Büyük Larousse Sözlük ve Ansiklopedisi (Cilt 3, Avust-Bezr) [PDF]

  • 0 0 0
  • Suka dengan makalah ini dan mengunduhnya? Anda bisa menerbitkan file PDF Anda sendiri secara online secara gratis dalam beberapa menit saja! Sign Up
File loading please wait...
Citation preview

BUYUK



LAROUSSE SÖZLÜK VE ANSİKLOPEDİSİ 3. CİLT Avusturya — Bezruc



i Milliyet



Interpress Basın ve Yayıncılık A.Ş. adına Hürrem FİLA



genel yayın yönetmeni Adnan BENK yayın kurulu Oya ADALI, Nilgün AKAR, Bedia AKARSU, Engin ALÇORA, Yasemin ALPMAN, Abt»as ALTUNKAŞ, Aydın ARIT, Selahattin BAĞDATLI, Mustafa BALEL, Mustafa BAYKA, Nezih COŞ, Güler DEĞİRMENCİ, Melek DENER, Turgut DEVECİ, Tamer ERDOĞAN, Sırrı ERİNÇ, Şenay ERKAN, Peyami ARMAN, Ayşegül EROL, Konur ERTOP, A.Fuat FİDAN, Tankut GÖKÇE, Öznur GÜNDOĞDU, Selahattin HİLAV, Rıfat İNSEL, Cenap KARAKAYA, M.N. KARAKÜÇÜK, Melih KIRAN BAĞLI, Gülsen KORALTÜRK, Güzide KOSİFOĞLU, Dilek KÖSEOĞLU, Cevdet KUDRET, Turgut KUT, Deniz MAZLUM, Günnur ORMANLAR, Tahir ÖZÇELİK, Süleyman ÖZÇİFTÇİ, Ufuk ÖZKOLÇAK, Isa ÖZTÜRK, Mehmet SERT, Kenan SOMER, ilhami SOYSAL, Beyhan Aziz TANER, Aksel TİBET, Erdoğan TOMAKÇIOĞLU, Teoman TUNÇDOĞAN, Hale ULUSOY, Doğan ÜLGENCİ, Mara YAKOVLEVSKİ, Aydın YALKUT, Mehmet YARAŞ, Ömür YARS, Tahsin YAZICI, Dilek YELKENCİ, Melih YÜRÜŞEN sorumlu yayın yönetmeni Aydın YALKUT araştırma Despina ÇİMROĞLU ve yardımcıları Betül GÜVENSOY, Nesrin OĞRAŞKAN, Mine ÖZDİLER, Servet SABAK, Hilda SETYAN, Semra BAL arşiv Sevil ÇELEBİCAN ve yardımcıları Nurgül KAYA, Cansel Çolak SAVAŞ teknik yönetmen Nazlı TURKSOY sayfa düzeni Ömer BARANİOĞLU ve yardımcısı Çağatay AKYOL harita Mansus TETİK ve yardımcıları Berrin BÜYÜKANIT, Ruhi DİLGİMEN, Seval ÖZLER, Ceyda SAKARYA düzelti Hayrettin KARA ve yardımcıları Zeynep ATAYMAN, Fatma AYDIN, Sait GÜRAY, Aydın KARAAHMETOĞLU, Gülsüm ÖZ, Sibel TÜRKMENOĞLU fotoğraf Muhlis HASA ve yardımcısı Sedal ANTAY sekreterler Funda ARSLAN, Halime DEMİR, Nil HEPER, Kadriye KÖMÜRCÜOĞLU, Lale KURUDAĞ, Belgin SOYCAN, Satı ŞİMŞEK dizgi Turgay ŞIK ve yardımcıları Leyla BİRBEN, Âdem ÇALIŞKAN, Betül FERİK, Hülya HASEL, Sakine KAYA kamera Gelişim Yayınları kamera servisi baskı: Milliyet Gazetecilik A.Ş.



Copyright: Librairie Larousse Copyright: Interpress Basın ve Yayıncılık A.Ş. Büyükdere Cad. Apa Ofset arkası Levent-İSTANBUL Tel: 169 66 80 (20 Hat)



BUYUK SÖZLÜK VE ANSİKLOPEDİSİ



Fransızca Grand Dictionnaire Encyclop6dique Larousse (GDEL) temel alınarak hazırlanmıştır. BÜYÜK LAROUSSE SÖZLÜK VE ANSİKLOPEDİSİ’nin bütün hakları saklıdır; adı belirtilmeden hiçbir alıntı yapılamaz.



Librairie Larousse 1986 [S.P.A.D.E.M. et A.D.A.G.P.J



niş bir çöküntü alanı oluşturur. A lpler’den ovaya geçişi Üçüncü Z a m an'da oluşmuş tepeler sağlar. Avusturya, birçok küçük birim e bölün­ m üş (VVeinviertel, M archfeld, Seevvinkel) tektonik Viyana havzası aracılığıyla Pannonia havzasına bağlanır. Neusıedl gölü bölgesinde, Macaristan ovasına benze­ yen görünüm ler başlar. G .'de eski aske­ ri sınır bölgesi Burgenland, büyük Pannonia ovasına geçişi belirleyen ovaları ve tepeleri içerir. Hem en her yeri kaplayan lös, bereketli topraklar oluşturur. Tuna’nın K.’indeki yaşlı ve billurlu Mühlviertel ve VValdviertel kütleleri, orm anlar­ la örtülü, O rtaçağ’da yerleşilmiş, engebe­ siz bölgelerdir. Tuna, Linz ile Krems ara­ s ın d a b illu rlu te m e le g ö m ü le re k , VVachau’un doğal güzelliklerini yaratır. Krems'ten, özellikle de Tülin havzasından _sonra, Tuna artık Pannonia ovasının özel­ liklerine uyum sağlar. G erçek bir su deposu olan Alpler, ikliıi büyük ölçüde belirler. Orta kesimdeki ütleler, 2 m 'den fazla yağış (bir bölüm ü ar biçim inde) alır. Güneyde (Kiagenfurt havzası) kışlar daha yumuşak, daha az karlıdır. Kışın havanın yum uşak olması, yüksek kesimlerde güneşli gün sayısının yüksek olmasının sonucudur (Villach, yıl­ d a yaklaşık 2 000 saat güneş görür). Bü­ yük vadilerde fön rüzgârı sık sık eser. Bu rüzgârlar kuru ve sıcak olduğu için, kar­ ların erim esine yol açar ve bitkilerin can­ lanm a dönem ini çabuklaştırır. Vadilerde kışın sıcaklık terselm elerine sık rastlanır. Alpler'in yağışları engellediği Tuna’nın al­ çak bölgeleri daha az yağış alır (çoğun­ lukla yılda 500 m m 'nin altında). Yazlar sı­ caktır, am a kışlar ço k soğuk geçebilir. A vusturya’nın iklimi, yıllık sıcaklık farkla­ rının çok olduğu bir kara iklimidir.



E



nüfus 1869’da, ülkenin bugünkü sınırları için­ de, 4,5 m ilyon kişi yaşamaktaydı (bugün 7,5 m ilyonu aşkın). Bütün eyaletler ara­ sın d a yalnız B u rg e n la n d 'ın nüfusu 1880’den bu yana azaldı. Am a ülkenin nüfus durum u, 1975’ten bu yana bozul­ du: 1970'te °/oo 15'in biraz üstünde olan d oğum oranı, günüm üzde °/oo 1 1 'den biraz azdır ve ölüm oranının altına düş­



B o h em ya hercynia kütlesi



■mmyj



billurlu orta kütleler kireçtaşı dağ sıraları



# t# H



yüksek karstik platolar basıklaştırılmış şistli kütleler: otlak bölgesi alüvyal tepeler ve taraçalar o valar ve vad iler



bataklıklar



tuzlu bozkır



müştür. Ülke nüfusunun yaklş. 1/5’i Viyana’da yaşar. Onu Graz (243 166 nüf ), Linz (199 910 nüf.), 100 000’i aşan nüfuslarıyla Salzburg ve Innsbruck izler. Eyaletlerdeki nüfus yoğunlukları, c o ğ ­ rafi farklılıkları yansıtır: Tirol (km2’ye 45 ki­ şi), Kârnten (55), Salzburg(59),Burgenland (6 6 ), Steiermark (72), Aşağı Avusturya (73), Yukarı Avusturya (102), Vorarlberg (104). Bununla birlikte, d ağlarda nüfus hâlâ yoğundur: turizm ve sanayi, sürekli iş olanağı sağlayarak halkın dağlardan kopmasını önlemiştir. iktisat • Tarım. Ülkede en az üç ayrı tarım tipi görülür: ova ve havzalardaki tarım (tahıl, şekerpancarı); orta yükseklikte dağlarda­ ki tarım (Ûnalpler, Mühlviertel ve VValdviertel’de hayvancılıkla birlikte çok ürünlü tarım); yüksek dağlardaki tarım (Alp otlak­ larında hayvancılık). Etkin nüfusun yakla­ şık onda biri tarım da çalışır. Ülkedeki 330 000 tarım işletmesinin yarısından azında tam gün çalışılması, XX. y y .’ın ba­ şında başlıca etkinlik olan tarım daki geri­



lem eyi yansıtır. 2 0 h a ’d an küçük çiftlikler çoğunluğu oluşturursa da, bunlar işlenen toprakların ancak dörtte birini içerirler; bu­ na karşılık işlenen toprakların yaklaşık ya­ rısı, 1 0 0 ha ve daha büyük çiftliklerin için­ de toplanır. Büyük tarım işletmelerine Vi­ yana havzasında ve B u rge n lan d 'da sık rastlanır (bu tür işletmeler, çoğunlukla, toprakların O sm anlılar’dan geri alınma dönem inden kalmadır). Buna karşılık A lple r’ de, özellikle de Tirol’de daha çok küçük çiftlikler görülür. Üretim, yoğun ta­ rım yöntemiyle yapılır. Özellikle alçak böl­ gelerde. çiftçilik önde gelir. Buğday ve şekerpancarı tarlalarının büyük bölüm ü Viyana havzasındadır. Alçak bölgelerde ç o k ürünlü tarım ağır basar, ama çiftlikle­ rin boyutuna bağlı bir uzm anlaşm aya gi­ dilmiştir. Hayvancılık her yanda görülür. Alçak bölgelerde, hayvanlar ahırda bes­ lenir, Alpler'de,hayvanları yazın dağ ot­ laklarına çıkarm a uygulaması azalmış, am a tüm üyle ortadan kalkmamıştır. Alp otlakları (işletilen toprakların 1/5’ini oluş­ turur: 800 000 ha) özellikle Tirol'de yay­ gındır. Hayvan yetiştiricilerinin yaklaşık % 80 i sığır besler (toplam 3 milyon başı aş­ kın). Alçak bölgelerde m eyve yetiştiricili



K V -,:V / ifc'ckJcnbs 1üV Ipkrg -töhitıfeu



^ U lric h s b ^ rg .JJ e b e n a u



IICIUCM ' A



S c h â rd i



Ü T au fk ıreh en v



jj



\



m F re ıs ta d t- •'



h I v ie r t e l



[ RaiM pTofen \ | c b'aic h e n L



j3



i Laro ptfe cTitsp ^ u s e



| ^^^tpasswM %



A / t t r - .Miı n s te 3



^ iF e i



f,



mm \



Pu c h he ır *.L a a 'k ırç h e ıı j : j,G m u n d e n yi rra u n s e e



9^



^



* L



fe u b ü rg



U 4 # ~ E b / ls b e r g ,W a ld h a 3 s e rt ».M a u th a ı/S e g f



^Sdb^echat



A n s fe j N e u h o ff



f5 cr h*w"an^ c/nSs ta. ed t '



V' A m p flw a n g ~ \



S



[YANA



M ciTehîta W o lfs e g g * £



V



Jl îMattığiboten o



d ia o



^



m ♦pfijslipn" ;



 p te n au f



ık|tı.rtg\



/ a , v . K/İa 12tem / cv erndprf-



jK K ö n ig s w ie s W ı



dP A c kc V G ra m a s te tte n j A ss c ıra el \W«ii^ej2kiTcnen^ i Im -7 jŞle^^İuHchen _ Pelıerbaon^fc;--. . I ^ ^ t-j0y(\pjyrpnn la ıs k ir c h e /ı ı^ i 4 M S fîe ^ k ır c h e n



rd



I »— '



(schkrej



,- J



; i h|a !l.sta t> » t e r fe n y.



V ^ S a a g a a te ın



\



■ *V-) K E N T L.E ER



%



Î> \S :



nüfuslarına göre



^ S



^



turistik



M A D E N YA TA K LA R I köm ür



o i)



grafit



|



petrol



d em ir



tarım



sanayi maden



U L A Ş IM »w »» * otoyol



sıralanmıştır.



dem iryolu



m agnezit



tuz y



gaz



AVUSTURYA'NIN YÜZEY ŞEKİLLERİ VE YAPISI



AVUSTURYA’NIN DOĞUSU



D IŞALIM MADENSEL ÜRÜNLER



TARIMSAL ÜRÜNLER



doğal 9^



KİMYASAL ÜRÜNLER ^ijaçlar



ölçü ve den etim aygıtları



karayolu taşıtları



petrol ikahve, Çay. kakao



s e b ze ve m eyveler



ÇEŞİTLİ SANAYİ



METALÜRJİ ÜRÜNLERİ



organik



taşköm ürü



d e m iriız | m adeıfler



ilektril



TnadenTÎÎÎ;



tarım sal kayna kla r # W



gübre, J



* . tarım ham m addeler



ilk d em ir sanayisi, ürünleri ve döküm



aletler



tahıl



|



(buğday baskın)



m aden y a ta kla rı ve m aden sanayisi



tarım ve hayvancılık



_



. ,



'



/_C v jo



'



k ^ İ cs A » # X _ rT (



yapay çayırlıklarda TFKSTİI Itk o lIL SAN A YİSİ



hayvancılık dağ otlakları



r



KAUÇUK; RANAYIRI bANAYi;s!



B re g e n z D o r n b ir n



K Â ĞIT VE O R M A N SANAYİSİ



f / ^ e d t te



/ T f \ / j Safeburg



1 o \_ ,



d iğ e r sa n a yile r V V a id h o fe n



'P r< o ° c » ^ r a )



K u fs te in W ;o J e n b a c h V - v ^ -v 4"o v #



5 ^ o lb a d - H a lljv '



Lend



*



i P ö İt e n O B ern 8 c



S w a io h o fe n L i e z e n l^ f /s e o e r z A



^



°



S u lz 'a u /" ^ ''® ® g u ® K a p fe n b b rç F o h n s d o rf^ M * p o n a w \ t z T J jJ d ş n b .M r.ğ # °



_ ^ y V e ı z i T| >



-"n ^ j G r o s s - S \



\ v ıııaç B İe ıb e r a



G m ü nd l y ş V ^ C X ^ • • •



m eyve, se b ze



l lil I



bağlar



T7 T



şe k e rp a n c a rı



P i s c n e ls d o r f // ı \ \ V iy a n a rSvvechat ▲ 3«rafınerisi 7*1 fe ^



D o r n b ir n [B re g e n z



kim ya sanayisi



m.



( S t . - B ö lt e n K e m ğ te n * / ( X



I BlİKtg^



▲ G ^ e u t^ c h la n d b e rg



çinko v e kurşun yatağı







taşköm ürü v e antrasit yatağı







d em ir yatağı



^



ı ’ V o rts b e rg 'K ö fla c h



linyit yatağı



dem ir sanayisi ağır metalürji sanayisi



O



m akine sanayisi



O [ÇEŞİTLİ SANAYİ ÜRÜNLERİ



K^ Qai







%



elektrik sanayisi demirsiz m aden sanayisi



ıgenfurt



İİRÜHLEI



aT



bakır yatağı



▼ petrol ve doğal g az kuyuları ■



\ In n s b r u t k ,



F e ld k ir e + ö FNF^ll SAĞLAYAN



TARIMSAL ÜRÜNLER



. v a d ıs ‘ N e u s ta d t



-J S r u c k / p ° ls S j a _ P iF k a f e ld M — K ö fl^ c K ■ EaCnüz. v a d is i



Schvvaz



seramik ve ca m sanayisi







; ^ A^WıîTma5sing



^»V yör



kâğıt selüloz ve orman sanayisi



deri ve ayakkabı sanayisi



f



'e n



tekstil sanayisi



n/



maden san ayileri



A ^ 3l^-^Wraiskirchen



METALÜRJİ ÜRÜNLERİ



ayakkaBT sul ıırıınlö'rı, yum urta /



DIŞSATIM



orman ürünler



tukâvva



dayanıklı ürü çarklarT.ream



-demir sanayisi ürünleri?



1 elekt e n er



A VUSTURYA’NIN İKTİSADI



plastik m addeler



plaklar



oyÖhcak. spor m alzem eleri, kayak



' ği gelişmiştir. Ü züm bağları küçüm sen­ m eyecek bir önem taşır (yılda yaklaşık 301 Mhl şarap elde edilir) ve 50 000 ha' lık bir alanı kaplar; üstelik bağlara ayrılan alanlar giderek genişlemektedir. Burgenland’da, özellikle de Aşağı Avusturya'da, Weinviertel’de toplanan bu bağlardan el­ de edilen şarabın % 50'si beyaz şarap­ tır. Bağcılık Viyana çevresindeki köyleri et­ kilemiş ve bu yörede turizme de destek olmuştur. Alpler'deki illerde tarım önde gelir, ama üretimin büyük bölümü Yukarı Avusturya ve Aşağı Avusturya eyaletlerinde gerçek­ leştirilir. Verimin b üyü k ölçüde artmış ol­ masına karşın, tarımın G SM H ’daki payı sürekli gerilemektedir: 1935’te°/o 16, gü­ nüm üzde % 1 0 ’un altında. • Sanayi- Birçok sanayi dalı devletleştiril­ miş ya da devlet denetim i altına alınmış­ tır (katılım paylarında salt ço ğunluğu ulu­ sal bankaların ellerinde tutması sonucu). Bu durum özellikle elektrik, petrol ve m a­ den filizi çıkarımı, m akine yapımı (otomo­ bil montajı ve çeşitli m akine yapımı, kim ­ ya, kauçuk, çimento) alanlarında görü lür. Sanayi bir ölçüde yerel ham m addele­ re ve geleneksel m aden işlemeciliğine dayanır. Yüzyıllardır Erzberg’deki açık ta­ vanlı ocaklarda ve Steiermark’ta üretilmiş olan demir, Donawitz dem ir-çelik sanayi­ sinin doğmasını sağlamıştır. Jude n b urg ve K apfenberg’de (özel çelikler) başka çelik kuruluşları geliştirilmiş, Anschluss sı­ rasında da Linz'de (günüm üzde bir çelik merkezidir) çelik fabrikaları yapılmıştır. Ürünlerin bir bölümü Tuna yoluyla, Krems ve Liezen (Enns kıyısındaki Steiermark) çelik fabrikalarına gönderilm ektedir. Ku­ ruluşların büyük bölümü, bir devlet şirke­ tinde toplanmıştır (Vereinigte Österreichische Eisen-und Stah!werke ya da VÖEST). Demir filizi çıkarımı gerilem iştir (bir milyon tondan az); am a çelik üretimi önem lidir: 5 M t’dan çok. Gene bir bölü­ mü ulusal enerji kuruluşlarına dayanan önemli dönüşüm metalürjisini de, bu çe­ lik üretimi beslemektedir. Avusturya’da yalnızca Yukarı Avustur­ ya ve Steierm ark'taki Üçüncü Zaman



m aden işlem e makineleri



aktarm a g ereçler ^makineler aletler



havzalarında linyit vardır (yaklaşık 3 Mt). Savaş sonrasındaki sanayi gelişmesi, özellikle, günüm üzde hâlâ toplam elektrik üretim inin yarısından çoğunu sağlayan (yaklaşık 40 TWh saat) hidroelektrik ener­ jisiyle açıklanır. Bu elektriğin büyük bölü­ mü A lple r’den inen sulardan elde edilir; ama çalışan gem ilerin tonajı açısından Avrupa standartlarına göre düzenlenm iş Tuna 'd a da önemli hidroelektrik santralları kurulmuştur. Viyana havzasında biraz doğal gaz ( 2 milyar m 3) ve petrol (yakla­ şık 1,7 Mt) elde edilir. Am a petrol üretimi gerilem ekte, buna karşılık dışalım sürekli artm aktadır (Trieste-Viyana petrol boru hattıyla getirilip önemli bir petrokim ya merkezi durum una gelm iş olan Schwechat'ta arıtılan 10 Mt kadar ham petrol). Hidroelektrik üretim i ülkenin gereksinim duyduğu ek enerjiyi sağlayamayacak du­ rum a gelmiştir; nükleer enerji de benimsenm em ektedir. Eski Avusturya - Macaristan imparatorlu ğ u 'n d a sanayi, özellikle günüm üz Ç e­ koslovakya’sı bölgelerinde gelişmiş oldu­ ğundan im paratorluğun parçalanm asın­ dan sonra, A vusturya’da ulusal bir sana­ yi kurulması gerekm iş, ikinci Dünya sa­ vaşı sırasında kesintiye uğrayan bu çaba, savaştan sonra sürdürülmüştür. H ükü­ m etler işlenmiş ürünlerin önde gelen bir yer tutacağı çeşitlenm iş bir ekonom i (pa­ zar ekonom isi) kurmayı amaçlamışlar; dışsatımı beslemek için, küçük ve orta iş­ letmelere dayanan yapıları ve geleneksel metal işçiliğini kullanm ak istemişlerdir. Günüm üzde, dönüşüm metalürjisi ürün­ leri son derece çeşitlidir (makine, yedek parça, her türlü ulaşım aracı, anahtar tes­ limi fabrikalar) ve büyük ölçüde dışsatıma yöneliktir. D okum a sanayisi geleneksel yün işçili­ ğine dayanır. Am a günüm üzde öncelik, Vorarlberg’de işlenen pamuktadır. Yün, inn vadisinde (loden kumaşlarının üretim yeri) iplik haline getirilip dokunur. Penye yün kumaşlar üretimi ve konfeksiyoncu­ luk büyük kentlerde, özellikle Viyana'da toplanmıştır. Besin sanayileri çok dağınık durum da­ dır. Sanayinin tarım a bağlı olan bir bölü­



elektrikli aygıtlar



mü süt işler (Vorarlberg, İnn vadisi). Şe­ ker rafinerileri Viyana ve Burgenland hav­ zalarında kurulmuştur. Konserve fabrika­ ları da aynı bölgede, Viyana ile Neusiedl gölü arasında, sebze ve meyve tarımı ya­ pılan alanlarda yer alır.Bira fabrikalarıyla dışalım ürünlerini (kakao, kahve, yağlı bit­ kiler) işleyen fabrikalar büyük kentlerde, özellikle V iyana’da toplanmıştır. Ayrıca, cam , kristal ve porselen sana­ yisi eski ününü korumaktadır, m ücevher­ cilikse 1945'ten sonra gelişmiştir. • Turizm. Avusturya b üyük bir turizm ül­ kesidir. Devlet, çok lüks ve fazla yoğun bir turizme yönelmemiş, seçtiği dağ turiz­ mini geliştirm ek için, güzel manzaralı yer­ lerde sanayileşmeyi engellemiştir. Viyana ve Salzburg dışında, başlıca turizm m er­ kezleri Tirol (innsbruck) ve Vorarlberg, da­ ha az ölçüde de K ârnten’dir. Ülkeye yıl­ da 1 2 m ilyon dolayında turist gelmekte, 108 milyon gecelem enin 60 milyonunu, Alm anya’dan gelenler gerçekleştirm ek­ tedir. Bazı yıllarda (özellikle 1970'lerdeki petrol bunalımından önce), turizm den el­ de edilen döviz, geleneksel ticaret açığı­ nı kapam aya yetmiştir. • Dış ticaret. Avusturya, sanayi gereksi­ nimlerini karşılayabilm ek için, enerji ve öbür ham m addelerin önem li bir bölüm ü­ nü dışardan alm ak zorundadır. Dış tica­ ret bilançosu sürekli açık (özellikle 1974’ten bu yana) vermektedir; dışsatım, dışalımın ancak % 70’ini karşılayabilmek­ tedir. Avusturya, A vru pa serbest m üba­ dele birliği’ne üye olmakla birlikte, ticare­ tinin büyük bölümünü AET üyeleriyle ger­ çekleştirir. Dışalım ürünlerinin % 40 ı komşu ülke Federal Alm anya’dan sağla­ nır (dışsatımın 1/4’i Alm anya’ya yapılır). Ülkenin öbür komşusu İtalya, ticarette ikinci sırayı alır. Dışsatımın % 15'i (dışalı­ mın da ancak % 10'u) Doğu Avrupa ül­ keleriyle gerçekleştirilir. Besin ve taşıt sanayileri, gereksinimleri karşılamaktan çok uzaktır. Buna karşılık makine ve d o ­ natım mallarının tüketime göre çok fazla üretilmesi, Avusturya'nın sanayileşme düzeyinin yüksekliğinin bir göstergesi olarak kabul edilebilir.



Avusturya TARİH kökenler Bugünkü Avusturya topraklarında çok erken tarihlerde insanların yaşadığına tarihöncesinin Urnenfelder (mezarlıklar) ve Hallstatt uygarlıkları tanıklık eder. I.Ö. 15’ten i.S. V. yy. sonuna kadar Romalı­ lar bölgede sürekli biçim de egem en ol­ dular. Lejyonlarının ordugâhları, Avustur­ ya'nın başlıca kentlerinin çekirdeği oldu: V indobona (Viyana), Colonia Hadriana (Salzburg), Lentia (Linz). im parator Marcus Aurelius, V ind o b on a 'd a öldü. IV. yy.’da germen akınları başladı ve ülkede, Bavyeralılar gibi, çeşitli aşiretler belirdi. VI. y y .’da ülkeyi türk kökenli Avarlar ele g e ­ çirirken, bir başka kesim Bavyeralılar’ın egem enliğinde kaldı. Yabancıların işgal ettiği toprakların sınırında, 7 39 ’da Salz­ burg piskoposluğu kuruldu. 803'te Charlam agne Avar im paratorluğu'nu yıkarak, O stm ark’ı (Doğu markalığı) kurdu; bura­ yı Bavyera'dan ayırdı ve im paratorluğun savunm asıyla görevlendirdi. Böylece A vusturya doğdu, am a gerçek adını an­ cak 9 9 6 'd a aldı: Û sterreich. X. yy.'d a ül­ ke M acarlar'ın eline geçti. Büyük O tto’ nun 955 'te Lechfeld’de kazandığı zafer­ den sonra kurtulan ülke, Babenberg ai­ lesinin yönetimine verildi. Babenbergler'den Habsburglar'a B abenbergler -9 7 6 -1 2 4 6 : en ünlü temsilcileri Leopold I, Leopold II, H einrich II Jasom irgott, Le­ opo ld VI ve Savaşçı Friedrich II olan Ba­ benbergler dönem inde Avusturya markalığı (115 6 'd a babadan oğula geçen bir düklük oldu), büyük bir refaha ulaştı: iş­ lenmemiş toprakların tarıma açılması, İtal­ ya ile ticaret, birçok manastırın yapımı. Babenbergler, Steierm ark ile Krain’ın bir bölüm ünü de topraklarına kattılar. — 1246: Savaşçı Friedrich II, Leitha ırma­ ğı kıyısında M acarlar’la savaşırken öldü. Onunla birlikte, hanedan da sona erdi. — 1278: imparator Rudolf von Habsburg, Marchfeld savaşı’nda Bohemya kralı Ota kar ll'y i yendi. Bu zaferle Avusturya (o sı­



rada Otakar ll ’nin egem enlığındeydi) H absburglar’a geçti. H absburglar — XIV. yy.: H absburglar, Kârnten ile Tirol’ü ele geçirdiler. — 1379: aile iki kola ayrıldı: Steiermark, Kârnten, Krain ve Tirol’ü alan Leopold ko­ lu ve asıl Avusturya’yı alan Albertin kolu (bu kol, 1475’te sona erdi). — 1438: Albrecht V, Albrecht II adıyla ger­ men im paratoru oldu. • Bu dönem boyunca, Avusturya m aden­ leri (tuz ve metal) sayesinde zenginleşti. Kentler de ticaret yaparak gelişti.



ruldu. Ama, im paratorun görev ve yetki­ lerinde reform yapm a isteğini gerçekleş­ tirem edi. Bununla birlikte, im parator un­ vanının fiilen soya bağlı durum a gelm e­ si, imparatora belli bir uluslararası saygın­ lık kazandırdı. katolikliğin kalesi Avusturya • XVI. ve XVII. yy.Tarda "A vusturya sülalesi" (H absburg ailesine verilen ad) gücünü artırmak ve katolikliği savunm ak için üç cephede savaştı: Türkler’e karşı, protestanlara karşı ve Fransızlar’a karşı. Aralıksız birbirini izleyen başarılar ve ba­ şarısızlıklar dizisi, H ab sb u rgla r’ın Alm an­ y a ’daki durum unu zayıflatırken, Orta A v ­ rupa ve Balkanlar’daki durum unu büyük ölçüde sağlamlaştırdı. A vusturya büyük bir devlet durum una gelirken, verasete bağlı devletlerde yavaş yavaş bir ulusal bilinç oluşm aya başladı. Türkler’e karşı — 1529: Viyana tü rk kuvvetlerince ilk kez kuşatıldı; B udapeşte’yi ve Orta M acaris­ ta n ’ı rakibi arşidük Ferd in a n d ’a kaptıran Zapolya’nın isteği üzerine Macaristan se­ ferine çıkan Kanuni Sultan Süleyman Bud a ’yı (Budin) aldıktan sonra V iyana’yı 17 gün süreyle kuşattı. — 1532: Kanuni Sultan Süleym an'ın A vusturya seferi (Alman seferi); Avustur­ ya kralı Ferdinand l ’in Macaristan’ı ele ge­ çirm e girişimi üzerine sefere çıkan Kanu­ ni Sultan Süleyman, karşısına herhangi bir ordunun çıkmaması üzerine Avustur­ ya topraklarına akınlar yaptırdıktan son­ ra geri döndü. — 1533: O sm anlı-Habsburg barışı; Os­ manlI padişahını m etbu tanıyan Ferdi­ nand l ’in elinde tuttuğu Macaristan to p ­ rakları üzerindeki egem enliği tanındı. — 1566: Kanuni Sultan S ü le ym a n ’ın Avusturya seferi (Sigetvar seferi); Türkler, müstahkem Sigetvar kalesini ele geçirdi. — 1568: Osmanlı-Habsburg barışı; Avus­ turya, osmanlı fetihlerini tanıdığı gibi, yıl­ da 30 000 düka verm eyi kabul etti; bu antlaşma 1574'te sekiz yıl daha uzatıldı, 1590’da yenilendi. — 1596: Haçova savaşı; Avusturya, Haç-



Avusturya'nın güçlenmesi — 1493: Maximilian I, Habsburglar'ın tüm topraklarını miras olarak aldı ve germ en im paratoru seçildi. Usta bir evlenm e si­ yaseti ve yerinde reformlarla hanedanının gücünü daha da artırdı. 1477'de Atak C harles’ın vârisi Marie de B ourgogne ile evlenerek Franche-Com te ve H ollanda topraklarını ülkesine kattı. — 1496: oğlu Güzel Felipe'yi, ispanya'nın vârisi Juana I ile evlendirerek Kari V’in bü­ yük gücünün temellerini atmış oldu. — 1515: torunları Ferdinand ve Maria, Bo­ hem ya ve M acaristan krallarının vârisle­ riyle evlendi. — 1519: Maximilian'ın torunu Kari V im pa­ rator oldu. Kari V hem İspanyol, hem de H absburg topraklarını elinde tutuyordu, am a H absburg topraklarını 1521-22'de kardeşi Ferdinand’a (sonradan Ferdi­ nand I adıyla im parator oldu) bıraktı. — 1526: Türkler, M ohaç'ta m acar kralı Lajos ll’nin kuvvetlerini ezdi; Lajosda savaş­ ta öldü. Bohem ya ve Macaristan krallık­ ları yeniden Ferdinand’ın eline geçti. Ama bu birleşme henüz im paratorun kişiliğine bağlıydı, iki krallığın da özel kurumlarına dokunulmamıştı. • Ülke içinde, Maximilian miras aldığı to p ­ rakları (Alsace, Yukarı ve Aşağı Avustur­ ya, Steiermark, Krain ve Tirol) birleştirmek ve güçlendirm ek için kurum larında re­ form yaptı. Böylece Hofrat (hem adalet di­ vanı, hem devlet konseyi olan saray m ec­ lisi), Hofkam m er (mali bir kuruluş olan sa­ ray meclisi) ve Hofkanzlei (şansölyelik) ku­



AVUSTURYA- ■MACARİSTAN MONARŞİSİ (1867-1918)



ALMANYA P o l o n y a l I l a r



1866 ;



1866



B 0\H E M Y A



L e m b e rg



K ra kö w 1846



Ç o k l a r B rü n n ı. O(BrnoP) M O R A VyY A



V İY A N i B U K O V IN Â ’



Presburg



Konstanz gölü



B U D A P E Ş TE I



ö d e n jp u r g



(Sonfon)



In n s b r u c k İS V İÇ R E



1873



S



Bala ton ^



gö/ü



S I o v e n I e r r a ib a c h 0 ( (Ljublıana) f W



V E N E Z İA



V îr ie s t e



T e m e svâ r



C u s to z a



_ 1866< ★



V e n e d ik 0



P a rm a Bükreş



1 8 6 7 uzlaşması



(S a r a je v o )



L___ I



YE NHP AZA R



i------------- 1 M acaristan idaresindeki I I Transleithania t-------:— t 1 8 7 8 'd e işgal 1 9 0 8 'd e ilhak I edilen topraklar



SIR B İS T A N



S a ra y b o s n a



r------------ 1 AvuS' Cisleithania



I



A skeri sınırlar ^eeni Pazar



L is s a * ’



1866



,m o | t e n e g r o Ç a tta ro







1067



1 8 7 8 ’den 1 9 0 9 ’a kadar işgal edilen topraklar



(Kotorl



Savaşlar







Antlaşm alar



19 1 4 'te A vusturya-M acaristan sınırları 0



2 0 0 km



Avusturya 1068 K ato vv ice (1921, Polonya Crakövv



-Jeşın.j



iie s zy n



Te&hen



KARPATARD: . R Ü T E N YASI B ra tis la v a fc. Presburg



V İY A N A 1



.Konstanz gölü



IU K O VİN ;



B U D A P E Ş TE



(S T Ş o p ro fı i jr Ö d e & b v r g 1 9 2 1 / Macaristan İS V İÇ R E



M ACARİST/



T R E N T IN O 1919/20 ŞLOVENYA







L ju b lia n a 'X Z a g re b



L. '



Garda gö lü ı



\ O



BAĞKA Ve n ed ik



T im iş o a ra Temesvâr



SLAVO NYA



L



SR E M ' T u rn u S e v e rin



BOSNA 1 9 1 4 ’d e A vusturya Macaristan sınırları



BÜKREŞ



Sarayb o sn a



Y e n i D evletlerin sınırları ( 1 9 1 9 v e 1 9 2 0 antlaşm aları) H ER SE K



H alk oylam asına sunulan topraklar



BULGARİSTAN



İtalya’ya bırakılan topraklar



ORTA AVRUPA'DA YENİ SINIRLAR (1919-1921)



F iu m e, 1 9 2 0 ’den 1 9 2 4 'e kadar se rb es t. 19 2 4 'te İtalya'ya



o va 'd a yapılan savaşta yenilgiye uğra­ dı. — 1606: Zitvatoruk antlaşması; Osmanlı padişahı, Avusturya İm paratorunun ken­ disiyle denkliğini kabul etti. — 1663: Köprülü Fazıl Ahm et Paşa’nın Avusturya seferi (Uyvar seferi); Fazıl A h ­ met Paşa’nın U yvar’ı almak için oyalan­ ması Viyana’yı kurtardı. — 1664: Leopold I, O sm anlılar’ı Raba ır­ mağı kıyısında, Szent-Gotthard savaşı'nd a yendi. — 1683: Türk orduları Viyana'yı ikinci kez kuşattı. Polonya kralı Jan Sobieski’ nin K ahlenberg’deki müdahalesiyle kuşatma sonuçsuz kaldı. — 1686: A vusturya karşı-saldırısı: Buda' nın alınması. — 1697: prens Eugâne’in Tisza ırmağı üzerindeki Zenta köprüsünde elde ettiği başarı: OsmanlIlar, 1699’da, Karlofça ba­ rış antlaşması'nı im zalamak zorunda kal­ dılar ve hem en hem en tüm M acaristan’ı bıraktılar. — 1716: Petrovaradin savaşı, Karlofça antlaşması'nın kayıplarını geri alm ak için harekete geçen sadrazam Damat Ali Pa­ şa, Petrovaradin’de prens Eugâne’ye ye­ nildi. — 1718: Pasarofça barış antlaşması. Türkler Tem esvâr iliyle (bugün Tim işoa­ ra) Eflâk, Bosna ve Sırbistan’ın bazı b ö ­ lümlerini bıraktılar. Protestantara karşı — XVI. yy. ortaları: luthercilik, verasete bağlı devletlerde, özellikle de soylular ara­ sında oldukça köklü biçim de yayıldı, im paratorlar cizvitlerin ve Viyana başpis­ koposu m onsenyör Klesl'in desteğiyle, "sapkınlığı” kısa sürede bastırdılar. Avus­ turya sülalesi A vru p a ’da, Karşı - reform ’ un öncüsü duru m u n a geldi. — 1620: ingolstadt cizvitlerinin eski öğren­ cisi im parator Ferdinand II, ayaklanan Ç ekler’i A kdağ savaşı’nda ağır bir yenil­ giye uğrattı. Bu ayaklanma, çek protestanlarının ezilmesine ve Bohem ya krallığ ı’nın özerkliğini yitirip verasete dayalı devletlerin parçası durum una gelm esine yol açtı. Akdağ savaşı ayrıca, Otuz Yıl sa­ vaşlarının başlamasına neden oldu. Ö n­ celeri protestan hüküm darlara karşı ba­



L a g o s ta > L as to v o İtalya '



M 3N TEN EG R 0



SOFYA



D u b r o v n iî^



şarılar kazanan H absburglar, daha son­ ra İsveç ve Fransa karşısında boyun e ğ ­ m ek zorunda kaldılar. — 1648: Westfalen antlaşması. Ferdinand III (1637-1657), imparatorlukta din birliğini kurma ve imparatorun mutlak gücünü ye­ niden sağlam a konusunda tüm umutları­ nı yitirdi. Fransızlar'a karşı -1 6 7 2 -1 6 7 9 : Fransa kralı Louis XIV’e karşı girişilen H ollanda savaşı. -1 6 8 8 -1 6 9 7 : Louis XIV'ün ilhak siyase­ tine karşı kurulan Augsburg birliği’ nin yü­ rüttüğü savaş. -1 7 0 1 -1 7 1 3 /1 4 : Fransa ve ispanya’yı, güçlü bir Avrupa devletleri koalisyonuy­ la karşı karşıya getiren ispanya Veraset savaşı. Bu savaş Rastatt antlaşm ası’yla sona erdi; Avusturya, ispanya ve söm ür­ gelerinden vazgeçm esi karşılığında, Fe­ lemenk, Milano bölgesi, Napoli ve Sardiny a ’yı topraklarına kattı. X V III. yy/da Avusturya — 1687: H a b s b u rg h a n e d a n ın a Macaristan'ı verasetle yönetm e hakkının tanınması. — 1713: Pragm atische Sanktion ile Avus­ turya tahtının veraset koşulları saptandı. Bu belgeyi yayımlayan imparator Kari VI (1711-1740) devletlerinin iktisadi durum u­ nu geliştirdi: Türkler’den alınan toprakların yeniden değerlendirilm esi, çeşitli sanayi­ lerin ve uluslararası ticaretin gelişmesi (ikinci Doğu ticaret şirketi’nin ve Ostende şirketi’nin [1721-22] kurulması). Ancak Kari V l’nın siyaseti başarıya ulaşamadı. — 1738-39: Avusturya birçok cephede bozguna uğradı (N apoli, Sicilya ve Temesvâr’ın elden çıkması). Maria - Theresia — 1740: Kari Vl'nın ölümü ve kızı Maria Theresia’nın tahta çıkışı (1740-1780). Prag­ matische Sanktion’a karşın, Maria-Theresia'nın taht üzerindeki haklarına hemen karşı çıkılması. A vusturya Veraset savaşı'nın başlaması. Prusya’ nın Silezya'yı Maria-Theresia’dan alması. — 1741: Maria-Theresia’nın, Macaristan’ın ayrıcalıklarını onaylaması; bu devletin



desteğiyle düşm anlarına karşı koyması. — 1749: içte, danışm anı H au g w itz’in yardımıyla ve merkeziyetçi bir anlayış içinde, im paratoriçenin devletlerini yeni­ den örgütlem esi: devlet şansölyeliğinin (dışişleri), yüce divanın (adalet), savaş kom iserliğinin ve Haugvvitz’in başında b u lu n d u ğ u iç iş le ri m ü d ü rlü ğ ü 'n ü n kurulm ası, tek b ir yasanın kalem e alınması ve bir kadastro hazırlanması. Bu merkezleştirme ve germenieştirme siyase­ tinin 1761 reformlarını getirecek olan büyük hoşnutsuzluklar yaratması. — 1756: Yedi Yıl savaşı'nın başlaması. Fransa’nın müttefiki Avusturya, savaş so­ nunda, Silezya’yı Prusya’dan geri almayı başaram adı (H ubertsburg antlaşması, 1763). — 1761: D iplom at Kaunitz bir dizi yeni re­ form başlattı: var olan tüm kurumların üstünde bir Devlet konseyi kurulması; 1918’e kadar ordu, polis ve din adam ları­ nın yanı sıra, im paratorluğun temel öğe­ lerinden birini oluşturacak ünlü Avustur­ ya bürokrasisinin kurulması. Böylece, merkeziyetçilik güçlendirildi. -1 772-1795: Polonya’nın bölüşülmesi. Avusturya, Galiçya’yı (1772), Bukovina’yı (Küçük Kaynarca antlaşması, 1774) ve Kraköw ülkesini aldı (1795). Ancak Fransız devrim i’nin patlak vermesi, Avusturya’yı Balkanlardan uzaklaştırdı. • XVII. ve XVIII. yy. başlarında Avustur­ ya, İtalya’dan gelen büyük barok sanat akımının gelişmesiyle dikkati çekti; bu akımının ürünleri Maria-Theresia dönemin­ de de sürdü. Joseph II ve josephçlllk. —1765: M aria - Theresia, büyük oğlu Joseph’i iktidarına ortak etti. 1780’den 1790’a kadar ülkeyi tek başına yöneten Joseph II, "aydın d e sp o t" tipinin en iyi örneği sayıldı. Fransız düşünürlerinden esinlenen josephçiliğin amacı, bir dizi baskıcı reformla Avusturya devletlerini m odernleştirm ekti. • Joseph ll’nin sistemli reformları şunlardı: —toplum sal reformlar: 1781'de toprak köleliğinin kaldırılması; — siyasal reformlar: bürokrasininln, devlet polisinin, merkeziyetçiliğin güçlendirilmesi (d a ire le re b ö lü n m ü ş 13 h ü k ü m e t



Avusturya kurulması); —dinsel reformlar: 1773'te cizvit tarikatının yasaklanması ve mallarına el konması, 1781'de bu önlemin öğretim ve düşkün­ lere yardımla uğraşanlar dışındaki tüm ta­ rikatlara uygulanması ve hoşgörü fermanı­ nın çıkarılması; — kültürel reformlar: üniversiteler ku­ rulması. Avusturya ve Fransız devrim i —1792 (20 nisan): Fransa yeni imparator Franz ll’ye savaş açtı. Avusturya, Fransız devrim i'ne ve Fransa im paratorluğu’na karşı kurulan tüm koalisyonlara katıldı. C am poform io (1797) ve Lunöville antlaşmaları (1801) ve Austerlitz bozgununu (2 aralık 1805) izleyen Presburg antlaşmast’yla sürekli bir gerilem e içine girdi. Avusturya İmparatorluğu (1806-1867) — 1806 ( 6 ağustos): im parator Franz II, Kutsal im paratorluk tacından vazgeçmek zorunda kaldı. Bunun üzerine Avusturya im p a ra to ru Franz I unvanını aldı. Dalmaçya’yı Fransa’ya, Tirol’ü Bavyera’ya kaptırdı, İtalya’daki topraklarını da yitirdi. — 1809: tirollü Andreas Hofer’in Bavyeralılar’a karşı ayaklanması; 5-6 temmuz, Wagram bozgunu; 14 ekim Viyana antlaş­ ması ile Avusturya’nın Kârnten, istria ve Krain ile Hırvatistan’ın bir bölüm ünü yi­ tirmesi ve N apolöon’un kıta sistemine katılmak zoründa kalması. — 1813: Şansölye M etternich ülkesini Fransa’ya karşı kurulan koalisyona soktu; koalisyon Fransızlar’ı yenilgiye uğrattı. — 1814: Viyana kongresi’nin (18 eylül 1814 - 9 haziran 1815) başlaması: Avusturya, eski topraklarına kavuştu; Lom bardia -Venezia’yı ilhak edip Parma, M odena ve ‘ T o sca n a ’ ya a rş id ü k le r ye rle ş tire re k İtalya'da en etkili devlet durum una geldi. Yeni G erm en konfederasyonu'nun da başlıca devleti oldu (Metternich, Konfede­ rasyonda yerel hanedanlara dayanarak u lu s a l b irliğ in g e rç e k le ş tirilm e s in i önlem eye çalıştı), içte şansölyenin kararlı m uhafazakâr tutumu, Avusturya'yı Avru­ pa’da m utlakiyetçiliğin kalesi yaptı. Dışta, tam anlamıyla ancak 1830’a kadar etkili olan Kutsal ittifak, liberal ve ulusalcı düşünceleri bastırmaya çalıştı (Aachen [1818], Troppau [1820], Verona [18221 kongreleri). M etternich, alman ve İtalyan liberallerini izlemeyi sürdürdü (İtalyan libe­ ralleri, 1821'de Rieti ve Novara'da ezildi). — 1835: Ferdinand l'in tahta çıkışı. Ülkeyi yönetecek güçte olmayan Ferdinand, yönetim ini "gizli devlet konferansf'na bıraktı; bu kurulun çalışmaları, Metternich ile Kolovvrat arasındaki görüş ayrılıkları yüzünden sık sık kesintiye uğradı. — 1840: alman olmayan halkların ulusalcı is te k le ri b a şa rıya ulaştı. M acarlar, m acarcanın resmi dil olarak tanınmasını sağladılar. Ç ekler’in ulus olm a istekleri ço k geçm eden tüm halka mal oldu. Güney Slavlar arasında d a "illyriacılık” görüşü yaygınlaştı. — 1846: M etternich tarafından tehlikeli görülen Krakövv’daki küçük Polonya cum ­ huriyeti ülke topraklarına bağlandı. • Hüküm etin iç siyasetinin belirgin özelliği hareketsizlikti: hızla gelişen burjuvaziyi hoşnut edebilecek reformlar yapılmıyor, N apoleon savaşları yüzünden iflas eden m â liye nin kötü d u ru m u sürüyo rd u . Yönetim ve o rduda tüm gücü elinde tu­ tan katoliklik ve soylu sınıf, muhafazakâr gelenekleri ayakta tutuyordu. Ancak po­ lis baskısına ve sansüre karşın, liberal düşünceler hızla gelişti. 1848 devrımleri —1848 (13 mart): Paris'i örnek alan Viya­ na ayaklandı. Metternich kaçtı; imparator bir anayasa hazırlam aya söz verdi. İtalya’da, ayrılma tehdidinde bulunan Ma­ caristan'da ve Prag’da (11 haziran) başka devrim ci ayaklanm alar patlak verdi. — 15 mayıs: yeni bir ayaklanma karşısında



im parator kaçtı. General Wındischgrâtz komutasındaki birlikler bastırma eylemle­ rine giriştiler. — 17 haziran: Prag ayaklanması bastırıldı. — 31 ekim: Viyana geri alındı; kanlı baskı eylemlerine girişildi (milletvekili Robert Blum ile yurtsever Messenhauser idam edildi). —21 kasım: Schvvarzenberg şansölyeliğe atandı. — 2 aralık: Ferdinand, yeğeni Franz-Joseph yararına tahttan el çekti. — 1848 - 49: İtalya'daki devrim ci ayaklan­ malar bastırıldı: R adetzky’nin komuta ettiği birlikler, İtalyan yurtseverlerini ve Sardinya kralı Carlo Alberto komutasındaki Piemonte ordusunu Custoza’da bozgu­ na uğrattı (25 tem m uz 1848), Piemonte' nin Novara’daki yeni bir ayaklanm a girişimini (24 mart 1849) önledi. Böylece İtalya ye n id e n fe th e d ilm iş , d e v rim bastırılmıştı. — 1849: m acar devrim inin bastırılması: M a ca rla r, b ir yıla ya kın b ir süre AvusturyalIlar’ı durdurm ayı başardılar. 14 niSanda m acar parlam entosu Kossuth'u cum hurbaşkanı ilan etti ve ülke Viyana’ dan tam olarak koptu. Am a Macarlar, so­ nunda, Paskeviç komutasındaki Rus or­ dusuna yenildiler ve Vilâgos'ta teslim ol­ dular (13 ağustos 1849). Kanlı bir bastırma eylemi başladı. A lm an sorunu Prusya ve Avusturya, Germen konfede­ rasyonu'nun yeniden örgütlenmesi konu­ sunda görüş ayrılığına düşm üşlerdi. Frankfurt parlam entosu’nda, Avusturya im paratorluğu'nu gelecekte kurulacak birleşik Almanya içinde görm ek isteyen Büyük Alm anya yandaşları ile Avustur­ ya'yı dışta bırakıp Prusya yararına bir bir­ lik sağlam ak isteyen Küçük Almanya yandaşları çekişiyorlardı. Büyük Almanya yandaşları, başlangıçta bazı başarılar kazandılarsa da daha sonra üstünlüğü yi­ tird ile r. Bu a ra d a S c h w a rz e n b e rg , avusturyalı m ille tve killerin F ra n kfu rt’ tan ayrılmalarını istedi (5 nisan 1849). Ama Prusya kralının, Frankfurt parlam entosu’ nun kendisine sunduğu im paratorluk tacını kabul etmemesi, bu parlamentonun etkinliğine son verdi. Bununla birlikte, Berlin, Almanya'nın birliği siyasetinden vazgeçmedi. Ancak, Schvvarzenberg'in savaş tehdi­ di, Prusya kralını Olm ütz’de geri çekilmek zorunda bıraktı (kasım 1850). Böylece, 1848 karışıklıkları içinde yok olma tehlike­ sini atlatan Avusturya, İtalya ve Almanya' da eski üstünlüğünü yeniden kurdu; Al­ manya’daki Konfederasyon kurumlarını korudu. Mutlakıyetin sonu — 1849 - 1859: önce Schvvarzenberg’in (öl. 1852), sonra da içişleri bakanı Bach’ın (Bach sistemi) yönetim inde yeni-mutlakıyetçilik. — 1851 (31 aralık): 1848 reformlarının ip­ tali. Merkeziyetçiliğin ve polisin g üçlendi­ rilmesi. — 1855 (18 ağustos): Kilise'den yana bir konkordatoyla josephçiliğin bırakılması. • Ekonomik gelişme: maliye bakanı Bruck, iç güm rükleri kaldırarak ekonomik yaşamda birlik sağlamaya çalıştı. 1854'te A lple r’de, Viyana'yı Trieste'ye doğrudan bağlayan ilk tünel (Sem mering tüneli) açıldı. —1859: Fransa ve Piemonte ile savaş. Magenta’da (4 haziran) ve Solferino'da (24 haziran) yenilen Avusturya, Villafranca ateşkesi’n den ( 8 - 1 2 tem m uz) sonra, Lombardia'yı bırakmak zorunda kaldı. Bu bozgun ülke yönetim inde bir evrim e yol açtı. Bach görevden alınarak yerine polonyalı liberal Gotuchovvski getirildi. — 1860 (20 ekim): Ekim bildirisi ile İm pa­ ratorluğa federal bir yapı kazandırılmak is­ tendi, am a S chm erling'in önderlik ettiği ulusalcı liberaller bunu engellediler. 26 şu­ bat 1861 kararnam esiyle federalizm ilke­ sine g e ri d ö n ü ld ü ve A lm a n la r’ ın



üstünlüğü sağlandı. — 1865: Prusya ile imzalanan Gastein ant­ laşması ile Danim arka’daki düklükler so­ runu geçici olarak çözüldü. G erçekte iki devlet, Alm anya'ya egem en olm ak için çekişiyorlardı. — 1866: Prusya'nın kışkırtması üzerine, Avusturya bu devlete ve onun müttefiki İtalya’ya savaş açtı. İtalyanlar ı kolayca yendi (Custoza ve Lissa’da), am a 3 tem ­ m u z d a , S a d o v â ’d a P rusya o rd u s u karşısında büyük bir bozguna uğradı. Avusturya, Prag barış a nlaşm asfyla (23 ağustos) Almanya’dan bütünüyle el çekti, ayrıca Venezia’yı yitirdi, böylece bir Tuna ülkesi durum una geldi, slav ve m acar halklarıyla ilişkilerini tüm üyle yeniden gözden geçirm ek zorunda kaldı. avusturya-macaristan monarşisi (1867 - 1918) — 1867 (şubat): avusturyalı bakan Beust ile m acar Deâk ve Andrâssy arasındaki uzun görüşm elerden sonra, Avusturya ile M a c a ris ta n a ra s ın d a b ir u z la ş m a anlaşması imzalandı. Macaristan, tarihsel sınırları içinde yeniden bir krallık oldu ve hazırlanan anayasaya uygun olarak iki meclisli bir parlam ento kuruldu; bakanlar bu parlamentoya karşı sorumluydu. 8 ha­ ziranda Franz-Joseph, Budapeşte’de Ma­ caristan krallık tacını giydi. Ö bür avusturya topraklan (Bukovina, Galıçya, Bohem ­ ya, Moravya, Trentino, Dalmaçya, istria ve asıl Avusturya devletleri), Avusturya im paratorluğu’ nu ya da Cisleithania'yı oluşturdu (Macaristan da Transleithania adını aldı). Bu iki yeni devlet, hükümdarın kişiliği ve üç ortak bakan (dışişleri, mali­ ye ve savaş bakanları) aracılığıyla b irbiri­ ne bağlandı. Anlaşma, on yılda bir yeni­ den gözden geçirilecekti. Başlangıçta, harcam aların b üyük bölüm ünü Avustur­ ya üstlendi. CıSİeithania'nın iç gelişm esi (Transleithania için — MACARİSTAN.) —1868 -1878: merkeziyetçiler iktidara gel­ di. Bu dönem de Avusturya konseyi'ni he­ m en hem en sürekli biçim de yöneten A dolf ve Kari Auersperg kardeşler, 1855 konkordatosu’nu yürürlükten kaldırdılar ve bir maliye reform una giriştiler. Uyguladık­ ları siyaset aşırı alm an yanlısı bulundu ve Slavlar ile muhafazakârların sert m uhale­ fetiyle karşılaştı. — 1879 - 1893: muhafazakâr bir soylu ve daha ço k federalizm yanlısı olan kont Taaffe, Adolf A uersperg’in yerine geçti Kilise’ye değ g in ve Slavlar’d anyana bir dizi önlem aldı Bohemya, Moravya, Slovenya ve Silezya'da ikidilliliğin benim senm e­ si, P rag’da çekçe öğretim yapan bir üniversite kurulması. Am a bu önlem ler ki­ m ilerine aşırı, kim ilerine yetersiz geldi. Yalnızca PolonyalIlar bu uygulam alara karşı çıkmadılar. — 1880: Kari Lueger'in lideri olduğu, yahudi düşmanı Sosyal-hıristiyan parti'nin kurulması ve kent küçük burjuvazisinin desteğini kazanması. Buna koşut olarak, G eorg Schönerer'in liderliğinde Alm an Milliyetçi partisi kuruldu; bu parti sert yöntemleriyle dikkati çekti; kimi üyeleri A l­ manya ile birleşme istemeye kadar gittiler. — 1888: Victor Adler ve Otto Bauer'in yönettikleri Sosyal-dem okrat parti'nin kurulması. Birer marxçı olan Adler ve Bauer, II. E n te rn asyo n a ld e önem li rol oynadılar. Ülke içinde sosyalistler ulusal hak istemlerini desteklediler. — 1907: Cisleithania’da genel oy sistemi­ nin kabulü. Bu uygulamaya karşın, seçim sonuçlarında pek değişiklik olmadı. Sos­ yal demokratlar, önem li başarılar elde et­ tiler (1907'de 87 milletvekili). Çekler, eğitim sorunları ko nusunda engellem elerini sürdürdüler; 1913’te parlamentoları dağı­ tıldı. Bir ölçüde alm an yurttaşlarının tutu­ m undan ötürü, alm an ve slav m illetvekil­ lerinin aynı çatı altında toplantı yapmaları olanaksızlaştı. • Bütün bunlara karşın, Cisleithania eko­



1069



Avusturya 1070



nom ik yönden büyük ö lçüde gelişti: im paratorluğun kimi bölgelerinde (Plzeh) sanayi gelişirken, d em iryo lu hatları çoğaldı. Am a siyasal düzlem de bu dönem , ulus toplulukları arasında şiddetli çekişmelerle geçti. Merkezci güce en çok karşı çıkanlar, Çekler oldu ve parlam en­ toları sık sık dağıtıldı. XX. yy. başlarında G üney Slavları'nın ulusçu hareketi gelişti; m acar yetkilileri bu­ na sertlik önlem leriyle (1909’da Zagreb’ de Agram davası) karşılık verdiler, iktidar bu hareketi m onarşinin geleceği açı­ sından çok tehlikeli sayıyor, halkın çok sevdiği im paratorun yaşının ilerlemiş olm ası, ö lü m ü n d e n sonra sistem in çökeceği kaygısını yaratıyordu. Hatta, belli belirsiz bir avusturya-macaristan milliyet­ çiliği doğm ak üzereydi. "ik ili m onarşi "nin dış siyaseti — 1873: Macar Andrâssy, Beust'un siyase­ tim bir yana bırakarak "ü ç imparator ittifakı” nı (Almanya, Rusya, Avusturya) hazırlamaya çalıştı. — 1878: Berlin kongresi; Avusturya, Bosna-Hersek'i ele geçirm eyi başardı. Avusturya emperyalizm i Balkanlarda, çarlık emperyalizmiyle çatışmaya başladı. —1879: Almanya ile ittifak. Karacorceviç hanedanının tahta çıkmasından (1903) sonra, aşırı rus yanlısı bir tutum takınan S ırbistan, g ü n g e ç tik ç e avusturyalı yöneticiler tarafından yok edilmesi gere­ ken düşm an gibi görülmeye başladı. Bu arada monarşi içindeki G üney Slavları, Belgrad ile birleşm e sorununu açıkça or­ taya koydular. — 1908: Bosna-Hersek’in ani ilhakı. Bu ol­ dubitti, uluslararası gerilimi artırdı ve Avus­ turya, Rusya’ya karşı savaşmaktan kıl payı kurtuldu. — 1912: Birinci Balkan savaşı. Gerilim öy­ lesine arttı ki, genelkurm ay başkanı Conrad von Hötzendorf, önleyici bir savaş önerdi. — 1914 (28 haziran): velia h t Franz -Ferdinand,Saraybosna'da, gizli bir sırp derneğinin üyeleri tarafından öldürüldü. Bu suikast, Birinci Dünya savaşı'nın başlamasına yol açtı. Avusturya savaşta — 1914: Avusturya birlikleri, Ruslar ve Sırplar karşısında bozguna uğradı. —1915: İtalya cephesinin açılması. Polon­ ya ve Sırbistan'ın fethi. — 1916: savaşın bu ilk yıllarında birlikler, kitle h alinde firara başlayan Ç ekler dışında, bütün olarak görevlerini yaptılar. Londra'da, Masaryk, sürgünde bir çek hükümeti kurdu. Buna koşut olarak, impa­ ratorluk içindeki muhalefet akımları da ş id d e tle n d i: 2 1 e k im d e b a şb a ka n S tü rg k h , so s y a lis t F rie d ric h A d le r tarafından öldürüldü. —1916 (21 kasım): Franz-Joseph’in ölümü ve yerine yeğeni arşidük Kari’ın geçmesi. — 1917: Kral I, Bourbon-Parma prensi Sisto aracılığıyla Müttefikler ile ayrı bir barış antlaşması imzalamak için görüşmelere b a şla d ı. A m a g iriş im başa rısızlıkla sonuçlandı. im paratorluğun parçalanm ası — 1918 (ocak): Ç ekler ulusal bir devlet is­ terlerken, Müttefikler sürgündeki hüküme­ ti tanıdılar. — 16 e kim : im p a ra to r, b o z g u n u n yaklaşması üzerine, monarşiyi k u rta rm a k amacıyla bir bildiri yayımlayarak Avustur­ ya’nın federal bir devlete dönüştürülece­ ğine söz verdi. A m a geç kalmıştı. —ekim-kasım: Slavlar bağımsızlıklarını ilan ettiler (Çekoslovak Cum huriyeti, Slo­ ven, Hırvat ve Sırp Ulusal konseyi, Galiçya’nın Polonya'ya katılması). M aca­ ristan Cum huriyeti kuruldu; cum hurbaş­ kanlığına getirilen kont Kârolyi, ayrı bir ba­ rış görüşmesi yapm ak istedi, am a başa­ rılı olamadı. —30 ekim: eski parlam entonun alman üyeleri ulusal m eclis adı altında toplana­ rak, bir Avusturya devletinin kurulmasına karar verdiler. “ Alm an Avusturya" adını



verdikleri devletin gelecekteki rejimi konu­ sunda bir karar almadılar. — 3 kasım: italyanlar ile Villa Giusti ateş­ kesi imzalandı. — 13 kasım: ülkeden ayrılan imparator, tahttan çekilm em ekle birlikte, hiçbir dev­ let işine katılmamaya karar verdi. Saint-Germain (10 eylül 1919) ve Trianon (4 haziran 1920) antlaşmalarıyla, yeni ulu­ sal devletlerin varlığı tanındı. Avusturya Cumhuriyeti (1918-1938) — 1918 (12 kasım): cum huriyetin ilanı. Kuruluş yasasında, eski imparatorluktaki tüm Alm anlar'ın cum huriyete bağlanabi­ lecekleri ve Avusturya'nın kendini Alman C um huriyeti’nin parçası saydığı belirtildi. Müttefikler bu iki eğilim e karşı çıktılar. — 1919 (şubat): Kurucu m eclis seçimleri. Sosyal demokratlar, Sosyal hıristiyan parti'y e kıl payı ü s tü n lü k s a ğ la d ıla r. K o m ü n is tle rle m ü c a d e le e ttiler, H absburglar'ın mülklerini ulusallaştırdılar ve cüretli toplum sal yasalar çıkardılar. Am a cumhuriyet, pek çok ekonomik ve si­ ya sal g ü ç lü k le k a rşılaştı. A yrılıkçı e ğ ilim le re karşı (ü lk e n in İs v iç re ’ye bağlanmasını isteyen Vorarlberg; Tirol) mücadele etmek zorunda kaldı. Bu arada Kârnten'de milisler Slovenler ile çatıştılar. — 1920(1 ekim): Anayasa’nın oylanması. Avusturya Federal Cum huriyeti (Bundesrepublik Österreich) dokuz ülkeden (Lânder) oluşuyordu. Yapılan seçim lerde sos­ yal hıristiyanlar sosyalistlere üstünlük sağlayarak 82 sandalye elde ettiler ve 1938'e kadar hemen hem en kesintisiz biçim de iktidarda kaldılar, ilk hüküm et başkanı sosyal dem okrat Kari Renner ye­ rini, sosyal hıristiyan bir şansölyeye bırakm ak zorunda kaldı. —1922-1932: 1922-1924 ve 1926-1929 arasında şansölyelik yapan m onsenyör Seipel, Milletler cem iyeti’ nin bir komisyo­ nu tarafından sağlanan uluslararası kre­ d iy le m â liye nin d u ru m u n u düzeltti. Böylece istikrarlı bir yeni para (schilling) yaratmayı başardı. Devlet dairelerini de yeniden örgütledi. Am a ülke genel eko­ nomik bunalım dan önemli ölçüde etkilen­ di. Aksaklıkların artması yeni siyasal ku­ ruluşlar ortaya çıkardı. Alm anya ile birleş­ m e isteği hep güçlü kaldı (1921'de Tirol’ d e yapılan h alkoylam asında b üyük çoğunluk birleşm eden yana oy kullandı; 1926’da Der Anschluss dergisi kuruldu; 1930’a doğru, Avusturya'da ilk nasyonal sosyalizm yandaşları ortaya çıktı). Bununla birlikte, Fransa ve müttefikleri, Almanya ile her türlü yakınlaşmayı yasakladılar. Aynı dönemde, 1918'den başlayarak uyuşmaz­ lık konusu bölgelerde, Slavlar’a karşı sa­ vaşm ak için kurulm uş olan "Heimvvehren” milisleri de güçlendirildi. Bu ordu dışı birlikler, işçi eylem lerine karşı m ücadele­ ye giriştiler. Sosyalistler de, işçi milisleri ku­ rarak bunları C um huriyetçi savunma bir­ liği (Republikanischer Schutzbund) için­ de örgütlediler. —1932 (mayıs): Dollfuss şansölyeliğe ge­ tirildi: Amacı, en tehlikeli gördüğü iki to p ­ lulukla, sosyalistler ve nazilerle savaşmak­ tı. — 1933 (haziran): Dollfuss, Nazi partisi’ni yasakladı. —1934: şubat ayında Dollfuss, Linz ve Vi­ yana ayaklanmaları sırasında, şiddet kullanarak “ Schutzbund"u dağıttı; Sosyal dem okrat parti'yi de kapattı. A m a böyle­ ce, nazilere engel olabilecek tek güçten de yoksun kalmış oldu. 1 mayısta, ülkeyi güçlendirm eyi amaçlayan yeni bir anaya­ sa çıkarttı. Avusturya, nazizm den ve Leo X lll'ü n papalık genelgelerindeki toplum ­ sal ilkelerden esinlenen korporatif bir dev­ lete dönüştü. Bu güçlendirilm iş hıristiyan alman devleti (Christlicher Stândestaat), Sosyal hıristiyan parti'ye ve resmi kuruluş­ lara dönüştürülen (ve yöneticilerden biri prens von Starhem berg olan) Heimvvehren’lere dayanıyordu. 25 tem m uzda Doll­ fuss, nazilerin bir hüküm et darbesi girişimi



sırasında öldürüldü; ancak, Mussolini’nin m uhalefeti sonucu, d a rb e başarıya ulaşamadı. Dollfuss'un yerine geçen sos­ yal hıristiyan Schuschnigg, onun hitlercilere direnm e siyasetini sürdürdü. Ama koşullar değişmişti: Alm anya güçleniyor onunla ittifak yapan Mussolini artık Anschluss’a karşı çıkm ıyordu;Batı dem okra­ sileri de, Avusturya C um h u riye ti’ nin bağımsızlığına destek olacak durum da değillerdi. H itler’in buyruğuyla, avusturyalı naziler, karışıklıkları ve kışkırtmaları­ nı artırdılar. — 1938: S chuschnigg, Çekoslovakya ve M acaristan’a yaklaşarak bir savunma önlemi almaya çalıştı. Ama, Berchtesgaden’e, H itler’in yanına çağrılan şansölye, bu ittifak tasarısından vazgeçip avusturyalı nazilerden avukat Seyss-lnquart'ın içişleri bakanı olmasını kabul etm ek zorunda kaldı. G ene de, 13 m art günü bir halkoylaması düzenletti. Am a 11-12 mart gecesi Hitler, birliklerini Avusturya'ya sok­ tu. Şansölye tutuklandı ve 13 aralıkta An­ s c h lu s s (A v u s tu ry a ’ nm A lm a n y a 'y a bağlanması) ilan edildi. Ülke, Reich’ın bir ili (Ostmar ya da Doğu marklığı) durum u­ na geldi. Anschluss döneminde Avusturya (1938-1945) Ostmark, doğrudan Berlin'e bağlı bir vali (Statthalter) tarafından yönetiliyordu. Na­ zilerin "düzenledikleri" bir halkoylamasında Anschluss, % 9 9 ’u aşkın bir oranla onaylandı. Olaya karşı olanların topluca tutuklandığı bir gerçekti; oylamaya skan­ dal derecesinde hile karıştırılmıştı; ama, Almanya’nın, 1938’de kilise hiyerarşisinin desteğini kazandığı ve halkın bir bölü­ m ünün sempatisini topladığı da açıktı. Devlet yönetim inde ve orduda avusturyalı-alman karışımı ilkesi uygulandı; ama Alm anlar genellikle çoğunluktaydı. Eko­ nomi bir ölçüde gelişti, am a bu gelişme tüm üyle savaş çabalarına yöneltildi. Katoliklerin ve sosyal demokratların muhalefe­ ti, büyük kayıplar vermekle birlikte, tüm dönem boyunca gizli olarak sürdürüldü 1 94 3 ’te d a ğ la rd a , b irk a ç p a rtiz a n topluluğu ortaya çıktı. — 1945 (ilkbahar): Kızıl ordu Avusturya' ya girdi; çok geçm eden batılı devletlerin birlikleri de Vorarlberg, Tirol ve Salzburg’a girdiler. Viyana, Berlin gibi dört kesime ayrıldı. Am a Almanya'nın tersine, Avustur­ ya çok geçm eden siyasal bütünlüğüne kavuştu. II. Cumhuriyet —1945: 27 nisanda Kari Renner, Cum hu­ riyetin yeniden kurulduğunu bildirdi, sos­ yalist ve halkçılardan oluşan bir geçici hüküm et kurdu. A m a çıkarılacak tüm yasaların M üttefiklerin onayına sunulması gerekiyordu (1945 tem m uzunda imzala­ nan denetim antlaşması). O tarihten son­ ra Avusturya'da siyasete iki parti egem en oldu: Sosyalist parti (Sozialistische Partei Ûsterreichs, SPÛ) ve sosyal-hıristiyan ha­ reketin mirasçısı Halk partisi (Österreichische Volkspartei, ÖVP). Kasım ayındaki seçimleri halk partililer kazandı ve Leopold Figl, bir koalisyon hükümeti (sosyalistler ve halkçılar) kurdu. Bu “ Grosse Koalition" (Büyük koalisyon), 1966 yılına kadar sürdü. 1945 aralığında, Renner cum hurbaşkanı seçildi. — 1946-1954: birçok iktisadi ve mali refor­ ma girişildi. Nazi etkisinin giderilmesi bazı güçlükler çıkardı ve uzun işlemler gerek­ tirdi (temmuz 1946 ve şubat 1947 yasa­ ları). Müttefikler ile halk partili şansölyeler Figl ve Raab arasında, alm an mülkleri, gelecekteki Avusturya ordusu ve ülkenin uluslararası konumu sorunlarını içeren yoğun görüşm eler yapıldı. — 1955: Raab bağımsızlığı onaylatm ak için Moskova'ya gitti ve 15 nisanda Avusturya’nın yansızlığının dayandığı ilke­ leri ortaya koyan Moskova muhtırası’™ im­ zaladı. 15 mayısta Devlet antlaşması, Vi­



yana Belvedere sarayı'nda, dört işgalci devlet tarafından İmzalandı; buna göre dört devlet, yeni C um huriyet'in toprak­ larını boşaltma sözü verdiler Avustur­ ya’nın egem enliği resmen onaylandı ve aralık ayında ülke, oybirliğiyle Birleşmiş milletler'e alındı. — 1959 (10 mayıs): genel seçimlerde komünistler, meclisteki üyeliklerini yitirir­ ken, Halk partisi hafif bir gerileme gösterdi (ama 1962 de çoğunluğu yeniden ele ge­ çirdi). Raab hüküm etine iki sosyalist yön veriyordu: F igl’in yerine dışişleri bakanı olan Bruno Kreisky ve Bruno Pittermann. -1 9 6 0 -1 9 6 6 : 1960 şubatında şansölye Râab, partisinin başkanlığını Alfons Gorbach’a bırakmak zorunda kaldı. Raab’ın 1961 de istifa etmesinden sonra, Gorbach şansölye oldu; Halk partisi sağ kanadın­ dan Josef Klaus da m aliye bakanı oldu. 1963’te Gorbach'ın kurduğu yeni bir hükümet, iki büyük parti arasında özellikle dış siyaset konularında doğan görüş ayrılıklarıyla uğraşmak zorunda kaldı:Halk partisi üyeleri için, Avusturya’nın ilkeleri 1955’te belirlenen yansızlığı, yalnızca as­ keri anlam taşıyordu. 1960'ta, ülkeyi Av­ rupa serbest m übadele birliği’ne soktu­ lar; bu olay ülkenin iktisadi kalkınmasını hızlandırdı, ama sosyalistler, Avusturya’nın aşırı kapitalist saydıkları AET’ye katılma­ sına karşı çıktılar. Moskova ve Viyana’ya kuşkulu bir gözle bakmayı sürdüren halk demokrasileri de böyle bir katılmanın kar­ şısında yer aldılar. Alm anca konuşulan ve 1919’da İtalya’ya bırakılmış olan Güney Tirol (Yukarı Adige) sorunu, 1946’daki Avustu ry a -ita ly a a n tla ş m a s ı’ na karşın çözülem edi. 1959'da, Andreas Hofer ayaklanmasının 150. yıldönüm ünde karı­ şıklıklar arttı. Suikastlar birbirini izledi. Bu karışıklıkların sorumlusu, bir ölçüde mer­ kezi Avusturya’d a bulunan ve yeni-nazi eğilim lere yakınlık duyan Berg-isel-Bund örgütüydü. İtalya ile ilişkiler de kötüleşti. Viyana’nın Batı dünyasının en uç sınırında bulunması bu kentin sık sık uluslararası buluşmaların gerçekleştiği bir merkez du­ ru m u n a g e lm e s in e yol açtı: 1960 haziranında H ruşçev'in ziyareti, Avustur­ ya hüküm eti tarafından hazırlanan Kennedy-Hruşçev buluşması (haziran 1961). — 1966: iki partililik sona erdi. Siyasal görüş ayrılıkları artarken, Otto von Habsb u rg ’un ülkeye dönm esi sorunu yeni bir anlaşmazlık oluşturdu: bu dönüş birçok kez is te n m iş, h a lk p a rtilile rc e benimsenmiş, ancak sosyalistlerce buna karşı çıkılmıştı. Bir Avrupa Federalist par­ tisi (1962) ile Dem okratik ilerleme partisi' nin (1965) kurulması, kamuoyunun bir b ö lü m ü n ü n iki büyük p a rtid e n soğuduğunu gösterdi. 1966 martında ya p ıla n gen e l se çim le rd e , 1 96 3 ’te G orbach’ı saf dışı e d ip partinin başına geçen ve 1964’te şansölyeliğe getirilen re­ form cu Klaus'un yönetimindeki Halk par­ tisi salt çoğunluğu elde etti. 19 nisanda, cum huriyetin kuruluşundan beri ilk kez, halk partililer, Josef Klaus yönetiminde, tek başlarına hüküm et kurdular. Am a sosya­ listler, II. Cumhuriyet’in başından beri hep ellerinde tuttukları cumhurbaşkanlığını, 1965'te Franz Jonas’ın seçilmesiyle gene korudular. Ülke Klaus'un yönetimi altında ekonom ik yönden gelişti; fiyatlar çok az y ü k s e ld i ve to p lu m s a l ç a tış m a la ra rastlanmadı. —1970: mart seçimlerini az farkla sosya­ listler kazandı. Anayasa m ahkem esl’nin 16 milletvekilinin seçilmesini geçersiz sayması üzerine yapılan kısmi seçimlerde, sosyalistlerin durumu daha da sağlamlaş­ tı. iktidar Bruno Kreisky’e geçti; Kreisky askerlik hizmetiyle seçim sisteminde iki bü­ yük reform gerçekleştirdi: askerlik hizme­ tinin altı aya indirilerek bu sürenin on iki yıla yayılabilecek, am a toplam altmış g ü ­ nü geçem eyecek kısa dönem ler biçi­ m inde tamamlanması; seçim çevresi sayısında değişiklik yapılarak milletvekil­ liklerinin sayısının nüfus çokluğuna göre değil, kayıtlı seçm enlerin sayısına göre



belirlenmesi. İtalya ile G üney Tirol konu­ sundaki anlaşm azlıklar çözüm lenm e yo­ luna girdi. H içbir hukuksal düzenlem e yapılm am akla birlikte, İtalya, güney tirollülere daha çok özerklik tanımaya söz verdi. — 1971: ekim ayında yapılan erken seçimlerde, cum huriyetin kuruluşundan beri ilk kez, sosyalistler salt çoğunluğu el­ de ettiler. C umhurbaşkanı seçim inde Franz Jonas, halk partili Kurt W aldheim ’a üstünlük sağlayarak yeniden cum hurbaş­ kanı seçildi. — 1974: Franz Jo na s’ın ölümü. Sosyalist parti üyesi olm am akla birlikte sosyalistler ta ra fın d a n a d a y g ö s te rile n R u d o lf Kirchschlâger cum hurbaşkanı seçildi. — 1980: R. K irc h s c h lâ g e r y e n id e n cumhurbaşkanı seçildi. Başbakan B. Kre­ isky O rtadoğu’daki çatışmalara barışçı çö­ züm bulmak için girişimlerde bulundu. Yaser Arafat ile görüştü. — 1983: seçimlerde B. Kreisky’nin Sosya­ list p artisi, 1971'd en b en m e cliste bulu n du rd u ğu ço ğunluğu yitirdi. Kreisky başbakanlıktan ayrıldı. Alfred Sinowatz başkanlığında sosyalist-özgürlükçü parti koalisyonu devam etti. — 1986: BM eski genel sekreteri Kurt VValdheim* cumhurbaşkanlığı için adaylı­ ğını koydu. II. Dünya savaşı sırasındaki görevleri ve sorumluluklarıyla ilgili suçla­ malara karşın cumhurbaşkanı seçildi ( 6 haziran). Sinovvatz’ın yerine Dr. Franz Vranitzky başbakan oldu (16 haziran). Kasımda yapılan genel seçim lerde sos­ yalistler oy kaybetti. — 1987: yeni koalisyon hükümetini gene Dr. Vranitzky kurdu (21 ocak). — 1989: Avusturya Avrupa Topluluğu’na girm ek için başvurdu (17 temmuz). — 1990: Cumhurbaşkanı K. Waldheim Bağdat’a giderek Saddam Hüseyin'le görüştü ve 142 avusturyalı rehineyi kur­ tardı (eylül 1990). — 1992: Muhafazakâr halkçı parti adayı Thomas Klestil ikinci turda Sosyal de­ mokrat aday Rudolf Streicker’e karşı oy­ ların % 57'sini alarak cumhurbaşkanı se­ çildi (24 mayıs). ASKERİ TARİH •O rdu. Batı im paratoru C harlem agne'ın Ostm ark’ ı kurm asından, 1918’de Avusturya-Macaristan im paratorluğu’nun yıkı­ lışına kadar, Avusturya’nın hep sürekli bir ordusu oidu.(-> K u ts a l İm p a r a to r lu k .) Ortaçağ süresince feodal ordu ayrıca, Vi­ yana’ya bağlı tüm halklardan (Slavlar, Macarlar, Almanlar, Lorraineliler, Flamanlar) toplanan gönüllüleri ve paralı askerleri de içerirdi, imparatorluğun birlik simgesi olan bu kuvvetlere im paratorluk kuvvetleri de­ niyordu. XVI. yy.'d a uzun mızraklı piya­ de birlikleri, onların başlıca gücünü oluş­ turmaktaydı. XVII. yy.'daVVallenstein çe­ telerinin aşırılıkları nedeniyle korku uyan­ dıran ordunun alayları (19 piyade, süvari alayı), artık albaylarının değil, im parato­ run malı durum una geldi. O tarihten son­ ra Avusturya ordusu, değerli kom utanlar tarafından yönetildi (Montecuccoli, prens Eugene). Fransızlar ve Türkler ile savaş­ larda g üç yitiren im paratorluk ordusu, 1715'te 120 000 kişiyken, 1740’ta 80 000 kişiye düştü. Maria Theresia ve Joseph II (1765-1780 arasında ordudan sorum ­ lu ortak naip) her şeyden önce ülkede bir­ liğin sağlanmasını am aç edinerek ordu­ yu yeniden örgütlediler: devletlerin m ec­ lisleri, on yıllık bir bütçe kabul edecekler, alm anca zorunlu kom uta dili olacaktı. 1780’de asker sayısı 2 0 0 0 0 0 kişiye çıka­ rılan ordu, 1792-1815 arasında Sırbis­ ta n 'd a T ürkler’e, ayrıca Fransızlar'a (ar­ şidük Karl'ın Alm anya’ya, W urmser'in İtal­ ya 'ya seferleri) karşı koydu; fransız ordu­ sunun örgütlenm esini örnek alm aya ça ­ lıştı; zorunlu askerlik sistemi benimsendi. Daha sonra, 18 6 0 ’a kadar ordunun baş­ lıca görevi, Viyana antlaşmalarına ya da Metternich sistemini tartışma konusu ya­



pan ulusal ya da liberal tüm unsurlara karşı koyarak kurulu düzeni korumak oldu. Gerçek m odern Avusturya ordusu, Sadovâ bozgunundan sonra 1867 antlaşm ası'yla'doğdu. im paratorluk silahlı kuv­ vetleri üç. birim den oluşuyordu: 1 ) avusturyalı, m acar ve boşnak birliklerinden oluşan ve Viyana’daki imparatorluk savaş bakanlığına bağlı olan im paratorluk ve krallık ordusu (kaiserliches u n d königliches H eer, kısaca k.u.k.); 2) askere yeni alınanlarla eski askerlerden oluşan ve Viyana’da, avusturyalı bir savunma bakanı tarafından yönetilen Avusturya Landw e h r'i\ 3) m a c a r L a n d w e h r'\ ve L a n d s tu rm ' ’undan oluşan ve B udapeş­ te ’de m acar bir savunm a bakanı tarafın­ dan yönetilen HonvĞd. 12 dilin konuşul­ duğu bu karma ordunun birliği, °/o 7 5 ’i al­ man eğitim i görm üş subaylarca sağlanı­ yordu. 1912 ve 1913 yasalarıyla, barış sı­ rasında 500 000 kişilik bir ordu besleyen bu sistem geliştirildi ve 1914’te, 48 piya­ de tüm eniyle (32 k.u.k., 8 avusturya, 8 m acar tüm eni) 11 süvari tüm eninin (9 k.u.k., 2 m acar tüm eni) mareşal Conrad von H ö tz en d o rfu n em rine verilmesini sağladı. Bu birlikler, Birinci Dünya savaşı’nda 1 047 000 ölü verdiler (3 avusturya-macaristan tümeni, 1 918’de Fransa’ ya, M euse cephesine gönderildi). Saint-Germain antlaşm ası’yla (1919), A vusturya ordusu, on iki yıllık sözleşme­ lerle askere alınan 30 000 kişiye (1 5 00 ’ü subay) indirildi. Anschluss’tan (1938) son­ ra, bu ordu VVehrmacht’ içinde eritildi, ikin­ ci Dünya savaşı’nda Avüsturya 350 000 kayıp verdi. 1945-1954 arasında M ütte­ fik le rin işgali altına girdi ve Viyana antlaşm ası’nın imzalanmasına (1955) kadar yalnızca bir jandarm a kuvveti bulu n du r­ m asına izin verildi. Ülkenin yansızlığını güvence altına alan bu antlaşmayla Avus­ tu rya ’ya 55 000 kişilik bir ordu kurm a iz­ ni verildi; am a NBC silahları, uzun m en­ zilli toplar ve güdüm lü füzeler edinmesi yasaklandı. Anayasa, Avusturya’nın sürekli yansız­ lığını ilan etti ve ülkenin bir askeri ittifaka katılmasını ya da toprakları üstünde ya­ bancı üslere izin vermesini yasakladı. Üzlaşmaz bloklar arasında, tehlikeli konumu­ nun bilincinde olan Cum huriyet, 1955’te yeni bir ordu kurm aya girişti, am a bu alandaki çabası sınırlı kaldı: 1979’da or­ duya, 11,7 milyar şilin, yani G SM H ’nin % 1 ’i ayrıldı. Asker sayısı 21 0 00 ’i geçici as­ kerlik yapan 38 000 kişiden oluştu (ye­ dekleri 155 000 kişiydi). O rdu dışı silahlı kuvvetler de 12 500 kişilik jandarm a bir­ liklerinden oluştu. Donatım çeşitli ülkeler­ den sağlandı: İsveç uçakları, fransız ya da alm an helikopterleri, İsviçre radarları, am erikan tankları ve topları, çok namlulu çek roketatarları. Avusturya, ayrıca, VTT’ ler ve tanksavarlar (AMX 13 benzeri "K ürassier") üretti. Hava güvenliği için yeter­ siz 34 eski SAAB 105 dışında, donatım iyi nitelikliydi; ama asker azlığı, silahlı kuvvet­ lerin klasik kurallar içinde kullanılmaları d urum unda çabuk yok olmalarına yol açabilirdi. Lütgendorf’ un yönlendirdiği genel bir askerlik reformu, 1971’de asker­ lik hizmetinin yeniden düzenlenm esiyle başladı: askerlik 9 ya d a 15 aydan kısa dönemlerle tamamlanmak üzere 6 aya ya d a sürekli 8 aya indirildi. B u'reform , ör­ gütlenm e biçimi, lojistik ve askeri eğitimi de kapsıyordu. İsviçre deneyiyle Mao, Tito ve G iap deneylerinden çıkan dersleri kaynaştıran general Spannocchi, saldır­ gana işgalden beklediği üstünlüklerden ço k d aha önemli asker ve zaman yitim i­ ne mal olacak bir alan savunmasını ha­ zırladı. B undpsheer (federal kuvvet), bir ordu, 2 kolordu ve 8 bölge kurm ay baş­ kanlığı yönetimine verildi ve 2 kuvvete ay­ rıldı. —Bereıtschaftstruppe, 3 tugaylık bir m o­ torize tüm en ile bir hava tüm eninden (4 avcı, 7 helikopter, 1 ulaşım ve 2 uçaksa­ var taburu) oluşan ve sürekli sınırı gözet­ leyen m üdahale kuvveti.



lis'tedir (Bundesrat). Yürütme gücü, dev­ let başkanı olan ve altı yıl için, genel oyla seçilen Federasyon başkanıyla şansölye­ nin başkanlık ettiği federal hükümet tara­ fından kullanılır. Hükümet yalnız Millet meclisi’ne karşı sorumludur. Devlet başkanının, ülkeyi temsil yetkisi ve önemli ayrı­ calıkları (şansölyenin atanması ya da gö­ revden alınması) vardır; buna karşılık, par­ lamento çoğunluğunun başkanı şansölye, yürütme gücünde ağırlıklı rol oynar. Yasa­ ma yönünden Millet meclisi de aynı du­ rumdadır. EDEBİYAT



Melk manastırı kilisesi (1702-1706) Jacob Prandtauer’in yapıtı



AVUSTURYA'DA SANAT



—Landwehr, 2 gün içinde, savunm a bir­ likleri, avcı kom andolar ve yedek tu g a y­ lar (bölge başına 1 tugay) donatabilecek 28 “ temel a la y"d a n oluşan bölgesel mi­ lis kuvveti. Avusturya böylece, saldırga­ na, yüksek bir giriş ücreti (Bereitschaftstruppe), sonra da Landvvehr aracılığıyla yüklü bir “ ülkede kalış bed e li" ödetece­ ğini düşündü. Kıbrıs ve Lübnan’da, bir ta­ burla B M ’nin barış harekâtına da katıldı. •Donanm a. Avusturya-Macaristan im pa­ ratorluğu donanmasının kurucusu im pa­ rator Kari VI, 1719’d aT rieste’yi açık liman yaptı. XIX. y y .’da Avusturya’ nın yitirdiği V enedik askeri tersanesinin yerini Pola (bugün Pula) askeri tersanesi aldı. 1866 savaşı sırasında Avusturya donanması, ahşap gem ileriyle Lissa’da m odern İtal­ yan filosunu ağır bir yenilgiye uğrattı. 1914 ’te avusturya-macaristan donanması (çok iyi yönetilen yüz kadar gemi), Adriya denizi’nde pek ço k çarpışm aya katıl­ dı (1914 ’te fransız zırhlısı Jean-B art’m, 1915 ’te LĞon G am betta kruvazörünün torpillenm esi). Denizaltıları (1914 ’te 7, 1918 ’te 2 1 denizaltı) savaşın sonuna dek A kdeniz'deki çarpışm alarda yer aldı, im ­ paratorluğun çöküşü, donanmasının da dağılmasına yol açtı: 31 ekim 1918'de, eski m onarşinin bayrağı, bir daha çekil­ memek üzere gemilerden indirildi, donan­ manın son başkomutanı amiral Horthy, Macaristan naibi oldu. Saint-Germain ant­ laşması ile Avusturya, çevresi başka ül­ kelerle çevrili, kıyısı ve donanması olm a­ yan bir kara devleti durum una geldi. KURUMLAR Aralık 1929’de değişikliğe uğrayan 1 ekim 1920 federal anayasası, 1 mayıs 1945'te yeniden yürürlüğe girdi. Avustur­ ya, Viyana, Aşağı Avusturya, Yukarı Avusturya, Salzburg, Steiermark, Kârnten, Tirol, Burgenland, Vorarlberg ülkelerin­ den (Bundeslânder) oluşan federal de­ mokratik bir cumhuriyettir. Her ülkenin ken­ di meclisi (Landtag) vardır. Avusturya’da iki meclisli parlamenter rejim yürürlüktedir Yasama gücü, 183 üyesi dört yılda bir ge­ nel oy ve nisbi temsil sistemiyle seçilen mil­ let meclisi (Nationalrat) ile 58 üyesi 9 ülke meclisi tarafından belirlenen Federal mec­



• Ortaçağ boyunca, hattaXVIII. yy. sonu­ na kadar, Avusturya edebiyatı alman edebiyatından ayrılmaz. Ancak, 1815 Kongresi’ nden sonra Viyana, alm an dili­ nin edebiyat merkezlerinden biri durum u­ na geldi; ama bir bakıma, Orta A vru­ p a ’ nın merkezi kenti d urum unda oluşu nedeniyle de edebiyatta özgün nitelikler edindi. Tam anlamıyla Avusturya’ya özgü olan edebiyatın ilk temsilcisi, ulusal şair düze­ yine yükselen oyun yazarı Franz Grillparze r’dir. O nun yanında yer alan F. Raim und ile J. Nestroy, gerçekte A vrupa ça­ pında bir üne ulaşamamışlardır. Şairler arasında N.Lenau, alm an hareketinden çok fransız okuluna yakın bir romantizmin tem silcisidir. Buna karşılık, eski Avustur­ ya'nın Südetier bölgesinde doğan A. Stifter, bugün alman dilinin en büyük roman­ cılarından biri olarak kabul edilir. • XIX. yy.’ın ikinci yarısında, L.Anzengrub e r’in halk tiyatrosu, Maria ve Ebner -Eschenbach’ın F. von Saar’ın ve P. Rosegger'in öyküleri, A vusturya yaşam ından görüntüler sundular; am a dönem in Viyana’sının sanatsal ve kültürel gelişmesine bağlı özgün edebiyat çalışmaları özellik­ le yüzyıl sonunda ortaya çıktı; o dönem ­ de kentte tüm edebiyat akımları kol gez­ mekteydi: izlenimci ve dekadan akım (A. Schnitzler), simgeci akım (R. Beer-Hofmann, P. Altenberg), anlatımcılığın d o ğ ­ masına yol açan kuramcı ve eleştirel akım (H. Bahr, K. Kraus), F. Kafka, M. Brod, E. VVeiss, F. Werfel ve R. M. Rilke ile Prag kenti bir başka çekim alanını oluşturur­ ken, Hoffm annstahl de, çağın tüm este- tik deneyim lerinin bir bireşim ine varmış görünüyordu. • XX. yy.’da yalnızca ulusal değil, aynı za­ m anda yoğunluğu ve açıklığıyla dünya romanının gelişm esini köklü bir biçim de etkileyen bir edebiyat gelişti (H. Broch, R. Musil, H. von Doderer, Gütesrloh). Tiyat­ roda (M. Mell, Csokor, Bruckner) ve şiir­ de (G.Trakl), anlatımcılığın etkisi sürüyor­ du.



• 1938’de gerçekleştirilen Anschluss (Avusturya’nın Alm anya’ya katılması) ile [kinci D ünya savaşı'nın sonu arasındaki dönem de Ostmark adı altında III. Reich’a bağlanm ış olan A vusturya’ nın durum u, birçok yazarı ya susm ak ya da yurt dışı­ na göç etm ek zorunda bıraktı. Bunlardan bazıları (St. Zweig, J. Roth) ülkelerinden um udu kesmiş olarak yurt dışında öldüler. • 1945'ten sonra Avusturya edebiyatı dış etkilere kapılarını daha fazla açtı. F. Habeck ve H. Zand, E. Fried, P. von Tramin, J. Ebner, i. Aichinger, M. Dor, R. Federmann, H. Eisenreich “ büyük rom an" akı­ mının temsilcileri arasında yer alan Georg Saiko’ya öykündüler. Şiirde de bir yenilenme görüldü: bir ön­ ceki kuşağın (Otto Basil) ve yurt dışında yaşayan şairlerin anlatımcılığından (T. Kramer, E. VValdinger) gerçeküstücülüğe ve "s o m u t” şiire yönelindi. P. Celan ve F. Mayröcker, Andre Breton’un Avustur­ ya ’ daki en yakın izleyicileriydi, i. Bachm ann büyük bir duyarlıkla sözcük araş­ tırm alarına eğilirken, W. Tornan, G. Fritsch, W. Schmied ve A. Okopenko da gün­ lük yaşam deneyimlerini yazıya dönüştür­ düler. • Filozof Ludw ig VVİttgenstein’ın, yeni ya­ zar kuşakları üzerinde sürekli bir etkisi ol­ du; VVİttgenstein’d an etkilenenler arasın­ da H.C. A rtm a n n ’ın çevresinde toplanan G.Rühm, K. Bayer, F.Achleitner ve E. Jandl’dan oluşan “ Viyana g rub u ” bulun­ duğu gibi, G raz’d a A. Kolleritsch ile Manuskripte dergisi çevresinde toplanan “ Forum S ta d tp a rk" yazarları da vardı; bu sonuncu g rub u n en parlak tem silcile­ ri Peter Handke, romanları ve özellikle oyunlarıyla uluslararası üne kavuştu. W. Bauer ve P. Turrini de, Avusturya’nın ulu­ sal dram geleneklerini yeniden yaşatan oyun yazarlarıdır. H. Lebert yerel halk edebiyatından esinlenen öyküler kaleme alırken, her türlü gruplaşm anın dışında kalan Th. Bernhard d a insanın acım a­ sızlığı konusunda, kendi yaşadığı dene­ yim lerden yola çıkarak görkem li bir üslup denemesi gerçekleştirdi. SANAT Avusturya sanatı, alm an kültür çevre­ sine bağlıdır ve uzun bir süre alman sa­ natından ayırt edilmesi güçtür. (-» A l ­ m a n y a .) XVIII. yy.’da, barok dinsel sanatı, başyapıtı Melk manastırı (1702-1706) olan J. Prandtauer’in ve aralarında yeğe­ ni Josef M unggenast’ın (Altenburg ma­ nastırı, 17 3 0 ’a d oğ r -1740) yer aldığı öğ­ rencilerinin çalışmalarıyla parlak bir dö­ nem yaşadı. Viyana'nın, sanat yaşamında çok önemli bir rolü vardır ve mimarları uluslararası üne sahiptir. J. B. Fischer von



Santiago de Compostela’m zaferi (1760’a doğr.) Anton Maulbertsch’in yapıtı, Osterreichische Galerie-Barokmseum. Viyana



Avusturya m ann Nitsch, G ünter Brus ve Arnulf Rai-



n e r'in te m s il e ttik le ri s o y u tla m a d a n g e le n ç a rp ıc ı b ir b e d e n s e l s a n a ttır. H e y k e ld e ,



Fırtına ya da Rüzgârın nişanlısı (1914) Oskar Kokoschka’nın yapıtı (Kunstmuseum, Basel)



1073



VVotruba, kom pozisyondaki sağlamlığını, Rudolf Hoflehner, VVander Bertoni ve özellikle, aynı zam anda ressam olan ve tartışm alara yol açan saldırgan “ yeni gerçe kliğ i” ile çağdaş üretimin başka bir önemli yanını betimleyen Alfred H rdlicka’ ya aktardı. Mimarlıkta, XIX. y y.’ ın sonu ve XX. y y .’ ın başında Viyana okulu, başkentteki R ing’in yapımcılarının (yaklaşık 1857 -1885) seçmeci akademizmine karşı çıktı. En ö nde gelen kişiler, üslubunu aşama aşama arılaştırmadan önce, Majolika Haus (Viyana, 1898) ile A vrupa sanat anla­ yışının anıtlarından birini veren, “ Ayrılık” akımının kurucusu O. W agner, seçkin ve yalın J. Hoffmann, süslemenin amansız düşm anı ve önemli kuram cı A. Loos'tur. Bununla birlikte, "evrensel üslu p ", Birin­ ci Dünya savaşı ile zaten son derece d a ­ ralan bir Avusturya’da ço k küçük bir ba­ şarı kazanacaktır: R. Neutra 1923’te A B D ’ye göçtü. Daha sonraki en önemli mim arlar Clemens Holzmeister (sanat ya­ şamının sonunda, 1960'ta S alzburg’da yeni Festspielhaus’u yaptı) ve m odern okulun öncüsü Roland Rainer’dir (Viyana belediye holü, 1954). M Ü Z İK



Erlach (Salzburg’da da çalışıyordu) atlantlara dayanan dev merdivenlerinin görke­ m iyle ilgi çeken sarayların yapım ında ün kazandı ve Schönbrunn sarayı için plan­ lar hazırladı, H ofburg kitaplığı ile görkemli Karlskirche'yi yaptı. J. L. von Hildebrandt ço k usta bir incelikle bir araya getirilmiş iki saraydan oluşan B elvedere’yi yaptı. Bu inceliğe, Georg Raphael Donner’in çeşmelerinde de rastlanır. Bir başka hey­ kelci, B. Permoser barok üsluba olağan­ üstü bir canlılık kazandırdı. Avusturyalı ressamlar, ikisi de İtalya’da yetişmiş olan Daniel Gran (H ofburg kitaplığı’ nın tava­ nı, 1730) ve Paul Troger, özellikle de F. A. Maulbertsch, alman baroğunun en iyi­ leri arasında yer alırlar. XVIII. yy. sonu ile XIX. yy. başında, Vi­ yana darphanesi’nde ve helkelci Franz Anton von Zauner’in yapıtlarında d a g ö ­ rüldüğü gibi, Avusturya sanatı klasik an­ layışın etkisinde kaldı. Romantizmden gerçekçiliğe uzanan dönem in özelliği olan burjuva ideali, en önemli temsilcisi ressam Ferdinand G eorg VValdmüller olan B iederm eier üslubunda kendini bul­ du; bu arada Viyana kentinin manzara ressamı olan ve sanat yaşamı XIX. yy. sonlarına kadar uzanan Rudolf von A lt’ı da anm ak gerekir. Viyana, yüzyılın orta­ larından başlayarak Franz-Joseph II d ö ­ nem inde, kendi evrim i ve Güzel sanatlar akadem isi ile başlıca merkez durum una geldi. Ç ağın seçmeci üslubuna adını ve­ ren Hans Makart bu çevrenin en önemli ressamıdır.



Süslemeye dayanan ve incelikli üslu­ buyla "art nouveau" ve simgecilik arasın­ da bir bireşim kuran Gustav Klim t’in can­ landırdığı Viyana “ Ayrılık" grubuyla Avus­ turya’da çağdaş sanat dönem i başladı. "B la u e Reiter’ ln eski üyesi olan ve alışıl­ mışın dışında resimleriyle tanınan Alfred Kubin’in yanı sıra anlatımcı portrelerini ve manzaralarını aydınlık renkler ve incelikli bir üslupla işleyen XX. yy.’ın en ünlü avusturyalı sanatçısı Kokoschka da bu akımın içinde yer alır. Anlatımcı öncü sanatın en sivrilmiş adı Egon Schiele'dir; Klimt'ten öğrendiklerini özümsedi, ama m odelleri­ nin ruhsal boyutlarını derinleştirerek da­ ha da ileri gitti. Tirol köylülerini çizen Albin Egger-Lienz, H odler’in etkisini sürdür­ dü. iki savaş arasında, Georg Merkel, An­ ton Faistauer, Franz Wiegele, Herbert Boeckl, Rudolf Wacker, vb.’nin yapıtlarında, savaş sonrasının en özgün akımı olan "V i­ yana fantastik gerçekçilik o kulu’’nda da sezilen çok yönlü etkiler göze çarpar. Kö­ künü, doğrudan doğ ru ya Viyana akademisi’ndeki Albert Paris Gütersloh’un ders­ lerinde bulan bu akım, düşseli dile getir­ m ek için geleneksel bir teknikten destek alır; Erich Brauer, Ernst Fuchs, Rudolf Hausner, VVolfgang H utter ve Anton Lehim­ den bu akımın başlıca temsilcileridir. Klimt’in süslemeci sanatının olduğu kadar Klee'nin, otomatizmin, ham sanatın da mi­ rasçısı olan Hundertvvasser, uluslararası alanda çok büyük bir başarı kazandı. 60'lı ve 70'li yıllarda öncü sanatın en belirgin yaklaşımlarından biri de, özellikle Her-



A vusturya’d a “ yüksek" m üziğin baş­ langıcı sayılan M axim ilian I dönem inden ço k önce M innesâng’lar Provence oku­ lunun özellikleriyle, ilerde Franko-flamanlar'ın etkisinde geliştirecekleri çok­ sesli bir müziği birleştirerek ülkelerinin sa­ natına özgün çizgiler kazandırdılar. Avus­ turya m üziğinin bu ilk dönem inin en ünlü adları, “ Salzburg keşişi" (XIV. yy.) ve Osw ald von W olkenstein'dir (? 1377-1445). Kendisi de şarkı söyleyen ve lavta çalan Maxim ilian I, Viyana’ya yabancı besteci­ ler (Pierre de la Rue, Heinrich isaak, Ludwig Senfl) çağırarak ya da orgcu Paul Hofhaimer (1459-1537) gibi ülkenin en iyi müzikçilerini sarayına alarak, kendine avrupalı hüküm darlar arasında seçkin bir yer sağladı. O ndan sonraki imparatorlar, Viyana'nın kazandığı bu ünden yararlan­ masını bildiler. Johann Jakob Froberger’ in (1616-1667) saray orgcusu, Heinrich B ibe rin se (1644-1704)Salzburg capellası'n d a koro yöneticisi olduğu Leopold I döneminde, yaklaşık 400 yeni opera sah­ nelendi. Daha XVI. yy.’ın sonunda kendi­ ni hissettiren İtalyan etkisi (stile rappresentativo), ilk Viyana okulunun doğuşuna de­ ğin (XVIII. y y .’ın ilk yarısı) egem enliğini sürdürdü.



B a c h v e H a y d n a ra s ın d a k i b u o k u lu n b a ş lıc a b e s te c ile ri ş u n la rd ır: G e o rg M a th ia s M o n n (1717-1750), G e o rg C h ris to p h VV agenseil (1715-1777), J o h a n n J o s e p h Fux (1660-1741), Josef Starzer (1726 -1787) ve Johann Schenk (1753-1836).



(1721-1722) Johannes Lukas von Hildebrandt’ın yapıtı



Aşağı Avusturya Wachau'dan geçtiği sırada Tuna’dan bir görünüm VVeissenkirchen köyü)



Yukarı Avusturya Hallstâttersee (Salzkammergut) kıyısında Hallstatt turizm merkezi



seph Lanner (1801-1843) ile Strauss ai­ Bu besteciler, M annheim ’lı meslektaşları lesidir (Johann I, J o h a n rv ll, Joseph). ölçüsünde, yeni bir üslup yaratılmasına Eğlenceye düşkün bu bşşkent, bir yan­ katkıda bulundular. Bu yeni üslup, "ha fif dan d a büyük sanatçıları kendine çek­ tarz” ın parlak ve yüzeysel niteliklerine da­ meyi bildi: Johannes Brahm s (“ Hamha az yer verilerek, Avusturya halk müzi­ b u rg ’lu alm an"), B ohem ya’dan gelen ği öğeleriyle canlandırm ıştı. G. M. Monn, Gustav M ahler ve V iyana’nın dillere des­ bu bakım dan b üyük Viyana klasiklerinin tan eğlence ortamına tüm üyle yabancı (Haydn ve Mozart) doğrudan öncüsü ol­ olan birçok avusturyalı müzikçi, Anton du; J. J. Fux ise, operalarında, L ully’den Bruckner, H ugo W olf bunların en önem ­ ve transız üslubundan yararlanarak, o sı­ lileridir. Bruckner’in senfonileriyle VVolf’un ralarda Antonio C aldara’ nın temsil ettiği 240 lied'i, Avusturya rom antizm inin en İtalyan etkisini kırmaya çalıştı. XVIII. yy.’ın ikinci yarısında Viyana, dö­ önemli örnekleridir. Avusturya rom antiz­ minin başlıca iki kaynağı Beethoven ve nemin en ünlü üç bestecisini, Christoph W agner’in müzikleridir. M ahler’in tü m ya­ VVİllibald G luck (1750 ’d e Viyana’ya yer­ pıtları aynı eğilimleri yansıtır. Bçırılar ro­ leşti), W. A. Mozart ve H ayd n ’ı bir araya mantizmin son dönemini Bruckner’inkilergetirdi. Bunlar, germ en çoksesliliğine ol­ d en daha çok sim geler. A rnold Schönduğu kadar, İtalyan melisma'larına da ya­ berg, Bruckner'in çizgisini sürdürerek tobancı yeni bir üslup yarattılar. Yer yer me­ nal işlevleri bıraktı ve d aha önce Josep lankoliyle karışık bir canlılık ve sevecen­ Matthias Hauer'ın (1883-1959) önerdiği lik, H aydn’la Viyana müziğinin ayırıcı özel onikiton sistemi üzerinde yeni bir ses dün­ liği oldu. Verimli ve özgün bir yaratıcı olan H aydn'ın yapıtları, Mozart için zengin bir yası kurdu. Kendisi gibi viyanalı olan ö ğ ­ kaynak oldu; H aydn, Bonn doğum lu ol­ rencileri Alban Berg ve Anton Webern ile, XX. yy. müziğini, avusturyalı bestecilerin makla birlikte 17 92'de Viyana’ya yerleşe­ çoğunun katıldığı bir serüvene sürükledi: rek ölüm üne değin orada yaşayan LudEgon VVellesz (1885-1974), Alexander wig van Beethoven'i da belli ölçüde etki­ Spitzm üller (1894-1962), E,rnts Krenek ledi. H eiligenstadt'ın (1802) mirasını dev­ ralan Beethoven’in yapıtlarındaki dram a­ (doğm. 1900), Hans Jelinek (1901-1969) ve Hans Erich Apostel (1901-1972). tik güç, Viyana ruhuna, Franz Schubert’ Ûte yandan, ope ra d a (Şen dul, 1905) in müziğinden daha az bağlıdır. Schubert ve operette (Güllü şövalye, 1911), yüz yıl ise, ölüm süz lie d ’lerinin yumuşaklığı, di­ riliği, hüzünlü kaygısızlığı ve duygusal de­ öncesinin büyüleyici Viyana'sını yeniden canlandırm ak, m acar Franz Lehâr (1870 ğişkenliğiyle Avusturya romantizminin te­ -1948) ve bavyeralı Richard Strauss'a düş­ mellerini attı. Am a, uzun süredir Avrupa tü. Johann Nepom uk David (1895-1977), müziğinin önemli merkezlerinden biri olan Erich VVolfgang K orngold (1897-1957), Viyana, İtalyan müziğinin peş peşe gelen Cesar Bresgen (doğm. 1913), Kari Schisdalgalarından etkilendi, vals ritimli hafif ke (doğm . 1916), Helm ut Eder (doğm . besteler yeğlenmeye başladı. Bu tarz m ü­ 1916), Augustin Kubizek (doğm . 1918), ziğin Viyana’da başlıca temsilcileri Jo ­ G o ttfried vo n Einem (doğm . 1918) ya da Anton Heiller (doğm . 1923) gibi değişik kuşaklardan besteciler dışında, Avustur­ ya okulu, hâlâ canlı tutulan VVebern son­ rası geleneği yadsımadı. “ Die Reihe” adlı çağdaş müzik topluluğunun kurucusu ve Alban B e rg ’in L u lu 'sunun tamamlayıcısı olarak uluslararası ünü olan Friedrich Cerha'nın (doğm . 1926) yanı sıra, Michael Gielen (doğm . 1927), Gerhard VVİmberg e r (doğm . 1923), Josef M aria Horvath (doğm . 1931), H einz Kratochwill (doğm . 1933), Ingom ar G rünauer (doğm. 1938), G ünter Kahowez (doğm . 1940) ve Dieter Kaufmann (doğm. 1941) çağdaş avusturyalı öncü m üzikçilerin önde gelenleridir. Elektroakustik müziğin başlıca savunucu­ larıysa irmfried Radauer (doğm. 1928) ve Istvân Zelenka’dır (doğm . 1936). A V U S T U R Y A (Asıl), A vusturya’da es­ ki bir arşidukalık, Avusturya im paratorlu ğ u ’nun eyaletlerinden biri. Enns ırma­ ğı bu eyaleti, Aşağı-Avusturya (merkezi Viyana) ve Yukarı-Avusturya (merkezi Linz) olmak üzere ikiye ayırırdı. 1



A V U S T U R Y A (Aşağı-), Avusturya'da eyalet; 19 170 km2; 1 436 000 nüf. (1990). Merkezi Viyana. Tuna, ilin temel eksenini



(Tülin ovası, W achau) oluşturursa da, ül­ kenin en geniş eyaleti olan Aşağı Avus­ turya, çeşitli öğelerden oluşur. K .’de Waldviertel, yaşlı orm anlık bir kütledir; K.-D.’da VVeinviertel, tepeler ve löslerle ör­ tülü bir bölgedir; Viyana havzası ve Marchfeld, tarım yapılan zengin çöküntü böl­ geleridir. Tuna’nın G .’inde Doğu A lple r’ in yam açları W ienerw ald kütlesiyle birlik­ te tek A lp öğesini oluşturur. Federal, başkent eyaletin orta kesimin­ de yer almasına karşın, yönetim bakımın­ dan özerktir. Aşağı Avusturya, ülkenin en zengin tarım bölgesidir; alçak topraklar­ da tahıl ve şekerpancarı tarımı ağır basar; VVeinviertel ve Mühlviertel’de bağcılık çok yaygındır. Viyana’nın D .’sundaki bü­ yük mülkler, toprakların Türkler’den geri alınma dönem inden kalmadır. Sanayi, Tuna’nın oluşturduğu eksenden (geçiş yolu) ve Viyana’ya yakın olmanın sağla­ dığı avantajlardan büyük ölçüde yarar­ lanır. Eyalette enerji kaynağı boldur (hid­ roelektrik santrallar, Zistersdorfta çıkarılan petrol, Schwechat rafinerisinin ürünleri). Sanayi özellikle V iyana’nın güney-doğu banliyösünde yerleşmiştir: demir-çelik sa­ nayisi, metalürji, dokum a ve besin sana­ yileri. A V U S T U R Y A (Yukarı-), Avusturya’da eyalet; 11 979 km2; 1 318 000 nüf. (1990). Merkezi Linz. Eksenini Tuna’nın oluştur­ duğu eyalet, MühIviertel’in K.’inde orta yükseklikte billurlu dağları; orta kesimin­ de Tuna vadisini (bir bölüm ü derine g ö ­ mülmüştür); G .’d a Alpler dağeteği (ve ki­ reçtaşı Û nalpler) ile Salzkam m ergut’u kapsar, ilde çeşitli sanayiler gelişmiştir: lin­ yit çıkarılması ve dem ir-çelik (Linz); kim­ ya, makine (traktör ve kamyon yapımı) sa­ nayileri, alüminyum sanayisi (Ranshofen), suni elyaf üretimi. G üney kesim de turizm gelişmiştir. Ayrıca, eyalet, sığır yetiştirici­ liğinde Avusturya’da birinci sırayı alır. A V U S T U R Y A E V R E S İ a. Yerbil Do­ ğu A lple r’de saptanm ış Cenom aniöncesi yaşa sahip tektonik evre için kullanılır. A v u s t u r y a m a r x ç ı lı ğ ı , Otto Bauer, Rudolf Hilferding, M ax Adler, Kari Renner, vb. gibi avusturyalı marxçı sosyal de­ mokratların önderliğindeki siyasi ve felsefi hareket. Özellikle, ulusal sorun ve em per­ yalizm ile ilgilendi (Die Nationalitâtenfrage u n d die Sozialdemokratie), Otto Bau­ er, 1907; das Finanz-kapital, R. Hilfer­ ding, 191.0). [Avusturya marxçıları, Birin­ ci D ünya savaşı öncesinde siyasi ve sen­ dikacı militanların yetişmesinde de büyük bir rol oynadılar ] A v u s t u r y a o k u l u , 1870’ten sonra, viyanalı iktisatçılar tarafından gerçekleş­ tirilen ve değerin açıklanm asında psiko­ lojiye öncelik veren düşünce akımı. A v u s t u r y a S e n jo r j h a s t a n e s i , Avusturya hüküm eti tarafından İstanbul’ da kuruldu (1830). Daha sonra resmen tescil edildi (1840). Bosnalı Fransiskenlerin Sen Jorj Kilisesi manastırına ait bina­ ya taşındı (1854). Bir süre sonra Azapkapı’ya geçti (1880). Alman Lazarist Konrad Strover çeşitli yerlerden yardım sağlaya­ rak Sankt Georg Kilisesi ve manastırı ile d iğer binalarını satın aldı (1881). Bu ta­ rihten sonra bu bölgede kurulan kurumlara hep Sen Jorj (Sankt Georg) adını ta­ şıyan isimler verildi. Dr. G. B. Violi’nin yö­ netim inde bir çocuk bölüm ü ve Dr. Millingen’in yönetim inde bir göz bölümü şeklinde organize edilen hastane (1895) genellikle Senjorj uluslararası çocuk has­ tanesi adıyla tanındı. Dr. Violi ço cuk b ö ­ lümünü ayrı bir binaya taşıyıp Avusturya­ lIlar ile ilişkisini kesince (1905) burası her yaştan hasta kabul etm eye başladı. Bu­ günkü Pasteur fransız hastanesi binasın­ da çalışan hastane Birinci D ünya savaşı’nda Avusturya-Macaristan imparatorluğ u ’nun yenilmesi üzerine Fransızlar’a geçti. A vusturya hastanesi bugün 50 ya­ takla çalışmalarını sürdürm ektedir.



A w olow o A v u s t u r y a v e r a s e t s a v a ş ı -> V e ra ­ s e t savaşi (Avusturya).



rebantin m addelerinden oluşur, içine yağlı m addeler de eklenir.)



A V U S T U R Y A -B A V Y E R A L E H Ç E S İ a. Dilbil. Bavyera ve A vusturya’da konu­ şulan lehçelerin oluşturduğu bütün.



A V U T M A a. Avutm ak eylemi. —-Ed. Latin edebiyatında felsefi esinli yaP't. — ANSİKL. Ed. M ektup b içim inde yazılan ve ahlak dersi veren bu tü r yapıtlar (Cicero’nun kızı Tullia'nın ölümü üzerine yaz­ dığı D e Consotatione adlı yapıtı gibi), g e ­ nellikle manzum ya da düzyazı biçim in­ de kaleme alınırdı. Bu türün başlıca örnekleri Seneca’ nın Marcia, Helvia ve Polybius’a yazdığı avut­ malardır. Genellikle yapay ve süslü bir dili olan avutmalar, gene de hıristiyanlık dö­ nem ine değin varlıklarını sürdürdüler.



A V U S T U R Y A -M A C A R İS T A N ya da A V U S T U R Y A -M A C A R İS T A N İM P A R A T O R L U Ğ U , Orta A vru pa 'd a eski devlet. 1867'de, Avusturya ile Maca­ ristan arasındaki “ uzlaşm adan" doğdu. 1918’de parçalandı. 1914 ’te yüzölçümü 676 000 km 2, nüfusu 51 390 0 00'di. iki başkenti vardı. Viyana ve Budapeşte. (-♦ A v u s tu ry a .)



A v u s t u r y s - P r u s y a s a v a ş ı , 1866 da İtalya tarafından desteklenen Prusya ile A V U T M A K g. f. B ir kim seyi (araç tüm ­ A lm an konfederasyonu’nun başlıca eya­ leci + ) avutmak, dikkatini bir şeye çe ­ letlerinden (Baden, Bavyera, VVürttemkerek onu oyalamak, kandırm ak ya da berg, Saksonya, Hannover, Hessen) yar­ acısını, derdini unutturm aya çalışmak; te­ dım gören Avusturya'yı karşı karşıya ge­ selli etmek: Ç ocuğu ninnilerle, m asallar­ tiren çatışma. Çatışma, Prusya ile İtalya' la avutmak. G önlünü avutacak b ir eğlen­ nın zaferiyle sonuçlandı ve bu durum ce aramak. Tatlı sözlerle onu avutm aya Prag ve Viyana antlaşm alarıyla onaylan­ çalışıyor. dı. Tem elde siyasal olan, Bismark tarafın­ ♦ a v u tu lm a k edilg. f. A vutm ak ey­ dan istenen ve uzun süre hazırlanan bu lemine konu olmak: Böyle boş sözlerle çatışmanın amacı, Avusturya'yı, Alm an­ avutulm ak istemiyor. ya'daki egem en g ü ç (M achtstellung) d u ­ rumundan, Prusya yararına vazgeçmeye A V U T U C U sıf. Bir kimseyi avutmaya, zorlamaktı. Savaş D anim arka dukalıkları­ rahatlatm aya yönelik söz, davranış için nın yönetim i konusunda Viyana ile Berlin kullanılır: A vutucu sözler. arasında çıkan anlaşmazlıktan doğdu (-» A V U T U L M A K - AVU TM A K. DÜKLÜKLER savaş/); Avusturya, Frankfurt A V V Â D sıf. ve a. (ar. ea w â d ). Esk. Ut ça­ diyeti’ne başvurarak Konfederasyon'dan lan, utçu: "Şehün o l hâline avvâd-ı dem P rusya'ya askeri m üdahale istedi (14 ha­ -saz" (Şeyhî, XV. yy.). ziran). M oltke tarafından yönetilen savaş üç harekât alanında gerçekleşti: en ‘ A V V A D (Tevfik Yusuf),lübnanlı yazar önemlisi Bohem ya'da, ö bü r ikisi Alm an­ (Bihrsaf 1911). Gazetecilik, daha sonra el­ ya ve İtalya'da oldu. çilik yaptı. Ö yküler (Es-Sabiy ül-A'rac, • Bohem ya savaşı. B enedek’in A vustur­ 1936; Kam is us-sûf, 1938), rom anlar (Al ya ordusu Olm ütz yakınında toplandı ve -Ftaghif, 1939; les Vierges [fr. çev.], 1944; Clam-Gallas kolordusunu iser üzerinde les M oulins d e Beyrouth [fr. çev.], 1972) Saksonlar ile bağlantı kurmakla görev­ ve bir tiyatro oyunu (te Touriste e t l'inlendirdi. Üç orduya bölünen PrusyalIlar terpröte [fr. çev.], 1966) yazdı. — Kardeşi (250 000 kişi) Saksonya'da Bittenfeld LauEMİLE (Bihrsaf 1925), oyunlar ve hi­ sitz’de Friedrich Kari, Silezya'da hüküm­ kâyeler yazdı (la Rose ro ug e [fr. çev.], te dar Prens orduları düşm ana doğru m er­ Politicien [fr. çev.], TAmie des cham ps kezi bir yürüyüş başlattılar. 28 haziran­ [fr. çev.]). da R eichenberg’de ve Glatz’da Südetler’i aşan PrusyalIlar, M ünchengrâtz’de ve A V V A K U M , rus başpapaz ve yazar N âchod’da Benedek’in öncülerini bozgu­ (Grigorovo 1620’ye doğr. - Pustozersk, na Uğratarak AvusturyalIlar karşısında, Peçora üzerinde, 1682). N ijni-N ovgorod K öniggrâtz’de, VVeistritz (bugün Bystrzyyöresinden bir köy papazının oğludur. ca) üzerinde birleştiler. 3 tem m uzda Kendisi de papaz oldu; ateşli vaazlarıyla S a d ovâ *'da kesin bir zafer elde ettiler. Üç dikkati çekti ve 1651'de, M oskova'da hafta sonra PrusyalIlar Viyana'nın 60 km ayin kurallarını açıklayan kitapların göz­ yakınına vardılar ve Avusturya'yı Nikolsden geçirilm esine katıldı. Ama, 1652’ burg ön anlaşmasını (26 temmuz) ve 23 de patrik olan Nikon, ayin kurallarıyla il­ ağustosta P ra g *’d a kesin barış antlaş­ gili kitapların ve ayin kurallarının düzel­ masını im zalamak zorunda bıraktılar. tilmesini yunanlı ve kievli bilginlere b ra •A lm anya savaşı. Falkenstein, 60 000 ki­ kınca, Avvakum yapılacak her türlü yeni­ şilik bir Prusya ordusu ile 29 hazirandan liğe başkaldırdı. Sürgün cezasıyla, Am ur başlayarak Hannoverliler'i Langensalza*’ yöresine yapılan bir sefere katılm ak zo­ da teslim olm ak zorunda bıraktı, sonra runda kaldı (1655-1662). Çar tarafından Bavyeralılar'ı öbür eyaletlerden ayırarak M oskova’ya çağrılan (1664) Avvakum K issingen'de yendi (10 temmuz); Aschhiçbir uzlaşmaya yanaşmadı. 1666 konaffenburg m uharebesinden sonra (14 sili tarafından m ahkûm edilerek Pustotem m uz) Hessenliler tarafından savunu­ zersk'e gönderildi. Hapiste yazdığı ince­ lan Frankfurt’u işgal etti. Falkenstein’ın ye­ leme, vaaz ve koşuklu m ektuplarla ger­ rini alan Manteuffel, 28 tem m uzda Würzçe k inancın tem silcileri saydığı yandaş­ b u rg ’da savaşı sonuçlandırdı. larına seslenerek, sapkın yunan ve latin • İtalya savaşı. Venezia’da, arşidük Alkiliselerinden esinlenm iş h içbir reformu b ert’in komutasındaki Avusturya ordusu kabul etmemelerini ve eski inançlar uğ­ (140 000 kişi) La M arm ora’nın (Oglio’nun runa acı çekm ekten kaçınmamalarını is­ arkasında toplanan 1 2 0 0 0 0 kişilik ordu) tedi. (-♦ RASKOL.) 1672’de yazılmış oldu­ ve C ialdini'nin (Aşağı Po gerisinde topla­ ğ u sanılan Yaşam adlı kitabı, öğretici bö­ nan 80 0 0 0 kişilik ordu) em rindeki iki İtal­ lüm lerindeki kilise slovancasıyla öykülü yan ordusuna büyük kayıplar verdirdi. 24 bölüm lerindeki rus halk dilini, olağanüs­ haziranda La Marmora, arşidük Albert tü bir canlılık ve güçlülükle bir araya ge­ tarafından C ustoza” d a yenildi; Garibaltirdi. 1682 konsili tarafından ölüm e m ah­ di, gönüllülerini Tirol üzerine yürütm ek is­ kûm edilen Avvakum, yakılarak öldürüldü. terken başarısızlığa uğradı, ve İtalyan d o ­ ■ A v v e n t u r a ( L ) (Serüven), Michelangelo nanması L issa *'d a yenilgiye uğradı (20 Antonioni'nin yönettiği İtalyan filmi (1959). temmuz). Ne var ki, Sadova bozgunu Romalı genç ve zengin bir kadın (Lea Avusturyalılar'ın zaferlerini işe yaramaz Massari), m im ar âşığı (Gabriele Ferzetti) durum a getirdi ve İtalya, Napolâon lll'ü n ve birkaç arkadaşıyla bir yat gezisine çı­ hakem liğinden yararlanarak Viyana ant­ kar ve A kdeniz’de ıssız bir adacıkta kay­ laşması ile (3 ekim) Venezia’yı elde etti. bolur. Adam onu bulabilm ek için, genç bir kadınla (M onica Vitti) birlikte Sicilya'yı A V U S V A Ş a. M atbaac. Temizleme baştanbaşa dolaşır. Ama, Antonioni bu maddesi. (Lito ve ofset kalıpları üzerindeki araştırmanın gerekçesini yavaş yavaş bir boya ve lekeleri çıkarm ak; resim ve ya­ yana bırakm aya başlar ve filmin odak zıları korum ak için kullanılır. Asfalt ve te-



noktasını, çevre ve koşulların sürekli olarak içinden çıkılmaz b ir soruna dönüştürdüğü bir serüven, bir erkekle bir kadın arasındaki denge ve bu dengenin araştı­ rılması oluşturur. Yönetm en filmi üstüne şunları söylüyor: "F izik olanın metafiziğe dönüştüğü ve bilim le bilim kurgu arasın­ daki sınırın neredeyse yok olduğu çağ­ daş dünyanın ahlaksal, siyasal, hatta fi­ ziksel istikrarsızlığından ve insan ilişki­ lerinin kırılganlığından çok etkilendim . H er gün ideolojik ya da duygusal bir se­ rüven yaşıyoruz. Bizim dramımız ile­ tişim sizliktir.”



1075



A v v e n t u r o s o C ic l l la n o (L ), 1340’a doğ ru yazılmış ahlak romanı. Decamero n'u n kaynaklarından biri sayılır. A V Y E Z O V (M uhtar Om arhanoviç), ka­ zak yazar (Ç ingiztau’da 1897 - M oskova 1961). Öykülerinde ve oyunlarında Kaza­ k is ta n ’ın feodalizrçıden ko llektivizm e (Enlik-Kebek, 1917; Edairs dans la nuit [fr. çev.], 1934; te Verger [fr. çev.], 1937) ge­ çişini anlatır. Kazak edebiyatının kurucu­ suna adadığı destansı romanı A b a i (1942-1956), XIX. y y.'d a göçer toplum un bir ansiklopedisi niteliğindedir. A V Y Z İ U S (Jonas), litvanyalı yazar (Miadginiay 1922). Bir köylü ailesinin ço c u ­ ğudur. Yazarlığa, kollektifleştirme üzerine öyküler yazm akla başladı (THöritage, la G loire [fr. çev.], 1949), sonra Oveçkin ile birlikte yönetim in yanlışlarını ortaya koy­ du (Un hom m e reste un hom m e [fr. çev.], 1960; la C am pagne a u carrefour [fr. çev.], 1966). Romanları, burjuvazideki (te M ontagne de verre [fr. çev.], 1961) ve iş­ gal altındaki (TAbri perd u [fr. çev.], 1970) toplum sal kavgaları betimler. A V Z ya da İV A Z a. (ar. cavz, civaz). Esk. 1. Bedel, karşılık. — 2. Değişme, takas et­ me, değiş tokuş. A W A C S , AİRBORNE WARNING AND CONTROL SYSTEM’in (havadan taşınan al­ gılam a ve denetim sistemi) kısaltması; özel uçaklarda (Boeing E-3A) kullanılan radarlardan yararlanmaya dayanan ame­ rikan elektronik gözetleme sistemi; bu sis­ tem le donatılmış uçak, (ingilizler'in ve Sovyetler’in eşdeğerdeki uçakları BAe Nim rod v e T u p o le v T u 126 NATO M oss’ tur.) A W A S O , G ana’d a kent, batı bölgesin­ de, Kum asi'nin G .-B .’sında. Boksit üreti­ mi. A W O L O W O (Obafemi), nijeryalı siya­ set adamı (ikenne 1909-ay.y. 1987). Ni­ jerya sendikaları kongresi'nin kuruluşu­ na katıldı (1949) ve Batı Nijerya'nın başlı­ ca partisi Action Group'u kurdu. Bu par­ tiyi 1951 yerel seçim lerinde zafere ulaş­ tırdı. Batı Nijerya başbakanı oldu (1954). 1959’da, federal başbakanlık seçim leri­ ni yitirdi ve m uhalefet lideri olarak kaldı. Bu tarihten başlayaıak, programının sos­ yalist ve ilerici niteliğini geliştirdi. Parti yö­ netim indeki otoriter tutum u yüzünden, yardımcısı Samuel Akintola ile çatıştı ve Akintola Action G ro u p ’tan koptu (1962). Kuzey Nijerya başbakanı Ahm edu Bello



. Monıca Vlttı



^



Michelangelo Antonioni nın A v v e n t u n (19591 filminde



Aw olow o ve federal başbakan sir A b u ba ka r Tafaw a Balewa tarafından desteklenen Akintola, A w olow o'yu saf dışı etti; Aw olowo hapse atıldı (eylül 1962). Albay G owon ta­ rafından serbest bırakılan ( 2 ağustos 1966) Aw olowo, halkın ve özellikle için­ den geldiği Yorubalar’ın en saygın lider­ lerinden biri oldu. Ancak, 1979 cum hur­ başkanlığı seçim lerini kazanamadı.



1076



A X E L H E İR E R G , Sverdrup takım ada­ larının (Arktika’da Kanada'ya bağlı takım­ adalar) en b üyük adası; 41 000 km2. Bir bölümü takke buzullarıyla kaplı olan ada­ nın yükseltisi, kuzey kesiminde 2 0 0 0 m'yi aşar. AXELRO D



(Pavel



Borisoviç)



->AK-



SELROD.



A X E L R O D (Julius), amerikalı biyokimyacı ve farm akolog (New York 1912). 1970’te, kendisi gibi, sinir akılarının iletim mekanizmaları üzerinde çalışmalar yapan B ernard Katz* ve Ulf von Euler* ile birlikte, Nobel tıp ve fizyoloji ödü lü 'nü al­ dı. Ayrıca, radyoaktif izotoplarla belirlen miş moleküller yardımıyla, sinirsel iletimin kimyasal aracılarını inceledi. Kozalaksı bez (epifiz) hormonlarının metabolizm a­ sında rol oynayan enzimleri buldu ve bun­ lar üzerinde inceleme yaptı. A x e n s t r a s s e , İsviçre’de Sankt Gothard geçidinin kuzey-güney karayoluna (Brunnen ve Flüelen arasında) verilen ad. Birçok tünel. A X İU S a. (lat. axis, eksen'den). Ç am ur­ lu deniz diplerinde, inlerde, kovuklarda yaşayan önayaklı kabukluları içeren cins. (Axiidae familyasının örnek tipi.) A X M A N (Emil), çek besteci (Rataje nad Sazavou, Orta Bohemya, 1887 - Prag 1949). V. Novâk'ın öğrencisi oldu. Janâcek'in sanat anlayışını benimseyerek, geleneksel çek müziğini, m odern bir dil­ le değerlendirm eye çalıştı. Senfoniler, kantatlar ve çeşitli vokal yapıtlar bestele­ di. Ayrıca, çek m üzik sanatının kaynak­ ları üzerine müzikbilimsel çalışmalar yaptı. ■ A Y a. 1. Y er’in doğal uydusu. (Bk. ansikl. böl.) — 2. A y aydın hesap belli, her şey açık seçik ortada. || A y bacayı aştı, bir işin yapılması için uygun zaman ve orta­ mın geçtiğini belirtm ek için söylenir. |[A y parçası, ayın ondördu gibi, çok güzel ka­ dın ya da kız için kullanılır. || A y yıldız, türk bayrağı.|| A y yüzlü, güzel parlak yüzlü kimseler için kullanılır. || Aya sen doğma, b en d oğuyorum der, bir kız ya da kadı­ nın güzelliğini belirtmek için söylenir. || A y­ dan arı günden duru, sudan duru, çok te­ miz, çok saf. || A yın ondördü, dolunay za­ manı. — Ask. A y tabya, burçlu tahkimatlarda, Ay’ın içyapı modeli ve kale dışında yapılan tahkimli tabya. (Bu tü r tabyalar iki yan, iki ce ph e ve kaleye (Apollo görev uçuşlarıyla açılan bir girişten oluşur.) —Astrol. A y ailesinin önderi, ikinci ve dör­



regolit (2 ile 20 m) 1. kesiklilik (60 m) 2. kesiklilik (2 km)



manto , geçiş bölgesi kabuk



60' deprem dalgalan Apollo depremöiçerleri



düncü gece b üyü k üçgeninin yöneticisi. (Yengeç burcu A y'ın gökevidir, B o ğ a ’da sürgündedir. Paylardan yoksun, ama Kov a ’dan başlayıp Y e n ge ç’te biten yarım burçlar kuşağında erki olan Ay, nemli sı­ cağımsı bir yıldızdır; yumuşatıcı ve gevşetici etkileri vardır. Devingenlik, yararlı­ lık ve birleştiricilik ilkeleri A y ’da toplanır. Güneş'in karşıtı olm aktan öte, tam am la­ yıcısıdır.) —Esk. sil. A y balta -* AYBALTA ||A y yüzlü gövde, teberin m adenden yapılmış ana parçası. (Kesici özellikte, tek ya da çift yüzlüdür). — Giz. bil. Ritmin, özellikle ölüm ve diriliş, doğurganlık ve kadınlık, düş, imgelem ve yansıyan ışın ritminin simgesi. |j A y falı, ayın kutsallığı, ayla kişinin geleceği ara­ sında ilişki olduğu inanışından kaynakla­ nan fal türlerine verilen ad. (Bk. ansikl. böl.) — Gökbil. A y küçülm esi, dolunayla yeni­ ay arasında geçen süre. (Bu süre içinde Y er’den görülen ay yuvarının aydınlık parçası gittikçe küçülür.) || A y yılı, on iki kavuşum ayından oluşan süre. || K avu­ şum ayı -* k a m e r ayı. — Mim. Kubbe tepelerine ya da m inare külahlarıyla m inber ve şadırvanların ah­ şap çatılarına konulan alemlerin en üst bölüm ü. (HİLAL de denir.) [Aylar, yeniay, boynuz, nal ya da zam bak biçim inde ola­ bilir.] — Müc. A y yakut, elm asa benzeyen bir tür taş. -> BEYAZ* YAKUT. — Uz. havc. A y 'a inme, bir uzay aracıyla A y 'a iniş yapma. (Bk. ansikl. böl.) — A n s İKL. Yer’e yakın oluşu, A y’ın gözle­ mini kolaylaştırdığından, bu gökcismi da­ ha Eskiçağ'ın başından bu yana özenli in­ celem elere konu oldu. Nitekim Yunanlı­ lar İ.Û., Ay'ın boyutlarını ölçm eyi ve g ö ­ rünür devinim inin yasalarını bulmayı ba­ şardılar. XVII. yy. başında dürbünün bu­ lunuşu, A y yüzeyinin ve fiziksel özellikle­ rinin incelenmesi bakımından yeni bir ça­ ğın başlamasını sağladı. Nihayet uzak ça­ ğında, insanoğlu bu gökcism inin d o ğ ru ­ dan keşfine girişti. • A y 'ın Yer çevresindeki devinimi. A y ’ın devinim ini gezegenim izin çekim gücü yönlendirir. Bununla birlikte Güneş ve öte­ ki gezegenler bu devinim üstünde önemli tedirginlikler doğurur. Gezegenler hem doğ ru d an doğruya A y ’ın kendisini, hem de Yer'in yörüngesinde değişikliklere yol açarak, dolaylı yoldan onun yörüngesini etkilerler. ilk bakışta A y'ın Kepler yasalarına uy­ duğu ve Yer çevresinde 1,023 km/sn hız­ la elips biçim inde bir yörünge çizerek döndüğü söylenebilir; ayrıca bu yörünge­ nin tutulum düzlem ine 5 ° 9 ’ eğik olduğu ve büyük eksenin yarısının 384 400 km ’ye, dışm erkezliliğinin 0,054 9 ’a ulaş­ tığı düşünülebilir. Ne var ki bu bulgular A y'ın gerçek devinim ini etkileyen birçok eşitsizlik göz önüne alınırsa ancak orta­ lama değerleri verir. Öte yandan A y yörüngesinin öğelerin­ deki bu değişimlere, onun kendi devini­ m inde görülen ve G üneş’in etkisinden ya da Güneş-Yer-Ay sisteminin değişken ko­ num lanm alarından kaynaklanan birçok eşitsizlik de eklenir. Bunların en önem li­ leri A y tedirginliği ve d e ğ iş im " dir. Ayrı­ ca A y ’ın devinim inde yüzyıldan yüzyıla hafif bir hızlanma görülür; bu olguyu 1693'te Halley saptamıştır. Bu olayın ne­ deni kısmen Yer yörüngesinin dışmerkezliliğindeki yüzyıllık değişim ler ve özellikle günlerin uzamasına yol açan, Yer'in kendi ekseni çevresindeki dönüşünün yavaşla­ masıdır. Dolayısıyla Ay her yüzyıl Yer'den 2 m uzaklaşmaktadır. • A y 'ın ekseni çevresindeki dönüşü. Bü­ tün gökcisim leri gibi A y da kendi çevre­ sinde döner; am a bu dönüş, yıldız dolanımıyla aynı sürede ve aynı yönde g e r­ çekleşir; bu yüzden Ay, Y er’e sürekli ay­ nı yüzünü gösterir. Bu eşzamanlık A y yu­ varının, tam küre değil, elipsoit olm asın­



dan ileri gelir. A y'ın Y e r’e dönük yarıkü­ resi hafifçe basık, karşıt yarıküresi ise or­ talam a yarıçapına (1 738 km) göre kaba­ rıktır; bununla birlikte sapm a 4 km 'yi g eç­ mez. Büyük eksen, kararlılaştırma süreci uyarınca Yer'e yöneliktir ve bu olgudan kimi yapay uyduları yörüngelerine oturt­ m ada yararlanılır (yerçekim gradyanıyla kararlılaştırma). Ay dönm e devinimini ise küçük eksen çevresinde gerçekleştirir; dolayısıyla Y e r’den a nca k A y ’ın °/o 50'sinin gözlenebileceği söylenebilir. Ger­ çekte ise, salınımlar nedeniyle °/o 59'unu izleme olanağı vardır. • A y'ın başlıca engebeleri. Çıplak gözle bakıldığında, Ay yüzeyine yayılmış koyu lekeler görülür. G erçekte bu görüntüler, çevresi dağlarla çevrili, hafifçe çökük, az çok engebeli, geniş ovalardır. Sözkonusu gölgeleri geniş su katmanları sanan ilk gözlemciler, bunlara deniz adını verdiler; yanlış da olsa günüm üzde bu ad korun­ maktadır. Bu oluşumların bir bölüm ü sı­ nırları iyice belirli daire ya da oval biçim ­ ler gösterir (Bunalımlar denizi, D urgunluk denizi vb.); diğerleri ise tersine körfezler, burunlar, göller ve bataklıklarla çevrili kı­ yılar sunar (Fırtınalar okyanusu, Yağm ur­ lar denizi vb.). Tüm Ay yüzeyinde 22 de­ niz vardır; çoğu tüm üyle Y er’den görülür­ ken, G üney denizi, Sınır denizi, Doğu de­ nizi ve Smyth denizi kısmen gözlenebilir; uydum uzun arka yüzeyinde ise denizle­ re çok seyrek rastlanır; en önemlisi, 1959’da sovyet uzay aracı Luna 3 ’ün çektiği fotoğraflarla saptanan Moskova denizi’dir. Bu oransızlık kuşkusuz, A y ’ın iki yarıküresi arasındaki kabuk kalınlığı farkından kaynaklanır. Ay yüzeyinin aydınlık bölgelerine kıta adı verilir. Kıtalar aşırı ölçüde engebeli, kraterlerle dolu bölgelerdir. Dağ oluşum ­ ları bazen gerçek sıradağlar biçim inde gruplaşır ve özellikle denizlerin kıyıların­ d a toplanırlar. Kimi tepeler çok yüksek­ tir; bu alanda rekor, Güney kutbu yakının­ da bulunan Leibniz dağlarındandır ve çevre bölgelerin üstünde 8 2 0 0 m ’ye ula­ şır (A y'da yükseltileri ve çukurları ölçmek için, Y er’de kullanılan ortalama deniz d ü ­ zeyi gibi genel bir karşıtlaştırma düzeyi yoktur). Am a A y'd a ki dağlar, Yer'in eski masifleri gibi sivri doruklardan yoksundur ve yuvarlak tepeler, yum uşak çizgiler su­ nar. A y engebelerinin en belirgin nitelikte oluşumları, değişen boyutlar gösteren da­ ire ve çokgen biçim inde çöküntülerdir: K raterler ya da sirkler (sirk terimi özellikle dağlarla çevrili çok geniş kraterleri belir­ tir). En büyük kraterlerin çapı 200 km ’yi geçer; ama Yer’den ayırt edilebilen en kü­ çü k kraterin çapı ise 1 km dolayındadır. Oysa uzay araştırmaları, boyutları birkaç metre, hatta birkaç santim etre olan sayı­ sız krater bulunduğunu ortaya koym uş­ tur. XIX. y y.’da gökbilim ci Julius Schmidt 30 0 0 0 ’in üstünde krater saymıştı; ama günüm üzde Ay'ın görünen yüzeyinde ça­ pı 1 km 'den b üyü k on kat daha ço k kra­ ter bulunduğu sanılmaktadır. En büyük kraterlerin kökeni sorunu uzun süre gökbilim cileri uğraştırdı, ilk dü ­ şünce bu oluşumları yanardağlara bağ­ lamak oldu; am a bu varsayım sonradan bir yana bırakıldı: yanardağ, tepesinde krater bulunan koni biçim inde bir enge­ be olmasına karşın sirk dik yam açlarla çevrili geniş bir çöküntüdür. Geçen yüz­ yıldan bu yana Ay sirklerini açıklam a ko­ nusunda karşıt iki kuram öne sürüldü: içyapı kuramı ve göktaşı kuramı. Özellikle Zoewy ve Puiseux tarafından XIX. yy. so­ nunda geliştirilen birinci kuram a göre, sirkler birer yanardağ olm asa bile, geç­ mişte A y kabuğu henüz yum uşakken et­ kinlik gösteren iç kuvvetlerden kaynakla­ nır. 1840'ta G ruithuisen’in öne sürdüğü ikinci kuram a göre ise, kraterler göktaş­ larının çarpm ası sonucunda oluşmuştur ve çapları çarpm ayı izleyen patlamanın gücüyle orantılıdır. Bu kuram günüm üz­ de aybilimcılerın büyük ço ğunluğunca



Arçpytas Shse F



R



i



' Protagoras



H*«BİNGERS"e , °ÖI.



-*



iP'bpfiantus



ARCHIMEt



1t-amberl •f^ochâlis



’PÂLUS S E R E N I’ T A T tS



farctanus karpatlar



•jfo? *'



y



’p a triae i



«**«*.“



I LUNA,-8 *



M illİN



Cafisai ’ BANGER 6



fj* *J^Sfe//üs !



A n g o T R A t i C t U iL U T ’>



SURVÇYOR 2’ -



■Kunow$ky -Remt



ipoiiomus



_ I RANGEfl 8 EYOR S f ^ ApoLLğ ,ı



'Hşfmenri. SÜRVEYÖR 1?



Flamsteeö:



96JRVEYOR3f APOLLO12 !EucUdes'"''/ , '. • .T" 8 6 a a Mger



m h ı: S M Y T H II KASTNER



;



ST °5 V £N oa~ us



T W



0



RW8 , » ttr



:



***,



UVEYOR 7 ?.



Ay'ın ön yüzünün haritası (Yer’den görünen yüz) başlıca engebelerin resmi adlan ile amerikan ve sovyet ıızay araçlarının iniş yerleri



benim senm ektedir. Çünkü uzay araştır­ malarıyla elde edilen ve gezegenlerin ta­ rihleri konusunda bilinen olgulara uydu­ ğu gibi Ay'ın çeşitli engebelerinin belirgin niteliklerini de kusursuz olarak açıklama olanağı verir. Nitekim Güneş sistemi'nin doğuşundan kısa süre sonra bütün g e ­ zegenler yoğun bir göktaşı bom bardım a­ nına uğramıştır; M erkür ve Mars gibi ki­ mi gezegenler bu bom bardım anın izleri­ ni hâlâ taşımaktadır. Öte yandan kimi bü­ yük sirklerin çevresinde gözlenen küçük krater dizileri b üyük bir olasılıkla merkez sirki doğuran patlamanın etkisiyle A y ka­ b uğundan kopan büyük kayaların saçı­ lıp ikincil çarpmalarından kaynaklanmıştır. B irçok genç sirkin (Tycho, Kopernik vb.) çevresinde görülen parlak haleler ve ışın­ sal izlerin, ilk patlamayla kalkan çok ince m addelerin, çarpm a noktasından az çok uzaklara yayılıp yığılması sonucunda oluştuğu varsayılabilir. A y “ denizleri” nde kraterler dışında, çatlaklar, oluklar, yalıyarlar, vadiler, tek tek tepeler görülür.



A Y D E N İZ L E R İ M a re M a re M a re M a re M a re M a re M a re M a re M a re M a re M a re



^ ;



M ARE



â e sta tis a n g u is a u stra le a u tu m n i cris iu m fecu n d ita tis frig o ris h ie m is h u m b o ld tia n u m h u m o ru m im b riu m



Y a z d e n izi E jd e rh a den izi G ün e y den izi S o n b a h a r den izi B u n a lım la r d en izi B o llu k den izi B uz d e n izi Kış den izi H u m b o ld t den izi N em den izi Y a ğ m u rla r den izi



• A y toprağı. A y toprağı, yerine göre, bir m ilimetreden on beş santimetreye kadar değişen kalınlıkta toz katmanıyla kaplıdır; bu katmana az çok gömülmüş, büyük ka­ yalardan küçük çakıllara değin çeşitli bo­ yutlarda sayısız taş bulunur. Ayrıca Ay yü­ zeyi m ikrogöktaşlarının çarpm asından doğm uş mikrokraterlerle doludur. Ay top­



M a re m a rg in is M a re n e cta ris M a re n o vu m M a re n u b iu m M a re p a rv u m O ce a n u s p ro c e lla ru m M a re se re n ita tis M a re s m y th ii M a re sp u m a n s M a re tra n q u illita tis M a re U n da ru m M a re va po ru m M a re veriş



S ınır d e n izi K evse r d en izi Y e n i d en iz B u lu tla r d e n izi K üçü k d en iz F ırtına la r o kyan usu D u rg u n lu k den izi S m yth den izi K öp ü k d e n izi S e ssizlik d e n izi D a lg a la r den izi B u h a rla r d e n izi İlk b a h a r d e n izi



rağının rengi aydınlanma açısına göre de­ ğişir; Güneş ışığını arkadan aldığında kül rengini, dik konum da aldığında çikolata rengini alır. Bölgelere göre değişken bir yapı gösteren toz katmanı tem elde kayaç parçalarından oluşur; ama ayrıca bir m ik­ tar göktaşı kalıntısı içerir: Apollo 15 ’in iniş alanı olan Apennin dağları eteğinde Ba-



amerikalı astronot Edwin E.Aldrin, Ay keşif modülü (fotoğrafın sağında ayaklarından biri görülüyor) yakınında Apollo 11 görev uçuşu (16-24 temmuz 1969) sırasında



Kopernik krateri ve Reinhold ( sağdaki) kraterinden bir görünüş (Apollo 12'nin görev uçuşu [14-24 kasım 1969] sırasında çekilen fotoğraf)



taklıklar denizi’ nde toz katmanı ço k ince tozlardan oluşur; Fra M auro krateri yakı­ nında A pollo 14'ün iniş alanının bulundu­ ğu Fırtınalar okyanusu’nda tersine daha iri tozlar yer alır. Toz örtüsü altında regolitten oluşan çat­ lak kayaç katmanı uzanır; bölgelere göre katmanın kalınlığı 2 ile 2 0 m arasında de­ ğişir ve yüzeyde zayıf olan tıkızlığı derine indikçe artar. Biri A y’a iniş olm ak üzere altı Apollo uçuşunda toplam 400 kg'a yaklaşan 2 200 kadar Ay kayacı örneği alındı. Bun­ lara A y yüzeyi oyularak alınan ve insan­ sız sovyet uzay aracı Luna tarafından Y e r’e getirilen birkaç örneği de katmak gerekir. Oksijen Yer’de olduğu gibi Ay yüzeyin­ de de en bol bulunan elementtir. Ele­ mentlerin m iktarında azalan doğrultuda bir sıralama yapılırsa, her iki gökcism in­ de de ilginç sapm alarla ve kabaca aynı sonuca ulaşılır. Ay ve Yer kabukları kar­ şılaştırılırsa, Ay kabuğu karbon ve ok­ sijen gibi uçucu elementler, kobalt ve gü­ müş gibi siderofiller (demir dışında) ve po­ tasyum, sodyum , silisyum, rubidyum , skandiyum ve europiyum gibi elementler bakım ından daha fakirdir; buna karşılık, kalsiyum, titan ve m agnezyum gibi ateşe dayanıklı elem entler ile dem ir ve nadir topraklar bakım ından daha zengindir. Hemen hem en bütün kayaçlarda arı me­ tallerin varlığı oksijen yetersizliğinin kanı­ tını oluşturur.



A y toprağında bulunan elementlerin büyük çoğunluğu, 4,6 milyar yıl önce, Ay'ın yoğuşması ya da yakalanması sıra­ sında, ortaya çıkan m addelerdir. Bir b ö ­ lümü ise radyoaktifliğe, göktaşlarına (özel­ likle doğal dem ir) ve Güneş rüzgârına bağlanan dış katkılardan kaynaklanır. Ay kayaçlarının incelenmesi sonucunda yal­ nızca 33 türe bağlı 75 çeşit maden, filizi bulundu; oysa tür sayısı göktaşlarında 8 0 ’e ulaşır ve Y er’de 2 0 0 0 ’in üstüne çı­ kar. A y 'd a bulunan filizlerden üçüne d a ­ ha önce hiç rastlanmamıştı: trankilit (bu­ lunduğu yer Sessizlik denizi’nin latince adından), piroksferroit (dem ir ve kalsiyum silikat) ve armalkolit. (Apollo 11 ’in m üret­ tebatının [Arm strong, Aldrin, Collins] anı­ sını yaşatmak için bu ad verildi.) Bu so­ nuncu filiz bir dem ir ve m agnezyum titanattır ve daha sonra G üney A frika’da el­ mas ocaklarında bulunm uştur. A y ’d a en bol bulunan filiz silikatlardır; am a iki gök­ cism inde yer alan kimyasal elementlerin göreli bolluğu konusunda yukarıda belir­ tilen farklar bu alanda da görülür. Y er’deki kayaçlar büyük bir çeşitlilik göstermesine karşın, A y yüzeyindeki ka­ yaçlar iki tipe ayrılır: anortozlar dağlık böl­ gelerde ço k boldur; denizleri ise bazalt­ lar doldurur. Bu kayaçların bir kısmı g ök­ taşlarının çarpm ası sonucunda parçala­ narak uzaya saçılmış, ardından karışık, gevrek ve küçük parçalar halinde düş­ müştür; yüzeyde camsı bir iskelet içinde çim entolaşarak topaklar oluşturmuştur; bunların bileşimi de tozlara yakındır. • D eprem etkinliği. A pollo 12, 14, 15 ve 16 uçuşlarında yerleştirilen bir depremölçe r ağı, A y ’ın deprem selliğini derinliğine incelem e olanağı verdi. Tektonik bakım ­ dan Ay genellikle sakin bir gökcism i izle­ nimi verm ektedir, içyapısından kaynak­ lanan sarsıntılar (yılda 3 000 kadar), çok düşük yeğinliktedir: kaydedilen d ep re m ­ lerin genliği hiçbir zaman Richter ölçeğiy­ le 3 şiddetinin (yeğinliğinin) üstüne çıkma­ mıştır. Deprem lerin yıllık toplam enerji miktarı, 10e J ’dür ve aynı süre içinde Yer'de görülen deprem lerin enerjisinden on milyar kez daha düşüktür. ’ A y depremlerinin en önemli özelliklerin­ den biri de, oluştukları derinliktir. Ç oğu­ nun merkezi, 700 ile 1 100 km arasında değişen derinliklerine iner; oysa, Y er’deki deprem lerin merkezleri genellikle 3 ile 70 km arasında yer alır ve çok seyrek ola­ rak 700 k m ’ye ulaşır. Bununla birlikte, A y ’d a bilinen derin deprem dışmerkezi sayısı azdır ve çoğu yinelenen sürekli sar­ sıntı m erkezleridir. A y'ın içyapısından kaynaklanan d ep re m lerin bir başka önemli özelliği de, dönem sel olmalarıdır. Toplam enerjinin % 8 5 ’ini veren bu dep ­ remlerin çoğu A y ’ın yerberi noktasından geçtiği hafta içinde ortaya çıkar. Bu eş­ zamanlılık büyük bir olasılıkla Yer'in çe ­ kim gücünün etkisiyle A y kabuğunda olu­ şan bir gelgit olayından kaynaklanır. Yer’ in etkisinden doğan 27 günlük bu dönem liliğe G üneş’in etkisinden ileri geldi­ ği sanılan 206 günlük (yaklaşık 7 ay) bir gelgit çevrimi eşlik eder. iç kökenli deprem lere, göktaşlarının çarpm asından doğan deprem ler eklenir. Apollo uçuşları çerçevesinde A y’a yerleş­ tirilen otom atik istasyonlar çalıştığı süre boyunca, doğal gökcisim lerinin çarpm a­ sından ileri gelen yalnızca iki sarsıntı kay­ detti (1972). Ayrıca Amerikalılar, A y m o­ düllerinin kalkış katını ve A pollo gemisini fırlatm aya yarayan Satürn füzesinin son katını, görevleri bittikten sonra A y yüze­ yine düşürerek yapay çarpm alar oluştur­ du. Bu doğal ya da yapay çarpm alar, ön­ görülenlerin tersine, ç o k uzun süreli titre­ şimler doğurdu. Yapay çarpm alarla oluş­ turulan deprem dalgalarının yayılışı ince­ lenerek, 1 0 0 km ’lik bir derinliğe kadar A y ’ın yeraltı yapısı üstünde bilgi edinildi; iki doğal çarpm a ise bu bilginin 900 km ’ye inen katm anlara kadar genişletil­ mesini sağladı. • Ayın içyapısı. A pollo depremölçerlerin-



ce toplanan verilere dayanılarak,Ay'ın içyapısı konusunda aşağıdaki m odel çıka­ rıldı: 1. A y'ın Y er’den görünen yarıküre­ sinde yaklaşık 60 km ’yi, görünm eyen ya­ rıküresinde de 1 0 0 km ’yi bulan kalınlıkta çok katmanlı bir kabuk; 2 . yaklaşık 1 0 0 0 km kalınlığında bir manto; 3. oldukça bol m iktarda dem ir içeren yaklaşık 700 km yarıçapında bir çekirdek. A y ’ın, merkezin­ de sıcaklığın 1 5 0 0 ° C dolayında olduğu ve dolayısıyla çekirdeğin ham urum su bir nitelik taşıdığı sanılmaktadır (böyle bir çe­ kirdek varsayımı, enine deprem dalgala­ rının 1 0 0 0 ile 1 1 0 0 km derinlikten öteye yayılm am asından kaynaklanır; bu olgu da m erkezdeki m addenin hiç değilse kıs­ men erimiş o lduğu düşüncesini d oğ u r­ maktadır). • Sıcaklık. A y 'd a hemen hemen, hiç at­ mosfer bulunm am ası, aynı noktada ge­ ceyle g ündüz arasında ortalam a 100° C gibi çok büyük bir sıcaklık farkına yol açar. Oysa, aynı fark, Yer yüzeyinde 2530 dereceyi pek geçmez. En son verile­ re göre gündüz + 1 1 7 ° C 'lık bir m aksi­ mum ile g e c e - 1 1 7 ° C ’lık bir m inimum saptanmıştır. Öte yandan A pollo uçuşla­ rı sırasında gerçekleştirilen sıcaklık ölçüm­ leri, derine inildikçe m etre başına 1,75 °C 'lık bir artış olduğunu göstermiştir. • M anyetik alan. A y ’ın m anyetik alanının en önemli özelliği, yeğinlik ve yönünün bir noktadan ötekine çok b üyük ölçüde de­ ğişmesidir. Yer, aşağı yukarı kuzey-güney doğrultusunda yerleştirilmiş bir mıknatıs­ lı ç u bu ğ a benzetilebilir; am a Ay, daha çok, yüzeyinde gelişigüzel saplanmış sa­ yısız küçük mıknatıstan oluşan bir kolek­ siyon biçim inde karşımıza çıkar. Apollo uçuşları sırasında A y yüzeyine yerleştiri­ len m anyetom etreler, 6 ile 313 7 arasın­ da değişen yeğinlikler kaydetti. Bununla birlikte, astronotların getirdiği, en az 3 mil­ yar yaşında pek ço k kayaç parçası, katı­ laştıkları dönem de A y ’d a 3 000 7 'nın üs­ tünde bir m anyetik alanın bulunduğunu gösteren ço k güçlü bir mıknatıslılık belir­ tileri taşır. O dönem de A y ’ın içkatmanlarının bugünkünden daha ço k akışkan ol­ ması yüzünden, bu m anyetik alanın bir din a m o * etkisiyle doğm ası ve Ay soğu­ dukça bu etkinin kaybolm ası olasıdır. Bu ,varsayıma göre, A y ’ın bugünkü manyetikliği bir fosil m anyetikliktir ve algılanan manyetik alan da başlangıç manyetik ala­ nının bir kalıntısıdır. • Ayın kökeni ve evrimi. 4,6 m ilyar yıl ön­ ce, Yer ve Güneş sisteminin ö bü r geze­ genleriyle aynı a nda oluşan Ay, ya gaz­ ların yoğuşması, ya katı parçacıkların çe­ kimle toplaşması ya d a bu iki olayın bir­ leşmesiyle doğdu. Kısa süre sonra dış katmanların sıcaklığı 1 0 0 0 ° C ’a kadar yükselerek, en az 2 0 0 km derinliğe de­ ğin sıvılaştı ve bileşenlerini oluşturan çe­ şitli m addeler merkezle yüzey arasın­ da yoğunluklarına göre dağıldılar. Bu kimyasal farklılaşma, 4,5 ile 4,3 m ilyar yıl önce, özellikle anortozit temelli bir kabuk oluşum una yol açtı. Bu yüzeysel kabuk daha yeni katılaştığı bir sırada, o dönem ­ de gezegenlerarası uzayda bol bulunan çok büyük göktaşlarının yoğun b om bar­ dımanına uğradı. Göktaşları, Ay yüzeyin­ de ço k geniş çukurlar açtı ve kayaçların erim esine neden oldu. Bu afet çağı, 3,9 milyar yıl önce kapandı. Son önemli çarp­ ma ise, Y ağm urlar denizi’ ni oluşturdu. Nihayet Ay, 800 m ilyon yıl boyunca, büyük bir iç etkinlik dönem i geçirdi. Ka­ buk altında yer alan kayaçlardaki radyo­ aktif atomların açığa çıkardığı ışı, derin katm anlarda ikinci bir erim eye yol açtı; böylece oluşan bazaltik lavlar yüzeye çı­ karak çanakları d oldurdu ve bugün gör­ düğüm üz denizlerin tabanını oluşturdu. Daire biçim indeki denizleri doğuran bü­ yük çanaklardan lavlar taşarak çevrede­ ki "a lç a k to p ra k la r"a yayıldı ve düzensiz çevreli denizler ortaya çıktı: örneğin, Fır­ tınalar okyanusu'nun, Yağmurlar denizi'nden taşan lavlardan d oğ d u ğu sanılmak­ tadır. A y ’ın arka yüzünde denizlere he-



ay m en hemen rastlanmaması ise bu yarıkü­ rede A y kabuğunun çok daha kalın olma­ sı ve bu yüzden, derinlerden gelen m ag­ m anın ancak seyrek noktalarda yüzeye ulaşmasıyla açıklanabilir. Yaklaşık 3 milyar yıldan beri A y'ın g ö ­ rünüm ü hemen hemen hiç değişmedi, iç etkinlik yatıştı, göktaşı çarpmaları giderek seyrekleşti ve yavaş yavaş soğuyan Ay, en az 1 0 0 0 km derinliğe değin katılaştı. N e var ki, az da olsa, günüm üze değin süregelen göktaşı bom bardım anı A y yü­ zeyinde bazı büyük sirklerin (Kopernik, Aristarkhos, Tycho) küçük boyutlu birçok kraterin, çatlak kayaçlardan (regolit) yü­ zeysel bir katmanın ve bu katmanı kap­ layan toz örtüsünün oluşum una yol açtı. A y'ın kökeni sorunu, henüz kesin ola­ rak çözülm üş değildir. Ay, Yer henüz akışkan haldeyken G üneş’in gelgit etki­ siyle Y er’den kopan bir parça mıdır?Başlangıçta Güneş sisteminin başka bir böl­ gesinde oluştuktan sonra Y er’in yakının­ dan geçm esi nedeniyle, yakalanıp uydu­ laştırılmış mıdır? Yoksa Yer ile birlikte ay­ nı toz halkasının çekim le toplaşmasından doğan bir çift gezegen midir? G ünüm üz­ de, bu değişik varsayımlar arasındaki tar­ tışm aya son verecek herhangi bir kesin kanıt bulunamamıştır. Tersine, bu varsa­ yımların yandaşları, aytaşlarının çözüm ­ leme sonuçlarından kendi görüşleri d o ğ ­ rultusunda kanıtlar çıkarmaktadır. Bunun­ la birlikte, Yer ile A y arasındaki kimyasal farkların, birinci varsayım aleyhine tanık­ lık ettiği söylenebilir. Am a yine de tartış­ m a henüz kapanmamıştır. — Ed. Divan edebiyatında sevgili, sevgi­ linin yüzü, yanağı aya benzetilir. Ye­ ni doğm uş ay (hilal), biçim i bakımından kadehtir. Dolanımını tam am layan hilalin d olunay haline gelmesi gibi kadeh de iç­ ki m eclisinde elden ele geçerek dolanır. Ramazanın ve bayram ın yeni aya bakı­ larak saptanışı, şiirlerde çeşitli biçimlerde dile gelir. Yeni ay, genç yaştaki sevgilidir. Divan şairlerinin kam er, mah, meh diye adlandırdığı ay, halk edebiyatında sevgi konusu işlenirken sık sık anılır. — Folk. Ayın kutsal sayılması, Sümer, H i­ tit uygarlıklarına değin uzanan eski bir inanıştır. Türkler de en eski çağlardan beri ay ve ay ışığını kutsal saymıştır. A y ışı­ ğ ından g ebe kalan kızlar, ay ışığından d oğan kızlarla evlenen yiğitler, eski türk mitolojisinin sık yinelenen motifleridir. Ola­ ğanüstü yiğitler hep bu göksel analardan ya da kutsal ışıklardan doğar. G ünü­ m üzde de yaşayan inanışlara göre, tanrı ayla güneşi, gündüzle geceye bekçilik et­ sinler diye yaratmış, güneş karanlıktan korktuğundan geceyi bekleme görevi aya verilmiştir. Tanrı geceyle gündüz ayrılabilsin diye C ebrail’e kanadıyla ayın yüzü­ nü sildirmiş, böylece ışığı azalmış ve yü­ zünde lekeler belirmiştir. Bu lekelere iliş­ kin değişik inanışlar vardır. Kimine göre ay da insanlar gibi Allah'ın bir kuludur. Leke gibi görünenler de ağzı, burnu, göz­ leridir. Bir inanışa göre de güneş hamur yoğururken ay ona sataşmış, güneş de kızarak hamurlu elini ona doğru sallamış­ tır. Ayın yüzündekiler ham ur lekesidir. İs­ lam kökenli bir inanışa göre de bu leke­ ler Hz. M uham m et’in ayı parm ağıyla iki­ ye bölmesi sırasında olmuştur. Bölünme sırasında kopan parçalar peygam berin göğsüne düşmüştür. Lekeler bu parça­ ların izidir. (-»ŞAKKUL KAMER.) Ay kimi kez kadın, kimi kez erkek olarak düşünü­ lür. Bir inanışa göre ay kız, güneş erkek­ tir. G ökyüzünde birbirine kavuşmak için d öner durur ama ancak gökkuşağı çıktı­ ğında kavuşabilirler. Ya da ay güneşe âşıktır ama güneşten karşılık göremez. Ay hilal biçim indeyken çocuk, bedirken genç kız, daha sonra yaşlı olur. Ölürken ondan kopan parçadan yeni ay doğar. Yeni ay d o ğ d u ğ u n d a hilalin uçlarının batıya d ö ­ nük olması, güneşe olan tutkusunu gös­ terir. Güneşse aydan nefret eder. Hilal ve bedirken görünm ez, ancak yaşlandığın­ da ortaya çıkar.



Ayın çeşitli durum larıyla d oğa olayları arasında ilişki o lduğu d a yaygın inanış­ lardandır. Ayın ağıllanması (hâle) yağm u­ ra işarettir. Hilalken uçları aşağı bakıyor­ sa yağış, yukarı bakıyorsa kuraklık olaca­ ğına inanılır. Dolunay, b uğday gibi yuka­ rı doğru büyüyen; hilal, havuç gibi aşağı doğru büyüyen bitkilerin ekim zamanını bildirir. Ayın birinci günü dikilen meyve ağacı birinci yılda, ikinci günü dikilen ikin­ ci yılda meyve verir. D olunay uğurlu, hi­ lal uğursuzdur. Bu nedenle tavuklar ku­ luçkaya dolunayda yatırılır. Öyle yapılın­ ca yumurtaların cılk çıkm ayacağına ina­ nılır. A y tutulması da değişik inanışlara ko­ nu olmuştur. Bunlardan birkaçı şöyledir: gökte bir ejderha ayı boğm ak ister, ay da korkusundan kararır; ay bir inektir, cadı­ lar yakalayıp sütünü sağmak ister ama tu­ tamazlar. Sonunda Kaf dağında kıstırıp sütünü sağarlar, inek yorgun düştüğün­ den ışığı azalır; ay tutulması cin ve peri­ lerin ayın yüzünü örtmesidir; ayın yolu üzerinde dik bir yokuş vardır. Bunun ar­ dına girince ışığı görünm ez olur, yani ay tutulur; ay müslüm anların, güneş hıristiyanlarin sim gesidir. A y tutulduğunda müslümanların, güneş tutulduğunda hıristiyanların b üyük bir günah işlediğine ina­ nılır. Bu inanışların ço ğu n d a bir düşm an­ d an kaçm a ya d a düşm anla savaşma sözkonusu olduğundan, ay tutulunca gö­ ğe tüfek atılır, davul, teneke çalınır, bir an önce kurtulması için dua edilir. Kimi yö­ relerde cam ilerden sela verildiği de olur. Böylece ay ışığını engelleyen güçlerin korkup kaçacağına inanılır. A n a do lu ’nun birçok yöresinde aya iliş­ kin değişik uygulam alar vardır. Ay ışığı­ nın tılsımlı bir gücü old u ğ un a inanıldığın­ dan, halk ilaçlarının kimisi ay ışığında ayazlatılır. Böylece tılsım ilaca geçm iş olur. Kabakulağın, “ aylık" denen ağız il­ tihabının aydan kaynaklandığına, aya bakm akta geçeceğine inanılır. Ayı ilk g ö ­ ren değerli bir m adene ya da güzel bir yüze bakarsa işi rast gider, içi yazılı ba­ kır bir tas içinde, ay ışığında bekletilen su­ yu hastalar içerse iyileşeceğine, iyileşe­ m eyecek dürüm dakilerin de son günleri­ ni rahat geçireceğine inanılır. Savaşta ay tutulursa, savaş kızışır. Ayın yakınında yıl­ dız varsa yangın çıkacağına işarettir. Ay bedirken yalan söyleyenin başına m utla­ ka bir felaket gelir. N evruz gecesi bir tek­ neye su dold u rulu p ay ışığında bekletilir ve sabaha değin ibadet edilirse, suyun al­ tın olacağına inanılır. Yeni ay gören ce­ bindeki madeni paraları ters çevirirse be­



reketi artar. Yeni ay parm akla gösterilir­ se dolam a çıkar. Yeni ay gören güzele bakmamışsa, evde ço k bardak çanak kı­ rılır. Hamile kadın hilal görm üşse çocuğu erkek olur. Kimi yörelerde cılız çocuklar bir küreğe konup aya doğru sallanır: “ ya al ya ver, ya ö ld ü r ya d a o nd u r” denir. Böylece çocuğun kısa zam anda gelişip serpileceğine ya da ölüp gideceğine ina­ nılır. —Giz. bil. A y falı. A n a do lu ’da ay falının çeşitli türleri vardır. G urbetteki bir yakını­ nı görm ek isteyen, ay dolunayken görün­ tüsünü bir aynaya yansıtır, sürekli buna bakar. Bir süre sonra, görm ek istediğini o andaki haliyle göreceğine inanır. Genç kızlar, evleneceği kişiyi görm ek için aynı yönteme başvurur. Bir başka yöntemde, bir kalbura konan kaşıklar, aya doğru sal­ lanıp yere atılır. Kaşıkların konum una g ö ­ re yorum yapılır. A vuç içindeki çizgilerle, ayın yüzündeki çizgiler arasında ilişki ku­ rarak fala bakm a d a A n a do lu'd a yaygın­ dır. — ikonogr. Sanat alanında, aylara çoğu zaman, köy ya da kent halkının aylar bo­ yunca sürdürdüğü uğraşları sergileyen düzenlem elerde yer verilmiştir. (-» TAK­ VİM.) L. Della R obbia’nın olduğu sanılan yuvarlak çerçeveli fayans kabartmalar, m inejüstünde çalışan ressamların esinlen­ diği E Delaune'un estampları bunlar ara­ sında sayılabilir. Adriaan Collaert, H. Bol’ ün çizimlerine dayanarak, İsa'nın yaşamı­ nın çeşitli evrelerini, ayları esas alarak canlandıran on iki manzara resmi yapmış­ tır. Bu konuyu işleyen birçok estam p di­ zisi arasında J. Am m an, H. S. Beham, Egidius Sadeler (Bril'in çizimi), W. Hollar, J. Berain, Bartolozzi’ninkileri sayabiliriz. Duvar halıcılığı da Floransa’da, Brüksel' de (M axim ilien'in avlan, Van O rley’in çi­ zimi) ve Gobelins tezgâhlarında (Kraksarayları, Le Brun'ün çizimi) bu tem aya tür­ lü yorum lar katmıştır. — Uz. havc. A y'a inme, uzay yolculuğun­ da en güç işlemlerden biridir.Çünkü,Ay'ın çevresinde hemen hem en hiç atmosfer yoktur; bu yüzden bir uzay taşıtının A y yü­ zeyine düşüşünü roket -motorlarıyla fren­ lemesi gerekir. Oysa önem li ölçüde ae­ rodinam ik frenlem e sağlayan bir atm os­ fer bulunması nedeniyle Venüs’e ya da M ars'a inmek çok daha kolaydır. Ay üze­ rine serbest düşüşün m inimum hızı, aşa­ ğı yukarı bu gökcism inden kurtulm a hızı­ na, yani 2,37 km /sn’ye eşittir. Ay ile Yer arasındaki yolu 4,5 günde alan bir ara­ cın gerçek vanş hızı, yaklaşık 2 600 m /sn’dir. Bu hızı sıfırlamak için taşıtın top-



1079



amerikalı astronot H.Schmitt, Apollo 17’nin görev uçuşu sırasında (7-19 aralık 1972) "Ay jipi"nin (Lunar Rover Vehicle) yakınında yerbilimsel gözlemler yaparken



A y ’a ilişkin v e rile r Fiziksel özellikler Ortalama çap



3476 km (Yer’in ekvator çapının 0,272 5 ’i)



Görünen çap — minim um — maksimum



29 '2 2 " 33’ 2 9"



Kütle



73,4 -1 0 21 kg (Yer’ in 0,012 3 ’ü)



Hacim



22 *199 km3 (Yer’in 0,020 3 ’ü)



Ortalama yoğunluk



3,34 (su = 1)



Ortalama albedo



0,073



Ekvatorda Ay çekim i



1,627 m/sn2 (Yer’in 0,166’sı)



Kurtulm a hızı



2,37 km/sn (8 550 km/sa)



Görünen kadir



-1 2 ,7



Yüzeydeki sıcaklık



yaklaşık + 120° ile -1 8 0 °C



Yüzeyde ortalama atmosfer basıncı



~ 1 0 '14 bar



Yüzeyde manyetik alan yeğinliği



6 ile 313-v Yörünge özellikleri



Yörünge yarı-büyük ekseni



384 400 km (Y er’in ekvatordaki yarıçapının 60, 266 59 katı)



Yörüngenin ortalama dışmerkezliliği



0,054 9



Yerberiye minim um uzaklık



356 375 km



Yeröteye maksim um uzaklık



406 720 km



Yörüngenin tutulum düzlemine göre ortalama eğimi



5, 145 3°



Ay ekvatorunun tutulum düzlemine göre eğimi



1° 32



Ay ekvatorunun yörünge dizlemine göre eğimi



6° 41



Dolanım süresi —yıldız ayı (yıldızlara) göre gökyüzünde aynı konuma dönüş



27,321 660 9 g.yani 27 g 7 sa 43 dk 11,5 sn



—kavuşum ayı ( gökyüzünde Güneş’e göre aynı konuma dönüş = kamer ayı)



29 530 588 1 g.yani 29 g 12 sa 44 dk 2,8 sn



—dönence ayı (ilkbahar noktasına göre ayni konuma dönüş)



27,321 581 6 g yani 27 g 7 sa 43 dk 4,7 sn



— anorm al a y (yerberiye dönüş)



27, 554 550 2 g.yani 27 g 13 sa J8 d k33 ,1 sn



— ejder ayı (çıkış düğümüne dönüş)



27,212 217 8 g,yani 27 g 5 sa 5 dk 35,8 sn



Yıldız dönüş süresi



kabaca yıldız dolanım süresine yakın



Salınım —enlem —boylam —günlük



6,8° 7,7° 1,0°



Lütfi Ay



lam kütlesinin °/o 60'ının propergolden, yani yakıttan oluşması gerekir. Bu yüzden A y'a inme, enerji bakımından pahalıbir iş­ lemdir. Ayrıca duyarlık yönünden de titiz bir çalışma gerektirir, iniş hızını ise birkaç metre yükseltide saniyede birkaç m etre­ ye ya d a desim etreye düşürm ek zorun­ ludur. itici m otorlar hızı çok yüksekte sı­ fırlarsa, araç propergol rezervlerini yere ulaşam adan tüketm e tehlikesiyle karşıla­ şır. Dolayısıyla iniş, serbest düşüş biçimin­ de son bulur ve araç A y yüzeyine çakılır. Tersine, öngörülen program a göre fren­ leme gecikirse, yine araç, Ay yüzeyine bü­ yük bir artık hızla iner ve parçalanır, iste­ nilen duyarlığı elde etm ek için iticileri, araç radarlarının verdiği hız ve yükselti bil­ gilerine göre çalıştırm ak gerekir. R adyo­ elektrik sinyallerin Yer ile Ay arasında gidiş-'dönüş süresinin 2,5 sn olduğu göz önüne alınırsa, aracın Y er’den kum anda edilmesi düşünülemez. Bu nedenle güdü­ m ü taşıtta bulunan bir bilgisayar gerçek­ leştirir. Başka bir tehlikeyi de varış nokta­ sının yüzey engebeleri doğurur. Pilotlu bir



uzay aracı bu noktayı seçebilir ve olası engellerden kaçınabilir; oysa otom atik araç " k ö r” iniş yapar ve önceden kestiremediği yüzey engebeleri yüzünden za­ rar görebilir. A y'a ilk yum uşak inişi 3 şu­ bat 1966’da gerçekleştiren araç, sovyet sondası Luna 9 ’dur. Bu araçta, 80 km yükseltide başlatılan 48 sn’lik sert bir fren­ lemeyle doğrudan düşey iniş tekniği kul­ lanılmıştı. Yararlı yü k yirmi m etre yüksel­ tide fırlatıldı ve to p ra ğa hızla çarptığında zarar görm em esi için koruyucu bir kılıfa sarıldı. Am erikalılar ilk kez 2 haziran 1966’da Surveyor 1 ’i A y ’a indirdiler. Bu araçta, daha gelişm iş bir frenlem e yön­ temi kullanıldı ve böylece gerçek anlam ­ da bir yum uşak iniş gerçekleştirildi. Fren­ lemenin büyük bölüm ünü, 80 km yüksel­ tide ateşlenen ve 4 t'lu k bir itme kuvveti oluşturan katı propergollü bir frenleme ro­ keti sağladı. Ardından itme kuvvetleri 14 ile 50 kg arasında değişek sıvı propergol­ lü üç küçük Vernier m otoru, aracın hızını 4 km yükseltide 1,5 m /sn’ye değin düşür­ dü. Am erikalılar A p o llo * program ında doğ ru d an düşey iniş tekniğini bırakarak çift zamanlı frenlem e yöntemini benimse­ diler; bu yönteme göre araç, önce A y yö­ rüngesine oturtuldu, sonra bu yörünge­ den ay yüzeyine indirildi. Ruslar da 1969’dan, yani üçüncü kuşak Luna Ay sondalarının hizmete girm esinden bu ya­ na aynı yöntemi kullanmaktadır. A Y a. 1. Yılın çoğu kez takvim ayı olarak adlandırılan on iki bölüm ünden her.biri. (Bk. ansikl. böl.) — 2. içinde bulunulan ay: A y sonunda gelecek. — 3. Bir ayın belli bir tarihinden, sonraki ayın aynı tarihine kadar geçen otuz günlük zaman dilimi: O g ideli b ir ay oldu. İki a y izin almak. — 4. Birinci, ikinci vb. ayı, bir durum un başlan­ gıcından beri geçen süreyi ay olarak be­ lirtm ek için söylenir: Ham ileliğinin beşin­ ci ayı doldu. — 5. A y başı, ayın ilk günü, günleri. || A yda kazandığını günde yemek, düşünüp taşınmadan para harcamak, tu­ tum suz olmak. || A y d a yılda bir, çok sey­ rek, arada bir: A yd a yılda b ir kentten b ir ko nuğu gelirdi. || A yda yılda b ir namaz, onu da şeytan komaz, hayırlı ve güzel bir iş yapm aya çok seyrek olarak kalkışan, sonra kimi bahanelerle bundan vazgeçen kimse için söylenir. — ANSİKL. Kronol. Bugün kullanılan tak­ vimde, ocak, mart, mayıs, temmuz, ağus­ tos, ekim ve aralık aylarında 31; nisan, ha­ ziran, eylül ve kasım aylarında ise 30 gün vardır; şubat 28 gün, her dört yılda bir, yani artık yıllarda ise 29 gün çeker.



N ovem ber Kasım D ecem ber Aralık Aylar üç bölüm e ayrılıyordu: calendae*, idus (on üçüncü ya da on beşinci gün-’ ler) ve nonae (beşinci ya da yedinci gün­ ler). • İslam! yıl da ay yılıdır (kameri yıl) ve 354 ya da 355 günden oluşur; 12 ay sırayla 30 ve 29 gün çeker; yalnız zilhicce, artık yıllarda 30 gün çeker, islami (arabi, hicri) aylar şunlardır: M uharrem Recep Safer Şaban Rebiyülevvel Ramazan Rebiyülahır Şevval Cem aziyelevvel Zilkade Cem aziyelahır Zilhicce • Musevi yılında, 29 ya da 30 günlü 12 ya da 13 kam er ayı vardır; adları şunlar­ dır: Tişri M aroçeşvan Kislev Tebet Şebat A d a r Veadar Nisan lyar Sivan Tem m uz Ab Elul Adi (artık olmayan) yıllarda veadar ayı yoktur. (-> TAKVİM.) AY



-Y.



A Y ! ünl. B irdenbire duyulan ağrı, acı ya d a hayranlık, kızgınlık, öfke, sıkıntı, şaş­ kınlık, korku vb. duyguları anlatır (kimi za­ man yinelenir): Ay, parm ağım kapıya sı­ kıştı! Ay, ne g üzel elbise! Ay, ne sinirsin! Ay, ne bağırıyorsun öyle! Ay, ne kadar sı­ kıcı! Ay, sen burada m iydin ! Ay, korkuitun beni! A Y a.(tupice söze.). Dişsizler takımından memeli hayvan. ("Ü ç parmaklı tembelhayva n " adıyla da bilinir.)



ay (Bradypus tridactyius) — ANSİKL. Ay hep ağaçta yaşayan, baş



aşağı, ağaçlara asılı duran bir hayvandır; H onduras’tan A rjantin’e kadar uzanan yerlerde bulunur. Otla ve m eyveyle bes­ lenir; midesi gevişgetirenlerinki gibi çok bölm elidir; çok yavaş hareket ettiği için tem belhayvan adıyla anılır. Dışkılarını çı­ karmak için her 8 - 1 0 günde bir yere iner; dişisi 5-6 ay süren bir gebelikten sonra bir yavru doğurur. (Bil. a. B radypus tridactytus; b radypodidae familyası.)



• Eski yunan yılında art arda çeşitli d ü ­ zeltm eler yapılmış olduğundan, bu ayla­ rı günüm üz takvim lerine uydurm ak zor­ dur; aradaki fazla ya da eksik fark bazen 30 günü bulur. H er ay, yeni ayın görül­ d üğü günle başlıyor ya da öyle başladı­ ğı kabul ediliyordu. Yunan aylarıyla bizim aylar arasındaki karşılıklılık aşağı yukarı ■ A Y , Kutsal Kitap’ta adı geçen kent (Tevşöyledir: kin XII, 8 ; Yeşu VII, 2), günüm üzde Ku­ H ekatom baion Temmuz dü s ’ün kuzeyindeki El-Tell dolayları. Bu­ Metageitnion Ağustos rada, 1933-1935 ve daha sonra 1964 Boedrom ion Eylül -1970 arasında kazılar yapıldı. Kent, eski Puanepsion Ekim I. bronz çağına (i.Ö. 3 1 0 0 ’e doğr.) kurul­ M aim akterion Kasım du ve eski III. bronz çağına (i.O. 2 400’e Poseideon Aralık doğr.) değin yerleşim merkezi olarak kal­ Gamelion Ocak dı. I.Ö. 1220’den 1050’ye değin yeniden Anthesterion Şubat yerleşildi ve sonra yine terk edildi. Ay ken­ Elaphebolion Mart tinin, Yeşu’nun birlikleri tarafından ele ge­ M unikhion Nisan çirilişinin öyküsü (Yeşu VIII), tarihsel bir Thargelion Mayıs gerçeğe dayanm az. Oysa dem ir çağın­ S kirophorion Haziran da, burada bulunan köy barışçı yoldan • Roma yılı da, bizimki gibi 365 gündü kurulmuştu. Kutsal K itap’taki öykünün, 1 2 aya bölünm üştü. kabileler arasında çıkan bir toprak anlaş­ Januarius Ocak mazlığıyla ilgili olduğu sanılır. Şubat Februarius A Y , Mısır kralı. A m arna’da mem urdu. Martius Mart Başlangıçta yandaşı olduğu Akhenaton Aprilis Nisan reformlarını tasfiye etmekle görevlendiril­ Maius Mayıs di. Genç Tutankham on’un danışmanlığı­ Haziran Junius Temmuz nı yaptı. Daha sonra onun dul karısıyla ev­ Julius ya da Ouintilis lendi ve I.Ö. 1320’ye doğru tahta çıkarak, Ağustos Augustus ya da Sextilis general H orem heb’in gelişine değin üç yıl Septem ber Eylül krallık yaptı. Mezarı Krallar vadisindedir. O ctober Ekim



ayağ ■ A Y (Lütfi), türk tiyatro eleştirmeni ve çe­ virmen, (İstanbul 1911), Dil ve tarih -coğrafya fakültesi transız dili ve edebiyatı b ölüm ü'nü bitirdi, Tercüm e bürosu'nda çevirmenlik, Devlet konservatuvarı’nda ti­ yatro tarihi öğretm enliği yaptı. Devlet ti­ yatrosu edebi kurul üyesi, Uluslararası ti­ yatro eleştirmenleri birliği ikinci başkanı ol­ du. Çeşitli dergi ve gazetelere tiyatro eleş­ tirileri yazdı. Klasik ve çağdaş yazarlardan dilim ize çevirdiği oyunlardan bazısı öde ­ nekli ve özel tiyatrolarda sahnelendi, bir­ çoğu basıldı. ■ A Y (İsmet), türk tiyatro ve sinema oyuncusu (İstan b u l.1924). Ankara ve İs­ tanbul konservatuvarlarını bitirdi. 1947’de girdiği İstanbul Şehir tiyatrosu'nöan 1980'de emekli olduysa da ko­ nuk oyuncu olarak görev almaya devam etti. Vişne b ahçesiindeki ■rolüyle Avni Dilligil tiyatro ödülü'nü (1987) ve Kültür bakanlığı devlet ödülü’nü (1988), en iyi erkek oyuncu dalında kazandı. Özellikle sinirli, huzursuz, hırçın ve ruhsal denge­ l e r i bozuk tipleri başarıyla canlandıran sanatçı, ayrıca 50’ye yakın film de de rol aldı (Renkli dünya, Talihli amele, 1980; Kaşık düşmanı, 1984; Asılacak kadın, 1986).



nellikle yatay durur: ço k ışık alan üst yüz, fotosenteze ço k elverişli özgül bir palisat dokusuyla donanır, her zaman gölgede kalan alt yüz ise atmosferle gaz alışveri­ şine elverişli boşluklu bir doku oluşturur. Birçeneklilerde aya paralel dam arlı ve aşağı yukarı dikey durum dadır ve iki yü­ zü de aynı yapıya sahiptir. A Y A a. (port. a/a; lat. "b ü yü ka n n e ” an­ lamındaki a via 'dan). Eskiden H indistan’ da yerli oda hizmetçisine verilen ad. Â Y Â ünl. (fars. aya). Esk. Şaşma, karar­ sızlık, kuşku, m erak bildirir; acaba: "Âyâ nice o lu r ki ol cem âli / Bî-perde görenlerûn ya h a li" (Nev'i, XVI. yy.). A y a D e m e t r lu s b a z ilik a s ı , Selanik' te (Yunanistan), kentin efsaneye göre bu­ rada şehit düşen koruyucu azizine ithaf edilmiş kilise. V. yy. ortasında yapılan ya­ pı, beş şahın, bir çaprazsahın, koro yeri­ nin altında, şehidin göm ülü olduğu bir kripta ve sütun dizileri üstündeki kem er­ lerin taşıdığı bir galeriden oluşur. Herakleios zam anında yanan (630) bazilika, 1917’de hem en hem en tüm üyle yıkıldı. Yapılan onarım sonunda duvarları ve ke­ m er karınlarını kaplayan güzel m ozaikle­ rin bir bölüm ü ortaya çıkarıldı. Panoların bazıları V. yy. sonundan (Dem etrius ve melek), bir bölüm ü VII. yy.’dan (Dem etri­ us b ir piskoposla Lelontios arasında), ba­ zıları da IX. yy.’dan (M eryem A na ve as­ ker aziz) kalmadır. Anıtta, ayrıca, V. yy. ya­ pısından kalan ço k güzel m erm er sütun başlıkları ve sütunlar bulunm aktadır.



A Y (Behzat), türk yazar (Mersin 1936). Düziçi köy enstitüsü’nü bitirdi (1954), köy öğretm enliği, ilköğretim müfettişliği yap­ tıktan sonra Gazi eğitim enstitüsü p eda­ goji bölümü'nü bitirerek ortaöğretime g eç­ ti; 1980’de emekli oldu. Yetiştiği ve çalış­ tığı yerlerle (Mersin, Samsun, Siirt vb.) il­ ■ A y a s e y a h a t (le Voyage dans la Lune), gili toplum sal gerçekleri anlatan gözlem ­ Georges M eliös’in yönettiği fransız filmi leri “ Köy notları" biçim inde Köyden geli­ (1902). Sinemada ilk bilimkurgu denem e­ yorum (1959), Başkanın Ankara dönüşü lerinden biri. Film (yaklaşık 300 m film) si­ (1961), Gündoğusu (1970) kitaplarındanemanın büyük öncülerinden G. Möliös' dır. Romanları (D o rA li [1966], Sis içinde in hayal dünyasından çıkan, usta işi ve [1973], Sürgün [1975]) kırsal kesimde ta­ yapm acıksız otuz kadar tablodan oluşur. rımın m akineleşmesi ve kente göçün ya­ rattığı sorunları, kendi m eslek yaşamının olaylarını konu edinir. A Y H A N , Oğuz Kağan destanına göre, O ğuz’un altı oğlundan biri. O ğuz'un ışık­ tan doğan karısından üç çocuğu olur; Ay Han bunların ortancasıdır. Ağabeyleri Gün Han ve Yıldız H an ’dır. Oğuz, im pa­ ratorluğunu altı oğlu arasında paylaştır­ m adan önce, gündoğusuna gönderdiği Ay Han ile kardeşleri, altın yayı bulup ge­ tirirler. A y H an ’ın Yazır, Döğer, D odurga ve Yaparlı adlı oğulları 24 Oğuz boyun­ dan dördünü oluştururlar. Bunlar, Oğuzlar’ın sağ kol (Bozoklu) soyudur. Ay Han doğacılıktan (natürizm) ata kültüne geçi­ şi simgeler. A Y A a. (yun. agio s'un dişi, agia 'dan). 1 . Kutsal kimse: Aya tasvirleri. — 2. Kutsal sayılan kimi kadınların adlarının başında kullanılır: A ya Sofya. A ya irini. A Y A a. 1. Elin bilekle parmak kökleri ara­ sında kalan iç yüzü. — 2. Bot. Yaprağın, genellikle klorofilce zengin, geniş ve yay­ van bölümü. (Bk. ansikl. böl.) |] Çiçekte bir çanağın ya da tacın parçaları ayrı oldu­ ğu zaman, çanak ya da taçyaprağın g e ­ niş ve yayvan bölüm ü, ya d a taçyapraklar bitişik olduğu zam an tacın bütün yay­ van bölüm ü. — 3 . Esk. Terazi kefesi "... terazunun b ir ayasına urulsa ...” (Kısas-ı Enbiya, XIV. yy ). — Kuşbil. Tüy ayası, kuş tüyünde eksen­ den çıkan ince dalların birbirine bağlana­ rak oluşturduğu düzlem. (Ayağı oluşturan tüy dallarından aynı düzlem de çok sayı­ da dalcık çıkar; komşu dallar bu dalcık­ ların üzerindeki ince çengeller sayesinde birbirine kenetlenir. Tüy ayası böylece su geçirm ez bir örtü halini alır.) —ANSİKL Bot. Yaprak ayası, üzerindeki değişik damar tiplerinden (tüysü, parmaksı, paralel), az ya da çok derin parçalı oluşundan (bütün dişli, parçalı, loplu) do­ layı çok değişik biçim lerde olabilir. Aya­ nın altı ve üstü az ya da çok gözenekli bir üstderiyle kaplıdır, iletim görevi yapan da­ m arlar ve fotosentez* yapan parankima da bu bölümdedir, ikiçeneklilerde aya ge­



Aya seyahat (1902) G.Melies



rikhanesi kütüphanesi' ndedir. Basma eserler arasında çok eski tarihli olanlar vardır. Dergilerle birlikte toplam derm e 40 000 (1985). A Y - A B A (Müeyyet), Selçuklu askeri (öl. 1174). M uham m et T a p a r’ın oğlu. Büyük Selçuklu sultanı S ancar dönem inde gös­ terdiği yararlıklarla ün yaptı. Daha sonra buyru ğ u nd a savaştığı sultan S ancar’ın O ğuzlar’a yenilip tutsak düşmesi üzerine (1153) onu tutsaklıktan kurtardı ve yeni­ den tahtına çıkardı (1156). Sancar ö ld ü k­ ten sonra ardılı M ahm ut H an’a karşı ayak­ lanan O ğuzlar’ı, yıpratm a savaşları vere­ rek sindirdi. Yeni Selçuklu hüküm darıyla arası açılınca, onun gönderdiği orduyu yenerek H orasan'da kendi adına hutbe okuttu (1161). O ğuzlar’a yenilerek kendi­ sine sığınan Sultan M ahm ut ile oğlunu öl­ dürttükten sonra yeni Selçuklu sultanı Arslan Şah’ın buyruğuna girdi (1163). Sel­ çuklu ülkesini istilaya kalkışan Harizmşahlar’ın hükümdarı İl-Arslan'ı başarılı savaş­ lar vererek uzun süre engellediyse de, onun ardılı Tökiş’in eline tutsak düşerek öldürüldü. O ğ luT o ğa n Şah, H orasan’da babasının H arizm şahlar'a karşı açtığı sa­ vaşı sürdürdü. A Y A C U C H O , Peru'da kent, yönetim bölgesi merkezi, Batı sıradağlarının doğu yamacında, 3 000 m yükseltide, A yacucho vadisinin üst kesiminde; 1 0 1 600 nüf. (1990). Sömürge dönem inden kalma kili­ seler. XVII. yy.’dan kalma katedral (barok üslubunda oymalı m ihrap arkalıkları). 1677'de kurulmuş üniversite. Turizm ve el sanatları merkezi. A yacucho yönetim bölgesi, 44 181 km2; 566 000 nüf. (1990). —Tar. 1539’da Pizarro'nun kurduğu ken­ tin eski adı H uam anga’ydı. Bolivar, Sucre’ nin kom utasında 1824 aralığında Pe­ ru kral naibine karşı kazanılan ve G üney Am erika’nın bağımsızlığını onaylayan za­ ferin onuruna, kente A yacucho adını ver­ di. Sonradan Ispanya'da, naip E partero’ nun (1841-1843) yandaşlarına, naibin de savaşa katıldığı sanıldığından, ayacuch o 'lar dendi. A Y A C U C H O v a d is i, Perü’nun yüksek kesim lerinde vadi; b urada yapılan kazı­ larda, uzun süreli (İ.Ö. 2 0 0 0 0 - 1 0 0 0 ) bir yerleşmenin izleri ortaya çıkarıldı. Taş sa­ nayisinin başlangıç ürünleri, günüm üzde ortadan kalkmış bir hayvan topluluğuyla ilintili, kaba saba iki keskin yüzlü araçlar­ dır. Sonraki dönem lerde daha özenle ha­ zırlanmış tek yüzlü (sivri uçlu ve dişli ge­ reçler, keskiler) gereçler ve kemik gereç­ ler yapılmıştır. En son ortaya konan ürün­ ler, ustalıkla yapılmış iki yüzlü sivri uçlu baltalar, keskiler ve kazı kalemleri, maden kesmek için kalemlerdir. En yeni katman­ larda, ekilmiş bitkiler, evcil hayvanlar ve seram ik kalıntıları ortaya çıkarılmıştır.



• ATİKMUSTAFA-



PAŞA* CAMİSİ.



A Y Â D çoğl. a. (ar. cid ’in çoğl. a cya d ). Esk. Bayramlar: A yâd-ı m üslim in (müslüm an bayramları).



A y a T h e o d o s la k i li s e s i -> G ÜL* CA­



A Y A Ö a. (türk. a yak’tan). Esk. Ayaklı iç­



A y a T h e k la k i li s e s i



MİSİ.



■ A y a T r la d a (“ Kutsal üçlem e” ), Girit'te Phaistos* yakınında bulunan ve adını bir bizans capella’sından alan minos yapıla­ rı (saray ve villa). Saray yaklaşık İ.Û. 1900-1700 ve İ.Û. 1400'e tarihlenen iki ayrı dönem yaşamıştır. D uvarlar figürlü fresklerle süslüdür. Iraklion m üzesi'nde, yazılı tabletler, kilden vazolar (bunlardan biri "hasatçılar” adını taşır) ve üzerinde kurban sahnesi resm edilmiş bir lahit ser­ gilenmektedir. Bu lahit m inos dini ve d in­ sel törenlerinin açıklanması açısından önemlidir.. A y a T r ia d a m a n a s t ı r ı k ü t ü p h a n e ­ s i, İstanbul’da, H eybeliada özel rum li­ sesi binasında, Fener rum patrikhanesi’ ne bağlı kitaplık. Başvuru kitapları bakı­ m ından zengin olan kitaplık dört türkçe, kırk yabancı yayın izliyor. IX. y y .'d a ya­ pılmış olan manastırın zengin yazma eser­ ler dermesi, günüm üzde Fener rum pat­



1081



ismet Ay Çehov’un Vişne bahçesi (1986/87) oyununda İstanbul Şehir tiyatroları



Aya Triada ölüler için yapılan dinsel törenden bir sahne (İ.Ö. 1450-1400’e doğr.) ii müzesi, ı



ğ e ayak basmak, ba ş la m a k , g irm e k : Ga­ zeteciliğe ayak basışının kırkıncı yılını kut­ ladık. || B ir yere ayak basmak, o y e re v a r­ m ak, u la ş m a k : S abaha karşı kente ayak bastık; g e lm e k , u ğ ra m a k : K aç yıldır b u ­ raya ayak basmıyor. || A ya k direm ek, d i­ retmek, b ir k im s e y e karşı ke n d i d ü ş ü n c e v e tu tu m u n d a n ş a ş m a m a k , o n u inatla sa­ v u n m a k . || A yak işi, ş u ra y a b u ra y a git gel, g e tir g ö tü r tü rü n d e n ö n e m s iz işler: B ir sü­



re ayak işlerinde çalışmış sonra tezgâh­ tar olmuştu. || A yak kavafı, ç o k ge ze n , y e ­ rin d e , e v in d e d u ra m a y a n kim se. || A yak kirası, b ir y e re g ö n d e rile n k im s e y e v e ri­ le n bahşiş; ayakteri.|| A yak sesi, y ü rü rk e n ayakların çıkard ığı hafif gürü ltü : Dışarıdan ayak sesleri geliyor. |j A ya k sürtmek, s a ğ ­



Ayairini (IV. yy. başlan)



ki kadehi; " B ir ayağ ile Cem-i devranı basdum N e v 'iy a " (Nev'i, XVI. yy.). — Dilbilg. Türkçe ayak sözcüğü, Farsça’ ya ayağ ya da eyağ biçim inde geçm iş ve ayaklı içki bardağı anlamında kullanılmış­ tır. Divan edebiyatında ise; m ey ve baş sözcükleriyle birlikte tevriyeli olarak kul­ lanılır. A Y A Ö IL I a. Yörs. Ayevi, ayla, hale. A Y A İR İN İ, esk. yun. H ag ia E ire n e , İs­ ta n b u l’daki en eski bizans kiliselerinden biri. Ayasofya ile Topkapı sarayı arasında, Topkapı sarayı’nı çevreleyen surların için­ dedir. IV. yy. başlarında Constantinus I ta­ rafından yaptırıldı; Nika ayaklanmasında Ayasofya ile birlikte yandı, iustinianos I ta­ rafından yeniden yaptırıldı (VI. yy.), isaurialı Leon III tarafından onartıldı (VIII. yy.). Üç sahınlı yapı, ana kubbeyi destekleyen dört beşlik tonoz örtüsüyle, yunan haçı planının öncüsü olarak nitelenir. Absidayı örten yarım kubbe haç biçimi mozaik bezemelidir. İstanbul’daki bizans kilisele­ ri içinde atrium bölüm ünü koruyabilmiş te k örnektir. İstanbul’un fethinden sonra camiye dönüştürülm ediğinden özgünlü­ ğünü korumuştur. Uzun süre C ebehane adıyla silah deposu olarak kullanıldı. Ah­ m et III dönem inde silah müzesi, 1908’ den sonra da Askeri müze oldu. 1972 -1973’te Alm an arkeoloji enstitüsü adına Dr Peschlow tarafından yapılan araştırma­ larda VI. yy.’dan duvarlar, bizans ve osmanlı seramikleri ortaya çıkarıldı. Ayairini bu tarihten itibaren, İstanbul festivali kapsamındaki gösteriler için kullanılmak­ tadır. A Y A K a. 1. insanın yere yatay basabilen ve dik durmasını sağlayan organların uç bölümü.(Bk. anslkl. böl. Anat.) — 2. Ki­ mi hayvanların yere basan organları. — 3. Bacak ya da bedenin belden aşağı bö­ lümü: Ayağını çekm ek,sürüklem ek. A ya ­ ğına b ir pantolon geçirmek. — 4. Tek ba­ şına ya da başkalarıyla birlikte kimi nes­ nelere, mobilyalara destek oluşturan öğe: İskem lenin. d ört ayağı. B ir kadehin aya­ ğını kırmak. — 5. Merdiven basamağı: On ayak m erdiven.— 6. Bir kimsenin gidiş, yürüyüş hızı: Ç ocuğun ayağıyla iki saat sürer. — 7. Ayakkabı: Ayağını giymek. Ayaklarınızı iyice siliniz.— 8. Bir yere ayak atmak, oraya girm ek: Vagona a yak atan h e r y o lc u ö n c e y e r n u m a ra la rın a bakıyordu.\\ B ir yere ayak atmamak, ora­ ya hiç uğram am ak, gitmemek: Böyle y a ­ parsanız b ir daha buraya a yak atmam.\\ A yak ayak, yavaş yavaş, derece derece, basam ak basam ak: Birden değil ayak ayak çıkmak gerek.|| Ayak ayak üstüne at­ mak, bacak bacak üstüne atmak. | A yak bağı olmak, bir kimsenin bir yerden ay­ rılmasına ya da bir işe girişmesine engel olmak: Yanınızda kalarak size ayak bağı olm ak istemem. || A ya k bağını çözmek, karı ya da koca sözkonusu olduğunda boşanmak, birbirinden ayrılm ak .11| Ayak basılmamış, insan ayağının değm ediği yerler için kullanılır. |j B ir iş ya da m esle­



d a s o ld a a m a çsızca, b a ş ıb o ş g e z ip d o ­ la ş m a k . || A ya k sürüm ek, b ir işi y a p m a k ­ ta n k a ç ın m a k için yo lla r, b a h a n e le r a ra ­ m ak; g ö n d e rile n , is te n ile n b ir y e re g it­ m e k te g ö n ü ls ü z o lm a k , g itm e y i g e c ik tir­ m ek. |j (Bir şeye ya da b ir kimseye) ayak uydurm ak, b ir d e ğ iş ik liğ e u y u m s a ğ la ­ m ak: Onlara a yak uydurm uş, onlar g ib i giyinm eye başlam ıştı,|| A ya k yapm ak, bir kim seyi a ld a tm a k için hile v e d ü z e n e ba ş ­ v u rm a k : Bırak ayak yapm ayı b en i alda­ tamazsın (arg.). || A yağa düşmek, b ir iş ya d a konu sözkon usuysa, sorum suz, yetki­ siz kişile rin d ü ş ü n c e le rin e g ö re y ü rü tü lü r d u ru m a g e lm e k . || A ya ğ a fırlamak, o tu r­ d u ğ u y e rd e n hızla b ird e n b ire k a lk m a k . || (Bir topluluğu) aya kaldırmak, onu b ir söz v e d a v ra n ış la h e y e c a n la n d ırıp te la ş a d ü ­ şürm e k: Getirdiği h a b e r bütün aileyi aya­ ğ a kaldırmıştı. j| A yağa kalkmak, sö z k o n u ­ su b ir k im s e ise, a y a k ta d u rm a k ü zere d a v ra n m a k , a y a k ta d u rm a k ; h a s ta ise, y a ta k ta n ç ık m a k , iyile ş m e k : Odaya g irin ­



ce herkes ayağa kalktı. A n ca k iki hafta­ da ayağa kalkabildi. |j B ir yere ayağı alış­ mak, o ra y a g id ip g e lm e y i alışkan lık d u ­ ru m u n a g e tirm e k : B ir kahveye ayağı alış­ mış başkasına gidem iyor. || A yağı çarıklı, “ akıllı, kurnaz k ö y lü " an la m ın d a kullanılır:



O ne ayağı çarıklıdır, bizden daha iyi bilir b u konuyu. |] Ayağı, ayakları dolaşmak, h e y e c a n la n m a , u ta n m a g ib i n e d e n le rle y ü rü y ü ş ü n ü ş a ş ırm a k y a d a yanlış bir d a v ra n ış ta b u lu n m a k . || B ir yere ayağı düşm ek, y olu ü z e rin d e b u lu n d u ğ u için o ra y a u ğ ra m ış b u lu n m a k . |j (Kendi) aya­ ğı ile gelmek, s ö zkon usu bir kim se ise, g i­ d ilm e s i g e re k li te h lik e li b ir y e re kim s e n in zorlam ası o lm a d a n gitm e k; bir nesn e ise, e m e k ç e k ilm e d e n z a h m e ts iz c e e ld e e d ilm e k . || A yağı ile tuzağa düşmek, k a n ­ d ırılm a y a d a b ir işi ö n e m s e m e y ü z ü n d e n hile y e , o y u n a g e lm e k . || Ayağı köstekli, y ü rü m e k te g e c ik m iş , z a m a n ı g e ld iğ i h a l­ d e y ü rü y e m e m iş ç o c u k la rın bu d u ru m u ­ nu b e lirtm e k iç in s ö y le n ir: Yaşıtları yü rü ­



d ü b u daha em ekliyor ayağı köstekli m i­ d ir nedir? || Ayağı, ayaklan suya ermek, g e rç e ğ in is te n ilip b e k le n ile n d e n farklı o l­ d u ğ u n u a n la m a k , aklı b a ş ın a g e lm e k . || A yağı uğurlu, g ittiğ i y e re iyilikler, uğu r, ş a n s g ö tü rd ü ğ ü n e in a n ıla n k im s e le r için kullanılır: A yağı uğurlu b ir adam dı, köye



g e ld iğ i yıl b o l ürün oldu.\\ A yağı üzengi­ de, b ir kim s e n in h e m e n g id e c e k , y o la çı­ k a c a k d u ru m d a o ld u ğ u n u b e lirtm e k için söylenir. || Ayağı, tabam yanm ış it g ib i d o ­ laşmak, b elli b ir y e rd e d u rm a k s ız ın ş u ra ­ d a b u ra d a a m a ç s ız c a g e z m e k : H içb ir iş yapm ıyor, bütün g ün ayağı yanm ış it g i­ b i dolaşıp duruyordu. || A ya ğ ı yerden ke ­ silmek, b ir taşıta b in e re k y a y a y ü rü m e k ­ te n kurtu lm ak; h e rh a n g i bir ned e n le ayağı y e re d e ğ m e m e k . || A yağım a y e r edeyim g ö r sana neler edeyim , b ir işe g ird ik te n so n ra karşısındakinin olanaklarını elinde n alan k im s e için söy le n ir. j| A yağına bağ vurmak, b ir işin y a p ılm a s ın d a b ir k im s e ­ y e e n g e l o lm a k , z o rlu k ç ık a rtm a k . |j A ya ­ ğ ına çabuk, b ir y e re a lış a g e le n s ü re d e n d a h a ç a b u k g id ip ge le n kim selerin bu y ö ­ n ü n ü b e lirtm e k için kullanılır: Ayağına ça­



buktur o, b ir saate kalmaz burada olur. || B ir kim seyi ayağına çağırmak, o k im s e ­ nin y a n ın a g e lm e s in i istem ek: K endi g e ­



leceğine beni ayağına çağırıyor. || A ya ğ ı­



na çelm e takmak, bir kim senin bir işte iler­ lem esini, yükselm e sini en g e lle m e k . || Aya­ ğına dolanmak, b ir k im s e y e yaptığ ı y a d a y a p m a y ı ta s a rla d ığ ı k ö tü lü k k e n d i başına g e lm e k ; b ir kim s e n in s e rb e s tç e ha re ke t etm e s in e y a d a ra h a tç a iş y a p m a s ın a en­ g el o lm a k . || Ayağına düşm ek, b ir k im s e ­ y e ç o k y a lv a rıp y a k a rm a k , a y a ğ ın a k a ­ p an m ak: Beyreğin ayağına düştüler (De­ d e K o rkut, XIV. yy.). |j Ayağına geçirmek, b ir şeyi u y u p u y m a d ığ ın a b a k m a d a n a c e ­ leyle giym ek.(^G E Ç İR M E K .)||A yağm a gel­ mek, s ö z k o n u s u b ir k im s e ise, a lç a k g ö ­ n ü llü c e d a v ra n ıp b irin in yan ın a gitm e k: O



koskoca B ey kalkm ış ayağımıza gelmiş; b ir şeyse b e k le n m e d ik b ir a n d a k e n d i­ liğ in d e n orta y a ç ık m a k : Ayağına gelen



b u fırsatı kaçırma.\\ B ir kim seyi ayağına getirtmek, k e n d in d e n yaşlı ya d a m evkic e b ü y ü k b ir kim seyi ya n ın a g e lm e k z o ­ ru n d a b ıra k m a k : S onunda adam salmış,



yaşlı babasını ayağına getirtm iş. || Ayağı­ na gitm ek, saygı g ö s te re re k b ir k im s e ­ nin ya n ın a v a rm a k : Elbette biz onun aya­ ğına gideceğiz. \\ Ayağına ip takmak, b ir kim seyi ç e k iş tirm e k kötü yanlarını sayıp d ö k e re k d e d ik o d u s u n u y a p m a k . |j Ayağı­ na, ayaklarına kapanmak, aya k la rın a d ü ş m e k : Bir gün gelecek ayağıma kapa­ nacaksın; b ir k im s e d e n bağ ışla n m a sın ı y a lv a ra ra k iste m e k : Ayaklarım a kapanıp



a f diledi. j| Ayağına, ayaklarına kara su in­ mek, u zun süre a yakta kalm aktan ç o k y o ­ ru lm a k . || A yağına kira istemek, b ir y ere g id ip g e lm e y e ü ş e n m e k , iste ksizlik g ö s ­ term ek, nazlanm ak. || Ayağına oturmak, a y a k k a b ı s ö z k o n u s u y s a , a y a k ö lç ü s ü n e d e n k d ü ş m e k , a y a ğ ın a g ö re g e lm e k . || A yağına p a b u ç olmamak, b ir kim seyi b a ş k a s ıy la karşıla ş tırırk e n o n d a n kat kat aşağ ı o ld u ğ u n u v u rg u la m a k iç in söylenir.



|| Ayağına sıcak su mu dökelim, soğuk mu, b ir y ere ç o k s e y re k olara k gelen k o n u ğ a “ n a s ıl o ld u d a g e ld in ” a n la m ıy la he m s e v in ç h e m d e s ite m b e lirtm e d u ru ­ m u n d a sö y le n ir. |j A yağına üşenmemek, her tü rlü g e tir g ö tü r işini b ık m a d a n y a p ­ m ak, h a m a ra t o lm a k : A yağına üşenmez



g ü n d e b irkaç kez kıyıya inip öteberi geti­ rir. || Ayağına yüz sürmek, b ir kim seye yal­ varıp yaka rm a k , bağlılığını belirtm ek, aşırı saygı g ö s te rm e k . || A yağında donu yok fesleğen ister, takar başına, y o k s u n bir k im s e n in y o k s u llu ğ u y la b a ğ d a ş m a y a n d a v ra n ış la rd a b u lu n d u ğ u y a d a süse gö s ­ te riş e d ü ş k ü n lü k g ö s te rd iğ i d u ru m la rd a söylenir. || Ayağını alamamak, g itm e y i alış­ k anlık d u ru m u n a g e tird iğ i b ir ye ri b ıra k ­ m a m a k ; ağrı y a d a u y u ş m a n e d e n iy le a yağ ını o y n a ta m a m a k . |j Ayağını bağ la ­ mak, a y a k bağ ı o lm a k , jj B ir yerden aya­ ğını çekmek, ö n c e le ri sık sık g ittiğ i b ir y e ­ re artık u ğ ra m a z o lm a k . || Ayağını denk almak, k e nd isin e y a p ıla b ile c e k k ö tülü kle­ re karşı d ikkatli v e u y a n ık bulu n m a k: A ya­



ğını d en k al, bak neler yapacağız sana. |j Ayağını düze basmak, g ü ç lü k le ri, sıkın­ tıları g e rid e bırakm ak, g e le c e k te n güve nli bir d u ru m a kavuşm ak. || B ir kimsenin aya­ ğını kaydırm ak, b ir k im s e y i g ö re v in d e n u z a k la ş tırm a y a o n u n y erine , a lanına g e ç ­ m e y e ç a lış m a k : S onunda adam cağızın



ayağını kaydırmış, yerine kendisi geçmiş. |j Bir yerden ayağını kesmek, o ra d a n aya­ ğını ç e k m e k ; b ir kim s e y i bir ye re artık g e ­ le m ez, u ğ ra y a m a z d u ru m a g e tirm e k . ||



Ayağını, ayaklarını öpeyim, b ir k im s e y e yalvarıldığı, o n d a n a c ım a v e yardım dılenildiği d u ru m d a söylenir. || Ayağını sürü­ m ek, b ir işin ya p ım ın ı g e c ik tirm e k ,o n u is­ te k le e le a lm a m a k ; s ö z k o n u s u k o n u k lu ­ ğ a ge lm iş biriyse, a rd ın d a n başkalarının d a g e le c e ğ in e inanm ak; hasta biriyse, d u ­ rum u a ğ ır olm ak, ö lm e k üze re bulu n m a k . || Ayağını tek almak, b ir işe g iriş irk e n ya d a b ir işi y a p a rk e n b ü tü n y ö n le riy le d ü ­ ş ü n ü p d ik k a tli o lm a k . || A yağını vurmak, a y a k k a b ı s ö z kon usuysa, ayağını acıtm ak y a d a y a ra e tm e k . || Ayağını yorganına g öre uzatmak, g id e rin i g e lirin e g ö re d ü ­ z enlem ek. || B ir kim seyi ayağının altına al­ mak, o n u iy ic e ç iğ n e y ip te k m e le y e re k d ö vm ek. ||8/r şeyi ayağının altına almak, bir



ayak mevki ya da makamı hor görerek te p ­ mek, istememek. |j Ayağının altına karpuz k a bu ğ u koymak, bir kimseyi hile ve d ü ­ zenle işinden etmek, ayağını kaydırmak. || Ayağının, ayaklar altında, bir yerin, da­ ha yüksekte bulunan bir yerden rahatça görülebileceğini belirtm ek için kullanılır: O radan sanki bütün Boğaz ayağının al­ tında. || Ayağının bastığı ye rde ot bitmez, bir kimsenin uğursuz olduğunu, gittiği ye­ re kötülükler g ötürdüğünü belirtmek için söylenir. || Ayağının pabucunu başına giy­ mek, toplum daki yeri, değeri kendisiyle denk olmayan, düzeyi düşük biriyle evlen­ mek; değersiz birini üstün ve saygın bir durum a kavuşturmak. || Ayağının tozuyla, gelir gelmez, hiç dinlenm eden: Trenden inmiş, ayağının tozuyla toplantıya koş­ muştu. || A yağının türabı olmak, bir kim ­ se sözkonusuysa, başka bir kimseye köle gibi hizmet etmek, her buyruğunu yerine getirir durum da olmak. || Bir şeyini (soyut) ayaklar altına almak, onur, namus, vb. sözkonusuysa, hiçe saymak, çiğnemek: Şerefini ayaklar altına alan adam dan her kötülük beklenir. || A ya kla r baş, başlar a yak oldu, toplum da dengenin bozuldu­ ğu, değersiz kişilerin başa geçtiği, değerli kim selerinse gözden düştüğü durum lar­ da söylenir. || Ayakları birbirine dolaşmak, yorgunluktan telaş ya da korkudan yürü­ yem ez durum a düşmek, yürürken ayak­ ları birbirine takılmak. || Ayakları geri geri gitm ek, bir yere gitm e isteği duym a­ mak, gönülsüzce gitmek. || Ayakları yere basmak, sağduyulu, gerçekçi olmak. || Ayakları yere değm em ek, çok sevinmek, sevincinden hoplayıp zıplamak. || Bir kim ­ senin ayaklarına kapanmak, ondan af d i­ lem ek.! B ir şey ayaklarına yatmak, karşı­ sındakini inandırm ak için olduğundan başka türlü görünm eye çalışmak. || A yak­ larını yerden kesmek, güreşte karşısında­ kini belinden yakalayıp havaya kaldır­ mak. |j Ayaklarının, ayağının ucuna bas­ mak, hiç ses çıkarm adan gürültüsüzce yürüm eye çalışmak. |j A ya ku çlu başuçlu yatmak, yatakta, ayakları bir başkasının baş koyduğu yere gelecek biçim de yat­ mak. || Ayakta, ayağa kalkmış olarak: Baş­ kanı ayakta alkışladılar; telaş ve heyecan içinde: Bütün köy gecenin b u geç saatin­ d e ayaktaydı. || A yakta kalmak, durmak, oturacak yer bulamamak: Sonradan gelen­ le r ayakta kalmıştı; bina vb. sözkonusuy­ sa, yıkılmamış duru m d a olmak, çökm e­ mek: O d önem den ayakta kalan tek ya ­ pıydı. || B ir kim seyi ayakta tutmak, onu oturtm ak gerekirken oturtmam ak; ona yardım ederek durum unu korumasını, kö­ tü bir durum a düşm em esini sağlamak. || Bir şeyi ayakta tutmak, o şeyin yıkılmama­ sı™, varlığını sürdürmesini sağlamak: Eski eserleri ayakta tutm ak için gerekli önlem ­ leri almalıyız. || A yakta uyumak, çevresin­ de olup bitenlerin ayrımına varamayacak ö lçüde dalgın, yorgun ve şaşkın d uru m ­ da olmak. || Ayaktan düşmek, güçsüz kal­ mak, kuvvetten düşmek, yıkılmak: Dut eli­ m i kim ayaktan düşm üşem / Hem n eda­ m e t o duna dutuşm uşam (iskendername XIV.-XV. yy.) [esk.]. —Aktar. Yürüyen portiklerin yatay kirişle­ rine bükülm ez biçim de ya da eklemle bağlanabilen ve bu kirişlere dayanak iş­ levi gören direkler. (Portiğin devinimini sağlayan rayların aralığı düzensiz oldu­ ğundan, ayaklardan birinin eklemle b ağ ­ lanması zorunludur.) || Sehpa ayağı, yük kaldırıcı sehpanın iki dikmesini taşıyan ah­ şap parça. —Anat. A yak parm ağı, ayakların ucunda bulunan beş uzun çıkıntının her biri. (Dörtayaklılarda ön ve arka ayakların parm ak­ ları arasında fark yoktur. Ikiayaklılarda, el­ lerden farklı olarak, ayak parmakları kısaimıştır, am a onlar da gene üç parça [baş­ parm ak iki parça] kemikten oluşur. Yal­ nız ellerde her parm ağın ayrı adı olduğu halde ayak parm aklarının hepsinin ayrı adı yoktur.) || Ayak sırtı atardamarı, baldır ön atardam arının uç dalı, jj A ya k sırtı ka­ sı, ayağın sırt bölüm ünde bulunan, par­



makların kısa ekstensor kası. |[ A yak ta­ banı, ayağın yere basan alt bölümü. (Ayak tabanı aponevrozları, biri yüzeyde öbürü derinde olm ak üzere iki tanedir. A ya k tabanı atardam arları da iki tanedir: iç ve dış atardam arlar. Bunların ikisi de, baldır arka atardam arından ayrılır. Biri iç­ te öbürü dışta bulunan ayak tabanı sinir­ leri, baldır arka sinirinin uç dallarıdır. Ayak tabanı ince kası, b ir baldır kasıdır ve çok uzundur; ikizkas ile soleus arasında yer alır ve uylukkemiğinin dış lokmasından topukkem iğine uzanır.) —Ask. A yak oltası, düşm an piyadesinin durdurulması için toprağa çakılmış kazık­ lardan oluşan engel. (D üşm andan gizle­ m ek amacıyla örtülü çukur, çalı ya da ot­ ların arasına çakılır.) — Balıkç. A yak halkası, bir ağın ucuna bağlı bulunan ve onu karada yere çakılı bir kazığa bağlayan ip. |[ Makarayı olta ka­ mışına bağlayan halka. — Bayınd. Bir köprünün ara mesneti. (Bk. ansikl. böl.) |j K enar ayak, yatay kuvvet­ leri karşılamak için düşeye göre çok eğik olarak yapılan kalın ayak. — Bir köprünün uç dayanağı. (Bk. ansikl. böl.) — Bisikç. iki tekerlekli bir taşıtı durm a sı­ rasında d en gede tutan açılır kapanır kü­ çük destek. (Ayak yanda ya da arkada olabilir).||A ya k marşı, motosiklet m otoru­ nun çalışmasını sağlayan düzenek; dişli bir parça ya da mandallı bir dişli çarkla m otorun ilk devinim milini harekete geçi­ ren ve ayakla kum anda edilen bir pedal­ dan oluşur. — Böcbil. G öğüs halkalarına bağlı bulu­ nan ve bir dizi eklemli parçadan oluşan göğüs eklentileri. (Eklembacaklıların bir b ölüm ünde bunlara bacak da denir.) [Ti­ pik olarak eklem bacaklıların ayaklarında kalın ve kısa bir d ip bölütü bulunur ve bu parça ön-arka doğrultusunda bedene ek­ lemlenir; ayak ise altı parçadan oluşur ve dikey düzlem de hareket eder.] || Karın ayakları ya da yalancı ayaklar, bazı bö­ ce k kurtçuklarında, yürüm eye yarayan, zar yapısında, eklemsiz çifte eklentiler. (Pulkanatlıların tırtıllarında, bir çifti onun­ cu bölütte [anal ayaklar] olm ak üzere beş çift ayak vardır.) — Coğ. -> GİDEĞEN. — Demire. Parm aklık ayağı, bir parm ak­ lıkta ya da balkonda açıklıkları belirginleş­ tirmek ve bütünü sağlamlaştırmak için be­ lirli aralıklarla konulan kafesli dikme. — Denize. A ya k kafesi, bir gem inin köp­ rü üstüne, iskele başlarına, lom bar ağız­ larına ve genellikle mürettebatın çok g eç­ tiği yerlere döşenen ağaç kafes. j| A yak paleti, lom bar ağızlarında, kam ara önle­ rinde, filikalarda ayak silmek için kullanı­ lan ve eski halat bozuntularından örüle­ rek ya da dokunarak yapılan paspas. || A ya k torno, palangaların ve hareketli ha­ latların yönlerini değiştirm ede kullanılan tek dilli, sapanlı ya da kancalı makara. (Eşanl. AYAK BASTİKA*.) — Deric. Yüzölçüm üyle satılan deriler için kullanılan eski bir ölçü birimi. Günüm üz­ de desimetrekare birimi kullanılmaktadır. 1 ayak, 0,9292 desim etrekareye eşittir. — Ed. Yunan ya d a latin şiirinde, dizele­ rin ölçüsünü oluşturan uzun ya d a kısa heceli belirli bir (ikiden dörde), hece g ru ­ bu. (Bk. ansikl. böl.) || Âşık edebiyatında kafiye (uyak) anlam ında kullanılan söz­ cük. || A yak açma, âşık yarışmalarında ilk sözü alan âşığın, okuduğu ilk dörtlükte kullandığı ayakla atışmayı başlatması. |j A ya k uydurma, âşık yarışmalarında ikin­ ci âşığın, ilk sözü alan âşığa, onun kullan­ dığı ayakla cevap vermesi. — El sant. A yak çıkarmak, kabın yere oturduğu kaide bölüm ünü tek parça ola­ rak yapmak. — Elektrotekn. Kutup ayağı, kutupsal bir parçanın, indüvi armatürüne komşu olan ve çekirdek aralığını çevreleyen bölümü. — Esk. sil. Okun, tem ren ya da soya takı­ lan ucu. — Okun şalvardan soyaya ka­ dar olan, 17.-24. bölüm leri arasına veriien ad. — Yayın alt başına verilen ad. ||



1083



A Y A K B İL E Ğ İ



AYA K TA R AĞ I 13



ayak’ın iskeleti 1. Topukkemiği; 2. Aşıkkemiği; 3. Küpsükemik; 4. Kayıksıkemik; 5,6,7. Koşelikemikler; 8,9,10,11,12. Ayaktarağı kemikleri; 13. Birinci parmakkemiği; 14. ikinci parmakkemiği; 15. Üçüncü parmakkemiği.



ayak’in anatomisi



Ayak şahidi, eskiden bir menzilde rekor kı­ ran okçunun nişan taşını diktirmesi için hazır bulunması gereken tanık. (Bk. a n ­ sikl. böl.) || A yak taşı, okçunun atışını ya­ pacağı yer. (Menzil kurulduğu zaman, yerden bir kaç karış yükseklikte dikilir.) || A yak yayı, ayak yardımıyla kurulan ve sa­ vaşta yaya askerlerince kullanılan yay. (Bk. ansikl. böl.) — Folk. A ya k açmak, nişanlı kızı, alıştır­ m ak am acıyla oğlanevi yakınlarında d o ­ laştırmak. (Gelenekselliğini sürdüren ke­ simlerde, düğüne yakın günlerde sık rast­ lanan uygulam alardandır.) |j A yak kirası, gelenekselliğini sürdüren kesimlerde, at üstünde oğlanevine gelen gelinin inip eve girm esi için, oğlan babası tarafından ve­ rilen arm ağanlar. (Gelin verilenleri yeterli bulm adıkça attan inmez.)|| A yak kösteği­ ni kesm ek,yürüyemeyen ya da sık sık dü­ şen çocukların ayağında varolduğuna inanılan görünm ez bağı kesmek; bunun için yapılan törensel uygulamalar. A d a ğı­ nı kesm ek de denir. (Bk. ansikl. böl.) |j Ayağına basmak, nikah m asasında ya da gerdek gecesi, evlilikte üstünlük sağ­ lama amacıyla eşlerden birinin öbürünün ayağına basması. (Kim daha erken dav­ ranır, ötekinin ayağına basarsa, evlilikte onun sözünün g eçeceğine inanılır.) || Ayakları sevişmek, eskiden tulum bacı sandığını taşıyanların, aynı uzunlukta ve tempoda adım atmalarına verilen ad. || Ağırkoyun ayağı, tulumbacılıkta, ufak adımlar­ la koşmaya verilen ad. — Geom. Bir D doğrusuna ya da bir P düzlem ine indirilen bir A dikmesi için, A ile Dnin ya da Pnin kesişim noktası. (Benzer biçim de bir üçgen yüksekliğinin ayağından sözedilebilir.) || A yak eğrisi, bir C eğrisi düzleminin bir noktasından, C nin teğetlerine indirilen dikm e ayaklarının kü­ mesi. (Bir elipsin ya da bir hiperbolün bir odağa göre ayak eğrisi, onun asal çem ­ beridir; parabolünki köşesinden geçen te­ ğettir. Çem berin ayak eğrileri, Pascal sal­ yangoz eğrileridir.) || A y a k eğrileriyle d ö ­ nüşüm, kutuplar ve kutup doğrularıyla ya­ pılan bir dönüşüm le bir evirtimin çarpımı; burada aynı çem ber ya da küre, doğrult­ m an çem ber ya da küre ve evirtim çem ­ beri ya da küresidir. || A y a k yüzeyi, uza-



1. Baldır ön kası; 2. Baldır ön toplardamarı; 3. Ayakbileği kemeri; 4. Ayak sırtı atardamarı; 5. Baldır ön siniri; 6. Ayakbileği üst atardamarı; 7. Ayaktarağı üst siniri; 6. Ayakbileği iç atardamarı; 9. Başparmak ekstensor kası; 10. Baldır ön kasının iç dalı; 11. Parmakların ortak ekstensor kası; 12. Baldır yan kası; 13. Baldır ön atardamarı; 14. Baldır ön kası; 15. Parmakların ortak ekstensor kasının kirişleri; 16. Baldır dış toplardamarı; 17. Ayak kası; 18. Baldır yan kısa kasının kirişleri; 19. Baldır ön kasının kirişi; 21. Kemiklerarası üst kaslar; 22. Kemiklerarası üst atardamarlar; 23. Parmakların ortak ekstensor kasının kirişleri



ayak 1084



yın bir noktasından bir yüzeyin teğetleri­ ne indirilen dikm e ayaklarının kümesi. || B ir M noktasının a yak eğrisi üçgeni, veri­ len bir üçgenin kenarlarını taşıyan d o ğ ­ rular üzerinde M nin d ikgen izdüşüm le­ rini köşe alan üçgen. || İki C v e C 'e ğ ris i­ nin iki kat ayak eğrisi, bunların ortak düz­ leminde, biri C ye öbürü C ' ne olm ak üze­ re, birbirine dik iki teğetin çizilebildiği nok­ talar kümesi. — Halk müz. Türk halk m üziğinde ma­ kam. (Türk halk müziğindeki başlıca ayak­ lar: BEŞİRİ, BOZLAK, DERBEDER, DİVAN, DÜZ KEREM*, GARİP, KALENDERİ, KESİK KEREM*, MAYA, MİSKET, MUHALİF, MÜSTE­ ZAT, TATYAN, KEREM*, YAHYALI KEREM*, YANIK KEREM* ayaklarıdır.) || Bir parçadan



Korinthos düzeninde gömme ayaklar Paris'teki Innocents çeşmesi'nden ayrıntı (XVI. yy.)



önce, kulağı ezgiye alıştırmak amacıyla genellikle doğaçtan çalınan ezgi. Açış da denir. (Belli ezgisi olan ayaklar d a vardır. Ankara divan ayağı, Urfa divan ayağı gi­ bi.) || Yöresel üslup, tavır. — Havc. Pala ayağı, bir helikopter perva­ nesini ya d a rotorunu göb e ğ e bağlayan pala bölümü. — Isıbil. K em er ayağı, bir fırın kemerinin metal çatkısı üzerine oturan, ateşe daya­ nıklı destek parçası. — inş. Bir kemerin, tonozun, tavanın ya da çatının ilettiği yükleri taşımak için yapılan ayrık ve som kâgir destek. (Eşanl. FİLPAYE, PİLPAYE.) [Bk. ansikl. böl.] || A çıt yata­ ğı, bir açıtın pervaz, ayna kasa ve şevden oluşan yan bölüm lerinden her biri. || Bağlı ayak, kuyruk bölüm ü bir iç duvara kenet­ lenen kesme taş ayak. || Destek ayak, bir tonozun itme kuvvetini karşılam ak üzere yapı duvarlarını destekleyen kâgir payan­ d a ayağı. || D uvar içi ayağı, bir tem el d u ­ varının iç yüzeyini destekleyen öğe. || Guseli ayak, bir kirişin açıklığını azaltarak yü­ künü hafifleten ve bu kirişin ucuna d o ğ ­ ru yerleştirilen, eğik, ahşap ya da demir parça. || K em er ayağı, bir kemerlemenin başlangıç noktasını taşıyan kare kesitli destek. Bir kem erlem ede, iki kem er ara­ sında yer alan tek ayak. (Kemer ayağına, aralama ayağında olduğu gibi taşkın ya d a göm m e bir ayak eşlik etmez.) || Kiriş altı ayağı, bir kirişi taşımak için duvar için­ de yapılan kesme taş takviye ayağı. || Kö­ şe ayağı, bir duvarın köşesinde yer alan ayak. || Şöm ine ayağı, bir şöm ine yaşm a­ ğında yan dikm elerden her biri. || Takvi-



2. köşe ayağı 3. ara ayak



takviye ayakları ye ayağı, bir duvarı sağlamlaştırmak ama­ cıyla yapılan örm e ayak. (Ara ayak, d u ­ varda örgü sıraları arasına yerleştirilen bir takviye ayağıdır; yine bir takviye ayağı olan köşe ayağı, birbiriyle kesişen iki d u ­ varı birleştirir.) — Kâgir bir duvarın daya­ nımını artırm ak için duvar içinde yapılan kesme taş ayak. |[ Tonoz ayağı, bir tono­ zun ilettiği yükleri taşıyan düşey bölüm. — İsi. huk. A ya k nâibi, kadıların çarşı ve pazarda esnaf teftişi için görevlendirdik­ leri naipler. (Bunlar suçluları m ahkem e­ ye çağırmaz, anlaşmazlıkları yerinde çözer ve sonucu kadıya bildirirlerdi.) — Kad. doğ. Ayaktan alma, makattan ge­ lişini sağlamak amacıyla dölütü ayakların­ dan yakalam a manevrası. — Kilitç. Kilit gövdesine tutturulm uş ve



gövdeyle kapak arasında yer alan küçük parça; direk, karşılık ya da bağlantı g ö ­ revi yapabilir. j| D elikli ayak, üzerine ka­ pağın vidalandığı ayak. — Kur. tar. Ayak d iv a n ı, OsmanlI imparato rlu ğ u ’nda ivedi ya da olağanüstü du­ rum larda padişah huzurunda kurulan di­ van. Seferde sadrazam ın başkanlığında kurulurdu. (Bk. ansikl. böl.) |j Ayak esnafı, kentin sokaklarında dolaşarak evlere sa­ tış yapan satıcılara verilen ad. || Ayak nai­ bi, Osmanlı devleti örgütünde çarşı ve pa­ zar esnafını denetleyen görevli. — Kuyumc. ve Ev eşy. Maden, seramik ya da cam dan yapılmış kâse, kupa, kadeh, şam dan vb. eşyanın gövde altındaki elle tutulan bölümü. — Mad. oc. Arın boyu belirli bir uzunluğun üstünde olan ve işletme sırasında kendi­ ne koşut olarak yer değiştiren işletme şan­ tiyesi; genellikle kazı (patkopaç m akine­ si, sapan, kazı yüklem e makinesi) ve yükleme-taşıma (konveyör) için sürekli bir sistemle donatılmıştır. (Bk. ansikl. böl.) jj Ayak arkası, ayak içinde, dolaşım geçitle­ rinin hemen arkasında bulunan bölüm. — Yatağın daha önce işletilmiş kesimi. |j Ayak basıncı, göçerim e yoluyla gerçekleştirilen bir işletme yakınında, kayaç kütlesi üstün­ de oluşan basınç. || A lttan çekm eli ayak, tabanda göçertilm iş bir ayak içeren kalın katmanları işletme yöntemi. (Katmanın üst bölüm ündeki cevher ayak arkasında alt­ tan çekilmiştir.) || A m barlı ayak, işletme sı­ rasında oluşan ve aynı zam anda kazılmış cevheri yığmaya yarayan boşluk. || Kısa ayak, uzunluğu 50 m’yi geçm eyen ayak. (Bu tür ayaklarda kazı süreklidir ve m aki­ nelerle yapılır; taşıma ise vargellerle ger­ çekleştirilir.) — M ak. san. m e r k e z l e m e PİMİ*’nin eşan­ lam lısı. || Biyel ayağı, iki kızak yolu ara s ın ­ d a y a d a b ir p is to n u n ekseni ü ze rin d e yer değ iştire n bir k anca ya ekle m le bağ lanm ış biye l ucu.



— Marangl. Basit bir iskemlede dört dik­ m eden her biri. — Matbaac. Dikdörtgen biçimli harf kalıp­ larında, harf kabartmasının bulunduğu yüzün tam karşısında yer alan oluklu bö­ lüm. — -* REDDADE. — Klişelerin altına, harf ve baskı yüksekliği düzeyine gelm e­ lerini sağlamak için konan tahta ya da m e­ tal altlık. — Mim. Bağlı göm m e ayak, tabanı ya da başlığıyla bir sütuna ya da başka bir göm ­ m e ayağa bağlanan ayak. |j Çeşme aya­ ğı, fıskiye teknesini taşımaya yarayan ve kimi zaman üstünde konsollar, figürler bu­ lunan, yuvarlak ya d a pahlı düşey öğe. |j ■ G öm m e ayak, duvardan küçük bir çıkıntı yapan, genellikle bir taban ve bir başlıkla donatılan düşey yapı öğesi. (Eşanl. PiLASTR.) || incelen göm m e ayak, üst bölü­ mü altından daha dar olan göm m e ayak. || Kalınlaşan göm m e ayak, tepeden taba­ na doğru daralan göm m e ayak. || Kıvrım­ lı göm m e ayak, girintili bir açı oluşturan göm m e ayak. || Taşkın göm m e ayak, ta­ banı ve başlığı olan göm m e ayak. — Mobc. Ayak arası, masa, koltuk, konsol gibi eşyaların ayakları arasındaki boşluk. — Bir mobilyanın ayaklarını birbirine bağ­ layan başlık ya d a çapraz bağlama. — Müz. Çalgı yapımcılığında, orgun b irta ­ kımının en pes ses veren borusunun uzun­ luğunu hesaplam aya yarayan ölçü birimi. (Sekiz ayak Tık [8 '] bir takım, en uzun bo­ rusu [do] 8 ayak 2 , 6 6 m boyunda olandır. Ayrıca 32, 16 ve 4 ayaklık takımlar da var­ dır. Bu sistem, başka çalgılara da uyarlan­ mıştır. Örneğin, klavsende tellerin kuram ­ sal uzunluğu bu yöntem le belirlenir. Se­ kiz ayak, klavsenin ana takımıdır. Dört ayaklık 4 takımlı klavsenlerde, teller yarı yarıya kısaltılmıştır ve bir oktav daha tiz ses verirler. Onaltı a yaklık takımlı klavsen­ lerde, teller bir oktav daha peştir.) —Örmanc. Gövde ayağı, ağacın gövde­ sinin d ip kısmı ile kökleri arasında kalan 1 toprak üstü bölüm ü. (Gövde ayağı, bazı tropikal ağaç türlerinde çok gelişmiştir. Türkiye’de çınar ve meşe gibi büyük çaplı



ağaçlarda gövde ayağına rastlanır.) — Oto ve Dy. Kaya ayağı, otom obil ya da dem iryolu araçlarında tavanı taşıyan ve panolarla kapıların bağlanmasına yarayan karoseri dikmesi. — Oy. A ya k hoplam aca -» ATLAMA BA­ CAK OYUNU. —Ölçbil. KADEM'in eşanlamlısı. — Kenarı



bir foot (30,4 cm ) olan bir kübe eşdeğer hacim ölçüsü birimi. (Genellikle buzdola­ bı ölçülerinde kullanılır.) — Patol. Ç uku r ayak, ayak tabanı kubbe­ sinin aşırı çukurlaşması ve bunun yanı sı­ ra genellikle parmakların tırmık biçimini al­ ması (hemen her zaman iki ayakta birden olur).|j Düztaban ayak, ayak tabanı kub­ besi çökm üş ayak. (N orm alde to p u k ve ayak tarağı kemiklerinin gerilmesini sağ­ layan kasların yetersizliğinden ileri gelir.) — Saatç. Baskının ve şasenin konumunu duyarlı bir biçim de ayarlayan silindir biçi­ m indeki küçük parça. —Seram. Fırınlama levhalarını alttan des­ teklemeye yarayan değişik boyutlarda, pi­ şirilmiş topraktan, ateşe dayanıklı silindir. —Sey. oy. Ayak kuklası, XVI. yy. metinle­ rinde adı geçen bir kukla türü. (Bk. an­ sikl. böl.) ||Ayak oyunu, XIX. yy.'da bale gi­ bi batı kaynaklı sahne danslarına verilen ad. —Spor. Ayak çırpm a, suda ilerlemeyi ko­ laylaştıran, bacakları sırayla vurm a hare­ keti. ||Ayak değiştirme, sol ayakla sekerek adım alıp, sağ ayak sol ayağa yakın m e­ safede yere konarak ve tekrar sol ayakla bir adım atılarak gerçekleştirilen hareket. ||Ayak kündesi, yağlı güreşte bir oyun. (Yerde duran rakip, yere çökm eden ba­ caklar arasından yakalanıp göbek hizası­ na kadar kaldırılır ve sırtüstü çevrilir. (Yük­ sek kü nd e de denir.) |jAyak oyunu,spor­ cunun etkili biçim de rakibini^aldatm ak amacıyla yaptığı ayak hareketleri. || Ayağın­ da top tutmak, futbolda, topla gereğinden fazla oyalanıp topu zam anında bir başka yere aktarm am ak. ||Ayakla köstek, yağlı güreşte bir oyun. (Rakibin bir ayağını iki bacak arasına sıkıştırıp kilitleme ve hare­ ketini engelleyerek, sırtüstü çevirme.) ||Ayakta pedal, bisiklet yarışçısının, bisik­ letini, seleden kalkıp, vücudunun tüm ağırlığını önce bir pedala, sonra öbürü­ ne vererek sürmesi. —Tarım mak. Kültivatör ayağı, kültivatörde, gövde ve uçdem irinden oluşan ve toprağı yırtarak işleyen, yaysız, yarıyaylı ya da yaylı parça. (Ayağın iç derinliği 25 cm ’yi geçmez; ancak, özel am açlarla kul­ lanılan ağır kültivatörlerde derinlik 35 cm 'yi bulur.) —Tasav. Ayak m ühürlem ek,mevlevilik ve bektaşilikte şeyhe saygıyı simgeleyen bir duruş biçimi. (Bk. ansikl. böl.) —Tek. res. ve Mak. san. Pergel ayakları. bir pergelin kolları. — Bir oran pergelinin devingen cetvelleri. — Tekst. Belirli bir desene göre çözgü ip­ likleri arasından geçirilen atkı ipliklerinin durumu; aynı hareketi yapan çözgü iplik­ lerinin geçirildiği gücü çerçevesi; mekikli dokum a tezgâhlarında, basılınca gücü çerçevesini aşağı indiren pedal. ||A yak aramak, kopan atkının ağızlıktaki yerini saptam ak amacıyla makineyi geri almak. Çoğu tezgâhta bu işlem otomatiktir. |j Ayak hareketi, dokum a sırasında aynı gü­ cü çerçevesine geçirilmiş çözgü tellerinin birlikte kalkıp inmesi. || A ya k hazırlama, gücü tellerinin belli bir desene göre ayak­ lara takılarak, tahara hazırlanması. || A yak kaçığı, aynı gücü çerçevesine bağlı çöz­ gü ipliklerinin, bir arıza nedeniyle düzen­ li hareketini yapam am asından kaynakla­ nan desen bozukluğu. || A ya k kolu, el tez­ gâhlarında ve ilkel otomatik tezgâhlarda, gücü çerçevelerinin hareketini sağlayan tahta ya da döküm kol. || A ya k kontrolcü­ sü, belli bir desene göre gücüleri hazırla­ yıp işin taharlanmasını ve tarak dişlerin­ den geçirilm esini sağladıktan sonra, atı­ lan ilk m ekiklerle gücülerin doğru çalışıp çalışmadığını kontrol eden uzman işçi, ilk 5 c m 'lik dokunm uş kumaş üzerinde de-



sen kontrolünü yapar, yanlış geçirilmiş çözgü teli varsa bunları bulup düzeltir. || A ya k sayısı, d okunacak kumaşta, aynı hareketi yapacak gücü tellerinin geçiril­ dikleri gücü çerçevelerinin tüm ü. ||Ayak tahtası, dokum acının üstüne bastığı, d o ­ kum a tezgâhı boyunca yerden 5 cm yük­ seğe yerleştirilmiş tahta. —Terz. Baskı ayağı, dikiş makinesinde, m alzem enin platin üzerinde düzgün ola­ rak yayılmasını sağlayan parça. —Tıp. A yakta tedavi, hastanın günlük ça­ lışmalarını aksatm adan ya da çok az za­ manını alarak yapılan tedavi; hasta yata­ ğ a ya d a hastaneye yatırılmadan yapılan tedavi. || A yakta anestezi, sağlığı yerinde bir kişiye, ameliyat sırasında ya da son­ rasında herhangi bir sakınca doğurm aya­ cağı öngörülerek, hastaneye yatırılmadan ya d a birkaç saat için yatırılarak çok kısa bir sürede yapılacak yerel ya da genel bir cerrahi m üdahale için yapılan anestezi. —Vet. Hayvanlarda bacakların son kısmı. (Bk. ansikl. böl.) — Yumş. bil. Yum uşakçaların sürünerek ilerlem ek için dayandıkları karın uzantısı. (Bk. ansikl. böl.) ■ —Zool. Karada ya da suda yaşayan, yü ­ rüyen, koşan, sıçrayan ya da tüneyen hayvanların bu işe elverişli organı.



ninin ortasında bulunan hiçbir yaratık bi­ linmemektedir. — Bayınd. A yaklar bir tem elden ve dik­ dörtgen kesitli bir som duvardan oluşur; ayakların bir akarsu içinde olması duru­ m unda bu som duvar, genellikle bir ön mahmuz ve bir arka mahmuzla uzatılarak, suların ve yüzen cisimlerin kolayca akma­ sı ve kazılma etkilerinin azalması sağla­ nır. Ayaklar genellikle kagir, beton ya da çoğunlukla kesme taşla kaplanmış beton­ arm eden yapılır. Bir başka ayak türü, te­ mel üstünde, üst bölümleri enine masif parçalarla birbirine bağlanmış bir dizi sü­ tundan oluşur. Ayaklar, köprünün boyu­ na eksenine d ik olmayabilir. Gerçekten de köprünün konum una göre, ayakların iç biçimleri ve yapıları farklılıklar gösterir. • K enar ayaklar, bir köprünün dikkatle in­ celenmesi gereken bölümleridir. Koşulla­ ra bağlı olarak, bunların biçimleri büyük değişiklikler gösterebilir. Köprüde, kemer­ ler, tonozlar ya d a tahliyeler sözkonusu olabilir; dolayısıyla kenar ayağın görevi bu farklı yapıları taşımak ve genellikle top­ rağın uyguladığı itme kuvvetlerini karşıla­ yarak köprüyü, kendisini çevreleyen ara­ ziye bağlamaktır. Kem erler ya d a tonoz­ lar sözkonusu o ld u ğ un d a kenar ayak bu öğelerin itme kuvvetlerini karşılar. Kenar



çeşitli hayvan türlerinde ayaklar —ANSİKL. Anat. Ayak, bacağın alt bölü­ m ündeki iki kemiğe kavalkemiği-bilek ek­ lemiyle bağlanır. Ayak iskeleti de elinki gi­ bi üç bölüm den oluşur: arkada bulunan ayakbileği, iki sıra halinde dizili yedi kısa kem ikten yapılmıştır; arka sırada aşıkkem iği ile topukkem iği, ön sırada kûpsükemik, kayıksıkemik ve üç tane köşelikemik yer alır; ortada bulunan ayaktarağı beş uzun kem ikten oluşur; önde parm akkem ikleri bulunur. Ayak iskeleti yere düz oturmaz; önden arkaya doğ ru ve yanla­ masına içbükey bir kubbe biçimini alır (ta­ ban çukuru), öyle ki ayağın yalnız iki ucuyla dış kenarı yere değer. Ayağın yu­ m uşak kısmı ikiye ayrılır: ayaksırtı ve ta­ ban. Ayaksırtı, ayak kaslarının bağlanma yeri ve parmakların ekstensor kas kiriş­ lerinin ve bacak ön kasının geçit yeridir. Daha karmaşık olan taban üç bölüme ay­ rılabilir: iç, orta ve dış. Bunların içinde bir­ çok kas, fleksor kiriş, dam ar ve sinir yer alır. — Balıkç. Kanadın ve yüzgecin tersine, ayak, uç kısmıyla gerek hareket e debil­ m ek için yere, g erek bir yere tutunabil­ mek için çeşitli katı cisimlere değm eye ya­ rar. Dokunacın tersine ayak daim a ara­ larında birbirine eklemli bir dizi katı bölütten oluşur; ayrıca dallanmış da olabilir (parm aklar, eksopoditler, vb.). Belli sayı­ da çift ayağa sahip olm ak eklem bacaklı­ ların ve dörtayaklı omurgalıların temel özelliğidir. Tek ayaklı ya da ayağı bede­



ayaklar kâgir, beton, betonarm e ve ge­ reğinde öngerilmeli beton olabilir. En yay­ gın kenar ayaklar, bir “ alın” duvarından ve konum larına göre “ kanatlı” ya da "köşe li” denilen yan duvarlardan oluşur. — Esk. sil. »Ayak şahidi. Okçunun rekor kır­ dığı atışından sonra okçular şeyhine gi­ dilir, şeyhin isteğiyle ayak şahitleri çağrı­ lırdı. Ayak şahitleri, okçunun ayak taşına basarak atış yaptığını onaylarsa hava şa­ hitleri çağrılır, onların da onayı alınırsa tö­ renle nişan* taşı dikilirdi. Okçu en az iki ayak şahidi gösterm ek zorundaydı. •A y a k y a y ı. Avrupalılar’caarbalet, doğu­ daysa zem berek ya da tatar yayı adıyla d a bilinen bir yay türü. Yaklaşık" 50 cm uzunluğunda oluklu bir tahta ile tetik ve kabzadan oluşmaktaydı. Daha sonra ge­ liştirilerek d ip bölüm üne tüfek dipçiği bi­ çim i verildi. Yayın kurulmasından sonra kiriş, tetikle bağlantısı olan çengele takı­ lır, ok oluğa yerleştirilir, tetiğin çekilm esiy­ le de o k fırlatılırdı. Yayın kolu, dem irden yapılmaya başlandıktan sonra zem berek adını aldı. — Esk. Yun. ed. Ayak, iki yarım-ayağa bö­ lünür; ayağın iki bölüm ü arasındaki yo­ ğunluk farkı hiçbir karşıtlık yaratmaz: ritim yalnızca uzun ve kısa hecelerin almaşmalı biçimde art arda gelmesiyle sağlanır. Her ayakta, hecelerden biri ritmi sağlayan bir vu rm a ’nın karşılığıdır (kuvvetli zaman), öteki heceyse kaldırm a’nın karşılığıdır (za­ yıf zaman). Kuvvetli zamanın başta gel­



mesi durum unda ritim in ic i’dir; tersi d u ­ rum daysa ritim çıkıcı'dm. Uzun heceler iki, kısalar bir sayıldığına ve ayaklardaki he­ ce birim inin altıdan az ya da ço k oluşuna göre basit ayaklar, bileşik ayaklar ya da ölçüler ayırt edilir. Basit ayaklarda şun­ lar bulunur: 1 . iki yarım-ayağın aynı ölçü birimini simgelediği eşit ayaklar (pyrrikhe, spondeios, daktylos, anapaistos, prokeleusm atikos, khoriam bos); 2 . yarım -ayaklardan birinin ötekinin iki katı d eğe­ re sahip olduğu çifte ayak (iambos, trokhaios, tribrakhys, molossos, ditrokhaios, ionia); 3. yarım-ayaklardan birinin ötekin­ den bir buçuk kat değerli olduğu sesquialter ayaklar (krikitos, bakkheios, antibakkheios). Ender olarak kullanılan öteki ayaklarda, iki yarım -ayak arasındaki iliş­ ki üçte bir (am phibrakhys) ya da dörtte üçtür (epitritos). En sık kullanılan ayaklar spondeios, daktylos, anapaistos, iambos, trokhaios ve tribrakhystir. — Folk. • A yak kösteğini Kesmek. Ç ocu­ ğun iki ayağı pam uk ipliğiyle bağlanır, cu­ m a günü bir cam inin önüne götürülür. Anne ya da baba elinde bir bıçak ya da makasla bekler. Cuma namazından çıkan ilk kişiye bu iplik kestirilir, ipliği kesen, ar­ dına bakm adan oradan uzaklaşır. Ç oğu kez çocuk yürüyene değin bu iplik aya­ ğından çıkarılmaz. Kimi yörelerde daha törensel uygulam alar vardır. Cum a selası verilirken annesi çocuğu bahçeye çı­ karıp kıbleye doğ ru yere bastırır. Köste­ ği kesecek kadın dualar okur, anneyle ço­ cuğun çevresine kara saplı bıçakla bir da­ ire çizer. Ç ocuğun annesi ne yaptığını sorduğunda: “ ço cuğ u n ayak kösteğini kesiyorum " der. Soru ve yanıt üç kez yi­ nelenir. Ondan sonraki iki cum a daha ay­ nı uygulam a yapılır. Ü çüncü cum a ço cu ­ ğun ayağı pam uk ipliğiyle bağlanıp, köstekçi kadına kestirilir. — Inş.. Yükler bir noktada toplanıyorsa, bunları karşılayan desteğe dikm e adı ve­ rilir. Böyle bir desteğin kesiti küçük ola­ bilir ve ahşap, taş, metal ya da beton bir öğeden oluşabilir. Yükler bir noktada top­ lanm ıyorsa a yak adı verilen kâgir bir ta­ şıyıcıya başvurulur. Örülen ya da kapla­ malı taş dolgu sistemiyle yapılan ayak, dört yüzlü bir duvardan farksızdır. Bu ne­ denle ayak diye nitelendirilen ve tek par­ çadan oluşan desteklerin birçoğu, g e r­ çekte birer dikmedir. S ütun* daha karma­ şık bir öğedir: ister tek parçalı olsun, is­ ter dam ar yönüne dik taş dilim lerinin üst üste yerleştirilmesiyle oluşsun, sütun bir dikmedir; örülerek oluşturulmuşsa, sütun, ayak adını alır. Mısırlılar'ın yaptığı “ ayaklari'ın pek çoğu, gerçekte kare kesitli dik­ m elerdir. Bir heykelden yapılmış bir pa­ yandası olan osiris ayaklarıysa kuruluş bakım ından gerçek ayaklardır. Tuğladan yapılm ış M ezopotam ya "sütun la rı" som olduklarından yuvarlak ayakları andırır. Bir revak ya da sıra kem erler üzerinde yükselen duvarı, dikm e sütunlar ya da ayaklar taşıyabilir (Erken Latin uygarlığın­ dan ve Bizans’tan O rtaça ğ ’a değin bu­ nun sayısız örneği vardır). Daha sonrala­ rı, kalın tonozlar yapılması, som destek­ ler gerektirmiştir: Roma dönem inde ayak, haç biçim ini alarak göm m e sütunlarla güçlendirilm iştir. G otik duvar ustalarının, itm e kuvvetlerini belirli bir noktada topla­ m a eğilimi, tapınaklarda taç biçiminde dü­ zenlenen, şahımlarda dizi halinde sırala­ nan sütun-dikmelere ulaştı. Am a genellik­ le, basitb ir sütun b içim inde yapılsa bile destek, sütuncuk dem etiyle ince bir g ö ­ rünüm verilm eye çalışılan, iç bölüm ü taş dolgulu kalın bir ayak olarak kaldı, işlevi b irçok yükü karşılamak olan ayak, Orta­ çağ sonunda, dalgalı ya da prizm a biçi­ m inde öğelere doğru gelişti. Klasik m i­ m arlar, sütunların noktasal işlevini duvar -ayağın sağlam lığından ayırmayı ustaca başardılar; barok dönem de sürdürülen araştırmalar, ayağın sunduğu olanakları artırm aya yöneldi. — Kur. tar. A yak divanı, padişah dışında herkes ayakta d u rd u ğ u ve görüşülen iş



ayak 1086



Ayak-bacak fabrikası (1978-79) adlı oyundan bir sahne İstanbul Şehir tiystrdan



de ivedi karara bağlandığından bu to p ­ lantı “ ayak divanı” diye anıldı. A yak di­ vanı genellikle Topkapı sarayı 'nda, Babüssaade önünde toplanırdı. Başlangıç­ ta padişahın önemli gördüğü bir konu ya da bir yolsuzluk nedeniyle kurulan ayak divanları, sonraları daha ço k askerin ayaklanması ve ender olarak da halkın yakınmalarını dinlem ek üzere gerçekleş­ tirildi. Kanuni Sultan Süleyman, halkın şi­ kâyeti üzerine İstanbul'un artan su gerek­ siniminin karşılanmasını sağlamak ve hacca giden bir türk gemisini ele geçiren Malta şövalyelerine karşı önlem almak amacıyla iki ayak divanı düzenledi. An­ cak, hüküm darların askerin ya da halkın baskısı sonucu kurmak zorunda kaldıkları ayak divanları ço k daha önemlidir. Mu­ rat IV dönem inde kurulan üç ayak diva­ nının birincisinde, sadrazam Topal Recep Paşa’nın kışkırttığı yeniçeriler, genç pa­ dişahı ayak divanına çıkm aya zorladılar. Sadrazam Hafız Ahm et Paşa'yı gözü önünde parçaladıkları gibi, m em urlukla­ rın satılmaması ve devlet dairelerine işi düşen halktan rüşvet alınmaması konu­ sunda da padişahtan söz aldılar. İkinci­ sinde, sadrazam H üsrev Paşa'nın Tokat’ ta idamı üzerine ayaklanan yeniçeriler, saraya yürüyerek Murat IV’ten ayak diva­ nı istediler. H üsrev Paşa'ya karşılık def­ terdar Mustafa Paşa'nın, yeniçeri ağası Haşan H alife’nin ve m usahip Musa Çeleb i’ nin başlarını istediler ve bunları alıp öldürdüler. Ayrıca, sağ olup olm adıkları­ nı anlam ak için saraydaki şehzadeleri görm e isteğinde bulundular. Şehzadele­ ri gördükten sonra padişaha güvenem eyeceklerini bildirdiler, şeyhülislamla sad­ razam Recep Paşajnın kefil olmaları üze­ rine de dağıldılar. Üçüncüsü, bu kez pa­ dişahının isteği doğrultusunda Sinan Pa­ şa köşkünün bahçesinde toplandı. Sad­ razam, şeyhülislam, kazasker, nakibüleşref, bilginler ve Yeniçeri ocağı ağalarının katıldığı divanda padişah, ocak ağaları­ na itaat andı içirdi. M ehm et IV dönem in­ de, piyasaya sürülen "züyuf a kçe" nede­ niyle padişahı ayak divanı kurm aya zor­ layan esnaf ve halk, sadrazamın g örev­ den alınmasını sağladı (1651). A yak d i­ vanlarının sonuncusunu yine M ehm et IV dönem inde Abaza Haşan Paşa'nın kış­ kırttığı Anadolu'daki paşaların sadrazam Köprülü M ehm et Paşa'ya karşı ayaklan­ maları üzerine kuruldu (1658). Erdel se­ ferinde bulunan sadrazamı Edirne'ye ça­ ğıran padişah, otağı hüm ayunda topla­ nan ayak divanında A nadolu’daki ayak­ lanmacılar üzerine asker gönderilm esini istedi. Padişahın buyruk niteliğindeki bu isteği hazır bulunan devlet erkânı tarafın­ dan oybirliğiyle kabul edildi. — Mad. oc. Ayak, yürüyen tahkimatlardan ya da dem ir direklerden oluşan sistemli destek hatları kurularak, baş ile d ip ara­ sında boydan boya açık tutulur. Daha ön­ ce işletilmiş bölüm öten ayak arkası ya tü­ müyle göçertilir ya da doldurulur. Şanti­ yenin boyuna ve yerel kullanımlara göre uzun ayak, kısa ayak ve çok kısa ayak ya da küçük ayak biçim inde bir ayırım yapı­ labilir.



Uzun ayaklarla işletm e* yöntem i özel­ likle köm ür ocaklarında kullanılır; ayrıca potas ve fosfat ocakları da bu yöntemle işletilir. En iyi koşullarda günlük üretim 6 0 0 0 ile 8 0 0 0 t arasında değişir. A yak arınının uç yollarına göre aldığı konum u ve eğim i göz önüne alınarak bir sınıflandırma yapılırsa şu türler sayılabi­ lir: ilerlemeli ayaklar (yollar arını izler), dönümlü ayaklar (yollar önceden kazılmış­ tır), yükselen ayaklar (yatay arın), katman eğim li ayaklar (en büyük eğim li hatta g ö ­ re arın). — Mobc. Ayağın şekli ve süslemesi genel­ likle bir m obilya ya da eşyanın yapılış ta­ rihinin belirlenmesini sağlar. Eski Mısır’ da ayaklar, hayvan ayağı biçim inde, Rom a'daysa parm aklık ya da aslan pençe­ si görünüm ündeydi. O rtaçağ'da, dikm e­ lerin uzantısı olarak dörtgen kesimliydiler. Rönesans'tan başlayarak, bağlam a ku­ şaklarıyla birleştirilmiş yassı yuvarlakların üstünde duran, tornaya çekilmiş ayaklar ortaya çıktı. Bağlam a kuşakları ve ayak­ ların bütününe ayaklık adı verilirdi. Ayak­ lar, kimi zaman A n i kça ğ ’dan esinlenile­ rek karyatit, düşsel yaratıklar ya da sütun şeklini aldı. XVII. y y .'d a ayaklar, parm ak­ lık, ayaklık ya da ters çevrili konsol biçi­ m inde, ço k ender olarak da tornalanmış olurdu. XVIII. yy. başında ve Louis XV dö­ nem inde, ince m arangoz işi m obilyalar­ da, S biçiminde kıvrıntılı bir görünüm alan ayak, bir geyik toynağına dayanıyor ya da bronz bir kübün taşıdığı bir kıvrımla bi­ tiyordu. Louis XVI dönem inde, yeniden dikleşip sarmal ya da düşey yivlerin yeraldığı topaç biçimine büründü, imparator­ luk döneminde, antik mobilyalardan esin­ lenildi. Restauration dönem ir Jeyse yeni­ den burm alı (bazen kılıç şeklinde) bir g ö ­ rünüm aldı. XX. yy.'d a ayaklarda düz çiz­ giler ağır basmaktadır. —Sey. oy. Ayak kuklası hakkında kesin bilgi yoktur. Bir görüşe göre Fransa’da marionettes â la planchette, İtalya’da fantoccini denen türdür. Bu kukla türünde, bir ucu yerdeki tahtaya çakılı sopaya, öte­ ki ucu oynatıcının ayağına bağlı ip üze­ rinde, iki kukla vardır. Oynatıcı ayağını çektikçe ip gerilir, kuklalar hareket eder. Bir görüşe göre de A nadolu’da günü­ m üzde de rastlanan bir türdür. Kuklacı düz bir yere boylu boyunca uzanır. Diz­ lerine bir büyük kukla bağlamış, eline iki küçük kukla almıştır. Ayaklarını bükünce, dizlerine bağlı büyük kukla, elindekilerin arasına girer, üçü birlikte oynatılır. —Tasav. Şeyhin huzuruna yalınayak çı­ kan mürit, ellerini çaprazlam a omuzları­ na koyar, sağ ayak başparm ağını sol ayak başparm ağına bastırarak ayak m ü­ hürler. Bu duruşla mürit, şeyhin emrinden çıkm ayacağını ve em irlerini tam olarak alana kadar m ühürlenm iş gibi duracağı­ na anlatmış olur. İran kültüründe kölenin efendisi, öğrencinin öğretm eni, m üridin şeyhi huzurundaki bu saygı duruşu, Mevlana’nın babası Bahaeddin V e le t*’in ö ğ ­ retisiyle A n a do lu ’ya geçm iş ve mevlevilikte buna ‘niyaz d u rm a k’ denmiştir. —Vet. Ayak, anatom ide, hayvanların art bacaklarında iç dizin altındaki kısımdır. Zooteknide ise ayak dört bacakta da toy­ nakların (atlarda) ya da tırnakların (gevişgetirenlerde ve dom uzda) kapladığı son parçadır. Atta toynak, yerde ona doğru 4 5 ° eğik duran, hemen hemen silindirimsi bir ke-' sik koni biçiminde, boynuzsu m addeden bir kutudur. Dış yüzü pürüzsüz ve cilalı gi­ bidir, buna ç e pe r denir; alt yüzünde çu ­ kur bir taban ve kabarık bir çatal bulunur, iç yüzünde ise lam eller ve gözenekler vardır, bu sayede toynak parm ak kem ik­ lerine sımsıkı bağlanır. Atın ayağında birtakım bozukluklar, ku­ surlar olabilir; bunlar şöyle nitelenir: ayak çok iri olursa, büyü k ayak; tersine olursa, kü çük ayak; ayağa kule biçimi verecek tarzda bütün kısımların biniştiği ya da kay­ nadığı sıkı topuklu d a r ayak, yanı yüksek ayak, canlı kısımlara basınç yaparak to­



pallamaya yol açar. Ayak alçak topuklu olabilir, bu, öncekinin tersi bir kusurdur; buna ek olarak ayak ç o ğu zam an geniş ya da d üz taban olabilir ve burkulm alara yol açar. D olu ayak düz tabandan da öte bir şeydir, bombeli ve çıkıntılıdır ve genel­ likle arpalam a sonucunda olur. Halkalı ayak'ta, çeperin üzerinde çepeçevre ar­ dışık dalgalanm alar vardır. Kaba ayak' ta, boynuzsu m adde kalın, yum uşak ve nemlidir. Z ayıf ayak'ta, boynuzsu kısım in­ ce ve kurudur, kolayca çatlar ve yarılır; bu durum da ayak yarılmış denir; böyle ayağa çivi zor girer ve zor tutunur. Ucu içeriye dönük ayağa içe çarpık ayak, ter­ sine dışa çarpık ayak denir; her iki halde de atın bir ayağı ö b ü r ayağın nalıyla ya­ ralanabilir. Ayakta çok çeşitli hastalıklar olabilir: ön­ ce nalbantın kusurundan kaynaklanan çivi batması, çivi yarası, yanık gibi kaza­ lar olabilir; hayvan bir çivi* ya d a cam kı­ rığı gibi bir şeyin üstünde yürürse gene ayak yaralanabilir. Toynak çeperi çok ku­ ru ya d a çok ince olursa ya da taç kısmı yaralanmışsa toynak yarılabilir ve bu da hep uzunlamasına olur ve taç kısmından başlar: tırnak çatlağı denen bu kusur tır­ nak kabuklanması yapabilir. Ayakta boy­ nuzsu kısmın altı kan toplayabilir; arpala­ m a denen bu hastalığı karıncayuvası ya da yeniay denen rahatsızlıklar izler. Niha­ yet ayağın derin eklem ine (üçüncü par­ mak kemiği ile kayıksı kem ik arası eklem) süreğen bir artrit yerleşebilir ki, buna kayıksı kem ik hastalığı denir. — Yumş. bil. Yum uşakçaların üç büyük sınıfı, ayağın biçim ine ve duruşuna göre belirlenir. Karındanbacaklılar'da ayak bü­ tün karın yüzeyini kaplar ve gerek kasıl­ mayla, gerek kirpikli bir kenarın çırpınma­ sıyla sürünm eyi sağlar. Karındanbacaklılar'da, ayak bol mukus salgılar ve birçok türde bir de kapakçıkla donanır, ikiçenetliler'üe baltayı andıran ayaklar (bu neden­ le bunlara baltaayaklılar da denir) sürün­ meye (iyi kötü), kumu eşm eye ya da tu­ tunm a iplikçikleri (bisüs) salgılam aya ya­ rar. Am a ayağın en değişik olduğu sınıf katadanbacaklılar'dır, çünkü bunlarda ayak baştadır ve ayrıca "te p k i" ile yüz­ meyi sağlayan bir huni biçim indedir; üze­ rinde de uçları çekm enli sekiz ya d a on tane kaslı d oku n a ç bulunur. A Y A K A L T I a. 1. Gelip geçenin çok ol­ duğu yer. — 2 . Bir şeyi ya da kimseyi ayakaltında bırakmak, onun ezilmesine, yok edilm esine ses çıkarm am ak, onu koru­ maktan kaçınmak: Ayakaltında bıraktı be­ ni, arka çıkmadı. || Ayakaltında dolaşmak, elinden iş gelm ediği halde iş yapanların arasında dolaşıp çalışmalarına engel ol­ mak. || A yakaltında kalm ak, sözkonusu bahçe, tarla, ev, vb. ise, gidişgelişin çok olduğu bir yerde bulunmak; bir kimse ise, çevresindekilerce hor görülüp kendisine kötü davranılmak. —Taşoc. Bir yeraltı taşocağında zemini oluşturan bank. A Y A K A P I , İstanbul’d a Haliç kıyısında semt, Fener ile Cibali arasında. İstanbul’ un sur kapılarından Aya Theodosias ka­ pısı (Porta Deksiokrates), Gül cam isi (Aya Theodosia kilisesi), Ayakapı hamamı (1582) ve çeşm esi (1585) buradadır. A y a k - b a c a k f a b r ik a s ı , Sermet Çağ a n ’ ın oyunu (1964). Orm an köylerinde yaşayanların fink ekm eğinden sakat kal­ maları, "kutsal balık" imajıyla yurttaşların dinsel inançlarının söm ürülm esi, ikili anlaşmaların perde arkası gibi güncel olayların ele alındığı oyun, 1960 sonrası türk tiyatro edebiyatının önemli yapıtların­ dan biridir. Erlangen uluslararası tiyatro şenliği’nde (1964) İÜTB Gençlik tiyat­ rosu’na dördüncülük ödülünü sağlayan oyun, Ankara Sanat tiyatrosu’nda oyna­ nırken (1964: 1965), yüz binin üzerinde seyirci çekti. İstanbul Şehir tiyatrosu’nda (1978-1979) ve başka topluluklarca da sahnelendi.



A Y A K B A S T I a. OsmanlI devletinde Is tanbul ve taşranın bazı yörelerine dışarı­ dan gelenlerin ödedikleri vergi. Buna top­ rakbastı parası da denirdi. Ayrıca Ortaç a ğ ’da Fransa’da senyörler de ulaşım yollarının bakımı bahanesiyle yolculardan bu adla bir vergi alırlardı. ■ A Y A K B İL E Ğ İ a. Anat. Ayağın arka kıs­ m ında bulunan ve yedi kısa kemikten oluşan kem ik kütlesi. (Bk. ansikl. böl.) |j A yakbileği-baldır eklemi, baldırı ayağa bağlayan eklem. (Ayakbileği-baldır ekle­ mi kavalkemiği ile kamışkemiğinin alt ucundaki ortak yuvaya aşıkkemiği başı­ nın yerleşmesiyle oluşur. Eklem yüzeyle­ ri dışta ve içte bulunan iki güçlü bağla bir­ birine bağlanır. Ayağın gerilm e ve bükül­ me hareketleri bu eklem le sağlanır.) || A yakbileği-tarak eklemi, ayakbileğinin ön bölüm ü (köşelikemiklerle küpsükemik) ile baş tarakkemiğini birbirine bağlayan ek­ lem. — Karş. anat. D örtbacaklı omurgalıların kol ve bacaklarının ayakbileğine denk ge­ len ve üstte kavalkemiği ve kamışkemiğiyle, altta ayaktarağı kemikleriyle eklem le­ nen bölümü. —-Patol. Yeniyetm elerde ayakbileği ağrı­ sı, ayak tabanı kubbesinin çökmesi ve ayağın dışa dönmesi ile belirgin hastalık. A yakbileğinde ağrı ve topallam ayla birlik­ te görülür. — ANSİKL. Anat. Ayakbileği kemikleri iki sıra halinde dizilmiştir: arka sırada aşıkkem iği ile topukkem iği; ön sırada küpsü­ kemik, kayıksıkemik ve köşeli kemikler



ayakbileği: 1. Topukkemiği; 2. Aşıkkemiği makarası; 3. Küpsükemik; 4. Tarakkemikleri; 5. Birinci köşelikemik (ya da ara köşelikemik); 6. ikinci köşelikemik (ya da ara köşelikemik); 7. Üçüncü köşelikemik (ya da yan köşelikemik); 8. Kayıksıkemik; 9. Aşıkkemiği yer alır. Aşıkkemiği topukkem iğinin üzeri­ ne yerleşmiştir ve kaval-kamış kemikleri­ nin ortak alt oyuğuyla eklemlidir, ikinci sı­ ranın beş kemiği birbiri üzerine oturur, kayıksıkemik aşıkkemiği ile köşeli kemikler arasında bulunur. A Y A K Ç A a. Tekst. AYAKLIK’ın eşanlam­ lısı. A Y A K Ç A K a. 1. Merdiven, merdiven basamağı. — 2. Cambazların boylarını yükseltmek için ayak gibi kullandıkları ba­ samaklı sırık. —Teknol. Elektrik direklerine çıkmaya ya­ rayan kayış ve çengellerle donatılmış me­ tal taban. A Y A K Ç I a. 1. A yak işlerinde çalıştırılan kimse. — 2. Ayakçı meyhanesi, genellik­ le oturulm adan, ayaküstü içki içilen yer. — Kur. tar. Selçuklu ve Akkoyunlu saray­



yaratım modelin nazırlanması masabaşı çalışmaları



0



ıstampa çıkarma atölye ıstampalar



[



? •*« ! rA parçaların 1 v j kesimi üst bölüm saya alt bölüm ayakkabı altı



0



derinin parlatılması dikim hazıriığ



frezelem e ve hazırlama



dikim ve yapıştırma



0



hazır parçalar (kösele, ökçe vb.)



dıştaban gereçleri



£



AYA K KA B I ALTI



depolam a



O kalıba çakma kalıba çekilm iş saya



& ayakkabı altı — saya olrt eştirmesi



ÖRS



AYAKKABI ÜRETİM İŞLEMLERİ ŞEMASI



kalıbı alınmış ayakkabı



O ayakkabı altı, ökçeleme ökçenin yerine takılm ası kabaca bitmiş ayakkabılar



O '



temizleme, denetim, satışa hazır duruma getirme, kutulama



larında suitan sofralarına hizmet edenle­ re verilen ad. —Tasav. Mevlevi ve bektaşi tekkelerinde ayak işleri gören talip. G ördüğü işler mut­ fak hizmetleri ve tem izlik gibi sıradan iş­ lerdir. Tekkeye katılmak isteyen kişi bu tür işlerde çalıştırılarak deneyden geçirilir. Ayakçılıkta başarılı olan talip, mutfaktan hücreye yükseltilir, tekkede hücre (oda) sahibi olur. —Tekst. Dokuma tezgâhlarında, dokuna­ cak desene göre çözgüye ait ayakları ha­ zırlayan kadın ya da erkek işçi. (Çözgü ip­ lik sayısına göre saptanan ayaklara [gü­ cü çerçevelerine] belli sayıda gücü teli ta­ kıp onları tahara hazırlarlar.) — Terz. Konfeksiyonda, giysiyi makine çekm eye hazır hale getiren işçi. (Makine­ cinin yardımcısı durum undadır.) A Y A K K A B I a. 1. Ayağı ve kimi zaman da bacağı saran deriden, kumaştan, plas­ tikten vb. yapılan giyim eşyası. — 2. Her türlü kısa konçlu ayakkabı. (Eşanl. KUN­ DURA.) [Bk. ansikl. böl.] — 3. Ayakkabı çevirmek, istenmeyen bir konuğu, kimi davranışlarla gitm eye zorlamak. —Ayakkc. A yakkabı altı, sayanın altında bulunan ve ayakkabının altını oluşturan, ayakla yer arasındaki parçalar bütünü. (Bk. ansikl. böl.) || iş em niyet ayakkabısı, çeşitli parçalarla takviye edilmiş ve ayağı ezilme, çarpm a, delinm e gibi olası kaza­ lara karşı koruyan yüksek ya da alçak sa­ yalı ayakkabı. (Kimi m esleklerde kullanıl­ ması zorunludur.) — Folk. Ayakkabı çivilemek, geleneksel kesimde evlenm ek isteyen delikanlının, babasının ayakkabısını temel çivisiyle ye­ re çakması. (Töre gereği isteğini açıkça söyleyemeyen delikanlı, bu biçim de dile­ ğini iletmiş olur. Aynı am açla pilava ka­ şık diker, hayvanlara eziyet eder, zamanlı zamansız ezan okur.) || Ayakkabı yazmak, gelinin arkadaşlarının adını, gelinlik ayak­ kabısının altına yazması. (Ayakkabıdan adı silinenlerin yakında evleneceğine ina­ nılır.) I — Koregr. Bale ayakkabısı, ince deri ta­ banlı, saten ya da çadırbezinden yüzü, gi­ yenin ayak yapısına göre uzun ya da kı­ sa olabilen dans pabucu. (Eşanl. PATİK, ŞOSON.) [Bk. ansikl. böl.] —Tasav. A yakkabı çevirmek, özellikle mevlevi tekkelerinde uygulanan bir tür ce­ za. (Şeyh, tekkeden ayırmak istediği der­ vişin ayakkabılarını, topukları içeri, uçları dışarı bakacak biçim de koydurur, derviş bunu g ö rd ü ğ ün d e dergâhtan ayrılırdı. Bağışlanması ve yeniden dergâha döne­ bilmesi için denizden ya da büyük bir su-



dan geçm esi gerekirdi.) — ANSİKL M ezopotamya’da ayakkabı bi­ linmezdi. Mısır hüküm darları ve tanrıları hep çıplak ayaklı olarak betimlenmiştir; anlaşıldığına göre sandallar yalnızca ev içinde kullanılıyordu. Buna karşılık Hintli­ ler, A n a do lu'd a kullanılan çarığa benzer kalkık burunlu tahta ayakkabılar giyerler­ di; çarık sözcüğü H ititliler'in ayakkabıla­ ra verdikleri adı ve ayakkabı bağı anla­ mına gelen ibranice terimi anımsatır (Ya­ radılış, XIV. 23). Törelerine göre ibraniler kutsal bir to p ra ğa ayak bastıklarında ayakkabılarını çıkarırlardı. A surlular bütün binici halklar gibi çiz­ me giyerlerdi. Persler de hep ayakkabılı olarak betimlenmiştir. Yunan ayakkabıları üç kategoride to p ­ lanır: kayışlarla bağlanmış basit bir taban­ dan oluşan sandal, ayrıca bir tabanı ol­ m ayan aba ayakkabı; devrik konçlu bir çeşit potin olan kothornos. Boyu yüksek tutm ak için o zaman bilinm eyen ökçenin yerini tutan ve çok yüksek bir m antar ta­ banı bulunan kothornos, tiyatroda traje­ di oyuncularınca giyilirdi, aba ayakkabı­ yı ise kom edi oyuncuları giyerdi. Pedila, başparmak ve diğer parmaklar arasından geçen ince deri kayışlarla bilekten bağ­ lanan bir sandal türüydü. K re p is in deri­ den, delikli bir kenarlığı vardı, deliklerden geçirilen kayışlarla ayağa bağlanırdı. N ym phitikon yeni gelinlerin giydiği beyaz ayakkabıydı. Romalılar da aynı tip ayakkabıyı giyer­ lerdi; ayrıca kürklü, sivri, köşeli, yuvarlak burunlu, bağlı hatta senatör ve patriciusların giydikleri m üllei'ler gibi kalkık burun­ lu ayakkabılar yaygındı. Askerlerin ayak­ kabıları kabaralıydı. Orta A sya'da yapılan kazılardan elde edilen bulgular, eski T ürkler’de deri işle­ m e sanatına koşut olarak ayakkabı yapı­ mının da gelişmiş olduğunu gösterm ek­ tedir. Yapılan kazılarda çıkan çizm e ve çarıklar bunu kanıtlar niteliktedir. Osmanlılar'da da deri işleme sanatı gelişmişti. Özellikle yeniçerilerin giydiği yum uşak çizmelere duyulan gereksinim, ayakkabı­ cılığın da gelişmesini sağlamıştı. XVI. -XVIII. y y .’lar arasında İstanbul esnafının yaptığı ayakkabılar, sağlamlığı ve zerafetiyle ünlüydü. Ayakkabının türü, giyenin sosyal konum unu da gösterirdi. Askerle­ rin, çeşitli meslek gruplarının, hizm etkâr­ ların giydiği çizme ve ayakkabılar farklıy­ dı. Ev içi ayakkabılarıyla sokak ayakka­ bıları arasında da fark vardı. Ev içinde gi­ yilen ayakkabılar daha çok atlas, kadife ya d a başka kum aşlardan yapılır, üstleri



tem lzlem *, •tlk e tle m i hazır ayakkabılar



ayakkabı 1088



sırmayla işlenirdi. Deri ayakkabılara da sırmayla iş yapıldığı olurdu. Kışlık ayak­ kabıların içi, çoğunlukla kürk kaplanırdı. Ayakkabılar yapıldıkları malzemeye ve bi­ çim lerine göre ço k çeşitli adlar almıştı. Başlıcaları: başmak, bot, çapula, çizme, çedik, edik, filar, fotin, galata yemenisi, is­ karpin, kaloş, kamerçin, katır, kundura, mest, mercan terlik, merkup, mokasen, nalın, pabuç, pantufla, patik, postal, san­ dal, takunya, terlik, tom ak ve yemeni. —Ayakkc. Ayakkabı altı yukarıdan aşağı­ ya art arda gelen tabakaların tüm ünden ya da bir bölüm ünden oluşabilir: ayakka­ bıya güzel bir görünüm veren ve ayakla d oğrudan tem as halinde bulunarak onu alt tabakanın sertliklerinden (dikişler, çi­ viler) koruyan tabanlık (mostra), saya -ayakkabı altı birleşm esine destek sağla­ yan içtaban (salpa taban), kimi kez çift kattan (kösele, fıyapa) oluşan ve yerle d oğrudan tem as halinde bulunan dıştaban. — Ikt. Ayakkabı sanayisi. Türkiye ayakka­ bı sanayisinde küçük işletmeler düzeyin­ de yapılan üretim baştan beri ağırlıklı bir yer tutar. 1985 yılı Sanayi ve işyerleri sayımı'na göre, deri işleyen ayakkabı sana­ yisinde, kamu kesimi de dahil olmak üzere 134 büyük işyeri (bu tanım 10 ve daha fazla kişi çalıştıran işyerlerini kap­ sar), 9 429 küçük işyeri vardı. Bu sanayi dalında ücretle çalışanların yıllık ortala­ masına gelince, 26 901’i küçük işyerle­ rinde olmak üzere toplam 33 603 kişiydi. Yine yukarıda sözü edilen Sanayi ve iş­ yerleri sayım fna göre, bu sanayi kolun­ daki işletmelerde, 13 710 076 000 TL’si büyük işletmelere ait oimak üzere, 44 100 518 000 TL'lik katma değer yaratıl­ mıştır. — Koregr. Bugün bilinen bale ayakkabı­ sı, saray balesi dönenim de ve “dansın tanrısı" diye de anılan Vestris’in (17291808) yaşadığı ça ğd a bilinm iyordu, is­ ter kadın ister erkek olsun dansçılar, o dönem de, yüksek ökçelı ayakkabılar gi­ yerdi. Çünkü dans, ayaklar yerden kesil­ m eden yapılırdı ve büyük bir ustalık ge­ rektirmezdi. Bale ayakkabısı, eskiçağ sandallarının taklit edildiği dönem de, Directoire dönem inde ortaya çıktı. Derisi, sı­ radan bir ayakkabınınkinden daha esnek olan bale ayakkabısı, alçıyla g üçlendiri­ lerek ve burnu çirişlenerek geliştirildi. Pointe* ayakkabısı, to puğun çevresini dolanan ve arkasında düğüm lenerek uç­ ları pabucun içine sokulan iki çapraz kur­ deleyle tutturulur. Erkek dansçılar,— dan-' sın niteliğine uygun ayakkabılar y a d a botlar dışında— yalnızca, deriden yapıl­ mış yumuşak bale ayakkabısı giyer ve bu­ nu esnek bir çengelle tuttururlar. Bale ayakkabısının kullanılması, pirouette tek­ niğini kolaylaştırdı. —Teknol. XIX. yy.'ın ortalarına kadar ayakkabı yalnızca zanaatsal bir biçim de üretildi: doğal gereçler (deri, tahta, ip) kul­ lanılarak çoğu kez ısmarlama ve ölçüye göre çiftler halinde elde yapılan üretim. Enerjinin gelişm esine(buhar, daha sonra elektrik) bağlı olarak önce dikiş, daha son­ raları da çivileme, kalıba çekm e (monta), freze, ökçe vb. m akinelerinin bulunuşu mesleğin yapısını, atölyelerin düzenini ve çalışma koşullarını tüm üyle değiştirdi: — ulusal ve uluslararası ça pta profesyo­ nel m oda yaratıcılarınca koordine edilen üstün nitelikte bir modanın ortaya çık­ ması; — bir sezon önceden (yaz-kış) hazırlanan seri m odellerin tanıtımı ve satımı; — işbölümü; bir çift ayakkabıyı üretmek için kim ileri-birkaç saniye bile sürmeyen yüzlerce değişik işlem vardır; —toplam iş süresinin azalması; elde ayak­ kabı yapımı saatler alırken, gündelik bir ayakkabı yarım saatte., hafif bir ayakkabı ise birkaç dakikada üretilmektedir, — yeni gereçlerin (bireşimsel elastomer) ve yeni tekniklerin (kükürtleme, püskürt­ me, kalıp alma, kaynak, lazer ışını vb.) ge­ lişmesi ve otomatikleşme.



Ayakkabının üretim aşamaları: — modelin yaratımı ve hazırlanması (stilist, ıstampacı, masa başı çalışmaları); — ayakkabının üstünü (saya) ve altını (ayakkabı altı) oluşturan parçaların kesi­ mi; — bu parçaların hazırlanması (temizleme, kıvırma, garnitür...) ve sayanın yapımı (di­ kim, yapıştırma); — sayanın çivilenerek ya da yapıştırılarak kalıba (tahta, plastik ya da metal) çekilme­ si; —ayakkabı altının değişik yöntemlerle sa­ ya ile birleştirilmesi: dikiş (Goodyear yön­ temi, Blake, atom saya, mokasen vb.), kaynak, kükürtlem e vb; — ökçenin yerine takılması; —temizleme.



gem iyi ele geçirdiler. Ayaklanan mah-kûm lar gardiyanları rehin aldılar. Bütün ül­ ke ayaklandı. — 2. Hasta sözkonusuysa, yürüyebilecek kadar iyileşmek; ayağa kalkmak. — 3 . Ç ocuk sözkonusuysa, emeklemeyi bırakıp yürümeye başlamak. — 4. G itm ek üzere ayağa kalkmak: Niye b u kadar erken ayaklandınız? ♦ a y a k la n d ırm a k ettirg. f. 1. B ir to p ­ luluğu (bir güce karşı) ayaklandırmak, on­ ların (ona karşı) ayaklanmasına neden ol­ mak; ayaklanmaları için onları kışkırtmak: Halkı ayaklandıran ekonom ik u ygulam a­ lar. Halkı hüküm ete karşı ayaklandırmak. — 2. Kim seleri ayaklandırm ak, onları ha­ rekete geçirmek, sürüklemek: H iç aklımız­ da yokken geldi, sinemaya gitm ek için b i­ z i ayaklandırdı.



A Y A K K A B I C I a. 1. Ayakkabı yapan, A Y A K L I sıf. 1. Ayağı olan, bir destekle satan, onaran, kimse. — 2. Ayakkabı sa­ yere dayanan şey için kullanılır: Ayaklı ka­ tılan yer: Köşede b ir ayakkabıcı açıldı. deh. Ayaklı fo to ğ ra f makinesi. — 2. Say. — ANSİKL. Ayakkc. Kökeni Ahilik örgütü­ sıf. + ayaklı, nit. sıf. + ayaklı, ayağı, be­ ne dayanan esnaf loncalarında, ayakka­ lirten sayıda ya da nitelikte olan şey için bıcıların da ayrı ve köklü bir örgütü var­ kullanılır: Ü ç ayaklı sehpa. Kısa, uzun dı. inanışa göre bu sanatın piri Ekberi Yeayaklı. — 3 . Ayakla çalıştırılan araç ve ay­ m en'di. Örgütün başında yiğitbaşı * d e ­ gıtlar için kullanılır: A yaklı dikiş makinesi. nen bir kişi bulunurdu. Yiğitbaşı çarşıya — 4. Bir bilgi alanı adıyla, o alanda çok gelen malzemeyi esnaf arasında paylaş­ bilgisi olan kimse için kullanılır: Ayaklı ta­ tırır, üretilen malları denetler, kötü mal ya­ rih. Ayaklı felsefe. — 5. A yaklı başlı yat­ panı ya da uygunsuz davranışta buluna­ mak, iki kimse sözkonusu ise, aynı yatak­ nı cezalandırırdı. Kâhya* adı verilen bir ta ayakları ve başları birbirine ters gele­ de yardımcısı vardı. Ayakkabıcılık, usta cek biçimde yatmak. || Ayaklı canavar, yü­ -çırak ilişkisinin katı kurallarla sürdürüldü­ rüm eye yeni başlayan, her şeyi kırıp d ö ­ ğü el sanatlarındandı. Mesleğe girm ek is­ ken yaram az çocuk. || A yaklı gazete, her teyen, küçük yaşta bir usta yanına verilir­ şeyden haberi olan kimselere denir. || di. ilkin basit işlerden başlayarak, yetene­ A yaklı kütüphane, hemen her alanda bil­ ğine göre 8 - 1 0 yıl, ustanın yanında çırak­ gisi olan, her soruyu yanıtlayan kimsele­ lık yapar, ondan sonra ustanın izniyle kal­ re denir. falığa hak kazanırdı. Kalfa olacak genç, — Bayınd. E ğik ayaklı kiriş, bir köprünün çarşıdaki tüm ayakkabıcı esnafına kalfa* tahliyesine ankastre edilen düşey ya da ekm eği denen bir yem ek verirdi. Bu, bir eğik m esnetlerden oluşan kiriş. (Eğik tür kalfalığa geçiş töreniydi. Ustalığa hak ayaklı kiriş ve köprüler, kiriş m erkezinde­ kazanan, kendi dükkânını açarken de ki eğilm e mom entlerini azaltarak daha in­ usta* yemeği denen bir tören düzenlenir­ ce kesitli tahliyeler elde etmeyi sağlar.)|| di. Yiğitbaşının başkanlığında yapılan tö­ Eğik ayaklı köprü, ana taşıyıcı iskeleti eğik rene tüm çarşı esnafı katılır, bu törenle ayaklı kirişlerden oluşan köprü. kalfanın ustalığı onaylanm ış olurdu. H iç­ ■ — Denize. Ayaklı tekne, belli bir hızdan bir çırak ya da kalfa, ustasının izni olm a­ sonra gövdesi su dışına çıkarak gövde­ dan dükkân değiştirem ezdi. ye kollarla bağlı ayaklar üstünde seyreEsnaf loncalarının etkinliğini yitirmesin­ debilen süratli tekne. (Bk. ansikl. böl.) den sonra da ayakkabıcılıkta usta-çırak — Deniz yap. ve Petr. san. Ayaklı p lat­ ilişkisi sürdü. Sanayileşmeye koşut olarak form, en az üç düşey ayakla deniz taba­ öteki küçük üretim dallarında olduğu gi­ nından destek alan ve deniz çalışmaların­ bi ayakkabıcılıkta da seri üretime geçildi. da kullanılan platform. (Platformun yüzdü­ Ismarlama ayakkabı, yerini hazır ayakka­ rülerek yer değiştirm esini sağlam ak için, bıya bıraktı. Eskiden bir ayakkabıyı tek ayaklar hidrolik, elektrikli ya da pnömabir kişi yapabilirken giderek işbölümü ve tik düzeneklerle yukarı çekilebilir.) [Bk. an­ uzmanlaşma sözkonusu oldu, makineleş­ sikl. b ö l] me devreye girdi. Geleneksel yöntemlerle — Ed. Aşık edebiyatında, divan şiiri etki­ bu sanatı sürdürm ek isteyenler, alıcı ve siyle ortaya çıkan birçok şiir türünün or­ çırak bulm ada zorluk çekm eye başladı­ tak sıfatı. (Ayaklı türler, divan şiirindeki lar. G ünüm üzde m eslek okullarında açı­ m üstezat* türüne benzer. Divan şairleri lan meslek edindirm e kurslarıyla, bu sa­ aruzun yalnız bir kalıbı ile müstezat yaz­ natın sürdürülm esine çalışılmaktadır. dıkları halde, âşıklar bu tekniği on birli he­ A Y A K K A B I C I L I K a. Ayakkabı yapı­ ce ölçüsüne ve b irçok aruz kalıbına uy­ mıyla uğraşan iş dalı. gulamışlardır.) || Ayaklı divan, gazel biçi­ mindeki divanm her dizesinin sonuna “ fâA Y A K K A B I L I K a. Ayakkabı konulan ilâtün fâilün" ölçüsünde ziyadeler eklene­ yer, raf, dolap. rek yazılır. Yedekli divan da denilmekteA Y A K L A M A K g. f. 1. B ir yeri ayakla­ dir.|| Ayaklı kalenderi, gazel biçim indeki m a k, orayı ayakla ölçmek. — 2. Esk. Bir kalenderinin her dizesinin sonuna, divan şeyi ayaklamak, onu ayakla çiğnem ek: şiirindeki müstezatta o lduğu gibi "m ef'û“ Sipah-ı gam nota ayaklar ise uşşakı" lü feûlün" ya da “ m e f’ûlü m efâil” ölçü­ (Baki, XVI. yy.). sünde ziyadeler eklenerek yazılır. Yedekli kalenderi de denmektedir.|| A yaklı koşma, A Y A K L A N D IR M A K • AYAKLANMAK. koşmanın ilk dörtlüğünün ikinci ve dör­ A Y A K L A N M A a. 1. Ayaklanm ak eyle­ düncü, öteki dörtlüklerinin de dördüncü mi. — 2. Var olan otoriteye açıkça karşı dizelerine ziyadeler eklenerek oluşturulur. çıkan ve genellikle şiddete başvurarak Ayaklı koşmalar, genellikle musam m at onu devirm eye çalışan bir topluluk tara­ koşma biçim inde yazıldığından m usam ­ fından sürdürülen eylem; isyan: işgal kuv­ m at ayaklı koşma diye de bilinir. || Ayaklı vetlerine karşı halk ayaklanması başladı. m ani - t MANİ. || Ayaklı saya - SAYA.|| Bir ayaklanmayı bastırmak. Ayaklanm a sı­ Ayaklı semai, gazel biçimindeki semainin rasında üç yü z kişi öldü. her dizesinin sonuna "mefâîlün mefâîlün" —Siyas. bil. Ayaklanm a hükümeti, yerle­ ölçüsünde ziyadeler eklenerek yazılır. Ye­ şik siyasal iktidara karşı girişilen bir baş­ dekli sem ai de d enm ektedir.\\Zincirbent kaldırı sırasında ortaya çıkan hükümet. ayaklı koşma, zincirbent (zincirleme) koş­ manın ziyade eklenm iş biçimi. A Y A K L A N M A K gçz. f . 1. (Bir kimseye, — Folk. Ayaklı meyhane, eskiden kalaba­ b ir şeye karşı) ayaklanm ak, bir topluluk, lık yerlerde dolaşarak gizlice rakı satan bir halk sözkonusuysa, var olan otorite­ gezici satıcılara verilen ad. (Bk. ansikl. ye karşı isyana kalkışmak; isyan etmek: böl.) Tayfalar subaylara karşı ayaktandılar ve



—Terz. Ayaklı düğ m e d ikm e, düğmeyi, kum aşla arasına parmak, başka bir d ü ğ ­ m e vb. koyarak yüksekçe dikme. (D üğ­ m e iliklendiğinde pot yapmaması için, özellikle kalın kumaşlara uygulanır. D üğ­ m e ile kumaş arasında, parm ak ya da düğm e yüksekliğinde bağlantı iplikleri ka­ lır. Daha sonra bu iplikler sarılarak sağ­ lamlaştırılır.) — ANSİKL. Denize. 1869'da Farcot bir ge­ m inin teknesini su düzeyi üstüne değin kaldırm ak ve böylece direncini azaltmak için hidrodinam ik kuvvetleri kullanma ko­ nusunda bir patent aldı. Ancak bu alan­ daki ilk uygulam alar XX. yy.'ın başında ortaya çıktı. Forlanini 1905'te kademeli olarak taşıyıcı düz levhalarla donatılmış, 1,3 t ’luk ilk örneği suya indirdi; bu lev­ halar tekneye çeşitli yük ve değişik hız-



ayaklı teknenin konumu (1) dururken, (2) orta hızda, (3) yüksek hızda



radar



kaptan köprüsü



İtalyan ayaklı teknesi RHS 160



pervane



şaftlar



ön ayak



2. kuşak ayaklı teknenin seyir kontrol sisteminin şematik görünüşü 1.Düşey ivmeölçer; 2.Kıç bağlantı kutusu; 3.Kıç sapma kumandası; 4.Yön kumandası; 5.Ön bağlantı kutusu; 6.ön sapma kumandası; 7.Yan ivmeölçer; 8.Dalga yüksekliğini algılayan sondalar; 9.0tomatik kumanda aygıtı tablosu ACS (Automatic Control system); 10.ACS bilgisayarı; 11.Konum kontrol tablosu; larda kararlı bir den g e sağlıyordu. 1907’de C rocco ve Ricaldoni su yüzeyi­ ni yaran V şeklinde ayaklarla donatılmış tekkanatlı bir aracı çalıştırmayı başardı. Bu sistemde, suya batan yüzey, ağırlığa ve hıza göre kendiliğinden değiştiği gibi, enine ve boyuna denge de kendiliğinden elde ediliyordu. Su yüzeyini yaran V biçi­ m inde ayak ilk kuşak ayaklı teknelerin bü­ yük bir bölüm ünde kullanıldı. Ancak bu ilkenin sakıncası ayakların dalga hareket­ lerini izleme eğilimi göstermesi ve tekne­ yi rahatsız edici durum a getirmesiydi. Ay­ rıca dalga yüksekliği 1,5 m ’yi aştığında hızın düşürülmesi gerekiyordu. Yükselme kuvvetlerini azaltmak ve su yüzeyinin salınımından kurtulm ak için suya tüm üyle batmış, otomatik bir sistemle kum anda edilen, değişken konumlu basit ayakların kullanımı önerildi; otomatik kum anda sis­ temi ivme, düşeylik ve yükseklik paramet­ relerini aralıksız kaydedecek, hesap m a­ kinesiyle işleyecek ve gerekli düzeltm e­ leri taşıyıcı ayaklara iletecekti. Bu yeni il­ keye dayanan ikinci kuşak ayaklı tekne­ ler 1960'a doğru A B D 'd e yapıldı; bunlar 3-4 m yüksekliğindeki dalgalarda büyük bir hıza (60 ile 1 0 0 deniz milli) ulaşabili­ yordu. G ünüm üzde ayaklı tekneler özel­ likle askeri am açlarla kullanılır. Gezi de­



nizciliğinde ise yelkenli ayaklı tekneler gö­ rülür. SSCB’de yolcu taşımacılığında kul­ lanılan 150 kişilik Meteor, her biri 630 kVV'lık iki m otorla donatılmıştır ve 80 km /sa’lik bir hıza ulaşabilir. — Deniz yap. ve Petr. san. Ayaklı plat­ form, yaklaşık elli yıldır liman çalışm ala­ rında yaygın olarak kullanılan deniz inşaat mühendisliği yapıtıdır. Güçlü kaldırma araçlarıyla donatılan bu yapı, ço k derin olmayan (yaklaşık yirmi metre kadar) su­ larda set, rıhtım ya da kaya dolgu yapı­ m ında inşaat öğelerini yerleştirm eye ya­ rar. Petrol sanayisi de, denizde kuyu aç­ ma çalışmalarında kullanılan ayaklı plat­ formları gerçekleştirmek için aynı ilkeden yararlanır. Bu platformlar düşey ayaklan yukarı kaldırdıktan sonra yüzdürülerek çekilir. Kuyu açm a yerine gelindiğinde dipten destek alm ak için ayaklar indirilir ve platform, yüksek dalgalardan korumak için yeterli yüksekliğe kaldırılır. Kuyu a ç­ ma işlemi sona erdiğinde, yeni bir yere çekm ek için krikolar ters yönde çalıştırı­ larak yeniden yüzdürülür. Maksim um su derinliği 100 m etredir (1981 ’de). — Folk. Ayaklı meyhaneler, bellerine ucu musluklu, içine rakı doldurulm uş uzun bir koyun bağırsağı sarar, cü bb e giyerlerdi. C übbenin ce bin d e kadeh bulundurur,



ayaklı meyhane olduklarının belirtisi ola­ rak da, bir omuzlarına peştemal atarlar­ dı. Yaptıkları iş yasak olduğundan, alış­ verişler gizlice yapılırdı. ( SAATLİ* BOMBA.



A y a r lı k la v s e n -> AYARLI



klavye.



A y a r lı k la v y e (Das w ohltem perierte Klavier), J. S. Bach'ın, majör ve minör tonların tüm ünde 24 prelüd ve fügü kap­ sayan iki derlem esinin başlığı (1722 ve 1742). Bu prelüd ve fügler, peşten tize doğru sıralanmış krom atik seslere göre düzenlenmiştir. Bach, krom atik diziyi, bir sesin diyeziyle bir sonrakinin bem olü ça­ kışacak b iç im d e —yani dizideki 1 2 yarım



-sesi birbirine eşit olarak— tasarlamıştır. Besteci bu derlemeleriyle, bir bestede, di­ zideki her sesin eksen olarak seçilebile­ ceğini göstermek istemişti. Her prelüd ve füg grubu, bir sonraki bir öncekinden da­ ha çok güçlük içerecek biçim ae sıralan­ mıştır Prelüdlerin üslubu değişkendir. Fügler, öncelikle eğitim amacına yönelik­ tir.



- yönerge değerinin ayarlanması ayarlayıcı



değişken istem



A Y A R M A K gçz. f. Yörs. Ayartmak. A Y A R S IZ sıf. 1. Ayarlanmamış, ayarı bozuk aygıt, düzenek için kullanılır. — 2 . Tkz. Davranışları ölçüsüz kimse için kul­ lanılır. A Y A R S IZ L IK sıf. Ayarsız olma durumu. A Y A R T IC I sıf. Baştan çıkaran, kandı­ ran, ayartan. A Y A R T IL M A K 4. AYARTMAK. A Y A R T M A a. Psikan. Ayartm a tantazması ya da tasarımı, bir öznenin, kendi­ sini ayarttığı varsayılan bir başka özneye yüklediği eylem. (Freud, 1897’den son­ ra ayartma kuramını bir yana bıraktığı, ya­ ni ayartma tasarımlarının bir gerçekliği ol­ duğu düşüncesinden vazgeçtiği halde, bu ruhsal olayların, fantazmasal önem le­ ri dolayısıyla etkili olduklarını ileri sürdü. Freud’a göre bu fantazmalar, bilinçdışı düzeyinde, ço cuğ u n en yakınıyla cinsel birleşm e konusundaki isteğinin kesintiye uğramasını dile getiriyordu,-Ayartm a ta­ sarımları, bu isteğin birsergilenm esiydi ve ruhsal gerçeği kavramayı sağlayan bir olanaktı. |j Ayartm a kuramı, Freud tarafın­ dan geliştirilen kuram. Freud, 1897'ye de­ ğin, bir çocuğun bir yetişkin (ya da bir başka çocuk) tarafından gerçek cinsel ayartılmasına ilişkin tasarımların, travm a etkisi dolayısıyla, nevrozların doğuşunda belirleyici bir rol oynadığını düşünüyordu. A Y A R T M A K g. f. 1. B ir kimseyi ayart­ mak, onu doğru yoldan ayırmak; bir baş­ kasının-müşterisini, görevlilerini vb. kan­ dırarak kendine çekm ek: Gençleri ayart­ mak. B ir şirketin kadrosunu, işçilerini ayartmak. — 2. Tkz. Bir kimseyi ayartmak, onu, birlikte eğlenmek, hoşça vakit geçir­ m ek için kandırmak: Bu g ünlerde belki seni ayartabilirim d e b ir sinemaya g id e ­ biliriz. — 3. Bir kimseyi ayartmak, onu cin­ sel ilişki kurm aya sürüklem ek; baştan çı­ karmak: Evli b ir kadını ayartmak. Evin be­ y in i ayartmak. ♦ a y a rtılm a k edilg. f. Ayartm ak eyle­ mine konu olmak; baştan çıkarılmak, kan­ dırılmak. A Y A S , YUMURTALIK'ın eski adı. A Y A S A Ğ A , tü rk mimar (?, ? - İstanbul 1486). Fatih Sultan M ehm et dönem i mi­ marlarından. İstanbul'daki Fatih külliyesi' nin ünlü mimarı Atik Sinan ile birlikte ça ­ lıştı (1462-1470). Kendi yapıtı olan Saraçhanebaşı m escidi’ nin haziresinde göm ü­ lüdür. A Y A S P A Ş A , türk sadrazam ( Vlore [Avlonya] ? - 1539). Bayezit II dönem in­ de devşirilerek saraya alındı. Yeniçeri ağası olarak Çaldıran savaşı’na (1514), Dulkadıroğlu Alaüddevle ile yapılan Gök­ sün savaşı’na(1515) ve Mısır seferine ka­ tıldı. Süleyman I (Kanuni) tahta çıktığında Anadolu beylerbeyiydi. Şam ’da ayakla­ nan C anberdi Gazali'nin üzerine gönde­ rilen Ferhat Paşa’ya yardım etti; Şam bey­ lerbeyliğine atandı. Rumeli beylerbeyi olarak Rodos seferine katıldı, ikinci vezir­ ken, İbrahim Paşa’nın idamı üzerine sad­ razam oldu. Sadrazamlığı sırasında Kor­ tu, Arnavutluk, Buğdan seferlerine katıl­ dı. Vebaya yakalanarak öldü. Vize yakı­ nında Saray kasabasında cami, m edre­ se, m ektep vb. yaptırdı. A Y A S -C H A M B O L U C , İtalya’da yaz tu­ rizmi ve kış sporları merkezi (yüksl. 1 570-2 440 m), Aosta'nın K.-D.'sunda; 1 2 0 0 nüf. A Y A S L A R , Konya’nın Doğanhisar il­ çesi merkez bucağında belde; 3 332



nüf. (1990). Belediye. PTT. 1



A y a s o fy a , İstanbul’da en büyük ve ün­ lü bizans kilisesi; Sultanahm et (esk. Augusteion) m eydanındadır. ilk kez, kent Doğu Roma im paratorluğu’nun merkezi olduktan sonra Constantius II tarafından yaptırıldı (360). Bu dönem de Megali Ekklesia (Büyük kilise) olarak anılan yapı, V. yy.'dan sonra H agiaS ophia (kutsal bil­ gelik) adını aldı. Bu yapı 404 ’teki halk ayaklanm asında yakılınca Theodosios II (408-450), mtmar Rufinos'a yeniden yap­ tırdı (415). Bazilika planlı, beş sahınlı ya­ pının duvarları taştan, çatısı ahşaptı (1936 da Prof. A. M. Schneider tarafından yapılan kazılarda bu yapının kalıntıları or­ taya çıkarıldı). N ika ayaklanm asında bu yapı da yakıldı (532). Bunun üzerine iustinianos l’in (527-565) isteğiyle, bugüne ulaşan kilisenin yapımı kararlaştırıldı; ya­ pım işi Tralles'li Anthem ios ile Miletos’lu Isidoros adlı iki m ühendise verildi (532). 5 3 7 ’de biten kilise görkem li bir törenle açıldı. Kubbeli bazilika türünün en önemli örneği olan Ayasofya’nın ana mekânı, ye­ şil m erm erden sütunlarla bir orta ve iki yan şahına ayrılmıştır. Batısında şimdi yı­ kılmış olan avlu, dış ve iç narteks; d oğ u ­ sunda ço k köşeli absida vardır. Yapının kuzeyi, batısı ve güneyi geniş bir galeriy­ le çevrilidir. Ana duvarlar, kubbe ve ke­ m erler tuğladan; ayaklar, hatıllar kesme taştandır. Sütunlar, başlık ve kaplam alar renkli m erm erden yapılmıştır. Çeşitli an­ tik kentlerden getirilmiş parçaların yanı sı­ ra, M arm ara adasından ak mermer, Eğriboz adasından yeşil somaki, Afyonkarahisar çevresinden pem be mermer ve Ku­ zey Afrika'dan sarı m erm er getirilmiştir. Yangına karşı tehlikeyi en aza indirm ek için olabildiğince az ahşap kullanılmıştır. Yerden 55 m yükseklikteki kubbenin çapı 32,37 m ’dir. M iletos’lu isidoros’un yeğeni G enç isidoros, deprem den zarar gören yapıyı onarırken (562), basıklıktan doğan sakıncaları giderm ek amacıyla kubbeyi 6,25 m yüksek tutmuştur. Kub­ be, dört küresel bingi ile dört kemere; ke­ merler de dört büyük ayağa oturur. Ayak­ lar, orta ve yan sahınları ayıran sütunlar arasına yerleştirilmiştir. D oğuda ve batı­ da dört eksedra ile desteklenm iş iki ya­ rım kubbe ana kubbeyi taşır. Güney ve



doğrudan etkili bir ayarlayıcı şeması (akış yönündeki akışkan isteminin artmasıyla alçalan depo düzeyi, giriş vanasının açılmasına neden olur; düzeyin yükselmesi ise ters işlemi oluşturur)



ı müzesi nın içten görünüşü



Ayasofya müzesi’nden bir görünüm



Ayasofya müzesi’nin kubbesi



Ayasofya tamir madalyası



kuzeyde ise iki sıra pencereli duvarlar bu görevi yapar. Bu düzenin yarattığı den­ gesizlik, daha sonra dıştan kuzey ve gü­ neye eklenen b üyük payandalarla gide­ rilmeye çalışılmış, bu da yapının kütlesel bir görünüm almasına neden olmuştur. Kilise birkaç kez deprem den zarar gör­ müş, pek çok onarım geçirmiş, eklem e­ ler yapılmıştır. Antik kaynakların övgüyle söz ettiği ilk mozaikler, ikonakırıcılık akımı sırasında bozulmuştu. IX. yy.’dan başlayarak Aya­ sofya yeni m ozaiklerle bezenmiştir. Narteksin yan girişinde Theotokos M eryem ’i kucağında İsa ile betimlenmiştir. İki ya­ nında Constantinus I ve iustinianos I port­ releri işlenmiştir, iç nartekste, içe açılan kapı üzerinde tahtta oturan İsa’ nın önün­ de diz çöken Leon V l’yı (886-912) betim ­ leyen mozaik bulunur. Berna kemeri sa­ ray giysileri içinde bir başmelek figürüy­ le süslüdür. Absidanın yarım kubbesinde, IX. yy.’da yapılmış, kucağında İsa ile Mer­ yem betimi vardır. Yan galerilerin üst ka­ tında oldukça bozulm uş olan Deisis (son duruşma) sahnesinde İsa, Meryem ve Vaftizci Yahya üçlüsü işlenmiştir (XII. yy.). Aynı galeride im paratorluğun iki ailesin­ den portreler yer alır (im paratoriçe Zoe, Konstantinos IX Monomakhos, ioannes II Komnenos, karısı Eirene, Aleksios). Ku­ zey galeri tonozunda Aleksandros’un (912-913) portresi vardır. Bu mozaikler bi­ zans portre sanatının önemli örnekleridir. Haçlı ordularınca yağm alanan ve ba­ kımsız kalan Ayasofya, O smanlılar’ ın İs­ ta n b u l’u alm alarından sonra onarılarak camiye çevrildi. Batıdaki kubbeciklerden birinin yerine ahşap bir minare, daha son­ ra da güney-batı’daki tuğla minare eklen­ di. Bayezit II dönem inde kuzey-doğu’daki ince minare yapıldı. 1506’da bizans m o­ zaikleri sıvayla kapatıldı. Batıdaki kalın mi­ nareler, yapıyı çevreleyen evleri yıktırarak çevresini açtıran M imar Sinan’ın ürünü­ dür. Ayrıca Andronikos dönem inde yap­



biri sekizgen kasnağa oturan kubbe, öteki tırılan payandaları onarm ış ve yenilerim tonoz örtülüdür. eklemiştir. K ütüphane 1906’da onarılmıştır. Oku­ Günümüze ulaşan m ihrap Fatih Sultan m a salonu TAÇ vakfınca özgün biçimine Mehmet dönemindendir. Kuzey-batfdaki uygun olarak yeniden düzenlenm iştir medrese de bu dönem de yaptırılmış, Ba(1980). yezit II dönem inde bir kat çıkılmıştır. XIX. yy 'da yenilenen yapı 1937'de yıktırıldı. A ralarında ço k değerli yazmaların da Mihrabın yanlarındaki tunç kandiller Ka­ bulunduğu kitaplar, 1968’de Süleymaninuni Sultan Süleyman tarafından B u d in ’ ye kütüphanesi’ne aktarıldı. den getirildi. Mermer işlemeli minber, m ü­ A y a s o fy a m ü z e k ü tü p h a n e s i Suezzin mahfili ve vaaz kürsüsü Murat IV dö­ LEYMANİYE KÜTÜPHANESİ. nemindendir. Kubbe yazısı ve büyük lev­ halar XIX. y y.’ın ünlü hattatı kazasker ■ A y a s o f y a t a m i r m a d a ly a s ı , e sk Mustafa izzet E fendi’nin ürünüdür. Tam ir-i Ayasofya m adalyası, AbdülmeM ahmut I dönem inde kitaplık, şadırvan cit dönem inde altın, güm üş ve bakırdan ve sübyan mektebi eklendi. Ayasofya'nın bastırılan m adalya (1848). Şeyhülislam haziresinde ise osmanlı sultanlarının ve Mekkizade Mustafa Asım Efendi’nin vâ­ şehzadelerinin türbeleri bulunur. Bunla­ ris bırakm adan ölmesi üzerine, hâzineye rın en eskisi, M im ar Sinan’ın yaptığı Se­ geçen servetiyle A yasofya’nın onarılm a­ lim II türbesi'dir (1577). Şehzadeler türbesı kararlaştırıldı. ( -* AYASOFYA.) Bu ara­ si'ni de onun yaptığı sanılm aktadır (XVI. da onarıma katkıda bulunanlara verilmek yy. sonlan). Murat lll'ü n türbesi mimar Da­ üzere bir m adalya bastırıldı. vut A ğa'nın (1595), M ehm et lll’ün tü rb e ­ A Y A S T E F A N O S ya da A Y A S T A F A si ise mimar Dalgıç Ahmet Paşa’nın (1608) N O S . Tar coğ. İstanbul’un Avrupa yaka­ yapıtıdır. Ayasofya’nın bitişiğindeki vaftizsında, Bakırköy ilçesine bağlı Yeşilköy hane de XVII. y y .'d a türbeye çevrilmiştir, semtinin eski adı. Semtin adını, buradaki içinde Mustafa I ve Sultan İbrahim ’in san­ A ya Stephanos kilisesi’nden aldığı sanı­ dukaları bulunur. lıyor. A yasofya’ nın Osmanlı dönem inde ge­ çirdiği en önemli onarım, A b d ü lm e c itin A y a s t e f a n o s a n t la ş m a s ı , 1877 isteğiyle gerçekleştirilmiştir. İsviçre asıllı -1878 Osmanlı-Rus savaşı’nın (Doksanİtalyan m imar Gaspare Fossati ile karde­ üç* harbi) sonunda imzalanan barış ant­ şi G iuseppe Fossati bu işle görevlendiril­ laşması (3 mart 1878). Plevne düştükten miş (1847-1849); kubbe, mihrap, minber, sonra rus kuvvetlerinin E dirne’ye doğru mahfiller onarılmış, mozaikler tem izlen­ ilerlemesi üzerine Osmanlı devleti müta­ miştir. Ön avludaki m uvakkithane de reke istedi. Rus orduları başkomutanı onun yapıtıdır. grandük N ikolay barış esaslarının müta­ A yasofya’nın onarımıyla ilgili çalışm a­ rekeyle birlikte görüşülmesi koşuluyla bu lar, Cumhuriyet sonrasında da sürmüştür. isteği kabul etti. 31 ocak 1878’de Edirne’ 1926’da toplanan uzmanlar kurulunun de imzalanan m ütarekenin hükümleri, saptam alarına göre bazı onarımlar yapıl­ aşağı yukarı Ayastefanos antlaşması’nın mıştır. Daha sonra Am erikan Bizans ens­ esaslarını kapsıyordu. M ütareke koşulla­ titüsü adına Thomas Whlttemore, bizans rının siyasi dengeyi Rusya lehine bozması mozaiklerinin tem izlenm esi ve yapının A vrupa devletlerini, özellikle İngiltere'yi o n a rım ı ç a lış m a la rın ı ü s tle n m iş tir harekete geçirdi. İngiltere Rusya’ya kar­ (1931-1938). Bu arada Atatürk’ün isteğiy­ şı bir gösteri yapm ak amacıyla donanm a­ le bakanlar kurulu, yapının müze olarak sını M arm ara’ya gönderdi. Ruslar da bu­ d e ğ e rle n d irilm e s in i k a ra rla ş tırm ış tır na karşılık karargâhlarını A yastefanos’a (1934). 1935 ’te müze olarak ziyarete açı­ (Yeşilköy) taşıdılar ve İngiliz donanm ası­ lan yapının avlusu da açık hava müzesi nın İstanbul lim anına girm esi halinde, olarak düzenlenmiştir. Ayasofya’nın ona­ kente askeri birlik göndereceklerini bildir­ rım çalışmaları, Eski eserler ve müzeler diler. Bu durum un ortaya çıkardığı buna­ genel m üdürlüğü İstanbul rölöve ve anıt­ lım, İngiltere’nin Rusya’ya güvence ver­ lar m üdü rlü ğü ’ne bağlı olarak Alpaslan mesi ve Ruslar’ın da İstanbul'a asker sok­ Koyunlu yönetim inde sürdürülm ektedir maktan vazgeçmesiyle çözüldükten son­ (1987). Bu çalışm alarda kubbeyi tutan ra barış görüşm eleri A yastefanos'ta baş­ payandalar kurşunla kaplanmış, kubbe ladı. Osmanlı devleti adına hariciye nazı­ onarılmış, yapının genel sıva ve yüzlerin­ rı Saffet Paşa İle Berlin sefiri Sadullah de, bizans rengi olarak bilinen horasan B ey’in (Paşa); Rusya adına da kont ignarengi uygulanm aya başlanmıştır. Bu ara­ tiyev ve N elidov’un katıldığı barış görüş­ da kazılarla Fatih Sultan Mehmet döne­ meleri, barış esasları önceden kararlaştı­ m inde yaptırılan m edresenin, XIX. y y .’a rıldığından uzun sürmedi, ikisi dışında (altı ait duvar kalıntıları ortaya çıkarılmıştır savaş gem isinin harp tazminatı olarak (1983). Kazılar sürm ektedir (1987). [ -» Rusya’ya verilmesi ve antlaşm aya Avru­ Kayn.] pa devletlerince itiraz edilirse Osmanlı devletinin de Rusya’nın yanında antlaş­ A y a s o f y a h a m a m ı -> HASEKİ HAMA­ mayı savunması) rus istekleri kabul edil­ MI. di. 29 m addeden oluşan antlaşmaya g ö ­ re Karadağ, Sırbistan ve Romanya ba­ A y a s o f y a k ü r s ü ş e y h i, bir tür halk ğımsızlık ve to p ra k kazanıyor; kuzey’de okulu işlevi gören cam ilerdeki kürsü va­ Tuna'ya, d oğ u ’da Karadeniz’e, güney'de izlerinin en yetkilisi. (Çoğu kez tarikat şey­ Ege’ye, batı’da A rnavutluk’a dayanan ve hi de olan bu kimseler, kalabalık cemaA vrupa’daki osmanlı topraklarını ikiye ayı­ atli selatin cam ilerinde ders vererek, her ran büyük bir Bulgaristan prensliği kuru­ dönem de halkı istedikleri yönde etkiledi­ luyor; Bosna-Hersek'in Rusya ile Avustur­ ler.) ya’nın kararlaştıracakları biçim de yönetil­ A y a s o fy a M a h m u t I k ü t ü p h a n e s i, mesi kabul ediliyordu. Ayrıca Osmanlı İstanbul’da kitaplık. Ayasofya’nın G.-B.' devleti Tesalya ile Arnavutluk’ta yapaca­ sında. Giriş ve okum a salonu kilisenin ğı ıslahat konusunda Rusya ile görüşm e­ içinde, kitapların bulunduğu d epo bölü­ yi, Rusya’ya ödeyeceği harp tazminatının mü, daha önce M im ar Sinan’ın yaptığı (bir m ilyar dört yüz on milyon ruble) bir destek payandaları arasındadır. Yazıtın­ bölümüne karşılık Ardahan, Kars, Batum, da M ahm ut I dönem inde yaptırıldığı be­ Beyazit ve D ob ru ca ’yı Rusya’ya bırakı­ lirtilm ektedir (1739). XVI.-XVIII. yy. çinile­ yordu. Ayastefanos antlaşm ası’nın hü­ ri, sedef kakmalı dolapları, Edirne işi be­ kümleri, Balkanlar’da ortaya çıkan duru­ zemeleri, yazıları ve tunç şebekeleriyle mu çıkarlarına aykırı bulan İngiltere ve dönem inin ilginç yapılarındandır. Küçük A vusturya’nın girişim iyle toplanan Berlin bir giriş holü, dikdörtgen planlı okuma sa­ kongresi’ nde yeniden ele alındı ve bir öl­ lonu, kitapların bulunduğu d epo bölü­ çüde hafifletildi. ( -> BERLİN ANTLAŞMASI.) müyle, bunları birbirinden ayıran bir ko­ A Y A S U L U Ğ ya da A Y A S U L U K , Ege ridordan oluşur. D ikdörtgen planlı depo, bölgesinde, İzmir'e bağlı Selçuk ilçesinin ikisi tam, ikisi yarım olm ak üzere dört sü­ eski adı. tunla iki bölüm e ayrılmıştır. Bölüm lerden



ayazma A Y A Ş , Orta Anadolu bölgesinde, An­ kara'ya bağlı ilçe. 20 806 nüf. (1990). 1 158 km2. 21 köy. Merkezi Ankara’nın 64 km batısında Ayaş, 6 427 nüf. (1990). iç­ meler ve kaplıca. Tahıl. Ankara keçisi — Mim. ilçenin en eski ve en büyük ca ­ misi olan Ulu ca m i’nin XVI. y y .’da yapıl­ dığı sanılmaktadır. M ihraba dikey üç sahınlı yapıda, sahınlar ahşap sütunlarla ay­ rılmıştır. Kündekâri tekniğindeki ahşap m in b e ri ö zg ü n d ü r. K illik c a m is i'nin (1560), geom etrik bezemeli alçı mihrabı ve XVIII. yy.'d a yapılmış aşı boyalı kadın­ lar mahfili dikkati çeker. XVI. yy.’da yapıl­ dığı sanılan Bûnyamin camisi, mihraba di­ key üç sahınlı bir yapıdır; kuzey-doğu’ sunda Şeyh Bünyamin Ayaşi’nin türbesi bulunm aktadır. M ihraba dikey üç sahınlı bir yapı olan A ktaş m e scid i’nin (XVI. ya da XVII. y y .’lar) özellikle geom etrik beze­ meli alçı mihrabı önem lidir. Şeyhmuhittin camisi de alçı bezemeli mihrabıyla dikkati çeker. A Y A Ş , İçel’in Erdemli ilçesi, merkez bucağında köyken, belediye yapılarak, adı Kum kuyu'ya çevrildi. A y a ş lı v e k i r a c ı la r ı , Memduh Şevket E sendal’ ın romanı (1934; Ayaşlı ile kira­ cıları adıyla 1957). Olaylar, C um huriyet’ in ilk yıllarında, A nkara’da dokuz odalı bir apartmanın kiracıları çevresinde geçer. Bir köy ağasının oğlu olan ve eşkıyalık, zaptiye çavuşluğu, arzuhalcilik, otelcilik vb. gibi türlü işlere girip çıkmış Ayaşlı İb­ rahim Efendi adında birinin oda oda ki­ raya verdiği apartmanında, Türkiye’nin başka başka kesim lerinden gelen kadın­ lı erkekli çeşitli insanların (eski bir çiftlik sa­ hibi, yaşlı bir konsolos, odun-köm ür satı­ cısı ile karısı, eski bir bar kızı ile şoför ko­ cası, odasında kumar oynatan bir kadın­ la kocası, hizmetçiler, misafirler vb.) serü­ venleri aracılığıyla, başkent Ankara’nın sosyo-ekonomik görünüm ü anlatılmıştır. 1942 CHP roman ö dülünde derece alan roman, kiracılardan birinin anı defteri bi­ çim inde yazılmıştır. Â Y Â T çoğl. a. (ar. a y e tin çoğl. ayat). Esk. 1 . Ayetler, — 2 . Kerametler, işaret­ ler. — 3 . Ayât-ı m uhkemat, Kuran’ın ke­ sin ve açık anlamlı ayetleri.|| Âyât-ı müteşabihat, gerektiğinde başka türlü yorum ­ lanabilen ayetler. A Y A T A Ç (Mustafa), türk ressam (Urfa 1927). İstanbul Devlet güzel sanatlar aka­ dem isi’™ bitirdi (1955). Burada Nurullah Berk ve Halil Dikm en’ in öğrencisi oldu. Soyut bir mekân içine yerleştirdiği figür çağrışımlı, biçim sel yönden Joan M iro’ yu andıran ve bazı ilkel sanatların anla­ tımcı özelliklerini anımsatan bir üslup g e ­ liştirdi. Kişisel sergiler açtı, birçok karma sergiye katıldı. Türkiye Ressamlar derneği s e rg is i’nde b irin cilik ödü lü kazandı (1959). A Y A T U L L A H -> AYETULLAH. A Y A V İR İ, Perü’da kent, Puno yönetim bölgesinde, Juliaca’nın K.-K.-B.’sında. Cuzco kiliseleri tarzında, cephesi barok üslubunda kilise (1677-1690). ■ A Y - A Y a. M adagaskar’da yaşayan gececil ve yalnız yaşar yarım aymunsu hay­ van. (Bil. a. D aubentonia madagascariensis; uzunparmaklımakigiller familyası.) — ANSİKL. iri bir kedi büyüklüğündeki ay -ayın sürekli büyüyen güçlü kesici dişleri vardır; bu özellik ay-ayın başlangıçta ke­ m irgen olduğunu gösterir. Ay-ay, kesici dişlerini hindistancevizlerini oym ada, ağaç kabuklarını soymada kullanır, işitme m erkezlen çok gelişmiştir. Ay-ay g ünü­ müzde çok azaldığından, soyunun tüken­ memesi için önlem alınmaktadır. (Esk. cins adı Chiromys.) A Y A Y D IN I a. Ayışığı, mehtap: “ Gece ile ayaydununda ayun nuriyle giderdük " (Şevahid ün-nübüvve, XVI. yy.). [Ayaydın, ayaydınlık biçim inde de söylenir.] A Y A Z a. 1. Daha çok duru ve soğuk ha­



vada görülen dondurucu soğuk: Dün g e ­ ce ayaz vardı. Ayazda kalmak. Ayaza çık­ mak. — 2. Arg. Kötü, zararlı, tehlikeli d u ­ rum ya da yer; korkulan zor ders: B ugün­ kü dersler hep ayaz. — 3. A yaz almak, sözkonusu bir kimse ise, bir işten hiçbir şey elde edem em ek (arg.).|| A yaz kes­ mek, uzun süre soğukta kalıp üşümek: Bütün gece ayaz kestim. || A yaz oldu b u ­ lut oldu, geçen günler umut oldu, geçmiş­ te kalan iyi kötü günlerin, acı tatlı olayla­ rın artık unutulm uş olduğunu belirtmek için söylenir. || A yaz paşa kol geziyor, ayaz paşa kola çıktı, havanın çok soğuk olduğunu anlatm ak için şaka yollu söyle­ nir. || A yaz vurmak, sebze ve m eyve söz­ konusu ise, donm ak, zarara uğram ak. || Ayaza çekm ek, hava sözkonusuysa, ku­ ru soğuk olmak, don yapmak: Bu kardan sonra hava b ir d e ayaza çekerse hiçbir araba işlemez. || Ayazda kalmak, yararlı bir sonuç elde edem em ek, boşu boşuna beklemiş olm ak (arg.). — Oy. Dom inonun noktasız olan yeri. A Y A Z , Gazneli Mahm ut’un gözde kölesi (? -1057). Yaşamına ilişkin kesin bilgi yok­ tur. Gazneli M ahm ut ile ilişkisi, İran ede­ biyatında çeşitli hikâyelere konu oldu. Ayaz, bu hikâyelerde gerçek aşkın (Bos­ tan ve Gülistan), olgun insanın (M esne­ vi), dürüstlük ve kavrama yeteneğinin (ilahinâme) simgesi olarak görülür. Zulati, M ahm ud u A yaz adlı yapıtında A yaz’ın, Gazneli Mahmut ile ilişkisini işledi. A Y A Z , Selçuklu emir (öl. 1105). Büyük Selçuklu tahtı için birbiriyle boğuşan iki kardeşten, önce M ehm et Tin tarafını tut­ tu, sonra da Berkyaruk saflarına katıldı; bu m ücadelede H em edan emiri olarak önemli rol oynadı. B erkyaruk’un ölümü üzerine, onun oğlu Melikşah'U’nin atabeyi olarak Mehmet l ’e karşı çarpışırken bir tu­ zağa düşürülerek öldürüldü. A Y A Z (Mustafa), türk ressam (Trabzon 1938). Gazi eğitim enstitüsü resim bölüm ü’nü bitirdi (1963). Çizgi, renk ve açık -koyu gibi resim öğelerinin eşit olarak vur­ gulandığı resimlerinde, Matisse bezemeciliği ile kaligrafik bir desen kaygısının bü­ tünleştirilmesine dayanan bir üslup geliş­ tirdi. Devlet resim ve heykel sergilerinde ikincilik (1971), başarı (1975 ve 1977); DYO resim sergilerinde başarı ödülleri (1975 ve 1977) kazandı. A Y A Z A Ğ A , İstanbul’un Şişli ilçesine bağlı semt; adını Yeniçeri ocağı kethüdası Ayaz A ğ a ’nın burada bulunan çiftliğinden almıştır. Abdülaziz döneminde Serkis Kalfa ’ya yaptırılsm Ayazağa kasrı, günüm üz­ de binicilik oKulu olarak kullanılmaktadır. i iA Y A Z İ N İ , Afyonkarahisar’ın, Ihsaniye ilçesi, merkez bucağına bağlı köy. 1 484 nüf. (1990). PTT. Köy yakınındaki kaya­ lıklarda, Phrygialılar’dan kalma, aslan ka­ bartmalı birçok mezar odası ve yunan haçı planlı Ayazini kaya kilisesi var. A Y A Z L A M A K gçz. 1. Hava sözkonu­ suysa, ayaza çevirmek: K ar kesilince ha­ va iyice ayazladı. — 2 . Ayazda kalarak üşümek. — 3 . Arg. Bir yerde boşuna bek­ lemek: Sabahtan beri burada ayazladık, ne gelen var ne giden. ♦ ayazla n m ak, a yazla şm a k Ayazda kalıp üşütmek.



dönşl. f



♦ a ya z la tm a k ettirg. f. 1. Bir kim se­ yi, b ir şeyi ayazlatmak, o kimseyi ayazda bekletmek ya da o şeyi ayazda bırakıp soğutmak. — 2. Arg. B ir kim seyi ayazlat­ mak, onu boş yere bekletmek. AYAZLAN M AK -



AYAZLAMAK.



A Y A Z L A Ş M A K — AYAZLAMAK. ALAZLATM AK -



AYAZLAMAK.



A Y A Z L IK a. Evlerde serinlemek için kul­ lanılan önü açık yer; balkon, taraça, tah­ taboş. A Y A Z M A a. (yun. agıasma). Hıristiyan­ lıkta, özellikle Rumlar’da bir aziz ya da azi-



zenin adına bağışlanmış olduğu İçin kut­ sal sayılan kuyu, pınar ya da çeşme. —ANSİKL. Halk arasında bu yerlerin su­ yunun şifalı olduğuna, her tür kötülük, hastalık ve illetten koruduğuna inanılır. Bu am açlarla ziyaret edilen ayazmaların çevresinde kurulan kiliseler de o aziz ya da azizenin adıyla anılır. Halk bu ayazmaların aziz ya da azizelerin gözyaşlarından oluştuğuna inandığı için, oraları ziyaret ettiklerinde kutsal su­ ları şişelere doldurarak evlerine götürür, bütün yıl bunların şifalı olduğuna inandık­ ları etkisinden yararlanm aya çalışırlar. Öte yandan, bu ayazm a sularının aziz ya da azizelerin gözyaşlarından değil de, savaşlarda çocukları ölen yaslı anaların gözyaşlarından oluştukları söylenir. Her ayazmanın, adını taşıdığı aziz ya d a azize için özel bir günü vardır. O gün, ayazmanın çevresindeki kilisenin papazı oraya gelir ve ayin yapılır. Yerine göre, ayazmanın “ şifalı” ve "ku tsa l" suyundan içilir ya da bununla yıkanılır, sonra da şi­ şelere doldurularak dağıtılır. Bizans dönem inden kalma başlıca ayazmalar: daha önce Romalılar tarafın­ dan ham am olarak kullanılan Selanik'te­ ki A yos Dimitrios-, hıristiyan olanların ve ol­ mayanların şifa bulm ak için ziyaret ettik­ leri İstanbul, Balıklı'daki Zoodokos p ig h i (pınarı); Meryem ana’nın şifa verici gücü­



Ayaş Bünyamin camisi Ankara



Ayazini mezar odaları İhsaniye-Afyonkarahisar



ayazma nü temsil ettiği söylenen İstanbul, Ayvansaray'daki Aya Btakherna, kraliçe Pulheria tarafından kurulan (435) İstanbul, Dolm abahçe'deki A yo s Vasüios, Silivri’de boynu vurulan azizin kafasının düştüğü yerde su fışkırdığı için ayazma olan Ayos Agatanikos (V. yy.); eskiden bir azizenin oturduğu evin bahçesi olan ve kör bir öküzün, boynuzlarını yere vurarak su fış­ kırtması sonucu gözlerinin açılması üze­ rine, gözlerinden hasta olan kişilerin ziya­ ret ettiği İstanbul, Balat'taki Aya Elisavia-, şifa bulm ak için gelen hastaların battani­ yelere sarılarak su dolu çukurlara yatırıl­ dığı İstanbul, Tarabya'daki Aya Pareskevi.



1096



Mehmet Ali Aybar



A y a z m a c a m is i , İstanbul'da osmanlı yapısı. Üsküdar'da, Kızkulesi'nin karşısın­ daki tepededir. Mustafa III, annesi Mihrişah Emine Sultan ve kardeşi şehzade Sü­ leyman adına m im ar Mehmet Tahir A ğ a ’ ya yaptırdı (1757-1760). Aslında cami, sıbyan mektebi, hamam, çeşme, muvakkithaneden oluşan bir selatin külliyesi iken, günüm üze yalnızca cami ve çeşme kalmıştır. Üç yanı avluyla çevrili, barok üs­ luptaki cami, kare plan üzerine merkezi kubbeli bir yapıdır. Ö nünde üç kubbeli son cemaat yeri vardır. Renkli m erm er­ den m ihrap ve minberi zengin görünüş­ lüdür. Hünkâr mahfilinin duvarları ise İtal­ yan çinileriyle bezelidir. Yazıları, dönemin ünlü hattatı Seyyit Mustafa A ğ a ’ nındır. AYB -



Nihal Aybars



AYIP.



A Y B A L IĞ I a Derisi kabarcıklı, gövdesi disk biçim inde kemiklibalık. (Bil. a. Mola m ola, aybalığıgiller familyası; 2 t ağırlık için boy 3 m.) — ANSİKL. Aybalığı derin denizlerde ya­ şayan, pek iyi yüzemeyen, çoğu zaman kendini yüzeyde dalgalara bırakan, ama derinlere de dalabilen bir balıktır. Hepçil beslenir, am a ancak küçük avları yaka­ lar. Genellikle üzeri asalaklarla doludur. Sıcak denizlerde yaşayan ve otçul bes­ lenen daha küçük bir'aybalığı olan Ran­ zanla leavis'in boyuysa oldukça uzunca­ dır: 80 cm. A Y B A L IĞ IG İL L E R a Sıcak ve ılık de­ nizlerde yaşayan kemiklibalık familyası. (Yassı gövdelidirler. Dişleri her çenede birbirine yapışık bir şerit oluşturur. Etleri lezzetsiz ve pis kokuludur. Örnek türü aybalığıdır. Bil. a. Molidae. Tetraodontitorm es takımı.) A Y B A L T A a. 1. Ay biçim indeki savaş baltası. — 2. Gemi, kayık kerestelerini yontm akta kullanılan ay biçim indeki bal­ ta.



I A Y B A R (Mehmet Ali), türk siyaset ada­ mı, hukukçu (İstanbul 1908). Galatasaray lisesi'ni, İstanbul Hukuk fakültesi'ni bitirdi (1935). Aynı fakültede anayasa hukuku asistanı, (1936), hukuk doktoru (1939), devletler hukuku doçenti (1942) oldu. Va­ tan gazetesinde demokrasi üzerine yazı­ lar yazdı (1945). Doçentlik görevine son verildi (1946). Çıkardığı Hür gazetesi (1947) sıkıyönetimce yasaklandı. İzmir'de Zincirli hürriyet’i çıkardı (1947). Truman doktrinine karşı çıktı. Ancak üç sayı çıka­ Aydın Aybay bilen bu gazete de kapatıldı. Hükümete ve cum hurbaşkanına yazı ile hakaretten 3 yıl 8 ay hapis cezasına çarptırıldı (1949). Genel afla serbest kaldı (1950). Bir grup sendika yöneticisinin kurduğu (1961) Tür­ kiye işçi partisi’nin genel başkanlığına ge­ tirildi (1962). İstanbul milletvekili seçildi (1965). ABD'nin Vietnam’da işlediği sa­ vaş suçlarını araştırmak üzere kurulan Russell m ahkemesi’nde yargıç olarak bu­ lundu. (1966-1967). Türkiye’ye özgü bir sosyalizm arayışı içinde oldu. 1945-1968 dönemi yazı ve konuşmalarını Bağımsız­ lık, demokrasi, sosyalizm (1968) adıyla yayımladı. Çekoslovakya'nın Varşova paktı kuvvetlerince işgaline (1968) karşı çıktı. 1969’da yeniden İstanbul milletvekili seçildi. Partisi içinde ortaya çıkan görüş ayrılıkları sonucu genel başkanlıktan



(1969), daha sonra da parti üyeliğinden (1970) ayrıldı. 12 Mart dönem indeki m ec­ lis konuşmalarını 12 Mart'tan sonra adlı yapıtında topladı (1973). Sosyalist devrim partisi (SDP) adını alan Sosyalist parti’nin (SP) kuruluşuna öncülük etti (1975), ilk genel başkanı oldu (1975-1979). Mark­ sizm ’de örgüt sorunu adlı yapıtında leninist örgüt modelini eleştirdi (1979). 12 Ey­ lül sonrasında DİSK davasında savunma avukatlığı yaptı. TİP (Türkiye İşçi partisi) Tarihi(2 cilt, 1990) adlı eserini yayımladı. Aybar, gençlik yıllarında bir sporcu ola­ rak da ün yaptı. Atletizme Galatasaray’ d a k i ö ğ re n im y ılla rın d a b a ş la d ı. 1928-1935 arası milli takım da yer aldı, 1 0 0 m, 2 0 0 m ve bayrak yarışlarında Türkiye rekorları kırdı. 1931'de 200 m 'de Balkan İkincisi oldu ve Balkan şampiyon­ luğunu kazanan 4 x 100 bayrak takımın­ da koştu.



AYBARS (Besim), tü rk atlet ve çalıştırı­ cı (Kavala 1912). 1933-1939 arası 800 ve 1 500 m ’lerde koştu, rekorlar kırdı. Milli ta­ kım da yer aldı. Atletizmi bıraktıktan son­ ra çalıştırıcılığa başladı; Ekrem Koçak, Gül Çiray, Muharrem Dalkılıç gibi şam pi­ yon atletlerin yetişmesine katkıda bulun­ du. ■AYBARS (Nihat), türk tiyatro sanatçısı (İstanbul 1918). Ankara DeBet konservatuvarı tiyatro yüksek bölüm ü’nü bitirdi (1943). Tatbikat sahnesi (1943-1949) ve Ankara Devlet tiyatrosu’nda görev yaptı. 1971'd e emekli oldu. Sahneye koyduğu oyunlardan bazıları: Yanlış yanlış üstüne, Midas'ın altınları, Lady Frederick, Güneş­ te on kişi. A Y B A S T I a. K iş id e ayın etkisiyle o rta ­ y a çıktığı d ü ş ü n ü le n psik o lo jik rahatsızlık. (ÂYŞAR-da d en ir.) A Y Ğ A S T I, Karadeniz bölgesinin orta bölüm ünde, O rdu'ya bağlı ilçe. 32 452 nüf. (1990). 508 km2. 10 köy. Merkezi Or­ du'nun 97 km güney-batısında Aybastı, 17 143 nüf. (1990). Mısır, patates. A Y B A Ş I a. 1. ÂDET'in eşanlam lısı. — 2. Aybaşı olmak, p e riy o d ik â d e t kana m ası b a ş la m a k ; â d e t g ö rm e k .



■ A Y B A y (Aydın), türk hukukçu (İstanbul 1929). ilk ve ortaöğrenim ini İstanbul’da yaptı. İstanbul Hukuk fakültesi'ni bitirdi (1953). Aynı fakülteye asistan olarak gir­ di; profesör oldu (1974). İstanbul Siyasal bilim ler fakültesi’nde öğretim üyeliği yap­ tı. Buradan em ekliye ayrıldı (1983). Baş­ lıca yapıtları: Tapu sicilinde muvakkat tes­ cil (1959), M üşterek m ülkiyette taksim (1964), B orçlar hukuku dersleri (1964), M edeni hukuk dersleri (Feyzi Feyzioğlu ve Ümit D oğanay ile, 1973), Eşya h uku ­ ku dersleri (Hüseyin Hatemi ile, 1981), Kat m ülkiyeti kanunu (1985).



AYBAY (Rona), türk hukukçu (İstanbul 1935). İstanbul H ukuk-fakültesi’ni bitirdi (1959). ABD Colum bia üniversitesi’nden karşılaştırmalı hukuk masteri aldı (1964). D oçent (1973) ve profesör (1980) oldu. ODTÜ İdari ilimler fakültesi’nde öğretim üyeliği yaptı. Aynı fakültenin dekanlığına getirildi (1975). Kendi isteğiyle ODTÜ'den ayrılıp A nkara Üniversitesi siyasal bilgi­ ler fakültesi'nde öğretim üyesi oldu. 1983 yılında görevine son verildi. Başlıca ya­ pıtları: Faşizm (M urat Sarıca ile, 1962), 1961 Anayasası (1963), Fiobert Owen (1970), Yurttaşlık (Vatandaşlık) hukuku (1982).



AYBE a. (ar. caybe). Esk. Deri çanta ya da torba, heybe. A Y B E G K u t b e t t l n (öl. 1210), Delhi Memlukları devletinin kurucusu (1206 -1210). Onu G azne’de bir köle tüccarın­ dan satın alan ve savaşlardaki yiğitliğini değerlendiren sultan Muızzüttin M uham ­ met tarafından ordu komutanlığına geti­ rildi. Harizmşahlar ile yapılan savaşlarda, özellikle hint seferinde askerlik yeteneği­ ni kanıtladı. Büyük im paratorluğu Gazne'



den yönetm ek gereğini duyduğu için ku­ zey Hindistandaki topraklarının yönetimini Kutbettin’e bırakan ve devlete sağladığı zaferler, bol ganim etler nedeniyle onun bu yönetim inden çok hoşnut kalan sultan Muizzüttin, kendisine “ m elik" unvanı ver­ di, daha sonra da Hindistan bölgesine ve­ liaht seçti. Kuzey Hindistan’da, D elhi’den Kalincar v e G u c e ra t’a, Lahnauti'den Lah o r’a kadar uzanan geniş toprakları kısa sürede fethedip İslamlığın yayılmasına katkıda bulunan Kutbettin, sultan Muizzüttin'in öldürülm esi üzerine Lahor sarayın­ da tahta çıkarak hüküm dar oldu (1206). Muizzüttin'in ardılı olan Gıyasüttin M ah­ mut Gori de onun bağımsız hüküm darlı­ ğını tanıyarak kendisine “ sultan” unvanını verdi, iyi yönetimi ve art arda kazandığı zaferlerle Delhi Memlukları devletini yü­ celten Kutbettin, atlı top oyunu (kuyü çevgan) oynarken attan düşerek öldü. Ardılı olan oğlu Aram şah, ertesi yıl eniştesi ve başkom utan iltutm uş tarafından tahttan indirilince, im paratorluk birbirine düşman dört kola bölündü. A Y B E G (izzettin Ebülmansur), kölemen yönetici (?-Kahire 1249). Şam sultanı el -Melikül Muazzam Şerefettin İsa’nın kölesiyken, H avran’da Salhat kentiyle yöresi ona tim ar olarak yerilip saray kâhyalığı­ na atandı. Babası İsa’nın yerine Şam sul­ tanı olan Melikül Nasır Davut tarafından Şam naipliğine atanınca siyasal etkisi bü­ yük ölçüde arttı. Daha sonra D avut’un amcası el-Melikül Eşref Şam ’ı alınca, na­ iplikten uzaklaştırıcıysa da H avran’daki timarını korudu. Ancak, ihanet olasılığına karşı tüm siyasal gücü elinden alındı. Yö­ nettiği kentlerde cami, medrese, han, ka­ le vb. birçok bayındırlık işleri gerçekleşti­ ren Aybeg, Kahire'de öldükten sonra ce­ nazesi Şam ’a götürülerek türbesine g ö ­ müldü. A Y B E K , asıl adı Musa Taşmuham metoğlu, özbek şair, yazar ve bilgin (Taş­ kent 1905 - ay. y. 1968). Özbekistan bi­ limler akadem isi sosyal bilim ler bölümü (1943-1953) ve Özbekistan yazarlar birli­ ği (1945-1950) başkanlıklarını yürüttü. Başlangıçta simgeci, lirik şiirler yazdı; da­ ha sonraları toplumsal temaları işledi. Orta Aysa Türkleri’ nin çarlık Rusyası'na karşı 1916 yılındaki ayaklanmasını anlatan Kutluğ kan (Kutsal kan, 1940) ile Ali Şir Nevai’nin hayatını işleyen N evai (1944) adlı tarihsel rom anlarıyla ün kazandı, ödüller aldı; romanları yabancı dillere çevrildi. Ölüm ünden sonra yapıtları 19 ciltte to p ­ landı (1975-1985). A Y B E R İ a Gökbil. Bir gökcism inin yö ­ rüngesinin A y'a en yakın noktası. (Eşanl. PERİSELER.)



A ybet



ü l- h a k a y ı k



-*



atabet



ul



-HAKAYIK.



A Y B İL İM a. A y ’ı inceleyen bilim dalı, A Y B İL İ M C İ a Ay'ı inceleyen uzman. A Y B O C İ a Denize. Demir ırgatını geri çalıştırarak dem ir zincirini denize verme. ♦



ünl. Bu iş için verilen komut.



A Y B U G İR ya da A Y B U K İ R , Türk menistan Cum huriyeti’nin kuzey sınırı yakınında küçük sığ göl. Aral gölünür 150 km kadar güney-batısında yer alır. Son buzul devrinden sonra daralan Aral gölünün eski tabanındaki bir çukurlukta­ dır. Am u Derya deltasındaki kolların taş­ kın suları ile beslenir. A Y C IK a. Geom. Arakesitinde birden çok nokta bulunan iki daire verildiğinde, bu dairelerden birinin, öbürü içinde bu­ lunm ayan noktalarının kümesi. (Örneğin Hippokrates* aycığı.) A Y C L İF F E , Büyük B ritanya'da (Durham) kent, D arlington'un K.’inde; 20 200 nüf. 1947’de kuruldu. İngiltere'de savaş sonrasında kurulan yeni kentlerin ilkidir. A Y Ç A a. 1. Ayın ilk günlerindeki biçimi; hilal, yeniay. — 2 . Gami kubbelerinin, mi-



Aydemir nare külahlarının ve bayrak direklerinin te­ pesine konulan yeniay biçim indeki süs. —Anat. Tırnağın dib in de görülen yeniay biçim inde beyaz leke. — Antik. Antik heykellerin başları üzeri­ ne, herhalde korum a amacıyla yerleştiri­ len başlık. —Gökbil. Güneş sistemindeki bir gökcismin, özellikle A y’ın, görünen aydınlık yü­ zeyinin, dairenin yarısından küçük olduğu dönem deki görünümü. (Ay, yeniay ile ilkdördün arasındayken akşam, sondördün ile yeniay arasındayken sabah, ayça bi­ çim inde görünür.) [Eşanl. HİLAL ] —Mim. Hilal biçim inde bezeme. A Y Ç E V R E S İ a. Ayçevresı olayları, A y’ın yakın etki alanında oluşan olaylar. ■ A Y Ç İÇ E Ğ İ a Yüksek boylu, güneşe doğru yönelen büyük sarı çiçekli bitki; ye­ meklik yağ ve hayvan yemi olarak çok değerli, proteince zengin küspe elde edil­ m ek am acıyla yetiştirilir. Tanesine de ay­ çiçeği denir. (Eşanl. GÜNÇİÇEĞİ, GÜNDÛNDÜ, GÜNEBAKAN.) [Bk. ansikl. böl.] — Mutf. A yçiçeği yağı, ayçiçeği tohum la­ rından elde edilen sarımtırak sıvı yağ. (Asit oranı düşük olduğundan ve katı yağ­ lardan geç yandığından, yemeklik yağ olarak ya da kızartmalarda ve margarin, sabun, yağlıboya yapım ında kullanılır.) — ANSİKL Bileşikgiller familyasından olan ayçiçeği (Helianthus annuus) 1,5-3 m yüksekliğinde bir bitkidir; uzun saplı, parçasız, üçgen biçiminde, tüylü ve dokunul­ duğ unda ele sert gelen büyük yaprakla­ rı vardır. Çiçekliği, çapı 40 c m ’yi bulabi­ len büyük bir kömeç biçim indedir; üstün­ deki çekirdek sayısı 1 5 0 0 ’ü bulabilir. Kömecin çevresindeki çiçekler, altın sarısı uzun bir dil gibi sarkar. Taneler kömecin üstünde sıkça dizili birer akendir. Bu aken 1 cm boyunda, gri, siyah ya da beyaz ve gri çizgili, selülozdan bir kabukla kaplı, oval bir m eyvedir; içinde aynı biçimde serbest bir tohum bulunur. Ayçiçeği ni­ sanda ekilir, ağustos-eylülde hasat edilir Hasat çoğu yerde, bu amaçla yapılmış bi­ çerdöverlerle yapılır. Türkiye'de ayçiçeği tarımı, Birinci Dün­ ya savaşı’ndan sonra, önce Trakya’da başladı, sonra Marmara bölgesine ve ora­ dan ö bü r bölgelere yayıldı. Böylece 1930’lu yıllarda sıfırdan başlayan ayçiçe­ ği tarımı, 1988 yılında 750 000 hektara ulaştı. Ülkenin yağ gereksinimi ve tavuk yemi yapımında taşıdığı önem nedeniy­ le, ayçiçeği tohumu en önemli yağ ve yem hamm addeleri arasında yer aldı. Yıl­ lık üretim ortalam a 1 150 0 0 0 tonu bul­ du. — Halk hek. A yçiçeğ i tohumu, idrar artı­ rıcı ve göğüs yumuşatıcı etkilere sahiptir. H aricen lapa halinde, çıbanları olgunlaş­ tırmada kullanılır. Soğuk algınlıkları ve so­ lunum sistemi hastalıklarında etkilidir. Çi­ çek ve yaprakları da ateş düşürücü ve balgam söktürücü nitelikler taşır. —Zootekn. A yçiçeği küspesi, fazlaca bit­ kisel kabuk içerdiği ve bunlar az sindiri­ lebilir olduğu için enerji değeri bakımın­ dan orta derecede bir yemdir. Proteinle­ ri metionince zengindir, ama lizince fakir­ dir. Tane kılıflarının besin değeri de d ü ­ şüktür. A Y Ç İZ İM a A y’ın betimlenmesi. (Eşanl. SELENOGRAFİ.)



A Y Ç Ö R E Ğ İ a. Mayalı ham urdan yapı­ lan hilal biçim inde çörek. (Üçgen biçim i­ ne getirilen ham ur içine dövülm üş ceviz, kuru üzüm ve tarçın karışımı konarak sarılır, iki uç kıvrılır, hilal biçimi verilir.) || Badem li ayçöreği, kayısı kokulu bademli hamurdan, yarım daire biçim inde yapılan kuru pasta. A Y D A (Adile), türk diplom at (Kazan 1913-Ankara 1992). Prof. Dr. S. M. Arsal’ın kızı, Ankara Hukuk; Dil ve tarihcoğrafya fakültelerini bitirdi. Ankara ve İstanbul üniversiteleri Edebiyat fakültele­ rinde Fransız edebiyatı doçenti olarak görev aldı Dışişleri bakanlığında çalıştı.



Cumhurbaşkanlığı kontenjanından sena­ tör atandı (1976-1980). Bazı eserleri; Böyle idiler yaşarken (anı, 1984), A t­ sızdan Adile Ayda'ya m ektuplar (1989), Etrüskler (Tursakalar Türk idiler) [1992], A y d a b ir , aylık magazin-sanat dergisi (eylül 1935 - kasım 1936, 15 sayı). Orhan Seyfi Orhon ve Yusuf Ziya Ortaç tarafın­ dan kuruldu. Güncel olaylara ilişkin resim­ li haberlerin yanı sıra, dönem in tanınmış sanatçılarının (Nurullah Ataç, Ahm et Haşim, Reşat Nuri Güntekin, Nazım Hikmet, Sabahattin Ali, Peyami Safa) ürünlerine yer verdi. A Y D A N (Ayhan), Ayhan ALNAR diye de bilinir, türk soprano (İzmir 1924). Ankara Devlet konservatuvarı’nda öğrenim oördü. Önce Tatbikat sahnesi’nin,sonra Anka­ ra Devlet opera ve balesi’nin kadrosunda yer aldı. Birçok operada prim adonna ola­ rak sahneye çıktı. Ferit Alnar ile evli oldu­ ğu yıllarda A ln a r soyadını kullandı. 1960' ta kendi isteğiyle emekli oldu. f A Y D A N (Sevda), türk soprano (İstanbul 1930). Ankara Devlet konservatuvarı'nda öğrenim gördü, Ankara Devlet opera ve balesi'ne girdi. Birçok operada primadon­ na olarak sahneye çıktı, Van Gogh o pe ­ rasının (N. Kodallı’nın) ilk yorum unda rol aldı. IA Y D A N (Efe), türk basketbolcu (Anka­ ra 1955). Basketbola Galatasaray genç takımında başladı, daha sonra Karşıyaka ve Eczacıbaşı ta kım la rın d a oynadı. 1982’de Fenerbahçe’ye transfer oldu. Hem kulübünde hem milli lakım da kap­ tanlık yaptı. 1981 yılında Avrupa karması’na seçilen ilk tü rk basketbolcusu oldu. 2,05 m etre boyu ve üstün yeteneği ile Türkiye’nin en iyi basketbolcularından bi­ ri olarak tanındı. Türkiye milli basketbol takımında 225 defa yer alarak bir reko­ run sahibi oldu. A Y D A Ş sıf. Yörs. Zayıf, gelişmemiş. — Folk. Aydaş olma, aynı günlerde doğan çocuklardan birinin gelişmesine karşın, ötekinin zayıf kalması, gelişememesı. (Bk. ansikl. böl.) || Aydaş aşı, aydaş olmuş ço ­ cuklar için düzenlenen bir tür tören. (Bk. ansikl. böl.) —ANSİKL. Aynı günlerde doğan ço cuk­ lardan biri gürbüz, öteki zayıf olursa, gür­ büz olanın ötekini bastırıp gelişmesini en­ gellediğine inanılır. Zayıf olana aydaş de­ nir. Bu durum da aydaş çocuk, ötekinin evi çevresinde dolaştırılır, gürbüz olanın giysisi gizlice alınıp öbürüne giydirilir, iyi­ leşmezse aydaşın annesi, öteki evden gizlice yiyecek çalar yer; ya da birlikte ye­ mek yenip çocuklar değiştirilerek emzirilir. Kimi köy mezarlıklarında bulunan or­ tası delik kayalardan geçirilen çocuğun, aydaşlıktan kurtulacağına inanılır. • A ydaş aşı, aydaş çocuğu sağaltm ada en çok başvurulan yöntem, inanışa göre kimi çocukların zayıf kalması, şeytanın kendi çocuğunu yeni doğanla değiştirme­ si yüzündendir. Bu durum da köyün en yaşlı kadını, dört yol ağzına bir kazan ko­ yup çocuğu içine yerleştirir. Yoldan ge­ çenler ne yaptığını sorunca “ aydaş aşı pişiriyorum " yanıtını verir. .Yolcular yer­ den aldıkları bir çöpü, kazanın altına sı­ kıştırıp çocuğun yüzüne tükürürler Yaşlı kadın kazanın altını tutuşturacakmış gibi yapar. Böylece şeytanın, çocuğu yanm a­ sın diye kendısınınkını alıp sağlıklı ço cu ­ ğu gen vereceğine inanılır A Y D E D E a 1. Ç ocuk dilinde ay. özel­ likle dolunay — 2. A ydedeye misafir ol mak. gecenm açıkta geçirildiğini belirt­ m ek için şaka yollu söylenir A y d a d e , mizah gazetesi İstanbul’da Refik Halit (Karay) yayımlayıp yönetti (2 ocak 1922 - 9 kasım 1922/8 mayıs 1948 -1 ekim 1949, 125 sayı). Haftada ıkı gün çıkıyordu. D erginin başyazarı Refik Halıt ve karikatürcüsü sonradan “ işkenceci” y a d a “ Hain", diye adlandırılan Rıfkı, Kur­ tuluş savaşı’na karşı, işgalciler ve saray



yanlısı tutumları nedeniyle savaş kazanı­ lınca yurt dışına kaçtılar (9 kasım 1922), A y d e d e ’nin yayımına 90. sayıda ara ve­ rildi. Bu döneminde gazeteye Orhan Seyfi (Orhon), Yusuf Ziya (Ortaç), Vedat Örfi (Bengü), Rıza Tevfik (Bölükbaşı), Süley­ man Nazif gibi ünlü imzalar yazıyorlardı. Refik Halit bağışlanan 150'likler arasında yurda döndükten sonra A yd e de ’yi yeni­ den yayımladı ( 8 mayıs 1948). Bu dönem ­ de gazetenin yazarları arasında Cemal Refik, Fikret Adil, Melih C evdet Anday, Adalet Cimcoz, Ercüm ent Ekrem sayıla­ bilir. Karikatürleri Turhan Selçuk çizdi. Re­ fik Halit, yazılarında kimi zaman "K irp i" ve “ A y d e d e " imzalarını kullanıyordu.



1097



A Y D E D E , Refik Halit Karay’ın Peyamı sabah gazetesinde yazdığı yergi yazıla­ rında kullandığı takm a ad (1920-1921). ■ A Y D E M İR a Teknol. Marangozların ya da fıçıcıların ağaç yontm ada kullandığı uzun saplı, ay biçimli keser.



ayçiçeği (Helianthus annuus)



I



Bk. resim sayta 1098



A y d e m ir , M üfide Ferit Te k’in romanı (1918). Türkçülük ülküsünü benimsemiş İstanbullu bir genç olan Aydem ir ile sev­ gilisi Hazin’in serüvenini anlatır: Aydemir, Türkistan Türkleri’ ni Çarlık yönetim inden kurtarm ak ister ve çalışmaları yüzünden S em erkand’da idam edilir. Mücadelesi, daha sonra sevgilisi Hazin tarafından yü­ rütülür. Osmanlı Imparatorluğu’nun dağıl­ ması ve im paratorluğa bağlı ulusların ba­ ğımsızlıklarını elde etmeleri sırasında T ürkler’in ulusal benliğini bulm a çabası, rom anda duygusal bir üslupla işlenir. Ro­ man özellikle Birinci Dünya savaşı ve M ü­ tareke yıllarında yaşayan genç kuşağın si­ yasal görüşleri üzerinde etkili oldu. Şev­ ket Süreyya A yd e m ir*, yapıtın adını soy­ adı olarak benimsedi. ■ A Y D E M İR (Şevket Süreyya), türk yazar, araştırmacı (Edirne 1897 - Ankara 1976). Balkan göçm eni yoksul bir ailenin ço cu ­ ğu olarak Edirne Muallim m ektebi’nde okurken Turancı görüşleri benimsedi, gö­ nüllü olarak askere yazıldı (1915), Kafkas cephesinde savaştı. Daha sonra yarım kalan öğrenimini tamamladı, öğretmenlik yapm ak üzere A zerbaycan'a .gitti (1919). Burada Sovyet devrim i’nin etkisi altında kalarak marxçı görüşleri benimsedi; Mos­ kova Üniversitesi’nde iktisat ve sosyal bi­ limler öğrenimi gördü (1920-1923). İstan­ b ul'a dönüp Aydınlık gazetesini çıkaran­ lara katıldı, öğretm enlik yaptı. Gizli TKP yöneticileri arasında yer aldı. Aydınlık ga­ zetesi kapatılıp yöneticileri tutuklandıkla­ rında, Ankara istiklal m ahkem esi'nce on yıl hapse mahkûm edildi (1925). Bir yıl sonra ilan edilen genel aftan yararlandı. Bu süre içinde, Kom intern’in uluslararası



kömeçten ayrıntı



Efe Aydan Gelişim arşivi



Sevda Aydan



Aydemir komünizm çizgisinden ayrılıp bir tür milli­ yetçi kom ünizm anlayışını savunm aya başladıysa da ardından Türkiye için g e ­ çerli düşüncenin K e m alizm ' olduğu g ö ­ rüşüne geldi. A n ka ra ’da Yüksek tek­ nik öğretim genel m üdür yardımcılığına atandı (1928). Ankara Belediyesi iktisat m üdürlüğü, Ankara Ticaret mektebi ku­ rucu m üdürlüğü, iktisat vekâleti sanayi tetkik heyeti reisliği, Başbakanlık yüksek denetlem e kurulu üyeliği yaptı. 1932 -1934 yılları arasında 36 sayı yayımlanan K adro* dergisinin kurucu ve yöneticileri arasında yer aldı, yazılarıyla Kemalizmin bir ideoloji olarak temellendirilmesine kat­ kıları oldu. Devlet hizmetinden emekliye ayrıldıktan sonra (1951) yaşamını bütü­ nüyle yazarlığa adadı, önce kendi yaşamöyküsünü konu alan Suyu arayan adam, ardından da türk toplum unun yakın geç­ mişteki önde gelen devlet adamlarının yaşamöykülerini anlattığı araştırma ve ince­ leme kitapları, bir de roman yayımladı Sosyalist kültür derneği kurucuları arasın­ da yer aldı (1962). Yapıtları: Lenin ve Le­ ninizm (1924), Cihan iktisadiyatında Türki­ ye (1930), İnkılap ve kadro (1932), Suyu arayan adam (1959), Toprak uyanırsa (ro­ man, 1962), Tek adam (3 cilt, 1963-1965), İkinci adam (3 c i lt , 1966-1968), M ende­ res'in dram ı (1969), Enver Paşa (3 cilt, 1970-1972), ihtilalin mantığı (1973), Kah­ ramanlar doğmalıydı (1974), Kırmızı m ek­ tuplar (1977). [ -> Kayn.]



aydemirler



marangoz aydemiri



İ L S '■-ü. fıçıcı aydemiri



■ A Y D E M İR (Talat), türk asker (Bilecik 1917 - Ankara 1964). H arp okulu'nu (1939) ve H arp akadem esi'ni bitirdi (1954). DP iktidarına karşı darbe yapm ak için örgütlenen cuntada çalıştı (1956 -1959). Kore'ye gitti (1959). 1960 hazira­ nına kadar orada kaldığı için 27 mayıs 1960 hareketine katılamadı. Y urda dö­ nünce Milli birlik kom itesi'nce kurm ay al­ bay rütbesindeyken Harp okulu komutan­ lığına atandı. 22 şubat 1962'de, Anayasa’da öngörülen reformların gerçekleş­ m ediği gerekçesiyle bir darbe girişimin­ de bulundu. Komutası altındaki Harp oku­ lu öğrencileri ve bazı birliklerin katıldığı gi­ rişim başarılı olam ayınca tutuklandı; emekli edildi; 1 0 mayıs 1962’de çıkarılan özel af yasasıyla serbest bırakıldı. 2 0 - 2 1 mayıs 1963 gecesi kalkıştığı ikinci darbe girişiminde de başarılı olamayınca sıkıyö­ netim m ahkem esinde yargılandı, idam edildi (1964). A Y D IN sıf ve a. Düşünsel etkinliği ağır basan, düşünsel etkinliklere yönelmiş, bil­ gili, okumuş, değerlendirm e yetisi geliş­ kin kimse için kullanılır; entellektüel, mü­ nevver: A ydın b ir adam. Aydının sorum ­



Şevket Süreyya Aydemir



Aydın il haritası



TORBAl



luluğu. (Bk. ansikl. böl.) ♦



sıf. Işıklı; açık, anlaşılır; aydınlık.



♦ a. Esk. Işık, aydınlık: “ Ayın aydının­ da gördüm , m ezbu r p e ri He iki kim esne dahi var id i" (Şeriyye sicilleri, XVI. yy ). —ANSİKL Fransa’da aydın kavramının toplum bilim sel bir bütün ya da g rup an­ lam ında kullanılması oldukça yenidir: fr. (aydın) sözcüğü.Em ile Zola'nın 14 ocak 1898’de A urore'da yayımlanan "Manifeste des intellectuels" (Aydınlar manifesto­ su) başlıklı yazısından sonra büyük önem kazandı. Sözkonusu yazı, Löon Blum, Lucien Herr, Anatole France, Gustave Lanson, Marcel Proust ve daha başkalarının da imzasını taşıyor ve Dreyfus davasının yeniden görülmesinden yana kesin bir ta­ vır ortaya koyuyordu. Maurice Barrâs'in m anifestoculara verdiği cevap, bir bakı­ ma, aydın kavramının okuyucu kitlesi ta­ rafından "ele ştirel" anlam da anlaşıldığı­ nı açıkça gösterir: "B u düşünce aristok­ ratları, böylece ayaktakımı gibi düşünm e­ diklerim göstermiş o ld u la r" (Le Journal, 1 şubat 1898). Böylece aydın, yalnızca yaptığı işin ni­ teliğine, yani kol em eği yerine kafa em e­ ği harcamasına göre değil, aynı zam an­ da karşı çıktığı egem en bir durum ya da ideoloji, fiatta bağlı olduğu toplum sal sı­ nıf üstüne eleştirel bir görüşün taşıyıcısı olarak da tanımlanır. Ç ağdaş toplum larda bilgi dağarcığını elinde bulunduranların toplum içinde tu t­ tukları yerin g iderek büyümesi, bu görü­ şün gözden geçirilmesini gerektirdi. Top­ lum un evrimi, XIX. y y.’ın kendilerinden is­ tediği bu eleştirici güce sahip olam ayan birtakım aydınların ürem esine yol açtı, iş idarecisi ya da teknokrat olan bu aydın­ ların eleştiri gücüne sahip olmamalarının nedeni, iktidara bağımlı olmaları, hatta onun içinde erimiş durum da bulunm ala­ rıdır. A Y D IN a. Müz. Türk m üziğinde bir kü­ çük usul. Dokuz zamanlı, dört vuruşludur. Aksak usulündeki kimi vuruşların birleş­ m esiyle biçim lenen bu usul, şarkı, türkü ve köçekçelerin ölçülmesinde kullanılmış­ tır. XIX. yy.'d a n önce yazılmış kuramsal kitaplarda bu adı taşıyan bir usule rast­ lanmaz. düm



dü m



•t —



;—



r



tek



tek



aydın usulü ■ A Y D I N , Ege bölgesinin orta bölüm ün­



SARIGÖL,



Kayrnakçı



)eğirm endere



Î6 n







Bademli



^sSULDAİ Kuşadası Kör.



y *172^^4^ (



(



Çub ukg ağ



\



H o rs u n lu i-d i^ --İ imürlu



K(



Akdağ I A2300 V s G ü llü b a h ç f



İKARACAJ Karpuzlu ■Kemer b j. Ş



Akçaovs



K/zılcab'ölt



N v i



Selimiye QFarmakenisi ad.



AYIPLAMAK.



A Y IP L I sıf. Ayıbı, kusuru olan. A Y IP S IZ sıf. Utanılacak bir şeyi, hatası, kusuru olm ayan kimse için kullanılır: "Ayıpsız dost arayan dostsuz ka lır" (ata­ sözü). A Y IR A Ç a. Biyokim. Ehrlich diazo ayı­ racı, diazo tepkim esi yaratm ak için kulla­ nılan ayıraç. A Y IR IC I sıf. Bulgulam aya, tanımaya, ayırt etm eye yarayan şey için kullanılır: Ayırıcı nitelik. Renk ayırıcı aygıt. — Bilş. ve Telekom. İşaret ayırıcı, daha önceden, ortak bir yolda iletilmek üzere bir çoğullayıcı tarafından birleştirilmiş fark­ lı işaretleri ayırmaya ve gitmeleri gereken yollara dağıtm aya yarayan düzenek ya da program . — Birac. K ökçük ayırıcı, kavrulmuş m alt­ tan kökçükleri ayırm ak için kullanılan ay­ gıt. — Dilbil. Bağladığı terim ler arasında bir ayırım, farklılaşma belirten öğe için kulla­ nılır (örn., türkçed e ya da, ne ayırıcı bağ ­ layanlardır). — Sesbilg. Ayırıcı işlev, sessel (sesbirimler) ya da bürünsel (vurgu, vurgubirim, titrembirim) birimler aracılığıyla bir dilin an­ lamlı öğelerini ayırma işlevi. \\Ayırıcı özel­ lik, varlığı ya da yokluğuyla, bir dilin ayı­ rıcı özellikler demeti olarak görülen sesbirimlerini özdeşleştirmeyi ya da ayrıştır­ mayı sağlayan en küçük sessel öğe. (ör­ neğin titreşimlilik, yuvarlaklaşma ve geniz­ s ilik ayırıcı özelliklerdir.) [Eşanl. BELİRLE­ YİCİ]



♦ a. Bilş. SINIRLAYICl nın eşanlamlı­ sı. — Dy. Bir işaretleme aygıtının kum anda organını,aygıtı çalıştıran organdan ayır­ maya yarayan düzenek. (Ayırıcının işle­ vi, bir noktadan kum anda edilen bir işa­ retleme va da güvenlik organının zaman­



bir manyetik ayırıcının çalışma şeması — Isıbil. Su-buhar ayırıcısı, buharın ve su­ yun fiziksel özelliklerinin (yoğunluk v d .) farklı olmasından yararlanarak buharın içerdiği su damlacıklarını gideren düze­ nek. — Kâğ. san. Bir kâğıt fabrikasında paçav­ raları ya da paketler halinde istiflenmiş ha­ zır kâğıtları ayıran kişi. — Kâğıt hamurunu sınıflandıran kimse. (Eşanl. TEFRİKÇİ.) — Metalürj. Akışkanlı ayırıcı, akışkan kul­ lanarak ayırma işlemini gerçekleştiren ay­ gıt— Patol. Yün ayırıcı hastalığı, yün ayırma işinde çalışan işçilerde görülen ve şarbon m ikrobundan ileri geldiği için eskiden öl­ dürücü olan bronkopnöm oni. — Petr. san. Yataktan gelen akışkan ar­ tıkları (petrol, birleşik gaz, yatak suyu) üre­ tim kuyusunun çıkışında ayırmayı sağla­ yan silindir biçim inde depo. — Soğut san. Sıvı ayırıcı, bir soğutma devresinin alçak basınç bölüm ünde yer alan ve sıvı soğutucu akışkanı toplayarak buharlaştırıcıları beslem eye yarayan de­ po. j| Yağ ayırıcı, bir soğutm a donanımın­ da, kom presörün basm a borusu üzerin­ de yer alan ve soğutucu akışkan buhar­ larının içerdiği yağı giderm eye yarayan aygıt. — Tarım mak. Sap ayırıcı, ot ve ekin biç­ me makinesinde ya da biçerdöverde, ke­ silecek bölümü "ürünün dikili bölümünden ayırmak için kesme kirişinin yanına yer­ leştirilen ince uzun metal plaka ya da eğ­ ri çubuk. — Teknol. Bir kuruluşta geri kazanmak ya da ayıklanm ak istenen birbirine karışmış ■öğeleri ayırmaya yarayan aygıt. || M anye­ tik ayırıcı, iri ferrom anyetik cisimlerin (hur­ da demir) geri kazanılmasında ya da ayık­ lanmasında ve iri parçalı ferrim anyetik cevherlerin zenginleştirilm esinde kullanı­ lan manyetik ayırma aygıtı. (Manyetik sis­ tem sürekli mıknatıslardan ya da elektro­ mıknatıslardan oluşur.) — Tem parç. Vurumu bilinen bir parça­ cık dem etinden, farklı kütleli parçacıkları ayırmaya yarayan düzenek. (Ayırıcılarda, yüksek frekanslı statik ya da almaşık elek­ trik alanlarının etkisinden yararlanılır.) A Y IR IL M A K -



AYIRMAK.



A Y IR IM C I a Verg huk. Ayırımcı g ü m ­ rük vergisi, ürünün menşeine göre alınan güm rük vergisi. || Ayırımcı vergi, miktarı vergilem e konusuna göre belirlenen ver­ gi. (Özellikle motorlu araçlarda, verginin



ayırma silindir sayısına, taşıtın markasına göre hesaplanması.) A Y IR IM L A M A a. Petrogr. Bir sıvıdan katı bir evrenin ayrılmasına dayanan m agm a olayı. (Katı evrenin bileşimi sıvı evreninkinden farklı o ld u ğunda bunun kristalleşmesi, artık sıvının kimyasal evri­ m ine yol açar [-* bölüm sel KRİSTALLEŞ­ ME].)



— Petr. san. Petrol ürünleri karışımını bi­ leşen öğelere ya da kesimlere ayırımlamak eylemi. || ileri ayırımlama, petrol ürün­ lerini çok sayıda gaz yıkama tablası içe­ ren kolonlarda, bölümsel damıtma yoluy­ la çok ileri düzeyde ayırma işlemi, (ileri ayırımlama, kaynam a noktaları birbirine çok yakın olan normal b u ta n [-0 ,5 °C ]v e izobutan [ + 11,7 °C ] gibi hidrokarbonları ayırmayı sağlar.) A Y IR IM L A M A K f. Petr. san. Tablalı bir kolon içinde, bölümsel dam ıtma yoluyla bir karışımı, farklı özelliklerde ürünlere ayırmak. A Y IR M A a. Ayırmak eylemi. — Ask. Tıbbi-cerrahi ayırma, savaşta ya­ ralananların, ya yapılacak m üdahalenin acilliğine göre ya da yaralı sayısı çoksa tedavi yerlerine sevkıyat sırasına göre sı­ nıflandırılmaları. — Bakteriyol. Karışık mikroplu bir ürün­ deki mikropları gruplarına ayırmak am a­ cıyla uygulanan bakteri ve virüs üretme tekniği. — Bilş. ve Telekom . işaret ayırma, daha önceden ortak bir yolda iletilmek üzere bir çoğullayıcı tarafından birleştirilmiş farklı işaretleri ayırmaya ve gitmeleri gereken yollara dağıtm aya dayanan işlem. — Ceb. ikilenik bir biçim in karelerini, oransal bir kesrin yalın öğelerini, bir polinomun, bir bağıl tam sayının asal çarpan­ larını bulm a işlemi.— Bu işlemin sonucu. || B ir denklem in gerçek köklerini ayırma, denklem in her gerçek kökü için, denkle­ min başka hiçbir kökünü içermeyen bir çerçevelem eyi arama. — C err Bitişikliği zararlı olan organların bölünmesi ya da ayrılması. |j idrarları ayır­ ma, her böbreğin çıkardığı idrarın, idrar borularına sokulan sondalar yardımıyla ayrı incelenmesi. — Dantele, iğne oyası yapımında, parşö­ m ene tutturulm uş parçaları koparm a iş­ lemi. — Deric. Küçükbaş dericiliğinde, nitelik ya da seçime göre derileri sınıflandırma; eldiven yapımcılığında ise, aynı işlemi, derilerin boya ve ölçülerini göz önüne ala­ rak yapma. — Dilbil. Bir öğenin, cüm lenin geri kala­ nından genellikle de bir virgülle ayrılma­ sı işlemi. (Bu işlem uzun kollu b ir ceket, uzun, kollu b ir ceket vb. kuruluşları arasın­ daki farkı açıklar. Bu ayrılmış kuruluşlar tumturaklılık olguları olarak ele alınabilir­ ler.) — Dy. Otomatik koşum takımıyla d ona­ tılmış iki vagon arasındaki bağlantıyı ko­ parma. (A yrm a işlemi vagonun dışından bir levye ya da basınçlı hava veren bir bo­ ru kullanılarak bağlayıcı sürgüsünün açıl­ masıyla yapılır.) — Elektron. Eşleme ayırma, iki devre ara­ sındaki istenmeyen eşlemeleri azaltma ya da ortadan kaldırma. (Elektroakustik bir çevrim de ya da bir yükselteçte istenme­ yen eşlemeler, parazit salınımlara ya da bozulm alara yol açar. Ayırma düzenek­ leri, akımların almaşık bileşenlerinin ortak em pedanslardan geçişine karşı koyan di­ rençlerden ya da durdurm a bobinlerin­ den ve bu bileşenlere çok düşük empedans gösteren paralel bağlı kondansatör­ lerden oluşur.) [Eşanl. DEKUPLAJ.] — Elektrotekn. Eşleme ayırma, iki devre arasındaki eşlemeyi ortadan kaldırma. — Fels. Hegel’de, anlığın temel işlemi. Bu işlem, bir nesne ile ona ilişkin kesinlik ara­ sında köklü bir kopukluk m eydana geti­ rir ve böylece, anlık mutlak bilgiye erişe­ bilir. (Bk. ansikl. böl.)



— Foto. Filmin görüntüyü içeren tabaka­ sını dayanaktan kurtarma işlemi. || Fotogravürde duyarkatı dayanağından kurta­ rıp, görüntü üste gelecek biçim de metal levhaya uygulama. || Ayırma gücü, bir du­ yarlı tabakanın ayrıntıları ayırt etme gücü; bu gücü gösteren sayı. (Bir fotoğraf duyarkatı, ürettiği birbirinden ayrı çiftçizgi sa­ yısıyla nitelenir; bu sayı, ayırma sınırının tersine karşılıktır; paralel iki çizginin g ö ­ rüntüleri arasındaki uzaklık — bu iki çizgi­ nin genişliği sözkonusu uzaklığa eşittir— d ise [mm olarak], ayırma gücü R şöyle hesaplanır: R = 1/2d.) — Kâğ. san. Bozuk kâğıt yapraklarını ıs­ kartaya çıkarma işlemi. (Bu işlem genel­ likle kesici makaslarla yapılırsa da kimi üs­ tün nitelikli kâğıtlar elle ayrılır.) — Kim. Homojen ya da heterojen bir ka­ rışımın bir ya da birçok bileşenini elde et­ meye yönelik özütleme işlemi. — Küm. kur. Ayırm a beliti, küm eler kura­ mında Zerm elo'nun bulduğu bir belit; bu­ na göre, her a kümesi içinde, a nın, P(x) özelliğini gerçekleyen x elemanlarının y altkümesini “ ayırmak” olanaklıdır. Bu btelit, Z|,...,z„, P (x)fo rm ü lü n ü n, x te n farklı serbest değişkenleri olm ak üzere, sim ­ gesel olarak, tfZ ,,



...,



|/z „ ,



V 3 -



I y , V v ( x e y «-» x E a v e P (x)) biçim inde ifade edilebilir. — Mad. oc. Ayırm a katsayısı, bir topla­ ma ya da sınıflandırma aygıtının gerçek­ leştirdiği ayırma işleminin niteliğini belir­ leyen boyutsuz sayı. || M anyetik ayırma, bazı m ineraller arasındaki mıknatıslanırlık farkına dayanan ayırma yöntemi. [| Pnömatik ayırma, yükselen bir hava akı­ mına karşı mineral parçacıklarının davra­ nışından yararlanarak cevheri gravimetri yoluyla deriştirm e yöntemi. — Mant. Ayırma kuralı mantığın bu temel çıkarım kuralına göre, A ve A -» B formül­ leri tanıtlanmışsa, B formülünü ayırıp onu da tanıtlanmış sayabiliriz. — Metalürj. Ayırm a katsayısı, çözelti ha­ linde bir elementin, alaşımın iki değişik fa­ zındaki miktarlarının oranı. (Örneğin, ka­ tılaşma sırasında sıvı ve katı arasındaki ayırma, faz dönüşüm leri sırasında iki katı faz arasındaki ayırma; bu olay alaşımın, tane ölçeğinde kimyasal heterojenliğine yol açar.) || Akışkanla ayırma, hareket ha­ lindeki bir akışkanla değişik büyüklükte­ ki parçacıkları ayırma ve taneölçümsel sı­ nıflandırma yöntemi. (Eşanl. HİDROLİK SINIFLANDIRMA*.) [Bk. ansikl. böl.] — Nük. m üh. Ayırma çarpanı, izotop ayır­ ma işleminden önce ve sonra, bir karışı­ mın seçilmiş izotop bakım ından zengin­ lik değerleri arasındaki a oranı. || Ayırm a işi, belli bir ayırma yöntemiyle, bir izotop bakım ından belli bir zenginleşm e göste­ ren, belli kütlede bir izotop karışımı elde etmek için gereken iş.(Ayırma işi, dona­ nımda işleme giren ürünlerin kütleleriyle orantılı olduğundan, genellikle kütle biri­ mi, ayırma işi b irim i [AİB] olarak kulla­ nılır. Örneğin, gaz yayınımı yöntemiyle, % 2 uranyum 235 içeren uranyum u [fakir­ leşmiş uranyum ] atarak % 3 uranyum 235 içeren 1 kg zenginleştirilmiş uranyum elde etmek için, 4,3 AİB ve 235U izoto­ pu oranı % 71 olan 5,48 kg doğal uran­ yum gerekir.) || Ayırma katsayısı, a ayır­ ma çarpanı olduğuna göre 1-a niceliği. || izotop ayırma, bir karışımdaki belli bir elementin, göreli izotop oranlarını değiş­ tirmeyi am açlayan işlem. (Bu işlem karı­ şım içinde bir izotopun oranını yükseltme­ ye, dolayısıyla elementi bu izotop bakı­ mından zenginleştirmeye olanak verir. Nükleer alanda kullanılan ya da göz önü­ ne alınan ve izotopların fiziksel ya da kim­ yasal özellik farklarına dayanan başlıca yöntemler, gaz yayınımı, m erkezkaçla ayırma, kimyasal değişimler ve laser yön­ tem leridir.) — Opt. Ayırm a gücü, iki noktayı ayıran, cisim -uzay’da ölçülm üş en küçük d oğ ru ­



sal y a d a açısal uzaklık; bu iki no k ta n ın b ir s is te m c e (alet + alıcı) v e rile n g ö rü n tü ­ leri s e ç ik b iç im d e b irb irin d e n ayrılabilir. (A letin, s o n lu uz a k lık ta y a d a ç o k u zakta b u lu n a n c is im le rin g ö z le m in d e k u lla n ıl­ m asın a bağlı olarak, bu iki noktanın d o ğ ­ rusal y a d a açısal uzaklığ ı g ö z ö n ü n e alı­ nır. A y ırm a g ü c ü ç o k s a y ıd a ö ğ e y e b a ğ ­ lıdır: s a p ın ç d e m e tle rin s ın ırla n m a s ın d a n k a y n a k la n a n kırınım , alıcının [film , g ö z ] s ü re k s iz yapısı.) [E şanl. ç ö z m e G ü c ü y a d a SINIRI.] (Bk. ansikl. böl.) — O rm . san. Liflere ayırma, o d u n u ince ve uz u n y o n g a la ra (o du n lifi ya d a odun y ü ­ nü) ayırm a. (O d u n lifleri, a m b a la jla rd a ve y o n g a le v h a y a d a sıvı y a p ış k a n la rla y a ­ p a y ta h ta y a p ım ın d a kullanılır. O d u n y ü ­ nü, en b a ş ta la din, k ö k n a r ve ç a m d a n , s o n ra d a k a v a k ta n e ld e edilir.) — Psik. Bireyi, h e r z a m a n k i y a ş a m o rta ­ m ın d a n ç ık a rm a y ı a m a ç la y a n te d a v i ö n ­ lem i. (Eşanl. TECRİT.) — S ağl. kor. Hastalık nedeniyle okuldan ayırma, bulaşıcı ha s ta lığ a yaka la n m ış ç o ­ c u ğ u n o kula g itm esin e k ona n yasak. (Bk. ansikl. böl.) — S a b u n c . Tuzla ayırma, yağla ayırma, üre tim in so n e v re s in d e ta n k ta biriken küt­ le d e n tic a ri s a b u n o la ra k k u lla n ıla c a k üst b ö lü m ü n alınm ası. (Y a ğ la a y ırm a d a , üst üste ü ç k a tm a n y a d a e v re olu şu r; tuzlu su en alt e v re d e d ir.) — Su işler. Ayırma sistemi, katı ve sıvı atık m a d d e le ri b irb irin d e n a y ırm a y a y a ra y a n sistem . |[ Akışkanla ayırma, atık ç a m u ru , kıv a m la ş ırk e n arı su k a ta ra k y e n id e n ç ö ­ zelti ha lin e g e tirm e ; bu işlem ç a m u ru n p H ’sını azaltır ve d a h a so n ra y a pıla cak iş­ le m le ri kolaylaştırır. — S y y apı. Ayırm a duvarı, g e m i y a d a te k n e le rin g iriş v e çıkışını k o la y la ş tırm a k a m a c ıy la b ir h a v u z y a d a ek lü z g iriş k a ­ nalının kena rına yap ıla n dalg a kıra n . (D al­ g a k ıra n a y a n a ş ıla b iliy o rs a ek lü z k a p ıla rı­ nın a ç ılm a s ın d a n y a d a rö m o rk ö rü n g e li­ ş in d e n ön c e , bu d a lg a k ıra n d a n b e k le m e yeri o la ra k ya ra rla n ıla b ilir.) — Tekst. Elyaf a y ık la m a işlem i. (K im i kez b ü tü n iş le m le rd e n ö n c e yapılır.) — H o m o ­ je n p a rç a la r e ld e e tm e k için (ö rn e ğ in in­ ce lik b akım ında n) y ık a m a d a n ö n c e ka b a y ü n e u y g u la n a n ilk işlem . (Eşanl. TEFRİK.) — Tez. sant. Ayırm a rumi, bir ru m i m o ti­ fin d e n , ayrı p a rç a la rla d a h a kü ç ü k le ri o lu ş tu ru la ra k y a p ıla n beze m e.(-*R U M İ.)j| Ayırm a şemse, z e m in in y a d a m otifle rin a ltın la d o ld u ru lm a s ıy la y a p ıla n şem se. (Y apılışına g ö re alttan ayırma şemse ya d a üstten ayırma şem se adını alır.) — T ıp v e Vet. Bulaşıcı h a s ta lığ a tu tu lm u ş kişinin, m ik ro b u b a ş k a s ın a g e ç irm e m e s i için, b a ş k a la rın d a n a y ırılm a s ı.—Bazı has­ taların, d ışarıdan g e le b ile c e k e n fe k s iy o n ­ la rda n k o ru n m a k am ac ıy la ayrı yere k o n ­ m ası. (Bk. ansikl. böl.) — T op ol. Ayırma teoremleri, aynı afin uza­ yın ç o ğ u kez iç b ü k e y o la n A ile B p a rç a ­ larını ayırm a olasılığına ilişkin te o re m le r ai­ lesi. (Ö rn e ğ in bk. HAHN-BANACH teoremi, JORDAN-BROUVVER teoremi.)



— V erg. huk. A yırm a kuralı, v e rg i ta rife s i­ nin, v e rg ile m e k o n u s u n u n k a y n a ğ ın a y a d a to p lu m s a l y a ra rlılığ ın a b ağ lı o la ra k farklılaştırılması. (S erm a ye gelirlerinin d a ­ h a yü k s e k , e m e k g e lirle rin in d a h a d ü ş ü k ta rife y e g ö re v e rg ile n d irilm e s i gibi.) — Y e rbil. T a n e ö lç ü m le rin e g ö re to rtu l ö ğ e le rin sınıflam ası. — ANSİKL. Fels. H e g e l’d e "a y ırm a e tk in ­ liği (alm . Trennung, S cheidung) anlığın g ü c ü v e işidir. D ü ş ü n ü le b ile c e k en şaşır­ tıcı v e en b ü y ü k k u d re ttir bu; d a h a d o ğ ­ rusu m u tla k k u d re ttir” (Phânom enologie des Geistes, “ E in le itu n g "). Bu b ö lm e sü­ re c in in so n u n d a , b ö lm e n in g e rç e k işleyi­ şi, yani e k le m le n d iric i v e uzlaştırıcı bir b ir­ liğ e kes in lik le d ö n ü ş ü k e n d in i belli eder. N ite kim , “ b ir n esn e ile o n a ilişkin k e s in ­ lik a ra s ın d a k i a yrım , a n c a k m u tla k b ilg i­ d e ta m o la ra k ç ö z ü m e ulaşır v e h a k ik a t b u kesinlikle, bu k e s in lik d e h a k ik a tle a n ­ c a k bu b ilg id e ç a k ış ır” (VVissenschaft der Logik, “ E in le itu n g ").



1109



— Metalürj. Akışkanla ayırma işlemi, akan bir akışkan içinde katı parçacıkları asıltı haline getirm eye dayanır, Böylece karşıt kuvvetler parçacıkları hareketlendirir; yani parçacıklar bir yandan Stokes yasasına göre düşm eye zorlayan yer çekimi kuv­ vetinin, öte yandan akışkanın sürtünm e­ sinden doğan ters yönde sürükleme kuv­ vetinin etkisinde kalır. Belli bir akışkan hızı ve parçacık büyüklüğü sözkonusu oldu­ ğunda bu kuvvetler dengelenir. Akışka­ nın hızı yavaş yavaş değiştirilerek farklı büyüklükte taneler birbirinden ayrılabilir. Bu yöntem den cevherin küçük parçaları ile daha büyük ve genellikle daha zengin parçalarını birbirinden ayırmada yararla­ nılır. Kuru ayırmada, ayırıcı akışkan ola­ rak hava kullanılır. Öte yandan laboratuvarda, örneğin toz metalürjisinde çapı 40 rım'den küçük olan küresel tanelerin boy­ larını belirlem ede, akışkanla ayırma yön­ tem ine başvurulur. Metal toz örneği kuru bir gaz akımı içinde (hava ya da azot) asıl­ tı haline getirilir. Gaz belirli bir hızdayken sürüklenen toz kesimi toplanır ve tartılır; gaz daha yüksek hızlara ulaştığında da­ ha büyük toz kesimleri elde edilir. Böyle­ ce 3 ve 40 pm arasındaki tozun taneölçümsel dağılımı öğrenilebilir. — Opt. Yaygın olarak kullanılan d ürb ü n ­ lerin ve teleskopların (büyütm e g ücij 300'den küçük olan) ayırma gücü 0 ,3 " düzeyindedir. Mikroskobun ayırma gücü aydınlatmada kullanılan ışığın X dalga bo­ yunun fonksiyonudur ve 1,2X / (2n sin U) değerindedir; bu ifadede U gelen yararlı ışın demetinin açıklık yarıaçısı ve n cisimle objektifi ayıran ortamın indisidir. G erçek­ te, kullanılan optik aygıtın büyütm e gücü ne olursa olsun, ışığın dalga boyundan daha küçük bir cism in net görüntüsü el­ de edilemez, çünkü bu durum da bu ci­ sim ancak çevresi yayınık bir leke gibi gö­ rünür. Geniş bir alandaki küçük bir ayrıntının (siyah nokta, siyah çizgi) algı sınırı ile ayır­ m a gücünü karıştırmamak gerekir. Algı­ lanabilir bir ayrıntının boyutları genellikle ayırma gücünden çok daha küçüktür. — Sağl. kor. O kuldan ayırma. Bildirilmesi zorunlu ya da isteğe bağlı tüm hastalıklar­ da, çocuğu ve bazı hallerde kardeşlerini okuldan, tatil yerlerinden, kam plardan ayırma zorunluğu vardır. Hasta için tıbbın gerektirdiği ayırma süreleri şöyle belirlen­ miştir: bruselloz, uyuz, salgın grip, hepatit, impetigo, piyoderm it, leptospiroz, vulvo-vajinit, salgın ansefalit, kızamıkçık, trahom, tifüs ve d iğ e r riketsiyozlar, hasta iyileşinceye kadar; viral hepatit, iyileştik­ ten sonra 15 gün ve üç ay beden eğiti­ mine katılmama; kabakulak, 15 gün; su­ çiçeği, 15 gün; boğm aca, nöbetler baş­ ladıktan sonra 30 gün; difteri, iyileştikten sonra 30 gün; basilli dizanteri, iyileştikten sonra 21 gün; am ipli dizanteri iyileştikten sonra 15 gün; serebro-spinal menenjit, iyileştikten sonra 20 gün; çocuk felci, has­ talık başladıktan sonra 30 gün; kızıl, ateş düştükten sonra 28 gün; çiçek, hastalık başladıktan sonra 40 gün; kolera, iyileş­ tikten sonra 5 gün arayla yapılacak mua­ yeneye göre m ikrop görülm eyinceye ka­ dar; kızamık, hastalık başladıktan sonra 18 gün; tifo, paratifo, iyileştikten sonra 28 gün. Kardeşler için ayırm a süresi, hastalığı evvelce geçirm iş olduğu ya da bu hasta­ lığa karşı daha önce aşılandığı doktor ra­ poruyla belgelendirilm ediği durum larda hastalığın en uzun kuluçka süresine g ö ­ re hesaplanır. Türkiye’de geçerli zorunlu ayırma süreleri şöyledir: tifo, amipli dizan­ teri, trahom, tifüs, sarılık, kanamalı spiroketoz ayırma gerektirmez. Kolera, mua­ yenede m ikrop çıkmazsa 5 gün; bulaşıcı hepatit, okul ço cuğ u n da 25 gün; difteri, aşı olunmamışsa 15 gün; çocuk felci 28 gün; çiçek, aşı olunmamışsa 14 gün; kı­ zamıkçık 8 gün; kızıl 18 gün (bu iki has­ talıkta okul çocuklarını ayırmak gerek­ mez); basilli dizanteri 21 gün; salgın an­ sefalit 10 gün; m enenjit 20 gün; boğm a­



ca 3-7 yaş için 21 gün ayırma gerektirir. Daha büyükleri boğm aca nedeniyle ayır­ ma gerekmez. — Tıp ve Vet. Kolera, veba, çiçek gibi bu­ laşıcı hastalıklara yakalanm ış hastaları sağlamlardan ayırma, koruyucu hekimlik­ te zorunlu bir önlem dir. Bu hastalıkların her biri için yasal ayırma süreleri vardır. Bulaşıcı çocuk hastalıklarında çocuğu yalnız okuldan ayırm ak yeter (tecrit). Bu­ na karşılık, tam b ir asepsiye gereksinimi olan hastalar (bağışıklıktan yoksun olan­ lar, organ nakli yapılanlar, bedeninde önemli yanıklar bulunanlar) steril odalara konurlar. Bulaşıcı hastalığı olan hayvanları ayır­ ma da yasal kurallara bağlanmıştır. Bu­ nun için hayvanlar karantinaya alınır ya da belli bir yerde tutulur. A Y IR M A K g.f. 1. Bir şeyle b ir şeyi ya da şeyleri (birbirlerinden) ayırmak, bir şeyi (başka b ir şeyden) ayırmak, birlikte bulu­ nan şeyleri birbirinden ya da birbirlerin­ d en uzaklaştırmak, ayrı yerlere koymak: Çürük meyveleri sağlamlarından ayırmak. Yumurtanın sarısıyla beyazını ayırmak. Sı­ raları biraz ayırın. M asayı duvardan 50 cm ayırmak. — 2. Bir kimseyle, b ir kim ­ seyi ya da kimseleri (birbirlerinden) ayır­ mak, b ir kim seyi (başka b ir kimseden) ayırmak, onları birbirlerinden uzaklaştır­ mak: Onları ancak ölüm ayırabilir. M ah­ kem e ço cuğ u annesinden ayırıp babası­ na verdi. — 3. Bir şeyi, b ir alanı (bölüm ­ lere) [ a raç tüm leci + ] ayırmak, onu böl­ mek, bölüm lem ek: B ir arsayı iki parsele ayırmak. Bir salonu duvarla ayırmak. Saç­ larını ortadan ayırm ak — 4. Bir şeyi (ço­ ğ u l ya da topluluk adı) b ir şeye g öre ayır­ mak, onu kimi ölçütlere göre alt bölüm ­ lerde, öbeklerde toplam ak; sınıflandır­ mak: Yumurtaları büyüklüklerine göre ayırmak. — 5. B ir şeyi, b ir kim seyi ayır­ mak, onu diğerleri arasından seçmek: A l­ b üm için en güzel fotoğrafları ayırdım. Şiir okumaları için üç öğrenciyi ayırdık. — 6. Bir şeyi (bir kimseye, b ir kim se için) ayır­ mak, onu onun emrine, kullanımına ver­ mek; onun için saklamak: Bir kimseye oda, masa ayırmak. Bu soruya bu kadar zaman ayıramam. Akşama biraz çorba ayır. — 7. Bir kimseyi b ir yerden, b ir topluluk­ tan ayırmak, orayla, onlarla olan ilişkisini kesmek: Çocuğu yıl ortasında okuldan, ar­ kadaşlarından ayırm ak istemiyor. — 8. K avga edenleri ayırmak, onların arasına girmek, dövüşmelerini, boğuşmalarını en­ gellemek: D övüşenleri ayırırken b ir yu m ­ ruk da o yedi. — 9. B ir şeyi, b ir kim seyi başka bir şeyden, kimseden ayırmak, on­ ları ayırt eden öğeyi oluşturmak:D/7yef/s/ insanı hayvandan ayırır. Gergedanı suaygırından ayıran nedir? — 10. B ir şeyle bir şeyi ya da şeyleri (birbirlerinden) ayırmak, b ir şeyi b ir şeyden, b ir kim seyle b ir kim ­ seyi ya da kimseleri (birbirlerinden) ayır­ mak, b ir kim seyi b ir kim seden ayırmak, aralarındaki ayrılıkları sezmek, anlamak; onları ayrı ayrı ele almak: iyiyi kötüden ayırmak. Düşle g e rç e ğ i ayırmak. İkizleri birbirinden ayıramıyorum. M ahkem e bu iki davayı ayırmaya karar verdi. — M . Ba­ caklarını ayırmak, bedenin normal çizgi­ sinden uzaklaştırmak: Bacaklarını ayıra­ rak yürüm ek. — 12. B ir kim seyi (başka­ larından) ayırmak, (onlardan) üstün tut­ mak, kayırmak: K üçük oğlunu öteki ço ­ cuklardan ayırır. Ü vey kızını öz çocukla­ rından ayırmadı. — 13. B ir şeyi (bir tara­ fa) ayırmak, onu bir kenara koymak, bi­ riktirmek: Bu iş için biraz para ayırmıştı. — 14. B ir kimsenin b ir şeyini (ötekinden, ötekilerinkinden) ayırmak, o şeyin birlik­ te kullanımına son verm ek: Hastanın ta­ bağını bardağını ayırmak. Ç ocuğun oda­ sını yatağını ayırmak. —Anal. kim. Bir bileşikten bir elementin, bir karışımdan arı bir m addenin açığa çık­ masını sağlamak. —Arit. B ir bağıl tam sayıyı asal çarpanla­ ra ayırmak, bütün çarpanları asal sayılar olm ak üzere, bu sayıyı çarpım halinde



yazmak. (Sıfır olm ayan ve 1 ile - 1 den farklı her p bağıl tam sayısı,p , , p 2, -.,pn farklı asal sayılar v e a , , a 2 a n sıfır ol­ mayan doğal tam sayılar, e = ± 1 olmak üzere y p j ı p ' p ... p ' p b içim inde yazı­ labilir; ı p P p p . p"nn p nin asal ça r­ panlara ayrılmasıdır; çarpanların sırası bir yana bırakılırsa, bu ayrılma tektir. — Bür. Bir belgenin suretlerini bir yana, çoğaltm ayı sağlayan karbon kâğıtlarını başka bir yana koymak. — Besi. Pastırmacılıkta etlerin ölüm sert­ liği çözülm eden sökülm eleri ve sökülen etlerin pastırmalık parçalarına ayrılmaları işlemi. Bu işlemde, kuşgöm ü dışındaki bütün et parçaları, pastırmalık parçalara bölünür. Kol, but, sırt ve döş, ayrı ayrı yöntemlerle ayrılır. — Bilş. ve Telekom. İşaret ayırmak, işaret ayırma işlemini uygulam ak. —Ceb. B ir L oransal kesrini yalın öğe­ lere ayırmak, indirgenem ez hale getirdik­ ten sonra, bu kesri g(x)pa yd a sın ın asal çarpanlara ayrılmasındaki indirgenem ez polinomları payda alan oransal kesirlerin toplamı olarak yazmak. (Bk. ansikl. böl.) |j B ir ikilenik biçim i karelere ayırmak, bu biçimi, hepsi kare olan terim lerin toplamı olarak yazmak. (Her bir terime, kare te­ rim denir.)[Bk. ansikl. böl.] || B irpo lin o m u asal çarpanlara ayırmak, bu polinomu, hepsi indirgenem ez polinom (ayırmanın yapıldığı cisim içinde) olan çarpanların çarpımı biçim inde yazmak. — Cerr Bir organ ya da uru komşu do­ kulardan kurtarmak. — Dy. Bağlı iki vagonu ya da bir biyelle birleştirilmiş iki yürütücü dingili birbirinden uzaklaştırmak. (Özellikle otom atik koşum takımıyla donatılmış vagonlar için kullanı­ lır.) || Bir bandajı, b ir tekerleği ayırmak, ba­ sınç, ısıtma gibi işlemlerle bandajı teker­ lekten ya da tekerleği dingilden çıkarmak. || Bir vagonu ayırmak, vagonu katardan çözmek. —Elektron. Elektroakust. ve Telekom. Eş­ lem e ayırmak, bir yükseltecin katları ara­ sındaki eşlemeyi kaldırmak. — Elektrotekn. Eşleme ayırmak, iki elek­ trik devresi arasındaki eşlemeyi ortadan kaldırmak. — Müz. Sesleri, birbirine karışmayacak bi­ çimde, ama aralarında fazla boşluk da bı­ rakm ayarak icra etmek. —Teknol. B ir şeyi başka b ir şeyden ayır­ mak, birbiriyle olan ilişkisini kesmek. — Bir mekanizmanın birbirine bağlı olarak çalışan iki bölüm ünü bağımsız hale getir­ mek: M otoru transm isyondan ayırmak. -T o p o l. Bir afin uzayın bir H aşırıdüzlemi için ve her biri, gözönüne alınan iki A.B parçasından birini içeren ve H yi sı­ nırlayan kapalı (aynı biçim de açık) yarıuzaylar tanımlamak. (H nin A ile B yi ayır­ dığı [aynı biçim de sıkı ayırdığı] söyle­ nir.) — Bir E küm esinden başka bir F kü­ mesi içine tanım lanan fonksiyonların J (E,F) kümesinin bir S parçası için, tj(x,y) e E2, x ¥ y, J f e S / f{x) ¥ dy) biçim inde olmak. [C(E, [0 ,1 ]) metrik uzay olan E nin noktalarını ayırır.] ♦ a y rılm a k dönşl. f. 1. B ir kimseden, bir topluluktan, b ir şeyden (birbirlerinden) ayrılmak, onu bırakmak, ondan uzaklaş­ mak: Ailesinden, evinden, işinden, sevdi­ ğ i şeylerden ayrılm ak zorunda kaldı. Fü­ ze yörüngesinden ayrıldı. A na yoldan ay­ rılm adan d üm d ü z gideceksin, iki kardeş yo l kavşağında b irbirlerinden ayrıldılar. Toplantıdan erken ayrıldı. — 2. (Bölümle­ re) ayrılmak, bir bütün sözkonusuysa, bö­ lünmek, parçalanm ak: Başbakana yol vermek için halk ikiye ayrıldı. — 3. Bir şey­ den, b ir kim seden ayrılmak, (birbirlerin­ den) ayrılmak, farklılaşmak, karşıtlaşmak: Psikoterapi ile psikanaliz kullandıkları yön­ temlerle birbirlerinden ayrılırlar. Bu konu­ da senden ayrılıyorum. Ele aldığı sorun­ ların öteki yazarların işlediği sorunlardan p e k ayrılm adığını görüyoruz. — 4. (Bir



ayırtedicı yerden) ayrılmak, (birbirinden) ayrılmak, bağ lı, b irlikte ya p ışık vb, o la n ö ğ e le r söz­ konusuysa, bu d u ru m d a n kurtulm ak; ko p ­ m ak: Borular bağlantı yerlerinden ay­ rılmış. — 5 , (Bir kim seden) ayrılmak, b ir k im s e y le birlikte y a ş a m a y a so n verm e k; b o ş a n m a k : Kocasından ayrılmak. Karı



koca uygarca anlaşarak ayrıldılar. — 6. B ir şeyden, (birbirinden) ayrılmak, ayrıla­ bilmek. o n d a n b a ğ ım s ız o la ra k ele alın a ­ b ilm e k: Bu iki kavram birbirinden ayrıla­ b ilir mi? — Denize. D em ir yerinden ayrılmak, d e ­ m irli b ir g e m i için d e m ir a la ra k d e m ir y e ­ rini te rk etm e k. — Dy. Ayrılan yol, norm al bir a yrım d a ana h a tta n ayrılan yol. — G e o m . B ir e ğ ri y a d a c e b irs e l b ir y ü ­ ze y için, d e n k le m le rin d e n biri in d irg e n ir b ir p o lin o m la ta n ım la n m ış olm ak. (D enkx2 y2 l e m i -------------= 0 olan konik, den klem a2 b2



b



b



leri y = — x ve y = — x o la n a a rü y a ayrılır.)



iki d o ğ -







ayrılm ak ya d a ayırılm ak e d ilg . f. A yırm a k eylem ine ko n u olm ak: Çocuğun­ dan zorla ayrıldı. Sınav sonunda piya d e ­ ye ayrıldı. 205 n o.'lu oda size ayrıldı. ♦ ayırtm ak ettırg t. Ayrılm asını sa ğ la ­ m ak: Yer, oda ayırtmak. — A n s İk l. C e b . • B ir oransal kesri yalın öğelere ayırmak. g ( x ) = p î r p î ? ■■■ p „ " ise, p a y d a la r,



Is ı s n



v e ls k s o p



o lm a k ü ze re p * biçim indedir. 1



o ra n ­



sal ke srin in p ayının d e re ce si, p a y d a n ın d e re c e s in d e n b ü y ü k s e ö n c e E u k le id e s b ö lm e si yapılır, ya n i f, g ye b ö lü n ü r; s o ­ nuç



L - /, fi



o la ra k



d e g u < d e g v olan ma ^



e ld e



edilir,



v bu b ö lm e d e ayır­



ye u y g u la n ır. Yalın ö ğ e le re a y ır­



m a, ka rm a şık sayıların € c is m in d e y a p ı­ lırsa, o ra n sa l ke srin pa yd a sı d a im a b irin ­ ci d e re c e d e n ç a rp a n la ra a y rıia b ild iğ in e g ö re ,a y ırm a işle m in d e h e r p a y d a (x a )“ b iç im in d e d ir; a, p a y d a n ın , a k a tillik b a ­ s a m a ğ ın d a n bir ku tb u d u r. B u ra d a n , ayır­ m anın paylarını b elirtm ekte kullanılan kla­ sik y ö n te m le r e ld e e d ilir. Bu yö n te m le r a ş a ğ ıd a k i ö rn e k te u y g u la n ır: 2x f ( x ) = ----------- -— z------(x - 1 ) 2( x 2 + 1) 2x ---------------------(x - 1) (x - ;')(x + i) ifadesinin C iç in d e yalın öğe le rin e ayrılm a­ sını in ce le m e . A ra n a n a yırm a _________ 2x_________ yada



f(x) =



(x - 1 ) 2(x - r ) ( x + /) A B C



D



(x - 1) (x - 1) ( x — /) < * ' + / ) biçim indedir. A yı belirlemek için,her iki y a n ( x - 1 ) 2 ile çarpılır, ve x = 1 gözönüne alınır; bu2



radan -------------------- A ,ya n i A = 1 çıkar. ( - /)(1 + /) Aynı yöntem le C ve D bulunur: -1



2/ (/ - 1)2( / + i )



= C, yani C = — , 2i 1



-2 İ



D, yani D = — ■ ( - / -



1)2( - / - / )







B yi belirlemek için,x sonsuza gitti­ ğinde xf(x) in limiti aranır; buradan B + C + D = 0, yani B = 0 çıkar. Dolayısıyla 1



7(x) =



1



1



-----------------+ --------------(x - 1)2 2 /(x - /) 2# ANAYASA.) || Hukuka aykırılık, bir eylemin ya da hukiki işlemin hukuk ku­ rallarına uygun olmaması. (Bk. ansikl. böl.) || Sözleşmeye aykırılık — AKİT. |j Ya­ saya aykırılık, bir eylemin ya da hukuki iş­ lemin yasaya aykırı olması. ( -> y a s a .) — ANSİKL. Dilbil. Aykırılık anlam sapm a­ sını belirtm ek üzere kullanılır. Sapma dil­ bilgisine ilişkin olduğu durum da daha çok gram er dışılıktan söz edilir. Örneğin, ayakkabılarının üzerinde parıldayan m ü ­



ziği din liyo r cümlesi sözdızımseı açıdan d oğ ru d ur ancak aykırıdır, çünkü günde­ lik dilde “ parıldam ak", “ somut nesne" ol­ m a ve “ ışık yansıtabilirle” özelliklerini ta­ şıyan bir özne gerektirir; oysa "m ü z ik " için böyle bir durum sözkonusu değildir. Bu cümleyi ancak bir eğretilem e ile, yani şiir düzlem ine yerleşerek, fiilin anlamsal tanıtıcılarını değiştirerek yorumlayabiliriz. — Huk. Hukuka aykırı işlemler, aykırılığın derecesine göre ya iptal edilebilir nitelik­ te doğarlar ya da hiç doğm am ış, yok sa­ yılırlar. ( -> BUTLAN, YÜKLÜK.) Hukuka aykırı eylemler de yine aykırılığın derece­ sine göre, ya yalnızca bir giderim yüküm ­ lülüğü doğururlar ya d a buna ek olarak ceza yaptırımı ile karşılanırlar; birinci d u ­ rum da haksız fiil, ikinci durum da da suç olarak adlandırılırlar. Hukuka aykırılık kavramının ceza huku­ ku alanında daha özel bir anlamı vardır. Ceza hukukunda hukuka aykırılık suçun kurucu öğelerinden biridir. Bir eylemin suç oluşturması için bu eylemin hiçbir bi­ çim de hukuka uygun olmaması gerekir; ceza yasalarının yasakladığı bir eyleme başka bir hukuk kuralınca izin verilmemiş olmalıdır. Bir eylemin yapılmasına her­ hangi bir hukuk kuralı izin verirse bu ey­ lem suç oluşturmaz. Bir hakkın kullanılma­ sı, bir görevin yerine getirilmesi, meşru müdafaa, zorunluluk durum ları suç sayı­ labilecek bir eylemi suç olm aktan çıkarır: ölüm cezasını yerine getiren görevli ya da kendini korum ak için birini öldüren kişi adam öldürm e suçu işlemiş sayılmaz. Hukuka aykırılığı kaldıran ve bunun so­ nucu olarak eylemi suç olmaktan çıkaran bu nedenlere hukuka uygunluk nedenleri denir. A Y K U R T (İzzet Ulvi), türk gazeteci ve siyaset adamı (Eskişehir 1880 - Ankara 1957). Jön Türk hareketine katıldığı için Abdülham it II yönetim ince tutuklandı. 1908 M eşrutiyetinden sonra Mektebi m ülkiye’yi bitirdi. İzmir’in işgali üzerine Afyon'da çıkartılan ikaz gazetesinde, ulusal direnişi savunan yazılar yazdı. Hâkimiyeti milliye gazetesinin yazı işleri müdürü oldu. Aynı dönem de, Birinci grup kâtipliği yaptı. Afyonkarahisar (1923-1939), Hakkâri (1939-1943), Eski­ şehir (1943-1946) milletvekili olarak TBMM’de görev yaptı. Türk vezni (1942) adlı bir kitabı vardır. TDK üyeliği yaptı. A Y K U T (M ehm et Şeref), türk siyaset adamı, hukukçu, yazar (Edirne 1874 - İs­ tanbul 1939). İstanbul H ukuk fakültesi’ni bitirdi. Edirne’de avukatlık yaptı. A b d ül­ hamit II dönem inde devrim ci düşüncele­ rinden dolayı sürgüne gönderildi. Yeni Edirne (1908-1914), daha sonra Trakya gazetesi’ni çıkardı. Trakya-Paşaeli cem i­ ye tinin kuruluşuna öncülük etti ve bu ce­ miyetin tüzüğünü hazırladı. Son Osmanlı Meclisi m ebusanı’na Edirne m ebusu se­ çildi. İstanbul işgalinden sonra ingilizler’ ce Malta'ya sürüldü. Serbest kalınca Ana­ d o lu ’ya geçti, ilk T B M M ’ye katıldı. Anka­ ra’da avukatlık yaptı (1923-1931). Edirne milletvekili seçildi (1931-1939). Yapıtları: H anedan ve m illet (1923), ism et Paşa (1934), Kem alizm (1936), B ulgarlar ve B ulgar devleti (1939). A Y K U T (İbrahim Ethem), türk yönetici (İstanbul 1888 - Ankara 1942). Mülkiye m e k te b in i bitirdi (1910). Çeşitli ilçelerde kaym akam lık yaptı. E ge’de, Kuvayı milli­ ye örgütçüsü ve savaşçısı olarak çalıştı. Yaralandı, Söke de Yunanlılar’a tutsak düştü. Kurtuluş savaşı’ndan sonra Lap­ seki, Mudanya kaymakamlıklarında (1922 -1924), .Kars, Sinop, Urfa, Gümüşhane, Erzurum, Balıkesir, İzmir valiliklerinde (1924-1940) bulundu, içişleri bakanlığı müsteşarlığı yaptı, Samsun valiliğine atan­ dı (1941). A Y K U T (imren), türk siyasetçi (Kozan 1941). 1983 ve 1987 seçim lerinde ANAP’tan milletvekili oldu, ikinci Özal, Akbulut ve Yılmaz hükümetlerinde ba­ kanlık yaptı (1987-1991).



Aylık ansiklopedi A Y L A a. Gökcisimlerinin çevresinde gö­ rülen beyaz ışık. (Eşanl. h a l e .) —Anat. Bir dokunun lif demetleri, katları ve ağ örgüsü arasında kalan küçük boş­ luk. — M eme başını çevreleyen koyu renkli halka. — Bot. Açıktohumlu bitkilerin trakeitlerinin zarında bulunan bezek. (Üzerinde delik bulunan iki selüloz tabakası birbirinden ayrılır ve aralarında m erceksi bir boşluk oluşur; onu da ortası kalınlaşmış bir ince perde ortadan keser.) — Foto. Bir fototipin belli bir yerinde g ö ­ rülen, değirm i biçim li kusur. —Giz. bil. insanları ve öteki canlıları çe v­ releyen ve yalnızca medyumların görebil­ diği ışık. (Aylanın renginin, çevrelediği in­ sanın ruhsal durum una göre değiştiği ve ölüm den sonra karardığı varsayılır.) H — Güz. sant. Ressam ve heykelcilerin, ge­ nellikle İsa'nın, M eryem 'in ve azizlerin başları çevresine koydukları ışıklı çem ­ ber. (Asyalı ve m üslüm an sanatçılar da, tanrısal, kutsal ya da saygıdeğer kişilerin başlarını aylayla çevrelemiştir.) [Bk. an­ sikl. böl. ] —Teslis'i simgeleyen ve içine Tanrı’nın adının İbrani harfleriyle yazıldı­ ğı bir üçgenin çevresine ya da ortasında Ruhülkudüs güvercininin ya da bir aziz im gesinin yer aldığı bir ovalin çevresine yerleştirilmiş, arasında kanatlı küçük m e­ lek başları bulunan yaldızlı ışın demeti. (En ünlülerinden biri, B ernini’nin R om a’ daki San Pietro kilisesi için yaptığı ayla­ dır; barok kiliselerde, Karşı-Reform’dan baş.cyarak, aylaya daha sık rastlanır.) — Nümism. Kutsal bir kişinin başını çe v­ releyen daire ya da hale. (IV. yy.’dan baş­ layarak, bazı Roma imparatorları, paralar­ da, başları aylalı olarak gösterilir.) — Patol. Bir iltihap odağını çevreleyen ve sınırlayan, çoğunlukla kırmızı renkli dai­ resel bölge. — Ruhbil. Ayla etkisi, bir kimsenin dikkati çeken bir özelliği beğenildiğinde, öbür özelliklerinden ya da bu kimsenin bırak tığı genel izlenimden etkilenm e eğilimi. — ANSİKL. Güz. sant. A n tikça ğ ’da Olympos tanrılarının çoğu, başlan aylalı ola­ rak betim lenmiştir (Pom pei fresklerinde, Vatikan’daki Vergilius’un el yazm asında­ ki m inyatürlerde g örüldüğü gibi). Hıristiyan ikonografisinin ilk dönem lerinde, yal­ nızca İsa’nın başı aylalıdır. III. yy.’dan başlayarak, havariler, Meryem Ana, son­ ra azizler aylalı olarak gösterilm eye baş­ landı, daha sonra önemli imparatorlar, üst düzeydeki yöneticiler gibi laik kişiler de bu simgeyi kullandı; aradaki fark, İsa’nın aylasının bir haç işareti ya da A ve n işa­ reti taşımasıydı. Ayla, yaldızlı, saydam olabilir, maviye, yeşile, kahverengine ça ­ labilir, incilerle süslenebilirdi. VIII. yy.’dan başlayarak, Batı’da, ayla, sözkonusu kişi hayattaysa, dikdörtgen biçim inde göste­ rildi: bağışçı Teodoto, S. Maria Antiqua kilisesinde (Roma) kendini elinde çapella’nın modeli ve başı dikdörtgen bir ay­ layla sarılı olarak betimletmiştir (VIII. yy. ortası). A Y L A K sıf. ve a. Sürekli bir işi olmayan, çalışmadan yaşayan, başıboş gezen kim­ se için kullanılır; avare. —Verg. huk. Aylak mallar, üretken olm a­ yan taşınır servet (mefruşat eşyası, gümüş eşya, m ücevherat, inci ve kıymetli taşlar, tablolar, sanat ve koleksiyon eşyası, halı­ lar, kitaplar ve bunlara benzer başka her türlü taşınır şeyler). ♦



b e. Aylak, aylak aylak, hiçbir am a­



cı olm adan, hiçbir iş yapm adan: Bütün



gün aylak aylak dolaşm aktan bıkmazdı. A Y L A K Ç I a. Gündelikle ya da boğaz tokluğuna çalışan geçici işçi. —Esk. denize. XVIII. yy. ortalarından baş­ layarak, ilkbahar ve yaz aylarında osmanlı donanması sefere çıkarken gemilerde gö­ revlendirilmek üzere kıyı illerinden hizme­ te alınan bir sınıf. — ANSİKL. Sayıları kalyonların büyüklüğü­ ne göre değişir ve devşirme, hıristiyan ya da m üslüm an ayrımı gözetmeksizin d o ­



nanm aya alınırdı. Aylakçı sınıfının altı ay­ lık ücretlerinin ilk bölüm ü kaptan paşa, defterdar ve d iğer yüksek rütbeli paşala­ rın bulunduğu görkem li bir törenle tersa­ nede, ikinci ve son bölümü ise ağustos ayının ortasında ödenirdi. Donanm a se­ ferden d ö n d ü ğü n d e bu sınıfın askerleri mem leketlerine gidip, gelecek ilkbahara kadar işsiz güçsüz dolaştığından bunla­ ra aylakçı denmiştir. A Y L A K Ç IL IK a. Aylakçı olma durumu. A Y L A K L IK a. 1. Aylak bir kimsenin du­ rumu, davranışı: Artık bu aylaklığa b ir son vermelisin. Tatilde iyice aylaklığa alıştı. — 2. Aylaklık etmek; işsiz güçsüz vakit ge­ çirmek, tem bellik etmek, amaçsız dolaş­ mak. A Y L A M A a. inş. Şevli bir açıtın üst bö­ lümünü örten tonoz. (Genellikle birbiriyle iç içe girmiş, gittikçe küçülen kem erler­ den oluşur. Kemerlerin oluşturduğu çıkın­ tılar, roman ve g otik taçkapılarında yon­ tularak bezenmiştir.) || Art aylama, kemerli bir açıtın üstüne kapı ya da pencere ka­ natlarının yerleştirilmesine olanak verecek biçim de oturtulan yarım kemer biçim inde tonoz. (Eşanl. k e m e r a rd i.) A Y L A M A K g. f. D öndürm ek, dolaştır­ mak. ♦ aylanm ak dönşl. f. D önüp dolaşıp aynı yere gelmek; gezinmek. AVLAN M AK -



AYLAMAK



A Y L E R (Albert), amerikalı saksofoncu (Cleveland 1936 N ew York 1970). Rhythm and blues orkestralarında çaldı. 1963’te Cecil Taylor ile çalışmaya başla­ dı ve free jazz türünün en özgün temsil­ cilerinden biri oldu. Blues il.akeskin ses­ lerin ve beklenmedik'BlıntılaW ı (marşlar, fanfarlar, kalipsolar, çocuk-şarkıları) iç içe geçtiği bir müzik evrenr.’yaratfi. Başlıca plakları: Spiritual U nity (1964), Ghosts (1964), Bells (1965), N uitb 'd e la Fondation M aeght (1970). AYLESBURY, Büyük Britanya'da kent, Buckhingham shire’ın merkezi, Chiltern Hills’in K.'inde; 48 159 nüf. Eski evler. Müze. — Aylesbury ördeği, İngil­ tere’de eti çok beğenilen, bem beyaz tüylü bir ördek ırkıdır. A y le s f o r d R e v ie w , 1955'ten bu yana Benediktenler’in yönlendirdiği üç aylık İn­ giliz dergisi. Benediktenler Vatikan II. konsili'nin dünyaya açılma düşüncesine uy­ gun olarak, birçok şair, romancı ve din bil­ gininin yapıtlarını yayımlamaktadırlar. A Y L I sıf 1. Ü zerinde ay biçr'mi, simgesi taşıyan şey için kullanılır: Kınlayın Kırmızı aylı beyaz bayrağı. — 2. Ayın parlak gö­ rüldüğü gece için kullanılır. A Y L IK a. 1. Bir görevlinin, bir devlet me­ murunun, vb. bir aylık çalışma karşılığın­ da aldığı ücret: Aylığını almak. Aylık ver­ mek. (Eşanl. MAAŞ.) — 2 . Aylık bağlan­ mak, bir kimseye em eklilik ya da başka bir nedenle her ay belli bir para ödemeyi yüklenmek için gerekli işlemler yapılmak. || A ylığa geçm ek, ücreti aylık ödenecek bir göreve başlamak; gündelikli ya da üc­ retli çalışırken aylık yöntemiyle ödem e ya­ pılan bir işe, bir kadroya geçmek. — Huk Aylıktan kesme, disiplin cezası olarak, m em urun brüt aylığından otuzda bir ile sekizde bir arasında kesinti yapma. ♦ sıf. 1. Her ay hesaplanan ve öde­ nen para miktarı için kullanılır: Aylık kira. Aylık ücretler. A ylık taksitler. — 2. Her ay yinelenen şey için kullanılır: Aylık toplan­ tı. Aylık ziyaretler. — 3. Her ay çıkan ya­ yın için kullanılır: Aylık dergi — 4. Say. sil. + aylık, belirtilen sayıda ayı kapsayan et­ kinlik ya da ayla belirtilen süre için kulla­ nılır: İki aylık b ir görev. Üç aylık hamile. Beş aylık öm rü kaldı; yaşı ayla belirlilen bebek için kulanılır: Altı aylık bebek. — Etol. Aylık ritim, değişm ez koşullarda ortaya çıkan ve çevrimi 30 güne yakın sü­ rede tam am lanan içsel eylem ritmi.



— Muhs. Aylık bordro, MAAŞ" BORDROSU’ nun eşanlamlısı.\\Aylık durum , ay içinde günlük deftere yazılan m adde kayıtlarının ana deftere doğru geçip geçmediğini de­ netlemek için çıkarılan çizelge. (Bu çizel­ gede şu iki toplam birbirine eşit olmalıdır: bütün hesapların borç ve alacak to p la m ­ ları; borç ve alacak bakiyeleri toplamı. Bu eşitlik sağlanm ıyorsa kayıtların günlük defterden ana deftere doğru geçm ediği anlaşılır. Ancak, günlük deftere yapılan m adde kayıtlarının yanlış ya da doğru ol­ duğunu göstermez.) || Aylık ve ücretliler hesabı, firm ada üretim e emekleriyle katılanlara ödenen tutarların geçirildiği hesap türü. (Süreli olarak kayda geçirilen öde ­ meler bir gider oluşturduğu için, hesabın borcuna yazılır. Bu nedenle de borç ba­ kiyesi verir.) —'Tic. Aylık faiz, bir ay vadeli m evduata verilen faiz. (Türkiye'de aylık faiz uygula­ ması 1982’de başlamıştır.) —Verg. huk. Aylık gecikm e kuralı, Katma değer vergisi'nde (KDV), verginin satış gelirinin elde edilm esinden bir ay sonra ödenmesi kuralı. (Katma değer vergisi'n­ de birer aylık vergilendirm e sözkonusu ol­ duğu için satınalm alarda faturalanan KDV, o dönem de satışlardan tahsil edi­ len KDV’den indirilip vergi idaresine ya­ tırılacağından, bir aylık gecikm e ile ger­ çekleşir. Teşvike tabi olmayan yatırım m allarında bu süre bir yıldan beş yıla ka­ dar uzamaktadır.) — ANSİKL. Etol. Bu ritim tipi, gece etkinli­ ği ay ışığı yoğunluğuna bağlı olan bazı hayvanlarda görülür: bazı karıncaaslanlarının (örneğin M yrm eleon obscurus) kurtçuklarının tuzak kazma etkinliği, dolunaylı gecelerde en yüksek noktasına .ulaşır. A y lı k a n s ik lo p e d i, Server İskit'in ha­ zırladığı, ansiklopedi niteliğindeki dergi (mayıs 1944 - haziran 1950, 72 sayı). Güncel konuları ülke, kişi ve olay çevre­ sinde, ansiklopedik yaklaşımla ele aldı. Görsel öğeler yanında her sayıda kaynak­ ça ve olaylara ilişkin zaman dizini verdi. Yine her sayının sonunda, bir ek bölüm ­ le ayın iç ve dış olayları, özellikle ikinci Dünya savaşı'na ilişkin konular yer alıyor­ du. Türkiye, türk edebiyatı ve yazarlarına da kapsamlı yer verilen Aylık ansiklope­ di, Türkiye'de türünün ilk örneklerinden­ dir.



1115



Sarı Pietro kürsüsü'nün üst tarafını süsleyen ayla Bernini’nin yapıtı (1657-1666) San Pietro bazilikası, Roma



aylıkçı A Y L IK Ç I a. 1. Aylıkla çalışan kimse: Bir aylıkçı arıyor. — 2. Aylığından başka geli­ ri olmayan kimse: Aylıkçılar için geçim çok zor.



1116



A Y L IK L I sıf. 1. Kendisine aydan aya ödem e yapılan kimse için kullanılır: G ün­ delikli değil aylıklı işçiler aranıyor. — 2. Ay­ dan aya ödem e yapılan iş için kullanılır: Aylıklı b ir işe girm ek. Yüksek aylıklı kad­ roların hepsi dolu. A Y L M E R , Kanada'da (Ouebec) kent, Ottawa ırmağı kıyısında, Hull yakınında; 25 700 nüf. A Y L M E R , Kanada’da (Northwest Territories) göl, tespih gibi sıralanmış bir dizi göl ve kanal aracılığıyla Büyük Esir gölü­ ne dökülür. — Kanada'da (Ouöbec) göl, Saint-François ırmağı tarafından aşılır. Baraj. A Y L M E R (Matthew WHİTWORTH - AYL­ MER, 5.—baronu), İngiliz subay ve yönetici (1775-Londra 1850). 1831-1835 yılları ara­ sında Kanada genel valiliği yaptı; fazla uz­ laşmacı bulunduğundan geri çağrıldı. A Y M A K gçz. f. Kendine gelmek, gerçe­ ği görm ek; ayılmak. — Seram. Çini ve seramiklerde, sırçanın eriyerek şeffaflaşması ve parlaklaşmasıy­ la, alttaki bezeme ve renklerin ortaya çık­ ması.



Marcel Aym4 (1963’te)



A y - M a n g u s e f s a n e s i, bir altay masa­ lı. Burada, anasız-babasız bir çocuğa ad verme, kutsal ağaç, ata duyulan sevgi, tanrı tarafından arm ağan edilen konuşan at, ölüm karşısında “ cana can bulm a” gibi, türk efsanelerinin_yaygın öğeleri bir arada kullanılmıştır, t A Y M A R A a. Peru’nun güney kesiminde­ ki dağlarda ve Bolivya’nın kuzeyinde ya­ şayan nüfusun 1 400 000 ’e yakın bölümü tarafından konuşulan Güney Amerika yö­ resel diller topluluğu. (Kiçua diliyle kay­ naşmıştır.)



aymercek



A Y M A R A L A R , Bolivya ve Perü’da ya­ şayan, aynı dili konuşan yerli halk. Güney Amerika uygarlıklarının en eskilerinden bi­ ri olan Aymara uygarlığı, Tiahuanaco’nun egem enliğinde eh parlak dönemini yaşa­ dı; sonra, inkalaj’ın ve ispanyollar’ın bas­ kısıyla g e rile d i/G ü n ü m ü zd e Aymaralar, Bolivya’da yaklaşık 1,25 milyon (730 0 0 0 ’i La Paz bölgesinde), Perü’da Puna yöne­ tim bölgesinde 3 0 (^ 0 0 0 kişidir. Başlıca gelir kaynakları b a lıjjjılık (özellikle Titicaca gölü kıyısında), hayvancılık ve tarım­ dır; ayrıca dokumacılık, sepetçilik, çöm ­ lekçilik, sepicilik vb m aden sanatlarıyla uğraşırlar. Genellikle .kendi yakınlarıyla ev­ lenen ve babaşoylu bir toplum oluşturan Aymaralar, toprakları yerel bir reisin yöne­ tim inde paylaşır ve biri “ üst" öbürü "a lt" olm ak üzere iki grub a ayrılırlar. Katolikli­ ğin etkisiyle inançları değişmiştir Hem do­ ğal güçlere hem de hıristiyan azizlerine ta­ parlar A Y M A Z sıf. ve a. Aymazlık içinde bulu­ nan, sezgisi, duyarlığı kıt kimse için kul­ lanılır; gafil, bilinçsiz.



ıraksak



A Y M A Z L IK a. Çevresindeki gerçekleri sezememe, olup bitenlere karşı duyarsız olm a durum u; gaflet, bilinçsizlik: Büyük b ir aymazlık içinde olmak.



/es Oiseaux de lune, 1956). 1941’de Travelingue, 1946'da le Chemin des ecoliers, 1948’de Uranüs adlı romanları ve 1950’de Clörambard, 1951 ’de Başkalarının kellesi (la Tete des autres), 1961 ’de Louisiane ad­ lı oyunlarında, Fransız toplum unu, III. C um huriyetin ideoloji kavgalarından Kurtuluş'un sonuçlarına dek uyanık ve alay­ cı bir üslupla yansıttı. Marcel Aym e’den ayrıca, Kuğuların türküsü, Suluboya kutu­ ları, N uhun gem isi ve Yağmur yağdıran kedi adlı çocuk kitapları yayımlandı. ■ A Y M E R C E K a. Opt. Bir yüzü dışbükey diğer yüzü içbükey mercek. (Eşanl. MENİSK.) || Iraksak aymercek, dışbükey yü ­ zünün yarıçapı, içbükey yüzünün yarıça­ pından daha büyük olan mercek. || Yakın­ sak aymercek, dışbükey yüzünün yarıça­ pı içbükey yüzünün yarıçapından daha küçük olan mercek. A Y M E R K E Z S E L sıf. Gökbil. Başlangı­ cı Ay'ın m erkezinde olan. A y M ö k ö (Böke) d e s t a n ı , Sagaylar (Abakan, güney Sibirya Türkleri) arasın­ da yaygın manzum halk hikâyesi. Rus türkoloğu W. Radloff tarafından XIX. yy. sonunda derlenm iştir Yetim büyüm üş Ay Mökö ile kız kardeşinin kayıp babalarını bulmaları ve türlü serüvenlerden sonra m utluluğa kavuşmaları anlatılır. Bozkır av­ cılarının yaşamını, inançlarını yansıtır. Ko­ nuşan tilki, iyilik yapılan hayvandan iyilik görülm esi, sihirli ok, kurtuluşu sağlayan öğüt gibi masal m otiflerini kapsar. ( — Kayn.) A Y N a. (ar ’ayn). Esk. 1. Göz: "Ayş-ı dün­ ya g öz a çup yum m ışça gelm ez aynına" (Nev’i, XVI. yy.). — 2. Bir şeyin aslı, ta ken­ disi: Ayn-ı hakikat (gerçeğin ta kendisi). Ayn-ı hata (tam anlamıyla yanlış). Ayn-ı h ikm et (hikmetin ta kendisi). Ayn-ı isabet (tam isabet, yapılacak şeyin ta kendisi). Ayn-ı keram et (tam anlamıyla mucize). — 3. Bir şeyin eşi, benzeri, aslına en ya­ kını: "O l şahid-i g ayb i benem kim kaina­ tın aynıyam " (Nesimi, XIV. yy.). — 4. Ba­ kış, nazar: Ayn-ı inayet (iyi niyet bakışı). Ayn-ül-kemâl (nazar değmesi, kem bakış). — 5. Kaynak, pınar: Ayn-ül-hayat (hayat pı­ narı). — 6. Ayn-ül-yakin, gözle görülmüş, kesin. || Ayn-ül-hir, kıymetli bir cins taş. — Biyol. Ayn-ı m ürekkeb, petek göz, bir­ leşik göz. .— Gökbil. Esk. Ayn-ür-râmi, Yay takımyıl­ dızında y yıldızı. || Ayn-üs-sevr, Boğa ta­ kımyıldızında a yıldızı. — isi. huk. Gözle görü lü p elle tutulabilen belli şey. — Faizli işlemlerde faiz olarak be­ lirtilen fazlalık. (Bir malı veresiye satıp tes­ lim ettikten sonra hem en aynı yerde aynı malı sattığı kişiden daha düşük bir bedel­ le, am a peşin olarak satın almak anlamı­ na da gelir. ( -> m u a m e l e -İ ş e r 'İy y e .) —Tıp. Eski arap tıp dilinde göz anatomisi ve daha geniş olarak oftalmoloji anlamı­ na gelir. (Halk dilinde “ kötü göz, nazar” demektir.) AYN -



AYIN.



A Y N (E L-), Abu Z abi’de vaha, el-Bureymi yakınında, Um m an sınırı yakınında. A Y N A L İ EFENDİ



> AYNİ ALİ EFEN­



Dİ.



A Y N M U S A (“ M usa kaynağı"),G üney ■ A Y M E (Marcel), fransız yazar (Joigny Filistin’de, Petra dağının doğusunda yer. 1902-Paris 1967). ilk romanlarındaki halk­ İslam geleneği, bugün Tavilan diye anılan çı çizgiden hiçbir zaman fazla uzaklaşma­ ve İ.Ö. XIII-VI. yy.’lar arasında Edomlular' dı (Brûlebois, 1927; la Table-aux-Creves, ın yaşadıkları toprakları sulayan kaynağı 1929; Yeşil kısrak [la Jument verte, 1933]). M usa'nın bir kayaya vurup on iki kaynağı Başkaldırdığı dönem lerde bile yumuşak fışkırtması olayıyla bağdaştırır. Bazı yo­ ve hayranlık uyandıran bir yazar olarak rum culara göre bu kaynaklar, Musa'nın kaldı (S a rm an ın ' masalları) [Contes du yanında taşıdığı ve buraya yerleştirdiği bir chat perche, 1934-1958]. Gerçekçilik ile taş parçasından fışkırdı. fanteziyi (Duvargeçen [le Passe-Muraille, 1943]), farfara ile duyarlığı, inandırıcı bir ■ A Y N A a. (fars. ayine'den). 1. Işık ışınları­ nı yansıtan, cilalı, metalle (kalay, gümüş, saçmalık ile çarpıcı bir sadeliği bir ara­ alüminyum) sırlanmış cam. (Bk. ansikl. da kullanarak edebiyat dünyasında öz­ böl. Mobc.) — 2. Aynı işlevi gören, metal gürlüğünün üstüne titreyen ve aldat­ m acalara karşı çıkan bir yazar olarak g ö ­ ya da metal olmayan cilalı yüzey. — 3. Radyoskopa halk arasında verilen ad: Ay­ rüldü (Lucienne et le Boucher, 1948;



naya girmek. — 4. Ed. Nesneleri yansıtan düz yüzey: Suların aynasına yansıyan göl­ geler. — 5. Ed. Bir şeyin genel görünüm ü­ nü grtaya koyan ve bir bakım a onu göz­ lerimizin önünde canlandıran şey: iş kişi­ nin aynasıdır. Rom ancının betim lediği dünya, içinde yaşadığım ız dünyanın bir aynasıdır. — 6. Arg. iyi durum da, yolun­ da: işimiz ayna. — 7. Ayna gibi, parlak, ci­ lalı, düm düz şeyler için kullanılır: Duvar­ ları ayna g ib i m erm erle kaplamışlardı; durgun ve kıpırtısız denizin bu niteliğini belirtm ek için kullanılır: D eniz ayna gibi, duru, dalgasız. || B ir şeye ayna tutmak, o şeyi yansıtmak, göstermek: Roman, çel­ tik işçilerinin yaşam ına ayna tutuyor. —Al. tak. Örs aynası, örsün iki boynuzu arasında kalan bölüm ünün üst yüzeyi. —Ask. havc. Güverteye iniş aynası, pilot­ ların, bir uçak gemisinin güvertesine iner­ ken kendi başlarına m anevra yapabilm e­ lerini sağlayan o ptik sistem. (Bk. ansikl. böl.) —Avc. Ördek ya da kaz avında (batak) ır­ m ağın geniş, d urgun yeri; göllerde, ka­ mışların arasındaki açıklık, gölcük. — Bir tahta üzerine tutturulm uş küçük aynalar­ dan oluşan av aracı. (Bir yay ya da ip yar­ dımıyla döndürülür. Yansıttığı güneş ışın­ ları, kuşların toplanmasını sağlar. Türki­ ye’de bu yöntemle avlanm ak yasaktır.) —Ayakkc. Ayakkabının yüz bölüm ünde yer alan ve kenarlarından dikişle sayaya birleştirilmiş parça. |j Ökçe aynası, ökçe­ nin düz ya da içbükey önyüzü. —Ayakkc. ve Eldivc. Ayna kenarı, eldive­ nin arka yüzünü ya da ayakkabının saya­ sını süslemeye yarayan, dikişin iki sırası arasındaki dar deri kabartı. — Bayınd. Ayna duvarı, bir köprünün ba­ zı kenar ayaklarının cephe bölüm ünü oluşturan duvar. (Hemen hemen aynı doğrultudaki kanat duvarlarıyla ya da az çok gönyesinde köşeli duvarlarla uzatıla­ bilir) || Kazı aynası, yapım halindeki bir yer­ altı yapısının ön bölüm ü. (Burada arazi, makinelerle ya da patlayıcılarla parçala­ nır ve böylece boşluk oluşturulur) — Bisikç. Ayna dişli, aktarm a zinciri takı­ lan ve pedallara bir manivelayla bağlanan dişli çark. — Cerr. Gırtlak aynası, boğazı muayene etmeye yarayan ayna. — Denize. Sandalların ve bazı küçük yel­ kenlilerin kıçını oluşturan hemen hemen düşey ve düz bölüm. — Eski gemilerin kıç tarafındaki düz üst bölüm. —Akıntı ve ana­ forun birleştiği yerde oluşan durgun, par­ lak ve yuvarlak yüzeyler. —Sivil denizcilik­ te gemi dürbününe verilen ad. — Küreğin yassı uç kısmı. || Ayna kıç, arkası düz san­ dal ya da küçük tekne. || Ayna sünger, dip tarafına cam takılmış kova büyüklüğünde deniz dibini görm eye yarayan araç. (Ge­ nellikle sünger avcıları ve dalgıçlar tara­ fından kullanılır.) ■ — Deric. Atın sırt kem iğinin her iki yanın­ da, sağrısında bulunan, yaklaşık 20 ile 22 d m 2’lik, yum urta biçim inde, kıkırdaklı ikiparçanın her biri. (Buradan "Sahtiyan” denilen yüksek nitelikli, lifli, kalın ve sağ­ lam yapıda bir deri elde edilir.) — Ed. İskender'in aynası, Aristo tarafından yapıldığı söylenen ayna. (Cam-ı İskender, mir'at-ı İskender, ayine-i âlem nüm a diye de adlandırılır ve seven gönül, dünya iliş­ kilerinden kopm uş insan yüreği anlamın­ d a kullanılırdı.) — El sant. Ayna çekici, bakırcılıkta derin­ liği olan parçalan perdahlam ada kullanı­ lan, uzun başlı bir tür çekiç. (Derin tence­ re, sahan, m angal kapaklarının üst kısım­ ları bu çekiçle dövülüp düzeltilir. [Eşanl. UZUN p e r d a h ÇEKİÇ*'!].) |j A yna vermek, AYNALAMAK’ın eşanlamlısı. — Elektroakust. Bir plağın, son kayıt iziyle deliği arasında yer alan merkez bölümü. — Eşy. M inder aynası, eski türk evlerinde sedir üstüne yastıklara dayalı olarak ko­ nan, el aynasından biraz büyükçe ayna. (Genellikle ters çevrilerek sedir üzerine ko­ nulduğu için, arkasına süsler ve kabaıi malar yapılırdı.)



ayna — Gezbil. Manyetik ayna (ya da nokta ay­ na), manyetik bir gezegen alanının bir kuvvet çizgisi boyunca yakalanmış ve bu çizginin çevresinde helisel bir devinimle dolanan yüklü bir parçacığın yön değiş­ tirdiğinde üstünde yansır gibi olduğu im­ gesel ayna. —Giz. bil. Ayna falı, saydam (sırlı cam, kristal, adi cam, su yüzeyi) ya da koyu renkli (parm ak tırnağı, el ayası, karartılıp parlatılmış m adeni levha) bir ayna aracı­ lığıyla bilinmeyeni anlama sanatı. (Eski A h it’ten ve klasik A ntikçağ’dan bu yana bilinen ve A ra p la rd a çok tutulan bu fal günüm üzde de türlü yöntemlerle hâlâ canlılığını korumaktadır. Bu yöntemlerin ortak ilkesi, bakışların tek bir noktaya d i­ kilmesidir) || Sihirli ayna, bilicilerin gelecek­ ten ve gaipten haber vermek, uzakta olan­ ları izlemek için kullandıklarına inanılan ay­ na. — Isıbil. Boru aynası, bir ısı değiştiricisinin ya da bir kazanın borularının geçmesi için, belli sayıda delik açılmış kalın sac. || Oynar ayna, bir ısı değiştiricisinde, borular gen­ leştikçe öteleyen boru aynası. — inş Bir kem erlem ede ayağın yan bölü­ mü. jj Şev aynası, bir açıt şevinin iki dü­ şey yanından her biri. — Bu şevin, açıtı ka­ payan düzenekle dış duvar arasında ka­ lan düşey bölümleri. — işlem. Bir tornanın ya da bölücünün burnuna takılan ve sabit iş parçasını tu­ tan organ. (Takım tezgâhlarının aynaların­ da, bağlam a düzeneği ya d a iş parçası cıvatalarının geçm esine yarayan T biçi­ m inde yuvalar vardır.) || Fırdöndü aynası, fırdöndü parmağını harekete geçiren tır­ nağın takılabileceği küçük ayna. —Jeofiz. Arazileri ya da farklı yoğunluk­ taki su kütlelerini ayıran ve üzerinde ses dalgalarının yansıdığı süreksizlik yüzeyi. — Koşumc. Alınsalık, şakaklık ve tepeliğin birleştiği yeri örten ve küçük bir pirinç lev­ hadan yapılan koşum takımı parçası. ■ — Mak. san. B irta kım tezgâhının burnu­ na takılan ve dönen öğenin (parça ya da takım) sıkı biçimde bağlanmasına yarayan aygıt. (Ayna tornaya bağlı bir parçayı d e ­ vindirm eye yarar; tornalarda sıkma, oto­ m atik olarak yapılır [pnöm atik ya da hid­ rolik aynalar].) || Ayn a parlaklığı, üstünbitirm e ya da elektrolitik polisaj yöntemiyle bir m akine parçasında elde edilen tam parlaklık. || Aynaya bağlam a, tornada iş parçasının bir ucunu aynaya tutturarak di­ ğer ucunu gezer puntaya almadan ser­ best bırakmaya dayanan bağlam a yön­ temi. (Eşanl. PUNT ASIZ BAĞLAMA.) — Marangl. Çerçeve yapılı bir lambride ya da bir kapıda çerçeveler arasında kalan boşluğu dolduran ahşap levha. — Mim. İki pencere arasındaki ya da bir şömine üstündeki duvarı kaplayan, lam b­ rili, dekoratif resimli ya da cam levha. || Ayna bina, perdeduvar şeklindeki cephe­ si yalnız camlı yüzeylerden oluşan ve böy­ lece çevre görünüm ünün yansımasını sağlayan bina.|| Ayaklı ayna, eğimi isteğe göre değiştirilebilen, dikey durumda büyük ayna; yere dayanan bir çerçeve içinde ile­ ri geri devinebilir. (Ayaklı ayna, Fransa'da Directoire döneminde ortaya çıktı; impara­ torluk ve Restauration devirlerinde yaygın­ laştı.) — Nük. m üh. Manyetik ayna, belli koşullar­ d a yüklü bir parçacığı fre n le m e sonra yan­ sıtm a özelliği taşıyan ve böylece term onü k­ leer kaynaşm ayla enerji üretim i için ge re k­ li plazm ayı koruyan m anyetik alan. || Man­ yetik aynalı makine, MANYETİK ş iŞ E *’nin eşanlam lısı.



■ — Opt. D ışbükey ayna, ışık ışınlarını ırak­ satma özelliği olan ayna. |j Düzlem ayna, yansıtıcı düzlem yüzey. (Bk. ansikl. böl.) || Eliptik ayna, yüzeyi elipsoit biçim inde olan içbükey ayna. || İçbükey ayna, ışık ışınlarını yakınsatma özelliği olan ayna. || Küresel ayna, yansıtıcı yüzeyi küre biçi­ m inde olan ayna. (Bk. ansikl. böl.) || Pa­ rabolik ayna, yüzeyi paraboloit biçiminde olan içbükey ayna. || Silindirsel ayna, yü­ zeyi silindir biçim inde olan ayna.



— Ormanc. Gerek kesilecek, gerek yedek olarak bırakılacak ağaçları belirlem ek amacıyla, bir ormancı çekici (ya da bal­ ta) ile bir ağacın kabuğunda yapılan yü­ zeysel yontma.— Doğu Karadeniz bölge­ sinde balta ile a ç ılrrş ve kapanmamış "gövde yarası” na verilen ad. || Ayna a ç­ ma; kesilecek ağaçları belirlemek amacıyla ağaç gövdesinin köküne yakın kısmında, kabuğu balta ile yontma. (SAKAR a ç m a da denir.) || A yna açmak, ağacın kabuğunu baltayla yontarak düzlemek. — Oto. Yolcu aynası, muavin tarafındaki güneşliğin iç kısmına takılan ya da torpi­ do gözünde bulunan küçük ayna. — Psik. Ayna belirtisi, bir kimsenin, ayna­ daki görüntüsünü uzun uzun ve tekrar tekrar seyretmesi. (Bu davranış, kendi kendine hayranlığın ve şizofreninin ayır! edici bir belirtisidir.) || Ayna sanrısı, hasta­ nın kendi görüntüsünü, bir aynada görür gibi algıladığı sanrı. — Psikan. Ayna evresi, Jacques Lacan’a göre, öznenin ilk yapılanm a dönemi. Bu evre, çocuk, görüntüsünü bir aynada gö­ rüp tanıdığı zaman, 6 ve 18 aylar arasın­ da gerçekleşir. (Bk. ansikl. böl.) —Sey. oy. Karagöz oyununda perdeye ve­ rilen ad. (Kıyıları çiçekli bezden, ortası ak mermerşahidendir. Eskiden 2 x 2,50 m olan boyutları, daha sonra 110 x 0,80 m oldu.) —Sil. Bir to p nam lusunun içini muayene etmeye yarayan optik düzenek. —Telekom . Aynada okuma, Thom son ay­



Hien Yang'da (Şaanşi) bulunan bir çin aynasının arka yüzü bronz, Tang dönemi (618-907)



Bacchus’a sunulan bir kurbanı gösteren bronzdan bir etrüsk aynasının oymalı arka yüzü Palestrina, İ.Ö. V. yy. Arkeoloji müzesi, Floransa



g ıtında, ayna nın s a p m a la rıy la o lu ş a n işa­ retleri o k u m a . |[ H ertz aynası, HERTZ YANSITJCISh'nın eşanlam lısı.



—Tüt. Kurutulmak için iplere dizilen tütün hevenklerinin asıldığı dikdörtgen biçim in­ d e ve ortalam a 2x3 m boyutlarında ağaç çerçeve. —Yerbil. Kırık aynası, iki bölm enin birbir­ lerine göre devinimi sonucunda oluşan parlak ya da çizgili kırık düzlemi. —ANSİKL. Ask. havc. Güverteye iniş ayna­ sı. İngiltere’de bulunan bu aygıt uçak ge­ milerinde güverteye indirme subayının ye­ rini aldı. Bu aynanın, ufuk çizgisini güverte düzeyinde gösteren ışıklı bir rampası var­ dır. Aynayla pilota gönderilen ışıklı işaret ufuk çizgisiyle çakıştırılır. Böylece pilot iz­ lemesi gereken iniş açısını görür. Cayrosuğursuzluk getireceği, hiçbir dış etken ol­ koplu bir sistem, uçak gemisinin yunusm adan ayna kırılırsa ölüm e işaret olduğu, lama devinimlerini düzeltir. bunlardan en yaygın olanlardır. — Ed. Divan şiirinde görüntüyü yansıtma özelliği, parlak, aydınlık, lekesiz yüzeyi do­ ■ — Mobc. Ayna, mısırlı, yunanlı ve romalı kadınların tuvaletinde önemli bir yer tu tu ­ layısıyla sevgilinin güzelliği, yüzü, âşığın yordu. Altın, gümüş, bronz ve cilalı kalay gönlüne benzetilir.S uyla ayna arasında gibi m adenlerden yapılırdı. Bronzdan etbenzerlik vardır: Âyine oldu b ir nigeh-i hayretinle âh/Billâh ne saht âteş-i sûzânAyrtaiı kadın (1818’edoğr.) sın ey gönül -Nedim. Tanrı’nın adem (yok­ Christoffer W. Eckersberg’in tablosu luk) içinde evren ve nesneler biçim inde Hirschspmgske Samling, Kopenhag belirmesi, aynaya yansıyan görüntü ben­ zetmesiyle anlatılır. Yüreğin ortasındaki "süveyda" adı verilen kara nokta da, ay­ naya benzetilir: bu ayna gaflet, şehvet, dünya sevgisiyle paslanır; şeriat yoluna uymak, ibret gözüyle bakmak, iffet, iba­ det, gerçeği bilmekle cilalanır. — Folk. Türk folklorunda ayna, aydınlığın, el değm em işliğin simgesidir. Geleneksel düğünlerde, gelin alayı önünde götürü­ len süslü ayna, gelinin bakireliğini sim ge­ ler. Gelin oğlanevine ayak bastığında, ay­ dınlık dileğiyle yüzüne ayna tutulur, Yöruklerde, ortasına ayna tutturulm uş boncuk­ larla süslü bir keçe parçası, gerdek gecesi çadırın görünür bir yerine yapıştırılır. Gelin bunun önünde gerekli hazırlıkları yapar Bu keçe parçası satılmaz, armağan edilmez, üstüne konuşma açılmaz. Yeni bir eve taşınılırken önce ayna ve Kuran götürülür, yüksekçe bir yere asılır Yola çıkanın ardından yolu ve şansı açık olsun diye, gittiği yöne doğru, açıklık bir yere ayna yerleştirilir. O lum lu yönde sim gelediklerine karşın aynaya ilişkin olum ­ suz inanışlar da vardır. G ece aynaya ba­ kanın öm rünün kısa olacağı, küçük ço ­ cuklar aynaya baktırılırsa şaşı ya da deli olacakları, karanlık bastıktan sonra kom­ şuya ayna vermenin ve ayna kırmanın



Marie de Medicis’nin aynası kaya kristalinden dikdörtgen levha zümrüt ve kıymetli taşlarla bezenmiş sarduan ve akikten çerçeve 1600’e doğr Loııvre müzesi, Paris



vargel ayna ilk Empire dönemi (Fransa) musee des Arts decoratifs, Paris



sağrı



ayna



aynalar (dericilik)



bir (A ya da A B') noktasının ya da cisminin (A ya da A B) görüntülerinin oluşumu düzlem aynada (1) içbükey küresel aynada (2) dışbükey küresel aynada (3)



rüsk aynaları, kazınmış motiflerinin zen­ ginliğiyle ünlüdür. D ökme cam dan ayna­ lar da yapıldı. XVI. yy.’a kadar ayna yapı­ mında, daha yansıtıcı olduğu için çelik kullanılıyordu. Daha XIII. yy.'dan başlaya­ rak kaya kristali ya da gümüş veya kurşun­ la astarlanmış cam kullanıldı. Oymalı çer­ çeveler içine yerleştirilen ve bazen bir ka­ pakla korunan bu değerli aynalar, ya d u ­ vara asılır, ya elde, ya da ayakta kullanılır­ dı. Sırlama XV. yy.’da ortaya çıktı ve Nürnberg'den Venedik’e geçti. 1675'e doğru imalatın gelişmesi, aynanın yaygınlık ka­ zanmasını ve iç dekorasyonun bir parça­ sı durum una gelm esini sağladı (şömine üstleri, kapı araları). [ -> CAM] XVIII. yy.’dan başlayarak bazen kuyumcu işi çer­ çevelere konulmuş tuvalet aynaları, tuva­ let odalarının ve d aha sonra da el çanta­ larının süsü oldu. — Opt. • Düzlem ayna. Bir düzlem ayna­ da her cismin, ayna yüzeyine göre bakı­ şımlı bir görüntüsü oluşur. Cisim gerçek­ se, görüntü gizil ve cisim gizilse görüntü gerçektir. Bir düzlem ayna, kendi düzle­ minin bir ekseni çevresinde belli bir açıy­ la dönerse, sabit bir noktanın görüntüsü, aynı eksen çevresinde iki kez daha büyük bir açıyla döner; öte yandan gelen ışın d önm e eksenine d ik ve sabit olursa, yan­ sıyan ışının aynı eksen çevresindeki d ö ­ nüşü iki kez daha büyük bir açı çizer. • Küresel ayna. Bir küresel ayna, merkez'i, tepe'si, asal eksen’i ve ikincil eksen’i ile tanımlanır; merkez, aynayı doğuran kü­ renin merkezidir; tepe, aynayı oluşturan küre kapağının kutbudur; asal eksen, merkezle tepeyi birleştiren doğrudur; mer­ kezden geçen bütün öteki doğrular ise, birer ikincil eksen oluşturur. Merkezin yakınlarından geçen ışınlar için, küresel aynanın hemen hem en sapınçsız ve stigm atik olduğu kanıtlanmış­ tır. Eksen üzerinde, sonsuzdaki bir cisim -noktanın g örü n tü sü nü o luşturan F o d a k11, S tepesini C merkeziyle birleştiren doğru parçasının ortasında yer alır. R=SC eğrilik yarıçapının yarısına eşit olan SF uzunluğuna, odak uzaklığı adı verilir; bu büyüklük içbükey aynalar için pozitif, dış­ bükey aynalar için negatif kabul edilir Ay­ nanın cisme ve görüntüye olan uzaklıkları (cismin ya da görüntünün gerçek ya da gizil olmalarına bağlı olarak pozitif ya da negatif) p ve p ' ile belirtilirse, eşlenik nok­ taların bağıntısı, —



+



1



P



P'



- 1



-



f



L



R



biçiminde verilir. Doğrusal ve eksene dik oldukları varsayılan cisim ile görüntünün yönlü uzunlukları y ve / ile gösterilirse, bü­ yütm e bağıntısı aşağıdaki ifadeyle belirti­ lir:



y' _



P'



y



p



p - SA p' -



SA'



dört çeneli eşmerkezli sıkma



kama



anahtar



anahtar



f



sıkma



sahte aynaya bağlama



hidrolik ya da pnömatik kumandalı ayna sarmal ayna dişli



sıkıştırılmış sahte ayna



amerikan ayna



hidrolik ya da pnömatik kumandalı bir aynayı açma ve kapama sistemi • Yapım. Eski aynaların etkin yüzleri, b ü ­ yük olasılıkla, bugün o lduğu gibi, sürtme yoluyla elde ediliyordu. Bu işlem, iki blok arasına gittikçe inceltilen yeterince sert tozlar dökülerek gerçekleştirilirdi. XIX. yy.’a değin, metal aynalar kullanıldı; ç ü n ­ kü camın bir yüzünü düzgün ve parlak bir katmanla kaplayarak ayna aide etme yön­ temi henüz bilinmiyordu. Günümüzde, ay­ na yapımında uzun süredir bilinen kimya­ sal kaplama yöntem lerinden ve boşlukta buharlaştırmaya dayanan çağdaş yön­ tem lerden yararlanılır: bu sonuncu yön­ temde güm üş metali akkor bir filamanla ya da ısıtılan bir potada buharlaştırılarak cam üstüne çökeltilir. • Aynalarda yansıma -» YANSIMA. — Ormanc. Bir ağacın yedeğe bırakılması sözkonusu olduğu zaman, aynalar elden geldiğince yere yakın, yani ya gövdenin di­ bine ya da kalın bir kökün görünen yerine açılır; kesilecek ağaçların aynasıysa yerden yaklaşık 1,50 m yükseklikte yapılır. — Psikan. Ayna evresi. J. Lacan, ayna ev­ resinin, çocuktaki biyolojik olgunlaşmamışlıktan kaynaklanan temel eksikliği ön­ ceden gidermeye yönelik bir çözüm oldu­ ğunu ve bunun da aynada görünen ken­ di bedeninin biçim i (gestalt’ ı) sayesinde gerçekleştiğini ileri sürdü. Gerçekten de insan cinsinin özelliği, tamamlanmamış olarak doğmasıdır. Her şeyden önce, si­ nir sistemi için g eçerlidir ve bu ayna ev­ resinde çocuk, kimi zaman, yürümeyi ve konuşmayı henüz becerememiştir. Öyley­ se burada, henüz tamamlanmamış bir bi­ çim in (gestalt’ın) önceden algılanması sözkonusudur. Çocuk, ayna evresiyle, bir özne biçim ini (görüntüsünü) ilk olarak ta­ sarlar. Bu biçim, çocuğun, başkasıyla ba­ ğıntı kurmasını ve dil alanına geçmesini olanaklı kılan ilk simgesel kalıptır. A Y N A B A K A R a. Yörs. Meyve. Maviye çalar kırmızımsı renkte, yuvarlakça, ince kabuklu, sert dokulu bir yerli erik çeşi­ di. A Y N A C I a. Ayna yapım ve satım işiyle uğraşan kimse. — Camc. Aynacı tezgâhı, cam işçisinin dam la yapm ak için potadan çıkardığı eri­ yik maddeyi üzerinde yuvarladığı hamdem ir levha.



— Denize. Sünger avlama teknelerinde sünger ayna’yı kullanan kişi. ♦ sıt. ve a. Arg. işine hile karıştıran kim­ se için kullanılır. A Y N A C IK a. Bir ziynet eşyasının ya da bir işlemenin üzerine süs olarak yerleşti­ rilmiş küçük ayna parçalarından her biri. (Geçmişi Eskiçağ’a değin uzanan aynacık, O rtaçağ’da Batı’da yeniden m oda ol­ du. Bugün de, Hindistan gibi kimi doğu ülkelerinde yaşamaktadır.) A Y N A C IL IK a. 1. Ayna yapımı. — 2. Ay­ na ticareti. A Y N A G İL L E R a. Az ço k üçgen biçimli, sırtı çengelli kıllarla örtülü bağalı yengeç­ leri içeren familya. (Familyanın bütün de­ nizlere yayılan birçok cinsi ve türü vardır. Aynagillerin çoğu çok iyi gizlenebilir: hay­ van, kıskaçlarıyla canlı organizm a parça­ larını, özellikle de suyosunlarını kaldırır ve bunları kabuğu üstünde bulunan çengelli kıllara tutturur; daha sonra bu organizma­ lar gelişir ve aynagiller familyası üyesini bütünüyle gizlerler.) A Y N A L A M A K , bakırcılıkta, kapların iç­ bükey kısımlarını yapmak. (Eşanl. AYNA' VERMEK.)



A Y N A L I sıt. 1. Üzerinde ayna bulunan şey; aynayla süslenmiş yer için kullanılır: Aynalı büfe. A ynalı çarşı — 2. Arg. Gü­ zel, yakışıklı— Hat. A ynalı yazı, arap harfleriyle yazıl­ mış, bakışık düzende yazı. (Müsenna ya­ zı. çift yazı da denir.) —Sey. oy. Karagöz oyunundaki kabadayı tiplem eleri tarafından (Tuzsuz Deli Bekir, Aydınlı, Matiz vb.) iyi, güzel, gösterişli an­ lamında kullanılan argo sözcük. A Y N A L I (Mustafa Hüseyin), türk halk şairi (Lefkoşa, Kıbrıs, XIX. yy. - ay. y. XX. yy.). Destan yazıp bastıran ve bunları sa­ tarak geçim ini sağlayan âşıklardandır. Düzenli bir öğrenim görm edi; kendi ken­ dine okum a yazm a öğrendi. H alit Arap, Â dem ile Havva, A ç gözlü, Alacaklı ile ve­ recekti ve Polis destanları biliniyor. A y n a lı a lt ı n , Mustafa III zamanında (1757-1774) bastırılan, büyük altınların halk arasındaki adı. Altının ve ortadaki tuğra ya da yazının çevresinde içi nokta-



Aynaroz kadısı larla bezeli daireler bulunduğundan bu adla anıldı. Aynalı, özellikle kadınlar ara­ sında takı olarak yaygındı, iki ya da üç fın­ dıklara da "a yn a lı" denirdi. A Y N A L I G Ü V E R C İN a Zootekn. Kuy­ ruğunda göze benzeyen beyaz yuvarlak lekeler bulunan güvercin tipi. (Kuyruğu­ nu açtığında ortaya çıkan beyaz lekeler aynayı andırdığı için hayvan bu adla anı­ lır. B atı'da bu çeşit süs güvercinleri ara­ sında en iyi bilinenler aynalı şam güver­ cini, pırlantalı şam güvercini ve şam ke­ lebeği denen güvercinlerdir.) A Y N A L IK a. Denize. Sandalların ve yel­ kenli teknelerin kıç bodoslam asına bağ ­ lanan om urgaya dik tahta. (Dümenin üst iğneciği bu tahtanın alt yanına bağlanır.) — Gem inin ve bağlı olduğu limanın a d ­ ları yazılan, kıç yanındaki yuvarlak yer. || Aynalık süsü, eski gemilerin aynalıklarına süs olarak yapılan şekil ya da desen. || A y­ nalık tahtası, filikaların kıç döşemeleri üs­ tüne, aynalığın iç yanına ve omurgaya dik konum da yerleştirilen tahta, (istendiğinde takılıp çıkarılabilen aynalık tahtası, filika­ nın kıç yanında oturan kimsenin sırtını da­ yam asına ve kıç döşem e ile serdümenin yerini ayırm aya yarar. D onanma gem ile­ rinin filikalarında, filikanın çağrı işareti ve numarası bu tahta üzerine yazılır.) l iA y n a lı k a v a k k a s r ı , İstanbul'da osmanlı yapısı. Kasımpaşa ile Hasköy ara­ sında, Haliç kıyısındadır. Ahm et III döne­ m inde Tersane sarayı diye bilinen eski sa­ rayın yerine yaptırıldı. Kentin en büyük sa­ raylarından olan Tersane sarayı Ahm et I dönem inde yapılmış (1613), Mehmet IV zamanında yanmıştır (1677). Kasır, Vene­ d ik Cum huriyeti ile imzalanan Pasarofça antlaşm ası’ndan sonra, Venedikliler’ce Ahm et lll’e arm ağan edilen büyük boy aynalarla bezendiğinden “ Aynaları kavak kasrı” diye ün yapmış, bu da halk arasın­ da “ Aynalıkavak kasrı"na dönüşmüştür. AYNALIKAVAK1 t e n k İh n a m e s İ burada im­ zalandı (1779). Abdülham it I döneminde, sadrazam Koca Yusuf Paşa tarafından onarıldı ve bahçesinin bir bölüm ü tersa­ neye verildi (1786). Selim III dönem inde de Küçük Hüseyin Paşa tarafından yeni­ den elden geçirilerek Hasbahçe köşkü eklendi (1791). Bodrumuyla birlikte iki kat­ lı, uzunlamasına bir yapı olup, iki divan­ hane ve yanlardaki odalardan oluşur. A y n a lı k a v a k t e n k İ h n a m e s İ , Os­ manlI devleti ile Rusya arasında antlaşma (21 m art 1779). Küçük Kaynarca antlaşm ası’nın (1774) tartışmalı m addelerini açıklığa kavuşturmak için, Fransa’nın ara­ cılığıyla İstanbul'da Aynalıkavak kasrı'nda imzalanan tenkihnam eye göre: 1. Kırım



Aynalıkavak kasrı M. Melling’in gravürü (XIX. yy.) İstanbul bağımsız bir devlet olm aya devam ede­ cek; 2. hanlar, Kırım halkı tarafından se­ çilecek; 3. Osmanlı padişahlarının Kırım halkı ve hanlar üzerindeki halifelik hakkı eskisi gibi kalacak; 4. seçilen han, osmanlı yönetimince koşulsuz olarak tanına­ cak; 5. Osmanlı devleti, Kırım'ı yeniden kendisine bağlam ak için herhangi bir gi­ rişimde bulunm ayacak; 6. Kırım 'da ola­ ğanüstü bir durum ortaya çıktığında iki devlet kendi aralarında anlaştıktan sonra sorunu birlikte çözm eye çalışacak; 7. ingilizler ile Fransızlar'a Karadeniz ve A k ­ deniz'de tanınan hak ve ayrıcalıklar, Ruslar’a da tanınacak; 8. Ruslar, Kırım ’daki askerlerini geri çekecekler; 9. Eflak ve Buğdan İstanbul'da birer maslahatgüzar bulunduracaklardı. Osmanlı devleti, bu antlaşm ayla rus yanlısı Şahin G iray’ın hanlığını tanırken, ayrıca Eflak-Buğdan sorununda da Ruslar'a ödün vermiş oluyordu. Tenkihname, türk-rus anlaşmazlığını çözm ekten uzak kaldı; çok geçm eden de rus ordusu Kı­ rım ’ ı ele geçirip bu hanlığın bağımsızlığı­ na son verdi. A Y N A L IS A Z A N -



SAZAN



ri de bu surlar boyunca diziliydi. Fresk­ ler, genel olarak yakın zam anda yapılmış olm akla birlikte (XVII. ya da XIX. yy.) eski m odeller işlenmişti, iki büyük ressamın adları özellikle dikkate değer: M akedon­ ya okulu öğrencilerinden Manuil Panselinos ve Girit okulu temsilcisi Theophano. M anastırlarda bizans ve bizans sonrası sanatına ilişkin bilgiler veren son derece ilgi çekici zenginlikler vardır: elyazması eserler, kuyum cu işleri, dua kitabı ciltleri, tahta üzerine oym a işleri, ayrıca, tarihçi­ ler için birinci derece kaynak oluşturan ar­ şivler. —Tar. Aynaroz yarımadası denizden do­ laşılması güç bir burun oluşturur; Kserkses'in Yunanistan seferine (480) çıkm a­ dan önce burada bir kanal açtırdığı söy­ lenir (izleri bulunmuştur). Daha sonra, Dinokrates Aynaroz dağına İskender’in dev bir kabartmasını yaptırm ak istedi. VII. yy. sonundan başlayarak, Aynaroz’a keşişler yerleşti. Konstantinos M onom akhos'un (1042-1055) im paratorluk buyrultularıyla, keşişlere ilişkin temel kurallar belirlendi: özellikle kadınların ve dişi hayvanların kut­ sal d ağa sokulması yasaklanmıştı. Ayna­ roz keşişlerinin toplu yaşam a kurallarını, X. y y .'d a aziz Athanasios koydu. Aynaro z'da ortaya çıkan H esykhia’cılık* tari­ katı, burada günüm üze değin sürdü. XV. y y .’da en parlak dönem ini yaşayan Aynaroz’da, her birinde bin keşiş bulunan otuz manastır vardı. XX. yy.’da bu manas­ tırlarda rus, bulgar, sırp, yunan keşişleri yaşıyordu. Am a XX. y y .’daki çalkantılar­ dan sonra, 1970’te, yalnızca 1 300 keşiş kaldı. Aynaroz, bugün siyasal açıdan Yu­ nanistan'ın him ayesinde, kilise hukuku açısından İstanbul patrikliğine bağlı özerk bir cumhuriyettir.



■ A Y N A R O Z , yun. Athos.Khalkidike'deki (Yunanistan) üç yarım adadan en d oğu­ da olanı ve ucunda yükselen dağ (2 033 m). — Güz. sant. İmparatorların ya da im pa­ ratorluk ileri gelenlerinin bağışlarıyla zen­ ginleşen m anastırlar arasında en ünlüle­ ri Şilandari (sırp), Vatopedi, Pantokrator, Stavronikita, Esphigm enu, iviron, Karakallu, Lavras, Ksenofondos, Zografu (bul­ gar), Kutlumusiu manastırlarıdır. M im ar­ lık yönünden manastırlar, iç içe haç biçi­ m inde, bir ya da birkaç kubbeli ve kubbealtının önü çift sıra sütunluydu. Her ma­ ■ A y n a r o z k a d ı s ı, M usahipzade* Celal' nastır, üzerinde burçların yer aldığı sur­ ın 1927 yılında yazdığı 7 tabloluk kom e­ ların içinde yapılmıştı, keşişlerin hücrele­ disi. Yazarın, en çok sahnelenen oyunla­ rından biridir. Oyunun konusu, Sela­ nik’teki bir ortodoks manastırında geçer. Kimi din adamlarının mala, paraya, kadı­ na düşkünlüklerini, adaleti temsil eden görevlilerin kurdukları düzenleri anlatan



Aynaroz dağı sağda Vatopedi manastırı’nın (X. yy. sonunda yapıldı) ana kilisesini (katholikon, XI. yy.) süsleyen fresklerden (XIV. yy. başı; onarıldı) ayrıntı solda Yunan manastırı Dhionyssion XIV. yy. sonunda yapıldı



AYN FAKRUN, Cezayir’de kent, Konstantin'in G .-D.'sunda, 951 m yükseltide; 34 000 nüf.



AYN FEŞHA, Filistin’de yer, Lut gölü­ nün K .-B.’sında. Yakınında, 1946-1956 arasında "L u t gölü elyazm aları"nın orta­ ya çıkarıldığı Kum ran mağaraları.



AYN FİCE, Suriye’de yer, Antilübnan dağlarının güneyinde, Barada kıyısında. (Eskiçağ’dan kalma yıkıntıların ortasın­ dan, Şam vahasını sulayan bir kaynak [ayn] fışkırır.)



AYNI sıf. 1. Benzerlik, tam özdeşlik, eşit­



Aynaroz kadısı İstanbul Şehir tiyatroları’ndaki temsilden (1969) bir sahne



bu ilgi çekici oyun, ilk kez İstanbul Şehir tiyatrosu’nda sahnelendi (1928).



AYNAROZ yarım adası, Yunanis­ ta n ’da bölge; Khalkidike’nin doğusunda­ ki yarımadayı oluşturur ve Athos dağın­ da sona erer.



AYNASIZ sıf. 1. Aynası olmayan. — 2. Arg. Hoşa gitm eyen, kötü, biçim siz şey, kimse, yer için kullanılır: Aynasız herif. A y­ nasız işler. Am m a aynasız yerm iş burası. ♦ a. Arg. Polis memuru. —Sey. oy. Karagöz oyunundaki kabadayı tiplem elerinin (Tuzsuz Deli Bekir, Matiz vb.) kötü, çirkin anlam ında kullandıkları argo sözcük.



AYNATAŞI a. Mim. Çeşm elerde mus­ luğun takıldığı düşey taş. —ANSİKL. Türk m imarlığında, dönem in üslubuna göre bezenmiş, m erm er aynataşlı güzel örnekjer vardır. Topkapı sara­ yı çeşmelerinin, İstanbul'daki Hekimoğlu Ali Paşa çeşm esi'nin, Ahm et III çeşm ele­ rinin, Abdülham it II çeşmesi'nin, Emirgân çeşm esi’nin aynataşları bu türün değişik üslupta örnekleridir.



AYN BENYAN, esk G uyotville, C e­ zayir’de kent. Sahel bölgesi kıyısında, Ce­ zayir kenti yakınında. Sayfiye merkezi.



AYN BESSAM, Cezayir’de kent. Biban dağlarının eteğinde: 33 100 nüf.



A YN EDDEFLA, esk D uperre, Ceza­ yir'de kent. Şelif ovasında; 31 000 nüf. Pazar yeri.



AYN EL-BEYZA ("B eya z k a yn a k” ), C ezayir’de kent, Konstantin’in G.-D.'sunda; 44 300 nüf. Kent, 1848’de kurulan bir askeri karakol çevresinde gelişmiştir. AYN EL-HAMMAN, esk M ichelet, Cezayir’de yer, Büyük Kabiliye'de, Curcu ra ’nın eteğinde; 33 000 nüf. 1 080 m yükseltide turizm merkezi.



AYN EL YAKİN a. Fels. ve Tasav. Bir nesneyi görerek doğrudan edindiğim iz bilgi ve kesinlik aşaması. (Kesinliğin üç aşamasından İkincisi: birincisi ilm el yakin, üçüncüsü hakk el yakin'dn.) Ayn el yakin, bugün "b ilim ” den anladığımıza yakın bir anlam taşır. Mutlak varlığın bilgisine ulaş­ mak için geçilmesi gereken bu aşama, ta­ savvufta, "g ö rm e ” terimiyle de belirtilir (ötekiler, aşama sırasına göre, “ bilme” ve “ olm a"dır).



AYNEN be. (ar. cayn, kaynak,asıl’dan "aynen). Aynı biçim de, değiştirilmeden: O lay aynen anlattığım g ib i oldu. Yasalar aynen uygulanacaktır. — Matbaac. Yeniden basılacak bir kitabın eski baskısı gibi dizilmesini, bir fotoğra­ fın klişesinin fotoğrafın kendi boyutların­ d a alınmasını belirtm ek İçin kullanılır.



lik bildirir: A ynı ned e n le r aynı sonuçlan doğurur. Aynı öğrencileri istiyor. Aynı d ü zeydeler. Aynı dakikada geldiler. — 2. A y ­ nı ağzı kullanmak, birbirlerine benzer b i­ çim de konuşmak, ağız birliği etmek. || A y ­ nı kaba işemek, sıçmak, iki ya da daha ço k kimse sözkonusu ise, hoş olmayan, yakışıksız şeyleri birbiri gibi yapm ak (ka­ ba). || A ynı kapıya çıkmak, sonuç yönün­ den farklı olm am ak, değişiklik gösterm e­ mek. |[ A ynı kaptan su içmek, iki ya da da­ ha ço k kimse sözkonusu ise, birbirlerine benzer işler yapıp benzer nitelikler taşı­ mak. |j A ynı şey, fark etmez, değişmez: Yarın orada olacağına göre ister gece git, ister gündüz, aynı şey. || Aynı telden çal­ mak, benzer şeyler söyleyip yinelemek. || Aynı yolun yolcusu, sonu kötü olmuş bi­ rinin izinde giden, onun tutum ve d avra­ nışını sürdüren kimse için söylenir: Babası kaçakçılıktan hapiste, oğlu da aynı yolun yolcusu. || Aynı zam anda, bununla birlik­ te, hem de, ayrıca. — Dilbilg. Sözcüğün sonundaki as­ lında farsça tam lam a ekidir. Ancak za­ manla türkçenin iyelik ekiyle karışmış, da­ ha sonra da ek özelliğini yitirerek sözcükle kalıplaşmıştır. — Mak. san. A ynı yönlü frezeleme -* EŞYÖNLÜ* FREZELEME.



AYNILIK a. Aynı olm a durum u; özdeş­ lik.



AYNISEFA a.



KANDİLÇİÇEĞİ’nin e ş a n ­



lamlısı.



AYNİYET, - ti a. (ar. cayniyyet). Aynılık, özdeşlik, bir şeyin tıpkısı olma.



AYNIYLA be. 1. Olduğu gibi, hiçbir de­ ğişikliğe uğram adan: R apor aynıyla ka­ b u l edildi.H iç yaşlanm adı, aynıyla duru­ yor. — 2, A ynıyla vaki, tamı tamına, söy­ lediğim gibi: "Rüya değil bu, aynıyla vaki" (A. H. Tarhan).



AYNİ sıf. (ar. cayn, ve -i 'den "a y n i). Esk. 1. Gözle ilgili: "B u ilm ile bilinm ez aynî tevhîd" (Şeyhî, XV. yy.). — 2. Karşılığı mal olarak ödenen: ” ... a yn î ihtilâfın halline m a tu f olun ..." (Eşya hukuku). —Ask. A yni rasyon, yiyecek istihkakı. (Ya­ saların belirttiği pişmiş ya da pişmemiş çe­ şitli besin m addelerinin tüm ünü içerir.) — Bank. A yni kredi, bankanın, rehinle te­ minat altına alarak verdiği kredi türü. |j A y ­ ni tevdiat, kıymetli maden, mücevher, his­ se senedi, tahvil, döviz gibi varlıkların ça­ lınma, yanma gibi risklere karşı korunm a­ sı ve güvenceye alınması için bir ücret karşılığında bankaya bırakılması. — Çal. ekon. A yn i ücret, em eğin karşılığı olarak, para yerine malla yapılan ödeme. (Geçmiş dönem lere özgü bir uygulam a­ dır. Türk iş kanunu, ücretlerin ulusal pa­ rayla ödenmesini zorunlu tutmuştur.) || A y­ ni yardım, mal biçim inde yapılan yardım. (Ayni yardım lar bir yasadan, bir hizmet akdinden ya da toplu iş sözleşmesinden kaynaklanabilirler. Türkiye'de ayni yar­ dımlar, daha çok toplu iş sözleşmelerinin sonucudur. Birçok toplu sözleşm ede iş­ verence işçiye yem ek, giyim eşyası sağ­ lanacağı yolunda hüküm bulunmaktadır.) — Huk. A yni akit, ayni hakların doğuşu­ na, değişmesine, devredilm esine ya da düşm esine yol açan akit. — Borçlunun alacaklıdan bir şey almasıyla oluşan ve tam am lanan akit, jj A y n i dava, ayni hak­ lara ve zilyetliğe ilişkin dava. || A yn i hak,



eşya üzerinde tasarruf yetkisi veren ve herkese karşı ileri sürülebilen hak. (Bk. ansikl. böl.) jj A yn i irtifak -> İRTİFAK. |j A y ­ ni sermaye, bir şirkete ortak olmak için ko­ nulan mal. |j A yni sorum luluk -» SORUMLU LliK.jj A yn i teminat, bir borca karşılık olarak gösierilen taşınır ya da taşınmaz mal. — ikt. A y n i m übadele, mal karşılığında mal değiştokuşu. Bu tür mübadelede mü­ badele aracı olarak para kullanılmaz. (Kır­ sal kesim de hâlâ ayni m übadeleye rastlanmaktadır.) —Tic. A yni hisse senedi, anonim şirket­ lerde, ortaklık payının nakit olarak değil de ayın olarak ödenm esi halinde, ayni sermayeyi temsil eden hisse senetleri. || A yni sermaye, bir ticari şirkette, ortak ya da ortakların pay karşılığı verdiği ve bi­ lançonun aktifine geçirilebilen her türlü varlık ve hak. (Kıymetli evrak, imtiyazlar, alacaklar, ihtira beratları... hep bu kate­ goriye girer.) —Verg. huk. Ayni vergi, mal ve hizmet bi­ çim inde ödenen vergi. (Piyasa ekonom i­ sine geçildikçe bu tür verginin uygulam a alanı da daralmaktadır. Türkiye’de bu tür vergilerin en tipik örnekleri 19 2 5 ’te kaldı­ rılan "â ş a r” ve 1951’de kaldırılan "yol vergisi” dir.) — ANSİKL. Huk. A yn i hak, kişilerin eşya üzerindeki haklarıdır. Ayni hakların bir kıs­ mı hak sahibine tam, diğer bir kısmı ise sınırlı bir egem enlik sağlar. Bu açıdan ay­ ni haklar, tam ayni haklar, sınırlı ayni hak­ lar diye ikiye ayrılabilir. Mülkiyet hakkı bi­ rinci gruba; irtifak hakları, gayrim enkul mükellefiyeti ve rehin hakları ise ikinci gru­ ba girer. ( — e ş y a * h u k u k u .)



AYN İ (Bedrettin Ebu M uham m et M ah­ mut bin Ahm etEL-),türk kökenli tarihçi ve İslam hukukçusu (Antep 1360 - Kahire 1451). A n te p ’te başladığı öğrenim ini Ha­ le p ’te tam am ladı. K ahire’ye gitti. Bir sü­ re tasavvufla uğraştı. 13 9 8 ’de rriuktesipliğe atandı. Memluk hükümdarlarına türkçe danışmanlığı yaptı. Başlıca yapıtları: eski İran hüküm darlarına ilişkin Tarih-i ekâsire, İslam hukukuyla ilgili K uduri ter­ cümesi, genel tarih niteliğindeki ik d ül -cum an fi tarih-i ehl iz-zaman.



AYN İ, türk şair (XV. yy.). Hakkındaki bil­ giler Karaman beyi Kasım adına düzen­ lediği D iva n 'ına dayanır. Kasım Bey ve K onya’da vali olarak bulunan Cem Sul­ ta n in meclislerinde bulundu. İstanbul’un fethiyle ilgili bir şiiri vardır; kimi şiirlerinde devrine ilişkin bilgilere de rastlanır.



AYNİ Antepll (Haşan), türk şair (Antep 1766 - İstanbul 1837). D ikeçzade Haşan Ç elebi’nin oğludur. 1 790’da İstanbul'a gelerek Sultanahm et m edresesi nde mantık ve m atem atik okudu. Selim lll’ün açtığı basm ahane’nin (basımevi) düzeltmenliğine atandı (1801). Tayyar Mahmut Paşa'nın ve kaptanıderya A bdullah Ra­ imiz Paşa'nın özel kitaplıklarında çalıştı. BabIâli’de görev alan kişilere arapça ve farsça öğretmenliği yaptı (1831-1837). Şi­ irlerinde Şeyh G a lip ’in etkisinde kaldı. Olaylara tarih düşürm e sanatındaki başa­ rısıyla tanındı. Çağdaşı ve öncesi şairle­ re nazireler yazdı. 1820’de yazdığı 1 300 beyitten oluşan Nazm ül-cevahir adlı m anzum sözlüğünde türkçe-arapça-farsça sözcükleri, anlamlarıyla birlikte göster­ di. iki bölüm den oluşan D iva n ’ında türkçe ve farsça şiirleri ile Sakiname yer alır. Yeniçeriliğin kaldırılması (1826) ile ilgili Nusretnam e adlı bir de mesnevisi vardır. (-» Kayn.)



A Y N İ (Mehm et Ali), tü rk eğitim ci (Ma­ nastır 1869 - İstanbul 1945). Eğitimini Mektebi m ülkiye'de tam am ladı (1888). Öğretm enlik, vilayet m ektupçuluğu yap­ tı. Lazkiye, Ammare, Trablus, Şam muta­ sarrıflıklarında; Bitlis, Yanya, Trabzon va­ liliklerinde bulundu. Trabzon valiliğinden uzaklaştırılınca, emekli oldu ve İstanbul’a yerleşti (1912). Darülfünun ilahiyat fakül­ tesi tasavvuf tarihi m üderrisi oldu. Umu-



mi felsefe ve M edresetü’l-irşad'da felse­ fe okuttu. Darülfünun üniversiteye dönüş­ türülünce (1933) görevinden ayrıldı. Baş­ lıca yapıtları: Hûccetü'l-islam (1907), ilim ve felsefe (1913), Tasavvuf tarihi (1922), ib n Sina 'da tasavvuf, reybilik. bedbinlik, lailahilik nedir (1922), Hacı Bayram Veli (1924), Şeyh Ekber'i niçin severim (1926), Türk ahlakçıları (1939), Milliyetçilik (1944)



AYN İ (Sadrıddın), türk yazar, bilim ada ­ mı (Buhara 1878 - Duşenbe 1954). Bu­ hara enrrliğındeki yenilik (cedidizm ) ha­ reketlerine katıldı (1910-1920). 1920’den itibaren Buhara Cumhuriyeti, Özbekistan ve Tacikistan Sovyet cum huriyetlerinde bilimsel akadem iler ve kuruluşlarda aka­ dem ik görev yaptı; profesör oldu (1950). Ö zbek türkçesiyle ve tacikçe yapıtlar ver­ di. Yeni tacik edebiyatının kurucusudur. Buhara cellatları adlı romanı (1920) türkçeye de çevrildi.



AYN İ ALİ EFENDİ, türk maliyeci (XVII. yy.). Divanı hüm ayun kalem i’nde yetişti. Defter eminliği, süvari mukabeleciliği, Mı­ sır defterdarlığı, hazine kethüdalığı görev­ lerinde bulundu. Kavânîn-i  l-i Osman d e r hülâsa-i mezâmîn-i defter-i divân adlı yapıtını Ahm et l’e sundu (1607). Birinci­ sine zeyl olarak Risâle-i vazife-hârân ve m erâtib-i bendegân-ı  l-i Osm ân adlı ya­ pıtı yazdı (1609). Bunların her ikisi de, Şinasi tarafından Tasvîr-i efkâr gazetesin­ de yayımlandı (1864). Kânun-i mâlî-yi M ı­ sır, Kavânînül mezâmîn; Kanunnâme-i Al-i Osm an gibi yasa derlemeleri de v a r­ dır. AYNİYAT çoğl. a. (ar, 'a y n i 'nin çoğl. ’ ayniyyat). Esk. 1. Taşınabilen ve kulla­ nılabilen mallar, eşyalar. — 2. Dairelerde malzeme ve mal işleriyle uğraşan bölüm. — Muhs. Ayniyat defteri, işletmelerde, em ­ tia, basılı kâğıt, dam ga ve posta pulları, kırtasiye gibi sarf edilebilecek değerlerin geçirildiği defter; mal defteri. || Ayniyat muhasebesi, işletmelerde, malların korun­ masını sağlamak amacıyla, her türlü m a­ lın giriş ve çıkışını kaydetm ek üzere tutu­ lan muhasebe. (Malın teslim edildiği m a­ ğaza ya da am bara giriş.ve çıkışların he­ sabını tutan görevliye ayniyat m uhasibi denir.)



AYNİYE sıf. (ar. 'aynı 'nın dişi, 'ayniyye). Esk. 1. Gözle ilgili. — 2 . Para olarak d e ­ ğil, eşyanın kendisi olarak alınan. ♦ a 1. Kıymetli ve taşınabilir eşya. — 2. Göz hastalıkları kliniği.



AYNİZADE (Haşan Tahsin Bey), türk ik­ tisatçı (Serfiçe 1877 - İstanbul 1962). Mül­ kiye mektebi'ni bitirdi. Kabataş lisesi, Yük­ sek ticaret lisesi m üdürlüğü yaptı. Divanı m uhasebat (Sayıştay) üyesi, Maliye ısla­ hatı komisyonu üyesi, Maliye nezareti m ü s te ş a rı o ld u . M ü lk iy e m e k te b i, Medreset-ül kuzzat ve İstanbul Yüksek ti­ caret o kulu’nda iktisat ve maliye m üder­ risliği yaptı. Başlıca yapıtları: ilm-i servet dersleri, ilm -i malî, M eba d ii iktisat. Gaze­ te ve dergilerde iktisat ve maliye konula­ rında inceleme ve makaleleri çıktı. Alman­ ca yayım lanan Büyük iktisat ansiklopedis /’nin “ Türkiye m âliyesi" bölüm ünü yaz­ dı. AYN METERŞEM, Tunus'ta tarihöncesi buluntu yeri, Feriana'nın 40 km K.'inde. Burada, Çapsa endüstrisinin özelliklerini ta­ şıyan bir mezar ortaya çıkarıldı. Büzülmüş bir pozisyonda yatan ve hemen hemen ek­ siksiz olan iskelet, devekuşu yumurtası ka­ buklarından yapılma binlerce halkadan oluşan takılarla kaplıydı.



AYN MLİLA, Cezayir’de kent, Konstantin yüksek ovalarında, Konstantin’in G .'in­ de; 43 900 nüf.



AYN-SEBA, Fas'ta yer, Casablanca yerleşm e alanı içinde. Montaj (otomobil ve kam yon) sanayisi.



AYN SEFRA (“ sarı kaynak"), Cezayir’ de kent. Cebel M ekter'ın (Ksur dağlan)



eteğinde, Beşar dem iryolu kenarında; 22 400 nüf. Kumulların tehdit ettiği, beklen­ m edik taşkınlardan birçok kez zarar gö­ ren kent, Cezayir’ in Büyük Sahra sınırla­ rındaki başlıca merkezlerinden biridir.



AYN-SOHNA, M ısır'da petrol limanı, Kızıldeniz kıyısında.



AYNŞTAYNYUM - EİNSTEİNYUM. AYN TAGRUS, C ezayir'de kent, S tif



da, bulunduğu bölgenin günüm üzdeki Uttar Pradeş'te olduğu saptanmıştır, H ındular’ın yedi kutsal kentinden biri olan A yo d hya ’yı buddhacılar da kutsal sayarlar. B uddha'nın burada yedi yıl va­ az verdiği söylenir. Örnek başkent sayı­ lan kentin adı birçok kente, bu arada Tay­ land’ın eski başkentine (Ayuthia) verilmiş­ tir.



AYOL ünl. (ay oğuTüan). Tkz. Çoğunluk­



in B.-G.-B.'sında; 36 000 nüf.



la kadınların kullandığı bir sesleme sözü: N erelerde kaldın ayol? A y o l dinlesene!



AYN TAYA, C ezayir’de kent, kıyıda,



AYOLAS (Juan



Cezayir kentinin D .'sunda; 38 600 nüf. Sayfiye merkezi.



AYN TEMUŞENT, Cezayir'de kent, O ran’ ın G .-B.'sında; 42 000 nüf. Ticaret merkezi.



AYN TUTA, Cezayir’de kent, Avras da­ ğının kuzey yam acında (yüksl. 950 m). Batna'nın G .-B.’sında; 32 000 nüf. Yapı gereçleri. AYNU DİLİ a Aynular’ın konuştuğu dil. (Yer ve bölge adlarından da anlaşılacağı gibi, Japon takım adalarında yaşayan ilk yerli halkın dili olan aynu dili, bugün yal­ nızca birkaç bin kişi tarafından konuşul­ maktadır. Aynu dili, japoncayla bazı nok­ talarda benzerlik göstermesine karşın, başka hiçbir dil öbeğiyle yakınlaştırılamayan bir dildir.) AYNULAR, U zakdoğu A sya'da halk; yaklaşık 15 000 kişi; Sahalin, Kuril ve H okkaido odalarında yaşarlar. Eskiden avcılık, toplayıcılık ve balıkçılıkla geçini­ yorlardı; günüm üzde özellikle pirinç ve darı ekmektedirler. Halkın bir bölüm ü kü­ çü k köyler halinde gruplaşm ış saz kulü­ belerde yaşar, am a büyük bölüm ü ça ğ ­ daş yaşama biçimlerini benimsemiştir.



AYN ULMAN, Cezayir’de kent, Hodna ve Stif dağları arasında; 46 000 nüf.



DE), İspanyol kaptan (Briviesca 1510 - C haco bölgesi 1538). Rio de la Plata’nın fethinde Pedro de Mendoza'nın yanında görev aldı. Mendoza'nın ispanya'ya d önm ek üzere yola çı­ kışından sonra seferi yönetti. Paraguay ır­ m ağından iç bölgeleri keşfe gönderilen Ayolas, Candelaria limanını kurdu (1537), ardından Peru’daki altınların çekiciliğine kapılarak C haco'yu aştı. Dönüşünde tüm askerleriyle birlikte yerliler tarafından öl­ dürüldü.



AYOLİ a. (P ro v e n c e



d ilin d e k i, ai "sarm ısak" ve oli "z e y tin y a ğ ın d a n olu­ şan aioTTden). Dövülm üş sarmısak, yu­ murta sarısı ve zeytinyağından oluşan so­ ğ uk sos.



AYOMAK (Mildan Niyazi), türk besteci (Safranbolu, Zonguldak. 1888 - İstanbul 1947). Siyasal nedenlerle sığındığı Kahire’de özel olarak m üzik dersleri aldı. 1925-1933 arasında İzm ir’de üç müzik okulu birden açarak, yenilikçi görüşlerini yaym aya çalıştı. İstanbul'da bir b uçu k yıl süreyle Nota (37 sayı) adlı bir dergi ya­ yımladı (1933-1935). Makam adlarının değiştirilm esinden ve çokseslilikten ya­ naydı. Bestelerinden yalnız hicazkâr şar­ kı (N ’o lu r b ir an b ana olsan vefakâr) ün­ lüdür.



AYÖTE a. Gökbil. Bir gökcism inin yö­



AYNÜDDEVLE (öl 1152), Danişment-



rüngesinin A y ’a en uzak noktası. (Eşanl.



li hüküm dar (1142-1152). Melik Gazi’nin oğlu. Kardeşi Yağan ile birieşerek baba­ sının ardılı olan ağabeyi M elik M ehm et'e karşı ayaklandı (1135). Bu ayaklanm ada Yağan öldürüldükten sonra Malatya yö­ resine çekilerek, kurduğu çetelerle yağ­ macılığa başladı. Ağabeyi Melik Mehmet tarafından bağışlanıp Elbistan valiliğine atandı, olum suz tutum unu sürdürdüğün­ den görevden alındı (1137). Can korku­ sundan Artuklular'a, daha sonra da Urfa kontluğuna sığındı. Melik M ehm et’ in ölüm ü üzerine geri dönüp Elbistan ile Malatya’yı aldıktan sonra hükümdarlığını ilan etti (1142). Kardeşi Yağıbasan ile birleşerek Melik M ehm et'in yerini alan Zünnun ’a karşı savaştı. Bu iç çekişm elerden yararlanmak isteyen Selçuklu sultanı M e­ sut ll’ye karşı Malatya'yı iki kez savunduy­ sa da (1143 ve 1144) son yıllarında Selçu klular’a bağlanm ak zorunda kaldı.



APOSELEN.)



AYNÜDDEVLE, A y n ü d d e v le -i R um î ya da N akka ş-ı R um d a denir, Selçuklu ressam (XIII. yy.). Yaşamına ilişkin bilgi­ ler azdır. Ancak A hm et Eflakî’nin Menakıb ül-Ârifîn (Ariflerin menkıbeleri) adlı ya­ pıtında, M evlana’nın çağdaşı olduğu, re­ sim öğrenimini Konya'da yaptığı, Selçuklu sarayında ressam olarak görevlendirildi­ ği (1245) bildirilm ektedir. Selçuklu sulta­ nı Keyhüsrev H’ nin kızı Gürcü Hatun için M evlana’nın resimlerini yaptı. Bugüne ulaşmayan bu resimlerin yanı sıra, Mevlana’ nın başneyzeni H amza D ede yi de ayakta betimleyen resminin kopyaları var­ dır.



AYNÜŞŞEMS a. (ar. 'a yn ve şem s 'ten 'ayn-üş-şems). Esk. 1. Bir cins değerli taş. — 2. Mısır’da bir kent. ( -* HELİOPOLİS.)



AYN ZARBA -»



ANAZARBA.



AYODHYA, H indistan’da eski kent. G ogra ırmağı kıyısında yer alan Ayodhya, güneş ırkının kurucusu ikşvaku’nun başkentiydi. Sonradan Rama'nın başken­ ti oldu. Yeri tam olarak bulunamamışsa



A YR, Büyük Britanya’d a liman kenti, İskoçya'nın batı kıyısında; 48 000 nüf.



AYR ya da A İR, B üyük Sahra'nın g ü ­ neyinde dağlık kütle, N ijer’in orta kuze­ yinde. Eski şist, mikaşist ve gna ysla rda n oluşan, sonra granitli ve yanardağ kökenli kayaçların araya sokulması ve kırıklar ile kırık gençleşm eleri sonucu biçim lenm iş olan Ayr, B .'da 700-800 m arasında kat kat sıralanan platolardan, D .'daysa en yüksek noktasını G rebun dağının (1 944 m) oluşturduğu bir dizi eski kütleden (özellikle billurlu kütleler) m eydana gelir. A yr'ın iç kesim inde k o ri'ler (beyaz kum yataklı vadiler) ulaşımı kolaylaştırır; bura­ larda birkaç m etre kazılınca, yeraltı suyu çıkarılabilir. Yağışların ortalam a 100 m m ’yi bulduğu güney kesimde, toprak barajlarla tutulan dere suları, meyve, seb­ ze ve tahıl tarımına olanak sağlar. Kütle­ de yaşayan Tuaregler’ in başlıca etkinlik­ leri, deve ve küçük gevişgetiren hayvan yetiştiriciliğidir. Birçok ocaktan, kalay ve uranyum çıkarılır.



AYRAÇ a Anlamı belirginleştirm ek için cüm leye yerleştirilen, ancak sözdlzimsel olarak ona bağlı olmayan anlatımların ba­ şına ve sonuna konulan noktalama işareti. (Eşanl. p a r a n t e z . ) || A yra ç açmak, söze ya da yazıya, konuyla dolaylı olarak ilgili bir bölüm sıkıştırmak. || A yra ç içinde, ay­ rıca, konu dışına çıkarak: Ayraç içinde şu­ nu da belirteyim ki.. —Anal. kim. A yra ç kâğıdı, kimi m a dd e ­ ler karşısında renk değiştirm e özelliği olan, ayraç emdirilmiş, yapışmaz kâğıt. —Ceb. Katılmalılık işareti olarak ya da ön­ celikle yapılacak hesapları belirtm ek için kullanılan ve ( ) ile gösterilen m atem atik işareti. — Kim. Alttepken adı verilen bir ya da bir­ ç o k kimyasal bileşikle tepkim eye gire b i­ len m adde. (Bk. ansikl böl.) — ANSİKL Kim. Bir ayracın genellikle b e ­ lirli bir kimyasal işlevi vardır (asit, baz. yük-



ayraç seltgen, indirgen). Etkime biçim i bilindi­ ğinde, katıldığı tepkim eler (elektroncul, nûkleofil, köksel, çevrel halkalı) sınıflandı­ rılabilir. Dolayısıyla bir ayraç bir ya da bir­ ço k kimyasal bileşik ya da parçacığın (özellikle iyonlar) belirlenmesini sağlar; ni­ tekim, A g + iyonu, klorür, bromüır ve iyo­ d ü r iyonlarının özgün bir ayracıdır.



1122



AYRAÇLAMA a. Dilbilg. iç içe ayraç­ lar yardımıyla, bir tüm cedeki kurucu öğe yapısının çizgesel gösterimi. (Her ayracın altında kurucu öğenin ulamını belirten açıklayıcı bir sim ge [ya d a "e tik e t"] bu­ lunur. Okuma kolaylığı nedeniyle ağaç bi­ çim indeki gösterim yeğlenir.^



AYRAL (Macit), türk hattat (İstanbul 1891 - ay. y. 1961). Beylerbeyi’nde Hamidiye m ektebi’nde okurken, hocaları Ali ve Ahm et Rakım’dan sülüs ve nesih yazı öğrendi. M edresetü’l-Hattatin'e devam etti. İsmail Hakkı Altınbezer’den celi sülüs, Hulusi Efendi’den talik yazısını geliştirdi. Ankara, Vilayet-i umumi meclisi başkâtip­ liğinden emekli olduktan sonra Bağdat Güzel sanatlar akadem isi'nde hat hoca­ lığı yaptı (1955-1958). Sülüs, nesih ve celi yazılarında başarılı olan sanatçının yapıt­ ları, daha çok özel koleksiyonlardadır. Şiş­ li, Kamerhatun, Şile, Yeşilköy, Bebek, Ga­ lata A ra p cam ilerinde celi yazıları vardır.



■AYRAL (Necdet Mahfi), türk tiyatro sa­ natçısı (İstanbul 1908). 1932’den başla­ yarak İstanbul Şehir tiyatrosu'nda sahne­ ye çıktı. Özellikle komedyalardaki tipleme­ leriyle dikkati çekti. 18 yıl sahne amirliği yaptı. 15 yıl Muhsin Ertuğrul’un film lerin­ de reji asistanı olarak çalıştı, birçok film­ de rol aldı. 1975'te tiyatrodan emekli ol­ du.



AYRAI^TÖZÜM (Jeyan Mahfi), türk ti­



Necdet Mahfi Ayral



yatro sanatçısı (İstanbul 1929). Tiyatro sa­ natçısı. N. M. A yra l’ın kızıdır. Çok küçük yaşlarda sahneye çıktı. İstanbul Şehir ti­ yatrosu’nda başlayan sanat yaşamını emekli oluncaya dek (1980) b urada sür­ dürdü. Film ve seslendirme çalışmaları da yaptı.



AYRAN a. 1. Y oğurdun içine su katıla­ rak elde edilen bir tür içecek. (Bk. ansikl. böl.) — 2. Yayıkta çalkalanan süt ya da yoğurdun yağı alındıktan sonra geride kalan sulu bölümü. — 3. Ayran ağızlı, ap­ tal, budala, sersem (arg.). || A yran delisi, kolay kanan, bön, ahmak. || Ayran gönül­ lü, her şeyden çarçabuk bıkan, vazgeçen kimse için kullanılır. || A yra n içm eye g e l­ dik, ara açm aya gelm edik, bir yere geliş nedeninin dostluğu güçlendirm e olduğu­ nu vurgulam ak için söylenir. || Ayranı ka ­ barmak, kızmak, öfkelenip köpürmek; cinsel istek duym ak (arg ). || Ayranı yok içmeye, atla (ya da, tahtırevanla) g id e r sıçmaya, durum una bakmaksızın göste­ riş için gereksiz şeylere bol para harca­ yan kimse için söylenir (kaba). || Ayranım budur, yarısı sudur, eldeki olanakların sı­ nırlılığını vurgulam ak için söylenir. — ANSİKL. Ayran yapımında, doğal nite­ likli, yağlı koyun yo ğu rd u yeğlenir. Bir öl­ çü yoğurda en ço k bir buçuk ölçü su ka­ rıştırılır. Daha lezzetli olması için, su yeri­ ne süt de kullanılabilir. Az ölçüde tuz da eklenebilir. T ürkler’in geleneksel içkisi olan ayran, Balkan ve Asya ülkelerinde de içilir.



A YR A N , Şanlıurfa’nın Birecik ilçesi, merkez bucağında belde; 2 588 nüf. (1990) Belediye. PTT.



AYRANCI a. Ayran yapan, satan kim­ se.



A Y R A N C I, Karaman iline bağlı ilçe; 14 600 nüf. (1990); 22 köy. Merkezi, Karaman’ın 48 km kuzeydoğusunda Ayran­ cı, 2 927 nüf. (1990). Sulama barajı.



Ayrancı b arajı, Karaman’ın Ayrancı ilçesi sınırları içinde, Kocadere üzerin­ de kurulu baraj. 1958'de, sulama ama­ cıyla kuruldu. Gövdesi toprak dolgu, su toplam a hacmi 28,5 milyon m3, göl



AYRANCILIK a. Ayran yapma satma ışı;



Tahtın görevlendirdiği hüküm et de onun siyasal ayrıcalıklarından yararlanır. 1642 -1649 devrim i kralın siyasal ayrıcalıklarını sınırladı; bununla birlikte hüküm dar XVIII. yy. sonuna kadar yürütm e gücünün ba­ şında kaldı.



ayrancının işi.



AYRICALIKLI sıf. 1. Toplumsal bir ayrı­



AYRE a. (esk. ing. söze.). Genellikle, bir



calıktan, hukukun tanıdığı bir üstünlükten yararlanan kimse, bu kimsenin durum u için kullanılır; imtiyazlı: Osmanlı dönem i­ nin ayrıcalıklı kişileri. — 2. Herhangi bir or­ tam da maddi olanaklarından dolayı üstün görülen ya da kayırılan kimse için kulla­ nılır: Onlar ayrıcalıklı çocuklardı, h e r istek­ leri hem en yapılırdı. —Anayas. huk. Ayrıcalıklı oy — OY.



alanı 2 km2, sulam a alanı 4 600 ha'dır.



AYRANCILAR, İzmir’in Torbalı ilçesi merkez bucağında belde; 4 474 nüf. (1990). PTT.



solocunun çalgı eşliğinde okuduğu İngi­ liz şarkısı (XVI. yy.'ın sonu- XVII. yy.'ın ba§')•



AYRI sıf. 1. Birbirine benzemeyen, ara­ larında ayırıcı nitelikler bulunan şey ya da kimse için kullanılır; değişik, farklı: Olaya ayrı açılardan bakıyorlar. A blasından çok ayn b ir tip — 2. Bir arada bulunmayan, ay­ nı olmayan; başka: Ayrı odalarda kalıyor­ lar. Bu kitapları, dolabın ayrı gözlerine k o y — 3. Ayrı ayrı, her biri için, her birine özgü: Arkadaşlarına ayrı ayrı m ektup yaz­ dı; ayrı olarak, birer birer, teker teker: Ge­ lenlerin ayrı ayrı ellerini s/kf/.|| Ayrı baş çek­ mek, topluluktan ayrılıp kendi yoluna git­ mek, kendi başına iş yapmak: Herkes ayrı baş çekerse işler iyi yürümez. — Fişekç. Ayrı sıvılı patlayıcı, tek başları­ na patlayıcı olmayan iki ayrı sıvı bileşen karıştırılarak kullanım ından hemen önce oluşturulan patlayıcı madde. (Panklastitler ayrı sıvılı patlayıcılardır.) — istat. Ayrı değişm elik-> HETEROSEDASTİSİTE. — Krist. Ayrı yönlü, ANİzOTROP'un e ş a n ­ lam lısı. || Ayn yönlülük, ANİZOTR’O Pİ'nin eşan lam lısı.



♦ be. 1. Değişik, farklı, başka: Bu ko­ nuda sizden ayrı düşünüyor. —2. (Bir kim ­ seden b ir topluluktan, b ir şeyden) ayrı, bir­ likte olmayışı, uzaklığı belirtir: Çocukların­ dan ayrı oturuyor. Yurdundan çoluk ço cu ­ ğ un d a n ayrı düşm ek. Evden uzun süre ayrı kaldı. Sanat halktan ayrı düşünülebi­ lir mi? — 3. (Bir kim seden) ayrı, bir baş­ kasıyla birlikte yaşamaya son yermiş ola­ rak: Kocasından ayrı yaşıyor. Ü ç yıld ır ay­ rılar. — 4. Ayrı düşm ek, düşünce ve anla­ yış yönünden bir kimseyle uyuşamamak: Bu konuda da ayrı düştük. || Ayrısı gayrisi (olmamak), birbirinden hiçbir şey esirge­ meyecek kadar yakın dost olmak. Ayrımız gayrım ız yok ya, ha sizin için almışız ha bizim için.\\(Birini) ayrı tutmak, ona karşı farklı davranmak: En küçüğünü ayrı tutar, he r istediğini alırdı. — Eczc. Ayrı bulundurulacak ilaçlar, farmakopenin C tablosunda yer alan tehli­ keli maddeler. (Bu m addeler öteki ilaçlar­ dan ayrı bulundurulur.)



AYRIBASIM a. Yayın. Bir yayının her­ hangi bir bölüm ünün, o yayın için kulla­ nılan baskı kapaklarından yararlanarak ayrı bir kitapçık şeklinde yapılmış basımı. (Ayrıbasımlar çok defa bilim dergilerinde yahut çok yararlı yayınlarda çıkan maka­ le niteliğindeki yazılardan, bağımsız bir yayın ya da parça elde etm ek için yapı­ lır.)



AYRICA be. Ayrı olarak, özel olarak: Bu konuyu sizinle ayrıca görüşelim. ♦ bağ. Bundan başka, ek olarak, üs­ telik: Isınmada, mutfakta, ayrıca sanayide kullanılması öngörülen doğ a l gaz. Evi çok güzel, ayrıca işyerine d e yakın.



AYRICALIK a. 1. Bir kimse, bir topluluk tarafından edinilen ve başkalarında bulun­ mayan özel hak: Cumhuriyetle birlikte p a ­ dişah ailesinin yararlandığı ayrıcalıklar or­ tadan kaldırıldı. Yasalar bu konuda kim ­ seye ayrıcalık tanımaz. (Eşanl. İMTİYAZ.) — 2. Bir kimseye, bir topluluğa tanınan özel hak, yarar; imtiyaz: Senin ondan ne ayrıcalığın var? 65 yaş ve üstündekilere tanınan ayrıcalıklar. — Sıyas. kur. Kraliyet ayrıcalığı, Büyük Bri­ tanya’da kralın sahip olduğu yetkiler, ay­ rıcalıklar ve dokunulmazlıklar. (Bk. ansikl. böl.) —ANSİKL. Siyas. kur. İngiliz hukuku hü­ kümdarın kişisel ayrıcalıklarını, onun siya­ sal yetkisi içindeki ayrıcalıklardan ayırır.



AYRICALIKSIZ sıf. Ayrıcalığı olmayan. AYRICASIZ be. Tam, kesin biçim de; ku­ rala uygun olarak; ayrıksız, istisnasız.



AYRIÇ a. Yörs iki yolun ayrıldığı yer, yol ayrımı.



AYRIDİLLİ sıf. ve a. Dilbil. Bir ülkenin ya da toplum un konuştuğu dilden ayrı bir dil konuşan topluluk ya da kişi için kullanılır.



AYRIEKLEMLİ sıf. Sesbllg. Söyleyiş noktaları birbirinden ayrı olan iki sesbirim için kullanılır.



AYRIEŞEYLİ sıf. Biyol. Eşeylerin (erkek ve dişi) ayrı old u ğ u hayvan türüne denir



AYRIK sıf. 1. Birbirlerinden ayrılmış; ara­ lıklı: Saçları yandan ayrıktı. — 2. B ir kim ­ seyi başkalarından ayrık tutmak, ona farklı davranmak. —Ceb. Ayrık ön H ilbert uzayı, bakışımlı iki­ li doğrusal biçim i ya da özekli birbuçuk doğrusal biçimi belirli pozitif ön Hilbert uzayı. — Dilbil. Bir sistemin bir bölüm ünü oluş­ turan ve ayrı olarak ele alınabilen, sınırla­ rı belirlenebilen birim için kullanılır. (Ayrık bir birim ancak varlık ya da yokluğuyla değer taşır. Bir biçim birim i oluşturan sesbirimlerine ayrık biçimler denmesinin ne­ deni bir sesbirimin başka bir ses birim i­ nin yerini almasıyla biçim birim düzlem in­ de bir değişikliğin m eydaria gelmesidir.) [Ö rneğin b ak ve yak biçim birim lerindeki (b) ve (y) karşıtlığı.] || Ayrık gösteren, d i­ zimsel eksende, öğeleri bitişik olmayan gösteren. (Örn., siz gidiyorsunuz cümlesin­ de, "s iz " ve "s u n u z " “ ikinci çoğul kişi" nin gösterenleridir) — Fiz. Ayrık dalga, biçim değiştirm eden ve sönüm süz olarak yayılan özel bir dal­ ga türü. (Bk. ansikl. böl.) — Küm. kur Hiçbir ortak elemanı olmayan iki A ve B kümesi için kullanılır. —Mant. Ayrık önerm e ayrıklık ("veya") ek­ lemiyle oluşturulm uş bileşik önerme: p v (p -* r) v (r & p) önerm esi p, p -> r ve r & p bileşenlerinden kurulu bir ayrık -önermedir. — Mim. Ayrık sütun, ne göm m e ne de bi­ tişik olan sütun. — Müz. Ayrık dereceler, gam da birbirini iz­ lemeyen dereceler (do - m i gibi). || Ayrık hareket, içindeki komşu seslerin, diyatonik ıskaladaki yanaşık sesler olmadığı me­ lo d ik h a re k e t. (Yanaşık h a re k e tin karşıtıdır.) || Ayrık ses, bir öncekiyle ya da bir sonrakiyle birleştirilm eden, tek olarak çıkarılan ses. — Ormanc. Ayrık ağaç, orm anda özel iş­ letme konusu yapılan ve tek başına geli­ şen ağaç. — Parf. Önemli bir sıvıyağın bileşimine g i­ ren, gerek dam ıtm a yoluyla, gerek kim­ yasal ya da fiziksel bir işlemle ayrıştırılan ve parfüm sanayisinde kullanılan doğal te­ rebentin ürünü, — Şehiıp. Ayrık düzen, komşu yapılarla birleşmeyecek biçim de konumlandırılmış yapı düzeni. (Karşt. BİTİŞİK* DÜZEN.) —Topol. Ayrık topoloji, ayrık bir uzayın to­ polojisi. || Ayrık uzay, J U .y fe E 2 için x ın ve y nin ayrık birer dolayının bulunduğu E topoloji uzayı. (Bu koşul H ausdorff ko­ şulu adını taşır; bu nedenle ayrık_uzaya Hausdorff uzayı d a denir. O . R . R ayrık



ayrılık uzaylardır.) — ANSİKL. Fiz. Ayrık dalgalar, ancak hem



yayıcı olan, hem de doğrusal olmayan or­ tamlarda, bu iki tür etki denkleştiğinde ya­ yılabilir. Bu tür dalgalar, hidrodinamik, plazmalar fiziği, manyetizma vb. alanların­ d a görülür. Bunların genel dalga olayla­ rından ayrılmasına neden olan süreklilik­ leri ve özgünlükleri kuvanton modelleri bi­ çim inde gözönüne alınmalarına yol aç­ mıştır. Öte yandan bu dalgalar konusun­ da hem klasik alan kuramında, hem kuvantum kuram ında geniş ölçüde araştır­ m alar yapılmaktadır.



AYRIK a. Ç ok yıllık otsu bitki. (Bil. a .agropyrum ; buğdaygiller familyası.) [Türki­ ye’de 20 kadar ayrık türü yetişir: tarla ay­ rığı (Agropyrum repens), köpek ayrığı (A. caninum), otlak ayrığı (A. cristatum), kum ayrığı (A. dasystachyum), kır ayrığı (A. desertorum), vb. Tarla ayrığı çok arsız bir bit­ kidir; köksapları kolayca yayılarak, ekin tar­ lalarını ve çayırları kaplar.] — Halk hek. Ayrığın kurutulm uş kökleri, halk arasında çok bilinen bir idrar artırıcı ve taş düşürücüdür. Dekoksiyon halinde g ünde iki üç bardak içilir. Tadı güzel ol­ m adığından bal ya da limon katılır, idrar artırıcı olarak mısır püskülü ve arpayla bir­ likte kullanılırsa daha iyi sonuç alınır.



AYRIKATOM a. Org. kim. Organik bir bileşikte karbon ya da hidrojen dışındaki bir elem entin atomu. (Eşanl. HETEROA-



dildeki “ ya...ya” ekleminin dile getirdiği ayrıklık (örn. ya kahve ya çay). Bu ekle­ min bileştirdiği önerm elerden her ikisinin de doğru olması d urum unda önerm enin tüm ü yanlıştır. — Metalürj. Metal bir kütlenin bileşiminin ya da özelliklerinin birbiçim li olmaması. (Bu ayrıklıklar ya alaşımın katılaşmasından ya da daha sonra gerçekleştirilen yüzey­ sel bir işlemden kaynaklanır: örneğin çe ­ liğe semantasyon uygulayarak kimyasal bir element katma ya da onu eleme.)



AYRIKSI sıf. Başka, başka türlü, farklı: "Dillerinde sözlerin dahi döndürüp ayrıksı kelam söylediler" (Tefsir-i Ebilleys tercü­ mesi, XV. yy.). — G ö kb il. Ayrıksı yıl, ANOMAL* YIL’ın eşa n ­ lamlısı.



AYRIKSIN a. Gökbil. G üneş’in Yer çev­ resindeki görünür deviniminin temel özel­ liklerini açıklam ak için Eskiçağ gökbilim ­ cileri, özellikle de H ipparkhos tarafından tasarlanan çember. — AN S İK L. G ö k b il. E skile rin "e v re n sistem i"ne göre: 1. Yer evrenin merkezi­ dir; 2. gökcisimleri Yer’i merkez alarak çembersel bir devinimle yer değiştirir Hip­ parkhos tarafından Güneş’in deviniminde gözlemlenen eşitsizlikler Yer'in tutulum merkezine oranla hafifçe ayrıksın konum ­ da olduğunu gösterdi. Sapmanın, yarıça­ pın 1/30’una eşit olduğu varsayılarak ola­ yın doyurucu nicel bir yorumu elde edildi.



TOM.)



AYRIKSIZ be. Ayrıcasız, istisnasız.



AYRIKATOMLU sıf. Org. kim. Ayrıka-



AYRIKYAŞLI a. Yerbil. Farklı yaştaki yer-



tom içeren bir m adde için kullanılır.



AYRIKÇEKİRDEKLİ sıf. Fizs. kim. Tü­ mü özdeş olmayan atom lardan oluşmuş bir molekül için kullanılır.



AYRIKHALKA a. Org. kim. Bir ya da birçok ayrıkatom içeren halkalı organik bir bileşiğin kapalı zinciri. (Eşanl. h e t e r o SİKL.)



AYRIKHALKALI sıf. Org. kim. Bir ay­ rı khalka içeren organik bileşikler için kul­ lanılır. (Furan, piridin ayrıkhalkalı bileşik­ lerdir.) [Eşanl. h e t e r o s I k l İ k . ]



AYRIKKUTUPLU sıf. Elektrotekn. Ayrıkkutuplu makine, çekirdek aralığı boyun­ ca birbirini izleyen kutupların ters kutup­ landığı makine. (Döner makinelerin çoğu ayrıkkutupludur.) [Eşanl. HETEROPOLER M AKİNE] — Fizs. kim . Aynkkutuplu bağ, İYON* BAĞ l’nın eşanlam lısı.



AYRIKLAŞMA a. Sesbilg. Bitişik iki sesbirim arasında bir ayrım oluşturmaya ya da ayrımı vurgulamaya yönelik, genellik­ le de benzeşim olgusuna karşı bir önlem amacını güden sesbilgisel değişiklik. ( [Attar] sözcüğündeki tt çift ünsüzü ayrıklaşmayla k t biçim ine dönüşm üştür [a kta r].)



AYRIKLI a. Mant. Ayrıklı norm al biçim veya ANB, atomsal formüllerin veya bun­ ların değillem elerinin birlikte evetlemelerinin ayrıklığından oluşan formül: [ (p & g) v ( -| p & n q) ] p *- q form ülünün normal ayrıklı biçim i­ dir. Her formül A N B 'e dönüştürülebilir; başka bir deyimle, her F formülü için A N B ’de bir F'formülü vardır, öyle ki F - F ' bir teorem olsun.



AYRIKLIK



a. Gökbil. ANOMALİ’nin eş a n ­



lamlısı.



— Mant. Ayrıklık eklemi, v ile simgelenen önerme-eklemi ( p v q , “ p veya q " oku­ nur) p v q gibi bileşik bir önerme, p ve q bileşenlerinin her ikisinin birden yanlış olduğu hallerde yanlış, bütün geri kalan d urum larda doğru değerini alır. (“ Veya" eklem iyle mantıkta az kullanılan "ya... ya" eklemi arasında şu önemli ayrım var­ dır: sonuncu eklemin geçtiği bileşik öner­ meler, ancak bir te k bileşeninin doğru ol­ ması durum unda doğru değerini aldığı halde, birinci eklem le kurulu önermeler, her bir bileşininin doğru olması durum un­ da da doğru değerini alır.) || Kesin ayrıklık,



bilimsel oluşum lar için kullanılır. (Eşanl. HETEROKRON.)



AYRILABİLİR sıf. Foto. Fotogravürde kullanılan ve duyarkatı, dayanaktan ayrı durum a getirilebilen ve ayırma yoluyla maden üzerine uygulanabilen jelatinobromürlü filme denir. AYRILAMAZ sıf. Ceb. Katsayıları bir ci­ sim içinde olan ve köklerinin hepsi yalın olmayan bir polinom için kullanılır.



AYRILAŞMAK gçz. f. Bir şey sözkonu­ suysa, benzerleri arasında ayrı yeri, öne­ mi olmak; teferrüt etmek.



AYRILAŞMAK gçz. f. Esk. Birbirlerin­ den ayrılmak: "Ahşam irişüp ayrılaştılar" (Tühfetü'l Kibar, XVI. yy.). AYRILIK a. 1. Ayrı olm a durum u. — 2. Sevilen bir kim seden, bir yerden,bir şey­ d en uzak kalma: Katlanması zor, dayanıl­ m az b ir ayrılık. — 3. Görüşler, düşünceler vb. arasındaki uymazlık, farklılık: Araların­ da b ir görüş ayrılığı belirdi. Düşm anlığa dönüşen politik ayrılıklar. — Biyol. Bir canlı topluluğunun, aynı tür­ den ya da yakın türden başka topluluk­ larla karşılaşmayabileceği durum. (Bk. an­ sikl. böl.) — Güz. sant. XIX. yy. sonlarında, akade­ mik geleneklerden kopm ak isteyen bazı sanatçı gruplarının, eğilimlerini belirtmek ve kendi sergilerini diğer sergilerden ayır­ m ak için kullandıkları terim. (Bk. ansikl. böl.) — H a lk m üz. Ayrılık türküleri, GURBET*



Ayrılık elbette endogam iye yol açar, bu da her topluluğun özgün yanlarını belir­ ginleştirir ve aynı kökten gelm e değişik birçok türün doğm asına yol açar (türleşme). Darvvin, Havvaii adalarındaki ispinoz­ ları incelerken, adaların her birinde bu kuşların ayrı bir tipini bulmuştu. Sayısı pek kalabalık olmayan bir topluluğu etkileyen aşırı bir ayrılık çoğu zaman onun yok ol­ masıyla sonuçlanır (örneğin Mascareignes adalarındaki raphidae familyasından kuşlar). Ayrılık tüm üyle bir anakarayı da etkile­ yebilir; Avustralya'da ve Üçüncü Zaman' da Güney Amerika'da böyle olmuş ve çe­ şitlenme aynı etm enlerle gerçekleşmiştir. Bitkiler dünyasında ayrılık çok nadir bir durumdur: sporlar ve çiçektozları rüzgârla ço k uzak yerlere taşınabilir, aynı şekilde hafif ve kanatlı bazı tohumlar da çok uzak­ lara gidebilir; öte yandan bir kısım tohum ­ lar kuşların ayağına bulaşan çam urlarla ya da meyve yiyen memeli hayvanların karnında uzaklara taşınırlar. Denebilir ki, iki türü birbirinden ayıran başlıca etmen iklim zorunluluklarıdır. — Güz. sant. Başlıca ayrılık hareketleri, 1892’den O. Eckmann, dekoratör Herm ann Obrist, m im ar August Endell ve Behrens’in katıldığı Münih ayrılığı; özellikle G. Klimt, J. M .O Ibrich ve J. Hoffmann'ın temsil ettiği Viyana ayrılığı (1897) ve Lieberm ann’ın öncülük ettiği Berlin ayrılığı­ dır (1899). Münih ayrılığı kısmen jugendstil (bitkisel motiflerle süslemeye dayanan üslup) ve Belçika ya d a fransız Art nouveau’suna yaklaşırken Viyana okulunu ni­ teleyen eğilim ler daha soyut ve kurgu­ saldır. — Hırist. tar. Geleneksel tanrıbilim e göre, ayrılıkla sapkınlık* farklı şeylerdir. Ayrılık, inanç ilkelerinin reddine değil, çıkar so­ runlarına ve siyasal, öğretisel anlaşmaz­ lıklara dayanır. Bununla birlikte, birçok tanrıbılımci, sapkınlığın her türünden uzak, saf bir ayrılığın olamayacağını savunur. • D oğu ayrılığı. IV. yy.’dan başlayarak Do­ ğu kilisesi ile Latin kilisesi arasında ayrı­ lıklar görüldü.B unun üç ana nedeni var­ dı: Doğu imparatorlarının hem kayzer hem papa olmak istemeleri; Konstantinopolis (İstanbul) patriklerinin Roma pisko­ posuna, üstünlük kurm a istekleri; Rumlar ile Latinler’in birbirlerinden hoşlanm a­ maları. Kilise yasaları ve ayin düzeni açıların­ dan farklar gösteren rum ve latin kilisele­ ri arasında sık sık ayrılık doğdu: Akakios* ayrılığı (484 - 519), monotelizm* ayrılığı (638 - 681), tasvir kırıcılığının yol açtığı ay­ rılık (726 - 787; 813 - 843), Filioque olayı­ na dayalı Photios* ayrılığı (863 - 867). 1054’te, Bulgarlar’ın yönlendirilmesi yü­ zünden Konstantinopolis patriği Kerularios ile papa Leo IX’un birbirini aforoz etmelerini, Antiokheia (Antakya), Kudüs ve İskenderiye patriklerinin Roma ile bağ­ larını koparmaları izledi; Kiev metropoliti de, olasılıkla XI. yy.’da özerk durum a gel­ di. D oğ u ’yla Batı arasında birliği sağla­ m ak am acıyla toplanan konsiller (Lyon 1274, Ferrara ve Floransa 1439) sonuçsuz



TÜRKÜLERİ’nin eşanlam lısı.



— Hırist. tar. Kilise camiasında birliğin bo­ zulması ve bundan doğan durum. (Bk. ansikl. böl.) |j B üyük Batı ayrılığı, birden çok papanın bulunduğu çağ. (XIV. - XV. yy.) [Bk. ansikl. böl.] || D oğu ayrılığı, Doğu ki­ liselerinin Roma cem aatinden ayrılması. (Bk. ansikl. böl.) — Med. huk. Evlilik birliğinin yargıç kararı ile geçici olarak kaldırılması. (Bk. ansikl. böl.)|| Ayrılık davası, evlilik birliğinin geçi­ ci olarak kaldırılması istemiyle açılan da­ va. || M al ayrılığı -* MAL. —ANSİKL. Biyol. Ayrılık, bulunulan yerle il­ gili bir özelliktir. Adalarda yaşayan türler, bir göle ya da bir su havzasına özgü tatlısu türleri genellikle ayrı düşm üş türlerdir; okyanuslarda yaşayan türler ise böyle de­ ğildir, çünkü okyanusların tümü sınırsız bir ortam oluşturur.



1123



*jÂf * -



"



»



r



$



s İ U 0 . k İ sı*4*> - L m !$



*



Mft&sS



r



ar k *



* v*



***



•i



■ *^s«» jı* '*î«s*fıfFT'St*«. ~ "“er-



Doğu ayrılığı Mikhael Kerularios’un İstanbul patrikliğine atanma töreni (1043) [onun patrikliği döneminde Yunan kilisesi ile Latin kilisesi birbirinden kesin olarak koptu (1054)] ioannes Skylitzes’in K hm ika adlı yapıtının (XIV. y y .) bir yunan elyazması nüshasından ayrıntı Ulusal kitaplık, Madrid



ayrılık 1124



Büyük Batı ayrılığı Pedro de Luna Benedictus XIII adıyla papa seçildi, Gregorius XII ve Johannes XXIII ile çatıştığı için Konstanz konsili (1414-1418) tarafından aforoz edildi ve papalıktan alındı Güzel sanatlar müzesi, Barcelona



kaldı. Doğu kilisesi, d aha sonra birtakım AYRILMA a. Ayrılmak eylemi. bağımsız kiliselere bölündü: Rus, Sırp, Yu­ ■ —Akışkan, mekan. Bir akışkanın, bir en­ nan, Girit, Bulgar vb. XX. yy'da, eski düş­ gel çevresindeki akış değişimi. (Akışkanın manlık belli bir ölçüde giderildiyse de, ki­ burgaçlı devinimlerle, engel yüzeyinden liselerin birleşmesi ve ayin düzeninin bir­ ayrıldığı ve artık genel devinime katılma­ liği sağlanamadı. dığı bir bölgenin oluşm asından kaynak­ • Büyük Batı ayrılığı (1378-1417). Çoğu lanır.) [Bk. ansikl. böl.] transız olan 13 kardinalin Urbanus VI ye­ —Anayas. huk. Bir devlette halkın bir bö­ rine, yeni bir papa (Clemens VII) seçm e­ lümünün ayrı bir devlet kurmak ya da baş­ si üzerine hıristiyan dünyasının ikiye bö­ ka bir devletle birleşm ek amacıyla, barış­ lünm esiyle başladı (Almanya, İtalya, Ma­ çı yoldan ya da şiddete başvurarak ger­ caristan, İngiltere, İskandinavya, Roma’ çekleştirdiği, ulusal birlikten ayrılmaya yö­ da, oturan Urbanus VI’yı; Fransa, iskoçnelik eylem. (Üniter devlet anayasaların­ ya ve Castilla da Avignon’da oturan Cle­ da tanınmayan ayrılma hakkı, yalnızca ba­ mens V ll'yi papa olarak tanıdılar). U rba­ zı federal ve konfederal devlet anayasa­ nus Vl'dan sonra Bonifatius IX (ardılı inlarında yer alır.) || Siyasal ya da ideolojik nocentius VII, onun da ardılı Gregorius bir gruptan çıkma, çekilme. XII), C lem ens Vll'den sonra da Benedic­ —Ask. havc. Kol halinde uçan uçaklardan tus XIII, ayrılığın sona ermesini engelle­ birinin gruptan kopması. di. 1408’de Livorno'da bir araya gelen 12 — Cerr. Dikilmiş bir yaranın dudaklarının, kardinal (6'sı Romalı, 6'sı Avignonlu), her kendiliğinden (yaranın kapanma bozuklu­ iki papanın da görevden alındığını ilan et­ ğu) ya da cerrahi olarak (yeni bir am eli­ ti. Yeni bir papa seçildi: Alexander V. iki yat için) ayrılması. devrik papanın, konsil kararına uymaması — Fiz. Sıvı ayrılması, homojen bir sıvı ka­ üzerine Macaristan kralı Sigismond, Kons-> rışımının kendiliğinden birçok sıvı evreye tanz’d a bir evrensel konsil toplanmasını bölünm esi. (Elde edilen çeşitli sıvılar arı sağladı. Burada konsillerin papadan da­ değildir, ancak bileşimleri bellidir. Sıvı ay­ ha yetkili olması gerektiği kararlaştırıldı rılması kimi camlarda, özellikle borosilikat (sonraları bu karar reddedildi). camlarında, belli sıcaklık bölgelerinde gö­ Büyük ayrılık, kilise örgütünün dağılma­ rülür.) sı, tarikatların parçalanması, laiklik düşün­ — Genet. Genetik ayrılma, meyoz bölün­ cesinin gelişmesi, üniversitelerin siyasete me sırasında özdeş kromozom çiftlerinin karışması gibi cidd i sonuçlar doğurdu. ya da alel gen çiftlerinin birbirinden ayrı­ — Med. huk. Ayrılık kararı evlilik bağını or­ larak yavru hücrelerde yer alması. (Bk. an­ tadan kaldırmaz; eşlere yalnızca ayrı yer­ sikl. böl.) |j Karakterlerin ayrılması, melez­ lerde oturm a olanağı sağlar. Türk Med. lerin gam etlerinde anadan ve babadan k.’nun 138. maddesine göre, boşanma ne­ gelen karakterlerin ayrılması. (Karakterle­ denlerinden biri kanıtlanınca yargıç ya bo­ rin ayrılması, kalıtımın ikinci yasasına gö­ şanma ya da ayrılık kararı vermek duru­ re gerçekleşir. Birinci kuşak melezler, g a ­ mundadır. Dava yalnızca ayrılık istemiyle metlerini oluştururken, anadan ve b aba­ açılmışsa boşanmaya karar verilemez. dan alınan karakterler birbirinden ayrılır. Buna karşılık, dava, boşanma için açılmış­ Gam etlerin yarısı ana, yarısı baba karak­ sa ve eşlerin barışmaları olasılığı varsa, terlerini alır.) || K rom ozom ayrılması, ana ayrılığa karar verilebilir. Türk Med. k.'nun hücre kromozomlarının bölünmesi ve yav­ 139. m addesine göre, ayrılığa bir yıldan ru hücrelere dağılmasıyla sonuçlanan sü­ üç yıla kadar bir süre için karar verilir. Ko­ reçlerin tüm ü. (Bk. ansikl. böl.) nulan süre dolunca ayrılık kendiliğinden — Meyve. Aşı kalemlerinin ya da genç to­ sona erer. Bu süre içinde barışmamışlar­ murcukların kendiliğinden ya da arızi ola­ sa eşlerden her biri boşanm a isteminde rak düşmesi. — Oftalmol. Camsı cisim ayrılması, nor­ bulunabilir. m alde retinaya yapışık olan camsı cismin Ayrılık çeşm esi, İstanbul. H aydarpa­ kopması. (Camsı cisim ayrılması tehlikeli şa’da çeşme. Osmanlı im paratorluğu dö­ değildir, ama “ sinek uçuşm ası” biçim in­ nem inde hacı kafileleri, Anadolu kervan­ de görm e bozukluğuna neden olur. Bu ları bu çeşm e önünde uğurlanırdı. İstan­ arada, retina ayrılmasının önbelirtisi ola­ b u l’dan ayrılan yolcular başkentteki son bilir.) [| Retina ayrılması, retinanın gören namazlarını çeşm enin bitişiğindeki nakısmının pigm entli epitelyum kısmından mazgâhta kılarlardı. Ayrıca, Anadolu' ayrılması. (Retina ayrılması daha çok mi­ da görev alan vezirler ve devlet adamları yop insanlarda olur. Tedavi edilmezse kör­ da Ayrılık çeşm esi’nde alay gösterirlerdi. lüğe yol açar. Cerrahi tedavi, ayrılmanın XVI. yy. sonlarında Kapıağası Gazan­ ortaya çıkışını izleyen günlerde yapılmalı­ fer Ağa tarafından klasik üslupta kesme dır.) [Eşanl. DEKOLMAN.] taştan yaptırılan çeşme, zamanla yıpran­ — Patol. Doğal olarak yapışık bulunan do­ dı. Mahmut l'in kapıağası Ahmet Ağa çeş­ kuların birbirinden ayrılması. (Organizma­ meyi onartırken (1741) kemerinin altına bir nın çeşitli yerlerinde [deri, kemik zarı, vb.] de kitabe koydurdu. olabilir.) || Kemik ucu ayrılması, çocuklar­ AYRILIKÇI sıf. ve a. Ayrılıkçılık yanlısı da bir travm a sonucu olarak kemik ucu­ olan kimse için kullanılır. nun kopması. (Birleşme kıkırdağının ze­ delenmesi yüzünden, yaralanan kemiğin ♦ sıf. Ayrılıkçılığa ilişkin. büyüm esinde ciddi bozukluklar ortaya çı­ AYRILIKÇILIK a. 1. Bağlı oldukları dev­ kabilir.) letten ayrılıp belirli bir toprak parçası üze­ —Taşoc. Ayrılma yüzeyi, ÇATLAK* YÜZErinde ayrı bir siyasal varlık olarak örgüt­ Yi’nin eşanlam lısı. lenm ek isteyen kişi ya da grubun eylemi —Yerbil. Farklı mekanik özellikleri bulunan ya da durum u. — 2. Bir kişi ya da grubu, iki oluşum un bir süreksizlik yüzeyi oluştu­ içinde bulunduğu topluluk, ülke ya da rarak bağıntılarının kopması. partiden kopmaya götüren ideolojik ayrı­ — ANSİKL. Akışkan, mekan. Ayrılma, akışlık: Siyasal, dinsel ayrılıkçılık. mazlık ve basınç kuvvetlerinin eşanlı et­ kisi altında akışkanın yavaşlamasından AYRILIR sıf. Ayrılması olanaklı; ayrılabilir. kaynaklanır. Bir uçağın hızı belli bir sınırı — Ceb. Ayrılır eleman, m inimal polino(kanat profiliyle değişen) aştığında ya da m unda katlı kökler bulunmayan bir K cis­ hücum açısı yaklaşık 15° İle 20° ’ye ulaş­ mi üzerindeki cebirsel eleman. || Ayrılır g e ­ tığında, kanat çevresinde akan hava iplik­ nişleme, her elemanı ayrılır olan bir cis­ çikleri artık kanat profilini izlemezler ve ka­ min cebirsel genişlemesi. (Sıfır karakteris­ nat yüzeyinden ayrılarak enerjilerini burtikli ya da yetkin bir cismin cebirsel geniş­ gaçlı devinimlerle yitirirler. Dolayısıyla ka­ lemeleri ayrılır.) || Ayrılır polinom, bütün nadın, uçağa uyguladığı kaldırma kuvveti kökleri farklı olan polinom. azalır, flaplar ve kanatçıklar etkinliklerini — Mat. çözlm. Kimi diferansiyel denklem­ kaybeder. Bu durum da uçak hız yitimine lerin değişkenleri için kullanılır. girebilir (kopma*), vril* biçim inde inebilir —Topol. Her yerde sık ve sayılabilir bir altya da bir dikey dengesizlik gösterebilir. küme içeren bir topolojik uzay için kulla­ Gerektiğinde, yarıklardan yararlanılarak nılır. (Tıkız bir m etrik uzay ayrılır. Bu özel­ ayrılma geciktirilebilir. lik, sayılabilir bir birleşim için kararlıdır.)



bir akışkanın yuvarlak bir cism in çevresindeki akışı



r



hücum açısı I < 18°: hava iplikçiklerinin normal akışı



hücum açısı I > 20° hava iplikçiklerinin ayrılması



ayrılma olayları — Genet. Genetik ayrılma. Yalnız alel çift­ ler göz önünde tutulursa ayrılma yalnız heterozigot genotiplerde (aynı genin farklı iki aleli) görülebilir Genetik ayrılma, karak­ terlerin ayrılması yasası da denen ikinci M endel* yasasının konusudur. Normal bireylerin kromozomlarında meydana gelen anorm al ayrılmalar, o bi­ reylerden d oğanlarda görülen pek çok kromozomsal kusurların kaynağıdır: örne­ ğin trizomi 21. Dengeli kromozom düzen­ lemeleri (örneğin translokasyonlar) bulu­ nan bireylerde ortaya çıkan anorm al ay­ rılmalar ya da “ kötü ayrılm alar" denge­ siz yapılar, trizom iler ve kısmi monozomiler m eydana getirirler. • Kromozom ayrılması. Mitoz olayının baş­ lıca özelliği, ana hücredeki her krom ozo­ mun, iki yavru hücreye bölünm esi ve bir­ birinden ayrılıp her birinin bir yavru hüc­ reye geçmesidir. Kromozom ayrılması bu­ na denir. Meyozda da ilke aynıdır; ancak, bunda her kromozom bir kez bölünür, her hücre iki kez bölünür, böylece yavru hüc­ reler her kromozom çiftinden yalnız birini almış olurlar. Krom ozom lar ayrıldığı halde karakter­ lerin ayrılmaması şundan doğar: bir kro­ m ozom dan doğan iki yavru kromozom beraberce aynı yavru hücreye geçer. Me­ yozda, belirli bir kromozomun taşıyıcısı ol­ mayan ve tek kromozom yerine iki kromo­ zom taşıyan gam etler oluşur. Böyle ga­ metlerin normal gametlerle döllenmesi so­ nucunda, ya bir çiftin tek kromozomunu taşıyan (monozomi) ya da aynı çiftin üç krom ozom unu taşıyan (trizomi) yeni hüc­ reler ortaya çıkar. M ongolizm , 21 num a­ ralı krom ozom daki trizom iden ileri g e ­ lir. Yaşlılık, dişilerde kromozomların ayrıl­ mamasını kolaylaştırır. Bu olgu, sirke sine­ ğinde ve insanda doğrulanmıştır. Bu ne­ denle annenin yaşının ilerlemiş olması m ongoloit ço cuk doğ u rm a tehlikesini ar­ tırır.



AYRILMAK -



AYIRMAK.



AYRILMAZLIK a. Bir şeye içten ve zo­ runlu olarak bağlı olm a durum u: ilinekle tözün ayrılmazlık ilişkisi.



AYRIM a. (ayırm ak1tan). 1. Ayırmak ey­ lemi: O y ayrımı sürüyor. — 2. Kimseleri ya da şeyleri birbirinden ayıran özellik, baş­ kalık; fark: Bu iki görüş arasında önem li b ir ayrım yok. Şakayla alay arasındaki ay­ rımı gözden kaçırıyorsun. — 3. Ayrım yap­ mak, ayrım gözetmek, bir kimseyi ya da bir grubu, başka bir kim seden ya da top­ luluğun geri kalan bölüm ünden ayırmak ve ona ayrı (çoğu kez kötü) davranmak: Çocuklar arasında ayrım yapmamalıydın. Ayrım gözetmeden, öğrencilerin hepsine eşit davranır. Irk ayrımı yapmak. |j Ayrımı­ na varmak, ayrımında olmak, fark etmek, ayrımsamak, bilmek: En ilginç olanı ayrı-



ayrışma m ında olm adan yaptığı açıklamalar. — Dy. Yol ayrımı, b ir dem iryolu hattını kol­ lara ayıran ve az ço k kendi uzantısında bulunan iki ya da daha ço k yola giriş ola­ nağı veren makas. (Ana hattın giriş sağ­ ladığı yol sayısına göre ikili, üçlü vb. yol ayrım ından söz edilir.) — Fels. Aristoteles’te, bir nesnenin türünü belirtm eye yarayan özellik; H egel’de, öz­ deşliğin, gerçeği kavramaya yarayan, te­ mel ve tamamlayıcı belirlenimi. (Bk. ansikl. böl.) — Foto. Renk ayrımı -> RENK ayrım ı. — Metalurj. Ayrım yüzeyi, bir döküm kalı­ bının bitişik iki parçası arasındaki birleş­ m e yüzeyi. (Ayrım yüzeyi birçok farklı yü­ zeyden oluştuğunda, düz, eğik ya da çar­ pık olabilir.) || Kalıplama ayrım yüzeyi, ay­ rım yüzeyinin kaba parça üzerindeki ara­ kesiti ya da izi. — Postc. G önderilerin niteliğine ve g id e ­ ceği yöne göre sınıflandırılmasına daya­ nan postacılık işlemi. (Bk. ansikl. böl.) — Ruhbil. Bir uyartının yanıtlandığı, buna karşılık değişik bir uyartının hiç yanıtlan­ m adığı ya da değişik biçim de yanıtlandı­ ğı davranış. — Biçim (Geştalt) kuramında, bir nesneyle zemin arasında ya da birçok farklı nesne içinde yapılan algısal ayırt etme. —'Telekem. Frekans ya da faz kiplemeli bir salınımdan kipleyici işareti ayırmaya d a ­ yanan kipçözm e işlemi. —Topbil. Irkı, cinsiyeti, toplumsal konumu ya da dini yüzünden bir toplumsal gruba, to pluluğun ö bü r gruplarından uzak dur­ ması zorunluğunun kabul ettirilmesi. — ANSİKL. Fels. Aristoteles'te, türsel ayrım (diaphora) ile cinssel ayrım birbirine kar­ şıttı. "Türsel ayrım, bir şeyin başka bir şey­ den, ikisi için de ortak olması gereken bir şey içindeki farklılığıdır; örneğin, iki hay­ vandan biri, türü bakımından ötekinden farklıysa, bu iki varlık da hayvandır. Öyley­ se, tür bakım ından ayrı varlıklar, aynı bir cinse g ire r" (Metafizik [Meta ta physika], 9, 8). H egel’de ayrım (Unterschied), özdeşli­ ğin içsel ve dışsal zenginliğini dile getirir. Bir gerçekliğin, somut olarak, kendinde ne ise o olabilmesi, bütün öteki gerçek­ lerle o şey arasındaki bağıntıya dayanır. Bu anlamda "gerçek belirlenim, ayrımdır; ve bu belirlenim, bir bakıma, dışsal ya da etkisiz bir ayrım, yani genel anlam da bir çeşitlilik; ama, başka bir bakıma da, kar­ şıt çeşitlilik olarak ya da karşıtlık olarak a yrım dır" (Wissenschaft d e r Logik, "We-. sen” , 1,2). Başka bir deyişle Hegel, ger­ çe k hakkında her türlü monatsal görüşe karşı çıkar: bir terim in ne ise o olabilm e­ si, bütün öteki terim lerle yapısal bir farklı­ lık içinde bulunmasının sonucudur ancak. — Postc. Elle ayırma işlemi, bu işleme öz­ gü merkezlerde ve tren vagonlarında ay­ nı demiryolu güzergâhı üzerinde bulunan coğrafi bölgelere göre yapılır. Otomatik ayırma işlemiyse, daha önce özel olarak kodlanm ış gönderiye göre gerçekleştiri­ lir (mektuplar için 20 flüorışıllı çizgi, paket­ ler için manyetik baskı). Elektronik ayırma aygıtı, 5 rakamlı posta kodlarını okur ve her bir posta eşyasını, olası 250 yerden hangisine gidiyorsa ona ait göze —saatte 40 000 m ektupluk bir hızla— yollar.



AYRIMCI sıf ve a. Irk, din, cinsiyet, to p ­ lumsal konum vb. ayrımcılığından yana olan kimse, topluluk için kullanılır: Irk ay­ rımcıları. ♦ sıf. Herhangi bir ayrımcılığa ilişkin: Ayrımcı politikalar gütmek.



AYRIMCILIK a. Bir toplulukta, ırkı, cin ­ siyeti, toplum sal konum u ya da dini ne­ deniyle ötekilerden ayrılan bir gruba, ay­ rımlı (çoğunlukla kötü) davranma olgusu: Kadınlara karşı h e r türlü ayrımcılığın ö n ­ lenm esi için çalışmak. Ayrımcılık politika­ sı gütm ek.



AYRIMLAŞMA a. Ayrımlaşm ak eylemi; farklılaşma. —Sesbilg. Birbirine yakın, ancak bitişik ol­



mayan iki sesbirim arasında bir ayrıma yol açmaya ya d a ayrımı vurgulam aya yöne­ lik sesbilgisel değişiklik. (BENZEŞMEZLİK de denir.) [Bu bir uzaktan ayrımlaşma ol­ gusudur. d e r - , toplam ak'tan derşürm ek sözcüğü devşirm ek biçim ine ayrımlaşma olgusu so nucunda dönüşmüştür.] (Karşt. BENZEŞİM.)



AYRIMLAŞMAK gçz. f. Birbirinden ay­ rılmak, ayrımlı durum a gelmek; farklılaş­ mak: Toplumda m üzik eğilimlerinin ayrım­ laşmasını açıklayan b ir çalışması var.



AYRIMLAŞTIRICI sıf. Dilbil. Biçimler arasında bir ayrıma yol açan bir öğe için kullanılır.



rimken, nasıl sözcüğündeki ne ve asıl biçimbirimleri ayrışabilir biçimbirimler değil­ dir.) Türkçede bunların sayısı ço k azdır.



AYRIŞICİ sıf. Fizs. kim. Ayrışmaya elve­ rişli m addeler için kullanılır.



AYRIŞIK sıf. D eğişik nitelikte öğelerden oluşup bütünlük göstermeyen şey için kul­ lanılır. (Eşanl. AYRICİNSTEN, HETEROJEN.) — Metalürj. Kimyasal bakım dan homojen olmayan bir alaşım ya d a alaşımın katılaş­ ması sırasında kendi aralarında toplana­ rak ana matristen ayrılan katışkılar için kul­ lanılır.



AYRIŞIKLAŞMA a. Fels. Herbert Spen-



AYRIMLAŞTIRMAK g. f. Sesbilg. Bir



cer'de, ilerlemenin yasası, yani bağdaşık olandan ayrışık olana geçiş.



ayrımlaşma oluşturmak.



AYRIŞIKLIK a. Ayrışık olm a durum u.



AYRIMLAYICI sıf. Ruhbil. Ayrımlayıcı



AYRIŞIM a. Ayrışma.



öğrenme, bireyin, b ir ayrım edinmesini sağlayan öğrenme. || Ayrımlayıcı tepki za­ manı, başka uyartı ya d a uyartılar ayrıma yol açmazken, bir uyartıya gösterilen tep­ kinin örtüklüğü.



AYRIMLI sıf. Ayrımı olan, aralarında ay­ rım bulunan; değişik, farklı.



AYRIMSAL sıf. Tıp. || Ayrım sat basınç, en yüksek ve en düşük atardam ar basıncı arasındaki farkı gösteren ve bazı hastalı­ ğın tanısında ve gidişinde büyük önem ta­ şıyan sayı. ]| Ayrım sat tanı, ortak belirtilen olan hastalıklar için, onları ayıran belirti­ leri aram aya dayanan tanı yöntemi. AYRIMSIZ sıf. Farksız. AYRIMSIZLIK a. Fels. Hegel'de, kav­ ramsal ayrım uğraklarının karşılıklı niteli­ ği. — ANSİKL. H egel'de ayrımsızlık (Gleıchgültigkeit, indifferenz), dışsallığa geçişin güvencesidir. “ Ayrımın ayrımsızlığı olarak ele alınan çeşitlilikte, yansıma genellikle kendine dışsallaşmıştır" (VVİssenschaft d e r Logik, "VVesen” , 1,2). En genel kate­ goriler düzeyinde ise şu söylenebilir: "B ir­ birlerine göre ayrımsızlıkları bakımından, eşitlik yalnızca kendine yönelmiştir ve eşit­ sizlik de, bir özel perspektif ve kendi için b ir yansım adır" (ay. y.j. Am a bunların çe­ lişkili yeni birliğini hazırlayan şey, bu ay­ rımsızlıktır: çünkü böylece, bunlardan her biri, tıpkı öteki gibi, "kendine eşit” tir.



AYRINTI a. 1. Bir bütünü (olayı, olguyu vb.) oluşturan, ikincil nitelikte oldukları da düşünülebilen küçük öğe; detay, teferru­ at: Bütün ayrıntıları göz önünde bulundur­ mak. En kü çük ayrıntıyı bile n ot eder. Ay­ rıntılara girmek, ayrıntılarla uğraşmak. Ay­ rıntılar üzerinde durma. — 2. B ir şeyin ay­ rıntılarına inmek, onu titizlikle, bütün yön­ leriyle araştırmak, incelemek: B ir olayın ayrıntılarına inmek. |j Ayrıntıda boğulm ak, ayrıntılarla oyalanmak. || (Bütün) ayrıntıla­ rıyla, hiçbir şey unutmadan, eksiksiz: Ola­ yı bütün ayrıntılarıyla anlattı. —Güz. sant. Bir sanat yapıtının, bütünden ayrı olarak incelenen ya da verilen bölümü.



AYRINTILAMAK f. Güz. sant. Ayrıntı­ larıyla resmetmek, betimlemek.



AYRINTILI sıf. En küçük ayrıntılarına ka­ dar çözümlenmiş, belirlenmiş, açıklanmış şey için kullanılır: Toplantının ayrıntılı b ir raporunu istiyorum. Ayrıntılı b ir g id e r listesi.



AYRIRENKLİ sıf, Opt. 1. Bir karşılaştır­ m a gözlemcisinin gözüne, bitişik alanlar biçim inde görünerek, değişik renkli algı­ lara neden olan renk uyaranları için kul­ lanılır. — 2. Farklı renkler kullanan aygıt ya da yöntem için kullanılır. (Ayrırenkli ışıkölçüm , farklı renkteki ışık akılarını karşılaş­ tırmaya dayanır.) [Eşanl. HETEROKROM ]



AYRIRİTİMLİ sıf. Müz. Her bölümü özel bir ritimle bestelenm iş (yapıt).



AYRIŞABİLİR sıf. Dilbil. Bir bileşik söz­ cü ğü n ayrışabilen biçim birim i için kulla­ nılır (Örneğin gözlemevi bileşik sözcüğün­ deki ev biçim birim i ayrışabilir bir biçim bi-



— Fizyol. Yaşama koşullarından dışarı atıl­ mış organik m addelerin yapılarını d eğiş­ tiren olgu. (Bu o lguda önce büyük biyo­ lojik m olekülleri oluşturan öğelerin açığa çıkması sözkonusudur [hücre erimesi]. Ayrışımın başlaması, yani kokuşm a ölü­ m ün kesin kanıtıdır; dirilm e olasılığını yok eder ve ölünün hem en toprağa verilm e­ sinden duyulan te reddütleri ortadan kaldırır.) — inş. Doğal ya da yapay olarak birleşmiş gereçlerin ayrılması. —Yerbil. Ayrışım kili, önceden var olan bir kilin, iyon kaybı ve yaprakların yeniden düzenlenm esi ile bozulm asından doğan kil.



AYRIŞKAN sıf. Dilbil. Ayrışkan dil, söz­ cüklerin bir kökene, yani değişm ez ve ay­ rışmaz bir biçim e indirgendiği dil. (Her dil az ya da çok ayrışkandır. Dilin ortalama ayrışkanlık derecesi, biçim birim lerinin sa­ yısıyla sözcük sayısı arasındaki ilişki he­ saplanarak ölçülür. Tiplemede, bitişimli ve bükünlü dillerden ayrılırlar; gerçekten de daha çok bireşimsel olan bu dillerde söz­ cükler, bitişim ve bükün yoluyla birçok biçim birim in kaynaşm asından oluşabilir.) AYRIŞKANLIK a. Dilbil. Ayrışkan dille­ rin özelliği.



AYRIŞMA a. Ayrışmak eylemi. — Dilbil. Kökensel olm ayan bir kopuklu­ ğun sonucu olan sözcüksel değişiklik. (Ay­ rışma, genellikle ilk ünlünün, ondan ön­ ce gelen tanımlıkla karıştırılmasından kay­ naklanır: örn. türkçedeki b irtakım [elbise] > birtakım [insanlar].) — Fiz. Gaz ayrışması, b ir gaz karışım bi­ leşenlerinin efüzyon yoluyla ayrılması. — Fizs. kim. Belirli bir sıcaklık ve basınç altında, kimi bileşiklerin bozunm a ürünle­ riyle bir arada tutulmasından doğan sınırlı ve tersinir bozunm a tepkimesi. (Ayrışma tepkim eleri kimyasal dengeler oluşturur. Dolayısıyla bu yolla oluşan sistemler, g e ­ nel denge yasalarına uyar.) || Ayrışma b a ­ sıncı, katı bir bileşiğin en azından biri gaz olan bozunm a ürünlerinden doğm uş he­ terojen bir sistemde, verilen T sıcaklığı için d engedeki gaz fazın buhar gerilimi. || Ay­ rışma değişmezi, bir bileşiğin kimyasal ya d a elektrolitik ayrışma dengesi konusun­ d a kütle etkisi yasasınca verilen d eğiş­ mez. (Ayrışma ürünlerinin etkinliği kesrin payında yer alır. Bu değişm ez kararlılığın bir ölçütüdür, çünkü bu oranın değeri ne kadar düşükse, bileşik o kadar kararlıdır.) || Ayrışma katsayısı, ay rış a n m o le k ü l sayı­ sının, to p la m m o le k ü l sayısına oranı. (Bu o ra n Raoult y a s a la rıy la belirlenir.) || Elek­ trolitik ayrışma, ç ö z ü n m ü ş b ir m a d d e n in m o le k ü lle rin d e n b ir b ö lü m ü n ü n iy o n la rı­ na ayrılm asını s a ğ la y a n e le k tro k im y a s a l süreç. || Suyla ayrışma, HİDROLİZ’in eşa n ­ lam lısı.



— Hidr. bağl. Ayrışma özelliği, taşım a ya d a dökm e sırasında, bir betonun en iri ta­ nelerinin, darbe ya da titreşim etkisiyle bir­ birinden ayrılarak, alt bölüm de toplaşm a eğilim i. —Jeomorfol. ve Yerbil. Yüzeysel olarak kayaçların kimyasal değişim i. (Bk. ansikl. böl.)



1125



ayrışma 1126



— Metalürj. Bir alaşımın çeşitli bölgeleri arasında kimyasal bileşimin farklı olması. —Alaşımın katılaşması sırasında, kimya­ sal bakım dan heterojen parçaların ayrıl­ ması. (Bk. ansikl. böl.) || Tanelerarası ay­ rışma, alaşımın bazı elementlerinin, belli bir sıcaklıkta tane sınırlarına doğ ru yayın­ maları ve böylece tanelerin özüyle çevre­ si arasında kimyasal bir bileşim farkı ya­ ratmaları. — Pedol. Ayrışma kompleksi, toprak ve katlarının belirgin niceliğini gösteren ay­ rışma ürünlerinin tümü. (Bu ürünler şun­ lardır: ince parçacıklar, killer ve limonlar; biçimsiz ya da kristalleşmiş demir, alümin­ yum ve m anganez oksihidroksitler; sod­ yum, kalsiyum ve m agnezyum klorürler, sülfatlar ve karbonatlar gibi çözünerek çökelen tuzlar.) — Psik. Kişinin ruhsal birliğinin bozulm a­ sı, çözülmesi. (Eşanl. DİSOSİYASYON.) [Bk. ansikl. böl.] —Teknol. Çeşitli m addeler karılarak oluş­ turulan bir bütünün, birbirinden bağımsız küm eler halinde ayrılması. (Çok sıvı karıl­ mış bir betonun ayrışması sonucunda, beton sütü, kaba kum ve çakıllar belirgin bir biçim de ayırt edilir.) —Yerbil. Ayrışma rengi, yeni oluşm uş kırıklarınkinden farklı bir renk veren kimi kayaçların yüzeysel bozulması. —ANSİKL. Jeom orfol., Yerbil. ve Pedol. “ Ayrışma” terimi, çözülm e teriminin içer­ diği mekanik parçalanmayı ve hidrotermal kökenli derin değişimleri kapsam dışı bı­ rakan dar bir anlam da ele alınmalıdır. Ay­ rışmanın temel m eteorik etkeni, az ya da ço k karbondioksit gazı ile yüklü sudur: böylece, silikatlı kayaçlar bakımından hid­ roliz, birincil minerallerin bozulmasından ve killi minerallerin ortaya çiki ilasından oluşur. Kristalli yapıların, suy tıı serbest iyonlarınca kimi b a ğ la m ın kof -yılarak yı­ kımı, doğal olarak iklimsel ortamın etkin­ liğine göre az ya da çok şiddetlidir; bu ne­ denle ayrışma tiplerinin yapılışı aşağı yu­ karı kuşatealdır. Killi silikatla;- veren bisiyallitleşme (vermikülit ya da smektit türü killerin oluşması) '-e mnnosiyallitleşme (ya da kaolenleşme), gibbsıt, boehmıt gibi alüminyum hidroksitlerin ya da goethit, he­ matit gibi dem ir hidroksitlerin ortaya çıkı­ şıyla belirlenen alitleşme (ya da lateritli ay­ rışma) türleri ayırt edilir. Bununla birlikte kuşaksallık kavramının ışığında killi mine railerin incelenm esinden çıkarılan paleoklimatik sonuçlar farklı dirençte mineraller içeren ana kayacın türüne ve silikatlı bile­ şenlerle temas eden suların süzülme hı­ zını denetleyen m ikroakaçlam aya göre büyük farklar gösterir. — Metalürj. Erimiş bir alaşımda, soğum a sırasında çöken ilk kristaller bir dereceye kadar arıdır; oysa çözelti halindeki ele­ mentler, katışkılar ya da kalıntılar sıvı hah de kalan kütlenin içinde derişir. Bu yüz­ den en son katılaşan bölgelerin kimyasal bileşimi farklı olur. Ayrışma, gelişimine gö­ re üçe ayrılabilir: m akro ayrışma, m ikro ayrışma ve ters ayrışma. Birincisi parça ya da külçe ölçeğinde gerçekleşir; katışkılar çelik külçesindeki kükürt ve fosfor gibi küt­ lenin m erkezinde toplandığında merkez­ cil ayrışmadan söz edilir; katı ve sıvı faz­ lar, bakırlı alaşımlardaki kurşun gibi yo­ ğunluk sırasına göre ayrıldıklarında düşey ayrışma ortaya çıkar. M ikro ayrışma, ele­ mentlerin yetersiz yayınması yüzünden ta­ nenin içinde kimyasal bir ayrıklık ortaya çıktığında görülür. Bazı durum larda, ala­ şımın erim e noktasını düşüren element­ lerin ya da katışkıların artması nedeniyle ayrışma, parçanın m erkezinde değil, dış katmanlarında gerçekleşir; buna ters ay­ rışma denir. — Psik. "Ayrışma" terimi (alm. Spaltung), şizofrenide gözlem lenen klinik belirtileri açıklamak amacıyla, 1911de E. Bleuler ta­ rafından ileri sürüldü. Bleuler'e göre, zi­ hinsel işleyişin temeli olan çağrışımların zayıflaması, şizofrenide görülen birincil bozukluktur. Düşünce akışındaki bozuk­ luklar, özellikle de kesilmeler, bu hastalı­



ğın temel belirtileridir. Tutum bozuklukla­ rı, kapanım, hezeyan sendromları ve has­ talık gelişiminin özniteliği bile ayrışmaya oranla ikincil bir önem taşır. Bleuler, klinik incelemelerinde ayrışmanın, ruhsal yaşa­ mın her cephesinde bulunduğunu ileri sürdü. Ayrışma, Chaslin'in bu dönem de "uym a zlık" terim iyle dile getirdiği (1912) aynı klinik belirtilerini kapsar, ama yalnız­ ca klinik gözlem lere dayanan uymazlıkta bulunm ayan ağır bir rahatsızlık fikrini de içerir.



AYRIŞMAK gçz. f. Bir madde, bir bü­ tün sözkonusuysa, daha basit birimlere ya d a kendini oluşturan öğelere bölünm ek. — Fizs. kim. Ayrışmaya uğramak, uğramış olmak. ♦ a y rış tırm a k ■ettirg. f. Bir m addeyi daha yalın öğelere indirgem ek; çözüm le­ meyle bir oluşumun bileşenlerini ortaya çı­ karmak: Elektrolizle suyu bileşenlerine ay­ rıştırmak. Prizma, ışığı ayrıştırır. — Fizs. kim. Ayrışmayı sağlamak. —Yerbil. Bir toprağın, bir kayacın ya da bir mineralin ayrışmasına yol açmak.



AYRIŞMIŞ sıf. Topol. Ayrışmış topoloji, E kümesi üzerinde E nin parçalarının £P(E) kümesiyle tanım lanan topoloji. (Bu duru m d a E nin her altküm esi hem açık, hem kapalıdır.) [Eşanl. DİSKRET TOPOLO­ Jİ.] || Ayrışmış uzay, kendi ayrışmış topo­ lojisiyle donatılan uzay.



AYRIŞTIRICI sıf. ve a. Çevrebil. Beslen­ me zincirinin sonunda yer alan ve kadav­ ra, dışkı, bitkisel kırıntı gibi organik m ad­ delerle beslenen, bu sırada organik m ad­ deleri minerallere çeviren ya da hum usa dönüştüren organizm a (en başta m ikro­ organizma). [Eşanl. ÇÜRÜKÇÜL, DÖNÜŞ­ TÜRÜCÜ.] —ANSİKL.Toprakta, denizlerin ve tatlı su­ ların dibindeki çam urda pek çok bulunan ayrıştırıcılar ya bakteri ve mantar cinsindendirler, döküntü ve kırıntıları dış sindi­ rimle parçalar, çözerler, ya da her boyda hayvanlardır, bu m addeleri mekanik ola­ rak ya da enzimle parçalar, fakat parça­ lanan m addelerin tüm ünü tüketemezler, bu arada yukarıda anılan asıl ayrıştırıcıların işini kolaylaştırırlar. AYRIŞTIRMA a Ayrıştı rm ak eylemi. — Foto, ve Sine. B ir objektifin ayrıştırma gücü, bir objektifin en ince ayrıntıları ver­ me gücü; bu güç m ercek g rubunca be­ lirgin bir biçim de aktarılan ve ayırma g ü ­ cünün tersine karşılık olan, çift çizgi sayı­ sıyla ölçülür. (Paralel iki çizginin görüntü­ leri arasındaki uzaklık — bu iki çizginin ge­ nişliği sözkonusu uzaklığa eşittir — d ise rmm olarak], ayrıştırma gücü R şöyle he­ saplanır: R = -L d .) -Tekst. Bir kum aşı ayrıştırma, bir kumaşı çözüm lem ek için yapılan işlem. (Bu amaçla, birbirini izleyen atkılar sökülür ve çözgü ipliklerine göre atkıların gelişimi kaydedilerek, önce kumaşın armürü araş­ tırılır. Ayrıştırma işlemi, bileşen ipliklerin sıklığı, türü, numarası ve atkı sıklığı belir­ lenerek tamamlanır.)



AYRIŞTIRMAK • AYRIŞMAK. AYRIT a. Ceb. Yönlendirilm em iş b ir (X, A) grafının ayrıtı, x ve y, X kümesinin kö­ şeleri olm ak üzere, (x, y) çiftlerinin oluş­ tu rd u ğu A kümesinin elemanı. — Geom. Bir çokyüzlünün iki yüzünün arakesiti. (Eşanl. KENAR.) || B ir ikidüzlemlinin ayrıtı — İKİOÜZLEMLİ. || D önüm ayrıtı > DÖNÜM. — inş. Düzlemsel olan ya da olmayan iki yüzeyin kesişmesiyle oluşan çıkıntılı açı. (Eşanl. KÖŞE.) |j Sert ayrıt, pahlanmamış çizgi biçiminde bir açı oluşturan ayrıt. || To­ noz ayrıtı, tonozun bir duvarla ya da baş­ ka bir tonozla oluşturduğu açı. — Krist. Bir kristalin iki doğal yüzünün ke­ sişmesiyle oluşan çizgi.



AYRIYERLİ sıf. Sos. antropol. Yeni evli­ lerden her birinin, ayrı ayrı kendi ailesinin yanında oturduğu evlilik sonrası yerleşim



tipine denir. (Eşanl. DOğUMYERLİ.)



AYRSHİRE, İngiltere'de eski yönetim bölümü, iskoçya’nın güney-batı kesimin­ de. Merkezi Ayr.



Ayrshire ırkı, Ayrshire kökenli, breton dalından, orta irilikte sığır ırkı. Daha çok sütü için beslenir. Büyük Britanya, Kuzey Amerika, Finlandiya ve bazı Afrika ülke­ lerinde yetiştirilir. M em e yapısının kusur­ suzluğuyla ünlüdür.



AYRTON (VVİlliam Edward), İngiliz fizik­ çi ve m ühendis (Londra 1847 - ay. y. 1908). Çalışmalarına Hindistan telgraf iş­ letm esinde başladı (1868), daha sonra Tokyo'da fizik, Londra'da elektronik profe­ sörlüğü yaptı. Kontak potansiyel farklarıyla ilgili ölçüm lerin yanı sıra pek ço k elektrik­ li ölçm e aygıtı onun adını taşır.



AYSAN (Şükrü), türk ressam (Manisa 1945). İstanbul Devlet güzel sanatlar aka­ demisi resim b ölüm ü'nü bitirdi (1969). Devlet bursuyla gittiği Paris’te, resim ve serigrafi çalıştı (1970-1975). Yapıtlarında, m inimalizm ve kavramsal sanat gibi ça ğ ­ daş anlayışların kapsamı içinde resim, sa­ nat, yanılsam a ilişkileri üzerinde durur. “ Sanat nesnesi” olarak adlandırdığı üç boyutlu nesne düzenlem elerini ve çevre­ ye “ m üdahale" niteliğindeki eylemlerinin çeşitli fotoğraflarını "b e tik sanat" adını verdiği belgesel yapıtlar eşliğinde sergi­ ledi. Birinci Yeni eğilim ler sergisi’nde (1977) altın m adalya, G ünüm üz sanatçı­ ları sergilerinde (1983 ve 1986) birincilik ödüllerini kazandı.



AYSAR ■-» AYBASTI. AYSBERG AYSEN -



> BUZDAĞI. AİSEN.



AYSIZ sıf. Ayın gözükm ediği, ayışığı ol­ m ayan gece için kullanılır.



Aysoka -* AYŞOKİ. AYSO R,



a. Rusya'da (Kafkasardı), yaklaşık 15 000 kişinin konuştuğu aramca lehçesi.



AYSOY (Samuel), musevi asıllı türk ve­ teriner (Güm ülcine 1885 - İstanbul 1959). M ülkiye baytar m ektebi âlisi'ni bitirdi (1906). Uzmanlık eğitim ini Fransa'da ta­ mam ladı (1910-1912). Askeri ve sivil ve­ teriner okullarında ve Yüksek veteriner okulu'nda iç hastalıkları okuttu. Veteriner fakültesi'nde doçent (1933), profesör (1936) ve ordinaryüs profesör oldu (1944). Dahili hastalıklar enstitüsü yöne­ ticiliği görevinden emekli oldu (1955). Başlıca yapıtları: Evcil hayvanların iç has­ talıkları (1935), D iyagnostik yöntem leri (1935), R adio-biologie, radio-culture (1936), Kinin hakkında ye ni tetkikat, kini­ nin toksik tesiri nasıl izale edilir (1936), Tıbbi klinik kılavuzu (1941), Tenasül biyo­ lojisi (1946), Evcil hayvanların özel has­ talıkları ve tedavileri (1952). AYŞ ya da IYŞ a. (ar. cayş). Esk. 1. Ya­ şayış, yaşam: "M esudları g e l et ferâmuş / Bu dem d e ki ayştır sana n û ş " (Sadullah Paşa, XIX. yy.). — 2. Hayatın zevkini çıkarma, gününü gün etme: “ Gül devri ayş eyyam ıdır ze vk u safa hen g â m ıd ır" (Nefi, XVI. yy.). — 3. Ayş-i deh-ruz, on günlük hayat, dünyadaki geçici, kısa ömür. || A yş u dem eylemek, içki içerek eğlenm ek. || A yş u nûş, ayş u işret, yiyip içip eğlenme: "lyş u nûşa zevkimiz gitdikçe noksan b u lm a d a " (Baki, XVI. yy.). Ayş u işret d em id ir çekm e gam-ı d evra n ı" (Baki, XVI. yy.). || A yş u tarâb, eğlence: "M ahrem ün olsun neşât u hande vü ayş ü ta râ b " (N ev’i, XVI, yy.). Ayşe, sözleri ve müziği Muhlis Sabahat­ tin'in (Ezgi) olan operet, ilk kez, Süreyya operet topluluğunca, Kadıköy Süreyya sineması’nda oynandı (1928 /1 9 2 9 ). Bes­ teci, kendisine büyük ün sağlayan bu ikin­ ci operetinde, halk ezgilerinden yararlan­ dı.



AYŞE, Hz. M uham m et’in üçüncü eşi



Aytek (M ekke 613-614 - M edine 678). ilk halife Ebu Bekir'in kızı. Aişe de denir. Ümmü A bdullah, Sıddika, Ü m m ülm üm inin ve Hüm eyra lakapları ile de anılır, ilk eşi Ha­ tice ölünce, Havla binti Hakîm adlı bir ka­ dın, Hz. P eygam ber’e isterse henüz altı yaşında olan Ayşe, ya da kocasından dul kalan Sevda binti Z a m ’a ile evlenmesini önerdi. Peygamber, Ayşe ile nişanlandı. A ncak nikâh hicretten beş altı ay sonra gerçekleşti (623 ya da 624). Ayşe, Pey­ g a m b e rin mescidine bitişik odalardan bi­ rinde kaldı ve onun gözde eşlerinden bi­ ri oldu. Peygam ber bazı seterlerine onu da birlikte götürdü ve ölüm döşeğindeyken öteki eşlerinin de isteği ile Ayşe’nin odasında kaldı ve ölünce bu odaya gö­ müldü. A yşe'nin bazı siyasal olaylara da katıl­ dığı görüldü. Başlangıçta halife olan Hz. O sm an'a karşıydı. A ncak Hz. Osm an şe­ hit e dilip Hz. A li’nin halife olduğunu ö ğ ­ renince, çevresindekileri Hz. A li'ye karşı harekete geçirdi, kendi de savaşa katıl­ dı. Ancak C em el* savaşı'nda yenilince Ali, ona gereken saygıyı göstererek, Me­ d in e 'ye gönderdi. Burada ölünceye ka­ d ar siyasete karışmadı. Temm uz 6 7 8 ’de öldü ve El-Baki mezarlığına gömüldü. Ay­ şe, güzel olduğu kadar, güçlü bir belle­ ğe sahip, zeki, okuryazar, güzel konuşan ve arap şiirini iyi bilen, kültürlü bir kadın­ dı. Kendisinden P e yg am b e rin özel yaşa­ mıyla ilgili 2 210 hadis rivayet edilmiştir.



AYŞE ABLA, asıl adı Nerim an Hızıroğlu, türk eğitimci (İstanbul 1908 - Anka­ ra 1985). ABD 'nin çeşitli üniversitelerin­ de ve İsviçre’de pedagoji eğitimi gördü. A nkara radyosu’nda Radyo çocuk kulübü'n ü kurarak, Türkiye radyolarında ilk kez çocuklara yönelik programları başlattı (1941).



AYŞE HATUN , M ehm et l ’in kızı (XV. yy.). Edirne'de Ayşe Kadın camisi (1469) ile Üsküp’te bir cami yaptırdı. Bunlara ge­ lir sağlam ak için Ü sküp’te, Yarhisar’da vakıflar kurdu. Edirne'de bir mahalleye adı verildi. Babasının Bursa'daki türbesin­ de göm ülüdür.



AYŞE HATUN, Bayezit ll ’nin eşi (öl. 1512). Dulkadiroğlu A lâü d d evle ’nin kızı. Fatih Sultan Mehmet ile iyi geçinm ek is­ teyen Dulkadiroğlu, kızını Fatih'in oğlu A m asya valisi şehzade Bayezit ile evlen­ dirdi (1467). Ayşe Hatun'un Yavuz Selim’ in annesi olduğu söylenirse de bu kesin değildir. Kimi kaynaklar Yavuz'un anne­ sinin G ülbahar Hatun olduğunu ileri sü­ rerler.



AYŞE HUBBA HATUN, türk şair (öl. 1583-90). AmasyalIdır. Selim ll'n in hoca­ sı Şems Çelebi’nin karısıydı. Tezkirelerde, gazelleri ve kasidelerinin yanı sıra Cemşid ü H urşid adlı bir mesnevisi olduğu ya­ zılıdır.



AYŞE İSMET HAN IM , türk şair ve ya­ zar (Kahire 1840 - ay. y. 1902). İsmail Pa­ şa Tim ur’un kızıdır. M ehm et Tevfik Bey ile evlenerek İstanbul’a geldi (1854), ko­ casının ölüm ünden sonra Mısır'a döndü (1875). Orada yazdığı makalelerle ün ka­ zandı. Türkçe, arapça, farsça şiirleri var­ dır. Türkçe D iva n 'ı Kahire’de basıldı.



AYŞE NİGAR -> GÖZALAN (Hülya). AYŞE SİNEPERVER KADIN, Abdül



ve Rum eli’nde bulundu. Sinan Paşa’nın ölüm ü üzerine (1504) İstanbul'a yerleşti. Hayır işlerine önem vererek Edirne’de bir cami, G elib o lu'd a bir mescit ve okul, İs­ tan b ul’da Vefa semtinde göm üldüğü tür­ besini yaptırdı. Mal varlığını yaptırdığı hayrata vakıf olarak bağışladı.



A



y ş e S u l t a n , Ahm et l’in kızı (öl. 1656). Ç ocuk yaşta sadrazam Nasuh Pa­ şa ile nikâhlandı (1611). Kocasının, göz­ leri önünde boğdurularak öldürülm esi üzerine (1614) Karakaş M ehm et Paşa ile evlendirildi. O da ölünce (1621) Van bey­ lerbeyi Hafız A hm et Paşa ile nikâhları kı­ yıldı (1626). Düğünleri yapıldıktan bir sü­ re sonra saraya saldıran sipahilerin, Ha­ fız Paşa’yı öldürm eleri sonucu (1632), kardeşi M urat IV'ün buyruğu doğ ru ltu ­ sunda D iyarbakır valisi Murtaza Paşa ile evlendi (1635). Ertesi yıl kocası Revan savaşı'nda ölünce, bu kez de kubbe vezir­ lerinden Celep A hm et Paşa ile evlendiril­ di (1637). O d a ölünce (1644), sonradan kaptanıderya olan Voynuk A hm et Paşa’ ya verildi (1645;. Eşinin Girit seferinde öl­ mesiyle yine dul kaldı (1649). Yeni sad­ razamı ipşir M ustafa Paşa’yı saraya da­ mat yaparak saygınlığını artırmak isteyen Mehmet IV, halasını onunla evlendirdi (1655). Son kocasının d a üç ay geçm e­ den sarayda boğdurularak idamından yaklaşık bir yıl sonra Ayşe Sultan d a öl­ dü ve babasının türbesine göm üldü. İs­ tanbul, O kçubaşı’nda bir sebili v a r­ dır.



AYŞE SULTAN OSMANOĞLU O s m a n o ĞLU (Ayşe).



Ayşecik, tü rk sinemasında, ailesini d a ­ ğılmaktan kurtarmak için didinen ünlü ço­ cuk kahraman. Kemalettin T u ğ cu ’nun ro­ manından M em duh Ü n'ün yönetim inde çekilen ilk Ayşecik filmi (1960), çok büyük seyirci topladı ve başoyuncusu Zeynep D eğirm encioğlu’nu üne ulaştırdı. Film, tü rk sinemasında “ ço cuk kahramanlı film ler” eğilimini başlattı; aynı oyuncuyla 1971 ’e kadar, 10 kadar başka Ayşecik fil­ mi de çekildi.



AYŞEKADIN a. Taze olarak tüketilen kılçıksız bir fasulye çeşidi.



Ayşekadın hanı -►



E k m e k ç İO ğ lu * AHMETPAŞA KERVANSARAYI.



AYŞİ, tü rk şair (Şam ? - ay. y. 16 90'dan sonra). Mevlevi tarikatındandı. Şiirleri B ağdat'ta yazdığı D /vanpe’sindedir. Yal­ nızca 17 beyti D iva n çe ’de yer alan 110 beyitlik bir mesnevi de yazdı.



Ayşokl, Aysoka da denir, halay türü bir halk oyunu. Muş ve çevresinde yaygın olan Ayşoki, erkekler tarafından, bağımlı dizi oluşturularak oynanır.



AYŞÛŞE a (ar ca yş'tan "ayşuşe). Esk. Eğlenceli yaşam, neşeli yaşayış.



A Y T A -C lLIZ O Ğ L U (Tülin),türk sera­ mikçi (İstanbul 1939). İstanbul Güzel sa­ natlar akademisi'ni bitirdi (1965). Çalışma­ larını Belçika ve Fransa’da sürdürdü (1968-1972). Dönüşte, Güzel sanatlar akadem isi’nde görev aldı; doçent oldu (1977). Yurt içi ve yurt dışında g rup ser­ gilerine katıldı, yedi kişisel sergi açtı. Çe­ şitli yapılarda seram ik kabartma çalışma­ ları vardır.



ham it Un dördüncü eşi (öl. İstanbul B AYTAÇ (Hamit), türk hattat (Diyarbakır 1891 - İstanbul 1982). Asıl adı Ş eyh M u­ 1828). Mustafa IV (1779) ve Esma Sul­ sa A z m id ir. Diyarbakır Ulu camisi sıbyan ta n in (1782) annesi. Bir yıl kadar süren m ektebi'nden sonra, D iyarbakır Askeri valide sultanlığının son dönem inde, o ğ ­ rüştiyesi’ ne girdi. Hoca Vahit Efendi’den lu Mustafa IV'ü tahtından indirm eye ge­ rik'a, Ahm et Hilmi Efendi’den sülüs yazı len A lem dar Mustafa Paşa ile tartışması öğrendi. Hilmi E fendi’den resim dersleri sonucu oda hapsine alındı. Oğlu tahttan aldı. Diyarbakır idadisi'ni bitirdikten son­ uzaklaştırıldıktan sonra dünyaya küserek ra (1906), İstanbul’a gitti. Mekteb-i huköşesine çekildi ve gözleri kör oldu. kuk'ta okudu. Bu arada Sanayi-i nefise E yüp’e göm üldü. m ektebi'nin resim ve hâk bölüm üne d e ­ AYŞE SULTAN, Bayezit ll’nin kızı (XVI. vam etti (1907). Rüsumat (1907) ve yy.). Babası Am asya valisiyken orada Mekteb-i harbiye (1908-1915) m atbaala­ rında çalıştı. İsmail Hakkı Altınbezer'den d oğ d u ve Sinan Paşa ile orada evlendi­ tuğra çekmeyi öğrendi. Hat sanatının tüm rildi. Kocasıyla birlikte Kütahya, Gelibolu



türlerinde başarılı olan Hamit Aytaç sülüs yazıda bir ekol oluşturdu. Yurt içi ve yurt dışında özel koleksiyonlarda pek ço k ya­ zısı bulunan sanatçı iki Kuran yazmış, bunlardan biri A lm anya’da da basılmış­ tır. İstanbul Şişli cam isi’nin girişindeki ya ­ zı, yapıtlarının en ünlülerindendir. A yrıca A nkara Kocatepe camisi ile Eyüp camisi'nin kubbe yazıları, Söğütlüçeşme cam i­ si’nin giriş yazıları onundur. Türk m atba­ acılığında çinkografi, gravür, kabartma ve lüks baskı tekniğini ilk uygulayanlardan­ dır.



1127



AYTAÇ (Mustafa), türk bilim adamı, ha­ ritacı (Kütahya 1921). İstanbul Teknik üni­ versitesi inşaat fakültesi’ ni bitirdi (1945). Aynı fakültenin Topografya ve jeodezi kürsüsü'nde görev alarak 1961 'de pro­ fesör oldu. Jeodezi ve fotogram etri m ü­ hendisliği bölüm ü’nün kurucuları arasın­ da yer aldı; bölüm başkanlığında ve fotogrametri-dengeleme kürsüsü başkan­ lığında bulundu (1971). Uluslararası fo­ togram etri birliği Türkiye temsilciliği, N A­ SA ve çeşitli fotogram etri birlikleri üyeliği yaptı.



AYTAÇ (Kadri), tü rk futbolcu ve çalıştı­ rıcı (İstanbul 1931). Futbola Beyoğlus p o r’da başladı. Galatasaray’da, Fener­ bah çe ’de oynadı. 1967’de antrenör fut­ bolcu olarak transfer olduğu Mersin id ­ m an y u rdu 'n d a futbolu bıraktı. Çalıştırıcı olarak görev aldığı ikinci lig takımlarını bi­ rinci lige çıkarmasıyla ün kazandı.



AYTAÇ (Aydın), türk hekim (İstanbul 1931). İstanbul Üniversitesi tıp fakültesi’ ni bitirdi (1955). A B D 'de Francis hastanesi'nde genel cerrahi (1955-1959), Atlan­ ta Georgie Emory üniversitesi’nde damar -kalp ve göğüs cerrahisi uzmanlık eğitimi gördü (1959-1961). Türkiye'ye d ön d ü k­ ten sonra Hacettepe çocuk hastanesi'nde profesör oldu (1970). Hacettepe üniver­ sitesi mezuniyet sonrası eğitimi fakültesi’n­ de (1971-1972) ve aynı üniversitenin Sağlık bilimleri fakültesi'nde (1972-1975) dekanlık yaptı. Hacettepe üniversitesi tıp fakültesi pediatrik torasik kalp-dam ar cer­ rahisi ana bilim dalı başkanlığına atandı (1982). 1961’den sonra Türkiye'de insan kalbine ilk kez pil taktı. “ Mavi ç o c u k ” ta ilk açık kalp ameliyatını ve ilk kez bacak­ tan alınan damarı kalbe takmayı da o ger­ çekleştirdi. 1979 Sedat Simavi Sağlık b i­ limleri ödülü’nü aldı. Birçok incelemesinin yanı sıra Cerrahide şok ve ilgili p ro b le m ­ ler (1969) adlı bir kitabı vardır.



AYTAR (Ahmet), türk atlet (Elazığ 1921). 1944-1955 yılları arasında altı kez Türki­ ye m araton şam piyonluğunu kazandı. 1951 yılında ilk Akdeniz oyunları maraton şam piyonu oldu. Otuz beş yaşına kadar m araton koştu, d aha sonra Beden terbi­ yesi Elazığ bölgesinde m em urluk yaptı. Türkiye’nin en iyi m aratoncularından biri olarak tanınır.



AYTEK, soyadı Gürkan, türk basketbolcü (İstanbul 1957). Basketbole 14 yaşında başladı. Kolej ve Efes Pilsen kulüplerinde oynadı. G enç ve A milli takım for-



. . . .



,



Hamit Aytaç ın bir yapıtı



Aytek Kulu'nda öğretm en olarak çalışırken Sof­ ya Üniversitesi pedagoji bölüm ü'nü bitir­ di (1926). Vidin Türk okulları m üdürlüğü­ ne atandı (1929). Türkiye’ye geldi ve A n ­ kara Gazi terbiye enstitüsü'nde meslek dersleri öğretm enliğine başladı (1931). Tokat milletvekili olarak m eclise girdi (1939-1943). Çeşitli yerlerde çalıştıktan sonra yeniden Gazi eğitim enstitüsü’ne döndü. 1960’ta emekli oldu. Öğretim me­ totları ve teknikleri üstüne kitaplar yazdı. Başlıca yapıtları: Yeni um um i ped a g oji (1932), Okullarda disiplin (1940), N orm al çocuklarda anormallikler (1945), Özel öğ ­ retim m etodu (1949), Genel öğretim bilgisi (1950), A k tif öğretim tekniği (1955).



1128



AYTÜR (Memduh), tü rk yönetici (İstan­



Ayuthia Vat Pra Si Sanpet manastırı’nın üç stupası (XV.-XVIII. yy.)



AYTIŞMAK gçz. f. (ayılm ak'tan -ış- işt.



bul 1919 - A nkara 1981). Siyasal bilgiler o kulu'nu bitirdi (1938). Maliye müfettişli­ ği yaptı (1942-1956). Hazine genel m ü­ dürü oldu (1956-1958). Maliye tetkik ku­ rulu başkanlığı, M erkez bankası genel m üdürlüğü, VVashington Türk ekonom ik heyeti başkanlığı yaptı (1959-1963). M a­ liye bakanlığı müsteşarı, daha sonra da Devlet planlam a teşkilatı müsteşarı oldu (1963-1966). isteğiyle bu görevden ayrıl­ dı, öğretim üyeliği yaptı. İkinci kez DPT müsteşarlığına atandı, ikinci ve üçüncü Beş yıllık kalkınma planlarını hazırladı. Pa­ ris’te bulunan Ekonom ik işbirliği ve kal­ kınma teşkilatı (ÖECD) nezdinde büyükel­ çi oldu. 1981’de bu görevden emekli ol­ duğunda, Türkiye iş bankası yönetim ku­ rulu başkanlığına getirildi. Başlıca yapıt­ ları: Paramızın değ e ri (1952), Türkiye'de plan, planlı siyaset ve idare (1966), Kal­ kınma yarışı ve Türkiye (1969).



ekiyle), iki ya da d aha çok kimse arasın­ da, atışmak, tartışmak, münakaşa et­ mek.



AYU N ( E L - ), Büyük Sahra’ nın batısın­



m alarını 70 ke re g iy d i. Ç u k u ro v a , F ener­ b a h ç e ta k ım la rın d a d a o y n a d ı. 1992-93 se zo n u b a ş ın d a b a s k e tb o lü bıraktı.



■ AYTMATOV (Cengiz), kırğız yazar (Şe­ ker 1928). M itolojik ve alegorik öğelere fazlasıyla yer verdiği lirik anlatılarında, sovyet toplum unun tem el törel sorunları­ nı ortaya koyar: asker kaçaklığı (Face â face [fr. çev.], 1957), serbest aşk ve sa­ dakat (Cem ile, 1958), sıradan insanların kaderi (ilk öğretmenim , 1961), yaşamın anlamı (Toprak ana, 1963). ikbal avcısı bürokratları (K opar zincirlerini Gülsarı, 1966) veya aşağılık ve zalim yetişkinleri (Beyaz gemi, 1970) betimleyen daha son­ raki eserlerinin karanlık havasına karşın, Aytm atov insanın geleceğine iyimser bir gözle bakar (Deniz kıyısında koşan ala köpek, 1977).



AYTOUN (VVİlliam Edm ondstoune), is-



Cengiz Aytmatov



koçyalı yazar (E dinburgh 1813 - Elgin, M oray kontluğu, 1865). Iskoç hakları birliği'nin kurucularındandır. Blackw ood's M agazine'de çalıştı. Ünlü bir profesör ve onursal prensti. Balad türünde yurtsever şiirler (Lays o f the Scottish Cavaliers, 1848), tarihsel şiirler (Bothwell, 1855) ve kaba güldürülü parodiler yazdı (Bon Gaultier Ballads, 1845).



AYTUNA (Hasip Ahmet), türk eğitimci ayva



(Vidin 1895 - Ankara 1980). Vidin ortao-



AYUDHYA -



AYUTHİA.



da vaha, eski Ispanyol Büyük Sahrası'nın yönetim merkezi.



A Y U N -E L-A TR U S ,



M o rita n y a 'n ın güney-batı’sında yer, bölge yönetim m er­ kezi; 4 900 nüf. Havaalanı.



AYU N TA M İEN TO , ispa n ya d a ve İspanyol Am erikası’nda kent belediyesi­ ne ve belediye yüksek görevlilerinin to p ­ landığı yere verilen ad. (Başlangıçta, Geç O rtaçağ’da, Castilla kentlerinin yönetim i­ ne katılan çeşitli yetkililerin toplantıları için kullanılan terim, sonunda doğrudan doğ ­ ruya belediyeyi belirtm ek için kullanıldı.) [Eşanl. CABİLDO] AYURVEDA, “ yaşam Veda'sı", Atarva ve da ’yı tam am layan hindu tıp bili­ mi. A Y U TH İA , AYU TTH A YA ya da AYUDHYA, T a yland’da kent, Bang-



(Guerrero eyaleti), 1854'te başkan San­ ta A n n a'ya karşı general  lvarez ve ge­ neral C om onfort tarafından açıklanan devrimci plan. Plan liberallerin simgesi ol­ du ve bu planla “ Reform dönem i” adı ve­ rilen iç savaşlar dönem i başladı.



AYUTTHAYA -



AYUTHİA.



AYÜM çoğl. a. (ar. ca y n 'ın çoğl. cayün). Esk. 1. Gözler. — 2. Kaynaklar, pınarlar. — 3. Bakışlar.



■AYVA a. 1. Ayva ağacının sarı renkli, ta­ dı buruk, tüylüce m eyvesi. (Bk, ansikl. böl.) — 2. A yva göbekli, göbeği çukurca kimse için kullanılır. || Ayva tüyü, yüzde ya da bedendeki ince, sarı tüyler. || Ayvayı yemek, zarara uğramak, kötü bir durum a düşmek: Yarın m aaş alamazsak ayvayı yedik (arg.). —ANSİKL. Ayva iri bir armudu andırır. Ko­ kusu hoş olm akla birlikte çok keskindir. Sert ve süngersi eti fazlaca ekşi ya da hiç değilse hafif buruktur. Çiğ olarak fazla yenmez, yerken insana tıkanm a duyg u ­ su verir. A m a kompostosu, hoşafı, reçe­ li, tatlısı, vb. yapılır. Türkiye'de ayvanın birçok çeşidi vardır. Ekm ek ayvası, orta büyüklükte, yuvarlak­ ça, ince kabuklu, yeşil ve tüysüz, gevrek yum uşak etlidir; ekim ayında olgunlaşır. Orta ve Batı A n a do lu'd a çok yetişir. Şekergevrek ayvası, iri, biraz düzensiz bi­ çimli, parlak sarı kabuklu, hafif tüylü, yu­ muşak etlidir. Aralık ayında olgunlaşır. Havan ayvası, sarı kabuklu ve iridir. Ekim­ de olgunlaşır. Lim on ayvası, orta büyük­ lükte, sap çevresi az uzun, altın sarısı ka­ buklu, az tüylü, sarı gevrek etlidir. Ocak ayında olgunlaşır. Bunlardan başka ye­ rel adlarla anılan bazı çeşitler daha var­ dır: midilli ayvası, gördes ayvası, bencikli ayvası, vb. — Halk hek. Ayva çiğ olarak yenirse pek­ lik verir. A yva kom postosu ya da suyu balla tatlandırılarak ishale karşı, ayva çe­ kirdeği dekoksiyon halinde ço cuk ishal­ lerine, gargara halinde boğaz hastalıkla­ rına karşı kullanılır. Ayva yaprağı dekoksiyonu uykusuzluk ve sinirlilik durumların­ da yatıştırıcı olarak etkilidir. Hafif bir ateş düşürücü özelliği de vardır. — Mutf. A yva çevirmesi, ayvayla hazırlan­ mış koyu reçel şurubunu, üstü beyazım­ sı bir renk alana değin hep aynı yönde çevirerek yapılan tatlı. || A yva ezmesi, piş­ miş ayvayı ezip kuruttuktan sonra parça­ lara bölüp nişastalı şekere bulayarak ya­ pılan bir tür şekerleme. || Ayva murabbaı, ayvayla hazırlanmış koyu reçelin tanele­ rini tülbentten geçirip, bu karışımı şeker­ le koyulaştırarak yapılan tatlı. || A yva tatlı­ sı, ikiye bölünüp çekirdekleri çıkarılmış ay­ va, şeker ve suyla yapılan bir tatlı. Ayva­ lar haşlandıktan sonra suyu şekerle kes­ tirilip üzerine dökülür, ortasına kaymak konur.



kok'un K.’inde il merkezi.M enam 'ın iki ko­ lunun kavşağındaki bir adada; 38 400 nüf. Büyük pirinç üretim bölgelerinden bi­ rinin ticaret merkezi. • TARİH. Siyam ’ ın eski başkenti (1350 ■AYVA a. 1. Ayva veren, pem bem si be­ -1767). Çaopraya (Menam) ırmağı kıyısın­ yaz iri çiçekli meyve ağacı. (Bil. a. cydoda, B angkok’un elli kilometre kadar ku­ nia; gülgiller familyası.} [Bk. ansikl. böl.] zeyinde, Merkez ovasında, Ramadhipati — 2. Japon ayvası, eğri büğrü sık dallı ça­ adıyla tahta çıkan bir U Thong prensi tara­ lı görünüşünde dikenli süs bitkisi. (Açık fından kuruldu; Suhotai’ nin yerini aldı. pem be, kırmızı ya d a turuncu çiçekler Ekonomi, kültür ve sanat başkenti olan açar; köm eç halinde ya da tek tek bulu­ Ayuthia, birçok batılı elçi, serüvenci, tüc­ nan çiçekler bitkiye ço k güzel bir görü­ car, rahip Choisy gibi din adamı tarafın­ nüm verir. Çin kökenli olan bu ağaççık dan ziyaret edildi. Rahip Choisy buradan Japonya'da büyük ölçüde yetiştirilir.) [Bil. ilginç betim lem elerle döndü. Kent birçok a. C haenom eles lagenana ya da Cydokez Birm anlar tarafından yağmalandı. nia japonica.] Kentin harabeye çevrilm esi ve sakinleri­ — ANSİKL. Ayva A sya’da, Doğu ve Orta nin sürgün edilmesiyle sonuçlanan son A vrupa'nın orta bölgelerinde yetişir ve birm an istilasından sonra, Ayuthia terk pek az türü vardır. En iyi bilinen türü edildi ve Taksin, im paratorluğun m erke­ Cydonia vuigaris, 4-5 m yüksekliğinde, zini Thonburi'ye taşıdı. pem bem si büyük beyaz çiçekli, oldukça • GÜZEL SANATLAR. Yerleşim düzeni ti­ gösterişli bir ağaçtır. tizlikle hazırlanmış kentte kanalların öne­ Ayva ağacından, m eyvesinden başka mi büyüktü. B irçok kalıntı (kısmen resto­ arm ut anacı olarak yararlanılır. Kışın dal­ re edilm iş tapınaklar, stupa), bu kentteki larından kesilen çeliklerle kolaylıkla çoğal­ gelişmiş bir sanatın varlığını kanıtlar. Çao tılabilir. A yva uzun öm ürlüdür, elverişli Sam Fraya ulusal m üzesi’nde zengin ko­ topraklarda 50-60 yıl yaşar. leksiyonlar vardır. — Boyac. Ayva ağacının küçük dalları ve yaprakları, kimi yörelerde soğan kabuğu Ayutla planı, M eksika’da, A yutla'da



da katılarak yünün doğal boyanm asında kullanılır, çeşitli m ordanlarla ayva çürüğü renkler elde edilir.



A Y V A C IK , Marmara bölgesinde Ça­ nakkale’ye bağlı ilçe; 30 534 nüf. (1990); 874 km2; 2 bucak, 64 köy. Merkezi Ça­ nakkale'nin 71 km güneyinde Ayvacık, 5 595 nüf. (1990). Zeytin.



A Y V A C IK , Samsun iline bağlı ilçe; 28 112 nüf. (1990); 20 köy. Merkezi Samsun’un 42 km K.-D .'sunda Ayvacık, 5 375 nüf. (1990).



Ayvacık barajı ve hidroelektrik santralı -» H aşan U ğ u r lu b a r a ji ve HİDROELEKTRİK SANTRALI.



AYVADANA a. Çalı görünüşünde, 50 -200 cm boyunda, koyu yeşil renkte, hafif kokulu, çokyıllık bir yavşan türü (AHemisia vuigaris). Halk hekim liğinde, çiçekleri kaynatılarak sancılara, öksürüğe ve ba­ ğırsak kurtlarına karşı kullanılır. Â Y V A L I, Malatya'nın Darende ilçesi, merkez bucağında belde; 4 848 nüf. (1990). Belediye. PTT.



A Y V A L I, esk. A ravan, Nevşehir’in Ür­ g üp ilçesi, merkez bucağına bağlı köy; 1 003 nüf. (1990). PTT. Yukarı Mahalle ve Kara Çalı, Kappadokia kiliselerinin er­ ken örnekleridir (VI. yy.).



AYVALIK a. Ayva ağaçlarının bulundu­ ğu yer, ayva bahçesi.



A Y V A L IK , Marmara bölgesinde, Balı­ kesir’e bağlı ilçe; 46 827 nüf. (1990). 266 km2; 1 bucak, 17 köy. Merkezi, Ege kıyı­ sında, Balıkesir’in 121 km batı-kuzeybatı’sında Ayvalık, 25 687 nüf. (1990). Turizm; Sarımsaklı, Âltınkum, Çamlık plajları. Zeytin, zeytinyağı, sabun.



Ayvalık cephesi, Kurtuluş savaşı'nda yunan işgaline karşı askeri birliklerce ku­ rulan ilk direniş cephesi. 15 mayıs 1 919'da İzmir'i işgal eden Yunanlılar, et­ ki alanlarını genişletmek için Ayvalık’a da çıkarma yaptılar (29 mayıs). Ayvalık’ta bu­ lunan 500 m evcutlu 172. Alay'ın kom u­ tanı yarbay Ali (Çetinkaya) Bey, çevre ka­ zalardan gelen gönüllülerin oluşturduğu milli kuvvetlerce desteklendi. Milli kuvvet­ lerin başında, Edremit kaymakamlığından ayrılan Köprülülü Ham di Bey bulunuyor­ du. ilk kez Ayvalık cephesi’nde örneğini veren ordu halk işbirliğiyle Kuvayı milliye kurulm uş oldu. Ayvalık'ı işgal eden yunan birlikleri ko­ mutanı, İngiliz temsilci Hadkinson aracılı­ ğıyla, Ali Bey ile görüştü. Yunan askeri­ nin, barış konferansı kararı uyarınca Ayvalık’ı işgal ettiğini, askerin kentte kalma yacağını söyledi, iki taraf arasında yapı­ lan sözlü anlaşmayla, osmanlı memur, polis ve jandarmasının görevlerini sürdür­ mesi, yunan bayraklarının kaldırtması, yunan askerinin Alibey (Cunda) adası, Ayanikola ve Sefa yörelerinde kalması ka­ bul edildi. H arbiye nezareti de, bir tel­ grafla, durum un korunmasını istiyor; Yunanlılar'a saldırılırsa onların bu hareketi aleyhimize kullanarak propaganda yapa cakları, silah gücüyle kazanam ayacakla­ rı toprakları siyaset yoluyla alabilecekleri yolunda yetkilileri uyarıyordu. 16 temmuz­ da yunan birlikleri deniz ve karadan açı­ lan topçu ateşi desteğinde saldırıya g e ç­ ti. Kuvayı milliye birliklerinin karşı taarru­ zuyla geriye atıldı. Ertesi gün yeniden saldırdıysa da ancak iki kilometre ilerleyebil­ di. Gece karanlıktan yararlanarak m evzi­ lerine döndü. Yunan ordusunun bu ce p ­ hede ikinci saldırısı 22 haziran 1920'de başladı. Pelitköylü Mehmet Cavit Bey ko­ mutanlığında Ayvalık cephesi’ni tutan Kuvayı milliye birlikleri, yunan kuvvetleri ve çerkez çetelerinin ateşi arasında kaldılar. Askerin bir kısmı şehit oldu, bir kısmı da dağlara kaçtı, ce ph e dağıldı, direnm e kı­ rıldı.



yısında semt ve iskele. Kentin OsmanlI­ lar tarafından alınmasından sonra, İstan­ bul'un sur kapılarından biri buraya yaptı­ rıldı; semte ve kapıya d a Ayvansaray de­ nildi. Kapının yakınında Blakhernai ya da Büyükler sarayı diye bilinen bir bizans ya­ pısı vardı.



AYVANSARAYİ H AFIZ HÜSEYİN BİN İSMAİL, türk bilim adamı (İstanbul, Ayvansaray ? - ay. y. 1787). Yaşamı hak­ kında çok az bilgi vardır. Ayvansarayi mahlasını doğduğu semtten aldığı, hafız­ lık yaptığı ve Yeniçeri sekbanlarından ol­ duğu bilinm ektedir. En ünlü kitabı Hadikat ût-cevamTde, 1768-1769 yılına kadar İstanbul'da Galata, Tophane, Rumelikavağı, Anadolukavağı, Üsküdar, Kadıköy, Fenerbahçe, Bulgurlu ve A lem dağ’da ya­ pılmış 874 cami ve mescidi anlatır; bu ya­ pıların kurucuları ve mimarları hakkında bilgiler verir. Ali Satı’nın 1838'e kadar ya­ pılmış cam ilerle ilgili olarak verdiği bilgi­ ler yapıtın iki ciltlik eski harfli basımındadır (1895). Süleyman Besim’in 1859’a ka­ dar yapılmış cam ilerle ilgili eklerini kap­ sayan kitap ise basılmamıştır. Ayvansarayi’nin M ecmua-i tevarih'i (basılışı 1985) cami, çeşme, hamam, tekke, medrese gi­ bi yapıların kitabelerini derler. Terceme-i m eşayih'inde (Vefayat-ı selatin) [basılışı 1978] şeyhlerin, devlet adamlarının yaşamöyküleri yer alır. Âşık Ö m er d iva n ı'nı derlem iş, b eğendiği müstezatları da E ş’arname-ı m üstezat'ta toplamıştır. (-> Kayn.)



Ayvat bendi, İstanbul'da, Belgrad or­ manlarından geçen Ayvat deresi üzerin­ deki tarihi bent. 1765 ’te, Mustafa III d ö ­ neminde yapıldı. Uzunluğu 55 m, yüksek­ liği 13,45 m, göl hacmi 156 000 m3’tür. Suları, Kırkçeşme olarak adlandırılan su şebekesine akar.



AYVAZ a. (ar. ayvaz). 1 .Esk. Osmanlı



nun yakını olan genç. Güzelliği ve yiğitli­ ği nedeniyle Köroğlu tarafından Çamlıbel’e kaçırılmıştır. Gürcistanlı, Urfalı ya da Üsküdarlı olduğu söylenir. — Bir Köroğlu b ir Ayvaz, yalnız başlarına yaşayan karı kocalar için kullanılan deyim.



AYVAZ (Kâzım), tü rk güreşçi (Rize 1938). İstanbul Güreş ihtisas kulübü’nde yetişti. Serbest ve greko-rom en dalların ikisinde de başarılı oldu. 70, 73, 78 kilo­ larda milli mayoyu giydi. Peşte’de (1958) ve Toledo'da (1964) Dünya şampiyonluk­ ları, 1 964'te Tokyo’da O lim piyat şam pi­ yonluğu kazandı.



saray ve konaklarında m utfaktan selam­ lığa yemek taşımak ve sokak işlerine bak­ m akla görevli uşak. — 2. A yva z kasap hep b ir hesap, bir sorunun çözüm ünde A Y V A Z (Ülkü), türk oyun ve hikâye hangi yol seçilirse seçilsin sonucun değiş­ yazarı (Bayburt 1955). Şahane lunapark m eyeceğini vurgulam ak için söylenir. (çocuk oyunu, 1982), işlerin yolunda g it­ mesine engel olan kim? (hikâyeler, — Esk. denize. Eskiden, savaş gem ilerin­ 1983), Yeniden yaratm a (oyun, 1984) de doktorun yanında sağlık hizm etinde adlı eserleriyle ödüller kazandı. Hikâye­ kullanılan deniz eri. lerini Gri o ğullar (1985); tiyatro yazılarını — Geleneks. giy. A yva z giyimi, ayvazla­ D uvardan gelen sesler (1986) adlı kitap­ rın giyim biçim ine verilen ad. (Bk. ansikl. larında topladı. Teneke şövalyeler 1986/ böl.) 87) ve Yaşasın gökkuşağı (1987/88) adlı — ANSİKL. Gem ilerde çalışan cerrah ya­ çocuk oyunları Devlet tiyatrosu'nda sah­ mağına da ayvaz dendiği gibi, kimi za­ man taşralı m üslüm an gençler de ayvaz nelendi. olarak çalıştırılırdı. Harem ya da selamlık r AYVAZOVSKİ (ivan Konstantinoviç), dışında hazırlanmış yem ek tablalarını se­ ermeni asıllı rus ressam (Feodosya, Kırım, lamlık ya da haremin dönm e dolabına gö­ 1817 - ay. y. 1900). Fransız ressam Jotürmek, çarşı hamamına giden kadınların seph Vernet’nin Erm itage m üzesi’ndeki bohçalarını taşımak, vekilharcın buyru­ resimlerini kopya ederek yetişti. 1833'te ğuyla çarşı ve pazardan öteberi satın al­ mak, mangalları yakm ak ve aşçılara yar­ dım etmek, ayvazın başlıca görevleri ara­ sındaydı. XVIII. yy. ortalarında, ermeni ay­ vazların m üslüman mahallelerinde içki iç­ melerine karşı alınacak önlem ler bir bil­ dirgeyle açıklandı (1751). Ayvazlar cizye verm ediklerinden, aralarından bazıları zengin oldu. XIX. yy.’dan başlayarak, ay­ vazlar hariciye nezaretinde de görev yap­ tılar. — Geleneks. giy. Alta koyu renk şal­ var, üste salta ya d a yelek, ayaklara renkli, çizgili yün çorap ve siyah yemeni giyer, başlarına renkli sarık sararlardı. Ön­ lerine geniş ve yollu ipek peştemal b ağ ­ lar, boyunlarına Bursa yapımı ak bir hav­ lu sararlardı. Günümüzde Van yöresinde, bu giyim biçim inden esinlenilerek oluştu­ rulmuş erkek giyim ine de aynı ad verilir.



Ayvaz, Karagöz oyununda ermeni tipi.



AYVAN - EYVAN.



Konaklarda ayvazlık yapar, güzel sanat­ lardan hoşlanır, ut çalar. O yundaki adı Onnik, Udi Sarı Onnik, Ohannes Ağa ya da Serkis'tir. Türkçeyi kötü konuşur, ken­ dine özgü sözcükler kullanır. Sonraları KARABET adını almıştır.



AYVANSARAY, İstanbul'da, Haliç kı­



Ayvaz, Köroğlu destanında Köroğlu'



Ayvalık'tan bir görünüm



Ayvazovski'nin bir yapıtı Gemili peyzaj Resim Heykel müzesi ■İstanbul



Ayvazovski girdiği Petersburg akadem isi’nde, manzara ressamı P hilippeTanneur'ün öğren­ cisi oldu. 1842’de gittiği Paris'te A kade­ mi konseyi tarafından m adalya ile ödül­ lendirildi. 1845’te sultan Abdülaziz'in çağ­ rılısı olarak geldiği İstanbul'a, ileriki tarih­ lerde yedi kez daha geldi. Önde gelen O şm anlılar’ın portrelerinin yanı sıra, baş­ ta İstanbul olm ak üzere Sinop, Trabzon, Çeşme vb. yörelerini konu alan m anza­ ralar yaptı. Ünlü rus ressam Ç edrin’e özenerek yaptığı d oğ a resimleri, akadem ik bir bi­ çim anlayışı içerir. Bazı tabloları Dolmabahçe sarayı'nda, birçok padişahın port­ releri de Topkapı sarayı m üzesi’ndedir.



1130



AYVERDİ (Ekrem Hakkı), tü rk mimar, m ühendis ve mim arhk tarihçisi (İstanbul 1900 - ay. y. 1984). İstanbul Teknik üni­ versitesi yüksek m ühendislik okulu’nu bi­ tirdi (1920). Çalışmalarını türk mimarlık ta­ rihi üzerinde yoğunlaştırdı. Özellikle Fa­ tih dönem i mimarlığını inceledi. İstanbul, Bursa, Edirne, Ç orlu’daki tarihsel yapıla­ rın onarımını yaptı. Başlıca yapıtları: Fa­ tih devri m im arisi (İstanbul, 1953); Fatih devri sonlarında İstanbul mahalleleri, şeh­ rin iskânı ve nüfusu (Ankara, 1958); Os­ manlI m im arisinin ilk devri, I (İstanbul, 1966); Osmanlı m im arisinde Ç elebi ve II. Sultan M u rad devri, II (İstanbul, 1972); Osmanlı mimarisinde Fatih devri, lll-IV (İs­ tanbul, 1973); ilk 250 senenin osmanlı mi­ m arisi (i. Aydın Yüksel ile birlikte, İstan­ bul, 1976); A vru p a osmanlı m im arisi kül­ liyatından (4 cilt) [İstanbul. 1980-1983].



AYVERDİ (Samiha), türk yazar, rom an­ cı (İstanbul 1906). Süleymaniye kız nümune m ektebi’ ni bitirdi (1921); öğrenimini özel olarak sürdürdü. Kenan Rifai’nin (Büyükaksoy) tasavvufi görüşlerine bağlan­ dı. Osmanlı dönem inin tarih ve kültür d e ­ ğerlerini yücelten yapıtlarıyla tanındı. İb­ rahim Efendi konağı (1964) romanında, Osmanlı im paratorluğu’nun çöküş döne­ minde sık görünen aile çözülmelerine iliş­ kin olaylar işlenir. Bu türdeki öteki yapıt­ ları: A şk b u im iş (1939), Batm ayan gün (1939), M abette b ir gece (1940), Mesihpaşa imamı (1948). Başlıca inceleme ki­ tapları: E debi ve m anevi dünyası içinde Fatih (1958), B oğaziçinde tarih (1966), Türk tarihinde osmanlı asırları (3 cilt ,1975 -1976), Kölelikten efendiliğe (1978) vb. AYYÂB sıf. (ar. cayyâb). Esk. Eleştiren, kusur bulan, ayıplayan.



AYYAR sıf. (ar. 'ayyar). Esk. 1. Dolan­ dırıcı, sahtekâr: “ Eşkim güherierini o ayy â r silm e d i1’ (Baki, XVI. yy.).— 2. Kurnaz. — 3. Çevik.



Ayzenştayn Potemkin zırhlısı (1925) filmirıden bir sahne



AYYÂR, IX -X II. y y .’la r a ra s ın d a Ira k v e İra n v e M a v e ra ü n n e h r'd e k i İsla m s a v a ş ­ ç ıla rı. B u s a v a ş ç ıla r, fü tü v v e t ilk e s in e d a ­ y a lı, b ir tü r ta rik a t m e n s u p la n o la ra k b ir­ le ş e n in s a n la rd a n o lu ş u rla rd ı. B u to p lu ­ lu k , S u riy e v e M e z o p o ta m y a 'd a k i b ir tü r m ilis k u v v e tin d e n ib a re t o la n a h d a s ’a v e A n a d o lu ’d a k i r in d â n 'a b e n z e r. S ö z c ü k , fity a n ia e ş a n la m d a k u lla n ılır. N ite k im b un la rın b aşka nları b a ze n se r-ayyâ ra n, baz e n d e re 'is ü l-fity a n o la ra k g e ç e r. A y y â r-



lara, kimi Orta Asya sınır boylarında, din savaşçıları (m ücahidler), kimi şehirlerde başkaldıran, karşıt gruplar olarak rastla­ nır. Bunların, devlet otoritesi zayıfladığı sı­ ralarda, 1135-1144 yılları arasında Bağ­ d a t’ta olduğu gibi iktidarı ele geçirdikleri görülm üştür. Sufîlerle ayyârlar arasında fütüvvet bakım ından fark, birincilerden özellikle melametiye eğilimli olanlarının kendilerini başkalarından ayrı gösterecek herhangi bir alamet taşımamalarına kar­ şın, ayyârların yamalı hırka giymeleridir.



Ayyar Hamza, M oliöre’in S capin’in do­



AYYAŞLIK a. Ayyaş olm a durumu. Ay-yıldız, O rtaçağ’dan bu yana Türkler’ce kullanılan sim ge ve motif. Orta As­ ya Türkleri’nin özellikle paralarında bu motif yer alırdı. Ancak, ay-yıldız’a ilk kez OsmanlIlar, özellikle İstanbul'un fethinden sonra bayraklarda yaygın biçim de kulla­ narak, ulusal m otif niteliği kazandırdılar. A vrupa devletleriyle yapılan savaşlar so­ nucu Batı'ya da geçen, süs motifi niteli­ ğ in d e kullanılan ay-yıldız'ı Türkiye C um ­ huriyeti, resmi bayrak simgesi olarak 29 mayıs 1936 tarihli bir yasayla belirli bir öl­ çüm e bağladı.



lapları (Les fourberies de Scapin) adlı ya­ pıtından Direktör Âli Bey’in uyarlaması AYYUK, -ku a. (ar. 'ayyuk). Esk. 1. Gö­ (1871). Daha önce D ekbazlık adıyla A h ­ ğün en yüksek yeri. — 2. A yyuka çıkmak, m et Vefik Paşa tarafından da çevrilmiş sözkonusu sesse, yükselmek, fazlalaşmak: oyundaki A yyar Ham za tipine, ortaoyu‘A yyu ka çıkardım nâla vü z â rı" (Âşık nundaki Pişekâr'ın bilgiçliği ve lafazanlı­ Ömer, XVII. yy.); dedikodu ise, yayılmak, ğının yanı sıra K avuklu'nun nüktedanlığı herkesçe bilinmek. da yansır. Oyunun öteki kişilerinde de ge­ — Astr. KAPELLA’nın eski eşanlamlısı. leneksel türk tiyatrosunun tiplerinden iz­ — Gökbil. Esk. Arabacı takımyıldızının en ler bulunm aktadır. Âli Bey, kitabına ekle­ parlağı olan a yıldızı. (Bu anlam da büyük diği önsözde, Türkiye’de o tarihlerde pek harfle yazılır.) önem senm eyen noktalam a ve yazım ku­ rallarına da değinir; bunların önemini, ■AYZENŞTAYN (Sergey Mihayloviç), duygu ve düşüncelerin daha iyi anlatılma­ sovyet film yönetm eni (Riga 1898 - Mos­ sına yardım cı olduğunu belirtir. kova 1948). Ressam olmak istedi ama, bir süre dekorculuk yaptıktan sonra oyun yö­ netm enliğine geçti. 1921’de gördüğü Griffith’in Hoşgörüsüzlük (Intolerance) fil­ minin etkisinde kalarak sinem aya yönel­ di. Sinem a-göz kuram larından daha çok etkilenen Ayzenştayn, üst üste iki büyük yapıt verdi: G rev (Staçka) [1924] ve pek çok eleştirmenin sinemanın başyapıtı say­ dığı Potem kin zırhlısı (Kniaz Potemkin) [1925], Çok iyi anlaştığı görüntü yönetme­ ni Tisse ile O ktiabr (1927) ve Generalya Linya ya da Staroye i Novoye) [1929] film­ lerini yaptı. Daha sonra aldığı çağrı üze­ rine Hollyvvood’a gitti; ama burada görüş­ lerini kabul ettiremedi. M eksika’ya geçe­ rek bu ülke halkının destanı niteliğindeki Que viva M exico! filmini çekti. Am a tes­ lim ettiği negatiflerden onayı alınmadan başka filmler çıkarıldı: Thunder Ö ver Mexico, Death Day, Eisenstein in Mexico. Ül­ kesine döndükten sonra sovyet yetkilile­ riyle anlaşm azlıklara düştü; Bezhin Lovj adlı filmini bitirmesi engellendi (1935 -1937). Bu başarısızlıktan sonra A yzen­ ştayn, kuramsal çalışmalarını sürdürm ek ve Devlet sinema enstitüsü (VGİK) öğren­ cilerine ders verm ekle yetindi. 1938’de A leksandr Nevskiy ile yönetm enliğe dön­ Ayyar Hamza dü. Bunu 1942’de başladığı ve ilk bölü­ Adana Devlet tiyatrosu'ndaki münü 1945’te bitirdiği K orkunç ivan (ivan Grozniy) izledi. Yapıtın 1946’da tam am ­ temsilden (1984-1985) bir sahne lanan ikinci bölüm ü SSCB’de ancak 12 yıl sonra gösterim e çıkabilecekti. Ayzen­ ilk kez 1871 'de Güllü A g o p ’un Osmanlı ştayn, bu filmin üçüncü bölüm ünü hazır­ tiyatrosu’nda oynanan A yya r Hamza, hal­ larken öldü. A yzenştayn'ın kurgu, ses ve kın konuştuğu dili yerli sahne edebiyatı­ görüntü ilişkileri üstüne kuramları tüm dünya sinemacılarını derinden etkilemiş­ na mal eden ilk ürünlerden biri olarak önem taşır. ( -* Kayn.) tir.



AYYARAN çoğl. a. (ar. 'a y y a r'ın fars,



AZ be. 1. Düşük, küçük bir ölçüyü, de­



çoğl. 'ayyarân). Esk. Hilekârlar, aldatan­ lar, dolandırıcılar, kurnazlar.



receyi, niceliği vb. belirtir: A z yiyor. Bu­ rada az harcanır. Sıkıntılı hali az sürdü. A z konuşur. — 2. Olumsuz cümlelerde olum­ lu anlam da ço klu k belirtir: B ir yere gel­ m ek için az çalışmadı. Başaramazsam di­ ye az korkm adı. — 3. B ir süreden az, ey­ lemin sözü edilen sürenin altında gerçek­ leştiğini belirtir: G ünde sekiz saatten az çalışmak. Sınava b ir haftadan az kaldı. — 4. Biraz: A z g elir m isin? R adyonun se­ sini az açı ver. — 5. A za r azar, az az, ya­ vaş yavaş; m iktarca küçük ve sınırlı ola­ rak: A za r azar ama sık sık yemelisin. A z az çalışıp yine d e bitird ile r işi. || A z biraz, biraz: A z b iraz g elir m isin? (tkz.) || A z b u ­ çuk, biraz, şöyle böyle, azdan biraz çok: A z b ucu k alm anca bilirim : || Bir şeyi az bulm ak, görm ek, onu azımsamak, eline geçeni beğenm eyip daha çoğunu iste­ mek. || A z çok, bir parça, oldukça: H abe­ ri alınca az ço k ferahladık. || A z daha, bir şeyin neredeyse, hem en hemen gerçek­ leşmeye yaklaştığı durum da söylenir: A z daha takla atacaktı araba. |j A z değil, bir kimsenin g öründüğü gibi olm adığı du-



AYYARİ a (ar '.ayyar ve fars. -/"den 'ayyâri). Esk. Dolandırıcılık, düzenbazlık, kur­ nazlık. AYYAŞ sıf. ve a. (ar. 'ayyaş). Ç ok içen, içkiye düşkün kimse için kullanılır. AYYAŞAN çoğl. a. (ar. 'a y y a ş 'ın fars. çoğl. 'ayyaşân). Esk. Ayyaşlar, ço k içki içenler, alkolikler. AYYAŞİ (Cebel), Fas Büyük Atlasları' nın doğu kesim indeki doruklardan biri, yukarı Muluya'nın yanı başında; 3 737 m.



A YYAŞI (Ebu Salim A bdullah bin Muham m ed E L-),arap yazar, din bilgini, ta­ savvuf adamı (Ayyaş 1628 - Fas 1679). Fas'ta öğrenim gördü, iki kez hacca gitti (1649,1653); bu yolculuklarıyla ilgili ola­ rak M agrıp’tan M ekke’ye uzanan kervan yollarını tanıtan Mâ ül-m evâid adlı gezi ki­ tabını yazdı. Kitabında yolculukları sırasın­ da karşılaştığı ünlü kişileri, bilginleri, sufileri de tanıttı.



rum larda kullanılır: Sen de az değilsin, şeytanlıkta ondan aşağı kalmazsın. || A z kalsın, az kaldı, olum suz bir durum un or­ taya çıkm a olasılığının son anda ortadan kalktığını belirtir: A z kalsın yangın çıka­ caktı. || A z sonra, kısa bir zam an aralığın­ dan sonra. || Az verip ço k yalvarmak, bor­ cunun küçük bir bölüm ünü ödeyip gerisi için süre dilemek. || A z y e d e (kendine) bir uşak, hizm etçi tut, karşısındakine, uşağı ya da hizmetçisiymiş gibi iş buyuran kim­ seye söylenir. — Halk ed. A z g/fm/ş, u z gitmiş, türk m a­ sallarında kahram anın yaptığı yolculuğu ve bu sırada başından geçenleri özetle­ yen tekerleme: A z gitmiş, u z gitmiş, dere tepe d üz gitmiş. B ir d e d ö n ü p arkasına bakm ış ki b ir arpa b oyu yo l gitmiş. ♦ sıf. 1. Ölçü, derece, nicelik vb. ba­ kımından düşük, küçük olan şey için kul­ lanılır: A z parayla geçinm ek. Sınava az sayıda öğrenci katıldı. Ücreti az b ir iş. — 2. Bir şeyden az, bir şeyin belirli bir dü­ zeyin, niceliğin vb. altında olduğunu be­ lirtir: Yarışmaya yirm id e n az a da y katıldı. — 3. Yarım porsiyon yem ek için kullanı­ lır: A z p ila v ver. — 4. A z bir, küçük bir m ik­ tar, biraz: A z b ir g ecikm e her şeyi berb a t edebilir. || A z buz, olumsuz cümlelerde bir şeyin belirli bir niceliğin üstünde o lduğu­ nu belirtir: A z b uz para kazanmıyor. A z b uz sıkıntı çekmedi. || A z günün adamı ol­ mam ak, uzun yıllar yaşayarak çok şeyler görm üş olmak. || A z zamanda, kısa bir sü­ rede,küçük bir zam an aralığında: A z za ­ m anda çok büyük ilerlemeler kaydetmek. — Binic. A z topallama, aksayan, ço k ha­ fif topallayan atın kusuru. ♦ a. 1. Az sayıda, ölçüde vb. olan şey: Azla yetinmek. — 2. Aza çoğa bakm a ­ mak, olanla ya da verilenle yetinmek. || Azı çoğa tutmak, saymak, miktarı ya da de­ ğeri küçük bir şeyi çok ve değerli bir şey­ miş gibi kabul etmek: Biliyorum size g ö ­ re değil, ama azımızı çoğa tutun.



tenin söm ürge yönetim ince kapatılması üzerine, bu kez de El Belağ adlı gazeteyi çıkararak m ücadelesini sürdürdü. Birinci Dünya savaşı’nda hintli müslümanların ingilizler'in safında T ürkler’e karşı çarpış­ malarını engellem eye çalıştı; İslam kong­ relerinde bu yo lda kararlar alınmasını sağladı. Mütareke döneminde Türkiye ya­ rarına çalışmalar yaparak parasal yardım sağladı ve hintli müslümanları da peşin­ den sürükledi. H int ulusal kongresi baş­ kanı seçildi (1923). Hindistan’ın bağımsız­ lığı için verdiği mücadele sırasında bir sü­ re Ingilizler tarafından tutuklandı. H indis­ tan bağımsızlığına kavuştuktan sonra Gandi ile işbirliği yaptı. Bir süre milli eği­ tim bakanı olarak çalıştı. Ayrıca, dinsel alanda çalışmaları ve yapıtları da vardır. H indistan’ın kurtuluş m ücadeleleri (1955) adlı kitabı türkçeye de çevrildi.



AZADE sıf. (fars. azade). Esk. 1. Başı­ boş, özgür, serbest. — 2. Birleşik sözcük ler yapar: azade-dil, azade-hatır (gönlü serbest, bir şeye bağlılık hissetmeyen, ka­ yıtsız), azade-ser (başı dinç, rahat) vb. ♦ be. Bir şeyden azade, o şeyden kur­ tulmuş, ondan uzak olarak: H er türlü dert­ ten, tasadan azade yaşamak. — Ed. Divan şiirinde herhangi bir şiirin parçası olm ayan ya da bir beytin parça­ sı olduğu halde tek başına anlam taşıyan dize (G ö n ü ld e nd ir şikâyet kim seden fer­ yadım ız yo ktu r — Nev'i).



AZADEOÂN çoğl. a. (fars. â z a d e 'rin çoğl. âzâdegân). Esk. Ö zgür ve kurtul­ m uş olanlar: "D ağıtm a aklını azadegân-ı kayd-ı gam ın / D öküp saçıp ruhuna turre-ı p e rişa n ı" (Ali Haydar, XIX. yy.).



AZADEOİ a. (fars. azade ve -/'den azâd eg i).E sk. Serbestlik, özgürlük. AZADELİK a. Azade olm a durumu; ser­ bestlik.



AZADİ a. (fars. azSd ve -/'den azadı).



AZ a, (ar. razz). Esk. Isırma, dişleme: Azz



Esk. Ö zgürlük, serbestlik: A zadi-i d il (gö­ nül serbestliği).



-i benân (parm ak ısırma).



AZADİSTAN C U M HURİYETİ, Gü



ÂZ a. (fars. âz). Esk. Tamah, açgözlülük:



ney A zerbaycan’da dokuz ay egem enlik kuran türk devleti (1920). Birinci Dünya savaşı'ndan sonra İngiltere ile İran arasın­ da imzalanan antlaşma gereğince İran ingilizler'in koruyuculuğu altına girdi. Bu durum a karşı çıkan Azerûaycan ili halkı merkezden ayrılarak Hiyabanlı Şeyh M u­ hammet başkanlığında bağımsız Azadis­ tan C um huriyeti’ ni kurdu. Daha sonra İran'da Pehlevi hanedanını kuracak olan Rıza Pehlevi kom utasındaki İran kuvvet­ leri, ingilizler'in de yardımıyla, derm e çat­ ma Azadistan ordusunu yendiler. Ele ge­ çirilen Şeyh M uham m et’ in öldürülm esi üzerine (5 eylül 1920) dokuz aylık Azadis­ tan devletinin varlığı son buldu. Bu kısa bağımsızlık süresi içinde Azadistan’da ilk kez türkçe gazete ve dergiler yayımlan­ dı, türkçe öğretim yapan okullar açıldı ve Türkiye ile Kuzey Azerbaycan’dan öğret­ m enler getirtildi.



"H ü cû m ide çünkim seng-i şehvet ü â z " (Nevi, XVI. yy.).



— AZ, — EZ. Yapım eki. Addan ad türetir: Ayaz (ay-az), enez (en-ez), çe ­ rez (çer-ez), vb. AZA a.(ar. cuzv'un çoğl. a'za). 1. Esk. Or­ ganlar — 2. O rgan: Azaları uyuşmak, tu­ tulmak. — 3. Üye: ihtiyarlar heyeti azası. M eclisi m ebusan ezalarından. — 4. Bit yere aza olmak, oraya üye olmak. — Huk. -> ÜYE. AZA- Org. kim. Bir m olekülde bir karbon atom unun bir azot atomuyla ornatıldığını gösteren önek.



AZA. Tar. coğ. Anadolu'da, Pontos K appadokiası'nda kent. Satala’nın (Sa­ dak) kuzey-batfsında.



AZA (Vital), İspanyol hekim ve yazar (Pola de Lena 1851 - M adrid 1912). G üldü­ rüler ve iki perde arasında oynanan kü­ çük kaba güldürüler yazdı (El Sueno dorado, 1875; El S ehor cura, 1890).



AZÂa. (ar. ‘ a z a ‘ ).Esk. 1. Ölüm karşısın­ da sabır ve dayanm a gücü. — 2. Başsağ­ lığı.



AZAB ÜL-KABR a. (mezarda verilen ceza anlamında ar. sözcükler), müslüman inancına göre, M ünkir ve Nekir adlı iki meleğin, göm üldükten sonra ölülere yö­ nelttikleri sorgu ve verdikleri ceza.



AZAD (M evlâna Ebülkelam Ahmet), hintli bilim ve siyaset adamı (Mekke 1888 - Yeni Delhi 1958). El-Ezher Üniversitesi’nde okudu. Hintli müslümanları uyan­ dırmak için büyük çaba gösterdi.1912 ’de urdu dilinde yayımladığı Hilal adlı gaze­



AZÂHANE a. (ar. ‘ aza, matem, yas ve fars. h an e ’den ‘aza-hâne). Esk. Bir yas, acı yaşanan ev, matem evi. AZÂHİ çoğl. a. (ar. ıdhıyye, ızh ıyye 'nin çoğl. azâht). Esk. Kurbanlar, kurban bay­ ram ında kesilen hayvanlar. AZÂHİK çoğl. a. (ar. u d h u k e ’nin çoğl. azahîk). Esk. G ülünç şeyler, güldürücü şeyler.



AZÂİM çoğl. a. (ar. ‘azim e, büyük iş’in çoğl. ‘ a z a ‘im). Esk. Büyük işler, önemli şeyler, AZÂİM çoğl. a. (ar. cazime, tılsım'ın çoğl. ‘ a z a ‘im).Esk. Tılsımlar; kötülüklere, has­ talıklara, felaketlere karşı korunm ak için yapılan muskalar, okunan dualar: Azaim -ür-ruka (büyü için okunan kuran ayetle­ ri) _ _ AZÂİMHAN sıf. ve a. (ar.‘a z a ‘im ve fars. -pâ/ı’dan ‘ azâ‘imh"ân). Esk. Dua okuyan; üfürükçü.



A Z A K , Rusya Federasyonu’nda kent. Don nehrinin denize döküldüğü yerde, Azak denizi kıyısında; 59 000 nüf. Balık­ çılık. —Tar. Azak denizi'ne dökülen Don ırma­ ğının ağzında berkitilmiş olan bu kent Orta ç a ğ ’da önem ini yitiren eski yunan ko­ lonisi Tanais’in yerine, kıyıdan 15 km d a ­ ha içerde Tana adıyla kuruldu. Rus Kiev prensliğinin bir parçasıyken (X. yy.) Ve­ nedik, Ceneviz ve Altınordu devletlerinin egem enlik için çekişm e alanı olarak bü­ yük önem kazandı (XIV. yy.). Sırasıyla Ti­ m ur (1395), kıpçak hanı Polat Beg (1410) ve Kerimberdi Han(1418) tarafından alınıp yıkıma uğrayan kale, her seferinde yeni­ den onarıldı. Sonunda Cenevizliier'in elin­ de kaldı. Fatih Sultan M ehm et dönem in­ de osmanlı topraklarına katıldı (1475). Böylece Karadeniz'deki ceneviz kolonile­ rinin varlığı sona erdi ve tüm Karadeniz türk egem enliğine girdi. Kırım’da çıkan iç karışıklıklar nedeniyle savunması zayıfla­ yan Azak kalesi, Ruslar’ın yönetim indeki Don Kazakları’ nca ele geçirildi (1637). Kalenin stratejik konum u göz önünde tu­ tularak, Sultanzade M ehm et Paşa kom u­ tasında düzenlenen seferde geri alındı (1642). Karadeniz'e inm eyi önemli siya­ sal hedefleri arasında sayan Ruslar, 200 bini aşkın asker ve 300 toptan oluşan bü­ yük bir orduyla çar Petro I (Deli) kom uta­ sında, Azak kalesi önlerine geldiler. Yak­ laşık 100 gün süren kuşatma, kale m uha­ fızı Murtaza Paşa ile Kırım hanı Kaplan Giray’ın başarılı savunm a ve saldırı taktik­ leri dolayısıyla rus kuvvetlerinin 60 bin ka­ dar ölü vererek çekilm eleriyle son buldu (1695) Petro I, bu seferinde gem isizlikyüzünden başarısızlığa uğradığını düşüne­ rek Don ırmağının kıyısındaki Veronej kentinde kurdurduğu tersanede büyüklü küçüklü yüzlerce savaş teknesi yaptırıp güçlü bir donanm a oluşturdu; yüz bin ki­ şilik kara kuvveti ve Don ırmağını kapla­ yan büyük donanm asıyla yeniden Azak önlerine geldi. 65 gün süren kuşatma so­ nunda kale R uslar’ın eline geçti (1696). Karlofça antlaşm ası’nın (1699) ardından İstanbul'da yapılan türk-rus barış g örüş­ meleri sonunda Ruslar'a bırakılan kale (1700), Prut savaşı'ndan sonra, Edirne antlaşması ile yeniden Osmanlı devletine geçti (1713). Üç aylık bir kuşatma sonun­ da yine Ruslar'ın eline düşen kale (1736) daha sonra Belgrat antlaşması (1739) ile, yıkılmak koşuluyla tekrar Rusya'ya bıra­ kıldı. Altı yıl süren Türk-Rus savaşı (1768 -1774) sonunda imzalanan Küçük Kay­ narca antlaşm ası(1774) ile de Azak yöre­ sindeki diğer kalelerin de Ruslar'a bıra­ kılması sonucu, tüm bölge kesin olarak çarlık Rusyası’ na katıldı.



A Z A K denizi, Kerç boğazı’yla Kara­ deniz’den ayrılan iç deniz, Kırım yarıma­ dası ile Kuban ovaları arasında; 38 000 km2. Ortalama derinliği 8 m (en derin yeri 14 m) olan Azak denizi'nin kenarlarında, yoğun bir alüvyonlanmanın sürdüğü al­ çak kıyılar yer alır. Eskiden bol balık bulu­ nan deniz, kıyılarındaki büyük sanayi te­ sislerinin etkisiyle günden güne kirlen­ mekte ve balık avcılığı gerilem ektedir. Ku­ zeyde, Ukrayna’ya ait Jdanov ve Berdiansk limanları yer alır. Güneyde gene Uk­ rayna'ya ait Kerç limanından, özellikle de­ mir filizi taşım acılığında yararlanılır. Rus­ ya'ya ait Taganrog ve Rostov limanlarıysa Donbass sanayi bölgesiyle ilişki sağlar.



Azak tiyatrosu, İstanbul'da, eski Gedikpaşa tiyatrosu yakınındaki bir garaj 1 962’de tiyatro salonuna dönüştürüldü. Aynı yıl Handan Adalı, Orhan Erçin, Gazenfer Özcan ve G önül Ülkü vb. sanatçı­ lardan oluşan topluluk A m an idare et adlı oyunu sahneledi. Sonraki yıllarda başka topluluklarının da yararlandığı Azak tiyat­ rosu 1975’te kapandı.



AZAKEĞERİ -



EĞİR



 Z A L ç o ğ l. a. (ar. eze/’in çoğl. azal).Esk. Ezeller, öncesi olm ayan zamanlar.



azalı k A ZA U K a. Üyelik: B ir cem iyetin fahri



1132



azalığı.



m adde katarak, bir patlayıcının şoklara ve sürtüşmelere karşı duyarlılığını düşürme.



AZALIM a. Dalga ve titr. Sönümlenmiş



AZALTMAK -*



b ir salınım sisteminin ardışık iki maksimal genliğinin oranı. || Logaritm ik azalım, yu­ karıdaki oranın N apier logaritması.



AZAM a. (ar. azam). Esk. 1. Kin, düş­



AZALIMÖLÇER a. Logaritm ik azalımları ölçm ekte kullanılan aygıt.



AZÂLİL çoğl. a. (ar. uzlüle'nın çoğl. azâlil). Esk. Yanlışlar.



AZALMA a. Azalm ak eylemi; küçülme, düşme, eksilme. — Ç e k ird . tiz. Üstel azalma, RADYOAKTİF ç ö Z Ü L M E * 'n in eşan lam lısı.



— Fişekç. A zalm a hızı, namlu içinde ya­ nışı sırasında barut imla hakkının kütlesin­ deki küçülm e hızı (g/sn olarak belirtilir ve cm/sn ile gösterilen yanm a hızı'ndan fark­ lıdır.) —Says. çözlm. Azalma yöntemi, bir ya da d aha ço k değişkenin fonksiyonellerinin m inim um unu bulm a yöntemi. (Eşlenik gradyan yöntemi bir azalma yöntemidir.) — Tıp. Normal olarak bir organizm ada ya da organda bulunan sıvı miktarının, özel­ likle kanın eksilmesi. -N o rm a l olarak orga­ nizmadaki bir sıvı içinde bulunan bir mad­ denin, özellikle bir elektrolitin, eksilmesi ya da yok olması (örneğin potasyum azalma­ sı).



Manuel t a n ı y D i«



A ZALM AK.



manlık. — 2. Kıskançlık. — 3. Öfke, hid ­ det.



A’ZAM sıf. (ar. a"zam). Esk. Pek büyük, ulu: "Sana ç a g e r'o la b u çarh-ı a 'z a m " (Ömer bin Mezid, VX. yy.). — M at.Azam hadd-i sûfla, en büyük alt sı­ nırın eski adı. || A zam namütenahi, artı sonsuzun eski adı.



AZAMET - ti a. (ar. "azamet). 1. Büyük­ lük, ululuk: A zam et-i ilahiye. — 2 . Büyük­ lenme, gurur, çalım: Azam etinden g eçil­ miyor. — 3 . irilik, heybet, büyüklük. — 4. G öste riş,d e bd e b e. — 5. Azamet-furûş, çalım satan, büyüklük satan (esk.). || A za­ m e t satmak, çalım satmak, böbürlenm ek (esk.). || Azam et âlemi, kâinat, evren: "H aktaâlâ azam et âlem inin pâdişehi/Lâ m ekândır olamaz devletinin tahtgehi" (Şinasi, XIX. yy.) [esk.]. — Din. K uran'da Tanrı'ya verilen nitelik­ lerden biri, Tanrı'nın büyüklüğü. (Tanrı’ nın büyüklüğü kavramı, İslam tanrıbiliminde ve tasavvufta önem le ele alınan konu­ lardan biridir. “ Kendini bilen Tanrı'yı da bilir" hadisinden yola çıkan kimi mutasav­ vıflar Tanrı’nın büyüklüğünü anlamayı in­ sanın kendini ve kendi küçüklüğünü kav­ ramasına bağlarlar. Bu mutasavvıflara göre insan; “ evrenin bir m ode li"d ir; ina­ nan insanın Tanrı’nın büyüklüğünü kabul etmesi kendi büyüklüğüne inanmış olma­ sındandır; insan kendini büyük görüyor­ sa, yarattığına inandığı Tanrı'yı daha b ü ­ yük görm e gereğini duyar.)



AZALMAK gçz. f. Sayıca, nicelikçe, yo­ ğunlukça, değerce vb. daha küçük, da­ ha önemsiz durum a gelmek; düşmek, ek­ silmek, hafiflemek: Turist sayısı yarı yarı­ ya azaldı Ülke nüfusu azalıyor. Acısı b i­ raz azaldı. A ralarındaki fark giderek aza­ lıyor. Uzlaşma olasılıkları h e r geçen gün b iraz daha azalıyor. — Ikt. Azalan kâ r h a d d i — KÂR ORANININ DÜŞME EĞİLİMİ. | Azalan m aliyetler -»M A­ LİYET. || Azalan oranlı, bazı ölçütiere (mik­ tar, süre vb.) göre, yüzde olarak gitgide azalan oranda ödenmesi gereken tutar: Azalan oranlı tarife. (Karşt. ani. a r ta n



rı, heybetli; çalımlı, gururlu kimse, bu kim­ senin tavrı için kullanılır: Azam etli b ir adam. Azam etli b ir tavırla içeri girdi. Aza­ m etli b ir yürüyüş. — 3. Gösterişli, d eb d e ­ beli: Azam etli b ir düğün.



ORANLI.)



AZAMETLU sıf. Esk. Osmanlı padişah­



—Mat. çözlm. Sıralı bir (E, < ) kümesin­ den sıralı bir (F, < ) kümesi içine, V(x, x ‘) e E2, x < x ' > f(xğ < f (x) olan bir / fonk­ siyonu için kullanılır. [Bir dizi için E = N dir ] || Geniş anlamda azalan fonksiyon, azalan, ancak, sıkı azalmayan fonksiyon. || Sıkı azalan fonksiyon, k f (x') gerektirmesini gerçekleyen azalan fonksi­ yon. — Verg. huk. Azalan oranlı vergi, yüküm ­ lülerin vergilenebilir gelirleri arttıkça ver­ gi oranının azaldığı vergi. (Bk. ansikl. böl.) ♦ azaltm ak ettirg. f. Daha aza indir­ mek, daha küçük, daha düşük durum a getirm ek: ilaçlar ağrılarını biraz azaltabi­ lir. Aralarındaki farkı azaltan etkenler. — Bilş. Her işlem çevrim inde, bir büyük­ lüğün değerinden bir azaltım düşürmek. — Denize. Yelken azaltmak, fırtınalı hava­ larda direklerle yelkenler üstündeki basın­ cı ve yükü azaltmak için uygun görülen yelkenleri arya etmek. ♦ azaltılm ak edilg. f. Azaltmak eyle­ mine konu olmak. — ANSİKL. Verg. huk. Azalan oranlı ver­ g ile rd e m utlak vergi miktarı aynı kaldı­ ğ ından gelir arttıkça bu vergi miktarının nisbi önem i giderek azalır. Türkiye’de 1952’ye kadar uygulanan ve her yüküm ­ lüden sabit bir miktar olarak (köylerde 12 TL, kentlerde 18 TL) alınan yol vergisi bu­ na örnek gösterilebilir. Bu durum da, ge­ liri 1 800 TL oian bir yüküm lünün öde d i­ ği verginin oranı, fiilen yüzde 1 iken, geli­ ri 18 000 TL olanın vergi oranı binde 1 olur.



AZALTILMAK



-



AZALMAK.



AZALTIM a. Bilş. Bir büyüklüğün ya da



AZAMETLİ sıf. 1. Ulu, yüce.— 2. İriya-



larının yüceliğini belirten unvan.



AZAMİ sıf. (ar. a "zam 'dan a"zam i). 1. En çok, en yüksek; maksimum: A zam i üç g ü n d e bitirilecek b ir iş. A zam i on yıl ceza yer. A zam i verimi elde etmek. — 2. A za­ m i derecede, ölçüde, çok, pek çok. — ikt. A zam i fiyat -» FİYAT. — Mat. M aksim um un eski adı. —Verg. huk. A zam i tarife, güm rük vergi­ lerinde çift tarife kullanılması durum unda uygulanabilecek en yüksek tarife. (Anlaş­ malı ülke mallarına genellikle daha düşük bir ithalat vergisi uygulanır.)



AZÂMİM çoğl. a. (ar. izm Bm e’nin çoğl. azamim). Esk. Bağlı olan şeyler, paketler, gruplar, kümeler. A Z A M İ Y E (EL-), Irak'ta kent, Dicle ır­ mağı kıyısında, Bağdat’ın kuzey banliyö­ sü; 235 000 nüf.



AZAMİYET a (ar "azam ve -iyyet'ten "azam iyyet). Esk. En büyük olm a d uru ­ mu, en yüksek derecede bulunma. — Mat. Bir sayının d iğ e r bir sayıdan d a ­ ha büyük olması. > işareti ile gösterilir,



AZAMORA. Tar. coğ G üney-doğu A na do lu ’da dağ hisarı. Kuruçay vadisi ile B inboğa dağı arasında yer alan Kataonia bölgesinde. AZAMUT a. (ar. "azamuf). Esk. Tanrı' nın sözle ifade edilem eyen büyüklüğü.



ÂZÂN çoğl. a. (ar. ü z n 'ü n çoğl. âzân). Esk. Kulaklar. — Bot. Âzân-üd-düb, sığırkuyruğu, ayıku­ lağı. || Âzân-ül-anz, suoku.|j_ Âzân-ül-cedi, uzun yapraklı sinir otu. || Âzân-ül-erneb, tavşankulağı. || Âzân-ül-fil, || Âzân-ül-kıssis, kotiledon, saksı güzeli.



bir değişkenin, b 'r çevrim in her adım ın­ ■ AZANA Y D İA Z (M anuel), İspanyol da örneğin bir program döngüsünden devlet adamı ve yazar (Alcalâ de Henaher geçişte yitirdiği nicelik. res 1880 - M ontauban 1940). 1925'te, AZALTMA a. Azaltm ak eylemi. burjuva solunun yeni partisi Cum huriyet­ — Fişekç. D uyarlık azaltma, uygun bir çi e ylem ’ı kurdu. Primo de Rıvera'ya kar­



şı çıktı ve cum huriyetçi devrim komitesi­ ne seçildi (1930-1931). 1931 'deki cum hu­ riyetçi geçici hüküm ette savaş bakanlığı­ na getirilen Azana y Dfaz, orduyu monarşist unsu rla rda n arındırm aya girişti. 1931 'den 1933’e kadar başbakanlık yap­ tı, sosyalistlerle birlikte “ yukardan bir d evrim ” gerçekleştirm eye çalıştı; toprak reform unun tem ellerini ve Katalonya'ya özerklik tanınmasını kabul ettirdi. Y Dfaz’ ın o dönem de cum huriyetçi sol eğilimli olan partisi, şubat 1936'daki seçimleri ka­ zanan halkçı cephe koalisyonunun ekse­ nini oluşturdu; Azana y Dfaz seçimlerin ar­ dından başbakan oldu am a sosyalistler kurduğu hüküm ete katılmadılar. Mayıs ayında cum hurbaşkanı seçildiyse de, iç savaşın sonuna kadar ancak görünüşte iktidarda kaldı. 1939'd a Franco'nun za­ ferinden sonra istifa etti ve Fransa’ya sı­ ğındı.



AZANDELER -



ZA N D E LE R .



A ZANİA. Tar. coğ. E skiçağ’da birçok bölgenin.ortak adı (“ Ases ülkesi"). Eski bir İskit halkı olan A se sle rin izlerine As­ ya, Afrika ve Yunanistan'da (Arkadhia) b irço k b ölgede rastlanm aktadır.



AZANOİ ->



AİZANOİ.



AZANZA (Miguei Jose



DE), İspanyol si­ yaset adamı (Aviz 1746 - Bordeaux 1826). 1793'te savaş bakanı, 1798-1800 arasında Yeni-ispanya genel valisi oldu; Kaliforniya’ nın yerleşime açılmasına yeni b ir hız kazandırdı. G o d o y'u n siyasetine karşı m ücadele etti, fakat Joseph Bonaparte ile birleşerek Santa Fe dükü unva­ nını aldı. Daha sonra Fransa'ya sığındı.



AZAP a. (ar. azab). 1. İslam inanışına göre günahkârlara ölüm den sonra veri­ lecek ceza: K a b ir azabı. C ehennem aza­ bı. (Bk. ansikl. böl ). — 2 . Bedensel ya da ruhsal şiddetli acı; ıstırap, üzüntü: Bu uzun bekleyiş bizim için tam b ir azap ol­ du. Geceyi b üyük azaplar içinde geçir­ mek. A zap içinde ölmek. A zap çekmek, çektirm ek. A za p vermek. — 3. Azap-engiz, azap verici. — ANSİKL. isi. İslam inancına göre, azap iki türlü gerçekleşir: Tanrı’nın kötüleri dün­ yada ya da cehennem de cezalandırm a­ sı. Tanrı, d ünyada cezasını verdiği bir in­ sanı, aynı günah nedeniyle ahirette de ce­ zalandırabilir. Kuran’ın birçok ayetinde bu doğrultuda anlatımlar yer alır. Ancak, bu konuda sünnet ehli m ezhepler ile mute­ zile mezhebi arasında anlayış farkı vardır. Sünnet ehli m ezhepler genellikle Tanrı’ nın dilediği kimseye, dilediği azabı vere­ ceğini kabul ederken, mutezile mezhebin­ den olanlar Tanrı’nın azab vermesini ba­ zı ölçülerle sınırlandırırlar.



AZAP ya da AZEB a. (ar. "azab). Esk. 1. Bekâr, evlenm em iş erkek..— 2. Halk. Çiftlik amelesi, çiftlik uşağı. —Ask. tar. Azap, Türkler’de, özellikle Osm anlılar’da bir tür asker.fBk. ansikl. böl.) | A zap ağası, bu askerlerin en yüksek aşam adaki komutanı. || A za p çağırmak, bu sınıfın silah altında alınacağı duyuru­ su. || A zap kâtibi, azap ağasından sonra gelen ve azapların künyesini tutm ak, öz­ lük ve ödem e işlerine bakm akla görevli kişi. —Esk. denize. Bahriye azapları, XV. yy.’ın ilk yarısından itibaren osmanlı donanm a­ sının çekirdiğini oluşturan sınıf. (Bk. an­ sikl. böl.) —A n s İk l. Ask. tar. Azap, XIII. yy. sonla­ rından başlayarak çeşitli türk devletlerinde bir tür askeri anlatan askeri terim olarak kullanılmıştır. XIV. y y.’ın ilk yarısında, Aydınoğulları beyliğinde “ azap " denilen bir sınıf deniz askeri vardı. Bu azap askerle­ rinden ötürü bizans ve latin kaynakların­ da türk korsanlarına azaptan bozm a olara azapi ya da a sapi gibi adlar yakıştırıl­ dı. XV. y y .’da, Akkoyunlular ordusunda "azap askeri" diye bir sınıf bulunuyordu. A zap a s k e rin in g e liş m iş b iç im in e , Os­ m anlIla r’d a rastlanm aktadır. ilk d ö n e m le r­



azaserın mahzen ve dükkânlar, üstte cami bulu­ de azaplar, yaya ve deniz azapları olarak nur. Kapalı olan son cem aat yerine bir­ ikiye ayrılırken, daha sonra sınır kentler­ kaç basamakla çıkılır. Sinan’ın yeni bir de görev yapan kale azapları da bu sını­ m ekân denem esinin ürünü olan yapıda, fa katıldı. Osm anlılar'da, tü rk ordusunun sekizgen bir kasnakla, altısı bağımsız 8 eyaletlerden toplanan hafif piyade sınıfını ayağa oturan merkezi kubbe, yanlarda oluşturan azaplar, kara kuvvetlerinde tü­ sekiz yarım kubbeyle desteklenir. Köşe­ feğin yaygınlık kazanmasına kadar, sa­ lerdeki küçük kubbelerle yapı dikdörtgen vaşlarda önemli etkinlik gösterdiler. Bu sı­ biçim ini almıştır. XVI.yy. çinileri ve kalem nıfa gereksinim d uyulduğunda, yirmi ya işleri onarımlarla özgünlüğünü yitirmiştir, da otuz ev başına bir er düşm ek üzere ancak m erm er m ihrap ve m inber, ahşap “azap çağırm ak” denen yönteme başvu­ pencere kapakları özgündür. Cami yakı­ rulur, A na do lu ’nun güçlü, sağlam iri yarı nındaki Azapkapı Sebili ve sıbyan m ek­ ve bekâr tü rk gençleri arasından kefitli tebi Mahmut l’in annesi Saliha Sultan ta­ olarak toplanırlardı. Bunların maaşları, rafından yaptırılmıştır (1733). 1986’da sağlandıkları konutların bulunduğu semt­ gerçekleştirilen çevre düzenlemesiyle ca­ ler ya da eyaletler tarafından ödenirdi. mi daha belirgin bir biçimde açığa çıkmış­ A zap askeri, sefer sırasında tüm vergile­ tır. rin dışında tutulurdu. Yaya azaplar m ey­ dan savaşlarında okçu sınıfı olarak, m er­ AZAR a. (fars. âzüırden, incitm ek ten âkez ordusunun en önünde yer alırlar ve zar). 1. Bir kimseye yöneltilen sert, incitici buraya yapılan düşm an saldırılarına o k­ söz: Bu davranışıyla azarı hakettl. — 2. larıyla karşılık verirlerdi. Silahları ok, yay, (Bir kim seden) azar işitmek, (onun tara pala, kalkan ve kargıdan oluşan yaya fından) azarlanmak, paylanmak. azaplar, başlarına kırmızı börk giyerlerdi. —Esk. 1. Azar-dide, gönlü kırık. || A zar Bunların kendi içlerinde ayrı bir sınıf oluş­ -ende, inciten, incitici. || Azar-m endi, incituran atlılarına da Fârisan denirdi. tilmişlik, kırılmışlık. || Azar-resan, dert ve XVI. yy.'d a Osmanlı devletinde deniz üzüntüye uğramış. || Azar-reside, incin­ kuvvetlerine önem verilmesi üzerine miş, kırılmış. — 2. "in cite n, kıran, üzen” azapların "tüfenkendaz” ve ücretli olarak anlam larında birleşik sıfatlar yapar: Dil g em ilerde görev yapm aları benim senin­ -azar (gönül kıran), m erdüm -azar (insanı ce "Bahriye azapları" denen sınıf doğdu. ve uyarm ak; paylamak, çıkışmak: Ç ocu­ üzen, kaba) vb. ( -> BAHRİYE AZAPLARI.) Bunlar çekdiri ğ u azarlamak. Geç kaldığı İçin onu azar­ AZAR ya da ADAR sıf. (ar. azarr, (kürekli gemiler) dönem inde türk donan­ ladı. a darı). Esk. Ç ok zararlı, pek fena. m asında büyük yararlık gösterdiler. De: ♦ azarlanm ak edilg. f. Bir kimse söz­ niz azaplarının gemilerdeki önemi, yelken AZAR ya da AZER a. (fars. azâr). Esk. konusuysa paylanm ak: Azarlanm aktan dönem iyle birlikte sona erdi. Nebati, Keldani, İbrani, Süryani gibi eski korkm ak. Kale azapları, bu asker sınıfının üçün­ kavimlerin kullandıkları güneş yılına da­ ♦ azarlatm ak ettirg. f. Bir kim seyi cü bölüm ünü oluştururdu. Bunların sayı­ yanan takvim de mart ayı. Eski Iran ve Ce­ azarlatmak, onun azarlanm asına yol aç­ ları kalelerin büyüklüğüne göre değişir, lali takvim inde de m art ayı (perverdin) mak. bekâr olarak bulundukları kalelerde yatıp başlangıç olm ak üzere kasım ayı. kalkarlar ve çeşitli ocaklar halinde savun­ AZARLANMAK -> AZARLAMAK. — ANSİKL. M edhal-i azer kuralı, Osmanlı manın esasını m eydana getirirlerdi. XVII. devletinin resmi yıl olarak kullandığı mali AZARLATMAK -* AZARLAMAK. yy.'dan başlayarak ordularda ateşli silah­ yıl takviminde, her 33 yılda bir, 1 yılı at­ ların yaygın biçimde kullanılması üzerine AZARON a. (yun. asaron). Ç obandüdüm a kuralı (-» SIVIŞ YIL). 366 gün olan 12 kale azapları da, köprücülük ve lağımcılık ğ üne (Asarum europaeum ) halk hekim li­ güneş ayı, 355 günlük ay yılına sığm adı­ gibi istihkâm işlerinde görevlendirilir oldu­ ğin d e verilen ad. (Azaron kökü, kusturu­ ğından her yıl 11 günlük bir fazlalık çıka­ lar. cu, balgam söktürücü, idrar artırıcı, ateş rıyordu. Bu fazlalıklar da 33 yılda 1 mali Azapların ağa, kâtip, kethüda, bölükdüşürücü, müshil ve âdet söktürücüdür. yılın kaybolmasına neden oluyordu. Dev­ başı, bayraktar ve onbaşı gibi kom utan­ Eskiden m eyhaneciler tarafından çok letin bütçesinde çıkan karışıklığı ve hâzi­ ları vardı. Kale azapları günde 5 akçe alır­ içenleri kusturmak için kullanılırdı. Bu ne­ nenin zararını önlem ek için 1667 yılında ken, deniz azaplarının gündeliği 7 akçe denle m eyhaneciotu d a denir.) kullanılmaya başlanan m edhal-i a zer ku­ idi. Kara kuvvetlerinde hafif piyade birlik­ ralı, 31 o cak 1341 (1925)'de 698 num a­ ■Azarya, M oliere’in C im ri(L 'Avare) adlı lerini oluşturan azaplarsa yalnız sefer sı­ ralı yasa ile kaldırılmıştır, g üldürüsünden A hm et Vefik Paşa’nın rasında askere çağrıldıklarında düzenli AZÂR çoğl. a. (ar. ‘d z r’ün çoğl. a ’zar). yaptığı uyarlam a (1879). Ö zgün yapıtta­ aylık alırlar, barışta kendi başlarının çare­ ki ünlü Flarpagon tipi, Azarya adlı bir yaEsk. Özürler; engeller, bahaneler: Azâr-i sine bakm ak zorunda kalırlardı. Öte yan­ baride (soğuk özürler, hoş karşılanmayan hudi olarak işlenmiş, öteki oyun kişileri de dan, kale azaplarının bir bölümü ulufeli, özürler). azınlıklardan seçilmiştir. 1924-1925 döne­ bir bölüm ü de tımarlıydılar, yer açıldığın­ m inde Ferah tiyatrosu’nda sahnelenen da ulufeli azap, değ e r görülürse tımarlı AZARA a. Batı A frika ’nın kurak bölge­ oyunun başlıca rollerini Behzat (Butak), koğuşuna geçerdi. Azaplar, Mahmut II lerinde döşem e ve çatı yapım ında kulla­ Kemal (Küçük) ve Eliza Binemeciyan pay­ dönem inde yeniçeri ocağıyla birlikte or­ nılan kil esaslı karışıma donatı işlevi g ö ­ laşmıştı. tadan kaldırıldılar (1826). ren, palm iye ağacından lata. — Esk. denize. Azapların 7-8 tanesi bir bö­ AZASERİN a. (fr. azaserine). AntimetaAZARA. Tar. coğ. Anadolu'nun Phrygia lük sayılır ve bölükbaşılarına reis" denir­ bolitler g rubundan antineoplazik antibibölgesinde yerleşme. Philomelion’un (Ak­ di. Reisliğe genellikle bâdbanî denilen şehir) doğusunda. Konya'nın Akşehir il­ yelkenciler getirilirdi. Reis aynı zam anda çesi, Reis bucağına bağlı Gözpınar (esk. gemi süvarisi olursa vardiyabaşı diye anı­ Azarı) köyünün yerinde olduğu sanılıyor. lırdı. Bir gem iye tek başına komuta eden reise de kaptan denirdi. Ancak, kaptan AZARA (Felix), İspanyol bilgin (Barbuolabilm ek için savaşta bir düşman gem i­ nales, Ftuesca eyal. 1746 - ay. y. 1811). D iplom at ve devlet memurları yetiştiren sini ele geçirm ek gerekiyordu. B ey* g e ­ aragonlu bir ailenin üyesiydi. 1781'de, m ilerine değil devlete ait gem ilere kom u­ San ildenfonso antlaşmasını yürürlüğe ta edenlere “ hassa reisi" "hassa kaptan" koym ak üzere A m e rika ’da görevlendiril­ ya da “ fenarlı reisi” denirdi. Bunlar g e ­ m ilerine fener takardı. Bahriye azapları­ di. Yirmi yıl orada kaldı, kendini Paragu­ ay ve Rıb de la Plata bölgelerinde doğanın bir bölümü gem ilerde, bir bölüm ü de bilim araştırmalarına adadı; aralarında Vitersanelerde hizm et görürdü. G em ilerde ajes a traves de la Am erica m eridional in hizmet görenlere “ azaban-ı donanm a", tersanelerde çalışanlara da "azaban-ı de bulunduğu (1809), çok sayıda yapıt tersane” denirdi. Tersane azapları m uha­ yayımladı. fızlık yapardı. Gem ilerde hizmet gören AZARİ ya da AZARİŞ a. (fars. azâri, aazaplar da kalafatçı, topçu, kumbaracı, zâriş). Esk. 1. incitme, kırma. — 2. Dert, dülger, marangoz, düm enci, yelkenci ve küskünlük. vardiyan olarak ayrılırdı. AZARİAS ya da O ZİAS, 10. Yahuda AZA P gölü ->AKTAŞ gölü. kralı (781-740). Saltanatı dönem inde tica­ ret ve tarımın gelişmesiyle büyük bir ikti­ ■ Azapkapı camisi, İstanbul'da cami. sadi refah görüldü. Cüzzama yakalandı Unkapanı köprüsünün başında, Tersane ve tahtını oğlu Y otam 'a bıraktı. kapısının karşısındadır. Sokullu Mehmet Paşa tarafından M imar Sinan’a yaptırıldı­ ÂZÂRİŞ • ÂZÂRİ. ğından (1577), Sokullu Mehmet Paşa ca ­ AZARLAMAK g. f. B ir kim seyi azarla­ misi de denir. Konumu nedeniyle iç ve dış avlusu yoktur. Fevkani bir yapı o lu p altta mak, onu sert ve incitici sözlerle kınamak



1133



Azapkapı camisi (1577) Mimar Sinan’ın yapıtı İstanbul



Azarya’nın Darülbedayi’deki bir gösterimi (1928)



azaserin yotik; akut lösemilerin tedavisinde kulla­ nılır.



1134



AZAT a. (fars. Szâd). 1. Serbest bırak­



JU . NH



aza-6-urasil



Azay-le-Rideau



şatosu’nun (1518-1529) güney cephesi



ma. — 2. Tar. Bir köleyi azat etmek, ona özgürlüğünü vermek, onu serbest bırak­ mak. (Bk. ansikl. böl.) — 3. Bir kimseyi (bir şeyden) azat etmek, onu bir baskıdan, bağdan kurtarmak. — 4 . B ir hayvanı (ge­ nellikle kuşu) azat etmek, onu salıvermek. — 5. Esk. Talebeleri (m ektepten) azat et­ mek, onları dersten, okuldan çıkarmak. — 6. Azaf olmak, özgürlüğü verilmek, ser­ best bırakılmak. — 7. A zaf buzat, beni cennet kapısında gözet, bir kuş, bir hay­ van salınırken söylenen tekerleme. —ANSİKL. Eskiçağda azat. Eski Yunanis­ ta n 'da köleler sahiplerinin kararıyla özgür­ lüklerini elde ederlerdi (ama köle sahibi, param one hükm ü uyarınca köleleri, öz­ gürlüklerine kavuştuktan sonra da, ömrü boyunca kendi hizm etinde tutabilirdi). Azat değişik biçim lerde olurdu (vasiyet, bir tanrıya hayali satış, site magistratus' ları önünde açıklama), am a hangi biçim ­ de olursa olsun, azat edilene siyasal hak­ lar sağlamazdı. Devlet, kom plo ihbarla­ rını ödüllendirmek ya da tehlike durumun­ da, köleler arasından asker toplam ak için bazı kölelerin azat edilmesine karar vere­ bilirdi. Rom a'da, azat (manumissio) köleyi yurttaş haline getirirdi. Am a bu durum, kölenin sahibine bağımlılığının sona erdi­ ği anlamına gelmezdi: azatlı (libertinus), artık patronu haline gelen paterfam ilias'a bağlılığını sürdürürdü. Azatlık, yurttaşlık yasasına göre şu üç yoldan gerçekleşi­ yordu; 1. p e r vindictam (hayali bir dava­ da yargıcın köleyi özgür ilan etmesi); 2. p e rce n su m (köle sahibinin, köleyi nüfus kayıtlarına geçirtmesi); 3. p e r testamentum (vasiyetle). Ama, Cumhuriyet dönem inin sonlarına doğru, aralıksız savaşlar dolayısıyla, kö­ leleştirilerek R om a'ya getirilen çok sayı­ da barbarın, azat edilmeleri durum unda devleti ele geçirm esinden korkuldu. Bu yüzden, Augustus yasasını tamamlayıcı nitelikteki Tiberius yasasıyla, azat etme özgürlüğü çeşitli yollardan sınırlandırıldı. L ex Fufia Caninia (İ.Û. 2) ile köle sahip­ lerinin ölüm döşeğinde, hangi yoldan olursa olsun, azatlı sayısını artırmaları en­ gellendi. L e xA e lia Sentia (İ.S. 4), reşit ol­ mayanların köle azat etmesini yasakladı ve otuz yaşından küçük kölelerin azat edilmesini bazı istisnalar dışında yasak­ ladığı gibi, bu istisnai hallerde de azatlamanın p e r vindictam 'üan hemen sonra yapılması koşulunu getirdi. Aynı yasa, kö­ le sahibinin, alacaklılarından gizli olarak ya d a resmi olm ayan yollardan yapaca­ ğı azatları da geçersiz ilan etti. Nihayet, lex Junia, ya da Junia N orbana (büyük bir olasılıkla İ.S. 19), "Ju n ia Latinleri" de­ nilen yeni bir azatlılar türü ortaya çıkardı.



gün ya da 40 gün) kölesini azat edeceği­ Bunların statüsü de latinlerinkiyle aynıy­ dı, ama daha ağırlaştırılmıştı: Junia Latin­ ni belirtmesi gerekirdi; koşulun gerçekleş­ leri, ne miras alabiliyor, ne de vasiyette mesiyle tereke değeri ne olursa olsun kö­ le azat olurdu. bulunabiliyor ve ancak otuz yaşını doldur­ duktan ve yeni bir azatlık işleminden geç­ Azat belgelerinde, azatlının öteki özgür insanlar gibi özgür olacağı belirtilirse de, tikten sonra tam yurttaş (cum suffrageo) kölelikten kalma etkiler tüm olarak orta­ olabiliyordu. R om a'da azatlıların hukuki durumu. dan kalkmaz. Efendi ve mirasçılarının azatlı üzerindeki denetim hakkı sürer, Klasik hukukta üç tür azatlı (liberti) vardı, azatlı daim a efendisinin azatlısı olarak ta­ 1. Yurttaş azatlılar, m anum issor'un (azatnınır. Azatlı öldüğünde efendisi, efendi öl­ çı) "gentilicius” unu, küçük adını, ikam et­ müşse mirasçıları, azatlının vârisleri ara­ gâhını ve uyruğunu alıyorlardı; ama, site sında yer alır. hakları sınırlıydı; n e ju s h o n o ru m ’a, n e d e ju s militae'ye sahiptiler, jus sutfragi!den ise AZAT a. Ormanc. Denizli yöresinde, ge­ bütünüyle yoksundular. Efendilerine karşı nellikle çapları 30 c m ’yi geçmiş kalın, yaş­ fiilen ve yasayla belirlenm iş bir minnet lı tek meşe (Ouercus) ağaçlarına verilen borcu altındaydılar; onun vasiliğindeydiad. (Palamutmeşesi [O. aegilops] bu ta­ le'r. Önceleri süresiz olan azatlılık durumu, nımın dışındadır.) zamanla ikinci kuşağa, daha sonra da bi­ A Z A T , Kars’ın merkez ilçesi, merkez rinci kuşağa kadar indirildi. bucağına bağlı köy; 544 nüf. (1990). Kı­ 2. Azatlı Junia Latinleri, ancak ju s comlıç Kökten’in yörede yaptığı araştırmalar­ m ercii sahibiydiler ve ne vasiyette bulu­ da (1940’tan sonra), bakırçağ, hitit, kla­ nabilirlerdi ne de m iras hakları vardı. sik dönem katmanları bulunan bir höyük Ölümlerinde malları ve mülkleri "tasarruf” saptandı. olarak yeniden efendilerine dönüyordu: AZATİYOPRİN a. (fr. azathioprine). azatlı olarak yaşayıp, köle olarak ölüyor­ M erkaptopürin (antipürik) türevi antimelardı. Am a site haklarını birçok yoldan ka­ tabolit; otoimmün (özünebağışık) hastalık­ zanabilirlerdi. larda ve organ nakillerinde im m ünodep3. Dediticii azatlılar, Roma sitesinden dış­ resör olarak kullanılır. lanmışlardı. G eç im paratorluk devrinde, azatların AZATLAMA a. Tar. Köleye özgürlüğü­ çoğalmasını teşvik eden Kilise’nin etkisiy­ nü verme, bağışlama. le, azat şartları köklü değişikliklere uğra­ AZATLAMAK g. t. 1. Tar. B ir köleyi dı. azatlamak, onu azat etmek. — 2. B ir ku­ iustinianos, çeşitli azatlı kategorilerini şu azatlamak, onu salıvermek. — 3. Esk. kaldırdı; bütün azatlılar yurttaş oldu. Bu­ Çocukları azatlamak, okuldan g önder­ nunla birlikte, aileler, azatlılarını ve bun­ mek, serbest bırakmak. ların çocuklarını toplu halde kendi çevre­ AZATLI sıt. ve a. Tar. Azat edilm iş köle lerinde kalmaya zorladılar. Böylece vesa­ ya da cariye için kullanılır. yet kurum u yeniden oluştu. —Tar. Azatlı cariye, saray harem inde hiz­ .• R om a 'da azatlıların toplum sal durumu. met süresini dolduran cariye. (Cariyeler Toplum un hırslı ve dinam ik bir öğesi olan osmanlı saray harem inde dokuz yıl hiz­ azatlılar, iktisadi yaşam da önemli bir rol met ederler, bu süre sonunda azatname oynadılar. Büyük ailelerce hor görülen ti­ [ıtıkname] verilerek serbest bırakılırlardı, caret işleri, zanaat, hatta sanayi etkinlik­ isteyen cariye azatnamesini yakarak sa­ leri, serbest m eslekler ve bankacılık on­ rayda kalırdı. Ayrılanlardan evlenecek ların elindeydi. Resmi dairelerde çalışan olanlara çeyiz de yapılırdı.) im paratorluğun eski azatlıları, olağanüs­ tü bir güç, siyasi nüfuz ve servet elde et­ AZATLIK a. Azat olm a durum u. tiler (Claudius zam anında Pallas ve Nar♦ sıt. Esk. Azat edilm e zamanı gelmiş cissus, Neron dönem inde Epaphroditus). ya da azat olma hakkını kazanmış cari­ Bununla birlikte, azatlıların hor görülm e­ ye, köle için kullanılır. si ve yeni zenginlere özgü tavırlarının yüz­ lerine vurulması hep devam etti. Sonra­ ■AZAURASİL a. (fr. azaûracile). Org. dan görm e azatlı tipini Petronius'un Satikim. Aza-6 urasil, urasilin 6 konum unda ricon 'unda Trim alchio çarpıcı bir biçim de CH grubunun yerini bir azot atomunun al­ canlandırır. masıyla oluşan C 3 H3N30 2 form üllü bile­ — Ikt. tar. insanı bir çeşit mal ya da meta şik. (Azaüridinin bireşim inde kullanılır.) haline getiren kölelikte, köleyi satmak ka­ AZAÜRİDİN a. (fr. azaüridine). Org. dar azat etm ek de fazla bir işlem gerek­ kim. ve Eczc. Aza-6-üridin, aza-6 ürasilin tirmezdi. İslam hukukunda, köle sahibinin ribonükleoziti. (Kanser tedavisinde kulla­ iki tanık eşliğinde "azat ettim ” demesi yenılır.) terliydi. Ancak, kölenin, kaçak köle diye AZAVAD, Nijer ırmağı dirseğinin K.'inyakalanıp hapsedilmemesi ve iki tanık bu­ de (Mali) büyük erg (kumul) alanı. Yağ­ lup azat edildiğini kanıtlayana kadar öz­ mur mevsiminde, otlu çayırlar yetiştiği za­ gürlüğünün kısıtlanmaması için kadılıklar­ man, Tuaregler ve sürüleri A zavad’da do­ d an bir azatlık belgesi (ıtıkname) alınırdı. laşır. Osmanlı top lu m u n da köle, karşılıksız (hasbeten lillahi taâla), bir bedel karşılığın­ ■ AZAY-LE-RİDEAU, indre-et-Loire'da da, bir sözleşme ile (mükâtebe) ya da ölü­ (Fransa) kanton merkezi, Touraine'de, m e bağlı bir tasarrufla (mutlak ya da m u­ Indre ırmağı kıyısında; 2 749 nüf. ilk Rö­ kayyet te d b ir ile) azat edilirdi. Efendisin­ nesans’ın en niteleyici yapıtlarından biri den çocuğu olan cariye (çocuk anası, olan şato 1518-1529 arısında, indre ırma­ ümm ül-veled), efendisinin ölümü üzerine ğındaki küçük bir adada, maliyeci Gilles azat olurdu. Berthelot için yapılmıştır. M ükâtebe, efendinin kölesini m ahke­ AZAZ a. (ar. ’ azaz). Esk. Sert toprak. m ece düzenlenen bir belge çerçevesin­ AZAZEL, çöl şeytanı. H er yıl, yahudilede, ya belli bir süre hizm et etm ek (5 ile rin Kefaret bayram ında, israiloğulları’nın 12 yıl arasında), ya belli bir çeşit m aldan tüm günahları simgesel olarak bir keçinin kararlaştırılan bir m iktarı üretm ek (XV. ("kefaret keçisi” ) sırtına yükletildikten son­ yy.’da, Bursa kadı sicillerinde 5 to p kem ­ ra, hayvan çöle götürülüp Azazel’e tes­ ha ya d a 20 to p kadife dokum ak gibi an­ lim edilirdi. laşm alara sık rastlanır), ya da belli bir tu ­ tarı ödem ek koşuluyla azat etmesidir. AZÂZET a. (ar. cazâzet). Esk. 1. Güçlü­ Ölüm e bağlı bir tasarrufla azatta, efen­ lük, büyüklük. — 2 . Şan, şeref, itibar. dinin, ölüm ünden yedi gün önce "aza t­ — 3. Az bulunurluk, değer, kıymet. sın” demesi mutlak tedbirdir. Bu du­ AZAZGA, C ezayir’de kent, B üyük Karum da köle, ancak değerinin, efendisinin biliye’de.Tizi-U zu'nun D .'s u n d a ;2 3 200 terekesinin üçte birini aşmaması d uru ­ nüf. m unda azat edilirdi. Koşullu (m ukayyet) AZÂZİL a. (ar. ’a z â z il). İslam inancına ted b ird e efendinin, ölüm le sonuçlanabi­ göre, şeytanın Tanrı'ya başkaldırm adan lecek bir hastalık durum unda, belirli bir önceki adı. sürede iyileştiği ta kd ird e (örneğin, yedi



Azerbaycan AZB a. (ar. ’ azb). Esk. 1. Isırma. — 2.



' 'Nice azb o/masun bana şeha ışkun azâbı k im " (Ömer bin Mezid, XV. yy.).



Piemonte’nin Custoza ve Novara’da uğ­ radığı bozgundan ve Carlos Alberto’nun tahttan çekilmesinden sonra, Vittorio Emmanuele II, 7 mayıs 1849’da, Azeglio'ya bakanlar kurulu başkanlığı görevini ver­ di. Azeglio bunun üzerine Statuto'yu ko­ rum aya ve içte reformları başlatmaya ça­ lıştı. 1852’de yerine Cavour getirildi.



A Z B İ, asıl adı M u s ta fa Ç a vu ş,'tü rk şa­



AZEL sıf. (ar. a’ zet). Esk. 1 .Yalnız, tek



Kesme. — 3. Şiddetli azarlama. —4 . Has­ talık yüzünden hırpalanma. ♦



sıf. Keskin.



AZB sıf. (ar. razb). Esk. Tatlı, hoş, leziz:



ir (Kütahya ? - İstanbul 1736). İstanbul' d a saray çavuşlarındandı. Niyazi-i Mısri" ye bağlandı. Şiirlerinden halvetilik yanın­ da bektaşilikle de ilişkisi bulunduğu an­ laşılmaktadır. M ürgnâm e, Baharnâme, Selâmnâme, Hayvannâme, Şatrânçnâme gibi başlıklar taşıyan manzumeler, On iki im am için mersiyeler, m üseddes, gazel ve tarihler içeren D iva n 'ı vardır. Şiirlerin­ de nazım tekniğine önem vermemiştir. Tahmis-i Derviş A z b î Divan-ı M tsrî Elendi (1867) basılmış tek yapıtıdır.



AZCA be. Çok az, oldukça az. AZCAPOTZALCO, M exico’nun (M ek­ sika) kuzey-batı banliyösünde yerleşme merkezi. Petrol arıtımı ve petrokim ya te­ sisleri.



AZCARRAOA (Marcelo), İspanyol ge­ neral ve siyaset adamı (Manila 1833 -M adrid 1915). Carlos taraftarlarına karşı savaştı ve C artagena’ nın kuşatılmasına katıldı (1873). 1890 ve 1895 'te savaş ba­ kanlığı, 1897-1904 arasında da birkaç kez başbakanlık yaptı.



A z e la ik asit, fo rm ü lü H O — C O — (CH2)7 — CO— OH olan diasit; oleik ya da risinoleik asit yükseltgenerek elde edilir.



AZELYA a. Açalyanın (azalea) az kulla­ nılan başka adı. lanca'nın G.-B.'sında, Um er-Rebia ırma­ ğının ağzında; 17 200 nüf. Yukarı kesi­ m inde Portekizliler’den kalma (XVI. yy.) bir surun sınırladığı eski kasabanın da yer aldığı bu güzel görünüm lü kentin beyaz evleri, Um er-Rebia’nın yanında yukarıla­ ra doğru kat kat sıralanır. Ticaret m erke­ zi. Balıkçılık. Burası, Kartacalılar’ın ve Romalılar'ın ticaret acentesi Azam a'dır.



A Z D A VA Y , Karadeniz bölgesinin batı



AZMAK



rin babasının adı.Putlara Tanrı diye tapar ve putçuluk yapardı. İbrahim onu birkaç kez uyarmış, am a yararı olmamıştı. A^er adı sadece K uran'da geçer.



A zebler nam azgâhı, Ç anakkale’nin Gelibolu ilçesinde, deniz feneri yanında nam azgâh. Korkuluklarla çevrili, üstü açık, 12,5 x 10 m boyutlarındadır. Biri kü­ lahlı, öteki açık iki minberi vardır. Mermer­ d en b ir niş içindeki, m ukarnas bezemeli m ihrabın yanlarında, sütunlar ve süslü pencereler bulunmaktadır. Yazıtlı kapı, di­ limli ve rumi süslemelidir. Yazıtında ladikli Süleym an oğlu Âşık tarafından yapıldığı (1407) belirtilmektedir. Türünün en iyi ör­ neklerindendir.



AZEFFAL kum ulları, M oritanya'da kum ul dizisi, N ua d h ib u 'nu n D .'sunda G. -B .'d a n K.-D.’ya doğ ru uzanır.



AZEOLİO (Massimo TAPARELLİ, — m ar­ kisi), İtalyan siyaset adamı ve yazar (Torino 1798 -ay. y. 1866). 1821 'den itibaren, aydınların ulusal diriliş (Risorgimento) ha­ reketine katıldı. Yazdığı iki tarihi roman: Ettore Fieramosca (1833) ve N iccolo de L ap i (1841), onu R isorgim ento'nun lider­ lerinden biri haline getirdi. 1845'te kral Carlos A lbe rto ’dan bu hareketi destekle­ yeceğine dair söz aldı; 1846'da, Sardinya kralı Carlos A lberto önderliğinde bir li­ beral İtalyan konfederasyonu kurulfnası fikrini savunan en önem li yapıtı Gli Ultimi Casi d i R om agna'yı yayımladı. 1848 ha­ reketinde faal bir rol oynadı.



Kızılburun Gökçay Maştaga Berde I II f GÖKÇE ^



Ş



Görü



.



YUKARI KARABAĞ*ı Stebanakert Salyan



HAZAR DENİZİ Lenkeran



AZAR.



çağı, bir pervane boyunca sıralanmış diş­ lerden oluşan ve çarklara kuşak yönte­ m iyle diş açm aya yarayan freze bıçağı.



rinde donanm a hizm etlerinde görevlen­ dirilen asker.



Mihaylovka Haçmaz



Kim. EŞKAYNAMA'nın eşanlamlısı.



AZER (ibr. azer). İbrahim peygam be­



AZEBAN a. Ask. tar. Anadolu beylikle­



IRCİSTAN jk



AZER a. (fars. azer). Esk. 1. Ateş: "Et-



AZDIRMA a. Teknol. Azdırm a freze bı­



AZDIRMAK - AZMAK. AZEB sıf. (ar. a ’zeb) Esk. En tatlı. AZEB -> AZAP.



AZERBAYCAN



DAĞISTAN



Kim. EŞKAYNAR'ın eşanlamlısı.



AZER -



EZDÂD.



devlet; 86 600 km2; 7 145 000 nüf. (1990). Başkenti Bakü. Resmî dili Azeri­ ce (Türkçe). Ülkenin G .-B.’sındaki engebeli Karabağ özerk bölgesi (4 000 km2; 164_000



AZEOTROPİ a. (fr. azâotropie). Fiz. ve



AZDIRILMAK -



AZDAD -



■ AZERBAYCAN, Güney Kafkasya’da



AZEOTROP sıf. (fr. azĞotrope). Fiz. ve



bölüm ünde, Kastamonu'ya bağlı ilçe; 14 029 nüf. (1990). 1 266 km2; 1 bucak, 49 köy. Merkezi Kastamonu'nun 71 km kuzey-batı’sında Azdavay, 3 893 nüf. (1990).



cazıd. cazud). Esk. 1. Kolun üst kısmı. — 2. Destek. — 3. Kuvvet, kudret. — 4. Azdud-devle, devlet desteği.



platosunun kuzey-batı ucunda. Sert ik­ limli, yanardağlar (Sehend, Savelan) içe­ ren, bazıları göllerle (Orumiye gölü) kaplı havzalara bölünm üş bir yüksek platodur, iki ile bölünür: Batı Azerbaycan (44 000 km2; 2 476 000 nüf. [1990]; merkezi Oru­ miye)', D oğu Azerbaycan (67 000 km2; 5 037 000 nüf. [1990]; merkezi Tebriz). Azeri kökenli halk, komşu Gilan ve Zencan illerine taşarsa da, Azerbaycan hâ­ lâ, İran'da, türk azınlığın başlıca odağı­ dır. ( - * AZER İLER.)



başına kalmış. — 2. Silahsız, savunmasız.



AZEMMUR, Fas’ta liman kenti, Casab-



1135



AZERBAYCAN, İran’da bölge, İran



AZELAİK sıf. (fr. azĞtaique). Org. kim.



fal ditreşür sanasın âzer ü stin e " (Nev'i, XVI. yy.). — 2. Azer-ahş, yıldırım. || Azer -asa, ateş gibi, kıpkızıl.||Azer-gede, ateş­ perestlerin tapınağı.|| Azer-gun, azer-yun, ateş renkli; kırmızımtırak renkli, pis koku­ lu bir çiçek.||Azer-peresf, azer-kiş, ateşe tapan. || Azer-şeb, ateşte yanm adığına inanılan sem ender; şimşek. — Mit. A ze r Behram, Bundahişn’e göre, rahipler, savaşçılar ve çiftçi kastlarına öz­ gü üç ateşin b irle şim i! A ze r Burzin Mihr, Sasaniler dönem indeki üç âteşgede'den biri. Horasan'da, R ivend’de buluna.ı bu âteşgede, çiftçilere özgüdür.



AZCIK - AZICIK. AZD, AZID ya d a AZUD a. (ar. cazd,



derasyonuma, 1936'da SSCB fedaral cumhuriyetleri arasına katıldı, ikinci Dün­ ya Şavaşında sovyet, savaş ertesi İran egem enliği altına girdi.



AZERBALI a. Doğu Karadeniz bölge­ sinde elde edilen ve yanık yaralarının üze­ rine merhem gibi sürülerek kullanılan bal çeşidi.



ha v a lim a n ı



l 0 0 0 0 0 0 'd a n fa z la



k a ra y o lu £ • d e m iry o lu •



1 0 0 0 0 0 ila 1 0 0 0 0 0 0 an 5 0 0 0 0 ila 1 0 0 0 0 0 arası 5 0 0 0 0 'd e n a z



nüf.; merkezi Stepanakert) ile Ermenistan, Türkiye ve Iran arasındaki Nahçıvan özerk cumhuriyeti (5 500 km2; 252 000 nüf.; merkezi Nahçıvan), yönetim bakımından A zerbaycan'a bağlı alt bölümlerdir.



AZERBAYCAN, Batı Asya'da, Azer­ baycan Cumhuriyeti ile İran arasında bö­ lünmüş bölge. Eskiden Ahemeni im paratorluğu’nun A turpatakan ilini oluşturan bu bölge, Ro­ ma devrinde Parth krallığı'nın bir p arça­ sıydı. 639-643 arasında Araplar tarafın­ dan fethedilip İslâmlaştırıldıktan sonra, XI. yy.’da Selçuklularda ele geçirildi ve İran kökenli halkı türkçe konuşmaya başladı. XIII. yy.’da, Azerbaycan, Tebriz’i ken­ dilerine başkent yapan moğol asıllı İlhan­ lIlar im paratorluğu’nun bir parçası oldu. XIV.-XV. yy.’larda önce Timurlenk, sonra da Akkoyunlu Türkmenler tarafından fet­ hedildi. XVI. yy.'da Şiiliği devlet dini ola­ rak kabul eden Safeviler'in başlıca kalesi haline geldi. Osmanlı Türkleri, Safeviler'e karşı ülke üzerinde hak ileri sürüp birçok kez burayı ele geçirdiler. İran, 1928’de, Türkmençay antlaşması ile Kuzey Azer­ baycan'ı Rus im paratorluğu'na bıraktı. 1917 devrim i'nden sonra Rus Azerbaycanı bağımsız bir cum huriyete dö­ nüştü (mayıs 1918) ve peşpeşe ingilizler (general L. C. Dunsterville, ağustos-eylül 1918), Türkler (eylül-ekim 1918) ve yine ingilizler (general Thomson, aralık 1918) tarafından'ele geçirildi. Daha sonra, Kızıl ordu tarafından alınan Azerbaycan, 1920 ağustosunda bir Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti oldu, 1922’de Kafkasardı fe­



C OĞRAFYA Azerbaycan'da yerbiçim leri bakımın­ dan üç bölge ayırt edilir. Ülkenin K.'ini Büyük Kafkaslar'ın D. kesimi kaplar. Yer yer 4 000 metreyi aşan (Bazardüzü doru­ ğu 4 489 m) bu dağlar G.-D.’ya doğru al­ çalır ve tepelere, platolara dönüşerek Hazar kıyısına kadar uzanır. Ülkenin G. kesimini, K.-D. Anadolu engebelerinin uzantısını oluşturan Küçük Kafkas dağ la ­ rı (Şahdağ 3 305 m) ve yüksek platolar (Karabağ'da 3 593 m) kaplar. Yerbiçimi bakımından ayırt edilen üçüncü bölgeyi, adı geçen iki dağlık kesim arasındaki Ku­ ra çöküntü alanı m eydana getirir. Kura ve onunla S abirabad'da birleşen Aras nehirlerinin ve kollarının alüvyonlarıyla dolm uş olan bu çukurluk, G.-D.’daki Ha­ zar denizi'ne doğru genişleyen üçgen bi­ çim li bir ovadır. İklim, engebeliğin de et­ kisiyle, bölgeden bölgeye önemli farklar gösterir. Yazlar sıcak (temmuz ortalam a­ sı iç kesim de 28°, kıyıda 26°), kışlar so­ ğuktur (ocak ortalaması 2-3° dolayında). Doğal koşullar, özellikle iklim, arazi kulla­ nımını ve kırsal iktisadı da etkiler. Büyük Kafkaslar'ın, dağlardan inen akarsularla sulanan yam açlarında meyve bahçeleri ve bağlar geniş yer tutar. Kurak ve yer yer bataklıklarla kaplı Kura çukurunda,



Azerbaycan Cumhuriyeti’ nde



Kura ırmağının deltasından bir görünüm



önemli değerlendirm e ve İslah çalışm ala­ rı yapılmıştır. M ingeçaur barajından baş­ layan iki kanal, Kura’nın sularını, eskiden çorak olan topraklara ulaştırır. 1 milyon hektarı aşkın (tarım alanının dörtte biri) toprak kazanılması sayesinde sulama, pamuk ve meyve ağaçları yetiştiriciliğinin geliştirilmesine, tahıl ve yem bitkileri ta ­ rımlarının yoğunlaştırılmasına katkıda bu­ lunmuştur. Sanayileşme, petrol çıkarılma­ sıyla yakından ilişkilidir. XIX. yy. sonunda işletilmeye başlanan Bakü yatağı, gün­ den güne tükenm ekte ve Hazar denizi’ndeki uzantısının işletilmesi, gerilemeyi kapatmaya yetmemektedir. 15 M t’un altı­ na düşen üretimin artık besleyem ediği Bakü'deki üç büyük rafineride, Kazakis­ ta n ’dan getirilen petrol de işlenmektedir. Akaryakıt üretimiyle ilişkili olarak gelişen iki büyük uzmanlaşma dalı, başlıca sana­ yi etkinliklerini oluşturmaktadır: kimya sa­ nayisi (özellikle petrokimya sanayisi) ve makine sanayisi (özellikle petrol ve doğal gaz üretimi için gerekli donatım). Yakın dönem de kurulan ve yeni tesislere (Gen­ ce alümin fabrikası) karşın, metalürji sa­ nayisi aynı derecede önemli değildir. Do­ natım malları sanayilerinin büyük ölçüde Bakü’de ve Sum gayt’ta toplanmış olm a­ larına karşılık, imalat etkinlikleri (dokuma, besin, vb. sanayiler) birçok küçük merke­ ze (Şeki, Mingeçaur, Evlah) dağılmıştır. TARİH Romalıların Albania. arapların Aran de­ dikleri Azerbaycan, VII. yy.’da arap istila­ sına uğradı ve çok geçm eden İslamlaştı. IX. yy’da bu topraklarda yaşayan İranlIla­ rın yerini Türkler aldı, zamanla birçok hanlık kuruldu. Moğol egemenliği ve Safevî hanedanı zamanında daha da g ü ç­ lenen hanlıklar, uzun yıllar bölgeye ege­ men oldular. XIX. yy.’da bölge Rusya’yla İran arasında bölüşüldü. Genelde Aras nehri'nin kuzeyi Rusya'da, güneyi İran'da kaldı (1828 Taşlıçay antlaşması). XIX. yy.’ın sonlarına doğru Bakü oir pet­ rol üretim merkezi oldu; Bakü-TiflisBatum ve Bakü-Stavropol demiryolları yapıldı. 1917: Azerbaycan bağımsızlığa kavuştu, ama Bakü’de ermeni Stepan Şaumyan (1878-1918) yönetim inde kuru­ lan ayrı bir hükümet rus bolşevikleriyle birlik oldu. Azerbaycan, Ermenistan ve _Gürcistan arasında girişilen Transkafkasya Federasyonu tasarısı gerçekleşem e­ di. 1918: Bakü komünistlerine karşı Azerbaycan-Türkiye ittifakı kuruldu. Gence başkent olmak üzere bağımsız Azerbay­ can Cumhuriyeti ilan edildi. Bakü, osmanlı birliklerince işgal edilerek hükümet merkezi buraya aktarıldı. Sonbahara doğru ingilizler Bakü’yü işgal ettilerse de kısa sürede boşaltmak zorunda kaldılar. Feth Ali Han Hoyî, Bakü’yü ele geçirerek



Azerbaycan hükümetini kurdu. Aralık ayında yapılan seçim ler sosyal dem ok­ ratların zaferiyle sonuçlandı. 1920: Azer­ baycan Cumhuriyeti Müttefiklerce fiilen tanındı. Bunun ardından Kızılordu bütün A zerbaycan’ı işgal ederek Azerbaycan Sovyet Sosyalist C um huriyeti’ni kurdu. 1922: Azerbaycan Cumhuriyeti Transkafkasya Federasyonu’na katıldı. 1923: Ha­ zar Denizi’nde, ilk petrol kuyusu açıdı. 1936: Azerbaycan Sovyetler Birliği'ne bağlı ayrı bir federe cum huriyet oldu. 1988: azeri-ermeni gerginliği arttı. Sumgayt’ta çatışma: Bakü ve Erivan’da karşı­ lıklı gösteriler. 1990: Bakü’de azeriermeni çatışması. Kızılordu, Ermenileri korumak üzere m üdahale etti. Bakü’de olağanüstü durum. Azerbaycan parla­ mentosu bağımsızlık kararı aldı. Azer­ baycan’ın içinde “anklav” durum unda olan Yukarı Karabağ’ın özerklik statüsü kaldırıldı. Buna karşılık ermeni çoğunlu­ ğa dayanan Yukarı Karabağ parlam ento­ su bağımsızlık kararı aldı. K arabağ’da çatışmalar şiddetlendi. Ermeniler, azeri köylerini işgale başladılar. 1991: Ayaz Muttalibov cumhurbaşkanı seçildi. Genel seçimleri eski komünist partinin adayları kazandı. 1992: Ermeniler, Yukarı Karab a ğ ’la Ermenistan arasında bağlantı sağ­ lamak üzere Laçin’i ve çevresini ele g e ç i­ rerek; koridoru fiilen gerçekleştirdiler. A. Muttalibov cumhurbaşkanı seçimini erte­ lemeye kalkıştı, ama halkın şiddetli mu­ halefeti üzerine ülkeyi terk etmek zorun­ da kaldı. Muhalefet lideri Ebülfez Elçibey seçimi kazanarak cumhurbaşkanı oldu.



Azerbaycan, azeri kökenli bir halk oyunu. Kars ve çevresinde yaygındır. Topluca ya da bir kız bir erkek tarafın­ dan oynanır. AZERİ OYUNU da denir. Azerbaycan yurt bilgisi, A hm et Caferoğlu yönetim inde İstanbul’da yayımla­ nan aylık kültür dergisi (1932-1934, 36 sa­ yı). Azerbaycan ve türk kültürünün tanıtı­ mını am açlayan derg id e Fuat Köprülü, Zeki Velidi Togan, A bd ülka dir inan gibi yazarların incelem e ve araştırmaları ya­ yımlandı. AZERBAYCANCA a. Dilbil.



AZERİCE’



nin eşanlamlısı.



AZERBAYCANLI sıt. ve a. Azerbaycan halkından olan.



AZEROUŞNASB, Sasaniler dönem in­ de İran'da, savaşçılara adanm ış üç b ü ­ yük ateşin ikisine verilen ad. Taht-ı Süley­ m an’d a yapılan kazılarda, A zerbaycan’ da Azerguşnasb'a adanmış tapınağın ke­ sin yeri saptanmıştır.



AZERİ sıt. ve a. (fars. azer, ateş ve -/'d e n a zeri ).Kafkas ve İran Azerbaycanı’nda yaşayan tü rk soylu halktan olan.



♦ a. (Tamlayan olarak) azeri halkına ilişkin, ona özgü olan şey için kullanılır: A zeri türküsü. A ze ri türkçesi. A zeri ede­ biyatı. — ANSİKL. • A zeri edebiyatı. Azerbay­ can’ın tarih koşulları altında oluşan ve ge­ lişen azeri edebiyatı, iki büyük dönem e ayrılır: 1. İslam uygarlığı etkisindeki azeri edebiyatı, 2. Batı uygarlığı etkisindeki azeri edebiyatı. I - İslam uygarlığı etkisindeki azeri ede­ biyatı: XI.-XIII. yüzyıllarda Azerbaycan bölgesinde yazı dili olarak arapça ve farsça kullanıldı. Şehirlerde ve saraylarda farsça şiirler yazılırken, köylerde ve göçe­ be halk arasında sözlü bir azeri halk ede­ biyatı vardı. XIII. y y .’da m oğol istilası d o ­ layısıyla Türkistan'dan Azerbaycan'a göç eden tü rk aşiretlerinin etkisi ve katkısıyla yerli halk edebiyatı daha da canlandı. İslam uygarlığı etkisindeki yazılı azeri edebiyatı (azeri divan edebiyatı) XIV. yy.'d a n XIX. yy. sonuna kadar 6 yüzyıl sürmüştür. XIV. yy.: İslam uygarlığı etkisi altındaki azeri edebiyatının adını bildiğim iz ilk şai­ ri Hasanoğlu’dur (farsça şiirlerindeki mah­ lası Pûr-i Haşan). XIII. yy. sonlarıyla XIV. yy. başlarında yaşadığı sanılmaktadır. Azeri edebiyatının XIV. y y .’d a yetişen en önemli sanatçıları, şiir alanında Kadı Burhanettin (1344-1398) ile Nesimi (öl. 1404 ?); şiir ve nesir alanında Erzurumlu D arir’ d ir (XIV. yy. ikinci yarısı). XV. yy.: Türkm en sülalelerinden Karakoyunlular ile Akkoyunlular'ın egem enlik sürdüğü bu dönem de edebiyat, sanatse­ ver hüküm darların koruyuculuğu altında gelişti.Dönemin en önemli azeri şairi"m elik üş-şuara” diye anılan H a b ib i'd ir (1470-1520). XVI. yy.: Safeviler’in egemenliğine rast­ layan bu dönem de halkın konuştuğu türk dili orduda, sarayda, aristokrat çevrede de kullanılmış ve devlet dili olarak kabul edilmiştir. Edebiyatın gelişmesi üzerinde bunun b üyük etkisi olmuştur. Azeri ede­ biyatının altın dönem i sayılan bu yüzyılın en önemli şairleri, hem divan hem de halk edebiyatı yolunda yazan Hatayi (Şah İs­ mail) [1486-1524] ile Fuzuli'dir (öl. 1556). Azeri edebiyatının old u ğ u kadar bütün tü rk edebiyatının da en büyük şairlerin­ den olan Fuzuli'nin azeri ve osmanlı şair­ leri üzerindeki etkisi yüzyıllarca sürm üş­ tür. XVII. yy.: Azeri edebiyatı bu yüzyılda genellikle Fuzuli etkisi altında kalmıştır. Dönem in başlıca şairleri Tebrizli Kavsi (? - ?), mesnevi yazarı Mesihi (öl. 1655) vb .’ dir. Farsça şiirleriyle İran, Hindistan, Türkiye şairleri üzerinde etkisi görülen ve zamanının “ melik üş-şuara"sı sayılan Saib ’in (öl. 1670) de 17 türkçe şiiri ele geç­ miştir. Bu yüzyılda, safevi sarayının koruyucu­ luğu altında, halk edebiyatı da gelişme göstermiştir. Azeri halk şiirinin bir çeşit piri Kurbani, adı çevresinde Abbas ile Gülgez adlı bir halk hikâyesi oluşan Tufarganlı Abbas, azeri halk şairlerinin en önem lile­ ridir. Bu dönem de Kerem ile Aslı, Âşık Garip gibi halk hikâyeleri de yaygınlık ka­ zanmıştır. XVIII. yy.: Bu yüzyılda İran egem enliği­ ne karşı ayaklanmalar sonucunda, Kuzey Azerbaycan’da bağımsız birtakım hanlık­ lar (Karabağ, Gence, Şeki, Kuba, Bakü. Nahcivan, Şirvan, H oy vb.) kurulmuştur. Şah İsmail zam anında başlayan sade türkçe akımı, bu d önem de daha d a ge­ lişme göstermiş; arap ve fars dillerinin baskısına karşı, yerli azeri türkçesi işlene­ rek, ulusal dil ve edebiyatın ilerlemesine ortam hazırlanmıştır. M odern azeri edebiyatının müjdecisi ve hazırlayıcısı olarak kabul edilen Molla Penah Vâkıf (1717-1797), azeri edebiyatını fars etkisinden kurtarm ak için büyük ça­ ba göstermiş; divan şiirinin klasik nazım biçimlerine (gazel, muhammes, müstezat vb.) bağlı kalm akla birlikte; halk yaşayı­ şına eğilen, yerli gelenek ve görenekleri



nem de başlamıştır, ilk azeri gazetesi, Ha­ yansıtan, sözcük hâzinesi ve söyleyiş ba­ şan Beg M elikof Z erd ab î (1837-1909) ta­ kım larından halk diline dayalı yeni bir üs­ rafından Bakü'de çıkarılan ve ayda iki kez lup oluşturmuş; bu özellikleriyle, gerek yayımlanan Ekinci (1875-1877) gazetesi­ kendi çağının, gerek d aha sonraki d öne­ min hem halk, hem de aydın zümre şair­ dir. Aynı dön e m d e Tiflis'te Ziya ve Ziya-i Kafkas (1879-1884), Keşkül (1883-1891), lerini etkilemiştir. V â kıfın yakın dostu Viönce Tiflis'te, sonra B akü 'd e yayım lanan dadi (1709-1809) d e aynı yolda yürümüş, Şark-ı Rus (1903-1905) gazeteleri çıkarıl­ ayrıca halk şairleri yolunda koşm alar da yazmıştır. mıştır. 2- 1905'ten 1920'ye kadar: Çarlık RusBu dönem de halk edebiyatı da geliş­ yası’nda 1905 ayaklanm asından sonra mesini sürdürmüş, birçok şair yetişmiştir. baskılı yönetim in hafiflem esinden Azer­ H alk şairlerinin usta saydıkları ve Dede baycan da yararlanmış; sansür kalkmış, Kasım diye andıkları Kasım ( Hasta Gaokul açm ak, hayır kurum lan kurm ak, ga­ sım) bunların en ünlüsüdür. zete ve dergi çıkarm ak gibi haklar tanın­ Bu yüzyılda, Mirza Mehmet Mehdi H an’ mıştır. Türkiye'deki 1908 M eşrutiyeti'nin, ın (? - ?) Senglâh adlı çağatayca-farsça Balkan savaşı’ndan sonra başlayan türksözlüğü ve bunun çağatay-azeri-osmanlı çülük (ulusçuluk) akımının ve Türkiye ede­ lehçelerinin karşılaştırmalı bir gram eri biyatının b üyük etkisi görülür. olan M ebani'l-lûga adlı ilk bölüm ü ço k Bu d önem de A ze rba yca n ’da p ek çok önem lidir. gazete ve dergi çıkmıştır. En önemlileri, XIX. yy.: Kuzey A zerbaycan bu yüzyıl­ A hm et Beg A gayef ( Ahm et Ağaoğlu) da rus istilasına uğramış, hanlıklar orta­ (1862-1939]'in çıkardığı Hayat (1907), irdan kalkmıştır. Bunun toplum yaşayışın­ şad (1907), Terakki (1908); türkçülük akı­ d a ve edebiyatta d a derin etkileri olm uş­ mının sözcülüğünü etm ek üzere Mehmet tur. İran egemenliği altındaki Güney Azer­ Emin R esülzade’nin çıkardığı A çık Söz baycan’da İslam uygarlığı etkisindeki kla­ (1915-1918) vb. gazeteleri ile Ali Beg Hüsik edebiyat sürüp giderken, Kuzey Azer­ seyinzade'nin (Turan) [1864-1940] çıkar­ bayca n 'd a batı yaşayış ve düşüncelerine dığı Feyuzat (1906-1907) ve oyun yazarı açık yeni bir yaşayış biçim i ve yeni bir Çelil M ehm et G ulizade'nin (1868-1932) e de b iyşt akımı başlamıştır. IIBatı uygarlığı etkisindeki azeri e d e ­çıkardığı Molla Nasrettin (1906-1920) der­ gileridir. Feyuzat dergisinde, Türkler ara­ biyatı: Kuzey A ze rba yca n ’ın rus istilası­ sında dil birliğini sağlam ak düşüncesiyle na uğramasından sonra aristokrat ve var­ bilim ve edebiyat dili olarak İstanbul türklıklı ailelerin çocukları, Rusya’ nın M osko­ çesinin kullanılması düşüncesi savunul­ va, Petersburg vb. gibi kültür merkezi şe­ muş; orad a yazanlar, Tanzim at edebiya­ hirlerinde, ya d a K afkasya'daki rus okul­ tı ve Edebiyatı ce did e sanatçıları (Namık larında okuyarak batı uygarlığını tanım a Kemâl, R ecaizade M ahm ut Ekrem, Abolanağını kazanmışlardır. Bu yeni aydın­ dülhak Hâmit, Tevfik Fikret vb.) yolunda lar, Kuzey Azerbaycan'da yeni bir düşün­ yazmışlar; b una karşılık, Molla Nasrettin ce ve edebiyat hareketi başlatmışlardır. adlı mizah dergisi, Mirza Fethali AhundO bakımdan, XIX. yy., Kuzey Azerbaycan zâde’den beri sürüp gelen azeri lehçesiy­ için b ir uyanış dönem i olmuştur. le yazm a akımını yürütm üş ve kabul ettir­ Bu d önem de ilk iş olarak eğitim in ça ğ ­ miştir. daş hale getirilmesi, ulusallaştırılması, hal­ kın ayağına götürülmesi, böylece yeni bir Bu d önem de özellikle şiir ve oyun tür­ düşünüş ve yaşayış biçim inin halka yayıl­ lerine ağırlık verilmiştir. Feyuzat şairlerinin ması için yoğun ç a b a gösterilmiş, “ usul-i başlıcaları, Mehm et H adi (1789-1919), ce dit" ile eğitim yapan okullar açılmış; ay­ bazı oyunlar da yazmış olan Hüseyin Carıca, gazete ve derg ile r kurulm uştur. Ye­ vit (1882-1944), Ahm et Cevat A hundza­ ni düşüncelerin yaygınlığını sağlam ak de (1892-1937) vb .'d ir. Toplum u mizah için, dil ve anlatımın sadeleşmesi kaçınıl­ yoluyla uyarm ak görevini üstlenen Molla maz bir hal almış; bu sade dil, kurulan ye­ Nasrettin dergisinde g erici düşüncelere, ni edebiyatın d a belli başlı özelliklerinden boşinançlara, bağnaz din adamlarına kar­ biri olmuştur. şı giriştiği savaş yolunda “ H o p h o p " tak­ Batı uygarlığı etkisindeki azeri edebiya­ m a adıyla mizah ve yergi şiirleri yazan Mirza Ali Ekber Sabir (1862-1911), kendi tı, üç dönem e ayrılır: 1XIX. yy. ortalarından 1905'e kadar:çığırının en büyük ve en etkili sanatçısı sa­ yılmaktadır. Şiirleri, ölüm ünden sonra Bu dönem de, şairleri bir araya toplamak, H ophopnam e (1912) adıyla yayımlanmış­ şiir sanatını geliştirmek, genç şairleri yetiş­ tır. tirm ek için “ G ülistan", “ Divan-ı hikm et", “ M ecm a üş-şuarâ” , "M eclis-i üns” vb. Azerbaycan tiyatrosunun kuruluş döne­ adlarıyla birtakım mahfiller (lokaller) kurul­ mi sayılan bu dönem de yetişen en önemli m uştur; bu mahfiller aynı zam anda birer oyun yazarları, on altı kadar oyun yazmış kültür ocağı niteliğinde idi. Yeni azeri ede­ ve ilk tragedya (M usibet-i Fahrettin) örne­ biyatının kurucuları: ğini verm iş olan N ecef Beg Vezirli (V e ziro f) [1854-1926]; M olla Nasrettin Şiir alanında: koşmaları, gülm ece ve dergisini kurmuş ve Mirza Fethali A hund­ yergi yolundaki şiirleriyle ünlü Kasım Beg zade yolunda yedi oyun (Ölüler, Anam ın Z akir (1774-1857), Kutsi mahlasıyla şiir­ kitabı vb.) yazmış olan Çelil M ehm et Guler yazan A bbaskuli A ğ a Bakıhanlı (1794 lizade,yirm i beş kadar oyun yazmış bu­ -1846 ?), lirik ve sofiyane şiirleriyle tanı­ lunan A bdürrahim Hakverdili ( Hakvernan M irza Şefi Vazeh (öl. 1852), lirik şiir­ leriyle ünlü Hankızı Natevan Hurşit Banu. diyef) [1870-1933]; Mirza Fethali Ahund­ zade yolunda yazdığı bir kom edya (Tahanım (1837-1897); "usul-i ce d it" okulu­ m ahkâr) ile oyun yazarlığına başlayan nu kurarak A ze rba yca n ’a yeni eğitim ve Ahundzade Süleyman Sani (1875-1939); öğretim yöntem ini soktuğu için "m aarifçi Cafer Cabbarl: (1899-1934); Neriman Neşair” diye anılan Seyyid Azim Şirvanî rim anof v b .’dir. (1835-1888) vb. Yine bu dönem de A zerbaycan'da muH ikâye ve rom an alanında: İsmail Beg Kutkasınlı (1806-1861), Sultan M ecit Gasikili tiyatro da (opera, operet) çok geliş­ m iştir. U zeyir Beg H acıbeyli (1884 nizade (1866-1937 ?) vb. -1948)’nin hazırladığı Leyla ve Mecnun, Tiyatro alanında: yazdığı altı kom edya Astı ve Kerem , Köroğlu operalarıyla A r­ (Temâsil, 1859) ile azeri tiyatro edebiya­ şın m al alan ve O olmasın b u olsun ope ­ tının kurucusu olan ve "T ü rk Moliöre'i” di­ ye anılan, ayrıca, yazdığı bir uzun hikâ­ retleri ço k ünlüdür. 3- 1920'den sonra: sovyet edebiyatını yeyle azeri nesir dilinin d e kurucusu sa­ örnek alan bu dönem edebiyatında, oyun yılan; bunlardan başka, arap alfabesi ye­ rine latin alfabesini ilk kez öneren Mirza türünde Vakıf (1937) adlı m anzum dra­ mıyla ün alan Samet Vurgun (1906-1956), Fethali Ahundzade (1812-1878) yeni azeri H ayyat adlı oyunun yazarı Mirza ibrâhiedebiyatının en önem li sanatçısı ve d ü ­ mof (doğm. 1911) vb.; şiir alanında yine Sa­ şünce adamıdır. K endi çağının ve daha met Vurgun, Süleyman Rüstem, Mehmet sonraki dönem in oyun yazarları üstünde Rahim, Resul Rıza, Osman Sarıvelli vb.; hi­ sürekli etkisi olmuştur. kâye ve roman alanında Manat SüleymaA ze rba yca n ’d a gazetecilik de bu d ö ­



nof, Bayram Bayram of, vb. gibi adlar ün kazanmıştır. ( -» Kayn.) • Azeri müziği. Azerbaycan'ın geleneksel müziği, klasik tü rk m üziğindekilere çok yakın makamların ve usullerin kullanıldığı teksesli, ezgiye dayalı bir müziktir. Am a m akam sayısı sınırlı olduğu gibi, klasik türk m üziğindeki ritim çeşitliliğine de rast­ lanmaz. Başta rast ve segâh olmak üzere, en ço k nihavend, h ic a z , uşşak, bayati ve hüseyni makamları kullanılır. Yürüksemainin 6 /1 6 ’lık biçimi, azeri m üziğinin tipik usulüdür. B undan başka, nim sofyan, curcuna gibi usuller de yaygındır. Klasik repertuarda, çoğu anonim olan sözlü parçalar ağır basar. Çalgı m üziğinde doğaçlam a, peşrev ve sazsemaisi gibi form lardan daha önem lidir. Başlıca çal­ gılar tar ve kemençedir. Azeri kemençesi, A n a do lu ’da kullanılan kabak kem aneye benzer, ama gövdesi daha büyüktür. A y­ rıca tefi ve düm beleği andıran çeşitli ritim çalgıları ve zurnayla akraba üflemeli çalgılar d a kullanılır. Geleneksel müzik, folklorun önem li bir öğesi olarak yaşamını sürdürürken, XX. yy.’ ın başlarında m odernist bir hareket başladı: m akam m üziğinden fazla uzak­ laşmaksızın, yalın bir çoksesli dil geliştiren Üzeyr H acıbekov* (1885-1948), 1910' larda bestelediği opera ve operetleriyle, yeni m üziği halka benim setm eyi bildi. 1 92 7 'd e B a k ü 'd e b ir konservatuvar kurulması, önemli sonuçlar doğurdu: bu­ rada yetişen A m irov’ , K a rae v', Melikov* ve Niyazi Tagîzade* gibi besteciler, Hacıbekov'un çığırını izlemekle birlikte, Azer­ baycan'a özgü çoksesliliğin zenginleşme­ sini ve anlatım olanaklarının genişlemesini sağladılar. Yapıtlarının, M oskova ve Le­ ningrad'daki büyük orkestralarca da seslendirilmesi, bu bestecilerin ününü yurt dı­ şına taşırdı.



AZERİ ÇELEBİ (İbrahim ) Muallimzade, tü rk şair (? - H am a 1585). Selim II’ nin sadrazam larından M uallim zade Ah­ m et Efendi'nin oğlu. Çeşitli yerlerde ka­ dılıklarda bulundu. D iv a n 'ı ve ahlak so­ runlarıyla ilgili Nakş-ı hayal (1579) adlı bir mesnevisi vardır. Şair, bu kitabının önsö­ zünde, H üsrev ü Şirin adlı bir mesnevi da­ ha yazdığını söylemekte ise de, kitap bu­ lunamamıştır.



Azeri oyunu



-



AZERBAYCAN.



A ZERİCE, a. Büyük kısmı Azerbaycan Cumhuriyeti ile İran A zerbaycanı’nda ya­ şayan yaklaşık 16 milyon kişinin konuş­ tuğu türk dili. (Azerice, türk dillerinin güney -batı ya da oğuz kümesine girer; Türkiye' de konuşulan türkçeye ço k yakındır.) [AZERBAYCANCA d a denir.]



AZERİLER, Batı Asya’da yaşayan bir türk soyunun genel adı. Hazar denizi kıyı­ larından Doğu A nadolu’ya ve K.-D. Kafkaslar’darf; Orumiye gölü güneyine kadar uzanan geniş alanda yüzyıllardan beri yerleşik olarak yaşarlar. Yerleşme alanla­ rı siyasal bakımdan bölünmüştür. Toplam 16 milyonu bulan nüfusun yedi m ilyon­ dan fazlası Azerbaycan topraklarında ya­ şar. Başkent Bakü, 1 milyonu aşan nüfu­ su ile Azeriler’in yaşadığı bölgenin en bü­ yük kenti, en önemli endüstri ve kültür merkezidir. Eskiden Ermenistan’da yaşa­ yan 200 000 dolayında Azeri'nin dörtte üçü ermeni-azeri çatışmaları yüzünden A zerbaycan’a göçtü. Ermenistan’da ka­ lanların sayısı 30-40 bin kadardır. G ürcis­ ta n ’da (150 000) ve. Rusya Federasyonu’nda da Azeriler yaşar. Azerilerin ço ­ ğunlukta olduğu ikinci büyük bölge K.-B İran’dır. İran Azerbaycanı veya Güney Azerbaycan denilen ve Türkiye sınırların­ dan Hazar denizi'ne uzanan D. Azerbay­ can ve B. Azerbaycan adlı iki ilde ve İran’ın diğer kesim lerinde Azerilerin sayı­ ca en büyük bölümü (10,5 milyon nüf.) yaşar. Tebriz (995 000 nüf.), İran Azerbaycanı’nın en büyük kenti ve başlıca kül­ tür merkezidir. Azeri dili (azerbaycani), türk dil şiveleri bakımından Kırım, Balkan-



Azerıler lar, Türkiye, Kıbrıs, Suriye ve Irak’ın ku­ zey bölümlerini de içeren güneybatı (ya da Oğuz) şive grubundandır ve kimi sözcüklerin anlamındaki değişikliklere karşın Türkiye türkçesine çok yakındır.



1138



ÂZERM a. (fars. âzerm). Esk. 1. Utan­ ma. — 2. Yumuşaklık, incelik, tatlılık. — 3. Büyüklük.



AZERMİDUTH, Sasani hükümdarı Perviz ll'n in kızı (VII. yy.). İran'da Sasani ha­ nedanının son dönem lerinde çıkan ayak­ lanmalar sırasında (630-631) Horasan va­ lisi Ferruhzat H ürm üz’ün desteğiyle tah­ ta çıktı. Kendisiyle evlenm ek isteyen ko­ ruyucusu Ferruhzat’ı tuzağa düşürerek öl­ dürttü. Ancak, ertesi yıl babasının öcünü alm ak am acıyla harekete geçen Ferruhzat'ın oğlu Rüstem tarafından öldürüldü.



N o ir



ÂZERŞİN a



(fars. azerşin). Esk. Se­



m ender.



GDE.



AZEVEDO (Luıs DE), portekizli m isyo­ ner (Carrazedo de Monte 1573 - Dambea 1634). G oa’ya (1592), sonra da Etyopya’ ya (1604) gönderildi; burada otuz yıla ya­ kın bir süre kaldı. Yeni Ahit'i Etyopya dili­ ne çevirdi.



AZEVEDO (Alufsio Tancredo GONÇALVES DE), brezilyalı yazar (Sâo Luis, Maranhâo, 1857 - Buenos Aires 1913). G ençlik dönem inin rom antik eğilim lerin­ den kurtulduktan sonra (Una lagrim a de mulher, 1880) ve Eça de û u e irö s ile Zola'nın etkisinde kalarak ülkesinde natüralizmin öncüsü oldu (O Mulato, 1881; O Cortiço, 1890). 3



AZFÂR çoğl. a. (ar. zıfr, zufr"un çoğl. azfâr). Esk. Tırnaklar, pençeler.



AZG A N LIK , Hatay'ın İskenderun ilçe­ si, merkez bucağına bağlı köy; 1 453 nüf. (1990).



AZGELİŞMİŞ sıt. iktisadi bakımdan az­ gelişmişlik içinde bulunan b irjjlk e y e , bir bölgeye denir.



A



A



\ / ' / i/



AZG ELİŞM İŞLİK a Ikt. Ortalama ya­



-V ! r



------------1



köpek



I--------------1



tavşan



f çeşitli memelilerin âzıdişleri



şam düzeyi düşük olan bir ülkenin duru­ mu. Yaşam düzeyi düşüklüğü, besin maddeleri tüketim inin azlığında, ortala­ ma ömrün kısalığında, okur-yazar oranı­ nın düşüklüğünde, çoğu kez bunlara ek olarak nüfus artış oranının yüksekliğinde, ülke iktisadının çeşitli kesimlerinin özel bir dağılım ında ve dış ticaret dengesinin özgül bir bileşim inde kendini gösterir. — ÂNSIKI. Kişi başına düşen safi besin m addesi miktarı günde 2 500 kaloriden düşük bütün bölgeler azgelişmiş sayılır­ sa, Afrika’nın (özellikle Güney Afrika ha­ riç), Asya’nın (Sibirya ve Orta Asya Cum­ huriyetleri, Japonya, İsrail, Lübnan, Türki­ ye ve belki de Çin hariç), Latin Am eri­ ka'nın (Brezilya ile Meksika'nın bazı böl­ geleri, Arjantin ve Uruguay hariç) büyük bir bölümü, yani insanlığın % 50 ya d a % 70'i (Çin'in sayılıp sayılmamasına göre) bu kategoriye girer. Az beslenme kavra­ mına kötü beslenme (nitel yetersizlik) de eklenirse, bu oran büsbütün artar. Kişi başına düşen enerji tüketiminin in­ celenmesi de anlamlı sonuçlar verir. Kişi başına 1 ton petrol eşdeğeri sınır olarak alınırsa (Fransa'daki ortalama bireysel tü­ ketimin üçte biri), 1980’de azgelişmişlik dışında yalnızca Kuzey Amerika, Meksi­ ka, Arjantin, Avrupa (Portekiz ve Arnavutlukdışında), Türkiye, Japonya, Kuzey Ko­ re ile İsrail, G üney Afrika, Avustralya ve Yeni Zelanda kalır. Bazı petrol ülkelerini de bunlara katm ak gerekir. Nüfus artışı bölgelere göre büyük farklı­ lıklar gösterir. Tüm A vrupa'da (belki Ar­ navutluk hariç), Kuzey Amerika ve Rus­ y a ’d a % 1'in altında olan nüfus artış oranı, Asya’d a (Japonya ve İsrail dışında) ç o ­ ğunlukla % 2'yi aşar, Afrika’d a % 2,5’u bulur ve Latin Am erika'da (Arjantin, Uru­ guay ve Bolivya dışında) % 3'e yaklaşır. Bu bölgelerde yaş piramidinin özelliği geniş temelli olmasıdır: gençlerin çoğun­ lukta olmasına karşılık, 60’tan yukarı yaş-



takilerin yüzdesi düşüktür. Yaşama umu­ du, Avrupa, Kuzey Amerika, Japonya ve Avustralya’da 70 yaşı bulur ya da aşar (bazen bunun çok üstüne çıkar). Afri­ ka’nın hemen tümünde, büyük Asya ülke­ lerinin çoğunda (Hindistan, Endonezya, Pakistan, Bangladeş) 60 yaşın altında ka­ lır. Güney Amerika'nın büyük bölüm ünde (en güneydeki bölge hariç) 60 yaşı ancak bulur. Kuramsal olarak, hızlı bir nüfus artı­ şı, azgelişmişlik durum undan bağımsız olabilir; ama, hızlı nüfus artışının azgeliş­ miş bölgelerde her zaman ortaya çıkma­ sı, gerçekte azgelişmişliğe bağlı bulundu­ ğunu, azgelişmişliğin hem nedeni, hem de sonucu olduğunu gösterir. Okuryazar oranının düşüklüğü de tartış­ ma götürmez bir biçim de azgelişmişliğe bağlı görünmektedir. Avrupa, Kuzey Amerika, Arjantin, Şili, Uruguay, Avustral­ ya, Yeni Zelanda, Türkiye, Japonya ve İs­ rail dışındaki ülkelerde, okuma yazma bil­ meyenlerin oranı (15 yaşın üstündeki nü­ fusta) % 20’yi geçer. Bu oran, bazı Latin Amerika ülkelerinde % 50’ye yaklaşır ve Asya ile tropikal Afrika'nın büyük bir bölü­ münde % 50’nin çok üstüne çıkar. İktisadi bakımdan, tarım ile imalat sana­ yisinin (ikincil kesim), gayri safi yurtiçi ha­ sıladaki paylarının karşılaştırılması ilginç sonuçlar verir. Afrika’nın büyük bölümün­ de (özellikle Güney Afrika ile Cezayir ve Libya gib i petrol ülkeleri dışında), bazı en yoksul Latin Amerika (Paraguay, Hondu­ ras ve Salvador g ibi) ve Asya ülkelerinde (doğal olarak Japonya, Türkiye ve İsrail hariç) ve belki hâlâ Arnavutluk'ta da, tarı­ mın payı ağır basar. Tarımın bu baskınlığı, kırsal kesimde çalışan nüfusun baskınlığı karşısında küçük kalır. Düşük bir üretken­ liğin anlamlı bir belirtisidir bu. Afrika ve Asya’nın büyük bölüm ünde bu oran daha da yüksektir. İktisadi bağımlılık kendini çeşitli biçim ­ lerde gösterebilir: özellikle, dışsatımda bir te k hammaddenin ya d a ticaret yapı­ lan ülkeler arasında birtekinin ağır bas­ ması ve ticaret dengesinde kapatılama­ yan önemli bir açık gibi. Böylece, aşağıda gösterilen ürünler, değer olarak, ilgili ül­ keler dışsatımlarının yaklaşık % 50’sini ya da daha çoğunu temsil eder: Kolombiya, Etyopya, Haiti, Salvador ve Uganda için kahve; Küba için şeker; Gana için kakao; Senegal, Gam biya ve Nijer için yerfıstığı; Mısır, Sudan ve Çad için pamuk; O rtado­ ğu, Venezuela, Libya, Cezayir, Nijerya ve Gabon için petrol; Şili, Zaire ve Zam biya için bakır; Nijer için uranyum; Bolivya için kalay; Birmanya, Tayland, Kam boçya için pirinç. Ürünleri ve ülkeleri gösteren bu lis­ te, sınırlandırıcı bir liste değildir; ama ne Avrupa ya d a Kuzey Amerika devletlerini, ne Japonya’yı ne de Avustralya veya Yeni Zelanda’yı içerir. Ekonomileri tek bir ürü­ ne bağlı birçok ülke, satışlarının % 30’dan çoğunu tek bir ülkeye yapar. Am erika kı­ tasında, ABD egem enliğinden yalnız A r­ jantin ile Uruguay (Küba dışında) büyük ölçüde kurtulabilmişlerse de, bu egem en­ lik birtakım yerli şirketler aracılığıyla gene de kendini gösterir. Ticaret bilançosunun dengeli olması, hatta fazlalıkverm esi, yal­ nız bir tek dışsatım ürününe bağlı bulun­ d uğu zaman (örneğin tropikal bölgeler) bir gelişme belirtisi sayılmaz. Buna karşı­ lık, görünmeyen kalemlerle kapatılama­ yan önemli bir negatif bakiye, bir azgeliş­ mişlik belirtisidir. Dışsatımın dışalımı kar­ şılama oranı, Mısır’da, Hindistan'da, Por­ tekiz'de, Yunanistan’da, vb., % 50 dolay­ larında, hatta daha da düşüktür. Kuzey Avrupa ve Doğu Avrupa ülkelerinde, Ku­ zey Am erika’da, Avustralya ve Yeni Ze­ landa’da, Japonya ve Güney Afrika'da, bu oran hiçbir zaman % 50'nin altına düş­ mez. Buna göre azgelişmişlik, beyaz Güney Afrika ile Kuzey Afrika ve zenci Afrika’nın bazı bölgesel (kentsel) adacıkları dışında bütün Afrika'yı, Japonya, Türkiye ve İsrail dışında Asya'yı, Rio de Plata devletleri (Arjantin ve Uruguay) ile özellikle Brezil­



y a ’daki bazı bölgeler dışında Latin Am eri­ ka'yı kapsamına alıyor dem ektir. Tropikal Okyanusya’yı da hemen tüm üyle azgeliş­ mişlik kapsamına sokm ak gerekir. Yuna­ nistan, Portekiz, Türkiye ve Arnavutluk g i­ bi bazı akdeniz ülkeleri, henüz azgeliş­ mişlik kapsam ından çıkmış sayılırlar. So­ nuç olarak, eğer Ç in d e azgelişm işlik kap­ samına sokulursa, insanlığın üçte ikisin­ den çoğunu kapsayan bir azgelişm işlik dışında, b ir b uçuk m ilyardan az insan ka­ lır. Ama, azgelişm işlik göreli bir kavram ­ dır; ayrıca dün ya çapında yeterli olan ulu­ sal ortalamalar, d aha yerel durumların ç e ­ şitliliğini hesaba katmaz. “G elişm iş” deni­ len devletlerin içinde ço k belirgin bazı üretim ve yaşam düzeyi karşıtlıkları vardır; buna karşılık, azgelişm iş dünyanın bazı bölgeleri de sanayileşm iş ülkelere özgü özelliklerden çoğuna sahiptirler. Bununla birlikte, gelişm ekte olan ülkeler, sanayi­ leşmiş ülkelerden, sayıca güçsüz bir “orta s ın ıfa sahip olm akla ayrılırlar. İstatistikler­ de kavranması g ü ç olan bu sınıfın yaygın­ lık kazanması belki de azgelişmişlikten kurtulmanın b ir göstergesi olacaktır. G er­ çekten de azgelişmişlik, çoğu kez büyük patlam a olasılıkları içeren durum ların te­ melinde yatan ço k büyük toplum sal eşit­ sizliklerle bir arada bulunur.



AZGIN sıt. 1. Öfkeli, kızgın, gözü dön­ müş, azmış kimse için kullanılır: Azgın bir deli. Ne azgın çocuk, h e r şeyi kırıp d ö k ­ tü. — 2. Saldırmaya hazır hayvan için kul­ lanılır: Azgın b ir kaplan. — 3. Cinsel istek­ leri kabarm ış insan, hayvan için kullanı­ lır. — 4. Coşan, taşan su; şiddetli fırtına için kullanılır: Azgın sular, dalgalar. Azgın b ir fırtına ortalığı kasıp kavurdu. — 5. Ya­ rası zor iyileşen, kolay iltihap kapan kim­ senin teni için kullanılır.



AZGINLAŞMAK gçz. t. Azgın durum a gelmek.



AZGINLIK a. 1. Kızgınlık, gözü dönmüşlük, aşırı yaramazlık: Bugünlerde az­ gınlığı üstünde. Bıktım b u çocuğun azgın­ lıklarından. — 2. Saldırganlık: Köpeğin az­ gınlığı karşısında sokaktakiler kaçışmaya başladılar — 3. Cinsel isteklerdeki aşırı­ lık.



AZHAR - AZHER. AZHER ya d a AZHAR sıt. (ar. azher). Esk. 1. Ç ok açık, pek belli: "K i ide g ü n ­ den a zher hakkı idrak " (Şeyhi, XV. yy.). — 2. Azher-i min-eş-şems, güneşten da­ ha açık, besbelli. ü AZI ya d a AZIDİŞİ a. Çene kem ikleri­ nin orta ve arka bölüm ünde yer alan ve besinleri öğütm eye yarayan iri diş. —ANSİKL. Anat. Ç ocukta, her çenede dört tane geçici azıdişi, yetişkinde altı ta­ ne daimi azıdişi bulunur. Geçici ya da süt azıdişlerinin yerini 10 ve 11 yaşları ara­ sında, daim i küçük âzıdişleri alır. Daimi azıdişlerinin ilk dörd ü 6 yaşında (6 yaş dişleri), onların ardındaki ikinci dördü 12-14 yaş arasında (12 yaş dişleri) ve son dördü 21 yaşına doğru (20 yaş dişleri) çı­ kar. —Zool. Âzıdişleri, yalnız d eğişik dişli (heterodont) hayvanlarda, yani d aha çok memelilerde öbür dişlerden farklıdır. Ama bütün dişleri birbirine benzeyen (izodont) memeli hayvanlar d a vardır (dişli balina­ lar ve "dişsizle r” denen memeliler). M e­ meli olm adığı halde heterodont olan omurgalı hayvanlar da vardır; özellikle ba­ lıkların bazılarında "azıdişi” nden ya da azıdişi benzeri dişlerden söz edilebilir. Eteneli m em elilerde tem el diş form ülü, dom uz örnek alınarak şöyle gösterilebi­ lir: 3K + 1 Kö + 4Ka + 3Ba 3K + 1Kö + 4Ka + 3B a Bu formülde de görüldüğü gibi, her ya­ rı çenede bulunan 7 azıdişinin 4'ü küçük azı (Ka), 3 ’ü büyük azıdişidir (Ba) ve bu sayı çeşitli mem eli hayvan takım larında



beslenm eye uyarlanm a açısından azala­ bilir. Küçük azılar önde olanlardır; çoğun­ lukla bunlarda basit bir kök ve taç üstün­ de az sayıda tüm sek (ya d a kabartı) var­ dır; arkadaki büyük azılarda birkaç kök bulunur, tacın yapısı d a daha karmaşık­ tır; ayrıca, atta olduğu gibi, küçük azıların zamanla gelişerek boyca ve karmaşık­ lıkça büyükazı olmaları şeklinde bir “ azılaşm a” süreci de sık görülen olgulardan­ dır. Dişlerin büyüm e tarzına bakılarak bazı ayrım lar yapılabilir: brakiyo d on t dişte taç alçak, büyüm e tam am lanm ış ve dişözü az dam arlıdır (etçillerin ya da m aym unla­ rın durumu); hip so d on t dişte, taç yüksek, kök açık ve bol kan damarlıdır; hipsodont diş, atta olduğu gibi büyümesini uzun sü­ re sürdürür, hatta kunduzda olduğu gibi yaşam boyu süren aşınmayı kapatabile­ ce k şekilde sürekli büyür. Beslenm e rejimi ile diş tacının biçimi arasında ço k yakın bir bağıntı vardır. Hepçil beslenen hayvanlarda azıdişleri buno d on ttu r, yani diş kabartıları körelmiş g ibidir, am a böcekçiller gibi kitinle koru­ nan hayvanları yem ek zorunda olanlarda bu kabartılar sivri olur. Etçillerde dişler sefocfonf’tur (makas gibi kesici); özellikle yır­ tıcı hayvanlarda kesicilik dördüncü üst kü­ çü k azı ile birinci alt azıdişinde ço k belir­ gindir. O tçullarda kabartılar birleşerek ibiksi çıkıntıları m eydana getirirler: gerge­ dan ya da fil gibi lofodont dişlilerde bu çı­ kıntılar enlemesine, gevişgetiren hayvan­ lar gibi selenodorıt dişlilerde boylamasınadır (ayrıca her tüm secik bir yeniay bi­ çim indedir); attaysa tüm secikler çapraz­ lam adır (lofoselenodontluk). Altçenenin kafatasına eklemlenişi de beslenm e rejimiyle ve azıdişi tacının nite­ likleriyle yakından bağıntılıdır. Hepçillerde altçene lokması yuvarlaktır, çenenin her yönde devinmesine olanak sağlar. Et­ çiller, azıdişleri besinleri makas gibi kese­ cek şekilde, çenelerini açıp kapayabilirler. Otçullardaysa çene hareketleri azı tüm ­ seklerinin doğrultusuna d ikey yönde de­ vinir, böylece en etkili tarzda çalışmış olur.



AZICIK ya da AZCIK sıf. Çok az ya da yetersiz miktardaki şey için kullanılır; bi­ raz: Yere azıcık ekm ek dûşûrsem kızar­ dı. Ona kalan azıcık parayı da ağabeyi elinden aldı. Azıcık aşım, kaygısız başım (atasözü). [Acık, accık biçim inde de söy­ lenir], ♦ be. Kısa bir sürede; az miktarda, bi­ raz: Azıcık g elir m isin? Bu elbiseyi azıcık daralt. E km eğin u cundan azıcık kopart ver bana. Azıcık g ülü m se r misiniz?



AZID -* AZIDİŞİ



AZD.



» AZI



AZIK a. Halk. Yiyecek, özellikle de yola ya da işe giderken birlikte götürülen yi­ yecek; kumanya.



AZIKLI sıf. ve be. Azığı olan, azıkla bir­ likte: Azıklı argın olm az (atasözü).



AZIKLIK a. Yörs. 1. Azık konulan torba ya da kap. — 2. Harmandan önce hemen yenm ek üzere biçilip savrulan ekin.



A ZIK SIZ sıf. ve be. Azığı olm ayan, azık alm adan: Azıksız yo lş çıkanın iki gözü el torbasında kalır (atasözü).



AZILAŞMA a. Küçük azıların giderek daha çok büyük azılara benzer biçim al­ ması. (Bu gelişme çeşitli memeli hayvan gruplarında görülür.)



AZILI sıf. 1. Kötülüğü, zorbalığı en uç noktaya vardıran kimse için kullanılır: Azılı katil. Azılı haydut. — 2. Yaramaz, haşarı kimse için kullanılır: O kulun sayılı azılıla­ rından biriydi. ♦ a. Avc. Üç yaşını doldurm uş erkek yaban domuzu.



AZIMSAMAK g. f. Bir şeyi azımsamak, onu az bulm ak, az o lduğu düşüncesiyle beğenm em ek, küçüm sem ek: Önerilen ücreti azımsamak. Sana yaptığı iyilikleri



azımsamamalısın.



yönetim i üzerinde baskı aracı olarak kul­ landı. Birinci Dünya savaşı'ndan sonra dağ ı­ lan im paratorlukların topraklar: üstünde kurulan devletler de azınlık sorunlarıyla AZIMSANMAK - AZIMSAMAK. karşılaştılar. A na do lu'd a ki Rumlar (istanA ZINLIK a. 1. Ç oğunluğa karşıt olarak b ul'dakiler dışında), Yunanistan’daki Türkler ile (Batı Trakya'dakiler dışında) bir topluluğun içinde düşünce, davranış karşılıklı olarak değiştirildiler ( -» MÜBADE­ ya da herhangi b ir özellik yönünden öte­ kilerden ayrılan sayıca az kişilerin oluştur­ LE. )Y ugoslavya’da sırp, hırvat, Sloven, karadağlı ve müslüman; Rom anya’da d uğu topluluk: Sınıfta kızlar azınlıkta. Bu gazete o kur kitlesinin kü çük b ir azınlığı­ macar; Ç ekoslovakya'da çek, Sloven ve na sesleniyor. Am aç, azınlığa d e ğ il ç o ­ alman; L üb n a n'd a müslüman, hıristiyan ve dürzi; SSC B'de türk; Filistin’de m üs­ ğ unluğa ulaşm ak olmalı. — 2. Azınlıkta kalmak, bir toplulukta bir düşünceyi tutan­ lüm an çoğunluk karşısında yahudi azın­ lık barınıyordu. Alm anya, yahudi azınlık lar ya da bir sorun üzerine oy verenler sorununu soykırım uygulamasıyla çözm e­ sözkonusuysa, sayıca az olmak, yeterli sa­ ye çalıştı, ikinci D ünya savaşı’ndan son­ yıyı tutturam am ak: Çok çalıştık,yine de ra Polonya ve Ç ekoslovakya'daki alm an azınlıkta kaldık. — Huk. Azınlık grubu, bir meclis, parti ya azınlık, bu ülkeleri terk etmek zorunda kal­ da grupta çoğunluktan farklı düşünen ve dı. Filistin'de İsrail devletinin kurulması onlardan ayrılanların oluşturduğu to p lu ­ üzerine 800 000 arap ülkelerinden kopa­ luk. || Azınlık hükümeti, pa'lam entoda ço ­ rıldı. SSCB, savaş sırasında işgalci alman ordularıyla işbirliği yaptıkları gerekçesiyle, ğunluğu bulunm ayan parti ya d a partile­ Kırım’da yaşayan Tatarlar’ı Kazakistan ve rin kurduğu hükümet. — Sos. antropol. içinde yaşadığı ulustan Özbekistan’a sürdü. Bulgaristan 250 000 nüfusça az olan, kendi dilini ve kültürünü Türk'ü Türkiye’ye yolladı (1950-1951). koruyarak bu ulusla — kültürünü benimseikinci Dünya savaşı'ndan sonra söm ür­ m eksizin— bir arada yaşayan halk. ge imparatorluklarının dağılması, yeni so­ —Topruhbil. A k tif ya da faal azınlık, ege­ runlar yarattı. Bağımsızlıklarını kazanan men görüşe bir seçenek getiren, hatta on­ ülkeler, söm ürge dönem inde toprakların­ dan ayrı bir görüşü ileri süren ve bunu sa­ d a yerleşen azınlıkları uzaklaştırdılar (En­ vunarak çoğunluğun tasarısı ya da görü­ donezya çinli, Doğu Afrika ülkeleri hintli şü ile açıkça çatışmaya giren bireyler top­ tacirleri kovdu). Sömürge dönem inde hal­ luluğu ya d a alt-topluluklar bütünü. kın dilini ve etnik yapısını göz önüne al­ m adan çizilen sınırlar, yeni devletleri azın­ ♦ azınlıklar çoğl. a. Bir ülkede ege­ lık sorunlarıyla karşı karşıya getirdi. H in­ men çoğunluktan soy, din, dil vb. bakım­ distan ile Pakistan arasındaki sınır, nüfu­ lardan ayrılan küçük topluluk: Azınlıkların sun dinsel yapısına göre çizilirken, iki ül­ haklarını korum ak. (Esk. Eş?nl. EKALLİ­ kede kalan azınlıklar da karşılıklı olarak YET.) [Bk. ansikl. böl.] değiştirildi. Doğu Pakistan'da kalan etnik — ANSİKL. Irk, dil ya da din bakımın­ azınlık, yani bengalli m üslüm anlar, ba­ dan içinde yaşadıkları ülkenin çoğunluğun­ ğımsızlıklarını ilan ederek Bangladeş'i dan farklı olan azınlık gruplarına ilkçağ’dan kurdular. N ijerya'da e tnik gruplar arasın­ bu yana rastlanır, ilkçağ'da bu gruplar sa­ da iç savaş çıktı. Bağımsızlığına kavuşan vaşlarda yenik çıkan halklardan olu­ Kıbrıs’ta, daha önce yapılan garanti an­ şuyordu. Büyük g ö ç hareketleri de azın­ laşmasına karşın, rum yönetimi türk azın­ lık gruplarının oluşm asına yol açtı. Ortalığa egem enliğini zorla kabul ettirm eye ç a ğ ’da, b üyü k dinlerin yayılması yeni bir kalkışınca KKTC devletinin kuruluşuna gi­ grubu, dinsel azınlıkları ortaya çıkardı. den yolu açtı. Bağımsızlığını ilan eden Ro­ Ç oğunluğun benim sediğinden farklı din dezya (daha sonra Zam biya adını aldı), ya da m ezhebi seçen gruplar çeşitli bas­ G üney Afrika Cum huriyeti gibi Avrupalıkılar ve zorlam alarla karşılaştılar, ispanlar’ın egem en o lduğu ırkçı bir rejimi sür­ ya'da müslümanlar, yahudiler; Fransa’da dürm ek için direndi; ama zenci çoğunluk protestânlar katolik ço ğu n luğ u n baskıla­ iktidarı ele geçirdi. G üney Afrika C um hu­ rı karşısında kaldılar. Yahudiler, tüm hırisriyeti, tüm iç ve dış baskılara karşın, sert, tiyan ülkelerde, çoğunluğun sahip oldu­ ırkçı bir politika izleyerek nüfus bakımınğu haklardan yoksun bırakıldı. Hindistan’ dan coöunlukta o lan zencileri azınlık gibi da, hindu dinine özgü kast sisteminin en baskı altına aldı. Ancak zamanla politi­ alt kadem esinde yer aları “ dokunulm az­ kasını değiştirerek, yasalarındaki ırk ayrı­ lar” , pek ço k haklardan yoksun olarak, mıyla ilgili m addeleri birer birer kaldır­ günüm üze dek varlıklarını sürdürdüler. mak zorunda kaldı. 1992’de umumi yer­ Kendi ülkelerindeki dinsel ve ekonomik lerde ırk ayrımını yasakladı. 1985’lerden baskıdan kaçarak yeni keşfedilen Am e­ itibaren Bulgaristan da, türk azınlığa kar­ rika'ya yerleşen Avrupa'nın ezilmiş halk­ şı bir sindirme ve özümleme girişimi ları, kurdukları söm ürgelerde yerli halkı başlatmıştı. Türkler'in türkçe konuşmala­ azınlık durum una soktular. Kendi hesap­ rı yasaklandı; nüfus kayıtları değiştirildi, larına çalıştırdıkları bu işgücü yetersiz ka­ hepsine bulgar adları verildi. 300 000 lınca, A frika’dan zenci esirler getirttiler. türk Bu nedenle Türkiye'ye göçm ek zo­ ‘ Bunlar da yeni b ir azınlık grubu oluştur­ runda kaldı (1989). Ancak komünist re­ du. jim yıkıldıktan sonra Türklerin eski hakla­ Avrupa'da, XVII. ve XVIII. yy.’larda sa­ rı iade edildi (1990). vaşların bir kısmı dinsel nedenlerden kay­ Uluslararası kurum lar da azınlık soru­ naklandı. Dindaşları olan azınlıkları koru­ nuyla ilgilendiler. M illetler cem iyeti, mak amacıyla savaşan ülkeler, imzalanan 1920’de aldığı bir kararla azınlıkların hak­ barış antlaşmalarıyla, azınlıklara hoşgörü­ larını güvence altına almayı kabul etm iş­ lü davranm a ilkesini kabul ettirdiler (1678 ti. Azınlıkların, hakları konusunda yapa­ N ijmegen, 1697 Ryswick, 1714 Utrecht cakları başvurular izlenecekti. A ncak Ce­ barışları). Bu dönem de Osmanlı imparam iyetin ilgisi sınırlı, müdahaleleri az ve et­ to rluğ u 'n da dinsel azınlıklar büyük bir kisiz kaldı, ilke olarak grupların değil, bi­ hoşgörü içinde, dinsel önderleri deneti­ reylerin haklarının korunması g öz ö nün­ minde, dinlerinin gereklerini serbestçe ye­ de tutuldu. Böylece bir yandan insan hak­ rine getirebiliyorlardı. ları korunurken, öte yandan ülkelerin par­ XIX. y y .’da dinsel azınlığa karşı Avru­ çalanmaları önleniyordu. Azınlık sorunla­ p a ’da göreceli bir hoşgörü yaygınlaşırken rını kendi içişleri sayan devletlerin te p ki­ milliyetçi azınlık sorunu gündem e geldi. leri düşünülerek, bireylerin korunması il­ Fransız devrım i'nin etkisiyle,her milletin kesi seçilmişti. Birleşmiş milletler örgütü kendi devletini kurması ilkesi tüm Avru­ de benzer bir uygulam a sürdürdü. Birleş­ p a 'd a yayıldı. Bu akım çeşitli milletlerden miş milletler antlaşması'nın 27. maddesin­ de d e “ azınlıklara m ensup kişiler"in ko­ oluşan Osmanlı ve Avusturya im parator­ runmasından söz edilir. Birleşmiş milletler, luklarını etkiledi. Rusya, bu ülkelerdeki G üney A frika ’nın ırk ayrımı (apartheid) Slavlar'ı, kendi çıkarı için, bağımsızlık yo­ siyasetine karşı çıkm akla beraber, genel­ lunda kışkırttı; azınlık sorununu osmanlı ♦ azım sanm ak edilg. f. Azımsamak eylem ine konu olmak: Azım sanacak bir para değil.



azınlık zıyıcılar (tırnak biçim inde ya da yuvarlak), eğri sırtlı deliciler, geyik boynuzundan yassı zıpkınlardır. Bu endüstri çoğu kez, kırmızı aşıboyalı geom etrik şekillerle süs­ lü yassı çakıl taşlarını d a içerir. Madeleine'in yerini Azil evresinin alması, tahm in­ lere göre, buzul çağlarının sonunda, şim­ diki iklim koşullarının oluşm aya başladı­ ğı zamana rastlar. Rengeyiği, o çağda ye­ rini geyiğe bıraktı. Geyik boynuzu, arka ucu delikli özel bir zıpkın türünün yapımın­ da kullanıldı.



de azınlıkların durum uyla ilgilenmez. Halkların geleceklerinin kendileri tarafın­ dan belirlenmesi hakkı onaylanırken, dev­ letlere m üdahale görüşü yandaş bulm a­ mıştır. Türkiye'deki azınlıkların hak ve özgür­ lükleri, Lozan antlaşm asıyla saptanm ış­ tır. Antlaşma, müslüman olmayanları azın­ lık sayar. Azınlıklar, dolaşma, g öç etme özgürlüklerinden, m üslümanların yarar­ landıkları yurttaşlık haklarından yararlanır­ lar. Özel ve ticari ilişkilerinde, haberleşme­ de, dinsel törenlerde, m ahkem elerde kendi dillerini kullanabilirler. Azınlıklar, ha­ yır kurumlan, dinsel ve sosyal kurumlar, eğitim kurumlan kurmak, yönetm ek, d e ­ netlemek, buralarda kendi dillerini konuş­ mak, ibadetlerini yapm ak konusunda m üslümanlarla eşit sayılırlar; onlara tanı­ nan güvenceden yararlanırlar (40. m ad­ de). Türk hüküm eti, azınlıklara ait kilise, havra ve başka d in kurumlarına, m ezar­ lıklara, tam bir korum a sağlam akla yü­ küm lüdür (42. madde). Azınlıkların Türki­ y e ’deki din ve hayır kurum larına her tü r­ lü kolaylık sağlanır. Hiçbir kanun, karar­ name ya da yönetmelik, azınlıklara tanı­ nan haklara aykırı hüküm ler taşıyamaz.



1140



A Z İ L E L , Fas'ta kent, Azilel ilin in (10 050 km2; 416 000 nüf. [1989]) merkezi, Marakeş’in B.-K.-B.’sında; 18 000 nüf.



AZİM, -zm i a. (ar. °azm). Esk. 1. D eğiş­ mez karar, kesin niyet. — 2. Esk. Yola çık­ ma, yolculuğa başlama. — 3. A zm ü cezm, azm-i kati, kesin karar.|| A zm ü hı­ ram etmek, yolculuk etmek, gitmek.



A Z İM Ş a b a n z a d e , BosnalI, asıl adı M e h m e t, türk şair (öl. İstanbul 1712). Anadolu kazaskeri Mehm et E fendi’nin oğlu. İstanbul'da bazı medreselerde m ü­ derrislik yaptı. D önem inde ünlü olan bir D iva n 'ı vardır.



Azınlık okulları, Türkiye C umhuriyeti uyruğunda, m üslüm an olm ayan azınlık­ ların özel yasaya göre açtıkları okullar. Gi­ deri, ilgili azınlığın bağışlarıyla karşılanır. Osmanlı dönem inde başıboş kalan azın­ lık okulları, Kanuni esasi’nin (1876) getir­ d iği esneklikten de yararlanarak, sayıla­ rını artırdılar, ikinci m eşrutiyet (1908) d ö ­ neminin özgürlükçü havasında, eğitim -öğretimlerini denetimden uzak sürdürdü­ ler. Lozan antlaşması ile azınlık okulları devlet denetim ine alındı. Dinsel ve siya­ sal p ropaganda yasaklandı. Türkçe, ta­ rih, coğrafya ve yurtbilgisi derslerinin türk öğretm enlerce türkçe okutulması, yalnız­ ca ilk ve orta dereceli okul açılabileceği hükm ü getirildi (1926). 1965'te çıkarılan 625 sayılı özel öğretim kanunu ile yaban­ cıların ve azınlıkların yeni okul açmaları ve okul binası yapm aları yasaklandı; bu okullar sayısal olarak donduruldu. Ö ğret­ menlerin atanmaları, ders kitapları vb. Mil­ li eğitim bakanlığı’ nın onayı ve denetim i­ ne bağlandı.



ÂZİFE ya da ÂZİFET a. (ar. Szife, azifet). Esk. Kıyamet.



AZİL, -z li a. (ar. cazt). Esk. 1. Bir kim se­



ÂZİFET -



yi görevinden alma, işten çıkarma: Görev­ d en azli uygun görülm üştür. — 2. Azl-i nefs, istifa. || A zl ü nasb, işten çıkarm a ve işe alma. — Huk. Bir tem silcinin ya da vekilin, tek taraflı bir hukuki işlemle temsil yetkisinin kaldırılması. (Bk. ansikl. böl.) — ida. huk. -> GÖREVDEN UZAKLAŞTIRMA. —A n s İk l. Huk. Temsilci ya d a vekil her zam an azle d ile b ilir (B orçlar k. md. 34,396). Vekâletten azil uygun olmayan bir zam anda yapılırsa, vekil uğradığı za­ rarın giderilmesini isteyebilir. Avukatın azli halinde ücretinin tüm ünün ödenm esi ge­ rekir. Ancak,azil, avukatın kusuru ya da ihmali yüzünden olm uşsa ücretin ö den­ mesi gerekm ez (Avukatlık k. md. 174).



AZITM A a. Uzaklaştırma, kovma. || Azıt­ m a kedi, yabanıl yaşam a dönen ve or­ m anlarda yaşayan eski evcil kedi.



AZITM AK gçz. f. Doğru yoldan sap­ mak; azmak: Son g ünlerde iyice azıttı.



ÂZİFE.



■ AZİOOS a ve. sıf. (fr. azygos; yun. adzygos, eşi olm ayan’dan). G öğüs ve karın çeperlerindeki kanı toplayan ve anatoplardam ar sistemine bağlanan top la rd a ­ m arlara denir. — ANSİKL. Anat. Azigos toplardamarlar üç tanedir. Büyük azigos toplardam ar, yük­ selen bir bel toplardam arı ile kaburgalararası on ikinci toplardamarın birleşmesiy­ le oluşur. Omurganın sağ tarafında, 4. sırt om uru hizasına kadar çıktıktan sonra öne doğru kıvrılarak, sağ akciğer sapağı üze­ rinde azigos yayını oluşturur; iki küçük azi­ gos toplardam ar (kaburgalararası ve mediasten toplardam arları) ile birleştikten sonra üst anatoplardam ara katılır.



ÂZİM sıf. (ar. "azm, niyet, karar'dan "azim). Esk. 1. Niyet eden, kasteden, kesin karar veren. — 2. Bir yere gitm eye hazır­ lanan. — 3. Âzim olmak, bir yere gitmek. || Âzim -i dar-ı beka olmak, ölmek. || Âz/m-/ sefer olmak, yolculuğa çıkmak. AZİME a. (ar. "azm, niyet'ten "azime).



Iışmaya başladı ve National Council of Nigeria and the C am eroons’un kurulm ası­ na katkıda bulundu. 1951'de Batı Nijer­ ya m eclisi'ne seçildi ve Obafem i Awolow o ‘nun yoruba partisine karşı çıkan azın­ lığın başına geçti. D aha sonra, özellikle ib o ’ları bir araya getiren National Congress of Nigerian Citizens'in lideri olan Azikiwe, 1954-1959 arasında Doğu bölgesi başbakanı, ardından d a Federal senato başkanı oldu. 1960’ta, kraliçe Elizabeth II tarafından Nijerya genel valiliğine atan­ dı. Federasyon bağım sızlığa kavuşunca (1963), yeni cum huriyetin başkanı oldu. O cak 1966'da, general ironsi’ nin hükü­ met darbesi sonucunda başkanlıktan uzaklaştırıldı.



AZIŞMAK -> AZMAK. AZIŞTIRM AK - AZMAK



AZİL EVRESİ



azigos toplardamarlar 1, Soluk borusu; 2. Aort; 3. Üst anatoplardamar; 4. Yemekborusu; 5. Büyük azigos toplardamar; 6. Küçük üst azigos toplardamar; 7. Küçük alt azigos toplardamar; 8. Kaburgalararası toplardamar; 9. Omurga; 10. Diyafram; 11. Mide; 12. Karaciğer; 13. Sol böbrek; 14. Ait anatoplardamar; 15. Bel azigos yayı; 16. Sol böbrek toplardamarı.



AZİM , AZfME sıf. (at. "azamet, büyük­ lü k te n , "azim, dişi, "azime). Esk. 1. Bü­ yük, ulu: "B u zavallı büyükana için azîm b ir te se llid ir" (Hüseyin Rahmi). — 2 . Yü­ ce, derecesi yüksek, önemli: Fütühat-ı azîm e (yüce ve önemli fetihler). — 3. Şiddetli; hayret uyandırıcı; görkem li: "Ç o k azîm cenk oldu kırk g ü n kırk g e c e " (Âşık Ruşenî, XIX. yy.).



Esk. 1. Sebat, kararlılık. — 2. Tılsım, bü­ yü. — 3. Azîm e okum ak, büyü yapmak. — Dilbilg. A rapçada azim ette aynı anlam­ da olmasına karşın osm anlıcada ad ola­ rak kullanılmış ve anlam değişikliğine uğramıştır.



AZİME ->



AZİM.



ÂZİME a. (ar. azime). Esk. 1. Kıtlık yılı. — 2. Azı dişi.



AZİMET a. (ar. "azm, niyet'ten "azimet). Esk. 1. Yola çıkma, gidiş, gitm e: "Sadr-ı azam, Üsküb ve M anastır tarafına azimet ile oradan bu kullarını Bosna'ya gönderü p ... " (Gevdet Paşa, XIX. yy.). — 2. Bü­ yü duası, tılsım. — 3. Azim et buyurm ak, azim et etmek, azim et eylemek, hareket etmek, gitmek: "O l gün ise Sadrazam Pa­ ris'e azimet etti " (Cevdet Paşa, XIX. yy.). || Azim et-han, büyücü. — isi. huk. Özüre dayalı olm ayarak meş­ ru kılınan şey. (Karşt. RUHSAT.)



AZİM İT -» HAMURSUZ. AZİMKAR sıf. (ar. "azim ve fars. -kar' dan "azim-kar). Esk. Kararlı, sebatlı.



AZİMKÂRANE be. (ar. "azim ve fars. -kar ve -âne'den "azimkârane). Esk. Ka­ rarlı olarak: "... bütün celadetiyle hatve-i azim kâranesini atm ıştır " (Atatürk).



AZİMLİ sıf. Bir şeyi gerçekleştirm e ka­ rarında direnen kimse için kullanılır; ka­ rarlı: A zim li b ir genç.



AZİM UT a. G ökbil. ve Jeod.



GÜNEY-



AZIL sıf. (ar. "azil). Esk. inatçı, serkeş,



AÇlSl'nın eşanlamlısı. — Jeofiz. ve Denize. Azim ut pusulası ->



AZİOOSPOR a (fr. azygospore). Bot.



ıslah edilem ez olan.



PUSULA.



H içbir gam et birleşm esi olmaksızın olu­ şan zigospor. (Bu döllenm esiz ürem e ör­ neği m ucorales takım ından bazı m antar­ larda görülür.)



ÂZİL sıf. (ar. ca z ij). Esk. Azarlayan, çı­



AZİMÜDDEVLE BAHADIR, Karnatik



 Z İ6 a. (fars. az/ğ). Esk. Nefret, iğren­ me, kin. AZİK İW E (Nnam di), nijeryalt devlet adamı (Zungeru 1904). ibo asıllıdır. 1937'den sonra milliyetçi örgütlerde ça-



kışan, paylayan. ♦



a. Y u m u rta lık a ta rd a m a rı.



AZİL EVRESİ a. (Fransa’da Ariâge kan­ tonunun merkezi [M as-d'j Az//’den).Tarönc. Son Madeleine kültürünü izleyen ve onun yerini alan üst yontm ataş endüstri evresi. — A n s İk l . B u ev re y e ait aletler, k ü ç ü k ka­



nevvabı (1770’e doğr. - 1819). Eyaletle­ rini İngiliz Hindistan kum panyası’na sattı (1801) ve M adras'a çekildi.



AZİMÜŞŞAN (? - ? 1712), hint-türk im paratoru (1712). Şah Âlem Bahadır Şah’ ın oğlu. Dedesi Evrengzib dönem in­ de (1659-1707) Bengal bölgesi valisiydi. Bu görevi sırasında edindiği büyük ser-



vet kardeşleriyle arasının açılmasına ne­ den oldu. Babası ölünce, kardeşlerinden Cihandar Şah’ın, yaşça daha büyük ol­ duğu için hüküm dar olması gerekirken, kendisini hüküm dar ilan etti (şubat 1712). Ancak Cihandar Şah ile birleşen öteki kar­ deşlerince öldürüldü (mart 1712).



likte Roma dönem inden kalm a Aziz  z ir’ in mezarı da anılmaya değer.



AZİN a. (fr. azine). Org. kim. 1. Genel



AZİRU (öl. 1334’e doğr.), Am urru ülke­



form ülü R2C = N — N = C R 2 olan bi­ leşiklerin genel adı, iki aldehit ya da ke­ ton molekülünün bir molekül hidrazin ile yoğuşmasından elde edilir. — 2. Mono- ve poliazabenzenlerin genel adı. (Pridin [monoazabenzen] bir azin, aynı zamanda bir monoazindir.) — 3. Bazen azabenzen hal­ kalar içeren boyarm addelere verilen ad.



ÂZİN sıt. (ar. izn 'den azin). Esk. izin ve­ ren. ♦



a. 1. Kapıcı — 2. Kefil.



ÂZİN a. (fars. azin). Esk. 1. Süs, bezek. — 2. Merasim, gösteri. — 3. Bayraklarla vb. ile süsleme.



AZİNCO URT, Pas-de-Calais'de (Fran­ sa) komün, A rtois’de, H esdin’in 14 km K .-K.-D.'sunda; 210 nüf. — Tar. 25 ekim 1415 ’te, pek disiplinli ol­ m ayan transız feodal ordusu, sayıca da­ ha az olan, ama kralları Henry V’in kom u­ tasında daha iyi yönetilen ingilizler karşı­ sında bozguna uğradı. Bu bozgun Henry V 'in Fransa'nın büyük bir bölümünü işgal etmesiyle sonuçlandı.



ÂZÎNE a. (fars. azine). Esk. 1. Cum a gü­ nü: "A kıb et vardır nedam et cünbiş-i â z în e d e " (Ferdi Efendi, XIX. yy.). — 2. Bayram günü. — Dilbilg. Eski Anadolu türkçesinde ses değişikliğine uğrayarak “ ayna g ün ü ” bi­ çim inde de kullanılmıştır.



AZİNGO, G a b o n ’da göl, Lam barene’ nin K.-B.’sında.



A ZİNİK sıt. (fr. aziniçue). Formülü /



N\



CtH, '



C ,H ,



N olan fenazin ya d a form ülü



c ,„h 6 ,



y



c „h 4.



InK olan naftofenazin halkasından türemiş boyarm addeler için kullanılır. (E urodinler, safraninler, aposafraninler, indulinler bu b oyarm addeler sınıfına girer; bunların renkleri, ornatm a tepkim elerinin türüne göre, kırmızıdan m aviye kadar değişir.)



AZÎR a. (ar. cazif). Esk. Özür, mazeret. ♦ sıt. Özür dileyen; koruyan, m üdafaa eden.



A Z İR (aziz), incil'de (Yuhanna) adı geçen kişi (Lazar). İsa'nın dostu ve Bethania'lı M arta ile M eryem ’in kardeşi; İsa tarafından diriltildiği söylenir, l — ikonogr. Â z ir’in dirilişi m otifine IV. y y .’da yapılmış bir ibrikte (Saint-Germain -en-Laye), S. Apollinare N uovo (Ravenna) mozaiklerinde, Rossano’nun İncil kitabın­ daki bir m inyatürde ve Saint-Gilles-du -G ard’ın anakapısında rastlanır. Bundan başka, G iotto’nun (Padova arenası), Fra A n g elico ’nun (Floransa'daki San M arco kilisesi) ve P. Spicre'in (?) [Beaune'daki yapılar] fresklerine; Gozzoii’nin (VVashington), Geertgen tot Sint Jans'ın (Louvre), N. From ent'ın (Floransa), J. Gossart’ın (Brüksel), Veronese’nın, Genç Palma’nın, Sebastiano del Piom bo'nun (Londra), Yaşlı Cranach’ın (Dresden), A. Bloemaert’in (Münih), Rottenhamer'in (Viyana), Caravaggio’nun (Messina), G uercino’nun (Louvre), Rubens’in (Torino), Maratta'nın (Roma), Ph. de C ha m p a ig n e ’in (Grenoble), Jouvenet’nin (Louvre), Delacroix'nın (1850, özel koleksiyon) yağlıboya resimle­ rine konu oldu. R em brandt’ın ve Leidenli Lucas’ ın oymabaskı resimleriyle Autun’ da bulunan ve birçok güzel heykelle bir­



AZİR İS. Tar. coğ. Fırat nehri boyunca sıralanmış ilkçağ kentlerinden biri. Ptolem aios’un G eographike H iphegesis adlı yapıtında da adı geçer. Bugün Erzincan. sinin (Suriye) kralı. Bağımlı olduğu firavun­ ların (Akhenaton, Tutankham on) zayıflı­ ğından yararlanarak ülkesini genişletti; sonunda hitit egem enliğini kabul etti ve bu devlete sadık kaldı.



AZİT a. (fr. azide). Org. kim. Formülü R— N3 olan organik bileşiklerin genel adı; azotür asidindeki hidrojen atom u yerine bir alkil (alkilazit), aril (arilazit) ya da açil (açilazit) kökünün gelm esiyle türerler.



Azlyade (AziyadĞ), transız yazar Pierre Loti'nin romanı (1879). Loti adlı bir İngiliz deniz subayı ile Azîyade adlı evli çerkez kadın arasındaki gizli aşk üzerine kurul­ muştur. Büyük bir bölüm ü karşılıklı yazıl­ mış m ektuplardan oluşur. Loti ile Aziyade arasında Selanik’te başlayıp İstanbul’ da, Loti’nin Eyüp’te kiraladığı evde süren bu ilişki, denizci Loti’nin görevle İstanbul' dan ayrılması, hareme dönen Aziyade'nin ölümü, bunu öğrenen Loti’nin de katıldı­ ğı Osmanlı-Rus savaşı’nda ölmesi ile so­ na erer. Romanda batıklar için özel bir çe­ kiciliği olan İstanbul camileri, m ezarlıkla­ rı, geceleyin karanlık sokakları, doğunun esrarlı havası şiirli bir dille anlatılmıştır. Ro­ man türkçeye A zade (1923), Aziyade (1940) adlarıyla çevrildi. AZİZ sıt. (ar. caziz). 1. Değerli, saygın, kutsal, sevilen: "D ünyada tuzdan aziz ve kestr b ir şey o la m a z" (Ziya Paşa, XIX. yy.). — 2. Ermiş, eren. — 3 . Kuvvetli ve kudretli: A ziz Allah — 4. A ziz etmek, aziz kılmak, değerini yükseltm ek. || Aziz olmak, yükselmek: "Ç ü Yusuf Mısır şeh­ rinde aziz oldu g ü l ü b ü lb ü l" (Ömer bin Mezid, XV. yy.). || Aziz-i hakim , derin bilgi sahibi olan. || Aziz-i Mısr, Mısır veziri Kıtfir'in ve Yusuf peygam berin lakabı. ♦ ünl. Saygı ve değer bildiren bir seslen­ m e biçim idir: Aziz dostum. A ziz arkada­ şım. — Hırist. Kilise tarafından din büyüğü ola­ rak tanınan kişiye denir. || Tanrı'nın yasa­ larına uygun olarak yaşayan, din ve ah­ lak açısından örnek bir yaşam süren kişi­ ye denir. ♦ a. 1. Kilise’ce kutsal ilan edilerek ya­ şamı örnek gösterilen ve halkın kendisi­ ne tapınmasına izin verilen hıristiyan. (Bk. ansikl. böl.) — 2. A ziz ikonaları, Katolik ya d a Doğu kiliseleri için genel tapınm a ko­ nusu olan bir kişinin tasvir ya d a heykeli. (Protestan kiliseler, bunlara tapınmayı ya­ saklamıştır.) — 3. Yaşayışı ve dindarlığı ör­ nek gösterilebilecek nitelikte olan erkek ya da kadın. — isi. Esmayı hüsnadandır (Allah’ın Kuran’d a geçen isimlerinden). —ANSİKL. Hırist. tanrıbil. Hıristiyanlığın başlangıcında, "a ziz” (lat. sanctus) söz­ cüğü, inananları belirtirdi. Bugün, kimi za­ man geniş anlamda, Tanrı’nın rahmetine kavuşmuş tüm ölülere; daha dar anlam ­ da da, Kilise’ce tapınm a konusu yapılmış din büyüklerine aziz denir. Katolik kilise­ sinde, azizlerin tescil edilmesi yetkisi, Alexander 111(1170)'ten başlayarak papaya verildi.



A Z İZ (im adettin Ebulfeth Osm an EL-) [1172-1198], Mısır Eyyubileri hüküm darı (1193-1198). Selahattin E yyubi’nin oğlu. Şam 'daki kardeşi el-Efdal’ i terk ederek Mısır’a gelen emirlerin desteğiyle hüküm ­ darlığını ilan etti. Şam üzerine yürüm eye hazırlandı. Ancak araya girenler iki kar­ deşi uzlaştırınca bu seferden vazgeçti. 119 4 ’te Şam üzerine giriştiği ikinci sefer­ de yenildi.



A Z İZ (Cemalettın Ebülmehasin Yusuf bin Barsbay EL-), Mısır çerkez M em luk­ ları hükümdarı (1438). Seyfettin Barsbay'



ın oğlu. Babasının ölüm ü üzerine (1438) ardılı oldu. Üç ay saltanat sürdükten son­ ra tahttan indirilerek yerine Seyfettin Çak­ m ak getirildi.



Azincourt savaşı XV. yy. transız minyatürü Victoria and Albert Museum Londra



A Z İZ Morali, asıl adı A b d ü la z iz , türk şair (M o ra? -ay. y. 1732'den sonra). Şair Ratip Ahm et Paşa’nın yanında bulundu. Arapça, farsça şiirler de yazıyordu. Divan'ı vardır.



A Z İZ BİLLAH (Ebu Mansur Nizar EL-) [Kahire 955 -ay. y. 996], beşinci fatımi ha­ lifesi (976-996). Babası el-Muizz'in ölümü üzerine ardılı oldu (976). Bayındırlık işle­ rine önem vererek cam i, saray, kanal ve köprüler yaptırdı. Devlet m emurlarını ilk kez düzenli aylığa bağlayarak onların halktan para ve arm ağan almalarını ya­ sakladı. Devlet dairelerinde hıristiyanlarla yahudilere önemli görevler verdi, fatımi ordusuna ilk kez tü rk kökenli askerleri sokup onların gelecekte ülkenin siyasal yapısı üzerinde önemli rol oynam alarına yol açtı. Bu gelişm elerin yerli halk arasın­ d a neden olduğu hoşnutsuzluğu g id e r­ m ek için, görevini kötüye kullandığı sap­ tanan m em ur ve askerleri şiddetle ceza­ landırmayı gelenekleştirdi. Onun döne-



Âzir’in dirilişi Juan de Flandes’in yapıtı (XVI. yy. başları) Prado müzesi, Madrid



Üsküdar ve Bahariye mevlevihanelerinde neyzenbaşılık yaptı. Döneminin en iyi neyzenlerinden biri olarak tanındı. G ünü­ m üze ulaşabilmiş yedi bestesi arasında, uşşak, yegâh ve saba sazsemaiteri çok ünlüdür.



A Z İZ EFENDİ -> GİRİTLİ Aziz E fendİ. A Z İZ EFENDİ M e d e n i, türk besteci



Aziz Efendi’den bir hat örneği



minde Fatımiler’in egem enlik sınırı olduk­ ça genişledi.



A Z İZ BİN ERDEŞİR Esterabadl,



:



iranlı şair ve tarihçi (Esterabat XV. yy.'ın ikinci yarısı-Mısır XVI. yy.’ın birinci yarısı). G ençliğinde B a ğ da t’a gitti. O rada Celayirlilerden Ahm et bin U veys’in yanında çalıştı. Timur B ağdat’ı alınca kaçtığı Meşhet'te yakalanarak, Tim u r’un oğlu Miran Şah'ın yanına götürüldü. Buradan da ka­ çarak Sivas'ta Kadı Burhanettin’e kapı­ landı (1394), onun ölüm ü üzerine Mısır’a gitti; orada öldü. Bezm ü rezm adlı fars­ ça tarihinde (1398), çağındaki Anadolu tü rk beylikleri, özellikle Kadı Burhanettin' in siyasal, bilimsel ve özel hayatına ilişkin bilgiler vardır.



A Z İZ DEDE N e yze n , türk besteci (İs­ tanbul 1835 - ay. y. 1905). G ençliğinde Mısır'da bulundu, Kahire mevlevihanesinde ney öğrendi. Gelibolu mevlevihanesind e dede oldu. İstanbul’d a Neyzen Salim Bey ile çalışarak tekniğini ilerletti. Galata, Kırımlı Aziz idris Bey Tıp tarihi müzesi, İstanbul



(M edine 1842 - İstanbul 1895). On dört yaşında İstanbul'a geldi. Kazasker M us­ tafa izzet E fendi'den m üzik öğrendi. Sul­ tan A bdülaziz'in ilgi ve desteğini gördü. Kız ortaokulları başm üfettişliği yaptı. G ü­ nüm üze 40 dolayında yapıtı ulaştı. Başlıcaları: Hicaz şarkı (Ey çerh-i sitem ger dil -i nâlâna dokunm a), şevkefza şarkı (Dem âdem d id e girya n oldu sensiz), evcara şarkı (Taliim b ir dem bana y a r olmadı), hüzzam şarkı (Kerem eyle mestane kıl b ir nigâh).



■ A Z İZ EFENDİ, türk hattat (Maçka, Trabzon, 1871 - İstanbul 1934). Osmanlı -Rus savaşı (1877-1878) sırasında ailesiy­ le birlikte İstanbul'a yerleşti. Sıbyan m ek­ tebinde okurken dönem in ünlü hattatla­ rından Arif Efendi'den (Bakkal) sülüs ve nesih yazı öğrendi. Daha sonra Muhsinzade A b d ullah ’tan sülüs, nesih; Haşan Hüsnü Efendi’den talik; Sami Efendi'den celi sülüs, celi talik yazı dersleri aldı. Uzun süre M edresetü'l-K uzat ve M ahm udiye m erkez rüştiyesinde yazı dersleri verdi. Mısır kralı Fuat'ın çağrısı üzerine Kahire' ye gitti, Halil A ğa ve Şeyh Salih m edre­ selerinde hat ve tezhip öğretti. Kral için yazdığı K uran’ın tezhibini de kendi yap­ tı. Emekli olduktan sonra İstanbul’a dön­ dü. Güzel ve hızlı yazdığından S eriyyü’l -kalem diye anılan Aziz Efendi, eserlerini Abdülaziz Eyyubi, Aziz ve eş-Şeyh M eh­ met Abdülaziz olarak imzalardı. T uğra da çsken sanatçının üç büyük hilyesinden bi­ ri Topkapı sarayı m üzesi'ndedir. Bursa’ daki Ulu cam i’nin levhaları onun ürünü­ dür. Ayrıca 12 K uran’ı vardır.



■ A Z İZ İDRİS BEY Kırım lı, türk hekim (İstanbul 1840 - ay. y. 1878). Askeri tıbbiye ’yi bitirdi (1866). Aynı okulda iç has­ talıkları üzerinde çalışm aya başladı. O yıl açılan sivil tıbbiyeye m üdür olarak atan­ dı. Burada umumi emraz, tıbbi kimya, hik­ meti tabiiye ve dahili em raz derslerini okuttu. Cemiyeti tıbbiyei Osm aniye'nin kuruculuğunu ve başkanlığını yaptı. Tıp öğrenim inin türkçeleşm esinde büyük rol oynadı. A rkadaşlarıyla birlikte çevirdiği P. H. N ysten'in sözlüğünü, Lugat-ı tıbbi­ ye adıyla yayım layarak ün kazandı (1873). Mecmuai Fünun’d a tıp kimyası ve genel hastalıklar üzerine yazılar yazdı.



Aziziye camisi’nin mihrabı Konya



Aziziye camisi Konya



A Z İZ M AHM U T H ÜDAYİ, celvetiye tarikatının kurucusu ([Şerefli] Koçhisar 1543 - İstanbul 1628). Babası Fazlullah M ahm ut bin M ahm ut ve Nazırzade'nin yanında öğrenim gördü. E dirne'de Sul­ © tan Selim medresesinde m uid’lik, Şam ve Mısır’da kadı naipliği yaptı. M ısır'da Hal­ veti tarikatına girdi. B ursa'da Ferhadiye m edresesinde m üderris ve mahkeme-i âtik naibi oldu. Bazı kaynaklara göre, gör­ düğü bir rüya üzerine Şeyh Ü ftade’ye ka­ pılandı (1576). Uç yıl ona müritlik etti; son­ ra halife olarak Sivrihisar’a gönderildi. Da­ ha sonra Rumeli’ye, oradan da İstanbul'a geldi (1580). Ç am lıca’daki Çilehane diye bilinen mescitte inzivaya çekildi. Tekkesi yapılınca oraya yerleşti (1594-95). Bu ara­ da kendisine Fatih camisi vaizliği verildi. Tekkesine ek olarak kendi camisi yapılın­ ca, buraya geçti. Sultan Ahm et cam isin­ de de vaiz vermesi önerildi. Sadece ra­ m azanda bu görevi yapm ayı kabul etti. M urat III, Osman II, M urat IV ve özellikle de I. A h m et’ten dönem inde büyük saygı gördü. Halk arasında, onun çevresinde gelişen menkıbelerin çoğu, Ahm et I ile olan ilişkileriyle ilgilidir. Şiirlerinde, şeria­ ta bağlı olduğu için, öteki sofilerde görü­ len tasavvuf coşkusu yoktur, ilahilerinin bir bölüm ü hece vezni ile Yunus Em re’ nin etkisi altında yazılmıştır. Sayısı yirmi



ikiyi bulan yapıtları arapça ve türkçedir. Başlıcaları: Arapça: Kuran’dan seçtiği ba­ zı ayetlerin tefsirinden oluşan Nefais ül -mecalis, Şeyh Ü ftade’nin tasavvufi sözle­ rini içeren Vakıat, Tezakir-i H üdayi (padi­ şaha gönderdiği 170 m ektup), semanın dine aykırı olmadığını anlatan Keşfüıl-Gıta an vech is-sema. Türkçe: N ecat ül-garik fi'l-cem ve ’t-tefrik, Tarikatnâme. Yapıtları­ nın bazıları, M ehm et Gülşen tarafından Külliyat-ı hazret-i H üd â yi adıyla eski harf­ lerle basıldı (1870). D ivan’ını yeni harflerle Ziver Tezeren yayımladı (1986).



A Z İZ KESİN - NESİN (Aziz). A Z İZ PETRUS ülkeleri, hıristiyan imparatorların ve inananların Roma kilisesi'ne bağışladığı ve Kilise devletleri'nin çekirdeğini oluşturan yurtluklar bütünü. (XIII. yy.'dan başlayarak, Tevere’nin K. -B .’sında, Tirren denizi kıyısı boyunca ku­ rulu, Papalık devletleri eyaletine Tuscia’ daki Aziz Petrus ülkeleri adı verildi.) -



Aziz Thomas hırlstlyanları, Malabar kıyılarında oturan ve dine girişlerini aziz Thom as’a kadar uzandıran hıristiyanlar. Piskoposlarını mezopotam yalı nesturilerden seçtiklerinden, bunlara nesturiler de denir. Ayin dilleri süryanicedir. 1559’ da Roma kilisesi’ne bağlanan bu hıristiyanların bir bölüm ü daha sonra bu kilise­ den koptu.



AZİZAN çoğl. a. (ar. ’ aziz'in fars. çoğl., cazizân). Esk. Azizler, dostlar.



AZİZE sıf. (ar. caziz’in dişi. cazize). Ermiş kadın için kullanılır. ♦ ünl. Kadınlara karşı, sevgi ve saygı bildiren bir seslenme biçim i olarak kulla­ nılır.



A Z İZ İ Yedikulsli, aşıl adı Mehmet ya da M u s ta fa , tü rk şair (İstanbul ? -1585). D iva n ’ı olduğu tezkirelerde kayıtlı ise de ele geçm em iştir; m ecm ualarda ço k sayı­ da şiirleri vardır. Asıl ününü İstanbul'un güzel kadınlarını anlattığı Şehrengiz’i ile kazandı.



AZİZİYE a. (Sultan A b dülaziz’in adın­ dan). Bir tür fes. Tepesi dar, kenarları ge­ niş, kulak hizasına değin inen basık bir fes türüydü. Püskülleri, fes hizasında kesilir­ di. ilk kez Abdülaziz tarafından giyildiğin­ den bu adı aldı. Onun tahttan inmesiyle ortadan kalktı. Aziziye kalıp fes de denir. A Z İ Z İ Y E , Konya’nın Ereğli ilçesi, Çak­ mak bucağında belde; 2 664 n üf. (1990).



Aziziye cam isi, K onya’da cami. A b ­ dülaziz ve annesi Pertevniyal H atun'un yardım larıyla yapıldı (1872). Aynı yerde daha önce, m usahip Mustafa Paşa'nın 1676'da yaptırdığı, 1867'de yanan cami bulunuyordu. Yapı, batı etkisindeki barok ve rokoko üslupta zengin bezemeleriyle, dönem in özelliğini yansıtır. Ana mekân ortada büyük, köşelerde küçük yarım kubbelerle; son cem aat yeri altı sütuna oturan üç kubbeyle örtülüdür. Ana kub­ benin oturduğu sekizgen kasnağın köşe­ lerine kulecikler yerleştirilmiştir. Ü ç yön­ den girişi vardır.



Aziziye tab yaları, Sultan Abdülaziz dönem inin son yıllarında E rzurum 'da ya­ pılan üç tabya. Kentin “ Kars kapısı" de­ nen kesiminin K.-D .’sundaki Topdağı yaylası ü z e rin d e b u lu n a n ta b ya la r, 1877-1878 türk-rus savaşında (Doksanüç harbi) hizm et gördüler. D eveboynu’nda tü rk kuvvetlerini yenilgiye uğratıp çekil­ m ek zorunda bırakan rus ordusu Erzu­ ru m ’u kuşatm a hazırlıklarına başladı. Kentin teslimi önerileri geri çevrilen Ruslar, Topdağı üzerinden kaym akam (yar­ bay) Bahri Bey kom utasındaki Aziziye tabyalarına yoğun bir topçu ateşiyle sal­ dırıya geçtiler. Tabyaların ikisi Ruslar’ ın eline geçti. Son tabya da düşm ek üzerey­ ken aralarında Nene H atun’un da bulun­ duğu Erzurum halkı, kendi olanaklarıyla silahlanarak askerlerin yardım ına koştu. G öğüs göğüse çarpışm alar sonunda rus ordusu bozularak tabyalardan geri çekil-



Azmi di ve Erzurum 'un işgali önlendi. C um hu­ riyet dönem inde tabyaların iç tarafına bu zaferin anısına Aziziye tabyası anıtı dikil­ di (1 952). Simgesel dört mezarın üzerine “ Asker", "G ençler", "Kızlar” , “ ihtiyarlar” diye yazılarak Erzurum halkının kahra­ manlığı anıtlaştırıldı.



Aziziye tiyatrosu, Üsküdar, Bağlarbaşı’ nda 1866 yıllarında yapıldığı bilinen tiyatro binası. Önceleri Güllü A g o p ’un yö­ netim inde olan tiyatroda 1872’den son­ ra Tom as Fasulyeciyan topluluğu çalıştı.



AZİZLEŞTİRME a. Hırist. Papa tarafın­ dan bir kimsenin azizler arasına katıldığı­ nın ve dünya kiliselerinde o kimse için ayin yapılmasına izin verildiğinin resmen ilanı; buna eşlik eden ve Roma'da San Pi­ etro kilisesi’nde yapılan tören.



AZİZLİK a 1 . Aziz olma durumu; ermiş­ lik: Azizlik m ertebesine yükselm ek. — 2. B ir kimseye azizlik etmek, onu beklenm e­ dik, şaşırtıcı bir durum la karşı karşıya bı­ rakm ak: Yoğun sis dün sabah İstanbul­ lu la ra azizlik etti.



AZİZOĞLU (Yusuf), tü rk siyaset adamı, hekim (Silvan 1917 - Ankara 1970). İstan­ bul Tıp fakültesi’ni bitirdi, D iyarbakır be­ lediyesi başhekimi iken Dem okrat parti' nin kuruluş çalışmalarına katıldı. Diyarba­ kır milletvekili seçildi (1950-1957). Hürri­ yet partisi’nin kurucuları arasında yer al­ dı (1955). 27 Mayıs 1960 sonrası Yeni Türkiye partisi’ ne girdi. D iyarbakır millet­ vekili seçildi (1961-1970). Yeni Türkiye partisi genel idare kurulu üyesi, genel başkan yardımcısı ve genel başkanı ol­ du. Sağlık ve Sosyal yardım bakanlığı yaptı (1962-1963).



AZK UE Y ABERASTURİ (Resurrec ciön M aria DE), bask rahip ve yazar (Lequeitio, Vizcaya, 1864 - Bilbao 1951). Bask dili akademisi Euskalzaindia'nın ku­ rucusu ve ilk başkanı. Sözlükçü, müzikbilim ci (C ancionero p o p u la r vasco), gra­ m erci (M orfologia vasca, 1923), etnolog (Euskalerriaren Yakintza, 1935-1947) ola­ rak bask kültürünün bir kim lik kazanma­ sına önem li katkıda bulundu.



AZL a. (ar. cazt). Esk. Kınama, azarlama; azar, sitem.



AZLÂF çoğl. a. (ar. z ılf ın çoğl. a z lâ f). Esk. Hayvanların bazılarındaki çatal tır­ naklar, toynaklar.



AZLÂL çoğl. a. (ar. zrf/'ın çoğl. a zlâ l). Esk. Gölgeler.



AZLEDİLMEK - AZLETMEK AZLEM sıf. (ar. z u lm e tte n azlem). Esk. Ç ok karanlık, zifiri karanlık.



AZLEM sıf. (ar. z u lm 'den azlem). Esk. Ç ok zalim, en ço k zulmeden.



AZLETMEK g. f. B ir kim seyi azletmek, görevinden, işinden almak; ona işten el çektirm ek. ♦ azledilm ek, azlolunm ak, edilg. f Görevinden, işinden alınmak, işten el çek­ tirilmek.



AZLIK a. Sayı ve nicelikçe az olm a d u ­ rumu.



AZLOLUNMAK - AZLETMEK AZM a. (ar. razm). Esk. Kemik: azm-i akab (ökçe kemiği), azm-i enfi (burun ke­ miği), azm -i harkafa (kalça kemiği), azm-i kubere (önkol kemiği), vb.



AZM -



AZİM.



AZMA a. Kırma, azman. —Tıp. Bir hastalığın, bir salgının geçici bir süre gerileme gösterdikten sonra yeniden alevlenmesi.



ÂZMÂ ya da ÂZMÂY sıf. (fars. azma, âzmây). Esk. Denemiş, tecrübe etmiş, de­ neyim li anlamlarıyla birleşikler yapar: cenk-âzm â (savaş görmüş), derd-âzmâ (dert çekmiş), kâr-âzmâ (işten anlayan, deneyim li) vb.



AZMAK gçz. f. 1. Bir kimse, bir toplu­



luk sözkonusuysa, zapt edilemez duruma gelmek, coşm ak, taşmak; doğru yoldan sapmak: D ün g ece iyice azıp kurtlarını döktüler. A d a m parayı görü n ce azdı. — 2. Çocuk sözkonusuysa, aşırı yaramaz­ lık yapmak. — 3. Sözkonusu yineleyen bir hastalıksa, şiddetle, yeniden kendini gös­ termek; yaraysa, iltihaplanm ak: Yağmur­ lar başlayınca rom atizmaları da azdı. Ya­ rası iyileşeceğine azıyor. — 4. Deniz, dal­ ga, akarsu, rüzgâr, fırtına, vb. sözkonu­ suysa, kabarmak, coşmak, taşmak, şid­ detlenmek: D eniz m üthiş azdı. Fırtına g it­ tikçe azıyor. — 5. Bitki, özellikle de süs bit­ kisi sözkonusuysa, hızla, aşırı ölçüde bü­ yüm ek, gelişmek. — 6. Beyaz çamaşırlar sözkonusuysa, ağartılamayacak biçimde kirlenmiş olmak, rengi dönm ek. — 7. Bir kimse, bir hayvan sözkonusuysa, cinsel isteği kabarmak. — 8. Bir hayvan sözko­ nusuysa, iki ayrı ırktan doğm ak; melez­ leşmek. ♦ azdırm ak ettirg. f. 1. B ir kimseyi, b ir topluluğu azdırmak, onu zapt edilmez du­ rum a getirm ek; doğru yoldan saptırmak; onun cinsel isteklerini kabartmak: Ç ocu­ ğ a ço k y ü z verip azdırma. A d a m ı tahrik e dip azdırmış. — 2. Bir yarayı, bir hasta­ lığı azdırmak, yaranın iltihaplanmasına, hastalığın yinelenmesine, şiddetlenm esi­ ne yol açmak: Yaranı kaşıma, azdıracak­ sın. — 3. Çamaşırı azdırmak, onu ağartı­ lm a y a c a k biçim de kirletmek. ♦ azdırılm ak edilg. f. Azdırm ak eyle­ m ine konu olmak. ♦ azışm ak dönşl. f. G iderek şiddet­ lenmek, kızışmak. ♦ azıştırm ak ettirg. f. Şiddetlendir­ mek, kızıştırmak.



AZMAK a. Yörs. 1. Küçük su birikintisi, gölcük. — 2. Suyun çıktığı ya da denize döküldüğü yer. — 3. Bir ırmağın içinden sürekli su geçm eyen terk edilmiş eski ya­ tağına verilen ad. (Bk. ansikl. böl.) —ANSİKL. Azmaklara özellikle akarsuların zam an zam an yatak değiştirdikleri geniş tabanlı ve az eğimli alüvyal vadilerde, del­ talarda ve ovalarda rastlanır. Kimileri hi­ lal biçimli kopmuş menderes halkaları gö­ rünüm ündedir; kimileri ise taşkın sıra­ sında ırmağın bir kolu haline d önü­ şür.



AZMAN sıf. ve a. (azm aktan). 1. Aşırı ölçüde gelişmiş, ço k iri insan, hayvan vb. için kullanılır. — 2. Tür adı + azmanı, be­ lirtilen türün kırması olan hayvan için kul­ lanılır; melez: K u rt azmanı b ir köpek. —Ormanc. Karadeniz bölgesinde çapı 40 c m ’den daha kalın ve balta ile yontulmuş dört köşe tom ruk. — Bazı yörelerde kök sürgününe (ya da filize) verilen ad. || A z­ m an ağaç, m eşcerede fazla gelişmiş, et­ rafındaki ağaçları ezen kalın dallı bud a k­ lı, geniş tepeli ağaç. (Bu ağaca kurtağaç adı d a verilir.) AZMANKAYA, sıcak ve az serin deniz lerde yaşayan balık. (G öğüs yüzgecinin üst yanında ipliksi ya da ipek liflerine ben­ zeyen uzantılar bulunabilir. Bil. a. Gobius ophiocephalus; kayabalığıgiller fam il­ yası.) [Eşanl. TOKMAKBAŞ.]



AZMANLIK a. Zootekn. Melez döllerde görülen ve ana babadakilere göre daha üstün olan özellik durumu. (Çiftlik hayvan­ cılığı ve tarım bitkileri üretiminde, daha üs­ tün özellikte melez döller elde etm ek için yapılır. Yeni melez döller ana babaya gö­ re genellikle daha dinç, daha sağlam, da­ ha güçlü, büyüm eleri daha hızlı, kötü ko­ şullara ve hastalıklara karşı daha dayanık­ lı olur.)



ÂZMÂY -



ÂZMÂ.



ÂZMÂ Y İ a. (fars. a z m â y i). Esk. Denen­ miş, sınanmış olma, deneyimlilik.



ÂZMÂYİŞ a (fars. azmayiş). Esk. Dene­ me, sınama: "id ü p kılurdı h âlinâzm âyiş" (Şeyhî, XV. yy.). —Spor. Azm ayiş oku, yaklaşık 66,5 cm



boyunda, ucunda küçük dem ir tem ren bulunan ok. (iki türü vardır; menzil atışla­ rında çalışma am acıyla kullanılan “ adi azm ayiş’ ' ve yaşlı yarışm acılarca kullanı­ lan "aşağı koşu azm ayişi".)



1143



AZME ya da AZMET a. (ar. 'azme, 'a z­ met). Esk. 1. Karar, kasıt, niyet. — 2. G ö­ rev, ödev. AZMEN be. (ar. cazmen). Esk. Azimli olarak, karar vererek, niyet ederek.



AZMET



-A Z M E .



AZMETMEK gçz. f. 1. B ir şeye, b ir şey yapm aya azmetmek, o şeyin zorluklarını aşmakta, onu gerçekleştirmekte kesin ka­ rarlı olmak: B ir sınavı başarm aya azm et­ mek. — 2. Esk. B ir yere azmetmek, azmeylemek, oraya gitmek: “ Halep anday­ sa arşın bun d a dır azm eyleyelim Ş a m ’a ’’ (Kâzım Paşa, XIX. yy.). ♦ a zm ettirm ek ettirg. f. B ir kim seyi b ir eylem e azmettirmek, onu o eylemi yapması için yüreklendirm ek, karar ver­ mesini sağlamak, o eylem e yöneltmek: Cinayete, soyguna, vb. azmettirmek.



AZMETTİREN a Cez. huk. Başkaları­ nı suç işlemeye yönelten kişi. (Asli m ane­ vi fail de denir.)



AZMETTİRME a. Cez. huk. Başkaları­ nı suç işlemeye yöneltme. (Azmettirmenin sözkonusu olabilmesi için suç işleyen ki­ şinin, bu suçu işlemeye hiç niyetinin ol­ maması, azm ettirende de belirli bir suçu başkasına işletme maksadının bulunm a­ sı gerekir. Türk Cez. k .’nun 64. m addesi "başkalarını cürüm ve kabahat işlemeye azm ettirenlere dahi aynı ceza hükm olunur” kuralıyla azmettiren kişiyi, işlenen su­ ça ait cezayla cezalandırmayı öngörm ek­ tedir.)



AZMETTİRMEK -



AZMETMEK.



AZMİ sıf. (ar. cazm ve -i 'den ca z m i). Esk. 1. Kem ik cinsinden, kem ik gibi. — 2. Kemikli.



AZMİ sıf. (ar. 'azm , niyet ve -i 'den ' az­ m i ). Esk. Kararla ilgili, karar verm e niteli­ ğiyle ilgili.



A Z M İ, türk halk şairi (XVI. yy.’ın ikinci ya­ rısı?). Bektaşi tarikatındandı. Yaşamı hak­ kında başka bilgi yoktur. T a n rîy a yönel­ tilmiş sorulardan oluşan nefesi ünlüdür: Yeri g ö ğ ü ins ü cini yarattın / Sen e y m i­ m a r başı eyvancı mısın / Ayı g ünü çarhı burcu var e ttin /E y m ekân sahibi rahşancı mısın.



A Z M İ (Pir Mehmet), tü rk şair (İstanbul ? - ay. y. 1582). Kınalızade Ali Ç elebi'nin öğrencisiydi. Rusçuk'ta, İstanbul’da, Edir­ ne’de m üderrisliklerde bulundu. Şehza­



Pir Mehmet Azmi Âşık Çelebi tezkiresi Aİi Emiri kütüphanesi,



de M ehm et’e (sonradan Mehm et III) ho­ calık yaptığı sırada öldü. Hüseyin Vaiz Kâşifi'nin yapıtı Ahlak-ı Muhsini'yi, ekleme ve değiştirmelerle farsçadan türkçeye çevir­ di. Farsça M ihr ü M üşteri adlı bir mesne­ viyi Selim ll'n in isteği üzerine çevirmeye başladıysa da bitirem eden öldü. Bu ya­ pıtı, oğlu Azmizade Haleti Efendi tam am ­ ladı. Meratib ül-ahlak adlı bir yapıtı da var­ dır.



A Z M İ Dlyarbakırlı, asıl adı A h m e t, tü rk şair (Diyarbakır ? - ay. y. 1831). Ha­ yatı hakkında bilgi yoktur. D iv a n i ve rü­ ya yorumlarını konu alan M itfah ül-maani adlı bir mesnevisi vardır. A ZM İ (Hüseyin), tü rk şair (Gelibolu ? - Beyrut 1893), Gelibolu ve Mısır mevlevihanelerinde şeyhlik yaptı. Özellikle mez­ hepler ve tarikatlarla ilgili yapıtlar yazdı (Râfi üş-şikâk, D âfi ün-nifak vb.). D iva n i vardır. A Z M İ BEY (M ehm et Cemal), türk siya­ set adamı (? 1866 - Berlin 1922). M ülki­ ye mektebi'ni bitirdi (1891). Selanik’te Hu­ kuk mektebi m üdürlüğü yaptı, ittihat ve Terakki cem iyeti’ne katıldı; örgütçülüğüy­ le dikkat çekti, ikinci M eşrutiyet'in ila­ nından sonra Preveze m ebusu seçildi (1908); istifa etti (1909) ve H üdavendigâr (Bursa) valiliğine atandı. 1914 ’te Çorum m ebusu seçildiyse de kısa bir süre son­ ra istifa ederek Konya valisi oldu. Birinci Dünya savaşı'nın yenilgiyle sonuçlanması üzerine, öteki ittihatçı önderlerle birlikte A vru pa 'ya kaçtı (1918). Ermeni bir sui­ kastçı tarafından Berlin’de öldürüldü (1922).



A Z M İ EFENDİ (Ahmet), tü rk elçi (Gi­ rit ? - İstanbul 1821). BabIâli'de yetişti. Eniştesi Resmi Ahm et Efendi'nin yanında görevli olarak Berlin’e gitti (1763). Fas el­ çiliğine gönderildi (1786); dönüşünde bir Takrir sundu. Rikabı hümayun mektupçusuyken, Rusya’ya karşı Prusya ile anlaş­ ma yapm ak göreviyle Berlin elçiliğine atandı (1790). Bir yıl kadar süren bu gö­ revinde olumlu sonuç alamadı. Geri dön­ dükten sonra BabIâli’nin çeşitli dairelerin­ de görev yaptı. Berlin’deki elçiliğine iliş­ kin Sefaretnam esi'nde Prusya devletinin kurumlan, devlet ve ordu örgütü hakkın­ da bilgi verir.



AZMİZADE (Mustafa Haleti) Tİ (Azmizade Mustafa).



HALE­



AZMÛDE sıf. (fars. azm üden'den âzmüde). Esk. 1. Denenmiş, sınanmış, te c­ rübe edilmiş. — 2. Kâr-azmûde, deneyim­ li. || Na-azm ûde, deneyimsiz, acemi. AZMÛDECİ a. (fars. azm üde ve



’den Szm üdegi). Esk. Görgülü olma, deneyim­ li olma, deneyimlilik.



ÂZMÛN a. (fars. azm üden'den Szmün). Esk. Deneme, sınav: "M enzil-i m aksuda pür-âsîb rah-i â zm û n " (Fuzuli, XVI. yy.).



AZMZADELER, kökü Murat IV d öne­ m inde B a ğ da t’ı kuşatan tü rk ordusunda görev yapan İbrahim Paşa'ya dayanan aile. İbrahim Paşa'nın oğlu İsmail Paşa, Şam valisi olarak görev yaptı. Onun oğul­ larından Sadettin, Mustafa ve Esat paşa­ lar d a Şam, Maraş, Sivas ve Diyarbakır valiliklerinde bulundular. Soyunu bugün d e sürdürm ekte olan aile, Osmanlı d e v­ letine, son dönem ine kadar bağlılıkla hiz­ met etti. Aile bireylerinin görev yaptıkları çeşitli yerlerde hayratı vardır.



AZNAVOUR (Charles), fransız şarkıcı, şarkı sözü yazarı, besteci ve sinema oyuncusu (Paris 1924). Şarkıcılığa yeni başladığı sırada, 1946’da, Edith Piaf'ın dikkatini çeken sanatçı, yorum cu olarak kolayca sivrildi. Ezgi duygusu, şarkıları­ nın m elodram atik ve kolay anlaşılır söz­ leri ve boğukça sesiyle 1960’a doğru uluslararası bir üne ulaştı. Bu duygusal şarkıcı kendini sinema oyuncusu olarak da kabul ettirdi (Tirez su r le pianiste, 1960; Ren geçidi. 1960; Lesintrus, 1971;



Teneke 1979).



tram pet [Die



Blechtrom m e],



AZNAVUR a. (gürcüce söze ). 1. İriyarı, sert, güçlü, korkusuz kimse. — 2. A z ­ navur gibi, acımasızca davranan kimse için kullanılır. — Mad. sant. A zn a vur işi, güm üş yüzey üzerine, ince kalemle yapılan bir tür be­ zeme.



AZNAVURTEPE ya da PATNOS KALESİ. Arkeol. D oğu A nadolu’da Urartu yerleşmesi. Ağrı'da, Patnos ilçesindedir. Prof. Kemal B alkan’ın yaptığı ka­ zılarda, Urartu kralı M enua ile oğlu Argisti Tin yaptırdıkları büyük bir kale ve Haldi tapınağı ortaya çıkarıldı (İ.Û. IX. yy.). Ka­ re planlı urartu tapınaklarının ilk örnekle­ rinden olan yapının cella bölüm ünde, 4 taş blok üzerinde, kral M enua'nın sefer­ lerini anlatan yazıt vardır.



AZNİF a. Bir tür dom ino oyunu. (Dom i­ nodan farklı olarak taşlar dört yönlü işle­ nir. Puan alabilm ek için dört taraftaki taş­ ların toplamının beş ve beşin katları olma­ sı gerekir.)



A ZN İF HA N IM , türk tiyatro oyuncusu (İstanbul 1864 - ay. y. 1929). 1884 ten başlayarak sahneye çıktı. 1915 ’te Darülbedayi'ye girdi. Genellikle mağrur, haşin kadın rolleriyle tü rk ve ermeni kaynana rollerini başarıyla canlandırdı. 1926’ya dek D arülbedayi'de çalıştı.



AZO- (fr. azo-). Org. kim. Bakışımlı bir m olekülde (R— N = N— R), ikideğerli —N = N— kökünün varlığını gösteren önek.



le birleştiğinde gelincik kırmızıları ve dimetilanilinle birleştiğinde heliantin oluşur; bu seride yünleri boyam ada kullanılan si­ yah renkler de yer alır. Krom atlanabilir azolar, halkalarından birinde orto konum unda bir ya da iki hid­ roksil ile bir karboksil taşırlar. Bu boyar­ m addeler ile boyanan dokum a, seyreltik kromatosülfürik asit çözeltisiyle işleme so­ kulursa hem boyanın rengi değiştirilebilir hem de boyanın sabitleşmesi sağlanır. M ordan gerektirm eyen azolar, benzidin ya da diam inlerin diazolarından türer. Kongo kırmızısı, benzidin bisdiazosunun naftiyonik asitle kenetlenm esinden elde edilir. Dolayısıyla bu boyarm addeler, bisazolar'dır. Aminleşmiş m ordan gerektir­ m eyen boyarm addelerin bir bölüm ü, lif üzerinde yeniden diazolanabilir ve kenetlenebilen yeni m addelerle yoğuşturulabilir. Böylece ço k dayanıklı siyah renkler (tetra-bisazolar) elde edilir. Pigmenttik azolar, genellikle duvar bo­ yalarında ve renkli kâğıtların baskısında kullanılır. Işığa karşı kararlı, alkol ve ke­ ten yağında çözünm eyen, sülfonik işlevli azoların toprak alkali tuzlarıdır. Selüloz lifleri üzerinde çözünmeyen azo b oyarm addeler şöyle elde edilir: kumaş önce kenetlenebilen bir fenolatın alkali çö­ zeltisiyle ıslatılır, sonra süzülür ve gereki­ yorsa kurutulur; ardından diazolanmış amin içeren bir banyoda "geliştirm e” de­ nilen bir işleme tutulur; işlem sırasında diazolu amin fenatla kenetlenerek boyarm addeyi oluşturur.



AZO ya da AZZO (Porcius) -* AZZONE ya da A z z o DE PORCİ.



AZOBE a. (yerli dilden söze.). Tropikal AZO sıf. ikideğerli— N = N — kökü içeren bileşikler için kullanılır. (Azobenzen ve heliyantin birer azo bileşiktir.) —ANSİKL. Azo boyarmaddeler, OR ya da NR 2 ve bazen C 0 2H ya da SO 3 H oksokrom gruplarıyla ornatılmış benzen ya da naftalen halkaları içeren azo bileşikleridir. A r— N = N—A r sistem i,gerçekte bir kromofordur; ama renk değişim lerinde oksokrom gruoları da gerekir. Oksokrom bi­ leşikler, hemen tüm ü p o la ' olan liflere (yün, pamuk, ipek) boyarmaddelerin bağ­ lanmasını kolaylaştıran polar gruplar içe­ rirler. Boyarm addeler, bir diazonyum tuzu­ nun bir fenol ya da bir arilam in ile yoğuşmasından (buna kimi zaman kenetlenme d e denir) elde edilir. Birincil arilaminlerin büyü k bölüm ünün diazonyum tuzlarına dönüşebilmesi nedeniyle, bunlardan, boyarm adde olarak kullanılan çok sayıda azo bileşiği oluşturulabilir. NH 2 grubu içe­ ren azo boyarm addeler yoğuşm ayla ye­ niden diazolanır. Öte yandan diaminler iki kez yoğuşm ayla diazolandıklarından, bisazo b oyarm addeler üretim inde kullanı­ labilir. Azo boyarm addelerle liflere, sarıdan m aviye değin her tür renk verilebilir; bisazolardan ise kahverengi ve siyah renk­ ler elde edilir. Kimi durum larda azo bo­ yarm addeler metal iyonlarıyla m ordanlanabilir; bu işlem, boyarm addelerin liflere bağlanmasını kolaylaştırır. Basit azo m addeler genellikle turuncu­ dur; naftollerden türeyenler, turuncu ya da kırmızı olabilir. Öte yandan aminonaftoller ile difenol naftalenlerden elde edi­ lenler çoğunlukla mavidir. C 0 2H ve SO 3 H oksokrom ları rengi çok. az değiştirir. G ü­ nüm üzde her rengin azo boyarm addesi bilinm ektedir; ancak sarı, kırmızı, kahve­ rengi ve siyah türler en çok kullanılan boyarm addelerdir. Bazik azolar en az bir NH 2 (kimi zaman ornatılmış olarak) grub u içerir. Krizoidin, metafenilendiam in ile diazobenzenin ke­ netlenmesinden elde edilir. Tanenle mordanlanm ış pam uğu boyam ada ve alkol­ lü verniklere renk verm ede kullanılır. A sit azolar en az bir sülfo grubu (bir di­ azo ya da kenetlenme ürününce katılmış) içerirler; sülfanilik asidin diazosu naftoller-



A frika’da yetişen ağaç (Lophira alata); b on g o ssiö e denir,(Açık kahve renginde, kaba dokulu, çok sert ve çok ağır bir odu­ nu vardır; su içi yapılarda, köprülerde, te­ mel kazıklarında, bentlerde, m aden ocak­ larında, ağır yapı iskelelerinde, kaba ma­ rangozlukta, vagonların tabanında, çok aşınmaya uğrayan parkelerin ve lastik te­ kerlekli m etro yollarının yapım ında kulla­ nılır.)



AZOBENZEN a. (fr. azobenzĞne). Org. kim. Formülü C 6 H 5 — N = N — C 6 H 5 olan bileşik; azo arom atik bileşiklerin ilk örne­ ğidir. (Kırmızı renklidir ve nitrobenzenin in­ dirgenm esiyle oluşur; indirgendiğinde, hidrazobenzene dönüşür. Hidrazobenzen ise; azo boyarm addelerin kaynağı olan benzidinin çıkış m addesidir.)



AZOBİS-İZOBUTİRO-NİTRİL a (fr. a z o b is is o b u ty ro n itrile ’d en). Form ülü N C -C (C H 3 )2 - N = N - C ( C H 3)2- C N olan disiyano- 2 ,2 'a z o - 2 ,2 'propana verilen ad; köksel tepkim elerde başlatıra olarak kul­ lanılır. AZOFENOL a. (fr. azophdnol). Org. kim. H idroksiazo* bileşiklerinin doğ ru olm a­ yan, am a yaygın olarak kullanılan genel adı; bir diazonyum tuzunun bir fenolle yoğuşmasından elde edilir ve boyarm adde olarak kullanılırlar. (Eşanl. HİDROKSİAZO.)



AZOFÜKSİN a (fr azotuchsine' den). Kim. Sultanilik asidin diazosunun, dihidroksinaftalen 1 . 8 sülfonik-4 asidi (S asidi) üzerine kenetlenm esiyle elde edilen azo boyarm adde.



AZOGUES, E kvador’da kent, Canar ili­ nin merkezi, And dağlarında, C uenca’nın K .’inde; 9 200 nüf. Ç im ento fabrikası.



AZOKARMEN a. (fr. azocarm in'deri). Rozindulinler g rubundan boyarm adde; indulin pişim inde am inoazobenzen yeri­ ne azoanilin a- naftilamin katılarak elde edilir. (Bu yolla elde edilen boyarm adde, daha sonra sülfonlanır ve disülfonlu türev, karışım halinde bile yünün boyanm asın­ da kusursuz renk veren kırmızı bir boyar­ m adde olarak geniş bir kullanım alanı bu­ lur.)



AZOKSİ sıf. (fr. azoxygue'den). Kim. A zoksi



b ile ş iğ i,



genel



fo rm ü lü



azot R— N = N ( 0 )— R'olan azo bileşiklerinden N-oksitlerinin genel adı.



AZOKSİBENZEN a. (fr. azoxybenzĞne'den). Kim. Azobenzenin, formülü C 6 H5— N = N (0 )—C 6 H 5 olan N-oksidi.



AZOL a. (fr. azole). Org. kim. Bir arenin C H = C H grubunun yerine bir NR grubu içeren arom atik ayrıkhalkalı bileşiklerin genel adı. (Pirol bir m onoazoldûr. Halka­ nın diğer CH gruplarının yerini başka azot atomları alabilir; böylece diazoller, triazoller, hatta bir tetrazol elde edilir.)



AZOLİTMİN a. (fr. azolitmine). Turnuso­ lün ana bölüm ünü oluşturduğu sanılan kahverengi-kırmızı renkte azotlu boyarm adde.



■ AZOLLA a. Eski ve Yeni D ünya’da sa­ dece beş türü bulunan su eğreltisi, (iki tü­ rü Batı A vru pa ’d a d urg u n suların ve ba­ taklıkların yeşillendirilm esinde kullanıl­ maktadır. Salviniaceae familyası.)



azolla



sorus kesiti



AZOT a. (fr. azote). 1. Hacim bakımın­ dan havanın yaklaşık beşte dördünü oluş­ turan ve olağan sıcaklıkta gaz halinde bu­ lunan m adde. (Simgesi N olan kimyasal element.) [Bk. ansikl. böl.] — 2. Am onyak azotu, hidrojenle bileşerek NH 4 kimyasal kökünü oluşturan azot. Atom sayısı: 7 Atom kütlesi: 14,006 7 Erime noktası: -1 9 5 ,8 °C Kaynam a nokta sı:-2 1 0 °C H avaya göre yoğunluğu: 0,97 Yükseltgeme dereceleri: - 3 , - 2 , - 1 , 0, + 1 , + 2 , + 3 , + 4 , + 5 Elektron biçim lenm esi: [2]szp3 izotopları: 12, 13, 14, 15, 16, 17 Doğal azot: 14N (% 99, 65), 15N (°/o 0,35) — Biyokim. Proteik azot, bir dokudaki ya da biyolojik b ir sıvıda proteinlerde bulu­ nan azot miktarı. (Proteinlerde ortalama °/o 15-20 azot bulunur.) || Proteik olmayan azot, bir dokudaki ya da biyolojik b ir sıvı­ daki proteinlerden başka m addelerde bu­ lunan azot. (Bk. ansikl. böl. Biyokim., Zo­ otekn.) — Biyol. A zo t bakterisi, Nİt r o z o b a k t e r İ' nin eşan lam lısı.



B —Çevrebil. veTarım . A zo t dolaşımı, azo­ tun madenler, bitkiler ve hayvanlar âlemi arasında dolaşımından oluşan değişiklik­ ler dizisi. (Bk. ansikl. böl.) — Fişekç. A zo t pam uğu, güçlü patlayıcı özellikler kazandırmak için nitrolanmış, azot oranı oldukça yüksek pamuk. — Petrokim. Azot giderme, doğal gaz için­ de bulunan azotu kısmi olarak özütleme. AZONAL sıt. (fr. söze.) -> KUŞAKDIŞI. (Gelişmiş azot giderm e fabrikalarında, do­ ğal gazın içerdiği azotun büyük bölüm ü AZOOSPERMİ a (fr azoosperm ie; -1 0 0 °C 'ta sıvılaştırma ve bölümlü damıt­ yun. a, yokluk eki, zoon, hayvan, ve sper­ m a yoluyla elenerek, gazın ısıl gücü artı­ ma, tohum'dan). Sperm ada spermatozoit rılır.) bulunmaması. — ANSİKL. Özellikleri. 1772'de Daniel Ru— ANSİKL. Azoospermi, erkekte kısırlığın therford hava içindeki azotu saptadı, Caen önemli nedenidir, iki çeşidi vardır: b o ­ vendish bu m addeyi inceledi (1784), Laşalm aya bağlı azoosperm i'de spermatovoisier de, basit bir cisim olduğunu kanıt­ zoitler erbezinde normal olarak gelişir, fa­ ladı. kat sperm a yollarındaki herhangi bir en­ Azot, renksiz, kokusuz ve sıvılaştırılması gelden dolayı (boşalm a yollarında yara­ zor bir gazdır (kritik sıcaklığı:—146°C). Çö­ lanma ya da boğulma, gonokok ya da sı­ zünürlüğü oldukça zayıftır: 0 ° C ’ta, 1 lit­ radan bir m ikrop enfeksiyonu) dışarıya re suda ancak 23 cm 3'ü çözünür. ulaşamaz; salgısal azoosperm i’ d e (erbezi Azot, üç değerli bir ametal türüdür. Dü­ biyopsisinin de belirleyebileceği gibi) er­ şük sıcaklıkta kimyasal etkinlik gösterme­ bezinde spermatozoit oluşmaz. Nedenleri mesi nedeniyle bu şekilde adlandırılmış­ pek çoktur, örneğin erbezinin kabakulak­ tır. Öte yandan yüksek sıcaklıkta tekatomtan iltihaplanması. lu hale dönüştüğü için etkinlik gösterir AZO PH İ -> ABDURRAHMAN BİN ÖMER Tepkim elerinden birçoğu doğ a d a ve sa­ ES-SÛFÎ. nayide oynadıkları rolden dolayı çok önem lidir. Azot, uygun sıcaklık aralığın­ AZORELLA a. M aydanozgiller fam ilya­ da hidrojenle tersinir bir tepkim eye gire­ sından bitki. (Bir türü [Azorella selago] Ku­ rek amonyağı oluşturur:N2+ 3 H 2 = 2N H 3. zey kutbu yöresinde, alçak ve sık ö be k­ Tepkime, am onyak oluşurken ısı vericidir; ler halinde yetişir.) dolayısıyla sıcaklık düştükçe amonyak ve­ AZORIN (Jose MARTIN EZ RUİZ-,— de­ riminin artması gerekir; ancak bu kez tep­ nir). İspanyol yazar (Monövar 1873 - M ad­ kimenin hızı düşer. Bununla birlikte demir rid 1967). “ 98 kuşağı” nın temsilcilerinkökenli bir katalizör yardım ıyla işlem, dendir. Kendi buluşu olan bu ad sık sık 5 50 °C 'ta uygulanabilir. Am onyak oluştu­ tartışmalara yol açmıştır. Yapıtlarında, kü­ ran tepkim e, ortam daki mol sayısının çü k kentlerin çöküşünü yansıtarak ispanazalmasına yol açtığından, bireşimi kolay­ ya'nın gerçek ruhunu gösterm eye çalıştı laştırmak için yüksek basınç uygulanır. Bu (La voluntad, 1902; La ruta d e D on Ouibileşiğin sanayideki bireşimi işte bu yön­ jote, 1905; Las contesiones de un petem le gerçekleştirilir. queno filösofo, 1904; Castilla, 1912). “ Ye­ Azotun bir başka önemli tepkimesi, ok­ ni y a p ıtla rın d a (Fâ//x Vargas, 1928; fl/ansijenle bileşerek azot monoksit oluşturma­ c o en azul, 1929; Superrealismo, 1929) iç sıdır: yaşamı ve ruh durumlarını çözümledi. Ay­ N 2 + O 2 = 2NO. rıca, eleştiri denem eleri (Lecturas espaBu tersinir tepkim e ısı alıcıdır ve dola­ holas, 1912; Los valores literarios, 1914; yısıyla yüksek bir sıcaklık gerektirir. Gaz El licenciado Vidriera, 1915) ve oyunları karışımı önce bir elektrik arkı üstüne gön ­ (O ld Spain, 1926; C om edia det arte, derilir; sonra ço k düşük nicelikte oluşan 1927; L o invisible, 1927; La guerrilla, oksidin bozunmasını önlem ek için gazlar 1936) vardır. hızla soğutulur; çünkü 6 0 0 °C ’ın altında serbest oksijen, azot m onoksidi, azot diAZORUBİN a (fr. azorubine). Kırmızı renkli mono-azo boyarm adde. (AET ülke­ okside dönüştürür: NO + ~ 0 2 -» N 0 2; lerinde besin boyarm addeleri listesinde bu bileşikten de asit elde edilir. Ancak bu E 122 sayısıyla yer alır; karideslerin, sosis yöntem, am onyak yükseltgenerek azot zarlarının, şekerlemelerin, reçellerin, kon­ monoksit elde edilmesi karşısında önem i­ serve m eyve ve sebzelerin, sosların, etli ni yitirm ektedir. (-»NİTRİK asit.) ürünlerin ve alkolsüz içkilerin renklendiBir gaz karışımının azot içerip içerm e­ rilm esinde kullanılır.)



diğini anlam ak ve azot niceliğini sapta­ m ak için eskiden beri kullanılan aşağıda­ ki ayraçlara başvurulur: oksijen ve kıvıl­ cım, pirogallik asit, sodyum hidrostit vb. Bu ayraçlarla uygulanan işlemlerden son­ ra bir gaz artığı kalırsa, bu artık ya azot ya da bir soy gazdır. Artık gazlardan azo­ tu, yalnızca kalsiyum ya d a kızıl hale ge­ linceye değin ısıtılan m agnezyum soğurabilir. O rganik bir bileşikteki azot, bu m adde kireçle ısıtılarak belirlenebilir ve azot ge­ nellikle am onyak biçim inde açığa çıkar. Daha güç, ama daha güvenilir bir yol ise, bu bileşiğin küçük bir miktarını sodyum ile ısıtmaktır; azot içeren organik bileşik­ ler bu kez sodyum siyanür oluşturur; sod­ yum siyanür ise tam yansız çözelti halin­ de, dem ir II ve dem ir III tuzları karışımına doku n d uğ u n da Prusya mavisi çökeltisi oluşturmasıyla tanınır. • D oğ a l hali, hazırlanması ve kullanım alanları. Azot, serbest halde havam n ha­ cim ce °/o 78’ini, ağırlık bakım ından da % 75,5'ini oluşturur. Minerallerde, nitratlar ve am onyak tuzları biçim inde yer alır. Ni­ hayet proteinlerin, nükleik asitlerin bileşi­ m ine girer ve canlı varlıkların organların­ d a bileşik halinde bulunur. S anayide azot, büyük ölçüde bedava ve tükenm ez bir kaynak olan havadan üretilir. Genellikle sıvı hava bölümsel d a ­ m ıtm adan geçirilerek azot elde edilir. Bu elem ent güb re üretim inde ve özellikle am onyağın bireşim inde çok büyük m ik­ tarlarda kullanılır. Sözkonusu üretim yön­ tem lerinde kullanılan azotun, katalizörle­ rin 0 2, CO ve CO 2 gibi zehirlere karşı du­ yarlılığı nedeniyle oldukça arı olması zo­ runludur. Ayrıca kalsiyum karbür üzerine azotun etkimesiyle elde edilen kalsiyum siyanam it üretimi de ço k arı azot gerekti­ rir. Öte yandan, istenm eyen tepkim eleri önlem ek için azottan çoğu kez koruyucu ve yansız gaz olarak yararlanılır. Patlama tehlikesine karşı tutuşabilir sıvıların d epo­ lanm asında ve haznelerden basınç al­ tında gaz aktarılm asında da azot kullanı­ lır. Çeşitli maddelerin oksijenle bozunmasını engellem ek için besin ve dokum a sa­ nayilerinde azot geniş ölçüde tüketilen bir m addedir. • Azotun m etal bileşikleri. Azot, az çok yüksek sıcaklıklarda çeşitli metallerle birleşerek ya am onyağın ornatm a türevleri olan nitrürleri, ya da azotür asidin (H N 3) tuzları olan azotürleri oluşturur. Üç tür nitrür vardır: iyonik, ortak değerlikli, ara durumlu. iyonik nitrürler N3tiy o n u içerir.Bu türler arasında Lİ3 N, N ^ N (patlayıcı), Ca 3 N 2 gibi alkali ya d a toprak alkali nit­ rürler sayılabilir. Bu bileşikler hidrolizlend iğinde hidroksit ve am onyak verir. O r­ tak değerlikli nitrürlere örnek olarak, alü­ minyum nitrür (AIN) ile grafit yapısındaki bor nitrür (BN) gösterilebilir. Bor nitrür, hem cam döküm kalıplarına camın yapış­ masını önler, hem de potalarda astar ola­ rak kullanılır; çünkü erim iş dem ir bor nitrürü ıslatmaz. Ara durum lu nitrürler, geçiş m etalleriyle oluşur ve ö rnek olarak Fe 4 N, M n4N verilebilir. Sert olarak bu bi­ leşiklerin erime noktaları yüksektir; iyi ilet­ kendirler ve görünüm leri m etallere ben­ zer. • A zo t oksitleri. Bu bileşiklerin sayısı ol­ d ukça kabarıktır: diazot m onoksit ya da azot hem ioksit (N 2 0 ), azot m onoksit (NO), diazot trioksit ya da nitrit anhidrit ya da azot seskioksit (N 2 0 3), azot dioksit ya da diazot tetraoksit (N 0 2 )ve diazot pentoksit ya da nitrik anhidrrt ( N ^ j) . Bütün bu oksitler elementlerinden elde edildiklerin­ de ısı alıcıdır; bu nedenle orta sıcaklıkta az kararlıdırlar. Bozunmaları sırasında ok­ sijen verdiklerinden yükseltgen rolü oyna­ yabilirler; örneğin hepsi tutuşturulmuş kö­ m ürün tüm üyle yanmasını sağlayabilir. Hidrojen, azot oksitlerini indirgeyerek azot ve su verir; bu tepkim e platin süngeri ka­ talizörlüğünde gerçekleştirilirse am onyak oluşur. Bütün bu bileşikler arasında yalnızca



1145



Azorin kitaplıkla (1963) Esplandiu’nun suluboya resminden ayrıntı



azot -| 1 4



0



AZOT DOLAŞIMI



azot monoksit, kendi elem entlerinden doğ ru d an doğ ru ya elde edilebilir. 1. Diazot monoksit, azot oksidül ya da azot protoksit (N 2 0 ) 1776'da Priestley ta­ rafından bulundu. Renksiz ve kokusuz bir gazdır; havaya göre yoğunluğu 1,53’tür; sıvılaştırtması ço k kolaydır ve - 8 9 ° C 'ta kaynar; ayrıca suda oldukça çok çözünür ( 0 ° C ’t a b ir litre suda bir litre diazot monoksit). Solunum yoluyla alındığında önce be­ yinde bir gülm e uyarısına yol açar; bu ne­ denle D avy bu oksite "g ü ld ü rü cü gaz" adını vermiştir. G üldürm e etkisinin ardın­ dan anestezik etkileri görülür ve özelliği kimi cerrahi işlemlerde kullanımını sağlar. Isı etkisiyle kolayca bozunarak element­ lerini açığa çıkarır. A kkor bir cism in do­ kunuşuyla başlayan bu bozunma üçte bir oranında oksijen içeren bir azot ve oksi­ jen karışımı verir; dolayısıyla kükürt, fos­ for, karbon, magnezyum gibi yanıcı m ad­ deler tutuşturularak daldırılırsa bu gaz içinde de canlı bir parlaklıkla yanm aları­ nı sürdürürler. Azot protoksit, bir nokta­ sından için için yanan bir tahta parçasını yeniden alevlendirir; ancak oksijenden farklı olarak yavaş yanmayı sürdürm ez ve soğukta beyaz fosforca soğurulm az; ayrıca azot monoksitle kırmızı dum an ver­ mez. Azot protoksit piyasada çelik tüpler için­ de sıvı olarak satılır, atom soğurm a spektrofotom etrisinde yakıcı gaz olarak kulla­ nılır. Asetilen-azot protoksit karışımı yak­ laşık 3 0 0 0 °C sıcaklıkta bir alev verir ve ateşe dayanıklı oksitlerdeki elementlerin (Al, Ti) miktarını belirtm eye yarar. 2. A zot monoksit. 1772’de Hales ve Priestley buldu; kokusu belirsiz, renksiz bir gazdır; havada tutu ld uğ u n da azot diokside (N 0 2) dönüşür. Y oğunluğu 1,04 olan azot m onoksidin sıvılaştırılması zor­ d ur (kaynama noktası -150°C ); suda çok az çözünür. Soğukta kararlı değildir; kızıl derecede tüm üyle bozunur. Bu nedenle yakıcı özellikler taşır; ama cisimlerin azot monoksitle yanabilmesi için daha yüksek bir sıcaklığa değ in ısıtılması gerekir. Ni­ tekim, kibrit, azot monoksit içinde söner. Oksijenle tem as ederse yükseltgenerek nitrit. anhidrit ve azot dioksit verir. Tersi­ nir bir tepkim eyle oluşan yükseltgenm e ürünlerinin oranlan, oksijen miktarına ve sıcaklığa bağlıdır. Nitrit anhidrit ancak so­ ğukta elde edilebilir. Bu özelliği nedeniyle azot monoksit in­ dirgen bir gazdır; Potasyum perm anga­ nat, derişik nitrik asit vb. ile tepkimeye gi­ rer. Halojenlerle tepkim esi nitrozil halojenürleri oluşturur. Isı veren bu tepkim e,



4 0 °C dolayında klor ile etkin alümin eşli­ ğin d e gerçekleştirilir ve aşağıdaki denk­ lemle gösterilir: 2NO + CI = 2NOCI. Sanayide, elementlerinin elektrik arkında doğ ru d an bireşimi yoluyla ya da am on­ yağın katalitik yükseltgenmesiyle elde edi­ lir; ama oluşumunun hemen ardından nitrik ya da nitrit aside dönüşür. {-* NİTRİK asit.) 3. A zo t dioksit. Azot d io k s it,-1 0 ° C ’ta renksiz kristaller halinde katılaşır. 0 ° C ’a doğru, uçuk sarı renkli bir sıvıya dönüşür; am a sıcaklık arttıkça kırmızı dum an çıka­ rarak daha koyu bir renge bürünür. 21 ° C ’ta kaynar. Isıtıldıkça dum anı daha da koyulaşır ve saydamlığını yitirerek opaklaşır. Aynı zam anda yoğunluğu da giderek azalır. Bu belirgin nitelikleri iki ayrı molekül türünün varlığıyla açıklanır: dimer (N 2 O 4), renksiz ve soğukta kararlıdır; monom er (NO 2 ) oldukça renklidir; sıcakta tersinir tepkim e m onom er oluşumu yö­ n ü n d e g e rç e k le ş ir: N 2 0 4 = 2 N 0 2. 1 3 0 °C ’ta tam bir ayrışma doğar. 1 80 °C ile 6 00 °C arasında NO 2 m ole­ külü azot m onoksit vererek ayrışır: N 02 s



NO + i - 0 2.



Bu tepkimeden azot dioksidin yakıcı ve yükseltgen özeliklerinin azot m onokside göre daha belirgin olduğu anlaşılır. Bu bi­ leşik uçucu ve yanıcı bir sıvıyla (benzin, karbon sülfür) karıştırılırsa, panklastitler denen şiddetli patlayıcıları oluşturur. A y­ rıca uzay roketlerinde ergol olarak kulla­ nılır. Suya karşı karm a bir anhidrit gibi davranır; 0 °C 'ta nitrit asit ve nitrik asidin bir karışımı elde edilir: 2 NO 2 + H 2 O ^ H N 0 2 + H N 0 3. Alkali çözeltiyle nitrit ve nitrat oluşturur. Azot dioksit olağan sıcak­ lıkta su ile tepkim eye girerse, nitrit asit bu sıcaklıkta bozunacağından, tersinir bir tepkim e uyarınca nitrik asit ve azot m o­ noksit ortaya çıkar: 3 N 0 2 + H20 s 2 HNO 3 + NO. Sanayi alanında nitrik asidin bireşi­ m inde bu tepkim eye başvuruiur. Ayrıca azot dioksit, bazen azotil gibi bir d e ğ e r­ li kök rolü oynar. 4. N itrit anhidrit -> NİTRİT. 5. N itrik anhidrit - * NİTRİK. • Hidrojenli bileşikler — AMONYAK, AZOTÜR asit, HİDRAZİN. • Oksijenli asitler -> HİPONİTRİT, NİTRİT, NİT­ RİK.



• Halojenli bileşikler. Ç ok karmaşık brom ve iyot bileşikleri dışında bilinen bileşik­ ler azot klorür (NCI3) ve flüorürlerdir (NF 3 ). Azot flüorür, oldukça kararlı bir gazdır; azot klorür ise ço k duyarlı, sıvı bir patlayıcıdır. • Gaz ve sıvı azot. G az azot, hem bire­ şim etkeni (am onyak üretimi), hem de yansız gaz olm a özellikleri nedeniyle ge niş bir kullanım alanı bulur. (Yansız atmos­ fer oluşturma, yangınlara karşı korunma, temizleme gazı olarak yararlanma vb.) Sı­ vı haldeki azotun ise soğutucu sıvı olarak (olağan kaynam a noktası 77,3 K, yakla­ şık -1 9 6°C ) pek ç o k uygulam a alanı var­ dır ve örnek olarak şunları verebiliriz: be­ sin sanayisi alanındaki uygulamaları (be­ sin m addelerinin hızla dondurulm ası, ça­ b uk çürüyen besin m addelerini taşıyan araçların soğutulması); tıptaki uygulam a­ ları (yapay döllenm e için sperm anın sak­ lanması, doku ve organ bankaları, cerra­ hi kriyosondaların soğutulması, deri has­ talıklarının soğukla tedavisi, özellikle kü­ çü k deri urlarının yok edilm esi, siğiller); sanayi alanındaki uygulam aları (soğuk pom palam a, uzay benzeşim odaları, ka­ rarsız sollerin dondurulm ası, soğukta ça ­ pak alma, soğuk öğütm e, çeşitli m adde­ lerin geri kazanımı). Sıvı azot, binlerce m etreküplük d epolarda stoklanır ve on­ larca m etreküplük tankerlerle taşınır. —Biyokim. Kanda hem proteik azot (peptitlerin ve proteinlerin azotu), hem p rote ­ ik olm ayan azot (üre, am onyak, aminoasitler, ürik asit) bulunur. Proteinlerin tü ­ mü % 16 azot içerir. Polipeptit azotu böb ­



rek ve karaciğer hastalıklarında artar ve bunun değişim leri, ürenin değişim lerin­ den daha iyi bir şekilde hastalığın gidişi­ ni gösterir. Azot vücuttan idrarla atılır; atıl­ m a daha ço k üre (°/o 82), am onyak, aminoasit, ürik asit ve kreatinin biçim inde olur. Azotun vücutta tutulması büyüm e gereksinim i bakım ından çocukta ve ge­ be kadında daha belirgindir. —Çevrebil. ve Tarım. Son derece karma­ şıklığına karşın, azot dolaşımı biyosferin en iyi bilinen büyük m adde dolaşımların­ dan biridir. Canlı m addedeki azot, özellikle prote­ inler, atmosferdeki azottan gelir, çeşitli sü­ reçler sonucunda o rganik bileşiklerin ya­ pısına girer. Tutma, bağlam a denen bu ilk aşamayı am onyaklaşm a * ve nitratlaş­ m a izler; böylece nitrit ve nitrat biçim in­ de mineralleşen bu azotlu bileşikler doğ ­ rudan doğ ru ya bitkilerce soğurulabilir. Eğer n itrat * bozm a süreci olmasaydı, bir başka deyişle, tutulm uş olan azotun bir kısmı nitrat bozm a süreciyle atmosfere geri dönm eseydi bu dolaşım tamamlanamazdı. Havadaki azotun tutulması çeşitli biçim­ de olabilir; azotun en büyük bölüm ünü toprağa çekip alan etmen mikroorganiz­ malardır. Bunların en iyi bilinen ve en bol olanları arasında topraktaki serbest ve aerobi bakteriler (azotobacter) ya da anaerobi bakteriler (clostridium ) bazı mavisuyosunları (nostoc, anaboena) ve baklagil­ lerdeki ortakyaşar bakterilerdir. Bu sonun­ cular ço k önem lidir, çünkü to p ra ğa en ço k azotu bunlar sağlar; örneğin bir yon­ ca tarlasında to p ra ğa giren azot miktarı yılda hektar başına 400 k g ’ı bulur. Bu­ günkü durum da önem sırası açısından, ikinci sırayı sanayi gübrelerindeki azot alır; onun ardından daha az oranda oim ak üzere, elektrokim yasal (gökgürültülü sağnaklar) ve fotokimyasal süreçler ge­ lir. Bu yollarla değişikliğe uğrayan azot genellikle nitrat biçim inde girerek, üstün yapılı bitkilerce proteinlerin sentezinde kullanılır. Topraktaki azotun °/o 9 5 ’ten fazlası d u ­ rağan hum usta yer alır ve m ineral m ad­ delere ço k sıkı bağlandığından m ikroor­ ganizmaların eyleminden çok az etkilenir. Bir başka organik bölük, ölü ya da canlı m ikroorganizm alar ve kim ilerince "g e ç i­ ci ürünler" diye adlandırılan, çözülm e ya d a bireşme yolundaki basit m etabolitler g ibi değişken organik m addelerdir. Son olarak, organik azot, henüz değişime uğ­ ramamış olan taze bitkisel ve hayvansal artıklarda bulunur. Proteinlerin aminoasitlere parçalanma^ sından (proteoliz) sonra yer alan am on­ yaklaşm a sonucunda aminoasitlerden amonyak biçim inde azot ortaya çıkar. Bu­ nu da en başta bakteriler ve mantarlar ya­ par. A m onyak biçim indeki azot bitkilerce soğurulabilir, ama am onyak aynı zaman­ da dışbeslek (heterotrof) mikroorganizma­ lar için de aranan bir besindir. Amonyaksal azot topraktaki em ici m ekanizm a ile alıkonur ve sularla akıp gitmesi önlenir. Bazı killi topraklarda (illit) bir geri dönüş sürecine de uğrayabilir. Nitratlaşma am onyağın nitrata yükseltgenmesidir. Bunu iki tip bakteri sağlar: nitrosom onas denen bakteriler am onyağı nitrite dönüştürür; nitrobacter denenlerse bu bileşiği yükseltgeyerek bitkilerce so­ ğurulabilir nitrat haline getirir. Nitrat bozm a en başta, nitratları gaz ha­ linde azota ve oksijene ayıran nitratsızlaştırıcı bakterilerin etkisiyle gerçekleşir. Nitratlı azot uçucu bir nesnedir, toprak­ ta çok ender birikir. Am a nitratlaşma süre­ cinin de zorunlu bir aşamasıdır. Bununla birlikte nitritler, iyi havalanm am ış toprak­ larda önemli miktarda birikebilir; o zaman nitrat bozm a süreçleri yoğunlaşır. Nitrik azot ise azotun m ineralleşm esinin son ürünüdür. G örülebilen nitrik azot miktarı, birlikte yürüyen iki etkinliğin sonucudur:



bir yandan, mineralleşme organik azotu amonyaksal azota (amonyaklaşma), son­ ra nitrik azota dönüştürür; öte yandan, m ikroorganizm alar kendi bünyelerinde m ineral azotu organik azota dönüştürür­ ler (organikleşme). Çevresel koşullara gö­ re bu iki etkinlikten biri, bir süre öbürüne üstün gelebilir, am a değişiklik ters yönde de aynı hızla gerçekleşir. İyi koşullarda (elverişli nem, oldukça yüksek sıcaklık ve mayalandırıcı karbon yokluğu) mineral­ leşme organikleşm eye büyük ölçüde üs­ tün gelir. Toprakta eriyik içinde bulunan kullanılabilir nitrik azot büyüm e evresin­ de bitkilerce yüksek bir hızla soğurulur. O zam an topraktan çekilen azot hektar başına günde 3 kg dolayındadır. Bunun­ la birlikte o sırada kök soğurm asına bağ ­ lanamayan bir miktar azot kaybı daha ola­ bilir. Bu olgu azotun rizosfer (kökküre) bölgesinde yeni bir düzenlemeye geçm e­ sinden ileri gelir.Eğer mineralleşme ko­ şulları elverişliyse genellikle hasattan az bir zaman sonra bu olay kaybolur.Toprağ a azotlu gübre vermenin amacı,toprağın verebileceği azotu tamamlamak olmalıdır; bunun nedeni topraktaki azotun yetersiz kalıp bitkinin büyümesini sınırlayıcı bir et­ men olmaması, bir başka nedeni de su­ larla akıp giden azot kaybını elden geldi­ ğ ince azaltmaktır. Gerçekten de azot, nitratların ya da su­ da eriyen organik m addelerin toprağı yı­ kayan sularla akarsulara ve okyanuslara sürüklenmesi sonucunda dolaşım dan çı­ kabilir. Bu durum da azot biyolojik bağlar­ la tutulm a ve nitrat bozm a yoluyla yeni­ den dolaşıma sokulabilir; sonunda ya at­ m osfere yollanır ya da derinlerde tortular içinde birikir. .Nitrat bozm a süreçlerine karşın, bu­ günkü durum da, bazı akarsularda ve de­ rindeki sulu katmanlarda tutulan azot mik­ tarında bir artış görülm ektedir. (Bu olgu insan sağlığı için tehlikeli sonuçlar d oğ u ­ rabilir: zehirli nitrit yüklü sular, göllerin oksijensizleşmesi, vb.) —Zootekn. Evcil hayvanların rasyonlarında, genetik potansiyellerinin onlara sağ­ ladığı üretim düzeyini tutturabilecek m ik­ tarda azot bulunm alıdır Her hayvan türü için azot gereksinimleri deneylerle sap­ tanmış norm lara g ö 'e hesaplanır. Besin­ ler azotu değişik biçim lerde içerir: p rotit azotu (aminoasitlerde yer alan azot), p ro ­ teik azot (besinlerin çözünm eyen azotlu kısımları), proteik olmayan azot (ya da çö ­ zünür azot). Bu azot bir öncekinin bütün­ leyici kısmını oluşturur ve protitler dışı azotlarla aminoasitleri ve küçük peptitleri içerir.



Azot sanayii türk aş



->



TÜRKİYE



GÜBRE SANAYİİ AŞ (TÜGSAŞ).



AZOTAT a. (fr. azotate). Kim. NlTRAT’ın eşanlamlısı.



AZOTEMİ a (fr. azotemie). Tıp. Proteik azottan başka, kanda bulunan tüm azot bileşiklerinin miktarı. (Üredeki azotu, am onyağı, aminoasitleri, kreatini, kreatinini içerir. Azot oranı, trikloroasetik asitle pıhtılaştırıldıktan sonra proteinlerden arın­ dırılan kanda belirlenir. Normal miktarı lit­ rede (0,20-0,40 g'dır.)



AZOTEMİK sıf. (fr. azotâmique). Tıp. 1. Azotemiyle ilgili. — 2. Azotem ik sendrom, kanda, üre ve benzeri azotlu m addelerin birikmesi sonucunda ortaya çıkan bozuk­ lukların tümü. (Bunlar, özellikle m ide -bağırsak ve beyinle ilgilidir ve kusma, ba­ zen kanlı ishal, başağrısı, uyuklam a ve kom aya kadar varan uyuşukluk biçim in­ de belirir. Ayrıca kaşıntı, retinit ve perikardit de görülebilir. Bu sendrom, özelliklle nefropatilerin son evresinde ve ayrıca ur­ lar, basınç vb. gibi etm enlerle idrar yolla­ rının tıkanması hallerinde görülür. (-*



AZOTLAMAK t. Azotla karıştırmak ya d a bileştirmek.



AZOTLU sıt. Azot içeren bileşikler için kullanılır: Azotlu gübre.



AZOTO-, (fr. azofe'tan) kimi sözcük­ lerin bileşimine girer.



AZOTOBACTER a. Toprakta bulunan ve gerektiğinde kistleşebilen, bazen sarı -yeşil renge boyanan aerobi bakteri. Ilı­ man iklim lerde havanın azotunu kendine bağlam a yeteneği vardır. AZOTOMETRE a. (fr. azotom etre'den). Kim. Gazölçüm yoluyla organik bir mad­ denin içerdiği azot niceliğini belirlemeye yarayan aygıt.



AZOTORE a. (fr. azotorrhee). Patol. Dış­ kıdaki azot miktarının, belli bir beslenme düzeninde ölçülen azot miktarına göre artmış olması. (Pankreas yetersizliğinin en önemli belirtisidir.)



AZOTÖLÇER a. Kim. H acim ölçüm yo­ luyla, azot niceliğini belirlemeye yarayan aygıt.



AZOTÜR a. (fr. azoîure’den). Kim. For­ mülü HN3 olan azotür asidin tuzu. (Bk. ansikl. böl.) || A zo tü r asidi, form ülü, HN 3 olan hidrasit. (Azotür asidi 3 7 ° C ’ta kay­ nayan, boğucu, ço k zehirli, renksiz bir sı­ vıdır. Isı alıcı bir m adde, ço k duyarlı bir patlayıcıdır. N itrürler dışında, azotür tuz­ larının çoğu patlayıcı özellikler taşır.) —ANSİKL. Eskiden azotür ve nitrür terim ­ leri karıştırılırdı. Günümüzde nitrür, am on­ yak ornatılarak elde edilen bir metal tü­ revini belirtir. Kurşun, cıva, güm üş gibi ağır metallerin azotürleri, çarpm a ve ısı­ ya karşı çok duyarlı patlayıcılardır. Kurşun azotür (PbN6), hemen her alan­ da cıva fulminatın yerini alan bir patlatıcıdır; kurşun nitrat ve sodyum azotür çözeltile­ rinin çifte bozunma ürünü olarak elde edi­ lir. Sodyum azotür genellikle azot hemıoksidin, sodyum amit üzerine etkim esiy­ le üretilir. Baryum azotür (BaN6), sanayi­ de kimi alanlarda kullanılır.



AZOTÜRİ a. (fr. azoturie). Tıp. Proteik azottan başka, idrarda bulunan tüm azot bileşiklerinin miktarı. (Normal miktar litre­ de 10-18 g'dır.)



AZOYİK sıt. (fr. azoîque). Yerbil. Yaşa­ mın olm adığı ortam, fosil, ya da yaşam izi bulunm ayan arazi için kullanılır.



ÂZPEİTİA, ispanya'da kent, Bask ülke­ sinde (Guipuzcoa); 10 800 nüf. Röne­ s a n s ’ta n k a lm a ilg i ç e k ic i kilise . —Yakınında, aziz ignatius’un doğm uş ol­ duğu evin yıkıntıları çevresinde kurulmuş Loyola manastırı (planlarını, C. Fontana’ nın yaptığı daire planlı bir kilise).



AZPİLCUETA (Martin DE), Doktor Navarrus denir, İspanyol ahlakçı, iktisatçı ve kilise hukuku uzmanı (Barâsoain, Navarra,l493-Rom a 1586).Salamanca’da kilise hukuku proiesörlüğü yaptı. Bütün Avru­ pa'da büyük bir yankı uyandıran ahlak ki­ tapları yazdı. Bu yapıtlarda iktisadi konu­ lar üzerinde de düşünceler ileri sürdü. Comentario resolutorio de cam bios adlı ya­ pıtında (1556), Jean Bordin'den on iki yıl önce ilk kez paranın miktar kuramını orta­ ya koydu.



AZRA a. (ar. ’azra ').Esk. 1. Bakire kız: ’ 'Hüsni azı a, nazı selma, ânı Leylâ 'dan garez” (Asım Efendi, XIX. yy.) — 2. Delinmemiş inci. — 3. Medine. — 4. Üzerinde yürünmemiş kum.



AZRA a. Müz. Türk müziğinde, XVII. yy.’dan bu yana kullanılmayan bir makam. Günümüze ulaşabilmiş örneği yoktur.



AZRAF ya da AZREF sıf. (ar. a zref).



ÜREMİ.)



Esk. 1. Ç ok zarif, pek ince: Azret-i züıeia (zariflerin en zarifi).— 2 . Ç ok zeki.



AZOTİL a. (fr. azotyle). Kim. Nitrik asit



AZRAİL ya da EZRAİL a. (arTazrâhl).



t'H O N G r! gibi, kimi bileşmelerde yer alan bir de ğ e rli NO 2 kökü. (Eşanl. NİTROİL.)



1. Allah’a en yakın olan dört büyük m e­ lekten biri. (Bk. ansikl. böl.) — 2. Azrail g i­



bi, korkutucu, ürkütücü biçim de: B irden­ bire Azrail g ib i karşıma dikildi. || Azraile bir can b orcu kalm ak,sözkonusu bir kimseyse, bir gün nasıl olsa öleceğini kabul etmiş olmak; hiçbir kimseye borcu bulunm a­ mak. || Azraile elense çekm ek, hastalığı yenip ölüm tehlikesini atlatm ak (arg.). || Azrailin elinden kurtulmak, ölüm den dön­ mek, ölüm tehlikesi atlatmak. || A zrail ile b uru n buruna gelm ek, ölümle karşı kar­ şıya gelmek. —ANSİKL. K u ra n ’ d a k e n d is in d e n Melek ül-mevt (Ûiüm meleği) diye söz edi­ lir. Görevi, evrendeki tüm canlıların, A l­ lah’ın belirlediği öm ürleri bitince canları­ nı almaktır. K uran'ın Naziat suresinin ilk ayetlerinin yorum undan, iki grup yardım ­ cısı olduğu kanısına varılmıştır. Bunlardan Neziat diye adlandırılan melekler inanma­ yanların, Naşitat diye adlandırılanlar ise inananların canlarını alırlar. — Ed. Dede Korkut kitabı'ndaki Duha Ko­ ca oğlu Deli Dumrul hikâyesinde heybetli, ama sakalı ağarmış, gözleri iyi görmeyen, “al kanatlı” yaşlı bir erkek görünüm ünde­ dir. Deli Dum rul saldırınca bir güvercin olarak kaçar; daha sonra D um rul’u atın­ dan düşürerek canını alm ak üzere g ö ğ ­ süne basar. Bazı m asallarda ölecek kişi­ lerin canlarını alm ak üzere atla gelen, yaş­ lı bir adam olarak canlandırılır. Halk şii­ rinde ölüm tem asıyla ilgili ola ra k sık sık sözü edilir: Azrail de can alm ağın kasdında/D öne döne teneşirin üstünde — Karacaoğlan. K uran’da ona verilen Melek ül-mevt (Ûlüm m eleği) adı, edebiyat ya­ pıtlarında da yer alır. F.N. Ç am lıbel'in bu adı taşıyan bir şiiri vardır.



AZRAK sıf., de. Esk. Daha az, azıcık. AZRAK (Kerime Nadir) - KERİME NA­ DİR



AZRAKİYYE, hariciliğin kollarından bi­ ri. Adını, i.S. 684'te A hva z'd a ayaklanan Nafi bin el-Azrak’tan alır. Bu inançta olan­ lar, halife A li'nin halifeliğini kabul etmez, Ali'ye uyanları kâfir, onun soyundan gelen­ lerin öldürülmelerini helal sayarlardı. Son reisleri Katari bin el Fucae’nin öldürülm e­ sinden (696) sonra tarih sahnesinden si­ lindiler.



AZRÂR çoğl. a.(ar. za râr’ın çoğl. azrâr). Esk. Zararlar, kayıplar, hasarlar.



AZREF -> AZRAF. AZRU, Fas’ta kent, M eknes’ in G .-D .’ sunda, Orta Atlaslar kireçtaşlı platosunun eteğinde; 15 000 nüf. Meşe ve sedir orm anlarıyla çevrili olan kent, bir kış sporları ve elsanatları (ağaç işçiliği, halıcılık) m erkezidir.



AZTECA a. Karıncasever bitkilerin d o ­ kuları arasında yuva yapan çeşitli karın­ ca türlerinin ortak adı. (Bitki, böceklere yi­ yecek ve barınak sağlar; buna karşılık, karıncalar, yaprak kesici zarkanatlıların [mantarcı karıncalar] saldırılarına karşı ağacı korurlar.)



AZTEKÇE a. Dilbil.



NAHUA, ya da özellikle (klasik aztekçe de denen) n a h u a t l ın eşanlamlısı.



AZTEKLER, İspanyolca Aztecas, XV. y y.’da Meksika’da imparatorluk kuran Or­ ta A m erika yerli halkı. • Tarih. Geleneksel anlatılara göre, nahuatl dilini konuşan bir halk olan Aztekler sı­ nırları belirsiz bir bölge olan Aztlân’ın yer­ lileridir. i.S. III yy.’da buraya yerleşmiş ola­ bilecekleri tahm in edilm ektedir. Bin yıl sonra Aztekler bugünkü M eksika'nın g ü ­ neyini istila etm eye başladılar ve Toltekle r’in eski başkenti olan T ula'da yüz yıl­ dan fazla yaşadılar. XIII. yy.’da, o zaman­ lar güçlü site-devletlerinin işgali altında bulunan M exico vadisine girdiler ve bu krallıkların hizm etinde paralı asker o ld u ­ lar. 1325 ’te (ya da 13 4 5 ’te) Aztekler Tenochtitlân ya da M exico kentini kurdular, ilk hükümdarları Acamapichtli oldu. 1428 -29’da, vadide hüküm süren Azcapotzalco Tepaneca hanedanının düşüşünden



ti*»* yy ,*>■fjum iiuş'f.icff



ti0uın~



t e k le r



kodeks Borbonicus ( XIV.-XVI. yy.) adı verilen aztek takviminden bir yaprağın ayrıntısı BibUotheçue de TAssemblee notionale, Paris



bir sancaktarı gösteren taş heykel XIV,XVI. yy. Mexico Ulusal antropoloji müzesi



sonra birleşen Tenochtitlân, Texcoco ve Tlacopan devletleri üçlü bir ittifak oluştur­ dular. Konfedere güçlerin kumandanlığını yapan aztek hüküm darı, kısa zam anda birliğin en önemli kişisi durum una geldi. Bölgedeki halkları egemenlikleri altına al­ dıktan sonra üç bağlaşık, vadinin dışın­ d a kalan bölgeleri fethetm eye giriştiler. XVI. y y .’ın başında ço k b üyük bir arazi parçasını denetim leri altına aldılar. Bu toprak, körfez kıyısında yer alan Veracruz’un kuzeyinden, Büyük okyanus kıyı­ sında bulunan G uerrero devletine kadar uzanmaktaydı; güneyde ise Tehuantepec kıstağına ulaşıyordu. Bu yayılm aya özel­ likle Tenochtitlân hüküm darları Moktezum a l ileAksayakatl katkıda bulundular.Aksayakatl'ın oğlu Moktezum a II ispanyollar’a karşı savaşm ak zorunda kaldı. Cortös'in yönetim indeki ispanyollar Tenochtitlân'ı ele geçirerek imparatoru idam etti­ ler; im paratorun kardeşi ile yeğeni, Cuitlahuac ve Cuauhtâm oc, son bir direnişi örgütlemeyi denediler. Son imparator Cuauhtâmoc 1525'te asıldı. •Toplum sal ve siyasal örgütlenme. Aztek toplum u başlangıçta eşitlikten yana bir toplum du. Bir tür klan olan calpulli halin­ de bölünmüştü; otorite, bir ihtiyarlar ku­ rulunun yardımcı olduğu aile başkanlarının elindeydi. Bu örgütlenme, giderek bü­ yüyen ayrılıklarla yavaş yavaş değişti. Soylu kişilerle halk yığınları arasında ol­ duğu kadar tüccarlar, memurlar ve en us­ ta zanaatçılar gibi yeni toplumsal g rup la ­ rın oluşmasıyla d a yeni ayrımlar ortaya çıktı. Bu gruplar önemli ayrıcalıklardan yararlandılar. Tüccarlar, yani pochteca' lar, başkentten çok uzak yörelerle tica­ ret yapm a görevini üstlenmişlerdi. Kral Ahuitzotl tarafından kendilerine verilen ay­ rıcalıklardan b üyük bir bölümü, onların aztek devleti lehine casusluk görevi yap­ malarından ve sağladıkları bilgilerin, ço ­ ğu zaman silahlı kuvvetlerin başarısına katkıda bulunmasından kaynaklanıyordu. Bu toplumsal grupların altında haraca ve angaryalara bağlanm ış özgür yurttaşlar olan ayaktakımı, m acehualtin'ler yer alı­ yordu. Bu toplum sal sınıfların en altında derebeylerin topraklarında çalışan to p ­ raksız köylüler ve mal edinm e ya d a öz­ gür kişilerle evlenebilme gibi bazı haklar­ dan yararlanan köleler bulunuyordu. Si­ yasal iktidarın başında tlatoani, "söz



sahibi" kişi yer alıyordu. Önceleri savaş başkanı ve belki aynı zam anda dinsel ön­ d er de olan tlatoani, M oktezuma II döne­ minde, son derece karmaşık törensel ku­ rallar çerçevesi içinde başvurulan çok güçlü bir kişi durum una geldi. Aztek devletinin ikinci adamı, başba­ kan, yüksek yargıç, silahlı kuvvetler ko­ mutanı ve tlatoani'nın yokluğunda krallı­ ğın naibi durum undaki cihuacoatl'dı. Cihuacoatl, itzcoatl’ ın hüküm darlığı döne­ m inde ilk kez bu görevi alan Tlacaelel'in soyundan gelenler arasından seçilirdi. "Y ürütm e g ü c ü ", hüküm darla aynı za­ m anda seçilen dört danışm andan oluşu­ yordu. Bu belli başlı kişilerin altında, un­ vanlara, görevlere ve topraklara sahip olan ve soylular sınıfını oluşturan önder­ ler yer alıyordu. Aztek toplum u hiçbir za­ man tüm üyle kapalı bir toplum halini al­ madı; bu uygarlıkta temel kurum olan sa­ vaş, en yüksek görevlere ulaşm ada önem li bir araç oldu. En yiğit savaşçılar hüküm darın yanında bir savaş konseyi oluşturuyorlardı. Fetih sırasında bu kastdaki görevler babadan oğula devredilme­ ye başlanmıştı. Gelecekteki yurttaşların yetiştirilmesi iki tür okula bırakılmıştı: çocukların özellikle savaş sanatlarını öğrendikleri telpochcalli, ibadet ve sanat öğretim ini üstlenmiş olan calmecac. Birinci tür okullarda özellikle halk çocuklarının, ö bürlerinde ise soylu çocuklarının eğitildiği sanılmaktadır. •İktisat. Başlıca ekonom ik etkinlik g ö y ­ nüklerde mısır, fasulye, biber, kabak, do­ mates... ekimiydi. M exico lagününde Aztekler yüzen bahçeler (chinampas) işliyor­ lardı; bu Mexico vadisinde kendilerinden önce yaşamış halklardan kalma çok eski bir teknikti. Evcil hayvanları yalnızca köpek ve hindiydi. Etini çok sevdikleri köpekle, hindinin yetiştirilmesi ekonomide önemli bir rol oynamıyordu. Ticaret çok gelişmişti; iş­ lenmiş ürünler başkentte, tropikal bölgeler­ den gelen yeşim taşı, kakao, pamuk, de­ ğerli metaller ya d a kuş tüyleri gibi m ad­ delerle değiştiriliyordu. Mal değiş tokuşu sayesinde biriken büyük zenginliklere, imparatorluğun otuz sekiz ili tarafından mal olarak ödenen haraçlardan elde edilen­ leri de eklemek gerekir. • Din. Aztek dininin en belirgin iki özelli­ ği, bir yandan ço k tanrılı oluşu, öte yan­ dan insan yaşamının her anında etkisini göstermesiydi. Bu durum , d oğa güçleri­ ni denetlem e becerisini ellerinde bulun­ duran rahiplerin kazandıkları nüfuzu or­ taya koymaktadır. Aztek tapınağının bir­ ço k tanrısı arasında şunlar sayılabilir: uy­ garlık tanrısı Ouetzalcoatl’ın rakibi Gece ve Savaş tanrısı Huitzilopochtli; Yağmur tan­ rısı Tlaloc; karısı Chalchiuhtlicue; Aşk tanrıçası Tlazolteotl, vb. En yaygın ayin­ lerden biri insan kurban etmekti. Dinin gi­ derek ölçüsüz bir durum alan gereklerini yerine getirm ek ve yeni kurbanlar ele ge­ çirm ek için Aztekler "zorlam a savaş"ı bulm uşlardı. Nisbi barış dönem lerinde, üçlü ittifakın üyeleri, kardeş ve bağımsız Tlaxcala ve Huejotzingo prensliklerinin halklarıyla savaşıyordu. Aztekler, insanların ölüm biçimlerinin, öbü r dünyadaki yaşayışlarını belirlediği­ ne inanırlardı. Örneğin, çarpışma sırasın­ da ölen savaşçılar, güneşle beraber gök­ yüzünde yükselirlerdi. 260 günlük bir ayin takvim i üstüne ku­ rulan bir kâhinlik sistemine göre, gelecek tahmin edilebiliyordu. Büyük toplumsal ve özel olaylar dolayısıyla rahipler kehanet­ te bulunm aya çağrılıyordu. • M im arlık ve plastik sanatlar. Bugün Az­ tek mimarlığı yalnızca birkaç yapı ile tem ­ sil edilm ektedir; çünkü anıtsal eserlerin çoğu ispanyollar’ın başkenti tahrip etme­ leriyle yok olmuştur. Bu mimarlık sanatı büyük ölçüde Teotihuacân klasik sanatın­ dan ve Toltekler’in sanatından esinlen­ mişti, ama huastec geleneğinden alıntılar d a görülm ektedir. Bununla birlikte, aztek mimarlık sanatı, örneğin M exico’daki Tla­ loc ve Huitzilopochtli tapınaklarında gö­



rüldüğü gibi, aynı piramit üstünde ikiz ya­ pılar gibi özgün niteliklerden yoksun de­ ğildir. Kayaya oyulm uş bir tapınak olan M alinalco bir başka özgün uygulam ayı oluşturm aktadır. Aztek hüküm darlığı dönem inin sonun­ da taş heykelciliği —heykeller ve alçak kabartm alar— büyük bir gelişm e göster­ di; tapınaktaki birçok tanrı tasvirleri bunu kanıtlar. Tanrıça Coatlicue'nin dev heykel­ leri, bunun yanı sıra güneş takvimini gös­ teren tekparça taş anıt, aztek heykel sa­ natının Mexico m üzesi'nde korunan yet­ kin örnekleridir. Maden sanatları arasında en dikkat çe­ kici olanları, mixtec üslubundaki kuyum­ culuk ve tüycülüktü. Aztekler maskeler ve yarıdeğerli taşlardan eşyalar yapm ada da çok başarılıydılar. Saraylar ve tapınaklar fresklerle süslen­ mişti; bunun yanı sıra, hiyeroglifle elyaz­ ması kutsal ve din dışı metinler, çokrenkli resimlerle canlandırılmıştı. Cuauhtem oc’un ölüm yılı olan 1525 te İspanyol zaferi kesinleşti ve aztek toplum unun kültür birikimi amansız bir yıkıma uğradı. • Edebiyat. Nahuatl, ya d a klasik aztek, — Fetih’in ilk yıllarından başlayarak latin harfleriyle kopya edildi ve “ piktografik" biçimiyle kısmen çözüm lendi— elyazmalarının fatihler tarafından büyük ölçüde tahrip edilmesiyle büyük bölümü kaybol­ m uş olan zengin ve özgün bir edebiyatın iletim aracı oldu. C ortâs’ten önceki dö­ nem den hiçbir belge kalmadı. G ünüm ü­ ze dek korunan m etinler bize A ndres de Olmos, Alonso de Molina, Toribio Motolinfa ve özellikle B ernardino de Sahagün gibi misyonerler tarafından iletildi. Bunlar bilgilere sahip yerlilerle işbirliği yaparak Kolom böncesi nahuatl geleneklerini der­ lediler ve kaleme aldılar. Kolomböncesi dönem in kaybolm uş kodeksinin aslına uygun çevirileri XVI. ve XVII. yy.’larda yer­ liler tarafından bu yolla gerçekleştirildi: Borbonicus, Tonamatl, Mendoza kodeks­ leri, vb. Aztekler kutsal, dinsel, törensel, mitolojik, tarihsel ve soyla ilgili temalardan esinleniyorlardı. Aztek edebi anlatımının temel öğesi olan şiir ya da "süslü söz", özel kurum larda müzik ve dans eşliğinde öğretilirdi. Şarkı ve koregrafinin amacı bu şiirlerin içeriğinin sözcüğü sözcüğüne belleğe yerleşmesine yardımcı olmaktı: bu sıkı ezberletme sistemi ulusal kültür ka­ lıtının korunmasını ve yeni kuşaklara bo­ zulm adan iletilmesini sağlıyordu. Değişik esin ve yapıda olan bu şiirler ilgili bulun­ dukları türe göre Angel Maria Garibay ta­ rafından bir araya getirildi: ilahi şarkı ya d a "te o c u ic a tl", savaş şarkısı ya d a “ yaocuica tl", çiçekler şarkısı ya d a "xochicuicatl” , vb. Bununla birlikte düzyazı çok yaygın bir tür olarak kaldı; retorik de dilin en etkili kaynaklarından yararlanan ken­ dine özgü bir öğretimin konusu oldu. Ay­ rıca, gençlerin ahlaksal eğitim ine yönelik olan "huehuetlatolli’ le r ya da yaşlıların konuşmaları, söylevlerden, öğütlerden ve atasözlerinden oluşmaktaydı. Nihayet, ta­ rih anlatımına geniş bir yer ayrılmıştı. Fe­ tihten sonra, aslına çok uygun piktogra­ fik çevirilerde kalem e alınmış çok sayıda kodeks vardır. Bunlar büyük tarihsel olay­ ları, destanları ve soy kütüklerini anlat­ maktadır: bu yapıtlar, Kolom böncesi uy­ garlıkların tarihi konusunda değerli bir bil­ gi kaynağıdır. (Boturini kodeksi ya da “ Tira de la P erigrinaciön", Ram irez kodek­ si, ispanyollar’ın çıkarmasını anlatan Misantla kodeksi...) Son olarak XVI. yy. so­ nunda ve XVII. yy. başında yer alan H ernando-Alvarado Tezozöm oc ya da Fernando de Alva ixtiilxöchitl (Törencilik öyküsü) gibi büyük yerli yazarların, ge­ cikmeli de olsa oynadıkları önemli rolü be­ lirtmek gerekir.



A Z U A , Dominik Cum huriyeti’nde kent, il merkezi; 17 300 nüf. — Azua ili, Orta sı­ radağların G.'inde yer alır; 2 430 km2; 195 420 nüf. (1990).



A Z U A Y , And dağlarında yanardağ kö­ kenli kütle, Ekvador'da. inkalar dönem in­ de bir yol kütleyi 4 340 m yükseltideki Quimsa Cruz geçidi aracılığıyla aşıyordu, — A zuay ili, 7 804 km-; 550 086 nüf. (1989) Merkezi, Cuenca. Bakır yatakları. AZUD



->AZD.



AZUELA (Mariano), meksikalı yazar (La­ gos de M oreno 1873-Mexico 1952). 1910 Devrim i'nde Pancho Villa’nın ordularında hekim di; yazdığı gerçekçi rom anlarda o dönem deki yaşantılarından esinlendi (Los d e a b a jo , 1916). Ama, biçimsel arayışla­ rın ağır bastığı sonraki yapıtlarında da ay­ nı konuları ele aldı (La malhora, 1923; La luciörnaga, 1932).



Azulenin kimi türevleri doğal halde bu­ lunur ve kimi bitkisel salgılara renk verir.



AZYAK sıf. (ar.azyak). Esk. Ç ok dar ve



AZULİN a. (fr. azuline; isp. azui, mavi).



AZZE ünl. (ar. cazze). Esk. 1. “ Aziz olsun" anlamında padişahlar için okunan dualarda kullanılır: azze ism ühu (ismi yü­ ce olsun), azze nasruhu (yardımı bol ol­ sun). — 2. Azze ve celle, aziz ve ulu olan Tanrı için kullanılır.



Aurini anilinle ısıtarak elde edilen mavi boyarm adde.



AZULMİK sıf. (fr. azulm ique’den). Siyanojenin sulu çözeltisinin bozunması sıra­ sında oluşmuş kahverengi m addeyi do­ ğuran bir asit için kullanılır.



sık.



Azze nasrühü, "o n u n yardımı aziz



AZURİT a (fr azurite). Miner. Formülü



olsun” anlam ında arapça sözcükler, ba­ zı fermanlarda, osmanlı paralarında (1419 -1917) yer alan kalıplaşmış dua: Sultan M ehm et bin M urat han azze nasrühü duribe fi Kostantaniye sene 885 (Sultan Mehm et II adına 1481 'de İstanbul’da ba­ sılan altın sikkede).



AZUERO , Panam a C um huriyeti 'nde~



Cu 3 (C 0 3 ) 2 (0 H ) 2 olan mavi renkli doğal bakır karbonat.



Azze nasrühü ve eyyedehü, “ onun



dağlık yarımada, B .’da Panama körfezini sınırlar.



ÂZÜRDE sıf. (fars. âzürde). Esk. 1. Kır­



■ AZULEJO a. (isp. söze.), ispanya’da, özellikle Portekiz'de sırlı fayanstan yapı­ lan duvar kaplam a karosu. (Genellikle mavi olan arap kökenli bu duvar süsü, çokrenkli de olabilir.)



■ AZULEN a. (fr. azulöne'den). Org. kim. Naftalenin izomeri olan ve CıoHs fo rm ü ­ lüyle gösterilen hidrokarbon; taşkömürü katranında bulunur. — ANSİKL. Azulen, 9 9 °C 'ta eriyen mavi renkli bir katıdır. Belirgin arom atik bir öz­ günlüğü olm asına karşın (elektroncul or­ natm a tepkim elerine girer), naftalenden daha az kararlıdır ve zor da olsa naftalene dönüşebilir. Azulenin bir tropilyum kat­ yonu ve bir siklopentadienat anyonunun bir­ leşm esinden oluştuğu varsayılır; sürekli çiftkutuplu bir elektrik mom enti vardır.



Azuml, Ja p o n ya 'd a hidroelektrik sant­ ral, Şinano ırmağı üzerinde Honşu ada­ sının orta kesiminde.



AZURARA (Gomes Eanes



DE) -> Zu-



RARA.



gın, gücenm iş, mahzun, incinmiş: "Lebün d e âzürde olup âbile peyd a itm iş" (Nev'i, XVI. yy.). — 2. Â zü rde etmek, in­ citm ek, kırmak. — 3. Â zü rde dil, gönlü kırılmış. || Âzürde-hatır, kırgın, küskün. || Âzürde-püşt, beli bükük.



AZÜROFİL sıf. (fr. azurophile). Hematol. A zürofil granüiasyon, granülosit cin­ sinden hücrelerin belirgin özelliği olan ve yalnız azür eozinatla boyanabilen granülasyon. (içerdikleri enzimler nedeniyle, bu granülasyonlar ilkel lizozomlar sayılabilir.) AZV a. (ar. eazv). Esk. 1. iftira, birisine bir işi ya d a sözü yakıştırma: "... kadere azv ve isnad ile ahz ü itadan feragat eder­ le r " (Vahan, XIX. yy.). — 2. A z v etmek, iftira etmek, yakıştırmak.



AZVÂ ç o ğ l. a. (ar. z u 'n u n ço ğl. azvS). Esk.Aydınlıklar, ışıklar, parıltılar.



AZVİYAT çoğl. a. (ar. "a zv’ın çoğl. cazviyyat). Esk. iftiralar, suçlamalar.



yardımı aziz olsun ve Allah onun saltana­ tını sağlam laştırsın” anlam ında arapça sözcükler, osmanlı paralarında (17301755) yer alan kalıplaşmış dua: Sultan M ahm ut han azze n asrü h ü / ve eyyede­ hü duribe fi Cezayir 1166 (Sultan Mahmut I adına 1752-53'te C ezayir'de basılan sultani altın sikkede).



Azze nusretühü, "o n u n yardımı aziz olsun” anlam ında arapça sözcükler, oşmanlı paralarında (1574-1575) yer alan kalıplaşmış dua: Sultan M urat bin Selim han azze nusretühü duribe fi Am asya se­ ne 982 (Sultan M urat III adına 1574 -75 te A m asya’da basılan sikkede).



Barcelona'daki eski Santa Cruz hastanesinde azulejolar (XVII. yy.)



A Z Z İ . Tar. coğ. Kuzey-Doğu A n a do lu ’ da, Karasu vadisini kapsayan bölgenin hitit kaynaklarındaki adı. Yukarı ülke ya da yüksek ülke diye bilinen bu yörenin adı Boğazköy tabletlerinde Azzi-Hayaşa ülke­ leri olarak geçer. Hitit kaynaklarından sonra Azzi-Hayaşa ülkelerinin adına rast­ lanmaz.



KAYNAKÇA



Abasıyanık (Sait Faik). A. Benk,



halk hareketleri (İstanbul, 1944).



Sait Faik'i yaşatamadık (Dünya ga­ zetesi, İstanbul, 15.V.1954). — i. Akay, Sait Faik'te iry a n (Varlık, sa­ yı 418, İstanbul, 1955); Sait F a ik1 in yaratıcı kaynakları (Varlık, sayı 419, İstanbul, 1955); SaitFaik'in ro­ m anları (Varlık, sayı 420, İstanbul, 1955); Sait Faik'te dil ve anlatış (Varlık, sayı 421, İstanbul, 1955); Sait Faik'in sanatı (Varlık, sayı 422, İstanbul, 1955); Sait Faik'te fizikötesi kavram ı (Varlık, sayı 423, İstan­ bul, 1955); Sait Faik'in sınırları (Var­ lık, sayı 425, İstanbul, 1955). —T. Alangu, Sait Faik için (İstanbul, 1956). —S. N. Özerdim, Sait Faik bibliyografyası (İstanbul, 1958); Sa­ it Faik Abasıyanık bütün eserleri (İs­ tanbul, 1965). — M. U yguner, Saii Faik'in hayatı (İstanbul, 1959). — H. Yücebaş, Bütün cepheleriyle Sait Faik (İstanbul, 1964). — M. Kutlu, Sait Faik'in hikâye dünyası (İstan­ b u l 1968). — M. Alptekin, B ir öy­ kü ustası Sait Faik Abasıyanık (İs­ tanbul, 1976).



Abaza M ehm et Paşa. Naima, Tarih, c. II (İstanbul, 1280 [1863]). —Ali Cevad, A baza M ehm et Paşa (İstanbul, 1913-1923). Abaza M ehm et Paşa. Vasıf, Tarih, c. II (İstanbul, 1219 [1804]). —Şem ’dâni-zâde Süleyman Efen­ di, Mür'it-tevârih, yay. M. M. Aktepe, c. I -II (İstanbul, 1976-1978). - Û . Mert, XVIII. ve XIX. yüzyıllar­ da Ç apanoğulları (Ankara, 1980).



Abbas (Tufarganlı âşık). A. Caferoğlu, XVI. asır azeri saz şairlerin­ den Tufarganlı A bbas (Azerbaycan yurt bilgisi, sayı 3, İstanbul, 1932). — N. Onk, Şair A b b a s (Karseli, sa­ yı 37, Kars, 1968). —A. Dadaşzade, A bbas Tufarganlı (Bakü, 1973). — P. Efendiyev, A zerbaycan şifahi h alg edebiyyatı (Bakü, 1981).



Abbasller. M. Ş. Günaltay, Ab-



A baza destanı (Türk halk edebiyatı ansiklopedisi, sayı 1, İstanbul, 1935).



basoğulları im paratorluğunun ku ­ ruluşu ve yükselişinde Türkler'in ro­ lü (Ankara, 1942). — B. Ûçok, E m e vile r, A b b a s ile r (A n kara , 1968). — H. D. Yıldız, İslâm iyet ve Türkler (İstanbul, 1976). —B. Lewis, TarihteAraplar, çev. H. D. Yıl­ dız (İstanbul, 1979).



Abaza Kasan Paşa. Katip Çe­



Abdal, türk halk şairi (XVII. yy.).



lebi, Fezleke, c. II (İstanbul, 1287 [1870]). - Ç a ğ a ta y Uluçay, XVII. asırda Saruhan'da eşkıyalık ve



M. H. Bayrı, A b d a l mahlastı üç saz şairi (Türk folklor araştırmaları, sa­ yı 57, İstanbul, 1954). —C. Ûztelli,



Abaza destanı. M. F. Köprülü,



XVIII. yüzyıl âşıklarından A b d al (Türk folklor araştırmaları, sayı 171, İstanbul, 1963).



Abdal Musa velayetnam esi. S. N. Ergun, Türk şairleri, c. I (İs­ tanbul, 1936). — M. F. Köprülü, A b ­ dal Musa (Türk kültürü, sayı 124, Ankara, 1973). — A. A. Atalay, A b ­ d a l Musa sultan ve vetâyetnamesi (İstanbul, 1978). — A. Y. Ocak, Bektaşi menakıpnamelerinde İslam öncesi inanç m otifleri (İstanbul, 1983).



Abdi, tü rk divan şairi (XV. yy.). V. M. Kocatürk, Türk edebiyatı tarihi (Ankara, 1964).



Abdi, türk divan şairi (XVI. yy.). F. E. Karatay, Topkapı sarayı müzesi kütüphanesi türkçe yazm alar kataloğu, c. II (İstanbul, 1961).



Abdi (Abdullah). Salim, Tez/n/e (İs­



vanlar kataloğu, c. IV (İstanbul, 1969). Abdi Çelebi sarhoş. A. S. Levend, Gazavat-nam eler ve M ihaloğlu A li B e y'in gazavat-nam esi (Ankara, 1956).



Abdullah Cevdet. H. Z. Ülken, Türkiye'de çağdaş düşüncenin ta­ rihi (İstanbul, 1966). —Ş. Hanioğlu, Dr. A bdullah C evdet ve d ön e ­ m i (İstanbul, 1981) — N. Berkes, Türkiye'de çağdaşlaşm a (İstanbul, 1983). —Ş. Mardin, J ö n Türkler’in siyasi fikirleri (İstanbul, 1983 [2* bas.]).



Abdullah Efendi Yenişehirli. A. Altınsu, Osmanlı şeyhülislam la­ rı (Ankara, 1972).



Abdullah Efendinin rüyaları. K. Akyüz, A bdullah Efendinin rüya­ ları (Ülkü dergisi, sayı 68, Ankara, 1944).



tanbul, 1314 [1896]).



Abdullah P a ş a Kölem en.



Abdi (Abdullah) H im m e tza d e . M.



M ahm ut M uhtar, Balkan harbi, yay. M. Z. Ergin (İstanbul, 1979).



K. inal (yay.), Menakıb-ı hünerveran (İstanbul, 1926). —S. N. Ergun, Türk musikisi antolojisi, c. I (İstan­ bul, 1943).



Abdi, türk halk şairi (XVIII. yy ). N. Kum, Şair A b d i ve güzel İstanbul (Yeni türk mecmuası, sayı 38, İs­ tanbul, 1936).



Abdi, Şarklkarahlsarlı. İstan­ bul kütüphaneleri türkçe yazma d i­



Abdullah Ramlz Paşa Kırımlı . i. H. Uzunçarşılı, A lem d a r M us­ tafa Paşa (İstanbul, 1942). — Ka­ zasker M ehm ed Hafid, Sefinetû'l -vüzerâ.baz. ism et Parmaksızoğlu (İstanbul, 1952).



Abdullah üs-Saglr. G. Akıncı, A b d ü lh a k H am it Tarhan. Hayatı, eserleri ve sanatı (Ankara, 1954).



Abdurrahman Hibrl. O. N. Pe1150



remeci, Edirne tarihi (İstanbul, 1940). —T. G ökbilgin, Tarihimizde E dirne'nin m evkii ve tarihçileri (Üni­ versite haftası, Edirne konferansla­ rı) [İstanbul, 1958]; Edirne hakkın­ da yazılmış tarihler ve Enîsü i - müsâm irin (Edirne arm ağan kitabı) [Ankara, 1964], — S. Üngün, A b ­ durrahm an Hibrı ve Enisü'l-musâmirin, Doktora tezi, Tarih seminer ktp. (İstanbul, 1972).



Abdurrahman Nurettin Pa­ şa. i. M. K. inal, Osmanlı devrin­ de son sadrazamlar, c. Ill(istanbul, 1940). — M. Z. Pakalın, Son sadra­ za m la r ve başvekiller (İstanbul, 1944). — i. H. Danişmend, İzahlı osmanlı tarihi kronolojisi, c. IV-V (İs­ tanbul, 1982).



Abdurrahman Şeref. Cemaleddin, Osmanlı tarih ve m üverrih­ leri. A yine -iZ u re fâ (İstanbul, 1314 [1896]). — Efdalettin, A b d urra h ­ m an Şeref Efendi, tercüme-i hali (İstanbul, 1927).



Abdüiaziz. A hm et Mithat, Üss-i İnkılap (İstanbul, 1295 [1878]); Devr-i Sultan A b d üia ziz (İstanbul, 1316 [1901]). - T e v fik Nurettin, Sultan Aziz'in hal'i ve intiharı (İstan­ bul, 1295 [1878]). — Süleyman Pa­ şa, Hiss-i inkılap yahut Sultan A ziz’ in h a l'i ile Sultan M tırad'-ı Hamisin cülusu (İstanbul, 1323 [ 1 f08])— Hüseyin Hıfzı, Sultan Aziz'in dev­ ri (İstanbul, 1323 ['9 0 8 ]). - A l i H aydar Mithat, M ithat Paşa (İstan­ bul, 1325 [1910]). — M. Çelalettin Paşa, M ir’at-ı hakikat (İstanbul, 1326 [1911]) - A h m e t Saib, Vak's -i Sultan A b d üia ziz (Mısır, 1326 [1911]). — Osman Nuri, Abdülham id-i sani ve devr-i saltanatı (İstan­ bul, 1327 [1912]). — E. P. Engelhardt, Türkiye ve Tanzimat (İstan­ bul, 1328 [1913]). — M em duh Pa­ şa, M ir'at-i şu 'un a t (İzmir, 1328 [1913]); Esvâr-ı s u d u r (İzmir, 1328 [1913]); H akler iclâslar (İstanbul, 1329 [1914]). - R e ş it İbrahim, Ta­ rihin unutulm uş sahifeleri (Berlin, 1914). — N ecip Asım, Sultan A ziz' in A vru pa seyahati, (Tarih-i osmani encümeni mecmuası, cüz 49-62, İstanbul, 1331 [1916]). - A b d u r ­ rahman Şeref, Tarih musahabeleri (İstanbul, 1325 [1919]); Sultan Abdülaziz'in vefatı intihar mı katil m i (Türk tarih encüm eni mecmuası, cüz 5/83, İstanbul, 1337 [1921]). — i. E. M. Kemal inal. Hatıra-i Atıf (Türk tarih encüm eni mecmuası, cüz 7 [84]), [İstanbul 1923]; Sultan A b d üla ziz'e dair (Türk tarih encü­ m eni mecmuası, cüz 7 [84]— 12 [89], İstanbul, 1923); Osmanlı dev­ rinde son sadrazam lar (İstanbul, 1940-1953). —A. Oruç, Sultan Abdülaziz nasıl hal edildi, nasıl intihar etti (İstanbul, 1927, 2 c.). - i . H. Uzunçarşılı, Sultan Abdüiaziz vaka­ sına dair vakanüvis Lütfi Efendi'nin b ir risalesi (Belleten, c. VII, Anka­ ra, 1943). — A. Aksüt, Sultan A ziz' in Mısır ve A vru pa seyahati (İstan­ bul, 1944). — H. Şehsuvaroğlu, Sultan Aziz, hususi siyasi hayatı, d evri ve ölüm ü (İstanbul, 1949). — i. H. Danişmend, İzahlı osmanlı tarihi kronolojisi, c. IV ( İstanbul, 1972). — H. Eliot, İntihar mı imate m i? (İstanbul, [t.y.]).



Abdülgaffar Efendi, Kırımî. İs­ tanbul kütüphaneleri tarih-coğrafya yazm aları katalogları, c.l (İstanbul, 1943).



Abdülhamlt I. Vasıf, M ahasinül a sâr ve hakaikül ahbar, c.ll (İstan­ bul, 1219 [1804]). -Z a im z a d e M ehm et Sadık, Vak'ayı ham idiyye



(İstanbul, 1289 [1874]). —Ahm et Resmi, Hulasatûl itibar (İstanbul, 1307 [1892]). -M u s ta fa Paşa, Netayicûl vukuat, c. III-IV (İstanbul, 1327 [1912]) [2. bas.]. -Ş e m se ttin Sami, K a m u s-û lA ’lâm, c. IV(İstan­ bul, 1311 [1894]). - C e v d e t, Tarih (İstanbul, 1309 [1891]). - i . H. Uzunçarşılı, H a lil H a m id Paşa (Türkiyat mecmuası, c. V, İstanbul, 1936). — i. H. Danişmend, izahlı osmanlı tarihi kronolojisi, c. IV (İs­ tanbul, 1972).



Abdülhamlt II. Ahmet Mithat, Z ü b d e t ül-hakaik (İstanbul, 1294 [1877]). —Ali Nizami Paşa, Hatırat (Paris, 1878). — Mehmet Rasim, Ahd-ı celil-i hazret-i Abdülham it Han-ı sanide terakkiyat ve m uvaffakiyat-ı Bahriye-i Osmaniye (İstan­ bul, 1313 [1895]). —Ali Haydar Mithat, Mithat Paşa (İstanbul, 1325 [1910]). — Mahmut Celâlettin Paşa, Mira't-ı H akikat (İstanbul, 1326 [1911]). - A h m e t Saib, A bdülham id 'in evail-i saltanatı (Mısır, 1326 [1911]). — Osman Nuri, A bdülham id-i Sani ve devr-i saltanatı (İstan­ bul, 1327 [1912], 3 c .).-M a h m u d Cevat, Maarif-i um um iye nezareti tarihçe-i teşkilat ve icraatı (İstanbul, 1328 [1913]). —Süleyman Paşa, U m det ü.-hakaik (İstanbul, 1328 [1913]). —Süleyman Paşazade Sa­ mi, Süleym an Paşa muhakem esi (İstanbul, 1328 [1913]). — Sait Pa­ şa, Hatırat (istar,bul, 1328(1913]). —s. Gorganov, Devlet-i Osmaniye ve Rusya siyaseti (İstanbul, 1331 [1916]). A udurrahm an Şeref ve Anm e' Refik Sultan A bdülham id-i saniye d a ir (İstanbul, 1918). —Ali Sait, Saray h at raları: A bdülham it H a n ın h a y a ı (İstanbul, 1335 [1319.). —V. Örfi, Hatırattı Sultan A bdülh am it Han- sani (İstanbul, 1 32 8 (1 22 2 ]). - -Mahmut Muhtar, M aziye b ir nazar (İstanbul, 1341 [1925]). —Tahsin Paşa, Abdülham ih ve lıid ız hatıraları (İstanbul, 1931). — V. H. Bayur, inkılap tari­ hi, c. I (İstanbul, 1940). — H. T. Us, Mecıis-i M ehusan, ilk devre m üza­ kere zabı.,arı , 1877-1293) [İstan­ bul, 1940], —Ziya Şakir, ikinci Sul­ tan Hamit, şa f.Jye ti ve hususiyet/eri (İstanbul, 19*3); Sultan H am id' in con gurneri (İstanbul, 1943). — i. H. Uzunçarşılı, II. Sultan Abdülham id 'in haki ve ölü,nüne d a ir bazı vesikalar (Belleten, sayı 40, A nka­ ra, 1946) — Faiz Dem iroğlu, Abdütham id'e verilen jurn a lle r (İstan­ bul, 1955). — M. R. Oğan, Abdülh nm it i: ve bug ü n kü muarızlan (İs­ tanbul, 1956); A b dülham id'in hatı­ ra defteri (\starıbu\, 1960). —A. Osm anoğlu, Babam A bdülh am it (İs­ tanbul, 1960). —Ali Vehbi (yay.), Si­ yasi hatırâtım (İstanbul, 1974). — M. Hocaoğlu, A b d ülh am it H an ' ın muhtıraları (Belgeler, İstanbul, 1976). — B. Kodaman, Abdülham it devri eğitim sistem i (İstanbul, 1980). — Mehm et Celâl, Şevketlü padişahım ız Gazi Büyük Abdülham id Han-ı sani hazretleri (İstanbul, [t.y-])-



Abdülkerlm Paşa sefaretnam esl. F. R. Unat, Osmanlı sefirle­ ri ve sefaretnam eleri (Ankara, 1968).



Abdüllatif Suphi Paşa. i. M K inal ve H. Hüsamettin, Evkaf-ı hü­ m ayun nezaretinin tarihçe-i teşkili ve nuzzarın teracim -i ahvali (İstan­ bul, 1916). - M . Z. Pakalın, M ali­ ye teşkilatı tarihi,c. I (Ankara, 1978).



Abdülmeclt. A hm et Lütfi, Tarih, c. VI-VIII (İstanbul, 1302-1328 [1884-1913]). —Salahattin, B ir türk diplomatının evrak-ı siyasiyyesi (İs­ tanbul, 1908). — Kâmil Paşa, Ta­ rih-i siyasi-i Devlet-i Osmaniye, c. III (İstanbul, 1325 [1910]). —Ahm et Refik, Sultan A b d ülm e cit H a n ’ın sarayında (Dr. Spitzer'in hatıratı) [Tarih-i osmani encüm eni m ecm u­ ası, yıl 6, cüz 34, İstanbul, 1912]; Türkiye'de m ülteciler meselesi (İs­ tanbul, 1926). — E. P. Engelhardt, Türkiye ve tanzimat, çev. Ali Reşat (İstanbul, 1328 [1913]). — E.Driault, Şark meselesi, çev. Nafiz (İstanbul, 1328 [1913]). — M ahm ut Cevat, Maarif-i um um iye nezareti tarihçe -i teşkilat ve icraatı (İstanbul, 1328 [1913]). —A. F. Türkgeldi, Rıcal-i m ühim m e-i siyasiyye (İstanbul, 1928); Mesail-i m ühim m e-i siyasiy­ ye, yay. B. S. Baykal (Ankara, 1960). — U. iğdem ir, Kuleli va k’ası hakkında b ir araştırma (Ankara, 1937). — i. E. M. K. inal, Son sad­ razam lar (İstanbul, 1940). — i. H. Danişmend, İzahlı osmanlı tarihi kronolojisi, c. IV (İstanbul, 1972).



Abdülmeclt Efendi, i H Da­ nişmend, İzahlı osmanlı tarihi kro ­ nolojisi, c. IV (İstanbul, 1972). — M. Tuncay, Türkiye C um huriye­ ti'n de tek parti yönetim inin kurul­ ması ( i 923-1931) [Ankara, 1981]. —A. Turani, Batı anlayışına dönük türk resim sanatı (Ankara, 1984).



Abdülvahap Efendi Yasincizade. M ehm etTahir, Osmanlı m ü­ ellifleri, c. II (İstanbul, 1914). — i. H. Danişmend, Osmanlı tarihi krono­ lojisi, c. IV (İstanbul, 1955).



Abdürrahlm Karahisarl. E A. Baki, Mısırlıoğlu A bdürrahim Karahisari (Afyon, 1953).



Abdürrezzak Abdi Efendi. A. S. Delilbaşı, Sahne tarihim izden Abdürrezzak A b d i Efendi (Ulus ga­ zetesi, Ankara, 19.11.1944 - 18.111. 1944). — M. Yesari, Tulûatçıların pi­ ri A bdürrezzak (Yedi gün, sayı 9, İstanbul, 1946).



Açana (Tel) ya da Alalah. L. VVoolley, Alalakh an account o f the excavations at Teli A tchana in the H atay 1936-1939 (Londra, 1955). — U. B. Alkım, A natolia I (Cenev­ re, 1968). — R. Nauman, Eski A n a ­ dolu mimarlığı (Ankara, 1975).



adalet partisi (AP). E. Topkaya. Program ve tüzükleriyle Türkiye’de b aşlıca siyasi p a rtile r, sayfa: 127-170 (Ankara, 1969). adaletnam e. Ç. Uluçay, XVII. asırda S aruhan'da eşkıyalık ve halk hareketleri (İstanbul, 1944). — H. İnalcık, Adaletnam eler (Bel­ geler, Ankara, 1967). — Y. Ûzkaya, XVIII. yüzyılda çıkarılan adaletnam elere göre Türkiye'nin iç durum u (Belleten, sayı 151, Ankara, 1974). Adıvar (Halide Edip). B. Dürder, Halide E dip hayatı ve sanatı (İstan­ bul, 1940). — H. Yücebaş, Bütün cepheleriyle H alide E dip (İstanbul, 1964). — M. Uyguner, H alide Edip Adıvar (İstanbul, 1968). —Y. K. Beyatlı, Siyasi ve e d e b i portrele r (İs­ tanbul, 1968). — Y. K. Karaosmanoğlu, Gençlik ve e debiyat hatıra­ ları (Ankara, 1969). — i. Enginün, H alide Edip A d ıv a r’ın eserlerinde d o ğ u ve batı m eselesi (İstanbul, 1978); H alide E d ip A d ıva r (Anka­ ra, 1986).



Afife Angellk. i. Parlatır, Recaiza de M ahm ut Ekrem (Ankara, 1983). Afife Jale. R. A. Sevengil, Yakın çağlarda türk tiyatrosu, cilt I (İstan­ bul, 1934). —A. M adat, Sahnem i­ zin değerleri, cilt I (İstanbul, 1943). —Ö. Nutku, Darülbedayi'nin elli yılı (Ankara, 1969).



Afrodlslas ya da Aphrodislas. M. F. Squarciapino, La scuoia di Afridisia (Roma, 1943). — G. E. Bean, Turkey b e y o n d the Meand e r (Londra, 1980). — K. Erim, A phrodisias 1979 çalışmaları (II. kazı sonuçları toplantısı, Ankara, 1980); A phrodisias 1980 (III. kazı sonuçları toplantısı, Ankara, 1981); Aphrodisias kazısı 1981 çalışmaları (IV. kazı sonuçları toplantısı, Anka­ ra, 1983). —J. M. Reynolds, A p h ­ rodisias a n d R om e (1982). — E. Akurgal, A ncie n t civilizations and ruins o f Turkey (Ankara, 1983).



Agehi, asıl adı Mansur. A. Tietze, XVI. asır türk şiirinde gem ici dili (Türkiyat mecmuası, c. IX, İstanbul, 1946-1951). — H. G. Yurtaydın, Sigetvarnam eler (ilahiyat fakültesi dergisi, c. Il-lll, Ankara, 1952).



ağalık. S. Yerasimos, Azgelişmiş­ lik sürecinde Türkiye (İstanbul, 1975). — M. A. Kılıçbay, Feodalite ve klasik dönem osmanlı üretim tarzı (Ankara, 1982). —M. Akdağ, Türkiye'nin iktisadi ve içtim ai tarihi (İstanbul, 1986). Ağaoğlu (Ahmet). Y. Akçura, Türk yılı (İstanbul, 1928). —S. Ağa­ oğlu, Babam dan hatıralar (İstanbul 1939); Babam ın arkadaşları (İstan­ bul, 1958). - H . Z. Ülken, Türkiye’ de çağdaş düşünce tarihi (İstanbul, 1966).



açıkbaş. R. A. Sevengil, Tanzi­ m at tiyatrosu (İstanbul, 1962). — M. And, Tanzimat dönem inde türk tiyatrosu (Ankara, 1972). —O. Okay, Batı karşısında A hm et Mithat E fendi (Ankara, 1975).



Ağaoğlu (Samet). T. Alangu, Cumhuriyetten sonra hikâye ve ro­ man, c. II (İstanbul, 1965).



Abdülkadlr Efendi (Mehmet).



Adalar. W. Penck, G rundzüge



Ağaoğlu (Adalet). F. Akatlı, Ses­



G. Oransay, Osmanlı devletinde kim kim di (Ankara, 1969).



d e r geologie des Bosporus, Veröff des instit.für M eereskunde (Geol - Naturw. Reihe, sayı 4, Berlin, 1919). —W. Paeckelmann, Neue Beitrâge z u r Kenntnis d e r geolo­ gie, paiâontologie und p etro gra phie d e r u m ge g e nd von Konstantinopel (Preuss. Geol. L. -A. Berlin, 1938). — i. Ketin, Tektonische untersuchungen auf den Prinzeninseln nahe İstanbul (Türkei) [Geologischen Rundschau, c. XLI, Berlin, 1953],



Abdülkadlr M eragi, Hace Ibn Ül-Gaybi. M. Bardakçı, M aragalı A b d ü lka d ir (İstanbul, 1987).



Abdülkerlm Nadir Paşa (Çırpanlı). Ahm et Lütfi, Tarih (İstan­ bul, 1290-1329 [1873-1911]), — M ehm et Esat, M ir'at-ı M ekteb-i harbiye (İstanbul, 1310 [1892]). — C. Rodoslu, Rodos adasında g ö ­ m ülü paşalar (Ankara, 1955).



sizlikten ses geliyor. A dalet A ğ a oğ ­ lu: Sessizliğin ilk sesi (Türk dili, sa­ yı 322, Ankara, 1978). — R. Taner ve Asım Bezirci, Edebiyatımızda seçm e hikâyeler (İstanbul, 1981). — F. Naci, 100 soruda Türkiye'de rom an ve toplum sal değişm e (İs­ tanbul, 1981). —O. Önertay, Cum ­ huriyet dönem i tü rk rom an ve ö y­ küsü (Ankara, 1984).



Ahdi, asıl adı Ahm et. H. Mazıoğlu, Ahdî-i B ağ da d i ve şiirleri (Türk dili araştırmaları yıllığı-Belle-



ten, 1978 [Ankara, 1979]).



Ahm et III. A. Refik (Altınay), La­



Ahem eniler ya d a Akamanışlar. Ş. Günaltay, İran tarihi (Anka­



le d evri (İstanbul, 1131 [1915]); Onikinci asr-ı hicride osmanlı h a ­ yatı (İstanbul, 1930). —A. N. Kurat, İsveç kralı XII. K ari in hayatı ve fa­ aliyeti (İstanbul, 1940).



ra, 1948); Yakın şark tarihi (Anka­ ra, 1951).



Ahhlyava F. Kınal, Eski A nadolu tarihi (Ankara, 1962). —Y. Boysal, Batı A n a d o lu 'd a son araştırmalar-Ahhiyava sorunu (Anadolu, c. XV, Ankara, 1971). - B . Umar, Türkiye halkının ilkçağ tarihi (İzmir, 1982). —A. M. Mansel, Ege ve yu­ nan tarihi (Ankara, 1984).



Ahi, Benli Flasan. A. N. Tarlan, Şiir m ecmualarında XVI ve XVII. asır di­ van şiiri, c. IV (İstanbul, 1949). — F. K. Timurtaş, Turk edebiyatında H usrev ü Şirin ve Ferhad ü Şirin hi­ kâyesi (Edebiyat fakültesi türk dili ve edebiyatı dergisi, c. IX, İstanbul, 1959).



Âhi (XVjl. yy.) tü rk halk şairi. S. N. Ergun, Âşık Ömer. Hayatı ve eser­ leri (İstanbul, 1935). — M. Ş. Ülkütaşır, H alk şairleri (Yeni tarih m ec­ muası, sayı 37, İstanbul, 1937).



Ahilik ya da Ahilik. Muallim Cevdet, Z e yl ale'l-fasl ahiyyati'l -fityan (İstanbul, 1351 [1935]). - Ö . L. Barkan, Osmanlı im paratorlu­ ğ u 'nda b ir iskân ve kolonizasyon m etodu olarak vakıflar ve temlikler (Vakıflar dergisi, sayı 2, Ankara, 1952). — A. Gölpınarlı, Islâm türkü­ lerinde fütüvvet teşkilatı ve kaynak­ ları (iktisat fakültesi mecmuası, sa­ yı 11, İstanbul, 1952). — F. Taeschner, İslâm ortaçağında futuwwa teşkilatı [fütüvvet teşkilatı] (iktisat fa­ kültesi mecmuası, sayı XI, İstanbul, 1952); isiâm da fütüvvet teşkilatının d oğuşu meselesi ve tarihi ana çiz­ gileri (Belleten, c. XXXVI, Ankara, 1972). — F. Köprülü, Osmanlı im paratorluğu'hun kuruluşu (Anka­ ra, 1972). — N. Çağatay, Fütüvvetçilikle ahiliğin ayrıntıları (Belleten, c. XLIX, Ankara, 1976). - C . Cahen, O sm anlılar'dan önce A n a do lu'd a Türkler (İstanbul, 1979). —XX. A hi­ lik bayram ı te b liğ le ri (Ankara, 1985) Ahmedi, asıl adı Tacettin İbrahim bin Hızır. N. S. Banarlı, A h m ed i ve dasitan-ı tevarih-i mülûk-ı âl-i Os­ m an (Türkiyat mecmuası, c. VI, İs­ tanbul, 1936-1939). —A. Alpaslan, A h m e d i‘nin ye ni bulunan b ir eseri Mirkat-ı edeb (Edebiyat fakültesi tü rk dili ve edebiyatı dergisi, c. X, İstanbul, 1960). — N. Çetin, Ahm e­ d i "nin M irkatü'l-E d eb 'i hakkında (Türkiyat mecmuası, c. XIV, İstan­ bul, 1964). —T. Kortantamer, be­ b en und w eltbild des altosmanischen dichters A h m e d i unter besonderer berücksichtigung seins diw ans (Freiburg, 1973). — M. Akalın, Ahmedi. C em şid ü H urşid (Ankara, 1975). — i. Ünver, Ahmed i'n in iskender-nam esindeki mevlid bölüm ü (Türk dili araştırmaları yıllığı - Belleten 1977, Ankara, 1978); Ahm edi. iskender-nam e (Ankara, 1983).



Ahmet Ağa Mirialem. Okmeyda­ nı ve okçuluk tarihi (İstanbul, 1974).



Ahm et C avlt. Turgut Kut, A çık­ lamalı yem ek kitapları bibliyograf­ yası (Ankara, 1985). A hm et Dal. i. H. Ertaylan, A hm ed-i D â'îha ya tı ve eserleri (İs­ tanbul, 1952). — F. K. Timurtaş, Ahm ed-i Dâ 7 ve eserlerinin türk dili ve edebiyatındaki yeri (Türk dili, sa­ yı 31, Ankara, 1954). — H. Güner, Kütahyalı şairler (Kütahya, 1967). — G. Alpay, A h m ed -i D â ’î and his Ç engnam e (Boston, 1973). Ahm et Fakih. M. F. Köprülü, A h m et Fakih ve çarhnam esi (Türk yurdu, c. IV, Ankara, 1926). — H. Mazıoğlu, A n a d o lu 'd a 13. yüzyıl ürünlerinden ye ni b ir eser (X. Türk dil kurultayında okunan bilimsel bil­ diriler 1963, Ankara, 1964). Ahm et Haşim. Y. K Karaosmanoğlu, A h m et Haşim (Ankara, 1934); G ençlik ve e debiyat hatıra­ ları (Ankara, 1969). — Y. Z. Ortaç, A h m et Haşim (İstanbul, 1937). — S. K. Yetkin, A h m et Haşim ve sem bolizm (Ankara, 1938). — N. Ataç, Günlerin getird iğ i (Ankara, 1946); A rarken (Ankara, 1954); O kurum a m e k tu p la r (İstanbul, 1954). —Z. Güvemli, A hm et Haşim ve şiirleri (İstanbul, 1947). —Y. N. Nayır, A h m et Haşim (İstanbul, 1959). —Y. K. Beyatlı, Edebiyat üzerine makaleler (İstanbul, 1969). —A. Ş. Hisar, A hm et Haşim şiiri ve hayatı (İstanbul, 1963). —Ş. Hulu­ si, A h m e t Haşim sanatı ve seçme şiirleri (İstanbul, 1967). —A. Bezir­ ci, A h m e t Haşim (İstanbul, 1979).



Ahm et Raslm. M. N. Özön, A h ­ m e t Rasim bibliyografyası (Bibli­ yografya, c. II, sayı 12, İstanbul, 1933). —S. Hızarcı, A h m et Rasim (İstanbul, 1953). — H. Yücebaş, A hm et Rasim, aşkları, hatıraları (İs­ tanbul, 1957). — H. Dizdaroğlu, A hm et Rasim (İstanbul, 1964), —A. S. Levend, A h m et Rasim (Ankara, 1965).



Ahmet Refik, soyadı Altınay. N. A. Banoğlu, A h m e t Refik ve eserleri (Kurun gazetesi, İstanbul, 11 Ekim 1937). - R . E. Koçu, A h ­ m et Refik, hayatı, seçme şiir ve ya ­ zıları (İstanbul, 1938). — M. Gökman, Tarihi sevdiren adam (İstan­ bul, 1978). — O. Bayrak, Osmanlı tarihi yazarları (İstanbul, 1982).



Ahm et Resmi Efendi, Resmolu. F. R. Unat, Osmanlı sefirleri ve sefaretnam eleri (Ankara, 1968). — Mehmet Tahir, Osmanlı m üellif­ leri, c. III (İstanbul, 1342 [1923]).



Ahm et Rıza. A. B. Kuran, Os­



Ahm et I. Feridun Bey, Mûnşeât üs-Selatin, c.ll (İstanbul, 1257 [1841]). —Ali Efendi, Kavanin-iâl-i Osm an d e r hulasa-i m ezamin-i d e fte r-i d ivan (İstanbul, 1280 [1863]). —S olakzade M ehm et Hem dem î, Tarih (İstanbul, 1297 [1880]).



manlI im pa ra to rlu ğ u 'nd a ve Türkü ye C um huriyeti'nde inkılap hare­ ketleri (İstanbul, 1959). —Z. F. Fındıkoğlu, A uguste C omte ve Ahm e d Rıza (İstanbul, 1962). —Şerif Mardin, Jön Türkler'in siyasi fikir­ leri (Ankara, 1965).



Ahm et II. Feraizcizade Mehmet



lan, A h m et Vefik Paşa (İstanbul, 1 932). — M. Z. Pakalın, A h m et Vefik Pa­ şa (İstanbul, 1942). — L. Ay, Ahm et Vefik Paşa (Türk dili, sayı 73, A n ­ kara, 1957). — F. A. Tansel, Ahm et Vefik Paşa (Belleten, sayı 109, A n ­



Sait, Gülşen-i m aarif (İstanbul, 1252 [1826]). — Fındıklılı Mehmet Ağa, Silahtar tarihi (İstanbul, 1928). — Mustafa Nuri Paşa, N etayic ül -vukuât, c. III (İstanbul, 1327 [1909]).



Ahm et Veflk Paşa. İ H Ertay­



kara, 1964); A h m et Vefik Paşa'nın eserleri (Belleten, sayı 110, A nka­ ra, 1964); A h m et Vefik Paşa'nın şahsiyetinin teşekkülü, hususi h a ­ yatı ve m uhtelif karakterleri (Belle­ ten, sayı 113, Ankara, 1965). —S. Güray, A hm et Vefik Paşa (Ankara, 1966).



Ahm et Vesim Paşa Hacı Ka­ zasker M ehm et Hafid, Sefinetü’l -vüzerâ, yay. i. Parmaksızoğlu (İs­ tanbul, 1952). — i. H. Danişmend, izahlı osmanlı tarihi kronolojisi, c. V (İstanbul, 1971).



Ahm et Yesevi. Ahm erov, Ahm e d Yesevi m escidinin kitabeleri (Kazan Üniversitesi arkeoloji tarih ve etnografya cem iyeti haberleri bülteni, c. XII, Kazan, 1895-1896). — M. F. Köprülü .Ahm et Yesevi ve çağatay edebiyatı üzerindeki tesir­ leri (Bilgi, sayı 6, İstanbul, 1913); Türk edebiyatında ilk mutasavvıflar (İstanbul, 1918; 4. bas. 1981). — K. Eraslan, Yesevi'nin Fakrnamesi (Edebiyat fakültesi türk dili ve edebiyatı dergisi, c. XXII, İstanbul, 1977); Divan-ı H ikm et'ten seçm e­ ler (Ankara, 1983).



Ahundzade (Fethali). M. F. A hundov, A h u n d o v hakkında b ib ­ liyografya (Bakü, 1948). — H. Dizdaroğlu, Mirza Fethali A hundzade ve alfabe m eselesi (Türk dili, sayı 8, Ankara, 1952).



Aile. H. V. Velidedeoğlu, M edeni h ukuk (İstanbul, 1954). — N. Feyzioğlu, U. Doğanay, A. Aybay, Me­ d e n i h u k u k d ersle ri (İstanbul, 1976).



Ainos. A. Erzen, Enez (Ainos) araştırmaları (İstanbul Üniversitesi edebiyat fakültesi güney-doğu Av­ rupa araştırmaları dergisi, sayı 1, İstanbul, 1972); Enez(Ainos) 1972 kazıları (İstanbul Üniversitesi ede­ biyat fakültesi güney-doğu Avrupa ■araştırmaları dergisi, sayı 2-3, İs­ tanbul, 1974, 1975); Enez 1979 yılı kazıları (II. kazı sonuçları toplantı­ sı, Ankara, 1981); Enez kazısı 1980 (III. kazı sonuçları toplantısı, A nka­ ra, 1981); 1981 yılı Enez kazısı ça ­ lışmaları (IV. kazı sonuçları toplan­ tısı, Ankara, 1983); 1982 Enez ka­ zısı çalışmaları (V. kazı sonuçları toplantısı, Ankara, 1984).



Alzanol ya da Azanol. E. Akurgal, A n cie n t civUizations a n d ruins o f Turkey (İstanbul, 1983). — R. Naumann, A izanoi 1979- (II. kazı sonuçları toplantısı, Ankara, 1981); Die ausgrabungen in Aizanoi 1981 (IV. kazı sonuçları toplantısı, A nka­ ra, 1983); A izanoi kazıları (V. kazı sonuçları toplantısı, Ankara, 1984).



Aka Gündüz, asıl adı Enis Avni. S. N. Ergun, Aka Gündüz. Hayatı, eserleri (İstanbul, 1937). — M. Uraz, A k a G ü n d ü z (İstanbul, 1938). — H. Yücebaş, Bütün ce p ­ heleriyle A ka G ündüz (İstanbul, 1959). — A. M. Dranas, Aka G ün­ dü z (Türk dili, sayı 88, Ankara, 1959). —Aka G ündüz'ün eserleri­ nin tam listesi (Yeni yayınlar dergi­ si, sayı 2, İstanbul, 1960). Akif Paşa, türk devlet adamı, şa­ ir ve yazar. Ebüzziya Tevfik, Nümune-i edebiyat-ı Osmaniye (İstanbul, 1330 [1912]). - M . F. Köprülü, Milli edebiyat ceryanının ilk mübeşşirleri (İstanbul, 1928). — M. Kaplan, Şiir tahlilleri, c. I (İstanbul, 1969). — O. Koloğlu, M iyop Ç örçil olayı (Anka­ ra, 1986).



Aksarayi (M ahm ut bin M uham ­ met). M. N. Gençosm an, Selçuklu devletleri tarihi (İstanbul, 1943).



— Kerim eddin Aksarayi, Musameret-ül Ahbar, yay. Osm an Turan (Ankara, 1944).



Aksoy (Ömer Asım). Türk dil ku­ rumu, Ö m er Asım A kso y arm ağa­ nı (Ankara, 1978).



A k ş e m s e ttin



m e n a k ıb ı.



Menakıb-ı Akşem seddin (İstanbul, 1302 [1884]). - A . i. Yurd, Şeyh Akşem seddin. Hayatı, eserleri (İs­ tanbul, 1972). —A. Y. Ocak, Türk halk inançlarında ve edebiyatında evliya menkabeleri (Ankara, 1984).



Akünal (Ahmet Kemal). M. B. Ya­ zar, Edebiyatçılarım ız ve türk ede­ biyatı (İstanbul, 1938). — O. S. Orhon, Bir ihtilal şairi: A hm et Kem al A künal (Çınaraltı dergisi, sayı 64, İstanbul, 1942). — D. Akünal, A h ­ m e t K em al A kü n al (Türk amacı dergisi, c. I, İstanbul, 1943). Alacahöyük. Ş. A. Kansu ve S. Tunakan, 1943-1945 kazılarından çıkarılan kalkolitik, bakır ve tunç çağlarına ait halkın antropolojisi (Belleten, sayı 40, Ankara, 1946). — H. Z. Koşay, A lacahöyük (Anka­ ra, 1951). — R. Naum ann, Eski A nadolu mimarlığı (Ankara, 1975). — H. Z. Koşay ve M. Akok, A laca­ h öyük'te 1974 yılı kazı çalışmaları (Ankara, 1976); 1975 A lacahöyük kazıları (Türk arkeoloji dergisi, sa­ yı XXIV/2, Ankara, 1977). - M . Akok, A lacahöyük'te son dönem arkeolojik çalışmalarla açıklığa ka­ vuşturulan yapı tekniği ve m im ari gerçekler, c. I (VIII. Türk tarih kong­ resi, Ankara, 1979); A lacahöyük 1979 yılı kazı çalışmaları (II. Kazı sonuçlan toplantısı, Ankara, 1981). Alaettin Keykubat I. C. Ca­ hen, A n a d o lu ’da Türkler, çev. Y. Moran (İstanbul, 1979). — O. Tu­ ran, Selçuklular zamanında Türkiye tarihi (İstanbul, 1984). — Tevarih-i âl-i Selçuk, yay. ve çev. F. N. Uzkuk (Ankara, 1952). — ibn Bibi, A nadolu Selçuklu devleti tarihi, çev. M. N. G ençosm an (Ankara, 1941). — Kerimettin Aksarayi, Sel­ çuklu devletleri tarihi (AksaraylI Ke­ rim eddin M a hm u d ’un Müsameret ül-ahyar adlı farsça tarihinin tercü­ mesi), çev. M. N. Gençosm an (An­ kara, 1943).



Alaettin Keykubat II. C. Ca­ hen, A n a do lu'd a Türkler, çev. Y. Moran (İstanbul, 1979), — O. Tu­ ran, Selçuklular zam anında Türki­ y e tarihi (İstanbul, 1984). — Teva­ rih-i âl-i Selçuk, yay. ve çev. F. N. U zkuk (Ankara, 1952). — ibn Bibi, A nadolu Selçuklu devleti tarihi, çev. M. N. Gençosm an (Ankara, 1941). — Kerimettin Aksarayi, Sel­ çuklu devletleri tarihi (AksaraylI Ke­ rim eddin M a hm ud'un Müsameret ül-ahyar adlı farsça tarihinin tercü­ mesi), çev. M. N. Gençosman (An­ kara, 1943). Alaettin Keykubat III, C. Ca­ hen, A n a d o lu ’da Türkler, çev. Y. Moran (İstanbul, 1979). —O. Tu­ ran, Selçuklular zamanında Türkiye tarihi (İstanbul, 1984). — Tevarih-i âl-i Selçuk, yay. ve çev. F. N. Uz­ kuk (Ankara, 1952). —Aksarayi, Selçuklu devletleri tarihi (AksaraylI Kerimeddin M ahm ud'un Müsame­ ret ül-ahyar adlı farsça tarihinin ter­ cümesi), çev. M. N. Gençosm an (Ankara, 1943).



Alaettin M uham m et bin Teklş. i. Kafesoğlu, Harzem şahlar devleti tarihi (1092-1220) [Ankara, 1977],



Aleksandr II. A. N. Kurat, Rus­ ya tarihi - Başlangıcından 1917'ye



1151



k a da r (Ankara, 1948). 1152



Aleksanyan (Harutyun). A. Madat, Sahnemizin değerleri, c. II (İs­ tanbul, 1944).



Alemdar Mustafa Paşa. Vasıf, Tarih, c. II (İstanbul, 1219 [1804]). —Şânî-zâde Atâullah Etendi, Tarih (İstanbul, 1291 [1874]). —A b d u r­ rahm an Şeref, Tarih-i devlet-i Os­ m aniye, c. II (İstanbul, 1312 [1894]). — İ.H . Uzunçarşılı, A lem ­ d a r Mustafa Paşa (Ankara, 1942). — K. Arapyan, Rusçuk Ayanı M us­ tafa Paşa’nın hayatı ve kahram an­ lıkları, çev. E. Uras (Ankara, 1943). — H. İnalcık, Sened-i ittifak ve Gülhane Hatt-ı H üm ayunu (Belleten, sayı 112, Ankara, 1964). — E. Z. Karal, Osmanlı tarihi, c. V (Ankara, 1983 [4. Basım]).



Alem dar vakası. Y. Ûztuna, Türk tarihinden yapraklar, Alem dar Mustafa Paşa'nın ölüm ü (İstanbul, 1969). — E. Z. Karal, Osmanlı tari­ hi, c. V (Ankara, 1983).



Ali (XIII. yy.). C. Brockelmann, A li’s qissa-i Yusuf d e r alteste Variaufer d e r osm anischen L iteratür (Abhandlungen der Preussischen Akademie der Wissenschaften, c. V, Berlin, 1916). — i. H. Ertaylan, Türk dilinde en eski Yusuf ve Züieyha (Edebiyat fakültesi tü rk dili ve ede­ biyatı dergisi, sayı 1-2, İstanbul, 1948). — H. C. Dolu, Yusuf hikâyesi hakkında b irkaç söz ve türkçe nüshalar (Edebiyat fakültesi türk dili ve edebiyatı dergisi, sayı 4, 1952).



Ali, türk halk şairi (XVII. yy.). C. Özte lli, ş/kA //(T ü rk dili, sayı 53, A n ­ kara, 1956). — Ş. Elçin, Kâtip A li' nin bilinm eyen şiirleri (Türk folklor araştırmaları, sayı 274 ve 275, İs­ tanbul, 1972). Ali, türk halk şairi (XVIII. yy.). M. Ş. Ulkütaşır, N asuh Paşa destanı (Çığır, sayı 11, Ankara, 1934). —C. Oztelli, Uyan padişahım (İstanbul, 1976).



Ali B e y C in , Bulutkapan. i. H. Danişment, izahlı osmanlı tarihi krono­ lojisi, c. IV (İstanbul, 1972). — İ.H. Uzunçarşılı, Osmanlı tarihi, c. V (Ankara, 1975).



Âli Bey Direktör. B. Dürder (haz.), Letafet (İstanbul, 1961). — N. Akı, XIX. yüzyıl türk tiyatrosu (İstanbul, 1963). — M. And, Tanzimat ve is­ tib da t dönem inde türk tiyatrosu (Ankara, 1972). — Ş. Kutlu (haz.), Lehçetü'l-hakâyık (İstanbul, 1974). Ali Ekber Hıtai. S. Buluç, On a few Turkish b ooks o f travel a bout far-east (Proceding of the Inter­ national Conferance on China Border Area Studies, Taipei, 1985).



Ali Emlrl Efendi. J. Deny, A li Em iri Efendi (Journal Asiatique, c CCIV, Paris, 1924). - A . R. Altınay, A li Emiri Efendi (Türk tarih en­ cüm eni mecmuası, no. 78/1, İstan­ bul, 1924). — M. Tevfikoğlu, A li Emiri Efendi (Türk kültürü, sayı 88, Ankara, 1970). — M. S. Tayşi, Bü­ y ü k kitap dostu A li Emiri Efendi (Milli gençlik, sayı 27, İstanbul, 1978). —A. Aksakla, Ö lüm ünün 60. yılında b üyü k kitap dostu Ali Em iri Efendi (Türk kültürü, sayı 250, Ankara, 1984). Ali Fuat, soyadı Türkgeldi. A F. Türkgeldi, M asâil-i m ûhim m e-i siyasiyye, yayına hazırlayan B. S. Baykal (Ankara, 1966); G örüp işit­ tiklerim (Ankara, 1984 [3. basım]).



Ali Galip olayı. E. Z. Karal, Tür­ kiye C um huriyeti tarihi (Ankara,



1978). — H. Eroğlu, Türk inkılap ta­ rihi (İstanbul, 1982).



Ali İlham l, türk halk şairi. Ş. El­ çin, Seyyit Gazi bektaşi tekkesi şeyhlerinden p ir M ehm et ve oğlu llham i hakkında (Eskişehir I. Sey­ yit Battal Gazi bilimsel semineri-bildiriler, Eskişehir, [1977]).



Ali İzzet Özkan, i. Başgöz, Âşık A li İzzet Özkan, yaşamı, sanatı, şi­ irleri (Ankara, 1979). Ali Nizami Beyin alafranga­ lığı ve şeyhliği. S. S Uysal, Abdülhak Şinasi Hisar. Hayatı, sana­ tı, eserleri, en seçm e parçaları ve edebiyatçılarımızın hakkındaki y a ­ zıları (İstanbul, 1961).



Ali Nutkl Baba. S N Ergun, Bektaşi, kızılbaş, alevi şairleri ve nefesleri, c. İli (İstanbul, 1956). Ali Paşa, Damat, şehit (Silahtar). Dilaverzâde Ömer, H adikat ûl-vûzerâ zeyli (İstanbul, 1271 [1855]). — Hüseyin Ayvansarayî, Hadikat ûl -cevâmi, (İstanbul, 1281 [1864]). —Tayyarzâde Ata, Tarih (İstanbul, 1293 [1876]). — Mustafa Nuri Paşa, N etayic ül-vukuât (c. III, İstanbul, 1327 [1909] [2. Basım]). —Ahm et Refik (Altınay), H icri onikinci asırda İstanbul hayatı (İstanbul, 1930).



Ali Rıza Paşa, Topçu. H arp tari­ hi dairesi, 1897 Osmanh-Yunan har­ b i (Ankara, t.y.).



Ali Şefkati. A. B. Kuran, Osmanlı im paratorluğu 'nda inkılâp hareket­ leri ve m illi m ücadele (İstanbul, 1956). —Ş. M ardin, Jön Türkler'in siyasi fikirleri 1895-1908 (İstanbul, 1983). — M. Ş. H anioğlu, Osmanlı İttihat ve Terakki cemiyeti (İstanbul, 1986).



İstanbul, 1971); Nesaim üi-mahabbe m in şem ayim il-fütüvve (İstan­ bul, 1979); A li Şir N evayi'nin hâlât-ı Pehlevan M uham m ed risalesi (Tür­ kiyat mecmuası, c. XIX, İstanbul, 1980). —G. Alpay (yay.), A li Şir Ne­ vayi. Ferhad ü Şirin (Ankara, 1975).



Akkoyunlu, Karakoyunlu devletleri (Ankara, 1984 [3. Baskı]).



alp. M.Kaplan, Türk edebiyatı üze­ rine araştırmalar, c. I (İstanbul, 1976); O ğuz Kağan destanı (İstan­ bul, 1979). — E. Mengi, Eski ede ­ biyatımızda bazı insan tipleri (Tarih ve toplum, sayı 12, İstanbul, 1984). — Ü. Hassan, Eski türk toplum u ü zerin e in c e le m e le r (İstanbul, 1985).



Unat, Anadolu ve Rumeli müdafaa-i hukuk cemiyeti’nin kuruluşuna dair vesikalar(Tahh vesikaları dergisi, c. I, sayı l-ll, Ankara,1941). —T. Bıyıkoğlu, Trakya'da milli mücadele, c. I (An­ kara, 1955). — M. T. Gökbilgin, Milli m ücadele başlarken,c. l-ll (Ankara, 1972). — E. Z. Karal, Türkiye Cum ­ huriyeti tarihi (Ankara, 1978).



Alptlgin. M uham m ed Nazım, the Life a n d times o f sultan M ahm ud o f Ghazna (Cam bridge, 1931).



anayasa. A F Başgil, Esas teşki­ lat hukuku (İstanbul,1960). — İ.Arsel, Türk anayasa hukukunun um um i esasları (Ankara, 1965). — B. N. Esen, Türk anayasa hukuku (Anka­ ra.1968). — H. N. Kubalı, Anayasa hukuku dersleri (İstanbul, 1971). — M. Kapani, Kamu hürriyetleri (Anka­ ra, 1976). —i. Akın, Kamu hukuku (İstanbul, 1980). —T. Z. Tunaya,Siya­ sal kurumlar ve anayasa hukuku (İs­ tanbul, 1980). —S. Tanilli, Devlet ve demokrasi (İstanbul, 1981). —O.AIdıkaçtı, Anayasa hukukumuzun ge­ lişmesi ve 1961 anayasası (İstanbul, 1982). —Ş. Gözübüyük -S. Kili, Türk anayasa metinleri (Ankara, 1982). —T Erdem, Anayasalar ve seçim ka­ nunları (İstanbul, 1982). — D. Perinçek, Anayasa ve partiler rejimi (İstan­ bul, 1985). — B. Tanör, İki Anayasa 1961-1982 (İstanbul, 1986). —T Par­ la, Türkiye'nin siyasal rejimi (İstanbul, 1986).



Alpamış A.inan, Makaleler ve in­ celem eler (Ankara, 1968). —Sovyet Ö zbek ansiklopedisi c. I (Taşkent, 1971).



Altay (Fahrettin). T. C. G enelkur­ may harp tarihi başkanlığı, Türk is­ tiklâl harbine katılan tüm en ve d a ­ ha üst kademelerdeki komutanların biyografileri (Ankara, 1972). —G. Jaeschke, Türk kurtuluş savaşı kro­ nolojisi (Ankara, 1973; 2 c.).



Altaylılar. N. Chadwick ve V. Zhirmunsky, Orai Epics o f Central Asia (Canbridge, 1969). —Azerbaycan Sovyet ensiklopediyası, c. I (Bakü, 1976).



Altun yanık (Altınışık). —S. Çağa­ tay (yay.), Altuı) yaruk’tan iki parça (Ankara, 1945). — R. R Arat, Eski türk şiiri (Ankara, 1965). —Ş. Tekin, Buyan evirmek, sevabın tevcihi (Re­ şit Rahmeti Arat için, Ankara, 1966). Amasya. A. 3. Ünver Amasya da-



Allşar höyüğü. H.H. von der Osten ve E. F. Schmidt, The Alishar hüyü k season o f 1927 (Illinois, 1930). — E. F. Schmidt, Anatolia through the agesdiscoveries at the Alishar m o un d (1927-H929) [illinois, 1931]. — F. Kınal, Eski A na do lu ta-' rihi (Ankara, 1962). — S. Lloyd, Early highland peoptes o f Anatolia (Londra, 1967). — U. B. Alkım, A na­ tolia I (Cenevre, 1968). — R. Naumann, Eski A nadolu mimarlığı (An­ kara, 1975). — J. Mellaart, The arch aelogy o f ancient Turkey (Lond­ ra, 1978).



rüşşifası (Tedavi seririyatı ve laboratuvarı, c. V, sayı 17, İstanbul, 1935). —C. E. Arseven, Türk sanatı tarihi (İstanbul, 1955-1959). — N. Sevgen, Anadolu kaleleri (Ankara, 1959). —Ş. Yetkin, A na do lu ’d a Selçuklu şifahaneleri (Türk kültürü, sayı 10, An­ kara, 1963). — M. D. Arık, Erken de­ vir Anadolu - türk mimarisinde tür­ be biçimleri (Anadolu, ssy. 11, An­ kara, 1969). —i. ilter Türk tarihi han­ ları (Ankara, 1969). — M. Sözen, Anadolu medreseleri, c. I-II (İstanbul, 1970); Türk mimarisinin tarihsel ge ­ lişimi (İstanbul, 1960). — E. H. Ayverdi, Osmanlı mimarisinde Fatih dev­ ri (İstanbul, 1973). —C. Baltacı, Os­ manlI medreseleri (İstanbul, 1976). —O. Aslanapa, Yüzyıllar boyunca türk sanatı, ~ 14. yüzyıl (İstanbul, 1977); T ü rk 's a n a tıjc. I-II (İstanbul, 1984).



A li Şir Neval. N. Asım (yay.), Er­



Amasya kararları. C. Kutay, Ta­



bain hadis (İstanbul, 1311 [1893 -94]). —A. C evdet (yay.), M uhakem e t ül-lugateyn (İstanbul, 1315 [1897-98]). — M. F. Köprülü, Türk dili ve edebiyatı araştırmaları (İstanbul, 1934). — i. R. Işıtman (yay.), Muhakem et ül-lugateyn (Ankara, 1941). — E. E. Berthels, Alişer Navoi. Ferh a d i Şirin poem a (Taşkent, 1943); A li Şir N evai'nin Ferhad ü Şirin’i (Türk dili araştırmaları yıllığı - Bel­ leten 1957, Ankara,1957). — S. Ganieva (yay.), A lişer Navaiy. M ecalis ünnefais (Taşkent, 1961). —A. S. Levend, Türkiye kitaplıklarındaki Nevai yazmaları (Türk dili araştırmaları - Belleten 1958, Ankara, 1958); A li Şir Nevaic. IV, (Ankara, 1965-1968). — J. Eckmann, D ie tschaghataisisch Literatür (Philologiae Turcicae Fundamenta II, VViesbaden, 1964). — L. V. Dimitriyova (yay.), Ali Şir Nevai. Divan (Moskova, 1964). — Nevayi’nin hâlât-ı Seyyid Haşan B ey risalesi (Türkiyat mecmuası, c. XVI,



rih konuşuyor, c. I (İstanbul, 1964). — U. Kocatürk, Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti tarihi kronolojisi (Anka­ ra, 1983).



Alioğlu, türk şair (XVII. yy.). C. Öztelli, XVII. yüzyılda iki ihtilalci şair: Alioğlu-Dedem oğlu l-ll (Türk folklor araştırmaları, sayı 73, İstanbul, 1955 ve sayı 74, İstanbul, 1955); Bektaşi gülleri (İstanbul, 1973).



Amlk ovası. J. R. Braidwood, Mounds in the plain ofA ntioch (Chica­ go, 1937). — U. B. Alkım, Anatolia I (Cenevre, 1968). — R. Naumann, Eski Anadolu mimarlığı (Ankara, 1975).



Amrl, türk şair Âşık Çelebi, Meşa'ir üş-şuara (Londra, 1971). — M. Çavuşoğlu (yay.), Am ri divanı (İstanbul, 1979).



ana bacı hikâyesi. Ş. Elçin, Bur­ salI Hoca A bdurrauf hikâyesi (Erciyes, sayı 37, Kayseri, 1981).



Anadolu beylikleri, tavaif-i müluk. P Wittek, Menteşe beyliği, çev. O. Ş. Gökyay (İstanbul, 1934). — H. Akın, Aydınoğulları tarihi hakkında bir araştırma (İstanbul, 1946). — İ.H Uzunçarşılı, Anadolu beylikleri ve



Anadolu Eyaleti. Kâtip Çelebi, Cihânnümâ (İstanbul, 1145(1732]).



Anadolu ve Rumeli müda­ faa-! hukuk cemiyeti. F R



Anday (Melih Cevdet). S. Şener Mikado’nun çöpleri üzerine bir ince­ leme (Tiyatro araştırmaları dergisi, sayı 2, Ankara, 1971). —A. Yüksel, Yapısalcılık ve b ir uyarlama. Melih Cevdet Anday tiyatrosu üstüne (İs­ tanbul, 1982).



anka. Feridettin Attar, Mantık ut-tayr, çev. A. Gölpınarlı (İstanbul, 1946). —A. Eflakî, Ariflerin menkıbeleri, çev T. Yazıcı (İstanbul, 1953). — B. Ögel, Türk mitolojisi (Ankara, 1971). Ankara (kent), içişleri bakanlığı, Ankara il yıllığı 1973 (Ankara, 1973). —A. Yakar, Türk romanında milli m ü­ cadele (Ankara, 1973). —A. H. Tanpınar, Beş şehir (3. bas., İstanbul, 1979). Ankara savaşı. E. VVerner Büyük b ir devletin doğuşu - Osmanlı feo­ dalizminin oluşma süreci, çev O. Esen - Y. Öner (İstanbul, 1986).



anonim. A. Öztürk, Türk anonim edebiyatı (İstanbul, 1986).



ansiklopedi. Türkiye'de dergiler, ansiklopediler, 1849-1984 (İstanbul, Gelişim yay. 1984). Antakya. A. F Türkmen, Hatay ta­ rihi (İstanbul, 1937). —W.N. Ramsay, Anadolu'nun tarihi coğrafyası (İstan­ bul, 1961). — E. Bostancı, Antakya Şenköy'de yeni, orta ve üst pleisto­ sen insana ait kültürler üzerinde bir araştırma (Antropoloji dergisi, c. V, Ankara, 1969-1970). - N . A. Konuralp, Hatay kurtuluş ve kurtarış m ü­ cadelesi tarihi (İskenderun, 1970).



Antalya. C. E. Arseven, Türk sa­ natı tarihi (İstanbul, 1955-1959). — N. Sevgen, Anadolu kaleleri (An­ kara, 1959). —A. Kuran, Anadolu medreseleri, c. I (Ankara, 1969). — M. Sözen A na do lu medreseleri, c. l-ll (İstanbul, 1970). — Türkiye'de va­ kıf abideleri ve eski eserler (Anka­ ra, 1972). — i. Ünal, Antalya bölge­ sinde çinili eserler (Türk etnografya dergisi, Ankara, 1974). —O. Aslana­ pa, Yüzyıllar boyunca türk sanatı, 14.



yüzyıl (İstanbul, 1977). — H. Cantez, Antalya (Antalya, 1978). —C. Bektaş, Antalya (İstanbul, 1980). — M. Sö­ zen, Türk mimarisinin tarihsel gelişi­ m i (İstanbul, 1980). —O. Aslanapa, Türk sanatı, c. I-II (İstanbul, 1984).



Antoine (Andre). S. i. Sedes, Darülbedayi'nin ilk yılları (ikdam gaze­ tesi, İstanbul, 29 nisan 1940). —A. Antoine, Chez les turcs (M. And'ın önsözüyle, Ankara 1965). — M. N. Ozön- B. Dürder, Türk tiyatrosu an­ siklopedisi (İstanbul, 1967). Anzavur ayaklanması. Genel­ kurmay başkanlığı harp tarihi daire­ si, iç ayaklanmalar (Ankara, 1964). —Z. Güven, Anzavur isyanı, İstiklal savaşı hatıralarından acı b ir safha (Ankara, 1965). — K. Özalp, Milli m ü­ cadele 1919-1922, c. I (Ankara,1971). — K. Esengil, Milli mücadelede iç ayaklanmalar (İstanbul, 1975). — M. ilgürel, A kbaş cephaneliği baskını (Tarih dergisi, sayı 33, İstanbul, 1982). Apollonia. F. V. J. Arundell, Discoveries in Asia M inör (Londra, 1834). —W. M. Calder, Pisidia (The Oxford Classical Dictionary, Oxford, 1953). —W. M. Ramsay, A nadolu’ nun tarihi coğrafyası (İstanbul, 1961). —G. Bean, Lycian Turkey (Londra, 1978). -—The Princeton encyclopedia of ancient sites (Princeton, 1979). — M. Ûzsait, ilkçağ tarihinde Pisidya (İstanbul, 1980).



arap. R N. Boratav, Türk folklorun­ da zenciler ve Türkiye'de zenci folk­ loru üzerine (Folklor ve edebiyat, c. I, İstanbul, 1982). Arat (Reşit Rahmeti). Reşid Rah­ m eti Arat için (Türk kültürünü araş­ tırm a enstitüsü yayını, Ankara, 1966). Arda (Hacı Adil). A. H. Önelçin, N utuk'un (söylev'in) içinden (İstan­ bul, 1981).



Argentl (Filippo). A. Bombaci, La "Regota del Pariare Turcho" di Filip­ p o A rg en ti (Napoli, 1938).



argo. M. Michailovv, Materiaux sur TArgo et les Locutions populaires Turco-ottomans (Leipzig, 1930). —T. Alangu, Çalgılı kahvelerdeki külhan­ beyi edebiyatı ve numuneleri (İstan­ bul, 1943). — F. Develioğlu, Türk ar­ gosu (Ankara, 1980, 6. Basım)



Arif ya da Arifi. A. S. Levend, Gazavatnameler ve Mihaloğlu A li Bey’ in gazavatnamesi (Ankara, 1956). Arif Ali. M. F. Köprülü, Anadolu Selçukluları tarihinin yerli kaynaklan I (Belleten, sayı 27, Ankara, 1943). — I, Melikoff, La geste de Melik Da­ nişm end (Paris, 1960).



Arif Hikmet Bey. Ziver (yay.), Arif Hikm et Bey divanı (İstanbul, 1283 [1866]). —ilmiye salnamesi (İstanbul, 1335 [1916]). — i. M. K. inal, Son asır türk şairleri, c. I (İstanbul, 1930). Armutlu, türk halk şairi. A.K. Tecer, Cezair türk halk şairlerinin şiir­ leri (Halk bilgisi mecmuası, c. I, İs­ tanbul, 1928). — Ş. Elçin, Saz şairi Arm utlu'nun bir şiiri (Türk folklor araştırmaları, sayı 288, İstanbul, 1973). — H. Sanal, Ç öğür şairleri I - Arm utlu (İstanbul, 1974).



Arsal (Sadrı Maksudi). A. Ayda, Babam Sadri Maksudi (Cumhuriyet gazetesi, İstanbul, 20 mart 1957). —A. B. Taymas, Kazanlı türk meş­ hurlarından iki Maksudiler (İstanbul, 1959). —T. Gökbilgin, Sadri Maksu­ di'nin türk tarihi ve soyu hakkındaki görüşleri (Türk yurdu dergisi, sa­ yı 4, İstanbul, 1970). —Y. K. Kopraman, Sadri Maksudi Arsal (Türk yur­



du dergisi, sayı 4, İstanbul, 1970).



Arslantepe. T. Özgüç, Arslantepe kazıları (Belleten, sayı 41, Ankara, 1947). —S. M. Puglisi, Second rep ort on the excavations at Arslante­ p e (Malatya), Third report on the excavations at Arslantepe (Malatya) [Türk arkeoloji dergisi, c. Xlll/1,2, An­ kara, 1964], —A. Palmieri, Excavations at Arslantepe (Malatya) 1968 (Türk arkeoloji dergisi, c. XVIII/1, An­ kara, 1969); Aspects o f proto-urban culture in Arslantepe (II. kazı sonuç­ ları toplantısı, Ankara, 1981); The 1980 excavations at Arslantepe (III. kazı sonuçları toplantısı, Ankara, 1981); Arslantepe excavations, 1982 (V.kazı sonuçları toplantısı, Ankara, 1984); Excavations at Arslantepe, 1983 (VI. kazı sonuçları toplantısı, Ankara, 1985).



Artemislon (Efes). D. G. Hogarth, The archaic Artemisia (1908). — H. VVİegartz, Zu den columnae caelatae des jüngeren Artemision (1968). —A. Bammer, Die Architektur des jüngeren Artemision von Ephesos (Wiesbaden, 1972). — E. Akurgal, Ancient civilizations a nd ruins of Tur­ key (İstanbul, 1983).



Artukluiar. Tar. Kâtip Ferdi, Mar­ din mulük-i Artukiye tarihi, (yay.) Ali Emiri (İstanbul, 1331 [1919]). —A. Sevim, Artuklular’ın soyu ve Artuk Bey’in siyasi faaliyetleri (Belleten, c. XXVI, Ankara, 1962). —O. Turan, D oğu Anadolu Türk devletleri tarihi (İstanbul, 1973). —Sant. M. Sözen, Anadolu medre­ seleri, c. I-II (İstanbul, 1970). —A. Altun, Anadolu Artuklu devri türk m i­ marisinin gelişmesi (İstanbul, 1978). —O. Aslanapa, Türk sanatı (İstanbul, 1984).



aruz. Süleyman Paşa, M ebani ül -inşa (İstanbul, 1289 [1872]). —Cemalettin, Aruz-i Türki (İstanbul, 1290 [1873]). — Manastırlı Rifat, Mecami ül-edeb (İstanbul, 1308 [1890]). — M. F. Köprülü, Bugünkü edebiyat (İs­ tanbul, 1924); Türk dili ve edebiyatı hakkında araştırmalar (İstanbul, 1934). —A. T Onay, Türk şiirlerinin vezni (İstanbul, 1933).



Arykanda. G. E. Bean, Lycian Tur­ key (Londra, 1978). — C. Bayburtluoğlu, Lykia (Ankara, 1980); 1979 Arykanda kazıları (II. kazı sonuçları toplantısı, Ankara, 1981); 1981 Ary­ kanda kazısı (IV. kazı sonuçları top­ lantısı, Ankara, 1983); Arykanda ka­ zıları (V. kazı sonuçları toplantısı, An­ kara, 1984).



Arzava. J. Garstang, Arzava ve Lugga memleketlerine ait b ir harita (Belleten, sayı 17-18, Ankara, 1941). — F. Kınal, Arzava memleketlerinin mevkii ve tarihi (Ankara, 1953). —G. Garstang ve O. R. Gurney, The geography of Hıttite empire (Londra, 1959). —J. G. Macqueen, Geography and hıstory in vvestern Asia M inör in the secod millenium B.C. (Anatolian Studies, XVIII, 1968). — M. Ûzsait, ilkçağ tarihinde Pisidya (İs­ tanbul, 1980).



Arzu İle Kamber. B.S. Kunt (yay.), Arzu ile Kamber (İstanbul, 1940). —O. Spies,Türk halk kitapları, çev. B. Gönül (İstanbul, 1941). —Arzu ile Kamber (İstanbul, 1946).



asafname. Ali Emiri (yay.), Asafname (İstanbul, 1908). —A. Uğur (yay.), Asafname (Ankara, 1982). asaklr-l mansure-l muhammedlye. Mehmet Esat, Mekteb:i Harbiye (İstanbul, 1290 [1873]). — i. Sungu, Mahmut l l ’nin izzet Molla ve Asakir-i Mansûre hakkında bir hattı



(Tarih vesikaları, c. I, sayı 3, Ankara, 1941), — i. H. Uzunçarşılı, Asakir-i Mansure’y e fes giydirilmesi hakkında sadrazam takriri ve II. M ahm ud’un hattı hümayunu (Belleten, c. XVIII, Ankara, 1954). —E. Z. Karal, Osman­ lI tarihi, c. VI (Ankara, 1970). A s k e r i (Muhammet), Halveti, Gülaboğlu.- M. S. Aygen, Şair ve muta­ savvıf Gülaboğlu M üham m ed Aske­ ri (Afyon, 1979).



Aspendos. Lanckoronski, Stadte Pamphyliens und Pisidiens (Viyana, 1890). — H. Güppers, Getreidemagazin am forum in Aspendos (Bonner Jahrb. c. LXI, Bonna 1961). —G. E. Bean, Turkey’s Southern shore (Londra, 1968). — H.Lauter Die Hellenistiche agora von Aspendos (Bonner Jahrb. c. CLXX, Bonne, 1970). — The Princeton encyctopedia of classical sites (Princeton, 1979). —E. Akurgal, Ancient civilizations and ru­ ins of Turkey (İstanbul, 1983).



Asuman İle Zeycan. S. T Ûzzorluoğlu, Asuman ie Zeycan (İstanbul, 1930). —M. Z. Korgunal, Asuman ile Zeycan (İstanbul, 1935).



Âşık Ömer. M. F. Köprülü, Âşık Ömer'e ait bazı notlar (Hayat mec­ muası, sayı 24, Ankara, 1927). — N. Yüngül, Âşık Öm er’in neşredilmemiş şiirleri (Halk bilgisi haberleri, no. _96, İstanbul, 1939). —S. N. Ergun, Âşık Ömer, hayatı ve şiirleri (İstanbul, 1935).



Âşık paşa. Asıl adı Ali. A. Gölpınarlı, Aşık Paşa'nın şiirleri (Türkiyat mecmuası, c. XIV, İstanbul, 1935). —A. S. Levend, Aşık Paşa’nın bilin­ meyen iki mesnevisi, fakr-nâme ve vasf-ı hal (Türk dili araştırmaları yıllığı - Belleten, 1955; Ankara, 1955). —A. Alparslan, Âşık Paşa'da tasavvuf (Edebiyat fakültesi türk dili ve edebi­ yatı dergisi, c. XII, İstanbul, 1962). — A. Y. Ocak, Babailer isyanı (İstanbul, 1980).



Âşık Veysel, i. Aslanoğlu, Âşık Veysel (Sivas, 1964; yeni bas. 1967); Veyseli yetiştiren çevre şairleri (Sivas folkloru, sayı 5, Sivas, 1973). —T K. Makal, Âşık Veysel, hayatı, sanatı, eserleri (İstanbul, 1964). — K. Ertop, Çağımızda bir halk şairi, Âşık Veysel (Cumhuriyet gazetesi, sanat-edebiyat eki, İstanbul, 1 şubat 1971). — M. Uyguner, Âşık Veysel üzerine (Türk dili, sayı 207, Ankara, 1973). —G. Akın, ince yol ozanı Âşık Veysel (Türk dili, sayı 260, Ankara, 1973). —A. Binyazar, Âşık Veysel (İstanbul, 1973). — H. ivgin ve İ.Ü. Nasrattınoğlu, Âşık Veysel’e deyişler (Ankara, 1983). — N. Sefercioğlu ve A. Kuran, Âşık Veysel bibliyografyası (Ankara, 1983). — B. Pehlivan, Âşık Veysel (İstanbul, 1984).



aşiyan ya da edebiyat-ı cedide müzesi. R E. Koçu, Aşiyan (İstan­ bul ansiklopedisi,C.III, İstanbul,1960). — M. Önder The museums of Turkey (İstanbul, 1977). A ş k a r. Aşkar-ı Devzade. C. Öztelli, Battal Gazi'nin atı aşkar üzerine (Türk folklor araştırmaları, sayı 261, İstanbul, 1971). — H. Koksal, Battalnamelerde tip ve motif yapısı (Ankara, 1984).



Aşkl-I Kadim. G. Kut, Aşki ve heft peyker çevirisi (Türk dili araştırmaları yıllığı - Belleten 1972, Ankara, 1973). — H. Tolasa, XVI. yüzyılda edebiyat araştırma ve eleştirisi (İzmir, 1983). Ataç (Nurullah). S. O. Çağlar, Nurullah Ataç ve şairleri (İstanbul, 1945). —T.Alangu, Ataç’a saygı (İstanbul, 1959). —H. Dizdaroğlu, Ataç üzeri­ ne (Ankara, 1962; kaynakça içerir).



— M. And, Ataç tiyatroda (Ankara, 1963). —Y. Çolpan, Ataç’ın sözcükleri (İstanbul, 1963). —S. Ulçugür Nurul­ lah Ataç, hayatı, sanatı, eseri (İstan­ bul, 1964). —Ataç'ı anma sayısı (Türk dili, sayı 188, Ankara, 1967). — M. Salihoğlu, Ataçla gelen (Ankara, 1968). —Türk dil kurumu (haz.), Ölümünün 10. yıldönümünde Ataç'ı anış (Anka­ ra, 1968). —A. Bezirci, Nurullah Ataç, eleştiri ve yazıları (İstanbul, 1969).



atasözü. Hıfzı, Manzume-i durûb-ı emsâl (İstanbul, 1262 [1846]). —Vâcid, Durûb-ı emsâl (1275 [1858]). —Şinasi, Durûb-ı emsâl-i osmaniyye (İstanbul, 1280 [1863], 2. bas. 1287 [1870]; 3. bas. 1302 [1885] Ebüzziya Tevfik ile birlikte). —O. Schlecta -Vfesheard, Durûb-ı emsâl-i Osmaniy­ ye. Osmanische Sprichvvörter (Viya­ na, 1865). —Ahmet Vefik Paşa, Müntehabat-ı durûb-ı emsâl. Atalar sözü (İstanbul, t.y.); Atalar sözü. Türki durûb-ı emsâl (İstanbul, 1287 [1871]). —Ahmet Mithat Efendi, Durûb-ı emsâl-i osmaniyye hikemiyatının ah­ valini tasvir (İstanbul, 1288 [1871]). —A. J. Decourdemanche, Mille et un proverbes Turcs (Paris, 1878). —J. D. Dimitriades, Durûb-ı emsâl-i osma­ niyye ve Franseviyye (İstanbul, 1305 [1888]). —Tekezade M. Sait, Durûb-ı emsâl-i Türkiyye ya hu t atalar sözü (İstanbul, 1312 [1894]). — E. J. Davis, Osm ani p rove rb s a n d quiant sayings (Londra, 1897). — I. Kunoş, Rumelisch-Türkische Sprichvvörter (Keleti-Szemle, c. VII, Buda­ peşte, 1906). A. von le Coq, Sprichvvörter und Lieder aus der Gegenward von Turfan (Leipzig, 1910). — Necip Asım, Eski savlar (İstanbul, 1333 [1922]). -A b d ü la h a t Nuri, Atalarsözü (Kastamonu, 1923). —A. Galanti, Eski türk savlarının eskiliği (Da­ rülfünun edebiyat fakültesi mecmu­ ası, sayı 6, İstanbul, 1923). — izzet Hamit, Mukayeseli türkçe ve kansız­ ca durûb-ı emsâl (İstanbul, 1923). —Esat, Türk dilinde darb-ı meseller (İzmir, 1925). — H. Zeynallı, Azerbay­ can atalar sözü (Bakü, 1926). —Sa­ dettin Nüzhet ve Mehmet Ferit, Kon­ ya vilayeti halkiyat ve harsıyatı (Kon­ ya, 1926). — M. Agâh, Ataların dilin­ den (İstanbul, 1928). —A. Caferoğlu, Örhon abidelerinde atasözleri (Halk bilgisi haberleri, sayı 3, İstanbul, 1930). —V. izbudak, Atalar sözü (İs­ tanbul, 1936). —S. G. Kırımlı, Atalar sözü (İstanbul, 1939). — Kaşgarlı Mahmut, Divanü lûgati’t - Türk tercü­ mesi, çev. B. Atalay (İstanbul, 1939 -1943, 5 cilt). —Û. A. Aksoy, Gazian­ tep ağzında atasözleri (Ankara, 1941); Bölge ağızlarında atasözleri ve de­ yimler (Ankara, 1969-1971; 2 c.); Ata­ sözleri ve deyimler (Ankara, 1971 -1984; 3 c.). —O. N. Peremeci, Ata­ sözleri (İstanbul, 1943). —F Birtek, En eski türk savları. Divanü lûgati't-Türk’ ten derlemeler I (Ankara, 1944). —K. Yund, Ağaç ve orman üzerine ata­ sözleri ve açıklamaları (Ankara 1944). —D. Dilçin, Edebiyatımızda atasözle­ ri. 1. kitap (İstanbul, 1945). —S. Bekişoğlu, Binbir zirai atasözü (Anka­ ra, 1952). —M. N. Özön, Türk ata­ sözleri (İstanbul, 1952). — R N. Bo­ ratav, Ouatrevingt guartorze prover­ bes deXV. siöcle (Orienş cilt VII, no. 2, Leıden, 1954); les Proverbes (Philologiae Turcicae Fundamenta II, Wiesbaden, 1964); 100 soruda türk halk edebiyatı (İstanbul, 1969). —V. Kerimovve B. Şişmanoğlu, Türk ata­ lar sözleri ve özlü sözler (Sofya, 1955). — Ebülkasım Hüseyinzade, Atalar sözü (Bakü, 1956). —K. Berkeliev, Nahıllar ve atalar sözü (Aşgabat, 1961), —A. S. Levend, Türk e d e biyatında manzum atasözleri ve d e



1153



1154



yimler (Türk dili araştırmaları yıllığı - Belleten 1961, Ankara 1962). —A. Terzibaşı, Kerkük eskiler sözü (Bağ­ dat, 1962). — F. F. Tülbentçi, Türk ata­ sözleri ve deyimleri (İstanbul, 1963). —S. Şenaltan, Studen zur Sprachlicherı Geştalt der Deutschen und Tü’kischen Sprichvvörter (Marburg, 1968). —O. F. Sertkaya, Çukurovada derlenmiş mahalli atasözleri ve deyimler (Edebiyat fakültesi türk dili ve edebiyatı dergisi, c. XVI, 1968). —Ş. Elçin, Türk dilinde ata­ lar sözü (Hacettepe sosyal ve beşeri bilimler dergisi, sayı 2, Ankara, 1969). — M. Ülüsal, Dobruca'daki Kırım Türkleri'nde atasözleri ve de­ yim ler (Ankara, 1970). — Milli kütüp­ hane genel m üdürlüğü (haz.), Türk atasözleri ve deyimleri (İstanbul, 1971, 2 c.). —A. Oy, Tarih boyunca türk atasözleri (İstanbul, 1972); Cevahir-i şarkiye ",Istocna Btago" ve atasözleri (Çevren, sayı 16, Piriştine, 1977). — i. Olgun, Farsça ve türkçe atasözleri ve deyim ler üzerine (Türk dili araştırmaları yıllığı - Belleten 1972, Ankara, 1973). - E . K. Eyüboğlu, Onüçüncü yüzyıldan günümü­ ze kadar şiirde ve halk dilinde ata­ sözleri ve deyim ler (İstanbul, 1973 -1975; 2c.). —S. Sakaoğlu, Atasözlerimizin yapısı (Türk folkloru araştır­ maları yıllığı -Belleten 1974, Ankara, ,1975). — I. H. Soykut, Türk atasöz­ leri hâzinesi (İstanbul, 1974).—T. Gülersoy, Türk dünyası atasözlerinin an­ lam yönünden benzerlikleri üzerine notlar (Türk folkloru araştırmaları yıl­ lığı - Belleten 1974, Ankara ,1975). —A. Gölpınarlı, Tasavvuftan dilimize geçen deyimler ve atasözleri (İstan­ bul, 1977). —Y. Çotuksöken, Atasözlerimiz (İstanbul, 1983). —A. Ûztürk, Türk anonim edebiyatı (İstan­ bul, 1985). —G. Kut, Atasözlerine ve deyimlere ait manzum ve minyatürlü yazma b ir eser (Topkapı sarayı. Yıllık I, İstanbul, 1986). Atatürk. Th. M. Asau, Lenin, Benito Mussolini, Mustafa Kemal (Bük­ reş, 1930). — N. Pavlava, Au pays du Ghazi (Paris, 1930). — K. Krûger, Ke­ malist Turkey a n d m iddle east (London, 1932). — P. di Roccalta, Angorae Kemal, problema politici et e c e nom ici della m oderna Turchia (Ro­ ma, 1932). — F. Rossler, Kemal Pascha (Berlin, 1934). — D. V. Mukusch. Gazi Mustafa Kemal, Zwischen Europa and Asien (Leipzig 1935). —T. Vaidis, Kemal Atatürk (Ati­ na, 1936). — M. Tekinalp, Kemalizm (İstanbul, 1936). — M. Bourgoin, La Turguie d'Atatürk (Paris, 1936). — M. A. Sabih, Kemal Atatürk (Kahire, 1937). — H. Melzig, Kemal Atatürk, Untergang u n d A u f der Türkei (Frankfurt, 1937). —C. H. Sherill, Üç adam: Kemal Atatürk, Roosevelt, Mussolini, çev. C. Bükerman (İstan­ bul, 1937). — M. M. Mousharrafa, Atatürk a biography (Kahire, 1944). —A. M. Kumral, Atatürk diktatör mü­ dür? (1946). —Y. K. Karaosmanoğlu, Atatürk (İstanbul, 1946). — M. Baydar Atatürk'le konuşmalar (İstan­ bul, 1952); Atatürk ve devrimlerimiz (İstanbul, 1973). — F. R. Atay, Ata­ türk'ün bana anlattıkları (İstanbul, 1955); Atatürk'ün hatıraları 1914 -1915 (Ankara, 1959); Çankaya (İs­ tanbul, 1968);-10 yıl savaş ve son­ rası (İstanbul, 1970). —A. Kılıç, Ata­ türk'ün son günleri (İstanbul, 1955); Atatürk'ün hususiyetleri (İstanbul, 1955). —W. Sperco, Moustapha Ke­ m al Atatürk (Paris, 1958). —Ş. Belli, M. Atadan anlatıyor, ağabeyim Mus­ tafa Kemal (Ankara, 1959). —T. Bıyıkoğlu, Atatürk Anadolu'da (Anka­ ra, 1959). — S. Borak, Atatürk'ün özel mektupları (İstanbul, 1961); Ata­



türk (İstanbul, 1973); Gizli oturumlar­ da Atatürk'ün konuşmaları (İstanbul, 1977). — H. Tanyu, Atatürk ve türk milliyetçiliği (Ankara, 1961). —Ş. S. Aydemir, Tek adam (İstanbul, 1963 -1965; 3 c.). — H. Bayur, Atatürk'ün hayatı ve eseri, c. I (1963). — F. Be­ len, Atatürk'ün askeri kişiliği (Anka­ ra, 1963). — M. Gönlübol ye C, Sa­ rı, Atatürk ve dış politikası (İstanbul, 1963). — i. Akay, Atatürkçülüğün ilkeleri (İstanbul, 1964). —T. Z. Tunaya, Devrim hareketleri içinde Atatürk ve atatürkçülük (İstanbul, 1964). —S. Tansel, Atatürk ve kurtuluş savaşı (Ankara, 1965). — M. E. Zajaezkowska, Kemal Pasha (Varşova, 1966). — M. M. Kansu, Erzurum'dan ölü­ müne kadar Atatürk'le beraber (An­ kara, 1966-1968; 2 c.). - S . i. Aralov, Bir Sovyet diplomatının Türkiye hatıraları (1922-1923) [İstanbul, 1967], —M. Goloğlu, Erzurum kong­ resi (Ankara, 1968); Sivas kongresi (Ankara, 1969); Üçüncü Meşrutiyet 1920 (Ankara, 1970); Cumhuriyet'e doğru 1921-22 (Ankara, 1971); Tür­ kiye Cumhuriyeti 1923 (Ankara, 19/1); Devrimler ve tepkileri 1924 -1930 (Ankara, 1972); tek parti­ li cum huriyet 1931-1938 (Ankara, 1974). — A. inan, A ta tü rk hakkında hatıralar ve belgeler (Ankara, 1968); Medeni bilgilerve M. KemalA tatürk’ ün el yazıları (Ankara, 1969); M. Kem al A tatürk'ten yazdıklarım (An­ kara, 1971); TürkiyeCum huriyetive tü rk devrim i (Ankara, 1973); A ta ­ tü rk’ün Karlsbad hatıraları (Ankara, 1983). —S. Selek, A nadolu ihtilali (İstanbul, 1968). - İ . H. Üluğ, A ta ­ türk'ün çizdiğ i p ortrele r (İstanbul, 1968). — B. Akarsu, Atatürk devrim i ve yorum ları (Ankara, 1969). — B. Lewis, M odern Türkiye'nin doğuşu (Ankara, 1970). — G. Jaeschke, Türk kurtuluş sa vaşı kronolojisi (An­ kara, 1970-1973; 2 c.); Kurtuluş sa­ vaşı ile ilgili İngiliz belgeleri (An ka ra, 1971);—A. Mumcu, Tarih açsından türk devrim inin tem elleri (Ankara, 1971). —A. J . T oynbee, Türkiye, bir devletin yeniden doğuşu (İstanbul, 1971). —T. Timuış, Türk devrim i ve sonrası (Ankara, 1971). — K. Özâlp, M illi mücadele 19)9 -1 9 22 (Ankara, • 1971 -1972; 2 c.). K. Z. Gençosm an-N . A. B anoğlu . ta tü rka n sik­ lopedisi (1 971 -1978; 10c.). - Ş . Tezer. A ta tü rk'ü n hatıra defteri (Anka­ ra, 1972). — R. K. Sinha, Mustafa Ke­ m al ve M ahatma G andi (İstanbul, 1972). — C. Farrere, Türkler'in m a ­ nevi gücü, çev. O. Bahaeddin (İs­ tanbul, 1973). —S. Irmak, Atatürk devrim leritarihi( İstanbul, 1973). — U. Kocatürk, Atatürk vetürk devrim ­ ler! kronolojisi 1918 -1938 (Ankara, 1973). — K. Steinhauo, Atatürk dev­ rim i sosyolojisi (İstanbul, 1973). — H. R. Soyak, A tatürk’ten hatıralar (İs­ tanbul, 1973; 2 c.). — P. Paruşev, Atatürk dem okrat diktatör, çev. N. Yılmaer (İstanbul, 1973). — C. Erikan,Atatürkçülük, kemalizm (Anka­ ra, 1974). — M. Ö nder, Atatürk'ün yu rt gezileri (Ankara, 1975). — İs­ tanbul Üniversitesi, Atatürk devrimleri I. milletlerarası sem pozyum b il­ dirileri (İstanbul, 1975). —J. Glasneck, Kem al A ta tü rk ve çağdaş Türkiye, çev. A. Gelen (Ankara, 1976). —J. B. Villata, Atatürk(Ankara, 1979). — E. Ruşen, Mustafa Ke­ m al ile m ülakat (İstanbul, 1980). — Türk tarih kurumu, Atatürk'ün büyük söylevinin 50. yıl sem ineri bildiriler, tartışm alar! Ankara, 1980). — U. iğ ­ demir, A ta tü rk'ü n yaşamı 1881 -f9 7 8 (A nka ra , 1980).—T. Acaroğlu, Açıklamalı A tatürk kaynakçası (Ankara, 1981; 2 c.)- — Boğaziçi üni­ versitesi, Uluslararası A tatürk kon­



feransı (İstanbul, 1981; 3 c.). — i. Z. Eyüboğlu, K endi sözleriyle atatürk ilkeleri (İstanbul, 1981). —S. Kili, Ata­ türk devrim i (İstanbul, 1981). — M. Tuncay, Türkiye C um huriyeti'nde tek p arti yönetim inin kurulm ası (1923-1931) [Ankara, 1981]. - M . N.Gökm an, Atatürk vedeyrim lerita­ rih i b ib liy o g ra fy a s ı (İs ta n b u l, 1981-1982; 2 c.). — Ş. Turan, A ta ­ tü rk ’ün düşünce yapısını etkileyen olaylar, düşünürler, kitaplar (Anka­ ra, 1982). —A. inan, Gazi Mustafa KemalAtatürk 'ün 1923Eskişehir-İz­ m it konuşm aları (Ankara, 1982). — E. Kongar, Devrim tarihi ve toplum ­ bilim açısından A tatürk (İstanbul, 1983). — Türkiye iş bankası uluslar­ arası A ta tü rk sem pozyum u bildiriiervetartışm alar(A nkara, 1983). — L. Kinross, A tatürk (İstanbul, 1984). —C. Bayar, A tatürk'ten hatıralar (İs­ tanbul, 1985).



Ataullah Efendi (Mehmet) Seyit, Şerifzade, Topul. A. Altunsu, Os­ manlI şeyhülislamları (Ankara, 1972).



Atay (Falih Rıfkı). B S. Ediboğlu, Fa­ tih Rıfkı Atay konuşuyor (Ankara, 1945). Atayl, çağatay şairi. J. Eckmann, Die tschaghataische Literatür (Philologiae Turcicae Fundam enta I, VVİesbaden, 1965).



A yastefano s



a n tla ş m a s ı.



Mahmud Celalettin Paşa, Mir'at-ı ha­ kikat (İstanbul, 1908)



Ayöar (Mehmet Ali). U. Mumcu, Sosyalizm ve bağımsızlık, Aybar ile söyleşi (İstanbul, 1986). Aydemir (Şevket Süreyya). H.



i.



Göktürk, Bilinmeyen taraflarıyla Şev ket Süreyya A ydem ir (İstanbul, 1977).



Ayfcaç (Fazıl Ahmet). H. Âli Yücel, Fazıl Ahmet, hayatı ve eserleri (İstan­ bul, 1937).



Ayni Antepll (Haşan). Ö. A. Aksoy, Ayni Haşan ve nazmü'l-cevahir (Gaziantep, 1959); Dürr'n-nizam ve nazm ü'l cevahir (Türk dili araştırma­ ları yıllığı - Belleten 1960, Ankara, 1960).



Ayni Ali Efendi. Ayni Ali Efendi, Kavânin-i âl-i Osman, d e r hulâsu-i mezamin-i defter-i divan (İstanbul, 1979). — F. Babinger, Osmanlı tarih yazarları ve eserleri, çev. C. Üçok (Ankara, 1982). Ayni, Bedrettin Mahmut. A Abidin, Ayni'nin hayatı ve ikd ül -cüman'ında Osmanlılar'a dair olan malumatın tetkiki (Tarih semineri der­ gisi, c. II, İstanbul, 1938).



Ayvansarayl (Hafız Hüseyin). G.



Atayl Nev’lzade (asıl adı Ataul­



Kut ve T Kut, Ayvansarayi Hafız Hü­ seyin b. İsmail ve eserleri (Tarih der­ gisi, c. XXXIII. İstanbul, 1980-81 [1982]).



lah). A. S. Levend, Atayi’nin hilyet ül -efkârı (Ankara, 1948). —T. Karacan, Nev'i-zâde Atayi heft hân mesnevi­ si (Ankara, 1974).



Ayyar Hamza, C. Ruzicka - Ostoic, Ajjar Hamza (Viyana, 1883). — M. N. Özön (çev.), Ayyar Hamza (İstanbul, 1940).



Atayl (ivazpaşazade Âhi Çelebi). Latifi, Tezkire (İstanbul, 1315 [1897]).



Atsız (Nihal). A. Suver (haz ), Atsız armağanı (İstanbul, 1976). Attila. H. N. Orkun, Attila ve oğul­ lan (İstanbul, 1933). —Ş. Akkaya, Eski alman destanlarında Attila'nın akisleri (Dil ve tarih-coğrafya fakül­ tesi dergisi, c. II, Ankara, 1944). — Gyula Nemeth, Attila ve hunlar, çev. Şerif Baştav (İstanbul, 1961). — I. Kafesoğlu, Türk milli kültürü (İstan­ bul, 1977).



Avarlar. A. N. Kurat, IV.-XVIII. yüz­ yıllarda Karadeniz kuzeyindeki türk kavimleri ve devletleri (Ankara, 1972). Avnl Yenişehirli. Divan (İstanbul, 1306 [1888]). - M . Çavuşoğlu, Ye­ nişehirli Avni Bey ve m ir’at-ı cünun (Symposium, c. I, İstanbul, 1965).



Avrupa ahvaline dair risale. A. H. Tanpınar, XIX.asır türk edebi­ yatı (İstanbul, 1949). — F. R. Unat, Osmanlı sefirleri ve sefaretnâmeleri (Ankara, 1968).



Avrupa risalesi. Mustafa Sami, Avrupa [1840]).



risalesi (İstanbul,



1256



Ayaklı. H. Dizdaroğlu, Halk şiirin­ de türler (Ankara, 1969). —C. Dilçin, Örneklerle türk şiir bilgisi (Ankara, 1983).



âyan. i. H. Baltacıoğlu, Rumeli âyanlarından Tirsinikli İsmail ve Yılıkoğlu Süleyman ile A lem dar Musta­ fa Paşa (İstanbul, 1942). — B. S. Baykal, Âyanlık müessesesinin d ü ­ zeni (Belgeler, Ankara, 1965). —Y. Özkaya, XVIII. yüzyılın ikinci yarısın­ da Anadolu'da âyanlık iddiaları (An­ kara Üniversitesi dil ve tarih-coğrafya fakültesi dergisi, c. XXXIV, Ankara, 1966); Anadolu'da âyanlığın teşek­ külü, basılmamış doktora tezi (Anka­ ra, 1968). — M. Akdağ, Osmanlı ta­ rihinde âyanlık düzeni devri (Anka­ ra Üniversitesi tarih araştırmaları der­ gisi, sayı 7-12, Ankara, 1970-1974).



azap. Lütfi Paşa, Tarih (İstanbul, 1341 [1925]). —i. H. Uzunçarşılı, Os­ manlI devletinde kapıkulu ocakları (Ankara, 1984). Azbl, Mustafa Çavuş. C. Öztelli, Bektaşi gülleri (İstanbul, 1973).



azeri. Y. Vezirof, Azerbaycan ede­ biyatına b ir nazar (İstanbul, 1337 [1918]). — M. F. Köprülü, Azeri ede­ biyatına d air notlar: Hasanoğlu ve H abibi (Darülfünun edebiyat fakül­ tesi mecmuası, c. IV, İstanbul, 1925). —S. Mümtaz, Azerbaycan edebiyatı (Bakü, 1925). —Feridun Bey Köçerli, Azerbaycan edebiyatı tarihi mater­ yalleri (Bakü, 1925-1926; 2 c.). - V . Huluflu, il âşıkları (Bakü, 1927). — İ.H. Ertaylan, Azerbaycan edebi­ yatı (Bakü, 1928; 2 c.). — H. Elizade, Azerbaycan il edebiyatı (Bakü, 1929; 2 c.). —E. Ahundov, Telli saz üstadları (Bakü, 1964). —A. Caferoğlu, Die Azerbeidschanische Lite­ ratür (Philologiae Turcicae Funda­ m enta II, VVİesbaden, 1965). — P. Efendiyef, Azerbaycan şifahi halg edebiyyatı (Bakü, 1981). — E. Ahun­ dov, T. Ferzeliyef, i. Abbasov, Azer­ baycan âşıkları ve el şairleri (İstan­ bul, 1985-1986; 2 c.).



azeri türkçesi. A. Caferoğlu ve G. Doerfer, DasAserbeidschanische (Philologiae Turcicae Fundam en­ ta I, VVİesbaden, 1959). —R. E. Rüstemof ve Z. i. Budagova, Azerbay­ can dilinin grammatikası (Bakü, 1959; 2 c.). — M. Ergin, Azeri türk­ çesi (İstanbul, 1971). —F. R. Zeynelof, Azerbaycan dilinin fonemler sis­ temi (Bakü, 1973). —A. M. Ahundov, Azerbaycan dilinin tarihi fonetikası (Bakü, 1973). — E. Demircizade, M uasır Azerbaycan dili (Bakü, 1972). —S. Ş. Çağatay, Türk le h ç e leri örnekleri (Ankara, 1977).



Az gitmiş uz gitmiş. P N Boratav, 100 soruda türk halk edebiyatı (İstanbul, 1969).



■ B a. 1. Türk abecesinin ikinci harfi. — 2. Kapantılı, çift dudaksıl, ötümlü ünsüz. — ANSİKL. Dilbil. Baskı karakterlerimizdeki b üyük B harfi, roma abecesindeki büyük B harfidir. Roma abecesi bu harfi batı yu­ nan abecesinden aktarmıştı. Yunan bi­ çim lerinin kökeninde olan fenike biçimi, bir ev taslağını çağrıştıran bir mısır hiye­ roglif yazısından türedi. Bet diye adlan­ dırılan biçim de "ç a d ır” ya da “ e v " an­ lamına gelir. Klasik büyük harf biçimi İ.Ö. IV. yy.’da yerleşti. Harfin alt sol bölüm ün­ deki dik açılı çizgi de bu dönem de oluş­ tu. i.S. I. y y.’ın el yazılarında, dik açı za­ yıfladı ve sağdaki iki eğri gelişti. Stilize bi­ çim ler karolenj büyük harflerine dönüştü. Büyük harf ve küçük harf B, O rtaçağ’ın çeşitli dönem lerinde ancak ayrıntıya iliş­ kin değişikliklere uğradı. Rönesans hü­ manistleri karolenj biçimlerini tekrar be­ nim sediler ve 1470’ten başlayarak bas­ kıcılar d a "g o tik ” ve “ batard” biçim leri­ nin yanı sıra bu biçimleri kullandılar. • Sesbilgisi. Akustik olarak [b j sesini aşağıdaki tanımlıklar belirler: [ + ünsüz, + kesik, -toplu, + tiz, + ötümlü.]. Türkiye türkçesinde, sözcük sonunda b sesi Dulunmaz. Yabancı dillerden alınan kitab, hesab gibi sözcükler p ile kitap, he­ sap biçim inde yazılır. Türkçede p ile bi­ ten sözcükler ünlüyle başlayan bir ek al­ dıklarında sonda bulunan p sesi b sesi­ ne dönüşür: d ip > dibe, d o la p > dolaba, vb. Sözkonusu b > p değişimi, sözcük içinde de görülür: m üsbet > müspet, a b d e s t> aptes, vb. b sesi, kendinden ön­ ce gelen n sesini de etkileyerek, onu m 'ye çevirir: a n b a r> ambar, sünbül > süm ­ bül. vb. • Tarihsel sesbilgisi. Türk dil ve lehçele­ rinde görülen b sesi ana türkçeye, ora­ dan da ana altaycaya kadar çıkar. Türkçenin asli bir sesidir. En eski metinlerimiz­ den olan göktürk anıtlarında kalını ve in­ cesi için iki ayrı harf kullanılan b sesi, söz­ cük başında, ortasında ve sonunda bu­ lunm aktadır (balık, bas-, tabışkan, sub, sab, vb.). Bu ses, çeşitli dil ve lehçelerim izde ba­ zı değişikliklerle görülm ektedir, b sesinin geçirdiği en önemli değişm e b -> m- ola­ rak özellikle genizsil ünsüzlerin etkisiyle karşımıza çıkar. M em luk kıpçakçası, karahanlı türkçesi, Çağatayca, eski osmanlıca, Anadolu ağızları, Kırım osmanlıcası, azeri, türkm en, kumuk, Kazan tatarcası, kazak, yeni uygur gibi pek çok lehçeler­ de ben sözcüğü men, m in biçim inde g ö ­ rülür. Bu değişimi genizsil seslerin olm a­ dığı kimi sözcüklerde de görmekteyiz: buz > m uz (kazakça, yeni uygurca), b a lta > malta (oyrat), b ö k e > m öke (abakan) gibi. Lehçelerimizde eski türkçe -b- ve -b sesleri - v - , -v; -w-, -w; -y-, -y’ye çevrilmiş; tir: ta b ışka n > tavşan (Türkiye türkçe­ si); > dovşan (azeri); e b > e v (Türkiye türkçesi), > ü üy (Karaçay, Balkar),



> ö y ~ ü y (Kırım tatarcası); a b a > ava ( = anne, soyon, karagas). Altay lehçele­ rinde b > g > 0 görülür: s u b > suv > sug > su, e v > ö v > üg — ü gibi. Kırım tatarcasında da b > w > y > 0 değişimi görülmektedir: tebe > te w e > te ye > tü ’e gibi. Başkurtçada b > w değişimi vardır: hawan (saban). Yeni uygurcada b > v değişimi hem türkçe sözcüklerde hem de alıntılarda saptanmış­ tır: bak- > vak-, kitabı > kitivi gibi. Yine aynı lehçede b > p değişimiyle pütün bi­ çimini görmekteyiz. b > p değişimi Türkiye türkçesinde de görülür: pastırma < bastırma; pire < Pü­ re < bürge; parm ak < barm ak vb. Eski türkçedeki bar-, ber- gibi fiiller, bizde b > v değişimi ile var-, ver- biçimlerine girer­ ken bol- fiili de b sesinin düşmesiyle ol- bi­ çimini alarak bütün batı türkçesinin önem­ li bir sesbilimse! ayracı olmuştur. b Çekird. fiz. ve Tem. parç. B am 'ın sim­ gesi. B Bağışıkbil. B lenfositi, kanda bulunan antikorları üreten bağışıklık yaratıcı hüc­ re döllerine verilen ad. — Biyokim. Suda çözünür bir vitamin gru­ bunun işareti. — Elektromanyet. Elektromanyetik indük­ leme alanını belirtir. — Hematol. Alyuvarlarında B antijeni bu­ lunan ve "B g ru b u " adı verilen kan gru­ bunun simgesi. |j Edinsel B antijeni, son­ radan edinilm e B tepkimesi. Ç ok seyrek rastlanılan bir tepkim edir; yalnız A kan grubu olanlarda, sindirim hastalığıyla bir arada bulunan bir m ikroplu hastalık sıra­ sında görülür; m ikrop kökenli bir deasetilazın A antijeninde yapısal bir değişiklik yapm asından ileri gelir. || Güçsüz B(ler), B fenotipinin ender değişkenlerinin tümü. Anti-B antikorunun yaptığı aglütinasyondaki yoğunluk farklarıyla birbirinden ayırt edilirler. — Kim. Borun simgesi. — Mat. çözlm. Euler'in beta fonksiyonu­ nu gösterir. — Müz. ingilizler’de ve Almanlar’da B, do gamının yedinci derecesini, yani s i’yi gösterir. (Almanlar, si bem ol'ü B ile, si n atürel'i H ile gösterirler.) || M üzik kısaltmalarında, bas’ı belirtir. — Ölçbil. Baum e’nin simgesi (°B: Baume derecesi). || Bel'in simgesi. — Pedol. B kuşağı, üst katlardan (A) baş­ layarak, ana kayacın (C) bozunmasından ve m adde göçüyle birikim inden (kil, de­ m ir ve alüm inyum hidroksitler, karbonat­ lar, humuslu maddeler) kaynaklanan, top­ rağın mineral katlar bütünü. — Tem. parç. Baryon sayısını belirtir. B A a. (ar. b a ). Esk. 1. A rap abecesinin



Belçika: Louvain belediye binasından ayrıntı Matthijs Van Layens’in yapıtı (1448-1462)



ba re, varlığın devingen bir öğesidir; ölüm ­ den sonra bedenden ayrılır. Am a beden mumyalanmış, dolayısıyla bozulmamış ve Ka * etkin kalmışsa, m um yaya ya d a ona benzeyen herhangi bir tasvire girerek bunlara can verebilir. Bu nedenle, eski Mısır m ezarlarında ço k sayıda heykel ve tasvir bulunurdu. Özellikle Ba’nın barın­ dığı bu m ezarlar sayesinde ölü, günlük yaşamının tüm etkinliklerini yeniden ya­ şardı. Eski Yunanlılar, bu inancı iyi anla­ yam adıklarından yanıldılar ve ruh'la Ba' yı aynı şey sandılar.



ikinci harfi; ebced hesabında değeri 2'dir. — 2. Recep ayını ya da pazartesi gününü bildiren bir kısaltma. — 3. Ba-i farisiye, farsça p harfi. B A ’ a. (ar. bâ'). Esk. 1. Kulaç. —2. Erişme, yetme. — 3 . Kuvvet, kudret, be­ ceriklilik. — 4. Onur, kerem, verimli olma.



1156



B A -y a d a B E - önek. (fars. b a -. be-). Esk. 1. ile: Ba-an ki (bu şartla ki, şu suretle ki), b a -b e ra t (b e ra t ile), b a -e m r-i ali (sadrazamın buyru ğ u ile), be-an şart (bu şartla) vb. — 2. A d lardan sıfat yapar: ba -h a b e r (h a b e rli), b a -v e k a r (va ka rlı, ağırbaşlı), be-nam (ünlü), cemal-i ba -k e m a l (eksiksiz, kusursuz güzellik), ya ra m ba-safa (insana sevinç veren dost­ lar) vb.



B Â (Oumar), moritanyalı yazar (Boghö 1913). Futa-Toro Pöller’ i üzerine etnografik ve dilbilim sel çalışm alar yaptı. Ayrıca, şiir derlem eleri vardır (Paroles plaisantes au co eu r et â l'oreille [fr. çev.], 1977).



B a Anorg. kim. Baryum un simgesi.



B A A D E (Walter), alm an kökenli amerikalı gökbilim ci (Schröttinghausen, Westfalen, 1893-Göttingen 1960). Birçok g ök­ adasının yıldızlarını ve özellikle Androm eda bulutsusunun çekirdeğini belirledi (1944). iki tip yıldız öbeği olduğunu ka­ nıtladı. Sefeitler üzerine incelemeleri, uzaklık ölçüm lerinin yeniden gözden ge­ çirilmesine yol açtı ve gözlenebilen evren boyutlarının iki katına çıkmasını sağladı, ikar ve Hidalgo küçük gezegenlerini bul­ du, çarpışan gökadalardan yola çıkarak bazı radyokaynakları belirledi.



B A a. Tropikal A frika 'da yetişen ve ohi adıyla d a anılan ağaç. (Odunu, biteviye beyazımsı ya da düzensiz damarlı, yeşi­ limsi kahverengi özekli, orta sık dokulu, sert ve ağırdır, iç doğram a, m obilya ve alet sapı yapım ında kullanılır. Ç itlem bik­ le aynı cinstendir. Karaağaçgiller familya­ sı.)



B HARFİNİN EVRİMİ



B A , eski Mısır düşüncesine göre, bire­ yin varlığını oluşturan ilkelerden biri, (in­ san başlı ve ayakları insan eli biçim inde bir kuşla sim gelenen Ba, bu inanca gö-



J ra



3



Mısır hiyeroglifi



Byblos



Mısır hieratikos



K



Thera yunancası



^m



£



Batı yunancası



Doğu yunancası



B



Klasik yunanca



Büyük B klasik latin



B A A D E R (Franz Xaver v o n ), alman filo­ zof ve tanrıbilim ci (M ünih 1765- ay. y. 1841). Önce, tıp ve doğabilim leri okudu. Bir süre İngiltere’de kaldı (1792-1796) ve bu sırada Rousseau'nun yaradancılığı ile Kant'ın eleştiriciliğine karşıt görüşleri be­ nimsedi. M ü nihüniversitesi’ne felsefe ve tanrı bilim profesörü olarak atandı ve nes­ ne ile özneyi iç içe geçm iş olarak ele alan bir bilgi kuramına dayanarak inanç ile ak­ lın uygunluğu görüşünü savundu. Buna göre, bilgi, cogito üzerinde değil de, inanç üzerinde tem ellenir ve vahyin bir uzantısı olan bilgi süreci, Tanrı'nın bizim hakkımızdaki bilgisinin bilincine varm a­ mızdan başka şey değildir. Baader, Schelling ile birlikte, alman romantizminin büyük d oğa filozofları arasında yer alır. J. Böhm e’yi ve L.C. d e Saint-M artin’i oku­ yan Baader, irenizm (farklı hıristiyan mez­ heplerini birbirinden ayıran sorunların hoşgörü zihniyetiyle incelenmesinden ya­ na tavır alma) görüşü içinde barışçı bir fel­ sefe geliştirdi. Bu barışçı felsefe, Kutsal ittifak'ın kurulmasında rol oynadı. Baader, papanın üstünlüğünü kabul etmeyerek, dem okratik yoldan kurulm uş ve Kilise konsilleri tarafından yönetilen bir katolik kilisesinden yana çıktı. Yapıtları: Beitrâge zu r Elem entarphysiologie (1797); Ober das pythagorâische O uadrat in d e r Natu r (1798). B A A D E R (Andreas), alm an aşırı sol m i­ litan (1943 ? - Stuttgart 1977). Öğrenciydi, sonra gazeteci oldu.1968'de,Ulrike Meinhof ve G udrun Ensslin ile birlikte, res-



Büyük B latin fırça yazısı, I. yy.



Afiş fırça yazılar: I. yy.



Latin graffitosu I. yy.



l



Büyük Britanya küçük B VI. - X. yy. Merovenj kitap yazısı, Luxeuil, VII. yy.



6



h



B A ’ A L ya da B Â L a. (ar. bacl). Esk. 1. Karı kocadan her biri, eş, — 2. Sahip, pat­ ron. — 3. Müslümanlıktan önceki dönem ­ de K â b e'd e bulunan putlardan biri. B A ’A L , batı sami dillerinde “ Tanrı" an­ lamına gelen unvan. Tek başına kullanıl­ dığında Suriye kolundan gelen Samiler' de dağ, fırtına ve yağm ur tanrısı A ddu ya d a A d a d ’ı belirtir. Batı sami tanrıları ara­ sında en önemli yeri tutan Ba’al, ugarit ef­ sanelerinin kahram anıdır. Fenikeliler’de Ba'al (“ e fendi") adı çeşitli tanrılar için kul­ lanılır. Kutsal K ita p ’ta ise B a ’al uydurm a tanrıların tüm ünü anlatır. B A A L A T (Ba’al'in dişisi), Byblos’lu fenike tanrıçası; A şta r’ın bir eşi sayılabilir. B A A L B E K ya d a B A L B E K , Lübnan' d a kent, B eka’da, Antilübnan'ın eteğin­ de; 18 000 nüf. M aruni ve yunan din il­ kelerine bağlı katolik başpiskoposluğu. Baalbek, Beyrut'a m eyve ve hayvancılık ürünleri gönderen bir vahadır. —Tar. Beka’nın başlıca Fenike sitesi, tanrı Ba'al'ın din merkezi olan kent, daha son­ ra Yunanlılar’ın H eliop o lis'i oldu. Augustus dönem inde latin kolonisi haline geldi ve Antoninuslar dönem inde büyük geliş­ me gösterdi: Güneş tanrı burada Helio­ polis Jüpiter'i adıyla saygı gördü. Heliopolis'te üç tapınak yapıldı: Jüpiter, Venüs, Mercurius. Am a Constantinus Venüs kül­ tünü ortadan kaldırdı ve Theodosius Jü­ piter tapınağının bir bölüm ünü yıktırarak bir kilise yaptırdı. O rtaçağ’daki savaşlar ve 1664 ve 1750 'deki deprem ler yıkımı sürdürdü. Bugün Baalbek akropolisinde, H eliopolis J ü pite r'i tapınağının altı sütu­ nu, daha iyi korunm uş Bacchus tapına­ ğının (yunan sanatından esinlenerek ya­ pılmış süslemeleri d oğu taşkınlığının izle­ rini taşır) kalıntıları, altıgen avlu ve sunak Caroline küçük B



Büyük B latin kitap yazısı, I.



Büyük Britanya büyük B VI. - X. yy.



mi adı "Rote-Armee -Fraktion” (RAF) olan bir terör grub u kurdu. 1972 haziranında yakalanan bu üç terörist, kendilerine si­ yasal tutuklu statüsü verilmesini talep et­ tilerse de, bunu elde edem ediler. Onları kurtarm ak için RAF bir dizi terör eylem i­ ne girişti (bir Batı-Berlin yargıcının öldü­ rülmesi [kasım 1974], Berlin CDU [Hıris­ tiyan dem okrat birliği] başkanının kaçırı­ lıp öldürülm esi [şubat 1975] ve Stock­ holm 'deki alman büyükelçiliğinde rehine­ ler alınması [nisan 1975]). Nisan 1976’da Baader ile arkadaşları öm ür boyu hapis cezasına çarptırıldı. A ndreas Baader, G udrun Ensslin ve bir başka arkadaşla­ rının, Stuttgart yakınındaki Stammheim hapishanesi’ndeki hücrelerinde ölü olarak bulunm alarından az sonra,başsavcı Siegfried B ub ack’ın (tem m uz 1977), soma da alm an işverenler başkanı Hanns M ar­ tin Schleyer'in (ekim 1977) teröristlerce öl­ dürülmesini, ceza yasası'nın yeni bir sert­ leşmesi, belirli m esleklerde çalışmayı sı­ kı kurallara bağlayan "m esleki yasakla­ m a la r ın daha d a sıkı bir uygulam ası iz­ ledi.



Gotik kitap yazısı, XII. - XV. yy.



Fransız batard, XV. - XVI. yy.



avlusu (önünde giriş revakları vardır), yer­ altı yolları ve bir sur kalmıştır. Yakınların­ daki Venüs tapınağı onarılmıştır.



BAALBEKİYE a. (Lübnan' daki Baalbek kentinin adından). Beyaz pam uk ip­ liğinden dokunan bir tür kumaş ve bu ku­ maştan yapılan giysilere verilen ad. (Özel­ likle ortaçağda Mısır’da çok kullanılmış­ tır.)



BAALBEKKİ (Leyla), lübnanlı edebiyat­ çı (Beyrut 1936). Yapıtlarını arapça yaz­ dı. Gelenekçi şii bir ailede yetişti. Roman­ larında ataerkil yaşam sistemine karşı çık­ tı, kadının durum unu ve aile ilişkilerini ele aldı (Je vis! [fr. çev.], 1958; les D ieux -M onstres [fr.çev ], 1960). BAAL BERİT (birleşm e azizi anlamına gelen ibranice söze.). Kişiler ya da aile­ ler arasındaki birleşmelere başkanlık eden kenanlı kutsal varlık; Şhem ’de kut­ sal sayılıyordu. (Kapatması Şhem’de otu­ ran G id eo n ’un ölüm ünden sonra, İsrail, Baal B erit’i onurlandırdı [Hâkimler, VIII, 33], Adına ayrıca "birleşm e tanrısı” ola­ rak da rastlanır [IX, 46].) — Giz. bil. ikincil bir cine verilen ad (kimi zaman Berit, Bolfri adlarıyla çift cinsiyetli bir şeytan olarak or­ taya ç ık a r). BAAL HAMMON ("dikilitaşlar hâkim i” ya da "cehennem ateşlerinin efendisi” ), K artaca’nın büyük tanrısı. Güneş tanrısı olduğu için Yunanlılar onu bazen Apollon ile bir tutarlardı; am a D oğu’da daha ön­ ceden de biliniyordu (İ.Ö. IX. yy.'d a Zincirli’de). Roma çağında ona Saturnus adıyla ve Tanit ile ortaklaşa tapınılmaktaydı. Bu iki tanrı için insan sunaklarında ye­ ni doğm uş çocuklar kurban edilirdi. BAAL-PEOR ("P e o r tanrısı” ), Peor te­ pesi üzerinde tapınılan m oab tanrısı; Sa­ yılar kitabı'na göre bu tapınm a ahlak dı­ şıydı. Bu tanrıya Roma egemenliği döne­ m inde de tapınıldı. BAAR, İsviçre’de (Zug kantonu) kent, Z u g ’un K .’inde; 14 100 nüf. Dokum a sa­ nayisi. BAARIN ■ BARIN. BAARN, H ollanda’d a (Utrecht) kent. Eem ırmağı kıyısında, H ilversum ’ un B.'sında; 24 300 nüf. Konut merkezi. Ut­ recht üniversitesinin bitkibilim bahçesi.



Baas ('' D iriliş") ya da Arap sosyalist diriliş partisi. Michel Eflak tarafından 1953'te kendi hareketi Arap diriliş partisi'nin Ekrem el-H avrani’nin Arap sosya­ list partisi ile birleşmesi sonucunda kurul­ muştur. Y akındoğu'nun tüm arap devlet­ lerini tek bir arap ulusu halinde birleştir­ m ek amacını güden Baas; Ürdün, Irak, Libya ve A d e n ’de hızla örgütlendi. A n ­ cak, Suriye dışında her yerde gizli çalış­ m ak zorunda kaldı. Baas partisi, Nasır sosyalizmini ve onun tarafsızlık politikasını destekleyip savun­ du. Böylece yerel ayaklanm a ve kom p­ lolar teşvik gördü; bunlardan biri olan A b ­ dullah Rimavi’nin Ü rdün ayaklanması (ni­ san 1957) partinin b urada parçalanm a­ sına yol açtı. Suriye’de Çiçekli’nin düşme­ sinden (şubat 1954) yararlanan Baas, on sekiz üyesini millet meclisine soktu. Ek­ rem el-Havrani de 1 955’te meclis başka­ nı seçildi. 1955 şubatından başlayarak hükümette yer alan Baas, şubat 1958’de kurulan Birleşik A ra p Cum huriyeti’nin mi­ marı oldu. Bununla birlikte bu birleşme­ nin tüm sonuçlarını da kabul edemezdi, çünkü bu sonuçlar arasında tüm siyasal partilerin ve bu arada Baas’ın kapatılma­ sı ve m eydanın albay Nasır’a bırakılması da vardı. Öte yandan, aynı dönem de 14 tem m uz 1958 ihtilali Irak Baas partisi’nde yarattığı umutlar da, ço k geçm eden, Kasım ’ın, m art 1959’d a M usul’daki başarı­ sız ayaklanmanın ardından nasır’cılara karşı izlediği siyasetten ötürü suya düş­ tü. Aym durum L ü b n a n ’da da ortaya çık­ tı ve mayıs 19 5 8 ’de başlattıkları ayaklan­ m a girişim inin başarısızlığa uğram asın­



dan sonra bu ülkede baasçılar, varlıkla­ rına gözyum ulan kişiler haline geldi. Su­ riyeli baasçılar aralık 1959’da Nasır ile iliş­ kilerini kopardılar ve Suriye’nin Mısır’dan ayrılmasına göz yum dular (eylül 1961). Bu ayrılık sayesinde, Bağdat’ta baas’çı bir hüküm et kurm ak amacıyla Kasım'ı tasfiye eden hüküm et darbesinden (8 şu­ bat 1963) bir ay sonra baasçılar Şam ’da iktidarı ele geçirdiler ve Selahattin el -Bitar’ı işbaşına getirdiler (8 mart 1963). Kazandığı başarılara rağm en Suriye’ deki Baas partisi’nde nisan 1962’den başlayarak iki eğilim ortaya çıktı: Ekrem el-H avrani’nin başında bulunduğu özel­ likle sosyalist ve Nasır karşıtı kanat ile, esas olarak milliyetçi olan ve Mısır ile an­ laşmayı yine de ön planda tutan Michel E flak’ın başını çe ktiği kanat. Nisan 1963’te "Ü çlü birleşme” nin (Mısır-Suriye -Irak) ilanından sonra baasçılar, Suriye ile Irak’ın gerçekten federal bir yapı içinde bağımsızlıklarını korumak ve programların­ daki sosyalist reformları gerçekleştirmek için m ücadeleye giriştiler. 1951'de Mic­ hel Eflak’ın hazırlamış olduğu Baas "A na ­ yasa’ ’sı büyük üretim araçlarının millileş­ tirilmesini, toprak, taşınmaz mal ve sana­ yi m ülkiyetinin sınırlandırılmasını ve böy­ lelikle toplumsal eşitsizliklerin azaltılmasını öngörüyordu; am a sermayeyi, özel mül­ kiyet ve girişimi ve miras hakkını da ko­ ruyordu; din konusunda da, devletin din işlerine karışmasına karşı çıkıyor, laik bir tavır alıyordu. Suriye'deki Nasır’cı unsurların tasfiye­ sinden sonra, Baas bir milis kuvveti oluş­ turdu ve bu milis temmuz 1963'teki askeri ayaklanmayı bastırdı. Ancak, partinin Irak kanadı da aynı türden bir milis örgütü kur­ m aya kalkınca, mareşal Arif buna karşı koydu ve Baas’ın Nasır karşıtı aşırı kana­ dını tasfiye etti (kasım 1963). Baas partisi, Suriye’de de, toprak re­ formu ile mülkleri ellerinden alınan toprak sahiplerinin, uzun süren karışıklıklar yü­ zünden işleri bozulan tacirlerin, işsiz ka­ lan işçilerin ve hatta toprak reform undan henüz tam olarak yararlanamayan köylü­ lerin m uhalefetiyle karşılaştı. Bu güçlük­ ler parti yöneticilerini bağımsızlarla uzlaş­ m aya itti (Selahattin el-Bitar’ın 14 mayıs 1964 tarihli koalisyon hükümeti) ve bu da, meclis içindeki muhalefetin parti içine kaymasına yol açtı; bundan sonra, uzlaş­ maz sosyalistlerle ılımlılar, yaşlı baasçtlarla gençler, Nasır’cılarla Nasır karşıtları parti içinde çatışır hale geldiler. Partinin iki kol halinde örgütlenmesi, bölünm eyi daha da derinleştirdi: bu iki kol, uluslararası arap birliği (panarap) "kom u ta n lığ ı” ile, "jön türkler’ in ve oto­ riter sosyalistlerin başını çektiği Suriye ye­ rel “ kom utanlığı” dır. Bu bölünm eler Baas’ı etkileyen çeşitli bunalımların da ne­ denini açıklar; M ichel Eflak’ın parti genel sekreterliğinden tasfiye edilip, yerine Münif Razzaz’ ın getirilmesi (mayıs 1965); H avrani’nin tutuklanması (kasım 1965); Suriye yerel komutanlığının, parti uluslar­ arası kom utanlığınca dağıtılması (aralık 1965); ve nihayet, 22-23 şubat 1966’da Suriye’deki karşı askeri darbe. İsrail kar­ şısında Suriye Baas partisi, kendi içinde­ ki görüş ayrılıklarını susturmayı, hatta parti dışı kişilerin, "kutsa! b irlik” hükümetine girmelerini kabul etti (kasım 1966). Ancak, haziran 1967 yenilgisi, iki hizbin çatışm a­ sı biçim inde, yeni bir bunalım a yol açtı; hiziplerden biri soldaki tüm gruplarla ya­ kınlaşmadan yana olurken, diğeri aslına uygun bir marxçılığı savunuyordu. İsra­ il’in amansız düşmanı olan Baas, arap zir­ vesini ve Hartum konferansı (ağustos -eylül 1967) kararlarını şiddetle kınadı,tüm arap ülkelerinde İsrail ve Batı çıkarlarının sistemli şekilde boykot edilmesini istedi Irak’ta, 17 temmuz 1968 hüküm et dar­ besinden bu yana Baas, siyaset sahne­ sine egemendir. Parti, şubat 1970’te Mi­ chel Eflak’ı yeniden genel sekreter seçti ve kapılarını değişik ulusal siyasetlere açtı: kürt milliyetinin varlığının tanınması, ardın­



dan da iki kom ünist liderin hüküm ete girmesi Baas’ın Irak kanadının siyasal evrimini gösterir. 1966 uan beri Suriye’de iktidarda olan Baas partisi, m art 1969’da büyük bir b u ­ nalım geçirdi. Ordu, fazla SSCB yanlısı ol­ m akla suçladığı hüküm ete cephe aldı, savunm a bakanı general Hafız Esat da devlet başkanı Nurettin el-Atasi ve Baas partisi’nin genel sekreter yardımcısı gene­ ral Selah Cedid ile çatıştı. Kasım 1970 hü­ küm et darbesinden sonra devlet başka­ nı olan Esat, Irak’ın yardımıyla Suriye Baas’ına kom plo hazırlamakla suçlanan "sağcı hizip" mensuplarına karşı aylarca süren bir dava (15 ocak - 3 ağustos 1971) açtırdı. D uruşm alar sonunda Michel Ef­ lak, yokluğunda ölüm cezasına çarptırıl­ dı. Ağustos 1971'd e Esat parti genel sek­ reterliğine seçildi. Baas partisi hem B a ğ da t’ta, hem de Ş am 'da iktidarda olm asına rağmen, Irak -Suriye ilişkileri bunalımlarla dolu bir çizgi izledi. Ekim 1973 Israil-Arap savaşı sıra­ sındaki yakınlaşma, nisan-mayıs 19 7 5 ’te bozuşm ayla sonuçlandı, ekim 1978’de (“ Ortak ulusal eylem bildirgesi") yeniden barış sağlandı. Bu arada, tem m uz 1 97 9 ’da B a ğ d a t’ta rejim e karşı bir "k o m p lo "n u n ortaya çıkarılması, Irak -Suriye ilişkilerinin yeniden bozulmasına yol açtı. Tem m uz 1980’de Selahattin el -Bitar Paris’te öldürüldü. Suriye'de 1981’de yapılan seçimi Baas’çı Ulusal ilerici cephe kazandı. Ocak 1985’teki parti kongresinde bilinen dış politika çizgisinin sürdürülmesi kararı alındı. SSCB’ye bağlılık yeniden açıklan­ dı. Şubat 1986 seçimlerini de iktidar par­ tisi kazandı 1988 yılından başlayarak Moskova, SSCB’deki bunalım nedeniyle Ortadoğu ve Suriye ile olan ilgisini azalt­ tı. Hafız Esad 1989 yılında Mısır’ı ziyaret ederek kesilmiş olan diplom atik ilişkileri yeniden başlattı ve Camp David anlaş­ malarını da benimsemiş oldu. 1986 yılın­ da terörist devlet ilan edilen Suriye, Kör­ fez savaşı sırasında ABD ile tem asa g e ç ­ ti: Esad-Bush buluşması Suriye ile ABD arasında devlet başkanları seviyesinde ilk buluşmaydı (kasım 1990); Hafız Esad, Irak'a karşı kurulan ortak güce katıldı. Şubat 1991’de Arap-israi! görüşm elerin­ de taraf olmayı kabul eti. 1991 yılı aralık ayında yapılan seçimleri (oyların % 99,9'uyla) Hafız Esad ve iktidar partisi kazandı.



Baastrup sandromu. Romatol. Şiş­ man ve hiperlordozlu kişilerde bel om u­ ru artrozu çerçevesine giren sendrom. Bel ağrılarıyla kendini gösterir. O m urga­ nın bel bölüm ünün aşırı eğriliğinden d o ­ layı, dikensi çıkıntıların, özellikle İkinciden dördüncüye kadar olan om urlardaki di­ kensi çıkıntıların sinirlere değm esinden ileri gelir, BAAŞA, 3. İsrail kralı (909’a doğr.



Baalbek



Sunağın avlusu, İ.S, II, - III, y.y.



Baaşa - 886'ya doğr.). Yeroboam'ın oğlu N adab’ ın tahtını gaspetti ve ailesini katlettirdi. Yahuda kralı Asa ile anlaşmazlığa düştü, am a Şam Aram ileri’nin m üdahalesi yü­ zünden fethettiği topraklardan vazgeç­ m ek zorunda kaldı.



1158



ağaç teknelerde kullanılan halat babaları



BAB ya da BAP a. (ar. bâb). Esk. 1. Ka­ pı: "G e r fütüh-ı vuslatın istersen e y dil sa br kıl / Feth-ı b â b olu r ara kim halka-i d e r d ep re d ür " (Şeyhi, XV. yy.). — 2. Bir kitabın ana bölüm lerinden her biri (bablar taşıllara, fasıllar kısımlara, kısımlar da meclislere ayrılır): "Kâinat'ımızın bu cildini e sa se n d ö r t b ü y ü k b â b a ta ksim e d iyo ru z" (Ahmet Mithat, Kâinat, XIX. yy.). — 3. iş, husus, konu, m a d d e :''Bu bâbda beslediğim iz fikir..." (Hüseyin Ca­ hit). — 4. Geçit, boğaz (bu anlamda osmanlıcada yalnız özel adlarda görülür): Bab-üi-ebvab (şirvan yöresindeki boğaz), Bab-üz-zekkak (Cebelitarık boğazı). — 5. Çeşitli devlet kuruluşlarının bulundukları binaları adlandırmakta kullanılır: Bab-ı hü­ kümet (devlet dairesi, devlet kapısı), Bab-ı s a a d e t (O sm a n lı sa rayı, O sm a n lı im paratorluğu’ nun başkenti İstanbul), Bab-ı zaptiye (İstanbul emniyet örgütünün bulunduğu bina), Bab-üs-saadet-iş-şerife (harem dairesi). — Dilbil. Arapça fiil çekiminde, sülasi fiil ler, geçm iş zam anda (mazi) ve geniş za­ m anda (muzari) orta harflerinin aldıkları harekeye göre altı bâba ayrılır. Birinci bab: nasara-yansuru,ikinci bab: daraba -yadribu, üçüncü bab: fetaha-yeftahu, dördüncü bab: feriha-yefrahu, beşinci bab: ke rüm e -ye krü m ü , altıncı bab: hasibe-yahsibu örneklerinde olduğu gibi­ dir. || Bab-ı kpbir, 29 harfli fars alfabesi. || Bab-ı sağır, 22 harfli arap alfabesi. || Bab-ı tahkir, arap gram erinde küçültme adları ile ilgili bölüm. — Ed. Divan şiirinde Tanrı’ nın esirgeme ve bağışlaması, peygam berin şefaati, ve­ lilerin himmeti, padişahın lütuf ve keremi, sevgilinin merhamet ve vuslatının sağlan­ dığı yer anlam ında kullanılır: Geda-yı atı­ fet matrûd-i ebvâb-ı ekâbirdir/muhill-i mer­ ham et ancak b ir Allah bâbı kalmıştır — Yenişehirli Avni. (-» KAPI.) — İsi. huk. Bab naibi, büyük yargı böl­ gelerinde belde kadısı tarafından yetkili kılındığı davalara bakm ak ve bazı noter­ lik işlemlerini görm e k üzere görevlendiri­ len naib. — Kur. tar. Bab-ı ağa, yeniçeri ağasının d a ­ iresi. (-* a ğ a KAPISI.) jj Bab-ı âsafî, s a d ­ razam konağı. ( — BABIÂLİ.) || Bab-ı defte­ rî, O sm an lı d e v le tin in m aliy e işlerini y ü rü ­ te n kurum . ( -DEFTERDAR.) || Bâb-ı fetva, şeyh ü lis la m daire si. ( — ŞEYHÜLİSLAM) || Bab-ı m eşihat, ş eyh ü lis la m daire si. ( — ŞEYHÜLİSLAM.) || Bab-ı saadet, O sm an lı d ö n e m in d e İs ta n b u l’un a d la rın d a n biri. || Bab-ı seraskerî, O s m a n lıla r’d a h arbiye ne­ zareti daire si (serasker kapısı d a d e n ir d i). || Bab-ı zaptiye, O sm a n lIla r d ö n e m in d e İs­ ta n b u l’d a g ü v e n lik işleriyle u ğ ra ş a n daire. —Tasav. Tövbe.



BÂB a. (fars. bab). Esk. 1. Baba, ata. — 2. Şeyh, önder. BÂB a. (kapı anlamına gelen arapça söze.). Şiiliğin ilk zamanlarında en yüksek mertebedeki imamın müridine verilen ad. (Bâb, ismaili hiyerarşisinde en yükseğe yakın, belirli bir mertebeye sahipti. Nusayriler’de Selman aynı anlama gelir.)



BÂB ( E L - ) , Suriye' de kent: H alep'in yaklş. 40 km K.-D.'sunda, C erablus yolu üzerinde. 32 000 nüf. Bağlar ve meyve bahçeleri. G üneydeki Sebha bataklığına dökülen Nehrülzenab, kentin kuzeyinden çıkar. BÂB (Mirza Seyyit Ali M uham med-i Şirazi), bâbiliğin kurucusu (Şiraz 1819 -Tebriz 1850).Bâbiler tarafından Nokta-yı ûlâ (ilk nokta) ya da Hazret-i âlâ (yüce hazret) adlarıyla da anılır. Küçük yaşta ök­ süz kalınca, dayısı tarafından yetiştirildi. Basra körfezi kıyısındaki Buşehr'e gitti



keğin cinsel organı.— 11. Baba adam, iyi (1838/1839). O rada dinsel konular üze­ rinde çalışmaya ve düşünm eye başladı. yürekli, hoşgörülü, yaşlı adam .||Baba çıH ac için gittiği K erbela'da, şeyhilik inan­ karasıca, b aba yiyesice, “ öl, g e b e r” an­ cının kurucusu sayılan Kâzım Reşti ile ta­ lam ında kullanılan ilenme sözü (yörs.). || Baba değil, iskele babası, tırabzan b aba­ nışarak onun etkisi altında kaldı. Bir süre sonra doğum yeri olan Şiraz’a döndü. Kâ­ sı, çocuklarıyla ilgilenm eyen, onlara ya­ zım Reşti, müritlerini, beklenen mehdiyi rarı dokunm ayan babaların bu durum u­ nu belirtm ek için söylenir. || Baba hindi, bulmaları am acıyla İran’ın her yanına besili, iri erkek hindi. || Baba ocağı, baba gönderm işti. Bu m üritlerden Molla Hüse­ yurdu, öteden beri bir kimsenin ailesinin yin Büşroye, geldiği Şiraz’da Mirza Sey­ malı olan, içinde d o ğ u p büyüdüğü, ya­ yit Ali M uham m et ile tanıştı ve ona sor­ şadığı ev, toprak. | j Baba torik, erkeklik or­ duğu bütün sorulara aldığı yeterli yanıt­ ganı (arg ). || B abadan kalm a, babadan lar karşısında, onun tanrısal gerçeğe açı­ çocuklara geçen miras; eskiden beri sü­ lan kapı (bâb) olduğu inancına vardı. M ir­ regelen, eskimiş: Babadan kalma b ir mik­ za Seyyit Ali M uham m et (Bâb), bir gece tar arsası vardı. Babadan katma usuller. içerisinde Molla Hüseyin Büşroye’ye, bâ|| Babaları tutmak, çok öfkelenm ek, sinir­ bilerin B âb’a vahyolunan ilk kitap olarak lenmek. || Babaları üstünde, kızgın, öfke­ kabul ettikleri Yusuf suresi ile ilgili Kayyüm li. || Babalarımız, “ bizden önceki kuşak" ül-esmâ adlı tefsirini yazdırdı (1844). Bu anlam ında söylenir. || Babam , senlibenlitarihten başlayarak Bâb adıyla anılan Mir­ lik gösteren bir seslenme sözü: Sen de is­ za, daha sonra şii molla ve müetehitlere teneni yapsaydın babam ; yinelenen iki (İran’da bütün şii din bilginlerine verilen buyurm a kipli fiil arasında, eylem in bıktı­ ad) karşı eleştiriye, hatta saldırıya geçti. rıcı sürekliliğini belirtm ek için kullanılır: Kısa sürede kendisine birçok m ürit edin­ Bekle b abam bekle. Git babam git. || Ba­ di. M üritlerinden en seçkin gördüğü on bana rahmet, yerinde bir iş yapan ya da sekizine hurufat ül-hayat (canlı harfler) söz söyleyen kimseye söylenir. || Babanın adını verdi. Hac için M ekke'ye gideceği malı mı?, bir şeyi gereksiz yere haksız ola­ zaman (1844 sonbaharı), bâbilik inancı­ rak ya da hoyratça kullanan bir kimsenin nı yaymaları için bu on sekiz m üridini bu tutum unu yerm ek için söylenir: O kâ­ İran’ın çeşitli eyaletlerine gönderdi. M ek­ ğıtlar babanın malı mı, herkese dağıtıyor­ ke ve Maskat'ta mehdiliğini ilan ettiyse de sun? || Babanın oğlu mu?, Babanın oğlu bundan istediği sonucu elde edem edi. değil y a !, bir kimseye gereksiz ilgi göste­ 1845’te döndüğü Şiraz’da verdiği vaaz­ rilmesi durum unda söylenir: Babanın lar tepkilere yol açtığı gibi karışıklıklar çık­ oğlu mu, ne koruyorsun? Bırak ne yapar­ masına neden oldu. Müritleri, onun emri sa yapsın, babanın oğlu değ il ya !|| Baba­ ile ezana "A li, nebiden önce Allah'ın nın şarap çanağına, hoşnutsuzluk belir­ soluğudur” cümlesini eklediklerinden, tu ­ ten aşağılama sözü (arg.). || Babasına rah­ tuklanarak cezalandırıldılar. Durumu ye­ m et okumak, birisi için kötü şeyler düşü­ rinde incelemek için İran şahı tarafından nüp planlamak. || Babasının, babalarının Şiraz'a gönderilen görevli de B â b ’ın çiftliği, bir kimsenin salt kendi çıkarı için inançlarına kapılıp onun müridi oldu. Bu kullandığı yer, kuruluş: Burayı babanın sıralarda kentte kolera salgını çıktığından çiftliği g ib i yönetemezsin. || Babasının hay­ Şiraz boşaltıldı ve Bâb İsfahan’a geldi. rına, hiçbir karşılık beklem eden, salt iyi­ Kentin valisi onu koruması altına aldı. Bu lik olsun diye. || Babasının oğlu, görünüş vali ölünce Tahran’a çağrılarak önce Mave davranışıyla babasına benzeyen erkek kû, sonra da Çihrik kalelerinde hapsedil­ çocuk. || Babasız oğlan doğurtm ak, bir iş­ di (1848). Bu durum karşısında müritleri te aşırı güçlük ve sıkıntı çekm ek (arg ). || İran’da yer yer ayaklanm alar çıkardılar. Babayı yem ek, hak ettiği kötü durum a Bâb, sorguya çekilm ek bahanesiyle Teb­ düşm ek (arg.). riz’e getirildi ve vezir Taki H an'ın buyru­ — Esk. Baba-yı âlem, âlemin babası, Hz. ğuyla kurşuna dizilerek cesedi bir çu ku ­ Âdem. ||Baba-y/ sühan, sözbabası. ra atıldı. Müritleri, cesedini buradan ka­ çırarak uzun süre sakladılar. Kemikleri ı l — Denize. Halatları volta etm ek için gem i­ sonradan bahailiğin kurucusu Bahaullah’ de, rıhtımda ya da iskelede bulunan ağaç ya da dem irden yapılmış yuvarlak ve kı­ ın buyruğu ile A kkâ’ya götürülüp Carmel sa dikm e. (Gemi babaları çift, iskele ve dağı eteğine göm üldü ve göm üldüğü ye­ rıhtım babaları tek olur.) —Ağaç teknelerin re görkem li bir tü rb e yaptırıldı. baş ve kıç omuzluklarında bulunan tek ya B â b ’ın Kayyum ül-esmâ adlı tefsirinin dışında, inançlarını anlatan ve İran şahı­ da çift ıskarmoz (eğri) başı. || H alat b ab a ­ na, osmanlı padişahı A bdülm ecit’e, Bağ­ sı, gem ilerde halatları volta etm eye yara­ yan ağaç ya da dem ir baba. || iskele b a ­ dat valisi N ecip Paşa’ya yazılan m ektup­ larından oluşan Elvâh, Kitâb ür-ruh adlı bası, bir iskelenin ön köşesinden birkaç iki yapıtıyla bâbiliğin kutsal kitabı sayılan m etre geriye yerleştirilen ve iki yan pala­ arapça ve farsça yazılmış Beyân adlı bir marı bağlam ada kullanılan dikme. yapıtı daha vardır. — Din tar. Kilise babaları, yazdıkları kitap­ larla inanç alanında öğretilerinin değeri­ BAB ARSLAN > ARSLAN BABA. ni kabul ettirmiş eski hıristiyan yazarlar, (Bk. ansikl. böl.) BABA a. 1. Kendi dölünden çocuğu —Dülg. Çatı babası, bir asma çatıda ger­ olan erkek: iki oğlan babası. Baba olmak. gi kirişinin ortasına yerleştirilerek makas — 2. Aile biriminde (kendinden ya da baş­ kirişlerinin yükünü alan düşey öğe. kasından olan) çocuklara babalık görevi — Esk. Rom. Vatanın babası, im parator­ üstlenmiş kişi: iyi b ir baba. Ü vey babası­ lara özgü sanlardan biri. (Bu onursal san, nı g erçe k babası k a d a r sever. — 3. Ço­ İ.Û. 2 yılında senato ve halk tarafından cuklara göre bu kişi: onun için çocukla­ Augustus’a verildi. Ardından gelenler, Tirın kullandığı sözcük: Kardeşim babam a ço k benzer. Baba, b en i de g ötü rür m ü ­ berius, Galba, Otto ve Vitellius dışında, bu sanı benim sediler. Dom itianus ile birlikte sün? — 4. Baba gibi sevecen, koruyucu im paratorlara özgü bu tür sanlar kaldırıl­ davranan: baba yerine konulan kimse: dı.) Fakir fukara babası. O babam sayılır. — 5. —Folk. Baba yolluğu, geleneksel evlilik­ Sevilen, sayılan, yaşlı erkek için kulla­ lerde, oğlan evinin kız babasına g önder­ nılır: Haşan Baba, buraların en eski b a ­ diği düğün arm ağanlarına verilen ad lıkçısıdır.Fethi Baba, b ir çay getirir misin? Baba, seni karşıya geçireyim. Babaya ye r —Genet. Babaya benzerlik, çocukların anadan çok babaya benzediği kalıtım bi­ verin de otursun. — 6. Bir yapıtın yaratı­ cısı, bir öğretinin, tekniğin vb. öncüsü: çimi. (Karşt. ANAYA BENZERLİK.) H eredotos tarihin babasıdır. — 7. Kirli iş­ — inş. M erdiven babası, bir m erdivende ler yapan, yasadışı bir örgütün başı: M af­ tırabzanın alt bölüm ündeki ilk dikm e ya ya babası. B abalar savaşı. — 8. Bir hay­ da dikey çubuk. vanın anababasından erkek olanı: Yarışı — Mutf. Baba kalıbı, baba tatlısı yapım ın­ kazanan atın babası ünlü b ir aygırdır. da kullanılan, yaklaşık 6 cm çapında kü­ — 9. Eskiden kimi tarikat ve tekke büyük­ ç ü k kalıp. || Baba tatlısı, mayalı hamurla lerine verilen ad; onlar için kullanılan san: yapılan bir tatlı. (Bk. ansikl. böl.). — Pastac. Krem şanti katılmış İngiliz kre­ Bektaşi babası. N ur Baba. — 10. Arg. Er­



masıyla (ya da bazen meyveli jelatinle) ka­ lıba dökülerek yapılan ve çeşitli biçim de kokulandırılan soğuk tatlı. (Eşanl. MOSCO-



koyunlular döneminde, Ahlat’taki Emirbayındır m escidi (1477) ve Emirbayındır küm beti’nde (1491) çalıştığı biliniyor.



VİTE.)



BABA COOL [babakul] a. (hindi dilinde Psıkan Baba cinayeti, Freud’un kura­ baba, baba ve ing. cool, sakin’den). m ında, nevrozla insanlık tarihi arasında 1970’li yıllarda hippi modasını (zo ra baş­ eklem lenm e olanağı sağlayan “ bilimsel vurmama, uzun saç, Doğu sevgisi ve top­ m itos” (S. Freud’un Totem ve Tabu' lum dışı yaşam) sürdürenlere verilen ad. da [1912] açıkladığı gibi, burada, ilkel (baba da denir.) sürü * babasının öldürülm esi sözkonusudur). || Baba (-) nın (-) adı, Jacques La- ■ BABA dağı, Anadolu'nun çeşitli bölge­ c a n ’a göre, öznenin varlığını açıklayabi­ lerindeki kimi dağlara verilen ad. 1. De­ nizli'nin B.'sında dağ (antik Salbakos ya len gösteren. (Bu gösteren, çocuğu ana isteğinden ayırarak onun kendi isteğine d a Salbacus), 2 300 m. Billurlu şistler ve yer açar ve atılması da psikoz yaratan kireçtaşlarından oluşmuş bir kütledir. (Ki­ öğeyi oluşturur.) mi haritalarda, A kdağ olarak geçer.) — 2. Karadeniz bölgesinin B. bölüm ünde, — Tanrıbil. Teslis'in ilk insanı. || ilk b ab a ­ m ız Âdem. Ereğli-Devrek karayolunun G .-B.'sında — ANSİKL. Din tar. Dinbilimciler, bir Kilise dağ; Akçakoca dağlarının bir doruğudur; babasının dört niteliğini vurgular: Öğreti­ 1 637 m. Kireçtaşı ve şistlerden oluşmuş­ ye ortodoksça bağlılık, yaşamın kutsallı­ tur. — 3. Akdeniz bölgesinde, Fethiye’nin ğı, Kilise'nin kabulü, eskilik. G.-D.’sunda dağ; 1 969 m. İkinci-Üçüncü Patristik dönem de denilen Kilise baba­ Zaman şistlerinden oluşmuştur. ları dönemi, İ.S. I. yy.’ın sonundan başlar, Baba H im m et, karagöz ve ortaoyu Batı’da Aziz isidoro de Sevilla (öl. 636), nundaki anadolulu tiplem elerinden KasD oğ u ’da d a Aziz ioannes Damaskenos tam onulu'ya verilen adların en yaygını. ile (öl. 749 ’a doğr.) tamamlanır. Dinbilim (-> KASTAMONULU.) tartışmalarında patristik geleneğin tanık­ BABA İLYAS, aşıl adı Sücaettin Ebullığına başvurulması, ancak V. yy.’dan beka Şeyh Baba İlyas bin A li Horasabaşlayarak gerçekleşti. Kilise babaları, es­ ki edebiyatın, özellikle de yunan-roma ni, türkm en babası (Horasan ? - Am asya edebiyatının tarihinde önemli bir yer tut­ 1240). A n a do lu ’ya göç etm eden önceki tular; klasik ilkçağın son temsilcileri oldu­ yaşamına ilişkin yeterli bilgi yoktur. Toru­ nu Âşıkpaşa'ya göre XI. yy. mutasavvıf­ lar. Yapıtları, Ortaçağ düşüncesi aracılı­ larından Seyit Ebülvefa’nın halifelerindenğıyla hümanist Rönesans’ın doğuşuna dir. Elvan,Çelebi ise, onun A nadolu'ya katkıda bulundu. Dede Gargın ağlı başka bir şeyhin hali­ — Mutf. Una, hazır m aya ya d a bira m a­ fesi olarak g eldiğini yazar. (Eğer bu d o ğ ­ yası ve ılık su katarak hazırlanan hamur, ruysa, Baba ilyas’ın önce Elbistan'da ya­ m ayalanm aya bırakılır. Kabarınca, yu­ şadığı söylenebilir.) Am asya'nın Çat kö­ murta, pudra şekeri ve yağla yeniden yoğurulur. Yağlanmış baba kalıplarına bu yüne yerleşen Baba ilyas, aşırı şiilik, şaham urdan küçük birer parça konup te k­ manlık ve yerel inançların etkisiyle oluşan görüşlerini yaymaya başladı. Türkıjıenler rar bekletilir. Hamur, kalıbı dolduracak ka­ dar kabarınca fırına konur. Piştikten son­ tarafından peygam berlik mertebesine çı­ ra kalıptan çıkartılıp soğuması ve sertleş­ karıldı ve “ Baba R esul" diye a'nılmaya mesi için bir süre bekletilir. Daha sonra başlandı. Halifelerinden Baba ishak'ın şerbete atılır, çıkartılıp üzeri krem şantiyGüney-Doğu A nadolu’da başlattığı ayak­ le süslenir. lanmanın genişlemesi üzerine Amasya. si£ başlığına atanan Mübarizettin ArmağahBABA -* BABA COOL. şah tarafından yakalanaraKkale buröuna BABA (Corneliu), rumen ressam (Craioasıldı. ( -y BABA İSHAK, BÂBAİLER aVaKva 1906). iaşi Güzel sanatlar akademiLANMASI, BABAİLİK.) si’ nde okudu (burada daha sonraları pro­ BABA İSHAK K efersudl, türkm en ba­ fesör oldu) ve V enedik’te kaldı. Gerçekçi bası (Kefersud, Halep, 3 - Malya oyası, bir ressam olan Baba, portreler, peyzaj­ Kırşehir, 1240). H orasan'dan gelip Kefen lar ve figürlü kom pozisyonlar yaptı. su d ’a yerleşmiş bir türkm en ailesinden. BABA A L İ N E K S İS , 1 754 te n Baba llyas’ın halifesi olarak' Adıyaman, 17 6 6 ’ya kadar Cezayir dayısı (beyi). Hü­ Sumeysat (Samsat), Kâhta bölgesinde kümdarlığı sırasında, 1756 ’da, Cezayirli­ yaşayan Türkm enler’i Anadolu Selçuklu ler Tunus'u zapt ederek yağmaladılar. devletine karşı ayaklandırdı. Ö nderliğin­ deki Türkm enler önce Malatya sonra BABA CAN, Luristan bölgesinde (İran), Amasya yakınlarında Selçuklu kuvvetlerini bugünkü Kirmanşah'tan yüz kilometre ka­ yendiler. Konya üzerine yürürken Kırşe­ d ar uzakta yer alan arkeolojik sit alanı. Bir hir’de, selçuklu ordusuyla yapılan savaşta am erikan arkeoloji heyeti, burada İ.Û. I. öldürüldü. ( - * B a b a İ ly a s , b a b a İ l e r binyılın ilk yarısına ilişkin kalıntılarla birlikte AYAKLANMASI, BABAİLİK.) [-* Kayn.] daha eski tabakalar da saptadı. III. taba­ kada tuğladan yapılmış bir kalenin kalın­ tıları ortaya çıktı. Bu kalıntıların en göz alıcı bölüm ü bir odaydı. Duvarları kırmızı ve beyaza boyanm ış olan bu odanın zemi­ ninde, tavanı süslediği anlaşılan birçok boyalı kiremit bulundu. Bu kiremitlerin başlıca süs motiflerini haçlar, eşmerkezli kareler, dam alar oluşturuyordu. Açık sa­ rı bir fon üzerine kara ve kızılla işlenmiş bu motifler, üslup ve teknikleri bakımın­ dan, bu tabakanın, daha önce Giyan (Te­ pe) kazıları ve birçok yeraltı bulgularıyla bilinen boyalı seramik dekorunu hatırlatı­ yordu. Bütün bu yapıtlar, İ.Ö. 900-700’e doğ ru kuzeyden gelerek bölgeyi işgal eden bir istilacı kavmin ürünü olabilir. Ka­ le, III. evre sonunda yıkıldı, iskitler’ in yer­ leşmesine, bunların Asur im paratorluğu’ na karşı m ücadelesine ve kısa ömürlü M ed im paratorluğu’na tanık olan bir son­ raki dönem de yeniden, ama çok daha az şatafatlı bir biçim de inşa edildi. Seramik­ lerde belirgin değişiklikler m eydana gel­ di. Kalenin son kez işgali Ahemeniler d ö ­ nem ine rastlar.



BABA NAKKAŞ, asıl adı Şeyh M us­ tafa, türk nakkaş (? - 1572). M ehm et II (Fatih) dönem inde yaşamış Baba Nakkaş’ın (Mehmet bin Şeyh Bayezit) torunu­ dur. Evliya Ç elebi’ nin Seyahatname'sınde, Bayezit II dönem inde saray nakkaşı olarak çalıştığı, M anî ve Bihzad düzeyin­ de bir sanatçı olduğu, İstanbul’daki Eski Saray’ın kapı saçağındaki, Topkapı sarayı’nda Bayezit divanhanesi’nin kubbele­ rindeki nakışları yaptığı belirtilir.



BABA CAN, tü rk m im ar (XV. yy.). Ak-



B a b a N İ m e t u l l a h , türk mutasavvıf



BABA NAKKAŞ, asıl adı M ehm et bin Şeyh B ayezit,türk nakkaş (XV.yy.’ın ikin­ ci yarısı). Mehmet II (Fatih) dönem inde ça­ lışmış, saray nakkaşhanesini yönetmiş ve sultana m usahip olmuştur. Mehmet II, sa­ natçıya Çatalca yakınlarındaki incegüz nahiyesinde, Kutlu köyünü arpalık olarak vermiştir (1465). Sanatçı burada bir mes­ cit, hamam ve çeşmeler yaptırarak bu ya­ pıları vakıf haline getirmiştir. Fatih d öne­ m inin tutarlı ve özgün tezhipli yapıtların­ da, Baba N akkaş’ın etkisi olduğu sanıl­ maktadır.



(Nahcivan ? - A kşehir 1496) Azerbayc a n ’da öğrenim gördü. A kşehir’e yerleşti. N akşibendi tarikatından olan Baba Nim etullah’ın başlıca yapıtları: Risâlet ül -vücûd, Fevâtih ül-ilâhiyye ve'l m efâtîh ül -gaybiyye, Hidayet-ül-ihvan.



Ba b a O r u ç



-



o r u ç r e İs .



BABA PAŞA (Pehlivan İbrahim Ağa —denir), türk vezir (Yozgat 1766 - Karlıeli 1820).Gönüllü olarak katıldığıTürk-Rus savaşı’nda (1787) büyük yararlık göster­ di. Alo Paşa (Ali Paşa) ile birlikte A nado­ lu'd a ve Rum eli’de çıkan ayaklanmaları bastırdı. Hassa silahşörü, kapıcıbaşı un­ vanlarını aldı. Dobruca âyanı olarak Alem ­ dar Mustafa Paşa’nın buyruğuna girdi (1806); İsmail kalesini sayıca üstün rus kuvvetlerine karşı başarıyla savundu. Tatariçe savaşı’nda za fe rin kazanılmasında önemli rol oynadı. Vezirliğe yükseltilerek Rakka valiliğine atandı (1809). Ruslar’a karşı Hacıoğlu Pazarcığı'nı savunurken ayağından yaralanarak tutsak düştü (1810). Üç yıl sonra salıverilince, İstan­ b ul'a döndü (1813); Sivas, Erzurum, Çıl­ dır, D iyarbakır valiliklerinde bulundu. Di­ yarbakır halkının şikâyeti üzerine Bursa' d a oturm aya zorlandı (1817). Bağışlana­ rak önce Inebahtı, ardından da Karlıeli Sâfföakları m utasarrıflığına atandı. Tepedelenli Ali Paşa’nın çıkardığı ayaklanm a sırasında hastalanarak öldü.



BABA SALİMİ -



ÛĞÜTCEN (Salim).



BA B A T A H İR , asıl adı M ehm et Tahir, türk gazeteci ve yayımcı (? 1864 - İstan­ bul 1909). Malum at ve Servet dergilerini yayımladı, yönetti (1894-1895). Yenilikçi edebiyata karşı, geleneksel edebiyatı sa­ vunan yazılar yayımladı. Kendi basımevinde yasak yayınlar basarak, Mısır’dan gönderiliyor diye S aray’a ihbarda bulun­ du, jurnalcilikten çıkar sağladı. Sahte ni­ şan ve beratlar basıp A vrupalılar’a sattı. Dolandırıcılığı anlaşılınca İstanbul dışına sürüldü. II. M eşrutiyet'ten sonra affedildi (1902).



Ba b a



t a h İ r Ü r y a n , iranlı şair ve sufi (Hem edan ? - ay. y. 1019). Yaşamı hakkında bilgi yoktur. Daha çok, rubai vezninden ayrı bir vezinle yazdığı dörtlük­ lerle (dübeyt) tanınır. Bu dörtlüklerindeki dil, yaşadığı bölgelerdeki şivelerin bir ka­ rışımı olm akla birlikte edebi farsçaya da yakındır. Şair bu dörtlüklerde, sı­ kıntı, deri ve aşkla ilgili duygularını dile getirir. Baba Tahir, aynı zam anda bir mutasav­ vıf olarak tanınır ve bu konuda kendisine birçok m enkıbe isnat edilir. Tasavvufla il­ gili düşüncelerini kısa ve özlü bir biçim ­ de el-Kelimât ül-kısâr adlı arapça yapıtın­ d a dile getirmiştir.



Baba Zünnun ayaklanm ası, Kanu­ ni Sultan Süleyman dönem inde Bozok' ta ayaklanm a (1526). Arazi tahririnde ya­ pılan bir haksızlık yüzünden başlayan ayaklanm anın önderleri “ S ü lünoğlu”



Baba dağı



Fethiye-Mu



Baba Zünnun adıyla bilinen Baba Kadri Hoca, oğlu Şah Veli ve Bozok eşrafından Baba Zünnun idi. Tahrir m em urunun, tasarrufundaki mezrasına iki yüz akçe vergi biçmesi ve yaptığı başvurulara karşın bu verginin in­ dirilmemesi üzerine Bozoklu şii Türkmenler’den Sülünoğlu ve kan karde'şi Baba Zünnun, yandaşlarıyla birlikte ayaklanarak üzerlerine gönderilen Karam an ve Sivas beylerbeylerinin kuvvetlerini yenilgiye uğ­ rattılar. Bölgede giderek yayılan ayaklan­ ma, sonunda Diyarbakır beylerbeyi Hüs­ rev Paşa ile Adana beyi Ram azanoğlu Piri Bey’in kuvvetlerince bastırıldı, ele ge­ çen Baba Zünnun öldürüldü (1526).



1160



BABAANNE a. Ç ocuğa göre babasının annesi; ço cuğ u n ona seslenmek için kul­ landığı sözcük.



BABABURNU, A n a do lu'd a kimi kara çıkıntılarına verilen ad: 1. Biga yarım ada­ sının G.-B.’sında, Ege denizi'nden Edre­ mit körfezine geçilen yerde burun (38° 28 K. enlemi, 2 6 ° 0 8 D. boylamı). İlkçağ'da adı Lectum prom otorium idi. Anadolu' nun ve Asya kıtasının en batı noktasıdır; — 2. Karadeniz bölgesinin batı bölüm ün­ de, Ereğli koyunu kuzeyden sınırlayan burun. Babacater zindanı, İstanbul'da Haliç surları üzerindeki Zindankapı'nın yanında­ ki kule. A bbasi halifelerinden Harun Reşit’in İstanbul’a gönderdiği elçisi Seyit Ca­ fer bu zindana atılıp öldüğü için, kuleye Babacafer adı verildiği söylenir. İstanbul’ un fethinden Yeniçeri ocağı'nın kaldırılma­ sına kadar (1826), siyasal suçlular dışın­ daki hüküm lüler için hapishane olarak kullanılan bu kulede, kadınlar ayrı bir bö­ lüme konulurdu. Subaşının gözetim inde­ ki bir odabaşı, zindancılar ve zindan kâ­ tiplerince yönetilen bu zindanı İstanbul halkı “ Z in da n ka pısf diye anardı. Zindan­ da yatan hükümlüler, sadece halkın gön ­ lünden kopan sadakayla geçinirlerdi. Başkentte, askeri darbe sonucu hükümet değişim lerinde ya da ayaklanm alarda, önce Babacafer ve G alata zindanlarında yatan adi hüküm lüler salıverilirdi.



BABACAN sıf. Sevecen, yaşlı erkek; ona özgü davranış için kullanılır. BABACAN (Doğan), türk futbol hakemi (İstanbul 1930). 1946’da futbola başladı. Beşiktaş, Karşıyaka, Kasımpaşa, Emni­ yet ve Beyoğluspor takımlarında oynadı. 1955'de hakemliğe başladı, 1966’d a FI­ FA kokartı aldı. Avrupa kupalarında, 1972 Münih olim piyatlarında, 1974 Dün­ ya kupası'nda, 1975 Süper kupa’da m aç­ lar yönetti. 1978’de hakemliği bıraktı.



kontra babafingo yelkenlen



BABACANCA sıf. ve be. Sevgiyle, se­ vecenlikle: Bize karşı hep babacanca davranırdı. pruva kontra babafingo yelken



BABACANLAŞMAK gçz. f. Giderek, cana yakın, sevimli, sevecen bir kimse ol­ mak. BABACANLIK a. Babacan kimsenin ni­ teliği.



BABAÇ a Yörs. Küm es hayvanlarının yaşlı, iri ve erkek olanı. ♦ lır.



sıf.



iri yapılı



kimse



için kullanı­



BABAÇKO sıf. Arg. Gösterişli, iri yarı, güçlü kimse, genellikle kadın için kullanı­ lır.



BABADAĞ, Denizli iline bağlı ilçe; 9 513 nüf. (1990). 9 köy. Merkezi, Deniz­ li'nin 22 km kadar batısında Babadağ (esk. Kadıköv): 6 016 nüf. (1990). . BABADALYA a. Denize. Güverteye alı­ nan yükün kayarak denize düşmesini ön­ lem ek için belirli aralıklarla ve güverteye dik konum da küpeştelere tutturulan sağ­ lam direkler. || Babadalya ıskaçası, babadalya topuklarının güverteye oturmasını sağlayan yuvalar. || B abadalya Irosası, babadalyaları dik tutm ak için küpeşteye tutturulan dem ir çem berler.



BABADAT, Eskişeh ir'in Sivrihisar ilçe­ si, merkez bucağına bağlı köy; 286 nüf. (1990). Köy yakınındaki Orenkaya m evki­ inde Germa* Colonia antik kenti ortaya çıkarıldı. BABADERVİŞ, A zerbaycan’da antik buluntu yeri. 1958-1966 yılları arasında yapılan araştırma kazılarında üst üste üç antik yapı katı saptandı: birinci kat İ.Ö. V. yy., ikinci kat, İ.Ö. III. yy., üçüncü kat, İ.Ö. II. yy. Her üç katta da çeşitli aletler, ev ve süs eşyası bulundu. BABAESKİ, esk. B abayi A tik , Marma­ ra bölgesinin Trakya bölümünde, Kırklareli’ne bağlı ilçe; 54 879 nüf. (1990); 652 kmz; merkez bucağı dışında 1 bucak, 34 köy. Merkezi, Kırklareli'nin 35 km. G.B.'sındaki Babaeski; 22 823 nüf. (1990). ^-M im . İlçe m erkezindeki Eski cami, Mehmet ll'nin (Fatih) isteğiyle yaptırılmıştır (1467). M imar Sinan’ın yapıtı olan Semizalipaşa külliyesi'nden (cami, medrese, hamam, kervansaray, kütüphane) günü­ müze yalnızca cam i ulaşmıştır (1561 -1565). 1832’de onarılmıştır. Üç sahınlı ana mekân, altı kem erin taşıdığı m erkezi kubbe ve yanlarda yarım kubbelerle ör­ tülüdür. M erm er m inber ve vaaz kürsü­ sü bitkisel motiflerle, kubbe geç dönem ka le m iş le riy le b e z e lid ir. A lp u llu -Hayrabolu yolunda, Ergene ırmağı üze­ rindeki Alpullu (Sinanlı) köprüsü de Mimar Sinan’ın yapıtıdır. Babaeski deresi üzerin­ deki B abaeski köprüsü M urat IV zam a­ nında M im ar Kasım A ğ a 'y a yaptırılmıştır



grandi kontra babafingo



(1633). Altı gözlü yapı, bezemeli balkonu ve yazıt köşküyle dikkati çeker.



■BABAFİNGO a. (ital. pappafico). De­ nize. Yelkenli gem ilerde direklerin en üst­ teki parçası. || B abafingo ç ö rd e ğ i, baba­ fingo yelkenlerini toka etm ede kullanılan palanga. (Alt tornosu güvertedeki bir m a­ paya, üst tornosu babafingo sereninin kandilisasına tutturulur.) || Babafingo çubuğu, yelkenli gem ilerde direklerin güverteden başlayarak üçüncü parçası; gabya ç u bu ­ ğu üstüne sürülür ve bulunduğu direğin adıyla anılır: Pruva babafingo çubuğu, G randi b aba fin go çu bu ğ u vb. || Babafin­ go sereni, babafingo çubuğuna bağlı ya­ tay seren; bulunduğu direğin adına göre anılır; Pruva babafingo sereni, Grandi ba­ bafingo sereni, Mizana bab a fin go sere­ ni. || B abafingo yelkeni, babafingo sereni üstüne açılan dört köşe yelken. || A başo babafingo, gab ya çu bu ğ u üstüne sürü­ len iki babafingo çubu ğ u nd a n alttaki. || Kontra baba fin go çubuğu, kontra baba­ fingo yelkenini açm aya yarayan çubuk. || Kontra b a b a fin go sereni, kontra baba­ fingo çu buğu üstündeki yatay seren. || Kontra babafingo yelkeni, babafingo yel­ keninin üstünde yer alan dört köşe yelken. |[ Kontrata bab a fin go yelkeni, beş direkli bir yelkenli gem ide beşinci direğin kon­ trata gabyası üstündeki babafingoya çe­ kilen yelken. || Mizana b abafingo yelke­ ni, mizana direğinin babafingo çubuğu üstüne açılan yelken.



BABAHOYO, E kvador'da kent, Los Rıos ilinin merkezi, Occıdentale sıradağla­ rının eteğinde; 22 500 nüf. Babailer ayaklanm ası, Anadolu Sel­ çuklu devletine karşı dinsel-siyasal türkmen ayaklanması (1240). Kentlerdeki sünni halka dayalı bir devlet örgütü ku­ ran Anadolu Selçukluları sınırlarda ve kır­ sal bölgelerde yaşayan Türkm enler'i gi­ derek dışladılar. Ekonom ik ve toplum sal açıdan olduğu kadar dinsel inançları ba­ kımından da kentlilerden ayrılan Türkm enler'in İslamlığı kentlerin sünni İslamlı­ ğ ından farklı, T ürkler’in eski şaman gele­ neklerinin, tasavvuf biçim ine girm iş Şiili­ ğin, bazı yerel inançların etkisini taşıyan bir İslamlıktı. Kırsal kesim de dinsel yaşa­ mın düzenleyicileri, kentlerdeki sünni ule­ m adan ço k farklı, eski tü rk şamanlarının İslâmlaşmış bir devamından başka bir şey olm ayan türkm en babalarıydı. Öte yan­ dan iktisadi güçlükler, m oğol istilalarının sayılarını daha da artırdığı Türkm enler ile Selçuklu yöneticileri arasındaki çelişkiyi derinleştirmiş, onları devlete karşı asi bir ö ğe durum una getirmişti. Bu ortam da Amasya'nın Çat köyüne yerleşen yarı türk şamanı, yarı İslam şeyhi Baba ilyas, din­ den ve adaletten ayrılmakla suçladığı Sel­ çuklu yöneticilerine karşı propagandaya başladı. Gıyasettin Keyhüsrev ll’ye karşı açıktan açığa cihat ilan ederek müritleri aracılığıyla taraftarlarını çoğalttı. Bu ara­ da Urfa, Harran bölgesindeki Harizmşahlar'ı da Selçuklu sultanına karşı savaşa ça­ ğırdı. Baba ilyas'ın halifesi Baba ishak'ın öncülüğünde ayaklanan Türkm enler Süm eysat (Samsat), Kâhta, Adıyam an böl­ gesini yakıp yıktılar; kendilerine katılma­ yan m üslüm an ve hıristiyanları öldürüp, mallarını yağm adılar. Ü zerlerine gönde­ rilen Malatya subaşısı Muzafferettin Alişir’i iki kez yendiler, ardından Sivas'a yürüdü­ ler. Sivas'ı yağm aladıktan sonra kendile­ rine katılan g öçebe Türkm enler ile sayı­ ları daha da artmış olarak Baba ilyas'a kavuşm ak üzere Tokat ve Am asya'ya doğru ilerlediler. Telaşa kapılan Gıyasettin Keyhüsrev II, Beyşehir gölü üzerinde ki Kubadabad adasına çekildi ve ünlü ko­ m utanlarından M übarizettin Arm ağanşah’ ı Am asya subaşısı atayarak ayaklan­ mayı bastırmakla görevlendirdi. Türkmenler'den önce Am asya'ya varan Armağanşah, Baba ilyas'ı yakalayarak kale burcu­ na astı. Baba ilyas’ın ölüm süzlüğüne ina­ nan Türkm enler Am asya'ya ulaştıkların­ da kente saldırdılar ve Armağanşah'ı öldür­



Baban dükten sonra, Konya’ya doğru yürüdüler. Sultan, M oğollar'a karşı Erzurum u c’unda bekleyen ordusunu harekete geçirdi. Selçuklu hizmetindeki frank ve gürcü bir­ likleri de orduya katıldı. Selçuklu ordusu, Baba ishak önderliğindeki Türkmenler ile K ırşehir’ in Malya ovasında karşılaştı. Ba­ ba llyas’ın dinsel gücünden ürken İslam askeri savaşmaktan çekindiğinden, ilk olarak hıristiyan askerler savaşa sürüldü. Hıristiyan öncüler Türkm enler’in ilk hücu­ munu püskürtünce cesaretlenen İslam as­ keri de savaşa girdi ve ço k küçük yaşta­ ki çocuklar dışında tüm Türkm enler kılıç­ tan geçirildi.( -• B A B A İLYAS, B A B A İSHAK, BABAİLİK.) [-» Kayn.]



BABAİLİK, moğol istilası öncesinde A n a do lu ’daki Türkm enler’i etkileyen ve Türkiye'nin toplum sal ve kültürel tarihin­ de önemli yeri olan dinsel ve toplumsal hareket. — ANSİKL. Amasya’nın Çat köyüne yerle­ şen B a b a * ilya s 'ın siyasal bir boyut da kattığı aşırı şiilik, yerel inançlar ve şamanlıktan kaynaklanan görüşleri, İslam öncesi inanç ve geleneklerini büyük ölçüde ko­ ruyan Türkm enler arasında etkili oldu. Kentlerdeki yerleşik halka dayanan bir devlet kuran Selçuklular’ın dışladığı Türk­ menler, peygam berlik m ertebesine yük­ selttikleri ve "B a b a R esul" diye andıkları Baba ilyas ve halifesi Baba * İshak'ın ön­ derliğinde Selçuklu devletini tem elinden sarsan büyük bir ayaklanma başlattılar (-» B A B A İLE R AYAKLANMASI). Kırmızı baş­ lık, siyah cü bb e ve nalın giyen ve halife Ali'yi aşırı derecede yücelten babailerin din ve tasavvuf alanındaki düşünceleri ye­ terince bilinm em ektedir. Düşüncelerinin ve eylem lerinin kaynakları, nedenleri; ta­ savvuf, din ve siyaset alanlarındaki etki­ leri hakkında, farklı görüşler öne sürül­ m ektedir. Bununla birlikte, A n a do lu ’da babaıler ayaklanmasının bastırılmasından (1240) sonra gelişen bektaşilik, hurufilik, kızılbaşlık gibi genellikle ehli sünnet dışı sayılan akımların babailikten kaynaklan­ dığı ve babailiğin, bu akım lar içinde eri­ yip ortadan kalktığı kabul edilir. BABAKALE, Ç anakkale’nin Ayvacık il­ çesi, Gülpınar bucağına bağlı köy; 518 nüf. (1990). Kaymak Mustafa Paşa’nın yaptırdığı kalede bir cami, mezarlıkta Sultanbaba türbesi bulunmaktadır. Balık­ çılık ve bıçakçılık. BABAKÖŞ a. A n a do lu ’da ve A vru pa ’ da yaşayan, yılan biçiminde ayaksız kerten­ kele. (Bil. a. Anguis fragilis; Anguidae famil­ yası; boy 50 cm'ye kadar; yarısı kuyruk.) — ANSİKL. Babaköşe ağaçlıklarda ve çit­ lerde rastlanır; alacakaranlıkta dolaştığın­ dan seyrek görülür. Böceklerle, özellikle süm üklüböcek ve yer solucanlarıyla bes­ lenir. Vivipardır; dişi babaköş ilkbaharın sonuna doğru on kadar yavru doğurur. BABAKÖY, Balıkesir’in Bigadiç ilçesi, merkez bucağına bağlı köy; 1 059 nüf. (1990). PTT. Yörede, Kurt Bittel’in yönet­ tiği kazılarda, Yortan* mezar kültürüyle ilişkili küp mezarlar bulundu. Bu m ezar­ larda, pithos’lar içinde, dizler ve baş ka­ rına çekilmiş biçim de (hoker) göm ülü ölü­ lerin yanında, kazıma tekniğiyle bezenmiş külrengi keramikler, madenden ve kemik­ ten yapılmış arm ağanlar ortaya çıkarıldı. İ.Ö. III. bine tarihlenen mezarlarla ilgili yer­ leşmenin yeri saptanamadı.



BABALANMAK gçz. f. Tkz. Ö fkelen­ mek, hiddetlenmek; kabadayılık yapmak, diklenmek. BABALI sıf. 1. Babası olan. — 2. A rada bir sinir nöbeti tutan kimse için kullanılır. — 3. Babalı kâğıt, üstü işaretli oyun kartı (arg.).



BABALIK a. 1. Baba olanın durumu, ni­ teliği: Ç ocuğu olm ayan babalığın ne ol­ duğ u n u bilemez. — 2. Ü vey baba (iyelik ekiyle): Babalığım b ana öz babam g ib i davranırdı. — 3. Yörs. Kayınbaba. — 4. Kaba. Yaşlı erkekler için kullanılan kü­



çümseyici seslenme sözü: H ey babalık, lendirdi, destekledi. C ephe haberlerini burada oturamazsın. — 5. (Bir kimseye) halka duyurabilm ek için sabah akşam çı­ babalık etmek, yapm ak, (ona karşı) ba­ kardığı ekleri parasız dağıttı. Cumhuriyetin balık görevini üstlenmek, (onu) koruyup ilanından sonra devrimlerin yayılıp be­ kollamak: Baban öldü, bundan böyle kar­ nimsenmesine çalıştı. Kadrosunda Server deşlerine sen b abalık yapacaksın. Bize (İskit), Naci Fikri, N am dar Rahmi (Karaettiğiniz babalığı h içb ir zam an unutam a­ tay), Ekrem Reşat, Sadettin Nüzhet (Eryız. gun), Süreyya Sami (Berkem), Enver — Med. huk. Babalık davası, evlilik dışın­ Behnan (Şapolyo) gibi yazarların bulun­ da doğan çocuğun babasının, m ahkeme duğu gazete, Anadolu basını için bir okul kararıyla belirlenmesi için çocuk ve anne görevini yaptı, b irço k yazar ve gazeteci tarafından açılan dava. (Bk. ansikl. böl.) yetiştirdi. Ülusal Kurtuluş savaşı’nda || Babalık karinesi, d oğum dan önceki üç önemli bir yeri oldu. yüzüncü günle yüz sekseninci gün ara­ BABALIM (Mazlum), M azlum Baba da sında erkeğin, çocuğun annesiyle cinsel denir, türk din adamı, bektaşi şeyhi (De­ ilişkide bulunduğunun saptanması halin­ nizli 1860 - 1945). Bektaşi şeyhi Ali Dede bu durumun babalık için yasal delil sa­ d e ’nin oğlu. M edrese eğitim i gördü, ba­ yılması. (Bk. ansikl. böl.) basının yerine Tavas bektaşi tekkesi post— ANSİKL. Med. huk. İki türlü babalık d a ­ nişini oldu. Ulusal Kurtuluş savaşı başın­ vası vardır: mali babalık davası, kişisel so­ da Denizli’de kurulan Reddi ilhak ve ar­ nuçlu babalık davası. Mali babalık dava­ dından Heyeti milliye cem iyetlerini des­ sı, yalnız mali sonuçlar doğurur, çocukla tekledi (1919). A n ka ra ’da toplanan ilk b aba arasında hısımlık bağı yaratmaz. TBM M ’ye Denizli milletvekili seçildi (1920 Ç ocuk babasının soyadını alam ayacağı -1923). gibi onun mirasçısı da olamaz. Buna kar­ şılık, kişisel sonuçlu babalık davası, evli­ ■ BABAN (Hüseyin Şükrü), türk iktisatçı ve lik dışı çocukla babası arasında hukuksal gazeteci (Bağdat 1890 - İstanbul 1980). Pa­ anlam da bir hısımlık ilişkisi kurm ak am a­ ris Hukuk fakültesini bitirdi (1913). Mat­ cını taşır. Böyle bir dava sonunda baba­ buat genel m ü dü rlü ğü 'n de çalışm aya lığa hükmedilirse, çocukla baba arasın­ başladı. Mısır fevkalâde komiserliği sek­ d a hısımlık bağı kurulur. Bunun sonucu reteri olarak Kahire’ye gitti (1914). Brest olarak da ço cuk babasının soyadını alır -Litovsk anlaşması sonrasında .Moskova’ ve onun mirasçısı olur. Kişisel sonuçlu ba­ ya gönderilen kurula katılarak savaş biti­ balık davasının açılabilmesi için yasanın mine değin orada kaldı (1918). Yurda dö­ aradığı koşullar şunlardır: erkeğin kadı­ nünce kısa bir süre Dahiliye nezareti na evlenm e vaadinde bulunm uş olması um um m ü dü rü olarak çalıştı. 1 926’da ya da cinsel ilişkinin bir suç oluşturması Mülkiye mektebi iktisadi doktrinler ve sos­ ya da bu ilişkinin nüfuzun kötüye kullanıl­ yal ekonom i kürsülerinde öğretim üyeli­ masıyla gerçekleşmesi (Türk Med. k. md. ğine başladı, bu kuruluşta aynı zam anda 310/1). Anasaya mahkemesi, 21.5.1981 6 yıl m üdürlük yaptı. 1932-33 arasında tarih ve 1980/29 E.,1981/22 K. sayılı ka­ Yüksek tedrisat um um m üdürlüğü göre­ rarıyla, Türk M ed. k.’nun 310. m addesi­ vini üstlendi. 1933’te İstanbul Hukuk fa­ nin ikinci fıkrasında yer alan “ cinsel ilişki kültesinde iktisat ve iktisadi doktrinler tarihi sırasında baba evli idiyse, yargıç kişisel kürsüleri ordinaryüs profesörü oldu. sonuçlu babalığa karar veremez” hükm ü­ 1936’da iktisat fakültesi'nin kurulması nü iptal etmiştir. Anayasa m ahkem esinin üzerine, aynı görevle bu fakültede çalış­ bu iptal kararından sonra erkek evli de ol­ m aya başladı, bu görevini 1959’a değin sa, kişisel sonuçlu babalığa karar verile­ sürdürdü. Bu süre içinde Yüksek iktisat bilm ektedir. Türk Med. k.’nun 303. m ad­ ve ticaret o kulu’nda da öğretim üyeliği desine göre, ana gebe kaldığı zaman yaptı. başka bir erkekle evliyse babalık davası, Şükrü Baban, gazetecilik yaşam ına ik­ ancak çocuğun nesebinin sahih olm adı­ dam gazetesinde tiyatro eleştirileri yazarak ğına yargıç karar verdikten sonra açıla­ başladı. 1909-1913 arasında, Paris’ten, Tabilir. Babalık davasını açm a hakkı, anne nin gazetesine yazılar yazdı. Yeni sabah, ve çocuğa tanınmıştır. Babalık davası, ba­ Olaylara tercüman gazetelerinde dış politi­ ba olduğu iddia edilen erkeğe, o ölm üş­ ka yazarı olarak çalıştı. Tercüman-ı hakikat se m irasçılarına karşı açılır. Dava, çocuk gazetesinin sahip ve başyazarlığını yaptı, bu doğm adan ya da doğum dan başlayarak görevini 1944’e değin sürdürdü. Çeşitli der­ en geç bir yıl içinde açılmalıdır. Ç ocuğun gilerde çok sayıda makalesi yayımlandı. doğum undan sonra ona bir kayyım tayin Başlıca yapıtları: Paranın mahiyeti (Ankara, edilmişse, bir yıllık süre kayyımın tayin 1940), La loi de sauvergarde (İstanbul, edildiği tarihten başlar. 1940), Milli koruma kanunu (İstanbul, 1940), Babalık karinesi. D oğum dan önceki üç Tatbiki iktisat (İstanbul, 1941), iktisat ders­ yüzüncü günle yüz sekseninci gün arasın­ leri (İstanbul, 1942), Ekonomi doktrinleri (İs­ da kalan devreye “ gebelik devresi ”, “ kri­ tanbul, 1945), Ekonomi politikaları (İstanbul, tik d e vre " adı verilir. Ç ocuğun bu devre 1946), iktisat biliminin umumi prensipleri (İs­ içinde ana rahm ine düştüğü varsayılır. tanbul, 1956). Ancak, babalık karinesi çürütülebilir. Er­ keğin baba olmasının olanaksızlığı, örne­ BABAN (Cihat), türk gazeteci ve siyaset ğin kısır olması karineyi çürütür. Erkeğin adamı (İstanbul 1911 -A n kara 1984). Sübabalığı üzerinde gerçekten kuşku uyan­ leymaniye mebusu ve Şirketi hayriye dıracak durum lar varsa karineye dayanıum um m üdürlerinden Hikm et B ey’in o ğ ­ lamaz. Kadının, gebelik devresi içinde lu. Süleym aniye’li Babanzade ailesinden. başka bir erkekle de cinsel ilişkide bulun­ Galatasaray lisesi’ni, İstanbul Üniversite­ d uğu kanıtlanırsa, babalık karinesi çürü­ si hukuk fakültesi’ni bitirdi (1934). Yargıç­ tülmüş olur. Çünkü böyle bir durum da en lık yaptı. G azeteciliğe Velit Ebuziya’nın az iki kişi için babalık karinesi doğacak ve Vakit gazetesinde çevirm en olarak baş­ gerçekte kimin baba olduğu anlaşılmaya­ ladı. Son posta, Doğu (Erzurum), Cumhu­ caktır. Bunun dışında, ananın g ebe kal­ riyet, Yeni sabah, Tasviriefkâr gazetelerin­ dığı zaman toplum un cinsel ahlak anla­ de yazı işleri müdürlüğü yaptı. Ziyat Ebuyışına aykırı düşen bir yaşam sürdüğü ka­ ziya ile birlikte Son saat gazetesini çı­ nıtlandığında da, babalık davası reddokardı. 1957’de Tercüm an gazetesini kur­ lunur. du. DP listesinden İstanbul milletvekili ol­ Babalık, K o n ya ’da yayımlanmış siyasal, du (1946). 1957’ye kadar önce DP, ar­ günlük gazete (1910-1952). Kurucusu ve dından Hürriyet partisi İzmir milletvekili sahibi Yusuf Mazhar Bey. 1917-1918 yıl­ olarak g örev yaptı. Çeşitli partilerin yayın larında Türk sözü adıyla yayımlandı. 1918 organlarında, A nkara’d a Zafer, Yenigün, kasımından sonra gene eski adıyla çıktı. Ulus; İstanbul'da Son havadis gazetele­ Önceleri haftada iki gün yayımlanırken 5 rinde başyazarlık yaptı. 1960 Kurucu nisan 1921 'den sonra günlük oldu. K on­ m eclisi’nde C H P ’li üye olarak bulundu. y a ’ nın başlıca düşün adamlarını sütunla­ Milli birlik iktidarının Basın yayın ve tu­ rizm bakanlığı (1960-1961) ve CHP'nin İs­ rında topladı. Ulusal Kurtuluş savaşı’nı iç­ tenlikle savundu; A nadolu halkını yürek­ tanbul, sonra da Çanakkale milletvekilliği­



1161



Hüseyin Şükrü Baban



ni yaptı (1961-1969). Milli güvenlik kon­ seyi iktidarı dönem inde kültür bakanı (1980-1981) oldu. Başlıca yapıtları: H itler ve nasyonal sosyalizm (1933), Yüzyılın büyü k kavgası Çin-Hus anlaşmazlığı (1968), A d e n a u e r (1968), Ho-Şi Minh (1968), Politika galerisi: büstler ve portre­ le r (1970).



BABANGİDA (İbrahim), Nijerya devlet başkanı, asker (Minna 1941). Ingiltere ve ABD’de kurslara katıldı. Biafra savaşı'nda (1967-1970) başarı gösterdi. Murtala Mu­ hammet’in askeri konseyinde yer aldı (1975). 1976'daki darbe girişiminin önlen­ mesinde etkili oldu. Cumhurbaşkanı Shagari'yi deviren darbeyi düzenleyenlerden bjriydi. D esteklediği general Buhari devlet başkanı olunca, genelkurmay başkanlığına atandı (1983). Konsey içindeki görüş ayrı­ lıkları nedeniyle bir darbe düzenledi; kon­ sey ve devlet başkanlığını ele geçirdi (27 ağustos 1985). Eski yönetimi, muhaliflerine ve sivil yönetim yanlılarına karşı sert tutumu nedeniyle kınadı. Siyasal suçluları serbest bıraktırdı.



BABANGİLER -



BANGİLET.



BABANİA. Mit. Urartular’da yukarı yurt tanrısı.



BABANLAR ya da BABANZADELER, kökeni baba Süleym an’a dayanan aile. İlk yönetim merkezleri olan Kala Çuvalan’da (Sülcymaniye yakınlarında) uzun süre kendi kurdukları ocağın (beylik) m u­ tasarrıflığını yaptılar. Ocağı ilk kez kurup çevre ilçeleri d . ele geçiren Fatih Ahmet adlı bir derebeyinin, daha sonra yöneti­ mi Süleyman Bey'e devrettiği (1669/70) söylenir. Böylece Süleyman Bey’in kar­ deşleri ve ardından da onların oğulları sı­ rasıyla mutasarrıf olarak başa geçtiler. Ancak, Baban ailesi içindeki çekişmeler sonucu ocak ortadan kalkınca, ailenin bi­ reyleri yörede ayrı yerlere dağıldı. Bun­ lardan Abdurrahm an Paşa'nın oğlu İbra­ him Paşa, Süleym aniye adını verdiği ye­ ni bir kent kurdu (1783). 1830’da sülale­ nin başına geçen Ahmet Paşa'nın Koi savaşı'nda Bağdatlı Necip Paşa'ya yenilme­ si üzerine bağım sızlık'arını y itird ile r (1847). Süleym aniye'de bugün eski Ba­ ban ailesinden pek ço k kişi bulunmasına karşın, yalnız Süleyman ıe İbrahim paşa­ ların torunlarına önemli büyüklükte to p ­ raklar miras kaldı. Babanlar'ın çoğu, ay rica hukukçu olarak sivrilip ün kazandığı gibi, Türkiye ve Irak'ta bakanlık yapanla­ rı da vardır. Babanzade Ahmet Naim, Prof. Şükrü Baban, Cihat Baban bu aile­ nin Türkiye'deki ünlü üyelerindendir.



BABANZADE AHMET NAİM, türk eği­ tim ci ve yazar (Bağdat 1872 - İstanbul 1934). Mektebi m ülkiye'yi bitirdikten son­ ra Hariciye nezareti'nde görev aldı ve ay­ nı zam anda Galatasaray sultanisi'nde arapça dersleri verdi. A rapçadan yaptı­ ğı çevirileri "B ed a ii a ra p ” başlığı altında Servet-i fünun dergisinde yayımlandı. II. M eşrutiyet’ten (1908) sonra Sebilürreşat dergisinde yazdı. İslamcılığın en önde ge­ len savunucularından biri olarak tü rk mil­ liyetçiliğine karşı çıktı, islam da dava-yı kavm iyet (1913) adlı yapıtında milliyetçili­ ği Batı'dan gelen ve İslam birliğine mu­ sallat olan bir hastalık olarak niteledi. Bu dönem de, M aarif nezareti yüksek tedri­ sat umum m üdürlüğü'nde görev aldı. Darülfünun’da felsefe dersleri okuttu ve bir ara Darülfünun eminliği (rektörlük) yaptı. Mütareke yıllarında Âyan üyesi oldu (1919). C um huriyet’in ilanından (1923) sonra yeniden D arülfünun’daki görevine döndü ve 1933 üniversite reform unda em ekliye ayrılıncaya kadar buradaçalıştı. BABANZADE İSM AİL HAK K I, türk yazar, siyaset ve bilim adamı (Bağdat 1876 - İstanbul 1913). Süleymaniyeli Ba­ banzade Mustafa Zihni Paşa'nın oğlu. Ahm et Naim ve Şükrü Baban’ ın kardeşi. Galatasaray lisesi'ni bitirdi. Mülkiye (Siya­



sal bilgiler) son sınıftayken, A bd ülh am it’ in okuttuğu m evlidin şekerini yem ediği için, bazı sınıf arkadaşlarıyla birlikte okul­ dan kovuldu. Ahm et C evdet’in ikdam ga­ zetesinde çalışm aya başladı. Meşrutiyet' in ilanından sonra Bağdat milletvekili se­ çildi (1908). Hüseyin Cahit Yalçın’ın Tanin gazetesinde dış politika yazıları ve Meclisi mebusan görüşmelerine ilişkin ya­ zılarıyla dikkati çekti. Hakkı Paşa kabine­ sinde M aarif nazırı oldu (1910). Meclis feshedilince (1911) yeni m eclise divani­ ye milletvekili olarak katıldı (1912). Gaze­ teciliğin yanı sıra M ülkiye m ektebi'nde anasaya hukuku dersleri verdi. Irak’taki osmanlı yönetiminin düzeltilmesi yoiundaki yazıları dış basında d a yankılar uyan­ dırdı. Bu yazılarını Irak m ektupları adı al­ tında topladı. Ali Reşat Bey ile birlikte D reyfus meselesi adlı bir kitap yazarak antisemitizmin (yahudi düşmanlığı) ne­ denlerini anlattı. Hukuku esasiye adlı ders kitabı üniversitelerde okutulan önemli kaynak kitaplardan biri oldu.



BABANZADE MUSTAFA Z İH N İ PAŞA, türk yönetici, yazar (İstanbul 1848 -ay.y. 1928). B a ğ da t’ta Mithat Paşa'nın mühürdarıydı. Çeşitli kentlerde m u­ tasarrıflık ve valilik yaptı. Yanya valiliği sı­ rasında Balkan savaşı'na girilmesine karşı çıktı; latin abecesini kullanmak için hare­ kete geçen Arnavutlar’a engel olmayaca­ ğını BabIâli'ye bildirdi. Rütbesi indirilerek Bolu m utasarrıflığına gönderildi. Halifeli­ ğin osmanlı hanedanına geçm esinin ta­ rihsel gerçekliğe uymadığını savunan bir kitap yazınca Kastam onu’ya sürüldü. Başlıca yapıtları: ilim ve İslam, M ikyas ül -ahlak, Kuvayı m aneviye, islam da hilafet.



BABANZADELER







BABANLAR.



BABASIZ sıf. Babası ölmüş olan kimse, özellikle çocuk için kullanılır; yetim: Beş yaşındayken babasız kalmıştı.



BABASOYLU sıf. Antropol. Yalnızca baba akrabalığına önem verilen soyzinciri için kullanılır. (Babasoylu toplumlarda, babanın, onun akrabalarının ya da ço­ cuklarının taşıdığı ad, sahip oldukları ay­ rıcalıklar ve üyesi oldukları sınıfın ya da klanın niteliği, kuşaktan kuşağa geçer; ana tarafından akrabalara hiçbir hak ta­ nı.;, naz.) BABASOYLULUK a. Antropol. Tüm üyeleri, kendilerini, gerçek ya da varsa­ yılan bir ortak atanın — kadın ya da er­ kek— tarafından torunları sayan tekçizgili soyzinciri grubu ya da soysopu. — ANSİKL. Babasoyluluk, toplum sal bir ilişkınlik grubu belirtir. Bu nedenle de bababirliğe dayalı bir gruptan ayrı tutulm a­ lıdır. Kadınlar (özellikle ana) aracılığıyla geçen biyolojik ilişki, genellikle kabul edi­ lir, ama birey, kadınların akrabalık g ru p ­ larını akraba olarak tanımaz. Tekçizgili bir akrabalık grubuna ilişkinlik dışında baba­ soyluluk, genellikle fiziksel, yasal ya da gi­ zemli (yaşam gücü, vb.) niteliklerin kalı­ tım ve aktarılma yollarını da öelirtir.Bu tür­ den tekçizgili akrabalık grubu, öbür tek­ çizgili g rup türlerinden (anasoyluluk, ikili soyzinciri) kesinlikle daha yaygındır. BABASSU a. Brezilya’da yetişen, 15-20 m yüksekliğinde gösterişli ağaç. (Orbigny cinsindendir; palm iyelerle aynı fam ilya­ dan.) Babassu her biri 150 g gelen ve etli kısmı lifli olan 200 kadar meyve verir. M eyve çekirdeği içinde, birçok yassı ta­ ne bulunur; bu tanelerden kopra (hindis­ tancevizi içi) yağına benzeyen ve yüksek o randa doym uş yağ asidi içeren sıvı bir yağ elde edilir. Brezilya'da kendiliğinden yetiştiği halde yıllık üretimi, 1977'den beri 150 000 tonun üzerindedir. BABATORUN, Hatay'ın Altınözü ilçe­ sine bağlı bucak; 15 747 nüf. (1990); 8 köy. Merkezi Babatorun (esk. Babı To­ run, Baotrun): 1 315 nüf. (1990).



BABAYAĞMUR, Yozgat'ın Sankaya ilçesi merkez bucağına bağlı belde; 1 863 nüf. (1990).



BABAYAN çoğl.a.(türkç b a b a ’nın fars. çoğl. bâbSyân). Esk. Tarikat babaları, şeyhleri; bektaşi şeyhleri. BABAYANİ sıf. (baba ve fars. -ane 'den babayâne, derviş gibi, dervişçesine). 1. Gösterişi olm ayan, özentisiz; görm üş ge­ çirm iş kimse için kullanılır. — 2. Bu tür bir kimseye özgü: B abayani b ir tavır takın­ mak. — 3. Özensiz, gösterişsiz: Sırtında babayani b ir m anto vardı. BABAYANİLİK a. Babayani olm a d u ­ rumu, niteliği.



BABA YERLİ sıf. Antropol. Evlenen ka­ dının, kocasının ailesi yanında oturması­ nı belirtm ek için kullanılır.



BABAYEVSKİY (Semyon Petroviç), sovyet yazar (Kuni, H arkov bölgesi, 1909). Köylü kökenli olan Babayevskiy, kollektifleşme üzerine anlatılar (Fierte (fr. çev ], 1936), kolhozların yeniden kurul­ ması üzerine romanlar (Lumıere sur la terr e [fr. çev ], 1947-1950) yazdı. Sonraki ya­ pıtları (les Soeurs [fr. çev ], 1958; le Fils rebelle [fr. çev ], 1961), militan bir yaşa­ mın yarı-yaşamöyküsel bir döküm ü olan Ce bas m o n d e 'dan (fr. çev.) [1968-69] ayrılır. BABAYİĞİT sıf. ve a. 1. iri yarı, güçlü kuvvetli kimse için kullanılır: B abayiğit bir delikanlı. — 2. Korkusuz, yürekli kimse için kullanılır: içinizde benim le güreşecek babayiğit varsa işte meydan. Neden böy­ le yaptıklarını açıklayacak b ir babayiğit çıkmadı. Babayiğit (The Piayboy o f the Western_ World), J.M . S ynge'in (1907) lirik traji -komedisi. Köy halkı, sarhoş babasını öl­ dürdüğünü söyleyen Christy M ahon’u çok iyi karşılar. Ne var ki, öldürüldüğü söy­ lenen baba yaralı olarak ortaya çıkar.Yalancı durum una düşen kahraman, namu­ sunu kurtarm ak için babasını yeniden öl­ dürm ek ister. Linç edilecek olur. Dokuz canlı baba, oğlunun imdadına koşup onu kurtarır ve bu arada kendisi de değişir; artık herkesle iyi geçinecektir. Oyunun ilk temsili olaylı itirazlara yol açtı: her türlü ulusal yücelme duygusuna ve ibsen tiyat­ rosuna yaraşır ağırbaşlılığa ters düşen bir dil ve üslupla “ köylülerim ize” iftira edili­ yor, dendi.



BABAYİĞİTLİK a. Babayiğit kimsenin niteliği, bu kimseye özgü davranış.



BABBAGE (Charles), İngiliz matematik­ çi (Teignmouth, Devon, 1792 - Londra 1871). Cam bridge üniversitesi’nde mate­ matik profesörüydü. 1833'ten başlayarak, Babbage kendini özellikle bir hesap ma­ kinesinin yapımına adadı. Analytical engi­ ne adı verilen makine sonlu artmalar he­ sabı üzerine dayanıyordu ve yalnızca dört aritmetik işlem için değil, işlem dizileri için de tasarlanmıştı. Buharla çalışacaktı. İngi­ liz hükümetinin mali desteğiyle, Babbage makinenin değişik parçalarını yapabildi. Ne var ki, makinenin karmaşıklığı devrin teknik olanaklarını aştığından, bunları hiç­ bir zaman bir araya getiremedi.Seri üretim üzerine yazdığı bir kitapta (Econom y of M achinery and Manufactures, 1832) ge­ liştirdiği işlemsel araştırma yöntemini, top­ lu iğne üretimine ve postaya uyguladı BABBAR, doğan güneşin süm er dilin­ deki adı ve güneş tanrının görünüm lerin­ den biri, BABBİT (Milton), amerıkalı besteci (Philadelphia 1916). 1938’de Princeton Üni­ versitesi’nde öğretim görevine atandı. Ay­ nı zam anda m atem atikçi olduğundan, m üziğin yanı sıra 1943-1945 arasında matematik de okuttu. Ülkesinde en ileri di­ zisel akımları temsil etti, bütünsel diziselliği ilk kez uyguladı.Özellikle çalgı müziği alanında ürün verdi: Three Compositions for Piano (1947), Composition for four Ins­ trum ents (1948), C om position for twelve instrum ents (1948; 1954’te kimi değişik­ likler yaptı). Babbltt, Sinclair Levvis'in romanı (1922).



Babıâli 1920’lerin yergili kroniği; roman, emlakçılıkla zengin olan ama ahlakçı tavrıyla is­ tekleri arasında ezilen George F. Babbitt in başarı ve başarısızlıklarını anlatır. Bab­ bitt adı, görüntü ve tüketim kültürünün ürünü olan "sıradan am erikalı” tipini ad­ landırm ak !çin kullanılan bir sözcük ol­ muştur.



BABEK, hürremiye adlı dinsel-siyasal hareketin İran kökenli önderi (öl. 838). M edayinli bir yağ tüccarının oğlu. Azer­ bayca n ’da, hürrem ilerin önderi Cavidan bin Sehl ile tanışarak yandaşlan arasına katıldı. Cavidan ölünce, onun ruhunun kendisine geçtiğini öne sürüp, Arran'ın dağlık Bazz bölgesinde yaşayan halkı A b­ basi Halifesi M em un’a karşı ayaklandırdı (816). Halife M em un’un gönderdiği kuv­ vetler hiçbir başarı elde edem edikleri gi­ bi, ayaklanm a Cibal bölgesine kadar ya­ yıldı. Mutasım halife olunca (833) kom u­ tanı A fşin’i Babek’in ayaklanmasını bas­ tırm akla görevlendirdi. B abek’i m eydan savaşında bozguna uğratan Afşin, ardın­ dan Bazz kalesini de ele geçirdi (837). Babek kaçtıysa da, A rra n ’da yakalandı, S am ara'da elleri ve ayakları kesilerek öl­ d ürüldü (838). XI. y y .’a kadar Bazz'da varlıklarını koruyan yandaşlarının bir bö­ lümü sonradan sunni müslüman oldu, ge­ riye kalanlar da ismaililer arasına karıştı. BABEL, B abil’ in ibranice karşılığı. Yeni Ahit’te Babel, putperest kentin simgesi R om a’yı belirtir. BABEL (isaak Em manuyloviç), sovyet yazar (Odesa 1894 - ? 1941). G orki’nin yüreklendirdiği Babel, doğalcı estetik çiz­ gisinde anlatı dizileri yayımladı. Yahudi kı­ yımlarının izlerini taşıyan çocukluk anıla­ rından sonra (Histoire d e m on pigeonnier [fr. çev.], 1925), Budennıy’ın ordusunda­ ki yaşantılarını renkli bir dille çizen Konarm iy'ı (1926) ve liman serserileriyle önder­ leri Benya Krik’i betim leyen Odesskie rasskazy'i (1931) yazdı. Ayrıca, oyunları (Zakat, 1928; Manya, 1935) ve ko le ktif­ leştirme üzerine tam am lanm am ış bir de romanı vardır. Troçkicilikle suçlanan Ba­ bel, 1 939’da tutuklandı. BABELEGİ, Bophuthatsvana’nın baş­ lıca sanayi bölgesi, Pretoria’nın K.-B.'sında.



lipp von Schvvaben ile ittifak yaptı; im pa­ ratorluk naipliğine atandı. Fransa'da Albililer’e, ispanya’da Mağribliler'e karşı sa­ vaştı, iki kez de Filistin’e gitti.Krain’ in bir bölüm ünü aldı; — FRİEDRİCH II Kavgacı (öl. 1246), 1230 ’dan 12 46 ’ya kadar markgraflık yaptı, M acarlar’a ve Bohemyalılar’a karşı savaştı. Babası im parator Friedrich ll'ye karşı başkaldıran Roma kralı H einrich VII von Hohenstaufen’i destek­ lediği için, imparatorluktan sürüldü. Friedrich ll’nin düşm anlarına karşı onunla ba­ rıştı ve Avusturya’ nın kalıtsal krallığa yük­ seltilmesi sözünü aldı. Am a ço k geçm e­ den M acarlar’a karşı bir sefer sırasında öldürüldü. Kendisiyle birlikte soyu d a tü ­ kendi.



BABESİOİDEA a. Om urgalıların ve özellikle m em elilerin alyuvarlarında asa­ lak yaşayan, çok küçük boylu protozoerleri içeren alttakım. (Uzun süre başka gruplarla akrabalıkları belirlenemeyen bu protozoerler, kist oluşturmadıkları halde, artık başlıbaşına ayrı bir öbek sayılm ak­ tadır.) BABESİYOZ a. (fr. babesiose; öz. a. B a b es’ten). Vet. Babesioidea alttakımından bir protozoerin (babesia ya da babesiella), kene sokmasıyla bulaşarak meme­ lilerin kanında alyuvarlara yerleşm esin­ den doğan asalak hastalığı. (Eşanl. babeSİELLOZ.) — ANSİKL. Kenenin sokm asından sonra



birkaç gün süren kısa bir kuluçka devre­ si yer alır; bu sırada asalak çeşitli orga n ­ larda (karaciğer,dalak) çoğalır, sonra küt­ le halinde kandaki alyuvarlara yerleşir. Al­ yuvarların yıkımı (mekanik, kimyasal, vb.) çok şiddetli hem oglobinüriye neden olur; bu d a hayvanları zayıflatır, hatta hayvan kırımına yol açar. Babesiyoz Türkiye’de sığır, at, koyun ve köpek gibi memeli hay­ vanlarda görülebilir. Tedavi için aralıklı olarak gonakrin ya d a zotelon (akaprin) iğnesi yapılır.



BABEŞ (Victor), rumen hekim ve bakte­ riyolog (Viyana 1854-Bükreş 1926). Ru­ am basilini ilk kez o tanımladı (1881). Sü­ rü hayvanlarında bulunan aiyuvariçi asa­ lakları ve bağışıklık kazanmış hayvanla­ rın kanının bağışıklık sağlayıcı nitelikler ta­ şıdığını keşfetti.



BABET a. Ayakkc. Dans ayakkabısın­



Kasaba yakınında; 112 700 nüf.



dan esinlenerek yapılmış, genelllikle d ü ­ şük ökçeli, dekolte tip hafif kadın ayakka­ bısı.



BABENBERG ailesi, Franken köken­



BÂBET a. (ar. bâbet). Esk 1. Yukarıdaki



BAB EL-UVED, Cezayir in kuzey semti,



li aile; adını, H einrich l’in kayınbiraderi gibi olan. — 2. Uygunluk. — 3. Alt bölüm. N ordgau (R egensburg’un K .’indeki böl­ ge) m arkgravı H einrich tarafından yaptı­ S) BABEUF (François Noel, G ra c c h u s — denir), fransız kuramcı ve devrimci (Saint rılan B abenberg şatosu’ndan aldı. Daha IX. y y .’ın sonunda güçlü olan aile, im pa­ -Ouentin 1760 - Vendöme 1797). Noyon’ da kadastro m em uru, sonra Santerre’de rator Otto II Avusturya markalığını kont Roye toprak komisyonu üyesi oldu. Tam Leopold l ’e verince etkisini daha da yay­ bir eşitlik öneren Collignon adlı bir ütopdı. Ailenin en önemli üyeleri şunlardı: LE­ yacının broşüründen (Prospectus d ’un OPOLD I Ünlü (öl. 994); 976 ’dan 994’e ka­ m em oire patrio tiq u e su r /es causes d e la dar markgraflık yaptı, Macarlar'dan Viya­ g ran d e misbre q u i existe partout, 1786) na bölgesini aldı; — LEOPOLD II Güzel (öl. etkilendi. 1787'de hükümete geniş bir ver­ 1095); 1075'ten 1095’e kadar markgrafgi reformu planı sunm ak üzere Paris’e git­ lık yaptı, Bohemyalılar’a başarıyla direndi; ti. Bu planı 1790'da le C adastre perpd— LEOPOLD III Sofu (1073-1136), 1095'ten tuel adlı bir broşürün Ö n sö zü nd e açıkla1136’ya kadar markgraflık yaptı, im para­ dıysa da bir sonuç elde edem edi. Bu ön­ tor H einrich IV’ün kızı Agnes ile evlendi. sözde, G racchus kardeşler tarzında bir 1 4 8 5 ’te ermişler listesine alındı; — LEO­ toprak yasası yapılması, yani toprakların POLD IV, 1136’dan 1141 ’e kadar markdağıtılması gerektiğini ileri sürüyordu. O graflık yaptı, üvey kardeşi imparator Konsırada Picardie köylülüğünün toprak üze­ rad IH’ten Bavyera dukalığını aldı (1138); rindeki geleneksel haklarını korum ak için — HEİNRİCH II Jasom irgott, 1 1 4 1 'den yürüttüğü savaşımlar içinde yaşaması, 117 7 ’ye kadar m arkgraflık yaptı, bir ön­ onun ilk devrim ci deneyi oldu. Yurtsever­ cekinin kardeşi, im paratorun Avusturya liği savunan kısa ömürlü bir gazete çıkar­ markalığını kalıtsal Avusturya dukalığına dı: 1792 ’de Somme genel m eclisi’ ne se­ dönüştürm esini sağladı (1156); — LEO­ çildi, M ontdidier’d e ilçe yönetmeni oldu. POLD V, 1177’den 119 4 ’e kadar markgraflık yaptı, Avusturya dükü unvanını aldı Bu sırada sahtekârlık suçundan gıyaben (1177), S teierm ark’ı topraklarına kattı mahkûm edildiyse de, yargıtay hükmü bozdu. R obespierre’in düşürülm esi üze­ (1192). Akka önünde (3. haçlı seferi) Arslan Yürekli R ichard tarafından hakarete rine Paris’e yerleşti. Orada bir süre robesuğraması üzerine, dönüşünde onu yaka­ pierreciliğe karşı çıktıktan sonra, mini­ layıp im parator H einrich IV'e teslim etti; mum yasasının ve "g ü d ü m lü ” ekonom i­ — LEOPOLD VI Şanlı, 1198’den 1230’a nin önemini kavradı. GRACCHUS BABEUF kadar m arkgraflık yaptı, W elf Otto IV von imzasıyla, çıkardığı le Tribün du peuple gazetesinde de bu tezleri sergiledi. "Eşit­ B raunschw eig’a karşı savaşımında, Phi-



ler Cum huriyeti” ™ kurm a ereğiyle, bu ga­ zetede özel m ülkiyetin kaldırılmasını ve toprakların ortaklaşa kullanımını savuna­ rak, kom ünist kuram lar geliştirdi (1795). 1796’ nın başlarında, halkın korkunç sefa­ leti ve Directoire’ın yetersizliği karşısında, komünizmi getirm ek için bir başka eylem biçim ini, doğ ru d an eylemi savundu. Babeuf, dostları Darthe ve Buonarroti ile bir­ likte, Directoire’ı devirm ek ve bu yeni reji­ mi kurm ak ereğiyle, kendi komünist yan­ daşlarından başka, birçok jacobin ve es­ ki terörcüyü de içine alan gizli bir örgüt kurdu. Ordu ve polis içinde de kolları bulunan bu eylem e “ Eşitler kom plosu" dendi. Mayıs 1796’da, Grisel tarafından C arnot’ya ihbar edilen komplocular tutuk­ landı. Babeuf ile Darthö, bir yıl sonra, Vendöm e’da ölüm cezasına mahkûm oldular (26 mayıs 1797) ve B abeuf’ün başarısız bir intihar girişim inden sonra, ertesi gün idam edildiler Bu arada, babeufçülerGrenelle garnizon birliklerini ayaklandırmaya çalıştılarsa da, başarı elde edemediler. A ralarından otuzu tutuklanarak kurşuna dizildi. Buonarroti’nin 1828’de yazıya dök­ tüğü Eşitler komplosu, Directoire tarihin ­ de basit bir olaydan başka bir şey değ il­ di; am a bunu kom ünizm i kurm a yolunda ilk girişim olarak gören XIX. yy. devrim ci­ lerini çok etkiledi. (-♦ b a b e u f ç ü l ü k .)



BABEUFÇÜLÜK a B abeuf’ün ve izle­ yicilerinin öğretisi. — A n s İk l . B abeuf'ün öğretisi, ağıtlarıyla bu akımın propagandasını yapan şair Sylvain M arechal’in yazdığı Eşitler manifestosu’nda özetlendi. Bu m anifestoda şöyie deniyordu: "Gereksinim lerini giderMek ve doğanın bütün nimetlerinden tat almak her insanın hakkıdır. Toplumun, bu eşitliği pekiştirmesi gerekir." Babeuf, ça­ lışmanın, herkes için zorunlu olması üze­ rinde duruyor ve şöyle diyordu: “ Yetenek ve çalışma bakım ından üstünlük denen şey, bir aldatm aca” olduğundan, ücretler eşit olmalıdır. “ Mallar d a ortaklaşa olm a­ lıdır; toprak kimsenin malı değildir ve ürün herkesindir.” Köylü, tarlasını işlemeye de­ vam etmeli ve ürününü ortak am bara ge­ tirmelidir. Hükümet, ortak bir eğitimin des­ tekleyeceği eşitliği koruyacak biçimde, ekonom iyi denetim altında tutmalıdır. Ba­ zılarının lüksü ile bazılarının sefaletinin ye­ rini, genel rahatlık ve sadelik almalıdır. Bu öğreti, bir üretim komünizmi değil, bir bö­ lüşüm komünizmiydi. Babeuf’ ün düşün­ cesi, Rousseau, M ably ve M orelly'nin ah­ lakçı komünizmlerinin ve mantıksal sonuç­ larına ulaştırdığı 1789 ilkelerinin mirasçısıydı. Ona göre, sağlam bir toplumsal eşit­ likle tamamlanmadıkça, hukuksal ve siya­ sal eşitlik yalnızca biçim de kalacaktı. Ote yandan, Terör dönem inde devletin ekono­ mik hayata müdahalesi, Babeuf'ün bir tür güdüm lü ekonomi düşüncesine varması­ na da yol açtı. Babeufçülüğün tarihsel önemi, kom ü­ nizmin ilk kez bir felsefeci düşü olarak de­ ğil de, bir siyasal program olarak ele alın­ m asından ileri geliyordu. Yöntemi, marxçılığın yöntemini haber veriyordu. Sınıflar savaşımı kavramını ileri sürüyor, proleter­ lerin "en iyi yol göstericileri” olan çıkarla­ rında bir dayanak noktası arıyor, ama dev­ rimin gerçekleştirilm esinde halka güven­ m ediği için de, bu işi isyancı bir azınlığa veriyordu. Babeuf’ün görüşleri, örneğin 1848 devrim cileri arasında, ço k geç etkili oldu. Bu görüşler, B a b eu f’e “ ilk etkin ko­ münist partinin kurucusu” diyen Marx ta­ rafından incelendi. BABHAEON, Osmanlı dönem inde Koy u n h is a r, K.-B. A n a do lu ’da, M arm ara d e n iz in in güneyinde kale, Yalova yakın­ larında. Osm an Gazi yönetim indeki osmanlı ordusu, Bizanslılar'a karşı ilk zafer­ lerinden birini burada kazandı (1301). BABIÂLİ (ar. b s b ve cali'den bab-ı câ li). 1. Osmanlı devletinde sadrazamlık maka­ mına verilen ad. (Bk. ansikl. böl.) — 2. Os­ manlI devlet dairelerinin bulunduğu bina. (Bk ansikl. böl. Kur. tar.) — 3. Osmanlı



1163



Gracchus Babeuf Jules Porreau'nun gravürü (1846) Bibliothegue rıationale, Paris



Babıâli 1164



Babıâli tercümanı (solda) Atatürk kitaplığı, İstanbul



hüküm eti. — 4 . Gazetelerin çıktığı semt adından genelleşerek “ basın" anlamında kullanılır: Olayın B ab Iâ li'd eki yankıları. —ANSİKL. XVIII. yy. sonlarına kadar Paşa sarayı, Babı asafi, Vezir kapısı, Paşa kapısı diye anılan sadrazamlık dairesine Abdûlham it I dönem inde (1774-1789) Ba­ bIâli denm eye başlandı. Zam anla öteki­ leri unutturan bu terim, yabancılar tara­ fından "S ublim e Porte" biçim inde çe vri­ lerek osmanlı hüküm eti anlam ında kulla­ nıldı. XVII. yy. ortalarına kadar sadrazam la­ rın resmi bir makamı yoktu. Bu konum a yükselenler, genellikle saray yakınlarında bir konak kiralayıp bunun selamlık bölü­ münü Paşa kapısı olarak kullanırlardı. Devlet işleri Topkapı sarayı’nda Divanı hümayun’da görülürdü. Mehmet IV, 1654' te sadrazam olan Derviş Mehm et Paşa’ ya Alay köşkü’nün karşı sırasında bulu­ nan ve eski sadrazam lardan Halil Paşa' nın olan konağı verdikten sonra, onun da burasını döşetip Paşa kapısı yapması so­ nucu ardılı sadrazam lar bu binayı artık resmi makamları olarak kullandılar. Sad­ razam Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’ nın, eşi Fatma Sultan’ın (Ahmet lll’ün kı­ zı) bugünkü Cağaloğlu hamamının yerin­ de bulunan sarayının bir bölüm ünü yeni­ den düzenleyip Paşa kapısı olarak kullan­ ması üzerine Halil Paşa sarayı "eski Pa­ şa kapısı" ve Fatma Sultan sarayı da “ ye­ ni Paşa kapısı” diye anıldı. Patrona Halil ayaklanm asından ve Damat İbrahim Paşa ’nın ö ldürülüp Ahm et lll'ü n tahttan in­ dirilmesiyle Mahmut l ’in cülusundan son­ ra (1730) Fatma Sultan sarayı terk edile­ rek Halil Paşa sarayı, yine Paşa kapısı ola­ rak kullanıldı. 1739’ da yine Paşa kapısı yapılan Fatma Sultan sarayı, kısa süre sonra yandığından, bir kez daha eskisi­ ne taşınıldı. BabIâli’nin ilk çalışanları sayılan tevkii (reisülküttap), kethüdayı sadrıâlı ve çavuş­ ların çalıştığı daireleri kapsayan yapı 1 755’te, daha sonra da çeşitli tarihlerde yandı; bina yeniden yapılıp zam anla son şeklini alana kadar şu konaklar geçici bir süre sadrazam lık makamı olarak kullanıl­ dı: 1755 yangınından sonra K a d ırg a d a ­ ki Esma Sultan sarayı; 1808 yangınından sonra Beyazıt’ta Haşan Paşa hanı yakı­ nındaki Reis M ahm ut Efendi konağı; 1810 A lem dar M ustafa Paşa olayından sonra Beyazıt’ta M ürekkepçiler kapısıyla Haşan Paşa hanı arasındaki valide kethü­ dası Yusuf A ğa konağı; 1826 büyük Ho­ ca Paşa yangınından sonra Beyazıt’ta A ğa kapısı; 1838 yangınından sonra Be­ yazıt’ta bugün Edebiyat ve Fen fakültele­ rinin bulunduğu yerdeki N ecip Efendi ve ardından Zeynep Hanım konağı. 1911 ’de Dahiliye nezareti bölüm ü yandıktan son­ ra, orta yeri yapılm ayan bina iki bölüğe ayrıldı. Bugün bir bölü ğ ün d e İstanbul Vi­ layeti, ötekindeyse İstanbul Defterdarlığı bulunur. Yeniçeri ocağı’nın kaldırılmasından son­



$ | S < | ®



Babıhümayun (1478) Topkapı sarayı müzesi, İstanbul (Bizim yokuş), Rıfat İlgaz (Yokuş yukarı), ra devletin yönetim merkezi durum una Zekeriya Sertel (Hatırladıklarım), Sabiha gelen BabIâli’de işler içerde ve dışarda Zekeriya Sertel (Rom an gibi), Demirtaş olm ak üzere iki yönlü yürütülür ve bu g ö ­ C eyhun (B abIâli’nin şu son kırk yılı) vb. rüşm elere sadrazam ın başkanlığında yapıtlarında BabIâli’deki basın yaşamını şeyhülislam, kaptanıderya, kethüda, def­ terdar, reisülküttap efendi ve yüksek rüt­ dile getirdiler. 1970’lerden başlayarak birçok basıme­ beli öteki görevliler katılırdı. Bu arada na­ vi, yayınevi ve kitapçı, kentin başka böl­ zırlıkların kurulm asıyla yeni bir kim lik ka­ gelerine kaydı. zanan Babıâli (1826) ayrıca hüküm ete — Kur. tar. • Babıâli hademesi, Divanı hü­ yardımcı olarak Mecl.si vâlâyı ahkâmı ad­ m ayun’da görülen işlerin BabIâli’ye taşı­ liye ve Dârı şûrayı babıâli gibi iki büyük narak bütün devlet hizmetlerinin oradan kurum daha oluşturdu (1830). Abdülm eyönetilm eye başlanması üzerine görevli­ cit dönem inde (1839-1861) özellikle Âli ve Fuat paşaların sadrazamlıkları sırasında lerden sadaret kethüdası, reisülküttap, padişahın otoritesinin de üstünde bir güç çavuşbaşı, mektupçu, teşrifatçı, büyük ve kazanan Babıâli, tüm yönetim yetkisini ve küçük tezkireciler, beylikçi, ametçi, divitsiyasal etkinliği elinde toplayarak içerde tar, telhisçi, kethüda kâtibi, çavuşlar kâti­ bi, gedikli kâtibi gibi sadrazam dışında ka­ ve dışarda Osmanlı im paratorluğu’nu lan büyük m em urlara "Hadem e-i Babıâli” tam anlamıyla temsil etm eye başladı. ya d a “ Hademe-i Babıasafi’ ’dendi. 1835’te devleti yönetecek olanlara ayrın­ tılı bilgi verilmesi için M ahm ut ll’ nin bu bi­ • Babıâli hocası, kalemlerde çalışan genç nada kurduğu Babıâli hocalığı’nda M us­ kâtiplere, özellikle dil, okum a ve yazı ders­ tafa Reşit ve Mithat paşalar gibi ünlü dev­ leri veren düzenli öğretm enlerin unvanı. let adamları yetişti. XIX. y y .’ın ilk yarısına kadar devlet me­ A bdûlham it II dönem inde (1876-1909) murları yalnız arapça ile farsça’yı öğren­ m ek zorundayken, XIX. y y .’ın ikinci yarı­ yeniden saraya geçen yönetim yetkileri, sından sonra Avrupa dilleri bilen ünlü m ü­ II. Meşrutiyet duyu ru lup da bu padişah tahttan indirilene kadar böyle kaldı. Bal­ derrisler ve bilim adamları da bu göreve kan savaşı sırasında B abIâli’yi basan itti­ atandı. • Babıâli kalemleri, Babıâli ricalinin baş­ hat ve Terakki cem iyeti üyeleri, harbiye nazırı Nazım Paşa ile Kıbrıslı Tevfik Bey’i kanlığında çalışan daireler. İlk Babıâli ka­ öld ü rü p Kâmil Paşa başkanlığındaki hü­ lemleri Tuğrai tevkii, reisülküttap ve d a ­ kümeti düşürdüler. ( — BABIÂLİ BASKINI.) ha sonra da sadaret kethüdası dairelerin­ den oluşurken, M ahm ut II dönem inde Osmanlı İm paratorluğu ile birlikte tari­ he karışan BabIâli’nin bulunduğu bina, Dârı şûrayı Babıâli, Meclisi valayı ahkâ­ önce Büyük millet meclisi hükümetinin İs­ mı adliye ve ardından Tanzimat dönem in­ de kurulan Meclisi âli de bunlara katıldı. tanbul tem silciliğine verildi, sonra da İs­ • Babıâli kâtipleri, çeşitli kalem lerde çalı­ tanbul vilayet konağı oldu. şan görevliler. Bu dairelerin devlet m e­ — Basın. İstanbul’da basın ve basım ya­ şamının merkezi. S irkeci’den C ağ a loğ lu ’ murları kendi kuruluş yapıları içinde özel na kadar uzanan; yayınevlerinin, gazete olarak yetiştirildiklerinden önce, kâtip yönetim yerlerinin, basımevlerinin, kitab­ adayı adı altında uzun süre çalışırlar ve ancak iyice deneyim kazandıktan sonra e le rin in sıralandığı ca dd e (şimdiki Anka­ ra caddesi). Osmanlı im pa ra to rlu ğ u ’nda kâtipliğe atanırlardı. M em urlar her gün, hüküm et ve sadaretin bulunduğu yapı hatta bayram larda bile Babıâü’ye gelm ek anlam ına kullanılan sözcük, XIX. y y .’ın zorundaydılar. Sadrazamın izniyle nöbet­ leşe ya d a dönüşm eli olarak dışarı çıka­ sonlarına doğru, İstanbul basını için de kullanılan bir terim oldu. Türk basını, bilirlerdi. • Babıâli ricali, buraya bağlı kalem baş­ 1862’de Şinasi’nin Giritli Cemali E fendi’ k a la rın ın ortak adı. Nişancı, reisülküttap, nin evinde küçük bir basımevi kurarak daha sonra sadaret kethüdası ve çavuş Tasviri efkâr ı çıkartmasıyla BabIâli’ye yer­ ilk Babıâli ricalini oluştururken, Mahmut leşmeye başladı. Bu basımevinı öteki baII dönem inde Dârı şûrayı Babıâli ile M ec­ sımevleri izledi. Bu dönem den sonra ba­ lisi valayı ahkâmı adliye, ardından da Tan­ sın ve basım kavramları Babıâli adıyla öz­ deşleşti. Bu durum , C um huriyet’ten son­ zimat dönem inde kurulan Meclisi âli'nin Babıâli kalemlerine katılmaları üzerine bu ra d a sürdü. dairelerin başkanları da Babıâli ricalinden Babıâli ile ilgili basın ve edebiyat anıla­ sayıldı. rı birçok yapıta konu oldu. Ahm et Rasim (Muharrir, şair, edip), Hüseyin Cahit Yal­ ■ • Babıâli tercümanı, kalemin yüksek m e­ m urlarından biri olarak görevi, reisülküt­ çın (E debi hatıralar), Halit Ziya Uşaklıgil tap yabancı devlet elçileriyle görüşürken (Kırk yıl), Yakup Kadri Karaosm anoğlu çevirm enlik yapm aktı. Bu arada, ametçi (Gençlik ve edebiyat hatıraları), Necip Fa­ de tercüm anın anlatımını denetlerdi, zıl Kısakürek (Babıâli), Haşan izzettin Dina­ i — Kayn.) m o (Edebiyat anıları), Yusuf Ziya Ortaç



BabIâli baskını, ittihat ve Terakki’nin Balkan savaşı sırasında gerçekleştirdiği hüküm et darbesi (23 ocak 1913). Balkan savaşı’nın ilk evresinde yenik düşen Os­ manlI devleti, R um eli’de büyük toprak kaybına uğram ış,bulgar ordusu Ç atalca’ ya kadar gelmişti. Büyük devletler, BabI­ âli’ye verdikleri bir nota ile Edirne’nin Bul­ garistan’a bırakılmasını istediler (17 ocak 1913). Hürriyet ve itilaf yanlısı sadrazam Kâmil Paşa’ nın E dirne’den vazgeçm ek eğilim inde olduğunu düşünen ittihatçılar (1 91 2 ’de muhalefete düşürülmüşlerdi), uzun süreden beri düşündükleri ve hazır­ landıkları hüküm et darbesini uygulam a­ ya koydular. 23 ocak günü, Enver Bey (Paşa), Talay Bey (Paşa), partinin silahşörü Yakup Cemil, hatip Ömer Naci, Sapancalı Hakkı, Mustafa Necip, Hilmi ve M üm ­ taz beylerle daha otuz-kırk kadar ittihat­ çı, C ağaloğlu yönünde ilerleyerek BabI­ âli'yi bastılar. Dış sofada silah çekerek di­ renen sadaret yaveri Nafiz Bey, harbiye nazırının yaveri Kıbrıslı Tevfik Bey ve baş­ ka bazı görevliler ilk çatışm ada öldüler. Bu arada baskıncılardan Mustafa N ecip de yaşamını yitirdi. Hükümetin güçlü ada­ mı harbiye nazırı Nazım Paşa, Yakup Ce­ mil tarafından tabancayla öldürüldü. Sad­ razam Kâmil Paşa istifaya zorlandı. Ola­ yın ardından sadaret makamına ittihat ve Terakki yanlısı M ahm ut Şevket Paşa ge­ tirildi. ( - İTTİHAT VE TERAKKİ.)



B Babıhüm ayun,



Topkapı sarayı’nın Ayasofya müzesi’ne bakan büyük dış ka­ pısı (Saltanat kapısı d a denir). Fatih Sul­ tan M ehm et’in yaptırdığı Babıhüm ayun (1478) geniş bir g eçit bölüm üyle iç içe iki kapıdan ve bunların arasında sağlı sollu kapıcı koğuşları, mahzenler, merdivenler­ le çıkılan asma katta nöbetçi odaları, bir de üst kattan oluşuyordu. Son onarımı Abdüiaziz dönem inde gerçekleşen Babıhüm ayun'un üst katı İstanbul işgal altın­ dayken (1922) senegalli askerlerin ne­ den olduğu bir yangında yandı. Kesme taşlarla yapılmış olan kapının dış yüzün­ de celi hatla m üsennâ olarak yazılmış besm ele ve ayetler görülür. Öteki kapılar gibi gece gündüz kapıcılar tarafından ko­ runan Babıhümayun, her gün sabah eza­ nıyla açılır ve yatsıdan sonra kapanırdı. Boynu vurulm uş devlet adamlarının, ayaklanmacıların ve eşkıyanın kesik baş­ ları, bu kapının önünde sergilenirdi. A y­ rıca, ayaklanan yeniçerilerin de ilk hede­ fi bu kapı olurdu.



BABIKİRPAS a. ilhanlılar’da ordu ka­ rargâhı. (Sözcük Kirpas-ı muazzam deni­ len büyük divan çadırı ile ilgili olmalıdır. Rütbe ve derecelerine göre kendilerine ayrılan yerlere (kürsü) oturan emirler, il­ hanın çağrısı üzerine huzura girerler ya da ilhan em irlerin yanına çıkardı.) BÂBİ a. Babilik yandaşı.



ikincil bir kent olarak kaldı. Aşağı Mezo­ potam ya’da isin ve Larsa üstünlüğü elde etmek için çekişirlerken, Sumu-abum adlı amurrulu bir önder Babil'de bir krallık kur­ du (T. Babil hanedanı, 1894-1595); bu devlet akkadcanın yerel bir değişkesi olan babil dilini resmi dil olarak benim se­ di. ilk beş kralı komşularıyla savaştılarsa da, bir yüzyılın sonunda, ele geçirdikleri yerler yalnız Akkad ülkesinin K.-D.'sunda­ ki yarım düzine kadar ikincil kentle sınırlı kaldı. Bununla birlikte, Babil belki de bu dönem de hükümdarına eşine az rastlanır gelir kaynaklan sağlayan büyük bir kent oldu. Bu kralların altıncısı olan Hammurabi (1793-1750), iki Nehir ülkesi’nin öte­ ki krallıklarını yıktı. H am m urabi’nin kurduğu im paratorluk kendisinden sonra yaşamadı; ama Babil, bundan sonra, binyıldan uzun bir süre



aşağı yukarı bütünüyle Babil ülkesi (Babylonia) ya d a M ezopotam ya’yı kapsayan bir ülkenin başkenti oldu. Bununla birlik­ te, kendine özgü bir yazgısı da oldu. Babil, İ.Û. XVIII. y y .'a doğru, D oğ u ’ nun başta gelen kültür merkezi oldu. Ya­ zıcıları, sümerli komşularının izinden gide­ rek, süm er ya da akkad dilinde ilahiler, efsaneler, destanlar ve sihir, fal, tıp ve m a­ tem atik kitapları yazdılar. Böylece bütün Batı A sya’daki meslektaşlarını bilgilendir­ diler. B abil’ in b üyü k dinsel yapıları (M arduk-kentin tanrısı tapınak ve zigguratı) ilk olarak bu dönem de yapıldı. Bu büyük kentin ünü, Hitit Mursilis l’in gözü pekçe bir saldırıyla onu yağm ala­ m asına neden oldu (1595). Bunu iki yüz­ yıllık bir karanlık dönem izledi. Bundan sonra da yeni bir edebi etkinlik dönem i geldi. N abukodonosor l'in Elarn’a karşı



Babil Nabukodonosor'un sarayının kalıntıları, İ.Ö. VI. yy.



BABİL’ İN PLANI



1.



Kale



3.



Müze



4.



Asma bahçeler



5.



Nabukodonosor'un sarayı



6.



Ziggurat



7.



Kutsal ev



8. Kutsal kapı 9.



İştar tapınağı



10- Marduk tapınağı



BABİANA a. G üney A frika 'da yetişen soğanlı bitki. (Bazı türleri süs bitkisi ola­ rak yetiştirilir. Süsengiller familyası.)



#



BABİC (Ljubo), hırvat ressam (Jastre-



M



larsko, Zagreb yakınında, 1890 - Zagreb 1974). M anzara ve renk sanatçısı olarak, iki savaş arası "Z a g re b o kulu” nun en önemli ressamı oldu. Aynı zam anda d e ­ kor ressamı (1925’te Paris ödülü), kitap resimleyicisi (Shakespeare, Tolstoy), g a ­ zeteci, sanat tarihçisi ve kuramcıydı.



Kuzey kalesi



2.



öbür tapınaklar kapılar surlar kanallar mezarlar yeni kent palm iyelik Tören yolu



BABI HORA, Beskid dağlarında d o ­ ruk, Polonya-Çekoslovakya sınırında, K ra köw ’un G .’inde; 1 725 m.



BABİL, akkadca B a b ilu , Akkad ülkesin­ de kent ve çeşitli krallıkların başkenti. Fı­ rat’ın bir kolu üstünde bulunuşu B abil’de zengin bir tarımın gelişmesini sağladığı gi­ bi, onu M ezopotam ya’nın başlıca ticaret yolu üzerinde bir konak durum una da ge­ tirdi. • TARİH. Babil, tarihte görece olarak geç —Akkad döneminde (i. Ö. XXIII. yy.) — or­ taya çıktı ve U r’un düşüşüne değin (2003)



t



1000 m



Babil 1166



Babil kulesi (1563) Baba Bruegel’in yapıtı Kunsthistorisches Museurn Viyana



1 11 •



kazandığı zafer, bu etkinliği o sırada Ba­ ler’e geçilirdi. Bu mahalle, Fırat’a bağlı bil tanrılar tapınağında ilk yeri alan Marolan ve kentin çevresindeki su hendeği­ d u k'u n yüceltilm esine yöneltti. Aşağı Fı­ ni besleyen kanallar ağıyla kaplıydı. İki rat kentinin dini, bilimi ve edebiyatı, Asurbulvarı, yirmi dört b üyük caddesi, elli üç lular’ın gözlerini kamaştırdı. Asurlular i. Û. büyük ve altı yüz küçük tapınağı bulunan XIV. yy.’dan başlayarak ondan ço k şey kentin içinden iki büyük su kanalı geçiyor­ aldılar. Fakat, Aram iler’in istilasından ötü­ du. rü (XI. y y .’dan başlayarak) siyasal üstün­ Yatağı değişen Fırat’ın karşı kıyısında lük Babil’den A su r'a geçti, i. Ö. IX. yapılan yeni mahalleler, kente bir köprüy­ yy.’dan başlayarak, Asur kralları birbiri ar­ le bağlandı; bu köprünün 21 x9 m boyut­ dından B abylonia’yı cezalandırıcı sefer­ larında yedi kemer ayağı ortaya çıkarıldı. ler ve kutsal akkad kentlerine hac yolcu­ i. 0 . III. y y.’dan kalma çivi yazısı bir tab­ lukları düzenlediler. Fakat Teglatfalasar let, H erodotos’un anlatıları ve A lm anlar’ l ll ’ün ardından bu asurlu krallar, 7 2 8 ’de, ın R. Koldew ey yönetim inde düzenli bi­ kendilerini B abil kralı ilan ederek büyük çim de sürdürdükleri kazılar (1899-1917) kent halkının ulusal gururunu incittiler. Bir­ yıkıntı alanının büyük b ir bölüm ünü kap­ ço k kez bu yabancılara başkaldıran Ba­ layan N abukodonosor’un görkem li ken­ bil, 689 ve 6 4 8 'd e ya ğm a edildi. Am a tini düşlememize olanak sağlar. Bu yıkıntı A su r’dan sonra da varlığını sürdürdü ve alanında iştar kapısı kalıntıları hemen dik­ en görkemli dönemini "ka id e " sülalesinin kati çeker; bu kapının sonradan yapılmış egem enliğinde (626-539) yaşadı. Nabubir örneği Berlin m üzesi’nde bulunm ak­ polassar ve N abukodonosor II, anıtlarını tadır; üzerinde tanrı M arduk ve tanrı onarıp ilk durum larına getirdikleri kenti, A d a d ’ı simgeleyen boğa ve griffon betim­ üzerinde kutsal hayvan resimleri bulunan lemelerinin sıralandığı bu kapı, çokrenkm ine kaplı tuğlalarla süslediler. li, sırlı ve özgün tuğlalardan yapılmıştır. Babil krallığı Keyhüsrev'in fethinden BABİL DİLİ a. M ezopotam ya'da, ikibinli (i. 0 . 539) sonra ortadan kalktı; am a Ba­ yılların başlarında kullanılan akkad lehçesi. bil, 476-475’e kadar, kendilerine Babil Babil esareti, Y ahudiler’in B abil’de kralı diyen pers hüküm darlarının kışlık sürgünde kaldıkları dönem (i. Ö. 587 - i. Ö. oturm a yeri olarak seçildi. Babil, 5 2 2 ’de 538). Babil kralı Keyhüsrev'in fermanıyla ve 4 8 2 ’de, gene de bu yabancı egem en­ (538) sürgün dönem i sona erdi; ayrıca liğine başkaldırdı. İskender’in başkenti Ezra ve Nehem ya ile birlikte Kudüs tapı­ (331-323) olan Babil, Seleukos I kentin nağının ve kentinin yeniden yapım ına da yakınlarında Dicle Seleukeia’sını kurun­ bu ferm anla izin verildi. Yahudiler'in tü­ ca (301 ’e doğr.), tü m siyasal işlevini yitir­ mü İsrail'e dönm edi. Babil Talm ud'u M e­ di. Seleukos I, değerden düşen kentin nü­ zopotam ya’ya yerleşen bu cem aatler ta ­ fusunun bir bölüm ünü bu yeni kente yer­ rafından hazırlandı. Babil esareti, İsrail ta­ leştirdi. B abil’in yönetici çevreleri hellenrihinde çok önemli bir dönüm noktasıdır. leşerek kentlerinde bir tiyatroyla bir spor, okulu yaptırttılar. Her ne kadar İ.S.I. Babil esareti, (Büchlein von d e r babyyy .'d a hâlâ M arduk ibadeti sürm ekle bir­ lonischen G efangenschaft d e r Kirche) likte, çivi yazısı bırakıldı ve çöküşü hızla­ [1520], Luther'in yapıtı. Kilise’nin, Rom a’ nan Babil, ilkça ğ ’ın sonlarında, artık yal­ nın baskısı altında o lduğunu savunur. nız N abukodonosor'un tutsak edip bura­ Trento konsili'nin m ahkûm ettiği başlıca ya sürdüğü Yahudiyeliler'in torunları olan önerm eler bu yapıttan alınmıştır. Yahudiler’in dinsel etkinlikleriyle tanınıyor­ ■ Babil kulesi, Yaradılış'a göre, N uh ’un du. ( -> TALMUD.) torunlarının, gökyüzüne tırm anm ak için • ARKEOLOJİ. D ikdörtgen planlı kent, kurdukları kule. 16,5 km ’lik içiçe iki surla korunuyor, bun­ — ANSİKL. Kutsal Kitap'ın Babil kulesine ları geniş bir su hendeği kuşatıyordu. Fı­ ilişkin bölümünde anlatılan (Yaradılış XI, 9), rat nehri de m üstahkem bir rıhtımın ko­ b irçok kattan m eydana gelen ve son ka­ ruması altına alınmıştı. Kent, ancak iha­ tında bir tapınak bulunan büyük Babil ku­ net sonucu, "m uharebesiz ve savaşsız", lesi, gökyüzünü egem enliği altına alm ak alınabilmiştir. Büyük yollar, sekiz ana ka­ isteyen insanın kendini beğenm işliğini pıya ulaşıyordu. Kuzeyde tanrıça iştar’a simgeler. Bu tem a örneğin, yunan m ito­ (D oğurganlık tanrıçası) adanan kapı, as­ lojisinde, tanrıların evi O lym pos’a ulaşa­ lanlarla süslü 30 m ’lik bir tür g eçit aracılı­ bilm ek için, Pelion’u Ossa dağına yığm a­ ğıyla tanrı M ardu k’un b üyük tapınağı ya çalışan Devler'in efsanesinde de g ö ­ Esagila'ya giden Tören yo lu ’ na açılıyor­ rülür. Kutsal Kitap’ta saygısızlık sayılan bu du. Yüksekliği 20 m 'yi aşan bu tapınak, girişim in cezalandırılması (insanlığın da­ 550x450 m ’lik bir alanı kaplıyordu. Az ğılması), dillerin çeşitliliği bunun bir sonu­ ötedeyse yüksekliği 90 m ’yi bulan çokcudur. katlı kule (ziggurat) ya d a Babil kulesi yer — Güz. sant. XII. y y .’da bu tem a freskte alıyordu. Bu yapılar "E sag il” denilen ta b ­ (Saint-Savin), m inyatürde (Hortus delicilette kayıtlı kutsal sayı kurallarına kesin­ arum), mozaikte (Venedik, San Marco) iş­ likle uygun boyutlardaydı, iştar kapısın­ lendi. XIV. y y.’da Aziz A ugustinus'un Cidan resmi binaların bulunduğu mahalle­ vita sD e i(B . N. Paris) adlı yapıtının el yaz­ ye de gidilirdi. N abukodonosor’un büyük malarını süsledi. B e d fo rd saatleri (1433, sarayının kral dairelerinden Asma bahçeBritish Museum) dıştan dönemeçli bir kule sergiler. Baba B ruegel’in Babil kulesini | canlandıran tablosu bir inşaat şantiyesi­ ni nin detaylarını betimler (1563, Viyana müI zesi). Babil kulesi, ayrıca, K rakow ’daki j Wawel şatosu’ nda korunan flam an halıij sında, Saint-Germain-des-Pres’de (Paris, ® XIX. yy.) H. Flandrin’in fresklerinde görü­ lür.



ftf;, |İL t- *



i l



İ



BABİLEE (Jean



r



^



:



G u tm a n n , J e a n — d e ­ nir), fransız dansçı ve koregraf (Paris 1923). 1945-1950 arasında başdansçısı olduğu Champs-EIysöes baleleri'nde J. C harrat'nın Jeu d e cartes (1945), R. Petit’nin Delikanlı ve ölüm (1946) ve D. Lichine'in Karşılaşma (1948) adlı yapıtlarının pröm iyerinde dans etti. 1956’da kurdu­ ğu kendi topluluğuyla Sable, Camölöopard, la Boucle gibi düzenlemelerini sun­ du. 1959-1963 arasında tiyatroyla ilgilen­ di. M. B öjart’ın la Relne verfe'indeki Adam rolünü ilk kez yorum ladı (1963). 1966’d a J . Lazzini'nin M üsrif o ğu l’unu koregrafiledi ve başrolde dans etti. Ren ba-



lesi’ni yönetti (1972-73). Televizyon için P. B arbaud'nun algoritmasal müziği üzerine le Temps partage adlı yapıtı düzenledi. Babilöe, kuşağının en büyük dansçıların­ dan biri sayılır.



BABİLER, B abilik dinine inananlar. B ab’a ilk inanan kişi olduğundan evvelu m en âm ene (ilk inanan) unvanıyla da anı­ lan Molla Hüseyin Büşroye ile Hurûf-i hayy (yaşayan harfler) denilen 18 kişinin giriştikleri yoğun çabalar sonucu sayıları giderek artan babiler, kendilerine göste­ rilen tepkiye karşı İra n 'da yer yer ayak­ landılar. Bab hapse atılınca M olla Hüse­ yin Horasan’da ayaklandı, o da yakalan­ dı. Bir süre sonra kaçmayı başararak Bedeşt'e gitti. Burada, ülkenin çeşitli yöre­ lerinden gelen bab yandaşlarıyla bir to p ­ lantı yaptı. Toplantıya güzelliği ile de ta­ nınmış kadın şair Zerrin Tâc d a (Kurretülayn) yüzü açık olarak katıldı. Toplantı so­ nunda yeni din ilan edildikten sonra, Mol­ la Hüseyin M azerdan'a gitti ve orada Tebberri kalesi'nde babilerden oluşan bir kuvvet topladı. A ncak, gelen hüküm et kuvvetleri kaleyi teslim aldı; M oila Hüse­ yin Büşroye öldürüldü, babiler soykırıma uğratıldı (1850). Buna karşın babilerin ayaklanmaları durm adı, birbirini izledi. Bütün bu olaylar hüküm et kuvvetleri ta­ rafından acımasız bir biçim de bastırıldı. En sonunda, babiler, N iyaveran’d a Nasirettin Şah’a karşı başarısız bir suikast gi­ rişim inde bulununca, büyük bir bölüm ü yakalanarak işkenceyle öldürüldü. Kadın şair Kurretülayn d a öldürülenler arasın­ daydı. Nasirettin Şah, ayaklanmaların ön­ lenmesi ve ülkedeki esenliğin sağlanm a­ sı am acıyla aralarında bahailiğin kurucu­ su Mirza Yahya Nuri (Bahaullah) ve üvey kardeşi Mirza Yahya N uri'nin de (Subh-i ezel) bulunduğu ö nde gelen babileri Irak’a sürdü. Burada Bahaullah ile Subb-i Ezel arasında anlaşmazlık çıktı ve babilik, bahaiye ve ezeliye adlarıyla iki kola ay­ rıldı. Sayıca pek fazla olm ayan ezeliler, Bab’ın asıl öğretisini kendilerinin temsil et­ tiğini öne sürerler. Bahailer, Bahaullah’ ın oğlu A b d ulb ah a A b b as efe n di’ nin ön­ d erliğinde A vru pa ve A B D 'd e kendileri­ ne bir hayli yandaş buldular. G ördükleri baskı nedeniyle, babilerin bir bölüm ü de rus topraklarında A şh a ba d ’a sığınarak kendilerine bir cami yaptılar. Öğretileri rus doğubilim cileri tarafından incelendi. ( -♦ BABİLİK, BAHAİLİK.)



BABİLHANE







BABÜLHANE.



BABİLHANECİ -



BABÜLHANECİ.



BABİLİK, Bab unvanıyla tanınan Mirza Ali Muhammet'in kurduğu din. Babilik, ku­ rucusunun, önceki peygamberlerin belirli düzeydeki toplum lara seslendiklerini, kendi günündeki toplum lara seslenebile­ cek yeni peygam berlere gereksinme bu­ lunduğu yolundaki iddiasına dayanır. Bu nedenle Bab, peygam berliğin Hz. M u­ ham m et ile sona erm ediğini öne sürer ve kendisini bir tür p eygam ber (mehdi) ola­ rak görür. Bu konudaki iddialarını kendi­ sine Tanrı tarafından indirildiğini ileri sür­ d üğü Beyan adlı yapıtında biraraya ge­ tirmiştir. Bu kitabın içeriğini, şeriatın na­ maz, oruç, nikâh, boşanm a gibi konular­ la ilgili hükümlerinin ya kökten kaldırılması ya da değiştirilm esi, K u ran ’da ve öteki kutsal kitaplardaki cennet, cehennem , ölüm, yeniden diriliş, vb. kavram lar1" de­ ğişik bir biçim de yorum lanması, kıble ve mirasla ilgili yeni kurumlar kurulması, Tanrı'nın gelecekte p eygam ber gönderece­ ğine (men yuzhiruhu'llahu) inanm ak oluş­ turur. ismaili inançlardan da esinlenen bu dinde Bab, geçm işteki bütün peygam ­ berlerin temsilcisidir. O da, ötekiler gibi Tanrı'nın tekliğine inanır. Babiler* on d o ­ kuz sayısını kutsal sayar ve birçok konu­ da bu sayıdan yararlanırlar. Bu nedenle yeni bir takvim yapmışlardır. Bu takvime göre, yıl on dokuz ay ve her ay da on do­ kuz gündür. Son ay (alâ) oruç ayıdır. Bu oruç, fecirden gün batıncaya kadar sü-



Babur HELM, baron v o n B a b o (VVeinheim rer. Bab topluluğunu on dokuz kişi yöne­ zukluğu, yumuşak damak felci ve Claude tir. Herkesin on d oku z günde bir on d o - ' 1827-Weidling, Klosterneuburg yakının­ -Bernard-Horner sendromu ve karşıt yan­ da, 1894), Klosterneuburg tarım, ağaç kuz kişiye yemek vermesi zorunludur. Hu­ da, genellikle ağrı ve ısıya karşı bir hemikuk konusundaki hüküm lerde, özellikle yetiştiriciliği ve bağcılık okulu m üdürü ol­ anesteziyle birlikte hemipleji biçim inde cezaların hafifliği dikkati çeker. Örneğin, du. görülen bir çeşit soğanilik sendrom u. (Bu bir katile verilecek ceza, öldürülenin vâ­ sendrom om urga atardamarının uç kısmı­ BABOEN a. Tropikal Am erika'da yetişen rislerine 11 000 altın miskal ödem esi ve nın tıkanm asından ileri gelir.) ve virola ya da yayam adu adıyla da anı­ on dokuz yıl eşi ile sevişmesinin yasak­ lan ağaç. (Toprak sarısı ve soluk kahve­ Babinskl-Vaquez sendromu, lenfolanmasıdır. Boşanma hoş karşılanmarengi, parlak, o ldukça ince dokulu, çok siter menenjit, aort iltihabı ve Argyll-Rom akla birlikte, eğer boşanırsa erkek 90, yumuşak ve çok hafif odunu kontrplak ya­ bertson belirtisinin tabesle birlikte bulun­ kadın 95 gün sonra evlenm ek zorunda­ pımı için ince levha çıkarm aya çok elve­ duğu frengi kökenli sendrom. dır. Kadının eve kapanması ve örtünm e­ rişlidir. Ayrıca ince marangozlukta, silme, Bablt alaşım ı ya da m etali, kurşun si kaldırılmıştır. Her türlü alkollü içki, d i­ kabartm a ve sandık yapım ında da kulla­ kökenli beyaz alaşımlara anglosaksonlarlencilik ve dilencilere sadaka verm ek ya­ nılır.) ca verilen ad. saktır. Kadınlar m irasta erkeklerle eşit oranda pay alırlar. Bu hüküm lerin dışın­ B BABİTS (Mihâly), m acar yazar (SzekBABOL, İran’da kent, M azenderan’da, Hazar denizi vatanında; 115 320 nüf. d a B e y a r'da vergi ile hüküm ler de yer szârd 1883 - Budapeşte 1941). Edebiyat alır. B ab’ın d oğ duğu ve hapsedildiği yer­ BABOLSER, İran’da liman kenti, Hazar öğretmeniyken, savaş sırasında yazdığı ler, hac yeri sayılmıştır. denizi kıyısında, M azenderan’da B a b ol’ barışçı şiirlerin yol açtığı resmi kınamalar un K .’inde; 7 000 nüf. Balıkçılık; havyar üzerine öğretmenlikten ayrıldı. 1929'dan Babil’in asma bahçeleri, bizanslı Phihazırlama. Sayfiye yeri. başlayarak N yugat* (Batı) dergisinin or­ lon’un yazdığı sanılan D e septem orbis tak yöneticisi olan Babits, 1933’ten ölü­ miraculis adlı yapıta göre, antik dünyanın BABOR sıradağları ya da kabillyemüne kadar dergiyi tek başına yönetti. Ki­ yedi harikasından biri. Babil kralı Nabusl, Cezayir’de dağ kütlesi; uved Sahel’ mi zaman yapmacıklı yazan, sone gibi kodonosor M’nin (i. Û. 604-562) karısı için le ayrıldığı Büyük kabiliye'nin doğusun­ değişm ez biçim lerden hoşlanan usta şa­ yaptırdığı bahçeler, ayaklara oturan to­ da, Tel Atlasları’nın bir bölüm ünü oluştu­ ir, hümanist ve hıristiyan bir ülküye her za­ nozlar üstünde set set yükseliyordu. XX. rur; cebel B a b or'd a 2 004 m.Kütle, G .’e man bağlı kalmakla birlikte, örnek olarak yy.'ın başlarında alm an arkeolog R. Koldoğru Bicaye körfezini kapatır. Bu yağış­ ilkçağ sanatıyla büyük İngiliz lirik şairleri­ dew ey’in kazılarında, saray yapılarıyla bir­ lı ve koruluk bölgede, bir bölüm ü berbe­ ni aldı. D ante’nin ilahi K o m ed ya 'sı başta likte ortaya çıkarılan kalıntıların bu bah­ rice konuşmayı sürdüren Kabiller, köyler­ olm ak üzere Shakespeare, Poe, Baudeçelere ait olduğu sanılıyor. de ya d a dağ yam açlarındaki kasabalar­ laire’den çeviriler yaptı ve birçok lirik şiir d a yaşarlar ve özellikle ağaç yetiştiricili­ BABİNE l a k e , K a nada’da göl, İngi­ kitabı yayımladı: Leveiek irisz koszorujağiyle (zeytin ve incir ağaçları) geçinirler. liz Kolom biyası’nda, Hazelton’un G .-D .’ b o l (1909); Herceg, hatha m egjön a tel sunda. Bakır yatağı. BABRİAS, BABRİOS ya da BABRİis? (1911); Recitatif[fr. çev ] (1916); NyugUS, yunanlı masalcı (i. S. II. yy.). Suriyeli talansag vûlgye (1920); Sziget es tenger BABİNGALAR - BİNGALAR. olduğu sanılır. Aisopos masallarını m an­ (1925); Les dieux meurent, l ’hom m e vit BABİNGER (Franz), alm an tarihçi ve zum olarak düzenledi. [fr. çev ] (1929). Ayrıca romanları (A Goltürkolog (VVeiden 1891 - Durazzo 1967). yakalifa, 1910; Timar virgil Fia, 1922; Ha­ ■ BABUİN a. (bab- sesinin taklidinden). W ürzburg ve M ünih’te tarih okudu. İslam lat Fiai, 1927) ve denemeleri (Probldmes Zenci Afrika’da ve Arabistan’da yaşayan sanatı tarihi alanında uzmanlaştı. Birinci de littârature [fr. çev.] 1917; Gondalat esdarburunlu m aym un. (Burnunun köpek D ünya savaşı boyunca türk ordusunda iras, 1922; A z Europai Irodalom Törteneburnunu andıran biçim inden dolayı köçeşitli cephelerde görev yaptı. Berlin Ünite, 1934) de vardır. pekbaşlı m aym un da denir. Cinsi Papio, versitesi’ nde İslam bilimleri doçenti, uzunkuyruklum aym ungiller familyası.) BABİ YAR, Kiev (Ukrayna) çevresinde 1924’te profesör oldu. Naziler iktidara ge­ —ANSİKL. Babuinlerin yedi türü vardır ve bulunan vadi. 1941’de çoğunluğunu Yaçince görevden ayrılmak zorunda kaldı. bunların çoğuna hayvanat bahçelerinde hudiler’in oluşturduğu 10 000’den fazla Konuk profesör olarak Bükreş ve Yaş üni­ rastlanır. Bu m aym unlar kalabalık to p lu ­ la insan burada Alm anlar tarafından kat­ v e rs ite le rin d e ö ğ re tim ü yeliğ i yaptı luklar halinde ve b irçok dişi bir erkeğe ledildi. Naziler bu cinayetin izlerini yok et­ (1935-1943). Münih Ü niversitesi’nde Ya­ bağlı olarak yaşarlar. Erkeklerden çok da­ meye çalıştılar. 1941 den sonra, sovyet kındoğu tarih ve kültürü, türkoloji dersle­ ha küçük olan dişilerde, âdet görm e d ö ­ ri verdi. Türk tarih ve kültürü üzerine bir­ makamları bu olayların anısını giderm ek nem inde, kıç nasırları iyice renklenir. Ba­ çok yapıt ve makale yayımladı. Başlıca istediler; buraya bir stadyum yaparak, bu­ zı türlerin (mandril) yüzleri de rengârenkranın görünüm ünü değiştirm ek istediler. yapıtları: Scheijch Bedrettin (Şeyh Bedret­ tir. G üney A frika'da, sürülerin korunm a­ tin), 1921; Osmanlı tarih yazarları ve esen Yahudi olmayan Yevtuşenko'nuh şiiriyle sında dişi babuinlerden yararlanılır. Bes­ teri (Die G eschichtschreiber der Osma(1961) Anatoli Kuznetsov'un bir romanı, lenmeleri hepçildir, am a daha çok bitki­ nen und ihre Werke), 1927; Rumehshe iktidarın bu konuda karşılaştığı m uhale­ lere dayanır. streifen (Rumeli akınları), 1937; M ehm et feti açıkça dile getirir. Babi Yar'a hiçbir d e r E roberer u n d Seine Zeit, VVeltenstüranıt dikilmedi. BABUL a. BABLAH’ın eşanlam lısı. m e r e iner Zeitenw ende (Fatih Sultan BABKA a. (baklacık anlam ında macarBÂBÛNE ya da BÂBÛNEC a (fars M ehm et ve zamanı, bir çağ sonunun ca söze.). Nümism. Nominal değeri çok babune, babunec). Esk. 1. Papatya, pa­ akıncısı), 1953; Aufsatze u n d A b h a n d lundüşük olan eski bir m acar bakır parası, patya çiçeği. — 2. B âbûne-i gâv, sarı pa­ gen zu r Gesch, südasteuropas und d e r ilk kez M acar kralı Lajos II (1506-1526) patya, sığırgözü. Levante (G üneydoğu A vru pa ve Levan­ dönem inde bastırılan b a b ka ’lar, osmanlı — Dilbil. Sözcüğün aslı fars. "b â b û n e ” dir. ten üzerine bilimsel araştırma ve m aka­ egem enliğindeki M acaristan’da da ge­ A rapçaya "b â b û n e c ” olarak geçmiştir. leler), 3 cilt, 1962-1976. çerli sayılmış, ancak vergi ödem elerinde Osm anlıcada bu iki biçim yanında "bâ BABİNGTON (Anthony), İngiliz suikast­ değerinin biraz altında işlem görm üştür. bâ d ye ” olarak da kullanılmıştır. çı (Dethick, Derbyshire, 1561 - Londra (BAPKO, BATKA da denir.) BÂBÛNEC — BÂBÛNE. 1586). Mary Stuart’a bağlı bir katolikti. Ni­ BABLAH a. A frika ’da (Sudan ve Mısır) san 1586’da papaz John Ballard ile bir­ ve H indistan'da yetişen bir akasya türü­ ■BABUR ya da BABÜR (Zahirettin M u­ likte, Elizabeth’i öldürmeyi amaçlayan bir ham m et) [Andican, Fergana, 1483 - Agnün (Acacia arabica) bazı varyetelerinin suikast düzenledi. Yabancılarla, özellikle ra 1530], Hint-Türk im pa ra to rlu ğ u ’nun baklası. Tanence çok zengin (% 30) ol­ ispanya kralı Felipe II ile ve o sırada ha­ (Baburlu devleti) kurucusu. Soyu baba ta­ d uğundan sepicilikte ve boya sanayisin­ piste olan Mary Stuart’ın kendisiyle b ağ ­ rafından Timur'a, anne tarafından Cengiz de kullanılır. (Eşanl. BABUL.) lantı kurdu. Gizli mektupları ele geçirilin­ Han’a dayanır. Fergana emiri olan babası ce iskoçyalı kraliçenin yazgısı da belli ol­ Bablekan, halay türü bir halk oyunu. Ö m er Şeyh Mirza'nın ölüm ü üzerine, he­ Kadın erkek birlikte, davul zurna eşliğin­ du. Babington idam edildi. nüz 11 yaşındayken Fergana’da tahta de oynanan oyunda kar, tipi, fırtına gibi çıktı (1494). Fergana topraklarını ele ge­ BABİNGTONİT a. (fr. babingtonite). Mid oğa olaylarıyla m ücadele simgelenir. çirm ek için harekete geçen amcası Sener. Doğal dem ir ve kalsiyum çift silikat. Doğu A n a do lu ’da, özellikle Van yöresin­ m erkand hanı Ahmet Mirza ve dayısı Taş­ Babinskl belirtisi. Nörol. Küt uçlu sivri de yaygındır. kent hanı Mahmut Han'ın püskürtülmesiybir nesneyle ayağın dış kenarı uyarılarak le sonuçlanan savaşlarda ilk askerlik de­ BABO (Josef MariusVON), alm an oyun taban derisinde refleks yoklaması yapıl­ neyimlerini kazandı. 1496'da atası T im ur’ yazarı (Ehrenbreitstein 1756 - Münih dığı zaman ayak başparmağında görülen un başkenti S em erkand’ı ele geçirdi. An­ 1822). Goethe’nin Götz d e Berlichingen yavaş ve çarpıcı gerilme. Böyle bir uyarı cak, çeşitli karışıklıklar nedeniyle dört ay adlı yapıtından esinlenerek yazdığı tarihi yapıldığında normal kişinin başparm ağı sonra burasını boşaltmak zorunda kaldı. oyunu Otto de Wittelsbach (1781) büyük aşağıya, yanı tabana doğ ru bükülür. Pi­ 1501’de Özbek hükümdarı Şeybani Han’a, başarı kazandı. ramidal yolda bir lezyon bulunduğunu Ser-i Pül’de yenildi; tahtını ve ülkesini yiti­ gösteren Babinski belirtisi çoğu zaman BABO (Lam precht, baron VON), alman rerek dayısı Taşkent hanına sığındı; bir sü­ ö bü r ayak parm aklarının birbirinden tarım bilim ci (M annheim 1790- VVeinheim re göçebe hayatı yaşadı. Şeybani Ozbekuzaklaşması refleksiyle birlikte görülür 1862). Freiburg Ü niversitesi'nde kimya leri'nin artan gücü karşısında kendisine ye­ (D uprö yelpaze belirtisi). profesörlüğü yaptı. D er Weinbau (Bağcı­ ni topraklar aradı: Hindu Kuş dağlarını aşa­ lık) [1840-1842]; D er Weinstock und VaBablnskl-Nageotte sendromu. Nö­ rak Kabil'i savaşsız ele geçirdi ve yeni dev­ rietaeten (Asma ve türleri), [1857] adlı ya­ rol. Lezyonun bulunduğu yanda bir be­ letinin başkenti yaptı (1504). Ertesi yıl Sind pıtların yazarıdır. — Oğlu AUGUST WİLyincik sendrom unun yanı sıra yutm a bo­ kıyılarına kadar ilerleyerek bazı Afgan ka-



1167



Mihâly Babits Oszkâr Glatz’ın yapıtı (1930) Macaristan Bilimler akademisi yağlıboya tablo galerisi



babuin



Babur 1168



Babur



Babüsselam Topkapı sarayı İstanbul



hilelerini cezalandırdı. Ozbekler'in boşalt­ tığı Horasan'a yürüdüyse de, Kabil'de çı­ kan bir ayaklanma yüzünden geri dönmek zorunda kaldı (1506). Padişahın unvanını alarak Timurlular soyunun en büyüğü ol­ duğunu ilan etti. Şeybani Han’ın, Şah İs­ m ail’e yenilerek öldürülmesi üzerine yeni­ den Maveraünnehir seferine çıktı (1511). Buhara ve Semerkand'ı ele geçirdiyse de Safeviler'in G acduvan'da Û zbekler'e ye­ nilmesi üzerine, önce Hisar’a sonra Cey­ hun’un kuzeyine çekilmek zorunda kaldı. Şah İsmail'in Çaldıran'da Osmanlılar’a ye­ nilmesi üzerine Kâbil’e döndü; burayı fe­ tihlerinin hareket noktası yaptı. Orta Asya’ daki girişimlerinin başarısızlığa uğraması üzerine Hindistan’a yöneldi. 1519’d aS ind ırmağını geçti; Pencap ile Sehab arasın­ daki bölgeye egemen oldu. Ertesi yıl Bharat, Siyalkut, Seyyitpur kentlerini, 1522'de Kandahar’ı ele geçirdi; Seyhun, Sind ve Belucistan arasındaki topraklarda ege­ menliğini kabul ettirdi. Delhi sultanı İbrahim Ludi adına Lahor’u yöneten Devlet H an’ ın çağrısı üzerine Pencab’a girdi. Ludi'nin gönderdiği orduyu yenerek Pencab'ı ve Lahor'u aldı (1524). 1526'da İbrahim Lud i’nin büyük ordusunu Panipat’ta ağır bir yenilgiye uğrattı; ardından Delhi ve A g ra ’ yı alarak Hint-Türk imparatorluğu'nu kur­ du. Bundan sonra da olağanüstü bir ça­ bayla asi afgan beyleri, Ludiler, Racputlar, Beluciler ile savaştı. Çitor racası Rana Sanga'nın yönetimindeki Racputlar'ı Hanua’da yendi ve Racastan'ı ülkesine kattı. Asi afgan emirlerini çevresinde toplayan Mahmut Ludi'yi yendi (1529). Ganj'ı geçe­ rek Bengal sultanına egemenliğini kabul ettirdi. Aynı yıl Luknov'u zaptettikten son­ ra A g ra ’ya döndü. Oğlu H üm ayun'u ve­



liaht atadıktan sonra öldü. (Babur’un, Hü­ m ayun tarafından zehirletildiği ileri sürü­ lür.) Babur büyük bir devlet kurucusu, yete­ nekli bir komutan ve güçlü bir şairdi. Yal­ nızca kendi yeteneği ve iradesiyle kurdu­ ğu devlet yüzyıllarca yaşadı. Yoğun siyasi ve askeri işleri arasında ava ve eğlenceye ayıracak zamanı bulurdu. Sık sık düzenle­ diği içki meclislerinde döneminin en ünlü sanatçıları ile söyleşmekten hoşlanırdı. Ba­ bur usta bir nesir yazarı, iyi bir şair olarak tanınır. Edebiyat, fıkıh, tasavvuf konularıy­ la ilgili yapıtlar da kalem e almıştır. Babürnam e * ya da Vakayi adını taşıyan özyaşamöyküsü, çağatay nesrinin en ba­ şarılı ürünlerindendir. D ivan'ında akıcı di­ liyle içtenlikli anlatımı dikkati çeker. Edebi­ yat ve dil konularıyla yakından ilgilenerek türk nazım türleriyle ilgili bilgiler de veren bir A ruz risalesi yazmış, “ hatt-ı Baburı" di­ ye anılan bir yazı icat etmiştir. Mübeyyen adlı yapıtı manzum bir fıkıh kitabıdır. Hace Ubeydullah Ahrari'nin tasavvufla ilgili Risale-i vaiidiye'sini de mesnevi biçiminde türkçeye çevirmiştir. ( — Kayn.) ■



BABURLU DEVLETİ -



HİNT-TÜRK



İMPARATORLUĞU.



BABUŞKİN (ivan Vasilyeviç), rus d ev­ rimci (Ledenskoye, Vologda ili, 1873 Misovsk, bugün Babuşkin, Buryat özerk cumhuriyeti, 1906). Yekaterinoslav ve Petersburg’da, işçi sınıfının kurtuluşu için mü­ cadele birliği’nin etkin bir üyesiydi. Lenin’e iskra adlı gazetenin yayımlanmasında yar­ dım etti. Birçok kez tutuklandı ve sürgüne gönderildi. 1905 Devrim i’ne katıldığı için, Misovsk garında kurşuna dizildi. BABUYAN adaları, Filipinler'de, Luzon adasının K.’inde uzanan yanardağ kökenli takımadalar. BÂBÜK sıf. (fars. bâbûk). Esk. 1. Papat­ ya çiçeği. — 2. Aptal, alık ya da çılgın kim­ se için kullanılır. BABÜLHANE ya da BABİLHANE a (ar. BSbül, Babil ve fars. h â n e 'den BSbül -hane). Esk. 1. G e n e le v .— 2. Tem beller yurdu. — 3. Hırsızlar ocağı. — Dilbil. B a b ü lsözcüğünü ar. bevi, sidik' ten getirenler olmakla birlikte Babil kent adının arapça söylenişine bağlayan Şem­ settin Sami’nin açıklaması doğru olsa ge­ rek. Burada ayıp sayılan bir sözcüğü, üs­ tü kapalı bir biçim de verme çabası görül­ mektedir. BABÜLHANECİ ya da BABİLHANECl a Esk. Genelev patronu. BABÜLLÜK a. (ar. Babül, B abil'den bâbüllük). Esk. Genelev.



BABÜLMENDEB (“ Gözyaşları kapısı” ), Kızıldeniz'i Hint okyanusu'na bağlayan bo­ ğaz. Yaklş. 25 km genişliğinde. Arabistan kıyısı ile Afrika arasında, Süveyş kanalı tra­ fiğine bağlı olarak, stratejik ve iktisadi bir rol oynar.



BABÜR ->



BABUR.



BabümAma, B abur’un Çağatayca anı­ ları. Vakayi diye de anılır. B abur’un 11 ya­ şında tahta çıktığı 10 haziran 1494’ten 7 eylül 1529’a kadar olan dönemi kapsar. Bazı bölümleri kaybolmuştur. Babur olay­ lara, insanlara, gezip dolaştığı yerlerde gördüklerine büyük bir merakla yaklaşır; etkilendiği şeyleri canlı, açık, aydınlık bir üslupla anlatır. Savaşmak kadar eğlenme­ yi, edebiyat ve sanatla ilgilenmeyi de önemsediği, bunları uyum içinde sürdür­ düğü görülür. Gittiği her ülkenin coğrafya ve iklim yapısını, hayvan ve bitki dokusu­ nu, tarihsel ve doğal güzelliklerini, halkın yaşama biçimini, inanç ve göreneklerini, kullandıkları teknik araçları vb. ayrıntılı bir biçim de anlatır. Başka ulusların özellikleri­ ne, din ve inançlarına hoşgörüyle yaklaşır. Dilindeki yalınlık, üslubundaki açıklık ve akıcılık, tasvirlerindeki canlılık ve şiirsellik, Babürnâm e'yi bütün türk edebiyatının en önemli yapıtlarından biri haline getirir. Bu­



güne değin üç nüshası bulunmuştur. Farsçaya, İngilizceye, almancaya, fransızcaya çevrilmiş, Reşit Rahmeti Arat tarafından Türkiye türkçesine aktarılmıştır: Vakayi, Babur'un hatıratı (2 cilt, 1943, 1946, TTK ya­ yını); 2. bas. Babürnam e, B a b ur'u n hatı­ ratı (3 cilt, 1986, MEB yayını).



BABÜROĞLU (Selahattin), türk siyaset adamı (Erzurum 1923). Harp okulu ve İs­ tanbul Teknik üniversitesi inşaat fakültesi’ ni bitirerek askeri m ühendis oldu. Georgetown Dil enstitüşü'nde okudu. Askerlikten ayrılarak (1960) iller bankası genel m üdü­ rü oldu (1961-1965). 12 Mart’tan sonra Ni­ hat Erim başkanlığında kurulan hükümet­ te parlamento dışından imar ve iskân (1971) ve ulaştırma (1972); Sadi Irmak baş­ kanlığındaki hükümette imar ve iskân ba­ kanlığı yaptı (1974). Cumhurbaşkanı kon­ tenjanından senatör seçildi (1974). CHP’ye girdi (1975). Bu partiden katıldığı seçimle­ ri kazanamadı. Irmak hükümetindeki ba­ kanlığı sırasında kıyılarda özel bina yapı­ mını yasakladı. Babüssaade, Topkapı sarayı'nın üçün­ cü kapısı (Enderun ya da harem kapısı da denir). [ — AKAĞALAR KAPISI.] || Babüssa­ ade ağası, Osmanlı sarayında bulunan akağaların başı. (Kapı ağası da denir.) [Bk. ansikl. böl.] — ANSİKL. Babüssaade ağası, XVI. yy. sonlarına kadar darüssaade ağalığı (kızlar ağalığı) da üzerinde bulunduğundan, sa­ raydaki bütün ak ve siyah hadımağaların başı ve sarayın en yüksek görevlisiydi. XVI. yy. sonlarında kızlar ağalığı görevi, babüs­ saade ağalarından alınarak siyah hadım­ lara verildi. XVIII. yy.'da Ahm et III döne­ minde saray amirliği silahtarlara verilince yetkileri büsbütün daraldı. Akağalar kapı­ sının yanında bulunan bir odada oturan babüssaade ağalarının maiyetinde, akağalardan olan miftah, peşkir, ibrik ve şerbet gulamları vardı. Babüssaade ağaları baş­ larına selimi kavuk, üstlerine seraser kuma­ şa dikilmiş samur kürk giyerlerdi. XVI. yy.'da 90 akçe gündelikleri, 3 000 akçe kuşak bedelleri ve 18 000 akçe yıllık gelir­ leri vardı. Protokol bakımından vezirlerle eşit düzeydeydiler. Gözetimlerinde yakla­ şık yetmiş cami bulunur, bunların vakıfla­ rının gelir fazlası, padişaha sunulmak üzere babüssaade ağalarına verilirdi. Dış göreve atandıklarında genellikle vezir rütbesi alır­ lar ve Mısır valiliğine gönderilirlerdi. Babüsselam, Topkapı sarayı’nın ikinci kapısı (orta kapı da denir). Fatih Sultan Mehmet dönem inde (1451 -1481) yalın bir biçimde yapılan kapının sağına ve soluna Kanuni Sultan Süleyman dönem inde iki kule eklendi. Babüsselam’ın biri dışa, öte­ ki iç avluya açılan iki büyük kapısı arasın­ daki bölümüne “ kapıarası" denirdi. Padi­ şahın gazabına uğrayan devlet adamları azil, sürgün ya da idam fermanları gelin­ ceye kadar kapıarasında gözaltında tutu­ lurlardı. Kapıyı, kapıcıbaşı ağa’nın yöneti­ mindeki "bevvabân-ı dergâh-ı âli” denilen kapıcılar korurdu. Babüsselam, bugün Topkapı sarayı müzesi’nin giriş kapısı ola­ rak kullanılmaktadır.



BAB ÜZ-ZİRA, Ü rdün'de arkeolojik alan. Ûlüdeniz’in doğu yakasında Lisân yarım adasındadır. Eski bronz çağından kalma (İ.Ö . 3000-2200) surlarla çevrili bir kentle mezarlığını kapsar. Mezarlıkta, üç ayrı tipte yirmi bin m ezar vardır. Kayaya oyulmuş en eski mezarlarda yalnızca ke­ mikler çıkmıştır. Kafatasları ayrı bir yerde, üst üste yığılıdır ve çevrelerine on kadar seramik vazo yerleştirilmiştir. Daha sonra o dönemin evleri ve tapınakları örnek alı­ narak dikdörtgen biçiminde tuğla kemik­ likler yapılmıştır. Yüzlerce kişinin kemikle­ rinin yığıldığı bu mezarlarda seramik eşya da bulunmaktaydı. Uzun kemikler ve kafatasları ayrı yığınlar oluşturuyordu. Bir de, tamamen değişik türde, tek kişinin iskele­ tinin bulunduğu mezarlar vardır ki bunla­ rın i. Ö. 2000 yıllarında kenti yerle bir eden halka alt olduğu sanılır. Mezarlıkta bulunan



baca çok sayıdaki çanak çömlek de dikkati çe­ ker: bunların sayısının üç milyona yakın ol­ duğu tahmin edilmektedir, b a b y - b a lle r ln a s , George Balanchine’ in keşfettiği harika üç küçük dansçıya ve­ rilen ad (14 yaşındaki Tamara Tumanova, 13 yaşındaki irina Baronova, 15 yaşında­ ki Tatyana Riyabuşinska). Üçü de 1932’de Monte-Carlo* Rus baleleri topluluğu’na ka­ tıldı. B A B Y -B O O M a. (ing. baby, bebek ve boom, patlama’dan). İkinci Dünya savaşı’ nın hemen ardından Avrupa ülkelerinde doğum oranında görülen ani artış. B A B Y -F O O T a. (ing. baby, bebek ve footoaf/.ayaktopu’ ndan).Küçültülmüş boyut­ larda ve futbol alanını andıran bir rnasa üs­ tünde heykelcikler takılı yivli çubuklarla oy­ nanan oyun. B A B Y L O N . Esk. coğ. Mısır’ın geç döne­ minde kurulmuş yunan kökenli kent. Memfis'in K .’inde. Hıristiyanlığın başlangıç yıl­ larında bir piskoposluk merkezi olan ken­ tin yerinde, bugün Kahire’ nin eski sem t­ lerinden bir bölüm yer alır. B A B Y L O N İA , Babil çevresinde (Akkad'da) yeniden birleştirilmiş Aşağı Mezo­ potam ya'ya Ham m urabi tarafından veri­ len ad. Larsa krallığı’nı (Sümer’de) yenen (İ.Ö. 1762) Babil kralı H amm urabi (bu unvanını İ.Ö. 476-475’e dek kullandı), d a ­ ha sonra, Ur krallarınca konmuş (İ.Ö. XXII yy.) Süm er ve A kka d kralı unvanını aldı. Bu unvan İ.Ö. VII. yy.’a dek kulanıidı. Ham­ m urabi böylece Aşağı Mezopotamya’da­ ki iki ülkenin tarihsel anlaşmazlığına son verm ek istedi. Zam anla bu um udu gerçekleşti: iktisadi durum u sarsılan Süm er devleti geriledi; kentleri Babil ile boy ölçüşebilecek gücü yitirdi. Öte yan­ dan Babil kısa sürede bu kentlere düşünce ve sanat yönünden de egem en oldu. Bununla birlikte, Babil’in bütünlüğü, I. Babil hanedanının (1894-1595) gerile­ mesi sırasında sarsıldı: 1740'tan başlaya­ rak Sümer kentleri ayaklandılar ve Urukuga (Lagaş yakınında) kralları Deniz ülkesi’nde (1735’e doğr. - 1530) bağımsızlık­ larını kazandılar. • Kasit hanedanı (İ.Ö. 1595?- 1156). Bab il’in H ititler'in eline geçm esinden (1595) ve ilk hanedanın düşmesinden sonra, Babil’e ne zaman yerleştiği bilinmeyen Ka­ sit hanedanı, Urukuga krallığı’nı yıkarak (1530'a doğr.) B a b ylo n ia ’yı yeniden birleştirm ekte güçlük çekm edi. Ancak XIV. yy.’da, krallara ait m etinler ve binala­ ra yeniden rastlanmaya başlandı; bunlar Babylonia devletinin yeniden refaha ka­ vuştuğunu gösteriyordu. Kasit hanedan­ lığı dört yüzyıl sürdü; am a zengin bir ül­ keye ve saygın bir başkente sahip olm a­ sına rağmen, içte zayıf düştü ve Mezo­ potamya’ya egem en olabilm ek için Asur ile çekişmesi yüzünden gücünü tüketti. • II. İsin hanedanı (İ.Ö. 1157-1026). Elam lar’ın devirdiği Kasit soyu yerini yer'i bir hanedana bıraktı; bu hanedan Asur ile ç a tış m a la rı s ü rd ü rd ü ve E lam lıla r'ı ülkeden atarak büyük bir ün kazandı. Nabukodonosor I Elamlılar karşısında büyük bir zafer kazandı (1115'e doğr.). Bu d ö ­ nemde, XIV. yy.’da yeniden canlanmış olan edebiyat alanında, M arduk'u yücel­ ten ve Tanrı'nın putunu Babil’e geri getir­ diği için N abukodonosor’u ululayan öz­ gün yapıtlar verildi. • Aramı istilası (İ.Ö. XI. yy.’d an başlaya­ rak). Bu istilanın yol açtığı zulümler ve yıkıntılar krallığı çökertti. Gasp olayla­ rı, artık yalnızca adı kalmış olan haneda­ nın sonunu getirdi. Yüzyılı aşkın bir süre boyunca krallar Deniz ülkesi’ne ya da Dic­ le’nin doğusuna sığındılar. Sonraları, ku­ rulan VIII. hanedan (9 8 0 ’e d o ğ r-7 3 2) bel­ li bir istikrar sağladı: kentler, rahiplerin yö­ netimi altına girdi ve Aram iler’in toprakla­ rına yerleşmesini kabullendiler. Akkad ül­ kesinde, Süm er’d e ve özellikle de Deniz ülkesi’ndeki yağm acılar uzaklaştırıldı. Bu ülkelere arami ve kaideli istilacıların akın-



ları sürdü. Bunlar küçük krallıklar kurarak yerleşik düzene geçtiler; tarım ve ticare­ tin yeniden canlanm asına katkıda bulun­ dular. Bir b uçuk yüzyıllık bir aradan son­ ra Asur ile çatışma yeniden başladı. Asurlu Şamşi-Adad V’in (813-812) ülkeyi yakıp yıkması, Akkad’ın kalkınmasını durdurdu; düzensizlik yeniden başgösterdi. 769’da bir kaidelinin tahta çıkışı, Babylonia toplum uyla bütünleşm em iş unsurların zaferi oldu. •A su r egem enliği (İ.Ö. 728-676). Tiglatp ile s e r III (T u k u lti-a p il-E ş a rra III), Asur’dakinden farklı bir adla (Pulu) ken­ din i B a b il kra lı ilan e d e re k (728) karışıklıklara son vereceğini sandı. Ama Asurlular, kentlilerin ve Deniz ülkesi’nde ya şaya n ların sü re kli d ü ş m a n lığ ıy la karşılaştılar. Bunlar, Asur’da ortaya çıkan her güç durum da Elamlılar’ ın yardımıyla ayaklandılar. Sargon ll'n in (ahta çıktığı sıra d a B a b il, ka id e li M a rd u k -a p la -iddin' in (M erodah-Baladan) eline geçti (722-729). Sargon II Babylonia'yı ancak 710-709’da geri alabildi. Ardından kral olan Sanherib (Sinahheeriba) çeşitli yol­ lara başvurdu Babil tahtını bir yerliye, sonra da Asur veliaht prensine verdi; ama bu prens Elamlılar tarafından tutsak alınıp öldürüldü. Sanherib Babylonia’ya yaptığı altıncı seferde başkenti yakıp yıktı (689). Kaideliler ile çatışma halindeki Asarhaddon (Asur-aha-iddin) Babil’i korudu. Kent daha sonra, kardeşi Asurbantpal’in dene­ timinde, asurlu Şamaş-Şuma-Ukin'e tes­ lim edildi (669-648). Babil kralı, kent halkını ayaklandırdı (652), am a bozguna uğratılarak öldürüldü. • Yeni Babil krallığı (İ.Ö. 626-539). Nabupolasar (Nabu Aplautsur) Babil’de, Kaide hanedanını kurdu ve Asur’a başkaldırdı; Asur 6 0 9 ’da ortadan kalktı. Babil krallığı hemen hemen tüm M ezopotam ­ ya’ya, sonra da Suriye şeridine yayıldı. B a b y lo n ia , bu dönem de, B asra körfezinde yeniden gelişen ticaretin etki­ siyle iktisadi ve kültürel yönden son kez doruğa çıktı. Bilginleri, gökbilim alanında büyük ilerlem eler gösterdiler; ancak süm erce ve babilce yazan bu seçkin ke­ sim, arami dilinde konuşup yazan halk kit­ lelerinden soyutlandı. • Yabancı egemenlikleri, süm er-akkad kültürünün sonu (İ.Ö. VI. yy. - İ S. I. yy). Pers kralı Keyhüsrev’in kolayca fethettiği Babylonia, Babil ayaklanmalarıyla (522 -482) sarsıldı; hızla gerileyen Güney ise, Uruk gibi az sayıda kent dışında yava^ ya­ vaş tanrılarına tapınmayı bıraktı! Uruk'ta I.S. 75 yılına kadar çivi yazısıyla yazım sürdü­ rüldü. Am a pers egem enliğinden (539 -331) önce yunan-m akedonya (331-129), sonra d a parth egem enliği (İ.Ö. 129 - i.S. 226) altına giren Babylonia, I.S. 75’te, bin­ lerce yıllık kendi öz uygarlığından kalan hem en her şeyi unutmuştu. • D inler ve kurum lar -» HAMMURABİ ve M ezo po tam ya.



•G ü z e l sanatlar. Sam iler tarafından kaynaştırılm ış a kkad ve ye nisü m e r sanatlarının mirasçısı olan babil sanatı, bunların ortaklaşa etkisinden doğdu. Bu sanatın evreleri ülke tarihinin evreleriyle aynıdır ve II. binyılın başlarından İ.Ö. VI. yy.’a kadar uzanır. “ Babil sanatı” ülkedeki I. hanedandan başlayarak — II. binyılın b a ş la rı— , M e z o p o ta m y a ’ nın g ü n e y bölgesinde birbirini izleyen dönem lerin sanatlarını içerir; bu arada karışıklıklar içinde geçen bu binyılda yabancı etken­ lerin rolünü de dikkate alm ak gerekir. H am m urabi yasası, tip ik biçim de Babil’e özgü olm akla birlikte, önceki dö­ nemlerden esinlenmiştir Susa’da bulunan bir yaşlı adam başı, şanlı bir dönem in bi­ tişinin hüznünü yansıtır gibidir. U ruk’ta, Kara-indaş tapınağının mimarlık özellikle­ ri, tuğla panoları ve figürleriyle dönem in yeni ustaları olan Kasitler’e bağlanır. Bu dönem, ayrıca, kudurru denilen ve üze­ rinde alçak-kabartmalar bulunan sınır taş­ larında da kendini gösterir: bunlarda ma­ d en işçiliğine özgü bir ustalık (kanıtı, dö­



nemin silahlarıdır) göze çarpar. Yeni Babil sanatı, siyasal gücün yeni­ den sağlandığı ve N abukodonosor II saltanatının doruğuna ulaştığı dönem de ortaya çıktı. Babil, anıtlarıyla bu sanata b üyük ün kazandırdı. Am a Yeni Babil dönem inin büyük Babili'ndeki yıkıntılar, örneğin N abukodonosor sarayı'nın ve iştar kapısının sırlı tuğlaları, a ncak m imarlık ve süsleme konusunda bilgi ve­ rir. Babil sanatında, gliptik sanatına ait pek çok örnek bulunm aktadır; bunlarda İ.Ö. II. ve I. binyıllardaki düşünüş ve inanç­ lar üzerine değerli bilgiler vardır.



1169



B A B Y -S İT T E R (bebisitoer ya da babi—) a. (ing. baby, bebek ve sitter, oturan kişi, kuluçka tavuğu), Ana babaların yokluğun­ d a bir ya da birden ço k küçük çocuğa bakması için belirli sürelerde, para karşı­ lığı hizm etinden yararlanılan kişi. B A B Y -T E S T (bebitest) a. (ing. baby, be­ bek ve test, te s t’ten). Okul öncesi ç a ğd a ­ ki çocuklara uygulanan, özellikle psikom otor gelişmeyi inceleyen ve zihinsel ge­ lişmişlik düzeyini belirleyen test. (En çok kullanılan baby-test, A. Gesell tarafından hazırlanmıştır.) B Â B Z E N a. (fars. babzeri). Esk. Kebap pişirmek için kullanılan ağaç ya da dem ir­ den şiş. BAC -



BAÇ



B A C A a. 1. Yanma, ısıtma sonunda oluşan dulîıart ve gazlarla bunların artıklarını ocaktan dışarı atmaya yarayan düzenek: Vapur bacası. Baca çekmiyor. — 2. Bu düzeneğin çatıda görünen üst ucu: Pencereden görünen bacalar. — 3. Suyolu, lağım, m aden ocağı vb. yeraltı yapılarında bırakılan denetlem e ve hava deliği. — 4. Bacası tütmek, aile sözkonu­ suysa, varlığını sürdürm ek. || Bacası tüt­ m ez olmak, aile sözkonusuysa, dağılmak ya da büyük bir yıkıma uğram ak: — Bayınd. D enge bacası, su getirm e yo­ luyla donatılmış hidrolik tesislerdetaasıncı düzenlemeye ve su biriktirmeye yarayan yapı. — Dağc. Kayalık yüzeylerde bulunan dar ve çoğunlukla dik geçit.(Geçidin genişliği bir insanın aradan geçm esine izin verir­ se buna baca denir. D a ğ c ı,,tırm anm ak için yüzeylere abanarak baca tekniğini kullanır. Bacanın genişliğine göre bu, sırt ve ayakların, sırt ve omuzların ya da ayakların ve e llerin karşıt b iç im d e kullanılmasıyla gerçekleşir. Bu çok zorlu teknik, deneyimli bir dağcı için oldukça güvenlidir.) || B aca tırmanışı, bir bacayı, her iki yüzeyine abanarak tırm anm a am acıyla dağcı tarafından kullanılan tek­ nik (karşıtlık tekniği). — Denizbil. Buzul bacası, bir buz ayağının yüzeyinde, buz içinde basınç altında bu­ lunan suyun —akıntının itmesi sonucu— fışkırdığı delik. || M ercan kayası bacası, m ercan kayasının dış duvarı üstünde açılmış ve bir mercan tüneli aracılığıyla dış yam aca bağlanan delik.



Topkapı sarayı’nda (İstanbul) mutfak yapılarının bacaları



baca — Denize. B u harlı y a d a m o to rlu g e m ile ­ rin d u m a n la rın ı ve e g z o z gazlarını dışarı a tm a k için kazan ve m a k in e d a ire lerind en g ü ve rte y e k a d a r u z a n a n sac b o ru . (Bk. ansikl. böl. D e nize.) || Baca fistanı, b a c a n ın a lt b ö lü m ü n d e k i d u m a n s a n d ığ ın ı ç e v r e le y e n s a c g ö m le k . (H avan ın b a c a ç e v re s in d e dolaşım ını s a ğ la r ve dışa rıya ısı yayılm asını önler.) || Baca girişi, b a c a iç in d e bazı işlem lerin ve o n a rım la rın y a p ıla b ilm e s i için ba ca ya açılm ış m e h n o l y a d a kapo rta. || Baca kapağı ya d a şapkası, ç alış m a y a n b ir g e ­ m in in b a c a s ın d a n kar ve y a ğ m u r g irm e ­ sini ö n le m e k için b a c a ağzına yerleştirilen s a c örtü. || Yalancı baca, d um a n ı dışarı at­ m a k için d e ğ il, g e m in in g ö rü n ü m ü n ü g ü z e lle ş tirm e k iç in takılan e k baca . — Havc. B ir p a ra ş ü t k u b b e s in in te p e s in e açıla n ç e m b e r de lik . (İniş sıra sın d a k u b ­ be ye a n id e n d o la n ha v a yava ş ç a b a c a ­ d a n dışarı çıkar ve b ö y le c e d e n g e sağlanır.)



pişmiş topraktan baca külahı



Fontevrault manastırı’ nda (Maine-et-Loire) mutfak binalarının (XII. yy.) bacaları



— İnş. D u m an ı ya d a kirli havayı dışarı a t­ m a ya yarayan m e ta l ya d a k â g ir kanalın, çatı ü s tü n d e çıkıntı y a p a n u c u (te k n ik te ­ rim i BACA KÜRSÜSÜ* y a d a BACA TOMRUĞU’ dur). || Baca feneri, b a c a külahını taşıyan, s ilin d ir b iç im li b ö lü m ; ç e k m e y o lu y la d o ğ a l b ir h a v a la n d ırm a s a ğ la y a n y a rık la rla donatılm ıştır. (Eşanl. BACA PETEĞİ.) || Baca kenarı koruması, bir a şığın b a c a y a rastlayan u c u n u kapla y a n a lçı ka tm a n ı. || B aca külahı, ç e k iş i k o la yla ş tırm a k iç in b a c a la rın üst d e liğ i üstü n e yerleştirilen, pişm iş to p ra k , ç im e n ­ to ya d a s a ç ta n pa rç a . || Ç ekiş bacası, yang ın sırasında d u m a n ve gazların dışarı a tılm asını sağlayan, c am lı kapılı, sabit boşluk. || Fabrika bacası, ya n m a ürünlerini v e d u m a n la r ı y e t e r in c e y ü k s e k te boşaltrh'aya yarayan, ç o ğ u n lu k la , hava ile g a zla rın o c a k ta n ya d a ısıtılan aygıttan g e ç e rk e n çekilm esini sağlayan, tuğla , be-



Zelve vadisindeki peri bacaları’ndan bir görünüm Nevşehir



to n a rm e ya d a s a ç ta n d ü ş e y kanal. || H a­ va bacası, b ir ç u k u rd a k i gazları, b ir o d a ­ d a k i kirli havayı d o ğ a l e m m e yolu y la b o ş a ltm a y a yarayan kanal. (Eşanl. HAVA­ LANDIRMA BORUSU.) ■ — J e o m o rfo l. Peri bacası, te p e s in d e b u ­ lu n a n b ir taşla üst b ö lü m ü ko ru n a n to p ­ ra k p ira m it ya d a sütun. (Peri b aca ları, iri ça k ılla r ö zellikle d e b u z u lta ş la r iç e re n killi ya d a lim o n lu o lu ş u m la rın oyu lm a sıyla oluşur.) — Karb. kim . Baca, b ir g a z o je n d e o luşan d ü ş e y boşluk. (H a v a bu b o ş lu k ta n d a h a ç a b u k g e ç e r ve köm ür, k a rb o n m o n o k s it y e rin e k a rb o n d io k s id e dönüşür. B a c a la r ş iş le m e ile b o z u lu r ve olu ş m a la rı ç o k d ü z g ü n b ir y ü k le m e v e ü fle m e ile e n ­ gellenir.) — M a d . oc. Baca üretimi, k ü ç ü k boy u tlu k u ş a k la r iç in d e g e rç e k le ş tirile n sınırlı iş­ le m e. (Bu k u ş a k la r b irb irin d e n g e n iş to' p u k la rla ayrılır.) || Dolgu bacası, d o lg u n u n ya d a kazılm ış c e v h e rin iç in d e a çık tu tu ­ la n ve fe re g ib i k u lla n ıla n yol. — M etalürj. Baca tozu, kim i zam an yüksek fırınların a ğ z ın d a b irik e n ya d a kurşun, ba k ır fırınlarının d u m a n la rın d a n s ü z m e yoluyla e ld e edilen ve tem e l bileşeni çin ko oksit olan yeşilim si kurum . (K adm iyu m b a ­ c a to z u n d a k eşfedildi.) — Petr. san. Petrolle ü re tim d e artık gazı b o ş a ltm a y a y a ra y a n , d ü ş e y o la ra k ye rle ş tirilm iş ç e lik b o ru . — G a z h a lin d e k i y a n ü rü n le ri yakm ayı s a ğ la y a n yapı. — Su işler. Bağlantı bacası, kana liza syon b o ru s u n a bağ lı ç a m u r to p la m a ç u k u ru n ­ d a n o lu ş a n ve g e n e llik le kaldırım ın a ltın ­ d a ye r a la n yapı. (Ö zel b a ğ la n tı boruları b u ra y a açılır.) —Tarım. B ir a k a ç la m a a ğ ın d a , aka ç la to p la y ıc ın ın b irle ş tiğ i y e rd e açılan kuyu. —Teknol. Baca borusu, ya n m a ü rü n le rin i o c a k ta n b a c a y a taşıyan b o ru . (Bu b o ru ısıtm a aygıtının iç in d e n g e ç e b ile c e ğ i g ib i çıkışına d a yerleştirilebilir.) —Yerbil. Baca dolgusu , gen e llik le aşınm a s o n u c u a ç ığ a ç ık m ış b ir b a c a y a d e n k d ü ş e n , d ü şe y s ü tu n la r b iç im in d e , vo lk a ­ nik, kim i z a m a n d a breşsi cisim . (Eşanl. NECK.) || Elmaslı baca, d ü z e n s iz s ü tu n la r biç im in d e , d a m a r h a lin d e m in e ra lle ş m iş c e v h e r yatağı. || Yanardağ bacası, vo lk a ­ nik ü rü n le rin y ü zeye u la ş m a k için yol al­ dığı geçit. —ANSİKL. Denize. Bacalar genellikle ara­ la rın d a hava payı ka la c a k b iç im d e iç içe g e ç m iş iki b o ru d a n oluşur. B öylece ısı kaybının ö n ü n e g e ç ilir ve gaz la rın bacayı o la b ild iğ in c e yük s e k sıcaklıkta terk etm e si sağlanır. İç içe g e ç m iş ıkı b o ru d a n içteki (iç b a c a ) oval ya d a s ilin d ir biç im in d e , dıştaki (b a c a zarfı) çeşitli ş e k ille rd e yapılabilir. B a c a la rın g ü v e rte üstü n d e kalan b ölüm leri g e m in in yapısına



peri bacası



sızdırmazlık ve genleştirme sistem i çıkış gazlarının sıcaklık denetim ini yapmaya yarayan dairesel köprü



dış gömlek (çelik sac)



1, 2, 3, 4: oraklardan, çöpyakarlardan gelen yanma gazları boşaltma boruları



vb (boşaltılan gazların yapısına göre farklı gereçlerden yapılmış borular kullanılır)



servis merdiveni yoğunlaşma üfünleri boşaltma tübü ve hunisi



servis kapısı temel levhası



çok borulu bir sanayi bacası uyum sa ğ la y a c a k b iç im d e yükselir ve d e ­ n izcilik şirk e tin in işa retin i taşır. — Isıbil. Bir o c a k ta oluşan yan m a ürünleri, ısıtm a a y g ıtın d a k i ç e v rim d e n so n ra , ç e v re y e o la b ild iğ in c e az zarar ve rm e le ri



bacchanalia için ye te rin ce yü ksekte n atm osfere atılmalarını sağlayan dikey bir boru ya da bacaya geçer. Yanma ürünleri atmosfere boşaltılırken, özellikle, dum an içinde bu­ lunan tozların büyük ölçüde dağıtılmasına çalışılır; baca iyi bir dağıtma sağlarsa, du­ m anlardaki toz oranının azaltılmasına da gerek kalmaz. ( -> DUMAN* GİDERME, TOZ* ALMA.) Birçok ülkede, bacanın, kom­ şu yapılara göre m inimal yüksekliği, yönetm eliklerce belirlenmiştir. Öte yandan, bu yükseklik çekm eyi sağlam ak için g e ­ reklidir ya da en azından bu olaya katkı­ da bulunur. G em i bacaları 'nın yüksek ol­ mayışı çekm e yetersizliğine yol açar; bu nedenle basınçlı hava basılarak dolaylı bir çekm e sağlanır. Eskiden buharlı lokom o­ tif bacaları bir yandan zorunlu olarak çok kısaydı, öte yandan verimli bir çekme sağ­ laması gerekiyordu; nitekim bu sonuç eg­ zoz buharı kullanılarak gerçekleştirilirdı. Bir bacada çekm e niteliği, bacanın y ü k s e k liğ i ve b o ş a ltıla n g a z la rın sıcaklığıyla artar. Ayrıca, bir bacanın ke­ siti, bu gazların debisine ve hızına bağlıdır. Ç a ğ d a ş b a ca la rın kesitleri daire biçimindedir. Eskiden baca yapımında tu ğ la ya da betonarm e kullanılırdı; günüm üzde santral bacaları, genellikle yalıtılmış saçtan yapılır. Daha ekonomik^ daha sızdırmaz olan ve daha az yer kap­ layan bu sac yapılar, iç ve dış kökenli kim­ yasal etkenlere karşı korunmuş prefabrik öğelerle gerçekleştirilir.



BACAK a. 1. Bedenin kasıktan tabana kadar uzanan iki parçasından her biri (Bk. ansikl. böl.) — 2. Hayvanlarda bedenin yürüm eye yarayan uzantılarından her bfs rı. — 3. Kimi nesnelerin ayakta ya da yer­ den yüksek durmasını sağlayan destek ya da desteklerden her biri; ayak: Masanın bacağı. — 4. Oyun kâğıtlarından üzerinde oğlan resmi bulunanı. (Eşanl. FANTİ, OĞLAN, VALE.) — 5. Bacak bacak üstüne atmak, bir bacağını ötekinin üstüne koya­ rak oturmak. || Bacak kadar, bir çocuğun küçüklüğünü vurgulam ak için kullanılır: B acak kadar çocuk, b u işi nasıl yapsın. Bacak kadar boyu var türlü türlü huyu var. || Bacakları kopmak, dolaşm aktan ya da ayakta durmaktan çok yorulmak. || Bacak­ ları tutmamak, yürüyem ez durum da ol­ mak. || Bacaklarını uzatmak, ış yapmayı bırakıp oturmak: Bunca ış var, sense b a ­ caklarını uzatmış, yatıyorsun. —Aktar. Bir sehpanın iki ana dikmesinden her biri. — Bes. san. Hayvanın bacak etlerinden yapılan ikinci sınıf bir pastırmaya verilen ad. Ekstra ve birinci sınıf pastırmalara oranla daha düşük niteliklidir. Ancak, ucuz satıldığından alıcıları çoktur. — Böcbıl. Böceklerin birçok eklem dön oluşan uzunca yürüm e organı. || Eklem­ bacaklılarda yer değiştirm eye yarayan,, eklemli ve uzun hareket organı. —Isıbil. Kaynatıcı borularını bir kazanın ana gövdesine bağlayan büyük çaplı bo­ ru. (Eşanl. KAYNATICI PANTOLONU*.) — Koşumc. Bacak çanı, katarda en arka­ da yürüyen devenin hatabının işkencesi­ ne takılan ve sağ bacağının arkasından sarkan çan. (Deveye takılan çanların en büyüğüdür ve sesi diğerlerinden farklı ol­ duğundan arkadaki devenin izleyip izle­ m ediği kolayca anlaşılır.) -—Matbaac. Kimi harflerin (m,n) dikey ya da hafif eğik çizgilerinin her biri. —Bir har­ fin kuyruğuyla bakışımlı olan alt bölümü. — Patol. Dinlenmeyen bacaklar sendromu, tanımlanması güç bir sendrom; özel­ likle kadınlarda görülür; oturur ya da ya­ tar durum da ve daha çok geceleri mey­ dana gelen ve bacağı harekete zorlayan bir sendromdur. (Kökem bilinmemekte, daha çok vazo-motör bozukluklara bağ ­ lanmaktadır.) [Eşanl. RESTLESS LEGS. ] —Spor. Bacak arası, futbolda topu raki­ bin bacakları arasından geçirip, yemden alma. || Bacak oyunu, sporcunun sürekli iyi durum da olmasını sağlayan bacak ser­ bestliği ve yeteneği. (Boks, eskrim, vb. gi­ bi oyunlarda bacak oyunu en az kolların



esnekliği kadar.önemlidir.; —Terz. Pantolonun, bacakların her birim kaplayan bölümü. —Tıp. Eklemli ya pa y bacak, kesilmiş bir bacağın yerine konan ve bazı hareketler­ le yürümeyi kolaylaştıran aygıt. || Tahta b a ­ cak, bacağını kaybeden birine takılan ve bacak yerine geçen aygıt. (Bu ilkel prote­ zin yerini şimdi eklemli yapay bacak almıştır.) —Zool. Memeli hayvanlarda kalça ile ayak arasında yer alan ve yürümeye, koşmaya, atlamaya yarayan hareket organı. —ANSİKL. İnsanda bacak iki tanedir; kalçadan tabana kadar uzanır; yürümeye ve ayakta durm aya yarar. Her bacak üç bölüt ve iki eklemden oluşur: uyluk, baldır ve ayak bölütleri; diz ve ayakbileği eklem­ leri.



BACAKKIRAN a. Nemli yerlerde biten ve küçük bir süsene benzeyen, yeşilimsi sarı çiçekli otsu bitki. (Büyük ve küçük baş hayvanlar için zehirlidir. Bil. a. narthecium; zam bakgiller familyası.) BACAKLI



sıf. 1. Bacakları olan ya da bacakları belirtilen nitelikte ya da nicelik­ te olan: Uzun, kısa bacaklı. Üç bacaklı. — 2. Bacaklı yazı, iri harfli, kolayca oku­ nabilen yazı. — Nümism. Felemenk altımnın halk ara­ cındaki eski adı.



BACAKLIK a. Deridervyapıımjş, içi ke­ çeyle kaplı, ço ğu n lukla kfiiket ve hokey oyuncularının .kullandıkları, bacağın üs­ tünü korumaya4yarayan tozluk. BACAKOGLU, Am asya’nın Güm üş­ hacıköy ilçesine bağlı Saraycık bucağı­ nın merkezi; 370 nüf. (1990). BACAKSIZ sıf. Bacağı olmayan, ♦ sıf. ve a. 1. Kısa boylu kimse için küçüm sem ^ yollu kullanılır; bodur: Kötü huylu, bacaksız Piriydi.-— 2. Yaşıyla bağ ­ daşmaz işlşr yapmaya kalkışan, sözler söyleyen çocuk için sevecenlikle söylenir: Şu bacaksıza1bak, neler söylüyor.



BACALL (Lauren), amerıkalı sinema ve tiyatro oyuhcusu.(N ew York 1924). Howard Havvks’ın ortayaçıkardığı sanatçı, si­ nemaya onun To H-ave â n d 'H a v e Not (1944) filmiyle başlağL Bu yapıtta birlikte oynadığı ve 1945 te evjendığı Hum phrey Bogart ite ünlü toir çıftLöluşturdu: Büyük uyku (The Bıg Sleep) [H. Hawks, 1946]; Karanlık geçit (Da*K J ^ssa g e ) [Delmer Daves, 1947]; Ölüm gem isi (Köy Largo) [John Huston, 1948]. The Look takma adıyla bilinen. Bacall, daha sonra da bir­ çok f i l m d i {M ilyoner avcıları [How to M a r r /a M fc n n a ire , 1953]); Aşk arzuları (Desıgning VVoman, 1957) ve oyühda rol aldı. BACALUŞKA ya da BADALUŞKA a Esk. sil. XVI. yy.’da osmanlı ordusunda kullanılmış, kale dövmeye yarayan bir tür top. (Becaleşka, Bedaloşka da denir.)



BACANAK a. 1. Eşleri kardeş olan ko­



başlayarak İstanbul Radyosu’nda çalıştı. Piyanoyu da büyük ustalıkla çalardı. Şu şarkıları çok sevilir: Hâlâ kanayan kalbim i aşk ateşi dağ la r (mahur), Sevdası henüz sinede gönlüm g ib i sağdı (hüzzam).



1171



BACARİSSE (Salvador), İspanyol bes­ teci (M adrid 1898 - Paris 1963). M adrid Konservatu varı’nda C onrado del Campo' nun öğrencisiydi. 1939’da Paris’e yerleşti. Başlıca yapıtları: bir bale (Corrida de feria, 1930), insan sesinin de katıldığı sen­ fonik yapıtlar (la Nave d e Ulises; la Tragedia d e D oha Ajada), konçertolar (piyano, gitar), yaylı çalgılar için 3 dörtlü ve bir ope­ ra (C harlot, 1933). BACAU, Romanya’da kent. Boğdan’da yönetim bölümü merkezi. Aşağı Bistrita ile Siret ırmaklarında, Tuna'ya kadar uza­ nan akarsu ulaşım yolunun başlangıcı; 193 269 nüf. (1989). Tarım-besin, doku­ ma, orman ürünleri, uçak sanayisi, m o­ bilya yapımı. — Bacau yönetim bölümü, 6 603 km2; 760 315 nüf. (1989). BACCALONİ (Salvatore), İtalyan bas (Roma 1900 - New York 1969). Sistina capella’sında yetişti. 1922’de meslek yaşamı­ na başladı ve özellikle opera buffa’lardaki bas rolleriyle tanındı. D on Giovanni'de­ ki Leporello rolünde gösterdiği başarıyla Salzburg, G lyndebourne ve New Y ork’ ta ün yaptı. BACCARAT, Fransa’da (Meurthe-et -Moselle) kanton merkezi, Vosges dağla­ rının kenarında, Meurthe ırmağı.kıyısında; 5 606 nüf. Eski bir şatonun yıkıntıları. M o­ dern kilise (1957; kristal levhalarla yapıl­ mış vitraylar). Kristal fabrikası ve kristal müzesi. ■ Baccarat kristal atölyeleri. Bu kris­ tal atölyelerinin kaynağı, 17 64 ’te, Bacca­ rat yakınında, Saint-Anne'da, Metz pisko­ posu tarafından kurulan cam atölyeleridir. 1816’da, Voneche (Belçika) kristal atölye­ lerinin sahibi Dartigues tarafından satın alındı. İlk kristal fırını 1819'da yakıldı. Bac­ carat, opalinleri ve yuvarlak biçimli kâğıt ağırlıklarıyla XIX. yy.’da dikkati çekti. Kris­ tal atölyeleri 1910’a doğru, klasik üslup­ ta parfüm şişeleri yapm aya başladı; d a ­ ha sonra ” 1925” üslubunun etkisinde kal­ dı. O dönem den bu yana, eski m odelle­ re ve yeni eğilimlere dayalı iki tür üretim yapm aktadır.



BACCARİNİ (Alfredo), İtalyan siyaset adamı ve m ühendis (Russi, Ravenna ili, 1826 -ay. y. 1890). 1849’da Ravenna’nın tahkimi çalışmalarını yönetti. 1876’da mil­ letvekili seçildi; 1878’de de Cairoli tara­ fından bayındırlık bakanlığına getirildi. BACCELLİ (Gu ido), İtalyan hekim ve si­ yaset adamı (Roma 1832 - ay. y. 1916), Adli hekim lik ve patoloji profesörü, kalp ve aort patolojisi, sıtma ve tetanos teda­ visi üzerine yaptığı araştırmalarla ün ka­ zandı. Kralcı solun önderlerinden biri ola­ rak, birçok kez bakanlık yaptı.



calar; bunlardan birine göre öteki. — 2. ■ 8ACCHANA LİA a. Roma dünyasın­ Tkz. "Dost, arkadaş” anlamında kulla­ da, Bacchus’un onuruna kutlanan din­ nılır. sel bayramlar. (Sözcük, yunan bayram ı­ nı [dionysia] olduğu kadar, İtalya'ya özgü BACANOS (Aleko), rum asıllı türk bes­ olan ve iyi bilinmeyen dinsel dionysos tö­ teci (İstanbul 1888 - ay.y. 1950). Lavtacı renlerini de belirtir.) Lam bo’nun oğlu. Dayısı Anastas’tan ke—A n s Ik l . Bacchanalia bayramı Rom a’ mençe öğrendi. 1903'ten başlayarak, dö­ ya Büyük-Yunanistan’dan yayıldı. Kutla­ nemin en ünlü fasılalarıyla gazino ve ma törenleri, kimi zam an sefahat ya da kulüplerde çaldı. Konser vermek ve plak cinayet bahanesi oimuştur. Bayram lar doldurm ak için Avrupa’ya ve Mısır’a gitti. İ.Ö. II. y y.'d a Ostia’da, Stimula kutsal or­ Bestelediği şarkılardan bazıları, çok ün­ manında, R om a'da Aventinus’d a yapılır­ lüdür: Gel ey denizin nazlı kızı nûş-i şarab dı. Bayrama katılmış bir genç kız proconet (acemaşiran), Öyle b ir afet-ı yektâ-yı sul Postumius'a, kutlamalardaki aşırılıklar­ emelsin m eleğim (saba), Zevkim hevesim dan söz etti. Senato da bu tapınmaların h ep seninle p ü r elem olsun (hüseyni). siyasal kom plolara elverişli gizliliğinden kaygı duym aktaydı. Açılan dava (İ.Ö. BACANOS (Yorgo), rum asıllı türk ut virtüözü ve besteci (İstanbul 1900-ay.y. 186) ölüm ya da tutuklanm a cezalarıyla 1977). Lavtacı Lam bo'nun oğlu. Küçük sonuçlandı. Bir senatus-consulteum'uyla yaşta ut öğrendi, dönem in en ünlü fa­ bacchanalia bayramı yasaklandı, ama yü­ sılalarıyla gazino ve kulüplerde çaldı. Av­ rürlükten kaldırm a yetkisi senatoya veril­ rupa'da, Mısır'da ve Kıbrıs’ta konserler di. Kutlamalar, yarı gizli olarak, Güney İtal­ verdi, plaklar doldurdu. Kuruluşundan ya 'da sürdü.



Baccarat kristalinden yuvarlak kâğıt ağırlığı (1850’ye doğr.) özel kol.



bacchanalia Michele kilisesi için bronzdan İncil yazarı aziz Yuhanna; tahtadan iki adet "ç a rm ı­ ha gerili İsa” ) ve L ucca’da çalıştı (S. Paolino kilisesi mimarı, 1522).



BÂCEDDÂ. Tar. coğ. Yukarı M ezopo­ ta m ya ’da eski kent. Adı süryanice "m u t­ luluk e vi” anlam ındadır. O rtaçağ’ın canlı kentlerinden olan Bâceddâ bahçeleri ile ünlüydü. BÂCERMÂ ya üa BÂCERMAK, Irak ın kuzeyinde bölge; Dicle havzasında aşağı Zap ile Cebel Hamrin arasında. Orta ç a ğ ’da merkezi Kerkük kenti olan böl­ ge osmanlı dönem inde Musul vilayetine bağlandı. Bu ad süryanice Bes (Be-) -G erm a'dan gelm ektedir. Bâcerm ak ise, bölgenin orta farsçadaki biçim inden kay­ naklanm aktadır BACEWİCZ (Grazyna), polonyalı ke­ mancı ve besteci ( tö d z 1913-V arşova 1969). Paris'te Nadia Boulanger’nin ö ğ ­ rencisi oldu. Ulusal bir üslupta, bazen ye­ ni klasik, bazen de dizisel teknikle senfo­ niler, konçertolar, yaylı çalgılar için dört­ lüler ve Kral A rth u r’un serüveni (1959) ad­ lı bir radyo operası besteledi.



BAC GİANG, Vietnam ’da kent, il mer­ kezi, H anoi’nin K.-D.'sunda.



Bacchanalia Bacchus’ün çocukluğu KüçüiyBacchanalia da denir Nicolas Poussin’in tablosu Louvre müzesi, Paris



—Güz. sant. Antikçağ heykellerinde (Ro­ ma, im paratorluk dönem i oymalı lahitlerinde) bacchanalia bayramı, çok kez, fa­ unalar, satyrler ve bakkhaların katıldığı bir kortej halinde gösterilirdi; bunlar, Dionysos'un Ariadne ile evlenişini ya da Asya' dan dönüşünü — bu dönüş birtakım e g ­ zotik havyanlarla belirtilirdi— kutlamak için tanrı’ya eşlik ederlerdi. Rönesans’tan bu yana, bacchanalia bayramı süsleme sanatlarında sık sık iş­ lendi: bayramın simgelerini taşıyan bir ço­ cu k kortejiyle gösterildi. Bu tem a büyük ressamlara da esin kaynağı oldu. Tiziano (National G allery ve Prado), Montegna (Silenos ile Bacchanalia, gravür), Annibale Carraci(Rom a Farnese sarayı’nın galerisindeki tavanın orta kısmı, Poussin (National Gallery ve H ampton Court), Rubens (Münih), Van Dyck (Torino), Picasso (desenler).



BACCHELLİ (Riccardo), İtalyan yazar (Bologna 1891 - Monza 1985). Şair, oyun yazarı, denemeci ve romancı olan Bacchelli, yapıtlarında kendisine Goethe ve Manzoni'yi örnek alır. Özellikle tarihsel ro­ manlarda başarı sağladı (il diavoio al Pontelungo, 1927). Bunlardan il M ulino del Po adlı üç ciltlik dizisi (D/o ti salvi, 1938; La miseria viene in barca, 1939; M ondo vecchio, sem pre nuovo, 1940) yazarın başyapıtıdır. Bacchldes, Plautus’un, Menandros’tan esinlenerek yazdığı komedi (İ.Û. 189’a doğr.). Oyun örgüsü Bacchis adlı ikiz ki­ bar fahişelerin aşırı benzerliklerine daya­ nır. Oyun, komik sahneler ve kişilikler yö­ nünden zengindir. Köle C hrysale’nin çe­ virdiği dolaplar, M oliöre'nin kahramanı S capin’in entrikalarına örnek olmuştur. BACCHİGLİONE, Kuzey İtalya’da ır­ mak, Veneto’da, Vicenza ve Padova’dan geçer, Brenta ırmağıyla birleşerek Adriya denizi’ne dökülür; 119 km.



Johann Sebastian Bach Elias Gottlob Bach’ın yapıtı (ayrıntı) Museum der Geschichte der Stadt Leipzig



BACCHUS, yun B a kkh o s, Dionysos’a, onu kendi tanrıları L iber Pater ile özdeş­ leştiren Romalılar’ın verdiği ad. Bacchus' ün Ceres ile bir çift oluşturduğu Dionysos törenleri İ.Û. IV. yy.'d a n başlayarak orta İtalya’da yayıldı. Daha sonra yavaş yavaş R om a’ya girdi. Kutlamalara B a cc­ hanalia adı verildi. — Güz. sant. Sayısız antik heykel arasın­ da hintli Bacchus (Vatikan, Louvre), Bacc­ hus ve Am pelos (Floransa), Bacchus ve Leukothoe'nin (M ünih) adları anılmaya değer. M ichelangelo’nun küçük heykeli sarhoş Bacchus Uffizi m üzesi’ nde;Tiziano ’nun Bacchus ve A riad n e adlı yapıtı



Bacchus Lykurgosün cezası adiı mozaikten bir bölüm İ.S. II. yy. ■ III. yy. galya-roma sanatı Taş yapıtlar müzesi, V[enne (ishre) National G allery'de; C aravaggio'nun er g en Bacchus’ü Uffizi’de, hasta Bacchus'ü ise Borghese galerisinde sergilen­ mektedir. Jules Romain, Poussin, Natoire, vb. B acchus'ün zaferi konusunda re­ simler yaptılar.



Bacchus İle Ariadne (Bacchus et Ariane), 2 perdelik bale. Koregrafisini Serge Lifar, konusunu Abel Hermant, müzi­ ğini Albert Roussel, dekorlarını G eorgio De Chirico hazırladı, ilk kez 1931'de, Pa­ ris operası'nda sahnelendi. Başlıca rolle­ ri Olga Spessivtseva, Serge Lifar ve Serge Peretti üstlendiler. BACCİARELLİ (Marcello), İtalyan res­ sam (Roma 1731 - Varşova 1818). Yaşa­ mının büyük bölümünü Polonya’da geçir­ di. Tarihi tablolar ve portreler yaptı.



BACH, Thüringen kökenli müzikçi aile. „ Elli dolayında üyesi orgcu, kilise şarkıcısı 8 ve kent müzikçisi olarak başarılı oldu. Ko| rai ve kontrapuntonun etkisi altında yetiş­ in tiler. Johann Sebastian'ın oğullarından g bazıları sanatlarını yurt dışına götürene ™ dek, Saksonya dukalıklarında ve Arnstadt ~J prensliğinde yaşadılar. Aile dört kola ayrılabilir: Meiningen, Erfurt, Franken, Arnstadt. Johann Sebastian üçüncü koldan gelir. Onun bugün bi­ linen ataları XVI, y y .’a değin uzanm akta­ dır. ilk ataları değirm enci ve fırıncıydı, ama her biri bir çalgı çalıyordu. Ö rneğin VEİT (öl. VVechmar 1619) değirm enci ve kitaracıydı. — En küçük oğlu J o h a n n e s (ya da HANS) [öl. VVechmar 1626], müzik­ çi ve fırıncıydı; Johann Sebastian’ın bü­ yük dedesidir. Üç oğlu JOHANNES, C h rİs to p h ve HEİNRİCH, yalnızca müzik­ çi olan ilk B ach’lar olarak bilinir. — Joha.nnes'in ikinci oğlu C h r İs to p h (VVechmar 1613 - Arnstadt 1661), Johann Sebastia n ’ ın dedesi. VVeimar, Prettin, Erfurt ve Arnstadt’da saray ve kent müzikçiliği yap­ tı. - O ğ lu JOHANN AMBROSİUS (Erfurt 1645 - Eisenach 1695), Johann Sebastia n ’ın babasıdır. Erfurt’ta keman ve viyo­ la çaldı (1667), 1668’de Elisabeth Lâmm erhirt (1644-1694) ile evle n d i ve 1671 ’de, Eisenach’ta saray ve kent m ü­ zikçiliği yaptı. Altı oğlundan —J. Sebastian dışında— önemli olan ikisi: JOHANN CHRİSTOPH (Erfurt 1671 - Ohrdruf 1721). P achelbel’den ders aldı. 1690’dan baş­ layarak O h rd ru f’ta o rgçu lu k yaptı; — JOHANN JAKOB (E is e n a c h 1682 -Stockholm 1732), obuacı. İsveç ordusun­ da görev yaptı (1704). Fransız flütçü Buffa rd in ’den ders aldı. Johann Sebastian, Capriccio sopra ta lontananza del suo frateilo dilettissimo'yu onun için yazmıştır. Bu kuşakların her birinden pek ço k Bach, besteci ve çalgıcı olarak müzik tarihinde saygın bir yer tutar.



BACCİNELLO, İtalya’da m aden ocağı (Toscana, Grosseto ili). Geçmişi on milyon yıla inen bu arkeolojik sitte oreopitekus ■ BACH (Johann Sebastian), alman bes­ teci (Eisenach 1685 - Leipzig 1750). Ai­ (uzun kollu insan fosili) kalıntıları bulun­ lenin en küçük oğluydu; annesi ve baba­ muştur. sı ölünce (1694-1695), O hrdruf’a, ağabe­ BACCİO d’Agnolo (Bartolomeo D’AGyi Johann C hristoph'un yanına gitti ve ilk NOLO BAGLİONİ.— denir), floransalı mimar m üzik bilgilerini ondan aldı. Lyceum ’da ve heykelci (Floransa 1462 - ay. y. 1543). klasik öğrenim gördü. Soprano sesi sa­ Floransa’d a T a d d e i (1503-1504) ve Baryesinde, Lüneburg St. Michael Gymtolini-Salimbeni (1517-1520) saraylarını in­ nasium'una kabul edildi ve orada, XVI. ve şa etti; Santa M aria N ovella’nın oturm a XVII. yy. yapıtlarının bulunduğu zengin ki­ yerlerini ve org büfesini yaptı (1491 taplıktan yararlandı; St. Johann kilisesi’ -1496); 1506’dan 1529'a değin katedra­ nin orgcusu G. Böhm ’den ders aldı; lin ustabaşılığını yürüttü. Böhm’ün öğüdüne uyarak Ham burg'a gitti ve orada, St. Katharina kilisesi’nin org­ BACCİO da Montelupo (Bartolomeo cusu Reinken’i dinledi. H am burg’da CelSİNİBALDİ,— denir), floransak heykelci ve le sarayı’ na girdi. Poitou’lu fransız pren­ m im ar (M ontelupo 1 469’a d oğ r.-L u cca sesi Eleonore d ’OIbreuse, Nantes ferma1535). Daha çok Bologna, Floransa (San



Bach nı'nın kaldırılmasıyla sınır dışı edilen müzikçileri bu sarayda toplamıştı. Bach ora­ da G rigny’nin Livre d 'org u e adlı yapıtının kopyasını çıkardı ve transız org okulunu tanıdı. Kısa bir süre VVeimar sarayı’nda kemancı olarak çalıştıktan sonra, Arnstadt’ta St. Bonifatius kilisesi’nin orgculuğ una getirildi ve ilk kantatını orada bes­ teledi (1704). Çalgısında daha da ustalaş­ m ak ve B uxtehude’ün görüşlerinden ya­ rarlanm ak amacıyla yürüyerek Lübeck'e gitti (1705). Mülhausen'deki St. Blasius kilisesi’ ne orgcu oldu ve aynı yıl (1707), ku­ zini M aria Barbara Bach ile (1684-1720) evlendi. 1708’de, hayattayken yayımlan­ mış tek kantatı olan Gott İst meın König basıldı. Bach, Saksonya-VVeimar dükü VVIlhelm Ernest tarafından oda müzikçisi (kemancı, viyolacı) olarak VVeimar’a ça ğ ­ rıldı, ancak daha ço k şatonun orgculuğunu yaptı ve 1717'nin sonuna değin VVeim a r'da kaldı. St. Johann kilisesi’nin o rg ­ cusu J. G. VValther ile dost oldu. VVeimar’ da ayrıca, Albinoni, Legrenzi, Corelli, Bonporti, Vivaldi gibi İtalyan bestecilerin ya­ pıtlarını “ keşfetti” , bu bestecilerin pek çok konçertosundan transkripsiyonlar yaptı ve Frescobaldi’nin Fiori m usicali adlı ya­ pıtının kopyasını çıkardı. 1717'nin sonun­ da Köthen’e çağrıldı, Anhalt prensi Leopold’un orkestrasını yönetti. 1719’da Halle'de Hândel ile tanışmak istediyse de am acına ulaşamadı. Ertesi yıl K arlsbad’ da Brandenburg m arkgrafı Christlan Ludvvig ile tanıştı (onun adına altı konçer­ to besteledi). Aynı yıl karısı öldü. Ham­ b u rg ’da A n Wasserflüssen Babylon adlı koral üzerine yaptığı doğaçlam ayla, o rg ­ cu Reinken’i hayran bıraktı. 1721’de, trom­ petçi VVülcken’in kızı şarkıcı Anna Magdalena ile (1701-1760) evlendi. 1722’de Leipzig kantor'u Kuhnau ölünce, Bach, Thom asschule’nin yöneticiliği için aday­ lığını koydu; 1723'te, Yuhanna'ya göre Çile (Passion nach den Evangelien Johannes) adlı yapıtının seslendirilişinden sonra bu göreve kabul edildi. Ancak, üst­ leriyle arası iyi değildi; ayrıca St. Nikolas ve St. Thomas kiliselerindeki, kantatlarda görev alacak ve St. Matthias ve St. Peter kiliselerinde ilahi ve motet söyleyecek öğ­ renciler arasında gerektiği gibi işbölümü yapılamaması besteciyi yıldırdı. 1729'dan 1740’a değin, Telem ann’ın kurmuş oldu­ ğu, Collegium m usıcum 'u yönetti. Leipzig'de kaldığı dönem de, hem dinsel hem dindışı kantatlara yer verdi; çünkü çalış­ maları Thomasschule ile sınırlı değildi: 1728’e değin Köthen sarayı’nda da ça ­ lıştı; 1723’ten 1736’ya değin VVeissenfels sarayı’nda capella yönetm enliği yaptı. 1733-1736 yılları arasında, “ Saksonya sa­ ray bestecisi” unvanını almaya çalıştı, bu amaçla, " s i" tonunda M issa’sını Seçici prense yolladı. Çeşitli vesilelerle pek çok beste yaptı, yolculuklara çıktı, konserler verdi, çocuklarını ziyaret etti, öğrencileri­ ne iş buldu. 1731’de Dresden’de, Silberm ann’ın orgunu denedi, onun yaptığı ilk p iy a n o fo rte ’leri d in le d i ve inceledi, K lavierübung" adlı yapıtını yazdı. Hasse, Benda, lavtacı Weiss ve Kropfgans ile iliş­ ki kurdu ve bir kez daha Hândel ile tanış­ m aya çalıştı. Mattheson ve Scheibe’ce eleştirildiyse de, derslerini izleyen g en ç­ ler tarafından tutuldu. J. N. Gerber, J. Schneider, J. F. Agricola, Altnikol, Kittel, Müthel bunlardan bazılarıdır. Bach’ın on dokuz çocuğu oldu, bunlardan ancak onu yaşadı. 1747’de oğlu Cari Philipp Em anuel’in isteği üzerine, Potsdam ’a gi­ derek kral Friedrich ll’yi ziyaret etti; bu zi­ yaretten sonra, das Musikalisches O pfer adlı yapıtını krala yolladı. 1749 ’da kör ol­ du, FCıg * sanatı adlı yapıtına çalıştı ve org için bestelediği 18 b üyük org koralini ta­ mamladı, son üç korali, damadı Altnikol’e söyleyerek yazdırdı. B ach’ın yapıtı, üç yüzyıllık dinsel ve din­ dışı çoksesliliğin d oruğu sayılır, çünkü onun sanatında, kontrapunto, arpejli ya da “ plake” akorlardan ağır basar. Bach, öncellerinden aldığı biçimleri yetkinleştir­



nör, 1720; d o minör, 1730); orkestra ve di. Çift tem anın önemini önceden gördü. klavsen için 7 konçerto, iki klavsen ve or­ Bas öğesini güçlü ve sürekli kılarak, kur­ kestra için 3 konçerto, üç klavsen ve or­ gunun temel öğesi yaptı. Sözü betim le­ kestra için 2 konçerto, dört klavsen ve or­ meye ve düşünceyi çağrıştırm aya önem kestra için 1 konçerto (bu konçertoların vermekle birlikte, kontrapuntodan hiçbir tüm ünü Leipzig’de besteledi ya da trans­ zaman vazgeçm edi: ricercare, kanon ve kripsiyon olarak düzenledi [1730-1738]). fü g ’e düşkünlüğü onu anlatımda yalınlaş­ — D. Solocu çalgılar için: 1) Lavta için: Çe­ maya yöneltti. B a ch ’ın tüm yapıtlarında, şitli parçalar, ayrıca 2 süit; 2) Yalnız ke ­ dindar kişiliğinin izleri vardır. Besteleri ölü­ m an için: 3 sonat ve 3 partita (1720); 3) m ünden sonra unutuldu; ancak, XIX. Kem an ve sürekli bas için: füg ve 3 so­ y y .’ın başlarında Beethoven, Mendelsnat (1720); 4) K em an ve klavsen için: 6 sohn, Boely, Schumann sayesinde yeni­ sonat (1720); 5) Çello için: 6 süit (1720); den anımsandı ve Chopin, Liszt, Cesar 6,)Viola da gam ba için: 3 sonat (1720); 7) Frank aracılığıyla yaygınlaştı. Yalnız flüt için: 1 sonat; 8) Flüt ve sürekli •V O K A L YAPITLARI. A. 4 ses için arm o­ bas için: 3 sonat; 9) Flüt ve klavsen için: nize edilmiş koraller: 186 tanedir, bunlar­ 4 sonat. Ayrıca, flüt, keman ve sürekli bas dan 162'si kantatların içindedir. — B. Ora­ için, iki keman ve sürekli bas için, iki flüt toryolar: Noel oratoryosu (1734), Paskal­ ve sürekli bas için çeşitli yapıtlar (fügler, ya oratoryosu (1725); Ç ile le r Yuhanna' sonatlar), keman ve sürekli bas için 1 sü­ ya göre (Johannes-Passion 1723), Matit, keman ve klavsen için 1 süit, — E. O r­ ta ’ya göre (M attheus Passion, 1729). kestra için: çeşitli çalgılar için, Branden­ — C. M otetler ve m ezm urlar: 7 ta. 1e (4 ses­ b u rg konçertoları diye bilinen 6 konçerto liden 8 sesliye dek), — D. Latince sözlü (1721); Süitler diye bilinen 4 uvertür yapıtlar: M a g n ific a t(1 723). — E. M issalar (1730’a doğr.). (Kyrie u nd Gloria): 4 tane (1726 ’ya doğr. • K U R A M S A L YAPITLAR. Das M usikalische* - 1740’a doğr.); " s i" m inö r Missa (1724 O p fe r(1747); F ü g * sanatı (die Kunst der — 1747).— F. Dinsel kantatlar: 196 tane, so­ Füge, 1748-49). locu ve orkestra için ya da solocular, ko­ ro ve orkestra için; bunlardan 3 3 ’ü "koral ■ B A C H (VVİlhelm Friedemann), alman -kantat" biçim indedir. — G. Dindışı kan­ besteci (VVeimar 1710 - Berlin 1784). J. tatlar: 25 tane. — H. Aryalar ve liedler: -S. B ach’ın ilk karısından olan büyük o ğ ­ yanlış olarak (?) Bach’ın sayılır: 11 tane lu. Müzik eğitimini her şeyden önce ba­ (Anna Magdalena Bach’ın II. kitabı, 1725); basına ve M erseburg’ lu kemancı J. G. 69 tane (Schemelli, 1736). G raun’a borçludur. Babasının özellikle En önemli kantatları: 1) DİNSEL KANTAT­ onun için yazdığı yapıtların niteliğk(/nvenLAR: A u s d e r Tlefe rufe ich (1707), Gott tions ve Sinfonie'nin [1720-21] ilk biçim ­ İst mein K önig (17 08), Nach d ir (1710 ’a leri olan Orgelbüchlein, Klavierbüchlein, doğr.), A ctus tragicus (1711), Christ lag Ayarlı klavye 'nin ilk prelüdleri ve org için (1714'ten önce), Alun komm, der Heiden altı sonat) ve yorum cudan beklediği tek­ Fleiland (1714), ich hatte viel Bekümmernik g üç Wilhelm Friedem ann’ın, klavyeli nis (1714), VVeinen, Klagen, Sor gen çalgı virtüözlerinden biri sayılmasını g e ­ (1714), Ein feste B urg (1723 ya da 1724), rektirir. 1733'te Dresden’deki Sankt SoDu Hirte israel (1724), Sie werden aus Sa­ phie’de orgcu, 1746’da kentin directormuba aile kom m en (1724), N un komm, der sicae’sı unvanıyla Halle’deki Notre-Dame H eiden H eiland (1724), Aus tiefer Noth kilisesi’nin kantoru oldu. 1747’de, Fried­ (1 724), Bleib bei uns (1725), ich habe gerich ll’nin sarayında babasına eşlik etti. n ug (1727), Jauchzet G ott in ailen Lan1774'te Berlin’e yerleşti ve orada verdiği den (1730), Wachet a u t (1731), Nun İst resitaller geniş yankılar uyandırdı. Yaşa­ das H eil (1 7 3 5 'te n sonr. ?); -2) DİNDIŞI mının son on yılı karanlıktır. Yapıtlarının KANTATLAR: A v kantatı (1716), Aiolos büyük bir bölüm ü yayım lanm adan kaldı. (1725), Cenaze ilahisi (1727), Phoebus ile Ses için yazdığı yapıtlarının arasında re Pan kantatı (1731), Kahve kantatı (1732), minör kısa missa'sını, Ehre sei Gott’u (No­ H erkül kantatı (1733), Yeni yönetim kan­ el kantatı) ve Heilig, heilig adlı güçlü motatı (1742). teti anmak gerekir. Orkestra yapıtlarından • Ç A L G I YAPITLARI. A .O rg için: 145 koral; re m ajör ve re m inör sinfonialarla sol mi­ bunlardan 46'sı O rgelbüchlein'd a (1713 nör süiti ayrı bir önem taşır. O da müziği -1717), 18 ’i Leipzig derlemesi’nde (1707 yapıtları arasında, 2 flüt ve 2 alto için du-1750), 2 1 ’i dog m a korali (1739), 6 ’sı olar, viyoia ve sürekli bas için sonat d e ­ transkripsiyon (Schübler, 1746), Noel koğerlidir. Ayrıca org için fügler, koro pre­ ral’i üzerine Kanonik çeşitlem eler (1746 lüdleri; piyanoforte için 12 sonat, 11 füg, -47); 7 sonat (1 72 5 ’e doğr. - 1727'ye 42 polonez, 11 fantezi, vb. ve 10 dolayın­ doğr.); 1 Pastora/(1707’y e d o ğ r.);3 parda konçerto besteledi. tita (1700-1715); başka yapıtların trans­ Her ne kadar garip ve alıngan bir in­ kripsiyonu olan 6 konçerto (1715 ’e san olduğunu inkâr edem ezsek de, onu doğr.); 1 Canzona (1709 'a doğr.); 1 Passarhoş ve sefih bir sanatçı olarak göste­ sacaglia ve füglû tema (1712’ye doğr.); ren efsanelere inanmak da doğru olmaz. bir füge açılan ya da açılmayan 50 pre­ Yapıtları şaşırtıcı bir dehanın ve açıkça ro­ lüd, toccata ya da fantezi: bunların en ün­ mantik bir eğilimin ürünleridir. Büyük fan­ lüleri " r e " m inö r toccata ve fü g ( 1709); tezileri Beethoven’i haber verir. Sonat for­ " fa " tonunda Toccata vs füg (1716), muna ve m odern piyano konçertosuna ilk "s o l" m inör fantezi ve fü g (1720), Tocca­ biçim ini VVİlhelm Friedem ann Bach ver­ ta, adagio ve füg (1709), 5 büyük prelüd di. ve füg (bunlara Lepzig p re lü d ve fügleri denir) [1727-1739], — B. Klavsen için: ■ B A C H (Cari Philipp Emanuel), alman besteci (VVeimar 1714 - H am burg 1788), 200 den ço k yapıt: prelüdler ve fügler, J . -S. Bach ve Maria B arbara’nın beşinci toccatalar, fanteziler, sonatlar, çeşitli ar­ çocuğu. Lepzig’de, St. Thom as’ta eğitim yalar ve çeşitli bestecilerin yapıtlarının gördükten sonra, 1731’de önce Leipzig transkripsiyonu olan 16 konçerto (1708 Üniversitesi’ nde, sonra da Frankfurt an -1717), 6 fransız süiti (1722), 6 İngiliz süi­ der O d e r’de hukuk okudu. Babası tarat ti (1722-1724), C labierbüchlein vor Wilfından yetiştirildi, 1734’ten başlayarak, çal­ helm Friedem ann Bach (1720), Claviergıcı, öğretm en ve besteci olarak dikkati büchlein vor Anna M agdalena Bach çekti, ama üslubu kısa zamanda, baba­ (1722), 30 invention ve senfoni (1722-23), sının üslubuna göre daha duygulu bir ni­ A ya rlı* klavye (I: 1722; II: 1742), K rom a­ telik kazandı. 1738’de Prusya veliaht tik fantezi ve füg (1720 ’ye doğr.), 6 partiprensinin orkestrasına girdi. Sonra Fried­ ta (1731), " s i" m inö r uvertür (1734), İtal­ rich ll'nin peşinden Potsdam’a gitti, onun yan konçertosu (1735), " d o " m inö r fan­ tahta çıkmasıyla birlikte Kam m ercem batezi (1738), 4 duetto (1739), 30 Goldberg list unvanını aldı. Berlinli besteci ve ku­ çeşitlemeleri (1742). —C. Konçertolar: bir ram cılarla sık sık başı derde giren C.P. ya da birkaç solocu ve orkestra için 20 Emanuel, Magnificat adlı yapıtını sunarak, dolayında konçertosunun en önemlileri: koruyucusu G.P. Telem ann'ın ölüm üyle 2 keman konçertosu (mi ve la tonunda, boşalan H am burg m üzik yönetm enliği 1720); iki keman için 2 konçerto (re m i­



1173



VVİlhelm Friedemann Bach Wilhelm VVeitsch’in yapıtı Staatliche Galerie Moritzburg Halle



Cari Philipp Emanuel Bach F.C. Krügerln pasteli Archive fiit Kunst and Geschichte, Berlin



Bach görevini elde etmeyi başardı (1767). Ge­ rek kendi yapıtlarını, gerek H ândel’in M essiah'ını, H a yd n ’ın Stabat Mater'in'ı, babasının " s i" m aiör /Vfesa’sını, vb. çal­ dırarak H am burg'un müzik yaşamına bü­ yük bir canlılık getirdi. 1770 ’te ziyaretine gelen Charles Burney, Carl’ın yaşamı, ya­ pıtları ve klavikord çalışı üzerine önemli bilgiler bıraktı. Carl'ın vokal yapıtları arasında D/e israeliten in d e r VVüste, Klopstocks Morgengesang, M agnificat ve G ellert’in şi-



1174



Johann Chrİstoph Friedrich Bach Frederic Rehberg'in (1758-1835) bir karakalem deseninden yapılan lavi



Johann Christian Bach Thomas Gainsborotıgh’un olduğu sanılan bir portre (ayrıntı) Liceo musıcale, Bologna



Gaston Bachelard



■irleri üzerine melodiler anılmalıdır. Orkest­ ra yapıtları arasında, Van Svvieten’e adan­ mış, yaylı çalgılar için 6 sinfoniası önem ­ lidir. Bu yapıtlar güçlü bir mizaç, renkli bir orkestralama ve önromantik eğilimler ser­ giler. O da müziği yapıtlarıysa, klasik bi­ çim ve anlatıma doğru bir gelişme gös­ terir. Klavyeli çalgılar için ç o k sayıda urun verdi: Preussische Sonaten, Württembergische Sonaten ve özellikle, daha çok Beethoven’ınkini haber veren bir örgüyle ya­ zılmış, “ am atörlere" yönelik 6 sonat, fan­ tezi ve rondo derlemesi (Leipzig, 1779 -1787). iki klavsen ve büyük orkestra için yazılmış sonatları, rapsodiyi çağrıştıran yapıları ve özgünlükleriyle dikkati çeker­ ler. C arl’ın, çağının müziğine etkileri bü­ yük oldu. “ Klavyeye gerçek dokunm a tarzı” (1753) başlıklı denemesiyle olduğu kadar, çalgıda zaman zam an garipliğe varan bir arayışın ürünü olan yapıtlarının üslubuyla çağını etkiledi. Kardeşi VVİlhelm Friedemann tarafından “ icat edilm iş” so­ nat biçim ini geliştirdi ve İtalyan b e l canto ’sunun ezgileriyle beslendi.



tolar ve sonatlar (do m inör sonatı önem li­ dir) besteledi. Sanatı, J.-S. Bach’ın katı, ke­ sin m üziğiyle M ozart’ı haber veren zarif üslup arasında bir bağ oluşturur. B A C H (Alexander, baron VON), avusturyalı devlet adamı (Loosdorf 1813 - Schöngrabern şatosu, Aşağı Avusturya, 1893). Avukattı. Haziran 1848’de adalet bakanı oldu; mayıs 1849’da içişleri bakanlığına getirildi. M etternich’inkinden daha katı bir mutlakiyetçilik uyguladı ve “ Bach sistemi" ya da "yeni - mutlakiyetçilik” denilen si­ yasal sisteme adını verdi. Aşırı merkeziyet­ çilik tutkusu, Bach’ı yerel diyetlerin rolü­ nü sıfıra indirgemeye, azınlıkları aşırı b i­ çim de germ enleştirm eye ve papalıkla 1855 konkordatosunu imzalamaya götür­ dü. Avusturya’nın İtalya’da uğradığı ağır yenilgilerden (1858-59) sonra, rejim deği­ şikliği yapm ak isteyen Franz-Joseph, 1859’da Bach’ı görevden aldı ve yerine polonyalı liberal Go+uchowski'yi geçirdi B A C H A a. Göğsü madensel yeşil renkli, karnı uzun saplı ve sarı lekeli ortoraf kü­ çük sinekleri içeren cins. (Nemli yerlerde çok yaygındır. Larvası bitki bitleriyle bes­ lenir. Süprüntüsineğigiller familyası.) B a c h a q u e r o , Venezuela’da'petrol yata­ ğı, M aracaibo gölünün d oğu kıyısında. B A C H A U M O N T (Louis PETİT DE), tran­ sız yazar (Paris 1690 -ay. y. 1771). Memoires secrets p ou r se rvirâ fhistoire d e la rep ub liçue des lettres adlı yapıti, Memoires de Bachaum ont adıyla tanındı. Bu kitap, 1740’lara doğru, ağızdan ağza dolaşan haberlerin önemli bir merkezi durum una gelen Mme Doublet’nin “ gediklilerinden" (Piron, D u ra y d e Meinieres, Voisenon...) edinilen bilgilerin kronik görünüm ü altın-' da yayımlanmış bir bireşimidir. XVIII. yy. sonu Paris yaşamının ço k katı bir betim ­ lemesinin yer aldığı yapıtta, kibar çevre­ lerdeki ahlak skandalları ve yolsuzluklar, her türden aldatmacalar sergilenmektedir. Yazımına 1762’de başlanan Bachaum ont'un yapıtına, Pidansat de M airobert (1771-1779) ve M ouffle d ’A n g erville (1779-1787) tarafından devam edildi.



■ B A C H (Johann Chrıstoph Friedrich), al­ man besteci (Leipzig 1732 - Bückeburg 1795), J.-S. Bach ve ikinci karısı Anna Magdalena'nın dokuzuncu çocukları. Ba­ basının dersleriyle yetişti. 18 yaşında, Bückeburg’da, kont Wilhelm von Schaumb urg - Lippe’nin hizmetine girdi ve 1778'de kardeşi Johann Chrıstian'ı ziya­ ret etm ek İçin Londra'ya gitmesi dışında, yaşamının sonuna değin B ückeburg’dan ayrılmadı. 1758’d e kontun orkestra yöne­ ticisi ve bestecisi oldu. B ückeburg'u Av­ rupa’nın önemli müzik merkezlerinden biri durumuna getirdi. Şair J. G. H erder’in dostluğunu, Schaumburg-Lippe prensinin ■ B A C H E L A R D (Gaston), transız filozof (Bar-sur-Aube 1884 - Paris 1962). Paris sevgisini kazandı. Başlıca yapıtları şunlar­ Posta ve telgraf idaresi’nde m em ur ola­ dır: en önemlisi D ie Kindheit Jesu (1773) rak çalıştı (1907-1913), Bar-sur-Aube'da fi­ olan 6 oratoryo; kantatlar: Cassandra, Die zik ve kimya (1919-1930), Sorbonne’da bi­ Amerikanerin, ino; ilahiler: 14 senfoni (so­ lim tarihi ve felsefesi (1940-1954) profesör­ nuncusu olan si bemol majör bir başya­ lüğü yaptı, Manevi ve siyasi bilimler aka pıttır). Oda müziği yapıtları ve klavyeli çal­ demişi üyeliğine seçildi (1955). M odern fi­ gılar için konçertoları, çağdaş yapıtlar ara­ ziğin elde ettiği sonuçlar üzerinde düşü­ sında kendilerini kolayca kabul ettirdiler: nen Bachelard. kuramsal üretim tarzı kav­ " m i" bem ol konçerto grosso’su son de­ ramına dayanan ve bilim öncesi ya da fel­ rece özgün bir dehanın ürünüdür. Bununla sefi bilim anlayışlarından, akılcı diyalektik birlikte yapıtlarında babasının etkileri g ö ­ ve uygulamalı bir yönteme geçişi incele­ rülür. J.C.F. Bach’ta biçimin kusursuzluğu, yen bir bilim tarihi ortaya koydu. Bunun müziğin büyüsüyle eş değerdedir. yanı sıra, Aristoteles’ten miras kalan bir fi­ ■ B A C H (Johann Christian), alman beste­ zik anlayışına (toprak, su, hava, ateş) d a ­ ci (Leipzig 1735-Londra 1782). J. -S. Bach yanarak şiirsel hayal dünyası simgelerinin ile Anna M agdalena'nın son çocuğu. Ba­ bir sınıflandırmasını yaptı. Başlıca yapıt­ bası öldükten sonra Berlin’de ağabeyi Wılları: Essaı s u rla connaissance approchee helm Friedemann’a eşlik etti. O rada öbür (1928), Le Nouvei esp.ıt scientifigue ağabeyi Cari, 1756’ya değin onun müzik (1934), La Formation d e l ’e sprit scientifi­ eğitimiyle ilgilendi. Bu tarihte İtalya’ya gitti gue (19381. La r nılosophie d u non (1940), ve Bologna'da P Martini ile çalıştı, katolık L'Eau et ies Heves (1942), L A ır et les Sonm ezhebine geçerek Milano katedrali'nın ges (1943), Le Materıalısme ratıonnel orgcusu oldu (1760). Traetta.Sacchını ve (1953), La Poetıçue det'espace (1957), La Jommelli ile ilişki kurdu. 1762’de İngilte­ poetıgue de la reverıe (1960), La Flamme re’ye geçtiğinde, başarılı operalarının sağ­ d 'u n e chanaelle (1961). ladığı ün, kendisinden önce oraya ulaş­ B a c h g e s e lls c h a f t , M endelssohn'un mıştı King'sTheatre’ın maaşlı bestecisi ol­ ön ayak olmasıyla Robert Schumann, Ot­ du, 1764’te "Bach-Abel konserleri" adı al­ to Jahn, C. F. Becker ve M. Hauptm ann tında abone dinleyicilere verilen konser­ tarafından B ach’ın tüm yapıtlarının eleşti­ leri- başlattı. 1774’te ünlü şarkıcı Cecilia rel basımını (46 cilt, 1851-1900) gerçekleş­ Grassi İle evlendi. Mannheim için birçok tirm ek amacıyla kurulan dernek. Neue opera besteledi. Son lirik trajedisi olan Bach Gesellschaft adıyla bu yapıtların bir A m adis des Gaules (libretto û u in a u lt’ b ö lü m ü y e m d e n b a s ıld ı (41 c ilt, nun), ilk kez 1779'da Paris’te sahnelendi. 1900-1945). Göttıngen enstitüsü, 1962 de, Ayrıca, kilise m üziği ( " D o " m inö r R eçin ­ G. von Dadelsen. A. Dürr, D. Kilian ve W. em), sayısız opera, senfoniler (op. VI, No N eum annrn yönetim inde Neue Ausgabe 6, sol minör senfoni, M ozart'ın habercisi­ sâmtlicher Werke başlığı altında, 8 bölüm­ dir; op. 9, No 2, m i bemol senfoninınse lü olarak Bach’ın yapıtlarının yayımına büyüleyici bir dinamizmi vardır), klavyeli başladı; bu basımda, yapıtların notaları­ çalgılar için fa minör ve d o m inör konçer­



nın yanı sıra, tarihsel açıklamalar da bu­ lunmaktadır. B A C H İA C C A (Francesco Di UBERTİNO, il — denir), ıtalyan ressam (Floransa 1494 -ay.y 1557). Özentili, kendine özgü bir üs­ lupla işlediği tablolarında, renk öğesinin çok az katkısı vardır. Resimlerinin yanı sı­ ra Cosimo de Medicı için duvar halısı tas­ lakları (Mesi) da hazırladı. B A C H L E R (Wolfgang), alman yazar (Augsburg 1925). Şiirlerinde G. Benn’den etkilendi (Die Zisterne, 1950; Ausbrechen, 1976). Ayrıca romanlar yazdı (D er nâchtliche Gast, 1950). B A C H M A N N (ingeborg), avusturyalı kadın edebiyatçı (Klagenfurt 1926-Roma 1973). Şiir (D ie gestundete Zeit, 1953), ro­ man (Das dreissigste Jahr, 1961; M alina, 1971) ve oyunlarında (DieZikaden, 1955) H eidegger'in ve ikinci Dünya savaşı’ nda edindiği deneyim in etkisi görülür. B A C H O F E N (Johann Jakob), isviçreli antropolog ve hukukçu(Basel 1815 -ay y. 1887). Filolojiye büyük tutkusu olan Bachofen, Das M utterrecht (1861) adlı yapı­ tında evrimci kuramları savundu. Çalışma­ ları, sanayileşmemiş toplum lardan elde edilmiş verilerden çok, A ntikçağ’ın klasik dönemlinin verilerine dayanır. Anasoylu soyzincirinin babasoylu soyzincirinden önce geldiğini ortaya attı ve XIX. yy.'ın bazı evrimcilerine göre insanlığın geçirdiği ilk aşama olarak kabul edilen ilkel biraradalık temasını işledi. Bachofen, aynı zaman­ da, kültürler arasındaki birlik düşüncesi­ ni de savundu. B A C I a. Fialk. 1 . Abla; kız kardeş: Bacı kardeş g eçinip gidiyorlar İki bacısı var — 2. Kadınlara yönelik seslenme sözü: Bacım, bana b ir tas su verir misin? — 3. Evde çalışan, emektar, yaşlı (çoğunlukla zenci) kadınlar için (daha çok eskiden) kullanılan sözcük. —Tasav. Bir tarikata bağlı kadınlardan her biri.(Bk. ansikl. böl.) —A n s İk l Aynı tarikata bağlı olan erkek­ ler birbirlerine ihvan (dostlar, arkadaşlar), kendi tarikatlarındaki kadınlara bacıyân (bacılar), şeyhin eşine de anabacı derler­ di. Anadolu'da, şeyhlik ve halifelik maka­ mına kadar yükselmiş pek çok kadın sufi yetişmiştir. Daha Selçuklular döneminde, kadınların şeyhlere bağlandıkları, örtülü olarak tekkelere gittikleri bilinir Âşıkpaşazade tarihinde, Osmanlı devletinin kuru­ lu ş u n d a e m e ğ i g e ç e n le r a ra s ın d a gaziyân-ı rum (Anadolu gazileri) ahıyân-ı rum (Anadolu ahileri) ve abdalân-ı. rum (Anadolu dervişleri) ile birlikte bacıyân-ı rum (Anadolu bacıları) adı da geçer, B A C İC C İA ya da B A C İC C İO (Gıovan nı Batışta GAULLİ, il — denir), İtalyan res­ sam (Cenova 1639 - Roma 1709). Roma’ da XVII. yüzyılın en parlak barok dekora­ törü oldu. Gesü’nun tavanı için yaptığı, İsa adının zaferi (1672-1679) adlı yapıtı, çizi­ len figürler ve m erm er taklitleri karışımıy­ la, gerçek ve göz aldatıcı mimari yüzey­ lerle Bernini’nin görüşlerinin bir kopyası gibidir. M ihrap bölüm ü tabloları genellik­ le daha klasik bir üslupla yapılmıştır. B A C İG A L U P O (Nicolo), Italyan yazar (Cenova 1837 -ay.y. 1904). Cenova lehçe­ siyle yazdığı şiirleri ve komedileri vardır. B A C İL , Yemen Arap C um huriyeti’nde kent, Hudeyde’nın K.-D.’sunda hayvan pa­ zarı. Dokum a sanayisi. Çim ento fabrika­ sı. B A C İL L A C E A E a. Prevot’ nun sınıflan­ dırmasına göre, iki cinsi (bacillus [hareket­ li] ve bacterıdium [hareketsiz]) bulunan Gram pozitif basiller familyası. (Bergey’in sınıflandırmasına göre, bakteridium cins sayılmaz ve bu addaki bakteriler de ba­ cillus cinsinden sayılır.) [Bacillales takımı.] B A C İL L U S a. ince, uzun bir çırpıyı an­ dıran, genellikle kanatsız ve uzun bacak­ lı böcekleri içeren cins .(Bacillus Avrupa’ da yaşayan tek cadıçekirgesidir. Phas-



Bacon m optera takımı, Bacillidae familyası.)



BA C İN (Li FEİGAN) ya da BA JİN (Li FeİGAN), çinli yazar (Çıngdu, Sıçuan, 1904). Kropotkin ve Bakunin'in düşünce­ sinden etkilendi, ilk romanını (Destructio n [fr.çev.J 1929) ya zd ığ ı P a ris ’ te iki yıl kaldı (1927-1929). Sonra Şang­ h ay’a yerleşti ve orada kuşak çatışma­ larıyla devrim ci gençliğin isteklerini çö ­ zümlemeye yönelik birçok roman üçleme­ si (B rouillard [fr. çev.J, 1931; Famille [fr.çev.], 1933; Printem ps [fr.çev.], 1938; Autom ne [fr. çev.]. 1940) kaleme aldı. Ya­ zarlar birliği başkan yardımcılığına getirildi (1953), kısa süre sonra, bölünm üş bir to p ­ lum un orta kesimini yansıtışında görülen hümanist ve içtenci eğilimi nedeniyle eleş­ tirildi (/e Jardin du repos [fr.çev.], 1944; N u itg la c e e [fr.çev.], 1947). Kültür devrimi sırasında susmak zorunda kaldı, Dörtler çetesi’ nin devrilmesinden sonra yeniden yazmaya başladı.



BÂCİSRÂ. Tar. coğ. Irak’ta küçük kent; Bağdat'ın yaklş. 50 km K.-D.’sunda; Bâcisrâ’ya ulaştığında Tamerra adını alan Nehrevan nehrinin kıyısında. (Adı süryanice "köp rü e v i" ya da "köp rü y e ri" an­ lamındadır. Arap coğrafyacılar tarafından mutlu, güzel, hurm alık ve kalabalık bir kent olarak anlatılır. Birçok arap edebiyat­ çının yetiştiği kent, yaklaşık XIII. yy. sonla­ rı ile XIV. yy. başlarında yıkıldı. Bugünkü Ebu Cisra köyünün bu kentle ilgisi yoktur.)



BACK (sir George), İngiliz amiral ve de­ nizci (Stockport 1796 - Londra 1878). 1829’dan beri haber alınamayan John Ross’u 1933 te aramaya giden Back, 1835’e kadar Kanada’nın kuzey-batısını, Büyük Esir gölü, Bathurst burnu ile Hudson körfezi arasındaki bölgeyi keşfetti. 1836’da, Arktika takım adasında Regent geçidi ile Turnagain burnunu araştırmak­ la görevlendirildi, buzlar arasında aylar­ ca mahsur kaldı.



BACK ırm ağı ya da BACK RİVER, Kanada’da (Kuzey-batı toprakları) ırmak, Aylmer gölünden çıkar, Kuzey Buz denizi’ ne (Chantrey koyu) dökülür; 960 km .



BACKA, Pannonia ovasında, hemen he­ men tümü Yugoslavya’da (Voyvodina) bu­ lunan bölge, B.’da ve G.’de Tuna ile, D.’da Tisza ile sınırlıdır. Başlıca kentleri: Novı Sad, Subotica, Sombor. Alçak, löslü pla­ tolardan ve tabanları bataklık, kenarların­ da taraçalar yükselen geniş vadilerden oluşan bölgede, verimli bir tarım (tahıllar, sanayi bitkileri, yemlik bitkiler) ve hayvan­ cılık (özellikle tarım-sanayi kombinaları çerçevesinde) bir arada yürütülür. Nüfus karışıktır (Sırplar, Hırvatlar, Macarlar, Slovaklar, vb.).



ka planı, bağlamı. — 2. Bir kimsenin da­ ha önceki yetişme biçimi.



BACKHAUS (VVİlhelm), alman piyano­ cu (Leipzig 1884 - Villach, Avusturya, 1969). Reckendorf ve E. d ’A lbe rt’in ders­ leriyle yetişti. 1905’te Rubinstein ö d ü lü ’ nü kazandı. Beethoven yorumlarında uz­ manlaştı.



BACKHUYSEN (Ludolf), hollandalı de­ niz manzaraları ressamı (Em den 1631 -Amsterdam 1708). Allaert Van Everdingen ile H endrick Dubbels'in okulunda ye­ tişti, ama daha çok, Genç W. Van de Velde ’den etkilendi; kurşuni gökleri, kabar­ mış denizleri ve rüzgârla şişmiş yelkenle­ ri konu alan resimler yaptı. Yaşadığı dö­ nem de büyük başarı kazandı. Backhuysen ayrıca, ofortla çalışan önemli bir gravürcüydü.



BACKLUND (Oskar), isveçli gökbilim ci (Karlstad 1846 - Pulk.ovo, Rusya, 1916). Stockholm, Dorpat ve Pulkovo gözlemev­ lerinde çalıştı. 1895’ te ‘ Pulkovo gözleme­ vinin m üdürü oldu. Özellikle g ök meka­ niği üzerine incelemeler yaptı. BACKNANG, Federal Almanya’da (Ba­ den VVürttemberg) kent, Stuttgart’ın K. -D.’sunda; 28 800 nüf. Deri işleme. Doku­ ma ve m akine sanayileri. O rtaça ğ d an ve XVII. yy.’dan kalma anıtlar.



BACKOFFEN ya da BACKOFEN (Hans), alman heykelci (Sulzbach ? 1470’e doğr.-Mainz 1519). Yalnızca 1484’ten son­ raki yaşamı üstüne bilgi vardır. 1505’ten ölümüne değin, Mainz’da önemli bir atöl­ yeyi yönetti. Bu kentin katedralinde bulu­ nan başyapıtı, başpiskopos Uriel von G em m ingen'in (1517-1519) mezarıdır; bu yapıt ender bir dramatik yoğunluktadır ve İtalyan etkilerinden hemen hemen tüm üy­ le arınmıştır. BACK RİVER — B a ck ırmağı. Backus işaretlem esi, bir dilin sözdizimini, özellikle bir programlama dilinin bi­ reşimini tanımlama yöntemi. Bu işaretle­ me ilk kez algol 60 dili tanımlanırken kul­ lanıldı. Backus işaretlemesinde tanımı, ::= işareti simgeler; bu yöntem ( [işaret­ leri arasında yazılan büyüklüğü, betim le­ necek dilin j çizgileri arasında yer alan bilişim sözcüklerinin değerleriyle tanımla­ maya dayanır. Ö rneğin ’ ’rakam” büyük­ lüğünün alabileceği değerlen tanımlamak için aşağıdaki bağıntı yazılır: (rakam) ::= 0 |1 | 2 | 3 | 4 | 5 | 6 | 7 | 8 | 9 . Her tam sayıyı,gerek bir rakam, gerek bir rakamca izlenen bir tam sayı olarak yi­ nelemeli yolla tanımlamak için yazılım aşa­ ğıdaki biçimi alır: ( tam sayı )



::= ( rakam ) |



BACKER (Jacob Adriaensz), hollandalı ressam (Fiarlingen 1608 - Amsterdam 1651). Daha çok kişi ya da topluluk port­ releri çizdi. 1633’te Amsterdam'da Rembra nd t’ın öğrencisi oldu, daha sonra Van der Helst tarzına uygun olarak, daha açık renklere ve daha ince bir üsluba yöneldi (Amsterdam, Den Haag müzeleri).



BACKEREEL (Gilles), flaman ressam (Anvers 1572-1662’den önce). Roma’da eğitim gördü ve d aha sonraları Anvers’ de yaşadı. Brüksel m üzesi'nin yanı sıra Anvers ve Brugge kiliselerinde Backereel’ın dinsel ve tarihsel tabloları bulunm ak­ tadır. — Kardeşi GUİLLAUME (1570 - İtalya 1615) özellikle peyza) çalışmaları yapmış­ tır. BACKCAMMON a. (ing. sözcük). Tav­ laya çok benzeyen zar oyunu.



Back-Goudsmit etkisi. Atom fiz Bir nükleer spini ve dolayısıyla bir nükleer manyetik momenti olan bir atoma, yeğin bir manyetik alan uygulandığında oluşan olay; Zeeman etkisinin değişik bir biçim i­ dir ve Paschen-Back etkisine benzer. BACKGROUND a. (ing. söze.). 1. Olay­ ların. edebivat, sanat yaşamının, vb. ar­



( tam sayı )( rakam ). Bu işaretleme kullanılarak açık ve yalın sözdizimi kurallarıyla herhangi bir dil be­ timlenebilir; programlama dilleriyle yazım­ da bu işaretlemeyi kullanan yoğun ve ek­ siksiz bir kurallar kümesine başvurulur.



BAC NİNH, Vietnam’da kent, Hanoi’nin K.-D.'sunda; 10 000 nüf. Sanayi merkezi.



BACOLİ, İtalya’da sayfiye merkezi. C am pania’da, N apoli’nin B.-G.-B.’sında 20 700 nüf.



BACOLOD, Filipinler’de liman kenti, il merkezi, Negros adasının K.-B. kıyısın­ da; 364 000 nüf. Besin sanayisi.



■BACON (Roger), İngiliz filozof ve bilgin (ilehester, Somerset, ya da Bısley, Gloucester, 1220’ye doğr. -Oxford 1292), Doctor adm irabilis diye anılırdı.1236-1251 ara­ sında yaşadığı Paris’e gelm eden önce O xford ’d a öğrenim gördü. Fransiskenler tarikatına girdi ve Aristoteles’in yapıtlarını yorumladı. 1247’den sonra bilimsel çalış­ m alara yöneldi. 1251'de O xford’a d öne­ rek D e speculis, De m irabili potestate artis et naturae, Metaphysica, De multiplicatione specierum, De com puto naturali adlı kitapları yazdı. Ama, 1257’de ö ğre ­ tim yapması yasaklanınca Paris’e döndü. 1265’te Clem ens IV adıyla papa olan ko­ ruyucusu, 1266’da Bacon’dan yapıtlarının bir kopyasını istedi. Bacon, bunun üzeri­ ne, çağın bilgilerini ele alan Com m unia naturalium adlı yapıtını hazırlamaya koyul­ du, ama bunu yarıda bırakarak O pusm aju s 'u yazdı (1267-68). Bu yapıtını De multiplicatione specierum , O pus mınus ve belki de O pus tertium ile birlikte papaya yolladı. Daha sonra çeşitli yapıtlar ve özel­ likle C om pendium studii philosophiae üzerinde çalıştı. 1277’de, çağdaşı olan dom inikenlerden bazılarına ve özellikle Albertus M agnus ve aziz Thom as’a yönelt­ tiği saldırılardan ötürü, yapıtları, fransiskenlerin başkanı Ascoli’lı Gerolam o tara­ fından kuşkulu görüldü. Görüşleri m ah­ kûm edildi ve kendisi de 1277-1292 ara­ sında hapiste yattı. Serbest bırakıldıktan sonra Com pendium studii theologiae adlı yapıtını yazm aya başladıysa da bitiremeden öldü. Çağının en gözüpek bilim adam ların­ dan biri olan Roger Bacon, matem atiğin bilim lerde temel bir rol oynadığını ilk ilan edenlerdendir. Julius takviminin yanlış ol­ duğunu ilk ileri sürenlerden biri de yine odur. Ptolemaios sisteminin zayıf yanları­ nı kavradı ve belirtti. Optikte, ışığın yansı­ ma yasalarını ve kırılma olaylarını göster­ di, küresel aynaların işleyişini çözdü ve bir gökkuşağı teorisi ortaya koydu. Gemi, ara­ ba, uçan alet gibi birçok mekanik icadın tem ellerini açıkladı. Kimya alanında top barutunun formülüne kitaplarında rastlan­ dığı için, barutun bulucusu sayıldı. Oysa, Bacon bu form ü lü A ra p la r’dan almıştı.Yenilikçi, açık düşünceli, her şeyi m erak eden bir kafa yapısına sahip olan Bacon, bilimin sürekli ilerleyiş halinde olduğunu düşünüyordu. Bunun için, Paris'te yayıl­ masına ön ayak olduğu halde, Aristote­ les’in düşüncesini aşmaya yöneldi. Çağı nın, madde, biçim (form), bireyleşme, v t gibi sorunları üzerinde büyük bir dikkatle durdu. Tümeller sorununu da ele aldı ve bunu, görünüşe göre, kavramcı bir anla­ yışla çözümledi. Skolastiğin boyunduru­ ğundan ilk kurtulanlardan biridir ve scientia experimentatis'\ coşkuyla selam lar "Deneysel bilim, hakikati daha yüksek bir bilim den almaz; o, bilimlerin efendisidir, ötekiler ona hizmet ederler," diye yazar. Ona göre, biri edilgin ve sıradan, öbürü etkin ve bilgince olmak üzere iki türlü göz­ lem ve deney vardır. Bununla birlikte, bilimsel tasarısı, bütün­ cü bir dünya görüşüne, dini inancın sağ­ ladığı temele dayanır. Ona göre her bilim, tanrıbilim e dayanır; tanrıbilim ise Tanrı' nın bir armağınıdır. Tanrıbilimin hizmetkârı olan felsefe, tâ Adem ’den beri Tanrı vah­ yine dayanmıştır.



BACON (sir Nicholas), İngiliz siyaset adamı (Chislehurst, Kent, 1509 - Londra 1579), Elizabeth tahta çıktığında saray başmühürdarı olarak 1058-1579 arasında, İngiltere diplomasisinin ve din siyasetinin yürütülm esinde önemli rol oynadı.



BACON [bekoen] a. (eski aşağı frankça bakko, jam b o n da n ing. söze.). Tuzlanmış ve islenmiş çiğ dom uz eti parçası. — ANSİKL. Fransa’da bacon hazırlamak ■ BACON (Francis), V e ru la m baronu, İn­ için sırtın ortasıyla böbrekler arasındaki giltere başyargıcı ve filozof (Londra 1561 bölgenin etli bölüm ü (bacon filesi) kulla­ -ay.y. 1626), sir Nicholas Bacon'ın oğlu. nılır. Büyük Britanya’da ise bu işlem için H ukuk öğrenim ini tam am ladıktan sonra kemiksiz karkasın tüm ünden ya da bir bö­ baroya girmeye çalıştı. 1593’te Avam kalümünden yararlanılır. Bu parçalar ince dimarası’na girdi. Kraliçenin gözdesi Essex limler biçim inde satışa sürülür ve fiyatlar, kontu onu himayesine aldı. 1601'de Essex karkasın elde edildiği bölgeye göre d e -' gözden düştü; Bacon da, saray avukatı sıfatıyla, onun mahkûmiyetini sağladı. Jağişir.



Francis Bacon yağlıboya tablo ressamı belli değil XVI. yy. sonlan National Portran Gallery Londra



sa, A olayı, B olayının nedenidir. "G erçek bilim, nedenlerin bilim i" olduğuna göre, nedenlerin böyle ortaya çıkarılması her bi­ limin ereği, tüm bilimlerin teorik ve pratik verimliliğinin tek güvencesidir. "Spekülas­ yon için neden rolü oynayan şey, pratik eylem için bir kural durum una gelir.” Ge­ nel yasa, böyle doğruluk ve kesinlikle yü­ rütülen deneylemeden, tümevarım yoluy­ la çıkarılacaktır. Am a eldeki verileri özet­ lemekle yetinen yalın bir "bütünselleştiri­ ci tüm evarım " yoluyla değil; evrensel be­ lirlenimcilik çerçevesinde, geleceği sezin­ lem ek ve henüz bilinm em ekle birlikte bi­ linenlere benzer olaylar konusunda yasa­ lar hazırlamak üzere, eldeki verileri aşan genişletici b ir tümevarım yoluyla çıkarıla­ caktır. Böylece bilim, atılgan ve etkin bir durum a gelerek, düşüncesi “ iç eylem"i ve hareketi yansıtan insana, doğaya egemen olma olanağını verecek, aklın yetkesinden başka da hiçbir yetke tanımayacaktır.



1176



BACON (sir Nathanıel), İngiliz sanatse­ ver (1585 - Culford, Suffolk, 1627). Fran­ cis Bacon’ın baba bir, ana ayrı kardeşi olan Bacon, am atör olarak resim yaptı Yapıtları arasında dikkate değer birkaç portre ve hollanda okulu etkisinde yapıl­ mış natürm ortlar vardır. BACON (John), Y aşlı denir, İngiliz hey­



Francis Bacon Yatan çıplak (1969) tuval üzerine yağlıboya öze! kol., Montreal



kelci (Southwark 1740 - Londra 1799). 1771’de Royal A cadem y’ye girdi. Westminster manastırı’ndakı çeşitli anıt mezar­ ların (W. Mason, lord Chatham) yaratıcısı olan Bacon, Cham bers’in ansiklopedisin­ de Resim ve heykel sanatlarının özelliği üzerine araştırm alar başlıklı çalışmayı ya­ yımladı. —Öğlu JOHN, G enç denir (Lond­ ra 1777-1859), babasının birçok heykeli­ ni tam am ladı ve çalışmalarını sürdürdü.



mes I ile Buckingham dükünün gözleri­ ne girdi ve sırayla, sarayın sürekli avukatı (1604), general sollicitor (1607), general attorney (1613), ‘'saray başm ühürdarı" (1617), başyargıç ve Verulam baronu (1618) ve Saint Albans vikontu (1620-1621) | BACON (Leonard), amerikalı calvinci oldu. Am a 1621 Parlamentosunca rüşvet tanrıbilim ci (Detroit 1802-New Haven almakla suçlanan Bacon, devlet hizmetin­ 1881). Yale üniversitesi’nde profesörlük den uzaklaştırıldı. Ö m rünün son yıllarını yaptı. Köleliğin kaldırılmasından yanaydı. bilim ve felsefeye adadı BACON (Francis), İngiliz ressam Başlıca yapıtları: D enem eler* (1597), - (Dublin 1909 - M adrid 1992). Anlatımcı De dignitate et augm entiş scientlarum ressamları gördüğü Berlin ile (1926-27), (1605).Cogltata et Visa d e interpretatlone Picasso’nun bir sergisini gezdiği Paris’te N aturae (1607), en önemli yapıtı Yeni geçirdiği günler, 1925’te Londra’ya yerleş­ Organon (Novum Organum Scientiarum) miş bir dekoratör olan Bacon'ı ressamlı­ [1620], The H istory o f the reign o f King ğa özendiren başlıca etkenlerdir. 1929 ile H en ry the Seventh (1622), 1605 ve 1944 yılları arasında yaptığı ilk denem e­ 1620'de yazdığı iki kitabın bireşimi olan leri, bir düzine kadar tablo dışta tutulur­ Instauratio M agna (1623). sa, ressamın kendisi tarafından yok edil­ Eski önselci ve tümdengelimi! mantığın di. Yapıtlarının çoğunun konusu insan fi­ yerine, deneysel ve tümevarımlı yeni bir g ürünün ve çevresinin uğrayabileceği m antığın konması, Bacon’ın sisteminin plastik biçimsizleşmelerdir. Bu yapıtlar, özünü oluşturur. Bacon gerçekte, düşün­ parlak renklerin ansızın aydınlattığı mat ce tarihinde, doğruya ulaştıran iki yol g ö ­ renklerle işlenmiştir. Bacon, klasik bir ya­ rüyordu: “ Bu yollardan biri, tikel olaylar­ pıtı üç kanatlı bir tablo biçim inde yeniden d an ve duyum lardan başlayarak en g e ­ ele alarak ya da kimi zaman ünlü tem ala­ nel önermelere varır ve ara önermeleri, bu rı açıp yorumlayarak (Velâzquez’in Papa ilkelerle bunların sarsılmaz sayılan doğ ru ­ innocentius X ‘ u. 1953-1960; Van G ogh' luğuna dayanarak b u lu p değerlendirir. un otoportresi, 1957), uyum suz biçimsiz­ Genellikle izlenen yol, budur. Öteki yol da leşmeler yoluyla psikolojik bozuklukları duyum larla tikel olaylardan başlam akla dile getirdi. G ündelik davranışlarıyla tem ­ birlikte, bunlardan sürekli biçim de ve de­ sil edilen kişiler (az çok rahatsız bir biçim ­ rece derece yükselen önerm eler çıkara­ de oturm uş ya da yatmış olarak) deney rak, sonunda en genel önerm elere varır. özneleri olarak yalıtılmıştır. Yeni figürleştirDoğru yol da budur, ama şim diye kadar m e akımının habercilerinden olan Bacon, bunu kimse denememiştir". Öyleyse, ger­ çağdaş sanatta birinci planda bir yer tutar. çek bir yenilik olan bu ikinci yol, bilimin “ gerçekleşm e’sidir. Bu da her şeyden ön­ BACONCI sıf ve a 1. Ftoger B acon’a ce gerçeğe boyun eğmeye dayanır. “ Doözgü; onun sistem inden yana olan — 2. ğa'ya boyun eğmeden, ona hükm edem e­ Francis B acon’ın felsefesine ilişkin; onun y iz '’ insanı "doğanın yorum cusu" d uru ­ sistem inden yana olan. m una getirecek olan deneyleme, sabır ve BACONCILIK a. Francis Bacon’ın ve ölçüyle yapılmalıdır. "Aklımıza kanat de­ onu izleyenlerin sistemi. ğil, kurşundan çarık g e re k " Her türlü "id o la "y a ya da yanılmaya açık bulunan BACONER a. (ing. bacon, dom uz pas­ duyulur deneylerimizi sıkı bir denetim den tırm asından). Domuz pastırması yapımı­ geçirmeliyiz. Bacon’a göre dört çeşit na elverişli yapıda dom uz tipi. (Gövdesi­ "id o la ” vardır: idola trlbus (türün önyar­ nin uzun, göğüs ve karın çeperlerinin ka­ gıları), idola specus (aklımızın önyargıla­ lın ve az gelişmiş ve yağ kalınlığının az ol­ rı), idola fori (toplumsal önyargılar), idola ması başlıca özelliğidir.) theatri (öğretisel önyargılar). D eneyleme­ BACONGO, Brazzaville’d e (Kongo) lerimizi de akılsal ve yöntemli bir biçim de semt, yerleşme merkezinin güney-batı ke­ düzenlemeliyiz. Bacon, bu amaçla, var­ siminde. Halkının büyük bölüm ü Lariler’ lık tabloları, yokluk tabloları, derece ta b ­ den oluşan kentin nüfusu, uzantılarıyla bir­ loları gibi yöntemler ya da tablolar öner­ likte 100 0 0 0 ’i aşar. di: A varken B de varsa, A yokken B de yoksa ve A değiştiğinde B de değişiyor­ Baconniere (Editions d e La). 1927 yı­



lında İsviçre'nin B oudry kentinde kurulan yayınevi. Edebiyat, tarih ve insan bilim le­ riyle ilgili yapıtlar yayımlar.



BACONSKY (Anatol), rumen yazar (Hotin 1925 - Bükreş 1977). Dekadan gele­ neği sürdüren şairlerdendir (le Flux de la m öm oire [fr. çev.], 1957; C adavres dans le vide [fr. çev.], 1969; /a N ef de Sebastien [fr. çev.], 1978). Teknoloji ve siyasetin pençesine düşm üş bir dünyanın bunalı­ mını aktaran ve yapıtlarının sansürce ya­ saklanmasına neden olan öykü ve roman­ lar y a z d ı(IÛquinoxe des fous [fr. çev.], 1967; l'ğ g lis e ncire [fr. çev.], 1970). BACOVİA (Gheorghe



v s iL İU .G e o rg e — denir), rumen şair (Bacau 1881 - Bükreş 1957). Beaudelaire ve sem bolistlerin et­ kisi altında kalarak, kaba taklitçiliğe düşe cek derecede onların üslubunu kulland (Plumb, 1916; Bucati de noapte, 1926 Sclnteı galben, 1926)."Sonra ülkesinin din sel ve toplum sal değişimini yücelten ya­ pıtlar verdi (Stante Burgheze, 1946).



BACOVİER a. Bir muz türünün Guyana dilindeki adı.



BACS-KİSKUN, M acaristan’da yöne­ tim bölgesi, Büyük Alföld bölgesinde, Tuna’nın D.'sunda; 8 362 km2; 545 000 nüf. (1990). Yönetim merkezi Kecskemet. Bir hayvancılık ve zengin tarım (meyve, özel­ likle de üzüm bağları) bölgesidir. BACTERİACEAE a. A. Prevot’nun sınıf­ landırmasına göre bacterıales takımındaki Gram pozitif bakterileri içeren bakteri fa­ milyası.



BACTERIALES a. A. Prevot’nun sınıf­ landırmasına göre, sporlanm ayaneubacteriales sınıfından silindir biçimindeki bak­ teriler takımı.



BACTERİİDAE a. (yun. baktera, çubuk, ve eidos. görünüş’ten). Sıcak ülkelerde yaşayan kanatsız böcekler familyası (Phasmea takım.)



BAC T H A İ, Vietnam’da il, Hanoi'nin K.’inde; 6 733 km2; 1 033 000 nüf. (1989). Yönetim merkezi, Thai Nguyen.



BACTON, Büyük Britanya’da yer, Norfolk’ta, Norvvich’in K.-K.-D.’sunda, Kuzey denizi kıyısında. Kuzey denizi’ ndeki Hevvett ve Leman yataklarından gelen gaz boru hatlarının term inali BACTRİS a. (yun. baktron, çubuk), in­ ce zarif gövdeli, tropikal Am erika kökenli palmiye. (Bazı türleri, gençken süs ağacı olarak kullanılır ve sıcak seralarda yetişti­ rilir.) BACTRİTİOAE a (yun baktron. çu b u k ’tan). Kafadanbacaklı fosil hayvanla fam ilyası.(ÜyeleriO rthoceras'lara benze ama kenarda bulunan ipliksi sifonlara ba kılırsa Gonıatites'\ere daha yakındır. Bac tritidae familyası Ordovices devrinden Per mie devrine kadar yaşamıştır.)



BACULİTES a Am m onıtler öbeğinden kafadanbacaklı fosil yumuşakçaları içeren cins. (Kavkısı bütünüyle kıvrımsız, düz ve sivridir. Özellikle Üst Kretase dönemi taba­ kalarında çok sık rastlanır.)



BACZYNSKİ (Krzysztof Kamil), polonyalı şalı (Varşova 1921 - ay. y. 1944). Ro­ mantizm ile sem bolizm in etkisinde kaldı, ilk şiirlerinde Skam ander grubuna yakın görünür. Yapıtlarında savaşın trajedisini, nazi işgalini ve kendini feda eden bir ku­ şağın umutsuz bilincini dile getirdi. (Poes ie s c h o is ie s [fr. çev.j 1961).Varşova isya­ nı sırasında öldürüldü. BAÇ ya da BAC a. (fars. baj). Esk. 1. Kervan, yabancı ticaret gemisi vb.’den alınan vergi. (Bk. ansikl. böl.) — 2. Hima­ ye altına alınan bir devletten alınan vergi. — 3. Zorla alınan para, haraç: "Ver yolun bacını g e l g e ç b ezirg a n" (Köroğlu, XVI. yy.).— 4. Baç almak, haraç almak. || Baç vermek, vergi vermek. j| Bacbân, bac-dar, bac-gir, vergi toplayan. |j Bac-gâh. vergi



badanalam ak toplanan yer. || Bac-güzar, vergi ödeyen; geçiş vergisine bağlı. || Bac-hah, haraç, vergi isteyen. — Kur. tar. Bac-ı ağnam , pazar ve bayram yerlerinde satılan koyun ve keçi gibi kü­ çükbaş hayvanlardan kırkta bir oranında alınan vergi. |j Bac-ı bazar, pazarda satı­ lan mallar üzerinden alıcı ve satıcılardan alınan vergi. (Değeri belli bir yüzde ola­ rak belirlenirdi). |j Bac-ı-büzürk, transit ola­ rak geçirilen mallardan alınan güm rük resmi. || Bac-ı kirtil, hayvanlardan alınan bir tür koruma vergisi (Selamet akçesi de denirdi.) || Bac-ı kil, üreticinin pazaryerine getirdiği tahılın ölçülmesi karşılığında devletin aldığı vergi. || Bac-ı revendegân, yolculardan alınan vergi. || Bac-ı ubur, ge­ çiş vergisi. (Bac-ı siyah ya da tamga-yı si­ yah da denirdi.) [Kentin giriş kapılarında, ticaret yolları üzerinde, nehir geçitlerinde toplanırdı A n a do lu ’da binek hayvanları, Rum eli’de ise araba yükü birim olarak ka­ bul edilirdi Ayrıca malların nitelikleri de verginin miktarını belirlerdi.] —ANSİKL.X.yy’.dan başlayarak'’baj” di­ ye bilinen sözcük XIV. yy.’da bu biçimini aldı. Gazneli ve Selçuklular ile birlikte, İran bölgesinde kurulan türk devletlerince be­ nimsendi. OsmanlIlar tarafından Balkanlar’a yayıldı. Akkoyunlu yasalarında, özel­ likle Uzun Haşan dönem inde kullanıldı, il- . hanlılar devletince de benim sendi. Os­ manlI devletinde Fatih ve Kanuni kanun­ nam elerinde resim anlam ından başka, şehirlere ait bir alım satım vergisi olarak geçer. — B A Ç ,— B E Ç . Yapım eki Fiilden ad türetm ede kullanılır: saklam baç (saklan -b a ç ), d ola m b aç ( dolan- baç), vb. B A Ç K O V O , Bulgaristan’da yer, R odop kütlesinde. 1083’te kurulan, XX. yy.'da kıs­ men yeniden yapılan (XII. ve XIX. yy’.lar arası dönem den kalma duvar resimleri; küçük müze) manastır. Dağ sayfiye yeri. B A Ç O (J a im e ) -



Jacom art



B A D ya da B A D A ünl. (fars. b uden, olm ak'tan bad , b a d a ). Esk. Ola, olsun, olaydı anlamında bileşik sözcükler yapar: afiyet-bad (afiyet olsun), aferin-bad (bra­ vo), h er çi bada-bad (her ne olursa olsun), m übarek-bad (kutlu olsun), zinde-bad (ya­ şa, ço k yaşa) vb. B Â D a. (fars. bad). Esk. 1. Rüzgâr, yel: Bâd-ı berin (batıdan esen hafif yel). Bâd-ı cenubi (güney rüzgârı). Bâd-ı seher -hiz (gündoğusundan esen hafif rüzgâr, tanyeli). Bâd-ı şimali (kuzey rüzgârı). Bâd-ı hazan, sonbahar rüzgârı. — 2. Hava, so­ luk. — 3. Ah etme, inleme. — 4. Söz, öv­ gü — 5. Tanrı yardımı. — 6. Büyüklüktaslama, övüngeçlik. — 7. Bâda vermek, yok etmek, havaya uçurm ak: "Yüzün suyunu toprağa ko döksün ateş-i b âd e / Ki verdi tahtını bâde cihan divi Süleym anun" (Şey hi, XV. yy.). || Bâd-der-kef, eli boş kalmış, havasını almış, züğürt kalmış, iflas etmiş. || Bâd-nüma, rüzgârın esme yönünü g ös­ teren araç, fırıldak. |j Bâd-peym a, haber ulaştıran rüzgâr. j| Bâd-reftar, çevik, atik, hareketli, rüzgâr gibi. || Bâd-süvar, hızlı at koşturan. |j Bâd-viz, yelpaze. || Bâd-ı ah, ah yeli. || Bâd-ı gerdan, hortum, anafor: "Toluptur bağ u m ihrile ki düşdi bâd-ı gerdâna / U ruptur mâh-ı nev g ib i şükûfe çarhı ce vla n ı" (Ahm edi, XVI. yy.). || Bâd-ı heva, aşk rüzgârı: “ E ğer ol nün b u bâd-ı hevâdan ister olursan / Göresin tire gön lü n ­ d e n icedür çeşm -i um yân i" (Namusi, XV. yy.); bedava, parasız, beleş. || Bâd-ı ne­ sim, hafif ve hoşa giden rüzgâr: "Güli gülşende açm ağa nice bâd-ı nesim e sti" (Namusi, XV.yy.). |j Bâd-ı saba, doğudan esen hafif, hoş rüzgâr: ‘ M eğer zülfün kohusından senün b ir şem m e tuym ışdur / Perişan-hâl ü ser-gerdan yörir bâd-ı saba h e r s û " (Nedim, XVIII. yy.). || Bâd-ı subh, sabah meltemi: "Estikçe bâd-ı subh p e ­



rişansın ey g ö n ü l" (Nedim, XVIII. yy). || Bâd-ı şurta, uygun, hoş rüzgâr. — Ed. Divan edebiyatında, özellikle kasi­ delerin nesip bölüm lerinde ve mesnevi­ lerdeki d oğa betim lem elerinde konu edi­ nilir. (-* RÜZGÂR.) Sevgilinin saçını çözüp dağıtması, bulut getirip yağm ur yağdır­ ması, çeşitli ülkelerde dolaşıp durması gi­ bi özellikleriyle anılır; ah çekip inleyen âşı­ ğa benzetilir Koku taşıması nedeniyle ker­ van, katar, aktar ve güzel kokular satan reyhanadır. Sevgiliden koku getirmesi, âşıktan sevgiliye ah, feryad, yakarma ve özlemler götürmesi yüzünden ulak ve postacı olarak düşünülür: Bâd-i sabâya zültü peyâm ın g e tir dedim / Geldi, g ö tü r­ d ü bâşıma sevdâ haberlerin. — Fuzuli. B A D A -* BAD B A D A (Josö DE), İspanyol m im ar (Lucena, C ördoba, 1691 - G ranada 1755). Özellikle cephe tasarımı ve yapımıyla ün­ lendi: Mâlaga katedrali (1724-1747), Anteguera’da iki kilise, Granada'da Sagrarıo ki­ lisesi (1722) ve kentin eski belediye sara­ yı. S.Juan de Dios'un (1737-1759) ve Cartuja de G ranada’nın sacristiasının (endülüs ro koko su n un en ö ne m li yapıtı, 1727-1742) yapım çalışmalarını yönetti. B A D A C S O N Y , M acaristan'da kasaba, Balaton gölü kıyısında, yanardağ kökenli tepelerden oluşan ilginç bir ortam da yer alır. Turizm merkezi (korunmaya alınmış sit). Beyaz ve kırmızı şarap üretimi. BADAHŞAN



- BEDAHŞAN.



B A D A H Ş A N , Tacikistan cum huriye­ tinde dağlar, Pamir'in batı kesiminde. Yukarı Pamir boyunca ve Pianc (Amu Derya) ile kolu Vahş havzasının kenarın­ daki yarıklarla parçalanmışlardır. En yük­ sek noktaları 4 000 - 6 000 m yükselti arasında değişir. B A D A J O Z , ispanya’da (Extremadura) kent, il merkezi, Guadiana ırmağı kıyısın­ da, Portekiz sınırı yakınında; 126 784 nüf. Keltiberler, Romalılar, Vizigotlar, müslümanlar tarafından işgal edilen kentte birçok anıt vardır: Muvahhidilerin üslubunda büyük Espantaperros kule­ siyle Alcazaba; rönesans üslubunda ko­ ro yeriyle, XIII. yy.'a ait katedral (sanat yapıtları; L. de Morales’in tabloları); eski konutlar. XVI. yy.’dan kalma köprü. Mü­ zeler. Dokuma sanayisi. Ticaret merkezi. — Badaioz ili. 21 657 km2; 659 000 nüf. —Badajoz tasarısı (Guadiana ırmağı hav­ zasının bir, bölüm ünün düzenlenmesi), özellikle sulam anın gelişmesine yol aça­ rak, çeşitli ürünlerin (sebze, meyve, yem bitkileri) yetiştirilmesini ve sığır yetiştiricili­ ğinin gelişmesini sağlamıştır. —Tar. XI. yy.’da kurulan küçük bir m üslü­ man krallığının başkenti olan Badajoz, Ispanya’nın A ra pla r’dan geri alınmasın­ dan sonra, ispanya ile Portekiz arasında­ ki savaşlar sırasında önemli bir stratejik yer haline geldi. Kenti 1811 de mareşal Soult yönetim inde Fransızlar, 1812’de de ingilizler ele geçirdi. B A D A J O Z el J o v e n (Juan DE), İspan­ yol mimar, 1516’dan 1560’a değin etkin­ lik gösterdiği Leön ilinde plateresco’nun önde gelen ustasıydı. Yine Leön’da kated­ ralde (trascoro [1535-1538], manastır av­ lusu) ve S. M arcos manastırı’nda (sacristia) çalıştı. B A D A L O N A , ispanya’da kent, Katalonya’da, Barcelona’nın kuzey-doğu banliyösünde; 225 207 nüf. (1990). Do­ kumacılık (pamuk). Gübre sanayisi. Gra­ fik sanatlar ve kristal yapımı (ispanya’nın en büyük cam fabrikası buradadır). BAD ALUŞKA -



BACALUŞKA.



B A D A M İ, Dekkan’da arkeolojik sit. Batı Çalukyalılar’ın eski başkenti. Birçok brahman tapınağıyla dört m ağaradan oluşur; m ağaralardan birinde, 578 ’den kalma bir yazıt vardır. Heykel süslemeleri ve d u ­ var resimleri, Acanta üslubuna yakın ol­



m akla birlikte, olasılıkla daha geç bir d ö ­ nem e aittir. Tapınaklar dravida tipindedir (Malegitti, VII. yy. başları).



1177



B A D A N a. Rusya'da doğal olarak yetişen bir taşkıran (Saxifraga crassifolia) türünün orada boya ve sepilem e m addesi olarak kullanılan kuru kökü. B A D A N A a. (fr b ad ig eo n 'dan). 1. Nemi önlem ek, sağlığı korum ak ve temizlik amacıyla, duvar üzerine, mineral tozlarıyla renklendirilerek ya da katışıksız olarak sü­ rülen ya da püskürtülen sulandırılmış ki­ reç. — 2. Bu amaçla kullanılan plastik bo­ ya. — 3. Duvara sürülm üş olan kireç ya da plastik boya tabakası: Badanası bo ­ zulmak. Duvarın badanası kirlenmiş. — 4. Badana ile boyama işi: Evde badana var. B adana üç gün sürer. — 5. Arg. Cinsel sürtünme. — 6. B ir yeri badana etmek, yapmak, b ir duvara badana vurmak, onu badana ile örtmek; badanalam ak. || B ir yeri badana ettirmek, yaptırmak, orayı ba­ dana ile boyatmak; badanalatm ak. — Boyac. B adana fırçası, yapıları boyama işlerinde kullanılan ve belli bir açıyla uzun bir sapın ucuna tutturulan fırça tipi. — Derıc. Traşlamadan önce, tavşan deri­ lerindeki tüylere uygulanan cıvalı nitrat eri­ yiği. (Bu işlem deriye fötr şapka yapımın­ da gerekli olan nitelikleri sağlar.) || B a d a ­ na bulam acı, tüyleri yum uşatm ak ve yol­ m a işlemine olanak sağlam ak için derile­ rin etli tarafına uygulanan hamur. (Sod­ yum sülfür eriyiğine, sönm üş kireç ekle­ nerek fazla yoğun olmayan bir ham ur el­ de edilir. Badana bulam acındaki sodyum sülfür ne kadar yoğun olursa, tüylerin yu ­ muşaması da o kadar çabuk gerçekleşir.) || B adana vurma, derilerin etli yüzüne al­ kali bir ham ur sürerek yapılan yolma işle­ mi. (Bk. ansikl. böl.) —Spram Kaba seramikler üzerine bisküvi fırınlamasından önce çok ince olarak uy­ gulanan astar. —A n s ik l Deric. Badana vurma, koyun, kuzu, keçi ve oğlak derilerinde olduğu gi­ bi, tüyleri bozulmadan korumak ya da da­ na derilerinde sepilemeden sonra ince bir gren görünüm ü elde etm ek amacıyla, de­ rilerin işlenmesi sırasında uygulanan bir yöntem dir işlenm eden sonra deriler, tüy­ leri yumuşayıncaya kadar (birkaç saat) etli yüzleri birbirine değecek biçimde istif edi­ lerek yerleştirilir, B A D A N A C I a. Badana işinde ustalaşmış kimse. B A D A N A C IL IK a. Badanacının işi. B A D A N A L A M A K g. f. 1. B ir yüzeyi b a ­ danalamak, onu bir badana tabakasıyla örtm ek: B ir binanın ön yüzünü b a d a n a ­



badana yapan kadınlar Atatürk kitaplığı, İstanbul



badanalam ak lamak. — 2. Yüzünü çok beyaz olacak bi­ çim de DUdralamak. — Seram. Değerli seramikleri, pişirme sı­ rasında birbirlerinden yalıtmak amacıyla, çıkıntılı ve taşıyıcı bölüm lerine kuartz, ka­ olin, alümin gibi ısıya dayanıklı, nem len­ dirilmiş ve kitreli zam klar karıştırılmış bir sıvayla kaplamak.



1178



♦ b a d a n ala m a k edilg. f. Bir duvar, ya­ pı vb. üzerine badana sürülmek; badana ile boyanmak: Kapılar p encereler boyan­ dı, duvarlar badanalandı.



Lauros-Giraudon



♦ b a d a n a la tm a k ettirg. f. Bir yerin ya da bir yüzeyin badana edilmesini sağla­ mak.



BADANALANMAK - BA D AN ALAM AK. BADANALATMAK * BA D AN ALAM AK. BADANALI sıf. 1. Badana edilmiş. — 2. Badanası belirtilen nitelikte olan şey için kullanılır; Beyaz badanalı evler. — 3. Aşırı ölçüde pudralanm ış yüz için kullanılır.



BADANASIZ sıf. Badana yapılmamış ya da badanası bozulmuş, eskimiş yapı, du­ var, vb. için kullanılır. «BADARİ KÜLTÜRÜ a. Tarönc. Orta Mı­



kalkolitik badari vazosu hanedanlaröncesi Mısır Louvre müzesi, Paris



sır'da Badari sitinde ortaya çıkarılan bakırtaş kültür evresi. — ANSİKL. Badari uygarlığı, Mısır’da bakırtaş uygarlıklarının en eskisidir. Bu dö­ nem, m adenin varlığı ve işlenmesi ile ni­ telenir; en belirgin ürünü, paralel çizgilerle süslenmiş (siyah kenarlı, kırmızı ya da kah­ verengi vazolar, kırmızı perdah vazolar) el yapısı çanak çömlektir. Aynı dönemde, bakırdan boncuklar, şistten sürmelikler, fil­ dişinden vazolar ve üzeri kuşlarla süslü fil­ dişi kaşıklar görülm ektedir; ilk tamoyma denem eleri de (fildişinden ya da toprak­ tan kadın heykelcikleri) bu dönem e rast­ lar.



BADARNA ya da BADERNA a. (ital. söze.). Denize. Halatların sürtünerek aşı­ nabilecek yerlerine sarılan eski halat, ha­ sır ve bez sargı. || B adarna bezi, badarna işleminde kullanılan, katranlanmış eski bez şerit. || Badarna etmek, bir halatın sür­ tünerek aşınabilecek yerlerine eski halat, bez ya da hasır sarmak. (Genellikle kıyı­ ya verilen halatların kurt ağızlarına, loçalarına ve iskeleye sürtünen bölüm lerine uygulanır) — Savaş gemilerinde, geminin şeref m ahallerindeki halatları, müretteba­ tın elbiselerini kirletmemesi için, temiz amerikan beziyle sarmak. BADAS a. Halk. Harman kaldırılırken ye­ re dökülerek toz tdprak, saman ve çöple karışan taneler; harman döküntüsü.



BADA ŞANJIN ya da BADA SHANREN, çinli keşiş ressam Cu Da’nın tak­ ma adı (Nan Ç ang 1625 - ? 1705). Ming dönem inin en büyük bireyci ressamların­ dan; çevre çizgileri koymaksızın lavi’yle manzara; çiçek ve kuş resimleri yaptı.



BADAŞMAK



f.



Yörs. EŞ* TU T M A K 'ın



eşanlamlısı.



BAD AUSSEE, esk A u s s e e , Avustur­ ya’da (Steiermark) kent, Traun ırmağı kı-



meyve



badem (Amygdslus communis)



yısında; 5 200 nüf. iklimi sağlığa elverişli (yüksl. 657 m) kaplıca merkezi.



BÂDAVERD sıf. ve a. (fars. b â d ve â verd 'den bâd-âverd). Esk. Rüzgâr tara­ fından getirilmiş, kolay elde edilmiş. ♦ a. 1. Bizans imparatoruna ait bir ge­ mide, rüzgâr tarafından Hüsrev Perviz’e götürülen hâzinelerden birinin adı. — 2. Doğu m üziğinde bir ses.



BADBAN a. (fars. b a d ve -b a n ’dan bâdbSn). Esk. 1. Yelken: "Feth ü zater sefinesine açtı b â d b â n " (Baki, XVI. yy.). — 2. Gemi sereni. — 3. Bâdban - guşa, yelken açan. || Bâdban-güşa-yı azi­ m e t olmak, deniz yolculuğuna çıkmak, yelken açmak. |j Bâdban-ı ahdar, yeşil yel­ ken; mavi gökyüzü.



BADBANİ a. (fars. badban ve ar. -/'den bâdbanî). Denize. Osmanlılar’da tersane­ de görev yapan a z a p 'la rd a n bir bölü­ müne verilen ad. Bunlara yelkenci de de­ nilirdi; görevleri, yelkenlerin korunması ve bakımıydı. BAD DOBERAN, Alm anya’nın doğu



BADEHÜM be. (ar. ba'd e ve hüm, onlar’ dan ba ’ de-hüm). Esk. O nlardan son­ ra. BADELEYİT a. (fr. baddeleyite). Miner. Formülü Z r 0 2 olan doğal zirkonyum ok­ sit. (Badeleyit ateşe dayanıklı tuğla ve po­ ta yapım ında kullanılır; ayrıca aşındırıcı bileşeni olarak da yararlanılır.)



BADELİ sıf. Aşk badesi içmiş kimse için kullanılır. — Ed. Badeli âşık, uykudayken bir pirin elinden aşk badesi içerek saz çalıp şiir söylemeye başladığına inanılan halk şairi, âşık— ANSİKL. Ed. Yaşamlarıyla ilgili birer halk hikâyesi oluşturulm uş âşıklar, bade içme sırasında kendilerine gösterilen ve uzak bir kent ya da ülkede yaşadığı bildirilen bir güzele âşık olur, ona kavuşmak amacıyla uzun ve serüvenli bir yolculuğa çıkarlar. Anadolu âşıkları arasında bade iç tik le ri ka bu l e_dilenlerden b irkaçı Sümmani, Çıldırlı Âşık Şenlik, Bayburtlu Celâli, Kağızmanlı Hıfzı, Hodlu Şamili vb. dir.



kesiminde, Rostock’un batısında kaplıca RBADEM a. (fars. b a d a m ’dan). 1. merkezi, Gülgiller familyasından meyve ağacı. (Bil. BAD DURKHEİM, Federal Alm anya a. A m yg da lu s com m unis ya da Prunus da (Rheinland-Pfalz) kent, Ren vadisine amygdahs). — 2. Aynı ağacın meyvesi. egem endir; 17 000 nüf. Kaplıca m erke­ — 3. Bu m eyvenin çekirdeği; bu çekirde­ zi. Şarap üretim merkezi. ğin içindeki tohum. — 4. Arg. Tabanca kurşunu. — 5. Badem (gibi), taze, körpe BADE be.(ar, ba cd e ).E skA . Sonra. —2. ve küçük salatalıklara denir. || Badem bı­ Bazı sözcüklerin başına eklenerek bir­ yık, burun deliklerinin alt kısmında badem leşikler yapar: Bade-t-içtirna (toplantıdan biçiminde bırakılan bıyık. || Badem ezmesi sonra), bade-l-istişare (danışıldıktan son­ -»BADEM EZM ESİ. || Badem göz, uçları, ra), bade-l-lüteyya ve-l-leti (nice sıkıntı ve kaşlara doğru uzanan çekik ve güzel göz. zahmetten sonra), bade-s-salat (nam az­ || Badem şekeri - B A D E M Ş E K E R İ. || Ba­ dan sonra) vb. dem tırnak, biçimi badem e benzeyen in­ BÂDE a. (fars. bade). Esk. 1. Şarap, iç­ ce, uzunca tırnak. ki: “ D ivâne m id ir b âde dururken içe — Bes. san. B adem esansı, pasta ve ku­ a n d ı" (Baki, XVI. yy.). — 2. Bâde süzmek, rabiyeleri kokulandırm ak am acıyla kulla­ kadehe özenle içki koymak. || Bâde-i can nılan acı badem esansı. -bahş, içene can veren şarap. || Bâde-i gül — Eczc. Tatlı badem yağı, bir badem çe­ -fam, gül renkli şarap. || Bâde-i ikbal, şidinin (A m ygdalus communis var. duicis) yüksek m evkide bulunm anın verdiği tohum undan elde edilen ve emülsiyon ve geçici keyif ve neşe. j| B âde-i mest, kes­ luk yapım ında kullanılan yağ. kin şarap. || Bâde-i nuşin, içimi kolay ve — Ed. Divan edebiyatında sevgilinin göz­ hoş şarap. || Bâde-i sad-saled, yüz yıllık leri ve dudakları biçim, tat-ve renk bakı­ şarap, pek eski şarap. mından badem e benzetilir. Badem şek­ —A n s İk l. Ed. Divan edebiyatında en lindeki göz, aşk şarabı ile sarhoş olacak ço k sözü edilen sarhoş edici içkidir. Mey âşığın mezesi sayılır. ile eşanlamlıdır. Harabat, meyhane, bezm, — Kürkç. Badem kürk, tilkinin yalnızca ba­ rint ile birlikte kullanılır. Tasavvufta aşk, cak kısmıyla hazırlanmış kürk. Tanrı’ya ulaşmanın yoludur. Bâde de bu­ — Mim. Mukarnasların, baklava dilimini na ulaşm ak için ruha coşkunluk verecek andıran, prizm a ya da üçgen biçim inde­ araçtır. Âşıklar bezm de bade içerek co ­ ki bölüm lerine verilen ad. şar, kendilerinden geçer. Bâde dertleri gi­ — Mutf. Badem içi, dış kabuğu çıkartılmış, derir: "Sâki getir ol bâdeyi kim dâfi-i gam ­ iç zarı soyulmuş badem . || Badem sübye­ d ır / Saykal vur o m ir âta ki p ü r jen g -i si, badem içini havanda dövü p su ya da e le m d ir" (Bağdatlı Ruhi). Badeye su kat­ sütle karıştırarak yapılan boza kıvamında, mak helale haram karıştırmak gibidir, bu­ beyaz bulamaç. (Kimi sütlü tatlıların ya­ nun asla hoş görülm ediği belirtilir. Rengi pım ında kullanılır.) || Badem şurubu, ba­ genellikle kırmızı olduğu için kan ve la ’l demle yapılan bir şurup, (iyice dövülmüş ile ilişki kurulur. Sevgilinin dudağı, yana­ badem, suyla karıştırılıp posası kalmayınğı, âşığın kanlı gözyaşları badeye benze­ caya değin kevgirden geçirildikten son­ tilir: ' B âde-i nâbdır leb-i la 'Un / Sâgar-i sîm ra, şekerle kaynatılarak yapılır.) || Badem ze ne h d ân ın" (Baki). Bade ayrıca kadeh tatlısı, dövülm üş badem içi, yumurta, un anlamında da kullanılır; câm, sâgar, piyave şekerle yapılan bir ham ur tatlısı, irmik le, kadeh, sagrak, ayak sözcüklerinden ve badem içiyle yapılan başka bir tür tat­ badeyle birlikte öteki içkiler de anlaşılır. lıya da aynı ad verilir. (-►İÇKİ.) Halk edebiyatında âşıkların (saz — ANSİKL. Badem in anayurdu İran-Afgaşairlerinin) düşlerinde Hızır’ı görü p elin­ nistan yaylasıdır; Akdeniz bölgesine eski den “ bade” (aşk şarabı) içtikten sonra şa­ Yunanlılar ve R om alılar’ca getirilmiştir. irlik yeteneği kazanıp saz çalm a ve şiir Anadolu’da çok eskiden beri meyve ağa­ söylemeyi öğrendiğine inanılır; bunlara cı olarak yetiştirilir. Badem, orta boyda (6 “ badeli âşık" denir. (-»ÂŞIK.) -8 m), yaygın ya da dik dallı, ince uzunca yapraklı, dikensiz bir ağaççıktır, ilkbahar­ BADEGOULE EVRESİ a. Üst yontmada çok erken çiçek açar; beyaz (nadiren taş dönem i endüstri evresi (i. Ö. 15 000). çok açık pem be) çiçekleri genellikle ken­ Adını D ord o g ne ’daki Badegoule bulun­ dini döllemez. Meyvesi taş çekirdek biçi­ tu yerinden alır. (Kazıyıcılar, kalemler ve m indedir; içinde bir ucu sivri, bir ucu ge­ Aurignac evresini anımsatan gereçler, bu nişçe yassı bir tohum bulunur. evrenin en belirgin özelliğidir [iğ biçimli ve Badem ler en başta iki alttüre ya da çe ­ sivri uçlu kazıyıcılar].) şide ayrılır: tatlı badem (A .C . var. dulcis) ve acı badem (A.C. var. amara). Bun­ BADEHU be. (ar. b a cde ve hüve, o ’dan lardan pek çok bahçe badem i türleri bacdehu). Esk. Ondan sonra, sonra: "B a­ türetilmiştir. Badem , genellikle tohum da dehu yeniçeriler altı ade t m inarelerden iç üretilen badem, şeftali (asit topraklar için) harem içre olan sipaha çuvaldız ile ve erik, ya da şeftali-badem melezlerine kurşunlar vurdular k im ..." (Evliya Çelebi, aşılanır. Türkiye’de en iyi çeşidi, erik XVII. yy.).



Baden okulu üzerine aşılanan “ pabuç badem i” dır. Batı A vrupa'da ve Am erika’da, 1960 yılından beri donlardan zarar görm em eleri için, daha geç çiçek açan çeşitler üzerinde araştırma çalışmaları yapılmaktadır ve bu tip çeşitler elde edilmiştir. Kaliforniya’da "be n ze r olm ayan” çeşitlerden oluşan b üyük ve m odern badem bahçeleri (ba­ dem üretim işletmeleri) kurulmuştur. Bu eyalet yılda 180 000 t badem üretimiyle dünyada başta gelir (Türkiye'nin yıllık üretimi 40 000 t). Badem de görülen başlıca hastalıklar şunlardır: moniliyoz, karaleke, vertisilliyoz; zararlıları arasında en tehlikelileri de bitkibitleriyle çopurböcektir. Genellikle badem ağacının ince ve sert kabuklu, uzunca m eyvesine; bu m eyve­ nin odunsu çekirdeğine; kahverengi bir zarla kaplı iki beyaz çenekten oluşan to ­ hum una, ayrım gözetilmeksizin badem adı verilir. Meyve, ağustos-eylül ayında olgunla­ şınca kabuk kuruyarak çekirdekten ayrı­ lır hale gelir. Tatlı badem lezzetli bir yemiştir ve yağ bakım ından oldukça zengindir. Acı ba­ dem, hidrosiyanik asit içerdiğinden az da olsa zehirlidir. Pastacılıkta ve şekerlemecilikte ayıklanmış badem çok kullanılır. Bütün (kavrulmuş badem, nuga), çekilmiş ya da kıyılmış ve un haline getirilm iş ola­ rak kullanılır. Katkı m addeleriyle çeşitli renkler verilen badem ezmesi, çubuk ya da baklava biçim inde kesildiği gibi küçük nesneler (sebze, meyve, hayvan) biçimin­ de de yapılır.



BADEMA be. (ar. ba cd e ve -mâ, o şey’ den ba cdemS). Esk. Bundan sonra, bun­ dan böyle; "Badema, Emin'in hayatı böy­ lece nâfile b ir kavga g ib i g e ç ti" (Yakup Kadri).



BADEMAĞACI, Antalya’nın merkez il­ çesi, Dağ bucağında belde; 3 951 nüf. (1990). BADEMCİK a. Anat. 1. Yutakta bulu­ nan, badem biçiminde lenfoit organ. — 2. Dil badem ciği, yutak altında, dil tabanın­ da bulunan bademcik. || B adem cik'çuku­ ru, badem ciklerin yüzeyindeki çökek. || Boğaz badem ciği, dam ak eteğinin ön ve arka ayakları arasında, yutağın iki yanın­ da bulunan çift badem cik. || Yutak b a ­ dem ciği, burun-yutağın ya da burun boş­ luğunun arka çeperinde bulunan tek ba­ dem cik. (Bk. ansikl. böl.) —Cerr. Badem cik ameliyatı, badem cikle­ rin ameliyatla çıkarılması. (Süreğen enfek­ siyon ve sık tekrarlayan akut iltihap hal­ lerinde vapılır.) — Nöroanat. ve Nörobiyol. Beyin badem ­ ciği, şakak lobunun orta sırt kısmındaki bir bozm adde kütlesinden oluşan ve heye­ can tepkilerinin düzenlenm esinde ve ö ğ ­ renme süreçlerinde önemli rol oynayan rinansefalin temel yapısı. || Beyincik ba­ dem ciği, soğaniliğin iki yanında, beyincik yarım kürelerinin ön-alt yüzünde bulunan bir çift lopçuk. — Patol. Badem cik iltihabı, boğaz badem ­ ciklerinin iltihaplanması. (Bk. ansikl. böl.) — A n s ik l . Anat. ve K.b.b. Ağız açıkken g ö rü le b ile n b o ğ a z b a d e m c ik le rin in büyüklüğü kişiye göre değişir. Bunlar or­ tak bir kılıf içinde, ağsı bir dokuyla birleştirilmiş kapalı foliküllerden oluşan topaklardır. Yüzeylerinde "b a d e m cik çu kurla n ” denen çöküntüler görülür. Yutak bad e m ciği nin aşırı büyümesi adenoit vejetasyonlar* oluşturur. Badem­ ciklerin fizyolojik görevi, lenf düğüm lerin­ de olduğu gibi enfeksiyonlara, özellikle yutak enfeksiyonlarına karşı savunmadır. Badem ciklerin iltihaplanmasına badem ­ cik iltihabı* denir. — Patol. B adem cik iltihabı tüm anjinlere e ş lik e d e r; b a k te rile rd e n ya d a virüslerden ileri gelir, iltihap yum uşak da­ m ak kem erlerine yayılabilir; badem cikler kızarır, şişer, bazen üzerlerinde beyazımsı bir sızıntı bulunur. Yutma güçlüğü, ağrı ve



ateş vardır. B a d e m cik irinleşe b ilir. B a dem ciğin üzerinde yalancı zarlar görülürse difteri basili aramak için muhak­ kak parça alınmalıdır.



BADEMDERE, Niğde'nin Çamardı il­ çesi, merkez bucağında belde; 2 300 nüf, (1990). PTT. BADEMEZMESİ a. Mutf. Bademle yapılan bir tür şekerleme. (Kabukları ve zarı soyulmuş badem , havanda dövülüp hamur haline getirildikten sonra, şeker ve yum urta sarısıyla karıştırılarak yapılır.) BADEMİ sıf. (fars. badam ve /'den bad â m i). Esk. Badem biçiminde. BADEMLİ sıf. içine badem katılmış yi­ yecek için kullanılır: Bademli tatlı. Bademli kek. — Bine. Ortasında kalın ve badem biçi­ m inde bir parça bulunan gem demiri.



BADEMLİ, İzmir'in Ödem iş ilçesine bağlı bucak; 9 024 nüf. (1990); 5 köy. Merkezi B adem li (esk. Bademiye). 4 120 nüf. (1990).



BADEMLİ, Afyonkarahisar’ın Emirdağ ilçesi, Davulga bucağında belde; 2 170 nüf. (1990). PTT.



BADEMLİ geçidi, Beyşehir’i, Toroslar'ı aşarak Akseki üzerinden Akdeniz kıyısına bağlayan geçit; yükseltisi 1 390 m. BADEMLİBAHÇE kaynakları, Bur sa hidrotermal şifalı su kaynaklarından birbirine yakın yerlerde çıkarak bir grup oluşturanlara verilen toplu ad. Kentin batı kesiminde bir fayla ilgili olarak oluşan bu gruptaki kaynaklar, U ludağ eteklerini iz­ leyen Ç ekirg e yolu ile ova tabanı arasındaki sınırda yer alırlar. Karamustafa, Kaynarca, Yenikaplıca ve Kükürtlü adındaki ünlü kaplıca tesislerini bu sular besler. Ç ok eski çağlardan beri şifalı et­ kilerinden yararlanılan bu gruptaki kay­ nak sularının bileşimi, sıcaklığı ve radyo­ aktivitesi birinden ötekine değişir. Bursa çe vre sin d e ki h id ro te rm a l kayna kla r arasında radon radyoaktivitesi en yüksek (Karamustafa, Rn222 4 8 37), sıcaklığı en fazla (Kükürtlü, 83,6 C °) ve kükürtlü h id­ rojen bakım ından en zengin (Kükürtlü, H2S 1,1250 mg/l) kaynaklar da bu grup­ tadır. B A D E M LİK



a. Y a ln ız c a ya da çoğunlukla badem ağacı bulunan bah­ çe.



BADEMLİKÖY, rumca L u tro , Kıbrıs'ın Lefkosa ilçesi, Lefke bucağında köy.



BADEMPARE a. H am uruna rendelen­ miş badem katılarak yapılan, badem bi­ çim li bir tür tatlı.



BAD EMS ya da EMS, Federal Alm an­ ya ’da (Rheinland-Pfalz) kent, Lahn ırmağı kıyısında, K oblenz'in D .'sunda; 12 000 nüf. Altısı bikarbonatlı sodyumlu sıcak, biri demirli soğuk yedi kaynağın işletildiği madensuyu merkezi. Turizm merkezi.



BADEMSİ sıf. Biçimi badem e benzeyen şey için kullanılır. — Bot. Badem çekirdeği biçim indeki mantar sporuna denir. — Yerbil. Kimi öğeleri badem biçimini alan bir kayacın yapısı için kullanılır. (Örneğin gözenekli gneiss'e dönüşm üş eski bir granitin feldispatları.) — Makasla­ m a kuşağı düzeyindeki merceksel tekto­ nik öğeler için kullanılır.



lalesinden Christof l ’in eline geçti. Am a 1527’de Christof I ölünce, iki oğlu iki ye­ ni kol oluşturdu: Baden-Baden ve Baden -Durlach. Dinsel anlaşmazlıklar sonucun­ da birbirinden ayrılan katolik Baden -Baden ile lutherci Baden-Durlach, markgraflık unvanını aldılar ve özellikle Otuz Yıl savaşları sırasında birbirleriyle kıyasıya savaştılar. Ancak 1771 'de Baden-Baden kolunun ortadan kalkmasıyla Baden-Durlach'lı Kari Friedrich ülkede bütünlüğü sağladı ve B aden’in te k markgrafı oldu. N apolöon ile ittifak kuran Kari Friedrich 1803’te Pfalz'ın bir bölüm ünü, 1805’te Brisgau'nun bir bölüm ünü (Presburg ant­ laşması) alarak eyaletlerini genişletti. 1806’da büyük dük unvanını aldı.R heinbund konfederasyonuna girdi. Baden b üyük düklüğü 1815’ te tanındı ve Al­ m anya konfederasyonuna katıldı. 1815’ten sonra N apolöon’un im para­ torluğuna sıkı sıkıya bağlı olan Baden bü­ yük düklüğü meşruti bir devlet oldu ve ilk parlamentosuna 1819 ’d a kavuştu. Bu du­ rum hüküm ette önemli değişikliklere yol açm adı, ama daha ço k Fransa’dan esin­ lenen liberal bir muhalefet, özellikle ülke­ nin kuzey kesim inde (sanayiler burada büyüm ekteydi) gelişti. 1848’de liberallerin desteklediği bir halk ayaklanm ası so nucunda büyük d ük kaçm ak zorunda kaldı. Ancak, Prusya as­ ke rle rin in işe karışm asıyla ye nid e n yönetim i ele geçirdi. Baden hükümeti li­ beralleri sıkı bir şekilde denetledi ve bu ta rih te n s o n ra B a d e n ’ in p o litik a s ı Prusya’nınkine bağlandı; bununla birlik­ te, badenli liberaller Prusya tutuculuğuna sürekli karşı çıktılar ve m utlakiyetle yönetilen Baden ileri bir sosyal yasa düzenine kavuştu. 1871’de Baden, A l­ man im paratorluğu’na bağlı devletlerden biri oldu; ama kendi özelliklerini (katoliklerin çoğunlukta olması ve demokratik ge­ lenek) korudu. 1919 anayasasıyla Baden bir cu m hu ­ riyet, R eich’a üye özerk federal bir dev- _ let haline geldi. 1933’te nazi yönetimi Ba­ den liberal devletine son verdi: Hitler Ba­ d e n ’in başına im paratorluk kom iserlerin­ d en birin i atadı, B aden, 1 9 4 0 ’tan başlayarak Alsace’ı koruyuculuğuna aldı; Alsace, 1940-1945 arasında nazi partisi­ nin gauleiter'liğini ve her iki yörenin Reich komiserliğini elinde toplayan Robert VVagner’in yönetim inde, B aden’e bağlı kaldı. Federal cum huriyetin kurulm asından sonra (1949), Baden ve VVürttemberg birleşerek 1951 yılında tek bir L and oluşturdular ve Baden-VVürttemberg adını aldılar.



BADEN, A vusturya’da (Aşağı Avustur­ ya) kent, W ie n e rw a ld ’ ın kenarında, V iyana’nın G .’inde; 23 600 nüf. Kükürtlü sıcak sular. BADEN, İsviçre’de (Aargau kantonu) kent. Limmat ırmağı kıyısında; 13 950 nüf. Eski kentte XV.-XVII y y.’lardan kalma (ki­ lise ve XV.-XVI11.yy.'lar arasında İsviçre Diyeti'nin toplandığı eski belediye konağı. Lim m at ırmağının yatağından fışkıran kükürtlü suyun kullanıldığı önemli kaplıca merkezi. Elektroteknik gereçler yapı-



Baden okulu ya da dağarlar okulu, VVİlhelm VVİndelband (1848-1915) tarafın­ dan kurulan ve d aha sonra Heinrich Rickert (1863-1936) tarafından yönetilen fi­ BADEMŞEKERİ a 1. ince bir nişastalı lozoflar topluluğu. Ernst Troeltsch (1865 şeker tabakasıyla kaplanm ış iç badem . -1923), Bruno Bauch (1877-1942) ve Hu— 2. A rg. Tabanca kurşunu. go M ünsterberg'in (1863-1916) çalışma­ larıyla ün kazanan Baden okulu, alm an BADEN, Alm anya'nın Rheinland b ö l­ yenikantçılığı içinde yer alır. O kulun üye­ gesinde eski devlet. X. yüzyılda Schwaben düklüğünden leri, başlangıçta kavramlarını, Kant’ ın transsendental yöntem ine, kavramcılığı­ ayrılan Baden’i, Hermann von Zâhringen na ve idealizm ine dayandırırken, sonra­ m arkgraflığa yükseltti. Aile içi paylaşm a­ ları bu temellerden uzaklaşmalar görüldü: larla XII. yy.’da üç sülale oluştu; Baden okulun temsilcileri, bilginin kökeninin, du­ -Baden, Baden-Hochberg ve Baden-Sauyum ve kendinde şey'in varoluşu olduğu­ senberg. 1503’te miras oyunları sonucun­ nu reddettiler; buna karşılık, değerlere d a m arkgraflığın tüm ü Baden-Baden sü­



1179



BADEMCİKLER VE BADEMCİK AMELİYATI



dil basacağı



Baden okulu büyük önem verdiler.



1180



BADEN-BADEN, Federal Alm anya'da (Baden-VVürttemberg) kent, Karaorm an' ın K.-B. eteğinde; 49 000 nüf. XVIII. yv.'d a n bu yana ün salmış içm ece kenti (klorürlü sodyum lu sular). Romalılardan ve O rtaçağ’dan kalm a yıkıntılar. Küçük makine sanayisi, ince marangozluk. Siga­ ra fabrikası. Fransız işgal bölgesi askeri yönetiminin, sonra da Alm anya'daki Fran­ sız kuvvetleri komutanlığımın m erkeziy­ di.



BADENİ, Lwöw kökenli polonyalı bur­ juva aile. 1563’te soyluluğa yükseltildi. Üyeleri arasında K a z İ M İ e r z (Surochow 1846 -Busko 1909), 1888'de Galiçya va­ lisi, 1895'te de Avusturya bakanlar kuru­ lu başkanı oldu. Bohem ya ve M oravya’ da, halkların kendi dillerini kullanmaları konusunda yayımladığı liberal kararna­ meler, alman yandaşlarının düşmanlığını çekince, görevden ayrılmak zorunda kaldı.



Robert Baden-Powell Sirot-Angel kol.



BADEN-POWELL (Robert, - I. b a ro ­ nu), İngiliz general (Londra 1857-Nyeri, Kenya, 1941). Boerler’e karşı savaşta M afeking'i kahram anca savundu (1899 -1900). Askeri deneyim leri onu gençliğin eğitimiyle ilgilenmeye yöneltti. 1908’de, kısa sürede uluslararası bir nitelik kaza­ n a c a k o la n b o y -s c o u ts ö rg ü tü n ü , 1910’da da, kız kardeşi Agnes Baden-Pow ell’ın yardım ıyla girl-guides örgütünü kurdu. BADENWEİLER, Federal Alm anya'da kaplıca merkezi, Baden VVürttemberg’de Freiburg-im -Brisgau’nun G.-G.-B.’sında.



Baden-Würt1emberg'in kuzeyinde Neckar üzerinde Heideiberg’den bir görünüm



BADEN-VVÜRTTEMBERG, Alman ya'nın güneybatısında eyalet (Land); 35 750 km2; 9 619 000 nüf. (1990). Merkezi Stuttgart. Eyalet, aralık 1951 ’de eski üç Lander’in (Baden, W ürttem berg-Baden, VVürttemberg-Flohenzollern) birleştirilmesiyle ku­ rulmuştu. Yüzey şekillerinin dağılımı, G. -K. doğrultulu, az çok birbirine benzeyen kesimler ortaya koyar. B. da Baden ova­ sı (çöküntü hendeği), zengin bir tarım böl­ gesidir: tahıl, şekerpancarı, havyancılık; K a rao rm a n ’ın kenarındaki te p e le rd e üzüm bağları ve m eyve ağaçları. K .'de yükseltisi daha az olan Karaorman, koru­ luk O denwald kütlesinden Kraichgau çö­ küntüsüyle (Pforzheim geçiti) ayrılır. Da­ ğın nüfus yoğunluğu yüksektir (yoğun ta­ rım ve hayvancılık, çeşitli sanayiler). Schwaben, d oğ u ya doğru eğimli İkinci Zaman tortullarından oluşur. Her tabaka bütünü (kireçtaşları, marnlar, vb.) bir böl­ ge ya da “ g a u ” içerir. Eskiden birer ta­ rım alanı olan bu bölgeleri sanayi büyük ölçüde değiştirmiştir. Birçok kentin yer al­ dığı Neckar ırmağı vadisi, gerçek bir fa b ­ rikalar "ca d d e sf'd ir; kenarlardaki yamaç­ lar genellikle üzüm bağlarıyla kaplıdır. G.



- D .’d aS chw aben Jurası, hemen önünde tanık tepelerin yükseldiği büyük oiı sarp­ lıktan oluşur ve d oğ u ya doğru, dağın bir bölüm ünü de içine alan bir kireçtaşlı yay­ layla uzanır. Burası en az nüfuslu kesim ­ dir. Buzullarla aşırı oyulmuş Konstanz gö­ lü, güney yam acında yer alır. Eyalet, XIX. y y .’ın ortasından bu yana büyük gelişme göstermiştir. Günümüzde­ ki topraklarda, 1852'de 3 156 000 olan nüfus, 1939’da 5 476 0 0 0 ’e yükselmiş, günümüzdeyse 9 milyonu aşmıştır (1939' dan önce çok az olan yabancıların sayısı 1980’de 800 000’i geçmiştir). Bu gelişme sanayileşmenin sonucudur. Oysa eyalet toprakları, birkaç tuz yatağı sayılmazsa, her türlü ham m addeden yoksundur. Bu yüzden günüm üzdeki durum , kırsal ke­ sim de yoğun olan nüfusun çalışkanlığı (Schwaben dindarlığının ve genel olarak Protestanlığın etkisi) ve yoğun bir kentler ağının kurulmasıyla açıklanır. Kentleşme­ nin en ço k geliştiği, en çok sanayileşmiş bölgeler, kuzey bölgelerdir. Sanayi (etkin nüfusun % 50’si), yerel et­ kinliklerden doğm uştur. Birkaç büyük sa­ nayici şirketlerini eyalette kurmuşlardır. Gottlieb Daimler ve Cari Benz (otomobil); Robert Bosch (elektroteknik), Salamander (ayakkabı yapımı) vb. Baden-VVürttem­ berg büyük bir otom obil ve elektronik sa­ nayisi m erkezidir. Sanayileşme ve kent­ leşme, ulaşım yollarının kusursuzluğun­ dan d a yararlanmıştır; Ren ve Neckar, ır­ mak limanlarıyla donatılmıştır (Karlsruhe, Mannheim , Stuttgart); otoyol ağı sürekli sıklaşm aktadır;Stuttgart’ta ayrıca uluslar­ arası bir havalimanı vardır ve eyalet, de­ miryolu ağıyla A vru pa ’ nın çeşitli ülkeleri­ ne bağlıdır.



BADEPEREST sıf. (fars. b ade ve peresf'ten bâde-perest). Esk. Şaraba çok düşkün, içkici: "P â-yi hum -i m e ydir yeri­ m iz bad e -p ere stiz" (Bağdatlı Ruhi XVI.



yy) BADER (Douglas Robert Stewart), İngi­ liz savaş pilotu (Londra 1910 -ay.y. 1982). 1931’de geçirdiği bir kaza sonucu iki bacağının da kesilmesine karşın, İngiliz Flava kuvvetleri'nde yeniden pilotluğa dönm eyi başardı ve 1939’da 30 hava ça rp ış m a s ı k a z a n d ı. 1 9 4 1 ' d e b ir çarpışm ada uçağı düşürülünce esir oldu. 1 945 'te e s ir k a m p ın d a n d ö n d ü . Û zya ş a m ı ü z e rin e Paul B ric k h ill tarafından yazılan (Reach for the Sky) yaşam öyküsü üzerine bir film çe vril­ di. BADERNA -»BADARNA. BADEZÂ ya da BADEZÂLİK be. (ar. b a cde, za ve zalik, b u 'd a n b a cde-za, b a ‘ dezslik). Esk. Bundan sonra. BADEZÂLİK -



BADEZÂ



BADEZİN be. ( ar. bacde, fars. -ez, çık ma durum u ve in. bu dan bacde'z-in). Esk. Bundan sonra.



BÂDGÂN a. (fars. bâdgâri). Esk. 1. Muhafız, koruyucu — 2. Flazinedar.



BÂDGÂNE a. (fars. b a d ve -gane 'den bad-gane). Esk. Kafesli pencere. BADGASTEİN, Avusturya’da (Salzburg eyaleti) kent, Gasteiner Tal'da, Yüksek ve Alçak Tauern’ler arasında; 5 800 nüf. Gü­ zel iklimli kaplıca (suları romatizma has­ talıklarının tedavisinde kullanılır) merkezi Kış sporları (yüksl. 1 083 - 2 246 m). BÂDGERD a. (fars. b a d ve gerd. toz' dan b ad -g e rd ). Esk. Kasırga BÂDGİR a. (fars. b a d ve g ir'den bad-gir) Esk. i . Evleri havalandırm ak için açılan delik. — 2. Baca. — 3. M arpuç. BADGİS, Afganistan’ın kuzey-batı kesi­ m inde il; 22 923 km2, 312 000 nüf Mer­ kezi Kale-i Nev. Koyun yetiştiriciliği. BAD GLEİCHENBERG, Avusturya'da turizm ve kaplıca merkezi, Steıermark'ta, Graz’ın G .-D .'sunda; 2 000 nüf.



BAD GODESBERG, Federal Alm an­ ya'da eski kent, Ren ırmağı kıyısında; gü­ nüm üzde Bonn sınırları içine alınmıştır. Kalp ve sinir hastalıkları tedavisinde kul­ lanılan karbonatlı klorürlü sodalı sular (bu sular, Roma çağından bu yana bilinm ek­ tedir). Bir konut kenti olan Bad Godesberg 'd e , ayrıca elçiliklerin bulunduğu bir semt ile birçok federal uluslararası kuru­ luşun merkezleri yer alır. BAD GOİSERN, A vusturya'da (Yukarı Avusturya) kent, Traun ırmağı kıyısında; 6 100 nüf. iklimi sağlığa yararlı yer(yaklş. 500 m yükseltide) ve kaplıca (radyoaktif sular) merkezi. BAD HALL, Avusturya’da (Yukarı Avus­ turya) kaplıca merkezi 3 800 nüf.



Linz’in G ünde;



IBAD HARZBURG, Federal Alman­ ya'da kent, Aşağı Saksonya eyaleti sınır­ ları içinde, Flarz kütlesi üzerinde; 25 400 nüf. iklimi sağlığa yararlı olan kent, önemli bir kaplıca m erkezidir. Dokuma sanayisi.



BAD HERSFELD, Federal Alm anya’ da (Flessen) kent, T h ü rin g e rw a ld ’ın B.'sında, Fulda ırmağı kıyısında; 28 400 nüf. XI XII. yy.’dan kalma bir manastırın yıkıntıları (günüm üzde festivaller düzen­ lenmektedir). Dokum a sanayisi Kaplıca merkezi. BÂDHERZE a. (fars. b a d ve herze 'den bad-herze). Esk 1. Büyücülük, sihirbaz­ lık; hırsızın, bekçiyi uyutm ak için söyledi­ ği büyü sözleri. — 2. Büyüleyici güzellik.



BAD HOFGASTEİN, A vusturya'da (Salzburg ili) kent, Gasteiner Tal'da, 5 200 nüf. Kaplıca merkezi, yazlık yer ve kış sporları m erkezi (yüksl. 870 - 2 300 m). BAD HOMBURG VOR DER HÖHE ya da HOMBURG, Federal Almanya'da (Hessen) kent, Taunus’un kenarında, Frankfurt'un K.'inde; 50 800 nüf. Turizm ve kaplıca (demirli soğuk sular) merkezi. XVII. yy.’dan kalma landgraflık-şatosu)'



BAD HONNEF, Federal A lm anya’da (Kuzey Vestfalya Renanyası) kent, Ren ır­ mağı kıyısında; 21 000 nüf. Turizm ve kaplıca merkezi. BADIÇ a. 1. Baklagiller g rubundan bit­ kilerin iki çenetli meyvesi. (Badıç kuru ve yarılgan kabuklu bir m eyvedir; tek bir m eyveyaprağından oluşur ve olgunlaşın­ ca genellikle iki yerinden yarılarak açılır; ayrılma yerinin biri m eyveyaprağının orta damarı, öteki her iki göbekbağının bitiş­ me çizgisidir. Bu ayrılış meyveyaprağını iki parçaya böler; bunların her birinde bir dizi tohum bulunur.) — 2. Yörs. Taneli taze seb­ zelerin dış kabuğu. BADIHAVA a. (fars. b a d ve h e v a 'dan bad-ı hevS). Osmanlı maliye sisteminde düzensiz olarak alınan vergi ve gelirlere verilen ad. — ANSİKL. Tayyarat ya da niyabet de de­ nilen bu tür gelirler, beklenilen, ancak za­ manı ve tutarı belli olm ayan vergi ve re­ simlerdi. ilk olarak 1519 'da Gelibolu san­ cağına ilişkin bir kanunnam ede rastlanan terim XVI. yy.'dan XVIII. y y.'a kadar bü­ tün kanunnam e ve kayıtlarda yer alır. Bu tür vergi ve resimlerin belli başlıları, ceri­ me (paraya çevrilmiş cezalar), beytülmal-ı am m e ve hâsa (vârisi belli olm ayan para ve mallar), mal-ı gaip (vârisi bulunamayan mal ve para), mal-ı m evkud (vârisi ülke dı­ şında olan ve yeri bilinm eyen mal ve pa­ ra), resm-ı arus (gerdek resmi) ve tapu-yi zemin (vârisi olm ayan çiftliklerin tapu be­ deli ya da resmi), kaçkun (kaçan kul) ya da yava (bulunan hayvan) müjdesi vb.'dir. Badıhavanın, genellikle yarısı timar erinin, yarısı sancak beyinındi. Bu gi­ bi gelir ve resimler için ortalam a bir m ik­ tar tahm in edilerek köv nâsılının sonuna eklenirdi. BAD-I SABA a. Müz. Türk m üziğinde XVIII. yy.'dan önce kullanılmış bir makam.



badminton Günüm üze ulaşabilmiş örneği yoktur.



BADİ a. Halk. 1. Ördek. — 2. Badı badı yü rüm e k, kısa adımlarla İki yana sallana­ rak, yalpalayarak yürümek; paytak pay­ tak.



BADİ (Ahmet) Kaltakkıranzade, türk ya­ zar ve şair (Edirne 1839-İstanbul 1908). Çeşitli yerlerde em lak yazıcılığı ve vergi m üdürlükleri görevlerinde çalıştı. En ün­ lü yapıtı Riyaz-ı belde-i Edirne (Edirne kentinin bahçeleri) adlı üç ciltlik yazma ki­ tabıdır. Masâdır-i lisân-ı fârisf(Ears dilinin mastarları), manzum ve mensur atasöz­ lerini içeren Arm ağan gibi yapıtlarından başka, bir de D iva n i vardır. Bin ciltlik ki­ taplığı ölüm ünden sonra Edirne Selimiye kütüphanesi'ne verilmiştir.



ler korosu, orkestra ve manyetik bant için M a rkosa göre Çile (1971) adlı yapıtı bes­ teledi. Ülkesinde, elektronik m üziğin ön­ cülerinden (K abil ve H ab il balesi, 1956) sayılır.



BADİR sıf. (ar. bedr, şaşırtm ak'tan bâdir). Esk. 1. Birdenbire ortaya çıkan. — 2. D olunay durum una gelen ay için kul­ lanılır. — 3. Serilip serpilen çocuk için kul­ lanılır. — 4. Olgunlaşan m eyve için kulla­ nılır. BADİRE a. (ar. badire). Beklenmedik bir zam anda ortaya çıkan tehlikeli durum: Birçok badirelerden geçm ek. Bu badire­ yi de atlattık. BADİS BİN HABBUS ES-SİNHACİ



BADİK a. Halk. Ö rdek yavrusu.



(öl. 1073), Gırnata (Granada) emiri (1038 -1073). Berberi Ziri hanedanından. Babası Habbus’un ölümünden sonra veziri yahudı Sam uel’in çabasıyla kardeşini etkisiz durum a getirerek G ırnata'da tek başına hüküm sürm eye başladı. Bütün Endü­ lüs'ü ele geçirm ek amacıyla Carm ona emiri M uham m et ve M alağa emiri idris I ile bağlaşarak A bbadıler’e karşı giriştiği savaşta önceleri başarılı olduysa da (1039), düşmanlarının birçok küçük emir­ liği, hatta C arm ona’yı bile almalarını en­ gelleyem edi (1067). Ardından, Hammudiler den aldığı M alaga’yı da A bbadıler'e bırakm ak zorunda kaldı. Veziri Sam uel’ ın iyi yönetiminden ötürü dönem inde Gır­ nata önemli ölçüde gelişti. Ancak, Samu el'in 1066’da ölüm ünden sonra bocala­ maya başlayan em irlik hızla gerileyerek çöküntünün eşiğine geldi







BADİS BİN MANSUR (öl. 1016). ber­



BÂDİ şif. (ar. b e d 1, başlam a’dan b a d i). Esk. 1. ilk, başta olan, en önceki. — 2. Se­ bep, neden. — 3. Bâdi olmak, sebep ol­ mak, neden olmak: "H a n gi cürm üm b u ­ na oldu b âd i / Kim e oldum sebeb-i berb a d i" (Abdülhak Ham it Tarhan). || Bâdi-i emr, ilk iş. || Bâdi-ı nazarda, ilk bakışta.



BÂDİ a. (ar. b a d i). Esk. Çölde yaşayan; köylü.



BADİH, BADİHE sıf. (ar. b ed a h e tte n badih, dişi, bâdıhe). Esk. 1. Birdenbire or­ taya çıkan olay için kullanılır. — 2. Beklen­ m edik ziyaretçi için kullanılır. ♦ b adihe a. 1. Beklenmedik olay. — 2. Tasav. B irdenbire içe-doğan ilham.



BADİHE -



BADİH



sıf. Kısa boylu kimse için kullanılır.



BADİKLEMEK gçz. f. iki yana sallana­ rak yürümek; badi badi yürümek.



BADİLE (Gi ovanni), İtalyan ressam (Verona 1379 - ay.y. 1451). Altichiero’nun ye­ tenekli bir öğrencisiydi. Santa Maria della Scala’daki Guantieri kilisesi'nin fresklerini yaptı (San Filippo Benizi'nın yaşamı).



BADİLE (Gıovannı Antonio), İtalyan res­ sam (Verona 1516’ya doğr. - ay.y. 1560). Üslubu Tiziano’ya yakındır (M eryem A na'nın mabette temsili Torino; Azir'in d i­ rilmesi, Verona). Veronese nin amcası ve ilk ustasıdır.



BADİN a. (bulucusu R.E. B a d in in adın­



beri Ziri hanedanı emiri (996-1016). Fatım iler'e bağlı olarak ifrikiye ve orta Mağrıp’te hüküm sürdü. Zanata’lar ile çarpış­ tı; büyük amcası H am m a d ’ın yardımı ile M agvaralar’ın emiri Ziri Atiye'yi yendi (1001): amcası Zevi'nin ayaklanmasını bastırdı, (ispanya’ya kaçan Zevı, orada Granada emiri olarak, Ziri hanedanını kur­ du.) Ülkesinin batısında ayaklanan amca­ sı H am m ad ile m ücadele etti. H am m ad’ n kurduğu Kala kentini almak üzereyken öldü.



larda etkinlikleri vardır. ludvvigshafen’deki fabrika en eskisidir, 650 hektarlık bir alanı kaplar.



1181



BAD İSCHL, A vusturya'da (Yukarı Avusturya) kent, ischl ve Traun ırmakla rının kavşağında, S alzkam m ergut’un or ta kesiminde; 12 800 nüf. Tuzlu kaplıca suları, 470 m yükseltide sayfiye merkezi. BADİYE a. (ar. badiye). Esk. 1. Çöl, kır. — 2. Badiye-nişin, çö lde yaşayan, b ede­ vi. || Badiye-peym a, çölde dolaşan. — ANSİKL Emevi halifelerinin çöldeki yaz­ lıkları. Kent yaşamına alışamayan ve sağ­ lığın çölde olduğu inancına bağlanan emevi halifelerinin hem en tümü (Muaviye I ile A bdülm elik dışındakiler) yılın be­ lirli mevsimlerinde, özellikle baharda Şam kenti dışında yaşam aya önem verdiler. Bu halifeler arasında hem kendileri hem de harem ve korum a askerleri için ayrı olarak büyük, süslü çadırlar kurduranlar bulunduğu gibi, çölde köşkler, hatta sa­ ray yaptıranlar da vardır. Çöle sadece ço­ cuklarını göndermekle yetinen abbasi ha­ lifeleriyse, badiyeye çıkmaktan pek hoşlanmazlardı. BADİYETÜŞŞAM, Batı kaynaklarında S u riy e ç ö lü , Şam kenti ile volkanik Hav­ ran kütlesinin D .'sunda, Fırat nehrine doğru yayılan, geniş, kurak (150-200 mm yağış) ve genellikle taşlık çöl ve yarı çöl alan; Suriye, Irak ve Ürdün toprakları ara­ sında bölüşülm üştür. Bağdat-Şam kara­ yolu bu çölden geçer. G öçebe çobanlık (deve ve koyun). BÂDKEŞ a. (fars. b a d ve k e ş 1ten badkeş. hava çeken). Esk. 1. Yelpaze — 2. Demirci körüğü. BAD KİSSİNGEN, Federal Alm anya da (Bavyera) kent, Rhön'ün G.-D.'sunda; 22 100 nüf. Kaplıca merkezi. B a d k l e I n k İ r c h h e İ m , Avustur­ y a ’da kış sporları merkezi (yüksl. 1 075 -2 050 m), Kârnten’de, Drava vadisinin yukarısında, Spittal’in D.'sunda.



~ \



BAD KREUZNACH, Federal A lm an­ y a ’da kent, Rheinland-Pfalz’da, M ainz’in badminton kortunun planı



yan kulvar



dan). Bir uçağın hızını, çevredeki hava­ ya göre ölçen aygıt. (BADİN HIZÖLÇERİ ve SÜRAT SAATİ de denir.) —A n sikl Badinde bir dinamik basınç al­ gılayıcısı, yani Venturı borusu ya da Prandtl sondası bulunur; bu algılayıcı gösterge tablosu üzerine yerleştirilmiş di­ feransiyel m anom etreye bağlıdır. Pilotlar Badin adını daha çok, doğrudan d oğ ru ­ ya hızı gösteren dereceli manometre kad­ ranı için kullanırlar.



BADİNC a. (fars. badinc). Bot. Esk. Hin­ distancevizi. yan kulvarlar yalnızca çiftlerde kullanılır



BADİNCAN ya da BADİNGÂN a (fars. bâdmcan. badıngan). Esk. Patlı­ can. — Bot. Badincan-ı ahmer, domates. | Badıncan-ı berrı. badıncan-ı deşti, yabanı patlıcan. j| Badıncan-ı tiryakı, zehirli patlı­ can.



BADİNCANİ sıf. (fars bâdm can ve ar. -/"den bâdincSni). Esk. Patlıcan renginde, morumsu



BADİNCANİYE a (fars badingan, badincSn ve ar. -iyye'den badincâniyye). Bot. Esk. Patlıcangiller. BADİNGÂN ->



BADİNCAN



BADİNGS (Henk), hollandalı besteci (Bandung, Cava. 1907 - Maarheeze 1987). Rotterdam ve Amsterdam konservatuvarlarında ders verdi; Laney Konservatuvarı'nı yönetti. Oreste (1954) adlı ope­ rasıyla İtalya ödülünü kazandı. Birçok sahne yapıtı (Martin K o rda D P 1960); sentonı (altıncısı korolu); A pocalypse (1948) adlı bir oratoryo; solocular, erkek­



Badlsche Anilin und Soda-Fabrlk A.G. (BASF), 1865’te M annheım 'dâ ku­



G .-B .'sında. Nahe ırmağı kıyısında; 42 000 nüf. Kaplıca merkezi. Oto lastiği yapımı.



rulan, kimyasal ürünler üreten bir alman firması. Ludw igshafen’e taşınınca, hızla BAD-LANDS a. (ing. söze.). Jeomoravrupa kimya endüstrisinin en büyü'k gi­ fol. KIRĞI BAYIR ın eşanlamlısı. rişimlerinden biri oldu 1900 yılında 7 000 kişilik personel sayısı, 1920 ae 24 000 e ■BADMİNTON [badm inton] a. (ing. söze.). Kortta, topu raketler yardım ıyla fi­ ulaştı Aynı zamanda, Ludw ıgshafen’m le üstünden geçirerek oynanan oyun, nüfusu 5 000'den 60 000'e, sonra da 100 — A n s ik l Badm inton XVII ve XVIII. 000 e vardı. 1925 ten sonra çok sayıda y y .’da oynanan ve daha sonra gözden şirketi yutan Badische Anilin boyarmaddüşen bir fransız to p oyununa benzer. de endüstrisinin ilk karteliydi ve "Interes1873 yılında İngiltere'nin Badm inton sen Gemeinschaft Farbenındustrie1' (I.G House yöresinde Hindistan ordusu su­ Farben) adı altında alman savaş ekono­ baylarınca yeniden oynanmaya başlandı. misinin en önemli kuruluşlarından birini 1934 yılında kurulan ve şimdi 60 üye ül­ oluşturdu. Kartel, savaştan sonra dağıtıl­ keden oluşan uluslararası bir federasyon, dı. Ancak bugünkü şirket, alman kimya en­ oyunun kurallarını belirledi, ilk dünya düstrisinin üçüncü kuruluşudur ve 116 000 şam piyonluğu 1977 yılında yapıldı. kişi çalıştırmaktadır G rubun boyarm adKarşılaşma, bir ya da iki kişilik iki takım deler, plastik m addeler, ilaç ürünleri, arasında, bayanlar için 11, erkekler için manyetik bandlar, gübre gibi çeşitli alan­



badminton raketi ve topu



badm inton yana bilinen kaplıca (suları romatizma hastalıklarının ve dolaşım bozukluklarının tedavisinde kullanılır) merkezi.



15 sayılık en fazla üç set biçim inde oyna­ nır. Mantar ya d a plastik bir başlığa takılı 14 ya da 16 tüyden oluşan, ağırlığı 4,73 g ile 5,50 g arasında değişen bir topu uçurarak ağ üzerinden geçirip kort sınır­ ları içinde karşı tarafa atmak sözkonusudur. Servis atan oyuncunun hatası topun ve servisin rakibe geçm esine neden olur Servisi karşılayan oyuncunun hatası ise karşı tarafa bir sayı kazandırır.



BAD REİCHENHALL, Federal Alman­ ya’da (Bavyera) kent, Alpler’in kenarında, Salzburg’un G.-B.’sında; 12 800 nüf. Tuz­ lalar. Kaplıca ve turizm merkezi. XII.-XIII. ve XVI. y y.’lardan kalma Sankt Zeno m a­ nastır kilisesi. BÂDRENG a. (fars. b a d ve re n g 'den bad-reng). Esk. 1. Ağaç kavunu, acur, hı­ yar. — 2. Dik başlı ve hızlı koşan at.



BAD NAUHEİM , Federal A lm anya’da § I



kent, Hessen’de, Frankfurt’un K .’inde; 26 000 nüf. Maden suyu (tuzlu sular) merkezi.



o BAD



BADRİNAT, Hindistan’da (Uttar Pradeş eyaleti) yer, Hlmalaya’da, Ganj’ın kaynak­ larında (yüksl. 3 100 m). Vişnu’ya adan­ mış bir tapınak (tanrının tapınaktaki hey­ kelinin Sankara tarafından yerleştirildiği­ ne inanılır), her yıl mayıs - ekim ayları ara­ sında ziyaret edilen ünlü bir ziyaret yeri­ dir.



NEU ENAHR-AHRW EİLER,



ıg Federal Alm anya’da kent, Kuzey Vestfalya Renanyası’nda, B onn’un G .'inde; 5 26 200 nüf. Kaplıca merkezi.



10 BAD OEYNHAUSEN, Federal Alm an­ ya'da kent, Kuzey Vestfalya Renanyası'nda, M inden’in G.-G .-B.’sında; 44 300 nüf. Kaplıcalar.



BAD RİPPOLDSAU, Federal A lm an­ ya ’da (Baden VVürttemberg) kaplıca m er­ kezi, Kara O rm a n ’da, O ffe n b u rg ’un G .-G.-D.'sunda; 1 300 nüf.



SBADOGLİO (Pietro), İtalyan mareşal ve siyaset adamı (Grazzano M onferrato 1871 - ay. y. 1956). Birinci Dünya savaşı’nda general D iaz’ın en yakın çalışma arkadaşlarından biriydi; 1919’dan 1921'e kadar ordu kurmay başkanlığı, 1929'dan 1933’e kadar da Libya valiliği yaptı 19 3 5 ’te, De B ono’nun yerine, İtalya’nın Etyopya işgal ordusunun komutanlığına getirildi ve 1936'da A ddis-Abeba'yı ele geçirdi; 1938’de Etyopya genel valiliğine, 1939’da da genelkurm ay başkanlığına getirildi. 1940’ta, İtalyan orduları başko­ mutanı olarak Fransa ile ateşkes görüş­ melerine katıldı. Yunanistan’a karşı sava­ şa taraftar olmadığı için görevinden alın­ dı ve aralık 1940’ta yerine, general Cavallero getirildi Temmuz 1943’te, Mussolini'nin tutuklanmasından sonra Badoglio, kral tarafından hüküm etin başına getiril­ di. Derhal Müttefikler ile mütareke görüş­ melerine başladı ve Alm anya’ya savaş açtı. Haziran 1944’te de kralın çekilm e­ sinden sonra iktidardan ayrıldı. 1946’da anılarını yayımladı.



BAD SALZUFLEN, Federal Alm anya’ da kent, Kuzey Vestfalya Renanyası’nda, H erford’ un G .-D.‘sunda; 51 000 nüf. Kaplıca merkezi.



BÂDSENC sıf. (fars. b a d ve sene, tartan’dan bad-senc). Esk. 1. Mağrur, kibirli, kendini beğenm iş. — 2. Kötü niyetli. BÂDSER sıf. (fars. b a d ve s e r’den b ad -ser). Esk. Kendini beğenm iş, serkeş, ukala.



BAD TÖLZ, Federal A lm anya'da kap­ lıca ve turizm merkezi, Bavyera’da, M ü­ nih'in G .’inde, Bavyera A lpleri’nde. BADULLA, Sri Lanka’da kent, Uva ili­ nin merkezi; 30 000 nüf. Çay tarımı. BADURA-SKODA (Paul), avusturyalı piyanocu (Viyana 1927). Edwin Fischer’ in öğrencisi oldu; özellikle Viyana klasik­ leri ve romantiklerini piya n o fo rte 'de yorumiayışıyla tanındı. Jörg Demus ile birlik­ te, Mozart ve Schubert’in dört el ya da iki piyano için parçalarını seslendirdiği plak­ lar çok ünlüdür. M üzlkbilim araştırmala­ rında da yorum culuğuna denk başarı sağlayan Badura-Skoda, Schubert’in so­ natlarının eleştirili basımını ve karısıyla bir­ likte, t'A rt d e jo u e r M ozart au pia n o (fr. çev.) [Piyanoda M ozart’ ın yapıtlarını çal­ ma sanatı] adlı denem eyi yayımladı.



BADON dağı, İngiltere'de tam olarak bi­ linmeyen yer; yarı efsanevi kral A rth u r’ un yönettiği sanılan İngiltere Keltleri, İ.S. yaklş. 500 yılında Anglosaksonlar’ı bura­ da büyük bir yenilgiye uğratarak ilerleme­ lerini yarım yüzyıl için durdurm uşlardı BÂOPÂY sıf. (fars. b a d ve p a y 'dan bad



BAD VİLBEL, Federal A lm anya'da kent, Hessen’de, Frankfurt-am -M ain'in büyük kuzey banliyösünde; 25 500 nüf. M aden suları.



-pay). Esk. Rüzgâr gibi koşan at, vb. için kullanılır.



Jacques de Baerze aziz Antonius'un iğvası Champmol manastırı’nda bulunan Azizler ne şehitler adlı mihrap arkalığından ayrıntı yaldızlı ve çokrenkli ahşap (yapımına 1391’de başlandı) Güre! sanallar müzesi, Dijon



BAD PYRMONT, Federal Alm anya'da kent, Aşağı Saksonya’da, H annover’ln G.-B.'sında; 21 800 nüf. Kaplıca (tuzlu ve demirli sular) merkezi. BADRA -*



BAD VÖSLAU, A vusturya’da (Aşağı Avusturya) kent, Viyana'nın G .’inde, 6 300 nüf. iklimi sağlığa yararlı yer ve kaplıca merkezi. Üzüm bağları.



PATRAİ.



BAD RAGAZ, İsviçre’de (Sankt Gailen



BAD VVİESSEE, Federal A lm anya’da



kantonu) kent, Tam ina ırmağı kıyısında, ırmağın Ren’e kavuştuğu yerde, Chur' un K .’inde; 3 700 nüf. XII. yy.’dan bu



kaplıca ve turizm merkezi. Tegernsee gö­ lünün kıyılarında, Bavyera A lplerı’nde, M ü nih ’in G .’inde.



E BAD VVİLDUNGEN, Federal Alman-g y a 'd a kaplıca merkezi, Flessen’de, Kas5



sel'in G.-B.'sında; 16 700 nüf



° BADYA a. (yun. batheia, derin'den). Ağ­ zı geniş, yayvan, derin su kabı.



BÂDZEHR a. (fars. b a d ve ze/ır'den bad-zehr). Esk. Panzehir. BÂDZEN ya da BÂDZENE a. (fars. b a d ve zeri, zene, v u ran ’dan bad-zen, bâd-zene). Esk. Yelpaze. BÂDZENE -»



BÂDZEN.



BAD ZW İSCHENAHN, Federal Ai m anya’da kaplıca merkezi, Aşağı Sak­ sonya’da O ld en b u rg ’un K.-B.'sında, ay­ nı adlı gölün kıyısında; 22 800 nüf.



BAECKEA a. Avustralya'da, Yem Kaleaonya’da, Hint takım adalarında, Doğu ve Güney A sya'da yetişen ve süpürgeotuna benzeyen, her zaman yeşil, güzel ağaççık. (60 kadar tür; m ersingiller fam il­ yası.)



BAEDEKER (Kari), alman yayıncı ve ya­ zar (Essen 1801-Koblenz 1859). Yolculuk kılavuzları koleksiyonuyla ün kazandı. BAEGERT (Derıck), alman ressam, Wesel’de (VVestfalen) 1476 ile 1515 yılları arasında yaptığı resimlerle tanındı. Sağ­ lam bir üslupla aydınlık bir renklendirmeyi birleştiren Baegert, geç dönem gotik oku­ lunun temsilcilerindendir. (Meryem ve Ço­ cu ğu n resm ini ya pa n Aziz Luka, 1490'a doğr. Münster). BAEKELAND (Leo Hendrik), amerikan uyruğuna geçm iş belçıkalı kimyacı (Gent yakınında 1863 - Beacon, New York, 1944). ilk bilimsel çalışmalarını Belçika’ da, güç koşullar altında gerçekleştirdi; 1889’da A B D ’ye yerleşti. Burada, önce fotoğraf duyarkatları üzerine araştırmalar yaptı; sonra alkali klorürlerin elektrikle ay­ rıştırılması için bir hücre tasarladı. Ama özellikle 1909'da fenolün formolle yoğuşmasından elde ettiği ilk bireşim reçinesi bakalit’i bulmasıyla tanındı. Kimya en­ düstrisinde bu buluş bireşimsel boyar­ m addeler kadar önem liydi. BAEKELMANS (Lode), flam anca ya­ zan belçikalı yazar (Anvers 1879 - ay. y. 1965). Kütüphanecilik yaptığı Anvers’i iş­ leyen yapıtlarında önceleri M aupassant’ ın etkisi görülür (le R ödeur et la ville som ptueuse [fr. çev.], 1904). Daha son­ ra Anvers limanını ve sıradan insanları ko­ nu alan yapıtlar yazdı (Tille [1912]; M r Snepvangers [1918]). BAEL, cehennem kralı, büyük büyü ki­ tabında sözü edilen korkunç güçlerden biri; Bael üç başlı olarak gösterilirdi (kur­ bağa, insan ve kedi). Bael, Baal’ı çağrış­ tırır. BAENA (Juan Alonso



DE), İspanyol şa­ ir (Baena 1 406-C ördoba? 1454). Juan II de Castilla’nın özel sekreteriydi; onun için bir Cancionero hazırladı (1445). Yapıt, bu türün en eski örneğidir.



BAER (Kari Ernst



VON), alman asıllı rus doğabllim ci (Gut-Piep, Estonya, 1792 -Dorpat 1876). Ö nce K önigsberg, sonra P etersburg’da profesör. Karşılaştırmalı anatomi, antropoloji ve özellikle em briyo­ loji konularında önemli çalışm alar yaptı: memelilerin yumurtasını ve sırtıpıni buldu, em briyonun tabakalaşması kuramını öne sürdü ve em briyonların gelişm esinde ta­ bakaların oluşum una ilişkin yasayı belir­ ledi. Ç ağdaş em briyoloji’nin kurucusu sa­ yılır.



Baer yasası, 1866’da G. Baer tarafın­ dan öne sürülen ve akarsu yataklarının sağa doğru yer değiştirm e olayını Y er’in devinimine bağlayan, günüm üzde geçer­ siz sayılan kuram.



BAERENDS (Gerardus Pieter), hollandalı hayvanbilım ci ve etolojist (Lahey 1916). G roningen üniversitesi etolojl kür­ süsü profesörü. C ichlidae familyasından kuşların, gup p y denen tatlısu balıklarının, gümüşi martıların davranışlarına ilişkin in­ celem eleriyle, yönlendirici ve başlatıcı uyaran kavramını tanımlama olanağı bul­ du. Davranışların çeşitlenm esinde uyarı­ ları değişik biçim lerde iletmenin önemim ve davranışların gerçekleşm esinde iç-ve dış ortam etkileşmesinin rolünü (g u p p y ’ nün üreme davranışı) açıklığa kavuştur­ du. Teknik alandaki çalışmalarıyla, hay­ vanlara uygulanan aldatmaca yönteminin gelişmesine katkıda bulundu. 1948’den bu yana L eiden’de yayım lanan uluslar­ arası etoloji dergisi B ehaviour’u yönetti.



BAEBİANİ. Esk coğ. Sam nium 'da yer­ leşmiş ligür halkı. Traianus dönem inden R BAERZE (Jacques DE), Term onde kö­ kenli kuzeyli heykelci. 1390’a doğru kalma bir yazıt buradaki halka açık aşevC ham pm ol manastırı için bugün Dijon le ri’nin nasıl çalıştığını anlatır.



Bafra m üzesi’nde bulunan iki m ihrap arkalığı yaptı. Esas m ihrap arkalığının pencere kanatlarını M. Broederlam resimlemiştir.



BAESCHLİN (Cari Friedrich), isviçreli yerölçümü bilgini ve topografyacı (Glarus 1881 - Zürich 1961). Zürich Polytechnicum' undan mezun oldu. 1909-1949 arasında bu okulda topografya ve yerölçümü ders­ leri verdi, 1935’te rektör oldu. Uluslarara­ sı yerölçüm ü d e rn e ğ i’nin başkanlığını yaptı (1951-1954). Çeşitli öğretici yapıtlar yazdı. BAETİCA. Esk coğ. iber yarım adasın­



yeri olm akla ünlüydü. Eski Baf zamanla sönükleşmiş ve terk edilmiş, onun limanı olarak daha sonra kurulan Yeni Baf ise Rom a dönem inde bütün adanın merkezi olmuştur, ilçedeki türk nüfus, 1975'te ya­ pılan anlaşma uyarınca kuzeye aktarıldı.



BÂF sıf. (fars. baften. d o ku m a kta n baf). Esk. Dokuyan, ören, işleyen anlam ların­ da bileşik sözcükler yapar: büriya-bâf (ha­ sır ören, hasırcı), zer-bâf (sırma işleyen) vb. BAFA a. Flavyar elde etm ek için karnı yarılarak yumurtaları ve iç organları çıka­ rılmış kefalbalığı.



da Roma eyaleti, eski H ispania U lterior topraklarında Augüstus tarafından kurul­ ■BAFA gölü, esk V a fi d e n iz i, Büyük du. Senatoya bağlı bir eyalet olan BaetiMenderes delta ovasının güney kenarın­ ca, bir praetorium prokonsülü tarafından da, Menteşe dağlarının içine doğru sokul­ yönetiliyordu; merkezi Cördoba'ydı. Adını muş derin tatlı su gölü; 60 km2; denizden Baetis (Guadalquivir) ırmağından almış­ yüksekliği 2 m;.uzun ekseni 16 km; en ge­ tı. niş yeri 6 km. ilkça ğ ’da Latmos adı veri­ len bir körfezin önünün zamanla ilerleyen BAETİS a. Bir çift kanadı bulunan günBüyük M enderes deltası tarafından kapa­ lükböcekleri içeren cins. (Dişisi suya d a ­ tılması ve bir lagüne dönüşerek denizden larak taşların üstüne yumurtlar. Baetidae ayrılmasıyla oluşmuş bir set gölüdür. Bu­ familyasının örnek tipi.) günkü kıyı çizgisinden 17 km içerdedir. BAETİS. Esk. coğ. G ünüm üzde GuaK .'ınde billurlu, G .’ınde kireçtaşlı yüksek dalquivir. kütleler yer alır. Gölde, üzerinde kimi ta­ rihsel kalıntıların bulunduğu birkaç ada­ BAEYER (Johann Jacob VON), alman je­ cık vardır. Ç evresinde, antik liman kent­ odezi uzmanı (M üggelsheim , Köpenıck leri H era kleia ve Pyrrha’nın kalıntıları b u ­ yakınında, 1794-Berlin 1885). Bessel’in lunur. Önemli balık üretim alanı, dalyan. öğrencisi oldu. G enelkurm ayın trigono­ Güzel görünümlü ormanlık kıyılarında ge­ metri bölüm ünü yönetti. 1864'te onun gi­ lişmekte olan turistik tesisler rişimiyle kurulan, ilk uluslararası bilimsel d ernek, E uropaische G radm essung, BAFANG, K am erun’un batı kesiminde Uluslararası jeodezi derneği'nin ilk biçimi­ kent, Bamilekeler bölgesinde; 23 000 nüf. dir. Kahve işleme.



BAEYER (Adolf VON), alm an kimyacı (Berlin 1835 - Starnberg, Bavyera, 1917). Johann Jacob von BAEYER’in oğlu. Bunsen ve Kekule’nin öğrencisiydi. Strasbourg, sonra Münih üniversitelerinde pro­ fesörlük yaptı. Organik kimya konusunda uzmandı. Bilimsel çalışm aya kakodil ve ürenin bileşmelerini araştırarak başladı; daha sonra 1871 de ftaleinleri buldu. On sekiz yıl süren araştırm alardan sonra, 1883'te indigonun bireşimini gerçekleş­ tirdi. (1905 Nobel kimya ödü lü 'nü aldı.) BAEZ (Joan), amerikalı söz yazarı -besteci, şarkıcı ve gitarcı (Staten island, New York, 1941). ilk kez 1959'da, Newport festivali’nde sahneye çıktı. Bob Dylan ile tanışması, repertuarını geliştir­ di; geleneksel balad türünü bırakarak, bir ideolojiyi yansıtan şarkılara yöneldi. Ber­ rak sesi ve cüm leleyişiyle uluslararası bir üne kavuştu ve barışçı görüşlerini savun­ m ak için bundan yararlandı. 19 6 5 ’te şid­ det karşıtı araştırmalar için bir enstitü kur­ du ve turneleri sırasında Vietnam savaşı’ na karşı çıkan konferanslarını artırdı. Ba­ şarılarını, yorum yeteneğine borçlu oldu­ ğu en ünlü parçalan: We shall overcome, Kum baya, Farewell Angelına, The Ballade o f Sacco a n d Vanzetti. Baez'ın şyrıca, yaşam öyküsünü anlattığı (Daybreak) adlı bir yapıtı ve birçok şiir kitabı vardır. ZlBAEZA, ispanya’da kent, Andalucıa’da, J a e n ’in K.-D .’sunda; 15 000 nüf. XVI. y y.’dan kalma anıtsal bütün. Belediye ko­ nağının plateresco üslubunda, çok ince işlenmiş cephesi. Papaz pkullarının (esk. Benavente sarayı) g otik isabel üslubun­ da cephesi; Rönesans üslubunda patio. XVI. y y .’da yeniden yapılmış katedral A ndrös de Vandelvira’ nın yaptığı San Francisco kilisesi’ nin yıkıntıları.



BAF, rum ca Paphos, Kıbrıs'ın G.B .’sında (rum kesimi) ilçe; 49 500 nüf. (1989); 1 393 km2. Merkezi Baf; yaklaşık 12 000 nüf. Kente hemen kuzeyindeki Ktima ile birlikte Yeni B a f (rumca Nea Paphos, Kato Paphos) da denir. Çok d a ­ ha önce kurulm uş ve bugün Eski Baf (rum ca Palalpaphos) denilen antik kent B a f’ın yaklş. 16 km doğusunda ve kıyı­ dan biraz içerdeki K ukla’nın (rumca Kuklia) bulunduğu yerdeydi. Burası A phrodite tapınağı’nın ve A p h ro d ite ’nin deniz köpüğünden doğuşu efsanesinin



1183



BAFENDE sıf. (fars. baften. d oku m a k’ tan bâfende). Esk. Dokuyan, dokuyucu. BAFFİN, Kanada' da (Northwest Territories) ada, Kuzey Buz denizi takım ada­ sının en büyük (yaklş. 470 000 km 2) ada ­ sı,. G rönland’dan Baffin denizi ile ayrılır. Kuzey-doğu’ya doğru yükselen bir billurlu kayaçtan m eydana gelen bu adanın b ü ­ yük buzulları (Cum berland) ve derin fiyordları vardır. 1972’de kurulan ulusal park. ABD radar istasyonları. A da halkı­ nın büyük bölümü Eskimolar'dan oluşur. BAFFİN (VVİlliam), İngiliz denizci (Lond­ ra ? 1584’e doğr. -Basra körfezi 1622). Bobert Bylot'nun kaptanı olduğu Discovery gemisiyle, 1615’te ve 1616 ’da olmak üzere, iki kez Kuzey Buz denizi'nde, Çin'e açılan bir deniz geçidinin araştırılması se­ ferlerine katıldı. Davis boğazını ilk aşan ki­ şidir. Keşfettiği deniz Baffin koyu adını al­ dı, çünkü o zam anlar buranın kapalı bir körfez olduğu sanılıyordu. Yüksek enlem­ lerde mıknatıslı iğnede m eydana gelen değişiklikleri de ilk kez Baffin gözledi. Basra körfezindeki Hürm üz adası ku­ şatması sırasında öldü; 1922’de ingilizler adayı Portekizliler’den aldılar.



BAFFİN denizi ya da körfezi, Grönland ile Baffin adasının kuzey kesimi ara­ sında deniz kolu, Kuzey Buz denizi’ni (Smith boğazı) Labrador denizi’ne (Davis boğazı) bağlar. Ortalama derinliği; 718 m; en derin yeri: 3 000 m ’yi aşkın. G üney­ den gelen soğuk su akıntısı, batıdaki ban­ kizin sürekli kalmasına neden olur.



BAFFO -



S a fIy e S u lt a n .



BAFFO (Giorgio), İtalyan yazar (Venedik 1694 - ay. y. 1768). Ahlakçı taşlamaları ve Stendhal ile A pollinaire'in beğenisini kazanan, Venedik lehçesiyle yazılmış, açık saçık yapıtları vardır.



Baeza Santa Maria çeşmesi (1564) ispanya kralı Felipe ll'nin armalarıyla bezeli



BAFIL



a. (ing. baffle' d a n ). 1 . B ir h o p a r­ lö re b a ğ la n a n d ü z v e b ü k ü lm e z ek ra n . ( H o p a rlö rü n titre ş e n zarın ın h e r iki y ü z e ­ y in d e o lu ş a n a k u s tik titre ş im le ri o la b ild i­ ğ in c e b irb irin d e n ayırır.) — 2 . AKUSTİK KUTU“ n u n y a y g ın eşanlam lısı. — ANSİKL. Bafılın te m e l işlevi, h o p a rlö rü n a rk a b ö lü m ü n d e n ç ık a n ses d a lg a la rın ın ö n e d o ğ ru yayılm a la rın ı ö n le m e k tir. Bafıl boyutlarının, y a yım lanan d a lg a b o y u n d a n b ü y ü k olm ası gerekir; b ö y le c e h o p a rlö rü n iki y ü z e y i a ra s ın d a k i uzaklığı (a k u s tik yol) artırır v e y a yılan iki ses d a lg a s ın ın g iriş i­ m in i önler.



BAFİNG, G ine’de ve M a li’nin batı kesi­ m inde ırmak, Futa C alon’da doğar; Se­ negal ırmağının ana kollarından biri­ dir. BAFOUSSAM, K am erun’un batı kesi­ m inde kent, Bam ilekeier bölgesinde; 46 000 nüf. Kahve işleme. BAFRA, Karadeniz bölgesinin Orta Ka­ radeniz bölümünde, Samsun iline bağlı ilçe; 153 701 nüf. (1990); 1 673 km2; merkez bucağı dışında 2 bucak, 112 köy. Merkezi, Samsun’un 46 km K B.’sındaki Bafra. 65 600 nüf. (1990). Önemli tütün üretim merkezi. — Arkeol. ve Mim. B afra yöresinde 1940-1942 ve 1971-1975 arasında yapı­ lan yüzey araştırmalarında çok sayıda hö­ yük saptandı (Tepetarla, Evrenuşağı, Elmacıktepe, Paşaşeyh, H acıbaba, Tödüğüntepe, Ayaztepe, Tepecik, Karaşeyh).



Bafa gölü ’ nden bir görünüm Aydın



Bafra 1184



Bafra’nın 7 km K.-B.’sındaki Ik ız te p e "de U. B. Alkım ’ın başlattığı kazılar (1974), Ö. Bilgi tarafından sürdürülüyor (1986). Köp­ rülü Mehm et Paşa’nın yaptırdığı Büyük cam i ( 1670), Tayyar Paşa’nın yaptırdığı T a/yarpaşa cam isi (1869). B A F R A a. Bafra ve Samsun yöresinde yetiştirilen ve tek başına sigara yapılabi­ lecek nitelikte olan küçük boylu, ince dokulu, tok içimli tü tü n çeşidi; bu tütünden yapılan yuvarlak kesitli, sert içimli sigara çeşidi. B A F R A , rumca Vokolida, Kıbrıs’ın Gazı M ağusa ilçesi, M ehm etçik bucağında köy. B A F R A b u r n u , Karadeniz bölgesinin Orta Karadeniz bölüm ünde burun; Kızıl­ ırmak deltasının denize doğru en çok iler­ lemiş ucudur. B A F R A o v a s ı , Orta Karadeniz bölümü kıyısında, Kızılırmak nehrinin getirdiği alüvyonların çökelmesiyle oluşmuş büyük delta ovası. Tabanı anakaraya dayanan ve tepesi (Bafra burnu) denize doğru uza­ nan bir üçgene benzeyen ova, adını üze­ rindeki en büyük yerleşmeden (Bafra) alır. Türkiye’nin en büyük deltalarından biridir (yaklş. 600 km2). Yükseltisi 50 m dolayın­ da olan geri kesimi bir taraça g örünü­ m ündedir; burada Kızılırmak g öm ü k bir yatakta akar. Kıyıları akıntılar've dalgalar­ la düzleştirilmiştir ve bunların oluşturduk­ ları kum ullarla kaplı kıyı setleri b irçok la­ günün (U zungöl. Balıkgölü, Karaboğaz gölü vb.) m eydana gelm esine yol açm ış­ tır. Bir kısmı bataklıklarla kaplı olmakla bir­ likte, önemli bir tarım alanıdır; akarsu ağızlarında balıkçılık yapılır. BAFT



BEFT.



B A F T E sıf. (fars. baften, d oku m a k’tan bâfte). Esk. Dokunm uş. ♦



a. Bir tür pam uklu elbise.



B A G A a. Û lçbil. Silindir biçim inde bir parçanın dış çapını denetlemeye yarayan halka biçim inde ölçü aygıtı. B A G A D A O N İA ya da B A G A D A N İA . Tar. coğ. A na do lu'd a . Kappadokia böl­ gesinin en güney bölümü; Strabon, W. Ramsay ve bizanslı Stephanos’un verdik­ leri bilgilere göre, Kybistra’nın (Konya Ereğlisi) kuzey ve kuzey-batı sındaki ova­ yı kapsadığı sanılıyor. B A G A J a. (fr. bagage). 1. Yolculukta bir­ likte alınan eşyaların konulduğu bavul, çanta, sandık, paket vb.: Bagajınızı o da ­ nıza taşıtayım m ı? — 2. Yolcu ile aynı araçta taşınm ak ve varışta yolcuya veril­ m ek üzere m akbuz karşılığında teslim alı­ nan bavul, sandık, vb.: Kaybolan b a g a j­ lardan şirket sorum ludur — 3. Bir taşıtta yolcuların bagajları için ayrılan bölüm: Ba­ vulları bagaja yerleştirmek. — 4. O tom o­ billerin üstüne yük taşımak için takılan ta­ şımalık; portbagaj: Bagajı takmak, çıkar­ m ak — 5. Arg. Kalça — 6. B ir şeyi b a ­ g aja vermek, elde taşınam ayacak bir yü ­ kü, bagajda götürülm ek üzere taşıt yet­ kilisine teslim etmek. || El bagajı, taşıtlar­ da yolcuların yanlarında taşımalarına izin verilen küçük çanta, paket vb. eşya (uçaklarda buna kabin bagajı da denir). — Dy. B a g aj m em uru, garlarda bagaj iş­ leriyle ilgilenen memur. — Havc. Bir uçak gövdesinde, eşyalara ayrılan kabin. —Oto. Bavul, kutu ve değişik eşya taşı­ m ak için özel araçların karoserisinin g e ­ nellikle arka b ölüm ünde (m otor arkaday­ sa önde) yer alan hacım. || B a g aj kapağı. bir aracın bagajını kapatan hareketli par­ ça. —Sig. Bagaj sigortası, bağaların çalınma­ sı, kaybolması, yanması gibi zararlara karşı yapılan sigorta B A G A L a. (fars. bagal). Esk. 1. Kolun gövdeyle birleştiği yer, koltuk. — 2. Bagal -gir, bir kimsenin koltuğuna giren. || Zir-i bagal. koltuk altı



B A G A L A a. Denize. Basra körfezinde çalışan eski bir arap teknesi. — ANSİKL. Bagalanın tonajı 150 ile 400 to­ nilato arasında değişir. Belirgin özelliğini oym alarla süslü, nal biçim inde kıç tarafı oluşturur. İki direk ve yam uk biçim de yel­ kenlerle donatılmıştır. Eskiden günlük iş­ lerde kullanılan bu güzel tekne özellikle korsanlarca çok tutulurdu. G ünüm üzde bu teknenin yerini ganca almıştır. B A G A L E K a. (fars. bağalek) Tıp. Esk. Koltuk altında çıkan ur, köpekm em esi. B A G A M O Y O ,T a n z a n iy a ’da liman, Hint okyanusu kıyısında, Z a n zib a r adasının karşısında. Köle ticareti yapılan eski bü­ yük lim an ve 1891 e kadar Alm an Tanganyikası’nın başkenti. BAG ANDALAR B A G A R İA -



GANDALAR.



BAGHERİA.



B A G A S a. (fr. bagasse; isp. b a g a zo ' dan). 1. Şekerkamışı cenderede ezilip sı­ kıldıktan sonra geriye kalan selülozca zengin cibre. (Özellikle buhar üreteçlerin­ de yakıt olarak kullanılır. Ayrıca kâğıt, kar­ ton, lif levha, gübre, hayvan yemi yapı­ m ında yararlanılır.) — 2. Çivitotu sapları­ nın m ayalanm a kazanından çıkarıldıktan sonraki cibresi — 3. Sersen bagas, şeker­ kamışından sıkılarak elde edilen şekerli sı­ vı içinde kalan ço k ince lifler. B A G A S O Z a. (fr. bagassose). Şekerka­ mışı cibresi içinde bulunan organik anti­ jenin (sıcaksever aktınomıset) art arda bir­ ço k kez solunm asından ileri gelen solu­ num hastalığı. (Kırsal kesim de ve sanayi kesim inde [kâğıt fabrikaları, yalıtım pano­ ları, patlayıcılar, gübreler...] görülür, an­ tijen ortadan kaldırılınca iyileşmeye baş­ lar.) B A G A S S A a. Tropikal Am erika'da (Gu­ yana) yetişen ve odunu sarımsı soluk kah­ verengine çalan kaba dokulu ağaç. (Ya­ rı sert ve yarı ağır odunu doğram acılıkta, m arangozlukta, gem i inşaatında ve ince marangozlukta kullanılır. Dutgiller familya­ sı.) B A G A T E L a. (fr. bagatelle). Müz. Belli bir biçim i olm ayan, hafif, kısa m üzik ya­ pıtı. (Beethoven, üç formalık bagatel bes­ teledi.) B a g a t e l l e , Boulogne orm anının kena­ rında (bugün Paris’te) mülk. Mareşal d'Estrees 1720’de burada B abiole ya da B agatelle denen bir ev yaptırmıştı. Mül­ kü satın alan Artois kontu, 1777 yılında Belanger’ye, kraliçe Marie - Antoınette ile giriştiği bir bahis sonucu, yetmiş dört gün içinde, İngiliz üslubunda bir parkın orta­ sında yer alan ve b irçok küçük köşkle çevrili bir konut yaptırdı. Sir R. VVallace 1 872'de burada bir Trianon yaptırdı. B A Ğ A Y A çoğl. a. (ar. b ağ lyy'in çoğl. bağaya). Esk. Fahişeler. B A G A Z A (Jean-Baptiste). burundili su­ bay ve devlet adamı (M uram bi 1946) 1 972’d e genelkurm ay başkan yardım cı­ sı, kasım 1976'da cum hurbaşkanı oldu. Ekim 1978'de başbakanlık ve savunm a bakanlığı görevlerini de üstlendi. 1984 başkanlık seçimine tek aday olarak katıl­ dı ve kazandı. 1987’de Pierre Buyoya ta­ rafından devrildi. B A G E ya da B A J E , Brezilya'da kent. Rio G rande do S u lu n güneyinde, U rugu­ ay sınırı yakınında; 97 000 nüf. Ticaret (davar ve süt ürünleri) merkezi. B A G E H O T (VValter), İngiliz iktisatçı (Langport, Somerset, 1826 -ay. y. 1877) 1860 ’ta Econom ist’e m ü dü r oldu. Lond ra mali piyasasının organizasyonu üze rıne bir incelemesi, ıngiliz anayasa huku ku üzerine klasikleşmiş bir yapıtı, ayrıca, iki iktisat kitabı vardır: Physics a n d Politics (Fizik ve siyaset) [1872] ve EconoTnic Studies (iktisat üzerine incelemeler) [1880], B A G E T a (fr baguette). Küçük, ince değnek. (Eşanl. ç u b u k , d e ğ n e k )



—Ekmekç. Küçük boyd a olanları 320 g (45-50 cm), büyük boyda olanları 550 g (75-80 cm) ağırlığında ekm ek, b a s to n d a denir. B a g fa ş -B A N D IR M A GÜBRE FABRİKALA­ RI AŞ



B A G G A R A L A R ya da B A K K A R A L A R (ar. bakkar, sığırtm aç'tan), S udan’ ın Kordofan ve Darfur; Ç ad'ın Vadai böl­ gelerinde yaşayan, sığır yetiştirerek ge­ çinen göçebe ya da yarı göçebe arap ka­ bilelerine verilen ad. Kökenleri tam bilin­ m em ekle birlikte O rtaça ğ ’da Mısır’dan batıya göç eden Araplar’ın devamı olduk­ ları sanılmaktadır. Mısır’dan Tunus’a, ora­ dan güneye yönelerek Ç ad ve Sudan’ ın çeşitli yörelerine yerleştiler. XIV. yy.'dan bu yana S udan’ın K .-D .'sundaki Nübye' de yaşadıkları kanıtlanmıştır. XVIII. ve XIX. yy.’larda, sığır yetiştirm eye elverişli Kor­ dofan, Darfur ve Vadai yörelerine yerleş­ tirildiler. M uham m et* Ahm et bin A b d u l­ lah'ın başlattığı ayaklanm ayı destekledi­ ler. M ehdı’nin halifesi A b d ullah * bin M u­ hammet et-Teaşi, Baggaralar'ın Teaşi kabilesindendi. O nun dönem inde yönetim ­ de etkin biçim de söz sahibi olan Baggaralar, sürekli savaşlar ve İngiliz orduları­ nın Sudan'ı işgali üzerine zayıfladılar ve etkinliklerini yitirdiler. B A G G E S E N (Jens), danımarkalı yazar (Korsjzfr 1764 - Ham burg 1826). Edebiya­ ta genç yaşta Comiske fortaellinge (1785) adlı anlatılarla başladı ve bu türü uzun sü­ re işledi. Am a başyapıtı, rom antizm ön­ cesi bir üslup taşıyan bir gezi anlatısıdır: Labyrinten (1792-93). 1800’den 1811 ’e kadar Paris, 1811’den 1813 e kadar Ki­ e v ’de kaldıktan sonra, Danimarka roman­ tizm inin öncüsü olan CEhlenschlâger ile açık bir tartışm aya girdi. Destansı m an­ zum bir yapıt (Thora d e H avsg a a rd [fr çev ], 1314-1816; bitmemiş) ve Epıtres po6tiques'\ (fr. çev.) [1814] yayımladı. Da­ nimarka edebiyatında, klasiklik ile roman­ tikliğin çekiştiği dönemin temsilcilerindendir. B A G H , H indistan’da, Gvalior yöresinde (Ecmir ilçesi) arkeolojik sit. A canta üslu­ buna (VI. yy.) ço k yakın dokuz m ağara­ dan (vıhara) m eydana gelir, içlerinden üçünde ço k güzel b u d d h a duvar resim­ leri (m ahayana) yer almaktadır. B A G H E L İ ya da B A G H E L H A N D İ a M adhya P radeş'in ku zey-d o ğ u ’sunda kullanılan, avadhiyi andıran lehçe. B A G H E R İA , esk. B agaria, İtalya'da kent, Sicilya’da, Palerm o’nun D .'sunda; 35 500 nüf. Sayfiye yeri. XVII. ve XVIII. y y.'la td an kalm a konaklar —Yakınında, Fenikeliler'ın Solunto kentinin yıkıntıları. B Â G İ sıf. ve a. (ar. b a ğ i) Esk. Ası, başkaldıran. — İsi. huk. Devlet başkanının hukuka uy­ gun em irlerine başkaldırarak bir bölgeyi zorla egem enliği altına alan, bununla bir­ likte m üslüm anların öldürülm esini, esir edilm esini helal görm eyen kuvvet sahibi m üslüm an için kullanılır. B Â G İ Ü K a. (ar. baği'deri). Esk. Serkeş­ lik, asilik B A G İR M İ, Orta S ud an 'd a eski m üslü­ man sultanlığı (bugün Ç ad C um huriyeti’nde), K a n em ’in güneyinde, Ç ad g ölü ­ nün ve Şarı’nin doğusunda Eski Bagırmı. yalnızca sözlü gelenekleriyle tanınır. Kınga kökenli oldukları sanılan ilk önd e r­ ler M asenya’ya yerleştiler. Müslümanlığı burada belki de ilk benim seyen kişi olan sultan M alo (1546-1568), M b an g adını alarak krallığı örgütledi; köle ticareti kral­ lığın başlıca geliriydi. XVIII. yy ’ ın sonun­ dan başlayarak Uaddai’ nin vs Bornu’nun baskısı altında kalan Bagırmi, sırayla bun­ lardan birine ya da öbürüne bağımlı kal­ dı. 1897’de sultan Fransa’nın himayesini istedi; bu istek, R abah’ın Bagirm i’yı ya­ kıp yıkmasına bir bahane oluşturdu. Bagirmı. ancak 1900’de sultanın ölüm ünden sonra barışa yeniden kavuştu.



bağ BAGİRMİLER, kendilerine Barma adı­ nı veren G üney Çad halkını belirten arap­ ça kökenli terim. Pek kalabalık olmayan Bagirm iler sara, kanurı, pöl ve arap halk­ larının birbirine karıştığı bir krallığın çekir­ değini oluştururlar. ( -* BAGİRMİ.) Sudan dillerinden birini konuşurlar ve başlıca uğ­ raşları tarımdır. Eskiden; kalıtımla başa geçen bir hüküm dar mutlak egem en ola­ rak yönetimi elinde tutuyordu; hükümdar kutsal biri sayıldığından hiç kimsenin onu görm eye yetkisi yoktu. Başlıca zenginlik kaynakları arasında, vergilerin yanı sıra, satın alınan ya da baskında ele geçirilen kölelerin (savaş tutsakları ve bazı suçlar­ dan hüküm lü özgür insanlar) satılmasın­ dan elde edilen gelirler sayılabilir. BAGİY ya da BAGY a. (ar. bağy). Esk.



davisinde yararlanılan kaplıca merkezi.



BAGNOLET, Fransa'da, Seine-SaintDenis’de kanton merkezi, Paris’in D. sını­ rında; 32 600 nüf. (1990). Sanayi (meta­ lürji, elektrikli gereçler yapımı) merkezi.



BAGNOLİ, N apoli’nin sanayi banliyösü (dem ir-çelik tesisi). Bagnolo barışı, 7 ağustos 1484’te Brescia yakınında imzalanan barış antlaş­ ması. Bu antlaşmayla, Sixtus IV’ün koru­ masında kurulan bir İtalyan prensleri bir­ liğinin desteklediği Ferrara dükü ile Ve­ ned iklile ri karşı karşıya getiren savaşa sort verildi. Sixtus IV, Venedik’i ayin ya­ sağıyla cezalandırmıştı (1483), ama m üt­ tefikler, Venedikliler’e boyun eğm ek zo­ runda kaldılar.



1. Azgınlık, serkeşlik, doğru yoldan sap­ ma, sapkınlık. — 2. Bagyetmek. azgınlaş­ mak, azmak. — isi. huk. Devlet başkanının emirlerine haksız olarak uymama, zorbalık yapma, devlete isyan etme.



BAGNOLS-SUR-CEZE, Fransa’da Gard kantonunun merkezi, Langued o c ’un kuzeyinde; 17 872 nüf. (1990). XVII. yy.'dan kalma belediye konağında bir müze vardır. Metalürji. Hazır giyim.



BÂGİYANE be. (ar. b ağ i ve fars.



-A legre müzesi). 1854’te, ressam ve ar­ keolog L. Alegre (1813-1884) tarafından kurulan müze. Müze, ressam A. Andre nin (1918 ’de m üdür olarak atandı) katkı­ ları ve Bay ve Bayan G. Besson’un ba­ ğışlarıyla m eydana gelen dikkate değer bir çağdaş yapıtlar koleksiyonuna sahip­ tir. Müzede, Renoir, Monet, Pissarro, Vuillard, Matisse, Bonnard, M arquet’nin tabloları yer alır.



-a n e ö e n bâğiyane). Esk. Serkeşlikle, asi­ likle.



BAGİZ sıf. (ar. bağiz). Esk. Kimseyi sev­ meyen, herkesten nefret eden, kindar. BAĞLAN BAY, Büyük Britanya’da petrokim ya kompleksi, VVales ülkesinin batı­ sında, Neath ırmağı ağzında.



BAGLER çoğl. a. (norveççe b a g a l'dan, kıvrım). Birkebeiner denilen gruba karşı çıkan norveçli topluluk. XII. yy.’da ve XIII. yy.'ın başında m eydana gelen iç sa­ vaşlarda önemli bir rolü olmuştu.



BAGLİONE (Giovanni), İtalyan ressam ve yazar (Roma 1573 - ay. y. 1664). Hem maniyerist hem caravaggiocu bir ressam­ dı. L e vıte d e pittori. scultori archıtetti. e d intagliatori adlı önemli bir yapıtı vardır (1642).



BAGLİONİ, İtalyan condottieri ailesi. Perugıa kökenli olan aile resmen yönetim­ de yer alm amakla birlikte, XV. ve XVI. y y .’larda Perugıa’ya egem en oldu. Baglionı ailesinin senyörlüğü XVI. yy.’ın ikin­ ci yarısında kesin olarak çöktü.



BAGNACAVALLO (Bartolomeo RA MENGHİ, il— denir), İtalyan ressam (Bagnacavallo, Bologna yakınında, 1484 - Bologna 1542). Francia'nın öğrencisiydi; Raffaello’ nun ve Dosso Dossi’nin de et­ kisinde kaldı.



BAGNERES-DE-BİGORRE, Fransa da Haute-Pyrenöes’de arrondissem ent merkezi. A dour ırmağı kıyısında, Campan vadisinin aşağı kesiminde; 10 573 nüf. Romatizma, solunum yollan ve sinir sis­ tem i hastalıklarının tedavisi için kaplıca merkezi. BAGNERES-DE-LUCHON, Fransa’da H au te -ü a ron n e ’da kanton merkezi, orta Pireneler'de (Luchon vadisi). 630 m yük­ seltide; 3 627 nüf. Kaplıca merkezi. BAGNES vadisi, İsviçre'de vadi, Valais'de, M artigny’nin G.-D.’sunda. Dranse de Bagnes tarafından akaçlanan vadinin yukarı kesiminde, Mauvoisın barajı ve gö­ lü (hidroelektrik üretimi). BAGNİ Dİ LUCCA, İtalya’da kaplıca merkezi, Toscana’da, L ucca ’nın K 'inde; 8 200 nüf. Radyoaktif sülfatlı sular. BAGNİ Dİ S a n GİULİANO Gİ u ü a n o



< San



te r m e



BAGNO a RİPOLİ, İtalya'da kent, Tosc a n a ’da, Floransa’nın banliyösü; 22 200 nüf. BAGNOLES-DE-L’ORNE,



O rn e ’un (Fransa) güney-batı’sında komün, Andaine ormanı yakınında; 651 nüf. Damar hastalıklarının, travm aların ve kadın -doğum hastalıklarının bıraktığı izlerin te­



Bagnols-sur-Ceze (— deki L e o n



BAGOAS, Iran sarayında haremağası (öl. İ.Ö. 3 3 6 ’ya doğr.). Artakserkses IH’ ün gözdesiydi. Mısır’ın fethi sırasında (343) yararlık gösterdi ve khiliarkhos ol­ du. Mevkiini sağlamlaştırdıktan sonra kralı zehirledi (338) ve yerine, oğlu Arses’i ge­ çirdi. Bagoas, yeni kralı da aynı biçim de saf dışı bıraktı; tahta çıkardığı Dara III ta­ rafından zehirlenerek öldürüldü. BAGOT (sir Charles), İngiliz diplom at ve yönetici (Rugeley, Staffordshire, 1781 - Kingston, Kanada, 1843). Ülkesini VVashington, Petersburg, Lahey ve Viyana’da temsil ettikten sonra, 1841’den 1843’e kadar Kanada genel valiliğinde bulundu. Bagotville, Kanada’d a askeri ve sivil havalimanı, ö u e b e c ’te, C hicoutim i’nin güney-doğu'sunda, Saguenay ırmağı kı­ yısında.



■BAGPİPE [bagpajp] a. (ing. söze.). Bri­ tanya adalarında gaydaya verilen ad.



B a g r a d a ş . Esk. coğ. G ünüm üzde Mecerde.



BAGRAMYAN (ivan), sovyet mareşal (Yelizavetpol, bugün Gence, 1897Moskova 1982). 1942 yılında Timoşenko'nun genelkurmay başkanı, 1944 yılın­ da I. Baltık cephesi komutanı, 1955 yılın­ da mareşal oldu. 1956-1958 arasında Genelkurmay akademisi komutanlığı yaptı. 1958 yılında savunma bakan vekil­ liğine atandı. Bagramyan, 1961’den başlayarak Komünist partisi merkez ko­ mitesi üyesiydi. BAGRAS, esk Pagrae. İskenderun’u Antakya’ya bağlayan yol üzerinde kale ve eski bir konak yeri; Amanos dağlarını Su­ riye kapıları adıyla da bilinen Belen (Beylan) geçidini izleyerek aşan yolun G -D başlangıcında, yola hâkim konum dadır. Bagras, bizans ve arap’ egem enliği d ö ­ nemlerinde de özellikle müslüm anların Suğur adını verdikleri sınır bölgesine gi­ den yolları denetlediğinden asken önemi­ ni korudu" OsmanlIlar ile M em luklar ara­ sında da çarpışm alara sahne oldu. Kale­ si günüm üzde harabe halindedir. ■ BAGRASYAN (Pyotr ivanoviç), rus g e ­ neral (Kizliyar, Kafkasya, 1765 - Sima, Vladimir ili, 1812). Suvorov’un gözde yar­ dımcısıydı. Fransa’ya karşı girişilen 1799 seferine katıldı. Korsakov'un Zürich'te Massena karşısında uğradığı bozgundan



sonra kom utanlık görevinden alındı. 1805 te Kutuzov’un emrine girdi; Austerlitz’de, Eylau’da (bu kente 1945'te onun adı verildi) ve Friedland'da yararlıklar gösterdi. 1812’ de, N apoleon’un Rusya’ yı istilası sırasında ikinci Batı ordusuna ko­ muta etti ve Moskova m uharebesinde ağır yaralandı-. Atılganlığı, K utuzov’un oyalam a siyasetine ters düşüyordu.



1185



BAGRİ a. Dilbil. Batı racasthanisinin de­ ğişik bir biçimi. BAGRİDAE a. TATLISUKEDİBALIĞIGİLLER familyasının bilimsel adı.



BAGRİTSKİY (Eduard Georgiyeviç DZYUBIN. — denir), sovyet şair (Odesa



1895 - Moskova 1934). Romantik bir dev­ rimci olan Bagritskiy, D um a p ro Opanasa (1926) adlı yapıtında, M ahno’nun çe ­ tesine katılan bir köylünün trajedisini dile getirdi. NEPkarşısında uğradığı düşkırıklığına (iugozapad. 1928) karşın, Pobediteli ve Pasiedniyaya noç (1932) gibi şiir kitaplarını sosyalizmin kurucularına ada­ dı.



BAGRYANA (Elisaveta BELÇEVA, Elisaveta — denir), bulgar kadın şair (Sof­ ya 1893). Edebiyat akımları ve okulların­ dan uzakta kalan şairin başlıca esin kay­ nakları, okyanus ve seyahat temaları için­ de işlediği aşk, başını alıp gitme isteği, ka­ dının her türlü önyargı ve kulluktan uzak yaşama hakkıydı. Yapıtları: l'E ternelle et la Sainte (fr. çev.) [1927]; Etoile du m arin (fr. çev.) [1932]; C oeur hum ain (fr. çev.) [1936]; C inq Etoile s (fr.çev.) [1953]; D ü ­ ne rive â l'autre (fr. çev.) [1963]; Contrep oints (fr. çev.) [1972].



Kirkmickael’de (İskoçya) bagplpe çalgıcısı



BAGUİO a. Filipinler'de tayfuna verilen ad.



BAGUİO,



Filipinler’de büyük yazlık sayfiye merkezi, Luzon adasının kuzey kesiminde, yaklaşık 1 500 m yükseltide; 183 000 nüf. (1990).Hükümetin yazlık merkezi. — Yakınında, altın madenleri.



BAGY







BAGİY



BAGZÂ a.(ar. b â ğ z â ’). Esk. Şiddetli kin, büyük nefret.



BAĞ a. (fars. bağ). 1. Üzüm bahçesi. — 2. Esk. Bahçe, çiçek bahçesi: Bağa s e n s ü z b a k a m a m ç e ş m ü m e â te ş g ö rü n ü r" (Neşati, XVII. yy.). — 3. Bağ-ı adn. bağ-ı behişt, bağ-ı cihan, bağ-ı tirdevs. bağ-ı huld, bağ-ı Rıdvan, cennet: "Âşıkısan ver cihanı y a r kûyın satın al / Kim revadur b u g ü l içün bâğ-ı Rıdvan o y na m a k" (Işki, XV. yy.), jj Bağ-ı dünya ya da bağ-ı dehr. dünya, bir bahçeye ben­ zeyen dünya: "Kem âl-i devletün g ün i bezesün bâğ-ı d ünyayı" (Dehhani, XIII. yy.). ’ Bâğ-ı dehrin hem hazanın hem baharın g ö rm ü ş ü z " (Nabi, XVII. yy.). —ANSİKL. Ed‘. Divan edebiyatında bağ, sevgilinin gezip dolaştığı, baharda içkili eğlencelerin düzenlendiği yer olarak, da­ ha çok gazellerde ve kasidelerin nesip bölüm lerinde konu edinilir. Bazı m esne­ vilerle şehrengizlerde adı verilen bağlar, ye)el çizgileriyle de canlandırılır. Divan şi­ irindeki bağ akarsu kenarında, ağaç, ç i­ çek ve kuşlarla dolu yemyeşil bir doğa parçasıdır. Daha çok sıcak iklim özelliği taşımasına karşın, m eyvelerinin çeşitliliği nedeniyle tüm mevsimleri kapsayan bir bölgedeym iş gibi anlatılır. Bağda, başta gül, süm bül, m enekşe, nergis, lale olmak üzere pek çok çiçek; servi, çınar ve nar gibi ağaçlar yer alır, bülbül, tuti, tavus ve karga gibi kuşlar yaşar. Hafif ve latif bir rüzgâr bağı serinletir, üzerinden bulut ek­ sik olmaz, içinde haym e ve gölgelik bu­ lunur. Mutrip, saki, sevgili, âşık, bahçevan hemen her zaman bağ ile birlikte anı­ lır. Bağ, başta dünya olm ak üzere, sev­ gilinin güzelliği, yüzü ve yanağı, ayrıca can, söz, öm ür ve devlet kavramları için benzetm e öğesidir. Sık sık cennet ile bir­ likte sözkonusu edilir. Bahçe, ravza ve bostan, sözcükleri de bağı anlatır. -



Bagrasyan’ın portresi Aubin’irı yapıtı (1812) Bibliothegne nationale, Paris



bağ 1186 DENİZCİ BAĞLARI



çifte olta bağı



BAĞ a 1. Nesneleri, bir nesnenin d e ­ kazık bağı



margarita bağı



çifte koşum bağı



kolona bağı



çifte ızbarço bağı



ızbarço bağı



kalfa ızbarço bağı



çifte sancak bağı



sancak bağı



ğişik bölümlerini bir arada tutmaya ya da bir şeyi bağlam aya, sarmaya, kapatm a­ ya yarayan ip, sicim, kordon, kayış, vb.: Ağzı deri b ir bağla bağlanan p ara kese­ si. Ayakkabı bağı. — 2. Bağlanarak bir araya getirilm iş nesneler bütünü; demet: iki bağ maydanoz. Ü ç b ağ soğan. — 3. iki şey arasındaki ilişki, bağlantı: Bu iki olay arasında h içb ir bağ yok. — 4. iki ya da daha ço k kişi arasında herhangi bir yakınlıktan kaynaklanan ilişki: Akrabalık bağı. Kan bağı. Dostluk bağı. — 5. Bir kimseyi, duygusal olarak bir başkasına ya d a bir şeye bağlayan şey: H içb ir yerde h içb ir bağım yok. Birbirlerine ço k güçlü b ir bağla, aşkla bağlıydılar. — 6. Bir kim­ senin özgürce davranmasını engelleyen tutku, alışkanlık, bağlantı, vb.: Bağların­ dan kurtulmak. —Anat. Ç ok güçlü, beyazımsı lif demeti: Eklem bağlan. (Bk. ansikl. böl.) || Karınzarı bağları, sindirim borusuna bağlı olan ve olm ayan karın ya d a leğen içi organ­ ları karın çeperine bağlayan, karın zarı kıvrımları. —Ask. Fişek bağı, belirli sayıda fişek des­ tesi içeren, kurallara uygun paketleme. — Bayınd. Bağ taşı, uzunluğu normal par­ ke taşı uzunluğunun bir buçuk katına eşit olan kesme taş. || Asm a kö prü bağı, bir askı çubuğunun taşıyıcı halatlara bağlan­ masını ya da tabliyeyi taşımasını sağlayan aygıt. — Bilş. Bir program ın bölümleri ya da altprogram lar arasındaki kom utlar dizisi ya da uzlaşmalı iletişim yöntemi. (Bir p rog ­ ramın bölümleri arasındaki bağlar, bağ ­ lantı program larıyla kurulur.) —Cerr. Bağlam aya yarayan iplik ya da tel. (Kimi bağlar [örneğin, katgüt] organiz­ ma tarafından soğurulur; kimisi soğurulamaz [keten, ipek, naylon, vb.].) || Kan dolaşımını durdurm ak amacıyla kol ya da bacaktaki damarları sıkmaya, bastırmaya yarayan aygıt. (Bk. ansikl. böl.) 1 — Denize. Bir halat üstündeki sağlam ve düzgün her tür düğüm ün genel adı. (Bağ­ lar kullanıldığı yere göre adlandırılır: Izbarço * bağı, Kazık * bağı, Yoma * bağı vb.) — Fiz. Bağ enerjisi, bağlı bir sisteme, bi­ leşenlerini ayırmak için verilmesi gereken enerji. (Atom çekirdeklerinin bağ enerji­ si, nükleon başına birkaç M eV'tur. Öte yandan bağ enerjisi, bağlı sistemin bile­ şenlerinden oluşması sırasında açığa çı­ kan enerji miktarına eşittir. Kuvantum ku­ ramında, bağ enerjileri kuvantalarla be­ lirtilir. || B ağ kuvvetleri, bağlı bir sistemin bileşenlerinin tutunum unu sağlayan kuv­ vetler. (Atom bağ kuvvetleri, temel olarak elektrik kökenli kuvvetlerdir.) — Fizs. kim. Bağ basamağı, bağlı ve bağsız elektron sayısının yarım farkı olarak ta­ nımlanan sayı. || Kim yasal bağ, kalıcı yı­ ğışımların (kimyasaf bileşikler, çokatomlu elementler vb.) oluşmasını sağlayan özdeş ya da farklı atomlar arasındaki et­ kileşim. (Bk. ansikl. böl.) — Fizs. mekan. Biçim değiştirm ez bir cis­ min devinimlerinde, genellikle, onun giri­ şine açık uzayı kısıtlayan öteki cisimlerin varlığından kaynaklanmış sınırlama. (Ci­ simler arasında, biçim değiştirmez nesne­ lerin iç içe girm eden tem as halinde kala­ bilmelerinden kaynaklanan bağlar vardır.



Ö rneğin bir S katisının, d iğer bir T katisı­ na göre konumu, her an 6 geom etrik pa­ ram etreyle [3 uzunluk, 3 açı] tanım lana­ bilir. Bu parametrelerle, bunların zamana göre türevleri ve zam an arasında / ba­ ğıntı varsa, S nin T ye göre devinim inde / b ağ vardır denir.) || Bağ denklemi, bir katımn, diğerine göre konum unu tanım ­ layan param etrelerle, bu param etrelerin zam ana göre türevleri ve zam an arasın­ daki bağıntı. || Bağ kuvveti, bağ denklem ­ lerini göz önüne almak için, serbest oldu­ ğu varsayılan bir cismin devinim denk­ lem lerine katılması gereken kuvvet. — inş. B ağ taşı, bir duvar örgüsünde, sı­ ra taşının tersine, dar yüzü görünecek bi­ çim de, duvar yüzüne dik konum da yer­ leştirilen taş. (Eşanl. KENET TAŞI.) || Bağ te­ li, betonun dökülm esi sırasında çelik d o ­ natı çubuklarının yerinden kaymasını ö n ­ lem ek için bu çubuklara bağlanan tel. || Genişlem e bağı, uç uca gelen iki dere parçasının serbestçe genleşmesini sağ­ layan metal derz örtüsü. |[ İki yüzlü bağ taşı, bir duvarın kalınlığı boyunca yerleş­ tirilen, başka bir deyişle duvarın iki yüzün­ den de görülebilen kesme taş.



yan direkler



ağaç bağ



etrjye



ayaklar



metal bağ maden ocaklarında kullanılan — Kad. doğ. G öbek bağı, dölütü plasen­ taya bağ la yan am nios kılıflı dam ar -bağdokusu demeti. (Bk. ansikl. böl.) ■— Mad. oc. Göçmeyi önlemek için bir ga­ lerinin dik kesiti boyunca yerleştirilen d e ­ m ir ya da ağaç dirseklerin tümü. (Bk. an­ sikl. böl.) || B ağ atma, metal ya da ağaç bağlarla galerileri tahkim etme. — Matbaac. iki harfi birbirine bağlayan in­ ce çizgi. — M etalogr. Bağ doğrusu, bir diyagram ­ da aynı alaşımın, eşlenik çizgiler ya da eğriler üzerindeki iki fazının bileşimini bir­ birine bağlayan doğru. — Mim. Bağ örgüsü, tüm taşların aynı yükseklikte ve aynı uzunlukta olduğu ve derzlerin ortada kesiştiği duvar örgüsü. (Eşanl. İSODOMOS.) — Müz. iki ya da daha çok farklı notanın ya da yan yana gelen iki aynı notanın bir­ birine bağlanacağını belirten yay biçimin­ de çizgi. —Org. kim .Eksene! bağ, stereokimyada sikloheksanın üçlü bakışım eksenine ko­ şut bir bağ için kullanılır; ornatanın geril­ m esiyle bu bağ, sikloheksana yeniden bağlanır. —Sil. 3 ya da 5 fişeği birleştiren ve tüfe­ ğin fişek haznesinin hızla doldurulmasını sağlayan m adeni levha. —Terz. Giysilerde büzm ek ya da sıkmak için, döşem elerde ise çevre süsü olarak



kullanılan yuvarlak ya d a yassı örgü. — Ulaş. B agaj bağı, taşıma sırasında gü­ venliği sağlam ak amacıyla, bir araca ko­ nan yükün istifini koruyan zincir, kablo ve kimi zam an da plastik dokudan yapılmış düzenek. —Zool. ikiçenetli yum uşakçalarda kavkı­ nın iki çenetini birleştiren esnek etsi bö­ lüm. (Bağ dışarda ya da içerde olabilir; bir üstderi tabakası ve bazen yanlış ola­ rak “ kıkırdak” da denilen esnek bir iç ta­ bakadan oluşur.) —ANSİKL. Anat. Bağların çoğu eklem ba­ ğıdır, kem ik uçlarını birbirine bağlam aya yarar. Bu bağların bir kısmı eklem kap­ sülünün kalınlaşmasından başka bir şey değildir. Bir kısmıysa eklem kapsülünden uzaktadır. Bağlar bazen bir aralığı az ya da çok tıkayıp kapatır, bazen de bir ke­ mik oluğunu, kalça-siyatik bağında oldu­ ğu gibi, delik haline getirir. Kasık bağları gibi bazıları, bir iç organda (idrar torbası gibi) sona erer ve o iç organı karın çepe­ rine bağlar. Bazı bağlar, kirişler için makara ödevi görm ek üzere kem ik lif karışımı kanallar oluşturmaya yarar: örneğin elbileği ön.de. ğirmi kası, bilek kanalının ön sınırını oluş­ turur, parm ak bükücü kirişler ve orta si­ nir bu oluktan geçer. • Karınzarı bağları. Gerek anatomi, gerek cerrahi bakım dan büyük önem taşır. Dölyatağının iki yanında yer alan geniş bağ ile karaciğeri tutan oraksı bağ bu arada sayılabilir. —Cerr. Değirmi bağlar ancak acil durum ­ larda kullanılmalıdır, aksı takdirde dam ar­ larda ve sinirlerde lezyonlara yol açar. Cerrahide kol ve bacakların önemli kısım­ ları için sadece hava basınçlı bağlar kul­ lanılır. El ve ayak parmakları için küçük lastik bağlar işe yarar. Bağlar, belirli bir süre için bağlı bırakılmalıdır, yoksa kan­ grene kadar varabilen ve bir daha eski du­ ruma gelem eyen kansızlık lezyonlarına neden olabilir. Kol ve bacakta kanama ol­ duğu zaman, bir atardam ar kanaması sözkonusuysa bağ yaranın üst başına (kol ve bacağın vücuda yakın yanına), bir top­ lardam ar kanaması sözkonusuysa, yara­ nın alt başına (kol ve bacağın ucuna doğ­ ru) yerleştirilmeli ve bir saatten fazla tu­ tulmamalıdır. —Fizs. kim. K im yasal bağ. Bütün kim ya­ sal bağlar, elektrik kökenlidir; bu olgu ato­ m un yapısıyla ilgilidir. Kimyasal bağ ku­ ramı, atomlar arasındaki bağların sınıflan­ dırılmasını, tanımlanmasını ve öngörümünü konu edinir. Belli başlı üç tür kimyasal bağ vardır; iyon bağı, ortak-değerlik ya d a atom ba­ ğı, metal bağı. Bu farklı bağ ‘ ürleri, kim­ yasal bileşiklerin yapısıyla belirlenir. • iyon bağı. Bu bağ iyon bileşiklerindeki ters işaretii iyonları elektrostatik bir çekim­ le birleştirir Sodyum klorürdeki (NaCI), N a + ve Cl iyonları buna örnek gösteri­ lebilir. Sodyum ve klor tepkim eye g irdik­ lerinde, N a + ve CFıyonlarının oluşumu, sodyum atom unun 3s konum undaki tek elektronunun, klor atom unun 3 p düze­ yindeki boş bir yere geçmesi sonucunda gerçekleşir. Ters işaretli iyonlar arasındaki elektro­ statik çekim, ısıl çalkalanm aya karşın, hem kristalin yapışm a gücünü sağlar, hem de karşıt işaretli komşu iki iyonu den­ ge uzaklığında tutar; bu sonuncu olguda elektrostatik çekimi, atomların ara geçişi­ ne engel olan itici bir kuvvet dengeler. Sodyum klorür (NaCI) için denge uzaklı­ ğı, komşu Na„ve Cl çekirdekleri arasında yaklaşık 2,8 A 'dür. Öte yandan bir dizi benzer ölçüm den iyon yarıçaplarının kü­ resel olduğu sonucuna varılmıştır. iyonlar arasındaki bağ, iyon kristalinin erimesiyle oluşan sıvıda ve sulu çözelti­ de değişm ezliğini yitirir. Bu sıvı ve iyon çözeltisi, hem elektrik akımını iletir, hem de elektrolizlenebilir. iyon bağı, güçlü bir bağdır ve yüksek bir bağ enerjisi taşır: bir mol NaCI için bu enerji 750 000 joule'dür (ya da 180 kcal).



bağ iyon bağının belirli bir yönü yoktur; elektrostatik çekim iyon merkezinden başlayarak her yönde eşit bir kuvvet uy­ gular. Bir iyon bileşiğinde, belirli işarette­ ki bir iyonun çevresinde kümelenen ters işaretli iyonların sayısı ve düzenlenişi bu iyonların büyüklüklerine ve bütünü içinde yansız bir bileşik oluşturmalarına bağlıdır. • Ortak-değerlik ya da atom bağı. Sıvı ya da çözelti halinde elektrik akımı ileten, elektrolizlenebilen iyon yapılı bileşikler dı­ şında. aynı halde olmalarına karşın elek­ trik akımı iletmeyen ve elektrolizlenemeyen bileşikler de vardır. Bu bileşiklerin ay­ nı ya da farklı atomların birleşmesinden doğm uş yansız moleküllerden oluştuğu kabul edilir. Bu molekülsel yapılanm aya hem katı, hem de gaz halinde rastlana­ bilir. "A to m " y a d a "ortak-d e ğ erlik" ba­ ğı adı verilen bu bağ ilkesini öne süren G.N. Levısoldu (1916): çokatomlu bir iyo­ nun ya da bir m olekülün iki atomu ara­ sındaki bağ, bir elektron çiftinin ortakla­ şa kullanımı sonucunda doğar; çiftte yer alan elektronlardan her birini bağlı atom ­ lardan biri verir. Bağlı atomların her biri için dış elektron sayısını sekize tam am la­ m a sonucunu doğuran bu ortak kullanı­ m a sık sık rastlanır; nitekim Cl atomu için dış elektron biçimlenmesi aşağıdaki şe­ kilde verilir:



t i



î i î i t



Cl2 m olekülünde ortak-değerlik bağının kurulması sonunda iki atomun 3 p ’deki iki elektronu eşleşerek bir gözü, yani ortak bir yörüngeyi doldurur; böylece atom lar­ dan her biri için sekizli tamamlanır.



3p



Ortak-değerlik bağı genellikle bir çizgi ile gösterilir:



- C l. H-



- H, O



'



^C l



■ N — Cl.



\c f



Bir ortak-değerlik bağı, yalnızca bir elektron çifti (yalın bağ) ile değil, aynı za­ m anda iki ya da üç elektron çifti ile de olu­ şabilir; dolayısıyla bu bağlar etilen ve ase­ tilende olduğu gibi ikili ya da üçlüdür: H2C = C H 2,



H—C = C— H



Ortak-değerlik bağlarına "yankutuplu" ya da “ eşkonum " adı verilen bir bağı da eklem ek gerekir: bu ortak-değerlik bağı­ nın oluşumunda iki elektronu, "verici" de­ nilen bir atom sağlar. “ Alıcı" adı verilen bir başka atom ise, elektron çiftine serbest bir alan oluşturur. Altı dış elektronu bulu­ nan oksijen atomu doğal olarak alıcıdır; klor,azot, fosfor ise vericidir. Bir kez oluş­ tuktan sonra, yarıkutuplu bir bağın, ger­ çekte olağan ortak-değerlik bağının be­ lirgin bütün niteliklerini taşıdığını belirtmek gerekir. O rtak-değerlik bağı, iyon bağın­ dan daha kısadır; nitekim klorür iyonunun iyon yarıçapı 1,8Â iken, klor atomlunun ortak-değerlik yarıçapı yalnızca 1 Adür. O hak-değerlik bağı çok güçlüdür ve yük­ sek bir bağ enerjisi içerir: bir mol Cl2 için 58 kcal. A yrıca iyon bağının tersine, ortak -değerlik bağının belirli bir yönü vardır; bu durum , hem belirli bir atomun çevresin­ de yer alabilen atomların sayısını sınırlar, hem de iki ya da daha çok atom içeren iyon ya da molekül demetleri için belirli bir yapı oluşturur. Nitekim kuvantum fizi­ ği, bu bağın sağlamlığı konusunda tutar­ lı bir açıklam a yapılmasını sağlamıştır. iki atom arasında kararlı, kimyasal bir bağın oluşumu, bu iki atom un çok uzak



konumlardan çekimle birbirine yaklaşma­ sı ve dolayısıyla toplam enerjilerinin azal­ ması sonucunda gerçekleşir. Bununla bir­ likte bu enerji çekirdeklerarası itme nede­ niyle bir m inim um dan geçer ve ço k kısa uzaklıklarda egem en değerler alır. Ola­ ğan bağ uzaklığı, enerjinin bu m inimum değerine denk düşer. Deneyler, hidrojen m olekülü için çekirdekler arasında 0,74 A’lük bir uzaklık bulunduğunu ve b irb i­ rinden maksimum uzaklıkla ayrılmış iki H atomu için 4,5 eV’un altında bir enerji ge­ rektiğini göstermiştir; bu enerjiye bağ enerjisi denir (103,5 kcal/mol,). Kuvantum fiziği böyle bir bağın varlığını ve nitelikle­ rini benimser: bir molekülde elektronların deviniminin betimlenmesi, Schrödinger denklem inin çözüm üne bağlıdır Bu denklem in çözüm ü içinse, yaklaşıklık yöntemlerini kullanmak gerekir; bu yön­ temler arasında örneğin 1927’de Heitler ve London'un tasarlayıp geliştirdiği mezom erlik yöntemi ya da Hund ile Mulliken'in "m olekül yörüngeleri yöntem i" sa­ yılabilir Bu yöntemlerde, kimi temel var­ sayımlardan yola çıkılarak, Schrödinger denklem inin yaklaşık çözümü, •* dalga fonksiyonunun bir biçimi olarak verilir Bu­ nunla birlikte temel bir ilkeye, özdeş par­ çacıkların,yani elektronların ayırtedilmezlık ilkesine uymaK gerekir ^fo n k s iy o n u , olaya bağ elektronlarının spini katılarak tamamlanır; atom lar arasında bir bağın kurulması için elektronların terskoşut ol­ ması zorunludur. Enerji gerçekte aşağı­ daki iki büyüklüğün toplam ıdır: birincisi klasik elektrostatik C oulom b enerjisidir; bu kavram tek başına bağın kararlılığını ve kuvvetini açıklam ak için yeterli değ il­ dir; değişim enerjisi denilen ve klasik fi­ zikte henüz bilinm eyen ıkincisı ise, elek­ tronların atomlar arasında değiştirilebilme­ lerinden ve devinimleri sırasında atom lar­ dan birine ya da ötekine bağlanabilm e­ lerinden kaynaklanır; bu enerji toplam enerjiye etki ederek temel bir rol oynar: koşut spinler konum unda sürekli pozitif işaretli (çekirdeklerin uzaklığı küçüldüğün­ de) ve itme kuvvetine eşdeğerdir; tersko­ şut spinler konum unda ise, çekirdeklerin belirli bir uzaklığı için çok belirgin bir m i­ nimum değer (negatif) taşır; dolayısıyla kararlı bir bağın oluştuğunu gösterir. U ygulam alarda atom bağının belirgin nitelikleri, molekül yörüngesi kavramı kul­ lanılarak çok uygun ve değişik bir biçim ­ de açıklanabilir: bu açıklam ada iki çekir­ değin bileşke manyetik alanında bağ elektronlarının deviniminin açıklanmasın: sağlayan Schrödinger denkleminin çözü­ mü, "^fonksiyonu ile gösterilir. Ancak bu çözüm e genellikle kaba bir yaklaşıklıkla ulaşılabilir; Hund ve M ulliken’in "m olekül yörüngeleri" yöntem inde aşağıdaki sav öne sürülür: bu çözüm, bağ elektronlarının az çok biçim değiştirm iş atom yörünge­ lerinin doğrusal ve belirli bir bileşimi ola­ rak elde edilebilir. Bu bileşimde, atom fonksiyonlarının toplamı ya da farkı göz önüne alınabilir; dolayısıyla göz önüne alı­ nan kavrama göre iki halle karşılaşılır: ko­ şut spinlere denk düşen birinci halde el­ de e d ile n m o le k ü l y ö rü n g e s i “ b a ğ la nm a zlık" yörüngesidir; çünkü atomların itme halini karşılar ve iki çekir­ d ek arasında bağ elektronlarının bulun­ m a olasılığı ya sıfırdır ya da çok zayıftır. Bu halde atom yörüngelerinin birbirini it­ mesinden söz edilir. Terskoşut spinler ko­ numuna uyan öteki halde ise, molekül yö­ rüngesi “ b a ğ la yıcıd ır denir; çünkü atom ­ ların çekm e haline ve bir bağın oluşum u­ na denk düşer; dolayısıyla çekirdekler arasında bağ elektronlarının bulunma ola­ sılığı çok yüksek değerlere ulaşır. Bu hal­ de bir çekim in varlığı ve atom yörünge­ lerinin kaynaşması sözkonusudur. Öte yandan tam am lanm am ış iki atom yörün­ gesinin kaynaşması, eşleşik iki elektron içeren doym uş bir molekül yörüngesi oluşturur. Bir bağın kararlılığı, atom yö­ rüngelerinin kazanım derecesiyle ölçülür. Atom yörüngelerinin kazanımıyla olu­



şan bağ kavramı, çok geniş yorum lar sağlar. Bu kavram, özellikle bir atomun birçok bağ kurması halinde, bu bağlar için göreli bir yönlenm enin varlığını ve dolayısıyla bir molekül yapısının oluşumu­ nu somut biçim de gösterir. Nitekim su ör­ neğinde oksijen atomu, maksimal ve ek­ senel bir kazanımla 2p yörüngesini iki hid­ rojen a to m u nu n lsyö rü n ge leriyle birleşti­ rerek iki bağ oluşturur. Su m olekülünün deneyle doğrulanan dirsekli biçimi, b öy­ le bir kazanm adan kaynaklandığı kanısı­ nı verir. Benzer bir açıklam a NH3 m ole­ külü için de yapılabilir; bu m olekülde te­ pe noktası N olan bir üçgen piramit biçi­ mi görülür.



B ununla birlikte atom bağı, yalnızca atom yörüngelerinin kazanılmasıyla elde edilmez; nitekim, metan (CH4) örneğin­ deki gibi kimi bileşiklerin molekül yapıları bunu kanıtlar: C atomu, düzgün dörtyüz­ lünün m erkezinde bulunur ve H atomları bu dörtyüzlünün köşelerinde yer alır. Bu nedenle C— H bağları, kendi araların­ da 109° ve 2 8 ' ’lik bir açı yaparak uzay­ da dört yöne dağılır. Oysa daha düşük enerji halinde (temel hal) C atom unun elektron biçimlenmesi aşağıdaki şemayla gösterilir:



ti



î i



Ts2



2s2



2p2



Bu şema, karbonun iki değerli olduğu ka­ nısını uyandırır; oysa karbonun, m etanda ve organik bileşiklerde genellikle dörtdeğerli olduğu göz önüne alınırsa, bir elek­ tronun her bağdan önce 2 s düzeyinden 2 p düzeyine "atladığım " ve böylece uya­ rılmış dörtdeğerli bir hal edindiğini kabul etm ek gerekir.



İs 2



2S



2p3



Bununla birlikte temel hal yerine uya­ rılmış halin göz önüne alınması, C atom u­ nun dört değerli olduğu kanısını doğursa bile, CH 4 m olekülünün bakışımlılığını yorum lam aya yetmez: 2s yörüngesinin küresel bakışımlı olmasına karşılık, 2p yö­ rüngelerinden her birinin bir eksene g ö ­ re eksenel bir bakışımı vardır; böylece üç eksen kendi aralarında bir dik açı oluştu­ rur. Atom yörüngelerinin melezleştirilmesi işte bu aşamada sözkonusudur: C atomu yörüngelerinin yeniden düzenlenmesi m etandaki C-—H bağlarının oluşum un­ dan önce gelir. Eşdeğer olmayan dört yö­ rüngeden (bir s yörüngesi, üç p yörünge­ si) eksenel bakışımlı, dört eşdeğer melez yörünge kümesi oluşur ve düzgün bir dörtyüzlünün m erkezinden köşelerine doğru dört yön alır. Matematiksel kuram, arı yörüngelerin doğrusal bileşimiyle me­ lez yörüngelerin oluştuğunu varsayar. Yö­ rüngelerin göreli yerleşimleriyle kusursuz bir bağın kazanılması, daha kararlı, d o ­ layısıyla daha düşük enerjili bir m olekü­ lün oluşmasını sağlar. Yukarıdaki örnek­ te de görüldüğü gibi bir s ve üç p yörün­ gesinin melezleşmesine " s p 3 türü” denir. Bununla birlikte gerek C atomu, gerekse d iğer atom lar için pek ço k melezleştirme türü vardır. Örneğin formülü C2H4, m ole­ külü bakışımlı ve düzlem olan etilende ol­ duğu gibi, C atom larından her birinin



1187



oluşturduğu üç bağ (bir karbon-karbon, iki karbon-hidrojen), sp 2 melezleşmesiy­ le elde edilir. Bunların eksenleri aynı düz­ lem de yer alır ve aralarında 1 2 0 °'lik bir açı vardır. Böylece her C atom u üzerin­ de, ekseni molekül düzlemine dik olan bir 2pz yörüngesi (melezleşmemiş) kalır. Bu iki atom yörüngesinin yanal kazanımıyla C atomları arasına ikinci bir bağ kurulur. Eksenel kazanımla elde edilen diğer m o­ lekül bağlarının tersine bu yeni bağın iki bakışım düzlem i vardır. Ayrıca bu bağ, yanal kazanma nedeniyle daha zayıftır ve " 71- türü” bağ adını alır; öteki molekül bağ­ larına ise " a tü rü ” bağ denir. Etilenin C = C biçim indeki “ çift b ağ ı", gerçekte, bir a bağı ve bir -w bağından kaynaklanır. Aynı şekilde asetilen (C2 H2) molekülünün oluşması bir sp melezleşmesinin sonucud u r ; C = C " ü ç lü b a ğ " ise gerçekte bir a bağı ile iki t bağından oluşur.



• Yöreli bağlar, yöresız bağlar. Bir mole­ külde bir atom, öteki birçok atomla ortak -değerlik bağı değiştirirse, bu bağlar bir­ birlerine etki eder; ancak ilk yaklaşımda farklı bağların bağımsız olduğu kabul edi­ lir ve bu bağların her birinin ilgili iki atom arasına yerleştiği varsayılır. Bu yerelleş­ me her bağa belirli bir enerji ve belirli bir uzaklığın verilmesini sağlar; bu değerler bileşikten bağımsız olarak bağı niteleyen büyüklüklerdir; örneğin bu büyüklüklerin değerjeri, C— H bağı için 87 (kcal/mol) ve 1,06 (A),yalın C— C bağı için 59 ve 1,54 C = C b a ğ ı için 100 ve 1,33,C = C ba­ ğı için de 123 ve 1,20'dir. Bununla birlik­ te birinci yaklaşımda bile böyle bir yerel­ leşmenin benimsenemeyeceği haller var­ dır. Ö rneğin benzenin hali bu türe girer. Düzlem olan benzen molekülü, 6 karbon atomlu bir halkadan oluşur; karbon atom­ ları bir yandan bir o bağı ile birbirine; öte yandan bir başka o bağı ile de hidrojen atom una bağlanır. Her karbon atom un­ d a sp 2 m elezliğiyle elde edilen 3 a bağı vardır. Bütün karbon atomlarının dördün­ cü yörüngeleri, kazanımla halkanın bütü­ nüne yayılan ve dolayısıyla yöresız olan bir m olekül yörüngesi oluşturur.



• M etal bağı. Metal bağı, çok ileri ölçü­ de, yani kristalin bütününe yayılan bir yöresizleşmenin örneğini oluşturur: bir me­ talin ısıl ya da elektriksel iletkenlik taşıması ve ısıl-iyon yayması, her zaman az sayı­ da olan değerlik elektronlarının, kristal ör­ güsü düğüm lerini oluşturan katyonların alanında oldukça serbest biçimde yer de­ ğiştirmelerini sağlar. Bununla birlikte bu elektronların katyonlarla etkileşimi krista­ lin yüksek yapışma gücünü doğuran et­ kendir. “ Serbest elektronların" gaz m o­ leküllerine (elektron gazı) benzetilmesi, metal bağın açıklanmasında İlk yaklaşımı oluşturur. Ne var ki kuşaklar kuramı bu alanda çok daha doyurucudur. • Gerçek bağ. Kimyasal bağların farklı türler biçim inde sınıflandırılması (ortak -değerlikli, yarı-kutuplu, iyon) tüm üyle şe­ matiktir. Bir bağın, iyon ya da ortak ^değerlik türüne tüm olarak uyması çok ender görülür. Nitekim çok sık karşılaşı­ lan, farklı iki atom un bağlanması halinde



daha elektronegatif olan atom, bağ elek­ tronlarına ötekinden daha büyük bir çe ­ kim uygular; örneğin HCl'in H ve Cl atom­ ları arasında Cl daha elektronegatiftir ve daha güçlü bir çekim doğurur. Bağlı iki atom arasındaki elektronegatiflik farkı bü­ yüdükçe, bağ ortak-değerlık bağından uzaklaşır ve iyon bağına yaklaşır. Bir ortak-değerlik bağının az da olsa iyon ba­ ğı niteliği, pek çok bileşikte, bağın dipolar elektrik mom enti ölçülerek belirlenir. Ö rneğin HCI'te bu bağın, % 17 oranın­ da iyon bağı olduğu kabul edilir. • Za yıf kim yasal bağlar, iyon, ortak -değerlik ve metal bağları, kuvvetli bağ ­ lardır. Bağlı elementlerin türüne göre bu bağların enerjileri çok farklı düzeyler gös­ terir ve çoğu kez 100 kcal/m ol'ü geçer. Bununla birlikte, enerjileri genellikle 5-10 kcal/mol arasında değişen, zayıf kim ya­ sal bağlar da vardır. Bunlar Van d e r Y/aals kuvvetleri bağı ile hidrojen bağı' dır. • Van d e r VVaals kuvvetleri bağı. Gazla­ rın deneysel incelenmesi, moleküllerarası bir çekim kuvvetinin varlığını ortaya çı­ karmıştır. Bu kuvvetlerin etkisiyle, bir ga­ zın basıncı, ideal gaz olması halinde ala­ cağı değere oranla daha düşük olur Olağan basınçlı gazlarda daha zayıf olan "V an der VVaals” kuvvetleri, moleküllerarası uzaklıkların küçülmesi nede­ niyle derişik gazlarda büyük önem kaza­ nır. Dolayısıyla m oleküller arasında Delil bir yapışma doğuracak büyüklüğe ulaşır. Bu tür molekül birleşmeleri, belirli bir ka­ rarlılık gösterebilir. Van der VVaals kuvvetleri, yönelme, da­ ğılm a ve kutuplanm a gibi birçok kuvvet türünden oluşur. Moleküilerarası kuvvet­ ler, genellikle bu ü ç tü r kuvvetin bir bileş­ kesidir; bunların göreli büyüklüğü tasar­ lanan molekül birleşmesine göre Çok değişir. Bütün bu küvetlerin ortak yanı, etki ya­ rıçaplarının kısa olmasıdır; potansiyelleri



lardan destek alan kam alam a yöntem iy­ le tutulur. Yapısı çok bozuk olan araziler­ de bağlar bitişik konum a gelene dek şık­ laştırılabilir. Yuvarlak ağaç direklerle yapılan kla­ sik bağ, üç direkli yamuk biçimindedir: bir sarma iki yan direği tutar. Metal bağlar da yam uk kesitli olabilir, ancak bunlar genel­ likle kemerlidir; metal bağlar yuvarlak ya da kemerli bir tavan kesiti sağlayarak da­ yanımı önemli ölçüde artırır. Çok baskı ya­ pan ya da oynak arazilerde, basınç etki­ siyle kayabilen metal öğelerden oluşmuş sıkışabilir bağlar ya da öğeleri küre maf­ sallar çevresinde dönebilen eklem li bağ­ lar kullanılır. Bir başka bağ türünde yan direkler, bir öğeyle taban altından birbirine bağlanır. Bunlar genellikle çem ber ya da elips bi­ çim inde metal bağlardır; kimi kez arazı çok kuvvetli şişme gösterdiğinde çok sa­ yıda ağaç direk de kullanılır. Bir işletme şantiyesinin tahkimatı, kon­ tak taşlarına dik iki ya da gereğinde üç dikmeyle desteklenen ve tavana dayanan bir sarm adan oluşmuş bağlarla gerçek­ leştirilebilir: böyle şantiyelere bağlarla tah­ kim edilm iş şantiye denir.



BAĞ KOŞNİLİ a. Asmalara dadanarak hastalık yapan eşkanatlı böcek. (Bil. a. Pulvinaria vitis; kabuklubitgiller familyası.)



BAĞA a .(esk.türkç.öağa). 1. Kimi hay­



vanlarda bedenin tümünü ya da bir bö­ lüm ünü koruyan iskeletimsi dış örtü. (Bk. ansikl. böl.) — 2. Kimi kaplum bağaların sedefçilik ve kakmacılıkta kullanılan kabu­ ğu. — 3. Kaplum bağa. — 4. Yörs. Bede­ nin herhangi bir yerinde görülen ur. şiş­ lik. • sıf. Kaplum bağa kabuğundan yapı­ lan eşya için kullanılır: Bağa gözlük. Ba­ ğ a tarak. Bağa fincan. (Bk. ansikl. böl Süslem sant.) —ANSİKL Bağa terimi yalnızca kaplum ­ bağaların ve tatuların (memeli) örtenekleri için kullanılır Bunların dışındaki bütün —-r- biçim inde verilir ve dolayısıyla uzak­ hayvanlarda dış iskelet özel adlar alır: Ka­ b u k (kabuklular, protistler, derisidikenlilığa göre nızla değişir ler),kavkı (yum uşakçalar ve kolsuayaklı• H idrojen bağı. Bir m olekülde hidrojen, lar), kutikula (böcekler ve çokayaklılar). çok kuvvetli elektronegatif bir elementle • Kaplum bağalar. Bağa, belli bir düzen­ (O.F.N) bileşirse, bu element H elementi de dizili levhalardan oluşan ve sayı ve bi­ ile olan bağın elektronlarını kuvvetle ken­ çim bakım ından deri levhalarıyla hiçbir dine çeker ve pozitif ucu H olan bir dipol bağlantısı bulunmayan boynuzsu m adde­ doğurur; bu pozitif uç da bir başka dipoden pullarla kaplı kemiksi bir kalkandır. lün negatif ucunu elektrostatik bir bağla Ö nde baş ve ön ayaklar için, arkada ar­ tutar: buna hidrojen bağı denir ve olağan ka ayaklar için iki delik bırakarak bırbırıykimyasal bağdan ayırm ak için noktalarla le kaynaşmış iki parça halindedir: sırt kal­ gösterilir: —A — H ... B— . kanı ve karın kalkanı. Ankylosaurus far Genellikle m oleküller arasında, bazen (dinozorlar öbeğinden fosil sürüngen) ve molekül içinde görülen hidrojen bağı, bu­ G lyptodon’lar gibi fosil sürüngenlerin ba­ har yoğunluğu ile kaynam a noktası (su) ğası da kaplum bağanınkine benziyordu sapmalarından, buharlaşma ısısı ve akış• Tatular. Bu hayvanlarda bağa, kalın ve mazlık (glikol, gliserol) artışından, kımı boynuzsu bir deriyle örtülü kemikten bir kristallerin (buz) yapışma gücünden so­ levhalar bütünüdür. En önemli üç levha rum ludur. Biyokim yada, hidrojen bağı, (baş, om uz ve leğen), esnek bölüm lerle proteinlerin çeşitli molekülleri arasındaki ya da hayvana tostoparlak olm a olanağı birleşm ede — C O — N H — peptıdık bağ veren, değişik sayıda boynuzsu esnek grupları aracılığıyla önemli bir rol oynar. pul kemerleriyle birbirinden ayrılır Daha — Kad. doğ. G öbek bağı. Gebeliğin son küçük başka kemiksi levhalar bedenin evresinde şişkin, sarmal bükülü, beyazım­ başka bölüm lerini örter sı ve parlak görünüm dedir. Uzunluğu or­ talama 50 cm, çapı 1,5 c m ’dir. içinde ok­ 1 — Süslem. sant. Zanaatçılar tarafından yeğlenen bağa türü, kiremitli* kaplum ba­ sijenli kanla dolu göbek toplardamarı bu­ ğadan sağlanır; rengi siyahtır, sarı ya da lunur; ayrıca dölütün oksijensizleşmiş ka­ açık kahverengi lekeleri vardır. Bu bağa, nını plasentaya götüren ıkl tane de küçük kaynar suda yumuşatıldıktan sonra, bi­ atardam ar vardır. Bu üç damar, Wharton çim lendirilm ek üzere bakırdan kalıplara peltesi denilen süm üğüm sü bir m adde yerleştirilir. XIX. y y.1ın ortasından bu ya­ içinde bulunur. Göbek bağının kendisinin na. yüksek basınç altında birbirine kay­ ne damarı, ne lenf damarı, ne de siniri naştırılan yumuşatılmış bağa kırpıntıları da vardır. Soğurma yoluyla beslenir. G öbek kullanılmaktadır. bağı çok kısa olabilir, o zam an çocuğun Eskiler bağadan çok yararlandılar; lir­ doğmasını engelleyerek plasentanın ye­ lerin gövdesi, içi boşaltılmış kaplum bağa rinden kopm asına neden olabilir; çok kabuğundan yapılırdı. Vergılıus, Ovıdıus, uzun da olabilir ve çocuğun boynuna ya Juvenalis, bağa kakmalı m obilyalardan da kol ve bacaklarına sarılabılır (dolan­ söz ederler. U zakdoğu'da kullanılan bu ma), hatta su keselerinin patlamasından teknik, portekizlı denizciler tarafından XV. sonra dölütten önce çıkabilir (göbek ba­ yy. da A vru pa ’ya da tanıtıldı. Fransa kralı ğı sarkması). Louis XIV dönem inde, m obilya süsleme­ —Mad. oc Bağlarla yapılan tahkimat ara­ ciliğinde bağa kullanımı özellikle bağanın lıklıdır; arazilerin türüne göre bağların ara­ kalay ve bakır gibi yum uşak madenlerle lığı 0,50 m ile 1,50 m arasında değişir. ; birlikte işlenmesini sağlayan Boulle ile Bağlar arasında kalan araziler, yine b ağ ­



önemli oranda gelişti. XVIII. yy.’ın sonu­ na kadar, büyük abanoz ustaları (Jacob, Montigny, Levasseur) bu yöntemi sürdür­ düler. İkinci imparatorluk dönem inde ba­ ğa yeniden yaygınlaştı, ancak, bağayı oluşturan öğelerin bükülm e eşitsizliğin­ den ileri gelen kırılma niteliği nedeniyle kakmacılık yerini sedefçiliğe bıraktı; se­ defçilikte, M adagaskar’dan, Seychelles adaları’ndan ya d a Venezuela’dan getir­ tilen bağa, küçük yüzeyler biçim inde kul­ lanılmaktadır: bağadan, sigara içenlerin kullandıkları eşyaların, fırça çerçeveleri­ nin, pudra kutuları kapaklarının, tarakla­ rın, yelpazelerin yapım ında yararlanılır, ancak bağa yerine taklitlerinin (selüloid, plastik m addeler) kullanımı gün geçtikçe artmaktadır. Türk sanatında, XVII. y y .’dan başlaya­ rak, özellikle ahşap kakma işlerde, cam i­ lerin kapı ve ahşap bölümlerinin bezen­ mesinde, sedef, fildişi, kemik, vb. malze­ meyle birlikte bağa da kullanılıyordu. Ay­ rıca bağadan tespih, fincan zarfı, küçük tabak, kâse, enfiye kutusu, tabaka, kaşık, baston başı, tarak yapılıyordu.



BAĞAN



-B A Ğ A N A .



BACANA ya da BAĞAN a. Yörs. 1 . Ölü doğan kuzunun kürkü; astragan. — 2. Zam anından önce, ölü doğan cenin; d ü ­ şük. — Kam. mal. Bağana resm i, eskiden ast­ ragan kürkten alınan vergi. (Bağan, bağ an e ya da bağnak resm i de denir.) BAĞARASI, Aydın'ın Söke ilçesine bağlı bucak; 18 752 nüf. (1990); 20 köy. Merkezi Bağarasr, 9 205 nüf. (1990).



BAĞARASI, İzmir'in Foça ilçesi mer­ kez bucağında belde; 2 556 nüf. (1990). BAĞASIZKAPLUMBAĞAGİLLER a Deniz kaplumbağası familyası. (Deniz kaplum bağalarının en irisi ve familyanın tek türü olan dev deniz kaplumbağası [Derm ochelys coriacea] 3 m boyunda ve 500 kg ağırlığında olabilen ve balıkla besle­ nen bu hayvanın temel özelliği, kalın bir deri tabakası altında bulunan küçük ke­ miksi levhalardan oluşan yassı bağasıdır. Bil. a. Derm ochelyidae.)



BAĞAT çoğl. a. (fars. b a ğ 'ın ar. çoğl. bâğât). Esk. Bağlar, üzüm bahçeleri. BAĞBAN a. (fars. bağbari). Esk. Bahçı­ van, bağcı: "Suya versün bağbân gülzârı zahm et çe km esü n " (Fuzuli, XVI. yy.). bağbanli â ş ik — M u s t a f a B a ğ b a n li.



M ustafa



BAĞBAŞI, esk



Bağlarbaşı, K oho, Erzurum'un Tortum ilçesi, Şenyurt buca­ ğına bağlı belde; 3 075 nüf. (1990). Be­ lediye. PTT. Hıristiyanlığın ilk dönemle­ rinden kilise kalıntısı.



BAĞBAŞI, esk. E ğişte, Konya’nın Ha­ dım ilçesi, merkez bucağına b ağ lf bel­ de; 4 071 jnüf. (1990), BAĞBOĞAN a. Küsküt bitkisine halk arasında verilen ad.



BAĞBOZUMU a. 1. Bağda ürünün top­ lanması. — 2. Üzüm toplam a mevsimi. — ANSİKL. Bağbozum u üzüm tam olgun­ laştığı zam an yapılır; o zaman üzümde katı m addelerle sıvı m addeler tam bir dengededir. Bu dönem de, üzüm suyu­ nun bileşenleri arasında, özellikle şeker miktarı ile asit miktarı arasında uygun bir denge bulunmaktadır. Bağdan zaman zaman alınan üzümler üzerinde yapılacak analizle olgunlaşmanın gelişimi izlenerek bağbozum u tarihi saptanabilir. Bağcılığın çok gelişmiş olduğu ülkelerde son yıllar­ da bağbozum u makineyle de yapılm ak­ tadır. BAĞCI a 1 . Üzüm üreten, geçimini bağ­ cılıkla sağlayan kimse. — 2. Halk. Biçilen ekinleri bağlayan kimse. BAĞCIK a. Bir şeyi bağlam aya ya da toplam aya yarayan şerit biçimindeki bağ: A yakkabı bağcığı.



—Semeiol. Bağcık belirtisi, dirsekten yu­ karıda bir yerden kolu bir bağla sıkarak toplardam arda kan akışını 5 dakika dur­ durmayı öngören ve böylece kılcal damar direncini ölçmeye yarayan deney. (Dirsek kıvrımında kırmızı noktaların belirmesi kıl­ cal damarların zayıflığına işarettir.)! Aya/tkabı bağcığı belirtisi, kişi öne eğildiği za­ man m idenin üst bölüm ünde duyulan yanma. (Yem ekborusunun geçtiği diyaf­ ram deliği hizasında m ide fıtığı olduğuna işarettir.)



BAĞCILAR, İstanbul’da, Avrupa ya­ kasında, büyükşehir sınırları içinde semt ve ilçe; 142 623 nüf. Bakırköy ilçesine bağlı geniş bir semt iken, 1992 yılında Bakırköy’den ayrılarak ilçe yapıldı. Bağcılar ocağı,



O s m a n lIla r d a saray bahçelerinin bakım ından sorumlu ocak. (Bostancı ocağı’nın bir kolu olarak bostancıbaşına bağlıydılar. Silahtar ağa da na­ zırları olurdu. Yeniçeri ocağı ile birlikte kal­ dırıldı.)



BAĞCILIK a. Bağ yetiştirme işi. —ANSİKL. Bağ, yam açlarda düz yerlere göre daha iyi ürün verir ve en iyisi yam a­ cın d oğuya ya da güney-doğu'yabakm asıdır; soğuk ülkelerde güneye bakan ya­ m açlar daha uygundur, batıya bakanlar da genellikle iyidir. Bağ, tuzlu ya da çok nemli topraklar dışında her türlü toprak­ ta yetişir; bununla birlikte, kireçli, kumlu, killi-kumlu topraklar bağ için daha elve­ rişlidir. Aşılı çu bu k dikilecek bağlar için, toprağın yapısına uygun (özellikle kireç oranı bakımından) anaçlar seçm ek gere­ kir. Bağlarda üzüm asmasının (Vitis vinifera) pek çok çeşidi yetiştirilir. Bağlar, önceden kirizma yapılmış to p ­ raklarda kurulur; fidanlıktan alınan köklü asma çubukları hazırlanan yerlere dikilir. Asmalar çelikleme, daldırm a ve aşılama yöntemleriyle çoğaltılır. Bu yöntem lerden en çok kullanılanı aşılamadır. Seçilen as­ m a çubuğu (amerikanasması ya da m e­ lez asma) istenilen üzüm çeşidinin asm a­ sıyla aşılanır; aşı yeri uygun bir şekilde bağlanır; aşılı fidan fidanlıkta köklendik­ ten sonra bağa dikilir. Bağda yerinde de aşı yapılabilir. Bunun için bağa köklü aşıanaçları dikilir, ertesi yılın baharında bun­ lar yere yakın bir noktadan kesilerek aşı­ lanır. Bağlarda yapılacak bakım iki türlüdür: dış sisteme (omca, sürgün, yaprak ve meyve) yapılacak bakım ve köke yapıla­ cak bakım, ilk yapılacak bakım budam a­ dır ve asmanın yerde, herekte ya da ça r­ dakta bulunm asına göre değişir. Biçim­ lendirm e ve meyveye yatırma amacıyla vapılan kış budaması sonbaharda ya da kışın bitkinin dinlenm e dönem inde yapı­ lır. Bu budam a, asma canlanm aya baş­ ladığı zaman yeşil budam ayla tam am la­ nır (tepe alma, göz alma, filiz alma, uç al­ ma). Yaprak, dal ve meyveyle ilgili bakım­ lar şunlardır: hastalıklara, asalaklara, asa­ laksız afetlere karşı ilaçlama (küllem eye karşı kükürtleme, m ildiyuya karşı göztaşı atma, gri küfe ve salkım kurtlarına karşı ilaçlam a).



aşı v e d o ld u rm a



Toprağın işlenmesine gelince, bağcılık­ ta yapılanlar sürüm (kış ve yaz sürümü) ve çapalamadır. Günümüzde toprağı sür­ m eden de, gene ot öldürücü ilaçlar s e r­ perek bağ yetiştirilebilir: yıllık asalak bit­ kilere karşı daha onlar çıkmadan önce ya­ pılan ilaçlama ve çokyıllık yabancı otlara karşı önleyici ilaçlama. Ot ilaçlarının kul­ lanılması bağda verimi düşürmez, ama toprağı çıplak bırakarak aşınmayı kolaşlaştırabilir. Türkiye’de bağcılık alanları ülkenin her yerinde aynı yoğunlukta değildir. En çok bağ yetiştirilen yerler G üney A nadolu’da­ dır (Adana, Antalya, Burdur, Hatay, İspar­ ta, İçel, Kahramanmaraş). İkinci büyük bölge Batı Anadolu'dur (Aydın, Denizli, İz­ mir, Manisa, Muğla). Yalnız bu bölge ku­ ru üzüm üretim inde birincidir. Ayrıca İz­ mir, Manisa ve Denizli’nin çekirdeksiz üzümleri ünlüdür. Üçüncü sırada Afyon, Kayseri, Konya, N evşehir ve Niğde illeri yer alır. D ördüncü ve beşinci sırayı Güney- D oğu Anadolu' bölgesi (Diyarbakır, Gaziantep, Muş, Siirt, Urfa) ve Marm ara bölgesi (Bursa, Balıkesir, Edirne, İstanbul, Kırıklareli, Kocaeli, Sakarya ve Tekirdağ) tutar. Bağcılık tekniği (bağların kurulması, amerikanasması ya da yerli asma kulla­ nılması, asmaya biçim verme, budam a yöntemleri, gübrelem e ve hastalıklara karşı savaş) her bölgeye göre az çok de­ ğişiklik gösterir. Türkiye’de bağ alanı 1928'de 135 000 ha, 1945’te 325 000 ha, 1965’te 800 000 ha, 1988'de 590 000ha'dı.



BAĞCIRCIRI a. Soluk renkli, ince ba­ caklı, büyük kanatlı, küçük cırcırböceği. (Daha çok gece dolaşır; ağustos-eylül ay­ larında birçok bitkinin kuru saplarının içi­ ne yumurtalarını bırakır. Bil. a. Oecanthus p ellucens; Oecanthidae familyası.) BAĞÇE a. Esk. 1. Küçük bağ. — 2. Bah­ çe.



kırmızı bağa zemin üzerine bakır marketrili "küçük mazarin" yazı masası özel kol.



bağcılık kâse (baş) budamasının ilkeleri: 1. Toprağın analizinden sonra (toprağın türü, pH'si, besin noksanlığı) bir köklü aşıanacının dikimi, 2. Ertesi baharda, seçilmiş üzüm çeşidi ile aşılama; 3. ilk yılda budama: bir sürgün, 2-3 büyük göz bırakarak kesilir (bu kesim, kâse biçimi verebilmek için



4. ikinci yılda budama: üç sürgün alıkonur (iki gözün üstünden budama), öbürleri dipten kesilerek atılır; 5. Üçüncü yılda budama; 6. Dördüncü yılda omcanın (asma kütüğü) görünümü



Bağçesaray 1190



BAĞÇESARAY - B A H Ç E SA R A Y . BAĞDA a. Yörs. 1. Bağdaş kurarak otur­ m a — 2. Çelme; güreşte bacak atma. — 3. (Bir kimseye) bağda atmak, ona çel­ me takmak; güreşte rakibin bacağını ken­ di bacağıyla sarmak.



BAĞDADİ a. (öz. a. Bağdat'tan), inş. Ta­ şıyıcı ahşap direkler üzerine çakılan çıta­ lar ya d a kamışlar üzerine sıva vurularak yapılan duvar ya da tavan. || B a ğ da d i çı­ tası, bu teknikle yapılan duvar ya da ta­ vanda kullanılan çıta. (Eşanl. BAĞDADİ­ LİK.) [B ağdadi çıtaları 1 cm kalınlıkta ve 2-3 cm genişlikte olur. Bağdadilik diye ad­ landırılan çivilerle taşıyıcı direkler üzerine ça kılır] ♦ sıf. Kâğ. san. B a ğ da d i kâğıt ya da B a ğ da t kâğıdı, eskiden Bağdat'ta yapı­ lan bir tür iyi cins kâğıt. (794'te B a ğ da t’ ta kurulan kâğıthanede, Semerkand ör­ neklerine uygun değerli kâğıtlar üretilirdi. Moğol istilasından sonra [1258] kâğıt ya­ pımı Tebriz, Şam ve Mısır’a kaydı.)



BAĞDADİ (Ebu Mansur Andülkahır [ya da Abdülkahir] bin Tahir E L -), arap fıkıh, kelam ve matematik bilgini (Bağdat ? - Esferayin 1038). Öğrenim ini babası tarafın­ dan gönderildiği Nişapur’da yaptı. On ye­ di kadar bilim dalında derin bir bilgiye sa­ hip olduğu söylenir. Horasan’daki birçok bilgin, onun öğrencisi olmuştur. Başlıca yapıtları, İslam fırkalarından söz eden Kitâb Cıl-fark beyne'l-tırak; çeşitli mezhepler nakkında bilgi veren el-Milel ve'n-Nihel; m atem atikle ilgili et-Tekmile ve el -im an' dır. BAĞDADİ (A b d ü lk a d ir) BİN Ö M E R EL-BAĞDADİ.



ABDÜLKADİR



BAĞDADİ, türk halk şairi (XVIII. yy.). Ya­ şamıyla ilgili bilgi yoktur. Şiirlerinden Bağ­ datlı olduğu, İstanbul'a gelerek sarayda görev aldığı ve Selim lll'ü n huzuruna çık­ tığı anlaşılmaktadır. Bir şiirinde Topkapı sarayı'nı, kimi bölüm lerinden söz ederek över. BAĞDADİLİK a. B A Ğ D A D İ' Ç lT A S l'n ın eşanlamlısı. — Bu çıtaları taşıyıcı direkler üstüne çakm aya yarayan çivi.



BAĞCALAMAK g. f. Spor. B ir kimseyi bağdalam ak, güreşte, bacağını bacağı­ na sararak rakibini yere yıkmak



BAĞDAMAK g. f. 1. iki ya da daha çok şeyi birbirine geçirerek bağlamak; kenet­ lemek. — 2. Bir sorunu içinden çıkılmaz durum a sokmak; kördüğüm etmek.



BAĞDAMLARI, Muğla'nın Milas ilçe­ si, merkez bucağına bağlı köy; 1 340 nüf. (1990). BAĞDAŞ a. (b ağdam ak'tan). 1. Sağ ayağını sol, sol ayağını sağ uyluğunun al­ tına alarak oturm a biçimi. — 2. Bağdaş kurmak, bu biçim de oturmak. BAĞDAŞ sıf. Müz. Biri majör, öbürü mi­ nör olmakla birlikte, donanımları aynı olan ve eksenleri arasında küçük üçlü aralık bulunan iki tonalite arasındaki ilişkiyi be­ lirtir.



BAĞDAŞIK sıf. Parçaları, öğeleri birbiriyle bağdaşan, uyuşan bütün için kulla­ nılır; homojen. — Bilş. Büyük bir sistemde birbirinin yeri­ ni alabilen ya da arayüz gerektirmeksizin biri, diğerini kullanabilen iki bilgisayar, iki çevre birimi ya da iki program için kulla­ nılır. — Ceb. Bağdaşık denklem sistemi, çö ­ züm kümesi boş olmayan denklem siste­ mi. || Bir iç yasayla bağdaşık bağıntı, x :R y ve x ' y ' ise (x T x ') ‘R (y T y ’ ) olmak üzere bir T iç yasayla donatılmış bir E kü­ mesi üzerinde tanımlanmış :R bağıntısı. (Bu durum da E/R bölüm kümesi üzerinde xTy = xTy ile bir iç bileşim yasası tanımlanabilir.) i| Soldan (aynı biçimde sağdan) bağ ­ daşık bağıntı. x ,'R x ' =>- (y T x ) di (y T x j (aynı b iç im d e x ,'R x '= M x T y ) t f t ( x 'T y j )



gerçekleyen bir T iç yasasıyla donatılmış bir E kümesi üzerinde tanımlanmış İR ba­ ğıntısı. — Küm. kur. BirfR eşdeğerlik bağıntısıy­ la bağdaşık P özelliği, bir x elemanı P özelliğini gerçekliyorsa ve bir y elemanı­ na (m odülo :R) eşdeğerse, y nin de P özelliğini gerçeklediği özellik. (Her özel­ lik, bir eşdeğerlik bağıntısı olan = [eşit­ lik] ile bağdaşıktır.) — Mant. ve Mat. Bağdaşık önermeler, karşıt olmayan ya da ortak sonuçları kar­ şıtlık doğurm ayan önermeler. || Bağdaşık özellikler, aynı nesnenin ya da aynı nes­ neler sisteminin aynı zam anda yerine ge­ tirdiği özellikler. — Metalürj Bağdaşık çökelti, ana meta­ lin tane ağıyla süreklilik içinde bir kristal ağı sunan bir bileşiğin nanom etre düze­ yindeki çok ince parçacıklarının tümü. (Bu tür parçacıkların dağılımı, alaşımın esnek­ lik sınırını oldukça artırır.) — Olasıl. 3ağdaşık olaylar, aynı evrenin, ortak olasılıkları olan ve bu yüzden aynı anda gerçekleşebilen olayları. — Opt. Bağdaşım özelliği gösteren bir ışı­ ma için kullanılır. |j Bağdaşık optik, optiğin, bağdaşık ışımaları inceleyen bölümü. ■ — Polim. iyi bir karışabilirlik gösteren polim erler için kullanılır.



BAĞDAŞIKLAŞTIRMAK g f Bağda şık durum a getirmek; homojenleştirmek. BAĞDAŞIKLIK a. Bağdaşık olm a d u ­ rumu, bu durum daki şeyin niteliği; hom o­ jenlik. — Bilş. iki bilgisayarın, çeviri ya da yeni­ den yazılım gerektirm eden birbirinin programını yürütebilme özelliği. — Birçok program ın ya da fişliğin, bir araya getiril­ diklerinde tutarlı bir işlem kümesi oluştur­ malarını sağlayan nltel'ği. (Bk. ansikl. böl.) — Ceb. Bir doğrusal denklem sisteminin bağdaşıklık koşulları, sistemin en az bir çözüm kabul etmesi için gerek ve yeter koşullar. (Bk. ansikl. böl.) — Küm. kur. B ir özelliğin b ir eşdeğerlik bağıntısıyla bağdaşırlığı, bir eşdeğerlik bağıntısıyla bağdaşır bir özelliğin karak­ teri. — Mant. Bir belitler sisteminin bağdaşırlığı, bu sistemin özyeterliliği. — ANSİKL. Bilş. Bilgi işlem aygıtlarının, do­ nanımları, işletim sistemleri ya da prog­ ram lam a dilleri düzeyindeki bağdaşıklığı ço k değ e r verilen bir yetenektir; çünkü, bir donanım ya da sistem değişikliği d u ­ rumunda tüm çalışmalara ilişkin program ­ ları yeniden elden geçirm e zorunluluğu ortadan kalkar. Bilgisayarlar artan güçle­ rine göre sıralandığında, bağdaşıklık aşa­ ğıdan yukarı doğru sözkonusudur, yani belli bir bilgisayar için yazılmış prog ra m ­ lar, dizideki daha güçlü bir bilgisayarda kullanılabilir; bunun tersi ise ister istemez geçerli değildir. Bir bilgisayarın diğerini öykünmesi ve uyarması için kullanılan tek­ nikler, donanımlar arası düzenleme ve ya­ pı uyuşmazlıklarını programlar düzeyinde giderm eye yarar; am a bu teknikler yetkin­ liklerin azalmasına da yol açar. Çevre bi­ rimlerinin dallanma ağında, bağdaşık arabağlantıların kullanımı, bilişim alanında­ ki değişik rakip firmaların yazılım ve d o ­ nanımlarından yararlanma olanağı verir. —Ceb. Bir doğrusal denklem sistemi 7 ,(x ) = ö .



fn l* ) = b n ile tanımlanır; burada /,, f2,..., f„ bir K -vektör uzayı üzerinde tanımlanmış n ta­ ne doğrusal biçim ve D ,, b2 ö „ de K nin n tane elemanıdır, n tane f2,..„ t, biçimi doğrusal olarak bağımsızsa ve her i e [z + 1 ;n ] değerinde - «yıf ı + ■■■+ aj , f r ise, sistemin en az bir çözüm ü olması için her j s [ r + 1 ,n] değerinde b, = a ;1b , + .. .+ aırb r



olması, gerek ve yeter koşuldur. Bu d u ­ rum da sistemin çözümleri, UM = ö ,



W = b r sistemiyle aynıdır, b. leri b v b 2... ,b, lerin fonksiyonu olarak gösteren n - r bağıntıya sistemin bağdaşıklık koşulları adı verilir.



BAĞDAŞILMAK - B A Ğ D A ŞM A K BAĞDAŞIM a Bir bütünün parçaları ya da öğeleri arasındaki uygunluk, tutarlılık ilişkisi; insicam. — Dilbil. işlevsel açıdan farklı dilsel birim ­ lerin tek bir biçim altında karşımıza çık­ malarını sağlayan olay. (Türkçede hem çekim eki hem de yapım eki işlevlerinde kullanılan kimi ekler bağdaşım özelliği ta­ şır. Ö rneğin SU D A N çıkm ak [çekim eki]; SUD AN sebep [yapım eki]). — istat. Nicel ya d a nitel iki ya da daha çok özellik arasında bulunan bağımlılık ya da bağımsızlık derecesi. — Bir bağlılaşım­ da karşılaştırılan değişkenler arasında iliş­ ki. —Opt. Bir optik ışımanın, belli koşullarda girişim olaylarına yol açm a özelliği. (Eşanl. KOHERENTLİK.) [Bk. ansikl. böl.] — Parf. iki ya da daha çok kokulu m ad­ denin ölçülü oranlarda karışımından do­ ğan koku uyuşum u. (En başarılı bağda­ şımlar, deneyim siz bir kimsenin bileşen­ lerden hiçbirini ayırt edem em esi halinde görülür.) — ANSİKL. Opt. Optik bir ışımanın (ya da optik bir kaynağın) bağdaşım ı kavramı, bu ışımanın, üst üste gelen birçok dem e­ te bölünm esi sırasında (Young delikleri deneyi, M ichelson girişimölçeri) girişim olayları elde etme olanağını betimler. Uzay bağdaşımı ve zam an bağdaşımı birbirin­ den ayrılır. Uzay bağdaşımı, doğrudan kaynağın geom etrik boyutlarına bağlıdır ve kaynak büyüdükçe, girişim saçakları­ nın kontrastı artar. Zaman bağdaşımı ise, değişik dem etleri (bağdaşım uzunluğu) oluşturan ışık dalgası dizilerine bağlıdır. Dem etlerce katedilen yollar arasındaki taık, bu bağdaşım uzunluğu düzeyinde olursa, girişim olayları etkili olm aktan çı­ kar. Laserler, üstün nitelikte uzay ve za­ man bağdaşımları gösteren kaynaklardır.



BAĞDAŞMAK gçz. f. 1. Bir ya da daha çok A n a d o l u - b a ğ d a t



de ­



m ir y o l u .



BAĞDAT HATUN, Emir Ç oban’ın gü­ zelliğiyle ünlü kızı, Ebu Sait Bahadır Han’ın , eşi (XIV. yy.). Bağdat egem eni Şeyh Ha­ şan Celayir ile evliydi. Kendisine âşık olan ve ‘Cengiz yasasına dayanarak eşinden ayıran ilhanlı hüküm darı Ebu Sait Baha­ dır Han ile evlenm ek zorunda kaldı. Bu evliliğinde başkadınlığa yükselen ve dev­ let yönetim inde de etkili olan Bağdat Ha­ tun, Ebu Sait Bahadır H an’ ın ardılı Arpa Han tarafından Ebu Sait'i zehirlemekle suçlanarak boğduruldu. ■Bağdat Hatun, G üngör Dilm en'in ta­



g 3 is L) ;| ®



rihsel oyunu (1974). Güzel, aynı zam an­ da hırslı ve zalim bir kadın olan Bağdat Hatun, çeşitli entrikalarla altı kardeşini ve babasını öldürtür. Bahadır Han ile evlenerek büyük güç sahibi olduktan sonra, ye­ ğeni D ilşad’ı seven kocasını zehirler. Fakat ço k geçm eden kendisi de öldürülür. iktidar tutkusunu gerçekleştirm ek için hile ve kötülük yoluna sapanların er geç ce­ zasını bulacakları temasını işleyen oyun, 1974’te Devlet tiya tro su ’nda, ayrıca 1980'de yine Devlet tiyatrosu tarafından Alm anya ve Yugoslavya’da sahnelendi.



Bağdat kâğıdı - • BAĞDADİ kâğıt. ■ Bağdat köşkü, İstanbul'da Topkapı sarayı içinde köşk.N aim a ta rih i’ne göre Murat IV’ün isteği üzerine Bağdat seferi anısına yaptırılmış ve bir yılda tam am lan­ mıştır (1639). Dördüncü avluda yer alan yapı, Boğaziçi’nden Haliç’e kadar uzanan geniş bir alanı görebilecek biçim de konumlandırılmıştır. Sekiz köşeli orta mekân d ört eyvanla genişletilmiştir, iç mekânın duvarları, dönem in en zengin örneklerini oluşturan çinilerle kaplıdır. Duvarların dış yüzeylerinin de boş bırakılmamasına özen gösterilmiş, alt bölümler mermer, üst bölümler çiniyle kaplanmıştır. Bunların ya­ nı sıra yapıyı çevreleyen revak düzenle­



mesi, çift cidarlı kubbe uygulaması, köş­ kün anıtsal etkisini güçlendirir. XVII. y y.’ın mimarlık ve bezeme özelliklerini büyük öl­ çüde yansıtan bu yapının benzeri, gene Murat IV'ün yaptırdığı Revan köşkü’dür. Abanoz kapılar, pencere ve dolap kapak­ ları fildişi, sedef ve bağa kakmalı beze­ m eleriyle dönem in ahşap işçiliğini yansı­ tır,



Bağdat paktı, Türkiye, Irak, Ingiltere, İran ve Pakistan arasında kurulan ortak savunm a ve bölgesel işbirliği örgütü. Türkiye ile Pakistan arasında 2 nisan 1954’te imzalanan anlaşmada “ bir saldırı d urum unda ne şekilde işbirliği yapılabi­ leceğinin incelenm esi" hükm ünün yer al­ ması, paktın kurulm asına yönelik ilk ge­ lişmeydi. Bir yıl sonra, 24 şubat 1955’te Türkiye ile Irak BM antlaşmasının bölge­ sel anlaşmalarla ilgili 51. m addesi uyarın­ ca “ karşılıklı işbirliği anlaşması” nı imza­ ladılar. Anlaşma, bölge barışı ile ilgili bü­ tün devletlere, Türkiye ve Irak tarafından tanınmış olmaları koşuluyla, açıktı. İngil­ tere pakta 4 nisan 1955’te; Türkiye ve Irak’ ın çağrısı üzerine Pakistan 23 eylül­ de, İran da 3 kasımda katıldı. ABD 19 ka­ sım da bir açıklam a yaparak pakta göz­ lemci göndereceğini bildirdi. Daimi kon­ sey 21 kasımda Bağdat’ta toplanarak ça­ lışmalarına başladı. 1956 Süveyş bunalı­ mı paktın ilk ciddi sarsıntıyı geçirm esine neden oldu. B ağdat paktı, arap devletle­ rinin bağımsızlık yanlısı siyasal tutumlarıy­ la çelişkiye düşüyordu. Kuruluşundan kı­ sa bir süre sonra, 14 tem m uz 1958’de Irak’ta krallığın devrilmesi, paktın gelece­ ğini tehlikeye düşürdü, bununla birlikte 28 temmuz 19 58 ’de Londra’da toplanan zir­ vede paktın varlığını sürdürmesi kararlaş­ tırıldı. ABD ile ayrı ayrı güvenlik anlaşma­



larının imzalanması da karara bağlan­ dı. Bu toplantıya Irak katılmadı; 24 mart 1959’da da pakttan çekildiğini resmen bildirdi Paktın adı Merkezi antlaşma ör­ gütü (Central Treaty Organisation — CENTO olarak değiştirildi ve Ankara, ör­ gütün merkezi oldu. ( *• CENTO.) [-» Kayn,]



Bağdat seferi, Murat IV’ün Safeviler’e karşı Bağdat üzerine yaptığı sefer (1638). Osm anlılar'ın 12 o cak 1624'te Safeviler’ in eline geçen B ağdat’ı geri alma girişim­ leri (1625 ve 1630’daki kuşatmalar) ba­ şarısızlıkla so n u çla n m ıştı. 8 m ayıs 1 638’de Bağdat seferine çıkan Murat IV, 15-16 kasım gecesi Bağdat önlerine ge­ lerek kenti kuşattı. Kaleye yapılan şiddetli hücum lar (bunlardan birinde sadrazam Tayyar Paşa şehit oldu) sonunda, safevi kale komutanı Bektaş Han aman dilemek zorunda kaldı ve İranlIlar ın kaleden ser­ bestçe çıkabilm elerine izin verilmesi ko­ şuluyla kaleyi teslim etti (24 aralık 1638). Bektaş H an’ın yaptığı anlaşmayı kabul et­ meyen bir bölüm İranlInın kente giren Osm anlılar’a karşı “ Narın ka le" adı verilen iç kaleye çekilerek sürdürdükleri direniş de kırıldı. İmzalanan Kasrışirin antlaşma­ sı (17 mayıs 1639) ile Osmanlı-iran savaş­ ları son buldu.



BAĞDATLI İSM AİL PAŞA -* İSMA­ İL PAŞA Bağdatlı.



BAĞDATLI RUHİ, asıl adı O sm an, tü rk şair (Bağdat ? - Şam 1605). Bağdat valisi Ayas Paşa’nın yanında bu kente ge­ lerek yerleşmiş rumelili bir askerin o ğluy­ du. iyi bir öğrenim gördü; hurufi inancını benim sedi. Sipahi olarak savaşlara katıl­ dı; Şam valisi Osman Paşa’nın hizmetindeyken öldü. D ivan'ında halk söyleyişin­ den yararlanan, deyim ler ve atasözlerine geniş yer veren ustalıklı gazelleri yer alır. Bu şiirlerde geleneksel sevgi teması ya­ nında, şairin orduda geçen yaşamından izler de vardır. En tanınmış yapıtı ise on yedi bentlik Terkib-i b e n d ’idir. Tasavvuf anlayışından kaynaklanan, divan ede b i­ yatının geleneksel mey-meyhane-saki m otiflerine dayanarak gelişen bu şiir, ta­ şıdığı toplumsal eleştiri öğesiyle dikkati çeker; gösteriş için ibadet edenleri, çıkar­ cıları, ikiyüzlüleri, bilgiçliktaslayanları, ka­ ba sofuları eleştirir; dünya nimetlerinin g eçiciliğ ini vu rgu la yara k sona erer. Terkib-i b end'e birçok nazire yazılmıştır. Ziya Paşa’nın naziresi, içlerinde en ünlü­ südür. ( -> Kayn.)



BAĞDERE, esk. Başnik, Diyarbakır’ın Silvan ilçesine bağlı bucak; 8 287 nüf. (1990); 11 köy. Merkezi Bağdere (esk. Basnik). 711 nüf. (1990). BAĞDOKU a. İçinde çeşitli görünüşte lif­ ler ve hücreler bulunan bir ana m adde­ den oluşan dokuların genel adı. (Eşanl. BAĞDOKUSU.) —ANSİKL. Bağdoku adıyla anılan dokular gerek morfoloji, gerek işlev bakımından çok çeşitlidir, ama hepsinin kökeni ıjıezanşimdir. “ B ağ” terim i, öteki dokuları birbirine birleştirme anlam ına gelir. Ger­ çekten de bağdoku basit bir dolgu doku­ su olabildiği gibi, başka işlevleri sağlamak üzere esaslı değişimlere de uğrayabilir. B ağdoku, hücrelerden, liflerden ve bir ana m addeden oluşur. Bağdoku hücreleri, gerektiğinde her bi­ çim e girebilen esnek ve çeşitli işler göre­ bilen yapıcı hücrelerdir. Yapıcı nitelik ta­ şıyan fibroblast, fibrosit ve yağ hücreleri gibi bir kısım bağdoku hücreleri sabittir, am a organizm anın savunm a sistemini oluşturan, yer değiştirm e yeteneğine sa­ hip bağdoku hücreleri hareketlidir. Bağdoku lifleri, kolajen liflerden, ağsı lif­ lerden ve esnek liflerden oluşur. A na m adde, liflerle hücreler arasında yer alan camsı, saydam bir çeşit peltedir. Başlıca bileşenleri, su, proteinler, mukopolisakkaritler, madensel tuzlar ve çeşitli m etabol itlerdir. Bağdoku her biçim e girebilen çok es­



nek ve bu nedenle çok önemli bir d oku ­ dur. Doldurm a, birleştirme, beslenm e iş­ levlerini o yerine getirir. Çünkü kan ile do­ kular arasındaki alışverişi sağlayan hüc­ re dışı sıvıların dolaşımı bağdoku içinde gerçekleşir. Bağdoku vücudun savunma mekanizmalarına katılır. Taşıma ve destek göreviyse organlar ve epitelyum lar için ço k önemlidir. Bağdokular m orfolojik açıdan içinde­ ki öğelerin oranına göre sınıflandırılır: gev­ şek bağdoku, zarsı doku, yapraksı doku, yağsı doku, pigm entli doku, ağsı doku, kirişsi doku, elastiki doku, aponevroz do­ ku, vb.



BAĞFİİL a. Bir yan tüm ceyi belirteç iş­ leviyle temel tüm ceye bağlayan fiilimsi. [Eşanl. ZARFFİİL, ULAÇ ) —ANSİKL. Kişi ve zamana bağlı olmayan bağfiiller, fiil kök ve gövdelerine bağfiil ekleri getirilerek oluşturulur. Bu ekle­ rin işlevlerine göre bağfiiller, bağlama, za­ man, durum belirtirler. -ıp, -ip, -up, -üp ekiyle oluşan bağfiiller, bağlandığı yan tüm cenin tümel tüm ceye eşdeğerli oldu­ ğunu, iki eylemin art arda, aynı zam an­ da yapıldığını belirtir. “ V e " bağlacı yeri­ ne kullanılır (örn. A lıp gitti. Aldı ve gitti.; Sorup öğrendim . Sordum ve öğrendim . vb.). ■ınca, -ince, -unca, -ünce ekiyle kurulan bağfiiller, kendilerinden sonra gelen eyle­ min zaman yönünden kendisini izlediği­ ni, ardından yapıldığını, yapılacağını gös­ te rir (örn. Gelince bana uğrasın.). -alı, -eli ekf, Türkiye türkçesi’ nde, -den b eri anlamını verir; başlama ve süreklilik belirtir (örn. Yurt dışına çıkalı Peri haber alamadık.). -madan, -m eden eki eski türkçede -madın, -medin biçimindeydi; öteden beri olumsuz belirteç yapan bir bağfiil ekidir. Ek, kendisinden sonra gelen yüklemin ya­ pılma zamanını belirtmede kullanıldığı gi­ bi (örn. Ben gelm eden başlamayın.), ne durum da, nasıl yapıldığını^, yapılacağını d a belirtir (örn. O kum adan imzalamam.). -ken (-iken) eki, bugün belli durum larda ekleşmiş olan " i- ” fiilinin bağfiil işlevinde kullanılan biçim idir. Diğer bağfiil eklerin­ den ayrı bir özellik gösterir’. Fiillerin zaman eki almış biçim lerine (örn. Tam karar ver­ m işken vazgeçtim.) yâ da bir ad tüm ce­ sine (örn. A ğ a ç yaşken eğilir.) eklenir. -ken ekiyle kurulan bağfiiller bir durum u da belirtebilir (örn. Koşarken düştü.), -ken eki ses uyum una uymaz. -a, -e eki yinelenerek kullanılır (örn. Ko­ şa koşa geldi. Seve seve yaparım.). A yrı­ ca -a, -e eki ve eskiden bağfiil oluşturm a­ da kullanılan -ı, -i, -u, -ü eki iki fiili bağla­ yarak bileşik fiil oluşturur (örn. bak-a bilmek, gez-e-durmak,bak-ı-vermek,düş -ü-verm ek vb .).[ —^ -A, -E. j -arak, -erek ekiyle oluşturulan bağfiiller durum bildirdikleri (örn. A ğ layarak anlat­ tı.) gibi, bağlam a işlevi de görürler (örn. O daya girerek kitaplarını aldı.). Ayrıca öteki fiilimsilere eklenen kimi eklerle be­ lirteç işlevinde kullanılan bağfiiller de var­ dır. -an, -en sıfatfiil eki üzerine gelen bulun­ m a ekiyle oluşmuş -anda, -ende ekiyle ku­ rulan bağfiiller, kendi ardından gelen e y­ lemin zaman yönünden kendisini izledi­ ğini belirtir (örn. Yaz g ele n de çıkam y a y ­ la başına.). -d ik 'lı sıfatfiillere -ça, -çe eki getirilerek oluşturulan bağfiiller temel cüm lede be­ lirtilen eylem in bağfiil eyleminin yinelen­ mesiyle gerçekleşeceğini belirtir (örn. Yo­ lun buraya düştükçe bize uğra.). -mak, -mek adfiillerine -sız yokluk eki ve -ın araçlık eki getirilerek oluşturulan b a ğ ­ fiiller temel cümledeki eylemin nasıl yapıl­ dığını gösterir (örn. Konuşmaksızın otur­ d u ). B A Ğ G Ö Z E , Siirt’in Eruh ilçesine bağlı bucak; 12 812 nüf. (1990); 30 köy. Mer­ kezi Bağgöze (esk. Ayni, Lodi); 839 nüf: (1990).



BAĞI a Esk. Büyü, arpağ, efsun.



Bağ-ı Ferah -> BEYLERBEYİ* SARAYI. BAĞICI sıf. Esk. Büyücü, baştan çıkarı­ cı kimse için kullanılır. BAĞIÇ a. (b a ğ 'dan). Esk. Çadırı bağla­ maya yarayan ipler.



BAĞIL sıf. GÖRECE’ nin eşanlamlısı. —Arit. Z ya da D küm esinin elemanı. (Eşanl. BAĞIL SAYl.)|j B ağıl ondalık, onda­ lık sayıların D küm esinin elemanı. || B a­ ğ ıl sayı, BAĞiL’ın eşanlamlısı. |j Bağıl tam sayı, Z kümesinin elemanı.



BAĞILDAK -> BAĞIRDAK. B A Ğ I L L I , İsparta’nın Gelendost ilçesi, m erkez bucağına bağlı belde; 2 250 nüf. (1990). Belediye. PTT.



BAĞILLIK a. Bağıl olm a durum u ve bu durum daki şeyin niteliği. — Fiz. GÖRELİLİK’in eşanlamlısı. BAĞIM a. (bağ 'dan). Bir kimsenin, bir yetkenin, bir gücün ya da herhangi bir şe­ yin etkisi altına olm a durum u; tabiiyet. BAĞIMLAMAK g f. B ir şeyi bağımlamak, onu bağım altına sokmak. BAĞIMLAŞIM a Karşılıklı olarak birbi­ rini etkileme, birbirine bağımlı olm a d u ­ rumu.



BAĞIMLAYAN a. Dilbil. Bir bağımlılık ilişkisi kuran sözcük ya da sözcüklrüm esi. (Bağımlılık bağlaçları, ilgi adılları, soru adılları birer bağım layandır.)



BAĞIMLI sıf. 1. (Bir kimseye, b ir yö ne ­ time, b ir topluluğa) bağımlı, onun yetkisi, denetimi, yönetim i altında olan topluluk ya da-şey için kullanılır: Yan bağım lı b ir beylik. Dışa bağım lı b ir politika. — 2. (Bir kim seye) bağımlı, m addi ya da manevi yönden bir kimsenin etkisi altında olan; bağımsızlığı, eylem özgürlüğü olm ayan ya da bunu Vitirmiş olan kimse için kulla­ nılır: H iç kimseye bağımlı olmamak. M ad­ di açıdan kocasına bağımlı olmayı istemi­ yor. — 3. Bir ideolojiye, inanca, akıma, eğilime bağlanan kimse ya da etkinlik için kullanılır: Bağımlı b ir yazar. Bağımlı ede ­ biyat. — 4. Tütüne, alkole, esrara bağım ­ lı, onun bağımlılığı akında olan kimse için kullanılır. — C e b .ıD oğrusal olarak bağımlı, bağlı. — D ilbil..Bağımlı tümce, bir bileşik cüm ­ lede bağımlılık ilişkisiyle bir diğer tüm ce­ ye bağlı bulunan tümce. (Bk. ansikl. böl.) — Mad. oc. Bağım lı m aden ocağı, üreti­ minin tüm ü bir m etalürji şirketince satın alınan m aden ocağı. —Topbil. Bağımlı toplum, gelişmekte olan ve bir gelişmiş ülkeyle bağımlılık ilişkisi içinde bulunan bir toplum . — ANSİKL. Dilbil. Bileşik adı verilen cü m ­ lelerin geleneksel çözüm lem esi çerçeve­ sinde bağım lı tüm ce terimi, bir cüm lenin oluşturucu bir kümesini belirtir. Herbiri bir temel fiile bağlı bir işlev yüklenen terim ­ lerden oluşan sözkonusu oluşturucu kü­ me, bağımlılığı gösteren bir biçim birim le cüm leye bağlanır: A li'n in yanıldığını sa­ nıyorum. Özerk tüm celerle aynı d urum ­ da olmama özelliklerinin yanı sıra, bağımlı tüm ce sınıfında yer alan öbekler büyük bir çeşitlilik gösterirler (anlam, işlev, b a ğ ­ layıcı sözcük, kip). Böylece, bağımlı tüm ­ celerin sözdizimsel tutum düzlem inde ad tümcesi, sıfat tümcesi, belirteç tümcesi ya da bağlaçlı yan tüm ce biçim indeki dağı­ lımları ya da dilbilgisel işlevleri bakım ın­ dan niteleme tüm cesi, durum tüm cesi ve belirtm e tümcesi biçim indeki sınıflandırıl­ maları, bağımlı tüm celer yelpazesini ba­ sit sözdisimsel olgular boyutuna indirge­ m e çabasına yöneliktir. Bu da, kimi kez, bağımlı tüm celeri sözcük sınıflarına (söy­ lem bölüm lerine) ya da yalın tüm ce gibi işlem gören terim lere bağlayan çekimsel eşdeğerlik olgusuna dayanarak gerçek­ leşir: İzin verm eni/iznini istiyorum. B a b a ­ m ın gelm esinden/B undan ço k ö nce a n ­ nem çıkmıştı. Bununla birlikte, bu türden değiştirim lere sık rastlanmayışı ve, örne­ ğin, sonuç tüm celeriyle koşul tüm celeri­



bağımlı 1194



ni incelemeyi sağlayacak dilbilgisel işlev sayısının yetersizliği, bağımlı tüm ceyi te­ mel tüm ceye bağlayan biçimbirimin türü­ ne dayalı biçimsel bir sınıflandırmayı seç­ m eye neden olmuştur. Bu sınıflandırma sonucunda iki tür bağımlı tüm ce saptan­ mıştır: bağlaçla bağlanan bağımlı tüm ce­ ler ( -> b a ğ l a ç ); fiilimsilerle bağlanan (ad, fiil tümcesi, sıfatfiil tüm cesi, bağfiil tümcesi) bağımlı tüm celer. ( - * YANTÜMCE.)



— Ed. Dar anlamda ele alınırsa, Jean-Paul -Sartre’ın yapıtlarında en belirgin biçimini bulan bağımlı edebiyat, varoluşçuluğun ve kişiselciliğin etkisiyle, bir ölçüde de marxçılığın ve hıristiyanlığın verileriyle oluşan bağımlılık kavramından ayrı düşü­ nülemeyecek yeni bir kavramdır. Bir yaza­ rın ve ürünlerinin yaşadığı dönemle bütün­ leşmesi günüm üzde de geçerliğini koru­ makla birlikte, edebiyatı hem 'bir nesne gi­ bi görm ek, hem de eylem e dönüşmesini sağlayacak özelliklerle donatmak üstesin­ den gelinem eyecek bir çelişkidir: yaz­ mak, tem elden ö zgür bir eylem dir ve bu eylem yazarı bütün özgürlüklerin sözcü­ sü yapar. Bu görüş, edebiyat ile politika’ nın ilişkisi ve edebiyatın gücü sorununu ortaya koyar. Bu sorun da şu saptam a­ dan kaynaklanır: XIX. yüzyıldan bu yana, batı dünyasında, Rusya dahil, yazar gün­ den güne daha bağımsızlaşmaktadır. Ki­ mi solu (Nâzım Hikmet), kimi sağı (Peyami Safa) seçmiş, kimi tutuculuğa (Dos Passos), kimi faşizme (Marinetti) yönel­ miştir. Fakat bu seçimler, yazarın kişisel kararının ötesinde şu gerçeği ortaya ko­ yar: yazarlık mesleği, bir meslek olması bakımından ister istemez sosyal ve ideo­ lojik bir tanım a bağlansa da, yaratıcı ile iktidar ya da kültür arasındaki ilişki, don­ muş, belirlenmiş, yani kurumlaşmış bir iliş­ ki değildir.



BAĞIMLILIK a 1. Bağımlı olm a duru­ mu; bu durum daki kişi, toplum ya d a şe­ yin niteliği. — 2. Alkol, uyuşturucu, tütün, vb. bağımlılığı, onlara karşı duyulan ve vücutta eksilmeleri durum unda kendini ruhsal ve fiziksel sıkıntılarla gösteren aşı­ rı tutkunluk. — Ceb. Doğrusal bağımlılık, doğrusal ola­ rak bağımlı ya da bağlı bir vektör siste­ m inin karakteri. — Dilbil. Bitmemişliği ve özel bir terimle bağlanması nedeniyle cümle içinde özerk bir işlevi olmayan bir tüm ceyi, kendisine sözdizimsel ve anlamsal bakımdan daya­ nak oluşturan bir başka tüm ceye birleşti­ ren ilişki. (Bu tanımlama, karmaşık cüm ­ lenin oluşturucu öğeleri için kullanılan te­ rim düzeni tem elinde yer alır: temel tüm ­ ce ve bağımlı tümce.) || Bir güden sözcük­ le (örn. bir ad) bir güdülen sözcük (örn. bir sıfat) arasındaki ilişki. |j Bir terimi bağlı bulunduğu bir üst küm eye bağlayan d a ­ ğılım ilişkisi. — ikt. Bağımlılık, bazı ülkelerin ekonom i­ sinin, gelişmiş ülkelerin ekonomilerine ba­ ğımlı durum da olması. (Bk. ansikl. böl.) — Nüf. bil. Bağımlılık oram, bir to pluluk­ ta, çalışmayanların sayısıyla çalışanların sayısı arasındaki oran. — Psik. Belli bir süre alınmadığında, bir­ çok bedensel ya da ruhsal bozukluğa yol açacak ölçüde, bir uyuşturucuya ya da toksikomani yaratan bir m addeye bağımlı olma durum u: A lkol bağımlılığı. (Bk. an­ sikl. böl.) — Tar. Bağımlılık bağları ya da ilişkileri. özgür kişileri, seçtikleri bir öndere bağla­ yan bağlar; bu kişiler, önderin koruyucu­ luğuna karşılık kimi özel görevleri kabul ederlerdi. —Topruhbil. Kendisi ve başkaları üzerin­ de, belli bir otoritenin etkili olmasını kabul­ lenme. —ANSİKL. ikt. Bağımlılığın belirgin özelli­ ği, iki ana ekonom ik grup (gelişmiş eko­ nomiler ile gelişen ülkelerin ekonomileri) arasında ço k b üyük gelir eşitsizliği, ulus­ lararası ölçekte kesin bir işbölümü, servet bölüşüm ünde çok belirgin farklılıklar bu­ lunmasıdır. Kavramı tam bir öğreti haline



getiren “ bağımlılık kuram lan” nca gelişti­ rilen bağımlılık teması, varlıklı ülkeler eko­ nom ilerinin zenginliği ile gelişm ekte olan ulusların yoksulluğu arasında belli bir neden-sonuç ilişkisinin varlığını içerir; hat­ ta, bu anlayış, mantıksal bir sonuca ulaş­ tığında, azgelişmişliği, kapitalist ekonom i­ lerin gelişm ekte olan ülkelere dıştan zor­ la kabul ettirilen egem enliğinin bir sonu­ cu olarak görür. Bağımlılık, başka yönle­ rinin yanı sıra, bir teknik bağımlılık olarak da ortaya çıkar. Bu teknik bağımlılık, ken­ dini temel olarak, sözkonusu iki tip eko­ nom inin üretim araçları, teknik uzmanlık­ ları, mali sermaye kaynakları, karar g ü ç ­ leri arasında bir bakışımsızlık biçim inde gösterir. — Psik. Bir toksikom anda, ruhsal bağım ­ lılık, yeniden uyuşturucu almak için duyu­ lan şiddetli bir gereksinim le kendini belli eder. Bununla birlikte, uyuşturucu kullan­ mayı kesmek (özellikle, afyonlu ya da anfetamin türünden uyuşturucular sözkonu­ su değilse), bedensel bozukluğa yol a ç­ mazsa da, ruhsal rahatsızlıkların doğ m a ­ sına ya da yeniden ortaya çıkm asına ne­ den olur. ( -> KESİLME sendrom u.)



BAĞIMSIZ sıt. 1. (B ir şeyden) bağım ­ sız, hiçbir biçim de başka şeye bağlı ol­ mayan, onunla ilişkisi bulunm ayan, on­ dan ayrı şey için kulanılır; müstakil: Bu iki olay birbirinden bağımsızdır. — 2. Kendi kendini yönetme ve eylem özgürlüğü bu­ lunan, özellikle de kendi gereksinim lerini kendisi karşılayan kimse, topluluk İçin kul­ lanılır: Ekonom ik yö nden bağımsız b ir genç. — 3. Başka bir ülkenin buyruğun­ da olm ayan, iç ve dış işlerinde egem en­ lik haklarına sahip ülke, halk için kullanı­ lır: Bağım sız ülkelerin sayısı g id e re k artı­ yor. — 4. Baskı ya da etki altında kalm a­ dan, tam bir yansızlıkla işlevini sürdüren kuruluş için kullanılır: Bu ülkenin m ahke­ m eleri bağımsızdır. —Ceb. Bağımsız altuzaylar, bir E vektör uzayının, X, e E, olm ak üzere



i,



X; = 0



ise V i için X, = 0 olan ET,.... E„ altuzayları. || D oğrusal olarak bağım sız vek­ törler, bir K-vektör uzayı elemanlarının (X,) i e [1,p] ailesi; öyle ki, K nın X, X, + ... + XpXp = o bağıntısını gerçekleyen bütün X , Xp elemanları için X, = X 2= ... = Xp —0 dır. [(X,) ler E nin bir serbest ailesini oluşturu­ yor denir.] — Dilbii. Bağımsız sıralı tümceler, bir cüm ­ lede, bağımlılık ya da bağlam a ilişkisi bu­ lunmaksızın birbirini izleyen tümceler. (Örn. Geldim, gördüm , yendim.) j| Bağım­ sız tümce, başka hiçbir tüm ceye bağlan­ m ayan ve kendisi de hiçbir tüm ce alm a­ yan tümce. — Güz. sant. Günün yaygın estetik akım­ ları dışında yapıt veren sanatçıya denir. — Huk. Bağımsız bölüm -» BÖLÜM, — ikt. -> OTONOM. — işi. ikt. Sermayesi büyük hissedarlar ta­ rafından denetlenm eyen bir girişimin özelliği. — Mant. Bağımsızlık niteliğine sahip olan belitler için-kullanılır. —Olasıl. Bağımsız olaylar, aynı evrenin iki A ve B olayı; öyle ki, A nın B ye göre ko­ şullu olasılığı, A nın yalın olasılığına eşit­ tir: PB (A) = P(A). || Bağım sız rastlantısal değişkenler, sırasıyla p, olasılıklı x, değer­ lerini ve ğj olasılıklı y j değerlerim almaya elverişli birleşik X ve Y"rastlantı değişken­ leri; öyle ki, X in x, ye eşit olm a ve Y nin y; ye eşit olm a olasılığı p g , dir, — Uluslarar. huk. Bağımsız devlet, ulus­ lararası hukukun kabul ettiği sınırlamalar dışında egem enliği kısıtlanmamış devlet. (Bağımsız devlet, uluslararası hukukun ilk ve asıl kişisidir. Uluslararası ilişkileri yürüt­ m ede tam ehliyete sahip olan bağımsız devlet, uluslararası antlaşmalar yapma, uluslararası örgütlere katılma, diplomasi ve konsolosluk ilişkileri kurma, vb. gibi ko­ nularda tam yetkili ve eylem leriyle işlem­



lerinden doğrudan doğruya sorumludur.) ♦ sıf. ve a. H içbir siyasal parti grub u ­ na bağlı olm ayan parlam ento üyesi. ♦ be. Hiçbir şeye, kimseye bağlı, bağımlı olmaksızın: Bağımsız düşünmek, yaşamak.



B ağım sız s a n a tç ıla r d ern eğ i, 18 8 4 ’te, Paris’te, başında S ignac’ın bu­ lunduğu bir g rup bölmeci ressam tarafın­ dan kurulan dernek. Bağımsız sanatçıla­ rın "S a lo n * ’’ adıyla 18 8 4 ’te düzenlem e­ ye başladıkları geniş çaplı yıllık sergi (jüri ve ödüllendirm e yoktur), derneğin baş­ lıca etkinliği oldu ve yüz yıldan çok süre­ rek günüm üzde de önem ini korudu.



Bağım sızlar, ing. Independants, XVI. ve XVII. yy.’larda İngiltere’de kurulmuş si­ yasal ve dinsel bir tarikata ve bu tarikatın üyelerine verilen ad. (Koyu calvinci olan bağımsızlar, her hıristiyan topluluğunu özerk bir hücre olarak görüyorlardı. XVI. yy.'ın sonlarından başlayarak, İngiltere’ de, Robert Browne’un etkisiyle önem ka­ zandılar. Sayılarının az olm asına ve uğ­ radıkları kovuşturm alara karşın, püriten hareketin en etkin unsurları durum una geldiler. 1649 devrim inde çok önemli bir rol oynadılar ve onlardan yana olan CromweH’in aracılığıyla başarıya ulaştılar. BAĞIMSIZLAŞMAK gçz. f. Bir ülke sözkonusu ise, bağımsız durum a gelmek, bağımsızlığına kavuşmak: Bağımsızlaşan ülkelerin sayısı gittikçe artıyor. ♦ b a ğ ım s ız la ş tırm a k ettirg f B ir ül­ keyi bağımsızlaştırmak, onu bağımsız du­ ruma getirmek, bağımsızlığına kavuşma­ sını sağlamak. BAĞIMSIZLAŞTIRMA a Teknol Bir aygıtın işleyişini özerk hale getirm e eyle­ mi. BAĞIMSIZLAŞTIRMAK -



BAĞIMSIZ



LAŞMAK.



BAĞIMSIZLIK a. 1. M addi, manevi, düşünsel yönlerden başkasına bağımlı ol­ mama; kişisel özgürlük: Gençler daha ço k bağımsızlık istiyorlar. — 2. Yaşadığı toprak üzerinde, bir başka topluluğun, ül­ kenin denetim ve yönetim i altında olm a­ yan, egem en bir toplum un durum u; istik­ lal: B irçok ülkede bağımsızlık savaşları sürmekte. — 3. Bir başka şeye bağımlı ol­ mama: Düşünce bağımsızlığı. Sendikalar siyasal partiler karşısında bağımsızlık is­ tiyor. — 4. Sanatsal düzlem de hiçbir akı­ ma girm eyen sanatçının durum u: Bütün etkenlere karşın sanat yaşamında bağım ­ sızlıktan ayrılmadı. — 5. Siyasal, dinsel bağlardan, dış baskılardan ya da kendi çıkarlarından etkilenm eden tam bir yan­ sızlıkla yargılayan, karar veren, görev ya­ pan kimsenin, grubun niteliği: Bir kararı, bir düşünceyi tam b ir bağımsızlıkla savun­ mak. — Çekird. fiz. Yük bağımsızlığı, etkileşim­ deki parçacıkların taşıdığı elektrik yükle­ rinden bağımsız olarak, nükleer kuvvet­ lerin (ya da güçlü etkileşimlerin) birbirini etkilem e özelliği. — Güz. sant. Sanatsal alanda, hiçbir okula girm eyen, kendini genelde uyulan ya da belirlenmiş kural ve uygulam alarla bağlı saym ayan kişinin durumu. — Mant. Bir belitin, içinde yer aldığı kura­ mın öteki belitlerine dayanılarak tanıtlanamaz olması. |j Bir belitler sisteminin bağım ­ sızlığı, belitlenmiş tüm dengelim li bir ku­ ram da hiçbir belitin ötekilerden {üretile­ memesi. (Bk. ansikl. böl.) —Siyas. bil. Bir grubun, bir iktidarın, vb. başkasına bağlı olmama, her tür bağım ­ lılık ilişkisi dışında özgür kalma niteliği: Sendikaların siyasal partilerden bağımsız lığı. — Bir topluluğun, üzerinde yaşadığı topraklarda, başka bir topluluğun yöne­ tim organlarından bağımsız organlara sa­ hip olması. (Siyasal bağımsızlık, hukuksal bakımdan, devletin iç ve uluslararası ege­ m enliği biçim inde belirir. Ancak, devlet­ ler siyasal, ekonomik ya da askeri yönden bütünleşmeyi amaçlayan bir örgüte katıl­ dıklarında bağımsızlıklarının bir bölümün­



den vazgeçebilirler.) —ANSİKL. Bir A belitinın r gibi bir lis­ tedeki belitlerden bağımsız olması, F U ( 1 A] kümesinin (yani F listesindeki be­ litlerle A nın değmemesinden oluşan kü­ menin) tutarlı olması demektir. Bu durum ­ da r ve 1 A yı doğ ru çıkaran bir yorum bulunabilecek demektir. Örneğin, Eukleid e s ’in beşinci koyutu (postulat), geom et­ rinin öteki belitlerinden bağımsızdır. Ç ün­ kü hem bu öteki belitleri hem de beşinci koyutun değiHemesini doğru çıkaran ("E ukle id e s’çi-olm ayan” geometri deni­ len) bir yorum vardır. B a ğ ım s ız lık n iş a n ı , Tunus'ta, sivil ve askeri kamu hizmetlerini ödüllendirm ek üzere, 1956’da çıkarılan ve 1959’da ye­ niden düzenlenen nişan. Beş rütbe. Be­ yaz kenarlı kırmızı kurdele. (-» NİŞAN lev­ hası.) ■ B a ğ ım s ız lık s a v a ş ı (Amerikan), 17 Ad nisanından 1782 kasımına dek, Kuzey A m erika’daki on üç İngiliz sömürgesini İn­ giltere ile karşı karşıya getiren ve dış des­ tekler sayesinde bağımsız Birleşik Devlet­ le rin kurulmasıyla sonuçlanan silahlı ça­ tışma. (-> AMERİKA BİRLEŞİK DEVLETLE­ Rİ.) 1 774'te, Philadelphia’da toplanan kongrede, çıkar farklılıklarına ve yörecilik eğilim lerine karşın, gene de bütün şi­ kâyetler İngilizler’in adalet duygusuna sı­ ğınılarak yapılıyordu, ingilizler’e ve kong­ rede fiili olarak kurulan hükümetin (Association) devrimci ilkelerini kabul etmeyen­ lere karşı boykot başlatıldı. 1775'te, mi­ lislerle İngilizler arasındaki Lexington çar­ pışmasından (19 nisan 1975) sonra to p ­ lanan ikinci bir kongre, yalnızca, kendi­ lerinin bu işte suçsuz olduğunu kanıtla­ makla yetindi; fakat birtakım siyasi ve idari girişimleri, L ondra’yı isyancılara karşı bir ekonom ik savaş açm aya ve isyanın kısa sürede bastırılmasının yollarını aramaya yöneltti. Bunun üzerine Virglnia, İngiliz va­ lisini kovdu; Ethan Ailen, Ticonderaga'yı ele geçirdi (10 mayıs 1775). 15 haziran­ da, G eorge VVashıngton başkomutanlığa getirildi ve Boston’u kuşattı; kent 1776 martında teslim oldu. Yine de güçler den­ g esi A m e rik a lıla r le h in e d e ğ ild i: "isya n cıla r” savaşa alışmış ıngiliz birlik­ lerinin karşısına, teçhizatı zayıf, devşirme bir milis gücüyle çıktılar. Fransa’da, Franklin'in teşvikiyle gönüllüler toplandı; aralarında La Fayette de vardı. Bunlar Amerikalılar tarafından başlangıçta soğuk karşılandılar, ingilizler yeni topraklar elde ettiler; New York’u, Phıladelphia’yı aldı­ lar; daha sonra Saratoga'da durduruldu­ lar (17 ekim 1777); bu olay, Fransa ile is­ yancılar arasında resmi bir ittifakın d o ğ ­ masına neden oldu (6 şubat 1778). He­ yecan, entrikalarla karşı karşıya kalan A m erika'dan Fransa'ya kaydı ve burada İngiltere'ye karşı bir donanm a gönderm e düşleri kurulm aya başladı. 18 haziranda ingilizler Philadelphıa’yı boşalttılar, ispan­ ya ile Fransa arasındaki Aranjuez antlaş­ masıyla Ispanya’dan sınırlı ve pahalıya mal olan bir destek sağlandı (1779). 1780'de, kont R ochambeau 6 000 tran­ sız gönüllüsüyle Am erika kıyılarına çıktı Tarafsızlar (Birleşik Eyaletler) bu çıkarma­ dan yana gözüktüler ve fransız filoları At­ las okyanusu'nun denetimini ele geçirdi(Grasse kontu). Hain general Benedict Arn old ’un da katıldığı, Clinton ve Cornvvallis komutasındaki İngiliz kuvvetlerinin sal­ dırıları arasında sıkışıp kalan Amerika, VVashıngton ile R ocham beau’nun ortak çabası sayesinde yeniden saldırıya g eç­ meyi başardı. Cornwallis Y orktow n’da teslim oldu (19 ekim 1781). Bu sırada A m erika ile müttefikleri arasında çıkar farklılıkları baş gösterdi. Jay tarafından Fransa'ya karşı için için beslenen kin, Amerikalıları, müttefiklerle yapılan antlaş­ ma ve V ergennes’in arzularının tersine, ingilizler ile ayrı olarak görüşmeye yöneltti (kasım 1782). Versailles antlaşması (ey­ lül 1783) ile Am erika Birleşik Devletleri’ nin bağımsızlığı onaylandı.



B a ğ ı m s ı z lı k s a v a ş la r ı (Latin A m e ri­ ka), Latin A m erika’da İspanyol ve portekiz söm ürge imparatorluklarının yıkılma­ sı ve bugünkü G üney Am erika devletle­ rinin kurulmasıyla sonuçlanan ayaklan­ maların tümü. • Birinci aşam a (1808-1814), Am erika Birleşik Devletleri’nin bağımsızlığı (1783) ile sonuçlanan hareket, Latin Am erika’da, Fransız devrimi ve Fransa İmparatorluğu etkisiyle başlamış uluslararası m ücadele­ lerde yüreklendirici rol oynadı: söm ürge düzeninin kurbanı olan ve g a c h u p in 'lere gıpta eden, söm ürgelerde doğm uş avrupalı aristokratlar (kreoller), Kuzey Am eri­ ka’nın savaşını yakından izlediler ve ayak­ lananlara sağlanan İspanyol desteği ne­ deniyle bu savaşa az çok karıştılar. 1795 Basel a n tla şm a sı’ n dan ve ö zellikle 1808’den sonra, sömürgeci devletle bağ­ ların kopması, ayrılmayı kolaylaştırdı. Nap oleon’un kendisi bile, Jo se p h ’i M exico’ da ya da Lim a’da kabul ettirme girişim i­ nin başarısızlığa uğram asından sonra, G üney Am erika ülkelerinin bağımsızlığı lehine büyük bir “ devrim ci" propaganda­ ya girişti, Böylece, 1808’de, B ou rb o n ’lara bağlılık dönem inin sona ermesiyle bir­ likte ayrılıkçı eylemler başladı: 1811 ’de M iranda ile Venezuela, 1810’da Rio de la Plata kral naipliği; 1811 ’de Şili; M eksi­ ka ’da rahip H idalgo (1811 ’de, başarısız) ve rahip Morelos’un (1813’te, başarılı) yö­ netiminde çeşitli eylemler. Am a tüm bu eylemler başarısızlığa uğradı: 1812 ’de M iranda’nın devrilmesi; 1814’te, Simön Bolıvar ile ikinci bir Venezuela Cumhuriyetı’nın başarısızlığa uğraması; 1815’te M orelos’un ezilmesi; Şili’ nin yeniden ele geçirilmesi. Yalnızca Rio de la Plata ülke­ leri yeniden işgal edilmedi. • İkinci aşam a (1815-1826). 1814 ’te ye­ mden tahta ç.kan Ferdinand V ll’nin hata­ ları, gerici siyaseti, A B D ’nin ve ingilizler’ n yerel isyanlara sağladıkları destek, 1817’den başlayarak Yeni G renada’da mücadeleyi kızıştırdı: 1821’de Bolıvar bu topraklarda Büyük Kolom biya Cumhuriyeti’ni ve 1821 ’de Venezuela Cumhuriyeti’ni kurdu; sonra güneye doğru yürüdü ve C arabobo zaferinin (24 haziran 1821) ardından Ekvator’u Büyük Kolom biya’ya kattı. Buna koşut olarak Jose de San M ar­ tin. 1816’da Rfo de la Plata’nın bağımsız­ lığını ilân etti. 1817’de 4 200 m yüksek­ likten A n d la r’ı aşarak ve amiral Cochrane komutasındaki İngiliz donanmasının desteğiyle Şili’yi kurtardı; Peru’yu ele ge­ çirdi ve bu ülkenin bağımsızlığını ilan et­ ti, Öte yandan, general iturbide M eksika’ yı ayaklandırdı, 18 2 2 ’de burada im para­ torluğunu ilan etti. 1823 ’te ülke, bu ihti­ raslı adam dan kurtuldu ve federal bir cum huriyet oldu; 1824’te de Guatemala federal cum huriyet biçimini aldı. Guayaquil görüşm esinden (temmuz 1822) sonra, San Martın, Bolıvankarşısında bozguna uğradı. Bu sırada, v ukarı Pe- § ru ’da Bolıvar’ın yardımcılarından Sucre ! tarafından kazanılan Ayacucho zaferiyle J ispanyollar büyük bir yenilgiye uğradılar J (9 aralık 1824). 1 Castlereagh’ın karşı çıkışı, Aachen -3 kongresi’nden sonra, çarın A vru pa ’nın müdahalesi düşüncesinden vazgeçm esi­ ni sağladı. ABD başkanı Monroe, Ingilizler’ın ortak siyaset önerisini reddetm ekle birlikte, 2 aralık 18 2 3 ’te Am erikan kongresi’ne sunduğu ve “ Monroe d oktrini"ni ortaya koyduğu bildirisinde, İngiltere’nin desteğini beklediğini belirtti: "Bağımsızlı­ ğını kazanmış olan ve onu sürdürm ek is­ teyen Am erika kıtaları, gelecekte asla bir Avrupa devletinin söm ürgeleri haline g e ­ lebilecek ülkeler olarak görülm em elidir.” İspanyol sömürgelerinin özgürlüğe ka­ vuşmasıyla Britanya dış ticaretine yeni pa­ zarlar açıldığını gören İngiliz hükümeti, Latin A m erika’da büyük bir konfederas­ yon kurulmasından korkarak, Brezilya ile Arjantin’i, 1826’da Bolıvar tarafından topianan Panama kongresi’ne katılmamaya ikna etti. M ıranda’nın bir düşüncesini ye­



■ M arie M o n tre a l Champlafn g ö lü



}



> C r o w n l P o in t tT ıc a frd e ro g a



! 1 I



L e xin g to n



>gjİ J y y 1775 Bojs to rj*



«j



NEVV Y O I



R ocham beau



PENNjSYLVANİA ; (



V a /ley F ö rg e



\



7 1



177^-78^1



N e v v p o rt



P rin c e to n , 1777 T re n to n , 1776



Rochambeau / 1781



1778



La Gayette*® \



1781



Y o rk to w n , K U Z E Y Ç A R O L İN A



sfe \



g



% d e G rasse



/



% 1781



\ 'C



/C lin to n



O N E Y C A R O LİN A



C h a rîte s to n



j



\tz



® ımmmmı



o rn v v a llis



\ S avannah.



1778



S 1 A u g u s tin e



1 2 3 4 5 6



N E W H A M P S H IR E M ASSACHUSETTS C O N N E C T IC U T R H O D E IS L A N D N E W JE R S E Y D E L A VVA R E



niden ele alan Bolıvar, geniş bir amerikan konfederasyonu düşlüyordu. ABD, ken­ disini örnek alan bu tasarıya önceleri olumlu yaklaştıysa da birlik çabasını des­ teklem edi; çünkü Güney eyaletleri, yeni cumhuriyetlerin köleliği kaldırmalarından korkuyorlardı, Panamâ kongresi’nin ba­ şarısızlığa uğraması üzerine, Latin Am e­ rika bölündü. Yavaş yavaş Venezuela (1830), Ekvador, sonra da Orta Am erika Birleşik eyaletlerinin Bolfvar yönetiminde­ ki Büyük Kolom biya’dan koptukları görül­ dü. • Brezilya örneği. Latin Am erika’nın öbür bölgelerinden farklı olarak Brezilya, ba­ ğımsızlığını barışçı bir devrim le elde etti. Fransız işgali sırasında Portekiz krallık ai­ lesi Brezilya'ya sığındı; kral Joâo VI A v­ ru pa ’ya, ancak 1821 'de geri döndü; Bre­ zilya’da bıraktığı oğlu Pedro, önde gelen Brezilyalılar ın teşvikiyle, meşruti im para­ tor unvanını alarak, 1822 ’de ülkesinin ba­ ğımsızlığını ilan etti; Portekiz, 18 2 5 ’te, In­ giltere’ nin baskısıyla bu bağımsızlığı ta ­ nıdı. • Dolaysız sonuçlar. İspanyol Am erikası’ om ekonom ik potansiyeli, 1810 ’daki d ü ­



17 7 5 ’te onüç İngiliz sömürgesi İngilizler İn gilizler'in başarısı Amerikalılar



G E O R G İA



C a m p b e ll



A TLAS



O K Y A N U S U #



Û o rn vvallis'



d 'E s ta in g



e Barras



/V İR G İN İA %



VVashington ordugâhı A m erikalılar’ ın başarısı Fransızlar



AMERİKAN BAĞIMSIZLIK SAVAŞI (1775-1782)



Amerikan bağımsızlık savaşının sonunu belirleyen Y o r ta n çarpışması (19 ekim 1781) Auguste Couder’nin eskizi (1836'ya doğr.) musee de la Cooperatm franco-americaine, B le m o urt



Bağımsızlık savaşları 1196



zeyin % 60 ı kadardı. Anglosakson Am e­ rika ile orantısızlık daha d a büyürken, nü­ fus artışı durgunlaştı ya da çok düşük dü­ zeyde kaldı. Ayrıca, İspanyolların kıtadan uzaklaştırılmaları ve göçlerin sona erm e­ si, maden ocaklarının, ticaretin ve yeni ku­ rulan im alathanelerin durm asına neden oldu; karışıklıklardan büyük ö lçüde etki­ lenen kentler ve kentlerin seçkin tabaka­ ları güçlerini yitirdiler; nüfus kırsal kesim­ lere kaydı. Ticaret özgürlüğü yeni devletlere retah getirm edi; çünkü Latin Amerika, ham ­ m adde kaynağı olmaktan çok, Avrupa' nın işlenmiş ürünleri için bir pazar d uru ­ m undaydı ve iktisadi ilişkilerde ana dev­ let rolü Ispanya’dan Ingiltere’ye geçm iş­ ti, _ Öte yandan, eski siyasal ve toplumsal düzenin birliğini sağlayan tem el öğeler olan devlet yönetim i ve Kilise derinden sarsılmışlardı; çoğu İspanyol kökenli olan devlet mem urlarının hemen hem en tü­ müyle ortadan kalkmaları, yeni devletleri güçsüz bıraktı. Krallığın koruyuculuğu ile ispanya tah­ tına bağlanan Kilise, yeni rejimleri hemen tanımadı. Ölüm ler ya da İspanyol pisko­ poslarının gitmesiyle boş kalan birçok pis­ koposluk makamı, 1840'lara kadar doldurulamadı. Bununla birlikte Kilise, halk üzerindeki büyük nüfuzunu korudu. Çoğu kez bağımsızlığın itici gücü olan seçkinler, çatışmadan sayıca azalmış çık­ tılar; eskiden bir kast sistemiyle saf dışı bı­ rakılan melezler, savaş içinde, toplum içinde yükselm e olanağı buldular ve bir­ çoğu o rdu d a b üyük mevkiler elde etti. Yerlilerin durum u ise tersine kötüleşti: ga­ lipler yasalar karşısında tüm yurttaşların eşit olduğunu kuramsal olarak ilan ettiler; am a bunun uygulanması ilçe yöneticile­ rinin insafına bırakıldı; önceleri Kilise ve kral tarafından az çok korunan yerliler bundan da yoksun kaldılar. Hüküm et dü­ zeyinde, Ispanya kralına bağlılığın orta­ dan kalkması yasal düzeyde de bir boş­ luk yarattı; anayasalarda çoğu A B D ’den esinlenmiş temsil kurumlarına yer verildiy­ se de, gerçek iktidar toplum sal ve askeri güçlerdeydi. Geleneksel oligarşinin üye­ leri ve bağımsızlık savaşlarından yetişme askeri önderler, ülkelere göre değişen oranda iktidarı paylaştılar: bunun sonu­ cunda hükümet darbeleri arttı. Ulusal top­ raklar, ilçelerde ve bölgelerde siyasal ve toplum sal yaşamı yöneten güçlü kişiler­ ce (ca ciq u e ’ler ve caudillo ’lar paylaşıl­ dı.



lenebilir. (Başka bir deyişle, iki nesne ara­ sındaki her bağıntı, bu nesnelerin içsel özelliklerine dayanılarak çözüm lenebilir. Bu açıklama, m etafizik düzeyde şu de­ mektir: "ge rçi, bağıntılar anlıkta var olan şeylerdir, ama bu, onların temeli ve ger­ çekliği yoktur dem ek d e ğ ild ir" [N ouveau x Essais sur l ’entendem ent humain, 2, 12, 3], Russell, Leibniz’in bu görüşünü, felsefede dogm atizm in temeli olarak g ö ­ rüp sert bir biçim de eleştirdi.) — ikt. Davranış bağıntıları, ekonom etrik m odel kurm ada iktisadi birim lerin tercih­ lerini (tüketicilerin, tüketim ile tasarruf ara­ sındaki tercihlerini, işletmelerin yatırım ka­ rarlarını) belirleyen ilişkiler, jj M uhasebe bağıntıları, iktisadi birim lerin hesapları üzerindeki denge sınırlamasıyla, davra­ nışların bütününde tutarlılık sağlayan iliş­ kiler. || Tanımsal bağıntılar, kuramsal ya da kurumsal düzeyde anlamlı, ara değiş­ kenler oluşturmayı sağlayan ilişkiler. — istat. Fonksiyon bağıntısı, doğrusal bir fonksiyonun x değişkeninin tüm olanaklı değerlerine bağlı olarak y değerleri sıra­ landığında, x in her değerine, aynı fonk­ siyonun y değişkeninin bir değeri karşı­ lık geldiği duru m d a sözkonusu olan ba­ ğıntı. |j Rastlantısal (stokastik) bağıntı, rast­ lantısal bir değişkenin olasılığının öteki de­ ğişkene ilişkin değerin fonksiyonu oldu­ ğu bağıntı: x in her değerine y nin bir böl­ ge ya da aralıkta bulunan birçok değeri karşılık gelir. — Küm. kur. ve Mant. Kimi eşitliklere ve­ rilen ad. -n tane E,, E2 E„ kümesi için E, x E 2 x ... x E „ çarpım kümesi üzerinde­ ki özellik,yani x, e E ,, x 2 e E 2,..., x „ e E„ olm ak üzere (x-, x 2 x „) n illerinin özel­ liği. |j B ir E küm esi üzerinde bağıntı, i ve j sıfırdan farklı doğal tam sayılar olm ak üzere, E' kümesinden Er kümesine bağın­ tı. — Mant. Bağıntılar hesabı, bağıntılar ku­ ramının, verilen bağıntılardan yeni bağın­ tılar kurulmasını sağlayan fonksiyonları yöneten biçim sel yasaları belirleyen bö­ lümü. || Bağıntılar kuramı, m odern m antı­ ğın bağıntılar hesabıyla değişik bağıntı türlerim ve bunların genel özelliklerini in­ celeyen temel dalı. (En çok incelenen ba­ ğıntılar arasında, eşdeğerlik ve derece bağıntıları sayılabilir.) —Topbil. Toplum sal bağıntı, karşılıklı et­ kileşimin biçimini belirleyen kimi nesnel ve toplum sal koşullardan dolayı bireyler ya da toplum sal gruplar arasında var olan bağ.



B A Ğ IN a. (bağ'dan). 1. inş. ve Bayınd. Kazı sırasında toprağın göçm esini önle­ m ek için enlem esine yerleştirilen ahşap ya da çelik parça. (Eşanl. İKSA.) — 2. Sağ­ lam olmayan duvarları desteklemek ya da bir açıtta aynaları yerinde tutm ak için ah­ şap dayanaklarla enlemesine kurulan dü­ zen. || Bağın vurmak, kazı yerini bağınlarla desteklemek.



B A Ğ IN T IL I sıf. Başka bir şeyle karşılık­ lı ilişki içinde olan. — Fels. Bağıntıyla ilgili olan. — Oftalmoi. Bağıntılı refleks, bir göze ışık g önderildiğinde öteki gözbebeğınde de beliren refleks. (Karanlıkta kalan gözün bebeği de küçülür, am a öbürününkine göre az küçülür.)



B A Ğ IN T I a. iki ya d a daha ço k şey ara­ sındaki karşılıklı ilişki: N eden sonuç b a ­ ğıntısı. — Fels. Aristoteles'e göre, bağıntılı varlık­ ların kategorisi. || Kant'ta, dört kategori­ den biri; öz ile ilinek, neden ile etki ve kar­ şılıklılık bağıntısını kapsar. Bu bağıntıları da, kategorik, koşullu ve ayrıklı yargılar karşılar. |j H eg e l’de, g erçe k olarak farklı terimleri, temel bir birlik içinde, birbirıyle bağıntılı kılan hareket: “ G örüngünün (fe­ nomenin) gerçek varlığı, özsel (temel) ba­ ğıntıdır (alm. Verhâltnis). içeriğinin, dolayımsız bir özerkliği vardır [...]. Bu özerk­ likte, bir görece içerik de bulunur ve bu içerik, salt olarak ancak ötekindeki yan­ sıma olarak kavranabilir [...]; bu ötekinde­ ki yahsıma ise, kendinde yansım adır" (Wissenschaft d e r Logik, "W e se n ", 2,3). || iç bağıntılar ilkesi, Leibniz'in ileri sürdü­ ğü ilke. Buna göre, a ve b gibi iki nesne arasındaki her bağıntı, a v e b ’den her birinin, sırasıyla P ve Q özelliği taşıdığını belirten iki önerm eye dayanılarak çözüm­



B A Ğ IR , -ğ rı a. (esk. türkç. bağır, kara­ c iğ e r’den). 1. Göğüs, sine: Göğsü, b a ğ ­ rı açık. Bağrını yum ruklam ak. — 2. Vücut boşluğunda bulunan iç organların ortak adı; ahşa: Bağrını deşr k. — 3. Dağın yamacı. — 4. O k yayım . orta bölümü. — 5. Ed. Bir şeyin bağrı, onun içi, derinli­ ği: A nadolu'nun bağrından ko pu p gelen­ ler. — 6. Esk. Karaciğer: "... öyken ve ba­ ğır ve yürek ve b ö g re k” (Tefsir-i Ebilleys tercüm esi, XV. yy.). — 7. Esk. Yürek: “ Bûstân-ı d eh r içinde var mı ey d il çün e nâr / B ir lebi handan ki bağrı d opdolu kan o lm a ya ” (Lamıi, XV. yy.). — 8. B ağır yeleği, eskiden zırh altına giyilen, köse­ leden yapılmış kolsuz yelek. |[ Bağrı baş­ lı, yüreği yaralı,, yaslı: “ Dili pür-derd ü gam gin bağrı başlu” (Larendi, XV. yy.), [esk.] || Bağrı göçük, zayıf, çelimsiz kim­ seler için söylenir. || Bağrı kara, kahır çe k­ miş, kederli. || Bağrı katı, acımasız: “ ...olur bağrı katılarun ağzı s ü s t" (Hoca Mesut, XIV. yy.), [esk.] || B ağrı kü l olmak, ço k acı çekm ek, dayanm a gücü kalm am ak. ||



B A Ğ IN T IC IL IK a. Fels. -> GÖRECELİK.



Bağrı yanık, dertli, acılı kimseler için kul­ lanılır: Bağrı yanık baba, derd in i kimse­ ye anlatamamış. || B ağrı yanm ak, aşırı öl­ çüde susamak; acı ve üzüntü duym ak. || Bir kimseyi bağrına basmak, onu sevgiyle kucaklam ak: Oğlunu bağrına basıp se­ vinçten ağlamıştı; korumak, ona ilgi ve sevgi göstermek: Gönderin,bağrımıza ba­ sar, yanım ızdan ayırmayız onu. Jj B ağrı­ na işlemek, bağrını delmek, bir olay söz­ konusuysa, ondan aşırı ölçüde etkilen­ mek, üzülmek: Ç ocukluğundaki acılar bağrına işlemişti, unutabilir m iydi hiç? || Bağrına taş basmak, herhangi bir acıya sessizce katlanmak. || Bağrını ezmek, yü­ reğini yaralamak: “ Yavrum ala gözün süzer/Bülbül g ib i bağrım e z e r" (Kâtibi, XVII yy.), [esk.] || Bağrını hun etmek, acı çek­ tirmek, büyük bir üzüntü verm ek (esk.) — Anat. G öğüs kafesinde ve karın boşlu­ ğunda bulunan organların tümü; iç or­ ganlar. (-> İÇORGAN.) — Embriyo!. Bağır plevrası, omurgalıların genel vücut boşluğu epitelyumunun ıç or­ ganlara ait bölüm ü. (Sindirim sisteminin bağ, kas [yutak bölgesi dışında genellik­ le düz kaslar] ve seroza örtülerim oluştu­ rarak sırt ve karın mezenterleri halini alır ve bu sistemi yerinde tutar.) —Tar. B ağır yeleği, askerlerin zırh altına giydikleri kösele yelek. (Zırhın vücudu ze­ delememesi için gömlekle zırh arasına gi­ yilirdi.) — ANSİKL. "B a ğ ır” sözcüğü eski türkçede karaciğer anlamına geliyordu. Eskiden karaciğerle ilgili görülen acımak, üzülmek gibi duyguların yürekle, ciğerle ilgili gö­ rülmesiyle anlam kayması olmuş, sonun­ da bütün bu organları içine alan göğüs boşluğu ve göğüs anlam larında anlam genişlem esine uğramıştır. B A Ğ IR D A K ya da B A Ğ IL D A K a Yörs. 1. Bebeği kundaklarken, kundağın açılmaması için göğüs çevresine sarılan enli, bez şerit. — 2. Beşikteki çocuğun düşmemesi için göğsünden ve ayakların­ dan sarılan enli kuşak. (25-30 cm eninde, 1 m boyunda olur, uçlarında birer metre uzunluğunda kaytanları bulunur. Eskiden ipekten, sırma işlemeli ve astarlı olanları da vardı.) — 3. Islaklığı emmesi için be­ beklerin altına bağlanan pam uklu bez. — 4. Kadınların kullandıkları âdet bezi, âdet bağı. B A Ğ IR M A a. Bağırm ak eylemi. Zool. Ses, sesaltı ya da sesötesi frekanslı titre­ şimlerin yayılmasına ve algılanmasına da­ yanan hayvanlararası bildirişim biçimi. — ANSİKL O m urgalılarda ( balinalar gibi suda yaşayan om urgalılar da bunlar ara­ sında yer alır), ses, hemen hemen her za­ man titreşim de bulunabilen solunum yol­ ları öğeleri üzerinden geçen bir hava akı­ mıyla çıkarılır: bu kuralın dışında kalan en lyi'bilinen örnek, gagasını takırdatarak bil­ dirişimde bulunan leylektir. Hayvanlarda, havaya (yarasalar) ya da suya (balinalar) sesötesi nitelikli seslerin yayılması, birey­ lerin birbirleriyle haberleşm esinden çok sesler aracılığıyla çevreyi tanımalarına, birbirlerinin yerini belirlem elerine olanak verir. Om urgasızlarda ses işaretlen, elitralar birbirine sürtülerek (cırcırböceği, çe­ kirge) ya da bir beden boşluğu üzerinde gerili bulunan karın zarları aracılığıyla, vb. çıkarılır. B A Ğ IR M A K gçz. f. (bağır, c iğ e r’den). 1. Bir kimse söz konusu ise, sesini yük­ seltmek, özellikle de sinirlilik, öfke, bıkkın­ lık, vb. nedenlerle yüksek sesle konuş­ mak: O ka da r ço k gürültü vardı ki b irb iri­ m izi duym ak için bağırm ak zorunda kal­ dık. Bağırmanıza g erek yok, sağır d eğ i­ lim! — 2. Bir kimseye bağırmak, onu azar­ lamak: Camı kardeşim kırdı, ama babam bana bağırdı. — 3. Kesintisiz bir ses çıkar­ mak; yoğun bir duygunun, duyum un et­ kisiyle çığlıklar atmak (bu duyguyu, du­ yum u belirten bir tüm leçle kullanılabilir): Acıdan, sevinçten, zevkten bağırmak. Hasta sabaha kadar bağırdı. — 4. Renk



sözkonusu ise, çiğ olmak: Bağıran b ir ye­ şil. — 5. Bir yerdeyim diye bağırmak, bir nesne sözkonusuysa, apaçık ortada, gez önünde olmak: A nahtar masanın üs­ tündeyim diye bağırıyor, ama sen görm ü­ yorsun. — 6. Bağıra bağıra, haykırarak, yüksek sesle: Bağıra bağıra ağlamak. Ba­ ğıra bağıra konuşmak. || (Bir kimseye) b a ­ ğ ırıp çağırmak, kızgınlıkla, öfkeyle ağzı­ na geleni söylemek, ♦ b a ğ ırtm a k ettirg. t. B ir kim seyi b a ­ ğırtmak, onun sesini yükseltmesine, öfke­ lenm esine neden olmak; onu kızdırmak: Kes artık, bağırtm a beni. Ç ocuğu bağırt­ m aktan vazgeç. ♦ b a ğ rılm a k edilg. f. (bağır-ıl-mak > bağrılmak). Bağırmak eylem ine konu ol­ mak; azarlanmak: Büyüklere bağrılır mı h iç? ♦ b a ğ rış m a k işt. f. (bağır-ış-mak > bağrışmak). 1. Birlikte ya da karşılıklı ola­ rak bağırmak: Kadınlar bizi görünce b a ğ ­ rışarak kaçıştılar. — 2. Bağrışa çağrışa, büyük bir gürültüyle: Bağrışa çağrışa odaya doluştular.



■ BAĞIRSAK ya da BARSAK a 1. Anat. Sindirim sisteminin m ideden anüse kadar uzanan ve incebağırsakla kalınba­ ğırsaktan (kolon) oluşan bölümü. (Bk. an­ sikl. böl. Anat.) — 2. Bağırsak kazıntısı, ka­ lınbağırsakların hasta olması durum unda çıkarılan sümüksü m adde. || Bağırsakla­ rını deşerim, çok kızılan birine söylenilen korkutm a sözü (arg.). — Eczc. Bağırsakta çözünen ilaç, ancak bağırsakta eriyen hazır ilaç (kapsül, jelül, vb.). — Karş. anat. Sindirim aygıtının önbağırsakla sonbağırsak arasındaki bölümü. (Bağırsak em briyonun içderisinden, önbağırsak ve sonbağırsak dışderisinden oluşur.) || Anusu olan hayvanlarda sindi­ rim aygıtının son bölümü. Sindirim aygı­ tının ön bölümüne değişik adlar verilir: yu­ tak, yem ek borusu, kursak, işkembe, bör­ kenek, m ide, kırkbayır, şirden, yardımcı karıncık, katı, vb. Bu terim ler arasında tam bir eşdeşlik yoktur — Kasapl. Bazı şarküteri ürünlerinin yapı­ mını ve korunmasını sağlayan silindir b i­ çim indeki kılıf. —Tıp. Bağırsak düşüklüğü, enine kalın­ bağırsağın, bağ gevşemesi nedeniyle sarkması. (Bağırsak düşüklüğü, kadında gebelikten ve hızlı bir zayıflamadan son­ ra görülür; genellikle hiçbir rahatsızlık ya­ ratmaz.) —'Vet. Bağırsak iltihabı ENTERİT —Zool. Bağırsak kurdu, omurgalıların ve çoğunlukla da İnsanın sindirim borusun­ da yaşayan asalak solucan (özellikle yap­ rak solucanlar, şeritler ve ipsi solucanlar). [Eşanl. SO LUCAN ] — ANSİKL. Anat. Incebağırsak aşağı yuka­ rı 7 m uzunluğundadır; koledok ve pank­ reas kanallarının açıldığı sabit bir bölüm ­ le (duodenum ya da onikiparmak bağırsa­ ğı) kangal biçim inde üst üste yığılı 15-16 büklüm yapan ve bağırsak kıvrımları d e ­ nen uzun bir bölüm den (jejunum-ileum) oluşur. Bu kangalın her kolu öbürüne ko­ şut bir yön alarak birbirine değen birer U oluşturur. Bağırsak kıvrımları m ezenter yaprakları denen perituan (karınzart) bağ­ larıyla karın çeperine bağlanır, incebağırsağın mukozası m em ecik biçim inde p ü ­ tü rle rle doludur; bunların içinde mukus salgılayan mukus bezleri ve bağırsak öz­ suyu salgılayan hücreler bulunur. Kas göm leğinin İçinde, bağırsak kasılmaları­ nı otom atik olarak sağlayan sınır ağı yer alır. incebağırsak ritmik kasılmalar ve dikey hareketlerle içindekileri yoğurup türdeş­ leştirir, sığamsal hareketlerle de onların ilerlemesini sağlar, incebağırsağın iç yü ­ zeyi pankreas enzimleriyle bağırsak en­ zimlerinin etki gösterdiği alandır. Yiyecek­ ler burada Incebağırsak pütürlerince emi­ lip kana ve lenfe karışabilecek kadar kü­ çü k parçalar haline getirilir.



— Karş. anat. Om urgalılarda "bağırsak" terimi, m ide kapısından sonra gelen ve salgı bezi niteliğinde ve emici tek katlı bir epitelyumla kaplı olan arka bölüm için kul­ lanılır. Balıkların ve amfibyumların pek ço­ ğun d a şrta bağırsak ve art bağırsak gibi bir ayırım yoktur. Bununla birlikte kimile­ rinde çap değişikliği olabilir (o zaman, incebağırsak ve kalınbağırsak diye ayırım yapılır), spiral kapakçık olm ayabilir (kıkır daklı balıklar) ya da birçok körbağırsak bulunabilir. Yalnız mem elilerde, özellikle Brünner salgı bezlerine bakılarak ayırt edilebilen bir onikiparmak bağırsağı bulu­ nur. Art bağırsak (memelilerde kalınbağır­ sak), içderi ve/ya da göden kökenli dışkılığa* açılır. — Kasapl. Şarküteride hem doğal bağır­ sak, hem de sentetik ve yapay bağırsak kullanılır. Doğal bağırsak, kasaplık hay­ vanların (sığır, davar, domuz) bağırsak­ larının çeşitli bölümlerinden çıkarılır. Bun­ lar çaplarına ve niteliklerine göre birbirin­ den ayrılır. Bağırsaklar m ezbahalarda iç­ leri boşaltılıp özenle tem izlendikten son­ ra, çaplarına göre ayrılır ve tuzlanır. Sen­ tetik bağırsaklar, selülozdan ya da plas­ tik m addelerden yapılır. Yapay bağırsak­ lar da, yine hayvanlardan elde edilen ama işlenerek değişik bir hale getirilen m alzem elerden (post ve deri kırpıntıları) üretilir. — Patol. Bağırsakta çeşitli hastalıklar g ö ­ rülebilir. Bunların bazıları bağırsağa öz­ belirtilen adrese gönderiniz. Yüz b in lira­ güdür: enterit, dizanteri; bazılarıysa baş­ lık b ir bağış. — 2. Ed. iyi niyetler besledi­ ka hastalıklar (tifo, gastrit vb.) sırasında or­ ği düşünülen bir şeyin lütfü: Bu m eyve­ taya çıkar. Bağırsakta kabız, ishal, fıtık, tı­ le r doğanın, toprağın bağışıdır. Tanrı'nın kanma, ur gibi hastalıklar da görülebilir. bağışı. Bağırsak aynı zam anda çeşitli asalakla­ rın yerleşim yeridir: yuvarlak ve yassı so­ BAĞIŞÇI a. Bağış yapan kimse. lucanlar, am ipler vb. Bağırsağın ve has­ ■ —Güz. sant. Dinsel bir resim, bir vitray, talıklarının incelenmesi mide-bağırsak bi­ vb. bağışlarken bu yapıt üzerine kendisi­ liminin (gastro-enteroloji) konusudur. ni resmettirten kişi (özellikle O rtaçağ'da). [Bk. ansikl. böl.] BAĞIRSAKOTU - FAREKULAĞI



BAĞIRSAKSOLUCANI -



ASKARİS



BAĞIRTI a. Bağırma sırasında çıkarılan ses; çığlık: Bağırtıları üç ev öteden d u y u ­ luyordu.



BAĞIRTKAN sıf. Bağırıp çağırmayı alış­ kanlık edinm iş kimse için kullanılır.



BAĞIRTLAK a Hazar denizi’nden Mo­ ğ olistan'a kadar çöl ya da bozkır bölge­ lerinde yaşayan büyük kuş. (Böcek ve ta­ ne yiyerek beslenir. Pterocles cinsi üye­ lerine benzer, ama ayaklarında sadece tüylü 3 parm ak bulunur. (Bil. a. Syrraptes paradoxus, çöltavuğugiller familyası.) [Eşanl. BOZKIR TAVUĞU ] BAĞIRTMAK -



BAĞIRMAK.



BAĞIŞ a. 1. Kendi malı olan bir şeyi ken­ di isteğiyle, karşılıksız olarak bir kimseye, bir kuruma, bir kuruluşa vermek, bırak­ mak eylemi; bu biçimde verilen şey ya da para; hibe, teberru: Hayır kurumlarına ba­ ğışta bulunmak. Bağışlarla oluşturulan bir kitaplık. Kan bağışı. Bağışlarınızı aşağıda



incebağırsak I. Apandis; 2. Körbağırsak; 3. Mezenter; 4. Sağ kolon; 5. Enine kalınbağırsak; 6. Duodenum (onikiparmak bağırsağı); 7. Pilor; 8. Mide; 9. Büyük mezenter toplardamarı; 10 Üst mezenter atardamarı; II.Jejunum ; 12. ileum; 13. incebağırsak.



incebağırsak çeperi 1. Boylamasına lif; 2. Enlemesine lif; 3. Kapalı folikül (lenf'düğümü); 4. Epitelyum; 5. Pütürler; 6. Mukozaaltı.



— ANSİKL. Hıristiyanlıkta, tapınaklara ba­



ğışlanan bir yapıtta kendini resmettirme geleneği çok eskidir. Bağışçı, çoğu za­ man, ana sahnenin yan tarafında göste­ rilir. Buna uygun olarak, papa Felix IV, Santi C oşm a e Dam iano kilisesi'nin (Ro­ ma, VI. yy.) m ozaiklerinde görülmektedir; onu izleyenlerden Pelaglus II, Symmachus ve Honorius, Johannes IV, Stephanus III ve Paulus I, ZachaTias, Paschalis, Leo III de (IV.-IX. yy.) Roma' nın çeşitli ki­ liseleri için resimlerini yaptırttılar. Aynı bi­ çim de, piskopos Eufrasius'un Parenzo’ da, iustinianos ve Theodora'nın Ravenna'da, Rapiza'lı Beno ve eşinin Roma’nın San e lem ente kilisesi'nde (XI. yy.) resim ­ leri vardır. Bu gelenek, kuyum culukta (Doc Faliero, V enedik'teki Pala d 'O ra üzerinde), m inyatürde (Germen im para­ toru Heinrich III, M a d rid ’deki Speyer inc/Z/’nde), vitrayda (Suger, Salnt-Denis’de), heykelcilikte (Atak Philippe, D ijon’daki C ham pm ol'un giriş kapısında) sür­ dü, am a özellikle resim de uygulam a bul­ du; örneğin: Fla nd re 'd a J. Van Eyck'te



Aziz Bernardin ve iki bağışçı (kral Rene’nin ilk karısı Isabelle de Lorraine ve oğulları Jean de Calabre olabilir) Avignon okulu, XV. yy. Güzel sanatlar müzesi, Marsilya



bağışçı bağışıklanma) ya da aşılanma sonucu ya­ pay ve doğal olabilir (bunda etkisizleşmiş m ikrop ya da onun ürünlerinden biri has­ talık yapıcı etkenin yerim alır). Bağışıklan­ ma, gebelik sırasında anadan çocuğa pa­ sif olarak geçer, sonra ana sütüyle ya da serum tedavisiyle de geçebilir (bağışık bir kişinin antikorunun yeni bir kişiye aktarıl­ ması). Aktif bağışıklanmanın süresi anti­ jenin cinsine, yoğunluğuna ve bu antije­ nin bağışıklık yaratıcı hücrelerle temas sa­ yısına bağlıdır. Bu param etreler arttıkça süre de uzar (rapel aşılar). Pasif bağışıklanm ada korum a süresi vericinin verdiği antikorların alıcıdaki yaşama süresi kadar­ dır.



BAĞIŞIKLA Y IC I sıf. Bağışıkbil. Bağı­ şıklık tepkim esi uyandırabilecek her çe­ şit m adde ya da yöntem e ddnir.



BAĞIŞIKLIK a. 1. Biç yükümlülüğün dı­



bağışçı Lievin Van Pottelsberge'nin Gerard Horenbout tarafından yapılan portresi Güze! sanatlar müzesi, Gent



(Gent’te, Kutsal kuzu adındaki m ihrap ar­ kalığı üzerinde Joos Vijd; şansölye Rolin' in M adonna'sı, Louvre'da; Piskoposluk meclisi üyesi Van d e r Paele'in M adonna' sı, Bruges’de), Van der VVeyden’de (Midd e lb u rg 'u n doğum u, Berlin’de; ikisi de büst biçim inde olm ak üzere, bir bağışçıy­ la çocuklu bir M eryem ’i bir arada göste­ ren çeşitli kitap kapları); Van der G oes’ da (Üçkanath Portinari tablosu, Floransa’ da); M em ling’de (Üçkanath Floreins ta b ­ losu, Bruges’de; Floreins ailesi M eryem ’in ayakları dibinde, Louvre’da; Üçkanath M oreel tablosu, Bruges’de); Jean Belleg a m b e 'd a (Çokkanatlı Teslis tablosu, D ouai’de) görülür; Fransa’daysa N. From ent (Aix'_te, A levli çalılar'da kral Rene), Fouquet (Etıenne Chevalier, Berlin’de), le Maitre de Moulins (Üçkanath Moulins tab­ losunda Beaujeu ailesi), Villeneuve-les -A vignon'un (Louvre'da) ve Nouans'ın Acım a tablosu; Alm anya’da, K. Witz (Ce­ nevre’deki, M eryem 'in akrabalık bağları tablosu), Holbein (Belediye başkanı Meye r'in M a do n n a'sı, Darmstadt'ta); İtalya’ da, Giotto (Scrovegni kilisesi, Padova'da), Filippino Lippı (M eryem 'in görünmesi, Floransa’da), Tıziano (Pesaro'ların M a ­ donna'sı .Venedik’te), Veronese (Kutsal ai­ le, Lou vre ’da); ispanya’da, L. Dalmau (Danışmanların Meryem'i, Barcelona’da), bağışçı geleneğini sürdüren ressamlar arasında anılması gereken sanatçılardır. Daha sonraları bu gelenek bir ölçüde bı­ rakıldı; son olarak E co u e n ya da Montm orency ailesini dua ederken gösteren ve aynı adı taşıyan vitraylardan başka, Paris kentinin belediye görevlileri tarafın­ dan sunulan tabloları ve özellikle Largillie re ’in Ex voto adlı yapıtı (St. -§tienne-du -M ont kilisesi’nde) anılabilir.



BAĞIŞIK sıt. Bir yüküm lülüğün dışında tutulan kimse için kullanılır; muaf. —Bağışıkbil. Bağışıklık kazanmış organiz­ maya denir.



BAĞIŞIKLANDIRMA a. Bağışıkbil. Bir bağışıklık yaratmayı ya d a bağışıklığı ar­ tırmayı öngören her çeşit yöntem. BAĞIŞIKLANMA a Canlı varlığın öz­ gül bağışıklık kazanması, yani hastalık ya­ pıcı bir etkene dayanıklı hale gelmesi ya da genel olarak, antikor üreterek ya da makrofajları harekete geçirerek, öz bile­ şenlerine yabancı antijenlere karşı bir ba­ ğışıklık tepkisi hazırlaması. (Bk. ansikl. böl.) [Eşanl. İMMÜNİZASYON] — ANSİKL Bağışıklanma, antijenle kendi­ liğinden karşılaşma sonucu aktif ve doğal olabilir (örneğin mikroplu bir hastalıktan kurtularak iyileşen kişinin edindiği doğal



şında tutulma durumu; muafiyet. — 2. (Bir şeye karşı) bağışıklık kazanmak, ondan artık etkilenmez durum a gelmek. — Bağışıkbil. Canlı bir organizmaya, öz bi­ leşenlerine yabancı bir antijenin girmesiy­ le o organizm anın bünyesinde gerek an­ tikor üretimi biçiminde, gerek aracı (T len­ fositleri) ya da bağışıklık yaratıcı (makrofajlar) hücrelerin uyarılması biçiminde tep­ kilerle beliren olguların tüm ü. (Eşanl. İMMÜNİTE.) [Bk. ansikl. böl.] || Bağışıklık de­ ğiştirici, bağışıklık tepkim elerinin gidişin­ de değişiklik yapabilen madde. || Bağışık­ lık hematolojisi, kanda dolaşan hücreleri (alyuvarlar, akyuvarlar, trom bositler) ve plazma proteinlerini ele alan bağışıklık bi­ limi dalı. || Bağışıklık sapması, bazı bağı­ şıklık globülinlerinin ya da lenfosit hücre­ lerinin etkinliğinin bastırılması ve böylece antijene karşı tepkinin ortadan kaldırılması yoluyla bir bağışıklık yanıtının önlenm e­ si. || Bağışıklık tedavisi, bağışıklık tepkile­ rinin kullanılmasını esas alan tedavi yön­ temi. (Bağışıklık tedavisi ya antikor* ya da antijen*, örneğin öldürülm üş ya da zayıf­ latılmış bakteri ya da virüs şırınga edile­ rek yapılır.) [Eşanl. İMMÜNOTERAPİ.] || Ba­ ğışıklık uyaranı, bağışıklık uyarımı yapan m adde ya da yöntem. (Eşanl. İMMÜNOSTİMÜLAN.) || Bağışıklık yaratan hücre, ba­ ğışıklık yaratıcı bir m adde üreterek bağı­ şıklık yetisi yaratan hücre. — Huk. Genel ve herkes için geçerli ya­ sal bir yüküm lülüğün dışında kalma, ay­ rıcalık. (-» DOKUNULMAZLIK.) — Kim. Bağışıklık kim yası, bağışıklık bili­ mi ve biyokim ya tekniklerini birlikte kulla­ narak bağışıklık tepkim elerini inceleyen kimya dalı. —Tar. Bağışıklık belgesi. Toprak kölele­ rini ve tüccarları senyörlere ya da Kilise’ ye ait topraklara çekm ek ya da bu to p ­ raklarda tutm ak amacıyla onlara birtakım özgürlükler ve ayrıcalıklar tanıyan belge. (Bk. ansikl. böl.) || Bağışıklık m ektubu, pa­ ra karşılığında, bazen de karşılıksız ola­ rak, toprak kölelerine özgürlüklerini veren mektup. — ANSİKL. Bağışıkbil. Bağışıklık özgül ola­ bilir ya da olm ayabilir. Özgül bağışıklık ya kendiliğinden doğar, yani yapısaldır (genetik) ya da sonradan edinilir, yanı ya doğal koşullar altında (örneğin bulaşıcı bir hastalığın iyileşm esinden sonra) doğar, ya da yapay yoldan yaratılır (aşılama). Dı­ şardan hazır antikor alan (serum tedavi­ si) ya da en azından deneysel amaçla ba­ ğışıklık yaratıcı hücreler verilen kişide (len­ fositlerin sinjenik nakli) basit bağışıklık sağlanabilir. Özgül bağışıklık, sadece hastalık yapı­ cı mikroplara karşı dirençle değil, antikor­ ların araştırılmasıyla (serodiagnosti) ya da hücre aracılığına dayalı bağışıklık tepki­ melerinin (pratikte, geç kalmış tipte bir aşı­ rı duyarlığın görünm esi, lenfoblastik d e ­ ğişim) saptanm asıyla da belirlenir. Bağı­ şıklık, antijenle ilk tem astan sonra bir ku­ luçka devresi geçirerek meydana çıkar ve aynı antijenle tekrarlanan tem aslarla güç kazanır.



Özgül olmayan bağışıklık, canlı yaratık­ ların içine yabancı cisimlerin girm esine karşı onları koruyan genel m ekanizm ala­ ra dayanır. Deri ya da m ukoza yüzeyleri gibi m ekanik engellerle ve salgı ürünleri gibi (ter, gözyaşı, mukus, tükürük vb.) do­ ğal m addelerle koruyuculuk sağlanır. Bu engeller aşıldığında hastalık yapıcı m ik­ ropların organizmayı istilasına karşı vücut­ ta iltihap oluşur. Bağışıklık tepkim esi bazı hallerde, özbağışıklık gibi patolojik olaylarla sonuçla­ nabilir. —Tar. Bağışıklık belgesi. XI. yy.'da ortaya çıktı. XII. y y.’da ve XIII. yy.’ın başında yay­ gınlaşarak Fransa krallığı’nda, Ren Al­ m anya’sında, N orm an krallığı ile İtalya’ da, iberik yarım adasında kullanıldı. Ba­ ğışıklık belgelerinin ortaya çıkışı şehirle­ rin ekonom ik gelişmesine (XI.-XII yy.) ve burjuvaların, ticaret ve m übadele alanla­ rında, derebeyliğe ait kısıtlamaların kaldı­ rılması istemlerine bağlıdır; bu belgelerin ortaya çıkışı aynı zam anda, senyörlerin, el em eğine gereksinim duydukları ya da komşu senyörlerin rekabetinden korktuk­ ları ölçüde önemli bağışıklıklar tanım ala­ rına, kendi topraklarındaki ormanları ta­ rıma açarak özgürlük isteyen halkı ken­ dilerine çekm eye ve böylelikle yeni yer­ leşim merkezleri —yeni kentler, vergiden muaf kentler— kurmalarına da bağlıdır. Sa­ yıca pek çok olan bağışıklık belgeleri, ba­ zen belli örnekler göz önünde tutularak hazırlanıyordu; bunlardan Louis VI zama­ nından kalma “ Lorris gelenekleri" bütün krallık topraklarında (80’den fazla kent ve köyde) kabul edilmiş ve uygulanmıştı; bu­ nun gibi, Beaum onten-Argonne yasaları, Cham pagne ve Lorraine'de 5 00 ’den faz­ la yerde onaylandı vb. Lorris türünde ba­ ğışıklık belgeleri, kölelerin özgürlüğünü şart koşuyor, senyörlerin ayrıcalıklarını azaltıyor ve sınırlıyor, mülkiyet ve ticaret serbestliğini öngörüyor, askeri hizmeti dü­ zenliyor, angaryayı kaldırıyordu; ancak, yargılama yetkisi senyörlere bırakılıyordu. B eaum ont’unkine benzer bazı bağışıklık belgeleri ise yönetim için tem silci (bele­ diye başkanı ve 12 kurul üyesi) seçmek hakkını ve bu kişilerin sıradan yargılama­ lara katılmalarını sağlıyordu. — Uluslarar. huk. D iplom atik bağışıklık, diplomasi temsilcilerinin, görevli bulun­ dukları ülkede ceza ve hukuk sorumluluk­ larından bağışık olmaları. Diplomasi tem ­ silcileri, bulundukları ülkede yargılanamaz, haklarında kovuşturma açılamaz ve tanıklığa zorlanamazlar. Ancak, kabul eden devlet, gönderen devletten suç iş­ leyen temsilcisini geri çağırmasını isteye­ bilir. D iplom atik bağışıklık, yalnızca d ip ­ lomasi tem silcilerine değil, kabul eden devletin vatandaşı olm am ak koşuluyla bunların ailelerine de tanınır. Diplomasi görevlisinin, atandığı ülkeye ayak basma­ sından, görevinin sona erip belirli bir sü­ reye kadar bu ülkeyi terk etmesine kadar geçerli olan diplom atik bağışıklıktan özel diplom atik anlaşmalar dışında, konsolos­ lar yararlanamaz.



BAĞIŞIKLIKBİLİMİ a Bağışıklık olay­ larını, onların ortaya çıkm a koşullarını, mekanizmalarını ve elde edilecek önleyi­ ci ve tedavi edici sonuçları inceleyen bi­ yoloji bölümü. (Eşanl. İMMÜNOLOJİ.) — ANSİKL. Bağışıklıkbiliml m ikrobiyolojiy­ le birlikte doğdu. Başlangıçta insanların ve hayvanların bulaşıcı hastalıklara karşı korunm a m ekanizmaları ele alındı; örne­ ğin Pasteur'ün çalışmalarıyla önce şar­ bon aşısı (1879), tavuk kolerası aşısı (1880), dom uz kızılı aşısı (1883), sonra da kuduz aşısı (1884) bulundu. Bakteri tok­ sinlerinden ileri gelen bulaşıcı hastalıkla­ rın serumla tedavisi, 1890’da Behring ve Kitasato'nun difteri serum uyla tedaviyi bulmaları üzerine büyük bir başarıya ulaş­ tı; tetanosun serum la tedavisi bunu izledi (Behring, Roux ve Vaillard, 1893). Seru­ mun bakterilere karşı öldürücü etkisi, Bordet'nin 1900’de antikorların ve komple-



bağkesen manın rolünü belirlem esiyle açıklığa ka­ vuştu. M eçnikov 1882’de hücreler aracı­ lığıyla elde edilen bağışıklığı buldu, fago­ sit hücreleri ve fagositozun çeşitli evrele­ rini tanımladı. A. E. VVright (1861-1947) ile Douglas sayesinde 1903’te antikorlarla kom plem anın, antijen taneciklerine tutu­ narak onların fagositozunu hızlandırdığı anlaşıldı; böylece, suyuksal bağışıklık (se­ rum da antikorların dolaşımı) ile hücresel bağışıklığın (fagositoz olgusu) opsonizasyon olayında birbirini tamamladığı ortaya çıktı. Bağışıklık tepkimelerinin kimi zaman kötü sonuç doğ u rd uğ u 1 906'da von Pirq ue t'n in alerjiyi tanımlamasıyla anlaşıldı: kimi durum larda, antijenle karşı karşıya gelen organizm a aşırı bir tepki gösterir; böyle organizmalara, aşırı duyarlı denir Bağışıklıkbillmi, bulaşıcı hastalık patolo­ jisinden başladı, sonra her çeşit antijen m addenin organizm aya girm esiyle orta­ ya çıkan patolojik olayları da kapsamına aldı. Ö rneğin Landsteiner 1900’de insan­ da çeşitli kan gruplarının (A, B ve O kan grupları, alyuvarların taşıdığı antijenler­ den dolayı) bulunması dolayısıyla kan nakli sırasında görülen uyuşmazlıkların nedenini buldu. Bağışıklıkbilimi, biyoloji bilimleri içinde önem li gelişme gösteren bir bilim dalı oldu. Derinlemesine yapılan araştırmalar birçok başka buluşlar arasın­ da, antijenlerin tanımlanmasını, immünoglobülin moleküllerinin sıralanmasını ve kom plem anın bileşenlerinin saptanm ası­ nı sağladı. Bağışıklık yaratıcı hücrelerin doğası, yapısı ve karşılıklı etkileri yavaş yavaş anlaşılmaya başladı. Bağışıklıkbilimi yalnız m ikrop ya da asalak hastalıkla­ rına karşı direncin incelenm esine değil, kanserlere, özbağışıklık hastalıklarına ve doku aktarılması sorunlarına da uygulan­ maktadır.



BAĞIŞIK-SERUM a. Bağışıkbil. Özel­ liği bilinen antikorları bünyesinde taşıyan bağışık kişinin serumu. Doğal olarak ba­ ğışıklık kazanmış (örneğin, bağışıklık d o ­ ğuran bulaşıcı bir hastalıktan kurtulup iyi­ leşen) kişinin ya da serum tedavisinde kullanılacak bir serum elde etm ek am a­ cıyla yapay olarak bağışıklık kazandırılmış kişinin serumu böyledir.



BAĞIŞLAMA a. Bağışlamak eylemi. — Hırist. tanrıbil. Kilise nin bazı koşullar­ la bağışladığı günahların, Tanrı katında kısmen ya da tüm üyle bağışlanması. — Huk. Bir kişinin, malvarlığının bir bölü­ m ünü ya da tüm ünü karşılıksız olarak başkasına devretm eyi üstlendiği sözleş­ me. (Bk. ansikl. böl.) —ANSİKL. Hırist. tanrıbil. Bağışlama uy­ gulaması, azizlerin com unio'su dogm ası­ na dayanır ve A n tikçağ'daki ceza disipli­ niyle açıklanır: bir süre için topluluk dışı­ na çıkarılan tarikat üyeleri piskoposla bir an önce uzlaşmalarını sağlamaları am a­ cıyla işkence görm üş hıristiyanlardan ("d in in i açıkça söyleyenler” ) yardım iste­ meyi alışkanlık haline getirmişlerdi. Bar­ bar istilalarından sonra, İrlandalI keşişle­ rin etkisiyle, o ana d ek herkesin önünde verilen ceza, özelleşmeye ve birtakım de­ recelerle sıkı bir biçim de tarifeye bağlan­ m aya başlandı (ceza kitapları). Dindarlar G e rm e nle rin VVergeld örneğine uyarak bu cezalardan sadaka, ayin ya da başka ceza hafifletme yollarıyla kurtulmaya ça ­ lışırlardı. X. yy.’da tazm inat ödeyerek ce­ zadan tüm den kurtulma düşüncesi orta­ ya çıktı (Reims konsili, 923-924). Bu u y­ gulam a, pek bilgili ya da pek titiz olm a­ yan vaizler tarafından kötüye kullanıldı ve özellikle Luther’in dinsel başkaldırısının te­ mel nedeni oldu. Trento konsili bir yan­ dan Luther’e karşı bağışlamaların geçer­ liliğinde diretirken, bir yandan da kötüye kullanmaları önlemeye çalıştı, ancak gün­ ler v e yıllar süren dünyasal cezanın ba­ ğışlanmasıyla, Tanrı’nın yargısı arasında bir ilişki kurmak istemedi Bağışlamaların yöntemi, 1967’de Paulus VI tarafından yeniden gözden geçirilip yalınlaştırıldı (Papalık yasası, indulgentiarum doctrina)



ve 1968’de yeni bir bağışlamalar derle­ mesi yayımlandı (Enchiridion indulgenti­ arum). Bağışlama, günaha bağlı dünyasal ce ­ zadan bütünüyle ya da kısmen kurtarma­ sına göre, kısmi ya da tam bağışlama adı­ nı alır. Bir kiliseye ya da kutsal bir nesne­ ye (haç, tespih, madalya) bağlı olabilir; canlılara uygulandığı gibi, onaylanma yo­ luyla ölülere de uygulanabilir. Artık g e r­ çek, yerel ya da kişisel bağışlama kalma­ mıştır. Bağışlama yetkisi sırasıyla, p apa­ ya, piskoposlara, metropolitlere ve patrik­ lere ve ço k kısıtlı bir biçim de de kardinal­ lere aittir, inananın bağışlamasını sağla­ m ak için, afaroz edilm em iş olm ak koşu­ luyla, bundan yararlanmaya niyetlenm e­ si ve öngörülm üş koşulları (günah çıkar­ ma, comunio, bir kiliseyi ziyaret, dua...) ye­ rine getirmesi gerekli. — Huk. Bağışlama ölüm e bağlı olmayan, yani sağlar arasında hukuksal sonuçlar doğuran bir sözleşmedir. Bu sözleşm ey­ le, bağışlayan, bir karşılık alm adan baş­ ka birini zenginleştirm ek amacıyla kendi malvarlığından kazandırıcı bir işlemde bu­ lunur. Bağışlama sözleşmesi tek tarafa borç yükler. Kendisine bir bağış yapılan kişinin bağışlayana karşı herhangi bir e dim ’de bulunm a yüküm lülüğü yoktur Bazı bağışlam a sözleşmelerinde bağışta bulunan kişi bağışta bulunulana bazı yü­ küm lülükler koyabilirse de bu yüküm lü­ lüklerin karşıı-edim niteliğinde olmaması gerekir. Aksi halde, sözleşme bağışlama olmaktan çıkar.



Bağışlama belgeleri kavgası, Luther reform uyla sonuçlanan dinsel çatış­ ma. Papa Leo X, 31 mart 1515'te Rom a’ daki San Pıetro bazilikasının tam am lan­ ması için bağışta bulunacaklar için bir af çıkarttı. A lm anya’nın bir bölüm ünde, bu bağışlamanın tanıtılması görevini, topla­ nacak paranın yarısını alıkoyması karşılı­ ğında M a gdeburg ve Mainz başpiskopu A lbrecht von B ra nd e n bu rg ’a verdi. Oy­ sa birkaç başpiskoposluğu papalık m ec­ lisine borçlanm ış olan Albrecht, augsburglu bankacı aile F u g g e r’lerden borç para aldı ve bağışlardan payına düşecek parayı, borcuna karşılık gösterdi. Bağış­ lara özendirm e görevi dom iniken rahip­ lerine verildi. Bunlardan Johannes Tetzel, bir ruhu araftan kurtarm ak için para yar­ dımının kesinlikle gerekli olduğunu söy­ leyecek kadar ileri gitti. Kimi çağdaş din adamları bu aşırılıkları üzüntüyle karşıla­ dılar. Luther ise doğrudan doğ ru ya ba­ ğışlama ilkesine karşı çıktı. 1517’de, bir yortu arifesinde, VVİttenberg kilisesi kapı­ sına astığı 95 m addelik duyuruda, Kilise’ nin gelir toplam a yöntem ine ve zenginli­ ğine karşı çıktı ve papalığın yaptığı bağış­ lamaların ancak papanın verdiği cezala­ rın bağışlanması olabileceğini, bağışla­ manın tamam en karşılıksız ve ruhun arın­ masına yönelik olması gerektiğini ileri sür­ dü. Tetzel, Luther’e karşılık verdi. Luther bunu, 1518 martında, bağışlam alar ve inayet üstüne bir vaazla yanıtladı. Bu va­ az, 1517 tezleri gibi basıldı ve dağıtıldı, ingolstadt’da piskoposluk kurulu üyesi ve profesör olan Johann Eck bu vaazı yanıt­ ladı. Luther tartışmayı sürdürdü. Görüş­ leri Roma’ya iletildi ve 1519 ’da papa Leo X tarafından m ahkûm edildi. Papa kimi vaizlerin görüşlerinin yanlışlığını kabul etti, am a Batı kilisesi’nin kavgalara sürüklen­ mesini önleyem edi; bu kavgalar 1521 VVorms diyeti sonrasında dinsel bölünme­ ye yol açtı. BAĞIŞLAMAK g. f. 1. B ir şeyi b ir kim ­ seye, b ir kuruluşa, kuruma, bağışlamak, kendi malı olan bir şeyi, kendi isteğiyle ve karşılıksız olarak ona, oraya verm ek; hi­ be etmek, teberru etmek, arm ağan et­ mek: Kitaplarının gelirini Ç ocuk esirgeme kurum u ’na bağışladı. Gözlerini G öz ban ­ kası ’na bağışlamak. — 2. B ir kimseyi, g ü ­ nahını, suçunu, kusurunu vb. bağışla­ mak. onu cezalandırm am ak, günahını, suçunu, kusurunu vb. hoşgörüyle karşı­



lamak; affetmek: E vi terk ettiği için b a b a ­ sı onu h iç bağışlamadı. Tanrı günahları­ nı bağışlasın, iyi adamdı. Bu sorum suz­ luğunu nasıl bağışlarım. — 3. B ir kim seyi bağışlamak, onun bir işi, görevi yerine ge­ tirmemesine izin vermek; onu m azur gör­ mek, affetmek: Beni bu g örevden bağış­ lamanızı diliyorum. — 4. B ir şeyi (soyut), b ir kim seye bağışlamak, yüceltilen bir kimse ya da ivi niyetler beslediği varsayı­ lan bir şey sözkonusu ise, o şeyi (o kim ­ seye) lütuf olarak verm ek; lütfetmek, İh­ san etmek, bahşetmek: D oğanın insan­ oğluna bağışladığı güzellikler acımasız­ ca yo k ediliyor. — 5. Bir şeyi bağışlamak, ödünç olarak verdiği bir şeyi geri alm a­ mak: Alacağını bağışlamak. — 6. Bağış­ la, bağışlayın, özür dilem ek amacıyla kul­ lanılan söz; affedeı siniz, özür dilerim: B a­ ğışla, istemeyerek oldu. Bağışlayın, erken yatm ak zorundayım .



1199



♦ bağışlanmak edilg. f. 1. Hibe edil­ mek; arm ağan, lütuf olarak verilmek. — 2. Cezalandırılm am ak, m azur görül­ mek; affedilmek: Senin bu davranışın b a ­ ğışlanamaz. ♦ bağışlatm ak ettirg. f. Affedilm esi­ ni sağlamak: Bu davranışıyla kendini b a ­ ğışlattı.



BAĞIŞLANMAK -> BAĞIŞLAMAK. BAĞIŞLATMAK - BAĞIŞLAMAK BAĞIŞLAYICI sıf. Bağışlayan; suçları, günahları affeden; gafur; rahim: Tanrı b a ­ ğışlayıcıdır. BAĞIŞLI, esk. Hazekyan, HakKarı nın m erkez ilçesine bağlı b u c a k ; 3 439 nüf. (1990); 4 köy. Merkezi Bağışlı (esk. Ha­ zekyan), 1 173 nüf. (1990). BAĞIT a Huk. Tarafların, birbirine u y­ gun, karşılıklı irade açıklam alarından d o ­ ğan hukuksal iş le m .(^ AKİT, MUKAVELE, SÖZLEŞME.)



BAĞITÇI a Bağıtla bağlanm ış tarafla­ rın her biri. (Eşanl. ÂKİT.)



BAĞITLANMAK gçz. f. Bağıtla sonuç­ lanmak.



BAĞITLAŞMAK işt. f. Karşılıklı bağıt yapm ak.



BAĞITLI sıf. Bağıt yapmış, âkit: Bağıtlı yü ksek taraflar. . — Uluslarar. huk. Bağıtlı yüksek taraflar, görüşm elere katılan delegasyon üyeleri, bir antlaşmanın, sözleşmenin, vb. imzacı tarafları. BAĞIVAR, esk. Kabi, Diyarbakır’ın merkez ilçesi, merkez bucağına bağlı köy; 5 333 nüf. (1990). BAĞKESEN a. Küçük kafalı, siyah, yu ­ varlak, parlak bedenli, asm a filizlerini ke­ serek bağlara ve körpe tahıllara büyük zarar veren böcek. (Yeraltında yuva ya­ par. Bil. a. Lethrus apterus, Jeotrupidae



Bağışlama belgeleri kavgası bağışlama belgeleri ticaretine karşı hazırlanan el ilanı Jörg Breu’nun ahşap üzerine gravürü XVI. yy.’ın ilk yarısı



bağkesen familyası.) [Eşanl. M AKASLI BÖ CEK.)



1200



BAĞKONAK, esk. Ö rkenez, İspar­ ta’nın Yalvaç ilçesine bağlı bucak; 19 567 nüf. (1990); 6 köy. Merkezi Bağkonak (esk. Örkenez), 4 175 nüf. (1990).



Bağ-kur, esnaf ve sanatkârlar ve diğer bağımsız çalışanların sosyal güvenlikleri­ ni sağlayan kurum. 2 eylül 1971 tarih ve 1479 sayılı yasayla kurulmuş, Çalışma ve sosyal güvenlik bakanlığı’na bağlı, tü­ zel kişiliği olan, mali ve idari yönden özerk bir kamu kuruluşudur. Bağ-kurlular malullük, yaşlılık, ölüm ve sağlık sigorta­ larından yararlanırlar. Zorunlu ya da iste­ ğe bağlı olarak üye olunan kurumun ge­ lir kaynaklan, alınan primler, bütçeden yapılan yardımlar, çeşitli bağış, vasiyet vb. yollarla sağlanır. Kayıtlı üye sayısı 1990 sonunda 2 051 000’e ulaşmıştır.



BAĞLAÇ a. Dilbilg. iki sözcüğü ya da tüm ceyi ya da bir tümceyi bağımlı bulun­ duğu tüm ceye bağlam aya yarayan söz­ cük. (Bk. ansikl. böl.) || B ağlaç öbeği, bir bağlaç işlevi üstlenen sözcük kümesi (örn. bunun için, g e l gelelim, ne var ki). || B ağlaç tümcesi, cüm lede bir bağlaç ya da bir bağlaç öbeği ile başlayan bağımlı tümce. — Bot. Çiçekte, erkekorganlarda, ipçiğin uzayarak başçık içinde çiçektozu odacık­ larını birleştiren bölümü. — Elektrotekn. Sıkı bağlaç, iki ya da bir­ çok iletkeni, sıkıştırarak bağlam aya yara­ yan parça. — ANSİKL. Bağlaçlar çeşitli anlam ilişkile­ riyle cüm le içinde eşdeğerli öğeleri birbir­ lerine bağladıkları gibi cümleleri ya da pa­ ragrafları birbirine bağlam akta da kulla­ nılır. kİ ve ise bağlaçlarıyla, bağlaç işlevi g ören m i (soru eki), değ il koşacı ve bağfiil ekleri yan cüm leyle temel cüm le ara­ sında bağımlılık ilişkisi kurar. Başka söz­ cük sınıflarında yer almalarına karşın bağ­ laçlarla aynı işlevi üstlenen sözcükler de vardır (örn. Gelirim. YALNIZ fazla kala­ mam. Ç ok uğraşm ış A N C A K başaram a­ mış. Geldi, h o ş gelm ese d e olurdu yal). Bağlaçlar yalın (yani, bile, ama), bileşik (halbuki, kim bilir vb.) duru m d a ve öbek (dem ek ki, ya da, hem d e vb.) duru m u n ­ da bulunabilir. Kimi sözcükler de cüm le içinde yinelenerek b a ğ la ç işlevi görür (örn. NE b iri NE öbü rü gitm ek istiyor. Bu p ara h e m sana H EM bana yeter, vb.). BAĞLAM a. 1. Bir olayın oluştuğu ya da



bağlama kemerleri



ikincil -----kaburga







ojiv



gotik bir tonozun bağlama kemerleri ve ikincil kaburgaları



bir eylemin yer aldığı koşulların tümü; çer­ çeve: B ug ün kü uluslararası ilişkiler b a ğ ­ lam ında bu askeri girişim oldukça tehli­ kelidir. — 2. Söylemin bir öğesini içinde bulunduran ve ona anlamını veren m et­ nin bütünü: Bu sözcük bağlam ından koparıldığı için artık h içb ir şey anlatm ıyor — 3. Bir söylemin yer aldığı, doğal, to p ­ lumsal, kültürel koşullar bütünü: Bir cü m ­ le, yalnızca bağlam ından soyutlandığın­ d a bulanıklaşır. — 4. Aynı türden şeyle­ rin bağlanm asıyla oluşturulan deste; d e ­ met. — Bilş. U ygulanan bir program ın her ev­ resinde bilgisayarın m erkez birim inin d u ­ rum unu belirten bilgilerin tümü. (Bir ke­ sinti sırasında, yarıda kalan program a da­ ha so nra 'd e vam edebilm ek için, bağla­ mın korunması gerekir.) — Dilbil. Bir söylem içinde, herhangi bir dilbilimsel birim den önce ve/ya da sonra gelen öğeler bütünü (sesbirim, biçimbirim, tüm ce vb.). [Bk. ansikl. böl.] |j B ağla­ m a bağlı ya da bağlam dan bağımsız, ye­ niden yazım kurallarının uygulayım biçi­ miyle birbirinden ayrılan, iki tür dizimsel dilbilgisi için kullanılır. (Sözü edilen kural­ ların kendileri de bağlam a bağlı ya da bağlam dan bağımsız adıyla anılırlar.) — ANSİKL. Dilbil. Bir dilbilim sel öğenin bağlam ı, onunla aynı söylem de birlikte yer alan öğelerden oluşur, bir başka d e ­ yişle, bağlam, söz konusu ö ğe çıkarılın­ ca geride kalan bütündür. Ö rneğin sen sözcüğünde [e] sesbirim inin sesbirimsel bağlamı [s-n] dir; öte yandan, A h m et b ü ­



rilmiş boruları kaynak sırasında sabitleş­ tirm eye yarayan aygıt. — Kim. Uçucu bir m addeyi kararlılaştırma. — Bir bileşiğe yeni bir elem entin ka­ tılmasını sağlayan kimyasal tepkim e türü (örneğin karbona bir klor atom unu bağ­ lama). — Mak. san. iki parçanın birleşme biçimi. (Bir tekerleğin bir m ilden hareket alması ya da ona hareket vermesi gerekiyorsa, bu iki parçanın birbirine, örneğin pim ler­ le bağlanması zorunludur.) j| Bağlama dü­ zeni, bir takım tezgâhını donatan üniversal (mengeneler, aynalar vb.) ya da özel parça taşıyıcıların tümü. j| Bağlam a ele­ manı, bir parçanın bir başka parça ile bir­ leşmesini sağlayan eleman (muylu, çubuk mastar, merkezleme pimi vb.). || Bağlama kelepçesi, yarı-bilezik ya da bilezik biçi­ m inde metal bağ parçası. (Herhangi bir nesneye geçirilerek sağlamlaştırılmasına ya da bu nesneyi oluşturan parçaların ye­ rinden oynam am asına yarar.) [k e n e t de ■ denir.] || Bağlam a laması, kapalı ya da U biçiminde bir parçayı bağlam aya yarayan metal parça. (Bağlam a laması bu parça­ ya ve aynı kalınlıkta bir takoza dayanır ve içinden geçen bir çektirm e vidayla des­ teğe sıkıştırılır.) || Ayna-punta bağlama, bir tornada bir parçayı bir uçtan aynaya, di­ ğer uçtan gezer puntaya tutturm a. |j Çift bağlam a, tek bir işin gerçekleştirilm esin­ BAĞLAM ya da BAĞLIM a. Yörs. Ta­ de güçleri birleştirm ek için iki aygıtı birbi­ rım. Deste, tutam, demet. rine bağlam a işlemi, j] Ozgerm eli bağ la ­ ma, bir boruya iç basınç uygulayarak so­ BAĞLAMA a. Bağlam ak eylemi. ğ uk bir ortam da dayanımını artırmayı —Ağ. yet. Sürgünleri ya da dalları herek­ sağlayan yöntem. (Bk. ansikl. böl.) lere ya da çit tellerine tutturm a eylemi. (Bk. ansikl. böl.) —Arabac. Eski at arabalarında yastıkla sıkıştırılan somun çektirme pul kundağı bağlayan dem ir şerit. — Bayınd. Bir yapı öğesinin birbirinden bağımsız olarak inşa edilm iş iki bölüm ü­ nü (örneğin bir kemerin iki ayağını) birleş­ tirme. — R E G Ü LA T Ö R ’ün eşanlamlısı. — Giz. bil. Gerdek gecesi dam adın eşiy­ le bedensel birleşmesini önleme amacıyla yapılan büyü. (Bk. ansikl. böl.) — Denize. Bir halatla bir cismi ya da iki ha­ latı birleştirme. — Palamarla bir gemiyi sa­ bit bir yere tutturm a. — Bir gemiyi kirala­ ma. || Bağlam a hattı, birçok gem inin bir yere yan yana bağlanması sonucu oluşan hat. — Deniz huk. Bağlam a limanı, bir gem i­ bağlama laması nin seferlerinin yönetildiği liman. (Bk. a n ­ sikl. böl.) — M arangl. M obilya parçalarını tutkalla­ — Dilbil. Tüm cede aynı özellikleri taşıyan m adan çeşitli gereçlerle (çivi, vida, cıva­ dil birim leri (sözcükler, tüm celer) arasın­ ta, dübel vb.) birleştirme, kurm a işlemi. daki bağıntı. (Bk. ansikl. böl.) || Bağlam a — Mim. Bağlama çizgisi, mimarlık planla­ noktası -* SINIR. rında kotlara eşlik eden ve bu kotların ait — D okm c. El dokum acılığında, iki ipi bir­ olduğu uç noktaları gösteren sürekli ya birine ekleme, düğümleme. ( -* düğüm .) — Ed. Türküde bentlerin sonunda yinele­ ■ d a kesik çizgilerden her biri. |j Bağlama kemeri, bir tonozun sırt çizgisi altındaki nen dizelere verilen ad. (Kavuştak da de­ kaburga. — Gotik bir tonozda, ikincil ka­ nir.) || Âşık edebiyatında bentlerle kurul­ burgaları kilittaşına bağlayan haç biçimin­ muş m anzum bilm ecelere verilen ad. de düzenlenm iş kaburgalardan her biri. (,M uam m a da denir.) || Deyişm eli bağ la ­ (Özellikle alevli g o tik le kullanılmıştır.) ma, iki âşığın karşılıklı soru ve yanıt bent­ — Mutf. Bir sıvı besine son anda un, ni­ lerinden oluşturdukları atışma türü. şasta, yum urta sarısı, kanatlı av ya da kü­ — El sant. Bağlam a iğnesi -» KOLBER. mes hayvanı kanı katarak, sıvıyı koyulaş­ — Elektrotekn. Bir elektrik düzeneğinin çe­ tırma işlemi. şitli organlarını birleştirm eye dayanan iş­ — Nörobiyol. Dışardan gelen uyarı ile du­ lem. — Özelliklerini ya da etkilerini düzen­ yu siniri liflerinin elektrik etkinliği arasın­ lem ek am acıyla elektrik aygıtlarını kendi d a bağlantıyı sağlayan (iletken) duyu alı­ aralarında birleştirm e işlemi. (Bk. ansikl. cılarının görevi. (Bk. ansikl. böl.) böl.) — Orm anc. Bağlam a çubuğu, bir çalı ya — Fels. Birçok gözlemi, te k bir bireşimsel da odun demetini bağlam aya yarayan in­ kavram da bir araya getirm e. (Bu, henüz ce esnek çubuk. saptanmamış bir görüngüyü ortaya çıkar­ — Petr. san. Matkabın çıkışı sırasında, ku­ mayı sağlar.) yu açma çubuklarını istifleme, inişi sırasın­ — inş. Bir to n o z u n kilittaşını y e rin e k o y m a d a ise birleştirm e işlemi. |j Bağlam a p lat­ işlem i. — K â g ir y a p ıla rd a ö ğ e le rin b irb i­ formu, kuyu açm a aygıtının üçte ikilik bö­ rin d e n ayrılm a sını ö n le y e n d e m ir a rm a ­ lümünü oluşturan ve bağlayıcılarla dona­ tür. — B u a rm a tü rü y e rin e k ö y m a işlem i. tılan platform. (Bk. ansikl. b ö l.) || B ağlam a vurmak, —Teknol. Bir parçayı bir başka parçaya BAĞIN* VURMAK’ın eşanlam lısı. tutturm a işlemi. (Bk. ansikl. böl.) — işlem. Bağlam a düzeneği, işlenecek —Tekst. Çiftkatlı kum aş üretim inde, ku­ parçanın takım tezgâhına çabuk, otom a­ maşlardan birinin bir öğesini (çözgü ya da tik ve doğru bağlanm asını sağlayan d ü ­ atkı) diğerinin bir öğesine tutturarak iki do­ zenek. (Bk. ansikl. böl.) kumayı birleştirm e işlemi. (Ek bir atkı ipli­ — Jeod. Temel bir röperin konum una gö­ ği, bileşenlerden her birinin çözgü iplikle­ re ikinci röperi belirlemeyi sağlayan işlem. rine almaşık biçim de düğüm lenerek bu — Kaynakç. Bağlam a düzeneği, birleşti­



yü ktü r söylem inde b üyük biçim birim inin biçımbirimsel bağlamı [Ahmet-türjdür Dil­ bilimsel bir birimin gerçekleştirilmesi sıra­ sında bağlam anlam taşıyıcı bir nitelik ka­ zanır: sopayı hak etmek ve sopayı kırmak birleşim lerinde "s o p a " sözcüğünün an­ lamı, "h a k etm ek" ve “ kırm ak" bağlam ­ larından ortaya çıkar. Sözcenin biçimsel belirtileri de (tonlama, noktalam a vb.) bağlam işlevi yüklenebilirler. Sesbilimde akustik bağlam kavramı sözkonusudur, çünkü bir arada bulunan sesler, üretilişleri sırasında birbirlerini önemli ölçüde et­ kilerler. Herhangi bir dilbilim sel birimin gerçekleşebileceği (ya da gerçekleştiği) bağlam ların tümü, o birim in dağılımını oluşturur. Bağlam, bir dilbilim sel öğenin, dildışı kullanılış koşullarına göre büründüğü d u ­ rum anlamına da gelir. Örneğin, belirli bir "b a ğ la rrT d a masanın üzerinde duran bir bardak, parm akla gösterilerek, onu bana ver denebileceği gibi bir başka durumda,’ m asanın üzerinde duran bardağı bana ver dem ek (ya d a yazmak) gerekecektir. Böylece, bağlam , konuşucuyla dinleyici arasındaki ortak veriler, her birinin, b ildi­ rişim edim i sırasında ortak deneyimleri, bilgileri, ruhsal durum u olarak tanımlanır. R. Jakobson’un terim iyle dilin göndergesel işlevi, bağlam a gönderen işlevdir.



bağlamak bağlam a yollarındandır. Bağlam anın et­ sonuç elde edilebilir. Aynı teknik kayış kisiz hale getirilmesi için, bağlanm aya ne­ üretim inde kullanılan çokkatlı dokum ala­ d en olan m addi unsurların bulunup yok rın [üçkatlı, dörtkatlı vb.) yapımında da uy­ edilmesi gerekir, inanışa göre gelinle da­ gulanır.) || Bağlama ipliği, kumaş yapımın­ madın buğday ya da mısır çuvalı üzerin­ da, özellikle gaze kumaş dokum ada, sa­ de gerdeğe girmesi, her türlü bağlamayı bit bir çözgü ipliğinin altından geçerek çözebilecek en etkili yöntemdir. sağdan sola ve soldan sağa almaşık bağ­ — inş. Bir yapıda döşemeleri taşıyan ta­ lantı yapan çözgü ipliği. || Bağlama kolu, dokum a ve iplik tezgâhlarında, iki yan ke­ şıyıcı duvarlar sözkonusu olduğunda tüm düşey ve yatay öğeleri birleştiren bağla­ narın birbirine bağlanarak sallanmaması­ m alara başvurulur. Büyük inşaatlarda nı sağlayan kollardan her biri. — A N S İK L Ağ. yet. Dalları rüzgâr sar­ bağlama, her kat düzeyinde, başka bir deyişle tüm döşem elerde uygulanır. A h ­ sıntısından korum aya ve havanın, güneş şap ya da dem ir döşem elerde, yassı de­ ısı ve ışığının en iyi biçim de dağılımını ko­ m irden bağlam alar ve kare ya da yuvar­ laylaştırmaya yarayan bağlama işlemi yaz lak kesitli dem ir ankrajlar kullanılır; sıkış­ başında yapılır. Bitkiler budandıktan son­ tırma işlemi kamalarla ya da sergilerle ra çıkan yeni sürgünler ya da dallar bu gerçekleştirilir. Bağlam a betonarm e de am açla hazırlanmış çıtalara ya da bir he­ reğe bağlanarak onlara en uygun biçim olabilir; döşem eler betonarme olarak ya­ pılmışsa, bağlamayı döşemenin kendisi verilir. oluşturabilir. — Deniz huk. Her geminin bir bağlama li­ — işlem. Orta ya d a büyük serilerin işlen­ manı vardır. Gemi seterlerinin yabancı bir mesinde, bağlam a düzeneği, işlenecek ülkeden yönetildiği durum lar hariç, bağ­ parçayı genellikle m atkap ya da freze tü­ lama limanı, genellikle gem inin sicile ka­ rü bir takım tezgâhına yerleştirerek ve yıtlı olduğu yerdir. Bağlama limanı çeşitli bağlayarak kullanılır; böylece işlenmeden açılardan .hukuksal önem taşır: donatan önce parçanın markalanması gerekmez. aleyhine bu sıfatından dolayı açılacak tüm Düzenekte, işlenecek parçanın dayandı­ davalarda bağlam a limanı mahkemeleri ğı takozlar ve çabuk bağlamayı sağlayan yetkilidir; kaptanın donatanı temsil yetki­ sıkma parçaları (vidalar, cıvatalar, eksan­ si bağlam a limanında dar, bağlam a lima­ trikler vb.) vardır. Bağlam a düzenekleri nı dışında ise geniştir; gem i bağlam a li­ genellikle pahalıdır ve bakımları zordur: m anındaki sicile yazıldığından bununla il­ makinelerin çok büyük seriler halinde üre­ gili tüm idari işlemler burada yapılır. timinde, örneğin otomobil sanayisinde bu Bağlam a limanı gem ilerin bordalarının düzeneklerin yerini aktarmalı takım tez­ her iki yanına ve kıçına yazılır. gâhları alır. — Dilbil. Bağlama, ya bağlayıcı adı veri­ — Mak. san. Ûzgermeli bağlam adan özel­ len özel terimlerin kullanılmasıyla (Mavi ME likle yüksek düşüş hidrolik santrallarını p arlak b ir gökyüzü) ya da birimlerin yan besleyen dayanıklı boruların yapım ında yana getirilm esiyle (Mavi, parlak b ir g ö k­ yararlanılır. Esneklik sınırı yüksek olan çe­ yüzü) sağlanır. Sözdizimsel açıdan, bağ ­ lik çem berler, çapları daha küçük, kay­ lanan öğeler arasında işlev ve nitelik banaklı çelik sac borular üzerine takılır. Hid­ kımından özdeşlik vardır: bu öğelerden rolik bir presle boruya, çalışma basıncı­ birini kaldırm ak tüm cenin yapısını değiş­ nın iki katı basınç uygulanır; basınç etki­ tirmez. Anlamsal açıdan, bağlama ile ger­ siyle boru plastik olarak biçim değiştirir­ çekleştirilen mantıksal bağ çeşitlidir: süken, çem berler yalnızca esnek bir biçim redeşlik (Çalışıyor VE sigara içiyor), ardı­ değişikliğine uğrar. Basınç azaltıldığında, şıklık (Çalışır ARDINDAN sigara içer), so­ çem berler genişleyen boru üzerine sıkı­ nuç (Düşünüyorum d e m e k k İ varım), ne­ ca oturur. Bu yöntem, ısıtılarak takılmış den (Gidelim Ç Ü N K Ü g e ç oldu), karşıtlık çemberlerde görülen tavlanmayı önler ve (Zengin a m a mutsuz b ir adam), vb. boru ağırlığının önemli ölçüde azalması­ — Elektrotekn. Elektrik üreteçlerini bağla­ nı sağlar. m a işlemi, üç şekilde yapılabilir: seri, p a ­ — Nörobiyol. Bir iletken alıcının zarı, uya­ ralel ve seri-paralel. rılar (görsel, işitsel, mekanik, vb.) ile sinir Seri bağlamada, toplam akım aynı yön­ sistemi arasında ortak yüzey oluşturur: de, art arda üreteçlerden geçer ve bun­ uyarılar, alıcı (iletken) zarlarının iyon geçir­ ların elektrom otor kuvvetleri birbirine ek­ genliğini değiştirir; sonra da yerel akım­ lenir. Paralel bağlam ada bütün artı kutup­ lar bir yanda, bütün eksi kutuplar diğer lar, duyu siniri liflerinde eylem potansiye­ yanda olm ak üzere dış devrenin uçlarına li yayımını değişikliğe uğratır. bağlanır; bu bağlam a uygulam ada, an­ —Teknol. Bir parçayı bağlama işlemi, ge­ cak üreteçlerin elektromotor kuvvetleri he­ nellikle bağlama laması bir kenarından ta­ men hemen birbirine eşitse gerçekleşe­ koza diğer kenarından da bağlanacak bilir. Seri paralel bağlamada ise, seri bağlı parçaya oturtularak gerçekleştirilir: çeküreteç grupları paralel olarak birleştirilir. tiım e vidasının başı makine tablasının ya Seri bağlı, özdeş doğ ru akım üreteçle­ da aynasının T biçim indeki kanalına yer­ rinde, elektromotor kuvvetler ve iç direnç­ leştirilerek bir som unla parça sıkıştırılır. ler birbirine eklenir; bunlar paralel bağ­ ■ B A Ğ L A M A a. Telli ve mızraplı bir türk landıklarında sistemin elektrom otor kuv­ halk müziği çalgısı. (Bk. ansikl. böl.) || B ağ­ veti bir üretecin kuvvetine eşittir; toplam lama ailesi, türk halk müziğinde bağlama, iç direnç ise, bir öğenin iç direnci üreteç divan sazı, onikitelli, tanbura, çöğür, cu­ sayısına bölünerek elde edilir. ra, bozuk adlı telli ve mızraplı çalgıların Almaşık akımlı makineler, ancak fre­ oluşturduğu çalgı grubu. kansları kesinlikle eşitse bağlanabilir. Bu — Halk müz. Bağlam a düzeni -> A N A ' koşulu doğrulam ak için senkronoskop, DÜZEN. frekansmetre ya d a eşzamanlılık lam ba­ larından yararlanılır. — ANSİKL. Bağlama karadut, kestane gi­ bi sert ağaçlardan oyularak yapılan, ya­ —Giz. bil. Bağlama, eşlerden birine d üş­ rım arm ut biçim inde g ö v d e ’ ya da manlığı olan kişilerin başvurduğu, Anado­ te kn e * ile; ıhlamur, ardıç gibi zamanla bi­ lu’da oldukça yaygın bir uygulamadır. çim değiştirmeyen hafif ağaçlardan yapı­ Çeşitli yöntemleri vardır. Dinsel nikâh kıyılırken “ a m in" d endiği sırada; bıçak ya lan s a p ’ ta n oluşur. Gövde, köknar, ladin gibi ağaçların düzgün elyaflı parçaların­ da kama kınından çıkarılırsa, açık bir as­ dan yapılan g ö ğ ü s ’ denen ses tablasıy­ m a kilit kilitlenirse, ip ya da urgana d ü ­ ğüm atılırsa dam adın bağlanacağına ina­ la kapanır. Burguluk; sapla aynı parça­ dan yapılm akla birlikte, genellikle 15-20 nılır. En etkili bağlama yollarından biri, tü­ fekle bağlamadır. Tüfeğin kullanılmamış derece geriye yatıktır. Kiraz ağacından fişeği alınır, ucundaki mermi çıkarılır. Mer­ yapılan mızrabına tezene ’ denir. Toplam uzunluğu (30 cm gövde, 40 cm sap ol­ mi ve kovan, eşlerin geçeceği yolun iki yanına konur. Eşler geçtikten sonra mer­ mak üzere) 70 c m ’dir. Ses alanı iki oktav mi kovana yerleştirilip havaya ateş edilir, kadardır. Sapa bağlı perdeler, tü rk müzi­ ğinin ses sistemini yansıtır. Üç çift tel ta­ iki mısır koçanını yolun iki yanına koyup eşler geçtikten sonra bağlayarak göm ­ kılır. Alt ve üst teller çelik, orta teller pirinç­ tir. Akordu, çalınacak parçanın ayağına mek, ağaca çivi çakm ak da başvurulan



— ı r n r n T T 'm m r ın m m v



1201



!



bağlı olarak değişmekle birlikte, genellikle alttan üste doğru la-re-mi biçim indedir. Birçok araştırmacıya göre bağlam anın atası, k o p u z ” dur.



B a ğ l a m a , N iğde’nin merkez ilçesi, Yeşilgölcük bucağına bağlı belde; 3 370 nüf. (1990). B A Ğ L A M A C I a. 1. Bağlam a yapan ya da satan kimse. — 2. Bağlama çalan kim­ se. B A Ğ L A M A K g. f. 1. B ir kimseyi, b ir şe­ yi, b ir hayvanı (bir şeye, b ir yere) [bir şey­ le] bağlamak, onu, herhangi bir bağla, bir şeye, bir yere tutturm ak; hareket etmesi­ ni engellemek, hareket özgürlüğünü kısıt­ lamak: E v sahibini bağlamış, bütün evi soymuşlardı. Kayığı iskeleye bağlamak. Atı ağaca bağlamak. — 2. Bir şeyi (bir şe­ ye) ya da şeyleri (birbirine) bağlamak, on­ ları birbirine eklemek; birleştirmek: Va­ gonları birbirine bağlam ak. Yan yollan anayola bağlamak. — 3. Bir şeyi, (bir şey­ le) bağlam ak, (bir bağ ile) onu sarmak, kapatm ak, üstünü örtm ek: B ir kimsenin gözlerini bağlamak. Şu paketi sıkıca bağ ­ la, açılmasın. Yarayı bağlam ak. — 4. Şey­ leri (bir şeyle) bağlam ak, şeyler bütünü­ nü bir araya getirm ek, toplam ak: Saçla­ rını bağlam ak. Ç içekleri bağlayıp buket yapmak. — 5. Bir kim seyi b ir kimseye, bir şeye bağlamak, onları sevgi, çıkar vb. iliş­ kilerle birleştiren bir bağ oluşturmak ya da bu tür bir bağın ortaya çıkmasını sağla­ mak: Çocukluk anıları onu d oğ d u ğu y e ­ re bağlıyor. Onu kendine bağlam ak için hiçbir şey yapm adın ki. Hiçbir şey bizi bir­ birimize bağlayan dostluk bağını kopara­ maz. Onu hayata bağlayan h içb ir şey yok. — 6. Bir kimseyi, b ir şeyi, b ir kim se­ ye, b ir şeye bağlam ak, onu, o kişi ya da şeyle sıkı bir bağımlılık içine sokmak: Bir birim i bakanlığa bağlam ak. — 7. Bir şe­ yi, b ir şeye (bir şeyle) bağlam ak, onları aralarında mantıksal bir bağ kurarak bir­ leştirmek: Bir bağlantı sözcüğüyle b ir tüm­ ceyi ötekine bağlam ak. — 8. Bir şeyi b ir şeye bağlam ak, bir şeyi bir başka şeyin nedeni ya da mantıksal sonucu olarak açıklamak: Yükseklik korkusunu, ço cuk­ luğundaki b ir olaya bağlıyor. — 9. Bir ba­ ğı bağlam ak, iki ucunu birleştirmek, d ü ­ ğüm lem ek: Ayakkabılarını, ayakkabıları­ nın bağcıklarını bağlamak. Kravatını bağ ­ lamak. — 10. B ir kim seyi bağlam ak, bir şey sözkonusuysa, bir kimseyi sorumlu kı­ lan bir durum ya da bir bağımlılık içine sokmak, dilediğince davranmasını engel­ lemek: Bu karar yalnızca sizi bağlar. — 11. Yaşamını, yazgısını, umutlarını vb. b ir kimseye, b ir şeye bağlam ak, beklen­ tilerini ona yöneltmek; manevi olarak on­ lara bağlanm ak: Umutlarını çocuklarına bağlam ak. — 12. B ir şey bağlam ak, onu oluşturmak: Ekinler tane bağladı. Yara ka­ bu k bağlıyor. Kaym ak bağlam ak. — 13. Bir telefon numarasını (bir kimseye, b ir ye ­ re) bağlam ak, aralarında telefon görüş­ mesi sağlamak: Bana 2 6 2 'y i bağlayın. Santralı bağlar mısınız? A hm et beyi b a ğ ­ layın lütfen. — 14. B ir işe b ir şey bağ la ­ mak, b ir kimseye b elli b ir m iktar para bağlamak, onu o iş, o kimse için ayırmak; ona tahsis etmek: Bütün m al varlığını bu işe bağladı. Bu işe ancak on m ilyon lira bağlayabilirim. Traktörü bu işe on günden fazla bağlayam am . A ylık bağlam ak. — 15. Bir şeyi, b ir sözü (b ir şeye, b ir şey­ le) bağlam ak, bir işi sonuçlandırm ak, bir sözü bitirmek: Şu işi 2 5 bine bağlayalım, işleri b ir sözleşmeye bağlam ak. Sözünü bağla artık. Yazısını b ir fıkrayla bağlamak. — 16. B ağlasalar durm am , duramam,



bağlama



bağlamak 1202



bağlanmaya hazırlanan dağcılar



" g itm e k z o r u n d a y ım " , “ g itm e y e kararlıyım” anlam ında kullanılır. — Denize. Bir halatı, bir palamarı baba, bita, anele, kanca ya d a koç boynuzuna tut­ turm ak. — Ticari am açla bir gemiyi bir kimseye ya da bir firm aya belirli koşullar­ d a kiralamak || B ir gem iyi bağlam ak, pa­ lamarlarla, kablolarla, zincirlerle gemiyi belli bir durum da tutmak, B ir gem iyi rıhtı­ m a bağlamak. — Ed. Bir atışmada saz ozanlarından bi­ rinin diğerini sorduklarını yanıtlayamaz ya da aynı uyakla karşılık veremez durum a düşürmesi. — El sant. Havayı bağlam ak, bakırcılıkta külçe bakırı çekiçleyip levha haline geti­ rirken, sazcı’ denen ustanın çekiç vuruş­ larına uyarak bir ritim oluşturmak. — Elekt. ve Elektron. Bir elektrik aygıtının bağlantılarını kurmak. — Elektrotekn. Çeşitli iletken düzenekler arasında, iletken bağlantılar kurmak. — Hidr. pnöm. ve Sıh. tes. Bir boru d o ­ nanımını, bir hortumla bir pom pa, bir de­ po ya da herhangi bir aygıt çıkışına tut­ turmak. — inş. Kâgir bir duvarı oluşturan öğeleri birbirleriyle bağlantı kuracak biçimde yer­ leştirmek. — Kemertaşlarıyla oluşturulan bir yapı öğesinde kilittaşını yerine koy­ mak. — Bir duvara bağlama işlemi uygu­ lamak. — Taşları, tuğlaları, sıra taşı ve bağ taşı düzeniyle bir araya getirmek. || B ir kemeri, b ir tonozu bağlam ak, bu ya­ pıları inşa etm ek ve özellikle, son kilittaşını yerleştirerek tam am lam ak. |j Halata bağlam ak, taşları, gereçleri istenen yük­ sekliğe çıkarm ak için sapan vurmak. —Jeod. Bir bağlantı kurmak. — Kim. Bir cismin uçmasını engellemek.— Yeni bir elementi ya da organik kimyada, belirli konum daki tam bir grubu bir bile­ şiğe katmak, — Mak. san. Bir parçayı işlemek için ta­ kım tezgâhına yerleştirmek. — Bir takım tezgâhında işlenecek parçayı desteğe al­ mak. |[ Çift bağlam ak, hareket halindeki bir öğeyi birbiriyle birleştirmek. — M arangl. Kesme, rendeleme, vb. gibi işlemleri yaparken, bir iş parçasını tezgâ­ ha ya da sehpaya işkenceyle, mengeney­ le tutturmak. — Bilenecek aletleri m enge­ neyle sıkmak. — Sökülmüş iş parçalarını çektirme, vida, makas, menteşe gibi bağ­ lama öğeleri yardımıyla birleştirmek, to p ­ lamak. — Mutf. Bir sosu, içine azar azar un, ara­ rot, yum urta ya da nişasta giüi m alzeme­ lerden birini katıp karıştırarak koyulaştır­ mak. — Müz. Notaları ya da sesleri bağlamak, birden çok notayı, bir yay çekişiyle, bir üf­ lemeyle ya da sesin tek yayılımıyla icra et­ mek. — Oy. O yunu bağlam ak, bazı oyunlarda, özellikle dom inoda, karşı tarafın oynam a­ sını engelleyecek biçim de oynamak. — Petr. san. Bağlam a işlemini gerçekleş­ tirmek. —Tekst. Çift katlı kumaşlarda, katları atkı ve çözgü iplikleriyle birbirine tutturmak, ayrılmamalarını sağlamak. —Tiyat. Bir oyunun provası ya da oynan­ ması sırasında, replikleri bir kesilmeden sonra yeniden sürdürmek. ♦ b a ğ la n m a k edilg. f. 1. (Bir şeyle) bağlanmak, bir bağ aracılığıyla sarılmak, kapatılmak, toplanmak; birbirine ya da bir yere tutturulm ak, hareketi engellenmek, özgürlüğü kısıtlanmak: Elleri bağlanmak. Bağlanan denkler kam yona yüklendi. — 2. Bir kimseye, b ir kuruluşa, b ir şeye bağlanm ak, onun kapsamı içinde yer al­ mak, denetimi altına girmek, onunla bağ­ lantılı olmak: H atlar otom atiğe bağlandı. Kıyı işletmeleri b ir kararnam eyle bakanlı­ ğ a bağlandı. — 3. (Bir şeye ya da b ir şey­ le) bağlanm ak, bir iş, eylem, söz vb. söz­ konusuysa (şu ya da bu biçimde) son bul­ mak, sonuçlandırılm ak: Bu iş en son üç m ilyona bağlanır. — 4. (Bir kimseye, bir eve, binaya vb.) bağlanm ak, bir hizmet



sözkonusuysa, kullanıma sunulmak: Su bağlandı ama elektrik henüz bağlanm a­ dı. ♦ b a ğ la nm a k dönşl. f. B ir kimseye bir şeye bağlanmak, ona içten bir ilgi, bir ya­ kınlık duym ak, kendini ona vermek, onu çok sevmek: Sana öyle bağlandım ki an­ latamam. ♦ b a ğ la tm a k ettirg. f . 1. Bir şeyi, şey­ leri, b ir kimseyi, b ir hayvanı bağlatmak, onun bağlanmasını, bağlı durum a getiril­ mesini sağlamak: Yükleri bağlatmak. Kra­ vatını bağlatm ak. Ayaklarını bağlatmak. — 2. (Bir binaya) elektrik, su, telefon vb. bağlatm ak, onun kullanılmasını, kullanı­ m a girmesini sağlam ak. — 3. B ir kim se­ ye belli b ir m iktar para bağlatm ak, ona o paranın verilmesini sağlamak: Şehit m a ­ aşı bağlatmak.



BAĞLAMALIK sıf. 1. Bağlamaya yara­ yan şey için kullanılır. B ağlam alık ip. — 2. Bağlama, saz yapm aya elverişli: Bağlam alık ağaç. — 3 .Bağlam alık deli, bağlanm ayı gerektirecek derecede akıl hastası olan ya d a çılgınca işler yapan kimse için kullanılır. — inş. Büyük açıklıklı bir döşem enin ikin­ cil kirişleri üzerine yerleştirilerek döşem e­ nin tüm üne bükülmezlik kazandıran ve bu kirişlerin çarpılmasını önleyen ahşap par­ çalardan her biri. — K erpiç bir duvarın çeşitli bölümlerini birbirine bağlam ak için duvar içine gömülen levha. ( -* HATIL.)— Metal bir çatkıda flam bajı önlem ek için aşıkları birbirine bağlam aya yarayan çu ­ buk. (Eşanl. BAĞLANTI.)



dur. || Bağlanım eğrileri, iki değişkenli bir dağılımda, değişkenlerden biri sabit tutul­ duğunda, ötekinin kısmi dağılımının orta­ lamalarının geom etrik yeri. (Bk. ansikl. böl.) || D oğrusal (lineer) bağlanım, bir ni­ cel özelliği, başka p nicel özelliğin d o ğ ­ rusal bileşimi yardım ıyla açıklam aya yö­ nelik verileri çözüm lem e yöntemi. Özellik­ lerin hepsi n bireyden ölçülür. — ANSİKL. Fels. Sartre'a göre bağlanım, insan özgürlüğünün bir kanıtıdır ve insan bununla, gerçek bir insansal tutum be­ nim seyerek kendinde don u p kalma eği­ limini reddeder. Bağlanım, bu bakımdan, Bulantı 'da (la Nausee) ve l'E tre et le Nea nt'da (Varlık ve hiçlik) yazgıcılığın karşı­ tıdır. Varoluşçuluk b ir hüm anizm adır (L'existentialisme est un humanisme) adlı yapıtında Sartre şöyle der: "A lçak biri için alçak olm am a olanağı her zaman vardır [...] Önemli olan, bütünsel bağlanım dır” . — İstat. Bir x değişkeninin her değerine, bir y değişkeninin dağılımı karşılık getiril­ diğinde, y değişkeninin x değişkeni üs­ tündeki bağlanım ından (y nin x e göre bağlanımı) söz edilir. x in fonksiyonu ola­ rak y dağılımının ortalam a değişimim gösteren eğriye y nin x e göre bağlanım eğrisi adı verilir. Bu eğri doğruysa (bağ­ lanım doğrusu) bağlanımın doğrusal ol­ duğu söylenir ve bağlanım doğrusunun e ğim ini veren katsayıya "b a ğ la n ım katsayısı" denir.



BAĞLANIR sıf. Bilş. Bağlanabilen bir düzenek ve özellikle bilgisayar için kulla­ nılır.



BAĞLANIRLIK a. Bilş. Merkez birim i­ BAĞLAMSAL sıf. Bağlama ilişkin, bağ­ nin yapısı değiştirilmeksizin, çevre birim ­ lamla ilgili. lerine bağlanabilen bir bilgisayarın özel­ — Dilbil. Bağlam sal anlam, bir sözcüğün, liği. kullanıldığı bağlama göre içerdiği özel an­ BAĞLANIŞ a. Müz. Arm oninin klasik lam. ("E l" sözcüğünün "el em eği” ve “ el­ kurallarına uygun iki akoru yan yana ge­ de etm ek” bağlam larında iki ayrı anlamı tirme. vardır.) —ANSİKL. M üz . Bir akor, bir armoni cüm ­ — Mant. Bağlam sal tanımlama, tanım la­ lesinin sonunda yer almıyorsa, kendisin­ nacak simge ya da terim le eşdeğer bir den bir önceki ve bir sonraki akorla arabaşka deyim verecek yerde bu terimin geçtiği her bağlamı, içinde bu terimin yer ■ sında bağ kuran başka bir akora bağla­ nır. Çeşitli akorların bu rasyonel dizilişi, bir alm adığı eşdeğer bir başka bağlam a çe­ arm onik ilerleyişi belirler. Akorların bağ ­ virm e kuralının dayandığı tanım. (Bk. an­ lanışı, üzerine kuruldukları dereceler ta­ sikl. böl.) rafından belirlenir. Arm oni kuramcıları, —ANSİKL. Bağlamsal tanım belirtik tanım­ akorların bağlanışlarını, doğurdukları et­ dan, bu sonucunun tanımlanacak simgekinin iyi, orta ya da kötü oluşuna göre nih eşdeğeri olan bir başka simge sağla­ aşamalandırır. Bu etki, bağlanmış iki akorması bakım ından ayrılır. Bu tür tanımlar daki ortak tonal nota sayısına ya da akorgenellikle yalnızca bir kullanılış anlamı ların üzerine kuruldukları derecelerin öne­ (ing. m eaning in use) olan, yani tek baş­ mine göre değerlendirilir. larına bir şey göstermeyen simgelere uy­ gulanır. Bağlamsal tanımların başlıca fay­ BAĞLANMA a. Bağlanm ak eylemi. dası, bunlar sayesinde, tanım layabildiği­ ■ — Dağc. Bir dağcının kendisini güvenlik miz terim lerin içinde yer aldıkları tüm ce­ ipine bağlaması işlemi. (Bk. ansikl. böl.) lerin (cümlelerin) bir anlamı olabilmesi — Denize. Belirli koşullarla bir gem iyi bir için, bu terim lerin bir şey gösterdiklerini taşım a hattında çalıştırma. — Dümen yel­ (denotation) varsaymamıza gerek kalma­ pazesinin düm en fitiline tutturulması. masıdır. Bağlamsal tanım için gösterebi­ —uy. Uçlarında bulunan kancalar yardı­ leceğimiz en ünlü örnek kuşkusuz Rusmıyla iki vagonun birleştirilmesi sell’ın tekil betim lem eler kuram ında kul— Karb. kim. Bağlanm a gücü, bir köm ü­ iâhdığı ve çözüm lem esini verdiği tanım ­ rün, çok yapışkan bir kok oluşturm a yeti­ dır. si. (TOPAKLAŞMA GÜCÜ de denir.) — Psik. ve Ruhbil. iki ya da daha çok ku­ BAĞLAN - BAKLAN rumsal yapının birbiriyle eklemlenmesine BAĞLAN, Afganistan'ın kuzey kesimin­ denir. de kent, il merkezi, Afgan Türkistanı'nda; —ANSİKL. Dağc. B ağ la n m a-d ü ğ üm le r 111 000 nüf. Şeker fabrikası. Dokuma sa­ aracılığıyla yapılır. Sekizli düğüm ipin ucu­ nayisi. —B ağlan ili, 7 823 km2; 607 000 na ya da ortasına bağlanmayı sağlar; fa­ nüf. kat genelde ipin ucundaki dağcı için tek­ li oturak düğüm ü, ipin ortası için de aynı BAĞLANIM a. 1. Bağlanmak eylemi ya zam anda göğüs kemeri görevi yapan çift da biçimi. — 2. Siyasal ya da toplumsal oturak düğüm ü yeğ tutulur. Dağcılar, gö­ konularda yan tutma; bu yolda çaba gös­ ğüs kemerini gittikçe daha çok kullandık­ termeyi üstlenme. larından, emniyet ipi bu kemere klasik bir — Fels. Varoluşçulara, özellikle J. - P. bağlanm a düğüm ü ya da bir karabina Sartre’a göre, bireyin, seçtiği değerlen halkasıyla bağlanır. benimsemesi ve böylece eylemine bir an­ iki dağcı arasındaki bağlanm a uzaklı­ lam kazandırması .{Bk. ansikl. böl.) ğı arazinin zorluklarına göre değişir (25 — istat. Bağlanım, bir olayın kesin büyük­ -30 m ’lik bir uzaklık, iyi bir ortalamadır). lüğüne karşı gelen başka bir olayın, yak­ Kar tutm uş bir buzul üzerinde bağlanm a laşık büyüklüğünü bilm ek amacıyla yapı­ zorunludur. lan işlem. |j Bağlanım doğrusu, bir nokta kümesi ya da bulutunun bir doğru yardı­ BAĞLANMAK - BAĞLAMAK. mıyla temsili. Ûyle ki, noktalardan doğ ru ­ BAĞLANMAZLIK a. Fizs. kim. Bağlanya, ordinat eksenine koşut olarak alınan m azlık yörüngesi, atom lar arasında bir it­ uzaklıkların karelerinin toplamı m inimum­



b a ğ la n tı me enerjisini karşılayan molekül yörünge­ si. B A Ğ L A N T I a. 1. İki ya da daha çok kimse, şey arasındaki bağ, ilgi, ilişki: Bu iki olay arasında h içb ir bağlantı göre m i­ yorum . Söylediklerinizin konuyla h içbir bağlantısı yok. D eğişik hizm et birim leri arasında bağlantı sağlamak. — 2 . Bir ile­ tişim aracı yoluyla kişiler arasında kuru­ lan bağ: Telefon bağlantısı. Pilotla telsiz bağlantısı kurm ak. K ar dolayısıyla, Ulu­ d ağ 'la bağlantı sağlanam ıyor. — 3. Ula­ şım araçları ya da taşımacılık yoluyla iki nokta arasında sağlanan ilişki: hat: Türk hava yolları'nın Istanbul-Paris bağlantısı M ünih'ten aktarmalı olarak yapılıyor. H a ­ vayolu, denizyolu, dem iryolu bağlantısı. — 4. iki şeyi, iki yeri birleştiren bağ, bir­ leşme parçası, bölüm ü: B ir köprü aracılı­ ğıyla iki kıyının bağlantısını sağlamak. Bağlantı borusu. Bağlantı kablosu. B oru­ lar bağlantı yerinden açıldı. — 5. Olgula­ rın, düşüncelerin birbirini izleyişi, aralarınd aki bağ, ilişki: Bir olayın nedeniyle so­ nucu arasındaki bağlantıyı açıkça ortaya koym ak. D üşünceler arasındaki bağlantı yokluğu. — 6. iş bağlam ında, genellikle bir alım satım için kurulan ilişki: Brezilya ile yü z tonluk kahve bağlantısı yapıldı. Bu iş için üç firmayla bağlantı kuruldu,ancak hiçbiriyle anlaşmaya varılamadı, iş çevre­ leriyle bağlantıları olmak. — Anat. Bağlantı yeri, bir kasın, bir bağın tutunduğu yer. || Kas bağlantısı ya da izi, yumuşakçaların kabuklarında kasların bağlandığı yerde kalan iz. — Bilş. Özel bir sistemde, bir program ın iki bölümü ya da iki altprogram arasındaki ilişkileri sağlayan uzlaşmalı kom ut dizisi. |[ Bağ bağlantı programı, bir bilgisayar iş­ letim sisteminin kendine özgü programı. (Modüllerde ve temel altprogramlarda uy­ gulanabilir tutarlı bir programın, bu çeşit­ li bölüm ler arasında gerekli bağlantıları kurarak oluşturulmasına olanak verir.) || Metin bağlantı program ı, metinlerin bilgi­ sayarda dizilmesini kolaylaştıran p rog ­ ram. || Program lanm ış bağlantı, bir p rog ­ ramın komutlarıyla denetlenip yönetilen bilgi aktarımı ve bilgisayara erişim yönte­ mi. || Sonuç bağlantı programı, bir yan­ d an belleğe aktarılmış bilgilerin, diğer yandan istenen çıkış biriminin tanımından yola çıkarak, yazılacak sonuçların sayfa düzenini otom atik olarak gerçekleştiren program . (Eşanl. B İÇ İM LE N M E PROGRA­



(K O R U M A Ü N S Ü ZÜ , KAY NA Ş TIRM A SESLE­ Rİ de denir.) [Bk. ansikl. böl.]



— Dişç. cerr. Bir ya da birkaç diş.üzerinde sabit bir kısım ile bir protez aygıtındaki ha­ reketli kısım arasında ço k ince bir biyomekanik ilişki sağlayan düzenek. — Dy. Bağlantı malzemesi, rayların tra­ verslere tespitine ve bağlantı cebireleri­ nin sıkıştırılmasına yarayan çeşitli parça­ ların tüm ü. || Çift esnek bağlantı, Vignole tipi rayla gerçekleştirilen m odern dem ir­ yolu döşenmesinde kullanılan akılcı tespit sistemi; bu yola genel bir esneklik kazan­ dırarak yolculukların daha rahat yapılma­ sını, aşınmanın ve bakım işlerinin azalma­ sını sağlar. (Bu sistem ray pateniyle tra­ vers arasına yerleştirilmiş oluklu bir kau­ çuk sömelden ve bir tirfonla tespit edilmiş ve ray patenini sömel üstünde sıkıca tu­ tan, esnek çelik bir krapodan oluşur. Ö ğelerden birinin esnek biçim değiştir­ mesi durum unda öteki öğe de biçim de­ ğiştirir; böylece rayın travers ile tirfon boy­ nu arasında vurması önlenir.) — Elektrotekn. iki ya da birçok iletken sis­ tem arasındaki elektriksel bağ. — Elektrik iletkenlerinin iki ucunu birleştiren nokta. || Alın bağlantısı, bir m akinenin sargı bo­ bininde, iki o yuk arasında yer alan, ferromanyetik devrenin dışındaki bölüm. —Genet. Bir krom ozom un taşıdığı gen­ ler arasındaki ilişki. — Hidr. pnöm . Ç ab u k bağlantı, boru do­ nanımının bir öğesine, çalışm adığında kendiliğinden kapanan özel bir rakor ile yapılan bağlantı. I — Inş. Bir çatı m akasında, makas kirişini çatı babasına ya da yatay bir kirişi bir dik­ meye bağlayan, destek ve göğüslem eye b e n ze r-e ğ ik parça. — B A Ğ L A M A L lK 'ın eşanlamlısı. || Bağlantı taşı, daha sonra yapılacak bir inşaatla bağlantı kurabilmek için, bir duvarın ucunda yer yer bırakılan çıkıntılı taşlardan her biri. (Eşanl. BIR AK­ M A Diş.) — Bir duvar örgüsünde alt ve üst sıralardaki taşlardan daha geniş olan taş.



M I.)



— Bilş. ve Telekom. Bağlantılı ağ, bilgisa­ yarları birbirine bağlayan ağ. —Biyol. Bütün hayvan türlerinde bir or­ ganla, hatta bu organ evrim süreci için­ de körelmiş ya da büsbütün işlev değiş­ tirmiş olsa bile, çevresindeki organlar ara­ sında var olan değme, eklemlenme, sinir­ lenm e ve dam arlanm a bağlarının tümü. (Bk. ansikl. böl.) —Bür. Birbirlerini tam amlamak ya d a bir­ likte çalıştırılmak üzere iki makine arasın­ da yapılan geçici birleştirme. — Çamaşır san. Bir örgüyü oluşturan ip­ liklerin birbirine geçm e şekli. (Bir bağlantı, genişliği, benzer biçim de yinelenen ve belirli sayıda ilmekle sınırlanmış bir ya da birkaç "g e lişm e "d e n m eydana gelir.) — Denize. Kayıcı bağlantı, büyük üstya­ pıları olan gemilerde ya da harçlarda, tek­ ne sert rüzgârın etkisiyle belverdiğinde ya da sarktığında bu üstyapıların tekne ile birlikte eğrilmesini önlemek için kullanılan düzenek. — Dilbil. Bağlantı ünlüsü, ünsüzle biten bir sözcüğe tek ünsüzden oluşan bir ek ek­ lenirken hece yapısı gereği araya getiri­ len ünlü; bu ünlü kendinden önceki he­ cenin ses yapımına uyar (üret-e-ç, ev-i-m, gel-i-r vb.), j-yor ekinin bağlanm asında kullanılan, bugün bir bağlantı ünlüsü gö­ rünüm ünde olan ses, eski bir bağfiil eki­ nin kalıntısıdır(bil-e yor-r>bi!ıyor).J ||B ağ­ lantı ünsüzü, ünlü ile biten bir sözcüğe tek ünlüden oluşan ya da ünlüyle başlayan bir ek eklenirken, araya getirilen ünsüz.



göğüsleme damlalık aşığı



çatı bağlantısı || Boyuna bağlantı, örgü sırasından ö ğe ­ leri birbirine bağlanan iki kâgir duvarın birleşmesi. || Köşe bağlantısı, bir yapı par­ çasında, köşeye gelen taşların sıra taşı ve bağ taşı düzeniyle yerleştirilmesi. j| Kuru bağlantı, harç kullanılmadan birleştirilen kesme taşlardan oluşmuş örgü. (Benzer b ir örgü moloz taşlarla yapılırsa, kuru taş d uvar örgüsü adını alır.) — İstat. Bağlantıların faktör analizi, iki ni­ tel özelliğin şıklarının gözlendiği bireyler arasındaki yakınlıkları en iyi biçim de be­ timlemeye yönelik verileri çözüm lem e yöntemi. (Bk. ansikl. böl.) —Jeod. Yerölçümsel bağlantı, iki nokta arasında, bu iki noktayı birleştiren çok­ gensel bir çizginin öğelerinin ölçüm üyle yapılan yerölçümsel birleşme. (Bk. ansikl. böl.) — Kaynakç. Kaynak ya da lehimle birleş­ tirilmiş iki ya da daha ço k parça arasın­ da elde edilen süreklilik. |[ Bağlantı bölge­ si, erimiş bölgeyle ısıl bakım dan etkilen­ miş bölge arasındaki sınırı oluşturan ke­ sim. (Bu bir bakıma, kaynak işlemi sıra­ sında eriyip katılaşmış metal ile erimemiş,



yani katı halde kalmış metal arasındaki sı­ nırdır.) — Kuyuc. B ağlantı elemanı, çift dişi vida açılmış boruların ya d a çubukların rakoru. — Mad. oc. Bir diğerine açılan yeraltı ya­ pısı. — iki galeriyi birleştiren galeri. || H a­ valandırma bağlantısı, bir havalandırm a devresi oluşturan bağlantı. — Mak. san. En az bir ortak yüzeyi olan iki parça arasındaki bağ. (Bu bağ bükül­ mez ya da esnek, sürekli ya dasökülebilir, tam ya da kısmidir; bu son durum da, parçaların dönm e ya d a ötelenm e gibi göreli bir devinimi olabilir.) — Meteorol. Bağlantı kuşağı, bir bulut sis­ temini (kutup cephesi alçak basıncına bağlı) arkadaki alçak basıncın bulut sis­ temiyle birleştiren gökyüzü bölümü (açık, alçak, puslu, yağm ursuz ya da hemen hem en yağm ursuz gökyüzü). — Mobc. Bir duvar kaplamasının bitişik iki parçası üzerinde bulunan desen ayrıntı­ ları arasındaki ilişki; duvar kaplaması ye­ rine konduktan sonra bu desen ayrıntıla­ rı, tam am lanm ış b ir dekoratif motif m ey­ dana getirecek biçim de tam karşılıklı gel­ melidir. (Bitişik parçaların kenarlarının, yu­ karıdan aşağıya, yan yana ya da üst üs­ te bindirilm iş olmalarına göre, bağlantı düz ya da atlamalı olur.) — Müz. Bir revüde, iki sahneyi, iki ta b lo ­ yu, iki atraksiyonu birbirine bağlayan m e­ tin. — Nörobiyol. Bağlantı kesimi, bir nöronla ya da bir nöron grubuyla normal bağlan­ tıyı sağlayan sinir tellerinin kesilmesi. (Bk. ansikl. böl.) || Elektriksel bağlantı, birçok kas ve sinir hücresinin biyoelektrik etkin­ liği arasındaki doğrudan doğruya bağlan­ tı. (Elektrik potansiyelindeki değişiklikler, elektriksel bağlantısı bulunan öğeler ara­ sında özdeş ve zamandaştır. Bu da b ağ ­ lantılı öğelerin zarlarını birleştiren özel ya­ pıların varlığından ileri gelir: çok yüksek elektrik iletim gücü bulunan bu yapılara neksus [bağ] ya da bağlantı geçidi denir.) || Uyarma-kasılma bağlantısı, uyarımın ya da eylem potansiyelinin kas hücresine gelişi ile bunun kasılması arasında oluşan bağlantı. (Eylem potansiyeli kas hücresi­ nin zarına yayıldığı zaman, iyonlaşmış kal­ siyum un hücreye girm esi kolaylaşır: kal­ siyum, kasılmadan sorumlu kas tellerini et­ kiler ve onu harekete geçirir. Demek ki burada kalsiyum, uyarma-kasılma bağ ­ lantısı aracıdır.) — Nöropsikol. Bağlantı kopukluğu, nasırlı cisim deki bir lezyondan ileri gelen ve bil­ gilerin beynin bir yarım küresinden ö b ü ­ rüne geçişinde kesintiye neden olan bo­ zuklukların tümü. — Petr. san. Bir petrol üretim ya da arıt­ ma tesisinin boru donanımında rakorların, takımların ve dizilerin düzeni. — Psikan. Bağlantı görevi, etkeni ben olan ve işlevi, libido enerjisinin akıp gitmesini önlem ek için dağınık tasarımları yeniden ben 'e bağlam ak olan ikincil süreçlerin özel görevi. (Bu sayede, gerçeklik ilkesi, dolaylı olarak doyurulm uş ve insan, haz­ za doğrudan ulaşmanın tehlikesinden ko­ runm uş olur.) —Ruhbil. Belli bir ruhbilim görüngüsünün bir başkasına, sözgelimi "uyartı"nın "cev a p "a ya da bir “ uyartının ta s a rım f’nın bir “ başka uyartının tasarım ı"na bağlı ol­ ması. || ZamansaI bağlantı, bir koşullu ref­ leksin arkasında gizli kalan bağlantıya Pavlov tarafından verilen ad. —Sil. Bağlantı parçası, delici silahlarda, ana bölüm ile gönderin bağlantısını sağ­ layan parça. — Spor. Çeşitli bireysel sporlarda (özellikle jim nastik ve artistik patinajda) aynı çalış­ ma sırasında yapılan hareket ya da figür­ ler arasındaki ilişki. — Su işler. Bir akışkanı dağıtım merkezin­ den kullanıcıya ileten boru. (Sayaç, ço ­ ğunlukla kullanıcının binasında bulunur.) (Eşanl. B R ANŞM AN.] || A yg ıt bağlantısı, bir kat borusundan ya da yükselen bir kolon­ dan çıkarak suyu doğrudan kullanım ay­



1203



köşe bağlantısı



gıtlarına getiren boru donanımı. || Kanal bağlantısı, özel yapıların donanımını g e ­ nel kanalizasyon borusuna bağlayan bo­ ru ya da galeri. —Tekst. Bir dokum ayı oluşturan atkı ve çözgü ipliklerinin kesiştiği nokta. || Bağlan­ tı atkısı, işlemeli kumaşta yaldızlı iplikle ay­ nı renkte olan ve zemini gizlem eye yara­ yan ince atkı ipliği. (Yaldızlı iplikten d eğ i­ şik renkte çözgü iplikleri içeren tüm ku­ maşlar, metalin ayrılması için bu ince at­ kı ipliği eşliğinde dokunur.) jj Bağlantı İp­ liği, yaldızlı ipliği ipeğe bağlayan iplik. —Tiyat. Bir oyun metninin, iki repliği, iki sahneyi birbirine bağlam ak amacıyla ke­ silip değiştirilmesi. |[ Bir sahnenin ya da bir gösterinin bir bölüm ünün, bir repliği yeni bir biçime sokmak, olay zincirini göz­ den geçirmek, b ir oyuncunun oyununu değiştirm ek ya da bir oyuncunun yerine bir başkasını getirm ek amacıyla yinelen­ mesi. — ANSİKL. Biyol. Şimdi bağlantısı aynı olan organlara "ho m o lo g ” , yani eşgörevli denm ektedir, am a bu ;bağlantı ilkesini öne sürmüş olan bilgin Etienne Geoffroy Saint-Hilaire onlara “ a na lo g ’’, yani ben­ zer diyordu. M emelilerin ortakulağındaki kemikçikler, balıkların solungaç yaylarını oluşturan parçalarla hom ologdur, vb. Bağlantı ilkesi, başka türlü hiç de akla gel­ meyen, am a çoğu zaman paleontolojik buluşlarla doğrulanan eşgörevliliklerı (homoloji) bulup ortaya çıkarmak olanağı ve­ rir. Hayvanların doğal sınıflandırılmasın­ da bundan önemli ölçüde yararlanılır. Am a bu ilkeyi bitkiler âlemine uygulamak pek olası görünm em ektedir. — Dilbil. Bağlantı ünsüzleri -n-, -s-, -ş- ve -y-’dir. Bunlar kullanım yerleri açısından ayırıcı bir özellik taşırlar. -y-, genel bir bağlantı ünsüzüdür (oda -y-ı, yürü-y-üş vb.). -s-, 3. tekil kişi iyelik ekini belirtir (oda -s-ı, anne-s-i vb.). -n-, adıllarla, d u ru m e k le rin i (b u -n -u ve b u -n -d a v b .) y a d a 3. kişi iye lik e k iy le d u ­ ru m e k le rin i (oda-s-ı-n-ı, evi-n-i v b .) b a ğ ­ lar. ( A» ADIL- N’Sİ.)



-ş- ise, sayılarla üleştirme eki arasına gi­ rer (altı-ş-ar, yedi-ş-er vb.). — istat. iki özelliğe ilişkin şıklar kümesi I ve J olsun, / ve/şıkla rın ı birlikte gösteren birey sayısı k^ ile gösterilir. / satırındaki sıklıkların topiamı k,, j sütunundaki sıklık­ ların toplamı kj ile belirtilir, p sütunlu, n sa­ tirli sayılar tablosu, i inci noktanın koordi­ natları kii / k, olm ak üzere, bir nokta bu­ lutuyla temsil edilir. Sonra, bu nokta bu­ lutunda başlıca bileşenler* çözüm lem e­ s in e g iriş ilir. B u n u n iç in , i ve i' gibi iki nokta arasındaki uzaklığı göster­ m ek üzere, "k i kare” denen uzaklık seçi­ lir:



Bundan sonra, ilk iki faktör ekseninin oluş­ turduğu düzlem de veriler gösterilir. Böy­ lece, sütunlar ya d a satırlar arasındaki benzerlikler ve satırların sütunlarla yakın­ lığı değerlendirilebilir. —Jeod. Yerölçümsel bağlantı, genellikle bir teodolit ile açı ölçümlerini, tellürometre ya da jeodim etre ile aralık ölçümlerini ve sık gökbilimsel belirlemeleri (Laplace sapmaları, düşeyin sapmaları) içerir. G ü­ nümüzde bu yöntem, uzay jeodezisi ile el­ de edilen ve kenar uzunlukları birkaç yüz kilometre gibi yüksek değerlere ulaşan ağları sıklaştırmak için sık sık kullanılmak­ tadır. — Nörobiyol. Bağlantı kesimi tam olabilir: süreğen ya da geçici bir ağrıyı yok etmek için omuriliğe gelen duyu sinirlerinin ame­ liyatla kesilmesi: yalıtılmak ve ısıtılarak or­ tadan kaldırılmak istenen bir sinir çekir­ değine ulaşan sinir demetinin soğutulm a­ sıyla sağlanan bağlantı kesimi. — Nöropsikol. Şu açıklayıcı model, yalnız okum ada karşılaşılan bozuklukları açıkla­ yabilir: beynin sol art bölüm ünde, bir lezyon bulunan bir kimsede, bilgiler artık yal­



nızca beynin sağ art lobuna ulaşabilir. Eğer lezyon, nasırlı cismin arka bölüm ü­ nün (splenium) liflerine yayılırsa, görsel bilgiler, beynin sol yarım küresindeki dil alanına ulaşamaz. Bu yüzden, görülen sözcüklerin hasta için hiçbir anlamı kal­ maz. Hastalık nasırlı cismin ön ve orta bö­ lümlerine de yayılırsa, işitme ve dokunm a konularında da benzer belirtiler görülür.



BAĞLANTILI sıf. Aralarında bağlantı bulunan, bir başka şeyle bağlantısı olan. —Ceb. Bağlantılı graf, ancak bir tek bağ­ lantılı bileşen kabul eden graf. |J B ir gratın bağlantılı bileşeni, grafın, bir zincirle birleştirilebilen köşelerinin kümesinden oluşan altgraf. (Bir grafın farklı bileşenle­ ri, bu grafın köşelerinin kümesinin bir par­ çalanışını oluşturur.) — Semeiol. Öğeleri önce ayrı olup sonra­ d an birleşen deri döküntüsüne ya da pa­ tolojik salgıya denir. —Topol. Boş olmayan iki açık küme yar­ dımıyla ikili parçalanışı gerçekleştirileme­ yen bir topolojik uzay için kullanılır. (Bk. ansikl. böl.) — Bir E topolojik uzayının, E nin topolojisiyle A üstünde yaptırılmış to­ poloji için bağlantılı bir topolojik uzay olan bir A parçası için kullanılır. || B ir E topolo­ jik uzayının b ir x elemanının bağlantılı bi­ leşeni, E nin x elemanını kapsayan en bü­ yük bağlantılı parçası. || Yalın bağlantılı to­ polojik uzay, her kapalı yolun bir noktay­ la uzam daş olduğu topolojik uzay. (Her kapalı yolun görüntüsünün içi E içinde­ dir.) II Yay ile bağlantılı topolojik uzay, her­ hangi iki elemanı sürekli bir uygulam ayla İR nin bir parçasının uçlarının görüntüleri olarak elde edilebilen topolojik uzay. (Her­ hangi iki noktanın bir yolla birleştirilebildiği söylenir.) |[ Yerel bağlantılı topolojik uzay, her elemanının, bağlantılı temel d o ­ lay sistemi bulunan topolojik uzay. — ANSİKL. Topol. Bağlantılı uzay örnekle­ ri, İR nin bir nokta haline gelm em iş kapalı aralıkları içinde ve daha genel olarak bir nokta haline gelmemiş, boş olm ayan bü­ tün dış bükey küm eler içinde bulunur. Bağlantılı uzayların belirgin özellikleri şun­ lardır: —aynı zamanda hem açık hem kapalı altküm eler yalnızca, boş küme ve bütün uzaydır; — uzayın iki kapalı küm e ile bir ikili par­ çalanışı olanaksızdır; — uzayın her öz altküm esinin boş olm a­ yan bir sınırı vardır. Ortak bir elemanı bulunan bir bağlan­ tılı küm e ailesinin birleşimi bağlantılıdır. Aynı biçim de, İN üzerinde, ardışık iki in­ dis için, bunlara karşılık gelen parçaların arakesiti boş olm am ak üzere indislenen, sayılabilir bir ailenin birleşimi bağlantılıdır. Bir topolojik uzay yalın olarak b ağlan­ tılı ise bağlantılıdır. Bir topolojik uzay, yay ile bağlantılı ise, bağlantılıdır. Bu iki özel­ liğin karşıtları doğru değildir.



BAĞLANTILILIK a. Topol. Bağlantılı olma özelliği.



BAĞLANTISIZ sıf. 1. Aralarında b ağ ­ lantı bulunm ayan. — 2. Siyasal ve askeri yönden hiçbir blok'a bağlı olmayan ülke, devlet için kullanılır; bloksuz. — Cerr. Bağlantısız gref, sapsız otogref. — Siyas. bil. Siyasal açıdan bağlantısızlı­ ğı benimsemiş kişi ya da ülke. (Bk. ansikl. böl.) —Topol. Tümel bağlantısız uzay, eleman­ larından her birinin bağlantılı bileşeni, ele­ manın kendisine indirgenen topolojik uzay. (Q ve ayrışmış uzaylar bu türe ör­ nektir.) — ANSİKL. Bağlantısız ülkelerin ilk konfe­ ransı eylül 1961’de B elgrad’da yapıldı. Bu konferansa yirmi beş ülke katıldı. Ha­ reketin öncülüğünü yapan Tito, Nehru ve Nasır’a göre bağlantısızlık, Üçüncü dün ­ ya ülkelerini iki blok arasındaki çatışm a­ nın dışına çıkarm aya yarar. G ruba katıl­ m ak için beş ölçüt belirlendi: barış içinde bir arada yaşama ilkesine dayalı bir ba­ ğımsızlık siyaseti izlemek; ulusal kurtuluş hareketlerini desteklemek; hiçbir askeri it­



tifakta yer almamak; başka bir devletle iki taraflı ittifak kurm am ak; kendi toprakları üzerinde yabancı askeri üslerin kurulm a­ sına izin vermemek. Sadece, toprakların­ da İngiliz üssü bulunan Kıbrıs istisna sa­ yıldı. Kahire’de yapılan ikinci konferansın (ekim 1964) en belirgin özelliği, yeni ba­ ğımsızlığına kavuşmuş birçok Afrika ülke­ sinin topluca katılmaları, diğerlerinin de kurtuluş hareketlerince temsil edilmeleriy­ di. Bu nedenle, grup üyeliğine kabul edil­ me ölçütlerinin esnek bir şekilde uygulan­ ması gerekti. Yoksa Büyük Britanya ya da Fransa’ya anlaşm alarla bağlı zenci Afri­ ka ülkelerinin çoğunun ve topraklarında am erikan üsleri barındıran bazı ülkelerin gruba alınmaları müm kün olamazdı. Kon­ feransa kırk altı ülke katıldı, on ülke de gözlem ci gönderdi. Lusaka'da yapılan (eylül 1970) üçün­ cü konferansa elli dört ülke katıldı; göz­ lemci statüsüyle dokuz ülke ve çağrılı bir­ çok kurtuluş hareketi de konferansta ha­ zır bulundular. Hareket giderek radikal­ leşti; öyle ki 1972’de Georgetovvn’da top­ lanan Dışişleri bakanlan konferansı çeşitli faaliyet kollarını koordinatör ülkelere gö­ re dağıtan Sürekli komite (merkezi New Y ork’ta) gibi yapılanm alar getirebildi. Cezayir konferansı’nın (eylül 1973) özelliği ise Latin Am erika'dan çok sayıda ülkenin grub a girm esidir. Bu konferansa toplam yüz beş ülkenin temsilcileri katıl­ dı. Daha önce ayrıcalıklı bir yeri olan Ü çüncü dünya-M oskova ilişkileri, konfe­ ransın başlıca tartışm a konusu oldu ve bölünm eye yol açtı. Katılanların çoğu, sosyalist ülkeler/kapitalist ülkeler ayrımı­ nı yadsımaksızın, dünyadaki asıl karşıt kampların, yoksul ülkeler ile aralarında SSCB’nin de yer aldığı zengin ülkeler ol­ duğu görüşündeydi. Gruba kabul edilme­ nin gerçek ölçütünün azgelişmiş dünya­ da yer almaya bağlanması da bu yeni an­ layışı yansıtır. Buna paralel olarak, Ceza­ yir konferansı şu çift isteği vurguladı: ulu­ sal bağımsızlığın geliştirilmesi ya da ka­ zanılması (özellikle kültürel bağımsızlığın elde edilmesi) ve iktisadi bağımsızlığın sağlanması. 1976 Colom bo ve 1979 Havana konfe­ ransları, yeni bir uluslararası iktisadi ve kültürel düzenin gerekliliğini vurgulaya­ rak bu ana konuları derinleştirdi. Yedinci konferans, mart 1983'te Yeni Delhi’de yapıldı; bu konferansta özellikle Kampuçya, iran-lrak savaşı, Afganistan, Çad ve Kuzey-Güney diyaloğu sorunları üze­ rinde duruldu. Güney Afrika sorununun ağırlıklı olarak ele alındığı sekizinci kon­ ferans, eylül 1986’da Harare’de yapıldı. Bunu 101 bağlantısız ülkenin katıldığı 1989 Belgrad konferansı izledi. 1992’de Larnaka’da toplanan 50 devletin temsil­ cileri, değişen dünya koşullarında hare­ ketin geleceğini tartıştı.



BAĞLANTISIZLIK a. 1. Bağlantısız ol­ ma durum u. — 2. Bağlantısızlık politikası ya da siyasası, siyasal ya da askeri yön­ den hiçbir bloka girm em e politikası. — Siyas. bil. Birbirine hasım batılı ve ko­ münist bloklardan herhangi biriyle bütün­ leşmeyi kabul etmeyen ve daha çok Üçüncü d ü n ya ’da yer alan bazı devletle­ rin siyasal durum u. BAĞLAŞIK sıf. ve a. MÜTTEFİK’in eşan­ lamlısı. ♦ sıf. Fizs. kim. Bir m addenin doğası­ na değil, yalnızca molekül derişimine bağlı özellikler için kullanılır. (Geçişim ba­ sıncı ve donm a noktası düşmesi bağla­ şık özelliklerdir.)



BAĞLAŞIKLIK a Bağlaşık olm a d u ru ­ mu.



BAĞLAŞIM a. Elektron.



E Ş L E M E 'n in



eşanlamlısı. — Uluslarar. huk. Ortak çıkarları olan dev­ letler arasındaki karşılıklı ilişkileri belirten siyasal deyim.



BAĞLAŞIMLI sıf. Aralarında karşılıklı



bağımlılık ilişkisi olan olaylar, eylemler ve devletler için kullanılır.



BAĞLAŞMA a. İTTİFAK'ın eşanlamlısı. — Ed. Sözcüklerin bağlaşması, karşıt iki terim in yan yana gelerek bir anlam orta­ ya çıkarması. — Paleogr. Birçok harfin tek bir karakter­ de birleşmesi.



BAĞLAŞMAK gçz. f. Bir anlaşma ya da sözleşme ile karşılıklı bağlanmak; ittifak et­ mek.



BAĞLATMAK ->



BAĞLAMAK.



BAĞLAYAN a. Dilbil. Bir bağlam a sağ­ layan sözcük ya da sözcük kümesi. (Bağ­ lam a bağlaçlarının yanı sıra, geleneksel olarak belirteç adıyla anılan bununla b ir­ likte, de, da, gerçekten, öyleyse vb. söz­ cükler de cüm le içinde bağlayan işlevini sağlarlar.)



BAĞLAYICI sıf. Bağlam aya yarayan şey için kullanılır. — Aşındc. Aşındırıcı tanelerini topaklaştırm aya ya da uygun bir destek üzerine tut­ turm aya yarayan yapışkan madde. — Boyac. Verniklerin, boyaların ve ben ­ zer m addelerin basit ya da karma, u çu ­ cu olm ayan film yapıcı bileşeni. (Bk. an­ sikl. böl.) — Elektron. Gazışıl bir m addeyi, bir des­ teğe yapıştırmaya yarayan ürün. — Elektrotekn. Devreyi, önceden belirlen­ miş koşullarda otom atik olarak kapatan1 anahtar. — inş. ve Bayınd. Atıl yapı gereçlerini (kum, kaba kum, agrega) topaklaştırmaya yarayan m adde (Bk. ansikl. böl.) — Taşları, tuğlaları derzlem eye yarayan harç. — M atbaac. Bir baskı m ürekkebinin bile­ şenlerinin (pigmentler) yapışmasını ve ak­ tarımını sağlayan vernik. — Metafürj. Isıl ya d a kimyasal bir etki yap­ m adan döküm kum una yapışma gücü kazandıran bağlam a m addesi. — Maça kum una, ek yapışm a gücü kazandırm ak için katılan m adde. — Uz. havc. Katlararası bağlayıcı, bir fü­ zenin iki katı arasındaki elektrik ve elek­ tronik bağlantıları kuran bağlayıcı. || M e r­ kez bağlayıcısı, ateşlemeden önce bir fü­ ze ile ateşleme platform u arasında elek­ trik ve elektronik bağlantıları kuran b a ğ ­ layıcı. —Yapış. Bir yapıştırıcının, temel özellikle­ rini belirleyen ana bileşeni. ♦ sıf. Uyulması zorunlu olan karar, kural, vb. için kullanılır: Anlaşm ada b a ğ ­ layıcı h içb ir m a d d e yok. Kanunun bağ la ­ yıcı hükümleri. — ANSİKL. Boyac. Bağlayıcının işlevi, p ig­ ment taneciklerinin ve dolgu m addeleri­ nin uygun bir biçim de dağılmasını sağ­ lam ak ve kuruyup sertleştikten sonra sü­ rüldüğü yüzeyde sürekli bir film oluştur­ maktır. Bağlayıcı, yalnızca kurutucu yağ­ lardan, doğal ya d a yapay kimi reçinele­ rin karışımından oluşabileceği gibi, yalnız­ ca sentetik reçineden ya da başka sen­ tetik ve doğal reçinelerin bileşim inden de oluşabilir. — inş. ve Bayınd. H idrolik bağlayıcılar'ın başlıca bileşenleri, kireç, silis, alümin ve dem ir oksittir. Bu bağlayıcılar ayrıca, az miktarda ham madde katışkısı da içerirler. Temel bileşenler, çim ento eklenm eden önce susuz, sertleşmiş çim entodaysa su­ lu olan silikatlar ve kalsiyum alüminatlardır. Hidrokarbonlu bağlayıcılar, katran ya da bitüm gibi hidrokarbon kökenli m ad­ delerdir.



BAĞLAYICI-KESİCİ a Hem bağlayı­ cı hem de kesici nitelikler taşıyan anahtar. BAĞU sıf. 1. Bir şeye, b ir yere bir bağ ile bağlanm ış olan: Korkmayın, köpekler bağlıdır. Katiller bağlı olarak getirildiler. — 2. B ir kimseye, b ir şeye, b ir yere, b ir topluluğa (evine, ailesine, yurduna, vb.) bağlı, ona saygı, sevgi, sadakat vb. d u y­ gularla bağlanmış; bağlılığından şüphe edilm eyen kimse için kullanılır: Karısına



bağlı b ir koca. Çocuklarına bağlı b ir b a ­ ba. H ayata bağlı b ir insandı. Dostlarına, dostluklarına bağlı b ir adam . — 3. B ir şe­ ye (ilkelerine, inançlarına, görevine, vb.) bağlı, onun gereklerini yerine getiren, ona ilişkin görüşlerinde değişiklik yapm ayan, kendini ona adamış kimse için kullanılır: Demokrasiye, dem okrasi ilkelerine bağlı b ir insan. Verdiği sözlere her zam an b a ğ ­ lıdır. ilkelerine bağlı b ir yönetici. İşine bağ ­ lı b ir öğretmen. — 4. B ir şeye, b ir kimse- • ye bağlı, gerçekleşm esi o şeyin ya da kimsenin sağlayacağı bir koşulu gerekti­ ren şey için kullanılır: Hastanın kurtulm a­ sı göstereceğiniz özene bağlı. Kişilerin sa­ tın alm a g ücü ülkenin ekonom ik koşulla­ rına bağlıdır. Yükselmeniz göstereceğiniz çabaya bağlı. Seçilm em yalnızca size bağlı. — 5. Bir şeye bağlı, ona bağımlı, onun koşullarıyla sınırlanmış şey için kultenılır: Okullarda kol çalışmaları yö ne tm e liğe bağlıdır. — 6. Bir kuruma, b ir kurulu­ şa bağlı, mesleki alanda ona bağımlı olan, orad a çalışan kimse; onun yapısın­ da yer alan, onun alt birim i olan kurum, kuruluş vb. için kullanılır: Üniversiteye bağlı öğretim üyeleri. Bakanlığımıza bağlı kuruluşlar. — 7. Büyü yapılarak cinsel güçten yoksun bırakıldığına inanılan er­ kek için kullanılır. — 8. Kapatılmış olan yer için kullanılır: Bağlı geçit.



şik iki yönde bulunan aynı renkte piyon­ lar. — Siber. Bağlı olmak, b ir makine ya da aygıttan söz ederken, belirli ve değişmez b ir çalışma program ı taşımak. (Bu p rog ­ ram çeşitli kum anda ve denetim öğeleri arasında, yapım sırasında kurulan kalıcı bağlantılarla tanımlanır. Ardışıl bir otom a­ tizm de, bu bağlantılar mantık ve bellek öğeleri arasına yerleştirilmiştir.) || Bağlı program , yapım sırasında kurulan kalıcı bağlantılarla, değişm eyecek biçimde kay­ dedilm iş program .



— Bors. Bağlı emir, bir borsa aracısına, bir işlemi, ancak başka bir işleme bağlı ola­ rak yapması için verilen emir. —Ceb. Bağlı aile, serbest olmayan bir K -vektör uzayının elemanları ailesi [(x ,), e ı , ; p 1



BAĞUKÖY, rum ca Ambellku, Kıbrıs' ın Lefkoşa ilçesi. Lefke bucağına bağlı köy.



bağlıysa,K nın ^ x,x,~ o denklem ini geri“ 1 çekleyen, hepsi sıfır olm ayan X,.X2 hp elemanları vardır; ailenin elemanlarının her biri, öbürlerinin doğrusal devşirimidir. Vektörlerin doğrusal olarak bağımlı oldu­ ğ u da söylenebilir.) || Bir E K -vektör uza­ yının bağlı parçası, E nin serbest olm a­ yan parçası. |j Bağlı vektör, (P.P) İkilisi. [Burada P, A afin uzayının bir noktası, v de bu uzaya eşlik eden E vektör uzayı­ nın bir vektörüdür. Değişm ez P için, v y e P + v noktasını eşlik ettiren uygulam a E den A içine birebir örtendir. (P, v) bağlı vektörüne (P.P + v) çift noktasını eşlik et­ tiren uygulam a, AxE den A xA içine bire­ bir örtendir. (P.v) bağlı vektörünün baş­ langıç noktası P, vektörü v dir.) — Dilbil. Bir bağlayan aracılığıyla birbirle­ rine bağlanan sözcükler, tüm celer, cüm ­ leler için kullanılır. —Fiz. Tutunum unu koruyan ve etkileşim­ le bileşenlerini bir arada tutan bileşik bir fiziksel sistem için kullanılır. (Hidrojen ato­ mu, bir proton ve b ir elektrondan oluşan bağlı bir sistemdir.) — Fizs. mekan. Bağlı nokta, tüm uzayda serbestçe devinemeyen ve devinimleri bir eğri ya d a bir yüzeyle kısıtlanan nokta. — Foto. Bağlı uzaklıkölçer, fotoğraf m aki­ nesinin içine yerleştirilen, objektif odaklan­ dığı anda uzaklığı bildiren ve bu iki hare­ ketin dayanışıklı olmasını sağlayan uzaklıkölçer. —Geom. B ir (S) katı cism ine bağlı nokta, (S) ye bağlı bir işaret içinde, (S) devinse bile koordinatları değişm eyen nokta. — Halk oy. Bağlı dizi, oyuncuların birb iri­ ni ellerinden, parmaklarından, omuzların­ dan ya da bellerinden tutarak oluşturduk­ ları dizi. — Koregr. Bağlı adım, iki adım arasında­ ki durm a süresini belli etm eden kesinti­ siz olarak adım atma. — Mant. Bağlı değişken, bir niceleyiciye bağlı olan, yani onun kapsam ına giren değişken. [Ö rneğin, |)x M x )) Vö(z) de­ yim inde X değişkeni bağlı, Z değişkeni ise bağsızdır.) — Müz. Bağlı icra etmek, bir ezgideki komşu sesleri, sesin çalgıdan ya da gırt­ laktan tek çıkışında, kesintisiz olarak icra etmek. —Oy. Bağlı piyonlar, satrançta bitişik sü­ tunlarda yer alan ve aynı yön ya da biti­



♦ a. Müz. XVII. ve XVIII. yy.'da, bir üçlü aralığın iki sesini, yazılı olm ayan aradaki sesle birbirine bağlayan süsün adı.



BAĞLICA, esk. A ş a ğ ım e s tik a n , Malat­ ya'nın m erkez ilçesine bağlı Kale b uca ­ ğının merkezi; 498 nüf. (1985).



BAĞLICA, Siirt’in Kurtalan ilçesine bağlı bucak; 5 865 nüf. (1985); 11 köy. Mer­ kezi Bağlıca (esk. Hüseynî, Sihiyan), 989 nüf. (1985).



BAĞLIK sıf. 1. Bağların ço k olduğu yer için kullanılır. — 2. Bağlık bahçelik, bah ­ çelik, yeşillik yer için kullanılır.



BAĞUKAYA, N iğ d e 'n in Aksaray ilçe­ si, merkez bucağına bağlı köy; 2 205 nüf. (1985).



BAĞLILAŞIK sıf. Dilbil. Karşılıklı bağlı­ lık ilişkisi içinde bulunan ve cüm lenin iki öğesi arasında ilişki sağlayan iki terim için kullanılır (örn. öyle...ki, o denli...ki vb.).



BAĞLILAŞIM a. iki nesne, iki terim ara­ sındaki bağlılık, bağıntı ya da ilişki. — Biyol. Karakterlerin bağlılaşımı, aynı hayvansal ya da bitkisel organizm anın b irço k karakteri ya da birçok organı ara­ sındaki bağ. (Bk. ansikl. böl.) — Elektron. A lgılam a sistemlerinde, dip gürültüsünden bir işaret elde etm ek için kullanılan teknik. — Fişekç. Bağlılaşım yasası, nitroselülozlu barutların kararlılığı konusunda Vieille' in önerdiği kural. (Bir barutun 110°C 'a bir saat dayanımı, 7 5 °C 'a bir gün ve 4 0 t>C 'a bir ay cjayanımına d en k düşer.) [VİEİLLE denem esi de denir.) — istat. Bağlılaşım, değerlerdeki değişim aynı yönde ya da ters yö nd e olm ak üze­ re iki özellik arasındaki ilişki. (Bk. ansikl. böl.) [| Bağlılaşım katsayısı, iki nicel özel­ lik arasındaki bağımlılığı ölçen sayı. || D oğ­ rusal bağlılaşım katsayısı, X ve Y gibi iki değişkendeki birlikte değişim in (kovariyans), bunların standart sapmalarının çar­ pımına oranı. Form ülü şöyledir:



V



\/^



n „ ( x , - x ) ( y , - y)



x )2 J v



n ,( x , -



n ,( Yi -



y?



(Eşanl. BRAVAİS-PEARSON KATSAYISI.)!!ö/r X değişkeninin b ir başka Y değişkenine bağlılaşım oranı, karesi, X in koşullu or­ talamalarının değişkesinin, marjinal değiş­ kesine oranı olan sayısı



V



X



n p | x p - x l2



r>,(*, - * ) 2



biçimindeki r\2xy formülünde, np Y değiş­ keninin p sınıfında X değerlerinin sıklığı, Xp Y değişkeninin p sınıfında X değerle­ rinin ortalaması ve n, X değişkeninin x, değerinin ya da sınıfının sıklığıdır. —Olasıl. Eşleşik alınmış iki X ve Y rastlan­ tı değişkeninin p bağlılaşım katsayısı, bu değişkenlerin X -X



Y -Y



bağlılaşım 1206



ilintili indirgenmiş ve merkezlenmiş değiş­ kenlerinin rX - X Y - Y i p = co v --------, -------- = I



BAHARAT. rası için yeni bir düzenleme hazırladı (bu Bahar, Tekel idaresi'nce yapılan 68 mm düzenleme, New York’ta Martine Van Ha­ boyunda, 7 mm çapında, yuvarlak kesit­ mel ve Mıhail Barışnikov ile yeniden sah­ li, hafif içimli sigara çeşidi. nelendi ). BAHAR a. Müz. Türk m üziğinde XVIII. BAHARAMPUR ya da B E R H A M yy.’dan önce kullanılmış bir makam . Gü­ P U R , Hindistan’da kent, Batı Bengal’in nümüze ulaşabilmiş örneği yoktur. kuzeyinde; 92 890 nüf. BAHAR Şirvani, asıl adı M irza N asrulBAHARAN çoğl. a. (fars. bahar1ın çoğl. lah, azeri şair (Şamahı, Şirvan, 1834 bahârân). Esk. İlkbahar ve sonbahar. -Tebriz 1883). Ülkesinde iyi bir öğrenim gördü. Arapça, farsça, urduca, fransızcayı bu dillerde şiir söyleyecek kadar iyi öğ­ rendi. 1858’de Tahran’a gitti. N asreddin Şah’a sunduğu bir kasidesi beğenilince Şah’ın melik üş-şuarası oldu, uzun yıllar sarayda yaşadı. Farsça-türkçe D iv a n i ve farsça mesnevileriyle İran’da ün kazandı. 1877'de T ebriz’e döndü. Ö ğretm enlik yaptı. Yapıtları: azeri türkçesinde Gazeliya t ve N ergis ü g ü l mesnevisi; farsça Divan-ı gasaid ve gazeliyat, Tuhfet üt -Irakeyn.



BAHAR (M uham m et Taki), iranlı yazar (Meşhed 1 8 8 6 -T a h ra n 1951). Klasik üs­



BAHARAT ya da BAHAR a. (ar. b a ­ har, çoğl. baharat). Pişmiş ya da çiğ be­ sinlere, lezzetlerini artırm ak am acıyla ka­ tılan madde. (Mineral kökenli olan tuzdan başka baharatların büyük çoğunluğu bit­ kisel kökenlidir; kabuktan [tarçın], kökten [zencefil, bayırturpu] ya da yapraklardan [taze sarmısak, defne, kekik, vb.] elde edilir. Tatları ekşi [kapari, limon], acı [so­ ğan, sarmısak] ya da tatlı [şeker, bal] ola­ bilir.) — ANSİKL Mutf. Baharatın tü rk m utfa­ ğında kullanılması, kimi kaynaklara göre XV. yy.'dan sonradır. Daha önce bazı ba-



Stravinskiy'in Bahar ayini adlı balesinin bir gösterimi (1962)



harat türleri, halk hekim liğinde ve ilaç ya­ pımında kullanılıyordu. İlkin pahalı bir m adde old u ğundan yalnız saray m utfak­ larında kullanılan baharlar; XVI. ve XVII. yy.’larda Osm anlılar’ın Akdeniz ticaretine egem en olmalarıyla yaygınlaşm aya baş­ ladı. Koku ve lezzet verici özellikleri ya­ nında, iştah açıcı, sindirimi kolaylaştırıcı, sinirleri yatıştırıcı etkileri olduğuna inanıl­ dığından tüketimi hızla arttı. Ç orbalarda, tatlılarda, et ve sebze yem eklerinde, sa­ latalarda çeşitli türleri kullanılan baharat, türk mutfağının belirgin özelliklerinden bi­ rini oluşturdu. A n adolu'nun kimi yörele­ rinde değişik bahar türleri yetişmekle bir­ likte, baharat gereksinim inin önemli bö­ lümü, geçm işte olduğu gibi günüm üzde de ithal yoluyla karşılanmaktadır. Özellikle acılı baharat, D., G.-D. ve iç A n a do lu'd a fazlaca tüketilmekte, yöre yemeklerinin ve damak zevkinin ana özelliğini oluşturmak­ tadır. — Tar. B aharat yolu ya da C adüei b aha­ rat. Çoğu baharat Doğu kökenliydi. Avru­ palılaşın ilk tanıdıkları baharat olan hintkarabiberinın adı, Theophrastos'un, d a ­ ha sonra Dioskurides, Galenos ve Yaşlı Plinius'un yapıtlarında anılır. Kutsal Kita p 'ta sözü geçen ve Eskiler tarafından yağ ve merhem yapımında kullanılan, ba­ zı yörelerde tütün gibi içilen tarçın, üre­ tim bölgelerinden (Hindistan ve Seylan) kervanlarla İskenderiye’ye kadar geliyor­ du, bu nedenle de uzun süre Arabistan kökenli sanıldı, ilk çağlardan bu yana Ç in 'd e ve H indistan’d a kullanılan zence­ fil, Yunaniılar'a Persler tarafından tanıtıl­ dı; zengin R om alılar’ın beslenmesinde b üyük bir rol oynayan zencefil, gerek fi­ yatı, gerek tüketim i bakımından Örtaçağ Avrupası'nda, karabiber kadar önem ka­ zandı. Baharat olarak ve ayrıca hem ilaç, hem boya yapım ında kullanılan, Batı As­ ya (Keşmir, İran, Phrygia) kökenli safran, Kilikia safranını d a öven Romalılar tara­ fından biliniyordu. Baharatın Bizans im paratorluğu yoluyla Avrupa’ya geçme­ si, IX. y y .’d an başlayarak müslümanlarca engellendi. Bununla birlikte, çok m ik­ tarda yenen etin korunması için büyük gereksinim duyulan baharatın tadı, zen­ gin sınıflarca unutulmamıştı. Haçlı sefer­ leri ile baharata olan ilgi yeniden canlan­ dı ve bu seferlerden sonra safran, Fran­ sa ve İtalya'da d a yetiştirilmeye başlan­ dı. Doğu A kdeniz'de müslümanların elin­ de bulunan lim anlar (İskenderiye) yeni­ den avrupalı tüccarlara açılınca, Venedik­ liler, Avrupa’da baharat dağıtımını hemen hem en tekellerine aldılar. Ö rtaçağ’ın so­ nunda A v ru p a ’da bir baharat tutkusu al­ mış yürüm üştü; görkem li şölenlerde bol bol baharat ikram ediliyordu; çok büyük d ola p la rd a saklanan baharat, kabul tö­ renlerinde “ sofra baharatı" adı altında her fırsatta sunuluyordu. Son derece zen­ ginleşen baharattüccarlan, XIV. yy.'ın ba­ şında 288 çeşit baharat satmaya başla­ dılar. Venedik'ın tekelinden kurtulmak için baharat aram a girişimleri, büyük coğraf­ ya keşiflerinin başlıca nedenlerinden bi­ riydi ve baharat istifçiliği XVI. ve XVII. yy.'d a söm ürge imparatorlukları kuranla­ rın sürekli ilgisini çekm ekteydi. XVI. yy.’ın başında. B anda hindistancevıziyle Mek­ sika vanilyası A vru pa 'ya girm eye başla­ dı. Atlas okyanusu kıyısındaki limanlara büyük miktarlarda gelen baharatın birçok hastalığa iyi geldiği söyleniyordu (karabi­ b er lapası, hindistancevizi ve zencefilin m ide ağrılarını iyileştirmesi, tarçının kuv­ vet verici rolü). 1560'a kadar L izbon'da baharat fiyatı sürekli yükseldi. Hayvan ye­ mi olarak kullanılan bitkilerin yetiştirilme­ sindeki gelişmeler, her mevsimde, hay­ van kesimine olanak verinceye; alkollü uyarıcı çeşitleri zenginleşinceye ve tıbbın ilerlemesi bazı önyargıların doğru olm a­ dığını kanıtlayıncaya dek daha iki yüzyıl b oyunca baharat, büyük bir rol oynam a­ yı sürdürdü. Bu arada, M aurice ve Bourbon adala­ rı valisi, krallık yetkilisi Poivre’ın çabala­



rıyla karabiber, bu adalarda (1770), d a ­ ha sonra da C ayenne’de ekilmeye baş­ landı; aynı tarihte, M olük adalarının hin­ distancevizi üzerindeki tekeline son veril­ di ve tıpkı tarçınağacı gibi hindistancevi­ zi de Poivre’ın gözetim inde yetiştirildi; XVI. y y.’ın başında, Meksika ve Antiller' de yetiştirilen zencefil, XVII. y y.’dan baş­ layarak Brezilya’da da ekilmeye başlan­ dı. Bununla birlikte, bazı baharat tekelle­ ri daha uzun süre devam etti: B anda’da ancak 1864'te hindistancevizi ağacının serbestçe ekimine izin verildi. Am a baha­ rat yetiştiren bölgelerin çoğalması, özel­ likle daha ucuza mal edilen çeşnileme ürünlerinin yaygınlık kazanması (tereya­ ğının gittikçe artan rolü), yem ek zevkle­ rindeki değişiklikler, XIX. y y .’ın başından itibaren baharatın ticari öneminin azalma­ sına yol açtı.



dası, zağarcıbaşı, sekbanbaşı, turnacıbaşı, dört haseki, dört solakbaşı, başçavuş, m uhzırağa ve kethüdayerinin bahariyesi birer to p çuha ile birer to p kumaştı.) — AN SİKL Bahariyelerde bahar mevsimi­ nin türlü özellikleri dile getirilir. Doğanın baharda yeniden canlanması, bereketli yağm urların yağması, su kıyılarında içkili eğlenceler düzenlenm esi, canlıların bir bayram sevinci yaşaması anlatılır. N ef’i’ nin M urat IV’ü öven ve "E sti nesim-i nevb ah a r açıldı gülle r s u b h d e m " diye baş­ layan kasidesi en ünlü bahariyelerden­ dir



Baharat adaları, Seylan adası ile, bu­



BAHARİYE, İstanbul’da biri Haliç kıyı­ sında, öteki Anadolu yakasında iki sem­ tin adı. Eyüp ilçesinde, Bostan iskelesi ile Silahtarağa arasında, Haliç boyunca uza­ nan semt. Eskiden mesire yeri olan bu ke­ simde, yalılar ve köşkler bulunuyordu. Daha sonra bunların yerini pek çok fab­ rika ve atölye aldı. İstanbul belediyesi’nce başlatılan H aliç’i yeşillendirm e projesi kapsamında olan bölge, bugün yeşil alan olarak düzenlenm ektedir (1986). — Ka­ d ıköy’de semt ve cadde. Semt, Sakıza­ ğacı, Pekmezoğlu ve Cevizlik m ahallele­ rinden oluşur. Altıyol’dan K üçükm oda ve Yoğurtçuparkı yokuşuna doğru uzanan caddeyse, önemli ticaret ve alışveriş mer­ kezlerinden biridir.



gün çoğunluğu Endonezya sınırları için­ de bulunan G.-D. Asya adalarına, özellik­ le bunlardan Molük adasına ilkçağ’da ve O rtaçağ’da verilen ad.



BAHARATÇI a. Baharat satan kimse, baharat satılan dükkân. BAHARATÇILIK a. Baharat üretme ve/ya da satma işi.



BAHARATLI ya da BAHARLI sıf içi ne baharat katılmış yiyecek için kullanı­ lır: Baharatlı yiyecekleri m idem kaldırm ı­ yor.



BAHAR DAR, E tyopya'da kent, Tana gölü kıyısında, Mavi Nil çağlayanları yakı­ nında (hidroelektrik tesisi); 22 000 nüf. Do­ kuma sanayisi. Politeknik okulu. B a h a r - ı dâniş, hintli şeyh inayetullah K anbû’nun farsça masal kitabı (1651). Ci­ handar Sultan ile Behrever Bânû'nun aşk­ larını ve buna bağlı olayları konu edinir, iki kez İngilizceye (1768,1799), İngilizceden de almancaya çevrildi (1802); bazı bölüm­ lerinin fransızcaya çevirisi yapıldı (1804). Namık Kemal yapıtın bir bölümünü türkçeye çevirdi; bu çevirinin başında Bahar’ -ı daniş mukaddem esi diye bilinen ve divan edebiyatının gerçeği ele alış biçimini yar­ gılayan bir önsöze yer verdi



BAHARI sıf. (fars. b ah a r ve ar. -/'d e n b a h a rı). Esk. 1. Baharla ilgili. — 2. için­ d e güzel kokulu m a dd e bulunan. BAHARI (Ali), tü rk şair (Tırhala ? - Edir­ ne 1551). Edirne Karaferye’de m üderris­ lik etti. Devlet adamlarının çocuklarına, özellikle Kasım Paşa’ nın oğluna hocalık yaptı. Daha sonra kadı oldu. Önceleri Ke­ mali, du, a =onra Baharı mahlasını kullan­ dı. Gazel söylemede, özellikle de tarih dü­ şürm ede becerisi vardı. Bunun dışında latifeleri ile de dikkati çekti. 1532 yılında Ma­ caristan seterini anlatan K ıyam etnam e adlı m,."■zum gazavatnam esi vardır.(-» Kayn.)



BAHARİSTAN a.(fars. b ahar ve -sitâ n ’dan baharistan). Esk. 1. Bahar za­ manı, çiçeklerin açtığı, kırların yeşerdiği zaman: Baharistan-t daim i (sürekli bahar mevsimi). — 2. Çayır çim en bulunan ye­ şil alan. Baharistan (Ravzat ül-ahyar ve tuhfet ûl-ebrar), C am i’nin yapıtı (1487). Sadi'nin Gülistan’ı örnek tutularak yazıldı. Onun gi­ bi ravza (bahçe) adı verilen bölüm lerden oluşur; Şeyh C üneyt ile ünlü bazı m uta­ savvıf, filozof ve şairlerin yaşamlarını, menkıbelerini konu edinir. Manzum bö­ lümleri de bulunan süslü bir düzyazıyla yazılmıştır.



BAHARİYE -



BAHRİYE.



BAHARİYE a. Müz. Klasik türk müziğin­ de, söz olarak bir bahariye kasidesinin se­ çildiği yapıt. (XX. y y.’d a baharı betim le­ yen çalgı yapıtları da bestelendi.)



Bahariye köşkü, İstanbul'da Haliç kı­ yısında, Eyüp ile Silahtarağa' arasında köşk. Padişahlar yazın, özellikle kayık ge­ zintilerinin ardından buraya uğrayıp din­ lenirlerdi. Mahmut II dönem inde yıktırılan köşkün yerine, iplikhane ve kışla yaptırıl­ dı.



Bahariye m evlevihanesi -■ M EV LE ­ VİLİK.



BAHARLAMAK f. Hazırlanan bir yiye­ ceğe bahar katmak. Baharlar ve güzler (ç in c e Çunçiu), Çin tarihinin bir dönem i (İ.Û. 722 - i.O. 481); düşünce alanında şaşırtıcı bir kay­ naşma ve pek ço k felsefe okulunun be­ lirmesiyle dikkati çeker. Lu ülkesi yıllıkları adıyla bilinen kroniklere bu dönem ken­ di adını verir. Bu okulların önderleri ara­ sında en tanınmış olan Konfuçius (İ.Ö. 552 ’ye doğr. - İ.Û. 479) Lu doğum ludur. BAHARLI ^ BAHARATLI. BAHARLU ya da BAHARLI, İran Azerbaycanı’nda yaşayan Şahsevenler* türk boyu oym aklarından biri. IX. ve XI. y y .’larda O ğuzlar ile birlikte Orta A sya’ dan çıkarak O rtadoğu ve İran’a yerleşti­ ler. Karakoyunlu devletinin egem enliğini tanıdılar ve yönetim de etkin rol oynadılar. Karakoyunlu devletinin zayıflamasından sonra, A kkoyunlular’a baş eğm eyerek H orasan’a çekildiler. XVI. yy. sonlarında Şahsevenler’e katıldılar.



BAHARYILDIZI a. Taşlar ve duvarlar üzerinde biten, genellikle şerit biçim inde karşıt yapraklı biryıllık ya da çokyıllık ot­ su bitki. Çiçeklerinde taçyaprakların iç yü­ zü kırmızı damarlı, pem be ya da tüm be­ yaz, dış yüzü pem be olur. (Eski Dünya, Avustralya ve Yeni Z e lan d a 'da 50 türü yetişir; bil. a. gypsophila; karanfilgiller fa­ milyası.)



BAHASA İNDONESİA a Endonezya nın resmi dili. Endonezya dili de denir.



BAHARİYE a. (fars. bahar ve ar. -iyye ’



BAHAULLAH, asıl adı M irza H ü s e y in



den bahariyye). Esk. 1. Nesib bölümünde baharı anlatan kaside. Rebiiye de denir. (Bk. ansikl. böl.) — 2. Kur. tar. Bahariye Os­ manlI padişahlarının her yıl yeniçeri ağa­ sı başta olm ak üzere o cak ağalarına da­ ğıttıkları yazlık giysi ya d a kumaş. (Yeni­ çeri ağası ile sekbanbaşının bahariyesi bi­ rer hilat-ı fahire; Yeniçeri kâtibi, kul kethü­



A li N u ri, bahailiğin kurucusu (Tahran 1817 - A kka 1892). Özel öğrenim gördü. B âb’ın yaydığı bâbilik mezhebine girerek, başlıca m üritlerden biri oldu (1847). Bâbilerin Tahran’da Nasirüttin Şah’a karşı düzenledikleri suikastta, Şah’ın yaralan­ ması üzerine tutuklandı (1852), B ağdat’a sürüldü. B âb’ın, “ A llah’ın açıklayacağı



bahçe kim se” dediği kişinin, kendisi olduğunu iddia etti; evrensel bir din olduğunu öne sürdüğü Bahailiği kurdu (1853). Osm an­ lIlar tarafından Edirne’de (1864) ve Akkâ' da (1868) yaşam aya zorlandı. Vasiyetine göre, yerine halife olarak büyük oğlu A b­ bas Efendi (Abdülbaha) geçti. Ö lüm ün­ den sonra yayımlanan başlıca yapıtları: Kitab ül-akdes (1902), Kitab ül ikan (1903), Kelimat-ı m eknune (1904), Tarazat (1904), işrakat (1905), Kelimat-ı firdevsiye (1906).



BAHAÜDDEVLE (Ebu Nasr Firuz) [öl, 1012], Büveyhi hüküm darı (989-1012). Kardeşi Ş erefüddevle’nin ölümü üzerine tahta çıktı. Hapisten çıkardığı kardeşi Sam sam üddevle ile Huzistan ve Irak-ı A rap kendisinde kalm ak üzere ülkeyi paylaştı. El-Tai'yi halifelikten uzaklaştırdı, parasını ve mallarını askerlerine dağıttık­ tan sonra el-Kadir’i halife yaptı. Kardeşi Sam sam üddevle ile savaştı; Samsamüdd evle’nin öldürülmesi (998) ve komutan Ebu Ali bin U stazel-H ürm üz’ün kendi ta­ rafına geçmesi üzerine devletin birliğini sağladı. Bundan sonra M usul’daki Ukayliler ve ayaklanan emirlerle uğraştı.



BAHAVALNAGAR, Pakistan’da kent, H indistan sınırı yakınında, D .'sunda; 50 000 nüf.



M ultan’ın



BAHAVALPUR, Pakistan’ın doğusun­ da kent, Satlec ırmağı kıyısında; 180 263 nüf. Şeker fabrikası. Dokumacılık.



BAHÇALAR, rum ca Perisolla, Kıbrıs’ . ın güneyinde, Larnaka ilçesinde köy. B A H Ç E a 1. Durum a göre sebzelerin, çiçeklerin, meyve ve süs ağaçlarının ya da bunlardan birkaçının bir arada yetişti­ rildiği, genellikle çevresi sınırlı arazi ya da alan. (Bk ansikl. böl.) — 2. Üstü açık yaz­ lık gazino. — 3. Kış bahçesi, saksı bitkile­ rinin yetiştirilmesi için hazırlanmış büyük cam örtülerle kaplı yer (camekân). || Ja ­ p o n bahçesi, çeşitli kalın yapraklı bitkile­ rin yetiştirildiği süslü kap (bonsay). || Halk bahçesi, çim, çiçek ve ağaçla donatılmış olan ve içinde genellikle çocuklar için oyun alanı da bulunan halka açık alan (arazi) [kent bahçesi, çocuk bahçesi], — Bahç. M eyve bahçesi, meyve elde et­ m ek amacıyla m eyve ağaçlarının yetişti­ rildiği yer. ]| Sebze bahçesi, evlerin yanıbaşında ya da köy ve kent yakınında kü­ çü k ya da büyük parseller üzerinde seb­ ze yetiştirilen yer. ]j Süs bahçesi, dinlen­ me ya da gezinti için düzenlenmiş, ağaç­ larla, süs çalılarıyla ve çiçeklerle bezen­ miş özel ya da kamusal bahçe. (Bk. an­ sikl. böl.) — Bot. Botanik bahçesi ya da bitki b ah ­ çesi, otsu ya da çalımsı bitki türlerinin ye­ tiştirildiği ve incelenebilmeleri amacıyla fa­ m ilyalara göre sınıflandırılıp bilimsel ad­ larıyla etiketlendiği bahçe. —Çev. mim. Bahçe köşkü, bahçe içinde cihannüm a işi gören küçük yapı; bir par­ kın içinde yeşilliklere bürünm üş kulübe. — Denize. Eski savaş gem ilerinin kıç ta­ rafında bordadan dışarı çıkan ve kıç bo­ doslam ayı kuşatan bir tür küçük balkon. (BAHÇELİK de denir.) — Eğit. Çocuk bahçesi (alm. Kindergarten), kreşle anaokulu arası yaştaki çocuk­ ları kabul eden kurum. (Bk. ansikl. böl.) — Kur. tar. Bahçe ustaları, Osmanlı d e v­ letinde hadaiki hassa denilen saray dışın­ daki bahçe ve bostanlarda çalışan bos­ tancıların başı olan görevliler. (Bostancı­ lar arasındaki baltacılardan, kapıkulu sü­ varisi olm aktansa bahçe ustası olm ak is­ teyenler, 39 akçe ile bu göreve atanırlar­ dı. Bahçe ustalarının buyruğundaki adam sayısı 15 ile 100 arasında değişirdi.) —Oy. Dağıtımdan sonra kalan oyun kâ­ ğıtları. || D om inoda, her oyuncunun ken­ di taşlarını aldıktan sonra ortada kalan taşlar. —Tarım mak. B ahçe trdktörü, bahçe iş­ lerinde, çok küçük tarım alanlarında kul­ lanılan küçük boyda ve küçük güçte trak­ tör. (Eşanl. MİKROTRAKTÖR.)



—Zool. Karınca bahçesi, Amazon bölge­ lerinde yaşayan bazı karıncaların yuvala­ rına verilen ad. (Bu karıncalar yuvalarını, ağaçların dalları arasında ya da çalılıklar içinde yaparlar ve yuvalarına, önce to p ­ rak, sonra bitki tohumları taşırlar; yuvada çim lenen tohum lar yavaş yavaş yuvayı sağlamlaştırır. Karıncalar hep aynı tohum ­ ları bulup taşıdıklarından “ karınca bahçeleri"nde daima, aynı özellikteki bitkiler bu­ lunur.) — A n s Ik l • Yakındoğu, Büyük bir ola­ sılıkla bahçe sanatının d oğ d u ğu yer Me­ zopotamya'dır; çünkü orada tapınağa ya­ kın ve çitle çevrili kutsal alanlarda tanrı­ lar adına çeşitli ürünler yetiştirilirdi. A sur’ un su gereksinimini karşılamak için kral Sanherib, sukemeri yaptırmış, başkenti bahçe ve parklarla süslenmişti. B abil'de tanrıça A star’a tapınma, hü­ küm dar sarayının oluşturduğu site içinde yer alan bahçelerle bütünleşmişti. Yapı­ lan arkeolojik kazılar, ırmak yakınında açılmış küyuların, sulama kanallarının ve suyun çağlayarak akmasına olanak veren duvar-yapı sistemlerinin kalıntılarını orta­ ya çıkardı. Bu bulgular, Babil'in palm iye­ lerle süslü, taraçalar halindeki ünlü "asm abahçeleri” nin bu bölgede İ.Ö. III. bin yıldan başlayarak var olduğunu doğrula­ maktadır. Eski im paratorluk dönem inden başla­ yarak firavunlar Mısır’ından da, doğanın duyarlı ve etkin biçim de algılandığını gösteren belgeler kalmıştır; bütün maştabaların duvarları tarım çalışmalarını gös­ teren resimlerle .süslüdür. Eski Mısır’da Yeni imparatorluk dönemine ait duvar ka­ bartm a ve resimleri kırsal köhularla dolu­ dur: Punt ülkesine (Somali kıyıları) yapı­ lan seferlerden getirilmiş olan nadir bitki­ ler (Deyr-ül-Bahri,Haçepsut tapınağı); Tutmosis lll’ün botanik bahçesi (Karnak, Tutmosis lll'ü n tören salonu); çiçek açmış pa­ pirüs ve lüferotları (lotus) ile kaplı batak­ lıklarda avlanm a (bir duvar resmi parça­ sı, British Museum) ; bir bahçede espalye biçim inde yetiştirilmiş asm adan üzüm toplanması (Teb. Nebamon tapınağı); pal­ miye, firavuninciri ve persea ağaçlarının kuşattığı göletli bahçe (Teb, M innakht ta­ pınağı). Kuşkusuz bütün bu konular, öl­ m üş-kişinin refah içinde yaşadığını gös­ terir, ama onun özellikle öbür dünyada bulmayı um ut ettiği d oğ a nimetlerini de anıştırır. Daha sonra yapılan bahçeler, Ahemeniler’in ("C e n n e t" kavramı dhlâfın icadı­ dır) ve onların mirasçıları olan Sasaniler' in izlerini taşır. Onların avlanmak amacıyla kullandıkları ço k geniş doğal parklar, do­ ğanın görünüm ünü bozm ayacak .biçim­ de,, iki yandan su arklarıyla sınırtı d ü i ve geniş ağaçlı yollar, çeşm eler ve av köşk­ leriyle bezenmişti. • Eski Yunan ve Roma. Uzun süre surla­ rın içine sıkışıp kalmış olan Eski Yunan kentlerinde bahçe kurm aya elverişli alan ve bol su yoktu.Nitekim A kadem ia"yı çev­ releyen ağaçlarla kaplı bir alanı ve Atinalılar'ın ilk halk bahçesini görm ek için kla­ sik dönemi beklemek gerekti. Anlatıya ba­ kılırsa, Dipylon yanında oturan Epikuros, özel bahçesi olan ilk yunanlı sayılabilir. Büyük İskender’in fetihlerinden sonra, "D o ğ u "n u n ve “ cenn e t’Terinin keşfedil­ mesiyle biçimlenen helienistik lüks yaşam biçiminden etkilenen Romalılar, bahçenin sadece sebze bahçesi olarak kullanılma­ dığını gördüler. M lthridates’i yendikten sonra gözden düşen Lucullus, Ûuirinale’ deki villasına yerleşmişti: kiraz ağacı gi­ bi, D oğu’ya özgü bitki türlerini Batı’da ye­ tiştirm e ve süs bahçesi kurma girişimini ilk başlatanın o olduğu söylenebilir, ilk bahçeler, lim anlarından Delos’a ve Do­ ğ u ’ya ticari seferler yapılan Cam pania bölgesinde ortaya çıktı. O zamanki evler­ den bahçeye revak denilen bir sütunlu gi­ rişle geçilir, Palatium’daki Livio'nun evin­ de olduğu gibi, duvarlara döşenen fresk­ lerle evin içinde bir bahçe havası yaratıl­ maya çalışılırdı. Fresklerde, İskender dev­



ri sanatının m itolojik ya da aşkla ilgili ko­ nuları dile getiriliyordu. Bu gibi freskler, edebi metinler (Genç Plinius'un villalar üs­ tüne verdiği bilgiler) ve Pompei villaları, bize Eski Roma bahçesi ve bu bahçele­ rin yaratılması için gerekli çalışmalar hak­ kında geniş bilgi verm ektedir: arazinin setlenmesi ya da gizli, gölgeli serin revak­ lara ulaşan taraçalar; fışkıran sular, taş­ tan yapay m ağaralar (grotto); her iki ya­ nında ustaca budanmış (budam a* sanatı) ağaççıklar (genellikle şimşir) bulunan ai­ leler; seyrek av köşkleri. Bu göz alıcı m an­ zaralar, Neron'un Domus aurea’sına (yal­ dızlı köşk) kadar uzanır, içinde insan tut­ kularının tamamen simgesel bir anlam ka­ zandığı bahçe, bir kısım edebi incelik d uygusunu da tatm in ediyordu (Villa H adriana*). Kent yöresindeki bahçeli vil­ laların etkisi, kente göçen kırsal kesimin kültürel kat&sı, azat edilm iş yunanlı köle­ lerin etkisi, temizlik ve sağlık konusunda­ ki yeni aolayış, özellikle politik düşünce­ ler — kent halkına boş zamanlarını değer­ lendirme olanağı verme ve “ efendi ulus” a Helienistik çağ ke ntle riyle ' boy ölçüşe­ bilecek güzellikte bir başkent kazandırma isteği— Rom a’d a halka açık görkem li parkların kuruluşunun başlıca nedenleri­ dir. • İslam dünyası. K uran’da, ona inanan­ ların ö bü r dünyada bir araya gelecekleri yer, meyve ağaçlarıyla, su şırıltılarıyla, ko­ nuk evleriyle, vb. dolu bir yer olarak ta­ nımlanır. İslam dünyasında yaratılan bü­ tün bahçeler, adeta bu hülyayı gerçekleş­ tirm eye yöneliktir. Ahemeniler'in ve Saşaniler’in "c e n n e t” kavramı, böylece Doğ u 'd a canlandı. Büyük bir doğal parkı an­ dıran bu bahçe kent-ğışında ve çepeçev­ re kapalıdır, içinde korular, meyve bahçe: leri yan yana bulunur ve bahçe köşkleri­ ne giden iki yanı ağaçlı geniş yollarla çev­ relenir. Kanallarla getirilen suyun dağıtıl­ ması büyük yapılarla ve çabalarla sağ­ lanır (Kayrevan yakınlarında A g lebiler’e ait sarnıçlar, eski su kemerlerinin Hafsiler tarafından yeniden kullanılması; El-Mustansır'ın Kartacalılar'dan kalan su kemer­ lerini, Tunus'un kuzeyindeki başkent Ariana'ya su sağlam ak için restore etmesi.) Bir başka bahçe tipi (riyad), bey konak­ larının ya da özellikle batı İslam dünyasın­ da olduğu gibi kentteki konutların bahçe­ leridir. Genel m im ariyle bütünleşen bu bahçelerde serinlik veren akar çeşm ele­ re, küçük yapılara, kokulu ,ve çok renkli çiçeklere yer verilir. Büyük bir olasılıkla İran’da ortaya çıkan ve görkem li eski ha­ lılarla ve sayısız m inyatürle ölümsüzleşti­ rilmiş olan bu bahçe tipi (riyad), batıda Endülüs'e kadar yayıldı; G ranada'da Nasri sultanları onu Elham ra’nın aslanlı avlularıyla daha d a güzelleştirdiler. Hin­ distan ve Pakistan’da M oğollar'ın Delhi çevresinde, A g ra ’da, ve Lahor’da (Kalim ar bağ) kurdukları bahçelerle, özellikle



1211



BAHÇE SANATI kenarları firavuninciri ve hurma-palmiyeleriyle çevrili havuzlu bahçe; bir Teb (Mısır) mezarının duvar bezemesinden parça Yeni imparatorluk dönemi, XVIII. hanedan British Musem, Londra



bahçe ilginç ve en güzel anlatım örneklerinden | biridir; resimle, dinle, törelerle uyum için^ de ve d ünyada tek olan japon mimarisi, XVI. yy.'dan beri uygulanagelen çay seremonisinin sadeliği, doğallığı ve gizemli havasıyla incelmiş ve o havaya uymuştur. M u rom a çi d ö n e m i (XIV. -XVI. yy.) özellikle çok ünlü Ryoanci bahçesi (doru­ ğuna çıkmış sem bolizm den biri olan 15 taşı ve beyaz kumu ile) Kyoto’da, altın ça­ ğına ulaşmıştır. • O rtaça ğ ’dan günüm üze kadar bahçe. O rtaçağ’da kırsal alanların güvensizliği, derebeylerini ve kentsoylularını, bahçele­ rini şatoların ve kentlerin göbeğinde yap­ maya zorlamıştır. Parisliler’in Petit Châtelet'nin duvarları üstünde asma bahçeleri yetiştirdikleri dönem de, XV. y y .’da kral Saint-Louis’ nin kent m erkezinde bir bah­ çesi vardı. Kral R ene'nin de, A n g ers’de, Saum ur’de, Aix'te, La M enitre'de, La Baumette’de özenle yetiştirilen ve bakılan bahçeleri vardı; hatta Aix'teki bahçede hayvan koleksiyonu d a yapılıyordu. Bahçe sanatındaki büyük gelişme, miş çiçek tarlaları, çeşm elerle noktalanCharles VIII ve LouisXII dönemlerine rast­ mış geniş çimenlikler, m erm er köşklerin lar. Parterleri ve tarhlarıyla, taraçaları ve özgünlüğü ve lüksü, bütün bunlar moğol parmaklıklarıyla, bronz vazoları, mermer bahçelerini zevk ve sefa yerleri haline geheykelleri, budanm ış porsuk ve şimşir tirmişti. ağaçlarıyla “ fransız bahçesi” , Le N ötre’ • Çin ve ja p o n bahçesi. Çin bahçesi, için­ un buluşu değildir. XVI. yy.'ın ortalarından, de yaşadığı çağdan kopuk bir yaşam sü­ başlayarak bütün bu öğeler, Fontaineren, toplum sal aşamalara ve kurallara bleau, Blois, Beauregard, Anet, Gaillon tepki duyan aydın kişilerin sığındıkları ka­ bahçelerinde; hatta Floransa’daki Bobopalı bir dünyadır. Batı’daki bahçelerle kar­ li bahçesinde, R om a’daki Borghese sa­ şılaştırıldığında d oğaya daha yakın olan rayı, Villa A ldobrandini ve Tivoli bahçele­ çin bahçesi, adeta küçük, ideal bir dün­ rinde de vardı. Le Nötre, bahçecilik ye­ teneklerine, resim zevkini ve mimari bil­ ya gibidir. Birey için ve birey tarafından giyi ekledi; Versailles, Clagny, Chantilly, tasarlanan bir hayal ürünü olan bahçe, Saint-Cloud, Meudon bahçelerini, Tuileries’ daha geniş bir peyzaj içinde, düşlerle do­ dekileri, Fontainebleau’daki Tibre parteri­ lu bir gezinti alanı yaratmaya yöneliktir. Bir ni, Saint-Germain’in taraçalarını, vb. ya­ manzara resmini andıran bu bahçenin rattı ve bezedi. Versailles parkı, Postiçinde kıvrılarak uzayıp giden patikalar, dam, Karlsruhe, VVİlhelmshöhe, Peterhof akarsular, tepecikler ye r alır. Bu üç bo­ vb. gibi kentlerdeki ünlü bahçelerin m o­ yutlu tablo, şan şuei (“ dağlar ve sular” ) deli oldu. Doğal parklar, dünyada ilk kez, kavramıyla dile getirilir; burada gölge ve­ Ingiltere'de 1710 yılında W. Kent tarafın­ ren kayalıklar, ayna gibi parlayan dolam ­ dan kuruldu. “ Çin-ingiliz bahçesi” ya da baçlı akarsular ve gölcükler sanki sonsu­ kısaca "İngiliz bahçesi” bu dönem den za açılan bir dünyanın parçalarıdır. Sula­ kalmadır. Eğri büğrü ara yollar, bakımlı rın kıyısındaki çiçekler, simgelerle yüklü geniş çim alanlarıyla çiçek parterleri, ya­ bezeme elemanlarıdır; am a bahçeye öz­ pay m ağaralar (grottolar), örenler (yıkın­ günlüğünü kazandıran temel öğe m im a­ tılar), labirentler (yeşil dehlizler), minyatür ridir. X. y y .’dan başlayarak benimsenmiş kentler, bu dönem in doğal bahçe öğele­ olan bu sanat, kuzeyde Pekin’de, güney­ ri arasında yer alır. Daha sonra bu bah­ de Yangcou, Nankin, Sucou ve Hangcoçeler Mısır simgeleri, küçük köşkler, türk u ’da, Ming dönem inde doruk noktasına pavyonları, gotik mezarlar, çin pavyon­ ulaşmıştır. Sucou'daki bazı bahçeler, büları ve köy kulübeleri eklendi; hatta yunan tapınağını çağrıştıran başka öğelere de yer verildi ve bu suretle ortaya çıkan kar­ maşa, XIX. y y.’ın ilk yarısına d ek sürdü. Çağın ikinci yarısında, doğal stilde kentler (Paris-Lyon), XX. y y .’ın başında da İngi­ liz stilinde bahçekent*’ler ortaya çıktı. Da­ ı ha birçok ülkede Fransa’da olduğu gibi 5 eski kentlerin çevresinde “ büyük yapı toplulukları” kurma girişimleri varsa da bu konuda fazla çaba harcandığı söylene­ mez. Bununla birlikte, Brezilya'da R. Burle Marx gibi Y eniçağ’ın geom etrik m imar­ lığını kabul etmiş olan peyzajcılar, örne­ ği ekolojik bahçeler olan, araştırmaları­ nı sürdürdüler. ( — p a r k .) • Türkler’d e bahçe. Eski Türkler'in bah­ çe sanatı hakkında yeterli bilgi ve belge yoktur; savaşlarla göçlerin bu ırka, bah­ çe kurm a fırsatı verm ediği gerçektir. Os­ manlI devletinin kuruluş ve gelişme döne­ m inden (1300-1453) önce Türkler'in, bir­ ço k kenti (İran’da ve H indistan’da), özel­ likle Semerkand kentini bahçelerle donat­ tığı (bağ-ı dil-güşa [gönülaçıcı bahçe], bağ-ı biheşt ya da bağ-ı İrem [cennet bah­ çesi] vb.) bilinmektedir; bu dönem içinde sultan Beyazıt ll’ nin Edirne’de kurduğu akıl hastanesinde bir büyük bahçe ya da park yaptırdığı, burada çeşme, kaynak, tünüyle restore edilmiş olmalarına karşın, havuz ve kubbeli şadırvanlarla sudan çok yararlanıldığı; iki yanı ağaçlı uzun yollar günüm üzde bile o eski dingin görünüm ­ lerini korumaktadırlar. yapıldığı ve gül, lale, süm bül, nergis, ka­ Kaynağını çin bahçesinden alan japon ranfil, fulya, şebboy ve miskotu gibi çiçek­ bahçesi (VI. y y .'d a K ore’den J a po n ya ’ ler yetiştirildiği; ayrıca asma ve meyve ya geçmiştir), japon duyarlığının en ağaçlarına yer verildiği yazılıdır. Ancak, 3



Aşk bahçesi Lahor’da (Pakistan) moğol kalesinin çevresinde S s £ g £ s



Kyoto’da (Japonya) Şisen-do tapınağını çevreleyen XVII. yy.’da kurulmuş bahçe



Sissinghurt Castle’da düzenlenen bir XVI. yy. tipi bahçe (Kent, Büyük Britanya) Şah Cihan'ın yaptırdığı bir köşkün bulun­ duğu S rinagar’daki görkem li Kalimar bahçesiyle (XVII. yy.) ve Keşmir’deki bah­ çelerle İslam bahçe sanatı doruk nokta­ sına ulaştı. Kat kat taraçalar, arklar, sığ havuzlar, geom etrik biçim de düzenlen-



Küçük cennet bahçesi (1410'a doğru) adı bilinmeyen rheinlandlı bir ressamın yapıtı Stâdelsches Kunstinstitut. Frankfurt bu dönem de, bahçe sanatında açık bir gelişm e görülm emektedir. Yalnız saray­ larda kurulan iç bahçelerde (avlu bahçe­ lerinde) binalara ve bakışıma fazla önem verilmemiş; bina aralarında ve köşelerin­ de büyük ağaçlara (çınar, ıhlamur, atkestanesi, çitlembik, servi vb.), sade bir çim alana, tek renkli bir çiçek düzenlemesine, fıskiyeli altıgen havuzlara yer verilmiş; ya­ rarlık, serinlik, sadelik ve huzur, temel il­ ke olmuştur. Fetih ve y ü k s e lm e d ö n e m in d e (1453-1703), bahçe sanatında oldukça belirgin bir ilerleme vardır. Bu dönemin en önemli yapıtları arasında Topkapı ve Üsküdar sarayları ve bahçeleri dikkati çe­ ker. Bu bahçelerde, rönesans ve barok bahçe stillerinin aks ve bakışımı görül­ mez; sadelik ve yararlılık ön planda tutul­ muştur. Lale devri (1703-1730), yazında (özel­ likle şiirde), müzikte ve m im aride olduğu gibi bahçe sanatında da önemli gelişm e­ ler ve yenilikler dönem i olmuştur. Ahm et III ve sadrazamı Nevşehirli İbrahim Paşa, elçi olarak Fransa'da bulunup dönen ve Louis XVI’nın Versailles sarayı’nı ve bah­ çelerini öven elçi Ç elebi M ehm et E fendi’ nin etkisinde kalarak, Boğaziçi’nde ve H aliç’te çeşitli saray, köşk ve bahçeler yaptırmışlardır. Sadabat sarayı ve bahçe­ si, bunların en ünlüsüdür. Yapımı 61 gün süren bu sarayın bahçesinde; m erm er setlerden düşürülen çavlanlar ve süslü



Marly bahçelerinde cavlan, 1714’te Archives nationales, Paris çeşmeler yanında, müzik pavyonlarına ve bir camiye yer verilmiş; çınar, ıhlamur, karağaç ve dişbudak gibi ağaçlar dikilmiş; geniş çim enliklere lale, nergis, sümbül, çiğdem gibi çiçekler serpiştirilmiştir. Özel­ likle lale, du dönem de gözde çiçek ol­ muş; 800 kadar lale çeşidi ve kültür for­ mu yetiştirilmiştir. Bu bahçede özel şen­ likler düzenlenmiş ve bugünkü rekreas­ yon (dinlence/eğlence) düşüncesinin ilk uygulamaları başlamıştır. Bu saray bah­ çesinin “ informal b a h çe " stilinde düzen­ lenmiş olması, bu dönem den yüz yıl ka­ dar sonra ortaya çıkan “ İngiliz bahçe sti­ li’ ’nin adeta müjdecisi olmuştur. Bu d ö ­ nemin bir bahçesi de Bebek köşkü bah­ çesidir. Çöküş dönem inde (1730-1923), osmanlı tahtı, barok mimarisinin ve bahçe stilinin hasreti içinde, kendi doğal stilinden uzaklaşarak, aks ve bakışıma önem ver­ meye başlamıştır. Avrupa ülkeleriyse kla­ sik bahçe stilinden ayrılarak İngiliz bah­ çe stiline yönelmiştir. Bu dönem in türk bahçesinde yabancı türler, polikrom bir renk kullanımı, anarşist ve yorucu bir ağaçlam a ile karikatürize olm uş barok bahçesi örnekleri ortaya çıkmıştır. Cumhuriyet dönemine (1923-1986) ge­ lince, önceleri Ankara, İstanbul, İzmir ve A dana gibi büyük kentlerimizde, daha sonra d iğer kentlerde, kent park ve bah­ çe kuruluşları gerçekleştirilm eye başla­ mıştır. Bunlar arasında A n ka ra 'd a G enç­



lik parkı, Seymenler parkı, C um hurbaş­ kanlığı ve TBM M bahçeleri; İstanbul'da Sultanahmet, Taksim, Gülhane parkları ile Em lrgân ve Yıldız koruları, saray ve köşk bahçeleri; İzmir’de Kültürpark ve çeşitli il m erkezlerinde kurulan kent bahçeleri ile varlıklı kişilere ait konut bahçeleri; tatil köyleri bahçeleri, vb. türk bahçeleri sayı­ labilir; ama henüz “ türk bahçesi” , özgün kimliğini ve niteliklerini kazanmış sayıla-



Paris’teki Jardin des Plantes'ın belvederesi (1786) ve labirenti Antoine Mongin'in tablosundan Chapuy’nin gravürü (XIX. yy.). Carnavalet müzesi, Paris



Dünya nimetleri bahçesi



(1500-1505'e doğru) Jeröme Bosch'un üçlü tablosu solda, "Yeryüzü cenneti” ortada, "Nimetler baiıçesi” sağda “ Cehennem azabı" Prado müzesi, Madrid



ke nb u rg ’da oluşturduğu örnek okulu (1840) bu adla tanımlamıştır. Çocuklar, özel olarak yetiştirilmiş kadıo eğitm enle­ rin gözetimindeydi. Fröbel bu terime (alm. Kindergarten) çok önem veriyordu; çocu­ ğu, çevresiyle sıkı bir ilişki içinde bulunan bir organizma olarak görüyor, burada bir bitki gibi gelişmesini kolaylaştırmanın ye­ terli olacağını düşünüyordu. El becerile­ rine ve eğitsel oyunlara dayalı bir peda­ gojik yaklaşım geliştirdi. Birçok anaoku­ lunda bundan yararlanıldı.



Bahçe ya da Murgzar bahçesi, bir



botanik bahçesi Çankaya-Ankara



Bahçeköy’deki su kemerleri İstanbul



— Bahç. Süs bahçeleri iki kategoriye ay­ rılır: düzenli bahçeler, çoğunlukla kentler­ de görülen ya da evrensel boyutlarda “ fransız tip i" denilen bahçeler (klasik bah­ çe) ve manzara bahçeleri, insan eliyle ya­ pıldığı gizlenmek istenen ve doğaya ben­ zetilm eye çalışılan bahçeler (doğal bah ­ çe). Süs bahçesi kavramı, alan düzenlen­ m esinde kullanılan m imari yapılara (bah­ çe setleri, küçük duvarlar, merdivenler, su yüzeyleri, yollar, vb.) ve bitkilerin seçimi için bahçeciliğe (hortikültür) dayanır. Bah­ çede yetiştirilecek bitkiler iklim koşulları­ na, bahçenin güneşlenm e durum una ve toprağın yapısına göre seçilir; fakat, bah­ çe düzenlenmesinde, elverişsiz doğal ko­ şullara karşın, b irço k şey yapılabilir; söz­ gelişi uygun olm ayan ilk bahçe toprağ değiştirilebilir ve bu koşulların yabancısı olan bitki türleri yetiştirilebilir. Bahçede, ağaçlar ya da biçimlerini ve özelliklerini gösterm ek için tek tek ya da kütle etkisi yaratm ak için öbekler halinde dikilebilir. Bahçede kullanılacak çiçekler, boyutları­ na, çiçek açm a dönem lerine ve renkleri­ ne göre seçilir. Çim alanları, çiçek küm e­ leri arasında bağlantı kurulmasını sağlar ve kapladığı yerlerde bahçenin güzelliği­ ne katkıda bulunur. — Bot. Türkiye’de botanik bahçesi, ülke­ nin nüfusuna ve büyüklüğüne göre çok azdır. Türkiye’nin en eski botanik bahçe­ si 1935 yılında İstanbul Üniversitesi'nde kuruldu (1 ha); 6 000 bitki ile 5 000 kuru­ tulm uş bitki örneği içerir. Ege üniversite­ si fen fakültesi 1964 yılında bir botanik bahçesi kurdu (4,87 ha); 4 000 bitki ve 25 000 kurutulmuş bitki örneği barındırır. Ankara Üniversitesi fen fakültesi (7 ha) ile A nkara Belediyesi (Çankaya’da 6 ha) bi­ rer botanik bahçesi kurdular (1972). Çu­ kurova üniversitesi 138,5 ha genişlikte yeni bir botanik bahçesi kurm aya başla­ dı (1978). — Eğit. Ç ocuk bahçesi. Bu terimi alman pedagog F. Fröbel getirmiş, küçük ço ­ cukların (3-6 yaş) eğitimi için Bad Blan-



dur. Özellikle sebze, bostan (kavun, kar­ puz, hıyar, vb.) ve çiçek üretim ine ilişkin bahçecilikte en uygun, yani en kârlı za­ manlarda, ürünlerini pazara çıkarabilmek İçin turfandacılık yöntemlerine başvurulur.



Bahçeden gelen ne sestir, Kars ve çevresinde yaygın bir türkü ve bu türkü eşliğinde oynanan halay türü halk oyunu. Kadın erkek birlikte oynanır. BAHÇEKENT a Sağlıklı bir yaşam için, geniş yeşil alanlarla donatılan kent. — ANSİKL. Bahçekent, kendine özgü ekonomik etkinlikleri olan özerk b ir kent olarak üç temel ilkeye göre kurulur: ka­ muya ait arsalar üzerinde spekülasyo­ nun önlenmesi, büyümenin denetlenm e­ si, nüfus artışının sınırlandırılması.



karagöz ve ortaoyunu faslı. Başlıca tip ­ lemeleri Karagöz, Hacivat ve A ce m ’in oluşturduğu oyunda Çelebi kendisine mi­ ras kalan M urgzar bahçesini, işletmesi için H acivat'a bırakır. Karagöz çeşitli oyunlarla bahçeye girm ek ister, Hacivat BİBAHÇEKÖY, İstanbul'un Sarıyer ilçe­ kılık değiştirip girmeyi denerse de tanınır. si, merkez bucağına bağlı belde; 4 072 Sonunda zurna çalm aya başlar. Acem nüf. (1990). İstanbul Üniversitesi orman beğenir, bahçeye çağrılmasını ister. Ka­ fakültesi ve fakülteye bağlı fidanlıklar; ragöz nazlanarak girer, rakı içip taşkınlık bentler ve su kemerleri. yapm aya başlar. Sonunda m ahalle bek­ BAHÇELİ sıf. Bahçesi olan: Bahçeli ev. çisi gelip Karagöz’ü dışarı atar. Buna benzer bir gölge oyununun K. A frika’da BAHÇELİ, N iğde’nin Bor ilçesi, KeL u ’b et es sanıya adıyla oynatıldığı bilin­ merhisar bucağına bağlı yerleşme; m ektedir. Ortaoyunu faslı daha değişik­ 3 721 nüf. (1990). Belediye. PTT. tir. Arnavut bahçıvan, Kavuklu yam ağı­ dır. Kavuklu çeşitli taklitlerle, eğlence ya­ BAHÇELİ, rumca Kalogrea, Kıbrıs’ın pılan bahçeye girm ek ister, Arnavut bırak­ Girne ilçesinde köy. maz. Külhanbey gelir, tüm ünü karakola BAHÇELİEVLER, İstanbul'da büyükgötürmeye kalkar. 11Mahalle içinde çalgılı şehir sınırları içinde semt, ilçe ve ilçe bahçe olm az" gerekçesiyle bahçe kapa­ merkezi; 298 211 nüf. (1990). Bakırköy, tılır. Bağcılar, Güngören ve Zeytinburnu ara­ BAHÇE, A k d e n iz b ö lg e s in d e , A d a n a sında. Bakırköy ilçesi sınırları içinde bir iline bağlı ilçe; 27 983 nüf. (1990); 212 semtken, 1992 yılında ilçe yapıldı. Üni­ km 2; (yaklş.): 14 köy. M erke zi, A d a n a ’nın versite. Meşrubat sanayii. Lüks konutlar. 120 km k a d a r K .-K .-D .’s u n d a Bahçe, 16 0 0 9 nüf. (1990).



BAHÇELİK sıf. Bahçe yapm aya elve­



BAHÇE,



rişli ya da bağları bahçeleri çok olan yer için kullanılır.



A d a n a ili, K a ra ta ş ilç e s i m e r­ kez b u c a ğ ın a b ağ lı köy; 2 294 nüf. (1990). Y a kınında H ie ro po iis' a n tik k e n ti­ nin kalıntıları b u lu n m a k ta d ır.



BAHÇE KEKİĞİ a. Yaban kekiklerin­ den ayırt etm ek için bahçelerde yetiştiri­ len adi kekiğe (Thymus vulgaris) verilen ad. ( — KEKİK.)



BAHÇE KIZILKUYRUĞU a Avrupa ve Asya'nın büyük bölüm üne yayılan g ö ç ­ men kuş. (Sırtı külrengi, karnı pas kırmı­ zısıdır. Bahçeleri, parkları, aydınlık orman­ ları yeğleyen bahçe kızılkuyruğu böcek­ lerle ve larvalarla beslenir. Bil. a. phoenicurus phoenicurus; karatavukgiller famil­ yası. Uzunluğu 14 cm.)



BAHÇE MİMARI a. Bahçe planları ya­ pan ya da çizen kişi. (Eşanl.



çevre



MİMA­



RI, PEY ZA J MİMARI.)



BAHÇE ÖTLEĞENİ a. Avrupa ile As­ ya'nın en kuzeyiyle en güneyi dışında he­ men hemen her yanına yayılan ötücükuş. (Bil. a. Sylvia borin; ötleğengiller fam ilya­ sı. U zunluğu 15 cm.) — ANSİKL. Bahçe ötleğeninin sırtı yeşil, gri ve kahverengi, karnı gri ve beyazdır. Göçmendir. Böcekler, larvalar, böcek yu­ murtaları ve kozalarıyla beslenir. BAHÇECİ a Bahçe işleriyle uğraşan, geçim ini bu yolla sağlayan kimse.



BAHÇECİK,



K o c a e li'n in m e rk e z ilç e ­ sine b ağ lı b u c a k ; 25 171 nüf. (1990); 10 köy. M erke zi Bahçecik, 8 648 nüf. (1990).



BAHÇECİLİK a 1. Bahçecinin uğraşı. — 2, Bahçe bakımı, bahçe ürünleri yetiş­ tirme sanatı. — 3. Süs ağacı, meyve ağa­ cı, çiçek ve sebze yetiştiriciliğini kapsayan tarım dalı. || Bahçecilik merkezi, bahçey­ le ilgili her türlü gereci satan ve genellik­ le sergi ve satış alanı, fidanlığı, araba park yeri bulunan büyük ticari işletme. — ANSİKL. Bahçecilik, konusuna göre çe ­ şitlere ayrılır: sebzecilik, meyvecilik, çiçek­ çilik. Sebzecilik d e çeşitli adlar alır: bah ­ çe sebzeciliği, bostancılık (tarla sebzeci­ liği). Meyvecilikte her çeşit meyve üreti­ mi, çiçekçilik1te her türlü çiçek, soğanlı bit­ ki, fidan ve süs ağacı üretimi sözkonusu-



BAHÇESARAY ya da BAĞÇESARAY, rusça Bahçisaray, Kırım yarım ­ adasında, Yayladağ’ın K. eteklerinde ta­ rihsel kent; Sivastopol’dan Sim feropol'e (Akmesçit) giden dem iryolu üzerindedir. Kırım hanlığının merkezi olan kent, sanat yapıtlarına da (bale ve şiir) konu oldu. Çe­ şitli sanayiler. —Tar. Kırım hanlığının başkenti olan Bahçesaray’ın Mengli Giray l’in buyru­ ğuyla 1505’e doğru kurulduğu sanılır. Kent yaklaşık üç yüzyıl boyunca Kırım’ın yönetim ve kültür merkezî oldu, birçok ca­ mi ve medreseyle donatıldı. 1681 'de Ruslar, Türkler ve Kırım Tatarları arasında, Ki­ e v’de ve D niepr’ in sol kıyısında rus hi­ mayesini onaylayan bir antlaşma imzalan­ dı. 1736 ’da Ruslar'ın yakıp yıktıkları ken­ ti, son Kırım hanları yeniden yaptırdılar ve güzelleştirdiler. Kent 1783'te Ruslar'ın eli­ ne geçtiyse de, önemli bir tatar kültürü merkezi olmayı sürdürdü. Gaspıralı İsmail Bey (rusça Gasprinski), 1883-1914 ara­ sında, kentte, Rusya'daki türk gazetele­ rinin en ünlüsü olan Tercüm an’ı yayımla­ dı. 1944’te Kırım T atarları’ nın Rusya’nın çeşitli bölgelerine sürülm esinden sonra, Bahçesaray bütünüyle Ruslar’ın ve Ukraynalılar’ın yaşadıkları bir kente dönüş­ tü.



BAHÇESARAY, D o ğu A n a d o lu ’d a Van iline b ağ lı ilçe; 17 246 nüf. (1990); 16 köy. M erke zi V an g ö lü n ü n 25 km g ü ­ n e y in d e Bahçesaray (esk. M üküs); 3 116 nüf. (1990). Bahçesaray çeçm esl (BahçisarayskiyFontan), 1 prolog, 4 perde ve bir epi­ logdan oluşan bale. Librettosunu, Puşkin’in aynı adı taşıyan şiirinden yararlana­ rak Nikolay Volkov, müziğini Boris Asafyev, koregrafisini Rostislav Zaharov, de­ kor ve kostümlerini Valentina Hodaseviç hazırladı, ilk kez 1934’te Leningrad’da Kirov bale topluluğu tarafından Kirov tiyatrosu’nda sahnelendi. Başlıca rollerde Galino Ulanova, Tatyana Veçeslova (Olga Jordan ile değişmeli olarak) ve Mihail Dudko dans ettiler. Bu rom antik konulu



Bahir Mustafa Paşa bale günüm üzde de sovyet balesinin repertuarındadır. Yapıt, zalim ve hırslı Zarem a'nın kıskançlıkla ö ldürdüğü güzel M arya’nın aşkıyla içlenip ağlayan Girey’in öyküsünü anlatır. Bale, Türkiye’de ilk kez 1979-80 mevsiminde Ankara Devlet ope­ ra ve balesi’nce sahnelendi.



BAHÇEUYUKLAYANI a



Avrupa, Anadolu ve Kuzey A frika ’da yaşayan ve gözü üstünde siyah bir çizgi bulunan kı­ zıl postlu küçük kem irgen hayvan. (Bahçeuyuklayanı ağaçlık yerlerde yaşar, ama çıplak alanlarda ve insanların yakınında yaşam aya da alışabilir. Meyveyle beslen­ diği için meyve bahçelerine büyük zarar verir, hatta kışın elm a ve arm ut depoları­ na dadanır. Bil. a. E liam ysçuercinus; yediuyuklayangiller familyası.)



Bahçeye İndim kİ, Erzincan, özellikle Eğin yöresinde yaygın bir türkü ve bu türkü eşliğinde oynanan, halay türü bir halk oyunu. Daha ço k kadınlar arasında oynanır.



BAHÇIVAN a. (fars. bâğçe v e -varı'dan bağçevan). 1. Bahçe düzenleyen ve ba­ kımını üstlenen kimse, görevli. — 2. Ge­ çim ini bahçe ürünlerini yetiştirip satarak sağlayan kimse. — Kur. tar. Bahçıvanlar ocağı, Osmanlı devletinde saray bahçelerine bakmakla görevli ocak. — Mutf. Bahçıvan kebabı, bir tür tencere kebabı. (Kuzunun kol ve döş eti, patates, patlıcan, domates, taze soğan, dereotu, m aydanoz, yağ, karabiber ve kimyonla hazırlanır.)



Bahçıvanın köpeği (El Perro del Hortelano), İspanyol yazarı Lope del V ega’ nın 3 perdelik komedisi (1618’de yayım ­ landı). Kâtibine âşık olan soylu bir kadın, çevrede saygınlığını yitirm em ek için ada­ m a bu duygusunu açıklayamaz; ama onun başka bir kadınla evlenmesine de karşı koyar. Oyunun adı, "kem iğ in i be­ ğenm eyen köpek, yine de onu türdeşle­ rine karşı korur" anlam ına gelen bir İspanyol atasözünü hatırlatır.



BAHÇIVANLIK a. Bahçıvanın işi, u ğ ­ raşı.



BAHDEL BİN ÜNEYF, em evrhalifesi Yezit l’in ana tarafından dedesi. Palmira’ nın güneyinde yaşayan göçebe Kelb ka­ bilesinin soylu Beni Harisa kolundan olup, aşiretin öteki üyeleri gibi hıristiyandı. An­ cak, Sıffin savaşı’ndan önce müslüman olduğu sanılır. Siyasete karışmadıysa da etkinliğini akıllıca kullanarak kabilesine b üyük ün ve servet kazandırdı; oğulları ölüm ünden sonra yüksek devlet m em ur­ luklarına atandılar. Sonradan koyu em e­ vi Şanlılarına "B a h d e liya " adı verildi. BÂHEM ya da BEHEM be. (fars. ba, be ve hem 'd e n bâ-hem, be-hem). Esk. Bir­ likte, hep birden.



BAHERZİ A li b in H aşa n , arap edebi yat tarihçisi (Baherz ? - ay. y. 1074). Şafii fıkıh bilgini Yusuf bin C üve yn i’den öğre­ nim gördü. Selçuklu sultanı Tuğrul Bey’ in veziri M uham m et K u n du ri’nin m edre­ se arkadaşıydı. O nun yanında kâtiplik yaptı; aynı görevi selçuklu sarayında da sürdürdü. D oğduğu kente döndükten sonra bir tartışm ada kılıçla öldürüldü. D um yet ül-kasr adlı yapıtında arap dün ­ yasında yaşamış şairlerin yaşamlarını ve şiirlerini anlatır. BAHHÂL sıf. (ar. buhl, b a h i1dan bah h al).E sk.Çok cimri, ço k hasis, pinti. BAHHAR ya d a BEHHAR sıf. (ar. bah rid en bahhar). Esk. Denizci, gemici. BAHHAS ya da BEHHAS sıf. (ar. bahsften bahhas). Esk. Konuşkan, anlat­ mayı s e v e n .''



BAHİ, BAHİYE sıf. (ar. bah ve -/"den bahi, dişi, bahiye). Esk. Şehvetle ilgili: Kuvve-i bahiye (cinsel güç). BAHİA a. Tropikal A frika ’da yetişen ve



abura adıyla da anılan ağaç. (Pembemsi gri, ince dokulu, yum uşak ve hafif odu ­ nu, yapı içi doğram acılıkta, çerçeve, sil­ me, hafif renkli kaplama çıtası yapımında kullanılan kusursuz bir odundur. (Bil. a. Hallea ciliata.)



BAHİA, B re z ily a ’d a (N o rd e s te ) eyalet; 561 026 km 2; 9 5 9 4 000 nüf. (1990). M er­ kezi Salvador. E yaletin kıyı k e s im iy le iç kesim i a ra s ın d a ö ne m li ç e liş k ile r vardır: yağışlı ve sıcak iklimli kıyı kesim inde tro­ pikal ürünler yetiştirilir; yarı çorak iç kesi­ min temel etkinliğiyse, biraz besin m ad­ desi üretiminin yanı sıra, yaygın yöntem ­ lerle yapılan hayvancılıktır. Salvador’ un G .’inde 3 0 0 km boyunca uzanan, şe­ rit biçim indeki yağışlı kesim kakao ağaç­ larıyla örtülüdür. Çeşitli tarım yapılan kü­ çü k çiftlikler ile sahipleri kentlerde yaşa­ yan ve yarıcılar tarafından ekilip biçilen büyük toprak parçalarında üretilen kakao, ilheus lim anından yurtdışına satılır ya da Salvador’da işlenir, itabuna, bölgenin m erkezidir. Başkentin K .’inde, kıyı kesi­ minin ancak bir bölüm ü şekerkamışı tarı­ mına ayrılmıştır; oysa Salvador bölgesin­ de çeşitli tarım (özellikle tütün) ve ürünle­ ri kentte tüketilen sağmal inek yetiştiricili­ ği yapılır. B .’ya doğru, A greste’den baş­ layarak yavaş yavaş hayvancılığın ağır bastığı sertâo’ya geçilir. Kuzey kesimin­ de (Alagoinhas ve Serrinha dolayları) sağ­ mal inek yetiştiriciliği, Jesçuie dolayların­ daysa daha ço k çeşitli tarım yapılır. Bu­ gün A greste'nin bütününde hayvancılık ağır basmaktadır. Feira de Santana, Jesquie ve Vitöria da C onçuista kentleri, sertâo ile kıyı bölgesi arasındaki başlıca pa­ zar yerleridir. U çsuz bucaksız, yarı kurak iklimli iç kesimde, ticarete yönelik iki tarı­ mın (pam uk ve hintkeneviri)- nispeten önem li olm asına karşılık ka ting a ’da (Kuzey-doğu Brezilya’nın yarı çorak böl­ gelerinde yer almasına karşın tropikal ya da yarıtropikal iklimin egem en olduğu alanlar) hâlâ hayvan yetiştiriciliği ağır ba­ sar. Çok verimli topraklarda, iç kesimler­ de son derece yaygın yöntemlerle yapı­ lan tarım (Irece dolaylarında barbunya fa­ sulyesi) etkinlikleri görülür. Uzun süredir elektrik üretiminde yararlanılan Sâo Fran­ cisco ırmağının suyu, kısa süreden beri birkaç bin hektarlık bir alanı sulam ak için de kullanılmaktadır. Kıyıda büyük bir sa­ nayileşme gözlenm ektedir; sanayi gele­ neksel dokumacılığa ve petrokimya sana­ yisine dayanır. Salvador yakınlarındaki Aratu ve Camaçari sanayi merkezleri, Recö ncavo’da (Brezilya’daki petrol üretim i­ nin yarısından çoğu hâlâ burada gerçekleştirilmektedir) çıkarılan petrolün bir bö­ lümünü kullanmaktadır.



BAHİA ya da BAİA, Brezilya'daki Sal­ vador kentine bazen verilen ad. BAHİA adaları,



A n tille r d e n iz in d e H o n d u ra s 'a b a ğ lı tak ım a d a . R oatân (en b ü y ü k adası), G u a n a ja v e U tila adalarını k a p s a y a n ta k ım a d a , 261 km 2 y ü z ö lç ü m ­ lü, 21 553 nüfuslu (1 9 8 8 ) b ir yö n e tim b ö l­ g e s id ir. M erke zi Roatân.



BAHİA BLANCA, A rja n tin 'd e lim an kenti, aynı adlı k örfe zin kıyısında; 2 33 0 0 0 nüf. M e z b a h a v e s o ğ u k ha va te ­ sisleri. Petrol rafin e risi (N e u q u e n petrol b o ru hattının te rm in a li) P e trokim ya. G ü b ­ re üretim i, BAHİL sıf. (ar. b uhl’dan b a h il). Esk. Cim­ ri, eli sıkı, tam ahkâr, hasis: “ Görm eye cennet yûzini hiç b a h il" (Ahmet Rıdvan, XV. yy.). BÂHİL sıf. (ar. behl, salıverm ek’ten b a ­ h il)■ Esk. 1. Serseri, başıboş dolaşan. — 2. Eli değneksiz çoban için kullanılır. — 3. Yularsız salıverilmiş deve için kulla­ nılır. BÂHİLE a. (ar. behl, salıverm ek’ten bahile). Esk. 1. Dul kadın. — 2. Bir arap ka­ bilesi. BAHİLİ E bu N asr A h m e t b in H âtim , arap dilci ve yazar (??-isfahan 845). Es-



mai, Ebu U beyde ve Ebu Z e y d ’in öğre n ­ cisidir. Bir süre B a ğ da t’ta kaldıktan son­ ra İsfahan'a gitti; yaşamını burada ta­ mamladı. Ağaçlar, bitkiler, develer, atlar, kuşlar ve özellikle çekirgeler hakkındaki yapıtıyla özel adların kökenlerini, halkın dil yanlışlarını konu edinen yapıtları günüm ü­ ze gelmemiştir.



1215



BAHİLİ H üse yin b in D ahhâk, arap şair (Horasan 778-Bağdat 864). Sürdüğü ya­ şam biçimi dolayısıyla El Hali (sefih) diye anılıyordu. Abbasi halifesi El Em in’in ya­ kın dostlarındandı. Onun ölüm ünden son­ ra da saraydaki yaşamını sürdürdü. Ün­ lü şair Ebu Nüvas üzerinde etkisi oldu. BAHİR -*BAHR. Bahir (Sefer ha-) [Aydınlığın kitabı], ka­ bala edebiyatının ilk yapıtlarından biri (XII. yy.). Yahudi gizemciliğinin evriminde çok önemli bir yeri vardır.



BÂHİR sıf. (ar. bahir). Esk. 1. Ç ok par­ lak, pırıl pırıl. — 2. Üstün gelen, başkala­ rını geride bırakan. — 3. Apaçık, besbelli.



BÂHİR (Abdurrahman), türk şair, beste­ kâr (İstanbul 1688- ay. y. 1746). Ahm et I dönem inde Şehzade camisi birinci imamlığından bulunan Arapzade A b d ur­ rahm an Efendi’nin oğludur. Müderrislik (1711), Yenişehir kadılığı (1720), İstanbul kadılığı (1727) gibi görevlerden sonra, Anadolu (1738) ve Rumeli (1745) kazas­ keri oldu. Türkçe, arapça, farsça şiirleri ve özellikle düşürdüğü tarihler oldukça ün­ lüdür. Divanı yoktur. BAHİR MUSTAFA PAŞA K öse, türk sadrazam (Çorlu ?-Midilli 1765). Vezir So­ fu A bdurrahm an Paşa’nın oğlu. Damat İbrahim Paşa’nın korumasında hassa silahşörü oldu. Başmirahor görevindeyken ve henüz saraydan çıkm adan sadrazam oldu (1752). Saraydan aldığı güçle d ev­ let işlerine karışan Kızlarağası Bekir A ğ a ’ nın idam edilmesi üzerine M ahm ut l ’in ölüm üne kadar, görevini rahatlıkla yürüt­ tü. Osman lll’ün kararsız tutum undan ya­ rarlanan düşmanlarının, padişahı etkile­ meleri üzerine görevden alındı, Lim ni’ye sürgüne gönderildi (1755). Affedilerek Mora muhassıllığına getirilmesinin (1756) ardından yeniden atandığı sadrazamlık­ ta (1756) yaklaşık dokuz ay kaldı. Ahm et lll'û n oğullarından şehzade Mehmet'in öl­ dürülm esindeki rolü dolayısıyla, kam uo­ yunu yatıştırmak için azledilerek Rodos’a sürüldüyse de (1757) aynı yıl Eğriboz mu­ hafızlığına getirildi. Daha sonra Mısır (1758), Cidde (1760) ve Halep (1762) va­ lisi olarak görev yaptı. Onu, üç yaşındaki kızı Şah Sultan ile biçimsel olarak evlen­



bahçeuyuklayanı



Bahia eyaleti rio Sâo Francisco ile sulanan şekerkamışı tarlalarının havadan görünüşü



Bahir Mustafa Paşa 1216



dirip damat edinen Mustafa III tarafından üçüncü kez sadrazamlığa getirildi (1763). Görevini kişisel servetini artırma yoluyla kötüye kullanması nedeniyle, yine görev­ den alındı (1765); sürgüne gönderildiği M idilli’de boynu vurduruldu; İstanbul’a yollanan kesik başı burda toprağa veril­ di. Ayrıca, şiirle de uğraşmış olan Köse Paşa, İstanbul’un çeşitli yerlerinde cam i­ ler, mescitler, çeşmeler yaptırttığı gibi bir­ çok tarihsel anıtın onarımı ve bakımıyla da ilgilendi.



BAHİR PAŞA



(A b d ü rre z z a k ) » DÜRREZZAK BAHİR PAŞA.



AB­



BAHİRA, Peygam ber M uham m et’in, 9 ya da 12 yaşlarında karşılaştığı hıristiyan keşiş. İslam tarihçilerine göre, bir ticaret kervanı ile Suriye’ye giden Ebu Talip, ye­ ğeni M uham m et’i de yanında götürdü. Kervan, Kudüs ile Şam arasında bulunan ve daha sonra Suriye’de m üslüm anlarca ilk fethedilen kent olan Busra yakınında konakladı. Kervandakiler, burada bir m a­ nastırda yaşayan Bahira (ya da Sergius) adlı bir hıristiyan keşiş tarafından yem e­ ğe alıkondular. İslam inanışına göre, Ba­ hira uzaktan onları izlerken, kervanın bir bulut tarafından gölgelendirildiğini ve ağaç dallarının daha çok gölge yapm ak için çoğaldığını sezdi. Bu olağanüstü olayların Muhammet ile ilgili olduğunu an­ ladı ve onunla özel bir görüşm e yaptı. Ebu Talip'e yeğeninin gerçek hıristiyanlarca da beklenen son peygam ber olaca­ ğını söyleyerek, onu iyi korumasını öğü t­ ledi. M üslüm anlar bu olayı M uham m et’ in peygam berliğinin kanıtı olarak kabul eder. BAHİRE a. (ar. bahire). Esk. 1. Dikenli çalı. — 2. Koşucu deve. BAHİRE a. C ahiliye dönem inde beşinci ya da onuncu kez doğurduktan sonra, kulağı yarılıp işaretlenerek kendi haline bı­ rakılan deve ya da koyun. Bu tür hayvan­ ların et, süt ve derisinden yararlanmanın haram olduğuna inanılırdı. Kuran (Maide V / 103) bu inanış ve geleneği ortadan kaldırmıştır.



BAHİS, -h s i a. (ar. bahs). 1. Üzerinde durulan şey, konu, sorun: Bu bahsi son­ ra konuşuruz. Biz yine bahsim ize d öne­ lim. "S e s " bahsinde b elirtildiği gibi. — 2. Söz, laf: O nun bahsini bile ettirmezdi. — 3. Aynı konuda ayrı ya da karşıt savlar ileri sûren iki taraf arasında, sonuçta hak­ sız çıkanın ötekine belli bir ödem ede bu­ lunması, bir şey vermesi ya da belirli bir şeyi yerine getirmesi konusunda yapılan anlaşma: Bahsi kaybetm ek, kazanmak Bahse varm ışın? — 4. Bir kitabın bölüm ­ lerinden her biri; bölüm: Bu mesele üçün­ cü bahiste yeniden ele alınacaktır. — 5. Esk. Tartışma, düşünce alışverişi: A ra la ­ rında b ir bahis cereyan etti. — 6. Bahis açmak, bahis açılmak, söz etmek, sözü edilmek: Ondan bahis açarsa benim de söyleyeceklerim olacak. Bu konudan hiç bahis açılmadı. || Bahis buyurmak, saygıy­ la, kimi zaman da alayla bir şey hakkın­ da konuşmak: Bahis buyurduğunuz gibi, işin iç yüzü herkesin bildiğinden farklı. || Bahis konusu, üzerinde söz edilen şey; sözkonusu: Toplantıda bunların h içbiri bahis konusu olmadı. || Bahis yürütm ek, bir konuda düşünce ve görüş belirtmek. || Bahse girerim (ki), öne sürülen bir sa­ vın doğruluğunu pekiştirmek için söyle­ nir: Bahse girerim , kitapları yine evde unuttun. || Bahse girmek, tutuşmak, sonu­ cu bir koşula bağlayarak ayrı ya da karşıt bir sav öne süren bir kimseyle idd i­ alaşmak. —Esk. Bahis ile, bahsederek: Fevkalade halden bahisle kendisinden daha temkinli olmasını istedi. || Bahs-i ahar, bir başka konu. — Ed. telm. Pascal’ın bahsi, herhangi bir şeyi kaybetme riskine girmeden-, sonsuz hayatı kazanma şansının sözkonusu oldu­ ğu bir seçeneği anlatm ak için Pascal’ın sunduğu formül. Buna göre, insanın bu



bahse girmeyi göze alıp Tanrı’nın varlığı­ na inanması mantık gereğidir; çünkü bun­ da kaybedecek hiçbir şey yoktur, aksine her şeyi kazanma şansı vardır, (im an işi­ ni, talih oyunları mantığıyla akılcı hale ge­ tirm ek yolundaki bu girişim, bazı tanrıbilimcilerin "Tanrı vergisi” dedikleri "im a n ” ın öz niteliği göz önüne alınarak sık sık eleştiriye uğramıştır.) — Huk. -* KU M A R ve BAHİS. — Oy. Müşterek bahis, Türkiye Jokey ku­ lübü tarafından düzenlenen at yarışların­ da oynanan talih oyunlarına verilen ad. Altılı ganyan, üçlü ganyan, üçlü bahis, ikili bahis, çifte bahis, ganyan, plase gibi tür­ leri vardır.



BÂHİS sıf. (ar. bahis). EskA. Bahseden, sözkonusu eden, araştıran. — 2. Bir ko­ nu üzerine yazılmış, o konuyu inceleyen, araştıran makale, kitap vb. için kullanılır. BAHİSÇİ a. Müşterek bahislerde yarışın sonuçlarını önceden tahm in ederek ba­ his oynayan kişi. (Müşterek bahisçi de de­ nir.) BAHİYE ->BAHİ. BAHL a. (ar. b a h l). Esk. Cimrilik. BAHMAN ya da VOHU MANAH ( İyi D üşünce"). Eski İran d ininde altı Ameşa Spentas’tan biri. Öküzü korurdu.



BAHNAME a (ar bah ye fars. name' den bah-name). Esk. 1. içinde açık sa­ çık resimler, yazılar bulunan ve okuyan­ ları cinsel bakım dan uyarm ak için yazılan kitap. — 2. Cinsel arzuyu artırıcı m acun­ ların yapılışını ve kullanılışını anlatan kitap. — A N S İK L Nâsırettin T û s i’ nin farsça Bahnam e-i padışahi adlı yapıtının en es­ ki çevirisi XIV. yy.’da yapıldı. Yapıtı ilk ola­ rak Selahattin adında bir çevirmen, Saruhanlı Yakup bin Devlet adına çevirdi. M u­ sa bin Mesut tarafından Murat ll’ye sunu­ lan başka bir çevirisinden başka İstanbul kitaplıklarında çevirenleri bilinm eyen, an­ cak geç dönem lere ait olduğu belirlenen türkçe bahname yazmaları vardır. Ahmet bin Yusuf el-Tifaşi'nin arapça Ftücû üş -Şeyh ilâsıbâh fi'l-kuvvetiale'l-bâh adlı ya­ pıtının ilk türkçe çevirisi ise Selim l ’in em ­ riyle ibni Kemal tarafından yapıldı (1519); Gelibolulu Mustafa Âli tarafından ikinci kez Râhat ün-nüfûs adıyla çevrildi. Cemalettin Revnakı’nin açık saçık m inyatürler de bulunan bahnam esi Kitab üs-safâ ve's -sürür adını taşır. Mustafa Ebülfeyz’in Tuhtet ül-m ülûk (1771) adlı çevirisinden başka Mustafa bin Hüseyin Paşa'nın da tarihi belli olmayan bir bahnamesi vardır. Kâtipzade M ehm et Refi Efendi, Mahm ut I dönem inde hassa hekim iyken Risâle fi'l-bah adlı bahnameyi yazdı. Manzum ya da m ensur bahnam elerin son dönem de­ ki örnekleri tıp alanından uzaklaşılarak cinsel hikâyelerle d olduruldu. Yazarı bi­ linm eyen bir Bahnam e (1844) bu neden­ le, basıldığı yıl toplatıldı.



BAHNAR a. Mon khm er grubundan dil. Bahnarlar’ca konuşulur.



BAHNARLAR, Vietnam'ın güney kesi­ mindeki yüksek platoda (Kontum-An Khe bölgesi) yaşayan halk. Sayıları 100 0 0 0 ’i bulm ayan Bahnarlar, m on-khm er diliy­ le akraba bir dil konuşurlar. Yakarak açtıkları tarlalarda pirinç tarımı yapar, ka­ zıklar üstünde kurulm uş köylerde yaşar­ lar. Köyler bir yaşlılar kurulu ile kurulun seçtiği bir reis tarafından yönetilir. Bahnar klanı baba soylu, bazen ikiyanlıdır; konut­ lar ikiyerlidir. Dinleri, doğanın çevrim leri­ ne ve ruhlara mal edilen d oğ a olaylarına bağlıdır. BAHNSEN (Julius), alm an filozof (Tondern, bugün Tender, Danimarka, 1830 -Lauenburg, Pomeranya, 1881). Schopenhaur’ ın öğrencisiydi ve onun kötüm ­ ser felsefesini daha da köktenci durum a getirdi. Başlıca yapıtı: Das Tragische als VVeltgesetz (1877).



BAHORUCO,



Dominik



Cumhuriye­



ti’nin batı kesim inde il; 2 528 km2; 87 376 nüf. (1990). Merkezi Neiba.



BAHORUCO (sierra de), Dominik Cumhuriyeti’nin güney batı kesim inde kireçtaşlı dağ sırası. Bahoruco sıradağlarının batı kesimi ormanlıktır, oysa kuzey-doğu yam acında kahve tarımı (Barahona’dan satılır), güneyinde hayvancılık yapılır. Güney-batı kesiminde çıkarılan boksit, Enriquillo lim anından yurt dışına gönde­ rilir. BAHR ya da BAHİR a. (ar. bahr). Esk. 1. Deniz "Peykânları ile dolu d ur çeşm-ı pür-âbum ! Ey b a h r sağınma serıün anca k g ü h e rü n var "(F u zuli, XVI. yy.). — 2. Büyük göl ya da ırmak. — 3. Abartmalı bir biçim de çokluk gösteren tam lam alar ku­ rar: Bahr-i aşk ya d a bahr-i ışk, aşk deni­ zi: " Bahr-i ışka d üşdün ey dil lezzet-i ca­ nı u n u t" (Fuzuli, XVI. yy.). j\ Bahr-i derd, dert denizi: " H evâdan m evce gelm iş bahr-i derdem şâhid-i hâlüm I Dil-i pür -ıztırâb ü nâle-i-bî-itidâlümdür” (Fuzuli, XVI, yy.). j| Bahr-i gam, gam denizi: " Kurtarur mı bahr-ı gam d erdinden ol sahil m eni ’ (Fuzuli, XVI. yy.). | j Bahr-i hüsn, güzellik deryası: Çîn-i cebinini düşü rü p zülfe ey sabâ / Emvâc-ı bahr-i hüsni perakende eylesen" (Naili-i Kadim, XVII. yy.). ]|Bahr-i rahmet, iyiliği, acıması çok bol olan: ” Dür -i şefaat içün bahr-i rahmete g avvâ s” (Fu­ zuli, XVI. yy.). || B ahr ü ber, deniz ve ka­ ra: "A radım b ah r ü berri bulm adım ben b u sırrı" (Niyazi, XVII. yy.). —Coğ. B ahr-iA hm er, Kızıldeniz: "Vadi-i Nil ile Bahr-i A h m er sahilinin içlerine d o ğ ­ ru geldiği dahi anlaşılıyor" (Ahmet Mithat, XIX. yy.), jj Bahr-i Hazer, Hazar denizi. |j Bahr-i Lut, Lut gölü. || Bahr-i m uhit-i A tla­ s'ı, Atlas okyanusu. |] Bahr-i m uhit-i kebir, Büyük okyanus, jj Bahr-i Sefîd, Akdeniz, jj Bahr-i Siyah, Karadeniz. || Bahr-i U m ­ man, Um m an denizi. — Ed. Aruzun “ te f'ile ” denen temel par­ çalarından birinin tekrarlanması, ya da birkaçıyla birleşmesi sonunda ortaya çı­ kan şekillerin (aruz kalıplarının) genel adı. Aruzda 19 bahir vardır; bunların adları abece sırasıyla şöyledir; basît, cedîd, ha­ fif, hezec, kâmil, karîb, m edîd, muktezeb, muzârî, müctes, münserih, müşâkile, mütedârik, mütekârib, recez, remel, seri’ , tavîl, vâfir. Bunlardan basît, kâmil, tavîl, vâfir arap şiirine; cedîd, karîb, müşâkile de fars şiirine özgüdür; ötekilerse türk edebiya­ tında kullanılmıştır.



BAHR (Georg), alman m imar (Fürstenwalde 1666 - Dresden 1738). Protestan dinsel mimarlık tarihi içinde çok önemli bir yeri vardır. (D resden’deki Frauenkirche, 1726-1733, İkinci Dünya savaşı sırasında yıkıldı.) BAHR (Hermann), avusturyalı yazar (Linz 1863-Münih 1934). Bütün m oda akımlarla tüm yeniliklere ilgi duydu. Natüralist görüşten, öncülerinden biri oldu­ ğu anlatımcılığa (1916), oradan da m u­ hafazakâr katolikliğe geçti. Romanları (D/e Rotte Korah, 1918) ve dramları (Das Tschaperi, 1891) vardır. BAHR A U K , bazen A uk ırmağına veri­ len ad.



BAHRAYÇ, Hindistan’da kent, Uttar Pradeş'te, Lucknow ’un K.-B.’sında; 74 000 nüf. BAHREN be. (ar. bahren). Esk. Deniz­ den, deniz yoluyla: ”... bahren ve berren gönderilen Yunan m uhacirleri ile dolm ak­ tadır " (M. K. Atatürk).



BAHREYN, Basra körfezi kıyısında arap emirliği, Arabistan yarımadasının doğu kıyısında; 598 km2’lik bir alan kap­ layan (516 000 nüf.) 33 adalı bir takıma­ dayı içine alır. Başlıca iki ada, başkent M enam e’nin yer aldığı asıl Bahreyn adası ile, ona bir dalgakıranla bağlı olan küçük M uharrak adasıdır. Eskiden hurm a bahçeleriyle kaplı olan B ahreyn’in nüfusu, yarısı köy­



Bahri siyah lerde yaşayan şiilerden (iki yüzyıllık İran işgalinin sonucudur ve İran, adalar üze­ rinde hak iddia etm ekten ancak 1970’te resmen vazgeçmiştir), yarısı da kentlerde yaşayan sünnilerden (emir sülalesi de sünnidir) oluşur. Ülkenin modernleşmesi, Basra körfezinde işletilmeye başlayan (1932) en eski ama küçük boyutlu (yıllık üretimi 3 Mt' un altına düşmüştür) bir pet­ rol yatağına bağlanmıştı. Am a doğal gaz rezervleri de vardır (180 milyar m3) ve sa­ nayiyle hizmetler kesiminin gelişmesi de, yeni bir gelir kaynağı oluşturmaktadır: Su­ udi Arabistan’da çıkarılan ham petrolü İş­ leyen rafineri (12 Mt kapasiteli): işlediği bütün boksit denizaşırı ülkelerden getiri­ len alüminyum dökümevi; dev kuru havuz. Özellikle, adalar, serbest bölgesi olan önemli bir uluslararası maliye merkezi (bir­ çok banka) durum una gelmiştir. Bunun­ la birlikte yıllık ortalam a gelir, Basra kör­ fezindeki öbür petrol üreticisi ülkeler ara­ sında en düşük olanıdır.



arasında bir anlaşmazlık patlak verdi. Bu anlaşmazlık 1975 ağustosunda ulusal meclisin dağıtılması ve muhalefetten çok sayıda kişinin tutuklanmasıyla sonuçlan­ dı. Bu tarihten başlayarak anayasa askı­ ya alındı ve Isa bin Selman tüm yetki­ leri elinde topladı. 1981’de, Suudi Arabistan, Kuveyt, Um­ man, Katar ve Birleşik Arap Emirlikleri ile birlikte Körfez işbirliği konseyi kuruldu. Aynı yıl, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Em irlikleri’nin haber alma örgütlerinin sağladığı bilgilerle, çoğunluğunu şiilerin oluşturduğu bir örgütün darbe girişimi or­ taya çıkarıldı. 1983-1985 yılları arasında petrol ve alü­ m inyum dan sağlanan gelirler azalırken, bankacılık alanında gelişmeler oldu; ABD ve Batı Avrupa bankaları, ülkeye duyduk. ları güvenin göstergesi olarak, burada şu­ beler açtılar. Komşu İslam devletlerinden farklı olarak, alkollü içkilerin serbestçe sa­ tılması turizm sanayisini geliştirdi.



• Tarih. XVI. yy.’d a Portekizlilerin işgal et­ tikleri, 1602-1783 arasında İran egem en­ liğinde kalan Bahreyn adaları, 1783’ten sonra halife hanedanı tarafından yönetil­ di, 1914 ’te İngiltere'nin vesayeti altına girdi. İran, adalar üzerinde uzun süre hak iddia ettiyse de, 1970 mayısında bundan vazgeçti. Bahreyn adaları, üç yıllık bir ka­ rarsızlık dönem inden sonra, yeni kurul­ muş Birleşik Arap Em irlikleri’ ne katılmayı kabul etmeyerek 14 ağustos 1971 'de ha­ life hanedanının yönetiminde bağımsız bir devlet oldu. Büyük Britanya ile imzalanan (1971 ağustosu) bir dostluk antlaşması sonunda, İngiliz birlikleri adalardan çekil­ di: çok geçm eden (aralıkta) ABD ile de bir dostluk antlaşması imzalandı (ABD do­ nanmasına el-Cufayr deniz üssünden sü­ rekli yararlanma kolaylıkları sağlandı). Re­ jim içte, toplum sal sıkıntılarla karşılaştı (1972 martındaki karışıklıklar ve bunun sonucunda grev hakkının askıya alınma­ sı). 1973 haziranında yeni bir anayasa ka­ bul edildi ve aralık ayında, ülkede ilk kez genel oylam ayla parlam ento seçildi. Se çim ler sonucunda, solun oylarının büyük ölçüde arttığı gözlendi. Milletvekillerinin yarısı komünist yanlısı Ulusal kurtuluş cephesi’ nden ya d a devrimci “ işgal altın­ daki Basra körfezi’nin kurtulması için halk kurtuluş cephesi” nden yanaydı. 1974 aralığında, meclisle emir Isa bin Selman



ira n -lra k savaşı'nın so n a erm e s iy le B a h re y n ’in, b ö lg e n in en ö n e m li fin a n s v e tu riz m m e rk e z i o la ra k ayrıcalıklı k o ­ n um u d a h a d a pekişti. Irak'ın K uveyt'i iş g a liy le p a tla k ve re n K ö rfe z bunalım ı sırasında B a hre yn, AB D , İn g ilte re v e d i­ ğ e r ülk e le re üs olanakları v e rd i v e s a v a ­ şın h a re k â t m e rk e z le rin d e n biri oldu. B u na karşılık K ö rfe z savaşı, iş v e hiz­ m et m erke zi B a h re yn 'in ko n u m u n u s a r­ sacakta.



Er-Rifa



a h r ey n



körfezi



■ petrol . anayol . Suudi A rabistan'a doğru y a p ım İncelenm ekte olan köprü |5 0 ° 3 0 ' ■i



0i



k m



İ 1 0 İ



k m



KATAR İ 2 G t



• Arkeoloji. DanimarkalI profesör P.V. Glob tarafından 1953'ten bu yana yürü­ tülen kazılar sonucunda yontmataş ve yenitaş çağına ait on iki sit, İ.Ö. III. bınyıldan kalma iki tapınakla ülkenin tarihön­ cesi başkenti olduğu sanılan bir kent or­ taya çıkarıldı. BAHRİ, BAHRİYE sıf. (ar. b a h ri dişi. bahriye). Denizle ilgili. ♦ a Tüyünden kürk yapılan, gagası kaşığa benzer bir çeşit deniz ördeği: ’ ‘Deryalarda olur bahri / D old u r da içe­ yim ze h ri" (halk türküsü).



BAHRİ -



YALIÇAPKINI



BAHRİ, türk mutasavvıf (Bursa ?-ay. y 1566). Edirne'de Kovancı Dede dergâhı­ na girdi. Bursa’d a M uradiye zaviyesine hizm et etti. Görünüşe önem verm ediğini Igöstermek için saçını, sakalını, kaşını, kir­ piklerini keserdi. Kanuni’nin Zigetvar se­



terine katılması için kendisine gön d e rdi­ ği bin florini göm dü ve sefer dönüşü geri gönderdi. Tasavvufi şiirleri vardır. Ziyare­ tine gelen şair H ayali’ye arm ağan ettiği "C ihan ârâ cihân içindedir arayı bilm ez­ le r / O mâhîler kı deryâ içredir deryâyı bilmezler" beyti ünlüdür. Hayali sonradan bu beytin içinde yer aldığı ünlü gazelini yazdı.



1217



BAHRİ, türk halk şairi (Kars 1829-?). Kars’ın Ruslar tarafından işgali (1854 -1855) ve işgalden kurtuluşu (1856) üze­ rine söylediği koçaklam alarla tanındı. Atışmaları ve destanları vardır. BAHRİ HAŞAN ÇELEBİ, tü rk şair (Balıkesir, Kızılcatuzla, ?-Trablusşam 1585). İstanbul’d a çeşitli m edreselerde müderrislik etti (1578-1583); Trablusşam ’ da kadılık yaptı (1584-1585). Kudüs ka­ dılığına atandı; görevine giderken yolda dürziler tarafından öldürüldü Türkçe, arapça, farsça şiirleri, Hz, Pey­ g am b e rin doğum unu anlatan bir mesne­ visi vardır. BAHRİ MEHMET PAŞA, türk yöne tici, şair ve hattat (Kilitbahir, Gelibolu ? -İstanbul 1700),E n d eru n ’da yetişti; M eh­ m et IV’ün sır kâtipliğini yaptı. Beylerbeyi rütbesiyle Kastamonu ve Van valiliklerin­ de bulundu, Ç ard a k’ta muhafızlık yaptı. İki kez nişancılık görevine getirildi (1683, 1698); Seddülbahir ve Kıbrıs’a muhafız atandı. Cizye m uhasebeciliği yaptı. Usta bir hattattı; “ Bahri" mahlasıyla şiir de yaz­ dı.



BAHRİNAZİK a Müz. Türk m üziğin­ de bir makam. (Sik sık ve tamamlanmış m üzik tüm celeri biçim inde segâh geçkisi yapılan hicaz makamıdır.) Bahri siyah ve Tuna madalyası, Sultan A bdülm ecit dönem inde (1839 -1861), Kırım savaşı sırasında Osmanlı devletinin müttefiki olan Fransızlar tarafın­ dan bastırılan m adalya (1854). M adalya­ nın kalıp kazıyıcısı 1830 lu yıllardan baş­ layarak Brüksel’de çalışan Anvers d o ­ ğum lu Laurent Joseph H a rftir. Bakırdan bastırılan madalyanın altın kaplama olan­ ları da vardı. Ön yüzde Abdülm ecit’in ya­ rım boy betimi; arka yüzde de yazılardan oluşan piramit biçim inde bir anıtın ö nün­ de oturur durum da, özgürlük simgesi bir kadın betimi bulunur.



solda: Bahreyn emirliği Bahreyn emirliğimde Muharrak adasının havadan görünüşü



bahriye BAHRİYE a. (ar. b a h r ve -ıyye'den



1218



bahriyye). Esk 1. Deniz kuvvetlen: Türk bahriyesi. — 2. Deniz kuvvetlerine ait (tamlayan olarak): Bahriye eri. Bahriye ne­ zareti. — Denize Bahriye m acunu , ağaç tekne­ lerin yüzeylerini kalafat edildikten sonra boyaya hazırlamak için kullanılan ve kay­ namış bezir, kaba üstübeç, kurutucu ka­ rışımından elde edilen macun. || Bahriye tutkalı. lastik, gomalak ve makine yağı ka­ rışımından elde edilen yapıştırıcı. (Suya dayanıklı olduğundan su içinde bulunan boruları korum ada kullanılır.) — Esk. denize. Bahriye azapları — a z a p



BAHRİYE -»B A H R İ BAHRİYE ya da BAHARİYE ( deniz d e n ", yani "ku ze yd e n "), Libya çölünün Mısır’daki bölüm ünde vaha, derin bir çö ­ küntüde, Fayyum çöküntüsünün B.'sında Artezyen kuyuları. —Yakınında, demir madeni.



BAHRİYE MEMLUKLARI, Mısır da ilk memluk hanedanının sultanları olan türk m emluklara verilen ad (1250-1382). Eyyubiler'den El-Melik es-Salih Necm et­ tin Eyyüb'ün (1240-1249) Kıpçak ve yö­ resinden getirttiği türk kölelerden oluştur­ duğu muhatız birliği, kışlaları Nıl (Bahr ün Nil) üzerindeki er-Ravza adasında bulun­ duğundan bu adla anıldı. Sultanın dul ka­ rısı Şecerüdürr ile evlenerek Mısır tahtına çıkan Bahriye M em luklarım dan Aybek, hanedanın ilk sultanıdır (1250). 1382 yı­ lında Burciye M em lukları’ndan Berkuk’ un sultanlığı ele geçirm esiyle hanedan son buldu. ( — M e m lu k la r . )



Bahriye nezareti, Osmanlı devletinde deniz kuvvetleriyle ilgili işleri yürüten m a­ kam (1867-1922). Daha önce bu görevi yürüten kaptanıderyalık makamı 13 mart 1867'de kaldırılarak yerine 19 mart 1867’de Bahriye nezareti kuruldu. Bu ta­ rihten, saltanatın kaldırılmasına kadar elli altı bahriye nazırı görev yaptı. ( — Kayn.) BAHRİYELİ a. D e n iz k u v v e tle rin e b a ğ ­ lı su b a y , a s ts u b a y , er, e rb a ş y a d a a s k e ­ ri ö ğ re n c i.(E ş a n l. DENİZCİ.) —Terz. Bahriyeli giysisi, deniz erlerinin üniform asından esinlenerek hazırlanmış, beyaz ya da lacivert renkte, iki parçalı giy­ si. (Bk. ansikl. böl.) || Bahriyeli yaka, v bi­ çim indeki yaka oyuğuna geçirilmiş, ön­ den sivri başlayıp omuzlara doğru geniş­ leyen ve arkada büyükçe bir kare oluş­ turan yaka. — ANSİKL. Terz. Bahriyeli giysisi, çeşitli dönem lerde kadın ve özellikle çocuk gi­ yiminde moda olmuştur. Üstte, boyundan geçirilerek giyilen, bahriyeli yakayla süs­ lenmiş, genişçe bir göm lek ve altta pan­ tolon ya da pilili etekten oluşur. Etrafı çe­ peçevre şeritlerle süslenmiş yakanın altın­ dan geçirilen kordonlar ya da kumaş şe­ rit, önde kravat biçim inde bağlanır.



BAHRİYUN çoğl. a. (ar. b a h ri1nin çoğl. bahriyyun). Esk. Gemiciler, denizde çalı­ şanlar.



BAHR-MİLDENBURG (Anna), avusturyalı soprano (Viyana 1872-a y .y . 1947). Büyük bir VVagner yorum cusu olan Bahr -M ildenburg, meslek yaşamına 1895’te H am b u rg 'd a (Brunhild) başladı. Burada Mahler'in dikkatini çekti ve onun sayesin­ de Viyana’da iş buldu. Bayreuth'ta Cosima W agner ile birlikte sahneye çıktı. Ola­ ğanüstü oyun gücüyle EleMra rolünde ünlendi (Londra, 1910). Birçok yapıtın sahneye konmasını sağladı. Öğretmen olarak da ün kazandı.



BAHRO (Rudolf), alman iktisatçı (Löw enberg, günüm üzde Lwöwek Slaski, W roclaw voyvodalığı, Polonya, 1935). Ana yapıtı olan Die Alternative'de var olan sosyalizmi, savunulan m odel ile uygulam a arasındaki farklılıkları vurgula­ yarak ve toplum un devlet gücünün ege­ menliği altına girm iş olduğuna dikkati çe­ kerek eleştirdi. Bahro, bir marxçı olarak,



"üretim ci" toplum modelini benimsemez, çünkü, ona göre insanın kurtuluşu yalnız­ ca üretim biçim inin değişm esiyle sağla­ nabilecek bir şey değildir. “ Casusluk fa­ aliyetleri nde bulunduğu savıyla 1977 ağustosunda tutuklanan Bahra, 1978 de sekiz yıl hapse m ahkûm edildi. 1979 eki­ minde, Alm anya Dem okratik Cumhuriyeti’nin otuzuncu kuruluş yıldönüm ü nede­ niyle serbest bırakıldı. O tarihten beri sür­ günde yaşamaktadır.



♦ sıf. "B ağ ışla ya n" anlam ında bileşik sözcükler yapar: faide-bahş (faydalı), ferah-bahş (huzur bağışlayan, sevindirici). safa-bahş (mutluluk bağışlayan, mutluluk veren), vb.



B a h r -S e l a m e t



BAHŞAYİŞ a (fars. bahşayiş). Esk 1.



- S e la m e t



BAHRUŞİN (Sergey Vladimiroviç), sov­ yet tarihçi (Moskova 1882- ay. y. 1950). XVI. ve XVII. y y.’lar Rusya ve Sibirya ta­ rihleri uzmanı. Bahruşin özellikle bu ülke­ lerin ticaret tarihlerine eğilm iş ve çeşitli Si­ birya halklarının tarihine marxçı yöntem ­ le yaklaşımın tem ellerini atmıştır.



BAHRÜLARAP ("A raplar ırmağı"), Su­ dan'ın güney-batı’sında ırmak, Cur ırma­ ğıyla birleşerek N il’in kolu Bahrülgazel’i oluşturur; yaklş. 800 km. BAHRÜLAZRAK ya da M AVİ NİL, Etyopya kütlesinde, Tuna gölünden çıkan ırmak; yaklş. 1 600 km. H artum ’da Bahrülebyad (Beyaz Nil) ile birleşerek asıl Nil'ı oluşturur. Rejiminin özelliği, sularının ya­ zın kabarık olmasıdır. —M avi N il ili, Su­ d an'da 142 138 km2; 4 109 000 nüf. Mer­ kezi U ved Medani.



BAHRÜLCEBEL, Nıl nehrinin Doğu Af­ rika’da, Albert gölünden çıkan en önem ­ li kaynak kolunun G üney Sudan’daki ke­ simine verilen ad Bahrülcebel, Güney Sudan havzasında B .'dan gelen Bahrülgazel ve D .'daki Etyopya dağlarından inen Sobat ile birleştikten sonra Bahrülebyad (Beyaz Nil) adını alır.



BAHRÜLEBYAD ya da BEYAZ NİL, Nil ırmağının, No gölü ile Bahrülazrak’a (Mavi Nil) kavuştuğu yer arasında kalan bölüm üne verilen ad. BAHRÜLGAZEL (“ Ceylanlar gölü"), Sudan’da uçsuz bucaksız bataklık bir ça­ nağın sularını boşaltan kol; özellikle Bahrülarap ve Cur ırmaklarından oluşur; 240 km. No gölünde Bahrülcebel'e kavuşa­ rak B ahrülebyad’ı (Beyaz Nil) oluşturur. Doğal park. —Tar. Kavalalı M ehm et Ali Paşa’nın ye­ rine geçenlerin boyun eğdirdikleri bölge, pek iyi yönetilm edi ve Zübeyr dönem in­ de (1858-1875), Kahire hüküm etiyle çe­ kişti.Mehdi im paratorluğunun birbölüm ünü oluşturduktan sonra, İngiliz-Mısır Su­ dan ı'na bağlandı (Fransa ile İngiltere ara­ sında 1899'da imzalanan antlaşma). BAHRÜLGAZEL, Ç a d ’ da geçici akar­ su, Çad gölüne dökülür.



Bahr ül-hakayık, Makalât-ı Hacı Bek­ taş Veli adlı arapça yapıtın, Hatipoğlu ta­ rafından yapılan manzum çevirisi (1409). Karaman beyi M ehm et ibn Halil'e sunul­ muştur. Eski A nadolu türkçesi özellikleri­ ni taşıyan yapıt din, dil ve edebiyat tarihi açısından değer taşır. Tıpkıbasımı yapıl­ mıştır (1960, haz. İ.H. Ertaylan).



BAHR YUSUF ("Yusuf’un ırmağı"), Or­ ta M ısır'da sulama kanalı; el-Fayyum ’a kavuşur. BAHSERE a, (ar. bahşere). Esk. 1. Da­ ğıtma. — 2. M eydana çıkarma. — 3. Sü­ tün kesilmesi. BAHSET a. (fars. bahset). Esk. 1. Ho­ rultu. — 2. Kâbus, karabasan.



BAHSETMEK gçz. f. Bir şeyden b a h ­ setmek, ondan söz etmek, onun hakkın­ da konuşmak: Savaştan bahsetmek. Sa­ nattan bahsetmek. BAHSİ sıf. (ar. b a tış ve -/'den b a h s i). Esk. Bahisle ilgili. BAHŞ a. (fars. bahşiden, bağışlam ak’ tan bahş). Esk. 1. Bağış, ihsan, karşılık beklem eden verme. — 2. Bahş eylemek, bağışlamak, vermek: "K im lebün peymâ-



nesi bahş eyler âb-ı ke vseri" (Hatayı, XV. yy.). [ - BAHŞETM EK.]



BAHŞAYENDE sıt. (fars. bahşuden. affetm ek’ten bahşayende). Esk. Bağışlayı­ cı, affedici. Bağışlama, İhsan etme: "Dest-i kerem de olsa da m üm kin m i insiraf I Bahşayiş-i hızâne-ı lutf u ina ye tü n " (Naili-i Kadim. XVII. yy ). — 2. Acıma, şefkat.



BAHŞAYİŞGER sıt. (tars. bahşayiş ve -geriden bahşayiş-ger). Esk. 1. Acıyıcı. — 2. Bağışlayıcı, İhsan edici. BAHŞENDE sıt. (tars. ba h şid e n ,bağış­ lam aksan bahşende). Esk. Bağışlayan, ihsan eden.



BAHŞETMEK g. t. (fars. bahş'ian). 1. (Bir kimseye) b ir şey (somut) bahşetmek, onu (ona) vermek, arm ağan etmek. — 2. (Bir kimseye) b ir şey (soyut) bahşetmek, (bir kimseye) o şeyi İhsan, lütuf olarak ver­ mek, bağışlamak: Tanrı 'nın bahşettiği g ü ­ zellikler. Şeref, saadet bahşetmek. BAHŞI a. (çi nceden m oğolcaya geçmiş sözcük). Buddhacı, din adamı, sihirbaz, halk hekimi, yazıcı, tarih yazarı, çalgı­ cı, türkücü, şair. — ANSİKL. Eski uygur metinleriyle çeşitli türk şivelerinde bahşı' dan başka bakşı, bahşi, baksı vd. biçim lerinde ve kam * ile eşanlamlı olarak kullanıldı. Tibet dilinde lama, uygurca toyun da aynı anlama ge­ liyordu. M oğollar buddhacı din adam la­ rıyla birlikte uygur yazısını bilen yazıcıları da aynı adla adlandırdılar. Sözcük XIV. yy. dan başlayarak m üslüm an-m oğol devletlerinde yazıcı anlam ında kullanıldı. İslam dinini benim seyen çevrelerde buddhacılığın izleri ortadan kalktıktan sonra sözcük, uygur abecesini bilen ya­ zıcı anlamını kazandı. İslam türk devlet­ lerinde A yb e t ul-hakayık, Bahtiyarname, Miraçname, Tezkiret ül evliya, Mahzen ül -esrar gibi yapıtları kalem e alanlar bahşı adıyla anılıyordu. Kırım hanlarının yarlık ve bitiklerinde, Baburlular’da vb. bahşı un­ vanı kullanılmıştır. Kırgız-Kazaklar’da kam (şaman), ruhlarla ilişkide bulunan din ada­ mı, hekim anlamında kullanıldı. Ezgiyle şi­ ir söyleyen ozan* anlamındaki bahşı, ko­ puz* denilen çalgıyı çalardı. Azeri ve osmanlı çevrelerinde XVI. yy.'da bahşı mah­ lasını kullanan saz şairleri vardı.



BAHŞİ, türk halk şairi (XV. XVI. yy.). Ya­ şamı ve kimliği üstüne bilgi yoktur. Ana­ d o lu ’da yaşamış en eski âşıklardan biri olarak kabul edilir. Yavuz Sultan Selim'in Mısır seferiyle (1517) ilgili destanı, ele ge­ çen tek yapıtıdır. Buna bakılarak asker ol­ duğu, Mısır seferine katıldığı ileri sürül­ mektedir. BAHŞİ, türk halk şairi (Nahçıvan, Azer­ baycan XVIII. yy ). Afşar boyundan Na dir Şah dönem inde (1736-1747) yaşadı­ ğı ve onun ordusunda bulunarak asker­ leri coşturan koçaklam alar söylediği sa­ nılıyor. Yaşamıyla ilgili başka bilgi yoktur.



BAHŞİ (M uam m er Lütfi), türk şair (İzmir, Ödem iş,1903- ay.y. 1947). İstanbul'da bir süre m edrese öğrenim i gördü. Darülfü­ nun ilahiyat fakültesi’ni (1927), Hukuk fa­ kültesi'ni (1929) bitirdi. Birçok yerde yar­ gıçlık görevinde bulundu. Ödem iş’te avu­ katlık yaptı. Yedi* meşale topluluğundan olan şair, aruz, hece ve serbest ölçüleri kullandı. BAHŞİLİ, iç Anadolu'da Kırıkkale iline bağlı ilçe; 11 058 nüf. (1990); 5 köy. Merkezi Kırıkkale'nin 8 km G.-B.'sında Bahşili, 6 317 nüf. (1990). BAHŞİŞ a. (tars. bahşiş). Bir kimseye hizm etlerinden dolayı teşekkür etm ek ya da hizmetlerini karşılıksız bırakmamak için



BAHTÂK a. (fars. bah tâk). Esk. Miğfer; verilen para, arm ağan; Herkese bahşiş dağıtmak. Bahşiş almak, vermek. Bahşiş zırh üzerine giyilen dem ir başıiK. atın dişine bakılmaz (atasözü). Bahşişi bol BAHTARAN, Kirm anşah* (İran) kenti­ b ir iş. nin ve eyaletinin yeni adı. — Kur. tar. Cülus bahşişi, Osmanlı devle­ BAHTE sıt. (fars. bahte). Esk. Besili, se­ tinde yeni hükümdarın tahta çıkışında ka­ miz. pıkulu askerleri, ulema ve ileri gelen dev­ let mem urlarına dağıtılan para-.(Bk. an­ ♦ a. Üç yaşındaki iğdiş eğilmiş koç. sikl. böl.) || Sefer bahşişi, Osmanlı padi­ BÂHTE sıf. (fars. bahten, oynam ak’tan şahlarının ilk sefere çıkışlarında, kapıku­ bahte). Esk. 1. Oyun oynamış — 2. lu askerlerine dağıttıkları para.(Bk. ansikl. - O yunda kaybetmiş. böl.) —ANSİKL. Kur, tar. • Cülus bahşişi, İslam BAHTEK a. (fars. b a h t'ın küçültm e eki devletlerindeki cülus bahşişi geleneği Osalmış biçimi bahtek). Esk. 1. Kötü talih. m anlılar'da da vardı. Osman Gazi, Orhan — 2. Kâbus. Gazi ve Murat l’in tahta çıktıklarında cü ­ BÂHTER a. (fars. bâhter). Esk. 1. Do­ lus bahşişi verip vermedikleri bilinmemek­ ğu. — 2. Batı. tedir Bilinen ilk cülus bahşişi, Kosova sa­ — Dilbil. Eski eserlerde doğu anlamında vaşında ölen babasının yerine tahta çıkan iken XIX. yy.'dan sonra batı anlamında Bayezit I (Yıldırım) tarafından dağıtıldı. Fa­ kullanılmıştır. tih Sultan Mehmet dönem inde yasallaştı­ BAHTERE a. (ar. bahtere). Esk. Salına­ rılan bu gelenek, rus savaşlarının yarattı­ rak yürüme, ahenkli ve güzel yürüyüş. ğı mali bunalım nedeniyle cülus bahşişi BAHTERİ sıf. (ar. b a h te r ve -/’ 'den dağıtam ayan Abdülham it l’in tahta çıkı­ b a h te ri). Esk. 1. Salınan, salınarak yürü­ şına (1774) değin sürdü. Başlangıçta yal yen —2. Böbürlenen, kendini beğenmiş, nızca kapıkulu askerlerine verilirken, Ba­ kibirli. yezit ll ’den başlayarak devlet ileri gelen­ leri, Selim ll ’den başlayarak da ulema BAHTİ, Ahm et Fin şiirlerinde kullandığı bahşiş kapsamına alındı. Yavuz Sultan mahlas. Selim, kendi dönem ine kadar tutarı belir­ BAHTİ Morali, türk şair (Mora XVI. yy.). li olm ayan cülus bahşişini yeniçeriler için Türkçe, arapça, farsça şiirler yazdı. D i­ üç biner akçe, cebeci ve topçular için bi­ va n ’ı, bir münşeat mecmuası, 1581 yılın­ ner akçe, acemi oğlanları için iki biner ak­ da kaleme aldığı Tuhfet ül-efkâr der çe olarak saptadı. Ayrıca her yeniçerinin cevâb-ı deryâ-yı ebrar adlı 150 beyitlik gündeliğine iki akçe terakki verilmesi ka­ farsça bir manzumesi ile Menâsik ül-hâs nunlaştı. Cülus bahşişi özel bir törenle da­ adlı bir yapıtı vardır. ğıtılırdı. Bahşişin gecikmesi, zaman za­ man ayaklanmalara neden olmuş, olay­ ■BAHTİN (Mihail Mihailoviç), V o lo ş in o v takm a adıyla da tanınan sovyet edebiyat lar ancak bahşiş dağıtıldıktan sonra yaeleştirmeni (Orel 1895 - M oskova 1975). tıştırılabilmiştir. • Sefer bahşişi, Karam an seferinden dö­ nerken (1451) kapıkulu askerlerinin saf bağlayarak, "ilk seferdir padişahım, kul­ lara İhsan g ere k," diye bağırmaları sonu­ cu öfkelenen Fatih Sultan Mehmet, yeni­ çeri ağasını görevden alıp, olayın eleba­ şılarını cezalandırmasına karşın, ardından her kapıkulu askerine biner akçe dağıttı ğı gibi, seferlerde üstün başarı gösteren­ lere de bahşiş verme geleneğini yerleş­ tirdi. Sefer bahşişi geleneği kimi zaman aksamalara uğradıysa da Yeniçeri ocağı nın kaldırılmasına kadar sürdü. BAHŞİYE-İ HALVETİ YE



-»HALVETİ.



BAHŞÛDE sıf. (fars. bahşıden bağışla­ m aksan bahşüde). Esk. i . Bağışlanmış, İhsan edilmiş. — 2. Atfedilmiş.



BAHT a. (fars. baht). 1. Yazgı, talih, şans, kısmet: Bahtına lanet okumak. Ana kızına taht kurmuş, bah t kuramam ış (ata­ sözü). — 2. Baht, şans işi, talihe, rastlan­ tılara bağlı; olup olmayışı talihe,rastlantı­ lara kalmış. || Bahtı, kısmeti, şansı açık, ta­ lihli, işleri yolunda giden kimse için kulla­ nılır. |J Bahtı, kısmeti bağlı, evlenemeyen, kısmeti çıkmayan kızlar için kullanılır. || Bahtına, şansına küsmek, kötü durum a düşm ekten yalnızca talihini suçlamak. || Bahtınız açık olsun, iyi şanslar dilem ek için söylenir. — Esk. Bahtaver, talihli. || Baht-ber-geşte. talihsiz, talihi dönmüş. || Baht-ı bed, kötü talih. || Baht-ı bidar, uyanık, açık talih. || Baht-ı dü mahe, dönek talih. j| Bahta hâb -alûd, baht-ı hâb alûde, kötü talih. j| Baht -hufte, talihsiz, bahtsız. || Baht-mend, baht­ lı, talihli. || Baht-ı siyah, kara talih. ]| Baht -ver, talihli, şanslı, bahtlı, || Baht-ı yaver, iyi talih. — Oy. -



AŞIĞIM NE ADAM OYUNU.



BAHT a. T ayland’ın para birimi. B A H T G İR A Y , D eli S u lta n da denir, Kırım hanı (? 1746-Midilli 1801). Kırım Gira y’ın oğlu. Maksut G iray’ın ikinci hanlığı sırasında da kalgay (veliaht) oldu. Rusya’ nın Kırım hanlığı'nı ilhakını (1783) tanıma­ yan Osmanlılar’ca han atanarak Bucak’a gönderildi (1789). Yaş antlaşması’ndan sonra İstanbul’a çağrılarak azledildi (1792), Girit’e sürüldü. Son sürgün yeri olan M idilli’de öldü.



felsefesi), 1929; le Form alism e a pp liçue â la critiçue lıttĞraıre (fr. çev.) [Edebiyat eleştirisine uygulanm ış biçim cilik], 1928 P ro b le m i tv o rçe stva D ostoye vsko ğ u (D ostoye vskiy’ in yapıtı ve sorunları) [1929] başlıklı yapıt, Tvorçesta Fransua Rable i narodnaya kultur srednevekovya Rönesansa (François Rabelais ve Röne­ sans'ta halk kültürü) [1965) adlı çalışma­ da, karnaval teması başlığıyla yeniden ele alınacak olan söyleştirme kavramını orta­ ya atar. Ayrıca Bahtin, çeşitli dillerin yo­ ğunlaşması ve mikrokozmosu olarak söy­ lemleme kavramı üzerinde bir estetik ve roman kuramı temellendirir: Esthetiçue et theorie d u rom an (fr. çev.) [Estetik ve ro­ m an kuramı], 1965.



BAHTİŞU, VIII. ve XI. y y .’lar arasında yaşamış Süryani bir hekim ailesi. İslam tıb­ bının gelişimine büyük katkıları olmuştur. — CORCİS BİN BAHTİŞU (? - Bağdat 801). C undişapur hastanesinin yöneticisiydi ve tıp kitaplarıyla tanınıyordu. Halife Mansur hastalanınca, tedavisi için Bağdat’a çağı­ rıldı. Halifeyi kısa sürede tedavi ederek güvenim kazandı ve B ağdat’ta kaldı (765). Bir süre sonra rahatsızlığı nedeniyle izin alarak ülkesine döndü (769). Halife M e hd i’nin oğlu H adi'nin hastalığı nede­ niyle tekrar Bağdat’a çağırıldı. Tedaviden sonra C undişapur’a döndü. Harunurreşit’in baş ağrısını tedavi etm ek için yeni­ den B a ğ da t’a davet edildi ve başhekim ­ liğe atandı (787). Burada öldü. —CEB­ RAİL (? - Bağdat 828). Corcis bin Bahsişu ’nun oğlu H arunurreşit'in çok sevdiği bir cariyesini, isterik bir felçten kurtararak güvenini kazandı ve başhekimliğine atan­ dı (805). H arunurreşit’in son hastalığı sı­ rasında, görevinden alındı. Harunurreşit’ in ölüm ünden sonra oğlu Emin halife olunca tekrar eski görevine getirildi. Ha­ life Mem un dönem inde tutuklandı, daha sonra özgürlüğüne kavuştu (827). Bir sü­ re sonra tekrar görevden alınarak yerine damadı Mihail getirildi. Mihail’in M em un’u tedavi edememesi üzerine Cebrail çağı­ rıldı (827). Burada öldü. — B a h tİş u (? -Bağdat 870). C ebrail’ in oğlu. Babasının ölüm ünden sonra yerine başhekim oldu. M em un’un Anadolu seferine katıldı. Ken­ disini çekem eyenlerin oyunlarıyla C undi­ ş a pu r’a sürüldü. Halife Mütevekkil döne­ m inde eski saygınlığını kazandı. — CEB­ RAİL (? - Bağdat 1007). Bahtişu’nun, o ğ ­ lu U beydullah'tan torunu. Öğrenimini B a ğ da t’ta yaptı. Bir Kirman elçisini teda­ vi edince ünü İran’a yayıldı. Diğer hüküm­ dar saraylarında tedavi amacıyla bulun­ duğu süreler dışında B ağdat’tan ayrılma­ dı. burada öldü. — S a İd U b e y d u l l a h (? -?). Cebrail’in oğlu. Günümüze ulaşmış ya­ pıtların ona ait olduğu sanılmaktadır. Tezkiret ül-hâzır ve z â d ül-m üsafir adlı kita­ bından yapılan ve el-Ravzat üt-tıbbiyye fi'l funûn adını taşıyan alıntıların (iktibas) yaz­ maları çeşitli kütüphanelerdedir. Kitab ül -havâssi m ücerreb il-m enâfi adlı yapıtın­ dan alınan Menâfiy ü-hayavân bölümü, ve Kitab ül-işk m arazan adını taşıyan yapıt­ ları, yazma halindedir. BAHTİYAR sıf. (fars. b a h t ve yar, yardım cı’dan baht-yar). 1. Bahtı açık, talihli; mutluluğa eren kimse için kullanılır. — 2. Bir kimseyi bahtiyar etmek, onu sevindir­ mek, mutlu kılmak. — 3. Bahtiyar olmak, sevinmek, mutlu olmak.



Bahtın Seliverstov’un yaptığı portre özel kol. insan bilim lerinde egem en olan ve SSCB’de gerçek anlamlarından saptırılan akımların (biçim cilik, dilbilim, marxçılık, freudçuluk) kavuşum noktasında yazılmış incelemeleri öncelikle, idealizmi (tek yön­ lülüğü ve tarih-dışıcılığı) kabul etmeyen bir söylem lem e kuramına bağlanır. Bu alandaki çalışmaları şunlardır: le Freudisme (fr. çev.) [Freudçuluk], 1925; M ark­ sizm i filosofiya Jazyka (Marxçılık ve dil



BAHTİYAR (Ebu Mansur izzüddevle) [942-978], Büveyhi hükümdarı (967-976). Muizzüddevle’nin oğlu. Hükümdarlığının ilk yıllarında babasının siyasetini sürdüre­ rek M usul’daki H am daniler ve Batiha Emiri imran bin Şahin iie savaştı. Mısır' daki Fatımiler’in yayılmasını önlemek için Karmatiler’e yaklaştı. Ayaklanan komuta­ nı Alp Tigin ile baş edem eyince Kuzistan ve Fars’taki amcaoğlu A d u duddevle’den yardım istedi Alp T ig in ’i yendikten son­ ra B ağdat'a giren A d u duddevle tarafın­ dan hapsedildiyse de (975) Adududdevle İran'a dönünce tahtını yeniden ele geçir­ di. Ertesi yıl tekrar üzerine yürüyen Adu-



Bahtiyar 1220



duddevle’ye Ahvaz’da yenildi; Suriye'ye gitti. Adududdevle ile bu kez de Tekritte yaptığı savaşı kaybetti; öldürüldü.



BAHTİYAR (Şahpur), iranlı siyaset adamı (Iran 1916-Paris 1991). M usaddık hükümetinde başbakan yardımcısı (1951-1953) oldu; daha sonra muhalefe­ te geçti ve bu yüzden birkaç kez hapse girdi Şah tarafından Naiplik konseyi baş­ kanı ve başbakan olarak atanan (29 ara­ lık 1978) Bahtiyar, Ayetullah H um eyni’nin İran’a dönüşünden sonra şiddetli göste­ riler karşısında (1979) istifa ederek Fran­ sa'ya sığındı. Suikast girişimlerine uğra­ dı; evinde öldürülmüş olarak bulundu. BAHTİYARI a. (fars. bahtyâr ve -/'den b ah t-yS rı). tsK . Bahtiyarlık, mutluluk.



BAHTİYARİLER, İran’ın G .-B.’sındaki lu ris ta n (Bahtiyariya) bölgesinde yaşa­ yan, yarı göçebe kabile. H aftlengler ve Ç eharlengler olm ak üzere iki kola ayrılır­ lar. İran dilinin K.-B. grubuna giren Bahtiyari lehçesini konuşurlar. İran şahı Mu­ hammet Ali’nin tahttan indirilm esiyle so­ nuçlanan 1909 ihtilali’nde önemli rol oy­ nadılar. (Yaklş. nüf. 900 000 [1989].)



BAHTİYARLAR, Ordu'nun Gürgentepe ilçesinde merkez bucağına bağlı köy; 1 793 nüf. (1990). BAHTİYARLIK a Bahtiyar olm a duru­ mu; mutluluk. Bahtlyarnâme ya da On vezir hikâ­ yesi, islşm dünyasında yaygın bir hikâ­ yeler dizisi. Sindbat (ya da Yedi vezir) adlı hint hikâyesi taklit edilerek yazılmıştır. Ko­ nu, ana olay içine başka olaylar da katı­ larak yürütülm üştür: padişah Azatbaht, düşm andan kaçarken, yeni d oğm uş o ğ ­ lu yol üstünde kalır. Çocuğu haramiler bu­ lup büyütür. Padişah, yıllar sonra yakalanan haramilerin yanındaki delikanlıyı beğenip hizmetine alır, ona Bahtiyar adını verir. Padişahın on veziri delikanlıyı kıskanıp if­ tira edince padişah, Bahtiyar ile sultan ha­ nımı zindana attırır. On gün süreyle her gün bir vezir, Bahtiyar’ın idam edilmesi için padişahı kandırmaya çalışır; Bahtiyar da, her gün, duruma uygun bir hikâye an­ latarak kararı geciktirir. Hükm ün yerine getirileceği on birinci gün, haramilerin ba­ şı ortaya çıkar; Bahtiyar’ın padişahın öz oğlu olduğunu bildirir. Gerçeği öğrenen padişah, bütün vezirleri idam ettirir, tah­ tını Bahtiyar’a bırakır. Bahtiyarnâme, XII. y y .’da, Şemsettin M uham m et el-Dakaikî tarafından farsça süslü bir nesirle yazıldı. Aynı konu, 12 04 ’te, Siracettin adlı başka bir yazar ta­ rafından Sem erkand hüküm darı adına Lem eât üs-sirâc li hazret it-tâc adıyla ye­ niden yazıldı. Siracettin’in yapıtı, XIV. ya da XV. yy.’da, adı bilinmeyen biri tarafın­ dan sade ve güzel bir dille Anadolu türkçesine çevrildi. Doğu türkçesi ile yapılmış ve Mansur Bahşı tarafından uygur harf­ leriyle yazılmış (1435) bir çevirisi daha vardır. Arapçaya çevrilm iş biçimi, Bin bir gece masalları arasında yer alır. Bahtiyarn âm e 'nin fars diliyle ve manzum olarak yazılmış (1795) bir çeşitlemesi malay dili­ ne de çevrilmiştir.



BAHUSUS be. (fars. ba- ve ar. huş u ş ’tan ba-huşüş). Esk. Özellikle, üstelik, hele: “ Bahusus mevzuubahs olan cephe, tahsis olunan kuvvetle tamamen m ütena­ s ip ...'1 (M. K. Atatürk).



BA HUYEN THANH QUAN (NGU y£n Thİ HİNH, —denir), XIX. yy.’da yaşa­ yan vietnamlı şair. Thanh Cluan eyaleti başkan yardımcısının karısı, m andarin N guyân Van L y’nin (1755 - 1837) kızı. Geçmişe duyduğu özlemi hüzünlü bir üs­ lupla dile getiren şiirler yazdı. BAHÜ a. (germ. kökenli söze.). Tek par­ çadan oluşan, bir ya da birkaç kapaklı al­ çak büfe. BAİ ya da M İN C İA , Güney Ç in’de, çe ­ şitli topluluklardan oluşan halk öbeği; bu topluluklar daha çok Yünnan’ın batısında yaşarlar. Nüfusları 1 600 000 kadar olan Bai’ler tahıl eker, sürü yetiştirir ve bazen balıkçılık yaparlar. Babayerli evde oturan geniş aile tipi, topluluğun genel kuralıdır. Gerilemekte olan din, taoculuk ve buddhacılıkla karışmış bir atalar kültüdür. BAİ A -* B a h ia . BAİAE. Esk. coğ. Romalılar dönem inde kaplıca merkezi, C am pania’da, C um ae’ ye 4 km uzaklıkta. İ.Ö. I.yy.’ın başında sı­ cak suların kullanılması, yeni bir düzen­ leme yapılmasına yol açtı ve kent Eski­ çağ ’ ın sonuna kadar im paratorluğun en ünlü kaplıca kenti oldu. İ.Ö, IV. y y .’dan kalma, kazılarak süslenmiş cam vazolar­ dan, kentin şema biçim indeki görünüm ü anlaşılmaktadır: bu sayede, eskiden tapı­ nak sanılan dört yapı kalıntılarının, kaplı­ ca tesisleri olduğu ortaya çıkmıştır. Bun­ lardan en ilgi çekicisi, eskiden M ercurius tapınağı olduğu sanılan, kubbeyle örtü­ lü, daire planlı kaplıca odasıdır; bu kub­ be, sözkonusu çatı tipinin en eski (Augustus dönem i) örneğidir.



BAİAİ, BAİAS ya da BYAS, lat. Balae. Tar. coğ. A nadolu’nun Kılıkla bölge­ sinde antik kent; H atay’ın Dörtyol ilçesi­ ne bağlı Yakacık (esk. Payas) bucağının yerindeydı.



BAİA M ARE, mac. N agybânya, Ro­ m anya'da kent, M aram ureş’in merkezi, Someş havzasında; 150 456 nüf. (1989). Demirsiz metaller metalürjisi. — Yakının­ da, maden yatakları (kurşun, çinko, ba­ kır, altın), —Güz. sant. XIX.yy. sonunda m acar res­ samı Simon Hollösy, N agybânya’da izle­ nim ciliğin etkisi altında ve Münih akademisi’ne tepki olarak bir resim okulu kurdu. Bu okulun başlıca ressamları Kâroly Ferenezy, Bela İvânyi-Grünvvald, Jânos Thorm a ve istvan Reti idi.



BAİAO a. Brezilya (Bahia eyaleti) kökenli 2 /4 ’)ük dans.



lu kimse için kullanılır.



BAİARDİ (Ottavio Antonio), İtalyan ar­ keolog (Parma 1694 - öl. 1764). 1747 ’de Heroulanum anıtlarını ayrıntılarıyla yaz­ m akla görevlendirildi; Prodrom a dell'antichitâ d'E rcolano (Napoli, 1752 - 1756) adlı yapıtını yazm aya başladı ve ilkçağ Heroulanum yapıtlarıyla ilgili büyük çalış­ manın ilk ciltlerinin yazılmasına katkıda bulundu,



BAHTSIZ sıf. Yazgısı kötü, mutsuz, ta­



BAİAS -*



lihsiz kimse için kullanılır.



BAİBOHO a Pedol. Mikalı m ineraller



BAHTSIZLIK a. Bahtsız olm a durum u;



bakım ından zengin, verimli alüvyon d e ­ posu. (Lateritli arazilerde kanyonlardaki derin aşınmaların etkisiyle oluşur.)



BAHTLI sıf. Bahtı açık olan, talihli, m ut­



mutsuzluk, talihsizlik.



Bahtvardl, halay türü bir halk oyunu. Kadın erkek birlikte oynanır. Kars ve çev­ resinde yaygındır.



BAHUR -• BUHUR. BÂHÛR a. (ar. bahur). Esk. Çok sıcak. — iklimbil. Eyyam-ı bâhûr, yüzyılların de­ neyim ine göre, yazın en sıcak dönem ine verilen ad. "B oğucu sıcaklar" ya da "şid ­ detli sıcaklar" olarak da nitelenen bu dö­ nemin, 31 tem m uz - 8 ağustos günleri arasında gerçekleşme olasılığı % 8 6 ’dır.



BAİAİ.



BAİCALİA a (öz a Saika/’dan). Öndensolungaçlı, karındanbacaklı tatlısu yumuşakçalarını içeren cins. (Kavkısı topaç ya da kule biçim indedir; üzerinde sarmal ve boynuzsu bir kapakçık vardır. Baykal gö­ lünde yaşar. M icrom elaniidae familyası.) BAİÇINO ya da BAİCHENG, Ç in'de kent, C ilin’in kuzey kesiminde. Bir şeker­ pancarı üretim bölgesinin merkezi.



BAİD, BAİDE sıf. (ar. bahd, dişi. baride).



Esk. 1. Uzak: " .işgal ihtim ali pek baid ola n ..." (M. K. A ta tü rk).— 2. B a id düş­ mek, uzak düşmek, b ir yerden uzaklaş­ mak. || Baid-ül-ihtimal, ihtim alden uzak: ".. .sirayet etmesi baidül-ihtim al d e ğ ild ir'' (M. K. Atatürk).



B A İD E -



BAİD.



BAİE - COMEAU, K a nada'da liman kenti, O u ö b ec’te, Saint Lavvrence ırmağı halicinin kuzey kıyısında; 11 900 nüf. Kâ­ ğıt ham uru ve kâğıt üretimi. Alüm inyum metalürjisi. Tahıl depoları.



BAİERA a. (öz. a. B aier’den). Paleobot. Açıktohumlu fosil bitki. (Permie devrinden Tebeşir devrine kadar toprak katlarında görülür. Ginkgoales takımı.) BAİF (Jean Antoine DE), transız şair (Ve­ nedik 1532 - Paris 1589). C oqueret koleji’nde D orat’nın öğrencisi oldu ve Pleiad e ’a katıldı. 1570’te m üzikçi Thibault de Courville ile birlikte, sonradan Henri III ta­ rafından Saray akadem isi ne dönüştürü­ lecek olan bir şiir ve müzik akademisi kur­ du. Başlıca yapıtları şunlardır: Petrarca ve yeni-latin şairlerin etkisinde yazdığı les A m ours d e M âline (1552) ve les Am ours de Francine (1555); Plautus’un Miles glor/ösus'undan uyarladığı Brave (1567) adlı kom edi; M artialis’in etkisinde yazdı­ ğı epigram derlem esi les Passe-Temps (1573); bilgelik dersi veren şiire örnek ola­ rak Mimes, enseignem ents et proverbes (1576) ve nihayet yayım lanm ayan yapıt­ ları olarak transız vezin ölçüsüyle yazılmış mezam ir dergisi ve Jo b açıklamaları. Etrenes de poezie fransoeze (1574) adlı ya­ pıtıyla vezin alanına yenilikler getirdi ve yazımda sesbilimsel bir reform denediyse de başarılı olamadı.



BAİHUA a. Dilbil. Ç in ’de konuşma dili­ ne verilen ad.



BAİLADOR ya da BAİLADORA a Er­ kek ya da kadın flam enko dansçısı. (BAİLAOR ya da BAİLAORA da denir.)



BAİLE ATHA CLİATH - DUBLİN BAİLE ÂTHA TR U İM , İrlanda C um ­ huriyetinde (Leinşter ili) kent, Meath kontluğu'nun merkezi, Boyne kıyısında, Dub­ lin'in K.-B.'sında; 2 300 nüf. XIII. y y .’da yapılmış şato ve daha başka ortaçağ ka­ lıntıları.



BÂİLE GOVORA - GOVORA BÂİLE HERCULANE, Rom anya'da kaplıca merkezi, Drobreta-Turnu Seve­ rin in K.-K.-B.’sında. Turizm.



BAİLEN, ispanya’d a kent, Andalucıa' da Sierra M orena’nın G .’inde; 13 200 nüf. Karayolları kavşağı.



BÂİLE OLÂNEŞTİ, R om anya’da kap­ lıca merkezi, G üney Karpatlar'da, Piteşti'nin K.-B.’sında. BÂİLE SLANİC - SLANIC-MOLDOVA. BAİLEY (Nathan), İngiliz sözlükçü (öl. Stepney, Londra yakınında, 1742). An U niversal E ty m o lo g ic a l D ic tio n a ry 'y i (1721) ve Samuel Jo hn so n ’ın sözlüğüne temel olan D ictionarium Bntannıcum ’u (1730) yazdı. BAİLEY (Samuel), İngiliz filozof ve ikti­ satçı (Sheffield 1791 - Cheltenham 1870). Yapıtları: Essay on the O rigine a n d the Publication o f the Opinions (1821) ve A Critical Dissertation on the Nature, Measure a n d Cause o f Value (1825). Yapıtla­ rında, Berkeley ve R icardo’ nun öğretile­ rini eleştirdi. BAİLEY (Philip James), İngiliz şair (Nottingham 1816-ay.y. 1902). Goethe'den esinlenen "s p a s m o d ic " şiir okulu anlayı­ şı çerçevesinde 40 000 dizelik dev bir ya­ pıt yazdı: Festus (Faust), Tanrı’ nın izniyle kendisini sınayan iblisle karşı karşıya ge­ lir (1839-1889). BAİLEY (Alice Ann LA TROBE-BATEMAN), İngiliz gizli bilim ci (M anchester



Baiser de la fee 1880-Londra 1949). Önce teozofist inanç­ lar benimsedi, ardından, düşüncenin yön­ tem derecesine yükseltildiği kapalı bir hıristiyanlık sistemi oluşturdu; Bailey, birçok ülkede şubeleri bulunan Arcan okulu’nun (Arcan School) kurucusudur. Ortaçağ hakkında ve İsa’nın yakın bir gelecekte döneceğine dair kehanette bulunan ve ço k ürün veren bir yazardı.



Balley köprüsü



A k ö p rü



BAİLİVVİCK, C hannel Islands'da idari alt bölüm.



BAİLLİE (lad y Grizel), İskoç kadın şair (Redbraes Castle, Bervvick kontluğu, 1665-Londra 1746). Patrick H um e’un kı­ zı; o da babası gibi ulusçuydu. Halk ba­ ladlarını sevilen bir tür yaptı (Orpheus Caledonius, 1725). BAİLLİE (Joanna), İskoç edebiyatçı (Hamilton, Lanark kontluğu, 1762- Hampstead 1851). W. Scott'un arkadaşı. Tutkular üzerine yirmi altı oyun yazdı (Plays on the Passions 1798-1812).Her tutku için bir ko­ m edi ve bir trajedi kaleme aldı. Kadın oyuncu Mrs. Siddons, yazarın "Shakespea re ’i hatırlatan” tumturaklılığını Montfo rt'da değerlendirdi (1800).



BAİLLON (Andre), fransızca yazan belçikalı yazar (Anvers 1875-Saint-Germain -en-Laye 1932). Kahvecilik, kümes hay­ vanları yetiştiriciliği, gazetecilik yaptı. Ka­ rarsız bir yaşam sürdü ve sonunda inti­ har etti. Romanlarında köyü (En sabots, 1921) ve günlük yaşamı (Chalet I, 1926) çizdi BAİLLON (Guillaume



DE) — B A İ.. Or .



BAİLLOT (Pierre), transız kemancı (Passy 1771 Paris 1842). Pollani’nin ya­ nında bilgi ve tekniğini geliştirmek için Rom a'ya gitti, 1791’de Paris’e döndü. 1795’te Paris konservatuvarı’nda ders vermeye başladı. Napoleon, Charles X ve Louis-Philippe’in saray orkestralarında ve Paris operası'nda solo kemancı olarak çaldı. 1814’te bir dörtlü kurdu. O güne d ek yazılmış en iyi ve en anlaşılır keman m etodu olan lA r t d u violon'u (1834) ya­ yımlayarak üne kavuştu. 9 keman konçer­ tosu, her tondan 24 prelüd, çeşitlemeler, kaprisler, 3 dörtlü, 15 trio, 2 keman ve or­ kestra için bir Sym phonie concertante besteledi. BAİLLOU ya da BAİLLON (Guillaume DE), Lat. B a llo n iu s , transız hekim (Paris 1538-01. 1616). Veliaht Louis X lll’ün ilk he­ kimi ve Paris Tıp fakültesi dekanı oldu. Çi­ çek, kızamık, boğm aca ve akut eklem ro­ matizmasını inceledi.



BAİLLY (David), hollandalı ressam ve gravürcü (Leiden 1584- ay. y. 1657). Jacob de Gheyn ile Cornelis Van der Voort' un öğrencisi oldu. Daha çok portre ve H içlikler ressamı olarak tanındı (Amsterdam, Cam brai, Viyana müzeleri). •



■ BAİLLY (Jean Sylvain), fransız bilgin ve siyaset adamı (Paris 1736-ay.y. 1793). Edebiyat ve astronomi üzerinde çalıştı; 1763'te Bilimler akademisi üyesi oldu, 1783’te Fransız akadem i’sine girdi. Histoire de l'astronom ie ancienne (1775), Histoire de l'astronom ie m oderne (1778 -1783)ve Histoire de l'astronom ie indienne et orientale (1787) adlı yapıtları yazdı. 12 mayıs 1789’da tiers etat adına Etats g encrauz'ya seçilen ilk Paris milletvekili oldu; 17 haziranda da Millet meclisi baş­ kanlığına getirildi. Jeu de Paume’daki and içme törenini ilk o başlattı (20 hazi­ ran) ve kralın da hazır bulunduğu 23 ha­ ziran oturum unun kapanışında Louis XVI’nın emirlerine karşı çıktı. 15 temm uz­ da Paris belediye başkanı seçildi, ^ t e m ­ m uzda Belediye sarayı’nda Louis XVI’yı kabul ederek ona üç renkli kokardı sun­ du. O sıralarda halk tarafından çok sevi­ liyordu. Fakat, Varennes olayını izleyen cum huriyetçi hareket sırasında karışıklık­ ları ö n le m e ye kalkıştı; 17 te m m u z 1 79 1 'd e C ha m p -d e-M a rs’ta, Kurucu



meclis'in isteğine uyarak, sıkıyönetim ilan etti ve ulusal muhafızlara göstericilerin üzerine ateş em ri verdi. 12 kasım 1791 ’de istifa etti, eylül 17 93 ’te tutuklan­ dı. 11 kasımda ölüm cezasına çarptırıldı ve idam edildi.



BAİLY (Francis), İngiliz gökbilimci ve ma­ tematikçi (Newbury, Berkshire, 1774-Londra 1844). Londra Gökbilim d ern e ğ i’nin kurucusu ve başkanı; institut de Frange’ın m uhabiri (1836). Sayısız çalışmasıyla ün yaptı. N autical A lm a n a ch 'ın yeniden dü­ zenlenmesi, ya rd ’ ın saptanması, Yer yo­ ğunluğunun belirlenmesi, yıldızlar kataloğunun yeniden hazırlanması, bunların belli başlılarıdır. ( -> BAİLY tanecikleri.) Bally ta n e c ik le r l( B u n ia r ı bulan g ök­ bilimci Francis Baily’nirı adından), tam Güneş tutulmasının başında ve sonunda g özlem lenen, A y profilind e ki girinti -çıkıntıların yol açtığı ışıklı noktalar dizi­ si.



BAİLY (Edvvard Hodges), İngiliz heykel­ ci (Bristol 1788-Holloway, Londra, 1867). Royal A ca d em y’de Flaxm an’ın öğrenci­ si oldu. Trafalgar m eydanı’ ndaki Nelson anıtını, VVestminster A b b e y’de L o rd Hölland'ın m ezarı'n\ ve Buckingham saray f ndakı taht salonunun heykellerini yap­ tı. Baimo nu (Beyaz saçlı kız), şarkılı çin oyunu (1945). Hi Cingci ve Ding Y i’nin kurduğu bir g rup tarafından, Mao Zıd o n g ’un Yenan konuşmalarında verdiği yönergeler doğrultusunda yazıldı. Çin Halk C um huriyeti’nin en ünlü oyunudur. BAİN (Alexander), iskoçyalı elektroteknisyen (Thurso 1810 - Broomhill 1877). Elektrokimyasal yöntemle çalışan bir ya­ zıcı telgraf ayg'*:nı (1841) ve resimlerin telgraf yoluyla ilet mini tasarladı. Bir yan­ gın alarmı buldu. Elektrikli saatleri geliş­ tirdi.



a .( b e t kazm aktan b a Jir,dişi. b a i1re).Esk. Sürülmemiş sert toprak. ve fizikçi (Helensburgh 1888 - Bexhlll 1946). Giasgovv Krallık koleji’nde elektro­ teknik öğrenimi gördü ve televizyonun ön­ cülerinden biri oldu. Geliştirdiği yöntemi ilk kez 1926’da kam uoyuna sundu; İngil­ tere ile Almanya’da aygıtının yapımını d ü ­ zenledi. Televizyonda sinem a filmlerinin gösterimini sağladı. Daha sonra üçboyutlu ve renkli televizyon tasarımları yaptı.



BAİRD (Tadeusz), polonyalı besteci (G ro d zisk Mazovviecki 1928-Varşova 1981). Eğitimini Varşova’da tamamladı. Bi­ rinci senfonisiyle ülkesinde Ulusal sanat ödülü'nü kazandı (1951). Bu yapıtı 2. sen­ foni, Quasi una fantasia (1952), orkestra için bir konçerto (1953), yaylı çalgılar için b ir dörtlü (1957) izledi. Baird yeni folklor­ culuk olarak adlandırılabilecek bir üslup­ tan, bazı dizisel özellikler taşıyan, ama seçmeci bir yapı gösteren bir üsluba g eç­ ti. Öteki bazı önemli yapıtları: Erotlca, M. Hilar’ın şiirleri üzerine altı şarkıdan oluşan çevrim (1961), Yarın (1966), kısa olmakla birlikte çok değerli 3. senfoni (1969), ba­ riton, koro ve orkestra için bir kantat olan Goethe'nln mektupları (1970), çello, arp ve orkestra için Sahneler (1977). BAİRE (Rene Louis), fransız matematik­ çi (Paris 1874 - C ham bery 1932). C antor’ un sayılabilir ve sonluötesi üzerine düşün­ celerinden etkilenen Baire gerçek bir de­ ğişkenin fonksiyonları kuramının gelişmesi için gerekli ön çalışmaları yaptı. Sıfır sını­ fını oluşturan sürekli fonksiyonların 1 sını­ fına ait limit fonksiyonlarını belirledi. Bu­ na göre n inci sınıf fonksiyonlar, n den alt sınıftaki fonksiyonlar dizisinin limitidir. Bu düşünce sonluötesi basam aklara da uy­ gulandı. Baire’nin bu konulardaki etkisi belirleyicidir. BÂİRE



» BÂİR.



BAİN (Alexander), iskoçyalı filozof (Aber-



Baire uzayı, ayrık bir E topolojik uzayı;



deen 1818- ay. y. 1003). 1860-1880 ara­ sında A berdeen Üniversitesi’nde mantık dersi verdi, 1876’da Mind dergisini kur­ du. İngiliz olgucu okuluna bağlıdır. Fizyo­ lojinin buluşlarından yararlanan psikolo­ jisi, beynin kendiliğinden faaliyeti üstün­ de durarak çağrışımcılığı yeniden canlan­ dırmaya çalışır. Feısefede idealist tutum u­ nu korum akla birlikte, Stuart M ill’in “ bir­ likte değişm eler" yöntemini psikofizyolojiye uyguladı: kanin beyine etkisi, zekâ ile beyin ağırlığı arasındaki ilişki, bozm adde ile akm adde arasındaki görev farkı, işa­ retlere karşı tepki süresinin ölçülmesi, vb. Başlıca yapıtları; The senses and the intellect (1855), The Emotions and the Will (1859), The Study o f the Character (1861), Deductive a nd inductive Logic (1870), M ind and Body (1873); Educationas a Sci­ ence (1879). Otobiyografisi 1904’te ya­ yımlandı.



öyle ki E içinde herhangi bir sayıdaki sık açık kümelerin arakesiti, E de de sıktır. (R ", C n tam m etrik uzayları, Baire uzay­ larıdır.)



BAİNİ (başrahip Giuseppe), İtalyan bes­ teci ve m üzikbilim ci (Roma 1775 - ay. y. 1844). On ses İçin bir M iserere besteledi ve Palestrina üzerine bir m onografi yaz­ dı: Mem orie storico-critiche della vita e delle öpere di G. P. da Palestrina (G. P. da Palestrina'nın yapıtları ve yaşamı üzerine tarihsel-eleştirel anılar) [1828], BAİNVİLLE (Jacques), fransız gazete­ ci ve tarihçi (Vincennes 1879 - Paris 1936). Charles M aurras’nın etkisinde ka­ larak kralcı harekete katıldı ve Action française ile işbirliği yaptı; özellikle de dış po- I litika sorunlarıyla ilgilendi. Tüm tarihsel ya­ pıtları (Histoire de deux peuples, 1916 -1933; N apoleon, 1931; la Troisleme Republique, 1935) politik inançlarından esin­ lenmiştir. (Fr. Akad., 1935.) BAÎR a. (ar. b a cir). Esk. Erkek deve: "B u gam lar kim benim vardur baîrün başına koysan / Çıkar kâfir cehennem den güler ehl-i azâb o yn a r" (Fuzuli, XVI. yy.). BÂİR, BÂİRE ya da BÂYİR, BÂYİRE



1221



BAİRD (John Logie), iskoçyalı mühendis



Balrstrow yöntemi, bir polinom un köklerini ikişer ikişer hesaplama yöntemi; bu yöntem de aranan ikinci dereceden polinom, verilen polinom un böleni olm a­ lıdır. Bunun için üçüncü dereceden bir üçterimli alınır ve katsayıları azar azar düzel­ tilir. Bu üçterim linin seçimi, yöntemin en duyarlı noktasıdır.



BÂİS, BÂİSE sıf. (ar. blTis, dişi, b a ­ hse). Esk. Sebep olan ♦ a. 1. Sebep, neden: Bâis-I beka (sü­ reklilik nedeni) Bâis-I feryad, bâis-i şek­ va (şikâyet nedeni). Bâis-i hayat (hayat, canlılık nedeni). Bâis-i hüzn (üzüntü ne­ deni). Bâis-i leyi ü nehar (gece ve gündü­ zün nedeni; Tanrı). Bâis-i meserret (sevinç nedeni). — 2. Bâis olmak, neden olmak: ’'.. .ciddi b ir sevk ü idare tesis edilm esine bâis oldu " (M.K. Atatürk).



BAİS (Ahmet) Bursalı, K asapzade di­ ye bilinir, türk şair (Bursa XIX. yy. - Maraş ?). Halep ve Edirne'de müderris olarak ça­ lıştı’; daha sonra maliye tezkireciliği, Ru­ meli valisi yanında m ektupçuluk ve divan kâtipliği görevlerinde bulundu. D ivançe’ si vardır.



BÂİSE -> BÂİS. Balser de la föe (le), 3 tablolu bale. Ko­ nusu A ndersen’in “ Karlar kraliçesi” adlı masalından alındı; m üziğini Stravinskiy, koregrafisini Bronislava Nijinska, dekor ve kostümlerini A. Benois hazırladı, ilk kez 1927’de, Paris operası’nda, ida Rubinstein bale topluluğu tarafından sahnelendi. — Balanchine’in Am erican Ballet için yap­ tığı düzenlem e ilk kez 1937’de New York’ ta, Paris operası için yaptığı ise ilk kez 1947’de sahnelendi. İkincisinde başlıca rollerde Tamara Tumanova, Aleksandr



Jean Sylvain Bailly Jean Laurent Mosnier’nin yapıtı Carnavalet müzesi, Paris



Baiser de la fee dür. Baîus’un doktrinleri Kilise tarafından yasaklanmıştır.



1222



BAİYUNEBO, Çin’de kent, iç M oğolis­ tan'da, Baotou’nun K.’inde. Demir yatağı. ■BAJ (Enrico), İtalyan ressam (Milano



Stravinskiy’in Baiser de la fee adlı balesinin bir gösterimi (1935) Kalyujniy ve Maria Talşief dans ettiler.



1924). Avrupa öncü resim akımlarına (Phases hareketi, C obra grubu) katıldı. N ükleer akımı (1951), sonra da, Jorn ile imgeci bir Bauhaus akımını (1953) başlat­ tı; gerçeküstücülük ve dadacılıktan esin­ lenerek küçük burjuva ya da asker d ün ­ yasını eleştiren aydınlatıcı bir mizah anla­ yışını benimsemesinin yanı sıra birtakım ünlü yapıtları da (Guernica) ele alarak ye­ BAJE -* BAGE. niden düzenledi. Alışagelmişin dışındaki gülünç kişilerini, çeşitli eşyaların ve gereç­ B BAJENOV (Vasiliy ivanoviç), rus mimar (1737 ya da 1738 - Petersburg 1799). Eği­ lerin (şeritler, askeri nişanlar vb.) kolajıyla timini 1760-1765 yılları arasında Paris'te ta­ yarattı ve bu katkılarıyla resmine hicvedim amladı. Krem lin'in klasik üslupta yeni­ ci bir boyut kazandırdı. den inşası için bir proje hazırladı fbu pro­ jenin resimleri Paris Arsenal m ûzesi’nde, maketi deMoskova'dadır).Pavel I onu Petersburg'daki Svetoy Mihail şatosunun ya­ pımını yönetmekle görevlendirdi. Ülkesin­ de büyük bir etki yaratan Bajenov'un baş­ yapıtı, Moskova’da, bugün Lenin kütüp­ hanesi olarak kullanılan Paşkov evidir (1784-1786).



BAJER (Frederik), danimarkalı siyaset a d a m ı (N a s tv e d y a k ın ın d a 1837 - Kopenhag 1922). 1891 'de Bern’de Ulus­ lararası barış bürosu'nu kurdu ve barışçı yapıtlar yazdı. (1908 Nobel barış ödülü.)



BÂİSİYET a (ar b a cis ve -îyyef’ten ba'isiyyet). Esk. Nedensellik, sebebiyet.



BAİSVÂRla Unnao v e ’Râe Öareli (Luknov'un güneyi) arasında yer ,alan bölge­ de konuşulan, avadhinin değişik bir biçimi.



BA J İN



(Li FEİGAN)



-> BA



CİN (Lİ FEİ­



BAİTYLOS (yun. söze; lat. baetulus).



GAN).



Arkeol. Tapınma a ra c ıy la dikilen, tanrısal­ lığın kültürel simgesi/olan taş. Bir olayı ya da kişiyi anm ak içimcjiktlen^âşlann ilk bi­ çimi olduğu sanılır. _ ; —A n s İk l. M ezopotamya (Mari) ve Elam’ da da (Sus) rastlanao. baityloslar, İslam ön­ cesi Arabistan'ının (Mekke'de, Kâbe’nin du­ varına yerleştirilmiş_Hacerülesved) ve Su­ riye koridorunun (I.S. III. yyjda-im parâtor Elagabalus tarafından»,Roma'ya getirilen Emesus tanrısının baitylosu) -belirgin bir özelliğidir. Yahudiler baitlylpsa maşşebah adını verirler; ilk peygam berlere mal et­ tikleri baitylosları kutsal sayarlar.



BAJOCAE KATI a. Jura sisteminin bir katı. (Bu devirde birdenbire, opellde, stephanoceratidaeler ve perisphinetidaeler vb. gibi yeni am m onit türlerinin ortaya çık­ tığı görülür.) [BAJOSİYEN d e ’ denir.) (->



B A İU S (Michel DE Bay, — adıyla tanınır), tanrıbilimci (Melin, Ath yakınında, Hainaut, 1513 - Louvain 1589). Louvain üniversi­ tesi şansölyesi ve kutsal metinler profesö­ rü. Tanrı’nın bağışlaması ve lütfü üstüne yeni öğretiler ileri sürdü. Bu öğretiler janseniusçuluğun kökenini oluşturur. ( -> BAIUSÇULUK.)



BAÎUSÇULUK a. Baîus’un tanrıbilim



Vasiliy ivanoviç Bajenov Moskova’daki Paşkov evi (1784-1786) ( bugün Lenin kitaplığı)



BAJCSY -ZSİLİNSZKY (Endre), m a­ c a r s iy a s e t a d a m ı ve g a z e te c i (1886-1944). Nazi düşmanı ve transız dos­ tuydu. ikinci Dünya savaşı’ndan hemen önce, bağımsız küçük m ülk sahipleri par­ tisinin üyesi,- Alm anlar’a karşı muhalefetin lideriydi. 19 mart 1944'te, Hitler orduları­ nın Macaristan’ı işgali sırasında, Gestapo tarafından tutuklandı ve yaralandı. Lakatos hükümeti zam anında serbest bırakıl­ dı. istilacılara karşı direnişte başı çeken­ lerdendi. Szâlasi hükümeti zamanında tu­ tuklandı, ölüm e m ahkûm edildi ve aralık­ ta asıldı.



doktrinlerinin tümü. —ANSİKL. Baîus’a göre, Tanrı’nın lütfü, in­ san doğasının ayrılmaz bir parçasıdır. Bu açıdan ilk günah, insan doğasında bir bo­ zulmadan kaynaklanır ve ahiret m utlulu­ ğunu yalnızca İsa’nın kurtarıcı hizmetleri sağlar. Baiüs, Jansenius’un bir öncüsü­



Enrico Baj General (1961) özel kol. BAJA, Macaristan'ın güney kesiminde kent, Büyük Alföld'ün kenarında, Tuna’nın küçük kolu kıyısında; 39 000 nüf. M aki­ ne ve elektrikli gereçler yapımı. Doku­ macılık. BAJAN (Nikolay Platonoviç), ukraynalı şair (Kameniets - Podolsk 1904). Fütürizm akımından gelen Bajan, yapıtlarında, dü­ şüncelerini, yüzyılın yazgısı üzerine yo­ ğunlaştırm adan önce (Signes [fr. çev], 1978), iç savaşı, sosyalizmin katkılarını (,Edilices [fr. çe v], 1929), Kirov'u (Im m ortalitâ [fr. çev.], 1937), yurt uğruna savaşı (lDanilo Galitski, 1942) ve halkların dost­ luğunu dile getirdi (la Tour du Sauveur [fr çe v], 1952). BAJAOLAR ■ ŞAMALAR. BAJA VERAPAZ, Guatemala' nın orta kesiminde yönetim bölgesi; 3 124 km2; 107 000 nüf. Merkezi Salamâ.



KATMANBİLİM.)



BAJOSİYEN



a. (fr. bajocien). Yerbil. BA­ JOCAE KATl’nın eşanlam lısı.



BAJOV (Pavel Petroviç), sovyet yazar (Siysertski - Zavod, Sverdlovsk yakınında, 1879-Moskova 1950). Ural folkloruna iliş­ kin derlem eler yapan Bajov, halk kökenli (skazy), am a toplum sal bir gerçekliğin iz­ lerini taşıyan öyküler yazdı. (Recits de l'O u ral [fr. çe v], 1924; le Coffret d e malachite [fr. çev], 1939.)



BAJZA (Josef ignâc), slovak rahip ve ya­ zar (Predmier 1755 - Bratislava 1836). Slo­ vak edebiyat dilini oluşturm ak amacıyla, çekçeyle karışık bir batı slovakya lehçe­ sinden yararlanan ilk yazardır. Rene Mladenca Prihodi a Skusenosti (1783-1785) adlı romanında Fenelon’un Telemaque'yla Voltaire’in C an d ide 'inden esinlendi. BAJZA (Jözsef), m acar yazar ve gaze­ teci (Szücsi 1804 - Peşte 1858). 1830 da Kritikai Lapok dergisini kurdu ve 1831'den başlayarak yönetti. A rdından Aurora (1831-1837) ve Athenaeum (1837-1843) dergilerini çıkardı. Ulusal tiyatro'nun m ü­ dürlüğünü yaptı (1837), 1848 bağımsızlık savaşı sırasında Kossuth gazetesinin baş­ yazarı oldu. M acar ordusunun bozguna uğram asından sonra, birkaç yıl gizlendi, çıldırdı ve sefalet içinde öldü. BÂK a. (ar. bak). Esk. Korku, çekinme. BAKA (Jözef), PolonyalI şair (Litvanya’ da 1707 - Varşova 1780). Cizvit tarikatına girdi. Dini şiirler yazdı. Şiir zevkinden yok­ sunluğu anlatm ak için örnek gösterilen Considerations s u r la m ort inâvitable (fr. çe v, 1766) adlı yapıtını beğenenler de oldu. BAKACAK, Çanakkale’nin Biga ilçesi­ ne bağlı bucak; 5 730 nüf. (1990); 16 köy. Merkezi Bakacak, 413 nüf. (1990). BAKACAKKADI, Zonguldak'ın Gökçebey ilçesi merkez bucağına bağlı bel­ de; 2 644 nüf. (1990). Belediye. BAK4Ç a 1. DüRBÜ N’ü n eşanlam lısı. — 2 . vİZÖR’ün eşanlam lısı.



bakarkör BAKAÇA a. Bazı bölgelerde çulluğa halk arasında verilen ad.



BAKAİ İznlkll, M a cu n cu za d e , türk şair (İznik ?-istanbul 1594). Cimri Çingen denilen bir m acuncunun oğludur. M ani­ sa ve İstanbul'da çeşitli medreselerde m ü­ derrislik yaptı; Selanik, Galata, Üsküdar kadılıkları görevlerinde bulundu. Karısı ve karısının âşığı tarafından öldürüldü. Bir Di­ vanı'ı ile Gül ü bülbül ve Şâh ü Şemâyil Banu adlı m esnevileri vardır.



BAKAİ K â tip z a d e , türk şair (Darende ? - ay.y. 1785). Hayatı hakkında bilgi ycktur. Özellikle mesnevi dalında ürün verdi: Kitab-ı kerbelâ (Fuzuli’nin Hadikat üs -süedâ'sının nazma çekilmiş biçimi), 7 000 beyitlik Seyyid Battal Gazi destanı, düz­ yazı şfir karışımı Hikâye-i Şirvanşah. H a­ run ür-Reşid ve M evlid-i Nebi. BAKAKALMAK gçz. f. Şaşkınlığa u ğ ­ rayarak, ne yapacağını, ne söyleyeceğim bilmez durum a gelm ek; şaşakalmak: Ka­ pıyı hiddetle vurup giden b ir kimsenin ar­ dından bakakalmak.



BAKAL, Rusya Federasyonumda kent, Ura! dağlarının orta kesiminde; 27 000 i nüf. Demir filizi.



BAKALARYA ya da BAKALERA a Denize. Eski tip gemilerde, gem inin kıç kepçesini oluşturm ak için yerleştirilen ya­ rım ıskarmozlar. (Kıç omuzluklara rastla­ yanlara yarım bakalarya denir), jj Bakaiarya lombarları, savaş gemilerinin kıç is­ kelesi.



BAKALİT a. (Bulucusu B oekela nd in adından fr. Bakelite [tesc. ed. ad)). Feno­ lün metanal ile çoğul yoğuşmasından el­ de edilen yapay reçine. (Bakalitler, fenoplastlar grubuna girer.) — M etalogr. Bakalite alma, KALIBA A L M A ’ nın e şa n la m lısı. || Bakalit presi, b ir n e s n e ­ yi ısıy la se rtleşen b ir kütle yle (bakalit) k a p ­ la m a y a y a ra yan sık ış tırm a m a k in e si.



BAKALİTLEMEK f. Bakalit emdirmek. BAKALİTLİ sıf. Bakalit emdirilmiş bir ge­ reç için kullanılır. || Bakalitli kereste, baka­ lit em dirilerek iyileştirilmiş kereste türü. (Elektrik aygıtları üretim inde geniş ölçüde kullanılır, işlem üst üste konulan kayın kap­ lamalara uygulanır ve sonra ısıtıcı pres al­ tında bakalit polimerleştirilir.)



BAKALORYA a. (fr. baccalaureat). Es­ kiden idadi ya da sultanileri bitirenlerin bir üst okula gidebilm ek için verdikleri sınav. —ANSİKL. Türkiye’de bakalorya uygula­ masına ilk kez Galatasaray sultanisi’nde başlandı (1869). M ülazemet rüusu deni­ len bu yöntem İkinci m eşrutiyet’ten son­ ra da uygulandı. Cumhuriyet döneminde, 1926-1935 arası aynı biçim iyle sürdürül­ dü. Daha sonra olgunluk sınavı adıyla ba­ kaloryaya benzer uygulam aya geçildi. 1953-1954 ders yılından sonra bu uygu­ lama da kaldırıldı. BAKALYARO a. Atlas okyanusu'nun ılı­ m an soğuk kesiminde, Akdeniz, Ege de­ nizi ve M armara denizi’ nde bulunan, eti m akbul kemiklibalık. (Bil. a. M erlangus m erlangus; mezgitgiller familyası; boyu 45 cm). — ANSİKL. Bakalyaro, birbirine bağlı üç sırt yüzgeciyle berlam dan, birinci uzun kuyruk yüzgeciyle morinadan, çenesinde sakal bulunm am asıyla gene aynı ailenin Trisopterus cinsi üyelerinden ve çıkıntılı üst çenesiyle pollaklardan (Pollachius cinsi üyeleri) ayrılır. Göç etmeyen bir balıktır. Kü­ çük sürüler oluşturarak 30-200 m derin­ likte dolaşır.



sı). [Bk. ansik. böl.) — 2. Bakam ağacın­ dan çıkarılan ve boya olarak kullanılan madde, —ANSİKL. Piyasada ço k sayıda bakam odunu çeşidi vardır (Hint odunu, mavi odun, vb.); bunlar elde edildikleri ülkeden yuvarlak küçük parçalar halinde ihraç edilir. Kumaş ooyama işini kolaylaştırmak için, bakam odunu genellikle toz haline getiri­ lerek ya da boyası sıvı özüt haline kona­ rak dış ülkelere gönderilir; sıvı boya özütünü elde etmek için bakam odunu eter ve biraz su karışımıyla işlenir. Ticari bakam m addesi zift görünümünde, siyah bir küt­ ledir. Bakam boyası, alüminyumlu mordanla gri-mor, yoğun dem ir m ordanla ko­ yu siyah renk verir Sert, ağır, ince dokulu ve güzel kırmızı renkli olan bakam odunu, boya maddesi sağlamasının dışında, ince m arangozlu­ ğa, kakmacılığa ve silme işlerine de çok elverişlidir YazmacıliKia, kırmızı renk için ak mazıy­ la, siyaha çalan kırmızı için kara mazıyla kaynatılır.



BAKAN a. 1. H üküm et üyesi (Bk. ansikl. böl.). — 2. D evlet bakanı, bakanlık ö rgü ­ tü bulunm ayan bakan. (Devlet bakanları, hüküm et işlerinde başbakana yardımcı olurlar. Görevleri, d aha ço k siyasal nitelik taşır.) || B akanlar kurulu, başbakan ve ba­ kanlardan oluşan kurul. (Bk. ansikl. böl.) —Akupunkt. K alp bakanı, çin tıbbında, vücudun kalp-dam ar sistemini düzenle­ meyle yükümlü ve aynı adı taşıyan bir me­ ridyen üzerinde bulunan fizyolojik işlev. — ANSİKL. Anayas. huk. bakanlar, TBM M üyeleri ya d a milletvekili seçilme yeterliği­ ne sahip olanlar arasından başbakan ta­ rafından seçilir ve cum hurbaşkanı tarafın­ dan atanırlar (Anayas. md. 109). H er ba­ kan, başbakana karşı sorum ludur Başba­ kan, gerektiğinde bir bakanın görevine son verilmesini cum hurbaşkanından iste­ yebilir. Bakanların hem siyasal hem de idari görevleri vardır Bakanların siyasal görevleri hüküm et program ıyla belirlenir Bakanlar ku rulu ’nun üyesi olarak bakan­ lar, hüküm et program ında belirtilen siya­ setin yürütülm esinden birlikte sorum lu­ durlar. Aynca, her bakan kendi yetkisi için­ deki işlerden ve em ri altındaki kişilerin ey­ lem ve işlem lerinden sorumludur. Siyasal açıdan, bakanların sorum luluğu TBM M ' ye karşıdır. Bakanların cezai sorum luluk­ ları da vardır. Bir bakan, TBM M üyelerin­ den oluşan komisyon raporu üzerine TBMM üye tam sayısının salt çoğunluyla alınacak kararla Yüce divan’d a yargılana­ bilir. Yüce divan’a gönderilen bakan, ba­ kanlıktan düşer • Bakanlar kurulu. Yürütme gücünü k u l-. lanan, hüküm etin genel siyasetini sapta­ yan organdır. Bakanlar kurulu'nun başka­ nı başbakandır. Cumhurbaşkanı da ge­ rekli gördüğü durum larda Bakanlar kurulu ’na başkanlık edebilir Bakanlar kurulu üyeleri başbakan tarafından seçilir ve cum hurbaşkanı tarafından atanır. Bakan­ lar kurulu'nun listesi tam olarak TBM M ’ye sunulur. Bakanlar kurulu’nun programı (hükümet program ı) hüküm etin kurulu­ şundan en geç bir hafta içinde başbakan ya da bir bakan tarafından TB M M ’de okunur ve güven oyuna başvurulur. G ü­ ven istemi T B M M ’nin üye tam sayısının salt çoğunluğuyla reddedilebilir. Bu du­ rum da yeni bir Bakanlar kurulu’nun oluş­ turulması ve yeniden güven isteminde d u iunması gerekir. BAKANAK a. Halk arasında sığırların tır­



— Balıkç. Bakalyaro balığı, manyat, ığrıp, difana ve dip trol ağlarıyla yakalanır. Am a­ tör balıkçıların ek oltası ve çapariyle ba­ kalyaro yakaladığı da olur.



nağına verilen ad. || Geyik ile yabandomuzunun mahmuzu. || Hayvanların normal yürüyüşleri sırasında yere değm eyen mahmuzları.



BAKAM ya da BAKKAM 1. Bakam ağacı (Hoematoxylon campechianum) ve bu ağacın odunu. (Erguvangiller familya­



BAKANLIK a. 1. Bakanın görevi, yü­ kümlülüğü. — 2. Bir bakana bağlı devlet örgütü; bu hizmet bölümlerinin bulundu­



ğu bina: M illi eğitim bakanlığı. Bakanlığa gitmek. — Huk. Bakanlık em rine alma, görevde kalması sakıncalı görülen m emuru geçi­ ci olarak görevinden uzaklaştırma.(1965 yılında yürürlüğe giren Devlet memurları k., bakanlık emrine almayı kaldırmış,onun yerine görevden* uzaklaştırmayı getir­ miştir.)



BAKANLIKLAR, esk V e k â le tle r, An­ kara'da Kızılay’dan Kavaklıdere’ye uzanan Atatürk bulvarının B.’sında yer alan bakan­ lık yapılarına ve bu yapıların bulunduğu semte verilen ad. 1928-1932’de Prof. H. Jansen tarafından hazırlanan kent planın­ da, resmi yapılar bu kesimde toplandı, ilk olarak, projelerini Prof. C. Holzm eister’in çizdiği Millî müdafaa vekâleti ile Dahiliye ve­ kâleti binaları yapıldı; bunları öteki bakan­ lık yapıları izledi. G ünüm üzde semt, An­ kara’nın en gelişmiş kesimlerinden biridir. BAKAR ya da BAKARA a. (ar. bakar, bakara). Esk. Sığır, öküz ♦ sıf. Ahmak, sersem: "B u âleme, ba­ kar, öküz g ib i bakan kim selerden olm a­ m ak için..." (Kâtip Çelebi, XVII. yy.).



B a k a r , Hırvatistan’da kent, Adriya denizi kıyısında rüzgâr almayan bir kör­ fezde; 2 100 nüf. Rijeka’nın eklentisi olan petrol limanı. Çim ento fabrikası. Kok kö­ mürü fabrikası. BAKARA -> BAKAR. BAKARA a. (fr. baccara). 1. Kâğıt dağı­ tan (kasayı tutan) bir oyuncu ile diğer oyuncuların toplam sayılarını karşılaştıra­ rak oynanan iskambil oyunu. Bakaranın "şim e n dife r" demlen biçim inde bir tablo, "b a n k a d a ” denilen biçim indeyse iki ta b ­ in oluşturulur. — 2. Bakara’da, eldeki to p ­ lamın on sayıyı bulması; bu durum da top­ lam sıfırlanır.



Bakara suresi, Kuran'ın 2. ve en uzun suresi. 286 ayettir. Tamamı M edine’de in­ miştir. Surenin adı, türkçe sığır anlamına gelir. Bakara sözcüğü, 67, 68, 69 ve 71. ayetlerde geçer. Bu ayetlerde, Allah tara­ fından israiloğulları’na kesmeleri em redi­ len bir sığır sözkonusu edildiğinden, su­ re bu adı almıştır. H uruf-i mukatta'a deni­ len ve herhangi bir sözcük oluşturmayan elif.' lâm, mim ile başlayan ilk ayettir. Ayette, ibadet, ahlak ve hukuk kuralları geniş olarak işlenmiştir. Ayrıca m üm inle­ rin, münafıkların ve inkarcıların nitelikle­ ri,davranışları; yahudilerin ve hıristiyanların yanılgıları; m üslüm anlara ve birbirleri­ ne karşı yanlış tutumları, Peygamber Adem ile Havva’nın yaratılışları ve cennet­ ten çıkartılışlarının hikâyesi; namaz, oruç, zekât, hac, umre, cihat, sadaka gibi iba­ detler; faiz, içki, kum ar gibi yasaklar; din ve inanç özgürlüğü gibi toplumsal konu­ lar bu surede yer alır. Peygamber M u ham m et'in surenin, özellikle ayef ül-kürsi denilen 255. ayetinin erdem ve önemine, ayrıca A m ene'r - Resulü diye başlayan ve bu adla anılan son iki ayetini, yatsı namazından sonra okum anın sevap olduğuna ilişkin hadis­ leri vardır. BAKARİ, BAKARİYE sıf (ar bakari, dişi, bakariyye). Esk. Sığır cinsinden olan: Hayvanat-ı bakariye (büyükbaş hay­ vanlar). BAKARİÇ (Vladimir), yugoslav siyaset adamı (Velika G orica 1912). Bir komünist olarak, savaş sırasında Hırvatistan’da di­ renişi örgütledi ve yugoslav kurtuluş ha­ reketinin önderleri arasına girdi. Komünist birliği başkanlık kurulu (1969) ve Devlet başkanlık kurulu (1971) üyelikleri dışında, Federasyon konseyi ve Ulusal savunma konseyi üyeliği de yapm akta ve Anayasa) düzeni korum a konseyi’ni yönetmektedir. Akademi üyesi olan Bakariç, yugoslav sis­ tem inin kuram cılarından biridir. BAKARİYE -«



BAKARİ.



BAKARKÖR sıf 1. Gözleri sağlam g ö ­



1223



rünm ekle birlikte görmeyen kimse için kullanılır. — 2. Dikkatsiz ve dalgın kimse için kullanılır.



BAKAYA çoğl. a. (ar. bakıyye'nin çoğl. bakaya). 1. Arta kalanlar, kalıntılar. — 2. Zam anında toplanm ayıp ertesi yıla kalan vergiler. — 3. Herhangi bir nedenle asker­ liği sonraya kalanlar. —Ask. Son yoklamaya katıldıktan sonra, askere alınmaları kesinleşen adaylardan çağrıldıkları zam an gelmeyenler ya da sevk edildikleri birliklere katılmayanlara verilen ad. (Yasal özrü olm adan bakaya durum a düşenlere, Askeri ceza kanunu’ nun ilgili m addelerine göre işlem yapılır). — Kamu mal. Tahakkuk etmiş, ancak çe­ şitli nedenlerle tahsil edilememiş olduğun­ dan ertesi bütçe yılına kalan vergi ve ben­ zeri yükümlülükler. BAKÇAR, Rusya Federasyonu'nda yer, Obi ırmağı kenarında, Novosibirsk’in K.’inde. Demir filizi. BAKEL, Senegal’in doğu kesiminde ke nt, S e n e g a l ırm a ğ ı —Yakınında bakır yatağı.



k ıyısın d a .



BAKEMA (Jacob Berend), hollandalı m imar ve şehirci (Groningen 1914 - Rotterdam 1981). 1 930’lu yıllarda işlevselci eğilim (De Stijl). Deflt teknik yüksek okulu’nca benimsenmiyordu. Bu eğilimin ye^ niden saygınlık kazanması, okul öğret­ menlerinden Van den Broek’un ve önce öğrencisi, 1948’den sonra da ortağı olan Bakema’nın k a tla rıy la gerçekleşti. Ortak yapıtları, yayalara Ayrılmış Lijnbaan ticaret merkezi (Rotterdam, 1953), Saint Louis kamu merkezi (Missouri, 1955), eğitim ve yönetim yapıları, Brüksel 1958 ve O sa ka (1970) dünya fuarlarında H ollanda pav­ yonları, Bakem a’ ntn açıkladığı gibi, to p ­ lumsal davranışları yansıtma isteğini or­ taya koyar. Bu anlayış, genellikle yalın bir biçim de gerçekleştirdikleri kiliselerde de kendini gösterir.



olmak üzere (1899’dan 1905'e kadar) bir­ ço k süreli yayında, daha sonra da A m e­ rican M agazine'de D avid G ra y s o n tak­ ma adıyla makaleler yayımladı. Sanayi toplum unun skandallarını ortaya koyan toplum cu gazeteciler, yazarlar ve işçiler grub u n da yer aldı. Birinci Dünya savaşı sonunda ve barış görüşm elerinde rol o y­ nadı. Başkan VVilson’un dev bir biyogra­ fisini yazdı ve bu yapıtıyla Pulitzer ö d ü lü ’ nü kazandı (1940).



BAKER (Nevvton Diehl), amerikalı siya­ set adamı (M artinsburg, Batı Virginia, 1871 -C leveland, Ohio, 1937). Cleveland belediye başkanıyken (1912), 1916'da savaş bakanlığını yürütmek üzere başkan VVİlson kabinesine girdi. 1921 ’e kadar gö­ revini sürdürdü ve bu sıfatla, A B D ’nin sa­ vaş hazırlıklarını düzenlem ekle görevlen­ dirildi. Uluslararası kurum ların önemine inandığından, ülkesinin Milletler Cemiyeti’ne üye olması için kam panya açtı.



1 BAKER (Josephine), amerikalı müzikhol Sanatçısı (Saint Louis, Missouri, 1906 - Pa­ tis 1975). ilk kez 1 925’te Paris’te, Revue nbgre'öe sahneye çıktı, sonra Folies-Bergöre ve Casino de Paris’te oynadı ve J ’ai deux am ours adlı şarkıyı burada söyledi (Vincent Scotto bu parçayı özel olarak onun için bestelemişti). Büyük başarı ka­ zandı. Birçok film çevirdi: Zouzou (1934);



(alm. söze.; backen, pişirmek, ve Of'en. fırın dan). Beyaz şara­ ba yatırıldıktan, patates ve soğanla kat kat dizildikten sonra sıkıca kapalı bir tence­ reye konularak, fırında uzun süre pişirilen et (sığır, koyun ve dom uz) yemeği. (Alsace mutfağı.)



BAKER, Şili’de ırmak. Vadisi, tarım ve m adencilik çalışmalarının yeni başladığı bir yerleşme bölgesidir.



BAKER (Valentine), B a ke r Paşa denir, İngiliz asker (Enfield, İngiltere, 1827 -Tel el-Kebir, M ıar 1887). Kâşif sir Samuel Baker’ in kardeşi. Kırım savaşı’na katıldı (1853). Gösterdiği yararlıklar sonucu sü­ vari albaylığına yükseldi. Bir kadına sal­ dırm akla suçlanarak İngiliz ordusundan uzaklaştırıldı (1875). Türk ordusunda g ö ­ rev aldı (1877); 1877-1878 Türk-Rus savaşı’ nda gösterdiği yararlıktan ötürü pa­ şalığa yükseltildi. Mısır güvenlik kuvvet­ leri komutanlığına atandı (1883). El Teb savaşı’nda sudanlı önder Osman D igna’ ya yenildi (1884). Ancak, daha sonra İn­ giliz ordusuna katılarak Sudanlılar’a kar­ şı yapılan ikinci savaşı kazanmayı başar­ dı. Yaşamının sonuna kadar Mısır güven­ lik kuvvetlerinin başında kaldı. BAKER (s/r Benjamin), İngiliz mühendis (Keyford, Somerset, 184 0 - Pangbourne, Berkshire, 1907). Forth ırmağı üzerindeki çelik köprüyü (John Fowler ile) ve birinci Asuan barajını yaptı. BAKER (Ray Stannard), amerikalı gaze­ teci (Lansing, Michigan, 1870 - Amherst, Massachusetts, 1946). Başta M cC lure’s



BAKER-EDDY (Mary) -* EDDY. BAKERSFİELD, ABD’de (Kaliforniya) kent, Great Valley’in güney ucunda; 174 820 nüf. Petrol ve doğal gaz yatağı. Pet­ rol rafinerisi.



BAKEWELL (Robert), İngiliz tarım uz­ manı (Dishley, Leicestershıre, 1725 - öl. 1795). Hayvan ayıklanmasına ilişkin ba­ şarılarıyla ünlüdür (dishley koyun ırkının yaratılması). BAKFARK (Valentin GREFF. Bâlintdenır), m acar lavtacı (Kronstadt, bugün Braşov, 1507 - Padova 1576). Transilvanya sarayı’nda yetiştikten sonra birçok kez İtalya’ya, Fransa’ya, K önigsberg’e, Buda’ ya ve Polonya sarayına (1549) gitti. Po­ lonya'dan ayrılarak V iyana’ya sığındı. 1552’den başlayarak, 10 fantezi ve aslı­ na son derece bağlılıkları ve zengin süs­ lemeleriyle dikkati çeken motet, madrıgal, şarkı transkripsiyonları yayımladı. BAKHUİZEN ya da BAKHUYZEN VAN DEN B R İN K ıR e ln e r Cornelis), hollandalı yazar (Am sterdam 1810 - Lahey 1865). Hollanda arşivleri’nin m üdür­ lüğünü yaptı (1854). Potgieter ile birlikte De Gits (1838-1843) adlı bir dergi çıkar­ dı ve tarihsel romantizmi savundu.



BAKI a. 1. Esk. Denetleme, teftiş. —2.



BAKENHOF a



BAKER (s/r Samuel VVhite), İngiliz gez­ gin (Londra 1821 - Sandford Orleigh, Devon 1893). 1864’te yukarı Nil ülkelerine yaptığı bir gezi sırasında, Nil ırmağının Victoria gölünden çıktıktan sonra aştığı Albert gölünü buldu. Daha sonra, hıdiv İs­ mail Paşa tarafından Mısır Sudanı’ndaki zenci köle ticaretiyle m ücadele etmekle görevlendirildi (1869-1873).



BAKER-BROWN (isaac), İngiliz hekim (Colne, Essex, 1812 - Londra 1873). Ana­ tom i bilgini olarak kadın hastalıklarını in­ celedi.



Champs-EIysees tiyatrosu’nda sahnelenen (Paris, 1925) Josephine Baker’ın da rol aldığı Revue negre için Paul Colin’in yaptığı afiş Princesse Tam-Tam (1935); FausseAlerle (1940). 1939’da hava birliklerinde g ö ­ rev aldı. Savaştan sonra, şarkıcılığın ve gösteri oyunculuğunun yanı sıra, ırkçılığa karşı etkin bir m ücadeleye girişti; bu amaçla (kocası Jo Bouillon ile birlikte) de­ ğişik ırklardan pek çok çocuğu evlat edin­ di.



BAKER (Chesney, C het - denir), amerikalı trom petçi, şarkıcı ve okrestra yöne­ ticisi (Yale 1929-Amsterdam 1988). ilk kez 1952’de, saksofoncu G. M ulligan’ın dörtlüsünde kendini gösterdi. Miles Davis’ten etkilenerek “c o o r’ caz yaptı. BAKER (James), amerikalı siyaset adamı (Houston 1930). Cumhuriyetçi, maliye bakanı (1985-1988), dışişleri ba­ kanı (1988-1992). BAKER (Alan), İngiliz matematikçi (Londra 1939). Üstün sayılar (katsayıları tam olan bir polinomun kökleri olmayan karmaşık sayılar) kuramını geliştirdi. Gelfond-Schneider teoremini genelleştirir­ ken, onların düşüncelerine dayanan yön­ tem lerden yararlandı ve karmaşık bir d e ­ ğişkenin tam fonksiyonlarının özelliklerini kullandı. 1970’te Fields madalyası aldı.



Fal. —Coğ. ve Tarım. Genelde herhangi bir yüzeyin (arazi, yapı, anıt, ağaç gövdesi), özellikle yamaçların güneş, rüzgâr, yağış getiren hava kütleleri gibi dış etkenlere göre yönü (esk. Maraz). [Bk. ansikl. böl ] — Folk. Daha çok haber alınamayan kişi­ ler ve yitik eşyalar için başvurulan bir tür fal. (Bk. ansikl. böl.) —ANSİKL. Coğ. ve Tarım. Bir yüzeyin sı­ caklık, yağış ya da dış etkenlerle uğradı­ ğı değişiklikler bakı ile yakından ilişkilidir. Bakının yol açtığı iklim farkları, özellikle dağlık ülkelerde büyüktür ve gerek doğal görünüm ü gerek iktisadi etkinlikleri belir­ lemekte rol oynar. Bakı özellikle tarım bit­ kileri için büyük önem taşır. Onları sürek­ li rüzgârlardan korum ak ve olabildiğince çok ısı ve ışıktan yararlandırm ak gerekti­ ği zaman bakıyı m utlaka göz önünde bu­ lundurm ak gerekir. Genellikle bir arazide doğuya bakı serin ve kurudur; güneye bakı güneşli ve ço k sıcaktır; batıya bakı sıcak ve nemlidir; kuzeye bakı en soğuk, en geciktirici ve en nemli olandır, ama orada da don tehlikesi azdır. Bakının en çok önem taşıdığı tarım alanları bağlar­ dır. Bağların özellikle d oğuya bakmasına özen gösterilm elidir. — Folk. Bakı-aynaya, kuyunun parlak yü­ zeyine ya da tütsü dum anına bakılarak yapılır. Ç oğunlukla aynı anlam da kullanıl­ masına karşın, faldan farklıdır. Falda bak­ la, kahve telvesi, çakıl vb. fal araçlarının konumu ve biçimi yorumlanır; bakıdaysa aranan kişi ya da eşyanın görüldüğü öne sürülerek yorum da bulunulur.



BAKICI a. 1. Bir kimsenin ya d a hayva­ nın bakımını üstlenen kimse: Ç ocuğa b ir bakıcı bulam adım . A slan bakıcısı. Hasla için b ir bakıcı aranıyor. — 2. Fala bakan, falcı. — Böcbil. Karıncalarda ya da arılarda yu­ m urtaların bakımını sağlayan ve larvalar­ la nemfleri besleyen işçi karınca ya da işçi arı. — Giz. bil. Bakı denen fal türünü bilen ve uygulayan kadınlara verilen ad. ( - • BA Kl.)



BAKICILIK a. 1. Bakıcının işi, uğraşı. — 2. Falcılık.



BAkıl, aptallığıyla ünlü arap fıkra kahra­ manı. Kucağındaki ceylanı on bir dirhe­ me satın aldığını açıklam ak için iki elinin parmaklarını açarak dilini çıkardığı, bu sı­ rada ceylanın da kaçtığı anlatılır. Bir kişi­



nin çok aptal olduğunu belirtm ek için “ Bâkıl’dan daha a pta l" denirdi: Bezm-i cühhâlde Hassan ile Bakıl b ird ir (Cahil­ ler arasında ünlü arap şairi Hassan* ile cahil Bâkıl bir tutulur) —Ziya Paşa.



BAKILA ya da BAKİLE a. (ar. bakıla, bâkıle). Esk. 1. Bakla. — 2. Bakla tanesi (.Bakili de denir.) BAKILMAK - BAKMAK. BAKIM a. 1. Bir şeyi, bir yeri iyi durum a getirmek, iyi durum da tutm ak eylemi; bu­ nun için yapılan işler: Bakım giderleri. Yol­ ların bakım ından belediye sorumludur. Bir aracın bakımını yaptırmak. Bahçe ba­ kımıyla uğraşmak. — 2. Bir kimsenin m addi gereksinim lerini karşılama; rahat, huzurlu, sağlıklı yaşaması için yapılan İş­ ler: Çocukların bakım ından o sorum luy­ d u.— 3. Bir kimsenin beden sağlığını ilgi­ lendiren tedavi ve işlemler: Bakıma m uh­ taç b ir hasta. Diş bakımı. — 4. Bakımdan, bakım ından, açıdan, açısından: H er ba­ kım dan yararlı b ir çalışma. M antıksal b a ­ kımdan yanlış bir değerlendirme. Bu yön­ tem sağlık bakım ından sakıncalı görüldü. — 5. Bu bakımdan, bu nedenle: Gecikti­ niz, bu bakım dan size yardım cı olamaya­ cağım. || Bir bakıma, b ir bakımdan, baş­ ka bir açıdan, bir anlam da: Treni kaçır­ m am b ir bakıma iyi oldu, yoksa görüşemeyecektik. Bu duru m d a kazanmak, bir bakım a kaybetm ek demektir. —Ask. havc. Teknik bakım komutanlığı, b ir ya da birçok hava birliğinin bakımıyla yüküm lü birlik. — Bayınd. Yüzeysel bakım, karayolu yü­ zeyine mıcır serm eden önce sıvı bir bağ ­ layıcı yaym a işlemi. — Çoc. hekim. Küçük bir çocuğa yapılan m addi hizmetlerin tüm ü (sağlık, besleme, vb.) — iş örgüt. Bakım servisi, donatım ve te­ sisleri çalışır durum da tutm ak ve onar­ m akla görevli servis. (Bk. ansikl. böl.) || G ünlük bakım, istek üzerine yapılan ufak tefek onarımların tümü. |j Koruyucu ba­ kım, zaman ya da verilen hizmete bağlı olarak düzenli aralıklarla yapılan bakım iş­ lerinin (yalıtım, su geçirmezlik, aşınma, sı­ kıştırma vb. denetimleri; yağlama; yıpra­ nan parçaların değiştirilmesi vb.) tümü. — Kozmet. Cilt, tırnak ve saçın sağlıklı kal­ masını ya da iyileştirilmesini amaçlayan korum a işlemi: Cilt bakımı. Tırnak bakımı. Yüz b akım ı. j| Bakım müstahzarı, bakım kremi, cildi çevrel etkenlere karşı koruma özelliği olan kozmetik ürünü. || Tam b a ­ kım, cildin bakımı ve güzelleştirilmesi için bir güzellik enstitüsünde uygulanan işlem­ lerin tümü. — Matbaac. Doğrudan üretime yönelik ol­ mayan işlemlerin (temizleme, düzenleme, ayarlam a vb.) tüm ünü içeren genel ad. — Orm anc. En yüksek hacim ve nitelikte odun verimi sağlam ak için bir orm anda uygulanan teknik uygulamaların tüm ü. || Bakım bloku, belli bir periyot boyunca, bakım kesimlerinin uygulandığı bakım bölm elerinin tümü. ( -» ARALAMA.) || Ba­ kım kesimi (genellikle aralama kesimi), bir m eşcerenin kalitesini iyileştirmek ve yük­ seltm ek için, gelecek vaat etmeyen kötü nitelikteki ağaçların kesilip çıkarılması iş­ lemi. —Ted. Kendi başına hareket yeteneğini kısmen ya da tüm üyle kaybetm iş (ameli­ yatlı, kom ada, yatalak) bir kişinin tem izli­ ğini ve rahatını sağlam ak amacıyla işinin ehli bir hastabakıcının uyguladığı teknik­ lerin ve yaptığı hizm etlerin tümü. —Teknol. Bir gereci, bir aygıtı, bir aracı vb. belli bir durum da tutmayı eski d uru ­ m una getirmeyi ya d a belli işleyiş özellik­ leri kazandırmayı sağlayan işlemlerin tü­ mü. —ANSİKL.İş örgüt. Basit temizlik işlerine ilişkin görevler dışında bakım, işletme için­ de iki türlü işlev görür: kurulu üretim ay­ gıtının işleyiş kapasitesinin korunması (bo­ zuklukları giderme, önleyici bakım); yeni işler yapılması. Servis, bozukluk oldukça m üdahale edecek biçim de düzenlenmiş



olabilir: aksayan organların hızlı biçim de -g onarımını gerektiren düzeltici bakım, ge- | leneksel, ama işi rastlantılara bırakan bir § örgütlenme biçimidir. Önleyici bakım yön­ temindeyse, tersine, sistemli bir tanı ve ta­ rama çalışmasıyla olayın daha gerçekleş­ m eden önlenmesine çalışılır. Bu yöntem, müdahalenin yerini, zamanını, biçimini ve süresini önceden planlamayı olanaklı kı­ larak, üretim kesintilerinden doğacak önemli bir maliyetin (onarım ve üretim kaybı maliyetleri) üstlenilmesini engeller. Öte yandan bakım, bazı dış işletmelerin iç denetim altında kuracağı yeni donatı­ mın gerek saptanması, gerek gerçekleş­ tirilmesi bakımından da bazı özel sorum ­ luluklar içerir.



BAKIMCI a .B ir a ra cın ,b ir yerin bakım işini üstlenen ya da bu işle görevlendiri­ len kimse.



BAKIMEVİ a. 1. Ücretsiz ya da az bir ücret karşılığında, kimsesiz ya da sorun­ lu çocukların, düşkün, yaşlı ve sakat kim­ selerin bakıldığı, barındırıldığı yerlere ve­ rilen genel ad. (Eşanl. BAKIMYURDU.) — 2. Makinelerin, m otorlu araçların bakımları­ nın yapıldığı işlik: Oto, traktör tam ir ve ba­ kımevi.



BAKIMLI sıf. 1. Yapılan bakımı belli edecek biçim de temiz ve düzenli olan şey, yer için kullanılır: Bakımlı b ir araba. Bakımlı b ir bahçe. Bakımlı saçlar, tırnak­ lar. — 2. Özenle bakıldığı belli olan temiz, sağlıklı kimse, özellikle de çocuk için kul­ lanılır: Ç evrem izi gürbüz, bakımlı ço cuk­ lar sarmıştı. — 3. İyi bakılmış, besili, se­ miz hayvan için kullanılır: Bakımlı b ir inek. — 4. Kendine özen gösteren kimse için kullanılır: Bakımlı b ir kadın. BAKIMLIK a. Foto. D oğrudan ya da projeksiyon yoluyla mikrokopyalara, diya­ pozitiflere ya da sinem a filmlerine görün­ tü sağlayan aygıt. (Sinema filmleri sözko­ nusu olduğunda aygıt hareketli görüntü, kimi zaman da sesin dinlenmesini sağlar.)



BAKIMSIZ sıf. iyi bakılmamış, kendi ha­ line bırakılmış yer, şey; gerekli ilgi ve özen gösterilmemiş, bakımı ihmal edilm iş kim ­ se, hayvan için kullanılır: Terk edilmiş, b a ­ kımsız b ir ev. Bakımsız yollar. A raba çok bakımsız. Zayıf, bakımsız çocuklar. ♦ be Bakımsız olarak: Ç ocuklar son g ünlerde ço k bakımsız kaldılar. Bahçe bakımsız görünüyor.



BAKIMSIZLIK a. Kendi haline bırakıl­ mış, gerekli ilgiyi, özeni görm em iş, bakı­ mı ihmal edilmiş yerin, şeyin, kimsenin durum u: Bahçenin bakımsızlığı. Bakım ­ sızlıktan kuruyan çiçekler. Bakımsızlıkları h e r hallerinden belli olan çocuklar.



BAKIMYURDU a.



BAKIMEVİ’nin e ş a n ­



lamlısı



BAKINCAK a. Halk. Tüfeklerde hede­ fin yakınlığına, uzaklığına göre ayarlana­ bilen düzenek; göz, nişangâh. BAKINDI ünl. Halk. Şaşkınlık belirtmek için söylenir (çoğu kez “ hele" sözcüğüy­ le kullanılır): Bakındı hele, neler de biliyor­ muş.



BAKINMAK -



BAKMAK



«BAKIR a. 1. Kırmızı-kahverengi metal (simgesi Cu olan kimyasal element). [Bk. ansikl. böl.] — 2. Bakırdan yapılmış kap kacak: Bakırları kalaycıya vermek. — 3. Bakır çalığı, yeşile çalan mavi renk. |j Ba­ kır çalığı olmak, bakır çalmak, bakır kap­ ta duran yiyecek sözkonusuysa, bakır tuz­ larıyla zehirli durum a gelmek. || Bakır ren­ gi, bakırın kızıl rengi. —Anorg. kim. Bakiri, bakırın bir değerli ol­ duğu bileşik ve oksit (Cu20 ) için kullanı­ lır. |j Bakır II, bakırın iki değerli olduğu bi­ leşik ve oksit (C uö ) için kullanılır. — Bağc. Gri bakır pası, katışık bakır hidroksiasetat. (Eskiden açık havada sirke­ leşmiş üzüm küspesinin bakır levhalara etkimesiyle elde edilir, bağ m ildiyusuna karşı ilaç olarak kullanılırdı.)



— El sant. Bakırın bayılması, gereğinden fazla tavlanması sonucu bakırın parçalan­ ması. || Bakırın silkmesi, külçe bakırın d ö ­ vülmesi sırasında, dövücü ekipten birinin çekici boşa sallamasıyla, bakırı tutan us­ tanın bileğinin sarsılması. || Dişi bakır, ba­ kırcılıkta yum uşak bakıra verilen ad. || Er­ kek bakır, bakırcılıkta sert bakıra verilen ad. || Katlı bakır -> KATMER. || Levha b a ­ kır, dövülerek ya da silindirden geçirile­ rek inceltilmiş, biçim lendirmeye hazır ba­ kır plaka. Tahta b a k ırd a denir. || Şahmer­ dan bakırı, şahmerdan denen tjü yü ^'ö to m atik çekiçlerle dövülerek levha haline getirilm iş bakır. — Kim. Bakır alaşımı, % 1 ’in üzerinde çö ­ zünm üş element içeren bakır alaşımları­ nın genel âdı. || Bakır giderm e, bir metal parçasındâki'bakırı kimyasal ya da elek­ trolitik (anotsal), çözünm e'yoluyla eleme işlemi. || Bakır kaplam a, bir yüzeyde ba­ kır katrpan oluşturm a işlemi.',— Bu işle­ min sonuclp, — KuyumciB'akıçpasta.şı, kaplam a yapı­ mında, bakır,p?ej;irie güm üş lehim lenir­ ken, bakırın üzerine sürülen derişik g ü ­ müş nitrat çözeltisi:, — Metalürj. Kırmızı bakır, arı bakırın g e ­ leneksel adı (pirinç ya da sarı b a k irin kar­ şıtı olarak kullanılır). || Rosette bakırı, d o ­ ğal durum daki arı. bakır. || Siyah bakır, arı­ laştırılmamış balpr. — Müz. Bakır, üflemeliler, m adeni üflemeli çalgı grubu. (Bu gruptaki çalgılar, ağızlık ve pistonlar ya da sürgüyle donatılmıştır. Orkestrada yaylılarla vurmalılar arasında yer alan bakır üflem eliler grubu, "b ü y ü k arm oni” diye anılan öğeyi oluşturur.) —Ted. Bakır tedavisi, bakırın ya da ba­ kır tuzlarının tedavide kullanılması. (Bir za­ m anlar stafilokokların yaptığı hastalıklar­ da kullanılırken, şimdi özellikle bazı roma­ tizm a türlerinde kullanılmaktadır.) [Eşanl. KÜPROTERAPİ.]



—Tekst. Bakır ipeği, selülozu, bakır sül­ fatla işleyerek elde edilen bir tür yapay ipek. (Bk. ansikl. böl.) ♦ sıf. Bakırdan yapılmış şey için kul­ lanılır: Bakır tepsi. Bakır çerçeve. — A n s Ik l Arkeol. Bakır cevheri, çok es­ kiden boncuk, topluığne ve biz yapm ak için çekiçle dövülürdü; İran’da, Ali Koş' te ya da A n a do lu ’d a Ç ayönü tepesinde İ.Ö. IX.-VII. binyıllardan kalm a küçük ba­ kır eşyalar ortaya çıkarıldı. Bakır eritmeciliğinin ilk izleri İ.Ö. 7000-6000 arasında A na do lu ’da Ç atalhöyük sit alanında b u ­ lunan cüruflardır. Bakırın eritilmesiyle do­ ğan metalürji, O rta d o ğ u ’da IV. binyıllard a gelişm e gösterdi ve Süm er site d ev­ letlerinin kuruluşunda önemli bir rol oyna­ dı (Ur kral mezarları). İ.Ö. 3 000’e doğru da bakır-kalay alaşımı (bronz) bulundu.



Bakırı elektrolizle arılaştırma hücresinden katotları çıkarma



yansımalı fırın



döküm fırını döner ve yatar fırın (sürekli döküm)



derişik cevher



külçe kalıpları



jaçlama



anot artıkları



1 100°C-



sülfürik asit birimi zengin derişim



eritici



zayıf derişim [an o tlar (300 kg)



cükürtdioksfl



kavurma çok tabanlı fırın /



% 9 9 ’luk ısıl arılaştırma



d ön üştü rm e zayıf derişim



| sürekli döküm zinciri



döküm çarkı



(filmaşinler, kütükler, pastalar, anotlar, plakalar, külçeler)



elektrolizle arılaştırma (15 gün süre)



sürekli döküm elektrik fırını



elektroliz havuzu



fuel-oil



katot (140 kg)



kavrulmuş cevher



sürekli fırınlanma eritme fırını (VVater-Jacket) hava



KURU YÖNTEMLE BAKIR ELDE ETME



özütleme çözücüsü + yeniden çevrim e giren sülfürik asit çözeltisi



TTT7Xrs_*.



14 » -^



If i özütleme İv— çözücüyle 1 özütleme yüklenen yenilenmiş :ÇÖZÜCÜ



Bakır, VI. binyılda Türkm enistan'da, V. binyılda da Mısır'da görüldü. Yine V. binyılda Karadeniz’in batı kıyılarında da iş­ lendiği sanılmaktadır. Batı Avrupa’daysa bakır ancak III. binyılda tanındı. İtalya'da, Fransa’nın güneyinde ye iber yarım ada­ sının doğu kıyılarında, İ.Ö. 2 500'e d o ğ ­ ru, belirli arkeolojik dönem lere ait (İtalya' da, Remedello, Fransa’da Treilles, ispan­ ya ’da Los Millares kültürleri) bakır hançer­ ler ve boncuklar görüldü. Bu bölgelerin bakırları ve m aden filizleri üzerine yapılan incelemeler eski bir m etalürjinin varlığını ortaya koydu. Kuzey Am erika’da da ba­ kır cevheri İ.Ö. III. binyılda işlenmeye baş­ lamıştı. kimya



I,



pom pa - f f j| yeniffen i çevrim ı İT İ j a k ı r f ^



çamur işleme ve gümüş, altın selenyum, tellür. platin elde etme



ÇÖZÜCÜ I



yaş yöntemle (liçing) bakır elde etme



Atom sayısı: 29 Atom kütlesi: 63,54 Özgül kütlesi: (2 0 °C ’ta): 8,9 g /cm 3 Erime sıcaklığı: 1 083,4 °C Kaynama sıcaklığı: yaklaşık 2 567°C Yükseltgenme dereceleri: + 1 , + 2 Elektron biçim lenm esi: [2,8,18] s1 izotoplan: 58-68 arası Kararlı izotopları: 63 ve 65 Doğal bakır: ^ C u : % 69,1 65Cu: % 30,9 Bakır, kübik sistem de kristalleşir. Sanayi metalleri arasında kusursuz bir ısı ve elek­ trik iletkenidir. Orta sertlikte olduğundan kolayca dövülebilir ve tel haline getirile­ bilir. Çekiçle dövülerek, yarı saydamlığın­ dan dolayı yeşil görünen ço k ince yap­ raklar elde edilir. Atom yarıçapının küçük ve çekirdeği­ nin çok yüklü olması, bakırın kimyasal et­ kinliğinin eksik olduğunu gösterir; nitekim Cu = Cu2+ + 2 e _ biçim indeki elektrokimyasal tepkim enin olağan yükseltgenm e-indirgenm e potansiyelinin artı değerli (0,34 V ) olması d a bunun bir kanıtıdır. Bakır, yalnızca yükseltgen özelliği olan (nitrik asit, sıcak sülfürik asit) ya da ken­ disiyle çeşitli kom pleksler oluşturabilen asitlerle tepkim eye girer (hidroklorik asit­ le yavaş tepkim esi bunu gösterir). Havayla yüzeysel bir korozyona uğrar; çünkü kimi zam an bakırpası d a denilen baz nitelikli, koruyucu bir karbonat katma­ nıyla örtülür. Havayla yükseltgenmesi asit ortam da daha d a artar; sirke ve yağlı



maddelerle tepkimeye girerek emetik tuz­ ları oluşturur; bu nedenle bakırdan yapıl­ mış kap kacak kullanılırken kimi önlem ­ ler alm ak gerekir. Ayrıca am onyak bakı­ rın havayla yükseltgenmesini sağlar; tep­ kime sonucunda Schvveitzer çözeltisi adıyla bilinen ve selüloz çözücüsü olarak kullanılan amonyaklı bir kom pleks elde edilir. Öte yandan bakır, kızıl hale gelin­ ceye değin ısıtıldığında yükseltgenerek kararır. Klorda ve kükürt buharında ya­ nar. • Bakır bileşikleri, iki seri bakır bileşiği var­ dır: b a k ir i bileşiklerinde, bakır bir değ e r­ lidir; bakır II bileşiklerindeyse iki değerli­ dir; oksijenli tuzlar karşısında yalnızca ba­ kır II bileşikleri kararlıdır. Bakır I ve bakır II iyonlarının yarıçaplarının küçük oluşu, bakırın, alıcı biçim inde birçok komplekse katılmasını sağlar. Bakır I oksit'e (Cu20 ), doğ a d a kırmızı sekizyüzlüler biçim inae rastlanır (kuprit); Fehling çözeltisi ya da bakır II asetat alükozla indirgenereK elde edilir; bu oksit cam lara yakut kırmızısı rengi verm ede kullanılır. B a k irli oksit (CuO), siyah renklidir; ba­ kır ya da nitrat kavrularak elde edilir. Ba­ kır II tuzu içine bir alkali çözelti katıldığın­ da, mavi bir çökelek biçim inde bakır II hidroksit [C u(O H )2] elde edilir; bakır II hidroksit amonyakta çözünerek bir kom p­ leks, yani am ino kuprat II çözeltisi oluştu­ rur. Bakır II oksitten, cam lara yeşil renk verm ede yararlanılır. Bakır I klorür (CuCI), kristal yapılı be­ yaz bir tozdur; suda çözünmemesine kar­ şın am onyak ve hidroklorik asitte çözü­ nür. Bu çözeltiler karbonm onoksidi soğu­ rur. Amonyaklı bakır I klorür aynı zam an­ da bir asetilen ayracıdır. Bakır II klorür (CuCI2), anhidrit halinde sarıdır, hidratlandığında yeşil iğne biçi­ m inde kristalleşir. Bakır sülfat (CuSOJ, bakır tuzlarının en önemlisidir. Bakır hurdalarından elde edi­ lir; bakır hurdaları önce kavrularak yükseltgenir ve oluşan oksit, sülfürik asitte çö­ zülür. Triklinik mavi kristaller halinde g ü ­ zel bir görünüm ü vardır. Bu kristaller ısı­ tıldığında su yitirerek beyaz toz haline dö­ nüşür; ancak su ile yeniden mavileşirler. Bu tuzun pek çok uygulam a alanı vardır; dem ir II sülfatla birlikte yün ya da ipeği



bekleme fırını



elektrolizle % 9 9,90’fık arılaştırma (filmaşinler, kütükler, katotlar, elektrik telleri)



boyam ada kullanılan m or ve siyah boya­ ların temel m addesini oluşturur. Elektrom etalürjide olduğu gibi galvanoplastide de büyük miktarlarda tüketilir; bir antisep­ tik ve fonjisittir. Streptokok ve stafilokokların yol açtığı bulaşıcı deri hastalıklarının tedavisinde, antiseptik ilaç olarak yarar­ lanılır. Bakır sülfat D alibour form ülünde genellikle çinko sülfatla birleşik halde bu­ lunur. Bu bileşik, bulam aç haline getirile­ rek bağcılıkta ve ağaçları korum ada önemli ölçülerde kullanılır. • B akır tuzlarının özellikleri. Bakır I tuzla­ rının çözeltileri renksizdir, havayla temas ettiklerinde yükseltgenerek mavileşir. Al­ kalilerle açık turuncu bir çökelek oluştu­ rurlar. Bakır I bileşiklerinin bağları tem el­ de ortak-değerlikli, tuzları diyamanyetiktir. Bakır II tuzları çözelti halinde mavi ya da yeşildir; alkalilerle mavi bir çökelek ve­ rirler; bu çökelek am onyakta çözünerek koyu mavi bir çözelti oluşturur; bakır II tuz­ ları, hidrojen sülfürle siyah renkte bakır II sülfür çökeleğini, potasyum ferrosiyanürle kızıl kahverengi bir çökelek verir. Bakır II tuzları paramanyetiktir. bakır cevherleri • Oksitli cevherler. Bu cevherler pek yay­ gın değildir. Başlıcaları kuprit (kırmızı ok­ sit), m elakonit (siyah oksit), m alahit (yeşil hidratlı karbonat), azurit (mavi hidratlı kar­ bonat), krizokol (hidratlı silikat) ve atakamittir (hidratlı oksiklorür). Bu cevherler A m erika Birleşik Devletleri, Şili, Zambiya, Zaire ve U zakdoğu'da çıkarılır. • Süllürlü cevherler. Bakır cevherleri için­ de en yaygın türdür. En önemlisi kalkopirittir (bakır ve demirin çift sülfürü Cu2S, Fe2S3) ve nadiren % 4 ’ün üzerinde ba­ kır içerir; işletilen d iğer sülfürlü cevherler, kalkosin (Cu2S), tetraedrit (ya da gri ba­ kır), bornit (ya da sorguçlu bakır), enargit (karmaşık sülfürler) ve bakırlı dem ir pi­ ritlerdir. Bu sülfürlü cevherler özellikle A m erika Birleşik Devletleri, Kanada, Şili, Zam biya, Zaire ve SSCB’de işletilir. bakır metalürjisi • I. Sülfürlü cevherlerin işlenmesi. Bu yön-



bakır tem bir yandan bakırın kükürde, öte yan­ dan dem irin oksijene olan ilgisinden ya­ rarlanılarak dem iri bakırdan kuru yolla ayırm aya dayanır. Yüzdürm eyle zenginleştirilen cevher, sırasıyla şu işlemlerden geçirilir: kavurma, bölüm sel yükseltgeyici bir işlev taşır ve dem ir sülfürün bir bölüm ünü oksit haline dönüştürür; eritme, demirin silisli cüruf bi­ çim inde elenmesini sağlar ve yansımalı fı­ rında (Water-Jacket: su ceketi) silis eşli­ ğ in d e (gang, eritici ya da fırın astan) g e r­ çekleştirilir. Özellikle son yıllarda oksitli or­ tam da sülfürlü derişiklerin hızlı eritilmesi­ ne dayanan yeni yöntem ler geliştirilmiş­ tir. (Flaş eritme fırınları, Noranda, Mitsu­ bishi ve TBRC yöntemleri.) Bu yöntem ­ lerle hem yakıt tüketim inde büyük bir ta­ sarruf sağlanır, hem de sülfürik asit üreti­ m inde kullanılan S 0 2 elde edilir. Eritme­ den sonra yaklaşık % 40 dolayında ba­ kır içeren zenginleştirilmiş bir m at kalır; dönüştürm e işlemi dem ir sülfürün mattan tam am en ayrılmasını ve ham bakır (blister bakır) elde edilmesini sağlar. Eskiden kullanılan silisli asit tuğlalarla astarlanmış konvertörler günümüzde yer­ lerini iç aşınmayı sınırlayan dem ir oksitli (Fe30 4) baz astarlı konvertörlere bırak­ mıştır; demiri cüruflaştırma işlevi gören si­ lis, banyoya silis cevheri biçim inde katı­ lır. o/o 3 ’ten düşük oranda bakır içeren fa­ kir sülfürlü cevherlerin işlenm esinde yaş yöntem den (liçing) yararlanılır; Bakır sül­ fat ya da bakır klorür çözeltisine demir ka­ tılarak bakır metal halinde çöktürülür. • II. Oksitli cevherlerin işlenmesi. Kuru yöntem , VVater-Jacket'te erimiş cevherin karbon eşliğinde indirgenmesine dayanır; bir eritici (alümin ya d a kireç) katılarak gangın cevherden cüruf halinde ayrılması sağlanır. Öte yandan sülfürlü cevherler­ de uygulanan yönteme benzer bir de yaş yöntem vardır; ancak ço k az kullanılır. • III. H am bakırın arıtılması (ham bakıra genellikle blister bakır denir; çünkü d ö ­ nüştürm e sonunda bakır yüzeyinde kü­ kürt dioksit gazı çıkışından kaynaklanan



kabarcık boşlukları oluşur). Arıtma işlemi­ nin iki önemli yararı vardır: işlem sonun­ da hem arı bakır, hem de düşük oranlar­ daki altın, gümüş, bizm ut vb. gibi değerli katışkılar elde edilir. Yansımalı fırında kuru yöntem le arılaş­ tırmaı, katışkıların büyük bölüm ünü yükseltgeyerek en az °/o 99,5 oranında ba­ kır içeren arı bir metal elde edilmesini sağlar. Önce uçucu elementler (çinko, ar­ senik, antimon) elenir; sonra d iğ e r katışkılar (demir, kalay, bizmut, kurşun) silisle tepkim eye girerek cüruflaşır. işlem sıra­ sında bir bölüm bakır da yükseltgend iğ in­ den ağaçlam a ile son bir kez indirgem e uygulam ak gerekir. Elektrolitik arılaştırma % 99,95 arılıkta bakır elde etme olanağı verir. Flam bakır ya da kuru yolla arılaştırılmış bakır, levha biçim inde dökülür ve bu levhalar asitli ba­ kır sülfat çözeltisinde anot biçim inde kul­ lanılarak elektrolizlenir (çözünen anot yön­ temi); arı bakır katotlar üzerinde birikir ve sonra yeniden eritilerek külçe halinde dö ­ külür. Elektroliz tankının dib in de biriken çam urlar toplanır ve yeniden işlenerek değerli metaller (gümüş, altın, selenyum, tellür, platin) ayrılır. bakır kullanımı Arı bakırın sanayide kullanımını belirle­ yen temel özellikler şunlardır: 1. Sanayide kullanılan metaller arasında çok iyi elektrik iletkenlerinden biridir ve en iyi iletken güm üşün iletkenliğinin % 95’ine ulaşır, (iletken teller ve kablolar, elektrikli aygıtlar, motorlar, anahtarlar, kontaktörler vb.) 2. Ç ok iyi bir ısı iletkenidir. (Kazanlar, im­ bikler, bakır kaplar, değiştiriciler vb.) 3. Flava korozyonuna karşı yüksek bir di­ renç gösterir (boru sistemleri, çatıların kaplanması [yeşil pas oluşumu]). Arı bakır temel olarak elektrik sanayi­ sinde kullanılır; am a kimi niteliklerini ge­ liştirmek gerekir (çekme dayanımı, yorul­ ma dayanımı, sertlik, işleme kolaylığı, döğülm e sertleşmesinin daha iyi korunm a­



sı için yeniden kristalleşme sıcaklığının yükseltilmesi, korozyona karşı direnç); bu am açla yüksek iletkenliğini korum ak ko­ şuluyla çok düşük oranlarda kimi ele­ mentler katılır: % 0 ,1 güm üş, % 0 ,8 kad­ miyum, % 0,5 tellür, krom ya da kükürt. Sanayide kullanılan bakırlar şunlardır: m ekanik alanda kullanılan bakır yüksek bir iletkenlik gerektirm ez (kanal boruları, çatılar); bu bakırların oksidi fosforla g id e ­ rilir, bu yolla oksitlenmeye karşı yüksek bir direnç kazanırlar, ancak iletkenlikleri d ü ­ şer; elektrik alanında bakırın yüksek ilet­ kenliğinden yararlanılır; oksijensiz bakır, ço k yüksek iletkenlik, dövülebilirlik ve ca­ m a kaynayabilm e niteliği (elektronik) g e ­ rektiren uygulam alarda kullanılır. Bakırdan, oymalı metal yapıtlar d a ya­ pılır.



1227



bakır alaşımları Bakır ço k sayıda metal elem entle ala­ şım yapabilir. Bakıra yabancı elem entle­ rin katılması, ısı ve elektrik iletkenliğini her zam an azaltan bir etki yapar; ancak m e­ kanik ve erim e özelliklerinde bir gelişme görü ld üğ ü gibi korozyona karşı da özel bir direnç kazanır. Sanayideki önemine göre bakır alaşımlarının başlıcaları şunlar­ dır: p irinçler*, b ron zla r*, alüm inyum * tunçları, bakır-nikeller*, m ayşorlar*. Bu b üyük alaşım gruplarının dışında bakır -berilyum gibi özel bakır alaşımları da var­ dır. Katkı oranı düşük bakır alaşımları (ka­ tılm a oranı % 2 ’den az) arasında en önem lileri şunlardır: güm üşlü bakır (% 0,1), yeniden kristalleşme sıcaklığında IOO°Ciık bir artış görülür (elektrik makine­ leri parçaları ya da lehimleme sıcaklığına dayanması gereken parçalar); kadm iyu m lu bakır (% 1) m ekanik yük çekmesi gereken hava telefon hatlarında kullanı­ lır; krom lu bakır (% 0,7), su verm eyle iş­ leyen bir menevişlemeyle yapısal sertleş­ m eye elverişlidir. Krom lu bakırdan kay­ nak elektrotları yapılır ve elektroteknikte büyük m iktarlarda kullanılır; zirkonyum lu bakır (% 0,5), kromlu bakıra ço k benzer.



BAKIRIN ÜRETİMİ VE TÜKETİMİ



bakır Ayrıca yüksek m ekanik özellikler göste­ ren bakır-silisyum -nikel alaşımları vardır. Û te yandan bakır-kurşun bir psödo -alaşımdır; sürtünmeye karşı gösterdiği olum lu niteliklerinden dolayı kullanılır.



1228



üretim



bakırcı



Bakır üretimi en eski çağlara değin iner; bununla birlikte, yüzyılımızın başına değin sınırlı bir düzeyde kalmıştır (1900’de 500 000 t metal). 1914'te 1 Mt'a çıkan üretim, 1939’da yaklaşık 2 Mt’u buldu, günüm üzdeyse 9 Mt'u g e ç­ miştir. Ayrıca hurdalardan giderek daha büyük m iktarlarda bakır elde edilmeye başlandı. Dolayısıyla bakır arılaştırma fabrikalarının toplam üretimi 10,850 M t’a ulaşmıştır. Şili ve Amerika Birleşik Devletleri, hem cevher (1,588 ve 1,587 Mt metale eşde­ ğer), hem de metal (1,2 ve 2 Mt arılaştı­ rılmış bakır) üretiminde önde gelen iki ül­ kedir. Am erika’da bakırın hemen tamamı batı bölgelerindeki düşük oranlı çok bü­ yük cevher yataklarından sağlanır (% 60'ı Arizona ve Yeni Meksika'dan, geriye kalanı da Utah ve Montana'dan). Ulusla­ rarası nitelikte güçlü şirketlerden Ana­ sonda C opper Com pany ve Phelps Dodg e Corporation 1895’te, K ennecoltt C op­ p e r Corporation ise 1915’te bu bölgede kuruldu. Maden ocakları ve bakır sanayi­ si Şili’de Chuquicamata, El Teniente ve Escondida'da toplanmıştır. Avrupa ve Japonya'da arı bakır üretimi (1,3 Mt ve 1 Mt) cevher üretim inden ol­ d ukça yüksektir (554 700 t ve 13 000 t). Üstelik bu ülkelerin tüketimi büyük ölçü­ lere ulaştığından (3,1 Mt ve 1,6 Mt), hem ham bakır, hem de arılaştırılmış bakır dı­ şalımı yapm ak zorundadırlar. Avrupa'da, rmaden yataklarına yakın yerlerde kuru(an küçük fabrikalar dışında bakır sanayi­ si büyük sanayi bölgelerinde ve büyük kentlerin yakınında gelişm iştir (Orta İngil­ tere ve Londra, Anvers, Ruhr); Japon­ ya'da ise lim anlarda ve özellikle içdeniz kıyılarında kurulmuştur. Uluslararası bakır pazarı, bir grup dev­ let tarafından beslenir; bu devletlerin ya­ takları avrupalı ve kuzey amerikalı ulusla­ rarası şirketlerce işletilir Am a Zaire, Zam biya ve Şili’de ise yerlerini ulusal şir­ ketler almıştır. Kanada (807 000 t, özellikle Sudbury, sonra û u e b e c ’te) ve Avustralya’nın (327 000 t, üçte ikisi Ö ueensland'da [özellikle Mount İsa]) bakır üretimi son yıllarda hız­ lı bir artış gösterdi. Zaire’de (356 000 t) Shaba bölgesinde, Zam biya'da (496 000 t) C operbelt’te sınır noktaya ulaştı. Türkiye dünya bakır üretiminde %° 49’luk bir paya sahiptir (1990 yılında 43,8 Mt). Bakır cevheri Ergani, Küre-Aşıköy, KüreBakibaba ve Kutlular ocaklarından çıka­ rılır. — Çevrebil. ve Pedol. Bakır iyonu, çok az oranda, bitkiler için zorunludur: bu oligoelement, yeşil bitkilerin olağan solunu­



m unda kimi enzim lerin oluşmasına katı­ lır. Buna karşın yüksek orandaki bakır, toprakta zehirleyici etki yapar: kuvvetli elektronegatif o ld u ğundan çeşitli enzim ­ lerin m oleküllerine bağlanır ve onların et­ kinliklerini kilitler. Bakırın organom etal bi­ leşikleri, serbest haldeki bakır iyonu ka­ dar zehirli değildir. Bakır, hayvan organizm alarının bileşi­ minde ve işlevini iyi bir biçim de yerine ge­ tirm esinde zorunlu bir oligoelementtir. Bu iyonun içme suyundaki en yüksek oranı Dünya sağlık örgütü'nce litrede 1 m g ola­ rak saptanmıştır. Göreli olarak yüksek tu­ tulan bu sayı böbreklerin bakır fazlasını elem e etkinliği ve böylece insan organiz­ m asında birikimi önlem esiyle açıklanır. A sm alardaki m ildiyu hastalığına karşı bakır tuzlarının uzun süre kullanımı kimi toprakların çoraklaşm asına yol açmış ve yeniden ekim e açılm adan önce bu to p ­ raklara zehir giderm e işlemi uygulam ak gerekmiştir. — Kim. Elektrolitik b akır kaplama, an çok kullanılan galvanoplastik yüzey işlemlerin­ den biridir, ister dem irin ve çeliğin hava korozyonuna karşı korunm asında olsun, ister kimi elektrolitik işlemlerde ara bir kat­ manın (krom kaplama, nikel kaplama) ya da çöktürm e yoluyla bir tabakanın (semantasyon) elde edilmesinde olsun, elek­ trolitik bakır kaplam adan geniş ölçüde ya­ rarlanılır. Sanayide iki tür çözünür bakır anotlu banyo kullanılır: asit banyosu, ba­ kır sülfat ve sülfürik asit içerir; alkali ban ­ y o d a alkali siyanür, bakır siyanür (ya da sodyum ve bakırın çift siyanürü), alkali karbonat ya da sudkostik bulunur. En ve­ rimli alkali banyo, R ochelletuzu katılarak elde edilir (sodyum ve potasyum un çift tartaratı). Bakır kaplama genellikle olağan sıcaklıkta yapılır; ancak alkali ortam daki kaplam a için 7 0 -8 0 °C ’lık bir sıcaklık yeğ­ lenir. K im yasal bakır kaplama, dem ir metali üzerine kolayca uygulanır. Bakır tuzu içe­ ren bir asit çözeltisi içine bir dem ir lama daldırılırsa, bakır iyonları bakır olarak ay­ rılır ve dem irin üzerini düzgün bir katman biçim inde kaplar (semantasyon). Bu yol­ la elde edilen kaplama, gözeneklidir ve genellikle pek dayanıklı değildir. —Tekst. Bakır ipeği, pam uk artıkları ya da odun ham urundan elde edilir. Bu ham ­ m addeler iyice tem izlendikten sonra ba­ kır sülfat ve sodyum hidroksitten elde edi­ len bakır hidroksit çökeltisi ile karıştırılır. Bu karışım bir yandan sıkıştırılarak sıvı­ dan arındırılırken, bir yandan havası da alınır. Suyu ve havası alınmış kütle am onyum hidroksitle işlenir. Böylece se­ lüloz üzerine çöken bakır hidroksit am on­ yakla tepkim eye girerek Schvveitzer çö ­ zeltisini oluşturur. Bu çözeltide selülozu çözer. Elde edilen bu çözelti durultm a banyosundan geçirildikten sonra 112 denye inceliğinde çekilerek bobinlere sarı­ lır. B A K I R , M anisa’nın Kırkağaç ilçesi, merkez bucağına bağlı yerleşme; 3 954 nüf. (1990). Belediye. PTT. B A K IR (M uham m et bin Ali EL-) -» M u ­ h a m m e t BİN ALİ EL-BAKIR.



B Â K IR sıf. (ar, bakr, oymak, yairmak'tan bakır). Esk. 1. Geniş — 2. Delen, oyan, yaran. ♦ a. Arslan. —Anat. Esk. Göz damarı.



B a k i r dağı, A n a do lu ’da Tahtalı dağlahnın G.-B. kesim inde yüksek doruk; 2 721 m. Kayseri’ nın 80 km G.-D.’sundadır. ■ B A K IR C I a 1. Bakır kaplar ve kazan­ lar yapan ya da satan kimse. — 2. Bakır işleyen,erkek ya da kadın işçi. B A K IR C IL IK a. Bakır kap kacak yapı­ mı ve/ya da satışıyla uğraşan iş dalı. — A n s İk l . El sant. A nadolu'da bakırcılığın gelişimi, ço k eski ta rih le re 'd e ğ in uzan­ maktadır. Ç atalhöyük'te yapılan kazılar-



altın yaldızlı bakır (tombak), XVII. yy. Topkapı sarayı müzesi, İstanbul dan elde edilen bulgular, bakır cevheri­ nin, arıtılan m adenlerin başında geldiği­ ni gösterm ektedir. Tavlam a tekniği de ilk kez Anadolu’da gerçekleştirilmiştir. Çayönü, Ç atalhöyük ve Suberde kazılarından çıkan ve İ.Ö. VII. bine tarihlenen, dövm e tekniğiyle yapılm ış iğne, kanca gibi ge­ reçler ve çeşitli süs eşyaları bunu kanıtla­ maktadır. Yapılan araştırmalar, A n a do lu ’ da bakır cevheri yataklarının Eskiçağ’dan beri işletildiğini doğrulam aktadır. Roma ve Bizans dönem lerinde de, A n a do lu ’da gelişmiş m aden sanatı atölyeleri bulunu­ yordu. Büyük Selçuklular ile birlikte, İslam m aden sanatında önemli bir gelişm e ol­ du. Selçuklular, sanatın birçok dalında ol­ duğu gibi m aden sanatının gelişim inde de önemli rol oynadılar. Selçuklular'ın İs­ lam m aden sanatına getirdiği en büyük yenilik, % 70 bakır, % 30 çinkodan olu­ şan pirincin her türlü kap yapım ve işle­ m e tekniğinde kullanılışıdır. Bu dönem de gelişmiş m aden sanatı atölyelerinin bulun­ duğu yerlerin başında Konya, Mardin, Hasankeyf, Diyarbakır, Cizre, Siirt, Harput, Erzincan ve Erzurum geliyordu. Os­ manlI devletinin kurulm asından sonra, gerek A nadolu’da, gerekse Balkanlar’da bakır madeni yataklarının yoğun olarak iş­ letildiği ve m aden sanatının d oruk nokta­ sına eriştiği bilinmektedir. Bu dönem e iliş­ kin bakır eserlerin hemen tüm ü, üstün bir işçiliğin ürünüdür. Kap türlerinin fazlalığı, zengin biçimler, özgün bezemeler, bu dö­ nem bakır işçiliğinin ayırtedici özellikleri­ ni oluşturm aktadır. Anadolu ve Balkanlar’daki çok sayıda m aden sanatı atölye­ lerinin en tanınmışları: Balkanlar’da Usküp, Priştine ve Saraybosna; A nadolu’da Gaziantep, Kahramanmaraş, Mardin, Di­ yarbakır, Siirt, Muğla, Malatya, Elazığ, Er­ zurum, Trabzon, Giresun, Ordu, Sivas, Tokat, Kayseri, Çankırı, Çorum, Amasya, Kastamonu, Konya, Burdur, Denizli, Af­ yon, Kütahya, Balıkesir, Bursa, İstanbul ve Edirne idi. Bunlardan bazıları, g ünü­ m üzde de bakırcılık m erkezlerindendir. Bakır kap yapım teknikleri dövme, dök­ me, sıvama (tornada çekm e) ve preste basm a olm ak üzere dört ana bölüm e ay­ rılır. Bunlardan dövm e tekniği, bakır kül­ çesini çekiçle döverek levha haline getir­ m ek ve biçim lendirm ek üzere, binlerce yıldan beri kullanılan bir yöntem dir. Ham bakır kalhanede eritildikten sonra tahta (sonradan pik dem irden yapılmış) kalıp­ lara dökülür. Bunlardan çıkartılan külçe­ ler, uzun, ağır çekiçlerle dövülerek levha haline getirilir. Bu işlem, sayıları 5-10 ara­ sında değişen kol * adı verilen bir ekip ta­ rafından gerçekleştirilir. G ünüm üzde bu işlem otom atik silindirlerce gerçekleştirilm ektedir. Bunlar, levhanın her yerinde kalınlığın aynı olması ve sağladığı kolay­ lık nedeniyle tercih edilmekteyse de döv m e bakır kadar dayanıklı değildir. Külçe



bakırın dövm e tekniğiyle levha haline ge­ tirilişi, Surname-i hum ayun (XVI. yy.) ve Surnam e-i Vehbi’de (1720) yer alan m in­ yatürlere de konu olmuştur. Bu yöntem, XX. yy.’ın başına değin Balkanlar ve Ana­ d olu ’da, geleneksel biçimini korumuştur. Hatta A n a do lu ’daki birçok bakır atölye­ sinde, bu yöntem in XX. yy.'ın ikinci yarı­ sına değin en ufak bir fark olmaksızın sür­ d ürüldüğü bilinm ektedir. Önemli bakırcı­ lık m erkezlerinden M uğla'nın Yatağan il­ çesine bağlı Kavaklıdere bucağında, ağırlığı 100 k g ’a varan leblebici tavaları­ nın yapım ında, günüm üzde de bu yön­ tem kullanılmaktadır. Bakır, tek başına elverişli bir döküm malzemesi değildir. Bunun için kalay, kur­ şun, çinko gibi m adenlerle karıştırılarak, dökülebilm e özelliği olan bronz ve pirinç alaşımları elde edilir. Bunlardan kap ka­ cak gibi ev eşyası yanında kulp, kulp bağlantısı, emzik, menteşe gibi parçalar da yapılır. Sıvama (tornada çekme) ve preste basma yöntemleri, bakırcılığa son­ radan girm iş yöntem lerdir. Teknolojiye koşut olarak bakırcılıkta kullanılan teknik­ ler de gelişmiştir.



BAKIRÇAY ya da BAKIR ÇAYI, an tik K a ik o s , Ege bölgesinde akarsu; Kırk­ ağaç ovasının kuzey kenarındaki Öm ür dağından inen derelerin birleşmesiyle oluşur. Kırkağaç ovasından dar bir vadi­ yi izleyerek çıkar; kendi adını taşıyan ge­ niş bir çöküntü ovasında aktıktan sonra Çandarlı körfezinde bir delta ile Ege denizi’ne dökülür. U zunluğu 129 km; bes­ lenme havzası 2 887,6 km2; ortalama akı­ mı saniyede 17,8 m 3; yıllık toplam akım ortalaması 430 m ilyon m3. Yazın ço k be­ lirgin bir akım azalması olur. BAKIRDAĞI, Kayseri'nin Develi ilçesi­ ne bağlı Taşçı bucağının eski adı. Bucak merkezi Taşçı köyünün adını aldı.



Bakırgan kitabı, H akim * Süleyman A ta ’nın şiir kitabı, içinde, Ahm et Yesevi’ nin Divan-ı hikm et adlı kitabındaki "hikm et"lere, vezin (hece vezni), nazım biçi­ mi ve içerik bakımından benzeyen 124 şi­ ir ile 8 manzum hikâye vardır. BAKIROANİ -> HAKİM SÜLEYMAN ATA.



BAKIRHANE a. Esk. Bakır kap kacak yapılan yer.



BAKIR-KALAY a BRONZ’un eşanlam ­ lısı.



BAKIRKÖ Y, İstanbul'da, Avrupa ya­ kasında semt, ilçe ve ilçe merkezi; 301 673 nüf. (1990). Türkiye’nin en kalabalık ilçesiyken 1992 yılında beş ilçeye ayrıla­ rak küçültüldü (Bakırköy, Avcılar, Bağcı­ lar, Bahçelievler, Güngören). Ticaret ve sanayi merkezi. Marina. Turistik tesisler. —Tar. ilk ç a ğ ’da önce H ebdom on, daha sonra Septimum adıyla bilinen bu kesim, Roma ve Bizans dönem lerinde kentin yazlığı konumundaydı.Constantinus l(Büyük) dönem inde burada saraylar, köşk­ ler, kiliseler yapılmıştı. Bizans'ın son d ö ­ nem lerinde Makrohori, O sm anlılar’dan sonra da Makriköy adını aldı. 1768’de ba­ ruthane, Tanzim at’tan sonra bez fabrika­ sı kuruldu. C um huriyet’ten sonra Bakır­ köy adıyla ilçe oldu. BAKIRKÖ Y, esk. K u va rsh a n , Artvin’in merkez ilçesi, merkez bucağına bağlı köy; 170 nüf. (1990). Kuvarshan kalesi. Bakırköy baladiya tiyatrosu, Z. Berksoy*un girişimi ve Bakırköy Beledi­ ye s in in desteğiyle 1990’da kurulan tiyat­ ro. Bakırköy Belediyesi sınırları içinde 3 ayrı sahnesi vardır. Repertuvarında yerli oyunların yanı sıra çağdaş dünya tiyatro­ sundan örneklere de yer verir. Bakırköy pam uklu konfeksiyon fab rikası (Sümerbank), İstanbul’da Süm erbank’a bağlı dokuma sanayisi ku­ ruluşu. 185S’de, özel bir şirket olarak ku­ ruldu. Kısa bir süre sonra Harbiye neza.reti'ne bağlandı. 1933’te Süm erbank’a devredildi. Bu dönem de, işletmenin tek­



nik düzeyi yükseltildi, kapasite artırımına gidildi ve hazır giysi birimi eklenerek üre­ tim çeşitlendirildi. 1986 yılından itibaren dokuma faaliyetlerine son verildi. O tarih­ ten başlayarak giysi üretilen fabrikada 1327 kişi çalışmaktadır (1992). Kuruluş, sivil kesim dışında askeri kesime de hiz­ met verir.



Bakırköy ruh ve sinir hastalıkları hastanesi, İstanbul'da Sağlık ve sos­ yal yardım bakanlığı’na bağlı sağlık ku­ rumu. Akıl hastaları daha önce Ü sküdar’ daki Toptaşı bim arhanesi’nde tedavi gö­ rüyorlardı. Bu kuruluşun başhekimi Ord. Prof. Dr. Mazhar Osm an’ın (Uzman) giri­ şimiyle Bakırköy’deki Reşadiye kışlasının akıl hastanesine dönüştürülm esine karar verildi. 1924’te Dr. Fahrettin Kerim ’in (Gökay) de katkılarıyla kışla hastaneye dönüştürüldü. 1927’de Toptaşı bimarhanesi kapatılarak Bakırköy akıl hastanesi’ nin kuruluşu resmen gerçekleşti. Geri ze­ kâlı çocukların, veremli akıl hastalarının te­ davisi için yeni pavyonlar kuruldu. Ruhbilim ve nörolojinin çeşitli dallarında bir­ çok uzman ve bilim adamı yetiştirildi. Baş­ hekim Dr. Faruk Bayülkem ’in girişimiyle 1960'tan sonra hastalık türlerine göre pavyonların ve tedavi am acına yönelik meslek atölyelerinin açılması sağlandı. Bu dönem de başlatılan toplum a yeniden ka­ zandırm a (sosyal readaptasyon) uygula­ masıyla, hastaların iyileştikten sonra iş bu­ labilmeleri için ça ba gösterildi. Ancak ruh hastalarının sayısındaki artış, yeni tedavi kurumlarının açılmaması ve dünyada uy­ gulanan tedavi yöntem lerinin gerisinde kalınması, hastane hakkında kam uoyu­ nun olumsuz yargılara varm asına neden oldu. 1979’da başhekim liğe getirilen Dr Yıldırım Aktuna’nın öncülüğünde, yenileş­ tirm e hareketi başlatıldı. Bakırköy akıl has­ tanesi vakfı kuruldu, 1 170 yataklı ek bir tesis yapıldı, hastabakıcı, doktor sayısı ar­ tırıldı; giyim, temizlik, beslenme, ısınma gi­ bi temel gereksinim ler karşılandı. Ayakta tedavi ünitesi, gündüz hastanesi, Alkol ve uyuşturucu m adde bağımlılığı tedavi ve araştırma merkezi (AMATEM) gibi ek bö­ lüm ler açıldı.



BAKIR-KROM a. Kim. Genellikle % 0,6 - 1 oranında krom içeren bakır alaşımı. (Eşanl. KUPROKROM.) — ANSİKL. Bakır-krom alaşımları, yapısal b ir sertleşme sağlayan ısıl işlem den g e ­ çirilebilir; bu yolla krom un ço k ince tane­ cikli çökeltiler halinde dağılması sağlanır ve bakırca zengin katı çözelti yapısı elde edilir. Yeterli bir sertlik ve yüksek bir elek­ trik iletkenliği (bakırınkinden % 80 daha yüksek) olan bakır-krom alaşımlarından elektrikli aygıtların parçaları ile kaynak elektrotları üretim inde yararlanılır. °/o 10 krom içeren bir alaşım ise döküm cülük alaşımlarını hazırlam ada kullanılır (kimi bakır alaşımlarında tane küçültm e tavı).



BAKIR-KURŞUN a. Kim. Temel bile­ şenleri bakır ve ikincil bileşeni kurşun olan, ayrıca kalay, nikel ve antim on kat­ kıları içeren alaşım. (Yatak alaşımı olarak kullanılır.) —ANSİKL. Bakır-kurşun alaşımına pem be metal de denir; bu ad, rengi nedeniyle bu alaşımı, kurşun, kalay ya da antimon ağır­ lıklı klasik yatak alaşımı b eyaz m e ta l'den ayırm ak için verilmiştir. Genellikle % 25 -40 arasında değişen oranlarda kurşun içerir, iki metalin karışmazlığı, alaşıma, plastik bir bakır matris içine kurşunun yer­ leşmesiyle oluşmuş bir yapı sağlar; daha yum uşak olan kurşun elementi, aşırı ısın­ ma halinde yağlayıcı işlevi görerek yata­ ğın sarmasını önler. BAKIRLANMA a. Sil. Ateşli silahların yivlerinin d ibinde biriken ve mermi sevk çem berinden kaynaklanan bakır katm a­ nı. (Bu birikim kimi zaman çelik de içerir [çeliklenme].)



BAKIRLI sıf. Kim. Bakır içeren m adde­ ler için kullanılır: Bakırlı metaller.



B A K IR -M A N G A N



a. K im . B a k ır -m angan alaşımı, % 30 oranında m anga­ nez içeren bakır alaşımı. (Bu alaşımlar, özgül elektrik direnci nedeniyle ç u bu k ya da tel biçim inde elektrik dirençlerinin ya­ pım ında kullanılır. Özel bileşimli bakır -m angan alaşım larından özgül direnci sı­ caklıkla ço k az değişen duyarlı ya da ısı­ tıcı dirençler yapılır.) [Eşanl. KUPROMANGAN.j



BAKIR-NİKEL a. Kim. Genellikle % 5 0 ’den daha düşük o randa nikel içeren bakır alaşımı. (Bu alaşıma °/o 0,5 - 6 ora­ nında demir, % 0,3 -1 oranında da m an­ ganez katılır.) [Eşanl. KU P R O N İkel.] — ANSİKL. Nikel, bakırda her oranda çö ­ zündüğünden bakır nikel alaşımları tek fazlı yapı gösterir. Nikel oranı ne kadar yüksekse korozyona karşı o kadar direnç­ lidir. Bu alaşımlardan genellikle plaka, sac, bant, boru, ç u b u k ve tel yapılır. Bakır-nikel teller özellikle elektrik dire n ç­ leri olarak ya da sıcaklığın ölçülm esinde kullanılır. Silisyum ya da alüm inyum kat­ kısı bu tür alaşımlara yapısal bir sertleş­ me sağlar. BAKIRÖLÇER a. Kim. A ğaç direklerin korunm asında kullanılan bakır sülfat çö ­ zeltilerinin bir ayraç yardımıyla (amonyaklı siyanür çözeltisi) renkölçüm sel denetim i­ ni sağlayan dereceli deney tüpü,



BAKIRPASI a. Kim. Bakır eşyalar üze­ rinde, nemli havada karbondioksit etkisiy­ le oluşan bakır hidrokarbonat.



BAKIRTAŞ a. Bakırın kullanılmaya baş­ lanmasıyla nitelenen tarihöncesi dönem. — ANSİKL. Bakırtas, Yenitaş ile Tunç cağı



arasındaki geçiş dönem idir. A ncak bu dönem de, bakır eşyaların yanı sıra taştan eşyalar da uzun süre kullanılmıştır. Bu ba­ kımdan "bakırtaş" deyimi, zamandizinsel olm aktan çok, teknik-ekonom ik bir eşik olarak anlaşılmalıdır. Dövme bakırdan ilk eşyalar Yakındoğu'da VIII. binyıldan baş­ layarak ortaya çıkmıştır; eritilmiş bakırın VI. binyılda ortaya çıktığı sanılır; kullanı­ mının yaygınlaşması ise IV. binyılın sonu­ nu bulur; Batı A v ru p a 'd a eritilmiş bakırın varlığına III. binyılın sonunda rastlanmış­ tır,



BAKIRTAŞI



a. Org. kim . MALAHİT’in



e şan lam lısı. -



BAKIŞ a. 1. Gözleri bir kimse ya da bir şey üzerine çevirm ek, bakm ak eylemi (genellikle çoğul olarak): B ir kimsenin b a ­ kışlarından tedirgin olmak. — 2. Bakm a biçim i, gözlerin ifadesi; nazar: B ir kim se­ nin ne d üşündüğünü bakışlarından anla­ mak. Tatlı ya da d elici b ir bakış. — 3. Bir şeyi ele alma, yorum lam a biçimi: K aram ­ sar b ir bakış. — 4. Bakış açısı, b ir olayı, konuyu belli bir noktadan ele alma; yak­ laşım. || B ir bakışta, hemen, bakar bak­ maz: Duvarın eğriliğ i b ir bakışta görü le ­ biliyor. || ilk bakışta, ilk aşam ada, uzun boylu incelemeden: ilk bakışta, h e r şeyin yolunda old u ğ un u sanmıştım. — Fels. Sartre’a göre, bir kişi ile başkası arasındaki temel ilişki; bu ilişkide kişi, hem başkasını, hem de aynı zam anda kendi kendisini kavrar, (Bk. ansikl. böl.) ♦ b a k ış la r çoğl. a. Dikkatle incele­ yen, gözleyen kimseler; gözler: Meraklı bakışlardan uzak. — ANSİKL. Fels. Sartre’a göre, bakışta, kişi başkası kendisine g öründüğü ölçüde kendi kendisini de görm üş olur. “ Bir ba­ kışı yakalam ak [...], kendine bakıldığının bilincine varm ak dem ektir. Gözlerin orta­ ya koyduğu bakış, her ne türlü olursa ol­ sun, [...] her şeyden önce benden bana gönderen bir aracıdır" (Tûtre et le Nâant, 3,1,4).



BAKIŞIK



sıf. 1. Karşılıklı o la ra k b irbiri­ n e b a k a n .— 2.B A K IşiM L l’nın e şan lam lısı.



BAKIRLAŞMAK gçz. f. Renkçe bakı­



BAKIŞIKSIZ



ra dönüşm ek, kızıllaşmak.



lam lısı.



sıf. BAKlşiMSlZ’ın e ş a n ­



bakışım 1230



0 ya göre bakışım (merkezsel bakışım)



(D) ye göre bakışım (eksensel bakışım)



i doğrultusuna koşut olarak (P) ye göre bakışım (düzlemsel bakışım)



B A K IŞ I M a. 1. Bir noktaya, bir ortay düzlem e göre iki ya da daha ço k öğenin konum bakım ından denkliği, (Eşanl. Sİ­ M ETRİ.) — 2 . Bir bütünün öğelerinin d ü ­ zenli ve dengeli yerleşmesinden ortaya çı­ kan uyumlu görünüm . — Biyol. Vücuttaki organların, bölütlerin ya da parçaların bir d o ğ ru ya ya d a bir d üz­ leme göre benzer durum u. (Bk. ansikl. böl.) —Ceb. AşırıdCızlemsel d ikgen vektör b a ­ kışımı, bir aşırıdüzleme göre dikgen ba­ kışım. || Vektör bakışımı, bir vektör uzayı­ nın kıvrılımlı özyapı uygulaması. (Bk. an­ sikl. böl.) — Denize. Bakışım düzlem i, gemiyi boyu­ na iki parçaya ayıran düzlem. — Ed. Bir cüm lenin iki öğesinin birbirine koşut biçim de düzenlenmesi. — Fiz. Bakışım ilkeleri, kimi dönüşüm gruplarının, fizik yasalarının değişm ezliği­ ni engellemediğini belirten ilkeler. (Bk. an­ sikl. böl.) —Geom. Öyle bir afin dönüşüm ki ya öz­ deşliktir ya d a bir M noktasına bir M'noktasını eşlik ettirir; bu son d u ru m d a ,(M M 1) [H, in bir tekli küm e olması dışında] H, i kesen bir başka H2 afin altuzayına (aşırıdüzlem, düzlem ya da doğru) koşut oldu­ ğ un d a n [M M '] ün ortası bir H, noktalar kümesine (tekli küme, doğru, düzlem ya da aşırıdüzlem) aittir. j| Bir şeklin dikgen bir bakışımla değişmezliği. (Özbakışım da denir.) || Kim i ke z,‘dizilim le değişmezlik. || D ikgen bakışım, H f ile H2 altuzaylarının d ikgen olduğu bakışım. || D önel bakışım (ya da özbakışım), bir şeklin, gelişigüzel açılı dönm elerle değişmezliği. (Bk. ansikl. böl.) || E ğik bakışım, dikgen olm ayan ba­ kışım. || n inci basamaktan bakışım (ya da özbakışım), bir şeklin n inci basamaktan yinelenmeyle değişmezliği. — A N S İK L . Biyol. Canlıların .gerek bütü­ nünde, gerek çeşitli organlarında, bir kıs­ mı kökenlerine, bir kısmı çevrelerine ve yaşam tarzlarına bağlı olarak genellikle çeşitli bakışım öğeleri görülür. Gelişirr] sü­ reci bir canlı soyuna, ço ğu zam an bakı­ şım öğelerini kaybettirebilir, ama şu ya da bu özgül organ dışında, asla yenilerini edindirem ez. Ç oğu yaklaşık ya da eksik olsa da, canlıların bakışımı, sık sık ortaya çıkan bireysel ya da özgül anorm allikler­ le bozulmuştur. Bakışım açısından canlı­ larda durum şöyledir: 1. Yuvarlak yaratıklar: sularda ya da ha­ va da yüzen, uçan ya da yuvarlanan ba­ sit yapılı canlılar (sporlar, yumurtalar, çe­ şitli türlerin tohumları, ışınlılar, heliozoa, volvokslar, vb.; bunlara bir de saplı yu­ varlak organlar eklenebilir (meyveler [ki­ raz, portakal], urlar [meşe], sporkeseleri [m ukor], vb.); 2. Bir yere tutunarak b ir düzleme göre b ü ­ yü yen canlılar (kabuklu likenler, yosun yaygısı, m antar miselyumu, vb.): bu gibi canlıların yuvarlak bir çevresi ve bundan dolayı bir merkezi olabilir. Bunların üst ve alt diye iki yüzleri bulunduğu her zaman kolayca görülebilir. Bir yere tutunmadan, denizin dib in de yassı durum da yaşayan hayvanlar (vatoz balıkları, yassı denizkestaneleri) başlangıç bakışımlarını az çok korurlar. Buna karşılik, yanyüzerlerde (dil, kalkan, pisibalığı, tütünbalığı), iki yandan biri üst, öbürü alt olur ve bakışım kaybo­ larak sırt ve karın arasında yeni bir bakı­ şım düzeni oluşur; bir çenetiyle bir yere tutunan bazı ikiçenetlilerde de (istiridye) aynı durum görülür; 3. B ir yere tutunarak b ir eksene g öre ve dikine büyüyen canlılar: ağaçlar, karada yetişen otsu bitkilerin çoğunluğu, polipler, bazı derisidikenliler, bazı süngerler, vb. Bu gibilerde eksen ya dolanmalı (mantar­ lar), ya 3, 4, 5, 6 ya da n sayıda yinelenmeli olur, ama asla 2 ya da 7 sayılı olmaz. Eksen n sayıda ise, n sayıdaki özdeş kı­ sımlar 1/n'lik bir dönm e açısıyla birbirin­ den ayrılır. Beşli bakışım (5'li eksen) de­ risidikenliler şubesinin ve ikiçenekli bitki­ lerin çoğunluğunun özelliğidir; üçlü bakı­ şım (3’lü eksen) birçeneklilerin özelliğidir.



Bir eksene göre bakışımlı çiçeğe "ışınsal" ya da "d ü z e n li” denir; 4. Spiral gelişm eli canlılar (spiriller, karındanbacaklı yum uşakçalar, sarılgan bitki­ ler [sarmaşık], vb.): bunlarda aynı türün bütün bireyleri, u cubelik dışında, aynı yönde sarmaldır. Karındanbacaklılarda, bazı çok ender türler dışında, sağa sar­ mallık kuraldır. Ayrıca belirtmek gerekir ki, herhangi bir bitkinin sapı üzerinde yap­ rakların dizilişi bir ya d a birçok spiral ç i­ zer; 5. Hızlı harekete yetenekli canlılar: bun­ larda değişmez olan hareket yönü, bir ön ve bir arka arasında daim a m orfolojik bir farklılık yaratır. Bu canlıların en ilkelleri ya d a en yozlaşmışları bir dönm e-dolanm a eksenine sahiptirler; bu eksen genellikle yataydır: kamçılılar, yuvarlak solucanlar, hatta yılanbalıklan ve yılanlar. Bu durum ­ da da üstün alttan ayrılmaması hali çok e nder görülür. Gerçekte, hareketli yara­ tıklarda genellikle görülen tek bakışım öğesi, dikey duran ve vücudu ikiye ayı­ ran ok gidişi düzlemdir: sağ ve sol. Bu du­ rum a iki yanlı bakışım denir ve organlar bakışımlı çift organlar halindedir: iki göz, iki kulak, iki kol, iki bacak, vb. Bütün b ü ­ yük hayvan şubeleri (omurgalılar, eklem ­ bacaklılar, yumuşakçalar, vb.), aynı şekil­ de kara bitkilerinin çoğunun yaprakları ve " b irb a k ış ım lf ya d a (yanlış olarak) "d ü z e n s iz " denen çiçekleri (orkideler, ballıbabalar, aslanağzı...) ikiyanlı bakışım gösterirler. Kimilerinde (bazı birçeneklile­ rin dikey yaprakları [süsen], taraklılar gru­ bundan hayvanlar) alt ve üst özdeştir ve aynı zam anda iki dikey bakışım düzlemi vardır; biri vücudun büyüm e düzleminde, öbürü bu düzlem e dikey. Aynı şekilde, yanlış olarak "düzensiz” denen denizkestanelerinde (spatangue), ikiyanlı bakışım beşli bakışımla bir aradadır; aynı bakışım karındanbacaklılarda spiral bakışımla b ir­ likte vardır; 6. Bölütlü canlılar, yani birbiri ardına dizi­ li benzer parçalardan (bölüt ya da halka) oluşan hayvanlar (halkalı solucanlar, çokayaklılar, tenyalar, vb.): bu hayvanların bakışımları bu bölütlenm eyle bozulmuş değildir, fakat bölütlenme, bir eksene gö­ re bakışımlı türlerde olduğu gibi, özdeş ya da hiç değilse benzer kısımların sayı­ sını çoğaltır (omurlar, kaburgalar, eklem ­ li bacaklar, nefridiler, sinir düğümleri, vb.); 7. H iç b ir bakışım bulunm ayan canlılar: birçok benzer kısımdan oluşan bir canlı­ nın durum u böyledir (polipöbeği, ağaç, sünger, bryozoa kolonisi...). Bunlarda da her parça tam bakışımlıdır, am a par­ çalar düzensiz yer almıştır. Bakışımın ta­ mam en dıştan olması da sık görülen bir olaydır; insan bakışımlı bir yaratıktır, ama kalbi, midesi, pankreası ve dalağı solda, karaciğeri ve apandisi sağdadır; iki akci­ ğ e r eşit değildir; iki böbrek aynı yüksek­ likte değildir; beyin yarımkürelerinden biri (sağ el kullananlarda sol yarımküre) öbü­ rüne egemendir; aort yayı sola doğru kıv­ rılır, vb. Kısacası, bakışım her şeyden önce, en az çaba ile yerçekimini yenmenin bir aracı gibi görünm ektedir (denge ve hareket); bakışım, canlı türler için zorunlu değildir, am a billursu türler için zorunludur. — Ceb. Vektör bakışımı, E, ile E2, bir E vektör uzayının iki bütünler vektör altuzayı ise, x = x, + x 2 ye (x, e E,, x 2 e E2), x , - x 2 yi eşlik ettiren kıvrılımlı içyapı uygulam a­ sı E, e göre, E2 doğrultusunda (ya da E2 ye koşut olarak) bir vektör bakışımıdır. Ay­ nı biçim de, f, karakteristiği 2 den farklı olan değişmeli bir cisim üzerindeki E vek­ tör uzayının birbakışım ı ise, f-'lE ve f + lE nın çekirdekleri E nin iki bütünler vektör altuzayıdır ve f,.ıH E çekirdeğine göre, f + l E çekirdeğine koşut bir bakışımdır. — Fiz. • Fizik yasalarının bakışımı. Bakı­ şım kavramı günlük anlamıyla, değişik bakış açılarından incelendiğinde özdeş görünüm ler gösteren cisim ler için kulla­ nılır. Nitekim ideal bir küp, göz önünde bu­ lundurulan altı yüzünden biri ne olursa ol­



sun, kendine özdeş gibi görünür. Başka bir deyişle, bu cisim ler için farklı am a eş­ değer bakış açıları vardır. Fizik kuramı, ci­ simlerin bu tür tasarımının fizik yasaları' nı belirler. Bu yasalar, kimi büyüklükler arasındaki bağıntılardan oluşur; örneğin F = m a Nevvton yasası, bir cism e uygu­ lanan F kuvvetini, cismin m kütlesi aracı­ lığıyla a ivmesine bağlar. Fiziksel büyük­ lükler genellikle incelenen sistem için be­ nimsenmiş görüş açısına ya da daha tek­ nik birlerim le, kullanılan uzay-zaman kar­ şılaştırma sistemine bağlıdır. Karşılaştırma sistemindeki bir değişiklik fiziksel büyük­ lüklerin değerlerini değişim e uğıatır: ör­ neğin, bir nesnenin konum u, başlangıç noktaları farklı iki karşılaştırma sistemin­ de, aynı koordinatlarla belirtilmez. Dola­ yısıyla bu büyüklükler arasında bulunan ve belli bir fiziksel yasaya temel olan ba­ ğıntı, ilke olarak karşılaştırma sisteminin değişim ine eşit ölçüde değişikliğe uğra­ yacaktır. Bu değişiklik, yasada (bağıntı­ nın biçim inde) bir değişim e yol açm ıyor­ sa, yasanın dönüşüme göre değişmez ol­ duğundan ya da bu dönüşüm ün yasanın bir bakışımını oluşturduğundan söz edilir. • Bakışım ilkeleri. Fizik kuramı için bakı­ şımların önemi, fiziğin bütün yasaları için geçerli olan kimi evrensel bakışımların varlığından kaynaklanır. Dolayısıyla bu bakışımlar gerçek ilkeler biçim inde göz önüne alınmış ve henüz bilinmeyen alan­ lar üstünde yeni yasaların ortaya atılma­ sında büyük bir rol oynamıştır. Nitekim bakışım ilkeleri "üstün yasalar” (Wigner) biçim inde düşünülm üş ve bütün özel ya­ saların buna uymak zorunda olduğu var­ sayılmıştır. Ancak bu yasaların olası bi­ çimleri deney öncesi kurallarla sınırlanır. • Bakışım grupları. Bir fizik yasasının de­ ğişm esine yol açm ayan dönüşüm ler kü­ mesi, matematiksel bir g rup yapısı (bu dönüşüm lerin doğal bileşim işlemine g ö ­ re) gösterir. Dolayısıyla bir yasaya eşlik eden bakışım grubundan ve daha kesin olarak şu ya da bu özgül tipteki dönüşüm ­ lerden kaynaklanan kimi alt-gruplardan söz edilebilir. Böylece m odern matemati­ ğin özellikle zengin ve gelişmiş bir dalı olan gruplar kuramı, temel fizikte, bakışım ilkelerinin incelenmesinde, sınıflandırılma­ sında ve kullanımında çok önemli bir uy­ gulam a alanı bulur. • Uzay-zamam bakışımları. Fiziğin yasa­ ları, en basit biçimleriyle (örneğin Nevvton yasası F = m a ) "eylem sizlik sistem leri” adı verilen tüm karşılaştırma sistemlerin­ de geçerlidir. Bu karşılaştırma sistemleri, aşağıdaki dört alt-grubun d oğ urduğu bir dönüşüm ler grubuyla birbirine bağlıdır: 1. zaman ötelenmesi; 2. uzay ötelenm e­ leri (3 boyutlu); 3. uzay dönm eleri (3 bo­ yutlu); 4. bir karşılaştırma sisteminden, buna göre düzgün devinim halindeki bir diğerine geçişi belirleyen eylem sizlik sis­ temi dönüşümleri. Düşük hızlar sözkonu­ su olduğunda, bunlar Galilei dönüşüm le­ ridir; daha kesin bir kuram Lorentz dönü­ şüm lerinde görülür. Başka bir deyişle iki karşılaştırma sistemi, ancak düzgün de­ vinimle birbirinden ayrılır; dolayısıyla uzay eksenlerinin yönelimi ile uzay ve zamanın başlangıç noktalarındaki kayma eşdeğer görüş açıları sağlar. Uzay-zaman bakışımları grubu, göreli­ lik g rubudur ve Einstein göreliliği çerçe­ vesinde "Lorentz” y a d a "P oincare” gru­ bu adını, Galilei göreliliğinde ise Galilei grubu adını alır ve düşük hızlarda geçer­ li bir yaklaşımdır. Einstein göreliliği, günü­ müzde, ne tür olayla ilgili olursa olsun bü­ tün fizik yasalarının uyduğu evrensel bir bakışım ilkesi olarak düşünülmelidir. Ger­ çekte, görelilik grubunu tanımlayan, uzay -zamanın işte bu yapısıdır. • Korunum yasaları. Bakışım ilkelerinin fi­ zikteki önem inin ikinci temel nedeni, ko­ runum yasalarıyla olan sıkı ilişkileridir. Emmy N oether’in ortaya attığı ço k genel bir teorem e göre, bir fizik kuramının de­ ğişm ezlik özelliği, bu kuramın belirlediği her sistemin evrim i sırasında korunan bir



büyüklüğün varlığını gerektirir. Önce kla­ sik m ekanik çerçevesinde kanıtlanan bu teorem, kuvantum kuram larında da ko­ layca uygulanabilir. Böylece, uzay-zaman bakışımlarına, aşağıdaki büyük korunum yasalarına bağlanır: bakışım zaman ötelenmesi uzay ötelenmeleri uzay dönmeleri



korunan büyüklük enerji devinim niceliği açısal moment



• Bakışımlar ve kuvantum kuramı. Bakı­ şım ilkelerinin rolü, kuvantum çerçevesin­ de daha da artmıştır. Gerçekte, kuvantum kuram ında bir sistemin hallerinde Hilbert uzayının (vektör uzayı) doğrusal yapısı, VZİgner teorem i'n gündeme getirir; bu te­ orem e göre, bir sistemin haller uzayı, zo­ runlu olarak, kuramın değişmezlik grubu için bir gösterim uzayıdır. Öte yandan, grupların doğrusal gösterim lerinin ince­ lenmesi matematiğin çok gelişmiş bir ala­ nını oluşturur ve kuramsal fiziğe güçlü bir araç sağlar. Özellikle görelilik grubunun indirgenemez gösterimlerinin sınıflandırıl­ ması, kuvantonların genel kinematik tanı­ mına olanak verir, işte böylece, Poincare grubunun indirgenem ez gösterim leri­ nin VVİgner’ce yapılan çözümlemeleri, kütle ve spin kavramlarını, uzay-zaman açısından kuvantonların temel nitelikleri olarak soyut biçim de ortaya koyar. • Kesikli bakışımlar. Sürekli olarak, yuka­ rıdaki uzay-zaman bakışımları gibi belli param etrelere bağlı olm ak yerine, kesikli olan dönüşümler bütün önemlerini işte bu kuvantum çerçevesinde kazanır. Temel­ de üç "kıvrılım lı" işlem sözkonusudur ve yinelenmeleri özdeşlik işlemini oluşturur; bu işlemler şunlardır: a) bir sistemi, aynadaki görüntüsüne d ö ­ nüştüren (örneğin sol eli sağ ele' P uzay yansıması ya da "p a rite ” ; b) bir sistemde, zam an evriminin yönünü tersine çeviren (tersine sarılan Fim gibi) T zaman evrilimi; c) bir sistemin yüklerinin işaretini (elektrik, baryon vb.) değiştiren ö yük karşıtlığı. Uzun süre, en azından üstü kapalı ola­ rak bu dönüşümlerin sürekli uzay-zaman dönüşüm leri gibi evrensel bakışımlar ol­ duğu düşünülm üştü. Lee ve Yang’ın bu alandaki çalışmalarından bu yana (1957), bu düşünce değişmiştir. P,G,T güçlü ve elektromanyetik etkileşimlerde birer bakı­ şım olsa bile, zayıf etkileşim lerde ne P ("parite bozulması” ndan söz edilir) ne de Ö bir bakışımdır: ancak kesin olmamakla birlikte yalnız CP bileşik işleminin ve T nin birer bakışım oldukları sanılmaktadır. Öte yandan genel bir teorem, CPT işleminin her zaman bir bakışım olduğunu (böyle­ ce karşıt parçacıkların varlığını ortaya ko­ yan) öne sürer. • iç bakışımlar. Parçacıklar fiziğinde, par­ çacıkların uzay-zaman özelliklerine değil, yüklerine dayanan dönüşüm lere bağlı, yeni bakışım özellikleri ortaya çıktı. Bu ba­ kışım özellikleri genellikle yaklaşık bir ni­ telik taşır ve ancak belli fiziksel olaylar için geçerlidir. Nitekim, yükler uzayında işlem gören ve bir parçacık çoklusunun üyele­ rini (örneğin proton ve nötron ya da 7r + ,7r°,'?r"Oİonlan üçlüsü) birbirlerine dö­ nüştüren BB(2) [Birleşik Bakışım] birleşik grubu, güçlü etkileşimler sırasında yeni bir fiziksel büyüklük olan eşspin'in korunumuna yol açar. Bu düşünce, kuvantum krom odinam iğini ayakta tutan BB(3) bir­ leşik bakışımına da uygulanır. f- » BİRLEŞ­ TİRME.) — Geom. Tanımına göre bir bakışım, dö­ nüşüm olduğu için aynı zam anda bir kıvrılımdır; bu özellik, gerçekte, kendi karşıt­ larına eşit olan bakışımların ayırtedici ni­ teliğidir. Ayrıca, buna eşlik eden içyapı uygulaması bir vektör bakışımıdır. H, nokta nokta H2 de tüm üyle değişmezdir.



H, in yapısı bakışım türünü belirlemeye yarar. Böylece şu sınıflar elde edilir: H, in bir noktaya (merkez) indirgendiği merkezsel bakışımlar (ya da merkez-bakışımlar); H, in bir doğru (eksen) olduğu eksenel bakışımlar (ya da eksen-bakışımlar); H, in bir düzlem olduğu düzlem ­ sel bakışımlar (ya d a düzlem-bakışımlar) ve H, in bir aşırıdüzlem olduğu aşırıdüzlemsel bakışımlar (ya da aşırıdüzlem -bakışımlar). _ Özetle, E, göz önüne alınan afin uzay, E de ona eşlik eden vektör uzayı ise, E den E içine bir f uygulaması ancak,ve ancak_şu koşullarda bir bakışımdır: E nın H, ve H2 gibi iki bütünler vektör altuzayı ve E nin) H, doğrultusunda bir H, afin d o ğ ­ rusal katlı uzayı varsa, bir de V M S E,



f( M f = M + 2 - M M ,



gerçeklemiyorsa (burada M ,, M nin H, üzerinde, H2 ye koşut olarak alınan izdü­ şümüdür). Bu ^ u ru m d a t, H, e göre (ya da H, tabanlı) H2 doğrultulu (ya da H2 ye koşut olarak) bakışımdır. H , _L H2 olduğunda H, e göre (ya da H, tabanlı) dikgen bakışımdan söz edilir. Bu ve yalnızca bu durum da bakışımlar izometridir. Özellikle belirtilmediğinde, ço­ ğu zaman bakışımın dikgen olduğu an­ laşılmalıdır. E„ nin (n=*2) aşırıdüzlemsel (dikgen) bakışımları özellikle de E3 ün düzlemsel bakışımları, daim a negatif izometridir. Önemli bir özellik de şudur: “ E„ Eukleides afin uzayında, bir izometri, ancak ve ancak bir dikgen bakışımsa kıvrılımlıdır.” Bu izometri, E„ özdeşliği olan ld E yi, E„ ye göre dikgen bakışım olarak göz önüne almayı ve diğer dikgen bakışımla­ rı saptamayı sağlar, içinde işlem yapılan E„ uzayının paritesi, bakışımlardan izo­ metri türünü belirler. Böylece eksenel ba­ kışımlar, düzlem de negatif, uzayda da pozitif izometrilerdir. Merkezsel bakışım­ lar 1 ya da 3 boyutlu uzayda negatif, ama düzlemde pozitii izometrilerdir. Bakışımın bir doğru izometri olduğu bütün hallerde bakışım, açısı doğru açı olan dönm eyle çakışır. Düzlemde (aynı biçimde uzayda) ekse­ nel bakışımların (aynı biçim de düzlemsel bakışımların) kümesi izometriler g rub u ­ nun bir doğurucu parçasıdır.



BAKIŞIMLANIR sıf. Küm. kur. Bakışımlanır eleman, etkisiz elemanlı bir bile­ şim yasasıyla donatılmış bir küme içinde, (soldan ya da sağdan) bir bakışımlısı olan eleman. (Bir grup içindeki bütün eleman­ lar bakışımlanır: bir halkada bütün ele­ manlar toplam a yasası için bakışımlanır, ama çarpm a yasası için bakışımlanmaz.) BAKIŞIMLAŞTIRIM a. Arıt |N içinde toplam anın bakışımlaştırımı, Z bağıl tam sayılar kümesinin kuruluş yöntemi. ( -* Z.) — Küm. kur. Bir T iç bileşim yasasıyla do­ natılmış bir A kümesi için, bir x iç yasa­ sıyla donatılmış bir E kümesinin (olanaklı ise) kurulması; bu yasaya göre E nin her elemanının bir bakışımlısı vardır, E küme­ sinin bir parçası A kümesiyle eşyapılıdır ve bu kümeye benzer. — ANSİKL. Küm. kur. Birleşmeli ve değiş­ meli bir yasayla donatılmış ve bütün ele­ manları düzgün olan bir küme için bakışımlaştırım bir tek biçim de olanaklıdır. A x A içinde a T b ' = a 'T b olduğunda (a, b):R (a', £>') biçim indeki ,'K, bağıntısı tanımlanır Bu bir eşdeğerlik bağıntısıdır. A x A içinde ( a , b ) x (a', b ' ) - (aTb, a 'T b ') ile tanımlanan x iç bileşim yasa­ sı S bağıntısıyla bağdaşıktır. Bölüm ya­ sasıyla donatılmış E = (A x A ) / & bölüm kümesi, değişm eli bir gruptur. H e r a e A elemanı için, (aTb, b) eşdeğerlik sınıfı yal­ nız a ya bağımlıdır, a ya (aTb, b) sınıfını eşlik ettiren A dan E içine uygulam a, A dan E nin bir E' altkümesi üzerine bir eşyapı uygulaması tanımlar. Son olarak, E yi E' ün doğurduğunu söyleyelim. E gru­ buna A nın bakışımlaştırılmış grubu adı verilir ve E nin x yasası, A nın T yasası­ nın bakışımlaştırımıyla elde edilmiştir de­



nir. Ç o ğ u kez, E' v e A özde şleştirilir. Bu d u ru m d a E d e ğ iş m e li g ru b u A yı içe rir ve E nin yasası A nın yasasının uzantısı olur. B ö y le c e to p la m a y la don a tılm ış İN k ü m e ­ sin in bakışım la ştırım ıyla Z v e ç a rp m a y la don atılm ış ffk ü m e s in in bakışımlaştırımıyla Q ) kurulur.



BAKIŞIMLI sıf. 1. B akışım la belirg in ni­ te lik kazanm ış, ö ğ e le rin bakışım ına g ö re d ü z e n le n m iş ş e y iç in kullanılır. (Eşanl. BAKIŞIK, SİMETRİK.) — 2 . D iğ e riy le karşı­ la ş tırıld ığ ın d a bu ö ğ e le rd e n her biri için kullanılır. — Ceb. Bakışımlı fonksiyon -» BAKIŞIMLI u y g u la m a . || Bakışımlı matris, d e v riğ in e eşit o la n m atris. |{Bakışımlı oransal kesir, C(X1,X j,...,X „) n in ,[1 ,n ] nin her a d izilim i için f I K o y K a v - ’K in ) ) = f(X ,,X 2..... X „ ) yi g e rç e k le y e n f ele m a n ı. || Bakışımlı p o li­ nom, K[X1f X2, ... X „ i nın (K d e ğ iş m e li c i­ s im ), [1 ,n ] n in h e r a d iz ilim i iç in H K m . K o v - - K in > ) = f ( X „ X 2,...,X „) yi g e rç e k le y e n f elem a nı.|] Bakışımlı u y g u ­ lama, E” (n e N * ) k ü m e s in d e n F k ü m esi içine, [1,n] aralığının h e r a dizilim i için ve E" nin h e r (x 1,x2,...x „) ele m a n ı için ...,x „,„.) = f ( x „ x 2,...,x „) b iç im in d e k i f u y g u la m a s ı. || B ir cebirsel denklem in n tane kökünün bakışımlı oran­ sal fonksiyonu, yanlış kullanım sonu cu BİR CEBİRSEL DENKLEMİN n TANE KÖKÜNÜN SAYISAL OLARAK BAKIŞIMLI ORANSAL FONKSİYONU’n u n e şan lam lısı. |j B ir e etki­



siz elemanı olan b i r , iç işlem iyle donatıl­ mış b ir E küm esinin bakışımlı elemanları, E nin, x*y - y*x = e g e rç e k le y e n x ve y elem a nları. || Bir E küm esinin bakışımlı grubu, E nin, u y g u la m a la rın bileşim i y a ­ sasıyla d o n a tılm ış d iz ilim le ri küm esi. (Bu g r u p S „ ile gösterilir.) [ - * DİZİLİM ] || Bir



f(x) = 0 cebirsel denklem inin, C üzerin­ d eki n tane kökünün sayısal olarak bakı­ şımlı oransal fonksiyonu, f (x)=0 d e n k le ­ m in in n ta n e a 2, ...; a n kökü için ve [1,nJ nin h e r cr d iz ilim i için, n ta n e k ö k g iç in e



o rn a tılır



o ld u ğ u n a



g ( “ b:( i y “ c r(2 > ---v ° 1< r< n )) =



g ö re



g



yi g e rç e k le y e n , C " d e n € içine ta n ım la n ­ m ış g o ra n s a l fo nksiyo nu. [g , f{ x ) = 0 d e n k le m in in katsayılarının fonksiyo nları o la ra k ifa d e edilir.] || € üzerinde n inci dereceden b ir (f (x )= 0) cebirsel denk­ leminin n tane a ,, a 2, ..., a n kökünün bakışımlı temel fonksiyonları, Z h b a k ı­ şımlı p o lin o m o lm a k üzere, 1 s f ı s n için CTh = S ( a 1,a 2,:..,a n ) — ^ a -,,a 2,...,a h



h olan ve|’ idrojenienerek Katılaştırılıp m argarin, sa­ bun, mum, kozmetİK, kalem, vernik ve m ürekkep yapım ında k L nılır; eti insan beslenmesinde, am a dafıa ç o 1 keoi ve köpek maması olarak işe yara- ya d a ha­ zır çorba (kâğıt torbada ya da Kutuda toz) yapılır; kemik unu gübre olur; kemiklerin­ den şarküteride ya du film yapım ında je ­ latin olarak yararlanılır. Karaciğerinden A vitamini çıkarılır. Eskiden korselere, giy­ silere “ balina" ya da sandalyelere çubuk yapm ak için kullanılan balinaçubukları şimdi yalnız süpürge yapım ında kullanıl­ maktadır. Koruyucu kurallara uyulmaması yüzün­ den büyük balina türlerinin soyu yakın za­ m anda tükenme tehlikesiyle karşı karşıya­ dır. 1949’da kurulan Uluslararası balina avcılığı komisyonu, 1946’da VVashington’ da imzalanan ve balina avcılığını düzen­ leyen Uluslararası konvansiyon’un (bu konvansiyon 1937) tarihli Londra antlaş­ m asının yerini almıştır) başlıca uygulayıcı­ sıdır. Kom isyon bu anlaşm aya uyulup uyulmadığını gözetlem ekle yüküm lüdür; en çok avlanan balinaların korunması ve yeniden çoğalm ası için yasaklam a ve sı­



nırlama önlemleri alabilir: henüz olgunluk yaşına varmamış balinaların korunması, belli dönem lerde avlanılacak bölgelerin belirlenmesi, avlanm a m evsim inin sap­ tanması, soyu tükenm e tehlikesiyle yüz yüze olan türlerin belirlenmesi (asıl bali­ nalar, boz balinalar, mavi balinalar), av­ lanacak balina sayısının sınırlanması, 1980’de başlam ak üzere fabrika-gemilerinin yasaklanması. Fakat balina avcılığı ulusal denetime dayandığı için bu önlem lerin pek az etkili olduğu söylene­ bilir. Bu düzenlem eyle ilgili görüş ayrılık­ larını ortadan kaldırm ak için Amerikalılar ile KanadalIlar 1972 de balina avının 10 yıl yasaklanmasını önerdiler. 1977’de ko­ m isyon bu öneriyi bir kez daha yineledi, ama öneri Rusya ve Japonya tarafından reddedildi (balinaların % 75’ini bu ülkeler avlar). Neyse ki üye ülkelerin tümü, ko­ misyonun Kuzey Atlas okyanusu, Kuzey Büyük okyanus ve Güney yarıküreden oluşan üç bölgede 1977-1978 av mevsi­ minde avlanacak balina sayısını 17 839 olarak sınırlamasını kabul ettiler. Komis­ yon ayrıca Alaska Eskimolarına bu bölge­ de balina avlamayı yasakladı. 1980-1981 mevsim inde avcı ülkelere 14 553 balinalık hak tanındı. 1982’de komisyon, balina avını 1986’dan itibaren 5 yıl için yasakladı (Japonya, Rusya, Brezilya, İzlanda, G ü­ ney Kore, Norveç ve Peru’nun itirazına rağmen 25 oyla). 1983’te Peru ve 1987'de Rusya da bu kararı benim sedi­ ler. 1990’daysa komisyon koymuş oldu­ ğu süreyi yeni bir karara kadar uzattı. — Denize. Ava çıkan m odern bir balina gemisi filosunda bir balina işleme gemisi (fabrika-gemi), bir düzine avcı gemisi, bir soğutucu gemi ve bir akaryakıt gemisi bu­ lunur. Seferin ortalarında akaryakıt gemisi taşıdığı yakıtı fabrika-gem iye aktarır, b u ­ nun yerine balinaların işlenmesiyle elde edilen sıvı yağı alarak üssüne döner.



BALİNA, burçlar kuşağı takımyıldız­ ları Koç ve Balıkladın güneyine doğru uzanan ve g ök ekvatorunda yer alan bü­ yük takımyıldız. En ilgi çekici yıldızı değiş­ ken M ira ’ C eti'dir. (-> GÖK haritası.)



BALİNAÇUBUĞU ya da FANON a Balinanın ağzında, üstçenede yer alan boynuzsu lam. —ANSİKL. Balinalar takımının dişsizbalinalar alttakımından hayvanların dölütünün ça bucak dökülen dişleri vardır; yeni yav­ ru dişsiz doğar ve annesini em m e d öne­ m inde üst diş etlerinden balinaçubukları çıkar. Her balinaçubuğu enine olarak yassalaşmış, oldukça uzun, daha yum uşak



üç balina turu



büyük mavi balina (Sibbaldus musculus)



kril (Euphausia superba) deniz yüzeyinden aşağıya doğru 100 m boyunca bol m iktarda bulunur.



boz balina (Eschrichtius gibbosus)



bir keratin içinde bulunan sert kıllardan oluşan bir lamdır. Mavi balinanın her balinaçubuğunun boyu 2 m etredir ve her yarı çenede yaklaşık 8 000 balinaçubuğu bulunur; balinaçubukları yaklaşık birer santimetrelik bir diyastemle birbirlerinden ayrılırlar. Sert kıllar çenelerin iç yüzünde bulunur ve balinaya ağzına aldığı kabuk­ ları tutm a ve suyu diliyle dışarı atm a ola­ nağı veren kaba bir filtre oluşturur. Balinaçubukları sürekli uzar ve uçlarından aşınır. Dayanıklı ve esnek olan balinaçubukları eskiden "b a lin a " adı altında korse yapım ında kullanılırdı.



BALİNALAR a. Suda yaşayan ve ar­ ka üyeleri bulunmayan, ön üyeleri ve kuy­ ruğu yüzgece dönüşmüş, gövdesi mekik biçim inde mem eli hayvanları içeren ta­ kım. (Balinalar üç alttakıma ayrılır: fosil Archaeocetes, dişsizbalinalar [M ysf/cef/] ya da balinaçubuklubalinalar [Cefaceaj ve yunusları ve kaşalotları içeren dişlibaiinalar [O dontoceti].) — ANSİKL. Balinalar yaşayan ve fosil m e­ meli hayvanların en irisidir: mavi balina­ nın boyu 30 metreyi, ağırlığı 1 5 0 tonu bu­ labilir. Kılsız olan derilerinin altında çok kalın bir yağ tabakası vardır. Dişlibalinaların dişleri (başlangıçta hepsi süt dişidir), cinslerine göre 2 'd e n (narval) 200'e ka­ dar (yunus) değişik sayıdadır. Küçük de­ niz canlılarıyla beslenen balinaçubuklu balinalarda süt dişleri döküldükten son­ ra bunların yerine, daha küçükken, üstçenedeki diş etlerinden aşağıya uzanan ve b alinaçubuğu adı verilen boynuzsu yassı ç u bu kla r çıkar (ak balinaların balinaçubuklarının boyu 3 m dolayında­ dır). Burun delikleri başın üstünden bir­ birine yakın iki oyukla (dişsizbalinalar) ya da bir oyukla (dişlibalinalar) dışarı açılır, buna hava d eliği denir. Balina derinden su yüzüne doğ ru yükselirken, daha yüze çıkm adan akciğerlerindeki havayı da bu hava deliğinden dışarı püskürm eye baş­ lar, balina avcılarının “ balina soluğu” de­ dikleri olay işte budur. Balinalar, dilin bu­ run deliklerinin art boşluğunu tıkaması sa­ yesinde, akciğerlerine su girm e tehlikesi olmaksızın su altında beslenir. Dolaşım ve kas sisteminin özgün nitelikleri (kanda çok sayıda alyuvar bulunması, tüm beynin az kanla yetinmesi, kaslarda yüksek oranda m iyoglobin bulunması, vb.) balinaların uzun süre (bir saatten çok) su altında kal­ masını ve hayli derinlere dalabilm elerini sağlar. Balinaların görmesi, zayıftır, kok­ lama organlar körelmiştir ya da yoktur. Buna karşılık, işitme duyusu çok gelişmiş­ tir. Balinalar, beynin ön bölüm ündeki bir doku kütlesinin paralel bir dem et halinde odaksallaştırdığı sesüstü titreşimleri (ultrason) hava d e liğ in e ulaşan burun kanalından dışarı yayarlar. Bu sesüstü tit­ reşim dalgalarını, altçenenin iletmesiyle içkulaklarında duyarlar. Bu ekolokasyon sayesinde çevrelerinde bulunan nesnele­ rin yerini, büyüklüğünü ve ne olduğunu anlarlar. Balinalar, suda çiftleşir ve bir defada bir yavru doğururlar. D oğurm a su yüzeyin­ de olur ve yavru anasının basınçla çıkar­ dığı sütü emer. Büyük balinalar her 2 ya da 3 yılda bir yavru doğurur. Balinalar sü­ rü halinde yaşayan toplum sal hayvanlar­ dır ve genellikle uzun yollu göçlere giri­ şirler. Tüm beyinleri çok-gelişmiştir: türle­ rinin çoğu, hayvanlar için öğrenilmesi güç birçok hareketi öğrenebilir. Balinalar, özellikle balinaçubuklu bali­ nalar ve kaşalotlar çok fazla avlandıkla­ rından birçok türün soyu tükenm ek üze­ redir. Etleri, yağları, başlarındaki mumsu m adde ve kaşalotların kalamarları yiyip sindirm eleri sonucunda bağırsaklarında biriken akam ber çok aranan maddelerdir; akamber parfümlerde sıvağ olarak kullanı­ lır.



BALİNALI sıf. Balina takılmış, balina ge­ çirilmiş şey için kullanılır: Balinalı gömlek. B A Ü K O E N ^E e d e ra tA Ifn a n y a k d a -k e n t^ "Baden-W ürttem berg’de, Tü b in g e ri’in G.



balistik -G.-D.'sunda; 29 500 nüf. Makine yapı­ mı. Dokumacılık. XV. yy.’dan kalma kili­ se.



BALİNT (Gabor), m acar dilci ve türkolog (Transilvanya'da Harom szek 1884 - Kolozsvâr 1913). V iyan a ve Peşte üniversitelerinde h ukuk ve d oğu dilleri okudu. Özellikle kazan tatarcası, kalmukça ve m oğolca üzerinde çalıştı. 1871 -1875 yıllarında Rusya ve M oğolistan’da m ançu ve moğol dillerini araştırmak için uzun geziler yaptı. Bu araştırmalarını Rus­ ya 'ya ve Asya 'ya yapılan gezi ve lingüistik çalışm alar hakkında ra po r (1874) adlı yapıtında anlattı. 1879’de Kolozsvâr Üni­ versitesi 'nde karşılaştırmalı Ural-Altay dil­ leri profesörlüğüne getirildi. Dravid dille­ ri üzerinde de çalışmaları vardır. Yapıtla­ rı: Türkçe gram er, M orfoloji ve sentaks, okum a kitabı ve sözlük (1875), Kazan -Tatar araştırmaları (3 c ilt.1875-1877), M a­ c a r ve m o ğ o l dilleri arasında paraleller (1877), M ançuların tören kitabı (1876), M o ğo l halk şiirinden örnekler (1891), M a­ ca r yurdu kuruluşu tarihinin yeniden göz­ den geçirilmesi, yani Hun, Szekel, Macar, Peçenek, Kum an sorununun açıklanm a­ sı (1902) vb. BALİNT (Michael), m acar asıllı, büyük britanyalı psikiyatr ve psikanalizci (B uda­ peşte 1896 - Londra 1970). 1935’ten son­ ra yöneticisi olduğu Budapeşte psikana­ liz enstitüsü’nde, 1926-1939 arasında psi­ kanaliz uygulamaları yaptı. Büyük Britan­ ya’ya yerleşti; kendi kurduğu Londra’daki Tavistock C linic’te bu uygulam alara de­ vam etti. Klinik gözlem ler sonucunda ve kendisine psikanaliz uygulanan S. Ferenczi’nin etkisi altında, birincil aşk kav­ ramını ortaya attı. Bu kavram, birincil nar­ sisizmden önce görülen bir doğum sonrası evrenin varlığını koyut olarak ileri sü­ rüyordu. Birincil nesne ilişkisi, daha bu ev­ rede ortaya çıkıyordu. Bu ilişkinin biyolo­ jik temeli ise, anne ile ço cuğ u n içgüdesel düzeydeki bağımlılığıydı. Balint, öte yandan, zihinsel patojenezin önemli bir et­ keni olarak, bir "tem el kusur” kavramı or­ taya atm aya çalıştı. Ayrıca, hekim-hasta -hastalık ilişkileri sorununu derinliğine ele almayı am açlayan bir akımı da başlattı. ( -* BALİNT g ru b u ) Başlıca yapıtları: Prim ary Love and Psycho-Analytic Technique (Birincil aşk ve psikanaliztekniğı), 1952; The Doctoı , His Patient and illness (Flekim, hastası ve hastalık), 1957; Thrills and Regressions (Heyecanlar ve gerile­ meler), 1959; Enid Balint ile birlikte, Psychotherapeutic Techniques in Medecine (Tıpta psikoterapi teknikleri), 1961.



Balint grubu, çoğunlukla pratisyen olan on kadar doktoru, bir psikanalizcinin yönetim i altında bir araya getiren tartış­ m a grubu. Amacı, katılanlardan her biri­ nin, g rup çalışması aracılığıyla, kendi hastalarıyla ilişkilerinde ortaya çıkan ruh­ sal süreçlerin bilincine varmasını sağla­ maktır. Balint sendromu. Nörol. 1909'da ta­ nımlanan ve aşağıdaki, belirtileri kapsayan sendrom: 1. göz hareketleri doğru ve gör­ m e alanı normal olduğu halde, görsel ve­ rilerin bir araya getirilememesiyle belirgin, ruhsal nedenlere bağlı bakış felci; 2. yalnızca görsel denetim e bağlı olarak uyarlanm ış ya da engüdüm lü hareketleri yapm am akla belirgin göz ataksisi; görsel denetim deki bu eksiklik, dokunsal ve iç duyum sal yollarla ödünlenir; 3. geniş an­ lam da tüm görsel uyarıları kapsayan dik­ kat eksikliği. Bu sendrom, beyin kabuğu­ nun arkasında iki yanlı lezyonlar bulundu­ ğ u n d a gözlenir.



BALİOL ->



B a l l Io l .



BALİOL (John) [öl. 1269], Alexander İli' ün küçüklüğü dönem inde, iskoçya naip­ lerinden biriydi. 1255’te kovulunca, İngil­ tereli H enry lll’ün hizm etine girdi.



BALİOL (John) [1249’a doğr. -Château -Gaillard 1315], John Baliol’un üçüncü oğ­



lu. İskoç tahtının vârisi Norveçli M argaret 1290'da ölünce, tahtın veraseti birçok ta­ lip arasında tartışma konusu oldu; John Baliol ile Robert Bruce de bunlar ara­ sındaydı. İngiltereli Edward l'in hakemli­ ği istendi; Edvvard, en zayıf olarak görd ü ­ ğü Baliol’u 1292’de tahtın yasal vârisi ola­ rak seçti. 1295’te kral John, halkının ayak­ lanması sonucu, İngiliz vesayetine karşı çıkm ak zorunda kaldı ve Fransa ile ittifak yaptı. Am a 1296’d a Edvvard I, İskoç ordu­ larını ezerek Baliol’u tahttan indirdi.



BALİOL (Edvvard) [öl. VVheatley, Doncaster yakınında, 1364], John Baliol'un oğlu. Robert I The Bruce’un hüküm dar­ lık döneminde pek çok iskoçyalı soylunun toprakları ellerinden alınmıştı. Edvvard Ba­ liol, İngiltere'nin desteğiyle bu "Topraksızlar’ j topluluğunun başına geçerek 1332’de iskoçya’ya çıktı. Kral David ll'yi yenilgiye uğratarak iskoçya tacının kendi­ sine verilmesini sağladı (1332). Edvvard İll e ço k bağlı olduğundan, kısa bir süre sonra güçlüklerle karşılaştı ve ancak ko­ ruyucusunun ordusu sayesinde kurtuldu. İngiliz yardımları İskoç ulusçuluğunu kö­ rüklediğinden, Baliol bunları ço k pahalı ödedi. Fransız-ingiliz uzlaşmazlığından yararlanan iskoçyalılar 1341’de ayak­ landılar, Baliol’u kovup David ll'yi geri ça­ ğırdılar. BALİOS ("B e n e k li” ). Yun. mit. Poseidon, Peleus ve Akhilleus’un harika atı. BALİS, antik Barbalissos ya da Barbarissos.Tar. coğ. Suriye’nin K.’inde, Fırat nehrinin G.’den D.’ya d ön düğü yerde ka­ le kent; Halep'in G.-D.'sunda Meskene ya­ kınındaydı. Bağdat ya d a M usul’dan ge­ lip Rakka üzerinden Halep'e uzanan yol buradan geçiyordu. Çeşitli antik kaynak­ larda adı geçen kent, 4 2 5 ’te Augusta Euphratensis eyaletine bağlı bir garnizon­ du. Sasani kralı Hüsrev l'in yıkımından sonra (540), iustinianos I tarafından onar­ tıldı. Halife E bubekir zam anında A raplar’ ca ele geçirildi. Harunnurreşit dönem in­ de C ünd ül-Avasim denilen sınır savunma bölgesi içindeydi. Bir ara Antakya prens­ liğinin egem enliğine girdi (XII. yy. başı). Moğol ordularınca tahrip edildikten son­ ra önemini yitirdi (XIII. yy. ortaları). Kalın­ tıları, Fırat vadisine uzanan yüksek bir te­ pe üzerindedir.



te bu bilim dalı için ballistica sözcüğünü ilk kullanan rahip Mersenne’dir. 1742’de İngiliz B. Robins güllelerin baş­ langıç hızını belirlemek için bir balistik sar­ kaç kullandı. Havanın direnci, merm inin hızına (m ach sayısıyla belirtilir) ve balistik katsayısı'na göre ideal parabolü değişik­ liğe uğratır; balistik katsayısını ise m erm i­ nin ağırlığı ve profili belirler. Mermiyi m er­ mi yoluna teğet tutm ak için, namlu için­ deki eğik yivlerle bir cayroskop gibi dön ­ m e devinimi vererek onu kararlılaştırma olanağı vardır; namlu çıkışındaki tedirgin­ likler, hızla sönüm lenm esi gereken yalpa ve üğrüm türü m erm i devinim lerine yol açar. Öte yandan, yivsiz nam ludan çıkış­ tan sonra mermi bir kuyrukla kararlılaştırılabilir; ancak bu duru m d a kayma (kendi­ liğinden dönm e) ve yunuslam a (salınımlar) arasında beliren rezonansın yol açtı­ ğı dengesizliği önlem ek gerekir; bu so­ runları ortadan kaldırm ak için mermilerin belli koşullarda üretilmesi gerekir. XVIII. yy.’da Johann I Bernoulli ve Leonhard Euler'in çalışmalarıyla gelişen ve bilgisaya­ rın ortaya çıkışından bu yana kolaylaşan mermi yolu yaylarıyla hesaplama yöntem­ leri, deneysel verilerden (başlangıç hızı, erimi, yol süresi) yola çıkarak mermilerin atış çizelgeleri'nin hazırlanmasını sağladı. Bu çizelgelerin verileri atış bilgisayarı’ nda yeniden ele alınır. M erm i yolunun sonun­ da m erm i ya patlar ya d a karşılaştığı en­ geli (toprak, beton, zırh vb.) deler: bu olay term inal balistik'in- konusunu oluşturur. iç balistik merminin atım yatağındaki de­ vinim ini inceler; barutun ani yanm a g ös­ termediği, XVIII. yy.’dan bu yana bilinmek­ tedir. 1750'ye doğ ru P d'Arcy karabarutun yanm a hızının basınçla arttığını sap­ tadı. 1840'ta, G. Piobert koşut katm an­ lar halinde yandığı kabul edilen barutun, yanm a sırasındaki yüzeyinin ayırtedici ni­ teliğini veren biçim fonksiyonu'nu tanım-



1267



alttı: balistik bir füzenin mermi yolu en altta: iç balistik: bir topun atım yatağında mermi yoluna göre basıncın gelişimi



BALİSTİDAE a. ÇOTİRAGİLLER fam ilya­ sının bilimsel adı. BALİSTİK a. (fr. balistique; klas. lat. ballista, mancınık, bil. lat. ballistica'öan). Uza­ ya fırlatılan cisimlerin, özellikle mermilerin gerek bir silahın içindeki (iç balistik) ge­ rekse dışındaki (dış balistik) devinimlerini inceleyen bilim. (Bk. ansikl. böl.) ♦ sıt. Balis. Mermi atm a tekniği ile il­ gili. || Balistik katsayı, çapını, kütlesini ve profilini göz önüne alarak m erm iyi tanımSlayan katsayı. || Balistik füze, bir mermi gi­ bi yol alan güdüm lü füze. (Bk. ansikl. böl.) J| Balistik m e rm i yolu, yalnızca çekim kuv­ vetlerinin etkisinde kalan mermi yolu. || Ba­ listik rüzgâr, belirli bir atmosfer katmanın­ d a esen gerçek rüzgârın oluşturduğu et­ kileri doğuran değişm ez hız ve yöndeki varsayımsal rüzgâr. — Fişekç. Balistik barut, İTİCİ BARUT*'un eşanlamlısı. — ANSİKL. Dış balistik incelemeleri çok es­ kilere dayanm akla birlikte uzun süre pek çok yanlış düşüncenin etkisinde kaldı. Çünkü mermi yolunun yatay atışta bir doğru çizdiği, düşey atışta ise bir ikizke­ nar üçgen oluşturduğu sanılıyordu. An­ cak 1537’de, venedıkli Tartaglıa, mermi yo­ lunun daim a bir eğri biçim inde olduğunu ortaya koydu.Ne var ki bu konuda yerçe­ kim i etkisinin açıklığa kavuşması için Ga­ liler yi (1638), hava d ire n ci'nin göz önüne alınması için de Nevvton'u (1687) bekle­ m ek gerekti. Boşlukta mermi yolunun düşey eksenli bir parabol olduğu anlaşılınca, p arabolik balistik XVII. yy.'da havantopu ve obüs atışlarında başarı ile uygulandı; bu tarih­



3000



maksimal basınç



^ (D



2000



n



n 1000



!ilk hareket



atım yatağındaki mermi yolu



topun atım yatağı



MS-, doldurma konumu (sevk çemberi konisiyle temas eden kemer.)



m aggjin İ M İ



namludan çıkış



balistik 1268



ladı; günüm üzde gaz yayım yüzeyi aza­ lan, değişmeyen '-e artan barutlardan söz edilir. 1860’ta Resel term odinam ik yasa­ larını uyguladı ve n70’te Noble, bakırdan küçük bir silindiri ezme yoluyla maksimum basıncı ölçtü. Kuramsal inceleme üç ba­ ğıntıyı ortaya koydu: 1. Eylemsizlik denk­ lemi. M ermiyi kovan tabanında yanan gazlar iter. 2. Enerji denklemi. Barutun yarm asıyla doğan ve basınçlı sıcak gaz içinde yoğunlaşan enerjinin bir bölümü, merm inin kinetik enerjisine dönüşür (bu “ m otorun" verimi, yaklaşık 0,3’tür). 3. Bhrutun yanm a denklemi. Yanmış gazların yayımı, barutun duyarlılığı (niteliğine ve kalınlığına göre değişen), biçim fonksiyo­ nu ve basıncı ile orantılıdır. Merm inin ar­ kasındaki genişleme sırasında yanan gaz­ lar Clausius-Sarrau’nun yasasını izlerler; bu yasa Mariotte yasasından bitişik hacim kavramı ile ayrılır. : y denklem lerin çözü­ mü "balistik takım lar" adı verilen çizelge­ ler biçim inde sunulur. Barutlar, yanma sı­ caklıklarının 2 400 K’nin üstünde ya da al­ tında olmasına göre sıcak barut ya da so­ ğ u k barut biçim inde adlandırılır (aşındırı­ cı niteliği yüksek ya da düşük). Barutlar kullanım koşullarına göre seçilir (bir tank topu bir toptan d aha az atış yapar); du­ yarlılıkları, konusundaki seçim de ise belli bir basınç için başlangıç hızını olası en iyi durum a getirmesi göz önüne alınır, ancak aşırı dağılm a olmaması için yanmanın namlu çıkışından önce tamamlanması ge­ rekir. Ote yandan barutlarda gaz yayım yüzeyinin büyümesi olum lu bir etkendir. — Balis. Balistik füze, ikinci Dünya savaşı’ ndan bu yana silahlanma alanında çe ­ şitli füzeler yapıldı; özellikle kimi ülkeler­ de nükleer caydırma kuvvetlerinin gerçek­ leştirilmesi, "b a listik" füzelerin yapılması­ na yol açtı; bu füzeler başlangıçta düş­ man topraklarının en uzak köşelerine bi­ le ulaşacak bir silah olarak kabul edildi. Balistik bir füzenin mermi yolu üç evreden oluşur: itme evresi, balistik evre ve dönüş evresi. Süresi genellikle 5 dakikadan az olan itme evresi, propergollerin yanm a d öne­ midir. Yanma gazlarının genişlemesi füze­ ye hız veren bir itme doğurur; füze m o­ dül biçim inde ve hedefi bulm ak için uza­ yın elverişli bir yerine yeterli hızla ulaştı­ ğında itme durdurulur ve nükleer yük iti­ ci katlardan ayrılır. Yük, genellikle atmos­ fer dışında, yalnızca yerçekim i etkisinde balistik bir m ermi yolu çizer. Bu evre, 10 000 km’lik bir evre için yaklaşık otuz da­ kika sürer. Bu evrenin sonunda yani 100 km yükseltide, nükleer yük, atmosferin yo­ ğun katmanlarına girer ve burada frenle­ nir. Bu frenleme, ivme yitimi nedeniyle çok önem li mekanik etkilere ve yüksek bir sı­ caklığın (binlerce derece) açığa çıkm ası­ na yol açar. Bu türler arasında aşağıdaki füzeler sayılabilir: karadan-karaya am eri­ kan Minuteman 3 kıtalararası füzesi, denizden-karaya stratejik-balistik MSBS füzeleri ve karadan - karaya stratejik ba­ listik fransız SSBS füzeleri.



BALİSTOKARDİYOORAF a (fr. balistocardiographe; lat. ballista, mancınık; yun. kardia, kalp ve graphein. yazm ak’ tan). Kalp kasılmalarının etkisi altında vü­ cut hareketlerinin gözlenmesi yoluyla d o ­ laşım bozukluklarının incelenm esini sağ­ layan aygıt.



BALİSTOKARDİYOGRAFİ a (fr. balistocardiographie). İç kökenli kalp titreşim hareketlerinin incelenmesi. (Yatay bir düz­ lem de hareketli bir masa üzerine yatırılmış kişinin kalp kasılmalarına bağlı vücut ha­ reketlerini ölçmeye dayanır. Pek hassas ol­ mayan bu karmaşık yöntem fonokardıyografinin önem kazanmasından beri kulla­ nılmamaktadır.)



BALİSTOSPOR a. (fr ballistospore; lat. ballista, mancınık, sporos, tohum ’dan). Bazı maya m antarlarında, dar bir sapçı­ ğın tepesinde bulunan ve olgunlaşınca ani bir hareketle fırlatılan üreme aygıtı. (Sporobolom yces cinsi m antarlarla ben­



zerlerinde bulunur.)



BALİŞ a Nümism. C engiz Han d öne­ m inde (1206-1227) M oğol imparatorluğ u ’nda, kullanılmaya başlanm ış bir para birimi, imparatorluğun parçalanmasından sonra D oğ u ’da önem ini korumuş; Ç in’de ise XVI. yy.’da da kullanımı sürmüştür. Balişe, ilhanlılar’da da rastlanmaktadır. İslam tarihçiler, balişin değerine ilişkin değişik bilgiler verirler. Vassaf (XIII. yy. - XIV. yy.) altın ve güm üş balişlerin 500 ’er miskal ağırlığında, altınların 2 000, güm üşlerin 200 dinar d eğerinde olduklarını bildirir. Kâğıt balişlerin değeri ise, değişik kaynak­ larda on ya da altı dinar olarak verilir.



BÂLİŞ y a d a BÂLİŞT a (fars. baliş. ba lişt). Esk. Yastık: Bâliş-i çârmîn (meşin yas­ tık). BÂLİŞÇE a (fars. baliş ve -çe’den balişçe). Esk. Küçük yastık.



BÂLİŞT -* BÂLİŞ. BALİYE - BALİ. BALİZ a. Topogr. Açısal üçgenlem e gezlemelerini yapabilm ek için ağaç ya da payandalanmışsırıküzerineyerleştirilmişmira.



BALİZLEME a. Bayınd. Yolu kullanana kılavuzluk edecek trafik işaretlerinin tümü (bir virajın balizlemesi, bir güzergâhın balizlemesi). yol balizlemesi







yol k a v şa ğ ı v ir a j ih b a rı



g e ç jş ü s tü n lü ğ ü



v ir a j b a liz le m e işa re ti



BALK a. 1. Halk. Geceleri açık havada görülen parıltı. — İ.Y ö rs . Şimşek. BALKA (EL-), Ü rdü n ’de il, Ü rdün ırma­ ğının D.’sunda; 1 119 km 2; 98 000 nüf. Merkezi el Salt. BALKABAĞI a. 1. iri yapılı, turuncu etli ve tatlı bir kabak türü (Cucurbita m oschata). [Uzun ve silindirimsi olanları bulundu­ ğu gibi basık ve yuvarlak olanları da var­ dır. Son yıllarda yerini kestanekabağı ya da helvacıkabağı aldığından ço k az ye­ tiştirilmektedir] — 2. Anlayışı kıt, aptal, ah­ m ak kimse: Söz söyledi balkabağı.



BALKAN a. Yörs. Tarım. Sazlık, bataklık. BALKAN a. (öz. a. B alkan’dan). G enel­ likle orm an ya da çalılıkla kaplı engebe­ lere verilen ad. (Bulgaristan’daki Balkan dağlarının adı olan bu türkçe sözcük, ben­ zer koşullardaki engebeleri belirtm ek için Bulgaristan Türkleri, göçm enleri ve Trak­ yalIlar tarafından kullanılır.) BALKAN (Ethem Ruhi), türk siyaset adamı, gazeteci ve hukukçu (İstanbul 1873 - ay. y. 1949). M ektebi tıbbîyei şaha­ n e d e okurken, son sınıfta A bdûlham it İT nin yönetim ine karşı çıktığından tutukla­ nıp Trablusgarp’a sürgüne gönderildiyse de (1893) kaçmayı başardı. Cenevre'den (1900) sonra gittiği Londra’da (1901), Os­ m anlI gazetesini yayımlamaya başladı, it­ tihat ve Terakki cem iyeti'nde görev aldı; Bulgaristan'a giderek Filibe kentinde bir basımevi kurup (1906) Rumeli ve Balkan gazetelerini çıkardı. Balkan savaşı'ndan önce bulgar uyruğuna geçti ve bu ülke­ deki tü rk azınlığın temsilcisi olarak bulgar parlamentosuna girdi (1914). Birinci D ün­ ya savaşı sonunda, hakkında savaş suç­



lusu olarak kovuşturma açılınca, Türkiye' ye d ön d ü (1920). Yeniden türk uyruğuna geçtikten sonra İstanbul H ukuk fakültesi’ ni bitirerek avukatlık yapm aya başladı. Çok partili siyasi hayata geçild iğ ind e Tür­ kiye işçi ve çiftçi partisi’ni kurdu (1946). Genel başkanlık yaptı. Başlıca yapıtları: Şehit evlatlarına (1913), İbrahim Hakkı Konyalı ve eserleri (1941), Kırkharam iler (1941), Hatıralar (1947).



BALKAN (Enver), türk eskrim ci ve spor yöneticisi (İstanbul 1901-Karamürsel 1962). Spora, Beşiktaş’ta başladı; sıra­ sıyla eskrim, futbol ve atletizm yaptı. Esk­ rimde, ilk ke z milli formayı giydi (1928) ve Balkan şam piyonu oldu (1931). Beşiktaş jim nastik kulübu’nde yöneticilik yaptı. BALKAN (Kemal), türk arkeolog, sümerolog (Eskicuma, Bulgaristan, 1915 - is: tanbul 1976). Ankara Üniversitesi dil ve tarih-coğrafya fakültesi’nin Sümeroloji bö­ lüm ünü bitirdi (1940). Aynı fakültede pro­ fesör oldu (1958). Patnos ve Giriktepe (1961), Ani (1965), Suluca Karahöyük ya da Hacıbektaş höyüğü (1967) kazılarını yönetti. Özellikle Asur kolonileri çağı tab­ letleri üzerine yoğunlaştırdığı çalışmalarıy­ la ilgili yapıtları: Ankara A rkeoloji m üze­ si'nde bulunan Boğazköy tabletleri (1948); Kassitenstudien, I. D ie S prache d e r Kassiten (1954); Kaniş Karum unun kronoloji problemleri hakkında müşahadeler (1955); M am a kralı A n u m H irb i'nin Kaniş kralı VVarşama’ya gön d e rdiğ i m ektup (1957); inandık'ta 1966 yılında b ulunan Eski Hitit çağına a it b ir bağış belg e si (1975). BALKAN (Mehmet), tü rk dansçı (istanbul1956). Ankara Devi et konservatuvarı’nda öğrenim görürken Ankara Devlet opera ve balesi topluluğuna alındı (1972). Burada Giselle, insan-insan, Şımarık kız, Romeo ve Juliet, Uyuyan güzel. La Bayadöre gibi yapıtlarda başrol oynadı. Daha sonra Hannover Devlet balesi'nde çalıştı. “ Konuk sanatçı" olarak Bonn Devlet bale si topluluğuyla sahneye çıktı. Almanya’da­ ki “ Gala geceleri” nde, N. Bestmertnova, Y. Varnoş, C. Young, J. Coreco gibi ünlü­ lerle dans etti.



Balkan an tan tı ya da paktı, Türkiye’ nin de katıldığı, Balkan devletleri arasın­ daki güvenlik ve işbirliği antlaşması (9 şu­ bat 1934). Türkiye ve Balkan devletleri arasında işbirliğini sağlam ak amacıyla Türkiye, Yunanistan, Bulgaristan, Roman­ ya, Arnavutluk ve Yugoslavya’nın katıldı­ ğı bir konferans önce Atina'da (1930), ar­ dından İstanbul (1931) ve Bükreş'te (1932) toplandı. Sözkonusu altı ülkede Balkan dernekleri kurulduktan sonra dördüncü konferansın 1933’te, Sofya'da yapılması gerekirken Bulgaristan'ın Yugoslavya, Yu­ nanistan ve Romanya’dan toprak istekle­ rinin bu ülkeler tarafından protesto edil­ mesi üzerine, Selanik'te toplandı. Konfe­ ransta kendi istekleri doğrultusunda pro­ pagandaya girişen Bulgaristan, Arnavut­ luk dışındaki ülkelerin sert tepki gösterme­ si üzerine toplantıyı terk etti. Ertesi yıl Ati­ na’da, Bulgaristan ve Arnavutluk olm ak­ sızın yapılan konferansta, Türkiye, Yuna­ nistan, Romanya, Yugoslavya bir balkan birliği kurdular (9 şubat 1934). Balkan an­ tantı ya da paktı diye anılan birliğin temelyapısının Ankara’daki görüşm elerde sap­ tanm asıyla (20 ekim-2 kâsım 1934), dört devletin dışişleri bakanlarından bir yöne­ tim kurulu oluşturuldu ve her yıl, d ön ü ­ şümlü olarak bir devletin dışişleri bakanı­ nın yönetim kurulu başkanlığını üstlenme­ si kararlaştırıldı. Ayrıca, ekonomi, maliye ve ticaret işlerine bakm ak için her devle­ tin beş üye ile temsil edileceği bir danış­ m a kurulu da oluşturuldu. Balkan birliği­ ne katılan devletlerin temsilcileri Belgrad (1936), Atina (1937), Ankara (1939) ve son kez de Bükreş'te (1940) bir araya geldi­ ler. A lm anlar’ın Romanya’yı işgalinden sonra anlam ve etkinliğini yitiren birlik, da­ ğıldı (1940). [ -» Kayn ] Balkan bayrak yarışı, Balkan oyunla-



ft'n d a ve ülkelerinde koşulşn bayrak ya­ rışı. Toplam mesafesi 1 500 m olan yarış, J dört kişilik takımlarla yapılır ilk koşucu 800 £ m, ikinci koşucu 400 m, üçüncü koşucu 200 m, son koşucu ise 100 m koşar. 1930 -1940 yılları arasında Balkan oyunları çer­ çevesinde yer alan bu yarış 1953'ten son­ ra program dan çıkarıldı.



BALKAN dağları ya da BALKAN­ LAR, antik H ae m u s d a ğ la n , Bulgaris­ tan'ın K.-B.'sında, Tim ok ırmağı vadisin­ den’başlayıp Tuna nehrine hemen hemen koşut geniş bir yay çizerek Karadeniz kı­ yılarına uzanan ve yarımadaya da adını veren sıradağlar. Romanya'da Eflak ova­ sını K.'den kuşatan Karpat dağları yayı­ nın ters yönde uzantısı olan Balkan dağ lan, K.’de Tuna nehrine doğru giderek al­ çalan lösle örtülü verimli platolarla; G.'de Sofya, Filibe ve Burgaz çöküntü havza­ larıyla sınırlanır. Toplam uzunlukları 600 km ’yi bulan bu dağlar, birbirinden farklı özellikler gösteren ve değişik adlarla anı­ lan kesimlerden oluşur. Balkan yayının Tu­ na kıyısından başlayarak Yugoslavya sı­ nırı boyunca G.'e doğru uzanan K.-B. ke­ simine, günüm üzde çoğunlukla, Batı Bal­ kan denir. Orta kesimindeki M idcur tepe­ sinde 2 168 m'ye ulaşan ve G.-D.’ya d o ğ ­ ru biraz genişlemekle birlikte oldukça dar bir engebe oluşturan Batı Balkan, Sofya havzasının sularını boşaltan iskar ırmağı­ nın yarm a vadisinde sona erer. Bu vadi­ nin ötesinde, Balkanlar'ın D.’dakı Kamçı ır­ mağının kaynaklarına değin uzanan ve daha geniş (yaklş. 50 km) olan orta kesi­ mi Kazanlık, islimiye ve Karlovo çöküntü ovalan dizisiyle iki sıraya ayrılmıştır. Bun­ lardan G.’deki daha süreksiz sıranın B.’da, Karlovo havzası G.’inde yer alanına Sredna Gora (türkçe Orta dağ, 1 664 m); D.'da Tunca'nın akaçladığı Kızanlık-islimiye hav­ zaları ile Eski Zağra arasındakine ise C rna Gora (türkçe Karadağ, 1 440 m) denir. Bunların K.'inde, adı geçen çökün­ tü ovalarının kenarında, birdenbire dik bir biçim de yükselen daha sürekli (uzunluğu yaklş. 400 km) sıraya Koca Balkan (bulgarca Stara Planina) adı verilir Balkanlar'ın en yüksek (Yumrukçal tepesi ya da yeni adıyla Botev tepesi, 2 376 m) ve birçok geçitlere karşın özellikle kış aylarında en zor aşılan kesimi, burasıdır. Bu geçitlerin en ünlüsü, Kazanlık-Gabrovo arasında, 1877-1878 Osmanlı-Rus savaşı’nda şiddetli çarpışm alara sahne olan Şıpka geçididir (1 333 m). Balkanlar, Koca Balkanlar’ın D.'sunda Karadeniz kıyısına doğru birbi­ rinden uzaklaşarak uzanan birçok sıraya ayrılırlar. Kamçı ırmağı ile Burgaz arasın­ da Karadeniz kıyısında sona eren bu al­ çak sıralardan her birinin ayrı adı olm ak­ la birlikte (K.’den G.’e doğru Küçük Bal­ kan, Emine Balkanı, Çatal Balkan), tümü genellikle, Doğu Balkan adı altında to p ­ lanır. Jeolojisi oldukça karmaşık olan Balkan dağlarının yapılarında: başkalaşmış kaya­ lar; Birinci, ikinci ve eski Üçüncü Zaman , oluşukları başlıca yeri tutar. Temeli daha eski orojenez evrelerinde kıvrılmış olmakla birlikte, Balkanlar ço k daha sonraki Alp dağ oluşumu dönem inde de yeniden şid­ detli kıvrılmalara uğramışlar, faylanmışlar ve eski temel birçok yerde bindirm eler ya da örtüler halinde daha yeni oluşuklar üzerine K.’e doğru atılmış; bu arada yapı içine genç plütonlar da sokulmuştur. Dağ­ ların G. sınırını genç faylarla oluşm uş çö ­ küntü ovaları belirler. K.’de ise, kıvrımların dağlık alandan uzaklaştıkça hafiflediği Mezozoyik (özellikle Jura ve Kretase) ve eski Üçüncü Zaman (özellikle Eosen) tortulların­ dan oluşan, vadilerle derin bir biçimde ya­ rılmış platolarla sınırlanırlar. Balkan kıvrım­ larının D. yönündeki jeolojik uzantısı, tar­ tışmalıdır Bunların kıyıda söndüklerini; Kı­ rım, Kafkas ya da, daha büyük bir olası­ lıkla, K.-B. Anadolu kıvrımlarıyla sürdükle­ rini savunanlar vardır. Genel olarak D.-B. doğrultusunda uzanmalarının sonucu ola­ rak Balkan dağları Bulgaristan’ı ikiye bö­ ler. Bu nedenle Osmanlı im paratorluğu’



nun son dönem lerinde Bulgaristan em a­ reti ile Doğu Rumeli vilayeti arasındaki sı­ nır da bu dağlarla belirlenmiştir. Aynı za­ m anda karasal iklim etkisinin belirgin ol­ d uğu Tuna boylarıyla, Balkan yarım ada­ sında Akdeniz etkilerinin sokulabildiği böl­ geler arasında da bir iklim sınırı oluşturur. Bol yağış alan Balkanlar, değişik yönlere akan ve gerek sulamada, gerek hidroe­ lektrik üretim inde kullanılan birçok akar­ suyun (Tunca, Kamçı, Yantra, iskar, M e­ riç) kaynak kollarını besler. Geniş yer kap­ layan ormanlar ile taşkömürü, kurşun, ba­ kır ve çinko yatakları Balkanlar’ın başlıca doğal zenginlikleridir.



Balkan film yenliği. 1965 yılı başların­ da, Balkan ülkeleri arasında Bulgaristan’ın başkenti Sofya’da imzalanan bir protokol sonucu, aynı yılın ağustos ayında Varna’ da yapılan film şenliği. UNESCO Türkiye milli komitesi’nin girişimiyle, üçüncüsü İs­ tan b ul’da gerçekleştirilen (nisan 1979) şenliğe, Türkiye’den başka Arnavutluk, Bulgaristan, Romanya, Yugoslavya ve Yu­ nanistan katıldı. Şenlik çevresinde Se­ mih Tuğrul konulu-belgesel film yarışma­ sında Süha Arın (Tahtacı Fatma), Özcan Arca ve Meral Birder (Kedi) ödül kazan­ dılar. 1981’de Atina’da düzenlenen ya­ rışmada Kemal Sevimli (Topkapı sarayı) birincilik ödülünü aldı. Balkan gaydası, Edirne ve çevresinde, erkekler tarafından oynanan, hora türü bir halk oyunu. Davul zurna eşliğinde, ağır­ dan başlayıp hızlanarak süren oyun, gi­ derek bir yiğitlik gösterisine dönüşür. Kar­ şılama biçim inde de oynanır. Balkan kupası, Balkan ülkelerinin bi­ rinci lig takımları arasında düzenlenen fut­ bol turnuvası. Fenerbahçe kulübü başka­ nı Faruk İlgaz’ın girişimiyle, 1961'de ya­ pılmaya başlandı. Amacı Avrupa kupala­ rına katılmayan futbol kulüplerinin dene­ yimini artırmaktır. Balkan kupasını 1967’de Fenerbahçe, 1991’de -Sarıyer takımları kazandı.



Balkan paktı -*



B a l k a n a n t a n t i.



Balkan paktı, Türkiye, Yugoslavya ve Yunanistan arasında 1954’te kurulan sa­ vunm a ve işbirliği örgütü. Pakt, 28 şubat 1953’te Ankara’da imzalanan Dostluk ve işbirliği antlaşmasının ardından 9 ağustos 1954’te Yugoslavya’nın Bled şehrinde im­ zalanan antlaşmayla kuruldu. Sürekli bir Konsey kurularak çalışmalarına başladı, ancak esas olarak Sovyetler Birliği ve müt­ tefiklerine karşı kurulm uş olan pakt, Yu­ goslavya'nın tarafsız ülkeler blokuna katı­ lıp önderliği üstlenmesiyle kısa sürede iş­ levini kaybetti, 1960’ta da resmen sona er­ di. Balkan oyunları, Balkan ülkeleri ara­ sında düzenlenen spor karşılaşmaları. 1928, Am sterdam ’da yapılan Olimpiyat oyunları sırasında, Yunanlılar’ın önerisi



üzerine d üzenlenm esi kararlaştırıldı. 1929’da, Atina’da denem e amacıyla yapılan ilk Balkan oyunları'na Türkiye ile Arnavutluk katılmadılar. Türkiye, Atatürk’ün Balkan antantı çerçevesinde barışa katkı­ d a bulunacağı düşüncesinden yola çıka­ rak, oyunlara katılma kararı aldı. 1929’da Atina’da toplanan Türkiye, Yugoslavya, Yu­ nanistan, Bulgaristan ve Romanya temsil­ cilerince imzalanan bir bildiriyle oyunlara resmilik kazandırıldı, ilki, 1930’d a Atina’ da yalnızca atletizm dalında yapılan oyun­ lar, daha sonra futbol, eskrim, güreş ve tenisi kapsayacak biçim de genişletildi. 1936’dan sonra ayrı dallara bölünerek ya­ pılmaya ve yalnızca atletizm dalındaki karşılaşmalar “ Balkan atletizm şam piyo­ nası" öteki dallardakilerse “ Balkan şam ­ piyonaları" diye anılmaya başladı. Her yıl bir Balkan ülkesince düzenlenen oyun­ lar ikinci Dünya savaşı ve sonrasında (1941-1953) 12 yıl yapılamadı. 1957 ve 1974 yılları dışında Balkan oyunları'nın tü­ m üne katılan Türkiye, ilk altın madalyası­ nı, 1931’de Enver AzizG öknil, Hakkı Süslüay, M.Ali Aybar, Semih Türkdoğan’dan kurulu kadrosuyla 4x100 bayrak yarışın­ d a kazandı. Balkan ülkelerini birbirine ya­ kınlaştırmanın yanı sıra, büyük uluslararası yarışmalara hazırlanan sporcuların dene­ yim kazanmaları amacını da taşır.



Balkan savaşı, Osmanlı İmparatorluğu ile Balkan devletleri arasında iki evreli sa­ vaş (ekim 1912 - eylül 1913). •B irin c i Balkan savaşı, (1912-1913) Os­ manlI devletinin, bir yandan Arnavutluk ayaklanması (1910), öte yandan Trablusgarb* savaşı (1911) ile uğraşması, Bul­ garistan, Sırbistan, Karadağ ve Yunanis­ tan’ın M akedonya üzerindeki emellerini gerçekleştirebilm eleri için uygun ortam yarattı. Balkanlardaki durum unu güçlen­ dirm ek isteyen Rusya’nın önayak olmasıy­ la Balkan devletleri Osmanlı devletine kar­ şı bir birlik oluşturdu. Ö nce Sırbistan ile Bulgaristan.(13 mart 1912), ardından Bul­ garistan ile Yunanistan arasında (29 m a­ yıs 1912) antlaşmalar imzalandı. Sırbistan, Bulgaristan ve Yunanistan ile yaptğı antlaş­ malarla bu ittifaka Karadağ da katıldı. Bir­ lik oluştuktan sonra Osmanlı devleti ile sa­ vaş çıkarmak için bahane yaratmak ama­ cıyla bulgar ve yunan çeteleri M akedon­ ya'daki faaliyetlerini artırdılar; Karadağ da osmanlı sınırında olaylar çıkarmaya baş­ ladı. İtalya ile savaşan Osmanlı devleti, as­ keri hazırlıklarını tam am lam ak için savaşı geciktirm ek istedi, iç çekişm eler ve aske­ rin siyasete bulaşması, ordunun savaş gü­ cünü azaltmıştı. Bu yüzden Osmanlı dev­ leti, Avrupa devletlerinin aracılık girişim ­ lerini olumlu karşılayarak Berlin* antlaş­ ması ile Rumeli için kabul ettiği ıslahatı ya­ pacağını bildirdi; am a bu ödün, savaş is­ teyen balkanlı müttefikleri tatmin etmedi. 30 eylülde Balkan devletlerinde, 1 ekim ­ de Türkiye’de seferberlik ilan edildi. 2 ekim de Karadağ, Türkiye’ye savaş açtı.



Balkan dağlarının en batısındaki * . öeiograaciK Kayanı



Balkan savaşı 1270



Balkanlı öteki müttefikler verdikleri nota­ larda (13 ekim), kabul edilemeyecek ağır ıslahat isteklerinde bulundular. Bu durum karşısında Osmanlı devleti 15 ekim de italyanlar ile bir barış antlaşması yaptı. 18 ekim de Bulgaristan ve Sırbistan, iki gün sonra da Yunanistan, Osmanlı devletine savaş açtı. Birinci Balkan sâVaşı d o ğ u ’d a ve batı’ da olm ak üzere iki harekât alanında ger­ çekleşti. Bulgarlar’a karşı savaşan A b d ul­ lah Paşa ko m u ta m d a ki Doğu ordusu, Kırklarelı Edirne-Yenice hattında savunma­ da kalmak kararındaydı. Ancak, başko­ mutan vekili Nazım* Paşa'nın baskısıyla, kendisinden iki kat üstün bulgar kuvvet­ le rin i karşı saldırıya geçti. 22-23 ekim gü­ nü yapılan çarpışmalar sonunda türk kuv­ vetleri Karaağaç-Lüleburgaz hattına çekil­ di. Lüleburgaz muharebesinin ardından Çatalca’ya tertiplenen türk kuvvetleri, bu­ rada bulgar karşı saldırısını durdurm ayı başardı (17-18 kasım). Hayli yaygın bir alanda çarpışan Bulgarlar zor durum a düşmeye başladılar. Bu arada Şükrü Pa­ şa, Bulgarlar’ca kuşatılan Edirne’yi savun­ maya devam ediyordu. Ali Rıza Paşa komutasındaki Makedon­ ya'daki Batı ordusu ise.Kumanova muharebesi’nde (23-24 ekim) Sırplar’a yenildik­ ten sonra Arnavutluk'a doğru çekilmişti. Priştine, Lob ve Kosova'yı alan Sırplar, da­ ha sonra Karadağlılar jle birleşerek Üsk 'jp ’ü ele geçirdiler. 8 kasımda Selanik Yunanlılar’ın eline geçti. Selanik’te bulu­ nan Haşan Tahsin Paşa, 35 bin kişilik or­ dusuyla, savaşmadan Yunanlılar’a teslim oldu. Manastır m uharebesi’nde bir kez da­ ha yenilen Osmanlı Batı ordusu, Sırplar’ ın Adriya denizi kıyılarına ulaşmalarını en­ gelleyemedi. Manastır, Ohrıd (ohri) ve Durazzo Sırplar’ın eline geçti. Esat Paşa’nın savunduğu Yanya ile Haşan Rıza Paşa' nın savunduğu işkodra, direnmeyi sürdür­ dü. Bu başarısızlıklar karşısında sadrazam Ahm et* Muhtar Paşa hükümeti 29 ekim ­ de istifa etti ve yerini Kâmil* Paşa kabine­ si aldı. 3 aralık 1912’de ateşkeş imzalan­ dı ve 13 aralıkta Londra'da barış görüş­ meleri başladı. Büyük devletler, 17 ocak­ ta Osmanlı devletine verdikleri bir nota ile, Edirne’nin Bulgaristan’a bırakılmasını is­ tediler. Kâmil Paşa’nın Edirne’den vazgeç­ meye karar verdiğini düşünen ittihatçılar, bir hüküm et darbesi (Babıâli* baskını) ile Kâmil Paşa’yı devirdiler (23 ocak 1913) ve Mahm ut* Şevket Paşa'nın başkanlığında yeni bir hüküm et kurulmasını sağladılar. Yeni hüküm et, 30 ocak 1913'te Edirne’yi bırakmayı reddettiğini bildirdi. Bu durum karşısında 3 şubat 1913'te yeniden baş­ layan savaş, yine Osmanlı devleti aleyhi­ ne gelişti. Çatalca’daki bulgar ordusunu arkadan çevirm ek için yapılan tü rk taar­ ruzu, sonuçsuz kaldı. 21 şubatta Yanya, 26 şubatta Edirne ve 22 nisanda işkodra düştü. Osmanlı devletinin isteği üzerine 14 nisanda Bulgarlar ile yeni bir ateşkes ya­ pıldı. 30 mayıs 1913’te Londra’da imzala­ nan barış antlaşması ile de Enez-Midye hattının batısında kalan topraklar balkan­ lı müttefiklere bırakılıyor, Girit ise Yunanis­ tan'a veriliyordu. • ikinci Balkan savaşı (1913). Osmanlı dev­ letinden aldıkları toprakları paylaşmakta anlaşmazlığa düşm eleri, Rusya’nın ha­ ke m liğ in in zayıf kalm ası, Avusturya -M acaristan’ın Balkan birliğini çözmeye yönelik çabaları Bulgarlar ile eski mütte­ fikleri arasında yeni bir savaşa yol açtı Makedonya’daki sırp ve yunan birlikleri­ ne saldıran Bulgarlar (235 000 kişi), Vard a r’a ulaştılar ve Selanik'i tehdit ettiler; am a Sırplar ve Yunanlılar bir karşı saldı­ rıyla B ulgarlar’ı Strimuca ve Kilkis’e püs­ kürttüler. Birinci Balkan savaşı’na katılma­ mış Rumenler de D obruca’ya girdiler. Bu arada Türkler de Kırklarelı ve Edirne’yi ge­ ri almışlardı (temmuz, 1913). Her cephe­ de yenilgiye uğrayan Bulgaristan, 31 tem­ m uzda ateşkes istedi. 10 ağustosta imza­ lanan B ükreş antlaşması’yla Bulgarlar, 1912 ve 1913’te kazandıkları toprakların



büyük bölümünü yitirdiler. 29 eylül 1913’te Osmanlı devleti ile Bulgaristan arasında İstanbul'da imzalanan antlaşmaya göre, D edeağaç Bulgaristan’da kalmak üzere Meriç, sınır kabul edildi. Balkan savaşlarının sonuçları şöyle özetlenebilir: Yunanistan Selanik, Kavala ve Makedonya kıyı şeridinin büyük bölü­ münü ele geçirdi; Sırbistan, Makedonya’ nın kuzey ve orta kesimlerini aldı; Yeni Pazar sancağının bir bölüm ünü kazanan Karadağ, Sırbistan ile ortak bir sınır oluş­ turdu; Romanya, D obruca’nın payına dü­ şen kesimini korurken, B alkanlarda yüz­ yıllardır süren ve bir süredir can çekişen Osmanlı egemenliği Doğu Trakya dışında tam anlamıyla sona erdi. Balkan savaşı’ nın siyasal sonuçları da her bakım dan çok yönlüdür. Osmanlı devleti dışında, en büyük zarara, gerçekte Sırbistan'ın g ü ç ­ lenmesi dolayısıyla Avusturya-Macaristan uğradı. Savaş ayrıca, Balkanlardaki bağ ­ laşmaların yapısını da değiştirdi: kırgın Bulgaristan, desteğini Avusturya-Macaristan’da ararken, Romanya uzak durduğu Rusya’ya yaklaşma eğilimi gösterdi. Özel­ likle Sırbistan ile Avusturya-Macaristan arasındaki gerginliğin giderek artması, Bi­ rinci* D ünyasavaşı’n ayol açan bunalımı doğurdu. ( — Kayn.) B a lk a n s a v a ş la r ı . ■ Türk-sırp savaşı (1876). Bosna-Hersek. ayaklanması ile Bul­ garistan olayları, Avrupa büyük devletle­ rinin Osmanlı devletine karşı olum suz tu­ tum u, bağımsızlıklarını kazanmak ya da ayrıcalıklarını genişletmek isteyen Sırbis­ tan ve Karadağ emaretleri için uygun or­ tam yarattı. Sırbistan prensi Milan, Bulga­ ristan’daki düzensizliğin kendilerini rahat­ sız ettiğini ileri sürerek, Osmanlı devleti­ ne savaş açtı (1 tem m uz 1876); ertesi gün Karadağ d a Sırbistan'ın yanında yer aldı. Savaşı kazanacağına inanan, ama büyük devletlerin m üdahalesinden çekinen Os­ manlI devleti ilk önlem olarak, Sırbistan' ın Paris antlaşması hüküm lerine aykırı davrandığını ve kemdin! savunmak için sa­ vaşa başladığıni.duyurdu. Osmanlı ordu­ sunun sırp saldırısını durdurm ası ve Sır­ bistan topraklarına girmesi üzerine prens Milan, büyük devletlere başvurarak ateş­ kes için aracı olmalarını istedi (24 ağus­ tos 1876). Büyük devletler tarafından ateş­ kese zorlanan Osmanlı devleti, Sırbistan emaretini kendi egem enliğinde saydığın­ dan başka devletlerin aracılığı ve kefaleti altındaki bir ateşkesi kabul etmedi. Abdülkerim Paşa’ya askeri harekâtı durdurm a­ sını bildirdi ve 14 eylülde de barış koşul­ larını ilgili devletlere iletti. Büyük devletler bu koşulları kabul etmeyerek osmanlı or­ dusunun başarılarını hiçe sayan istekler­ de bulundular (21 eylül 1876). Bu arada Rusya'dan yardım alan Sırplar toparlan­ dılar ve savaşa yeniden başladılar (25 ey­ lül 1876). Osmanlı ordusu, rus subayları­ nın yönettiği sırp kuvvetlerini Aleksinac’ da yendi (29 ekim 1876). Prens Mılan’ın ateşkes için yardım istemesi üzerine, Rus­ ya, Osmanlı devletine b ir ültimatom vere­ rek iki aylık ateşkes imzalanmasını, yok­ sa savaş açacağını bildirdi (31 ekim 1876). Rusya ile savaşı göze alamayan Osmanlı devleti ateşkes imzalam ak zorunda kaldı (1 kasım 1876). Balkanlardaki durumu g ö ­ rüşmek üzere İngiltere’nin öncülüğünde toplanan İstanbul konferansı sorunu çö ­ zemedi. Sonunda, Rusya sorunu tek ba­ şına çözm ek için Osmanlı devletine savaş açtı (19 nisan 1877). Böylece, "Doksanüç h a rb i" olarak anılan 1877-1878 Türk-rus savaşı başlamış oldu. • türk-rus savaşı (1877-1878). Batı'da Ayastefanos a (Yeşilköy), D oğu’da Erzu­ rum'a kadar ilerleyen Ruslar, Osmanlı dev­ letine ağır koşullar içeren Ayastefanos antlaşm ası’ nı kabul ettirdiler, ( -» DOKS A N 'JÇ HARBİ.)



• Sırp-bulgar savaşı (1885). Doğu Rume li'nin Bulgaristan ile birleşmesinden (1885) sonra, Sırbistan, Balkanlarda siyasal den genin bozulduğu gerekçesiyle 13 kasımoa savaş ilan etti. Ama, Bulgaristan’



da, Slivnica’da yenilgiye uğrayan Sırplar, AvusturyalIların kabul ettirdiği barış ant­ laşmasıyla (28 kasım) Pirot kentini yitirdi­ ler. Bükreş antlaşm ası’yla Rumeli ile Bul­ garistan’ın birleşmesi kabul edildi (3 mart 1886). • Türk-yunan savaşı (1897). Osmanlı dev­ letine karşı ayaklanan G irit’in çağrısı üze­ rine Yunanistan, Tesalya’da O sm anlılar’a saldırıya geçti ve Girit’e bir işgal birliği gönderdi. Yunanlılar’ın uğradığı bir dizi yenilgi sonunda, büyük devletlerin araya girm esiyle ateşkes yapıldı. ( -» YU N A N SAVAŞI.)



• Birinci Balkan savaşı (1912-1913). Sırbis­ tan, Bulgaristan, Yunanistan ve Karadağ’ ın birleşik kuvvetlerine yenilen Osmanlı devleti,Enez- Midye hattının batısında kalan toprakları balkanlı müttefiklere bıraktı.( -> B A L K A N SAVAŞI.)



• ikinci Balkan savaşı (1913). Türkler’den alınan toprakların paylaşılması konusun­ da anlaşmazlığa düşmeleri Bulgaristan ile eski müttefikleri Sırbistan ve Yunanistan arasında yeni bir savaşa yol açtı. Bu du­ rumdan yararlanan Türkler de Kırklareli ve Edirne’yi B ulgarlar’dan geri aldılar. (-» B A L K A N SAVAŞI.)



• Birinci Dünya savaşı'nda Balkan savaş­ ları - Ç A N A K K A L E SAVAŞLARI,MAKEDONYA, S ir b is t a n seferleri.



• ikinci Dünya savaşı'nda Balkan savaş­ ları. Ekim 1940’tan mayıs 1945’e kadar, Balkanlar hem en hem en sürekli çarpış­ m alara sahne oldu. İtalya-Yunanistan ça ­ tışması barutu ateşledi. Mussolini, 28 ekim 1940’ta Arnavutluk üzerinden Yuna­ nistan’ ı istila etti ve hızlı bir zafer kazandı­ ğını düşündü. Ama, 21 kasımdan başla­ yarak B adoglio komutasındaki İtalyan tü­ menleri A rnavutluk’ta geri püskürtüldü. Papaghos kuvvetlerinin ilerlemesini ancak hava koşulları durdurabildi. İtalyan m üdahalesi ingilizler’in Girit’e gelm elerine yol açtı. Bunun üzerine Hitler, SSCB’ye saldırm adan önce kanatlar­ daki tehdidi ortadan kaldırmak için, Yuna­ nistan’ı işgale karar verdi (Marita harekâ­ tı). Ne var ki, B e lgrad’daki hüküm et dar­ besi (27 mart 1941) sonunda Yugoslavya İngiliz tarafına geçince, Hitler, birkaç gün içinde bu ülkeye karşı bir harekât planı ha­ zırlattı. Wehrmacht’ın Macaristan, Roman­ ya ve Bulgaristan’da duraklamasıyla 6 ni san 1941 de iki harekât birden başlatıl­ dı. Şiddetle bombalanan Belgrad. 8 nisan­ da Sofya, Timişoara ve Balaton gölünden hareket eden üç zırhlı birlik kolu tarafından işgal edildi (12 nisan). Aynı anda, Kârnten’den hareket eden von VVeichs’ın ordu­ su, kolayca Hırvatistan’a girdi ve 15 nisan­ da Saraybosna’ya ulaştı. Bir itaiyan ordu­ su Dalmaçya’ya girdi. 17 nisanda Yugos­ lavya teslim oldu. Yunanistan, XII. O rd u ’ nun (List) çifte harekâtıyla ele geçirildi. Yunan-bulgar sınırını koruyan Metaksas hattına yapılan saldırı, üç gün içinde (6-9 nisan) Selanik’in alınması ve yunan II. Ordusu’ nun teslim olm asıyla sonuçlandı. O sırada Vardar’da birdenbire ortaya çıkan 40. Zırhlı birlik (Stumme), Yunanlılar’ı Yugoslavlar’dan ayırdı; 8 nisanda Prilop’a, 10 nisanda Flörina’ya girerek, Arnavutluk ve Trakya'daki yunan orduları arasına yer­ leşmiş İngiliz sefer birliklerini (general Wilson) batı yönünden yardı. Yeni ZelandalI­ lar, sefer kuvvetlerinin büyük bölüm ünün Girit’e gitm ek üzere Pire’den gemilere bin­ dirilmesi için, 22-25 nisan arasında Therm opylai’de çarpıştılar. Nisanın 2 6 ’sında Korinthos kıstağı, 27’sinde de Atina Alm anlar’ın eline geçti. 30 nisanda, Girit dı­ şındaki tüm Yunanistan VVehrmacht dene­ tim ine girdi. Yugoslavya ve Yunanistan’ın işgali, şid­ detli direniş eylemleriyle karşılaştı. G ene­ ral Mihajloviö’in Ç etnikler'i (Cetnici).Tİto' nun partizanları, yunan ELAS ve EDES di­ renişçileri, Balkanlar da, 2 0 ’ye yakın al­ man tümenini kıpırdayamaz durum a sok­ tu. İtalya'nın teslim olmasından sonra Tito, bir İngiliz m isyonunun yardımıyla, ger-



Bal kaş çek bir ordu kurdu (250 000 kişi) ve öyle­ ce ülkesini, sovyet yardımı olm adan öz­ gürlüğe kavuşturdu. Sovyetler, 1944 ağustosunda Roman­ ya’ya, daha sonra da Macaristan (Malinovskiy) ve Bulgaristan'a girdiler. Tolbuhin, Sofya’dan (15 eylül) Morava yoluyla Tito’ nun kurtardığı B e lgrad’a kadar ilerledi (19-20 ekim). Eylülde Yunanistan'ı boşal­ tan von VVeichs kuvvetleri, kendilerine Tito’nun kurtuluş ordusu arasından geçit açm ak zorunda kaldılar. Tito’ nun ordusu 1945 başlarında Sava ile Drava arasında saldırıya geçerek 1 mayısta Trieste’ye girdi ve 3 mayısta İtalya’daki İngiliz kuvvetleriyle birleşti.



Balkan şampiyonaları, Balkan ülke­ leri arasında, atletizm dışında kalan olimpik spor dallarında yapılan karşılaşmalar. Önceleri, Balkan oyunları kapsamında yer alan tüm karşılaşmalar, 1936'dan sonra ayrı ayrı yapılmaya başlandı. Büyükler, gençler ve yıldızlar kategorilerinde, her yıl başka bir Balkan ülkesi tarafından düzen­ lenir ■ BALKAN yarımadası, Akdeniz kıyısın­ daki yarımadaların en doğuda olanı, Adriya denizi ile Karadeniz arasında; kuzey­ de Sava ve Tuna ovalarıyla karayâ bağla­ nır; güneyde birçok ada ve yarımadayla Batı Akdeniz’i Doğu A kdeniz’den ayırır Adı ( — BALKAN .) dağların yarımadadaki önem ini açıklar Balkan yarımadası, Tür­ kiye’nin Avrupa kesimi ile Yunanistan, A r­ navutluk, Bulgaristan, Yugoslavya (dağlık illeri dışında) ve Eflak ovası (Romanya) topraklarını içine alır; bu topraklarda ya­ şayan 50 milyonu aşkın nüfusun ortak ya­ nı uzun bir dönem osmanlı egem enliği al­ tında yaşamalarıdır. Yarımadanın bulun­ duğu enleme karşın, Akdeniz iklimi yalnız­ ca adalarda, kıyı şeridinde, kıyı ovaların­ d a ve güneye dön ü k yam açlarda gözle­ nir; yarımadanın her yerinde yükseltilerin (Olym pos dağında 3 000 m’ye yakın) sı­ nırladığı Akdeniz ikliminin yayılma alanı, Adriya denizi’nin doğusunda, Dinar dağiarında ve Pindos dağlarında son bulur ve zeytin ağaçlarının sınırı bu yayılma alanı­ nın sonunu belirler, iç kesimdeki ovalar­ da ve dağlarda kışlar soğuk, yazlar fırtı­ nalıdır; bu karasal iklim belirtileri D.’ya d oğru ilerlendikçe büsbütün.artar. Yüzey şekilleri, B.'ya oranla D.’d a hem daha yaşlı ve daha çok başkalaşma geçirmiştir ve eksenleri K.-B.-G.-D.'dan, B.-K.-B.-D.-G. -D.’ya, kuzeyden güneye ve batıdan d o ­ ğuya doğru eğilmiş bir kıvrımlar dizisi oluş­ turur; ortaya çıkan bütün, batıda büyük en­ lemesine engebeleri (Korinthos körfezi), d a ğudaysa parçalanmış dağlar arasındaki ovaları, gölleri ve çöküntü körfezlerini içe­ ren bir mozaik yaratmış ve kırılmalar (ke­ nar kesimlerinde hâlâ deprem bölgeleri yer alır.) geçirmiştir. Maden kaynaklarının çeşitliliği, karst çö­



küntülerinin önemi ve Karadeniz’e (Mora­ va), Ege denizi'ne (Vardar, Meriç), ion denizi'ne (Akheloos), Adriya denizi’ne (Drina) dökülen akarsu ağlarının izledikleri yol, gerçekleşen jeoloji ve jeomorfoloji evrim­ lerinin (başlıca özellikleri yakın dönem ler­ de gerçekleşm iş olmalarıdır) karmaşık­ lığını gösterir Öte yandan yüzey şekilleri birçok küçük doğal yol ve birçok büyük ko­ runma ve barınma merkezinin ortaya çık­ masına yol açmıştır. Kendilerinden önce yörede konuşulan dilleri ve var olan kültürleri kökünden yok etmeyi asla amaçlamayan halkların peşpeşe yöreye gelmesi, yarımadada çeşitli etnik öbeklerin bulunmasını açıklamakta­ dır. Balkan yarım adasındaki ulusların d a ­ ğılımı ve farklı iktisat sistemlerini benim ­ semiş ülkelerin sınırları, büyük devletler arasında rekabet doğuruyordu: çünkü büyük devletler, Avrupa, Akdeniz ve As­ ya arasında elverişli bir yerde bulunan ya­ rımadanın stratejik noktalarını, çoğunluk­ la istikrarsız yapılı ve çokuluslu toplumların elinden alm ak istiyorlardı. Yakın geçmişte, doğum oranında görü­ len düşüşün zorlamasıyla tarımda gerçek­ leştirilen modernleştirm e,m aden çıkarma ve imalat sanayilerindeki gelişme ve kent­ lerdeki büyüme nedeniyle Balkan cağları önem ini yitirdi: tarımla uğraşan nüfus ve­ rimli ovalarda toplandı, kırsal kesimin nü­ fusu azaldı. Ne var ki, yatırımları zaman zaman birbiriyle çelişen siyasal bağlam ­ lar için yapılmış olsa bile, ulaşım yollan ağı sıklaştırıldı, sulanan alanlar artırıldı, tarım araçları, güore kullanımı ve tarım da işbir­ liği yaygınlaştırıldı, enerji kaynakları sefer­ ber edildi, işçiler eğitildi. G ünüm üzde ta­ rım üretimi, gereksinimi bol bol karşılan­ makta, hatta bir bölüm ü dışarıya bile .sa­ tılmaktadır Linyit madenlerinden ve c r«aç akaryakıt yatağının ve akarsu kökenli ener­ ji potansiyelinin bir bölüm ünden .yararla­ nılmasına karşın, enerji sıkıntısı çekilmek; tedir. Demirsiz metallerin böl olması ve iş­ çilerin gelişm iş ülkelerdeki kadar yüksek isteklerde bulunmaması, sanayi üretimin­ deki gelişmenin temel etkenleridir. Tica­ ret açıklarını, ülkelerin yurt dışında çalı­ şan işçilerinin gönderdiği paralar ve tu­ rizmden sağlanan gelir (özellikle Yuna­ nistan, Yugoslavya, Bulgaristan için) bir ölçüde kapatmaktadır. Birçok ağır 'sanayi yatırımıysa, hâlâ, yabancı şirket­ lerle ortaklıklara ya da dış borçlara ba­ ğımlıdır.



BALKANLAR a. 1. Balkan dağları. — 2. Balkan yarımadasındaki ülkelerin tümü.



BALKANLAŞTIRMA a. Balkanlaştırmak eylemi.



BALKANLI sıf. ve a. Balkan halkından olan.



BALKANLIN sıf. Ormanlıklarla kaplı dağlık yer için kullanılır.



Balkapanı hanı, İstanbul'da, Mısırçarşısı ile Tahtakale arasında, Rüstempaşa camisi yakınında han; bizans ve osmanlı yapı tekniklerini birleştiren bir örnek olma­ sı açısından önemlidir. Yapım tarihi ve mi­ marı bilinmemektedir. Mehmet II (Fatih) İs­ tanbul’u aldıktan sonra, yapıyı Ayasofya’ ya vakfetmiştir. Balyos adı verilen Venedik elçileri burada kaldıklarından, hana da ön­ celeri Balyos kapanı deniliyordu. Dikdört­ gen planlı, iki katlı yapı, büyük bir avlu çevresinde dizili odalardan oluşan mima­ risiyle, özgünlüğünü koruyabilmiş ticaret hanlarındandır. BALKAR a. 1. Kuzey Kafkasya’da ya­ şayan bir tü rk boyu; K ıpçaklar’ın bir ko­ lu. ( -» BALKARLAR.) — 2 . Bu boydan olan kimse. BALKARCA a. Kuzey Kafkaslar’da yaşa­ yan Balkar Türkleri'nin dili. (Türk dilinin kıpçak grubuna giren balkarca gramer ve sözlük özellikleri bakım ından karaçaycaya ço k yakın o ld uğundan her iki türk lehçesi birlikte karaçay-balkarca diye ad­ landırılır. (—*KARAÇAYÇA.) BALKARLAR, Rusya’nın Kuzey Kaf­ kasya bölgesindeki Kabartay-Balkar Özerk C um huriyeti'nde yaşayan türk bo­ yu. Kendilerine Taulular (dağlılar) ya da Malkarlar derler. Az sayıda olmakla bir­ likte Kırgızistan ve Kazakistan cum huri­ yetlerinde yaşayanlar da vardır. Yaklaşık nüf. 76 000(19901 Balkarlar’ın Kıpçak, Bulgar, Hazar gibi tü rk boylarının, Alanlar ve başka Kafkas kavimleriyle kaynaşması sonucu ortaya çıktıkları ve XIII. yy.’da merkezi Kafkasya’ ya yerleştikleri tahm in edilmektedir. Kini: araştırmacılar, Balkar adının B ulgar’dan kaynaklandığını öne sürerler Balkarlar ise, ağlarını buraya g öç etmelerini sağlayan M alkar adlı beye bağlarlar. Tarih boyunca Karaçay türk boyuyla birlikte yaşadılafr Krem hanlığı Osmanlı devletinin hima­ yesine-girince (1475), Balkarlar da Os­ manlI devletine tabi oldular Müslümanlık g'derek yaygınlaştı. 1827'de rus egem en­ liğine g'roiler. 1917 Ekim devrim i'nden sonra Karaçaylar ile birlikte 11 mayıs 1918’de kurulan Bağımsız Kuzey Kafkasj ya C um huriyeti'ne katıldılar. Kızıl ordu bu devlete son verince (1921), Balkarlar Kabartay bölgesine, Karaçaylar Karaçay :Çerkes özerk b ölg e si’ne yerleştirildiler, ikinci Dünya savaşı sırasında Balkarlar ve Karaçaylar birleşerek sovyet hüküm etine karşı çete savaşları başlattılar Balkarlar Si­ birya’ya ve Orta Asya’ya sürüldü (1944). Çıkartılan bir yasayla (1957), Balkarlar’ın büyük bir bölüm ü Orta Asya’dan geri g e ­ tirildi, Kabartay Balkar Özerk C um huriye­ ti'ne yerleştirildi. BALKAŞ, Kazakistan C um huriyeti’nde kent, Balkaş g ölünün K. kıyısında; 76 000



Balkan yarımadası solda: Crtıa Gora'nın (Yugoslavya) karstlı dağlarında bulunan Lovcen kütlesinin eteğindeki polye



altta: Arnavutluk'un güneyindeki Gjirokaster yerleşmesi



Balkaş § tanbul ? - Malatya 1945). Döneminin ünlü s karagözcülerinden Cerrah Salih Efendi İŞ nin çırağıydı. Repertuarının zenginliği ve oyunlardaki başarısıyla sarayın ilgisini 3 çekti, huzur karagözcüsü oldu. K ârı* ka■3 dim oyun biçim inin son temsilcisi ve ka­ ragözcü esnafının Şehrem aneti’nce tas­ dikli son kâhyasıydı. ( -»Kayn.)



1272



BALKIZ



.



BELKIS.



BALKUSAN, esk. B ağbelen, Karaman’ın Ermenek ilçesi, merkez bucağın­ da köy; 354 nüf. (1990). Karamanoğulları yapılarından imaret-türbe (XIV. yy).



BALKON a. (fr. balcon). 1. Bir yapı cep­ hesinde genellikle çıkıntılı olarak yapılan, bir kapıyla iç m ekânlara bağlanan, par­ maklık ya da korkulukla çevrili yer. — 2 . Gösteri salonunda sahnenin bulunduğu katın üstündeki asmakat ya da katlar. —Denize. Kıç balkon, eskiden gemilerin kıç tarafında bulunan üstü açık ya da kapalı galeri. ■ Balkon (le Balcon), M anet’nin tablosu (1,69x1,23 m; 1868; Louvre). 1869 Salon u ’nda çok tartışılan yapıt, Goya’ nın Bal­ kondaki mayalar adlı yapıtından esinlen­ miştir. Tabloda, oturm uş durum da Berthe Morisot, ayakta Fanny Claus, Antoine Guillem et ve (dipte) M m e M anet’nin o ğ ­ lu Leon Koella-Leenhoff görülür.



Balkon (1868) Edouard Manet’nin yapıtı Louvre müzesi, Paris



nüf. Kunradski’de çıkarılan bakır filizinin işlendiği döküm evi.



BALKAŞ gölü, Kazakistan Cumhuriyeti’nde göl, Tien Şan'ın K.’inde, 17 300 km2. Bir kapalı çöküntüde yer alan, de­ rinliği çok az (özellikle D. kesiminde) bir göldür; başlıca kolu ili ırmağıdır. BALKELEBEĞİ a. Tırtılları kovanlarda büyük zarara yol açan Galleria cinsi üye­ lerine verilen genel ad.



BALKI sıf. Esk. Güzel, süslü, parlak: "O nbeş bez mendil, bir balkı yaşmak, ala­ ca to n " (Şer’iyye sicilleri, XV. yy.).



BALKIMAK gçz. f. 1. Işık ya da yansıtı­ cı bir şey sözkonusuysa, parıldamak: A k­ şam güneşinde balkıyan sular. — 2. Yara sözkonusuysa zonklamak. — 3. Şimşek sözkonusuysa, çakmak.



BALKIR a. — 1 Parıltı, ışıltı. — 2. Şimşek. »B A LK IR (Celal), türk tiyatro sanatçısı



Celal Balkır



Giacomo Balla Otomobil hızı + ışıklar + gürültü yağlıboya (1913) Kynsthaus, Zürich



BALL (John), İngiliz papaz. 1381’de Londra'da ayaklanan köylülere “ Havva anamız ip eğirirken, Adem babam ız to p ­ rağı bellerken, soylu diye birisi mi vardı?" teması üzerine vaazlar verdi. 15 temmuz 1381’de Saint A lbans'da idam edildi. BALL (Hugo), alm an yazar (Pirmaseçs 1886 - San Abbondio, Lugano yakınında, 1927). Berlin'de M ax R einhardt’ ın öğren­ cisi oldu. Münih oda tiyatrosu’nun oyun yazarlığını yaptı. Zürich’e kaçarak orada Cabaret Voltaire'in ve dada grubunun ku­ ruluşunda rol oynadı. Sonra katolikliğe döndü (Die Flucht aus der Zeit, 1927). An­ latımcı bir şair olarak ses öğesine önem veren yapıtlarıyla tanındı. Başlıca yapıtla­ rı: Z u r Kritik d e r deutschen intelligenz, 1919; Briefe 1911-27, 1958; Herm an Hesse, sein Leben u n d sein Werk, 1927.



BALL (George Wildman), amerikalı avu­ kat ve siyaset adamı (Des Moihes, iowa, 1909). A B D 'de uzun süre Avrupa toplu­ luklarını temsil etti ve Batı Avrupa’nın bir­ leştirilmesi sürecinde önemli rol oynadı.



(İstanbul 1909-ay.y. 1988). Güzel sanat­ lar akadem isi'nde mimarlık okudu, ayrı­ ca Belediye konservatuarında viyolon­ sel öğrenimi yaptı. 1935’te İstanbul Şehir ■ BALLA (Giacomo), İtalyan ressam (Torino 1871-Roma 1958). 1900 yılına doğru, tiyatro’suna girdi. Bir yıl sonra Berlin’e gi­ ışık ve renk sorununu bölm eci resim tek­ derek müzik eğitimini sürdürdü. 1939’dan niğinden yararlanarak ele aldı. Yapıtla­ başlayarak İstanbul Şehir tiyatrosu’ nda rında çağdaş dünyayı ve özellikle onun oyuncu, yönetmen ve sahne m üdürü ola­ toplum sal yönlerini işledi. Kısa bir süre rak görev yaptı. 1975’te aynı kurum dan sonra, ışığın bileşimini çözümlemeye ça ­ emekli oldu. Sahneye koyduğu ya da rol lıştı. 1910’a doğru hareket ve hız incele­ aldığı önemli oyunlarından bazıları şunlar: m elerine başladı. Bu dönem den sonra Vişne bahçesi (1943). Kral Lear (1947), birkaçı günüm üzde fütürizm in temel ya­ Yavru kartal (1953), Cyrano de Bergerac pıtları sayılan resimlerini yaptı. Daha (1958), Birtakım insanlar (1960). 1912’de “ süredeşçi" ve "din am ik" bir sa­ BALKIR (Rıza), B e d e s tâ n î, B e d e ste n natçı olarak hareket halindeki biçimleri birli, A k ta r Rıza da denir. Türk karagözcü (isarada gösteren bir tür soyutlamaya ulaştı Otom obil hızı + ışıklar + gürültü, 1913). c Buna karşın 1920’lerde bir ölçüde, S 1930’dan başlayarak da kesinlikle figüra3 tif sanata döndü. Heykel, dekoras­ yon ve mimarlık alanlarında da çalışma­ lar yaptı.



BALLABİLE a. (ital. söze.). 1. Solocular ve tüm bale grubu tarafından yapılan, ama solo içermeyen koregrafi figürü. (Her zaman, konunun en gerilim li noktasında, özellikle finalde görülür. Romantik dönem ­ de ço k kullanılmıştır.) — 2. Bir operada, konuyla bağlantısız danslı bölüm. (Deko­ ratif bir öğe olarak özellikle XIX. yy.'da kul­ lanıldı.)



BALLAOAS (Emilio), kübalı şair (Camagüey 1908 - Havana 1954). Duyumsal ve renkli dizelerin ve A ntologia de la poes'ıa negra hispanoam ericana (İspanyol Amerikası zenci şiiri antolojisi [1935] adlı eşsiz



yapıtın yazarı. Afrika-Küba şiirinin en iyi tem silcilerinden biridir. Duygusal ve d in­ sel nitelikli şiirler de yazmıştır.



BALLAMEZZA -



BALYEMEZ.



BALLANCE (John), yeni-zelandalı siya­ set adamı (Glenavy, Ulster, 1839 - Wel­ lington 1893). 1867'de, Maoriler ile çarpış­ m ak üzere gönüllü topladı; sir George G rey (1877-1879) ve R o b e rt S tout (1884-1887) hükümetlerinde bakan olduk­ tan sonra, 1891den 1893’e kadar başba­ kanlık yaptı. Tarım ve yerli sorunlarıyla il­ gilendi, krallık topraklarını bağışlamayı reddetti, fakat bunları süresiz kira sözleş­ mesiyle dağıttı; sonunda, 1891’de artan oranlı toprak ve gelir vergileri koydu



BALLANCHE (Pierre Simon), fransız ya­ zar (Lyon 1776 - Paris 1847). Basımcı ve yayımcı. 1801 ’de, hem Rousseau’nun yaradancılığının hem de M ontesquieu’nün Kanunların ruhu nda (l’Esprit des lois) kul­ landığı yöntemin izlerini taşıyan D u sentim ent considere dans son rapport avec la litterature adlı bir denem e yayımladı. Bu yapıtta egem en olan dinsel duygu, Chateaubriand'ın ilgisini çekti ve içrekçilik eği­ limi ile Vico’nun tarih felsefesini, A ntigone (1814), Essai sur les institutions sociales (1818), le Vieillard et le je u n e Homm e (1819), P a lin g e n e s ie s o c ia le (1827-1829), la Ville des expiations (1832) adlı yapıtlarında birleştirerek gızemcılığ,e kadar vardı, insanın bu bütünselleştirici görüntüsü, rom antik ideolojiyi etkiledi ve böylece 'sanat alanına da uyarlandı. (1842’de Academ ie Française üyeliğine seçildi.)



BALLANDIRMAK - B ALLA N M A K . BALLANMAK gçz. f. 1. Üstüne bal bu­ laşmak. — 2. Meyve sözkonusuysa,olgun­ laşmak, tatlanmak: incirler ballandı. — 3. Konuşma sözkonusuysa, tatlılaşmak. ♦ b a lla n d ırm a k ettirg. f. 1. Ballanma­ sını sağlamak. — 2. A rg. Özellikle para sözkonusuysa, vermek; sökülmek: Parti­ y i kaybettin, ballandır bakalım askerleri. — 3. Ballandıra ballandıra (anlatmak), özendirecek biçimde, abartarak (anlat­ mak): Yediklerini ballandıra ballandıra anlattı.



BALLANTİNE (James), İskoç sanatçı ve şair (Edinburgh 1808 - ay. y. 1877). W. M orris’in etkisinde kaldı. İngiliz vitray sa­ natına ve İskoç şarkısına yenilik getirdi (One H un d re d Songs with Music, 1865). BALLANTYNE (Robert Michael), ıskoç yazar (Edinburgh 1825 - Roma 1894). Ya­ yımcılık ve suluboya ressamlığı yaptı. Kanada’da, Hudson körfezi şirketi’nde çalıştı (1841-1847). Gençler için masum serüven romanları yazdı: The Young Fur Traders (1856), Ungava, a Tale o f Eskimo Land (1857) ve klasik yapıtı M ercan adası (Carol island) [1858]. W. G olding Sineklerin tanrısı'nda (Lord of the Flies) [1954] bu ya­ pıta karşılık verdi.



BALLARAT, Avustralya'da kent, Victoria eyaletinde, M elb o u rne ’un K.-B.’sında 60 700 nüf. Metalürji ve dokum a sanayi­ leri. Kereste ve kağıt üretimi. —Yakınında, Avustralya’nın en eski altın çıkarma bölgesi. BALLARD, m üzik yapıtları basımcısı ai­ le. Paris’te açtıkları yayınevi, XVI. yy.’dan başlayarak iki yüzyılı aşkın bir süre müzik yapıtları basım tekelini elinde tuttu. — ROBERT, firmanın kurucusu (Montreuil -sur-Mer?-Paris 1588), A. Le Roy ile ortak oldu ve 1552’de kral Henri ll’den bir ayrı­ calık elde etti. 300'ü aşkın kitap yayımla­ dılar: gitar, lavta vb. tablaturaları, şansonlar (25 kitap), motetler, missalar (Arcadelt, Certon), C. Goudim el ve C. Le Jeune'ün mezmurları, le Ballet co m iq u e d e la reine (1582), C. Janequin, R Clereau, G. Costeley, N. La Grotte, A. de Bertrand ve G Boni’nin yapıtları; özellikle Lassus’den çok sayıda yapıt. — PİERRE (öl. Paris 1639), öncekinin oğlu, çeşitli besteciler-



den 8 arya kitabı, G. Bataille’den 6 arya kitabı, E. Du Caurroy, E. Moulinie, J. Titelouze gibi bestecilerden örnekler, M. Mersenne’den l'H arm onle üniverselle (1636) adlı yapıtı yayım ladı.— ROBERTII,önce­ kinin oğlu (öl. Paris 1673), H .D u M ont’un yapıtlarını, R. C am bert’in operalarını ya­ yımladı ve büyük bir 2 partili arya dizisi­ ne başladı. Firmasının elde ettiği hakları birçok rakibine karşı savundu. —C h rİsto p h e (Paris 1641 - ay. y. 1715), önceki­ nin oğlu. Onun dönem inde firma, başka alanlara da el attı. Tarama-gravür kullanı­ mını başlattı. Büyük bir başarıyla J. -B. Lully, A. Campra, A. Destuuches, M. Desmarest gibi bestecilerin operalarını ve o dönem de çok gözde olan sayısız "chansonnette” ve meyhane aryası yayımladı. —JEAN - BAPTİSTE - CHRİSTOPHE (Paris 1663 - ay. y. 1750), öncekinin oğlu. Onun dönem inde firma, rakipleri karşısında ge­ riledi. Bununla birlikte, S. de Brossard, M. -A. Charpentier, F. C ouperin, M. H. Delalande, A. Philidor gibi bestecilerin yapıt­ larını ve J. - P Ram eau’nun kuramsal ki­ taplarını yayımladı. Onun ölümünden son­ ra firma, oğlu ChrİSTophe -Jean - F ra n ÇOİS (Paris 1701'e d o ğ r - ay y. 1765) ve torunu PİERRE - ROBERT CHRİSTOPHE (Paris 1743 - ay y. 1812) yönetim inde d a ­ ha da kötüye gitti ve XIX. yy.’ın başında kapandı.



BALLARD (James Graham), İngiliz ya­



"Nesneleri hareket halinde g ö rm e k " is­ teyen Leger'nin resim üslubunu sinemaya uyarlamasıydı. G örünürde aralarında hiç­ bir bağ bulunm ayan görüntüler, bir tanı­ dık nesneler dansına dönüşerek, biçim ­ lerin kabartılarını ve ışık-gölge oyunlarını vurgular.



BALLETTO a. (ital. söze.). 1. XV. yy.’ın sonunda, birçok ses için yazılmış dans şarkısı (G astoldi’nin, Morley in balleto'ları). — 2. Daha sonraları, sözlü ya da söz­ süz, bir intrada’dan önce yapılan değişik danslardan oluşan süit. — 3. Bir süit'te yer alan ya da almayan, koregrafi türünde çal­ gı yapıtı (Frescr.baldi, Schein, Melchior, Franck).



Ballhausplatz, 1719 dan ben, Viyana' da Avusturya Dışişleri bakanlığı yapıları­ nın bulunduğu alana ve daha geniş an­ lamıyla bu bakanlığın kendisine verilen ad.



BALLI sıf. 1. içinde bal bulunan ya da üstüne bal bulaşmış şey için kullanılır: Bal­ lı süt, kek. Ballı ellerini masaya sürme! — 2. Arg.Şanslı: Ne ballı adamsın, bütün kızlar sana bakıyor. — 3. Ballı börekti, birbiriyle çok iyi anlaşan kimseler için söylenir.



BALLI, Tekirdağ’ın Malkara ilçesine bağlı bucak; 10 187 nüf. (1990); 15 köy. Merkez Ballı, 1 160 nüf. (1990).



zar (Şanghay 1930). Çocukluğunda bir ja- ■ BALLI (Veli), türk atlet (Varto, Muş, 1949) pon kampına kapatıldı. Tıp öğrenim inden Atletizme Sivas D em irspor'da başladı. 1971’den sonra maraton koştu. 1976 La­ sonra, kurgubilim yazarlığına girişti. Ro­ hor m aratonu'nda birinci oldu (2.11.30). manlarında, çevresinin dramatik kargaşa­ ları ile karşı karşıya kalan insanın sıkıntısı­ 1977’de üç bini aşkın atletin katıldığı Bos­ ton m aratonu'nda ço k az bir zaman far­ nı çözümler. kıyla ikinci olarak büyük başarı kazandı Ballard olayı. Deneys. ruhbil. R B. Bal(2.15.44). 1977’de, Ankara’da yapılan Bal­ lard tarafından 1913'te gözlenen paradok­ kan oyunları'nda (2.15.56) ve 1979’da A ti­ sal olay. Buna göre, uzun bir aradan — 24 na m aratonu'nda (2.2804) birinci oldu. saatle 7 gün arasında— sonra m eydana gelen bir hatırlamanın yüzdesi, hiç arasız ■ BALLIBABA a. Avrupa, Asya ve Kuzey bir hatırlamanınkine oranla daha yüksek­ Afrika'da yetişen dört köşe saplı bir ya da tir. (Teknik bakımdan, bu konuda bazen çokyıllık bitki. (Bil. a. lam ium ; ballıbaba­ anım sam a’dan söz edilir. Bugün artık bu giller familyası.) olayın, birinci hatırlamanın İkincisi üzerin­ — A N S İ K L . Ballıbabanın daim a saplı olan deki etkisinden kaynaklandığına inanıl­ yaprakları dişli, oval ya da değirmidir. Ç i­ maktadır. çekleri beyaz, sarı ya da firfiri kırmızı renk­ te ve bir eksen çevresinde topludur; iki Ballarino (il) [Dansçı], Marco Frabrizio parçalı çiçek tacının üst parçası uzun ve Caroso’nun 1581’de Venedik’te yayımlan­ yay biçiminde, alt parçası çok kısa yan mış 2 bölüm lü incelemesi. Dans üstüne lopludur. Ak ballıbaba (Lamium albüm ) bilinen ilk yapıtlarından biridir. hom eopati’de kullanılır. Peklik verici ve BALLENY adaları, Asantarktika'da Ye­ kalp kuvvetlendirici olan çiçeği, haşlana­ ni Zelanda’ya bağlı adalar, Victoria topra­ rak içilir. Ballıbaba genellikle ısırganlarla ğının açığında. bir arada yetişir ve yapraklan ona çok benzer. BALLERİNA -> B A L E R İ N A



BALLESTEROS Y BERETTA (Anto-



BALLIBABAGİLLER â Dört köşe sap­



nio), İspanyol tarihçi (Roma 1880 - Pamplona 1949). En önemli yapıtı Historia de Espana y su inlluencia en la historia universa/'dir (Ispanya’nın tarihi ve Dünya üze­ rindeki etkisi) [1918-1941).



lı, karşıt ya da haçvari yapraklı, kokulu iki-., çenekli otsu (ya d a kimisi çalımsı) b itkiler familyası. (Bil. a. lamiaceae.) —A n s İk l. Ballıbabagillerin çiçeklerl-bakışımlıdır; her çiçekte 2 ya da 4 erkekorgan, üst durum lu ve dört bölmeli bir yum urta­ lık bulunur (örneğin nane, kekik, lavantaçiçeği, melisa, vb.); yapraklarında esarislı yağlar salgılayan çok sayıda küçük salgı bezi bulunur. Bu yüzden bu bitkiler çok aramalıdır; içlerinden pek çoğu halk he­ kimliğinde (nane, melisa), şekercilikte (na­ ne), m utfaklarda (adaçayı, kekik, sariet), parfümcülükte (origan, lavantaçiçeği) vb. kullanılır. 3 500 kadar türü içeren familya tek başına ballıbabalar (lamiales) takımı­ nı oluşturur.



BALLESTREM (Frapz, VON— kontu). alman siyaset adamı (Plawniowitz, Siiezya, 1834 - ay. y. 1910). Reichstag'da Windhorst’un kurduğu katolik Merkez partisi' nin sağ kanadında yer aldı (1872); Kulturkam pf hareketi sırasında, katoliklerin Bism arck’a karşı mücadelelerinde önemli rol oynadı. 1898’den 1906’ya kadar Reichstag başkanlığı yaptı. ■ B allet Im perial, 3 bölüm lü bale. M ü­ ziği, Çaykovskiy’in piyano ve orkestra için 2. konçertosudur. Koregrafisini George Balanchine, dekor ve kostümlerini Mstislav Dobujinski hazırladı, ilk kez 1941'de New York’ta Am erican Ballet Caravan ta­ rafından Flunter College Playhouse'da sah­ nelendi. Başlıca rollerde Marie-Jeanne, Gısella Caccialanza, VVİlliam Dollar dans ettiler. Balanchine’in en büyük başarıların­ dan biri sayılan bu saf dans balesi, Petersburg'daki Mariinski tiyatrosu’nun büyük dansçılarına adanmıştı.



Ballet' m 6canlque (le), fransız filmi (1924). Bu kısa ve öncü yapıt, ressam Fernand Löger tarafından gerçekleştirildi.



BALLIBABALAR a. Ballıbabagillerle ona yakın familyaları içeren bitki takımı. (Bil. a. lamiales.)



BALUBASRA ya da BALLI BALSIRA, incirin meyvesine, yaprağına, dallarına ve çeşitli tarım bitkilerine zarar veren kabuk­ lu bit. (Bil. a. C eroplastes' rusci; kabuklubitgiller familyası.) [Eşanl. KANLI BALSI­ RA, İNCİR KOŞNİLİ.) BALLICA, esk. E ngiz, Samsun ilinde Bafra ilçesinde bir köy iken 1987 yılında Ondokuzmayıs adıyla ilçe yapıldı.



BALLIHİSAR, esk. B a lâ h is a r, Eskişe­



hir’in Sivrihisar ilçesi, merkez bucağına bağlı köy; 393 nüf. (1990). PTT. Köyün yerinde, ilkçağ'da, Phryga kentçiği Pessinus* bulunuyordu.



Ballıhisar müzaml, Ballıhisar* köyün­ de müze. Köyün çevresinde, Pierre Lambreehts yönetim inde yapılan kazılarda (1967-1972) ortaya çıkarılan Pessinus’ kentinin kalıntıları, açık hava müzesi ola­ rak düzenlendi.



BALLIK a. iki katlı arı kovanlarının ikinci katı, (iki katın arasındaki ballık tahtasına açılan delikler anaarının geçm esine en­ gel olacak derecede dardır. Ama, işçi arı­ lar bu deliklerden kolayca geçerek, üst katta bal yapabilirler) || Seksiyon ballığı, seksiyon çerçevelerinin yerleştirilmesine uygun ballık. || Yarım ballık,yüksekliği nor­ mal ballığınkinin yarısı kadar olan ballık.



Veli Ballı



BALLİF (Claude), fransız besteci (Paris 1924). Paris’te Messiaen ile, Berlin'de B. Bıacher ile çalıştı. 1971’de Paris konservatuvarı'nda çözüm lem e dersi vermeye başladı. Introduction â la metatonalitö (1956) ve Berlioz (monografi, 1968) adlı kitapları yayımlandı. Başlıca besteleri: 5 piyano sonatı (1953-1960); 4 org sonatı (1956); yaylı ç a lg ıla r için 3 d ö rtlü (1955-1959); la Vie d u m onde q u i vient adlı oratoryo (1953-1972); les Battements d u coeur de Jesus; Voyages de m on oreille (1957-1959). 1974’te A . H oneggerödülü’ nü aldı.



BALLİK sıf. (fr. balliq_ue). Nörol. Kol ve bacakların kökünde görülen istemsiz, arı,, hızlı, düzensiz ve özellikle büyük genlikli bazı hareketlere denir. (Bu hareketler ge­ nellikle dam ar kökenlidir, Luys cisminin ya da bağlantılarının bozukluğundan doğar. Ç oğu zaman bir yanda görülür ve karşı yanda yarım ballizm yaratır.) BALLİN (Albert), alm an arm atör (Hamburg 1857 - ay. y. 1918). 1886’da H am ­ b urg A m erika Linie şirketi’ ne girdi, 1899’da genel m üdür oldu ve şirketi dün­ ya denizcilik şirketlerinin en önemlisi d u ­ rum una getirdi. VVİlhelm ll’nin danışm a­ nıyken ıngiliz-alman yakınlaşması için ça­ lıştı; alman hüküm etinin, deniz kuvvetle­ rinin azaltılmasını reddetmesi üzerine bu girişim inde başarılı olamadı.



kırmızı ballıbaba



ak ballıbaba (Lamiurt) albüm)



BALLİNA, İrlanda C um huriyeti’ nde kent, Mayo yönetim bölümünde, Moy ır­ mağı kıyısında; 6 000 nüf. Gezinti yeri. Kent, Fransızlar’ın 1798 seferi sırasında iş­ gal edilmiştir. BALLİNASLOE, İrlanda Cumhuriyeti’nde kent, Galway yönetim bölümünde,



Ballet imperial 'den bir sahne (1950’de)



Ballinasloe Lough D erg’in K.’inde. Panayırlar. Büyük Kanal’ ın başlangıç noktası. —Yakınında, bir Augustinus tarikatı manastırının (XV. yy.) yıkıntıları.



1274



BALLİNO a. (fr. söze.). 1. Bir çözeltideki şeker oranını gram cinsinden ve yüzde ola­ rak doğrudan veren. 2 0°C 'ta ayarlanmış şamandıralı yoğunlukölçer. — 2. Balling derecesi, Balling yoğunlukölçerinin gös­ terdiği derece (10°, 6 Balling, 100 g şe­ kerli sıvının 20°C 'ta, 10.6 g şeker içerdi­ ğini gösterir).



BALLİOL ya da BALİOL N orman kö­ kenli, g üçlü İskoç ailesi. Ailenin İngiltere’ deki kurucusu ve Fatih VVİlliam l’in arkadaşı Gui de Balliol ya da Baliol kral Kızıl VVİlliam* II tarafından Kuzey’deki toprakla­ ra yerleştirildi. Oğlu BERNARD, Durham B arnard’s Castle’da, markaların en önde gelen kalelerinden birini yaptırdı. Sonra­ ki kuşakları da iskoçya'da büyük çıkarlar elde eden bu ailenin XIII. ve XIV. yy.’da ingiliz-iskoç ilişkilerindeki önemli rolü b u ­ radan kaynaklanmaktadır.



BALLMER (VValter), isviçreli grafikçi (Liestal 1923). Çeşitli etkilerin (Bauhaus) ve deneylerin (özellikle, Milano'da Boggeri ta­ sarım stüdyosu) ardından, 1956'dan baş­ layarak, Olivetti’de biçim lendirdiği özgün üslubunu geliştirdi. Burada reklam ele­ manları yarattı, sergiler düzenledi ve yet­ kinliği geometrik kesinliğinden, açık seçikliğinden, tutadığından ileri gelen duvar panoları yaptı. BALLONNE sıf. (fr. söze.). Koregr. 1. Bir bacak üzerinde sıçrarken, havada kalan öbür bacağın belli bir yöne uzanıp kapan­ ması (inerken üste ve öne, yükselirken al­ ta ve arkaya) için kullanılır. — 2. Yumuşak ve esnek bir yükselme dansı üslubu için kullanılır.



BALLOTTEa. (fr. söze ). Koregr. Sıçrar­ ken arkada kısa bir battem ent’dan, yere inerken de önde bir battem ent developpe’den oluşan adım. BALLTRAP a. (ing. söze.; bali, disk ve trap, yay’dan). Tüfekle yapılan atışlarda havaya kil diskler fırlatarak hedef oluştu­ ran yaylı aygıt; bu aygıtın kullanıldığı atışlar.



BALLY (Charles), isviçreli dilbilim ci (Ce­ nevre 1865 - ay. y. 1947). F. de Saussure'ün öğrencisiydi; 1913’te Saussure'den sonra. Cenevre Üniversitesi karşılaştırmalı dilbilgisi ve genel dilbilim kürsüsü başkan­ lığına getirildi. A. Söchehaye ile birlikte 1916’da, öğrenci notlarına dayanarak ye­ niden oluşturulan F. de Saussure'ün Ge­ nel dilbilim dersleri'nl (Cours de linguistiq u e gönerale) yayım ladı. Yapıtları, "ü slu p b ilim " adını verdiği özel bir alanı kapsar (PrĞcis d e stylistique [üslupbilim elkitabı], 1905; Traite de stylistique française [Fransız üslupbilim i incelemesi], 1909-10, 2 c.). Burada, ‘düzenli dilin olgu­ larının duygusal değerini bir dilin anlatım yollarını oluşturmaya katkıda bulunan anlatımsal olguların karşılıklı etkisi"ni ince­ lem ek sözkonusudur. Bally, Saussure'ün özellikle ilgilendiği dil ağırlıklı dilbilim ya­ nında, söz ağırlıklı bir dilbilim in tem elleri­ ni atm ak istedi (le Langage e l la vie [Dil ve yaşam], 1913; Linguistique generale et linguistlque française [Genel dilbilim ve fransız dilbilim i], 1932, yeni basım 1945).



BALLYCASTLE, Kuzey İrlanda’da say­ fiye merkezi, Antrim platosunun kuzey kı­ yısında. BALLYMENA, Kuzey İrlanda’da kent, Belfast’ın K.-K.-B.'sında, Braid ırmağı kı­ yısında; 16 500 nüf. Sayfiye merkezi.



BALMACEDA (Jose Manuel), şilili dev­ let adamı (Santiago 1840- ay y. 1891). Soy­ lu bir aileden gelen Balm aceda milletve­ killiği yaptı (1864). Liberal parti'nin en nü­ fuzlu üyelerinden biriydi. 1882'de içişleri bakanlığına getirilince, m edeni nikâhı zo­ runlu kıldı. 1886’da cum hurbaşkanlığına seçildi. Nitrattan elde edilen ve gitgide ar­ tan gelirlerden yararlanarak milli eğitim, demiryolları yapımı ve avrupalı kolonların ülkeye göçü konularında çalışmalar yap­ tı. 1890’dan başlayarak meclisle çatışma­ ya düşünce, devleti parlamentosuz yönet­ meye kalkıştı; 1 ocak 1891'de bütçeyi as­ kıya aldığında diktatörlük kurm akla suç­ landı. Muhalefet liderleri Santiago’yu terkederek deniz kuvvetlerinin de desteğiy­ le bir ayaklanma cuntası kurdular. Kara kuvvetlerinin büyük bir bölüm ü cum hur­ başkanına sadık kaldı. Sekiz aylık bir iç sa­ vaş sonunda Balmaceda yenildi ve Arjan­ tin büyükelçiliğine sığındı. Görev süresi­ nin sona erdiği gün intihar etti. Onunla bir­ likte Şili’de bir süre için başkanlık rejimi so­ na erdi.



BALMES (rahip Jaim e Luciano), İspan­ yol Katolik gazete yazarı ve filozof (Vich 1810 - ay. y. 1848). Monarşik düzenden yanaydı. El Pensamiento de la Nacı'on' da hanedan anlaşmazlığına son verece­ ği düşüncesiyle Carlos ve isabel yandaş­ larının birleşmesini savundu. Felsefenin ispanya'da yeniden canlanmasını sağla­ dı. Kitapları tüm Avrupa dillerine çevrilen bir din savunucusuydu. Başlıca yapıtları, El protestantism o com parado con el catolicism o (Protestanlık ile katolikliğin kar­ şılaştırması) [1842-1844] ve El criterio'dur (1845). BALMONT (Konstantin Dmitriyeviç), rus şair (Gumnişçi, Vladimir eyaleti, 1867 - Noisy - Le - G rand 1942). Halkçı şiirlerden sonra, Dans l'in fin l (fr. çev.) [1895] adlı şiir denemesiyle sim gecilik akımına katıldı ve alışılmamış müzikal etkiler yaratarak (iç uyaklar, ses yinelemeleri) dize kurm a tek­ niğini yeniledi. B udem kak Solntse (1903) adlı çalışmasından sonra, ustalığa ve ben’ in yüceltilmesine duyduğu eğilimleri ya­ pıtlarında daha da vurguladı (Liturgie de la beaute [fr. çev.], 1905; Aurore boreale [fr. çe v], 1931). Bundan başka, çeşitli an­ latılar kaleme aldı (Eclairs Blancs [fr. çev.] 1908; le Pays d 'O s iris [fr. çev], 1914). Poe, Shelley, VVhitman gibi yazarlardan çeviriler yaptı. Balmont. Sovyetler Birliği'ni 1920'de terk etti. B alm o ral



ş a to s u , iskoçya'da, Grampian bölgesinde Dee nehri üzerinde Büyük Britanya şatosu. 1853-1856 yılları arasında yapılan bu küçük şato Büyük Bri­ tanya yöneticilerinin yazlık konutuydu.



BALMAİN (Pierre), transız terzi (Saint -Jean - de -M aurienne 1914 -Neuilly - sur - Seine 1982). Mimarlığı bırakıp Molyneux(1934)ve Lelong firmalarında(1939) terzilik öğrendi; 1945’te kendi firmasını kurdu. Kadın hazır giyim inde ad yaptı; 1976'da erkekler için de bir butik aç­ tı.



BALLY, Kalküta' nın (Hindistan) sanayi



BALMAK, türk komutan (VI. yy.). Balak



BALMUMU a. 1. Kimi zarkanatlıların



Han yönetimindeki Sabirler’ in ordusunda yetişti. Balak’ın dul eşi Boarık Ece d öne­ minde sabir ordusunun komutanlığına ge­ tirildi. Sabir birliğini tehdit eden Avarlar karşısında ağır bir yenilgiye uğradı (557).



BALMER (Johann Jakob), isviçreli fizikçi (Lausen. Basel-Landschaft kantonu, 1825 -Basel 1898). M atem atik profesörlüğü yaptı. A kkor gazların ışık tayflarını incele­ di ve 1885'te kendi adını taşıyan formülü buldu.



1



K - i ) formülde R Rydberg değişmezi, m bir tam­ sayıdır. B o h r’un, hidrojen atomu modeli yardımıyla bu deneysel formülü açıklama­ sı, kuvantum fiziğinin başlangıçtaki en par­ lak başarılarından biri olmuştur.



Bally (Societe anonyme), ayakkabı sa­ nayisinde dünyanın en önemli toplulukların­ dan biri. 1907’de Zürich’te kurulan bu şir­ ket, İsviçre’de ve başka ülkelerde kurulu birçok sanayi ve ticaret işletmesini d ene­ timi altında bulunduran ve ayakkabı yapım ve satışıyla uğraşan bir holding durum un­ dadır. 1977'de Oerlikon-Bührle topluluğunca satın alındı.



BALMAT (Jacques), fransız rehber (Pölerins köyü, C ham onix yakınında 1762 -Sixt vadisi 1834). Dr. Paccard ile birlikte mont Blanc’a ilk tırmanışı gerçekleştirdi (8 ağustos 1786). Böylece, H. B .’de Saussure’ün bu doruğu ilk fethedeceklere vaat ettiği ödülü ve "m o n t Blanc Jacques Balm at" unvanını aldı. 3 ağustos 1787'de Saussure’ü mont Blanc'ın doruğuna çı­ kardı. M aden ararken öldü.



*



hidrojenin değişik yayım -soğuruim a tayf çizgilerinin \ dalga boylarını (y a d a o frekanslarını) veren formül;



BALMUMCU (Şevki), türk mimar (İstan­ bul 1905 - ay. y. 1982). İstanbul Güzel sa­ natlar akademisi mimarlık bölüm ü'nü bi­ tirdi (1928). Çeşitli devlet kurumlarında ve özel kuruluşlarda çalıştı. 1933’te Milli ikti­ sat ve tasarruf cem iyeti'nce Ankara Sergievi binası için düzenlenen uluslararası proje yarışmasında birinci oldu. 1935’te bitirilen yapı, 1948 de Paul Bonatz tarafın­ dan günüm üzdeki O pera binasına d ö ­ nüştürüldü. Çeşitli proje yarışmalarında birincilik kazanan yapıtlarında, ülke dışın­ daki gelişmeleri izleyerek çağdaş değer­ leri yansıtmaya çalıştı. Bu yapıların başlıcaları: Galata rıhtımındaki İstanbul yolcu salonu, Ankara Çocuk esirgeme kurumu, Tokat Atatürk anıtı kaidesi ile Terzili kaplı­ cası ve oteli.



BALLUS a. (yun. ballein, fırlatm ak’tan) Sıçrayan küçük örüm cekleri içeren cins. (Kısa ve tıknaz gövdesi, kızılımsı sarı ya d a beyaz tüylerle kaplıdır. Ballus depressus, Avrupa’da orm anlarda sık görülür. Sıçrayıcıörümcekgiller familyası.)



Şevki Balmumcu'nun yapıtı Yolcu salonu



banliyösü (dokuma, metalürji, kimya sa­ nayileri), Hugli ırmağı kıyısında.



Balmar formülü, g örünür bölgede.



balmumu salgı bezlerince salgılanan özel­ likle de genç işçi arıların peteklerini yap­ makta kullandıkları oldukça koyu, sarı renkli yağlı madde. (Bk. ansikl. böl. Arıcılık.)— 2. Hammaddesi hayvansal ya da bitkisel bal­ mumu ya da petrolün damıtılmasıyla elde edilen çözücüler olan, tahta bakımında kul­ lanılan mamul madde. — 3. Balmumu gi­ bi erimek, aşırı ölçüde zayıflamak. |j Balmu­ m u yapıştırmak, bir şeyi unutmayacağını, aklında- tutacağını belirtmek; mim ,foymak. —Arıc. Balm um u makinesi, petek parça­ larından saf balm um unu toplamaya yara­ yan aygıt. (Güneşle çalışan balmumu ma­ kinesinde bu iş için güneş ısısı kullanılır.) — Eğit. Balm um u usulü, osmanlı eğitim sisteminde, Tanzimat'a kadar (1839) sü­ ren, ezberciliğe dayalı yöntem, öğrenci, dersini tam am ladığında, kitabın neresin­ de kaldıysa, oraya bir balm um u parçası yapıştırır, ertesi derste aynı yerden ezber­ lemeyi sürdürürdü. — Heykc. Balm um u heykelciliği, balmu-



balon günümüzdeki balmumu heykel (mumya) mundarı somut biçimler meydana getirme müzelerinin temelini oluşturdu. Medardo sanatı. (Bk. ansikl. böi.)j|M odel balmumu, Rosso, XIX. yy.'ın sonunda, balmumundan çeşitli maddelerle (tebeşir, un, bazen içya­ birçok heykel yaptı. ğı, çamsakızı) karıştırılmış, istenirse renk de Kayıp balm um u döküm ü. Artık ancak verilebilen ve model yapımında kullanılan küçük boyda heykel ve nesneler için kul­ balmumu. (Bk. ansikl. böl.) lanılan bu yöntem, Rönesans çağında ve — ANSİKL. Arılar balmumunu, karın halka­ XVII. - XVIII. yy.’larda çok kullanılırdı. Bu larını (2-5. halkalar), birbirine bağlayan ka­ döküm yönteminde, balm um cu model rın şeritlerinin altındaki 4 çift derialtı be­ kumdan ya da kilden bir kalıp içine konur zinden salgılar. Küçük pulcuklar halinde ve döküm sırasında balm um unu eriterek katılaşan balm um u hem en arka ayaklar­ kalıbı dolduran maden, modelin biçimini la alınarak çenelere ulaştırılır ve burada alır. Ancak, bu yöntemde, döküm ilk se­ yoğurularak petek yapım ında kullanılır. ferde başarılı olmazsa yapıtın yok olma Saf balm um u elde etm ek için önce bal­ tehlikesi vardır (— döküm.) dan arındırılan petekler kaynar suya atı­ Balmumu tekniği, i. Û. III. binyılın ikinci lır. Balm um u suyun yüzüne çıkar, soğu­ çeyreğinden başlayarak, m adenden ya­ yunca da katılaşır. Çerçeveli kovanlarda pılan eşyaların döküm ünde de kullanıldı. arıcılar, kalıba dökülm üş balm um undan Bu teknikle içi boş ya da dolu, büyük ya kâğıt yaprağı gibi hazırlanmış olan petek da küçük her tür eşyanın döküm üne ola­ taslaklarını çerçevelere önceden yerleşti­ nak sağlandı. Dökülecek yapıt küçük ise rirler, böylece arılar onun üzerine yeni bir iç i-d o lu d ö k ü m ', b üyü k ise içi-boş petek yapar. d ö k ü m ' yöntemi kullanıldı. Aynı yöntem, Balmumu, molekül ağırlığı yüksek, doy­ A ntikçağ'da ve O rtaçağ’da da geliştirile­ muş ya da doymamış alifatik asit, ester ve rek uygulandı. alkol karışımıdır. Yoğunluğu, 0,966 olan bu B A L O a. (ital. b a llo 'dan). 1. Danslı to p ­ madde, 62-63°C ’ta erir. Sarımtırak bir lantı: Balo salonu. Kır balosu. Bir balo dü­ rengi vardır; güneşin ve çiyin etkisinde ka­ zenlemek, b ir baloyu açmak. — 2. Mas­ lırsa beyazlaşır. Balm umuna kaolen, tebe­ keli balo. kıyafet balosu, konukların mas­ şir, nişasta ve içyağı, vb. katılabilir, ama bu keli olarak ya da tanınmayacakları bir kı­ hileyi ortaya çıkarmak genellikle güç iştir. lıkta katıldıkları balo. || Baloyu açmak, ba­ Sarı balmumu az miktarda parke cilala­ lonun başladığını belirtmek üzere ilk dansı rının bileşimine katılır; ayrıca taşbasma ka­ yapmak. En ünlüleri Toulouse-Lautrec’ın le lemlerinin, mühür m um unun, parlak bo­ M oulin-R ougeü ve Renoir'ın le Moulin de yaların bileşimine de girer. Balm um unda la G alette'idir. heykeller ve şam dan mumları da yapılır. Beyazlatılmış saf balm um u bazı m erhem ­ B A L O Ğ L U (Muzaffer), türk atlet (Adapa­ lerin, birçok güzellik kremlerinin ve ağda­ zarı 1919). Fenerbahçe'de yetişti. Uzun ların bileşimine girer. Başka zarkanatlı bö­ atlama ve sürat koşularında birçok Tür­ cekler de balmumu yapar, ama onlarınki kiye rekoru kırdı. 1939’da A tin a ’da yapı­ toplanmaz. lan Balkan oyunları’nda 100 ve 200 m Ter­ de altın m adalya kazandı. 1940’ta İstan­ — Halk hek. Eskiden yatıştırıcı olarak b u l’da yapılan Balkan oyunları’nda ise, emülsiyon halinde içilirdi. Günümüzde sakat olmasına karşın 4x100 bayrak ya­ daha çok merhemlerin, kozmetik preparışında koşarak Türkiye’nin altın m adalya ratların, yakı ve cilaların bileşimine girer. kazanmasını sağladı. — Heykc.» Balm um u heykelciliği, Eski Yu­ nanistan, İskenderiye ve Roma'da biliniyor­ SI B A L O N a. (fr. ballon). 1. Ç ok ince kau­ du. Balmumundan adak eşyaları, tanrı hey­ çuktan ya da bağırsak zarından yapılan, kelcikleri (larıs'ler [Roma'da ocak tanrıları], havayla ya da hafif gazla şişirilen küre. penates'), atrium*'da sergilenen ata büst­ — 2. (Burnundan) balon çıkarmak, istem dı­ leri, çeşitli çiçek, meyve ve hayvanları temsil şı ya da istemli olarak burun salgısını ba­ eden ve daha çok beğenildiği için çoğu lon oluşturacak biçim de şişirmek. || Balon zaman boyanan küçük figürler yapılıyordu. hevengi, birçok balonun birbirine bağlan­ Roma, çok usta balmumu heykelcilerine masıyla oluşturulan balon öbeği. || Balon sahip olmasıyla ünlüydü. Columella, bun­ uçurmak, yalan haber yayma (arg.). || B a­ ların kullandıkları çeşitli yöntemleri sayar lon yapm ak, tükürüğü, sabunlu suyu ya İtalya'da özellikle Floransa’da çok tutulan d a sakızı balon oluşturacak biçim de şişir­ bu sanat, Rönesans dönem inde değerli mek. yapıtlar meydana getirdi. Balmumu heykel­ — Denize. Balon yelken, sportif amaçlı ciliği, bugün artık yalnızca maketler ve ana­ yelkenli teknelerde rüzgârı pupadan alır­ tomik parçalar yapımında kullanılmakta­ ken, daha ço k hız yapm ak için teknenin dır. pruvasına açılan geniş yüzeyli yelken. • M odel balm umu. Heykeltraşlar ve ku­ (Flok yerine kullanılır.) yumcular modellerini yapmak için bazen — Ed. Bir çizgi rom anda, çoğunlukla ka­ palı bir çizgiyle belirtilen ve kişilerin ağ­ balmumu kullanırlar. Balmumu modeller, toprak modeller gibi kururken daralmadı­ zından çıkarak onların söz ya da düşünce­ ğından alçıyla kalıp alınması zorunluğunu lerini dile getirmelerini sağlayan çizim öğesi. (Bazı sanatçılar balonların biçim i­ ortadan kaldırır Yunanlılar, canlı insanların portre ve heykellerinin balm umundan m o­ ni, çizimini ve rengini, betimlenen duygu­ lara göre değiştirirler.) dellerini yaparlardı. Roma evlerinde, impluvium 'un çevresindeki galeride ev sahibi­ — Havc. H avada tutunm ak için havadan nin atalarının balmum undan yapılmış hey­ daha hafif bir gaz kullanan ve hiçbir itme kelleri bulunurdu. O rtaçağda yüzleri, ba­ aracı bulunm ayan, yere bağlı ya da ser­ zen de bütün bedenleri balmumundan bo­ best hava taşıtı. (Bk. ansikl. böl.) [Eşanl. yalı heykeller yapılırdı. ( -> SURET.) Bu çağ­ AEROSTAT.] |[ D enem e balonu, balonla da, balmumundan mühürler, süslü büyük yükselm eden önce rüzgârın yönünü be­ mumlar, adak eşyaları da imal edilirdi. XVI. lirlemek için fırlatılan küçük balon. |j Ka­ yy.’da İtalya'da balm umundan madalyon­ yıp balon, yolcusuz havalandırılan ve rüz­ gârın sürüklem esine bırakılan balon. lar m oda oldu; Fransa’ya da geçen bu mo­ — Kardiol. Balonla anjiyoplasti, ateromlu da, burada bir buçuk yüzyıl devam etti. atardam ar darlıklarını, deri yoluyla soku­ Balmumundan madalyonlarda genellikle lan ve şişirilebilen bir balonla genişletmeyi şatafatlı giysiler içinde profilden görünen ki­ şilerin resimleri bulunurdu. Bu madalyon­ öngören yöntem. — Kim. Uzun boyunlu, küresel ya da oval lar arduvaz, cam, fildişi üzerine aplike edi­ lir ve bazen meşin kutular içine konur­ kap. —Bir ya da birkaç boyunlu, genellikle küre biçimli cam kap. (Basit kap olarak du. Verrocchio, Luca Della Robbia, Michelangelo balmumuyla çalıştılar. Fransa’da, kullanılan balonların yanı sıra damıtma, özütlem e ve sabunlaştırma balonları da Antoine Benoiste, Louis XIV’ün balmumun­ dan ünlü bir portresini yaptı. Canlı m odel­ vardır.) || Balon göm leği, balonları ısıtma­ den birtakım büst ve el kalıpları çıkarıp son­ ya yarayan elektrik dirençli aygıt. ra bunlardan doğal büyüklükte figürler —Oto. Dış lastikteki bir yırtılma sonucu iç meydana getirmek düşüncesini ilk ortaya lastikte oluşan çıkıntı. atan odur Bu figürlerin boyanıp giydirilmesi — Petr. san. Basınç altında petrol ürünle-



rini depolam aya yarayan kap. — —Teknol. Balon zarı, ço k hafif balon ya1275 pım ında kullanılan, ince kauçuk katman. (Bk. ansikl. böl.) —Tekst. Keteni, havuzlam a işleminde akan suya daldırm aya yarayan bir tür bü­ yük sandık. —Sabit vargelli iplik ve büküm makinelerinde, üst iplik kılavuzu ile sürgü arasında ipliğin aldığı yol. —Tıp. Oksijen balonu, acil durum larda reanim asyonu sağlam aya gerekli oksijeni nakletmek için kullanılan kauçuktan ya da plastik m addeden yapılmış hava sızdır- u. m ayan torba. — A N S İK L Havc. Bu hava taşıtı g e çirim ­ siz bir bezden yapılan, genellikle açık alt yanı bir kanalla son bulan bir zarftan olu­ şur; hidrojen, havagazı ya da helyumla şi­ şirilen balonun bütün gövdesini saran bir ağın ucuna iplerle bir sepet asılır. Balo­ nun yükselm e kuvveti, yerini aldığı hava­ nın ağırlığıyla kendi ağırlığı arasındaki far­ ka eşittir. Bu koşullarda serbest bırakılan bir balon, yerini doldurduğu havanın ağır­ lığı ile kendi ağırlığının eşdeğer olacağı bir denge yüksekliğine değin çıkar. Da­ ha yükseğe çıkm ak isterse, pilotun safra atarak balonu hafifletmesi gerekir, inmek için pilot, gazın •kaçmasını sağlayan bir supabı açar, iniş hızını azaltm ak için ise bir miktar safra^atar. Gerektiğinde balo­ nu hızla söndürm ek ve sepeti yerde rüz­ gârın sürüklemesini önlem ek için pilotun yırtabileceği bir pano bulunur. Atm osfer basıncı ya da sıcaklığındaki her değişik­ Kuzey Atlantik'i 137 sa 5 dk 50 sn’de lik, balonun denge yüksekliğini değiştirir. ( -



B A LO N C U LU K .)



—Ask.'havc. Yere bağlı balon ilk kez Fleu rus m u h a re b e s i’ nde (1794) askeri am açlarla kullanıldı. Birinci Dünya sava­ şı sırasında balonculuk, alman D rachen’ in küresel balonu ve daha sonra, 1916’da fransız C aquet’in balonu ile yenilenerek önemli gelişm eler gösterdi. Bu balonu M üttefikler çok çabuk benim sedi ve düş­ m anca hemen kopya edildi. Başlangıçta düşm an kıtalarını gözetlem ek ve hareket­ lerini bildirm ek için kullanılan balon, yer hedeflerinin saptanmasında ve topçu atı­ şının düzenlenm esinde önemli görevler üstlendi. Bağlı balonun değişik bir model' olan motorlu balon iki savaş arasında çok kısa süre kullanıldı. 1 939'da savaş halin­ deki ülkeler arasında balon bölükleri kul­ lanan tek devlet Fransa oldu; ne var ki düşm an av harekâtının yol açtığı kayıp nedeniyle bunları ça bucak cepheden çekm ek zorunda kaldı. Bu dönem den sonra bütün hava kuvvetleri bağlı balon­ ları, çelik kablolardan oluşturulan ağlarla donatarak alçaktan uçan düşm an uçak­ larının yaklaşmasını önleyen koruyucular biçim inde kullandı. — Meteorol. M eteoroloji işlem lerinde ya d a araştırm alarında çeşitli tipte balonlar kullanılır. 1. Atmosferin alt katmanlarını inceleme­ de ölçü aygıtları taşıyan yere bağlı balon­ dan yararlanılır ve bu balon alet direği bu­ lunm ayan deney merkezlerinde onun ye­ rini alabilir. 2. Birçok meteoroloji istasyonunda d ü ­ şük maliyetli pilot-balonlar ve sondaj ba­ lonları kullanılır; bunlar, 'düşey doğ ru ltu ­ da sondajlar yaparak basıncı, sıcaklığı, nemi, yükseltiye göre rüzgârın yönünü ve hızını ölçer. 3. Araştırma işlemlerinde açık ve kapalı balonlardan yararlanılır: gökbilim ve dış jeofizik araştırmalarında da kullanılan açık balonlar helyum la ya d a hidrojenle şişirilir; belli bir yükseltiye (50 km) kadar, ağır aygıtlardan oluşan yükleri (bir tona kadar) taşıyabilir. Açık balonların hacimleri bir m ilyon m etrekübe ulaşabilir ve görevleri sona erdiğinde aletler paraşütle yere iner. Basınçlı kapalı balonlar, yükselme sırasın­ d a iç ve dış basınç arasındaki fark artışı­ na dayanan bir zarfla hacm ini korur. Do­ layısıyla hemen hemen değişmez bir yük­ seltide kalır ve yükseltiye göre bir yılı aşan sürelerle kullanılabilir. Genellikle uydularla toplanan bilimsel verileri yere iletirler. 25



ilk kez geçmeyi başaran (11-17 ağustos 1978) amerikan serbest balonu Double Eagle II yükseklik: 43 m hacim: 5 000 m3 helyum gazı kütle: 4 ,8 1 alüminyumlu bir katmanla astarlanmış geçirimsiz zarf



i / uzaktan •7 kumandalı X — ayırıcı - gerilmiş durumda üi paraşüt



X



{ - kod aktarıcı radar 4 ------bykın 1 uzaktan kumandalı f safra boşaltma î * — yansıtıcı radarlar



— deney ile bağlantı



- deney uzaktan ölçüm ve uzaktan kumanda



açık stratosfer balonu ve bilimsel aygıtlar



Daion yüksek atmosferin incelenmesi için bilim­ sel amaçlı yükselişler gerçekleştirdiler. (-»



1276



SONDAJ* BALONU.)



Arrıa ço k geçm eden serbest, yani at­ m osferde kendi başına bırakılan balon, yalnızca spor amacıyla yapılan uçuşlar­ da kullanılmaya başlandı; böylece balo­ nu gütm e zorun lu lu ğ u ortaya çıktı. 1783’ün başında general Meusnier balo­ nu yöneltm e organlarını tasarladı ve g ü ­ düm lü bir balonun denge koşullarını or­ taya koydu; M eusnier’ in çalışmaları gü­ nümüzdeki balonculuğun temelini oluştu­ rur. 18 5 2 ’de Giffard, buhar m otoruyla iti­ len güdüm lü bir balon yaptı. Dupuy de Löme, 1872’de insan gücüyle hareket eden uzun bir balon gerçekleştirdi. Tis­ sandier bir elektrik m otoru kullandı (1883). Kalkış noktasına dönebilen ilk gü­ düm lü balonu (France) yüzbaşı Ch. Rem erd (1847-1905) ve yüzbaşı A. Kebs yaptı (Meudan, 9 ağustos 1884); bu ba­ lon beygir gücü başına 44 kg ağırlığında



yere bağlı balonun, 26 haziran 1794'te Fleurus muharebesi’nde J.M.J. Coutelle tarafından ilk kez askeri amaçla (gözlem) kullanılması Bibliothegue nationale, Paris



BALONCULUK



m çapındaki bu tür balonlar 50 kg'lık bir yükü 30 km yükseltide aylarca tutabilir. Nihayet aeroloji araştırmalarında sıcak havayla şişirilmiş (M ontgolfier balonları) açık balonlar kullanmak ve ısı kaynağı olarak atmosferin ve Y e r’in yaydığı kızılaltı ışınlarından yararlanmak düşünülebi­ lir. Bu tür balonlar bir vanayla kum anda edilerek art arda iniş ve çıkışlarla atmos­ ferin düşey d oğrultuda incelenmesinde kullanılabilir. —'T eknol. Balon zarı, gazlara karşı sızdırmazlığı, hafifliği ve esnekliği nedeniyle, küçük balonların yapımında kullanıldı. Pilâtre de Rozier'in balonu, iki ipek kumaş arasına yerleştirilmiş balon zarından ya­ pılmıştı.



BALON UYDU a. Uz. havc. Plastik m addeden yapılmış bir kılıftan oluşan ve uzayda, katlanmış halde iken içinde bu­ lunan çok az m iktardaki havayla kendili­ ğinden şişen uydu. (Özellikle amerikan E cho* uyduları bu türdendir.)



güdümlü omurgasız balor Santosİumont 13 1905’te havacılar klübünün hangarında



Yüz kadar türü vardır. Türkiye’nin A kde­ niz ve G üney Ege kıyılarında iki türüne rastlanır: balonbalığı [Layocephalus spadiceus; boyu 40 c m ’yi bulur] ve m avi* balonbalığı [L layocephalus; boyu 50 c m ’yi bulur] Balonbalığıgiller familyası.)



BALONBALIĞIGİLLER a Sıcak ve ılık denizlerde, mercan kayalıkları yakınında ve tatlı sularda yaşayan, çıplak derili ya da dik dikenli balıkları içeren familya. (Balonbalığıgillerde dişler birbirine yapışarak ga­ ga biçimini alır. Yüzden çok türü vardır. Etleri zehirlidir [tetrodoksin], Süveyş kanalı’nın açılm asından bu yana, Akdeniz ve G üney E ge’de iki türüne rastlanmaktadır. Bil. a. Tetraodontidae.)



BALONCU sıf ve a. Balon satan kimse için kullanılır.



BALONCUK a. Havc. G üdüm lü balon­ lara, gövde biçimini korumak, gaz kayıp­ ları yüzünden sönmesini önlemek için yer­ leştirilen ve vantilatörle şişirilen küçük ba­ lon. (Güdümlü balonlarda tutunmayı sağ­ layan hidrojen, birçok baloncuğa dağıtı­ lır.)



BALONBALIĞI a Sıcak ve ılık kuşak denizlerinin ve tatlı sularının sığ kesimle­ rinde yaşayan kemiklibalık. (Dişleri 4 lev­ ha halinde kaynaşarak bir gaga oluştu­ ■ BALONCULUK a. Havc. Balonların in­ celenmesi, yapımı ve kullanımı. rur. Derisi çıplak ya da dikenli olabilir. Bir —ANSİKL. Havc. M ontgolfier kardeşler tehlike sezdiğinde karnını su ya da havay­ Pilâtre de R ozierve A rlan d e sm arkisi’nin la şişirdiğinden balonbalığı adıyla anılır. ''m o ntgo lfier” adlı balonla 1783’te ilk __ yükselme başarılarından sonra Blanchard c ve Jefries.Manş denizi’ni balonla geçmeyi başardılar (7 o cak 1785). Pilâtre de Rozier kısa süre sonra aynı girişim de yaşa­ mını yitirdi. Gay-Lussac, Biot (1804), Croce-Spinelli (1874), Sivel, Tissandier kardeşler (1875)



ilk serbest hava yolculuğu Pilâtre de Rozier ve Arlandes markisi tarafından 21 kasım 1783'te bir “ montgolfier” balonuyla gerçekleştirildi musee de t'Air, Paris olan ve bir pille beslenen bir elektrik m o­ toruyla donatılmıştı: deney 1884’te üç kez yinelendi. Aynı zam anda, beygir gücü başına ağırlığı daha düşük olan, benzin motoru geliştirildi ve bu m otor hava araç­ larının itme gücünde kesin bir atılım sağ­ ladı. Fransa’da Lebaudy kardeşler ve



26 eylül 1864'te, Brüksel üzerinde fotoğrafçı Nadar’a ait Geant adlı (1863'te yapılmış) sepetli balonun havalandırma hazırlıkları



m ühendis Julliot benzin m otorlarıyla ça­ lışan, yön düm enleri ve kararlılık kanat­ çıkları olan birçok güdüm lü balon yaptı­ lar (Lebaudy, Paris, Republique, Llberte). 1910 ile 1914 arasında Sociötö Astra (Deutsch de la Meurthe), Clement-Boyard, Zodiac gibi birçok transız yapımcısı, g üç­ leri gittikçe artan güdüm lü balonları ba­ şarıyla gerçekleştirdi. Bu yapımcılar, dış biçimi, yalnızca, gazların içerdeki basın­ cı ile korunabilen om urgasız türü kullan­ dı. Kont Zeppelin, A lm anya’da Friedrichshafen’de, 1900’de 128 m boyunda, ver­ niklenmiş bezle kaplı, iki ucu yuvarlatılmış koni biçim inde, her biri ayrı bir bölm eye yerleştirilmiş 15 adet hidrojen dolu balon taşıyan, uzun ve omurgalı silindir şeklinde bir gövde yaptı. Birinci Dünya savaşı’nın hemen başın­ da uçaklardaki gelişme ve uçaksavar top­ ları, güdüm lü balonların gündüz kullanı­ mını hızla olanaksızlaştırdı. Almanlar, Pa­ ris, Londra vb. gibi kentlerin gece bom ­ bardım anlarında yangınlardan ve üs­ lerine dönm em elerinden kaynaklanan ağır kayıplar pahasına zeplinlerden bü­ yük ölçüde yararlandılar. iki savaş arasında yalnız deniz kuvvet­ leri, büyük tonajlı güdüm lü omurgalı ba­ lonlar ya da küçük ve kısa erimli om ur­ gasız hafif balonlar (Astra-Zodiac) kullan­ dı; am a kıtalararası hava yolculuğunda yalnız om urgalı balonlardan yararlanıldı. 1919’d a f t3 4 (ingiliz)güdüm lü balonu In­ giltere’den kalkarak A m erika’ya ulaştı. 1923'te Dixm ude (68 500 m3 hacminde, 226 m boyunda, 1560 B.B.) durmaksızın 119 saatte 8 000 km ’lik bir yol aldı; an­ cak 21 aralık 1923’te kayboldu. 1924'te Z.R.-3 A lm anya'dan A m erika'ya uçtu. ikinci Dünya savaşı öncesinde güdüm ­ lü balonlar, düzenli hatlarda 2 milyon ki­ lom etrenin üstünde yol katetti ve 52 000 yolcu taşıdı. Kuzey Atlas okyanusu’ nda (6 400 km) ve güney Atlas okyanusu’nda (10 000 km) ilk düzenli hava hatları, al­ man H indenburg ve G raf Zeppelin g ü ­ düm lü balonlarıyla açıldı. Hidrojen kullanımından kaynaklanan A kron (1933), M acon (1935) ve H inden­ b u r g (1936) güdüm lü balon felaketleri, ikinci D ünya savaşı’nın patlak vermesiy­ le birlikte, yolcu taşımada yararlanılan bü­ yük güdüm lü balonların ortadan kalkma­ sına neden oldu, ikinci Dünya savaşı sı­ rasında am erikan donanması, helyumla şişirilen, om urgasız ve yarı omurgalı, kü­ çü k güdüm lü balonları, kıyıları gözetle­ me,denizaltıları izleme ve denize düşen pilotları kurtarma alanlarında başarıyla kullandı. Öte yandan serbest balonlar, büyük yükseltilere ulaşma olanağı verir; örneğin 1932 yılı ağustosunda Piccard ve Cosyns 16 201 m ’ye ulaştı; Orvil, Anderson ve Stevens’ i taşıyan Explorer 2, 29 tem m uz 1935'te 22 066 m ’ye yüksel­ di. 40 000 m ’yi geçen sondaj balonları ay­ rıca roketlerin fırlatılmasında kullanıldı. Öte yandan 1957 yılı ağustosunda amerikalı binbaşı D.G. Simans 31 000 m ’ye ulaştı. Bilimsel araştırmalarda geniş ölçü­ de kullanılan balonlar (astronomi, mete­ oroloji), günüm üzde spor alanında da ye­ niden önem kazanm aya başladı. 1978 ağustosunda amerikalı Max Anderson, Ben Abruzzo ve Larry'nin, Montgolfier kardeşlerin anısına D ouble Eagle 2 ser"best balonuyla kuzey Atlas okyanusu’nu geçti.



BALONLAMAK f. Denize Rüzgârı pu­ padan alıp seyrederken, tırinket ve m a­ yistra yelkenlerinin ıskotalarını laçka ede­ rek yelkeni şişirip serenden yukarı doğru havalandırm ak (arma üstündeki basıncı azaltır). — Bir yelkeni istinga ederken ıs­ kotaları aniden kaçırarak yelkenin şişme­ sine neden olmak. BALONLU FOK a. G rönland'dan Spitzb e rg ’e kadar Kuzey Buz denizi’nde ya­ şayan tepeli fok. (Bil. a. C ystophora cristata; fokgiller familyası.)



BALOTAD a. (fr. ballotade). Bine. Atın



R 33



1919’da yapılan İngiliz /? 33 güdümlü omurgalı balonu



"montgolfier” tipi balonlar arasında yapılan 1978 dünya şampiyonasının başlangıcı (Edinburgh yakınlarında, iskoçya) havaya sıçrayarak bir tür şahlanması. An­ cak bu harekette kabriyol’ün tersine at, ard ayaklarını karın altına doğru sürer.



BALOTAJ’ a. (fr. ballottage). Ç ok tu r’lu çoğunluk sisteminde, yeterli çoğunluğu ilk tu r’da sağlayam ayan adayın ya da aday listesinin durum u, (iki tu r’lu ço ğu n ­ luk sisteminde, ilk tur’da seçilebilmek için, kullanılan oyların salt çoğunluğunu elde etmek gerekir; hiçbir aday ya da aday lis­ tesi salt çoğunluğu elde edemezse balo­ taj oylaması denilen ve nisbi çoğunluğun yeterli olduğu ikinci tu r’a geçilir.)



;«BALOTU a. Kendisi gibi yaprakları ve to­ humları da tüylü olan biryıllık ya da çokyıllık küçük otsu bitki. (Çiçekleri, ikili başakçıklar halinde, ince uzun koçan biçi­ minde, bir aradadır. Sekiz türü, A v ru p a ’ da, ılıman Asya’da, Kuzey ve G üney Af­ rika’da, ayrıca Kuzey Am erika’da kendi­ liğinden yetişir. Bir çeşidi süs bitkisidir. (Bil. a. holcus; buğdaygiller familyası.) [Eşanl. KADİFEOTU.]



B a lo v a lle r -



lo valler



.



kan, glusitçe zengin (sakkaroz, früktoz, dekstrin, helme) renksiz ve tatlı sıvı. (Sal­ gılama, yum urtalığın olgunlaşması sıra­ sında en yüksek düzeye ulaşır ve topla­ yıcı böcekleri [arılar, kelebekler, vb.] ken­ dine çekerek, entom ofil [böceklerle döl­ lenen] bitki türlerinin tozlaşm asında önemli rol oynar.) [Eşanl. NEKTAR ] jj Bal­ özü bezi, çeşitli organların (yaprak, yu­ murtalık, erkekorganlar) dibinde bulunan ve balözü (nektar) denen şekerli salgıyı çıkaran küçük kabartı. —Arıc. Balözü üretimi, çiçeklerin bir m ev­ sim lik yoğun balözü yapımı. (Balözü üre­ timi ilkbaharda başlar ve ardışık olarak çeşitli çiçek türlerinde devam ederek yaz sonuna kadar sürer.)



BALPAYAM, esk. D eşt, Tunceli'nin Pülümür ilçesine bağlı bucak; 722 nüf. (1990); 8 köy. Merkezi Balpayam (esk. Deşt); 120 nüf. (1990). PTT. BALPETEĞİ a.Kumaşın piliseleri üstün­ de,geom etrik bir desen izleyerek pilileri düzenli tutacak biçimde kordone iplikle iş­ lenen süsleme işi.



BALOZ a. (yun. mpalos). Eskiden gem i­



BALSA a. (isp. söze.). Titicaca gölünde



cilerin, işçilerin gittikleri içkili, danslı eğlen­ ce yeri.



kullanılan sal; içi hava dolu, posttan ya­ pılmış iki yüzdürücüden ya da çok sıkı bi­ çim de bağlı, " V ” şeklinde birleştirilmiş ot­ lardan oluşur.



BALÖZLÜ sıf. Bot. 1. Balözü salgılayan çiçek organlarına denir. — 2. Balözlü disk, çiçeğin tepeciğinin üstünde (genellikle erkekorganlarla dişiorgan arasında) yer alan ve içinde balözü bulunan (bunun bir kısmı dışarı sızar) kenarlı ya da kenarsız, disk ya da taç biçiminde etli küçük organ. BALÖZÜ a Bot. Bitkilerin balözü bez­ lerinden salgılanan, az ya da ço k yapış­



BALSA a. (isp. balsa, önrom an söze.). Tropikal Am erika’da, özellikle Ekvador'da yetişen ağaç. (Balsanın beyaz ya da pem ­ bemsi beyaz ve kaba dokulu odunu yu­ muşak ve çok hafiftir; ısı ve ses yalıtkanı olarak uçaklarda, model eşya yapımında ve ambalaj işlerinde kullanılır.) \Ochroma cinsi, bom bacaceae familyası.]



başakçı k



balsam ■ BALSAM a. Bazı bitkilerce salgılanan ve



1278



Kanada balsam aj (Abies balsamea)



çiçek



parfümeri ya da ilaç m addelerinin yapı­ mında kullanılan kokulu madde. (Balsam­ lar, önemli m iktarda benzoik ve sinnomik asitleri ve bunların esterlerini içeren ko­ kulu esans ve reçinelerin karışımından oluşan karmaşık bitkisel salgı ürünleridir.) [Eşanl. PELESEN K.] j| Balsam ağacı, bal­ sam salgılayan çeşitli ağaçların ortak adı: Kanada balsam ağacı (A bies balsamea [balsam köknarı]), Peru ve Toiü balsamı veren çeşitli m yroxylon türleri, mirra ya da mürrüsafi veren çeşitli com m iphora türle­ ri. (Bk. ansikl. böl.) — Eczc. Eskiden yapılıp kullanılan ve içi­ ne reçine konm ayan yatıştırıcı ilaç. (Bk. ansikl. böl.) — ANSİKL .Asıl balsam ağaçları burseraceae familyasının com m iphora cinsinden bitkilerdir (eskiden bu cinse balsamea de­ nirdi). Bu cinsten 200 kadar bitki türüne Afrika'dan H indistan'a kadar rastlanır. C om m iphora (balsamea) opobalsam um Yahudi ak balsam ağacıdır; bundan elde edilen balsam en başta M ekke balsamı ya da Mekke pelesengi adıyla bilinir, ama daha başka adları da vardır: d oğu pele­ sengi, İstanbul pelesengi, Mısır pelesen­ gi, Suriye pelesengi. M irra ya da mürrisafi denilen balsam, Etyopya, Somali ve A rabistan’da yetişen balsam ağaççıkla­ rından (C om m iphora abyssinica- ve C. schim peri) elde edilir. M irra eskiden tah­ nit işlerinde kullanılırdı, günüm üzde da­ ha çok parfüm eride kullanılmaktadır. — Eczc. Balsamlar, yumuşak kıvamda ya­ pılır, sürülerek ve gerekirse sürüldüğü yer ovularak kullanılırdı. Ayrıca, alkol ya da zeytinyağıyla sıvı ilaç halinde de yapılır­ dı. G ünüm üzde bazıları hâlâ kullanılan başlıca balsamlar şunlardır: kom poze banotu yağı (Tranquille balsam), Fioravantı alkolatı ya da balsamı, o po deldok balsa­ mı, kaplan balsamı ve balsamlı tentür. — Kim. Kanada balsamı, balsam çamı ya da A bies balsam ea'dan elde edilen reçi­ ne. (Erime ya da çözünm eden sonra say­ dam kalabilm e özelliği nedeniyle bu re­ çine optikte mercekleri yapıştırm ada kul­ lanılır. Öte yandan optik camı [crown] ile hemen hemen aynı kırılma indisine sahip­ tir. A. balsamifera, Kanada’da ço k bulu­ nur ve ürünün adı da buradan gelir.) |[ Pe­ ru balsamı, M yroxylon pareirae'den elde edilen reçine. (Salvador’da bol bulunur ve tıpta, özellikle deri hastalıkları tedavi­ sinde kullanılır.) || Tolü balsamı, M yroxylon toluiferum 'dan çıkarılan bir reçine tü­ rü. (Balgam söktürücü ve öksürük kesici etkilerinden dolayı tıpta bronş-akciğer hastalıklarında kullanılır.)



BALSAMLI sıf. Eczc. içerdiği balsam ­ dan ileri gelen antiseptik ve besleyici et$ kişinden dolayı deri ve m ukozaya sürü| lerek kullanılan ilaçlara denir.



” BALSAMO a. Tropikal A m erika’da ye­ savaş baltasının (XV. yy.) demir ağzı Askeri müze, Paris



tişen balsamlı ağaç. (Odunu, koyu pem ­ be çizgili, turuncum su sarı renkte, olduk­ ça ince dokulu, sert ve ağır, hatta çok ağırdır; marangozlukta, kaplamacılıkta ve yelken direği yapım ında kullanılır. Bil. a. myroxylon; kelebekçiçekligiller familyası.)



BALSAMO



(G iu s e p p e ) -



CAGLİOSTRO.



BALSAMON (Theodoros), bizanslı kili­ se hukukçusu (Konstantinopolis 1135’e doğr. - öl. 1200’e d o ğ r ). Antakya patriği oldu. Özellikle yunan kilisesinin manevi yasaları üstüne yazdığı kapsamlı yorum çalışmasıyla tanındı.



BALSARA



a. T E R E N C U B İN 'in e ş a n la m ­



lısı.



BALSAS (rio de tas), Meksika'nın güney kesim inde ırmak; Puebla eyaletinde do­ ğar, G üney Sierra M adre ile orta kesim­ deki plato arasında kalan bölgeleri akaç­ lar; aşağı çığırında Sierra M a dre ’yi aştık­ tan sonra Büyük okyanus'a dökülür; 724 km. H idroelektrik düzenlemeler. BALSIRA a. 1. Bazı böceklerin, özellik­ le bitki bitleriyle kırm ızböceklerinin sal­



gıladığı tatlı m adde. (Balsırayı en çok arı­ lar sever; bundan oldukça önemli miktar­ da toplayıp kovana getirirler.) — 2. Ko­ vanlarda bulunan ve arıların toplayıp pe­ teklerde biriktirdikleri şekerli sıvılardan oluşan şurup kıvamında ürün. (Balözü ba­ lı karşıtı olarak buna balsıra balı da de­ nir.) — 3. Y apraklar üzerinde beyaz leke oluşturan bir tür küf. — 4. Eskiden bu küf­ ten yapılan bir tür kudret helvasına veri­ len ad.



BALŞALAR, yaklş. 1360’tan 1421 'e d ek Crna Gora ile A rnavutluk’un büyük bölüm ünde hüküm süren hanedan; ku­ rucusu Balşa’nın sırp kökenli olduğu sa­ nılır.



BALTA a. 1. Ağaç bir sapla, bu sapa paralel olarak takılan keskin ağızlı bir d e ­ m irden oluşan, kesmeye, yarmaya, vb. yarayan araç. — 2. Balta asmak, bir kim ­ seye musallat olarak sıkıntı vermek, sır­ naşmak. || Balta girm em iş, değmemiş, görm em iş, içinden tek bir ağaç bile ke­ silmemiş sık orm an için kullanılır. || Balta ile yontulmuş, kaba saba kimseler için kullanılır. |j (Bir kimseye) balta olmak, usan­ dırıp bezdirircesine (ondan) bir şey iste­ mek, (ona) asılmak: A d a m balta oldu, bir türlü yakam ı bırakmıyor. || Balta vurmak, kesmek: A ğaca balta vurmuşlar, "sapı b e d e n im d e n d ir" dem iş (atasözü). |j Bal­ tası kütükten çıkmak, bir güçlük ve sıkın­ tıdan kurtulmak. || Baltayı taşa vurmak, ay­ rımında olm adan karşısındakini kıracak, incitecek sözler söylemek. — Al. tak. O duncu baltası, odun kırmaya yarayan tek ve geniş ağızlı balta. —Ask. Baltalamak, askeri üs, tesis, yığı­ nak, araç ve gereçlerin işlevlerini yerine getirem ez durum a düşürülmesi. —Ask. tar. Balta asmak, haraç isteyen ye­ niçerilerin çeşitli gereksinim m addelerini taşıyan tüccar gem ilerine ya da yeni ya­ pılan binalara kendi orta ve bölüklerinin nişanını koyması. (Balta asmak, sözkonu­ su gem iyi "p a ra karşılığında korum aya alm ak” anlamına gelirdi. Binalara yapılan balta asmanın bir adı da “ çap vurm ak ”ti.) — Orm anc. O d u n cu baltası, dar ağızlı, uzun saplı balta türü; ağaç kesmeye, bu­ dam aya ve gereç yontm aya yarar. I — Sil. Savaş baltası, O rtaçağ’da şövalye­ lerin kullandığı geniş dem ir ağızlı balta. (Bk. ansikl. böl.) — AN S İKL. Ask. tar. Baltaların askeri am açlarla kullanılması, eski dönem lere kadar uzanır. Birçok araştırmacı A vru pa ’ ya yayılan Asya kökenli akıncıları "baltalı savaşçılar” olarak tanımladılar. Homeros d a Troya savaşı'nda savaş baltaları­ nın kullanıldığından ve bunların tunç bal­ talar olduğundan söz eder. Roma ile sa­ vaşan G erm enler de dem ir baltalar kul­ lanmışlardı. Ö rta ç a ğ ’da savaş baltaları, orduların en gözd e silahları arasında yer aldı. Bu ça ğd a “ te b e r” de denilen savaş baltaları tek ağızlıydı; kim ilerinde ise ağ­ zın ters yanında sivri ya da topuz biçimli bir parça bulunurdu. Bu baltaların bir özelliği de, saplarının, mızrağı andırır bi­ çim de uzun olmasıydı. XV. y y .’dan son­ ra savaş baltaları kısa saplı silahlar ara­ sında yer aldı. Ateşli silahların yaygınlaş­ m aya başlamasıyla önemini yitiren savaş baltalarından denizciler bir süre daha ya­ rarlandı. Deniz savaşlarında gemiler bor­ da bordaya yanaştıklarında öteki silahlar­ la birlikte balta da, etkin olarak kullanıldı. Kızılderililerin savaş baltaları da savaşın ya da barışın simgesi olarak ABD tarihin­ de yer aldı. G ünüm üzde de Afrika ve As­ ya kabileleri, simgesel olarak bu tür bal­ talar taşırlar. — Sil. Ortaçağ'ın savaş baltası yarımay bi­ çim inde geniş bir dem ir ağız ile bunun karşısında bulunan bir çekiçten oluşur ve sapı savaş topuzunun sapına benzer. XV. yy.'dan başlayarak baltalar kısa saplı ola­ rak yapılm aya başlandı. XIX. y y.'d a bal­ taları silah olarak en son istihkâmcılar ve denizciler kullandı. Denizciler bunlardan



bordalam a sırasında yararlanırdı. Bir sa­ vaş baltasının yapım tarihi ne kadar es­ kiyse dem ir ağzı o ölçüde geniş ve sapı da uzundur. Üzerleri altın kakmalı, çeşitli motifler ve yazıyla bezenmiş baltalar, osmanlı ordu­ sunda XVIII. yy. sonuna değin yaygın bi­ çim de kullanıldı. Süvari ve leventler ya kı­ sa saplı ya da el baltası denilen çok kısa saplı küçük baltalar kullanıyorlardı. Piya­ de baltalarının ise, yaklaşık bir metre uzunluğunda sapları vardı.



BALTA, Rom anya’da, bataklıklar ve kü­ çük göllerle kaplı bölge. Tuna’ nın büyük yatağını oluşturan bu bölge, yaklaşık 250 km uzunluğunda, 30 km eninde bir alan­ da C âlâraşi’den Tuna deltasının başına kadar uzanır. Balıkçılık ve avcılık. Is­ lah çalışmaları (kumulların hareketsizleştirilmesi, sulanan alanlar yaratılması). BALTA (Jose), perülu albay ve devlet adamı (Lim a 1816 -ay.y. 1872). Orta hal­ li bir aileden geliyordu. 1867'de başkan P rado’yu devirdi. 1868’den 1872'ye ka­ dar yürüttüğü cum hurbaşkanlığı sırasın­ da, m aliye bakanı Pierola ile birlikte de­ miryolları yapımına büyük bir hız verdi, fa­ kat dış borçların da hatırı sayılır ölçüde bü­ yüm esine yol açtı. Bir ayaklanm a sırasın­ da öldürüldü. BALTA (Tahsin Bekir), türk hukukçu ve siyaset adamı (Rize 1902 - Londra 1970). İstanbul H ukuk fakültesi’ni bitirdi (1927). Berlin H ukuk fakültesi’nde doktora yaptı (1937). Y urda dönünce A nkara Mülkiye m ektebi’nde (Siyasal bilgiler okulu) öğre­ tim üyesi oldu. Ankara H ukuk fakültesi idare hukuku profesörlüğünde bulundu (1940-1943). Cumhuriyet halk partisinden Rize milletvekili seçildi (1943). iktisat (1946) ve çalışına (1949) bakanlıkları yaptı. 1950’de üniversiteye döndü. Siya­ sal bilgiler ve H ukuk fa kü lte le rind e ida­ re hukuku ve kamu hukuku dersleri verdi. Milletlerarası idari ilimler enstitüsü’nde Türkiye'yi temsil etti. Bir süre Lahey ada let divanı ve 1963’te de A vrupa insan hakları kom isyonu üyeliği yaptı. Başlıca yapıtları: R apports d u Löglslatit et de TExĞcutit en Turquie (1960), Türkiye' d e yürütm e kudreti (1960), incelem eler (1960), Kısa idare hukuku (1964), Adm inistrative Law, an introduction to Turkish Administrative L a w \1966), idare hukuku­ na giriş (1970). BALTA FALI a. Eski Yunan ve Rom a’ da, bir kütüğe saplanan baltanın titreşim­ lerine bakarak yapılan kehanet.



BALTABALYOZ a. Denize. Derin armozları kalafatlamak için arm oz aralarını açm ada kullanılan kalafatçı aleti.



BALTABAŞ a. Denize. Baş bodoslama­ sı om urga hattına dikey olarak inşa edil­ miş talimarsız gemi.



BALTABAŞ KARAGÖZ a. Balıkç. TAH TABALlĞ I’nın e şa n la m lısı.



BALTABAŞLI sıf. Denize. Baş bodos­ laması su yüzeyine dik biçim de inen g e ­ miler için kullanılır.



BALTACI a. 1. Balta yapan ya da satan kimse. — 2 . Odun yarıcısı. — 3. O rm an­ dan kesilen ağaçlan baltayla düzelten kimse. — 4 . Orm an tem izlem e işlerinde işaretlenen ağaçların alt yanına baltayla bir yer açarak “ kesilmesi uygun” dam ga­ sı vuran görevli. — 5. Eskiden yangın sön­ d ürm e örgütlerinde baltayla donatılmış erlere verilen ad. — Kur. tar. Osmanlı sarayındaki hizmet sı­ nıflarından biri. (Bk. ansikl. böl.) — ANSİKL. Kur. tar. Baltacı, bir adı da "te b e rd a r” olan bu sınıfın,-önceleri sefer­ lerde dağ ve orm anlardaki çalı çırpı gibi engelleri temizleme vb. işleri görm ek üze­ re M urat II dönem inde kurulduğu söyle­ nir. İstanbul’un fethinden sonra bunların bir bölüm ü "zülüflü baltacı” adı altında, Yeni saray hizm etlerine verilirken, bir b ö ­ lümü de Eski sarayın M ercan kapısı yö­



baltalık nündeki kışlalarına yerleştirildi. “ Teberdaranı sarayı atik" (Eski saray baltacıları) di­ ye ae anılan bu sınıf, Yeni sarayda hare­ min, Eski sarayın, şehzadelerin ve saray dışındaki sultanların hizm etinde olarak bunları korum akla görevliydi. Darüssaade ağasına bağlı olan baltacılar, onun ve buyruğundaki ağaların hizm etinde çalış­ tıkları gibi, sarayda kadın efendinin, sul­ tan ve şehzadelerden her birinin de ken­ dine özgü bir baltacısı vardı. Baltacılığa İstanbul acem i ocağından, Galata ve İb­ rahim Paşa saraylarının hizm et bölükle­ rinden ve Topkapı sarayı hizmet bölükle­ rinden (aşçı, helvacı, çamaşırcı vb.) asker alınırdı "Baltacılar kethüdası," darüssaade ağasından sonra en büyük ikinci yö­ neticileri olup onu bölükbaşı ve odabaşı izlerdi. Baltacılardan "kapı haseki ağası", sadrazam nezdinde darüssaade ağasını temsil ederken, "haseki başı" da hareme ilişkin vakıfların tahsil m em urluğunu ya­ pardı. Yine baltacılardan “ haseki baş kâtibi" haseki başı’nın yardımcısı olarak çalışırdı. Bu arada, darüssaade ağasının gözetiminde "Harem eyn evkafı” nın çeşitli hizmet dallarında g örev yapan baltacıla­ rın okur yazarlarından biri darüssaade ağası kâtipliği, öteki altısı da yazıcı hali­ feliği görevini yürütürdü. 1757'de kaldı­ rılan eski saray baltacı ocağı, 1774'te ye­ niden kuruldu. Yeni sarayda kalan zülüflü baltacılar, tam anlamıyla ayrı bir sınıftı. En-



ği, kıdemlilerine ve ağalarına çaşnıgirlik, kethüdalarına da m üteferrikalık verilirdi. XIX. yy. başlarında zülüflü baltacılar "kethüda'dan so nra " ikinci baş baltacı" ve ar­ dından sırasıyla “ divanhaneci", “ kilerribaşı baltacısı" gelm ek üzere yeniden d ü ­ zenlendi. Savaş sırasında sadrazam "Sancakı şerif" ile sefere çıktığında, zülüf­ lü baltacılardan birlikte giden otuz kişi, sancak açıldığı zaman altında Kuran'dan ayetler okurdu. Zülüflü baltacılar, ayrıca Teberdaranı hassa diye de anılırlardı.



BALTACI MEHMET PAŞA, türk sad razam (Osmancık 1660 - Limni 1713). Genç yaşta baltacı ocağına girdi; yazıcı ha­ lifeliğine kadar yükseldi. Valide Gülnuş Emetullah Sultan’ ın kendisine gösterdiği ilgiyi kıskananların çabalarıyla saraydan uzaklaştırılarak devletin birçok uzak eya­ letini görevle dolaşm ak zorunda kaldı. Şehzadeliğinden tanıdığı Ahm et III tahta çıkınca başm irahorluğa getirildiyse de (1703), sadrazam Morali Damat Haşan Paşa onu görevle Halep ve Trablusşam’a göndererek saray çevresinden uzaklaştır­ dı. Kalaylıkoz Ahm et Paşa nın sadrazam ­ lığında ve;;ir rütbesiyle kaptanıderya atan­ dı (1704); aynı yıl azledilmesini sağladığı Ahm et Paşa’nın yerine sadrazam oldu. Hasımlarının çabaları sonucu görevden alınıp Erzurum beylerbeyliğine gönderil­ di (1706). Daha sonra Sakız muhafızlığı­ na (1707), H alep beylerbeyliğine (1709) atandı. Rusya ile ilişkilerin gerginleştiği bir dönem de ikinci kez sadrazam oldu (1710); Rusya'ya yapılması kararlaştırılan seferin serdarlığına getirildi. Komutasın­ daki türk ve kırım kuvvetlen, Prut ırmağı kıyısında Petro I yönetim indeki rus o rdu ­ sunu çok zor durum da bıraktı, Ç ar barış istemekten başka çıkar yol görem edi. Baltacı Ruslar’ın önemli ödünler içeren barış önerisini, Kırım hanı Devlet Giray II’ nin muhalefetine karşın, yeniçerilerin di­ siplinden uzak, güvensiz tutumları ve sa­ ray temsilcisi danışmanlarının barış yan­ lısı görünm eleri sonucu kabul etti (Prut antlaşması, 22 temm uz 1711). Yaptığı antlaşma kamuoyunu, özellikle rakipleri­ ni tatmin etmedi; Edirne’de iken görev­ den alındı; mallarına el konularak önce Midilli, ardından Limni adasına sürüldü (1711). [ - PRUT SAVAŞI, PRUT ANTLAŞMASl.](-* Kayn.)



BALTACIK a. 1. Küçük el baltası. — 2. Değirm en taşının ortasında bulunan, onun dönm esini sağlayan, haç biçim in­ deki dem ir aygıt.



Baltacıiar kethüdası derun’un müteferrik hizmetlerinde görevli olan bu sınıf, giydikleri serpuşun iki yanın­ dan iki örgü saç perçemi sarkıttıklarından bu adla anılırlardı. Önceleri kapı ağasının buyruğunda görev yapan zülüflü baltacı­ lar, XVIII. yy.'dan başlayarak silahtar a ğa'nın denetimi altına verildiler. Kendi­ lerinin ayrıca kethüdaları, bölük ve odabaşıları bulunduğu gibi, rütbe sırasıyla üç kıdemli (divanhaneci, yemişçi, suyolcu) bunları izler ve silahtar ağa ile hünkârın postacılık hizmetini yerine getiren altı “ ko­ şucu” , daha sonra gelirdi. Divanhanenin arz odasının süpürülüp temizlenmesi, açılıpkapanm ası,Enderun'da görülecek her tür hizmetler, harem de yangın çıkarsa söndürm ek zülüflü baltacıların başlıca'görevleri arasındaydı. Bu görevleri yerine getirm ek için yanlarında balta, kanca, ko­ va gibi araç ve gereçler bulundururlardı. Ayrıca,saraydaki Ağalar cam isı'nde d ö ­ nüşümlü olarak kayyum luk yaparlar; ha­ rem de padişah, sultan ya da şehzadeler­ den biri ölecek olursa cenazesini taşırlar­ dı. Harem le çok yakın ilişkileri dolayısıyla sağlarını ve sollarını görmemeleri için yük­ sek atlas yaka taktıklarından "yakalı baltacılar" diye de anılırlardı. Dış hizme­ te çıktıklarında erlerine kapıkulu süvarili­



B BALTACIOÖLU (Ismayıl Hakkı), türk eğitim ci ve yazar (İstanbul 1886 - A nka­ ra 1978). D arülfünun tabiiye (doğa bilim ­ leri) b ölüm ü’nü bitirdi (1908). Darülmuallim in’de hüsnühat (güzel yazı) öğretm en­ liği yaptı (1908-1910). Fransa'ya giderek pedagoji incelemelerinde bulundu. Avru­ p a ’nın çeşitli kentlerinde eğitim çalışm a­ larını izledi. Türkiye’ye dönüşünde Darül­ fünun Fenn-i terbiye (pedagoji) m üderris­ liğine getirildi (1913). Edebiyat fakültesi kâtib-i umumisi (dekan) [1917], D arülfü­ nun emini (rektör) oldu (1920). Güzel sa­ natlar akadem isi’nde resim öğretm enli­ ği de yaptı. Gazi eğitim enstitüsü m üdür­ lüğüne getirildi (1930). Milli eğitim baka­ nı ile anlaşam adığından yeniden üniver­ siteye döndü. Üniversite reform unda (1933) kadro dışı bırakıldı. 1934'te Yeni adam dergisini çıkardı. 1942-1960 arası Afyon ve Kırşehir m illetvekili olarak T B M M ’de yer aldı. Türk Dil kurum u te­ rim 'k o lu başkanlığında bulundu (1942 -1957). Yeni adam dergisinde, yeni ede­ biyata ve ça ğd a ş düşünce akımlarına açık bir tutum izledi. Yazılarında gelenek­ sel kültürle batılı bir sentez görüşünü iş­ ledi, yerli sanatı savundu. Denem e niteli­ ğindeki tiyatro oyunlarında, oyuncuyu ve onun eylemini ön plana alarak tuluat, or­ taoyunu gibi geleneksel türlerle köy se­ yirlik oyunlarından yararlandı. Roman, öy­ kü türlerinde ve eğitim vb. dallarında 100'e yakın kitap yayımladı. Başlıcaları:



Yalnızlar (öyküler, 1942), Balak (roman 1942). Oyunları: A n d ava l palas (1940), Kütük (1946), D olap b eyg iri (1949), K ü ­ çük şehit (1961). incelemeleri: Maarifte si­ yaset (1918), Rousseau'nun terbiye felse­ fesi (1925), Resim ve terbiye (1932), Sa­ nat (1934), Toplu öğretim (1938), Sosyoloji (1939), Karagöz tekniği ve estetik (1942), K uran çevirisi (1957), Türklerde yazı sanatı (1958), Ziya G ökalp (1966), Cinsel eğitim (1967).



1279



BALTAİBİK sıf. Tavukç. ibiği balta b i­ çim inde olan tavuklara denir. BALTALAMAK g. f. A. B ir şeyi baltala­ mak, onu balta ile parçalam ak. — 2. Bir kimseyi, b ir şeyi baltalamak, bir kimsenin ilerlemesini, bir hizmetin, çalışmanın, g i­ rişimin yolunda gitmesini, başarıyla so­ nuçlanmasını engellem ek; bu yolda ça ­ ba harcamak. BALTALAYICI sıf. Bir işi ya da girişimi engellem eye çalışan kimse ve bunu amaçlayan, eylem için kullanılır:Sa/fa/ayr cı düşünceler. Baltalayıcı girişim lerde b u ­ lunmak.



BALTALI sıf. Baltası olan. — Kur. tar. O sm anlılar’d a yolları açm ak için balta ile donatılan asker.



BALTALIK a. 1. Ağaç türlerine göre de­ ğişik aralıklarla kesim yapılarak çotuktan çıkan sürgünlerle ormanın doğal yenilen­ mesini sağlam aya yönelik orm an işletme yöntemi. (Bk. ansiki. böl.) — 2. Bu yön­ tem e göre işletilen orman. (Baltalık orm a­ nı da denir.) — Kur. tar. Bir köy ya da kasabanın ya­ kacak vb. gereksinim lerine ayrılmış koru ve ormanlıklar. (Osmanlı arazi kanunna­ m e sinin 91. maddesine göre baltalık hak­ kı, sadece o köy ya da kasaba halkına ait­ tir. Başka köylerden b ir tecavüz olursa, kesilen ağaçların bedelleri onlardan alı­ narak köyün tüm halkı arasında pay edi­ lir. Baltalıklar özel mülkiyete geçirilemez.) — A NSİKL. G ençleştirm e ya da yenilem e­ de uyulacak dönüş süresi, hızlı gelişmeli türlerde (okaliptüs) 4-8 yıl ve öbür türler­ de (kestane, meşe) 20-30 yıl arasında de­ ğişir. Bu yöntem, kuşkusuz sürgün verme yeteneğinde olan ağaç türleri, yani ço ­ ğunlukla ılıman kuşağın yapraklı ağaçla­ rı için uygulanabilir; kestane, meşe, kayın. Baltalıklar birkaç grub a ayrıiır: 1. koru­ lu baltalık ya da karm a baltalık orm anda, tohum dan yetişmiş olan fidanlar (genel­ likle değerli türlerin fidanları) korunur; ile­ ride daha büyük boyutlar kazanacak ve sanayi odunu verebilecek olan bu a ğa ç­ lara dokunulm az; baltalık idare süresinin birçok katı olan bir dönem için korunan bu ağaç bireylerine “ yedekler” , bunların gençlerine yeni yedekler" , yaşlılarına “ eski ye de kle r" adı verilir; 2. yakacak o dun baltalığı' nda, ancak belirli çaplara ulaşan (yakacak odun olabilecek) sürgün­ ler kesilir; 3. açm a b a lta lığ ı'n d a , baltalık orm an alanı (toprağı) herhangi bir ürün yetiştirmek üzere traşlam a kesilir, sonra tarla yapılır; bu uygulam aya A vru pa ’da ve Türkiye'de bugün rastlanmaz. Türkiye'de baltalıklar, ülke orm an ala­ nının % 46'sı (9 264 689 ha) dolayında­ dır, bunun 2 679 558 h a ’ı normal, 6 585 131 ha'ı b ozu ktur. Baltalıkları başta m e­ şe türleri, sonra d a kayın ve kestane ağaçları oluşturur (m eşe baltalığı, kesta­ ne baltalığı vb ): gürgen ve kızılağaç gibi türler de bunlar arasında yer alır. Kavak, söğüt ve okaliptüs gibi bazı ağaçlar da T ürkiye’de baltalık işletmesine konu ya­ pılmaktadır. T ürkiye'de uygulanan baltalık işletme­ si türleri: 1. yakacak o du n baltalığı (me­ şe, kestane ve gürgen); 2. seçm e kayın baltalığı (m aden direği üretimi); 3. okalip­ tüs baltalığı (maden direği ve sanayi odu­ nu üretimi); 4. tetar baltalığı (söğüt ve ka­ vakta, kömür ve yapı odunu ile barut odu­ nu ve sepet çu buğu üretimi); 5. kızılağaç baltalığı (yapacak odun üretimi). Son iki baltalık biçimi halk tarafından uygulan-



Ismayıl Hakkı Baltacıoğlu



baltalık maktadır. Bozuk baltalıkların iyileştirilmesı ve verim lerinin artırılması amacıyla "enerji orm anı" adı altında etkin bir uygulam adan bugün iyi sonuçlar alınmaktadır. Köy baltalığı. 1945 yılında 4785 sayılı kanunla ormanların devletleştirilmesinden önce, bazı köylerin yakınlarında bulunan, bu köyler tarafından korunan ve kullaralan baltalık ormanı; bugün bu uygulama ve köy baltalığı statüsü yok ise de orman idaresinin izniyle, bazı yerlerde bazı bal­ talık orm anlarında köylülere kesim yaptı­ rılır; elde edilen odun, ço k düşük bir be­ delle kendilerine devredilir; buna, "k ö y ­ lü pazar satışı" denir. Orman köylüleri ge­ rek bu baltalıklardan gerekse koru or­ manlarının kesiminden aldıkları odun ve ağaçları pazarlara götürerek satar ve ka­ zanç sağlarlar.



1280



BALTALİMANI, antik Slnus Phaldalia, İstanbul'da, B oğaziçi’nin Rumeli ya­ kasında E m irgân’a bağlı semt. Efsaneye göre kral Barbys'in kızı Phaidalia bura­ daki bir kayadan atlayarak intihar etmiş­ ti. İstanbul’un fethi sırasında Mehmet II’ nin (Fatih) kaptanıderyası Baltaoğlu Sü­ leyman Bey, Haliç’e indirilen gemilerin bir kısmını burada yaptırdığı ve burayı üs ola­ rak kullandığı için bu adla anılır. Paşmakçı Şücaettin'in yaptırdığı cami, Hezarpare Ahmet Paşa çeşmesi, Giritli Yusuf A ğ a ’ nın biniş köşkü ve Büyük Reşit Paşa’nın Reşitpaşa yalısı semtin belli başlı tarihsel yapılarıdır. Ö nemli siyasal olaylara ve bu arada 1849 Osmanlı-Rus antlaşması'nın imzalanmasına sahne olan Reşitpaşa yalısı'nın bir bölüm ü Hidrobiyoloji enstitüsü olarak kullanılmıştır. Ana bölüm ise günü­ m üzde Kemik hastalıkları hastanesi'dir.



Baltallm anı antlaşm aları, Baltalım an’ındaki Reşitpaşa yalısı’ nda Avru­ pa devletleriyle imzalanan antlaşm a­ ların genel adı (1838-1849). Belçika ile im­ zalanan dostluk ve ticaret antlaşması (3 ağustos 1838) daha sonra iki kez ye­ nilendi: 3 ağustos 1839 ve 3 nisan 1840 . Ayrıca, İngiltere (16 ağustos 1838) ve Rusya (30 nisan 1846) ile iki ticaret ant­ laşması. Bu antlaşmalar yukarda adı geçen Avrupa devletlerine ekonom ik yarar sağ­ larken, osmanlı ekonomisini olumsuz yönde etkiledi. 1848 devrim i'nin Avru­ pa’da yol açtığı özgürlükçü düşüncele­ rin Eflak ve Boğdan’a (Memleketeyn) sıç­ ramasından sonra bu düşüncelerin Rus­ ya ’da da yaygınlık kazanmasından ürken çar Nikola l'in Eflak ve B o ğ da n ’a asker gönderm esi ve Osmanlı devletinin de bu davranışı protesto etmesi üzerine Türki-



Victor I Paris'teki Saint-Augustin i’nin batı cephesinin deseni Lom e müzesi



«> i f i



b



} r



 -Â-



f ?



'



f,



m



V- W -



*



f ş |r



:r s u r



Ş> 5 jij •«; jjj ç, .. j ’-r% ■ B



Balthus Üç kız kardeş (1964), özel kol. ye ile Rusya arasında doğan bunalımın çözüldüğü antlaşma (1 mayıs 1849) da bu adla anılır. Bu antlaşma olası bir türk -rus savaşını önlemiştir.



B altallm anı kem ik h astalıkları hastanesi, İstanbul’da. Baltalimanı'nda Türkiye'deki dört kem ik hastalıkları has­ tanesinden biri. Sağlık ve sosyal yardım bakanlığı'na bağlı olan hastane, 19 hazi­ ran 1944’te açılarak hizm ete girdi, Bina­ sı, eski Reşitpaşa yalısı’dır. İlk adı Kemik ve mafsal tüberkülozu ve güneşle tedavi hastanesi olan bu sağlık kurum unda ya­ tak sayısı 250'dir. b altao ğlu



Süleym a n



bey,



türk kaptanıderya (XV. yy.). Murat II d ö ­ nem inde M idilli'de Kolone (Callone) ka­ lesini aldı (1449). ilk osmanlı kaptanıderyası atandı (1451). Mehmet H’nin İstanbul kuşatması sırasında G e libolu'da hazırla­ dığı 400 parçalık donanmayı, bugün Baltalimanı adıyla bilinen koyda üsledi. İstan­ bul kıyılarını abluka altında tuttu; A d a la r’ ı ele geçirdi. Ancak, B izans'a yardım için gelen dört ceneviz ve bir bizans gem isi­ nin H aliç’e girmesini önleyem edi. Olayı Galata sırtlarından izleyen M ehm et II, öf­ kesinden atını denize sürdü ve Süleyman Bey’i görevinden aldı, kara ordusunun buyruğuna verdi. Yerine Hamza Bey atandı (1453).



BALTARD (Louis Pierre), fransız mimar, ressam ve gravürcü (Paris 1764 - ay.y. 1846). Politeknik okulu’nda mimarlık, G ü­ zel sanatlar yüksek o kulu'nda mimarlık kuramı dersleri verdi ve Ville de Paris'in mimarı oldu. Paris'te Saint-Lazare ve Sainte -Pâlagie capellalarını. Lyon'da adalet sarayını ve Saint-Joseph hapishanesini in­ şa etti. Gravürcü-resimleyici olarak Vivant D enon'un ExpĞdition d'E gypte ve Alexandre de Laborde’un Voyages adlı yaI pıtlarını resimledi. Oğlu VİCTOR (Paris 1805 - ay. y. 1874), 1833’te mimarlık b ü ­ yük ödülü kazandı. Paris ve Seine döpartement'ı bayındırlık işlerini yönetti. Bu gö­ revi sırasında, Fâlix Em m anuel Callet (1791-1854) ile birlikte Paris merkez h a fin ­ de taş bir pavyon inşa etti (1851); son­ ra kendi adıyla anılan metal yapılar yaptı (1971-72'de yıkıldı). Paris'in birçok kilise­ sini onardı ve Saint-Augustin kilisesi’ni in­ şa etti (1360-1868). BALTAZAR, Danyal peygam berin an­ latısında (böl. V) adı geçen son Babil kralı. Bu anlatıya göre Baltazar, tertiplediği ge­ ce âlem lerinden birinde, Nabukodonosor'un bir zamanlar Kudüs tapınağı’ndan çalmış olduğu kutsal kapları getirtir. Kut­ sal eşyaya yapılan bu saygısızlığın hemen ardından hüküm dar, bir elin duvara, sa­ rayda hiç kimsenin okuyamadığı esraren­ giz harfler çizdiğini dehşet içinde görür. Huzura çağrılan Danyal peygamber, kra­ la: "B u eli Tanrı gönderdi, el de Mene. Tekel, Feres yazdı. M ene,Tanrı hüküm dar­ lığının günlerini saydı, sonunu belirledi; Tekel, terazinin kefesine kondun, pek ha­ fif kaldın;Feres,krallığın paylaşılacaktır” der. Gerçekten de aynı gece Baltazar öl­



d ürülür ve Medli Dara tahta sahip ç ı­ kar. Danyal peygam berin kitabındaki Balta­ zar, adını, Babil kralı N abunaid'in (İ.Ö. 556-539) oğlu Bel-Şara-Utsur’dan almış­ tır. Babasının Taym a'da yaşadığı sırada kral naipliği yaptı. Babil'in alınışından son­ ra Gubaru tarafından öldürüldü (İ.Ö. 539).



BALTAZAR, aziz M atta incili'nden sonra ortaya çıkmış bir geleneğe göre, üç m üneccim den birinin adı. BALTHLAR, A larik'in de içinde bulun­ duğu vizigot krallık ailesi. 531 ’de Amalarich'in ölüm üyle ortadan kalktı.



^BALTHUS (Balthasar KLOSSOVVSKİ DE ROLA, — denir), fransız ressam (Paris 1908). Geniş kültürü, özellikle de, Fra Angelico ve Piero della Francesca'dan Courbet ve Cezanne'a uzanan pek çok sa­ natçının yapıtlarına duyd u ğ u yakınlık, Balthus’ün modaların dışında kalan arı ve bilgili sanatında kendini gösterir. Alman "N eue Sachlichkeit” (Yeni nesnellik) oku­ lunun fantastik gerçekçiliğini ve gerçeküs­ tücülüğü anımsatan çizgileriyle, Balthus' ün yapıtları (küçük kızlar ve ev içi sahneleri[Türk odası(\a C ham bre turque), 1963 -1966, m usâe nationale d ’Art m oderne] peyzajlar ve portreler), erotizmle ka­ rışmış, olağandışı bir düş ve karabasan ortamını yansıtır; Balthus’ün titiz ve ince­ likli resmi, ölçülü ve çoğu kez soluk ton­ larla birleşir. Sanatçı, 1 961'den 1976 ya kadar Roma’daki Fransız akademisi'ni (vil­ la Medici) yönetti.



BALTIK sıf. Baltık denizi’ne kıyısı olan ülkeler ve halklara denir. —Tar. Baltık eyaletleri, günüm üzde Estonya, Letonya ve Litvanya Sovyet cum ­ huriyetlerini oluşturan Baltık ülkelerine es­ kiden verilen ad. BALTIK danlzl, Atlas okyanusu’ nun kuzey-doğu bölüm ünde iç deniz; Danim arka0boğazları aracılığıyla Kuzey deni­ zi’ne, Aland denizi aracılığıyla da Botni körfezine bağlanır; 384 700 km 2 (ortala­ m a derinliği 65 m). Buzulların erim esiyle yakın dönem de buzlardan kurtulan Baltık denizi, üstlerin­ de setler ve adalar (Bornholm, Gotland) bulunan eşiklerin ayırdığı havzaların (en büyüğü: Batı Gotland "ç u k u ru n d a ” 459 m) yan yana gelmesiyle oluşmuştur. İskan­ dinav kalkanının kenar kesiminde, Pleyistosen buzullarca aşırı oyulm uş bir çökün­ tüdür. Kıyıları genellikle alçak, K .'d e ka­ yalıklar (İsveç ve Finlandiya’daki "skarg a rd ” ), G .’de alüvyonlar ve deniz kulak­ larıyla doludur. Baltık denizi sularının re­ jimi aşağı yukarı göl rejimidir: su bilanço­ sunun artı olması (buharlaşm adan fazla yağış ve ırmak katkısı); tuzluluk oranının düşüklüğü %o 15-16); sıcaklık genliğinin önemli boyutlara varması (7 °-10 °C ); kı­ yıya yakın kesimlerin sık sık buz tutması; atm osfer kökenli düzey oynamaları (ses­ ler, büyük fırtına dalgalan); çok küçük gel­ git; saat ibrelerinin ters yönünde ve rüz­ gârların rejim inden büyük ölçüde etkile-



BALTIK DENİZİ nen yüzey akıntısı; daha tuzlu olan ve Catte g a t’tan başlayarak yavaş yavaş yenile­ nen d ip suyunun yüzey suyundan nispe­ ten ayrı olması. D ipler yoksuldur ve su­ larda balık azdır. Baltık limanları, ticari ve askeri limanlardır. B A L T IK D İL L E R İ a. Baltık denizi’nin d oğu kıyılarında konuşulan hint-avrupa dilleri öbeği. Bu ö be ğ in batı (eski prusva dili, XVII. y y.'d a son bulmuştur) ve doğu dalı (litvanya dili ve lette) vardır. (Baltık dil­ lerinin slav dilleriyle birçok ortak özellik­ ler taşıması, baltık slav dilleri adı altında toplanan bir dil topluluğunun yaşamış ol­ duğunu varsaym aya yol açmıştır [İ.Ö. II. binyıl].) B A L T I K ü lk e l e r i , Kuzey Avrupa’da Estonya, Letonya ve Litvanya cumhuriyet­ lerinden oluşan bölgeye verilen ad; bölge Baltık denizinin doğu kıyılarında yer alır; 174 000 k m 2; 8 000 000 nüf. (1989). • Coğrafya. Baltık ülkelerini aynı bütün içinde toplayan tem el özellikler, denize açık olmaları (doğal çevrenin başlıca özel­ liklerini belirler), deniz etkinliklerine katıl­ maları ve “ batılılaşmış kenar bölgeler” ol­ m a niteliğini taşımalarıdır, iklim in serinli­ ği ve yağışlılığı, yüzey şekillerinin keskin olmaması ve buzul dönem i kalıntılarının (buzultaş birikintileri, çanaklar, göller) akaçlamayı güçleştirmesi, az verimli podzol tipi topraklar tarımsal değerlendirm e­ yi (keten, patates, sağmal inek ve dom uz yetiştiriciliği) engeller. A lçak ve kumlu kı­ yılar (Ventspils, Liyepaya, Klaypeda) bü­ tün yıl buz tutmaz. M aden ve enerji (tur­ ba, bitüm lü şistler) kaynakları sınırlıdır. A m a doğal koşulların elverişsizliğini, ti­ carete elverişli coğrafi konum, erken bir sanayileşm enin ürünü olan gelişmiş ula­ şım altyapıları ve nitelikli bir işgücü den­ geler. H am m adde gereksinimi az, ama yüksek teknoloji düzeyi gerektiren ürün­ lere yönelik sanayi, hızla gelişmektedir. Baltık limanları, sovyet deniz etkinlikleri­ nin gelişm esine katkıda bulunur. Trafik bakım ından bu limanların en önemlileri olan Riga ve Tallin’de tersaneler kurul­ m uştur. Ayrıca limanların çoğu, gem ileri Atlas okyanusu 'na kadar uzanan işlek ba­ lıkçılık merkezleridir.



Baltık halklarının nüfus d in a m iz m in in zayıflığı, M o s k o v a ’nın rus g ö ç m e n g e tir­ m e ve kültürü S o vyetleştirm e siy a s e ti g ü t­ m esi, ik in c i D ü n y a savaşı erte si ü ç c u m ­ huriye tin kültü re l v e ulusal k im liğ in i zararlı y ö n d e e tkiledi.



•Tarih. Baltık ülkelerinin halkları iki büyük etnik grub a bağlıdırlar: birincisi Fin-Uğur grubudur. Bunların içinde, adlarını Livonya ’ya verm iş olan Livler de vardır. Aslın­ da bunlar yaşamlarını 19 4 3 ’e kadar Kurzem 'in kuzeyinde (Riga körfezi kıyıları) sürdürdüler. Yine bu grupta ing riya ’lılar (Çudlar gölü ile Ladoga gölü arasında) ve Finlandiya körfezinin güneyinde Esteler vardı. Bunlar I. yy.’dan IV. yy.’a kadar Gotlar'ın, sonra da İ.S. 400'de Balthlar'ın etki alanına girdiler. Aslında bunların ara­ sında aşağı Wisla PrusyalIları’ndan baş­ ka, Letonlar ve Litvanyalıiar d a vardı. Litvanyalılar XIII. y y .’da henüz denize ula­ şamamışlardı. Oysa Letonlar daha VII. yy.'d a doğulu tüccarlarla ilişki kurup, Livler'i de içlerine alarak, Baltık kıyılarını iş­ gal ettiler. Kuzey ve Batıda denizle, ve onları g ü ­ ney sınırından süren Slavlar arasında sı­ kışan Fin-Ugur ve Balth halkları, V. ve VII. yy.’lar arasında, aşağı VVİsla ve Kiel kör­ fezinin sınırları içinde kalan Baltık denizi dilim ine ulaştılar ve daha önce Ortodoks­ luğu benimsemiş olan Pskov Letleri dışın­ da, XIII. yy.’a d ek paganlığa sadık kala­ rak, ilkel uygarlıklarıyla siyasal yapılarını korudular. Aslında hıristiyanlık Baltık ülke­ lerine, başta Estonya olmak üzere, bu dö­ nem de girdi. Baltık halklarının din değiş­ tirm esinin ilk sonucu, bu ülkelerin iskandinavlar ile Germ enler arasındaki rekabe­ tin çatışma alanı olmasıydı. Hıristiyanlaştırma işlemini Alm anlar başlattı: 1180’de aşağı Dvina kıyısına ayak basan keşiş M einhard (öl. 1196) buradaki Livler’i hıristiyanlaştırdı ve ikskile ya da Üksküll ka­ lesini yaptırttı. Livonya kardinali Buxhövdenli A lbrecht I, innocentius lll’ün buy­ ruğu ile R iga’yı kurdu (1201). Bunu, din değiştirm eyi kolaylaştırm ak am acıyla Schvverttrager şövalyeleri tarikatının 1202’de kuruluşu ve Livonya'nın im para­ torluk arazisi içine alınması izledi. Baltıklar'daki bu hıristivanlastırma. koloniles-



tirme hareketiyle atbaşı gitti (birçok alman burjuva ve şövalyesi, hıristiyanlığın duru­ m unu güçlendirm ek amacıyla buralara yerleştiler). Kuzey-Batı Baltık’ın denetimini yitirm ekten korkan DanimarkalIlar, Ösel adasına bir piskopos yerleştirdiler (1206). Kuzey Livonya’ya bir piskopos atadılar (1213). Bunun görev alanı, 1211 ’de Ri­ ga başpiskoposu tarafından aynı bölg e ­ ye yerleştirilen alman piskoposunun gö­ rev alanına karışıyordu. DanimarkalIlar ayrıca R iga’ya karşı Tallin kalesini kura­ rak Estonya'nın denetimini de sağladılar. Baltık ülkelerinin bölünm esi, papalığın hakem liğiyle onaylandı (1225). Buna g ö ­ re Kuzey, Danimarkalılar’ın sivil ve dinsel mülkü; Güney ise Schvverttrager şövalye­ leri tarafından D anim arka kralı Valdem ar ll ’nin sorum luluğu altında bir fief oluyor­ du. Adı geçen şövalyeler, Töton şövalye­ leriyle g ü ç le n d irilip (1228), bunlarla 1237'de birleşmişlerdi. Alm anlar’ın Baltık ülkelerinin fiili denetim ini elde etmelerini sağladılar. Papalığın yeni bir buyruğuyla Danimarkalılar’a yalnızca Estonya’nın ku­ zey kıyıları bırakıldı. DanimarkalIlar ayrı­ ca, Tallin'e Lübeckli burjuvaların, kırsal bölgelere de M ecklenburg ve Holstein kökenli alm an feodallerinin yerleşmesine razı olm ak zorundaydı. D anim arka eya­ letlerinin Töton tarikatına satılması, Baltık ülkelerinin tüm üyle germenleştirilmesinin önündeki son engelleri de kaldırdı. O za­ m andan başlayarak buraların ticareti tü ­ m üyle töton Hansa'sının denetim ine g ir­ di. Bu ülkelerdeki toplumsal farklılıklar, ar­ tık etnik, siyasal, ekonom ik (ünlü Baltık baronları) ve din çevreleri arasındaki fark­ lılıklara uyuyordu. Bütün bu katmanlar kö­ leliğe düşürülm üş olan ilkel halkların üs­ tünde yer alıyordu. Yalnızca Litvanya yabancı egem enliği altına girm e m e yi başardı. G ra n d ük G edim in*, XIV. y y .’da sağlam bir hane­ dan kurarak bu yöreyi güçlü bir ülke d u ­ rumuna getirdi. Kısa bir süre sonra Litvanya'nın yazgısı, g ran d ü k Jagellon'un 1386'da Polonya kralı olmasının ardından bu ülkenin yazgısıyla birleşti. Töton tarikatının 1561 ’e kadar tutundu­ ğu Estonya ve Letonya ise, XVI. yy. so­ nunda Prusya'da olduğu gibi lutherciiiğe döndü ve kendilerini, birbiri ardınca, İs­ veç (Estonya), Polonya (Livonya) ve Rus (Kurzem) egem enliği altına sokm uş olan siyasal değişikliklerin arasında, özel to p ­ lumsal yapılarını XX. yüzyıl ortalarına ka­ dar korudu. Bu yapı, ne bütün toprakla­ rın, Baltık eyaletlerinin yönetsel çerçeve­ si içinde 1795'teki üçüncü Polonya bölü­ şümü sırasında rus egem enliği altına gi­ rişiyle; ne Çar Aleksandr lll’ün sertlikle uy­ guladığı yoğun ruslaştırma politikasıyla; ne de 1919-20'de, Baltık devletlerinin ku­ rulmasıyla ve büyük toprak sahibi Almanlar'ın zararına bir toprak reform unun ya­ pılmasıyla değiştirilebildi. Rusya'nın bozguna uğramasından sonrara, 1918'de doğ a n ve topraklarına göz dikm ekte tarihsel ve siyasal nedenler bu­ lunan Alm anya ve SSCB gibi aynı dere­ cede güçlü iki devletin arasında kalan bu devletler, 1945’e kadar çetin bir yaşam sürdürdüler. Ne kim liklerinin dil ve siya­ sal düzlemlerde kabul edilmesi, ne de hü­ kümetlerinin etkin ve ihtiyatlı önlemleri bu güçlüklerin üstesinden gelebildi. 12 eylül 1934'te Estonya, Letonya ve Litvanya or­ taklaşa çıkarlarını korum ak amacıyla Ce­ nevre’de bir antlaşma imzaladılar. 7 ha­ ziran 1939’da Letonya ile Estonya, A l­ m anya ile bir saldırmazlık paktı yaptı. Her üç Baltık devleti ikinci Dünya savaşı sıra­ sında nazi ve sovyet ordularının savaş alanı oldu. 1945'te SSCB’ye katılmak zo­ runda bırakılan bu devletlerin bağımsızlık­ larını ilan etmeleri (1991) ve kazanmaları için (1992) yıllarca beklemeleri gerekti. •A skeri tarih. Birinci Dünya savaşı sırasın­ da alm an-rus cephesinin kuzey-batı bö­ lüm ünü oluşturan Baltık ülkeleri 1915 ’te büyük savaşların alanı oldu, Lauenstein' ın komutasındaki ordu hirlifiinin saldırıcı



Baltık ülkeleri sonucu 7 mayısta Libau (bugün Liyepaya) zapt edileli. Bu birlik daha s o n ra ' 1Nyemen o rdu su " adını aldı; general von Below ’un komutasında, aynı zamanda Riga ve D ünaburg yönlerine doğru saldırıp Mitau'yu ele geçirdi. 19 eylülde Vilna zapt edildi ve Alm anlar büyük saldırılarının ar­ dından Kurzem'i ve Litvanya'yı denetimleri altına aldılar. 1917'de Hutier'in saldırısıyla Riga ele geçirildi. Brest-Litovsk mütareke­ sinin ardından 15 aralık 1917'de Alm an­ lar yeniden saldırdılar ve 1918 şubatın­ da Estonya'nın büyük bir bölümünü işgal e ttile r Brest-Litovsk antlaşması uyarınca, Rusya 3 mart 1 918’de Kurzem, Litvanya ve Estonya’dan çıktı. ikinci Dünya savaşı’nın başında SSCB ile imzalanan karşılıklı yardım paktı gere­ ğince, Kızıl ordu, eylül ve ekim 1939’da Baltık ülkelerindeki tüm askeri üslere gir­ di. 14 haziran 1940'ta üç ülke SSCB’ye dahil edildi. Fakat, doğudaki alm an sal­ dırısının başında (haziran 1941), von Leeb'in komutasındaki ordu grubu, Kaunas ve Vilna’yı 24 haziranda, Riga'yı 1 tem ­ muzda, Peypus'u 20, Tallin’ı 28 ağustosta işgal etti. Üç yıl sonra, sovyet ordusu birbirinden ayrı iki harekâtla Baltık ülkelerini yeniden ele geçirdi: Ç ernyahovskiy, Sm olensk’ ten yola çıkarak 1944 tem m uzunda Nyemen'e vardı ve Litvanya'yı işgal etti. Govorov, Yeremenko ve Bagramyan, Estonya ve Letonya yönünde ilerleyerek bir­ leştiler (Tallin eylülde, Riaa ekim de işgal edildi). Fakat, denizden ikmal edilen 17 alman tümeni Kurzem 'de 8 mayıs 1945'e kadar direndi. •Edebiyat ve g üzel sanatlar — ESTONYA,



1282



LETONYA, LİTVANYA.



Baltık-Beyaz deniz kanalı, Rus­ ya ’da kanal, Onega gölü kıyısındaki Povenets ile Belomorsk (Onega körfezi) arasında: 227 km. BALTIK-FİN DİLLERİ a. Baltık denizi çevresinde konuşulan fin-ugur dillerinin tümü (fince, estonya dili, karelya dili, vepsçe, livce). BALTIK-SLAV DİLLERİ a Dilbil. ilk hint-avrııpa dilinin bozulmasından sonra, baltık ve slav diiini birleştiren varsayımsal dil. BALTİ -» BELTSİ ■ BALTİMORE, Baltim ore kentten ve Chesapeake koyundaki limandan bir görünüm



ABD ’de (Maryland) kent; 787 000 nüf. (anakent alanı, 2 174 000 nüf.); John Hopkins üniversitesi. Chesapeake körfezi kıyısındaki ve batıya gi­ den ilk karayolunun başlangıç noktasında­ ki konumu sayesinde Baltimore (1729'da kuruldu), ABD ’de ilk başpiskoposluğun



merkezi (1789) ve iç kesimin denize açı­ lan kapısı.oldu, am a bu işlevini bir ölçü­ de New Y ork’a kaptırdı. Bununla birlikte, hâlâ önem li bir lim andır (tahıl gönderilir, m aden filizi ve akaryakıt getirilir). Başlıca sanayi dallan arasında dem ir-çelik sana­ yisi, bakır arıtma, gem i ve otom obil yapı­ mı, elektrikli ev aletleri yapımı, kimyasal ürünler (petrol yan ürünleri, gübre) sayı­ labilir.



BALTİMORE, İrlanda'nın güney kesi­ m inde küçük liman, Bantry'nin G.-G. -D.'sunda. Yelkencilik okulu. BALTİMORE (George C A LVE R T--1 . b a ­ ronu) [Kıpling, Yorkshire, 1580’e doğr. - Londra 1632], 1621 'de New Founland’ de, ardından, 1629’da, C hesapeake ve Delaware bölgesinde yeni söm ürgeler kurdu, am a V irginia’daki söm ürgelilerle anlaşmazlığa düştü. — Büyük oğlu, B a l­ tim o re 2 baronu CECİLİUS (1605-1675), 1632 de babasının ölüm ünden kısa bir süre sonra, M aryland adını alan söm ür­ genin mülkiyetini kendisine bırakan ayrı­ calık belgesini elde etti. BALTİMORE (David), amerikalı hekim ve biyoloji bilgini (New York 1938). 1965 -1968 arasında San D iego’dakı Saik enstitüsü’ nde araştırmacılık yaptı; 1968'de, Massachusetts institute of Technology’ ye m ikrobiyoloji profesörü atandı. H.M. Temin ile beraber, bir virüsün, ribonükleikasitte yazılı program a göre bir hücreyi kanserleştirmesini sağlayan karmaşık me­ kanizmayı ortaya çıkardı. (H.M. Temin ve R. D ulbecco ile birlikte 1975 Nobel tıp ödülü.) B a lt im o r e m ü z e le r i, MUSEUM OF AFfTS ve VVALTERS a r t GALLERY, Batı sana­ tı üstüne tüm dönemlerden, önemli kolek­ siyonlar içerir. Bunlarda, XIX. ve XX. yy. fransız sanatı örnekleri, özellikle Gertrude Stein’ın arkadaşları C one kız kardeş­ lerin Museum of A rt’a yaptıkları bağış sa­ yesinde büyük bir yer tutar (Van Gogh, Cezanne, Picasso’nun yapıtları ve önemli bir Matisse koleksiyonu).



dımıyla öldürdü; ardından Sam agar'ı da ortadan kaldırarak A nadolu’da etkisini bü­ yük ölçüde artırdı Başına buyruk davra­ nışları nedeniyle birkaç kez Tebriz’e çağrıldıysa da gitm edi. Bu tutum unu başkal­ dırm a olarak değerlendiren Gazan Han, ünlü kom utanlarından Kutluğ yönetim in­ deki büyük bir orduyu A n a do lu'ya gön­ derdi.Kırşehir'in Malya ovasında yapılan savaşta Baltu kesin bir yenilgiye uğradıysa da kaçmayı başardı. Ancak, daha son­ ra yakalanarak Tebriz'e gönderildi, kent m eydanında idam edildi.



BALUBALAR - LUBALAR BALUCHİTHERİUM a (baluç, belucistanlı, ve yun. therion, yabani hayvan’ dan). A sya’da O lıgosen-M iyosen'de ya­ şamış fosil memeli hayvanları içeren cins. Bugünkü gergedanlara benzer. Bilinen en büyük kara m em elisidir (uzunluk: 8 m; yükseklik:6 m). [Eşanl. İNDRICOTHERİUM.J



BALUCKİ (Michat) polonyalı yazar (Krakövv 1837 - a y y. 1901). Romanların­ dan çok,burjuvazinin yaşamını hicveden komedileriyle tanındı (les Beaux Partis [fr. çev ], 1881; le C lub des cĞlibataires [fr. çev.], 1890). BÂLUO ya da PÂLUO a. (fars. bâluğ, pâluğ). Esk. Sığır, gergedan boynuzun­ dan ya da fil kem iğinden yapılan şarap kadehi. BÂLUO - BÂLİG. BALUNDALAR - LUNDALAR. BALUROHAT, H indistan'da kent, Batı Bengal'ın kuzey kesiminde, Bangladeş sı­ nırı yakınında; 67 000 nüf. BALUZE (Etienne), fransız bilgin (Tulle



kurum 'un en yüksek tepelerinin (bu ara­ da K 2) eteğinde yer alır. Yörede yaşa­ yan Baltisler, Tibet asıllı, şii müslümanlardır. Başlıca k e n tle ri: S kardu ve Gilgit.



1630-Paris 1718) C olbert'in kütüphanecisiydi (1667). Collöge royal'de (Collâge de France) kilise hukuku profesörlüğü yap­ tı (1670). Hlstolre gĞnĞalogique d e la maison d'Auvergne (1708) adlı kitabında, La Tour d ’A uvergne ailesinin taht üstündeki hak iddialarına yer verdiği gerekçesiyle taşraya sürüldü (1710). Kilise yazarların­ dan yayınlar, m etin derlem eleri (Capitularia regum Francorum , N ova Collectıo conciliorum, vb ), tarih yapıtları (Irîfae paparum avenionensium , latince bir Histoire d e Tulle [fr. çev.]; vb.) yayımladı.



B A U İT ya da HUNZA, Pakistan’ın kuzey



BÂLVER sıf. (fars. b a l ve -ver'den). Esk.



BALTİSTAN, K eşm ir’in bölümü, Kara-



kesim inde kent, H unza'nın merkezi, Gilg it’in kuzeyinde, Çin sınırı yakınında.



BALTU NOYAN, m oğol başbuğu (? - Tebriz 1297). İlhanlI hükümdarı Mahmut Gazan Han'ın Anadolu genel valiliğine atadığı Togaçar N oyan’ı Sam agar’ın yar­



Kanatlı, uçan.



BALYA a. (it. b a lla 'dan). 1. Büyük tica­ ret mallarını sarıp bağlayarak oluşturan denk. — 2. Bâlya yapm ak, ticaret eşya­ larını dayanıklı bezlerle sarıp, çevresine çem ber geçirerek denk durum una getir­ mek. — Kâğ. san. D ikdörtgen biçim inde pres8 ienmiş kâğıt hamuru yaprakları birleşimi, î —Tarım. Aynı am açla kullanılacak aynı I türden bitkilerin sıkıştırılıp bağlanm asıyla | oluşturulan düzgün biçimli yığın. (Bk. an



B ANAD URA.



BANAVELE a. Denize. Banaveie deliği.



165 km. Büyük Menderes nehrinin yukarı çığırındaki en büyük kolu ve Adıgüzel ba­ rajını besleyen başlıca akarsulardan biri­ dir. M urat dağının G. ve G.-D. yam açla­ rından doğar; adını aldığı Banaz kasaba­ sından geçer ve G.-B. yönünde, geniş platolar içine gömülmüş, çoğu yerde kan­ yon biçimli bir vadide akarak Ulubey G .’inde, Büyük M enderes'in sularını da toplayan Adıgüzel baraj gölüne dökülür. Y ağır ur ve kar sularıyla beslenen Banaz çayının suları ilkbaharda çoklartar, yazın azalır.



BANBUL -



B AM BU L.



BANBURY (tesc. edil, ad ). Sanayide, kauçuğu yoğurm ada ve karışım hazırla­ m ada kullanılan yüksek güçlü Karıştırıcı türü.



BANBURY, Büyük B ritanya'da kent, O x ford ’:in K.'inde, Cherwell ırmağı kıyı­ sında; 3u 000 nüf. Alüm inyum fabrikası. BANC ARALAR, LAMBADALAR ya da SUGALİLER, Hindistan’da halk. Sa­ yılarının 400 000 ’i aştığı sanılıyor; göçe­ be yaşarlar, -inek yetiştiriciliğinin yanı sıra taşımacılık, gezgin satıcılık, panayırcılık, dansçılık çalgıcılık yaparlar. H indistan’ ın her yerine, ama özellikle de Maharaştra'ya, Karnatal 'ya ve Andhra Pradeş’e yerleşmişlerdir. Kastlar halinde örgütle­ nen Bancnralar, hindu dinindendirler; özellikle Kalıkadevi ve Sitaladevi'ye tapar ve kurbanlar sunarlar.



BANCARİ a. B ancaraiar’ın konuştuğu, racasthaniye benzeye'n hint ari lehçesi. (Bu lehçe HABURİ, ROMNİ, GİPSY diye adlandırıldığı gibi LABHANİ ya da LAMBADİ diye de adlandırılır.)



BANCERMASİN,



Endonezya'da li­ man kenti, il merkezi, Borneo adasının güney kesiminde, Martapura ırmağı kıyı­ sında; 381 884 nüf. Ticaret merkezi. Pet­ rol rafinerisi.



BANCES



y



LOPEZ-CANDAMO



(Francisco Antonio OF.), ıspanyol oyun ya­ zarı (Castropol 166J - Lezuza 1704). Calderön ölünce, onun yerine resmi saray şairi oldu. Carlos ll'yi eğlendirm ek am a­ cıyla oyunlar yazdı (El eselavo en grillos de oro. El dueio contra su dama, El gran çuım ico del mundo).



BAN CHAO



• Ban Ç ao.



Ç A N A K L IK - DELİĞİ’nin e ş a n la m lısı.



BANCHİERİ (Adriano), İtalyan besteci,



BANAZ, Sivas'ın Yıldızeli ilçesi Çırçır bucağına bağlı köy; 668 nüf. (1990). Pir Sultan A b d al’ın doğum yeri.



orgcu ve müzik kuramcısı (Bologna 1568 - ay. y. 1634). M onte Oliveto M aggiore manastırı keşişlerindendi. L ucca’da orgculuk yaptı. B ologna’da Floridi akadem i­ si’™ kurdu, inceleme kitapları yazdı (1591 -1626): C onclusioni'de o dönem in çalgı­ larından, müzikçilerinden ve m üziğinden söz etti; O rgano suonarino'da kendi bes­ telediği fügleri bir araya getirdi. Ayrıca, 1592-1625 arasında yazılmış, m adrigal tarzında on iki kom edi (Şölen, 1609),



BANAZ, Ege bölgesinin içbatı Anado­ lu bölümünde, Uşak iline bağlı ilçe; 44 619 nüf. (1990); 1 063 km2; 47 köy. Merkezi Uşak'ın 30 km D .'sunda Banaz; 14 287 nüf. (1990). Cıva, kaolen, asbest. Halıcılık, kilimcilik. BANAZ çayı, Ege bölgesinde akarsu:



Banaz çayından bir görünüm



Banchieri madrigaller, Concertı ecclesiastıcı (1595), 4 sesli Canzoni alla francese ve Modern aA rm onia gibi kilise müziği yapıtları var­ dır. Partisyonda vokal partinin yazımında ölçü çizgisini ilk kez kullanan da Banchieri'dir.



BANCKERT (Joos[t]). J o o s [t] Van T ra p p e n lakabıyla anılır, amiralliğe kadar yükselen hollandalı tayfa (Vlissingen 1599 - denizde 1647). Z e e land'da ku­ m andanlık yaptı (1637), Pernam buco açıklarında ve D unkerque’de zafer ka­ zandı. Tro m p ’un en gözü pek yardım cı­ larından biriydi.



BANCKERT (Adriaen), hollandalı de­ nizci (1615'e doğr. - M iddelburg 1684), Joos[t] Banckert'in oğlu. Yiğitliğiyle ünlü Zeeland’lı amiral, D anim arka’da (1659), İngiliz general ve amirali M o nk’a karşı (1666), ayrıca Ruyter’in em rinde Fransızlar’a ve ingilizler’e karşı (1672) savaştı.



BANCO



-> B A N Q U O



Banco dİ Roma, merkezi Rom a’da George Bancroft



İtalyan ticaret bankası. 1880’de kuruldu. 1929 iktisadi bunalım ına kadar gelişme gösteren banka, bunalım dan etkilenerek 1934’te İtalya’da devlet sınai ve mali te­ şebbüslerinin üst kuruluşu olan IRI’nın de­ netimine girdi. 1946’da d iğer iki bankay­ la birlikte M ediobanca’nın kuruluşuna ka­ tıldı. Türkiye'de iki şubesi olan bankanın, İstanbul merkez şubesi 1911 ’de açıldı. 1990 sonu itibariyle, Türkiye şubelerinin ödenm iş sermaye ve ihtiyat akçeleri top­ lamı 6,1 milyar TL, mevduat toplamı 67,4 milyar TL, krediler toplamı 43,1 milyar TL, net kârı 2,2 milyar TL’dir. Banco di Roma'nın toplam mevduat içindeki döviz tevdiyat miktarı % 54,3, çalıştırdığı ele­ man sayısı 92’dir. Banco ulusal parkı, Fildişi Kıyısfnda orman rezervi, Abican yakınında; 3 000 ha; Orm ancılık okulu.



BANCOR a. 1944’te, Bretton W ords’da Keynes tarafından önerilen, ancak uygu­ lamaya konmayan planda, "Clearing Uni­ o n " (Takas birliği) adı altında bir dünya bankasınca çıkarılacak, değeri altına bağ­ lı ve yalnız uluslararası ödem elerde kul­ lanılacak özel bir paraya verilen ad. (Pro­ jeye ABD karşı çıktı.)



Sirimavo R.D. Bandaranaike (1972’de)



BANCGUART (Alain), fransız besteci (Dieppe 1934). Paris konservatuvarı’nda öğrenim gördü (1952-1960). Yetişmesin­ de Darius M ilh a ud ’nun payı büyüktür. Fransız radyo televizyon kurum u’nun or­ kestrasında viyola çaldı (1961-1973). Da­ ha sonra Fransa ulusal orkestrası’nın sa­ nat danışmanı oldu (1957-1976). 1977’ den bu yana müzik baş müfettişidir. Uzun süre bir orkestrada çalmış olması, müzi­ ğini önemli ölçüde etkiledi. Başlıca yapıt­ ları: Bir viyola konçertosu (1964); büyük orkestra için Passages (1966) [bu yapıtla çeyrek seslerin olanaklarını araştırmaya başladı]; yaylı çalgılar üçlüsü için Threne I (1967); kadın sesi ve orkestra için Omb re eclatee (1968); 2 yaylı çalgılar üçlüsü için Une et desunie (1970) [1973 ’te bu yapıtı 2 yaylılar orkestrası için p e n id e n yazdı]; eşliksiz karma koro için A la mem oire de ma m o rt (1975-76); yaylı çalgı­ lar için üçlü Threne II (1976); TAmant de­ sene (1978). 1 977’de, C.R.İ.S.S.’in (Collectif de recherche instrumentale et de synthöse sonore) [Ses bireşimleri ve çal­ gısal araştırmalar topluluğu] kurucuları arasında yer aldı. Bu to pluluğun araştır­ maları, özellikle elektriksel sesin bir çalgı olarak kullanılmasına yöneliktir. BANCROFT (George), amerikalı tarih­



Manuel Bandeira (1965’te)



çi ve siyaset adamı (Worcester, Massac­ husetts, 1800 - VVashington 1891). De­ mokratların safında siyasete atıldı. Boston limanı vergi mültezimi, sonra denizcilik bakanı oldu. Annapolis Deniz akademisi’ni kurdu, VVashington rasathanesi’ni ye­ mden düzenledi ve Texas’ın işgalini em­ retti. L ondra’da elçi (1846-1849), sonra



Berlin’de ABD temsilcisi (1867-1874) ol­ du. Göçm enlere, asıl uyruklarından vaz­ geçerek askerlik hizm etinden kurtulm ak hakkını veren B ancroft antlaşm aları'nın müzakeresini yönetti. Bancroft’un başar­ dığı asıl büyük iş, 1834-1874 arasında 12 cilt olarak yayımladığı ve 1876’da yeni baştan ele aldığı History o f the U nited Sta­ tes adlı yapıtıdır.



BANCROFT (Hubert Howe), amerikalı etnograf (Granville, Ohio, 1832 - VValnut Creek, Kaliforniya, 1918). San Francisco’ da kitapçılık yaptı, servetini, gerçek bir ansiklopedi niteliğindeki Native Races ot the Pacific States (5 cilt) ve H istory o f the Pacific States o fN o d h Am erica (39 c.) adlı yapıtların hazırlanmasına harcadı. Elinde­ ki belgeleri Kaliforniya üniversitesi’ne bı­ raktı.



BAN ÇAO ya d a BAN CHAO, çinli general (31-102), tarihçi Ban G u’nun kar­ deşi. im parator M in g d i’nin zamanında, 7 3 ’ten başlayarak Türkistan’ ı fethetti. Bi­ rinci sınıf bir strateji uzmanıydı. Basra kör­ fezine ulaştı, Parthlar ile ilişki kurdu ve Batı yönünde ipek yolunun açılmasına katkıda bulundu. BANÇİAO ya da BANQİAO, Tayvan’ da kent, Taibei’nin gün e y banliyösünde; 205 300 nüf.



♦ b a n d a jla n m a k edilg. f. Sarılmak, bağlanm ak.



BANDAJLANMAK -



B A ND AJLAM AK.



BANDAMA, Fildişi Kıyısı'nda ırmak, Gi­ ne körfezine dökülür; 620 km. ( -» KOSSU.)



Bandama (Yukarı) rezervi, Fildişi Kıyı­ sı 'nda hayvan rezervi, Katiola’nın kuze­ yinde; 123 000 ha.



BANDAR ->



MAÇİLİPATNAM .



BANDARANAİKE (Solomon West Rıdgew ay Dias), seylanlı siyaset adamı (Colom bo 1899 -a y . y. 1959). 1931’de Da­ nıştay üyesi oldu. United National Party’ ye (UNP) girdi ve 1947’de, bağımsızlığın ilanı sırasında milletvekili seçildi. Sağlık ve yerel işler bakanıyken 1951'de istifa etti ve 1952’de Özgürlük partisi’ni kurdu. 1956’ da dört solcu partiyi People’s United Front (PUF) içinde bir araya getirmeyi ba­ şardı. PUF, 12 nisan seçimlerini kazanın­ ca başbakan oldu. 1957'de Seylan'daki İngiliz üslerinin kaldırılmasını sağladı. Bü­ tün adalılara tam ul dili yerine Sey­ lan dilini ulusal dil olarak kabul ettirmek istemesi ülkede ayaklanmalara, PUF için­ de de bölünm eye yol açtı. Bandaranai­ ke, çoğunluğu yitirm esine karşın, iktidar­ da kalmayı denediyse de, bir Buddha ra­ hibinin suikastına kurban gitti.



BANÇO -» BANJO . ■ BANPAKANAİKE (Sirimavo Ratvvatte BANDA (Hastings Kamuzu), malavili Dias), seylanlı kadın siyasetçi (Balango-



devlet adamı (Kasungu yönetim bölümü 1906). A B D ’de tıp öğrenim i gördükten sonra, önce İngiltere’de, sonra da (1954) G hana’da hekim lik yaptı. 1951’de, Ro­ dezya ile Nyasaland’ın bir federasyon ha­ linde birleşmeleri projesine karşı çıkmak am acıyla N yasaland African National C ongress'ın başına geçti. 1958’de Nyasaland’a döndü. 1963’te Nyasaland baş­ bakanı, bağımsızlığın kazanılması sırasın­ da da Malavi başbakanı oldu. 1966’da ül­ kenin ilk cum hurbaşkanı seçildi. Portekiz söm ürgesi M ozam bik’e, ian Sm ith’in Ro­ dezya’sına ve G üney Afrika’ya yanaştı ve Afrika Birliği örgütü ile ilişkilerini kesti. Temmuz 1971’de, halen sürdürdüğü devlet başkanlığına getirildi.



BANDA adaları, Endonezya’da takım­ adalar, Ceram ’ın G .’inde. Yönetim mer­ kezi Bandanaira. 1512’de Portekizliler ta' rafından bulunmalarından bu yana büyük bir baharat pazarı olan Banda adaları, dünyanın başlıca küçük hindistancevizi üreticisidir. BANDA denizi, E ndonezya’da deniz, Küçük Sunda adalarının d oğu bölüm ü­ nün oluşturduğu yay içinde, C eram ’ın G .’inde Banda denizi’ndeki birçok çuku­ run derinliği 5 000 m 'yi aşar; Banda denizi’nin D. kesimindeyse 7 360 m derinlik ölçülmüştür.



BANDA ACEH, esk. K u ta ra ca, Endo­ nezya’da ker t, Sum atra adasının kuzey ucunda, A ceh lin in merkezi; 51 000 nüf.



BANDAJ a. (fr. bandage). 1. Bağlama, sargılama. — 2. Sargı, bağ. — 3. Otom o­ bil tekerleklerinde jantı çevreleyen metal ya da kauçuktan yapılm a ince, ensiz çem ber. — Bine. Atların ayaklarına sarmak için ya­ pılmış, kumaş, yün ve deri karışımı ku­ maştan korum a sargısı. (Dinlenm e sıra­ sında takılan, çalışmada ön ve arka ayak­ ları çarpm alara karşı koruyan türleri, ahır bandajı, atlama bandajı, yara ve tedavi bandajı gibi çeşitleri vardır. Deriden olan­ lara g etr de denir.) — Dy. Tekerlek jantına dıştan sarılan d e ­ mir bant ya da çelik bilezik. (Lokomotif ya da vagonların tekerleklerinde dingili sü­ rekli olarak yol eksenine bakışımlı konu­ m a getirm ek için bandajın yuvarlanm a yüzeyi kesik koni biçim indedir ve yanal hareketleri sınırlamak için de taşkın bir iç kenarı vardır.) BANDAJLAMAK g f. B ir şeyi b an d a j­ lamak, onu sarmak, bağlam ak.



da 1916). Kocası S. W, R. D. Bandaranaike’nin öldürülm esi üzerine Sri Lanka Freedom Party’nin (SLFP) başkanlığına getirildi ve 20 tem m uz 1960 seçimlerini kazanarak başbakan oldu. Seylan dilini resmi dil olarak kabul ettirdi. Tamullar bu­ na karşı çıkınca, olağanüstü hal ilan etti. Bandaranaike ayrıca D udley Senanayake'nin tutucu ve Batı yanlısı United Nati­ onal Party'sinin (UNP) muhalefetiyle kar­ şılaştı. Bu parti, Bandaranaike'nin eğitim ve basını denetlem e ve özellikle ekono­ minin bazı kesimlerini devletleştirme siya­ setinden kaygı duymaktaydı. Aralık 1964’ te mecliste azınlığa düşen, mart 1965 se­ çimlerinde de UNP karşısınğa yenik d ü ­ şen Bandaranaike, 27 mayıs 1970'te SLFP' yi, troçkicileri ve sovyet yanlısı Komünist partisi’ni bir araya getiren bir koalisyonun başında ezici bir çoğunlukla yeniden ikti­ dara geldi. A ncak, yeni hüküm etin sol eğilimli olması ve bağlantısızlardan yana bir dış politika izlemesi, nisan 1971 ’de aşı­ rı sol bir ayaklanm anın patlak vermesini engellemedi. Bu ayaklanma şiddetle bas­ tırıldı. 1972’de, Seylan yeni bir anayasay­ la Sri Lanka C um huriyeti’ne dönüştü. 1975'te, troçkici bakanların hüküm etten ayrılmasıyla hükümet merkezciliğe doğru kaydı. Ertesi yıl, 16 ağustosta, bağlantı­ sız ülkelerin V. Zirvetoplantısı'nın Sri Lanka'nın başkanlığında C olo m bo 'd a yapıl­ ması, hüküm et için uluslararası düzeyde bir başarı oldu. 1977’de yapılan seçimleri J. R. Jayavverdene başkanlığındaki UNP kazanınca bayan Bandaranaike 7 yıl için yurttaşlık haklarından yoksun bırakıldı (1980). Hak­ larına kavuşunca 1988 başkanlık seçim i­ ne katıldı, fakat oyların ancak 44,9’unu alabildi, başkan seçilemedi.



BANDAR MAHARANİ







M UAR



BANDAR PENGGARAM - BAÎU PA HAT.



BANDAR SERİ BEGAVAN, esk Brun e i, Brunei sultanlığı'nın başkenti, Borneo adasının kuzey-batı kıyısında; 37 000 nüf.



BANDEİRA a. (b ayra k anlam ında Por­ tekizce söze ). Çoğu Sacı Paulo’lu brezil­ yalı serüvenciler (bandeirantes paulistas) tarafından, kıyı plantasyonlarına köle ola­ rak satılacak Kızılderilileri yakalamak için, Güney Am erika’nın içlerine yapılan askeri sefer. — A NSİKL. Bandeiralar XVII. y y .’da Para­ g uay’daki küçük Cizvit köylerine büyük bir vahşetle saldırdılar, ispanya ve Portekiz



bando toprakları arasında Tordesillas antlaşma­ sı ile (1494) belirlenmiş sınırları aşan bu bandeiralarla, Brezilya'nın kıtada yayılma­ sı başlatılmış oldu. Bandeiraların en ün­ lüsü, 1628'de, 8 000 kişi ile Saö Paulo’ dan başlayıp M ato G rosso'yu geçerek, Bolivya Andları’ na ulaşan ve Am azon nehrini inerek geri dönen Antonio Râposo Tavares önderliğindeki bandeiradır. XVII. yy.'ın sonunda, Minas Gerais, Goiâs ve Mato G rosso’da altın bulunduktan sonra bendeiralar sona erdi.



■ BANDEİRA (Manuel



C a rn e İR O DE SoUSA), brezilyalı şair (Recife 1886 - Rio de



Janeiro 1968). Biçim bakımından büyük bir karmaşıklık gösteren lirizmi, günlük ya­ şamdan alınma temalarının basitliği saye­ sinde halk arasında geniş bir okuyucu kit­ lesi buldu (C arnival, 1919; itinerario de Pasargada, 1954). Ayrıca, birçok yabancı sahne yapıtlarını (Zorrilla, Brecht, John Ford) kendi diline çevirdi ve sahneye uyarladı.



BANDELLO (Matteo), İtalyan yazar (Castelnuovo Scrivia 1484 - Bassens, B ordeaux yakınında, 1561). Bandello' nün hümanist yapıtları, onun papazlık, diplom atlık ve saray adamlığıyla yakın­ dan ilişkilidir. Bu karmaşıklık, başyapıtını oluşturan 214 hikâyesinin (/ quattro libri delle Novelle, Luoca, 1554 ve Lyon, 1577) ithaflarında da kendini belli eder. M üstehcenliğiyle ünlü bu hikâyeler der­ lemesi, konularının ve anlatımının çeşitli­ liğiyle dikkati çeker. Üslubu çoğu zaman gevşek ve özensiz olm asına karşın, Ban­ dello, keskin bir güncellik duygusuyla okuyucularının merakını uyandırmakta çok ustadır. Shakespeare birçok konusu­ nu (R om eo ve Juliet'ınki gibi) ondan al­ mıştır. BANDE NERE (Giovanni dalle), Giovanni M e d ic i*’nin takm a adı.



BANOERA



a. (bayra k a n la m ın d a isp. söze.). İsp a n yo l y a b a n c ı le jyo n b ö lü ğ ü .



BANDERİLLA a (isp söze ). Boğa gü ­ reşçilerinin, boğaların, om uz başına çif­ ter çifter sapladıkları, ucu zıpkınlı, ağaç­ tan küçük değnek.



BANOERİLLERO a (isp söze ). Mata­ dorun em rindeki ikinci derecede torero. (Ana görevi, banderilla’ları boğaya sap­ lamaktır; ayrıca boğa güreşi süresince m atadora yardımcı olur.) BANDETTİNİ (Teresa), italyan kadın şair (Lucca 1763 - ay. y. 1837). Eskiden dansözdü. Doğaçtan şiir söylemesiyle ün­ lüdür (R im e estemporanee, 1801).



BANDIRA



a. (ital. bandiera). 1. Deniz, huk. G e m in in h a n g i d e v le te ait o ld u ğ u n u g ö s te re n b a yra k. ( - * BAYRAK.) — 2 . Y a­ ba n cı d e v le t b a yra ğ ı: İngiliz bandırası. || Bandıra göstermek, b a y r a k * GÛSTERMEK’ in eşanlam lısı.



BANDIRALI sıf. 1. Bandırası olan. — 2. D evlet adı + bandıralı, o devletin bandı­ rasını taşıyan gernr, yat, vb. için kullanı­ lır: İtalyan, fransız bandıralı gemiler. BANDIRASIZ sıf. Bandırası olmayan: Bandırasız gem iler boğazlardan g eçe ­ mez. BANDIRMA a. Yörs. Bir tür tatlı sucuk. (Ceviz içi, badem, tındık vb. kuru yem iş­ ler ipe dizildiken sonra pekmeze ya da şe­ kerli nişastaya batırılarak yapılır). || Ban­ dırma kabı, kurutulacak üzüm,incir v b .’ni potaslı suya batırmak için kullanılan iki kulplu süzgeç. BANDIRMA, Marmara bölgesinin G .’inde, Balıkesir iline bağlı ilçe; 102 300 nüf. (1990); 599 km2; merkez b uca ­ ğı dışında 2 bucak, 34 köy. Merkezi, Ba­ lıkesir'in 96 km K.'indeki Bandırma, 77 444 nüf. (1990). Tümüyle kentsel özellik gösteren Bandırma Türkiye'nin en kala­ balık ilçe m erkezlerinden biridir. Elveriş­ siz liman koşullarına karşın, yollar üze­ rindeki konumu ve hizmet verdiği çok ge ­



BANDİERA (Attilio ve Emilio), biri 1810'da, öbürü 1819 ’d a Venedik’te dün ­ yaya gelen ve 1844’te C osenza’da ölen İtalyan yurtseverler. Avusturya deniz kuv­ vetlerinin subayları ve Mazzini’ nin haber­ cileri olan Attilio ve Emilio, Calabria ayak­ lanmasını desteklemek üzere Napoli krallığı’na geldiler; ancak tutuklanarak idam edildiler.



niş ve zengin artülkesı nedeniyle, Mar­ mara kıyılarının İstanbul'dan sonra en bü­ yük ve en hareketli ticaret merkezidir. (Ti­ caret borsası.) Kentin b üyük bir kesimi ti­ carethaneler ve işyerleriyle kaplıdır. İstan­ bul'a düzenli günlük feribot seferleriyle; İzmir ve Balıkesir’e karayolu ve demiryoluyla bağlıdır. Bu nedenle, bu kentler ara­ sındaki yük ve yolcu taşımacılığında tran­ sit iskele olarak büyük işlevi vardır. Ayrı­ ca, İstanbul'dan sonra M armara bölgesi­ nin en önemli dışsatım limanıdır (özellik­ le bor tuzları, besin m addeleri). Bunların yanı sıra kimya (gübre, sülfürikasit, bo­ raks fabrikaları) ve gıda sanayisi m erke­ zidir.



BANDİKUT a (ing söze ). Avustralya ve Yeni Gine’de yaşayan, alacakaranlıkta dolaşan hepçil poliprotodont keseli me­ meli hayvan. (Keseliporsukgiller fam ilya­ sı.) — ANSİKL. Keseliporsukgillere bandikut genel adı, H indistan’da yaşayan bir ke­ mirgene (Bandicota indica) benzetilmeleri sonucu verilmiştir. Kısa burunlu bandikutlar (isoodon cinsi), uzun burundu bandikutlar (Perameles cinsi), tavşan kulaklı bandikutlar (Macrotis = Thalacomys cin­ si) ve dom uz ayaklı bandikutlar (Chaeropus cinsi) vardır. Kese cebi arkaya d o ğ ­ ru açılır.



ları İşletm esi müessesesi (Etlbank), Balıkesir’e bağlı Bandırm a ilçe­ sinde, bor minerallerini işlemek üzere ku­ rulan Etibank’a bağlı kuruluş. 1968'de iş­ letmeye açılan boraks fabrikası, 19 72 ’den itibaren Etibank'ın Kırka'daki doğal bo­ raks (tinkal) cevherini kullanarak üretim yapm aktadır. Yıllık üretim kapasitesi 55 bin ton boraks dekahidrattır. Aynı yıl işlet­ meye açılan asit fabrikasının yıllık kapasi­ tesi ise 35 bin ton borik asittir. Kuruluşa ait, yıllık üretim kapasitesi 1 2 0 bin ton olan sülfürik asit fabrikası 1972’de, 20 bin ton kapasiteli sodyum perborat fabrikası 1976'da işletmeye açılmıştır. 1978’de ya­ pımına başlanan ve yılda 1 0 0 bin ton ka­ pasiteli ikinci bir borik asit tesisi ile, 15 bin ton kapasiteli hidrojen peroksit tesisi tam amlanarak hizmete girdi.



BANDİLİT a. (fr. bandylite). Miner. H id­ ratlı doğal bakır kloroborat; kuvadratik sis­ tem de yer alır. BANDİNELLİ (Baccio), floransalı heykeltraş (Floransa 1488 - ay. y. 1560), Michelangelo’nun rakibi. En ünlü yapıtı, Signoria meydanındaki Ercole e C aco'dur. D iğer başlıca yapıtları arasında, Floran­ sa katedrali koro bölmesi kabartmalarıy­ la Giovanni dalle Bande N ere’ nin heyke­ lini (S. Lorenzo m eydanı) sayabiliriz.



Bandırma gübra fabrikaları aş



Bandlpur Gama Sanctuary, Hindis­ ta n ’da, Karnataka eyaletinde, M aysor'un G .’inde, Tamil N adu sınırında fauna ko­ rum a alanı.



(BAGFAŞ), Bandırma da kimyasal gübre üreten sanayi kuruluşu. 1969’da, üçü tü­ zel kişi olm ak üzere 14 ortak tarafından 6 milyon TL sermaye ile kuruldu. 1973 te işletmeye açıldı ve 2 0 0 0 0 0 ton normal süper fosfat üretti. 1975’te, triple süper fosfat; 1980’de, diam onyum fosfat, nitro­ jen potasyum fosfat ve am onyum sülfat üretimine başladı. Tesislerin yıllık kapasi­ teleri şöyledir: triple süper fosfat gübresi 160 bin ton, diam onyum sülfat gübresi 165 bin ton, amonyum sülfat gübresi 220 bin ton, kompoze gübre 165 bin ton. 1992’de sermayesi 333,7 milyar TL olan BAGFAŞ'ın, ürettiği yapay gübrenin pa­ zarlamasını Türkiye şeker fabrikaları aş ile Türkiye zirai donatım kurumu yapm ak­ tadır.



BANDO a. (ital. banda). Üflemeli ve vur­ malı çalgılardan oluşan tören orkestrası: Belediye bandosu. A skeri bando. (Eşanl. MIZIKA.)



—Ask. A skeri bando, asker müzikçilerden oluşan ve askeri birliklerde görev ya­ pan bando. (Bk. ansikl. böl.) — Denize. Bando etme, indirilen bir cisi tu­ tan halatı bir anda bırakma. (Örneğin ge­ m iden m ayna edilen bir filika deniz yüze­ yine yaklaştığında bir anda bırakılır; b öy­ lece dalga etkisiyle palangalara aşırı yük binmesi önlenir.)



Bandırma vapuru, Kurtuluş savaşı ön- s cesi 9. O rdu kıtaatı müfettişliğine atanan Mustafa Kemal Paşa’yı (Atatürk) İstanbul’ dan Sam sun’a götüren gemi., İngiltere’ deki Paisley tersanesi’nde yapılan (1878) ve Trocadero adıyla denize indirilen 192 gros tonluk bu küçük gem i, daha sonra İstanbullu bir rum arm atör tarafından sa­ tın alındı; adı da Panderm a olarak değiş­ tirildi. Ardından Panderm a’yı kendi deniz ticaret filosuna katan Seyrüsefain (Deniz­ yolları), gem inin adını Bandırm a yaptı. Olağanüstü yetkilerle merkezi Erzurum ’ daki 9. O rdu kıtaatı müfettişliğine atanan Mustafa Kemal Paşa, İstanbul'dan ken­ disine ve karargâhına tahsis edilen Ban­ dırma vapuru ile hareket etti (16 mayıs 1919), dört günlük zor bir yolculuktan sonra Sam sun’a ayak bastı (19 mayıs 1919). Gemi, bu tarihsel olaydan beş yıl sonra çürüğe çıkarıldı (1924).



BANDIRMAK -



BANMAK.



BANDİ (Giuseppe), İtalyan yazar (Gavorrano, Grosseto, 1834 - Livorno 1894). Eski bir garibaldiciydi Anıları (/ Mille, Da Genova a Capua, 1903) türünün klasik­ lerinden sayılır.



BANDİAOARA, M ali'de kumtaşlı plato, Nijer ırmağının sağ kıyısında. En yüksek kenarı olan doğu kenarı, Gondo ovası üs­ tünde Bandiagara yalıyarı adı verilen ya­ rı düşey bir diklikle yükselir. Eteğini dol­ duran döküntülerin üstünde D ogonlar köyler kurmuşlardır. Yaylanın kenarındaki Bandiagaralar’ın, özellikle de Sanghalar’ ın köyleri, turizm, merkezleridir.



banderillaların saplanması



o 1& £ -5



® “■



Bandiagara (Mali) yalıyarının eteğindeki dogon köyü



hazırladı. Uluslararası g otik üslubun ö n ­ cüsüydü.P ucelle’in Faris geleneğine sa­ de bir gerçekçilik ve mesafe anlamı kat­ tı.



BANDONEON a. (B and adlı m ucidin adından alm. söze.). H avayla ses veren, serbest dilli ve klavyeli, krom atik akordiyona benzeyen çalgı. Halk m üziğinde kullanılır. BANDROL a. (fr. banderole’den). 1. Pa­



Bandung 'dan bir görünüm



Banff ulusal parkında Peyto gölü



ket üzerine ya da şişe ağzına, daha ön­ ceden açılmalarını önlem ek amacıyla, fir­ m aca konan etiket. — 2 . Bazı eşya ve te­ kel maddelerinden devletçe belirli bir ver­ gi kesildiğini gösteren etiket. — 3. Bayrak direğinin tepesine süs olarak konan uzun kum aş şerit. — ikonogr. Üstünde özel belirleyici işaret­ leri olmayan ikonaların kimliğini saptama­ ya yarayan „u m aş ya d a parşöm en şe­ rit. (Ortaçağ sanatında bandrollere çok sık rastlanır.) [Eşanl. p h y la k te R İO N ] — Kamu mal. Bandrol yöntemi, vergiye tabi maddelere baod/ol yapıştırılarak ver­ ginin ödenm esi biçimi. (Bu yöntem, ge-' nelikle tüketim den alınan vergilerde uy­ gulanır. Verginin pul yapıştırılarak ya da kıymetli evrak kullanarak ödenm esi biçi­ mine benzer. Ö rnek olarak, Türkiye’de Motorlu taşıtlar vergisi'nin her yıl, televiz­ yon ve benzeri cihazlarla ilgili vergilerin ise yalnızca satın alındığında bandrol ya­ pıştırılarak vergilerinin ödenm esi gösteri­ lebilir.)



♦ ünl. Denize. Tutulan ya da mayna edilen bir halatın tirentisini bir anda bırak­ mak için verilen komut. — ANSİKL. Ask. Askeri bando, alaylarda boru takımı adıyla görev yapar. Tugay üstü birliklerde bando bölükleri vardır. Osmanlılar’da bando işlevini önceleri Mehterha­ ne* görürdü. Mahmut II, Mehterhaneyi kaldırarak (1827) Mızıkayı hümayun’u kur­ B a n d r o w s k İ K a d e h (juiiusz) durdu. Manguel adlı bir İtalyan müzik ö ğ ­ KADEN-BANDROVVSKİ (Juiiusz). retmeni -Mızakayı hüm ayunun başına BANDUNDU, esk B a n n in g v ille . Zai­ getirildi. 1828’de M anguel'in yetine, ün­ re'de kent, il merkezi; 96 841 nüf. Kasai lü İtalyan besteci G iuseppe Donizettı ge­ ırmağı kıyısında liman. — Bandundu ili, tirilerek bu alanda önemli at'lımiarın ya­ 295 658 km2; 3 682 845 nüf. pılması sağlandı. Donizetti’nın giıiçim iyle Askeri mızıka mektebi açıldı (t 831). Birin­ ■ BANDUNG ya da BANDOENG, En ci ve İkinci meşrutiyet dönem lerinde as­ donezya’da kent, Cava adasının batı bö­ keri bandolar Osmanlı devletinin her ye lümünde: 1 462 637 nüf. Yönetim, tica ­ rinde yaygınlaştı. 1908’de İstanbul’da ret ve üniversite merkezi. Araştırma en. otuz beş, sancak merkezlerinde birer, or­ titüleri. Dokuma, makine ve ilaç sanayi­ du merkezlerinde ikişer askeri bando var­ leri. Kentin Preanger dağlarındaki konu­ dı. G ünüm üzde en geniş kadrolu askeri mu (715 m yükseltide) ve ulaşım yolları­ bando, Cumhurbaşkanlığı armoni mızıkanın iyi olması (havalimanı, dem iryolu) tu­ sı'dır. rizmi desteklem ektedir. BANDOCU a. Bandoda görevli kimse. Bandung asya-afrlka konferansı, (Eşanl. MIZIKACI.) nisan 1955’te, Hindistan, Pakistan, Sey­ BANDOENG - BANDUNG. lan (bugün Sri Lanka), Birm anya ve En­ donezya’nın öncülüğüyle toplanan ve ço­ BANDOL ya da BANDOLF (Jan Van), ğu 1945’ten sonra bağımsızlığına kavuş­ Brugge’lı Jan da denir. Flaman ressam. muş, asyalı ve afrikalı 29 ülkenin temsil­ B ru gg e ’de doğdu. 1368-1381 arasında cilerini bir araya getiren konferans. Bu Paris’te etkinlik gösterdi.’Charles V’in res­ konferansta, katılan devletler arasında da­ samlığını yaptı. Lahey'deki VVestreeniaha kapsamlı bir işbirliğinin kurulması di­ num müzesi’nde muhafaza edilen bir Kut­ leğinde bulunuldu; azgelişmişliği ortadan sal kitabın önsözündeki minyatürü (kralın kaldırmak için, büyük devletlerden yardım portresi) gerçekleştirdi. Anjou’lu Luıgi için "m a h ş e r"* konulu duvar halı motiflerini - alma ilkesi kabul edildi; ırkçılık ve söm ür­



gecilik lanetlendi ve İsrail'e karşı arap devletlerinin desteklenmesi kararlaştırıldı.



BANDURA a. KOBZA’ nın eşanlamlısı. BANDURRİA a (isp söze.). Mızraplı bir çalgı. Teknesi cistre’ninkine, eşiği ve burguluğuysa gitarınkilere benzer. (Uzunlu­ ğu en çok 60 cm olan ban d u rria ’nın, ba­ ğırsaktan 6 çift teli vardır. Teller dörtlü ara­ lıklarla akortlanır. XIV. y y .’dan bu yana iber yarımadasında çok yaygın olan bandurria, günüm üzde de madeni teller ta­ kılarak halk m üziğinde kullanılır.) Bandusla, sabini ülkesinde çeşme. Horatius, O d la r’ında (III, 13) bu çeşmeyi över.



BANDY a. (ing. söze ). Kuzey ülkelerin­ de yapılan buz sporu. Hokeyin ilk şekli­ dir, am a kuralları, futbol kurallarını andı­ rır.



BANER (Johan Gustafsson), isveçli ge­ neral (Djursholm, Stockholm yakınında, 1596 - H alberstadt, M agdeburg yakının­ da, 1641). Gustaf A d o lf’un maiyet suba­ yıydı; 16 30'da general oldu. Alm anya se­ ferlerinde yararlık gösterdi; 1634'te İsveç orduları başkomutanı oldu. VVİttstock (1636) ve Chemnitz (1639) savaşları baş­ ta olm ak üzere, birçok başarı kazandı. Dönem inin en gözde komutanıydı.



BANERCE (s/r Surendranath), hintli si­ yaset adamı (Kalküta 1848 - Barrackpore 1925). Zengin ve ünlü bir bengalli brahman olan Banerce, İCS’ye (indian Civil Service; H indistan'da Britanya tahtına hizmet için yüksek memurlar yetiştiren ku­ rum) kabul edilen ilk hintlilerden biriydi. Hintli oluşu yüzünden hak ettiği göreve getirilmeyince muhalefete geçti. 1876’da Bengal’ in ilk milliyetçi örgütü indian Association’ı, 1879’da da The Bengalee ga­ zetesini kurdu. 1885'te indian National C ongress’in kuruluşuna katıldı; 1895’te bu partiye başkan seçildi. 1905’te lord C urzon’un B engal’in bölünm esi önerisi­ ne karşı çıkarak ithal mallarını boykot ha­ reketini başlattı. Daha sonra anayasal mü­ cadele yöntemlerini benimsedi. The indi­ an Liberal Association'ı kurdu; B engal’in yerel yönetim ve sağlık bakanı oldu. A Nation in m aking adlı b ir özyaşamöyküsü yayımladı (1925). BANERCİ (Tara Şankar), bengali dilin­ de B andyopadhyay, bengalli yazar (Labhpur1898 - Kalküta 1971). B engal’ in köy yaşamındaki gelişmeleri anlattı (Rai Kamal, 1935; Ganadevata, 1942; Hamsuli bam ke r upakatha, 1947). BANERCİ (Bibhuti Bhuşan), bengali di­ linde B an dyopadhyay, bengalli yazar (M uratipur 1899 - Ghatsila 1950). Ozyaşamöyküsü niteliği taşıyan romanlarında (Pather Pancali, 1929; Aparacito, 1932), köyde geçen çocukluğunu ve yoksul bir brahm an ailesinin m addi ve manevi ya­ şamını anlattı.



BANERCİ (Ma.nik),



bengali dilinde B andyopadhyay, bengalli yazar (Dumka 1908 - Kalküta 1956). Romanlarında, köyde yaşamak zorunda bırakılan üniver­ site aydınları ve kurnaz köylüleri anlattı, bunların ayrıntılı ruhsal çözüm lem elerine girişti (Divaratrir Kavya, 1935; Putul nace ritik a th a , Padma nadir Machi, 1936).



BANERJEE (Nikhil), hintli sitarcı (Kalkü­ ta 1931). Üstad M aihar’lı Alaattm Han'ın öğrencisi olan Banerjee klasik hint gelene­ ğinin en önemli temsilcilerindendir. Kalkü­ ta ’da ve Kaliforniya’da dersler verdi. BANES, K ü b a 'd a kent, H olg u in 'in D.'sunda; 39 600 nüf.Şekerkamışı ve mey­ ve üreten bir bölgenin ticaret merkezi. B A N F F , K anada’da (Alberta) kent, Ka­ yalık dağlarda; 3 530 nüf. 1885'te kuru­ lan 6 666 km2'lik bir alanı kaplayan bitki ve hayvan rezervi Banff ulusal p a rk ı'nın başlıca merkezi. B A N F F Y ,tra n s ilv a n y a lı soylu m acar ai-



le; b irço k üyesi ün kazandı. György B â n ffy (1747-1822), Transilvanya valisi oldu. —B aron Dezsö B â n ffy (Kolosvâr 1843 - Budapeşte 1911), önce milletve­ kili (1892), sonra millet meclisi başkanı ol­ du. Hükümet başkanlığı döneminde (1895 -1898), "siyasal-dinsel’’ nitelikli yasalar çı­ karttı.



BANFİ (Antonio), İtalyan filozof (Vimercate, M ilano 1886 - M ilano 1957). Husserl’in öğrencisiydi; Milano üniversitesi'nde felsefe tarihi profesörü, 1945'te de cum huriyet senatörü oldu. Principi d i una storia della ragione (1926) ve Per un razionalismo critico (1935) adlı yapıtlarında, bireysel yaşantıyla kolektif tarihi birbirine bağlayan, marxçı eğilimli eleştirel bir akıl­ cılık geliştirdi. BANFORA, Burkina Faso’da kent, Bobo - Diulaso’nun G .-B.'sında; 10 000 nüf.



yaklş.



BANG a. (fars. bang). Esk. 1. Ses, ba­ ğırma, haykırma. — 2 . Bang-i küs, savaş davulunun sesi: "G ö kle re erişm işidi bang-i kûsı (Ahm et Rıdvan, XVI. yy.). || Bang-i namaz, ezan. |j Bang-i rıhlet, ölüm sesi: "Yeter oldu kulağa bang-i rıhlet dehr b a ğ ın d a " (Fuzuli, XVI. yy.). BANG (Bernhard), danimarkalt veteriner ve bakteriyolog (Sor# 1848 - Kopenhag 1932). D anim arka’da veteriner dairesi başkanı oldu. Koyun verem ini inceledi, brüselloz basilini buldu ve bu basilin in ­ sana bulaşabileceğini gösterdi (Bang has­ talığı). BANG (Herman), danimarkalı yazar (Adserballe, Als adası, 1857 - O gden, Utah, 1912). Önceleri o yuncuydu; sonra gaze­ tecilik yaptı; sonunda yazarlıkta karar kıl­ dı. Gezginci bir yaşam sürdü; Amerika Birleşik D evletleri’nde bir konferans g e ­ zisi sırasında öldü. Yapıtlarında, XIX. yy. sonunun düşkırıklıklarıyla dolu havasını yansıttı (H ableose slaegter, 1880; Stille Exıstenser, 1886). Jonas Lie’ nin etkisin­ de kalan Bang, izlenimci bir üslupla kah­ ram anlarının sinirli ve gergin ruh d uru m ­ larını betimlemeye çalıştı (Excentriske Noveller, 1885; Mikael, 1904; De ünden Faedreland, 1906).



ge semti (yönetim yapıları, ticarethaneler, m odern hizmetler) tarihsel görünüşünü korum aktadır: duvarlarla çevrili büyük m ülkler (eskiden söm ürge dış tem silcilik­ lerinin malıydılar); kenarlarında mangifera ağaçları dikili sokaklar. Halkın yaşadı­ ğı semtler (kerpiç evler, oluklu levhadan çatılar) batıdan kuzeye doğ ru (yavaş ya­ vaş yeni M ’poko limanını da içlerine ala­ rak) yelpaze biçim inde ve çağlayanların yukarı kesim inde (Uango) yayılır. Besin tarımı hâlâ canlı, sanayi pek gelişm em iş­ tir: besin, tütün, dokum a, ayakkabı, m on­ taj (bisiklet, otom obil) sanayileri, bıçkıevleri, elmas yontuculuğu.



BANGİALES a. (öz. a. B a n g 'dan). Mavi-yeşil suyosunlarına yakın, ilkel özel­ likte kırmızı suyosunları takımı. (Kızılsuyosunları sınıfı.)



BANGİLER ya da BABANGİLER, Bantular’ın güney kolundan türdeş halk. Zaire’de bir tropikal orm an bölgesinde yaşayan, ırmak balıkçılığı ve çiftçilikle ge­ çinen Bangiler, birbirine yakın kulübeler­ den oluşan köylerde otururlar. Her köyün başında yetkileri sınırlı, her sülalenin en yaşlı kişilerinden oluşan bir kurulun yar­ dımcı olduğu bir reis bulunur. Bangiler kastlara ya da sınıflara bölünmemişlerdir, düzenli bir siyasal örgütlenm eleri yoktur, am a köleleri vardır.



başkenti M uang / Fetçabun'a taşımak istediyse de olmadı) başkent olarak kaldı. • GÜZEL SANATLAR. Vat Fra Keo (“ Züm rüt b ud dhası" tapınağı, 1785-XX. yy.), Vat Putthaısavan (XVIII. yy. sonu - XX. yy. başı) ve Vat Bençam abopit (mer­ m er tapınak) gibi büyük tapınaklar Bang­



Karnataka eyaletinin parlamento sarayı VİHh o Hh û 3 3 b3U0 3



kok üslubunun güzelliğini, inceliğini ve evrimini ortaya koyar. Ulusal müze (1874) özellikle Tayland sanatına ayrılmıştır.



(Jbangi ırmağının |(iyısın(ja|



B A LAB A N



BARABAS (Miklös), m acar ressam ve taşbaskıcı (Mârkusfalva 1810 - Budapeş­ te 1898). 1835 te B udapeşte'ye yerleşe­ rek m acar resmine yeni bir atılım getirdi. B iederm eier'in üslubundan etkilenerek özellikle portreleriyle ün kazandı (Franz -Joseph I, Franz Liszt). Ayrıca, Traite de perspective (fr. çev.) ve M em oires (fr, çev.) adlı kitapların yazarıdır. B A R A B B A S .Y a h u d ile r’in Pontius Pilatus önünde görülen dava sırasında Pas­ kalya dolayısıyla, İsa’nın yerine salıveril­ mesini istedikleri siyasal kışkırtıcı ve isyan­ cı.



BARABİNO (Carlo), İtalyan m im ar (Cenova 1768 ay. y. 1835). C enova’nın kent planını, Carlo Felice tiyatrosu’nu (1824), Staglieno mezarlığını ve Annunzıata kili­ sesi’nin cephesini (1830) gerçekleştirdi.



BARABİNSKAYA -STEP -



BARABA



bozkırı.



■ BARABUDUR ya da BOROBUDUR, Orta C ava’da (C ogcakarta yakınları) g ö r­ kemli m ahayana b u d d h a anıtı. 8 0 0 ’e doğru bir tepenin doru ğ u nd a inşa edildi. Bu mimari mandala piramit biçimindedir: aşağıdan yukarıya doğru, kare planlı 4 kat galeri ve bu galerilerde haklı bir ün kazanmış alçak kabartmalar (Buddha’nın geçmiş yaşamları ya da Jataka; Buddha'



1307



Bambudur Buddha’nın yaşamından bir sahneyi canlandıran alçakkabartma, IX. yy.



•nın yaşamı) bulunur; galerilerin üstünde oymalı 72 küçük stupayı ve aynı sayıda aşkın Buddha heykelini taşıyan eşmerkezli 3 yuvarlak teras, en üstte de büyük bir stupa yer alır. 1968’den beri Barabudur, Unesco’nun ve Endonezya hüküme­ tinin yürüttüğü ortak çalışmalarla onarıl­ maktadır.



BARACALDO, Ispanya'da kent, Bask bölgesinde (Vizcaya), Nerviön ırmağı kı­ yısında, Bilbao’nun banliyösünde; 117 000 nüf. Dem ir-celik sanavisi



BARAD, Suriye’de köy, Cebel Sim an’ ıh orta kesiminde, i.S. III. yy.'d a çok zen­ ginleşen Barad, bölgenin yönetim merke­ zi ve önemli bir ticaret kenti oldu. Bir ha­ nın, büyük sıvıyağ presleri bulunan ima­ lathanelerin ve depoların, üç kilisenin (bü­ yük kilise 4 0 0 ’e doğru m im ar iulianos ta­ rafından yapılmıştı) kalıntıları.



BARADA, S uriye'de ırmak; Antilübnan dağlarından çıkar, doğu ovasındaki ça­ naklardan birine dökülür; 83 km. Zebed an i’den geçerek, Şam gutasını sulayan kanalları besler, sonra el-Uteybe batak­ lıklarında kaybolur.



ker fabrikası. — Barahona ili, 2 528 km2; 152 405 nüf. (1990). B BARAJ a. (fr. barrage). Genellikle bir akarsuyu keserek biriktirme alanı oluştur­ m aya yarayan yapay engel. (Bk. ansikl. böl.) — Bayınd. Ağırlık barajı, yalnız kendi ağır­ lığıyla suyun itme kuvvetine karşı koyan, üçgen profilli kâgir ya da beton baraj. || Biriktirm e barajı, bir su birikintisi oluştur­ m ak üzere kurulan baraj. ||Kemer baraj, yukarı çığıra doğru döndürülm üş dışbü­ key eğrilikli, kâgir ya da beton baraj; bu tür barajlarda suyun itm e kuvvetinin b ü ­ yük bölümü, kemer etkileriyle kıyılara ak­ tarılır. (Kemer barajların, konsolları özel­ likle eğri, çift eğrilikli olanları da vardır.) — Bine. Baraj yapm ak, engel atlayan bir atın, çalışma sırasında engelin üst ç u b u ­ ğunu kaldırarak ön ayaklarına vurmak. (Atlarken engellere dikkat etmesi am acıy­ la uygulanan bu hareketin, yarışma gün ­ lerinde sahaya çıkm adan önceki yum u­ şatm a sırasında yapılması yasaktır.) — Camc. Cam banyosu yüzeyinde, sıcak bölgelerden soğuk bölgelere doğru d o ­ lasan cam akımlarını d urdurm ak ya da



Hadi Bara'nın bir yapıtı. Besim heykel müzesi, İstanbul



BARADAİ (Yakup), yun Z a n za lo s, Su­ riyeli monofizist keşiş (öl. Edessa 578). 543’te piskopos oldu. Monofizist tarikatla­ rı, yeniden canlandırm ak ve yeni bir ya­ pıya kavuşturm ak için yırtık pırtık elbise­ lerle Anadolu ve M ezopotam ya’yı dolaş­ tı. im paratoriçe Theodora tarafından ko­ rundu; Suriye’de kurduğu özerk ast-üst düzeni, adını taşıyan Yakubı kilisesi’nin çı­ kış noktasını oluşturdu.



ahşap levha



parapet biriktirme alanı düzeyi



kamalı ve kapaklı bir barajın çalışma ilkesi (değişmez düzeyli baraj)



BARADİS ya da BARADIZ. Arkeol İsparta’nın merkez ilçesi, merkez bucağı­ na bağlı iğdecik köyünün yakınında hö­ yük; Burdur gölünün K.-D .'sunda küçük bir kum tepeciği biçim indedir. 1938’de Burdur-lsparta demiryolunun yapımı sıra­ sında kazılan tepede ortaya çıkarılan çak­ maktaşından mikrolit aletler, çevrede coğ­ rafya araştırmaları yapan H. Louis ve N. Çıtakoğlu tarafından toplandı. Mikrolit aletleri inceleyen K. Bittel, bunların Mezolitik ya da Yenitaş dönem inden olabi­ leceğini bildirdi. Ş. A. Kansu yönetim in­ de, M. Şenyürek ve i. K. Kökten tarafın­ dan yapılan kazılarda (1944), üç kat sap­ tandı. Ç anak çöm leksiz olan en alttaki üçüncü katta ortaya çıkarılan çakm akta­ şından mikrolit aletler, bu bölgede Mezolitik dönem den bir yerleşmenin varlığına kesinlik kazandırdı.



BARADOST EVRESİ a. Ortadoğu Üst Yontmataş çağının Ira k’ta, Şanidar’da saptanan endüstri evresi. (İ.Ö. 36000 -29000 arasında yer alan bu evre, levanten Aurignac evresiyle eşzamanlıdır.)



bir biriktirme barajının ve alanının üstten görünüşü



dayanak



BARAGAN, Romanya'da bölge; Eflak ovasının doğu bölüm ünde, Siret ırmağı­ nın aşağı kesimiyle Tuna ve Dîmbovita arasında uzanır. Toprakları verimli (lös) am a kurak iklimli bir bozkırdır. Sulu tarım (tahıl, ayçiçeği).



BARAHONA, Dom inik C um huriyetı’nde liman kenti, il merkezi, Neiba körfezi (güney kıyısı) kıyısında; 20 100 nüf. Şe­



ekseni Sırt uzunluğu 3 Kabartma savağı 4 Hidroelektrik santral 5 Sönümleme havuzu



su a k ıtm a sırtı



b irik tirm e g ö lü k a y a k a tla m a ( k a b a r m a s a v a ğ ı)



gözlem galerisi



gözetimi, inşasından hemen sonra, hatta bazen inşaat sırasında başlar. (-* Yapıla­ ra Ö LÇ Ü aletleri yerleştirme.) Barajın ve dayanaklarının biçim ve yer değiştirm e­ sinin (dış işaret noktalarında topometre öl­ çümleri, düz ya d a ters sarkaçlar, invar ipleri, vb.), betondaki gerilmelerin (titreşen telli uzamaöiçerler), hidrostatik basınçla­ rın (piezometreler), barajdaki kaçak de­ bilerinin ve olası çatlakların gelişiminin in­ celenmesi, bu gözetim in ana aşamaları­ nı oluşturur. değişmez düze yli bara jla r



bir ağırlık barajının perspektif görünüşü ve kesiti



altta bir kemer barajın perspektif görünüşü ve kesiti en altta payandalı barajın perspektif görünüşü ve kesiti



önlem ek için kullanılan düzenek. (Baraj, işleme bittikten sonra camın içine yerleştirilebildiği gibi cam yüzeyinde yü zer hal­ de de bulunabilir; ayrıca havuz çeperine sabit olarak bağlananlar da vardır. Baraj­ lar ateşe dayanıklı m alzem eden (alümin­ yum silikat, silis) ya da metalden (soğu­ tulmuş tüp) yapılabilir. Aynı etki bir ısıtma dizisiyle, banyonun yerel biçim inde ısıtıl­ masıyla da elde edilebilir; fırının sıcak noktası, erime sonunda bir ısıl baraj oluş­ turur. — Eğit. Bir seçmede, bir sınavda başarılı sayılmak için aranan zorunlu koşul. —Jeomorfol. ve Hidrol. Baraj gölü, birik­ me nedeniyle bir vadi barajında oluşan göl (buzultaş, volkanik akıntı, ana vadi­ ye açılan boşalma konisi, çam ur yuvar­ lanması ya da akıntısı ve hatta çığ). [Ba­ raj gölleri geçicidir; tıkamanın çift etkisi ve aşınmanın neden olduğu kertiklerle za­ manla yok olurlar.] — Mad. oc. Bir galeride uzunlamasına ya da enlemesine yerleştirilen engel. (Bk. an­ sikl. böl.) || H avalandırm a barajı, kimi ge­ çitleri hava akımına kapayan düzenek. ||



Su barajı, bir galeriyi kapayan ve su ba­ sıncına dayanabilen su sızdırmaz baraj. — Oy. Baraj artırma, briçte karşı tarafı da­ ha fazla el deklare etmeye zorlam ak için, eldeki kâğıtları gerçek değerlerinden faz­ la gösterme. —Spor. Futbolda, vuruş yapan oyuncu ile kale arasında (serbest vuruş sırasında) bir g rup oyuncunun topa en azından, 9,15 m uzaklıkta omuz om uza vererek oluştur­ dukları duvar. j| Baraj maçı, bir yarışma­ da aynı puanı toplam ış birçok rakibi ya da ekibi birbirinden ayırm aya yarayan maç. — A N S İK L . Bayınd. Baraj yapım ında kul­ lanılan ilk gereç topraktı; daha sonra m ü­ hendisler taş yapılar gerçekleştirdiler. Ça­ ğımızda, beton ve betonarm e, barajlarla vadilerin biçim lerini daha iyi birleştirm e­ ye olanak verm ektedir Bir baraj arızasının ciddi sonuçları göz önüne alınarak bu yapılar, geniş güve n ­ lik paylarıyla hesaplanmalı, ilk kez su dol­ durulurken dikkatli olunmalı ve barajlar hizmet verdikleri sürece dikkatli ve düzen­ li bir biçim de denetlenm elidir. Bir barajın



ta ş d ö ş e k k e m e r te m e li



Genellikle yeterli su yüksekliği sağlaya­ rak bir akarsuyu gem i işletmeye elverişli durum a getirmek için akarsu yatağına en­ lemesine inşa edilen ve “ hareketli baraj" da denilen değişm ez düzeyli barajlar, ka­ gir bir duvardan ve hareketli kapaklardan oluşur. Bu kapaklar, debi arttığında g it­ gide açılarak yukarı çığır su kotunu sabit tutm aya yarar; debi belirli bir değerin üs­ tüne çıkm adıkça su kotu sabit tutulabilir. Sınır değer aşıldığında, akarsuyun kabar­ ması nedeniyle yukarı çığır su düzlemi yükselir. Sabit bölüm, akarsu dibindeki sızdırmaz tabandan, yapıyı kademelere bağlayan iki ayaktan, ve gereğinde ara ayaklardan oluşur. A yaklar ve ara ayak­ lar, tabanları yatay olan geçit ya da ge­ çitleri açık konum da tutar. Geçit ya da ge­ çitler kapak tüm üyle açık olduğunda, be­ lirli bir değerin üstüne çıkan kabarm ala­ rın önemli bir burg a ç olmaksızın akması­ nı sağlayacak ölçülerde yapılır. Bir geçi­ din kapağını, ya yan yana getirilen küçük öğeler ya da tek bir büyük öğe oluştu rur. • Küçük öğeli kapaklar. Bilinenlerin en es­ kisi olan ve bir bölüm ü günüm üzde de kullanılan bu kapak türü, eşikli barajlar dı­ şında artık genellikle inşa edilm em ekte­ dir. Yapımı en yaygın baraj türü, kamalı ve kapaklı b a ra jd ır. Bunlar, yam uk biçim in­ de, düzgün aralıklı, akıntı yönüne koşut bir eksen çevresinde, taban üstüne ek­ lemlenmiş düz metal çatkılardır. Barajın tam açılması durum unda yataya yakın, barajın kullanımı halinde de dikey bir ko­ num da bulunurlar. Dikey olduklarında kendi aralarında ve ayaklarla, aşağı çığır­ da bir eklem e çubuğu, yukarı çığırda da bir destek çubuğuyla bağlanırlar. Kapak­ ların düzlem ine koşut düşey bir düzlem e yerleştirilmiş kamaların ait bölüm leri, ka­ pak eksenlerinin hemen yukarısındaki ta­ banda bulunan bir çıkıntıdan, üst bölüm ­ leri de, dayanak çubuklarından destek alır. Yukarı çığır düzeyi kama eklenerek ya da çıkarılarak korunur. Bu tür barajlar, hareketli öğelerin yavaş manevra yapm a­ sı yüzünden, kabarm a zam anlarında di­ ğerlerinden daha tehlikelidir; yüzen cisim­ lerin boşaltılması güçtür. Eskiden, tıkama öğeleri kamalar gibi düşey değil, yatay olan kapaklı barajlar yapılmıştır. Vanalar kaldırıldığında bir palanga ile yükseltilebilen, metal çerçeveler içinde kayan dört­ gen vanalı barajlar da bu türe girer. Bu barajların tümü, kamalı barajlarla aynı sa­ kıncaları doğurur. Su basıncının vanaları çevirm ede kul­ lanıldığı tam burlu baraj ya da Desfontaines barajı artık kullanılmamaktadır. Eşikli b arajladır hareketli kapakları, her biri tabandan destek alan kendi dayana­ ğıyla donatılmış dolu levhalardan oluşur; bu kapaklar gerek bir üst köprü, gerek bir kriko aracılığıyla tek tek kaldırılıp indirile­ bilir. Bu tür kapaklar, hem çavlan enerji­ sinin ço k etkili bir biçim de dağılmasına, hem de, kapakların eksenleri üzerinde devrilm esiyle yüzen cisimlerin geçm esi­ ne izin verir. • Büyük öğeli kapaklar ya da vanalar. Ge­ çidin kapatılması bir vanayla sağlandığın­ da su, ya alttan, ya üstten, ya da hem alt­ tan, hem üstten akar. Yukarı çığır düze­ yinin ayarı, üstten akıtm ada ç o k .d a h a hassas yapılabilir. Kalkar vanalar geçit



ayakları üstündeki sabit bir yolda, kaya rak düşey yönde yer değiştirir. Bu vana­ lar iki bölüm den oluşabilir: üst bölüm, yu­ karı çığır düzeyini ayarlam ak için indirilir; sistemin bütünüyse, önemli kabarm a ol­ ması durum unda kaldırılarak geçidi t ü ­ m üyle açar. Vananın iki ucu aynı anda m anevra edilmelidir. Yatay eksenli eğik iki yuvarlanm a yolu üzerinde devinen silin­ d ir vanalar debi zayıf olduğunda üstten boşaltm a yoluyla yukarı çığır düzeyini ayarlam aya olanak verir. Daha kuvvetli debiler sözkonusu old u ğ un d a su, alttan akar. Hareketli kapağın silindir biçiminde olması burulma kuvvetlerine karşı koyma­ sını sağlar ve dolayısıyla kapak uçların­ dan yalnız birine kum anda etmek yeterli olur. S egm an vanalar, sektör vanalar ve klapeli vanalar, akış yönüne dik, yatay bir dönm e ekseni çevresinde devinir. Segm anların ve sektörlerin bord a kaplam a­ sı, genellikle, ekseni vananın dönm e ek­ seniyle çakışan bir silindir parçası biçimin­ dedir. Segman vanalar, kaldırılarak m a­ nevra edilir ve böylece su alttan geçer. Sektör vanalar, tabanda açılan ayak içi­ ne indirilerek açılır, bu da önemli bir alt­ yapıyı gerektirir. Klapeli vanalar, ya taba­ na ya da bir segmanın üst bölüm üne tes­ pit edilm iş bir eksen çevresinde dönen, hafifçe çukurlaştırılmış bir levhadan olu­ şur. Çatı vanalar, biri yukarı çığırda öteki aşağı çığırda olm ak üzere, iki koşut ek­ sen çevresinde devinen ve debiye bağlı olarak yükselip alçalabilen bir tür çatı bi­ çim inde iki klapeden oluşur. Sektör vana­ lar ve çatı vanalar yalnız düzenek içinde­ ki su basıncıyla, otom atik olarak ayarla­ nabilir. biriktirm eli barajlar Genellikle bir vadinin ortasında belirli hacim de su biriktirmek için kurulan bu ba­ rajlar, sulam ada ya da su çekilmelerinin azaltılmasında, kabarm alara karşı korun­ m ada ve devir ıdirici kuvvet üretmede kul­ lanılır. Kullanılan gereçlere göre, kagir ya da beton barajlar ve dolg u barajlar ayırt edilir. • Kâgir ya da beton barajlar. Bu tür ba­ rajlar yapım ilkelerine göre sınıflandırılır. Ü çgen profilli ağırlık barajı yapının yı­ kılmasına yol açabilecek alçak-basınçlara ve rastlantısal fazla yüklere karşı ço k duyarlıdır. Özel bir sızdırmazlık ve akaçlama sistemiyle donatılmalıdır. Bazen, metal gergiler aracılığıyla sağlamlaştırılır. K em er baraj, yukarı çığıra doğru yön­ lendirilmiş bir kemer gibi davranan dışbü­ key eğrilikli bir yapıdır. Silindir biçimli (konsollar düşeydir) ya da çift eğrilikli (konsollar eğridir) olabilir. Maliyeti ağırlık barajına göre daha düşüktür; ama her bölgede kurulam az ve yapım ında kulla­ nılan gereçlerin kopm a dayanımına bağlı olarak güvenirliliği artar. Karma baraj, hem ağırlık barajına, hem de kem er baraja benzer; kemerli biçimi, ağırlık barajının kalınlığını azaltma olana­ ğını verir. Çok güvenlidir ve ağırlık bara­ jıyla kem er barajın elverişli yanlarını bir­ leştirir. Bazen, araya çevresel bir derz ko­ yarak yapıyla temeli ayırma yoluna gid i­ lir. Payandalı baraj, düz döşem e taşlarıy­ la ya da kemerlerle oluşturulan bir üst du­ varı ya da sızdırmaz bir perdeyi destek­ leyen uygun profilli bir payanda sistemin­ den m eydana gelir. Ağırlık barajına göre % 8 0 'e varan gereç tasarrufu sağlar. Bu türdeki bir yapı, iç basınç etkisiyle kendi kendine kapanır. Bu barajlar, özellikle, geniş ağızlı vadileri pek yüksek olmayan bir kesim lerinde kesm ek için kullanılır. Ç ok kemerli barajlarda, payandalar ara­ sı açıklık 50 m ’yi geçebilir. • D olgu barajlar. Öteden beri kullanılan bu barajlar, toprak işlerinde yararlanılan büyük makinelerin kullanımıyla maliyetleri önemli ölçüde düştüğünden, gitgide yay­ gınlaşmaktadır. Vadideki alüvyon çok ka­



t o p r a k ta n y a p ılm ış s ız d ır m a z ç e k ird e k k o ru m a



a lü v y o n filtre s i



k a y a d o lg u



k a y a d o lg u e le n m iş a lü v y o n la rd a n



ç e k ir d e k a ltın d a k i p ü s k ü rtm e g a le ris i



lın bir katman oluşturduğunda kullanıla­ bilecek tek baraj -türü dolgu barajlardır. Barajın hemen yakınında bulunan gereç­ lerle oluşturulan dolgu barajlar bu gereç­ lerin niteliklerine göre çok farklı biçim ve birleşim de olur. Kaya dolg u tipi baraj, yam uk biçim in­ de bir kütleden ve beton ya da sugeçirimsiz gereçlerle gerçekleştirilen esnek bir sızdırmazlık organından oluşur; kütle is­ tiflenmiş ya da dökülm üş kaya d olgular­ la inşa edilir ve sızdırmazlık organı (mas­ ke) ya yukarı çığır kaplaması üstüne ya da kütle içine yerleştirilir. H om ojen toprak baraj, yeterli sızdırmazlık özelliklerine sahip su g e ç ir­ mez toprağın sıkıştırılmasıyla oluşturu lur. Heterojen toprak baraj ya da kuşaklı baraj, yeterli m iktarda geçirim siz toprak olm adığı durum larda gerçekleştirilir. Bu d urum da toprak, geçirimsiz bir merkezi çekirdek oluşturur. Bu düşey ya da eğik çekirdek, koruyucu perde diye adlandı­ rılan ve çok çeşitli gereçlerden oluşan (genellikle az çok kumlu ve kayalı toprak­ lar) dayanm a (aşağı çığırda) ya da koru­ m a (yukarı çığırda) kütleleri arasında bu­ lunur. Toprağın koruyucu perde içine gir­ mesini önlem ek için, çekirdekle perde arasına filtreler konur. Aşağı çığırdaki filt­ re, aynı zamanda, çekirdekten süzülebi lecek suyu da tutar. Boşlukları azaltmak, gereçlerin m ekanik niteliklerini iyileştire­ rek yapının biçim değiştirmesini önlemek am acıyla gereçler çok özenle sıkıştırılır. Bu baraj türü, suyun yol açtığı aşınmaya karşı çok duyarlıdır; bu yüzden her türlü taşkın tehlikesinin ve su akışıyla baraj içi­ ne toprak sürüklenmesi olasılığının büyük özenle engellenm esi gerekir. Toprak ve kaya dolgu tipi karm a baraj, yukarıda sözü edilen barajlardan türemiş­ tir. Bütün baraj türleri, parafuy duvarları ve püskürtm e perdelen gibi organlarla da­ yanak arazilerine doğru uzatılır. Bu organ­ lar, yapıların su kaçaklarıyla çevrelenerek kararlılıklarını yitirmelerini önler. Bu organ­ lara karşın oluşabilecek kaçaklar akaçla­ m a düzenekleriyle tutulur. Barajlar, ayrı­ ca güvenlik organlarıyla da donatılmış­ tır: olağandışı doğal debilerin geçmesini sağlayan k a ra rm a savakları ve kaza ol­ ması durum unda hazneyi boşaltmaya ya­ rayan tahliye düzenekleri. Bir baraj inşaatı, genellikle yatağın bir bölümünün, batardolar yardım ıyla kuru­ tulmasını gerektirir. — Mad. oc. H idrolik dolgulu bir şantiye galerisinde süzücü barajlar yapılır. Bu ba­ rajlar, ağaçlarla desteklenen seyrek ilmikli bir bezden oluşur; bu bez dolgu malze­ mesini geçirm eden suyu sızdırır. Ayrıca yeraltında ateş ya da yangın olduğunda, ateş olan bölgeyi ayırmak ve ateşi sön­



dürm ek için sızdırmaz barajlar kurulur. Sızdırmaz baraj genellikle çim entoyla sı­ vanm ış örm e bir duvardan oluşur. Ateşe yakın yanıcı gazların tutuşmasından kay­ naklanabilecek patlamaya dayanması ge­ rekir. Biriken suyu tutm ak için yapılan g a ­ leri barajına su barajı denir.



BARAJAS, M adrid'in kuzey-doğu ban­ liyösü. Uluslararası havalimanı. Makine yapımı. BARAK a. 1. Uzun tüylü çuha, kebe. — 2. Bir tür uzun tüylü a v köpeği. BARAK, Gaziantep'in Nizip ilçesine bağlı bir bucak iken 1987 yılında yapılan düzenlemeyle merkezi Kargamış’ın adı verilerek ilçe yapıldı.



BARAK ?Rudolf), çek siyaset adamı (Blansko 1915). Kom ünist partisi merkez komitesi siyasi büro üyesiyken içişleri ba­ kanı (1953-1961) ve 1959'da meclis baş­ kan yardımcısı oldu. 1955’te ve 1957’de, 1950-1952 yargılam alarında m ahkûm edilenlerin saygınlığını iade edecek ko­ m isyonda başkanlık yaptı. Novotny ile ça­ tıştı. Ocak 1962'de tutuklandı ve nisanda kamu parasını gereksiz yere harcam ak suçuyla 15 yıl hapis cezasına çarptırıldı. 1968'de serbest bırakıldı. Barak ağzı, türk halk m üziğinde bir uzun hava türü. Gaziantep, Kilis, Nizip ve çevresinde yaşayan Baraklar arasında yaygın olduğundan bu adla anılır. Daha çok kahramanlık konularının işlendiği bu uzun havalar, ses alanı bakım ından çok geniştir. Erkek seslerinin kimi zaman iki oktavı aştığı olur. BARAK BABA, türk derviş (? ? - ? 1308). Yaşamı üzerine bilgi, dönem inde ve daha sonra hakkında yazılmış şiirler­ de ve velayetnam e'lerde vardır. Yunus Em re’nin bir şiirinde, bektaşi şeyhlerinden Sarı Saltık’ın halifelerinden olduğu belir­ tilir. Kimi kaynaklara göre ise Tokat köy­ lerinden bir beyin oğludur, ‘Rum abdal­ l a r ı n ı n etkisiyle bektaşiliği seçti, bu inan­ cın yayılmasında büyük etkisi oldu. A na­ dolu'yu ve Suriye'yi gezdi, Mısır'a girm e­ sine izin verilmedi. M oğol hükümdarı Ga­ zal H an* dönem inde ço k saygı gösteril­ di ve G eylan'da M oğol elçisi olarak g ö ­ revlendirildi; orada bir ayaklanm a sırasın­ da öldürüldü. M oğollar, onun adına Sulta n iye ’de büyük bir tü rb e ve tekke yap­ tırdılar. Taraftarlarına 'Barakiyun' (Baraklılar) denirdi. Saçını, sakalını, kirpiğini, bı­ yığını keser, başına keçeden yapılmış ve m anda.boynuzları takılmış bir taç giyer; boynuna boyalı çıngıraklar ve aşık kemik­ leri takar, aynı kılıkta yüz kadar derviş ve m üzik topluluğuyla dolaşır, bütün bunla­ rı öteki dervişlere maskara olmak için yap­ tığını söylerdi. Şathiye* biçim inde yazıl­ mış on sayfalık bir risale'si vardır, Risale



bir dolgu barajın perspektif görünüşü ve kaya dolgu tipi barajla homojen topraklı barajın kesitleri



Barak Baba farsçaya ve ilyas adlı biri tarafından türkçeye çevrilm iştir (1485). [ -* Kayn ]



1310



BARAK HACİR (öl. 1235). Kirm an’da Kutlug Hanlılar hanedanının kurucusu (1222-1235). Karahitay kökenlidir. Harizmşah Alaettin M uham m et bin Tekiş'in hizmetine girdi, hacip atandı (1210). Mo­ ğol istilasından sonra şehzade Gıyasettin Pirşah ile birlikte İran'a kaçtı. İran hüküm ­ darı olan Gıyasettin Pirşah tarafından İs­ fahan valiliğine atandı. H indistan’a, Ce­ lalettin Harizmşah'ın yanına giderken, yol­ da saldırısına uğradığı Kirman beyi Şucaettin'i yenip öldürerek Kirm an’’ı ele ge­ çirdi (1222). Gıyasettin Pirşah, ağabeyi Celalettin Harizmşah ile bozuşup kendi­ sine sığınınca, onu ve annesini öldürttü. Abbasi halifesine müslüman olduğunu, bağımsız sultan tanınmak istediğini bildir­ di ve onun tarafından kendisine "kutlu g sultan” unvanı verildi. M oğollar Sistan’ı ele geçirm eye giriştiklerinde (1235) oğlu Rüknettin’i, bağlılığını bildirm ek üzere M oğolistan'a gönderdi. K urduğu hane­ dandan dokuz hüküm dar K irm an’da 84 yıl boyunca saltanat sürdü (1222-1306).



BARAK HAN (Xlll. yy.), Ç ağatay hü­



f i



I



:,1 Ayhan Baran



kümdarı (1266-1271). M oğolistan'da ye­ tişti. Tahta yeni çıkan Kubilay Han tara­ fından M übarek Şah'a yardım etmesi için Çağatay ülkesine gönderildi. Çevirdiği dolaplarla onu birkaç ay içinde etkisiz du­ ruma getirerek yerini aldı. Kubilay H an’ ın atadığı Türkistan valisini kovarak ora­ ya kendi valisini gönderdi Kubilay’ın gön­ derdiği kuvvetleri püskürttü. Büyük ka­ ğanlık savıyla ortaya çıkan ve toprakların­ da gözü olan Ögedey'in torunu Kaydu ile Ceyhun yakınlarında yaptığı ilk savaşta üstünlük kazandıysa da, daha sonra Altınordu hükümdarı M engü Tim ur ile ittifak kuran K aydu’ya yenildi. Böylece yalnız Maveraünnehir kendinde kalmak, Türkis­ tan ile ili havzasını K aydu’ya bırakmak üzere, ona bağlanm ak zorunda kaldı. Kaydu’nun özendirmesiyle ilhanlı hüküm­ darı Abaka H an’ın üzerine bir sefer d ü ­ zenledi. Ordusunun A baka Han kuvvet­ leri karşısında büyük bir bozguna uğra­ ması sonucu (1270) C eyhun gerisine çe­ kilerek müslüman oldu ve "G ıyasettin” unvanını aldı. M averaünnehir beylerinin başlattığı ayaklanmayı bastırdı (1271). Or­ dugâhı, ayaklanm acıların yardım ına ge­ len Kaydu tarafından kuşatıldı; o sırada öldü.



BARAK HAN, N e vru z A h m e t Han da denir, Özbek hanı (? XVI. yy. - ?). Kanuni Sultan Süleym an'ın saltanat yıllarında (1520-1566) OsmanlIlar ile siyasal ilişkiler kurdu. B a r a k REİS -» B u ra k Reis BARAKA a. (ital. baracca). 1. Hafif mal­ zemeyle yapılmış, genellikle sökülüp ta­ kılabilen, temelsiz yapı: D ersler, asıl bi­ na tamamlanıncaya ka da r barakalarda yapıldı. — 2. Adi malzemeyle üstünkörü yapılmış, derm e çatm a yapı: Ev dediği ye r aslında berb a t b ir baraka. —Ask. Askeri birlikleri ya da donatımı ba­ rındırmaya yarayan hafif yapı. (Bk. ansikl. böl.) —ANSİKL. Ask. Barakalar değişik tipte ve genellikle sökülebilir yapılardır. Çatıları tahta olabileceği gibi üzerlerine tahta, eternit, sac ya da alüm inyum levhalar da örtülebilir. Yapı eteği üzerine oturtulan dö­ şeme, barakanın toprakla temas etmeme­ sini sağlar, iç düzenleri kullanılış am açla­ rına göre değişir. Örnek olarak Birinci Dünya savaşı’nda sık sık kullanılan Adrian barakası, istihkâm barakaları, 6-10 m açıklığındaki metal barakalar (Fillod tipi) vb. sayılabilir. BARAKİ RACAN, Afganistan’da kent, Logar ilinin merkezi, K âbil’in G.'inde; 47 000 nüf. BARAKLAR, G.-D. A n a do lu ’da, Gazi­ antep, Kilis ve Nizip çevresinde yaşayan bir türk oymağı. Oğuzlar’ın Bayat boyun­



dan Dulkadırlılar'ın, Cerid oymağına bağlı bir oba oldukları öne sürülür. Kanuni d ö ­ nemi kayıtlarında (XVI. yy.), Bayat boyu­ na bağlı bir oymak olarak adı geçer. XVII. yy.'ın sonuna değin Sivas'ın güneyinde­ ki Uzunyayla bölgesinde yaşıyorlardı. Ço­ ğunluğu çiftçiydi. 1691 'deki zorunlu yer­ leştirme sırasında, birçok türk boyuyla bir­ likte G .-D .’ya, özellikle Rakka ve çevresi­ ne yerleştirildiler. Yerleşme bölgelerindeki köylerden kimisi, günüm üzde Suriye sı­ nırları içinde kalmıştır. Ç oğunluğu tarım ­ la uğraşan Baraklar, geleneklerine çok bağlıdırlar. A nadolu’ya gelişlerini ve bu­ rada yaşadıkları olayları dile getiren söz­ lü tarihleri günüm üze değin ulaşmıştır. Sözlü halk edebiyatı ürünleri çok zen­ gindir.



1929). A nkara Devlet konservatuvarı’nın şan bölüm ünü bitirdi (1951), Devlet operası’ na katıldı. Burada 35 yıl boyunca, ço­ ğu klasik olm ak üzere 4 0 ’ı aşkın opera­ da (Faust, Don Carlos, Cosi fan tutte, Don Giovanni, Fig aro 'n u n düğünü, A'ida, Fidelio, Don Pasquale, Sevil berberi, il Travatore, Köroğlu, Rigoletto...) başrol oyna­ dı. 1960’ların ilk yarısında Bükreş, Werwiers ve L on d ra ’d a yapılan şan yarışma­ larında ödül kazandıktan sonra dünya­ nın birçok ülkesinde konuk sanatçı ola­ rak sahneye çıktı. H. Şimşek yönetim in­ deki Budapeşte Filarmoni orkestrası eşli­ ğinde seslendirdiği türk yapıtlarının yer aldığı plak, Academ ie française plak ödülü’nü kazandı (1985). 1987’de kendi­ sine devlet sanatçısı ünvanı verildi.



BARAKPUR (Kuzey), H in d ista n ’da



BARAN (Ilhan), türk besteci (Şavşat, Art­ vin, 1934). A nkara Devlet konservatuvarı'nın bestelem e bölüm ünde A. Adnan S aygun'un öğrencisi oldu. Ayrıca Ruşen Kam ile klasik türk müziğini, Muzaffer Sarısözen ile halk m üziğini inceledi; Kemal ilerici'den türk müziği armonisi dersleri al­ dı. 1962-1965 arasında Fransa’da kaldı. Önce Ecole Norm ale d e M usique'te H. Dutilleux ve M. O hana'nın besteleme derslerini izledi, daha sonra da Paris Radyosu’ndaki som ut m üzik kurslarını izledi. Yurda dönünce A nkara Devlet konservatuva rı'n d a bestelem e öğretm enliğine atandı. Türk halk ve klasik müziği biriki­ m inden büyük ölçüde yararlanan Baran yapıtlarını, Kemal ilerici’ nin “ geleneksel makamlara uygun çokseslilik” anlayışıy­ la yazdı. Başlıca yapıtları: Dönüşüm ler (keman, piyano ve çello için), Töresei çeşitlem eler (on bölümlü senfoni), Müzik dem eti (m üzik eğitimi görm em iş ço cuk­ lar için mandolin ya da bağlam a eşliğin­ de söylenebilecek 120 melodi), Uygula­ m alar (bas ve piyano için; iki defter), Ey­ lül sonu (koro için), Siyah ve Beyaz, Alla Turca



kent, H ugli kıyısında, Kalküta’nın ku­ zey banliyösünde; 76 000 nüf. Havalima­ nı.



BARAKZAY ya da BAREKZEY, Kandahar ve Peşaver arasındaki bölge­ de yaşayan b ü y ü k afgan kabilesi. 1838’de Afganistan emiri ilan edilen Dost M uham m et bu kabiledendir. Dost M u­ hammet kendi adını taşıyan bir hanedan-' lık kurdu; ancak daha ço k Muham m edzey adıyla tanınır.



BARALT (Rafael Maria), İspanyol yazar (M aracaibo, Venezuela, 1810-M adrid 1860). Şiirlerinde rom antizm e karşı çıktı. Historia de Venezuela (1841) adlı bir ya­ pıtı ve önemli bir sözlüğü vardır (Diccionario d e galicismos, 1855). BARAN a. Halk. 1. Bağ ve bahçelerde asma ve meyve ağaçları sıralarından her biri. — 2. Asm a ç u bu ğ u ve sebze fidesi dikm ek için açılan çukur. — 3. Sabanın toprakta açtığı iz. BARAN a. (fars. baran). Esk. 1. Yağmur: "... sema birkaç katre-i baranı onlardan esirgediği z a m a n ..." (C. S. Erozan). — 2. Baran-dide, yağm ur görm üş, yağm ura tutulmuş; başından ç o k olaylar geçmiş, deneyimli. jj Baran-rîz, yağm ur saçan, yağm ur gibi dökülen. || Baran-zede, yağ­ murdan ıslanmış.



BARAN (Hayri), türk arm atör (İstanbul 1909 - ay. y. 1982). Yüksek denizcilik okulu'nu bitirdi (1929). Deniz sigortaları eks­ perliği (1930), iktisat vekâleti liman hiz­ metleri dairesi m ü dü r vekilliği yaptı (1933). Yüksek denizcilik o kulu'nda d e ­ nizcilik dersleri verdi (1934-1950). Deniz­ cilik ve arm atörlük alanında tanındı. Pet­ rol nakliyat Itd. şirketi’ni, Beykoz tersane­ si ve Denizcilik anonim şirketi'ni kurdu. Yapı ve kredi bankası idare meclisi baş­ kanı oldu (1976). Gem icilik (1945-1950) ve M odern gem icilik (1951) adlı iki yapıtı vardır.



BARAN (Reşit), tü rk tiyatro ve sinema oyuncusu (İstanbul 1910- ay. y. 1963). Galatasaray lisesi’ni bitirdikten (1933) sonra bir süre m em urluk yaptı. C um huri­ yet gençleı m ahfili’nde am atör olarak sahneye çıktı 19 35 ’te İstanbul Şehir tiyatrosu’na girdi ve S. Kingsley’in Beyaz g öm lekliler adlı o yununda rol aldı. E. Labiche’ten, J. Guitton'dan, L. Verneuil'den bazı oyunları türkçeye çevirdi ya da uyar­ ladı. 1937'de Güneşe d oğ ru filmiyle sine­ m aya başladı.



BARAN (Paul Alexander), rus asıllı ame­ rikan iktisatçı ve toplumbilimci (Nikolayev, Ukrayna, 1910 - San Francisco 1964). Berlin, Frankfurt am Main ve Paris’te ö ğ ­ renim gördükten sonra, 1939’da A B D ’ ye göç etti ve burada 19 4 9 ’dan başlaya­ rak Stanford üniversitesi’nde ders verdi. Büyüme ve am erikan kapitalizmi konu­ larına bilimsel katkılarda bulundu. Başlı­ ca yapıtları: B üyüm enin ekonom i politiği (The political Economy of growth) [1957], Tekelci kapitalizm (M onopoly Capital, 1966) [P. M. Sweezy ile birlikte],



BARAN (Ayhan), tü rk bas (Ankara



BARANA, BARANI ya da BARNA a Yörs. Tarım. 1. Fasulye ve asmayı tutan sırıkların dayandığı çatal pabuç. — 2. De­ m ir tırmık.



BARANA a. Yörs. A n a do lu ’daki kırsal (geleneksel) kesim de erkekler arasında düzenlenen yaren toplantılarına, kimi yö­ relerde verilen ad. Kökeni ahilik ve esnaf geleneğine değin uzanır. Sohbet* toplan­ tıları da denir. (-* Y A R E N * TO PLANTILARI.) BARANABAŞI a. Yörs. Barana* adı ve­ rilen toplantıları yöneten kişiye,- kimi yö­ re le rd e v e rile n a d. B a y r a k ta r ', yarenbaşı * da denir. (-» y a r e n b a ş i .) BARANACAR, H indistan'da kent, Ba­ tı Bengal’de, Kalküta’nın kuzey banliyö­ sü, Hugli ırmağı kıyısında; 223 770 nüf. BARANAUSKAS (Antanas), litvanyalı şair (Anyksciai 1835 - Seina’i 1902). Ra­ hip olan bir serfin oğludur. Le Bois d 'A nyksciai (fr. çev.) [1859] adlı yapıtın­ da doğm akta olan kapitalizmi, toprak kö­ leliğini, Litvanya halkını ve ormanlarını şi­ irli bir dille yansıttı. Ataerkil özlem lerden kurtulam ayan şiirlerinde daha sonra kili­ se yanlısı ve tutucu bir eğilim görülür. BARANCELLA a. (cenevizce barancella 'dan). Denize. XIX. y y .’da İtalya ve ispanya kıyılarında balıkçılık ve kabotaj alanında kullanılan Akdeniz teknesi. — A N S İK L. Denize. Barancellanın başı, kı­ çı gibi sivri, ancak çok kalkıktı; kıçı ise ha­ fifçe eğikti. Direğine büyük bir latin ya da üçgerf yelken, ender olarak bir flok açı­ lırdı. Çok büyük olduğundan omurgayı aşan dümenini, sığ sularda çıkarmak ge­ rekiyordu. İspanyol barancellaları arasın­ da kıçı kare biçim inde olanlar da vardı.



BARANCZAK (Stanis-tavv), polonyalı ya­ zar (Poznari 1946). Şair (D ü n e seule traite, [fr. çev., 1970]; Journal du matin, [fr. çev., 1974]; la R espiration artificielle, [fr. çev., 1978] ve eleştirmen. Yapıtların­ da, ülkesinin siyasal ve toplum sal yaşa-



Barbados m ı ü z e r in d e e tk ili o la n “ k o le k tif in a n ç la r ı" iş le d i.



BARANER (Reşat Fuat), türk siyaset adamı (Selanik 1900 - İstanbul 1968). ilk ve ortaöğrenim i İstanbul’da yaptı. Liseyi bitirince Ankara’ya giderek bir süre TBM M başkanı ve yakın akrabası Mus­ tafa Kemal Paşa'nın yanında kaldı (1920). İstanbul'a dönüp Darülfünun fen fakültesi'nde okudu. Türk talebe birliği başkanı ve öğrenci lideri oldu. Dr. Şefik Hüsnü (Deymer) ile tanıştı. Aydınlık gazetesinde yazılar yazdı. Kimya öğrenim i için Alm an­ ya'ya gitti. Spartakist* harekete katıldı. Sovyetler Birliği’ne geçti, Moskova’da Le­ nin akadem isi'nde okudu. Türkiye'ye dö­ nünce (1924) illegal TKP içinde yer aldı, yöneticilik yaptı. Çeşitli kereler tutuklan­ dı. ikinci Dünya savaşı yıllarında arkadaş­ ları ile birlikte Türkiye komünist fırkası'nı yönettiği ve genel sekreteri olduğu savıyla tekrar tutuklandı, af yasasıyla serbest bı­ rakıldı (1950). Bir süre sonra yeniden ay­ nı gerekçeyle tutuklandı (1951). Toplam on yedi yıl hapis yattı. Eşi Suat Derviş ile birlikte Yeni edebiyat dergisini çıkardı, bu­ rada sanat yazıları yazdı (1943-1944). Ali Hıza Çelik takma adıyla Çin'in kurtuluş sa­ vaşı (1939), En b ü yü k tehlike (1943), Ispanya'da istiklâl savaşı (1943), Büyük Fransız inkılâbı (1944) adlı kitapları yayım­ ladı. Türk solu dergisinde yazdı. Marx ve Engels'ten çeviriler yaptı. Geçirdiği en­ farktüs sonucunda öldü.



BARANI -» BARANA. BARANİ sıf. (fars. bara n ve -i'den baranı). Esk. Yağmurla ilgili. ♦ a. 1. Yağmurluk, yağm urdan koru­ yan şey. — 2. Mavi renkli bir tür çuha. — Folk. Selanik'te dokunan bir tür çuha ve bu çuhadan yapılan kaput, yağm ur­ luk. (Bk. ansikl. böl.) Barani sık dokunm uş, s u ge­ çirm ez bir kumaştı. Yeniçerilere ve ace­ mi oğlanlarına her yıl, kışın en soğuk d ö ­ nemi sayılan erbain* başında (21 aralık, 30 ocak arası) bu yağm urluklardan dağı­ tılırdı. Genellikle çivit mavisi renginde olur, z e m istan i’ de denirdi. Kimi görevlilerin giydiği yeşil renklisine ise so b ra m a n i' denirdi. — A N S İK L .



BARANİA GORA, Silezya Beskıdleri'ndeki doruklardan biri, Polonya'da (Batı Karpatlar); 1 220 m. Orm anlarla örtülü büyük platolar ortasında ağaçlı bir sırt oluşturur. BARANOFF-ROSSİNE (Lev Davido viç B a r a n o v , V la d im ir — denir), rus res­ sam ve heykelci (Herson, Ukrayna, 1888 Paris 1942). 1925'te Fransa'ya yerleşti. Fovizm ve kübizm e dönük bir dönem den sonra, M öbius şeridini kullanarak bir tür resimsel soyutlam aya yöneldi. Senfoni No: 2 (1913, Museum of Modern Art, New York) adlı heykeli, öndadacı bir an­ layış taşır; Politeknik heykeTİ (1933, Fran­ sa,“ Art m oderne" müzesi) demir, cam ve tahtayı bir araya getirir. Sürekli yeni yön­ tem ler peşinde koşan Baranoff-Rossine, 1923 ’te kinetizmi, müziği ve rengi birleş­ tiren piano o ptophonique'i yarattı. BARANOVİÇİ, Beyaz Rusya'da kent, M insk’in güneybatısında; 159 000 nüf. (1989). Demiryolu kavşağı. Otomobil sa­ nayisi.



BARANSEL (Nurettin), türk asker (İstan­ bul 1895 -a y. y. 1967). Harp ökulu’nu bi­ tirdikten (1912) sonra Balkan, Birinci Dün­ ya ve Kurtuluş savaşlarına katıldı. Harp akademisi ni ve Yüksek kumanda kursu’ nu bitirdi (1923-1925). O rduda çeşitli ka­ dem elerde görev yaptı. Tuğgeneral (1939), tüm general (1941), korgeneral (1947), orgeneral (1951) oldu. Kara kuv­ vetleri kom utanlığında (6 nisan - 28 ma­ yıs 1954) ve Genelkurm ay başkanlığında (28 mayıs 1954 - 25 ağustos 1955) b u ­ lundu. Daha sonra Yüksek askeri şûra üyesi olarak görev yaptı (1955-1960).



BARANSKİY (Nikolay Nikolayeviç), sovyet coğrafyacı (Tomsk 1881-Moskova 1963). Önceleri bolşevikti ve Lenin’in dos­ tuydu, SSCB’de coğrafyayı düzenledi ve ülkenin iktisadi bölgelere ayrılmasına iliş­ kin görüşlerini G osplan’a kabul ettirdi. Bölgelere göre uzmanlaşma ve üretici güçlerin yerel tesislerde bir araya getiril­ meleri üstünde ısrarla durdu. Baranskiy'e göre fiziksel coğrafya ve insan co ğ ­ rafyası birbirine sıkı sıkıya bağlıdır.



BARANTA a. Özellikle yağm a am acıy­ la düzenlenen akın; çapul,



fl BARANTE (Prosper BRUGİERE, — b a ­ ronu), fransız tarihçi ve siyaset adamı (Riom 1782 - Barante 1866). Napoleon I d ö ­ nem inde vali, Restauration dönem inde milletvekiliydi; Louis - Philippe dönem inde yüksek meclis üyeliği ve büyükelçilik yap­ tı. Liberal düşünceleri vardı. Histoire des ducs de B o urgogne (Bourgogne dükle­ rinin tarihi) [1824] adlı yapıtının temel ta­ şını oluşturan tarih çalışmaları, “ tarihsel romanın tarihten aldığı çekiciliği tarihe ye­ niden kazandırmak" amacını güdüyordu. (Fr. Akad., 1828).



BÂRANY (Robert),avusturyalı hekim (Vi­ yana 1876- Uppsala 1936). Önce Frank­ furt am Main ve Freiburg im B reisgau’ da, daha sonra kulak fizyolojisi ve hasta­ lık la rın d a u z m a n la ş tığ ı V iy a n a ’da. 1917’den yaşamının sonuna kadar da U ppsala’da ders verdi. Göz titremesi üze­ rine yaptığı çalışmalar ona 1914 Nobel tıp ödülü'nü kazandırdı.



BârAny deneyi, denge duyusu organ­ larını ve yollarını (içkulak boşluğu ve onunla ilgili sinir merkezleri) incelemeyi sağlayan ısı deneyi. Dışkulak yoluna yol­ lanan değişik miktarda sıcak (44°C) ve ılık (20-30°C) su, ortakulakla tem as edince içkulaktaki organlarda bir ısı uyarısına yol açar. Bu uyarıya alınan yanıt, elektronistagmografi ile kaydedilebilen bir nistagm ustur (göz titremesi).



BARANYA, Macaristan'ın güney kesi­ minde yönetim bölgesi, Tuna ile Drava arasında; 4 388 km2; 430 000 nüf. (1990). Merkezi Pecs. (—» B a r a n y a .)



B a r a n y a , Macaristan ve Yugoslavya arasında bölüşülm üş bölge. Tuna ile Dra­ va arasında. Büyük bölümü M acaristan’ dadır. Hırvatistan’ ın kuzey-doğu kesimi­ ni oluşturan Yugoslavya’daki bölümü, özellikle bir tarım (tahıl, yem bitkileri, sa­ nayi bitkileri) bölgesidir. Başlıca kenti Beli Manastır.



BARAS-



BERAS.



Barasor, Tunceli yöresinde oynanan halay türü bir halk oyunu. Kadın, erkek birlikte ve davul zurna eşliğinde oynanır.



BARAŞ (Aşer), ibranice yazan İsrailli ya­ zar (Lopatin, Galiçya, 1889 - Tel-Aviv 1952). Edebiyata yiddişçe ve lehçe yaza­ rak başladıktan sonra, 1914 ’te Filistin'e yerleşti. Şiirlerinde ve romanlarında, nes­ nel bir gerçekçiliğe ulaşma çabası g örü ­ lür (FrĞres [fr. çev.], 1911; Etrange A m our [fr. çev.], 1930-1938). BARATA ya d a BERETE a. (ital. berretta). Çuhadan yapılmış ucu kıvrık, uzun­ ca külah. — A N S İK L . Bostancı ocaklarına ya da sa­ rayın kaba dış hizmetlerine bakan o cak­ lara dahil olanlar giyerdi. Giyenin görevi­ ne göre bostancı baratası, topçu barata­ sı, haseki baratası gibi adlar alırdı. A rala­ rında önemli farklar yoktu. Kırmızı, beyaz ya da devetüyü rengi çuhadan yapılırdı. BARATA. Tar. coğ. A nadolu’nun Lykaonia bölgesinde bir yerleşme; K onya’nın Karaman ilçesindeki Madenşehir'in ya da Karapınar ilçe merkezinin yerinde oldu­ ğu sanılıyor. BARATARYA a. (ital. baratteria, hile). Deniz huk. Kaptanın kasıt ve hileyle d o n a ta n *a verdiği zararlar. (Baratarya kavramı, günüm üzde daha geniş olarak,



kaptanın her türlü kusurlu eylemlerini kap­ sadığı gibi d iğer gem i adamlarının yaptı­ ğı zararları da kapsar. Baratarya, bazı ül­ kelerin hukuklarında, kaptanın ve diğer gemi adamlarının kasıtlı ve hileli davranış­ larıyla, yalnız donatana değil, yükleyici ve sigortacılara verdikleri zararları da içine alır.)



BARATAŞVİLİ (Nikoloz Melitonoviç), gürcü şair (Tiflis 1817 - G ence 1845). Romantik ve acılı bir üslupla, şiirlerinde mutsuz aşklarını dile getirdi; insanlık d u ­ rumu ve özellikle de çok sevdiği ülkesi­ nin geleceği üzerinde düşündü. Bu gele­ cek onun için Rusya ile birleşmenin geti­ receği ilerlemeden ayrılmaz bir nitelik ta­ şıyordu (B edi Cartlissa, 1839; M erani 1842). BARATİERİ (Oreste), İtalyan general (Gondino 1841-Sterzing, bugün Vipiteno, 1901). Garibaldi’nin Binler seferi'ne katıldı (1860) ve b ersaglieri'de hizmet gördü. G eneralliğe yükseltildi ve Eritrea valisi ol­ du. A d u a'd a büyük bir yenilgiye uğrayın­ ca (1896) harp divanına verildiyse de aklandı. BARATİNSKİY ya da BORATİNSK İY (Yevgeniy Abramoviç), rus şair (Mara yakınında, Tam bov eyaleti, 1800 - Na­ poli 1844). Finlandiya'da kısa bir süre as­ kerlik yaptı ve Eda (1826) adlı manzum bir öykü kaleme aldı. Daha sonraları Mos­ ko va'da yaşadı ve felsefi bir şiire yöneldi (le Bal [fr. çev ], 1828; Zıyganka, 1842). Saçmanın ve hiçliğin şairi olan Baratinskiy, Puşkin'in hayranlığını kazanmıştı.



BARAVNİ, H indistan'da (Bihar) kent, Patna’nın D .’sunda; 41 900 nüf. Gauhatı üstünden N ahorkatiya’ya boru hattıyla bağlanan petrol rafinerisi.



BARBA a. (ital. barba, sakal’dan). 1. Yaşlı erkek. — 2. Yaşlı rum m eyhanecile­ re seslenirken kullanılır. BARBACENA, Brezilya'da (Minas Gerais) kent, Belo H orizonte’ nin G .’inde; 58 000 nüf. Ç içek (gül) yetiştiriciliği. Do­ kumacılık.



BARBACOVİ (Francesco Vigilio), İtal­ yan hukukçu ve yazar (Taio 1738 - Trento 1825). Trento'da hukuk profesörlüğü yaptı. 1784’te Joseph II tarafından Trentino yasasının reform uyla görevlendirildi. 1792'de Trento prensliğinin adalet bakanı oldu. »BARBADOS, Küçük Antil adalarında (Rüzgâraltı adaları) Commonwealth üyesi devlet; 431 km2; 258 000 nüf. (1991). Mer­ kezi Bridgetovvn. Resmi dili İngilizce. Ül­ kedeki başlıca etkinlikler tarım, şekerka­ mışı yetiştiriciliği (şeker ve rom dışsatımı) ve turizmdir. Hayvancılık ve balıkçılık da yapılır, ingilizler Antil adalarına yerleşme­ ye bu adadan başlamışlardı (1627). —Tarih. Ispanyollar’ın XVI. y y.’da keşfet­ tikleri B arbados’a, 1627'den sonra yavaş yavaş ingilizler yerleşti. Adada, şekerka-



Barante baronu Ary Scheffer'in yaptığı portre Verseilles müzesi



Barbados'un başkenti Bridgetown’dan bir görünüm



— Bayınd. ve İnş. Bir sanat yapıtının kâ­ gir bölüm üne (istinat duvarı, teras duvarı vb.) sızma sularının akışını kolaylaştırmak için açılan dar ve uzun yarık. || Düşey bar­ bakan, suların akması için duvara düşey olarak açılan yarık.



BARBALİSSOS - BALİS BARBAR sıf. ve a. (yun. barbaros, ya­ bancı fr. barbare'dan). 1. Uygarlaşmamış, ilkel topluluk için kullanılır: Barbar akınları. — 2. Acımasızca davranan, şiddet kul­ lanan, kırıcı, vahşi kimse için kullanılır: B a rba r b ir adam. Bu b arbarlar binlerce suçsuzu öldürm üşlerdi.



BARBARA (Agatha), Maltalı kadın si­ yasetçi (Zabbar 1923). Öğretm enlik yap­ tı. Malta işçi partisi'ne katıldı (1946). Malta ’nın ilk kadın milletvekili oldu (1947). Eğitim (1955-1958, 1971-1974); çalışma, sosyal yardım ve kültür bakanlığı yaptı (1974-1981). Cumhurbaşkanı seçildi (1982). Görevi 1987’de sona erdi. BARBARANİ (Tiberio Umberto, B e rto — denir), İtalyan yazar (Verona 1872 - ay. y 1945). İçtenci esinli ve yerel dilde şiirler yazdı {El rosario del cor, 1893-1895; L'au­ tun no de! poeta, 1937). BARBARCA sıf. Şiddet, vahşet göste­ Barbaros Hayrettin Paşa Kanuni Sultan Süleyman’ın huzurunda (haziran 1558) Süleymanname Topkapı sarayı müzesi kütüphanesi İstanbul



ren, insanlık dışı olan şey için kullanılır: Barbarca davranışlar. Barbarca uygu­ lamalar. ♦ be. Barbar bir kimseye yakışır biçim­ de: Binlerce insanı barbarca katletmek.' B ir kimseyi barbarca cezalandırmak.



mışı yetiştiren beyaz küçük çiftlik sahip­ leri yaşıyordu; XVII. yy.’ın sonundan baş­ layarak, zenci kölelerin çalıştırıldığı büyük şekerkamışı işletmeleri gelişti. Zenci halk günüm üzde adanın toplam nüfusunun % 8 0 ’ini oluşturur. 1961’de Errol VValton Barrovv’un başkanlığında özerk bir hükü­ met tarafından yönetilmeye başlanan Bar­ bados, 1966'da bağımsızlığa kavuştu. 1976 seçimlerinde Barrovv’un başkanı ol­ duğu Democratie Labour Party, m ahke­ meleri hükümete bağımlı durum a getiren '1974 anayasası yüzünden suçlandı ve Barbados Labour Party karşısında yenil­ giye uğradı. Tom Adam s başbakan oldu. Adams eğitimin yaygınlaştırılması, sosyal hizmetler ve sanayinin geliştirilmesi için çaba harcadı. 1985'te ölünce yerine yar­ dımcısı Bernard St. John başbakan oldu. 1986’da o da yerini Errol W. Barrovv’a bı­ raktı. Barrovv 1987’de öldü, yardımcısı Erskine Sandiford başbakanlığı üstlendi.



BARBARİ (Jacopo DE’), İtalyan ressam ve gravürcü (Venedik 1445-1450 ’ye doğr. -Brüksel ? 1515’e doğr.). Alman asıllı ol­ duğu sanılan Barbari, Venedik’te ve za­ man zaman Alm anya’da birçok prens ve hüküm darın yanında çalıştı; son yıllarını da M alines’de Avusturyalı M argherita’nın ressamı olarak geçirdi. Daha çok gravür­ cü olarak bilinen Barbari, tablolarında de­ rin anlamlı alegoriler ve mitolojik sahne­ ler canlandırmıştır. Kendisiyle 1494 yılın­ da Venedik’te karşılaşan Albrecht Dürer, Barbari’nin tekniğine ve hümanizmine hayran oldu ve etkilendi. Buna karşılık Barbari’nin en başarılı yapıtlarında da Dürer’ın etkisi duyulur {Keklikli natürmort, 1504, Münih pinakoteki). İtalyan kültürü özellikle Barbari'nin resimleri aracılığıyla Gossart ve Van Orley gibi sanatçılara ulaş­ mıştır.



Barbados koyunu, çok doğurgan ko­ yun ırkı. (Antil adaları kökenlidir. Black -Belly adıyla da bilinir.)



BARBAGİA, Sardinya’nın ıç kesiminde bölge, Gennargentu kütlesinin kenarında. Hayvancılık.



BARBARİGO (Agostino) [1419-1501], 1486’dan 1501’e kadar Venedik dukası. 1489’da Kıbrıs’ı aldı ve Charles V lll’e karşı Venedik b irliği’ni kurdu. Birliğin ordusu 1495'te Fornova'da bozguna uğradı.



BARBAKAN a. (fr. barbacane). Kale du­ Barbaros anıtı Beşiktaş-istanbul



varlarında düşmana ok atmak için açılmış delik, ok mazgalı.



BARBARİNA (Barbara CAMPANİNİ, la —denir), İtalyan kadın dansçı (Parma 1721 -Barschau, Silezya, 1799). 1739'da Paris’e gitti, akrobatik tekniği ve maskaraca pantom im iyle (o dönem in İtalyan üslubu) büyük bir başarı kazandı. La Barbarina'nın yükselm e dansı, M arie Salle’nin yer dan00 sıyla karşıtlık oluşturuyordu. Genç yaşta dansı bıraktı, önce büyük senyörlerin, sonra da Prusya kralı Friedrich II'nin sa­ rayında dans yöneticiliği yaptı. Sonra bir manastıra çekildi. © S c5 J



BARBARİNO (Bartolomeo), İtalyan bes­ teci (Fabriano, Ancona, XVI. yy. sonu), il Pesarlno diye anılır. Pesaro’da, 1605’ten sonra da Padova’da capella yönetm enli­ ği yaptı, m adrigal kitapları yazdı (basımı 1606-1617). BARBARİSSOS -B ALİS. BARBARİŞKA a. Denize. Bağlam ak ya da volta etm ek için iyice boşu alınmış bir halatı kaçırm am ak amacıyla, sağlam ve daha ince bir halatla mezevolta alıp halat bedenine sararak oluşturulan bosa türü. || Barbarişka tutmak, volta etm ek için bo­ şu alınmış bir halatın üstünde, kaçırma­ m ak amacıyla ince bir halatla bosa oluş­ turmak.



BARBARİT a. Kur. tar. Osmanlı devleti



topraklarında hayvan otlatan Erdel çoban­ larından koyun başına alınan vergi.



BARBARLAR, Eski Yunanlılar’ın, tüm yunanlı olm ayanlara verdikleri ad. Kü­ çümseyici bir anlam da taşıyan bu deyim, Hom eros zam anından çok daha sonra ortaya çıktı. Romalılar da uzun süre bu adla anılmıştı. Fakat, roma dünyası Yu­ nanlıla rda n bu sözcüğü aldı ve ona yem bir anlam verdi: Romalılar’a göre Barbar­ lar, yunan-roma uygarlığını bilmeyen, hat­ ta her türlü uygarlıktan habersiz kimseler­ di. Bununla birlikte, Roma İmparatorluğu sınırları içinde bulunan az gelişmiş, az latinleşmiş kavimlere barbar demiyorlardı. İ. S. I. y y .’dan başlayarak Roma imparatorluğu’nun bütün sınırları boyunca, Romalılar’ın barbar dedikleri kavımlerin, yanı Roma egemenliğindeki Akdeniz’e yaban­ cı kavimlerin baskısı kendini duyurm aya başladı. Bu iki dünyanın, ilişki kurması ka­ çınılmazdı. Önce iktisadi ilişkiler kuruldu, arkadan birtakım kavimler bazen köle ola­ rak, bazen de tek tek (Arbogast, Stilicon) ya da topluca (Toksandria’da Salien Frankları) asker olarak R om a’nın hizme­ tine girdiler. Böylece, III. ve IV. yy.'lardan başlayarak.yani V. y y .’ ın büyük istilaları daha başlamadan, im paratorluk bazı ge­ lenek ve göreneklerinde yavaş yavaş ya­ bancı kavimlerin etkisinde kaldı. BARBARLAŞMAK dönşl. f. Barbarca davranmaya başlamak.



BARBARLIK a. Barbar olma durumu, niteliği: Barbarlıktan uygarlığa geçiş. Bar­ barlıklarıyla dehşet saçan kavimler. Sivil yerleşim alanlarını bom balam ak barbar­ lıktan başka b ir şey değil.



BARBARO (Giosafat), Venedikli tüccar ve gezgin (Venedik 1413 - ay.y. 1494). G ü­ ney Rusya’yı ve İran'ı gezdi; gezileriyle il­ gili bir kitap yazdı.



BARBARO (Ermolao), İtalyan hümanist (Venedik 1453-Roma 1493). Aristoteles ve Plinius’u yorumladı. Ç ok sayıda m ektup­ ları ve bekârlık üzerine bir incelemesi (1472) vardır. BARBARO (Niccolo), Venedikli hekim (XV. yy.). Venedikli ünlü bir ailedendir. Fa­ tih, İstanbul'u kuşattığı zaman Bizanslılar'a yardım için gelen venedik gem ileri­ nin birinde cerrahlık yapıyordu. Dönüşün­ de İstanbul kuşatmasına ilişkin anılarını, bir günlükte topladı. Bu günlük İstanbul’ un fethine ait özgün bir kaynaktır. Yapıt, Enrico Cornet tarafından Giornale deli A ssedio d i Constantinopoli 1453 (1453 İstan­ bul kuşatması) adıyla basıldı (1856). BARBARO (Angelo Maria), İtalyan yazar (Portogruaro 1726 - Venedik? 1779). Ve­ nedik lehçesiyle yazdığı şiirlerinde, müs­ tehcenliği ustalıkla işledi (Poesie veneziane. 1817’de yayımlandı). BARBAROS, esk. B anados, Tekir­ d a ğ ’ın merkez ilçesine bağlı bucak; 9 938 nüf. (1990); 10 köy. Merkezi Barba­ ros ; 3 379 nüf. (1990). Belediye. PTT. B a r b a r o s , İzmir'in Urla ilçesine bağ­ lı bucak; 2 058 nüf. (1990); 6 köy. Merkezi Uzunkaya; 477 nüf. (1990). PTT.



Barbaros günü, kaptanıderya Barba­ ros Hayrettin Paşa'yı ve tü rk denizcilerini anma günü. (Preveze deniz zaferi’nin yıl­ dönüm ü olan 27 eylül günleri kutlanır.)



BARBAROS HAYRETTİN PAŞA, türk denizci, kaptanıderya (Midilli ? - İstan­ bul 1546), Eceovalı (Gelibolu) Yakup ağa’ nın oğlu. Gerçek adı ’ Hızır” olup, din ve devlet uğrunda gösterdiği büyük yararlık­ lardan ötürü kendisine Kanuni Sultan Sü­ leyman tarafından "Hayrettin” adı verildi. Sakalının kızıla çalması nedeniyle de Av­ rupalIlar arasında "B arbarossa” (Barba ros) diye ün saldı. Saros.ve Selanik körfezleri çevresinde gemi işldterek ticaretle uğraşırken (XVI. yy. başları), Rodos şövalyelerinin eline tutsak düştü. Bir yolunu bulup kurtulduktan son-



Barberton ra korsanlık yapmaya karar verdi ve a ğa ­ derilen Hayrettin Paşa, büyük bir donan­ beyi Oruç'un korsanlık yaptığı Cerbe ada­ mayla Akdeniz’e açılarak Messina ve R eggio kalelerini, berkitilmiş Gaeta kenti­ sına gitti. Kuzey Afrika kıyılarını basan ni ele geçirdikten sonra fransız donanm a­ Oruç ve Hızır kardeşler, korsanlıktan elde ettikleri kazançların bir bölüm ünü Tunus sının da yardımıyla Nice kentini aldı (20 ağustos 1543). Kari V ’i, Fransa kralı Fran­ sultanı Ebu Abdullah'a vermek koşuluy­ la, Tunus limanı ağzındaki Halk el-uvet ka­ çois I ile Crepy antlaşm ası’™ imzalamak lesinde barınma izni aldılar. Venedik, tran­ zorunda bırakarak İstanbul’a döndü (1544). Son Fransa seferinden döndükten sız, İspanyol savaş ve ticaret gemilerini ba­ tırarak ya da ele geçirerek kazandıkları iki yıl sonra ölen türk denizcisi, İstanbul’ da toprağa verildi. Bugün Beşiktaş’taki başarılarla, servet ve ün sağladılar. Bu arada, Yavuz Sultan Selim'e değerli arma­ türbesinde yatan Barbaros’un anısına ğanlar gönderip, karşılığında gemi ve as­ 1944’te türbesine yakın yerde, kadırga ka­ ker yardımı alm aktan da geri kalmadılar bartmalı bir anıt dikildi. (-♦ Kayn.) (1515). Ertesi yıl ispanyollar ile savaşarak BARBAROSSA -►FRİEDRİCH I,Germen Şerşel (Cecel) ve Cezayir kentlerini ele ge­ imparatoru. çirdiler (1516). Oruç Reis, Tlemsen’de BARBAŞI a. Halk oy Bar oyunlarında, İspanyollar ve Araplar ile giriştiği bir savaş­ sıranın en sağında bulunan ve oyunu yö­ ta şehit düşünce (1518), Hızır reis Ceza­ neten kişiye verilen ad. Çevrede saygın­ yir emiri oldu. Akdeniz'deki düşm anları­ lık kazanmış ve oyunda becerisini kanıt­ na karşı konumunu sağlamlaştırm ak için lamış kişiler barbaşı olabilir. Barbaşı ko­ Yavuz Sultan Selim’e bir heyet daha gön ­ mutlarını, elindeki beyaz mendil aracılığıy­ dererek yardımını istedi (1519). Emirlik be­ la verir. Bar çeken de denir. ( -* BAR) ratı, hilat ve sancakla birlikte, Hızır’a sa­ vaş araç gereçleri yollayan Osmanlı pa­ BARBAT -* BERBAT dişahı, ayrıca Anadolu kıyılarından asker BARBATA a. Ask. tar. Kale ya da istih­ toplam a yetkisi de verdi. Bu gelişmeler kâm duvarlarının üzerindeki siperli korku­ üzerine kendilerini tehlikede gören Tunus luk duvarı. (Bk. ansik. böl.) || Barbata se­ ve Tlemsen beylerince kışkırtılan Cezayir kisi, barbataların arkasında bulunan ve halkı, ayaklanarak Hızır’ı Şerşel’e çekil­ askerlerin dinlenmeleri için yapılmış taş m ek zorunda bıraktı. Kısa sürede hazır­ oturak. ladığı güçlü bir donanm ayla Avrupa kıyı­ — ANSİKL. Barbatalar; kaleyi savunan asker­ larına baskınlar düzenledi: Kuzey Afrika’ lerin saldırıdan korunmaları am acıyla ka­ da bazı liman kentlerini ve yeniden Ceza­ le duvarının doğal uzantısı biçim inde gi­ yir'i ele geçirdi (1527); Penon adasını al­ rintili çıkıntılı olarak yapılırdı. Türkler istihdı (1530); Ispanya’da hıristiyan zulmü al­ kâmlardakine "barbata", kale duyarında­ tında ezilen Endülüslü müslümanların ço­ kilere "b a ru ” , bunların arkasındaki gezinti ğunu gemilerle Kuzey Afrika kıyılarına taşı­ yerlerineyse "seğirtim yeri” derlerdi. dı. 1532’de Kanuni Sultan Süleyman ta­ rafından İstanbul’a çağrıldı. Yolu üzerin­ BARBAUD (Pierre), fransız besteci deki bazı hıristiyan kentlerini yağmalaya­ (Saint-Eugene, Cezayir, 1911). Beste sana­ rak ulaştığı imparatorluk başkentinde bü­ tına, matematik düşünceyi ve ondan d o ­ yük bir törenle karşılandı (1533). Cezayir ğ an yöntemleri getirerek algoritmasal* beylerbeyi hilatı giydirildiği gibi, kaptanımüziği başlattı. 1958'den başlayarak, he­ deryalık unvanıyla da onurlandırıldı. 1534 sapların giderek artan karmaşıklığı nede­ baharında donanm ayla İstanbul’dan ay­ niyle bilgisayar kullandı ve "otom atik" rıldı. İtalya ve Tunus kıyılarında birçok kent beste tekniğine (bir bilgisayarın, müzik ya­ ve kaleyi yerle bir e dip önce Halk el- uvet pıtları çıkarabileceği programların yaratıl­ kalesini, sonra d a Tunus’u aldı (14 ağus­ masına) yöneldi. Bütünüyle makine tara­ tos 1534). fından hazırlanmış ilk parçası, 7 / ’dir. Kayrevan’a kaçan Tunus emiri Haşan (1960). Bu ilkeler doğrultusunda hazırlan­ Alman im paratoru ve Ispanya kralı Kari V mış öteki çalgı yapıtları şunlardır: Vari(Şarlken) den yardım istedi. İmparator pa­ ations heuristiques (1964), French Gagaku palık, ispanya, napoli, ceneviz ve malta (1969), Mu-Joken (1969), Nevvton'ın ölüm deniz kuvvetlerinden oluşturduğu Andrea yıldönüm ü için Apfelsextett (1977); akusDoria komutasında bir haçlı donanmasıy­ tikçi F. Brovvn ve bilgiişlemci G. Klein ile la Halk el-uvet yakınlarında karaya asker 1974’te başlayan işbirliğinin ürünü olan ve çıkardı. Tunus’u bırakm ak zorunda kalan bilgisayar tarafından icra edilerek banda Hayrettin Paşa, ispanya sularına girip Mekaydedilmiş yapıtlar; film müzikleri. Paris norca adasının Mahon limanını, Mallorca konservatuvarı’nda müzik bilgiişlemi okut­ adasının Palma kentini yakıp yıktı. İstan­ tu (1976-77) ve tekniğini açıklayan iki ki­ bul’a döndü. 1536’da yeni ve daha g üç­ tap yazdı: Initiation a la com position aulü bir donanmayla Akdeniz’e açıldı. Otrantomatique (1966) ve la Musique, discipline to yakınlarında karaya çıkarak Castro ka­ scientifique, introduction elementaireâ lesini ele geçirdi. Ertesi yıl (1537) Akdeniz’ l ’etude des structures m usicales (1968). deki venedik adalarının fethine girişti Ayrıca Haydn üzerine bir m onografi ya­ (Mürted, işkoros, Kerpe, Kaşot vb.). yımladı (1957). Bu zaferlerin hıristiyan Avrupa’da büyük BARBAULD (Anna Laetitia), İngiliz ede­ yankılar uyandırması üzerine Venedik’in biyatçı (Kibworth, Leicestershire, 1743 çağrısı ve papanın özendirmesiyle yeni bir -Stoke Nevvington, Londra yakınında, haçlı deniz seferi hazırlandı. Papalık, Ve­ 1825). Eğitmen John Aikin’in kızı. Bir pronedik, Ceneviz, Malta, ispanya ve Porte­ testan papazla evlendi. İngiliz rom ancıla­ kiz gibi Avrupa’nın en güçlü denizci dev­ rın seçme yapıtlarını 50 cilt halinde yayım­ letlerinin filolarından oluşan haçlı donan­ ladı ve kardeşi John ile birlikte ahlakçı ki­ masının komutası ünlü amiral Andrea Dotaplar yazdı (H ym ns in Prose for Childria’ya verildi, iki tarafın deniz kuvvetleri ren, 1781; Evenings at Home, 1792-1795). Preveze önlerinde karşılaştı. Haçlı donan­ masının gücü çok daha üstün olmasına SBARBE a. (fr. barbet). Yünsü tüylü av kö­ karşın, Barbaros Hayrettin Paşa komuta­ peği. (Çok iyi yüzdüğünden, eskiden ör­ sındaki türk donanması Preveze savaşı’nda dek avında kullanılırdı.) kesin bir zafer kazandı (28 eylül 1538). BARBEAU (Marius), kanadalı antropo­ (-♦ P R E V E Z E DENİZ SAVAŞI.) Türk deniz log ve folklorcu (Sainte-Marie, Ouebec gücünün hıristiyan Avrupa’ya karşı en bü­ 1883 - Ottawa 1969). Ottawa ulusal müyük başarısı olan bu zafer, Osmanlı dev­ zesi’nde antropologdu. Laval ve Ottavva letini A kdeniz’de tartışmasız en büyük üniversitelerinde profesörlük yaptı; Kana­ deniz gücü durum una getirdi. Ancak, bu da ve kızılderili folkloru üzerine çok sayı­ büyük başarıyı sindiremeyen Kari V, yüz­ da inceleme yazdı. lerce gemi ve binlerce askerle yeniden Cezayir'e saldırdıysa da (1541), Barbaros BARBEKÜ a. (amerikanca barbecue. karşısında bir kez daha yenilgiye uğradı. ıspanyol a m e rika n ca sın d a ki b a rb a coa dan). Açık havada kızartma ya da ız­ Fransa kralı François l’in koruyucu müt­ gara yapmaya yarayan, taşınabilir pişirme tefiki olan Kanuni Sultan Süleyman tara­ aracı. (M angal köm ürüyle çalışır; bazıları fından Kari V ’e karşı savaşmak için gön ­



1313



çevirme mekanizmasını döndüren bir pilli motorla donatılmıştır ve katlanabilir. G ü­ neş enerjisiyle çalışan barbeküler de vardır.)



BARBEN a. (fr. barbin). Tekst. Çözgü m a­ kinesinin, ipliği yönlendirm eye yarayan parçası.



BARBER (Samuel), amerikalı besteci ve şarkıcı (West Chester, Pennsylvania, 1910 - New York 1981). Curtis institute’ta oku­ du, 1939-1942 arasında aynı okulda ders verdi. Romantik eğilimli bir besteci olan B arber’in yapıtları, ço k ince bir orkestra­ lama ve genellikle çokeksenli bir anlatım sergiler. Senfonik yapıtlar (yaylılar için Adagio, 1936), konçertolar, tiyatro yapıt­ ları (Anthony a n d Cleopatra, 1966), bale­ ler, m elodiler (Prayers of Kierkegaard, 1954) besteledi. BARBERİNİ, İtalya’nın Toscana bölge­ sinde Val d ’Elsa'da, romalı aile; Barberino kökenli ailenin bireyleri arasında en ün­ lüleri şunlardır: F R A N C E S C O (Floransa 1528 - Roma 1600), 1550’ye doğru Roma’ya yerleşti, hanedanın kurucusu; — M a ffe o , kardinal, sonra Urbanus VIII adıyla papa (1623-1644); — FR A N C E SC O (Floransa 1597 - Roma 1679), Maffeo'nun yeğeni, kardinal; —ANTONİO Genç (Roma 1608 - Nemi 1671), M affeo'nun yeğeni, kardinal. Ailenin, 1625’ten başlayarak C. Maderno'nun, sonra Borrom ini’nin ve Bernini'nin yönetiminde Roma’da yapılan sarayı (içindeki tiyatro, Roma’da lirik dra­ mın gelişmesinde büyük önem taşır), gör­ kemli bir müze oldu. Siyaset alanında, Barberiniler, M onferrato olaylarıyla altüst olan İtalya’da barışı yeniden sağladılar; en büyük idealleri İtalya’ya egem en olmak için Papalık’a hizm et etmekti. Bu am açla Farneseler’in elinde bulunan Castro dükalığını ele geçirmek istediler; bu girişimin başarıya ulaşamaması Barberiniler'in yı­ kımlarını (geçici) hızlandırdı. Halk arasın­ da o kadar hoşnutsuzluk uyandırdılar ki, innocentius X, onlar sayesinde seçildiği halde, aileden hesap sormak zorunda kal­ dı. Sonuçta Fransa’ya çekildiler; burada savunmalarını Mazarin üstlendi. Aile 1738'de yok oldu ve mülkü Colonna aile­ sine geçti. Barberlni vazosu, Paris, Louvre m ü ­ zesi’nce sergilenen, Suriye Eyyubileri d ö ­ nem inden pirinç vazo (XIII. yy. ortaları). Emir el-Melik ün-Nâsır Selahattin adına yapılmıştır. Kıvrımdallar, yazıt kuşağı, av sahnelerinin yer aldığı m adalyonlarla be­ zeli yapıt, tekniğinin üstünlüğüyle dikkati çeker.



BARBERTON, G üney Afrika Cumhuriyeti’nde kent, Transvaal’in doğu kesimin-



Barbaros türbesi Beşiktaş-istanbul



Barberton 1314



de, Svaziland yakınında; 12 200 nüf. — Yakınında, am yant yatakları.



BARBİERİ (Giovanni Francesco) — GUERCİNO (il).



BARBET a, (fr. barbette). Ask. denize.



BARBİERİ (Leandro.Gato—denir), arjantinli caz saksofoncusu ve flütçüsü (Rosario, Arjantin, 1935). 1 9 5 6 ’da piyanocu Lalo Schifrin’in orkestrasına girdi. 1962'de trom petçi Don C herry ile tanıştı, 1966’ya değin onunla birlikte çaldı ve müzik dün ­ yasında çalkantıya yol açan free caz akı­ mına katıldı. Çalgısında giderek ustalaştı ve Latin A m erika geleneklerini free cazla birleştirerek özgün bir üslup yarattı. Sak­ sofondan çıkardığı boğ u k ton, lirik üslu­ bunun ayrı bir özelliğidir. Plakları arasında, C onfluence (1968), The Third VVorld (1969), Bolivia (1972) sayılabilir.



Savaş gemilerinde toplar için hazırlanmış siperlik. || Barbetli top, üst güverteye ko­ nulmuş, açıkta bulunan top.



BÂRBET -> B E R B A T . B a r b e y d ’A u r e v İ l l y (Juies Ame-



döe), fransız yazar (Saınt-Sauveur-le -Vicomte 1808 - Paris 1889). Yapıtlarında olduğu gibi yaşamında da amacı hep şa­ şırtmak oldu ve bunu da başardı: Zerafeti ve zekâsına (Du dandysm e et de Ge­ orge Brummel, 1845) hayranlık duyuldu, acımasız makalelerinden ve düellodaki us­ talığından çekinildi. Yeryüzündeki her şe­ ■ BARBİERİ (M argaret), İngiliz dansçı yin öbür yüzüyle, insanların ve nesnele(Durban 1947), Enrico C ecchetti’nin ye­ - rin gizli yanıyla ilgilendi, tersi, yüze tercih ğeninin kızı. 1965’te Royal Ballet’e katıl­ etti. Hiçbir alanda sınır dinlemedi: din de­ dı, Uyuyan güze/’dekı prenses Aurore yo­ ğiştirdi (1841), Roma kilisesi inançlarını rum uyla büyük ün kazandı (1970). Rokabullendi. Anlatılarının hepsinde az ya da çok bir cehennem havası sezilir: Une vieille maîtresse (1851), l'Ensorcelde (1854), le Chevalier Des Touches (1864), Un prâtre m arie (1865), les D iaboliçues (1874), Une histoire sans nom (1882) Makale ve eleştiri yazıları Oeuvres et Hom m es du XIXe sidcle (1860-1909) adlı yapıtında bir araya getirildi. Bilime, pozi­ tivizme, eşitçiliğe düşmandı; bütün öfke­ sini, bunların simgesi olarak gördüğü Zola’dan çıkardı.



Barbey d’Aurevilly Emile Levy’nin bir yağlıboya tablosundan ayrıntı (1881) Versailles müzesi



barbitürik asit R = R’ = H b a rb ita l



fenobarbital



R = R ’ = C 2H 5



j^



İ R ’ = C 6H 5



BARBEYRAC (Jean DE), fransız-hukukçu (Bezıers 1674 - Groningen 1744). Calvinci bir papazın oğluydu. Nantes ferman f nın yürürlükten kaldırılmasıyla ülkesin­ den ayrıldı. Berlin, Lozan ve G roningen’ de ders verdi. G rotius’un le Droit de la p aix et de la gue rre (Savaş ve barış hu­ kuku üzerine) adlı yapıtı için bir açımla­ m a yazdı (1720-1724). BARBİANO, XIV. y y .’da yaşamış İtal­ yan aile. Ü yelerinden biri, Alberico da B a rb ia n o (öl. 1409'a doğr.) yabancı, özellikle de fransız paralı asker çeteleri­ ne karşı “ Aziz Giorgio to p lu lu ğu ” nu ör­ gütleyerek İtalya'da C ondottiero'ların egem enliğini başlattı. 1377'den sonra G regorius X l’in, sonra da Urbanus V l’nın hizmetine girdi ve yaşamı boyunca Avignon papasına ve onun müttefikleri olan A n jo u ’lulara karşı Roma papasını savun­ du. BARBİERA (Raffaello), İtalyan yazar (Venedik 1851 - M ilano 1934). Yazıların­ da d oğ duğu kenti ve Milano edebiyat çevrelerini anlattı.



BARBİERE (D om enico DEL) — DEL Barbizon okulu Fontainebleau ormanının çıkışı: giınbatımı Theodore Rousseau’nun yapıtı Louvre müzesi, Paris



BARBİERE.



BARBİERİ (Giovanni Maria), İtalyan hü­ manist (M odena 1 5 1 9 -a y.y. 1574). 17 90'da G. Tiraboschi tarafından yayım ­ lanan, uyağın arap kökenleri üzerine bir incelemesi vardır.



Margaret Barbieri Le Papillon'Aa (1980) m antik bir dansçı olan Barbieri, büyük oyunculuk yeteneğiyle tanınır (K. MacMillan'ın yapıtı olan Las H erm anas'takı yo­ rumu).



BARBİROLLİ (sir John), İngiliz çellocu ve orkestra yöneticisi (Londra 1899 - ay.y. 1970). 1925’te Barbirolli oda orkestrası’nı kurdu. Toscanini’den sonra New York Philarm onic Sym phony O rchestra’nın müzik m üdürlüğünü ve orkestra yönetici­ liğini yaptı (1937-1943). Sonra Mancheste r’daki Halle O rchestra’ nın yöneticisi ol­ du, bu orkestrayla hem klasikleri, hem ro­ mantikleri kapsayan geniş bir repertuarı yorumladı. Stokovvski'den sonra Houston Symphony Orchestra’yı yönetti (1961-1967). BARBİTAL a (fr söze.). Formülü C 3H 12N20 3 olan, dietil 5,5 barbitürik asi­ din yaygın adı. (Tedavide kullanılan barbitüriklerin en eskisidir. Bireşimi A lm an­ y a ’da 1903’te, E. Fischer ve J. von Mering tarafından Sainte barbara gününde gerçekleştirildi. Etkisi uzun süren hipno­ tik bir barbitüriktir.) BARBİTİSTES a. (yun barbitidzein, lavta çalm aktan). Avrupa’da yaşayan ba­ zı çekirgeleri içeren cins. (Hem bağlara ve şeftali bahçelerine büyük zarar verir, hem de başka böceklere saldırır. Düzkanatlıların Ensifera takımının Phaneropteridae familyasından.)



BARBİTÜRİK a. (fr. barbiturique; alm. B arbit [ursaüre], barbitürik asit, ve yun. uran, idra r’dan). B arbitürik asitten türeti­ len ve kökeni ne olursa olsun uykusuzlu­ ğu gidererek kesin bir uyku sağlayan ger­ çek hipnotik ilaçlar sınıfı. (Bk. ansikl. böl.) ■ ♦ sıf. Org. kim B a rbitü rik asit, triokso-2,4,6 heksahıdroprim ıdın’in yay­ gın adı. (Eşanl. MALONİLÜRE.) [Bk. ansikl. b ö l]



— ANSİKL Eczc. Barbitürikler sindirim borusunda çok hızlı emilir, sonra kana ge­ çer, orada kan yuvarlarına yapışır. Ay­ rıca dokulara, özellikle karaciğer ve böb ­ reklere de bağlanır. Kan-beyinzarı enge­ lini hızla aştığından, ağız yoluyla alındık­ tan 15-30 dakika sonra (ilacın cinsine gö­ re) etkileri görülm eye başlar. Karaciğer m ikrozom larınca m etabolize edilir, sonra böbrek tarafından, etkiden yoksun metabolitler biçim inde ya d a serbest olarak (barbital) dışarı atılır. Bir bileşik ne kadar yağda çözünür nitelikteyse o kadar hızlı yok edilir. Bu bakım dan barbitürikler iki­ ye ayrılır: am obarbital, barbital ve feno­ barbital gibi yavaş yok edilen barbitürik­ ler (8-10 saat etkili olanlar) ve sekobarbital, heksobarbital gibi hızlı yok edilen bar­ bitürikler (3-6 saat etkili olanlar); bu so­ nuncular damariçi yolla anestezi indüktörü olarak da kullanılabilir. Barbitürikler, bir enzimatik indüklem e mekanizması sayesinde, kum arinik antikoagülanlar, horm onal kontraseptifler ve nöroleptikler gibi başka m addelerin kara­ ciğerde parçalanmalarını çabuklaştırır. Barbitürikler özellikle hipnotik olarak kullanılır; ağız yoluyla alındıktan 15-30 da­ kika sonra uykuyu başlatarak hızlı etki gösterir. Barbitüriklerin alınmasından son­ ra çekilen uyku grafikleri, bunların para­ doksal uykuyu, yavaş dalgalı uyku lehi­ ne önemli ölçüde hafiflettiğini göstermek­ tedir (D em ^nt ve Kleitman IV evresi). Dü­ zenli ve uzun süre barbitürik alımına ara verildikten sonra bir "sıçra m a" olgusuna tanık olunur: belirli bir süre, paradoksal uykunun evreleri norm alden daha uzun olur ve kişi karabasanlarla dolu çırpınmaiı bir uyku uyur. U ykusuzluğa karşı kullanı­ lışından başka, barbitürikler yatıştırıcı nöroleptiklerle ya da elektronarkozlarla bir­ likte uyku kürlerinde de kullanılabilir. Sa­ ranın bazı çeşitlerinin tedavisinde de barbitüriğe başvurulur. ( -> ANTİEPİLEPTİK.) Bununla birlikte, bilinen ilk hipnotikler olan barbitürikler, hem paradoksal uyku üze­ rindeki etkilerinden dolayı, hem de özel­ likle uzun süre alındıklarında yarattıkları alışkanlık tehlikesinden dolayı uykusuzlu­ ğun tedavisinde yerini yatıştırıcı benzodiazepinlere ya da nöroleptiklere bırakma yolundadır. Gerçekten, barbitüriklerle sü­ reğen zehirlenm e apati ve ani şiddet nö­ betleriyle dolu kayıtsızlık d oğurur ve bir­ denbire kesilmesi, çırpınma krizleriyle be­ lirgin tam bir yoksunluk sendrom una yol açar. Barbitüriklerle akut zehirlenme alkol sarhoşluğuna yakın bir sendrom şeklin­ de belirir (alkol almanın etkileri onların özünde zaten vardır: erinç ve coşku) ve eğer alınan doz çok fazlaysa, nörolojik ye­ ri belirsiz bir koma yaratır. Barbitürikler çoğu zaman politoksikomani çerçevesin­ de ya da uyuşturucu afyon yoksunluğu­ nu giderm ek için ikame m addesi olarak kullanılır. En başta solunum sistemi için zehirli olan (bastırıcı etki) barbitürikler, akut al­ kolizmde, solunum yetm ezliklerinde ve gebeliğin ilk üç ayında kullanılamaz (be­ beği ucubeleştirm e tehlikesi). —Org. kim. Barbitürik asit, üre ve etil malonattan elde edilir; hidrojen atomlarının azot atom larına bağlı olması nedeniyle belirgin bir asit niteliği taşır; ancak herhan­ gi bir hipnotik nitelik göstermez. Buna kar­ şılık n°5 karbon atomu üzerinde iki ornat­ mayla elde edilen türevleri, kuvvetli hipnotiktir (barbital, fenobarbital).



BARBİTÜROMAN a. (fr. barbiturom ane). Barbitürik cinsinden uyuşturucuları kullanmayı alışkanlık haline getiren.



BARBİTÜROMANİ a. (fr. barbiturom anie). B arbitürik cinsi uyuşturucu m adde­ leri kullanma alışkanlığı.



^Barbizon okulu, XIX. yy.'ın ortaların­ da, Barbizon'da ve Fontainebleau orm a­ nında çalışan m anzara ressamları kuşa­ ğını belirtm ek için kullanılan deyim . Bu kuşağa giren kimi ressamlar (Daubigny, Dupre) Barbizon’a ancak zam an zaman



Barcelona uğradılar; ama üslupları ve aralarındaki dostluk onları bu okula bağladı Barbizon okulu,-XVII. yy. Hollanda manzara resmi­ nin ve Constable'ın tablolarının 1824’te S alon'da sergilenmesiyle Fransa'da be­ ğeni kazanmaya başlayan İngiliz m anza­ ra resminin izinden gitti. 1833’ten beri bil­ diği bu köye 1847’de yerleşen Theodore Rousseau ile 1849'da buraya yer­ leşen Millet, Barbizon’ un ün kazanması­ na yol açtılar. Barbizon, Corot, C ourbet (1841 'den başlayarak) ve heykelci Barye' nin uğrak yeri oldu. Sanatçılar sık sık Ganne hanında buluşuyorlardı. Goncourt kardeşler, ressamların yaşamını dile g e ­ tiren M anette Salomon (1867) adlı rom a­ nı bu handa yazdılar. Barbizon okulu res­ samlarının üslupları belli bir romantizmden (Huet, Flers, Decamps, Diaz), gerçekçili­ ğe (Rousseau, Charles Jacque, Troyon) doğru gelişti ve Ziem. Harpignies gibi sa­ natçılarla izlenimciliğin eşiğinde durdu Apremont boğazları, büyük Arbonne fun­ dalığı, Jean-de-Paris tepeleri, Bas-Bröau, Chailly ve Macherin ovaları, en sık seçi­ len konulardı. Amerikalı, belçikalı ve hollandalı (Mesdag) koleksiyoncuların büyük ilgi gösterdikleri Barbizon okulunda her ulustan ressam vardı: Amerikalılar (Babcock, Eaton, Hunt, inness), Almanlar (Knaus, Saal), Belçikalılar (Boulenger, C ve X. De Cock, De Knyff, Papeleu), Hol­ landalIlar (Kuytenbrouwer ve kimi zaman onunla çalışan Jongkind), Macarlar (Munkâcsy, Pâal), Rumenler (Andreescu, Grigorescu), isviçreliler (Bodmer, Menn, Sutter). B A R B L A N (Otto), isviçreli besteci ve org virtüözü (Schanf, Engadine 1860 - Cenevre 1943). C enevre’deki la Societe de chant sacre’nin yöneticiliğini yaptı. Org için güzel yapıtlar, Passion selon saint Luc (1919) gibi koro yapıtları ve Calvin’in 400. doğum yıldönümü için bir kan­ tat (Post tenebras lux, 1909) besteledi.



BARBO, kökeni çok eskilere dayanan Venedikli aile. XIV. ve XV. yy.’da Vene­ dik’te çok önemli siyasal ve diplomatik bir rol oynadı. Ü yelerinden biri olan PİETRO (Venedik 1417 - Roma 1471), 1464’te Paulus II adıyla papa oldu. BARBON (PraiseGod), ıngiliz tarikatçı (1596 ? - 1680); adı ço ğu zaman Bareb o n e ya da B a re b o n e s biçimini aldı. Londralı zengin bir deri tüccarı olan Barbon, ateşli vaazları ve “ ke hanefleriyle ün kazandı. 1653’te C romwell onu; Rump Parkament olarak değiştirdiği meclisin üyesi yaptı. Bu meclis, mistik tüccarın kâ‘hince vecitleriyle alay eden Londralılar ta­ rafından "B arebone’s Parliament" olarak adlandırıldı. BARBOSA (Duarte), portekızlı gezgin (Lizbon 1480’e doğr. -C ebu adası, Filipinler, 1521). Batı kıyısını dolaşıp anlattı­ ğı H indistan’da kaldıktan sonra Ispanya’ nın hizmetine girdi ve M acellan’ın seferi­ ne katıldı. Onunla birlikte öldürüldü. Ge­ zilerini, Çin üzerine de bilgiler veren bir anlatıda dile getirdi; bu anlatı ancak 1813’te yayımlandı. BARBOSA (Rui), brezilyalı yazar ve si­ yaset adamı (Salvador 1849 - Petröpolis 1923). H ukukçu, liberal hatip. C um huri­ yetin ilanı (1889) için çalıştı. Geçici hükü­ m e tin y e d i ü y e s in d e n b iri o ld u (1889-1891) ve yeni anayasayı hazırladı. 1907’de Lahey’deki 2. barış konferansın­ da ülkesini temsil etti. BARBOTİN a. (bulucusu Barbotin'in adından). Teknol. Tırtıllı araçlarda motor ya da dingile bağlı olan ve tırtılı devindi­ ren kasnak. —ANSİKL. Teknol. Barbotin tırtıllı aracın ön ya da arkasında yer alır ve bir yarımilin ucuna bağlıdır; bu milden aldığı devi­ nimi dişli kavram a yoluyla tırtıla iletir. Ba­ zı eski tanklarda biri önde, diğeri arkada olm ak üzere iki barbotin vardı. BARBOUR (John), İskoç kronikçi ve



tanrıbilimci (1316’ya ya da 1325’e doğr. - Aberdeen 1395). 14 000 dizelik epik şii­ rinde (The Bruce, 1375), sonradan iskoçya kralı olan haydudu överek,bu yurtse­ veri uluslararası şövalyeliğin erdem lerini yansıtan bir örnek olarak gösterir.



BARBU (Dan BARBİLİAN. İo n —denir), rumen şair ve matematikçi (Cîmpulung Argeş, 1895 - Bükreş 1961). Önce parnasyen nitelikte yapıtlar verdi; sonra, için­ de geometrinin yansımasından başka bir şey olmayan lirizmin yer aldığı, (OE-Joc secunü, 1930), "b a lk a n " (isarlîk) d öne­ m indeki folklor pitoreskine yöneldi.



BARBU (Eugen), rumen yazar (Bükreş 1924). Hikâyeleri (Prinzul d e dum unıcâ 1962; Mıresele, 1975) ve romanlarında {Groapâ. 1957; Şosea Nordului, 1959; Facerea Lum ii, 1964; incognito', 1978), Bükreş banliyösünü canlı, hatta argo bir dille anlattı Ayrıca, olayın Fenerli Rumlar' ın dönem inde geçtiği siyasal bir mesel yazdı (Principele, 1969)



BARBUDA, Küçük Antil adalarında (Rüzgârüstü adaları) ada, Antigua adası­ nın K .’inde; 160 km2. 1981’de bağımsız­ lığına kavuşan Antigua devleti toprakları içindedir. BARBULA a. Genel olarak çok kurak yerlerde, kuru toprak, kaya, duvar ve ağaç üstünde yetişen ve değirmi bombeli yumağımsı yastıkçıklar oluşturan dik durumlu karayosunu.



BARBUNYA a. 1. Meyvesi ve tanesi kır­ mızı benekli olan fasulye bitkisi. — 2. A y­ nı bitkinin tanesi. (Barbunya fasulyesi ta­ ze ve kuru olarak tüketilen lezzetli bir fa­ sulye çeşididir.)



BARBUNYA a. Sıcak ve ılık denizlerde



BARBUNYAGİLLER a. Sıcak ve ılık denizlerde yaşayan, iki sırt, bir anal yüzgeçli türleri içeren kemiklibalıklar familya­ sı. (Familyanın örnek türü barbunya "dır. Familya üyelerinin renkleri canlıdır: sırt ta­ rafları esmer-kırmızı, yanları sarımsı pem ­ be ya da erguvanl-kırmızı. Etleri çok lez­ zetlidir Bil. a. M ullidae.)



1315



BARBUSSE (Henri), fransız yazar (Asniöres 1 8 7 3 -M o s k o v a 1935) Yazdığı duygusal şiirler ve doğalcı bir rom andan (L Enler, 1908) sonra, 1916 ’da Goncourt ödülünü alanA feş(le Feu) ile ün kazandı: ikinci adı “ Bir askerin g ü n lü ğ ü " olan bu yapıt alışılagelen subay öykülerine bir tep­ ki olarak çıkar ve basit bir erin yaşamını kesin ve acımasız bir biçim de özetler. Sa­ vaştan sonra Barbusse, l’Humanitö gaze­ te s in d e ve M o n d e d e rg is in d e b ir "pro leta rya ” edebiyatının ölçütlerini sap­ tam aya çalıştı. Son yapıtlarında kom üniz­ mi ve sık sık gittiği SSCB’yi övdü: A yd ın ­ lık (Clarte) [1919]; la Lueur dans l'abfme, 1920; Lenine (1934); Staline (1935). BARBUT a. 1. Zarla oynanan bir tür oyun. — 2. B arbut atmak, bu kumarı oy­ namak.



Barbut altını, bir tür osmanlı altın sik­ kesi. Abdülm ecit dönem inde (1839-1861) gerçekleştirilen para reformu sırasında halkın elinde bulunan sikkelere yeni bir rayiç saptanırken, iki kırat (0,401 g) ağır­ lığındaki Mısır barbut altınlarının bir dir­ hemi 31 kuruş 10 para olarak değerlen­ dirilmiştir. Buna göre barbutların, Mahmut II dönem indeki (1808-1839) Mısır çifte rumilerinin ru b ’iyesi (çeyreği) olduğu anla­ şılır.



BARBYSES ya da BARBYSSOS, İs­ tanbul’da, Haliç’e dökülen Kâğıthane de­ resinin antik adı.



yaşayan, çenesi bıyıklı, eti çok lezzetli kemiklibalık. (Barbunyagiller familyası.) BARCELLONA POZZO Dİ GOTTO, — ANSİKL Barbunya, canlıyken kırmızı, İtalya’da kent. Sicilya'nın kuzey-doğu ke­ ölünce kahverengi-yeşildır; dayanıksız ve siminde, M essina’nın B .’sında; 34 500 iri pulları, iki sırt yüzgeci vardır. Kıyıya ya­ nüf. Tarım (turunçgiller, şarap) merkezi kın, kumlu ve çamurlu diplerde büyük sü­ BARCELONA, Venezuela’da kent; Anrüler halinde dolaşır, dokunm a ve tat al­ zoâtegui eyaletinin merkezi, Antiller denizi ma organları bakım ından zengin bıyıkla­ yakınında; 78 200 nüf. Yönetim ve tica­ rı sayesinde yerlerini saptadığı om urga­ ret merkezi. sızlarla beslenir. Türkiye sularında rastla­ nan dört türü vardır; barbunya’ nın (Mul- I B a r c e l o n a , ispanya’nın ikinci bü­ yük kenti, Katalonya’nın ve Barcelona ili­ lus barbatus) boyu 40 cm ’dır; te kir’in (M. nin merkezi, Akdeniz kıyısında; 1 707 286 surmuletus) boyuysa en çok 25 cm olur; nüf. (1990). Barcelona, XX. yy.’ın başında Nil barbunyası (U peneus asymmetricus) basit birer köyken bugün herbirinin nüfu­ ile paşa barbunyası’ysa(U. moluccensis) su 100 000’i aşan ve birer sanayi merkezi Süveyş kanalının açılmasından sonra Hint olan 5 başka kenti (Hospitalet, Badalona, okyanusu ve Kızıldeniz’den gelerek Ege Sabadell, Tarrasa, Santa Coloma de Gradenizi’ ne ulaşan türlerdir



Barcelona kentten genel bir görünüm la Paz meydanı, Kristof Kolomb anıtı (ön planda) ve RamblaTar (kenarı ağaçlık cadde)



Barcelona Barrio Gotico'daki Diputacidn provincia! (XV. yy.) sarayının avlusu



Barcelona’daki Casa MHa Paseo de Gracia’da Antonio Gaudi tarafından yapılan (1905-1910) konut



manet) kapsayan ve bu kentlerin halkıy­ la birlikte, yaklaşık 3 milyon kişinin yaşa­ dığı önemli bir yerleşmedir. • COĞRAFYA. Montjuich ve Tibidabo te­ pelerinin eteğinde, Besös ve Llobregat deltaları arasında eğimli bir alanda kurul­ m uş kent, planından anlaşıldığı gibi, şe­ matik bir biçim de gelişmiştir. Romalılar dönem inde kent, oval biçim deydi ve Tab e r’in doruğunda (katedral) yer alıyordu. Katalonya alanı ile liman arasındaki Ram blalar gezinti yeri, R ondalar'la sınır­ ları belirlenen, O rtaçağ’da yapılmış sur­ ların içindedir. Eski semtlerin ötesinde ve çevredeki eski kentlerin (Gracia gibi) ara­ sında, C erd a ’ nın düzenlediği kafes biçi­ m indeki Ensanche (sözcük anlamı " b ü ­ yütm e” ) uzanır. Birbirini diklemesine ke­ sen düzenlenişi, kentin XIX. yy. ortasın­ dan XX. yy. ortasına kadar genişlem esi­ ne yön vermiştir. Barcelona günüm üzde de, XIX. yy.'dan kalan ve yakındaki Valles’te ve kıyıda uzanan sanayi yapılarını da yavaş yavaş içine alan ve Ispanya’nın güney illerinden gelme çok sayıda işçiyi barındıran önemli bir sanayi m erkezidir (metalürji, otom obil [SEAT], dokum a ve kimya ürünleri sanayileri); çevre semtler­ deki işçiler için yapılmış büyük toplu ko­



m a sanatını temsil eden ıkı kilise bulun­ nutlar, sanayideki büyüm eyi de vurgula­ maktadır: XX. yy.’da onarılan S. Pedro de maktadır. Lim andan (toplam trafiği 15 las Puellas kilisesi ve dilim dilim, değişik Mt), öncelikle sanayi tesisleri yararlanır. kemerli bir revakı olan S. Pablo del CamBu gelişm eye koşut olarak, kentin tarih­ po kilisesi. XIV.-XIX. yy. arası Katalonya’ sel merkezi küçülm ekte ve kuruluşu sıra­ nın en önemli g otik anıtlarından biri olan sındaki sınırlarına çekilm ektedir; Paseo S. Eulalia katedrali Barrio G ötico’nun için­ de G racia’da başlayan kesim de ve Diade yer alır (mobilyalar ve gotik üslupta gü­ gonal'daki iş semtlerindeyse, şirketlerin zel katalan m ihrap arkalıkları gibi sanat merkezleri ve bürolar toplanm aktadır. yapıtları; XIV. y y.’dan kalma revak). Bar­ Barcelona aynı zam anda bir yönetim (Kacelona kontlarının eski konutları olan Kral­ talonya genel valiliğinin merkezi), kültür lık sarayı’nda deli Tinell salonu ve yem ek­ (üniversiteler, basın ve yayımcılık) ve tu ­ hane bulunur; üstünde de M irad o r del rizm merkezidir. Katalonya'nın etkin g ü ­ Rey M artin adı verilen ve galerilerin yer cünün büyük bölüm ünü bünyesinde to p ­ aldığı beş katlı bir kule yükselir. S. ^guelayan kent, Katalonya'nın öbür büyük il­ da capellası XIV. yy. başından kalmadır leri Tarragona, Gerona, özellikle de Leri(J. H uguet'nin m ihrap arkalığı). Diputacida'yı kesin biçim de geride bırakmıştır. ön provincial'tn (XV. yy.) duvarlarından bi­ —Barcelona ili, Pireneler ile Akdeniz ara­ ri üzerinde, Rahip Jo h a n ’ın yapıtı olan sında uzanır; 7 733 km2; 4 628 300 nüf. (1418) Aziz Georgius m adalyonu bulu­ • TARİH, i. Û. III. y y.’da Kartacalılar ta­ nur. S. Jorge capellası’nın dış yüzeyi alev­ rafından eski bir iberya kenti üzerine ku­ li gotik üsluptadır. Birinci katta Los Naranrulan Barcino şehri, i. Ö. 2 1 8 ’de Romalı­ jo s (Portakal bahçesi) denilen yükseltilmiş lar tarafından fethedildi ve i. Ö. I. y y .’da bir iç avlu bulunur. Ayuntam iento, XIV. söm ürge statüsünü aldı. 531 'den yakla­ y y .’dan kalmadır, ama salonları XX. şık 548 yılına kadar Vizigot krallığı’nın y y .’da J. M. Sert ve Xavier N ogues tara­ başkenti olan B arcelona’yı 714 ’te Arapfından dekore edilmiştir. S. Maria del Mar lar ele geçirdi ve 801 'd e Franklar fethet­ kilisesi, narin sahınlı bir XIV. yy. yapısıdır. ti. Bu tarihten başlayarak, adını taşıyan XVIII. yy.’da yeniden yapılan La Lonja’da kontluğun başkenti oldu ve bu kontluk, dikkate değer bir g otik şahın bulunur. IX. y y .’ın sonunda bağımsızlığına kavuş­ Casa Dalm ases ve N uestra Senora da tuktan sonra K atalonya*'yı birleştirici bir Belen (1687-1729) barok sanatının örnek­ rol oynadı. Daha sonra şehir, Aragon kral­ leridir; Virreina sarayı (1778) ise klasik sa­ lığının fiilen başkenti durum una geldi. natı temsil eder. XIX. y y .’da, Antonio Barcelona XI. y y.'d a n başlayarak, En­ Gaudi, Güell sarayı’nı ve parkını, Batllö dülüs'ü Kuzey A vru pa ’ya bağlayan, altın ve Milâ evlerini yaptı, sonra da olağanüs­ ve köle ticareti yolu üzerinde önemli bir tü Sagrada Familia'ya başladı. 19 29 ’daki ticaret merkezi ve A kdeniz’in en önemli sergi için yapılan “ İspanyol k ö yü" ise liman kentlerinden biri oldu. 1249’dan M ontjuich parkı’ndadır. başlayarak kendine özgü bir belediye yö­ Barcelona'da birçok ünlü müze vardır; netimine kavuşan Barcelona, daha o d e ­ bunların başlıcaları: Federico M ares m ü­ virde büyük bir ticaret merkeziydi; kentin zesi (ortaçağ heykelleri), M ontjuich’de Ka­ tüccar burjuvaları, Aragön krallığı’nın de­ talonya sanatı müzesi (roma resim sana­ nizlere açılmasında önemli rol oynadılar. XIV. yy. Barcelona’nın O rtaçağ’d a en tı), M odern sanat müzesi (Fortuny, Mir, Casas, Rusiriol, Nonell), M irö vakfı fazla gelişme gösterdiği dönem dir. A kde­ (300’den fazla yapıt), Picasso müzesi (go­ niz’in bütün büyük şehirlerinde Katalontik üslupta bir sarayda J. Sabartes'in ko­ ya söm ürgeleri vardı. Consolal de M ar leksiyonuyla başlamış ve Picasso'nun ba­ (Deniz hukuku kuralları derlemesi) ile yet­ ğışlarıyla [M enines] zenginleşmiştir), De­ kilerini kendi denizcilerinin ve tüccarlarının niz müzesi. bulundukları yerlere kadar genişleten kent, LLİbre del C onsolat de m ar ile de Barcelona antlaşm ası, 19 ocak ileride birçok yasaya esin kaynağı olacak 1493’te Charles VIII ile Katolik Fernando d e n iz yasalarını b ir a raya g e tird i. II arasında imzalanan antlaşma. İtalya se­ 1348’den sonraki karahum m adan ve ferine girişm eden önce ispanya’nın taraf­ 1380’deki ekonom ik krizden büyük ölçü­ sızlığından emin olm ak isteyen Charles de etkilenen Barcelona, XV. y y.’da geri­ VIII, Roussillon’u ve Cerdanya’yı Fernan­ leme dönem ine girdi ve tüccar oligarşisi do ll ’ye geri verdi. Buna karşılık Fernan­ (Biga) ile halk topluluklarının (Busca) ça ­ d o II Fransa’ya karşı hiçbir ittifaka katıl­ tışmalarına sahne oldu. Şehir, 1462 ile m am a konusunda güvence verdi. 1472 tarihleri arasında kral Juan ll'ye kar­ Barcelona konferansı, 1976’d a to p şı ayaklandı ve 1472’de kesin olarak iş­ lanan ve A kdeniz’in kirlenm eye karşı ko­ gal edildi. runmasına ilişkin bir sözleşmenin imzalan­ XVI. y y.’da oldukça refah içinde geçen masıyla sonuçlanan konferans. Türkiye, bir dönem ve XVII. yy.’da bir gerileme dö­ 31 ekim 1980 tarih ve 2328 sayılı yasa nemi yaşayan Barcelona, 1640’ta kral Feuyarınca sözleşmeye taraftır. lipe IV’e karşı girişilen Katalonya ayaklan­ masının başını çekti ve 1652’ye d ek di­ rendi. ispanya Veraset savaşı’nda arşi­ d ük Kari Von H ab sb u rg ’un tarafını tuttu ve sonuçta 1714 ’te kral Felipe V ’e teslim olm ak zorunda kaldı. Bu tarihten sonra kentin belediye kurum lan kaldırıldı. XVIII. y y.’da, birçok tekstil fabrikasının kurulması ve 1778’den sonra Amerika ile ticaret serbestliği sayesinde Barcelona yeni bir refah dönem ine girdi. XIX. y y.’ ın ilk yarısında bir durgunluk devri geçirdik­ ten sonra, Katalonya’nın sanayileşmesi­ ne güç veren bir m erkez oldu ve şehirde anarşik sendikal eğilimli önemli bir işçi ha­ reketi oluşmaya başladı. Tem m uz 1936'da, şehri Franco'ya tes­ lim etmeyi am açlayan askeri ayaklanma, sendikacı milislerin kitle halinde hareke­ te geçmeleriyle bastırıldı. Cumhuriyetçi di­ renişçilerin önemli bir merkezi olan Bar­ celona, mart 1938’de İtalyan hava kuv­ vetleri tarafından şiddetle bom balandı (1 000 ölü) ve frankocu birlikler tarafından ancak 26 ocak 1939’d a ele geçirilebildi. ( -» İSPANYA iç savaşı [1936-1939].) • GÜZEL SANATLAR. Roma dönem in­ den sur parçalarının yer aldığı kentte ro­



BARCIK a. Eski at arabalarında alt yas­ tık.



BARCLAY (Alexander), İngiliz şair (is­ koçya'da ? 1475'e doğr. -Croydon 1552). Önce benedikten, sonra fransisken oldu. Büyük bir çevirm endi, ilk İngilizce Eclog u e 'lan (1514) ve S. Brant’tan esinlene­ rek serbest bir biçimde The Shyp o f Folys o f the VVorlde (1509) adlı hiciv kitabını yazdı. BARCLAY (VVİlliam), İskoç hukukçu (Aberdeen 1541 ya da 1 5 4 6 -A n g e rs 1608). Fransa’da hukuk dersleri verdi. Krallık yönetim i üzerine yapıtları vardır. BARCLAY (John), İskoç yazar (Pont-â -Mousson 1 5 8 2 -R o m a 1621). VVİlliam B arclay’in oğlu. Cizvit düşmanlığını yan­ sıtan yergi romanları yazdı. Latince ola­ rak kaleme aldığı bu yapıtlardan A rgenis (1621), Fransa’daki Birlik dönem ini ele alan siyasi bir romandır. BARCLAY (Robert), İskoç tanrıbilimci (Gordonstovvn, Elgin yakınında, 1648 -Ury, A berdeen yakınında, 1690). Quakerlerin öğretilerini benim sedi ve bunları



çeşitli yapıtlarında sistemleştirdi. ^ B A R C L A Y D E T O L L Y (Mihail Bogdanoviç, prens), İskoç kökenli rus mareşal (L u h d e - G ro ssh o ff, L iv o n y a , 1761 -insterburg, bugün Çerniakhovsk, 1818). Türkiye'de (1788), İsveç’te (1790), Polon­ y a ’da (1794) ve N apoleon'a karşı Prus­ ya 'da (1806-1807) savaştı; Friedland savaşı'ndan sonra A leksandr l'e Rusya'nın orta bölgelerine kadar direnilmesini öner­ di. Finlandiya’da (1808) Kuopio'yu aldı ve donm uş olan Botni körfezini buz üzerin­ den geçti. 1810'da savunm a bakanı olan De Tolly, 1812 fransız istilası sırasında I. Batı o rd u su ’na kom utanlık yaptı. Savun­ m a savaşı yanlısı olan Kutuzov ile anla­ şam adığından B orod in o'd a n sonra ko­ m utanlık görevinden ayrıldı. 1813'te A l­ manya, 1814'te Fransa savaşlarında bü­ yük ün kazandı. Paris’in alınmasından sonra feldmareşal olan De Dolly, 1815 ’te rus orduları başkomutanlığına yükseltildi.



Barclays, 1 736'da kurulan ve merkezi Londra'nın City sem tinde bulunan İngiliz bankası. Barclays, birçok birleşme işlem­ leri sonucunda Barclays Bank and Co. Ltd. adını aldı. Başka girişimleri de bün­ yesine kattıktan sonra, 1916'yı izleyen yıl­ larda ulusal boyutlara ulaştı. Birinci Dün­ ya savaşı'ndan sonra Fransa’da da şu­ be açtı ve denizaşırı katılımlarını geliştir­ di. B u n la rd a, 1925’te aralarında birleşe­ rek Barclays Bank DCO (Dominions, Colonial and Overseas) adı altında özel bir bağlı ortaklık oluşturdu. 1967'de Banc of Am erica ve dört A vru pa bankası ile bir­ likte A vrupa finansm an şirketi’ ni kurdu. Aynı zamanda, Lloyds Bank ve başka de­ nizaşırı İngiliz bankaları ile anlaşarak ta­ kas uygulayıcılarına danışmanlık yapan Intercontinental Banking Services Limite d 'i kurdu. Barclays, İngiliz m evduat bankalarının başında gelir ve dünyanın en önemli bankalarından biridir.



boşaltmada kullanılan tekne. — 3. Bir ka­ re yelkenle donatılmış dibi düz tekne. — Esk. denize.O rtaçağ'da kullanılan yel­ kenli ve kürekli tekne. — İngiltere’nin gü­ ney kıyılarında ve Thames nehrinde kul­ lanılan bir çeşit kıyı ve nehir teknesi. (XVII. yy.’da, geçit törenlerinde kullanılırdı.). — Osmanlı donanmasında, bir tür nakliye ve savaş gemisi. (Bk. ansikl.böl.) — ANSİKL. Denize. Okyanus harçları açık denizde, özellikle düşük değerde yükle­ rin (kereste, sıvı yük, gaz vb.) taşınmasın­ da kullanılır. Tonajı 5 000 ile 30 0 0 0 1 ara­ sında değişir. U zunluğunun genişliğine oranının 1/5 olması, barça denizde iyi bir denge sağlar, iyi havada 7 ile 10 deniz mili yapar. Okyanus barçı çok ekonom ik­ tir; çünkü inşa maliyeti düşüktür ve rıhtım­ da yükleme-boşaltma yaparken itici ya da röm orkörü başka bir barçın manevrasın­ da kullanılabilir. Petrol harçları, petrol sanayisinde kul­ lanılır ve çeşitli tipleri vardır: platformları ta­ şıyan dalıcı barçlar; "c e k e t" tipi platform ­ ları sondaj yerine götürm ede ve suya in­ dirm ede yararlanılan indirm e harçları,su altı boru hatlarının döşenm esinde, boru­ ların taşınmasında, gereçlerin depolan­ masında kullanılan yardım cı barçlar. Gemiye yüklenen barçlar, "b a rç taşı­ yıcı gem iler’l e taşınır ve gemi rıhtıma ya­ naşm adan denize bırakılır; böylece yükleme-boşaltma için gemilerin limanda beklemesine gerek kalmaz. Ren nehrinde kullanılan büyük barçlar 76,5 m uzunluğunda, 11,4 m genişliğin-



kentin yeri bilinmemektedir. Orta Asya ta­ rihçisi Cemal Karşî, kentin Tü rkm e nle rle yurdu olduğunu bildirir (1273); Türkmenler’in emiri Selçuk bin Kınık ile şair ve bil­ gin Hüsamettin Ham it bin Asım ’ın bura­ da oturduğunu yazar. Barçınkent'in, m o­ ğol istilasından sonra öteki türkm en kent­ leri gibi önem ini yitirdiği sanılmaktadır.



BARÇİYA a (öz. a. J. Bartsch'dan). Nemli çayırlarda ve kalker kayalıklarda yetişen koyu renkli çokyıllık bitki. (Bil. a. bartsia ya da bartsehia; taşkırangiller fa­ milyası.) BARD a. (lat. bardus, galya dilinden; fr. barde). Keltler’de ozan ve şarkıcı. —A n s Ik l. Keltler’de rahipler sınıfından olan bardlar, şeflerin savaş başarılarına övgüler düzer ve bir çeşit danışmanlık gö­ revi yaparlardı. Roma istilasından sonra, Galler ülkesi’ndeki küçük prenslerin sa­ raylarında varlıklarını sürdürdüler ve katı bir aşama düzenine uygun olarak örgüt­ lendiler. Cruth denilen bir çeşit lir taşırlar­ dı. En ünlüleri ve en eskileri Taliesin, Aneirin ve Uyvvarch H en 'd ir (VI. ve VII. y y.’la r ). Ülkenin Edward I tarafından fet­ hi (1283) üzerine, bardlar, XVI. y y.’a ka­ dar gezgin olarak şarkıcılık yaptılar. Ro­ mantizm, ulusal destanların oluşmasında kesin bir rol oynadıklarını ileri sürerek, on­ lara halk katında yeniden saygınlık kazan­ dırdı. SBARDA a. Marangl. ve Yapı.1. Dülger, fıçıcı gibi ağaç işlerinde çalışanların kul-



BARCO VARGAS (Virgilio), Kolom bi­ yalI siyaset adamı (Cucuta 1921). 19861990 yılları arasında cumhurbaşkanı ola­ rak görev yaptı. Barcroft eğrisi, hem oglobinin oksijen yoğunluğu ile (ordinatta) kanın kısmi ok­ sijen basıncı arasındaki (apsiste) ilişkiyi gösteren eğri. Yalnız üst düzlemi bulunan sigmamsı bir eğri çizer ve kandaki pH, sı­ caklık ve kısmi oksijen basıncı değişiklik­ leriyle sağa ya da sola kayar. (Eşanl. OKSİHEMOGLOBİNİN AYRILMA EĞRİSİ.)



BARCSAİ (Akos), Erdel beyi (7 1619 - ? 1661). Erdel beyi Rakoçi Györ l'in el­ çisi olarak İstanbul’da bulundu (1642). Lugoj ile Caransebeş banlığı (1644), Hunyad valiliği (1648) yaptı. Ayaklanan Ra­ koçi Györ, üzerine gönderilen ordudan kaçınca OsmanlIlar tarafından Erdel be­ yi yapıldı (1658). Yanova, Sebes, Lugoj' un Osmanlı devletine katılmasını ve yılda kırk bin altın haraç verm eyi kabul etti. Avusturyalılar'dan yardım alan Rakoçi ta­ rafından tahttan indirildiyse de Budin bey­ lerbeyi Şeydi Ahm et Paşa’nın yardımıyla beyliği yeniden elde etti (1660). Erdel soy­ luları ve Avusturya tarafından destekle­ nen Kemeny Yanos tarafından öldürüldü. BARCSAY (Jenö), m acar ressam (Katona, Transilvanya, bugün Rom anya’da, 1900). Budapeşte Güzel sanatlar akadem isi'ni bitirdi; Paris ve İtalya'da inceleme gezileri yaptı. Daha sonra, 1929’dan baş­ layarak düzenli olarak Szentendre’de ça ­ lıştı ve kentin resim okulunu kurdu. Ke­ sin ölçülere dayanan ve soyutlam anın sı­ nırlarına yaklaşan peyzajlar yaptı ve insan gövdesi üzerindeki çalışmalarını Anatomie artıstique (fr. çev.) adlı yapıtında to p ­ ladı (1953). 1945’ten başlayarak Buda­ peşte’de ders verdi. ■ BARÇ ya da BARÇA a. (fr. barge; lat. barica). Denize. 1. itilerek, yedekte çeki­ lerek ya da gemiye yüklenerek götürülen, yük taşımaya yönelik genellikle motorsuz tekne. (Bk. ansikl. böl. Denize.) — 2. Yük



dedir. 1 500 t ’luk bir yük aldığında suya 2,5 m, 1 800 t'lu k yük taşıdığında da 3 m göm ülür. Barçlar ya tek olarak ya d a seyir yolunun özelliklerine ve boyutlarina göre düzenlenen konvoylar halinde bir iticinin ya da çekicinin yedeğinde itilir ve çekilir. Mississippi nehrinde değişik boyutlarda onun üstünde barç konvoy halinde seyredebilir. Gemi harçlarının boyutları Ren nehrin­ de kullanılan harçlardan çok küçüktür. Genellikle koşutyüzlü olan bu barçlar iç su yollarında konvoy halinde seyreder ya d a denizlerde, özellikle bir kıtadan d iğ e ­ rine, "ba rç taşıyıcı gemiler’le taşınır. Bun­ ların b irçok tipi vardır: Lash, Sea, Bee vb. — Esk. denize. Barçlar XVII. yy.'dan ön­ ce HollandalIlar ve Italyanlar, sonra diğer Avrupa devletleri tarafından kullanıldı. 2 ya da 3 direkli kalyon tipinde yapılan barçlar yelkenle donatılmakta ve irili ufaklı 80 to p taşınmaktaydı.



BARÇA, Giresun’un merkez ilçesi, merkez bucağına bağlı köy; 1 907 nüf. (1990). BARÇAK -



BALÇAK



BARÇINKENT ya da BARÇINLIĞKENT. Tar. coğ. Orta Asya'da Sir Der­ ya kıyısında kent (adı, eski türkçede ipe k­ li kum aş kenti anlamına gelir). XIII. yy.'a ait çeşitli seyahatnam elerde adı geçen



» | üj | S | w



Barclay de Tolly 1812’de yapılmış yağlıboya portre Tarih müzesi, Moskova



üstle Pittsburgh (ABD) yakınlarındaki Ohio nehri üstünde bir iticiyle götürülen nehir harçlarının oluşturduğu konvoy altta ayaklı bir kuyu açma platformu taşıyan barç



barda landıkları özel biçimli balta; fıçıcı keseri. — 2. Dam ustalarının kullandıkları bir ucu çember biçiminde eğri, öbür ucu keskin bir tür çekiç. — 3. H arç karıştırma aracı. BARDA, esk Berzaa ya da Berde, Azerbaycan'da, Bakü'nun 240 km batı­ sında küçük kent. Kura çukurunun batı



1318



kenarında, Karabağ dağlık yöresinden inen Terter suyunun sol yakasında, bu su ile Kura nehrinin kavuştuğu yerden yak­ laşık 20 krn uzaklıktadır. Sasani hüküm ­ darı Kaval I dönem inde (488-531) güçlü bir kale yaptırıldı. Hazarlar ve halife Os­ man dönem inde arap ordularınca tahrip edildi. Emevi ve Abbasi egem enliğinde, bölge valilerinin merkezi oldu. Yakındo­ ğ u ’ nun Rey ve İsfahan’dan sonra en bü­ yük kenti ve ipek ihraç merkeziydi. 943 -944'teki rus işgalinden sonra önemini yi­ tirdi.



barda



BARDA BALKA. Tarönc. Irak'ta, Ker­ kük bölgesinde, Kerkük-Süleymaniye yo­ lunun 200 m G.-D. sunda Yontmataş dö ­ nemi buluntu yeri, ilk kez Naci el-Asil ta­ rafından ortaya çıkarıldı (1949). Bu araş­ tırmacının H. E. Wright ve B. Howe ile bir­ likte yaptığı kazılarda (1951) Moustier kül­ türünün özelliklerini taşıyan çakıltaşından kazıyıcılar, el baltası, çeşitli hayvan kemik­ leri bulundu. Bu buluntular M ezopotam ­ ya ’da Yontm ataş dönem inin yaşandığını göstermesi açısından önemlidir. BARDACIK a. Yörs. Ege bölgesinde yetişen ve taze olarak tüketilen arm ut bi­ çim inde ve kısa saplı ufak incir çeşidi (Körpeyken beyaz olan eti olgunlaşınca parlak kırmızı olur.)



BARDACIKERİÖİ -» BARDAKERİĞİ. BARDAİ, Büyük Sahra’da vaha;Ç ad’ın (Tibesti) kuzey kesiminde.



BARDAK a. 1. Bir şey içm ek için cam ­



Brigitte Bardot Michel Deville’in Beni sevemezsin’mie (1969) Jean-Pierre Cassel ile



dan, kristalden, plastikten vb. yapılan kap: Tepsi devrilince bardaklar kırıldı Bardağa İçki koymak. — 2. Say. sıf. + bardak, bir su bardağının alabileceği mik­ tar: Bir bard a k bira içmek. H am ura üç bardak şeker eritip katınız. — 3. Halk. Tes­ ti, ibrik. — 4. Bardak altı, bardağın kon­ d uğu yeri kirletmemesi için altına yerleş­ tirilen örgü, kâğıt ya da plastik örtü; bar­ d ak tabağının üzerine serilen işlemeli ya da dantel örtü. || Bardak tabağı, barda­ ğın altına konulan küçük tabak. |j B arda­ ğı taşıran son damla, insanda en sonun­ d a sert bir tepki yaratan olumsuz söz, davranış, olay, vb. || Bardaktan boşanır­ casına, yağm urun şiddetini vurgulam ak için söylenir: Bardaktan boşanırcasına bir ya ğm u r yağıyordu. || Am asya'nın bard a ­ ğı, biri olmazsa b ir daha, bir şeyin, bir kimsenin tek olmadığını, benzerinin bu­ lunabileceğini vu rgu la yara k önem ini azaltmak için söylenir. |j Ayaklı bardak, ka­ deh. || Bira bardağı, büyük, geniş, genel likle kulplu bardak. || Ç ay bardağı, küçük, ortası dar bardak. |j Limonata bardağı, in­ ce, uzun bardak. || Su bardağı, ortalama 250 g su alabilen bardak.



BARDAKÇI, Eskişehir'in Seyitgazi il­ çesi, merkez bucağına bağlı köy; 1 692



nüf. (1990). Köyün çifte halvetli hamamı XV. ya da XVI. y y ’a tarihlenmektedir.



BARDAKERİĞİ ya da BARDACIKERİĞ! a Yörs. Bir yanı uzunlamasına çiz­ gili, dumanlı m orum su renkte ve oval bi­ çim de erik çeşidi.



BARDAKLI, esk Tahilki, Ağrı'nın Do­ ğubeyazıt ilçesi, merkez bucağına bağlı köv: 1 831 nüf. (1990). PTT. BARDAKLIK a. 1. Bardak, fincan, vb koym ak için yapılan raf. — 2. Kahvelerde tezgâh üzerine konulan, genellikle sarı m adenle süslenmiş, bölmeli bardak d o ­ labı. BARDANİOS TURKOS, bizanslı patricius. A na do lu ’daki birliklerin kom utanıy­ ken 8 0 3 ’te askerler tarafından im parator ilan edildi; ama ihanete uğrayınca, he­ men rakibi Nikephoros l’e boyun eğdi. İs­ ta n b u l’daki adalarda manastıra sürgün edildi; im paratorun buyruğuyla gözleri oyuldu.



BARDARİOS, B a r d a r e s ya da BARDARİS, antik Aksios. Tar.coğ. Bi­ zans dönem inde M akedonya’daki Vardar nehrine verilen ad. Bizans im paratoru Theophilos (829-842)tarafından İran’dan getirilip bu yöreye yerleştirilen tü rk Bardariotlar, adlarını bu nehirden almışlardır. BARDAS, IX. y y .’da Bizans patriciusu. im parator Theophilos’un karısı Theodora’nın erkek kardeşi, im paratorun ölü­ m ünden sonra ve M ikhael lll'ü n ço cuk­ luğu sırasında rakiplerini ve Theodora'yı saf dışı bıraktı (856). Hırslı, her çareye başvurm aktan çekinm eyen, am a sert ve dürü sttü . Önce curopalates, sonra sezar olan Bardas, yasaları yeniden düzenledi, Üniversiteyi yeni baştan örgütledi ve pat­ rik ignatios’u görevden aldırdı; ignatios’ un yerine Photios geçti (858). Am a göz­ de adam larından biri olan m akedonyalı Basileios’un etkisi altında kalan im para­ tor, onu öldürttü (866).



BARDAS PHOKAS -



PH O KA S (Bar­



das).



BARDAS SKLEROS







SKLEROS



(Bardas).



BARDEEN (John), amerikalı fizikçi ve teknisyen (Madison 1908-Boston 1991). 1945’te Bell laboratuvarlarına girdi. 1951’d e illinois üniversitesi fizik ve elek­ troteknik kürsüsü profesörü oldu. 1959 -1962 arasında ABD başkanının bilimsel ve teknik konulardaki danışm anlarından biriydi. Yarı iletkenler ve germ anium lu tranzistörün düzenlenm esi konularındaki çalışmalarıyla W. H. Brattain ve W. Shokley ile birlikte Nobel fizik ödülü aldı (1956). 1972’de, aşırı iletkenlik kuramıyla Leon N. C ooper ve John R. Schrieffer ile birlikte ikinci kez Nobel ö d ü lü ’nü kazandı. BARDEJOV, Çekoslovakya'da (Doğu Slovakya) kent, Beskid dağlarının eteğin­ de, Topla ırmağının kıyısında; 9 200 nüf. XIV. yy.’dan kalma sur. Gotik ve rönesans üslublarında ev ve anıtlar: XIV.-XV. y y .’iardan kalma Aziz Egidus kilisesi (eş­ yalar, sanat yapıtları). Bölge müzesi.— Yakınında, kaplıca merkezi. BARDEM (Juan Antonio), İspanyol film yönetmeni (Madrid 1922). Oyuncu bir ai­ lenin oğludur. Bir tarım mühendisliği oku­ luna yazıldı, sonra eleştiri yazıları ve se­ naryolarla sinemaya yöneldi, ilk uzun fil­ mi Esa pareja feliz'ı (1951) L. G. Berlanga ile birlikte çekti; onun B ienvenido Mr. Marshall (1952) filminin senaryosunu yaz­ dı. Com icos (1954) ve Felices Pascuas (1954) gibi filmlerinden sonra çektiği Muerte de un cichsta (1955) ve Calle M ayor (1956) ile büyük bir uluslararası başarı ka­ zandı ve L.G. Berlanga ile birlikte İspan­ yol sinemasının en tanınmış temsilcisi ha­ line geldi.D aha sonra kendini yenilem e­ ye çalışan Bardem, birçok film yaptı; ama hiçbirinde Muerte de un ciclista kadar ba­ şarılı olamadı: intikam (La Venganza,



1957), Sonatas (1959), A /as C inco de la Tarde (1960), Los inocentes (1962), Nunca pasa nada (1963), Aşka D oym ayan­ lar (Los Pianos M ecanicos, 1964), Varletes (1971), El puente (1977), Siete dias de enero (1979).



BARDİ, floransalı aile. Kurdukları ticaret şirketi, 1250 ’den 1350’ye kadar, bankacı­ lık ve maliye alanında A vru pa ’nın en önemli şirketlerinden biri oldu. Bardi ai­ lesi, Fransa’ya karşı giriştiği savaşta İngil­ tere kralını, L ucca ’ya karşı da Floransa’ yı destekledi. Ama, 1345’te büyük iflasın kurbanı oldu. BARDİ (Giovanni), floransalı soylu (Flo­ ransa 1534 - öl. 1612-1614’e doğr.) Dö­ nemin en büyük sanatçılarını bir araya getirdi; yeni müzik türü, recitar cantando' nun (melodram) merkezi sayılan laC am erata fiorentina'yı bu kişilerle kurdu. Birlik­ te etkinlik gösterdiği sanatçılar şunlardı: Jacopo Peri, Jacopo Corsi, Emilio d e ’ Cavalieri, Guilio Caccını, şair Rinuccinı, Vincenzo Galilei vb. D iscorso sopra la m usıca antica e il cantar b ene (Eski m ü­ zik ve iyi şarkı söyleme üzerine) adlı kita­ bı yazdı.



BARDİLİ (Chrİstoph Gottfried), alman fi­ lozof (Blaubeuren, W ürttem berg, 1761 Mergelstetten 1808). Stutgart Üniversi­ tesi’nde profesör oldu. Mutlak’ı ilke olarak aldı ve akılcı g erçekçilik adını verdiği bir sistem kurm aya çalıştı. BARDO, Tunus kentinin kuzey-batı ban­ liyösü. XVIII. yy. da Tunus beylerinin otur­ dukları Bardo sarayı, 1888’de arkeoloji müzesine (ilgi çekici koleksiyonlar, özel­ likle Romalılar’dan kalma mozaikler) d ö ­ nüştürüldü.— Yakınında, “ Bardo antlaşması” da denen Kasr Said antlaşması nın imzalandığı (12 mayıs 1881) Kasr Said sarayı. S özkonusu antlaşm a, yerel yönetim, "düzeninin korunacağına ilişkin güvence verecek durum a gelinceye kadar” Fransızlar'a Tunus’taki bazı nok­ taları işgal etme hakkı tanıyordu. Antlaş­ m aya göre Fransa, Bey M uham m ed es-Saduk'un yanında bulunm ak üzere bir bakan gönderecekti; bu bakanın görevi, iki ülke arasındaki ilişkileri yürütm ek, Tu­ nus uyrukluların yurt dışında korunması­ nı sağlam ak ve ülkenin m âliyesine yem bir düzen vermekti.



BARDOLİNO, İtalya'da kent; Garda gö­ lü kıyısında; 5 600 nüf. Turizm. Bağcılık.



BARDONECCHİA, İtalya’da yaz turiz­ mi ve kış sporları merkezi (yüksl. 1 312 2 700 m), Piem onte A lple ri’nde, Frejus tünellerinin çıkışında; 3 000 nüf.



BARDOT (Brigitte), fransız sinema oyun­ cusu (Paris 1934). Fotomodellik yaptıktan sonra, H ileli aşk (les G randes Manoeuvres) [R. Clair, 1955] ve la Lum iere d 'en face (G. Lacombe, 1955) gibi değişik film­ lerde oynadı. Daha sonra R. Vadim ’in Ve Allah kadını yarattı'sı (Et Dieu crea la femme, 1956) ile birdenbire üne ulaştı. BARDSTOWN, A B D ’de (Kentucky) kent; Louisville’in G .’inde; 5 800 nüf. XX. yy. başından kalma konutların bulundu­ ğu eski yerleşme birimi. Turizm merkezi. BARE a. ("tıkanm ış, yolu kesilmiş” an­ lamındaki fr. b arre'den). Müz. Gitarda, sa­ pın enlemesine, parm akların birden çok tele ya da tüm tellere basması.



BÂRE a. (fars. bare). Esk. 1. Defa, kez. — 2. At. — 3. Kale. — 4. Zülüf. BAREA a. Doğu Sudan ö beğinde yer alan Nil-Çad dili, Etyopya'nın kuzeyinde konuşulur. BAREA (Arturo), İspanyol yazar (Badajoz 1897 - Londra 1957). Kendi kendini yetiştirdi. Bir hikâye kitabıyla (V a lo ry m iedo, 1938) tanındı. La forja d e un rebelde adlı üçlemesiyle yüzyılın en iyi rom an­ cıları arasına girdi. 1941'den 1946'ya ka­ dar İngilizce, 1951 ’de İspanyolca basılan



Barger yapıt, M adrid yaşamından özgün kesitler sergiler.



BAREA SORANUS, senatör ve stoa­ cı filozof, i.S. 6 6 'd a Neron tarafından öl­ dü rtüldü.



BÂREC a. (fars. bârec). Esk. Bot. itüzümü.



Barechom , Parsiler'de en önemli arın­ m a törenine verilen ad; özellikle, bir rahi­ bi kutsama töreninin başlangıcında yapı­ lır.



■ BARE-FOOT a. (.yalınayak anlamında ing. söze.). Su kayağından türemiş susporu. Saatte en az 55 km hızla giden bir tek­ ne tarafından çekilen sporcu, çıplak ayak­ la su üzerinde kayar.



BAREJ a. (fr. barege, öz. a. Baröges' den). Tekst. Hasır eşyayı örtm ede ve onu kaplayac'ak dokum adan ayırm ada kulla­ nılan tüylü görünüşlü pamuklu dokuma.



BAREJİN a. (fr. baregine; öz. a. Bareg e s ’den). Özellikle Baröges ılıcaları sula­ rında görülen azotlu organik madde. BAREKALLAH ünl. (ar. barek ve A llah' tan barekallah). Esk. "Kutlu ola, Allah m ü­ barek etsin, hayırlı ve bereketli olsun" an­ lamında kullanılır: " Barekallah dest-i kud­ ret tuhfe yazmış n akşın ı" (Dökmeci, XV. y y.). BAREKZEY ->



BARAKZAY.



BAREM a. (fr. baröme, çizelge, göster­ ge). Huk. Barem sistemi, memurları be­ lirli derecelere ayırarak her derecedekiler için maaşın aslını ve tutarını ayrı ayrı saptama ilkesine dayanan sistem. (Bu sis­ tem, ilk kez 1939 yılında yürürlüğe konan, devlet memurlarının maaşlarının birleşti­ rilmesine ve denkleştirilmesine ilişkin 3656 sayılı yasa ile benim sendi. 1965 yı­ lında yürürlüğe giren Devlet memurları k., barem sisteminin yerine, sınıflandırma ye­ terlilik ve kariyer ilkesine dayanan bir sis­ tem getirdi.) —Çal. ekon. Yeniden barem lendirm e, maaş ve ücretlerin yeni bir sınıflandırma­ ya tabi tutulması: Kam u görevlerinin ye ­ niden baremlendirilm esi. — Muhs. ve Verg. huk. Hesaplarda kolay­ lık sağlam ak için, değişik durum ve öğe ­ lere bağlı olarak düzenlenmiş hazır cet­ vel. (Barem, ücret ya da güm rük tarife sis­ tem lerinde yaygın olarak kullanılır. Türki­ ye ’de devlet memurlarının derecelerini ve maaş vb. tutarlarını gösteren çizelgeler barem olarak anılmıştır. Barem yöntemi, ilk kez fransız matematikçisi B. F. Barreme tarafından 1682’de uygulanmıştır.)



BAREMİYEN



a. (fr. barremien). Yerbil. BARREME* KATI'nın eşan lam lısı.



BARENBOÎM (Daniel), İsrailli orkestra yöneticisi ve piyanocu (Buenos Aires 1942). Paris’te, Nadia Boulanger’d en bestecilik dersleri alırken, bir yandan da Salzburg’da, igor M arkevitch’in orkestra yönetimi, Edwin Fischer’in piyano, Enri­ co M ainardi’nin oda müziği derslerini iz­ ledi. Piyanocu olarak ilk konserini 1955’te Paris’te verdi. 1964 te, İngiliz oda orkest­ rası ile biriikte çalışmaya başladı. Paris orkestrası’nın başında Georg Solti’nin ye­ rini aldı (1975-1989). 1991’de Chicago senfoni orkestrası’nın müzik direktörlüğü­ ne getirildi.



BARENTS ya d a BARENTSZ (VVıllem), hollandalı kâşif (Terschelling adası 1550’ye doğr. — Novaya Zemlya bölgesi 1597). Avrupa-Asya’nın kuzeyinden Ç in’e ulaşan bir yol bulm ak amacıyla 1594’te Cornelis Nay ile birlikte üç gem inin katıl­ dığı bir sefer yaptı. Barents, Novaya Zem lya’ya ulaştı. 1595’te giriştiği yeni bir seferde daha ileriye, Kara denizi’ne ulaştı. 1596 ’da yaptığı üçüncü bir yolculukta Ba­ rents, kuzeyli denizciler tarafından daha önce keşfedilmiş olan S pitzberg’e, ora­ dan da yeniden Novaya Zem lya kıyıları­ na vardı; orada çok zorlu bir kış geçirdi. Laponya’ya sandalla dönmeye çalışırken yolda öldü.



BARENTS adası, norveççe Barents a y a .S v a lb a rd ’da ada; Batı Spitzberg adası ile Edge adası arasında.



BARENTS denizi, Kuzey Buz denizi’ nin Avrasya kesim inde sığ deniz; K .’den ve D .’dan Svalbard ( ya da Spitzberg), Franz-Josef takımadası ve Novaya Zem l­ ya ile sınırlıdır; 1 405 000 km2. Güney ke­ simi (Beyaz deniz) dışında, kıyıları fiyordludur. N orveç denizi’ne geniş biçim de açılan Barents denizi’ nin B. ve G. kesim­ lerinde sular orta derecede tuzlu (%o 32 -34) ve soğuktur.Yalnızca doğu ve kuzey kesimleri buz tutar. Rus, norveç ve İngi­ liz balıkçı filolarının dolaştığı Barents d e ­ nizi’nin kıyılarında birçok önemli liman (Hammerfest, Murmansk, Arhangelsk) yer alır.



ayak iki çelik gergi teliyle gerilir. Dikme ayaklar arasındaki uzaklık 2 m 40 cm ’dir. Çalışma ya da yarışmalar sırasında bar­ fiksin altına salonlarda m inder serilir; açık havada ise kum havuzu yapılır. Barfiks sporu, olim piyat sporları arasındadır.



BARFLEUR, Fransa’da (Manche) ko­ mün, Cotentin yarımadasının K.-D.’sunda, B arfleur b u rn u 'n un G.’inde; 722 nüf. Kü­ çük balıkçılık limanı ve sayfiye merkezi. O rtaçağ’da N orm andiya’nın en önemli li­ manıydı: Fatih VVİlliam I İngiltere'yi fethet­ m ek için buradan yola çıktı.



BARGÂH ->



BARGEH.



BARGÂH a. Kur. tar. Altınordu devletin­ de hüküm dar otağı. Dört direğinin her bi­ rinin tepesinde güm üşten yapılmış altın yaldızlı bir başlık bulunurdu. Uzaktan bir tepe görünüm ü veren bargâhın içinde, sağlı sollu, üzerleri ipek kaliçelerle süslen­ miş, pam uk ve ketenden sedirler vardı. M ücevherle süslü ağaçtan yapılmış olan orta yerdeki taht, altın yaldızlı güm üş lev­ halarla kaplıydı. Şehzadelerle dört ulus, em irinin çadırları bargâhın sağına, vezir ve divan üyelerinin çadırlarıysa soluna ku­ rulurdu.



BARENTSBURG, Svalbard takım a­ dalarında (Norveç'e bağlı) madencilik kenti, Rusya’nın işlettiği kömür ocakları. BARENTSZ (Direk), hollandalı ressam



BARGELLİNİ (Piero), İtalyan yazar (Flo­



BARENTSZ (VVİllem) -*■



BARENTS.



BARESTEZİ a (fr. baresthesie; yun. baros, ağırlık ve aisthesis, d uyu m ’dan). Nörol. Derinin herhangi bir noktasına konan nesnelerin basınç derecesini ya da ağır­ lık farklarını anlam aya yarayan duyum.



BARESTEZYOMETRE a. (fr. baresthesiomötre; yun. baros, ağırlık, aisthesis, duyum, ve metron, ölçü ’den). Fizyol. Ba­ sınçla ilgili dokunm a duyumlarını ölçm e­ ye yarayan aygıt.



BARET a. (fr barrette.) Mad.oc. Eskiden kullanılan kaynatılmış deriden m adenci şapkası. (Bugün plastik gereçten yapılan koruyucu başlık onun yerini almıştır.). — Genellikle m adencilerin kullandığı ko­ ruyucu başlık. —Tekst. Keten, jüt ve yün iplikçiliğinde çekme işlemleri sırasında tekstil m adde­ sini taşıyan, üst bölümü iğnelerle donatıl­ mış düz metal parça. BARETTİ (Giuseppe), İtalyan yazar (Torino 1719 - Londra 1789). 1763'ten 1765’e kadar hemen hemen tek başına çıkardı­ ğı La Frusta Letteraria ile çağdaş edebi gazeteciliğin kurucuları arasında yer aldı. Sonra Londra’ya yerleşti ve Samuel John"o n ile dostiuk kurdu. Corneille'i italyancaya çevirdi. İtalyan edebiyatını İngilizce olarak Voltaire’in önyargılarına karşı sa­ vundu; eleştiri türündeki başyapıtı Discours sur Shakespeare et m onsieur de Volta irei (1777) fransızca yazdı.



B arenrelter Verlag, m üzik yapıtları yayım layan alman firması. 1924’te Kari Vötterle tarafından Augsburg’da kuruldu; 1927’de Kassel’e taşındı. Özellikle ikinci D ünya savaşı’ndan sonra gelişti; J. S. Bach, G. P. Telemann, R. de Lassus, H. BAREYLİ, H indistan'da (Uttar Pradeş) Schütz, G. F. Hândel, C. W. Gluck, W. A. kent, Delhi’nin D.’sunda; 583 473 nüf. Mozart gibi bestecilerin külliyatını bastı. (1991). Dokumacılık. Ayrıca, H ortus m usicus ve Erbe deutseher M usik adlı koleksiyonları ve F. Blu- B BARFİKS a.(fr. barre fixe). Spor. Çeşitli beden hareketleri yapm ak için 2 m 50 cm m e yönetim inde, Die M u sikin Geschichte u nd Gegenwart (14 cilt, 1949-1968; ek. yükseklikte iki dikm e ayak üzerine tuttu­ 1969-1979) başlıklı çok geniş bir müzik rulmuş çelik çubuktan oluşan jim nastik aracı. Titreşimi önlem ek için her iki dikme ansiklopedisi yayımladı.



bare-foot



BÂRGEH ya da BÂRGÂH a. (fars. b â r ve gâh, geh'ten bârgâh, bargeh). Esk. 1. izinle girilebilecek yer: "Cebînsûde-i dergâhun eylem e yâ Rab / Der-i m ugân g ib i b ir bârgahdan n e v m îd " (Naili-i Kadim, XVII. yy.). — 2. H üküm darın sarayı ya da çadırı, otağ: "Havi- şetnşır-i celalünle kef-i celladda / Bârgâh-ı kâhruna bî-pa vü bi -serdür g e le n " (Naili-i Kadim, XVII. yy.). — 3. Tanrı katı.



(Amsterdam 1534 -ay. y. 1592). 1555’ten 1561 ’e kadar İtalya'da kaldı, Tiziano’nun atölyesinde çalıştı ve onun portresini yap­ tı. Geniş kültürlü, hümanistlerle yakın iliş­ kiler kuran Barentsz’in yapıtı (portreler, din­ sel sahneler) venedik sanatıyla hollanda geleneğinin bireşimine varm aya çalışır. (On dört kişilik m ilis m uhafız topluluğu, 1562, Rijksmuseum, Amsterdam.)



1319



ransa 1897 - ay. y. 1980). Halka yönelik birçok yapıt (azizlerin yaşamı, Floransa kroniği, edebiyat tarihi) yazdı.



Bargello (Palazzo del), Floransa’da sa­ ray, Başlangıçta halka açıktı (1255); son­ ra podesta sarayı oldu; XVI. yy.’da em ni­ yet m ü d ü rlü ğ ü n e (b a rg e llo ) verildi. 1332'de çıkan bir yangından sonra, XIV. yy.'da son biçimini aldı. Yapı, merdiveni, locası, güzel ve özgün iç aviusuyla kale görünüm ündedir. 1865’ten başlayarak ulusal müze olarak kullanılan sarayda, zengin heykel ve sanat yapıtı koleksiyon­ ları vardır (Donatello, Michelangelo, Giambologna vb.).



BARGER (George), İngiliz kimyacı (M anchester 1878-Aechi, Bern kantonu, 1939).Edinburgh üniversitesi’nde,18 yıl tıp kimyası bölüm başkanlığı yaptı. Ö lüm ün­ den bir yıl önce, kimya profesörü olarak Glasgow üniversitesi’ne atandı. Am ino asit kimyası dalındaki çalışmalarıyla tanın­



barfiks gösterisi (Moskova Olimpiyat oyunları, 1980)



Floransa'daki Palazzo del Bargello'nun avlusu (X1II.-XIV. yy.)



Barger dı. Hipaforinin bireşimini ortaya koydu; 1910’da, H.H. Dale ile birlikte çavdar kıl­ çığında histamini buldu. Yaşamının son yıllarında özellikle alkaloitleri inceledi.



1320



BAROYLİA. Tar coğ. G.-B. Anadolu'da, Karia bölgesinde antik kent; Güllük (esk. Mandalya) körfezi ile Güllük limanı arasın­ daki burun üzerindedir. Kentin kuruluşu­ na ilişkin bilgiler mitolojiye dayanır. Bizanslı Stephanos’un bildirdiğine göre, Karialılar A ndanos diye adlandırdıkları kenti Akhilleus'un kurduğuna inanıyorlardı. Bir baş­ ka inanışa göre ise kenti, mitoloji kahra­ m anlarından Bellerophontes, atı Pegasos' un öldürdüğü arkadaşı Bargylos’un onu­ runa kurmuştu. Strabon, Epikuroscu Protarkhos'un burada oturduğunu yazar. Bir Karia kenti olan Bargylia, ancak İ.Ö. III. yy.’da hellenleşti. Bu yüzyılda ortadan kal­ kan Kindya kentiyle kaynaşarak, bu ken­ tin tanrısı olan Artemis Kindyas'ın tapınım merkezi oldu. Makedonya kralı Phılippos V kenti üs olarak kullandı (İ.Ö. 201-196) Roma egemenliği sırasında serbest şehir statüsü kazandı. Bizans dönem inde pis­ koposluk merkezi oldu. Kentin kalıntıları, alçak bir tepenin iki zir­ vesi üzerindedir. Hellenistik ve Roma d ö ­ nemi yapıları akropolis konum undaki K. zirve ile çevresine yayılmıştır. En tepede, Roma dönem inden korinthos düzeninde küçük bir tapınak bulunur. Tepenin G. ya­ macında odeon, tapınakla odeon arasın­ da Artemis Kindyas ve Apollon kabartmalı bir sunak, odeonun G.-D.’sunda stoa, D, yam acında tiyatro vardı. Stoa yakınında­ ki su kemerleri, özenli işçiliğiyle dikkati çe­ ker. G. zirvede ise bir bizans kalesi (Bozkale) ve İ.Ö. IV, yy.'dan sur kalıntıları bulu­ nur. Kentin K. ve D.'sundaki nekropolde daha çok lahit türünde mezarlar vardır. Kemikler köyünün yakınında bulunan mi­ marlık buluntuları ve iki yazıttan, kentin ko­ ruyucu tanrıçası Artemis Kindyas’ ın ünlü tapınağının burada olduğu anlaşılmıştır. Kent, Roma dönem inde Artemis Kindyas ve Pegasos betimli para basmıştır.



BÂRHA be. (fars. b â r'ın çoğl. bârhâ). Esk. Zaman zaman, defalarca, sık sık.



di; özellikle dil felsefesi ve dilbilim ile ilgi­ lendi. Dilin mantıksal yapısının çeşitli yan­ larını inceledi. Daha sonraları karşı çıktı­ ğı otom atik çeviri ve belgelem enin belli başlı kuram cılarından biri oldu. Başlıca yapıtları: Foundations ofS et Theory (1958, A,A. Fraenkel ile birlikte), Language and Inform ation (1964) ve Aspects o f Langu­ a ge (1970).



BARI a. (fars. baru, kale’den). Halk. 1. Çevresi suyla çevrili yer. — 2. Bahçe ya da ağıl çiti. BARI a. Yörs. Tarım. Bahçe ya da evin etrafına çalı, çırpı ve harçsız duvarla ya­ pılan çit.



BARILANMAK gçz. f. Savunma am a­ cıyla uygun bir yere çekilerek kendini korumak. BARIN, Baarın ya da Barln, bir moğol boyu. Tarihçi Reşidüttin (XIV. yy.), Moğollar’ın Nirun boyundan olduklarını belirtir. XII. yy.’da çıkan iç çatışm alarda Cengiz Han'ı desteklediler ve kurduğu devlette önemli görevler üstlendiler. Özbek, Baş­ kurt, Kafkasya Nogayları, Halha M oğolları ve Kalmuklar arasında bu adı taşıyan büyük boylar vardır. Altınordu devletinin yıkılmasından sonra (1502) ortaya çıkan Kırım, Kasım ve Ö zbek hanlıkları döne­ m inde de önemli görevler aldılar. Daha sonra bir bölümü, çeşitli türk boylarıyla kaynaştı. % A R I N (Emin), türk hattat (Bolu 1913 İstanbul 1987). Ankara Gazi terbiye enstitüsü'nün resim-iş bölümünü bitirdi (1936). Kâmil Akdik’ten hat, Necmettin Okyay’dan türk ciltçiliği üzerine ders aldı Devlet sınavını kazanarak Almanya'ya git­ ti. Weimar ve Leipzig'deki çalışmalarıyla kitap ciltçiliği konusunda uzmanlaştı (1938 -1943). Almanya’da bulunduğu sırada, ha­ zırladığı olim piyat kitabının cildiyle H am ­ burg kitap sergisi’nde birincilik ödülünü kazandı. Yurda dönüşünde İstanbul G ü­ zel sanatlar akademisi dekoratif sanatlar bölü.mü'nde öğretim üyeliğine atandı



BÂRHÂ çoğl. a. (fars. bar' ın çoğl, bârh§). Esk. Yükler, BAR-HADAD ya da BEN-HADAD, Şam arami krallarından üçünün adı (İ.Ö. IX. yy.) B ar-H adad I, İsrail kralları Baaşa ve O m ri'yi soyup yağmaladı. — Bar -Hadad II, Bar-Hadad l'in oğlu. Asurlular'ı Karkar’da durduran (853) koalisyonu yönetti; iki kez yenildiği Ahab’ ı sonunda ye n d i.— B ar-H adad III, Hazael’in oğlu, Asur hüküm darı Adad-nirari İll e haraç vermek zorunda kaldı.



BARHAM (Richard Harris), İngiliz rahip ve mizah yazarı (Canterbury 1788 - Lond­ ra 1845). Manzum kaba güldürüler yazdı (The ingotdsby Legends, 1840-1847).



BARHANA a (fars b e rh a n e 'den). Yörs. 1. Berhane. — 2. Göç, küçük kervan. — 3. Göç yükü, ev eşyası. —ANSİKL. XIX. yy. ortalarına değin, ker­ van yolları üzerindeki konak yerlerinde, eşyalarla yüklerin korunduğu büyük mah­ zenleri bulunan han ve kervansaraylara bu ad verilirdi. Posta tatarları yorgun at­ larını burada değiştirerek, beklem eden yollarına devam ederlerdi.



BARHANE -



BERHANE



BAR HEBRAEUS



• E b u l f e r e c ALİ



BİN EL HÜSEYİN EL İSFAHANI.



BAR-HİLLEL (Yehoşua), İsrailli man­



Nasuh Barın



tıkçı (Viyana 1915 - Kudüs 1975). Kudüs Musevi üniversitesi’nde okuduktan son­ ra, aynı üniversitede felsefe asistanı (1953), felsefe yardımcı profesörü (1958) ve 1961’de de, mantık ve bilim felsefesi profesörü oldu. Bu arada, bir­ kaç yılını (1950-1953, 1955) M assachu­ setts institute of Technology’de geçirdi. Felsefe anlayışında, Viyana yeniolgucularının çalışmalarından esinlen­



Emin Barın'dan bir hat örneği (1943). Burada yazı ve cilt atölyesini kur­ du (1955). Uluslararası Brüksel sergisi’n­ de Fatih divanı ile birincilik ödülünü kazan­ dı (1958). Lizbon’da Gülbenkyan vakfı'nın çağrılısı olarak, türk-islam yapıtlarının onarımında çalıştı (1969). 1983’te emekliye ayrıldı Kûfi ve celi divani yazılarında ç a ğ ­ daş bir yorum la gerçekleştirdiği ço k de­ ğişik kompozisyonlarıyla dikkati çeken sa­ natçının önemli yapıtları arasında islamabad kültür m erkezi'nin yazıları, Anıtkabir’ deki yazıları, Yunus Emre'nin mezar yazı­ sı sayılabilir.



BARIN (Nasuh), türk dansçı ve koreg­ raf (Ankara 1954). Ankara Devlet konservatuvarı’nın bale yüksek bölüm ünü bitir­ dikten sonra Alm anya’da koregrafi öğre­ nimi gördü. Yurda dönünce Ankara ve İs­ tanbul Devlet opera ve balesi’nde dansçı -koregraf olarak çalışmaya başladı (1978). Koregrafisini yaptığı yapıtlar: Seyir (1979), Arturo U i’nin ö nlenebilir tırmanışı (1979), Barış (1980), M askeler (1983), Keşanlı A li destanı (1984), Gözlerim i kaparım vazife­ m i yaparım (1985), Sihirli flüt (1986). Bir­ ço k avrupalı yazardan çeviriler yaptı,Kır­ pıntılar (1986) adlı rom anında türk dans



ve sanat çevresini anlattı.



BARINAK a 1. Bir kimsenin barınabi­ leceği, güvenlikli yer: K endine b ir barınak aramak. Eşkıyanın barınağı olan dağlar. — 2. Yaşanılan yer, ev. —Avc. Av hayvanını koruyabilecek nitelikte ekinlere verilen ad. || A v barınağı, av hay­ vanına yem ve korunacak yer sağlamaya elverişli bitki. — Dağc. Yüksek tepelere tırm anm ak için genellikle hareket noktası oluşturan basit sığınak, kam p yeri ya d a yapı. (Alp dağ ­ larında bini aşkın barınak bulunur: 125'ı Fransa’da, ,140'ı İsviçre’de, 127’si İtalya da, 690 ı Avusturya'da. Bu barınaklar ge­ n ellikle ulusal d a ğ c ılık k u lü p le rin in malıdır.) — Denize. Deniz ve rüzgâra karşı tekne­ lerin güvenle sığınabileceği doğal ya da yapay yer. BARINDIRMAK -»



BARINMAK.



BARINMA a. Bir yerde oturma, yaşama; bir yere sığınma: Sağlıklı barınm a ko­ şullan. — Denize. Fırtınalı havalarda gem inin en yakın limana ya da korunmalı bir kıyıya sı­ ğınarak fırtına geçene kadar beklemesi. — Deniz huk. Barınm a limanı, kötü hava koşullarından ya da düşm andan korun­ m ak ya da acele bir onarım yaptırmak amacıyla gem inin sığındığı liman. (Barın­ ma limanındaki bazı harcamalar ve zarar­ lar müşterek avarya* sayılır. Bu harcam a ve zararların kapsamı Türk Tic.k.’nun 1190. m addesinde belirtilmiştir.)



BARINMAK gçz. f. (esk. türkç. banmak. korum ak’tan). 1. B ir yerde barınmak, bir kimse, bir hayvan sözkonusuysa, doğa koşullarından, tehlikelerden korunm ak için oraya sığınmak; orada yaşamak, yer­ leşmek: ilkel insan m ağaralarda barınırdı Bu ağacın irili ufaklı kovuklarında kim b ilir kaç hayvan barınıyor. Bu binalar yıkı­ lırsa onlarda barınan insanlar ne olacak? — 2. B ir yerde, toplulukta, ortam da barın­ mak, barınabilmek, sözkonusu bir kimse, bir topluluk ise, orada yaşama olanağı bulmak, tutunmak, uyum, dirlik içinde ya­ şamak; soyut bir şeyse, orada etkili olmak, gelişecek bir ortam bulm ak (genellikle olumsuz cümlelerde): Sen bu aksiliğinle hiçbir yerde barınamazsın. Girdiği son işte de barınamadı. Aramızda hainler barına­ maz. Gelin kaynana b ir evde barınam a­ dılar. Toplumumuzda ahlaksızlık, kötülük barınamaz. ♦ b a rın d ırm a k ettirg. f. 1. B ir kimse­ yi, b ir hayvanı (bir yerde) barındırmak, onun, onların orada barınmasını, yaşama­ sını sağlamak: Arkadaşını uzun süre evin­ de barındırdı. Sayısız m ikrop barındıran bataklıklar. — 2. B ir kimseyi, b ir topluluğu b ir yerde barındırm ak, onun orada ken­ dine bir yer edinmesine, tutunmasına ola­ nak tanımak: A rtık onu burada barındır­ mazlar. — 3. B ir şeyi (soyut) [içinde] b a ­ rındırmak, onu (içinde) bulundurmak, (içi­ ne) almak, içermek: D eğişik anlayışları içinde barındıran b ir akım.



BARIŞ a. 1. Savaş halinde olmayan ülke­ lerin, ulusların durum u: Barış dönemi. Dünya barışı için çalışmak. Barışı sürdür­ mek. Komşularıyla barış içinde yaşayan b ir ülke. — 2. Savaş durum unun son bul­ ması: Barış imzalamak. Barış görüşmele rı. — 3. Yurttaşlar, toplum sal gruplar ara sındaki dirlik düzenlik, anlaşm a durum u toplumsal çatışma, karışıklık bulunm am a­ sı: Toplumdaki barış ortamını geliştirmek Toplumsal barış. — 4. Aralarında çatışma, kavga olmayan kimselerin durum u; çatış­ manın olm adığı ortam: Komşularıyla b a ­ rış içinde yaşamak. — 5. B ir kimseyle b a ­ rış görüş olmak, dargınlıkları unutup onunla barışm ak (halk.), || Barış yapmak, barışmak; barış imzalamak. I — ikonogr. Yunanlılar, Barış'ı çocuğu Plutos'u (Zen’g inlik) taşıyan tanrıça Eirene'yi ayakta gösteren heykelle betimlemişlerdir; Kephisodotos’un heykel grubunun da konusu budur (kopyaları Münih ve Delos’



ta). Romalılar, pax rom ana'ya Rom a1 da bir sunak (Ara" Pacis Augustae) ve bir tapınak adamışlardır. Barış ayrıca bir­ çok m adeni paranın arkasında, genel­ likle elinde zeytin ya da palmiye dalı tu­ tan bir kadın biçim inde simgeleştirilmiştir. Aynı simgeler J. Sansovino (Venedik1 teki Logetta bronzu), B. Prieur (Montmorency C onnetable anıtı, Louvre), Coyzevox (M azarin’in mezarı, Louvre), Regnaudin (Versailles tırabzanları), Canova, Etex (Etoile’daki zafer takı),Cavelier (Saat pav­ yonu, Louvre), C haudet (güm üş heykel, Louvre) gibi heykelciler ve Lorenzetti (Siena belediye sarayı), Romanelli (Louvre), Le Brun (Barış salonunun tavanı, Versail­ les), Rubens (Savaş ve barış, Londra, M ü­ nih), Tiepolo (Jacquemart- Andrd m üze­ si), Mm e Vigöe-Lebrun (Bolluğu getiren barış, Louvre), Delacroix (Kopenhag), Puvis de Chavannes vb. gibi ressamlar ta­ rafından da kullanılmıştır. —Tar. Tanrıların barışı (lat. p a x deorum), Romalılar ile tanrıları arasındaki ilişkilerin yolunda gittiğini belirten söz. (Tanrılar ne pahasına olursa olsun korunmaları kafşılığında, Roma’ nın güvenlik ve refah için­ de yaşamasına izin verirlerdi.) || Roma ba­ rışı (lat. pa x romana), im paratorluğun ilk iki yüzyılı boyunca, Akdeniz dünyasında, roma ordularının koruyuculuğu altında sü­ ren barış. (Bu barış ve güvenlik, im para­ torluğun sikke ve m adalyalarında bir pro­ paganda biçim inde dile getirilmiş, Genç Plinius’un Panegyricus Trajano d ic tu s adlı kitabında övülmüştür.) || Tanrı barışı, Kilise’nin, belli kişi ve m allara karşı her tür düşm anca tutum u yasaklaması. (Bk. an ­ sikl. böl.) — Uluslarar. huk. Barışın korunması. BM örgütü tarafından uluslararası uyuşmaz­ lıkların barışçı yoldan çözümlenmesi ama­ cıyla alınan önlem ler bütünü. (Bk. ansikl. böl.) — ANSİKL. Ed. Türk destan edebiyatında ve İslamlığın benimsenm esinden sonraki dönem de barış konusu, savaşa göre (-* SAVAŞ) daha sınırlı bir yer tuttu. Ancak, özellikle şiir türünde barıştan söz eden et­ kileyici ürünler görüldü. Halk şairi Kâtibi' nin Kasrışirin antlaşması’ nın imzalanması (1639) dolayısıyla yazdığı destan (Barışık­ lık oldu kavga basıldı), uzun seferlerden bir türlü dönm eyenler için yazılan şiirler (Yıkılası Girit şarı/Sefer dön d ü m ü döner mi) barış özlemini dile getiriyordu. Divan edebiyatında gazavatname* gibi savaşla ilgili türlere karşılık sulhiye' adı verilen ba­ rış temalı şiirler de vardı. Sabit’in Karlofça antlaşması'nın imzalanması (1699) do­ layısıyla, Amcazade Hüseyin Paşa’ya sun­ d uğu sulhiye (Şerbet-i sulh helal oldu mey-i cenk haram) bunlardan biridir. Tevfik Fikret'in Tarih-i kadim ’inde insanlık ta­ rihi, savaş karşıtı bir görüşle yargılanır Ba­ rış, bir tema olarak en geniş biçimde ikinci Dünya savaşı sırasında işlenmiştir: O. V. Kanık (Tereyağı, Karanfil), O. Rıfat (Polon­ yalI çocuklar, Şehitlik), C. S. Tarancı (Sulh bir hatıra oldu, Ajans dinlerken), vd. sa­ vaşın türlü görünüm lerini canlandırırken, barışın insan soyu ve uygarlık için taşıdı­ ğı önem in altını çizdiler. N. H. Ran (M em ­ leketimden insan manzaraları, 1966-1967; bu kitabın bir bölüm ü olarak Şu 1941 yı­ lında, 1945), F Giray (Sulha selam, 1941), N. Cumalı (Harbe gidenin şarkıları, 1945); C. Irgat (Rüzgârlarım konuşuyor, 1947) gi­ bi şairler, temayı kitaplarında işlediler. Hi­ roşima’ya atılan atom bombasının sava­ şa son vermesine karşılık yol açtığı yıkım ve radyasyonun sürekli etkileri yüzünden ortaya çıkan çelişkileri O. Akbal, bir röpor­ tajıyla (Hiroşimalar olmasın, 1976) vur­ guladı. —Tar, Tanrı barışı X. yy.'ın son günlerin­ den başlayarak, barışın geleneksel g ü ­ vencesi olan krallık, bu görevini yerine getiremez durum a gelince, Kilise çeşitli konsil toplantılarıyla Tanrı barışı'nı yerleş­ tirdi; böylece gruplararası savaşların yol açtığı yıkımı ortadan kaldırmak istedi. Bu kurum, bilginleri, çiftçileri, yolculuğa çı­



kanları, satıcıları ve kadınları, ayrıca on­ ların mallarını, özellikle de tarım da kulla­ nılan hayvanları ve değirm enleri korum a­ yı amaçlıyordu. Tanrı barışı'na uymayan­ lar, Kilise tarafından cezalandırılıyordu. Pek saygı görmeyen bu kurum XIII. - XIV. yy.' larda, krallığın barışçı görevini yeniden üstlenmesiyle ortadan kalktı. XI, yy.’dan başlayarak Kilise, en azından kimi günler­ de savaşı yasaklamayı denedi; böylece Tanrı m ütarekesi" uygulaması doğdu. — Uluslarar. huk. Birleşmiş milletler örgütü'nün en temel işlevlerinden biri olan ba­ rışın korunması esas olarak Güvenlik konseyi'nin görevidir Ancak, sürekli üyeler­ den birisinin veto hakkını kullanması ne­ deniyle Konsey’in çalışamaması duru­ m unda Genel kurul da gerekli önlemleri alma yetkisine sahiptir. Genel kurul, 3 ka­ sım 1950 tarihli ve genellikle Acheson* ka­ rarı adıyla anılan 377 sayılı "Barışı koru­ mak için b irlik" kararı uyarınca bu yetkiyi kullanır. BM, amaçlarına ulaşmak için teş­ vik edici ya d a zorlayıcı yollara, hatta ge­ nellikle çarpışan tarafları ayırmak için kul­ lanılan BM g ü cü ’ne başvurabilir.



Barış (Eirene), Aristophanes’in kom edi­ si (İ.Ö. 421). Atina ile Sparta arasında m ü­ tareke görüşm elerinin sürdüğü bir sırada sahnelenen oyun, barışın yararlarını yü­ celtir. Tanrıların yanına çıkan atinalı bağcı Trygaios, Herm es’ten Savaş tanrısı Polemos'un, Barış’ı bir m ağaranın dibine attı­ ğını ve Yunanistan’ ı ezmeye hazırlandığı­ nı öğrenir. Trygaios, yurttaşlarının yardı­ mıyla m ağaradaki tutsağı kurtarır ve Ha­ sat tanrıçası O pora ile evlenir. Barışın ge­ ri dönüşünü gösteren şiirsel kır tablosu ile savaş zenginlerinin ve silah tacirlerinin ya­ kınmaları karşıtlaşır. Nikias barışı'ndan az önce sahnelenen bu komedi, Aristopha­ nes’in ilk oyunlarının coşkunluğunu taşı­ maz ama, Attike topraklarındaki dinginli­ ğin yatıştırıcı havasından kaynaklanan er­ dem leri çok şiirsel bir biçim de över. Barış derneği, yurt ve dünyada barı­ şın savunulması amacıyla İstanbul’da ku­ rulan dernek (1977). Aralarında yazarlar, siyaset ve bilim adamlarının bulunduğu kurucu üyeler, başkanlığa eski büyükelçi­ lerden Mahmut D ikerdem ’i seçti. Dernek, 12 Eylül 1980'den Sonra kapatıldı; yöne­ ticileri ve kurucuları hakkında Türk Cez.k.’ nun 141. maddesi uyarınca dava açıldı, yö­ netici ve kurucular tutuklandı (26 şubat 1982). Aynı yıl sonunda serbest bırakı­ lan sanıklar, 1991 yılında beraat ettiler.



Barış e le k trik şebekesi, Rusya ile Batı Avrupa ülkeleri arasındaki elektrik iletim şebekesine verilen ad.



Barış hareketi, nisan 1949’da Paris' te 75 ülkeyi temsil eden 2 000 delegenin Dünya barış taraftarları kongresi adıyla kurdukları örgüt. Daha sonra Dünya ba­ rış konseyi adını aldı. Çeşitli komünist par­ tilerin ve onlara yakın örgütlerin aktif bir desteğine sahip olan Barış hareketi, tüm askeri ittifaklara karşı çıktı; nükleer silah­ ların ve kitle tahrip araçlarının yasaklan­ masını, büyük devletlerin silahlı kuvvetle­ rinin sınırlandırılmasını ve halkların kendi kaderlerini kendilerinin belirlemesini sa­ vundu. Dünya barış konseyi’nin ilk baş­ kanı Frödörio Joliot-Curie’dir (1949-1958). Dünya barış konseyi, m art 1950’de Kore savaşı sırasında, atom bom basının kulla­ nılmasına karşı çıkan "S tockholm çağrı­ sı"™ yaptı ve bu çağrı on milyonlarca ki­ şi tarafından imzalanarak desteklendi. Barışı Istayan savaşa hazırlanır (lat. Si vis pacem , para bellum), Vegetius’a mal edilen roma özdeyişi; tam metni şöyledir: Oui desiderat pacem, praeparet bellum (Barış isteyen, savaşa hazırlansın).



isteyen, barışı özleyen, korumaya çalışan kim se,topluluk, ülke için kullanılır. (Eşanl.



Barış ve güç



BARIŞSEVER.)



(1337-1339) ayrıntı Ambrogio Lorenzetti’nin freski Siena belediye sarayı



♦ sıf. Barışçılık’tan kaynaklanan şey için kullanılır: Barışçı düşünceler, eylemler.



BARIŞÇILIK a. 1. Barışçı olma duru­ mu. (Eşanl. BARIŞSEVERLİK.) — 2. Savaşın, ne şekilde olursa olsun anlaşmazlıkları çözm ek için bir yol sayılamayacağını ileri sürenlerin tutum u ya da öğretisi. (Bk. an­ sikl. böl.) — ANSİKL. Barışçı ideolojiler, düşünce akımlarını etkilemiştir. Romantik insanlıkçılık, ilerleme felsefesi, dinsel ahlak, fay­ dacılık, şiddete başvurm am a anlayışı, sosyalizm ve anarşizm deki bazı eğilimler, barışçılığı besleyen düşünce akımlarıdır. Devletler arasında federasyon kurarak sürekli barış gerçekleştirme konusunda ise birçok tasarı ortaya atılmıştır. Henri IV buna benzer bir düş kurmuştu (15 Avru­ pa devletinden oluşacak federasyon). Abbö de Saint-Pierre, Utrecht kongresı’ne (1713) meclisi olan bir Avrupa konfederas­ yonu tasarısı sundu. J. -J. Rousseau, Bentham, Kant, Saint-Simon, vb., buna benzer tasarılar ortaya koydular XIX. yy.'ın ikinci yarısında, devletler arasında bir ha­ kem lik örgütünün kurulması düşüncesi, Londra Barışseverler dern e ğ i’ nin (1847) topladığı uluslararası kongrelerde ortaya atıldı. Frederic Passy, 1867’de Uluslararası sürekli barış b irliği’ni kurdu ve Henri Dunant ile birlikte 1901 de ilk Nobel barış ödü lü ’nü aldı. Napolöon III, devletleri ara­ larındaki anlaşmazlıkları barışçı yoldan çözmeye yöneltm ek için boşuna çaba harcadı. Nikolay II, silahlanmayı sınırlan­ dıracak bir konferansın toplanmasını önerdi. ( -* SİLAHSIZLANM A.) Konferans, 1899’da, Lahey’de toplandı; ardından yi­ ne aynı kentte, 1907’de, bir ikinci konfe­ rans yapıldı. Bunun sonucunda bir Ha­ kemlik divanı kuruldu. Birinci Dünya sav a ş ı'n d a n sonra ku ru la n “ M ille tle r cemiyeti", çatışmaların barışçı yoldan çö­ zülmesini görev olarak üstlendi ve Ulus­ lararası sürekli adalet divanı'nı kurdu (1920). Bu divan, 1922’den 1945’e kadar faaliyet gösterdi; 1945’te Birleşmiş millet­ ler teşkilatı’ nca, onun yerine Uluslararası adalet divanı kuruldu. ikinci Dünya savaşı’ndan sonra, barış davasını savunan birçok uluslararası ha­ reket ortaya çıktı. Bunların başlıcaları, Ba­ rış hareketi (Stockholm çağrısı, 1950), Ba­ rış savaşçıları ve Dünya barış kongresi’ dır. Barışçı akım günüm üzde silahlan­ maya ve ırk ayrımcılığına karşı m ücade­ le vermektedir.



“Barışı korum ak İçin birlik” kara­ rı, Birleşmiş milletler Genel kurulu tara­



Barış yarışı, etaplara göre koşulan, amatörlere yönelik, uluslararası bisiklet ya­ rışı. (ilk kez 1948’de düzenlenen bu ya­ rış, Prag, Varşova ve Berlin kentleri ara­ sında yapılır.)



fından 1950'de kabul edilen ve hazırlayı­ cısı Dean A c h e s o n 'ln adıyla anılan bağ­ layıcı karar.



BARIŞÇI sıf. ve a. Barış içinde yaşamak



BARIŞIK sıf., be. Bir kimseyle, b ir şeyle



barışık barışık, onunla barış, uyum, uzlaşım için­ de: O herkesle'barışıktır. Kendisiyle barı­ şık olmayan, huzursuz b ir insan. Dünyay­ la barışık, iyi b ir kız.



BARIŞIKLIK a. Barış, uyum, uzlaşım içinde olma durum u.



BARIŞMA a. Anlaşmazlığa, kırgınlığa ve dargınlığa son verme.



BARIŞMAK gçz. f. 1. Bir kimseyle b a ­ rışmak, (birbirleriyle) barışmak, araların­ daki anlaşmazlığı, uyuşmazlığı gidermek: Kocasıyla barıştı, iki arkadaş sonunda ba­ rıştılar. — 2. Kendisiyle barışmak, kendi­ ne yönelttiği suçlam alara son vererek iç huzuruna kavuşmak. ♦ b a rış tırm a k ettirg. t. Bir kim seyi bir kimseyle barıştırmak, (birbirleriyle barış­ tırmak), onları uzlaştırmak, aralarındaki aniaşmayı, dostça ilişkileri yeniden kurma­ larını sağlamak: Babayla oğlu barış­ tırmak.



1B A R IŞN İK O V (Mihail Nikolayeviç), rus dansçı (Riga 1948). Riga koregrafi ens­ titü sü n de öğrenim gördü (1959-1964).



Duke), Twyla Tharp’ınkini (Push com es to shove, 1976) birleştirdi. 1976'da, Shirley Maolaine ile Herbert Ross'un yönetim in­ de The Turning Point adlı filmi çevirdi. Jacqueiine Rayet'nin yönetiminde, Gelsey Kirkland ve Natalia Makarova’nın partöneri olarak, la Dame de p iq u e ‘teki Hermann rolünde şaşırtıcı bir başarı gösterdi. 1978 -1980 arasında, Balanchine'in (Coppelia, Jevvels) ve R obbins’in (Afternoon o f a Faun, Dances at a Gathering) yapıtlarını yo­ rumladığı New York City Ballet’de kendi­ ni kabul ettirdi. 1978’de, Am erican Ballet Theatre için, Don K işot’un yeni bir düzen­ lemesini yaptı, 1980-1989 yıllarında bu topluluğun sanat yönetmeni oldu.



BARIŞSEVER sıf. ve a.



BARIŞÇI nın



BÂRİ sıf. (ar. bed , yaratm ak'tan bari).



eşanlamlısı.



Barışseverler derneği (Türk), ulus­



Esk. Yaradan, yaratıcı.



lararası aydın çevrelerin ikinci Dünya savaşı'ndan sonra atom bombası kullanımı­ nı kınayan ortak eylemlerine katkıda bu­ lunm ak amacıyla, Türkiye’de kurulan der­ nek (14 tem m uz 1950). Türk hükümetinin Kore’ye bir askeri birlik gönderm e kararı­ nı protesto ederek, kararın geri alınması için TBM M 'nin olağanüstü toplantıya çağ­ rılmasını istemesi üzerine (1950) derneğin yönetim kuruluyla diğer bazı üyeleri tutuk­ landı ve dernek kapatıldı.



♦ a. 1. Tanrı. — 2. Bâri-taala, yüce tanrı: "Eylem iş bâri taalâ, hublara sultan s e n i!" (Azimi, XIX. yy.). — isi. Esmâ-yı hüsnâdan (Allah’ın güzel adlarından) biri. Kuran'da üç kez geçer ve varlıkları, benzeri ve dengi olmaksizın yaratan anlamına gelir.



u BARIŞSEVERLİK a



B A R IŞÇ ILIK 'in



eşanlamlısı.



BARIŞTIRMAK -



BARIŞMAK.



BARİ bağ. (fars. bari). 1. Hiç değilse, hiç olmazsa: Kimseye yararı yok, bari kendi­ ne yararı olsa. — 2. Endişe yansıtan bir di­ leği belirtir: Geç kalmasa bari. BARİ a. C.G.S. sisteminde 0,1 pascal’a eşit basınç ölçü birimi. BARİ a. Esk. denize. Eski Mısır’da taşı­ macılıkta kullanılan bir tür çektiri. (Yunan­ lılar aynı am açla kullandıkları bu tekneye baris derdi.)



Mihail Nikolayeviç Banşnikov G. Balanchine'in Apollo1sunda (theâtre des Champs-EIysees, Paris, 1979)



Bari eski kentten ve Porto Vecchio’dan bir görünüm arka planda, katedral (XII. yy.'ın ikinci yarısı)



Aleksandr Puşkin yönetim inde Lenin­ grad'da çalıştı. 1967’de Kirov balesi’ne gir­ di; tüm klasik yapıtlarda aynı rahatlıkla dans etti. 1974’te Bolşoy’un genç solocu­ larıyla birlikte çıktığı bir turnede, Kanada' da kalmaya karar verdi; Kanada ulusal balesi’yle anlaştı. 1974-1978 arasında Am e­ rican Ballet Theatre’ın yıldız dansçısı ola­ rak birçok yapıtın pröm iyerinde (J. Neum eier’in H am let conotation’ı 1976) dans etti, birçok yapıtı yorumladı (la Fille ma! gardee, Delikanlı ve ölüm [le jeune Homme et la mort], le Spectre de la rose, la Bayadere). Birçok toplulukla sahneye çık­ tı. Tüm tekniklere ilgi duyan Barışnikov, Alvin Ailey'in üslubuyla (1976’da Judith Jamison ile prömiyerinde dans ettiği Pas de



BARİ (Tania TR EU R E, T a n ia — denir), hollandalı dansçı (Rotterdam 1936). klo­ ra Kiss, Assaf Messerer ve Victor Gsovskiy’in dersleriyle yetişti. 1955’ten başla­ yarak M aurice Bejart ile çalıştı; onu izle­ yerek Brüksel'e gitti, XX. yy. Balesi topluluğu’na katıldı (1959). Bejart'ın yapıtla­ rının ço ğu n d a dans etti: Sonate â trois (1957), B ahar ayini (1959); H offm ann'ın masalları (1961); Beethoven'in Dokuzun­ cu senfoni'si (1964), les Oiseaux (1965), Romeo ve Juliet (1966), Bhakti (1968), les Vainqueurs (1969). Bu yapıtların bazıla­ rının pröm iyerlerinde rol aldı. Bolero (1963) ve Serait-ce la m o rt? (1970) adlı yapıtların yeni yorumlarını gerçekleştirdi. 1973'te dansı bıraktı.



BARİ a. Doğu Sudan öbeğinde yer alan Nil-Çad dili; yaklaşık 35 000 kişi (Bariler) tarafından konuşulur.



I BARİ, İtalya’da liman kenti, aynı ilin ve Puglia bölgesinin merkezi; 355 325 nüf. (1990). Güney İtalya’nın yarımadadaki ikinci büyük kenti olan Bari, büyük bir bölgesel merkez ve özellikle Akdeniz’in doğu kesimiyle ilişkilerde önemli bir tica ­ ret (Levante fuarı) kentidir. Yakın dönem ­ de geleneksel sanayilere (besin sanayi­ si), kimya, dokum a ve makina sanayileri eklenmiştir. Eski kentin yer aldığı burun, eski ve yeni limanları ayırır; arkada yer alan XIX. yy. kenti, dam a tahtası biçim in­ de bir plana göre kurulmuştur — Bari ili (5 129 km2; 1 530 613 nüf. [1990]) verim ­ li tarlalarla (tahıl, zeytin, badem, üzüm) örtülü kireçli yaylalar üstünde uzanır; Ba­ ri ili aynı zam anda “trullo” lar bölgesidir. Kıyılarda turizm gelişmektedir. —Tar. Roma dönem inde bir karayolları kavşağı olan Bari, sırasıyla, Lom bardlar’ ın, Bizanslılar'jn, Sarazenler’in eline geç­ ti. XI. yy. başında özgür bir kentken, 1071’de Roberto Guiscardo tarafından ele geçirildi. O rtaçağ’da, Haçlı seferlerinin başlangıç noktası olan zengin bir kentti. 1813'te N apolöon’un generallerinden Murat kente bugünkü ilk şeklini verdi; mo­ dern kent, 1860’tan sonra hızla gelişti. — Mim. 1087’de aziz Nicolaus’un kemik­ lerinin A nado lu'd a n Bari'ye götürülmesi kenti kutsal bir merkez haline getirdi. Çok geçm eden yapımına başlanan (XI. yy. so­ nu - XII. yy.) büyük kilisenin bu benzeri (ilgi çekici piskoposluk tahtı, 1098 ?) XII. yy.’ın ikinci yarısında yapılan katedral­ dir.



BARİBAL a. Am erika’da yaşayan siyah ayı (Korkunç ayıdan d aha hafiftir. Bil. a. Ursus am ericanus; Ayıgiller familyasın­ dan.) [Eşanl. -♦ KARA AYI ] BÂRİD sıf. (ar. barid). Esk. 1. Soğuk: ' ‘Sema bir buzlu cam halinde bârid b ir ke­ safetle..." (Tevfik Fikret). — 2. Serin ve hoş: "...yerle r o b ârid beyazların altında ezildikten s o n ra ..."(Celal Sahir). — 3. Se­ vimsiz, soğuk: " Bârid sözüyle âşıka virm ez elem ra k îb " (N ev’i, XVI. yy.). — 4, Barid-ül-mizac, soğuk yaradılışlı, çekin­ gen.



BÂRİDÂNE be. (ar. b ârid ve fars. -a n e ’den bâridane).Esk.Soğukça, soğuk bir tavırla. BARİK sıf. (ar. barik). Esk. Parıldayan, ışıklı, parlak. BÂRİK sıf. (fars. barik). Esk. 1. ince, na­ zik: "B â r! ki hüsni virdi bu bârîk biline / Cânum g ir ân d e g ü l ise olaydı ana ta y " (Kadı Burhanettin, XIV. yy.). — 2. Dakik. — 3. Bârikter, daha ince. BARİKA, C ezayir'de kent. H odne çö­ küntüsünde; 45 000 nüf.



BÂRİKA a. (ar. barika). Esk. 1. Şimşek, yıldırım parıltısı: "Asrın, unutma, hârika­ lar asr-ı fe yzid ir" (T. Fikret). — 2. Bârika-i hakikat (hakikat şimşeği): "Bârika-i haki­ kat müsadem e-i efkârdan çıkar " (Namık Kemal).



BARİKAT a. (fr. barricade). Bir sokak çatışmasında hasımdan korunmak, bir yolu, bir geçidi kapamak, tutm ak için taş, araba, direk, ağaç kütüğü gibi gereçler­ le anında oluşturulan engel. BARİLE (Angelo), İtalyan şair (Albısola Marina, Savona, 1888 - Roma 1967). Şiir kitaplarında (Primasera 1933; Ouasi sereno 1957) gizemcilikle şehvet düşkünlü­ ğünü bir araya getirdi.



BARİLER, S udan’ın güney kesiminde yaşayan nilot halk. Ç obanlıkla uğraşan Bariler, arap akınları sonucunda tarıma daha bağımlı durum a geldiler ve bir kuşi dilini kabul etm ek zorunda kaldılar, inek­ leri yalnızca erkekler ve çocuklar sağabi­ lir, erişkin kadınlar için süt sağm ak kesin­ likle tabudur. Aileler atasoylu, evlilikler atayerlidir. Eski yerlilerin soyundan gelen kalıtsal "k ö le ” sınıfı ve dem irci öbekleri hesaba katılmazsa, bir ölçüde eşitliğe da­ yalı, yaş sınıfları yapısı içeren bir toplum oluştururlar.



BARİ (Nazmi), türk tenisçi (İstanbul



BARİLER ya da BARİ-MOTİLONLAR, Kolombiya’nın alçak topraklarında,



1929). İstanbul Tenis eskrim ve dağcılık kulübü’ nde yetişti. On beş kez Türkiye şam piyonu oldu. 1952-1965 arası Türki­ ye'nin 1 numaralı raketiydi. Tenisi bırak­ tıktan sonra (1965) çalıştırıcılığa başladı.



Venezuela’ nın M aracaibo ilinde ve Sier­ ra de Perijâ’da yaşayan etnik öbek. Şibşa öbeğinden bir dil konuşurlar. Bazen Yukpalar ve Yukolar adı da verilen 2 000 kadar Bari, toplayıcılık, balıkçılık ve man-



Barkan yok, taro ve mısır ekimiyle geçinen, g e ­ niş ailelerden oluşan 8 altöbeğe ayrılır.



BARİLİT a. (fr. barilite ya da barylite).M\ner. Doğal berilyum ve baryum silikat.



1924). Bölgesel romanlar yazdı (The Gaverocks, 1887), sonra toplum sal ahlakçı­ lığı yansıtan yapıtlar verdi (The P ennycomequıcks, 1889). Onward, Christian Soldiers adlı ilahinin yazarıdır.



LOCHE.



BARİNGO, Kenya' da göl, Turkana g ö ­ lünün güney uzantısını oluşturan tektonik çukurda; 500 km2. —G ölün adının veril­ diği, Miyosen ile Pleyistosen arasında bi­ rikmiş fosilli çökellerde, günüm üzden 3,5 milyon yıl önceden kalma Australopithecus kalıntıları ve 9 milyon yıl önceden kal­ ma bir insangil dişi bulunmuştur.



BARİMETRİ a. (fr. barym etrie; yun. ba-



BARİS a. Bali ve Endonezya halkının sa­



ros, ağırlık, ve metron, ölçü’den). Bazı vü­ cut ölçümlerine, özellikle göğüs çevresi ve (ya da) sarmal vücut çevresi ölçüm ü­ ne bakarak hayvanların canlı ağırlığını kestirme yöntemi.



vaş dansı. Küçük hortumluböcek. (Larvası, genellik­ le turpgillerin ve sevgiçiçeğigillerin sapın­ da yaşar. Hortum luböcekgiller familyası.)



BARİ-MOTİLONLAR " > BARİLER



BARİS. Tar. coğ. Eskiçağ’da Anadolu



BARIN



da bulunan iki yerleşme: Hellespontos bölgesinde, Granikos (bugün Biga) çayı­ nın M arm ara denizi’ne döküldüğü yerin batısında kent. Bizans dönem inde pisko­ posluk merkeziydi; — Pisidia bölgesinde antik kent. Roma dönem inde sikke bas­ tı. Bizans dönem i piskoposluk listelerinde Heraclius Barensis olarak geçer. (Bugün İsparta.)



BARİLLİ (Bruno), İtalyan yazar (Fano 1880 - Roma 1952). Besteci ve müzik eleştirmeni (Deliram a 1924; il paese del m elodramına, 1929). Barokla gerçeküs­ tücülük arası bir üslubu vardır.



B a r İ l o c h e ->



S a n c a r l o s d e b a r İ-



BARIN.



BARIN, senyör anlamına gelen rusça sözcük (boyarın [soylu] sözcüğünün kısal­ tılmışı); Çarlık Rusyası’ nda, saygı belirtisi olarak kullanılırdı. BARİNAS, Venezuela’da eyalet mer­ kezi kent, M erida dağlarının eteğinde; 179 918 nüf. (1990). Üniversite. — Yakı­ nında, petrol yatağı. — Barinas eyaleti, 35 200 km2; 467 595 nüf. (1990). BARİND, H indistan ve Bangladeş’te doğal bölge. Ganj ile Brahmaputra ırmak­ ları arasında. Laterıtleşmiş geniş bir alüv­ yon taraçasından oluşan ve dikenli bir bozkır ve orman kalıntılarıyla örtülü olan bölge, hem az verimli hem de çok az nü­ fusludur.



BARİNG (sir Francis), İngiliz maliyeci (Larkbear, D evon,1740-Londra 1810). D evon’da yerleşmiş bir alman rahibinin oğlu. 1763’te, kardeşi JO H N ile birlikte Lon d ra 'da kurduğu banka hızla gelişti. Baring, daha sonra D oğu Hindistan şirketi'nin m üdürlüğüne getirildi. Baring bankası, sir Francis Baring ta­ rafından kurulmuş olan İngiliz bankası. A vru pa ’nın en b üyük bankalarından biri durum una gelen ve A B D ’de de güçlü bir konum edinen Baring bankası, 1890’da durum unun kötüleşmesi üzerine City’den bir grup bankanın katılımıyla mali destek gördü ve bu tarihten sonra Baring ailesi­ nin denetim inden çıktı.



BARİNG (Alexander), A s h b u rto n 1. b a ­ ron u -» ASH BU R TO N BARİNG (Evelyn), 1. C ro m e r kontu, İn­ giliz diplom at ve siyaset adamı (Cromer Hail, Norfolk, 1841 - Londra 1917). Sır Francis Baring’in torunu. 1883’te, yeni iş­ gal edilen Mısır’ı düzene sokmak için, bu ülkeye ortaelçi olarak gönderildi; başta sulama işleri olm ak üzere bir dizi önemli çalışma başlatarak bu eski devleti her alanda m odernleştirdi. Ayaklanan Su­ d a n ’ın geçici olarak terk edilmesini öner­ diyse de, Gordon ve Londra ile bir anlaş­ maya varamaması Hartum felaketine (1885) yol açtı. Mısır'ın yeniden fethedil­ mesi™ olanaklı görür görm ez Kitchener’ı bu işle görevlendirdi (1898). Sağlık duru­ mu nedeniyle 1907’de, Mısır’dan ayrıl- . m ak zorunda kaldı. BARİNG (Maurice), İngiliz yazar (Lond­ ra 1874 - Beauly, iskoçya, 1945). Lord R e v e ls to k e 'u n o ğ lu , d ip lo m a t (1898-1904), gazeteci (1904-1914) ve rusbilimci. Yapıtlarında kozmopolit yük­ sek tabakayı titizlik ve hüzünle betimledi (ıOverlooked, 1922; A Triangle, 1923; C, 1924; Cat's Cradle, 1925). Katolik bir ya­ zar olarak, sefaletçiliğe kaçmadan, Th. M ann'ı ya da G. G reene’i hatırlatan D aphnd A deane (1926), Friday's Busi­ ness (1933) adlı yapıtlarında gizemciliğe varan bir merham et görülür.



BARİNG-OULD (Sabine), İngiliz yazar (Exeter 1834 - Lew Trenchard, Devon,



BARİS a. (kayık anlam ında yun. söze.).



BARİSAN dağlan, Sumatra'da (Endo­ nezya), batı kıyısı yakınında adayı boydan boya aşan dağ sırası. Uzunlamasına bir çöküntünün iki yanında uzanan, kıvrılma geçirmiş iki dağ sırası ile bunlara bağlı bir­ ço k yanardağdan oluşur. Yanardağların en yükseği Kerinci (3 801 m), Barisan dağlarının da en yüksek noktasıdır.



BARİSFER a. (fr. barysphere).



AĞIRKÜ-



R E ’nin eşanlamlısı.



BARİSİLİT a. (fr. barysilite). Miner. For­ mülü Pb3Si20 7 olan doğal kurşun silikat; rom boedrik sistemde yer alır.



BÂRİŞ a. (fars. bariden, yağm a k’tan bariş). Esk. Yağmur; sağanak. BARİŞAL, Bangladeş’te deltasında; 172 905 nüf.



kent,



Ganj



7BARİT a. (fr. baryte). Miner, Formülü Ba S 0 4 olan doğal baryum sülfat; ortorom bik sistemde yer alır, yoğunluğu yük­ sektir (4,70’e eşit) ve metal cevheri d a ­ marlarında bol bulunur. (Tepeli barit, ho­ roz ibiğine benzer ve ikiz kristallerin bir­ leşmesinden oluşur. Barit boyacılıkta özellikle katkı maddesi olarak kullanılır; petrol sanayisinde ise kuyu açm a çam u­ runu ağırlaştırmada yararlanılır.) [Eşanl. AĞIR SPAT,]



BARİTLİ sıf. Barit içeren. — Tıp. Baritli yıkama, kalınbağırsağın ve rektumun radyolojik muayenesi için bir baryum sülfat çözeltisinin rektumdan içeri doldurulması. BARİTO, Borneo adasında (Endonez­ ya) ırmak; yaklş. 900 km. Uçsuz bucak­ sız bataklık ovalardan geçerek’ Bancermasin’in âşağı kesiminde bir deltayla C a­ va denizi'ne dökülür.



BARİTOKALSİT a. (fr. barytocalcite). Miner. Formülü BaC a(C 03)2 olan doğal kalsiyum ve baryum çift karbonat; monoklinik sistemde prizmalar biçiminde gö­ rülür.



BARİTON a (fr baryton 'dan; yun. barytonos). 1. Tenorla bas arası erkek sesi. (Uzun süre bas kategorisinde tutulan bu ses, özellikle latin ülkelerinde, Gluck’un ve fransız, 18 3 0 ’dan sonra da İtalyan opera -komik bestecileri sayesinde yavaş yavaş bağımsızlığına kavuştu.) — 2. Bu tür sesi olan erkek şarkıcı. — Müz. Pes sesli yaylı çalgı. (Viola da gam banınkine benzer bir tekneyle, per­ deli bir saptan oluşur. Dörtlü ve üçlü ara­ lıklarla akortlanmış 6 ya da 7 bağırsak ve değişik sayıda, krom atik olarak akortlanmış madeni tel takılır. Bu m adeni teller­ den her biri, bağırsak tellerin birinden çı­



kan ve aynı adı taşıyan sesle birlikte titre­ şir; bazen de çalgıcı, sol elinin başparma­ ğıyla bu teli çekebilir. Bu çalgı, XVII. ve XVIII. y y.’larda özellikle Alm anya'da kul­ lanıldı. Haydn, prens Esterhâzy için 175 bariton parçası besteledi.)



1323



♦ sıf. Müz. Ses alanı, baritonunkine denk olan üflemeli çalgılar için kullanılır.



BARİTOZ a. (fr. barytose). Baryum sül­ fat türevleri içeren parçacıkların uzun sü­ re solunmasına bağlı mineral pnömokonyoz. (Seyrek olarak, seramikçilikte, optik camcılıkta ve boya sanayisinde çalışan iş­ çilerde rastlanır.) BARİZ sıf. (ar, bariz). Tartışılmayacak ka­ dar açık, gözle görülecek kadar belirgin; aşikâr: En bariz hakikatler. Bariz şekilde kusurlu olmak. BARK a. 1. Ev, mesken ("e v ” sözcüğüy­ le birlikte kullanılır): Evinden barkından ol­ mak. — 2. Orta A sya'da mezarlar üzeri­ ne yapılan küçük evcikler. — 3. Ev bark sahibi olmak, evlenmek.



BARKA, i. Ö. Vl. y y .’da Sirenayka’da kurulmuş antik koloni. Bugün el-Merc.



BARKA, Ham ilkar’ ın takm a adı. BARKALONGA a. (isp. barcalonga). Esk. denize. İspanyolların çektiri devri donanm alarında kullandığı küçük ve hızlı savaş gemisi.



■BARKAN a. Son derece hareketli, bir­ kaç dekam etre boyutunda ayça biçim in­ de (ayçanın iki ucu egem en rüzgâr yö­ nünde uzanır) kumul.



BARKAN (Ömer Lütfi), türk iktisat tarih­ çisi (Edirne, 1905 - İstanbul, 1979). Edir­ ne Muallim m ektebi’ni bitirdikten sonra üç yıl ilkokul öğretmenliği yaptı. İstanbul Da­ rülfünun edebiyat fakültesi felsefe bölüm ü ’nü bitirdi (1927). Fransa’da Strasbourg Üniversitesi’nden ikinci bir lisans al­ dı (1931). İstanbul Üniversitesi iktisat fakültesi’ne profesör oldu (1940). Aynı fa­ kültenin dekanlığına getirildi (1950-52). 1950 ’de kendi girişimiyle kurulan Türk ik­ tisat tarihi enstitüsü m üdürlüğünü, emekli olana d ek (1973) sürdürdü. Ordinaryüs profesör oldu (1957). Uluslararası düzey­ de çeşitli akadem ik başarrlar kazanan Barkan, Strasbourg Ü niversitesi'nden "Şeref d okto ru" unvanını aldı (1957); Belgrad Bilimler akadem isi’ne m uhabir üye seçildi (1968); Uluslararası oryanta­ listler birliği'nin Osmanlı ve Osmanlı -öncesi tarih komitesi başkanlığını 6 yıl sü­ reyle üstlendi (1973-79). 1978’de, "H üd a v e n d ig â r livası sayım d e fte rle ri m ukaddem esi" adlı çalışması ile Sedat Simavi vakfı ö d ü lü ’ nü kazandı. Barkan, Türkiye’de iktisat tarihi disiplininin geliş­ mesi bakım ından öncü bir rol oynamış, Osmanlı dönem ine ilişkin araştırmaları ve yayımladığı belgelerle bu dönem in iktisat tarihinin derinlemesine ele alınmasına bü­ yük katkılarda bulunmuştur. Başlıca araş­ tırma alanları, XV. ve XVI. y y .’larda Os-



barit kristali



Büyiik Doğu Ergi’nde (Cezayir sahrası) barkanlar



Barkan manii im paratorluğu'nda toprak rejimi, osmanlı toplum unda üretim biçiminin Batı fe o d alizm i ile karşılaştırılm ası. XIX. yy.’dan itibaren Osmanlı ve Doğu A vru­ pa ’da tarımsal yapıların geçirdiği d eğ i­ şimler, OsmanlI’da nüfus ve fiyat hareket­ leri v b .’dir. Barkan'ın, türkçe ve yabancı dillerde yayımlanmış ço k sayıda makale­ lerinden ancak küçük bir bölüm ü kitap haline getirilmiştir. Başlıca yapıtları: XV. ve XVL asırlarda Osmanlı im paratorluğu'nda zirai ekonom inin huku ki ve m ali esasları I: Kanunlar [1945), iktisat tarihi ders not­ ları (1954), İstanbul vakıfları tahrir defteri (E. H. Ayverdi ile) [1970], Süleymaniye cam i ve inşaatına ait m uhasebe defterle­ ri (2 cilt; 1972, 1979), Toplu eserler I: Türkiye'de toprak meselesi (1980).



1324



BARKAROL a. (fr. b arca ro lle 'den). 1. Venedikli gondolcuların genellikle doğaç­ tan söyledikleri şarkı. — 2. Orta hızda, üç ritimde (6/8 ya da 12/8), kayığın dalgalar üstündeki sallantısını çağrıştıran, roman­ tik dönem de çok tutulan sözlü ya da söz­ süz müzik parçası.



Ernst Barlach



Vatikan müzesi



BARKASLAR, Pön savaşları sırasında güçlü kartacalı aile. H am ilkar ve oğulları Hannibal, H asdrubal ve M agon bu aile­ dendi. Barkaslar, Hannon ailesine karşıy­ dı; politikada ve dinsel alanda tutucu g ö ­ rüşleri vardı (M elqart kültüne bağlıydılar). Barka adını taşıyan tüm Kartacalılar Bar­ kaslar klanından değillerdi. BARKER



(H a rle y



G ra n v ille )



-



G r a n v İl l e -B a r k e r



BARKER (George), İngiliz şair (Lo-



Cemil Sait



Osman Barlas



Mehmet Barlas



BARKLANMAK gçz. f. Evlenm ek söz­ cüğüyle birlikte kullanılır: Evlenip barklan­ mak. ( - EVLENM EK.)



anlatımına erişti. 1938’de “yozlaşmış sa­ nat"! ortadan kaldırmaya yönelik hareket sırasında birçok yapıtı yok edildi.



BARKLEY (Alben VVİlliam), amerikalı si­ yaset adamı (Lowes, Kentucky, 1877 -Lexington, Virginia, 1956). 1912'den 1926'ya kadar Tem silciler meclisi üyeli­ ğinde bulundu; 1926-1948 arasındaSenato’da önemli bir rol oynadı. Bunun üze­ rine, ABD başkanı Trum an’ ın yardım cılı­ ğına seçildi.



BARLAM



BARKLY TABLELAND, Avustralya' da bölge, M ount İsa’nın (Oueensland ve Kuzey arazisi) K.-B.'sında. Yaygın yön­ tem lerle hayvancılık. BARKLY VVEST, Güney Afrika Cumhuriyeti’nde (Cape ili) kent, Vaal ırmağı kı­ yısında, Kim berley'in K.-B.’sında; 5 200 nüf. Elmas çıkarma merkezi. BARKO a. (ital. b arca 'dan). Esk. denize. Başlangıçta latin, sonra kare donanım kullanan; 100 ile 150 tonilatoluk, güver­ ten tekne. (Latin yelkeniyle donatılan uzun barko XVII. y y /d a n sonra Atlas okyanu­ su ’nda çalıştı. Ö nce avizo olarak yararla­ nılan barko sonra hızından dolayı kaçak­ çılık yapm ada kullanıldı.) || Barko bastiya ya da bestiya, yalnız pruva direği kabasorta, d iğer direkleri sübye donanımlı üç direkli yelkenli gemi (navi de denir). || Dört, beş, altı direkli barko, yalnız mizana dire­ ği randa donanımlı, büyük yelkenli tekne­ ler. || Üç direkli barko, yalnız ilk iki direği (pruva ve grandi direği) kare yelkenlerle donatılmış üç direkli yelkenli tekne.



ughton, Essex, 1913 - itteringham, Nor­ folk, 1991). Freud, Auden ve gerçeküstü­ cülüğün etkisinde kaldı. Yapıtlarında öf­ keleri, ihanetleri, parlak başarıları ve aş­ ka duyulan tiksintiyi dile getirdi: ThirtyPrehm inary Poems (1936), C alam iterror (1937), Eros in D ogm a (1940), N ew s of the World (1950) ve True Confessions of G eorge B a rker’da (1950) görülen imha saplantıları The View from a Blind I (1962) adlı yapıtında da sürdü. The D ead Seagull (1965), in M em oriam D avid A rch er (1973), D ialogues'da (1976) düşsel şid­ detten uzaklaştı ve kendi kendiyle uzlaş­ m aya yöneldi.



BAR-KOHBA, im parator H adrianus dönem inde patlak veren ikinci yahudi ayaklanmasının (132-135) önderi SİMON BAR KOZİBA’ya verilen, “ Yıldızın oğlu” an­ lam ında takm a ad. Bar-Kohba, Kudüs'ü ele geçirdi, ancak Julius Severus yahudi direncini kırdı ve B ar-Kohba’yı Better ka­ lesine hapsetti. Bar-Kohba bu kalede öl­ dü. Bu ayaklanmanın din adına yapıldığı ve elebaşısının da kendini bir mesih ola­ rak gördüğü o devirde basılan paralar­ dan da anlaşılmaktadır. 1951’de Kumran’ın güneyindeki Ö lüdeniz kıyılarında Sim on’un, ikisi kendi el yazısıyla kaleme alınmış birçok m ektubu bulundu.



Barker raporu. İkt. Dünya bankası ta­ rafından Türkiye ekonomisi üzerine hazır­ latılan 1951 tarihli rapor. Bankanın görev­ lendirdiği Jam es M. Barker başkanlığın­ daki bir kurulun hazırladığı rapor, iki bö­ lümden oluşur. Birinci bölüm de Türkiye ekonom isinin tarihsel gelişimi incelenir; ikinci bölüm de ise uygulanması önerilen politikalar ele alınır. Raporun genel yöne­ limi, özel kesime ve tarıma ağırlık verilme­ si yönündedir. Rapor tem elinde, Dünya bankası ile Türkiye arasında bir kalkınma programının finansmanı konusunda yapı­ lan görüşm eler başarısızlıkla sonuçlan­ mıştır.



BARLA, İsparta’nın Eğirdir ilçesine bağlı bucak; 3 430 nüf. (1990); 2 köy. Merkezi Barla, 3 014 nüf, (1990).



BARKHAUSEN (Heinrich Georg), al­ man fizikçi (Bremen 1881 - Dresden 1956). Dresden elektroteknik enstitüsü’ nün m üdürlüğünü yaptı. Özellikle katot ışınları ve elektrikle ilgili salınımları ince­ ledi. 1920’de desimetrik dalgaları gerçek­ leştirdi. Kendi adını taşıyan mıknatıslan­ m a etkisini buldu; bu etkiye göre, ferrom anyetik cisim lerin mıknatıslanması ke­ sikli bir biçim de gerçekleşir.



B a r l a dağı, Akdeniz bölgesi Antalya bölümünün K.'inde, Göller yöresinde G B.-K.-D. doğrultusunda uzanan kütle (2 799 m). İsparta ovasının K .’inde dik ya­ maçlarla yükselir ve .Eğirdir gölüne doğ ­ ru bir çıkıntı yaparak gölün G. kesimini (asıl Eğridir gölü), Hoyran gölü adı veri­ len K. kesim inden dar bir boğazla adeta ayırır. Batı Toros sisteminin bir parçası olan Barla dağının yapısında Kretase kireçtaşları en geniş yeri kaplar. D ördün­ cü Zam an da sürekli kar alanı içinde kal­ mış olan doruğunda küçük buzullar oluş­ muştur. Yüksek yam açlarında karaçam ormanları oldukça geniş yer kaplar.



BARKİNG AND DAGENHAM, Lond­ ra ’ nın d oğ u su nd a sanayi banliyösü, Tham es ırmağının sol kıyısında; 150 200 nüf.



BARLAAM ya da VARLAAM (aziz), eski yunan ve rom a m artyrologium ’una göre aziz; aziz YO S A F A T ile birlikte anılır. Her ikisinin de efsanesi, XI. y y.’da D oğu' da ve Batı da elden ele dolaşmış, erm iş­ lerin yaşamını anlatan bir tür romandır. Öykünün, Buddha efsanesinin hıristiyanlık süzgecinden geçirilm iş bir uyarlaması olduğu sanılır; aralarında Lope de V ega’ nın da bulunduğu ço k sayıda yazar için esin kaynağı olmuştur.



BARKLA (Charles Glover), İngiliz fizikçi (VVİdnes, Lancashire, 1877 - Edinburgh 1944). Liverpool üniversitesi’nde asistan (1905), Londra K ing’s C ollege’de (1909), daha sonra Edinburgh üniversitesi’nde (1913) profesör oldu. Radyoelektrik dal­ gaların yayılması, özellikle de X ışınlarının kutuplanma özellikleri ve işleyiş gücünün belirlenmesi üzerine araştırmalar yaptı. (1917 Nobel fizik ödülü.)



BARLACH (Ernst), alm an heykelci, gravürcü ve şair (VVedel, Holstein, 1870 -Rostock 1938). H am burg ve D resden’ de yetişen Barlach, anlatımcı heykel sa natının başlıca temsilcisidir. Önceleri Ber­ lin’de, Jugend ve Simplicissimus dergile­ rinde çalıştı. 1906 da, Rusya’ya yaptığı bir yolculuk, sanat çalışmalarının yönünü belirledi. Biçim lerin yalınlaştırılmasıyla duyguların ve ortamın dikkate değ e r bir



-



BERLAM .



BARLAS (Cemil Sait), türk siyaset ada­ mı ve gazeteci (İstanbul 1905 - H endek 1964). Hukuk öğrenim ini İstanbul'da ta­ mamladı. Heidelberg Ü niversitesi’ nde doktora yaptı. Yargı kurumunun çeşitli ka­ dem elerinde çalıştı. G aziantep'ten CHP milletvekili seçildi (1943-1950). CHP için­ de Recep Peker’e karşı oluşturulan 31 ’ler hareketi içinde yer aldı, ikinci Haşan Sa­ ka hükümetinde iktisat ve ticaret, Şemset­ tin Günaltay hüküm etinde de devlet ba­ kanı oldu. CHP organı Ulus gazetesinin yöneticiliğini yaptı: önce A n ka ra ’d a ve sonra İstanbul’da Pazar postası dergisi (1951 -1959) ve Son havadis (1951 -1959) gazetesini yayımladı, başyazarlığını yap­ tı. CHP içinde ılımlı bir solculuğu savun­ du, Parti meclisi üyesi olarak çalıştı. 1957 seçim lerinde aday olduğu G aziantep'te çıkan olaylar nedeniyle tutuklandı, yargı­ lanıp aklandı. CHP kontenjanından Kuru­ cu meclis’e girdi (1960-1961), Milli reasü­ rans taş yöneticiliği yaptı (1960-1964). H endek’te geçirdiği bir trafik kazasında yaşamını yitirdi. Gazeteci M ehm et Barlas’ın babasıdır. Sosyalistlik yollan ve Tür­ kiye gerçeği (1962) adlı bir yapıtı vardır



BARLAS (Osman), tü rk hekim (Gazian­ tep 1908). İstanbul Üniversitesi tıp fakültesi’ni bitirdi (1935). Aynı fakültenin I. da­ hiliye kliniğine asistan (1936), doçent (1942) profesör oldu (1961). Tıp fakültesi ikiye ayrılınca, C errahpaşa tıp fakültesi’ ne geçti (1967) ve burada dekanlık yaptı (1969-1971). Cerrahpaşa tıp fakültesi ’ nde I. ve II. içhastalıkları birleştirildiğinde kür­ sü başkanı oldu (1973). Emekliye ayrıldı (1978). Başlıca yapıtları; Hasta böbrek fonksiyonları ve fonksiyon testleri (1939), A k c iğ e r apseleri (1946), Klinik teşhis ve sem iyoloji ( 1954), içhastalıklarında ilerle­ m eler I (K. Berktin ve K. Binark ile 1967). BARLAS (Mehmet), tü rk gazeteci (An­ kara 1942). Cemil Sait Barlas’ın oğlu. İs­ tanbul Üniversitesi hukuk fakültesi ni bi­ tirdi (1968). Gazeteciliğe, öğrencilik yılla­ rında babasının çıkardığı Pazar postası gazetesinde başladı. Cum huriyet gazete­ sinde dış politika yazarlığı (1969-1974), TRT haber dairesi başkanlığı ve açık otu­ rum yöneticiliği yaptı. Günaydın gazete­ sinde köşe yazarlığına başladı (1975). Mil­ liyet gazetesine geçti (1977), aynı gaze­ tede başyazar oldu (1980). Güneş gaze­ tesi genel yönetm enliği ve başyazarlığı­ na getirildi (1986). G üneş’ten Tercüm an’a (1988), sonra Sabah’a (1989), ardından Hürriyet'e geçti (1992). Türkiye üzerine pazarlıklar i 1968) adlı bir eseri vardır.



BARLAS (Taner), türk tiyatro sanatçısı, yönetmen, oyun yazarı (B urdur 1947). LCC tiyatro okulunda üç yıl eğitim gördü. Bir süre İngiltere’de dram a ve bale, Po­ lonya'da Tomazevvski ile mim çalışmala­ rı yaptı. 1972’de Türkiye’nin ilk pandomim topluluğunu, 1985’te Taner Barlas mim tiyatro’yu kurdu. 1974-1982 yılları arasında İstanbul Şehir tiyatrosu nda oyuncu, yönetm en olarak çalıştı. Pandomim, m eddah, ço cuk oyunları yazdı, bir­ çoğunu sahneye koydu. Fakir Baykurt un rom anından oyunlaştırdığı Tırpan * (1980), R. B ach’tan uyarladığı B ir martı (1985), Kafka’dan uyarlanan Değişim (1986), Çeşitlem eler (1986), H. Taner’in öyküsünden oyunlaştırılan Konçinalar (1987), Koza (1987), Kitapları yakın (1988) gibi oyunlar sahneledi. 1989’da Şehir tiyatrosu’na döndü. Bakırköy Bele­ diye tiyatrosu'nda H. Taner’in Zilli Zarife oyununu sahneledi ve rol aldı (1989). SBAR-LE-DUC, Fransa’da (Meuse) il yönetim merkezi, Paris’in 231 km D.'sun­ da, Ornain kıyısında; 17 545 nüf. (1990).



BARLETTA, İtalya’d a liman ve sayfiye merkezi, Adriya denizi kıyısında, Puglia’



da, Bari'nin K.’inde; 83 000 nüf. (1990). Şarap üretimi. Kimya sanayisi, Romangotik üslubunda katedral. Gotik üslubun­ daki S. Sepolcro kilisesi'nin önünde bir tunç “kolos" (bir Roma imparatorunun b i­ zans üslubunda heykeli).



BAR LEV (Hayim), İsrailli general (Vi­ yana 1924). 1948 ve 1956 savaşlarına ka­ tıldı; 1967’deki Altı gün savaşı’nda İsrail kurmay başkan yardımcılığı yaptı. 19681972 arasında kurmay başkanlığı görevi­ ni yürüttü. Süveyş kanalı'nın doğusunda kendi adını taşıyan ve ekim 1973 savaşı­ nın başında çöken bir savunma hattı kur­ du. Ticaret ve sanayi bakanlığı (19721977) ve milletvekilliği (1977) yaptı. 1978’de İsrail işçi partisi genel sekreterli­ ğine getirildi. 1984’te kurulan ulusal birlik hüküm etinde içişleri bakanlığı yaptı. Barleycorn (sir John), her türlü yeniden doğuşun simgesi arpa tanesinin İskoç mi­ tolojisindeki adı. BARLOW (Francis), İngiliz ressam ve gravürcü (Londra 1626 - ay. y. 1702). Portreler ve özellikle de hayvan resimleri yapan Barlow, İngiliz “ spor ressamlığı” nın babası sayılır. Aisopos’un masalları­ nı resimledi (1687). BARLOW (Joel), amerikalı yazar ve d ip­ lomat (Redding, Connecticut, 1754 - Zarnovviec, Kraköw yakınında 1812). La Fayette ile Thomas Paine’in arkadaşı, Fran­ sa büyükelçisi ve Jefferson’ın danışma­ nıydı. Fransız devrim i'ni yaşadı ve inançlı bir jacobin oldu. The Vision o l Colum bus adlı destanına (1787 [genişletilmiş ikinci baskı: The Columbiad, 1807]), Yeni Dünya ’nın kuruluşunu konu alan büyük ame­ rikan temalarını işledi. BARLOW (Peter), İngiliz matematikçi ve fizikçi (Norwich 1776 - W oolwich 1862). W oolwich askeri akadem isi'nde matema­ tik profesörlüğü yaptı. Royal Society’ye üye oldu (1823). Essay on M agnetic Attractions (M anyetizm a üzerine deneme, 1820) ile Covvley madalyasını kazandı (1825). Teleskoplar için akrom atik objek­ tiflerin yapımı üzerine de çalıştı. W. Herschel ve South’un yıldız kataloğundaki yanlışları düzeltti. Bazı dem iryolu sorun­ larıyla ilgilendi. M anyetizm a üzerine yap­ tığı araştırmalarla bir gem ide metal küt­ lelerin mıknatıs iğnesi üzerine yaptığı et­ kiyi dengelem e yolunu buldu. I Barlow çarkı, 1828'de Peter Barlovv' un, bir m anyetik alanın bir elektrik akımı­ na etkisini göstermek için tasarladığı ay­ gıt. Barlow çarkı, yatay bir O ekseni çev­ resinde devinen ve M noktasında cıva ha­ vuzuna dalan bir dişli çark ya da bir D ba­ kır diskinden oluşur. Bir doğru akım kay­ nağının iki ucundan biri cıvaya ve öteki de eksene bağlanır. A mıknatısıyla, çark düzlem ine dik bir manyetik alan oluştu­ rulduğunda, çark, alanın ve akımın yön­ lerine bağlı olarak belli bir yönde dönm e­ ye başlar. Bu çok eski "ele ktrik m otoru” nun ancak eğitimsel bir yararı vardır.



-Seine 1951). Zürih Politeknik okulu’nu bi­ tirdi. 28 yaşında eğitim görm eye Paris’e gitti. Orkestra için çocuk şarkıları (5 Enfantines), lirik yapıtlar (Sylvie ou le DoubleAm our, Nerval’den yararlanarak, 1923; M am 'zelle Prudhomme, operet, 1933), 2 bale (la G rande Jatte, 1950; Gladys, 1954), oda müziği yapıtları (Sinlonietta des saisons; çello ve piyano için la Basiliq u e adlı sonat; flüt, piyano ve çello için Sonatin) ve m elodiler (güzel bir A ve M a­ na) besteledi.



Barlovv hastalığı. Çoc. hast. C vitami­ ni eksikliğinden dolayı süt çocuklarında ortaya çıkan hastalık. İngiliz hekim sir Thomas Barlow'un (1845-1945) ilk kez ta­ nımladığı bu hastalık, göreneksel olarak süt çocuklarına m eyve suları verm e alış­ kanlığı olan ülkelerde kayboldu. C vitami­ ni verilmediği zaman, çok ender olarak görülebilir. Kansızlık, kemik ağrıları, kana­ ma sendromu ve radyolojik belirtiler baş­ lıca özelliğidir. C vitamini verilerek ç a bu ­ cak iyileşme sağlanır. (Eşanl. Ç O C U K İSKORBÜTÜ.)



—Vet. G enç köpek iskorbütü de denen bu hastalık, büyüm ekte olan köpek yav­ rusunu etkiler ve eklemlerin ağrılı şişme­ siyle ortaya çıkan hipertrofik osteodistrofiye (irileşen kusurlu kemik oluşumu) ne­ den olur.



BARMALAR -



BAGİRM İLER



BARMEN a. (ing. barm an; bar, ve man, a da m ’dan). Barda servis yapan kişi; bar tezgâhtarı.



BARMENLİK a. Barmenin işi. BAR-MİTSVA a. (ibranice buyrukların oğlu anlamında). Gerekli eğitim den g e ç ­ tikten ve sınandıktan sonra, cemaatine et­ ken biçim de katılabilen ve bir dinsel tö ­ ren düzenlenmesi için gerekli on a dam ­ dan biri olma niteliğini kazanan, on üç ya­ şındaki musevi delikanlı. ♦ Genç musevinin kutlayan bayram.



dinsel reşitliğini



BARN a. (ing. söze.). N ükleer fizikte ve çekirdek fiziğinde, etkili kesitler için kul­ lanılan 10'28m 2 değerindeki alan ölçüsü birimi (simge b). BARNA ->



B ARANA.



BARNA ya da BERNA, İtalyan ressam. XIV. yy.'ın ikinci yarısındaToscana'da et­ kinlik gösterdi. S. M artini’ nin çevresinde yer aldı. Anlatımı ve çizdiği sahnelerin natüralizmini değerlendiren titiz düzenlem e­ siyle dikkati çekti (San G im ignano kilisesi’nde, konuları Yeni A h it’ten alınmış freskler).



BARNABA (aziz), Kıbrıs asıllı yahudi, ilk hıristiyanlardan ve havarilerden biri. Hı­ ristiyanlığı yeni kabul eden Paulus’un ya­ nında önemli bir rol oynadı ve ilk m isyo­ nerlik gezisine Paulus ile birlikte çıktı. Bir anlaşmazlık nedeniyle birbirlerinden ay­ rıldılar (48'e doğr.). Yaşamının daha son­ raki bölüm ü bilinm em ektedir. Efsaneye göre, Yahudiler tarafından taşlanarak öl­ dürülmüştür. BARNABA OA MODENA, İtalyan res sam. Bologna resim o kulu’nda yetişti. XIV. yy.'ın ikinci yarısında, özellikle Pie­ monte ve Liguria’d a etkinlik gösterdi. Re­ simlerinin en gözde teması Meryem A na’ dır. Üslubunun özelliği, insan yüzlerinde belirginleşen ışık-gölge oyunları ve eski bizans resmini anımsatan ayrıntılardır. ■ BARNABİT a. 1530’da, aziz Antonio



Bartow çarkının ilkesi



-Maria Zaocaria tarafından "hıristiyan ya­ şam düzeyini yükseltm ek ve terk edilmiş ruhların ihtiyaçlarını karşılamak" üzere ku­ rulan aziz Paulus tarikatına m ensup din adamı. (Barnabitler, 1545'te M ilano’da San Barnaba manastırı’ na yerleştikleri için bu adı aldılar.)



BARNARD (Edward Emerson), ameriB A R LO VV (Fred), İngiliz asıllı fransız bes­ teci (Mulhouse 1881 - Boulogne-sur



kalı gökbilim ci (Nashville 1857 - Williams Bay, VVİsconsin, 1923). Kuyrukluyıldızla­



rı ve Jüpiter’in beşinci uydusu Am altheia’ yı (1892) bularak genç yaşta tanındı. 1895'ten başlayarak Williams Bay’deki Yerkes gözlem evi’nin m üdürlüğünü yap­ tı. Araştırma ve çalışmaları, çektiği binler­ ce Samanyolu ve kuyrukluyıldız fotoğraf­ ları, kendisini üne kavuşturdu.



Bar-le-Duc eski Gilles de Treves koleji’nin (XVI. yy.) cephesi



Barnard yıldızı, Yılancı takımyıldızının, 1916’da E. E. Barnard tarafından keşfe­ dilen yıldızı. Bu yıldız tayf tipi M5, görü­ nen kadri 9,5 olan bir kırmızı cücedir. Yer’e 6 ly uzaklıktadır ve E rb o ğ a *’nın üç­ lü a sisteminden sonra Güneş sistemine en yakın gezegendir. Am a özellikle en büyük özdevinim li yıldız olarak tanınır: gökküresindeki yılık yerdeğişimi 1 0 ,3 f'y e ulaşır. Yıldız Y er’e 108 km /sn’lik bir radyal hızla yaklaşm akta ve uzaklığı da yüz­ yılda 0,036 ly azalmaktadır. Yaklaşık 10 000 yıl sonra uzaklığı 3,85 ly ’na ine­ cek ve böylece G üneş sistemine en ya­ kın yıldız olacaktır. Svvarthmore’daki (Pennsylvania) Sproul gözlem evi’nde, 1937’den beri yıldızın devinim indeki te­ dirginlikleri inceleyen hollanda asıllı amerikalı gökbilim ci Peter Van de Kamp (1901’de doğdu) bu yıldızın iki gezegeni olduğunu saptadı: birinin kütlesi Jüpiter'in kütlesinin 0,8 katı, dolanım süresi de 11,7 yıldır; daha küçük olan diğerinin kütlesi J ü pite r’in kütlesinin 0,4 katı, dolanım sü­ resi de yaklaşık 20 yıl’dır.



BARNARD (Christian), güney afrikalı hekim ve cerrah (Beaufort West, Cape Town, 1922). A B D ’de burslu öğrenci ola­ rak eğitim gördü (1956). G üney Afrika C um huriyeti’nde “ açık k a lp " ameliyatla­ rını başlattı ve 1967 aralığında ilk kalp nakli ameliyatını gerçekleştirdi. BARNATO (Barney), İngiliz maliyeci, A ltın k ra lı denir (Londra 1852 - denizde öl. 1897). Servet yapm ak için Transvaal’e gitti, orada altın m adenlerine sahip oldu. Cecil Rhodes ile birlikte De Beers C on­ solidated M ines’ı, sonra L ondra'da Barnato C onsolidated bankası nı kurdu (1888). M aden hisse senetlerindeki bir düşüş sonucu tüm servetini yitirdi. BARNAUL, Rusya Federasyonu’nda kent, Sibirya'da, Obi ırmağının kıyısında, bir tarım (buğday, şekerpancarı, a yçiçe­ ği, keten ve hayvancılık) bölgesinin orta­ sında; 602 000 nüf. Demiryolu kavşağı. Kimya, makine, dokum a (pamuk, kimya­ sal lifler) ve besin sanayileri. BARNAVE (Antoine), fransız siyaset adamı (Grenoble 1761 - Paris 1793). Grenoble yüksek m ahkemesi’nde avukatlık yaptı. 1788’de, Vizille’de toplanan pauphine meclislerinde üyeydi, 1789’da, Etats generaux’ya girdi. Meclis üzerinde, he­ men hem en M irabeau kadar etkili oldu; öteki iki "trium vir” (Lameth ve Du Port) ile birlikte M irabeau’ya karşı çıktı. Anaya­ sa tartışmalarında, kralın ayrıcalıklarını kı­ sıtlamak için sürekli ça ba harcadı. Ama, Varennes olayından sonra, Louis XVI'yı Paris'e geri getirm ekle görevlendirilince,



Antoine Bamave XVIII. yy. pastel (ayrıntı) Versailles şatosu



Barnave kral ailesiyle yakınlık kurdu ve Feuillants kulübü’nde, krallığın sürdürülmesinden ya­ na gözüktü; bu nedenle Terör yönetimin­ ce ölüm cezasına çarptırıldı ve idam edil­ di.



BARN DANCE a. (ing. barn, am bar ve dance, dans). XIX. yy. sonunda oynanan amerikan köylü dansı.



BARNENEZ, Plouözoch kom ününde yer, Finistere bölgesinin kuzey - d o ğ u ’ sunda. Geçitleri gün e y-d oğ u ’ya yönelen dolm enleriyle Cilalıtaş devrinin başların­ dan kalma en önemli tümüslerden biri. P. R. Giot ve arkadaşlarının 1955’ten bu ya­ na kazılar yaptığı bu V. binyıldan kalma anıt bugün iyice sağlamlaştırılmıştır.



BARNES (Barnabe), İngiliz şair (Yorkshire 1568’e doğr. - Durham 1609). Sone, madrigal, od ve elejiler derlemesi Parthenophil and Parthenope'un (1593) ve Lucrezia Börgia üzerine yazılmış, düzm ece p apa yanlısı The D evil's C harter (1607) adlı bir trajedinin yazarıdır.



BARNES (Thomas), İngiliz gazeteci (Londra 1785 - ay. y. 1841). 1817’den ölüm üne kadar yöneticiliğini yaptığı Times’ın önde gelen bir gazete olarak ün kazanmasına ve gazetecilikte bağımsız­ lık kavramının yerleşmesine büyük katkı­ da bulundu.



BARNET, Londra’nın kuzey kesiminde konut banliyösü; 292 300 nüf. — Yakınında yapılan B arnet savaşı’nda (1471), Edvvard IV'ün bozguna uğrattığı W arw ick kontu çarpışırken ölmüştü



BARO a. (fr. barreau). Bir bölgedeki avu­ katların kurduğu, tüzel kişiliği olan, kamu kurum u niteliğinde meslek örgütü. (Bk. ansikl. böl.) || Baro başkanı, en az on beş yıllık kıdemi olan avukatlar arasından, ba­ ro genel kurulunca gizli oyla seçilen ve baroyu temsil eden avukat. (Baro başka­ nı iki yıl için seçilir. Üye sayısı elliden az olan barolarda kıdem şartı aranmaz. Ba­ ro başkanı, baro yönetim kuruluna baş­ kanlık eder; genel kurul, yönetim kurulu ve disiplin kurulunun kararlarını yerine ge­ tirir.) — ANSİKL. 1136 sayılı Avukatlık k.'na gö­ re, bölgesi içinde en az on beş avukat bu­ lunan her il m erkezinde bir baro kurulur. Her avukat, sürekli olarak çalışacağı böl­ genin baro levhasına yazılır. Avukatlık yasası’na göre, baro levhasına yazılmadan avukatlık yapılamaz. 1984 yılında Avukat­ lık yasası'nda yapılan bir değişiklikle ba­ roların siyasetle uğraşm aları yasaklandı. Bu değişikliğe göre, barolar siyasal par­ tilere yardım yapam azlar; onlarla siyasal ilişki ve işbirliği içinde bulunamaz, millet­ vekili ve yerel yönetim seçimlerinde aday olanları destekleyemezler.



ÇER]



BARNEVELD, H ollanda'da (Gelder-



BAROGRAM a. (fr. barogram m e). Ba­



(Cornwall-on-Pludson, New York, 1892 -New York 1982). Yurdunu terk ederek A vru pa ’ya yerleşti, öyküler yazdı (A Book, 1923; A N ig h t am ong the horses, 1929). Bunlar, Sp illw a y adı altında 1962’de yeniden basıldı. Ryder (1928) ve N ightw ood (1936) adlı iki romanı, psika­ nalizci bir katılığa indirgenmeyen ve düş­ lere dayalı bir edebiyatın ilk verilerini sap­ tadı.



World Museum-Baraboo, Wisconsin



BARNES (Clive Alexander), İngiliz dans eleştirmeni ve yazarı (Londra 1927). Oxford üniversitesi’nde öğrenim gördü. 1950'den başlayarak, Lon d ra 'da çıkan Dance and Dancers adlı derginin yayımı­ na katıldı, New Statesman’de (1951) yaz­ dı. 1963’te Dance and D ancers’ın yazıişleri m üdürü oldu. 1956-1965 arasında Dance M agazine’in m uhabirliğini yaptı; Daily Express, Spectator, Times ve New York Times gibi gazete ve dergilere dans eleştirileri yazdı. Yapıtları arasında, Ballet in Britain since the War (Savaştan bu ya­ na Büyük Britanya’da bale) [1953] ve D ance Scene USA (1967) önemlidir,



BARNES (Djuna), amerikalı edebiyatçı



BARNES (Albert Coombs), amerikalı



Circus



(Londra 1925). Kingsley Hall’de önce hasta, sonra tedavi uzmanı olarak bulun­ du. Şizofreniyi bir hastalık değil, bir de­ neyim olarak ele alması, tedavi yöntem ­ lerini allak bullak etti.



lılar'a birtakım büyük yıldızları —şarkıcı Jenny Lind gibi— tanıttı. Sahibi olduğu hayvanat bahçesi de —uzun bir süre Jumbo adlı fille tanındı— çok ünlüydü (1887’de yandı). Barnum, üç pistli sirki ilk bulan ki­ şidir. A vru pa ’da sirkçilik yapan Ringlingler tarafından satın alınan Barnum adı, son derece görkem li sirk gösterilerinin reklamı için kullanılmaktadır.



hekim, sanat yazarı ve koleksiyoncu (Merion, Pennsylvania 1872 - Philadelphia yakınında 1951). M erion’dakı Barnes Foundation'd a iki yüze yakın Renoir, yüz Cezanne, yetmiş beş Matisse, otuz beş Picasso tablosu dışında, Seurat, güm rük­ çü Rousseau, Soutine, M odigliani ve De C hirico’ nun yapıtları bulunur. Ayrıca, önemli bir zenci sanatı koleksiyonu da vardır. Barnes The A rt in Painting (1925) adlı bir kitap ve çeşitli m onografiler yaz­ dı: Matisse. Renoir, Câzanne.



Dorset, 1801 - VVInterbourne Came 1886). Oma, a Lap la nd Tale’den (1822) sonra, zaman zam an eski İngiliz lehçesi­ ni kullanarak, Dorset köylülerini yansıtan şiirler yazdı (Hwom ely Rhyrnes, 1859; Tiw o r a view o f Roots, 1862).



Bamum sirkinin bir gösterisi için hazırlanmış afiş (1891) Circus Wortd Museum Baraboo (ABD)



BARNES (Mary), İngiliz kadın edebiyatçı



BARNET (Boris Vasiliyeviç), rus sine­ ma yönetmeni (M oskova 1902-Riga 1965). Moskova Güzel sanatlar okulu’nda öğrencilik, tiyatroda dekoratör yardım cı­ lığı, Kızıl o rd u ’da hastabakıcılık ve bok­ sörlük yaptı. 1922’d e d e , M oskova Sine­ ma enstitüsü’ne girdi Burada, Lev Kuleşov’un derslerini izledi. 1925'te, Vsevolod Pudovkin’in derslerinden yararlanmak, aynı zam anda da oyunculuğa ve yönet­ menliğe başlamak için enstitüden ayrıldı. 1927'de, Devuska s K orobkoy filmini yap­ tı ve 1928’de, V. P udovkin'in Potom or Ç ingiz Hana filminde oynadı. Filmlerinde, ülkesinin kendi dönem indeki toplum sal gerçeklerini açık ve yum uşak bir şiirsel­ likle anlattı. Yenigerçekçi dram ya da duygusal komedi türündeki birçok filmi içinde en önemlileri şunlardır: Dom na Trubnoy (1928), Ledolom (1931), Okraina (Barnet'in başyapıtı, 1933), U Samovo Sinyevo M orya (1936), Ş çedroye Leto (1950), Uyana (1955), Boryets i Klovn (1957), Anuşka (1960) ve son filmi Alyonka (1962).



BARNES (VVİlliam), İngiliz şair (Bagber,



Pio Baroja Juan Echevarria'nın yapıtı (ayrıntı)



lem ler üzerine de önemli yapıtlar yazdı.



BARNES (Ralph M.), amerikalı toplum ­ bilimci ve danışm an-m ühendis (Clifton Mills, West Virginia, 1900). Kaliforniya Üni­ versitesi’ nde sanayi organizasyonu pro­ fesörü. Hareketlerin ve zamanların ince­ lenmesi üzerine olduğu kadar, anlık göz­



land) kent, A p e ld o orn 'u n B.-G.-B.’sında, Veluvve bölgesinde; 11 500 nüf. Kümes hayvanları yetiştiriciliği merkezi.



BARNEVELT (Johan



V A N O LD EN )



O ld en barn evelt.



BARNFİELD (Richard), İngiliz şair (Norbury, Shropshire, 1574 - Stone, Staffordshire, 1627). Eşcinselliği kırsal kesimle il­ gili şiirlerinde belli olur (The Affectionate Shepherd, 1594; Cynthia, 1595). Shakes­ peare, Barnfield'in sonelerinden üçünü Passionate Pilgrlm (1599) adlı yapıtına al­ mıştır.



BARNSLEY, Büyük Britanya’da kent, Leeds’in G .'inde. Penninler'in güney -doğu kesiminde; 77 000 nüf. Demir-çelik tesisi.



BARNSTAPLE, B üyük B ritanya’da (Devon) liman kenti, Taw halici kıyısında; 17 000 nüf. BARNUM a. (fr. söze.). 1. Sirk. Gezgin sirkler tarafından kullanılan çadır. — 2. Bine. Karşı koyan, huysuz, sert atlara ta­ kılan bir tür çılbır başlığı. Bu çılbırla bini­ ci ata yerden kum anda eder. Son derece sert ve tehlikeli olan bu çılbır-başlık koşu­ munu ancak deneyim li öğretm enler kul­ lanabilir.



BAROCCİO (Federico FİORİ, il — de­ nir), İtalyan ressam ve gravürcü (Urbino 1535'e doğr. - ay. y. 1612). Barok sanatı haber veren uzam araştırmaları ve renk­ leriyle, şaşırtıcı biçim de m odern olan din­ sel tablolar yaptı (Halkın Madonnası, 1579, Uffizi, Floransa; Sünnet, 1590, Louvre). B a ro d a



vadodara.



BAROGRAF a. (fr. barographe). Bir ha­ va taşıtının ulaştığı yükselti eğrisini kesik­ siz grafik biçim inde gösteren kaydedici basınçölçer. (Kurşunla m ühürlenen ba­ rograflar yükselti rekorlarını kaydetm ede kullanılır.) [Eşanl. KAYDEDİCİ YÜKSELTİÖL-



ro g ra fın çizdiği eğri.



liBAROJA (Pfo), İspanyol yazar (San Sebastıân 1872 - M adrid 1956). Kısa bir sü­ re hekimlik yaptıktan sonra edebiyata yö­ neldi. ilk yapıtları d oğ d u ğu bölgeyle ilgi­ lidir: Tierra vasca adlı roman üçlemesi, La Casa d e A izgorri (1900), El m ayorazgo de Labraz (1903) ve Zalacaın el Aventure o 'dan (1909) oluşur. Diğer bir üçlem e­ sinde (1904), toplum sal töre ve gelenek­ lerle m ücadele eden kabına sığmaz se­ rüvencileri sahneye çıkarır: La busca, Ma­ la H ierba v e A u ro ra roja. Daha sonra, bir dizi yapıtında, anarşik romantizme tutkuy­ la bağlı öfkeli “ Silvestre P aradox” tipini yarattı. M em orias d e un hom bre d e a cciön (1913-1935), XIX. yy. tarihinin öyküleştirilmiş bir biçim idir. Kilise’ye karşı tavır alan ve N ietzsche’nin etkisinde kalan Ba­ roja, bireyin özgürlüğünü kısıtlayan her şeye başkaldırdı; bunun sonucu olarak da her türlü siyasal bağımlılığı reddetti. "9 8 kuşağı’’nın adamı olarak, gününün ispanya’sını, birçok denem esinde ve ro­ manı C am ino de perfe cciö n 'üa (1901) taftışma konusu yaptı Anılarında (M em o­ rias, 1944-1949) beliren içtenliği ve sal­ dırganlığı, Franco rejimi tarafından bir sü­ re tedirgin edilmesine yol açtı.



BBARNUM (Phi neas Taylor), amerikalı



BAROK sıf. (portekizce barroco, e ğ ­ ri büğrü inci). 1. Güz. sant. XVI. yy. so­



işadamı (Bethel, Connecticut, 1810 - Bridgeport, Connecticut, 1891). Gerçekliği kuşkulu olan bazı olayları (VVashington' un sütninesinin yaşlı bir zenci kadın oldu­ ğu iddiası gibi) teşhir etm ekle işe başla­ dı. Bu aldatm acaların yanı sıra, Am erika­



nundan XVIII. yy. sonuna kadar, İtalya' dan başlayarak, Avrupa ve Latin Am eri­ ka ülkelerinin çoğunda gelişen üslup için kullanılır (Bk. ansikl. böl.) — 2. Ed. XVII. yy da Avrupa’da, klasikçilik akımının tersine, duyarlığa öncelik veren eğilim için kulla-



nılır.(Bk. ansikl. böl.) — 3. Müz. A vrupa a da, 1580 ve yaklaşık 1760 arasında biçi- £ mi ve m üzik dilim etkilemiş sanat anlayışı iç in k u lla n ılır. (Bk. a n s ik l. b ö l.) — 4. Bir uygarlığın sanatsal gelişmesi için­ de, bazen daha önceki bir evreye karşıt olarak gösterilmek istenen bir evreye de­ nir. (XVII. yy. İtalyan barokunun, klasik Rönesans’a karşıt olarak gösterilmesi gi­ bi.) ♦ a. Barok üslubundaki üslup, ede­ biyat ya da müzik. — ANSİKL Barok sıfatı, önceleri, kuyum ­ culuk dilinde düzensiz ve acavip biçimli taş ve incileri nitelemek için kullanılıyordu XVIII. yy. sonlarından başlayarak, XVII. yy. başında klasik ve maniyerist Röne­ sans üslubunun yerine geçen ve Avrupa' nın büyük bir bölüm ünde XVIII. yy. sonu­ na kadar, Latin Am erika’daysa XIX. yy.'ın başına kadar süren üslubu belirtmek için, önceleri küçültücü anlam da kullanıldı.



Ö z e llik le H. VVölfflin v e E. d ’O rs, b a ro k a nlayışı k u ra m la ş tırd ıla r. B u d in a m ik , lirik v e d o k u n a k lı s a n a t b iç im i, m im a rlık v e m im a rlık b e z e m e le ri b a ş ta o lm a k ü z e re tü m a n la tım b iç im le rin i e tk ile d i; e tk i a ra y ış ın d a , d u y g u la ra ve h e y e c a n a s e s le n m e d e ,



Ûuattro Fiumi çeşmesi (1648-1651) Bernini'nin yapıtı Navona meydanı Roma , k , d „ ' ,, , ,arKa planoa’ bam Apnese)



BAROK SANAT VE MİMARLIK



Santa Maria della Salute kilisesi’nin plan (yukarda solda) ve ekorşesi (yanda) Baldassare Longhena tarafından 1631-1654 arası Venedik'te gerçekleştirildi



barok 1328



San Carlino aile ûuattro Fontane kilisesi’nin planı (solda üstte) ve enine kesiti Francesco Borromini tarafından Roma'da gerçekleştirildi (1634-1641) '



Joseph Anton f-euchtmayer’in tahtadan çokrenkli küçük melek heykelleri (1754'ten sonra) Bavyera'daki Ottobeuren kilisesi’nde



açık biçim ler sistemi ve bireşim yoluyla hareket ettiğini ileri sürdü. M ichelangelo’ nun coşkulu araştırmalarının izinde giden Bernini, Borromini ve Pietro da C ortona gibi dâhi yaratıcılarca Roma'da başlatılan barok akım, Karşı-reform hareketinin ay­ rıcalıklı ve parlak sanat dili haline geldi; önce İtalya’da, daha sonra da katolik ül­ kelerin büyük bir bölüm ünde yaygınlık kazandı. Reform ülkelerinde bile m onar­ şi uygarlığının sanat anlayışına uygun düştüğünden, gelişimi yalnızca dinsel sa­ nat alanıyla sınırlı kalmadı. Dini tasvirler­ de gizem ciliği yücelterek, dinsel ikonog­ rafi konularını bütünüyle yeniledi. Barok sanat, saraylarda ve A vru p a ’nın büyük



Torino’daki Madama sarayı’nın merdiveni (1718-1721) Filippo Juvara’nın yapıtı



Divina Providencia kilisesl'nin planı (1662,1755'de yıkıldı) Guarino Guarini tarafından Lizbon’da gerçekleştirildi



1330



Aziz Nicolaus kilisesi ı ignaz Dientzenhofer tarafından eski Prag’da (Çekoslovakya) inşa edildi (1732-1735)



LATİN AMERİKA'DA BAROK SANAT



ûuito’daki (Ekvador) İsa birliği (Compahia) manastırı kilisesi 1765'te bitirildi.



bu sanat, sonraki yüzyılda değişikliklere uğradı (rokay ve rokoko). Barok sanat, ilk olarak papaların Roma için ısmarladığı yapıtlarla ortaya çıktı: şe­ hircilik ve süsleme çalışmaları; San Piet­ ro bazilikasının ön cephesinin inşası (bu cephe, daha sonra, Bernini’nin revakıyla ululaştırıldı); bu bazilikanın içinde, yine ay­ nı sanatçı tarafından yapılan görkemli baldaken (1624-1633) ve kürsü; Rainaldi ve Borrom ini’nin yapıtı Sant’Agnese kilisesi nin ön cephesinin yapım ından sonra ge­ niş bir opera sahnesini andıran Navonam eydanındaki çeşmeler. Delişken bir de­ haya sahip Borromini, cephe ve duvar­ ları dalgalı, eğri çizgilerle donattı, oval bi­ çimleri yeğledi, im gelem gücü, San Carlino aile Ouattro Fontane ve Sant’lvo alla



Letıkippos'un kızlarının kaçırılması (1618-1620) Rubens’in tablosu Alte Pinakothek, Münih Sapienza'da olduğu gibi, kimi zaman olağandışılığa kaçtı. Lanfranco, Pietro da Cortona, rahip Pozzo, tavan ve tonozları çarpıcı kom pozisyonlarla süsleyerek ba­ rok fresk sanatını ortaya çıkardılar. İtalya’ nın diğer büyük kentlerinde de büyük us­ talar bu üslupta çalıştı: Juvarra ve rahip Guarini Torino'da (San Lorenzo kilisesi, Madam a sarayı) ve Piemonte bölgesinde (la Superga); Longhena (la Salute) ve Tiepolo Venedik'te; M agnasco ve Parodi’ ler C enova’da; Napoli ise, S. Rosa, L. Giordano, F. Solimena ve Caserta sarayı’ nın mimarı Vanvitelli ile ün kazandı; Sicil­



n a .'C



ya ’da, Palermo bölgesiyle ve 1693 dep ­ rem inden sonra yeniden inşa edilen do­ ğu bölgesi kentleriyle (Noto) barokun et­ kisinde kaldı. Barok sanat, A lp dağlarını aşarak, Flabsburg hanedanının egem enliği altın­ daki devletleri, Avusturya ve Bohem ya’ yı fethetti. Kilise ve saray mimarları Fisoher von Erlach, Hildebrandt ve Dientzenhofer’ler, heykelci R. D onner ve ressam M aulbertsch sayesinde, Viyana ve Prag barok sanatın ünlü merkezleri arasına gir­ di. Carlo Antonio Carlone ve Prandtauer, görkem li m anastırlar inşa ettiler (Sankt



h ıh u a m S f î r



v e n İ is p a n y a '



Z^sat^cas G u a d a Ia j a ‘a



2 a-'



yam anca



0C°"a



T ep o tzo tlâ n M e x ic ö



e b u c ıg a lp a F C a rta g e r L e ö rr H e re d ıa



BREZİLYA / /



^•S ucre Potosi



pördoba Önemli merkezler T ek anıtlar Sömürgeleştirilmiş bölgeler



XVIII. yy.'da Y u riria p u n d a ro G u an ajua to Taxco



B u e n o s ! A ire s



İR e c ife



( p S a iv a d o r ] (Bahta)



M itte / O u ı y P re to 'S J o â o . 4) k C p n g o n h a s d e l R e Q jQ ~ !a e C a m p o R io d e J a n e ir o



Kırbaçlanmış-lsa kilisesi nin org yeri; Bavyera’da, Wies'te Dominikus Zimmermann tarafından gerçekleştirildi (1746-1759), süslemeler ve resimler: Johann Zimmermann m erkezlerinde gözde olan şatafat ve gös­ teri zevkine de uygundu. Amacı, şaşırt­ mak, göz kamaştırmak, büyülü ve masal­ sı bir hava yaratmaktı. Bu amaçla kütle, ışık ve karşıtlık etkilerinden büyük çapta yararlandı; bu anlayış, mimarlıkta anıtsal düzen, eğri yüzeyler ve hatlar, girinti ve çıkıntılar, ışık-gölge şaşırtmacalarıyla: heykelde, hareketli ve coşkun figürler,



dalgalı ve acayip giysi kıvrımları, jestler ve ifadelerde aşırıiık, birbirleriyle uyuşmayan maddelerin bir araya getirilmesi ve çokrenklilik eğilimleriyle (renkli mermer, tunç, yaldız, boyalı yalancı mermer); resimdey­ se, diyagonal düzenlemeler, perspektif, kısaltım, göz aldatm aca etkileriyle ve abartma eğilimiyle kendini gösterdi. XVII. yy. boyunca canlılığını sürdüren



’ e te rs b u rg



Ambere



N arv a S to c k h o ir



Laheyı Tgholtn Moskovi -g



Bruşge^



1 2 3 4 5



A/er'hpCİtS



,4



Monmgul



k-M echelen \ • 2 0 M a a s .tr Brüksel



^W Lıege



G n m b e rg e n , L o u v a in B e a u v a is M a ıs ö n s V a u x -le -V ıc o n n e



Dubrovitsıy



6 N ancy 7 P o n t a -M o u s s o n



T o u rn a ı® 1 ~ ıv ıo n s \ N â r n u r 0 C a m b r a iJ



Vilnyus 1(Vılno)



A m ş t§ c c ja m *t--y f 8 L ü k s e m b u rg 9 Brühl 10 Wilhelmshöhe



i H â m b u ım



L a h e y /^ Ş u c k e b u i



) x fo r d



^Varşova is t e r ( * F ü | W ılh e nT s tha i



A nver



0) Dresder^ İ



1 1 Bilâ Hora (Akdağ)



f/Lem berğl t Lvö v



12. Durnsteın 13 Göttweig 14 Sankt Floram 15 M antova



AVRUPA’ DA BAROK SANAT



A /r a n o v : i S la v k o v (A u sıe rlıtz) kViyana



Versaıl/esfa A



16 Zvviefalten 17 Furstenfeldbruck 18 Weingarten



F o n g tl : BİOIS B W a n ç o W L yon



Toul ouse







Braga V a lla d o h d



ı ’



/



" s



#



G|



i Borromeo aü■ N \ M ,iano ^ V ıc e n z a — \



> P Compostet



Tonn# | / a ^ " e ıv '' P rb rT e n ce



*1 5 0 ^



0Vened*



» -B o lo g n a



v r



Parm aV/ 0 \ M o de n a Floransa \



’aragoza Salam anca E v o ra



Barcelona



-anjuez



LİZbÖT C ö rd o ba A lış an te



•/Elche -Hylurcia



Palerm o



M ^sstra



b e rı^



^Catama



R a g u s a f J S ir a c u s a 0



Önemli merkezler







ikincil merkezler



4



aziz ignatiııs'un zaferi (1690a doğr.) Andrea Pozzo’nun yapıtı Roma’daki Sant’ignazio kilisesi’nin tavanındaki gözaldatıcı fresk



T ek anıtlar



M o d i c a * - 9 N o to merkezleri



Salzburg



Florian, Melk). M im ar Pöppelm ann ve helkelci Perm oser’in (D resden’de Zwinger) çalıştığı Saksonya d a barok akımın etkisi altına girdi. XVIII. yy.'da, Bavyera, Franken ve bütün G üney Almanya, ba­ rok kiliselerle doldu: M ünih'teki Sankt Johann-N epom uk kilisesi’ nde, Rohr’da, VVeltenburg’da Asam kardeşler; VVİes’te ve Steinhausen’de D. Zimmermann; Vierzehnheiligen'de B. Neumann; Ottobeure n'd e J. M. Fischer. Bu arada, Konstanz gölü çevresinde ve İsviçre'de çalışan V orarlberg ustalarını d a unutm am ak ge­ rekir. Barok akım Polonya ve Rusya'da da yaygınlık kazandı, Rastrelli Petersburg sarayı’nı inşa etti. Tutkulu yaradılışlarına uyan barok üs­ lubu coşkuyla benim seyen ispanyollar, ülkelerini kısa zam anda anıtlarla donata­ cak ağır süsleri seven m imar ve heykel­ cileri bulm akta güçlük çekmediler. İspan­ yol baroku, özellikle ülkenin kuzeyinde, Churriguera, P. d e Ribera ve N. Tome (Toledo katedrali’ndeki Trasparente) tara­ fından temsil edildi. G üneyde ise, Sevilla, Valencia ve G ra n a da 'd a barok üslup­ ta pek ço k kilise ve saray inşa edildi. Bu yapılarda, gösterişli bir anlatımcılığın ege­ men olduğu, her zam an barok anlayışta olmayan çokrenkli bir heykel sanatı göze çarpar (XVIII. yy.’da Pedro de Mena, Pedro Roldân, F. Salzillo). Kendine özgü bir yaratıcılığa sahip Portekiz baroku, Ok­ yanus ötesinde, dâhi heykeltraş Aleijadinho’nun üne kavuşturduğu Ouro Preto gibi Brezilya’nın önemli m erkezlerinde de gö­ rüldü. Am erika’daki İspanyol sömürgeleri, biçim leri kimi zaman taşkınlığa varan de­ recede abartarak, anavatan sanatını be­ nimsediler: M eksika’d a Puebla ve Oaxaca kiliseleri; deprem lere karşı geliştirilmiş ilginç bir mimarlığın görüldüğü Antigua gibi Orta Amerika, Perü ve Kolom biya kentleri. A vrupa'da, katolik Felemenk ülkesi ba­ rok sanatın özellikle yerleştiği bir diyar ol­ du: katafalk biçimli capella'lar (Nam ur’de Saint-Loup, Louvain'de Saint-Pierre kili­ seleri), H. F. Verbruggerı ya da M. Vervoort’un ilginç kürsüleri. Anversli Rubens ise barok sanatın kuzeyli büyük dehası­ dır. Yakın zam anlara kadar Reform ülkele­ ri ve Fransa, barok dünyası dışında tutu­ luyordu. Oysa, Versailles sanatının büyük ölçüde barok olduğu bir gerçektir. Res­ sam Simon Vouet ve heykelci Puget gi­ bi, Le Vau da barok sanatçı sıfatını taşı­ m aya hak kazanmıştır. XVIII. yy.’da bile, A d a m ’lar ve Slodtz’lar gibi sanatçılar, kendilerini barok üsluba adamışlardı. A. Schlûter ve Knobelsdorff gibi ustaların yer aldığı, barok bir Berlin’den de söz etmek m üm kündür. İngiltere de barok sanatın gösterişinden yoksun kalmamıştır; bunun en iyi kanıtı, Londra’da VVren’in inşa etti­ ği St. Paul katedrali'dir. Kuramsal olarak papa yanlısı olan bu üslup, ağırbaşlı ve protestan Hollanda tarafından bile benim ­ senmiştir. Monarşi İle yönetilen dini bütün bir to p ­ lumun gösterişçi sanatı olan barok, Ancien R egim e'in yıkılmasından sonra yaşa­ yamazdı; XVIII. yy.'ın ikinci yarısından sonra, yeniklasikçilik karşısında gerileme­ ye başladı. Barok üslup, tü rk sanatında yaklaşık 1720-1830 arasındaki dönem de, özellik­ le mimarlık ve bezem ede uygulanmıştır, türk ya da osmanlı baroku denilen bu akım, Batı etkilerinin osmanlı toplum u ve sanatı üzerinde egem en olmasıyla başla­ mış, değişik evreler geçirerek yeni biçim ­ lerde yorumlanmıştır. Yapımına 1749’da başlanan N uruosm aniye camisi, bir ba­ kıma bu dönem in ilk önemli ürünüdür. Özellikle avlu kesimi eğrisel plan düzeniy­ le Batı baroku ile yakınlıklar gösterir. İs­ tanbul Ayazma, Beylerbeyi, Laleli ve Üs­ küdar Selimiye cam ileri de kimi ayrılıklar­ la türk barokunu yansıtan güçlü örnek­ lerdir. Gene bu dönem de çeşme ve se­ biller klasik osmanlı m im arlığında ulaşa­



madıkları bir ağırlıkta ortaya çıkarlar. Anıt­ sal boyutlardaki çeşmeler arasında İstan­ bul Tophane, Azapkapı ve Üsküdar m ey­ dan çeşmeleri sayılabilir. Tüm bu yapılar­ da Batı barokunun etkileri egem en ol­ m akla birlikte, türk baroku özgün bir ya­ ratıcılık çizgisi izlemiş, böylece daha son­ raki seçmeci tutum dan ayrılmıştır. Bu ni­ teliğiyle Avrupa barokunun osmanlı sana­ tındaki bir yansıması sayılmaktan çok, osmanlı sanatında bir baroklaşm a eğilimi olarak değerlendirilebilir. — Ed. Barok edebiyat terim inde kavram ­ sal bir bulanıklık vardır: barok eğilim, özenticiliğin gerçekleşmesi anlamına gel­ diği gibi, dar anlamda nitelenen bir yarat­ ma üslubu olarak da görülebilir. Konuyu,, tem a dizgesi, yapısallık ve retorik bakı­ mından inceleyenler, alegoriyle anlatım­ cılık, özdeşlikle ikilik, olm ak ile görm ek arasında, yanılsam a perspektifiyle ayna stratejisi, üslup kısıtlamasıyla abartma arasında bir ayrım dan söz ederler. Bura­ dan yola çıkıldığında, barokun; belirtinin apaçıklığı ve özerkliği, davranışların ser­ bestliği, yaratmaya yatkınlık, bir yazım bü­ tünselliği gibi, içerisinde bulunduğum uz çağa uygun bir nitelik kazandığı görülür. Burada kendisini kavrayan abartılı bir edebiyat sözkonusudur. Ç ağdaş öncüler de bu tür eleştirilerden uzak kalmadılar. Gösteriş ve deb d e be ye öncelik verilm e­ sinin nedeni A vru pa 'd a , Reform ve Karşı -reform hareketinden çıkan kültürel b ö ­ lünm elerden, özellikle dinsel bakım dan “ gözkam aştırıcılığın" getirdiği statü ve kullanımdan kaynaklanmaktadır. Fransa’ da, barok akım a uzun süre, olum suz bir şekilde, klasikçiliğin tersi gözüyle bakıldı. Henri IV ve Louis XIII dönemlerinde, Sceve, Sponde, d'A ub ig ne , Robert Garnier, Rotrou gibi yazarların yapıtlarıyla yoğun­ luk kazandı. A m a tö rü n ustası, gösterişe övgüler düzerek görünüm ortadan kalk­ tığı anda gerçeğin de yok olacağını ilçri sürerek, doğala karşı yapm acığın ahlak­ sal ve estetik üstünlüğünü ortaya koyan ve gerçekliğe bağlılık yanlılarının tüm hak­ lı eleştirilerine hedef olan İspanyol yazar Balthazar G raciân’dı. — Müz. Barok dönem de opera, oratoıyo, kantat, sonat, konçerto gibi yeni türler ya­ ratıldı. Yazım, diyalog (sürekli başlı konçertante tarz) ve doğaçlamaya, buon canfo ’ya ve özenticiliğe düşkünlük olarak be­ liren bir süslemecilik üzerine kuruldu. M onteverdi’nin Vespri della Beata Vergina adlı yapıtı, fransız saray baleleri, lavtalı İngiliz aryaları, Vivaldi’nin konçertola­ rı ve J. S. B ach’ ın kantatları, bu dönemin en belirleyici yapıtlarıdır. B A R O K L İN sıf. (fr. barocline). Meteorol. Alt atmosferin düşey doğrultusunda eş­ basınç eğrileriyle eşsıcaklık eğrilerinin ke­ siştiği bir yapı için kullanılır B a r o la r b ir l i ğ i (Türkiye), Türkiye’deki tüm baroların katılımıyla oluşan tüzel ki­ şiliğe sahip, kam u kurumu niteliğinde meslek kuruluşu. Türkiye Barolar birliği’ nin kuruluşu, görevleri ve organları 19 mart 1969 tarih ve 1136 sayılı avukatlık k. ile düzenlenmiştir. Birliğin merkezi An­ kara’dadır. B A R O L İN İ (Antonio), İtalyan yazar (Vicenza 1910 - Roma 1971). Hicivli şiirleri (.Elegie di Croton, 1959) ve içebakışın ağırlık kazandığı romanları (Una lunga pazzia, 1962) vardır.







;







I



Torricelli’nin serbest cıva yüzeyine uygu­ lanan hava basıncını gösterm ek İçin kul­ landığı aygıtınkine benzer. • Cıvalı barom etre kuram ı ve yapımı. Uzunluğu yaklaşık 0,90 m, uçlarından biri kapalı cam bir tü p alınır. Bu tü p yıkanıp kurutulduktan sonra, üst kısmında bir menisk oluşuncaya değin arıtılmış cıvayla doldurulur. Ardından, ağzı aşağıya gele­ cek biçim de ters çevrilerek arıtılmış sıcak cıvayla dolu bir kaba daldırılır. Tüpün için­ deki cıva alçalarak yaklaşık 0,76 m yük­ seklikte durur ve tüpün üst yanında b a ­ rom etre odası denilen bir boşluk oluşur. Tüpteki cıvanın kaptaki cıva düzeyinde bir A kesitini göz önüne alalım: A kesitin­ deki basınç, kaptaki cıva yüzeyinden alı­ nan aynı boyutlu bir B kesitindeki basın­ ca eşittir; dolayısıyla aşağıdaki sonuç çı­ karılır. atmosfer basıncı bir s yüzeyine, cı­ vanın kaptaki düzeyi ile tüpteki düzeyi (barom etre yüksekliği) arasında ölçülen farka eşit yükseklikte ve s kesitli cıva sü­ tununun ağırlığına eşdeğer bir kuvvet uy­ gular. Düzey farkının 0,76 m olduğunu varsayarsak, cıvanın özgülkütlesi 13 590 kg/m 3 o lduğuna göre havanın uyguladı­ ğı basınç 13 590 x 0,76 x 9,81 = 101 320 Pa’dır. Kap ve tü p (kaplı barometre) yerine yalnızca bir kıvrık tü p alınırsa, si­ fonlu barom etre elde edilir. • O lağan R egnault barom etresi. Yukarı­ d a belirtilen koşullarda yapılmış bir baro­ metredir. Tüp ve kap duvara göm ülü kü­ ç ü k bir tahtaya bağlıdır. Kaptaki cıva d ü ­ zeyi değişebilir; cıvanın konumu kabın üs­ tünde bulunan ve cıva düzeyinin üstüne çıkan bir vida ile belirlenir. Bu işlem ya-



barok sanat Murcia katedrali (ispanya) Jaime Bort tarafından 1737'de tasarlanan rokoko üslubunda cephe (çan kulesi klasik üsluptadır [XVI. yy. ve XVIII. yy. sonu])



baroklin ve barotrop yapılar



B A R O L O , İtalya’da (Piemonte) köy, Cuneo ilinde, Alba'nın G .-B.’sında; 820 nüf. Kırmızı şarap (barolo) üretimi. B A R O M E T R E a. (fr. söze.). Atmosfer basıncını ölçm eye yarayan aygıt. (Eşanl. BASINÇÖLÇER.) [Bk. ansikl. böl.] — Fiz. Barom etre düzeltmeleri, bir baro­ m etrede yapılan gözlemlemeler üzerinde çeşitli olaylar yüzünden yapılması gere­ ken düzeltmeler. |j Barom etre yüksekliği, cıvalı bir barom etrede, cıva kabı ve tü p ­ teki cıva düzeyleri arasında bulunan fark. — ANSİKL. Ûlçbıl. Barom etrenin ilk ilkesi



t



o güney



eşsıcaklık eğrisi



eşbasınç eğrisi



kuzey



barometre 1332



cıvalı barometrenin ilkesi kesiti alınmış Fortin barometresi ve kaydedici barometre



pıldığında barom etre yüksekliği, vidanın üst ucu ve tüpteki cıva düzeyi arasındaki fark ile vidanın bilinen uzunluğu toplana­ rak elde edilir. Bu fark bir katetom etre ile ölçülür. Duyarlı gözlemlere gerek olmadığında tüpe oranla çapı çok geniş bir kap kulla­ nılabilir. Kaptaki cıva düzeyinin değişm e­ diği varsayılır ve bu düzey bölm elerin sı­ fır noktasını oluşturur; böyle bir aygıta kaplı barom etre denir. Tüp ince old u ğ un d a kılcallık etkisi cıva sütununun ço k kısa kalmasına yol açabi­ lir ve engellenmesi gereken bir durum ­ dur. • Fortin barorr etresi. Bu aygıt temelde üst ucu kapalı, a [t ucu açık we daha geniş bir silindire geçirim siz olarak Kaynaklanmış cam b ir barom etre tüpünden öjuşur; si­ lindirin tabanı deve derisindbn ya'p'ılffîfştır ve bir vidayla yükseltilip alçaltılabilir. Bu silindir barometrenin kağın.ı oluşturur. Ay­ gıt cıva yla -d o ld u ru lu r veyoirinçten bir gömlekle korunur; göm lek üstünde kabın ve tüpün üst bölümünün görülmesin sağ­ layan pencereler açılmıştır. "Ölçüm yap­ m ak için deve derisini hareket ettiren vi­ d ayla kaptaki cıva bir iğnenin gösterdiği sabit bir düzeye getirilir. Aynı anda hem bu iğne hem de cıva düzeyindeki görü n ­ tüsü gözlenir. Tüpü koruyan pirinç kabın üst yanında cıvanın üst düzeyinin görül­ mesini sağlayan birbirine karşıt konumda iki yarık vardır. Bu yarıkların üstünde iğ­ ne düzeyinden başlayarak bölm eler bu­ lunur. Ayrıca karşıt iki pencere ve bir ver­ niye taşıyan bir sürgü tü p boyunca yer değiştirir. Bu pencereler cıvanın üst d ü ­ zeyini görm e olanağı verir. Verniye ile mi­ limetrenin onda, hatta yirm ide biri ölçü­ lebilir. • M adensel ya da m etal barom etreler (VIdie ve B ourdon barometreleri). Bu baro­ m etreler metallerin esnekliği ilkesine da­ yanır. Vidie barometresi silindir biçim in­ de havası boşaltılmış geçirim siz ve ince



barometre i odası . (boşluğu) ' j



Fortin barometresi



basınç penceresi cıvalı barometre İlkesi



işaretleme



dolu deve derisi ayar vidası barograf (kaydedici barometre) metal



kaydedici



milimetrik kâğıt (diyagram)



saat düşey tambur



m kutular dişisi



kutuların düşey değişim lerini ileten kol



çeperli bakır bir kasadan oluşur. Kasa ta­ banı oluklu olduğu için kolayca biçim de­ ğiştirebilir; basınç kuvvetleri kasanın için­ de bulunan bir yayla dengelenir. Basınç değiştiğinde, bu tabanın merkezi, basınç ve yayın birleşik etkisi altında yer değişti­ rir; bu devinim özel bir m ekanizmayla de­ receli bir kadran üzerinde devinen bir İğ­ neye iletilir. Bu aygıt cıvalı bir barom et­ reyle karşılaştırılarak derecelenir. B ourdon barom etresi, ince çeperli ve esnek, pirinç bir tüpten oluşur. Hemen hem en kapalı ve uzunca bir elips oluştu­ racak biçim de kıvrılan bu tüpün havası boşaltılır ve uçları geçirimsiz olarak kapa­ tılır. Hava basıncı azaldığında elipsin ke­ siti çem bere yaklaşır; dolayısıyla tüpün eğriliği azalır ve uçları birbirinden uzak­ laşır. Tersine hava basıncı artarsa, tüpün kesiti yassılaşır, eğriliği artar ve iki uç bir­ birine yaklaşır. Bu devinim ler iki küçük kolla ya da tüpün iki ucuna bağlı iki diş­ liyle bir göstergeye iletilir. Aygıtın bölm e­ leri yukarıdaki yöntemle sağlanır. M aden­ sel veya metal barom etreler en yaygın olanlardır. • Kaydedici barom et/e ya da b arograf­ lar. Bunlar atmosfer basıncını her an gös­ teren ve bir kâğıda geçiren barometreler­ dir. R ichard kaydedici barometresi. Vidie barometresi gibi bir dizi daire biçim inde kutudan oluşur. Bu kutular basınç deği­ şimlerinin doğuracağı sünemeyi artırmak için üst üste konarak tabanlarından bir­ leştirilir. Üst kutu tabanının devinimi bir lövye ile büyütülerek özel bir yazıcı uca iletilir. Bu uç sözkonusu devinimi, isteğe göre bir gün ile bir hafta arasında deği­ şen sürelerle, bir saat hareketiyle dönen bir tam bura sarılı milim etrik kâğıda eğri­ ler biçim inde aktarır. • Barometre düzeltmeleri. Bir barom etre­ de yapılan gözlem lere birçok düzeltme uygulam ak gerekir: 1. Düzey düzeltmesi. Katetom etre’de ya­ pılan bir düzeltm edir ve bütün gözlemler için bir kez yapılır; bu düzeltm enin nede­ ni sıvılı barom etrelerde ölçek sıfırının cı­ va kabındaki sıvı düzeyini tutmamasıdır. 2. Kılcallık düzeltmesi. 0,30 m çaplı tü p ­ lerde göz ardı edilebilecek kılcallık alçalı­ şı duyarlı düzeltm e çizelgelerinde verilir. 3. Sıcaklık düzeltmesi. Bu düzeltmeye 0 ° C 'a indirgem e de denir. 0 ° C ’a indirgen­ miş bir barometrenin yüksekliği, cıva, me­ tal ölçek ve cam 0 ° C ’ta iken gözlenecek yüksekliktir. Pirinç ölçek üzerinde okunan yükseklik h, ortam sıcaklığı t olursa yapı­ lacak düzeltme aşağıdaki formülle verilir: (x —m.) r Ah = -----------h ; 1 - rıü form ülde y = 0, 000 181 8 cıvanın m ut­ lak genleşm e katsayısı, X = 0,000 018 4 pirincin doğrusal genleşm e katsayısıdır. Ö nceden düzenlenen çizelgeler bu dü­ zeltmenin anında yapılmasını sağlar. 4. D eniz düzeyine indirgem e. Değişik yükseltilerde yapılan barom etre gözlem ­ lerini karşılaştırmak için gözlem yerinin düşeyi üzerinde ve deniz düzeyinde bu­ lunan bir barom etrenin göstereceği yük­ seklik hesaplanır. • Barom etrenin kullanımı. B ir yerin y ü k ­ seltisinin ölçümü. 1647'de Pascal hava­ nın yerçekim i kuramını desteklem ek için kayınbiraderi Perier’den bir barometreyi Dome tepesinin değişik yüksekliklerine ta­ şıyıp, her durakta barom etre yüksekliği­ ni titizlikle not alması için A uvergne'nin yardımını istemesini rica etti. Deney 19 eylül 1648’de yapıldı; Pascal bu deney­ den barometre yüksekliği gözleminin “ iki yerin aynı yükseklikte olup olmadığını an­ lamanın bir yolu” olduğu sonucuna var­ dı. Halley, Newton, Deluc ve nihayet Laplace sorunu yeniden ele aldılar. İki ölçüm yeri arasındaki yükseklik farkı “ barom et­ re düzeçlemesi" denilen çeşitli formüllerle bulunur. Uluslararası meteoroloji çizelge­ leri birçok dilde hazırlanıp basılmıştır; bu çizelgeler bir barom etre yüksekliğini 0 ° C ’a ve deniz düzeyine indirgemeyi,



bir yüksekliği hesaplamayı ya da 10 000 m ’lik yükseklik farklarını hesaplamayı sağ­ lar. B A R O M E T R İK sıf. (fr. barom etriçue). Yerbil. Barom etrik deprem , genellikle kuvvetli bir hava basıncı düşmesi sonu­ cu nd a görülen hafif yer hareketi. B A R O M E T Z a. ipeksi tüylerle kaplı köksapı yüzünden “ İskit kuzusu” adıyla da anılan eğrelti. (Bu eğrelti, Ç in ’in kuzeyin­ de yetişir; O rtaçağ’ın olağanüstü öyküle­ rinde adı geçer: bir masal ağacı olan “ barometz a ğacı", bir kuzu d oğ urduğu sa­ nılan m eyveler verir.) B A R O N a. (fr. söze.). 1. Tar. Doğrudan doğruya krala (yüksek baron) ya da bü­ yük bir tımar sahibine bağlı feodal senyör. — 2. Soyluluk astüst düzeninin ilk ba­ samağı; baronluk topraklarına sahip kim­ se. (Bk. ansikl. böl.) — ANSİKL. Feodal dönem de baron sözcü­ ğü, krallığın önemli kişileri (yüksek baron­ lar) anlam ına geldiği gibi, bir (XII. yy.) ya da birkaç (XIII. yy.) şato sahibi olan ve krala ya da onun büyük tımar sahiplerin­ den birine bağımlı herhangi bir senyör anlamına gelirdi. O rtaçağ’ın sonunda bu unvan, soyluluk sıralamasında vikonttan sonra gelen küçük soylulara verildi. Fran­ sa’da devrim, tüm soyluluk unvanlarını kaldırdı. Napoleon, 1 mart 1808 kararna­ mesiyle bu unvanları yeniden getirdi. Ba­ kanlar, senatörler, danıştay üyeleri öm ür boyu, yasama kurumu başkanları, yüksek rütbeli yargıçlar ve kararnam ede adı ge­ çen öteki kişiler, en büyük oğullan ya da ondan sonraki oğulları lehine,"baron” un­ vanının yanı sıra bir yurtluk edinebilm e hakkına sahip oldular. — İngiliz baronu, N orm andiya baronun­ dan türemiş, ama buna Anglosaksonlar'daki thegn unvanının bazı özellikleri de eklenmiştir. Büyük oğul ancak babasının topraklarının mülkiyetini ve yükümlülükle­ rini devraldığı zaman aynı ayrıcalıklara sa­ hip oluyordu, öteki çocuklarsa “ com m oners" (avam) sayılıyordu. Kral sarayında görevli sayılan baronsa, C u ria ' regis'le alınan kararlardan sorum luydu; bu ne­ denle, parlam ento kurum u kesinleşince onun temel öğesi durum una geldi. B A R O N (Michel BOYRON,— denir), fransız tiyatro oyuncusu ve oyun yazarı (Pa­ ris 1653 - ay. y. 1729). 1670’te M oliere’ in topluluğuna girdi, doğrudan Moliere ta­ rafından eğitildi. M oliere'in ölüm ü üzeri­ ne Hötel de B o urgogne’a geçti ve iphig e n ie 'de Achille, P hedre'de Hippolyte rollerine çıktı. Hareketleriyle olduğu ka­ dar, m im ikleriyle de soylu ve zengin an­ latımlı bir oyuncu olan Baron, güldürüler­ de parladı, trajedilerde büyük ün yaptı: bu türde doğal bir oyun veren ilk sanat­ çılardan biridir B A R O N (Dvora), ibranice yazan İsrailli kadın edebiyatçı (Uzda, Beyaz Rusya, 1887 - Tel-Aviv 1956). 1911’de Filistin’e yerleşti. Öykülerinde Orta A v ru p a ’daki küçük kasabaların yitik dünyasını dile ge­ tirdi (M eem eş, 1954; A g a v orha, 1960). B A R O N A K ya d a B A R O N , ermeni asıllı türk çalgı yapımcısı (? 1834 - İstan­ bul 1900). Tam bur, lavta, ut ve özellikle kemençe yapımında büyük başarı göster­ di. Günüm üzde en değerli antika kemençeler Baron yapısıdır. B A R O N A R K O Z a. (fr. baronareose; yun. baros, ağırlık, ve narke, uyuşukluk’ tan). Atmosfer basıncından yüksek bir ba­ sınç altında kullanılan bir gazla yapılan anestezi. — ANSİKL. Baronarkoz, ilk kez bir insan üzerinde 13 şubat 1879 tarihinde Paul Bert tarafından gerçekleştirildi. Bu teknik, azot protoksidin atm osfer basıncından yüksek bir basınç altında kullanılmasına dayanır, gazın kısmi basıncını düşürerek daha az miktarda gazla daha iyi bir anes­ tezi elde edilmesini sağlar. Baronarkoz, plevranın açılması sırasında akciğer ko-



lapsına engel olabildiği için göğüs cerra­ hisinde de kullanılmıştır. Daha sık olan kullanılma alanı, hiperbar oksijen tedavi­ si sırasında kişiyi ço k yüksek basınçlı ha­ va sızdırmayan bir oda (sandık) içinde, at­ mosfer basıncından yüksek bir basınç al­ tında saf oksijenin etkisine sokmaktır.



BARONCELLİ-JAVON (Jacques DE), fransız film yönetmeni (Bouillargues 1881 - Paris 1951). Önceleri gazetecilik yaptı. Sinem ada edebiyat uyarlam alarıyla d ik­ kati çekti: Ramuntcho (1919), lePĞ reG oriot (1922), le Reve (1923), N ene (1923), Pecheur d 'isla nd e (1924), la Fem m e et le Pantin (1929), l ’Arlesienne (1930), Crainçuebille (1934). BARONCELLİLER, bir kolu Venaissin kontluğu topraklarına yerleşen floransalı aile; burada ticaret ve sarraflıkla zengin­ leşti. PİETRO B a ro n c e lli, önce kardinal D ella R o ve re 'n in , d a h a sonra da, 1474'te, kontluğun hazinedarlığına geti­ rildi. 1475'te Javon senyörlüğü’nü satın aldı. Aile üçüncü kuşaktan sonra, Avignon kolu kurucusunun yeğen çocuğu Pİ­ ERRE ile, fransız soylularına katılmak için, ticaretten vazgeçti; soyundan gelenler XVIII. yy.'da, L an g u ed o c’ta Saze senyörü oldular.



BARONE (Enrico), İtalyan iktisatçı (Na­ poli 1859 - Roma 1924). 48 yaşına kadar muvazzaf subaylık yaptıktan sonra, ken­ dini tarih ve askeri strateji çalışmalarına verdi. 1907'de,R om a iktisat enstitüsü n de bir kürsü elde etti. Uluslararası tica ­ ret kuramı, firm alar kuramı ve genel den ­ ge konularıyla ilgili çalışmalar yaptı. Ama en önem li katkısı, kolektivist rejimde eko­ nom ik program lam a konusundadır. Ya­ pıtları: E conomia finanziaria (1912); Econom ia del trasporti (1921).



Baronessa dİ Carini (La), Sicilya leh­ çesiyle kaleme alınmış, yazarı belirsiz halk şiiri. Konusu, 1503'te geçen olaylara da­ yanır: kadın kahraman Laura, kocasını al­ dattığı için babası tarafından öldürülür. BARONET a. (fr. söze ). Krallık hâzine­ sinin giderlerini kısmen karşılamak am a­ cıyla, 1611’de İngiltere kralı Jam es I ta­ rafından kurulan ve para karşılığında ve­ rilen, baronla şövalye arası bir İngiliz soy­ luluk unvanı.



BARONG a. Endonezya’da barong de­ nilen (Bali, Cava) efsanevi bir hayvan tas­ viri etrafında oynanan halk oyunu, iki kişi tarafından hareket ettirilen bu efsanevi hayvan (kaplan ya da fil maskıyla uzun kıllı bir pöstekiden oluşur) refahı ve sağlı­ ğı simgeler, çoğu kez, kötülükle ölümü sim geleyen büyücü R angda’ya karşı ko­ yar. (Çeşitli baronglar vardır; bölgelere göre, zafer ya barongun ya da R angda' nındır. Bu gösterilere barongan denir.)



BARONİ (Eleonora), İtalyan kadın şar­ kıcı ve çalgıcı (M antova 1611 - Roma 1670). Annesi Adriana Basile’den (1580 -1640) seyrek rastlanan bir ses yeteneği aldı. M azarin’in çağrılısı olarak Avustur­ ya ’da kaldı (1643-1645), imparatoriçe Anna’nın elçisi olarak papa Clem ens IX ile görüştü. Şair Milton kimi yapıtlarında on­ dan esinlenmiştir. BARONİUS ya da BARONİO (Cesa re), İtalyan kardinal ve tarihçi (Sora 1538 - Roma 1607). Aziz Filippo N eri’nin ö ğ ­ rencisi. Nerı’den sonra Oratorium başrahıpliği (1593), ardından papa Clemens V lll’ın günah çıkarıcılığı, kardinallik (1596) ve Vatikan kütüphanesini yönetti. Magdeb u rg yüzyıllıkları’nı çürütm ek amacıyla yazdığı Anrıales eccleslastıci (119 8 ’e ka­ dar) [Roma, 1588 -1607], derin bilgisinin kanıtıdır. Dinle ilgili çok sayıda düzm ece metni ayıkladı. BARONLUK a. Tar. Sahibine baron un­ vanını sağlayan toprak. --T a r D oğrudan krala bağlı, kullanım nakları krala ait yurtluk. — Feodal aşamalı düzende barona ait yurtluk



BARONOVA (Irina), rus dansçı (Sen Petersburg 1919). Balanchine'in keşfetti­ ği üç "baby-balerina"dan biri olan Baronova, 1932’de Monte-Carlo rus baleleri topluluğu’nda sanat yaşamına başladı. 1940’ta ABD’ye geçti ve Am erican Ballet Theatre'a girdi (1941-42). M ariage d A u ro re 'daki saf klasik üslubu, le Spectre de la Rose ya da les Sylphldes'de nüanslı bir lirizme yaklaştı. 1946'da dansı bıraktı ve önce Büyük Britanya’ya, sonra İsviçre’ye yerleşti (1969).



BARONYAN (Flagop), ermeni asıllı türk oyun ve mizah yazan (Edirne 1842 - İs­ tanbul 1891). ilköğrenim ini E dirne'de bi­ tirdikten sonra bir süre rum okuluna gitti. Yunanca öğrendi. 1863'te İstanbul’a gel­ di. Çeşitli ermeni okullarında öğretm en­ lik yaptı. Lukianos'un Ölülerin diyaloğu adlı yapıtını erm eniceye çevirdi. Meğu (Arı, 1872-1874), Dzıdzag (Gülüş, 1883) Erkrakund (Küre, 1883) gazetelerini yö­ netti. Meğu gazetesi kapanınca gazete­ nin adını Tadron a (Tiyatro, 1874-1877) çevirip ayrı ayrı erm enice ve türkçe ola­ rak yayımladı. G üldürülerinde (Haşmetli dilenciler. 1880; Bağdasar ah bar, 1886) kentlere yerleşen Erm eniler’in yaşam la­ rını sergiledi. Başlıca mizah öyküleri A la ­ turka dişçi (1868), İstanbul m ahallelerin­ d e b ir gezinti (1880) ve A d a bın zararla­ rıd ır (1886-1888). BAROSANTRİK sıf. Jeofiz. Barosantrik eğri, bir meridyen düzlem inde birbir­ lerini izleyen düşey düzlem lerin arakesit­ leriyle belirlenen eğri. (Bu eğri, bir yer me­ ridyenine denk düşen tüm eğrilik merkez terinin geom etrik yeridir. Maupertuis, ay­ nı zam anda bunun aynı m eridyenin tüm noktalarının yerçekimi merkezleri olduğu­ nu kanıtladı.)



BAROSEPTÖR a. (fr. barocepteur). iç organlardaki basınca duyarlı alıcı. (Karotis sinüsünde ve aort yayında bulunur ve kan basıncını refleks bir m ekanizm ayla ayarlar. Bu görevi, normal koşullarda, soğanilikteki ağsı m addeye bağlı dam ar da­ raltıcı ve kalbi uyarıcı ortosem patik m er­ kezlerin çalışmasını sürekli baskı altına alarak yapar.) BAROSKOP a. (fr. baroseope). Akışkan, mekan. Değişik hacimde ağırlıklar taşıyan terazi türü. (Havada dengede olduğu hal­ de boşlukta değildir ve böylece havadan kaynaklanan Arkhim edes itmesini ortaya koyar.)



BAROSMA a. Afrika'nın güneyinde ye­ tişen, çalı görünüm ünde kokulu küçük ağaççık. (Sedefotugiller familyası.) [Bu cinsin on beş türünden birçoğunun (Barosma crenulata, 6. serratifolia, vb.) yap­ rakları, bazen idrar söktürücü olarak kul­ lanılır.] BAROSSA vadisi, Avustralya'da (Gü­ ney Avustralya) vadi, A de la ide ’in K.-K. -D.'sunda. Bağcılık.



BAROSTAT a. (fr. söze ). Akışkan, m e­ kan. Bir basıncı, değişm ez bir değerde tutm aya yarayan aygıt. BAROTAKSİ a (fr barotaxie; yun. baros, ağırlık vetaksis, düzenlem e’den). Bi­ yol. Organizmaların denk olm ayan ba­ sınçlara karşı duyarlığı. — ANSİKL. Organizm a daha kuvvetli ba­ sıncın bulunduğu yana yönelirse barotaksi pozitif, tersi durum da negatiftir. Verworn birçok barotaksi çeşidi tanımlar: tigmotaksi (dokunsal göçüm), reotaksı (akın­ tıyla göçüm ) ve geotaksi (yere göçüm). BAROTERAPİ a. Tıp.



BASINÇ" TEDAVİ-



Si'nin eşanlamlısı.



BAROTRAVMATİZM a (fr. barotraumatisme). Birdenbire oluşan ve yinelenen hava basıncı değişikliklerinin yaptığı lezyon. (Bu değişiklikler artarak [dalgıçlar, su altı kasalarında çalışan işçiler] ya da aza­ larak [havacılar, dağcılar] lezyonu oluştu­ rabilir. Çevre havası ile organizm anın boşlukları arasındaki basınç değişiklikle­



rinden ileri gelen lezyonlar en başta orta kulağı [orta kulak boşluğu ve östaki bo­ rusu] ve ender olarak da sinüsleri etkiler.) [Eşanl. b a s in ç t r a v m a s i . ]



BAROTROP sıf. (fr. barotrope). Meteorol. Alt atm osferde düşey doğrultuda yer alan ve eşbasınç eğrileriyle eşsıcaklık eğ­ rileri koşut olan bir yapı için kullanılır.



BAROTSELAND, Zam biya' nın batı ke­ siminde bölge; Rotseler'in (ya da Loziler) yaşadığı bir tarım alanıdır. BAROZZİ (iacopo) -



VİGNOLA.



BAROUİSİM ETO,



Venezuela’da kent, Lara eyaletinin merkezi, M enda sı­ radağlarının K.’inde 723 587 nüf. (1990). Caracas ve M aracaibo arasında sanayi merkezi (çimento, makine yapımı, be­ sin). Kent, XVI. yy.'da bir altın m adeninin (günüm üzde tükenmiştir) yakınında geo­ metrik bir plana göre kurulmuştur.



BARR (Alfred H.), amerikalı sanat tarih­ çi (Detroit 1902 - Salisbury, C onnecticut, 1981). New York M odern sanat m üzesi’ nin ilk yöneticisidir (1929); daha sonra ay­ nı m üzede "ko le k s iy o n la r m ü d ü rü ” (1947-1967) olarak çalıştı. Bu kuruma bü­ yük bir özgünlük kazandırdı (satın alma politikası, yeni bölüm ler açılması, vb.). Picasso ve Matısse üzerine önemli m ono­ grafileri vardır. Barr cisimciği, kanadalı anatom opatalog M. L. Barr (London, Ontario, 1908) tarafından 1949'da bulunan, çekirdek za­ rının iç yüzeyine ya da çekirdekçiğe ya ­ pışık kromatin tanesi. (Hücre bölün­ mesinin enterfaz evresinde e tkisizle ştiri­ len bir X krom ozom udur ve normal dişi­ lerin hücrelerinde bulunur. Patolojik ola­ rak, Turner sendrom u görülen kadınlar­ da bulunm ayabilir ya da Klinefelter send­ romu görülen erkeklerde bulunabilir.) [Eşanl. CİNSELLİK KROMATİNİ ] Barr tes ti, kişinin dış görünüm üne ba­ kılmaksızın, krom ozom larla belirli cinsel­ liği saptam aya yarayan biyolojik m uaye­ ne. Barr testi, ağız mukozası hafifçe kazı­ narak elde edilen hücreler üzerinde ko­ layca yapılabilir, incelenen hücrelerin °/o 5 ’inden fazlasında Barr cisimciği bu­ lunması kişinin dişi olduğunu, en az 200 çekirdekte bulunmaması erkek olduğunu gösterir. Spor yarışmalarına katılan bayan yarışmacıların gerçekten bayan o ld u ğ u ­ nu güvenilir biçim de saptam ak için bu testten yararlanılır. Tıpta, cinsellik anor­ malliklerinin (özellikle yalancı erdişilik ola­ yında) teşhisi için bu test, tam bir karyotiple tamamlanmalıdır.



BARRA



(R a y m o n d BARALLOBRE, R ay—denir), amerikalı dansçı ve bale yö­ neticisi (San Francisco 1930). Christensen kardeşlerin ve V aganova’nın dersleriyle yetişti. Meslek yaşam ına San Francisco Ballet’te başladı (1949), daha sonra Am e­ rican Ballet Theatre'a geçti. John Cranko yönetim indeki Stuttgart balesi nde başdansçı oldu. Bir kazadan sonra dan ­ sı bıraktı, S tu ttg artta bale yöneticiliğine getirildi. 1966’da Batı Berlin opera ve balesi'nde K. M acM illan'ın, 1970’te Frank­ furt balesi nde John N eum eier’in asista­ nı oldu. 1973-1978 arasında da Hamburg balesi’nde aynı görevi yürüttü. Dansçı olarak, Onegin (1965, J. C ranko’ nun) ve Las H erm anas (1963, K. M acM illan'ın) adlı yapıtların prömiyerlerindeki başrol yo­ rumları anılabilir.



BARRA adaları, H ebrides takım ada­ sının güney kesim inde adalar topluluğu, iskoçya’nın batı kıyısı açıklarında. H ava­ limanı.



BARRAKPUR, Hindistan’da (Batı Ben­ gal) kent, Kalküta’nın kuzey banliyösün­ de, H ugli kıyısında İngilizler ce kuruldu; 96 900 nüf. H ipodrom . BARRAKUDA a. Uzun gövdeli, sırt ve anal yüzgeci turnabalığınınki gibi geriye kaymış, altçenesi çıkıntılı, güçlü dişli ke-



Paul Barras Avy'nin yapıtı Calvet müzesi, Avignon



Henry Barraud



Jean-Louis Barrault Böyle buyurdu Zerdüşt’le Thöâtre d’ Orsay (Paris, 1974]



Raymond Barre



Barraquer-Slmons hastalığı, İLER­ miklibalık. (Çok yırtıcıdır, bütün balıkları LEYİCİ LİPODİSTROFİ*’nin e şa n la m lıs ı. parçalar; kendini tehlikede sandığında denize giren ya d a dalan insanlara bile ■ BARRAS (Paul,— vikontu), fransız siya­ saldırmaktan geri kalmaz; boyu iki m et­ set adamı (Fox-Am phoux, Provence, reyi bulabilir. Bil. a. Sphyraena barracu1755-Chaillot 1829). Yukarı P rovence’lı, da; iskarm ozgiller familyası.) köklü bir ailedendi. Subay olarak katıldı­ ğı Hindistan seferinin ardından ordudan B a r r a k u d a , Atlas okyanusu sırtını ayrıldı. Var bölgesinden K onvansiyon’a dilimler biçim inde kesen fay zonlarından seçildi, İtalya ordusuna görevli temsilci biri; Küçük Antiller'in K.'inden, Afrika olarak gönderildi; Toulon kuşatmasına B.’sındaki Yeşilburun havzasına uzanır. katıldı ve Freron İle birlikte, bu kuşatma­ BARRAL (Carlos), İspanyol yazar ve ya­ yı izleyen sert bastırm a hareketini yönet­ yımcı (Barcelona 1928). Rilke’den çeviri­ ti. Paris’e geri çağrılınca yaşamından kay­ ler yaptı. Kendi şiirlerini Usuras y figuragıya düşüp Tallien ve Fouche ile birlikte c io n e s (1973) adı a ltın d a to p la d ı. 9 - Thermidor hareketine katıldı; ulusal mu­ 1950’den bu yana yayımcılık yaparak hafız kıtasının yardım ıyla belediye bina­ dünya kültürünün ülkesinde yayılmasın­ sında Robespierre ile arkadaşlarını ele da çok önemli bir rol oynadı ve araların­ geçirdi, 5 ekim 17 95 ’te iç ordu başkom u­ da Form entor’un da yer aldığı ço k sayı­ tanlığına getirildi ve yardımcılığına seçti­ da edebiyat ödülü kurdu. Anıları (Ahos de ği Bonaparte ile birlikte, kralcıların Kon­ penitencia [1975)]; Los ahos sin excusa vansiyon yönetim ine karşı, ayaklanması­ [1978] sürekli kendini arayan titiz bir bilin­ nı bastırdı. 1794 yılı anayasasının yürür­ cin ürünüdür. lüğe girmesiyle Dlrecteur seçilince, Bonap arte’ı İtalya ordusu kom utanlığına getir­ BARRAMUNDA a. Avustralya'da yaşa­ di; 4 eylül 1797 hüküm et darbesini karar­ yan akciğerli balık. (Bil. a. N eoceratodus laştırdı. Devletin en önemli kişisi durum u­ fo rste ri; b o y n u z d iş lig ille r fam ilyası.) na gelince, lüks ve debdebeli bir yaşama [Eşanl. Ç E L LE H ] daldı ve çevresini hafifm eşrep kadınlar­ — ANSİKL. Barram unda, uyuşuk, hepçil la doldurdu. Bunların arasında, M adame bir balıktır; boyu 1,8 m ’yi, ağırlığı 50 k g ’ı Tallien ile Josephine de Beauharnais siv­ bulabilir. Su, solungaçlarıyla solumasına rildiler, 18-Brumaire’ darbesi üzerine isti­ yetecek kadar oksijen içermiyorsa, akci­ fa etm ek zorunda kaldı. N apoleon, onu ğerleriyle su dışında soluyabilir. Oueensönce göz hapsine aldırdı, daha sonra land'ın göllerinde ve ırmaklarında yaşa­ 1813’te Rom a’ya sürgüne gönderdi. m aya alıştırılmıştır. Etinin lezzetiyle ünlü­ 1814’te Fransa’ya dönen Barras, Louis dür. XVI’nın idamına karar verenlerden biri ol­ BARRANCABERMEJA, Kolom bi­ duğu halde Restauration yönetimince ra­ ya ’da kent, M agdalena ırmağı kıyısında; hat bırakıldı. 137 406 nüf. (1990). Petrol çıkarma ve RBARRAUD (Henry), fransız besteci arıtma; C artagena’ya giden boru hattı. (Bordeaux 1900). Paris’te Georges Caussade, Paul Dukas ve Louis A u b ert’in ö ğ ­ 8ARRANCO a. Piroklastit ürünlerinden rencisi oldu. M üzik yazarlığıyla bestecili­ oluşmuş volkanik bir yapının yamaçlarını yaran oluk. ği bir arada yürüttü. 1944-1948 arasında Fransız radyosu m üzik yöneticiliği, 1948 BARRANDE (Joachim), fransız yerbi­ -1965 arasında da ulusal program yöne­ limci (Saugues 1797 - Frohsdorf, Avustur­ ticiliği yaptı. La Farce d e Maître Pathelin ya, 1883). Silures devrinden önce var (1938), Lavinia (1961) gibi hafif nitelikte olan faunayı ilk betimleyen yerbilimcidir, birkaç yapıt dışında, ciddi konuları işlemeyi Bohem ya yerbilim inin kurucusudur. yeğledi: le Mystere des saints Innocents (oratoryo, 1947); C ervantes’ten yararla­ BARRANOUİLLA, Kolom biya'da li­ narak N um ance (1955) ve P. Claudel’in man kenti, Antiller denizi kıyısında, metni üzerine Tefe d ’or (lirik trajedi, 1979); Atlântico yönetim bölgesinin merkezi, R im baud’dan yararlanarak Üne saison Magdalena'nın kıyısında ve ağzına yakın en e n fe r(1969), D ante’den yararlanarak yerde; 900 000 nüf. (1990). Kolombiya /a D ivine C om edie (1973) ve le Ftoi Gordış ticaretinin büyük bölümünü gerçek­ god a n e (1979). M üzik yazıları dâ büyük leştiren ve ülkenin iç kesimine sık kara­ ilgiyle karşılandı: Berlioz (monografi, yolu ağıyla bağlanan Barranquilla, hem 1955), la France et la m usique occidenyönetim ve bankacılık, hem de sanayi tale (Fransa ve batı müziği) [1957], Pour (petrol rafinerisi, kimya) m erkezidir com prendre les m usiques d 'a u jo u rd ’hui BARRAOUE (Jean), transız besteci (Pa­ (Günümüz müziğini anlamak için) [1968], ris 1928 - ay. y. 1973). Jean Langlais ile Les C inq Grands O peras (Beş büyük arm oni ve kontrapunto çalıştı, 1948’den opera) [1972], 1969’da ulusal m üzik bö1951’e değin O livier M essiaen’in analiz yük ödülünü aldı. derslerini izledi, N ietzsche’nin şiirleri üze­ ■BARRAULT (Jean-Louis), fransız tiyat­ rine soprano ve çalgı topluluğu için bes­ ro oyuncusu, oyun yönetm eni ve tiyatro telediği Sâguence (ilk yapıtı) ile XX. yy. pi­ yöneticisi (Le Vesinet 1910). Charles Dulyano müziğinin başyapıtlarından olan lin’in öğrencisiydi Atelier topluluğunda anıtsal S o n atei (1950-1952) bu dönem ­ oynadı (1931-1935). âtienne D ecroux’ de besteledi. Pierre Schaeffer ile birlikte nun pandomim derslerini izledi. Öncü an­ yaptığı çalışmaların ürünü, m anyetik layışta birkaç gösteri sahneledi (Cervan­ band için £fucfe(1954) adlı yapıtıdır. H iç­ tes’ten N um ancia, 1937; H am sun’dan b ir akım a bağlı olm ayan B arraque Af'ı/cISult], 1939). C om edie-Françalse’e 1960'ta H erm ann B ro ch ’un beş kitaplık girdi ve yönetm enlik yaşam ında sürekli romanından esinlenerek dev bir yapıt ta­ üzerinde durduğu yazarlardan biri olan sarladı: M ort de Virgile. Bu diziden yal­ C laudel’in oyunlarını sahneye koydu. Ka­ nız şu başlıkları taşıyan bölüm ler tam am ­ rısı Madeleine Renaud ile birlikte 1947’de landı: 4 çalgı topluluğu ve 1 ses toplulu­ kurduğu topluluk, 1956’ya dek M arigny ğu için ... Au-delâ du h a s a rd (1960); sop­ tiyatrosu’nda. daha sonra da gezginci rano, vurmalı çalgılar ve piyano için topluluk olarak çalıştı. Barrault, Theâtre C hant aprâs ch an t (1966); soprano, 12 de France’ın yöneticiliğini yaptı (1959 kişilik koro ve 31 çalgı için /e Temps res-1968); Thââtre d ’O rsa y’yi kurdu (1974 tituĞ (1968). Klarinet, vibrafon ve 6 çalgı -1980). Bu süreç içinde klasikleri ve ç a ğ ­ topluluğu için C oncerto 'sunu (1968) da daş yazarları (Beckett, Genet, ionesco, anm ak gerekir. D ebussy (1962) başlıklı Duras) yorum layarak, gitgide “ bedensel bir de m onografi yazdı. anlatıma" daha çok ağırlık veren, içsel ni­ telikte ve Artaud çizgisinde bir oyun dili BARRAOUER (Joaquin), ıspanyol jeo ­ geliştirdi. Bu dil üstüne düşüncelerini de­ dezi uzmanı (San Felin de Gu(xols 1834 nem elerinde (Ref!exions sur le Theâtre, - Barcelona 1906). Ispanya’da üçgenle1949) ve anılarında (Journal d e bord, me yoluyla yüzey ölçüm ünü ilk başlatan­ 1961; Souvenirs p o u r demain, 1972) iş­ lardan biri ve gravim etri ölçüm lerinin ön­ ledi. cüsüdür.



Sinem ada kendini kabul ettirdiği başlı­ ca filmleri Marcel Carne’nin iki yapıtı Dröle de dram e (1937) ve les Enfants d u pa ra d is 'dir (1944).



BARRE (Raymond), transız iktisatçı ve politikacı (Saint-Denis, Reunion, 1924). 1959’da ekonom i politik üstüne bir elkitabı yayımladı. 1976 ocağında, V.Giscard d ’Estaing tarafından dış ticaret bakanlığı­ na atanan R.Barre, 1976 ağustosunda J. Chirac’ın yerine, başbakanlığın yanı sı­ ra iktisat ve maliye bakanlıklarını da üst­ lendi. 1978 m artında yapılan genel se­ çim lerden sonra, yeni hükümeti kurm ak­ la görevlendirildi. 1981 mayısında, F.Mİtterrand’ın cum hurbaşkanı seçilmesi üze­ rine, hükümet başkanlığından istifa etti. 1981 ve 1986 seçim lerinde milletvekili seçilerek parlam entoda yer aldı. 1988 cumhurbaşkanlığı seçim lerinde oyların ancak % 16,54 unü alabildi ve bu yarışta üçüncü oldu.



BARRE (Martin), fransız ressam (Nantes 1924). Uzam, biçim ve zemin sorunları­ nın titiz bir incelemesine yönelen Barre, soyut araştırmalarında, boşluğa ve be­ yazlığa önem verdi, yalnızca birtakım çiz­ giler, taram alar ya da işaretlerden yarar­ lanarak dayanak noktaları belirledi. 70’li yıllarda fotoğrafa dayanarak sürdürdüğü kavramsal deneylerde güttüğü amaç, gerçekliğin kurgusunu açıklığa kavuştur­ m ak ve sanat yapıtının görüntüsel işlevi­ ni çözümlemektir.



Barre deneyi. Nörol, Piramidal sinir yo­ lundaki bir lezyondan doğan belli belir­ siz kas gücü yetmezliğini ortaya çıkarmak İçin başvurulan manevra: hasta yüzüko­ yun yatırılır, bacaklar dizden kıvrılarak dlkeltilir, hastalığın bulunduğu yandaki ba­ cağın düştüğü görülür.



BARREİRO, Portekiz’de kent, Lizbon’ un karşısında, Tajo ırmağının güney kıyı­ sında; 53 700 nüf. Lizbon’un sanayi ban­ liyösü: metalürji, özellikle de kim ya (güb­ re) sanayisi. Portekiz’in güneyine giden demiryollarının başlangıç istasyonu. BAR-REKÛB, son Samal (Suriye) kralı (İ.Ö, 730-725’e doğr.). BARREL a. Özellikle petrol ürünleri için kullanılan, yaklaşık 158,98 litre değerin­ de am erikan hacim ölçüsü (simge bbl).



Barr6-Lieou sendromu, Barre ile öğ­ rencisi Lie o u ’ nun 1925-1928’de tanım ­ ladıkları sendrom Ç oğunlukla boyun artrozu olan kişilerde görülür; başağrıları, baş dönm esi, kulak uğultusu ya da g özlerin önünde bir sis tabakası varmış duygusu ile kendini belli eder. Bir boyun travmasının rolü (trafik kazası) çoğunluk­ la kabul e dilm ektedir, am a boyun artrozunun rolü g enellikle tartışm alıdır. Bar­ re -Lieou sendrom u o m urg a atardam a­ rını saran se m patik sinir ağının ta h riş i­ ne bağlı olabilir.



BARREME KATI a. (Barreme den, Fransa'da yerleşm e birimi). Kretase sis­ tem in bir katı. [Eşanl. B A REM İYEN .] (-> KATMANBİLİM.)



BARREN adalen, Mozambik boğazın­ da adacıklar topluluğu, bağlı olduğu Ma­ dagaskar’ın batı kıyısı önünde. BARREN GROUNDS, Kanada'nın ku­ zey kesim indeki tundraları belirten terim; daha özel olarak, H udson körfezi ile Bü­ yük Ayı gölü arasındaki bölge için kulla­ nılır. BARRES (Maurice), transız yazar ve si­ yaset agam i (Charmes, Vosges, 1862 -Neuilly-sur-Seine 1923). Edebiyata birey­ ciliği, bencil bir aristokratçılığı am aç edi­ nen ve bunu tek geçerli yaşama biçimi olarak gören rom anlarla (le Culte du moi üçlüsünde yer alan Sous l'oe il des Barbares [1888], un h cm m e libre [1889] ve le Jardin de Berenice [1891 ] ) başladı. Da­ ha sonra atıldığı siyasi hayatta D reyfus’a, çağının ahlaksızlıklarına, düzensizliğine,



Barry tüccar zihniyetine karşı cephe aldı ve öz­ lediği seçkin sanatın izlerini başka ülke­ lerde, Du sarig de la voluplĞ et de la m ort (1894) ile ispanya’da, İtalya'da, Yunanis­ ta n ’da, Un ja rd in su r l'O ro nte (1922) ile D oğu'da aradı. Daha sonraları benlik tut­ kusunun büyük boyutlarda bir benzeri sa­ yılabilecek bir ulusal ve hıristiyan gelenek­ çiliğine yönelerek, "kolektif ruh" adını ver­ diği bir kavram da doğal, kültüreli ve ırk­ çı kalıtımı birleştiren bir ideolojiyi savun­ du (le Rom an de l'Ğnergie natiorıale: les DeracinĞs [1897]; l'A p p e l au soldat [1900]; Leurs figures [1902]; Colette Baudoche[1909]; laC o llin e insp iree [ 1913]).



BARRETO (Francisco), portekizli kap­ tan (Faro 1520-Abisinya 1573). Hindistan valiliği yaptı (1555-1559). Elde ettiği par­ lak zaferlerin yanı sıra C am öes'i M acao’ ya sürgüne gönderm esiyle de ünlüdür. 1569'da, M onom otapa im paratorluğu’ nun valiliğine atandı, bugün fviozambik' in bulunduğu yörede araştırmalar yaptı. BARRETT (Elizabeth) (Elizabeth Barrett).



BROWNİNG



BARRETTA a. (ital. söze.).Kilise görev­ lilerinin kullandıkları üç ya da dört köşeli takke. (Papazlar siyah, piskoposlar mor, kardinaller kırmızı renkli barretta kullanır­ lar.) BARRİE, Kanada’da kent, Ontario’da, Simcoe gölünün kollarından birinin kıyı­ sında, Toronto’nun K.'inde; 38 000 nüf. BARRİE (sır Jam es Matthevv), İskoç ya­ zar (Kirriemuir, A n g us 1860 - Londra 1937). Bir dokumacının dokuzuncu çocu­ ğudur. Edinburgh üniversitesi rektörlüğü yaptı. L ondra’yı eleştiren (Better Dead, 1887), Lovvlands köylülerini öven (Auld Lich t Idylls, 1888; A W indow in Thrums, 1889) ve annesine ağıtlar yakan (Margaret Ogilvy, 1896) yapıtlar yazdıktan son­ ra, Tom m y and Grizel (1900), Peter Pan in Kensington G ardens (1904) ve Peter Pan a n d W endy (1911) adlı kitaplarında, üstlerine aşırı biçim de düşülen çocukla­ rın düşlediği büyülü maceraları işleyerek, çocukluğun şiirsel evrenini dile getirdi. Oyunlarının kahramanı, her şeyi bilen genç anneler, çocuk yaştaki kadınlar her kuşaktan seyirciyi etkilediler (The A d m irable Crichton, 1902; What Every Woman Knows, 1908; A Kiss for Cinderella, 1916; M ary Rose, 1920). The Boy D avid (1936) başarısızlığa uğradı.



BARRİENTOS (Maria), İspanyol şarkı­ cı (Barcelona 1884 - San-Juan-de-Luz 1946). 12 yaşında piyano, keman ve bes­ telem e dallarında diplom a almakla birlik­ te, meslek yaşam ına 15 yaşında sopra.no olarak başladı. 1900-1907 arasında tüm Avrupa ve A m erika sahnelerinde bü­ yük başarılar elde etti. Güzel sesini kul­ lanm adaki ustalığı ve etkileyici kişiliğiyle efsaneleşti. Gerek konserlerde, gerek plaklarda Manuel de Falla’ya eşlik etti.



BARRİENTOS ORTUNO (Rene), bo - livyalı devlet adamı (Tarata, C ochabam ba eyaleti, 1919 - C ochabam ba yakınları 1969). Genç bir subayken 19 53 ’te Ulu­ sal devrim ci hareket e (Movimiento Nacional Revolucionario) katıldı ve ardından hava kuvvetleri komutanı oldu. 1962'de, Paz Estenssoro tarafından başkan yar­ dımcılığına getirildi. Kasım 1964 hükümet darbesine katıldı ve general O vando ile birlikte askeri cuntanın başına geçti. 1966’d a cum hurbaşkanıyken, köylü m i­ lislerin desteğiyle partilerin ve sendikala­ rın muhalefetini bastırdı; 1967’de "C h e ” Guevara'nın gerilla hareketine son verdi. BAHRİLİ (Anton Gıulio), Italyan yazar (Savona 1836-Carcare, Savona, 1908). Anılarını (Con G aribaldi aile porte di Ro­ ma, 1895) ve büyük ilgi toplayan çok sa­ yıda tefrika roman yazdı (Capitan Dodero, 1865; L ’elm o e Tedera 1867). BARRİNOTONİA a (öz. a. Barrington' dan). Asya, Afrika ve Avustralya'nın tro­



pikal bölgelerinde yetişen ağaç ya da ağaççık. (60'tan fazla tür; m ersingiller fa­ milyası.)



BARRİOS (Justo Rufino), guatemalalı devlet adamı (San Lorenzo, Guatemala, 1835-Chalchuapa, Salvador, 1885). Bir süre avukatlık yaptı, sonra o ıd .'y a girdi ve 1871’de, G arcıa Granados ile birlikte, tutucu Cerna hükümetini devirdi 18 73 ’te devlet başkanı oldu ve siyasal liderlerin desteğiyle, ömrünün sonuna kadar yöne­ tim de kaldı.Tutucu muhalefeti tasfiye etti ve Kilise’ye saldırdı. “ R eform cü" adıyla anılan liberal ve pozitivist önder Barrios, ülkesinin m odern altyapısının da m im arı­ dır. Orta A m erika’ nın birliğini, önce d ip ­ lomasi, sonra da silah yoluyla yeniden kurmak istediyse de, Salvador’u İstila et­ tiği sırada yenilerek öldürüldü. BARRİOS (Eduardo), şilili yazar (Valparaıso 1884-Santiac'1 1 £ î3 ) Romanlarının kahramanları ruhsal zayıflıkları olan kişi­ lerdir: aşırı duyarlı bir ço cuk (El n ino que enloqueciö de amor, 1915), iradesiz bir adam (Un Perdido, 1917) ve en ünlü ya­ pıtı El herm ano a s u o ’da (1922), içindeki şeytanların tutsağı olan fransiskeı bir ke­ şiş. Gran senor y ra a ü ia b lo s (1948), bir büyük çif*!ik sahibinir yaşamı çevresinde Şili köy dünyasının son derece başarılı bir tablosunu çizer.



BARRİSTER a (ing söze ). İngiltere ve İrlanda'da avukatlara verilen ad. (iskoçya ’da ADVOCATE denir.)



BARRO obruğu, Meksika’da obruk, Si­ erra M adre dağlarının doğu kesiminde. 1972'de Association for Mexican Cave Studies (Meksika m ağara çalışmaları derneği) üyelerinin taradıkları obrukta, büyük bir düşey kuyu (diklem esine 410 m) vardır. BARROS (Joâo



DE), portekizli yazar (Vi-



seu, 1496’ya doğr. - Ribeira, Pombal ya­ kınında, 1570). Doğu ticaret işleri başkanıydı. Portekiz denizciliği ve söm ürgecili­ ğinin tarihi ansiklopedisi D dcadas da Âsia 'd a (1552-1615) ve Portekiz dili üzerine yazdığı dilbilgisi kitabında (1540) Röne­ sans düşüncesinin en iyi temsilcilerinden biri olduğu görülür.



BARROS ARANA (Diego), şilili tarihçi ve diplomat (Santiago 1830 - ay. y. 1907). 1863’te Santiago üniversitesi’ nde dekan oldu; daha sonra, Arjantin elçiliği (1876 -1878) ve Şili üniversitesi’nde rektörlük yaptı (1893-1897). Latin amerikalı tarihçi­ lerin en büyüklerinden t liridir. Başlıca ya­ pıtları: Historia general d e la independencia de Chile (Şili bağımsızlık genel tarihi) [1854-1858]; Historia de la guerra del Pacıfico (Pasifik savaşı tarihi) [1880-81 ]; H/s­ to ra general de Chile (Şili genel tarihi) [1884-1902], BARROSO (Miguel DE), İspanyol res­ sam (Consuegra, Castilla la Nueva, 1538 -El Escorial 1590). Becerra'nın öğrenci­ siydi, 1589’da Felipe II tarafından saray ressamlığına atandı. Çalışmaları arasında en önemlileri, Escorial manastırı avlusu­ nun köşelerinden birini süsleyen resimler­ dir (Ruhülkudüs [La Pentecostes] ve Uruç [La Ascensiön]). BARROT (Odilon), fransız siyaset ada­ mı (Villefort, Lozere, 1791 - Bougival 1873). Meşrutiyet yanlısıydı. Temmuz mo­ narşisi dönem inde reformcu bir m uhale­ fet akımını yönetti. Şölenler* kam panya­ sına katılarak, istemeden krallığın düşü­ rülmesine katkıda bulundu. Az sonra Louis Napolöon safına katılarak adalet ba­ kanlığı görevini kabul etti ama, kısa bir sü­ re sonra bu görevi bırakarak orlöansçı muhalefet safına döndü. 4 eylül 1870’ten sonra, Thiers tarafından danıştay başkan­ lığına getirildi.



BARROVV a. (ing. barrow, tümülüs). In­ giliz arkeologlarının, tümülüslere ya da al­ tında mezar bulunan tümseklere verdik­ leri ad.



BARROW, A laska’ nın kuzey kıyısında köy, Barrovv burn u yakınında; 2 300 nüf. (büyük bölüm ü eskimo). Havaalanı. Tu­ rizm.—Yakınında, petrol ve doğal gaz ya­ takları.



1335



BARROVV, İrlanda’nın güney-doğu ke­ siminde ırmak, Carlovv’dan geçer ve uzun bir haliçle (Waterford Harbour) Atlas okyanusu’na dökülür; 150 km. BARROVV (isaac), İngiliz matematikçi ve tanrıbilim ci (Londra 1630- ay. y. 1677). C am bridge üniversitesi’nde profesörlük yaptı. Sonsuz küçükler hesabının bulun­ masında ro1 oynadı. Eğri teğetlerinin ta­ nımlanmasında geometrik bir yöntem bul­ du ve teğetler problem i ile alan hesapla­ rının evrik problem i arasındaki ilişkiyi formülleştirdi. Optik alanında, teleskoplarda görüntü oluşması problem inin kuramsal çözüm ünü buldu. 1669'da kürsüsünü N ew ion ’a devretti. RARROVV adası, A vustralya’ya bağlı



Maurice Barrfes (1910’da)



ada, Batı Avustralya kıyısı açığında. Pet­ rol yatağı.



BARROVV boğazı, Arktika takımadala­ rında deniz kanalı, Somerset adasının K.'i'nde. BARROVV-IN-FURNESS,



Büyük Britanya'da liman kenti, İrlanda denizi kı­ yısında; 73 800 nüf. Tersaneler (atom denizaltıları); eczacılık ürünleri, ayakkabı yapımı, hazır giyim sanayisi, kâğıt sana­ yisi.



BARRY, Büyük Britanya’da liman ken­ ti, Wales bölgesinde, Bristol kanalı kıyısın­ da, C ardiff’in G .’inde; 42 000 nüf. Sayfi­ ye merkezi Petrokimya sanayisi. Muz dışalım limanı. BARRY (James), İrlandalI ressam ve gravürcü (Cork 1741-Londra 1806). Burke’nin him ayesinde kendi kendisini yetiş­ tiren Barry, R eynolds'un hayranıydı, 1766 ’da İtalya’ya gitti ve beş yıl kaldı. İn­ g iltere’ye dönüşünde, Krallık akadem isi’ ne seçildi (1773), sonra profesörlüğe atandı, ama hırçınlığı ve alınganlığı yü­ zünden, 1799’da bu işten uzaklaştırıldı. Özellikle bir tarih ressamı olan Barry, yü­ celiğe erişmeyi am açlayan antik konular işleyerek yeniklasikçiliğe ve önromantizme yakınlaşır. (Londra, Nottingham, Sheffield müzeleri.)



riBARRY (Jeanne B E C U ,-kontesi), Lou­ is X V’in gözdesi (Vaucouleurs 1743 - Pa­ ris 1793). Bir terzi kadının evlilik dışı d o ğ ­ muş kızı olduğu sanılan Jeanne Böcu, çok genç yaşta Paris’e yerleşerek kont Jean du Barry’ nin metresi oldu. Kont, genç kadının krala metres olmasını sağ­ lamak için, onu kardeşi Guillaume ile ev­ lendirdi (1768). 1 769’da, resmen kralın gözdesi olan Barry kontesi, Pom padour m arkizinin aksine, büyük çapta bir siyasi rol oynamaya pek istekli görünmedi. Has­ ta olan ve aşırı dinci hizbin baskısı altın­ da kalan Louis XV, 1774'te gözdesini üzülerek saraydan uzaklaştırmak zorun­ da kaldı. D evrim den sonra, göçm enlerin hizm etinde çalışmaya başladı ve sık sık Ingiltere'ye gitti. 1793'te tutuklanarak Cumhuriyet'e karşı kom plo kurmakla suç­ landı, devrim m ahkemesince ölüme mah­ kûm edildi ve 8 aralıkta giyotine gönde­ rildi.



BARRY (sir Charles), İngiliz m im ar (Londra 1795 - ay. y. 1860). 1834’teki yangından sonra, eski VVestminster şato­ sunu, parlam entonun kullanımı için yenigotik üslupta inşa etti. — Oğlu ve öğre n ­ cisi E dvvard MİDDLETON (Londra 1830 - ay. y. 1880) C ovent G arden tiya tro su ' nu yaptı (1858). BARRY (Martin), İngiliz fizyoloji bilgini (Fratton, Portsmouth yakınında, 1802 -Suffolk’ta 1855). E d in b u rgh ’da hekimlik yaptı; o zamana kadar az bilinen hayvan em briyon oluşması üzerine araştırmalar­ da bulundu. M em elilerde yum urtanın ve em briyonun gelişimini anlattığı ve ilk ola-



Barry kontesi Mme VigĞe-Lebrun’un bir portresinden ayrıntı özel kol.



Barry rak, Falloppio kanalında, yumurtanın de­ ğişik durumlarını gösterdiği Researches in em bryotogy adlı yapıtını 1839‘da ya­ yımladı.



1336



Barry Lyndon (The L uck o f Barry Lyndon Esq.), W.M. Thackeray’ nin tefrika romanı (1844). S. K ubrick tarafından si­ nemaya uyarlandı (1975); konusu m ace­ ra ve para peşinde koşan bir dolandırıcı serserinin yaşam öyküsüdür.



Jean Bari Tito Marzocchi di Belluci’nin bir portresinden ayrıntı Versailles şatosu



BARSEBACK, İsveç'te kent, Malmö' nün K .’inde. Nükleer santral.



BARRYMORE, amerikalı tiyatro ve si­



BARSİ, Hindistan’da (Maharaştra) kent,



nema oyuncuları ailesi, B ly th e 'le r. — Herbert B ly th e (Agra 1847 - öl. 1905), ti­ yatro oyuncusu G eorgiana Emma Drew ile evlendi, M a u ric e B a rry m o re takm a adını aldı. Üç çocuğu oldu: Lionel, Ethel ve John. — LİONEL (Philadelphıa 1878 - Van Nuys, Kaliforniya 1954) tiyatroda ün­ lendi (Peter Ibbetson, 1917); 1909'da, Griffith'in Friends filmiyle sinema oyuncu­ luğuna başladı. 1926’da H ollyw ood’a yerleşti, birçok filmin ve bu arada Madam e X ‘in (1929) yönetm enliğini yaptı Da­ ha sonra, A Free Soul (1931), Ö ldürdü­ ğ ü m adam (1932), G rand Hotel (1932), N ig h t Flight (1933) D avid C opperfield (1935), D uel in the Sun (1947), vb. gibi filmlerde oynadı. — E th e l (Philadelphia 1879 - Hollyvvood 1959) tiyatroda ünlen­ di: The Constant Wife (1927), The Corn is Green (1940). Ayrıca, birçok film de oy­ nadı. — JOHN (Philadelphia 1882 - Holly­ vvood 1942) 1903'te tiyatroya, 1913'te sinemaya başladı. Am a tiyatro oyunculu­ ğu ağır bastı: L ondra’daki Hamlet yoru­ muyla (1926) büyük başarı kazandı. Hollyvvood’da pek çok film çevirdi ve özellik­ le iki yüzlü adam (Dr. Jekyll and Mr. H yde) [1920], Sherlock Holm es (1922), D on Juan (1926), Rasputin (1932) rolle­ rinde oynadı. Iy3 6 -1 93 8 arasında Bulld o g D rum m ond dizisinde a l aldı.



Şolapur’un K.-K.B.’sında; 62 400 nüf.



BARS kom itatı, Trianon antlaşması (1920) ile Çekoslovakya’ya bağlanan eski Macaristan komitatı.



BARSACCt (Andre), fransız sahneye ko­ yucu, dekoratör ve tiyatro yöneticisi (Feodosia, Kırım, 1909 - Paris 1973). Leon Bakst'ın damadı. Dullin için çizdiği Volpone (1928) oyununun dekorlarıyla tanındı. Jean Daste ve Mourice Jacquemont ile b ir­ likte C om pagnie des Ouatre - Saisons top lu lu ğu ’nu kurdu (Gozzi’nin le Rol cerf [Re Corve e T u ran d o t, 1937] adlı yapıtı), A nouilh’in en gözde sahneye koyucusu oldu. 1940’ta Atelier tiyatrosu yöneticili­ ğine getirildi



BARSILLER, V-VIII. y y ’lar arasında yaşamış bulgar türk boyu. VI. yy.'dan iti­ baren Doğu G ürcistan’da, Hazar denizi'ne dökülen Sulak ve Terek ırmakları arasında yaşadılar. Sonraları Orta Volga bölgesine yerleştiler. Bazı doğubilim ciler, Barsiller’ın soyca türk olmayıp Hunlar dönem inde (II.-IV. yy.) türkleştiklerini öne sürerler. IX. y y.’dan sonra izlerine rastlanmıyor. BARSİNGHAUSEN, Federal Alm an­ y a ’da (Aşağı Saksonya) kent, H annover’ in G .-B .’sında; 32 900 nüf. Hazır g i­ yim. BARSİPPA, yun. B o rs ip p a , günüm üz­ de Birs Nim rud (Irak), B abil’in güneyin­ de tanrı N abu’ya adanmış kent. Tanrı Nab u ’nun bu kentte Ezida adlı bir tapınağı bulunuyordu, ilk kez Hamurabi yasaların­ da adı geçen bu kent, Babil ile aynı akibete uğradı. N abukodonosor tarafından yeniden yaptırılan (VI. yy )z ig g u ra t'\, uzun süre Babil kulesi sanıldı.



BAR-SUR-AUBE, Fransa'da arrondissem ent merkezi; Aube’un doğusunda 7 422 nüf. XII. yy. sonundan kalma St. Pi­ erre kilisesi (XIV. y y.’dan kalma ahşap dış galeri; XIV.-XVI. y y.’lardan kalma heykel­ ler). BARŞAY (Rudolf), rus viyolacı ve or­ kestra yöneticisi (Labinsk, Krasnodar ya­ kınında, 1924). Moskova'da Borısovskıy’ in öğrencisi oldu, solocu olarak müzik yaşamına 1945'te başladı. Moskova filar­ moni dörtlüsü'ne (bugür- Borodin dörtlü­ sü), sonra da Ç aykovskiy aörtlüsü’ne ka­ tıldı. 1955'te Moskova O da orkestrası’nın yöneticiliğine getirildi. Sağlam bir müzik kültürü olan Barşay, J.-S. B ach’ın Das m usikalische O pfer ve Füg sanatı (Die Kunst der Fuge) adlı yapıtlarının ve bir­ çok başka yapıtın transkripsiyonunu yap­ tı.



BARŞÇİNA, köylünün derebeyi hesa­ bına yapm ak zorunda olduğu angarya iş parça arasına, genellikle kirişe yerleştiri­ anlam ına gelen rusça sözcük. len kontrplak, masif, form ika ya da metal parçası; dilimler arası boşluğu ayarlama­ ■ BART (Jean), fransız korsan (Dunkerque 1650 - ay. y. 1702). Daha 12 yaşında de­ ya, kapatmaya ve birleştirmeye yarar niz yolculukları yapmaya başladı. İngiliz BARSAK - BAĞIRSAK. -Hollanda savaşı boyunca Ruyter’in d o ­ nanmasında görev aldı (1666-67). Hollan­ BARSAM a. Balıkç. VARSAM’ın eşa n la m ­ da savaşı sırasında dört yılda elliden faz­ lısı. la gem i ele geçirdi. 1679’da krallık d o ­ BARSANTİ (Eugenio), İtalyan fizikçi ve nanm asında deniz yüzbaşısı olan Bart, matematikçi (Pietrasanta 1821 - Liâge B erberiler’e karşı savaştı. 1689'da firka­ 1864). 1843’ten başlayarak tek başına, teyn kum andanı oldu, 1694 te buğday 1849’dan sonra C.F Matteucci ile "V o l­ yüklü 130 gem iden oluşan bir H ollanda ta tabancası” nın m ekanik ve term ik etki­ konvoyuna saldırdı, amiral gemisini hü­ lerini inceledi. Patlamalı motor yapımı bu cum la zapt edip bütün konvoyu yedeğin­ incelemelerden kaynaklandı: bu konuda de D unkerque’e getirdi. Louis XIV ödül 1853’te sunulan ilk bildiri, ancak on yıl olarak ona asalet beratları verdi. 1696’da, sonra yayımlandı. 1854'te bir İngiliz pa­ Hollandalılar’a karşı büyük bir zafer ka­ tenti alındı, ancak İtalyan m ucitler kendi zandı, seksenden fazla ticaret gemisini sistemlerini sanayiye uygulamadan önce, ele geçirdi ya da yaktı. 1697’de filo ku­ Lenoir (1860), adından da Otto ve Lanmandanlığına yükseltildi. gen (1867) motorları piyasaya çıktı. BART (John), amerikalı yazar (Cambridge, Maryland, 1930), Romanları, insanlık BARSBAY (El-Meliküleşref) [öl. 1438], durum unun saçmalığı üzerine parodili bir Mısır Memlukları sultanı (1422-1438),Ç er­ labirent ve bitm ek bilmeyen bir çeşitleme kez Memlukları hanedanından. Sultan oluşturu’r: The Floating O p e ra d a (1956) B erkuk’un kölesiydi. Sultan Tatar tahta intihan düşünen bir adam, geçm iş yaşa­ geçince, onu azat edip oğlunun atabeymını gözünün önünden geçirir; The A n d liğine getirdi. Ancak Barsbay, Tatar’ın ölü­ o f the R oad (1958), kararsızlık üzerine bir m ünden sonra on yaşında tahta çıkan incelemedir; The Sot - Weed Factor M uham m et’i tahttan indirip yerini aldı (1960), koloni dönem i M aryland’iyle ilgili (1422). Önce, C anıbek’ın başlattığı ayak­ serüven anlatılarını taklit eder; Giles Goat lanmayı bastırdı, Mısır gemilerine saldıran -Boy’da (1966), keçiler arasında büyümüş korsanların barındığı Kıbrıs’ı alm ak için BARSAK a. M arangl. Bir lam bride, iki



Kari Barth



gönderdiği kuvvetler, kral Janus’u tutsak ederek Mısır’a getirdiler (1426). Ardından D ulkadıroğulları, Akkoyunlular ve Ramazanoğulları’na karşı başarılı seferler d ü ­ zenledi. Ancak, bazı m addelerin satışını sınırlayıp, bazılarının da ticaretini kendi te­ keline alması sonucunda ülke ekonomisi önemli ölçüde sarsıldı.



bir. adam, bir keçinin gözüyle m odern dünyanın bir değerlendirm esini yapar. C him erada (1972), yazar, roman tasarımı­ nın sorunlarını belirlemek amacıyla alego­ riye başvurur Lost in the Funhouse (1968) ise deneysel hikâyelerden oluşur.



BARTALİ (Gino), İtalyan bisiklet yarışçısı (Ponta a Ema, Floransa, 1914). On yıl arayla (1938 ve 1948) iki kez Fransa turu’nu, üç kez İtalya tu ru ’nu (1936, 1937 ve 1946), iki kez İsviçre tu ru ’nu (1946 ve 1947), üç k e z Lo m b a rdia tu ru ’ nu (1936, 1939, 1940) ve dört kez Milano-San Remo yarışı'nı (1939, 1940, 1947, 1950) ka­ zandı. BARTAS (Guillaume DE SALLUSTE, — senyörü), fransız şair (Montfort, Auch ya­ kınları, 1544 - Condom 1590). Calvinci protestandı. Kendisine iskoçya ve Dani­ m arka’da diplomatik görevler veren Henri de Navarre’ın hizmetine girdi. Çağının bi­ limsel bilgilerini kucaklayan evrensel bir katalog niteliğindeki başlıca yapıtı La Sem a in e d e (1579), Tanrı’ nın tasarısındaki ululuğu kanıtlamaya çalıştı. Birçok yeni sözcükler, söz hokkabazlığına kadar var­ dırılan ses ve ritim taklitleri, belirgin eğre­ tileme merakıyla bu yapıt, barok edebi­ yatın en olgun örneklerinden biridir ve Milton ile Goethe’yi etkilemiştir. BART-CİSİNSKİ (Jakub), alman şair (Kukow, bugün Panschwitz-Kuckau, aşa­ ğı Lusats, 1856-Ostro Kamenz yakınında 1909). Sorab diliyle yazdığı yapıtlarında Lusats kültürünü savundu (Kniha Sonettow, 1884). BARTEL (Kazimierz), polonyalı siyaset adamı (Lwöw 1882 - ay y. 1941). Lwöw politeknik okulu’nda profesörlük yaptı. Di­ yet m eclisi’nde milletvekili, 1926-1930 arasında beş kez başbakan oldu. Gestapo tarafından kurşuna dizildi. BARTELS (Adolf), alman yazar (VVesselburen 1862 - VVeimar 1945). Şiirler,tarihi romanlar ve dramlar (Martin Luther, 1903), yazdı. Yahudi düşmanı görüşleriyle, Hit­ ler dönemi edebiyatı üzerinde bir ölçüde etkili oldu.



BARTENSTEİN (Johann Christoph VON), avusturyalı hukukçu ve diplom at (Strasbourg 1689 - Viyana 1767). im pa­ rator Kari VI ve Maria-Theresa'nın danış­ manı olarak 1713 Pragm atische Sanktio n ’unun onaylanmasıyla sonuçlanan gö­ rüşmelere katıldı. BARTH, alm an kâşif ve coğrafyacı (H am burg 1821 - Berlin 1865). 1850’de Richardson ve Overweg ile birlikte Trab­ lus’tan yola çıkarak Büyük Sahra’yı aştı ve Çad gölüne ulaştı. Keşif gezisine, tek başına, güneye ve Benue’ye,sonra Orta N ijer’e doğru devam etti. O radan Tumbuktu’ya vardı ve buraya ayak basan ilk avrupalı oldu. 1854’te doğuya doğru gen döndü ve 1855 ’te Büyük S ahra’yı bir ke­ re daha geçti. Derlediği çok sayıda bel­ ge ve gözlem lerindeki isabetle Barth en büyük Afrika kâşiflerinden biri sayı­ lır. BARTH (Theodor), alman siyaset ada­ mı (D u d e rs ta d t, VVestfalen, 1849 -Baden-Baden 1909). Reichstag’da millet­ vekiliyken (1881-1903), Liberal radikal parti’nin (freisinnige Partei) liderlerinden biri haline geldi Ticarette serbest m üba­ dele yanlısı o ld u ğ u için, koruyucu güm ­ rük tarifelerinin kabulü üzerine hüküm et­ ten ayrıldı (1902) ve bundan sonra büyük sosyal reformların savunuculuğunu yap­ tı.



BARTH (Paul Basilius), isviçreli ressam (Basel 1881 - Riehen, Basel yakınında, 1955). C ezanne’ın etkisini taşıyan renkli peyzajlar, portreler, natürm ortlar yap­ tı. BARTH (Kari), isviçreli protestan tanrıbilimci (Basel 1886 - ay. y. 1968). Bonn Ü niversitesi’ nde profesördü;1935'te Hit



Barthou hikâyede tüketim toplurpunun ideolojik ve ler hüküm etince görevinden alındı. İsviç­ kültürel uyarsızlıklarını ele alarak bunları re'ye giderek oradan bu hüküm ete karşı alaylı bir biçim de işledi. protestan direnişini destekledi. 1962’ye kadar Basel Ü niversitesi’nde profesörlük ■ BARTHES (Roland), fransız eleştirmen yaptı. Calvinoi çizgideki öğretisi, Protes­ (Cherbourg 1915 - Paris 1980). Saussure tanlığın ve katolikliğin diğer kollarına ile Bloom field’in dilbilim iyle yapısal antro­ da tüm üyle açıktı. Öğretisinin belirgin polojiden esinlenen, daha sonraları da özelliği, incil’e köklü bir dönüşten yana ol­ Lacan’m psikanalizinden etkilenen yapıt­ masıdır. Bu nedenle, İncil öğretiminin ve larında (le Degre Zero de l ’ecriture, 1953) Kilise’nin siyasal nüfuzunun yeniden can­ edebiyatla iktidar arasındaki bağıntıları in­ landırılmasını amaçlayan Barth’ın tanrıbiceledi. Sosyal bir iletişim aracı olmanın limi, liberalizm, laiklik, tarihselcilik, nasyo­ getirdiği bozunm alardan arınmış yansız nal sosyalizm, hümanizm gibi, m odern bir dil düşüncesini, College de France’ın ça ğd a görülen, in cil’den sapmaları red­ semiyoloji (göstergebilim) kürsüsünde deder. Kari Barth’a göre, Kilise’nin tarih­ verdiği açılış dersinde de (1977) açıkladı sel görevine bağlı kalabilmesi, ancak her ve çağdaş toplum un özellikleriyle mitleri­ türlü kudret arzusundan vazgeçmesiyle nin çözümlenmesine (Mythologies, 1957; olanaklıdır;çünkü Kilise kendisi için değil, le Systdme de la mode, 1967), bir ede b i­ başkaları için vardır, kurtarıcı bir Söz’ün yat biliminin koşullarının hazırlanmasına hizmetindedir. Tanrı ile yeni bir ilişkinin ve (Sur Racıne, 1963; Critique et VeritĞ, adaletin hüküm süreceği bir insan toplu­ 1966), yazılabilirlik ve okunabilirlik kav­ luğunun kurulması onun varlık nedenidir. ramlarının (S/Z, 1970) ve özgür bir gösterBarth’ın günümüz hıristiyan dünyasının tü­ g eyazınbilim ininortayakonm asına(/’Emmü üzerinde düşünsel ve dinsel etkisi çok nire des signes, 1970) ve bütünsel bir büyük oldu. Bu büyük protestan tanrıbidil ile, özerk bir evrenin yaratılmasına yö­ limcinin en önemli yapıtı, Kirchliche D og ­ nelik bjr yapıt retoriğinin özümlenmesine m atik (Kilise dogm aları) [1932-1967] adı­ (Sade, Fourier, Loyola, 1971) esin kayna­ nı taşır. ğı oldu. Roland Barthes p a r Roland BanBARTHE LEMY (rahip Jean-Jacques), hes (1975) adlı çalışmada, kendini adadığı transız yazar ve nümismat (Aubagne 1716 eleştiri uğraşının arkeolojisini tem ellendi­ - Paris 1795). Le Voyage du jeu n e Anarirken, Le Plaisir d u texte’te (1973) edini­ charsis en Grece au İVe siecle de i ’ere len tüm bilgileri bedene ve arzuya gön ­ vulgaire (1788) adiı yapıtında, eskiye derm eler yaparak, yeniden kurdu. Fragdönüş modasını ve derin bilgisini ustaca ments d ’un discours am oureux’de (1977), kullanarak geçm işe ve uzak ülkelere bü­ sö yle şm e li ku ram a -ya kla şırke n , /a yük özlem duyan geniş okuyucu kitlesi­ C ham bre d a ire ’de (1980), fotoğraf sana­ nin gönlünü fethetmesini bildi. Yapıt, Ati­ tını inceleyşrek uzam ve zaman arasında na ve Doğu Akdeniz’deki günlük yaşamı, yeni bir bağıntı kurmaya çalıştı. Barthes’ felsefi ve edebi kısa açıklamalarla anla­ ın ölüm ünden sonra yayımlanan yapıtla­ tır, ayrıca bir indeks ve çeşitli fihristler rı: Le Graın d e ld ‘Voix (1981), L’Obvie et verir. Kralın m adalya muhafızı olan i ’obtus (1982), Le Bruissement de la lan(1753) J.-J. Barthelemy, m adalya kolek­ g ue (1984)! L'Aventure sem iologique siyonlarının sayısını artırdı ve yeni bir sı­ (1985). nıflandırma sistemi buldu. (Fr. Akad. üye­ BARTHOLD (Ypsiliy, Vladımıroviç), rus si, 1789.) doğubiltmcjı.ve .tütfkolog (Petersburg 1861 BARTHELEMY (Renö), fransız fizikçi - ay. y„ 1932), Petersburg Üniversitesi d o ­ ğu dilleri fakültesi’ni (1891) bitirdi, Alm an­ (Nangis 1889 - Anfibes 1954), televizyo­ nun Fransa’daki yaratıcılarından biri. y a ’ya gönderildi. O dönem in ünlü doğubilim cilerinin (Müller, Nöldeke) derslerini Elektrik yüksek okulu’nu bitirerek mühen­ izledi. -İslam tarihçileri ve coğrafyacıları ta­ dis oldu. Önceleri ölçüm aygıtlarının ya­ rafından yazılan kaynakları yerinde ince­ pımı ve radyotoni ile ilgilendi Birinci Dün­ lemek için Türkistan’a gitti, kazılara katıl­ ya savaşı sırasında vericiler kurdu ve Ei­ dı. Birçok eski Türkistan kent ve kasaba­ ffel kulesi radyo istasyonunun kurulmasın­ larının yerlerini buldu. Petersburg Üniver­ da çalıştı Daha sonra televizyonla ilgilen­ sitesi doğu dilleri ve tarihi fakültesi’nde di, M ontrouge deneysel merkezi’ nin baş profesör adayı oldu (1896), İslam ve türk m ühendisliğine getirildi. İngiliz B a ird ’in tarihi dersleri verdi. "M o ğ o l istilası d ev­ aygıtını geliştiren Barthölem y’ye 19 3 5 ’te rinde Türkistan" adlı teziyle doktor düzenli televizyon yayını yapm a görevi verildi. Aynı yıl, ekrandaki satır sayısını (1900), daha sonra, aynı üniversitede O r­ 9 0 ’dan önce 180’e, sonra 240 a yükselt­ ta Asya İslam ve türk tarihi profesörü ol­ ti; kırpışmayı önlem ek için girişik analiz du (1901). Rusya Bilimler akadem isi’ne yöntemini gerçekleştirdi, ikinci Dünya sa­ üye seçildi (1913). İstanbul Darülfünun vaşı sırasında, radar üzerine araştırmalar Türkiyat enstitüsü'nün çağrısı üzerine İs­ ve televizyon için geliştirilmiş bir tü p olan tan b ul’a gelerek (1926), Orta Asya türk ısoscope’un yapımıyla çalışmalarını sür­ tarihi üzerine on iki ders verdi. Bu ders­ dürdü. ler türkçe olarak yayımlandı: Orta Asya lü rk tarihi hakkında dersler (eski harflerle B A R T H E L E M Y -S A İN T -H İL A İR E türkçe çevirisi, 1927; yeni harflerle türkçe (Jules), transız filozof ve siyaset adamı çevirisi, 1975). Başlıca yapıtları: M oğol is­ (Paris 1805 - ay. y. 1895), Restauration tilası devrinde Türkistan (2 cilt, 1898, dönem inde gazetecilik yaptı, Collâge de 1900), Yedisu tarihi taslağı (1898), Türkis­ France’ta profesör oldu (1837), 1848’de tan'ın sulama tarihi (1910), Türkistan’ın kül­ geçici hükümetin genel sekreterliğini yap­ tür tarihi (1911), İslam (1918), İslam m ede­ tı, Seine-et-Oise’dan Kurucu meclis’e, son­ niyeti (1918, türkçe çevirisi 1940), Uluğ ra da Yasam am eclisi’nem illetvekili seçil­ Bey ve zamanı (1918, türkçe çevirisi 1930), di. Napoleon III dönem inde, 1869’a ka­ İslam dünyası (1922), Türkistan tarihi dar hiçbir görev almadı. 1869’da yeniden (1922; yeni bas, 1981), A li Şır Nevai ve si­ Seine-et-O ise’dan m illetvekili seçildi yasi hayatı (1927). 1871 ’de Ulusal meclis üyesi oldu, merkez sol kanatta yer aldı. 1875 te hayat boyu ■ BARTHOLDİ (Fredâric Auguste), tran­ senatörlüğe, sonra da dışişleri bakanlığı­ sız heykelci (Colmar 1834 - Paris 1904). na a ta n d ı (Ju le s F e rry h ü kü m e ti, Mimarlık eğitimi gördü, anıtsal yapıtlar 1880-81); Tesalya’nın Yunanistan'a veril­ verdi. En ünlüleri: Aslan (Belfort, taştan, mesi için çaba gösterdi ve Barlo antlaş­ 1880) ve dem ir iskeleti Eiffel tarafından ması’™ imzaladı. planlanmış olan Dünyayı aydınlatan öz­ gürlük (New York, bakır ve demir, 1886) BARTHELME (Donald), amerikalı yazar [C olm ar’da d oğ duğu evde müze açılmış­ (Philadelphia 1932). Grım m ’in Pamuk tır], prenses masalının parodisi olan Snow BARTHOLİN (Caspar), danımarkalı he­ White (1967) adlı bir rom anda ve Come kim (Malmö, Skane, 1585 - Sorıf Seeiand back Dr. Caligari'den (1964), Great Days'e adası, 1629), Padova, VVİttenberg ve Ko­ (1979) kadar uzanan ve bu arada bazıları penhag ü niversitelerinde tıp okuttu. çarpıcı bir özelliğe parm ak basan bir dizi



1618’de Kopenhag Üniversitesi rektörlü­ ğüne getirildi. — Oğlu THOMAS (Kopen­ hag 1616 - Hagested 1680), sırasıyla Ko­ pen h a g ’da anatomi profesörü (1648), üniversite kütüphanecisi (1671) ve d ev­ let danışmanı oldu (1675). Kendisine ün kazandıran birçok anatomi eseri yayım ­ ladı. — ERASMUS (Roskilde 1625 - Ko­ penhag 1698), öncekinin kardeşi, Kopen­ h a g ’da tıp ve m atem atik profesörü oldu. Tıp bilimine yaptığı başlıca hizmeti "İzlan­ da spatı” (bir çeşit kalsit) üzerine yaptığı çalışmadır. Erasmus Bartholin, 1699’da bu mineralin ürettiği ışık demetinin ikili kı­ rılmasını gözledi ve desoartesçı ışık kura­ mını temel alarak bunun bir açıklamasını yapm aya çalıştı.



1337



Bartholin bezleri. Anat. Apış arasın­ da dölyolunun ağzında her iki yanda bu­ lunan salgı bezleri. (Bunlar açık renkte, kaygan bir sıvı salgılayarak cinsel ilişki sı­ rasında dölyolunu kayganlaştırmaya ya­ rar.)



BARTHOLOME (Paul Albert), fransız heykelci (Thiverval 1 8 4 8 -P a ris 1928). Hüzünlü ya da ölüm le ilgili konulara yö­ neldi: Ağlayan kız (1892), Dua eden kız (1894); en ünlü yapıtı, Pere-Lachaise (Pa­ ris) mezarlığındaki Ölülere a n ıt’tır (1899).



Roland Barthes (1980’de)



BARTHOLOMEVV (John George), İngi­ liz haritacı ve yayımcı (Edinburgh 1860 - Sintra, Portekiz, 1920). İki cildi yayımla­ nan büyük bir fiziksel coğrafya atlası ha­ zırladı: Atlas of M eteorology (Meteoroloji atlası) [1899] ve Atlas o f Zoogeography (Hayvan coğrafyası atlası) [1911], — O ğ­ lu, JOHN (1908-1962), Times Atlas of the W orld’ü (Dünya Tim es atlası) [5 cilt, 1955-1958 arasında] yayımladı, BARTHOU (Louis), transız siyaset adamı (Oloron-Sainte-Marie 1862 - Mar­ silya 1934). Avukatlık yaptı, milletvekili oldu (1889); Dupuy (1894-95), Mâline (1896-98), Clemenceau (1906-1909) ve Briand (1909-10) kabinelerinde bakanlık yaptı. Mart-aralık 1913'de başbakan ol­ du ve sosyalistlerle radikallerin m uhale­ fetine karşın Alm anya'dan öç almak için tasarlanan ve askerlik süresini artıran üç yıl yasasını m eclise kabul ettirdi. 19211934 arası çeşitli hüküm etlerde yer aldı. Ateşli bir Küçük antant yanlısı olarak, al­ man tehlikesi karşısında Fransa’nın, Orta A vrupa’daki küçük devletlerle ilişkilerini yeniden sıkılaştırmak ve özellikle Sovyetler ile ittifak kurmanın yollarını arayarak uluslararası bir güvenlik sistemi oluştur­ mak için çalıştı. Yugoslavya kralı Aleksandr l'i karşılamak için gittiği Marsil­ ya'da, krala karşı düzenlenen suikastte öldü (Fransız akademisi üyesi, 1918).



Fröderic Auguste Bartholdi'nln yapıtı Dünyayı aydınlatan özgürlük sanatçının Paris’teki atölyesinde montaj sırasında (1883)



BARTIN çayı -*



K O C A IR M



A K .



Bartın yazm ası,



Bartın’da yapılan kalıp işi bir tür pamuklu yazma. 90 x 130 cm ya da 100 x 150 cm boyutlarında olur. Siyah zemin üzerine sarı, kırmızı, mavi iri çiçeklerle bezenmiş olanlar, aşındırma* baskı tekniğiyle yapılmıştır. Baş örtüsü olarak kullanılır. Beyaz zemin üzerine yapılanlarda ise yüzey, gelişigü­ zel serpiştirilmiş buket motifleriyle bezeli­ dir. Kenarda ince bir su bulunur.



BARTLESVİLLE, AB D ’de (Oklahoma) kent, Tulsa’nın K.’inde; 29 700 nüf. Çinko ve kadm iyum metalürjisi. Petrol sanayisi. ■B A R TO K (Bela), m acar besteci (NagyBartın’dan



szentmiklös, bugün Romanya'da, 1881 New York 1945). Pressburg’da Ladislas erkel’den ilk müzik derslerini aldı. Baş­ langıçta tek başına, çok geçm eden yaş­ ça kendisinden küçük, okul arkadaşı Zoltan Kodâlye ile birlikte, kendini m acar halk şarkılarının incelemesine verdi. 1904-1934 arasında Budapeşte Müzik akadem isi'nde piyano öğretmenliği yap­ tı. 1934’te Bilimler akademesi tarafından, derlediği halk şarkılarını sınıflamakla gö­ revlendirildi. Bu arada, yabancı ülkeler­ de birçok turneye çıktı ve kendini piyano­ cu olarak kabul ettirdi. 1936’da, hüküme­ tin çağrılısı olarak Paul Hindemith ve Cari Ebert ile Ankara'ya gelen Bartök, o yıl açılan Ankara Devlet konservatuvarı'nda izlenecek eğitim programı ve halk müziği araştırmaları konularında yararlı öneriler­ de bulundu; kendisi, Adana’nın kimi köy­ lerini dolaşarak 90 kadar türkü derledi. Kısa da olsa, Bartök’un bu ziyareti, konservatuvarın o dönem deki besteleme öğ­ rencilerinin, folklor kaynaklarına yönel­ mesinde önemli rol oynadı, ilk yaratıcılık dönem inin başlıca ürünleri şunlardır: Pi­ yano için 14 Bagatel (1908), yaylı çalgı­ lar için 6 dörtlüsünün ilki (1908), Çocuk­ lar için (piyano için 85 parça, 1909), bir lirik dram, M avi sakalın şatosu ( 1918), bir bale, Orman pren si (1916), 2 no'lu yaylı çalgılar dörtlüsü (1917), bir pantomim, Harika m andaren (1919), çeşitli piyano parçaları. Bunlar arasında Allegro barbara(1911), ritmik dinamizm üzerine kurulu yeni bir tekniğin doğuşunu belirtir. Bu teknik, orkestra için bestelediği Dans süi­



BARTIN (74), Karadeniz bölgesinin ba­



genel görünüm



tı bölüm ünde il; Zonguldak ile Kastamo­ nu illeri arasında; 205-834 nüf. (1990); 2 140 km2; Tnerkez ilçe dışında 3 ilçe (Amasra, Kurucaşile, Ulus); 3 bucak; 259 köy. Merkezi Bartın; 301 4 2 nüf. (1990). Bartın ilinde dağlar önemli yer tutar ve bunların yüksekliği hiçbir yerde 2 000 m ’yi aşmaz. Arazi çok engebelidir, iklim çok sert değildir, bütün mevsimler ya­ ğışlıdır. İlin toprakları genellikle orman­ larla kaplıdır. Bartın çayı ilin ortasından geçerek Karadeniz'e ulaşır. İl ekonomisi tarım, sanayi ve ticarete dayanır. Tahıl­ lardan buğday ve mısır, m eyvelerden en çok çilek yetiştirilir. Sanayi etkinlikleri arasında gemi yapımcılığı öteden beri önem taşır. Bundan başka kontrplak, ke­ reste, kiremit, çimento ve kâğıt sanayisi gibi çeşitli sanayi ve bunlara ilişkin tica ­ ret gelişmiştir.



BARTIN, Bartın ilinin merkezi kent; Bartın çayının Karadeniz'deki ağzından 11 km içerde; 30 142 nüf. (1990). Bartın kenti, Bartın çayını oluşturan Kocaçay ile Kocanaz çayının birleştiği yerde, bu iki kolun arasındaki eğimli sırtlar üzerin­ de kurulmuştur. O rtaçağ’da Bartın’ın ye­ rinde Parthenia adlı küçük bir kent vardı. Uzun süre Bizans egem enliğinde yaşa­ dı. 1392’de Yıldırım Bayezit zamanında Osmanlı topraklarına katıldı. 199Yde ku­ rulan Bartın ilinin merkezi oldu. 11 km’lik bir su yoluyla Karadeniz’e bağlanan Bartın’a 1967 yılında liman yapıldı.



Bela Bartok yağlıboya tablo ressamı belli değil



Köpekkaya B urnu



ti (1923) ile tamamlandı. “A vrupa dönemi" denilen ikinci yaratı­ cılık dönemi, 1926'da bestelediği piyano sonatıyla başladı. Bu dönem deki belli başlı yapıtları: 1 no’lu piyano konçertosu, ardından yaylı çalgılar için üç yeni dörtlü (1927; 1928; 1934), güzel Cantata profana (1930), 2 no’lu piyano konçertosu (1931), Yaylı ve vurmalı çalgılar çeiesta için m üzik (1936) ve çok sık çalınan İki piyano ve vurmalı çalgılar için sonat (1937). Bu dönemin son ürünleri Mikrokosmos (1926-1937) adlı ünlü altı derle­ me ile piyano için didaktik toplam (iki ke­ man için 44 düo, yaylı çalgılar için Divertımento [1939] ve 6 no’lu-yaylı çalgılar dörtlüsü [1939]) oldu. Nazizme açıkça karşı çıktı ve 1938’de yurdundan ayrıldı, ikinci keman konçertosu ilk kez Amsterd am ’da yorumlandı. Konser vermek üze­ re gittiği A m erika’ya yerleşti. Burada, çok değerli birkaç dostu olmakla birlikte, kendiçi yalnız hissetti. Parasal açıdan büyük'sıkıntı çekti. Çok geçm eden de sağlığını yitirdi. Bu üzücü “Amerika dö­ nemi"™ yaratıcılık açısından, öncelikle Orkestra için konçerto (1943) ve — Sergey Koussevitski ve Yehudi Menuhin’in ısmarladıkları— yalnız keman için sonat ile VVilliam Primrosse’a adanmış vi­ yola konçertosu belirler. Tamamlayamadığı bu son yapıtı ve 3 no’lu piyano kon­ çertosunu arkadaşı Tibor Serly bitirdi.



BARTOLETTİ EFENDİ, İtalyan he­ kim (İstanbul 1808 - ay.y. 1894). Babası, Solim lll’ün saray hekimiydi. Tıp öğreni­ mini N apoli’de gördü. Bir süre İstan­ bul’da serbest hekimlik yaptı. Sonra Meclis-i umur-ı sıhhiye (sağlık işleri m ec­ lisi) üyesi (1846) ve müfettiş-i umumisi (genel müfettiş) oldu. Paris’te düzenle­ nen I, uluslararası sağlık konferansında Osmanlı im paratorluğu’nu temsil etti (1851). Cemiyeti tıbbiyei şahane’nin ku­ rucuları arasında yer aldı. Çalışmalarını, Gazette m edicale d ’Orient’da yayımladı. BARTO LİNİ (Lorenzo), İtalyan heykel­ ci (Savignano, Toscana, 1777 - Floransa 1850). Vendöme sütunu’nun bir alçakkabartması üzerinde çalıştı ve Fransız ensti­ tüsü için Napolöon l’in büstünü yaptı. Elbe adasına kadar ardından gittiği im para­ tor 1808’de onu Carrara’da bir heykelcilik okulu kurmakla görevlendirdi; Barfolini, VVaterloo savaşı’ndan sonra Floransa’ya yerleşti. Yapıtları arasında La Carita hey­ kel grubu (Floransa) ve çok sayıda büst (Denon, Mme de Stael. Lord Byron, Met­ ternich, Thiers, Mehui, Liszt) sayılabilir. C anova’nın izleyicisi ve ingres’in dostuy­ du. A vrupa çapında bir ün kazandı. BARTOLİNİ (Luigi ), İtalyan ressam ve yazar (Cupramontana, Ancona, 1892 Roma 1963), Bisiklet hırsızları (Ladri di biciclette) [1946] adlı romanın yazarı. Bu roman V. De Sica tarafından sinemaya uyarlandı. BARTOLOMEO (Baccio D E L L A PORFra — denir), İtalyan ressam (Floran­ sa 1472 - Pian di M ugnone 1517). 1500’de S. M arco manastırı’nda keşiş ol­ du. U m bria’da yetişti ve Perugino’nun et­ kisinde kaldı. Venedik’e (1508) ve Rom a’ya (1514) yaptığı yolculuklarla sanat ufkunu genişletti. Floransa’da dinsel ko­ nuları işleyen birçok tablo yaptı (Albertinelli ile birlikte gerçekleştirdiği Carondelet M ihrap Arkalığı [1511-12], Besançon katedrali). Tablolarında, geniş hacimler ve aydınlık bir üslup egemendir. T A ,



I________I------------- 1 A m a s ra : İlçe Kozcağız : B e l d



20 0 50 0 1000 m



I



I



I "B U



K a r a y o lu



D e m ir y o lu



:



K ö y



2 0 0 0 0 'd e n e



y u k a rı







5 0 0 0



- 2 0 0 0 0







2 0 0 0



- 5 0 0 0







2 0 0 0 'd e n



a r a s ı a r a s ı



BARTOLOMEOS, (Bartolomeos Arh o n to n is , — denir), Fener rum patriği (Gökçeada 1940) Heybeliada rum rahip­ ler okulu’nu bitirdi. Avrupa'da okudu. Fe­ ner patrikhanesi’nde I. Dim itrios’un özel kalem m üdürü ve sağ kolu oldu. Onun ölü­ mü üzerine ekim 1991 'de patrik seçildi.



a ş a ğ ı



BARTOLOZZİ (Francesco) İtalyan gra-



vürcü (Floransa 1727 - Lizbon 1815). Ve­ nedik'te Joseph VVagner'in öğrencisi ol­ du. 1764'ten sonra İngiltere'de çalıştı ve bu ülkeye noktalama tekniğini soktu (Lad yS m ith ve çocukları, Reynolds'dan, MissFarren, Lawrence’den). 1802'de Liz­ bon krallık akadem isi'ne m üdür oldu.



nedeninin aynı olduğunu feci bir deney sonunda ispatlamıştır: verrugadan aldığı dokuyu ezerek kendine şırınga etmiş ve 39 gün sonra ölm üştür ("39 gün hum m a­ sı").



BARTON (Bernard), İngiliz şair (Carlisle 1784 - VVoodbridge. Suffolk, 1849). Quaker m ezhebindendi, cezaevleri düzeni­ ne şiddetle karşı çıktı (The Convict's A ppeal, 1818).



BARTOS (Frantisek), moravyalı ant­ ropolog (Zlin 1837 - ay.y. 1906). Dialectologie morave (fr. çev ), 1886-1895 [Moravya diyalektolojisi], Dictionnaire des dialectes moraves (fr. çev ), 1906 [Moravya lehçeleri sözlüğü] adlı yapıt­ larında M oravya ağızlarını inceledi. M o­ ravya etnografyasının canlanmasına katkıda bulundu. Chansons nalionales moraves (fr. çev.), 1900-1901 [Moravya ulusal şarkıları] adlı derlemenin yazarı­ dır.



BARTON (sir Edmund), avustralyalı si­ yaset adamı (Sydney 1849 - M edlow Bath, Sydney yakınları, 1920). Yeni G ü­ ney Galler meclisi üyesi ve ateşli bir hi­ mayecilik yanlısıydı. Avustralya Commonw ealth’ inin kurulmasıyla sonuçlanan ha­ reketin Parkes’ten sonra lideri ve ana çiz­ gileriyle yasasını kendisinin hazırladığı Federasyon'un başbakanı oldu (1901). Ken­ disine "A vustralya'nın b abası" adı veril­ di.



BARTON (sir Derek Flarold Richard), İn­ giliz kimyacı (Gravesend, Kent, 1918). 19 42'de organik kimya doktorasını aldık­ tan sonra, savaşa katılmak için çalışma­ larına 1942’den 1945’e kadar ara vermek zorunda kaldı. Sanayide çalıştıktan son­ ra, 1953'ten 1955'e kadar Londra Üni­ versitesi ’ ne bağlı Birkbeck C ollege’de, 1957 den 1977'ye kadar da L ondra’d a ­ ki imperial C ollege'de organik kimya pro­ fesörlüğü yaptı. 1977'de, doğal m adde­ ler üzerinde çalışan Gif-sur-Yvette’teki kimya enstitüsünün m üdürlüğüne atandı. Barton, 1369’d a yerleşik çözüm lem e­ nin gerçekleştirilm esindeki önemli katkı­ sından ötürü norveçli O dd Fiassel ile bir­ likte Nobel kimya ödü lü ’nü aldı. Yerleşme kavramı, atomların, kendilerini birleştiren bağların çevresinde dönmeleri durum un­ daki düzenini ya da düzenlerini açıklar. Barton bu kavram ile kimyasal tepkinlik arasındaki ilişkileri ortaya koydu.



BARTON KATI a. (Barton'dan İngiltere' de yerleşme birimi). Paleojen sistemin bir katı, (E şanl. BARTONİYEN.) [-* KATMANBİLİM] BARTONELLA a. insan hücrelerinde, özellikle alyuvarlarda çoğalan Gram ne­ gatif bakteri. (Bartonella bacilliform is tü ­ rü insan için hastaiık yapıcı olarak tanınır ve bulaşıcı bir hastalığa neden olur [bartonelloz ya da Carrıon hastalığı].) BARTONELLOZ a. (fr. bartonellose). Bartonella bacillitormis denen bakteriden ileri gelen bir enfeksiyonla organizm ada ortaya çıkan belirtilerin tümü. (Eşanl. c a rRİON HASTALIĞI.) —ANSİKL. Bartonelloz tatarcık cinsinden taşıyıcı bir sineğin (Phlebotomus verrucarum) sokmasıyla hasta bir insandan sağ­ lam bir insana bulaşır. Bu sineğin yaşa­ dığı bölgeler (And dağlarında, Perü’da, Ekvador’d a ; Kolombiya’da 800 ile 3 000 m arası yükseltideki ovalar) hastalığın g ö ­ rüldüğü başlıca yerlerdir. Hastalık zamanla birbirini takip ede b i­ len iki ayrı görünüm dedir. Bağışıklığı ol­ mayanlarda La Oroya humması şeklinde görülür ve tedavi edilmezse ölümle so­ nuçlanır. Ç oğu zaman ağır bir anemiye, kas ve eklem ağrıları, bazen kom aya ka­ dar varabilen bir kalp yetmezliği eşlik eder. Kloramfenikol ve penisilinle yapılan tedaviler ço k etkili sonuç verir. La Oroya hum m asından kurtulan has­ taların bir çoğunda ikincil olarak değişik sayıda ve değişik yerlerde deri siğilleri meydana gelir. Peru verrugası denen bu siğiller tehlikesizdir. Bununla birlikte, bu evrede antibiyotik tedavisine olumlu ya­ nıt pek de kesin değildir, siğillerin ameli­ yatla çıkarılması gerekebilir. Peru verrugası eskiden inkalar tarafın­ dan da tanımlanmıştır, am a ancak, 1885'te bir tıp öğrencisi olan Carrion si­ ğillerin nedeniyle La Oroya hummasının



BARTONİYEN a



BARTON' KATI’nın



eşanlamlısı.



BARTOV (Hanokh), ibranice yazan İs­



BARUDİ sıf. Barut rengini andıran, ko­ yu gri ya da sarımsı kahverengi.



BARUDİ (M ahm ud Sami EL-), mısırlı şair ve siyaset adamı (1839 - Kahire 1904). Savunma bakanıyken (1881), Ara­ b i p aşa a y a k la n m a s ın a katıldı ve 1882 1900 arasında Seylan'da enterne edildi. Hazırladığı klasik şairler antolojisi ve 1940’ta yayımlanan Divan'ı ile arap edebiyat rönesansının önderlerinden bi­ ridir. BARUFFALDİ (Girolamo), ıtalyan yazar (Ferrara 1675 - ay y. 1775). Çeşitli konu­ larda kalem oynatan bilgin ve şair. Bazı dithiram bosiar (Baccanali, 1722), bu ara­ da Tabaccheide'yı yazdı (1714). Parini bu yapıttan esinlendi. BARUH, peygam ber Yerem ya'nın ç ö ­ mezi ve yazıcısı. Septante ve V ulgate'de yer alm akla birlikte, İbrani Tevratı’na gir­ meyen Baruh'un Kitabı çok karışık öğe ­ lerden oluşmuş bir yapıttır Son şekliyle İ.S. 70 yılı dolaylarında yazılmış olabilir. Ya­ pıtın birinci bölüm ünün daha eskiden ya­ zıldığı anlaşılmaktadır.



railli yazar (Petah Tikva 1926), ikinci Dün­ ya savaşı'na ve Bağımsızlık savaşı'na ka­ tıldı ve bir süre L on d ra ’da kültür ataşeli­ ği yaptı. O yunlarında (Les N oces d'argent, 1958 [fr. çev.]; D equies-tuT enfantn. 1970 [fr. çev.]) ve rom anlarında (Calcul e t ccnscience, 1953 [fr. çev.]; Le Dissi- ■ BARUT a. 1. Bir güdüm lü mermiyi fırlat­ m ada ya da bir silahla mermi atm ada kul­ mulateur, 1975 [fr. çev.])durm adan barış­ lanılan patlayıcı katı madde. (Bk. ansikl. tan savaşa itilen bir gençliğin kendini bul­ böl. Fişekç.) — 2. Barut fıçısı (gibi), her an m akta karşılaştığı güçlükleri inceler. karışıklık ve savaş çıkm a olasılığı bulunan BARTSCH (Adam VON), avusturyalı ya­ yer; patlamaya hazır: O rtadoğu b ir barut zar, desenci ve gravürcü (Viyana 1757 fıçısı gibi. \\Barut gibi, ça bu k kızan, sert - Viyana yakınında Hietzing 1821). im pa ­ kimse, tatça çok ekşi ya da acı olan şey ratorluk kütüphanesi'nin baş sorumlusu için kullanılır. ]| B arut hakkı, m erm inin is­ ve Viyana güzel sanatlar akadem isi üye­ tenilen uzakhğa atılabilmesi için gereken siydi. Flaman, hoUandalı, alman ve İtalyan barut gazı basıncını sağlam aya yetecek gravürcülerin çoğunun yapıtlarını içeren barut miktarı. |l B arut kesilmek, çok öfke­ yirm i bir ciltlik açıklamalı bir katalog lenmek. || B arut kokusu, savaş, çatışma (1803-1821) yayımladı. tehlikesi. || Barutla oynamak, tehlikeli işle­ re girişmek, BARTSCH (Kari), alman filolog (Sprottau, aşağı Silezya, bugün Szprotavva, 1832 - Heidelberg 1888).Rostock’daki A l­ man dili ve edebiyatı enstitüsü'nü kurdu (1858). N ıbelungenler'i yayıma hazırladı (1870-1880) ve oc edebiyatı üzerine ince­ lemeler yazdı (Chrestomathie provençale, 1868-1880).



BARTSCH (Rudolf Hans), avusturyalı yazar (Graz 1873 - ay. y. İ952). Tarihsel ve psikolojik roman ve hikâyeler yazdı (Zwûlf aus der Steiermark, 1908). BARTU (Fevziye), türk soprano (Konya 1927). Ankara Devlet konservatuvarı'nın şan b ö lü m ü n d e ö ğ re n im g ö rd ü (1944-1951). Ankara Devlet tiyatrosu’nun opera topluluğuna (bugünkü Devlet ope­ ra ve balesi) katıldı; Fidelio, M adam Butterfly, H offmann'ın masalları, Satılmış ni­ şanlı, Cavalleria rusticana, Aida, İl Tabarro, Çingene baron, Nasrettin Hoca gibi operalarda başrol oynadı.



BARTU (Can) -» CAN BARTU. BARU sıf. ve a. Arg. 1. Olgun, yakışıklı, paralı erkek için kullanılır — 2. H erhangi biri; yabancı.



BÂRÛ a. (fars. barü). Esk. 1. Kale duva­ rı, sur: "Kal'a-i him m ette N abi b u rç u bârû kalm am ış" (Nabı, XVII. yy ). — 2. Sığı­ nak, siper.



BARUA (Birinci Kumar), assamlı yazar (Novgong 1910 - Gauhati 1964). Edebiyat üzerine denem eler (Kavya aru Abhivyancana, 1941; Asam iya Katha Sahitya) yazdı, Bina Barua adıyla bölgeci eğilimli İngilizce rom anlar yayımladı. BARUCH (Bernard Mannes), amerikalı si­ yaset adamı (Camden, G üney Carolina, 1870 - New york 1965). New York Stock Exchange'daki işini bırakarak devlet hiz­ metine girdi (1917-18) ve Savaş tazminat­ ları kom ısyonu’nda ABD 'yi temsil etti. Franklin D. R oosevelt’in başkanlık d öne­ m inde bir sanayi seferberliği planı, 1944’te de sanayilerin savaş öncesi işlev­ lerine yeniden dönm esi üzerine bir plan hazırladı, 1946’da, Birleşmiş milletler'e, atom enerjisinin denetimi konusunda bir tasarı sundu.



— Esk. sil. Barut kabağı -* BARUTLUK. —Fişekç, Ateşleme barutu, topların barut hakkı ve kimi fişeklerde kullanılan dum an­ sız barut ile kapsül arasına iletici olarak k a nulan barut. || Ateşli barut, eskiden kara barutu, günüm üzdeyse her tür patlayıcı m addeyi belirtmekte kullanılan terim. || ÇOzücüsüz barut, içinde uçucu olmayan bir jelatinleştirici bulunan ve iki temel m ad­ deden (nitroselüloz, nitrogliserin) oluşan itici transız barutu. || Dum ansız barut, nitroselülozun jelatinleştirilmesiyle elde edi­ len barut; katı artık bırakm adan yanar ve hem en hemen renksiz bir gaz çıkartır, || E lektrik barutu, elektrikli bir ateşleyicinin direnç telini kaplayan piroteknik bileşim. || Kara barut, çok özlü, gûherçile, kükürt ve odun kömürü karışımı. \\Piroksilli barut, nitroselüloz içeren av barutu. — Halk hek. Ağızdan alınırsa idrar artırıcı etkisi vardır. Toz kara barut, eskiden özel­ likle basur tedavisinde kullanılırdı. Tehli­ keli olduğu İçin aktarların barut alıp sat­ ması XVIII. y y .’da yasaklandı. —Sil. B arut hakkı, bir fişeğin ya da bir m erm inin kovanında bulunan patlayıcı barut ya da başka m adde miktarı; bu ba­ rutun işlevi, yanma ya da patlamayla m er­ minin harekete geçm esini ya da özel bir etkinin m eydana gelmesini (patlayan, d u ­ m an ya da yangın çıkartan türü) sağla­ maktır. (Bk. ansikl. böl.) —A n s i k l . Fişekç. • B barutu. Yapımı bir­ çok evreyi içerir: ham urun hazırlanışı (bu işlem sırasında nemli pam uk barutları art arda dövülüp toz haline getirilir, suları g i­ derilir, alkolle nemlendirilir ve bir alkol-eter karışımıyla karıştırılır); hamurun şeritler bi­ çim inde gerilmesi ve kesilmesi; sıcak su­ ya daldırm a yoluyla çözücünün elenm e­ si, kurutm a ve ham urun işe yaram ayan parçalarının atılarak barutun son işlem­ den geçirilmesi.



Tüfeklerde kullanılan küçük taneli ba­ rutların hızlarını artırmak için genellikle bir perdahlam a işlemi gerekir. • ÇOzücüsüz barutlar. Bu barutlar, üretim­ leri sırasında hiçbir uçucu çözücü kullanıl­ madığından bu şekilde nitelenirler; genel-



barut su giderme



sürekli nitrolama



eter-alkol çözücüsü



pamuk^



karıştırıcı



duyarlığı azaltılmış nitroselüloz.



karıştırma, doz belirleme + kararlaştırıcı



yüzey



çekme;



çözücü^*^.



fışkırtma presi



kurutucü tel haddesi



kolanlar kurütucu taneler perdah fıçısı



sıcak si 24 saa!



özlü çözücü



B barutu üretim şeması



perdahlama



likle silindir biçim indedirler. Alm an RP (Rohren Pulvaire’in baş harfleri) barutları fransız çözücüsüz barutların benzeridir. • Dumansız barutlar. Vieille 1884’te pa­ m uk barutunun lifli yapısı uygun bir "je latinleştirme"yle giderildiğinde, ölçülü bir hızla patlayabilen tıkız bir kütlenin oluştu­ ğunu buldu; bu hız maddenin son kalın­ lığıyla ve kimyasal bileşimiyle ayarlanabi­ lir. Bu durum da m adde koşut katmanlar h a lin d e tu tu şu p yanar ve b öyle ce "kadem eli” bir barut elde edilir. Ayrıca te­ mel maddesi nitroselüloz olan bu barut­ ların kuramsal ve somut gücü kara barutlarınkinden üç kez daha yüksektir; öte yandan yanmaları sırasında bütünüyle gaz halinde ürünler açığa çıktığından, atışta yalnızca hafif bir dum an oluşur (du­ mansız barut). Dumansız barutların ilki B barutuydu, daha sonra 1890'a doğru çe­ şitli tipleri ortaya çıktı: tek bir temel m ad­ deden (pirokolodyum lu rus barutu) ve iki temel m addeden (kordit, balistit vb.) olu­ şan dumansız barutlar. • Kara barut. O rtaçağ’dan bu yana bili­ nen kara barut, önceleri de havai fişek­ lerde kullanılıyordu; XIV. yy.'d a m erm ile­ rin atılmasında kullanıldı ve top barutu adını aldı; XIX. y y .’ın başına kadar, bili­ nen tek patlayıcı m adde olm a özelliğini korudu. 1900’lerden sonra da önemini yi­ tirmedi. Kara barutun üretim inde yalnız­ ca iyi arıtılmış kükürt, güherçile ve iyi d e ­ netlenen koşullarda, kapalı bir kapta kar­ bonlaştırılan barut ağacı ya da kızılağaç köm ürü kullanılır. Kara barutun yapımı, bileşenlerin “ ikili fıçılar” da öğütülme işlemleriyle başlar, in­ ce taneli barutların yapımında bileşime gi­ ren m addeler, saatlerce ağır değirm en taşlarında öğütülür, "som unlam a” sonun­ da ufalanır ve tanelem e aygıtına g ön d e ­ rilir; taneler elekten geçirilir, perdahlanır, eşitlenir, tozdan arındırılır ve sonunda karışim haline getirilir. Kara barut bir sürtünm e ya da darbe etkisiyle kolayca alev alır ve tutuşup şid­ detle patlar; tutuşup patlama süresi tane­ lerin büyüklüğüne bağlıdır; taneler yuvar­ lak (yuvarlak mayın barutu), köşeli (köşeli



karışım; bölümlere ayırr sandıklama



nun yöneticiliğini üstlendi (1982). Aynı yıl TÜBİTAK bilim ö d ü lü ’nü kazandı. Mate­ matiksel fizik alanındaki çalışmalarıyla ta­ nındı. Başlıca yapıtları: Eiectronenoptische und statistisches verhalten der Gittervervieltacher (1951), Electrodynam ics and Classical theory o f fields a n d particles (1964), The theory o f the scattering matrix (1967), 1990’da Kültür bakanlığı Bilgi çağı ödülü’nü aldı. B a r u t s u ik a s t ı (ıng. G unpow der plot), 1604-1605 yıllarında, kral James Ti ve parlam entoyu havaya uçurm ak am acıy­ la katolik ingilizler tarafından hazırlanan suikast. Katolik ingilizler, kralın dinsel tu­ tum undan ötürü düş kırıklığına uğram ış­ lardı. Galeyana gelenlerden Catesby," 1604'te, yönetim in ortadan kalkmasıyla gerçekleşecek bir devrim tasarladı. AralarındaTresham ’ın da bulunduğu birkaç suikastçıyı bir araya getirdi. Parlamento­ nun açılış günü 5 kasım 1605’te patlatıl­ m ak üzere, parlam ento binasının bod ­ rumlarına, çok m iktarda çalı çırpı ve ba­ rut fıçısı yerleştirildi. Ancak Tresham, ka­ tolik parlamento üyelerini kurtarmak ama­ cıyla, akrabası lord M onteagle'a, büyük bir tehlikeyi ima eden anlamlı bir mektup gönderdi. Hüküm et bundan haberdar edildi. Derhal başlatılan soruşturma sonu­ cunda, suikastten bir gün önce, planı uy­ gulamakla görevli Favvkes tutuklandı. Catesby ile suikastçıların büyük bir bölümü kuşatıldı ve öldürüldü. Aralarında kom p­ loya uzaktan karışmış cizvit G arnet’rn da bulunduğu bazı kişiler idam edildi. B A R U T A , Venezuela’da kent, Cara­ cas’ın güney-doğu banliyösünde; 279 614 nüf. (1990).



■ B A R U T A Ğ A C I a. Avrupa'da olduğu gıoi Türkiye’de de dağlarda yetişen ve kı­ şın yapraklarını döken, dikensiz çalı ya da barut) ya da yaklaşık olarak koşut yüzlü ağaççık. (Cehri ya da erkek akdiken de (büyük taneli eski savaş barutu) olabilir. denir. Bil. a. Rhamnus frangula; cehrigiller familyası.) [Eşanl. G Ü VEM , GÜVEMERİKara barut askerlik alanında, artık yal­ Ğl, KARAERİK ] nız fişeklerde ve ateşleme barutu olarak — El sant. -* AKDİKEN. kullanılmaktadır; yerine çoğu kez F3 ba­ — A n s i k l . Barutağacı serin orm anlarda rutundan yararlanılmaktadır. 1613’e dek, ve maki alanlarında yetişir, boyu 2-6 m m aden ocaklarında kullanılmış olmasına arasında değişir. Açık kırmızı renkli o du ­ karşın, günüm üzde, sert kayaçlara karşı nundan yapılan köm ür barut yapımında etkisiz olduğundan ve köm ür ocakların­ kullanılır. Kurutulmuş dal kabuğu iç sürda, grizuyu ve kömür tozlarını tutuşturdu­ dürücü ve m ide yatıştırıcı nitelikler taşır. ğundan yeraltında kullanılmamaktadır. Günde birkaç kez hap halinde alınır ya • Piroksilli barutlar. Temel m addesi nitro­ da kaynatılmış suyundan 2-3 bardak içi­ selüloz olan av barutlarıdır. Schultze ba­ lir. rutu, bu türün ilk örneklerindendir. T ba­ rutu, kenarı yaklaşık 1 m m olan kare b i­ B A R U T Ç U a 1. Barut yapan ya da sa­ çimli taneler halindedir ve grafitle perdahtan kimse. — 2. Patlayıcı m adde yerleş­ lanmıştır. A barutu, T barutundan daha tirm e ve ateşleme işinde uzman ve yetki­ yeni ve daha gelişmiştir. li olan işçi. —Sil. İtici barut hakkı, ateşli bir silahtaki — Kur. tar. Baruthanede, barutçu başinın m erm iye belirli bir çıkış hızı verm eye ya­ yönetiminde barut yapıp geliştiren ve per­ rar; miktarı, m erm inin ve barutun ağırlığı dahlayan, Cebeci ocağı’na bağlı tekniker ile orantılıdır. Ateşli silah kullanımının baş­ j! Barutçu cemaati, Cebeci ocağı'na bağlı langıcında 1 olan bu oran sırasıyla, üçte oldukları halde, Yeniçeri ocağı kapsamın­ ikiye, yarıya, sonradan ilk yivli toplarda da yeniçeriler için barut üreten barutçu ta­ onda bire düşürülerek çıkış hızı sınırlan­ kımı. dırıldı. Düzenli ve çoğu zaman gelişen bir —Taşoc. ve Mad. oc. Lağım deliklerini yanm a özelliği taşıyan günüm üz barutla­ doldurup ateşleyen uzman. (Lağım de­ rı, atımların ve hızların çoğalmasını sağ­ liklerini düzenleme ve patlayıcıyla doldur­ ladı. Günümüzde barut hakkı tüfekte yak­ ma işlemlerini doğrudan barutçu yapar laşık beşte bir, toplardaysa genellikle, ya da yönetir.) m erm iye değişik çıkış hızları verebilm ek ■ B A R U T Ç U (Faik Ahmet), türk siyaset amacıyla bölünebilir niteliktedir. (Bir ateşli adamı (Trabzon 1 8 9 4 -A n k a ra 1959). silahta, çeşitli barut haklarıyla gerçekleş­ Trabzon'da Müdafaai hukuk cem iyeti’ni tirilen ateşlemeler şu sırayı izler: barut kuran Barutçuzade Hacı Ahm et Hami hakkı 0, barut hakkı 1 . .. vb.). Bey'in oğlu. İstanbul Hukuk fakültesi'ni bi­ tirdi (1918). Trabzon’da yayımladığı istik­ B A R U T (Asım Orhan), türk fizikçi (Ma­ bal gazetesindeki yazılarıyla Kuvayı millilatya 1926). Yükseköğrenim ini Zü rih ’te ye’yi, ardından da Kurtuluş savaşı’nı des­ Eidgenössiche technische hochschule’ tekledi. Avukatlık yaparken C H P ’ye üye de yaptı (1949), doktora tezini verdi oldu (1930). Trabzon milletvekili seçildi (1952). Chicago üniversitesinde kuram ­ (1939) ve 1954-1957 dönemi dışında öle­ sal fizik ve matematik okudu. İngiltere’de ne kadar meclisteki yerini korudu. Birinci bir süre konuk öğretim üyeliği yaptı (1 95 4 -1 95 5 ). A m e rik a ’d a S yracuse ve ikinci Haşan Saka hüküm etlerinde devlet bakanlığı, başbakan yardımcılığı (1956-1959) ve Berkeley üniversitelerin­ yaptı (1947-1949). C H P ’ nin ana m uhale­ de (1961-1962) çalıştı. C olorado üniver­ fet partisi olduğu dönem de TB M M ’de sitesi'nde profesörlüğe yükseldi (1962). grup başkan vekilliği (1950-1954 ve Ankara (1969) ve Boğaziçi üniversitelerin­ 1957-1959) görevini üstlenerek, gerek de (1978) konuk profesör olarak ders ver­ demokrasi, gerek basın özgürlüğü üzeridi. Yüksek enerji fiziği araştırma okulu'



baryum ne yaptığı konuşmalarla dikkat çekti. Par­ lam ento notlan ölüm ünden sonra Siyasi anılar (1939-1954) adı altında yayımlan­ dı (1977).



BARUTÇU (Şinasi), türk fotoğraf sanat­ çısı (İstanbul 1906 - ay. y. 1985). İstanbul Muallim m ektebi’ni bitirdi (1928), Alm an­ y a 'da mesleki öğrenim gördü. Dönüşün­ de Gazi terbiye enstitüsü’nde öğretm en­ liğe başladı (1932). 1936 Berlin olimpiyat­ ları nedeniyle düzenlenen fotoğraf yarış­ m asında ikinci oldu. Türkiye’nin ilk fotoğ­ raf dergisi F o to yu yayımladı (1947), ilk am atör fotoğrafçılar kulübü olan TAFK’ kurdu (1950). Çeşitli illerde sergiler açtı (1955-1957). Am erikalıların yapımını üst­ lendiği Atatürk film inin hazırlanmasına katkıda bulundu. Am erika'da düzenlenen Marshall fotoğraf yarışması'nda birinci, ikinci ve üçüncü oldu (1950) İFSAK’ın başkanlığını yaptı (1964-1967). Fotoğraf­ çılık üzerine beş kitap yayımladı; elektri­ ği olmayan yerlerde gazla işleyen bir pro­ jeksiyon makinesi geliştirdi. BARUTHANE a. Kur. tar. Osmanlı dev­ letinde ordu ve donanma gereksinimi için barut hazırlanan yer. — A n s İ k l . Tüfek, yeniçeriler arasında yaygınlık kazanana kadar barut yalnız Ce­ beci ocağı’nda yapılır ve genel olarak top için kullanılırdı, ilk baruthane, Bayezit II dönem inde (1481-1512), Kâğıthane'de kuruldu. Bunu Etmeydanı, Unkapanı, Ayasofya, Cebehane, Şehremini ve Tersa ne'deki b a ru tha n ele r izledi. XVIII. yy.'d a n başlayarak bunlar kaldırılıp, yer­ lerine kent dışında Bakırköy ve Küçükçekm ece'de Azatlı baruthaneleri kuruldu. Devletin istanbul’dakiler dışında Belgrad, Selanik, Gelibolu, İzmir, Konya, Birecik, Halep, Hama, Trablusşam, Van, Erciş, Ahlat, Bağdat, gibi kentlerde barut­ haneleri, ayrıca R odos’ta ve bunlar dışın­ da bazı önemli stratejik bölgelerde de ba­ rut mahzenleri vardı. Sefer için denize açı­ lan.donanma, genellikle Gelibolu,Selanik, İzmir ya da Rodos baruthanelerinden ba­ rut alırdı. Selanik ve Gelibolu baruthane­ leri, Selim III Azatlı’dakini kuruncaya ka­ d ar etkinliklerini sürdürdüler. Yine Selim III dönem inde Baruthane nezareti kurul­ du ve baruthaneler bu yem kuruma bağ ­ landı. Yeniçeri ocağı kaldırıldıktan sonra baruthaneler Tophane nezaretime bağlan­ dı (1826).



BARUTLUK a. içine barut konularak üstte taşınan, kurutulmuş sukabağından yapılmış kap. (Barut kabağı da denir.)



Barvvalde antlaşm ası, 23 ocak 1631'de, Otuz Yıl savaşı sırasında Bârw ald e ’de (bugün Barwice [Polonya], İs­ veç kralı Gustaf A dolf ile Richelıeu'nün gönderdiği fransız diplom at Charnace arasında imzalanan antlaşma. Louis XIII Gustaf A d o lfa beş yıl süreyle yılda bir mil­ yon lira yardımda bulunmayı vaat etti; bu­ na karşılık Gustaf Adolf da im paratorluk­ ta 36 000 kişilik bir orduyu yönetm eyi ve katoliklere saygı göstermeyi taahhüt etti Fransız - İsveç ittifakı, im paratorluk d ev­ letlerini yeniden haklarına kavuşturmayı ve Kuzey ve Baltık denizimin güvenliğini, aynı zam anda ticaret özgürlüğünü sağ­ lamayı öngörüyordu.



BARYATİNSKİY (Aleksandr Petroviç, prens), rus devrim ci (1789 - Tobolsk 1844). G üney dern e ğ i üyesiydi. Dekabristler’in isyanına katıldı (1825) ve kürek cezasına mahkûm edildi.



BARYATİNSKİY (Aleksandr ivanoviç, prens), rus mareşal (1815 - Cenevre 1879) Kuzey Kafkasya’da Şamil ayaklan­ masını bastırdı (1859).



BARYE (Antoıne Louis), fransız heykeltraş ve ressam (Paris 1795 - ay. y. 1875). Bir kuyum cunun oğluydu, 15 yaşından başlayarak metal üzerine gravür çizmeyi öğrendi. Önceleri Bosio'nun öğrencisi ol­ du (1816) ve desen öğrenm ek üzere res­ sam Gros'nun atölyesine girdi (1817).



—Opt. B aryum crown, çoğunlukla optik aletlerin yapım ında kullanılan, kırma g ü ­ cü yüksek (indisi yaklaşık 1 ,6 -1 ,6 5 ), d a ­ ğıtm a gücü düşük o ptik cam. — A N S İK L . Anorg. kim. Baryumu ilk kez 1774’te, baryum hidroksitten (buna "ağır to p ra k” diyordu) kireci ayıran Scheele in dikkatini çekmişti. Metali ayıran ve adını koyan ise 1808’de D avy oldu. Baryum, güm üş parlaklığında beyaz bir metaldir. Kalsiyum ve stronsiyum gibi + 2 değerli, kuvvetli elektropozitif bir ele­ menttir. H avada kolayca yükseltgenir ve soğukta suyu ayrıştırır. Bileşiklen, kalsi­ yum ve stronsiyum bileşikleriyle eşyapılıdır.



Antoıne Louis Barye: Kentauros ile Lapithes bronz heykel, 1850 Louvre miizesi, Paris 1823'te, kuyumcu Fauconnier'nin yanın­ da, küçük hayvan modelleri çizmeye baş­ ladı; hayvanların hareketlerini inceden in­ ceye gözlem leyerek, hızlı krokiler, daha sonraları ise desenler ve daha kesin hatlı suluboya çalışmaları yaptı. Barye, bronz­ dan dökülmüş anıtsal yapıtlarından önce, balm um u ve alçıyla biçim lendirilm iş m a­ ketler ortaya koydu (Küçük boğa, Louv­ re). Fuarlardaki ve Paris doğabilimleri müzesi’ndeki hayvan koleksiyonlarında bu­ lunan vahşi hayvanları yakından incele­ yerek (bu incelemeye Buffon ve Lacepede’in bilimsel çalışmalarının okunması da eşlik etmiştir), resim de olduğu gibi hey­ kelde de, hayvanı kafesi dışında, doğa! çevresi içinde yeniden yarattı (Yılanlı as­ lan, 1833 Salonu, bronz; Tavşanı p arça ­ layan jaguar, 1850, bronz). 1841'den başlayarak Barbizon ressamlarına katılın­ ca, hayvan heykellerini Fontainebleau or­ manına yerleştirdi. Barbizon ressamları­ nın, ışığın değerlendirildiği "p a t” çalışma­ ları, bu sanatçıları Barye’ye yaklaştırdı Barye, o güne kadar rom antik ve doğa ya özgü bir tem a olarak ele alınan vahş hayvan motifine (Delacroix) daha gerçek çi bir yorum getirdi. Barye ayrıca mitolo jiden esinlenen bir dizi heykel grubu ile (Kentauros ile Lapithes, 1850), yapıtlarının çok iyi sergilendiği Louvre müzesi’nın De­ nen ve M ollien pavyonlarının yüzlerim süsleyen alegorik heykeller de (Savaş, Barış, G üç ve Düzen) yapmıştır.



1341



Atom numarası: 56 Atom kütlesi: 137,34 Erime sıcaklığı: ~ 8 5 0 ° C Buharlaşma sıcaklığı: - 1 150°C Özgül kütlesi: 3,6 g/cm 3 Y ü kseltgenne derecesi: + 2 Elektron biçimlenmesi: [2,8,18,18,8 ]s 2 izotoplan: 127-145 arası Kararlı izotopları' 130,132,134,135, 136, 137, 138 Doğal baryum: l 38Ba: 136Ba: 134Ba: 132Ba:



% 71,66; °/o7,81; % 2,42; % 0,097.



137Ba: % 11,32; 135Ba: % 6,59; 130Ba: o/o 0,101:



• Baryum kimyası. Baryum, toprak -alkaliler grubuna girer ve bunların genel özelliklerini taşır. Dönemli sınıflandırma çi­ zelgesinin ilgili kolonunda (II. grup) aşağıya doğru inildikçe elektropozitif niteliği ve tuzlarının ısıl kararlılığı artar; bu arada çö ­ zünürlükleri düşer ve hidrat oluşturma eğilimleri azalır. Baryum doğada, kalsiyumdan çok da­ ha az bulunur. Genellikle havanın etkisiyle zaman zaman vvitherit’e (BaCÖ3) dönüş­ müş barit (BaSOğ damarları biçim inde görülür. Sülfattan (şek. 1)ve karbonattan (şek. 2) baryum bileşiklerinin elde edilme­ sini sağlayan başlıca tepkim eler şunlar­ dır:



BaS



N a .C O , : ►B a C O ,



B a ıN O ,);



BARYON a. (fr. söze.). Yarıtam spinli hadronların genel adı. (Proton, baryonların en hafifidir.) Baryon kavramı, nükleonlar­ dan (nötronlar ve protonlar) daha ağır te­ mel parçacıkları belirtm ek için, önce de­ neysel olarak ortaya atıldı. Ancak bu öl­ çüt kesin bir fiziksel ayrımı karşılamaz. Günüm üzde baryon adı, güçlü etkileşim­ lere uğrayan yarıtam spinli parçacıklar için kullanılır; başka bir deyişle baryonlar, ferm ion yapılı hadronlardır. Bozon yapılı hadronlar ise birer mezondur. Bilinen bü­ tün baryonlar, en az nükleonlar kadar ağırdır; ama nükleonlardan daha ağır me­ zonlar hatta bir lepton vardır. Baryonlar aşağıdaki korunum yasasına uyan bir yük ("ba ryo n yü kü ” denen ve B ile sim gele­ nen) taşır: bir sistemin toplam baryon yü­ kü (bileşenlerinin yükler toplamı) zaman içinde değişmez. Dolayısıyla bir sistem­ de +1 yüklü ek bir baryon ancak bir karşıtbaryonla ( - 1 yüklü) birlikte oluşturulabi­ lir. Protonun kararlılığı baryon yükünün korunumuyla açıklanabilir; nitekim proto­ nun parçalanıp verebileceği baryon yü­ kü taşıyan daha küçük bir parçacık yok­ tur. Buna karşılık, proton en küçük bir ka­ rarsızlık gösterseydi, baryon yükünün ko­ runumu yasası m utlak olmazdı. — A N S İK L



BARYUM a. (fr. baryum ; ing. barium ; yun, barys, a ğırd an ). Kalsiyuma benze­ yen toprak-alkalı melal (simgesi Ba olan kimyasal element).



• Baryum bileşikleri. Baryum oksitleri iki tanedir: baryum oksit (BaO) ve peroksit (B a 0 2) Baryum oksit (BaO), 4,2 yoğun­ luğunda, kül renkli bir katıdır. Zor erir ve acı bir tadı vardır. Baryum nitrat kavrula­ rak elde edilir. Isı etkisiyle bozunm az ve çok zor indirgenir, indirgenm e tepkim e­ si, ancak magnezyum , alüm inyum ya da karbon etkisiyle gerçekleşebilir; karbon­ la elektrik fırınında indirgenerek karbür (BaC2) oluşturur. Baryum oksit, oksijen akım ında koyu kızıl hale gelinceye değin ısıtılırsa, perokside (BaÖ2) dönüşür. Pe­ roksit daha yüksek bir sıcaklıkta ayrışır. Eskiden bu tepkim eden havadaki oksije­ nin özütlenm esinde yararlanılırdı. Ayrıca baryum peroksitten hidrojen peroksit de (oksijenli su) hazırlanabilir. Buna karşılık baryum hidrokside [Ba(OH)2] hidrojen peroksit katılırsa, Ba(OH)2, 8H20 form ül­ lü hidratı elde edilir. Baryum hidroksit [Ba(OH)2], Baryum oksit (BaO) suyla tem as ettiğinde büyük bir ısı vererek Ba(OH)2 form üllü baryum hidrokside dönüşür. Suda çok az çözü-



*



Faik Ahmet Barutçu



baryum 1342



nen Baryum hidroksit, kuvvetli bir bazdır ve kirece ço k benzer. Baryum karbonat ve odun kömürü karışımı ısıtılıp kaynar suyla yıkanarak elde edilir. Baryum klorür (B a ö y , bir molekülü, iki su molekülü alarak kristalleşen renksiz bir katıdır. Suda çözünür ve yakıcı bir tadı vardır. Kristalleşme suyunu kaybettikten sonra, 960 ° C ’ta bozunmadan erir. Laboratuvarlarda sülfürik asit ve sülfat ayracı olarak kullanılır. Baryum klorür doğal bar­ yum karbonatın hidroklorik asitle tepkime­ ye girmesi sonucunda elde edilir. Baryum sülfür (BaS), doğal sülfat kö­ mürle indirgenerek erde edilir. Fosforışıl bir katıdır. Su katılırsa Ba(SH)2 formülüyle gösterilen baryum hidrojen sülfüre dönü­ şür; baryum hidrojen sülfür sıcak suda çö­ zünür; bu niteliğinden hem çözünm eyen sülfürlerden baryum un ayrılmasında, hem de öteki baryum tuzlarının elde edil­ m esinde yararlanılır. Baryum sülfat (B a S 0 4), doğal bir bile­ şiktir (barit). Yapay yolla çözünür; bir bar­ yum tuzuna sülfürik asidin etkimesi sonu­ cunda elde edilebilir. Suda çok az çözü­ nen beyaz bir katıdır. 1 5 ° C 'ta 0,0024 g/litre olan çözünürlüğü, kalsiyum sülfa­ ta oranla 1 000 kez daha düşüktür.Bu çok zayıf çözünürlüğünden yararlanılarak sül­ fürik asit ve tuzlarının dozunu belirleme­ de kullanılır. Boyacılıkta beyaz pigm ent olarak ya da çinko sülfürle (litopon) karış­ tırılarak kullanılır. Hiç çözünmeyen ve bü­ yük bir kimyasal kararlılık gösteren arılaş­ tırılmış baryum sülfattan, X ışınlarını ge­ çirmesi nedeniyle radyolojide yararlanılır. Radyoskopi ve radyografide sindirim or­ ganlarındaki kıvrımların filminin çekilm e­ sini sağlar. Baryum nitrat [B a (N 0 3) 2], karbonatın seyreltik nitrik aside etkimesiyle elde edi­ lir. Suda çözünen sekizyüzlüler halinde kristalleşir ve ısıyla bozunarak peroksit (B a 0 2) oluşturur. Baryum nitrattan fişek­ çilikte yararlanılır. Baryum karbür (BaC2), elektrik fırının­ da baryum oksite karbonun etkimesi so­ nucunda elde edilen kristalleşmiş bir ka­ tıdır. Soğukta, suyla tepkim esi asetilen gazı verir. Baryum siyanür [Ba(CN2)J, kızıl dere­ cedeki azotun bir baryum karbonat ve karbon karışımına etkimesiyle elde edile­ bilir. Sıcakta hidrolizlenerek am onyak üretilir. Baryum karbonat (B a C 0 3), doğada bulunur (witherit) ve karbondioksidin bar­ yum hidrokside etkimesiyle de elde edi­ lebilir. Bozundurulması zordur; baryum hidroksidin ham maddesini oluşturur. • Baryum tuzlarının ayırtedici nitelikleri. Baryum tuzları, renkli bir asitten türememişlerse, renksizdir. Derişik çözeltileri, al­ kalilerle beyaz bir hidroksit çökeltisi verir; bu çökelti artık suda çözünür. Baryum tuzlan, sülfürik asitle tepkim eye girerse, seyreltik çözelti halinde bile asitlerde çö ­ zünm eyen beyaz bir sülfat çökeltisi oluş­ turur. Bu bileşikler aleve yeşil bir renk ve­ rirler ve genellikle zehirlidirler.



(XVIII. yy.'dan başlayarak, arm oninin te ­ derlerindendi. SSCB’ye kaçm ak zorun­ melini oluşturdu.) [Bk. ansikl. böl.] — 4. Bir da kaldı (1946), Irak’a 1958 darbesin­ çalgı ailesinin en pes sesli üyesi (bas blok den sonra döndü. Bağdat yönetimine flüt, bas trom bon, bas viol [viola da gamkarşı başlattığı silahlı ayaklanmayla ba], bas kem an [kontrabas]). (1961), Kürtlere özerklik sağlanmasını ve genel af çıkarılmasını sağladı (mart ■ — Müz. A lberti bası, kırık akorlar biçim in­ de eşlik etme form ülü. Sistemli bir dese­ 1970). Irak yönetiminin güçlenmesi ve ni olan Alberti basında, aralıklar akorlara Kürtler’e verilen özerkliği askıya alması göre değişir (örn. do-sol-mi-sol; si-sol-re üzerine tekrar silahlı m ücadeleye girişti. -sol vb.). [Alberti, XVIII. y y .'d a bu tür eşli­ Önce İran’a (1975), ardından AB D ’ye sı­ ğin kullanımını yaygınlaştırdı.] || Bas bal­ ğındı ve orada öldü. — M esut Barzani, konu, yaylı çalgılarda eşiğin titreşimleri­ Mustafa Barzani’nin oğlu (Barzan 1930). nin, ses tablasının tüm üne yayılmasını Babasının arkasından Kürtler'in özerklik sağlayan öğe. (Keman ve viol ailesinden mücadelesini sürdürdü. Körfez savaşın­ çalgılarda, ses tablasına, içten, pes [bas] dan sonra, Irak Kürdistan demokratik tellerin altına, boylamasına, "arm oni çupartisi’nin başkanı olarak, Kürdistan b u ğ u ’’da denilen tek bir çıta yapıştırılır. yurtseverler birliği’nin başkanı Celal TaKimi yapımcılar bas balkonunu, sonradan labani ile işbirliği yaptı. 1992’de Kuzey yapıştırmak yerine, ses tablasını oyarken Irak’ta ABD ’nin koruyuculuğunda genel o bölgeyi kalın bırakarak oluştururlar.) |j seçimlerin yapılmasını ve özerk bir yöne­ Israrlı bas, bas partisinde, ostinato denen tim (parlamento, hükümet) kurulmasını kısa bir motifin, sürekli olarak yinelenm e­ sağladı. si. II Rakamlı bas, çalgı eşliğinin, hangi B A R Z E L (R a in e r), alman siyaset adamı akorların basılacağını gösteren rakamlı bir (Doğu Prusya’da, Braunsberg, 1924). kodla tam am lanm ış alt çizgisi. || Sürekli 1 95 7 ’de H DB den m illetvekili oldu. bas, çoksesli bir müzik yapıtı boyunca 1959’da Sovyet aleyhtarı ‘'Özgürlükleri aralıksız olarak duyulan bas çalgı partisi. kurtarınız” derneğini kurdu. H D B ’nin ön­ (BASSO CONTİNUO da denir.) j| Temel bas, ce başkan yardımcısı-(1966), sonra da Ram eau’nun kuram ında (Traite d e l'harbaşkanı (1971-1973) oldu. Ekim 1969’da, monie, 1722), akorun temel öğesi. VVİlly Brandt seçimi kazanıp başbakan —ANSİKL. Bas partisi, dördüncü çizgideki olunca, Barzel onun D oğ u ’ya açılma si­ fa anahtarıyla yazılır. Genişliğine, rengi­ yasetine karşı çıktı. Tüm çabalarına kar­ ne ya da yoğunluğuna göre değişik ad­ şın, gerek Doğu A lm anya ile yapılan ant­ lar alan bas türleri vardır; derin bas, baslaşmaların Bundestag’da onaylanmasını bariton, basso buffo ya da XVII. ve XVIII. (17 mayıs 1972), gerek kendisiyle HDB yy .'d a oratoryoda ve Rossini’den önce -SHB’nin öteki yöneticileri arasındaki iliş­ operada kullanılan basso-coloratura. kilerin gittikçe bozulmasını önleyemedi. • Israrlı bas. Kimi ses ya da çalgı yapıtla­ Kasım 1972 erken seçimleri, Rainer Bar­ rında, özellikle chacona ve passa ca g lia ' zel için tam bir bozgun oldu. Ekim da, temeli oluşturur ya da bir dizi çeşitle­ İ9 8 2 ’de, Kohl hüküm etinde Almanarası me doğurur, ingilizler, buna g ro u n d adı­ işler bakanı, 1983 martında da Bundesnı verir. tag başkanı oldu. 1984’te adı bir rezale­ • Sürekli bas. XVII. yy.’da, sürekli bas, ya­ te karışınca istifa etm ek zorunda kaldı. vaş yavaş, bağımsız ve çok önemli bir BARZİZZA (Gasparino), İtalyan hüm a­ partiye dönüştü. Sürekli basın kuramını nist (Barzizza, Bergam o, 135 9 - Milano yazan Viadana, haksız olarak, onu ken­ 1431). Yayımcı ve Ciceron yorumcusu. disinin icat ettiğini söyledi. Sürekli bas ve —Oğlu GuiNİFORTE (Pavia 1406 - Milano rakamlı bas, zaman zam an eşanlamlıdır. 1463), koşuklu m ektuplar ve latince söy­ Org, klavsen, lavta, tiorba gibi çalgıların levler yazdı. seslendirdiği sürekli bas, genellikle viola da gam b a 'yla desteklenir. XVII. ve XVIII. BARZOY a. (tazı anlam ında rusça yy.’larda sürekli bas yalnızca bir eşlik par­ söze.), iri rus tazısı. (Beden tüyleri uzun tisi olm aktan çıkarak, lirik, dinsel ya da ve kıvırcık, baş tüyleri kısadır. Beyaz tüy­ dindışı yapıtları seslendiren büyük ses ya lüleri m akbuldür. XIX. y y .’da Rusya’da da çalgı topluluklarının temelini oluşturur­ kurt avında kullanılan barzoy, bugün süs du. J. S. Bach ve Hândel, sürekli bası, köpeği olarak yetiştirilmektedir.) kontrapunto bileşim lerinde kullandılar.



BARYUMLAMA a. Foto. Kâğıtları bir



yollama. — 2. Yeniden dirilme, diriltme — 3. Peygam berlik. — 4. B a's etmek, di­ riltmek; bir görevle gönderm ek. || Ba's-i emvat, ölülerin dirilmesi. — Din. Varetmek, diriltmek, ölümden son­ ra dirilmek, A llah’ın peygam beri g ön d e r­ mesi. (BİSET de denir.)



baryum sülfat tabakasıyla kapladıktan sonra bu tabaka üzerine ışığa duyarlı bir emülsiyon dökme.



BARZANİ (Molla Mustafa), Kürt aşiret reisi, lider (Barzan 1902'ye doğr.VVashington 1979). Irak’ta Kürtler’in özerklik kazanması için m ücadele verdi. 1943 yılında yönetime başkaldırdı, 1946'da sovyet desteğiyle kurulan Mahabat dem okratik kürt cum huriyeti’nin ii-



BAS BAS -> BAR BAR. BASADORA a. Denize. Basadora hala­ tı, yelken sarmak ya da yelkeni cam ada­ na vurm ak için gem icilerin serenlere çık­ masına yarayan halat. (Serenin altına ası­ lır ve bir çıması seren cundasına diğer çı­ ması d a ham aylıya bağlanır.)



barzoy BA’S a. (ar. b a cs). Esk. 1. Gönderme,



BAS ya da BASSO a. (fr. basse ya da ital. b asso ’dan). 1. Erkek seslerinin en pes cinsi. — 2. Bu cins sesi olan şarkıcı. — 3. Çoksesli bir yapıtın en pes partisi



Alberti bası



BASAGARLAR, Kızıllar* türk boyunun, XVII. y y.'d a Ruslar tarafından ayrılan on iki idari bölüm ünden birine ve burada ya­ şayan halka verilen ad. Basagarlar, Sibir­ ya ’da Yenisey ırmağı, boyunda yerleşmiş­ lerdi. G ünüm üzde yöredeki öteki türk boylan gibi, Hakas Türkleri içinde erimiş­ lerdir. BASAGL.İA (Franco), İtalyan psikiyatr (Venedik 1924 - ay.y. 1980). Akıl hasta­ larının tecrit edilmelerine karşı mücadele veren akımın en önemli tem silcisi ve Psychiatria Democratica hareketinin li­ deriydi. Akıl hastalarına öteki vatandaş­ ların haklarını tanıyan psikiyatri hastane­ lerinin yerine akıl hastalığını önlemeye yönelik bir örgüt ve gerekli durumlarda da bu iş için genel hastanelerin kullanıl­ masını öneren, 13 mayıs 1978 tarihli bir yasanın İtalyan parlamentosu tarafından kabul edilm esinde önemli rol oynadı. BASÂİR çoğl. a. (ar. basiretin çoğl. basa-’iı). Esk. ibretler, ibret veren durumlar.



BASAL a. (ar. basa!). Esk. 1. Soğan. — 2. Soğansı bitki kökü.



BASAMAK a. 1. Bir m erdivende iniş ya



basamak b elli iki e ğ rin in y a d a y ü zeyin, aynı n o k ­ da çıkış sırasında basılan düz yüzeyler­ ta d a ç a k ış a n d e ğ m e e le m a n la rı sayısı. || den her biri.(Bk.ansW. böl. inş.) — 2. Yük­ Bir eğri y a d a cebirsel b ir yüzeyin basa­ sek bir yere erişmek için kullanılan ayak mağı, DERECE’nin eşanlam lısı. || B ir P çok­ basm a yerlerinden her biri. — 3. Bir ara­ geninin (ya d a b ir S katı cisminin) b ir A baya, trene binm eye ya da inmeye yara­ yineleme ekseninin basamağı, A e k s e n ­ yan düz yüzey ya da yüzey dizisi. Basa­ m akta durmayınız, otom atik kapı çarpar. li, ? 5 açılı b ir d ö n m e n in , P yi y a d a S yi — 4. Düz ve yatay iki yüzey (özellikle de d e ğ iş m e z bıra ktığı n tam sayısı. j| Küresel yer) arasındaki düzey farkı: Basamağa trigonom etride ikinci (aynı b iç im d e üçün­ dikkat! — 5. Bir sırada, bir aşama düze­ cü) basam aktan formül, b ir küresel ü ç g e ­ ninde çıkılan ya d a inilen kademelerden nin açılarının yarısının (aynı b iç im d e dörther biri: B irdenbire en üst basam ağa tır­ te b irin in ) trig o n o m e trik çiz g ile rin in d e ğ e r­ mandı. Birinci derecenin ikinci basam a­ le rini v e re n v e g ö k b ilim d e ç o k y a ra rla n ı­ ğından maaş alıyor. — 6. Bir kimsenin iler­ la n form ül. lemesi, tutkularını gerçekleştirmesi için ya­ rarlanılan şey ya da kimse: Bu görev m ü­ ■ — İnş. Basamak aynası, RIHT’ın e ş a n la m ­ lısı. || Basam ak boyu, b a s a m a ğ ın , m e rd i­ d ü r yardım cılığına getirilm esi için b ir b a ­ v e n g e n iş liğ in i v e re n b o y u tu , jj Basamak sam ak oldu. Yükselmek için b ir kimseyi düzeni, b ir m e rd iv e n d e b a s a m a k la rı y e r­ basam ak yapmak. — 7. Basamak basa­ le ş tirm e b içim i, jj Basamak düzlüğü, b a ­ mak, aşamalardan geçerek, yavaş yavaş: sam ağın, b irb irin i izleyen iki rıht a rasında Basamak basam ak yükselmek. ö lç ü le n g e n iş liğ i. || Basamak yuvası, bir —Arit. Basamak sistemi, değeri, öbür m e rd iv e n d e , b a s a m a ğ ın yerle ştirilm e si sim gelere göre aldığı konum a bağlı bir için lim on kirişine açılan o yuk, jj Başlan­ simge içeren sayılama sistemi. gıç basamağı, b ir m e rd iv e n k o lu n d a en — Bot. Bitki basamakları, bir dağın yam a­ a ltta o la n b a s a m a k . |j D ik basam ak d üz­ cında, yükseltiye göre sıralanan ardışık lüğü, d ik d ö rtg e n b ir b a s a m a ğ ın yüzeyi. |j bitki örtüsü tipleri. (Örneğin Akdeniz böl­ D olu basamak, sü re k li b ir lim o n kirişine gesinde, C anigou'da [2 784 m], Gaussen y a d a m e rd iv e n serenine g ö m ü le n , y a da şu basamakları sayar: 300 m ’ye kadar bu m esnetlerin bir b ö lü m ü y le birleşen (sem antar meşesi orm anından oluşan aşa­ renli y a d a lim o n kirişli b a s a m a k ) taş ya ğı akdeniz basamağı; 300 m ile 600 m d a a h ş a p som b a s a m a k . (B e to n a rm e arasında yeşil meşe [pırnal] basamağı; 1 000 m ’ye kadar tüylü meşelerden olu­ şan orta akdeniz basamağı; 1 000 m ile 1 600 m arası kayın orm anından oluşan yukarı akdeniz basamağı; 1 600 ile 2 200 m arası, çam ağaçlarının baskın olduğu yarı yayla basamağı. Son olarak, bunun yukarısında, ağaçların bulunmadığı, yal­ nız otsu bitkilerin bulunduğu yayla basa­ mağı yer alır.) —Ceb. Bir f(x) polinom unun basamağı, a,,f(x) in katsayıları olduğuna göre, am 4 0 olm ak üzere W(f) ile gösterilen en kü­ çük m tamsayısı. (Bir polinomun basama­ ğı, derecesine eşittir ya da ondan küçük­ tür; bu polinom bir birterimli olduğunda eşitlik vardır.MI Bir f(x) polinom unun b ir a kökünün katillik basamağı, f(x) in ( x - a ) k ahşap bir merdivende basamaklar ve rıhtlar ile bölünebildiği en büyük k tamsayısı, (k 1. Basamak; 2. Rıht; 3. Yükseklik; 4. Adım; 1 den büyükse, a , k inci basamaktan bir 5. Basamak düzlüğü; 6. Profil ya da silme; katlı köktür. Sıfır olmayan bir f polinomu 7. Basamak tablası; 8. limon kirişi. köklerinin katillik basamaklarının toplamı polinom un basam ağından küçüktür ya d a ona eşittir.) || Bir g rub u n n inci basa­ m aktan elemanı, bu g rubun öyle a ele­ manı ki, a nın d oğ u rd uğ u altgrup n inci basamaktandır. (Bu altgrup n inci basa­ m aktan çevrimsel bir gruptur. Sonlu n in­ ci basam aktan bir g rup içinde, her ele­ m an sonlu basamaktandır ve her elem a­ nın basamağı n nin bir bölenidir.) |[ Bir ka­ re matrisin basamağı, bu matrisin satır (ya da sütun) sayısı. || indirgenem ez tem silci­



si l -— olan oransal b ir kesrin b ir a kutV (x )



bunun katillik basamağı sıfır olmayan V(x) polinom unun kökü olarak, a nın katillik basamağı, f n inci basam aktan determ i­ nant, n basamaklı bir kare matrisin deter­ minantı. jj Sonlu b ir g rubun basamağı, bu grubun kardinali. — El sant. Basam ak iğnesi, daha çok ke­ nar suyu olarak uygulanan bir işleme tü ­ rü. (Bk. ansikl. böl.) — Fizs. kim. D engedeki bir sistemin ba­ ğımsız bileşenlerinin sayısı. || Bağ basa­ mağı, molekül yörüngeleri kuramında, bağlı ve bağsız yörünge sayıları arasın­ daki yarı-fark. || Tepkime basamağı,bir tep­ kime kinetiğinin belirgin büyüklüğü; bu büyüklük tepkim e mekanizmasının bir göstergesidir. a A + (3B — 7 C + 5 D tepkim esinin hızı, v = k [A]p [B]« ifadesin­ de gösterildiği gibi, tepkim eye giren [A] ve [B] m addelerinin m olar derişimlerinin p ve q üslerinin toplamıdır.) —Geom. Bir afin uzayın kapalı b ir A dış­ b üke y kümesi' sınırının b ir M noktasının basamağı, A nın M deki bütün dayanma aşırıdüzlemlerinin arakesiti olan afin altuzayın boyutu. || Bir değm enin basamağı,



döner merdivende çeşitli basamak türleri a, ilk düz basamak; b, dengelenmiş basamaklar; c, yelpaze basamaklar; d, düz ya da kare basamak merdivende birleşme, alt bölüme koyulan plakla sağlanır.) || Duvar basamağı, eğimli bir arazide inşa edilen bir duvarın tepe­ sinde, düşey yönde yer yer bırakılan ve kademe oluşturan girinti, jj Karm a basa­ mak, ahşap, metal, hatta taşın bir arada kullanılmasıyla oluşturulan basamak, jj Köşe basamağı, döner kollu bir m erdi­ vende, bir köşeden çıkan, dolayısıyla da­ ha uzun olan basamak, jj Sahanlık basa­ mağı, bir merdiven kolunda son basa­ mak. jj Silmeli ya da profilli basamak, boy­ dan boya bir silmeyle donatılmış basa­



mak. || Teras basamağı, bir terasta, bir ya­ pı eteğinde boydan boya düzenlenen merdivenin basam aklarından her biri. || Yelpaze basamak, bir ucu ötekinden daha geniş olan basamak. —Jeomorfol. Kavşak basamağı, tabanları farklı yükseltilerdeki iki buzul tekne vadi­ sinin kavuşmasıyla ortaya çıkan basa­ mak. (En üstte yer alan buzul tekne vadi­ si bir asılı vadi oluşturur ve bunun içinde sular kavşak basamağı içerisinde bir b ir­ le ş tirm e b o ğ a zı a çarla r.) || T oprak akm ası basa m a ğ ı, eğim i 1 5 ° ’ den fazla olan kimi sert yamaçları m erdiven basamakları biçim inde kesen küçük se­ ki. (Bu küçük sekiler, çim enle kaplı ya­ m açlarda kriyotürbasyon ve hayvanların çiğnem eleriyle belirginleşm iş bir toprak akması biçimidir. Dağlarda bu biçime sık sık rastlanılır.) — Mad. oo. Dik basamaklı arın, m erdiven basamakları biçim inde düzenlenmiş arın. (Açık işletmelerde uygulanan klasik d ü ­ zenleme biçim idir, her basam ak alttaki basam ağa göre daha geride kalır.) |j Ters basamaklı arın, her basamağın alttaki ba­ sam ağa göre çıkıntı yaptığı arın. (Yeraltı dam ar ve yığın işletmelerinde yaygın ola­ rak başvurulan bir düzenlem edir.) — Mat. çözlm. Birlikte sonsuz büyük (ay­ nı biçim de sonsuz küçük) olan iki y ile z nin sıfırdan farklı



nicelikleri için, lim



ve var olduğu,varsa pozitif p sayısı.[z son­ suz büyük (aynı biçim de küçük) ise, p, i ye göre y nin basam ağıdır denir (kimi kez sonsuz küçükler basamağı diye belirtilir).] (Bk. ansikl. böl.) — Bir ölçeğin ardışık iki noktasının kotları arasındaki fark. || Basa­ m ak fonksiyonu, değerlerini bir E vektör uzayından alan, bir do altbölünüm ünün her açık ]xM, x,{ aralığı üzerinde değiş­ mez olduğu bir [a,b] parçası üzerinde ta­ nımlanmış f fonksiyonu. (Bk. ansikl. böl.) |j Bir f fonksiyonunun xg sıfırının basam a­ ğı (ya da katillik basamağı), f(x) in x - x 0 a göre p inci basam aktan sonsuz küçük olduğunda, varsa p tamsayısı. [x0, bu noktadapincibasam aktantürevi bulunan bir f fonksiyonunun, ancak ve ancak f ( x 0) = ... = /• CQNca»ik!yrif j



U S F IG A R O M id i L i b r e



1879), Mecmua-i Ebüzziya (edebiyat der­ gisi, 1881), Mizan (Mizancı M urat B ey’in yayımladığı gazete, 1885), Gayret (yazı kadrosunda Namık Kemal ve Abdülhak H am it’ in de yer aldıkları gazete, 1886), Muhit (aralarında Cenap Şahabettin'in de bulunduğu edebiyatçıların yazdıkları der­ gi, 1893), Servet-i fünun (Ahm et ihsan’ın yayımladığı, dönem in edebiyat akımına adını veren dergi, 1892), Mektep (Edebiyat-ı cedideciler’in yazdıkları dergi, 1893), ikdam (Ahm et C evd e t’in çıkardığı gaze­ te), Hanım lara m ahsus gazete (ilk kadın gazetesi, 1895), Resimli gazete (Mehmet Rıza’nın çıkardığı, magazin nitelikli dergi), M usavver m uhit (renkli fotoğraf ve resim yayım layan ilk gazete, 1908). 1 9 0 8 -1 9 1 9 d ö n e m i: 24 te m m u z 1908’de II. M eşrutiyet’in ilanıyla oluşan ö zgürlük ortamı, özellikle basından san­ sürün kaldırılışı, Türkiye’de yayımlanan gazete ve dergilerin sayısında olağanüs­ tü bir artışa neden oldu ve bir yıl içinde, yayın organlarının sayısı 3 5 3 ’e çıktı. An­ cak, bu durum uzun sürm edi ve bu sayı 1910’da 130’a, 1911’d e 124’e, 1916’da ise 8 ’e indi. Bu dönem in anılm aya değ e r başlıca gazete ve dergileri şunlardır: Tanin (Hü­ seyin Cahit, Tevfik Fikret ve Hüseyin Kâzım’ın kurdukları, ittihat ve Terakki'nin ya­ yın organı, daha sonra sahip ve yönetici değiştirerek 1960’lara kadar süren gaze­ te, 1908), Yeni gazete (Ahmet Emin, Meh­ met Sadık, Hakkı Behiç’in çıkarttıkları ga­ zete, 1908), K aragöz ( resimli halk gaze­ tesi, 1908), Hukuk-u um um iye (Mevlanzade Rıfat’ın yayımladığı gazete, 1908), Serbesti (M evlanzade Rıfat'ın Hukuk-u um um iye kapatıldıktan sonra çıkardığı gazete 1908; başyazarı Haşan Fehmi, öl­ dürülen ilk türk gazetecisidir), Sebil ür -reşat (Eşref E d ip ’in çıkardığı dergi, 1908), Volkan (Derviş V ahdeti’nin çıkar­ dığı, Said-i N ursi'nin yazdığı gazete, 1908), Alem dar (Refii C evat’ın yayımladı­ ğı, ittihat ve Terakki’ye karşı olan gaze­ te, 1909), Tanzimat, Teşkilat, Maşrik, Te­ sis, Tem inat (Hürriyet ve itilaf fırkası m e­ busu Lütfi Fikri’nin ittihat ve Terakki hü­ küm etinin her kapatışında birbiri ardı sı­ ra çıkarttığı gazeteler, 1912), Vakit (Hak­ kı Tarık’ın çıkarttığı gazete, 1917), Akşam (Necm ettin Sadık [Sadak], Falih Rıfkı [Atay], Ali Naci [Karacan] beylerin çıkart­ m aya başladıkları, çeşitli sahip ve yöne­ tici değiştirerek yayımını 1982’ye kadar sürdüren gazete, 1918); Û ğ ü t (Afyonkarahisar'da çıkmaya başlayan [1917], Kon­ ya’ya [1919], Ankara’ya [1921] taşınan ve Ulusal Kurtuluş savaşı’nı destekleyen ga­ zete), Yeni gün (Yunus N adi’nin İstanbul' da yayımladığı ve sonra A nkara'ya taşı­ nan gazete, 1918). Bu dönem de yayımlanan, mizah dışın­ da çeşitli niteliklerdeki belli başlı dergiler de şunlardır: G enç kalemler (Ziya Göka lp ’in Selanik’te çıkardığı dergi, 1911), Türk yurdu (1912), Milli tetebbular m ec­ muası (1915), İçtim a iyat m ecm uası (1917), Yeni m ecm ua (1917). Dönemin mizah dergileri arasında ise şunlar sayı­ labilir: İncili Çavuş (1908), Boşboğaz ile Güllabi (1908,, El üfürük (1908), Dalkavuk (1908), Davul (1908), Gıdık (1908), Ge­ veze (1908), Kibar (1909), Kâhya kadın (1910), Eşek (1910), Alafranga (1910), Ç im dik (1910), Kara Sinan (1911), Kibar (1911), Cici (1911) vb. 1919-1923 dönemi: irade-i milliye, Kur­ tuluş savaşı yıllarında kuvayı milliyecilerin sesini duyurabilm eleri amacıyla 14 ey­ lül 1919’da, Sivas’ta yayım lanm aya baş­ landı. Gazete, daha sonra yayımını Anka­ ra’da Hakimiyet-i milliye adıyla sürdürdü (10 o cak 1920). Yunus N adi’nin İstanbul’ dan A nkara’ya taşıyıp sürdürdüğü Yeni gün (1 eylül 1921) ve Afyonkarahisar’da çıkarken A nkara'ya taşınan (temmuz 1921) Û ğü t gazeteleri, A n ka ra ’nın yarı resmi basın organları niteliğindeydi. Kur­ tuluş savaşı boyunca İstanbul’da şu ba­ sın organları A nkara’yı destekledi: Ak-



şam, Vakit, ileri, Yeni gün, Tercüman, Dergâh, Tasvir-i efkâr, Albayrak, ik­ dam . Anadolu ve Trakya'nın çeşitli yer­ lerinde yayım lanan şu gazeteler ve der­ giler de A nkara’yı desteklediler: Doğru söz, İzm ir'e doğru, Aydın ili. Gündüz, Öğüt, Babalık, Yeni Adana, istikbal, Ha­ kikat, intibah, Arkadaş, Mücadele-i milli­ ye, Trakya, ilim-fen-felsefetetebbuatı, Gü­ neş, K üçük mecm ua, Varlık, Mizahi ka­ lem, Gaye-i milliye, Yeni Giresun, Adalet, Trabzon, Aksiseda, Işık, Yeşil yuva, Şar­ kın sesi, Emek, Emel, Türk oğlu, Anado­ lu, Ahali. Ankara hükümetine cephe alan, İstanbul ve A n a do lu ’daki gazete ve der­ giler ise şunlardı: Peyam-ı sabah, İstan­ bul, Aydede, Alem dar, Güleryüz, Ümit, Aydınlık, Zencirbent cumhuriyet, İrşat, Tan, Yeni dünya, Şarkın sesi, Ferda, Za­ fer, Hatif. 1923-1939 dönem i: Saltanatın izlerini tam anlamıyla silmek, cum huriyet rejimi­ ni ve devrim leri yerine oturtmak, ülkede birlik ve bütünlüğü sağlam ak gibi gerek­ çelerle, bu dönem de basın üzerine ağır kısıtlamalar getirildi ve gazetecilik terimiy­ le "g ü d ü m lü bir basın” yaratıldı. Döne­ min ünlü gazetecilerinden Hüseyin Cahit (Yalçın), Velit Ebüzziya, Ahmet Cevdet ve Lütfi Fikri hilafet ile ilgili yayımları nede­ niyle İstanbul istiklal m ahkem esi’ndeyargılandılar. Lütfi Fikri beş yıl hapse hüküm giydi, ötekiler aklandılar (1923). D oğu’daki Şeyh Sait ayaklanması’nın (1 şubat -15 nisan 1925) bastırılmasından sonra Takrir-i sükûn kanunu kabul edilerek (4 mart 1925), basın üzerindeki kısıtlamalar daha da ağırlaştırıldı. Bu yasaya dayanılarak, 6 m art 1925’ten sonra bakanlar kurulu kararıyla İstanbul’d a Son telgraf, Tevhidi efkâr. Aydınlık, Orak çekiç, İstiklal, Sebil ür- reşat, Tanin, Vatan, Presse du soire, Resimli ay; A d a na ’da Toksöz, Sayha; Trabzon’da Kahkaha, istikbal; İzmir’de Sadayı hak gazete ve dergileri birbiri ar­ dı sıra süresiz olarak kapatıldı. Ankara ve Şark (Elazığ) istiklal m ahkemelerinde yar­ gılanan gazetecilerden bir bölümü akla­ nırken, bir bölümü de hüküm giydi. Bu durum , basın organlarının sayısının azal­ masına ve basında belirgin bir suskunluk ve durgunluk döneminin başlamasına yol açtı. 1928'deki harf devrim inden sonra, yeni harflerle çıkan gazete ve dergiler, önemli ölçüde okuyucu yitirince basında­ ki bunalım daha geniş boyutlara ulaştı. Hükümet, bunalımın giderilmesi için Halk dostu, Hür adam, Mahfel, Şule, Köroğlu, inkılap gibi yayın organlarına parasal yardım da bulundu. Ç ok partili dönem e giriş denemesinde, 1929’da Arif Oruç ta­ rafından yayım lanan Yarın gazetesi, 1930’da kurulan Serbest fırka’yı destek­ leyince, satışı o zam ana göre olağanüs­ tü bir rakam olan 80 0 0 0 ’e ulaştı. İstan­ b u l'd a Halil Lütfi (Dördüncü), Selim Ragıp (Emeç), Zekeriya (Sertel) ve Ali Ekrem (Uşaklıgil) beylerin çıkardıkları Son Pos­ ta ve İzm ir’de yayımlanan Yeni asır, Hal­ kın sesi ve Hizmet gazeteleri de Serbest fırka’yı destekleyince bu gazetelerin sa­ tışlarında da önem li artışlar görüldü. Ser­ best fırka’nın ve m uhalif gazetelerin, sa­ nılandan fazla yandaş bulması, CHP ve hüküm et içinde kaygı ve hoşnutsuzluğa yol açtı. Serbest fırka kendini feshetmek zorunda kaldığı gibi, basına yeni ağır kı­ sıtlamalar getiren, bakanlar kuruluna doğ­ rudan gazete kapatma yetkisi veren Mat­ buat kanunu yürürlüğe kondu (1931). Ay­ nı yıl kaldırılan M atbuat umum m üdürlü­ ğü 1933’te yeniden kurularak içişleri ba­ kanlığı'na bağlandı. 1935’te Ankara’da toplanan Basın kongresi'nde, basın öz­ gürlüğünü daha d a kısıtlayan, hükümetiıp basın üzerindeki denetimini daha da güçlendiren kararlar alındı. Dönemin baş­ ta gelen gazeteleri şunlardı: Akşam, Cum­ huriyet, Son posta, Tan, Ulus, Akın, Hergün, (adı 19 3 7 ’de Son telgraf olan) Açıksöz, Zaman, Haber. Dönem in belli başlı dergileri ise: Kadro (Şevket Süreyya A y­ demir, Y akup Kadri Karaosm anoğlu, İs­



mail Hüsrev Tökin ve Burhan B elge’nin çıkardıkları düşünce dergisi, 1932), Çığır (Hıfzı O ğuz Bekata ve Samet A ğ a o ğ lu ’ nun çıkardıkları düşünce dergisi, 1932), Yeni adam (Ismayıl Hakkı Baltacıoğlu'nun çıkardığı düşünce ve edebiyat dergisi, 1933), Varlık (Yaşar Nabi Nayır ve Nahit Sırrı Ö rik’in çıkardıkları edebiyat dergisi, 1933), Fikir hareketleri (Hüseyin Cahit Yalçın’ ın çıkardığı düşünce dergisi, 1933), Karikatür (Sedat S i m avi’nin çıkardığı mi­ zah dergisi, 1935), Yedi gün (Sedat Sim avi’nin çıkardığı edebiyat ve m agazin dergisi, 1935), A yd a bir (Yusuf Ziya Ortaç'ın çıkardığı edebiyat dergisi), Köroğlu (Burhan Cahit M orkaya'nın çıkardığı mizah dergisi), Ülkü (Ankara Halkevi ta­ rafından çıkarılan genel kültür dergisi), Belleten (Türk tarih kurumu tarafından çı­ kartılan dergi, 1937), Uyanış (Ahm et Ih­ san Tokgöz’ün çıkardığı edebiyat d erg i­ si) ve Köy enstitüleri dergisi’dir. 1938’de yürürlükteki M atbuat kanunu’nda değişik­ likler yapıldı ve basın üzerindeki kısıtlama­ lar, savaş koşulları da dikkate alınarak da­ ha d a ağırlaştırıldı. Üniversite ve okullar­ la ilgili her türlü haberin izinsiz yayım lan­ ması yasaklandı. Gazete çıkarabilmek için bir bankadan, o zam ana göre yüksek bir tutar olan 1 000 - 5 000 liralık garanti m ek­ tubu ve hükümetten ruhsatnam e alınm a­ sı koşulları konuldu. 1939-1945 dönemi: ikinci Dünya savaşı’na rastlayan bu dönem de, İstanbul’da sıkıyönetim olduğundan, basın özgürlü­ ğü geniş ölçüde kısıtlandı. B eyoğlu'nda bir İngiliz diplomatına yapılan bombalı su­ ikast girişimini resirfıleyerek verdikleri için Vakit, Akşam, Yeni sabah, Son posta, Tan, Halk ve Tasvip) efkâr gazeteleri ka­ patıldı (mart 1941). Üniversite gençliğinin düzenlediği, hükümetin göz yum duğu bir gösteri sonucu, Tan gazetesinin dizgi ma­ kineleri ve rotatifi parçalandı, B e yo ğlu 'n ­ da da solcu yayınlar basan bir yayımevi yıkıldı (1945). Bu olaylar scnucu, Tan ve La Turquie gazeteleriyle haftalık Görüş­ ler dergisi kapandı. Bu dönem de Vatan, Tanin ve Akşam gazeteleri ingilizleri; C um huriyet ve Tasvir-i efkâr nazi Almanyası’nı;Tan gazetesi ise Sovyetler’i destek­ ler nitelikte yayım yaptı. Hüküm etin res­ mi organı durum undaki Ulus, tarafsız ya­ yım yapm aya özen göstererek, özellikle savaşla ilgili haberleri "M ih ve re g ö re ” , “ Müttefiklere g ö re " başlıkları altında, her iki kaynağa d a yer vererek, çift yanlı ya­ yımladı. 1940’lı yılların ortalarında Türki­ ye ’de yayımlanan dergi sayısı 624, gaze­ te sayısı 3 3 3 ’tü. 1946-1950 dönemi: Çok partili yaşamın bu ilk evresinde, türk basınında belirli bir canlılık ve satışlarda artış görüldü. A k­ şam, C um huriyet, Tasvir, Yeni sabah, Ulus, Tanin, Hürriyet, Zafer, Milliyet, Ye­ ni İstanbul, Son posta, Dem okrat İzmir, Yeni asır, Ege ekspres ve Kudret gibi ga­ zeteler, dönem in önde gelen yayın or­ ganları arasında yer aldılar. Büyük doğu (d a h a sonra gazete olarak da ç ık tı), Gerçek, Yığın, Gün, Marko paşa, Zincirli hürriyet, Varlık, Yeditepe, Yenilik, Kaynak dönem in başlıca düşünce, edebiyat ve sanat dergileriydi. Sedat Simavi’nin 1 m a­ yıs 1948’de çıkardığı, bol resimli, ilgi çe ­ kici seri röportajlar içeren, spora da ağır­ lık veren Hürriyet, tü rk basını ve gazete­ ciliğinde, bundan sonraki yıllarda birçok gazete tarafından örnek alındı. Telefoto, ilk olarak Hürriyet tarafından kullanıl­ dı. Gazetenin ilk çıkışında 30 000 olan tirajı, olağanüstü bir hızla arttı; 1951’de 100 0 0 0 ’in üstüne, sonraki yıllarda yarım m ilyon ve bir m ilyon tiraja ulaşabilen ilk gazete Hürriyet oldu. 1950-1960 dönem i: 14 mayıs 1950’de iktidara gelen D P’nin yaptığı ilk işlerden biri, basın üzerindeki hüküm et denetim i­ ni bir ölçüde kaldıran Basın kanunu'nu kabul etmesi oldu (21 temm uz 1950). An­ cak, yeni iktidar ile basın arasındaki iyi iliş­ kiler uzun sürm edi ve 10. seçim dönem i öncesi kabul edilen (1954) "N e şir yoluy­



la veya radyoyla işlenecek cürüm ler hak­ kında ka nu n " adlı yasa ile, basın özgür­ lüğü geniş ölçüde kısıtlandığı gibi, ilerde tü rk siyasal yaşam ında uzun tartışmala­ ra yol açacak olan "is p a t hakkı” kurum u ortadan kaldırıldı. Bu tarihten sonra bir­ çok gazeteci ve basın organı hakkında çok sayıda dava açıldı. 1958'e gelindiğin­ de açılan dava sayısı 1161 ’e yükselmiş, 238 kişi hüküm giymişti. Bunlar arasında o tarihlerde 80 yaşına girmiş bulunan Hü­ seyin Cahit Yalçın da vardı. Daha sonra Basın kanunu’na yapılan bir eklentiyle, gizli toplantıda yapılan görüşm elerin ya­ zılması yasaklandı (1956). DP iktidarı, bu­ nunla da yetinm eyerek, gazetelere kâğıt tahsisi ve resmi ilanlar yoluyla da basını baskı v e denetim altına aldı. Satışı hemen hiç olmayan yayın organlarına resmi ilan­ lar yoluyla destek olarak "beslem e basın” diye adlandırılan birtakım gazeteler çık­ masına yol açtı. 6/7 eylül olaylarından sonra ilan edilen sıkıyönetim nedeniyle basın özgürlüğüne yeni kısıtlamalar geti­ rildi (1955). İstanbul’da Türkiye Gazete­ ciler sendikası, gazetecilere kötü davra­ nan güvenlik kuvvetlerini protesto eden bir bildiri yayımlayınca, sendika polis ta­ rafından m ühürlendi ve dokuz ay kapalı kaldı (1957). H abip E dip Törehan'ın m a­ vi başlıkla çıkardığı (öteki gazetelerin a d ­ ları kırmızı yazılırdı) Yeni İstanbul, bu dö­ nem de yayın hayatına atıldı (1957). Öte yandan Ulus, Vatan, Yeni gün (Ankara), Demokrat izmir(izmir), Cumhuriyet, Dün­ ya gibi muhalefet gazetelerinin sorumlu müdürleri, haftanın birkaç gününü m ah­ kem elerde ifade vererek geçirm eye baş­ ladılar. Irak’ta 14 tem m uz 1958’de m ey­ dana gelen ihtilal ile ilgili yayım larından dolayı Ulus, Akşam, Hürriyet ve Milliyet gazetelerinin sahipleri ve sorumlu m üdür­ leri hakkında dava açıldı. Bu tarihten son­ ra, gazeteler sık sık kapatıldı, hapse g i­ ren gazetecilerin sayısı her gün biraz d a ­ ha arttı. 27 nisan 1960’ta kurulan Tahki­ kat kom isyonu’na gazete kapatm a ve toplatm a yetkisi tanındı. 27 mayıs 1960'a gelindiğinde Ankara, İstanbul ve Türkiye’ nin çeşitli yerlerinde ç o k sayıda gazeteci hapiste bulunuyordu. Bu dönem de gaze­ telerin yanı sıra Akis, Kim, Devir, Forum gibi siyasal dergiler yayım larıyla etkili ol­ dular. 1960-1970 dönem i: 27 mayıs 1960'tan sonra iktidarı ele alan Milli birlik komitesi, ilk iş olarak hapisteki gazetecileri serbest bıraktı. H aklarında kovuşturm a olanların kovuşturması kaldırıldı, mahkem ede yar­ gılananların davaları düşürüldü. Basın ya­ sasından, dem okrasiyle bağdaşm ayan bütün hüküm ler kaldırıldı. Basının kendi­ ni denetlemesi am acıyla Basın ahlak ya­ sası kabul edildi ve bu yasa hükümlerini uygulam ak için Basın şeref divanı kurul­ du. 1961 anayasası'na basın özgürlüğü ile ilgili olarak güvence getirici hüküm ler konuldu. “ Besleme basın"ın ortadan kal­ dırılarak resmi ilanların hakça dağıtılm a­ sı am acıyla Basın ilan kurum u oluşturul­ du. Yürürlüğe, konulan 212 sayılı yasay­ la, fikir işçilerine birçok yeni haklar tanın­ dı. Basın özgürlüğü konusundaki bu olum lu gelişm elere karşılık, 27 Mayıs’ın kötülenmesini önlem ek için çıkartılan Ted­ birler kanunu (7 m art 1962), basın özgür­ lüğüne kısıtlayıcı hüküm ler getirdiği ge­ rekçesiyle, hoşnutsuzluk uyandırdı ve eleştirildi. Milli birlik kom itesi'ne karşı ya­ yım yapan Son havadis ve Yeni İstanbul gazetelerinin satışı artarken, Tercüm an gazetesi, izlediği yayım politikasıyla önde gelen gazeteler arasında yer aldı. Anka­ ra’da 27 Mayıs'tan sonra yayım lanm aya başlayan ve Milli birlik kom itesi’ni tutan Öncü gazetesi ise, kadrosunda birçok ün­ lü gazetecinin yer alm asına karşın, kısa öm ürlü oldu. 1961 ve 1965 seçimleri d ö ­ nem lerinde düşünce dergisi Yön ve Fo­ rum ile siyasal haber dergileri Akis ve Kim ön planda yer alarak yayımlarıyla etkili ol­ dular. 1960-1970 dönem inin tü rk basınında­



ki en büyük özelliği, teknik alandaki yeni­ leşme, tipo baskıdan ofsete, siyah-beyaz fotoğraftan renkli fotoğraflara, linotip ve entertiplerden elektronik dizgi makinele­ rine, mürettiphanelerden pikaj-montaj ser­ vislerine, kurşun malzeme, matris vb.'den film lere geçiş oldu. Bu konudaki öncülü­ ğü, Haldun Simavi 1966’da çıkarmaya başladığı Türkiye'nin ilk renkli ofset gaze­ tesi Son ile yaptı. Son’u Günaydın gaze­ tesi izledi (1968). C um huriyet dışındaki hemen bütün gazeteler giderek ofset tek­ niğiyle ve ço k renkli olarak çıkm aya baş­ ladılar. Bir tek C um huriyet gazetesi çok re n k liliğ e karşı d ire n d i ve a n c a k 1980’lerden sonra ofset baskı sistemine geçtiyse de reklam dışında renkli fotoğ­ raf yayımlamama ilkesinden vazgeçm e­ di. İstanbul'un b üyü k gazetelerinin tiraj­ larında sürekli artış gözlenirken, Ankara' d a yayımlanan gazeteler (Barış, Yeni gün, Yeni ulus, Adalet, Tasvir vb.) yerellikten kurtulamadılar. Bu dönem de Koca­ eli, Bursa, Eskişehir, Trabzon vb. kentler­ deki yerel gazeteler d e ofset tekniğiyle basılmaya başlandı. İzm ir'de yayımlanan Yeni Asır gazetesi ise Ege bölgesinde en ço k satan gazete durum una geldi. Aynı dönem de, önce Akşam ardından öteki büyük gazeteler Türkiye'de aynı anda bir­ kaç yerde birden baskı yapm aya, daha sonra da A vru p a 'd a da basılmaya baş­ ladı. Tercüm an gazetesi bir ara Avustral­ ya’da da basıldı. 1970’e gelindiğinde belli başlı büyük gazeteler ve ortalama tirajla­ rı şöyleydi: Hürriyet (600 000), Günaydın (350 000), Tercüm an (300 000), Milliyet (200 000), Cum huriyet (160 000), Akşam (150 000). Tiraj bakımından altı büyük ga­ zete kadar olm am akla birlikte Bugün, Bi­ zim Anadolu, Yeni Asya, Son havadis, Babıâlide Sabah, Ortadoğu, Yeni İstan­ bul, H ergün, Bayrak, Dünya ve haftada bir çıkan Devrim gibi gazeteler ve hafta­ lık siyasi haber dergisi Yankı varlıklarını sürdürdüler. Dönem in başlıca sanat ve edebiyat dergileri ise, başta Varlık olmak üzere, Yeni ufuklar, Hisar, Seçilmiş hikâ­ yeler (daha sonra, Dost), Türk dili, Papi­ rüs, Yeni dergi oldu. 1970 ve sonrası dönem : Bu dönem de de turk basınında gerek teknik gerekse içerik yönden ilerleme ve gelişme artarak sürdü. Özellikle teknik yönden türk bası­ nı çağdaş dünya basını düzeyine ulaştı. Gazeteci yetiştiren eğitim kurumlarının ço­ ğalması, TRT-yazılı basın rekabeti, alaylı gazeteciler yerine uzmanlaşmış, köklü eğitim den geçmiş, çoğu birkaç yabancı dil bilen gazetecilerin yetişip iş başına geçmeleri, beş on yıl öncesine kadar 20 -30 kişilik kadrolarla çıkan gazetelerin yak­ laşık 1 000 kişilik kadrolara ulaşması, türk basınını olumlu yönde etkiledi. 1982 yılın­ da, kadrosuna yüksek ücretlerle öteki ga­ zetelerden gazeteci ve yazarlar alarak ya­ yımlanmaya başlayan Güneş, büyük ga­ zeteler arasında yer almayı başardı. Ege bölgesinin en fazla satış yapan gazetesi Yeni asır’ın İstanbul'da da baskı yaparak yurt sathına yayılma girişimi sonuç verme­ di (1985-1986). Ç ok az bir tirajla 1970 ni­ sanında yayın hayatına atılan, dinsel k o nulara ağırlık veren Türkiye gazetesi, ti­ rajını yavaş yavaş artırarak 19 8 0 ’lere ge­ lindiğinde 150 000'i aşan ortalama tira­ jıyla büyük gazeteler arasında yer aldı. 1971 sonlarında yayımlanmaya başlayan sol görüşlü Yeni ortam 1975'te kapandı. Batı basınında olduğu gibi, tü rk basının­ da da kupon karşılığı çeşitli armağanlar dağıtarak satış sağlama yöntemi (lotarya) Cum huriyet gazetesi dışında hemen her gazete tarafından uygulandı. Bunun dı­ şında, tirajlarını belli bir düzeyde tutabil­ m ek amacıyla birçok gaizete tarafından, gazeteyle birlikte günlük, haftalık (ya da belli günlerde) çeşitli niteliklerde ekler ve­ rildi. 1980'li yıllarda seks ağırlıklı resim ve haberlere yer veren Tan, Sabah, Bulvar gibi gazeteler neredeyse 1 000 000'a ka­ dar varan büyük tirajlara ulaştılar, hafta­ lık mizah dergisi Gırgır, ortalam a 300



0 00'lik tirajı ile dünyanın en çok satan m i­ zah dergilerinden biri oldu. Dönemin haf­ talık siyasal haber dergileri Nokta, Yeni gündem , Yankı varlıklarını sürdürürken, bunlardan 1983’te yayım lanm aya başla­ yan Nokta 120 000 gibi rekor bir tiraja ulaştı. Erkekçe, Kadınca, Playboy, Pleymen gibi m agazin dergileri 100 000'i aşan tirajlarıyla bu dönemde dikkatleri çek­ ti. Ancak, halk ve basın arasında "m uzır" yasası diye anılan yasa değişikliğiyle, bunlardan bazılarının poşet içinde satıl­ maları zorunlu tutulunca, tirajlarında ü ç­ te iki oranında azalma görüldü. Dönemin belli başlı sanat-edebiyat dergileri Varlık, Oluşum, Türkiye yazıları, Dönemeç, Gös­ teri, Sanat olayı, Milliyet sanat, Ç ağdaş eleştiri; mizah dergileri Çarşaf, Fırt, Gümgüm , Limon; m agazin dergi ve gazetele­ ri Hayat, Şey, Hafta sonu, Ayna, Sabah yıldızı, Ses vb. oldu. Aynı dönem de bun­ ların dışında bilim, kurgu-bilim, fal, burç, bulm aca gibi ço k değişik konularda der­ giler ve çeşitli m eslek dergileri de yayım ­ landı. Bu dönemin özelliklerinden biri de, ta­ nınmış gazeteci ve yazarların yüksek üc­ retlerle, sık sık bir yayın organından öte­ kine geçm eleriydi. Akşam, 1918'den be­ ri sürdürdüğü yayımına bu dönem de son verdiği (1982) gibi, Yeni ortam, Vatan, Politika, Yeni gazete, Hürgün, Yeni ha­ ber, Gün, Bugün vb. gibi gazeteler de kapandılar. Ocak 1990'da bellibaşlı g a ­ zetelerin günlük ortalama net satışları şöyleydi: Sabah, 700 000; Hürriyet, 600 000; Milliyet, 400 000; Türkiye, 340 000; Bugün, 220 000; Meydan, 200 000; Fotospor, 100 000; Fotomaç, 60 000; Gü­ naydın, 55 000; Tan, 50 000; Cum huri­ yet, 50 000; Tercüman, 25 000; Güneş, 10 000; Bunlardan Güneş, Günaydın, Tercüman ve Cumhuriyet gazeteleri son yıllarda önemli tiraj kaybına uğradılar; Bulvar kapandı. Yerel basın: OsmanlIlar dönem inde türkçe ilk yerel gazete, Rusçuk'ta yayım­ lanan Tuna oldu (1865-1877). A n a do lu ’ da çıkan ilk yerel gazete ise, Erzurum ’da yayım lanan Envar-ı şarkiye (1866) idi. Envar-ı şarkiye, 1929'dan sonra yayımı­ nı Erzurum adıyla sürdürdü. 1869'da Bursa’d a yayımlanmaya başlayan Hüdavendigâr, D iyarbakır’da Diyarbekir, Konya' da Konya gazeteleri de ilk yerel gazete­ ler arasında yer aldılar. 1874’te Türkiye' de yayım lanan yerel gazetelerin sayısı 2 4 ’ü buldu. XX. y y .’ın başlarından sonra Türkiye’ nin her ilinde ve birçok ilçesinde yerel gazeteler yayımlandı. Bursa, İzmit, Adana, Eskişehir gibi illerde çıkan yerel gazeteler, teknik ve içerik bakımından bü­ yük m erkezlerdeki gazetelerin düzeyine yaklaştılar. Buna karşılık, İstanbul gaze­ telerinin Adana, Ankara, İzmir, Erzurum g ibi illerde de baskı yapmaları ve baskı­ larının çeşitli kalıplarında her bölgenin ye­ rel haberlerine geniş yer ayırmaları, ye­ rel basının gücünü ve gelişmesini olum ­ suz yönde etkiledi. Yerel basın, Türkiye' de daha çok Basın ilan kurum u’nun desteğiyle yaşamını sürdürebilm ekte­ dir. Türkiye dışında türkçe basın: Osm an­ lIlar dönem inde Türkiye dışında yayım la­ nan ilk türkçe gazete, M ısır'da M ehm et Ali Paşa'nın buyruğuyla çıkm aya başla­ yan Vekayi-i Mısriye oldu (1829). Ancak, gazetenin yarısı arapçaydı. Bunu, tam a­ mı türkçe yayım lanan Işık (1919-1920), Nasrettin Hoca (1920), Tan (1920), Yarın (1926) izledi. 1919-1920 arası, M ısır'da­ ki tutsak kam plarında bulunan Türkler de Kızıl elma, İzmir, Dahiliye, Esaret, Kafes, Garnizon adlarında türkçe gazeteler ya­ yımladılar. Kıbrıs’ta ilk türkçe gazete, haftalık Sa­ adet (ya da Sadet) adındaki haftalık ga­ zeteydi (1899). D aha sonra Zam an (1891), Kıbrıs (1893), Mirat-ı zaman (1900), Vatan (1911), Siz (1919) gibi ga­ zeteler yayın yaşam ına girdi. Günüm üz­ de Kuzey KıbrısTürk C um huriyeti'nde çı­



kan başlıca gazeteler: Halkın sesi, Bozkurt ve Zam an’dır. Suriye, fransız m andasına girdikten sonra, bu ülkede türkçe olarak haftalık Doğru yol gazetesi yayımlandı (1922 -1927). Irak, bağımsızlığını elde ettikten (1932) sonra, ülkenin Kerkük bölgesinde Âfak, Kerkük, Kevkeb-i m aarif (1950), Beşir (1958), Kardeşlik (1963) gibi türkçe der­ gi ve gazeteler yayımlandı. Yunanistan'da, Türkler'in yoğun olarak yaşadıkları Batı Trakya'da, bölge Lozan antlaşması'yla Yunanistan’a bırakıldıktan sonra yayım lanan ilk türkçe gazete Yeni ziya gazetesi oldu (1924). Bu gazeteyi Ye­ ni yol (1924), Balkan (1925), Trakya (1931), Milliyet (1932), Ülkü (1933), Akın (1957), Sebat (1957), Birlik (1963) ve Azınlık postası (1967) izledi. Birlik ve Azın­ lık postası yayımlarını günüm üzde de sür­ dürm ektedir. Romanya Osmanlı im paratorluğu'ndan ayrılıp bağımsızlığına kavuştuktan sonra (1878) türkçe-rom ence D obruca gazete­ si çıktı (1888-1894). Bu ülkede yayımla­ nan ilk türkçe gazete, İbrahim Tem o’ nun çıkardığı Hareket oldu (1896). Daha sonra Sadakat (1897), Saday-ı millet (1898), Şark(1898), D o b ru c a (1901), Ro­ m anya (1928-1930) ve Emel (1930-1941) gazeteleri yayımlandı. Bu ülkede günü­ m üzde türkçe gazete çıkmamaktadır. Yugoslavya Federatif Halk Cumhuriyeti'nin kuruluşundan sonra M akedonya’da türkçe olarak latin harfleriyle Birlik gaze­ tesi çıkm aya başladı (1945). Bu gazeteyi haftalık Tan gazetesi izledi (.1975). Bu iki gazete günüm üzde d e yayım lanm akta­ dır. Bulgaristan yarı özerkliğe kavuştuktan sonra (1878), bu ülkede yayım lanm aya başlayan ilk türkçe gazete, yönetim in çı­ kardığı resmi gazetenin türkçe nüshaları oldu (1879). Bulgaristan Halk Cumhuriye­ ti kuruluncaya (1945) kadar ülkede 100'e yakın türkçe gazete ve dergi yayımlandı. Başlıcaları: Tarla (1880), Balkan (1898), Doğru yol (1900), Şark (1911), Eyyam (1914), Ziya (1920), R odop (1929), Özdilek (1931), Balkan postası (1934), hava­ dis (1937), Vatan (1945), Işık tır (1945). Bulgaristan’da kom ünist rejimin yerleş­ mesinden sonra da Yeni ışık (1945), Halk gençliği (1947), Yeni hayat (1954) gibi ya­ yın organları da b ir süre faaliyetlerini sür­ dürdüler. 1980'li yıllarda Bulgaristan’da yaşayan türk azınlığını bulgarlaştırm a kampanyası başlayınca, ülkede türkçe her türlü yayın yasaklandı. A zerbaycan'da yayım lanan ilk türkçe basın organı. Ekinci dergisi oldu (1875 -1877). Bunu, şu dergi ve gazeteler izle­ di: Keşkül (1903-1905), Hayat (1904 -1906), M olla Nasrettin (1906-1924), Ta­ ze hayat (1907-1908), ikbal (1913-1915), Son haber (1915), Yeni ikdam (1915 -1916), Açıksöz (1915-1918), Azerbaycan (1918-1920), Yoldaş (1920), Fukara sada­ kası (1920). Kırım 'da ilk türkçe gazete İsmail Gaspıralı’nın çıkardığı Tercüman-ı ahval-i za­ m an oldu (1883-1918). Ahm et A gayef'in (Ağaoğlu) yayımladığı on beş günlük Akyol (1915-1916) ve S im feropol'da çıkan günlük Kırım ocağı (1917-1918) da Kı­ rım 'daki türkçe yayın organlarının önde gelenlerindendi. Türkistan’da 1905-1917 arası M ünev­ ver Kari adlı bir türk gazeteci, sırasıyla şu tü rkçe gazeteleri yayım ladı: Terakki (1905), Hurşit (1905), Şöhret (1907), Azya(1908), Saday-ı Türkistan (1914-1916), Necat (1917) ve Zeki Velidi'nin (Togan) yayımladığı Kengeş (1917-1931). Bütün bunların dışında Doğu Türkis­ tan’da 1910-1949 arası çeşitli türkçe gazete ve dergiler (Hürsöz, Yeni hayat, Altay vb.) yayımlandı. Çin halk cum hu­ riyeti sınırları içindeki bölgede, 1949 yı­ lından sonra türkçe gazete ya da dergi yayımlanmadı. Günüm üzde Avrupa'nın bir çok ülkesinde (Almanya, Fransa,



basınç Belçika vb.), ABD. Kanada ve Avustral­ ya'da değişik nitelikte türkçe dergi ve ga­ zeteler çıkmaktadır.



Basın ahlak yasası, turk basınının kendi kendisini denetlemesi için hazırla­ nan, basın kuruluşları, gazete ve gazete­ cilerin uymayı yüküm lendikleri, bir tür centilm enlik anlaşması. Türkiye'deki b ü ­ tün basın kuruluşları ve basın organları­ nın temsilcileri, İstanbul'da Gazeteciler cem iyeti'nde toplanarak anlaşmayı imza­ ladılar (24 temmuz 1960). Yasadaki ilkeleri uygulam ak amacıyla bir de 10 kişilik Basın şeref divanı kurul­ du ve kurul, yasaya uym ayan gazete ya d a gazetecileri kam uoyuna açıklamakla görevlendirildi. Basın ahlak yasası, ilk günlerde bir sü­ re uygulanmışsa da, giderek etkinliğini yi­ tirm iş ve işlemez hale gelmiştir.



Turizm ve tanıtma bakanlığı içinde yer al­ dı. 1968-1974 arası Başbakanlığa bağla­ nan kurum, Turizm ve tanıtma bakanlığı’ na, 1 ocak 1982’d e yeniden Başbakanlı­ ğ a bağlandı. 8.6.1984 Tarih ve 231 sayı­ lı yasa gücünde kararname ile günüm üz­ deki ad ve biçim ini aldı. Kurum un başlı­ ca görevleri yurtiçinden ve dışından sağ­ lanan haber, bilgi ve belgeleri ilgili yerle­ re ulaştırmak, arşivlemek, yerli ve yabancı basın kuruluşlarının çalışmalarını kolay­ laştırıcı ö n le m le r a lm a k tır. G e n e l m üdürlüğün A n ka ra ’daki genel merkezi ile yedi ilde basın merkezi yöneticiliği, yurtdışında da on dokuz basın danışman­ lığı ve bir basın ataşeliği vardır. İngilizce, fransızca, almanca Newspot; arapça Adva ül-enba adlı gazeteleri ve İngilizce Turkish revievv adlı dergiyi çıkartır.



BASINÇ a. Akışkan, mekan. Bir yüze­



ye dik ve düzgün olarak etkiyen kuvvet yeğinliğinin, bu yüzeyin alanına oranı: Yağ basıncını, lastiklerin basıncını denet­ lemek. (Bk. ansikl. böl.) —Akust. Akustik basıncın tepe değeri, bir akustik titreşimin belirli bir zaman aralığın­ da, bir akışkanın bir noktasını etkileyen Basın İlan kurumu, kamu tüzel kişili­ ani akustik basıncın en b üyük değeri. || ği olan basın kuruluşu. Demokrat parti A n i akustik basınç, bir akışkanın bir nok­ dönem inde (1950-1960) basın organları­ tasında, belli bir andaki basınçla statik ba­ na resmi ilanların hüküm et eliyle dağıtılısınç arasındaki fark. || Etkili akustik basınç, şı ve kâğıt tahsisi sürekli eleştirilmiş ve bu dönemsel bir akustik titreşim için bir akış­ konuda hükümetin haksız davrarîdığı, ba­ kanın bir noktasında bir dönem boyunca sına baskı yaptığı dile getirilmişti. 27 m a­ etkili olan ani akustik basınçların ikilenik yıs. 1960’tan sonra M BK iktidarının çıkar­ ortalaması. || Işınım basıncı, esnek bir or­ dığı yasalardan biriyle (2 ocak 1961) ge tam da yayılan akustik bir titreşimin, bir en­ nel kurul, denetçiler, yönetim kurulu, ge­ gelin belli bir noktasına uyguladığı ba­ nel m üdürlük ve şubelerden oluşan Ba­ sınç. || Maksimum akustik basınç, bir akış­ sın ilan kurumu kuruldu. Merkezi İstan­ kanın bir noktasında, dönemsel akustik b u l’da olan kurumun görevleri şu şekilde bir titreşimin belli bir çevrim i boyunca et­ saptandı: resmi ilan ve reklamların basın kili olan ani akustik basıncın en büyük de­ organlarına dağıtımında aracılık etmek ve ğeri. |j Statik basınç, akustik bir titreşim bu konuda hakça davranılmasını sağla­ yokluğunda bir akışkanın bir noktasını et­ mak; basının kâğıt, m ürekkep, makine vb. kileyen basınç. gereksinimlerinin karşılanmasında basına — Biyol. Boşluk basıncı, içi boşluklu bir or­ yardımcı olmak; kurum un yönetimine ka­ ganın esnek çeperlerinin bu organı dol­ tılan yayın organlarına ve basınla doğ ru ­ duran sıvıya ve (tersine) bu sıvı çeperleri dan ilgili sendika ve derneklere, basında genişletip lifleri gerdiği zaman sıvının çe ­ çalışanlara kredi açmak; basında çalışmış perlere yaptığı basınç. (Bk. ansikl. böl.) olanlardan yoksul durum da ve gereksi­ — Bot. Kök basıncı, ham besisuyunun nim içinde bulunanlara parasal yardımda kökten başlayarak iletim borularında yük­ bulunm ak Kurum, görevlerini yerine g e ­ selmesini sağlayan kuvvet. (Bk. ansikl. tirebilm ek amacıyla ticaret yapabilir ve böl.) toplum sal etkinliklerde bulunabilir. Kuru­ — Denizbil. Basınç sırtı, yüzen buzların mun gelirleri, ilan ve reklam lardan aldığı kumsallara yaptığı basınç etkisiyle oluşan komisyonlar, kredi faizler) ve kurumun tepecik. kurduğu tatil köyleri, satış mağazaları vb. işletmelerin gelirleridir. Hükümetin, "kuru­ ■ —O ülg. Basınç çubuğu, Polonceau tipi bir çatı makasında makas kirişiyle alt ger­ mun bütün işlem hesaplarını denetleme giler arasında bulunan basınç gerilimi et­ yetkisi vardır. 1988'de genel müdürlük kisi altındaki çubuk. ve İstanbul il müdürlüğü, C ağaloğlu’ndaki kendi binasına taşındı.



Basın birliği (Türk), basın mensupları



arasında dayanışma ve sosyal yardımlaş­ m a am acıyla kurulmuş kamuya yararlı dernek. 1908'de kurulan derneğin m er­ kezi İstanbul'dadır



Basın ödülleri, çeşitli basın kuruluşla­ rı ve gazeteler tarafından, gazetecilik dal­ larında verilen ödüller. Ödüller, "h a b e r", “ fıkra", "basın fotoğrafı” , "rö p o rta j” , "araştırm a” , “ sayfa düzenlem esi" vb. gi­ bi çeşitli dallarda verilir. Yunus Nadi, Se­ dat Simavi, Ali Naci Karacan (daha son­ ra Milliyet), Abdi ipekçi, Bülent Dikmener, Adem Yavuz gibi gazetecilerin anısına düzenlenen yarışmalara, basın dışındar kişiler de katılabilir. Bu yarışmaların için de en eskileri Gazeteciler cemiyeti ile Yu nus Nadi armağanı yarışmalarıdır (1946)



Basın yayın ve enformasyon ge­ nel müdürlüğü, devletin haber alma, basın ve yayın işlerini yürütm ekle görevli kurum 7 haziran 1920’de A tatürk'ün is­ teğiyle kuruldu, ilk adı "M atbu a t ve istih­ barat m üdüriyeti um um isi” olan kurum, TBM M başkanı ile başbakana bağlıyken, 25 aralık 1920'de dışişleri bakanlığına bağlandı. Mayıs 1931’de çalışmalarına son verdi. 1933’te “ Matbuat um um m ü d ü rlü ğ ü " adıyla bu kez içişleri bakan­ lığına bağlı olarak yeniden kuruldu. 1940'ta başbakanlığa bağlandı. 1943’te "Basın yayın m ü dü rlü ğü ", 1949 da “ Ba­ sın yayın ve turizm m ü d ü rlü ğ ü " adını al­ dı. 1957'de “ Basın yayın genel m üdür­ lüğ ü " adıyla Basın yayın ve turizm bakanlığı'na bağlandı. 1 963’te d e ye n i kurulan



basınç çubuğu



makas kirişi



basınç çubuğu



/ alt gergiler



— Elekt. Elektrostatik basınç, denge ha­ lindeki bir iletken yüzeyinin bir M nokta­ sı, bir rr yüzeysel yük yoğunluğu taşıdı­ ğında ve M noktasını çevreleyen bir ds sonsuz küçük alanı iletken yüzeyine dik, dielektriğe doğru yönelm iş bir df kuvve­ tiyle karşılaştığında elde edilen d fld s ora­ nı. (Sl'de bu basıncın değeri p = o-2/2e bağıntısıyla verilir; bağıntıda e dielektriğin geçirgenliğini gösterir.) — Elektroakust. Basınç odacığı, basınçlı bir hoparlörde,zarla devingen sistemi içe­ ren kutu arasındaki hava hacmi. (Zarın salınımlarının etkisiyle hava sıkışır ve



akustik huniye bağlı aralıktan ses dalga­ ları biçim inde yayılır.) — Fiz. Kısmi basınç, bir gaz karışımı bile­ şeninin, karışımın hacmini, aynı sıcaklık­ ta tek başına d old u rdu ğ u nd a gösterece­ ği basınç, (ideal gazların karışımı için, top­ lam basınç, farklı bileşenlerin kısmi ba­ sınçlarının toplam ına eşittir (Dalton yasa­ sı].) — Fizyol. A ta rd a m ar basıncı, içindeki ka­ nın atardam ar çeperine yaptığı basınç. (Maksim um basınç ya d a sistol basıncı, kalp kasıldığı zaman ortaya çıkan basınç­ tır. Minimum basınç ya d a diyastol basın­ cı, kalbe kan dolduğu zamanki basınçtır.) [Bk. ansikl. böl.) || Basınç düşmesi, bir or­ ganizmanın yüksek b ir basınçtan alçak bir basınca geçmesi ile m eydana gelen değişiklik. (Bk. ansikl. böl.) || Toplardamar basıncı, içindeki kanın toplardam ar çepe­ rine yaptığı basınç. (Bk. ansikl. böl.) || Yüksek basınç — HİPERBAR. —Ger. day. Basit basınç, bir Kirişin dik ke­ sitine etki eden basınç. (Bu basıncı d oğu­ ran dış kuvvet kesite d iktir ve kirişin ağır­ lık m erkezinden geçer. Bu tür basınçta kesit düzgün dağılan dik gerilim lerle kar­ şılaşır.) — Havc. ve Uz. havc. Basınç düşmesi, bir uçak kabininin ya da bir uzay gemisindeki m ürettebat kabininin iç basıncının azal­ ması. (Bir uzay gemisi m ürettebat kabi­ nindeki basınç düşm esi istenerek [uzaya çıkıştan önce] sağlanabildiği gibi kazay­ la da [kabinin ya da aracın sızdırmazlığının yitimi] doğabilir. Kazadan kaynakla­ nan ani basınç düşmesi, 11 haziran 1971 'de Soyuz kabininde olduğu gibi uzay giysisi giym em iş astronotların ya da kozmonotların ölüm üne yol açar.) || B a ­ sınç düşürm ek, bir uçak kabininin ya da bir uzay gem isindeki m ürettebat kabini­ nin basıncını azaltmak. — Hidr. pnöm. Basınç giderici, kapalı bir kapta bulunan sıkıştırılmış havayı, gazı ya da buharı, yavaş yavaş normal basınca getirmeye yarayan aygıt. || Basınç yüksel­ tici, bir akışkanın basıncını artırm aya ya­ rayan kom presör ya da pom pa. (Bir ya­ pının yüksek katlarını beslem ek için d a ­ ğıtım ağının basıncı yetersiz kalırsa bu ay­ gıtlar devreye girer.) — Mad. oc. Basınç düşmesi, bir havalan­ dırma devresinde hava akışının basıncın­ daki azalma. (Basınç düşm esi olan bir ocakta, hava basıncı girişten başlayarak çıkıştaki vantilatöre doğ ru gittikçe azalır; vantilatörün görevi basıncı, yerel atm os­ fer basıncı düzeyinde tutmaktır.) || Arazi basıncı, cevher çıkarmadan kaynaklanan boşluklarının etkisiyle gerilm elerin dağılı­ mındaki değişm enin yol açtığı olayların tümü. (Bu olaylar kayaç mekaniğinin ana konusudur.) || B ir kayacın basınç dayanı­ mı, bir kayacın ezilm eden dayanabildiği basınç. (Basınç dayanımı, m aden ocağı topuklarının ölçülerini belirlem ede kulla­ nılan bir parametredir.) [ -* KAYAÇ m e ka ­ n iğ i.] — Meteorol. A tm osfer basıncı, belirli bir yerdeki hava katm anından kaynaklanan ve milimetre cıva cinsinden ya d a bir ba­ rometreyle milibar olarak ölçülen basınç. (Bk. ansikl. böl.) || Su buharı basıncı, ha­ vanın içerdiği buharın kısmi basıncı. (Her sıcaklığa denk düşen en yüksek basınç­ lar bilindiğinden gerçe k basıncı ve bağıl nem i hesaplam ak için çiy noktasının sı­ caklığı ile havanın sıcaklığını saptam ak yeterlidir. M ilim etredeki basıncı belirten rakam, m etreküpte gram başına ağırlığı gösteren rakam a ço k yakındır [m utlak nem].) — Nük. müh. Basınç kabı, bir nükleer re­ aktörde, soğutm a akışkanını içeren zarf; akışkanın basıncı, reaktör türüne göre de­ ğişir. (Dayanıklı çelik ya da betondan ya­ pılır.) —Oftalmol. Göz basıncı, göz yuvarının içindeki basınç. (N orm alde 10-20 mm cı­ va basıncı arasındadır. Artması bir glokom belirtisidir.) [Eşanl. GÖZ TANSİYONU ] —Orm. san. Basınç odunu, gövdeleri ba­



1353



basınç 1354



sınç altında kalmış olan iğneyapraklı ağaçlarda, basınçlı yanda oluşan anor­ mal yapıda tepki odunu tipi. — Ûlçbil. Basınç düşürücü, basınç düş­ mesini sağlayan düzeneğe ya da aygıta verilen ad. — Petrokim. Basınç düşürm e balonu, b a ­ sınç düşürm e kulesi, yarıbuharlaşmış bir ürünün basıncını ani olarak düşürerek sıvı ve buharın ayrılmasını kolaylaştıran pet­ rol arıtma aygıtı. —Sil. Basınç birimi, bir taşıtın gram ola­ rak belirlenen ağırlığı ile santimetre kare olarak belirlenen toprağa değen taşıyıcı yüzeyi arasındaki oran. (Savaş taşıtlarının yapımında [tank, zırhlı araba...] yumuşak toprakta hareket kolaylığı sağlayabilm ek amacıyla m üm kün olduğu kadar düşük bir basınç birim i elde edilm esine çalışılır. Bazı özel taşıtlar bu kuralın dışında kalır, çünkü bunlarda insan basınç birim inin [700 g /cm 2] altına inm ek zordur.) — Ted. Basınç tedavisi, içindeki basınç, ortalam a atmosfer basıncından yüksek olan bir oda kullanmaya dayanan tedavi yöntem lerinin tüm ü. (Basınç tedavisinin başlıca kullanım yeri hızla su yüzüne çı­ kan dalgıçlarda görülen hava ambolisi kazalarının önlenm esidir. Genellikle, kişi camlı bir kasaya kapatılarak uygulanır [birkaç dakikadan birkaç saate kadar). Basınç tedavisinin özellikle göğüs cerra­ hisinde, tıbbi ve cerrahi başka uygulama­ ları da vardır.) — T ıp .Basınç travması -> BAROTRAVMATİZM. — ANSİKL. Akışkan, mekan. D enge halin­



deki bir akışkan, bir noktasına yerleştiri­ len bir katının bir yüzey öğesine, bu yü­ zeye dik bir kuvvet uygular. Bu kuvvetin değerinin sözkonusu yüzey öğesinin ala­ nına bölümü,akışkanın göz önüne alınan noktadaki basıncı adını alır. Bu tanıma göre bu kuvvetin değeri, deneyle de doğ ­ rulandığı gibi yüzey öğesinin yönünden bağımsızdır. Bir yüzeyi etkileyen basınç kuvvetleri bu yüzeye diktir, am a basınç skaler bir büyüklüktür. Sİ'de basınç birimi pascaldır (Pa); ama 105 Pa değerindeki bar ve olağan hava basıncının ortalama değeri olan atmosfer­ de (atm) kullanılır (1 atm = 1,013 25.105 Pa). Hidrostatikte, denge halindeki bir akış­ kanın iki noktası arasındaki basınç farkı­ nın, bu noktalar arasındaki düzey farkıy­ la akışkanın özgül ağırlığının çarpımına eşit olduğu kanıtlanmıştır. Ö rneğin bir cı­ va kütlesinin iki noktası arasında yüksek­ lik farkı 76 cm olursa, basınç farkı bir at­ mosfer değerindedir. Bu nedenle kimi za­ man, basınç birimi olarak “ santimetre cıva" da kullanılır (bir atmosfer = 76 cm cıva). Denge halindeki bir akışkanın iki nok­ tası arasındaki basınç farkı, sıvılar (özgül kütle değeri yüksektir) sözkonusu oldu­ ğ un d a önem lidir; ama uygun boyutlu ve kapalı bir kaptaki gaz için basınç farkı gözardı edilebilir. Dolayısıyla kapalı kap içindeki "g a z b a s ın c ın d a n söz edilir. — Biyol. Boşluk basıncı. En basitinde (atardamar), her an için Ç -Ç o değeriyle orantılıdır (burada Ç, organın her günkü çapı, Ço ise, yapısal çapıdır, yani orga­ nın boş b ld u ğ u ya d a h içbir kuvvetin lif­ leri germ ediği zam anki çapıdır). Büyük atardam arlarda, Ç değeri, karıncık sistolundan hem en sonra, aortun ilk birkaç santimetresindeki kan miktarına bağlıdır, oysa Ço değişm ezdir. Basınç değişiklik­ leri, tamamiyle edilgin olan büyük atarda­ marlara değil, kalbe, kana ve kasılgan kü­ çü k atardam arların durum una bağlıdır. Birçok başka organda (örneğin idrar tor­ bası) yapı çapı Ço değişm ez değildir; Ç ile aynı zam anda artar, öyle ki, Ç - Ç 0far­ kıyla orantılı olan basınç, ço k az artar ya da hiç artmaz.Boşluk basıncı y a ln ız Ç -Ç 0 farkıyla orantılı değildir, belki bir uza­ m a sonucu, esnek kısımlarda ortaya çı­ kan yerine getirm e kuvvetleriyle de (K) orantılıdır. Buna göre, bir organda K de­



ğeri (akışkan tonusu) sinir sisteminin et­ kisi altında da her an için değişebilir: or­ gan sertleşir ya da yumuşar; sertleşmesi basıncı artırır, yumuşaması basıncı azal­ tır. Yumuşak hayvanlarda (örneğin yum u­ şakçalar) ve otsu bitkilerde vücut her za­ man bir biçim de kalamaz, hareketler an­ ca k sürekli olarak akışkan tonusunun ayarlanması ve bu yoldan organların boş­ luk basıncının düzenlenm esiyle sağlanır, iskeletli hayvanlarda bile (om urgalılar ve eklemliler), hatta yum uşakçalarda düz kaslar, yerine getirm e değişm ezlerini d e ­ ğiştirebilir ve böylece konumlarını değiş­ tirm eye yönelik kuvvetlere karşın, hiçbir enerji harcamaksızın belli bir konumu sür­ dürebilirler. Çizgili kaslarda, bazı patolo­ jik haller (“ histerik" kasılma) dışında, böy­ le bir yetkinlik yoktur. — Bot. Kök basıncı, köklerin biraz yukarı­ sında sap kesilip, kesilen yere bir m ano­ m etre takılarak ölçülebilir (Hales deneyi). Ö lçüm de bir bardan yukarı değerler el­ de edilir (asma 1,25 bar; huş 2-2,5 bar; atkestanesi 9 bara kadar). Kök basıncı kökteki hücrelerin, özellikle endoderm hücrelerinin metabolizma etkinliğine bağlı görünm ektedir. Bu o lguya etkin bir iyon yayımı eşlik eder, bu da suyun merkez si­ lindire girmesini sağlar. Gerçekten, ham besisuyu, kök basıncındaki ritme çok ya­ kın bir ritim izleyerek iyonca zenginleşir. — Fizyol. • A tardam ar basıncı, kanı atar­ dam arlara iten kalp kasılmalarından ve bu itişe karşı atardam arın gösterdiği di­ rençten doğar. Basınç, bir kalp atışı sü­ resi içinde en yüksek 130 mm cıva basın cı ile en az 70 mm cıva basıncı arasında oynar. Ayrım sal basınç, bu iki basınç ara­ sındaki farktır. Ortalam a basınç, atarda­ m ar içindeki değişken basıncın sağladı­ ğı akışın verdisini sağlayan kuramsal sa­ bit basınçtır; bir kalp atışı süresinin birçok anında ölçülen basınç değerleri hesaba katılarak elde edilir. Atardam ar basıncı, atardam aıa Lir kateter sokularak ve katetere bir m anom et­ re bağlanarak ço k kesin biçim de ölçüle­ bilir. Fteanimasyon ve kateterizm yapılan birim ler dışında, yanlış olarak tansiyon aleti denilen sfigmom anom etrelerle ölçü­ lür. Aslında ölçülen, atardam ar tansiyonu değil, atardam ar basıncıdır. Buna göre, atardam ar hipertansiyonu, atardam ar tansiyonunun değil, atardam ar basıncının yükseldiği bir hastalıktır. • Basınç düşmesi. Bir denizaltı dalgıcın­ d a basınç düşmesi, yani dalgıcın su yü­ züne çıkması, çok hızlı olursa, atardamar­ larda azot kabarcıkları oluşması ve bun­ ların önemli önem siz çeşitli bölgelerde tı­ kanmalara neden olması yüzünden çeşitli sakatlıklar ve ağır bozukluklar ortaya çı­ kabilir. Deride oluşan kabarcıklar tehlike işaretidir; daha ağır olan eklem ağrıları ve özellikle sinir sistemi arızalan ölüm e g ö ­ türebilir. Tedavi için acil gereksinimler ye­ rine getirildikten sonra hasta yüksek ba­ sınç kasalarında yeniden basınç altına so­ kulmalıdır. • Toplardam ar basıncı. Kalbin kasılması ile değişmez. Kalbe yakın toplardam ar­ larda atmosfer basıncından azıcık yük­ sektir (anatoplardam arlarda 5-10 mm cı­ va yüksekliği);ayakta dururken bacaklar­ d a biraz daha yüksektir ve toplardam ar kapakçıklarında yetersizlik varsa bu ba­ sınç daha da yükselir (o zaman anatoplardam ardaki basınç düzeyine ulaşabilir, çünkü ölçüm ün yapıldığı nokta ile bu da­ m arlar arasındaki kan sütununun hidros­ tatik basıncı d a b una eklenir); anatoplardamarların yukarısında bulunan toplarda­ m arlarda, basınç düşüktür ve atmosfer basıncının altına inebilir (örneğin boyun toplardamarları, bunlarda bir yara açılma­ sı, havanın dam ara girmesine ve akciğer­ de hava am bolisine neden olabilir). — Meteorol. A tm osfer basıncı. 1648’de Pascal, belirli bir düzeydeki basıncın, bu düzey üzerinde bulunan hava sütununun ağırlığına eşit o lduğunu deneysel olarak gösterdi. Deniz düzeyindeki ortalama ba­



sınç 760 m m ’lik cıvaya eşit, yani 1 013 mi­ libardır; bu değer, 1 kg ağırlığındaki bir cismin 1 cm 2’lık bir yüzeye uyguladığı ba­ sınca yakındır. Dolayısıyla meteoroloji ha­ ritalarında 1 015 eşbasınç eğrisi olağan koşulları gösterir. Yükseğe çıkıldıkça ha­ va sütunu hafifler ve basınç azalır. ( -* AT­ MOSFER.)



Basıncın yükseltiyle düşmesi, önemli sonuçlar doğurur. Nitekim, hava gibi ok­ sijenin basıncı da azalır. Ö rneğin 500 m bar'a doğru (yaklaşık 5 km) yarıya iner. Bu değerdeki basınç, oksijenin akciğer alveolleri dokusundan geçm esi için yeterli değildir. Ayrıca uçak m otorlarının yakıt karışımı için de yetersiz kalır. Öyleyse yük­ seltideki dolaşım özel bir teknik gerekti­ rir: oksijen yedekleri, hava ayarlı kabin­ ler. Deniz düzeyinde, soğuk hava (yani ağır), sıcak havadan (yani hafif) daha yük­ sek basınçlara yol açar. ( -» ANTİSİKLON ve a l ç a k B A S lN Ç .JA m a yükseldikçe ba­ sınç, yoğun soğuk havada sıcak havaya oranla daha ça bu k azalır ve hatta sıcak sütuna göre daha düşük olabilir. Dolayı­ sıyla Yer yüzeyinde saptanan basınç kar­ şıtlıklarının tersi ortaya çıkar ve yükselti­ deki basınç, sıcaklığın doğrudan fonksi­ yonu olarak değişir. Yatay d oğrultuda basınç alanı geniş çizgileriyle oldukça yalındır. Genel olarak atmosferin alt katmanlarında bölgesel ku­ şaklar biçim inde etkinlik gösterir: yüksek kutup basınçları, alçak ya da göreli ola­ rak alçak kutupaltı ve ılıman basınçlar, yüksek subtropikal basınçlar, alçak tropiklerarası ya da ekvatoral basınçlar. Öte yandan, okyanuslarla kıtalar arasındaki karşıtlıkları, kış ve yaz arasındaki değişim­ leri de göz önüne alm ak gerekir. Bu kar­ şıtlıklar yukarıda belirtilen yoğunluğun ısıl etkilerinden kaynaklanır: kışın kıtalar de­ nizden daha soğuktur, yazın ise tersi sözkonusudur. Bölgesel kuşaklar biçim inde konum lanm a, gezegensel (Yer'in d önü­ şü) ve coğrafik etkilerin ( -* a t m o s f e r ) bireşim inden ileri gelir. Bütün Yer yüze­ yinde ve özellikle alçak basınç bölgele­ rinde sürekli değişim ler görülür. Bunlar “ siklon tedirginlikleri” nin geçişinden d o ­ ğar. ( -> SİKLON ) Bu değişim lere sürekli hava değişiklik­ leri eşlik eder. Dolayısıyla bu olayın bu ko­ nudaki fiziksel etkileri iyi bilinm esine kar­ şılık biyoiklim etkileri (özellikle insan üstün­ deki fizyolojik etkiler) pek az bilinm ekte­ dir.



BASINÇLAMA a Yüksekten uçan bir uçakta ve bir uzay gem isinde mürettebat kabininin ya da geçirim siz bir odanın ba­ sıncını insan organizması için yeterli bir düzeyde tutmayı sağlayan teknik. (Sey­ rüsefer yükseltisindeki bir uçağın kabinin­ deki basınç, genellikle 2 500 m yüksek­ likteki basınç düzeyinde tutulur.)



BASINÇLAMAK g. f. Bir uçakta ve bir uzay gem isinde m ürettebat kabininin ya da sızdırmaz bir odanın vb. basıncını ayarlamak.



BASINÇLANDIRICI a. Nük. müh. Ha­ fif sulu bir nükleer reaktör (PWR) kalbinin soğutm a devresinde yeralan ve bu dev­ reyi değişm ez bir basınçta tutm aya yara­ yan aygıt. — ANSİKL. Basınçlandırıcı düşey konum ­ da, silindir biçim inde kapalı bir kaptır ve alt bölüm ü, kalbin soğutm a devresinin kollarından birine bağlanır; kap içinde bu­ harıyla denge halinde olan belli miktarda su bulunur. İstenen basınç, suyun sıcak­ lığı yükseltilerek ya da düşürülerek elde edilir; sıcaklık değişim leri sağlam ak için bir elektrikli ısıtma sistemi ve soğuk su püskürten bir donanım kullanılır. Kaza so­ nucu bir yüksek basınç oluşursa, güven­ lik subaplarıyla donatılmış boşaltm a va­ naları, buharı bir hazneye aktarır. BASINÇLI sıf. Isıbil. Doğal çekm e için gerekli basınçtan daha yüksek bir basınçta yanan bir ocak ya da kazan için kulla-



nılır. (Bu yöntem, ısıtma sisteminin ısı d e ­ ğişimlerini ve yetkinliklerini kararlaştırma ve iyileştirme olanağı sağlar.)



BASINÇÖLÇER



a.



B A R O M ET R E 'nin



e şa n la m lısı.



BASINÇÖLÇÜM a Fiziğin, atmosfer basıncı ölçümlerini inceleyen bölümü.



BASINÇ-YÜKSELTİ a. Havc. Hava ta­ şıtlarında, basınç ölçüm üne dayanarak tahm in edilen yükselti. (Barometreli yükseltiölçerle belirlenen basınç-yükseltinin bilinmesi, pistonlu motorların gücü bakı­ m ından önemlidir.)



Basın-lş (Türkiye basın sanayii işçileri sendikası). Kökeni, 1908’de İstanbul ba­ sın işçileri tarafından kurulan “ Mürettibini Osm aniye ce m iye ti"ne kadar uzanır. Bu cemiyet, daha sonra, “ Türk mürettibin cem iyeti” ve "T ü rk m atbuat teknis­ yenleri b irliğ i" adlarıyla çalıştı. Sendika kurm a hakkının tanınmasıyla, 1947'de, “ İstanbul basın teknisyenleri sendikası" oldu. 1950’de kurulan "H ü r işçi sendika­ ları b irliği” kurucuları arasında yer aldı. Aynı yıl, bu birlik "İsta n bu l işçi sendika­ ları b irliği" ile birleşti. 1952’de, Türk-iş'e katıldı. 1963 genel kurulunda tüzük d e ­ ğişikliği ile adı Basın-iş olarak değiştirildi. Basın-iş, 1966'da, Türk-iş içinde muha. lefet ve DISK’in kurulmasına doğru ilk so­ m ut hareket olarak bilinen "Sendikalar arası dayanışm a a n la şm a sf’na (SADA) imza atan sendikalar arasında yer aldı. 1967’de, hareketin içinde olan öteki sen­ dikalarla birlikte bir bildiri yayımlayarak Türk-lş'ten ayrıldı. Maden-iş, Gıda-iş, Lastik-iş ile birlikte, 1967'de, DİSK’İ ku­ ran sendikalardan biri oldu. 12 eylül 1980 hareketiyle faaliyetleri Disk'le birlikte askı­ ya alındı ve 1992'de gene onunla birlikte beraat etti. BASIÖLÇER a.



Ö lç b il. M ANO M ETRE’nın



e şa n la m lısı.



BÂSIR, BÂSIRA sıf. (ar. başır, dişi. bâşıra). Esk. 1. Gören. — 2. işin özünü hem en kavrayan, kavrayışlı. BÂSIRA -



BÂSIR.



BASIRGANMAK gçz. f. Üzerine ağır­ lık basmak, kâbus çökmek. BÂSIT sıf. (ar. basıl). Esk. 1. Yayan, açan, uzatan,uzanan.— 2. Bâsıt-ûl-ket, el açan, dilenci |j Bâsıt-ür-rızk, herkese rız­ kını dağıtan (Tanrı), |j Bâsıt-ül-yed, eli uzun; hükm edici. —Anat. Hareketli organları gevşetip ka­ san kaslar için kullanılır. BASİC a. (ing. söze. B e g in n e r'sA lI purpose Sym bolic instruetion C o d ’un kısalt­ ması). Bilş. Uç birim lerindeki ya da kişi­ sel bilgisayarlardaki söyleşmeli kullanım­ lara uyarlanmış program lam a dili. (Basic, bir am erikan üniversitesinde [Dartmouth College] bilimsel problem leri ve idari uy­ gulamaları çözm ek için geliştirildi.) ' BASİC-ENGLİSH a. İngilizce'nin ev­ rensele yönelen, yalınlaştırılmış biçimi. — ANSİKL. 1930’lara doğru, W. Churchill ve F. Roosevelt'in desteğiyle “ basic english” i oluşturan O .K . O gden ve i. A. R ichards’ın amacı uluslararası ikincil bir dil oluşturmaktı. Sözkonusu, İngilizce öğreniminin ilk evresini oluşturan temel İn­ gilizce değil; kapalı, bütün bir dizgedir. Di­ lin yapısı ve sözdizimi elden geldiğince yalınlaştırılmıştır. B asic-english'in sözlüğü mantıksal ölçütlere göre seçilmiş 850 sözcükten (600 ad, 150 sıfat, 100 işleten sözcük) oluşur. BASİOİOBOLOMİKOZ a (fr basidiobolom ycose; yun. basidios, dip, bolos, fışkırma, ve mykes, m antar’dan). insan­ da 1956'da belirlenen [Dreschler, 1955) ve tropikal bölgelerde(Endonezya, Afrika) yaygın phycom ycetes sınıfından Basidiobolus meristosporus adlı mantardan ileri gelen derialtı m antar hastalığı. —ANSİKL. Basidiobolus meristosporus, özellikle böceklerde asalak, kurbağalar­



da çürükçül yaşar. İnsana nasıl geçtiği bi­ linmem ektedir. Bulaştığında bazen elefantiazisi andıracak kadar yaygın (göğüs, kol ve bacaklar) bir tanecikli dermofitodermite neden olur. Parça alınarak yapılan biyopsi, teşhis koym aya yarar ve kimileri için potasyum iyodüre, B amfoterisine ve kortikoitlere dayanan tedavinin ilk evresini oluşturur.



BASİDİOMYCETES a



Bot



Bazitli



mantarların bilimsel adı. B A S İE (W illia m ,C o u n t-d e n ir),a m e rik a lı caz piyanocusu, orgcusu, bestecisi ve orkestra yöneticisi (Red Bank, New Jer­ sey, 1904 - Hollyvvood, Florida, 1984). Ç ocukluğunda, “ The L io n " (Aslan) deni­ len VVİllie Smith'ten piyano ve davul, son­ ra da Fats VValler’den org öğrendi. Bir sü­ re m üziğiyle sessiz filmlere eşlik etti; kısa bir süre de VValter Page’in topluluğunda çaldı. Sonra Bennie M oten top lu lu ğu 'n a girdi ve 1935’e değin bu toplulukta ça­ lıştı. Bir orkestra kurarak ilk plaklarını dol­ durdu ve Duke Ellington ile Jim m y Lunceford topluluklarının rakibi olarak kendini kabul ettirdi. Belli başlı solocuları arasın­ da Buck Clayton, Lester Young ve şarkı­ cı Jim m y R ushing'i anm ak gerekir. 1950-51 ’de çalışmalarına kısa bir ara ve­ ren Basie, yeni bir orkestra kurdu. Bu yeni orkestra, Roy Eldridge, Budd Johnson ve 1955'te topluluğun dinleyici kitlesinin ge­ nişlemesine katkıda bulunan vokalci Joe VVilliams gibi cazcılardan oluşuyordu. C ount Basie’nin müziği, dikkate değer yalınlığı ve açıklığı o rkesta üyeleri, çalgısının özelliğine g ö re ço k iyi yerleştiril­ diği, ritmi — asla teşhirciliğe varm aksı­ zın— titizlikle işlediği için tutuldu. En iyi plakları arasında: H on e ysu ckle Rose (1937), S w in g in ‘ the Blues (1938), Ju m p the Blues aw ay (1941), The K ing (1946), Every D ay (1955), Kansas City Süite (1961), / ’m b eginning to See the Light(E\la Fitzgerald ile birlikte, 1963), Basic Basie (1969), I to ld yo u so (1976) sayılabilir.



BASİL a. (fr. bacille; lat. bacillus, küçük ço m ak’tan). ister tek, ister ötekilerle bir­ likte olsun, çom ak biçim inde olan bütün bakterilere verilen ad. BASİLAKES (Nikephoros), XII. yy. or­ talarında yaşamış bizanslı aydın. Yazarın az bilinen, am a devrinin en verim lilerin­ den sayılan edebiyat ürünlerini yayımlama çalışmaları Fransa’da sürmektedir. BASİLAN, Filipinler’de birtakım adanın başlıca adası ve merkezi (201 407 nüf.), Mindanao adasının batı ucunun G. kesi­ mi açıklarında. BASİLDON, Büyük Britanya’da (Essex) kent, Londra'nın D .'sunda; 94 300 nüf. Makine yapımı. Kimya ve hazır giyim sa­ nayileri. Basımevi.



BASİLE (Giambattista), İtalyan yazar (Napoli 1575 - Giugliano, Napoli, 1632). Italyancayı oldukça serbest bir biçim de kullanan Marinocu şair. Başyapıtları sa­ yılan 50 masallık derlem esi Muse napolitane'yi (1633),özellikle de Lo C unto d e li cu hti över o Trattenemiento d e li peccerille (1634-1636) ya da Pentam erone'yi Napoli lehçesiyle yazdı; halk geleneğine barok yenilikler getiren ve çoğu Charles Perrault ile G rim m kardeşler tarafından uyarlanan Pantam erone 50 masallık bir derlem edir. BASİLE (Ernesto), İtalyan m im ar [Paler­ m o 1857 - ay. y. 1932). Babası GİOVAN­ Nİ BATTİSTA (1825-1891) ile Agrigönto ve Marsala tiyatrolarını inşa etti; d aha sonra yalnız çalışmaya başladı ve Palerm o ser­ gisi (1892) için bir m akine galerisi ve bir­ çok villa yaptı. BASİLEİDES, II yy.’da yaşamış gnosisci hekim. 120-145 yılları arasında İs­ kenderiye’de ders verdi. Öğretisi ikicilik­ ten yana değildi. Ahlak anlayışı katı ku­ rallara dayanıyordu. Mısır’d a ve G üney



A vrupa’da birçok izleyicileri oldu. Mezhe­ bi IV. y y .’da ortadan kalktı.



1355



BASİLEİNOPOLİS ya da BASİLİNOPOLİS. Tar.coğ.A nadolu'nun Bithynia bölgesinde bizans kenti; İznik gölü­ nün batısında, N ikaia (İznik) ile Nikomedeia (İzmit) arasındaydı. (Osmanlı d ön e ­ m inde Pazarköy, günüm üzde O rhanga­ zi).



BASİLEİOS (aziz), B ü y ü k lakabıyla anı­ lırdı, Yunan kilisesi’ nin kurucusu, Kapçadokia'da, Kaisareia piskoposu (Kaisareia 329 - ay. y. 379). İstanbul’da, ünlü ha­ tip Libanios’un öğrencisiydi. Sonradan A tina'ya gitti ve orada Kaisareia’dan okul arkadaşı Nazianzoslu aziz G regorios ile karşılaştı. Tüm yaşamı boyunca ona bü­ yük bir dostlukla bağlandı. 356 ’da Kaisareia'ya döndü, hatiplikten vazgeçerek, m anastır yaşam ında karar kıldı. Bu d ö ­ nem de, Batı keşişliğinin iki büyük kuru­ cusu Cassianus ile aziz Benedictus’un bü­ yük ölçüde yararlandıkları manastır kural­ larını belirledi. 3 6 4 ’te papaz oldu, 370'te Kaisareia piskoposu seçildi. BASİLEİOS I M a k e d o n y a lI, Bizans im paratoru, M akedonya hanedanının ku­ rucusu (Edirne812'yedoğr. - öl. 886). Son­ radan, tahtı ele geçirm ek amacıyla, iyiliğini g ördüğü Mikhael IH’ü öldüren (867) Basileios'un soyu bilinm em ektedir. D oğu’da, hüküm darlığı A ra pla r'a ve paulusçulara karşı başarıyla savundu; Batı’da, G üney İtalya'da Bizans'ın gücünü kabul ettirdi, izlediği dinsel siyaset sonucu, Bulgaristan’ d a bizans etkisini yerleştirdi, içeride, pat­ rik Photios’u azlederek (İstanbul kiliseler birliği konsili, 869-70), dinsel bölünm eye bir son verdiyse de, Photios 878 ’de yeni­ den patrik oldu. Basileios ayrıca, mâliyeyi ıslah etti ve geniş kapsam lı iki yasa çıkararak yürürlükteki yasaların d üze l­ mesini sağladı. BASİLEİOS II B u lg a ro k to n o s ("B u l­ gar öld ü re n ” ), [957-1025], Bizans im pa­ ratoru (963-1025), M akedonya haneda­ nından, Romanos II ile Theophano’nun büyük oğlu. 960 ’ta, babasının sağlığında kardeşi Konstantinos VIII (961) gibi o da taç giydi. Babasının ölümü üzerine Theophano kral naipliğini üstlendi, iosef Bringas ise hükümeti yönetti. Kısa bir süre sonra, N ikephoros II Phokas, bir askeri ayaklanm ayla genç im paratorlara ortak çıktı ve Theophano ile evlendi. Nikepho­ ros II Phokas da (963-969), ioannes I Tzimiskes de (969-976), Basileios II ve Kons­ tantinos V lll'e çocukluk dönem lerinde iyi davrandılar. Çocuksuz ioannes Tin ölü­ m üyle taht, parakim om enos (baş m abe­ yinci) Basileios Lekapenos’un vesayetin­ deki genç im paratorlara kaldı. Asker ve toprak sahibi soylular, vasi prenslerin hü­ kümdarlıkları dönem inde elde ettikleri bu iktidarı korum aya çalıştılar. Bu soyluların hırsları, büyük aileler arasında çekişm e­ ye yol açtı; bu yüzden on üç yıllık bir iç savaş patlak verdi. Bardas Skleros önce



Count Pleyel salonundaki bir konser sırasında (Paris, 1980)



Belasitsa savaşı'nın (1014) ardından oydururken XIV. yy. bulgar minyatürü M rnsses t o r t o î ’nden



Basileios II



Basilicsta bölgesi Riveilo köyü (23 kasım 1960 depreminden önce)



kadar, Bulgaristan sorununu çözümleme başmabeyincıden imparatorların vesaye­ km2; 622 658 nüf. (1989). Kireçtaşlı dağ ­ olanağı tanıdı, im parator on yedi yıl bo­ lardan, killi tepelerden oluşan bu ağaç­ tini alm aya çalıştı; Küçük A sya 'da asker­ yunca her yıl bu ülkeyi istila etti. 1014’te leri tarafından basileus ilan edildikten son­ sız bölge, İtalya’nın en yoksul bölgelerinb ulgar ordusu Belasitsa’da yenilgiye u ğ ­ ra, 9 7 6 ’dan 9 7 9 ’a kadar süren bir savaş dendir. Toprakların aşınması, pek geniş radı: Basileios, 15 000 tutsağın gözlerini açtı, am a Bardas Phokas tarafından ye­ olmayan ovanın sağlığa elverişsizliği (an­ o ydurduktan sonra onları Sam uel’e geri cak ıslah çalışmalarından sonra yerleş­ nilgiye uğratıldı. Basileios II, Skleros'un g önderdi; her yüz kişiden yalnızca birisi­ meye açılmıştır) ve kemikleşmiş eski to p ­ tutsaklığı süresince devlet işleriyle ilgilen­ ni, kılavuzluk yapmaları amacıyla tek göz­ lumsal yapıların korunması, halkın sürekli meye ve parakim omenosla sürtüşmeye lü bıraktı. Samuel birkaç hafta sonra öl­ başladı. Başm abeyinci, Basileios'un üs­ göçm esinin başlıca nedenidir. Günü­ dü; bunun üzerine birinci B ulgarim param üzde bölgeyi çevreden kopukluğun­ tesinden gelm ek için kum andanlarla giz­ torluğu dağıldı; 1018’de D yrrachium 'un lice anlaştı, am a genç im parator erken dan kurtarma denem elerine girişilmiştir. fethiyle savaş bitti. M uzaffer Basileios II, Sanayinin biraz gelişmesine (şeker fabri­ davranarak onu bir manastıra kapattı ölçülü ve ileri görüşlü bir siyaset uygula­ (985). Böylece, Basileios ll’nin hükümdar­ kası, yün işlenmesi, Basento vadisinde lığı başladı. Yalnızca devlet işleriyle uğ­ metan gazı çıkarılması ve kimya sanayisi dı. Bulgaristan’ı, imparatorluğun öbür un­ raşabilmek için, temsil görevlerini karde­ tesisleri kurulması) karşın, bölge ekono­ surları içinde eritmekten kaçınarak bulgar şine bırakan im parator, selefleri gibi sa­ misi hâlâ çok büyük ölçüde tarıma (tahıl, kurumlarının ço ğunu korudu, im parator rayda kalacağı yerde askerlerinin arasın­ zeytinlikler, biraz üzüm) ve hayvancılığa 1018 ’le 1025 yılları arasında G ürcistan’a da yaşadı; böylece kısa sürede büyük bir (küçükbaş) ‘d ayanır. bir sefer yaptı, İtalya'da barışı sağladı, savaş önderi oldu. 9 87'de imparatorluğu Kafkas ülkelerine girdi (1021), buradaki Basilika, altmış kitaptan oluşan Bizans aralarında paylaşan Bardas Skleros ve çeşitli krallıkları egem enliği altına aldı ve yasa derlemesi; IX. y y .'d a Basileios I ta­ Bardas Phokas'ın çifte ayaklanmasına Orta Asya’nın ilkel toplumlarıyla arasında rafından hazırlanmaya başladı ve ardılları karşı koymak zorunda kaldı, iki zorba ara­ b ir duvar oluşturan tüm G ürcistan’ ı ele Leon VI ile Konstantinos VII tarafından sında çıkan anlaşmazlık sonucu, Skleros geçirdi. Basileios II, İtalya’d a Venedik ile sürdürüldü. Basilika zamanla iustinianos ortadan kaldırıldı. Taht üzerinde hak id­ ekonom ik ve askeri bir anlaşma yaptık­ yasalarının yerini aldı. dia etmede tek başına kalan Küçük As­ tan sonra (992), germ en imparatorlarına, BASİLİKA THERM A, A n a do lu ’nun ya'nın hâkimi Phokas, İstanbul’u kuşattı. slav korsanlarına ve A ra pla r’a karşı sa­ K a p pa d okia b ölg e sin d e piskoposluk Bunun üzerine Basileios II,Kiev büvükvaştı, A p u lia ’da, Dalm açya’da ve Hırva­ merkezi; Roma d önem inde A q u a e Saprensi (veliki knez) Vladim ir l'e çağrıda tistan’da egem enliğini kurdu. Sicilya’ ravenae. Günüm üzdeki, Terzilihamam ile bulundu; prens, imparatorluk ordusunun daki A ra pla r’ın üstüne yürüm eye hazırla­ aynı yer olduğu sanılıyor. Phokas’ın birliklerini bozguna uğratması­ nırken öldü. A rdında, D oğu dağlarından na yardım etti. Yenilen Phokas yakalan­ A driya denizi’ne, Fırat’tan Tuna'ya kadar BASİLİKOS (Despot) - JACOB HERAKdı ve öldürüldü (989). uzanan bir im paratorluk bıraktı. LEİTOS. Basileios II, to p ra k soylularının gücünü BASİLEİOS, bulgar sapkın m ezhepçi BASİLİMSİ sıf. Bazı bakterilerin çom a­ azaltmak için kırk yıl süreli zamanaşımı ğı andıran biçim lerini belirtm ek için kul­ (öl. 1118). Hekim, sonra din reformcusu. uygulamasını yürürlükten kaldırdı (küçük Philippopolis bogom illerinin başına g eç­ lanılır. toprak sahiplerinin yasadışı yollardan ka­ ti. im parator Aleksios I K om nenos'un BASİLİNOPOLİS - BASİLEİNOPOLİS. zandıkları malları görm ezlikten geldi buyruğuyla İstanbul’da bir sinod meclisi [996]) ve zorla elde edilmiş toprakları ilk önünde yargılanıp, diri diri yakılmaya fl BASİLİSCUS a. Tropikal Am erika'da, sahiplerine geri verdirdi. Vergi bölgeleri­ dere kenarlarında, ağaçların üstünde ya­ m ahkûm edildi. nin güçlü kişilerine, o bölgede devlete şayan kertenkeleleri içeren cins. (Başın­ BASİLEOPATOR a. (yun. söze.). Bi­ vergilerini ödeyem eyen küçük toprak sa­ da ve sırtında ibik biçim inde çıkıntılar var­ zans’ta saray unvanı; 894 ’te im parator hiplerine kefil olm a yüküm lülüğünü; bir dır. Yerde ve şu üstünde iki ayağı üstün­ Akıllı Leon VI tarafından bulundu. (Basibaşka deyişle A lle len g yo n ’u geri getirdi. de koşabilir, iguanagiller familyası.) leopator, X. yy.'dan başlayarak patrik, seÖte yandan, Vladimir I ile anlaşarak (989) zar, soyluların soylusu ve curopalates'in BASİLİSKOS a. (yun. söze.). Baktığını Bizans kilisesi'nin yayılmasını kolaylaştır­ ardından gelen en yüksek mevki oldu.) öldürdüğüne inanılan efsanevi sürüngen. dı. (Bu nedenle de ancak ayna tutularak ölimparator, dört cephede savaşarak dış BASİLEUS a. (kral anlamına gelen yun. dürülebiliyordu. Ya ejderha kuyruklu bir düşm anlara kararlı bir tutum la karşı koy­ söze.). A ntikçağ’da, m utlak güce sahip horoz, ya da horoz kanatlı bir yılan biçi­ du: Bulgaristan, arap devletleri, Kafkas­ bir kralı, bir otokratı belirten ve bizans d ö ­ m inde gösterilirdi.) ya, Güney İtalya. 976 'd a n 9 8 9 'a kadar nem inde im parator için kullanılan yunan­ m eydana gelen iç ayaklanmalar sonu­ BASİLİSKOS, Bizans im paratoru (474 ca terim. cunda, 9 86 ’dan başlayarak Samuel tara­ —ANSİKL. A ntikça ğ ’d a Yunanlılar, d öne­ -476), Leon l'in karısı im paratoriçe Verifından yönetilen güçlü bir bulgar devleti min en büyük hüküm darı olan Pers kralı­ na’nın kardeşi. V erina'nın desteğiyle Zekuruldu ve Güney İtalya’da Bizans'ın gü­ na Basileus, yani Büyük kral derlerdi. Da­ non'u kovdu. A m a kısa sürede halkın cü zayıfladı. 989’dan 1001’e kadar iktida­ ha sonraları bu unvan, Pers im paratorlu­ gözünden düştü. Zenon, isauria haneda­ rın hâkimi olan Basileios II, asıl kuvvetini ğu fatihi Büyük İskender'e (M. Ö. 330), nı askerlerinin yardımıyla tahtı yeniden ele 995 ’te, Halep’i kuşatan fatımi halifesi El geçirdi ve Basiliskos'u bir kuleye hapse­ ondan sonra Selefkiler’e, Arsakiler e ve -Aziz’in karşısına dikilmek amacıyla terk et­ dip açlığa m ahkûm ederek öldürdü. Sasaniler’e geçti. D oğu Roma im parato­ tiği Bulgaristan üzerine topladı. Küçük As­ ru Herakleios I, Persler'i yendiği zaman BASİLLALES a. Sporlaşabilen silindir y a ’yı kış ortasında on altı günde aşarak (630) resmen basileus unvanını aldı; bu biçim indeki bakteriler takımı. Mısırlılar'ı kaçırdı, imparator sonraki yıllar­ unvanı ondan sonraki bütün ardılları ta­ d a tüm zamanını bulgar cephesiyle d o ­ şıdı ve terim, im paratorun eşanlamlısı ol­ BASİLOSKOPİ a. (fr. bacilloscopie; lat. ğ u cephesine harcadı. Antakya’yı geri al­ du. bacillus, çom ak [bakteri], ve yun. skopedı, yukarı Gürcistan'ı ilhak etti ve fatımi ha­ in, bakm ak'tan). Bir hastanın hastalık lifesi El-Hakim ile on vıl süreli bir barış yaptı B BASİLİCATA, G üney İtalya'da bölge, ürünlerinin (balgam , vücut sıvısı, idrar, Potenza ve Matera illerini kapsar; 9 992 (1001); bu anlaşma ona, 1001‘den 1018'e vb.) bakteri aramak üzere mikroskopla in­ celenmesi. I §



BASİLOZ a. (fr. bacillose). Tıp dilinde bazen akciğer verem ine verilen ad.



H BASİNGSTOKE, Büyük Britanya'da o (Ham pşhire) kent, Londra'nın G.■k B.’sında; 67 000 nüf. Antrepolar. Merkezi yönetime bağlı olmayan kamu hizmetleri.



BASİNİ (Basinio), İtalyan hümanist (Vezzano, Parma, 1425 - Rimini 1457). Latin­ ce yazdığı şiirleri ancak XVIII. y y .'d a ba­ sıldı. L ib e r isottaeus adlı aşk romanını onun yazdığı sanılmaktadır. BASİR (Ebu Ali el-FazI bin Cafer EL-), İran asıllı arap şair ve yazar (Küfe ?-? 8 7 0 ’ten sonra). İran’dan gelerek önce A n b ar şehrinde sonra d a Kûfe’de yerle­ şen bir ailenin çocuğudur. Kör olduğu için ed-Darir (kör) diye anıldı. A ncak bilgisi ve yapıtlarının başarısı dolayısıyla el-Basir (gören) adı verildi. Aşırı şii eğilim ine kar­ şın halife Mutasım ve onu izleyenler için kasideler de yazdı. D iv a n 'ı ve mektupları kaybolm uştur. Yapıtlarından sadece ba­ zı parçalar günüm üze kadar gelmiştir.



BASİR sıf. (ar.



b a ş i r ) . E s k . 1. Gören: " G ö r d ü k i m p e r d e l i d i r ç e ş m - i b a s i r " (Sünbülzade Vehbi, XIX. yy.). — 2 . Gerçeği gören, dış görünüşe aldanm ayarak ger­ çeğe erişen. — 3. İleriyi gören, zeki, öngörüşlü. — 4 . Her şeyi gören (Tanrı). — Din. Kusursuz ve eksiksiz gören anla­ m ında,K uran'da sık sık geçen esmâyı hüsnâ’dan (Allah'ın güzel adları) biri.



BASİRET, -ti a. (ar.



b a s ir e t) .



1 . Olanla­



ta, Güneş Hayat, Güneş sigorta, imtaş Milli reasürans, Şark sigorta, Şeker sigor­ ta çalışanlarını örgütledi. Temmuz 1992’de 36 294 üyesi olan kurum, işkolu­ nun % 45,49 çalışanını kapsayan kendi dalında en büyük sendikadır.



BASİT, -ti sıf. (ar. b a s i t ) . 1. BİLEŞİK’e karşıt olarak, bir te k elementten oluşan şey için kullanılır: Su i k i b a s i t m a d d e d e n , o k s i j e n v e h i d r o j e n d e n o l u ş u r . —2. Açık seçik düzenlenmiş, az sayıda öğeden olu­ şan şey için kulanılır: B a s i t b i r a y g ı t . B u



rı, olacakları, gerçeği görebilme, sezebilm e ve buna uygun davranabilm e yetisi; sağgörü: İ t i d a l v e b a s i r e t s a h i b i b i r a d a m . —2. B a s i r e t i b a ğ l a n m a k , gerçekleri, ola­ cakları gördüğü, sezdiği halde sezgileri doğrultusunda davranm am ak, davranamam ak: G i t m e d i y e c e k t i m , a m a n e b i l e ­



Çözümlenmesi, yapılması, uygulanması, yerine getirilmesi zihinsel bir çaba gerek­ tirmeyen, kolayca anlaşılabilir; apaçık, ortada olan şey için kullanılır. B a s i t b i r a n ­



y im



la tı m . B a s i t iş le m le r le ç ö z ü l e b i le n b a s i t b i r



b a s ir e tim



b a ğ la n d ı d iy e m e d im .



Basiret, İstanbul’da yayımlanmış (cuma ve pazar dışında) günlük gazete (1869 -1678 arası, 2 376 sayı).Sahipliğini ve yö­ netmenliğini Basiretçi Ali Efendi yaptı. Or­ ta boyda, dört sayfalık, öteki gazetelerden daha özenli, yazı ve haberleri daha geniş ve güvenilir bir gazete olarak ilgi gördü. Yazarları arasında A hm et Mithat, Ali Suavi, Suphi Paşazade Ayetullah, Muharrir İsmail Efendi, Mustafa Celalettin Paşa, Halet Bey ve Hayrettin (Karsky) gibi ünlü adlar vardı. 1870-1871 Prusya - Fransa savaşı'nda Prusya'yı desteklemesi üzeri­ ne Bismarck, sahibini Prusya’ya çağırdı ve kendisine baskı makineleri arm ağan etti. Bu nedenle gazetenin teknik üstün­ lüğü daha d a arttı. Ali S u avi*'nin Çırağan sarayı baskınından bir gün önce ga­ zetede üstü kapalı bir biçim de söz etm e­ si üzerine gazete kapatıldı; sahibi Ku­ d üs'e sürgün edildi. II. Meşrutiyet'ten (1908) sonra yeniden yayım landıysa da kısa süre sonra kapandı.



BASİRETKÂR sıf. (ar.



b a s i r e t ve fars. -kâr’dan b a ş i r e t k a r ) . E s k . iieri görüşlü, sezgisi güçlü olan: " . . . p e k b a s i r e t k â r h a ­ r e k e t e i h t i y a ç f e v k a l a d e d i r " (M. Kemal Atatürk).



BASİRETKÂRANE be. (ar. fars. - k â r ve - â n e ' den siretli bir biçimde.



b a s ir e t,



b a ş ir e tk a r â n e ) .



Ba­



BASİRETLİ sıf. Gerçeği önceden sezip b una uygun davranabilen kimse için kul­ lanılır; sağgörülü.



BASİRETSİZ sıf. G erçeği sezemeyen, bunun için de gerekli önlemleri alamayan kimse için kullanılır; sığ görüşlü.



BASİRETSİZLİK a. Sağgörü yoksun­ luğu, gerçeği sezememe, gönül gözüyle görem em e. B a s I r I , tü rk şair (Horasan ya da Bağ­ d a t? - İstanbul 1534). Bayezit II dönemin­ de İstanbul’a geldi. Yanında getirdiği Ali Şir Nevai D i v a n ' lyla onun şiirlerini Türki­ ye ’de ilk tanıtan kişidir. Kendi şiirlerinden parçalara ancak tezkirelerde rastlanır. D i ­ v a n i kayıptır. B A S İR İ, asıl adı Halil, tü rk şair (XIX. yy. Musul ?-?). Kör olm asına karşın, gerçek­ leri kalp gözüyle görebildiğini anlatmak için “ Basirî" (gören) mahlasını kullanmış­ tır. Bilgece şiirler söylemiştir. D i v a n i var­ dır. B a s ls a n (Türkiye banka sigorta işçileri sendikası), 1964'te, Türkiye iş bankası aş mensupları sendikası (TÜBAŞ) adıyla ku­ ruldu. 1973 genel kurulunda Bankabürosen adını aldı. Daha sonra, Pamuksen, Hisarbanksen, Artürsen, Dış Bank-iş, Bromes, Eğesen, Türk Büro-iş, Sigorta-lş sendikaları bu sendikaya katılma kararı al­ dılar. 1980 genel kurulunda adı Basisen olarak değiştirildi. Günümüze değin Bank Mellat, Eskişehir bankası, Hollantse bank, iktisat bankası, Şekerbank, Türkiye ban­ kalar birliği, Arap türk bankası, Banco di Roma, Bankalararası takas odası, Egebank, Pamukbank, Dışbank, İş bankası, Yapı kredi bankası, Anadolu sigorta, Ana­ dolu Hayat, Ankara sigorta, Başak sigor­



g ü ld ü r ü n ü n



p r o b le m .



o la y ö r g ü s ü ç o k b a s it.



M e k tu p



y a z m a y ış ım ın



—3.



b a s it b i r s o r u n u b ile a n la m ıy o r . N e m i o la ­ c a k ? Ç o k b a s iti S a a t 8 'd e b u r a d a o lm a z ­



—4. Özentisiz, d o ­ ğal davranan kimse; süslemesiz, göste­ rişsiz olan şey için kullanılır; sade: i y i k a l p ­ s a n , y a ln ız g id e r s in .



li, b a s i t i n s a n l a r d ı . B a s i t b i r y a ş a m s ü r m e k . B a s it b i r tö r e n . Z e v k li d ö ş e n m iş b a s it b i r



— 5 . Ö nem senm eyen, sıradan şey için kullanılır: B u b a s i t b i r a n l a ş m a z l ı k , n e ­



ev.



d e n b ü y ü t ü y o r s u n ? B u b a s it b ir ç a r p ın tı



— 6. Ze­ kâsı fazla işlek olm ayan kimse için kulla­ nılır: B u b a s i t i n s a n l a r d a n d a h a ç o ğ u n u b e k l e m e k h a k s ı z l ı k o l u r . — 7. Söylenilen­ den başka bir özelliği olm ayan, ne ise o olan, sıradan kimse için kullanılır: B u n u , d e ğ il. S a n d ığ ın k a d a r b a s it d e ğ il.



b a s it b ir m e m u r b ile



b ilir .



— 8. incelikten yoksun, bayağı kimse için kullanılır: Ç o k b a s i t b i r k a d ı n . — 9. E s k . Açık, geniş, yayılmış. — E s k . B a s i t - i h a k i k i , h içbir parçaya b ö ­ lünmeyen; Allah. || B a s i t - ü l - v e c h , güleç. || B a s i t - ü l - y e d , cömert. ♦



a. Yalın, ilksel olan:



ş ığ a



B a s itte n k a r m a ­



g itm e k .



— Bot. B a s i t b i t k i l e r , damarlı olmayan bit­ kiler (karayosunları, ciğeryosunları, suyosunları, mantarlar, klorofilli protistler). — Ceb.,G eom . ve Topol. YALlN’ın eşan­ lamlısı. — Dilbilg. B a s i t c ü m l e -> YALIN CÜMLE. — Eczc. Bir tek m addeden ya d a bir tek etkin m addeyle sıvağından oluşan ilaca denir (örneğin, basit şurup). — Ed. Aruz bahirlerinden biri. (Müstef'ilün fâilün m üstef'ilün fâilün [------- 1 ----------------------], ya da müstef'ilün fâilün müstef'ilün iâ ’lün [----------------------------- — ]. Basit bahri, ahenli sayılmadığı için fazla kullanılmamıştır.) — Fizs. kim. YALIN’ın eşanlamlısı. — Med. us. huk. B a s i t y a r g ı l a m a u s u l ü , yazılı yargılama usulünden daha basit ve çabuk işleyen ve ancak yasalarda sayı­ lan özel d urum larda uygulanan yargıla­ ma yöntemi. (Basit yargılam a usulünün uygulandığı dava ve işlere adli tatilde de bakılır.) — Müz. B a s i t m a k a m -> makam. || B a s i t U S U l -» USUL. —Opt. B a s i t r e n k l e r , a n a - RENKLER'in eşanlamlısı.



BÂSİTA a. (ar. BASİTE a. (ar.



b a s ita ) . E s k .



Uzak yer.



). E s k . 1. Yatay gü­ neş saati. — 2. Düz yer, yüzey. — 3. Yer yüzeyi, arz, yeryüzü. b a s ite



BASİTLEŞMEK gçz. f. 1. Bir kimse sözkonusuysa, küçümsenen davranışlar­ da bulunmak; adileşmek, bayağılaşmak: B ö y le d a v r a n m a k la b a s itle ş iy o r s u n .



—2.



Bir şey sözkonusuysa, daha kolay, daha az karmaşık durum a gelmek. ♦



basitleştirmek ettirg. f. 1.



B ir ş e y i



onu temel sayılan öğele­ rine indirmek, karmaşıklığını giderm ek, kolaylaştırmak: F o r m a l i t e l e r i b a s i t l e ş t i r ­



b a s itle ş tir m e k ,



m ek.



K o nu yu



b a s itle ş tir e r e k



a n la tm a k .



Ç a ğ ı m ı z t e k n o lo jis i y a ş a m ı b a s itle ş tir iy o r .



—2.



basitleştirilmek edilg. f. Basitleştir­ m ek eylem ine konu olmak: Ç o c u k l a r i ç i n k ı s a lt ı la r a k b a s it le ş t ir ilm iş b i r r o m a n .



BASİTLEŞTİRİLMEK -



BASİTLEŞ



MEK.



BASİTLEŞTİRMEK - BASİTLEŞMEK. BASİTLİK a. Basit olm a durum u; basit olan şeyin niteliği.



BASİTRASİN a. (ing.



b a c i t r a c i n e ; lat. çom ak, ve ing. öz. a. T r a c e ' den). B a c i l l u s s u b t i l i s türü bir bakteri çe ­ şidinden elde edilen polipeptit yapısında antibiyotik. (M ikrop zarının sentezlenmesini engelleyerek bakteri öldürücü etki gösterir. Deri, ağız, boğaz, kulak ve göz mukozası enfeksiyonlarında yerel olarak kullanılır.) b a d



[llu m ],



n e d e n i



ç o k b a s it, a d r e s in i b ilm iy o r u m . B u k a d a r



o r a d a ç a lış a n







B i r ş e y i, b i r k im s e y i b a s it le ş t ir m e k ,



onu niteliksiz durum a getirmek; bayağı­ laştırmak.



BASK sıf. ve a. Bask ülkesinden olan. — Koregr. B a s k a d ı m ı , yaklaşır ya da uzaklaşırken, vücudun her iki yöne salınımıyla, bir sağ, bir sol ayakla atılan üç basit adımın (dâgagâ, rond de jam b e ve glissade) bir araya gelmesi. (Ritim üçlü­ d ü r ve vals tem posuna yakındır.) || B a s k s ı ç r a m a s ı , bir tür büyük jetâ tournâ. (Bask sıçramasının b üyük ya d a küçük diye ni­ telenmesi, bacakların büyük ya d a küçük battem ent’lar biçim inde atılmasına b a ğ ­ lıdır.) —Zool. B a s k d o m u z u , siyah beyaz ala­ ca renkli, çok doğ u rg an eski bir dom uz ırkı. (Beyaz kelt dom uzuyla, gaskonya ti­ pi yerel siyah ırkın çaprazlanm ası sonu­ cu nd a elde edildi. Özellikle jambonları ç o k ünlüdür.) ♦ a. B a s k d i l i , Bask ülkesinde konuşu­ lan hint-avrupa g rub u n da n olm ayan dil. B A S K Ü LKES İ,Fransa-ispanyasınırının her iki yanında uzanan ve halkı çoğunluk­ la bask dili konuşan bölge. COĞRAFYA Bask ülkesi, yedi eski ili kapsar: ispany a 'd a “ G üney Bask ülkesi” adı verilen Alava, Vizcaya, G uipüzcoa(kim i c o ğra f­ yacılar bu üç ili B a s k i l l e r i adı altında to p ­ larlar) ve Navarra; Fransa’da "K uze y Bask ü lkesi" adı verilen Labourd, Basse -Navarre, Soule. 20 000 km 2'lik bu alan­ da, tüm ü bask kökenli olm ayan ve tüm ü bask dili konuşmayan 3 milyona yakın kişi yaşar. Bask ülkesi, ispa n ya 'da 1 500 m ’yi, Fransa'nın doğu sınırlarında da 2 000 m 'yi biraz aşan orta yükseklikte dağlar­ dan oluşur. Bu dağlar, Fransa’yı ibe r ya­ rımadasına bağlayan, tarihsel (Santiago de Com postela yolu ve Roncesvalles ge­ çidi) ve yeni (San Sebastiân-Burgos yo­ lu) karayollarının geçtiği alçak boğazlar çevresinde yayılır. İklim bakımından, Nava rra'd a Akdeniz etkileri, bütün ö b ü r ke­ sim lerde Atlas okyanusu etkileri ağır ba­ sar. Bask ülkesinin büyük bölüm ünde ik­ lim yum uşak ve yağışlıdır; ancak birkaç yerde yok edilm eden kalmış ya d a yeni­ den yetiştirilmiş orm anlar, orm andan tü ­ rem iş fundalıklara ya da sığır ve koyun yetiştiriciliğine olanak veren cılız çayırla­ ra oranla daha az yer kaplar; tarım (baş­ lıca yeri tutar) pek gelişmemiştir. Kıyı ya d a açık deniz balıkçılığı eski tarihlerden bu yana önem ini hep korumuştur. iktisadi gelişme ve nüfus gelişmesi, yaklaşık yüzyıldan bu yana, sınırın iki ya­ nında farklı biçim de gerçekleşm iştir: ay­ rıca ülkenin "kuze y"iyle "g ü n e y ” i arasın­ daki farklılıklar d a artmıştır. Bask ülkesi­ nin ispanya’daki bölüm ü hem daha bü­ yük (Navarra dahil 17 500 km2’den çok) hem de daha kalabalıktır: 2 500 000 nüf. (1 150 000 ’ i V izcaya'da, 700 0 0 0 ’i Guipüzçoa'da). Kırsal kesime yoğun biçim ­ de yerleşilmiş olmasına karşın, nüfus özel­ likle büyük kentlerde toplanır: Vitoria, San Sebastiân, Pam plona, özellikle d e Bilbao. Bu durum turizm in (San Sebastiân) özellikle de sanayinin gelişm esinin sonu­ cudur. Deniz ticaretiyle biriken sermaye,



Bask ülkesi 1358



Bask ülkesi'nin Fransa'daki bölümünde Saint-Jean-Pied-de-Port (Atlantik Pireneleri) yakınlarında Behorlöguy köyü ve tepesi altta Bask ülkesi’nin ispanya'daki bölümünde küçük balıkçı limanı Guetaria (Guipüzcoa ili)



doğal kaynakların değerlendirilm esine (hidroelektrik, kereste, dem ir filizi üretimi) ve çok eski bir geleneğe dayanan güçlü bir sanayi kurulmasına olanak vermiştir: San Sebastiân'ın güneyindeki vadilerde kâğıt üretimi ve metalürji; Bilbao’da büyük sanayi kompleksi (demir-çelik tesisi, tersa­ neler, petrol rafinerisi). Ancak, 200 000 ki­ şinin yaşadığı Bask ülkesinin, Fransa’daki bölüm ünde yüzyılı aşkın bir süredir baş­ ka bölgelere göç olayı sürmektedir ve nüfüs yaşlanmıştır: kısacası, bölgenin iç ke­ siminin durum u çok kötüdür; sınırda, A d o ur çevresindeyse, transit ticaret, tu­ rizm (Biarritz ve Saint-Jean-de-Luz) ve sa­ nayi (uçak yapımı, kimya sanayisi) saye­ sinde canlılık kazanan bir kentsel yerleş­ m e alanı kurulmuştur. TARİH Antikçağ’da Basklar bilinmiyordu. Ama atalarını saptam ak m üm kündür; bunlar, eski tarihçilere göre, bugünkü Bask to p ­ raklarında ya da komşu yörelerde yaşa­ yan halklardı: Pireneler’in ötesinde, Navarra’da Vaskonlar’ın, Guipüzcoa’da aşa­ ğı yukarı Varduliler’in, Pireneler- Garonne -okyanus üçgeninde yer alan sıradağla­ rın kuzeyinde Aguitanialılar’ın, Vizcaya’



ladıkları özerklik statüsü tasarısını sundu­ lar. Ne var ki, 1934'teki toplum sal karışık­ lıklar, baskı uygulam alarına yol açtı. Ge­ neral Franco’nun öncülük ettiği "ayaklan­ ma hareketi", iç savaş’ ın çıkışından (1936) başlayarak, Â lava ve Navarra’dan farklı olarak, bilinçli biçim de cum huriyet­ çi otan “ vascongadas” (Vizcaya ve Gui­ püzcoa) eyaletlerini hedef aldı. Bu eyalet­ lerin orduları, kendilerinden üstün bir güç karşısında teslim olm ak zorunda kaldılar (kutsal kent Guernica, 1937 nisanında, bir panayır günü, alman uçaklarının bom ba­ larıyla yerle bir edildi). A guirre hükümeti yurt dışına kaçtı. Uğranılan bozgun, he­ men hem en tüm eyaletlerin “ yola getirilm esi"yle sonuçlandı; bask dilinin kullanıl­ masına, örf ve âdetlere karşı baskılar artırıldı. Am a yavaş yavaş direniş hareket­ leri örgütlendi ve 1959’da kurulan ETA (Euzkadi ta Askatasuna) [Bask ülkesi ve özgürlük] gibi birçok hareket, M adrid ik­ tidarına karşı muhalefeti geliştirdi: Burgos davası (1970) sırasında, Franco rejiminin baskıları ve başbakan Carrero Blanco'nın öldürülm esiyle (1973) şiddet hareketlen iyice yoğunlaştı. Franco’nun ölüm ünden (kasım 1975) sonra, kral Juan Carlos I, yerel özerklik­ lere açık bir serbestleştirme siyaseti izle­ di. 1979 ekim inde bir özerklik tasarısı ka­ bul edildi; daha sonra Basklar, 1980 mar­ tında yerel parlam ento için seçim yaptı­ lar. Bu parlam entoda Bask ulusal parti­ si’ nin ılımlı kanadı büyük üstünlük sağla­ dı. ilk özerk Bask hükümeti nisan ayında kuruldu. Am a ETA’nın aşırı uç fraksiyo­ nu bağımsızlığa ulaşm ak için silahlı m ü­ cadeleyi sürdürdü. Bu kesim, Bask ülke­ sinin Fransa'daki bölüm ünden destek gördü. Buradaki kimi güçler özerklik ha­ reketlerini desteklediler ve ispanya'daki gibi, merkeziyetçi devleti, bölgenin kültü­ rel kimliğini ve kişiliğini yok etmekle suç­ ladılar. 1985’de ispanya hükümeti ETA’ya ba­ rış çağrısında bulundu; herhangi bir suç­ tan aranmayan ETA üyelerine “toplumsal bütünleşme" önerdi. Tüm Bask halkını şiddet olaylarına karşı cephe alm aya ça ­ ğırdı. Bu çağrı üzerine duraklayan ETA Fransız devrim i’nin hem en öncesinde, eylemleri 1986 martından sonra yeniden Bask eyaletlerinin tüm ü, kuzeyde olduğu şiddetlendi. kadar güneyde de, ayrıcalıklı bir statüden Fakat ETA örgütü 1988'de tavrını de­ yararlandı: sertliğin kaldırılması, özgürlük­ ğiştirerek aktif bir biçim de ispanya dev­ lerin herkes için yazılı törelerle (fors, fueletiyle diyalog yollarını aradı. İspanyol roslege, zaharrak, "eski yasalar” ) güven­ hükümetiyle arasında başlayan kamuya ce altına alınması; eyalet yönetimlerinin ve açık görüşm eler Ispanya’nın Bask bölge­ göreneğe saygının, düzenli biçim de ve dem okratik bir anlayışla toplanan yerel sinde 1988 ve 1989 yıllarının en önemli olaylarıydı. Görüşmeler başarısızlıkla so­ halk m eclislerince denetlenmesi. 1789 çalkantıları, Aşağı Pireneler (bugünkü At­ nuçlandı ama 1989 yılının başında dört lantik Pireneleri) departem ent'ı içinde yer aylık bir ateşkes sağlandı ve sonunda alan Pireneler’e yakın eyaletlerle Gaskonçok uzun zamandır süren silahlı çatışm a­ yalılar’ı ve Bearnlılar’ı iyi kötü kaynaştır­ nın karşılıklı görüşm elerle elde edilecek dı. Öte yandan, Pireneler'in ötesinde, bir anlaşm ayla sonuçlanabileceği anla­ Carlos IV’ün (Charles d e Bourbon) m ira­ şıldı. sı, carlosçular'a XIX. y y .’ın ikinci yarısın­ ispanya’nın Avrupa Topluluğu ile siya­ da, bask eyaletlerini M adrid karşısında bir sal alanda olduğu kadar ekonomik alansüre bağımsız kılacak bir statü kazandır­ d ada bütünleşmesi Bask sorunuyla ilgili dı. temel düşünceleri de değiştirdi. Fransa ile ispanya arasındaki anlaşma, her iki Bununla birlikte, birbirini izleyen bir d i­ devletinde ortak bir siyaset uygulamasını zi um ulm adık çatışmadan sonra (bu olay­ sağladı. Bunun en önemli nedeni de her larda birinci “ don C arlos"un [Carlos iki ülkede iktidarda olan sosyalistlerin bu IV’ün oğlu Carlos V] hizm etindeki g ene­ konudaki görüşlerinin birbirlerine olan raller Zum alacârregui ve Maroto, daha yakınlığıydı. Nitekim ETA ile İspanyol hü­ sonra Carlos VI’nın hizm etindeki Montekümeti arasındaki bu ilk görüşm eler ba­ molın kontu ve "C a rlos VIT’nin hizm etin­ şarısızlıkla sonuçlanmış da olsa, yalnız deki yeğeni, general C abrera büyük ya­ böyle bir olayın gerçekleşm esi bile Bask rarlık gösterdiler) carlosçular yenildiler sorununa bir çözüm bulunabileceği (1876) ve yüz yıl kadar önce Fransa’daki umudunu getirdi. bask bölgelerinin özerkliklerini yitirmesi gi­ B A S K A K a. Kur. tar. Moğol imparatorlu­ bi bu kez de ispanya’daki bask eyaletle­ ğu döneminde bir memurluk unvanı. (Uyri düş kırıklığına uğradılar. 1893'te vizcagurlar’dan Moğollar’a geçmiş bir sandır.) yalı Sabino Aram a Goiri, geleceğin Bask —ANSİKL B u unvan Moğol imparatorluğu ulusal partisi’nin temelini atarak yeni bir nun ilk dönemlerinde genellikle polis müdü­ direniş hareketi başlattı. Yandaşları daha rü ya da ele geçirilen yerlerdeki yabancı sonra, seçimlerde başarı kazandılarsa da (1918) karşılarına Primo de Rivera’nın dik­ ulus üyesi halktan vergi toplayan memur anlamında kullanıldı. Daha sonra İlhanlIlar tatörlüğü çıktı. Euzkadi Buru Barzar (Bask ve Kıpçaklar'da ulus başkanları ve emirle­ ülkesi yüksek konseyi) tarafından seçilen temsilcileri Jose Antonio Aguirre aracılı­ re bastek dendiği gibi, valiler için de bu söz­ ğıyla 1931’de C ortes’e Estella’da hazır­ cük geçerli oldu. Bu unvan özellikle Altınorda da Caristii halkının bask diline yakın bir dil konuştukları sanılır. Bu halkların uy­ garlıkları pek bilinmez ama Keltler'in bü­ yük ölçüde etkisinde kaldıkları kabul edi­ lir. Cantabrica bölgelerinde anaerkilliğin izlerine rastlanır. Bundan başka, her yer­ de özgün bir inanç ve ayin birliği görülür ki, hıristiyanlık erkenden ve güçlü b içim ­ de yerleştiği halde bunları ortadan kaldı­ ramamıştır, Pompeius, ile rd a ’da, Sezar’a yenik düşm eden önce Pom paelo'yu kurmuştu. Sezar’ın generali Crassus ise İ.Ö. 56'd a Aquitanialılar'a boyun eğdirdi. Augustus, Aquitanialılar'ı Loire ve Ga­ ronne nehirleri arasındaki kelt kabileleriyle kaynaştırdığı zaman, onlar da kendilerini ayırt etm ek için ülkelerinin adını Novempopulania ya da “ Dokuz halkın ülkesi" yaptılar (gerçekte otuz kadar halk sözkonusuydu). Büyük istilalar dönem inde ol­ duğu gibi Pax rom ana sırasında da, bu halklar karışıklıklar çıkarıyorlardı. Merovenjler dönem inde G askonya düklü ğ ü ­ nün kurulması, romalılaşmış bir bölgeyi Basklar’ın tarihinden ayırdıysa da Gaskonyalılar'ı izleyen Navarralılar, m üslü­ man istilasına karşı direnişi örgütlem ek ve merkezileştirmek am acıyla Pom paelo çevresinde bir krallık kurdular. Am a yine de Basklar, A ra pla r’ın m üttefiki olarak, 778’de, Roncesvalles'de Charlem agne’a pusu kurdular; bu olayda Roland öldü. Bu krallık, birbirini izleyen hanedanlar dönem inde çeşitli başarılar elde etti. Bü­ yük Sancho III dönem inde, Labourd, Basse-Navarre ve dolaylı olarak Soule topraklarıyla Vizcaya ve Âlava'yı, bir yüz­ yıl sonra da G u ipüzcoa’yı koruması altı­ na aldı. Güçlü Sancho VII (Santxo Azkarra) dönem inde Basse-Navarre, krallığın topraklarına katıldı; am a 1234’te Champagne, sonra da Evreux hanedanının (1328) egem enliği altına girdi. 1530’da Kari V, Basse N avarre’den çekildi ve Yu­ karı N a v a rra ’yı C astilla ’ya bağladı. 1033'ten bu yana Gaskonya düklüğüne bağlı olan Labourd ve Soule vikontlukları, 1154’ten başlayarak, tüm Açuitania gi­ bi, İngiliz egem enliği altına girdi; bu d u ­ rum XV. y y.’a kadar sürdü.



basketbolcu du devletinde 1240'tan sonra önem kazan­ dı. Bunlar knezlerin (prens) ve yabancı hal­ kın hana boyun eğmesine ve vergilerin top­ lanmasına dikkat ederlerdi. Yanlarında as­ ker de bulundurdukları için knezler arasın­ da çıkan çatışmalara karışırlar, mahkeme iş­ lerine bakarlar ve hana karşı yapılan baş­ kaldırıları cezalandırırlardı. XVI. yy.’dan baş­ layarak knezler vergileri kendileri toplayarak hana götürdüklerinden baskakların önemi azaldı. Bugün Anadolu'da Elazığ ve yöresi ağzında bu sözcük "tahsildar" anlamında kullanılır.



1359



BASKAKOV (Nikolay Aleksandroviç), rus türkolog (Solvıçegodsk, Arhangelsk, 1905). SSCB’de çeşitli üniversite ve aka­ dem ilerde görev yaptı. Karakalpak türk­ çesi üzerindeki doktora çalışmasıyla dik­ kati çekti (1950). Altay, bakas, karay dili, törkrrren, uygur ve başka Sibirya türk leh­ çelerinin gramerlerini yayımladı, çeşitli türk lehçelerinden,rusçaya ve rusçadan türk lehçelerine yapılan sözlüklerin hazırlan­ masına katıldı. Son yıllarda genel tü rk di­ linin tarihsel ve karşılaştırmalı dilbilgisi ve anlam bilim i alanında çalışmalar yayım ­ ladı BAŞKAN (Ali Rıza),' türk basımcı (Ada­ na 1901 - İstanbul 1978). Devlet tarafın­ dan banknot baskısı uzmanlığı için Viyana’ya gönderildi. 1940'ta Ankara'da H. A rpağ'la birlikte Güzel sanatlar matbası'nı kurdu. Daha sonra İstanbul'a taşınan m atbaa örnek bir kuruluş olarak gelişti.



BASKERVİLLE (John), İngiliz basımcı (Wolverley 1706 - Birm ingham 1775). Kullandığı harflerin güzelliğiyle tipografi sanatında bir devrim yarattı. 1779’da Beaumarchais, Baskerville’in harflerini satın aldı ve bunları, Voltaire’in yapıtlarının Kehl baskısı diye anılan baskısında kullandı. Basket makers -*



A nasazİ kültür ü .



BASKETBOL ya da BASKET a. (ing. basket-ball, basket, sepet ve bali, top). Her biri beş oyuncudan oluşan iki takımı karşı karşıya getiren spor. Oyunun am a­ cı, topu bir sepetten geçirerek elden gel­ diğince çok sayı yapmaktır. || Basketbol ayakkabısı, basketbol oynarken ya da spor veya yürüyüş yaparken giyilen, sağ­ lam bezden yapılmış, uzun konçlu, önden bağlı, kaymaz tabanlı ayakkabı. —ANSİKL. Bu oyun, ilk kez 1891'de Dr. Naismith tarafından Massachusetts'te (ABD), Sprlngfield koleji'nde oynandı. 1936 O lim piya t o yun la rı'n a (Berlin) kabul edilen basketbol, günüm üzde, Uluslara­ rası amatör basketbol federasyonu’na (FİBA) üye 150 ülkede 100 m ilyondan fazla kişi tarafından oynanm aktadır. Basketbol, kapalı salonda ya da açık alanda oynanır. Oyun, her biri 20 daki­ kalık iki devredir; bu, fiilen oynanan süre­ dir, çünkü arada alınan molalar (her ta­ kım, her devrede ancak iki mola alabilir) oyundan sayılmaz. Her takım beşi sahada olmak üzere on oyuncudan (uluslararası karşılaşmalarda 12) oluşur. Ancak oyun du­ rup topu kazanan ekibin antrenörü, hake­ me söylemek koşuluyla istediği kadar oyun­ cu değiştirebilir. Topa sahip olup atak ya­ pan oyuncular, elden ele paslaşıp, değişik kombinezonlar uygulayarak karşı takımın koruduğu potaya yaklaşmaya ve topu (ağır­ lığı 600-650 g, çevresi 75-80 cm) sepetten geçirmeye çalışırlar. Topu taşıyan oyuncu yürüyerek ilerleyemez; yürüyebilmek için to­ pu sürekli yerde sıçratması (dribbling) zo­ runludur. Şarj yapmak kesin kurallara bağ­ lanmıştır ve faullü şarjlar serbest atışlarla ce­ zalandırılır. Bazı kural dışı hareketler, kişisel hata olarak nitelendirilir ve 5 kişisel hata ya­ pan oyuncu, oyundan çıkarılır. Başka bazı hatalar, örneğin hatalı yürüme ya da "geri pas” yalnızca kurallara aykırılık sayılır; bun­ lar, topun karşı tarafa geçmesine neden olur, ceza atışına yol açmaz. Oyun sırasın­ da kaydedilen sayılar çift, çembere 6 m 25 cm uzaktaki, çizgiyle belirlenmiş alanın dı­ şından yapılacak sayılar üç, serbest atışlar­ da kaydedilen sayılar ise tek sayı sayılır. En çok sayı yapan takım, oyunu kazanır. Oyun,



bir basketbol sahasının planı ye hava alışında oyuncuların sahadaki yerleri



dört hakem tarafından (2 saha, 2 masa ha­ kemi [saat ve yazı hakemi]) yönetilir Oyunun atletik ve teknik gelişmelerine ayak uydurabilm ek için, zamanla, bazı kurallar değiştirilmiş, ya da var olanlara yenileri eklenmiştir. Buna örnek olarak, atak yapan tarafa, savunan tarafın "ü ç sa­ niye korid o ru nd a " 3 saniyeden fazla kal­ masını yasaklama; atak yapan tarafa 30 saniye içinde topu sepete atma zorunlulu­ ğu; atak yapan tarafa, orta çizgiyi geçtikten sonra, kendi alanına geri dönmeyi ya da pas yapmayı yasaklama; bir devre içinde 7 hata yapıldıktan sonra, bunu izleyen her hata için bir serbest atış cezası verilmesi; hü­ cum sırasında ya da 7 hatayı dolduran ta­ kımın sonraki hatasında karşı takımın kulla­ nacağı ceza atışının "bire bir" kuralıyla ce­ zalandırılması (bire bir kuralında, ceza atışı­ nı yapan oyuncu ilk atışı sayıya çevirirse ikin­ ci atışı yapabilir; tersi durumdaysa top oyu­ na girmiş demektir) gibi kurallar sayılabilir. Türkiye'de basketbol ilk kez, Robert C ollege öğrencilerince 1904'te oynandı. Daha sonra Galatasaray lisesi'nde baş­ latılan çabalar olumlu sonuç vermedi. Türkiye'de basketbol bölümünü oluşturan ilk kulüp, Fenerbahçe oldu (1913). Ancak oynayacak başka takım bulunm adığın­ dan bu spor dalı gelişmedi. 1920’de Türkiye’de şube açan Amerikan genç hıristiyanlar birliği (YMCA) m üdürü Deaver, Selim Sim Tarcan'ın yardımlarıyla Darülmuallimini Âliye mektebi’nin öğrencilerine basketbolü öğretti, ilk kurallı basketbol maçı da bu okulun bahçesinde, nisan 1921'de oynandı. Basketbolün gelişm e­ si C um huriyet'ten sonra gerçekleşti. Bir­ çok spor kulübü basketbol bölüm ü açtı. Türkiye idman cemiyetleri ittifakı'nın ku­ rulmasıyla (1923) hızlanan çalışm alar so­ nunda Fenerbahçe, Galatasaray, Beyoğluspor, Maccabi, Protkeba, Kurtuluş gibi takımların katılmasıyla İstanbul basketbol ligi kuruldu (1927). Milli takım düzeyindeki ilk basketbol maçı Yunanistan ile B eyoğ­ lu halkevi salonunda yapıldı. M açla ilgili tüm giderleri kendi aralarında topladıkla­ rı paralarla karşılayan Naili M orşn, Feri­ dun Koray, Ja k H abib, Hazdayi Penso, Sadri Usoğlu, Nihat Ertuğ, Hayrı Arsebük ve Dionis Sakalak'tan kurulu tü rk takımı, maçı 49-12 kazandı (24 nisan 1936). A y­ nı yıl voleybol ve hentbolle birlikte Spor oyunları federasyonu’na bağlandı ve Ber­ lin olimpiyatları’na götürülen kafileye basketbolcular da alındı. Bölgesel düzeyde sürdürülen basketbol karşılaşmaları, ilk kez 1946’da Türkiye birinciliği biçim inde yapılmaya başladı. Nisan 1946’da A nka­ ra'da, Ankara şampiyonu Mülkiye, A nka­ ra İkincisi Stadyom, üçüncüsü Harbokulu ile İstanbul şampiyonu Galatasaray, İs­ tanbul İkincisi Beykoz ve İzmir il karmasının katıldığı ilk şampiyonada Beykoz birinci gel di 1 9 5 0 'd e düze n len e n U lu slar­ arası İstanbul basketbol turnuvası, ülke­ mizde bu dalda yapılan ilk uluslararası or­



ganizasyon oldu. 1959’da Basketbol federasyonu’nun kurulması ve Avrupa bas­ ketbol şam piyonası'nın İstanbul’da yapıl­ ması, basketbola duyulan ilgiyi artırdı. Bu dönem de gençler ve bayanlar düzeyin­ de de önemli atılımlar gerçekleşti; 1956' da yapılan ilk gençler birinciliğini Fener­ bahçe, 1959’daki bayanlar birinciliğini Gazi terbiye enstitüsü takımı kazandı. 1966-1967 sezonunda başlatılan deplas­ manlı lig, basketbolü ülkenin ikinci sporu durum una getirdi. 1970'ten itibaren m ü­ essese takımları sayesinde uluslararası karşılaşmalarda başarılı sonuçlar alındı. Deplasmanlı ligde iki devreli lig yönte­ miyle yapılan karşılaşmalar sonunda, ilk sekiz sırayı alan takımlar final grubunu (play-off) oluşturur. Bu grubun şam piyo­ nu Avrupa şampiyon kulüpler kupasına ikinci olan A vrupa kupa galipleri kupası­ na katılır. Bu takımlar dışında ilk dört sı­ rayı alan takımlar A vrupa Koraç kupası'na katılırlar. Ligi ilk iki sırada bitiren ta ­ kımlar C umhurbaşkanlığı kupası için mü­ cadele eder. Deplasmanlı basketbol ligi galipleri: Altınordu (1966-67), İTÜ (196768), Galatasaray (1968-69), İTÜ (196970, 1970-71, 1971-72), Muhafızgücü (1972-73), Beşiktaş (1973-74), Eczacıbaşı (1974-75, 1975-76, 1976-77, 197778), Efes Pilsen (1978-79), Eczacıbaşı (1979-80, 1980-81, 1981-82), Efes Pil­ sen (1982-83, 1983-84), Galatasaray (1984-85, 1985-86), Karşıyaka (198687), Eczacıbaşı (1987-88, 1988-89), Ga­ latasaray (1989-90), Fenerbahçe (199091), Efes Pilsen (1991-92). C um hurbaş­ kanlığı kupası: Galatasaray (1985), Efes Pilsen (1986), Karşıyaka (1987), Eczacıbaşı (1988), Çukurova (1989), Fenerbah­ çe (1990-91), Efes Pilsen (1992).



Basketbol şampiyonası (Avrupa), A vrupa ve kimi Akdeniz ülkelerinin ulusal basketbol takımları arasında düzenlenen basketbol şampiyonası. Uluslararası bas­ ketbol federasyonu (FİBA) tarafından d ü ­ zenlenen şampiyona, iki yılda bir A vrupa’ nın değişik ülkelerinde yapılış Şam piyo­ naya katılan ülkeler, oluşturulan g rup la r­ da finale kalm ak için m ücadele ederler. Bu gruplarda dereceye giren takımlar, önceki yılın birincisi ve şam piyonayı üst­ lenen ülkenin katılımıyla final grubunu oluşturur. İlki 1935'te C enevre'de yapılan şam piyonaya, Türkiye 1949’dan bu ya­ na katılmaktadır. Türkiye 1949’da kazan­ dığı dördüncülükten başka başarı göste­ remedi. 1989’a kadarki şam piyonalarda 16 birincilik alan Rusya ve dört birincilik alan Yugoslavya en başarılı takımlar ol­ dular. Avrupa basketbol şampiyonası, ayrıca, bayanlar (1938’den bu yana), gençler (1965’ten bu yana) ve yıldızlar (1971’den bu yana) düzeyinde de yapıl­ maktadır. BASKETBOLCU ya d a BASKETÇİ a Basketbol oynayan kişi.



basketbolda rlbaund (rebound) mücadelesi



b a skı 1360



B A S K I a. 1. Bir yazı ve / ya da resmi, ön­ ceden mürekkeplenmiş bir araç yardımıy­ la bir malzeme (örneğin kâğıt, kumaş) üzerine, genellikle basarak geçirm e, ço­ ğaltm a işi; basım, tabaat. — 2. Bir yapıtın ya da bir sanat eserinin bir basımda elde edilen sayılarının tüm ü. — 3. Basılı bir ya­ pıtın belirli bir nüshası: Bende b u kitabın Viyana baskısı var. — 4. Bir gazetenin, sü­ reli bir yayının vb. bir kerede basılan to p ­ lam nüshası; tiraj: Baskısı iki yü z elli bin olan b ir gazete. Baskısı kaç? — 5. Basıl­ m a biçimi ya da türü açısından ele alınan baskı. Lüks baskı. Kötü b ir baskısı var. — 6. Bir gazetenin, süreli bir yayının önemli bir gelişmeyi bildirm eye ya da bir kente, bir bölgeye yönelik nüshası: A k­ şam baskısı. Yıldırım baskı. Bu ilan İzmir baskısında y e r almıyor. — 7. Giysinin ke­ narı kıvrılarak yapılan dikiş; içe kıvrılan ke­ nar: Eteğin baskısı düzgün olmamış. — 8. B ir yazıyı, kitabı baskıya vermek, onu ba­ sılması için basımevine vermek. — Arabac. Bir tür oluklu kalıp. (At araba­ sı dingilini ateşte kızdırdıktan sonra yuvar­ latmaya yarar. Alt ve üst, iki parçadan olu­ şur.) — Biyokim. Enzim baskısı, bir metabolit bi­ reşiminin, onun oluşum unda rol alan en­ zimlerin bireşiminin durması yüzünden duraklaması. (Baskı, baskıcının katılma­ sından ancak birkaç dakika sonra orta­ ya çıkar.) — Çiçekç. Toprağı bastırmaya yarayan uzun saplı yassı demir. — Deric. ve Ciltç. Ciltçilerin, cilt yüzeyleri­ ni ve sırtlarını süslemek için kullandıkları dişi baskı yöntem i; genellikle altın yaldız kullanılır ve ısıtılmış bir bızla baskı yapa­ rak gerçekleştirilir. (Deriye uygulanan ol­ dukça yüksek ısı [400-700°C] derinin me­ kanik direncini azaltır; bu da, baskı uygu­ lamalarını sınırlandırır. Böyle olmakla bir­ likte, teknik gelişmeler, bugün oyulm uş m erdaneli m akinelerle sürekli deri baskı­ sı yapm a olanağı sağlamıştır.) — Elektroakust. Baskı makinesi ve baskı kalıplarıyla, ticari plak üretimi. — Elektron. Baskı d avre çıkarma, bir şe­ manın resmini çekm eye ve bu resmi ba­ kalit gibi yalıtkan bir levhayı kaplayan ilet­ ken metal katmanı üzerine aktarmaya da­ yanan yöntem. — Esk. sil. Baskı vidası, eski toplarda, yaprak* tâki vidalardan birinin adı. — Foto. Amacı bir fototipin kopyasını çı­ karmak olan işlem. — Kopya yoluyla elde edilen fototip. Işık geçirmez bir yüzey üze­ rinde, bir fototipten baskı yoluyla elde edi­ len görüntü. (Baskılar agrandisman ya da kontakt yöntem iyle elde edilir.) jj Baskı baskı yapılan kumaş



çerçevesi, kontakt yoluyla kopya elde et­ m ekte kullanılan, cam la tespit edilm iş kli­ şenin oturması için yuvaları olan çerçeve. (Hareket edebilen bir kanat, kullanılma­ mış fotoğraf kâğıdının vida ya da yaylar­ la sıkıştırılıp klişeye düzgün bir biçim de yapışmasını sağlar.) — Heykc. Bir m odelin mulaj ya da döküm yoluyla yeniden üretimi; aynı mulaj ya da döküm sırasında bu m odele göre elde edilen yapıtların tümü, (istek üzerine ve heykelcinin hesabına yapılan seri baskı­ la rın sayısı çok sınırlıdır; heykelciden ya­ pıtı piyasaya sürm e hakkını satın almış ki­ şinin gerçekleştirdiği yayım baskıları ise ayrıca daha önem lidir.) — Kâğıtç. Baskı kâğıdı, kullanılan baskı tekniğine (tipo, ofset, çukurbaskı vb.) uy­ gun olarak baskıyı alabilecek nitelikte kâğıt. — Kaynakç. Elektrot baskısı, dikiş ya da kabartı ve nokta dikiş kaynağında, elekt­ rotların kaynak yapılacak parçaya ilettik­ leri baskı. — Mak. san. Baskı plakası, sac levha ya da metal yaprağını zım bayla şekillendir­ m eden önce sıkm aya yarayan çekm e ya d a kesme presi parçası. — Matbaac. Baskı makinesi, baskı yap­ m aya yarayan makine. (Eşanl. m a tb a a 1 MAKİNESİ.) [Bk. ansikl. böl.] || Baskı plaka­ sı, kollu tipo baskı m akinesinde üzerine iğnelerin, kenarın ve birbiri ardından, ba­ sılacak kâğıtların yerleştirildiği, bir kumaş parçasıyla kaplı çerçeve. || Baskıya hazır­ lamak, baskı yöntem lerinde (tipografi, ofset, çukurbaskı) baskı formasını m aki­ neye yerleştirmek. |j Elektrostatik baskı, te­ mas ve basınç kullanm adan, zıt yüklü elektrikle yüklenm iş cisim lerin ve parça­ cıkların karşılıklı olarak birbirlerini çekm e­ lerine dayanan baskı yöntemi. (Elektro­ statik baskı ilkesi,1923'te Amerikalı W. C. H uebner tarafından bulunm uştur.) [Bk. ansikl. böl ] || Özdeş baskı, bir föy ya da tabakam ı, a yüzüne yapılan baskı, aynı zam anda duyarlı kros koym a ile b yüzü­ ne ters olarak uygulanır. || Üçboyutlu bas­ kı, kabartma izlenimi veren baskı. (Bk. an­ sikl. böl.) —Metalürj. Baskı kalıbı, taslak çıkarm a­ da (yuvarlak açılı kare baskı kalıbı) ya da son işlem ede kullanılan dövm e aleti. (Eşanl. DÖVME KALIBI.) || B oncuk baskı ta­ kımları, çıkıntıların ya da kabartıların tas­ lağını çıkarm aya ya da birleşecek iki iç­ bükey yüzeye bitirme işlemi uygulamaya yarayan yuvarlak demirhane takımı. (Sap­ lı boncuk baskı, elde tutularak parça üze­ rine, örs boncuk baskısı, örs deliğine yer­ leştirilir.) — Metalürj. ve Polim. Baskı kalıplama, d ö ­ küm parçası biçim inde sert çelikten bir zımba ve sıcak dövm eyle yumuşak çelik­ ten ya da başka bir m etalden kalıp ya da kalıp parçası yapımı. (Kalıp ya da parça­ sı yapıldıktan sonra gerekirse sertleştiri­ lebilir.) l— Nalbant. Düz baskı, nal yüzeyini düzleştirmekte kullanılan çelik alet. || N al bas­ kısı, kızgın nalı tırnağa basm akta kullanı­ lan uçları hafif bükük dem ir alet. |[ Yuvar­ lak baskı, kış nallarının vidalı m ahm uzla­ rının tespiti için kol uçlarına delik açm ak­ ta kullanılan alet.



0 İJ düz baskı



U yuvarlak baskı baskı



\) nal baskısı



— Saatç. Saat şasesine vidalı olan ve çok duyarlı konum u, çakıllı ya da vidalanmış ayaklarla sağlanan parça, (işler parçalar [otom atik araçarkı, balans, maşa vb.] sa­ at şasesi ve baskılar içinde dönerler. Bu baskılar, işler parçaların adını taşır: çark takımı baskısı, balans baskısı, tulum ba baskısı, maşa baskısı vb.) —Seram, ince yağlı kâğıt üzerine delik­ ler açılarak hazırlanmış çini ya da sera­ mik deseni örnekleri. — Sil. Baskı grubu, otom atik silahlarda, basit bir yay, toplarda ise, sıkıştırılmış ha­ vayla işleyen mekanizma. —Teknol. Bir kabartm a ya da resmin ne­ gatif röprodüksiyonu. (Bk. ansikl. böl.) —Tekst.Baskı silindiri, baskı işleminde ku­ maşlar üstüne renkleri uygulam aya yara­ yan silindir. || D am ga baskı, gofrelemeyle elde edilen baskı. || Kum aş baskısı, kıvamlaştırılmış boyarm addeleri kumaş yü­ zeyine yerel biçim de uygulayarak tek ya da çok renkli motifler ve desenler oluştur­ m a işlemi. (Bk. ansikl. böl.) —ANSİKL.Matbaac. ilk yazı röprodüksiyonları balm um u ya da kil üzerinde silin­ d ir biçim indeki dam galarla ve kalıplarla elde edildi; Süm er'deki, M ezopotam ya’ daki, Elam ’daki en eski sitelerde bunla­ rın çok sayıda örnekleri bulunuyordu; do­ layısıyla bu ilk örnekler günüm üzden yir­ mi sekiz yüzyıl öncesine dek uzanır. Tah­ ta ya da metal kalıplarla oyulm uş tuğla­ lardan da yararlanıldı. 1842’de Ninova yakınlarında başlatılan kazılarda kral Sarg o n ’un (İ.Û. VIII. yy.) kalıbı çıkarıldıktan sonra pişirilmiş tuğlalardan oluşan bir kü­ tüphanesi günışığına çıkarıldı. Daha sonra, Ç in ’de baskı oyulm uş tah­ ta kalıplarla yapıldı. Pürüzsüz bir tahta lev­ ha üzerine bir dua ya d a bir ferm an yazı­ lırdı. Daha .sonra, yazının etrafındaki kı­ sımlar tam am en çıkarılır ve böylece sa­ dece kabartma biçim inde yazı kalırdı. Bu m ürekkeplendikten sonra, günüm üzde pagodalarda yapıldığı gibi üzerine pirinç yaprağından bir sayfa konarak basılırdı. XI. y y.’da, b irç in li doktor kitabında, bir­ birine bağlı olm ayan ve tek tek dizilebilen harflerin Bi Şıng (1041-1048) tarafın­ dan bulunduğunu yazar. Bu harfler ön­ ce pişmiş topraktan, daha sonra kurşun ve bakırdan yapıldı. A vru pa ’da ağaç oymabaskı, yöntem açısından gravürün tarihine bağlansa da, amacı ve yayılma devriyle matbaacılık ta­ rihinin ilk konusunu oluşturur. XV. y y.’da, tahta üzerinde kazıma kalemleriyle ger­ çekleştirilen sanatsal gravürün doğması latin alfabesinin yirmi beş harfini de ayrı ayrı oym a fikrini beraberinde getirdi. Böy­ lece ayrık harfler birleştirilerek, sözcükler, satırlar, paragraflar oluşturulabilecek ve ay­ nı harfler bir sayfanın basım ından sonra, dağıtılıp yeni bir sayfanın basımında tek­ rar kullanılabilecekti.. Nitekim, tipografi baskının da temel ilkesi budur; bu yön­ tem de belli sayıdaki döküm harf, sonsuz sayıda devşirim ve her devşirim de çok sayıda baskıya olanak sağlar. Tek tek dizilebilen ya da m atbaa karakterleri'ni ilk düşünen hollandalı Coster olmuştur. Tek tek tahtaların üzerine yonttuğu harfleri bir­ leştirmiş çift taraflı basılmış sekiz sayfalık küçük bir kitap yayımladı. Tipo yöntemin tüm ünü Gutenberg oluş­ turmuştur: ana kalıpların (matrislerin) üre­ timi, döküm evleri, metinlerin dizilmesi, el baskısı. G utenberg'in ilk girişimlerinin 1436’da Strasbourg’d a olduğu sanılır. 1450-1455 arasında, M ayence’ta Fust ve Peter Schöffer adlı zenginlerle ortak oldu. Bu arada din ve latin dilbilgisinin (donats) tanınmış eserleri ile takvimler bastılar. Gu­ tenberg'in yayımladığı ileri sürülen ilk eser Speculum hum anae salvationis'in bası­ mında kum içine dökülm üş ve kazma kalem iyleişlenm iş kurşun harfler kullanılmış­ tı. Schöffer her harfi dökm ek için bakır matrisler ve el dökm e kalıbı tasarladı. Sayfaları numaralı, 42 satırlık ya da Mazarine Kutsal kitabı (çünkü kardinale aitti ve Mazarine kütüphanesi'nde saklanıyor)



denen dört renkli bir kitap bastılar. (1450 1455’e doğr.) Daha sonra bu bir Catholicon ve 36 satırlık bir Kutsal Kitap ol­ du. M atbaanın keşfi yazılı düşünceyi ya da resmi koruyarak bunların çoğaltılm asına ve böylece ço k geniş bir halk kesimine ulaşmasına olanak verdi. Böylece insan toplum unda bir dönüşüm e neden olarak, yeni bir çağ açtı. En eski yöntem olan ve kalıpları, ka­ bartm a halindeki baskı öğelerinden olu­ şan tipograf baskıdan sonra, yeni gerek­ sinimlere cevap verm ek için yeni olanak­ lardan yararlanan ve baskı unsurlarının çukur olduğu d iğer yöntemler: tarama, gravür, yedirm e baskı resim ve bunların türevleri doğdu; taşbaskı'da ise basılan ve baskı dışı kalan öğeler aynı düzlem ­ dedir. Fotoğraf, fo to g ra v ü rü n doğm ası­ na yol açtı ve elle yapılan resimlerin, gra­ vürlerin. fotom ekanik yöntem le kalıpları­ nın çıkarılması kolaylaştı; böylece çok sa­ yıda resim, gravür ve dizginin bir arada si­ yah beyaz ve renkli basımı sağlandı. He­ nüz yeni sayılan ve yüzyılın başlarında or­ taya çıkan otset ve çukurbaskı süreli ya­ yınların ve katalogların basımında hızlı bir gelişm e gösterdi. Önceleri baskıdan kitabevine kadar uzanan tüm işlevler, basımevinde gerçek­ leştiriliyordu. Sonraları, yayımcıların ver­ dikleri işleri fason olarak yapan basımevleri ortaya çıktı. Daha sonra üretim ikiye ayrıldı: kitap basımı yapan büyük basımevleri ve pazarın kalan bölüm üne hiz­ met veren küçük basımevleri. Geçen yüzyılda, bu pazara basın da katıldı. Şir­ ketler parça başı üretimde, dizgiden ba­ sıma kadar uzanan tüm işlemlerle uğraş­ maktadır. Günüm üzde çeşitlilik giderek daha çok artmıştır; kimi şirketler, bu işlev­ lerden yalnızca birini sağlar, öyle ki bir baskının üretimini amaçlayan teknik etkin­ liklerin tüm ü çoğunlukla "grafik sanatlar” adı altında belirtilmektedir, “ basımevi” te­ rimi ise, genellikle basımla uğraşan bir ku­ ruluş için kullanılmaktadır. Basın günlük gazetelerin (haftada dört kez ya d a daha ço k çıkan) basımını ger­ çekleştirir. Büyük basımevlerinde, kitap­ ların, süreli yayınların, dergilerin, ilanların, afişlerin, katalogların, broşürlerin, prospektüslerin basımı yapılır. Daha küçük çaptakilerde ise, özel istekleri karşılayan kartvizit, davetiye vb .'le r basılır. Kimi basımevleri daha özel üretim gereksinim ini karşılar: resmi, teknik, ticari baskılar, d e ­ ğerli kâğıtların basımı vb. Büyük gelişme halindeki bir dal da, sürekli baskıdır (for­ mülerler, kartlar, biletler vb.). Kullanımı çok basit olan hafif baskı ve çoğaltma do­ nanımının ortaya çıkışıyla müşteriler ken­ di baskılarını kendileri yapm aya başladı­ lar. Önceleri, kimi resmi basımevleriyle re­ kabet içinde olan büyük basımevleri bun­ ların içinde teksir tekniklerinin de bulun­ duğunu gördüler. Özel bir basımevi tipi de, anlık basımevidir; bu tür küçük basımevleri birer küçük şirket olup, çok m o­ dern bir donanım a sahiptir; burada ace­ lesi olan müşterilerin-işleri hızlı bir biçim ­ de gerçekleştirilir. Basının ve büyük basımevlerinin dışında birçok uzman şirket, uzmanlaştığı dalda çeşitli gereçler üzeri­ ne baskı yapm aktadır: kartonlar, am ba­ lajlar, alüm inyum , plastik filmler, kumaş­ lar, cam , seramik, tahta, kalıp parçaları vb. Yalnız kâğıt üzerine değil, kumaş, m e­ tal, plastik m adde ve biçimi ne olursa ol­ sun her tür eşyaya da siyah ya d a renkli baskı yapılır. Eski el baskı makinesinden, g ünlük gazetelerin yüksek hızlı rotatifleri­ ne kadar, dizgi yöntem leri, baskı öğele­ rinin ve baskı kalıplarının üretim yöntem ­ leri, donanım lar baskı m akinelerinin ge­ lişmesine ve yetkinleşmesine önemli bir katkıda bulunmuştur; bu makinelerin üre­ timi gerek nitelik ve gerekse yetkinlik açı­ sından iyileşmeye devam etmektedir. Tipo, çukurbaskı, ofset günüm üzdeki üç büyük baskı yöntemidir. Gelişmesi de­



vam eden ofset, aynı zam anda ço k da­ ha geniş bir pazara seslenir. Bunların yanı sıra, serigraf baskı, tembraj, flekso baskı, kuru ofset, fototip baskılar grafik sanatla­ rın ikinci d erecede önemli kollarını oluş­ turur. Günüm üzde baskı teknikleri büyük bir gelişme içindedir; temas ve basınç yo­ luyla kâğıt üstüne m ürekkep bırakan tüm bu yöntemlere, "te m assız" baskı yapan yeni yöntem ler de katılmıştır: onset, kserografi, m ürekkep püskürtme. • Elektrostatik baskı, baskı kalıbının önün­ den geçen kâğıt üstüne çekim yoluyla m ürekkep aktarımını kullanır; baskı kalı­ bı herhangi bir tipte yani, kabartma, çu­ kur, düz, gözenekli olabilir. Bir çinko asit tabakası taşıyan, bobin halindeki kâğıda, onu duyarlı kılan statik elektrik verilir. A r­ dından kâğıda üstüne basılacak resmi yansıtan o ptik bir sistem aracılığıyla ışık verilir. Böylece kâğıdın yüzeyinde oluşan gizli görüntü aynı anda elektrostatik çe­ kim yoluyla bir boyarm adde verilerek ge­ liştirilir. Dolayısıyla bu boyarmadde pişme ya da çözücü buharının etkisiyle bağla­ nır. •Üçboyutlu baskıda,stereoskopik görüntü ilkesi kullanılır. Bunun için, doğrusal bir kontak şasi arasından, aynı film üzerine cismin ardışık açılarda fotoğrafını çeken özel bir kam eradan yararlanılır. Merceksı degrade resmin bir parçasını oluşturur ve çoğaltının tüm aşaması boyunca ko­ runur: renklerin seçilmesi, ofset plakala­ rın yapılması, dörtrenkli baskı. Basılı kâ­ ğıt üzerine, tam kros koymayla, çizgili, gofreli saydam bir plastik tabaka kapla­ nır. Üçboyutlu baskı yöntem i ya d a "3 D yöntem i", ambalajlara, dergi kapaklarına, kartpostallara, plastikleştirilmiş kum aşla­ ra çekici etkiler verm eyi sağlar. Öte yan­ dan, optik objektif kullanmadan, laser ışı­ nıyla görüntü alm aya dayanan çalışma­ lar da yapılmaktadır. M ürekkep püskürtm e yoluyla baskı nokta nokta gerçekleştirilir; noktalar, bir yayım sistemine dayalı elektrostatik çekim yoluyla oluşan m ürekkep damlacıklarıdır. Bu damlacıklar sistemde, gerek yatay ge­ rekse dikey bir düzlemde saptırılabilir; vu­ rum üretecine, bir bilgisayarın hesap biri­ mi kum anda eder. Çoğaltılacak metinler ya da resimler m anyetik bir şerit üzerine önceden kodlanmış ve depolanmıştır; bu bilgiler daha sonra, mürekkep püskürtme yoluyla baskı sisteminin çeşitli organları­ na (üfleme boruları, sapm a elektrotları, kâğıt bandı ilerleten düzenek) kum anda eden bir kom ut program ıyla dönüştürü­ lür. ilk uygulam alar, otom atik ayıklama için önceden kodlam ada, basılı m adde­ lerin şevki için etiketlemede, ambalajların kodlanm asında kullanılmıştır. • Baskı makinesi, G utenberg'in gerçek­ ten b^skı m akinesinin bulucusu mu oldu­ ğ u, yoksa bunun önceden yar olan bir-



makinenin yetkinleştirilmiş biçimi mi olduğu bilinmiyor. Cendere vidası türünde dikey bir vida, baskı kapağını kalıbın bulun­ d uğu sabit bir tezgâhın üzerine indiriyor­ du. Bu ilk baskı makinesi bütünüyle tah­ tadan yapılmıştı. Aynı model, ayrıntılarda­ ki yetkinleştirmelerle birlikte, 350 yıl bo­ yunca kullanıldı: baskı plakası ve kalıp sıkma çem berinin eklenmesi, Blaeu'nün dengelenm iş baskı kapaklı hollanda tipi baskı makinesi, F. A. D id o t’nun tezgâhı ve baskı kapağı metal elan “ prova" baskı makinesi, 1798 ’e d oğ ru S tanhope'un ta­ mamı metal baskı makinesi. Elle m ürek­ keplem enin yerini alan m ürekkeplem e sistemlerinin bulunması, 1811'd e F. Koe n ig ’in baskı kapağı yerine silindirin kul­ lanıldığı mekanik baskı makinesini bulm a­ sı, daha sonra XIX. y y.’ ın ortalarında rotatifli baskı m akinelerinde, bobin kâğıtla­ rın kullanılmaya başlanması, matbaacılı­ ğın gelişm esinde önem li bir etken o l­ du. 1983'te yayın pazarının, başlıca baskı yöntem leri arasındaki dağılımı şöyleydi: tipo baskı °/o 12, ofset °/o 70 ve çukurbaskı % 18. Tipo baskı m akinelerinin üreti­ mi, uzmanlık isteyen ve fazla önem sen­ m eyen bir sektör haline geldi. Ofset bas­ kı makinelerinin üretimi, "b ü ro " tipi denen A4 forması gibi küçük m akinelerden, ga­ zetelerin ve dergilerin basım ında kullanı­ lan büyük rotatiflere kadar, çok çeşitli ge­ reci kapsar. Çukurbaskı makinelerini ise, tem elde "a ğ ır" rotatifli donanım lar oluş­ turur. • Tipo baskı makineleri. 1. Baskı kapaklı m akineler; düzlem ve karşı düzlem baskı sistemine benzer ve şu öğelerden oluşur: m akinenin tezgâhı üzerine yerleştirilen d ü z bir baskı kalıbı; üzerine basılacak kâğıt yaprağının konul­ duğu ve mürekkepli kalıbın üzerinde bas­ kıyı sağlayan baskı kapağı. Bu tür baskı m akineleri, genellikle küçük formalı işle­ rin basılmasında kullanılır. Kartonun ke­ silm esinde (katlanabilir kutular vb.) daha büyük boyutlu baskı kapaklı baskı m aki­ neleri kullanılır: kesici baskı m akineleri; 2. D üz baskı kalıplı ve silindirli makineler; bunlar da, düz baskı kalıbı, git-gel biçi­ m inde almaşık bir devinim e sahip olan tezgâh üzerine yerleştirilmiştir. Kâğıt, si­ lindir üzerinde bulunan bir grup maşa ta­ rafından alınır; bu maşalar, kâğıdı, önce­ den m ürekkeplenm iş kalıp üzerinde bas­ kıya sokm aya yarar. Bu türün şu çeşitleri vardır: kö r baskı makineleri, geçiş yoluyla kâğıdın tek bir yüzüne basar; arkayüz kalıplı baskı m a ­ kineleri, tek bir geçişte kağıdın ön ve ar­ ka yüzüne baskı yapar, iki renkli m akine­ ler, her zaman tek bir geçişte, kağıdın tek bir yüzüne iki renk basar. Tipo baskılar, 1960'lı yıllardan başlaya­ rak, azalmıştır. Önceleri atölyelerde basım



ofset baskı makinesi (çok renkli baskı)



baskı pazarının büyük bir gereksinimini karşı­ layan çeşitli türlerde makineler vardı. Bun­ lar arasında: tek turlu m akineler (tezgâ­ hın git-gel devinimi sırasında bir kâğıdın basılması için, silindir bir tur yapar); iki tur­ lu m akineler, ileri geri silindirli makineler, silindir kazanh m akineler; 3. Rotatif m akineler; bunlarda genellikle döküm (stereo tip, galvano tip ...) fotogravür klişelerinin kemerleştirilmesi ya da genellikle fotopolim erler gibi esnek klişe­ lerin sarılmasıyla elde edilen basıcı silin­ dirler kullanıldı. 70-80’li yıllara kadar, basımevlerinde, kâğıdı bobinlerce sağlanan rotatifler kullanıldı. Öte yandan, kağıtlı ro­ tatif m akineleri de vardır. 4. C am eron makinesi (A B D 'de 1970’e doğru hizmete girdi) tek bir geçişte kita­ bın tüm sayfalarını basar. Tüm sayfaların fotopolim er kalıpları (kabartmalı), önlü ar­ kalı iki geniş kayışa bağlıdır. Baskı, kâğıt bandının mürekkepli kalıplara temasıyla gerçekleşir. Bu m akineye bağlı bir dikim donanımı, kitapların seri üretimini sağlar. • Taşbaskı makineleri. Taşbaskının ilk dö­ nemlerinde yapılan kollu baskı makine­ lerinde, basılacak kâğıt, önceden ıslatılıp m ürekkeplenm iş "ta ş plaka" üzerine yer­ leştirilir ve işaretlenir; donanımın tümü, g erek deriyle kaplı bir tahta parçası g e ­ rekse bir silindir yardım ıyla baskıya geçi­ rilir. • Ofset baskı makineleri. Her tür rotatif baskı sistemlerini kullanırlar; her baskı öğesinde üç silindir bulunur: 1. su m erda­ neleri ve m ürekkeplem e düzenekleriyle donatılmış ve çevresine plaka (kalıp) ka­ zanının sarıldığı ve bağlandığı silindir; 2 üzerine baskı kauçuğunun (kauçuk kaplı bez) sarıldığı ve bağlandığı ikinci si­ lindir; 3. kenarı kâğıdın sürülmesini sağlayan, mürekkebin aktarılması için gerekli basın­ cı uygulayan üçüncü bir silindir. Kâğıtlı m akineler de kâğıt beslemesi, otom atik bir emici ya da itici ile sağlanır. Kâğıtlı ma­ kinelerin, tek repkli, ön ve arka yü z baskı yapan makineler, iki renkli, dört renkli, hat­ ta altı renkli türleri vardır. Ofset rotatifler (bobin kâğıt beslem ede) iki tiptir; dört renkli baskı için, her biri basınç sağlayan büyük bir silindirin çevresine yerleştirilmiş bir plaka kazanı ve bir baskı kauçuğun­ dan oluşan dört baskı öğesinden oluşur; dört renkli önlü arkalı baskıyı iki dişli sağ­ lar. Çift baskı kauçuktu rotatifler; kâğıt bandı art arda iki yüzün baskısını gerçek­ leştirecek basıncı sağlayan üst üste kon­ m uş ön ve arka baskı kauçuğu silindirle­ ri arasından geçerken basılır; bu iki silin­ dir böylece, aynı a nda her iki yüze baskı yapabilm ek için uygun bir basınç sağlar; bu m akineler önlü arkalı, çizgi halinde dört renkli baskıyı gerçekleştirir. Ofset ro­ tatiflerde baskı hızı saatte 25 000 devire ulaşabilir; bu makineler, kâğıdın bir g ru p ­ tan diğerine geçm eden ya da katlayıcı­



1362



Ofset baskı makinesi kumanda tablosu



ya girm eden önce, m ürekkep kurutm a sistemiyle donatılmıştır. • Tarama g ra v ü r makineleri. Kollu baskı makinelerinde, m ürekkebin kâğıda akta­ rılması için gerekli güçlü basıncı sağlayan bir silindirdir. Kazınmış plakanın baskı ma­ kinesine yerleştirilm esinden önce, silme gibi m ürekkeplem e de elle gerçekleştiri­ lir. Daha m odern baskı m akineleri, özel­ likle küçük basımevleri için yarı sanayisel üretim sağlar. • Ç ukurbaskı makineleri. B unlarda da, rotatif bir baskı sistemi kullanılır. Genel olarak, derin kazınmış bir silindirden o lu­ şur, tüm yüzeyin m ürekkeplenm esi, akış­ kan m ürekkeple beslenen bir haznede çarptırma yöntemiyle sağlanır; m ürekkep­ lemeden sonra baskı dışı kalacak bölüm ­ ler esnek bir kazıma kalem iyle silinir. Sil­ m eden sonra, yalnızca gravürün basıla­ ca k bölüm lerini oluşturan gözeneklerde m ürekkep kalır. Bir silindir, kâğıt üzerine m ürekkep aktarımını sağlam ak için ge­ rekli basıncı sağlar. Yüksek tirajlı baskı­ lar çukurbaskının pazarını oluşturur, bu da saatte 30 000 devirli ve iki metre enin-, de bobin kâğıtlarla beslenen büyük ve ağır donanım ları gerektirir. Isıtma ve ha­ valandırm a ile kurutm a düzenekleri, m ü­ rekkebin kâğıt üzerinde kalmasını sağ­ lar. • D iğer baskı makineleri. Çok çeşitleri var­ dır, daha farklı gereksinim ve teknikleri karşılamak için yapılmışlardır: serigraf baskı, tem braj, flekso baskı, kumaş, m e­ tal, plastik üzerine baskı vb. —Teknol. Bir kalıp, belli bir kuvvetle, da­ ha yum uşak bir m a dd e üstüne basılırsa, kabartm alı röprodüksiyon oluşur. Bu cis­ min kabartm a bölüm lerine, dokunduğu her yüzeye aktarılabilen bir m adde sürü­ lürse, d ü z röprodüksiyon elde edilir (ör­ neğin m ürekkepli bir tam ponla yapılan ■baskıda, taş baskıda, sayısal baskılarda bu durum sözkonusudur). —Tekst. Kum aş baskısı. Tekstil m adde­ lerini (elyaf, iplik) renklendirm e sanatının bir koludur ve aşağıdaki işlem lerden g e ­ çer: renklerin hazırlanması; tekstil zem i­ nine uygulama; boyarm addeleri buharla, gerekirse sıcak havayla tespit etme; kıl­ callık sonucu akm ayı önlem ek ve net ke­ narlı desenler elde etm ek için gereğinde boyarm adde çözeltilerine katılmış bitkisel kökenli kıvamlaştırıcıları eleme, istenen et­ kiler üç ayrı teknikle elde edilebilir: d o k u ­ m a üstüne rengin doğ ru d an baskısı; re­ zerve baskı denen, daha sonraki bir bo­ yam a sırasında b oyarm addenin tespiti­ ni engelleyen bir ürün yardım ıyla baskı; önceden vurulmuş boyayı bir kimyasal et­ kenle yer yer kaldırarak sağlanan aşındır­ ma baskı. Kum aş üstüne baskı, çeşitli zanaat bi­ çimleri altında eski uygarlıklarca biliniyor­ du: örneğin m um la rezerve baskı (Endo­ nezya batik’i) ya da bağlam a baskı (Afri­



ka plangi's'i ve japon ikat'ı) ilk "boyalı b e z 'le r ya da ” yazm a"lar A vrupa'ya XVI. yy.'ın sonunda ulaştı. Motiflerin hızlı ve yi­ nelenebilir üretimine çok iyi uyarlanan ka­ bartmalı levha (Mısır’da İ.Û. 5. yyidan bu yana biliniyordu) ve delikli kalıp teknikle­ ri (japon kökenli), tekstil maddelerine bas­ kı sanayisinin başlangıcı oldu. Kabartmalı levha tekniğinde oym a yoluyla işlenmiş ya da metal kaplanmış bir tahta kalıp kul­ lanılırdı; baskı yapılacak bez, astar geçi­ rilmiş keçeyle kaplı uzun bir tezgâha ge­ rilir ve desen iki elle boydan boya uygu­ lanırdı (kalıp baskı). A vru pa ’da ilk baskı yapımevlerini İngil­ te re ’de Thom as Bell (1783), Fransa’da Jo uy’da O berkam p (1797) ve M ulhouse’ da Koechlin açtı. Tahta levhanın yerini oy­ ma yöntem iyle yapılan bakır levha aldı; bir prese takılan bu levha daha duyarlı ve daha hızlı bir baskı yapm ayı sağlıyordu. Ardından, üstüne oyuklar açılmış metal si­ lindirin geliştirilmesi tekstil baskısına yöne­ lik ilk rotatif makinelerinin gerçekleştirilme­ sini sağladı. XIX. yy. ortalarında, merkezi bir tam burun çevresinde yer alan ve ay­ nı anda birçok rengin basılmasını sağla­ yan çok silindirli makineler (rulo baskı) or­ taya çıktı. Bu dönem den sonra sayısız ge­ lişmeler (renklerin üst üste gelmesinin oto­ matik ayarı, keçelerin ve astarların kesin­ tisiz yıkanması, vb.) sağlanm asına rağ­ men, bu makinelerin baskı ilkesi günüm ü­ ze değin değişm edi. En son m akineler­ de, silindirler gövde üzerine düşey bir düzlem içinde yerleştirilir. Bu konum pnömatik basıncın azalmasını ve renklerin hızla değiştirilm esini sağlar. Makinelerin gelişimine koşut olarak de­ likli kalıp tekniğinden (şablon baskı) ha­ reketle son elli yıl içinde düz çerçeveli baskı denilen farklı bir yöntem geliştirildi. Ç erçeve ço k ince delikli bir elekten olu­ şur ve desene göre belli sayıda gözene­ ği vernikle kapatılır. Boya, dokum a üstü­ ne bir rakle kullanılarak elle ya d a m eka­ nik yolla kesintimiz biçim de uygulanır. Öte yandan son on beş yıldır, silindirli rotatifler denilen ve delikli nikel şablonlar kullanan ço k verimli m akinelerle bu tip kuruluşla­ rın eksiklikleri yavaş yavaş giderilm ekte­ dir. Böyle bir m akinenin baskı hızı oyuk silindirli m akinelere eşdeğerdir. Gelişm ekte olan öteki baskı işlemleri arasında, space-dyeing yöntem i denilen ve bir bekle boya püskürtülerek uygula­ nan baskı ile yapay kum aşlarda kullanı­ lan aktarma (transfer) baskı sayılabilir. Ak­ tarma baskı yöntemi “ plastikçözünür" tür­ de süblim leşebilir boyarm addelerle bir motifi kâğıt üstüne basm aya dayanır. Ku­ maş (özellikle polyester) üstünde aktarma işlemi, bir presle ya da kumaşı 2 0 0 ° C ’a kadar ısıtılmış bir kalenderden kesintisiz biçim de geçirerek sağlanır. B A S K I a. 1. Bir çevrede geçerli kural­ lardan, bir alana özgü yasalardan ya da bir gereklilikten vb. kaynaklanan ve kişiyi is­ tenci dışında davranm aya iten zorunluluk: Toplum sal baskılara dayanam am ak. A i­ le baskısı. — 2. Bir kimseye, topluluğa karşı kullanılan zorlama, şiddet: Baskı a l­ tında ifade vermek. Baskı dönemleri. — 3. Bir kimseye, b ir topluluğa baskı yap­ mak, onu etkilemeye, yıldırmaya, sindirme­ ye çalışmak: Halka, zayıflara, düşünen in­ sanlara baskı yapmak. || Baskı altında tut­ mak, sözkonusu bir kimseyse, özgürce hareket etmesini engellem ek; duygu, d ü ­ şünce, istek vb. ise ortaya çıkmasını, et­ kin durum a geçm esini önlemek. — Nüfbil. Nüfus baskısı, artan bir nüfusun ya da ço k yoğun bir nüfusun bir ülkenin bütün yaşamı üstüne ve kimi zam an da uluslararası yaşam üstüne yaptığı etki. —Siyas. bil. Baskı grubu, çeşitli yol ve araçlarla (kam panya, d o ğ ru d an eylem, baskı vb.) siyasal kararlan kendi istekle­ rine göre etkilem eye çalışan, ortak çıkar ya da değerleri savunan grup. (Baskı gru­ bunun amerikanca karşılığı olan "lo b T n in daha özel bir anlamı vardır. Lobi, yasa ko­



yucuyu Kongre koridorlarında [lobbies] kulis yaparak etkilem ek amacı güden bir gruba verilen addır. Baskı grupları iktidarı bizzat kullanm am aları,'daha çok İktidar üzerinde ağırlıklarını duyurarak onları etki­ leme amacı taşımalarıyla siyasa! partiler­ den ayrılırlar. —Spor. Baskı uygulama, toptan ve sürek­ li saldırı. —Topruhbıi. Grup baskısı, bir grubun, be­ nimsemiş olduğu davranış biçimlerine uy­ gun hareket etmesini sağlamak için birey üzerinde uyguladığı gizli ya da açık bas­ kı. (Bu baskı, hedef alınan bireylerde uy­ gunluk ve hatta grub a körükörüne boyun e ğm e davranışlarına yol açabilir. Aynı baskıdan kurtulabilmesi için bireyin sap­ m a gösteren ya da azınlığa özgü olan bir davranışı benimsemekten başka çıkar yo­ lu yoktur.)



BASKICI a. 1. Kum aşa kalıpla desen, resim basan kimse. — 2. Basımevinde ya­ pıtların basılması işinde çalışan kimse.



BASKICI sıf. Bir kimseye, bir topluluğa baskı yapan kimse için kullanılır: Baskıcı çevreler. Baskıcılara karşı direnmek.



BASKICI a. Genet Henüz m ikroskopla gözlenem eyen çok küçük boyda hücre organiti. Hücrenin bulunduğu ortam ve koşullar enzim bulunmasını gerektirm edi­ ği zaman, tüm enzimlerin yapımını durdu­ rarak hücre biyolojisinde önemli rol oynar. (Bu engellem e dolaysız değil, işlem ci genler aracılığıyla yapılır. Baskıcının ken­ disi de, düzenleyici genlerin denetimindedir. Baskıcı, hücreye sunulan besinlerin m iktarındaki ya d a çeşidindeki her türlü değişikliğe karşı ço k duyarlıdır ve bunla­ rın doğ u rd uğ u sonuca göre çalışır.)



BASKICILIK a. Baskıcının ışı. BASKILIK a. Yazı masasının üzerinde­ ki kâğıtların uçmasını önlem ek amacıyla yapılmış değişik biçim lerdeki ağırlık.



BASKIN a. 1. Suç işlendiği düşünülen bir yere, kimlik belirleme, soruşturm a ya da suçüstü yakalam a am acıyla ansızın girme: bu amaçla düzenlenen eylem: Po­ lis, g ece ki baskında ço k sayıda silah ele geçirdi. Baskın sırasında iki kaçakçı, b ir polis öldü. — 2. Bir yere düzenlenen bek­ lenmedik şiddet eylemi: Kanlı baskın. Ha­ vaalanı baskını — 3. Bir yere toplu ola­ rak ansızın yapılan ziyaret: BaskınI Biz geldik. D ün akşam m isafirlerin baskınına uğradık. — 4. Denizin ya da şkarsuyun ansızın ve şiddetle taşması: Su baskını. — 5. Baskın alayı, bir yeri zina ihbarı üze­ rine basm ak için m uhtar, imam, tanıklar ve mahalle halkının katılmasından oluşan topluluk (esk.). || Baskın basanındır, ilk sal­ dıranın kazanacağı inancını vurgular, j] (Bir kim seden) baskın çıkmak, bir konu­ d a bir başkasını geride bırakmak: C im ri­ likte babasından baskın çıktı. || (Bir yere) baskın yapm ak, bir yere ansızın girmek; ansızın saldırmak; haber verm eden ko­ nuk gitm ek. —Ask. Düşmana, karşı önlem alabilmesi için yeterli zaman ve olanak bırakılmadan, bir birlik (taktik baskın) ya da bütün bir or­ du (stratejik baskın) tarafından girişilen beklenm edik saldırı. —Aydınlt. ve Opt. Baskın dalga boyu, renksem ez bir uyarana (beyaz) uygun o randa karıştırıldığında, belli renkte (er­ guvan kırmızısı dışında) bir uyaran oluş­ turan tek renkli uyaranın dalg a boyu. — Denizbıl. D eniz baskını, bir fırtına dal­ gası (bir tsunamı ya da deniz dibi kıvam ­ lanması).sonucu deniz sularının kıyıyı bir­ denbire kaplaması. — Denize. Denizin ansızın yükselmesi. —Jeokim . Baskın element, ye rkab u ğ un ­ da egem en öğeler için kullanılır. — Mat. çözlm. Bir x0 noktasının dolayın­ da bir f fonksiyonu bir g fonksiyonu ya­ nında ihmal edilebildiğinde, x0 dolayında f fonksiyonu yanında bir g fonksiyonu için kullanılır. —Olasıl. Bir rastlantı değişkeninin baskın



değeri, olasılığın (kesikli değişken) ya da olasılık yoğunluğunun (sürekli değişken) bir m aksim um unun bulunduğu değer. (Kesikli bir rastlantı değişkeni halinde en olasılıklı d e ğ e r de d enir.) — Orm anc. Baskın ağaç, m eşcerenin or­ talam a ağaç boyundan daha uzun olan ve tepeleri orm anın üzerinde yükselen ağaç ya da ağaç grubu. — Parf. Bir parfüm ün bileşimine giren en belirgin koku İçin kullanılır. ♦ sıf. Etki, sayı, yayılma bakım ından üstünlüğü olan: B ir ülkedeki baskın id e ­ oloji.



BASKIRESİM a. Grav. Leke etkili öz­ g ün baskıresim, A K U A TİN TA ’n ın e ş a n la m ­ lısı. || Oyma baskıresim, GRAVÜR u n e ş a n ­ la m lıs ı.



BASKISIZ sıf. Baskı uygulam ayan, hak ve özgürlükleri kısıtlamayan: Baskısız b ir eğitim. Baskısız b ir yönetim. ♦ be. Baskı görm eden, özgür, ser­ best, kısıtlanmamış biçimde: Baskısız b ü ­ yümek. yetişmek.



BASKİL, Doğu Anadolu’da Elazığ iline bağlı ilçe; 23 026 nüf. (1990); 1 312 km2; merkez bucağı dışında 2 bucak, 60 köy. Merkezi, Elazığ’ın 35 km B.-G.-B.’sındaki Baskil, 4 374 nüf. (1990). BASKLAR, Bask ülkesı’nde yaşayan halk. Dilsel bakım dan çevrelerinden ko­ puk olan Basklar, aynı ö lçüde olm asa bi­ le, geçmişlerine aşırı bağlılıklarından ötü­ rü, kültürel bakım dan d a çevrelerinden kopmuşlardır. XVI. yy.'d a n bu yana bir­ ço k yazar yetiştirmiş olan bu halk zengin bir sözlü edebiyata (masallar, atasözleri, şarkılar) sahiptir ve Soule’de hâlâ oyna­ nan pastoraller ortaçağ misterlerini anım­ satır. Erkekler dansı ve hep bir ağızdan şarkı söylem eyi ço k severler: bertsolari' ler ise şenlik ve şölenlerde d oğaçtan ça­ lıp söylerler. Evler, Soule’dekiler dışında, kiremitli çatılarla örtülüdür ve duvarları ki­ reçle badanalanır; ayrıca, batı yörelerin­ deki evlerde güvercinlikler vardır. Ç iftlik­ lerde konut, birkaç katlıdır ve orta avluya (ezkaratz), hayvan barınaklarına ve ek ya­ pılara hâkim durum dadır. Bina cephele­ rinde, yazıtların çevresinde, ocak, şöm i­ ne gibi günlük eşya süslem elerinde öz­ gün bir halk sanatı geliştirilmiştir. M ezar­ lıklarda disk biçim i m ezar taşları yaygın­ dır.



BASKÜL a



(fr b a scu le 'den). Üzerine konulan b üyü k ağırlıkları tartm aya yara­ yan aygıt: 3 0 tonluk baskül. Basküle çık­ mak. — Fiz. m e k a n . K A L D lR A Ç ’ ın e ş a n la m lıs ı. —Ö lç b il. -K A N T A R ’ ın e ş a n la m lıs ı.



BASMA a. Basm ak eylemi. — Hidr. pnöm. Bir sıvının ya da bir gazın, bir pom pa ya da bir kom presör etkisiyle yer değiştirm esi. || Basm a borusu, bir pom pada, sıvıyı kullanım organlarına ile­ ten boru donanım ının çıkışı. — Pompayı kullanım donanım ına bağlayan boru. j| Geometrik basm a yüksekliği, bir pom pa­ nın ekseniyle basm a haznesi düzeyi ya d a basm a boru donanım ının en yüksek noktası arasındaki düşey uzaklık. |[ Manom etrik basm a yüksekliği, geom etrik bas­ ma yüksekliği ile sıvı yüksekliğinin hızdan kaynaklanm ış yük yitimini veren yü ksek­ liğin toplamı. (Bu kavram bir pom panın ayırtedici büyüklüğünü verir.) || Pratik bas­ ma yüksekliği, geom etrik basm a yüksek­ liğiyle, yük yitimine karşılık gelen sıvı yük­ sekliğinin toplamı. (Bu büyüklük borula­ rın çapına değil, donanım ın koşullarına bağlıdır.) — Mak. san. Basm a borusu, bir pom p a ­ da pistonla basılan suyun çıktığı eğri bo­ ru. |j Basm a tulum ba, bir borunun altında yer alan ve yaptığı basınçla sıvının bu bo­ ru içersinde yükselmesini sağlayan tulum ­ ba. || Toplam geom etrik basm a yü ksekli­ ği, bir pom panın geom etrik em m e yük­



sekliği ile geom etrik basm a yüksekliğinin toplamı. — Petr. san. Sıvı basma, bir sondaja ç i­ m ento cüruflarını ya da sıvıları basınç al­ tında püskürtme. || Yeniden basma, d o ­ ğal benzin, bütan, propan gibi hafif öğe ­ lerden arındırıldıktan sonra gazı yatağın İçine yeniden püskürtme. — Sabunc. Özel bir pres ile sabun kalıp­ larını biçimlendirmeyi ve işaretlemeyi sağ­ layan işlem. — Seram. Kuru ya da az ıslatılmış ham u­ ru, bir kalıbın İçinde sıkıştırarak biçim len­ dirme. —Tıp. Sıcak basması, yüzde kızarmayla birlikte birdenbire gelen geçici sıcaklık duyum u. —Tüt. Sapı yapra k gibi genişçe olduğu için dem et yapılam ayan küçük boy bir tü­ tün çeşidi. ♦ sıf. Basılarak yapılmış,, baskı işlemin­ den geçirilm iş şey için kullanılır: Basma ve yazm a kitaplar. — D okm c. Basm a atkı -» B ASTIRM A İPLİ­ Ğİ. — A N S İK L. Parac. Madalyacılıkta, basmak ve basm a deyimlerinin, yalnızca tek yüz­ lü m adalyaların yapım ında kullanılması gerekir. Bu tür m adalyaların yapımında, vurmakalıbı karşılığı olarak bir çeşit erkekkalıp kullanılır. Bu kalıbın kabartmaları, vurm akalıbının oyuklarına uyacak b içim ­ de hazırlanmıştır ve m adeni levhayı vurm akalıbındaki gravürün içine doğru iter. Bu d arp tekniğine, kakm a da denir; m e­ kanik itm e gücü n d en yararlanan bir yön­ tem dir. Genellikle, bu basm a işlemi, ince pullar için kullanılır ve tek bir işlemle ya ­ pılır.



BASMA a. Ü zerinde baskı ile yapılmış renkli şekiller bulunan pam uklu kumaş: Ü ç m etre basm a keser m isiniz? Güllü basma. ♦ sıf. Basm adan yapılm ış giysi için kullanılır.



BASMA a. Yörs. Tarım. Tezek yapılm ak üzere yere yayılan 10-12 cm kalınlığında geniş gübre kütlesi. (Kış boyunca ahırdan boşaltılan gübreler biriktirilerek yayılır; ilk­ baharda, bazen hayvanlara çiğnetilerek yoğrulduktan sonra kurum aya bırakılır; yazın kalıp kalıp kesilerek tezek yapılır.) BASMACI a. 1. Basm a yapan ya da sa­ tan kimse. — 2. Tülbent, pamuklu vb. ku­ m aş üzerine kalıpla desen basan kimse. — 3. Esk. M atbaacı. — 4. Eşkıya çetesi. —ANSiKL Evliya Ç ele b i’nin verdiği bilgi­ ye göre (XVII. yy.) iki türlü basmacı var­ dır. Yastık basm acısı denenler, katranlı boyalarla yastık yüzü, sofra örtüsü ve çe­ şitli bezler basarlardı. Çit basmacısı adı verilenlerse yorgan yüzü, çarşaf, perde vb. üzerine desen basarlardı. İstanbul’da yapılan basmalar, desen ve renklerinin güzelliği, boyalarının sabitliğiyle ünlüydü. 1725 tarihli bir ferm anda, İstanbul’daki basm acıların 27 g ed ik olduğu ve atölye­ lerin tüm ünün Ç em berlitaş’taki Vezir hanı’nda toplandığı kayıtlıdır. 1729 tarihli bir başka ferm andan, basm acıların topluca Binbirdirek sarnıcının olduğu yerde yapı­ lan atölyelere taşındıkları anlaşılmaktadır. Ayrıca Yenikapı sur dışında basmacılara, 15 o da daha ayrıldığı ve g edik sayısının 4 2 ’ye çıktığı kayıtlıdır. Basmacılar, basacakları desene göre bir ya da daha ço k kalıp kullanırlardı. Bu kalıplar şim şirden yapılırdı. Her kalıbı bir işçi kullanırdı. Basılacak bez, bir kerevet üzerine-bağdaş kurm uş işçilerin sırasıyla elinden.geçer, her biri ayrrbir renkle üze­ rine kalıp vurur, en sonunda bez, ustanın elinden tamamlanmış olarak çıkardı. Bas­ ma atölyesinde en az beş kişi çalışırdı. XIX. y y .’da A v ru p a ’dan gelen çeşitli ku­ maşlar, basmacılığın eski önemini yitirme­ sine neden olmuştur. Basma Cum huriyet dön e m ind e açılan yerli bez fabrikaların­ d a üretilm eye başlanmış, ucuz ve kulla­ nışlı oluşu nedeniyle en çok aranan ku ­ m aşlardan olm uştur.



BASMACI (Aziz), tü rk sinem a ye tiyat­ ro oyuncusu (Selanik 1912 - İstanbul 1978). 19 28 ’den başlayarak am atör to p ­ luluklarda sahneye çıktı. Ancak 1945'te Ses opereti'ne girdikten sonra, özellikle tuluat oyuncusu olarak ve yarı saf, yarı kurnaz tiplem eleriyle tanındı. Yahudi tak­ litlerinde başarı kazandı. 1950'den son­ ra kurduğu topluluklarla çalışmalarını tur­ nelerde sürdürdü. 1946'da rol aldığı B i r d a ğ m a s a l ı filmiyle sinemanın d a sem pa­ tik güldürü oyuncuları arasında yer aldı; 1969’d a tiyatroyu bıraktı. BASMACI ABDİ EFENDİ, tü rk bes­ teci (İstanbul 1787 - a y . y . 1851). Ç ocuk­ luğunda Kapalıçarşı’daki bir basmacının yanında çalıştı. “ Basm acı" diye anılması bu yüzdendir. Rastlantı sonucu sesinin güzelliğini fark eden Selim III tarafından Enderun’a alındı (1805). Burada m üzik öğrendi, 1808’de padişah müezzini oldu. Bu görevi otuz yıldan ço k sürdü. Ö m rü­ nün son beş yılında Mızıkayı hüm ayun' d a öğretm enlik yaptı. Hacı Arif Bey’den önceki şarkı beste­ cilerinin en önem lilerinden biridir. Başlı­ c a yapıtları: S e n i n a ş k ı n l a ç â k o l d u m (rast),S e v d i m y i n e b i r n e v c i v a n (rast), G ü l ş e n - i e z h a r a ç t ı h e r y a n a (mahur).



akışkanı bir boru donanımı içinde hızla iletmek. — M ad. oc. Bir işletme, bir şantiye ya da bir galeri içindeki boşluğu çevreleyen ara­ ziden söz ederken, boşluğu azaltmak için büyük ö lçüde şişm e ve itm e eğilimi gös­ term ek. — Matbaac. Bir şeyin baskısını yapm ak.— Baskıyla çoğaltm ak. || T e k t a r a f l ı b a s m a k , kâğıdın tek bir yüzüne basmak. ||A r k a y a b a s m a k , kâğıdın ilk yüzünün basımından sonra, satırların çakışmasını sağlayarak ikinci yüze basmak. —Teknol. Basınç uygulayarak girmesini sağlamak. ♦ g. f. 1. B i r y e r i b a s m a k , sözkonusu bir şeyse, orayı sarm ak, kaplamak: T a r ­ la la r ı s e l b a s tı. O r t a lı ğ ı k o y u



bir kimse ya d a bir grupsa, oraya baskın d ü ­ zenlem ek: P o l i s k u m a r h a n e l e r i b a s t ı . E ş ­ k ıy a n ın b a s tığ ı k ö y le r .



Asya’nın bazı bölgelerinde d a ğ h a y d u d u anlam ında kullanılıyordu. 1917 Bolşevik d evrim i'nden sonra, Fergana vadisinde, Harizm ’de ve G üney Ö zbekistan'da otu­ ran, çoğunluğu tü rk (Özbek, Türkmen, Kırgız) bir bölümü de iranlı (Tacik) yerli ve g öçebe m üslüm an halkların sovyet ege­ m enliğine karşı giriştikleri ayaklanm a ey­ lemlerine katılanlar bu adla anıldılar. Bu ayaklanm a eylemi, bolşevik ordusunun özerk Türkistan hüküm etine karşı girişti­ ği saldırı ile başladı (1918). Gerilla yön­ tem leriyle verilen bu savaşlara, o sıralar­ d a Türkistan'da bulunan Enver Paşa da (1881-1922) katıldı. Ayaklanmalar, Orta Asya'nın tam bağımsızlığı ve islamın ko­ runması adına yapılıyor ve güçlükle bas­ tırılıyordu. Bazı bölgelerde bolşeviklere karşı bu tü r direniş 1928 ve bazılarında 1936'ya kadar sürdü. A fganistan’daki sovyet işgaline karşı direnen gerilla savaş­ çıları için de dünya literatüründe aynı te­ rim kullanıldı.



BASMACILIK a. 1. Basm a alım ve sa­ tımı ile uğraşm a işi. — 2 . Pamuklu d oku ­ ma, tülbent vb. üzerine kalıpla desen bas­ m a işi. — 3 . E s k . Matbaacılık.



BASMAHANE a. (türkç,



ve fars. h a n e ’ den b a s m a - h s n e ) . E s k . Düz d oku ­ malar üzerine, baskı yoluyla renkli desen­ lerin yapıldığı atölye. basm a



—2.



B ir k ita b ı, y a



baskı yoluyla onun belli sayıda örneğini çoğalt­ mak; tab etmek: O k u l k i t a p l a r ı , o y u n k a r t ­



z ılı b i r m e tn i, b i r g a z e t e y i b a s m a k ,



la r ı , f i y a t e t ik e t l e r i b a s m a k . y ı, b i r ş e y i b a s m a k ,



—3.



B ir y a z ı­



onu yayımlamak:



Ç ok



k ö t ü b i r y a z ı, b a s a m a y ız . B ir g a z e t e n in b u



—4.



t ü r r e s im le r i b a s m a y a h a k k ı v a r m ı ? ( B ir ş e y e )



BASMACILAR, sözcük önceleri Orta



b ir k a r a n lık



b a s tı. S is b a s m a k . Y ü z ü n ü ç i l b a s m a k ;



m ü h ü r,



da m ga ,



p a rm a k



vb.



resmi bir belgenin üzerini, onun­ la işaretlemek: Ş u r a y a b a ş p a r m a ğ ı n ı b a s .



basm ak,



D a m g a y ı p u lu n ş e y i ( b ir y e re ,



ü s t ü n e b a s ın ız . b ir ş e y e ,



—5.



b i r ş e y in



B ir



iç in e )



onu, o şeyin içine sıkıştırarak yerleştirmek, bastırmak: K ü p e p e y n i r b a s ­ basm ak,



m ak.



—6.



B ir k im s e y i ( b ir k im s e y le y a d a



onu suçüstü yakalam ak: P o l i s o n l a r ı k u m a r o y n a r k e n b a s t ı . — 7 . Bir basınç uygulayarak hava­ yı ya da suyu itmek; bir yeri havayla ya d a suyla doldurm ak: L a s t i k l e r e h a v a b a s ­ b ir ş e y y a p a rk e n ) b a s m a k ,



m ak.



M o to r



b o z u lm u ş ,



su



b a s m ıy o r.



— 8 . B i r y ü z e y e b i r ş e y i b a s m a k , onu bir yüzey üzerine geçirm ek: K u m a ş ü z e r i n e d e k o r a t i f m o t i f l e r b a s m a k . — 9. Yardımcı fiil gibi kullanılır: Ş a m a r ı , t o k a d ı , d a y a ğ ı b a s m a k . Ç ığ lığ ı, k a h k a h a y ı b a s m a k . K ü f ü r û b a s m a k . İs tifa y ı b a s m a k .



—10.



Bas,



defol! || B a s ı p g e ç m e k , öndekini geçm ek; bir kimseye önem vermemek, ona uğram am ak. || ( B i r y e r d e n ) b a s ı p g i t ­ m e k , (oradan) ço k çabuk, ivedilikle ayrıl­ mak, uzaklaşmak. || B a s t ı ğ ı y e r d e o t b i t ­ m e m e k , oraya uğursuzluk getirdiğini d ü ­ şündürecek ölçüde şanssız olmak. || B a s ­ t ı ğ ı y e r i b i l m e m e k , şaşkın, ne yaptığını bil­ mez bir durum da olmak. b a s g it,







basılmak edilg. f. Basm ak eylem i­ ne konu olm ak ya da basm ak eylemi ya­ pılmak: Ç i ç e k l e r e b a s ı l m a z . Ç o k k i r l i l e r



a k ş a m d a n s u y a b a s ılm a lıd ır . K ö y e ş k ıy a la r c a b a s ıld ı . S a b a h g a z e t e le r i g e c e b a ­ s ılır . K i t a p b u h a l i y le b a s ı la m a z . Â ş ı ğ ı y l a



BASMAK gçz. f. 1.



B ir ş e y e , b i r ş e y in



ayağı o şeyin üstüne, oraya ağırlığını verecek biçim de koymak; onun üstünde, orada yürüm ek:



ü s tü n e , b ir y e r e



basm ak,



B a s tığ ın y e r e d ik k a t e t ! A y a ğ ı n ı z a is t e m e ­ y e r e k b a s tım , ö z ü r d ile r im . Ç im le r e b a s ­ m a y ın ız .



H a lın ın



ü s tü n e



a y a k k a b ıla r ıy la



b a s m a k . P a r m a k u ç la r ı n a b a s a r a k y ü r ü ­



— 2 . Ç ocuk sözkonusuysa, ayakta durm aya başlamak: Y e n i y e n i b a s ı y o r . —3. B i r ş e y e b a s m a k , ona el ya da ayak­ la belli bir basınç uygulam ak, onu itmek:



m ek.



B ir a r a c ı n d ü ğ m e s in e , tu ş u n a b a s m a k . Z i­



b a s ılm a k .







bastırmak ettirg. f. 1.



B i r k im s e y i,



onun oraya, o şeyin üstüne basmasını sağla­ mak: Ç o c u ğ u y a l ı n a y a k t a ş a b a s t ı r m a . — 2 . B i r k i t a b ı , y a z ı y ı b a s t ı r m a k , onun ya­ yımlanmasını sağlamak: K i t a b ı n ı y a k ı n d a b i r y e r e b ir ş e y in ü s t ü n e b a s tır m a k ,



b a s tır a c a k . Y a z ıs ın ı b u d e r g id e b a s tır m a k is tiy o r .



—3. B i r



tır m a k , â ş ığ ıy la



k im s e y i ( b ir k im s e y le ) b a s ­



onu suçüstü yakalatm ak:



BASMAKALIP sıf. Aynı biçim de yine­



—4.



lenen, özgünlüğü olm ayan; beylik, klişe: B a s m a k a lı p d ü ş ü n c e le r , s ö z le r . B a s m a ­



B ir ş e y e ö lç ü tü m le c i



t ü n g ü c ü n l e b a s m a , k ır ılır . basm ak, o m ak.



O n



yaşa girm ek:



—5.



B ir y ş ş a



D ö rt y a ş ın a b a s ­



b e ş in e b a s m a k .



— Denize. D ü m e n b a s m a k , gemi hareket durum undayken yön değiştirmek. (Eşanl. DÜMEN KIRMAK.)



[| D ü m



e n i is k e le y e y a d a



gem inin yön değiştir­ mesini sağlam ak için düm eni belirli bir açıyla sağa ya d a sola kırmak. — Foto, ve Sine. F o t o ğ r a f b a s m a k , bir fototipin baskısını gerçekleştirmek. — Hidr. pnöm . Pom pa ya d a kom presör gibi bir m akineyle basınç uygulayarak bir san cağ a basm ak,



BASMAUK sıf. Üzerine d aha sonra baskı yoluyla renkli desenler yapılm ak üzere, bez ayağı örgüde, tek kat pam uk ipliğiyle, belirli sıklıklarda dokunm uş haşıllı ham bez için kullanılır. (Bk a n s i k l . böl.) —A n s Ik l. Tekst. Basmalık bez haşıllt ol­ duğundan, baskıdan önce bazı işlemler­ den geçer. Bunlar sırasıyla ham fırçala­ ma, makas, yakm a, ıslatma, haşıl sökme (haşıl giderm e), ham merserize yapma, pişirm e (saflaştırma), ağartma, tam m er­ serize yapm a, asitleme, kasarlama, yıka­ ma, kurutma, fırçalama, makaslama, şardonlam a (tüylendirm e)dır. Daha sonra basm a ve boyam a işlemi uyguranır. B a ya tespiti (fikse) için buharlama, boyama, yıkama, kurutm a ve apre (terbiye) işlem­ leri görerek m am ul hale gelir. Basmalık bez, genellikle beyaz olm akla birlikte, ön boyam a yapıldıktan sonra d a baskı işle­ mi yapılabilir.



BASMA-ÛFLEME a. Cam c. Bir taslak veren ilk kalıpta preslem e ile cam dam ­ lası oluşturma yöntemi; bu taslak ikinci bir kalıba aktarıldıktan sonra üflem e ile son biçim ini alır.



BASMILLAR, Orta A sya’da Baykal'ın güneyinde yaşamış eski türk boyu. Hun imparatorluğunun yönetim indeki Basmıllar, daha sonra Göktürk egem enliğin» girdiler (Vl-Vlll.yy.). Çinliler’in kışkırtmasıy­ la G öktürkler'e karşı başlattıkları ayaklan­ ma bastırıldı. Tanrı Kağan ölünce (741), çıkan taht kavgalarından yararlanarak Uygur-Karluk birliğine katılıp G öktürkler’i yendiler (743); yeni kurulan U ygur dev­ letinde uç muhafızlığı görevini üstlendiler. VIII-IX. yy.'la r arasında U ygurlar'ın ege­ m enliğinde yaşayan Basmıllar, bir süre sonra onlara karşı da ayaklandılar. Uygurlar uzun süren m ücadelelerden son­ ra Basmıllar’ı bastırdılar. Bir bölüm ü Ç in’e sığındı, bir bölüm ü de Batı Türkistan'a gi­ derek Karahanlılar'a katıldı (X-XI. yy.). Karahanlılar içinde zam an zam an karışıklık­ lar çıkaran Basmıllar'ın adına, XI. y y.’dan sonraki kaynaklarda rastlanmıyor. BASOOALAR -



SOGALAR.



BASOMMATOPHORA a. Gözleri çekilgen iki dokunacfn ucunda bulunan, ak­ ciğerli karındanbacaklı yumuşakçaları içeren takım. (Salyangozlar ve tabaksalyangozları bu takıma girer.)



BASOV (Nikotay Gennadieviç), rus fi­ zikçi (Usman, Voronej yakınında, 1922). M ühendislik enstitüsü’ nde katilar fiziği okutm akta ve Lebedev enstitüsü’nde ku­ vantum radyofizik laboratuvarını yönet­ mektedir. Tez çalışması sonunda 1956’ da amonyaklı “ m olekül salıngaç"ını yap­ tı ve daha sonra bu aygıtı meslektaşı P ra horov ile geliştirdi. Ardından o ptik alanın­ da gazlı laserleri, kızılötesi alanında ya­ rı iletken laserleri gerçekleştirerek kuvan­ tum salıngaçlarını geliştirm e çalışmaları­ nı sürdürdü. Basov ve Prohorov ABD 'li Townes ile birlikte 1964 Nobel fizik ödü ­ lü ’nü paylaştılar.



K a rıs ın ı



b a s tırm a k .



+ b a s m a k , kuvve­ tini onun üstüne vermek;, bastırmak: B ü ­



le b a s m a k . P e d a la , f r e n e b a s m a k .



ler açısından deneylerin ço k yetersiz ol­ m asından kaynaklanan bir artefakt’tan başka şey değildir.



k a lıp k o n u la r .



— Etol. B a s m a k a l ı p d a v r a n ı ş , kendisini başlatan uyartıya sıkı sıkıya bağlı bir bi­ çim içinde ortaya çıkan davranışa denir. (Bk. a n s i k l . böl.) —ANSİKL. Etol. Basmakalıp davranışların ayırtedici özelliği, ortaya çıkış biçim lerin­ de çeşitlem e bulunm am asıdır. Organiz­ manın toptan tepkileri (taksiler), yerel tep­ kileri (refleksler) ve cinsel davranış gibi karmaşık eylemleri, bu kategoriye girer. Davranışsal basm akalıplık çoğu za­ man, yeterince derinleştirilmemiş bir ince­ lem eden ya da davranışı başlatan öğe­



BASÇUİNA a. (isp.



b a s q u i n a , basco' dan). İspanyol kadınların giydiği çok süslü geleneksel etek.



H BASRA, Irak’ta kent, il merkezi, Şattülarap'ın batı kıyısında, Basra körfezine 120 km uzaklıkta; 616 70Ö nüf. (1985). Yeri, batıdan doğuya geçişi sağlayan ayrıcalıklı bir noktadadır: kent, Dicle ile Fırat’ın kavuşmasından sonra ve Aşağı Irak'ın bataklık bölgesinin aşağı kesimin­ de, Akdeniz Levant'ı ile İran arasında d a ğal bir yol oluşturan bir sağlam toprak eşi­ ğinin yüksekliğinde, Şattülarap’ın hâlâ ol­ dukça dar ve — Basra körfezine doğru ge­ nişlemeden önce— aşılmasının kolay oldu­ ğu bir yerdedir. Hurmalıkları (Basra bü­ yük bir hurm a ticareti merkezidir) ve bah­ çeleri sulayan b irçok kanal Basra'yı Şat-



tülarap'a bağlar; başlangıçta Şattûlarap'a 3-4 km uzaklıkta kurulan kent, XIX. yy.'d a Süveyş kanalı bütün M ezopotam ya'ya denize açılma olanağı verince, giderek ır­ m ağa doğ ru genişledi; Basra'nın liman semti (kentin eski çekirdeğinden 8 km yu­ karıdadır) Süveyş kanalının açılmasıyla canlılık kazandı: Basra, Irak'ın hemen he­ m en bütün dış ticaretini gerçekleştiren (daha aşağı kesimdeki Fao'dan dışsatımı yapılan petrol dışında) limanıÜır. —Basra ili, 18 022 km2; 897 000 nüf. Ç ok az bölü­ mü il merkezinde (ayrıca kimya ve kâğıt gibi başka sanayilerde içerir) arıtılan p et­ rol yatağı (Rumeyle ve Z ü b p yr’e doğru). —Tar. Bugünkü kentin yaklaşık 15 km uzağında bulunan Ez-Zûbeyr'de, terk edilm iş bir ordugâhın yerine halife Ömer' in buyruğuyla kurulan eski Basra’ya (637 -638) bu ad toprağının doğasından (el -Basra: yumuşak, kefeki taşı) ötürü veril­ di. H indistan'dan U zakd o ğ u ’ya ve Afri­ ka ’dan A kdeniz’e kadar uzanan önemli deniz ticaret yolları üzerinde bulunan kent, kısa sürede gelişerek İskenderiye li­ manını gölgeledi. A bbasiler dönem inde (750-1258), özellikle Harunureşit’in halife­ liği sırasında Ortadoğu’ nun en büyük kül­ tür ve ticaret m erkezlerinden biri olarak parlaklığının doruğuna erişti. A bbasiler’ in zayıf düşmesi üzerine m oğol saldırısı­ na uğrayıp (XIII. yy.) tüm üyle yıkıldıysa da yine M oğollar'ın egem enliği altında bu­ günkü yerinde yeniden kuruldu. 1508’de Şah İsmail Safevi'nin yönetim ine geçen kent 1538'de Osmanlı devletine bağlan­ dı. XVII. yy'da avrupalı gemicilerin, özellik­ le İngiliz, portekiz ve hollanda ticaret ge­ milerinin uğrak yeriydi. Basra körfezinin en büyük ve en işlek limanı durum una ge­ len kent, bir ara tekrar iranlılar'ın eline geç­ tiyse de (1776-1779) OsmanlIlar tara­ fından geri alındı. Birinci Dünya savaşı'nda ingilizler tarafından işgal edilerek as­ keri üs ve liman olarak kullanıldı. Sava­ şın bitim inde bir süre İngiliz koruması al­ tında kalan kent (1920-1932) daha son­ ra bağımsızlığını kazanan Irak devletinin yönetim birim lerinden biri oldu.



BASRA EYALETİ, Osmanlı imparatorluğu'nda yönetim birimi. 1538'de Osman­ lI topraklarına katılan eyalet, önceleri mül­ kiyet tem eline dayalı özerk bir yönetimdi. B ağdat eyaleti ile birlikte tek valinin yö ­ netim ine verildi, zam an zaman sancak olarak ya d a mütesellim eliyle B a ğ da t’a bağlandı. 1546-1667 arasında salyane sistemiyle yönetilen bir eyalet durum una getirildi ve daha sonra d a öteki Osmanlı eyaletleri gibi yönetildi. XVII. yy.’da Bas­ ra’ya bağlı otuzu aşkın sancak vardı. Eya­ letin gelir ve vergilerini vali toplardı. Bas­ ra eyaletinin sancak beyleri, seferde Bağ­ dat beylerbeyinin komutası altına girerler­ di. Eyaletin Bağdat’a bağlı olarak müte­ sellimle yönetildiği dönem de, Bağdat valisince atanan bir de defterdarı vardı. Di­ vanda yerlilerden "a c a l” diye anılan say­ gın bir kişi bulunurdu. Mütesellim, yapa­ cağı her işi acal’a danışm ak zorundaydı. 1862’de Bağdat vilayetinin bir sancağı konum una getirilen Basra, 1884'te ayrı bir vilayet oldu.



Basra ibriği, Tiflis m üzesi'nde (Gürcis­ tan) bulunan, erken İslam döneminden tunç ibrik. Yazıtına göre 6 8 9 ’da, Basra kentinde yapılmıştır. Arm ut biçimi gövdesi dikey yivlidir; kulpu üzerinde palmet yap­ rağı biçim inde bezemesi vardır. Erken İs­ lam dönem i m aden sanatında, yapıldığı kente ilişkin yazıtı bulunan birkaç yapıt­ tan biri olması açısından önemlidir. Basra kaptanpaşalığı, Osmanlı dev­ letinin Basra'daki deniz kuvvetleri kom u­ tanlığı. Dicle, Fırat ırmaklarını korumak ve Basra körfezini savunmak amacıyla, XVI. yy.'d a kurulan komutanlık, XIX. yy. baş­ larına kadar bu görevini sürdürdü. Kaptanpaşalar, İstanbul’dan atanır, 50-60 teknelik donanmanın gem i gereksinimi Bire­ cik tersanesinden karşılanır, bütçesi de Basra ve Bağdat eyaletlerinden alınan



ödeneklerden sağlanırdı. Kölemen bey­ lerinin egemenliği döneminde, Basra mü­ tesellimler tarafından yönetilm eye başla­ nınca, Bağdat valileri Basra kaptanpaşalığının gelirine el koydular.



BASRA kArfszl, Hint okyanusu’nun K.-B.'sında az derin (30 m) deniz; Arap plakasının Asya plakası (İran sıradağları) altına girdiği alanda, kalın döküntü dizile­ rinin yığılmasıyla dipler ve adalarla dolu Hürmüz boğazı aracılığıyla Umman körfe­ zine bağlanır. Yağışların azlığı (G. kıyısın­ da 100 mm, K. kıyısında 200 mm) nede­ niyle tuzlu suların toplandığı bir havzadır: tuzluluk oranı %„ 39-40'tır; bu oran G. ke­ simindeki deltanın önlerinde binde 35’in altına düşer. Sıcaklık rejimi çok çelişkili­ dir: kışın 15-20 °C, yazın 30-32 °C. Mer­ can kayalıklarıyla çevrili kıyılarda balıkçı toplulukları yaşar. İktisadi etkinliğin tem e­ li, petrol çıkarmaya ve bunu pazarlamaya dayanır. Basra körfezi 1991 Körfez sava­ şı sonucu büyük çapta kirlenmeye maruz kaldı. (-» K ö r fe z Savaşi.) BASRİ, soyadı Dlrlmlili, türk futbolcu (Silistre 1930). 1 952'de Fenerbahçe’ye geçtikten sonra, 1965'te futbolu bırakıncaya kadar, sürekli bu takımın sağ bek m evkiinde oynadı. 28 kez milli oldu. Fut­ bolu bıraktıktan sonra çeşitli kulüplerde çalıştırıcılık yaptı. BASRİ BABA, tü rk halk şairi (Üsküdar 1874 - ? ?). Lise düzeyinde öğrenim gör­ dü. Uzun süre Kapalıçarşı'da yağcılık yaptı. Birçok tarikata girip çıktı. Hüsnü Ba­ ba ile tanıştıktan sonra bektaşi oldu. Ne­ feslerinde öteki bektaşi şairlerinde bulun­ mayan birçok değişik görüşlerle birlikte m elam et* anlayışı da yer alır.



BASRİYYUN a. (ar. Basri'nin [Basralı] çoğl. Basriyyun), arapça dilbilgisinde, ku­ ralları saptamada Kûfelilerden (Kûfiyyûn) ayrı görüşte olan basralı dil bilginleri. (Basralılar, bütün çalışm alarında dili, ak­ la ve mantığa sıkı sıkıya bağlarken, kü­ feli bilginler daha gerçekçi ve pratik bir yöntem izleyerek kullanışa önem verirler. Daha sonraları, Bağdat’ta gelişen bir akımla, Kûfelilerin görüşü üstünlük kaza­ narak benimsenm iştir.) Basriyyun okulu­ nun en önemli bilginlerinden olan Halil ibni Ahmet, arapçanın en büyük sözlüğü­ nü (Kitabül-Ayn) hazırlamıştır. Daha son­ raki yüzyıllarda yazılan bilimsel ve teknik yapıtlardaki terim lerin hepsi, H alil’in bu yapıtına dayanır. Bu sözlük, arap bilimin­ de yunan etkisini gösterir. Bu etki H alil’in özellikle bilim sınıflandırmasında kendini gösterir. Halil'in, ayrıca, aruz veznini ilk bulan kişi olduğu da söylenir. BASS (George Fletcher), ABD'Iİ sualtı arkeologu (Colum bia 1932). Pennsylvania Üniversitesi klasik arkeoloji bölüm ü ’nü bitirdi. Çalışmalarını Doğu Akd.eniz tunç çağ ve Mykenai sanatı üzerine yoğunlaştırdı; ancak Anadolu kıyılarında yaptığı sualtı çalışmalarıyla tanındı. Penn-



sylvania Üniversitesi müzesi adına, kap­ tan Cousteau ile birlikte Güney A nadolu' da, Finike açıklarında G elidonya batığın­ da yaptığı çalışm alarda (1961), bir filistin ticaret gem isinin buluntularını ortaya çı­ kardı (dünyada o g üne değin bilinen en eski gemi). Bodrum açıklarında Yassıad a ’daki bizans batığında çalıştı (1961 -1966); amforalar, kandiller, çıpalar, altın ve bakır paralar çıkardı. Bu çalışma sıra­ sında sualtı çizimi, fotoğraf çekm e ve plan çıkarm a gerçekleştirdi. Aynı yerin birkaç m etre uzağında g ene am fora yüklü batık b ir rom a ticaret gem isinde kazılar yaptı (1967-1974); iki kişilik b ir denizaltıya yer­ leştirilen stereo fotoğraf m akinesiyle foto­ grametri yöntemiyle plan çıkardı. Sualtı ka­ zılarına ilişkin yapıtları: A rch ae o log y und e r water (Su altında arkeoloji) [1966]; A rchaeology beneath the sea (Deniz a l­ tında arkeoloji) [1975]; Yassı Ada — A Seventh Century Byzantine Shipvvreck. (Yassı A da — 7. Yüzyıl Bizans Batığı). [1982].



Etan'mıt havadan görünümü



BASSA (Ferrer), katalan ressam (yaşa­ mı konusundaki b ilgiler 1324’ten sonra belgelere dayanır). XIV. y y .’da ülkesinde­ ki gotik resme İtalyan üslubunu onun g e ­ tirdiği söylenir. Kesinlikle bilinen tek ya­ pıtı, Barcelona'daki Pedralbes Clarissa manastırı’nın yanındaki küçük San-Miguel capellası için 1346'da yaptığı duvar süs­ leridir. BASSAC, M ekong deltasının (Vietnam) güney koluna verilen ad. B BASSAİ, Arkadhia platolarında b ir ye­ rin adı, 1 151 m yükseltide, Phigalia ya­ kınında. iktinos’un (İ.Ö. V. yy.'ın sonu) yaptığı Apollon Epikurios tapınağı’nın



Iktinos tarafından yapılan Apdlon Epikurios $ ! . V. yy. sonu



Bassai kalıntıları. Dışı Dor düzeninde ye yerel kireçtaşından olan tapınağın içi ion tipi sü­ tunlarla süslüdür. Frizi (Am azonlar ile Yunanlılar’ ın çarpışmaları) British M useum ’ dadır.



1366



Bassan sümsüğü







SÜMSÜKKUŞU.



BASSANİ (Giovanni Battista), İtalyan besteci (Padova 1657’ye doğr. - Bergam o 1716). Bir süre M irandola sarayı'nda yaşadı, sonra Bologna akademisi'ne başkan seçildi (1683). Ferrara’da, daha sonra da, M aggiore’deki Santa Maria ’da capella yöneticiliği yaptı. Pek çok tiyatro yapıtı besteledi; ama daha çok, bir ya da üç ses için yazdığı kantatlarla ve iki keman ve bas için on iki sonatla (op. 5) ün kazandı. Biçimsel zariflik ve yazım açıklığıyla ayırt edilen yapıtları keman tek­ niğine ve sonat biçim inin birliğine büyük bir canlılık getirdi.



BASSANİ (Giorgio), İtalyan yazar (Bo­ logna 1916). Şair, denem eci ve özellikle romancı. Konularını çoğunlukla, Ferrara yahudi burjuvazisi çevrelerinden seçtiği anlatılarında, toplum sal, duygusal ya da cinsel uyum suzluk olaylarını inceler (C/nquestorıe ferraresi, 1956; Gli Occhiali d 'o ro, 1958; II g ia rd in o d e i Finzi-Contini, 1962; L 'Airone, 1968).



fl BASSANO (Jacopo DA PONTE, Ja­ copo — denir), İtalyan ressam (Bassano



Jacopo Bassano Çarmıhs geriliş (1562) Treviso müzesi



1515'e doğr. - ay. y. 1592). Önceleri, ba­ bası Francesco ile çalıştı; bir süre Pordenone ve Paris Bordöne'nin; daha sonra romalı ve flam an manierismocularının ve ardından, Venedik’te Tiziano ve il Tintoretto’nun etkisinde kaldı. Büyük yapıtı Çarm ıha geriliş (1562, Treviso müzesi), sanatçının manierismoculuktan kurtuldu­ ğunun kanıtıydı. Bundan sonra dinsel ve dindışı sahnelere natüralist türde pasto­ ral unsurların tüm ünü katan yeni bir for­ mül ortaya koydu: Çobanların tapınması (1568, Bassano müzesi), Azize Lucilla'nın vaftizi (aynı müzede). — Dört oğlu ve öğrencisinden g e n ç FRANCESCO (Bassa­ no 1 5 4 9 -V e n e d ik 1592) ve LEANDRO (B assano 1 5 5 7 -V e n e d ik 1622) en başarılı olanlarıdır. Renk kullanmada ustalaşan bu iki sanatçı, Dukalar sarayı



adına çalıştılar. Francesco genellikle Kut­ sal K itap’ tan sahneler ve pastoral tablo­ lar yaptı; Leandro ise portre alanında d ik­ kat çekti. Ja cop o 'n un d iğer iki oğlu, GİOVAN BATTİSTA (Bassano 1553 - ay. y. 1613) ve G e r o l a m o (Bassano 1566 -V enedik 1621), babalarının ve öteki kardeşlerinin taklitçisiydiler.



BASSANO dükü



• MARET (Hugues



Bernard).



BASSANO DEL GRAPPA, İtalya'da kent, Venezia’da, Vicenza’nın K.-K.-D.’ sunda, Brenta ırmağı kıyısında; 35 100 nüf. Belediye müzesi (J. Bassano’nun ve onun okulundan yetişm e ressamların re­ sim leri; C a n o v a ’ nın desenleri). XIII. yy.’dan kalma kilise. Dokum a sanayisi.— NapolĞon, 8 eylül 1796’da Avusturyalılar’ı b urada yendi ve 18 0 9 ’da Bassano’ yu bir düklüğe dönüştürerek bakanı Maret’ye verdi. BASSAR, esk. Bassari, T o g o 'd a kent, Sokode’nin K.-B.'sında; 16 000 nüf. Tica­ ret merkezi.



BASSAS DA İNDİA, Hint okyanusu'nda Fransa’ya bağlı adacık, Mozambik bo­ ğazında, M adagaskar’ ın B .’sında.



Bassa, Van ve Ağrı çevresinde oynanan halay türü bir halk oyunu. Figürleri kavu­ şan sevgilileri sim geler. Davul zurna eşli­ ğinde, kadın erkek birlikte oynanır.



BASSEİN, Birm anya’da kent, iravadi ilinin merkezi, Ftangoon’u n B .’sında; 356 000 nüf. (1990). Havalimanı. Bassen-Kornzwelg sandromu,



Aİ­



LEVİ AKANTOSİTOZ*’un eşanlamlısı.



BASSETERRE, İngiliz Küçük Antilleri-'nden (Rüzgâraltı adaları)Saint Christo p h er adasının yönetim merkezi; 15 700 nüf. Ticaret merkezi.



BASSE-TERRE, Guadeloupe'un yöne­ tim m erkezi,Basse-Terre’ in G.-B. kıyısın­ da, Soufriöre’in eteğinde; 15 778 nüf. Yö­ netim ve ticaret merkezi. Muz dışsatım limanı. BASSE-TERRE ya d a GUADELOUPE, G uadeloupe'un (Fransız Antilleri) denizaşırı yönetim bölgesinin batı bölüm ünü oluşturan ada; yönetim merke­ zi Basse-Terre. Adına karşın ("basse te rre ” alçak arazi anlam ına gelir) ço k en­ gebeli bir arazidir; en yüksek noktası Soufriöre yanardağında 1 467 m 'dir.



BASSETTİ (M arcantonio), İtalyan res­ sam (Verona 1588 - ay. y. 1630). Tiziano ve Tintoretto’yu, ayrıca R om a'da (1615 ve 1620 arası) C ara va g gio ’nun sanatını inceleyerek kendini yetiştirdi. XVII. yy.'ın başında, AlessandroT urchi ve Pasquale Ottino ile birlikte Verona’nın en iyi ressam­ ları arasına girdi. BASSİ (Luigi), İtalyan şarkıcı (Pesaro 1766 - Dresden 1825). Tizleri de çok par­ lak olm akla birlikte aslında bir bas olan Bassi, ilk kez on üç yaşında soprano ola­ rak P rag’d a sahneye çıktı; Mozart, Don Giovanni rolünü onun için yazdı. Bassi, Beethoven’in d a hayranlığını kazandı ve Dresden İtalyan operası’nın yöneticisi ol­ du.



BASSİA a. Endonezya’da ve Hint takım­ adalarında yetişen tüysüz sert yapraklı, kırmızımsı ya da sarı renkte sarkık çiçek­ li, sütlü ağaç. (Sapoteceae familyası.) — ANSİKL. Bassialar, D oğ u ’d a ve özellik­ le H indistan'da ekonom ik açıdan çok önem lidir. M eyveleri hayvan yemi olarak önemli olduğu gibi, kuru üzüm gibi dam ı­ tılır ve m ayalandırılarak şarap yapımında d a kullanılır. Etli ve tatlı olduğu için yenen çiçeklerinden de, dam ıtm a yoluyla alkol elde edilir. M eyveleri kaynatılarak yenir, kabuğundan çıkan sütlü özsu romatizma­ ya karşı kullanılır. Ayrıca bazı türlerinin to­ hum larından yenilebilen ve lam balarda yakılan bir yağ çıkarılır. Bassia cinsinden ağaçların odunu da, tıpkı tik ağacının



odunu gibi sert ve çok dayanıklıdır. Bas­ sia butyracea Nepal’de yetişir; odunu çok hafiftir, tohumlarından Galam yağı, ya da Ghee yahut Ghi yağı denen bir çeşit te­ reyağı çıkarılır. H indistan'ın güneyinde yetişen 8. lon g ifo lia 'dan illipe yağı, iç kısım larında yetişen B. la tifo lia ’dan M owhr yağı elde edilir. Çeşitli bassia türlerinden elde edilen bu yağlı m adde­ ler, g e n e llik le s o fra y a ğ la rın a ve çikolataya katılarak kullanılır. Saponin bakım ından zengin olan küspesi, böcek öldürücü özelliktedir ve balıklar için zehir­ lidir. 8. pasçuieri türünden bir başka çeşit Tonkin illipe yağı elde edilir. 8. molleyana Borneo'da yetişir. Yaklaşık olarak otuz beş bassia türü vardır. Bazı bassia türlerinin odunundan, tuzlu suya ve iske­ le kurtlarına dayanıklı temel kazıkları ve dem iryolu traversleri elde edilir.



BAST a. (ar. b a s t). Esk. (Etmek, eyle­ mek, olm ak yardımcı fiilleriyle kullanılır.) 1. Yayma, açma, serme. — 2. Uzun uza­ dıya anlatma. — 3 . Sevindirme. — 4. Utangaçlığı bırakma, rahat olma. — 5. Bast-ı bisat. yaygı serme, dua etm ek için seccade serme: "N e hacet hazrete bast-ı bisata inbisat etm ek / Kulun keyfiyyet-i ha­ li çü malûm ola m eviaya" (Ahmet Dai, XV. yy.). || Bast-ı cevab, karşılık verme. || Bast-ı dava, dava açm a. || Bast-ı makat, söz aç­ ma. || Bast-ı mukaddemat, asıl konuya gir­ m eden önce bir giriş yapma. || Bast-ı yed, el uzatma, baskı kurm aya çalışma, işe el koyma. || Bast Cı beyan, açıklama, ayrıntı­ larıyla anlatma: ” ... temenniyat-ı hâlisenin bast ü beyan edildiğini..." (M. Kemal Ata­ türk). —Tasav. Reca (ümit) derecesine yükse­ len sâlikte oluşan ferahlam a durum u. (Bu durum , genellikle ka b z ’ [sıkıntı] duru­ m undan sonra ortaya çıkar. İki lerim , ço­ ğunlukla kabz ve bast biçim inde, birlikle kullanılır, inanca göre, insanın gerçekten Allah'tan korkması [havf] ve onun rahme­ tini ümit etmesi (reca), nefsi tezkiye etmek (arıtmak) ile sağlanabileceğinden, daha ileri bir derece olan kabz ve bast'a da uzun bir m ücahade [nefse karşı savaş] ile ulaşılır. Sâlikin duyduğu ferahlamanın de­ recesine göre bast yoğun ya da hafif olur, ileri derecedeki bast durum unda, sufi kendinden geçebilir. Ancak, büyük m u­ tasavvıflar, böyle durum lar yaşayabilen sufilerin, bundan dolayı gurura kapılarak makam dan düşebileceklerine dikkati çek­ mişlerdir.)



BASTA ünl. Denize. Dur komutu, aganta*.



BASTAD, İsveç’te sayfiye merkezi, Kattegat körfezinin oluşturduğu koylardan bi­ ri kıyısında, H âlsing b o rg ’ un K .’inde; 2 200 nüf. Bastam kalesi, K.-B. İran'da urartu kalesi. Tahran alm an arkeoloji enstitüsü adına W. Kleiss yönetim inde başlatılan kazılarda (1968), kulelerle güçlendirilm iş ki anıtsal kapısı bulunan kale, surlar, ta­ pınak, büyük küplerin bulunduğu depo ortaya çıkarıldı. Kalenin K. ve K.-B.'sında aşağı kentle ilgili yapı kalıntıları vardır. Küçük buluntular arasında m ühürler, se­ ramikten hayvan başı biçim inde kaplar ve çivi yazılı tabletler önemlidir. Bu tabletler­ den birinde kalenin Rusa II tarafından ku­ rulduğu bildirilm ektedir (İ.Ö. VII. yy.). Bu­ rası İ.Ö. VI. yy. sonlarında M edler'in eli­ ne geçti. Aşağı kentteki büyük yapılar Or­ taçağ boyunca, IX.-XV. y y.’lar arasında mezarlık olarak kullanıldı. BÂSTÂN a. (fars. bastan). Esk. 1. Geç­ miş, mazi. — 2. Tarih. — 3. Dünya: Bâstân-ı bi-beka (gelip geçici dünya). — 4. Bâsta.ı-şinas,.geçmişi iyi bilen,tarihçi. BÂSTÂNİ sıf. (fars. bastan ve -/'den bâstS ni). Esk. Geçm işle ilgili, tarihsel. BASTARDELLA (Lucrezia AGUJARİ, la — denir), İtalyan şarkıcı (Ferrara 1743 - Parma 1783). Sanat yaşamına 1764’te Floransa'da başladı ve 1768'de, H aydn’



Bastian ın O rfeo ’sunda, büyük ustalık isteyen E urydice rolüne çıktı. M ozart'ın da belirttiği gibi, Bastardella'nın sesi altıncı d o ’ya değin üç oktavı kapsayan az görülür bir genişlikteydi.



BASTARNAE. Esk. coğ. İ.Ö. III. yy.'d a yukarı Vistül ile aşağı Tuna arasına yayı­ lan germ en halkı. MakedonyalI Philippos V bu halkı Romalılar’a karşı kullandı. BASTENAKEN, Bastogne’un flam an­ ca adı.



BASTET, mısırlı tanrıça; kedi, ya da ke­ di başlı bir kadın biçim inde betim leniyor­ du. Tapınıldığı başlıca yer Bubastis ken­ tiydi. Sevimli bir tanrıça olan Bastet ba­ zen neşeyle birleştiriliyor (bir sistron ola­ biliyordu), bazen de aslan biçimindeki savaş tanrıçası Sekhmet'in dingin “ görünü­ m ü " olarak düşünülüyordu. Bastet XXII. sülale dönem inde seçkin bir rol oynadı. (Bu sülaleden gelen firavunlar Bubastis kökenliydi.)



BASTI a. (bastırm ak’tan). Kıyma ya da kuşbaşı etle pişirilen bazı sebze yem ek­ lerine, tencereye yerleştirme biçimi nede­ niyle verilen ad. Patlıcan bastısı, kabak bastısı vb. (En alta et, üste sebze, tekrar et ve sebze düzeniyle tencereye dizilen malzeme, su ilave edilerek pişirilir.)



BASTIBACAK sıf. ve a. 1. Kısa, çarpık bacaklı kimse için kullanılır: Toparlacık, bastıbacak b ir adam . — 2. Küçük, yara­ maz çocuk için kullanılır; yumurcak: Bizim bastıbacak h e r g ü n b ir şeyler kırıyor. Ne bastıbacaktır o! BASTIK a. Üzüm şırasıyla yapılan bir tür joestil. (Üzüm suyu kaynatılarak yapılan şı­ ra, bezler üzerine serilerek kurutulur. Bez­ d e n kurtarılıp nişastalanır, içine ceviz, fın­ dık vb. konarak ya da sade olarak yenir.) BASTIRICI a. ve sıf. Nörobiyol. Bir nö­ ronun ya da bir nöron sisteminin, hatta tüm beynin etkinliğini azaltan fiziksel ya d a kimyasal etken. — Cev. hazl. Yüzdürm e yoluyla katiları ayırm ada kullanılan ve bazı cisimlerin suyla ıslanma elverişliliğini büyük ölçüde artıran etken. (Bastırıcı, kimi tanelere top­ layıcının etki etmesini ayıklama yoluyla engeller.) —Telekom. Yankı bastırıcı, bir telefon devresinin uçlarına yerleştirilmiş, ses ku­ mandalı düzenek. (Üygun anlarda, iletim yolundaki zayıflatıcıları devreye sokarak, bir uçtaki yansımadan kaynaklanan ve öteki uçta algılanan yankıları zayıflatma­ ya yarar. Yankı bastırıcılar, uydularla ku­ rulan bağlantılarda ço k büyük cnem ta­ şır; çünkü gidiş ve dönüş yayılma zama­ nı, yani yankı gecikmesi yarım saniye sü­ rer.) —ANSİKL. iki çeşit bastırıcı vardır: 1. Kimyasal bastırıcılar: potasyum, korteksin yüzeyine yerleşince tüm beyin korteksini saran bir bastırma yaratır; alkol çok yüksek dozda alınırsa, komaya neden olur; m orfinikler, barbitürikler, uçucu anestezikler, yatıştırıcı ilaçlar, bazı antihistam inik ilaçlar gibi çeşitli farm akolojik et­ kenler de bu grub a girer. 2. Beyin anoksisi, karbondioksit aşırılığı ve m etabolik asidoz gibi m etabolizm ayla ilgili bastırıcılar. Bastırıcının bastırma etkisi toptan ola­ bildiği gibi (anoksi) uyanıklığı harekete ge­ çiren retiküler (ağsı) sistemleri etkileyenlerinki gibi odaksal d a olabilir (barbitürik­ ler). Ayrıca özel bir sistemde etki göste­ ren bastırıcı etkenler de vardır. Ö rneğin asetiekolinin aracılık ettiği sinirsel işlevler, kaslarda sinir iletimini durduran kürarlayıcı m addelerle ya da içorganlarda para­ sem patik sinir kumandasını durduran at­ ropin türevleriyle bastırılır. Bastırma gerek sinaps üzerinde, gerek sinapsın yukarı­ sında gerçekleşir (sinapsöncesi bastır­ ma). Bazı sinirsel yapıların etkinliği de, ay­ nı şekilde, normal olarak bunların çalış­ masını kolaylaştıran uzaktaki bazı yapıla­ rın çalışmasını devre dışı bırakmakla bas­



tırılabilir: bu tip bastırm aya antifasilitasyo n* denir.



BASTIRILMIŞ a. Psikan. Bilinçdışında bastırıma uğrayan ruhsal tasarım, bellek izi ya da anı. (Bu deyim " b ilin ç d ış f sü­ reci ile hemen hem en eşanlamlıdır. Ama daha ço k onun dinam ik yönünün önem i­ ni belirtir.)



BASTIRIM a. Psikan. Öznenin hazzını s ü rd ü rm e s iy le bağdaşm ayan b ir tasarımın, direnç güçleriyle bilinçdışına atılması. (Bk. ansikl. böl.) —ANSİKL. Psikan. iki türlü bastırım vardır: 1. İkincil bastırım, b ir !< sansür ve direnç güçleri etkisinde, öznenin yaşamı boyun­ ca düzenli olarak ortaya çıkar, ama bir bi­ rincil bastırılmış ruhsal temsilciler çekirde­ ği tarafından da bilinçdışına çekilir. 2. Bi­ rincil bastırım (ya da temel bastırım, ilk bastırım), bastırımın oluşturucu çekirde­ ğidir ve bilincin üstlenmeyi reddettiği dürtünün bir temsilcisi çevresinde örgüt­ lenen bilinçdışı ile bilinç arasındaki ilk ayrılmayı dile getirir. BASTIRMA a. Bastırmak eylemi. — Denize. Rüzgârın ve yağm urun aniden hızlanması. — Çım a kollarını birbirinin arasına göm erek iki halatı ekleme. — Esk. sil. Yeni yapılan topların denem e atışları için kullanılan deyim. — Halıc. Geleneksel halıcılıkta, dm 2'deki ilme sıklığının sağlanması am acıyla yapı­ lan yerleştirme işlemi. (Bir sıradaki dü­ ğüm ler bağlandıktan sonra, ağızlığın ara­ sına kalınca bir pam uk ipliği geçirilir ve üzerine düzenli aralıklarla kirkit vurularak düğüm lerin yerleşmesi sağlanır. Daha sonra iplik geri alınır. Bu işlem her sıra­ dan sonra yinelenir.) || Bastırma ipliği, bas­ tırma işlemi sırasında kullanılan kalın pa­ m uk ipliği. — M utf. -> PASTIRMA.



—Spor. Karşılaşmada, oyun hızının artı­ rılarak rakibi sürekli savunm a yapm a zo­ runda bırakan ve şiddeti düzenli olarak artan hücum. —Güreş, judo gibi spor dal­ larında, rakibi kurtulam ayacağı biçim de altta tutm a olanağı veren hareket ya da oyun. —Sütç. Yum uşak süt ürünleri yapılırken, süzme sırasında kalıplanacak pıhtının dü­ zenli çökm esini sağlam ak am acıyla üze­ rine ağırca bir plaka konması işlemi. — Terz. iki kumaşı yan yana (basit bastır­ ma) ya d a bir kumaşı başka bir kumaşın üstüne düzlemesine (eğik bastırma) ya da astar dikişlerini esas dikişler (tutturma bastırması)ya da bir pliyi (kayık bastırma) tutturm aya yarayan uzun ilmikler d iz i­ si.



BASTIRMAK g. f. 1. (Bir şeye, b ir şe­ yin üzerine) bastırmak, ona bütün gücüy­ le ya d a kuvvetle basm ak (nesneyle ya da nesne almadan): Ellerini göğsüne bas­ tırmak. Bastırarak yazm a (kalemi)! — 2. is­ yanı, ayaklanm ayı, olayları bastırmak, onun büyüm esini, yayılmasını engelle­ mek, önlem ek: Polis olayları kanlı b içim ­ d e bastırdı. — 3. B ir şeyde, b ir işte b ir kim­ seyi bastırmak, b ir alanda ona üstünlük sağlamak, bir işi ondan daha iyi yapmak: İyilikseverlikte hepim izi bastırır. — 4. Bir şeyi bastırmak, etkisini, şiddetini, ondan



daha güçlü biçim de duyurm ak: Trafiğin uğultusu seslerimizi bastırıyor, birbirim izi duyam ıyorduk. Bu acı d iğ e r bütün acıla­ rı bastırdı. — 5. Bir şeyi (soyut) bastırmak, onun ortaya çıkmasını, gelişmesini engel­ lemek: Korkularını bastırmak. Açlığını bastırmak. — 6 . B ir şeyin kenarını bastır­ mak, onun genellikle uç kısımlarını (yaka, kol ağzı, etek vb.) kıvırıp dikmek: Eteği bastırmak. Pantolonun paçalarını bastır­ mak. — 7 . B ir şeyi (bir yere, b ir şeye, b ir şeyin içine) bast'rmak, oraya sıkıştırarak yerleştirmek; basmak: Çamaşırları a k­ şam dan suya bastırınız. — 8. Beklenmez­ lik, şiddet, aşırılık anlamı katarak yardım ­ cı fiil gibi kullanılır (basm ak'ın g üçlendi­ rilmişi): Yanıtı bastırmak. D ayağı bastır­ mak. İstifayı bastırmak. — 9. Arg. Parayı b a stırm a k, v e rm e k , ö d e m e k : B a s tır bakalım paraları. —Cev. hazl. U ygun bir etkenle bir cevhe­ rin yüzebilirliğini azaltmak ya da yok etmek. — Denize. Deniz ve rüzgâr için beklenm e­ yen bir anda patlamak. — Ev. ekon. -> Is l a t m a k . — Mutf. Yemeği pişirilebilecek hale getir­ mek, hazırlayıp ateşe koymak. — Patlıcan, kabak gibi sebzeleri etle ya da kıymayla tencereye döşeyip pişirmek. — Pastac. Ham ur maşası yardımıyla, iki pasta ham urunu birleştirm ek ya da bir turtanın kenarını çizgilerle süslemek. — Psikan. Bastırıma uğratmak.



1367



♦ gçz. f. 1. Bir hava olayı sözkonu­ suysa, beklenmedik bir anda etkili olmak: Sağnak bastırınca sokağa çıkm aktan vazgeçtik. Sıcaklar bastırdı. — 2. Bir grup insan sözkonusuysa, bir yere beklenilme­ yen bir anda topluca gelm ek: A kşam m i­ safir bastırınca sinemaya gidemedik. — 3. Bir yarışmada, bir karşılaşmada rakibe yüklenmek: Takımımız m açın sonlarında var g ücüyle bastırdı.



BASTIRMAK ->



BASMAK.



BASTİA,



K o rs ik a ’d a kent, T irren d e n iz i kıyısında, K o rs ik a b u rn u y la s o n a eren y a rım a d a d a ; 4 5 0 8 7 nüf. A d a n ın b a ş lıc a



kenti olan Bastia, eski liman ile yakınındaki ceneviz özelliklerini koruyan eski semtler çevresinde gelişmiştir. Örm an ve tarım ürünlerinin işlenmesine dayanan başlıca sanayi tesisleri, yakın dönem de adanın doğusundaki ovanın değerlendirilm esin­ den sonra gelişm eye başlamıştır. Turizm merkezi. Kent, dem iryoluyla A jaccio ve Calvi'ye, deniz yoluyla Marsilya, Nice, Cenova, Livorno ve Porto Torres'e bağlanır. Kentin adı, XIV. yy. sonunda C enevizli­ le r in kurdukları hisardan (bastia) gelir. 1563'ten başlayarak adayı doğrudan yö­ neten C enova C um huriyeti’nin ayrıcalık­ lar tanıdığı Bastia, 1764'te Fransa'ya geç­ ti. Fransız devrim i sırasında kentte, 1 79 4 -1 79 6 arasında ingilizler’in des­ teklediği bağımsız bir hüküm et kurul­ du.



BASTİAN (Adolf), alm an antropolog ve hekim (Bremen 1826 - PortofSpain1905). Gemi cerrahı olarakdünyayı dolaştı. Wirch ow ile 1 8 6 9 ’d a B e rlin A n tro p o lo ji e nstitüsü'nü kurdu ve bu enstitünün çıkardığı Zeitschrift für Ethnologie dergisi-



eski limandan ve Bastia bir görünüm



Bastian Magdalena ve Panam â ağzını keşfetti. 1525'te, bugünkü Kolom biya'nın ilk kenti olan Santa Marta'yı kurdu.



B a s tl* d’Urfö şatosu, Loire dâp.'ında, M ontbrison'un 15 km K .’inde şato. XVI. y y .’ın ilk yarısında C laude d 'U rfö ta­ rafından yeniden inşa edildi. İtalyan zev­ kiyle bezenmiş ve ca pe lla ’ya girişi sağla­ yan rokay üslubundaki mağarası g ünü­ müze değin korunm uş başlıca bölüm ü­ dür.



BASTİKA a. (ital. A ya k



b a s tik a ,



p a s tö c c a ) Denize. AYAK* TORNO’ nun eşan­



lamlısı.



BASTİKA a Denize. Bir serene, bir direğe ya d a gem inin ahşap bir bölüm üne açılan delik.



Bastie d'Urtt ptosu'nun rokay üslubunda yapılmış giriş odasından ayrıntı XVI. yy.’ın ilk yarısı



nin iki yayımcısından biri oldu. Ayrıca Ber­ lin etnografya m üzesi'nin kurulmasından d a sorum ludur (1866). Yayılmacılık fikir­ lerinin habercisi olarak tanınır. Başlıca ya­ pıtları: D e r M e n s c h i n d e r G e s c h i c h t e (Tarih'te insan) [1860]; D i e V ö l k e r d e s O s t t i c h e n A s i e n (Doğu Asya halkları) [1869]; K u l t u r l â n d e r d e s A l t e n A m e r i k a (Eski Am erika'nın kültürel bölgeleri) [1878-79],



BASTİANİA a. Her yerde görülebilen ço k küçük toprak nematodlarını içeren cins. BASTİAT (Frâdâric), fransız siyaset adamı ve iktisatçı (Bayonne 1801 - Roma 1850). Önceleri tüccar ve çiftçiydi, daha sonra sulh yargıcı oldu. 1832'de il genel meclisi üyeliğine, 1848'de Kurucu milli m edis'e, ardından da Yasama meclisi'ne seçildi. Sosyalizmin ve korumacılığın ateş­ li bir düşmanı olarak, iktisat yasalarının varlığına inanıyordu; ona göre, yasalar, liberallerin çoğunun sandığı gibi doğa' dan değil, Tanrı'dan gelir. H a r m o n i e s Ğ c o n o m i ç u e s (Ekonom ik uyumlar) adlı eserinde "H erkes kendi başının çaresine bakarsa, Tanrı da herkesi d üşü n ü r" diye yazar. Bastiat, iktisadi olayların öncesel uyum una inandığı için Malthus ve Ricard o'n u n "kö tü m se r" diye nitelenen klasik İngiliz liberal okulu karşısında "iyim se r" olarak nitelendirilmiştir.



Bastille’in ele geçirilmesi 14 temmuz 1789



dfinemin bir gravürü Bibliothigue natm le, Paris



BASTİDAS (R odrigo DE), İspanyol kâ­ şif (Sevilla 1460 - Santiago de C uba 1527). 1500-1502 arasında Venezuela, Kolombiya kıyılarını baştan başa gezdi ve



B A S T İL L E a . (eski provencedilindebasf/da’dan fr. söze.).Paris’te inşa edilm iş ve uzun süre devlet hapishanesi olarak kullanılmış olan kale. —ANSİKL. Bastille, C harles V’in Paris'in doğusunda kurdurduğu savunma kuşağı­ nın belli başlı yapısıydı, inşasına Etienne Marcel tarafından başlanıp H ugues Aubriot tarafından büyütülen (ilk taş 22 ni­ san 1370’te konuldu) kale. 1382’de ta­ mamlandı. Büyük bir dikdörtgen (66 m x 30 m) oluşturan ve çevresinde çukurlar bulunan kalenin, her biri 23 m yüksekli­ ğinde dört kulesi bulunuyordu; daha son­ ra, kulelerin sayısı sekize çıkarıldı. Kale, Saint-Antoine sokağını kestiğinden, so­ kak Saint-Antoine kapısına ancak onun kuzeyinden dolanarak ulaşıyordu. Kale­ nin girişi güneydeydi. Henri II zamanın­ d a kaleye burçlar ye bir de lojman bina­ sı eklendi (1761). Önceleri askeri am aç­ la kullanılan Bastille (1652'de, G rande Mademoiselle, C ondö'nin Paris’e çekilişini emniyete almak için onun toplarından ya­ rarlandı), Louis XIII dönem inde devlet ha­ pishanesi oldu. 42 m ahpus barındırabiliyordu. Bunlar ayrı ayrı yerlere kapatılır ve kendilerine çok iyi davranılırdı (burada ya­ tan m ahpuslardan bazıları şunlardı: Bassompierre, Fouquet, Brinvilliers markizi, Lally-Tollendal, Voltaire, Latude, Sade). Tutuktular, onurları kırılmasın diye, bura­ ya kralın m ühürlü m ektubuyla gönderilir­ lerdi: bu yüzden, Bastille krallığın keyfi davranışlarının simgesi oldu. 14 tem m uz 1789’da ayaklanan halk, burayı ele ge­ çirdi. Bu sırada içeride dörd ü kalpazan (bunlar tekrar hapsedilm işlerdir), ikisi de­ li, biri d e sefih bir genç soylu olm ak üze­ re toplam yedi tutuklu bulunuyordu. Bas­ tille, 1790’da yerle bir edildi. Taşlarından yontulan maketleri bütün Fransa'nın ille­ rine gönderildi; kalan taşlar da, Paris’te, Concorde köprüsünün yapımında kullanıl­ dı.



Bamtllle’ln *1 * geçirilm esi, 14 tem ­ muz 1789’da meydana gelen ve parlamen­ ter devrim den halk devrim ine geçişi belir­ leyen olay. Bastille'in ele geçirilmesine, kra­ liyet b irlik le rin in Paris ve Versailles çevresinde toplanması ve özellikle de N ecker'in geri gönderilm esi (11 temmuz) yol açtı. H aberin, 12 tem m uzda Paris'te duyulm ası üzerine Borsa kapandı; bu sı­ rada ansızın ortaya çıkan hatipler "y u rt­ taşların bir Saint-Barthâlem y katliam ı"na uğrayacaklarını duyurdular. Bunun üze­ rine ayaklanm a büyüdü. 13'ünde, hem kraliyet birliklerinden, hem eşkıyadan çe­ kinen halk, mızraklarına sarıldı. Tiers se­ çicileri, düzeni korum ak üzere Hotel de V ille'de sürekli bir komite ve bir burjuva milis gücü örgütlediler. Milis gücünü silah­ landırmak amacıyla invalides’den 32 CXX) tüfek alındı (14 sabahı), öbürleri Bastille' in genel m üdürü Launay’den istendi; Launay’in em rinde yalnızca 30 paralı İs­ viçre askeri ile 80 malul vardı, isteği red­ detti, am a ön avluları kalabalığa terk'etti, sonra d a kalabalığın üstüne ateş açtırdı, ilk saldırı, saldıranlara yüz kadar ölüye mal oldu, ama, çekm e köprünün kapıları­ nı kırmak am acıyla toplar getirilince Launay teslim oldu ve öldürüldü. Aslında sı­ radan b ir olay olan kalenin ele geçirilm e­ si karşısında Louis XVI, 15'inde birlikleri geri gönderm ek, 16'sında N ecker'i geri çağırm ak ve olup bitenleri onaylam ak üzere 17’sinde resmen Paris'e gelm ek zorunda kaldı. Bastille’in ele geçirilmesi, öte yandan, taşrada belediyelerin ve köy­ lerin ayaklanm asına yol açtı (Büyük kor­ ku); artık devrimin yönlendirilmesinde Pa­ ris’e yöneticilik görevi düşüyordu. En so­ nunda, Devlet hapishanesinin düşmesi, neden sonra, keyfi krallık yönetimine karşı halk ayaklanmasının zaferi olarak kutlan­ dı. Bu nedenle, 14 temmuz, III. C um huri­ yet tarafından 18 8 0 ’de Fransa’nın ulusal bayramı kabul edildi. BASTNAEZİT a. (fr. b a s t n a Ğ s i t e ;



B a s t-



n â s 1 dan,



İsveç'te şehir). Miner. Doğal ser­ yum ve lantan fluorokarbonat



BASTOGNE, flam. Bastenaken, Bel­ çika’da kent, Luxem bourg ilinin yönetim merkezi, Ardenne'in orta kesiminde; 12 000 nüf. (1989). Özellikle XII. ve XV. yy.'lardan kalma kilise. Turizm. — Bastognearrondissem enti 35 700 nüf. —Tar. 1944'te, Ardenne* bölgesindeki al­ man saldırısı sırasında, Eisenhovver, 101. paraşütçü tüm enini Bastogne'a indirdi. Tümen, 21-26 aralık arasında alm an sal­ dırılarına direnm eyi başardı; 27 aralıkta, Patton'un tankları, B astogn^'u savunan tüm enle bağlantıyı kurdu. BASTON a. (ital.



b a s t o n e ) . 1. Yürürken dayanm ak için kullanılan sapı genellikle kıvrık değnek. — 2 . ince ve uzun ekm ek tipi. (Eşanl. b ag e t.) —3. B a s t o n g i b i , b a s ­ t o n y u t m u ş g i b i , dim d ik duran, yürüyen kimse, bu kimsenin duruşu, yürüyüşü için kullanılır. — Denize. A na cıvadranın üstünde ileri doğru sürülen çubuk. —Cunda yelkenleri açm ak için ana ve gabya serenlerinin cundalarına sürülen seren. || B a s t o n b ı r a k i l i , bastonu gönyesi üstünde tutm ak için baston topuğunun çevresinden ve cıvad­ ranın altından dolaştırılan zincir. || B a s t o n b o s a s ı , bastonu cıvadranın ilerisinde is­ tenilen uzunlukta tutm ak için kullanılan zincir. || B a s t o n g ö n y e s i , bastonu cıvad­ raya koşut olarak tutm ak için cıvadra ile baston arasına yerleştirilen ve bir yanı cı­ vadraya ö bü r yanı bastona oturan ağaç. || B a s t o n k i l i d i , kontra baston ile cunda yelkenlerinin bastonlarını tutm ak ve gere­ ğinde dışarı sürülmelerini kolaylaştırmak için ana ve gabya serenleriyle baston üs­ tüne yerleştirilen trusalar. || B a s t o n m a r s i p e t i , baston ile kontra bastona açılan flok­ ları sarmak ve bu kesimde rahat çalışmak için baston altlarına yerleştirilen marsipet. || B a s t o n v e n t o s u , baston ile kontra bas­ tonun yatay konumlarını korum ak için cundalarından alınıp sancak ve iskele baş



omuzluklara bağlanan vento. || B a s t o n y e ­ filika ve küçük teknelerde düm en ye­ kesinin boyunu uzatm ak için yekeye ta­ kılan sağlam ağaç ya da dem ir çubuk. || K o n t r a b a s t o n , bastonun üstüne sürülen çubuk. — Mobc. Düz bir perdenin baş uçlarından birine takılan, plastik ya d a metal çubuk. (Perdeyi yana çekm ek için kordon yerine kullanılır.) —Ö lçbil. Ö l ç ü b a s t o n u , hayvan boyunu ölçm ede kullanılan ve üzerinde sürgü bu­ lunan dikey metre. —Sil. K a r g ı l ı b a s t o n , k ı l ı ç l ı b a s t o n , içine bir kargı ya d a bir kılıç yerleştirilmiş oyuk baston. || K u r ş u n l u b a s t o n , sapı kurşun­ dan olan ve topuz işlevi gören baston. ke,



BASTON-PUSET a. Birbirinin üzerine katlanabilir, baston biçim inde iki paralel dikm enin arasına kumaş gerilerek yapı­ lan ço cuk arabası. BASUFAN ya da BASUFYAN, Kuzey Suriye'de yer, cebel Siman'da. O rtaça ğ d a hisara dönüştürülen Aziz Phokas kilisesi' ni, Kaiat S im andaki haç planlı Aziz Simeon Stylites'ini yapan kalfa ve ustalar topluluğu gerçekleştirmiştir (491-492). BASUKULAR -> SUKULAR. BASUR a. Anus ve rektum da görülen toplardam ar varisleri. (Eşanl. HEMOROİT.) —ANSİKL. Basurların oluşum unda birçok etmen, özellikle kapı toplardam arındaki aşırı basınç (gebelik, siroz, vb.) ve anus büzgenkasının gevşekliği rol oynar. Ha­ reketsiz ve oturarak yaşam ak ve kabızlık hazırlayıcı etmenlerdir. Basurlar iç basur ve dış basur diye ikiye ayrılır. Dış basur­ lar anusun dışında yer alırlar, içtekilerse ancak parm akla ya d a anuskopla mua­ yenede fark edilebilirler. Basurlar, dışkı­ nın üzerini saran ya da dışkıdan sonra gö­ rülen kırmızı kanamalarla belli olur. Her basur, daha tehlikeli bir hastalığı (rektum kanseri gibi) gizleyebilir, bundan ötürü tam bir m uayene her zaman şarttır. Ba­ surlar iltihaplanabildikleri gibi önemli ka­ namalara da neden olabilirler. Basurların içinde kanın pıhtılaşması çoğu zaman acil m üdahaleyi gerektirir. Basurların tedavi­ si öncelikle tıbbidir: sağlık ve perhiz ko­ şullarına uymak, dam ar büzücü pom at­ lar, doku sertleştirici iğneler.



BASURLU a ve sıf. Basuru olan. (Eşanl. HEMOROİTLİ.)



BASUROTU a. Yatık gövdeli, yürek bi­ çim inde değirmi yapraklı, sarı çiçekli, kü­ çü k bitki. Kış sonunda çiçek açar; çiçek­ leri düğünçiçeğininkine benzer, ama taçyaprakları 6-9 tanedir. Köklerinde uzun yum rular vardır. (Bitki serin nemli yerler­ de yetişir. Taze kökleri peklik verici ve ya­ ra iyileştiricidir. H aricen m erhem halinde basur m em elerine karşı kullanılır. Basurotuna yağlı çiçek de denir. B ü . a . R a n u n c u l u s f i c a r i a ; d üğünçiçeğigiller fam ilya­ sı.[Eşanl. BATAKLIK DÜĞÜNÇİÇEĞİ.]



BASUTOLAND, G üney A frika’da eski İngiliz protektorası. Zulu savaşlarıyla d a ­ ğılan Sotholar (ya da Basutolar), 1822'ye doğru, O range devleti ile C ape eyaletinin kuzeyi ve Natal arasında yer alan dağlık b ölgede toplandılar; burada hızla gelişip çoğaldılar. Fransız protestan misyonerle­ rin gelmesi bağımsızlıklarına zarar g e ­ tirmedi. 1852'de, Berea’da ingilizler'i ye­ nilgiye uğrattılar ve Orange devletine kar­ şı ke nd ilerin i başarıyla sa vundular. 1868’de, başkanları Moşeş kendi isteğiy­ le İngiliz yargılam a alanına girdi. D oğru­ d an C ape sömürgesi tarafından yönetilen Basuto, 1875'te toplarını geri vermeyi reddederek ayaklandı. Savaşlar Gun War (ya da “ Silahlar savaşı” , 1880-1883) adıyla bilinmektedir. 1884'ten itibaren, ül­ ke doğrudan Londra'dan yönetildi. Ülke, özellikle Orange devleti ve Rand altın ma­ denleri için bir el em eği kaynağı oldu. Bu­ nunla birlikte başkan yetkisini kullanma­ yı sürdürdü; öyle ki beyazların toprak sa­ tın alması ya da kiralaması yasaklandı.



1940’ta ülkede bir Ulusal meclis kuruldu. 1960’ta Ulusal m eclis daha geniş yetki­ ler elde etti. Basutoland, 4 ekim 19 6 6 ’da Lesotho adıyla bağımsızlığına kavuştu, am a Commonvvealth içinde kalm aya de­ vam etti.



BASUTOLAR - SOTHOLAR. BASÜBADELMEVT a. (ar. b a cş ü b a c d e - l - m e v t ) . E s k . 1. Kıyamet gününde ölülerin yeniden dirilmesi: "... b a s ü b a d e lm e v t



f a c ia s ı



b ö y le



b ir



o y n a m a k ta k i



m e n f a a t v e a lâ k a s ın ı.. ."



(Hüseyin Rahmi). — 2. Yeniden dirilme, kalkma. — isi. Ö lüm den sonra, çürüyen bedenle­ re ikinci "s u r'’un üflenmesinden sonra, Al­ lah tarafından eski biçim lerinin verilmesi; dirilme. (Bk. a n s i k l . böl.) —ANSİKL. İslam dininin iman ve ibadet il­ kelerinin özetlendiği, C i b r i l h a d i s i diye bi­ linen ve tüm sahih hadis kitaplarında yer alan bir hadiste, Peygam ber Muhammet, "im a n , Allah’a... ve öldükten sonra yeni­ den dirilm eye inanm aktır" der. Yeniden dirilmenin, bedenle birlikte olup olm aya­ cağı konusu, tartışmalı olm akla birlikte, ehli sünnet inancına göre, dirilme, beden­ le birlikte olacaktır. Kuran’da, “ Kuşkusuz Allah, kabirlerde olanları diriltir” (Hac, XXII/7) denilmiş; "Çürüm üş kemiklere kim can verecek!" diyen inkârcılara, “ Onları ilk defasında yaratan can verecektir!” ce­ vabı verilm iştir (Yasin, XXII/7).



BAŞ a. 1. insah vücudunun üst ucu ve b irçok hayvanın vücudunda, ağzın, bey­ nin ve başlıca duyu organlarının bulun­ duğu ön bölüm: K o c a m a n , y u v a r l a k b i r b a ş . B a ş ın ı e ğ m e k , k a ld ır m a k , ç e v ir m e k .



(Bk. a n s i k l . böl.) — 2. insa­ nın kafatası, özellikle de beyni; kafa: B a ­



K e d in in b a ş ı.



ş ı a ğ rım a k . K a n b a ş ın a ç ık m a k . B a ş ın d a a ğ ır lık d u y m a k .



ten üst kısmı:



— 3 . Kafatasının saç bi­



B a ş ın ı y ık a m a k . B a ş ın d a b ir



te k s a ç o lm a m a k . B a ş ı a ç ı k d ış a r ı ç ık m a k .



— 4 . Bir topluluğu yöneten, belirli yetkiler­ le donatılmış kimse; bir işi, eylem ya da girişimi örgütleyen, yöneten kimse: I r g a t b a ş ı . B a ş ı n b a ş ı , b a ş ı n d a b a ş ı v a r d ı r (ata­ sözü). i h t i l a l i n b a ş ı o y d u . — 5. Bir kimse­ nin yaşamı: B a ş ı n a ö d ü l k o n d u . B a ş ı n ı i s ­ t e m e k . — 6. Bir şeyin başlangıç noktası ya da ön, ilk bölümü: H a f t a b a ş ı . F i l m i n başı



s ık ıc ıy d ı.



s a y fa



e k s ik .



K ita b ın



b a ş ın d a n



b ir k a ç



—7. En önemli öğe; temel,



esas: H e r ş e y i n b a ş ı p a r a d e ğ i l d i r . — 8. Yüksek yerlerin doruk noktası; tepe: D a ğ b a ş ı n d a n d u m a n e k s i k o l m a z (ata­ sözü). — 9. Bir nesnenin şişkin kabarık ucu, bir şeyin geri kalan bölüm ünden da­ ha oylumlu uç bölüm ü: Ç i v i n i n , t o p l u i ğ n e n i n b a ş ı . R a p t i y e n i n b a ş ı . —10. iki ucu bulunan nesnelerde uçlardan her biri: G e ç i d i n , k ö p r ü n ü n b a ş ı . — 11. Bir şeyin çevresi ya da ona yakın olan yer: M a s a b a ş ın d a to p la n m a k . H a v u z b a ş ı s o h b e t­ le r i.



— 12. Kişi ya da öz varlığı:



B a şı d e r­



— 13. A d + b a ş ı n a , bir paylaştırmada pay alacak­ ların her biri için ayrılan nicelik: E v b a ş ı ­ d e g ir m e k . B ir b a ş ın a k a lm a k .



n a b i r ç u v a l u n v e r d ile r . K iş i b a ş ı n a o n b i n d ü ş ü y o r . — 14. Kişiler için yükseklik ölçü birimi olarak alınan bir baş uzunlu­ ğu: A ğ a b e y i o n d a n b i r b a ş u z u n . —15. Varış çizgisinde, yarış atlarını birbirinden ayıran, yatay uzunluk birimi olarak ele alı­ nan baş uzunluğu: Y a r ı ş ı y a r ı m b a ş ö n ­ d e b i t i r m e k . — 16. E s k . Yara, çıb a n . —17. B a ş a ğ r ı s ı , bir kimseyi uğraştıran, ona sıkıntı veren şey: B u a r s a i ş i g e r ç e k ­ lir a



te n



ba ş



a ğ rıs ı



o ld u



b iz e .



||



Baş,



b a ş ın ı



ço k konuşarak bir kimseyi rahatsız etmek, bıktırmak. || B i r ş e y d e n b a ş ,



a ğ rıtm a k ,



b a ş ın ı



a la m a m a k ,



b ü tü n



z a m a n ın ı



ona



a y ırd ığ ı iç in b a ş k a b ir ş e y y a p m a y a v a k it b u ­ la m a m a k :



G e lip



g id e n le r d e n



b a ş



a la m ıy o r u m k i b ir a z c ı k o k u y u p y a z a y ım .



||



başı aşağıya dön ü k biçimde. | B a ş a ş a ğ ı g i t m e k , bir iş ya da durum sözkonusuysa, sürekli kötüyegitm ek.||Baş b a ğ l a m a k , sözkonusu birkimseyse, birine ya da bir düşünceye bağlanm ak; ekinse, başak v e rm e k . || B a ş baş, kucak çocuklarına ellerini “ hoşça kal” an­ B a ş a ş a ğ ı,



lam ında başlarına götürm eleri için söyle­ nen söz. |j Baş başa, birlikte, yalnız ola­ rak: Sonra, baş başa konuşuruz b u ko ­ nuyu. Sorunlarıyla b aş başa kalmak. İki kişiyi baş başa bırakmak. || Baş başa ver­ mek, bir konu üzerinde görüş ve düşün­ ce alışverişinde bulunm ak am acıyla to p ­ lanıp konuşmak; bir işi yapm ak için g ü ç ­ lerini birleştirmek: Baş başa verdik m i bu g ü çlü ğ ü de yeneriz. || Baş belası, başının belası, başının derdi, bir kimseye sıkıntı veren, sürekli rahatsız eden kimse ya da şey: Bu baş belasına yü z verme. || Baş beyin kalmamak, gürültüden, laf kalaba­ lığından rahatsız olmak; içinde bulunulan g üç bir durum dan kurtulmanın yollarını araya araya düşünem ez olmak. || Baş ça­ nağı, kafatası. || Baş çekm ek, başı çe k­ mek, topluca yapılacak bir iş ya da etkin­ liğin başlatıcısı olmak; halayda başta bu­ lunarak oyunu yönetm ek. || Baş dikmek, birini bir topluluğun başına başkan ya da yönetici olarak koym ak: Turnalar...birini b aş dikerler dahi ana u yup b ir elden bir ele g id e rle r (Acaib ül-Mahlûkat, XV. yy.) (esk.). || Baş döndürücü, olağanüstü, aşı­ rı hız ve çabukluk için kullanılır: Yıllar baş d öndürücü b ir hızla g eçip gitti: etkileyici, çarpıcı şey, kimse için kullanılır. || Baş dönmesi, göz kararıp düşecek gibi olm a durum u. || Baş efendi, çavuş (halk.). || Baş eğmek, direnm eyi bırakıp güçlü olanın buyruğuna girmek. Ü ç g ü n sonra onlar da baş eğm ek zorunda kaldılar. || Baş elde iken, sağ iken.|| B irk im s e y le y a d a b irş e y le baş etmek, edememek, o kimseye ya da şeye gücü yetmek, yetm em ek. || (Bir kim ­ se ile) baş gelmek, bir kimseyi yenmek, alt etmek: Korkmayın, beşiyle d e baş g elir o. || Baş göstermek, beli rmek, ortaya çı kmak: D eprem den sonra köyde bulaşıcı hasta­ lıklar b aş göstermişti. // B ir kim seyi baş g öze tm ek, onu evlendirm ek (tkz ). || Baş kaldırmak, bir yönetim e, düzene, buyru­ ğa karşı, gelmek; ayaklanm ak. || Baş kıç belli değil, baştan kıça h ab e r yok, bir to p ­ luluk ya d a toplantının düzensiz o ld u ğ u ­ nu, yönetenlerle yönetilenlerin birbirinden ayrılmadığını vurgulam ak için söylenir. || (Bir işe) baş koşmak, bir işe ön ayak ol­ mak, önderlik etmek. || B ir yola baş koy­ mak, bir amacı gerçekleştirm ek uğruna ölüm ü göze almak. |[ Baş olmak, yönetici durum una gelm ek: Baş olan boş olm az (atasözü). || (H er şeye) baş sallamak, söy­ lenen her şeyi onaylam ak, onayladığını belli etmek; dalkavukluk etmek. || Bir kim ­ seyi baş tacı etmek, ona çok değer ver­ mek, saygılı davranm ak. || Baş üstünde tutmak, taşımak, bir kimseye saygı gös­ term ek, onu ağırlamak. | Baş tüyü, başa takılan tüy, sorguç (esk.). || Baş üstüne, em ir veren kimseye “ emredersiniz, b uy­ ruklarınızı yaparım ” anlam ında söylenen yanıt. || Baş vermek, sözkonusu çıban­ sa, olgunlaşmak; tohum sa, filizlenip to p ­ rağın üstüne çıkmak; buğday, arpa gibi bitkilerse, başak tutmaya başlamak. || Baş yapm ak, gelin başı süslemek. || Baş yas­ tığı, uyurken baş altına konan yastık. || Ba­ şa baş -> BAŞABAŞ. || Başa çıkarmak, bir işi başarıyla bitirmek. || Bir kimse ile başa çıkmak, onun çıkardığı güçlükleri, engel­ leri yenerek onu yola getirmek. || B ir şey­ le başa çıkmak, o şeyin üstesinden gel­ mek, onu başarmak. || Başa geçm ek, bir kimse sözkonusuysa, bulunduğu to p lu ­ lukta yönetimi eline alm ak: Başa g eçin ­ ce şirketin işlerini kısa sürede yoluna koy­ du. || Başa gelmek, başına b ir iş, b ir şey gelm ek, kötü bir d urum a düşm ek ya da kötü bir olayla karşılaşmak. || Başa güreş­ mek, bir işte ya da yarışta en üstün so­ nucu, en yüksek dereceyi elde etmeye uğraşmak. || Başa, başına kakmak, y a p ­ tığı bir iyiliği, iyilik yaptığı kimsenin yüzü­ ne karşı söyleyerek onu incitmek. || Başı açılmak, saçları dökülm ek. || Başı ağırlaş­ mak, üzerine uyku ağırlığı çökm ek. || Ba­ şı ağrımak, aldığı b irka ra ryad a ya ptığ ı bir iş yüzünden sorumlu durum a düşmek: iyice tart, düşün, sonra başın ağrımasın. || Başı bağlı, sözlü, nişanlı y a d a evli; s e r­



best değil. || Başı belada, içinden çıkılması güç, sıkıntılı bir durum da. |( Başı belaya girmek, sıkıntı, üzüntü veren g üç bir d u ­ rum a düşmek. || Başı bozulmak, dul kal­ mak (yörs.). || Başı bütün, eşi hayatta olan karı ya da koca için söylenir (yörs.). |j Ba­ şı çatlamak, başı çok ağrımak. || Başı çıp ­ lak, kabak, saçları dökülm üş, dazlak. || Başı daralmak, başı darda kalmak, para­ sal yönden sıkıntıya düşmek: Başı d ara ­ lınca babasına gitmiş, para istemişti. || Ba­ şı derd e girmelf, üzücü, sıkıcı bir işle u ğ ­ raşma durum unda kalmak: Onlara b ir şey söyleme, başın d erd e girer. || Başı dert­ te, içinden çıkılması güç bir durum da. || Başı devletli, talihli (esk.). |j Başı dimdik, onuruna düşkün kimse için kullanılır. |j Ba­ şı dinç, kaygısı, tasası olm ayan, huzur içinde yaşayan kim se için kullanılır. || Ba­ şı dönm ek, çevresi dönüyorm uş gibi bir duyguya kapılarak dengesini yitirmek; alışmadığı hareketli bir durum dan, gör­ kemli bir görünüm den etkilenmek, şaşırmak; edindiği para ya d a mevki nedeniy­ le şımarmak. |j Başı dumanlı, üstüne sis çökm üş dağ için kullanılır; içki ya da sev­ da yüzünden sarhoş olmuş kimse için söylenir: O akşam başım dumanlıydı, ne yaptığımı bilmiyorum. || Başı g öğe ermek, layık olmadığı halde elde etm eye çalıştı­ ğı bir şeye kavuşm aktan dolayı ço k se­ vinmek, böbürlenm ek (kimi zaman da alay yollu kullanılır.). || Başı havada, mutlu, sevinçli. | B ir şeyle başı hoş olmamak, on­ dan hoşlanmamak: içkiyle başım hoş değildir. || B ir kim senin başı için, sevilen, değer verilen bir kişi odaya konarak yalvar­ ma ya d a ant verme d urum unda söylenir. || Başı kalabalık, “ işi çok, çevresinde kendisiyle konuşmak için sıra bekleyen çok sayıda kimse var” anlam ında söylenir. || Başı kazan g ib i olmak, gürültü ve patırtı­ dan sersemleşmek. || Başı kel mi, “ suçu ne, neyi eksik” anlam ında sitem yollu söy­ lenir. || Başı nara, ateşe yanmak, başka­ sının yüzünden büyük bir zarara uğra­ mak. |j Başı önünde, sessiz, sıkılgan; çevresindekilerde gözü olmayan kimse için kullanılır. || Başı pek, sert, güçlükle binilip yönetilen at için kullanılır. || Başı sıkılmak, güçlük ve sıkıntı içinde olmak. || Başı sı­ kışmak, güçlükler yüzünden sıkıntılı d u ­ rum da kalmak: Başı sıkışınca bizi aradı. || Başı sonu belli değil, bir şeyin düzen­ sizliğini, karmakarışık olduğunu vurgula­ m ak için söylenir. || Başı taşa değm ek, kendisine verilen sert bir karşılıktan ya da üstesinden gelem ediği bir durum dan ders almak: İyi oldu, başı böyle b ir taşa değsin ki o lu r olm az laflar etmesin. || Başı tutmak, üzüntü ya da gürültüden başı ağ­ rımaya başlamak. || Başı yastık yüzü g ö r­ memek, hiç hastalanmamış olmak; yata­ ğ a yatarak uyum amış olmak. || Başı ye r­ de, üzüntü ve utanç içinde: H epsinin b a ­ şı yerde, yüzüm e bakan yok. || Başı, ka­ fası yerine gelmek, zihinsel yorgunluktan kurtulmak. || Başı yukarıda, onurlu; ken­ dini beğenmiş. || Başı yumuşak, uysal, söz dinler kimse için söylenir. || Başı zapt olun­ mamak, at sözkonusuysa, binicisini alıp götürmek. |j Başımın üstünde yeri, yerin var, bir kimsenin, saygıyla konuk edilece­ ğini vurgulam ak için söylenir. || Başımla beraber, kendisinden bir şey istenen kim­ sece "sevinçle, m em nuniyetle” anlamın­ d a söylenir. |j Başın sağ olsun, yakını öl­ müş bir kimseye söylenen başsağlığı sö­ zü. || Başına bela olmak, bir kimseyi sürekli rahatsız etmek, sıkıntıya sokmak. || Başı­ na belayı satın almak, kendi isteğiyle gir­ diği bir iş yüzünden sıkıntıya düşmek. || Başına b ir hal gelmek, güç ve kötü bir du­ rum a düşmek: A ylard ır h ab e r yok, ço cu ­ ğ u n başına b ir hal m i g e ld i yoksa? || Ba­ şına, tepesine bitmek, bir kimsenin yanı­ na gelerek varlığıyla onu rahatsız etmek, istenm ediği halde oradan ayrılmamak. || Başına buyruk, dilediği gibi davranan, kimseye hesap verm e zorunluluğunu duym ayan kimse için kullanılır. || Başına çal, çalsın, verilen bir şeyin öfke ve nef­ retle geriye çevrilmesi durum unda söyle­



nir. |j B ir şeyi birinin başına çalmak, onu öfkeyle, sert ve kırıcı biçim de birine geri vermek. || B ir kim seyi başına, tepesine çı­ karmak, onu, aşırı derecede ilgi ve yakın­ lık göstererek şımartmak. || Bir kimsenin başına çıkmak, onun gösterdiği yakınlık ve hoşgörüden cesaret alarak şımarıkça davranm ak. || Başına ç o rap örmek, bir kimseyi kötü bir durum a düşürm ek için gizlice plan hazırlamak. || Başına çökmek, bir kimseyi altına anp dövm ek; bir işi ça ­ bucak bitirm ek için hem en yapm aya ko­ yulm ak; büyük Dir istekle sofraya otur­ mak; cinsel saldırıda bulunm ak (yörs.). |j Başına d ert etmek, bir şeyi kendisine üzüntü konusu ya da sorun yapmak. || Ba­ şına devlet kuşu konmak, yaşamını değiş­ tirecek, um m adığı bir nimete kavuşmak. |j Başına, tepesine dikilmek, bir kimsenin başından ayrılmamak; bir işin yapılışını hızlandırm ak ya da denetlem ek için onu yapanın yanında beklemek. || Başına dik­ mek, bir şeyi ya da birini beklemesi, ko­ ruması için bir kimseyi görevlendirm ek; kabı yukarı kaldırmak, bir içeceği sonu­ na d ek içmek: Ç alkalayıp başına dikti şi­ şeyi. || Başına dolam ak, sarmak, yıkmak, bir kimseye kolayca içinden çıkam ayaca­ ğı zor bir iş yüklem ek. || Başına ekşimek, usandıracak kadar bir kimsenin yanında kalmak, ona sıkıntı verm ek; bir kimseye yük olmak. || B ir şeyi başına geçirm ek, onu öfkeyle birinin başına vurm ak: Kız­ mış, y o ğ u rt kabını satıcının başına g eçir­ mişti. || B ir işin başına geçm ek, onun yö ­ netimini eline almak, o işi yapmaya, o şeyi kullanmaya başlamak: Fabrikanın başına geçm ek. Traktörün başına geçmek. || Ba­ şına gelen, pişmiş tavuğun başına gelm e­ mek, katlanılması güç, sıkıntılı durum lar­ la karşılaşmış olmak. || Başına güneş geç­ mek, güneş çarpm ak. || Başına hal g e l­ mek, bir işi yaparken aşırı ölçüde zorluk çekm ek. || Başına iş açm ak, çıkarmak, sı­ kıcı, g üç bir işe kendi isteğiyle girmek: D urup dururken başım a iş açtım. |[ Başı­ na iş çıkmak, beklenm edik, hoşa gitm e­ yen, kötü bir olay ya da işle karşılaşmak. || Başına kalmak, sözkonusu istenmeyen bir iş ise, yapılması, çözüm lenm esi; bir kimse ise, bakılması, ağırlanması bir kim­ senin üstüne kalmak: Ütü işi de başıma kaldı. Sonunda yaşlı d ede en küçük toru­ nun başına kalmıştı. || Başına karalar bağlam ak, yas tutm ak, üzülüp kederlen­ mek. || Başına taç etmek, birini baş tacı et­ mek. || Başına taşdüşm ek, yağmak, büyük bir yıkım ve kötülüğe uğram ak. || Başına toplamak, bir işi görüşm ek ya da birlikte yapm ak am acıyla başkalarını çevresine toplam ak: Çocukları başına toplayıp neler yapacağını onlara anlatmıştı. || Başına to p ­ rak, bir kimsenin ölüm ünü istemek için söylenen ilenç. || Başına üşüşmek, hemen­ cecik etrafına toplanm ak. || Başına vur, ağzından lokm asını al, uysal, her şeye bo­ yun eğen kimselerin bu yönünü vurgula­ m ak için söylenir. || Başına vurmak, sözko­ nusu içkiyse, bir kimseyi ne yaptığını, ne ettiğini bilm ez d urum a getirmek; sıcak ya da zehirli gazsa, bir kimsenin başını ağrıt­ mak. || Başına y u la r geçirm ek, bir kimseyi dilediği gibi yönetmek. \\Adya da adıl + iye­ lik d e başında, bir sorunun, derdin, çare­ sizliğin vb. ortak o lduğunu belirtm ek için kullanılır: Aynı dert o nun da başında. || Başında beklem ek, başını beklem ek, ağır bir hastanın ya da korunması zorunlu bir şeyin yanından ayrılmamak: D urum u çok ağır, sabaha kadar başında bekledik.\\Bir kimsenin başında değirm en çevirmek, onu gürültü iletedirgin etmek. || Başında kavak yelleri esmek, yüküm lülük altına girmekten kaçınıp aklını zevke eğlenceye vermek; zamanını gerçekleşm esi olanaksız şeyler tasarlayarak geçirmek. || Başında kışlamak, başına ekşimek. || B ir işin başında olmak, o işin yöneticisi d urum unda olmak. || Başındaparalansın, yaptığı bir iyiliği ya da yardımı sık sık başa kakan kimseye ilenme sözü. || B ir kim seyi başında taşımak, ona sevgi ve saygı göstermek, onu rahat ettir­ mek. || Başında torbası eksik, bir kimsenin



hayvandan farksız olduğunu vurgulam ak için söylenir. || Başından almak, bir şeyi baştan başlayarak yeniden anlatmak; bir işi geriye dön ü p baştan başlayarak yap­ mak. || B aşından aşağı kaynar sular dökülmek, kötü bir haber ya da üzücü bir 'olay karşısında birdenbire fenalaşmak, aşırı ölçüde üzülmek: Kazayı radyodan d u ­ y u nca başım dan aşağı kaynar sular döküldü. || B aşından atmak, savmak, yapılması güç bir işi ertelemek, savsakla­ mak; kendisinden bir şeyler isteyen birini b ir bahane b u la ra k y a n ın d a n uzaklaştırmak: Param yok diyerek beni başından savdı. || Başından ayrılmamak, bir kimsenin yanında kalıp onu beklem ek. || Başından b üyü k halt etmek, üstesinden gelem eyeceği ya da zararlı ve tehlikeli bir işe girişerek kötü durum a düşm ek (kaba.). || B a ş ın d a n b ü y ü k iş le re g iriş m e k , karışmak, yapam ayacağı ya da nasıl yapılacağını bilm ediği işleri yapmaya yel­ tenmek. J Başından geçm ek, söz edilen bir durum ve olayı yaşamış olmak; onunla dahaönce karşılaşmışolmak: Çokşeylergeçti başımdan. Başım dan geçtiğ i için neler duyduğunu bilirim. || B ir işi başından kes­ mek, bir işi yapılm adan önce, daha başlangıçtayken önlemek. || Başından korkmak, bir iş ya da eylem inden ötürü canına kıyılacağı kaygısı içinde olmak; cezalandırılmaktan korkmak: Tanıklıkyapamam, başım dan korkarım. || Başından nikâh geçmek, daha önce evlenmiş olmak. || Başını ağrıtmak, bir iş sözkonusuysa, bir kimseyi uğraştırmak, rahatsız etmek. || Başını alıp gitm ek, sözkonusu bir kimseyse, kimseye bir şey söylem eden, nereye gideceğini bildirmeden bulunduğu yerden ayrılmak, savuşmak; bir şeyse, alabildiğine yükselmek, yaygınlaşmak: Fiyatlar almış başını gidiyor, ücretler ç o k gerid e kaldı. || Başını bağlamak, başını örtüyle örtmek; bir k im seyi e v le n d irm e k ; b irin i b ir işe yerleştirerek başıboşluktan kurtarmak. || Başını belaya, derdesokm ak, hiçbirneden yokken bir kimseyi kötü sonuç ve sorum lu­ luk doğuracak bir durum a düşürm ek; zo­ runlu olm adığı halde üzücü, sıkıcı bir işe girişmek. || Başını boş bırakmak, denetim altında tutm am ak. || Başını çatmak, baş ağrısını geçirm ek için bir bantla, alnın üzerinden arkaya doğru başını bağlamak. || Başını dik tutmak, kimsenin önünde eğilmemek, onurunu korum ak.\\ Başını ez­ mek, birini zarar veremez, kötülükyapamaz durum a sokm ak, yok etmek. |j Başını gözünü yarm ak, bir işi eksik, kusurlu yap­ mak, istenildiği gibi yapm am ak: Başını gözünü yara yara konuşmak. || Birinin başını istemek, onun öldürülm esini istemek. || Başını kaldırmamak, kaldıramamak, birişi sürekli olarak yapmak; hastadan söz eder­ ken birtürlü iyileşip yataktan çıkamamak. || Başını kaşımaya vakti olm am ak, üzerinde çalıştığı işleri süresi içinde bitirem eyecek ya da bunlar dışında en küçük bir iş bile ala­ mayacak kadar sıkışık durum da olmak. || Başını, kellesini koltuğu altına almak, ha­ yatını hiçe sayarak tehlikeli bir işe girişmek. || Başını kurtarmak, canını bir tehlikeden ko­ rumak; geçim ini kendisi sağlayacak duru­ m a gelmek. || Başını ortaya koymak, bir işe girişirken, ölüm ü göze alm ak. || Başını sec­ deye koymamak, ibadet etmemek. || (Birye­ re) başını sokmak, iyi kötü barınacak, ko­ runacak bir yer bulm ak: Büyüklüğünden vazgeçtik, başımızı sokacak b ir ye r olsun da nasıl olursa olsun. || Başını taştan taşa vurmak, yanlış bir eylem inden ötürü ya da çaresiz kalarak ço k pişm an olmak, üzülüp dövünm ek. |j Başını, kellesini uçurmak, kafasını keserek koparmak. |j Başını ver­ mek, bir amaç ya da ilke uğruna ölmek: Ge­ rekirse b u u ğurda başımızı vermekten çekinmeyiz. || Başını yakmak, bir kimseyi altından kalkam ayacağı bir zarara uğrat­ mak. || Başını yemek, bir kimsenin ölümüne ya da yıkımına yol açmak. || Başının altında, yastığının altında. || Başının altından çıkm ak, hoş olm ayan kötü bir şeyin düzenleyicisi, hazırlayıcısı olmak: Bütün b u dedikodular o bücürün başının altından



baş perdeci, Yeniçeri o cağ ı’nda çadır mehteçıkıyor. || Başının çaresine bakmak, kimse­ rânı bölüğüne bağlı olarak çadır perdesi d e n y a rd ım b e k le m e k s iz in iç in d e diken iki kişiden ikinci p erd e ci diye anı­ bulunduğu güç durum dan kendi çabasıyla lan ötekinin üstü durum undaki usta. || Baş kurtulmaya çalışmak: Benden yardım bek­ reis, Asakiri mansure ordusu kurulduktan lem esin, kendi başının çaresine baksın. || sonra (1826), bostancı ocağının yeniden Başının derdine düşmek, sıkıntılarının canlandırılmasına karşın, bostancılar ketyoğunluğu yüzünden başkalarıyla ilgilenehüdalığının kaldırılması üzerine bu işi gö­ m eyecek d urum da olmak: Başının d erd i­ renlere verilen ad. || Baş sancaktar, saray­ ne düşm üş o, bizi d üşünecek hali m i var? da sancakı şerifi korumakla görevli harem | Birinin başının etini yemek, bezdirip kapıcılarından kırk kişinin başı. (XIX. usandırıncaya değin o kimseden bir şey is­ y y.’da sayılarının azaltılması sonucu, sı­ temek ve bunu sürekli olarak yinelemek: Bir rasıyla baş sancaktar, onun yamağı ve bir yazlık alm adın diye kocasının başının etini baş bekçinin denetiminde olarak on beş ki­ yiyordu. || Başının, gözünün sadakası ol­ şi kaldılar.)| Baş şakirt, Yeniçeri ocağı’nda sun, başın gözün sadakası olsun, b irb e la "A ğ a kapısı şakirtleri” denen kâtiplerin en ya d a kötülükten kurtulm ak için yapılan kıdemlisi. (Bu kâtiplerin üstü konum un­ yardım, özveri. || Başınızı ağrıtmayayım, daki baş şakirt, onların yükselm e ve sözü kısa kesmek isteğini vurgular. |[ cezalandırılma işlemlerinden de sorumluy­ B a şın ızı a ğ rıttım , "s ö z ü u z a ttım ” d u .)! Ba? us,a■Osmanlı devleti ordusun­ anlam ındaözürsözü.||Başta,başında b u ­ da to p dökümhanesinin yöneticisi olan kişi. lunmak, bir işin ya da kuruluşun yöneticisi (Döküm cübaşı ya da ser rıhtegân d a d e ­ olmak. || Başta gelen, öncelikli, önemli, nen b a ş u s ta n ın y ö n e tim in d e b ir başlıca: Tütün b ö lg e n in başta gelen yardım cıyla onarıcı, burgucu, yamacı, ürünlerinden biridir. || Başta gitmek, en ileri çıracı, dem irci, m arangoz ve kepçeci gibi durum da olmak.|| Baştan, bir kezdaha, ye­ çeşitli sanatçılar çalışırdı.) || Baş yazıcı, niden. || Baştan aşağı, baştan ayağa, Yeniçeri ocağı'nın baş kâtibi. (Yeniçeri tümüyle, hepsi, tepeden tırnağa. || Baştan efendisi ya da yeniçeri kâtibi de denirdi.) başa, bir uçtan bir uca. || Bir kimseyi baştan [-» YENİÇERİ.] çıka rm a k, onu a yartm ak, kötü yola — Bayınd. A n kraj başı ya da kablo başı, sürüklemek: Bizimkini d e baştan çıkartıp kabloyu yapının bir bölüm üne bağlayan baş eski kum ara alıştırmışlar. || Baştan çıkmak, ya da ondan destek almasını sağlayan uç doğru yoldan sapm ak, ahlakı bozulmak. ( Atatürk kitaplığı, İstanbul parçası. Baştan kara gitmek, sonunu düşünmeden, — Bine. Başı havada, atın başını ve boy­ yıkımını hazırlayacak biçim de yaşamak. || m ından her biri, baş bayraktar olarak, bu nunu aşırı derecede havaya kaldırması. Baştan savma, özensizce, gelişigüzel, jj bayrağı dönüşüm lü olarak taşırdı). || Baş || Başla direnme, atın, başını bir aşağı, bir A lik ıra n b a ş ke sen , zo r ku lla n a ra k binbaşı, Mahm ut II dönem inde Asakiri yukarı indirip kaldırarak binicinin ellerine, çevresindekilere her dediğini yaptıran, mansurei M uham m ediye ordusunun se­ dizginlere direnmesi. başına buyruk, zorba. kiz tertibinden her birini yöneten binbaşı­ —--Böcbil. Baş biti ->BIT. —Al. tak. Bir çekicin burnuna karşıt olan ların bağlı oldukları üst rütbeli subay. || yanı. (Eşanl. TABAN.) Baş bölük, Osmanlı devletinde Kapıkulu —Anat. Bazı organların şişkin kısmı. — Ba­ süvari ocağının altı bölüğünden biri olan zı kem iklerin ucu. || Baş sempatiği, sem ­ kırmızı bayraklı Sipahi b ö lü ğ ü ’nün adı. || patik sinir sisteminin başlıca üç gangliyonBaş bölükbaşı, Yeniçeri ocağı’nda bölükdan (göz gangliyonu, temelkem iği-dabaşıların en kıdemlisi olarak ağa bölük­ leri komutanlığı görevini yürüten kişi. m ak gangliyonu, kulak gangliyonu) olu­ şan bölümü. (Ocakta kethüdayeri'nden sonra ve solakbaşı'dan önce gelen baş bölükbaşı, yük­ — Antropol. Baş indisi, başın en büyük genişliğinin en büyük uzunluğuna oranı­ s e ld i ğ i zaman kethüdayeri olurdu.) || Baş çavuş, Yeniçeri ocağı’nda ağa bölüklerin­ nın 100 ile çarpılması. den beşinci bölüğün komutanı ve tüm Ye­ — Ask. Bir birliğin en ö nde yer alan öğe ­ niçeri ocağı'nın baş çavuşu olan kişi.(Bk. si. || K öp rü başı, bir akarsuyun ya da d e ­ ansikl. böl.) || Baş deveci, Yeniçeri ocanizin öte yanındaki düşm an toprağında ğ f nda deveci ortaları komutanlarının en ya da düşman tehdidi altındaki bir bölge­ kıdemlisinin unvanı. (Baş deveci yükse­ de esas kuvvetlerin sonraki geçişlerini, lince, Hünkâr hasekisi ya da Acem i ocabindirm e ya da çıkarma yapmalarını sağ­ lam ak amacıyla askeri bir kuvvet tarafın­ ■ ğ ı ’ nda Rumeli ağası olurdu.)|| Baş eski, yeniçeri ortalarında orta bayrağını taşıyan dan işgal edilen bölge. (Köprü başı aynı subayın (bayraktar) yardımcısı olarak, su­ zam anda harekâtların sürdürülmesi için bayların en kıdemsizi, erlerin de en say­ gerekli olan m anevra alanını da güven­ gını, etkilisi ve kıdemlisi olan asker. || Baş ce altına alır.) halife, cebeci ocağına bağlı kalem de ça­ —Ask. tar. Baş bayraktar, Yeniçeri ocalışan halifelerin en kıdemlisi. (Topçu ocağı’nda "im am ı â zam " bayrağını taşıyan ğ ı'n da to p döken ustaların en kıdemlisi, kişi. (Yeniçeri ağasının doğrudan buyru­ 1797’de kurulan Bahriye hendesehaneğu altındaki 19 kişilik a ğa gediklileri takısi’nde hoca olarak görev yapanların buy­ ruğuna verilen yardım cılar bu adla anıl­ dıkları gibi, herhangi bir kuruluşta halife baş çavuş sıfatıyla çalışanların da en kıdemlisine ge­ Atatürk kitaplığı, İstanbul nelinde "b a ş halife” denirdi.) || Baş hase­ baş kulavuz ki, en kıdemli hasekinin sanı. (Baş haseAtatürk kitaplığı, İstanbul S ki yükselince, turnacıbaşı olurdu. Fatih Ş dönem inde kurulduğu sanılan baş hase— C am c. Üretim hattı üzerinde ilerleyen ; kilik, 18 2 9 ’dakaldırıldı.) [ —» H A S E K İ] || Baş cam bandının başlangıcı. e kapı kethüdası, yeniçeri subaylarından S- muhzır ağanın buyruğundaki altmış kişilik ■ — Denize. Bir geminin orta kesitinden baş bodoslam asına değin uzanan bölümü. “ kapı kethüdalarının başı. (Baş kapı ket­ hüdası ve yönetimi altındakiler sadrazam (Eşanl. p r u v a .) || Baş asma köprü, akar­ dairesini korurlar, sadrazamın buyruk ve yakıt gem ilerinde mürettebatın güverteye kararlarını gerçekleştirirlerdi. Sadrazam inmeden baş ve kıç yanına gitmesini sağ­ kentte teftiş gezisine çıktığında bunlardan layan geçit. || Baş b ocu postaları, ağaç beşi “ falakacı" adı altında ona eşlik eder, gemilerde, gem inin baş yanındaki bükülmeyi sağlayan dik ıskarmozlar. ||Baş b ö l­ gerektiğinde cezalıları falakaya yatırırlar­ me, baş kuruza rastlayan ve om urgadan dı. Ayrıca, suçluları yakalam ak ve idam güverteye kadar sağlam bir perdeyle ay­ cezalarını infaz etm ek de baş kapı kethü­ dasının görevleri a rasındaydı.)! Baş kara rılan bölme. ||Baş denizleri, gem inin sey­ kullukçu, Yeniçeri ocağı'nın bölük ve or­ rettiği yönden gelen dalgalar. ||Baş koltuk, bir rıhtıma ya da bir iskeleye yanaşan ge­ talarında çorbacılarla subayların em ir ça­ m inin baş tarafından verilen koltuk hala­ vuşları olan kullukçuların başı ve İstan­ tı. ||Baş rüzgârı, seyir halinde bir gem ide bul'daki tüm kullukların (karakol) şefi. || baş taraftan esen rüzgâr. || Baş tutmak, ■ Baş kılavuz, geçit törenlerinde halkın dü­ bir gem i için rotada kalmak, rotasını ko­ zeni bozmaması için önlem alan ve tören rumak. ||Baş vermek, rüzgârı ya d a akın­ alayının düzenli biçim de ilerlemesini sağ­ tıyı baştan almak. ||Başa tirimli gemi, başlayan yeniçeri birliğinin komutanı. || Baş



1371



baltabaş



yumrubaş



tan çektiği su, kıçtan çektiği sudan çok o lan gemi. || Başı kıçj aynı gemi, baş ve kıç bodoslam a yapıları aynı biçim de d ü ­ zenlenmiş gemi. (Bu düzenlem e d a r m a­ nevra alanlarında gem iye kolaylık sağlar.) || Başı kıçı d üşü k gem i, baş ve kıç yapıla­ rı güverte düzeyinden aşağıda kalan kam burlaşmış gem i. || Başı üzerine yığıl­ mak, bir gem iden söz ederken yüklem e sırasında başı denize ço k göm ülm ek. || Başlan almak, fırtınalı ve denizli havalar­ d a gemiyi fazla hırpalam amak için rüzgâr ve denizleri pruvadan ya d a pruvaya ya­ kın alarak seyretmek. || Baştan bindirme, bir gem inin herhangi bir engele baştan çarpması. || Baştan bulma, sığlık nedeniy­ le bir gem inin başının dibe değm esi ya da hafifçe oturması. || Baştan kara etmek, seyir halindeyken tehlikeye düşen bir ge­ miyi en az zararla kurtarm ak için baş ta­ rafından karaya oturtm ak. |j Baştan kara yanaşmak, bir gemiyi, pruvası kıyıya d ö ­ nük olarak bir iskeleye yanaştırmak. || it­ m e başı, itici gem inin itme kuvvetini bir barçın kıç yanına ileten baş yapısı. — Dilbil. Baş harf, bir sözcüğün ilk harfi: Baş harfi b üyü k harfle yazm ak gerekir. — Dy. Başa yerleştirmek, bir lokomotifi tre­ nin başına bağlam ak için yapılması ge­ reken işlemler. || Biyel başı, biyelin uçla­ rından her biri. (Büyük baş, m anivela ta­ rafına gelen uçtur; kü çük baş ise, piston milinin ucuna mafsallı olan uçtur.) — El sant. - * KOL.



eğik



eski tip yat



modern yat



dipper



— Embriyol. Baş kıvrımı, om urgalılarda dölütün ön parçası. (Sinir baş plağını oluş­ turm ak üzere kalınlaşır, daha sonra baş keseciğini oluşturm ak üzere çukurlaşır.) |j Baş uzantısı, Hensen düğüm ünün önün­ deki ilkel çizgi parçası. (Sonradan mey­ dana gelecek olan sinir sisteminin yapı­ sal öğeleri buradan oluşur.) — Fizyol. Baş kesme, soğanilik hizasında omuriliğin ve boyun damarlarının kesilme­ sine neden olarak kanam a yoluyla, solu­ num ve kalp hareketlerinin durması üze­ rine ölüm le sonuçlanır. Başları kesilen hayvanlarda, bacaklara yapılan uyarm a­ lar, refleks hareketlere neden olur, bu da bazı sinir merkezlerinin om urilikte bulun­ duğunu gösterir. — Folk. Baş bağlam a, geleneksel kesim­ de başına, toplum sal konum unu belli edecek biçim ve renkte yazma, krep vb. bağlama. (Bk. ansikl. böl.)|) Baş bağlam a töreni, A nadolu'nun bazı yörelerinde ilk kez hamile kalan yeni gelinler için düzen­ lenen tören. (Bk. ansikl. böl.) || Baş elbi­ se, baş bağlam a töreni sırasında yeni ge­ linin giydiği özel giysi. (Bk. ansikl. böl.) || Baş süslemeleri, daha güzel bir görünüm sağlam ak am acıyla başa takılan başlık, boncuk, altın, yemeni, tarak, toka vb. (Bk. ansikl. böl.) — Gökbil. Kuyrukluyıldız başı, bir kuyruk­ luyıldızın çekirdeği ve saçını içeren bütün. —Güz. sant. Beden boyutlarını belirlemek için ölçü birimi olarak kullanılan insan yü­ zü uzunluğu. | Bir insan ya da hayvan ba­ şı betimlemesi. || Baş etüdü, bir kimsenin yüz ifadesini ya da tutkuları canlandırmak am acıyla yapılmış baş, figür. — Haritc. Baskı başı, otom atik kum anda­ lı harf baskı aracı. || Çizici baş, çizicinin çi­ zim gereçlerini taşıyan başı. || Okum a ba­ şı, bir sayıllaştırıcının okum a gereçlerini taşıyan başı. || Okuyucu ve yazıcı (ya da renk ayırıcı) baş, duyarlı bir yüzey üzeri­ ne fotoğraf baskısı yapan baş. (Eşanl. KAFA).



baltabaş



— Hat. Eski harflerin satır üstünde kalan başlangıç kısmına verilen ad. (Harfin bü­ külm e yerine b o y u n ', teknesine de i ç * deniyordu.) — içit. san. Baş ürün, şarabın imbikten çe­ kilmesi sırasında elde edilen ilk dam ıtm a ürünü. i — inş. Baş ayak, iki yapının ortak duvarı­ nın başına yerleştirilen ayak. || Baş yü k­ sekliği, bir merdivende, basamakların ön kenarlarıyla üstteki tavan ya da eğik yü­ zey arasında ölçülen düşey uzaklık. (Otu­ rulan katlarda bu yükseklik her zam an 2



merdivende baş yükseklikleri



larının defterlerini tutm akla görevli zenci hadımağası. (Bunlar sırasıyla acemi ağa, nöbet halifesi, ortanca ve yayla baş gulamı aşam alarından geçerek, “ ocak yolu” denen dolaşımı tamamladıktan son­ ra baş kapı gulamı olabilirlerdi.) || Baş ka­ pı oğlanı, sarayın harem dairesinin baş kapıcısı. (Bunlar genç ve eli yüzü düzgün zenci hadım ağaları arasından seçilerek yetiştirilirdi.) || Baş kullukçu, sarayın iç hiz­ metlerine bakan ve seferli, kiler, hazine kullukçuları olarak üçe ayrılan kullukçuların herbirinin ayrı başı. (Bk. ansikl.böl.) || Baş m abeyinci -* MABEYİN.|| Baş m uha­ sebe, Osm anlı devletinde m âliyenin önemli kalem lerinden biri. (Bk. ansikl. böl.) \\ Baş m uhasebeci, baş m uhasebe­ nin başındaki kişi. (M uhasebeyi evvel de denen bu m akam a ancak vezir kethüda­ sı ve defterdar gibi üst düzeydeki görev­ liler atanırdı. Kesedarın gönderdiği belge­ leri inceleyen baş m uhasebeci, onayla­ dıklarına m ühür basarak "s a h ” çeker, ötekilerini de düzeltilmesi şerhiyle geri gönderirdi.) || Baş mukataa, Osmanlı dev­ letinde m aliye nezareti kurulana kadar (1838) defterdarlık merkez örgütüne bağlı önem li kalem lerden biri.(Bk. ansikl. böl.) || Baş mukataacı, baş mukataa kalemi de­ nilen kuruluşun ve b una bağlı olarak ça ­ lışan bazı alt vergi dairelerinin sorum lu­ su. || Baş ruznam çeci, baş defterdarlığa bağlı olarak çalışan Hazinei âm ire kale­ minin başı. (Bk. ansikl. böl.) |{ Baş tercü­ man, Divanı hüm ayun’da yabancı devlet elçileriyle yapılan görüşm elerde çevir­ m enlik ve buraya başvuran çeşitli uluslar­ dan kişilerin sorunlarının çözüm lenm esi sırasında aracılıkla görevli tercüm anların en kıdemlisi ve başı. |j Baş vergisi - » CİZ­



m ’nin üstünde olmalıdır.) || Duvar başı, bir duvarın görünen uç bölüm ü. — Kad. doğ. Baştan gelişler, çocuğun do­ ğum sırasında baş tarafıyla (kafa, yüz ya d a alın) geliş çeşitlerinin tüm ü. || Baş sut­ lu, yeni doğm uş ço cukta ön bıngıldakta duyulan sufl. — Kibrç. Kibrit çöpünün ucunda bulunan tutuşkan kısım. — Koregr. Başı çekmek, birden çok dans­ çının, sahnede birlikte yer değiştirmesi sı­ rasında dansı yönetm ek. — Koşumc. Baş çanı, genellikle m ayala­ rın yular ya da başlığına takılan çan. — Kur. tar. Baş alkışçı, padişahları alkış­ lam akla görevli Divanı hüm ayun çavuş­ larının başı. (Tanzimat'tan sonra bu g ö ­ rev ve ad, Divanı hüm ayun çavuşlarının yerini alan Hadem e-i hassa takımının yö­ neticilerine verildi.) |j Baş b aki kulu, öteki adı Sergulam-ı baki olan birinci sınıf ver­ YE. gi tahsil m e m uru .(-> BAKİ KULU.) || Baş cüce, sarayın hasoda, hazine, kiler seferli odalarında hizmet gören ve saraylıları eğ­ lendirm ekle görevli olan cücelerin başı. (H er oda d a iki-üç cüce bulunur ve bun ­ ların en yaşlısı ya da kıdemlisi "ba ş cüce" diye anılırdı.) || Baş çuhadar, Osmanlı sa­ rayında hasodaya bağlı en büyük üçün­ cü ağa. (Padişah atla gezm eye çıktığın­ da baş çuhadar, süslü giysiler içinde, atın sağ yanında yer alır, bir elinde altın saplı kamçı ve bir eli d e padişah atının sağrı­ sında yürürdü. Resmi törenlerde ata bi­ nip hükümdarın ardından gider, halka pa­ ra saçardı. Selamlık odası kapısının önün­ de her zam an buyru ğ a hazır durum da bekleyen baş çuhadarın yönetiminde kırk çuhadar bulunurdu.) || Baş defterdar, Os­ manlI devletinde R um eli defterdarı ya da şıkkı evvel diye de anılan en büyük mali­ ye görevlisi.(—►DEFTERDAR.) || Baş dilsiz, sarayda, padişah huzurundaki gizli to p ­ lantılarda odacı ve uşak olarak görev ya­ pan sağır ve dilsiz içoğlanlarının başı. (Dikkatli ve zeki kişiler olan dilsizler, gözucuyla yapılan en basit işaretlerden istek ve buyrukları hem en kavrayarak uygula­ makta gecikm ezlerdi. Bunların en kıdem ­ lisi baş dilsiz seçilirdi.) || Baş efendi, Os­ manlI sarayının Hazinei hüm ayun bölü­ baş kadın efendi m ünde çalışan dört kâtibin birincisi. ("G e ­ Atatürk kitaplığı İstanbul dikli efendiler" de denen bu kâtipler, Ha­ zinei hüm ayundaki dışsatım, dışalım def­ — Mad. oc. ayak başı, bir ayağın en üst terlerini ve öteki kayıtları tutarlardı. C um ­ noktası. (Karşt. AYAK DİBİ.) || D evindlrici huriyet dönem inden önce bu san, daire­ baş, çalışmasını sağlam ak için bir konvelerdeki kalem şefleri, askeri birliklerdeki yörün başına yerleştirilen aMarma organ­ kâtipler için de resmi olm ayarak kullanı­ larının ve m otorların tümü. lırdı.) || Baş halife, Osmanlı devletinde da­ irelerdeki kalem lerde çalışanların başı. ■ — Matbaac. Baş harf, bölüm ya da parag­ (Kalemlerdeki kâtiplere halife, bunların şe­ rafların ilk sözcüğünün, kitabın dizildiği fine de baş halife denirdi. O nun yeri b o ­ puntodan birkaç misli büyük, süslü ilk har­ şalınca, oraya ferm anla yeni bir baş hali­ fi. (Elyazması kitaplarda, bu tür harfler fe atanır ve kendisine rüus verilirdi. Baş te zh ip * ile süslenirdi. Kişilerin ad ve sohalifeler sudan nedenlerle görevden alı­ yadlarının baş harfleri de yazışma için kul­ lanılan kâğıt ve zarflara konulduğu gibi, namazlardı. Ancak, rüşvet ya da benzeri m arka adı altında göm lek, mendil vb. ça­ b üyük bir suçları saptanacak olursa g ö ­ maşırlara da işlenir.) || Baş harfler, bir söz­ revlerine son verilirdi. Tanzim at’tan son­ ra baş halifeler, başkâtip adıyla anıldılar.) cüğü ya d a bir sözcük grubunu belirle­ || Baş ikbal, padişahın odalıklarının (ikbal) m ek için kullanılan baş harf ya d a baş harfler grubu. || Baş sayfa, gazete, dergi en gözdesi.( -* İKBAL.) || Baş kadın efen­ ve kitapların birinci sayfası. (Elyazması ki­ di, padişahın nikâhlı karılarının en eskisi. taplarda, bu sayfa tezhipli olurdu.) || Baş kapı gulam ı (Yeni saray baş gula— Metalürj. M aça başı, bir döküm maçam ı da denir), saraydaki zenci haremağa-



baş



süslü ve öykülü baş harf bir Italyan antlphonariusundan ayrıntı, XV. yy.



San Marco kitaplığı, Floransa sının, kalıptan destek almasını sağlayan parçası. — Meteorol. Bir bulut sisteminin ön bölü­ mü. — Mim. Yassı baş, az kabartı verilerek yontulan, insan ya d a hayvan başı b içi­ m inde süsleme. (Özellikle N orm andiya’ da [Fransa] roman sanat ürünlerinde g ö ­ rülür.) — M od. Kadın şapkacılarının şapka m o­ dellerini denem ek, kuaförlerin de peruk­ ları yapm ak için kullandıkları tahtadan, kartondan ya da balm um undan yapılmış kadın başı. — Mutf. Gezici tezgâhlarda ya da işkem­ becilerde satılan derisi yüzülerek fırında kızartılmış koyun ya da kuzu başı.—Aynı yerlerde satılan, kem ikleri çıkarılmış ko­ yun ya da kuzu baş eti. — Müz. Baş taksim — TAKSİM. || Baştan, bir tekrarı belirten işaret. — Nalbantl. Mıh başı, mıhın en üstünde yer alan ve nalı tırnakla tutm aya yarayan d ört köşe bölüm. (Mıh başı üst ve alt bö­ lüm e ayrılır; üst bölüm ü olm ayan mıhlara başsız m ıh denir.) —Oto. Piston kolu başı, krank mili m uy­ lularından birine piston kolunun eklemle bağlanmasını sağlayan uç bölümü. —Seram. Kütahya tipi çini fırınlarında, en üst rafla kubbe arasındaki en yüksek ısılı bölüm . —Spor. Yağlı güreşlerde pehlivanların, ustalıklarına göre ayrıldıkları beş derece­ nin en yükseği. || Baş güreşi, yağlı güreş­ te başpehlivanlık için tutulan güreşler. || Başa güreşm ek ya d a çıkmak, başpehli­ vanlık için baş güreşlerinde güreş tutmak. —Tarım. Yörs. Baş demiri, boyunduruğu oka bağlayan dem ir çubuk. —Tarıms. ikt. Baş fiyat, tarımsal destek­ lem e alım larında devletin, niteliğine göre derecelendirilen b ir tarım ürününün, en üstün nitelikli olanına verdiği fiyat. (Dev­ let, bir ürüne baş fiyat verirken, genellik­ le, bu fiyatı serbest piyasa fiyatının üze­ rinde saptam aya özen gösterir. Ürünün, serbest piyasada bu fiyata satılamayan bölüm ünü kendisi satın alarak üreticiye güvence vermek, gelirinin artmasını sağ­ lam ak, nitelikli ürün yetiştirm eye özendir­ m ek amaçlarını güder. Baş fiyat, ya ekim öncesi ya da hasat sonrası dönem lerin­ d e ilan edilir.) —Tasav. Baş kesmek, dervişlerin, tekke büyükleri ve şeyhleri önünde, bir saygı belirtisi olarak, elleri göğüslerinde, başları sağ yana bükük duruşlarına verilen ad; dervişlerin, şeyhlerin bütün buyruklarını hiç karşılık verm eden kabul etmeleri d u ­ rumu. —Teknol. G ömme baş, çakıldığı ya da vi-



a dalandığı yüzeyin üzerine taşm ayan çivi % ya da vida başı. —Tekst, iplik sanayisinde çekm e işlemi sı­ rasında, aralarından tekstil m addesi şeri­ di geçirilen ve birbirini izleyen silindir çift­ lerinin tümü. (Bir çekm e m akinesinde ge­ nellikle birçok baş yer alır; dolayısıyla ma­ kineden çekilen şerit sayısı kadar iplik çı­ kar.) || Ç özgü başı, çözgü levendi yanın­ da kalan ve çözgü iplik başlarıyla düğüm ­ lenen ipliklerin tümü. —Telekom. A ğ başı, bir uzaktan dağıtım ağını işaretlerle besleyen istasyon. (Prog­ ram kaynakları ya da bu kaynakların g i­ rişleri ve ağın çıkış organları bu istasyon­ da bulunur.) —Terz. Bir eteği saran ve iplikleri tutan püskül ya d a iplik parçası. —Tez. sant. Süslü baş harf, O rtaçağ'ın tezhipli elyazmalarında, bir kitabın, bir bö­ lümün, vb. başında yer alan, çeşitli m o­ tiflerle bezeli b üyük harf. (Bk. ansikl. böl. Tez. sant.) —Topruhbil. Baş eğme, bir otoritenin baskısıyla, inanç ya da davranışın değiş­ mesi. (Bk. ansikl. böl.) —Tüt. Baş ipi, İskenderiye tarzı denilen tütün denklerinin alt ve üstlerinde bulunan ağaçtan ya da bakalitten yapılmış dayak­ ları baş tarafından bağlam ak için kullanı­ lan ip. — Ulaş. H at başı, bir ulaştırma hattının başlangıcı. —Zool. Eklem bacaklılarda bedenin ön bölüm ü. Birinci bölütün önünde bulunur ve halkalısolucanların prostom ium 'u ile hom olog sayılır. ♦ sıf. 1. H erhangi bir işte en etkili olan kimse; b ir yönüyle önde gelen, te­ mel bir nitelik taşıyan şey için kullanılır: Kazanın baş sorum lusu sizsiniz. Baş ek­ siğim iz eleştirel düşünüştür. Cüm lenin baş öğesi yüklem dir. — 2. Kasaplık hay­ van adlarıyla kimi bitki adlarından önce gelerek tane anlamında kullanılır: Bir baş soğan b ir kazan ko kutu r (atasözü). 500 baş koyunu var. — 3. Bir aşam a düzeni içinde önem ve görev yönünden üstün olanı belirterek birleşik sözcüklerin oluşu­ m unda yer alır: başbakan, başkomutan, başhekim, başkent, başyapıt, başyazar vb. —ANSİKL. Işınsal bakışımlı hayvanlar (knidliler, taraklılar, derisindikenliler) baş­ sızdır ve bir yere tutunm uş olarak yaşa­ yan hayvanların ço ğ u n d a d a (yosunhayvanları, brachiopoda, yassısolungaçlı yu­ muşakçalar) bir başın varlığını belirlemek oldukça güçtür. Baş ikiyanlı bakışım gös­ teren ve hareket edebilen hayvanlara öz güd ü r ve bu hayvanlar hareket ederken vücudun ön tarafında bulunur. Duyu or­ ganları ve beyni oluşturan sinir hücreleri başta toplanmıştır. Ağız başta bulunm a­ yabilir (türbelarlar), am a çoğunlukla ön sindirim deliği ve ona ilişkin organlar baş­ ta bulunur. Eklem bacaklıların başı, em briyonun prosefal loplarından oluşur ve iki bölge­ ye ayrılır: procephalon, üstte yer alır ve bunun üç bölütünde üst dudak, gözler ve en az bir çift duyarga yer alır; gnathocephalon, alt ve üst çene parçalarını ve alt dudağı taşır. Böceklerde procephalon ile gnathocephalonan yedi bölütü birbiriyle kayna­ şarak erişkin böcekte başı oluşturur; baş kapsülü, bunun eklem çizgileri ve tüm ek­ lentileri başın ilk bakışta göze çarpan bö­ lümleridir. O m urgalılarda baş iki kısma ayrılır: ka­ fatası ve yüz. Kafatası om urilik kanalıyla devam eden ve beyni içeren kemikten bir kutudur. Yüz, sindirim borusu deliğinden, buna bağlı çiğnem e aygıtından ve çeşitli duyu organlarını (görme, koklama, işitme, tatma) içeren boşluklardan oluşur. A yak­ ta durm aya uyarlanm ış olan insan başı (kafa bükülgenliği) yirmi iki kem ikten olu­ şur: bunun sekizi kafatasında, on dördü yüzde bulunur. —Ask. tar. Başçavuş, XVI. yy.'ın ortala­



rına kadar sekbanlar çavuşu, o cak baş çavuşu olarak görev yaparken ocakta ay­ rı bir odası yoktu. A ğ a bölükleri sınıfının kurulması üzerine çavuşluk, sekban bö­ lüklerinden alınarak beşinci ağa bölü ğ ü ­ ne verilince, baş çavuşa da ocakta özel b ir oda ayrıldı. Başlangıçta gündeliği 13 akçe iken, zam anla artarak 25 akçe oldu. K ethüda beyden sonra ocağın en yetkili subayı olarak onun yardımcılığını yapar, ağa kapısının merdiveni başında durur ve dilekleri olan yeniçerileri kethüda beye, o da o cak ağasına götürürdü. A ğa divanı başlam adan dua etm ek, çarşam ba gün ­ leri ocak odalarının mumlarını dağıtm ak, o cak ağasının buyruklarını orta cam ide ocaklılara duyurm ak, ulufe dağıtıldığında yeniçerilerin para dolu keseleri kapm ala­ rını sağlamak, geçit törenlerinde ocağın alay düzenini hazırlamak, görevden uzak­ laştırılma iradeleri çıktığında ocak ağala­ rını menfasına götürmek, cezalı erlerin ce­ zalarını onaylam ak baş çavuşun başlıca görevleriydi. O cak ağası Divanı hümayun'd a n çıkarak A ğ a kapısı'nda atından inerken, orta çavuş ağayı selamlar, küçük çavuş ağanın atını tutar ve baş çavuş da dua ederdi. Bu törenin hemen ardından ağa divanı kurulurdu. Baş çavuşun b u y ­ ruğunda, yeniçeriler arasından seçilmiş olan ve kendilerine “ ç a vuş" denen 130 em ir subayı bulunurdu. Bunlar savaşta komutanın buyruklarını ilgililere bildirirler, barışta da hükümetin buyruklarını yeniçe­ rilere iletirlerdi. Baş çavuş görevden uzak­ laştırılırsa deveci ortası komutanı, yükse­ lirse haseki olurdu. Tim ara çıkması gere­ kirse, 15 000 akçe ile çıkarılırdı. — Bayınd. Bir asma köprüde kablo başı, ankraj gergilerinden yararlanarak bir yan­ dan kablo ucuyla, bir yandan da ankraj kütlesi ya d a direk üstündeki mesnet se­ m eriyle bağlantı kurar. Ankraj, genellikle dökm e çelik bir parçadan oluşur. Bu par­ çada, kesik koni biçim inde bir oyuk, oyuk içinde de kaynaşabilir bir alaşımla bir ara­ d a tutulan kablo telleri yer alır. Ankraj ger­ gileri, ankraj parçası üzerindeki kulakla­ ra tespit edilir. G eçm e kablolu köprüler­ de, geçm e kabloları için de ankrajlar b u ­ lunur. — Folk. • Baş bağlam a, A nadolu'nun bir­ ç o k yöresinde kadının toplum sal konu­ m uyla yakından ilgilidir. Başa bağlanan yemeni, krep v b .’ nin değişik anlamları vardır. Genç kızlar genellikle ak, sözlü olanlar uçuk renk yazm a bağlarlar. Yeni evliler ve genç kadınlar al ya da canlı renkli yazmalar bağlar ve zülüf keserler. Yaşlı ve dullar kara ya d a koyu renk yaz­ maları yeğlerler. Dul kadın kara yazma bağlamış, am a zülüflerini kısa bırakm ış­ sa bu, onun yeniden evlenm ek istediği­ ne işarettir.Başlık üzerine bağlanan krep­ lerin,sayısı,kimi yörelerde kadının çocuk sayısını gösterir.Başlık üzerindeki altınlar­ sa,bazen kadının çocuk sayısını,bazen de kaç yıldır evli o lduğunu belirtir. Altın sayı­ sı, takanın ekonom ik düzeyini de göste­ rir .Bir sevinci olan, başına al; kederi olan­ sa kara yazma bağlar. • B aş bağlam a töreni, A nadolu'nun birçok yöresinde, günüm üzde de yaygın bir uy­ gulamadır. Bir bakıma evliliğin meşrulaştırılması anlamını taşır, ilk kez hamile ka­ lan gelin, bunu çevresine duyurduğunda, yakınları ve komşuları çağırılır, bunlardan yaşlı ve hatırı sayılan biri, geline baş elbi­ se denen özel giysiyi giydirir. Bundan sonra başı bağlanan gelinin yaşmağının sağ yanı tutturulur, sol yanı takılmadan en yakınlardan başlayarak, geline ne arm a­ ğan edecekleri sorulur. Konukların, söz verdikleri arm ağanları ço c u k d o ğ d u ğ u n ­ d a getirmeleri gerekir. Arm ağan verem e­ yecek olanlar da gelinin göğsüne para iğ­ neler. Bundan sonra gelin teker teker el öper ve eğlence yapılır. • Baş elbise, kimi yörelerde gelinlik kadar anlamlıdır, ipekli iç giyim üzerine ipek ka­ dife üç etek ve Bursa ipeğinden yapılmış peştem aldan oluşur. Baş bağlam a töre­ ninden sonra bir daha giyilmez. Gelin öl-



1373



ba; çuhadar



Atatürk kitaplığı İstanbul



baş tercüman



Atatürk kitaplığı İstanbul



■ (3 7 4



r„„ h„ Ege yöresi baş süslemesi



Ferruh Etaşaga'nın bir yapıtı



d üğ ü n de tabutu üzerine konur ve birlikte göm ülür. ■ • Baş süslemeleri, llkça ğ 'da n beri kadın giyim inin ana öğelerindendir. Özellikle Anadolu kadın giyim inde, baş süsleme­ lerinin ayrı bir yeri vardır. Yörelere göre farklılıklar gösterir ve ço k çeşitlidir. Yaşa, sosyal ve ekonom ik durum a göre de de­ ğişir. Baş süslenirken ilkin saça biçim ve­ rilir. Genellikle saçlar uzundur ve örülür. Yörelere göre değişmekle birlikte yeni ge­ linler ve genç evliler zülüf keser. Genç kız­ ların, yaşlı ya da dul olanların zülüf kes­ mesi hoş karşılanmaz. Saçlar biçim lendi­ rildikten sonra, sıra başlıklara gelir. Baş­ lıklar hazır olur (fes, tepelik vb.), ya da d oğ ru d an baş üzerinde düzenlenir. Baş­ lığın üzeri yemeni, krep, oyalı yazma vb. ile donatılır. Bunlardan kimi başlık üzeri­ ne örtülür ya da sarılır, kimi de baş süsle­ mesi bittikten sonra dış örtü olarak kulla­ nılır. Bundan sonra başlık altın, boncuk, inci, oya, değerli ya d a yapm a taşlarla süslenir. Kadın baş süslemeleri içinde en zengin ve güzelleri gelin b a ş la rıd ır.^ GE­ LİN.) Kentlerde de yüzyıllar boyu çeşitli baş süslemeleri kullanılmıştır. Özellikle İs­ ta n b ul'd a işlemeli fesler, hotozlar, altın ya d a güm üşten tepelikler, değerli m ücev­ herlerle tutturulmuş ipek örtülerle baş süs­ lenmiştir. A na do lu'd a , özellikle kırsal ke­ sim de, günüm üzde de yaygın olan baş süsleme geleneği, kentlerde özgün biçi­ mini XIX. yy.'d a n başlayarak yitirmiş, ye­ rini m odanın öng ö rd üğ ü biçim lere bırak­ mıştır. —Güz. sant. Baş harf, tek bir harften ya da tek bir harf izlenimi uyandıracak biçim^ QSte ya ^a yan yana ı BATILILAŞMAK. BATIN ya da BATN a. (ar. batn). Esk. 1. Karın. — 2. Nesil, kuşak, soy. — 3. Batnen b ade batnin, kuşaklar boyunca, ne­ silden nesile. jj El-marıa fi batn-iş-şairihi, anlamı şairinin içinde kalmış (anlamı açık olm ayan şiirler için kullanılır).



BÂTIN a. (ar. batın). Esk. 1. iç, içyüz. — 2. iç anlamı. — 3. Gizli, görülm eyen: ' ‘Mutasavvıflar m anâ ile isim arasında za­ hirle bâtın farkı g ö rü rle r" (Şeyh Bedret­ tin, XV. yy.). — 4. Tanrı. — 5. Giz, sır. — Fels. Havass-ı bâtına, beş iç duyu (his­



si m üşterek, hayal, vehim , hafıza, mutasarrıfa). — isi. A llah’ın, K u ran ’da geçen esmayı hüsnasından (güzel adlarından) biri. — A N S İK L. Tasav. Tasavvufta, dinsel dogm aların ve genellikle şeriatın bir za­ hiri (dış), bir de batini (iç) anlamı olduğu kabul edilir. Sufilerin bir bölümü, zahiri önemsemez, daha çok bâtın üzerinde du­ rurlar. Ancak, başta Haris-i Muhasibi (öl. 857), Kuşeyri (öl. 1072) ve Gazali (öl. 1111) gibi ünlü düşünür ve mutasavvıflar olm ak üzere büyük çoğunluk, hem zahir hem de bâtını önemli görm üşler; ibadet ve öteki dinsel davranışların niyet ve ihlas gibi manevi ve ahlaksal içerik taşıması yanında, biçim bakım ından da şeriat kurallarına uygu n olması gerektiğini belirtmişlerdir. Yine de tasavvufta batın, zahirden her zam an önemli tutulmuştur. Bu nedenle, tasavvufa ilm-i bâtın, tasav­ vuf bilginlerine bâtın uleması denilmiştir. B âtın u le m a s ın ın , K u ra n 'ın b a tin i yorumlarına iş'ari tefsir denir. Kuran’ın za­ hirini bir kenara bırakıp genellikle İslam bilginlerinden ço k farklı ve hiçbir kural tanım ayan sapmalarla, batini anlamlar çıkaran bazı tarikat kollan da doğm uştur ( - BATINİLİK).



BÂTINEN be. (ar. batınen). Esk. içten, ruhun içinden; işin iç yüzü bakımından.



BATINİ sıf. (ar. batın ve -i'den batını). Esk. 1. içe ait, sır ve hakikatle ilgili. — 2. Batınilik m ezhebine mensup. BATINİLER a. Batınilik m ezhebinden olanlar. (-> BATINİLİK.)



BATINİLİK ya da BATINİYE a. Din. Kuran’ın bir dış (zahiri) anlamı olduğu ka­ dar, bir iç (batini) anlamı olduğunu; Kuran’ın, hadislerin batın'ını bilenin, zahiri­ ne uyma gereğinin ortadan kalktığına ina­ nan, dinsel-siyasal akımların ortak adı. (Bk. ansik. böl.) — Fels. İÇREKÇİLİK. — A N S İK L Batıniliği şii-ismaililerin kolu saym ak yanlıştır, ism aililerden bunu be­ nimseyenler olduğu gibi, başka mezhep­ lerden de benim seyenler vardır. Bunun­ la birlikte şiilerin sebiyye (Yedi imamcı) ko­ lunun (bu kol, yedinci imam İsmail bin Ca­ fer üs-Sadık'ın adından dolayı ‘ism ailiye’ diye de anılır) öğretisi ile batınilik arasında sıkı bağıntılar da vardır. Batınilik, tıpkı ismaililik gibi, derece de­ rece öğrenm eye (talim) dayanır: hakikati (Hakk) kavrama aracı, talimdir. Doğrunun (hakikatin) ölçütü, birlik (vahdet), yanlışın (batıl) ölçütüyse çokluktur (kesret). Batıniler, örneğin 5 + 5'in doğ ru yanıtının tek (yani, 10) olduğunu, yanlış yanıtlarınsa çok (örneğin, 15, 2 7 ,3 0 ,1 0 0 ...) olduğunu söylerler. Ismaili-batıni öğreti, doğrunun, masum im am ’ın talimi olduğunu savunur. Hakikati öğreten, masum im am 'dır. Masunluk, “ günah işleme iktidarı olmayan, günah ve yanlıştan arınmış olan” anlamı­ na gelir. Sünnilere göre, sadece peygam ­ berler masumken, ismaili-batıni inanca göre, peygam berlerle birlikte onun hali­ fesi olması gereken ve Hz. A li’ nin soyun­ dan gelen im am lar da mutlak olarak ma­ sum durlar. Onlar, büyük ve küçük hiçbir günah ya da yanlışlık yapmazlar. Kuran’ın iç anlamı (batını),Tek olan H a­ k ik a tin kendisidir. Peygam berler, ilahi z a tin (Allah’ın) doğrudan temsilcileridir. Kuran, batınilere göre, C ebrail’in getirdiği bir vahiy değil, P e yg am b e rin kendi sö­ züdür. Bu yüzden de peygam berler, naMr'tırlar (konuşan). K uran’ın iç anlamı, P e yg am b e rin yanında bulunan ve natık’a karşı sâm it (sessiz) olan im am ’ın öğretmesi ile (talim) ortaya çıkar. Hz. M u­ ham m et’in sâmiti Hz. Ali olup K u ran ’ın iç an'amı, ancak onun açıklamalarıyla anla­ şılabilir. Ondan sonra, sırasıyla imam olan Haşan, Hüseyin, Ali Zeynelabidin, M u­ hammet el-Bakır Cafer üs-Sadık ve yedin­ ci imam İsmail, m asum durlar, hatadan, günahtan arınmışlardır; yanlış yapmazlar. Son masum imam, İsm ail’dir. K uran’ın iç



batiskaf anlamı, İsmail’den sonra, onun gizli (mes­ tur) tem silcilerinden öğrenilmelidir. Bun­ lar, değişik adlar alırlar: H üccet, Dai, vb. Batınilik, yöntemsiz yorum a (tevil)] Peyg a m b e r’e, masum im am lara ve onların ‘m e s tu r’ te m silcile rin e aşırı ina n ca (gulüvv); ahireti inkâr edip ruhgöçünü (tenasüh) kabule ve K u ran ’ın dış (zahiri) anlam ına uymayı gereksiz, dolayısıyla dinsel yasakların geçersizliğine (her şeyin m ubah olduğuna) inanır. Dolayısıyla, ha­ kikate talim yoluyla ulaşılabileceğini sa­ vunduklarından dolayı Talimiye; her şeyi m ubah saydıklarından dolayı ibahiye, aşırı inançları dolayısıyla Gaaliye diye de anılırlar. ilk olarak Abbasiler dönem inde, İ S. IX. yy .’nın sonlarında "K a d d a h " diye anılan iranlı Meymun bin Deysan tarafından baş­ latılan batinilik, daha sonra Hamdan Karmat (bu yüzden batinilik, ’Karm atiye’ di­ ye de anılır), Fatımi devletinin kurucusu Ubeydullah M ehdi (öl. 934), Haşan Sabbah (öl. 1124) ve Babek Hurrem (öl. 1223) gibi önderlerle, çeşitli dinsel ve si­ yasal görünüm lerde sürdürüldü. Batinilik, İslam dünyasında önemli ça­ tışmalara ve iç karışıklıklara da neden ol­ du. Bu karışıklıkların en dikkate değer ola­ nı, i.S. XI. yüzyılda, Büyük Selçuklu dev­ letinin en güçlü dönem inde ve bu devle­ tin göbeğinde, Rey ve İsfahan'dan baş­ layarak bir batini devlet kurmaya yeltenen Haşan Sabbah ayaklanmasıdır. Sünni öğ­ reti, batini tehdidi karşısında kendini sa­ vunm ak gereğini duymuş, hatmilerin ka­ nıtlarını en kesin biçim iyle çürütm e işi, Gazzali tarafından gerçekleştirilmiştir. Gazzali’nin, Kitab Kavasım el-Bâtıniyye adlı yapıtı ("Batınilerin belini kıran deliller” ) bu am açla yazılmıştır.



BATINLILIK a. Böceklerde, bir yılda verilen döl sayısı. (H om odinam böcekler genellikle çokbatınlıdır. Birbatınlı türler gelişmelerinin belli bir evresinde bir diyapoz geçirirler ve bu böceklere heterodinam böcekler denir.) BATIR -» BAHADIR. BATIRILMAK -» BATM AK, BATIRMAK -



B ATM AK.



BATISAL a. Astrol. Burçlar kuşağında, G ü n e ş ’in, ilk ka resiyle karşıkonum arasında, ya da ikinci karesiyle kavuşum arasında bulunduğu bir gezegene denir — Günlük devinim sırasında I., II., III., VII. VIII. ya da IX. evde yer alan bir yıldıza denir. (Bu biçimde yer alan Güneş, Ay ve Şans noktası yörüngesel devinimin kimi kez ters yönünde kimi kez de düz yönünde hareket eder.)



BATIŞ a. Batmak eylemi ya da biçimi. — G ö k b il. B ir g ö k c is m in in u fu k ta kaybolması. — Bu olayın gerçekleştiği an: Guneş)in batışı. — A N S İK L . Gökbil. Bir gökcism inin alm a­ n a k la rla b e lirtile n b a tış sa ati, bu gökcisminin ufka ulaştığı ana denk düşer. Gerçek batış ya d a gözlem cinin görüşü dışına çıkm a anı, yukarıda belirtilen anla çakışmaz; bu olay engebeler nedeniyle gözlem cinin Yer’ in kuramsal yüzeyinden az çok yüksekte olm asından ve ışık kırılmalarından kaynaklanır. Ayrıca bir gökcisminin batış saati gözlem yerinin en­ lemine bağlıdır ve her gün değişebilir.



değişik zamanlarda gelen değişik halklar­ la bedevi arap aşiretlerinin karışmasına dayandığı öne sürülür. Dilleri arapçadır. Geçimlerini balıkçılık ve bataklıklarda bes­ ledikleri m andalardan elde ettikleri süt ürünleriyle sağlarlar. Aşiret düzenleri, arap aşiret düzenine benzer. Egemen din, şii müslümanlıktır.



I BATİK a. (m alayca söze ). Kumaşın önceden yer yer b a lm u m u y la ka planm asına d ayanan, Endonezya kökenli, çokrenkli baskı tekniği; bu teknik­ le süslenmiş kumaş. || Bağlam a batik kumaşı, iplik, şerit, vb. bir m addeyle büzerek, katlayarak ya da sararak boyarm addeye batırma yöntemiyle yapılan bo­ yam a ve desenlendirm e işlemi. — ANSİKL. Doğu (Çin, Hindistan, Endo­ nezya ve Filipinler) kökenli olan bu süsleme yöntem i, A vru pa 'ya XVIII. yy. başlarında H ollandalIlar tarafından geti­ rildi. Batiğin temel kuralı, kumaşın resim­ le süslenm esi d eğ il, boyanm asıdır. D o ğ u lu la r ’ ın (S e yla n , C ava ) ilkel yöntem lerinde, batikçi, kumaşın bütün yüzeyini ince bir balm um u tabakasıyla kaplıyor, üzerine desenini çiziyor, sonra da boyanacak bütün bölümleri kazıyarak açıkta bırakıyordu. Boyama ve kurutm a­ dan sonra, ilk rengi yeniden örtüyor ve başka rengi boyanacak yüzeyleri açıkta bırakıyordu. Renk sayısınca bu iş böyle gidiyordu. M odern uygulam ada, ilkin en açık kalacak bölümler yeniden örtülerek, desenin temel çizgileri kumaş üzerinde toplanır, iki kâğıt tabakası arasına konan batik, sıcak ütüyle ütülenerek balm um u yok edilir. Son izler de benzinde yıkana­ rak çıkarılır. Boya çatlakları ya da ince da­ marlar, bugün tekstil süslem ede önemli bir yeri olan batiğin özelliklerinden biridir. Bu tekniğin, Orta A sya’da yaşayan Türkler tarafından da uygulandığı ve çok eski bir geçmişi olduğu bilinmektedir. Türkistan ve A fganistan’da günüm üzde de bu yöntem kullanılmaktadır. Kimi araştırmacılar batik sözcüğüyle, eski türkçede yazı, resim anlamına gelen b i­ tik sözcüğü arasında ilişki kurarak bu yöntem in T ürkler’e ait olduğunu, onlar­ dan H indistan ve M alezya'ya yayıldığını öne sürmektedirler.



daha belirsiz olan alt sınırıysa çoğunlukla - 3 000 m ’ye doğ ru iner.)



1397



BATİPLANKTON a. (fr. bathyplancton). Denizin derin bölgelerinin plankto­ nu. (Belli bir derinliğin altında, sözgelimi - 5 0 m dolayında, ışık bulunmaması nede­ niyle batiplanktonda sürekli olarak yeşil kalan hiçbir bitkiye rastlanmaz.) BATİSFER a. (fr. bathysphĞre). Su üs­ tündeki bir araca çelik bir kabloyla bağlı ve negatif yüzebilirliği olan dalış küresi. (W. Beebe ve O. B arton’un tasarladığı batisferin çapı 1,45 m, ağırlığı 2,25 t ’dur 1934’te B e rm uda'da 923 m ’ye indi.) - BATİSKAF a. (fr. bathyscaphe). Yüzebilirliği sudan daha hafif bir sıvı ve atıla­ bilir safrayla denetlenen ve büyük derin­ liklere dalabilen insanlı bağımsız araç. — A N S İK L. Batiskaf, çok yüksek basınçla­ ra dayanabilen çelik küre biçim inde ser­ best bir kabin ile içi hafif benzinle d o ld u ­ rulmuş bir şam andıradan oluşur. Dalış için, benzin boşaltılarak yerine deniz su­ yu alınır ve dem ir safra atılır. Yatay m a­ nevra iki elektrik m otoruyla sağlanır. G ü­ nümüze değin yalnızca 4 batiskaf yapıl­ dı: FNRS 2 (Auguste Piccard, 1948) 1 380 m derinliğe ulaştı; FNRS 3 (FNRS 2 'nin G. Houot ve P. Willm tarafından ge­ liştirilmişi, 1952) D akar’da 4 000 m derin­ liğin altına indi (1954); Trieste (Auguste ve Jacques Piccard, 1953) amerikan donan­ m asına satıldı (1958) ve M ariannes çu ­ kurunda dalış rekoru kırdı (1 96 0 ’ta 10 916 m); A rchim öde (G. Houot ve P. Willm, 1961) çok b üyük derinliklere d a ­ labilecek güçteydi ve bilimsel araştırma­ larda kullanıldı. Kuril çu kurunda 9 592 m ’ye ulaştı. O ldukça ağır ve kullanım gi­ derleri yüksek olan batiskafın yerini dalı­ cı dairenin daha kullanışlı bir türü olan de­ nizaltılar aldı.



A-Archimede batiskafının çalışma şeması 1. Yüzeyde, bölmeler boş, Archimke dalış için izin istiyor; 2. Bölmeler su dolu, batiskaf dalıyor 3. Benzinin yerini alan su denge tanklarında yükseliyor; Archimede su üstündeki gemiyle sesötesi dalgalarla iletişim kuruyor; 4. Dibe yaklaşan batiskaf yavaşlamak için çelik saçmaları atıyor; projektörler yakılmış; 5. Dipte, panoramik sonar engelleri algılamayı ve dolaşmayı sağlıyor; 6. Dalışın sona ermesi; Archimede yeniden safra atıyor ve yükseliyor; 7. Yüzeyde, batiskaf refakat gemisiyle radyo bağlantısı kuruyor; bölmelerdeki su boşaltılmıştır; mürettebat dışarı çıkabilir.



BATİMETRE a. (fr. batimĞtre'öen). Ö lç b il. D E R İN L İK Ö L Ç E R 'in e ş a n la m lıs ı.



BATİMETRİ



a . (fr. bathymetrıe). D E R İN L İK Ö L Ç Ü M ’ ü n e ş a n la m lıs ı.



Ölçbil.



BATİN sıf. (ar. batin). Esk. 1. Karnı bü­ yük olan. — 2. Tıka basa doldurulm uş. — 3. Irak, uzak.



BATİPELAJİK sıf. (fr. bathypdlagique). Işıksız alanın üstünde kalan su tabakasına denir. (Batipelajik katın üst sınırı, kıta sahanlığı kenarının derinliğinde bulunur;



BATİ sıf. (ar. b a tf) . Esk. Yavaş, ağır ha­ reket eden, uyuşuk.



BATİ a. Bir donanımı ters çevirme. || Ba­ ti etmek, palangalarda halatların farklı yıpranmalarını önlem ek için tirentiyi rivago, rivagoyu tirenti durum una getirmek. ♦ ünl. Bir donanım ın ters çevrilmesi için verilen komut.



BATÎHA a. (ar. batîha). Esk. Sazlı dere. BATİHA ARAPLARI, Irak'ın G. kesi­ mindeki Fırat ve Dicle nehirlerinin birleşip g en iş sazlıklar o lu ş tu rd u ğ u yö re d e yaşayan halk. Kökenlerinin, bölgeye



itici pervane



-Archimede batiskafının



yönlendirici j pervane —J elektrik motorları 110 V ’luk akü



1



dengeleyici kanatçık---------



ayırtedici nitelikleri abcd-



net uzunluk : 22,1 m net genişlik: 5( m net yükseklik: 9,1 m taşırdığı su : 208,9 t



sarra silosu



T'T Ç?',k kure



sağlayan gözlarrj benzin deposu lombozu (171 m») (3 ’ anei



kepçe Kayn.) B A Y A R D (Pierre TERRAİl, —senyûrü) K o rk u s u z v e k u s u rs u z ş ö v a ly e denir (Bayard şatosu, Grenoble yakını, 1476 - Ro m agnano Sesia 1524). Ö nce Savoia d ü ­ kü Carlo l’in m aiyetindeyken, onun tara­ fından kral Charles V lll’e verilen Pierre, 1495’te Fornovodi Taro savaşı, sonra 1499’da, Louis X ll’nin M ilano bölgesine düzenlediği seferle tanındı. 1502’de Na­ poli krallığı’nın fethine katıldı ve fransız geri çekilişi sırasında (1504) G arigliano köprüsünü 200 ispanyola karşı tek başı­ na savunması ününü artırdı. Kralın silahtarlığına atanan Bayard 15 07 ’de, Maximilian ile yeniden birleşen C enova’ya gön ­ derildi ve bu kentin teslim alınmasına kat­ kıda bulundu. Daha sonra La Palisse’in em rinde savaştı ve Agnadel savaşına ka­ tıldı (1509). Brescia kuşatması sırasında ağır yaralandı (1512). Aynı yıl Ravenna savaşında kahram anca savaştı. 1513 ’te ingilizler’in işgal ettiği A rtois’da bulundu. G uinegatte’ta tutsak edildi, kısa bir süre sonra serbest bırakıldı ve François I tara­ fından Dauphine tüm en komutanlığına atandı (1515). M ezieres’i kuşatan Kari V ’e kafa tuttu (1521); ardından, amiral Bonnivet kum an­ dasındaki orduda hizmet etmek üzere ye­ niden İtalya’ya geçti. Sesia’dan geçerken öldü. B A Y A R D (Hippolyte), fransız fotoğrafçı (Breteuil, Oise, 1801 - Nemours 1887). W. H. F. Talbot yöntem ini geliştirdi ve Fran­ sa ’da kâğıt negatif üzerine ilk çalışmaları gerçekleştirdi(karartılmış, sonra potasyum iyodür içine daldırılmış güm üş klorür ve kâğıdın ışığa tutularak ağartılması). Daha 1 839’da kâğıt üzerine doğrudan pozitif­ ler elde etti ama Jacques D aguerre’in ünü nedeniyle, yaptığı buluş, çağdaşla­ rının gözünden kaçtı. B A Y A T sıf. (esk. türkç. "eski, eskimiş, üzerinden gece g eçm iş” anlamında). 1. Tazeliğini yitirmiş, kurumuş, sertleşmiş yi­ yecek için kullanılır: Bayat ekmek. Yumur­ talar bayat çıktı. — 2. Eskimiş, güncelliği­ ni, geçerliliğini yitirmiş şey için kullanılır: Bayat haberler. Bayat b ir görüş. — 3. Arg. Geri kafalı, tutucu. — 4. Esk. Büyük harf­ lerle yazıldığında Allah. (Tanrı’nın sıfatla­ rından K âdlm ’in karşılığı.) -Ekm ekç. Bayata kalmak, ekmek için, fı­ rıncının elinde satılmadan kalmak. B A Y A T , Çorum ilinin İç Anadolu böl­ gesi sınırları içinde kalan bölüm ünde ilçe; 35 010 nüf. (1990); 784 km2; 35 köy. Merkezi, Çorum ’un 83 km. B.’sındaki B a­ yat, 8 090 nüf. (1990). B A Y A T , Batı A nadolu’da, Afyonkarahisar iline bağlı ilçe; 9 080 nüf. (1990); 13 köy. Merkezi, Afyon’un 41 km kuzey­ doğusunda Bayat, 4 450 nüf. (1990). B A Y A T I a Azerî türklerinde bir tür ma­ niye verilen ad. — a n s ik l A z e r b a y c a n h a lk e d e b iy a tı ü r ü n le r i a ra s ın d a ö n e m li y e ri o la n b a y a ­ n la r, 7 h e c e li d iz e le r d e n o lu ş a n v e g e n e l­ lik le d ö r tlü k le r h a lin d e s ö y le n e n ş iir le rd ir.



O ğuzlar’ın Bayat boyu ile ilgili olduğu sanılan “ bayatı” terimi, aynı zam anda azeri halk müziğinde bir makamın da adı­ dır. Bir bayatı dörtlüğünde, 1., 2. ve 4. di­ zeler uyaklı, 3. dizeler serbesttir. Bayan­ larda sevgi, mertlik, dostluk, ayrılık ve öz-



1409



Şövalye Bayard heykel (1787) Charles Antoine Bridan’ın yapıtı Versailles şatosu



bayatı lem gibi konular işlenir. Düz* bayatı, cığalı* bayatı ve goşa* cığalı bayatı olmak üzere üç türü vardır. Ezgilerindeki farklılıklara, yer ve boy ad­ larına göre “ bayatı gaçar” , “ bayatı tü rk” , "bayatı erevan” , "bayatı İsfahan” , " b a ­ yatı kürt", “ bayatı race” , "bayatı şiraz” ; "no vru z bayatı” , "sallam a bayatı", “ ço ­ ban bayatı(sı)" gibi adlarla da anılırlar.



1410



M ahnı (türkü), ağı (ağıt), ta p m a c a (b il­ m ece) g ib i türler d e b aya tıdan etkilenm iş­ tir. A z e rb a y c a n lI â ş ık la r v e bu b ö lg e n in e tk is in d e k alan d o ğ u a n a d o lu lu âşıklar s ö y le d ik le ri k o ş m a ve d e s ta n la rın çeşitli y e rle rin e ba ğ ım s ız b a y a tıla r yerleştirir.



Bayatıların azerbaycanlı âşıklar tarafın­ dan, mahlaslı olarak söylenmiş türleri de vardır. Bu türde ürün vermekle ünlü âşık­ lar arasında Sarı Âşık (XVII. yy.), Melikballı G urban (XIX. yy.), Şemkirli Aşık Hüseyin (XIX. yy ), Şair Semed (XIX. yy.) ve Pernaz (XX. yy.) anılabilir. ( — Kayn.)



BAY ATİ a. Müz. Türk müziğinde bir ma­ kam. Dizisi uşşak makamınınkinin aynısı­ dır. Ondan seyir özellikleriyle ayrılır. Ge­ nellikle güçlü perdesinden ya da dolay­ larından başlar. Çargâh perdesi üzerin­ deki çargâh dörtlüsü sık sık gösterilir. Beyati de denir.



Kemal Bayazıt



çargâh dörtlüsü



uşşak dörtlüsü



buselik beşlisi



i r



iti makamı



BAYATI



-> H a ş a n BİN M a h m u t



BAYATİARABAN a. Müz. Türk müzi­ ğinde bileşik makam. A ra ba n * ve bayatı makamları birleştirilerek oluşturulmuştur, kürdi dörtlüsü hicaz beşlisi



I



I



buselik beşlisi







r \



I



uşşak dörtlüsü



bayatlaraban makamı



BAYATİARABANBUSELİK



-



ARA



BANBUSELİK.



BAYATİARABANKÜRDİ



-



ARABAN



KÜRDİ.



BAYATİBUSELİK a. Müz. Türk müzi­ ğinde bir bileşik makam. Zekâi Dede (1825-1897) tarafından oluşturulmuştur. Bayati makamının buselik beşlisi ya da dörtlüsüyle sona eren biçimidir. uşşak dörtlüsü



çargâh dörtlüsü



buselik beşlisi



buselik beşlisi



--------------------- “ II--------------— 1



bayatibuselik makamı



BAYATİHİSAR a. Müz. Türk m üziğin­ de XVIII. yy.’dan önce kullanılmış bir ma­ kam. Günüm üze ulaşabilmiş örneği yok­ tur. BAYATİKÜRDİ a Müz. Türk m üziğin­ de bir bileşik makam. Bayati makamının kürdi dörtlüsüyle sona eren biçimidir. XVI. -XVIII. y y .’lar arasında kullanılmıştır.



uşşak dörtlüsü



ı------------------ 1 r



çargâh dörtlüsü



bayatikürdi makamı



buselik beşlisi



kürdi dörtlüsü



b a y a t l a m a a. Yiyecekten söz eder­ ken, tazeliğini yitirme. — Kim. Bayatlama önleyici, ham ur işi ürünlerin bayatlamasını engellem ek için kullanılan madde. BAYATLAMAK gçz. f. 1. Yiyecek söz­ konusuysa, kurumak, sertleşmek, tezeliğini yitirmek: E km ekler bayatladı. — 2. Haber, düşünce, vb. sözkonusuysa, gün­ celliğini, özgünlüğünü yitirmek; eskimek. ♦ b a y a tla tm a k ettirg. t. B ir yiyeceği bayatlatmak, onu bekleterek bayat duru­ ma getirmek, bayatlam asına yol açmak.



BAYATLAR, O ğuzlar'ın 24 boyundan



biri. O ğuzlar’ın soylu sayılan Bozok ko­ lu içinde yer alıyorlardı. O ğuz H an ’ın altı oğlundan Gün H an’ın oğlu Bayat'tan geldiklerine inanıyorlardı. XI. yy. öncesin­ de Siri Derya ırmağı kıyısında ve onun ku­ zeyindeki bozkırlarda yaşıyorlardı. Bir bö­ lümü Selçuklular yönetiminde Anadolu ve İran’ın fethine katıldılar ve buralara yer­ leştiler.' Kerkük yöresinde yurt tutm aları­ nın da bu dönem de olduğu sanılmakta­ dır. Bir bölüm ü de g öç etm edi ve eski yurtlarında kaldı. 115 3 ’te Selçuklular’a karşı ayaklanan Oğuzlar arasında bunla­ rın da bulunduğu öne sürülmektedir. XIII. y y .’daki Moğol istilası sırasında, öteki türk boyları gibi Bayatlar da Anadolu ve Suriye’ye göç ettiler. XIV. y y.'a ilişkin bir memluk kaynağında, Suriye ve A nadolu’ da yaşayan Türkm enler arasında Bayatlar’ın da adı geçm ektedir. Bunlardan bir bölüm ü, daha önce Suriye’de yaşamış, A nadolu’ya geldikten sonra da kışları Su­ riye’de geçirm eyi sürdürm üş oldukları için Şam Bayatı denen koldu. Bir Bayat kolu da Antep ile Halep arasındaki bölge­ de yaşıyordu. XV. y y .’da M em luk emiri Ç ekem ’in baskısından kaçarak Akkoyunlu beyi Kara Yülük'e sığındılar. Çekem or­ tadan kaldırıldıktan sonra bir bölüm ü es­ ki yurtlarına döndü. Bu olaydan sonra Ba­ yatlar, Avşarlar ve inallular ile birlikte Akkoyunlular'ın sadık birer yandaşı oldular. Akkoyunlular, K arakoyunlular'ı yenip İran’a egem en olunca, Bayatlar’ın bir bö­ lümü İran’a göç etti ve İran Bayatları’nın temelini oluşturdu. Geçm işte ve g ünü­ müzde İran, Irak, Azerbaycan, Suriye ve A na do lu ’da Bayat adını taşıyan birçok yer vardır. Bayatlar, coğrafi dağılım larına göre dört grubu ayrılırlar: • Anadolu Bayatları, A nadolu’daki Bayatlar’ın en önemli bölümünü, Dulkadırlı bo­ yundan olup Dulkadıroğulları beyliğinin kurulmasında da rol oynamış olan ve ço ­ ğunluğu Bozok (Yozgat) yöresinde yurt­ lanmış olan Şam Bayatları oluşturuyordu. Bunların bir bölümü, Akkoyunlular döne­ m inde İran’a gitmişti. Bu kolun iki oym a­ ğı Maraş yöresine yerleşmişti. Bozok (Yozgat) yöresindeki asıl büyük bölüm ü Hızırlı, Şerefli, Kızıldonlu, Eğlenli, Karacakoyunlu gibi oym aklara ayrılmıştı. XVI. y y .’da Ankara yöresinde yaşayan Bayat oymakları da vardı. Halep Türkmenleri ve Dulkadırlılar’dan bazı oymaklar da Sivas’ ın güneyinde yurt tutm uştu. XVII. y y.’da Şam Bayatı kolundan bazı oym aklar Ka­ raman yöresine yerleşmiş, bir bölümü de A d a na ’ya g öç etmişti. XVI. yy.'d a Diyar­ bakır yöresinde yaşayan Boz-ulus arasın­ da Bayat oymakları da vardı.Bunların d a ­ ha sonraO rta A n a do lu'd a yerleştikleri bi­ linmektedir. Kara Bayat denen küçük bir kol da Uşak yöresinde yurt tutm uştu.XV. -XVII. yy. osmanlı kaynaklarında, Orta ve Batı A nadolu'da Bayat adlı 42 yer olduğu saptanmıştır. • Suriye Bayatlan, Antep ile Halep ara­ sındaki bölgede yaşıyorlardı. XVII. yy.'da büyük bir bölüm ü Suriye ve A n a do lu ’ya g öç edince, etkinliklerini yitirdiler ve kü­ çük birer oymak durum una düştüler. Da­ ha sonra Pehlivanlı, Çalışlu, Ali-Beğlular, Reyhanlı gibi obalara bölündüler. Bunlar­ dan Reyhanlılar, XVIII. y y .’da Am ik gölü doğusundaki bölgede kışlıyorlardı. 1865 sonrasındaki zorunlu yerleştirm ede, bu bölgeye yerleşerek günüm üzdeki Rey­ hanlı ilçesinin temelini oluşturdular. • İran Bayatları, Safeviler dönem inde Ak Bayatlar (Öz Bayatlar), Kara Bayatlar (Ho­ rasan Bayatları), Şam Bayatları (Kaçar bo­ yu Bayatları) olm ak üzere üç kola ayrıl­ mışlardı. A k Bayatlar H em adan’ın G .-D .’ sunda oturuyorlardı. Büyük bölüm ü XVI. yy.’da Suriye’den g öç ederek İran’a yer­ leşmişti. İran sınırındaki sancaklarda da bunlar bulunuyordu. Şah A bbas d öne­ minde, Bayat em irlerinden bazıları Azer­ bayca n ’a atandı, böylece bir grup Bayat A zerbaycan’a yerleşmiş oldu. Kara Ba­ yatlar Horasan’da, Nişabur yöresinde ya­



şıyorlardı. N işabur valiliği bunların elin­ deydi. Şam Bayatları'nın bir bölümü, Ak­ koyunlular dönem inde Kaçar boyuyla bir­ likte İran'a gelmişti. Kaçar egem enliği sı­ rasında önemli bir konum daydılar. Daha sonra dağıldılar ve etkinliklerini yitirdiler. • Irak Bayatları, genellikle, Kerkük ve çev­ resinde yaşıyorlardı. Bölgedeki türk nü­ fusunun çoğunluğunu bunlar oluşturuyor­ du. On üç boya ve bu boylar d a çeşitli oym aklara ayrılmıştı. Ç oğunluğu günü­ müze değin geleneksel yaşamlarını sür­ dürm üşlerdir.



BAYATLATMAK BAYAZIT



-



BAYATLAMAK.



* BAYEZİT.



BAYAZIT (Kemal), türk hekim (Kahra­ manmaraş 1930). İstanbul Üniversitesi tıp fakültesi’ni bitirdi (1954). G öğüs cerrahi­ si dalında uzmanlaştı. İngiltere ve A B D ’ de aynı konuda çalışm alarda bulundu. Ankara Yüksek ihtisas hastanesi klinik şe­ fiyken, ekibiyle Türkiye’de ilk kalp nakli ameliyatını gerçekleştirdi (1968). Ankara Yüksek ihtisas hastanesi başhekim liğine getirildi (1979). Türkiye'de ilk kez aort ya­ nında (arcus aorta) doğuştan gelm e bo­ zuklukların cerrahi m üdahale ile ortadan kaldırılması ve kalp atışlarındaki ritim bo­ zukluklarının cerrahi tedavisini uyguladı. Yurt içinde ve dışındaki birçok tıp kong­ resine bildirileriyle katıldı; çalışmalarını tıp dergilerinde yayımladı. BAYAZIT (Mehmetçik), türk m ühendis (Adana 1937). İstanbul Teknik üniversitesi inşaat fakültesi’ni bitirdikten (1960) son­ ra aynı fakültenin Hidrolik ve su kuvvetle­ ri kürsüsü’ne asistan oldu. ABD'ye giderek Berkeley’deki California Üniversitesi'nde hidrolik m ühendisliği dalında lisansüstü öğrenim gördü (1961-1963). Bir süre In­ giltere, VVallingfor'daki Hydraulic research station’da araştırma görevlisi olarak ça­ lıştı. İstanbul Teknik üniversitesi'nde hid­ rolik ve su kuvvetleri doçenti oldu (1969). Profesörlüğe yükseldi (1975). Birim hid­ rografi alanında "Bayazıt fo rm ü lü " diye anılan buluşu nedeniyle TÜBİTAK teşvik öd ü lü ’nü (1969), 1983'te de "H id ro lik ve hidroloji alanlarında yaptığı çalışmalardan ve özellikle stokostik hidrolik çalışmalarına öncülük ederek bilime yaptığı önemli kat­ kılar" nedeniyle TÜBİTAK bilim ödülü al­ dı. Başlıca yapıtları: Izgaraların yakın­ larında akım ve katı m adde hareketi (1965), M ühendislik hidroliği (1970), H a­ reketli tabanlı akımların hidroliği (1971), H idroloji (1974), M ühendisler için istatistik (1985). BAYBARS I (el -Melik üz-Zahir Rüknet tın) [1223-Şam 1277], M em luk sultanı (1260-1277). Küçük yaşta tutsak edilerek önce Sivas’a, daha sonra da Halep ve Şam ’a götürüldü. Bir kuyum cunun kölesiyken, H am a ’da sü rgünde bulunan memluk emirlerinden Alaettin Aytekin tara­ fından satın alındı, onunla birlikte Kahire’ ye gitti; Bahriye Memlukları arasında ze­ kâ ve yeteneği sayesinde kısa sürede yükseldi. Mısır'ı ele geçirm ek isteyen Fransa kralı St. Louis’nin tutsak alınma­ sında önemli rol oynadı (1249). Aybeg tahta çıkınca (1250) Şam ’a kaçm ak zo­ runda kaldı.K utuz’un sultan olması üze­ rine geri dönüp onun hizmetine girdi. Moğollar'a karşı Suriye’ye gönderilen Mısır ordusunun öncü birliklerini yöneterek Ayn Calut'ta düşmanı kesin bir yenilgiye uğ­ rattı (1260). Halep valiliğini kendisine ver­ m eyen Kutuz’u bir fırsatını bulurak öldürt­ tü; m em luk em irlerince o ybirliğiyle hü­ küm dar seçildi (22 ekim 1260). Kahire’ ye dönünce, Kutuz un koyduğu ağır ver­ gileri kaldırarak halkın sevgisini kazandı; Şam valisi Sencer’ı etkisiz durum a geti­ rip K ahire’de hapse attırarak taht üzerin­ deki iddialarına son verdi (1261). Hulag u ’nun Bağdat'ı ele geçirmesi üzerine ka­ çan halife el-Zahir’in oğlu A hm et’i Kahire ’ye getirterek A bbasi halifeliğinin yeni­ den kurulmasını sağladı. Kerek’teki Eyyubı emirlerini yok ederek Eyyubi haneda-



nını ortadan kaldırdı (1264). Ertesi yıl Suri­ ye seferine çıkarak Arşuf’u (1265), Safed’i (1266), Şakif ve A ntakya’yı (1268) aldı; ki­ liseleri cam iye çevirtti; yenilen Fransızlar’a belirli kentlerde oturm a hakkı tanıdı. M edine ve Mekke'yi ziyaret edip hacı ol­ du; İsmailileri egemenliği altına alarak vergiye bağladı (1269). M oğollar’ın bir saldırı hazırlığı içinde olduklarını haber alınca, ordusuyla Suriye'ye hareket ede­ rek Behisni ve Kerek'i aldı (1271). Birecik'i kuşatan moğol ordusunu yendikten sonra, Anadolu beylerinin isteği üzerine, oradaki moğol egem enliğine son vermek için yeni bir sefere çıktı (1276). Halep’i al­ dıktan sonra Anadolu içlerine yöneldi, El­ bistan yakınlarında selçuklu-m oğol kuv­ vetlerini yenerek Kayseri'yi ele geçirip adına hutbe okuttu (2 mayıs 1277). Ana­ dolu seferi dönüşünde dizanteriye yaka­ lanarak öldü. Cenazesi, vasiyeti üzerine Şam’da yaptırdığı türbesine gömüldü.



II (el-Melik ül-Muzaffer Rüknettin), [öl. 1310], Mısır Memlukları sultanı (1309-1310). Kaçmak zorunda bı­ rakılan el-M elik ün Nâsır Muhammed binKalavun'un yerine geçti. Am a en-Nâsır 1310’d a iktidarı yeniden ele geçirince tu­ tuklanarak idam edildi.



1411



BAYBARS



BAYBARS EL - M AN SU R İ, mem­ luk komutan ve tarihçi (1247 - Kahire 1325). Köle olarak getirildiği Mısır’da ka­ tıldığı savaşlarda gösterdiği başarı üzeri­ ne sultan el-Melik ün-Mansur Kalavun ta­ rafından azat edildi. Kalavun’un oğlu Nâsır’ın hükümdarlığı dönem inde "Divan ülinşa” nın başına getirildi (1293). 1311 ’de saltanat naibi oldu; ertesi yıl gözden dü­ şerek hapse atıldı. Salıverildikten sonra (1317) Kahire’de bir hanefi medresesi yaptırıp yönetti. Başlıca yapıtları: yaratı­ lıştan 1324’e kadar geçen olayları anla­ tan Z ü b d e t ül-fikra fi târih il-hicre; 12941321 arası olaylarını ele alan Et-tuhfet ülMülûkiye fi’d Devlet İt-Türkiye Baybars hikâyesi, eski arap halk ro­ manı. XIV. yy.’da yazıya geçirildi. Memluk hükümdarı Baybars l’in yaşamöyküsünden kaynaklanır. Hıristiyanlara ve Moğollar’a karşı yapılan savaşları destan çizgi­ leriyle yansıtır; sihir, hile sahneleri ise fan­ tastik niteliktedir. Toplumbilim, folklor, halk edebiyatı yönünden önemlidir.



• MİMARLIK, ilçedeki tarihsel yapıların en eskisi B a y b u rt ka le si dir. Yazıtı bulunm a­ masına karşın XVIII. yy.'a tarihlendirilen Ulu cam i 1970'de yenilenm ek üzere yıktı­ rılmış yalnızca çini bezemeli minaresi kal­ mıştır. O rtaçağ’ın önemli kültür merkezle­ rinden olan kentteki Yakutiye, Museviye, Mahmudiye vb. m edreseler tüm üyle orta­ dan kalkmıştır. Şehit Osman tepesindeki iki türbe, mimarileriyle Saltuklu dönemine tarihlendirilir. Türbelerin Saltuklu komu­ tanlarından M engüç Gazi’nin kardeşi Os­ man Gazi ve kızkardeşi için yaptırıldığı görüşü yaygındır. Çoruh kıyısındaki Bent hamamı Hacı Ferahşad Bey vakfıdır (XVI. yy.). Dört eyvanlı hamamlar planındaki yapı, içten özgünlüğünü korumaktadır. Ulu cam i'nin yakınındaki Taşhan ya da Bedesten'm yapım tarihi bilinmemektedir. Selim I (Yavuz) dönem inde (XVI. yy. başı) hapishane olarak kullanılmıştı.



BAYBURT,



Bayburt ilinin merkezi kent; 33 677 nüf. (1990). Çoruh nehri ve Erzurum-Trabzon karayolu üzerinde. Gü­ müşhane’ye 76 km, Erzurum’a 124 km.



Bayburt



k alesi, Bayburt kentinin K.'inde kale; Çoruh nehrine bakan yalçın bir kaya üzerindedir. Çok eski olmamakla birlikte yapımına ilişkin bilgiler kesin de­



ğildir. Roma, bizans, arap ve türk ege ­ menlikleri sırasında birkaç kez onarıldığı bilinmektedir. Bu onarımların en kapsam ­ lısı Saltuklular dönem inde başlatılmıştır. Erzurum meliki Tuğrul Şah zam anında bi­ tirilmiştir (1200-1230). Duvarlardaki yazıt­ larda Tuğrul Şah ve eşi Halise H atun’un yaraşıra, mimar Lüiü’nde adı bulunm akta­ dır. Kale, Osmanlı dönem inde Kanuni Sul­ tan Süleyman ve Murat III zam anında da elden geçirilm iştir. Beş ya da altı köşeli ol­ duğu sanılan, 30 m yüksekliğindeki sur­ lar, yarım daire, kare ve üçgen biçim inde burçlarla güçlendirilm iştir. Yapı D .'da Demirkapı, B.'da Nöbethane kapısı ile dışa açılır. Kale içinde bir kilise kalıntısı bulun­ maktadır. Evliya Çelebi, burada 300 ev bulunduğunu bildirir.



Bayburt



bir görünüm



BAYBURTLU CELALİ (Ahmet), türk halk şairi (Bayburt 1890 - ay.y. 1915). Medrese öğrenimi gördü. Köyünde ç iftç i­ lik yaptı, ilk eşinin ölümü üzerine söylediği uzun ağıtla ün kazandı. Mensubu olduğu nakşıbendi tarikatının ilkeleri gereği saz çalmadı. Şiirlerini arkadaşı türkücü Mah­ m ut vasıtasıyla Doğu Anadolu’ya tanıttı.



BAYBURTLU Z İH N İ, türk halk şairi (Bayburt 1795-1800 arası - Ulaşa köyü, Trabzon 1859). Asıl adı Mehmet Emin’dir.



■ BAYBURT (69), Karadeniz bölgesinin Doğu Karadeniz bölümünün iç kesimin­ de il; 107 330 nüf. (1990). Merkez ilçe dı­ şında 2 ilçe (Aydıntepe, Demirözü); 1 bucak, 175 köy; 3 652 km2, il merkezi Bayburt, 33 677 nüf. (1990). Bayburt Türkiye’nin en küçük ilidir. Ku­ zeydeki Karadeniz dağlarıyla güneydeki Otlukbeli dağları (Kop geçidi 2 305 m) arasında kalan il toprakları, Çoruh ırma­ ğıyla kollarının açtığı çığırlarla yarılmış çok engebeli bir alan oluşturur. Arazi çıplak, iklim sert, yıllık yağış miktarı 450 mm dolayındadır. Ekonomi tamamen ta­ rıma ve hayvancılığa dayanır. • TARİH. Bizans dönem inde Baiberdon adını taşıyan kent önce Saltuklular’ın, sonra da Danişmentliler’in egem enliğine geçti (1072-1202). Selçuklular tarafından alınan kent (1202) daha sonra Karakoyunlular ve Akkoyunlular arasında el d e ­ ğiştirdi. Otlukbeli savaşı'nda (1473) Akkoyunlular’ı yenen Fatih Sultan Mehmet, Bayburt’u Osmanlı devletine bağladı. Bir süre safevi egem enliği altında kalan kent (1501-1514) Yavuz Sultan Selim'in 1514 Çaldıran zaferinden sonra kesin olarak osmanlı topraklarına katıldı. Önceleri ba­ ğımsız bir sancakken Erzurum eyaleti merkez sancağı (XVI. yy.), Erzurum’a bağlı sancak (1631) ve kaza (XVIII. yy.) oldu. Değişik tarihlerde (1828, 1878 ve 1916) kısa sürelerle rus işgalinde kalan kent, Birinci Dünya savaşı sonlarında (1918) kurtarıldı. Cumhuriyet döneminde Güm üşhane’ye bağlı bir ilçe konumuna getirildi (1927).



r * * K a r a y o lu 1000 20 00 m



D e m ir y o lu



Aydıntepe : İlçe Akşar : Belde M aden



: K ö y



u e ı ı y u ik u u



0 5000 - 20000 arası • 2000 - 5000 arası • 2000'den aşağı



Baycu Noyan Erzurum ve Trabzon medreselerinde oku­ du. İstanbul’a giderek (1815) on yıl kadar burada kaldı; devlet adamlarına ve ileri gelen kişilere kasideler sunarak iş ve rüt­ be elde etti. 1828 e doğru Bayburt’a dön­ dü. 1834'te hac dönüşü Mısır’a uğradı. Erzurum'da bazı resmi görevlerde bulun­ duktan sonra yeniden İstanbul'a geldi. Akkâ'ya giden osmanlı donanm asında Reşit Paşa’nın divan kâtibi olarak bulun­ du. Dönüşte bir süre İstanbul'da kaldık­ tan sonra, 1847’de H opa, daha sonra da Karaağaç, Of ve Erzincan’da görev yap­ tı. 1855’te Trabzon’a geldi ve dört yıl son­ ra, Bayburt'a giderken yolda öldü. Mezarı sonradan B ayburt’a taşındı (1936) . Divan şiiri yolunda kasideler, naatlar, gazeller yazdı. Dil ve teknik bakımından kusurlu olan bu şiirler yanında asıl ünü­ nü hece ile söylediği koşma ve destanlarla kazandı. Görevli olarak bulunduğu yerler­ de birçok kişiyi ağır bir dille hicvetti. Rus işgalinden yeni kurtulmuş Bayburt’un yanmış yıkılmış halini görünce söylediği Vardım ki yu rdu n d an ayağ g ö ç ü r­ müş /Yavru gitm iş ıssız kalmış o ta ğ ı''dize­ leriyle başlayan koşması ünlüdür. Söyle­ yişindeki içlilik ve destanlarındakiJaşlama özellikleri dolayısıyla sevilmiştir. Âşıkların “ kalem şuarası” adı verilen bölümü için­ de yer alır. Aruzla yazdığı şiirlerin büyük bir kısmını içeren Divan-ı Zihni (1876) oğ­ lu Ahmet Revâyi Efendi tarafından bastı­ rılmıştır. Sergüzeştname adını verdiği, ço­ ğu hiciv türünde çeşitli m anzum elerden oluşan ve yaşamıyla ilgili-değerli bilgiler içeren bir yapıtı vardır.



1412



BAY CİTY, A B D ’de (M ichigan) liman kenti, Huron gölünün oluşturduğu Saglnaw Bay’ın kıyısında; 49 000 nüf. Otomo­ bil sanayisi.



Bayeın’nün merkezinde eski evler



BAYCU NOYAN, moğol komutan (XIII. yy.). Besut kabilesinden bir tüm en beyi olarak, moğol ordusuyla birlikte İran’ın fet­ hine katıldı (1229). Kafkasya'nın alınmasın­ da büyük yararlıklar gösterdikten sonra Öğedey Han tarafından Kafkasya ve Batı İran valiliğine atandı (1241). Ertesi yıl Selçuklu egem enliğinde bulunan Erzu­ ru m ’u aldı (1242). Anadolu Selçuklu sul­ tanı Gıyasettin Keyhüsrev ll'y i K ösedağ’ da bozguna uğratarak Kayseri, Sivas ve Malatya'yı ele geçirdi (1243); yıllık baç vermeleri koşuluyla Selçuklular ile barış antlaşması yaptı. Keyhüsrev ölünce tüm Selçuklu topraklarını denetimi altına aldı. Kendisine karşı ayaklanan izzettin Keykavus'u yenerek Bizans’a kaçm ak zorunda bıraktı (1256) ve onun kardeşi R üknettin’ Kılıçarslan IV'ü sultan ilan etti. Başkomu­



tan olarak İran’a gönderilen H ulagu’ nun buyruğunda ism aililer'e karşı savaştı, B a ğ da t’ın fethine katıldı. Kendisini kıs­ kanan Hulagu tarafından idam ettiril­ di. BAYDAR (Mustafa), türk yazar (Gümülcine 1920-istanbul 1976). Edirne lisesi’ni (1939), İstanbul Üniversitesi edebiyat fa­ kültesi türk dili ve edebiyatı bölüm ü’ nü (1944) bitirdi. Sivas, Diyarbakır, Erzincan liselerinde, Erzurum öğretmen okulu nda öğretm enlik yaptı (1945-1950). 1950’den sonra İstanbul’da çeşitli gazete ve dergi­ lerde çalıştı. Cum huriyet gazetesinden emekli oldu. Şair ve yazarlarla yaptığı ko­ nuşmalarla Atatürk ve devrimlerle ilgili ya­ yınlarıyla tanındı. Röportaj dalında iki kez başarı armağanı aldı (1971-1973). Başlıca yapıtları: A tatürk d iy o r k i (1951), A tatürk' le konuşm alar (1952), Ahm et Mithat (1954), Edebiyatçılarım ız ne diyorlar (1960), Ham dullah S uphi Tanrıöver ve anıları (1968) vb.



BAYDARA a. Orta Asya türk boylarında, ölüm, adak ya da dinsel tören nedeniyle kurban edilen; başı, ayakları ve kuyruğuy­ la birlikte derisi yüzülüp sırığa geçirilmiş atlara verilen ad. —ANSİKL Baydara, ço k eski dönem ler­ den beri biliniyordu. Herodotos, iskitler’ in (İ.Ö. VII-IV. yy.) bunları uzun bir kazığa bağlayarak yarım araba tekerleği üzerine oturttuklarını belirtir, iskitler atlarla birlik­ te sadık hizmetkârları da boğazlayıp de­ risini yüzdükten sonra, içini doldurarak atlar üzerine oturtuyor ve bunları ölen hü­ küm dar ya da soylu kişinin kurganı çev­ resine diziyorlardı. X. yy.’da Oğuz ülkesi­ ni ziyaret eden ibni Fadlan, şamanist O ğuzlar'ın, ölü göm m e törenlerinde, öle­ nin atıyla birlikte, varlık derecesine göre başka atları da baydara yaptıklarını ve göm üt üzerine dizdiklerini belirtir. XIII. yy.’da Moğolistan’a giden Van Ruysbroek, bir kıpçak göm ütünde on altı baydara gör­ düğünü yazar. Radloff’a göre de Sibirya' daki kimi türk boyları arasında bu gele­ nek XIX. y y ’da d a sürüyordu. Yakutlar, baydaraya tabık diyorlardı ve onlar arasında yaygın bir uygulam aydı. BAYDARLI, Tokat'ın Reşadiye ilçesi, merkez bucağına bağlı belde; 3 772 nüf. (199C). Belediye. B AYDEM IRU,



Kahramanmaraş'ın merkez ilçesi, Ağabeyli bucağına bağlı köy; 2 673 nüf. (1990). BAYDUR (Suat Yakup), türk dilci (Tosya 1921-istanbul 1953). Berlin ve Heidelberg üniversitelerinde, alman dili ve edebiyatı ile klasik filoloji öğrenim i gördü (1942). A n ­ kara Üniversitesi dil ve tarih-coğrafya fakültesi'ne (1946), aynı yıl İstanbul Üni­ versitesi edebiyat fakültesi’ne antik felse­ fe asistanı olarak girdi. 1952 ’de doçent ol­ du. Uzmanlık konusuyla ilgili çalışmaları­ nın yanı sıra, türkçenin batı dilleri ile ilişki­ lerini ele alan, dil devrim ini savunan yazı ve kitaplar yayımladı. Başlıca yapıtları: Dil ve kültür (1952), Dilimiz ve yunan-latin asıl­ lı kelim eler (19531 vb. BAYDUR (Nezahat), türk eskiçağ ta­ rihçisi, nümismat (M uğla 1926). İstanbul Üniversitesi edebiyat fakültesi arkeoloji bölüm ü’nü bitirdi (1950). Aynı üniversite­ de roma tarihi, yunan ve roma sikkeleri konularında ders verdi. 1979'da profe­ sör oldu. 1982’den başlayarak Tarsus il­ çesindeki Donuktaş’ta yapılan arkeolojik kazıları yönetti. 1988’de emekli oldu. Başlıca yapıtları: Kültepe ve Kayseri tarihi üzerine araştırm alar (İstanbul, 1970); Palast und hütte (Mainz, 1982).



BAYDUR (Memet), türk oyun yazarı (Ankara 1951). Uzun yıllar Paris ve Lond­ ra’da yaşadı. Kenya Toplu iletişim okulu’nda sinema tarihi dersleri verdi. Yaşa­ mını ispanya’da sürdüren Baydur'un g e ­ leneksel tiyatro tarzının dışında soyut ti­ yatroya yaklaşan oyunları vardır. Limon (1987), Cumhuriyet kızı (1989), Yangın yerinde orkideler (1990), Düdüklüde kıy­



malı bam ya (1991). Kamvon 119921



Bayer (Farbenfabriken Bayer AG), kuru­ luşu 1863 yılına dayanan bir alman şirke­ tidir. Almanya Federal C um huriyeti’ndeki kimya şirketleri arasında birinci, dünya sı­ ralamasında ise ikinci olan Bayer, ürünle­ rinin büyük çeşitliliği ile tanınır: kimyasal ürünler, kauçuk, plastik, boya, elyaf, ilaç gibi... G rubun iş hacm inin % 70’e yakın bir bölüm ü Alm anya dışında gerçekleşir. BAYER (Johann), alman gökbilimci (Rain, Bavyera, 1572-Augsburg 1625). En önemli yapıtı olan Uranometria (1603), ek­ siksiz ilk gökyüzü haritalarını içerir. BAYER (Herbert), amerikalı sanatçı (Haag, Avusturya, 1900-Montecito, California, 1985). Dekoratör ve mimardı. VVeimar Bauhaus’unda Kandinsky'nin derslerine devam etti; Dessau Bauhaus'unda reklamcılık ve tipografi alanla­ rında uzmanlaştı. Berlin’de (1928) fotoğ­ rafçılıkla uğraştı, ama Hitler Almanyası'nı terk etm ek zorunda kalarak 1938’de A B D ’ye yerleşti. Göz aldatm acasına da­ yanan mekânlar düzenledi (Mountain Paintings) ve bunları gerçek açık m ekânla­ ra aktararak daha o zam andan çevrebili­ mi ön plana alan bir "çevre" sanatı oluş­ turdu (M arble G arden ve Grass Mound, 1955, Aspen, Colorado). Ayrıca, renkli metalden, hareketlilik izlenimini uyandırıcak biçim de düzenlenm iş heykeller (Articulated Wall, 1968, Mexico) yaptı. BAYES (Thomas), ıngiliz matematikçi (Londra 1702 - Tunbridge Wells 1761). Ölüm ünden sonra yayımlanan bir dene­ mesinde (1763), nedenlerin olasılığını göz­ lemlenen sonuçlarla saptamaya çalıştı. Bunu özel bir durum da, yani n kez yinele­ nen denemede p olasılıklı olayın k kez bu­ lunması durum unda, p olasılığının önsel bir dağılımından p nin koşullu olasılığı so­ nucunu elde ederek yaptı Laplace bu so­ nucu gözden geçirdi ve verdiği son biçi­ mi "Bayes form ülü” olarak açıkladı: |



* ‘ (1



dx



P ( a « p « 6 ) = — -------------------------------------



f x ka - x ) " - k dx -'o



Bayes bağıntısı ya da formülü, adı nı İngiliz matematikçi, Thom as Bayes’ten alan aşağıdaki formül:



X



P(Bp



x



PB (A)



i —T



Bu formül B, olayının koşullu olasılığını verir; bu olasılığı verirken, B, olayları E evreni olaylarının tam sistemini oluşturdu­ ğuna, A, E evreninin sıfır olmayan olası­ lıklı bir olayı olduğuna göre, B, bilindiğin­ de A nın koşullu olasılıkları fonksiyonun­ da A olayının gerçekleştiğini göz önüne alır. Bu formül çoğu kez n = 2 olduğunda kullanılır; bu duru m d a B ,= B dir ve B2 = B, B nin zıt olayıdır.



Bayes yöntemleri, bayes İstatisti­ ği, raslantısal bir olayın gözleminden ön­ ce öne sürülen, varsayımlara ilişkin olası­ lıkların bir değerlendirm esine dayanan is­ tatistik çıkarsama yöntemleri. (Gerçekle­ şen olaya göre, “ Bayes teorem i” kullanı­ larak bu olasılıklar değiştirilir. Bu yöntem­ ler, Thom as Bayes ve Laplace’ ın yapıtla­ rında görüldüğü gibi, XVIII. yy.’a d ek ge­ riye uzanırlarsa da, uygulamaya konulma­ ları yakın zam anda olmuştur. "K la s ik ” çı­ karsama yöntemlerine göre, uygulama alanları da henüz sınırlıdır.^ BAYEU Y SUBİAS (Francisco), İs­ panyol ressam (Zaragoza 1734 - M adrid 1795). G. Velâzquez’in ve M engs’in ö ğ ­ rencisi, Goya’nın kayınbiraderiydi. Üret­ ken bir fresk ustası olarak sarayları (Pallacio royal, Le Pardo, Aranjuez vb.) ve dinsel yapıları (Toledo katedrali manastı­ rı vb.) süsledi. h BAYEUX, Fransa’da kent, Calvados ar-



rondissem ent’ının yönetim merkezi, Bessin’de, Aure ırmağı kıyısında; 14 528 nüf. Küçük bir yönetim, ticaret ve bankacılık merkezi. Makine yapımı. —Bayeux arrondissement'ı, 57 400 nüf. • G Ü ZEL SANATLAR. Şehirdeki Nötre Dame katedrali’nde kısmen roman üslubun­ da yapılmış bir şahın ve bir yeraltı kilisesi vardır; sırakemerlerin köşe taşları ilginç bir biçim de yontulmuştur. Koro ve önyüz XIII. yy. norm an g otiğ i’nın özelliklerini taşır­ ken, aydınlık kule ve capellalar O rtaçağ’ dan kalmadır. Şehir kütüphanesinde ün­ lü "Kraliçe Mathilde duvar halısı” bulunur XI. yy.’da yapılmış olan, 70,34 m uzunlu­ ğunda ve 50-55 cm genişliğindeki bu ha­ lının desenlerinde İngiltere’nin Normanlar tarafından fethi anlatılır. Katedral yakınla­ rında eski evler ve konaklar vardır.



BAYEZİD-İ RUMİ, türk mutasavvıf, şair (Edirne ? - ay. y. 1514). Cemal Halveti’ nin halifelerindendi. Bayezid-i Bistami’yi izle­ diği düşünülerek Bayezid-i R um i’ye ikin­ ci Bayezit (Bayezid-i sani) adı verildi. Ta­ savvuf bilgisinin derinliği, etkileyici konuş­ masıyla birçok m ürit edinmişti. Varlık bir­ liği görüşünü dile getiren ünlü ‘. 'Kendi hüsnün hûb la r şeklinde peydâ eyledin / Çeşm-i âşıktan dön ü p sonra temâşâ eyledin" beyti onundur. Muhittin Arabi’nin Füsus ül-hikem'ini açıklayıcı nitelikte arap­ ça Şerh-i füsus-ül hikem 'i; C am i'nin Nüsus’u için de gene arapça Şerh-i nûsus'u yazdı. Arapça bir Fatiha tefsiri kaleme al­ dı. Sırr-ı cânân adlı türkçe mesnevisinde tasavvuf ilkelerini konu edindi. B A Y EZİT (C e la le ttin )



— KÖTÜRÜM



BAYEZİT.



■ BAYEZİT I Yıldırım (Bursa 1360 - Ak­ şehir 1403), türk padişah (1389-1402). Mu­ rat l’in G ülçiçek H atun’dan olm a büyük oğlu ve Yakup, Savcı, İbrahim adlı üç şeh­ zadenin ağabeyi. Germiyanoğlu Şah Çelebi’nin (Süleyman Şah) kızı Sultan Hatun ile evlenerek, Germiyan toprağının bir bö­ lümünün yönetimini üstlendi. Kardeşi Sav­ cı Bey’in babasına karşı başlattığı ayak­ lanmayı bastırarak onu öldürttü (1385).’ .



Yıldırım Bayezit I , Topkapı sarayı müzesi Babası Murat l ’in Karam anoğlu Ali Bey'e karşı açtığı savaşa katıldı; Konya savaşı’nda Rumeli askerini yöneterek zaferin ka­ zanılmasında önemli rol oynadı. Bu sa­ vaştaki hızlı hareketleri dolayısıyla kendi­ sine "Yıldırım" lakabı verildi. Sırp kralı Lazar’ın önderliğinde.O smanlılar’a karşı bir­ leşen Balkanlar’daki hıristiyan uluslara karşı yapılan Kosova meydan savaşı’nda, sağ kanada komuta etti ve zaferin kaza­ nılmasında başlıca etken oldu. Babası Murat l ’in bu savaş sonunda şehit edilme­ si üzerine devlet ileri gelenlerince padişah ilan edildi (1389). ilk iş olarak, bir taht kav­ gasını önlem ek için kardeşi Yakup Bey i b oğdurttu ve cenazesini babasınınki ile birlikte Bursa’ya gönderdi. Bayezit l'in pa­



dişah olması üzerine, A nadolu’da Osman­ lI devletine bağlı Candar, Germiyan, Saruhan, Menteşe, Aydın ve Hamitoğulları beylikleri, Karam anoğlu Ali Bey’in öncü­ lüğünde Yakup Bey’in öldürülm esini ba­ hane ederek harekete geçtiler: Karam an­ oğlu Ali Bey Beyşehir’i alarak Eskişehir’e kadar ilerledi; G erm iyanoğlu Yakup Bey O sm anlılar’ın elindeki Germiyan kentleri­ ni geri aldı; kadı Burhanettin de Kırşehir’i ele geçirdi. Önce Rumeli’yi güvenlik altı­ na almayı uygun gören Bayezit I, Kosova’da öldürülen Lazar’ın oğlu Stefan ile ba­ rış yaptı (Stefan haraç ödeyecek ve Ba­ yezit l’in vasali olarak, açılacak seferlere destek birlikleri gönderecekti; Stefan ay­ rıca, kız kardeşi Olivera’y; [D espina] da sultanın haremine yollamak zorunda kal­ dı). Böylece, m acar sınırında bir sırp g ü : cünün kalmasını sağlayan Bayezit.l, A na­ d o lu ’ya geçti; Bizans im paratorluğu’na bağlı Alaşehir’i (Philadelphia) aldı; Aydın, Saruhan, Menteşe, Hamideii, Germiyan beyliklerinin topraklarını ülkesine kattı (1390). Aynı yıl sonlarında Karam anoğlu' nun üzerne yürüyüp Konya’yı kuşattıysa da, Candaroğlu Süleyman’ın Kadı Burha­ nettin ile ittifak kurarak, Karam anoğlu Ali Bey’in yardımına koşması üzerine, barış yaparak Çarşamba suyunun batısında ka­ lan toprakları alm akla yetindi. Ardından Sinop dışındaki Candaroğulları toprakla­ rını ele geçirdi; Kadı Burhanettin’den Osm ancık’ı aldı; Amasya’yı ülkesine kattı (1393). Bayezit Anadolu'da türk birliğini kurma uğraşındayken, uç beyleri de batıda sü­ rekli akınlar düzenlediler; Evrenos Bey, Kitros ve Vodena’yı ele geçirip Tesalya iç­ lerine kadar sarktı; Firuz Bey, Eflak’ta; Şa­ hin Bey, Arnavutluk'ta yıldırıcı etkinlikler gösterdi. Bu arada, Eflak voyvodası Mircea’nın osmanlı topraklarında harekete gi­ riştiğim haber alınca hızla Rumeli’ye geçti; yenerek esir aldığı M ircea’yı ağır bir fid ­ ye karşılığında, vasali olarak ülkesine yol­ ladıktan sonra A nadolu’ya döndü. Macar­ la rın Türkler’e karşı Bulgar çarı Şişman ile birleşme olasılığı üzerine, tehlikeli so­ nuçlar doğurabilecek bu güçbirliğini. da na oluşm adan önlem ek için önlem ler al­ dı; büyük oğlu Süleyman'ın komutasında Rumeli'ye yolladığı güçlü ordu Bulgarlar’ ın başkenti Trnova’yı ele geçirdi (1393); bu arada kendisi de Rumeli'ye geçip Niğbolıı, Silistre ve Vidin’i alarak Bulgaristan’ın siyasi varlığına son verdi. N iğbolu'ya sı­ ğınan Bulgar çarı Şişman öldürüldü. Da­ ha sonra Selanik ve Larissa zapt edildi. Kosova zaferinden sonra Bizans üzerin­ de artan etki ye denetim ini yeterli görm e­ yen Bayezit I, İstanbul'u kuşattı (1394), Bi­ zans imparatoru Manuel, İstanbul’u kuşat­ mış olan Bayezit ile kentte bir türk m ahal­ lesi kurulması, bir cami yapılması ve bir kadı atanması konularında anlaşmaya vardı. Bu sürekli zaferlerden dehşete ka­ pılan Venedikliler ile Macarlar, Osmanlılar’a karşı bir haçlı seferi düzenlemeyi ba­ şardılar. Bayezit’in İstanbul surları önün­ de oyalanmasını fırsat bilen M acar kralı Si-



gismond komutasındaki haçlı ordusu Nığbolu’yu kuşattı. Hızlı bir yürüyüşle Balkan dağlarını aşan Bayezit I, haçlı ordusunu 25 eylül 1396’da, N iğbolu’da, kesin bir ye­ nilgiye uğrattı. Ardından Macaristan ve Ef­ lak'a akınlar düzenledi. 1397’de Evrenos Bey, Argos ve Atina’yı ele geçirdi. Aynı yıl, Karamanoğlu Ali Bey yeniden ayaklanma girişim inde bulununca, ordunun başına geçti, Karamanoğlu’nu Akçay’da yenip öl­ dürdükten sonra topraklarını Osmanlı ül­ kesine kattı. Ardından Canik bölgesini, Kadı Burhanettin’in topraklarını, Mısır M em lukları’na bağlı Elbistan, Malatya, Besni ve D ivriği’yi zaptetti. Bayezit l ’in ül­ kelerim ellerinden aldığı Anadolu beyle­ rinin Tim ur’a sığınmaları iki hüküm darı karşı karşıya getirdi. Bayezit ile Timur, iki büyük ordunun başında, Ankara yakının­ daki Çubuk ovasında karşılaştılar (28 tem ­ muz 1402). Bayezit I, ordusundaki Karatatarlar'ın ve Anadolu beylikleri askerinin karşı tarafa geçm eleri üzerine savaşı kay­ bettiyse de hassa birliklerinin başında so­ nuna kadar çarpışarak tutsak düştü. Bir süre Tim ur’un yanında tutsak olarak d o ­ laştırıldıktan sonra 8 mart 1403’te Akşe­ h ir’de öldü (yüzüğünün taşı altında saklı olan zehirı içerek intihar ettiği de söylenir). Yıldırım Bayezit azim ve irade sahibi, çok çabuk karar verebilen, atılgan bir hü­ küm dardı. Osmanlı devletini bir im para­ torluk durum una getirmeye yöneldi: Ana­ d o lu ’nun siyasal birliğini büyük ölçüde gerçekleştirdi. Babası Murat I, Bizans'ı bir uydu devlet durum una getirmekle yetinir­ ken o bu politikayı bıraktı. Dervişlere kar­ şı ulemayı tercih etti ve çevresinde onları bulundurm aya özen gösterdi. Babasının yalın yaşamımı bırakarak, debdebeli bir saray yaşamını benim sedi. Dönem inden kalma kitabe ve vafkiyelerde adının önün­ de “ Sultan” , sonunda "H a n ” unvanları­ na rastlanır. Seferlerden elde ettiği gani­ met ve bağlı devletlerin gönderdiği haraç­ larla zenginleşen hâzinesi, ona hayır ku­ rumlan ve mimarlık yapıtları yaptırma ola­ nağı verdi: Bursa’da imaret, medrese, han, köprü, darüşşifa, zaviyeler ve ünlü Ulucam i’yi yaptırdı. Bu arada, yönetimi al­ tına giren hıristiyan ülkelerinde de düzen ve adaletin kurulması için büyük çaba harcadı. (-> Kayn.)



| BAYEZİT II (Dimetoka 1447 - Havsa ya­ kınında 1512), tü rk padişah (1481-1512). Fatih Sultan M ehm et’in oğlu. Küçük yaş­ ta sancakbeyi atandığı Amasya'da bilim ve sanat adamları arasında yetişti. Şeh­ zade olarak, babasının yanında Akkoyunlu Uzun Hasan’a karşı yapılan Otlukbeli savaşı’na katıldı (1473). Babasının ölümü üzerine devlet erkânınca İstanbul’a ç a ğ ­ rıldı. 21 mayıs 1481’de tahta çıktı. Salta­ natının ilk vıllarında taht kavgasına girişen kardeşi Konya valisi Cem ile m ücadele et­ m ek zorunda kaldı. Bursa’da tahta çıkan Cem’i Yenişehir’de yendi. Mısır’daki M em ­ luk sultanına sığınan Cem, yeni bir girişim­ de bulunduysa da yine başarılı olamadı. Bu kez Rodos şövalyelerine sığınmak zo­ runda kaldı ve 1495’te N apoli’de zehirle-



Bayeux “ Kraliçe Mathilde halısı" denen halıdan bir ayrıntı XI. yy. ’da İngiltere’nin Normanlar tarafından fethinden bir sahne Kraliçe Mathilde müzesi, Bayeoz



Bayezit li 1414



Bayezit II, Topkapı sarayı müzesi



Beyazıt camisi İstanbul



nerek öldürülene kadar Avrupa’da tutsak yaşadı. Bayezit II, Cem Avrupa’da yaşa­ dığı sürece tam bir huzur içinde olam a­ dı. Cem yanlısı olduğundan kuşkulandı­ ğı ünlü vezir G edik Ahm et Paşa’yı ve C em ’in İstanbul'da bulunan oğlu O ğuz’u boğdurttu. Hıristiyan Avrupa'ya karşı dik­ katli bir politika izleyerek büyük seferler­ den kaçındı. Ancak bazı askeri etkinlikle­ re girişm ekten de geri kalmadı. Hersek onun padişahlığı dönem inde kesin olarak osmanlı topraklarına katıldı; Boğdan’daki Kili ve Akkerm an kaleleri zapt edilerek Osmanlı devletinin Kırım hanlığı ile bağ ­ lantısı kuruldu ve Karadeniz’de tü rk ege­ m enliği tam am landı (1483). M em luk sultanı Kayıtbay’ın, şehzade Cem’i bir hükümdar gibi karşılaması, tahtsız ve ülkesiz Karam anoğlu Kasım Bey'i O sm anlılar’a karşı desteklemesi, osmanlı himayesindeki Ramazanoğulları beyliği topraklarına akınlar yaptırması, iki ülke arasında altı yıl süren (1485-1491) bir sa­ vaşa yol açtı. Uzayıp giden bu savaş ke­ sin bir sonuca ulaşmaksızın düğüm lendi ve Tunus sultanının arabuluculuğuyla ya­ pılan barışla Çukurova’da üç kasaba M em luklar'a verilirken, Ramazanoğulları ülkesi O sm anlılar’da kaldı. 1492-1495 arasında türk akıncıları Tuna ırmağı ve Bosna ötesindeki Hırvatistan'a, Venedik topraklarının K. kesimlerine bir­ biri ardına akınlar düzenleyerek hıristiyan Avrupa’ya dehşet saldılar. 1495'te Macarlar ile yapılan bir antlaşmadan sonra akın­ lar Venedik topraklarında sürdü. Kili ve Akkerm an kalelerini yitirdikten sonra Ka­ redeniz ile bağlantısı kesilen Polonya, Boğdan'ı ele geçirm eye kalkıştı. Boğdan beyliğinin, Tuna boyundaki osmanlı sancakbeylerinin yardımıyla karşı koyması; tü rk akıncılarının kırımlı tatar süvarileriy­



le birlikte Galiçya ve Podolya’da düzenle­ d ikleri akınlar, bu girişimi sonuçsuz bı­ raktı (1498). Ertesi yıl Polonya önce Boğdan, ardından da OsmanlIlar ile barış ant­ laşmaları imzalamak zorunda kaldı. Vene­ d iklile rin Mora, Arnavutluk ve Dalmaçya kıyılarında giriştikleri düşm anca hareket­ ler üzerine Bayezit II bu ülkeye savaş aç­ tı. Karadan ve denizden girişilen harekât sonunda inebahtı (Lepanto) [1499]; erte­ si yıl M odon (Methone), Koron ve Navarin (Pylos); 1501’de de Adriya denizi kıyı­ sındaki Draç ele geçirildi. Aynı yıl Midilli adasını kuşatan bir haçlı donanması, Saruhan valisi şehzade Korkut'un ve güçlü bir donanmayla yardıma gelen Hersekzade Ahm et Paşa’nın çabaları sonucu püs­ kürtüldü; Venedik'in isteği üzerine barış yapıldı (1503). Bu arada, Osmanlı devleti d oğ u d a git­ tikçe büyüyen bir tehlikeyle karşılaştı: 1499’da şii Safeviler, Şah İsmail’in önder­ liğinde İran’da güçlü bir devlet kurmuşlar­ dı. Şiilik adına yapılan propagandalar Anadolu'daki g öçebe türkm en aşiretleri arasında büyük ölçüde etkili olunca, Sün­ ni müslümanlığın temsilcisi Osmanlı dev­ leti bu tehlike karşısında önlem alm ak zorunluğunu duydu. Padişah, A nadolu'da Şah İsmail yandaşlığını engellem ek ama­ cıyla, alevilerin İran’a gitm elerini yasakla­ dığı gibi, bir bölüm ünü de Rumeli’ye yer­ leştirdi (1502). Ancak, Şah İsm ail’in Şahkulu adındaki halifesi 1511’de Teke bölge­ sinde kimi türkm en aşiretlerini Osmanlılar'a karşı ayaklandırdı. Kütahya'yı yağma­ layan ayaklanmacılar, Bursa’ya doğru ilerledilerse de sadrazam Hadım Ali Paşa ko­ mutasındaki orduya yenik düştüler; Şahkulu savaş alanında öldürüldü, başsız ka­ lan Şahkulu'nun yandaşları İran’a kaçtılar, ayaklanm a da böylece bastırılmış oldu. Bu arada, yaşlandığı için devlet yöne­ tim ini vezirlerine bırakıp Edirne’de köşe­ sine çekilen padişahın oğulları arasında ta h t kavgası başlam ıştı. O ğullarından A hm et A m asya'da, S elim Trabzon'da, Korkut A ntalya’da, Şehinşah K aram an’ da vali olarak bulunuyorlardı. 1511’de K e fe ’ye giden S e lm , Kırım hanının yar­ dımını sağladıktan sonra T u n a 'd a n ge­ çe rek B a lka n lar’a indi ve kendisine R u­ m e li'd e bir sancak verilm esini istedi. O ğ­ lu ile çarpışm aktan çekinen Bayezit, onu S em endere sancağına atadıysa da, Se­ lim babasının otu rm akta olduğu Edirne üzerine yürüdü. İs ta n b u l’a doğru çe ki­ len Bayezit, Çorlu yakınında konakladı. 3 ağustos 1511 'de S elim , Uğraş deresi çevresinde yapılan savaşta yenilerek Kı­ rım ’a kaçtı. Bu arada, şehzade Ahm et, İstanbul üstüne yü rüye re k tahta geçm e g irişim in d e b ulunduysa da M altepe ya­ kınlarına gelince yeniçerilerin ayaklana­ rak başlarında S e lim ’i görm ek istedikle­ rini bildirm eleri üzerine A n a do lu'ya geri dönm ek zorunda kaldı. Bayezit II, ye ni­ çerile rin baskısı karşısında, tahtı Kırım ’ dan çağırdığı S e lim ’e bırakm ak z o run ­ da kaldı (24 nisan 1512). Bir ay sonra Dim etoka'ya giderken yolda hastalanarak ö ldü (10 haziran 1512). “ Veli” lakabıyla anılan Bayezit II, dini­ ne son derece bağlı, iyiliksever bir kişiy­ di. İstanbul’da cami, imaret, hamam, kü­ tüphaneden oluşan yapılar topluluğunu (Bayezit külliyesi); Edirne’de benzeri bir külliye ve hastane; Amasya'da cami, imaret-medrese yaptırdı. Bilginleri ve sa­ natçıları korudu. H at sanatına büyük ilgi duyan Bayezit ll’ nin “ A d lî” mahlasıyla yazdığı şiirleri bir divanda toplanmıştır. Ay­ rıca, besteci olduğu da söylenir. İstanbul’ da, adıyla anılan cam inin bahçesindeki türbede gömülüdür. ( “ * Kayn.)



BAYEZİT Rumi, tü rk mutasavvıf (? -1514). Kendisine Bayezit Bistami'den son­ ra ikinci sıra verildiğinden Sanı diye anıldı. Mevlana, Cami, Muhittin Arabi gi­ bi mutasavvıfların yapıtlarına şerhler yaz­ dı. Vahdet-i vücut aniayışını Muhittin A ra­ b i’nin tasavvuf felsefesi doğrultusunda açıklam ak am acıyla yazdığı, beş bini aş­



kın beyitten oluşan Sırr-ı cihan adlı bir ya­ pıtı vardır.



BAYEZİT, çeşitli dönem lerde yaşamış olan Osmanlı şehzadelerinin ortak adı. — BAYEZİT, Kanuni Sultan Süleyman ile Hürrem Sultan'ın oğlu (İstanbul 1526/27 - Kazvin, 1561). Kendisi Kütahya valisiyken, ağabeyi Selim de Manisa valisiydi. Selim' den iki yaş küçük olmasına karşın, anne­ si Hürrem Sultan'dan gördüğü desteğe dayanarak osmanlı tahtına çıkacağına inandı. Annesinin ölüm ü üzerine (1558) kendisi Kütahya'dan Amasya, Selim de Manisa’dan Konya valiliğine atandı. İstan­ bul’a uzak bir kente gitmenin tahtı Selim'e bırakm akla aynı anlam a geldiğini düşün­ d üğünden babasının buyruğunu dinle­ medi. Gerçekte S elim ’i tutan Lala Musta­ fa Paşa’nın kışkırtmasıyla, çevresine to p ­ ladığı kuvvetlerin başında Konya üzerine yürüdü. Konya'daki savaşı Selim kazanın­ ca (1559) önce Amasya’ya çekildi, oradan yanına dört oğlunu da alarak İran şahı Tahmasp’ın sarayına sığındı. Başlangıçta osmanlı şehzadesini iyi karşılayan Tahmasp, sonra para karşılığında onu ve dört oğlunu (Orhan, M ahmut, Osman, A b d ul­ lah) Kazvin’de öldürttü. Osmanlı şehzade­ siyle dört oğlunun cenazeleri A nadolu’ya taşınarak Sivas kalesinin dışında, bugün bilinmeyen bir yere göm üldü. — BAYEZİT, Murat lll’ün oğlu (İstanbul 1586- ay. y. 1595). M ehm et III tahta çıkınca öldürül­ dü. — BAYEZİT, Ahm et l'in oğlu (1612 -İstanbul 1635). Murat IV Erivan'ı fethet­ tikten sonra (1635) kardeşinin öldürülm e­ si için İstanbul’a haberciler gönderdi. Cel­ latlarına karşı kendini savunan şehzade, öldürülm eden önce bunlardan dördünü öldürm eyi başardı. Bu acı oiaydan esin­ lenen Racine, ünlü Bajazet (Bayezit) tra­ gedyasını yazdı. — BAYEZİT, Ahm et lll’ün oğlu (İstanbul 1718 - ay. y. 1771). Ağabe­ yi Mustafa III dönem inde ansızın öldü.



BAYEZİT ENSARİ P ir-i R evşen ya da R u şe n , Revşeniye* inancının kurucusu (Calanzar 1525 - ? 1585). Yoksulluk yüzün­ den iyi bir öğrenim görem edi. Babasıyla birlikte çıktığı gezide tanıştığı bir ismailinin etkisinde kaldı. Ondan pir-i kâmil, te­ vil ve hurufi inançları hakkında bilgi edin­ di. Yine bu geziler sırasında tanıştığı bir yogiden de, ruh göçü (tenasüh) ve Tanrı’nın cism e dönüşm esi konularını öğren­ di. Öğrendiklerinin etkisiyle kendisine va­ hiy indiğini ve Pir-i kâmil olduğunu açık­ layarak peygam berliğini ilan etti, inancını yaymaya başlaması devlet yöneticilerince tepkiyle karşılandı. Calanzar’a yerleşti, müritlerini Afganistan ve Hindistan’ ın çe­ şitli yörelerine göndererek gücünü artır­ dı. Ancak, M oğollar ile çatışm ada yenil­ di. Başlıca yapıtları: özgeçmişini anlatan Hatnâm e: dinsel inançlarını yansıtan ve Tanrînın gönderdiğini söylediği Hayr ül-beyân ile M aksût ül-mûminîn.



Bayezit külliyesi, Bayezit II dönem in­ de Amasya, Edirne ve İstanbul’d a yaptı­ rılan üç selatin külliyesi. —Am asya’d a Yeşiiırm ak kıyısında Bayezit ll ’nin isteğiyle, oğlu şehzade Ahm et tarafından yaptırıldı (1481-1486). Cami, medrese, imaret, tabhane ve bir hattat m ektebinden oluşan ya­ pı topluluğunun m im ar Hayrettin’in ürünü olduğu sanılmaktadır. Daha sonra ikinci bir şadırvan (1812), m uvakkithane (1843), kütüphane (1843) ve üç türbe eklendi (XVIII. yy.). Bu yapılardan yalnızca cami, medrese, imaret, muvakkithane ve bir tür­ be günüm üze ulaştı. Klasik öncesi osmanlı mimarlığının önemli örneklerinden sayılan külliyede yapılar, fazla yüksek ol­ mayan bir duvarla çevrili alana ustalıkla yerleştirilmiştir. Merkezde, kentin en önem­ li yapısı olan ters T ya d a zaviyeli cam iler planındaki cam i bulunur. Bunun B.’sında dört köşe bir avluyu çevreleyen revaklar va odalardan oluşan m edrese yer alır. (Günüm üzde il halk kütüphanesi.) Bir başka önemli yapı, cam inin B.'sındaki L planlı imarettir. — Edirne’de Tunca nehri kı­ yısındaki külliye yazıtına göre 1488’de bi-



Bayhan 1415



Bayezit küliiyesi Amasya



Bayezit küliiyesi Edime tirilmiştir. Amasya’daki külliye gibi, bunun da m im ar Hayrettin’in yapıtı olduğu öne sürülür. Cami, tıp medresesi, şifahane, imaret, hamam, mutfak, depo, mumhane, vb. yapılar geniş bir alana yayılmıştır. Os­ manlI mimarlığının önemli külliyelerinden biri olması yanında, akıl hastalarının m ü­ zikle iyileştirildiği şifahanesiyle de dikkati çeker. Yapılar topluluğunun ortasında yer alan cami, önündeki şadırvanlı avlu ve son cem aat yeriyle birlikte yirmi iki kub­ beyle örtülüdür. A na mekânı örten büyük kubbe, küresel bingilerle duvarlara oturur. Cam inin iki yanında bulunan tabhanelerin avlu yönündeki köşelerine tek şerefeli iki m inare yerleştirilmiştir. Caminin B.'sındaki m edrese ve şifahane, külliyenin öte­ ki önemli yapılarıdır. Klasik osmanlı üslu­ bundaki medrese, bir avlu çevresindeki revaklar ve odalardan oluşur; tıp eğitimi verilmek üzere kurulmuştur. Ana eyvanda bir dershanesi vardır. Revaklar ve odalar küçük kubbelerle örtülüdür. Balkan sava­ şı sonlarına değin kullanılan şifahane üç bölümlüdür. Birinci bölümde, açık bir av­ lunun B.’sında on, D.'sunda dört oda var­ dır. G.'deki görkemli bir kapıyla ikinci bö­ lüm e geçilir. Burada gene açık bir avlu çevresinde ikisi yazlık, dördü kışlık altı oda bulunur. Giriş eksenindeki bir kapıyla şifahanenin en ilginç bölüm üne ulaşılır. Akıl hastalarına haftanın belirli günlerinde mü­ zikle terapi uygulandığı bu bölüm altı kö­ şelidir; ortadaki büyük kubbeli mekâna on oda açılır. Orta kubbenin üstünde aydın­ lık feneri, altında on iki köşeli, fıskiyeli bir havuz bulunur. — İstanbul'da, Beyazıt semtinde, cami, medrese, imaret, sübyan mektebi, kervansaray, türbe ve çifteham am dan oluşan külliyenin yapımına 1501’de başlanmış, 1506'da bitirilmiştir. Daha önce mimarının Hayrettin ya da Kemalettin olduğu sanılırken, yeni bulunan belgelerle Yakup Şah bin Sultan Şah'ın yapıtı olduğu anlaşılmıştır. Külliyenin en önemli yapısı olan caminin ana kütlesi, ka­ re planlıdır; d ikd ö rtg e n planlı orta m ekâ­ na dörder küçük kubbeyle örtülü yan bö­ lümler, avlu yönündeki köşelere de tabhane odaları eklenerek Bursa cam ilerinde görülen ters T ya da zaviyeli cami planı elde edilmiştir. Kubbe düzeninde ise Fa­ tih külliyesi’ndeki uygulam anın gelişmiş bir biçim iyle karşılaşılır. Ana mekânı örten ve dört ayağa oturan orta kubbe, yanlar­ da iki yarım ve dört küçük kubbeyle des­ teklenir. Son cem aat yeri, yedi kubbelidir. Tabhane odalarının köşelerindeki yüksek minarelerle yapının anıtsal görünüm ü güçlendirilmiştir. Avlu yeşil, pembe, gri ve



kırmızı renklerde granitten yapılmış yirmi iki sütuna oturan yirmi dört kubbeyle ör­ tülü revaklarla çevrilidir. Yapıya üç anıtsal taçkapıyla girilir; giriş-m ihrap ekseninde­ ki kapının yanında bir kum saati vardır. Av­ lunun ortasındaki şadırvanı örten sekiz sü­ tuna oturan kubbeyi Murat IV yaptırmış­ tır. Cami mimarisi yanında bezemeleriyle de dikkati çeker. (Giriş kapısı önündeki kubbenin geçişlerinde görülen alçı mukarnaslar, fildişi kakmalı ahşap kapı ve pencere kanatları, minare kaidelerindeki satrançlı yazıtlar, sekiz sıra mukarnaslı mihrap, rumi süslemeli m erm er minber.) Birçok yangın ve deprem geçiren yapı çeşitli tarihlerde onarıldı (1682,1797, 1879, 1940, 1958). C am inin K.-B.'sındaki klasik şemadaki medrese, önce Belediye kütüphanesi (1943-1984), daha sonra da Türk vakıf hat sanatları müzesi oldu. Birbirinden uzak ve bağımsız olarak konumlandırılan öteki yapılar, günüm üze ulaşmayan bir çevre duvarıyla dış avlu içine alınmıştı. C aminin G.'inde Bayezit ll’nin ve kızı Sel­ çuk H atun’un türbeleri ve sübyan mekte­ bi bulunur. Günümüzde Beyazıt devlet kü­ tüphanesi olan imaret, cam inin yanında­ dır. imarete bitişik olan altı kubbeli kervan­ saray yıktırılarak yerine dişçilik fakültesi yaptırılmıştır. 1714’te Simkeşhane ile bir­ likte yanan çiftehamam, Patrona Halil ha­ mamı olarak d a bilinir.



Bayezit kütüphane! umumisi — BEYAZIT DEVLET KÜTÜPHANESİ.



BAYEZİT PA Ş A , tü rk sadrazam (Amasya? - Edirne 1421). Çelebi Mehmet Amasya'da şehzadeyken hizmetine girdi. Bayezit l ’in oğulları arasındaki saltanat kavgasında Çelebi M ehm et’i destekledi ve onun hükümdarlığı dönem inde sadra­ zamlığa getirildi. Karam anoğlu Mehmet l l ’ye karşı düzenlenen seferde gösterdiği başarıdan ötürü sadrazamlığa ek olarak Rumeli beylerbeyliğiyle ödüllendirildi. Şeyh Bedrettin ayaklanmasının bastırılma­ sında etkin rol oynadı. Murat II dönem in­ de de eski görevlerini sürdürdü. Tahtı ele geçirm ek amacıyla Edirne’ye yürüyen Mustafa Ç elebi'yi (D üzmece Mustafa) durdurm akla görevlendirildi. Kuvvetleri Edirne yakınlarındaki Sazlıdere’de karşı­ laştığı Mustafa Ç ele b i’ye katılınca teslim oldu; öldürüldü. BÂYGÂN a. (fars. bâygân). Esk. Koruyu­ cu, bekçi, muhafız. BAYGIN sıf. 1. Kendi varlığının ve ken­ disini çevreleyen gerçekliğin artık bilincin­ de olmayan, tanıma yetisini yitirm iş kim­ senin durum u için kullanılır: Baygın hal­ d e hastaneye kaldırdılar. Onu b ir ağacın altında baygın bulmuşlar. Ü ç g ün d ü r bay­ gın yatıyor. — 2. Süzgün, m ahm ur bakış, göz için kullanılır. — 3. içe eziklik veren, iç bayıltan koku için kullanılır: iğdelerin baygın kokusu. — 4. Bir kimseye baygın, ona tutkun, âşık: Sana baygın değilim.



— 5. Çarpıcı olmayan, soluk renk için kul­ lanılır: R enkleri baygın b ir kumaş. — 6. Baygın baygın bakmak, gözlerini süzerek, hayranlıkla, anlamlı biçim de bakmak. || (Bir şeyden) baygın düşm ek, (o nedenle) bayılacak kadar çok yorulmak, yorgun ol­ mak: Uykusuzluktan baygın düştüm. — Balıkç. Ağda yorgun ve örselenmiş ola­ rak bulunan balık için kullanılır. — Denize. Baygın gem i, rüzgârın ya da dalgaların etkisiyle tehlikeli biçim de yan yatan ve doğrulam ayan gemi. — Deric. Baygın deri, güdericilikte, yüzme işlemi sonunda suyu olmadığı görülen ve gözeneklerine yağ girdiğinde şişmeye başlayan deriler için kullanılan terim. ♦ a. ipekböcç. Kara baygın, deri d e ­ ğişimi ya da nem fleşm e sırasında ortaya çıkan bozukluklardan dolayı kararan has­ ta ipekböceği.



BAYGINLAŞMAK gçz. f. 1. Baygın du­ rum a gelmek. — 2. Göz sözkonusuysa kaymak, süzülmek: Ateşten gözleri bay­ gınlaştı.



BAYGINLIK a. 1. Kalp durması olm a­ dan kısa süreli bilinç kaybı. (Kalbin hızını azaltan parasem patik tonusu ile dam ar­ ları büzen sem patik tonusunun artması sonucudur. Birdenbireve geçiciolarakkalbin kan verdisinin azalması bilinç kaybı­ na neden olur.) [Eşanl. LİPOTİMİ] — 2. Baygınlık geçirmek, birdenbire ve kısa sü­ reli olarak kendini kaybetm ek; fenalık ge­ çirm ek: Kalabalıkta baygınlık geçirenler oldu. || (içine, üstüne) baygınlık(lar) g e l­ mek, pek çok sıkılmak, bunalm ak: Adam konuştukça baygınlıklar geliyor içime. — İpekböcç. ipekböceklerinde görülen bağırsak hastalığı. (Sindirim sistemi, yap­ rak yerine açık renk salgılarla d o ld u ğu n ­ dan göğüs hizasında saydamlaşır.)



BAYGINTI a. Yörs. Baygınlık. BAYHAN (Hüseyin irfan), türk mimar (İs­ tanbul 1922). Yükseköğrenimini Zürich Fe­ deral politeknik o kulu’ nda tamamladı (1948). 1953’e değin Prof. Hess'in yanın­ da asistanlık yaptı. Trabzon kenti imar pla­ nı ve Bandırma sahil şeridi yarışmaların­ da birincilik ödülünü kazandı. Eskişehir M aarif koleji (1965), İstanbul Petrol işçile­ ri sitesi (1967) ve izocam fabrikası (1969), projelerini hazırladığı yapılar arasındadır. 1955’ten beri Yıldız üniversitesi'nde öğre­ tim üyesi olan Bayhan’ın başlıca yapıtla­ rı, M esken tipleri ve yerleşm e formları ile Şehir planlam ası 'dır.



BAYHAN (Mehmet), türk fotoğraf sanat­ çısı (Malatya 1940). Devlet güzel sanatlar akademisi yüksek mimarlık bölüm ü’nü bi­ tirdi. Serbest mimarlık yaptı. 1976'da İs­ tanbul Fotoğraf ve sinem a amatörleri der­ neği (İFSAK) başkanlığına getirildi. Mimar Sinan üniversitesi’nde fotoğraf dalında öğretim üyesi oldu. Fotoğrafları birçok uluslararası yarışmada (İngiltere’de altın, Hindistan’da güm üş madalya) kazandı.



Bayık B A Y IK (Namık), tü rk grafik sanatçısı (İs­ tanbul 1926). İstanbul Devlet güzel sanat­ lar akademisi dekoratif sanatlar b ölüm ü’ nü bitirdi (1949). Aynı okulda afiş öğret­ meni (1950) ve profesör oldu (1970). Bir­ çok şirket, kurum, kongre afişi hazırladı. Türk hava yolları afiş yarışmasında birin­ cilik kazandı (1955). C um h u riye tin ellinci yılı için iki pul düzenlemesi, Atatürk’ün do­ ğum unun 100. yılı için iki afiş hazırladı.



1416



Bayıldım kasrı, İstanbul'da Dolmabah­ çe sarayı’nın arkasındaki sırtta kasır. G ü­ nümüze ulaşmayan yapı, eski gravür ve resimlerden biliniyor. XVIII. yy.’da yapılan kasrın bulunduğu yer ve çevresi özenle düzenlendiği için Mahm ut I ve Mahm ut II konuklarını burada ağırlar, iftar yemekleri verirlerdi, iki katlı, çok odalı yapı, Mahmut II zam anında onarılmıştı. BAYILMA a. Bayılmak eylemi. — Denize. Yapım hatası ya da bordasın­ daki yüklerin eşitsiz dağılımı sonucu g e ­ m inin bir bordası üstüne yatması. — Ekmekç. H am urun bayılması, ham u­ run, mayanın az gelmesi ya da tam ma­ yalanm adan kesilmesi sonucu kendini bı­ rakması. —Oto. M otorun bayılması, yakıt karışımı­ nın yetersizliği yüzünden aracın ilerleme­ sine engel olan dirençleri aşmak için g e ­ rekli gücü bulamayarak stop etmesi.



Hakkı Behiç Bayiç



— Patol. Genellikle kalbin durmasından ya d a aşırı ö lçüde yavaşlamasından dolayı beyne az kan gitm esinden ileri gelen ge­ çici bilinç kaybı. (Bk. ansikl. böl.) — Radiletiş. FADİNG'in eşanlamlısı, jj Bayıl­ m a giderici, ANTİFADİNG.İn eşanlamlısı. —ANSİKL. Patol. Bayılma genellikle ani olur: kişi kendini kaybeder benzi solar, na­ bız güç algılanabilir. Birkaç ya da beş on saniye sonra, bu durum hafifler ve hasta bilincine kavuşur. Bayılmanın nedenleri kalp kökenli olabilir. Adams-Stokes hasta­ lığında kalbin geçici olarak duraklaması ya da miyokart enfarktüsü yaratan ani ba­ yılma. Kalp dışı nedenlerden de ileri g e ­ lebilir: karotisin geçici tıkanması, ortostatik tansiyon düşmesi, sinirli ve heyecan­ lı kişilerde görülen vagus bayılması. Bir bayılma anında, tehlikeye giren yaşamsal işlevleri canlandırm ak gerekir: kalp d u r­ muşsa dıştan kalp masajı, solunum dur­ muşsa yapay solunum yaptırma.



BAYILMAK gçz. f. 1. Bir kimse sözko­ nusuysa, bedensel güçlerini, bilincini ge­ çici olarak yitirmek; fenalaşmak: H aberi duyunca bayıldı. — 2. B ir kimseye, b ir şe­ yine bayılmak, onu beğenm ek, ço k sev­ mek, ona tutkun olm ak: G enç kızlar ona bayılıyor. — 3. Bir şeye, b ir şey yapm aya bayılmak, ondan aşırı ölçüde tat almak, ona ilgi duym ak; bir işe, eyleme düşkün­ lük göstermek: Çikolataya bayılır. Örgü ör­ meye bayılırım. — 4. Bir şeyden bayılmak, ondan aşırı ölçüde etkilenmek: Korkudan, açlıktan bayılmak. — 5. Ç içek ya da seb­ ze sözkonusu ise, yaprakları buruşmak, pörsümek. — 6. Arg. Para vermek, öde ­ mek: Bayıl bakalım binlikleri. — 7. Bayıla bayıla, çok büyük bir istekle, severek, can atarak: Beğenm em ek de ne dem ek, b a ­ yıla bayıla yerler, istense de istenmese de: itiraz etmeyi bırak, bayıla bayıla gelecek­ sin bizimle. ♦ b a y ıltm a k g. f. B ir kimseyi bayıltmak, bayılmasına yol açm ak ya da bunu sağ­ lamak: Ç ocuğu döve döve bayıltmış. Ba­ yıltıp am eliyata aldılar. — Denize. Gemiyi bayıltmak, bir gemiyi onarmak, faça temizliğini ve karina bakı­ mını yapm ak için bordası üstüne yatır­ mak. —Tiyat. Işığı bayıltmak, sahnenin aydın­ latılmasında kullanılan ışık kaynağını ya­ vaş yavaş karartmak.



BAYILTICI sıf. 1. Bayıltmaya yarayan m addeler için kullanılır: Kloroform bayıl­ tıcı b ir m addedir. — 2. insanda baygınlık etkisi uyandıran şey için kullanılır. Bayıltı­ cı b ir koku. Bayıltıcı sıcaklar.



BAYILTMAK BAYIM



BAYILMAK.



a. Müz. S E N K O P 'u n e şa n la m lısı.



BAYINDIR sıf. Geliştirilmiş, yaşama ko­ şulları iyileştirilmiş kent, bölge, ülke, vb. için kullanılır. (Eşanl. MAMUR.)



BAYIN DIR, Ege bölgesinde İzmir iline bağlı ilçe; 47 126 nüf. (1990); 588 km2; merkez bucağı dışında 1 bucak, 40 köy. Merkezi, İzmir’in 84 km G.-D.'sundaki Bayındır, 13 862 nüf. (1990). Tütün, zey­ tin, incir, üzüm üretimi. Turizm. Bayındır kaplıcası.



BAYINDIR, Oğuzlar’ın 24 boyundan bi­ ri. Üçoklar kolundandılar. Oğuz inanışına göre ataları, O ğuz H an ’ın altı oğlundan biri olan G ök H an ’ın büyük oğlu Bayın­ d ır’dı. XIII. y y.’da çeşitli kollara ayrıldılar. Büyük bölüm ü başka boylarla karıştı. Bunlardan yalnızca A kkoyunlular kolu, Bayındır adını ve O ğuz geleneklerini ko­ rudu. Bu nedenle kimi kaynaklarda Akkoyunlular’a Bayındırlı ya da Bayındırlu da denmiştir. XVI. yy.’da Anadolu’da, İran'da, Şam, Halep ve Hazar ötesi böl­ gelerde dağınık olarak yaşayan Bayındır oymaklarına rastlanmaktadır. Aynı döne­ me ilişkin Osmanlı tahrir defterlerinde, A n a do lu ’da 52 köy ve ekinliğin Bayındır adını taşıdığı kayıtlıdır. A nadolu'daki Ba­ yındır oymaklarının önemli bir bölümü, Tarsus yöresinde yaşıyordu. Bunlar, da­ ha 1519 yılında, kırk ayrı obacığa bölün­ müştü. Sivas'ın güneyindeki Uzunyayla yöresinde de Bayındır oymakları vardı. Bunların 1690’da Avusturya seferine çağ­ rıldıkları, 1691’de de Rakka’da yerleş­ meye zorlandıkları bilinm ektedir. Rakka ’dan kaçıp yurtlarına dönm ek istediler­ se de, yakalanıp tekrar Rakka’ya gönde rildiler. XIX. yy.’da Beydıli ve Baraklar ile birlikte Antep yöresine yerleştiler. Yozgat, İçel, Aydın, Antalya ve M u ğla ’da da bazı küçük Bayındır obalarının bulunduğu b i­ linmektedir.



Bayındır barajı, Ankara ilinde Bayın­ dır suyu üzerinde baraj, içm e suyu elde etm ek am acıyla yapılan baraj 1965’te iş­ letmeye açıldı. Baraj gövdesi toprak dolgu tipinde, su toplam a hacmi 6,97 mil­ yon m 3, göl alanı 0,71 km 2,sağlanan iç­ me suyu yılda 6 m ilyon m 3’tür.



BAYINDIR HAN, D ede Korkut kitabı'nda iç O ğuz ve Dış O ğuz beylerinin hanı olarak söz edilen destan kişisi. H anlar ba­ nı, Boz atlı, Kam Gan oğlu, A k alınlı diye anılır. 24 Oğuz boyundan biri olan Ba­ yındır’ın onun soyundan geldiğine inanı­ lırdı. Salur boyundan Kazan A lp 'in kaynatasıydı. Oğuz hanları sefere çıkarken ondan izin alırdı; şölenlere başkanlık ederdi. Yazıcıoğlu A li’nin S elçuknam e' sinde devleti ve m utluluğu temsil ettiği belirtilmiştir. A hlat’ta ona ait olduğu ileri sürülen bir türbe bulunuyordu. Kars ve çevresinde halk dilinde "B ayındır yolu verm ek; Bayındır yolunu gösterm ek" (devlet dairesinde iş kovuşturan birini da­ ha üst m akam a göndererek işini çıkm a­ za sokmak) deyim inde adı yaşamakta­ dır. BAYINDIRLAŞMAK



g ç z . f. Bir yer­ leşim birimi sözkonusuysa, bayındır d u ­ ruma gelmek. ♦ b a y ın d ırla ş tırm a k ettirg f B ir yeri bayındırlaştırmak, köy, kasaba, kent vb. bir yeri güzelleştirm ek, yaşanır durum a getirm ek; imar etmek.



BAYINDIRLAŞTIRMAK -



BAYINDIR



LAŞM AK.



BAYINDIRLIK a. 1. Bayındır olm a d u ­ rumu. — 2. Bir yeri geliştirmek, yaşama koşullarını iyileştirm ek amacıyla yapılan yapım, bakım, onarım, düzenlem e çalış­ malarının tümü: Bayındırlık hizmetleri. (Eşanl. İMAR.) Bayındırlık ve iskân bakanlığı, alt­ yapı gereksinm elerini karşılamak üzere, kamu yapıları, karayolları, demiryolları, hava limanlan v b .’nin yapımı, onarımı ve



doğal afetlerle ilgili çalışm alar gibi bayın­ dırlık ve iskân hizm etlerinin görülmesi am acıyla kurulm uş bakanlık. 13 aralık 1983 tarih ve 180 sayılı yasa hükm ünde­ ki kararnam eyle Bayındırlık bakanlığı ile im ar ve iskân bakanlığı birleştirilerek Ba­ yındırlık ve iskân bakanlığı kuruldu. Ba­ kanlığın bağlı kuruluşları: Karayolları ge­ nel m üdürlüğü, Arsa ofisi genel m üdür­ lüğü. Bakanlığın ilgili kuruluşları: Emlak kredi bankası anonim şirketi, iller banka­ sı genel m üdürlüğü.



BAYIR a. Bir tepenin, vadinin, yamacı; küçük yokuş.



BAYIR, M uğla’nın merkez ilçesi mer­ kez bucağına bağlı belde; 3 471 nüf. (1990). Belediye.



BAYIRBAĞ, Erzincan ilinde, Üzümlü ilçesine bağlı belde; 1 645 nüf. (1990). Belediye.



BAYIRKÖY, Bilecik’in merkez .ilçesi, merkez bucağına bağlı belde; 1 983 nüf. (1990). Belediye. BAYIRKULAR, Orta Asya’da, Gobi çö­ lünün kuzeyinde yaşamış eski bir türk bo­ yu. Çin kaynaklarında VII. y y .’dan başla­ yarak Ba-ye-ku adıyla geçer. Göktürk ya­ zıtlarında da (VIII. yy.), G öktürkler’e bağ ­ lı bir boy olarak sözü edilir. 674 te Çin egem enliğine girdiler. Bir süre sonra (676) Ç in ’e karşı ayaklandılar ve ikinci Göktürk devleti (681-724) yönetim ine gir­ diler. Göktürk kağanı Kapağan dönem in­ de (691-716) ayaklanm a çıkardılar. Tola ırmağı çevresinde G öktürkler ile savaşıp yenik düştüler, karargâha dönen Kapa­ ğan K a ğ an ’ ı öldürdüler. 7 42 ’de yeniden Çin egem enliğine girdiler. Bu tarihten sonra kaynaklarda adlarına rastlanmıyor. Çobanlık, avcılık yapar, cins atlar yetiş­ tirir, dem irden eşya ihraç ederlerdi. Ge­ le n e k , g ö re n e k ve d il y ö n ü n d e n Telengitler* ile benzerlik gösteriyorlardı.



BAYIRTURPU a. 1. Acı tadından do­ layı etli kökü bahar olarak da kullanılan ve bunun için yetiştirilen armoracia (cochlearia) cinsinden bitki. (Turpgiller familya­ sı.) [Eşanl. YA B A N TU RPU , K A R A T U R P ] — 2. Bazı yerlerde kökü hayvan yemi ola­ rak kullanılan b üyü k turp. —ANSİKL. Bayırturpu (A rm oracia lapathifolia ya da Cochlearia arm oracia) beyaz etli, iriköklü çokyıllık bir bitkidir; taze iken rendelenirse hardal yerine kullanılabilir. Beyaz çiçekleri sapların ucunda topluca yer alır; meyvesi hardalsıdır. Bayırturpu, sonbaharda kökleri parça parça kesilip toprağa göm ülerek çoğaltılır. Bayırturpunun çiçekli ve yapraklı dalları halk hekim­ liğinde idrar artırıcı olarak kullanılır. Bu tur­ pa kim i yerlerde e ş e r turpu, yabani kaşıkotu da denir.



BAYİ, -i,-s i a. (ar. b e / , satış’tan bayi0). 1. Belirli bir kuruluşun satış tem silciliğini üstlenen, onun ürünlerini satan satıcı; yet­ kili satıcı. — 2. Gazete bayii, gazete, der­ gi, vb. yayınların dağıtıcısı. — Basın. Belirli b it kent ya da bir bölge için bir yayın kuruluşuna ya d a bir nakli­ ye şirketine tekellik sözleşmesiyle bağla­ nan süreli yayın satıcısı. (Gazeteleri d o ğ ­ rudan halka ya da bir tür toptancı rolü oy­ nayarak kendi bölgesinde alt bayilik ya­ pan bir perakendeciye teslim eder.) — Muhs. Bayiler hesabı, ticari bir işletme­ nin, satılmak üzere bayilere gönderdiği mallarla, bu malların satıldıkça alınan be­ dellerini, satış komisyonlarını ve^pteki gi­ derleri işlemek üzere m uhasebe defterle­ rinde açılan hesap. (Bayiler hesabı açılır­ ken, onunla birlikte, em anet m allar ve emanet edilen mallar olarak da hesap açı­ lır. Örneğin, satılmak üzere mal gönderil­ dikçe emanet mallar hesabına borç, ema­ net edilen mallar hesabına alacak yazılır. Mallar satıldıkça bu işlem in tersi yapılır.) —Tic. Bir sözleşme ile, ticari bir işletme­ nin mallarını belli bir yerde ve sürekli ola­ rak satan kişi ya da kuruluş. (Burada bir emanet işlemi sözkonusudur. İşletme, sa­



tılacak mallarını bayilere emanet olarak göndermekte, karşılığında ya banka mek­ tubu, kefalet m ektubu, para depozitosu gibi bir güvence istemekte ya da yalnız­ ca bayinin ticari itibarına güvenmektedir. Bayi sattığı malların bedelini işletmeye gönderirken, yüzde üzerinden bir komis­ yon alır.)



BAYİ (Philbert), Tanzaniyalı atlet (Karatu, Aruşa eyaleti, 1953). 3 d k 32 sn 2 ’yle 1 500 m (1974 te) ve 3 d k 51 sn ile bir mil (1975 te) dünya rekortmeni. BAYİÇ (Hakkı Behiç), türk siyaset ada­ mı, idareci (İstanbul 1 8 8 6 -a y.y. 1943). M ülkiye m e kte b in i bitirdi,içişleri bakanlı­ ğım d a çeşitli görevlerde çalıştı. Birinci Dünya savaşı sırasında A k k â v e Bilecik mutasarrıfı oldu.Bursa'da Mütareke son­ rasında Kuvayı milliye örgütlenmesine ka­ tıldı. Sivas kongresi'ndeD enizlidelegesi olarak bulundu. A nadolu ve Rumeli müdafai hukuk cem ıyeti’nin 16 kişilik Heyet -i temsiliyesine üye seçildi (1919). Mustafa Kemal Paşa ile birlikte Ankara'ya geldi. Son Osmanlı meclisi mebusanı’na Deniz­ li m ebusu seçilince Mustafa Kemal Paşa İstanbul’a gitm esine izin vermedi, Anka­ ra 'da kaldı, ilk T B M M ’ye katıldı (1920). TBMM içinden seçilen Muvakkat icra en­ cüm eninde maliye bakanı görevi yaptı, Birinci icra vekilleri heyeti’nde içişleri ba­ kanı oldu (1920-1921). Yeşilordu kurucu­ ları arasında yer aldı, bu gizli örgütün 14 yöneticisinden biri oldu. TBM M tarafın­ dan, komünizmi yerinde görüp incelemek üzere, büyükelçi atanan Ali Fuat (Cebesoy) Paşa ile birlikte M oskova’ya g ön d e ­ rilen kurulda yer aldı. Bu sırada, Mustafa Kemal Paşa’nın buyruğuyla kurulan res­ mi Türkiye komünist fırkası’nın genel sek­ reterliği görevini yürütüyordu. TKF’nin ka­ patılmasının ardından (1922) hastalandı, politik yaşam dan çekildi. BAYİİYE a. (ar. b a y t ve -lyye ’den baytiyye). Esk. Pazar yerlerinde satılan mal­ lardan güm rük resm inden ayrı olarak alı­ nan vergi. BAYİLİK a 1. Bir ürünün, bir malın sü­ rekli satıcılığı: Akaryakıt bayiliği. Gazete bayiliği. — 2. Bir kuruluş ya da firmanın satış tem silciliğini üstlenme işi; yetkili sa­ tıcılık: Firmamızca, taşra illerine bayilikler verilecektir. — 3. Bu işin yapıldığı yer.



BÂYİN sıf. (ar. bayin). Esk. Ayırıcı, ayı­ ran.



B A Y İN N A U N G ,



B irm a n y a kralı (1551-1581). Kayınbiraderi Tabinşveti’nin yerine hüküm dar olduğu sırada ülke b ö ­ lünmüş, Pegu’dakı Mön krallığı başkaldırmıştı. Bayinnaung, tüm Pegu halkını, hat­ ta hayvanları kılıçtan geçirdikten sonra, A va’yı alarak ülkeyi yeniden birleştirdi; bir yandan da yasal düzenlem elerde, ağır­ lık ve ölçülerde birlik sağladı. Bayinna­ ung, komşu ülkeler üzerinde egem enlik kurm ak için askeri harekâta girişti: Çiengm ai’yi (1558), Ayuthia’yı (1563 ve 1569), Vientiane’yi (1564) aldı, Yünnan’a girdi, Şan’ları yola getirm eye çalıştı. 1581’de, bir sefer sırasında A ra kam ’da öldü. A r­ dında güçsüz bir ülke bıraktı. Oğlu Nandab a yin ’in hüküm darlık dönem inde Bayinn a u ng ’un bütün katkıları yok oldu.



BÂYİR BÂYİRE -



BÂİR, BÂİR.



I BAYKAL, Rusya’da göl, Doğu Sibir­ ya ’da; 31 500 km . Dünyanın en derin gö­ lü (1 620 m) olan Baykal, günümüzden yaklaşık 25 milyon yıl kadar önce Üçüncü zam an’da oluşmuş bir çöküntü çukurun­ da yer alır ve yeryüzündeki en büyük tatlı su rezervini oluşturur (23 000 km2). Bay­ kal gölü, 636 km boyunca, yarı çapı çok büyük bir daire yayı biçim inde, yüksek dağ sıraları (dorukları 2 500 m’yi aşar) ara­ sında uzanır. 336 ırmağın beslediği, suları kimyasal açıdan son derece katışıksız olan gölün bir tek boşaltm a kolu vardır: Angara. Flora ve fauna, çok sayıda yö­



reye özgü tür kapsar, am a balık avlamanın aşırı ölçülerde yapılması nedeniyle bazılarının soyu tükenmektedir Kirlenmeye karşı savaşım, birçok arıtma tesisi kurulmasını ve çevre korunmasını sağlamak için yasalar çıkarılmasını gerektirm iştir G ölün taygayla kaplı kıyıları ulusal park düzenlem esine ve turizm tesisleri yapıl­ masına elverişlidir. — Tarönc. A sya’d a Baykal gölü bölgesi­ nin,Üst Yontmataş dönem indeki üstünlü­ ğü, çeşitli incelemelerle gün ışığına çıka­ rılmış en önemli olgulardan biridir. Bölge­ nin merkezleri, Malta, Buryat, Sibirya’ya özgü nitelikler taşır; bunların izlerine U ral’da, Ordos, Lena ve Am ur topluluk­ larının kültürlerinde de rastlanır. Bunların Kuzey A m erika’nın nüfuslanmasında da önemli rol oynadıkları anlaşılmaktadır.



£ S ? ^ § 1



BAYKAL (Bekir Sıtkı), türk tarihçi (Rize 1908-Ankara 1987). Berlin ve Freiburg üniversiteleri edebiyat fakültelerini bitirdi. Profesörlüğe yükseldi (1943). Kurucu meclis üyeliğine seçildi (1960-1961). Başlıca yapıtları: Birinci M eşrutiyet (1942), Osmanlı tarihi (1949), M ithat p a ­ şa, siyasi ve idari şahsiyeti (1964), Tarih terimleri sözlüğü (1974). BAYKAL (Fuat), türk yerbilimci (Malat­ ya 1911 - İstanbul 1985). Fransa’daToulouse Üniversitesi’ ni b itirdi(1933).Yurda dönüşte İstanbul Üniversitesi fen fakülte­ si jeoloji enstitüsü’ ne asistan olarak girdi. Profesör oldu (1951). Uzun yıllar Genel jeoloji kürsüsü başkanlığını yürüttü. İstan­ bul Üniversitesi yerbilim leri fakültesi nin kurucuları arasında yer aldı (1978). Bu fa­ kültedeki öğretim üyeliğini emekli olunca­ ya değin (1981) sürdürdü. Türkiye’de yer­ bilimin, özellikle yerbilim öğretim inin ge­ lişmesine büyük katkıları oldu; daha çok stratigrafi (katmanbilim) dalında çalışma­ lar yaptı. Umumi paleontoloji (1948); Stra­ tigrafi prensipleri (1967); Historik jeo lo ji (1971) adlı ders kitapları yanında, yayım­ lanmış çeşitli araştırmaları vardır.



BAYKAL (Rıfat), türk asker ve siyaset adamı (İzmir 1925). H arp o kulu’nu bitir­ di. Jandarm a yüzbaşısı olarak Milli birlik komitesi üyeleri arasında yer aldı (27 m a­ yıs 1960). 13 kasımda 14’lerden biri ola­ rak kom iteden çıkarıldı, Türkiye’nin İsrail büyükelçiliğine devlet danışmanı atandı (1960). Ülkeye dönünce, C KM P’ye gire­ re k M a rd in ’d e n m ille tv e k ili s e ç ild i (1965-1969). Bir süre sonra M HP adını alan bu partide genel başkan yardımcısı oldu. 12 eylül 1980’de kapatılan MHP’nin öteki yöneticileriyle birlikte Ankara sıkıyö­ netim m ahkemesi’nde, başlangıçta tu­ tuklu sonra tutuksuz yargılandı. 1992’de dava yargıtaydaydı. BAYKAL (Deniz),türk hukukçu ve siya­ set adamı (Antalya 1938). Ankara Üniver­ sitesi hukuk fakültesi'ni bitirdi (1960). SBF’ye anayasa hukuku asistanı olarak girdi. Doçent olduğu yıl (1968) C HP’ye gi­ rerek siyasal yaşama atıldı. 1973 seçim ­ lerinde A ntalya'dan milletvekili seçildi. Ecevit’in başkanlığındaki CHP-MSP koa­ lisyon hüküm etinde (26 o cak -1 7 kasım 1974) maliye, yine Ecevit’in kurduğu hü­ kümette (5 ocak 1978 -1 2 kasım 1979) enerji ve tabii kaynaklar bakanı olarak gö­ rev aldı. C HP’de parti meclisi üyeliği, ge­ nel sekreter yardımcılığı yaptı. 12 eylül 1980’den sonra askeri yönetim ce bir sü­ re Zincirbozan’da gözaltında tutuldu. Sa­ lıverilince SODEP’e girdi (1984); bu par­ tinin SHP ile birleşmesi üzerine SHP’Iİ ol­ du. Bu partinin başkanlığı için iki kez adaylığını koydu ve kaybetti. Yeniden açı­ lan CHP’nin genel başkanı oldu (1992). BAYKAL-AMUR MAGİSTRAL B.-A.M.



BAYKALİT a (fr. baikalite, öz. a. BaykaTdan). Miner. Demir bakımından zen­ gin bir diopsit olan salit türü. BAYKALÖTESİ, Sibirya eski yöne­ tim birimi. Bugün



Baykalötesi



deyi-



Baykal gölünden (Sibirya) bir görünüm



mi, Baykal gölüyle Orta A m ur arasında yer alan ve kuzeyden güneye doğru yak­ laşık 1 000 km boyunca uzanan dağ sırt­ ları ve platolar bütününü belirtir. Baykalötesi, Ulan-ud ve daha ilerde D.’ya doğru Çita ve Nerçinsk sanayi merkezlerinin bu­ lunduğu, m aden bakımından çok zengin bir yöredir.



BAYKAM (Suphi), türk hekim ve siya­ set adamı (Adana 1926). İstanbul Üniver­ sitesi tıp fakültesi'ni bitirdi. Doktor, ardın­ dan radyoloji uzmanı oldu; Ortadoğu am m e idaresi enstitüsü'nde okudu.Tıp fa­ kültesindeki öğrenciliğinden başlayarak CHP gençlik kollarında çalıştı; Adana’dan milletvekili seçildi (1957). 27 mayıs 1960’ tan sonra Kurucu m eclis’te CHP temsil­ cisi olarak yer aldı. 1961 seçim lerinde İstanbul’dan milletvekili seçildi ve 1969'a kadar parlamentodaki yerini korudu. Tür­ kiye'de halka açık ilk şirket duyurusuyla kurduğu Hastaş’ın başarısızlığa uğraması üzerine m ahkem eye verildi, siyasal ya­ şam dan uzaklaştı.



BAYKAM (Bedri), tü rk ressam (Anka­ ra 1957). Ç ocukluk dönem inde çizgi ro­ m anlardan esinlenerek yaptığı desenler­ le tanındı. 1980’de bir süre Kaliforniya’daki C ollege of Arts and Crafts’a devam etti. 1980'lerde Avrupa ve A B D ’de güncel­ lik kazanan Neo-expressionism (Yeni dı­ şavurumculuk) doğrultusunda bir anlayış benimsedi. Püskürtme, akıtma, serpiştir­ me gibi fiziksel eylemlerin boyaya kazan­ dırdığı farklı dokusal özellikler, resminin başlıca özelliklerini oluşturur.



BAYKAN, Güney-doğu Anadolu böl­ gesinde Siirt iline bağlı ilçe; 27 387 nüf. (1990); 594 km2; merkez bucağı dışında 1 bucak, 27 köy. Merkezi, Siirt'in 48 km K.-B.’sındaki Baykan, 5 169 nüf. (1990). Bakır, krom yatakları.



Bedri Baykam’ın bir yapıtı SemreSeliftı Edeskd.



B a y k a n ya da B i k a n , türk halk şairi (Kars XIV. yy.). Tim ur'un 1386 yılında Kars’ı Karakoyunlular’dan alması üzerine



ı



,



M



- >j f c A



söylediği bir destanı ele geçti. Anadolu ve Azerbaycan sahasında ürün vermiş en es­ ki âşık olarak kabul edilir.



başkanlığındaki hüküm ette başbakan yardımcılığı yaptı (21 eylül 1980 - 13 aralık 1983).



BAYKAR sıf. (ar. baykar). Esk. D okuyu­



BAYKONUR, Kazakistan’da Aral gölünün K.-D.'sunda.



cu. ♦



a. Çulha.



■ Baykonur uzay üssü, adına rağ­



BAYKARA, Timuroğulları şehzadesi



erkek bataklık baykuşu (Asio flammeus)



(1393-1417). T im u r’un torunu, Şeyh Ö m er’in oğlu. Luristan, Hamedan, Nehavend ve Burucerd, amcası Şahruh tara­ fından ona tim ar olarak verildi (1414). Kardeşi İskender Bey’e karşı ayaklanarak Şiraz’ı ele geçirdiyse de (1415), üzerine yürüyen Şahruh’a yenildi; bağışlanarak Kandahar’a gitmesine izin verildi. Orada da bir ayaklanma çıkarınca tutuklandı; ye­ niden bağışlanarak H indistan’a gönderil­ di. H erat’a d ön d ü ğü n d e öldürüldü.



BAYKARA (Ahmet Celalettin) -



AH­



M ET CELALETTİN DED E.



BA YK A R A (G a vsi), tü rk m üzıkçı (İstanbul 1902 - ay. y. 1967). Mevlevi şeyhi Abdülbaki Baykara'nın oğlu. Rauf Yekta Bey’den ve Ahm et Irsoy’dan ders aldı. 1919’da “ çile"sini tam am layarak “ d e d e ” oldu. 1941-1964 arasında Bele­ diye konservatuvarı icra h eye ti'n d e başlangıçta neyzen, sonra kudüm zen olarak çalıştı. 60 dolayındaki bestesi içinde en ünlüleri Sazkâr sazsemaisi ve D okunm a kalbim e zira ço k ince d ir kırılır dizesiyle başlayan suzinak şarkıdır.



kulaklı orman baykuşu (Asio otus)



kulaklı orman baykuşunun başından ayrıntı



Sovyet uzay gemisi Soyuz 9'un Baykonur uzay üssü'nden fırlatılışı (1 temmuz 1970)



kent,



evi yaşamından kaynaklanır; cezaevinde tanıdığı kişileri, siyasal suçluları anlatır. Baykurt'un romanlarında ele aldığı sorun­ lar Çilli (1955), Efendilik savaşı (1959), Can parası (1973) (Sait Faik hikâye armağanı], Kalekale (1978) vb. gibi hikâye kitaplarında da işlenmiştir. Köy öğ­ retmenlerinin Onuncu kö y (1961) rom a­ nına da yansıyan sorunlarından bazılarıy­ la ilgili m akaleler ise Şamaroğlanları (1976) kitabındadır. Baykurt'un romanla­ rından Yılanların ö cü 1962'de (Metin Erksan) ve 1986’da (Şerif Gören) filme alındı. 1979’da Tırpan, 1983'te Kaplum bağalar tiyatroya uyarlandı.



men Baykonur üssü, Kazakistan’ın aynı adı taşıyan kentinin yaklaşık 400 km güney-batı'sında bulunur. Gerçekte uzay üssü Tyuratam kentinin yakınında SirDerya nehrinin bir kıvrımı içinde 63,4° D. boylamı ile 45,6° K. enlem inde yer alır. Rusya’nın tüm insanlı uzay gemileri, ay ve gezegen sondaları ve yereksenli uy­ gulam a uyduları buradan fırlatıldı. Bu üs­ ■ BAYKUŞ a. Başında genellikle “ kulak" ten ayrıca kıtalararası füze denem e atış­ adı verilen tepelik telekleri bulunan (bu ları için de yararlanıldı. Özellikle uzay ça ­ özelliğiyle kukum avdan ayrılır) gece yır­ lışmaları için oluşturulan yaklaşık 50 000 tıcılarına verilen ad. (Baykuşgiller famil­ nüfuslu bir şehir Baykonur uzay üssünün yası.) || Serçe baykuşu -» SERÇE B A Y K U ­ yakınında yer alır. ŞU



BAYKURT (Şerif), tü rk halkbilim ci, öğretm en (Drama, Yunanistan, 1919). Gazi eğitim enstitüsü'nün resim bölüm ü­ nü bitirdi (1941). Çeşitli okullarda öğret­ menlik yaptı. Türk halk oyunlarını ya­ şatma ve yaym a kurum u danışmanlığı (1956), Sakarya halk eğitimi başkanlığı (1962), Milli folklor enstitüsü yöneticiliği ve Halkevleri merkez uzmanlık kurulu üyeliği görevlerinde bulundu. 1941 ’de başladığı halk oyunları araştırmalarını, çok sayıda halk oyunları ekibi kurarak sürdürdü. El sanatları konusunda araştırmalar yaptı; yazılarını çeşitli dergi ve gazetelerde yayımladı. Birçok kişisel sergi açtı. Başlıca yapıtları: Türk halk oyunları (1965); M im ar Sinan (1969); Türk halk oyunları, Ağrı, Akçaabat, Muş, B ayburt (1969); Türk halk oyunları, Balıkesir, Burdur, Silifke (1969); Türk halk dansları, Türkiye'de folklor (1976).



BAYKARA (Zeyyat), türk maliyeci ve si­ yaset adamı (Kemaliye 1918-istanbul 1987). Ankara Üniversitesi SBF maliye bölüm ü’nü bitirdi (1938). Maliye müfettişi ve bütçe müşaviri olarak görev yaptıktan sonra m aliye bakanlığı gelirler genel m ü­ dürlüğüne atandı (1956). Dış görevle B onn’a gönderildi (1960). Maliye bakan­ lığı müsteşarı oldu (1964). 12 m art 1971' den sonra başbakanlık müsteşarlığına ■ B A Y K U R T (F a kir), tü rk ro m an cı getirildi. Fent Melen başkanlığındaki (Akçaköy, Burdur 1929). Gönen Köy ens­ hüküm ette (22 mayıs 1972 - 10 nisan titüsü'nü bitirdi (1948); Burdur köylerinde 1973), parlamento dışından devlet bakanı öğretm enlik yaptı (1948-1953). Gazi olarak görev aldı. Cumhurbaşkanlığı kon­ eğitim enstitüsü’nü bitirdikten (1955) tenjanından senatör oldu (1974). G üven­ sonra Sivas, Hafik, Konya, Şavşat'ta türk­ oyu alamamasına karşın, yeni hüküm et çe öğretmeni, Ankara ilçelerinde ilköğre­ kurulana kadar yaklaşık beş ay işbaşında tim müfettişi olarak çalıştı. Türkiye Ö ğret­ kalan Sadi Irmak başkanlığındaki kabine­ menler sendikası (TÖS) ve Türkiye Ö ğret­ de başbakan yardımcılığı yaptı (17 kasım m enler dern e ğ i’nin (TÖB-DER)' genel 1974 - 31 mart 1975). Seçimlerin yenilen­ başkanlıklarını yaptı. Milli folklor enstitüsü mesine karar verilince (1977) görevlerin­ uzmanlığı, Orta Doğu teknik üniversite­ den ayrılan üç bakandan adalet bakanı­ si’nde halkla ilişkiler ve yayın m üdürlüğü, nın yerine atandı. Senatörlük süresi d o ­ Kültür bakanlığı’nda danışmanlık gibi gö­ lunca (1978) siyasal yaşamdan çekildi, 12 revlerde bulundu. 1 979’da D uisburg’da Eylül hareketinden sonra, tüm üyeleri par­ (Federal Almanya) Yabancı çocuk ve lam ento dışından atanan Bülent Ulusu gençlerin teşviki ve bölgesel çalışma kurum u’nda eğitim uzmanı olarak çalışmaya başladı. Köy gerçeklerini dile getiren, köylülerin sorunlarını ele alan köy* ede­ biyatının temsilcilerinden biri olarak tanın­ dı. En çok ün kazanmış yapıtlarından Yı­ lanların ö c ü ’nde (1959-Yunus Nadi ro­ man ödülü-) B u rdu r’un bir köyündeki yoksul bir ailenin yaşam güçlüklerini ko­ nu ediniyordu. Anlatılan ailenin büyüğü Irazca Ana, haksızlığa direnen köy kadını tipi olarak ün kazandı. O nun serüveni bir üçlem e oluşturan dizinin Irazca'nın dirliği (1961) adlı cildinde de işlendi. Üçlemenin son kitabı olan Kara A hm et destanı (1977 - Orhan Kemal roman arm ağanı-) ailenin kente göçünü, çocuklarını iyi bir öğrenim ­ le meslek sahibi yapm aya çalışmalarını, Siyasal bilim ler fakültesi ’nde okuyan köy çocuğu Kara Ahm et tipi aracılığıyla ö ğ ­ renci kesiminin toplum sal bozukluklara karşı direniş hareketlerini anlatır. A m eri­ kan sargısı (1967) A nkara yakınlarındaki bir köyün yaşamını canlandırırken, Türki­ ye ’ye yapılan am erikan yardımının eleş­ tirisini verir. Tırpan (1970 - TRT roman başarı ödülü, TDK roman armağanı-) köy çevresinde kadın haklarının bir savunma­ sıdır. G ece vardiyası (1982 - Federal A l­ manya sanayi b irliği’nin edebiyat ödülü-), Koca Ren (1985), D uisburg treni (1986), gibi yapıtları A lm anya'daki türk işçilerine yöneltilmiş gözlem lerle beslenir. İçerdeki oğul yazarın 12 M art dönem indeki ceza­



— Parac. Athena’ya adanm ış kuş, Atina sitesinin simgesi oldu ve İ.Ö. VI. yy.'ın so­ nundan İ.Ö. I. y y.’a kadar sitedeki para­ ların arka yüzünde yer aldı. — A n s İk l . Ç oğu gece dolaşan, yerleşik yaşayan altmış kadar baykuş türü vardır. Bunların hepsi de yırtıcı kuştur; avını parçalam adan yutar ve sindirilemeyen bölümleri yum ak biçim inde kusarlar. Bol m iktarda kem irgen hayvan yedikleri için baykuşların çoğu tarıma yararlıdır. Türki­ y e ’deki baykuş türleri arasında puhukuşu* (Bubo bubo), kulaklı orm an baykuşu (Asio otus), alaca * baykuş (strix aluco), b ataklık* baykuşu (Asio flammeus), cüce* baykuş (Otus scops) sayılabilir. — Ed. Baykuşu uğursuz sayan halk ina­ nışı edebiyata da yansımıştır. Halk şiiri gi­ bi divan şiirinde de baykuşun viraneler­ de yaşadığı ve ölümü temsil ettiği anlatılır. Kağızmanlı Hıfzı'nın ünlü ağıtı "Sefil baykuş, ne gezersin bu y e rd e " dizesiyle başlar. Tevfik Fikret de "H ande-i bûm ” (Baykuşun gülümseyişi) şiirinde baskı yö­ netimini bir karabasan biçim inde canlan­ dırırken Abdülham it ll'y i baykuşa benze­ tir.



Baykuş, Halit Fahri O zansoy’un üç per­ delik manzum oyunu (1917). Aruzla ya­ zılmıştır. Karamsar, yazgıcı bir duygu dramıdır. Bir oğlunu kurtlar parçalayan, öteki oğlu verem den ölen bir babanın çıl­ dırmasıyla sona eren yapıtın en önemli özelliği, konusunu köyden, kahram anla­ rını' köylülerden alan ilk türkçe oyun o lm a sıd ır



BAYKUŞGİLLER a. Baykuş gibi tepe­ likli ya da kulaklı ve kukumav gibi tepeliksiz gece yırtıcılarını içeren kuş familyası. (Baykuşgiller familyasında 120 kadar tür yer alır. Baykuşgillerin hemen hemen hepsi geceleyin ya da alacakaranlıkta av­ lanan, çengel gagalı, güçlü pençeli, ağır uçuşlu yırtıcı kuşlardır; avlarını olduğu gibi yutar, sindirem edikleri bölüm leri yum ak biçim inde kusarlar; öm ürleri genellikle uzundur. Bil. a. Strigidae.) BAYKUŞSULAR a. Gündüz yırtıcılarıyla (kartallar) akrabalığı olmayan gece yırtıcı kuşları takımı. (Gündüz yırtıcılarından bir­ çok ayrı yanları olm akla birlikte, başlıca farkları şunlardır: baykuşlarda hav tüyleri değişik yapıdadır, kursak yoktur, sindirim borusundaki körbağırsaklar uzundur. Baykuşsular iki familyaya ayrılır: baykuş giller [kukumavlar ve baykuşlar] ve peçelibaykuşgiller. Bil. a. Strigiformes.) BAYKUŞZADE (Şinasi Mehmet Ağa) Ç o rb a c ı, türk tarihçi (XVII. yy.). Yeniçeri ağası Baykuş Hasan’ ın oğlu. Tezkiret-üs selâtin ve mecalis-ül havakîn dört ciltlik ya­ pıtının elyazması bir nüshası Topkapı mü­ zesi kitaplığında korunmaktadır. Ayrıca, Feridun Bey’ın Nüzhet-ül-ahbar'ınöan özetlediği N üzhet-ül a hb a r fi-icmalı seferi Sigetvar adlı bir yapıtı daha vardır. BAYKUT (Cami), türk asker ve siyaset adamı (İstanbul 1877 - ay. y. 1958). Harp okulu’nu bitirdi. Yüzbaşıyken ordudan ay­ rılıp siyasete atıldı. Osmanlı meclisi me-



baypas bu sarım da iki dönem Fizan milletvekilliği, içişleri bakanlığı müsteşarlığı yaptı, ittihat ve Terakki fırkası’ nın sol kanadında yer al­ dı. Daha sonra tarafsızlığı seçti. Balkan savaşı öncesinde kurulan Milli meşrutiyet fırkası kurucuları arasında bulundu. Os­ manlI siyasal yaşam ında milliyetçiliği ilk savunanlardan biriydi. M ütareke yılların­ da İstanbul’da kurulan Sulh ve selameti Osmaniye ftrkası kurucuları arasına katıldı (1919). Bu fırkadan ayrıldığı yıl Milli ahrar fırkası’nı kurdu. Genel sekreterliğe ge­ tirildi. A na do lu ’daki Ulusal direnişten ya­ na bir tutum izledi. Mandacılık görüşüne karşı çıktı. Son Osmanlı meclisi mebusam ’na girebilm ek için katıldığı seçimi kay­ betti. İzmir Müdafaai hukuku Osmaniye ce­ miyeti, İlhakı red heyeti milliyesi (Müdafaai vatan heyeti) kuruculan arasında yer aldı (1919). ilk TBM M ’ye Aydın milletvekili ola­ rak girdi, ilk icra vekilleri heyetinde içişleri bakanlığı yaptı (1920). Ankara hüküm e­ tinin temsilcisi olarak Rom a'ya gönderildi (1920-1922). Yurda dönmeyince milletve­ killiğinden istifa etmiş sayıldı. İstanbul’a döndü (1938). Tan gazetesi. Yeni dünya, G örüşler ve Pazar postası dergilerinde sosyalizmi savunan yazılar yazdı.



BAYKUT (Fikret), türk kimyacı (İstanbul 1923). İstanbul Üniversitesi fen fakültesi kimya yüksek mühendisliği bölüm ü’nü bi­ tirdi (1945). Alm anya’da, G öttingen Max Planck enstitüsü’nde doçent oldu (1955). Köln Ü niversitesi’nde üç yıl araştırma yaptı. Türkiye’ye dönüşünde yeni kurulan anorganik kimya kürsüsüne doçent ola­ rak atandı (1959), 1962’de profesör oldu 196 7 'd eK im ya fakültesi’ne bağlı analitik kimya kürsüsü başkanlığına getirildi. 1977-1982 yılları arasında iki kez dekanlık yaptı. "Tarım ilaçları Kırklareli projesi" ile TÜBİTAK teknoloji ö d ü lü ’ nü kazandı (1982). Aynı yıl İstanbul Üniversitesi kim­ ya m ühendisliği bölüm başkanlığına se­ çildi. Kromatografi yöntem inin Türkiye’de ilk uygulayıcılarından o ld u . Başlıca yapıt­ ları: K rom atografi(1963), Bilimsel açıdan K aradeniz (1982), Marmara denizinin hidrografisi ve su kirlenm esi açısından hilim sel etüdü (1987). BAYLAN sıf ve be. Yörs. Nazlı, şımarık biçim de: Baylan büyüdü, h e r istediği y a ­ pıldı. Baylan baylan konuşmak.



Baylan pastanesi, İstanbul’un Bey­ oğlu sem tinde pastane. F. Lenas tarafın­ dan, 19 2 3 ’te L 'O rient adıyla istiklal ca d ­ desi Deva çıkmazında hizmete açıldı. A v­ rupa beğenisini yansıtan pasta ve şeker­ lemeleri, seçkin müşterileri ve rahat orta­ mıyla kısa sürede ünlendi. 1925 ’te Karaköy şubesi açıldı. 19 3 3 ’te istiklal ca dd e ­ si üzerindeki yerine taşındı, adı Baylan olarak değiştirildi (1934). Bu tarihten ka­ panışına değin (1967), sanatçıların ve edebiyatçıların uğrak ve toplantı yeri ol­ du..Özellikle 1950 kuşağı edebiyatçıları, burada toplanarak söyleşiler yaptılar. 1953’te Karaköy şubesi, günüm üzdeki yerine taşındı. Kadıköy'de de bir şubesi açıldı (1961). BAYLANMAK gçz f. Varlıklı durum a gelmek;, zenginleşmek.



BAYLDONİT a. (fr. bayldonite, öz. a. B ayld o n 'dan). Miner. Doğal bakır ve kur­ şun arsenat. B BAYLE (Pierre), fransız yazar (Lacorla 1647-Rotterdam 1706). A rieg e ’li protestan bir papazın oğlu. 21 yaşında katolik m ezhebine girdikten kısa bir süre sonra tekrar Protestanlığa döndü. 1675’ten 1681 ’e d e k Sedan protestan akademisi'nde felsefe profesörlüğü yaptı. 1682’d e /a Lettre sur la com bte (Kuyrukluyıldız üstüne mektup) adıyla yayımlanan, 1683 ve 1694’te yeniden gözden geçirilerek P ensees’ sur la co m ele (Kuyrukluyıldız üstüne düşünceler) adı altında çıkan ya­ pıtından, boş inançlar karşısında tanrıta­ nımazlığın putataparlıktan çok daha bi­ linçli olduğunu ileri sürer. Bayie, Les N ouvelles de la R öpubligue des lettres (Ede­



bu yapıtı, Buddha evrenbilimine dayanan biyat ülkesinden haberler) [1684 - 1687] simgeciliğiyle krallığın ve ileri gelenlerinin adlı kitabında gerçekçilik ve hoşgörü adı­ üstünlüğünü ve dokunulmazlığını güven­ na aşırı olmayan bir Protestanlığı savunur. ce altına almayı amaçlıyordu. Yapımı kısa Yazar, çeşitli baskılar altında üniversite­ sürede tam am lanan Bayon, A n g k o r’daden uzaklaştırıldıktan sonra kendini Dicki pek çok tapınağa göre daha haraptır; tionnaire historiçue et eritiçue (Tarihsel ve iki galerideki alçak kabartmalar (tanrılar eleştirel sözlük) [1696-1697] adlı yapıtının efsanesi) Angkor Vat kabartmalarına g ö ­ hazırlanmasına verdi. Bu sözlükle am aç­ re; öykülerin aktarılmasına daha fazla lanan, zamanının çeşitli sözlük ve kitap­ ağırlık verir. larında çok sık yer alan yanlışları ortaya çıkarmaktı. Bayie, başkalarının yanlışlarını B BAYONNE, Fransa’da arrondissesergilemekle tarih ile övgüyü, araştırmay­ m ent (Pyrenees - Atlantiques) merkezi, la dogmayı karıştırmamak gerektiğini vur­ Bordeaux’un 175 km G. -G. -B.'sında, gulam ak istedi. A ncak kitap zam anla da­ A dour ve Nive ırmaklarının kavuştuğu ha karışık bir hale gelerek, yalnızca dö­ nemin tarihi yanlışlarını bir araya toplayan Bk. resim sayfa 1420 bir yapıt değil, pozitif bir eleştiri çalışması yerde; 41 846 nüf. (1991). da oldu. — Mim. Eski surların bir bölüm ü (Roma, BAYLE (François), fransız besteci (TaOrtaçağ ve Vauban dönem inden) varlığı­ matave 1932). Kimi konularda kendi ken­ nı sürdürm ektedir, am a en önemli anıt, dini yetiştirdi, kimi konularda da H. Pousgotik üslubunda yapılmış katedraldir seur, O. Messiaen ve K. Stockhausen’ (XIII. - XV.yy.). dan ders aldı; özellikle P. Schâeffer ile BAYONNE, AB D 'de (New Jersey) kent, çalıştı, Fransız radyo-televizyon kurumu New York yerleşm esinde; 73 000 nüf. m üzik araştırm aları-grubunun en etkin Petrol arıtma. üyelerinden biri oldu. Başlıca anlatım aracı olarak elektroakustik tekniğini be­ BAYOVAR, Kuzey Perü’da petrol lima­ nimsedi; bu alanda geniş ve etkileyici nı, Piura’nın G .-G.-B.’sında, C oncordıa’ freskler yarattı. Başlıca yapıtları: Trois dan gelen ve bütün Perü’yu aşan petrol Portraits d e l'O iseau-qui-n'existe-pas boru hattı burada son bulur. Fosfat yatakları. (1966); bilimkurguya öncülük etmiş Jules Bayönder, M ünir Hayri Egeli'nin bir Verne gibi eski yazarların anısına Espaperdelik oyunu (1934). Cum huriyet devces inhabitables (1967); Lübnan'daki rimlerini tanıtmayı, Atatürk ülküsünü g ü ç ­ Ceyta doğal m ağarasındaki kayıtlardan lendirm eyi am açlayan oyunun m etninde yararlanarak Jeita ou M urm ures des Atatürk tarafından da kendi el yazısıyla e a u x (1970); "5 bölümlü müziksel destan’ bazı düzeltm eler yapılmıştır. Milli kütüp­ Experience acoustique (1972); B. Parmehane arşivlerinde korunan bu metin da­ giani ile işbirliği yaptığı Purgatoire (1973) ha sonra opera librettosu olarak da d ü ­ ve le Paradis (1974), soyutlam aya d önü­ zenlenmiş, Necil Kâzım Akses tarafından şünü belirten Vibrations com posees (1973) ve La G rande Polyphonie (1974); bestelenmiştir. ErosphĞre (1980); Son vitesse-lumiĞre (1980-1983).



Bayie hastalığı. Nörol. Frengi köken­ li menengoansefalit. BAYLIK a. Esk. 1.. Zenginlik, bolluk: "Şükreylem ek kulu baylığa d e ğ ü rü r" (Kitab-ı güzide, XV. yy.) — 2. Dölyatağı; rahim.



BAYLİS (Lilian Mary),. İngiliz tiyatro yöneticisi (Londra 1874 - ay. y. 1937). 1912 ’de, L ondra’daki Old Vic Theater'ın yöneticiliğini yaptı; ilk İngiliz operalarını ve Shakespeare’in tüm oyunlarını sahnelet­ ti. 1926’da Ninette De Valois’nın kurduğu topluluğa çağrıda bulundu; onun desteği ve girişimiyle bugünkü Royal Balett’e kay­ naklık eden S adler’s We!ls Ballet doğdu. BAYLİS (Nadine), İngiliz dekoratör (Londra 1940). 1965’ten sonra Ballet Rambert için çalışan sanatçı, bu toplulu­ ğun sahnelediği G. Tetley (Z ig gu ra t, 1967), N. M orrice (B lind Sight, 1969) ve Ch Bruce’un (Living Space, 1969) yapıt­ ları için çok yalın dekorlar yarattı. Royal Ballet (Tetley’in Field Figues, 1970), Nederlands Dans Theater (Fİ. Van M anen’ in Mutations, 1970) ve Australian Ballet (G. Tetley’in Gemini, 1973) topluluklarıy­ la çalıştı. BAYLİSS (s/r W illiam Maddock), İngiliz fizyolog (VVolverhamptori 1860 - Londra 1924). Pankreas özsuyunun salgılanm a­ sını başlatan onlkiparm ak bağırsağı m u­ kozasından çıkan sekretin adlı hormonu, Starling ile birlikte buldu. BAYOMBELER - YOMBELER. B a y o n , Angkor Th o m ’un m erkezinde khmer tapınağı (XII. yy. sonu-XIII. yy. ba­ şı). Tapınağın beden duvarları ve bu du­ varlar çevresindeki hendek, başkentin surlarını oluşturur. Işınlı 16 capellanın ve 4 devasa insan yüzünün süslediği 54 ku­ lenin oluşturduğu görkemli ana bölüm üy­ le bu bud d h a tapınağı, garip görünüm ü ve çok karmaşık yapısıyla birçok efsane­ ye kaynaklık etmiştir. Khm erler'i özgürlü­ ğüne kavuşturarak yeni başkenti kuran Jayavarm an V ll’nin (1181-1218'e doğr.)



BAYPAS a. (ing. bypass) Flavc. B ay­ p as oranı, çift akılı bir türbojette, soğuk ikincil akının debisi (lülede, yanm a gaz­ larıyla karışmadan önce yalnızca fandan geçen) ile sıcak tem el akının (motorun tüm ünü dolaşan) debisi arasındaki oran. (Baypas oranı, seçilen m otor tipine göre önemli farklar gösterebilir. Kimi askeri türbojetlerde birden küçük olduğu gibi, sesaltı nakliye uçaklarını donatan m otor­ larda 5 ile 6 arasında değişen değerlere ulaşabilir. Baypas oranının yüksek değer­ leri, motorun kendine özgü gürültüsünün ve yakıt tüketiminin azalmasını sağlar; an­ cak motorun ağırlığı açısından zararlıdır.) — Hidrol. Bir aygıtı devreden çıkarmak, bağlantısını kesm ek ya da yararlı debisi­ ni düzenlemek için bir akışkanın ana dev resi üstünde bulunan çevirme borusu (de



1419



Fakir Baykurt



Pierre Bayie L. Petit’nin gravürü XVII. yy.



Angkor Thom'da Bayon tapınağı’nın insan yüzlü kulesi XII. yy. sonu



baypas 1420



Bayonne’un Sainte-Marie katedrali ile (XIİI.-XV. yy.) birlikte görünümü; arka planda, Adour ğiştiricileı, «alışırken temizlenmelerini sağ­ layan baypasla donatılmıştır.). — Bu çe ­ virm e düzenine kum anda eden vana. || B aypas yapm ak, bir aygıtın içinden ge­ çen ürünün yönünü baypasla değiştire­ rek aygıtı devreden çıkartmak. —Teknol. YARDIMCI DEVRE* 'nin eşanlam­ lısı. —Tıp. Doğal bir boruda, örneğin bir d a ­ m arda akan bir sıvıyı, o yol yerine oraya yakın başka bir yoldan ya da dam ardan geçirme. |j Baypas ameliyatı, kalpte tıkan­ mış olan koroner bir dam arın beslediği bölgeye kan akışını artırmak amacıyla, oraya eklenen bir dam ar parçası ya da başka bir kalp damarı kullanılarak aorttan alınan kanın koroner atardam ar dallarına akıtılmasını sağlayan ameliyat. B A Y R A Ç , Orta Asya Türkm enleri'nin Sarık boyundan oym ak. Ebulgazi Baha­ dır H an’ın Şecerei Türkî'sinde (XVI. yy.), Hazar denizi’ nin G .-D .'sundaki Atrek ve C ürcan ırmağı kıyılarında yaşadıkları, ta­ rımla geçindikleri kayıtlıdır.



Türk bayrağı



B A Y R A K a. 1. Eskiden sancak olarak kullanılan, bugün, belirlenm iş renk, d e ­ sen ve biçim de bir ulusu simgeleyen ku­ maş: Türk bayrağı. — 2. Vatanın ve or­ d unun simgesi: Bayrağı için ölmek. — 3. Bir örgütü, bir kuruluşu, belli bir top­ luluğu simgeleyen kumaş parçası: O lim ­ p iya t bayrağı. Parti bayrağı. — 4. işaret verm ek am acıyla kullanılan, bir sopanın ucuna takılmış kumaş parçası: Yan ha­ kem bayrağını kaldırdı. — 5. Bir düşünce akımına, bir partiye Öncülük eden ya da onu simgeleyen şey, kimse. — 6. Bay­



O



rak açmak, gönüllü asker toplamaya baş­ lamak; başkaldırm ak, ayaklanmak; her­ kesi bir ülkü etrafında toplam aya çağır­ mak, bu yolda önderlik ve öncülük etmek. || Bayrak çekm ek, bayrak asmak, bayra­ ğı bir ipe ya da direğe takm ak. || (Bir y e ­ re) bayrak dikm ek, bir bayrağı, bir yere egem enlik, zafer, başarı simgesi olarak yerleştirm ek. || B ayrak direği, bayrak çe ­ kilen direk; gönder. || B ayrak g ib i ortada, g örülebilecek biçim de, açıkça ortada. || Bayrak indirmek, bayrağı, çekili bulundu­ ğu yerden almak. || B ayrak töreni, bayra­ ğa karşı yapılan saygı duruşu. || Bayrak yarışı, hizmet yarışı. || Bayrakları açmak, edepsizce bağırıp çağırm ak, hırçınlık et­ mek. || Bayrakları yarıya indirm ek, ulusal yas göstergesi olarak, bayrağı direğin ya­ rısına kadar indirm ek. —Ask. Beyaz bayrak, görüşme ya da tes­ lim olm a isteğini bildiren bayrak. || Siyah bayrak, şiddetli bir savaşı bildiren bayrak. (Bu b a yra k korsanların sim gesiydi, 1 830'da ise Paris’te göndere çekildi; g ü ­ nüm üzde anarşistlerin simgesidir.) —Ask. denize. Bayrağını arya etmek, sa­ vaşta gem inin teslim olduğunu göster­ m ek için ulusal bayrağı mezestre d uru ­ muna getirmek ya da tamamen indirmek. || Bayrağını mıhlamak, savaşta bayrağın düşm em esi ya da arya edilm em esi için savaş gemisini bayrak direğine çakmak. (Ö lünceye kadar savaşılacağı anlamına gelir.) || Teklif bayrağı, düşm anla görüşme yapm ak için gönderilen bir gem iye çekilen beyaz bayrak. —Ask. tar. Bayrak askeri, osmanlı donan­ m asında buharlı gem ilerin kullanılmaya başladığı dönem den önce gönüllü ya da ücretli olarak sefere katılan deniz asker­ leri. (Kıyılardaki deniz sancaklarından her yıl toplanırlardı. Görevlendirildikleri savaş gem ilerinden sefer sonu olan kasım ayın­ da terhis olurlardı. Tanzim at’tan sonra bu uygulam aya son verildi.) —Bot.Kelebekçiçekligiller(papilionaceae) familyasından bitkilerin çiçek tacında üst­ te bulunan dik ve geniş taçyaprak. — Denize. Bir gem inin ya da bir denizci­ lik şirketinin milliyetini gösteren sim ge (ulusal bayrak) [Bayrak gönderine ya da grandi direğindeki gize çekilir]. || Bayrak göstermek, ulusal bayrağını çekerek ge­ minin hangi ülkeye ait olduğunu belirt­ mek. (Eşanl. BANDIRA GÖSTERMEK.) || Bayrak sorma, bir savaş gemisinin, d e ­ nizde seyreden bir ticaret gemisine uyru­ ğunu sorması. || işaret bayrağı, İŞARET* SANCAĞTnın eşanlamlısı. || Yat çağrı bayrağı, bir ülke tarafından düzenlenen bir tür ralliye katılmak isteyen yarışçıların



belirtilen bir tarihte o ülkenin lim anların­ dan birinde toplanması için kamaralı ve motorlu teknelere yapılan uluslararası du­ yuru. — Geom. Sınır doğrusunun yalnızca bir yarıdoğrusu alıkonmuş kapalı yarıdüzlem. —Orm anc. Bayrak oluşumu, rüzgâr etki­ si altında orm anda ağaçların eğik ve yassı bayrak biçiminde olması. Türkiye’de özel­ likle doğu ladini (Picea orientalis) ve toros sediri (Cedrus libani) bayrak oluşum una en yatkın ağaç türleridir. — Sirk. Düşey bir desteğe (halat, jim nas­ tik çubuğu, sırık) ya da birlikte hareket­ lerde bir taşıyıcıya dayanarak duran bir jimnastikçinin ya da sirk sanatçısının sağ­ ladığı güç dengesi. — Spor. Bayrak çubuğu, atletizmde, bay­ rak yarışında, aynı takım dan sporcuların birbirlerine aktarm ak zorunda oldukları, (çevresi 12 cm, boyu 30 cm) çubuk. || Bayrak değiştirm ek, koşucunun bayrak ç ubuğunu belirlenm iş alanda (20 m) di­ ğ e r koşucuya aktarması. || Bayrak koşu­ cusu, bayrak yarışında, takımı oluşturan sporculardan her biri. || B ayrak veren, bayrak yarışında çu bu ğ u takım arkada­ şına aktaran koşucu. || B ayrak yarışı, at­ letizmde belli mesafelerde (100, 200, 400, 800 m) dört kişilik takım lar arasında ya­ pılan yarış türü. (Bk. ansikl. böl.) —Terz. Bir elbise dikm eye yeterli büyük­ lükte olm ayan kum aş parçası. —ANSİKL. İslamlığın yayılmasıyla birlikte Araplar da bayrak kullanmaya başladılar. Hicret'in ilk yıllarında, her müslüman arap boyunun mızrak ucunda taşınan beyaz bir bayrağı vardı. H ayber savaşı'nın ar­ dından m üslüm an Araplar siyah bayrak kullanm aya başladılar. İslamlığı benim sem eden önce türk .boyları ve devletleri "d a m g a ", " tu ğ ” gi­ bi adlarla andıkları bayraklar kullanırlar­ dı. ilk tü rk devletlerinden H un imparatorluğ u ’nun bayrağında kurt simgesi vardı. İslamlığın benim senm esinden sonraki ilk türk devleti olan G azneliler’in bayrağı si­ yahken, K arahanlılar’ınki kırmızıydı. Sel­ çuklular ve Harizmşahlar, tepesine metal bir ay oturtulmuş siyah bayrak kullanırlar­ dı. Eyyubi devletinin bayrağı sarı, Mısır M em lukları’ nınki sarı ve kırmızı renklerin bir karışımıydı. Delhi M em lukları’nın bay­ rağına siyah ve kırmızı renkler egem en­ di. Dokuz at kuyruğundan oluşan tuğ üzerine kurt başı, Cengiz imparatorluğ u ’ nda bayrak olarak kullanılırdı, ilhanlılar’ın bayrağı kırmızı, Tim ur'un hüküm ­ darlık bayrağı ise beyazdı. Hint-Türk im paratorluğu'nun bayrağı sarı-kırmızıydı. Karakoyunlular beyaz üstüne kara ko­ yun, Akkoyunlular ise siyah üstüne ak ko­ yun simgesini kullandılar. A kkoyunlular’ ın yerini alan Safeviler’in yeşil, Safeviler’i ortadan kaldıran Avşarlar’ın beyaz bay­ rakları vardı. İran’da egemenlik kuran türk Kaçar hanedanı, daha sonra İran bayra­ ğının özünü oluşturacak olan çatallı kılıç, aslan ve güneş sim gelerinin bulunduğu bayrağı geliştirdi. Osmanlılar’da çeşitli dönem lerde kulla­ nılan birçok bayrak vardı. Yalnız padişah bayrağı ulusal bayrak niteliğinde kullanı­ lırdı. Ayrıca, her örgüt ya da ocağın ken­ dine özgü bayrağı ve sancakları bulunur­ du. XIV. y y.’da beyaz bayraklar kullanan OsmanlIlar, XV. y y .'d a kırmızı rengi yeğ­ lediler. XVII. y y .’a kadar padişah bayrak­ ları kırmızı ve beyaz renklerden oluşurdu. Deniz kuvvetlerinde yeşil ve kırmızı bay­ raklar kullanılırdı. Bugünkü tü rk bayrağı­ nın ilk biçim ini m eydana getiren kırmızı üstüne beyaz ay-yıldız motifi, XVIII. yy. sonlarında ulusal ve resmi bayrak olarak benimsendi (1793). Ancak, bayraktaki yıl­ dız o dönem de sekiz köşeliydi, Abdülmecit dönem inde bugünkü beş köşeli yıldız biçim ine getirildi. Bugün Türkiye Cumhuriyeti'nin simgesi olan bayrak, çıkartılan bir yasayla kesin biçim ve oranlarına kavuştu (29 mayıs 1936). Ertesi yıl yayım lanan kararnam ey­ le,bayrağın kullanım biçim leri belirlendi.



m m AFGANİSTAN



— a



bm



A frik a B irliği



__ AFRİKA Cumh. (Güney)



AM ERİKA B.D.



A LM A N Y A



'«jYV1ııs ANGOLA



ARABİSTAN (Suudi)



ANTİGUA







* * ★



* ★



★ ★



* ★ A R A P EMİRLİKLERİ (B iri.)



Arap



*



.



AVRUPA



ARJANTİN



BANGLADEŞ



BEYAZ RUSYA



BOSNA-HERSEK



BURUNDİ



BUYUK BRİTANYA



CEZAYİR



CABO VERDE



i . D AN İM ARKA



DOMİNİK Cumh.



EKVADOR



ENDONEZYA



ERMENİSTAN



ESTONYA



ETYOPYA



FİNLANDİYA



FAS______________



FRANSA



GABON



G AM B İY A



G ANA



IRAK



IRAN



İRLANDA



İSVEÇ



İSVİÇRE



İTALYA



KIZILHAÇ



KIRIBATI



p m







GİNE



GİNE (Ekvator-si)



HOLLANDA



ISPANYA



P I■■ mM i



HONDURAS



İSRAİL



İZLANDA



K ANAD A



'X



. s



KIBRIS (Rum)



KOLOMBİYA



KIRGIZİSTAN



KOMORLAR



KIZILAY



KONGO



KORE (Kuzey)



J



LİTVANYA



MALAVI



MARSHALL



MOĞOLİSTAN



NAMİBYA



NEPAL



NİJERYA



ÖZBEKİSTAN



★ ★



PANAMA



PAKİSTAN



^



i



1



, *



* "



M



PERU



PAPUA-YENI GİNE



-



v#



'ü J



POLONYA



PORTEKİZ



ROMANYA



RUANDA



RUSYA



TÜRKMENİSTAN



UGAN D A



UKRAYN A



UMMAN



VENEZUELA



YUGOSLAVYA



ZA M B İY A



ZIM BABVE



YUNANİSTAN



URUGUAY



VİETN AM



ZAİRE



Bayrak Ayrıca, sonradan bu konuda ek bir yönetm elik daha yayımlandı (1939). 24 eylül 1983 tarih ve 2893 sayılı Türk bayrağı yasası, bu alanda yeni düzenle­ meleri belirleyecek bir tüzüğün yayımlan­ masını karara bağladı. Resmi Gazete’de yayımlanan Türk bayrağı tüzüğü (17 mart 1985) bayrağın ve özel bayrakların ölçüt­ lerini, hangi kumaştan dokunacağını, hangi kapalı yerlere konulacağını, nele­ re fon olarak takılacak ya d a asılacağını, kamu kurum ve kuruluşlarında ya da bun­ ların dışındaki yerlerde ne zaman ve na­ sıl çekileceğini, bayrak çekilirken ve indi­ rilirken yapılacak törene ilişkin konulan, kimlerin tabutlarına bayrak örtülebileceğini, ulusal gelenekler uyarınca bayrağın öteki kullanım biçim ve yerlerini ayrıntılı olarak açıklığa kavuşturdu. Bayrak ulusal bayram , hafta tatili ve ötekrtatil günlerin­ de, bayram ya d a tatilin başladığı erken saatte çekilir ve bittiği günün akşamı g ü ­ neş batarken indirilir. Ayrıca, tü rk bayra­ ğının, başka bayrak ya d a flam alarla bir­ likte çekilirken, özellikle sağda bulunm a­ sına dikkat edilir. Bayrak kirli, yırtık ya da sökük bırakılıp çekilem eyeceği gibi, otu­ rulacak ya da basılacak yerlere de seri­ lemez 17 mart 1985 tarihli Türk bayrağı tüzüğü yeni bir düzenleme getirerek özel bayrak­ ları altıya ayırdı: 1. C u m h u r b a ş k a n l ı ğ ı f o r ­ s u , ölçülerine uygun olarak yapılır. For­ sun sol üst köşesinde yer alan güneş ve çevresindeki yıldızlar sarı renktedir. Cum­ hurbaşkanlığı konutuna, devlet başkanının bindiği kara ve deniz araçlarına, ziya­ reti süresince bulunduğu yapı ve yerlere çekilir; 2. f l a n d r a , boyu eninin on sekiz katı olan bayrak. Savaş gem ileriyle yardımcı g em ilerde tanıtım işareti olarak kullanılır; 3 . s i m g e s e l b a y r a k l a r , kumaş ya da baş­ ka m addeler üzerine küçültülerek yapılan motifler. Okul süsleme işlerinde, temel at­ m a ve açılış günlerinde ya da yurt gezi­ lerinde kullanılır; 4. ö z e l b a y r a k l a r , özel birtakım işaretler taşırlar. Boyu eninin bir b uçuk katı olan “ G id o n " bayrağın uçum yönünde kenarları bayrak enine eşit üç­ gen oyum lar bulunur. Eni 1 m ve boyu 3 m olan "Eksiz” bayrağa 1 m yüksekliğin­ de ikizkenar üçgen eklenir. "Kare” bayrak­ larınsa enleri boylarına eşittir; 5. f l a m a , boyu eninin bir b uçu k katı olan ve kenar­ ları uçum yönünde birleşen, eşit üçgen biçim indeki işaret bayrağıdır; 6. t a n ı t ı c ı b a y r a k l a r , boyu eninin bir buçuk katı olan, üzerlerinde resmi ya da özel kurum ve ku­ ruluşların tescilli amblemleri bulunan bay­ raklar. Ayrıca, yabancı gemilerin bayrakları için kullanılan bir terim olan “ bandıra” , general ve amirallere ilişkin “ fors’ la r, Os­ manlI devleti dönem inden miras olarak kalan ve bugün "sa n ca k" diye anılan ke­ narları saçaklı savaş bayrakları da vardır. • T ü r k b a y r a ğ ı , 22 eylül 1983 tarih ve 2893 sayılı yasaya göre, belirli biçim ve oranlardaki beyaz ay-yıldız'lı al bayrak. Aynı yasaya göre bayrak, kamu kurum ve kuruluşlarına, yurt dışı temsilciliklerine ve deniz araçlarına çekilir. Türk bayrağı, ulu­ sal bayram larda ve genel tatillerde, tatil başlangıcında çekilir ve tatilin bittiği gün batımında indirilir. Atatürk'ün öldüğü gün olan 10 Kasım’d a bayraklar yarıya indiri­ lir. Yasa ve tüzüğe aykırı olarak bayrak yapm ak, kullanmak ve satmak yasaktır. Bu yasağa uym ayanlar Türk Cez. k.'nun 526. m addesine göre cezalandırılır. Türk Cez. k.’nun 145. m addesine göre, türk bayrağını ve devletin egem enlik sim ge­ lerinden birini aşağılamak kastıyla bulun­ duğu yerden söküp kaldıran ya da yırtan, bozan ya d a herhangi bir biçim de saygı­ sızlık yapan kişi bir yıldan üç yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılır. — Deniz huk. Bir gem inin uyrukluğu, han­ gi devletin bayrağını taşıdığına bakılarak belirlenir. Kuşkusuz bu belirleme, gem i­ nin bu bayrağı taşıma hakkına sahip olup olm adığına, yani gem iyle bayrağını taşı­ dığı devlet arasında gerçe k bir bağ bu­



lunup bulunm adığına bakılarak kesinle­ şir. Geminin belli bir devletin bayrağını ta­ şıması hukuksal ve ekonom ik yönden önemli birtakım sonuçlar doğurur. Bun­ ların başlıcaları şunlardır: 1. Belli bir dev­ letin bayrağını taşım ak gem iye o devle­ tin korum asından yararlanm a olanağı sağlar; bu korum a, gemi dünyanın nere­ sinde olursa olsun geçerlidir; 2. gem inin bayrağı "K ab o ta j hakkı” bakım ından önem lidir. Bazı devletler, kendi limanları arasında yolcu ve yük taşınması ayrıcalı­ ğını kendi bayrağını taşıyan gem ilere ta­ nımışlardır (Türkiye 815 sayılı Kabotaj karu n u ile bu ayrıcalığı tanımıştır); 3. bayak yasası uyarınca, gemi, uyruğunda bu­ lunduğu devletin yasalarına tabidir. Türk Ticaret kanunu’ nda öngörülen bir temel hükm e göre, “ her tü rk gemisi türk bayrağı çeker". Ayrıca, türk gemisi olma­ yan bir gemi de, belirli koşullarla ve Ulaş­ tırma bakanlığı'nın izniyle bir süre için türk bayrağı çekebilir. Hangi gem ilerin türk gemisi sayılacağı ve dolayısıyla türk bay­ rağı çekebileceği, gemi maliklerinin nite­ liğine göre belirlenir: 1. Bir gerçek kişi­ nin mülkiyetindeki gemi, o kişi türk vatan­ daşıysa tü rk gem isi sayılır ve türk bayra­ ğı çeker; 2. birden ço k gerçek kişinin mülkiyetindeki gemi, o kişilerin hepsi türk vatandaşıysa türk gemisi sayılır; 3. bir do­ natma iştirakinin m ülkiyetindeki gem inin paylarının yarıdan çoğunun türklere ait ol­ ması durum unda, gemi türk gemisi sayı­ lır; 4. şirket, dernek, vakıf gibi bir tüzel kişiliğin m ülkiyetindeki gem inin türk bay­ rağı çekebilmesi için o tüzel kişiliğin türk yasaları uyarınca kazanılmış olması ve yö­ netim de türk ortakların oy üstünlüğünün bulunması gerekir. • B a y r a k y a s a s ı , açık denizde bulunan bir gemi üzerinde sadece bu gem inin uyru­ ğ unda bulunduğu devletin hak ve yetki­ lerini geçerli kılan ilkeler bütünü. Üzerin­ de hiçbir devletin tekelci hak ve yetkilere sahip olmadığı açık denizde ortaya çıka­ bilecek otorite boşluğunu doldurm ak için “ bayrak yasası” adıyla anılan bazı ilke­ ler kabul edilmiştir. Buna göre, açık de­ nizde bulunan bir gemi üzerinde ceza, idare ve hukuk davalarına konu olabile­ ce k her türlü eylem ya da işlem, bayrak devletinin tekelci yetkisindedir. Ancak ya­ sanın bir istisnası vardır: hakkında deniz haydutluğu, köle ticareti ya da açık de­ nizden yayın yaptığı yolunda güçlü kuş­ kular bulunan gemiler üzerinde öteki dev­ letler de yetkilerini kullanabilirler. • B a y r a k ş a h a d e t n a m e s i , bir gem iye türk bayrağı çekm e hakkı veren geçici belge. (Türkiye dışında bulunan bir gem i, türk bayrağı çekm e hakkı kazanırsa, gem inin bulunduğu yerdeki türk konsolosu, gem i­ ye bayrak çekm e hakkı veren ve gemi tasdiknamesi yerine geçen bu belgeyi ve­ rir. Bayrak şahadetnamesi bir yıl için ge­ çerlidir, ancak yolculuk m ücbir sebep yü­ zünden uzarsa bu süre de uzar. Türk ge­ misi olm ayan bir gem iye geçici olarak bayrak çekm e hakkı tanındığında Ulaş­ tırma bakanlığı tarafından bir bayrak şa­ hadetnamesi verilir.) — Ed. Türk edebiyatında en eski ürünler­ den başlayarak kahramanlık, savaş şiir­ lerinde bayraktan söz edilir. D i v a n ü l ü g a t İ t - T ü r k ' t e al renkli bayrağın savaş bayra­ ğı olduğu dile getirilir: “ A ğ d ı k ı z ı l b a y r a k l T o z d u k a r a t o p r a k " (Al bayrak yük­ seldi; kara toprak toz olup havalandı). Bayrak dikmek, bayrağı yükseltmek baş­ langıçtan beri egem enliği, zaferi belirtir. Bayrakların rüzgârda dalgalanm ası en eski ürünlerde de anlatılmıştır: " B a y r a k k a m u g t a l p ı ş t ı " (Bayrakların tüm ü kanat çırparcasına dalgalandı). Yeniçeri halk şa­ irlerinin canlandırdığı savaş görünüm le­ rinde bayrağın d a yeri vardır: " A l a y l a r b a ğ la n d ı M u r a t P a ş a 'y a lB a y r a k la r a ç tığ ın



(Kul Deveci). Divan şa­ irleri konuyu "a le m ", “ rayet” gibi sözcük­ leri kullanarak işlediler: " D e r y a m i s a l a s ­



s e y ra n e y le d im "



k e r in iç r e a le m le r in lF e t h ü z a f e r s e f in e s i­ n e a ç tı b â d b â n "



(Denize benzeyen ordun­



da dalgalanan bayraklar fetih ve zafer ge­ misine yelken açtı) [Baki], Tanzimattan sonraki edebiyatta bayrak artık devletin ve ulusal bağımsızlığın, yurtseverliğin simgesi olarak canlandırıldı: " B a y r a k l a r ı b a y ra k



ya p a n



1425



ü s t ü n d e k i k a n d ı r lT o p r a k



(M. C. Kuntay). Orduda, okullarda söylenen ve sözlerini bayrağa saygı teması oluşturan b irç o k marş da bestelendi. Bu tür yapıt verm iş besteciler arasında Menekşe Kal­ fa, İsmail Hakkı Bey, Zati Arca, Ahm et Yekta Madran, Hüseyin Sadettin Arel, Fa­ ik Canselen vb. yer alır. — Spor. Atletizm dalındaki bayrak yarış­ larında koşucular sıra ile yarışırlar. Her ko­ şucu, koşması zorunlu mesafeyi tam am ­ ladığında, taşıdığı bayrağı ( s t a f e t de de­ nilen 30 cm uzunluğunda bir sopa) ken­ disinden sonra koşacak takım arkadaşı­ na verir. Bayrak değişimi, koşucunun bayrağı alacağı çıkış çizgisinin 10 m g e ­ risinde ya da 10 m ilerisinde saptanmış çizgiler arasında yapılır. Bu alanlar dışın­ daki değişim, takımın yarışma dışında kal­ masına neden olur. Uluslararası atletizm federasyonu, dünya rekorları için 4x100, 4x200, 4x400, 4x800, 4x1500 m ’lerde ya­ pılacak bayrak yarışlarını benimsemiştir. Olimpiyat oyunlarında ise yalnızca 4x100 ve 4x400 m yarışları yapılır. Bunların dı­ şında çeşitli spor organizasyonları kendi­ lerince bayrak yarışları yapabilirler. ( -» B a l k a n b a y r a k y a r iş i .) Yüzm ede de bayrak yarışları dört kişi­ lik takım lar arasında yapılır. Uluslararası am atör yüzme kuruluşlarının benim sedi­ ği bayrak yarışı mesafeleri: 4x100 (ser­ best), 4x200 (serbest), 4x100 (karışık), 4 x 20 0 ’dür (karışık). Bu yarışm alarda yü­ zücüler kendi mesafelerini tamamlayınca, ellerini varış duvarına değdirir; çıkışta bekleyen öteki yüzücü de aynı a nda ya­ rışa başlar. Karışık daldaki bayrak yarış­ ları sırtüstü, kurbağalam a, kelebek, ser­ best sırası izlenerek yapılır. — Uluslarar. huk. Savaş gemileri, savaş­ ta olduğu gibi barışta d a ticaret gem ileri­ nin bayrağını denetlem eye yetkilidir. Bir gem inin yanından geçen ya da bir lim a­ na giren gem iler bayrak çekm ek zorun­ dadır. 16 nisan 1836 tarihli Paris bildirisi şu ilkeleri koymuştur: 1. Tarafsız bir ülke­ nin bayrağını çeken gem ide bulunan düş­ man m allarına el konam az; 2. düşm an bayrağı taşıyan bir gem ide bulunan taraf­ sız ülke m allarına el konamaz. Savaş ka­ çağına özel hüküm ler uygulanır. Bayrağa saygıya ilişkin kurallar uluslar­ arası sözleşmelerle düzenlenmiştir. (-* Kayn.) e ğ e r u ğ r u n d a ö le n v a r s a v a t a n d ır "



BAYRAK a Bağc Budam a sırasında om ca üzerinde bırakılan ve üzerinde en az 4 göz (ortalam a 6-10 göz) bırakılan sürgün. (Eşanl. NATIR.) BAYRAK (Mithat), tü rk güreşçifG eyve, Sakarya, 1930). S pora futbol oynayarak başladı. 1948’de güreşe geçti, 1954’te milli takım a seçildi. 73 k g ’d a katıldığı



Türk bayrağının ölçüleri G. Genişlik, A, Dış ay merkezinin uçkurluğa mesafesi (1/2 G), B. Ayın dış dairesinin çapı (1/2 G), C. Ayın iç, dış merkezleri arası (0,0625 G), D. Ayın iç dairesinin çapı (0,4 G), E. Yıldız dairesinin ayın iç dairesine mesafesi (1/3 G), F, Yıldız dairesinin çapı (1/4 G), U. Bayrağın boyu (11/2 G), M. Uçkur genişliği (1/30 G)



Bayrak 1956 M elbourne ve 1960 Roma olimpiyatları'nda grekorom en dalda olim piyat şam piyonu oldu.



1426



BAYRAK (Mehmet), tü rk yazar (Kayse­ ri 1947). Ankara Üniversitesi dil ve tarih -coğrafya fakültesi tü rk dili ye edebiyatı bölüm ü'nü bitirdi (1969). Öğretm enlik, müze, kütüphane mem urluğu, TRT'de m uhabirlik yaptı. Toplum sal sorunları ko­ nu edinen yazarlar ve edebiyat yapıtları üzerindeki çalışmalarıyla tanındı: Ö lüm ü­ nün 58. yılında Tevfik Fikret (1973), Köy enstitülû yazarlar, ozanlar (1978), H alk hareketleri ve ça ğd a ş destanlar (1985) —Ç ağdaş gazeteciler derneği inceleme, araştırm a ö d ü lü — , H a lk g ü lm e ce si (1987).



BAYRAKLI sıf. Bayrak taşıyan, üzerin­ de bayrak bulunan. BAYRAKLI. Arkeol. İzmir körfezinin K.



Köylülerin dansı



Pieter II Bruegefin (?) yapıtı müzesi, Floransa



-D .'sunda, İzmir’ in 4 km K .'inde höyük; eski İzm ir’in çekirdeğini oluşturması ve kentin en eski dönem lerini aydınlatması açısından önem lidir. Burası geçm işte İz­ mir körfezine uzanan b ir yarım adayken, günüm üzde içeride kalmıştır ve G üm rük ve tekel bakanlığı'na bağlı bağlık alan içindedir, ilk kez P. von Osten tarafından ■bulunan höyük (1824-1828), Prof. Miltner tarafından incelendi (1930). J. C ook ve Ekrem Akurgal'ın birlikte yürüttükleri ça­ lışmalar (1948-1951), 1966’d an sonra Profesör Ekrem Akurgal'ın yönetim inde sürdürülmektedir. Truva I ve Truva II ile çağdaş olan ilk tunççağ katmanlarında (I.Ö. III. binyılın ilk yarısı), duvarları belir­ li bir yüksekliğe değin taştan, üstü ker­ piçten yapılmış evler ortaya çıkarılmıştır. Truva VI ve Hitit İmparatorluğu ile çağdaş olan orta tu n çça ğ katmanı ise (İ.Ö. II. bin), kaba ve düzensiz taşlardan yapılmış temeller üstünde, kerpiç duvarlı evlerden oluşur. Ayrıca ağırşaklar, pişmiş to p ra k­ tan ve taştan idoller bulunmuştur. Ele ge­ çirilen çark yapımı, tek renkli protogeom etrik çanak çöm lekler ilk yunan yerleş­ mesinin X. yy.'da kurulduğunu gösterme­ leri açısından önem lidir. Oval planlı, tek odalı, kerpiçten yapılmış ev, A n a do lu ’da bilinen en eski yunan evidir (İ.Ö. IX. yy.). İ.Ö. VII. yy.'da yapılıp, İ.Ö. VI. yy.'da ona­ rılan m egaron d a arkaik dönem e tarihlenen bu ev türünün tek örneğidir. Bayraklı'da ortaya çıkarılan Athena tapınağı Ana­



d o lu ’daki yunan tapınaklarının en erken ve görkem li örneği olması açısından önem lidir. İ.Ö. VII. yy. sonu ya da VI. yy. başında yapıldığı sanılan tapınağın sütun başlıkları ve sütun kaideleri, döneminin en eski ve güzel yapıtları olarak nitelenir. İ.Ö. 6 00 'd e Lydia kralı Alyattes tarafından ele geçirilen kentin tapınağı ve evleri yıkıma uğramış, halkı köylere sürülmüştür. İ.Ö. V. ve IV. y y .’larda önem ini yitiren yerleş­ me, İ.Ö. III. yy. başında terk edilmiştir. Ye­ ni kent, Pagos’ta (B ugün Kadifekale) ku­ rulmuştur. ( -> Kayn.)



liselerde öğretm enliğe başladı. Belgrad Üniversitesi felsefe fakültesi dünya ede ­ biyatı kürsüsü’nde doçent (1925), daha sonra profesör oldu (1930). D oğu dilleri kürsüsü'nü kurdu.1960'a kadar görevini sürdürdü. Türk, arap, fars dilleri, ede b i­ yat ve tarihleri üzerine 250 kadar incele­ me, tanıtma, eleştiri yayımladı. Başlıca ya­ pıtları: S ı r p ç a m e v l i t (1927), N a s r e t t i n H o c a s o r u n u (1934), D o ğ u n u n G o e t h e ü z e r i n d e k i e t k i s i (1939), O h r i ' d e t ü r k a n ı t ­ l a r ı (1954), M e s i h i ' n i n B a h a r i y e ' s i (1955), T ü r k g r a m e r i n i n e s a s l a r ı (1962) vb.



BAYRAKTAR a. (bayrak ve fars. dâr, ta- ■ B A Y R A M a. şıyan’dan). 1. Görevi bayrak taşımak olan kimse. — 2. Yörs. A n a do lu ’nun kimi yö­ relerinde düğünü yöneten kimseye veri­ len ad. || B A R A N A B A Ş l’ nın eşanlamlısı. — 3. Kur. tar. Kapıkulu ocaklarında, timarlı sipahilerde, beylerbeyleri ve öteki üme­ ranın birliklerinde bayrak taşımakla g ö ­ revli kişi. (Bk. ansikl. böl.) — A NSİKL. Yeniçeri ortalarında bu görevi subay sınıfından olanlar yaparlardı. Orta subaylarından, b aş eski denilen nefer de bayraktara yardım ederdi. Bayraktarlar­ dan, sancak taşıyana sancaktar, alem ta­ şıyanlara alem dar denirdi. Bunlar, başla­ rına alt kısmına çaprazlam a beyaz sarık sarılı m avi külah, üstlerine kırmızı cüppe, ince bir entari, kırmızı şalvar, ayaklarına da sarm a çizme giyerlerdi.



BAYRAKTAR (Ertuğrul), tü rk besteci (Samsun 1951). Gazi eğitim enstitüsü'nün müzik bölümünü bitirdikten sonra, M uam­ m er Sun ve Kemal ilerici ile çalıştı. 1978'den beri Gazi eğitim enstitüsü'nde (bugün Gazi üniversitesi) öğretim üyesi. Başlıca yapıtları: Orkestra ve karm a koro için ü ç türkü; Bağlam a ve orkestra için türkü; Ses ve piyano için üç türkü; B ağ­ lam a için çoksesli d o k u z türkü. BAYRAKTARUK a. 1. Bayraktarın gö­ revi. — 2. B ir düşüncenin, akımın, p arti­ nin bayraktarlığını yapm ak, onu tutkuyla savunm ak. — 3. B ir topluluğa bayraktar­ lık etmek, onlara yol göstermek, öncülük etmek: A tatürk bütün m azlum ülkelere bayraktarlık etmiştir. BAYRAKTAROVİÇ (Fehim), boşnak türkolog (Saraybosna 1889 - ay.y. 1970). Viyana üniversitesi’nde slav dille­ ri ve türkçe, farsça, arapça öğrenimi gördü. Doktorasını tamamladıktan sonra



Anılmaya değer bir olgu­ yu, bir olayı, bir kahramanı, birtakım in­ sanları vb., belli sürelerde anmaya yöne­ lik olan ya d a bir topluluk tarafıedan her­ hangi bir şey onuruna düzenlenen kamu­ sal şenlik: 2 9 E k i m C u m h u r i y e t b a y r a m ı .



3 0 A ğ u s t o s Z a f e r b a y r a m ı. 2 3 N is a n U lu ­ s a l e g e m e n lik b a y ra m ı.



v e ç o c u k b a y ra m ı. K u rb a n



Ş e k e r b a y ra m ı.



O ku m a



b a y ra ­



(Bk. a n s i k l . böl.Antropol.) dostlarını seyrek zi­ yaret eden, ortalıkta pek gözükmeyen kimse için söylenir (yörs.). || B a y r a m a r i f e ­ s i , bayram dan önceki gün, günler. || B a y ­ r a m a y ı , hicret takvim ine göre ramazan­ dan sonra gelen ay; şevval ayı. || B a y r a m b a h ş i ş i , dinsel bayram larda, bayram ne­ deniyle bekçi, postacı, çöpçü gibi hizmet­ lilere verilen para. || B a y r a m d e ğ i l , s e y r a n d e ğ i l , e n i ş t e m b e n i n i y e ö p t ü ? , bir kimse­ nin durup dururken yakınlık göstermesi ya d a iltifat etmesi d urum unda “ bunun bir gizli nedeni o lm alı" anlam ında söylenir. || B a y r a m e t m e k , y a p m a k , aşırı ö lçüde se­ vinmek: K ö y e s u g e l d i ğ i g ü n h e p i m i z b a y ­



m ı. D il b a y r a m ı.



||



B a y ra m



a ğ a s ı,



r a m e t m iş tik .



||B a y r a m



g e ç tik te n s o n r a g e



gerektiği zaman yardımını esirgeyen, gerekm ediğinde yar­ dım etmeye kalkan kimseye söylenir (ka­ ba). || B a y r a m h a v a s ı , bayram günlerini andıran sevinçli, neşeli ortam: B a b a m d a n



tir d iğ in k ın a y ı k ıç ın a y a k ,



h a b e r g e lin c e e v d e b ir b a y r a m h a v a s ı e s ­



|| B a y r a m k o ç u , nişanlı erkeğin kurban bayram ında kız evine gönderdiği süslü koç. || B a y r a m k o ç u g i b i , zevksiz biçim de giyinip süslenen erkekler için kullanılır. || B a y r a m ş e k e r i , dinsel bayram larda, özel­ likle de şeker bayram ında konuklara su­ nulan ya da bayram ziyaretine gidilirken götürülen şeker. || B a y r a m t o p u , şeker ve kurban bayram larında arife günü ikindi­ sinden bayramın son günü ikindisine de­ ğ in nam az vakitlerinde atılan top. || B a y ­ r a m ü s t ü , bayram a ço k yakın günler. || H B a y r a m , y e r i , dinsel bayram larda özellik­ le çocuklar için kurulan lunaparka benzer eğlence yeri. || B a y r a m z i y a r e t i , dinsel bay­ ram larda bayramı kutlam ak için günün her saatinde yapılan kısa süreli ziyaret. || B a y r a m d a s e y r a n d a , arada bir, seyrek olarak. || B a y r a m d a n b a y r a m a , oldukça seyrek (bir bektaşi fıkrasını anıştırarak). || t i.



B a y r a m d a n s o n r a b a y r a m ın m ü b a r e k o l­



yerine getirilm esi gerekli bir nezaket görevinin geciktirilmesi durum unda sitem yollu söylenir. || B a y r a m ı n ı z k u t l u o l s u n , m ü b a r e k o l s u n , bir kimsenin bayramını kutlam ak için söylenir. || İ k i b a y r a m a r a s ı , şeker bayramıyla, kurban bayramı arasın­ daki zam an dilimi. — Denize. B a y r a m ş e r i d i , eskiden bay­ ram larda gem ilerin iki bordasına baştan kıça gerilen, kenarları kırmızı, ortası mavi -beyaz, geniş şerit. sun,



— Folk. B a y r a m b a h ş i ş i , tulum bacıların, bayram günlerinde m ahalleyi dolaşarak topladıkları para. (Bk. a n s i k l . böl.) — Huk. U l u s a l b a y r a m v e g e n e l t a t i l g ü n ­ 20 nisan 1983 tarih ve 2818 sayılı ya­ sayla bazı hüküm leri değiştirilmiş olan 17 m art 1981 tarih ve 2429 sayılı yasada be­ lirtilen günler. (Bk. a n s i k l . böl.) le r i,



— Kur. tar. B a y r a m a l a y ı , padişahların bay­ ram namazı için cam iye gidiş ve gelişle­ rinde yapılan tören.(Bk. a n s i k l . böl.) — A N S İKL. Antropol. Bayram, olağanüstü



niteliğiyle, günlük yaşamın tekdüzeliğine bir son verir. Üçlü bir kopm adır bu: nor-



bayram mal zam andan, her günkü düzenden kopma; her zamanki yaşam alanından kopma; tutumluluk ve ev ekonomisi kural­ larından kopma. Normal zamanın ortadan kalkması olarak bayram, "ku tsa l11 zam a­ nın, evrenin başlangıcı ve yaratılması za­ manının bir yeniden canlandırılmasıydı. Bu yenilenme, mevsim değişiklikleri (hıdırellez), tarımsal çalışmaların başı ya da so­ nu (hasat bayramı, bağbozum u şenliği), aile ya da toplum yaşamının önemli olay­ ları (doğum günleri, 29 ekim) gibi yılın ba­ zı ayrıcalıklı dönem lerinde yer alır. Bayra­ mın d oruk noktası olan ve genellikle m ü­ ziğin de eşlik ettiği dans, çalışılan günle­ rin tekdüze ve kasvetli zamansallığından, bayram günlerinin coşkun ve etkileyici zamansallığına geçişin hem görünüm ü, hem de aracıdır. Ote yandan bayram d ö ­ nem i,her zamanki yaşam alanını,olağan­ üstü varlıklarla, mitoloji kişileriyle, atalar ve kahramanlarla daha düşsel bir dünya­ ya açar. Olağanüstünün olağan yaşamın içine bu biçim de girişinin hem seyircisi hem de oyuncusu olan her sınıftan, her cinsiyetten ve her yaştan bireyler, bayra­ m a hep birlikte coşkuyla katılarak to p lu ­ luğun birlik ve bütünlüğünü pekiştirirler. Ayrıca bayram, genellikle kendini her türlü aşırılıklara (özellikle yiyip içme konusun­ da) verm e fırsatıdır. Bayramın iktisadi g ö ­ rünümü, özellikle geleneksel toplumlarda, gösterişçi savurganlık, herkes için zorun­ lu masraf ve israftır. Bol içki, bayramın ereklerinden biri gibi görünen o "ken d in ­ den g eçm e"nin belirtisi olan sarhoşluğu verir. Mayalandırılmış içkiler içm ek ve çe­ şitli uyarıcılar (tütün, tem bul, kenevir) kul­ lanm ak hemen bütün halklarda yaygındır. Topluluk içinde yürürlükte olan ölçü ve kuralların ertelenmesine yol açan bay­ ram, kuralsızlık ve gürültülü bir ya­ şam dönem idir. Töreler tersine döner (bazen erkeklerin kadın, kadınların da er­ kek kılığına girdikleri olur); alışılmadık öl­ çüsüzlükler hoş görülür, yasaklar kaldırı­ lır. Van Gennep, bugün nerdeyse ortadan kalkma yolunda olan bayramlar dolayısıy­ la şöyle yazıyordu: “ Karnaval giysisi ah­ laksızlığı da, en kötü fantezileri de, suçu da gizler. "O rtaçağ'da, deliler bayramı sı­ rasında, kadın kılığına girmiş, yüzü gözü kurum a bulanmış rahipler, bir büyük -missa parodisi oynarlardı. Am a bu taşkın­ lıklar toplum sal düzeni sürekli bir tehlike­ ye sokmaz. Bu düzen ancak geçici ola­ rak ertelenip tersine çevrilir ve yeniden ku­ rulması daha bayram sırasında öngörü­ lüp hazırlanır. “ Arıtıcı bir nitelik taşıyan bayramın işlevi, toplum a, kurum lara ve va r o la n h e r şeye y e n i b ir ruh kazandırmaktır” (Agnâs Villadary). — Din. M üslüm anlarda, biri ramazandan sonra, hicri aylardan şevvalin birinci g ü ­ nü başlayan ramazan (şeker) bayramı, öteki zilhiccenin onuncu günü başlayan kurban bayramı olm ak üzere iki bayram vardır. Ramazan bayramı 3, kurban bay­ ramı 4 gündür. Birincisine f ı t ı r b a y r a m ı y a da k ü ç ü k b a y r a m İkincisine b ü y ü k b a y ­ r a m da denir. Hz. M uhamm et, Medine' ye g öç ettiğinde (622), M edineliler'in yı­ lın iki gününü bayram olarak kutladıkları­ nı gördü ve müslümanlara: “ Allah size, onların (putataparların) iki bayramına kar­ şılık, onlardan d aha hayırlı iki bayram verdi" diyerek, bu iki bayramın ramazan ve kurban bayramları olduğunu ilan etti. Ramazan bayramında fıtır sadakası (fitre) vermek, kurban bayramında kurban kes­ m ek ve arife günü sabah namazından başlamak üzere, bayramın dördüncü gü­ nü ikindi namazına kadar olan 23 vakit na­ mazın farzlarından sonra teşrik tekbiri* okum ak vacip*'tir. || B a y r a m n a m a z ı , yal­ nız ramazan ve kurban bayramlarında, cem aatle birlikte kılınan iki rekâtlı namaz. Müslüman, akıl yetenekleri yerinde, ergin, sağlıklı ve erkeklerin kılmaları vacip olan bayram namazının vakti, bayramın ilk gü­ nü güneşin ufukta bir süre yükselmesi ile (saat hesabıyla 45 dakika) başlar ve öğle vaktinin yaklaştığı zeval* vaktine kadar sü­



rer. Bu tür nam azlarda ezan ve kamet okunmaz. Niyet edildikten sonra “ Allahü e kbe r” denilerek namaza başlanır; S ü b ha ne ke duası okunur; yine “ Allahü ekber” denilerek eller kulaklara kadar kal­ dırılır ve yanlara indirilir. Bu hareket üç kez yapılır. Daha sonra eller bağlanır; imamın okuduğu f a t i h a ve z a m m - ı s u r e (Kuran' dan birkaç ayet) dinlenir. Rükû ve secde­ lerden sonra ikinci rekâta kalkılır Bu kez önce imam f a t i h a ve z a m m - ı s u r e y i okur; arkasından ilk rekâtta olduğu gibi üç de­ fa tekbir alınır; dördüncü bir tekbir ile rükûya gidilir, secdeler yapılır ve oturulur. T a h i y a t , s a t a v a t ve R a b b e n n a â t i n â duaları­ nın da okunm asından sonra sağa, sola selam verilir. Bunlardan sonra, imamın bayram ile ilgili bir hutbe vermesi sünnet­ tir. Bu hutbe ile namaz tamamlanır. • K a t o l i k b a y r a m l a r ı . Dinsel bayramlar ibadete ayrılmış günlerdir. Bu günlerde Tanrı'ya dua edilir (pazar günü) ya da d i e s n a t a l i s ' \ e m d e , yani ölüm yıldönüm le­ rinde İsa ile Meryem’in (Nativitas, Epiphania, Paskalya*, [İsa’nın] U ruç [u], [M er­ yem'in] Yükselme [si] ),ermişlerin (din şe­ hitlerinin ya da yaşamları pahasına inanç­ larını açıklayan hıristiyanların) yaşamların­ daki olaylar anılır. Bu bayramların bazıla­ rı belirli bir günde (Ermişler yortusu), bir­ çoğu da, günü yıllara göre değişen Pas­ kalya bayramına bağlı oldukları için, de­ ğişik günlerde kutlanır (d e ğ i ş k e n denilen bayramlar). [ -> TAKVİM.] M e c b u r i b a y r a m ­ l a r , dinlenmenin ve ayinde bulunmanın zo­ runlu olduğu bayramlardır. Bayramlar ara­ sında da, bayram ayinlerinde okunan ila­ hi ve nakaratların düzenlenişine göre ayı­ ran karmaşık bir aşamalı düzen vardır. • Y a h u d i b a y r a m l a r ı . Yahudi bayramların­ dan çoğunun adı Torah'da geçer. Bu bay­ ramlardan biri olan Purim, Esther'in kita­ bında belirtilmiş, öte yandan varlığı Talmud yazımında doğrulanan Hanuka bay­ ramıysa, yalnızca M akabiler kitabında sözkonusu edilmiştir. Am a bu kitap yahu­ di kanunu içinde yer almaz. Torah tarafından belirtilen bayramların ortak özellikleri vardır. Bayram olarak sap­ tanan günün akşamı başlayan bu bay­ ramlarda, çalışma kesinlikle yasaklanmış­ tır. Kudüs tapınağı yıkılmadan önce, bu tapınakta özel kurban törenleri de düzen­ leniyordu. Kurban töreninin anlatılmasının onun yerini tutacağı düşüncesiyle, bugün bu törenlerin yerini Torah okumaları almıştır. Bu bayramların üçünde, Kudüs’e bir hac ziyareti yapılıyordu. Bu ziyaret erkek­ ler için zorunluydu. Sözkonusu bayram ­ lar şunlardır: — P e s a h y a d a H a g h a M a ş o t (Hamursuz bayramı). Mısır’dan çıkışın anısını canlan­ dıran bu bayram sekiz gün sürer ve bu sürenin ilk iki günüyle son iki gününde çalışılmaz; — Ş a b u o t (Haftalar bayramı). Pesah'ın başlangıcından sonraki ellinci güne rast­ layan bu bayram iki gün (İsrail’deyse, Kut­ sal Kitap dönem indeki gibi, yalnızca bir gün) sürer. — S u k k o t (Kabanlar bayramı). Mısır’dan çıktıktan sonra çö lde ibraniler'e Tanrı ta­ rafından bağışlanan mucizevi himayenin anısını canlandıran bu bayram da sekiz gün (İsrail’de gene Kutsal Kitap’taki gibi, yedi gün) sürer. Öteki iki bayrama ise, “ Sıkı bayram lar" (Yamin Norayim) adı verilir. R o ş a ş a n a (yıl­ başı) ile Y o m K i p u r ( bağış günü) bayram ­ larıdır bunlar, ikisini ayıran on güne "ke ­ faret g ü n le ri" denir. Yom K ipur’un özelli­ ğini son derece sıkı bir oruç oluşturur. P u r i m ve H a n u k a bayramları; bu bay­ ramlara sonradan eklenmiştir. Esther kitabınca zorunlu kılınan P u r i m , yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalan İran Yahud ileri’nin kurtuluş anısını kutlar. H a n u k a (onarılan sunağın "açılışı") ise, Judas M accabaeus’un zaferini (İ.Ö. 164) ve kur­ tarılıp arındırılan tapınağın ibadete yeni­ den açılışını kutlar. Ayrıca her cumartesi günü hiç çalışma­



1427



dan geçirilen Ş abbat bayramıyla, her kameri ayın ilk günü ( R o ş H a d e ş ) tatil yapılm a da n kutlanan bayram ı b elirtm e k gerekir. 1948’den beri de, İsrail devletinin kuru­ luşu, her yıl Y o m h a A s m a u t (Bağımsızlık günü) bayramıyla kutlanmaktadır. • O r t o d o k s b a y r a m l a r ı . Bizans ayin usu­ lünde, yıl içindeki ayinler julius takvim ine göre düzenlenir (bununla birlikte bazı ki­ liseler XX. yy.’d a gregoryen takvim i yeğ­ ledi). Ayin düzeni yılı, birbirine eklenen ve birbirine karışan dört dönem içerir. Birin­ cisi, haftanın her bir gününü özel bir gi­ zemin, bir ermiş ya da bir ermişler g ru ­ bunun anısına bağlayan haftalık bir d ö ­ nemdir. İkincisi, Paskalya’dan sonraki ilk vpazardan başlayan 8 haftalık bir dönem ; üçüncüsü, 10’u Paskalya’dan önce, 8'i Paskalya’dan sonra gelen 18 haftayı içe­ ren yıllık bir değişken bayram lar (her yıl değişen günlerde kutlanan bayramlar) dönem i; dördüncüsü de 1 eylülde başla­ yıp 31 ağustpsta tam am lanan (ve her yıl aynı günlerde kutlanan) yıllık bir değişmez bayram lar dönemidir. — Ed. Bayramlar, divan şiirinde i y d i y e adı verilen kasidelerde türlü yönleriyle canlan­ dırılır: Bu şiirlerde bayram ziyaretleri, bay­ ram armağanları, dargınların barışması sözkonusu edilir. Bayram yerlerindeki eğ­ lenceler, güzellerin süslenip gezintiye çık­ ması anlatılır. Ramazan boyunca oruç tu­ tan ve içki içemeyenlerin bayram dolayı­ sıyla duydukları sevinç dile getirilir. Kur­ ban bayramı anlatılırken âşık sevgilisi yo­ lunda kurban edilm eye hazır olduğunu belirtir. Dinsel bayram lar dışında fetihler dolayısıyla düzenlenen şenlikler, nevruz tören ve eğlenceleri de bayram niteliğin­ dedir Sevgilinin güzelliği karşısında âşığın gönlü bayram da eğlenenlerle dolu p ta­ şan, hareketlenen bir kente benzetilir. — Folk. Tulumbacılar, bayram günlerinde yabanlık giysilerini giyer, bekçiden sonra çifte nakkare, klarnet, darbuka çalarak mahalleyi dolaşırlardı. Bahşiş, fener ya da b orunun içinde toplanırdı. Boruda topla­ nacaksa su fışkırtan uç tıkanır, para boru­ nun hortum geçen ağzından atılırdı. Top­ lanan bah şiş d a h a sonra ko ğu şta paylaştırılırdı. — Huk. Yasaya göre C um huriyet’in ilan edildiği 29 ekim ulusal bayram günüdür. Devlet adına yalnız o gün tören yapılır. Bayram, 28 ekim günü, saat on üçte baş­ lar. Resmi bayram günleri şunlardır: 1) 23 nisan günü Ulusal egem enlik ve çocuk bayramı; 2) 19 mayıs g ünü A tatürk'ü an­ m a ve G ençlik ve spor bayramı; 3) 30 ağustos günü Zafer bayramı. Yasaya gö-



bayram yeri Murat III sumamesi



bayram 1428



re, dini bayram günleri de şunlardır: 1) Ra­ mazan bayramı, arife günü saat on üçte başlar ve üç b uçu k gün sürer; 2) Kurban bayramı, arife günü saat on üçte başlar ve dört b uçu k gün sürer. 1 ocak günü yıl­ başı tatilidir. Resmi ve dini bayram günle­ riyle yılbaşı günü, genel tatil günleridir. Ulusal bayram ve genel tatil günlerinde resmi daire ve kuruluşlar tatil edilir. 29 ekim günü özel işyerlerinin de kapanm a­ sı zorunludur. Ancak, işin niteliğinden dolayı bazı işyerlerinin çalışmasına izin ve­ rilebilir. iş k. kapsamına giren işyerlerindeki işçilere, ulusal bayram ve genel tatil günlerinde, çalışmazlarsa o günlerin üc­ reti tam olarak, tatil yapmayıp çalışırlarsa bir kat fazlasıyla ödenir (iş k. md. 42). — Kur. tar. B a y r a m a l a y ı , padişahın bay­ ramlaşmasından (muayede) sonra başlar­ dı. Padişah, babüssaade önünde kuru­ lan tahta oturur, kutlamaları kabul ettikten sonra hareme geçer, giysilerini değiştirip dışarı çıkardı. Büyük im rahorun çektiği, eyeri mücevherlerle süslenmiş atına biner çevresinde yer alan üzengi ağalarıyla bir­ likte orta kapıya doğ ru ilerlerdi. Padişah orta kapıdan çıkana kadar çevresindeki­ ler, silahtar ve çu ha d a r dışında, yaya yü­ rürlerdi. Orta kapının dışında sadrazam ve kapıağası da alaya katılır, çavuşlar alkış tu­ tar ve sol yanda bulunan sadrazam, hün­ kârı selamladıktan sonra padişahın ye­ dekte götürülen atlarının en önündekine binerek yerini alırdı. Alay genel olarak Sul­ tanahm et ya da Ayasofya cam isine yolla­ nırdı. Hazinedarbaşı hünkâr m ahfilinde padişahın namaz kılacağı yeri hazırlar, seccadesini yayar, buhur yakardı. Cami girişinde padişahın çizmeleri çekilir, yeri­ ne pabuç giydirilirdi. Çavuşlar alkış tutar­ ken padişahı karşılayan sadrazam, yer öper ve koltuğuna girerek onu seccade­ sine kadar götürürdü. Namazdan sonra dönüşte de tören yinelenir ve orta kapıya kadar padişaha eşlik eden sadrazam, orada onu selamlayıp kubbealtına gider, yem eğin ardı sıra d a Paşa kapısı'na d ö ­ nerdi. Bu bayram alaylarına İstanbul hal­ kı büyük ilgi gösterirdi.



BAYRAM



A L İ) Türkm enistan'da kent. Merv kentinin doğusunda, 32 000 nüf. Doğal gaz. BAYRAM ALİ HAN, (öl. 1786), Merv emiri (1782-1786). İran'da egem enlik kur­ muş olan tü rk Kaçar hanedanının izzettinli kolu üyesi. Kaçarlar arasında cesaret ve yiğitliğiyle ün saldıktan sonra Merv emiri oldu (1782). Buhara emiri Murat BT' ye karşı giriştiği savaşta öldü. Oğlu M u­ ham m et Kerim, M erv emiri olarak yerini aldı. Eski Merv yıkıntıları ve bu kentin g ü ­ neyindeki küçük bir kale onun adıyla anılır. BAYRAM BİN DERVİŞ ŞİR , tü rk tez h ip sanatçısı (? - İstanbul 1558). Kanuni Sultan Süleyman döneminde, sarayda ay­ lıklı çalışan sanatçı-ve zenaatçıların ücret­ lerinin yazıldığı ehli hiref defterlerinde adı­ na rastlanır (1526, 1545, 1557, 1558). Üs­ lubu, kullandığı renkler ve motifler XVI. yy. klasik osmanlı sanatının özelliklerini yan­ sıtır. Topkapı sarayı müzesi kütüphane­ sinde korunan, Kanuni Sultan Süleyman için hazırlanmış 1523 tarihli bir Kuran’ın tezhipleri onundur. BAYRAM HAN, türkm en beyi (öl. 1561): Baharlu aşireti reisi. H indistan’da Hüm ayun’un hizmetine girdi. H üm ayun’ un ölüm ü üzerine (1556) bu hüküm darın on üç yaşındaki oğlu Ekber Şah'ı tahta çı­ kararak onun adına devleti yönetme işini sürdürdü. Ekber Şah’ın teyzesinin kızı Se­ lime Begüm ile evlenerek gücünün doru­ ğ una erişmesine karşın (1557) kendisini çekemeyenlerin kışkırtmaları sonucu g ö ­ revden alınacağını anlayınca, hacca git­ m ek için izin istedi. Mekke’ye giderken yolda öldürüldü (1561).



BAYRAM HOCA, Karakoyunlu devle­ tinin. kurucusu olan Kara M ehm et’in ba­ bası (öl. 1380). Türkmen beyi Hüseyin’i öl­



dürerek Türkmenler'i yönetimi altında top­ ladı (1351). Ancak, M ardin’de yenildiği Celayirli sultanı Üveys'in egem enliğini ta­ nımak zorunda kaldı. Üveys’in ölüm ün­ den sonra M usul'u ve batı İran’da bazı önemli kaleleri ele geçirdi (1374). Celayirliler’in Erciş yenilgileri üzerine oğlu Kara M ehm et bu devletin egem enliğinden ke­ sin olarak ayrılınca (1377), yaşamının son üç yılını bir kenarda unutulm uş olarak geçirdi.



BAYRAM PAŞA, türk sadrazam (İstan­ bul ? - Birecik, Urfa, 1638). Yeniçeri ocağ f nda yetişti. Yeniçeri ağası oldu (1623); ay­ nı yıl Ahm et l'in kızı Hanzade ile evlendi, vezirlikle Mısır valiliğine atandı (1625). Dö­ nüşünde kubbealtı veziri oldu;ikinci vezir­ liğe yükseldi; Murat IV’ün güveniyle bir­ likte büyük güç kazandı. Kendisi için bir hicviye yazan şair N ef'i’yi padişahın izniy­ le öldürttü; sadaret kaymakamlığı sırasın­ da Murat IV’ün emri üzerine şehzade Ba­ yezit ile Süleyman’ ı boğdurttu (1635). Az­ ledilen Tabanıyassı M ehm et Paşa’nın ye­ rine sadrazamlığa getirildi (1637). Murat IV'ün Bağdat seferine katıldı; bu sefer sı­ rasında hastalanarak öldü. Bazı kentler­ de ve İstanbul'da birçok cami, okul, sebil yaptırdı. İstanbul’da onun adıyla anılan bir semt vardır.



sırasıyla Kırım hanoğulları, şehzade ho­ caları, nakibüleşraf, üzengi ağaları, kapıcıbaşılar, mirahurlar, çaşnigir ağaları, ulufeli müteferrikalar, hekimbaşı, m ehterba­ şı, hazinedarbaşı gibi sarayla ilgili görev­ liler izlerdi. Daha sonra sadrazam, kub­ be vezirleri, kazaskerler, kaptan paşa, Ru­ meli ve Anadolu beylerbeyi hünkârın bay­ ramını tebrik ederlerdi. Padişah bunlara da ayağa kalkardı. Hüküm et erkânı bittik­ ten sonra, sıra ulem a sınıfına gelirdi. Bun­ ların arasında yalnız şeyhülislam el ya da etek öpmez, eğilm ekle yetinirdi. Tören sı­ rasında mehter takımı aralıksız çalar, to p ­ lar atılırdı. Teşrifatçının tebrikiyle tören so­ na erince, padişah ayağa kalkar, alkış tu­ tulur, sağ koltuğuna sadrazamı, sol koltu­ ğuna darüssaade ağasını alarak bayram namazı için elbise değiştirm ek üzere içe­ ri girerdi. Nam azdan sonra divanı hüm a­ yunda, bayram şöleni verilir, yem eğin ar­ dından herkes evine dağılırdı.



BAYRAMLAŞMAK gçz. f. Karşılıklı ola­ rak birbirinin, b irb irle rinin kutlamak.



bayramını



BAYRAMLIK sıf. ve a. 1. Bayram için alınan, bayram a özgü şey için kullanılır: B a y r a m lı k açm ak,



e lb is e .



—2.



B a y r a m lı k a ğ z ın ı



kaba saba konuşmak, küfretmek



(arg.).



BAYRAM VELİ -> HACI BAYRAM VELİ. BAYRAMİÇ, M armara bölgesinde







Çanakkale iline bağlı ilçe; 31 949 nüf. (1990); 1 275 km2; 2 bucak, 73 köy. Merkezi, Çanakkale'nin 99 km. G-G.D.'sundaki B a y r a m iç , 10156 nüf. (1990). M eyvecilik, bağcılık, zeytincilik.



ve siyaset adamı (Ankara 1883 - a y . y . 1944). Hacı Bayram Veli tekkesi ve tür­ besi postnişini Hacı Mehmet Tayyip’in oğ­ lu. M edrese eğitimi gördü, bayram iye ta­ rikatının Ankara’daki Hacı Bayram tekkesi’ııe, babasının yerine postnişin oldu. An­ kara vilayet daimi encüm en üyesi seçil­ di. Mustafa Kemal Paşa başkanlığındaki Heyeti tem siliye A nkara'ya geldiğinde, Kuvayı m illiye’ye yardım etti. İstanbul Os­ manlI meclisi mebusanı'nın dağıtılmasın­ dan sonra Ankara'da toplanan ilk TB M M ’ ye Ankara milletvekili seçildi (1920-1923). Tekke ve zaviyelerin kapatılmasından sonra siyasal yaşam dan çekildi.



BAYRAMİLİK, XV. yy.'da Hacı Bayram Veli tarafından Ankara’da kurulan tarikat. N akşibendilikle halvetiliğin birleşm esin­ den türediği söylenirse de, gerçekte safaviyye tarikatının A n a do lu ’daki kolların­ dan biridir. Vahdeti vücut (varlıkbirliği) an­ layışını izlediği gibi melamilik yapısı da ta­ şıdı. Bayramiliğin başlıca özelliği, ilm'el -yakîyn.ayn'el-yakîyn ve hakk'el-yakîyn adı verilen varlıkbirliği aşamaları oldu. Hacı Bayram bu aşamaları yalın bir türkçeyle ''bilm ek, bulmak, o lm a k" diye adlandır­ dı. inanca göre, bu tarikata giren, ön­ ce bütün edimlerin kaynağının Tanrı oldu­ ğunu öğrenerek (tevhıd-i ef'al) her şeyin Tanrı olduğunu anlayacak (tevhid-i sıfat) ve s o n u n d a Tanrı'sıyla birle şece ktir (tevhid-i zat). Zikir denilen, Tanrı'nın ad ve sıfatlarını yineleme işlemi, gözler yumulup nefes tutularak yapılır. "Lailaheillallah"ın anlamı düşünülür, Tanrı’dan başka her şey gönülden çıkarılır. Tanrı'yı yürekte bulm ak ve onunla birleşm ek amaçtır. Buna "gönüle varm ak" denir. Bayramilerin taçları, altı terekli (dilimli) ak çuhadandır. Tacın kubbesinde (tepesinde), birbiri içinde üç daire vardır. "G ü l" adı verilen bu daire­ ler, "te v h id ” in üç derecesini gösterir. Ha­ cı Bayram'ın ölüm ünden sonra tarikat üç kola ayrıldı. Bayrami şeyhlerinden Bursalı Ömer (Emir) Dede tarafından melamiyye-i bayramiyye kolu türetildi. A k Şem seddin bayramiyye-i şemsiyye, Aziz Mahmut Hüdai ise celvetiyye kollarını kurdular. Bayramiyye-i şemsiyye kolundan İbrahim Tennuri’nin kurduğu tennuriyye ve Him ­ m et Efendi’ nin kurduğu him m etiyye kolu çıktı. Tennuriyye kolundan da Saruhanlı ilyas'ın kurduğu iseviyye kolu türedi. BAYRAMLAŞMA a. 1. Bayramlaşmak eylemi.— 2. Dinsel bayramlarda düzenle­ nen toplu kutlama: B a y r a m l a ş m a s a a t 9 'd a



d e r n e k t e y a p ıla c a k tır .



—ANSİKL. Osmanlı sarayında ramazan ye kurban bayram larında yapılan tören. Ö nceden hazırlanan program ve sıraya göre yapılırdı. Padişahlar, babüssaade önünde kurulan tahta yaklaşınca, saray çavuşları alkış tutarak hüküm darın geldi­ ğini bildirirler, hünkâr da gelip tahtına otu­ rur ve bayram tebriklerini kabul etmeye başlardı. Padişahın hocası el öperken al­ kış tutulduğu sırada, hüküm dar da say­ gısını belirtm ek için ayağa kalkardı. Onu,



a. Bayram hediyesi.



BAYRAMOâLU (Şemsettin), tü rk din



BAYRAMOâLU (Fuat), türk devlet ada­ mı, şair ve yazar (Ankara 1912). İstanbul’ da Mülkiye m ektebi'ni (1931), Belçika’da Liege Üniversitesi siyasal bilim ler okulu’ nu bitirdi (1939).-Kıbrıs, Oslo, Tahran, Ro­ ma, Brüksel ve Moskova’da elçilik,büyük­ elçilik yaptı (1939-1967). C um hurbaş­ kanlığı genel sekreterliği görevinden emekli oldu (1975). Bektaşîlikle ve cam sa­ natıyla ilgili yayınlarıyla tanındı. Başlıca ya­ pıtları: F u a t B a y r a m o ğ l u ’n u n r u b a i l e r i (1976), T ü r k c a m s a n a t ı v e B e y k o z i ş l e r i (1974), H a c ı B a y r a m V e l i (1981) vb.



BAYRAMOâLU (Saadet), tü rk zoolog (İstanbul 1914). Münih Üniversitesi’nde bi­ yoloji öğrenim i ve doktora yaptı (1938). Dönüşünde İstanbul Üniversitesi zooloji enstitüsü’ne asistan olarak atandı (1939). T ü r k i y e k u ş l a r ı adlı kitabı yazdı (1945). Mikrobiyoloji enstitüsü'nde çalışmalarını sürdürdü. Çeşitli ülkelerde yapılan ulus­ lararası zooloji kongrelerine katıldı. Bilim­ sel araştırmaları dergilerde yayınlandı. 1965’te profesör; 1982'de emekli oldu. BAYRAMÖREN, iç Anadolu bölge­ sinde, Çankırı iline bağlı ilçe; 7 310 nüf. (1990); 27 köy. Merkezi, Çankırı’nın 51,5 km K.-B.'sında B a y r a m ö r e n ; 2 042 nüf. (1990). BAYRAMPAŞA, Bayburt ilinde Demirözü ilçesi, merkez bucağında köy; 182 nüf. (1990). Köyün batısındaki Evcikler Tepesi höyüğü, ilktunççağatarihlenir. BAYRAMPAŞA, esk Sağm alcılar, İs­ tanbul’da sur dışında semt ve ilçe; 212 570 nüf. (1990). Genelde balkan göç­ menlerinin yerleştiği, en yoğun gecekon­ du bölgelerindendir. Madeni eşya imalat sanayisi. Tekstil. Trikotaj. Büyük cezaevi. Bayrampaşa kebabı, kuzunun kol kısmından kuşbaşı doğranmış, kemiksiz et ve enginarla yapılan bir kebap. (Kuş-



Baysungur bin Yakup başı, tencere kebabı olarak pişirildikten sonra, temizlenip ortası oyulmuş enginar­ lar içine doldurulur ve fırınlanır.)



BAYRAN -»BAVİYAN. BAYREUTH, Alm anya’nın



Bavyera eyaletinde kent, Franken'de; 69 200 rfüf. Main vadisinde Franken jurasıyla çevrili olan kent, bir bölgesel ticaret ve sanayi merkezidir. Üniversite. Eski, özellikle de XVIII. yy.’dan kalma barok üslubunda anıt­ lar. Joseph de Saint-Pierre ve G. Galli -Bibiena’nın yaptıkları markgraflık operası (1744-1748), Yeni şato (müze) ve yakının­ d a Eremitage bütünü (şatolar ve park). • TARİH. XII. yy.'da bir prenslik merkezi olan Bayreuth, XIII. yy.'da Hohenzollern' in yönetim ine girdi, XVIII. yy.'da Ansbach sülalesine bağlandı;1791 ’deyse Prusya'ya bırakıldı. 1807’de Bayreuth'ü ele geçiren Napoleon 1810’da kenti Bavyera’ya verdi. • M ÜZİK. Daha ilk m arkgraflar dönem in­ den başlayarak, Bayreuth’de müziğe bü­ yük önem verildi. XVI. yy.’da kentin bir be­ lediye orkestrası vardı. Schütz, Scheidt, Praetorius bu orkestrada görev aldılar. 1661'den başlayarak, kentte peş peşe operalar sahneye kondu. Büyük Friedrich'in kızkardeşi prenses W ilhelmina d ö ­ neminde, Bayreuth'te sanat ve müzik özel­ likle gelişti. Yüz yıl kadar süren silik bir dö­ nem den sonra, VVagner sayesinde müzik yaşamı yeniden canlandı; bestecinin ya­ pıtlarının sahnelenmesi için tasarlanan ve yapımına 22 mayıs 1872'de başlanan fes­ tivaller tiyatrosu, 13 ağustos 1876’da N i b e l u n g e n y ü z ü ğ ü ile açıldı. 1882’deP ars i f a l burada büyük bir başarıyla sahnelen­ di. Festivaller o tarihten sonra birkaç ke­ sinti dışında belli aralıklarla birbirini izledi. Tiyatronun, hepsi de tam sahneye ba­ kan 1 500 koltuğu vardır; seyircilere g ö ­ rünmeyen orkestra, sahnenin altında d e ­ rinlemesine uzanan b ir çukurda yer alır. 1951'de yeniden açılan tiyatroda ışık, es­ ki yapay dekoru ikinci plana itmiştir. Kent, VVagner ile ilgili anılar bakım ından çok zengindir (VVahnfried, VVagner müzesi, Liszt ve Siegfried VVagner'in mezarları). Ozan Jean-Paul Richter de Bayreuth'te g ö m ü lü d ü r.



BAYREUTH (VVİlhelmina Friederike Sophie v o n H o h e n z o lle r n ,— m a r k g r a t ı ) [1709-1758], Prusya kralı Friedrich H'nin kız kardeşi. Aydın bir kişiydi; Bayreuth’un kültürel yaşamının zenginleşmesine kat­ kıda bulundu. BAYRI sıf. Başlangıcı bilinmeyen, çok es­ kiden beri var olan; kadim.



BAYRI (M ehm et Halit), türk halkbilimci (İstanbul 1896 - ay.y. 1958). Darülfünun' un edebiyat bölüm ünü bitirdi. Yedek su­ bay olarak Çanakkale savaşları’na katıldı. Savaş bitince İstanbul’a döndü, Âyan m eclisi’ ne kâtip olarak girdi (1918). İsmail H akkı’nın (Ertaylan) çıkardığı Düşünce (1922) ve Hilmi Ziya’ nın (Ülken) çıkardığı Anadolu m ecm uası’nın (1924-1925) yazı işleri m üdürlüğünü yaptı. Cum huriyetin ilanından sonra İstanbul Belediyesi şehir meclisi bürosu’nda görev aldı (1925). A n ­ kara’d a Türk halk bilgisi dern e ğ i’nin ku­ rulmasına önderlik etti (1927). D erneğin İstanbul şubesini açarak genel sekreter­ lik görevini üstlendi (1928). Türk halk bil­ gisi d erneği'nin yayın organı olan Türk halk bilgisi haberleri dergisinin yayımını, uzun yıllar sürdürdü (1929-1942). Eminönü Halkevi dil ve edebiyat şubesi başka­ nı oldu (1936-1941), yayın organı Yeni türk dergisini yönetti. Belediyenin çeşıTISbö-. lümlerinde sürdürdüğü görevinden emek­ li oldu (1953). Bir süre Remzi kitabevi’nde çalıştıktan sonra Çocuk esirgeme kurumu il m ü dü rlü ğü ’nde görev aldı ve ölümüne değin bu görevi sürdürdü. Yaptığı araş­ tırmalar ve incelemelerle birçok halkbilim ürününü ortaya çıkardı, hakkında araştır­ m a yapılmamış halk ozanlarını tanıttı, Türkiye’de halkbilim çalışmalarının sistemli ve yaygın bir hale gelm esinde önemli rol oynadı. Başlıca yapıtları: M a z i d e n b i r y a p ­



(1919); M a n i l e r (1932); B a l I k e s i r l i b i r (1934); İ s t a n b u l a r g o s u v e h a l k t a b i r ­ (1934); H a l k ş a i r l e r i h a k k ı n d a k ü ç ü k n o t l a r (1937); H a l k â d e t l e r i v e h a l k i n a n ­ m a l a r ı (1939); İ s t a n b u l f o l k l o r u (1947); H a l k ş i i r i X I X y y (1956); H a l k ş i i r i , X X . y y . (1957); Â ş ı k C e v h e r i (1958); Â ş ı k V i r a n î (1959); Y e r a d l a r ı y e y e r a d l a r ı n a b a ğ l ı f o l k l o r b i l g i l e r i y l e İ s t a n b u l (1964). ra k



ş a ir le r i



B a y r İSCHERWALD



- b a y e ris c h e r



w a ld . B A Y R İS C H Z E L L , Federal Almanya'da kış sporları merkezi (yüksl. 800 -1 000 m). Münih’in G.-D.’sunda, Avusturya sınırı ya­ kınında.



BAYSAL (Kemal), görüntü yönetmeni, stüdyo sahibi (Prizren, Yugoslavya 1920). 1943’te Alm anya’da Kunst und werk fo­ toğraf o kulu’ nu bitirdi. A B D ’ye giderek The school of m odern photography’ye devam etti. Bir süre foto m uhabiri olarak çalıştı. 1946'da G ü n a h s ı z l a r filmiyle kameramanlığa başladı. F a t o (1950), P a r m a k ­ s ı z S a l i h (1951) gibi film lerin görüntü yö­ netmenliğini yaptı. Daha sonra kendi adını taşıyan renkli film laboratuvarını kurdu. Baysal, Türkiye'de çağdaş fotoğraf ve gö­ rüntü sanatının ilk öncülerinden biridir.



yat fakültesi tarih dergisi ni kurdu (1947); Türkiyat enstitüsü ve İslam ansiklopedisi'nde murahhas m üdür olarak görev yaptı (1950-1951). Başlıca yapıtları: C e m s u l t a n , h a y a t ı ve ş i i r l e r i (1946); T i r y a k i H a ­ ş a n P a ş a v e K a n i j e s a v a ş ı (1950); C e v d e t P a ş a ' n ı n t e z a k i r ' i (4 cilt; 1953-1967).



BAYSUNGUR (Gıyasettin), Timurlu şeh­ zade (Herat 1397 - a y . y . 1433). Tim ur’un torunu, Şahruh'un oğlu. Genç yaşında devlet işleriyle uğraşmaya başladı; Tus, Nişapur, Esterabad illerinin genel valiliğine atandı (1414). 1417’de babasının yanında "Divan-i Âli-yi E m îrî'ye girdi ve veliaht sa­ yıldı. Büyük kardeşi Uluğ Bey’in matem a­ tik ve astronomideki ününe karşılık büyük bir hattat ve sanatların koruyucusu olarak tanındı. Herat'taki özel kütüphanesini bir sanat merkezi durum una getirdi; burada dönem in en seçkin hattat, minyatürcü, tezhipçi, çiftçilerinden kırk kadarını kendi yönetiminde çalıştırdı. Firdevsi'nin $ e h n a m e ’sinin bir tü r eleştirili nüshasını hazırlat­ tı. Tim ur’un tarihçisi Hafız E brû’ya, Reşidettin'in C a m i ü t - t e v â r î h " ı n i tam am latm ak üzere türk-m oğol ve dünya tarihini konu edinen Z ü b d e t ü t - t e v â r î h - i B a y s u n g u r î adlı tarihi yazdırdı.



1429



Bayreuth 1872-1876 arasında tiyatrosu (ya da Festivaller



BAYSAL (Faik), tü rk yazar (İstanbul 1920). Saint Joseph lisesi’nden sonra İs­ tanbul Üniversitesi edebiyat fakültesi fransız filolojisi b ö lü m ü ’nde öğrenim gördü. Fransızca öğretmenliği, çevirmenlik, ga­ zetecilik, ansiklopedi yazarlığı yaptı. Köy ve kasaba çevresini (Adapazarı ve yöre­ si), İstanbul’un kenar semtlerini, yoksul in­ sanların yaşamını konu edinen gerçekçi hikâyeler (P e r ş e m b e a d a s ı [1955], S a n c ı m e y d a n ı [1986] - Sait Faik hikâye ödülü-), romanlar (S a r d u v a n [1944], R e z i l d ü n y a [1955] vd.) yazdı.



BAYSAL (Bahattin), türk kimyacı (Kirşe hir 1922). İstanbul Üniversitesi fen fakül­ tesi fizik-kimya bölüm ü'nü bitirdi (1945). Aynı yıl Ankara Üniversitesi fen fakültesi fiziko-kimya enstitüsü’nde asistan olarak çalışmaya başladı ve 1949’da fen dokto­ ru oldu. 1950-1952 yılları arasında A B D ’ de Brooklyn Politeknik enstitüsü'nde ve Princeton Üniversitesi’nde polim er kimya­ sı üzerinde çalıştı. Ankara Üniversitesi fen fakültesi'nde doçent oldu (1952). 195 / -1958 yıllarında A B D ’de Massachusetts teknoloji enstitüsü’nde, 1958-1959 yılların­ da Brookhaven ulusal laboratuvarı’ nda ça­ lıştı. O rtadoğu teknik üniversitesi ne pro­ fesör atandı (1960). A B D ’de Dartmauth College'de çalıştı (1964-1965). Yeniden Or­ tadoğu teknik üniversitesi kimya profesörlüğü'ne getirildi (1966). Polimer kimyası alanındaki çalışmaları nedeniyle TÜBİTAK bilim ödü lü 'nü aldı (1968). BAYSAL (Jale), tü rk kütüphaneci (Kay­ seri 1926). İstanbul Üniversitesi edebiyat fakültesi türkoloji bölüm ü'nü bitirdi. Aynı fakültenin kütüphanecilik bölüm ünde pro­ fesör oldu (1972). Bölüm başkanı ve ö ğ ­ retim üyesi olarak çalışmalarını sürdürü­ yor. UNESCO Türkiye milli komisyonu kü­ tüphanecilik, dokümantasyon ve arşiv ko­ mitesi üyesi. Devlet tiyatroları, opera ve balesi çalışanları vakfı’nın (TOBAV) açtığı oyun yarışmasında C e n n e t l i k İ b r a h i m E f e n d i (İbrahim Müteferrika) adlı yapıtıy­ la birincilik ödülü aldı (1986). Başlıca ya­ pıtları: M ü t e f e r r i k a ' d a n B i r i n c i M e ş r u t i ­ y e t 'e k a d a r O s m a n lı T ü r k le r i'n in b a s t ı k la r ı k ita p la r



(1968);



İs ta n b u l b ilim s e l v e te k n ik



s ü r e li y a y ı n la r t o p lu k a t a lo ğ u m i d a ir e yo n



(1971);



R es­



k ü t ü p h a n e le r i v e d o k ü m a n t a s ­



m e r k e z le r i



(1972);



K ü t ü p h a n e c ilik



a l a n ı n d a y e n i k a v r a m la r , a r a ç la r , y ö n t e m ­ le r



(1982).



BAYSUN (M ehm et Cavit), türk tarihçi, öğretim üyesi (İstanbul 1899 - a y . y . 1968). H ukuk fakültesi'ni bitirdi (1926). İstanbul Üniversitesi edebiyat fakültesi tarih bölüm ü 'ne asistan atandı (1937). Doçent (1939), profesör (1946) ve yeniçağ tarihi ordinaryüs profesörü (1960) oldu: Edebi­



BAYSUNGUR BİN M AHM U T (1478 -1499), Timurlular hükümdarı (1495-1496). Babasının hüküm darlığı sırasında Buha­ ra emiriydi. Babasının ölüm ü üzerine (1495) S em erkand'da tahta çıktıysa da er­ tesi yıl kardeşi sultan Ali tarafından taht­ tan indirildi. Bunun üzerine H isar’a gide­ rek Beg Hüsrev Şah'ın yardımıyla karde­ şi M esut’un ülkesini ele geçirdi am a Beg Hüsrev Şah'ın ihanetine uğrayarak ö ld ü ­ rüldü. Adili takm a adıyla yazdığı farsça şi­ irlerle ün yapmıştı. BAYSUNGUR BİN YAKUP (Tebriz 1481 - ? 1493), akkoyunlu hüküm darı (1490-1492). Babası Yakup Bey'in ölüm ü üzerine Sufi Halil Bey tarafından hüküm ­ dar ilan edildi. Kısa süren hüküm darlık dönem i, Sufi Halil Bey'in, daha sonra da Süleyman Bey'in egem enliği altında ve iç karışıklıklarla geçti. Bir bölüm akkoyunlu beylerinin sultan ilan ettiği şehzade Rüstem Mirza’ nın önünde tutunamayacağını anlayınca kardeşleri Haşan ve Murat ile birlikte annelerinin babası Şirvanşah Ferruh Yesar'ın yanına sığındı. Rüstem’in üzerine gönderdiği kuvvetleri püskürttü; Aras'ın kuzeyindeki Arran bölgesi kendi­ sinde kalmak üzere onunla bir antlaşma yaptı. Daha sonra Tebriz üzerine yürüdüyse de Rüstemin kuvvetlerine G ence ile Berdea arasında yenilerek ya savaş ala­ nında ya da yakalanarak götürüldüğü



Richard Wagner tiyatrosu salonunda orkestra'nın boyuna kesiti (Lavignac’ın Voyage artistişue i Bayreuth adlı yapıtından



B aysungur bin Yakup Tebriz yakınındaki Sehend yaylasında öl­ dürüldü.



1430



Baysungur cam isi, Elazığ'ın Eski Per­ tek kasabasında, Osmanlı dönem inden cam i. Keban barajı suları altında kalan b ölgede bulunan yapı, Ortadoğu teknik üniversitesi ve Vakıflar genel m üdürlüğü' nün ortak çalışmalarıyla sökülerek Yeni Pertek’e taşındı (1971). H arput m üzesi’ndeki yazıtına göre 1572’de yaptırılan ca­ mi, özenli taş işçiliği ve planıyla, gene Eski Pertek'ten Yeni Pertek’e taşınan Çelebi Ali camisi ile benzerlikler gösterir. Kare plan­ lı, tek kubbeli, önünde üç kubbeli son ce­ maat yeri bulunan yapıda dikkati çeken öğelerden biri, iki re nkli taştan yapılmış minaresidir. Taçkapısı, m ihrap ve m inbe­ rinde bezeme yoğunlaşmakta, osmanlı mimarlığının XVI. yy. özelliklerini yansıt­ maktadır. BAYT a. (ing.



b y t e . ) Bilş. Bir bilgisayar­ da bölünm ez bir birim biçim inde belleğe aktarılan, iletilen ya da işlenen bitişik bit­ ler kümesi.*(Bir bayt çoğunlukla bir söz­ cükten daha küçüktür ve 6 ya d a 8 bitten oluşur. G enelde b ir bayt, bir karakterin kodlanmasına karşılık gelir.) [ -» ÇO K LU



BİT*.]



BAYTAR a.



(ar.



b a y ta r) .



VETERİNER'in



e şa n la m lıs ı.



BAYTARA ya d a BAYTARE a (ar b a y ta ra ). E s k .



Baytarlık, veterinerlik.



BAYTARE - BAYTARA. BAYTARI, BAYTARI YE a (ar



BAYTARİYE



-



BAYTARLIK



a. VETERİNERLİK’in e ş a n ­



BAYTARİ.



BAYTURSUNOâLU (Ahmet), kazak -kırğız şair, dilcifTurgay, Kırgızistan, 1873 - ? 1937). O renburg Rus öğretm en okulu ’nu bitirdi (1895), öğretm enlik yaptı. O re n b urg ’da kazak liberal ve milliyetçile­ riyle birlikte Kazak gazetesini çıkardı (1913-1918). 1917 devrimi sırasında, Oren­ b u rg ’da Milli Kırgız "Alaş O rda” hükümeti’ ni kuran Kırgız partisi "A laş" ın liderlerin­ den biri oldu. Kırgız Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’nin eğitim komiserliğine getirildi (1922-1924). 1937’de Sovyet siyasi polisi tarafından öldürüldü. Şairliği yanı sıra, ka­ zak dili ve tarihi üzerine çalışmalar yaptı. Kazak lehçesinin gram erini ve yazım ku­ rallarını saptadı. T i l k u r a l adlı bir dilbilgisi kitabı yayımladı (1914). K o l b a h a n , K a r a ­ g ö z , K a r a k o n g i r , K ö r o ğ l u gibi halk ede­ biyatı ürünlerini derledi. Bilimsel ve ede­ bi yapıtları K a z a k i s t a n ' ı ö ğ r e n m e d e r n e ğ i ' n in 3. cildinde toplandı. b a ju k ,



küçük ırmak’tan).Louisiana ve aşağı Mississippi bölgesinde çeşitli su örtülerini, ır­ m ak ya da göllerin terk edilm iş bir bük­ lüm içinde yer alan ikincil kollarını belir­ ten terim.



■BAYUR (Yusuf Hikmet), türk tarihçi ve si­



lam lısı. na­



Atlar hakkında genel bilgiler ile at hastalıkları ve tedavilerinin anlatıldığı kitap. F e r e s n â m e de denir Baytarnameler, Tanrı'ya şükür ile başlar; iyi bir atın nasıl ol­ ması gerektiği, at satın alırken dikkat edi­ lecek noktalar, atın bakımı, eğitilmesi, uğurlu ve uğursuz sayılan atlar, kısrakla­ rın yavrulaması, sağlıklarının korunması gibi bilgiler verildikten sonra at hastalık­ ları ve ilaçlar anlatılır.



m e ).



BAYTOP (Asuman), türk eczacı (İstanbul 1920). İstanbul Üniversitesi fen fakültesi eczacılık o kulu’nu bitirdi (1943). ilk kez bulduğu bilinmeyen bir bitki türüne adı ve­ rildi: C r o c u s a s u m a n i a e (1979). İsviçre’de farmakognozi konusunda doktora yaptı (1947-1949). Yurda dönünce İstanbul Üni­ versitesi tıp fakültesi eczacılık okulu farma­ kognozi kürsüsü'ne girdi. 1952'de do­ çent, 1963'te profesör oldu. Türkiye’nin tıbbi ve su bitkileri üzerinde araştırmalar yaptı. Başlıca yapıtları: B i t k i s e l d r o g l a r ı n a n a t o m i k y a p ı s ı (1959), F a r m a s o t i k b o t a ­ n i k (1967), T ı b b i b i t k i l e r a t l a s ı (1978).



Faruk Bayülkem



BAYTOWN, ABD de (Texas) kent, Galveston koyu kıyısında; 44 000 nüf. Petrol rafinerisi. Yapay kauçuk üretimi. Kömür sı­ vılaştırma.



BAYU a. (Choctavvlar’ın dilinde



b a y t a r ve fars. -/"den b a y t a r ı , dişi, b a y t a r i y y e ) . E s k . Baytarlık, veterinerlik. ♦ sıf. Baytarlığa ait, baytarlıkla ilgili.



BAY1ARNAME a. (ar. b a y t a r v e fars.



gesi bitkilerini araştırma teşkilatı) tarafın­ dan Akdeniz bitkileri hakkında yazılmış son üç yılın en başarılı kitaplarından biri kabul edildi. OPTİMA güm üş madalyası ile ödüllendirildi. Başlıca yapıtları: T ü r k i ­ y e 'n in t ıb b î v e z e h ir li b itk ile r i (1963), T ü r k i y e ' d e b i t k i l e r i l e t e d a v i (1984), T ü r k e c z a c ı l ı k t a r i h i (1985).



BAYTOP (Turhan), türk eczacı ve far­ makolog (İstanbul 1920). Eczacılık fakül­ tesi’ni bitirdi (1945). Paris Eczacılık fakültesi'nde farmakognozi laboratuvarında çalıştı. Eczacılık okulu farmakognozi kürsüsü’nde profesör oldu (1962). Halk he­ kim liğinde kullanılan bitkiler üzerine yap­ tığı araştırmalarla tanındı. Türkiye'de yap­ tığı araştırma gezilerinde bilinmeyen bit­ ki türleri buldu. Bunların bir kısmına ken­ di adı verilerek botanik literatürüne geçti: A lliu m b a y to p io r u m (1983), A s t r a g a l u s b a y t o p i a n u s (1983), C r o c u s b a y t o p i o r u m (1974), G a l i u m b a y t o p i a n u m (1979), G y p s o p h i l a b a y t o p i o r u m (1983),N epefa b a y t o p i i (1980). Ayrıca Ağrı dağında bul­ d uğu ve o zam ana kadar bilinmeyen bir kelebek türüne d e adı verildi: A g r o d i a e t u s b a y t o p i (1959). B u l b o u s p l a n t s o f T u r ­ k e y (B. Mathevv ile, Londra 1984) adlı ya­ pıtı, kısaca OFTİMA adı verilen Organisation pour l'ötude phyto-taxonomique de la rögion m editerranöenne (Akdeniz Böl­



yaset adamı (İstanbul 1891 - a y . y . 1980). Sadrazam Kıbrıslı Kâmil Paşa’nın torunu. Galatasaray sultanisi’ni ve Paris Üniversi­ tesi fen fakültesi’ni bitirdi. Galatasaray lisesi’ nde b ir süre ö ğ re tm e n lik yaptı (1914-1920). Kurtuluş savaşı’nın başların­ d a A na do lu ’ya geçerek Salihli cephesin­ de Kuvayı milliye’ye katıldı. Ankara hükü­ m etinde dışişleri bakanlığı siyasi işler ge­ nel müdürü (1920-1922), Lozan konferan­ s ın d a danışman (1922), Londra elçiliği müsteşarı (1923-1925), Belgrad orta elçi­ si (1925-1927), cum hurbaşkanlığı genel sekreteri (1927-1928) olarak çalıştı. Kabil’e büyükelçi atandı (1928). Yeniden cum hur­ başkanlığı genel sekreterliğine getirildi (1932). M anisa'dan milletvekili seçildi (1933-1942). Milli eğitim bakanı olarak (1933-1934) üniversite reformunu gerçek­ leştirmek için ça ba harcadı. Milletvekilli­ ğinin yanı sıra, İstanbul ve Ankara üniver­ sitelerinde türk inkılap tarihi dersleri verdi, hint tarihi ordinaryüs profesörü ola­ rak emekli oldu (1942). Siyasal yaşamını C HP’nin muhalifi olarak sürdürürken, m a ­ reşal Fevzi Ç akm ak ile birlikte Millet partisi’nin kurucu üyeleri arasında yer aldı (1948). Genel başkanlığını yaptığı M P’den anlaşmazlığa düşerek ayrıldı (1952). 1954 ve 1957 seçim lerinde DP listesinden M a­ nisa milletvekili seçildi. 27 mayıs 1960’tan sonra öteki DP'lilerle birlikte Yassıada’da yargılanıp 4 yıl 2 ay hüküm giydi. 1963 at­ fıyla özgürlüğüne kavuştuktan sonra siya­ sal yaşamdan çekilerek yalnız tarih alanın­ daki çalışmalarına bağlandı. Başlıca ya­ pıtları: T ü r k d e v l e t i n i n d ı ş s i y a s a s ı (1934), A h v a l i h a z ı r a (1940), T ü r k i n k ı l a b ı t a r i h i (10 kitap, 3 cilt; 1940-1967), H i n d i s t a n t a r i h i (3 cilt; 1946-1950), A t a t ü r k h a y a t ı ve e s e r i (1963), X X . y ü z y ı l d a t ü r k l ü ğ ü n t a r i h v e a c u n s i y a s a s ı ü z e r i n d e k i e t k i l e r i (1974).



^BAYÜLKEM (Faruk), türk hekim (İstan­ bul 1912). İstanbul Üniversitesi tıp fakültesi'ni bitirdi (1939). Bakırköy akıl ve ruh hastalıkları hastanesi'ne asistan olarak girdi (1938), başhekim oldu (1960). “Açık kapı” sistemini ve meşguliyetle tedaviyi başlattı. Ruh hastalarını readaptasyon derneği’nin kurucusu ve 1964’ten beri başkamdir. Emekli oldu (1977). Bakırköy



ruh v e sin ir h a sta lık la rı h a s ta n e s i’n e b ü s ­ tü ye rle ştirild i, b ir s e rv is e a d ı verildi.



BAYÛLKEN (Ümit Haluk), türk diplomat (İstanbul 1921). Siyasal bilgiler fakültesi' ni bitirdi (1944).Dışişleri bakanlığı'nda çe­ şitli görevlerde bulundu. Frankfurt konso­ los yardımcılığına atandı (1947). Dışişleri genel sekreteri oldu (1964). Londra'ya bü­ yükelçi atandı (1966). Birleşmiş milletler' deki Türk delegasyonu başkanlığına ge­ tirildi (1969). Nihat Erim, Ferit Melen, Naim Talu hüküm etlerinde dışişleri bakanlı­ ğı yaptı (1971-1974). CENTO genel sekre­ teri oldu. C um hurbaşkanı genel sekrete­ ri olarak çalıştıktan sonra kontenjan sena­ törlüğüne atandı. 12 eylül 1980’den son­ ra Bülent Ulusu hükümetinde milli savun­ m a bakanlığı yaptı (1980-1983). 1983 se­ çimlerinde, MDP listesinden bağımsız An­ talya milletvekili seçildi. Bu partinin ken­ dini feshetm esinden sonra da mecliste bağımsız olarak çalışmalarını sürdürdü (1987).



BAYVERTYAN (Nuhar), ermeni asıllı türk tenor (İstanbul 1923). İstanbul Bele­ diye konservatuvarı’nda Italo Brancucci' nin öğrencisi oldu. Şehir operası'na sınav­ la solocu olarak alındı (1960). M a d a m B u t t e r f ly , L a T r a v i a t a , C a v a l l e r i a R u s t i c a n a , R ig o le tt o ,



A îd a ,



T u ra n d o t,



m a n 'ı n m a s a lla r ı



C a rm e n ,



H o ff-



g ibi opera klasiklerinde



başrol oynadı.



BAZ sıf. (fars.



b â h t e n , oynamak'tan bâz). "O ynayan, bir şeye düşkün” anla­ m ında bileşik sözcükler yapar: afeş-baz (ateşle oynayan akrobat), c a n - b a z (canıy­ la oynayan) -»CA M B A Z, d i l - b a z (gönülle oynayan, şen şakrak güzel) -»DİLBAZ, h o k k a - b a z (hokka içinde yüzük kaybeden sihirbaz) -»H O K KA B A Z, k u m a r - b a z (ku­ marcı) -> ku m a rb a z, p e r e n d e - b a z (pe­ rende atan akrobat), r e s e n - b a z (ip cam ­ bazı), s e r - b a z (başıyla oynayan, canını tehlikeye atan), z û r - b a z (güç kuvvet gös­ terisi yapan akrobat) vb. E sk.



BAZ a. (fr. b a s e ' dan). Temel, dayanak noktası. — Bank. Merkez bankasının pasifinde ka­ yıtlı para miktarı. — Boyar mad. K a t ı b a z , bir ya da birçok birincil am in grub u içeren belirli kimyasal ürün. (Bu am inler nitrit asidin etkisiyle bu ürünü, çözünür diazo bileşiklerine dönüş­ türür; bu diazo bileşikleriyse naftazol ile yoğuşm a sonucunda çözünm ez boyar m addeler oluşturur.) — E le ktro n. TABAN’ın e şa n la m lıs ı.



— içit. san. B a z ş a r a p , köpüklü şarap yap­ m akta kullanılan şaraplara denir. —Jeod. Hem en hem en yatay durum da­ ki düz bir arazinin çizgisel parçasının bü­ yük bir duyarlıkla ve doğrudan doğruya ölçülen uzunluğu. (Jeodezi ve kadastro üçgenlem e işlemleri ve alan ölçüm ünde bilinen kenar olarak kullanılır) [Bk. a n s i k l . b ö l] — Marangl. Mobilyaların altına ayak yeri­ ne konan, 5-15 cm yüksekliğinde kapalı kutu. (Eşanl. KASA.) — Mil. muhs. Zaman serilerinde belirli bir yıl temel alınarak düzenlenen iktisadi he­ sap sistemi. — Pedol. D e ğ i ş e b i l i r b a z , topraktaki kolloitlerce soğurulan katyon. — Petr. san. Ham petrol türü. (P a r a f i n l i , n a f t e n l i , a r o m a t i k v e a s f a l t l ı b a z l a r ' a ayrı­ lır.) — Bir son ürün elde etmeye yarayan petrol kesimi. — Petrogr. B a z k a y a ç , % 55’ten az silis içe­ ren ve Fe, Mg, C a bakım ından zengin olan magm a kayacı (örnek bazalt, gabro). ^-Topogr. B a z l a t a s ı , bir açı ölçüm aygı­ tıyla (teodolit ya d a takeometre) birlikte uzaklık ölçüm ünde kullanılan ve üzerinde belli aralıkta iki işaret bulunan cetvel. — ANSİKL. Jeod. İlk jeodezik baz ölçüm ­ leri ahşap latalarla yapılıyordu (Picard yöntemi); ardından iki m etalden yapılan cetveller kullanıldı; bu cetveller uç uca ge­ tirile re k ö lçüm sağla n ıyo rdu (B orda yöntemi).



bazar Günüm üzde bir bazın ölçümü, çok du­ yarlı bir etalon (ölçek) araziye art arda uy­ gulanarak gerçekleştirilir. Bu etalon, invar çeliğinden yapılmış ve 10 kg ’lık bir ağır­ lık asılarak sabit bir uzunluk kazandırılmış (Jâderin yöntemi), 24 m boyunda bir tel ya d a şeritten oluşur. 24 m’de bir yerleşti­ rilen ve özenle hizalanan üç ayaklı sehpa­ ların taşıdığı kenetlerle çeşitli aralıklar saptanır. Bazın uzunluğu bu aralıkların toplam ı­ na eşittir. Ölçümde, yaklaşık m ilyonda bir hata payı taşıyan bir duyarlık sağlanır.



BAZ a. (tr.



b a s e ) . Fizs. kim. Asitlerle bile­ şerek onları yansızlaştırabilen m adde. || A l k a l i ya d a t o p r a k - a l k a l i b a z , bileşimin­ de alkali ya da toprak-alkali metal içeren baz. (Alkali bazlar litya, sudkostik, potaskostik; toprak-alkali bazlar, kireç, stronsiya ve baryum hidroksittir.) — ANSİKL. Asit ya da tuzlar gibi bazlar da bir dizi ayırtedici özelliği olan kimyasal maddelerdir. Bu özellikler “ baz işlevi” adı verilen bir bütün oluşturur: bazların özel bir tadı (külsuyu) vardır; renkli ayraçlara etki eder (ftaleini kırmızıya, heliantini sa­ rıya, turnusolu m aviye boyar). Aside et­ kiyerek tuz oluşturur; bu tepkim e sıra­ sında su ve ısı açığa çıkar. Bazların sulu çözeltileri, iyonlaşmayla OH- iyonları d o ­ ğuran elektrolitlerdir: çözeltideki iyonlaş­ ma, eksiksiz biçim de gerçekleşirse b un ­ lara k u v v e t l i b a z l a r denir (örneğin sudkos­ tik, potaskostik); ama iyonlaşma yalnızca bölüm sel olursa, bunlara d a z a y ı f b a z l a r adı verilir (örneğin amonyak). Bazların for­ mülleri incelendiğinde, bu bileşiklerin bir ya d a b irçok OH grub u içerdiği görülür; form üllerinde yalnızca bir OH grubu b u ­ lunduranlara t e k b a z (örneğin sudkostik: NaOH, am onyak: N H 4OH), birden çok OH grub u içerenlere ise ç o ğ u l b a z [örne­ ğ in ikibazlı baryum hidroksit: Ba (OH)2j denir. H er baza bir b a z i k o k s i t denk düşer; bazik oksidin form ülü bazın form ülünde yer alan OH grupları arasındaki su elene­ rek elde edilir; örneğin CaO form üllü ba­ zik kalsiyum oksit (sönmemiş kireç), Ca(OH)2 form ülüyle gösterilen kireci kar­ şılar. Gerçekte suyun okside etkimesi so­ n ucunda baz elde edilebilir; bu olgu al­ kali ve toprak-alkali bazların oluşum unda görülür. Bazlara m e t a l h i d r o k s i t l e r i genel adının verilmesi işte bu uyum dan kaynak­ lanır. Nitekim bir metal hidroksidin genel formülü, M(OH)n biçimindedir; formüldeki M, bir metali simgeler. Her metalin bu tür bileşikleri vardır ve bu bileşikler arasında aynı anda bir ya da birden ço k bazik ok­ sit bulunabilir. Ö rneğin dem irin (Fe), ba­ zik oksitleri FeO (dem ir II oksit) ve Fe20 3’tür (demir III oksit); dolayısıyla baz­ larını dem ir II hidroksit denilen Fe(OH)2 ve dem ir III hidroksit adı verilen Fe(OH)3 oluşturur. Metal hidroksit kavramı, baz kavramını genişletir; çünkü bu bileşikle­ rin büyük bir bölüm ü suda çözünm ez ve baz işlevleri, tem elde, tuzları oluşturan asitlerin etkimesi sonucunda ortaya çıkar. Bu özellikleri bazik oksitler de gösterir. Arrhenius kuramına göre bir baz, İyon­ laştırıcı bir çözücüde çözündüğünde O H " iyonları veren bir m addedir. Bu tanım ye­ terince genel bir nitelik göstermez ve özel­ likle am onyağın (N H 3) bazik özelliklerini veremez. Öysa Brpnsted ve ardıllarınca yapılan tanım a göre bir baz, H + iyonu ya da proton alabilen, asit ise proton ve­ rebilen bir m addedir. Dolayısıyla bir asi­ din bir baza etki etmesi ya da proton de­ ğişimli bir tepkim eye girm esi kolayca açıklanabilir. ( -> ASİTLİK-ALKALİLİK.) Böy­ lece Br0 nsted kuramına göre iki tür baz ortaya çıkar: bazik moleküller, am onyak ya da am inlerde olduğu ve



CH3N H j + H+ c CH3NH3 denklem inde g örüldüğü gibi bir katyon vererek bir proton bağlar; bazik anyon­ lar, asetat iyonlarında o lduğu ve



CH3COCT+H+ s CH3COOH denklem inde belirtildiği gibi bir proton



bağlayarak yansız bir m olekül o luşturur. Ne var ki bu örneklerde de CH 3NH 3 ka tyo n u ile C H 3C O O H m o le k ü lü , CH3NH 2 molekülü ile CH3COO anyonu­ nun eşlenik asitlerini göstermektedir. Daha genel bir baz kavramını Levvis'e borçluyuz: bağlanm am ış değerlik elek­ tron çifti taşıyan bir parçacık, molekül ya da iyon, bu elektron çiftini alabilecek bir başka parçacığa (Lewis asidi) verebiliyor­ sa, buna “ Lewis bazı” denir; böylece yarı-kutuplu bir ortakdeğerlik bağı oluşur (ikincil değerlik bağı). Dolayısıyla Levvis, Bransted asit ve bazlarının ayırtedici ni­ teliğini oluşturan proton değişimini tek ba­ şına bir asit-baz tepkim esi olarak ele al­ maz; buna ek olarak bir organom agnezyum türevinin, bir çözücüyle (adi eter, tetrahidrofuran) birleşmesini, su am onyak g ib i m oleküllerin ya d a siyanür, etilen d i­ amın ietraasetlk asit (E .D .T.A.)gibi iyon; ların, değerlik katmanında serbest yörün­ geleri bulunan metal iyonlarıyla kompleks iyonlar vermesini de bir asit-baz tepkimesi olarak kabul eder: Cu2+ + 4 N H 3



BÂZ a. (fars. "K i bâ z u s fû rı"



ile



b â z ).



n iç e



c



E sk.



C u(N H 3) | + Doğan, şahin:



o y n a r d e n e r m is in



b u



(Ömer bin Mezid, XV. yy.).



BÂZ be. (fars. b a z ) . E s k . 1. Yeni baştan, tekrar. — 2. B â z - g e ş t , geri dönüş, vaz­ geçm e. || B â z - g e ş t e , dönm üş, pişman, vazgeçmiş. || B â z - g û n , b â z - g û n e , ters dönmüş, baş aşağı; uğursuz; baştan çık­ mış, ahlakı bozuk, kötü huylu. || B â z - g ü ş a , b â z - k ü ş a , insandaki iyiyi kötüden ayırt et­ me yetisi. || B â z - h a s t , dirilme, ayaklanma; kıyamet. |j B â z - h i z , yeniden kalkma; kıya­ met. || B â z - m a n d e , geriye kalan, artık; kur­ tulmuş; yeteneksiz. BAZA, ispanya'da (Andalucia) kent, B a ­ nın eteğinde, 20 000 nüf. Araplar’dan kalm a anıtlar. XVI. yy.'d a n kalma gotik üslubunda S. Maria kilisesi.



z a d a ğ la r ı'



BAZAİNE (Achille), transız mareşal (Versailles 1811 - M adrid 1888). Alaylı bir subay olan Achille Bazaine, Cezayir ve Ispanya'daki parlak hizmetlerinden dolayı hızla yükseldi. Kırım (1855) ve İtalya (1859) savaşlarına general rütbesiyle ka­ tıldı. 1862’de M eksika'ya gönderildi, er­ tesi yıl başkomutanlığa, 1864'te de m a­ reşalliğe yükseltildi. 1 867'de Fransa'ya döndü. 1870 savaşı'nın başında III. Ko­ lordu komutanlığına, ilk yenilgilerinden sonra da, N apolöon III tarafından başko­ m utanlığa atandı. Yaşlanmış olan ve bü­ yü k kuvvetleri yönetm eye alışık olm ayan. Bazaine, hızla hareket edeceğine, o rdu ­ sunu Metz’e doğru geri çekti. 180 000 as­ ker ve 1 400 topla birlikte kuşatıldı, im pa­ ratorluğun devrilm esinden (4 eylül) son­ ra ordusunu siyasal amaçlarla kullanmak um uduyla prusya kuşatmasını yarm aya çalışmadı ve kentten ayrılmadı. Ama, kentte açlık başgösterince, 27 ekim de teslim olm ak zorunda kaldı. 1873 'te bir savaş divanınca ölüm e m ahkûm edildi. Cezası 20 yıl hapse çevrildi. Sainte -Marguerite adasının kalesine hapsedilen Bazaine, ertesi yıl oradan kaçtı ve öm rü­ nü M a drid 'de tam amladı. BAZAİNE (Jean), fransız ressam (Paris 1904). Sanatı, fransız geleneklerinden alınmış örneklerle (Cözanne, Bonnard) beslenmiştir. 1941 ’de Paris’te Braun ga­ lerisindeki "Fransız geleneğini izleyen genç ressamlar" gösteri-sergisine katıldı. Başlangıçta som ut bir yapıya dayalı olan resim anlayışı (D e n i z e s i n t i s i , 1949, Ulu­ sal m odern sanat müzesi) soyuta dönüş­ tü, çizgiyi parçalayarak renge ve ışığa ağırlık verdi, büyük doğal ritimlerle uyum sağlam a yollarını aradı ( T e r s a k ı n t ı l a r , 1971, M a e g h t va kfı, S a in t-P au l-de -Vence). Anıtsal düzenlem eler gerçekleş­ tirdi: Unesco binası için m ozaikler (Pa­ ris, 1960), St-Söverin kilisesi’nde vitraylar (Paris, 1965-1969), vb. N o t e s s u r l a P e i m t u r e d ' a u j o u r d ' h ı ı i (1948) ve T E x e r c i c e



d e la P e in t u r e



(1973) adlı yapıtları vardır.



BAZAL sıf. Dokubil.



B a z a l z a r , epitel­ yum ların derin yüzünde bulunan ince, saydam , camsı zar. (Eşanl. CAMSIZAR.) [Bk. a n s i k l . böl.] —Tıp. B a z a l m e t a b o l i z m a , sıcaklığı orta­ lam a 1 6°C olan bir ortam da, on iki saat­ ten beri aç duran, en az yarım saatten be­ ri dinlenm ekte olan bir kişinin tükettiği en az enerji miktarı. Beden yüzeyinin m etre karesine düşen büyük kalori birimiyle be­ lirtilir. (Erişkin bir erkek için ortalam a ra­ kam 4 0 ’tır. Bazal metabolizm ayı ölçm e yöntem i, tiroit bezinin çalışmasını araştır­ m ak için uzun zam an kullanılmıştır, am a güvenilirliği az old u ğ un d a n artık kullanıl­ m am aktadır.) —ANSİKL. Dokubil. Epitelyumların bazal zarı, epitelyum la alttaki besleyici bağ d o ­ kusu arasında bağlantı sağlayan bir hüc­ re tabakasından oluşur. Bazal zar, epitel­ yum urları zararsız old u ğ u zam an bozul­ maz. Urlar kötü ve yayılıcı ise harap olur. G özün önünde saydam tabakayı sınırla­ yan bazal zarı, yani B owm an zarını, alt­ taki bağdoku tabakasından ayırt etm ek g ü ç olduğundan, bazı bilginler onu say­ dam tab a ka katlarının en yüzeydeki katı sayarlar.



BAZALT a. (fr. b a s a l t e ) . Yoğurtluğu yak­ laşık 3 olan, plajioklaz, piroksan ve olivin­ den oluşan, koyu renkli volkanik kayaç. || B a z a l t b a s a m a k l a r ı , TRAPP’ın eşanlam ­ lısı. || B a z a l t k a t m a n ı , katı kabuğunun, kimyasal bileşimi bazalta eşdeğer olan alt katı. —ANSİKL. Başlıca bazalt türleri şunlardır: t o t e y i t i k b a z a l t l a r (ya da toleyitler), demirli, m agnezyum lu ve kalsiyumlu piroksenler­ den, plajiyoklazdan ve kuvarstan oluşur; o l i v i n i i t o l e y i t l e r , piroksen ve plajiyoklaz içerir; a l k a l i b a z a l t l a r 1da olivin, kalsiyum klinopiroksen, plajiyoklaz ve nefelin (ya da analsin) yer alır; a l ü m i n c e z e n g i n b a z a l t ­ l a r , özellikle plajiyoklaz katkılıdır ve silis bakımından aşırı doygundur. Silisçe zen­ gin toleyitik bazaltlar genellikle okyanus tabanlarını oluşturur, am a bunlara kara­ larda d a rastlanır (Dekkan trappları). A l­ kali bazaltlar, okyanus adalarının ve ka­ ra riftleri boyunca sıralanan volkanik ya­ pıların ana kütlesidir. Alüm ince zengin ba­ zaltlar ise, kalsı-alkali dizilerde düşük o randa bulunur. BAZALTİN a. inş. A na bileşeni kırılmış bazalt olan ve kaym ayan zeminlerin kap­ lanmasında kullanılan, yıpranmaya ya da aşındırıcı etkilere dayanıklı taş.



BAZAN -



BAZEN.



BAZÂN (Âlvaro DE) -> SANTA CRUZ. BAZANİT a. (fr.



b a s a n i t e ) . Miner. Plaji­ oklaz, ogit, olivin ve bir feldispatım sıdan oluşan, silisçe ç o k fakir alkali bazalt.



BAZAR a. (fars. b a z a r ) . E s k . 1. Çarşı pa­ zar. — 2 . Pazarlık, alışveriş: " B o z u l m a z



Jean Bazaine Liman (1967) suluboya M aeght galerisi, Paris



bazar



1432



a kl bâzârı ya vuz g özden yavuz d ild e n " (Rahimi, XV. yy.).



üzerine Meclis başkanı Rafsancani'ye kar­ şı bildiri yayımladı.



zitleri taşıyan ya da içeren yapıların tümü.



BAZARD (Saint - Am and), transız sos­



BAZARİ sıf. (fars.



sis, d ip ve philein, sevmek'ten). Bot. Al­ kali topraklarda iyi yetişen bitkilere denir. (Tam bazifil [Centaurea scabiosa] ve ılım­ lı bazifil [inciçiçeği, ergeçsakalıj bitkiler vardır. Bazı botanikçiler, hücrebilimde baş­ ka bir anlamı olan bazofil terim ini bu an­ lam da kullanırlar.)



yalist (Paris 1791 - C ou rtry 1832). "C harbo n n erie " derneği'nin kurucuların­ dandır. "B e lfo rt ko m plo su "n d an dolayı yo klu ğ u nd a ölüm cezasına çarptırıldı (1822). Saint-Sim on'cu harekete 1825'te katıldı ve bu hareketin iktisadi ve sosyal görüşlerini, birbirini izleyen le Producteur ve l'O rganisateur adlı dergilerde geliştir­ di. D octrine d e Saint-Simon: Exposition adlı yapıtın ikinci cildini yazan Bazard, Enfa n tin 'in y a n ın d a y e r a la n S a in t -Simon’cuları ço k etkiledi; ancak 1831 'de Enfantin ile arası bozulunca onlardan koptu.







a. Tüccar, pazar esnafı.



BAZDAR a. Kur. tar. Osmanlı sarayında avcılık am acıyla yetiştirilen kuşları eğiten avcılara verilen ad. Bunlara Hassa kuş­ bazları da denirdi.



BAZEN ya da BAZAN be. (ar. baczen). Belli zam anlarda, belli koşullarda; kirnileyin, arasıra: Bazen bizi görm eye gelir. Ba­ zen b u işi yapm aktan hoşlanm ıyor d a de­ ğilim.



BAZEN a. (fr. basin). Tekst. -> PAZEN.



BAZAR-DÜZÜ, Doğu Kafkasya'nın en yüksek tepesi; Azerbaycan ile Dağıs­ tan Özerk Cumhuriyeti (Rusya Federas­ yonu) sınırında; 4 489 m.



BÂZENDE sıf. (fars. bâziden, oynam ak' tan bâzende). Esk. 1. Oynayan, dans eden. — 2 . Bâzende-zeban, geveze.



BAZAROÂH a. (fars. b â zS rve -g S h 'tan



BAZHANE a. Kur. tar. İstanbul, Üskü­



bSzSrgSh). Esk. Pazar yeri, çarşı.



dar'da Doğancılar sem tinde saray için av kuşlarının yetiştirildiği ve korunduğu yer. (Çakırcıbaşının gözetim inde olarak bura-, d a çalışan saraya bağlı kişilere Bazhane m ü la z im idenirdi. “ Hassa kuşbazları” di­ ye de anılan tımarlı avcılar arasında boş yer açılacak olursa, bazhane mülazimlerinden kıdem liler buraya atanırdı. Bazha­ ne mülazimleri, baktıkları kuşlara göre sı­ nıflandırılırdı; doğancı, şahinci, atmacacı vb.)



BAZÂROÂN (Mehdi), iranlı siyaset ada­



Lepbs Magra'daki (Libya) Septimius Sevene rama bazüikasının absidası (İ.S. 216’da Caracalla döneminde tamamlandı)



ve - i 'den b S z S ri). Esk. Çarşıyla ilgili, çarşıda alınıp satı­ lan mal için kullanılır. bazS r



mı (Tahran 1905). M usaddık'ın en yakın çalışma arkadaşlarındandı; M usaddık ta­ rafından Iran Ulusal petrol şirketi'nin ba­ şına getirildi. M usaddık hüküm etinin d ü ­ şürülm esinden sonra muhalefet safların­ d a m ücadeleye başladı. Ayetullah Humeyni sürgünden döndüğünde, onu ge­ çici bir hüküm et kurm akla görevlendirdi (5 şubat 1979) ve bu hüküm et, başbakan Ş ahpur Bahtiyar'ın düşüşünden sonra fi­ ilen iktidara geçti (12 şubat 1979). İslam devrimi açısından fazla ılımlı bulunan M ehdi Bazârgân, kasım 1979'da istifa et­ m ek zorunda kaldı. 1980 seçimlerinde milletvekili seçildi. Liberal m uhalif Özgür­ lü k hareketi'nin önderi oldu. Rejime karşı ılımlı bir muhalefet sürdürdü. Özgürlük ha­ reketi 1984 seçimlerini boykot edince Meclis'e girem edi. Birleşmiş Milletler g e ­ nel sekreteri Perez de C uellar'a bir telgraf göndererek iran-lrak savaşı’ nın sürmesi­ ni eleştirdi. Bu savaşın Kuran'ın öğretisi­ ne karşı olduğunu savundu. Bu görüşle­ rinden dolayı cum hurbaşkanı Ali Hameney ve Ayetullah Humeyni tarafından eleş­ tirildi (mart 1985). Aynı yıl yapılan cum hur­ başkanlığı seçim lerinde aday olm ak için başvurduysa da, yürürlükteki anayasayı eleştirdiği gerekçesiyle adaylığı veto edil­ di. Iran ulusunun egem enliğini ve özgür­ lüğünü savunma b irliği adıyla oluşturulan muhalefet g rub u n un kurucuları arasında yer aldı (mart 1986). Sertlik yanlısı İslam devrim cileri tarafından kaçırıldı; kısa bir süre sonra serbest bırakıldı (mayıs 1986). A B D ’nin İran'a silah satışını açıklaması



BAZEROÂN -* BEZİRGAN.



BAZI belgsz. sıf. (ar. b ca z 'dan). 1. Belir­ siz, sınırlı bir sayıyı belirtir; birtakım, bir­ kaç, şu ya da bu, kimi: Bazı insanlar sı­ caktan hoşlanmaz. Günün bazı saatleri in­ sanı hüzünlendirir. S orunun çözüm ünde bazı güçlüklerle karşı karşıyayız. Bu konu­ da bazı söylentiler var. Bazı zam an insan d o ğ ru y u göremiyor. — 2 . Bazı bazı, ara­ d a bir, düzensiz olarak, zaman zaman: Bazı bazı onu hatırlarım. ♦



be. Bazen: Bazı u ğra r bize.







bazısı, bazıları



belgsz. adi. Bir bü­ tü n içinde yer alanlardan sınırlı sayıdaki bölüm ü: içim izden bazıları daha ilk aşa­ m ada elendi. Kitapların bazısını okuyamadım. Bazısını anlam adım .



BAZI a. Halı, kilim, cicim vb. el d okum a­ larının yapıldığı dik tezgâhlarda, çözgü ip­ liklerinin ve dokunan işlentinin üzerine sa­ rıldığı, genellikle yuvarlak ya da çokgen kesitli ağaç merdane. ([Eşanl. LEVENT-.] A lt bazı ve üst bazı olm ak üzere iki tane­ dir. Üsttekine çözgü iplikleri, alttakine işlenti sarılır.) || Bazı deliği, bazıların her iki başında karşılıklı olarak ve birbirlerine dik bir konum da açılmış deliklere verilen ad. (Bu deliklere sokulan ağaç ya d a dem ir­ d en çu bu k yardımıyla, dokunan kısım sa­ rılır ya d a çözgü iplikleri gerdirilir.) || Bazı yatağı, bazıların tezgâh yan kayıtlarına (yan ağaç) girdiği yuvarlak delikler. B A Z İ a. (fars. b a z i). Esk. 1. Oyun, e ğ ­ lence: "C üm le-i bâziden el-hak hûbrahd u r ey sanem / H âne-i halvetde b ir yâ r ile üryan o y na m a k" (Nebi, XV. yy ). — 2 . Hi­ le, aldatma.



bAzİ sıf. (ar.



b a z i ). Esk. Kötü söz söyle­ yen, ağzı bozuk, küfürbaz.



BAZİA a. (ar. bazica ). insana karşı işle­ nen suçlardan, derinin ete kadar kesilme­ siyle sonuçlanan yaralama. (Bu durum da suçlu hükümet-i adi yöntem iyle cezalan­ dırılır.) B A Z İÇ E a (fars. baziçe). Esk. 1. Oyun: "Ruhların şevkinda kem b âziçedür can o yn a m a k " (Işki, XV. yy.). — 2. Oyuncak: ‘ Koca b ir m illeti d ö rt b eş kişinin bâziçesi olacak derecede addeylem ek . " (M. K. Atatürk).



BAZİDYOSPOR a. (fr. basidiospore; yun. basis, d ip, ve sporos, tohum'dan). Bot. Bazitli mantarların bir bazit içinde bu­ lunan sporu. BAZİDYUM a. Bot. Bazitli mantarda ba­



BAZİFİL a. ve sıf. (fr. basiphile; yun. ba­



BAZİFÛJ sıf. (fr. basifuge; yun. basis, dip, ve fugere ya d a fugare, kaçm ak ya d a kaçırtmak’tan). Büyümesi dipten tepe­ ye doğru olan bitki organlarına (özellikle çiçekliğe) denir. (Turpgillerde çiçeklenme bazifüjdür.)



BAZİK sıf. (fr. basique). Fizs. kim. 1. Asitin karşıtı olarak bazın ayırtedici nitelikle­ rini gösteren bir madde, bir ortam, bir çö­ zelti için kullanılır. — 2. O H ' iyonu verme­ ye elverişli m addeler ile proton bağlayabilen bütün m olekül ya d a anyonlara de­ nir. — 3. p H ’si 7’den yüksek bir ortam için kullanılır. — 4. Bir çoğulbazın eksik yansızlaşmasına denk düşen tuzlar için kul­ lanılır. — 5. Çözelti halinde baz oluşturan oksitler için kullanılır. — Boyar mad. Bazik boyar madde, krom ogen organik baz tuzu. (Bu boyarmaddeler büyük canlılıkları, güçlü renklendir­ m e özellikleri ve boyaları parçalayan et­ kenlere karşı zayıf dirençleriyle tanınır.) — Metalürj. Kireç, kavrulmuş dolomi ya da manyezit gibi m addelerle astarlanan fırın­ lar ve bu elem entlerden birinin eşliğinde yapılan işlemler için kullanılır. BAZİL (Vasiliy VOSKRESENSKİY), rus ba­ le yönetm eni (Kovno, bugün Kaunas, 1888-Paris 1951). Kazak ordusunda su­ baydı. Paris'e yerleşti ve orada konserler düzenledi (1925-1930). 1925'ten başlaya­ rak M onte-Carlo tiyatrosu'nun güldürü gösterilerini yönetti. 1930-31’de rus operası'nın Londra ve Paris'teki gösterilerini düzenleyen prens Zeretelli’nin asistanı ol­ du. Diaghilev’in ölüm ünden sonra, Rus baleleri'nin yeri boş kaldı. Bazil 1932’de, Rus baleleri'nin eski sanatçılarını bir ara­ ya getiren M onte-Carlo Rus baleleri’ ni kurm ak için Renâ Blum ile birleşti. Bu ye­ ni topluluk 1936’d a ikiye bölündü: Bazil’ in Rus baleleri ve R. Blum ’un yönetim in­ deki M onte-Carlo Rus baleleri. b A z İ l sıf. (ar. bazit). Esk. Bol bol veren,



para dağıtan, cömert.



BAZİLİK a. (yun. basilike, basitikos, önem li’den). Anat. Bazilik toplardamar, kolun iç yüzündeki yüzeysel toplardamar. (Dirsek kıvrımında, yüzeysel dirsek toplar­ dam arı ile orta basilik toplardam arın bir­ leşmesinden doğar; kolun iç yüzünde yü­ zeysel olarak yukarıya doğ ru çıkar ve kol­ tuk attı toplardamarına bitişir.) || Orta-bazilik toplardamar, orta toplardam ardan doğan önkol toplardam arı. BAZİLİKA a. (lat. basilica). 1. Sütun di­ zileriyle birçok sahna ayrılmış, büyük, dik­ dörtgen bir salondan oluşan ve ucunda bir a bsida bulunan rom a yapısı. — 2 . Ay­ nı plana göre yapılan hıristiyan kilisesi. — 3. Bazı kiliselere eski ya da ünlü olm a­ ları nedeniyle ya d a bir papalık ayrıcalığı gereğince verilen unvan. —ANSİKL. Bazilika, İ.Ö. II. yy. başında ro­ m a mimarlığının yarattığı bir yapı türüdür. Roma'nın en eski bazilikası olan Porcia’ yı, İ.Ö. 184’te, C uria yakınında, Cato yap­ tırmıştı. Sezar, bölgeyi yeniden düzenle­ me çalışmaları sırasında, bu bazilikayı yık­ tırdı. İ.Ö. 170'te Forum ’un güney yanında yapılan Sem pronia bazilikasının d a başı­ na aynı şey geldi ve yerine Julia bazilika­ sı yaptırıldı. Cum huriyet dönem inde yapı­ lan bazilikalardan, R om a’da bir tek (Aemilia* bazilikası) olm ak üzere, günü­ müze yalnızca Cosa, Ardea, A lba Fucens ve özellikle Pompei bazilikaları kaldı. Bu bazilikaların tüm ü de, tıpkı Vitruvius'un ya­ pıp ayrıntılı bir betim lem esini de verdiği Fanum bazilikası gibi, eşmerkezli iç sütun dizileriyle, uzatılmış dikdörtgen biçimin-



deydi. Giriş, uzun kenarlardan birinin or­ tasında bulunuyordu; yalnız Pom pei'de giriş kısa kenarlardan biri üzerindeydi. Gi­ rişin karşısında, yüksekçe bir seki olan yargılık, ya dikdörtgen salonun içinde yer alıyor ya da dışarıya doğru çıkıntı yapan bir eksedraya yerleştiriliyordu. Orta bölü­ m ün üzeri, kenarında pencereler açılmış yüksek bir kubbe feneriyle örtülmüştü. im paratorluk döneminde, her kentte, genellikle forum a eklenm iş ve adalet sa­ rayı hizmetini gören bir bazilika vardı. Ay­ rıca, tiyatrolarda, kamu hamamlarında, çeşitli toplantıların yapıldığı bazilikalar ol­ d uğu gibi, tüccar topluluklarını barındır­ m ak üzere, pazarlara eklenmiş bazilikalar da vardı. Birçok dernek, özellikle de din­ sel dernekler, toplantıları için genellikle kü­ çük boyutlu bazilikalardan yararlanıyorlar­ ve Ravenna) yapılarda görebiliyoruz. dı. Bunlardan en dikkate değer olanı, Por— Din. Bir kilise, papadan “ bazilika” un­ ta M aggiore yakınındaki yeraltı bazilikasıyvanını alabilir. Bu unvan, öteki onursal ay­ dı. Tonoz ve duvarların yalancı m erm er rıcalıklar yanında ona, katedral dışında süslemesinin de gösterdiği gibi, bu bazi­ kalan bütün ö bü r kiliseler üzerinde bir ön­ lika yenipythagorasçı bir m ezhepçe kul­ celik hakkı kazandırır. Bazilikalar büyük ya lanılmışa benziyordu. Bu dönem bazilika­ da kü çük olabilir. Yalnız d ört büyük bazi­ ları hep dikdörtgen bir plana göre yapıl­ lika vardır. Bunlar da, roma kiliseleridir: mıştı; girişin kısa kenar üzerinde açıldığı San Giovanni in Laterano, Santa Maria bu bazilikalarda, absida öbür kenarda,kar­ Maggiore, San Pietro in Vaticano ve San şıda bulunduğundan, bu durum ibadet Paola fuori le Mura. Bunların ana sunak­ resimlerinin ya da ayini yöneten papazla­ larında yalnız papa ayin yönetebildiği için rın daha görkemli görünm elerini sağlıyor­ bu bölüm e papalık sunağı denir. Dünya­ du. Saraylarda, aynı plana göre yapılan daki birçok kiliseye de küçük bazilika un­ bazilikalar, kabul ve yargı salonları olarak vanı verilmiştir. Lourdes, M ontmartre'daki kullanılıyorlardı. III. yy.'dan başlayarak, hıSacrö-Coeur vb. bazilikaları bunlar arasın­ ristiyanlar toplantı yerlerinden bazılarına dadır. bir bazilika görünüm ü verdiler, imparator­ S BAZİLLE (Fröderic), transız ressam lu k la 313 yılında varılan barıştan sonra, (M ontpellier 1841-Beaunela-Rolande sal­ b üyük boyutlar kazanmaya ve saray mi­ dırısında öldürüldü, 1870). Manet, Monet, m arisinden etkilenmeye başlayan bu ba­ Sisley, Cözanne, Renoir arasında kurdu­ zilikalar, absida (çıkıntı yapsın yapmasın) ğ u ilişkiler ve g ü ç durum daki arkadaşla­ doğuya gelm ek üzere, boylamasına ön­ rına yaptığı yardımlarla izlenimciler g rubu­ ce iki, daha sonra bir tek yan şahınla g e ­ nun önemli bir üyesi oldu. Montpellier'de, niş bir orta sahna ayrılmış dikdörtgen bir aile dostu Bruyas’ın derlediği ünlü kolek­ planı sürdürüyorlardı. Absida ile sahınlar siyonda Corot ile C ourbet’nin sanatını arasında bazen çaprazsahın bulunuyor­ keşfetti. Paris'te, M anet’nin dostları olan du. Batı da, kimi zaman önünde atrium ’ akrabaları Lejosne’ların evinde Cözanne un yer aldığı narteks vardı. Yapının tümü ile tanıştı. 1862'de tıp öğrenim ini yarıda genellikle bir beşik çatı ve sundurm alar­ bırakarak Gleyre’in atölyesine girdi. Bura­ la örtülüyordu. Beşik çatı orta sahnın üze­ da Monet, Renoir, Sisley ile yakınlık kur­ rine geliyor, daha alçak olan sundurm a­ du. Manet ile Renoir birçok kez Bazille’in larsa, safının, pencereler açılan yukarı bö­ evini paylaştı. M onet kendisinden sık sık lüm ünden ışık almasını sağlıyordu. Tapı­ borç isterdi; Bazille karşılığında (o tarihte nak ya da bema, absidaya yerleştiriliyor­ ço k yüksek bir para olan 2500 F), Bah­ du. Karolenjler dönem ine değin, Batı'da çe de kadınlar tablosuna sahip oldu. Bir­ bu yapı biçim ine bağlı kalındı. Bizans likte Fontainebleau orm anında ve Honfimparatorluğumdaysa,VI. yy.'dan başlaya­ leur’de resim yaptılar, am a Bazille çalış­ cak, bu plan, merkezi ya da haçbiçimli m ak üzere her yaz, Meric'e ailesinin ya­ planlarla birlikte kullanıldı. Ama, gerek ya­ nına döndü. Ü slubunun belirgin özellik­ pıyı örtm e biçimleri (çatılar ya da tonoz­ leri burada oluştu: tam aydınlıkta biçim in­ lar; sundurm a ya da taş levhalarla oluş­ celemesi, sağlam bir desen, vurgulanmış turulan düz tavanlar), gerek iç düzenleme, hacim ler gerekse kubbenin çözümü bölgelere gö­ Uzun süre unutulmuş olan sanatı, 1900 re çeşitli değişikliklere uğradı. Kubbe çö ­ Dünya sergisi'ndeki iki tablosu (Süslenme zümü bakımından bizans uygulamaların­ ve Köy manzarası, M ontpellier müzesi), dan çok etkilenmiş en güzel geç dönem 1910’da ve 1935’te birer anm a sergisi, örneği, Venedik’teki San M arco bazilika­ 1941’de ise yüzüncü doğum yılının kutlan­ s ıd ır (XI.yy.). Her şeyden önce bir ibadet masıyla yeniden onurlandırıldı. M ontpel­ yeri olan bazilikaların, hıristiyanlığın doğu­ lier müzesi’nde dokuz tablosu vardır, Louşuyla birlikte yerine getirdikleri öbür işlev­ vre m üzesi'ndeki tabloları: Pem be elbi­ ler de şunlardı: ermişlerin öldükleri yerle­ se (1864), Fontainebleau ormanı ve l'Amrin anılması (Efes'te havarinin mezarı çev­ bulance im provisöe (1865), A ile toplantı­ resinde yapılan Aziz ioannes bazilikası), sı ve R enoir'ın portresi (1867), La Condaermişlerin yaşadıkları yerlerin kutsanm a­ mine sokağındaki atölye (1870). Önemli iki sı (Kuzey Suriye’deki Simeon Stylites ba­ yapıtı A B D ’dedir: Mellon koleksiyonunda zilikası), İsa'nın yaşamındaki dönemleri yer alan Aigues-M ortes surları (1867) ve simgeleyen yapılar (Beytüllahim'deki NaŞakayıktı zenci kadın; Cam bridge'de tivitas kilisesi; Kudüs’teki Golgotha bazili­ Fogg Art M useum 'da Yaz manzarası kası). Son olarak, bazilikalar, mezar işlevi (1869). de görebiliyorlardı (Setif, H ippo Regius, Efes’teki Yedi uyurlar bazilikası), iç süsle­ BA ZİN (H en ry), fransız m ü h e n d is m enin zenginliği, yapıların ve saygı gös­ (Nancy 1829-Dijon 1917). Bourgogne ka­ terilecek yerlerin önem ine ya da bağışçı­ nalının yapımında m ühendis olarak gö­ ların toplumsal konumuna göre değişiyor­ revliydi. Denizciliğe büyük yarar sağlayan du. Yapıda (sütunlar ve sütun başlıkları) değişik büyütm e ve geliştirme çalışm ala­ ve iç düzenlem ede (koro parmaklıkları ve rına girişti. Darcy ile birlikte çalıştı ve su am bonlar) bol bol m erm er kullanılırken, mühendisi olarak önemli tesisler kurdu. ana sahnın duvarları, zafer takı ve absidanın dip tarafı, genellikle İsa'nın yaşamı­ BAZİN (Renö), fransız yazar (Angers 1853-Paris 1932). Katolik geleneğin temna ya da Eski A h it’e ilişkin öyküleri akta­ silcilerindendir. Din ve toprak sevgisini dile ran mozaik ve fresklerle kaplanıyordu getiren yapıtları vardır (la Terre q ui meurt, (bunların pek azı günüm üze ulaştı). Bu­ 1899; les Oberlö, 1901; Davidöe Birot, gün bu süsleme zenginliğini yalnız Yuna­ 1912). [Fr. Akad. 1903). nistan'daki ve Batı’daki (özellikle Roma



BAZİN (Germain), fransız sanat yazarı ve yöneticisi (Suresnes 1901). Louvre oku­ lum da müzebilim okuttu (1941), Louvre m üzesi resim b ö lü m ü başyöneticisi (1965),sonradan Roma onarım okulu'nda profesör oldu. Yayımladığı yapıtlardan ba­ zıları: Histoire d e la peinture contem poraine (1934,R. H uyghe ile birlikte), Corot (1942), le C röpuscule des im ages (1946), Histoire de fa r t (1953), PArchitecture religieuse baroque au Brösil (1956-1959), Histoire d e l'avant-garde en peinture du X llle au XXe s. (1959), le M essage de l'absolu (1964), le Temps des m usöes (1967); le Langage des styles (1976).



üç sahınlı Kalb Loze bazfMost (Suriye, VI. yy.)



BAZİN (Jean-Pierre HERVE- BAZİN, Herv 6 — denir), fransız yazar (Angers 1911). Rene Bazin’in yeğen çocuğu. Rom anla­ rında, burjuvazinin belirli bir kesiminin yoz­ luklarına, aile kurum unun baskılarına ve sanayi uygarlığının zararlarına hiciv dolu bir şiddetle yaklaştı. Yapıtları: VipĞre au p o in g (1948); la TĞte contre les murs (1949); la M ort du p e tit cheval (1950); / ’ Huile su r te feu (1954); Onu sevmemeliydim (Qui j'ose aimer, 1956); le Matrimoine (1967); les Bienheureux de la dösolation (1970); M adam e Ex (1975); Un feu dövore un autre feu (1978); Uemon de mınuit (1988). O ldukça geleneksel psikososyal çatışmaları dile getiren bu anlatı­ lar, yazara büyük bir başarı sağladı. 1958’de Goncourt akadem isi'ne üye ol­ du, 1980’de Lenin ödülü’nü aldı. B AZİN (Andre). fransız sinema yazarı (Angers 1918-Nogent-sur-Marne 1958). Edebiyat öğretmeniydi; Ecran français ve la Revue du cinöm a dergilerinde sinema yazarlığı yaptı. 1952'de J. Doniol-Valcroze ile birlikte les C ahiers du cinöm a dergisi­ ni kurdu ve bu arada çeşitli yayın orga n ­ larında yazdı. Yazılarıyla Fransa ve öbür



Fr&ttric BezMe



Süslenme (1870) Fsbre müzesi, Montpellier



Bazin ülkelerdeki genç kuşak sinema yazarları üzerinde büyük bir etki yaptı ve konfe­ ranslarıyla geniş bir seyirci kitlesinin oluş­ m asında roy oynadı. En önemli yapıtı Ou'est-ce q u e le cinâm a'dır (4 cilt, 1958-1963). Kimi yazıları Nijat Ûzön'ün çe­ virisiyle türkçede kitaplaştırıldı: Ç ağdaş si­ nemanın sorunları (1966).



1434



spodar



BAZİOTES (William), amerikalı ressam (Pittsburgh 1912-New York 1963). 4 0 ’lı yıl­ ların başında gerçeküstücüler ve ilk so­ yut anlatımcılara bağlanan Baziotes, sim­ gesel biçim lerle incelmiş ve düşsel renk­ leri bir araya getiren resim anlayışını,bu iki o k u ld a n d a ya rarla n ara k g e liştirdi, 1948'de, Mothervvell, Newman ve Rothko ile birlikte, New York'taki "S ub ie ct of the artist” adlı okulun kurucuları arasında yer aldı. BAZİOTRİP a. (yun. basis, d ip ve tribein, ezmek’ten). Kad. doğ. Doğm adan ön­ ce ölmüş dölütlerin kafa kökünü parçala­ maya yarayan aygıt. (Eskiden kullanılırdı.)



ğeni arasında bir çap uyuşmazlığı varsa dölütü daha kolay çıkarmaya yarar. Ana için tehlikeli olan bu ameliyat artık yapıl­ maz olmuş, onun yerini sezaryen almış­ tır.)



BÂZKEŞT, nakşibendi tarikatinde zikrin ilkelerinden biri. Bu ilkelerin, buharalı su­ fi Hace Abdülhalik-i G ucduvani (öl. 1140) yoluyla tarikate gird iği söylenir. Mürit, zik­ rin bu aşam asında kelime-i tevhid ile Al­ lah’tan başka her şeyi yok bilip, yalnız O ’ nun varlığını tanıdığını belirttikten sonra, nefesini tutar ve ilahi, ente m aksudi ve rızake m atlubi (Tanrım, amacım yalnız sensin; dileğim yalnız senin hoşnutluğundur) cümlesini düşünm eye başlar, inanca gö­ re, bu düşünce, sufinin Allah’a dönüşüne ve ulaşmasına neden olur.



BAZLAMA a. Mutf. 1. Bir tür sac ekm e­ ği. (Buğday ya da mısır, arpa, darı unla­ rından yapılır. Mayalı, yağlı ya da şekerli olarak yapılanları da vardır. Özelliği sac üzerinde pişirilmesidir). — 2. Tatlısı bol ka­ lın gözleme.



d a bir m m 3’te 20-60 bazosite rastlanır. Neye yaradıkları bilinmemektedir.)



BAZOSİTOPENİ a. (fr. basocytopânie; yun. basis, temel, kytos, hücre, vepenia, yoksulluk'tan). Hematol. Bazositlerin sa­ yısında azalma. (Çeşitli hastalıklarda, özel­ likle bağışıksal -alerjik hastalıklarda görü­ lür.)



BAZOSİTOZ a. (fr. basocytose). Hem a­ tol. Bazosit sayısında artma. (Süreğen miyeloit lösemilerin gelişimi sırasında olduk­ ça sık ve önemli olabilir. Hipotiroidide, ka­ raciğer sirozunda ve kanda lipitlerin aşırı artm ası h alle rin d e d e görülm üştür.) [Eşanl. BAZOFİLİ.] BAZTAN, Ispanya'da (Navarra) bölge, Batı Pireneler’de, Bidassoa ırmağının yu­ karı vadisinden oluşur. BÂZÛ a. (fars. bâzd). Esk. 1. Kolda, om uzla dirsek arasındaki bölüm, pazı. — 2. Güçlülük, kuvvet. — 3. Bâzû-yı him ­ met, gayret, çaba.



BÂZÛBEND a. (fars. b âzü ve bend,



BAZİPODİT a (fr. basipodite-, yun. b a ­ sis, gidiş, ve podos, ayak’tan). Kabuklu hayvanın göğüs eklentilerindeki ikinci ek­ lem.



BAZLAMAÇ, Samsun’un Terme ilçesi



b a ğ ’dan bâzübend) -» PAZUBENT.



merkez bucağına bağlı belde; 3 001 nüf. (1990). Belediye.



BAZUKA a. (am erikanca bazooka). Sil.



BAZİPOT a. (fr basipode: yun. basis, gi­



BAZLANGAÇ, esk. Bazlam aç, Yoz­



diş ve podos, ayak'tan). Dörtayaklı om ur­ galılarda, ön ayaklarla bileği, arka ayak­ larla topuğu oluşturan, ayağın dip bölü­ mü. —ANSİKL. Ön bazipotta (bilek, esas ola­ rak önkol kemiği, ara kemik ve dirsek ke­ m iğinden sonra, 4 orta ve 5 bilek kemiği bulunur; arka bazipotta (ayakbileği) aynı temel parçalar (kavalkemiği, ara kemik, kamışkemiği, orta ve ayakbileği kemikle­ ri) yer alır, am a bu bölüm de kemikler ara­ sı kaynamaya ve yok olmaya daha sık rastlanır; bunun sonucu olarak aşıkkemiği (ara kem ik+orta kemik) ve insanda to­ puğu oluşturan topukkem iği oluşur.



B AZZİ (Giovanni Antonio) -* SODOMA



g at’ın Çekerek ilçesinde köy iken belde oldu; 2 718 nüf. (1990). Belediye.



(il).



BAZİSFENOİT a. (fr. basisphĞnoide). Dört ayaklı omurgalılarda, kafatasının ta­ banında bulunan ve hipofiz çukurunu içe­ ren kıkırdağımsı kemik, (insanda hipofizin yerleştiği türk eyeri oyuğunun bulunduğu sfenoit kemik [tem eltem iği] bazisfenoit ile öndeki sfenetmoidin birleşip kaynaşma­ sından oluşur.)



! BAZİT a. (fr. baside; yun. basis, -dip, te­ mel, ve eidos, görünüm den). Bazitlimantarların özgül üreme organı. (Bazit belli sa­ yıda, genellikle dört tane spor yapan mikroskopik bir uzantıdır. Bir tek karpoforda yüz binlerce bazit bulunabilir; bir bazidyom (lamel, por, ibre, vb.) üzerinde yan ya­ na yer alır ve tüm ü birden himenyumu oluşturur.)



BAZİTLİ LİKEN a.M antar kısmı bazitlimantar olan liken. (Özellikle tropikal böl­ gelerde yetişir.)



BAZİTLİ MANTARLAR a (lat basidiomycetes). Sporları bazitlerin ya da probazitlerin üstünde bulunan m antarlar sı­ nıfı. (Bil. a. basidiom ycetes.) —ANSİKL. Bazitlimantarların 5 0 0 d e n faz­ la cinsi ve 13 5 0 0 d e n fazla tyrü vardır. Mantarların amatörlerce bilinen büyük bir bölümünü, bazitli mantarlar oluşturur; kavmantarları (polyporus), taşmantarları (cepes), hydnum, çayırmantarları (agaricus), russula, sütlümantarlar (lactarius), girolles, kurtosuruğu, vb. Bazı bazitlimantarlar, bit­ kiler üzerinde asalak yaşar: pasmantarları (uredinales), rastıklar (ustilaginales), kavmantarları, armillarialar, vb. Bazitli mantar­ ların üremeleriyle ilgili olaylar son derece karmaşıktır (eşeysel çekirdeklerin ana hücre çekirdekleriyle geç kaynaşması, ikiçekirdekli bir evrenin bulunması). BAZİYON a. (fr. basion). Antropol. Artkafakemiği deliğinin ön kenarı ortasında bulunan antropom etrik ayar noktası.



BAZİYOTRİPSİ a. (fr. basiotripsie; yun. basis, dip, ve yun. tripsis, sürtünmeden). Kad. doğ. D ölyatağında ölm üş bir dölü­ tün kafasını ezme ameliyatı. (Başla ana le­



BAZLAŞMA a. Fiz. kim. Bir cismin baz haline geçişi.



BAZLIK a. Fizs. kim. 1. Bileşmelerde baz rolü oynayan bir cismin özelliği. — 2. Bir baz m olekülü tarafından serbest hale getirilebilen OH" iyonları sayısı. — 3. p H ’si 7’ nin üzerinde olan bir ortamın niteliği.



BAZNAME a. (fars. bâz, doğan ve nâ­ me). Yırtıcı kuşların av için beslenmesi, ter­ biyesi, bakımı ve hastalıklarının tedavisin­ de kullanılması gereken ilaçlar hakkında bilgi veren yapıt. Doğan, şahin ve atm a­ ca gibi alıcı kuşların bütün özellikleri, ül­ kelere göre cinsleri, yaratılışları, erkeği ve dişisi, kuş avlam ada hangi alıcı kuşların kullanıldığı, kuş hastalıklarını ve tedavile­ ri anlatılır. Arapça, farsça ve türkçe bazname, saydname, şikârnam e adları altın­ da düzyazı ile ya da manzum olarak ya­ zılmış olanları vardır. Ali bin m ansur'un Şikârname-i ilh a n i'sine göre, en eski ör­ neği cem şit d önem inde yazılmıştır. Baznam e-i İskender; Baznam e-i M ahmud-ı Gaznevi, farsça önem li baznamelerdendir. Saptanabilen en eski arapça yazma, Abbasi halifesi M ehdi'nin emri ile derle­ nen Baznam e-i M ehdi, Bazname-i Edhem ve G ıtrif ya da 7ib b üt-tuyur adları ile tanınan yapıttır. Onu 961 'de derlenen Ki­ tap ül m esayid vel'm etaid izler. Türkçe baznamelerin en önemlisi, yazarı bilinme­ yen manzum yapıttır (1494). Bu yazma İs­ tanbul Üniversitesi kitaplığında, 650 nu­ maradadır. Germ iyanoğlu Süleyman Bey adına yazılan 26 yapraklık bir bazname daha vardır. BAZOFİL sıf. (fr. basophile; yun. basis, temel, ve philos, dost’tan). Dokubil. Ba­ zik boyaları tespit eden bir doku ya da hücre grubuna denir. (Bazofil ço k çekir­ dekli akyuvarlarda [bazositler], boyayı tes­ pit eden bu hücrelerin granülasyonlarıdır, etkin olarak proteinlerin sentezini yapan hücrelerdeyse ribonükleik asitler bu g ö ­ revi yüklenir. Bu son durum da sitoplazmanın bazofilliği yaygındır.)



BAZOFİLİ a. (fr. basophilie). 1. Dokubil. Bir hücre ya da dokunun bazik boyalarla kaynaşma anıklığı. — 2 . Hematol. BAZOslTOZ’un eşanlamlısı .



BAZOSELÜLER sıf. (fr. basocellulaire). 1. Üstderi hücrelerinin alt tabakasına iliş­ kin. — 2. B azoselüler epiteliyoma, ancak bulunduğu yerde kötülük yapan, ama metastaz yapmayan deri kanseri.



BAZOSİT a. (fr. basocyte; yun. basis, te­ mel, ve kytos, hücre’den). Hematol. Kan­ daki bazofil ço k çekirdekli akyuvar. (Kan­



ROKETATAR'ın eşanlamlısı.



B AZZİNİ (Antonio), İtalyan kemancı ve besteci (Brescia 1818-Milano 1897). XIX. yy. büyük İtalyan keman virtüözlerinin son tem silcilerinden biridir.



BAZZONİ (Giunio), İtalyan yazar (Mila­ no 1801-Lecce 1849). Yurtsever bir şair­ di. il prigioniero (1825) adlı o d ’un yazarı.



BAZZONİ (Giovanni Battista), İtalyan ya­ zar (Novara 1803-Milano 1850), milliyetçi bir sanatçıydı; VValter Scott tarzında ro­ m anlar yazdı (// castello d i Trezzo, 1827). B.B. Ö lçbil.



Beygir gücünün simgesi.



BBC, BRİTİSH* BROADCASTİNG CORPORATİON’ın kısaltması. b b l, barrelin simgesi.



BBPR, İtalyan m im ar ve şehirci toplulu­ ğu. 1932’de M ilano'da kuruldu. Kurucu­ ları; Gian Luigi Banfi (1910-1945), Lodovico Barbiona di Belgioıoso (doğm . 1909), Enrico Peresutti (1908-1976) ve Ernesto Nathan Rogers (1909-1969; gazeteci ve profesör olarak da tanınır) tarafından ku­ ruldu. Önceleri akılcı ve işlevsel yapıtlar veren topluluk (Ferrario evi ve Feltrinelli evi, Milano, 1934) savaştan sonra yerel geleneklerden esinlenen bir biçim ciliğe ÇTorre Velasca, Milano 1958), çoğu zaman da iddialı bir düzenlpjnp anlayışına yönel­ di (Brüksel sergisi italyâh pavyonu, 1958). B.B.S.,



BESNİER-BOECK-SCHAUMANN hastalığının kısaltması.( -* SARKOİDOZ .)



B.B.T., BİLGİSAYARLI BEYİN TOMOGRAFİ* Si'nin kısaltması. B.C41., Calmette ve GuĞrin safralı basil i ’nin simgesi.Vereme karşı ve bazı kan­ serlerin tedavisinde kullanılan bir aşının kı­ sa adı olarak kullanılır. Safra tuzları karış­ tırılmış, gliserinli patates üzerine yinelemeli ekim lerle hastalık yapm a gücü azaltılmış bir M ycobacterium bovis (sığır mikobakterisi) kütlesidir. Calmette ve Guörin’in 1906'dan 1923’e kadar süren çalışmaları, sığırlardan alınan bir basilin safralı bir ortam da üretilmesiy­ le zararsız, ama etkili bir aşının yapılabi­ leceğini kesinlikle gösterdi. Basil hastalık yapm a gücünü tüm üyle yitirir, am a antijenlik ve bağışıklık sağlayan yetenekleri­ ni korur. B.C.G., vereme karşı aşı olarak, canlı m ikroplar süspansiyon halinde deri içine ya da hacam at yoluyla verilerek kullanılır. Aynı zamanda, günümüzde, kansere karşı özgül olmayan bağışıklılık tedavisi biçimin­ de de kullanılmaktadır. Aşı alerjisinin kont­ rolü çok önem lidir; üç ay sonra deri içine 10 ünite İP 48 verilerek tüberkülin tepki­ mesi ölçülür, sonra alerjinin süresini sap-



Bâarn tam ak amacıyla bu kontrol her sene ya da iki senede bir yinelenir B D E L L O İD E A a. (yun. bdella, sülük, ve eidos, görünüm ’denj.Genellikle tatlı sular­ da yaşayan rotatorlar sınıfı. Bitkilerin kıl­ cal borularındaki suda bunlara çokça rastlanır. —ANSİKL. Bdelloidea sınıfındaki rotatorlar ya sülükler gibi sürünerek yürürler ya da tekerlek gibi dönen aygıtları sayesinde yü­ zerler; m ikroorganizm alarla beslenirler; erkekleri yoktur ve ürem e bütünüyle döllenm esiz olarak gerçekleşir; geçici sular­ da ya da yosunların ve ciğeryosunlarının üstünde yaşayan türler, anhidrobiyoz yo­ luyla uyuşuk bir yaşam a girebilirler; de­ nizde, kabukluların ya da denizhıyarlarının üstünde yaşayan bazı türleri de var­ dır. B D E L L O S T O M A a. (yun. bdella, sülük, ve stoma, ağız'dan). G üney yarıkürede (Güney Amerika, Güney Afrika ve Yeni Ze­ landa) yaşayan çenesizler öbeğinden yuvarlakağızlı hayvan cinsi. Balıklarda dışasalak yaşayan bu hayvanlarda 5-15 çift so­ lungaç cebi ve bir o kadar da solungaç deliği vardır. B D E L L O V İB R İO a. Başka türden bak­ terilerin içine girerek onları tıpkı bir bak­ teriyofaj gibi eritebilm e yeteneğine sahip bakteri. B E ünl. Tkz. Bir kimseye seslenmek; iti­ raz, kızgınlık, yakınma, sitem, vb. belirt­ mek için söylenir; ey, hey, yahu: Be adam, b u işin böyle yapıldığı nerede görülm üş? Deli misin be, bu havada yola çıkılır mı hiç? O daha ço cuk be! Git başımdan be! B E - önek (fars. be-). Esk. Adların başına gelerek yönelme bildirir: be-der (kapı dı­ şarı), be-dergâh olm ak (kapıya çıkmak), be-duş (omuzda, sırtta), be-gayet (son de­ rece, pek),B e -h a kki h üd a (Allah hakkı için), be-leb (dudakta) vb. BE- -



BÂ-.



-B E ek. (fars. -be). Esk. Sözcüklere "-e " halini verir: destbedest (el ele, elden ele), g ünbegün (günden güne), lebbeleb (du­ d a k dudağa), m ahbem ah (aydan aya), saatbesaat (saatten saate), tabekıyam et (kıyamete kadar), tabesabah (sabaha ka­ dar). B E a. A rap alfabesinin ikinci harfi b a'ya osm anlıcada verilen ad. ( -* BA.) B a A norg. kim. Berilyum un simgesi. B E A C H Y H E A D , İngiltere' nin güneyin­ de burun, Manş denizi’nin kıyısında, Eastb ou rn e ’un G .-B.’sında, A ugsburg birliği savaşı sırasında, Tourville kom utasında­ ki fransız filosu, Torrington ve Evertsen komutasındaki ingiliz-hollanda filosunu bu burun açığında yendi (10 tem muz 1690). B E A C O N S F İE L D , K a n ad a 'da kent, û u ö b e c eyaletinde, Montröal yerleşme­ sinin batı kesiminde; 20 400 nüf. B E A C O N S F İE L D (Benjamin DİSRAELİ, 1 . - kontu) -> DİSRAELİ. B E A D L E (Erastus),amerikalı yayıncı (Cooperstown 1821 - ay. y. 1894). ilk ucuz halk kitapları dizisi dim e novels’ı ("o n pa­ ralık rom anlar") yayımladı. 1860’ta çıkan ilk kitap 300 000 sattı. Batı sınır boyları­ nın umutsuz maceracıları, yüzlerce roma­ na konu oldu. 1880'den sonra, tren soy­ guncuları ve polis hafiyeleri daha çok ara­ nan roman kahramanları haline geldi. Di­ zinin yazarları arasında Buffalo Bili de bu­ lunuyordu. B E A D L E (George Wells), amerikalı bi­ yolog (Nebraska 1903-California 1989) California institute of Technology’da biyo­ lojik bilim ler bölümünde profesörlük yaptı (1946-1961), Chicago Üniversitesi'ne rektör oldu. "Genlerin özgül kimyasal sü­ reçler düzenleyerek etkinlik gösterdikle­ rimi kanıtladı ve E. L. Tatum ile birlikte 1958’de Nobel tıp ve biyoloji ödülü'nü al­ dı. Beadle ile Tatum, 1941'de Neurospo-



ra crassa türü bir küf mantarı üzerinde gi­ riştikleri araştırmalarla biyokimyasal gene­ tik çağını başlattılar. Bir hücre içindeki tüm kimyasal tepkimelerin genlerin dene­ tim inde olduğunu ispatladılar. Neurospara’da m utasyonlar yaratm ak için X ışınla­ rı, morötesi ışınlar ya d a kimyasal m ad­ deler kullandılar ve bu mutasyonların ka­ lıtsal olduğunu gösterdiler. Bu mutasyonların başlıca özelliği şudur: m utant birey, yabani organizmanın büyüdüğü minimal denen ortam da büyüyüp gelişemez, çün­ kü yaşam ak için, m inim al ortam da artık sentezleyemediği özel bir aminoaside ih­ tiyacı vardır. Tatum ve Beadle bu sentez kusurlarının özel bir enzimini yapm a g ü ­ cünü yitirm ekten ileri geldiğini gösterdi­ ler. Bu kusurlar kalıtsal olduğuna göre, or­ ganizm ada biyokim yasal tepkim eleri d ü ­ zenleyen enzim lerin sentezlenm esinden genler sorum ludur. Tatum ile B eadle’ın çalışmalarının b üyü k bir bölüm üne fransız biyoloji bilgini Boris Ephrussi de katıl­ mıştır. B E A G L E a. (ing. söze.). İngiliz kökenli, küçük boylu, sağlam yapılı, kısa kıllı ve düşük kulaklı koşucu köpek. (Tüyleri ç o ­ ğunlukla üç renklidir. Sürek avında çok başarılı olur. Ayrıca, laboratuvar deney­ leri için kullanılır.) B e a g le , C harles D arw in’in 1831'den başlayarak dünya çevresinde yaptığı g e ­ zide bindiği İngiliz gemisi; Darvvin bu ge­ zisindeki gözlem lerden yola çıkarak ev­ rim kuramlarını oluşturdu. B E AC İLE k a n a l ı , Atlas okyanusu 'nu Büyük okyanus'a bağlayan boğaz, Ateş ülkesi ile Şili'nin Antarktika adaları arasın­ da. Arjantin, bu adalardan, kanalın doğu ağzındaki üçü üstünde (Picton, Nueva ve Lennox) hak iddia etmektedir. B E A M O N (Robert, Bob — denir), amerikalı atlet (Jamaica, New York eya­ leti, 1946), M exico’da (1968) olağanüstü bir uzun atlam a rekoru (8,90 m) kırarak olim piyat şam piyonu oldu. Bu rekor an­ cak 1992 Barcelona olim piyatlarında amerikalı Povvell tarafından kırıldı. B E A N (George E .), İngiliz filolog (Lond­ ra 1903 - Levenham 1977). C am bridge üniversitesi Pem broke C ollege’i bitirdi. 1926-1943 arasında klasik yunanca ders­ leri verdi. Daha sonra 25 yıl boyunca İs­ tanbul Üniversitesi edebiyat fakültesi'nde klasik filoloji okuttu; 1965'te onursal pro­ fesörlük payesi verildi. Batı ve G üney Ana do lu ’daki antik kentler üzerine yaptı ğı araştırmalarıyla tanındı. Başlıca yapıt­ ları: The R hodiam Perae (1954); A egean Turkey and archaeological guid e (1966); A egean Turkey (Londra, 1966); Turkey s Southern shore (Londra, 1968); Turkey b e yo n d the M a ea n d er (Londra, 1971); Lycian Turkey (Londra, 1978). B E A R a d a s ı , norveççesi B Je rne ya , S va lb a rd 'da ada, Batı Spitzberg adasıy­ la N orveç arasında; 179 km 2. A yı adası adıyla d a bilinir. Meteoroloji istasyonu Kuş rezervi. B E A R D (Charles Austin), amerikalı tarih­ çi (Knightstovvn yakınında, indiana, 1874 - N ew Haven, Connecticut, 1948). Colum bia U niversity'de verdiği dersler ve yapıtlarıyla, ilerici akım içinde önemli bir rol oynadı. Devrim dönem inin iktisadi çık­ mazlarını ortaya koydu (özellikle A n Econ om ic interpretation o f the Constitution (1913) adlı yapıtında) ve karısıyla birlikte yazdığı, ulusal kültürü konu alan sentez çalışmasıyla b irçok kuşaktan amerikalıyı etkiledi (The Rise o f A m e rica n Civilizaf/'on,1927)ve solun izolasyonizmini savu­ narak Franklin D. Roosevelt’in dış politi­ kasına karşı m ücadele etti (President Roosevelt and the Corning o f W ar, 1948). B E A R D S L E Y (A ubrey Vincent), İngiliz kitap ressamı, afişçi, karikatürcü ve yazar (Brighton 1872 - Menton 1898). Ç ok genç yaşta desinatörlüğe başladı, Rönesans gravürcülerinin ve Raffaello öncesi res-



1435



Beardsley: isotde (1895’e doğr. iaşbaskı) samların etkisinde kaldı, Fransa'da bulun­ duğu bir sırada (1892) Toulouse-Lautrec’ in afişlerine ve sentetizme ilgi duydu. T. M alory’nin M örte D arthur ve VVilde'ın Salom e adlı yapıtları için çizdiği resimlerle (1894) üne kavuştu. The Yellovv Book (1894) ve sonra d a The Savoy adlı dergi­ lerin tanıtm a kam panyalarına katıldı. The Savoy dergisinde çıkan resimleri arasın­ da, A. P ope'un The D ream ve The Cave o f spleen adlı şiirleri için yaptığı resimler de bulunuyordu. Kısa meslek hayatı için­ de (Fransa’d a bir yıllık bir tedaviden son­ ra tüberkülozdan öldü) art arda başyapıt­ lar verdi: The Rape o f the lo c k (A. Pope, 1896), The Pierrot o f the M inute (E. C. Dovvson, 1897), M adem oiselle d e M aup in (Oautier, 1898). B eardsley’in sanat esini, japon estamplarını, Raffaello önce­ si ressamların duyum sal mistisizmini ay­ nı potada eritm ekle birlikte, bunları siyah beyaz kom pozisyonlar, etkili çizgiler ve alegorilerle değişikliğe uğram aktan da geri kalmaz. Bu yönüyle, uygulam alı sa­ natlarda ve kitap ressamları üzerinde uzun süre etkili oldu. B E A R N , Fransa'nın G .-B .’sında eski il;



tora Oloron -Sainte-Marie’deki Salnte-Marie kiiisesi’nin (XII. yy.) roman taçkapısı mermer alınlık tablasında Haçın gökten inişi, görülüyor



B6arn toprakları bugünkü Pyrönâes-Atlantiques dĞpartem ent'inin büyük bölüm ünü kap­ sıyordu. —Tar. “ B öarn” adı eski galya-rom a site­ si B eneharnum ’dan (Lescar) gelir. İ.Ö. 5 4 ’ te Romalılar’ ın, daha sonra Vizigotlar'ın ve Franklar'ın istilasına uğradı, XI. yy .'d a G askonya düklüğü içinde vikontluk oldu. 1290’da Foix kontluğuna katıl­ dı ve XIV. ve XV. yy .'d a en parlak d öne­ mini yaşadı. Sırasıyla Grailly, A lbret ve Bourbon-Vendöme sülalelerinin yönetimi­ ne girdi, 1 620'de Fransa topraklarına katıldı.



1436



B E A R N E Z a. (fr. bearnaise’den). Mutf. Bearnez sosu, sirke, kıyılmış yaban sarmısağı ve tarhunotu ve toz b iber karışı­ mını ateşte koyulaştırdıktan sonra yum ur­ ta sarısı, erim iş tereyağı ve ince kıyılmış aşotları eklenerek yapılır. (Izgara et ve ba­ lıkla sunulur.) B E A R T (Guy), fransız yazar, kom pozi­ tör ve yorumcu (Kahire 1930). inşaat yük­ sekokulundan mezun olduktan sonra ka­ barelerde çalışmaya başladı. 1957'de bü­ yük plak ödülünü kazandı. M odern dün ­ yanın kaygılarını yansıtmaya elverişli m e­ lodi anlayışı ve şairlik yeteneği ona halk arasında yaygın b ir ün sağladı. Gelenek­ sel şarkıların yeni bir tarzda sunulmasın­ da öncülük edenlerden biridir. Yapıtları: l ’Eau vive, Vive la rose, Oui suis-je?, le G rand Cham bardem ent, les Couleurs du temps, X Am sterdam.



ketin anahtar kitabı, K erouac’ın On the R oad (1957) adlı yapıtıydı. San Francis­ co, bir edebiyat ve bohem lik kenti oldu. "Yolculuklar” (trips), hem mekânda, hem zihinde (uyuşturucu m addeler), hem de ruhta (zen buddhacılığı) oluyordu. Yazı­ lanlarla kişisel deneyim arasında sıkı bir bağ kuruldu; edebiyat, söze, bedensel ve giyim sel ifadeye oranla ikinci durum a düştü. Toplumbilim bakımından, beat generation hareketi karmaşık bir bütün oluş­ turuyordu: temsilcileri arasında bir büyük sanayicinin oğlu (VVilliam Burroughs), ger­ çe k serseriler (Neal Cassady, Gregory Corso), öğrenciler (Ginsberg, Holmes), bir şair ve yayıncı (Ferlinghetti) ve eski ku­ şaktan bazı ünlü sanatçılar bulunuyordu (Kenneth Rexroth, H enry Miller). Roman ve şiirler, sürekli bir im gecilik içinde fantazm a ile gerçeğin ağırlığını ortaya koy­ maktaydı. Ü topyacı bir isyan ya da iyi program lanm ış bir toplum un emniyet su­ pabı olan bu hareket, batı uygarlığının ev­ rimini niteleyen en önemli işaretlerden bi­ rini oluşturdu. ( -* BEATNİK.) B e a t le s (The), İngiliz pop m üzik to p lu ­ luğu; bas gitarda Paul M cC artney (Liverpool 1942), gitarda John Lennon (Liverpool 1940-New York 1980), gitarda George Harrison (Liverpool 1943), davul­ da asıl adı Richard Starkey olan Ringo Starr (Liverpool 1940). Topluluğun birçok



B E A T , [bit], a. (amerikanca beat, çırpma, atma). 1. Cazda, ölçünün kuvvetli zama­ nı. (Beat’ler dört ya da iki tanedir.) — 2. Bir caz yapıtının ritmik yoğunluğu. B E A T E N B E R O , İsviçre'de yaz turizmi ve kış sporları (yüksl. 1 150-1 950 m) mer­ kezi, Thun gölünün K.'inde, Bern Oberland'ında. Kablolu trenle göle bağlanır.



Cecil Beaton’ın bif fotoğrafı



B E A T N İK [bitnik] a.(am erikanca söze., uyum sağlayam adığı toplum sal gerçek­ lerin dışında yaşayan kişi anlam ına b e a t1 ten). A m erika’da doğan bea t generation akımına bağlı kimse; çağdaş sanayi toplumunun saymaca değerlerini reddeden, dolaysız yaşantılar ardında koşan, gerek­ siz her şeyden arınmış bir yaşam a biçi­ mini özleyen ve böylece içinde yaşadığı toplum dan “ ko pu klu ğu n u " açıkça orta­ ya koyan kişi. B E A T O (il) -



Beatles topluluğu (1968)



Ringo Starr (şokla) Paul McCartney (ortada) John Lennon (sağda) ve George Harrison (önde) kez ad (The Ouarrym en, Johny and the Moondogs, The Silver Beatles) ve üye de­ ğiştirdiği (Lennon, McCartney ve Harrison 1 958'de bir araya geldiler, Ringo Starr, 1962’de Pete Best’in yerini aldı, üçüncü gitarcı Stuart Sutcliffe 1962’de öldü) bir hazırlanma dönem inden sonra Beatles ilk plağını 1962’de doldurdu. Plak büyük ba­ şarı kazandı ve to pluluk 1964'ten başla­ yarak, ABD turnesiyle birlikte, büyük bir gençlik kitlesinin "beatlem ania” diye ad­ landırılan hayranlığını kazandı. Sayısız konserden sonra 1966’da sahne çalışma­ larına son verdiler. 1968’de, pop sanatın (giysiler, filmler, müzik) büyük bir atılım yapmasını sağlam ak için kendi plak şir­ ketleri A p p le ’ı kurdular. 1971 ’de toplulu­ ğ un dağılmasından sonra Beatles üyeleri bireysel olarak müzik çalışmalarını sürdür­ düler. Başlangıçta, amerikan rock and roll müziğinin etkisinde olan topluluk, Lennon ve M cC artney’in ezgi bakım ından ola­ ğanüstü zengin besteleri, uzun saçları ve giyim leriyle pop m üziğin bir simgesi d u ­ rum una geldi. Plakları arasında önem li­ leri: Love m e d o (1962), C a n ’t B u y M e Love (1964), M ichelle (1965), Eleanor R igby (1966), Sgt. Pepper's tonely Hearts C lub B a n d (1967), L ef it b e (1970). Sine­ m ada Richard Lester yönetim inde G enç­



ANGELİCO (Fra).



B E A T O N ya da B E T H U N E (James), iskoçyalı kilise ve siyaset adamı (1470 ? - Saint Andrevvs 1539). 1513-1526 arasın­ d a iskoçya şansölyesi.1522’den başlaya­ rak Saint Andrevvs başpiskoposu ve is­ koçya ruhani başkanı, Jam es V'in küçük­ lüğünde ülkeyi yöneten naiplerden biriy­ di. İngiliz baskısına karşı Fransa ile yeni­ den ittifak kurdu.



g g> ? ij ri 3ş



B E A S , H indistan’d a ırmak, Pencab’ın beş büyük ırm ağından biri, Satlec’in ko­ lu; 470 km. Him alaya dağlarında Himaçal Pradeş’te doğar, Sivalik dağlarını aşar. Sularından sulam ada yararlanılır.



B e a t g e n e r a t l o n . 1950'li yıllarda or­ taya çıkan ve 60'lı yıllarda da varlığını sür­ düren bir edebiyat ve kültür hareketini be­ lirten am erikanca deyim . Caz argosuna ve toplum kuralları dışında yaşayanlara ait olan bu deyim, ritmin sürekliliğini ve sürükleyiciliğini, gerçek karşısında bir tür mutluluğu ve bunu izleyen “ çö kün tü"yü dile getiriyordu. Hareket, Kerouac ve Ginsberg gibi bazı N ew Y ork'lu yazarlar­ la başladı ve from C oast to C oast (bir kı­ yıdan ö bü r kıyıya) bir yol izleyerek Batı’ ya (Kaliforniya) geçti. Amaç, amerikan mekânını yeniden kurm ak ve VVhitman’a özgü primitifçiliğe yeniden ulaşmaktı. Hare­



lerin sevgilisi (A hard d a y 's night, 1964), H elp (1965) adlı film leri' çevirdiler ve G eorge D unning'in The Yellow Submarine adlı çizgi film ağırlıklı yapıtında oyna­ dılar.



B E A T O N ya da B E T H U N E (David), iskoçyalı kardinal ve siyaset adamı (1494'e doğr. -Saint Andrevvs 1546), Jam es Beato n 'ın yeğeni. 1538'de kardinal, 1539' da Saint Andrevvs başpiskoposu oldu. Krallığın siyasi yaşam ında etkili bir rol oynadı. İngiltere’ye karşı çıkışı, Henry V lll'in 1531’den sonraki dini siyaseti ve kralın o tarihten itibaren iskoçyalı protestanlara verdiği destek sayesinde g üç ka­ zandı. Çatışma, Solvvay Moss felaketi (1542) ve Jam es V'in ölümüyle sonuçlan­ dı. Beaton yerine A rra n ’ın naipliği tercih edildi; ama, Beaton rakibini kendi siyase­ tine bağlamayı başardı ve katolik ve İngiliz karşıtı olan ana kraliçe Marie de Lorraine'e yardım etti. A ncak protestanlar Iskoçya'da güçlendiler ve uygulanan bas­ kının şiddeti, kardinalin halk katındaki sev­ gi ve saygısını kaybetmesine yol açtı. Ma­ yıs 1546’da öldürüldü. B E A T O N (s/r Cecil), İngiliz fotoğrafçı ve dekoratör (Londra 1904 -ay.y. 1980). Sosyete fotoğrafçısı ve 1930’lu yıllarda, uzun hazırlık gerektiren “ puslu çe kim ” akımının ustası; sinem a için M y Fair L a d y 'nin (1964) dekorlarını ve kostüm le­ rini hazırladı. Dekor ve kostüm konusun­ da Sadler’s Wells Ballet (F. Asthton’ın A ppearances’ı, 1936; Fındıkkıran'ı, 1951), Royal Ballet (F. Ashton'ın M a rgu e rite an d A rm and'ı, 1963) ve Nevv York City Ballet ile (F. A shton'ın lllum inations'ı, 1950; G. B alanchine’in K uğu gölü, 1951) birlikte çalıştı. Yazılı yapıtları arasında Cecil B eaton’s Scrapbook (1937), The Best o t Bea­ ton (1968) anılmaya değer. B e a t r lc e , ilahi kom edya'nın kadın kah­ ramanı. B E A T R İC E D ’E S T E , M ilano düşesi (Ferrara 1475 - Milano 1497), Ferrara dü­ kü Ercole I d'E sta ile A ragonlu Leonor’ un kızı. Morali diye de bilinen Bari dükü Ludovico M aria Sforza ile evlendi (1491) ve M ilano dükü Gian Galeazzo Sforza' nın sarayında yaşadı. Dükün ölüm ü üze­ rine (1494) Morali kendisini M ilano dükü ilan etti ve B eatrice’den ayrıldı. B E A T R İC E D İ L O R E N A , Toscana markizi (1015 ’e doğr. - Pisa 1076). Ger­ m en im paratoru ve Heinrich lll'ü n babası Konrad ll'n in sarayında yetişti. Bonifacio di Toscana (öl. 1052), sonra da Sakallı Geoffroi ile evlendi (1053). G eoffroi’ yı, nefret ettiği ve ölünceye kadar çekişti­ ği kuzeni imparator Heinrich lll’e karşı bir birlik kurm aya teşvik etti. B E A T R İC E D İ T E N D A , Milano düşe­ si (Tenda 1372 - Binasco 1418). 1398'de, condottiere Facino Cane ile evlendi; Facino, Pavia’da ölünce Beatrice, ikinci ev­ liliğini M ilano dükü Filippo M aria Visconti ile yaptı (1412). Ama, d ü k tarafından zina



Beaufort ile suçlandı ve başı kesildi.



daha da çeşitlidir.



BAatrlce e t B6n6dikt, H. Berlioz'un iki perdelik opera-kom iği (1833-1862). B esteci, S h a kesp e are ’in M u ch ado a b o u t n o th in g 'inden esinlenmiştir.



B e a u c e ç o b a n k ö p e ğ i, kısa kıllı, iri çoban köpeği. (Postu genellikle siyah, ba­ cakları ateş rengindedir, bu yüzden kızılb acak adıyla da anılır.)



BEATRİX, H ollanda kraliçesi (Soestdijk



BEAUCHAMP (DE), O rtaçağ İngiltere-,



sarayı 1938). Kraliçe Juliana ile prens Bernhard'ın kızı. 1966’da alman diploma­ tı Klaus von A m sb erg ile evlendi. 1980’de, tahtını bırakan annesinin yerine tahta çıktı.



si’nde 1298'den 1449’a kadar Warwick kontluğunu elinde tutan güçlü aile. En ta­ nınmış bireyleri şunlardır: GUY, 2. Warw ick kontu, 1310’da hüküm et işlerini d ü ­ zeltmekle görevlendirilen baronlardan bi­ ri, G abaston’un katili (öl. 1315);— Oğlu THOMAS, 3. kont, İngiliz ordusu m areşa­ li, C röcy’de ve Poitiers’de yararlıklar gös­ terdi (öl. 1369); — Oğlu THOMAS, 4. kont, Richard ll’nin zorba yönetim ine karşı çı­ kanlardandı (öl. 1401); —Oğlu RİCHARD, 5. kont, Owen Glendovver’i yendi; 1414'te, Konstanz ruhani meclisi'ne İngiltere’den laik elçi olarak katıldı, daha sonra, 1437’de kral vekili olarak Fransa’da bu­ lundu (öl 1439).



BEATTİE (James), iskoçyalı şair ve fi­ lozof (Laurencekirk 1735 - Aberdeen 1803). H um e'un fikirlerine karşı çıktı (Essay on the Nature a n d im m utability of Truth, 1770). The M ihstret (1771-1774) adlı yapıtında, önrom antik açıdan şiirsel dehanın gelişmesini inceledi.



BEATTY (David 1. — kontu), İngiliz ami­ ral (Borodale, İrlanda, 1871 - Londra 1936). G enç bir subayken Sudan’da (1896-1898), d aha sonra Ç in ’de (1900) yararlık gösterdi ve henüz 29 yaşınday­ ken gem i süvariliğine terfi etti. Bir süre Am irallik dairesi’ nde çalıştıktan sonra, 1914-1916 arasında G rand Fleet (Büyük filo) savaş kruvazörlerinin komutanlığını yaptı. Bu sırada, H elg o la n d'a yapılan bir baskında (1914), D ogger Bank çarpışma­ sında (1915) ve özellikle Jutland savaşı’nd a (1916) ya rarlık göste rdi. A ralık 1916'da, Jellicoe'nun Am irallik birinci lor­ du olması üzerine, Kuzey denizi'ndeki İn­ giliz büyük filosu başkomutanlığına atan­ dı. Bu sıfatla, 21 kasım 1918’de alman fi­ losunu teslim aldı. 1919-1927 arasında Bahriye birinci lordu oldu.



BEA TTY (sir Alfred Chester), İngiliz uy­ ruklu amerikalı sanayici (New York 1875 - M onako 1968). Büyük bir koleksiyon­ cuydu; özellikle az bulunur 9 000 cilt ki­ ta b a ve D oğu'ya ait 14 000 elyazmasına sahipti. British M useum ’a, kendi adını taşıyan önemli bir papirüs koleksiyonu bağışladı. BEA TTY (Talley), amerikalı dansçı ve koregraf (New Orleans, Louisiana, 1923). 1940’ta Katherine Dunham ile, daha son­ ra da müzikallerde dans etti. 1947’den son­ ra meslek yaşamını konser dansçısı ola­ rak sürdürdü. 1949’d a kendi grubunu kurdu ve 1969'a değin yönetti. Beatty, ol­ d ukça kişisel olan caz dans üslubuyla, özellikle, Alvin Ailey Dance Theatre’ın re­ pertuarında yer alan R oad o f the Phoeb e S n o w ’d a (1960) ve C aravanserai'da (1973) dikkat çekti.



BEATUS a. Beato de Liöbana’nın 7 76 ’ya doğru yazdığı C om entarios al A p o c a lip s is adlı yapıtının tezhipli elyazm a nüshalarından her birine verilen ad.



Baaubourg m erkezi -> C e n tr e Na­ t i o n a l D'ART ET DE CULTURE GEORGES - POMPİDOU. S E A U C A İR E , Fransa'da kanton (Gard) merkezi; Rhöne ırmağı kıyısında, Tarasc o n 'u n karşısında; 12 997 nüf, —Tar, Beaucaire, coğrafi konumu saye­ sinde, geçm iş dönem de, iktisadi açıdan b üyü k önem kazandı. XIII. yy.'d a n baş­ layarak her yıl 21-28 tem m uz arasında düzenlenen Beaucaire panayırı, Avrupa' d a ünlüydü.



BEAUCE, Fransa’da, Paris havzasında bölge, Orlöanais’de; yarısından çoğu Eure-et-Loir yönetim bölgesini oluşturan 6 640 km 2’lik bir alanı kaplar. Beauce ovası, K .’de H urepoix, D .'d a Gâtinais, G .'de Loire ırmağı ve Orlöans ormanı, B .'d a Perche ile sınırlıdır. D üm ­ düz uzanan verimli balçıklarla kaplı kireçli bir ovadır. Eskiden çeşitli tarımların yapıl­ dığı G rande B e a uce 'da günüm üzde yal­ nızca birkaç ürün yetiştirilmektedir. G. -B.’da yer alan Petite Beauce kesiminde­ ki d aha küçük tarım işletmelerindeyse ürünler (tahıl, kolza, m ercim ek, patates)



BEAUCHAMP ya da BEAUCHAMPS, XVII. yy.’d a yaşamış fransız kemancı, dans ve bale yöneticisi aile. — PİERRE I (1564 - Paris 1627), kralın oda orkest­ rasındaki kem ancılarındandı. — Oğlu LOUİS (Paris 1597-ÖI. 1666’ya doğr.), kemancı ve kralın en büyük dansçıların­ dan biriydi. — CHARLES LOUİS ya da Pİ­ ERRE (Versailles 1636 - Paris 1719), fransız soylu dans geleneğinin tem elleri­ ni attı. 1653'te le Ballet de la N uit'yi d ü ­ zenledi. 1661'de, Krallık dans akademisi’ nin m üdürlüğüne atandı, M oliâre’in les Fâcheux (1661), Monsieur de Pourceaugn ac (1669) ve Kibarlık budalası (Bourgeois gentilhom m e, 1670) adlı yapıtları­ nın perde aralarındaki dans ve şarkıları düzenledi. Ballet des A m o urs ddguisĞs' deki başarısı üzerine Lully, operalarının koregrafi bölümlerinin düzenlemesini ona bıraktı. Kralın baleleri’nin başkanlığına getirilen Beaucham p, Krallık m üzik akademisi'nin kuruluşunda görev aldı (1669), sonra kral eğlencelerindeki baleleri d ü ­ zenledi. C am b e rt’in Pom one (1671), L ully’nin C adm us ve H erm ione (1673) adlı yapıtlarının bale düzenlemesini yap­ tı. 1681’de kendisinin düzenlediği le Triom phe de l'A m o u r'u n bir bölüm ünde kralla dans etti. 1 686’da G ençlik balesi’ nin Versailles’daki gösterilerinde Delalande ile işbirliği yaptı. Tekniğin önemi Beau­ ch am p ile anlaşıldı, adım adlarına birçok yenisi eklendi. Ayakların beş duruşunu ve kolun ilk duruşlarını ilk kez o gösterdi. Beaucham p’ın çalışmalarının izine yalnız­ ca, onun bu buluşlarından esinlenen ve kendisine mal eden R.A. Feuillet'nin Chordgraphie (1700) adlı yapıtında rastla­ nır. Beau Danube (le), 1 perdelik bale. Ko­ nusunu ve koregrafisini Leonide Massine, m üziğini J. Strauss, orkestralamasını R. Dâsormiöre, dekorlarını Constantin G uys’nin maketlerine göre VVladimir Po- 1 lunin, kostümlerini. E. de Beaum ont ha- | zırladı, ilk kez 1 924’te “ Paris akşam lan" $ çerçevesinde, la C igaletiyatrosu'nda (Pa­ ris) sahnelendi. 1933'te Monte-Carlo Rus baleleri, yapıtın yeni bir yorum unu g e r­ çekleştirdi (Monte-Carlo). Bu gösteride başlıca rollerde A leksandra Danilova, irina Baronova, Tatyana Ryabuşinska, Davide Lichine ve Leonide Massine dans et­ tiler. Neşe ve mizah yüklü bu bale, günü­ m üzde de büyük bir seyirci kitlesinin be­ ğenisini toplam akta ve birçok topluluğun repertuarında yer almaktadır.



BEAU DE ROCHAS (Alphonse), tran­ sız mühendis (Digne 1815-Öİ. 1893). Özel­ likle akışkanların dinam iğiyle ilgilendi. 16 ocak 1862'de, hava-benzin karışımının kapalı kapta yanmasından oluşan term ik enerjinin m ekanik enerjiye dönüşüm ko­ şullarını düzenleyen çevrim i için berat al­ dı. O nun adını taşıyan bu çevrim , ön ha­ va karışımlı ya da sıkıştırarak ateşlemek termik motorların bulunmasını ve yapımını



BEAUDİN (Andre), fransız ressam (M ennecy 1895 - Paris 1979). J. G ris’nin etkisiyle kübizmi benim sedi, daha sonra kesinlik ve şiirselliği öne alan bir resim an­ layışına yöneldi. Düzen ve ritim, belirgin bir çizgisel anlatım, aydınlık ve yum uşak renkler yapıtının en göze çarpan özellik­ leriydi; atlar, ağaçlar, köprüler ve su gibi temaları işledi. Beaudin'in arı ve ölçülü bir anlatıma yönelen bu araştırmaları gravür­ lerinde ve şiir kitapları için yaptığı resim­ lerde (yedirm e baskıresimler, taşbaskılar) görülür. BEAUFORT, John of Gaunt ile Catherine Svvynford arasındaki ilişkiden kay­ naklanan ailenin adı. Bu ikisi, 1396’da ev­ lendikten sonra d ört çocuğu, Beaufort adıyla meşrulaştırıldı. — J O H N , Somerset kontu (1373 ? - 1410), dört kardeşin en büyüğü, 1397 bunalım ında Richard II’ ye yardım etti. Kralın düşürülmesi üzeri­ ne nüfuzunu kısm en yitirdiyse de, 1401'den sonra yeniden göze girm eyi başardı. — J O H N , Somerset kontu, sonra da dükü (1404-1444), öncekinin büyük oğlu, Henry VI’nın Fransa seferlerinde etkili bir rol oynadı ve kralırr başlıca danışman­ larından biri oldu. Kızı MARGARET (Bletsoe, Bedford, 1443 - öl. 1509), Edm und Tudor ile evlendi ve bu evlilikten müstak­ bel Henry VII doğdu. Hayırseverliği ve (so­ fuluğuyla tanınan M argaret, C am bridge üniversitesi’ni ve ilk İngiliz hümanistlerini him aye etti. — E D M U N D (1406’ya doğr. -1455), 2. Somerset dükü, öncekinin kar­ deşi, prens E dw ard’ın doğum undan ö n ­ ce Henry VI tarafından tahta vâris göste­ rilmişti, N orm andiya'yı kaybetti, am aÇ alais'yi kurtardı; amansız düşmanı olduğu Y ork’çular tarafından, Saint A lbans’ta öl­ dürüldü. — H E N R Y (Beaufort şatosu, Anjou, 1374’e doğr. - VVİnctıester 1447), John of Som erset'in küçük kardeşi, ön­ ce Lincoln, sonra VVİnctıester piskoposu oldu; 1417’den başlayarak Konstanz ru­ hani meclisi'nde yer aldı ve burada esaslı bir rol oynadı: varılan son uzlaşma büyük ölçüde onun eseriydi; kardinal oldu, 14.17'de ve sonra 1426 ; 1431 arasında papanın elçiliğini yaptı, İngiltere'de çok önemli bir yol oynadı. Koyu Lancashire' cı olmakla birlikte Arundel partisi'nin aşi­ nalarına karşıydı, H enry V üzerinde b ü ­ yük bir etkisi vardı, 1 4 1 3 -1 4 1 7 arasinda şansölyelik yaptı. 1 4 3 0 - 1440 arasında barışçı bir siyaseti savundu ve bu yüzden Gloucester ile g iderek artan bir ihtilafa düştü. Sonunda politikasında başarısızlı­ ğ a uğradı ve siyasi hayattan çekildi. BEAUFORT (François DE BOURBON, — dükü) [Paris 1616 - Kandiye 1669]. Cösar de V endöm e’un oğlu ve Henri IV ile Gabrielle d ’Eströes’nin torunu. Cinq-Mars suikastının açığa çıkması üzerine İngilte­ re'ye kaçm ak zorunda kaldı (1642).Rİche-



1437



Beauce çoban köpeği



Beauce'ta Bonneval (Eure-et-Loir) yakınlarında tarımsal işletme ve tarlalar.



lieu’nün ölüm ünden sonra ülkeye dön ­ dü ve Anne d 'A u trich e ’in gözüne girm e­ yi başardı. Fakat, nüfuzunun azalmaya yüz tuttuğunu görünce, im portants entri­ kasının başına geçti (1643). Vincerınes1 de hapsedildi ama 1648'de kaçmanın yo­ lunu buldu. Fronde sırasında Retz kardi­ nali ile işbirliği yaptı ve halk tarafından "H a lle ş kralı" ilan edildi. Donanm a ko­ mutanı oldu (1658) ve Louis XVI'nın, Türk­ ler tarafından kuşatılan K andiye'ye gön ­ derd iğ i filoya kom uta etti (1669). Orada, zamansız bir çıkış sırasında öldürüldü.



Eugenio di Beautamats David’in atölyesinde yapılmış portresi Beauharnais oteli. Paris



BEAUFORT denizi, Kuzey Buz denizi'ne bağlı deniz, Alaska ile K a nada’nın K.'inde. Kıta sahanlığı dardır ve delta kö­ kenli (Mackenzie ırmağı) gereçlerle kap­ lıdır. Az tuzlu kıyı sularının önü, d okuz ay boyunca bankizle tıkanır. Dar kıta yam a­ cı, geniş bir şevle açığa doğru uzanır. Beaufort denizi’nde (Prudhoe körfezi) yoğun petrol aramaları yapılmıştır. Beaufort ölçeği. Meteorol. 0 ile 12 arasındaki dereceleri içeren ve rüzgârın kuvvetini ölçm ede kullanılan evrensel öl­ çek (1806'da amiral Beaufort önerdi). [-* DOUGLAS ölçeği.]



Beaumarchais'nin bir portresinden ayrıntı Jean-Marc Nattier'nin yapıtı özet kol.



yetişti. Fransızlar’a karşı 1792’de ve 1794’te bazı başarılar elde ettiyse de, İtal­ ya'da, özellikle L o d i’de (10 mayıs 1796) B onaparte’a yenildi.



BEAUHARNAİS (Eugenio Di), Leuch­ tenberg dükü, E ichstâtt prensi, İtal­ ya kral naibi (Paris 1781 - Münih 1824). Annesi Josephine'in N apoleon ile evlen-



BEAUMANOİR (Philippe DE REMİ,—



G Ö Z LE N E N E TK İLE R



BEAUFO RT R A K AM I



HIZ (K M /S A )



B E T İM LE Y İC İ TE R İM



0 1 2 3 4



< 1 1-5 6-11 12-19 20-28



sakin çok hafif meltem hafif meltem orta etkili meltem etkili meltem



dum an dik yükselir rüzgâr dumanı eğer rüzgâr yüzde hissedilir rüzgâr yaprakları kımıldatır rüzgâr toz ve kâğıtları kaldırır



5



29-38



kuvvetli meltem



rüzgâr göller üstünde dalgalar oluşturur



6



39-49



serin rüzgâr



rüzgâr ağaç dallarını sallar



7



50-61



çok serin hava



rüzgâr yayanın yürüyüşünü engeller



8 9



62-74 75-88



şiddetli rüzgâr çok şiddetli rüzgâr



rüzgâr küçük dalları kırar rüzgâr bacaları ve kiremitleri uçurur



10 11 12



89-102 103-117 > 117



fırtına şiddetli fırtına kasırga



önemli zararlar büyük yıkımlar korkunç etkiler



BEAUFORTİA a. Batı Avustralya’da ye­ tişen ve fundayı andıran çalı. (On beş ka­ dar türünden birkaçı ılık seralarda yetişti­ rilir. M ersingiller familyası.) BEAUOENCY, Fransa'da kanton (Loiret) merkezi, Loire ırmağı kıyısında; 6 814 nüf. Birçok eski anıÇkapsayan turizm ken­ ti: eski bir kilise (St. Etienne) ve XI. yy.'dan kalma burç (“ Cösar kulesi"); XV. yy.’dan kalm a şato.



Beaujolais Villie-Morgon (Rhöne) yakınlarındaki bağlardan bir görünüm



meclis üyesiyken ölen C la u d e ll ’nin ba­ bası, 1806’da Baden grandükü ile evle­ nen STEPHANİE’nin ve Quiqueran Beaujeu markisi ile evlenen DESİREE'nin büyükbabası Beauharnais kontu C la u DE I girer, — ikinci kol, C laude’un kuzen­ leri olan FRANÇOİS VIII ve ALEXANDRE adlı iki kardeş tarafından temsil edil­ di. A lexandre, N apolöon l’in ilk karısı Josöphine Tascher de la Pagerie’nin ilk ko­ casıydı; Alexandre’ın kızı HORTENSE, Hol­ landa kralı Louis Bonaparte’ın karısı ve Napoleon lll’ün annesiydi; oğlu EUGENE, Bavyera prens'esi A ugusta ile evlendi ve bu evlilikten: Portekiz kraliçesi M aria İT nin ilk kocası Leuchtenberg dükü K a r l AUGUST, Rusya im paratoru N ikolay Tin kızı M arya’nın kocası M axİM İlIan JO­ SEPH; İsveç kralı Oskar l'in karısı JOSE­ PHİNE; Hohenzollern prensi Friedrich VVİl­ helm ile evlenen EUGENİE HORTENSE ve Brezilya im paratoru Pedro l’in ikinci karı­ sı a m e lİa A u g u s ta doğdu.



BEAUHARNAİS (DE), Orleanais asıllı soylu aile. XVIII. yy. sonunda iki kola ay­ rılmıştı. Birinci kola, FANNY'nin kocası, Restauration dönem inde Fransa yüksek



mesi üzerine üvey babasıyla İtalya ve Mı­ sır seferlerine katıldı. M arengo'dan son­ ra süvari bölük komutanlığına, 1804'te de tuğgeneralliğe yükseltildi. Bundan sonra sırasıyla im paratorluk prensi, adalet na­ zırı ve İtalya kral naibi oldu. İtalya’da Bon aparte’ ın en sadık komutanı ve enerjik bir yönetici olarak kendini gösterdi: Ku­ zey İtalya ekonom isini kalkındırdı. A vus­ turya, Rusya ve ispanya seferlerine katı­ lan 80 000 kişilik bir ordu düzenledi. Ba­ şarılı bir subay olarak 1809'da M acaris­ tan harekâtına kom uta etti. 1812'de ordu Rusya dan çekilirken önce imparatora, sonra da M urat’ya destek oldu. Halkı ken­ disinden yüz çevirince, 1806’da kızı A u ­ gusta ile evlendirdiği Bavyera kralı Maxim ilian’ ın yanına sığınm ak üzere M ünih'e kaçtı.



BEAUHARNAİS - HORTENSE BEAUHARNAİS - JOSEPHİNE. BEAUHARNOİS, K a nada'da (Queı



0 ■■'mmemmimmı/ı



bec) kent, Beauharnois yönetim bölüm ü­ nün merkezi, Saint-Lawrence ırmağının sağ kıyısında, M ontröal’ın yukarı kesimin­ de; 7 700 nüf. Hidroelektrik tesisi. Alümin­ yum metalürjisi.



BEAUJEU - BEAUJOLAİS. BEAUJEU -> A n n e de F ra n c e . 1BEAUJOLAİS, eski Lyonnais (Fransa) ilinin bölüm ü, Massif central'ın Saöne ovasına inen doğu eteği; K .'den Charolais ile M âconnais dağları ve G .’den Lyonnais dağları arasında. Beaujolais, özellikle, doğu bölüm üyle ünlüdür, bura­ da, yaklaşık 20 000 ha'lık bir alanda bağ yetiştirilir.



BEAULİEU (Jean-Pierre, —baronu), avusturyalı general (Lathuy, Brabant, 1725 - Linz 1819). Yedi Yıl savaşları'nda



BEAULİEU (Victor - Levy), Ouöbec'Iİ yazar (Saint-Jean-de-Dieu, Rimouski ya­ kınında 1945). Eleştirmen, gazeteci, oyun yazarı ve özellikle romancı. Jack Kerouac ve M elville'e olduğu kadar Victor Hug o ’ya da hayranlık duyar. Hayal ve söz oyunlarına büyük yer veren bir okulun öncülerindendir. Yapıtları: les Grand-Pöres 1971; Un Reve çuebecois. 1972; Don Ouichotte de la Dem anche, 1974. BEAULİEU-SUR-M ER, Fransa’da (Alpes-Maritimes) kom ün, Cöte d 'A z u r’ de, N ice’in 10 km D .'sunda; 4 273 nüf. Sayfiye merkezi. Yat limanı. Ç içek yetişti­ riciliği. Kerylos konağı (orada bulunan yı­ kılmış eski bir yunan konağı örnek alına­ rak aynen yeniden yapıldı ve gene eski yunan eşyalarıyla döşendi.) sörü), fransız yazar (Beauvaisis ya da Gâtinais'de 1250’ye doğr. - Pont-Sainte -M axence 1296). Poitou, Verm andois ve Senlis'de çeşitli idari görevlerde bulundu. Romanları nitelik bakımından önem taşır. M anekine adlı rom anında Eşek postu te­ masını işler, Jehan et B lon d e 'da ise, aşk üzüntüsünün yeni aşklar ve serüvenlerle giderileceğini savunur.



■ BEAUMARCHAİS (Pierre Augustin CARON DE), fransız yazar (Paris 1732 -ay.y. 1799). Serüvenli yaşamına karşın, yazm aya hiç ara verm eyen Beaumarchais için edebiyat tutkusu, yalnızca, ba­ şarıya ulaşma ve "saygın b iri" olm a ar­ zusunun bir biçim idir. Bir sanatçının o ğ ­ luydu. Şansını önce sarayda (Louis XV'in kızlarının arp öğretmeni, 1761 ’de kraliyet topraklarında kaçak avlanm ayla ilgili da­ valara bakan ceza yargıcı) denedi, daha sonra maliyeciliğe heves etti; Le N orm ant d'Etioles(onun için Zirzabelle mannequin, Jean-Bete â la foire gibi erotik "p a ­ nayır oyunları" yazdı) ve özellikle onu hi­ mayesine alan ve birtakım dalavereler çe­ virm ek için ispanya’ya (1764-65) g ön d e ­ ren Pâris-Duverney ile çalıştı, ispanya’da bir ara oyun olan le Sacristain'ı yazdı. Ger­ çek yazarlığa başlangıç olarak dram tü ­ rünü seçti: Eugbnie’yi (1767) 1762’de yazm aya başlamıştı; les D eux Am is (1770) ise tam bir fiyasko oldu. Yargıç Goezm an'ı rüşvet almakla suçladığı les Mbmoires'dta (1773-74) kam uoyunu cerbe­ ze ve becerikliliğiyle kendi yanına çeke­ rek ün kazandı, le Sacristiain'den yola çı­ karak yazdığı Sevilla * berberi (Barbier de Sâville) tam bir başarı kazandı (1775). Da­ ha sonra Am erika’nın bağımsızlığı için sa­ vaşanlara bilgi ve cephane sağladı (1776). Sociötö des auteurs dram atiques’i kurarak (1777) Voltaire’in yapıtlarını ya­ yımladı. Bu arada yazdığı Figaro'nun d ü ­ ğ ün ü (le M ariage de Figaro) kralın karşı çıkmasına rağmen oynandı ve yüzyılın en büyük başarısını kazandı (1784). Tarare (1787) adlı operasından sonra, bunun acıklı bir devamı olan la M bre C oupable (1792)'ı yazdı. Devrim sırasında tedirgin edilince ülkesini terk etti ve Fransa’ya an­ cak 1796'da geri döndü. Kom ediyle dra­ mın birbirini izlediği bir tem ele dayanan Beaum archais tiyatrosu, m utluluk peşin­ de koşmanın getirdiği sevinç ve tehlike­ leri anlatır ve yükselen sınıfın özlemlerini dram atik konuşmalar aracılığıyla ette g e ­ tirerek, Fransız d evrittıi'nin bir yönünü o luşturan s fc 'şöfeninin hazırlanmasına katkıda bulunur.



BEAUMONT, ABD’de (Texas), kent, Houston'un K.-D.'sunda, Nechers River halici kıyısında; 114 320 nüf. (1990). Pet­ rol limanı ve arıtma. Kimya sanayisi.



BEAUMONT (s/r John), İngiliz şair (Leicestershire'da Grace-Dieu 1583 - Lond­ ra 1627). M etam orphosis o f Tobacco'yu (1602) yazdı. İngiliz şiir tekniğindeki kla-



Beauvoir sik reform un öncülerinden biridir.



BEAUMONT (Francis), Sir John Beaum o nt’ın kardeşi, İngiliz oyun yazarı (Leicestershire’da Grace-Dieu 1584 - Lond­ ra 1616). O vidius'tan esinlenerek yazdı­ ğı koşuklu eseri Salmacis ve Aphrodite (1602) ile g ü ld ü rü sü M is o g y n e 'den (1607) sonra John Fletcher ile karşılaştı, onunla yakın bir dostluk kurdu. Birlikte aristokrat kesime yönelik 54 oyun yazdı­ lar: halka karşı komediler, güldürülü kah­ ramanlık parodileri, trajediler. Olmayacak durumlar, olanaksız seçimler, peri masal­ larını andırır bir dekor içinde barok bir şid­ det, yasak ilişkiler üzerinde yoğunla­ şan, yepyeni cinsel bir cüret. Önemli sah­ nelerde kadın kahramanların nerdeyse Racine’in yapıtlarındaki yoğunluğa eriş­ tiği görülür: The K night o f the Burning Pestle (1607); Phitaster (1608),The M a id ’s Tragedy (1610); A K ing a n d no King (1611); T h e Scornful L a d y (1616). BEAUMONT (Claude François), fransız asıllı İtalyan ressam (Torino 1694 -ay.y. 1766). Torino krallık sarayının dekorasyo­ nunu yaptı; aynı kentin Güzel sanatlar akadem isi’nin m üdürü oldu. BEAUMONT (Cyril VVİlliam), İngiliz ya­ zar ve dans eleştirmeni (Londra 1891 -ay.y. 1976). E. Cecchetti ile birlikte Cecchetti Society’yi kurdu (1922). Dancing W orld'a(1921 -1 92 4 ) ve Sunday Times’a (1 9 5 0 -1 9 5 9 ) dans eleştirileri yazdı. Dansçı idzikovvski ile birlikte C ecchetti’ nin öğretim yöntemini yaymayı am açla­ yan bir yapıt yayımladı: Â M anual o f the Theory and Practice o f Classical Theatrica l D ancing (1922). Dans üzerine birçok kitap yazdı (A H istory o f Ballet in Russia {1613-1881], 1930; The Complete Book o f Balletş, 1937; Ballet Past and Pre­ seni, 1955), Anna Pavlova (1932), Vaslav Nijinski (1932), M argot Fonteyn (1948) üzerine incelemeler yayımladı, bir de özyaşam öyküsü bıraktı: Bookseller at the Ballet (1975). Türkiye’d e yayımlanmış tek yapıtı Kısa bale tarihTd ir (1964). BEAUMONT-SUR-OİSE, Fransa’da kent, Val - d ’ö is e kantonunun merkezi, L ’isle-Adam'ın K. -D .’sunda, Oise ile Carnelle ormanı arasında; 8 271 nüf. XII.-XIII. y y .’da yapılmış St. Laurent kilisesi (kulesi rönesans dönem inden kalmadır). XIII. y y.’dan kalma şato kalıntıları. Çim ento fabrikası.



■ BEAUNE, Fransa’da Cöte - d ’Or arrondisse m e n tinin merkezi, şarap üretim bölgesi B ourgogne’nun yamaç kesimin­ de; 21 127 nüf. Daire biçimi plana göre kurulmuş kent, surlarla çevrilidir. Birçok önemli anıt. Beaune, Bourgogne şaraplarının ve özellikle de Beaune şaraplarının önemli ticaret merkezidir. Her yıl kasım ayında burada, Hospices şarapları açık artırmay­ la satılır. Şarap araştırma istasyonu. Bağ­ cılık okulu. Şarap yapımı gereçleri fabri­ kası. Elektrikli gereçler yapımı. M ukavva fabrikası.



■ BEAUNEVEU (Andre), fransız ressam ve heykelci; 1360 ile 1400 arasındaki ya­ şamı biliniyor. 1364 'te Philippe V I, iyi Je ­ an ve Charles V'in Saint-Denis katedra­ lin d e k i mezarlarını yapm ak üzere saray tarafından görevlendirildi. Başyapıtı Char­ les V 'in yatık heykelidir. Beauneveu’ nün sağlam ve uyumlu sanatı, doğalcı d uyar­ lığı bakım ından yeni bir anlayışın öncü südür.



Beauvaisis seramik atölyeleri Loisel’in armasıyla bezeli gökmavisi gre’den matara (XVI. yy.) Ulusal seramik müzesi, Süvres Beaune: XV. yy. ortalarından kalma hötel-Dieu’nün avlusu ne katıldı (1846 - 1847). Güneylilerin sa­ fına geçti ve Fort Sumter’da, A m erikan iç savaşı’nın ilk to p atışını yaptırdı (12 nisan 1861). Bull Run ve Charleston'da zafer ka­ zanarak G eorgia’yı adım adım savundu; am a Sherman karşısında gerilem ek zo­ runda kaldı ve G reensboro'da ona teslim oldu (1865). Savaştan sonra New Orleans dem iryolu şirketi'nin başına geçti ve Louisiana ordu kom utan yardım cılığına ge­ tirildi.



BEAUSOLEİL, Fransa’da kent, Alpes -Maritimes kantonunun merkezi, Cöte d ’Azur kıyısında, M onako'nun K.-D .’sunda; 12 208 nüf. Sayfiye merkezi. BEAUVAİS, Fransa’da Oise dĞpartem e n tinin merkezi, Paris’in 76 km K. K B.’sında, Thörain ırmağı kıyısında; 54 147 nüf. (1990). Geleneksel dokumacılığın ve fırça yapımının yanı sıra çeşitli makine, kimya ve besin sanayileri. — 1644’te ku­ rulan ünlü duvar halısı imalathanesi. ■ —Güz. sant. Saint-Pierre katedrali Fran­ sa’nın g otik üslupta yapılmış en yüksek katedralidir (tonoz yüksekliği 48 m). YaBk. Resim sayfa 1440



pımına 1226’ya doğru koro yerinin inşa­ sıyla başlandı. 1284'te kubbelerin yıkıl­ masından sonra yeniden ele alındı ve XVI. yy.’da, Martin C ham biges bir çaprazsahın yaptı, am a hiçbir zaman bitirile­ medi.



BEAUVAİS DE PREAU (Charles Thöodore), fransız general ve yazar (Orleans 1772 - Paris 1830). Mısır seferinden d ö ­ nerken T ürkler’e tutsak düştü (1798). Fransa’ya d ön d ü kte n (1801) sonra, 1809’da tekrar göreve başladı. Victoires et conçuetes des Françaist,Fransızlar'ın zaferleri ve fetihleri) [1817] ve Correspondances officielles et confidentielles de N a­ poleon Bonaparte avec les cours Ğtrangdres (N apolöon Bonaparte'ın yabancı saray m ensuplarıyla resmi ve özel yazış­ maları) [1 8 1 9 -2 0 ] adlı yapıtları yayım la­ dı.



BEAUPORT, Kanada’da (Ouöbec) ■ BEAUVAİSİS, Fransa’da bölge, ile-de -France’ta (Oise), yağışlı ve yeşillik Thekent, Û uebec'in kuzey-kuzeydoğu banli­ rain vadisi tarafından aşılır. yösünde, Saint Lawrence ırmağı kıyısın­ Beauvaisis’in kumtaşlı topraklarının ola­ da; 63 000 nüf. (1990). Kanada’da Fran­ ğanüstü niteliği, Beauvais çevresindeki sızların kurduğu (1634) ilk senyörlüktür. köylerde (Armentiöres, Lachapelle-âux BEAUREOARD (Pierre Gustave TOU-Pots, Lhöraule, Saint-Germain-la-Poterie, t a n t DE), fransız asıllı, amerikalı general vb.) birçok seramik merkezi kurulm uş­ (New Orleans yakınları 1818-New Orletur. ans 1893). West Point askeri akadem isi ni ikincilikle bitirdi (1838), Meksika seferi­ BEAUVOİR (Simone DE), fransız edebi­



yatçı (Paris 1908 -ay.y. 1986). Bir burju­ va ailenin çocuğudur. 1929’da felsefe ag­ rejesi oldu. Bir süre öğretm enlik yaptı. 1943’ten itibaren, birlikte yaşadığı Jean -Paul Sartre ile aynı zam anda edebiyatla uğraşm aya başladı, ilk denem elerinde hiç kuşkusuz (Phyrrhus et CinĞas [1944] ve Pour une morale d e l'ambigu'ite [1947] Sartre'ın düşüncesi ağır basar, ama her iki denem ede de Sartre’da görülm eyen bir çeşit iyiniyet bir içtenlik vardır. Kendi­ ni böylesine ortaya koyması, dünya için­ deki yerini belirlemesi ve bütün dikkatini bu dünyaya vermesi, aynı zam anda da felsefi uçurum lara yuvarlanm aktan ve edebi cam bazlıklardan uzak kalabilmesi Şimone de Beauvoir’ın yapıtını en iyi be­ lirleyen niteliklerdir. Le Sang des a'utres (1945) ve Tous les hom m es sont m ortels (1946),Kurtuluş dönem i aydınları arasın­ daki modaları parlak biçim de çizerken K onuk to z (l’ invitöe, 1943) daha 1943'te kadının yeni bir görüntüsünü vermeye ça­ lışır; les Bouches inutileş (1945) adlı oyu­ nun andacı da budur. "İn san kadın d o ğ ­ maz; sonradan olu r” ; feminizmin kutsal ki­ tabı sayılan G enç kızlık çağı / Evlilik çağı i Bağımsızlığa d o ğ ru 'n un [le Deuxiöme Sexe,1949) anahtar cümlesi budur. Man-



Simone de Beauvoir (1978'de)



Andre Beauneveu Peygamber Zeketiya Dük Jean de Berry'nin tezhipli mezamir kitabından bir sayfa (1386’ya doğr.) Bibliothigue nationale, Paris



g (1966) ve Yıkıları kadın’da (la Femme rompue, 1967)kadınlar için bir savaş baş* lattı. Yaşlılık (1970) [kadın sorunu için | Gençkızlık çağı ne ise üçüncü çağ soru^ nu için de Yaşlılık odur] ve daha sonraki Tout com pte fait (1972) [kadınlığı ile d ü ­ şünürlüğü ve yazarlığı arasında bir türlü denge kuramamış bir insanın özlemlerini ve çelişkilerini ortaya koyar], Simone de Beauvoir için artık bilançolar zamanının geldiğini gösteren yapıtlardır. Veda töre­ ni (1981) [la C erem onie des a d ie u x] ise Sartre'ın son yıllarını dile getiren gerçek­ çi bir yapıttır. B E A U Z E E (Nicolas) .transız dilbilgisi uz­ manı (Verdun 1717 - Paris 1789). 1756’da, E ncyclopedie’nin dilbilgisi m ad­ delerinin yazımında, D um arsais’nin yeri­ ni aldı. Gram m aire gönerale ou Exposition raisonnee des elements necessaires du langage p o u r servir de fondem ent â l ’etude de toutes les langues (1767) adlı yapıtında, özellikle tüm ce ve tüm leçlerin sınıflandırılmasını geliştirmeye çalıştı. (Fr. akad., 1772.) B E A V A R , Flindistan'da kent, Racastan’ da, C aypur'un G .-B .’sında; 66 100 nüf.



Beauvais Saint-Pierre katedrali güney cephesi XVI. yy.’ ın ilk yarısı



Beauvais duvar halısı imalathanesi Jean-Baptiste Huet’den Escarpolette (1780'e doğr.) Louvre müzesi, Paris



darinler (les Mandarins, 1954) ile Simo­ ne de Beauvoir'ın ünü daha da arttı. Bu yapıt, komünist partisi konusundaki tartış­ malarla dikkati çeken o dönem aydınları­ nın töreleri üzerine ilk elden önemli bir belge niteliğindedir; Simone de Beauvoir fransız komünistleri konusunda sartrecı düşüncenin kıvrımlarını neredeyse tü­ müyle benimser. L 'Am engue au jo u r le jo u r'dan (1948) sonra, aynı "id e o lo jik” çizgide, M ao'yu öven bir yapıt kaleme al­ dı: La Longue M arche (1957). B ir genç kızın anıları (Les M âmoires d ’une Jeune fille rangee, 1958), Yaşın g ücü (la Force de l'âge, 1960), Kadınlığımın hikâyesi (la Force des choses, 1963), onu döneminin kendini bilinçli ve yürekli bir açıklıkla an­ latmaktan kaçınmayan ayrıcalıklı bir tanığı olarak ortaya koydu. Sessiz b ir ö lüm 'de (Une m ort trâs douce, 1965) bir ananın ölüm ünü anlatırken, les Belles im ages



a B E A V E R B R O O K (VVİlliam Maxwell AİT­ KEN, I. — baronu), İngiliz iş ve siyaset adamı (Maple, Ontario, 1879-Mickleham, Surrey, 1964). 1910'da Muhafazakâr parti'den milletvekili seçildi, Bonar Lavv’un özel sekreterliğini yaptı. 1914’te savaş bir­ likleri yanında Kanada hükümetinin te m ­ silcisi oldu; 1918’de İngiltere’de ilk kez kurulan istihbarat bakanlığına atandı. Er­ tesi yıl "lo rd B eaverbrook” sanını kazan­ dı. 1916’da Daily Express gazetesini sa­ tın alarak basın krallarından biri olm a yo ­ lunda ilk adımı attı. Bu gazeteyi başarıya ulaştırınca 1921’de Sunday Express’i kur­ du. 1940’ta havacılık üretim bakanı oldu. 1941'de Moskova konferansı’nda İngiliz heyetine başkanlık etti, aynı yıl Churchill ile birlikte VVashington’a gitti. 1941’de devlet bakanı, sonra iaşe bakanı (1941 - 1942), sonunda “ privy seal" lordu (1943 -1 9 4 5 ) oldu. B E A V E R L O D G E ya da B E A V E R L O D G E , K anada’da, Saskatchevvan’ın kuzeyinde, Athabaska gölünün kuzey kı­ yısı yakınında bulunan uranyum yatağı. B E A V E R R İV E R Kanada'da(Saskatchewan ve Alberta) ırmak, Churchill gölü­ ne dökülür. 3 | 'S „ ■| | g *= | | c



B E A Z L E Y (sir John Davidson), İngiliz arkeolog (Glasgovv 1885 - Oxford 1970). Çalışmalarını yunan seramiği,Özellikle de siyah ve kırmızı figürlü Attike seramiği üstünde yoğunlaştıroı. Çizimler! inceleyerek çeşitli ressamların ve ünlü atölyelenn ürünlerim belirledi Birçok yayını arasında özellikle Attic Red-figure Vase Paınters (1942; 2 bask 1963). Attıc Black-fıgure Vase Paınters (1956) ve Paralipomena (1971) üzerinde durulması gereken yapıt­ lardır B E B E a. Halk I.S ü t çocuğu. — 2. Ço­ cuk: Yoksulluktan, bebelerini yeterince doyuram ıyordu. — Folk. Bebe toprağı,geleneksel kesim­ de, ıslaklığı çekmesi için bebeğin altına bağlanan bez üzerine yayılan bir tür ince toprak. (Yazdan kurutulup elenen toprak, havanda dövüldükten sonra kullanılır. Toprak ıslaklığı em diğinden bebekte pi­ şik olmaz. Bazı yörelerde bu toprağa öllük, höllük de denir.) jj Bebe tuzlama, ye­ ni doğm uş bebeği, derisi kokmasın ve ka­ şıntılı olmasın diye tuzlu suyla yıkam a ya da vücudunu tuzla ovma. (A nadolu'nun birçok yöresinde günüm üzde de uygu­ lanmaktadır.) B E B E C İK a. 1. Çok küçük ya da sevgi ve acım a uyandıran bebek. — 2. Davra­ nışları yaşına yakışmayan kimselere alay yollu söylenir. B E B E K a. 1. Çok küçük çocuk, özellik­ le süt çocuğu: Bebek ağlıyor. — 2. insan



biçim indeki oyuncak: B ebeğim kırıldı. (Bk. ansikl. böl.) — 3. Süsleme ve deko­ rasyonda kullanılan, çeşitli giysiler g iydi­ rilmiş küçük heykelcik. — 4. Bebek, be­ beğim, sevgi gösteren seslenme sözü, (tkz.) jj (Bir kim seden) b e b e k beklemek, (ondan) hamile olmak. j| B ebek gibi, çok güzel kız, kadın; güzel masum yüz için kullanılır. ||öebek g ib i (davranmak), yaşı­ na uym ayacak biçim de, şımarıkça (dav­ ranmak). —Çoc. hek. Bebek terazisi, Bebeği tart­ mak amacıyla yapılmış oluk biçiminde çu­ kur kefeli terazi. — Kur. tar. B e b e k ’ustası, Bebek kasrının korunmasıyla görevli olan bostancı suba­ yı. (Aynı zam anda semtin güvenliğinden de sorum luydu. Görevini kötü yapanlar, bostancıbaşının em riyle kapıkulu süvari bölüklerinden orta bölüklerine gönderilir­ di.) —Seksol. Şişirme bebek, plastik m adde­ den yapılan şişirilebilir kadın mankeni. Kadınlara özgü organların tüm üne sahip olduğundan bazı erkekler tarafından cin­ sel doyum için kullanılır. —Yerbil. Löss bebekleri, ergeronlarda lösslerin değişimiyle oluşan kireçli yum ­ rulara verilen ad. — ANSİKL. Çağımızda ilk bebekler pişmiş topraktan, kemikten, fildişinden yapıldı; ki­ minin çok ince bir işçiliği kiminin de, bir bağla bedene tutturulmuş eklemli kol ve bacakları vardı. 1540’lardan kalan bir bel­ gede, bebeklerin "toprak, kâğıt ve alçı karışım ından” yapıldığı belirtilmektedir. XVII. y y .’da N ürnberg ve H am burg, şim­ şir bebekleriyle ün kazandı. XIX. y y .’ın başlarında, bebeklerin hare­ ketsiz bedenleri, deri, kumaş kaplanmış tahtadan ya da içine talaş doldurulm uş deriden, başları kâğıt ham urundan yapı­ lıyordu; saçları ve gözleri ise boyanıyor­ du. 1824’te J , Maelzel’in (1772 - 1838) al­ dığı patente göre yapılan bebekler, be­ denin içine yerleştirilen ve kolların hare­ ket etmesiyle çalışan bir körük sayesinde, ilk kez “ konuştu” . 1826’da göz kapakla­ rı önce iplerle, sonra da kurşundan karşı ağırlıkların yardım ıyla hareket eden, camdan, şişkin gözlü bebekler daha canlı bir görünüm kazandı ve bir m ekanizma ile eklemli uzuvlar sayesinde yürüdü. 1850’de, Calixte H uret'nin kalıplanmış güteperka kullanmasıyla, bedenin görü­ nüşü değişti; yüzyıl sona erm eden kalıp­ lanmış selülolt ve kauçuk da kullanılma­ ya başlandı. Kâğıt ham urundan yapılan başların yerini, 1830’lara doğru İngiltere’ de balm um undan yapılan başlar, Alman­ ya ’da porselen başlar aldı; 1862’ye ka­ dar bu durum da bir değişiklik olmadı; bu tarihte, Emile Jum eau, başı yana dönen ilk bebeğin patentini aldı; bunu, 1867’de, Leon B ru ’ nün çifte yüzlü, başı kendi ek­ seni çevresinde dönen bebeği izledi. Bu iki fransız fabrikatörün bebekleri alman bebekleriyle rekabete girişti. XIX. y y .’ın ortalarına kadar, bebeklpr küçültülmüş bir yetişkini andırıyorlardı; E.Jum eau bebek­ lere çocuksu bir görünüm verdi; XIX. yy.'ın sonunda, yapımcının kızları, yontu­ cu A.E. Carrier Belleuse’e, porselen başlı bebeklere peruka takm a fikrini verdiler; A.E. Carrier-Belleuse, 18 8 3 ’te, tümüyle deriden yapılma "bö b ö Jum eau"yu piya­ saya çıkardı. Böylece yüz yıl içinde, kul­ lanılan yeni malzemeler bebeğe daha gerçekçi bir görünüş kazandırdı, teknik uygulam alar da onları canlılara benzetti: yaylı bir m ekanizm a yürüm esini (1826), yüzmesini (1876), bedenin içine yerleşti­ rilen, fonografı andıran bir mekanizma da bebeğin anlaşılabilir şekilde konuşması­ nı ve şarkı söylemesini sağladı (1893). G ünüm üzde, bebeklerin yapımında, plastik m addelerden, elektronikten, hatta belirli davranışlarda bulunmalarını sağla­ yan mikroişlem aygıtlarından yararlanıl­ maktadır. Yetişkin bebek gibi çocuk be­ bek üretimi de sürm ektedir: ikinci-imparatorluk’un “ hanım hanımcık” bebeğine, 1958’de Am erikalıların yarattığı manken



bebekler, "b d b ö Ju m ea u " ya, Berchet’ mut II ve Abdülm ecit zam anında yeniden ■ BEBERUHİ a. Karagöz oyunlarında, cü­ o. ce tiplemesine verilen ad. —Sevimsiz, bü­ ■i nin, 8 aylık bir bebeğin fotoğraflarından önem kazandı. M ahm ut II zam anında Yı­ cü r e rk e k .. lanlı yalı, Abdülm ecit zam anında da, yık­ yararlanarak 198 2 'd e ürettiği "h o lo g ra ­ — ANSİKL. Sey. oy. Karagöz oyunlarında­ fik " bebek karşılık verdi. Cinsiyetli bebek tırılan H üm ayunabad köşkü yerine Bebek ki olum suz tiplem elerdendir. İstanbul a ğ ­ (1964) ve A B D ’de doğuran bebek (1973) kasrı yaptırıldı. Dönemin önde gelen dev­ zıyla konuşur. Laf taşır, arabozuculuk ya­ let adamlarının saray, köşk ve yalıları da çağım ızın özgün buluşlarından biri oldu. par, yalan söyler, şımarık ve küstahtır. Zor buradaydı. Bebek -Rumelihisarı yolunun Buna karşılık geçm işe dönüş modası da, durum da kalınca işi yaygaraya vurur, sö­ deniz yönünde, evkaf nazırı Mustafa Hayeski bebeklerin kopya edilm esine yol a ç­ v ü p sayar. Çirkin bir sesi vardır. Ç abuk ri Efendi’ nin isteğiyle m im ar Kemalettin'e tı. ve duraksız konuşur. Başında uzun bir Bebek camisi yaptırıldı (1910 -1913). Os­ O yun çağındaki kız çocuklarının başlıkülah, sırtında salta, ayağında tozluk ve manlI dönem inde İstanbul'un seçkin bir .c a oyuncaklarından olan bebek, A n a do ­ çizm e vardır. Kimi kez külahının ucunda yazlığı olan semt, C um huriyet'ten sonra lu ’da daha ço k doğal malzemeyle yapı­ ya d a elinde fener taşır. Bazı oyunlarda g ö rü n % ı değiştirm eye başladı; köşk ve lır. Bunun için çatal ağaç, mısır koçanı, birden çok beberuhi vardır. (Altıkulaç b e ­ yalıların yerini ço k katlı yapılar aldı. bez, nadiren de taş kullanılır. Çatal ağaç­ beruhi, P işbop da denir.) 1973’te C um h u riye tin 50 yılı etkinlikleri tan kesilen dal, gövde ve bacak iskeleti­ içinde Bebek bahçesi yeniden düzenlen­ ni, enine bağlanan çubuk, kolları oluştu­ Beberuhi, .î1 8 9 8 'de C enevre’de Jön di. rur. G övde bezle kaplanır ve beyaz bez­ T ürkler’in yayımladığı aylık mizah gaze­ den yapılmış ve içi doldurulm uş baş ek­ lord VVİlliam Beaverbrook tesi. Milli kütüphane’d e 1. ve 3. sayıları Bebek oyunu, A nado lu'n u n gelenek­ lenir. G övde mısır koçanından da yapıla­ bulunan gazetede yayım lanan karikatür sel yaşam sürdüren bazı yörelerinde, kuk­ bilir. Bez bebeklerdeyse gövde ayrı ayrı ve yazılarda A bdülham it II ve uygulam a­ la oyununa verilen ad. Tokat, Kars, Cide yapılmış bez yastıkçıklardan oluşur. Baş ları yerildi. ve Kozan yörelerinde, dize bağlanan bir kısmı iplikle boğularak gövdeden ayrılır, büyük ve ele alınan iki küçük bebekle oy­ BEBEY (Francis), kam erunlu yazar ve üzerine kaş, göz, ağız işlenir ya da boya­ natılan oyuna d a beb e k oyunu ya da iki m üzikçi (Duala 1929). Özellikle halk şar­ nır. Tebeşir kayası bulunan yörelerde taş­ b ebeğin kavgası denir. kılarından oluşan repertuarıyla tanındı. tan yapılmış bebeklere de rastlanır. Bun­ Ayrıca günüm üz Afrikası’nın günlük ya­ BEBEKÇE be. Bebek gibi, bebeğe öz­ lar içinde en çok kullanılanlar, bez bebek­ şantısını bir gülm ece anlatımıyla çizen ro­ lerdir. Türkiye'de öteden beri biblo ve gü. m anlar (te Fils d 'A ga tha M oudio (1968; oyuncak olarak bebek yapılmakta, çeşit­ BEBEKLEŞMEK gçz. f. Şımarıkça dav­ la PoupĞe ashanti, 1973; le Roi A lbe rt li zam anlarda sergiler açılmaktadır. Bu ranmak. d'Effidi, 1976 ve öyküler (Embarras et Cie, konuda ilk sergi, Kızılay, Kızılhaç ve Kızıl1968; Trois Petits Cireurs, 1972) yazdı. arslan derneklerinin çabasıyla, 1936’da, BEBEKLİK a. 1. Bebek olm a durum u. — 2. Yeni doğan bebeğin henüz süt em ­ İstanbul Taksim belediye bahçesinde BEBGA ya da BEPCA a. (ar. bebğS). me ve kucak bakımı dönemi. — 3. Bebek­ açıldı. Yarışmalı olan sergiye, yirmi ülke Esk. Papağan. lik etmek, yaşına uygun davranm am ak, katıldı. Daha sonra Kızılay'ın girişimiyle BEBGAİYE a. (ar. beb'gâ ve -iyye ’den bebekçe davranm ak. Spor ve sergi sarayı'nda (1950), Gülhane bebğâiyye). Esk. Ruhbil. Papağan gibi parkı'nda (1955), Galatasaray lisesi’nde B BEBEL (August), alman sosyalist (Köln anlaşılmaz sözler söyleme. (1958) ve Kızılay'ın 100. kuruluş yıldönü­ 1840 - Passugg, İsviçre, 1913). Önceleri BEBİNGTON, B irkenhead’in (Büyük mü nedeniyle Spor ve sergi sarayı’nda tahta tornacısıyken 1861 'de bir zanaatkâr Britanya) güney banliyösünde yerleşme (1968) uluslararası bebek sergileri açıldı. derneğine girdi; zam anla marxçılığa ya­ merkezi M ersey halici kıyısında; 61 500 Kızılay, rehabilitasyon program ı içinde, kınlık duydu ve Enternasyonal'e katıldı. nüf. Makine yapımı. Kim ya sanayisi. sakatlar için bebek yapım kursları açtı ve Wilhelm Liebknecht ile birlikte işçi hare­ bunların pazarlanm asına yardımcı oldu. ketinin marxçı kanadını harekete geçirdi, BEBİR ya da BEBR a. (fars. bebr). Esk. Günüm üzde bebek yapımı, el sanatı ol­ sonra da 1869'da Eisenach’ta Sosyal de­ 1 .Kaplan. — 2. Pars, leopar. maktan çıkmış, oyuncak sanayisinin bir ko­ mokrat parti'yi kurdu.R eichstag’a seçildi, — Dilbil. "B a b ü r" adı da bu sözcüğün bo­ lu durum una gelmiştir. Bez bebeklerin ye­ 1867’de Alsace-Lorraine’in Almanya top­ zulmasıyla ortaya çıkmıştır. Eski metinler­ rini, giderek plastik vb. m addelerden ya­ raklarına katılmasına karşı çıktı ve komün de uzun a ile kullanıldığı görülm ektedir. pılmış çeşitli türde bebekler almış, el sa­ hareketini destekledi; savaş borçları ko­ Şemsettin Sam i'ye göre "bö b ü rle n m e k " natı olarak bebek yapımı, kişisel çabalarla August Bebel nusunda oy verm eyi reddettiği için, Kari fiili de b e b r’den gelm ektedir. sınırlı kalmıştır. (1890’da) Liebknecht ile birlikte, vatana ihanet su­ BEBLER (Ales-Primoz), slav asıllı yugos­ çuyla iki yıl kalebentlik cezasına çarptırıl­ ■ BEBEK, antik K h e la i, İstanbul'da Bo­ lav siyaset adamı (idrija 1907 - Ljubljana dı. 1875’te Sozialdemokratische Arbeiterğ aziçi'nin Rumeli yakasında semt; Arna1981). Paris Üniversitesi hukuk fakültepartei’ın (Alman sosyal dem okrat İşçi vutköy ile Rumelihisarı arasında, aynı adı si'nde hukuk doktorası yaptı. 1929'da Ko­ partisi) kurulm asına katıldı; bu parti taşıyan koyun kıyısındadır. A ntikça ğ'd a m ünist parti'ye girdi ve ispanya'da ulus­ 1891’de Alm an sosyal dem okrat partisi küçük bir köy ve Artem is’in adak yeriydi. lararası tugaylardan birinin siyasal kom i­ oldu. Bebel, revizyonistlerle daha radikal Bizans dönemindeyse aziz Mikhael ya da seri oldu. 1941'den başlayarak yugoslav bir çizgi izleyenler arasında orta yolu seç­ aziz Gabriel için yaptırıldığı sanılan bir ki­ direniş hareketinde etkin rol oynadı. ti, fakat hiç ödün verm eden Bernstein’ın lise vardı. Semt adını, M ehm et II (Fatih) 1949’dan 1952'ye kadar dışişleri bakan revizyonizmine saldırmayı sürdürdü. Bu dönem inde burada görevlendirilen ve sa­ yardımcılığı görevini yürüttü. nı bebek olan bölükbaşından alır. Osarada Kari Liebknecht ile Rosa Luxemb u rg ’un ö ncülüğünde bir aşırı sol oluştu­ BE-BOP a. B O P 'u n e şa n la m lıs ı. m anlılar’ın güçlü dönem lerinde burada rulması onu özellikle Stuttgart’.ta yapılan b irçok saray, köşk ve yalılar yaptırıldı. BEBR - BEBİR. II. Enternasyonal kongresi'nde(1907)daBunların en önemlisi reisülküttapların se­ ha merkezci bir tutum a yöneltti. Yapıtları: firleri ağırladıkları, toplantıların yapıldığı BEBRYKİA lat. B e b ry c ia . Tar. coğ. Kadın ve sosyalizm (Die Frau und der SoH üm ayunabad ya da yabancı yazarların A nadolu'da, M arm ara denizi'nin G .'i, zialismus) [1883], A u s m einem Leben D.'su ve K’ini, İstanbul boğazı kıyılarını konferans köşkü diye adlandırdıkları ya­ (Hayatım) [1 9 1 0 -1 9 1 4 ], kapsayan bölgeye verilen ad; Mysia ve pıydı. Bir ara bakımsız kalan semt, Mah­



Bebek koyu İstanbul



beberuhi Bebek köşkü M. Melling’in gravürü (1819)



Bebrykia Bıthynia bölgelerinin bir bölüm ünü kap­ sıyordu. Adını bu yörede oturm uş olan B ebrykler’den alır.



1442



B E B R Y K L E R , yun. B e b ry k e s , Eskiç a ğ ’da Anadolu ve ispa n ya 'da (Beribraces) yaşamış iki kavim. 1. Anadolu'nun Bebrykia bölgesinde oturan ve TrakyalI oldukları sanılan bir kavim. Bithynialılar' dan önce bu yörede oturdukları ve onla­ rın gelişiyle ortadan kalktıkları sanılıyor. Eratosthenes Geographika adlı yapıtında B ebrykler’i, Asya'nın yok olmuş kavimleri arasında sayar. Günüm üze hiçbir yazı­ lı belge bırakm ayan bu kavm in diliyle il­ gili bilgiler de yoktur, ancak baş tanrıları­ nın Priapos old u ğ u bilinm ektedir. Bebrykler'in adına, yunan mitolojisinde, özel­ likle Argpnautlar ile ilgili efsanelerde rast­ lanır. 2. ispanya'da Pireneler'in güneyin­ de ve kuzeyinde oturan bir iber kavmi. Latince kaynaklarda B ebryces ya da B erybraces olarak geçen bu kavmin ka­ ba ve vahşi oldukları bildirilir. Yunan mi­ tolojisine göre ilk kralları Bebryks'ti, BEC -



BEÇ.



B E C A sıf. (fars. beca). Esk. 1. Yerinde, uy­ gun. — 2. Beca-nabeca. yerli yersiz, ya­ kışık alsın almasın, iyi ve kötü.



Cesare Beccaria



B E C A a.Sudan'ın kuzey-doğu’sundave Mısır'ın g ün e y-d oğu'sunda.yaklaşık 200 000 kişinin konuştuğu kuzey kuşi dili. B E C A , Tunus'ta kent, il merkezi, Tunus kentinin B.'sında, M ogod dağları ile Mecerde vadisi arasında; 39 126 nüf. Bir­ çok cami; hisar kalıntısı. Bir tarım bölge­ sinin merkezi (şeker fabrikası) olan kent, önce Romalıların sonra BizanslIların olan Vaga sitesinin yerinde kuruldu. — Beca ili, 285 900 nüf. B E C A D E -> BEZÂDÎ.



BECATTİ (Giovanni), İtalyan arkeolog (Siena 1912 - Roma 1973), Ostia arkeo­ loji bölgesi sorumlusu (1938 - 1954), Ro­ m a Üniversitesi’nde arkeoloji dersleri ver­ di. Ç ok sayıda kitap yayımladı: Problem i Fidiaci (Pheidias üzerine bir monografi, 1946), A rte e g usto negli scrittori iatini (1946), Scavi di Ostia (337 latince parça­ dan yararlanarak latin yazarlarında üslup ve yöntem konusunu inceleyen bir araş­ tırma, 1 9 5 3 -1 9 6 9 ), Eta Classıca (1965) Ayrıca, 7 ciltlik Enciclopedia d e ll’arte antica classica e orientale'nın genel yayın yönetm enliğini yaptı (1958 - 1966). BECAUD (François SİLLY. G ilbert denir), fransız şarkıcı ve besteci (Toulon 1927). Ka­ barelerde Jacques Pills’e eşlik etti. Sonra müzikhollerde söylemeye başladı. Şarkıla­ rındaki tema zenginlğiyle dikkati çekerek kı­ sa sürede büyük bir üne kavuştu. La Balİade des baladins, le pays d'ou je viens, Mes mains, Nathalie tanınmış şarkılarından birkaçıdır. B E C A Y E - BİCAYE B E C A Y İŞ a. (fars. be-, câ.ve -eş, onun' dan becayiş). Esk. 1. Karşılıklı yer değiş­ tirme: "...anlaşılmış olm akla becayişinin ezhercihet m üfit olacağı. .." (M.K. Atatürk). — 2. Becayiş etmek, karşılıklı yer değiş­ tirmek. — Huk.Aynı kurum un değişik yerlerinde bulunan iki m em urun kendi istekleri ve yetkili am irlerin onayı ile karşılıklı yer de­ ğiştirerek atanmaları. (Bu atanm a yönte­ mi, 657 sayılı Devlet m emurları k.'nun 73. m addesinde "karşılıklı olarak yer değiştirm e" başlığı altında düzenlen­ miştir.) B E C B E C E a. (ar. becbece). Esk. Çocuk avutm ak için yapılan gürültü patırtı, tu­ haflık.



Sidney Bechet



BECCAFUMİ (Domenico, D o m e n ic o d i P ace ya da M e c a rim a da denir), sienalı ressam, heykeltraş, dökm eci ve mozaikçi (Valdibiena, Siena akını, 1486’ya doğr. -1551 Siena). Toscanalı manierismoou ressamların yapıtlarından etkilenerek bu resim türünü 1541’de Cenova’ya ge­



tirdi (Doria sarayı). Siena'daki "Ş ehir sarayı” dekorlarına (1530-1535) alegoriler, gözaldatm acaları, garip yangın sahneleleri soktu. Katedrale döşenen yer moza­ ikleri için birçok İncil sahneleri ve iki bronz şam dan taşıyan bir m elek resmi yaptı. B E C C A N E , isp. P e c h in a . Tar. coğ. ispanya’ nın G.-D.’sunda bölge ve bu böl­ genin merkezi kent. IX. yy. ortalarında En­ dülüs gem icilerinin kurduğu bir tür cum ­ huriyetin de merkeziydi. Daha sonra yeri­ ni aynı bölgedeki Alm erıa almış, halkı da bu kente yerleşmiştir. B E C C A R İ (Agostino), İtalyan şair (Ferra­ ra 1510'a doğr. -ÖI.1590). ilk İtalyan kır ma­ salı il Sacr/'fcıö'nun yazarı (yapıt 1554’te Aİfonso della Viola tarafından müziklendirildi). B E C C A R İA (Giovanni Battista), İtalyan fizikçi ve yerölçüm ü uzmanı (Mondovi 1716-Torino 1781). 1748'den başlayarak Torino Üniversitesi’ nde fizik profesörlüğü yaptı, iki tür elektrik yükü olduğunu gös­ teren birçok elektrostatik deneyi vardır. Piemonte’de bir meridyen derecesinin ölçü­ m üne katıldı. Kimyada yanm a problem i­ ni ele aldı ve araştırmalarının önceliği Lavoisier tarafından kabul edildi. Işığın g ü ­ müş klorür üzerindeki etkisini bulan da odur. I B E C C A R İA (Cesare BONESANA,—m arki­ si), İtalyan politika yazarı ve iktisatçı (Mi­ lano 1738-ay.y. 1794). P arm a'daöğrenim yaptıktan sonra, fransız iktisatçı ve ansik­ lopedicilerin düşünceleriyle ilgilendi. Ce­ za hukukuna yenilik getiren Suçlar ve ce ­ zalar (1764) adlı incelemesi o devirde ka­ mu vicdanının ve filozofların, gizlilik usul­ lerine, işkenceye, kişilere göre değişen ce­ zalardaki eşitsizliğe, bedensel cezaların vahşetine karşı tepkilerini dile getirdi. Ba­ zı çevrelerin şiddetli saldırılarına u ğ ra y a n , bu yapıt, bazı çevrelerde coşkuyla karşı-’' landı. Rahip Morellet tarafından fransızcaya çevrilip Voltaire ve Diderot tarafından yorumu yapıldı, kısa sürede tanındı ve bü­ tün avrupa dillerine çevrildi. Beccaria Pa­ ris'e davet edildi ve coşkuyla karşılandı, ama yeniden Milano'ya dönerek hüküme­ tin kendisi için kurduğu ekonomi politik kürsüsünün başına geçti. Sermayenin iş­ levlerini ve iş bölüm ünü inceleyen ilk ikti­ satçılardandır. Ö bür yapıtları Del disordine e d e'rim edi delle m onete nello stato di M ilano (Milano devletinde paraların d ü ­ zensizliği ve bunun giderilm esi çareleri) J1762] ve Elem enti d i econom ia p ub b lica (Politik iktisadın ilkeleri) [1804], B E C C U T İ (Francesco), il C o p p e tta adıyla d a anılan İtalyan yazar (Perugia 1509-ay.y. 1553). Din, siyaset ve aşk üze­ rine şiirler yazdı ( Rime [1580] ). B E C E J , esk. S ta ri B e c e j, Yugoslavya’ da (Voyvodina) kent, Tisza kıyısında; 26 700 nüf. Tarım pazarı —Tisza’nın öbür ka­ yısında kurulmuş Novi Becej’in nüfusu 16 000'dir. B E C E L L E Ş M E K gçz. f. Halk. B ir kim ­ seyle, b ir şeyle becelleşm ek, onunla uğ­ raşmak; cebelleşm ek. B E C E N E a. Yörs. Avcılar için göl kena­ rında yapılmış kulübe; güme. B E C E R İ a. Güç sanılan, ustalık isteyen b ir işi yapabilm e yetisi; uygulamaya yöne­ lik yatkınlık, ustalık; hüner, maharet: B e ­ ceri isteyen b ir iş. B ilgi ve beceri kazan­ mak. El becerisi. Rolünü b üyük beceriy­ le oynamak.



B E C E R İK L İ (Nezihe), türk tiyatro ve si­ nema sanatçısı (İstanbul 1920). Çok genç yaşta Lüküs hayat operetiyle sahneye çık­ tı. Kısa bir ara dışında sürekli İstanbul Şe­ hir tiyatrosu’nda çalıştı. Hile ve sevgi oyu­ nundaki rolüyle Schiller madalyasını aldı (1956). 1947'den sonra birçok film de baş­ rol oynadı. B E C E R İK L İL İK a. Becerikli olm a duru­ mu, niteliği. B E C E R İK S İZ sıf. ve a. Becerisi olm a­ yan, elinden hiçbir iş gelmeyen kimse; işe yatkınlığı olmayan eller için kullanılır: Ne kadar beceriksiz, iki saatte b ir kap yem ek hazırlayamadı. Beceriksizin biri. B ecerik­ siz elleriyle ipliği iğneye g eçireceğim d i­ ye uğraşıp duruyor. B E C E R İK S İZ C E be. Beceriksiz biçim ­ de: Beceriksizce özür dilemek. B E C E R İK S İZ L İK a. Beceri yoksunlu­ ğu, elinden iş gelm em e durum u, niteliği; beceriksiz bir kimseye yakışır davranış: B eceriksizliği yüzünden h içb ir işte tutu­ namıyor. Beceriksizliklerinden bıktım. B E C E R M E K g.f.1. B ir işi, b ir şeyi, b ir şey yapmayı becermek, güç görünen, us­ talık isteyen bir şeyi yapmak, yapabilmek, onun üstesinden gelmek: Yüzmeyi becer­ mek. Bu işi becerse becerse o becerir. M atem atiği iyi ama fiziği beceremiyor. Bu işten sıyrılmayı nasıl becerdin? — 2. Tkz. Bir şeyi becerm ek, onu bozmak, kirlet­ mek, kullanılmaz, işe yaramaz durum a getirmek: Yeni oyuncağı b ir saatte becer­ di, attı b ir tarafa. — 3. Kaba. B ir kimseyi becerm ek, ırzına geçm ek. — 4. Arg. Bir kim seyi becerm ek, onu öldürm ek. B E C E R R A (Gaspar), İspanyol ressam, heykelci ve desinatör (Baeza 1520 - M ad­ rid 1570). Roma’d a M ichelangelo’dan et­ kilendi. Valladolid’e yerleşti, kralın ressam­ lığına atandıktan sonra (1563), M adrid Alcâzarı (M adrid; 1734’te yanmıştır) ve Pardo sarayı’nın dekorasyonunu yaptı. Astorga katedrali için gerçekleştirdiği sunak arkalığı ile Castilla la Vieja’da maniyerizmi uyguladı. Desenleri çok beğenilir. B E C E T , -ti a. Serçe türünden küçük bir kuş. B E C H E R (Johann Joachim), alman sim­ yacı (Speyer 1635 - Londra 1682). Mainz Üniversitesi'nde tıp profesörü oldu (1633), sonra M ünih’e yerleşti, daha sonra von Zinzendorf kontuyla olan arkadaşlığı sa­ yesinde ticaret odası danışmanlığına ata­ narak Viyana'ya gitti. Bir süre sonra göz­ den düştü ve 1678’e d oğ ru H ollanda’ya, H aarlem ’e geçti. Sonunda 1680'e doğru jngiltere’ye gitti, b urada iki yıl süresince iskoçya ve Cornvvall m adenlerini inceledi. Çok usta bir deneyci olan Becher 1669’da etileni buldu. Transmütasyonların gerçek­ leşebileceğine inanıyordu; üç eleman —toprak eleman, metalik eleman, yanar eleman - savını savundu. Flojiston kura­ mının öncü le rin d en biriydi. Yapıtları: Physica s u bte ran e a (1669); Theses chym icae (1682). B E C H E R (Johannes Robert), alman yazar ve siyaset adamı (Münih 1891 Berlin 1958). Die Aktion ve Die Neue Kunst dergilerinde yazılar yazdı, Spartakusçular grubuna, daha sonra Alman ko­ m ünist partisi’ ne katıldı. 1935’ten 1945'e kadar SSCB’de yaşadı. Doğu Berlin’e d ön d ü ğü n d e Sinn und Form adlı dergiyi kurdu ve Alm an Dem okratik C um huriye­ ti’nin kültür bakanlığına getirildi (1954). Sosyalist gerçekçiliği benim sem eden ön­ ceki d önem inde anlatımcılığın en başarı­ lı tem silcilerinden biriydi (D er Ringende, 1911; D ie Gnade eines Frühlings, 1912; Ew ig im Aufruhr, 1920; M aschinenrhytmen, 1926).



B E C E R İK L İ sıf. 1. Becerisi olan, elinden iş gelen, işlerini ç a bu k ve ustalıkla yapan kimse; işe yatkın eller için kullanılır; hüner­ li, maharetli: Becerikli b ir ev kadını. Bece­ rikli eller. — 2. Sıkıntı ve güçlüklerden kur­ tulmayı, sorunları çözümlemeyi bilen, her istediğini elde eden kimse için kullanılır; 1 B E C H E T (Sidney), amerikalı zenci caz klarnetçisi, saksofoncusu ve orkestra yö­ mahir, usta: B ecerikli b ir avukat sizi b u iş­ neticisi (New Orleans 1897 ? - Garches ten kurtarabilirdi. Sözü değiştirm ede ne 1959). 1914’ten başlayarak, önce piyanokadar beceriklisin.



Becker cu Clarence VVİlliafns'ın, daha sonra da King Oliver’in orkestrasında çalıştı. A B D ’ de ve yabancı ülkelerde pek ço k turneye çıktı. 1925'te, Paris’te, Revue nğgre'de çaldı. Bir süre unutuldu. 4 0 ’lı yılların New Orleans Revival’inde çalışarak yeniden ün kazandı. 1949’da Fransa'da büyük bşşarı kazandı ve bu ülkeye yerleşti. Soprano saksofonu ustalıkla çalan Bechet, lirik do­ ğaçlam aları ve çalgıdan çıkarttığı duygu­ lu tonla, New Orleans tarzının en başarılı temsilcilerinden biriydi. En önemli plakları: Wild C at Blues (1923), M aple Leaf Rag (1932), Blues in Third (1940), les Oignons (1949), Petite Fleur (1952), Dans les rues d'A ntibes (1952).



BECHSTEİN (Johann Matthâus), al­ man doğabilim ci (Waltershausen 1757 Dreissigacker, Meiningen yakınları, 1822). Orm ancılık uzmanı olarak, 1794’te Kemnote’ta, ço k tutulan bir orm ancılık okulu kurdu, daha sonra, 1800’de Dreissigac­ ker orm ancılık akademisi m üdürlüğüne atandı. BECHSTEİN (Ludwig), alm an yazar (Weimar 1801 - M einingen 1860). Alman destanlarını ve masallarını derleyerek 1846 ve 1855’te yayımladı. BECHSTEİN (Cari), alm an piyano ya­ pımcısı (Gotha 1826 - Berlin 1900). A l­ manya, Londra ve Paris’teki çeşitli fabri­ kalarda çalıştı, Berlin'de kurduğu fabrika kısa sürede büyüdü. BECHTEL (Friedrich), alman dilbilimci (Durlach, Karlsruhe yakınında, Baden, 1855 - Halle 1924). Özellikle hom eros dili ve yunan lehçeleri üstüne yaptığı çalışma­ larla tanınır (Die griechische Dialeckte, 1921-1923, 3 cilt). BECHTERMUNTZE (Heinrich), alman matbaacı (öl.1466). M ainz’d a G utenberg ile çalıştı. C atholicon (1460) adlı ünlü ya­ pıtın yazarı olduğu sanılır. Sonradan Eltville'e (Hesse) yerleşti.



BECHUANALAND, Güney Afrika'da eski Britanya protektorası. Bechuanalan d ’ın Transvaal ya da Almanya tarafın­ dan ilhak edilmesini önlemek amacıyla sir Charles Warren 1885 yılında burada İn­ giliz protektora rejimi kurdu. 1895'te, ül­ kenin güney kesimi ayrılarak Cape kolo­ nisi ile birleştirildi. Bölgenin idari başken­ ti M afeking de buradaydı. 1960'ta kabul edilen anayasa uyarınca bir yürütm e kon­ seyi ve seçim le gelen bir yasama konse­ yi kuruldu. 1965 seçimlerini sir Seretse Khama’nın muhafazakâr partisi (Bechuanaland D em ocratic Party) kazanınca, Kham a başbakan oldu. Bechuanaland, 30 eylül 1966'da Commonwealth içerisin­ de tam bağımsızlığına kavuşarak, Botsvvana adını aldı. BECİD -* BECİT. BECİK a Yörs. Ormanc. Kozalak; çam kozalağı.



BECİLE, arap kabilelerinden birinin adı. Hasem ler ile birlikte Em m arlar’ın alt ko­ lunu oluştururdu. Peygamber döneminde, Mekke'nin güneyindeki bölgede yaşarken başka kabilelerle olan anlaşmazlıklar ne­ deniyle dağıldılar. H z.M uham m et’in son dönem lerinde, Cesir bin Abdullah el -Beceli, kendisine bağlı yüz elli kişiyle bir­ likte m üslümanlığı kabul etti.



BECİT ya da BECİD sıf. (fars. be- ve ar. c id d 'den be-cidd). Ciddi, önemli, gerçek. ♦ be. 1 ._Ciddi olarak, gerçekten. — 2. Çabuk, ivedi, acele olarak. — 3. Becit tut­ m ak, b ecit durm ak, üstüne düşmek, ıs­ rar etmek; acele etmek. BECK (Franz, F ra n ç o is — denir), alman b este ci (M ann h e im , 1723-33 arası -Bordeaux 1809). M annheim ’da J. Stamitz ile, Venedik’te G aluppi ile çalıştı. Da­ ha sonra, 1757’ye doğ ru , Fransa'ya gitti. 1767'de Bordeaux’ya yerleşti, burada Saint Seurin’in orgcusu ve Tiyatro’nun or­ kestra yöneticisi olarak çalıştı. Senfoniler



iki divertimento, klavsen ya da piyano için 12 sonat, iki opera ve Stabat M a te ri bes­ teledi.



BECK (Hans), danimarkalı dansçı, bale yöneticisi ve koregraf (Hacferslev 1861 - Kopenhag 1952). D a n im a ftrK ra llık balesi’nde bale yöneticiliği yaptı (1894-1915). Yapımlarıyla, August Bournonville’in re­ pertuarının tamamının sahneye konul­ masına katkıda bulundu. Başlıca yapım ­ ları arasında bir Coppölia versiyonuyla (1896) Andersen’in bir masalı üzerine ku­ rulmuş la Petite Sirene (1909) adlı baleyi anm ak gerekir. BECK (Ludwig), alman general (Biebrich, W iesbaden yakınları, 1880 - Berlin 1944). Büyük bir sanayici aileden gelen Beck, Birinci Dünya savaşı’nı, Kronprinz’ in (veliaht) kurmay heyetinde binbaşı ola­ rak tamamladı. 1931’de general oldu, 1933’te, daha sonra yeniden genelkurma­ ya dönüştürülen Truppenam t’ın başına getirildi. VVehrmacht'ın yeniden kurulm a­ sında başlıca rolü oynadı, am a Hitler'e karşı çıktı ve ağustos 1938’de istifa etti. Clausewitz çizgisinde askeri bir düşünür olan Beck, topyekûn savaşın kuramcısı Ludendorff’un emperyalist ve ırkçı görüş­ lerinin en büyük düşmanıydı, ikinci D ün­ ya savaşı boyunca komuta görevi verilme­ yen Beck, H itler’ i ortadan kaldırmaya ça ­ lışan komplonun başına geçti. 20 temmuz 1944 akşamı tutuklandı ve hemen öl­ dürüldü.



BECK (Jözef), polonyalı siyaset adamı (Varşova 1894 - Stâneşti, Romanya, 1944). Birinci Dünya savaşı'nda general Pilsudski'nin polonya lejyonunda savaştı. Pitsudski'nin kabine başkanı (1926-1930), devlet bakanı, sonra müsteşar (1930-1932) ve 1932’den 1939’a kadar d a dışişleri baka­ nı oldu. 1934'te Almanya ile on-yıl süreli bir saldırmazlık paktı imzaladı. Ekim 1938’de, H itler’in desteğiyle Çekoslovak­ ya’daki Tesın köm ür havzasına el koydu. Am a 1939’da D antzig'in Alm anya’ya ka­ tılmasını reddedince alman orduları Po­ lonya’yı istila etti. Beck Romanya'ya sığın­ dı ve orada gözaltına alındı. BECK (Conrad), isviçreli besteci (Lohn



ye anılan Beckenbauer, liberonun göre­ vine yeni bir boyut kazandırdı. 1958'den haziran 1977'de New York Cosmos kulübü­ ne geçinceye kadar, Bayern M ünih’te oy­ nadı. 1980’de yeniden Alm anya’da (Ham burg) oynamaya başladı. Üç kez A vrupa Şampiyon kulüpler kupasını (1974-1975 ve 1976), bir kez Avrupa Uluslar kupasını, bir kez de Dünya kupa­ sını (1974) kazanan takım larda yer aldı. 1990 Dünya kupası şampiyonu takımın teknik direktörüydü.



BECKENHAM, Londra (Büyük Britan­ ya) yerleşmesinin güney-doğu kesiminde konut semti.



BECKENRİED, İsviçre'de (Nidvvald) sayfiye merkezi. Dört Kanton gölünün gü­ ney kıyısında; 2 200 nüf. Klewenalp’e (1 581 m) çıkan teleferiğin başlangıç noktası.



BECKER (Kari VVİlhelm), alm an nümismat (Speyer ? 1772 - öl. 1830), Goethe' nin dostu. Eski paraları taklitte ustaydı.



BECKER (Nikolaus), alm an şair (Bonn 1809 - Hünshoven, Jülich yakınında, 1845). 1840'ta yazdığı Ren ilahisi ile Al­ m anya’d a yurtseverlik duygusunu can­ landırdı.



BECKER (Johann Philipp), alm an sos­ yalist (Frankenthal, Pfalz 1809 - Cenevre 1886). 1848 devrim i’ne katıldıktan sonra Engels, daha sonra da M arx ile ilişki kur­ du (1860). Uluslararası işçiler birliği'ni (I.Enternasyonal) 1864’te Londra'da ku­ ranlar arasında yer aldıktan sonra, Cenev­ re’de, işçi hareketi tarihi konusunda d e ­ ğerli bir bilgi kaynağı olan Der Vorbote ("Ö n c ü ") adlı gazeteyi kurdu.



BECKENBAUER (Franz), batı alm an futbolcu (Münih 1945). Üstün yetenekli bir oyuncu olan ve “ Kayser" (imparator) di­



Franz Beckenbauer 1972’de, AFC-SSCB maçında



BECKER (Oskar), alman filozof ve m an­ tıkçı (Leipzig 1889 - Bonn 1964). 1928'de Freiburg im Breisgau’da, 1931'de de Bonn'da profesörlük yaptı. Husserl'in baş­ lattığı görüngübilim akım ına katıldı. M an­ tık, estetik kuramı ve m atem atik tarihiyle ilgilendi. Üst üste yer alan kipliklerden olu­ şan mantıkların (on değerli mantıklar) ku­ ruluşu ve biçimselleştirilmesi üzerinde ça­ lıştı. Başlıca yapıtları: M athem atische Existenz (Matematiksel varlık) [1927]; Zur Logik d e r M odalitâten (Kipliklerin mantı­ ğı üzerine) [1930]; Geschichte d e r Mathem atik (Matematik tarihi) [1951]; J.E Hofm ann ile birlikte, Untersuchungen ü be r den M odalkalkül (M od hesabı üzerine araştırmalar) [1952]; Grundlagen d e r Mathem atik in geschichtlichen Entwicklung (Matematiğin tarihsel gelişim içinde temellendirilmesi) [1954],



1901-Basel 1989). Zürich’te Volkmar Andreae’nin öğrencisi oldu. Uzun yıllar Paris’te yaşadı. Basel radyosu müzik ya­ yınları yöneticiliği yaptı (1939-1966). O da müziği parçalan, senfonik yapıtlar (Aeneas Silvius - Sintonie, 1957; Hommages, 1966), vokal yapıtlar (Kammerkantate, nach Sonetten d e r Louise Labe, 1937; solocular, koro ve orkestra için der Tod zu Basel, 1952) ve sahne yapıtları (D er grosse Bâr, bale [1935]) besteledi. ■ BECKER (Jacques), fransız film yönet­ meni (Paris 1906 - ay.y. 1960). Jean Ren oir’ın yardımcısı oldu. Yönetm enliğe BECK (Julian), amerikan tiyatro oyun­ 1939’da l'O r d u Cristobal filmiyle başla­ cusu ve yönetmen (New York 1925-ay.y. dı, ancak savaş bu filmi kendisinin bitir1985). Karısı Judith M alına (Kiel, Alman ya, 1926) ile birlikte 1951’de L iv in g ' Theatre'ı kurdu, ikisi birlikte, seçm eci bir re­ pertuar ve zanaatçı üretim koşullarından yola çıkarak, son yirmi yılın baskın kültü­ rel eğilimlerine yöneldiler; bunları rast­ lantısal ve dikkat çekici bir sahnelemeyle yeniden düzenlediler; doğaçlam a, seyir­ cinin oyuna katılımı ve A rtaud’dan esin­ lenmiş beden hareketleri gibi öğelerin ^anlatım özelliklerini kaynaştırdılar. Ameri­ kan hükümeti ile çatışmaları meşhurdur. Julian, Songs o f the Revolution'u (1963) ve Theâtre Life'ı (1972) yazdı; Judith bir özyaşamöyküsü yayımladı: The Enormou s D e s p a ir( 1972).



BECKE (Friedrich), avusturyalı m inera­ log ve taşbilimci (Prag 1855 - Viyana 1931). Prag ve Viyana (1898) üniversite­ lerinde profesörlük yaptı. Daha çok, ka­ yalarda bulunan m ikroskobikparçalar için geçerli ve kırılma indislerinin hızla belir­ lenmesini sağlayan bir yöntem bulmasıy­ la tanınır.



1443



Simone Signoret ve Claude Dauphin'in [ortada] rol aldığı Jacques Becker'in Casque d ’o r (1952) filminden bir sahne



Becker meşine engel oldu. Gerçek anlam da yö­ netmenliğe 1942'de D ernier atout ile baş­ ladı. Sonraki yapıtları: Goupi Mains rouges (1943), Falbalas (1944), Antoine et Antoinette ,(1947), Ftendez-vous d e juillet (1949), Bdouard e t Caroline (1951), Casq ue d 'o r (1952), Rue de TEstrapade (1953), Haracım a dokunm ayın (Touchez pas au grisbi) [1954], A li Baba ve 40 ha­ ramiler (Ali Baba et les 40 voleurs) [1954], les Aventures dArsĞne Lupin (1957), M ontparnasse 19 (1958), le Trou (1959). B E C K E R (Jürgen) alman yazar (Köln 1932). Radyo oyunları, şiirler (Das Ende d e r Landschaftsmalerei, 1974) ve edebi­ yat diline ilişkin bir özçözümlem e niteli­ ğinde anlatılar (Felder, 1964) yazdı.



1444



Samuel Beckett



B E C K E R (Jurek), alman yazar (Lödz 1937). Yahudi asıllıdır. Daha çocukken Ravensbrück ve Sachsenhausen'de top­ lama kam plarına gönderildi. Doğu Ber­ lin'e yerleşti ve komünist partisine girdi (1957). 1976'da Protestanlığı kabul etti. Alman Demokratik Cumhuriyeti'nin ya­ zarlara uyguladığı baskılar nedeniyle 1977 sonunda Batı'ya geçti. B E C K E R (Boris), alman tenisçi (Leimen, Baden-W ürttemberg 1967). Üç ke­ re VVİmbledon (1985, 1986, 1989), bir kere Flushing Meadovv (1989), bir kere de Avustralya uluslararası turnuvası (1991) şam piyonu oldu. B E C K E T (aziz Thomas) -* THOMAS BECkET (aziz).



■ B E C K E T T (Samuel), İrlandalI yazar (Foxrock, Dublin, 1906-Paris 1989). Koyu Protestan biç burjuva ailesinin çocuğuy­ du. Paris'te Ecole normale superieure'de okutmanlık yaptı; ülkesine kısa bir süre için döndükten sonra (1930-1932), sürgü­ nü ve anadili olmayan fransızcayı seçti. Joyce'un sekreteri oldu (1937). M urphy (1938), M ollo y’ (1951), Malone m eurt (1951) W a /r (1953)adlı yapıtlarında şey­ tani bir acıma fonu üzerindeki sırıtkan bir maske, aşka kavuşmak ya da cezalandı­ rılmak için girişilen sonuçsuz araştırmalar bizi ansızın evrensel bir içerikle, dünyaya gelmiş olm anın dehşetiyle karşı karşıya getirir. D oğum dan ölüm e kadar, hepimiz hayatın bir parodisiyiz:' 'ya ölüler ayini ya­ şayanlar için yapılıyorsa?” (G odot’yu bek­ lerken [En Attendant Godot], 1953; Oyu­ nun sonu [Fin de partie], 1957; Mutlu gün­ le r [Oh les beaux jours], 1963). İnsanoğ­ lu kendi uyduları içine (zavallı fetişler, gev­ şek tutkular, boş sözler) ve günlük yaşa­ mın cehennemine gömülmüştür. Tarih çirkeften başka bir şey değildir. Iki-üç kişi bir araya gelerek bir ilişkiye girm ek ya da ha­ yatımıza bir anlam verm ek gibi hayallere kapılabiliriz, düşkünlüğün tadını çıkara­ biliriz, kendimize eziyet edebiliriz. Bu bürlesk anlatımcılık Beckett’i sirke, son­ rada sessiz sinemaya ya da sözsüz dile yaklaştırır (A cte sans paroles, Max Beckmann 1957; ComĞdie, 1964; le DĞpeupleur, Sirk ıtı 1971; Compagnie, 1980; Soubresauts, özel kol. 1989). Düzenbaz çiftler inançsız kahra­



manlar, çürüm üş bir saygınlığın kuklala­ rı... U tanca göm ülm üş, aynı bağımlılığa sürüklenmiş (erkek/kadın, efendi/köle) bu insanlar, bu "m uazzam fiyaskonun kaçakx ları' Diogenes'in o şaşm az gerçeklerini geveleyip dururlar: “ kahrolasıca hayat” . Her şey, kimliğimiz, sözümüz, arzumuz, Tanrı-sonrası’nın, Ruh-sonrası’ nın o " to ­ m ur tom ur tom urcuklanan, vızıl vızıi vızıl­ dayan kargaşa"sında kaybolur. Elde ka­ lan tek şey, gerekçesiz bir yaşama m ani­ si, bu jzsiz ve ıssız çö ld e bir şeyler yazma tutkusu, hatta kanamasıdır. Beckett’in sin­ si sevinçlerle ve eziyetlerle canlanan çar­ pık ve sakat sözcükleri, bu düşük cenin­ ler toplum unda bir "ölü d oğm uş” strate­ jisini uygularlar ve Sartre gibi bulantıyı, Lacan gibi hadımlığı dile getirirler. Dante ile Jarry'yi, Kafka ile O ueneau’yu, Proust ile Şarlo'yu bir araya getiren Beckett bu tutuk benzerlerinden ayrılmayı reddeder. (Nobel ödülü, 1969.) B E C K F O R D (VVilliam), İngiliz siyaset adamı (Jamaika 1709 - Londra 1770). Londra sitesi'nin Alderm an'ı ve 1762 ile 1769'da da belediye başkanı oldu. Geor­ ge III ile onun başbakanı Bute'in kişisel si­ yasetine en çok karşı çıkanlardan biriydi. G ücünü söm ürgelerle ticaretten elde et­ tiği muazzam servete borçluydu. B E C K F O R D (William), İngiliz yazar (Fonthill Gifford, VVİltshire, 1760 ? - Bath 1844). Çok zengin bir koleksiyoncu, “ ka­ ranlık güçleri yasalara bağlam ak” am a­ cını güden bilgili bir gezgindi. Ününü 1782'de önce fransızca (Vathek, conte arabe), sonra 1786'da İngilizce yazdığı The H istory o f C oliph Vathek ile kazandı. (Bu yapıtta arzunun gelip geçici bir heves olarak görkemli bir biçim de anlatılması, sonradan gerçeküstücülerı de etkiledi. Fantastik anlatının ustalarından olan bu büyük senyör'ün öteki yapıtları da şun­ lardır: Dreams. VVaking Thoughts a n d Incidents (1783-1834) ve gezi m ektupların­ dan oluşan European Travels. B e c k m a n n (Max), alm an ressam (Leipzig 1884 - New York 1950). 1906'da Berlin Ayrılıkçılar g ru b u 'n a katıldı ve tüm yapıtlarını etkileyen sim geciliğe yöneldi. Kişisel özellikler taşıyan çizgisel bir üslup geliştirdi ve O rtaçağ’ın üçkanatlı tablo for­ m ülünü yeniden değerlendirdi. Bununla birlikte, 1925'te N eue Sachlickeit akımına katılması, çağına tanıklık etmek istediğini d e gösterir (Pierrette ile palyaço, 1925, Kunsthalle Mannheim). B E C K U M , Federal Almanya'da kent, Kuzey Vestfalya Renanyası’nda, H am m ’ ın K.-D.'sunda; 38 000 n ü f . Çim ento fab­ rikası. B A c la r d n o k t a s ı , dölütte uyluk kemi­ ğinin alt ucunun kemikleşme çekirdeği. (Ancak gebeliğin 38. haftasına doğru çe ­ kilen bebek radyografisinde görülebilir ve dölütün tam gelişip gelişmediğini anlama­ ya yarar.) BEC LU -



BEÇLİ.



B E C O U E (Henry), fransız tiyatro yazarı (Paris 1837 - ay.y. 1899). İbret niteliğinde bir vodvilin (TEnfant prodigue, 1868) yarı 1 başarısızlığından bir bulvar komedisinin (la Parisienne, 1885) başarısına kadar uzanan tüm m eslek yaşamı, önem sediği oyunları oynatabilm ek için tiyatro m üdür ve seyircileriyle vardığı gizli anlaşmaların öyküsünden başka bir şey değildir Gider­ lerin i c e b in d e n ö d e y e re k oynattığı “ sosyalist" dramının (M ichel Pauper, 1870) başarısızlığından sonra, Enlevem ent (1871) fiyaskosu H enry Becque’i sahneden uzaklaştırdı. La Navette (1878) ve les Honnetes Fem m es (1880) adlarını taşıyan birer perdelik iki kom ediden son­ ra yazdığı, gerçekçi tiyatronun başyapıtı olan Les C orbeaux 1882'de oynandı. Bu oyundaki acımasız eleştirinin kişilere de­ ğil de doğrudan doğruya burjuva yaşan­ tısına yöneltilmiş olması burjuva çevrele­ rinde büyük bir tepkiyle karşılandı. Bec-



que ayrıca şiirler (Sonnets mdlancolique, 1887) eleştirel ve özyaşamsal denem eler (Ouerelles Uttdraires, 1890; Souvenirs d ü n auteur dramatique, 1895) de yaz­ dı. B E C O U E R -> D o m in g u e z B e c û u e r B B C O U E R (Gustavo Adolfo), İspanyol yazar (Sevilla 1836 - M adrid 1870). Düz­ yazıyla masallar yazdı (Maese PĞrez el orgahista, El Cristo d e la calavera, El Miserere); ayrıca betimlemeci yönü ağır basan renkli m ektuplar (Cartas desde m i celda, 1864) ve özellikle Heine çizgisinde Rimas adı altında lirik şiirleri vardır. Şiirlerinin J.R.Jİmönez, Gerardo Diego ve Rafael Al­ berti üzerinde büyük etkisi oldu. B E C O U E R E L a. (öz. a. BecquereTden). Nükleer etkinliğin ölçüm ünde kullanılan SI birimi (simgesi Bq); bu birim saniye başı­ na kendiliğinden nükleer geçiş sayısı 1 olan radyoaktif nükleitin etkinliğine eşittir. B E C O U E R E L (Antoine), fransız fizikçi (C hâtillon-sur-Loing, b u g ü n Châtillon -Coligny, 1788 - Paris 1878). Politeknik okulu'nu biti reli (1806); istih kâm subayı ola­ rak Fransa ve ispanya savaşlarına katıldı. (1815'te bilimsel çalışm alara yönelmek am acıyla görevinden istifa etti. Musöum d'histoire naturelle'e fizik profesörü oldu. Elektrik alanındaki ilerlemelerde büyük rol oynadı. 1819'da, piezoelektrikliği buldu. 1829'da, elektrotları kutuplanmayan ilk iki sıvılı pili tasarladı. Diamanyetik cisimlerin varlığını ilk kez Becquerel gözledi (1827). 1839'da, fotovoltaik pili yaptı. Elektrolitle­ rin iletkenliğini inceleyerek metallerin galvanik çökelmesi yöntemini buldu. Deniz derinliklerinde ışık radyasyonlarının yeğin­ liğini belirlem ek ilçin bir elektrokimyasal ışınımölçer de yaptı. Yaşamının son yılla­ rında elektrokılcal kuvvetleri ve bunların fizyoloji ve m eteorolojide oynadığı rolleri inceledi.Loiret genel konseyi’ ninüyesi ola­ rak Sologne'un imarına katkıda bulundu. B E C O U E R E L (Alexandre Edmond), fransız fizikçi (Paris 1820 - ay. y. 1891). An­ toine Becquerel’in ikinci oğlu. Birçok araş­ tırmada babasına yardım etti. 1852'de, Conservatoire des arts et metiers’nin fizik kürsüsüne atandı ve 1878’de Museum’da fizik profösürü ve yönetici olarak babası­ nın yerini aldı. Türlü alanlarda araştırma­ ları vardır. 1842'den başlayarak, Daguerre plakasını, morötesi tayfının incelenm e­ sinde ilk o kullandı. 1847'de, fotoğrafla gü­ neş tayfı renklerinin kopyasını elde etti. Fosforışıllığı inceledi ve bu olguyu kızılaltı tayfı görünür hale getirm ek için kullan­ dı. Sonra 1849'da, manyetizma üzerine kapsamlı bir çalışmaya girişti. 1853'te, gazların yüksek sıcaklıkta bir cisim yakı­ nında bulunm aktan kaynaklanan iletken­ liği üzerine önemli bir bildiri yayımladı. Son olarak, 1866'da term oelektrik pil yar­ dımıyla yapılan ilk sıcaklık ölçümlerini ger­ çekleştirdi ve bu konu üzerine, metallerin, tem as elektrom otor kuvvet değerlerine göre bir sınıflandırmasını yaptı. T B E C O U E R E L (Henri), fransız fizikçi (Pa­ ris 1852 - Le Croisic 1908), Edm ond Becquerel'in oğlu. 1872’de Politeknik okulu' na, sonra Bayındırlık o kulu’ na girdi; 1877'de burayı bitirdi. 1892’de Musöum d'histoire naturelle'de,1895'te de Politek­ nik okulu 'n da fizik profesörü oldu.X ışın­ larının bulunm asından sonra, Henri Poincare'nın teşvikiyle bu ışınlar ile fosforışıl­ lık arasında bir ilişki olup olmadığını araş­ tırdı. Böylece 1896'da, uranyum tuzları üzerindeki radyoaktiflik olgusunu ortaya çıkardı. Elektromıknatısla yaratılan m an­ yetik alan sayesinde uranyum dan yayılan ışınları inceledi ve bu ışınların uranyum atomunun tüm bileşiklen için geçerli oldu­ ğunu belirtti. Bu ışımanın neden olduğu gazların iyonlaşmasını d a buldu. Dönel manyetik kutuplanm a (1876), fosforışıllık (1882), kızılaltı tayfı (1883) kristallerin ışığı emmesi (1886) üzerine araştırmalar yap­ tı. 1903'te Nobel fizik ödülü'nü Pierre ve Marie C urie çifti ile paylaştı.



BECOUEREL (Jean), fransız fizikçi (Pa­ ris 1878 - Pornichet 1953), Henri Becquerel’in oğlu. Politeknik okulu'nu bitirdi (1897); Karayolları genel müfettişliğine ge­ tirildi (1937). 1909'da Museum d ’histoire naturelle'de, ailesinden üç kişinin art ar­ da yönettiği Uygulamalı fizik kürsüsü'nün başkanı oldu. Babasının çalışmalarını de­ vam ettirerek, özellikle çok düşük sıcak­ lıklarda kristallerin manyetik ve optik özel­ liklerini inceledi ve dönel paramanyetik kutuplanmayı buldu. Görecelik, element­ lerin başkalaşımları ve fiziğin müzik sana­ tıyla ilişkileri üstüne kitaplar bıraktı.



BECGUERELİT a. (fr. becquerelite, öz. a. BecquereTden). Miner Hidratlı doğal uranyum oksit; ortorom bik sistemde yer alır. BEÇ ya da BEC a. (mac. becs). Eskiden Viyana’ya, genellikle de Avusturya’ya veri­ len ad.



BEÇ -* BAÇ. BEÇÇE ya da BEÇE a (fars. beççe). Esk. 1. Çocuk, yavru. — 2. Tutsak çocuk. — 3. Beççebaz, (çocukla oynayan) ku­ lampara. || Beççedâr, ço cuk sahibi olan, hamile. || Beççe-i hor, beççe-i hurşîd (gü­ neş yavrusu), değerli taş ya da maden. || Beççe-i hûnîn, kanlı gözyaşı, acının göz­ yaşı. || B eççe-i kûy, gayri meşru çocuk. || Beççe-i nev, yeni doğan çocuk ya da hay­ van yavrusu. — Kur. tar. Üç-sekiz yaş arasındaki erkek tutsaklara verilen ad.



BEÇÇEDÂN a. (fars. beççe, çocuk ve -d an 'dan beççedan). Esk. Rahim, dölyatağı.



Beçtavuğu üretimi örneğin Fransa’da çok gelişti; 1965-1991 arası Fransa’daki beçtavuğu et üretimi 15 000 tondan 54 000 tona yükseldi. Bu kümes hayva­ nını yetiştirmek için özel kümeslere gerek yoktur Beçtavuğu genellikle piliçle nöbet­ leşe yetiştirilebilir, ağırlığı 12-15 hafta için­ de 1,2 - 1,4 kiloyu bulur. Damızlık olarak kullanılacak erişkin beçtavukları kafesler­ de beslenir ve yapay tohum lam ayla döl­ lenir. Üretim devresi 40 haftadır; 28 hafta sonra ilk yum urta alınır. Bir dişiden 170-180 yumurta alınır; yumurtaların ağır­ lığı 35-48 g arasında değişir. Kuluçka sü­ resi 26-27 gündür; dişi başına civciv sa­ yısı 110'u bulur. Beçtavuğu da tavuk gibi beslenir.



BEÇTAVUâUGİLLER a. Afrika, M ada­ gaskar ve Arabistan savanlarında yaşa­ yan, tavuğa benzeyen türleri içeren kuş familyası. (Bil. a. Numididae.) BED’ a. (ar. becT). Esk. 1. Başlama, baş­ layış. — 2. B e d ' etmek, başlamak. — Folk. Bed-i besmele cemiyeti -> ÂMİN' ALAYI.



— Kur. tar.Bed-i besmele-i şerife, osmanlı şehzadelerinin okum a dersine başlam a­ sı. (Beş ya da altı yaşına gelen şehzade­ ye bir hoca atanır ve törenle ilk okum a dersine başlanırdı. Tören sırasında şeyhül­ islam, şehzadeye alfabeyi baştan sona okutur, elini öptürürdü. Ders için gerekli araç ve gereç sadrazam tarafından arma­ ğan edilirdi.)



BED -



BET.



BEDA (aziz) - B EDE. BEDAAT a. (ar. b edacat). Esk. 1. Güzel­



BEÇÇEGÂN çoğl. a. (fars. beçpe’nın çoğl. beççegan). Esk. 1. Çocuklar, yav­ rular. — 2. Beççegân-ı dide, gözyaşları.



lik. — 2. Yenilik, özgünlük. — 3. Güzel konuşma.



BEÇE - BEÇÇE. BEÇKÂRİ sıf. (mac. becs, fars. -kar ve



li). Java’da genç kadın dansçı.



-/'den beçkâ ri).E sk.\liyana işi, Viyanayapısı eşya.



BEÇKEM a. (esk. türkçe söze, alamet, simge). Eskiden T ürkler’in, savaşa g ider­ ken taşıdıkları ipek ya da yaban sığırı kuy­ ruğundan tuğ. Oğuzlar buna perçem derlerdi.



BEDACA a. (olasılıkla portekizce köken­ BEDAHE - BEDAHET. BEDAHET ya da BEDAHE a. (ar. be­ dahet ya da bedâhe). Esk. 1. Hazırlıksız tonuşabilme yeteneği. — 2 . Ansızın ortaya çıkma. — 3. Açıkça ortada olma, açıklık, bellilik: "Ehemmiyet ve ulviyeti cihan-i m e­ deniyette bedahet kesbeden matbuata..." (M. Kemal Atatürk).



BEÇLİ ya da BECLU sıt. (mac. b e c s ’ ten beçli, beçlu) Esk. Viyanalı, avusturyalı.



BEDAHETEN be. (ar. bedaheten). Esk. 1. Birdenbire, ansızın, düşünmeden. — 2. Açıkça, kuşkusuz olarak.



BEÇTAVUĞU a 1. Afrika, Madagaskar,



BEDAHŞ ->



Kom or adaları ve Arabistan’d a yaşayan, kalın bacaklı, hepçil, iri tavuksu kuş. (iyi uçan, ama ender olarak kalabalık sürü­ ler oluşturarak savanlarda omurgasızları ve taneleri arayarak dolaşan, yerde yuva yapan, 10-12 yum urta'üzerinde kuluçka­ ya yatan, yavruları hem en yuvadan ayrı­ lan bir kuştur. Beçtavuğugiller familyası.) — 2. Beyaz kırçıllı, siyaha yakın tüylü kü­ mes hayvanı. Yukarıda anlatılan kuşun ev­ cilleştirilmiş biçimidir, eti için beslenir (Bk. ansikl. böl.) || A kb a b a beçtavuğu, M ada­ gaskar'da ve Doğu Afrika’da yaşayan, ka­ ra tüylü, üzeri mavi ve kızıl benekli kuş. (Bil. a. Acryllium vulturinum ; beçtavuğu­ giller familyası.) —ANSİKL. Beçtavukları, tavuksular takımı­ nın, Alectoropoda alttakımının (çok geliş­ miş, arkası kertikli göğ ü s kemiği ve öbür parm aklardan yukarda duran beşpar­ mak), beçtavuğugiller familyasındandır ve beş cinse ayrılır: Phasidus, Agelaster, A crylium, Guttera ve Numidia. En yaygın tü­ rü beçtavuğu (Numidia meleagris) Batı Af­ rika kökenlidir; Eski Yunanlılar ve Romalı­ lar beçtavuğunu Num idya ya da Kartaca tavuğu adıyla bilirlerdi. Ortaçağ'da, Avru­ pa’da, buna türk ya da hint tavuğu de­ nirdi. Başı küçük ve çıplaktır; kafasının üs­ tünde boynuzsu bir çıkıntı ve gagasının d ibinde saçak tüyler bulunur; kuyruğu kısadır. Yüzyıllar içinde, beçtavuğu önce av ku­ şu, sonra zararlı kuş (körpe yerfıstığı filiz­ lerini yer), bir ara kutsal hayvan (Eski Mı­ sır) sayıldı, sonunda kümes hayvanı oldu.



BEDAHŞAN.



BEDAHŞAN ya da BEDAHŞ a. (Afga­ nistan’daki Bedahşan kentinin adından). 1. Bedahşan yakutu. (BEDAHŞİ de denir.) — 2. Bedahş-ı m u zab (erimiş yakut), şarap. BEDAHŞAN ya da BADAHŞAN Af­ ganistan’da il, Hindukuş’un K.’inde; K. kenarında Tacikistan'da yer alır; 44 789 km2; 335 000 nüf. Merkezi Feyzâbâd. BEDAHŞANİ -



BEDAHŞİ.



BEDAHŞİ ya da BEDAHŞANİ sıf. (Af­



beyaz (leylak rengi) beçtavuğu



kırçıllı beçtavuğu (evcil) tünlüğünü beğenen Ekber Şah tarafından saray imamlığına getirildi (1574). Saray ya­ şam ından sıkılarak bu görevden ayrıldıysa da.m ünşi(kâtip) olarak yeniden hizme­ te alındı; sanskritçe yapıtların çevirisiyle görevlendirildi. Başlıca yapıtları: cihatla il­ gili kırk hadisi içeren Kitab ül-hadis, sans­ kritçe otuz öykünün çevirisi olan Nam e-i hired-efzâ.R am ayana’nın çevirisi, Tarih-i E ifi’nin bir bölüm ü, Yakut'un M u ’cem ül -B ûldan adlı coğrafya yapıtının bir bölü­ m ünün çevirisi, başyapıtı sayılan üç ciltlik M üntehab ut-tevarih (ilk cildi Sebuktekin’ den H um ayu’na, ikinci cildi 1595’e kadar olan tarihsel olayları; üçüncü cildiyse Ek­ ber Şah dönem indeki velilerin, bilginlerin ve şairlerin yaşamöykülerini içerir).



BEDAUX (Charles), fransız m ühendis (Paris 1887'e doğr. -Miami 1944). Ö nce­ leri işçilik yaptı; kendi çalışması üzerindeki gözlemlerine dayanarak bir iş ölçüm sis­ temi hazırladı; bu sistem onun adıyla tanınır. BEDAVA sıf. (fars. b a d ve hevâ, bâd-ı hevâ’dan). 1. Bedel ödem eden, karşılıksız, emeksiz elde edilen, yapılan, verilen ya­ rarlanılan şey için kullanılır: Bedava sirke baldan tatlıdır (atasözü). Bedava ders ver­ mek. — 2. B edavadan ucuz, "ç o k u cuz" anFamında şaka yollu söylenir. ♦ be. 1. Karşılıksız olarak, bedel öde ­ meksizin; parasız: Hastalara bedava b a ­ kıyor. Sergiye bedava girmek. — 2. Beda­ va, bedavaya, çok ucuza: Doğrusu b eda­ va almışsın, b in lira para m ı?



BEDAVACI sıf. ve a. H er şeyi, karşılı-ksız olarak, bedavadan elde etmeye çalışan kimse için kullanılır: M aça biletsiz giren bedavacılar. BEDAVACILIK a. Bedavacı olm a d uru ­ mu ve bu durum daki kimsenin niteliği: Bedavacılıktan vazgeç, biraz da kendin çalış. BEDAVADAN be. Karşılıksız olarak, pa­ ra ya da em ek vermeden; kolayca: Beda­ vadan ev sahibi oldu.



BEDÂVET a. (ar. bedâvet). Esk. 1. Be­ devilik, çöl yaşamı. — 2. Çöl, boş arazi.



BEDÂVİ a. (ar. bedavf). Esk. Bedevi.



ganistan’daki Bedahşan kentinin adın­ dan). Esk. Bedahşan kentinden olan, Bedahşanlı.











BEDAYİ çoğl. a. (ar. b edi'a'rvn çoğl. be-



a. Açık pem be yakut, (bedahşan, BED A H Ş da denir.) — Boyc. Bedahşi lacivert,tezhipte kullanı­ lan koyu lacivert renkte, solmayan bir bo­ yanın adı.



BEDAN be. (fars. b e ve ân ’dan). Esk. Onunla.



BEDAN çoğl. a. (fars. b e d 'in çoğl. bedan). Esk. Kötüler, yaramazlar; çirkinler.



BED’AN ya d a BED'EN be. (ar. b e d can). Esk. İlk önce, ilkin, başlangıçta. BEDARİEUX, Fransa’da (Herault; kan­ ton merkezi, O rb ırmağı kıyısında; 6 864 nüf. XV. - XVI. yy.’lardan kalma kilise. Bok­ sit yatağı.



BEDAUNİ (Abdülkadir), Hint-Türk im pa­ ratorluğu saray bilgini, tarihçi (Caypur 1540 - ? 1615). Dinsel tartışmalardaki üs-



Sıf. Ç ölde yaşayanlar için söylenir.



BEDAVRA ->



PADAVRA.



dâyi’ ). Esk. Eşi benzeri olmayan güzel şeyler; yeni icat edilm iş şeyler: "...bütün bu bedayi, b ütü n b u letâif, gözleri okşuyor" (Halit Ziya).



Bedayi ü l- â s a r , Cinani’nin (XVl.yy.) gül­ m ece türü n de ki nesir yapıtı. M urat lll’ün isteği üzerine yazıldı (1590). Yazar kitabında o güne dek duyulm am ış hikâ­ yeleri derlediğini söyler. Ancak bazı hikâ­ yelerin daha önceki kaynaklarda d a b u ­ lunduğu görülmektedir. Yapıtta kadınlar­ la ilgili fıkralara, dinsel ve cinsel konula­ ra; cin, peri, sihir vb. ile savaş konularına yer verilmiştir. Devrin tanınmış kişilerinden de söz eden yapıt, bir önsöz ile 76 küçük hikâyeden oluşur Dili çok sadedir. Bir nüs­ hası Paris, B ibliothöque National’deriir



BEDBAHT, -tı sıf. (fars. b e d ve b a h tta n bed-baht). 1. Talihsiz, felakete uğramış, kederli, mutsuz kimse için kullanılır: Sa­ vaşta oğullarını kaybetm iş b ed b a ht b ir ana. — 2. Mutsuz, üzüntülü, kederli ge­ çen zaman dilimi için kullanılır: B edbaht anlarında hep onun yardımını beklerdi. — 3. Bir kim seyi b e d b a ht etmek, ona üzüntü, mutsuzluk vermek. — 4. Bedbaht olmak, herhangi b ir olaydan, durum dan vb. ötürü acı çekm ek, mutsuz olm ak: Bu olaydan sonra ço k b e d b a h t oldu. BEDBAHTLIK a. Mutsuzluk, talihsizlik. BEDBİN sıf. (fars. b e d ve -b in 'den b e d ­ bin). Her şeye olumsuz, karamsar açıdan bakan kimse; onun tutum u, bakış açısı, düşünceleri için kullanılır; kötümser, ka­ ramsar: İstikbalden ü m idini kesmiş b e d ­ bin b ir adam. B edbin düşünceleri olmak. (Karşt. NİKBİN.)



BEDBİNANE be. (fars. bedbin ve -Ene' den bedbinâne). Esk. Kötüm serce, kö­ tüm ser bir biçim de.



BEDBİNİ a. (fars. b edbin ve -/'den b e d ­ b in i). Esk. Karamsarlık, kötümserlik. BEDBİNLEŞMEK gçz. f. Bedbin duru­ m a gelmek; kötümserleşmek, karamsar­ laşmak.



BEDBİNLİK a. Her şeye olumsuz, ka­ ramsar açıdan bakan kimsenin durumu; karamsarlık, kötümserlik: Olaylar karşısın­ da b edbinliğe kapılmak. BEDDOES (Thomas Lovell), İngiliz şair (Clifton 1803 - Basel 1849). Maria Edgeworth’un yeğeni. 1922’de, Elizabeth dömeni anlayışına uygun bir dram yazdı (The B ride 's Tragedy), araştırma ve devrim ci etkinliklerini A lm an ya 'd a ve İsviçre'de sürdürdü. D eath's Jest-Book adlı dramı ile şiirleri 1850-51’de, kürarla intiharından sonra yayımlandı. Ölümün sevdalısı, Shelley ve alman rom antizminin izleyicisi olan Beddoes, "d e ka d a n "la rın habercisidir. BEDDUA a. (fars. bed, ar. d u ca ’dan b ed -d u ca). 1. Bir kimsenin başına kötü şeylerin gelmesini dilemek, Tanrı’ nın öf­ kesini onun üzerine çekmek, onu lanet­ lemek için söylenen sözler; ilenç: Bir kim seye bed d u a etmek. B edduadan korkm ak. — 2. Birine b ed d u a sinmek, kendisine yöneltilen ilençler yüzünden iş­ leri ters gitm ek. |j Bedduası tutmak, bir kimseye ettiği ilenç gerçekleşmek. || B i­ rinin bedduasını almak, onun ilencine ko­ nu olmak. BEDE, BAEDA ya da BEDA (aziz), anglosakson benedikten (VVearmouth ya­ kınında, bugün Sunderland, 672 ya da 673 - Jarrow , Durham , 735). Anglosak­ son kilisesinin en önemli kişiliklerinden biri ve Latin batı üzerinde büyük etkide bu­ lunan ilk adalı yazardı. Şair, dilbilgisi uz­ manı, tarihçi, tanrıbilim ci -s ko la stiğ in h a b e rc is i- olan Bede,özellikle İngiliz ulu­ sunun bir kilise tarihi olan ve anglosakson tarihi bakımından önemli bir kaynak oluş­ turan Historia ecclesiestica gentis A nglorum 'u yazdı. 1899’da Kilise doktoru ilan edildi. BEDE (Edward BRADLEY, C u th b e rt — denir), İngiliz romancı (Kidderm inster 1827 - Lenton, Lincolnshire, 1889). Dickens tarzında yazdığı ve kendi resimlediği The A dventures o f Mr. Verdant Green (1853-1856) ile ün kazandı. Bu yapıtında İngiliz üniversitesini hicvetti. BEDEL a. (ar. bedel). 1. Bir şeyin m ad­ di, özellikle parasal karşılığı; fiyat, değer. B ir ürünün, malın satış bedeli. Yakıt bedeli kiracıya aittir. — 2. Bir şeyin karşılığı olan, bir şeyi elde etmek için katlanılması, göz­ den çıkarılması zorunlu şey: Yaptığı h a ­ tanın b edelini ço k ağır ödem ek. İşte za­ ferin bedeli, binlerce ölü. — 3. Bir şeye, b ir kimseye bedel, değer, nitelik, nicelik yönünden üstün bir şeye, bir kimseye eşit, ona denk: Sen dünyaya bedelsin. Bu ka­ tır, ü ç ata bedeldir. Ü ç kişiye bedel. — 4.



Esk. Başkasının yerine, giderleri onun ta­ rafından karşılanmak koşuluyla, hacca gi­ d en kimse. — 5. B ir kim seyi bedel etmek, tutmak, onu hac ya da askerlik için kendi yerine geçirm ek (esk.). —Antropol. Yeni evli bir genç erkeğin, ka­ rısının ailesine ayırması gereken hizmet zamanını ve kendisinin ya da akrabala­ rının, ister evlilikten önce, ister evliliğin ilk yılları sırasında, genç evli kadının akraba­ larına vermeleri gereken mal ve değerle­ ri, armağanları saptayan kurum.(Genç ev­ li kadının akrabaları da, sıraları gelince, dam ada ya da dam at olacak erkeğin ai­ lesine bir karşı-bedel verm ek zorunda ol­ duklarından, bedeller böylece iki aile ara­ sında bir m übadele devresi başlatabilir. Bedeller ve karşı-bedeller, ço k kesin ku­ rallara göre verilip alınır.) —Ask. Askerlik görevini yapm akla yü­ kümlü kişinin askerlik süresinin tümünü ya da bir bölüm ünü yapm am ak için devlete ödediği para. —Ask. tar. Bedel-i asakiri bahriye, Os­ manlI donanm asında yelkenli gem ilerin kullanıldığı d önem de kürek çekm ek, yel­ ken açıp toplam ak gibi görevleri yapan asker. (Her dört evden bir kişi alındığı için bedelli askerlik yöntem i içinde değerlen­ dirilmişti. Bu askerlere on akçe gündelik verilirdi.) || Bedel-i askeri, müslüman olma­ yan osmanlı uyruklulardan bir bölümünün 1856 Islahat fe rm a n fn d a n sonra asker­ lik hizmeti karşılığında ödedikleri para. (Bk. ansikl. böl.) || Bedel-i hayvani, redif erlerinin, bağlı bulundukları tabur silah al­ tına alındığında, askere gitmemek için be­ del olarak iki baş hayvanı beslemeleri.(Bu yöntemi kabul edenler dört, beş yaşların­ da iki baş hayvanın beslenmesini üst­ lenirlerdi. Rediflik süresince silah altına alınmazlar, ancak iki yılda bir kez tabur merkezlerinde eğitim görürlerdi.) || Bedel-i nakdi, askerlik çağına girenlerin askerlik hizm etinden ayrı tutulm ak ya da m uvaz­ zaflık süresini kısaltmak için devlete öde­ dikleri para. (Bk. ansikl. böl.) || Bedel-i şah­ si, askerlikle yüküm lü kişinin muvazzaflık süresi için kendi yerine parayla tuttuğu bi­ rini göndermesi. (1886'da çıkarılan bir ka­ nunnam eyle kaldırıldı. Yalnızca redif as­ kerlerinin kimi koşullarda bedeli şahsi yöntem ine bağlı kalmalarına izin verilirdi.) — Denize. B edel flaması, gem iler arasın­ da işaret sancaklarıyla haberleşirken bir işaret grubu içinde aynı harf ya da raka­ mın yinelenmesi gerektiğinde kullanılan flama. (Bir gem ide sancak takımı bir ta­ ne olursa, işaretleşmede bedel flamaları kullanılır; birinciye bedel flaması [birinci işareti yineleyen] işaret grubunun en üst­ teki sancağı, İkinciye bedel flaması işaret grubunun ikinci sancağı, üçüncüye bedel flaması da işaret grubunun üçüncü san­ cağıdır. Ö rneğin L 2330 işaretinin çekili şi aşağıdaki biçim de olur: L 23 + üçün­ cüye bedel flaması + 0.) — Huk. Tahmin edilen bedel, 8 eylül 1983 tarih ve 2886 sayılı Devlet ihale k.'n a g ö ­ re, ihale konusu olan işlerin tahm in edi­ len bedeli, yapım işlerinde keşif bedeli (md. 4). || U ygun b e d e l, 8 eylül 1983 ta­ rih ve 2886 sayılı Devlet ihale k .’na göre, artırmalarda tahmin edilen bedelden aşa­ ğı olm am ak üzere önerilen bedellerin en yükseği, eksiltm elerde tahm in edilen be­ deli geçm em ek üzere teklif edilen bedel­ lerin uygun görüleni, bedel tahmini yapıl­ m ayan ihalelerde, önerilen bedellerin uy­ gun görüleni (md.4). — isi. huk. Bir malın, hizm etin ya da hak­ kın karşılığı olarak verilen mal ya da pa­ ra. || B edel hac, hac için gerekli masrafla­ rı ödeyen kişi yerine bir müslümanın hac görevini yerine getirmesi. (Kendisine hac farz olduğu halde herhangi bir nedenle, örneğin hastalık gibi hac görevini yerine getirem eyen kişiler bunu bir başka m üs­ lüm an aracılığı ile yapabilirler ya da vasi­ yet edebilirler. Aracı olan müslüm an hac ibadetini yapınca bedel ödeyen hacı olur, aracı olan kişi de hac sevabı kazanır. Eğer hac vasiyet gereği yapılmışsa, be­



del ölenin mirasının üçte birini geçe­ mez.) || Bedel-i ferağ, arazi-i em iriyye ve ioareteynli vakıf gayrım enkullerinin işlet­ m e haklarının devredilm esi karşılığında alınan bedel. || Bedel-i icâre, kira bedeli. || Bedel-i kitabe, kölenin özgürlüğü karşı. lığında sahibine ödem eyi kabul ettiği mal ya da para, bedel-i m ükâtebe de denir. || Bedel-i mahlulat, arazi-i em iriyyeyi işle­ tenlerden, mirasçı bırakm adan ölenlerin, ya da toprağı özürsüz olarak art arda üç yıl işletmeyenlerin topraklarının öncelikle hakk-ı tapu sahiplerine, bunlar yoksa ya da istemezlerse başka kişilere devredil­ mesi karşılığında alınan bedel. || Bedel-i misil, rayiç bedel. (Hiç kimsenin işletmesi altında olmayan arazi-i emiriyyenin hakk-ı tapu sahiplerine devredilen işletme hak­ kına karşılık devletçe peşin olarak alınan bedel; vakıfta el değiştiren binalara bilir­ kişilerce takdir edilen bedel.) || Bedel-i müsemma, sözleşmeyle tarafların karşılıklı olarak serbestçe tespit ettikleri bedel. || Bedel-i öşür, devlete ya da bir vakfa ait toprakların, bina yapmak, harman ve pa­ zar yeri kurm ak gibi tarım dan başka ga­ yelerle işletilmesi karşılığında hâzineye ya da vakfa verilen ve kira yerine geçen be­ del. || Bedel-i rakabe, bir köle ya da cariyeye biçilen değer. — Kur. tar. Bedel-i cizye, Eflak ve Boğdan beylikleri ile Venedik Cumhuriyeti'nin O sm anlI'ya ödedikleri maktu vergi. || Bedel-i has, devletin sivil memurlarına hâ­ zineden has yerine verilen aylık. || Bedel-ı nezil, konaklam a yerlerinin giderleri için alınan vergi. || Bedel-i öşür, tarım arazisi­ ne bina vb. yaparak tarım yapılmasını en­ gelleyenlerden öşür yerine alınan vergi. || Bedel-i tim ar -*TİMAR.|| Bedel-i zeam et -» ZEAMET. —ANSİKL. Ask. tar. Bedel-i askeri, Os­ manlI devletinde 1856 Islahat ferm anı’ndan önce müslüman olmayan askerlik yü­ küm lülerinden cizye alınırd 1856 Islahat fermanı, müslümanlarla m üslüman olma­ yanlar arasındaki eşitliği sağlam ak am a­ cıyla cizyeyi kaldırarak, tüm osmanlı uy­ rukluların askere alınmalarını kararlaştır­ dı. Ancak, müslüm an olm ayan yüküm lü­ lerin m üslüm anlarla aynı zam anda aske­ re alınmalarının kimi zorluklara yol açaca­ ğı öne sürülerek bir bölüm ünün askere alınması, ötekilerden de "iane-i askeriye” adıyla bir bedel tahsil edilm esi kararlaştı­ rıldı. Daha sonra bu bedelin adı Bedel-i askeri oldu. Bu yönteme göre, her yıl var­ lıklarından 60, orta düzeydeki gelirlilerden 30, yoksullardan 15 kuruş bedel-i askeri alınmaya başlandı. Önceleri m üslüman olm ayanların vergilerine eklenerek dev­ let görevlilerince toplanırdı. Daha sonra cemaatlerin ruhani önderlerince toplana­ rak yönetim e aktarılm aya başlandı, ikin­ ci m eşturiyet'in ilanından sonra çıkarılan bir yasayla, bedel-i askeri tüm üyle kaldı­ rıldı ve m üslüman olmayanların da asker­ lik yapmaları zorunluluğu getirildi. • Bedel-i nakdi, 1 886'da çıkarılan bir ka­ nunnam eyle kaldırılan bedeli şahsi yön­ teminin yerine benimsendi. Kanunname­ ye göre 50 osmanlı altını ödeyenler bu yöntem den yararlanabilirdi. Bedel-i nak­ di verecekler, yerel yönetim meclislerinin hazırladığı ve varlıklı olduklarını, ödeye­ cekleri para için taşınmaz mallarını satma­ dıklarını gösteren bir belge (ehli servet mazbatası) vermek zorundaydılar. Bedel-ı nakdi ödeyenler, bulundukları yere en ya­ kın askeri birliklerde üç ay eğitim görür­ lerdi. 1914 ’te çıkarılan geçici askerlik ya­ sasıyla bu yöntem korundu ve ödenecek para miktarı 60 liraya yükseltildi, eğitim süresi de altı aya çıkarıldı,



BEDEL (M aurice), fransız yazar (Paris 1883 - Thurö, Vienne, 1954). Jöröme, 6 0 ° latitude N ord adlı yapıtıyla 1927 Gon­ court ö d ü lü ’nü kazandı. Gezilerinden ve m em leketinden esinlenen romanlar yazdı.



BEDELCİ a. Ask. Bedel ödeyerek kısa



sü re hizm et g ö re n aske r. (BEDELLİ d e d e ­ n ir )



BEDELEN be. (ar. bedelen). Esk. Bedeli­ ni ödeyerek: Askerliğini bedelen ya da şahsen yapmak.



BEDELLİ sıt. Bedeli olan, bedeli ödeni­ len. ♦ a. 1. B E D E LC İ'nin e şa n la m lıs ı. — 2. Y iy e c e k h a kkı k e n d is in e p a ra o la ra k ö d e ­ n e n a sk e r.



—Ask. Bedelli askerlik, askerlik yüküm lü­ sü kimi kişilerin yasayla belirlenen oran­ d a parayı devlete ödeyerek askerlik yü­ küm lülüklerinin tüm ünden ya da bir b ö ­ lüm ünden ayrı tutuldukları yöntem. (Bk. ansikl. böl.) — ANSİKL. Ask. B edelli askerlik, C um ­ huriyet döneminde gerek görülen durum ­ larda ya da hüküm etlerin izlediği savun­ m a siyasetine göre değişik dönem ya da biçim lerde uygulanmış, kimi dönem ler­ deyse tüm üyle kaldırılmıştır. Günümüzde uygulanan bedelli askerlik yönteminde, askerlik yapm akla yüküm lü kişi temel as­ kerlik eğitim ini yaptıktan sonra kalan as­ kerlik hizmetini yasada öngörülen parayı ödeyerek yapmaz. Yurtdışında çalışan askerlik yüküm lüsü türk yurttaşlarından, istekliler yasayla belirlenen m iktarda d ö ­ vizi taksitle ödeyerek bu yöntemle asker­ lik yaparlar. Bu yüküm lüler yurtdışındaki temsilcilikler aracılığıyla askerliklerine ka­ rar aldırdıktan sonra, açıklanan dönem ­ lerde yurda gelerek iki ay süreyle temel askerlik eğitimi görürler.



BEDELLS (Phyllis), İngiliz dansçı ve dans öğretmeni (Bristol 1893). E. C ecc­ hetti, Adeline Genee ve A dolphe B olm ’ un öğrencisi oldu. 1914 ’te girdiği Lond­ ra Em pire Theatre'ın yıldızıydı. 1921’de hastalık nedeniyle m eslek yaşamına ara verdi, daha sonra Anton Dolin ve daha birçok dansçıya eşlik etti. 1935'te dansı bıraktı. Bristol'de açtığı okulu daha son­ ra L ondra’ya taşıdı ve burada 1966'ya değin ders verdi. Royal Academy of Danc ing 'in başkan yardımcılığını yapan Bedells, M y D ancing D ays (Dansettiğim günler) [1954] adlı bir kitap yazdı. BEDELL SMİTH (Walter), amerikalı ge­ neral (indianapolis 1895 - VVashington 1961). Birinci D ünya savaşı’nda Fransa' da görev aldı. 1939'da genelkurmay baş­ kanlığında çalışmaya başladı, 1942 ile 1945 yılları arasında general Eisenhow e r’ in k u rm a y b a ş k a n lığ ın ı ya ptı. 1946’dan 1949’a kadar Sovyet Rusya' da büyükelçi olarak bulundu; 1950-1953 arasında Am erikan Merkezi haberalma servisi’ni (CİA) yönetti. 1954’te Çinhindi konusunda C enevre’d e toplanan konfe­ ransta dışişleri bakanı olarak amerikan heyetine başkanlık etti.



BEDELSİZ sıf. Bedeli olmayan, bedel ödenilm eyen, karşılıksız. — ikt. Bedelsiz ithalat — İTHALAT BEDEN a. (ar. beden). 1. Bir canlının m addi varlığı, vücudu. — 2. Vücudun baş, kol ve bacaklar dışında kalan bölü­ mü.(Eşanl. GÖVDE.)— 3. Bir cismin temel bölüm ü: B ir binanın bedeni. — 4. Kaleyi oluşturan kalın duvarlar dizisi ya d a bü­ tünü. — 5. Giysinin kollar dışındaki üst ya­ rısını içeren bölüm. — 6. Konfeksiyon giy­ silerinde biçki m odelini belirten ölçüler' Kaç beden giyiyorsunuz? B üyük b ed e n ­ le r tükendi. — Balıkç. Beden ya da olta bedeni, kamı­ şın ucu ile yüzdürücü parçanın (yüzen ol­ ta) ya d a uç halkasının ucu ile yem (fırla­ tılacak olta) arasındaki olta uzunluğu. || Çelik beden, bir oltanın bedenini oluştu­ ran ve balığın dişleriyle kesemediği çelik tel parçası, piyano teli, pirinç ip. —Biyol. Eşey hücreleri (üreme hücreleri) dışında vücut kütlesini oluşturan hücrele­ rin tüm ü. (Bu hücreler farklılaşmış hücre­ lerdir. Beden daim a ölüm lüdür, ama be­ denden yalıtılıp aksam adan yeniden d i­ kilen beden hücreleri gücül olarak ölüm ­



süzdür.) |j Beden hücresi, vücudu oluştu­ ran hücrelerin her biri. (Eşanl. SOMATOSİT.)



— Böcbil. Beden sıvısı, bazı böceklerin saldırıya uğradıklarında refleks sonucu bedenlerinden dışarı akıttıkları kana ben­ zer tiksindirici sıvı. (Beden sıvısının ca y­ dırıcı etkisi çoğunlukla etkili olur ve hay­ van düşm anından kurtulur.) — Denize. Halatın iki çıması arasında ka­ lan bölüm. — Makara tablasına verilen ad. || Beden bağı, ince bir halatı kalın bir ha­ latın üstüne bağlam ak için yapılan d ü ­ ğüm. (Kamçılı palanganın kamçısını patrisaya, çarmık ya da herhangi bir halatın bedenine bağlam ada kullanılır.) || Dem ir bedeni, dem ir anelesiyle memesi arasın­ da kalan ana bölüm. — Eğit. Beden eğitimi, jimnastik, oyun, spor gibi eğitici bütün bedensel alıştırma ve çalışmaları kapsayan genel terim. (Be­ den eğitimi, türk eğitim sisteminde ilk ve ortaöğrenim kurum larında ayrı bir ders olarak yer almıştır.) —Fels. Bir kimsenin, özellikle iç işleyişi ba­ kımından göz önüne alınan maddesel ya­ nı. Bedenin bilincine varmak. Bedeninin h e r yanı ağrımak. (Bk. ansikl. böl.) jj Ûzbeden, görüngübilime göre, öznenin ken­ di bedeniyle yaşadığı ilişkilerin bütünü; bu ilişkiler uyarınca beden, özne tarafından bir nesne gibi algılanmış ve yaşanmış ola­ bilir. —Giyim san. Konfeksiyon giysilerinin ke­ siminde model olarak kullanılan vücudun çeşitli bölüm lerinin ölçülerinin bütünü: M anken bedenine sahip olmak. Bu ceket bedeninize göre. (Bk. ansikl. böl. Ç am a­ şır san.) —Terz. Ortalama beden, örnek olarak se­ çilen kişilerin ortalama ölçülerine göre dü­ zenlenen beden tipi. — ANSİKL. Çamaşır san. A FN O R norm ­ ları giysi bedenlerinin adlandırılm asında kullanılması gereken ölçüleri belirler. Bu ölçüler giysinin uyacağı kabul edilen in­ san vücudunun ölçüleridir, ilgili giysinin türüne göre, boy ve/veya göğüs çevresi veya bel çevresi göz önüne alınır. Bu ye­ ni adlandırm alar ya yarı göğüs çevresi (42, 44, 46 vb.) ya ad veya numaralara (erkek, 1/2 kalıp, orta kalıp, büyük kalıp ya da 1, 2, 3, 4 vb.) dayanan ve bir ima­ latçıdan diğerine anlamı değişen gele­ neksel adlandırmaların yerini alma yolun­ dadır. — Fels. Nietzsche’ye göre ruha karşı be­ deni yüceltm ek ve aklın, her şeyden ö n ­ ce ruha özgü bir şey olduğunu kabul et­ m ek gerekir: “ Beden, büyük bir akıldır, tekleşmiş bir çokluktur, bir barış ve sa­ vaş durumudur, sürüdür ve onun ço ba ­ nıdır. Ey kardeşim! Ruhum dediğin o kü­ çük akıl ise, bedeninin bir aracından baş­ ka şey d e ğ ild ir11(Böyle buyu rd u Zerdüşt) [Also Sprach Zarathustra]



BED’EN



-> B E D ’AN.



Beden terbiyesi genel müdürlü­ ğü (BTGM), tüzel kişilikli örgüt. 1938’de 3530 sayılı yasayla Başbakanlık’a bağlı olarak kuruldu. 1942’de Milli eğitim bakanlığı’na, 1960’ta yeniden Başbakanlık’a, 1969’da Gençlik ve spor bakanlığı’na bağlandı. ANAP hükümetleri döne­ minde Milli eğitim gençlik ve spor bakanlı­ ğı bünyesine alındı. Daha sonra bir kere daha Başbakanlık’a bağlanarak, Gençlik ve spor genel m üdürlüğü adını aldı. G ö­ revleri şunlardır: yurttaşların fizik ve moral yeteneklerini geliştirmek; oyun, jimnastik, spor etkinliklerini yönetmek ve yönlendir­ mek; federasyonların yurt içi ve dışı çalış­ malarını denetlemek; merkez ve taşra ör­ gütlerinin bütçelerini hazırlamak; tesis ya­ pımı, onarımı ve işletilmesini sağlamak; sporcuların sağlık denetimlerini yaparak gerekli lisansları hazırlamak; sporcu ve çalıştırıcıların en iyi şekilde yetiştirilm eleri­ ni sağlayacak ortamı hazırlamak; spor ku­ lüplerinin tescilini yapmak, gelir ve g ider­ lerini denetlemek; gerekli bilgi ve kural değişikliklerini sporcu ve yöneticilere ya­



yım yoluyla duyurmak; futbolla ilgili müş­ terek bahisleri düzenlemek. Beden terbiyesi genel müdürlüğü, mer­ kez örgütü ve taşra örgütü olarak çalışır. Merkez örgütü, genel m üdürlük makamı ile genel m üdürlüğün yıllık bütçesini, ça­ lışma programını inceleyip onaylayan, fe­ derasyonların kuruluşuna karar veren Merkez danışma ku ruiu ’ndan oluşur. Ay­ rıca iki yılda bir seçim le kurulan Merkez ceza kurulu ile Yüksek sağlık kurulu da, merkez örgütüne bağlıdır Taşra örgütü ise, il düzeyindeki Beden terbiyesi bölge m üdürlüklerinden oluşur. Bölge başkan­ lığını illerde valiler, ilçelerde kaymakam­ lar, köylerdeyse m uhtarlar yürütür. Ayrıca, valilerin seçtiği üyeler ve il ileri gelenleri­ nin oluşturduğu Bölge danışma kurulu da taşra örgütüne dahildir, illerdeki spor et­ kinlikleri, bölge başkanı olan vali adına beden terbiyesi bölge m üdürlüklerince yürütülür. Spor-toto m üdürlüğü ile fede­ rasyonların tümü, Beden terbiyesi genel m üdürlüğüne bağlı olarak çalışır. (-» G e n ç l İk v e S p o r G e n e l M ü d ü r l ü ğ ü .)



BEDENCİ a. Tkz. Beden eğitimi öğret­ meni.



BEDENEN be 1. Bedeniyle, vü cuduy­ la: K öprü yapım ında b ed enen d e çalıştı. — 2. Bedence, bedensel yönden: Sürgün hayatı onu bedenen ve ruhen çökertm iş­ ti.



BEDENİ, BEDENİYE sıf. (ar. beden ve -i'den bedeni, dişi, bedeniyye). Esk. 1. Bedenle ilgili; bedensel. — 2. Bedeni zevk, haz, m addi zevk, haz. —Sig. Bedeni zarar, can ve sorumluluk si­ gortalarında kişinin ölüm ya da yaralan­ m a gibi bir zarara uğraması.



BEDENİYE -



BEDEN,



BEDENKÂR a. (ar. beden ve fars. -kâr’dan bedenkâr). Esk. içi kakum kürk kaplı, bir tür kısa ceket. (Daha çok yük­ sek dereceli m em urlar ve harem deki ka­ dınlar giyerdi.)



BEDENNÛR a. (ar. bed e n ve n û r'dan beden-nûr). Esk. içi sam ur kürk kaplı birtür ceket. (Daha çok yüksek dereceli m e­ m urlar ve haremdeki kadınlar giyerdi.) BEDENSEL sıf. 1. Bedene ilişkin, be­ denle ilgili şey için kullanılır; Bedensel acı­ lar. Bedensel cezalar. Bu iş bedensel ç a ­ bayı gerektirir. — 2. Cinsel davranış düz­ lem inde insan bedenine ilişkin olan şey için kullanılır; tensel: Bedensel zevkler, hazlar. — 3. Bedensel karakter, bedene ilişkin karakter. (Bedensel cinsel karakter­ lere ikincil cinsel karakterler denir.) |j Be­ densel soy, üreme hücrelerini oluşturan gonatlar (eşey bezleri) dışında, çeşitli d o ­ kuların yapımını sağlayan ardışık hücre kuşakları, dölleri. —Antropol. Bedensel bileşim, beden küt­ lesinin, yağ kütlesi ile bu kütleden geri ka­ lan ve y a ğ s z kütle denilen bölüm ü gibi birkaç büyük bileştiren halindeki ayrışımı­ nın sonucu olan ürün. (Bk. ansikl. böl.) — Nöropsikol. B edensel şema, hareketli ya da hareketsiz haldeki bedenimize, m e­ kândaki duruşuna, farklı bölümlerinin bir­ birine göre durum una, dış dünya ile ilinti kurmasını sağlayan deri örtüsüne ilişkin şu ya da bu ölçüde bilinçli tasarım. (Be­ densel şema, geçm iş ya da şimdiki d e ­ neyimlerimizin bıraktığı ve görmeye, d o ­ kunmaya, kinesteziye, içkulağa ilişkin izle­ nimlerin bireşiminin sonucudur.) [Bk. an­ sikl. böl.] —Tip. Vücuda, vücudun organik işlevleri­ ne ilişkin olan. (Karşt. RUHSAL.) — ANSİKL. Antropol. Canlı bir insan kütle­ sinin bileştirenleri doğrudan doğruya ölçülem ediğinden, bunların niceliği, çeşitli yöntemlerle tahmin edilir. Örneğin beden­ deki toplam su, organizm aya sokulan m addelerin genleşme derecesiyle sapta­ nabilir. K40 verildikten sonra radyoaktivi­ te aracıyla ölçülen organizm adaki potas­ yum oranı, kas kütlesinin bir göstergesi­ dir. Sidikle çıkarılan kreatinin miktarı da ay­



bedensel 1448



bedevi arap



Edirne bedesteni (1992'deki yangından önceki hali)



nı kütlenin bir başka göstergesidir. Özel­ likle su içinde tartılarak ölçülen beden yo­ ğunluğu, yağ kütlesi ne kadar yüksekse o kadar düşük olur ve kütlenin saptanma­ sını sağlar. Röntgen filmleri üzerinde ya­ pılan kol ve bacak ölçümleri, çeşitli düzey­ lerde, kemik, kas, yağ ve deri payını ol­ duğu gibi, kemik yoğunluğunu da sapta­ ma olanağını verir. Buna dayanarak, de­ rialtı yağ, kas ve iskelet kütlesinin genel bir tahmini gerçekleştirilebilir Derialtı yağ, bedenin çeşitli bölgelerindeki deri kıvrım­ larının, deriyi ve yağı değişmeyen basınç­ la kıstıran bir alet aracılığıyla yapılan öl­ çüm üne dayanarak da saptanabilir. Bedensel bileşim, cinsiyete, yaşa, be­ den eğitimi ve beslenmeye göre değişir. Özellikle genç yaştaki beslenme, yetişki­ nin yağ ve kas hücreleri sayısının bir be­ lirleyicisi gibi görünm ektedir Ayrıca, birey­ lerin ve insan topluluklarının bedensel bi­ leşim farklılıklarında, genetik etkenler de rol oynar. — Nöropsikol. Bedensel şema, başlangıç­ ta bir nöroloji kavramıdır; günümüzde, psi­ kanalizciler, bedensel şemanın kuruluşu­ nun ve tasarımının bilinçsiz yanları üstün­ de durarak, genellikle “ beden imgesi” te­ rimini kullanıyorlar. Bedensel şema doğuştan gelmez; dış algıların, hareketselliğin ve acının önemli rol oynadığı uzun bir deneyim sonucun­ da oluşur. Oluşum sürecinin belli başlı aşamaları şunlardır: D oğum dan sonraki 3. aya kadar, farklı duyu organlarından elde edilen bilgiler arasında eşgüdüm kurulmamıştır. Beden bilinci, ağız bölgesiyle sınırlıdır. Çocuk, iç algı verileriyle dış algı verileri arasında ge­ nel olarak, ayrım yapmaz. Ben ile ben -olmayan, henüz farklılaşmamıştır. Yapıların olgunlaşması, iç algı ve dış al­ gı verilerinin g iderek ayırt edilmesini sağ­ lar; bu veriler arasındaki ilk eşgüdüm lenmeler 3. aya doğru ortaya çıkar, am a ba­ zı farklılıklar gösterir. (Bu olgunlaşma, ayaklardan daha önce ellerde görülür.) Ni­ tekim çocuk, daha önceleri, dikkat etm e­ den ve denetleyemeden, görüş alanı için­ de birtakım rasgele el hareketleri yapar­ ken. 4. aya doğru, göz hizasında tuttuğu eline, parmaklarını sıra ile oynatarak, uzun uzun bakmaya başlar. Duyusal-hareketsel gelişimin çeşitli evreleri üzerine Piaget'nin yaptığı araştırmalar, beden bilincinin kav­ ranmasına yardımcı oldu. 8. ayda, çocu­ ğun gelişm esinde önemli bir aşama or­ taya çıkar. Nitekim psikanalizciler de, "nesnenin kurulması"™ bu dönem in bir ürünü olarak görürler (Spitz). Ç ocuk ar­ tık, bedeni ile dışındaki nesneleri birbirin­ den ayırt edebilir; yer değiştirmeye ve yü­ rümeye başlayıp bedeninin çevre içinde­ ki konum unun bilincine varınca, beden­



sel şemaya yeni bir öğe eklenmiş olur. Bu aşamada sistemli bir biçim de görülen tak­ lit sayesinde, çocuk, kendi bedeniyle baş­ kasının bedeni arasında ilişki de kurar. Ni­ tekim VVallon’a göre, bedensel şemanın kurulması ile başkalarının algılanması, bir­ birine benzer ve birbirini tamamlayan iki işlemdir. Ç ocuğun bu gelişim sırasında aynayla karşılaşması, ona, bedeninin bü­ tünsel bir görsel tasarımını verir. Am a ç o ­ cuk, bedeni ile aynadaki görüntüsü ara­ sında oldukça geç, yani 2 ya da 3 yaşına doğru ilişki kurar. Daha sonra, dilin de katkısıyla, beden­ sel şem a yetkinleşir. Ne var ki çocuk, sağ ve solu kendi bedeninde ancak 6 yaşına doğru, başkalarınkinde ise 9 yaşına doğ ­ ru ayırt edebilir. Beyin kodeksindeki lezyonlar, özellikle de parietal lobdakiler, bedensel şema bo­ zukluklarına yol açabilir. Asomatognozi adı verilen bu bozukluklar, hasara uğra­ yan beyin yarımküresine göre değişir. Sa­ ra sırasında, bedensel değişme duygusu, heotoskopi, kişiliksizleşme gibi paroksistik seyirli bozukluklar görülebilir. Son ola­ rak, beden imgesinin marazi belirtileri ara­ sında, bir organı kesilmiş kişilerde g örü ­ len hayal organ sanrısını ve acı asembolisini de saymak gerekir.



BEDENSELLEŞTİRME a. Ruhbil. Acı veren b ir duyguyu bedenselleştirme, çok acı veren bir duyguya, psikolojik bir ger­ ginliğe organik, fiziksel bir yanıt verme.



BEDENSELLİK a. Fels. Görüngübilim cilere göre, insanın dünyada olması, baş­ kaları tarafından bir kişi olarak, bir insan olarak görülmesi olgusu. BEDERGÂH a. (fars. be- ve dergah'tan be-dergah). Esk. Kapıya çıkma. — Kur. tar. Acemi ocağı nda bulunan ya da ocak dışındaki türlü hizmetlere verilmiş olan acemilerin, Yeniçeri ocağı’na geçm e­ lerine verilen ad. (-♦ ÇIKMA.)



BEDESTAN -



BEDESTEN.



BEDESTEN ya da BEDESTAN a (ar. bezz silah, değerli kum aş ve fars. -stan; bezistan'dan). Değerli eşyaların, m ücev­ herlerin, antika eşyaların alınıp satıldığı ka­ palı çarşı. — A n s İk l . Kapalı çarşıların çekirdeğini, yangınlardan korum ak için genellikle taş­ tan yapılan bedestenler oluşturur. A nado­ lu ve Anadolu dışındaki Osmanlı toprak­ larında karşılaşılan bedestenlerin büyük çoğunluğunda dükkânlar dışta yer almak­ ta, içte ise ayaklara oturan kubbeli bölüm bulunmaktadır. Bedestenler taş yapılı, dört tarafı demir kapılı ve geceleri bekçilerin gözetim inde bulunduklarından, buralarda şimdiki ban­ kalarda olduğu gibi kiralık dolap, kasalar ve emtia ambarları da bulunurdu. Bedes­ tenlerin, bu amaçlara yönelik inşa edilmiş olduklarına en iyi kanıt İstanbul'daki eski bedesten binasıdır. İstanbul’da ikisi Kapalıçarşı'da, biri Galata’da olm ak üzere, 3 bedesten vardır. Kapalıçarşfdakilerin birine âtik (eski), öte­ kine cedid (yeni) bedesten adı verilmek­ tedir. Yeni bedestene, eskiden burada pa­ m uk ve ipekten dokunan, sandal denilen bir tür kumaş satıldığı için Sandal bedes­ teni de denilmektedir. Sözkonusu bedes­ ten Osmanlı dönem inde yapılmıştır. Eski bedesten ise, doğu kapısının üze­ rinde hâlâ duran kabartma kartal heyke­ linden de anlaşılacağı gibi, bir Bizans ya­ pısıdır ve Fatih Sultan M ehm et'in vakfet­ tiği Bizans binaları arasında kayıtlıdır. Galata bedesteni, Kapalıçarşı'da bulu­ nan öteki iki bedestene oranla çok d a ­ ha küçük bir binadır. Perşem bepazarı’nda bulunan bu bedesten harap ve met­ ruk olduğundan bugün kullanılmamakta­ dır. Osmanlı döneminde, gerek çarşı esnafı ve gerekse şehirdeki zengin halk, başta mücevherat olmak üzere her türlü kıymetli malını, belli bir ücret karşılığında bedes­ tendeki kasalarda saklarlardı. Bedesten­



de unutulan ve mirasçısı çıkmayan mal­ lar "beyt-ül mâT'e kalırdı. Mirasçı bırakma­ dan ölen (1846) Şeyhülislam Mustafa Asım Efendi’nin bedestende kalmış olan 40 000 kese akçesi devlete geçmiş ve bu para ile I848'de Ayasofya restore edilmiş­ tir. Batı A vrupa’da yaşanan endüstri dev­ rimi dönem inde el dokuması yerli bez ve kumaşlar Avrupa'dan gelen kumaşlarla rekabet edem eyip kentin her yerinde ya­ bancı kumaşlar sefoestçe satılmaya baş­ landığında, bedestenler eski önem ve zenginliklerini yitirmeye başladılar Ayrıca, yeni açılan bankaların em anet işlerini de üstlenm elerinden sonra, bedestenler sa­ dece halı ve seccade gibi kıymetli malla­ rın alınıp satıldığı bir yer haline geldi.



BEDEVİ sıf. ve a. (ar. badiye’den b ed e ­ vi). 1. Ç öllerde çadırlarda yaşayan arap göçerlere verilen ad. — 2. ilkel koşullar­ da yaşayan kimse için kullanılır. — 3. Hız­ lı koşan arap atı için kullanılır. —ANSİKL. Çölde ya da sahrada göçebe bir yaşam sürdüren arap topluluklarına ehl Cıl-veber, kıyılarda ya da belirli yerlerdeki yerleşik A raplar’a ise ehl ûl-hazar denir. Bedeviler Arabistan, Kuzey Afrika ve Su­ riye'de kabileler halinde yaşarlar. Kabile başkanına, şeyh denir. Kara çadırlarda oturur, geçim lerini yetiştirdikleri deve, ko­ yun ve keçi sürülerinden sağlarlar. Ayrı­ ca binek ve koşu hayvanı olarak at bes­ lerler. Zenginlikleri, besledikleri deve sa­ yısıyla ölçülür Ner kabilenin kendine öz­ gü bir damgası vardır. Ataerkil aile düze­ ninin egem en olduğu bu topluluklarda çok erkek çocuk sahibi olm ak önemlidir.



BEDEVİ (Mahmut EL-), mısırlı yazar (Abnub, Asyut yakınında, 1912). Rus yazar­ larından (Çehov, Andreyev, Gorki) eserler çevirdi ve yoksul halkın yaşamını konu alan romanlar yazdı (les Loups affames [fr. çe v], 1952 le D ernier Fiacre [fr. çev], 1961).



BEDEVİ (Abdurrahm an), mısırlı filozof (Şarabas, Dimyat ili, 1917). Kahire Üniver­ sitesi’nde okudu, Libya’da ve Kuveyt'te ders verdi. İslam felsefesi üzerine yazdığı kitap (Histoire de la philosophie en İslam, başlığıyla 1972'de fransızcaya çevrildi), İs­ lam dünyasında, varoluşçu tem alara ilgi duyulm asında önemli rol oynadı. Bedevi çardak zindanı, Tokat kalesin­ de tarihsel zindan. Osmanlı devletinin ku­ ruluş dönem inde hüküm darın hışmına uğrayan saray ileri gelenleri, vezirler, g ö ­ revliler bu zindana atılırdı. Sarp ve yüksek bir kayanın üzerinde yer alan Tokat kale­ sinin bir bölümü, Bizans döneminden kal­ ma olduğu gibi, tamamlayıcı bölümleri de Danişmentler, Selçuklular ve OsmanlIlar tarafından yapıldı. Çelebi Mehmet l ’in ce­ zalandırdığı Ankara valisi Yakup Bey (1411), Musa Ç elebi (1412), akıncı beyle­ rinden M ihaloğlu Mehm et Bey (1413) bu zindanda hapsedildiler.



BEDEVİLER, Afrika yarımadasındaki deve yetiştiricisi göçebe aşiretlerinin oluş­ turduğu arap topluluğu. "A rap" adını Ku­ zey Afrika'daki, Arabistan yarımadasın­ daki, Yakındoğu’daki, İran’ın güney kesi­ m indeki halkların, hatta Sovyet Orta Asyası ve Afganistan'daki bazı azınlık toplu­ luklarının kullanmasına karşın Bedeviler (Kuran'ın indiği dönem deki Araplar ola­ rak) yalnızca kendilerine "A rap” denm e­ si gerektiğini savunurlar. Arap aşiretleri ak­ raba olmayan iki atanın (Kahtan ve Ad­ nan) soyundan geldiklerine inanırlar; iki ata arasındaki köken farkı, kabaca, Kuzey Arapları ile Güney Arapları arasındaki bölünmeye denk düşer. Aşiret yapısını ol­ dukça geliştirilmiş olan soyağacı oluştu­ rur; ancak bu yapı aşiret konfederasyon­ larına göre düzenlenir. "Safkan aşiretler" yanında "p a ry a " aşiretler de vardır. Aşi­ ret örgütlenmesi, aşiret ile yaygın aile ara­ sında birçok ara bölünm eyi içerir; her bi­ rinin bir reisi vardır; bu reisin yetkileri ada­ let, savaş, göç üzerine kararlar alan bir aşi­



Bedir gazası ret ya da alt aşiret konseyince sınırlandı­ rılmıştır. Her aşiret bölümünde, dinsel gö­ revleri yürüten bir'Said ve eski köleler gi­ bi savaşa katılmalarına izin verilmeyen, za­ naatçılar (saraçlar, demirciler) bulunur. Be­ deviler, geleneksel olarak deve yetiştirici­ liğinden elde ettikleri gelir yanında, koru­ dukları yerleşik gruplardan (koyun ve ke­ çi yetiştiriciliğiyle geçinen göçebeler) ve kervanlardan da gelir sağlarlar Genellik­ le tekeşlilik uygulanır; başlık parası nede­ niyle, kardeş çocukları arasındaki evlilik­ ler yeğlenir, intikam hakkı, "kan b edeli” ödem e sistemiyle yumuşatılmış olmasına rağm en geçerliliğini korur. Hâlâ zengin ve güçlü olan deve yetiştiricisi aşiretlerde baş­ lıca aileler yerleşik düzene geçm ekte ve çoğunlukla gelir kaynaklan çeşitlenmek­ tedir. Deve yetiştiricisi olmayan göçebe aşiretlerden Hint okyanusu kıyılarında ya­ şayanlar hörgüçlü öküz, Irak'ın güney ke­ sim inde yaşayan ve yarı-göçebe olanlar m anda yetiştiriciliğiyle geçinirler, çöl ke­ narlarında (özellikle Kuveyt’te) yaşayanlar ise koyun ve keçilerle katır sırtında yayla­ ya çıkarlar. Güneyde ve doğuda çeşitli şiı mezhep­ lere bağlı olanlarla, güneydoğudaki islamöncesi inançlara bağlı olanlar dışında, Be­ d e v ile rin büyük bölüm ü sünni müslüm andır (özellikle hanbeli); am a Bedeviler din kurallarına genellikle tam olarak uy­ mazlar. A rap lehçelerinin yanı sıra, kimi­ leri güney sami lehçeleri konuşurlar, B E D E V İL İK a. E b u ’l-Abbas Ahm et el -Bedevi’nin (1191-1276) Mısır'ın Tanta ken­ tinde kurduğu tarikat (A hm edilik diye de bilinir). Bedevi’nin ölüm ünden sonra ha­ lifesi Abdülâl, tarikatın zikir ve ayinlerini sistemleştirdi, müritleri düzene soktu. Ta­ rikat Mısır’da etkili ve önemli bir tarikat du­ rum una geldiği gibi başka ülkelerde de yayıldı,el-Bedevi’ninTanta’daki mezarı ün­ lü bir ziyaret yeri oldu. Bedevilik, Mısır’ dan Hicaz'a, Suriye'ye, Tunus’a Trablus’a ve Türkiye'ye de yayıldı. Bedevi, halifesi A bdülâl'a ithaf ettiği Zasâyâ adlı yapıtın­ da Kuran ve sünnete sıkı sıkıya bağlı ka­ lınmasını öğütledi. Tarikatın belli başlı il­ keleri, gece ibadetine ağırlık vermek, dil ve kalp birlikte zikredilmesi, imanda içten­ lik, dürüstlük, kalp temizliği, doğadan ve insanlardan gelen her türlü sıkıntılara karşı kayıtsızlık ve sabır ile verilen sözde dur­ m ak biçim inde özetlenebilir. Bedevilik'in bayyumiyye, enbabiyye, evlad-ı nuh, bardariyye, halebiyye, hammudiyye, handusiyye, karnasiyye, menaifiyye, şurunbulaliyye, selamiyye, sinnaviyye, taskayatiyya, zahidiyye, marazike adlı çeşitli kolları var­ dır. B E D E V İY A N E be. (ar. bedevi ve fars. âne'den bedeviyane).Esk. Bedeviler gi­ bi. B E D E V İY E T a (ar. bedevi ve /yye f’ten bedeviyyet). Esk. Bedevilik, göçebelik, il­ kellik: "Ceziret-üi-arabda bedeviyet saye­ sinde fıtrat-ı asliyeleri üzere kalmışlar id i" (Ahm et C evdet Paşa XIX. y y .). B E D F O R D , Büyük Britanya’da kent, Bedfordshire yönetim bölümünün merke­ zi, Londra'nın büyük konut banliyösün­ de; 74 000 nüf. (1990). Tarım gereçleri yapımı. Tuğla fabrikası. — Bedfordshire, 1 235 km2; 530 800 nüf. (1988). B E D F O R D , çeşitli İngiliz ailelerin aldığı kontluk ya da düklük unvanı (Neville, Tudor ve özellikle Russell, 1550'den başla­ yarak kont, 1694’ten başlayarak da dük oldular. [ - R u s s e l l ] B E D F O R D (John PLANTAGENET, — d ü ­ kü), İngiliz prensi (1389-Rouen 1435), H enry IV’ün üçüncü oğlu. Fransa, iskoç­ ya ve Wales ülkesine birçok kez sefer yap­ tıktan sonra, Henry V'in ölümü üzerine, krallık naibi ve H enry VI'nın vasisi oldu. Bir Bourgogne prensesi ile evlenen Bedford, fransız topraklarını büyük bir usta­ lıkla yönetti. Am a Arras kongresi’nde (1435) siyasetinin yıkıldığını gördü. Sanat



koruyucusuydu;özellikle parisli sanatçıla­ ra hayranlık verici süslü el yazmaları ısmarlamıştı. B E D G Û sıf. (fars.bed ve gü'dan bed- gu). Esk. Münafık, dedikoducu: "Sana vü b a ­ na sehl ola bu sûretlerle b e d g û ia r" (Has­ san, XV. yy). B E D H Â H sıf. (fars. b e d ve h'Sh'tan b ed -hah ). Esk. Kötülük isteyen, başkalarının kötülüğünü isteyen: "İstikbalde dahi, se­ ni, bu hâzineden m ahrum etmek isteye­ cek dahili ve harici bedhâhların olacaktır" (M. K. Atatürk). B E D İ sıf. (ar. b ed ir ). Esk. 1. Eşi benzeri olmayan, mükemmel bir şeyi icat eden. — 2. Her şeyi yoktan var eden Tanrı. — Esk. ed. Belagat’*ın bölüm lerinden bi­ ri. (Anlatımı süslem ek için kullanılan m e­ caz dışı sanatları kapsar. "Sanayi-i m aneviye" [anlam sanatları], “ sanayi-i lafziye" [sözcük sanatları] diye ikiye ayrı­ lır. Sanayi-i maneviye, anlam la ilgili sanat­ lardır: tevriye* [iham], tezat* tenasüp* [müraât-ı nazir], le ff'ü neşir, hüsn*-i tâ’lil tecahüP-i ârifâne, mübalağa*, rücu*, vb. Sanayi-i lafziye ise cinas*, iştikak*, seci*, telmih*, tarihi* vb.’dir.) B E D İ B İN M A N S U R (Fahrettin), hanefi fıkıhçı (?-Sıvas 1223). Münyet ül-fukahâ di­ ye tanınan ve fıkhın ayrıntılarıyla (furû) ilgili el-Bahr ül-m uhit adlı bir yapıtı vardır. Döneminde, verdiği fetvalarla da ün yap­ mıştır. B E D İ Ü L -U S T U R L A B İ (Ebülkasım Hibetullah bin Hüseyin EL-), arap bilim ada­ mı ve şair (?- Bağdat 1139). Astronomi ala­ nındaki çalışm alarıyla adını duyurdu. İs­ fahan’da hıristiyan astronom Eminüddevle’den astronom iyle ilgili birçok yeni bilgi edindi. B ağdat'a yerleşti ve kendi yaptığı usturlap vb. gözlem araçlarıyla ün kazan­ dı. Bağdat'taki Selçuklu sarayının astro­ nomluğuna getirildi (1130). Buradaki göz­ lemleri sonucu düzenlediği yıldız katalog­ larını sultan M ahm ut'a sundu. Bir Divan oluşturan şiirlerini güzel ve seçkin birer ürün sayanlar olduğu gibi, açık saçık bu­ lanlar da olmuştur. Ibni H accac'ın şiirleri­ ni D ürret üt-tac m in şi'ri ib n i H accac adı altında derleyen bir kitabı vardır. B E D İA a. (ar. bedha). Esk. 1. Güzellik değeri yüksek olan, sanat eseri. — 2. Eşi­ ne seyrek rastlanan güzel, değerli. — 3. Bedia-i hayaliye, ülkü, ideal. B E D İA M U V A H H İT dia, Statzer).



• MUVAHHİT (Be-



B E D İD ya da B E D İD A R sıf. (fars. bedid, bedidar). Esk. 1. G örünür halde, açık, ortada. — 2. B e d id a r olmak, ortaya çıkm ak: "... tü cca r ve ahali üzerine ağır vergiler tarh ve tezvirine ibtid a r etm esin­ den naşi bayağı fitne em areleri bed id ar olarak...'' (Ahm et Cevdet XIX. yy.). ]| Nabed id olmak, gözden kaybolmak, görün­ mez olmak. B E D İD A R -• BEDİO. B E D İE R (Joseph), fransız eleştirmen (Paris 1864- Le Grand-Serre 1938). Collâge d e France'ta profesör oldu (1903). Ortaçağ masallarının transız kökenli oldu­ ğunu ileri sürdü (Les Fabüaux, 1893). Les Lögendes Ğpiques (1908-1913) adlı yapı­ tında, Fauriel ve Gaston Paris’ye karşı, yi­ ğitlik destanları kuramını kökünden değiş­ tirdi. Ona göre yiğitlik destanları, papaz adaylarının girişimiyle, hac yollan üzerin­ deki tapınaklarda oluşmuşlardı. (Fr. Aka­ demisi, 1920.) B E D İH E a. (ar. bedihe). Esk. 1. Hazırlık­ sız, birdenbire söylenen sö z.— 2. Hazır­ cevaplık. — 3. Bedihe-gû, zû-bedihe, ha­ zırlıksız güzel konuşan. — Fels. ispat edilm esine gerek olmayan kural, aksiyom. B E D İH İ sıf. (ar bedihi). Esk. Apaçık, bes­ belli: "Ç ünkü bu onca, o kadar m alum ve bedthîdir ki tekrarından ne falde hasıl ola­



bileceğini idrak e d e m e z " (Baha Tevfik, XIX. yy.). B E D İH İY A T çoğl. a. (ar. b e d ih i’n n çoğl. bedihiyyat). Esk. Açık ve kesin olan şey­ ler. B E D İH İY E T a. (ar. b ed ih i ve -/yyef’ten bedihiyyet). Esk. Açıklık, belirginlik, apa ­ çık ortada olma. B E D İİ sıt. (ar. bedhi). Esk. 1. Güzel, be­ ğenilen: "Tatlı, temiz, asude, bed ii b ir h a ­ tıra..." (Ömer Seyfettin). — 2. Güzellikle il­ gili, estetik. B E D İİ F A İ K , soyadı A kin, türk gazete­ ci ve yazar (Bandırm a 1921). İstanbul Tıp fakültesi'nde okudu, bitirm eden ayrıldı (1944), ticaretle uğraştı.Tasvir gazetesin­ de başladığı (1945) fıkra yazarlığını, Tan, Milliyet, Yeni İstanbul ve Ulus gazetelerin­ de sürdürdü. Falih Rıfkı Atay ile birlikte Dünya gazetesini kurdu (1952). Dem ok­ rat parti iktidarını eleştiren yazıları nede­ niyle tutuklandı (1954). Dünya gazetesinin tek sahibi (1963) ve başyazarı (1971) ol­ du. Sonradan yazılarında CHP karşıtı ve AP yandaşı bir tutum izledi. 1976'da Son havadis, 1980’de Hürriyet, daha sonra da Tercüman gazetesinde yazdı. Uzun süre Gazete sahipleri sendikası genel sekreterli­ ği görevinde bulundu. Başlıca yapıtları: Fıkralar: Efendim e söyleyim (1953), Rüz­ g â r eken (1969). Gezi notları: Sam am ca ’ nın evinde (1954), Rusya'dan (1968), Bir garip ada (1954). Roman: Yabancı (1954), Pablo'nun gülüşü (1972). Röportaj:-ihtilal­ ciler arasında b ir gazeteci (1967). Hapisane notları: O biçim (1958). B E D İİY A T çoğl. a. (ar. b e d k i'n in çoğl. b ed iciyyat).Esk. 1. Güzellikler, güzel eser­ ler. — 2. Estetik bilimi, güzel sanatlar. B E D İK a. Kazak Türkleri’nde hasta hay­ van ve insanları sağaltmak için yapılan bir tören. —ANSİKL. Sözcüğün etimolojisi tam olarak bilinm em ekle birlikte, eski türkçede oyun, raks anlam ına gelen b ü d ik ’ten geldiği öne sürülür. Şaman inanışlarından kaynaklanan bu törende, genç kızlar ve erkekler hastayı alıp oba d a n uzak bir ye­ re götürürler. Hastayı ortalarını alıp türkü söyleyerek çevresinde dönerler. Türküyü her seferinde “ göç, göç, g öç bedik, ağa­ ca göç, suya göç" nakaratıyla bitirirler Tö­ rene özgü belli bir türkü varsa da, aynı na­ karatı yineleyerek başka türkülerin söylen­ diği de olur. B E D İL a. (ar. bedii). Esk. 1. Karşılık, be­ del. — 2. Bahsi kaybedenin vereceği şey. — 3. Bir şeyin ya da bir kimsenin yerini alan. B E D İR ya da B E D R a. (ar. bedr). Esk. Ayın on dördü, dolunay: "Ay d o ğ a r b ed ir A llah / Bu sevda n ed ir A lla h ? " (halk tü r­ küsü). —ANSİKL. Ed. Ayın bedir durum u divan şiiri gibi halk şiirinde de sık sık konu edi­ nilir: Ay d oğ a r b e d ir A lla h / Çektiğim ne­ d ir Allah... Bedir ay, güm üş aynaya ben­ zetilir. Âşığa sevgilinin yüzünü hatırlatır. Geceleyin göründüğü ve ışık verdiği için kandille ilişkilidir. Yolcuların yollarını bulma­ larına nasıl yardımcı olduğu anlatılır. B E D İR , B E D R ya da B E D R H Ü N E Y N , Suudi Arabistan'da, Mekke -Medine yoluyla,Suriye’den Mekke’ye ula­ şan kervanyolunun birleştiği kavşakta kü­ çük kasaba. Kasaba kurulm adan önce, sularının bolluğu yüzünden kervanların konakladığı bir yerdi ve burada yılda iki kez büyük bir panayır kurulurdu. Hz. M u­ ham m et'in ilk önemli savaşının burada ol­ masıyla adını duyurdu. Kasabada, Bedir savaşı’nda şehit olanların türbeleri ve Pey­ g a m b e rin savaşı yönettiği yerde yapılmış olan el-Ariş camisi bulunur. B B e d lr g a z a s ı, Hz. Muham m et'in önder­ liğindeki m üslüm anlarla putatapar Mekkeliler arasında yapılan ilk savaş (13, 15 ya da 17 mart 624). Suriye-Mekke yolu ile M ekke-M edine yolunun birleştiği yerdeki



1449



çev.], 1941; le L ou p m oraliste [fr. çev.], 1943).



BBX>S DE CELLES (dom François DE), fransız org yapımcısı (Caux 1709 -Saint-Denis 1779). Benedictus tarikatının Saint-M aur’daki üyelerindendi. Org ya­ pımcısı, uzman ve kuram cı olarak büyük saygı kazandı. Günüm üzde de kendi ala­ nında en önemli yapıtlardan biri sayılan l'Art du factuer d ’orgues (Org yapımcı­ sının sanatı) [3 cilt, 1766-1778] başlıklı ça­ lışmasını yayımladı.



BEDR Coğ. Bedir gazasi Reşidettin (1314)



Bedir denilen yerde meydana geldiğinden bu a SİMAVNALI BEDRETTİN.



BEDRETTİN TEB R İZİ, iranlı mimar ve bilim adamı (XIII. yy.). Yaşamına iliş­ kin bilgi yoktur, ancak adından Tebrizli ol­ d uğu anlaşılır. Ahm et Eflaki’ nin Ariflerin m enkıbeleri adlı kitabında ve Mevlana ile ilgili öteki kaynaklarda, M evlana'nın mü­ ritlerinden olduğu, b üyük saygı gördüğü anlatılır; onun ölüm ünden sonra 1273’te Kubbe-i H adra o la ra k bilinen ünlü M ev­ lana türbesi’ne ilk biçimini veren mimar olarak tanıtılır. BEDRİ Nlksarlı, türk halk şairi (Niksar 1845 - ay. y. 1897). Âşık geleneğine uy­ gun olarak, genç yaşta Zileli C eyhuni'ye çırak oldu; onunla birlikte A n a do lu ’nun birçok kent ve kasabasında dolaştı. Do­ ğaçtan şiir söylem ekte ve m uam m a d ü ­ zenlemekte usta bir âşık olduğu bilinmek­ tedir.



BEDR-IDİLŞAD BİN MEHMET BİN ORUÇ G A Zİ BİN ŞABAN, türk şair (XV. y y .’ın ilk yarısı). M urat II adına yaz­ dığı M uratnam e (1427) adlı ansiklopedik m anzum yapıtıyla tanınır.



BEDRİ PAŞA (Haşan Bedrettin) -» HA­ ŞAN BEDRETTİN PAŞA. BEDRİKA - BEDREKA. BEDRİYE a. Sühreverdiye tarikatının al­ tı kolundan biri. BEDRÜLCEMALİ, fatımi vezir ve ko­ m utan (1013-1094). Suriyeli em ir Cemalüddevle bin Am m âr’ın kölesiydi; efendi­ sine bağlılığından ötürü kendisine el -Cemali sanı verildi. Üstün yeteneğiyle Şam valisi oldu. Komutanlığına atandığı A kka’da Melikşah kuvvetleriyle savaşmak zorunda kaldı. Halife Mustansır tarafından Mısır’a çağrılarak kendisine hem başko­ mutanlık hem de başvezirlik unvan ve yet­ kileri verildi. K ahire'de dirlik ve düzeni sağladıktan sonra İskenderiye'yi yeniden devletin egem enlik sınırı içine kattı; başkaldıran arap kabilelerini denetim altına aldı. Ancak, tüm Suriye’nin Selçuklular’ ın eline geçmesini engelleyemedi (1076). Buna karşın, Kahire önlerine kadar gelen Selçuklu ordusunu püskürtmeyi başardı (1077). Ûte yandan, iyi bir yönetici olarak devletin yıllık vergi gelirini çok artırdı. Kahire'nin ikinci surunu ve günümüze kadar gelen ünlü üç b üyü k kapısını yaptırdı.



BEDSONİA a. Bakteriyol. Chlam ydia cinsinden mikropları belirtmek için bazen kullanılan terim. BEDTER sıt. (fars. b e d ve -fer'den bedter). Esk. Daha kötü, ço k kötü, beter. ♦ Dilbil. Türkçede XIV. yy.'da "b e te r" biçim ini almıştır. Sonradan doğrusunu kullanm ak am acıyla "b e d te r" biçimi ye­ niden diriltilmiştir.



BEDUH a. (ar. b eduh). Esk. Uğur getir­ mesi için m ektup zarflarının üzerine yazı­ lan sözcük. Söz sanatları gibi hesap oyun­ ları da eskiden büyük ilgi görmüştür. Do­ kuz kareye ayrılmış bir karenin ilk dört kö­ şesine arapça be, dal, vav, ha harfleri ya­ zılır ya da bunların ebcet hesabına göre karşılığı olan 2,4,6,8 rakamları konur. Sonra d a yan yana, alt alta ve köşegen olarak toplandığında aynı sayı çıkacak bi­ çim de rakam lar yerleştirilir: 4



9



,2



3



5



7



8



1



6



Buna benzer yüzlerce tablo meydana ge­ tirilmiştir En ünlüsü olan bu tabloya dinsel bir anlam da verildiğinden " b e d u h " bir u ğur simgesi sayılmıştır.



BEDÜK a. Yörs. Çamsakızı; reçine. BED ZİN, Polonya’da kent, Yukarı Silezya’da, Katovvice bitişikkentinde; 76 900 nüf. M adencilik ve sanayi (metalürji, elektronik) merkezi.



BEEBE (Charles VVİlliam), amerikalı hayvanbilimci (Brooklyn 1877-Arima yakının­ da, Trinidad, 1962). N ew York Zoological Society'nin tropikal araştırmalar bölü­ m ünün yöneticisiydi. Sıcak denizlere ya­ pılan birçok bilimsel seferi yönetti ve O. Barton ile birlikte batisferi tasarladı ve ger­ çekleştirdi.



BEECHAM (sir Thomas), İngiliz orkest­ ra yöneticisi (Saint Helens, Lancashire, 1879-Londra 1961). Meslek yaşamına 1906’da Londra’d a başladı. 1911'de Covent G arden’ın yöneticiliğini üstlendi, daha sonra, 1932’de Londra filarmoni orkestrası'nı, 1947’de d e Krallık fila r­ moni orkestrası’nı kurdu. Ö zgün bir yö­ netici olarak tanındı; özellikle klasik reper­ tuara ağırlık verdi ve H ayd n ’ ın son ya­ pıtlarıyla Schubert'in senfonilerini yeniden değerlendirdi.



Beecham Group Ltd., 1928'de kurul­ muş bir İngiliz şirketi. Büyük Britanya’ nın, tüketim mallan pazarlamalarına yönelik ilk sınai girişim lerinden biridir. Eczacılık, te­ m izlik ve kozmetik ürünleri kârın üçte iki­ sini sağlar. Uluslararası pazarlara yöne­ lik bir şirket olan Beecham, gelirlerinin üç­ te ikisini İngiltere dışındaki ülkelerden el­ de etmektedir.



BEECHER-STOWE (H arriet BEECHER, Mrs. Stovve, Mrs. — denir), amerikalı romancı (Litchfield 1811 — Hartford 1896). Ateşli* bir kölelik karşıtı olan rahip Calvin E. Stovve ile evlendi. Kentucky’de bir gezi dolayısıyla, kölelik dünyasını so­ m ut olarak gördü. Bu görgüye dayana­ rak yazdığı roman Tom Amca'nm kulübesi (Uncle Tom's Cabin, 1852) kölelik kar­ şıtçısı hareketin en güçlü propaganda araçlarından biri oldu.



BEECHEY (sir William), İngiliz ressam (Burford, Oxfordshire, 1753-Ham pstead 1839). Royal A ca d em y’de Zoffany ile Reynolds’un öğrencisi oldu (1772), krali­ çe Charlotte'un portre ressamlığına atan­ dı, 1798'de de Royal A ca d em y’ye üye seçildi. Romantik portrenin öncülerindendir. BEECHEY (Frederick VVİlliam), İngiliz denizci (Londra 1796 - ay. y. 1856). 1818' de, David Buchan ve John Franklin’in, 1819’da da Parry'nin Arktika bölgele­ rine d ü ze n led ikle ri seferlere katıldı. 1825’te, Franklin ve Parry, Atlantik yoluy­ la kuzey-batı’ya varm aya çalışırlarken, Beechey, Pasifik üzerinden Arktika deniz­ lerine ulaşma göreviyle Blossom gemisi komutanlığına getirildi, Bering boğazını aşıp Alaska’nın kuzey-batı kıyılarında dur­ du. Blossom 'ın bir filikası oradan Barrovv burnu açıklarına kadar ilerledi.



BEEFMASTER a. (ing. söze ). Birleşik Am erika'da, et üretimi için zebu (brah­ man ırkı) ile torin (hereford ve shorthorn ırkları) arasında yapılan melezlem eden doğan hayvan. BEEFSTEAK a. BİFTEK'in İngilizcesi. BEEK, H ollanda’da (Lim burg) kent, M astricht’in K.-K.-D.'sunda; 8 000 nüf. Petrokimya sanayisi.



BEEKMAN (Aimee Arturovna), estonyalı romancı (Tallin 1933). Genellikle fantas­ tik ve güldürücü yapıtlarında toplum ve ahlak sorunlarını işler: savaş öncesi küçük burjuvazisine taşlamalar (les Petites Gens [fr. çev.], 1964; le M lroir du puits [fr. çev.], 1966; çağdaş manevi boşluğun sergilen­ mesi (l'O rgue de Barbarie [fr. çev.], 1970; Eguinoxe [fr. çev.], 1971). Am erika’daki iz­ lenim lerine dayanan Vendem iaire'üe (1975) ise, gelişm e ve teknokrasi ideoloji­ sinin aşırılıklarına karşı çıkar.



BEEL (Louis Jozef Maria), hollandalı si­ yaset adamı (R oerm ond 1902 - Utrecht 1977). Katolik halk partisi üyesi, Nijmegen Üniversitesi’ nde hukuk profesörü oldu. 1946-1948 ve aralık 1958 - mayıs 1959 arasında başbakanlık yaptı.



BEELDEMAEKER (Adriaen Cornelisz), hollandalı ressam (Rotterdam 1618 - Lahey 1709). Özellikle av sahneleri çiz­ di (Amsterdam, Lahey, Leiden, Dunkerq ue müzeleri). BEEMSTER, H ollanda’da (Kuzey Hol­ landa) polder.Am sterdam 'ın K .’inde. Ku­ rutulan ilk büyük göl (XVII. yy. başı) olan Beemstermeeri'm yerinde düzenlenmiştir. Sığır yetiştiriciliği. BEER (Georg Josef), avusturyalı oftal­ m olog (Viyana 1763 - ay. y. 1821). Viya­ na klinik enstitüsü’nde profesördü. Göz hastalıkları üzerine çok sayıda yapıt bırak­ tı. BEER (VVİlhelm), alm an gökbilim ci (Ber­ lin 1797 - ay. y. 1850). Kompozitör Meyerbeer’in büyük kardeşi. Berlin’de bankacı ve Prusya m eclisi’ nin üyesiyken gökbilim le ilgilendi ve Berlin yakınında bir gözlem ­ evi kurdu. M âdler ile birlikte Mars gezege­ ninin bir haritasının çıkarılmasını sağlayan ilk incelemeleri yaptı. Beer yasası (alman fizikçi A u g ust Bee r’in [1825-1863] adından), soğurucu bir m addenin, belli bir x kalınlığından geçe­ bilecek ışık miktarını hesaplam aya yara­ yan yasa. I = i 0e~“ * İ bağıntısıyla belirti­ lir; bağıntıda I geçen ışık yeğinliği, l0 başlangıç yeğinliği ve a bir değişmezdir. BEERBOHM (sir Max), İngiliz karikatür­ cü ve denem eci (Londra 1872 - Rapallo 1956). Simgeci kuşağın kültürlü bir tem ­ silcisi olarak, önce Yellow Book, sonra da Saturday Revievv’daki fıkra yazılarında ka­ dın düşm anlığıyla dikkati çekti (The H a p p y Hypocrite, 1897; Zuleika Dobson, 1911). intihar eden bir yazarlar grubunun hayatta kalan tek üyesi olan Beerbohm , döneminin beğenilen bir karikatürcüsü ve haşarı çocuğuydu (A B o o k o f Caricatures, 1907; 50 Caricatures, 1912). BEERNAERT (Auguste), belçikalı siya­ set adamı (Ostende 1829 - Luzern 1912). Avukattı, sonra katolik partiden m illetve­ kili, birkaç kez bayındırlık bakanı oldu; ekim 1884'te hüküm et başkanı olurken maliye bakanlığını da üstlendi. Toplum ­ sal konularda güçlü bir yasa düzeni kur­ du.B ütün yurttaşlara oy hakkı tanınması­ nı sağladı (1895). A ncak oy kullanmayı zorunlu kılıyor, kimi seçmenlere de birden ço k oy kullanma hakkı veriyordu. 1894'te istifa etti, 1895’te meclis başkanı oldu. (1909 Nobel barış ödülü.) BEERŞEBA ya da BİR ÜS-SABA, İsrail’de kent, yönetim bölümü merkezi, Necef çölünün kuzey sınırında; 113 800 nüf. (1990). Bir tarım bölgesinin (sula­ mayla pam uk tarımı) merkezi. Tarım araç gereçleri ve besin sanayisi. —Arkeol. İ.Ö. IV. binyılda, Beerşeba d o ­ laylarında, bölgenin kurak iklim koşulla­ rına uyum sağlamış özgür bir çoban ve hayvan yetiştiricisi kültürü gelişti. Ebu Matar, H irbet Bitar, Safadi gibi belli başlı şif­ lerde hayvancılık (koyun, keçi, boynuzlu hayvanlar) ve tarım yapıldığı belgelenmiştir. Önceleri yeraltında, yum uşak lösler ka­ zılarak oluşturulan evler (birbirlerine kori­ dorlarla bağlanan dikdörtgen odalar), sonradan yarı yeraltında, yarı yer üstün­ de, taş ya da tuğladan yapıldı. Bu evle­ rin ocakları, kandilleri ve ambarları da var­ dı. Buralarda bakırdan topuzlar, takı eş­ yaları ve çok sayıda çıplak insan heykel­ cikleri (kemik, fildişi) bulundu. Ölülerini iki biçim de; ya kıvrılmış bir durum da, ya da o sıralar tüm Filistin’e yayılmış olan gasul kültürünün kem ikliklerine benzeyen, piş­ miş toprakla ev biçim inde yapılan bir ke­ m iklik içinde göm üyorlardı.



BEERŞEVA. Esk. coğ. Necef’teki eski Kenan kenti, Filistin’in G. sınırını belirler (K. sınırında Dan vardı; incil’de İsrail’i be­ lirtmek için kullanılan Beerşeva'da Dan de­ yimi buradan gelir.) Günümüzde Be­ erşeba.



Beethoven BEETHOVEN (Ludvvig VAN), alman besteci (Bonn 1770 • Viyana 1827). Bes­ tecinin, M echelen’de doğan dedesi Lud­ vvig (1712-1773), 1733'te Bonn’a yerleşti ve seçiciprensin capella’sında yöneticilik yaptı. Bestecinin, prenslik capella’sında tenor olan babası JOHANN (1740 ? -1792) ise, 1767'de M aria M agdalena Keverich ile (öl. 1787) evlendi, yedi çocukla­ rı oldu. Bunlardan yalnız üçü yaşadı.Beethoven, Christian Neefe ile çalıştı, onun sayesinde J. Sebastlan ve C. R E. Bach’ ın müziğini tanıdı. 1782'de org dersleri al­ maya başladı. Basılı ilk yapıtı 1782'de çık­ tı, 1783'te 3 sonat yâzdı, bunları 1785’te bestelediği piyanolu 3 dörtlü izledi. 1787’ de, kısa bir süre Viyana'da kaldı ve Mo­ zart ile tanıştı. 1789’da Bonn Üniversitesi’ne yazıldı, özellikle Breuning ailesiyle kurduğu ilişki, yetişmesinde önemli oldu.



Luthriğ tftft Beethoven yağlıboya tablo ressamı belli değil



Andri Meyerkol.



Meoabem Begkı (1977’de)



Kasım 1792'de, Haydn'dan ders almak am acıyla Viyana’ya gitti, bir daha da bu kentten ayrılmadı. Bir yıl Haydn’dan ders aldı, J. Schenk'in, daha sonra da G. Albrechtsberger ve A. Salieri’nin yanında öğ­ renimini sürdürdü. Besteci ve virtüöz bir piyanocu olarak, adı seçkin çevrelerde hemen duyuldu. 1796'da, bir turne sıra­ sında, N ürnberg, Prag, Dresden ve Ber­ lin’e gitti; bunun dışında Viyana’dan sey­ rek olarak ayrıldı. 1802’de sağırlaşmaya başlaması — insanlardan kaçışının bir ne­ deni de budur— besteciyi bunalım a dü­ şürdü. iki mutsuz aşk, özellikle de, bir sü­ re nişanlı kaldığı Theresa von Brunsvvick’e olan aşkı, Beethoven’i çok sarstı, hatta in­ tihar etmeyi düşündü. Ölüm ünden sonra bulunan H eiligerstadt vasiyetnamesi ’nde, yaşamının bu dönem inden söz eder. Beethoven Avrupa'daki siyasal olaylarla yakından ilgilendi. Fransız devrimi'nin ge­ tirdiği özgürlük ve adalet düşüncelerini coşkuyla karşıladı ve bunları müziğinde dile getirdi (Eroica senfonisi; "im p a ra to r” adıyla anılan 5 numaralı piyario konçer­ tosu). Bestecinin son yılları, vasiliğini üst­ lendiği yeğeni Karl’ın neden olduğu sıkın­ tılar ve düşkırıklıklarıyla ve tüm üyle sağır oluşu yüzünden üzüntü içinde geçti; bi­ rey ve sanatçı olarak karşılaştığı güçlük­ lere karşın, çok büyük bir başarı ve ün ka­ zandı. Brunsvvick ailesi, arşidük Rudolf (daha sonra O lm ütz başpiskoposu oldu), prens Lichnovvsky, kemancı Schuppanzigh gibi sadfk koruyucuları ve dostları, daha sonra bestecinin biyografisini yazan Schindler gibi hayranları oldu. Duygusal yaşamı, özellikle "ölüm süz sevgili” ye m ektubu yazdığı dönem de yoğunlaştı. 1852'de W. de Lenz’in, bestecinin ya­ pıtlarını incelerken öne sürdüğü, üç yara­ tıcılık dönem inden söz eden görüş, yerin­ de olm akla birlikte, bunu daha da belir­ ginleştirmek gerekir, ilk dönem de (1804’e kadar uzanır) daha çok Haydn ve Mozart’



ın, ayrıca Clementi gibi bugün unutul­ muş bestecilerin etkisi sezilir; ancak Beet­ hoven da, kişiliğini bütün yönleriyle ve güçlü bir biçim de ortaya koymaktan geri kalmaz ("patetik” sonat, 1. Senfoni), ikinci dönemde düşünce gücü yoğunlaşır ve ço­ ğu kez yapıtların boyutları büyür (Eroica senfonisi, VValdstein ya d a Appassionata sonatları). Beethoven'in en ço k tanınan yapıtları bu dönem de bestelenmiştir (5, 6, 7 ve 8 numaralı senfoniler, Fidelio opera­ sı, 4 ve 5 numaralı piyano konçertoları, ke­ man konçertosu). 1819’da bestelenen H am m erklavier (Op. 106) sonatıyla son dönem başlar; bu dönem de biçim genel­ likle daha özgürdür (piyano için son üç sonat, yaylı çalgılar için son dörtlüler) ve anlatım daki atılganlık pek çok çağdaşını şaşırtacak ölçüdedir (Missa Solemnis, 1823; Diabelli çeşitlemeleri, 1823; 9. Sen­ foni. 1824). Beethoven’in son yapıtlarında bile kla­ sik anlayışın izleri vardır: besteci gelenek­ sel kalıpları kullanır ve XVIII. yy.'ın üslu­ bundan, yani J. S. Bach ve H ândel’den yararlanır. Am a ideoloji düzeyinde, Fran­ sız devrim i’nden kaynaklanan liberalizmin etkisindedir, bu da onu, aristokrat yapıla­ ra uymayan tablolar çizerek, "tü m insan­ lığa” seslenmeye yöneltir. Müziğindeki bu boyut, bestecinin sağırlığından gelen içedönüklüğüne de, içe yönelik düşünm e eğilim ine de ters düşmez. Bu bakımdan, Beethoven, rom antik alm an okulunun, özellikle de Schum ann’ın öncüsüdür. VOKAL YAPITLARI. Pek ço k lied, arya, ko­ ro ve kanon (1782-1826). A n die Ferne Celiebte (Uzaktaki sevgiliye) adlı melodi di­ zisi (1816). Kantatlar: im parator Joseph II' nin ölüm ü üzerine (1790). Oratoryo: Christus am Û lberge (İsa zeytin dağında, 1803). Missa’lar: d o m ajör missa (1807); re m ajör Missa Solem nis (1823). Piyano, koro ve orkestra için fantezi (1808). ÇALGI YAPITLARI. —Piyano: opus numaralı 32 sonat (1795-1882), bunlardan 2 3 ’ü 1805'ten önce bestelenmiştir; çeşitlem e­ ler (D iabelli'nin b ir valsi üzerine 3 3 çeşit­ lem e [1823] de bunlar arasındadır). Oda m üziği: piyano ve keman için 10 sonat (1798-1812) [bunların dokuzuncusu Kreutz e rSonattır];piyano, keman ve çello için 7 üçlü (1794-1811) [bunlardan yedincisi A r­ şidü k üçlüsü'dür]; yaylı çalgılar için 4 üç­ lü (1792-1798); piyano ve yaylı çalgılar için 3 dörtlü (1785); yaylı çalgılar için 17 dört­ lü (bunların altısı opus 18 [1800], üçü opus 59 [1806], opus 74 [1809], opus 95 [1810], opus 127, 132,130, 131 ve 135 [1825-26]); Büyük füg (1825); opus 29 yaylı çalgılar için beşli (1801); klarinet, korno, fagot, ke­ man, çello ve kontrabas için yedili (1800) vd. Senfonik müzik: piyano için 5 konçerto (1795, 1798, 1802, 1806, 1809), keman konçertosu (1806), piyano, keman ve çel­ lo için konçerto (1804); 9 senfoni (1800, 1802, 1804, 1806, 1808 [5 ve 6 num ara­ lı], 1812 [7 ve 8 numaralı]; bunlardan üçüncüsü "Eroica” , altıncısı "Pastoral” di­ ye bilinir, 9 numaralı senfoni ise koroludur. SAHNE YAPITLARI. —Prom etheus’un yara­ tıkları (Die Geschöpfte des Prometheus), bale (1801); Fidelio, opera: 3 düzenlem e­ si vardır, ilk ikisi Leonore başlıklı (1805, 1806, 1814) ve 4 uvertür, üç tanesi Leo­ nore (1805-1806), biri Fidelio (1814) baş­ lıklı. Uvertürler ve sahne müzikleri: Coriolanus (1807), Egm ont (1810), Atina hara­ beleri (1811), Kral Stephan (1811), Josephstad ttiya tro su ’nun açılışı için yazdığı Die Weihe d es Hauses (1822).



BEETS (Nicolaas), hollandalı yazar



BEFT ya da BAFT a. (fars. baften, dokum ak’tan baft, bett). Esk. 1. Dokuma, kumaş. — 2. Zer-baft, sırmayla dokunmuş kumaş. BEFTERE a. (fars. beftere). Esk. Avcıla­ ra yardım etm ek üzere yetiştirilmiş kuş.



BEGA (Cornelis Pietersz), hollandalı res­ sam ve gravürcü (Haarlem 1620 - ay. y. 1664). Adriaen Van Ostade’nin öğrenci­ siydi; daha hantal bir üslupla ustasının te­ malarını işledi.



BEGAMEDER, BAGEMEDER ya da BEGEMDİR, Etyopya'da il, Tana gölü­ nün K.’inde; 74 200 km2; 1 419 000 nüf. Merkezi Gondar.



BEGARDLAR a. (belki de orta flam an­ ca b eg [g]ae rt’den). XIII. yy.’da, ruhani bir yenilenmeyi başlatmak amacıyla kurulan, hiyerarşik denetim in olm adığı ve kısa za­ m anda Ortodoksluğa karşıt bir tavır içine girmiş toplulukların üyelerine verilen ad. BEGAS (Kari), alman ressam (Heinsberg 1794 - Berlin 1854). Paris'te Gros'nun öğ­ rencisi oldu; O verbeck'in etkisinde kala­ rak özellikle dinsel resimler yaptı (İsa’nın yaşamından konular). — Büyük oğlu OSKAR (Berlin 1828 - ay. y. 1883), tarihsel ko­ nular ve portreler üzerinde çalıştı. — Karl'ın ikinci oğlu olan heykelci REİNHOLD ise (Berlin 1831 - ay. y. 1911), ağır bir barok üslupla resmi kişilerin gözüne girm esini sağlayan anıtsal kompozisyon­ lar ve büstler yaptı.



BEGAVET a. (ar. beğavet). Esk. Zorba­ lık, serkeşlik. BEGAVİ (Ebu M uham m et el-Hasan bin M esut el-Ferrâ E L -), arap hadis, tefsir ve fıkıh bilgini (Horasan 1 -a y .y . 1122). Şafii m ezhebindendir. Öğrenim ini M erverruz' da yaptı. Hadisle ilgili yedi ana kaynaktan yararlanarak, M esâbîh üs-sünne adlı bir hadis külliyatı oluşturdu. Yapıtın her bö­ lüm ünde hadisleri doğrulukları açısından sınıflandırdı. İslam dünyasında ünlenen öteki yapıtları arasında M ealim üt-tenzîl, Şerh üs-sünne ve Et-tehzfb fi'l-fürû’ sayı­ labilir. BEGAYET be. (fars. be- ve ar. ğaye f’ten be-ğâyet). Esk. Pek çok, aşırı, son dere­ cede: "G ird i evine begâyet şâdım an" (Ahmedi, XVIII. yy.). BEGDAŞ (Halit), Suriyeli siyaset adamı (doğm . 1912). 1933’ten başlayarak Suri­ ye Komünist parti genel sekreteri, 1954 -1958 arasında d a Şam parlam entosu'nda milletvekili olan Begdaş, Mısır ile Su­ riye’nin, Birleşik A ra p C um huriyeti içinde birleşmesini onaylam adığından ülkeden ayrılıp Prag’a yerleşti. Buna karşılık, Baas ulusal (Araplararası) kom utanlığı'nca ilan edilen yoğun devletleştirmeleri des­ teklediği için, 1966’d a Şam'a döndü. 1972’d e d e ilerici milli birlik cephesi m er­ kez komite üyesi oldu. BEGEMDİR -> BEGAMEDER. Beggar’s Opera (The), J. Ch. Pepusch' un üç perdelik “ balad opera"sı (Londra, 1728). Metin John Gay'den alınmıştır Halk nakaratları üzerine kurulu bir tür müzikli güldürü olan yapıtta, aristokratların göre­ nekleri alaya alınır. Yapıtın ço k sayıda uyarlaması yapıldı. Bunlardan Benjamin Britten'ınki (1948), yapıtın yeniden yaratıl­ ması olarak değerlendirilebilir.



BEGGİATOA a. (İtalyan botanikçi Beggiato'dan). Sülfürlerin ayrışması sayesin­ de varlığını sürdüren ve kokuşmuş sülfür­ lü sularda yaşayan renksiz organizma. (Genellikle bakteri olarak nitelendirilir; ba­ zıları renksiz olan mavi-yeşil suyosunlarıyla ortak özellikler gösterir.)



(Haarlem 1814 - Utrecht 1903). Byron hayranıydı (Küser, 1835; G uy le Flam and [fr. çev], 1837). Utrecht’te protestan papa­ zı, sonra da tanrıbilim profesörü oldu (1874). H ildebrand takm a adıyla, tam bir ■ BEGİN (Menahem), İsrailli devlet adamı (Brest-Litovsk 1913 -Tel-Aviv-Yafa 1992). protestan "Uyanış" içindeki Hollanda bur­ Polonya’da, 1938'de lideri olduğu S iy o ­ juvazisinin büyük bir yaşam tablosu olan nist gençlik örgütü Betar'ın lideri olduktan Camera obscura’yı yazdı (1839-1854). Bu sonra, Filistin’e geçti (1942) ve irgun’u yapıtta, Dickens’vari bir mizahla renklenen yönetti. 1948’de kurduğu Herut ( “Özgürbir gerçekçilik vardır.



Behal lük") partisi, İsrail’d e yapıları ilk parlamen­ to seçim lerinde oyların °/o 11,5’ini elde ederek 14 üyelik kazandı (ocak 1949). M. Begin, bir milli birlik hüküm etine devlet bakanı olarak katıldığı kısa bir dönem (mayıs 1967 - ağustos 1970) bir yana bı­ rakılırsa, yaklaşık otuz yıl boyunca İsrail parlamentosu’ndaki sağ muhalefetin lideri oldu. 1965’te, H erut ile liberal parti, Gahal adıyla parlamenter bir blok oluşturdu. Gahal de, 1973’te öteki kuruluşlarla birleşerek, 1973 parlamento seçim lerinde oy­ ların % 30,Tini ve 39 milletvekilliğini ka­ zanan Likud'u oluşturdu. Begin, 1977 ma­ yısında, sağ muhalefeti zafere götürdü. Likud seçim lerden en güçlü parlamenter kuruluş olarak çıktı (43 sandalye). Menahem Begin 1977 haziranında başbakan oldu ve 1979’da da Mısır ile bir barış ant­ laşması imzaladı. Başkan Sedat ile birlik­ te, Nobel barış ö d ü lü ’nü (1978) aldı. 1980'de, iktisadi bunalımın yayılması ve İs­ rail'in uluslararası düzeydeki yalnızlığı, muhalefeti güçlendirdi. Buna karşın Be­ gin, o cak 1981 seçimlerini de kıl payı ka­ zandı. Begin'in, C am p David antlaşması uyarınca, Sina yarımadasını Mısır’a geri verm esini sağcılar tepkiyle karşıladı. 1982'de Filistin Kurtuluş örgütü'nün giri­ şim lerine karşı G üney Lübnan'ın İsrail bir­ liklerince işgaline izin verdi. İsrail deneti­ m indeki lübnanlı hıristiyan falanjist milis­ lerin Sabra ve Şatilla kam plarındaki filistinli kadın, erkek ve çocukları öldürmeleri üzerine, bir tahkikat komisyonu kurmak zorunda kaldı. Komisyon, olayda İsrailli ko­ m utanların da sorumlu olduğunu açıkla­ yınca, savunma bakanı Ariel Şaron'un is­ tifasını kabul etT. A rtan siyasal sorunlar, Lübnan jsaklırısının getirdiği iktisadi yük başbakanlıktan .ayckvıasına yol aç4 (15 eylül 1983).



cins, 405 tür Başlıca cinsler: begonya, begoniella, sym begonia ve hillebrandia; bil. a. begoniaceae.)



BEGLES, Fransa'da kanton (Gironde)



BEGÜM a. (esk. türkç. b e g + im). Hin­



merkezi, Bordeaux'un G.-G.-D. banliyö­ sü; 23 426 nüf. (1991). Konut, özellikle de sanayi (kırtasiye-karton kutu fabrikası, camcılık ve özellikle besin sanayisi) kenti.



distan'da tü rk asıllı prenseslere verilen unvan.



BEGO



d ağ ı,



F ra n s a ’d a (AJpes -Maritimes) kütle (2 873 m), Fransa-italya sınırı yakınında. Merveilles vadisinde, ka­ yalara oyulmuş ya da kazılmış binlerce in­ san ve hayvan figürü (en eskileri bronz ça­ ğ ından kalmadır).



BEGOE ya da VEGOİA, etrüsk m itolo­ jisinde peri. Ateş sanatları üzerine elyaz­ ması Roma’d a korunan bir kitap yazdığı söylenir. Ayrıca bilim adam larına yerölçümü bilgisini de Begoe'nin verdiği ileri sü­ rülür. Roma toplumsal savaşımı sırasında, Begoe’ye atfedilen etrüsklü toprak sahip­ lerinin Roma tarım siyasetinden duyduk­ ları kaygıları dile getiren bir kehanet yayıldı.



■ BEGONYA a. (XVII. yy.'da S aint -D om ingue genel valisi olan fransız Michel Bögon’nun adından).Gözalıcı renk­ teki çiçekleri ve süslü güzel yaprakları için yetiştirilen süs bitkisi. (Bil. a. begonia; be­ gonyagiller familyası.) —ANSİKL. Beş cinsi içeren begonyagiller familyasının en önemli cinsi (600 tür) olan begonya, G üney Am erika’ nın ve Güney Asya’nın tropikal bölgelerinde kendiliğin­ den yetişir. Begonyalar bakışımsız yapraklı bireşeyli çiçekli küçük çalılar ya da etli ot­ su bitkilerdir. Bahçecilikte 3 tip begonya vardır: ipliksi köklü ve küçük çiçekli be­ gonyalar (Brezilya kökenli Begonia semperflorens bunlardan biridir ve Avrupa’ya XIX. yy.’d a girmiştir); Avrupa’ya daha geç girm iş olan ve ço k büyük çiçekli ço k g ü ­ zel birçok melez begonya çeşitlerinin türetilmesine yarayan yum ru köklü beg o n ­ yalar; son olarak hem Asya (B. rex), hem A m erika kökenli, rengârenk süslü büyük yapraklı, köksaplı begonyalar. Ülkemizde, her üç begonya da, bahçelerde yetiştiri­ lir ve salonlarda süs bitkisi olarak kullanılır.



BEGONYAGİLLER a. ikiçeneklilerden parietales takımına giren ve örnek tipi be­ gonya (begonia) olan bitki familyası. (4



B e g o v a t -» b e k a b a d . BEGRAM, Afganistan'da, Kuşana Imparatorluğu'nun başkentlerinden birinin ye­ rinde bulunan arkeolojik sit. J. ve R. Hackin, burada yabancı kökenli nesnelerden oluşan bir "hazine" buldular (1937-1939). Sözkonusu "hazine"de, I. ve II. yy.'lardan kalma İskenderiye ya da Suriye kökenli cam ve bronz, Hindistan kökenli fildişi, Çin kökenli lake eşyalar vardı. BEGTER a. (fars. begter). Esk. Kumaş üzerine dem ir halkalar yerleştirilerek ya­ pılan zırh. BEGTİGİNLİLER -» BEYTİGİNLİLER. BEGTİMUR (Seyfettin). Ahlat emiri (XII. yy.). Ahlatşahlar’dan Zahirettin’in kölesiydi. Zahirettin’in oğlu Sökm en II, oğlu ol­ m adığından beyliğin egemenliğini sürdüremedi, M ardin Artukluları beyi Kutbettin ilgazi’ye bağlandı. Sökmen II ile Kutbettin'in ölüm ünden yararlanan Begtimur, Ahlat emiri oldu. Eyyubiler'in beylik üze­ rindeki baskısından kurtulm ak amacıyla Mayyafarıkin üzerine yürüdüğü sırada, dam adı Hezar Dinari tarafından öl­ dürüldü. BEGUİN (Albert), fransızca yazan isviç­ reli eleştirmen (La Chaux-de-Fonds 1901 - Roma 1957). M ounier’nin ölüm ünden (1950) sonra Paris’te Esprit dergisini yö­ netti. Nerval ve romantizm le (i'Âm e rom antique et le röve, 1937) katolik yazar­ lar üzerine incelemeleri vardır (la Prihre de PĞguy, 1942; Leon Bloy Timpatient, 1944; G. Bernanos, essais et tğmoignages, 1949).



BEĞDEŞ, Şanlıurfa'nın Siverek ilçesine bağlı Bucak bucağının merkezi; 900 nüf. (1990).



BEĞDİLİ-» BEYDİLİ. BEÖDİLLİ - BEYDİLİ BEĞENDİ a Bir tür patlıcan püresi. Pat­ lıcanlar közlendikten sonra kabukları so­ yulup iyice ezilir. Tencerede bir miktar un kavrulup patlıcanlar eklenir. Süt katıp ağır ateşte bir süre karıştırarak püre haline ge­ tirilir. (H ünkâr b eğ e n di de denir.)



BEĞENDİK, Edirne’nin Keşan ilçesi, merkez bucağına bağlı belde; 2 381 nüf. (1990). Belediye. Beğendik likörü, Tekel idaresi'nce bĞnddictine’ lik ö rü 'ne benzetilerek yapı­ lan bir çeşit likör. BEĞENDİRMEK - BEĞENMEK. BEĞENİ a. Beğenme, övgü: Herkesin beğenisini kazanmak. BEĞENİLME a. Ruhbil. Toplumsal b e ­ ğenilme, kişinin, kendisini, bağlı olduğu g rubun imgesine uygun bir kimse gibi gösterme eğilimi. (Bu eğilim, bir kişilik özelliği olduğu gibi öztestlerde deneğin başvurduğu bir hile de olabilir, ikinci du­ rumda, toplum sal beğenilm eye ilişkin item'ler, testten çıkarılır.) BEĞENİLMEK - BEĞENMEK. BEĞENMEK g. f. 1. B ir kimseyi, b ir şe­ y i beğenm ek, onu iyi, güzel bulm ak, on­ dan hoşlanmak; onu benzerleri arasından seçip ayırmak, tercih etmek: —Bu evi, a /s a ­ h ib in i nasıl buldunuz? —Ç ok beğendim . Uzun boylu erkekleri beğenir. B eğendi­ ğ im yazarların başında o gelir. En ço k bu giysiyi beğendi. — 2. B ir yapıtı, çalışma­ yı, vb. beğenmek, onu olumlu, uygun bul­ mak, onaylamak: Seçici ku rul projeyi be­ ğendi. — 3. B ir kim senin durum unu, tav­ rını, davranışını, vb. b ir şeyin gidişini, so­ nunu, vb. beğenm em ek, ondan kuşku, endişe duymak, onu kuşkuyla karşılamak:



D oktor hastasının durum unu beğenmedi. Bakışlarını hiç beğenm edim . Ben b u işin g idişini p e k beğenm iyorum ama hayırlı­ sı. — 4. B ir kimseyi beğenm em ek, onu hor görm ek, küçüm sem ek: Zengin olun­ ca babasını bile beğenm em eye başladı. — 5. Beğen beğendiğini, bir şeyi ayırma, seçm e durum unda “ hoşuna gideni seç, onu al" anlamında söylenir. || Beğendin m i (yaptığını), hata yapan bir kimseye çıkış­ m a yollu söylenir. || Beğenem edin mi?, ya­ pılan bir işi küçümseyen birine çıkışma yollu söylenir. || Beğenm eyen küçük kızı­ nı vermesin, beğenm eyen küçük oğluna almasın, "başkalarının beğenip beğen­ memesi um urum da değ il” anlamında şa­ ka yollu söylenir.



1453



♦ b e ğ e n d irm e k ettirg. f. B ir şeyi, b ir kim seyi (b ir kimseye) beğendirm ek, bir kimsenin onu takdir etmesini, ondan hoş­ lanmasını, onu seçmesini, uygun bulm a­ sını sağlam ak (olumsuzu beğendirem emek): Boş yere kendini ona beğendirm e­ ye çalışma. Ona ayakkabı beğendiremiyoruz. ♦ b e ğ e n ilm e k edilg. f. Beğenmek ey­ lem ine konu olmak; hoşa gitmek, takdir edilm ek, uygun görülm ek.



BEĞENMEZLİK a. iyi ya da güzel bul­ mama, benimsememe, hoşlanmama: Ye­ m ek konusunda h iç beğenmezlik etmem. (Beğenm em ezlik biçim inde de kullanılır.)



BEHA -»BAHA. BEHAGHEL (Otto), alman dilbilim ci (Karlsruhe 1854 - Münih 1936). Alm an dili uzmanı; başlıca yapıtları: Geschichte der deutschen S prache (Alman dilinin tarihi) [1891] ve D eutsche Syntax’üıı (Alm anca sözdizimi) [1923-1932, 4 c.]. BEHAİ -> BAHAİ. BEHAİLİK - BAHAİLİK. BEHAİM (Martin), alm an kozmograf ve denizci (N ürnberg 1459 - Lizbon 1507). 1484'te Diogo C âo'nun Afrika seferinde coğrafyacı olarak görevlendirildi. 1492'de N ürn b e rg ’de son keşifleri gösteren bir yerküre yaptırdı. Kolom b'un yolculuğu öncesindeki coğrafi bilgiler bu yerkürede özetlenmiştir.



Bdgodağı köylü ve öküzlerin çektiği karasaban Fontanalba bölümünde kazılarak yapılmış kayaiçi gravürü



BEHÂİM çoğl. a. (ar. behim e'nin çoğl. b e h a ’ im). Esk. Hayvanlar. BEHAKÜLHACER a. (ar. behak, cilt bozukluğu hastalığı ve h a c e r’den behak -ül-hacer). Esk. Taşyosunu, liken.



BEHAL (Auguste), fransız kimyacı (Lens 1859 - Mennecy,- Seine-et-Oise, 1941). 1886'da, hastane eczacısı oldu; fizik bi­ limleri üzerine doktora ve eczacılık agregasyonu yaptı (1890); Paris Üniversitesi fen fakültesi’ne organik kimya profesörü atandı (1899). O rganik kimya alanında, özellikle bireşimsel kâfurun hazırlanması, gayalkol ve tim olün bireşimleri, terpenik alkollerin bulunması ve asetilen karbürle­ rinin yöntemli sınıflandırmışı üzerine pek



Degonya Schwabenland



(sadak katmer)



begonya (büyült çiçekli) begonya (bodur)



Bâhal ço k çalışma yaptı. Traite de chim ie orgarıique (Organik kimya inceleme kitabı) adlı çalışmayı yayımladı (1896). B E H A M (Hans Sebald), alman ressam ve gravûrcü (N ürnberg 1500 - Frankfurt 1550). Ressam olarak yalnızca D avut'un öyküsü adlı yapıtıyla (masa tepsisi [1534], Ş Louvre) ve kardinal Albrecht von Bran'S, den b u rg ’un dua kitabı için yaptığı minya2 türlerle tanındı. Gravürcû olarak, öncele■§ ri D ürer'in ve R aim ondi’nin etkisinde kal| dı (köy sahneleri, askerler) ve tahta ya da " bakır üstüne kazıdığı pek ço k yapıtla ün kazandı. — Kardeşi BARTHEL (Nürnberg 1502’ye doğr. - Bologna 1540) ressam (Haçın bulunuşu, Münih; portreler) ve çok d e ğ işik ü slu p lard a çalışan b ir gravürcüydü.



Brendan Betan



E B E H A N (Brendan), İrlandalI yazar (Dub­ lin 1923 - ay. y. 1964)^14 yaşında İRA mi­ litanı oldu,üç yıl ıslahhanede yattı (Borstal Boy 1958). 1942’de yeniden 14 yıla mah­ kûm oldu, 1948’d e serbest bırakıldı. Ya­ şadıklarından yararlanarak "darağacı göl­ gesinde mizah” sayılabilecek, m ahkûm ­ ların yaşam kavgalarını konu alan farslar yazdı: The Q uare Fellovv (1954) ve gaelce Gizli ordu (The Hostage, 1958). Aydınlarca, kibar soytarı olarak nitelendi­ rildi. The Scarperer (1964), Confessions o f an İrish RebeTi (1965) yazmak için al­ kolü bıraktı. Anlattığı İrlanda ( Brendan Behan's island, 1962), okuyanları hâlâ hem güldürür, hem ürpertir. ■ B E H A N Z İN (1844 - Cezayir 1906), Da­ homey kralı. Prens Kondo aralık 1869'da babası kral Gle-Gle'nin yerine geçerek Behanzin adını aldı. Bazı yerel güçlükler, özellikle kendisine bağımlı saydığı Porto Nova kralıyla arasındaki anlaşmazlıklar nedeniyle, Behanzin'in Fransa ile ilişkileri bozuldu. Kotonu’nun devrini öngören ve b üyük bir olasılıkla kendisinden habersiz yapılan antlaşmaya karşı çıktı. Krallığı, al­ bay D odds yönetim inde yapılan iki sefer (1890 ve 1892-93) sonucunda ele geçiril­ di. Tutuklanarak Martinique'e, sonra da Cezayir’e sürgün e d ild i.' B E H Â V İO R a. Psik. Behavior therapy, DAVRANIŞ* TEDAVİSİ’ nin e şa n la m lısı.



B E H A V İO R C U sıf. Ruhbil. Behaviorculuğa ilişkin. ♦



sıf. ve a. Behaviorculuğu savunan.



î B E H A V İO R C U L U K a. (amerikanca be§ haviorism 'den). En ünlü temsilcileri A B D ’ e de bulunan bilimsel ruhbilim akımı. Yalnız­ ca, uyartılar ve cevaplar arasındaki d o ğ ­ rudan ya da doğ ru d an denebilecek iliş­ Behanzin kileri göz önüne alıp inceleyen U-C (uyartı son Dahomey kralı -cevap) kuram. (Bk. ansikl. böl.) — ikt. -» DAVRANIŞÇILIK. — ANSİKL. Behaviorculuk biçim inde türk-



çeleştirilen bu amerikan terimi, davranış ruhbilim i terim inden daha çok kullanılır Behaviorculuk, bu yüzyıl başına doğ ­ ru A B D ’de doğ d u , ama asıl gelişmesini J. B. -VVatson’ın m akalelerinin (özellikle 1913 tarihli "Psychology as a Behaviorist Views it” başlıklı makalesinin) yayımlan­ masından sonra gösterdi. Ruhbilimi nes­ nel bir bilim düzeyine yükseltm ek isteyen VVatson, sınanması ve doğrulanm ası ola­ naksız bilinç durumlarını inceleyen içebakış ruhbilim ine tepki göstererek davranı­ şı, bu bilim in inceleme konusu, gözlemi de yöntemi olarak saptadı. VVatson'ın g i­ rişimi, nesnelci bir düşünce akımı içinde yer alıyordu. Bu akım, Fechner, W undt ve Ebbinghaus sayesinde, deneysel ruhbilim ile birlikte d oğm uş ve Thorndike ile de özellikle hayvan ruhbilim inde önem ka­ zanmıştı. VVatson, rus fizyoloji b ilg ile r in ­ den Pavlov ve Beçterev'in etkisinde de kalmıştı. Yeni doğan çocuğun çevre etki­ lerine verdiği cevapların çok sınırlı oldu­ ğunu saptayan VVatson, kalıtımın rolünü de yadsıdı. Böylece bireyi, koşullanma yo­ luyla çevrenin etkilediği sonucuna vardı. Heyecansal örgütlenmenin ilk ve temel ör­ gütlenm e olduğunu ileri sürdü. Bu örgüt­



lenmeyi de, özgül uyarımların harekete geçirdiği üç heyecansal düzeyde gözlem­ ledi. Bunların korku, öfke ve sevgi oldu­ ğunu ileri sürdü. Sevgi, okşama ve pışpış­ lam alardan kaynaklanıyordu. Bunun ar­ dından, el-kol hareketleri örgütlenmesi ve söz örgütlenmesi geliyordu. Bu sonuncu­ su, çocuğun, toplum sal zorlamalar altın­ da çıkardığı seslerin içselleştirilmesi ve pekişmesiydi. Tam anlamıyla belirlenimci ve m addeci olan bu kuram, mekanikçi bir görüşü içerm esine rağmen, ruhbilim ta­ rihinde önemli rol oynadı. Özellikle Clark Hull (1884-1952), Edward Tolman (1886 -1959) ve Burrhus Skinner, bu kuramın et­ kisinde kaldılar. Am a bu üç ruhbilimci, be­ densel ya da ruhsal nitelik taşıyan ara de­ ğişkenleri (gereksinimler, eğilimler, güdülenimler) de kataraK, kuramı değişikliğe uğrattılar. Behaviorculuk on yıllar boyunca A B D ’ de ve daha sonra bütün dünyada, 5 0 ’li yıllara değin, egem en bilimsel ruhbilim akımı oldu. Bu akım, psikofizyolojinin ta­ şıdığı önem in ve çevre etkenlerinin d o ­ ğuştan gelen öğelerden ço k daha etkili .olduğunun kabullenilmesi konusunda önemli bir rol oynadı. Böylece, temel araş­ tırma sorunu olarak öğrenmeyi (çoğunluk­ la, öğrenm enin ilk biçim lerinden biri olan koşullanmayı) ele aldı; çağrışımcı görüş­ leri destekledi. A m a güdülenim olayları­ na d a b üyük ilgi gösterdi. Toplumsal ruh­ bilim dahil, ruhbilim in bütün alanlarında­ ki sorunsalların yenilenmesine katkıda bu­ lunduğu gibi, toplum sal bilim lerdeki, dil­ bilim deki, toplum bilim deki, vb. sorunsal­ ların yenilenmesine de katkıda bulundu. B ehaviorculuğun benim sediği ilk ilke, yani davranışların gözlem lenm esi ilkesi, bilimsel düşünceyi ve dolayısıyla nesnel yöntemleri benimsemiş ruhbilim ciler tara­ fından bugün bile yadsınmaz. Am a beha­ viorculuğun ikinci yönü, yani içsel etkin­ likleri göz önünde bulundurmayı kabul et­ memesi, bu görüşü salt olgucu bir kuram durum una getirdi ve bu da, 50'li yıllardan başlayarak gitgide daha az benimsenme­ sine yol açtı. Nitekim günümüzde, ruhbi­ lim cilerin çoğu, behaviorculuğun, dikkat, bellek gibi kavramları ve bilişsel, içsel, vb. süreçleri tabu haline getirdiğini ve dola­ yısıyla bilimsel araştırmayı çıkm aza sok­ tuğunu düşünüyorlar. Yine günümüzde, modeller kurarak ve deneysel doğrulam a­ lara dayanarak içsel ruh etkinliklerini ek­ siksiz bir biçim de ve kavramlar aracılığıy­ la açıklamaya yönelen bir görüş, behaviorculuğa tercih ediliyor.



BEHBEHAN, İran’da kent, Huzistan’da, Ahvaz’ın G.-D.'sunda; 30 000 nüf. Ticaret merkezi. BEHBİT ÜL-HACER ya da BİHBİT ÜL-HİCÂRE, Mısır’da, deltada arkeolo­ jik sit. Yapımına XXX. hanedan dönem in­ de başlanan isis tapınağı’ ndan ancak us­ taca yapılmış, dinsel sahnelerle süslü gri ve pem be renkte, çok sayıda granit blok kalmıştır.



BEHBUDİ, M a h m u d h o c a , Özbek eği­ timci, yazar (Sem erkand 1875 - ay. y. 1919). Buhara’daki m edreselerde okudu, bir süre kadılığa bağlı olarak kâtiplik ve müftülük yaptı. Arabistan, Mısır, Türkiye ve Rusya'yı dolaştı (1900-1914). D önüşün­ de A vrupa modeline uygun, yeni ilk ve or­ taöğretim kurumlarının açılmasına katkı­ da bulundu; öğretmenlik yaptı; ders kitap­ ları yazdı. Çeşitli gazetelerde politika, eği­ tim ve edebiyat üzerine yazılar yazdı. Se­ m erkand adlı gazete ile, Ayna adlı aylık dergiyi çıkardı. 1912 ’de basılan Pederküş (Baba katili) adlı piyesi, Orta A sya’da ya­ zılmış ilk türk sahne yapıtı sayılır. BEHÇET a. (ar. behçet). Esk. 1. Güzel­ lik. — 2. Güler yüzlülük, şirinlik. — 3. Sevinç. BEHÇET (Hulusi), türk hekim (İstanbul 1889 - ay. y. 1943). Askeri tıbbiye'yi tabip yüzbaşı rütbesiyle bitirdi (1910). Gülhane tatbikat mektebi ve şeririyatı (Gülhane as­



keri hastanesi) deri ve frengi kliniği'ne asistan oldu. Burada frengi üzerine araş­ tırmalarıyla tanınmış hekim lerle ve konu­ nun öncülerinden olan Eşref Ruşen’in ya­ nında çalıştı. Savaş yıllarında (1914-1918) çeşitli askeri hastanelerde (Eskişehir KIrk­ lareli, Edirne) görev aldı. Budapeşte’de ve Berlin’de, çeşitli hastanelerin deri ve fren­ gi kliniklerinde çalıştı (1918-1921). Yurda döndükten sonra İstanbul Zührevi hasta­ lıklar hastanesi (1923), G uraba hastanesi başhekim liği ve derm atoloji şefliğine ge­ tirild i(1924). Üniversite reformunda İstan­ bul Üniversitesi tıp fakültesi deri hastalık­ ları ve frengi kliniği profesörü oldu (1933). Ordinaryüs profesörlüğe yükseldi (1939). “ B ehçet" soyadı, kendisine Atatürk tara­ fından verildi. Hulusi Behçet, deri hastalıklarından ba­ zılarıyla ilgili olarak tüm dünyada kabul edilen ve tıp literatürüne giren buluşlar yaptı. Şark çıbanında çivi a ra z ı'n sapta­ dı ve buna B ehçet sem ptom u adı verildi. Aynı tür çıbanlara, diyatermi ile tedavi yön­ temini getirdi. Türkiye’de sıkça görülen arpa uyuzu hastalığına, Pediculoide ventricosus'un neden olduğunu kanıtladı. Deri iltihaplarından ham incir derm atiti üzerin­ deki araştırmalarıyla bu hastalığı dünya­ ya tanıttı. Avuç içlerinde Dysidrosis'i an­ dıran ve egzamaya benzeyen değişiklik­ ler yapan actinom ycesin yüzeysel olarak da patolojik huylar gösterebileceğini kül­ türlerle kanıtlaması Peşte’de toplanan Uluslararası derm atoloji kongresi komitesi'nce diplom a ile onurlandırıldı (1935). Göz, ağız ve ürem e organlarında belirti­ ler gösteren bir hastalığın öteki benzer hastalıklardan klinik, histolojik ve mikrobi­ yolojik ayırımlarını yapıp bünye ile ilişkisi­ ni ortaya koydu. Cenevre’de yapılan Ûluslararası deri hastalıkları kongresi’ nde bu hastalığa M orbus B ehçet (Behçet hasta­ lığı) adı verildi (1947). Frengi m ücadelesinde ve Behçet has­ talığının tanımlanmasında yaptığı çalışma­ lar nedeniyle, ölümünden sonra TÜBİTAK hizmet ödülü'ne layık görüldü. Başlıca ya­ pıtları: Emraz-ı cildiyede laboratuvarın kıy­ m e t ve ehem m iyeti (1922), Frengi tedavi­ si hakkında b e y n e lm ile l anketlerim (1922), Wassermann hakkında noktai na­ zar ve frengi tedavisinde düşünceler (N. Ramih ile, 1924), Frengi iptidai karhası ve hurdebini teşhisi (1926), Halep çıbanları­ nın diyaterm i ile tedavisi (1926), M em le­ ketimizde arpa uyuzlarının menşei hakkın­ da etüdier (M. H odara ve Süreyya ile, 1927), İrsi frengi kliniği (1929), Frengi dersleri (1936), Klinikte ve pratikte frengi teşhisi ve benzeri deri hastalıkları (1940). B e h ç e t h a s t a lı ğ ı , 1937'de Hulusi Beh­ çet tarafından tanımlanan süreğen ve depreşici hastalık. Kökeni tartışmalıysa da, varlığı kuşkusuzdur. Ağızda ve cinsel organlarda aftlar (iki kutuplu aftoz), göz lezyonları (camsı cismin saydamlığının kaybolmasıyla birlikte ûveit, bazen hipopyon, korioretinit) ile belirgindir Bu üçlü be­ lirtiye derideki görüntüler (follikülitler, dü­ ğüm lü eritem), eklemlerdeki rahatsızlıklar (hidrartrozlu monöartritler), dam ar bozuk­ lukları (depreşm eli trom bofilebitler), sinir bozuklukları (menengoansefalitler) eklenir. Hastalık zaman zaman azarak gelişir ve her azışta gam m aglobülinlerin miktarı yükselir. Behçet hastalığına özellikle Ak­ deniz çevresinde görülen ağır bir aftoz* şeklidir denebilir; gözdeki lezyonları kör­ lük, sinirlerdeki belirtileri yaşamsal tehlike yaratır.



BEHÇET M AHİR, tü rk halk hikâyecisi (Erzurum 1915). On üç yaşında, gördüğü bir rüya üzerine şiir söylemeye başladı. Ye­ di yıl, Erzurumlu Hafız M ıkdat’a çıraklık ederek ondan halk hikâyeciliği sanatını öğrendi. Saz çalmayan ve şiirde Narmanlı Süm m ani’nin etkisinde kalan Behçet Ma­ hir, belleğindeki ço k sayıda halk hikâyesi ile Erzurum ve çevresinde ün yaptı. Ra­ mazan aylarında ve kış gecelerinde kah-



velerde hikâye anlattı. Edebiyat fakültesi' ne müstahdem olarak alındı. Erzurum ağ­ zı ve geleneksel halk hikâyeciliği üslubuy­ la anlattığı çok sayıda hikâye, öğretim üye­ leri ve öğrenciler tarafından derlendi. An­ lattığı hikâyelerden Köroğlu, Erciş’ti Em ­ rah ile Selvi Han, Tahir ile Zühre, Hatem-i Tai yayımlanmıştır.



halinde bulunur (m oringadan elde edi­ lir).



BEHER sıf. (fars. be- ve h e r’den be-her). H er bir, her: B eher tavuk için kaç lira ödedin?



♦ beheri a. Bir bütünün içinde yer alanlardan her biri: Beheri kaçtan? Behe­ rine beş b in verdim.



BEHÇET MUSTAFA, türk hekim (İs­ tanbul 1774 - ay. y. 1832). Abdülhak Molla'nın ağabeyi, A b d ülh ak H am it’in (Tarhan) amcası. M edresede öğrenim göre­ rek hekim oldu. Farsça ve arapçanın ya­ nı sıra İngilizce, alm anca ve fransızca da öğrendi. Sahip olduğu geniş doğu ve batı kültürü nedeniyle dönem inin ünlü hekim­ leri arasında yer aldı. Müderris (1791) ve Selim lll'ü n hekimbaşısı oldu (1803). Tiphane nazırlığına getirildikten sonra Rumeli kazaskerliğine kadar yükseldi. Yeniçerili­ ğin kaldırılmasında (1826) ve Tibbiye’nin kurulmasında etkin rol oyadı. Çeviri tıp ki­ taplarının yanı sıra telif yapıtları da vardır.



BEHERHAL be. (fars. be-, h e r ve ar. hâl' den beherhat). Esk. Her durumda, her ko­ şul altında, kesinlikle.



Behçet ül-hadayık fl mev’lzet il -halayık, türkçe din bilgileri ve dinsel



BEHHAS -► BAHHAS. BEHİCE - BEHİÇ.



öğüt kitabı (XIII. yy.). 41 meclise ayrılmış­ tır. Meclis başlıkları arapçadır. Bu m eclis­ lerde recep, şaban, ramazan ayları ile bayram ve aşurenin dinsel anlamları, İb­ rahim, Yakup, Musa, Yusuf peygamberler ve Hz. Muhammet anlatılmış; konular ayet ve hadislerle açıklanmıştır. Eski Anadolu türkçesinin dil özelliklerini yansıtması ba­ kımından önemlidir.



Behçet üt-tevarlh, Şükrullah bin imam Şahabeddin Ahmed bin imam Zeyneddin Zeki’nin (öl. 1488) farsça dünya ta­ rihi (1457). Fatih’in sadrazamı Mahmut Pa­ şa adına yazılan yapıt 13 bölüm den oluş­ maktadır. 8. bölümde, Fatih’in tahta çıkı­ şına (1451) kadar geçen dönem deki osmanlı tarihi anlatılır. Yazar, Behçet üt -tevarihi yazarken, bugün artık kaybolmuş olan d aha önceki ünlü tarih ve coğrafya kitaplarından yararlanmıştır. Bu nedenle kitabın tarih ve coğrafya yönünden öne­ mi büyüktür. 1530 yılında, M ahbûb-ı kulûb ül-ârifin adıyla türkçeye çevrilmiştir. Ki­ tabın osmanlı tarihi ile ilgili bölümü almancaya d a çevrilmiştir (Th. Seif, Mitteilungen zur Osmanischen Geschichte, sayı 63 vd., Viyana, 1925).



Behçetabad, Abdullah* Vassaf Efendi’ nin mesnevisi (XVII. yy.). Sadi’nin Gülistan' ından bir hikâye, Cam i'den ve çeşitli men­ kıbe kitaplarından alınmış küçük hikâye­ lerle bir büyük hikâyeden oluşur. Büyük hikâye Fas hakanı Mesut ile komşu hıristiyan ülkesinin g en ç şehzadesi Tayyar'a aittir. Ülkesinden kaçarak Fas’a gelen Tay­ yar, burada İslam eğitim inde büyür, müs­ lüm an olarak Süleyman adını alır. M esut’ un kızı ile evlendikten sonra ülkesine d ö ­ nerek orayı da düzene sokar. Mesnevinin şim dilik iki nüshası bilinm ektedir (Topkapı sarayı müzesi ktp. H 1059 ve Atıf Efen­ di ktp. 2011).



BEHÇETİ HÜSEYİN ÇELEBİ, türk tarihçi, şair (öl. Belgrad 1638). Köprülü ai­ lesine imam olarak hizm et etti, ikinci Vi­ yana kuşatmasına divan kâtibi olarak ka­ tıldı ve ordu geri çekilirken hastalanarak öldü. Başlıca yapıtları: Köprülü ailesi üye­ lerinin yaşamöyküleri niteliğindeki Tarih-i sülale-i Köprülü, 1648-1678 arası önemli olayları konu olan M iraç üz zafer, 1678’de Merzifonlu Kara Mustafa Paşa’nın Kazaklar’ın başkenti Cehrin’i kuşatmasını ve ka­ leyi ele geçirmesini anlatan Zafername ve tüm şiirlerini toplayan Divan. BEHEM -*



BAHEM.



BEHEMEHAL be. (fars. be-, heme, bü­ tün ve ar. h a l’den behemehal). Esk. Ne pahasına olursa olsun, kesinlikle: "...be­ hem ehal kongreye dah il olmalı ve onu idare etm eli id im " (M. K. Atatürk).



BEHENİK sıf. (fr. böhenique). Org. kim. B e h e n ik asit, fo rm ü lü C H 3— (C H 2)20 — C 0 2H olan asit; ben yağında gliserit



BEHER a. (öz. a. Becher’den). Kim. Kim­ yada yaklaşık hacim ölçüm lerinde kulla­ nılan cam, çelik, plastik vb.’den yapılmış kap.|| B eher ısıtıcısı, beherleri ısıtmaya yarayan ısıtıcı plaka.



BEHEY ünl. (be ve h ey’den behey). Tkz. Kızgınlık ve öfke anında söylenen çıkış­ ma sözü: Behey adam, b u işin böyle ya­ pıldığı nerede görülm üş?



BEHHAR -»BAHHAR.



BEHİÇ, BEHİCE sıf. (ar. behic, dişi, behice). Esk. 1. Neşeli, güzel, güler yüzlü kimse için kullanılır. — 2. Güzel, parlak, BEHİÇ EFENDİ (Mehmet), türk devlet adamı (öl. 1809). Babıâli kalemi’nden ye­ tişti. Hacegân rütbesi aldıktan sonra başmuhasebeci olarak Tuna yalısı mübayaacılığına atandı. Kabakçı Mustafa olayı’ ndan sonra tahttan indirilen Selim lll’ü ye­ niden tahta çıkarm ak için çalışan "R u s­ çu k yâranı" adlı topluluğa katıldı. A lem ­ dar sadrazamlığa getirilince başdefterdar beş ay kadar sonra da cihadiye nazırı (mil­ li savunma bakanı) oldu (1808). A lem dar vakası'ndan sonra (1808) İstanbul’dan kaçtıysa da yeniçerilerin hüküm eti zorla­ ması üzerine yakalanarak idam edil­ di. BEHİME a. (ar. behim e). Esk. Hayvan. BEHİMİ sıf. (ar. behim, hayvan ve -/'den behimi). Esk. Hayvan gibi, kaba. ♦



be. Cinsel ihtirasla, şehvetle.



BEHİMİYET a. (ar. behimiyyet). Esk. 1. Hayvanlık; kabalık. — 2. Akıl durgunluğu, sersemleşme (XIX. yy.’da fr höbödute kar­ şılığı olarak kullanılmıştır).



BEHİRE sıf. (ar. behire). Esk. 1. Şişm an­ lık nedeniyle, yürürken nefes darlığı çe­ ken kadın için söylenir. — 2. Soyu sopu te­ miz, asil kadın. BEHİSTUN -> BİSÜTUN. B E H İŞ f ya da BİHİŞT a (fars. behişt). Esk. 1. Cennet, uçmak: "Zâhid ölü r g ider gam -i havz-i beh iştten " (Nedim , XVIII. yy.). — 2. Behişt-aşiyan, yeri cennet olan. || Behişt-i dünya, dünya cenneti. || Behişt • -nişan, içinde cennetten iz, işaret olan. BEHİŞT ya da BİHİŞT a. Eski İran din­ lerinden m ezdekilikte cennet. —ANSİKL. M ezdekilik dininin kutsal kita­ bı Zend Avesta’da, ölüm den sonraki ya­ şamda, iyilerin kalacakları en iyi dünya' dan (anhu vahişta) söz edilir. Ruh, bura­ ya gelm eden önce, cesedin yanında üç gün kaldıktan sonra, rüzgâr tarafından ce­ hennem üzerindeki Tişinvet köprüsüne sürüklenir; üç gün süren bir sorgulam a­ dan ve uzun bir yolculuktan sonra da cen­ nete ulaşır.



■ BEHİŞTİ sıf. (fars. behişt ve -/'den behişti). Esk. 1. Cennetle ilgili, cennetlik. — 2. Melek, m elek gibi güzel.



BEHİŞTİ, asıl adı A h m e t S inan Ç elebi, türk şair (İstanbul ? - ? 1501’den sonra). İstanbul’un ilk subaşıSı Karıştıran Süley­ man Bey’in oğludur Bayezit ll’ nin sarayın­ da görevliydi, işlediği bir suç yüzünden İran'a kaçtı. Daha sonra Hüseyin Baykara’nın sarayında bulundu; Ali Şir Nevai’ nin edebiyat söyleşilerine katıldı. “ Kerem"



redifli kasidesi dolayısıyla ve Hüseyin Baykara’ nın aracılığıyla bağışlanarak istanb u l’a döndü. S ancak beyliğine getirildi. Vamık u Azra, Yusuf ü Züleyha, H üns ü Nigâr, Süheyl ü Nevbahar, Leyla vü Mecn un 'dan oluşan H am se’sinin, ancak so­ nuncu mesnevisi günüm üze kalmıştır. 1502’de tam am ladığı manzum tarih, Ba­ yezit II dönem ine kadar gelen olayları ko­ nu edinir.



BEHİŞTİ ya da B İH İŞTİ, halvetiye ta­ rikatı şeyhlerinden Merkez Efendi'nin ha­ lifesi (Vize ? - Çorlu 1571). iyi bir öğrenim gördü, Et-Teftazani'nin Şerh ül-aka'id'ine ve Mes’u d i’nin  dâb adlı yapıtlarına yap­ tığı eklem eler (haşiye) dışında, edebiyat­ la ilgili, yarısı manzum, yarısı düzyazı Cem Şah ve  lem Şah ile Süleym annâm e adlı yapıtları vardır.



BEHİYA BİN YUSUF BİN PEKUDA, XI. yy.’da Zaragoza'da (ispanya) ya­ şayan, musevi asıllı gizemci ve çileci ya­ zar. Arap gizem ciliğinden etkilenerek yaz­ dığı Introduction a u x devoirs des coeurs (fr. çev.) [1080’e doğr.] adlı yapıtında, ina­ nan kişiyi yetkinliğe ve Tanrı ile birleşm e­ ye yöneltm ek ister. Genel olarak özsaygı’ nın ya da aklın verdiği doyum lardan vaz­ geçm eye kadar varan çileci bir yaşamı över.



BEHİYE sıf. (ar. behi, güzel’in dişi, behiyye). Esk. Güzel: Hediye-i behiye (gü­ zel hediye). — Kur. tar. idarei behiye (em aneti behiye ya da m üdiriyeti behiye de denir), bâlâ’ dan daha aşağı rütbedeki nazırların yö­ netim inde olan nezaret ve devlet dairele­ ri. BEHLE ya da BEHLİ a. (fars. behle). Esk. Doğanla av avlayanların, ellerini ko­ rum ak için giydikleri eldiven. BEHLİ -»



BEHLE.



BEHLUL ya d a BÜHLUL sıf. (ar. behlül). Esk. 1. Ç ok gülen, ço k güldüren, ko­ mik. — 2. Hayırsever, ço k iyi adam için kullanılır.



BEHLÛL-İ DÂNÂ (Ebu Vüheyb bin A m r Sayrafi), İslam sufi (öl. 805). Iran ve tü rk edebiyatında nükteleri, özdeyişleriy­ le Behlûl-i Dânâ (bilgin Behlûl) adıyla ta­ nındı. Tanrı sevgisiyle her şeyi terk etti, peli gözü ile bakılan bir Hak âşığı sayıldı. Ba­ zı kaynaklarda, A bbasi halifesi Harunurreşit’in kardeşi olduğu ileri sürülür. Yaşa­ mını; yâpılan yardımları kabul etmeyerek yoksulluk içinde geçirdi. Tanrı'ya ve ken­ di yazgısına sonsuz bir boyun eğişle inan­ dı. S onunda bir avuç toprak olunacağı düşüncesiyle, dünyada edinilen her şeyi anlamsız buldu. Türlü tutkuları olan insan­ lardan kaçm ak gereğini duydu. D önem i­ nin fıkıh bilgini olduğu, C afer’üs S adık’ın öldürülm esine fetva verm em ek için ken­ dini deliliğe vurduğu da söylenir. Yaşamıy­ la ilgili fıkralar, b irço k sufi yapıtlarında yer alır.



Behişt!



A liE m il İstanbul



BEHLÜL ALİ, türk halk şairi (Izgın kö­ yü, Elbistan, 1881 - ay. y. 1956). Bir süre m edresede okudu. Kendi köyünde ve çevre köylerde kırk yıldan fazla imamlık yaptı. G ençlik yıllarında söylediği bazı şi­ irlerini B e h lü lA li ile Güllü Fadim e adlı bir defterde topladı. BEHMEN a. (Zerdüşt dinindeki meleğin adı Behmerı'den). Güneş yılında 20 ocak­ la 20 şubat arasına verilen ad. ♦ sıf. 1. Zeki, kavrayışlı. — 2. Tedbirli. — Bot. Esk. A k behmen, kızılbehmen, behm en ayında beyaz ve kırmızı açan iki çiçek.



BEHMEN, Zerdüşt dininde yedi melek­ ten (ameşâspend) biri. Görünmeyen dün­ yada Ahuram azda’nın temsilcisi, m adde âlem inde ise yararlı büyükbaş hayvanla­ rın koruyucusudur. Ayrıca, güneş yılının her ayının ikinci günü ile on birinci ayın (Behmen) sorum luluğu ona verilmiştir. BEHMEN. Mit. İran mitolojisinde isfendiyar’ın oğlu. Behm en’in babasının ölü­ m ü üzerine, dedesi Geştasp tahtını ona bırakır. H üküm dar olunca babasının inti­ kamını almaya kalkar. Öyküsü Behmennam e'de ayrıntılarıyla anlatılır. Ardaşir'e iliş­ kin efsanelerde d e adına rastlanır. BEHMENİLER, Hindistan'da Dekkan yaylasında hüküm süren müslüman hane­ dan (1347-1527). Delhi sultanı Muhammet bin Tuğluk'un kom utanlarından Haşan Gangu (sultan olunca Alaettin Haşan Behmen Şah unvanını aldı) tarafından ku­ ruldu. Behmeniler sürekli olarak, kuzey­ de m üslüm an Malva ve G ucerat sultan­ ları, güneyde Varangal ve Vicayanagar hindu hüküm darlarıyla çarpıştılar. Mah­ m u t G a va n ’ ın ve z irliğ i d ö n e m in d e (1466-1481) g ücünün doruğuna erişen sultanlık XV. yy. sonlarından başlayarak Ahm ednagar (Nizamşahlar), Golkonda (Kutbşahlar), Bidar (Beridşahlar), Berar (imadşahlar), B icapur (Adilşahlarj beylik­ lerine bölündü. Saraylarını bir bilim m er­ kezi durum una getiren Behmeniler, İslam mimarisinin Dekkan üslubunu geliştirdiler. BEHMENYAR BİN EL-MERZBAN (Ebulhasan), azerbaycanlı filozof (X - XI. yy.). İbni Sina okulundandı. Arapça yaz­ dığı yapıtlarında ibni Sina’nın kitaplarını açıkladı. Başlıca yapıtları: R isale fi m eratib-i mevcudat, Kitab ül-mubasahat-ı ib n i Sina, Kitab üt-tahsil d e r m antık ve tabiiyat ü ilahiyat.



BEHN (Aphra JOHNSON, Mrs.), İngiliz edebiyatçı (Wye Kent 1640 - Londra 1689). 1666’da zengin hollandalı kocası­ nın ölüm ünün ardından, H ollanda’da Charles ll'nin casusluğunu yaptı. Wycherler üslubuyla 17 kom edi yazdı. İngiltere' nin ilk profesyonel kadın edebiyatçısıdır (The Forc'd M arriage, 1671; The Town -Fob, 1677; The Rover, 1677-1681). Ayrıca, Rousseau’yu müjdeleyen romanlar (Oroonoko or the Royal Slave, 1688) ve şiirler (bazılarını “ lyrics” olarak oyunlarına kat­ mıştır) yazdı. BEHN - ESCHENBOURO (Hans), is­ veçli m ühendis ve elektrikçi (Zürich 1864 - ay.y. 1938). Alternatif akım ve elektrik çe­ kişi konularında uzmandı. Trenlerde alter­ natif akım kullanımında, özellikle de komütasyon konularında karşılaşılan başlı­ ca güçlükleri çözümledi.



BEHNİSCH (Günter), alman mimar (Dresden 1922). Ortakları FirtzAuer, Winfried Büxel, Erhard Trânkner, Karlheinz Waber ile birlikte Stuttgart'ta Vogelsangsschule'yi, Ulm'da ingenieurschule'y't, Furtvvangen’de Proym nasium 'u ve yine Stutt­ g art'ta H eim d e r Flym nus-C horknabeni inşa etti; en önem li yapıtı Münih olim pi­ yat köyüdür (1972). BEHNKE (Heinrich), alm an matematik­ çi (Hamburg 1898 - Münster 1979). Münster Üniversitesi'nde profesörlük yaptı. Behnke ve okulu çözüm lemeli uzaylar ku­ ramına açılan, birçok karmaşık değişkenli



çözüm lem eli fonksiyonlar kuramını geliş­ tirdi. Thullen ile işbirliği yaparak kuramın ilk sistemli incelemesini yayımladı (1934); bu yapıtı m atem atik tarihinde önemli bir rol oynamıştır.



BEHR a. (ar. behr). Esk. 1. Uzaklık. — 2. Felaket. — 3. U m udun boşa çıkması.



BEHRAM a. (fars. behrâm). Esk. Güneş takvim inde her ayın yirm inci günü. BEHRAM, iranlılar'ın Mars (Merih) ge­ zegenine verdikleri ad. BEHRAM ya da VEHRAM, pers, m i­ tolojisinde efsanevi bir pehlivan. G üderz’ in oğlu ve G iv'in kardeşi olarak anlatılan Behram, bir başka ünlü pehlivan olan Rüstem'in dam adı tarafından öldürülür. BEHRAM ya da VEHRAM, birçok sasani kralının adı: B e h ra m I, Pers kralı (273-276), Şapur l’in oğlu; kardeşi Hür­ m üz l’ in yerine geçti; — B e h ra m II, Pers kralı (276-293), bir öncekinin oğlu; Roma im paratoru C arus'u yenilgiye uğrattı; imparator, Ktesiphon yakınında öldü (283), am a Behram II, M ezopotamya'nın bir kısmını Diocletianus'a bırakmak zorun­ d a kaldı (287 antlaşm ası);— B e h ra m III, Pers kralı (203), bir öncekinin oğlu; babası Behram ll'n in yerine geçti,am a yalnızca dört ay hüküm sürdü; —B ehram IV, Pers kralı (388-399), Şapur ll ’nin o ğlu ;ilkön ce Kerman’ın naibi olan, bu nedenle de Kermanşah adını alan Behram IV, kardeşi Şa­ p ur lll’ ün yerine geçti. Eftalit Hunları'nın Horasan'ı tehdidinden duyduğu kaygıyla 387 ya d a 3 90 ’da Theodosius ile bir an­ laşm a yapt,; buna göre, Theodosius Flavius İran'ın kuzey-batı bölgesinin himaye­ sini Persler'e bırakıyor ve roma egem en­ liğinde yalnızca birkaç batı ilini tutuyordu. Behram IV'ün halefi, Ş apur lll’ün oğlu Yezdigird l'di; —B e h ra m V Gür, Pers kralı (420-438), Yezdigird l'in oğlu; babasının ölüm ü üzerine, yanında eğitim gördüğü, Hira’nın arap kralının yardım ıyla krallığın sahibi olmayı başardı. Baktriana’yı istila eden Eftalitler'i M erv yakınında bozguna uğrattı. Hıristiyanlara işkence edilmesine göz yum duğu için, Doğu Roma im para­ toru bölgeye başarılı bir askeri m üdaha­ lede bulundu (421). Böylece, Behram'ın imparatorluğunda hıristiyanların ve Roma im paratorluğu'nda m ezdekçilerin dinsel özgürlüğü güvence altına alındı (422).— B e h ra m VI Çubin, pers kralı (590-591), Sasani Hürm üz IV'ün hizm etinde çalıştı, Svanetiya’da Türkler'i yenilgiye uğrattı. Hürmüz IV tarafından azledilince ayaklan­ dı ve pers soylularının ve yüksek düzey­ deki m ezdekçi din adam larının yardımıy­ la tahtı ele geçirdi. Am a Hürmüz IV'ün oğ­ lu Hüsrev II Abherviz, Bizans imparatoru Maurikios’un himayesini istedi; iki m ütte­ fik Behram V l’yı A zerbaycan'da yendiler (591).Türkler'e sığınan kral burada öldü­ rüldü. BEHRAM A â A N e firi, türk besteci (öl. 1560 ?). 1542’de şehzade M ehm et'in m ehter takım ında nefir çaldığı bilinm ek­ tedir. Ali* Ufki Bey ve K antem iroğlu*'nun notaya aldığı 10 yapıtı (9 peşrev, 1 sazsemaisi) günüm üze ulaştı.



BEHRAM AÖA, darüssaade ağası (? - İstanbul 1656). Kısa sürede yükselerek, Eski saray ağalığından darüssaade ağa­ lığına getirildi (1652). M ehm et IV'ün an­ nesi Turhan Sultan'ı destekleyerek Kösem Sultan’a karşı çıktı. Padişahı etki altına al­ m ak için Enderun ve H asoda ağalarıyla savaştı. Zurnazen Mustafa Paşa’nın kış­ kırtması sonucu patlak veren Çınar vaka­ sı’ nda(Vaka-i vakvakiye) öldürüldü.



BEHRAM AÖA H afız, darüssaade ağası (öl. İstanbul 1887). Sarayda yetişti. Başmusahip, padişah hazinedarı oldu. Abdûlham it II tarafından darüssaade ağa­ lığına getirildi. Ölünceye kadar bu görev­ d e kaldı. BEHRAM ŞAH (Yeminüddevle) [Gazne I0 8 4 - ay.y.



1162], Gazneli hüküm darı



(1117-1162). M esut lll’ün oğlu. Babasının ölüm ü üzerine ağabeyi Melik Arslan öte­ ki şehzadeleri etkisiz durum a getirerek tahta çıkınca (1115), Selçuklu sultanı Senc e r’e sığındı; ordusuyla Gazne'ye giren Sencer tarafından tahta çıkarıldı (1117). Ye­ niden Gazne'ye egem en olan M elik Arslan'ı Selçuklu ordusunun yardımıyla yene­ rek öldürdü (1118). Gurlu hükümdarı Sey­ fettin Sûri’nin ele geçirdiği Gazne'yi geri aldı. Kendisini yendikten sonra Gazne’yi yakıp yıkan Alaettin C ihansuz’un karşısın­ da Hindistan'a kaçtı (1151); Sencer, Cihansuz’u yenince de Gazne’ye geri döndü (1152). Şair ve yazarların koruyucusu ola­ rak tanınan Behram Şah'ın sarayında Ha­ şan Gaznevi, Senai, Mesudi gibi ünlü şa­ irler barınırdı.



BEHRAM ŞAH (El-Melik ül-Emcet) [öl. 1229], Baalbek eyyubî emiri (1182-1129). Selahattin Eyyubi’nin yeğeni, Ferruh Şah' ın oğlu. Babasının ölümü üzerine am ca­ sı Selahattin Eyyubi, Baalbek'in yönetimi­ ni ona bıraktı (1182). Ancak, daha sonra birtakım koşullarla Şam Eyyubileri'ne bağlanm ak zorunda kaldı (1226). Daha önce cezalandırdığı bir köle tarafından öl­ dürüldü. Şair de olan Behram Şah'ın bir divanı vardır.



BEHRAM ŞAH (Muizzettin), Delhi sul­ tanı (1240-1242). Sultan Rüknettin Firûz’ un oğlu. Sultan Raziye Begüm ’ün ölümü üzerine hüküm dar oldu (1240). Veziri Mühezzibüttin'in ihanetine uğraması sonucu tahttan indirildi ve yerine iltutm uş'un o ğ ­ lu Alaettin getirildi. BEHRÂMEC a. (ar. behrâm ec). Esk. 1. Leylak. — 2. Ç içeği leylak gibi kokan sö­ ğ üt ağacı.



BEHRAMEN ya da BEHREM a (fars. behram en ya da behrem). Esk. 1. Bir cins kırmızı yakut. — 2. Kadınların kullandıkları allık, kırmızı düzgün. — 3. ipekten doku­ nan güzel bir kumaş. BEHRAM-I GÛR, Sasani hüküm darı Yezdigird l'in oğlu. (-> B e h ra m V.) Yabani eşek avına düşkün olduğu için bu adla anıldı. Divan şiirinde halkına adaletli dav­ ranması, gücü ve cesareti dolayısıyla tel­ mih yoluyla konu edinilir. Husrev-i Dehlevi' nin Fleşt Behişt'inde Behram'ın bir yaban eşeği avı sırasında çukura düşüp ölmesi anlatılır; buna dayanılarak, "g ü r” sözcü­ ğünün "yaban eşeği" ve “ mezar" anlam­ ları arasında tevriye yapılır. Behram'ın cariyesi (çeşitli m esnevilerde değişik adlar­ la anılır: Fitne, Dilârâm, Âzâde) ile arasın­ da geçen olay Taberî ve Salebî gibi arap tarihçilerinin yapıtlarında, Firdevsi’nin Şeönâm e'sinde değişik biçim lerde anla­ tılır. Behram 'ın m enkıbeleşm iş yaşamı m esnevilere de konu olmuştur. İlk kez Ni­ zam î tarafından Fleft Peyker adı ile m es­ nevi biçim ine sokulan Behram ’ın hayatı, daha sonraki yüzyıllarda hem İran hem de türk edebiyatında b irço k kez ele alındı (Aşki: Nizami'den tam çeviri; Ali Şir Nevai: Seb'a-i Seyyare; Lâmiî; Yümnî: Nizamî' den nesirle çeviri). [-» Kayn.] BEHRAMOâLU (Ataol), türk şair (İstan­ bul 1942). Ankara Üniversitesi dil ve tarih -coğrafya fakültesi rus dili ve edebiyatı bö­ lüm ü'nü bitirdi (1966). 1965’te Dönüşüm dergisinin ve Fikir kulüpleri federasyonu’ nun (FKF) kurucuları arasında yer aldı. Halkın dostları dergisinin yayımcılarından biri oldu (1970 -1971). Moskova Üniversi­ tesi edebiyat fakültesi'nde lisansüstü eği­ tim yaptı (1972 -1974). İstanbul Şehir tiyatroları'nda dram aturg olarak çalıştı. Militan dergisini yayımladı (1975-1976). Türkiye Yazarlar sendikası (TYS) genel sekreterli­ ğine getirildi (1979). 12 eylül 1980'den sonra yurtdışına gitti. 1986'da Paris’te An­ ka adlı dergiyi çıkarm aya başladı. Başlan­ gıçta ikinci yeni akımından izler taşıyan (B ir erm eni general, 1965) şiirleri zam an­ la toplumsal sorunları konu edinm eye yö­ neldi: Bir gün m utlaka (1970), Yolculuk, özlem, cesaret ve kavga şiirleri (1974),



Eski nisan (1987), Nazım'a b ir g ü z çelengi (1990). Mekanik gözyaşları adlı ki­ tabında (1991) sanatta gerçekçilik anla­ yışını tartıştı.



B E H T a. (ar. beht). Esk. 1. Şaşkınlık, hay­ ranlık: ". . .doğrusu beh t ü hayretimi m ucip o ld u " (M. K. Atatürk) — 2. Behte uğra­ mak, şaşakalmak, donakalm ak.



B E H R A M Ş A H (öl. 1175), Kirman Sel­ çukluları hüküm darı. Tuğrulşah'ın oğlu. Babasının öldürülm esi üzerine atabeg Müeyyettin Reyhan'ın yardımıyla tahta çık­ tı (1170). Aynı yıl kardeşi Arslanşah’a ye­ nilince, tahtını bırakarak Horasan’a kaçtıysa da, d aha sonra tahtını yeniden ele ge­ çirdi (1171). Ertesi yıl Kirman toprakları ba­ zı em irlerin aracılığıyla iki kardeş arasın­ da paylaşıldı. Ancak, bir süre sonra taht kavgası yeniden başladı. Tüm Kirman bel­ desini üçüncü kez denetim i altına aldı, (1175), aynı yit öldü.



B E H T (uved), Fas’ta ırmak,Orta Atlaslar' dan doğ a r (Azru yakınında),uved Sebu’ nun kolu: 270 km. El Kansera barajı.



B E H R A M Ş A H (Mübarizettin), Anadolu Selçuklu emiri (öl. Kayseri 1228). Buyru­ ğ u n d a çalıştığı Amasya emiri A lp bin Süli ölünce, bu yöreyi egem enliği altına aldı, izzettin Keykâvus I dönem inde (1210 -1216) “ emiri m eclis" oldu.Halepseferi sı­ rasında tutsak düştüyse de (1218) sonra­ dan fidye karşılığı serbest bırakıldı. Önce­ leri Alaettin Keykubat l ’in (hük. 1219 -1236) tahta çıkm asına yardım ettiyse de, daha sonra onu devirmek için çevrilen do­ laplara katıldı. H apsedildiği Zamantı ka­ lesinde öldü. B E H R E a. (fars. behre). Esk. 1. Hisse, pay: nasip, kısmet. — 2 . Behre-ber, ortak. |j Behre-beri, ortaklık. \\Behre-dar. hisse al­ mış, payı olan. || Behre-yâb, hissesi ve na­ sibi olan. BEHREM -



BEHRAMEN.



B E H R E N O İ (Samet), iranlı azeri yazar (Tebriz 1939 - Aras 1968). ilkokul öğret­ meniydi. Azeri halk edebiyatını inceledi, derlem eler yaptı. Alegorik masal ve öykü­ ler yazdı. Yapıtlarında toplumsal eleştiriye ağırlık vermesi nedeniyle İran gizli polisi SAVAK’ça izlendi; Aras ırm ağında boğuralak öldürülmesinden SAVAK sorumlu tu­ tulur. Simgeler ve alegorilerle kurduğu m asallarda (K üçük kara balık, Bir şeftali b in şeftali, Püsküllü deve. Kel güvercine!, U lduz ve kargalar, U lduz ve konuşan be­ bek, Sevgi masalı, vb.) çocuklara olduğu kadar büyüklere de seslendi. ıB E H R E N S (Peter), alm an m im ar ve d e ­ koratör (H am burg 1868 - Berlin 1940). 1903’te Düsseldorf endüstri sanatları okulu'nun m üdürü oldu, dekoratif sanatlara ve mimarlığa, akılcı ve işlevci bir boyut ge­ tirdi, klasik düzene bağlı kaldı; Berlin’de­ ki AEG türbinleri fabrikasının (1908) yanı sıra Leningrad’daki alm an elçilik binasını inşa etti (1911). Gropius, Mies van der Ro­ he ve Le C orbusier stajlarını onun atölye­ sinde yapmıştır. B a h r o n s - F is c h s r (testi), varyansları ay­ nı iki ana kütleden çekilen küçük örnek­ lem elere dayanarak ana kütlelerin yorum ­ lanmasını sağlayan istatistik yöntem. Ör­ neklem elerin varyansları hesaplanır ve bunların birbirine oranlarının ana kütlele­ re ilişkin varsayıma ters düşm eyecek ka­ dar küçük olup olm adığına karar vermek için örneklerin boyutunu d a g öz önünde tutarak bir tabloya bakılır. Tam anlamıyla ancak Gauss' kütleleri için gerekli olan bu test varyans analizlerinde kullanılır. B E H R E S İZ sıf. (fars. behre'den). Esk. 1. Nasipsiz, bir konuda hiçbir bilgisi ya da yeteneği olmayan, kısmetsiz. — 2. Bir şey­ den behresiz, kendisinde belirtilen nitelik ya da şey bulunmayan kimse için kullanı­ lır: insaftan behresiz, ilim d en behresiz. B E H R İN G -



BERİNG



B E H R İN G (Emil VON), alm an hekim ve bakteriyolog (Hansdorf, itavva yakını, 1 8 5 4 -M a rb u rg 1917). 1893'te, bulaşıcı hastalıklar enstitüsü’nde profesörlük yaptı, 1894’te, Halle’de sağlık koruma kürsüsün­ d e ders verdi: 1895’te Marburg sağlık ko­ rum a enstitüsü’nün yöneticiliğine getiril­ di. Difteri antitoksinini buldu. (1901 Nobel fizyoloji ve tıp ödülü.)



BEHTEREV - - B eşterev .



(V la d im ir



M iha yloviç)



B E H U T İ (Şeyh M ansur bin Yunus EL-), arap fıkıhçı (Behut, Mısır ? - Kahire 1641). Bir ulem a ailesindendir. Hanbeli fıkıhçılarının en büyüğü olarak kabul edilir. H an­ beli fıkhı ile ilgili yapıtlara çeşitli şerhler yazdı. Bunlardan başlıcaları er-Ravz ül -m ürbi bi-şerhi Z â d ül-M üstanki ve Şerh ül-Münteha'dır. B E İ C İA N G ya d a B E İ J İ A N G , Çin'in güney kesiminde (Guangdong) ırmak, Şiciang'ın kolu. Yukarı vadisi, Giling ve Meiling geçitleriyle kolayca Şiang Ciang ve Gan C iang vadilerine bağlanır. B E İ- C İN G -



PEKİN.



B E İD E L İT a. (fr. beidellite). Miner. H id­ ratlı doğal alüm inyum silikat; bu mineral kil grub u n da yer alır. B E İD E R B E C K E (Leon BEİDERBECKE, Bix denir), amerikalı caz trompetçisi ve pi­ yanocusu (D avenport 1903 - New York 1931). Dixieland kaynaklı özgün bir üslup geliştiren ilk beyaz müzikçidir. Müziğinin zarifliği ve arılığıyla cool-caz türünün ön­ cüleri arasına girdi. B E İH A İ ya da P A K H O İ, Çin'in güne­ yinde liman kenti, Guangşi’de, Tonkin kör­ fezi kıyısında; 50 000 nüf. B E İ J İA N G —BEİ CİANG. B E İK T H A N O , Orta Birmanya'da (Magve ili) eski Pyu siti. 1956’dan 1963'e ka­ dar yapılan kazılar, başlıca yapı örgüsü­ nün ortaya çıkmasını sağladı. Bazıları ber­ kitilmiş birkaç girişi bulunan, her kenarı 3 km uzunluğunda kare bir sur içindeki ala­ nın ortasında bir saray ve bazı yapı kalın­ tılarına rastlanır. Bunlardan biri, bir sofa­ ya açılan 8 hücreden oluşmuş dikdörtgen bir yapı (sit 2), biri de stupa andhra'ları an­ dıran çem ber biçim inde bir yapıdır. Top­ rak altından çıkartılan buluntular arasın­ da ölü küllerinin konduğu toprak kaplar (urna), pişmiş topraktan çanak çöm lek parçaları, dem ir ve bronzdan gereç ve si­ lahlar, dinsel sim gelerin kazılı old u ğ u gü­ m üş m adalyalar vardır. Bu sit İ.S. I.-V. yy.'lardan kalmadır. B e llb y k a t m a n ı , metal malzemelerin mekanik polisasından kaynaklanan, sert­ leşmiş, çok ince yüzeysel katman. Maki­ ne sanayisinde son işlemlerde (mekanik parlatma) bu olaydan yararlanılır; buna karşılık metalografi incelem elerinde kaçı­ nılması gereken bir oluşumdur. B E İL İN C ya da B E Y L İN C (Allaert), zeeland'lı kahraman (XIV. yy. sonu Schoonhoven 1425 ya da 1426), Oltalar partisi’ ne karşı M orinalar partisi’nin lideriydi.O l­ talar partisi tarafından Schoonhoven’de kuşatıldı ve teslim olm ak zorunda kaldı. Döneceğine şerefi üzerine söz verdiği için serbest bırakıldı, sözünü tuttu ve geri gel­ di: diri diri göm üldü. B E İL S T E İN (Friedrich Konrad), alman asıllı rus kimyacı (Petersburg 1838 - ay.y. 1906). H eidelberg'de Bunsen'in öğrenci­ siydi, Göttingen Üniversitesi’nde ders ver­ di, sonra 1866’d a Petersburg teknik ens­ titüsü kimya kürsüsü nde görev aldı. A ro­ matik bileşiklerin izomerliği, nitro türevle­ ri, amerikan ve rus petrollerinin bileşimi üzerine çalışmaları vardır. Sık sık yeniden basılan anıtsal bir organik kimya sözlüğü (1893 -1899) onun adıyla anılır. B E İP İA O , Ç in’de kent, Liaoning'de. Kö­ m ür yatağı. B E İP İN G ("Kuzey barışı"), Guomindang hükümetinin, Nankin’i Çin başkenti



yaptığı dönem de (1928-1949) Pekin'e ver­ d iği ad. B E İR A a. (Somali’deki Beira kasabasın­ dan). Narin, küçük bedenli, büyük kulaklı antilop. (Erkeklerin küçük, düz boynuzla­ rı vardır. Beira'lar çorak yerlerde, sarp ya­ m açlarda yaşarlar ve kuru otla beslenir­ ler. Bil. a. Dorcatragus megalotis; boynuz­ lugiller familyası.) B E İR A , Portekiz'in orta kesiminde eski il, ispanya sınırı ile Atlas okyanusu arasın­ da; K.'de Duero, G.’de Tajo vadileri arasın­ da. Günüm üzde Aveiro, C oim bra, Viseu, G uarda ve Castelo Branco’yu kapsar. Ku­ zey ve orta bölüm ü (Beira Alta) dağlık (serra da Estrela), M ondego ve Zezere ır­ maklarının kenarları d ik vadileriyle yarılı bir bölgedir. Güney (Beria Baixa) ve At­ las okyanusu kıyısındaki bölüm (beira Litoral) özellikle Coim bra'dan Averio'ya ka­ dar, komşu Riblatejo'yu anımsatan bir ovadır. B E İR A , M ozam bik’te liman kenti, Hint okyanusu kıyısında, Sofala ilinin merke­ zi; 291 604 nüf. (1989). Zim babve'ye gi­ den petrol boru hattı. B E İS - e ’ s i a. (ar. be"s). Esk. 1. Zarar, zi­ yan. — 2. Korı



[H in ] Burada [ ] simgeleri derişimi gösterir ve dolayısıyla [ln ~ ]



potansiyelidir ( E ° in, kimi zaman p H ’ye bağlıdır). Tepkime nedeniyle çözeltinin E yükseltgeme-indirgeme potansiyeli değiş­ tiğinde,



k



[Hln]“ [H 1 biçim inde yazılabilir. In 'a n y o n u ile Hin molekülünün değişik renklerde olduğunu varsayalım; bu durum da tam bir renk de­ ğişiminin, B j O oranının 1/10'dan [H in ] 10’na yükselmesiyle gerçekleşeceği ka­ bul edilir; bu yükseliş [ H + ]'nin 102’ye bölünmesi, yani p H ’nin 2 birim artması sonucunda ortaya çıkar. [In'l = [Hin] ba­ ğıntısını doğrulayan pH, belirtecin ayırtedici niteliği pK değerini tanımlar. Tüm pH aralıklarını kapsayan bir dizi renkli belirteç bilinm ektedir; bu belirteç­ lerden asitlik-alkalilik ölçüm ünde ve bir çözeltinin renk ölçüm yoluyla pH ’sinin be­ lirle nm e sin de yararlanılır. Aynı ilke, yükseltgeme-indirgem e potansiyeli belir­ teçlerinden (renkli) yararlanılarak gerilimölçüm de de uygulanır. R edokstan yararlanılarak doz belirle­ me sırasında bir çözeltiye az miktarda ka­ tılan bir çift belirteç lnox + n e - j=t ln „ „ b a ğ ıntısın d a o ld u ğ u g ib i çözeltiyle yükseltgenme-indirgeme dengesine girer ve bu denge Nernst form ülüyle gösteri­ lir:



form ülde E ° irV belirtecin normal redoks



G Ö STEREN.



BELİRTİ a. Bir şeyi bilmeye, tanımaya, tahmin etmeye olanak sağlayan, onu ha­ ber veren gösteren şey; işaret, alamet: Dış ticarette h içb ir iyileşme belirtisi yok. Bu gerginlik b üyük b ir bunalım ın belirtisi olabilir. Bu b ölgede petrol olduğuna iliş­ kin h içb ir belirtiye rastlanamadı. — Ceb. [1 ,n] aralığının b ir p devşiriminin belirtisi, I (p), p devşirimindeki* evirtim sa­ yısını göstermek üzere, ( — 1 )K p> ye eşit olan ve 8 (p) ile gösterilen sayı. ||Sonlu n boyutunda b ir gerçek E vektör uzayının (aynı biçim de sonlu n b o y u tu n d a £ c is m i üzerinde b ir E vektör uzayının b ir Hermite biçim ine eşlik eden) r ranklı b ir f ikile­ nik biçiminin (aynı biçimde b ir Hermite iki­ lenik biçim inin) belirtisi, E nin her dikgen tabanında t nin f ( x ) = ^ x 2, 1 -1



2



x 2ı-



i —p -*-1



ayrılmasında sözkonusu olan pozitif terim­ lerin sayısı p, negatif terimlerin sayısı r - p olm ak üzere, (p,r - p ) tam sayı İkilisi. (An­ cak ve ancak p = r ise, f pozitiftir; ancak ve ancak p = n = r ise, f kesin pozitiftir.) — Dilbil. Dış gerçeklikle bitişiklik bağıntısı içinde bulunan gösterge. (Örneğin, du­ man, ateşe göre, hastalık belirtisi hastalı­ ğa göre birer belirtidir, ikonanın ve sim­ genin yanı sıra, belirti, C.S. Peirce’in sı­ nıflandırdığı üç temel gösterge türünden biridir.) -Varlığı ya da yokluğu, öbür özel­ likleri aynı olan iki biçim ya da dilsel öğe­ yi karşıtlaştırmayı sağlayan belirleyici özel­ lik. (Bk. ansikl. böl.) || Devirm e belirti­ si, konuşucunun sözce ya da söylemini üstlenmediğini belirttiği sözlü ya da yazılı



gösterge. (Yazılı düzlem de bir sözcük tır­ nak içinde belirtilebilir, sözlü düzlem dey-, se sözcüklerin devirm eden etkilendiğini belirtm ek için sözde, sözüm ona gibi te­ rimler kullanılır.) — Elektron. Devrenin bir noktasından alı­ nan ve önemli bir veri yığınını sıkışık bi­ çim de açıklayan sayısal bilgi. || Belirti ç ö ­ zümlemesi, sistemin kimi noktalarından belirtiler alm aya ve bunları öngörülenler­ le karşılaştırmaya dayanan işlem. (Bk. an­ sikl. böl.) — Fiz. Tayf belirtisi, bir cisim den yayılan çeşitli elektromanyetik ışımalardan her bi­ rinin yeğinliğini ve dalga uzunluğunu gös­ teren şekil. — Genet. Gen belirtisi, bir genin organiz­ m adaki etkisinin görünür durum daki so­ nucu. (Çekinik genin belirtisini onun ba­ şat aleli engelleyip bastırır.) —Tıp. Muayene sırasında hekimin hasta­ d a saptadığı ya da teşhis amacıyla iste­ yerek yarattığı her çeşit görünür işaret. — Hastalık hallerini belirten ve bunlara ne­ den olabilecek işlev ya da doku bozuk­ luklarına bağlı olan öznel olgu. (Örneğin ağrılar, duyarlık ya da duyu bozuklukla­ rı, vb.) [Eşanl. SEM PTOM .] || Bedensel b e ­ lirtiler, m uayene edilen organ ya da böl­ gedeki biçimsel değişiklikler. j| Genel b e ­ lirtiler, hastalığın organizm anın tüm üne yansıdığını gösteren belirtiler (örneğin, ateş, zayıflama, dalgınlık). — ANSİKL. Dilbil. Belirti kavramı önce ses­ bilimde kullanıldı. Örneğin fransızcada jb| sesbirimi, eklem lenim indeki titreşimlilik özelliğiyle (yine çiftdudaksıl kapantılı olan) |pj sesbirimiyle karşıtlaşır: |b| birimi belir­ tili ya da olumlu, |p j birim iyse belirtisiz ya da olum suz terim leriyle tanımlanır. Bir sesbilimsel belirti karşılıklı olarak birçok en küçük çiftin öğelerini karşıtlaştırmayı sağ­ larsa, karşıtlık belirtisi adını alır. Örneğin türkçede titreşimlilik belirtili bir sesbirim di­ zisinin |b, c, d, g /ğ|, belirtisiz bir diziyle |p, ç, t, k[ karşıtlaşmasını sağlar. Bu be­ lirti kavramı dilin ö bü r düzeylerine de ya­ yılmıştır. Örneğin, biçim bilim de tekil ço ­ ğula göre, eril de dişile göre belirtisizdir. — Elektron.Sayısal bir sistemin saptanmış bir uyaranı için, belli bir zaman pencere­ si içinde, bir noktadaki veri yığını değiş­ mezdir. Ancak, veri miktarı aşırı ölçüde büyük olduğundan (nokta başına on bin­ lerce ya da daha fazla bit), testleri kolay­ laştırmak amacıyla, sıkıştırma yöntemleri uygulam ak gerekir. Ç ok kullanılan bir sı­ kıştırma yöntemi, bu verileri yarı-rastlantısal bir üretece verm eye ve uyarm a bitti­ ğinde, son değeri okum aya dayanır: işte bu değer, bir belirti oluşturur. Bu test tü­ rü çok duyarlıdır; çünkü iki veri akışı ara­ sındaki bir tek sapm a biti bile çok farklı iki belirtiye yol açar; dolayısıyla bir dona­ nımdaki belirtileri, bulunması gerekenlerle karşılaştırarak, olası bir arıza giderilebilir. — Psikan. Freud, histeri olaylarını İncele­ yerek, o zamana kadar genellikle öykü­ nüm olarak görülen histerik dönm e belir­ tisinin, bilinçdışı isteğin ve bastırılmış içe­ riklerin dışavurum u olduğunu ileri sürdü (1892) ve böylece “ belirti” sözcüğüne ye­ ni bir anlam yükledi. Travm a doğuran gerçeklerin, bellekte tutulmasını açıklaya­ bilm ek için psikopatolojik belirtinin, iste­ ğin doyurulmasını ve bu doyurulm ayı sağlayan bilinçdışı fantazmayı açığa vur­ duğunu ileri sürm ek gerekir. Bu bakım ­ dan belirti, uzun süredir bastırılmış bir cin­ sel doyum un geri dönüşüdür, ama aynı zam anda belirtide, sözü geçen doyum un yinelenm esine yönelik bir eğilim in dile gelmesi bakım ından da bir uzlaşım olu­ şum udur.



BELİRTİBİLİM a. Tıp. 1. Bir hastalığı niteleyen öznel ve’ nesnel olguların (be­ lirti) incelenmesi. — 2. Bu olayların tümü. (Eşanl. SEM PTOM ATOLOJİ.)



BELİRTİCİ sıf. ve a. Bir şeyi belirten, be­ lirtme işlevi gören şey için kullanılır. — Dilbil. Dizimsel belirtici, üretici d ilbilgi­ sinde, bir tümcenin türetme evresinin her-



1491



b elirtici hangi bir noktasında, ağaç ya da ayraç­ lar dizisi biçim indeki gösterimi (Derin ya­ pıda, türev ya da son dizimsel belirtici sözkonusu olabilir.) —Jeokim . Belirtici öğe, jeokimyasal sap­ maları belirlem eye yarayan öğe. (Belirti­ ci öğeler, araştırılan öğelere yataklarında eşlik eder. Bu öğeler, gerek ayırtedici jeo­ kimyasal davranışları, gerekse çözümsel yöntemlerle dozlarını saptamadaki kolay­ lık nedeniyle seçilirler.)



1492



BELİRTİK sıf. Mant. Belirtik tartım, kar­ maşık bir sim ge (tanımlayan deyim) yeri­ ne daha basit bir simge (tanımlanan d e ­ yim) konulabileceğini gösteren kural. (Ör­ neğin, baldız = T Bir erkeğin eşinin kız kardeşi.)



BELİRTİLEN - 3ÖSTERİLEN. BELİRTİLİ sıt Belirtilmiş, belirginlik ka­ zandırılmış. — Dilbil. Bir başka terimle ikili karşıtlık için­ de olan ve öteki terim de bulunmayan, (.belirti denilen) belirleyici bir özellikle on­ dan ayrılan dilsel bir biçim, bir birim için kullanılır. |j Belirtili ad tamlaması, tamlaya­ nı, tam layan eki (-in) alarak belirlilik kaza­ nan ad tamlaması (örn. O kulun bahçesi, A li'n in babası, kentin havası). || Belirtili nesne, geçişli fiili tümleyen ve yükleme durum u ekiyle belirlilik kazanan tüm leç (örn. SENİ orada görem edim : KİTABI ver). BELİRTİLMEK - BELİRTMEK. BELİRTİM a Geom. Bir a açı İkilisinin belirtimi, a nın bir faz ile elde edilen ön­ cül gerçeklerinden biri. (Fazın dönemi m ise,a nın iki belirtiminin farkı, m nin bir ka­ tıdır.) || Bir a açı İkilisinin tem el ya da asal belirtimi, a nın ] - Ş- . C-



C. ‘



için d e , dö-



nem i m olan bir faz ile elde edilen öncü­ lü. — Mat. çözlm. B ir t fonksiyonunun belirti­ mi, z karmaşık değişkeninin, £ nin bir D bağlantılı açığında tanımlanan sürekli g fonksiyonu, öyle ki, v / D için ve fç o k b içimli bir fonksiyon olduğunda g(z), f(z) nin olanaklı değerlerinden biridir. (Örne­ ğin, z-> log jz| + i. Arg z fonksiyonu, £ nin Re (z) > 0 açık yarıdüzlem inde, Arg z e ]- j -



,



| için tanımlanan ve z ı - log



z nin asal denen belirtimidir.)



Belisarios Ravenna’da San Vitale bazilikasının absidasını süsleyen mozaikten ayrıntı (540'a doğr)



BELİRTİSEL sıf. Tıp. 1. Bir belirtiye değgin — 2. Görünüşte başka bir hasta­ lıktan ileri geldiği izlenimini veren hasta­ lıklara denir. || Belirtisel tedavi, nedenine dokunm adan sadece belirtilerini tedavi etmeyi öngören tedavi yöntemi. BELİRTİSİZ sıf. Açık, belirli olmayan; belirtilmemiş olan. — Dilbil. Belirtisiz ad tamlaması, tam laya­ nı tamlayan eki (-in) almamış olan ad tam ­ laması. jj Belirtisiz nesne, yalın durum da bulunan nesne (örn. kitapçıdan b ir KİTAP aldım), [Bk. ansikl. böl.] — Semeiol. Klinik belirti vermeyen. — A N S İK L. Belirtili ad tam lam asında tam ­ layan, tam lananın ait olduğu varlığı gös­ terir. Buna karşılık, belirtisiz ad tam lam a­ sında tamlayan, tam lamanın türünü be­ lirtir (örn. kapının mandalı, kapı mandalı: çobanın köpeği, çoban köpeği). Bir bü­ tünün parçalarını (zeytin dalı, zeytin y a p ­ rağı vb.), bir nesnenin türlerini (armut ağa­ cı, çınar ağacı, vb.) ayırmada kullanılır. Ki­ mi durum larda tamlayanla tamlanan ara­ sında bir benzetme (talih güneşi, aşk ateşi vb.) ya da bir neden (sel felaketi, sınav heyecanı, gençlik bunalımı vb.) ilişkisi bu­ lunur. Ayrıca, olum suz bir nitelik belirten bir sözcükle kişi gösteren bir addan oluş­ turulan kimi belirtisiz ad tamlamaları, an­ lam ca sıfat tamlamasıyla eşdeğerlidir (örn. A li sersemi, sersem A li; kapıcı apta­ lı, aptal kapıcı vb.). Genel bir adla bir sı­ fattan oluşturulan kimi tam lam alarsa abartm a gösterir (para delisi, m al canlısı vb.). Bir adla yer, yön gösteren bir söz­ cükten oluşturulan belirtisiz ad tam lam a­ larında tamlanan, tam layan olan adla il­ gili yerin belirginlik kazanmasını sağlar



(deniz dibi, şehir içi vb.). Türkçede pek ço k bileşik sözcük bu kalıpla oluşturul­ muştur.



BELİRTKE a. A M B L E M ’ e k a rş ılık o la r a k ö n e r ile n s ö z c ü k . — D ilb il. -» GÖSTERGE. BELİRTME a. Bir şeyi belirgin durum a getirm e, açıkça ortaya koyma. — Dilbil. Belirtme sıfatı, niteleme sıfatlarıyla karşıtlaştırmak için gösterme, soru, sayı v e belgisiz sıfatlara verilen ad. — D ilb ilg . Belirtme durum u, y ü k l e m e D U R U M U ’ n u n e ş a n la m lıs ı.



— Mant. -» GÖSTERME.



BELİRTMEK



-> BELİRM EK



BELİSAMA, Ateş ve Demircilik tanrıça­ sı. ıh BELİSARİOS, bizanslı general (Trakya ile illyria arasındaki sınırda 500 e doğr. - Konstantincpolis 565). iustinianos tara­ fından im paratorluk orduları başkom uta­ nı yapıldı. Dara’da Persler’i yendi (530), am a 5 3 1 ’de Kallinikon’da yenildi. İstan­ b u l’a geri çağrıldı. 5 32'de Nika isyanı sı­ rasında yerinde kararlar vererek im para­ torluğu kurtardı. A frika ’yı Vandallar’dan geri aldı (533) ve yendiği vandal kralı Gelim er’i, iustinianos’un ayağına getirdi (534). Sicilya’yı (535), Napoli ve R om a’yı işgal etti,am a kral Vitige zam anında Ostrogotlar onu Rom a’da kuşattılar. Belisa­ rios, bir yıl süreyle kenti kahram anca sa­ vundu (537-538). R om a’yı kurtardıktan sonra, Ravenna’yı aldı. Kazandığı başa­ rılar sarayın ve im paratorun kıskançlığı­ na yol açtığından,im parator tarafından geri çağrıldı, ama 541 ve 5 4 2 ’de A sya’ da ilerleyen Hüsrev I Anuşervan’ı durdur­ du. Bu, onun tekrar İtalya’ya gönderilm e­ sine engel olmadı (544). Totila zam anın­ da Ostrogotlar İtalya'da yeniden üstünlük kurmuşlardı. Belisarios, elinde yeterli kuv­ vet olmadığı için R om a’yı kurtaramadı. Umutsuzluğa kapıldı, geri çağrılmasını is­ tedi ve İstanbul’da im paratorluk muhafız alayı komutanı oldu, 559 ’da başkenti H unlar’a karşı korudu. Ama, imparator, sürekli olarak kendisinden kuşkulanmak­ taydı. 562 ’de, im paratora karşı bir kom p­ lo hazırlamakla suçlandı ve bir süre göz­ den düştü. Kör ve dilenci Belisarios efsa­ nesinin tarihsel gerçekle hiçbir ilgisi yok­ tur.



BELİSARİUM a. Kör akrepleri içeren cins. (Belisarium xam beui türü. Doğu Pireneler’de, bazen m ağaralarda yaşar. Chactidae familyası.) BELİT a. 1. Mant. Aristoteles mantığın­ da, herhangi bir çıkarımın tanıtlanamaz veya apaçık sayılan kalkış noktası (öncü­ lü). — 2. Mant. ve Mat. Belitleştirilmiş bir kuramın, bu kuramdaki tanıtlamaların kal­ kış noktası olan başlangıç önerm esi. (Bk. ansikl. böl.) — 3. Sözdizimsel bir sistemin başlangıç tezi. — 4. Plerhangi bir düşün­ sel, toplum sal, ahlaksal, vb. sistemin te­ meli sayılan doğruluğu tartışılmaz öner­ me; herkesçe tartışılmaz sayılan doğ ru ­ luk. — Fels. Aristoteles’e göre, bir tanıtlama yapılmasına yarayan, am a kendisi tanıtlanamaz olan ve doğrudan (sezgi aracılı­ ğıyla) kavradığımız ilke. (“ Belitler [yun. aksioma\ denen ortak ilkeler, tanıtlama zin­ cirinin dayandığı ilk d oğ ru lard ır" [İkinci Analitikler, 1, 10]. "B ütün , parçadan da­ ha b üyüktür” önermesi, böyle bir belite örnektir.)|| Kant’a göre, "dolaysız olarak kesin, önsel ve bireşimsel ilke (alm. Grundsatz)” (Kritik d e r reinen Vernunft, 2



,



1 ).



— Mat. Belit dizgesi, belitlenmiş matem a­ tik kuramı; hem m antıksal belitlerle gös­ terilen gözardılı mantıksal bir sistemden (örneğin AV*1A["A ya da değil A"]), hem de göz önüne alınan kuram a özgü, özel bir parçadan (ve kimi kez açıkça belirti­ lecek tek parçayla) oluşur. [Eşanl. AKSİY O M A T İK .] (Bk. ansikl. böl.) — A N S İK L . Mant. ve Mat. En ünlü örneği­



ni Euklides geom etrisinde bulduğum uz içerikli belitsel dizgede tanıtlanmamış önermeler (aksiomata), bu önermelerden türetilen tanıtlanmış önerm elerden (theoremeta) ayırt edilir. Bu temel önermelerin apaçık oldukları kabul edilir. Bunların tanıtlanamaz olması kusur sayılmaz. Tanıtlanamaz olm aları.da şundandır; eğer on­ ları da tanıtlamaya kalkacak olsaydık, on­ ları, temel önerm elerden, bu sonuncula­ rı daha da temel önerm elerden türetm e­ miz gerekecekti ve böylece sonsuz bir gerilem e sürecine kapılacaktık. Bu ne­ denle, belitleri (aksiyomları) tanıtlamak olanaksız olduğu gibi gereksizdir de: 1' Bütün bu doğrular tanıtlanamaz olm ak­ la birlikte, geom etrinin temellerini ve ilke­ lerini oluştururlar. Ancak onları tanıtlanamaz yapan, karanlık oluşları değil, tam tersine son derece apaçık oluşlarıdır ve dolayısıyla buradaki tanıtlam am a bir ku­ sur değil, bir kusursuzluk ve bir yetkinlik belirtisidir” (Pascal). Aynı nedenle belit­ lerin, çıkarımlar yapan gidimli akıldan, ya­ ni adım adım ilerleyen akıldan farklı, özel bir görülem e (sezgi) yeteneği tarafından kavrandığı varsayılır: “ ilkeler sezilir, öner­ m eler tü retilir" (Pascal). Belitler, geleneksel olarak iki öbeğe ay­ rılır: 1, asıl belitler (aksiomata): bunlar ev­ rensel (yani her alanda geçerli) doğruluk­ lar olup akla kendilerini mutlak biçim de kabul ettirirler. Belitleştirilmiş bir bilgi da­ lına özgü olması gerekm eyen bu tür doğ ­ ruluklar arasında, "b ü tü n parçadan bü­ yüktür", “ üçüncü bir niceliğe eşit olan iki nicelik kendi aralarında da eşittir” öner­ melerini sayabiliriz. 2. “ Öğretm enin, ö ğ ­ rencisinden varsaymasını istediği” (Aris­ toteles) koyutlar (aitemata) ise (örneğin Euklides’in 5. koyutu türünden), özel ba­ zı geom etrik kuruluşlarının gerçekleştiril­ mesine ilişkin isteklerdir: "ik i doğruyu ke­ sen bir doğrunun aynı anda m eydana ge­ tirdiği iç açıların toplam ının iki dik açıdan daha küçük olduğunu varsayarsak, son­ suz uzatılan bu iki doğru, toplamı iki dik açıdan küçük olan yanda kesişir." M o d e rn b e lits e l d iz g e ( fo rm e l aksiyom atik” de denir), belitlere büsbü­ tün farklı bir yer verir. Belitler, içlerinde " v e ", “ ve ya", “ ise” , vb. gibi bazı m an­ tıksal simgelerle, "a rtı” , “ ça rpı” , vb. gibi mantıksal-olmayan simgeler geçen öner­ melerdir; bu simgelerin karşılığı (anlamı) geleneksel belitsel dizgede olduğu gibi önceden belirlenmiş değildir. Bu tür mantıksal-olmayan sim gelerin yer aldığı belitlere, m antıksal-olmayan belitler (ya da asıl belitler, matematiksel belit veya ko­ yutlar) denir. (Bunun, içerikli belitsel diz­ gede bu sözcüğün taşıdığı anlamla karış­ tırılm a m a s ı g e re k ir.) Ö rn e ğ in ( x + y) + z = x + (z + y) ve 3 x [ V y ( x + y ) = y ve v y (3 x (z + y = x ))], g ru p la r ku ra m ın a ö z g ü m antıksalolmayan belitlerdir (içlerinde mantıksal ol­ mayan + simgesi geçiyor.) Bir başka örnek: a , bir T kuramı için belitler küm esidir ancak ve ancak a nın modelleri T nin m odellerinin aynı ise. — Mat. Belit dizgesi, içinde m antıksal ol­ m ayan sim gelerin bulunduğu mantıksal olm ayan belitlerden oluşur. (Örneğin x + 0 = x ve x + y ' = (x + y ) ' [burada x in ardılı’m gösteren x ', x + 1 e eşittir],m an­ tıksal olmayan simgesini tanımlayan mantıksal olmayan belitlerdir). Belit dizge­ lerine örnek olarak, tam sayılar için Peano belit dizgesini ve Zerm elo-Frânkel’in kümeler kuramını sayabiliriz. Genel olarak kuram, içerikseI belit diz­ geleri ile biçim sel belit dizgeleri' ne ayrılır: " içerikseI belit dizgeleri, iyi bilindiği var­ sayılan nesnelerin hallerine başvurarak temel kavramları işe sokar ve temel öner­ meleri, gerek berraklaştırılması gereken apaçık veriler olarak, gerekse denemenin sonuçları olarak sunar” (Hilbert). Böyle­ ce, Eukleides geom etrisinde, tanımlar (nokta, vb.) sezgisel gösterim lere eşlik eder ve belitler (örneğin, aynı niceliğe eşit olan iki nicelik birbirine eşittir) apaçık ola-



rak göz önüne alınır. Buna karşılık biçim ­ sel belit dizgesi, "tem el kavramların sez­ gisel gerecini göz önüne almaz” (Hilbert); yani mantıksal olm ayan simgeler ilk ta­ nımların nesnesi olmaz; bunların anlam ­ dan yoksun olduğu düşünülür ve kaplam­ ları yalnızca belitlerle saptanır. Hilbert Grundlagen d e r Geometrie (1899) adlı yapıtında geom etrinin bir biçim sel belit d izgesi'ni geliştirdi. • Belit dizgesi yöntemi. M odern belit diz­ gesinde (biçimsel belit dizgesi), ilkel terim­ lerin kaplamı önceden bilinmez: aksine, bu ilkel terimlerin kaplamının değişkenlik sınırını saptayan belitlerdir. Böylece, Peano belit dizgesini gerçekleyen bir nes­ neler sisteminin her elemanının tamsayı olduğu düşünülebilir. 'Bu yöntem in ge­ nel niteliği çoğu kez aşağıdaki gibi betim­ lenir. Kimi soyut nesnelerin ve değişik tür­ den kavramların (uzay, m addesel nokta, olasılık vb.) kimi soyut özelliklerine ilişkin olum lam alar yerine şu biçimdeki olum la­ malar göz önüne alınır: (türü başka biçim­ de belirlenmeyen) her nesne öbeği için



(Moskova 1880 - ay.y. 1934). Çok d eğ i­ şik etkiler altında kalarak (Nietzsche, Maeterlinck, O. VVilde) ülkesinde sim geciliğin kuramcısı durum una geldi (Arabesques [fr. çev ], 1911); sanatı bir tür büyü ola­ rak görüyordu. Ritimli düzyazılarında (.D ramaticeskaya simtoniya, 1904-1908) ve şiirlerinde daha çok dil oyunlarına baş­ vurdu. Am a en iyi yapıtları gerçekle gerçekdışının birbirine karıştığı romanlarıdır: Pigeon d 'a rg e n t (fr. çev ), 1910; Petersburg, 1914; Moskova, 1926-1932. Dev­ rime sahip çıkarak (Christ est ressuscite [fr. çev.], 1918) onu, Batı’dan da D oğ u ’ dan da eşit uzaklıkta bulunan iskitler’in mirası olarak gördü. Roman tarzında bir o to b iy o g ra fi ya zdı (K o tik Letayev, 1917-18). Beliy’in biçim araştırmaları, fütürist estetiğe ve biçim cilerin araştırmala­ rına kaynaklık etti.



BELİYAT çoğl. a. (ar. b e liyye 'nin çoğl. beliyyât). Esk. Belalar, sıkıntılar, felaket­ ler; "Savar üstünde her b eliyya tı" (Niya­ zi, XVII. yy.).



Corozal koyu 'a n c is c o



mercan



.N e w H om e g e W a lk f R idge "\R a n c h o



Pe dro lo c a Chica



In dian C h u rc h



;rm u d i Landir lattievill,



\



Turneffe adi.



ın acic Xunantunich ^ .M îdölesf itanrî



M illö n a ı



fp g C reePj Pla cen yajf C am pa m en to Palm ar / I LubaanttSa. I S A n to nio # T o le d o ^Punta G o rd a



lo d e s to M endez



Am atique v koyu



A P u e r to -^ C o r t Ğ s terto B a rr io s 1



eşyükseltl eğrileri



ve bu nesneler arasındaki her bağıntı sis­ temi için, bu bağıntılar belli salt mantık­ sal (belitler denen) kimi koşulları gerçek­ liyorsa, salt mantıksal (bunlara karşılık ge­ len belit dizgesinin teoremleri denen) ki­ mi başka koşulları da gerçekler." (Georg Kreisel ve Jean-Louis Krivine, Etâments de log iq ue m athömatique, 1967.)



BELİTLEME a Mant, ve Mat. Bir mate­ m atik kuramını belitlenm iş bir kuram bi­ çim ine sokma işlemi.



BELİTLEMEK f. Mant. ve Mat. 1. Bir şeyi belitleme. — 2. Türetimsel b ir m ate­ m atik kuramını belitlemek, bu kuramın dayandığı tanımlanmamış terimlerle tanıt­ lanmamış koyutların (postulatların) neler olduğunu belirtmek. BELİTLENEBİLİR sıf. Mant. ve Mat.



BELİYE a. (ar. beliyye). Esk. Bela, fela­ ket, dert, sıkıntı: "İnsaniyet için canlı bir b e liye ..." (H. R. Gürpınar). — Folk. Müslümanlıktan önce Arabistan’ da, önemli kişilerin göm ütüne bağlanan bir binek hayvanının, ölene değin aç ve susuz bırakılması geleneği. (Bk. ansikl. böl.). —ANSİKL. Folk. Bu gelenek, ölümden sonra dirilme inanışından kaynaklanır. Ölen, yiğit bir kişi ya d a önemli biriyse, göm ütüne kısrak, dişi deve ya da başka bir binek hayvanı bağlanır ve ölüm e terk edilirdi, inanışa göre, ölen kişi tekrar di­ rildiğinde, bu hayvana binecek, sıradan insanlar gibi yaya yürümekten kurtulacak­ tı. Daha sonra bu gelenek, ölüye saygı belirtisi olarak, gömüt üzerinde koyun, ke­ çi, inek vb. kurban etme biçim ine dönüş­



tü. Belitlenebilen kuram a denir. (Eğer bir ku­ ram, sınırlı sayıda belitler aracılığıyla be- ■ BELİZE, 1973’e kadar In g iliz H ondulitlenebiliyorsa, sonlu olarak belitlenebilir rası, Orta Am erika’da devlet, Antiller d e ­ bir kuramdır.) nizi kıyısında, Commonvvealth üyesi; 23 000 km2; 191 000 nüf. (1991). Başkenti BELİTLENEBİLİRLİK a Mant ve Belmopan. Başlıca kenti, Belize. Mat. 1. Belitlenebilir olma. — 2. Sonlu be• COĞRAFYA. Yüzey şekillerinin ana is­ litlenebilirlik, bir kuramın sonlu olarak bekeletini yaşlı bir kütle oluşturur: Maya dağ­ litlenebilmesi. ları (yüksekliği 1 000 m ’yi aşar). Ülkenin BELİTSEL sıf. Bir belitle ilgili olan daha dağlık olan güney kesimi, kuzey ke­ — Bir belit özelliği taşıyan. — Kanıtlanama­ simine oranla bol yağış alır. K .’de genişyan. ]( Belitsel kuram, tanımlanmamış te­ yapraklılar ormanından, G .’de sık ekva­ rimlerin ve kanıtlanmamış koyutların ke­ tor orm anına geçilir, ikinci Dünya savasin olarak belirtildiği m atematik kuramı. şı’na kadar, ülke iktisadı orm an işletme­ (Örneğin, gerçek sayıların belitsel kura­ ciliğine dayanmıştır. mı.) |] Belitsel yöntem, bir matematik ku­ Belize’nin halkı, İngiliz sömürgeciliğinin ramını belitleştiren, yani bunu belitsel ku­ etkisiyle, farklı kökenlerden gelir: Antil ül­ ram biçiminde sunan yöntem. ( - BELİT" keleri kökenli zenciler ve İngilizce konu­ DİZGESİ.) şan melezler, halkın yüzde 6 0 ’ını oluştu­ rur; geri kalan bölümse Kızılderilileri (% BELİTUNG ya d a BİLLİTON, Endo­ 10), İspanyol kızılderili melezleri ("mestinezya'da ada, Bangka ve Borneo adala­ z o ’lar” ) [0/0 15], XVIII. y y .’da Saint Vinrı arasında; 248 km 2. Merkezi Tancungce n t’dan getirilm iş zenci Karayibler’i (°/o pandan. Kalay üretimi. 7), AsyalIlar’ı (% 4) ve beyazları (°/o 4) içe­ BELİUS (Matthias) -> B e l (Matyas). rir. iktisat 1950’den bu yana çeşitlenmiş, BELİY ya da BYELİY (Boris Nikolayeşeker ülkenin başlıca gelir kaynağı olmuş­ viç BUGAYEV. A n d re y — denir), rus yazar



tur. Turunçgil ve sığır yetiştiriciliği geliş­ mektedir. Sanayileşme henüz yetersizdir ve ticaret bilançosu büyük ölçüde açık verm ektedir. Büyük Britanya’ nın iktisadi yardımı ve yabancı sermayenin katkısı, ül­ kenin kalkınması için vazgeçilmez öğeler­ dir: • TARİH. Bölge, önce Maya im parator­ luğ u ’nun toprakları içindeydi. Daha son­ ra Karayibler tarafından işgal edildi. XVII. yy. boyunca transız ve İngiliz korsanları ile m aun ve bakam gibi değerli ağaçları kesm ek am acıyla gelen jamaikalı söm ür­ genlerin uğrak yeri oldu. XVIII. y y .’da, Ispanya ve İngiltere arasında uzun süre çekişmelere yol açtı. Önceleri Belize ırma­ ğı ağzındaki ağaçları kesme hakkıyla (1763 ve 1786 antlaşmaları) yetinen İngil­ tere, çok geçm eden bölgeye bir yönetici gönderdi Daha sonra tahta bağlı bir sö­ m ürgeye dönüştürdüğü (1862) bölgeyi, okyanuslararası kanalı da dikkate alarak Jam aika’ya bağlı askeri bir valinin dene­ timine bıraktı. Komşu ülke Guatemala böl­ ge üzerinde sürekli hak iddiasında bulun­ du. 1964’te özerk kurumlarla donatılan ve 1954’ten bu yana Birleşik halk partisi (BHP) tarafından yönetilen ülke, 1973’te başbakan George Price’ın girişimiyle Be­ lize adını aldı. Sahip olduğu geçici iç özerklik statüsünün ülkeyi, 1976’da, tam bağımsızlığa götürmesi gerekiyordu. A n­ cak, halkın yoksulluğu ve türdeş olmama­ sı bağımsızlığa geçişi bir süre engelledi. Bunda diğer bir etken de, bu genç d ev­ letin, Guatemala ve M eksika’nın üzerin­ de hak iddia etmeleri karşısında, İngilte­ re’ye bağlılığını varlığının bir güvencesi olarak görm esiydi. Bununla birlikte, Beli­ ze, 1981 martında Guatem ala ve İngilte­ re arasında yapılan bir anlaşma sonrasın­ da, 1981 eylülünde bağımsızlığa kavuş­ tu. • ARKEOLOJİ. Günüm üzdeki Belize to p ­ raklarında m aya kent kalıntıları yer alır; bunların başlıcaları arasında Lubaantün,



\



O N D U R A S



Belize’nin haritası ve aynı adı taşıyan kentten bir görünüm



Belize 1494



1892'de New York-Chicago telefon hattının Graham Bell tarafından açılışı



Altun H a* ve Benque Viejo sayılabilir. En eski arkeolojik kalıntılar klasiköncesi d ö ­ neme (yaklş. İ.Ö. 2000 - İ.S. 250) aittir ve çömlekçilikle, tarımla uğraşan küçük bir topluluğun varlığını kanıtlar.Barton Ramie’ de, kırsal bir kültüre bağlı Mam om üs­ lubunda maya çöm lekçiliği ortaya çıkarıl­ dı. Geç klasiköncesi dönem den (İ.Ö. 300 İ.S. 250) kalma, tepecikler üzerine kurulmuş, çöm lekçilğin bilindiği yerleşim­ ler, datıa yoğun bir nüfusun varlığını gös­ terir. Klasik dönem de (250-950) Mayalar, alüvyon taraçaları ya da tepe yamaçları­ na serpiştirilmiş köyler (üstüste oturtulmuş platformlardan oluşan tepecikler üstünde küçük evler) kurdular. Her köyde, öteki­ lerden daha büyük bir ya da birkaç tepe­ cik, buralarda bir tapınak ya da sarayın varlığını düşündürmektedir. Tepeciklerin yam açlarında ortaya çıkarılan mezarlar­ da erken klasik dönem e (250-600) ait Teotihuacân üslubunda çokrenkli çanaklar ve üç ayaklı küpler bulundu. Bu konut kü­ melerinin yanı sıra, piramitler, alanlar, top sahaları ve başka önemli yapıları kapsa­ yan tören merkezleri inşa edilmişti. Geç klasik dönem de (600-950), Teotihuacân üslubu ortadan kalktı, ancak çokrenkli ça­ nak çömleğin ve kusursuz bir kazıma tek­ niğiyle bezenmiş vazoların yapımı sürdü­ rüldü. Klasiksonrası dönem de bölgeye, Chichen İtz â *’ nın gerilem esinden önce, 1200’e doğru kuzeyden gelen topluluk­ ların yerleştiği sanılmaktadır; bunun g e ­ rekçesi, Belize topraklarında rastlanan bu dönem kalıntılarının, Yucatân’ın erken klasiksonrası dönem inin (950-1200) izle­ rini taşımasıdır.



BELİZE, Belize’de kent. Antiller denizi kıyısında. 1970’e kadar başkenti olduğu est^i bölgenin, başlıca kenti ve limanı; 56 131 nüf. (1991).



BELKA, Suriye’ nin G .’inde, Şeria nehri ile Lut gölünün D.’sundaki bölge; merkezi Amman. Eski kaynaklarda ise Şeria neh­ rinin G .’i ya da D.'suna düşen ve m erke­ zi Amman olan bölgeye de bu ad verili­ yordu. Osmanlı dönem inde Beyrut vila­ yetine bağlı bir sancaktı. G ünüm üzde A m m an’dan Zarka M ain’e değin yayılan ve merkezi el-Salt olan bölgedir, BELKAYA, Konya’nın Ereğli ilçesi, merkez bucağına bağlı belde; 5 409 nüf. (1990). Joachim du Bellay karakalem Biblioth&jııe nationale, Paris



BELKEMİĞİ a. 1. Om urga. — 2. insan­ d a ve bazı hayvanlarda, sırtın, boyunla sağrı arasında kalan bölümü. — 3. Bir şe­ yin temel öğesi, onu ayakta tutan şey: Bir romanın belkem iğini oluşturan olaylar. BELKIS ya da BALKIZ, Balıkesir'in Er­ dek ilçesinde, Kapıdağı yarımadasıyla, A n a do lu kıyısının birle ştiği yörede, K yzikos* kalıntılarının bulunduğu yerin bugünkü adı.



BELKIS, Arabistan yarımadasının gü-



Rdml Belleau



Chronologie collie'den alınma gravür



ber verdiği bildirilir. Hz. Süleyman da, kra­ liçeye besm ele* ile başlayan bir m ektup gönderir. M ektubun içeriğinden kaygıya düşen kraliçe, halkının temsilcileriyle d u ­ rumu görüşüp, birçok arm ağanlarla bir­ likte Hz. Süleyman’a bir elçi yollar. Süley­ man, armağanları geri çevirdiği gibi ülke­ sini yerle bir edeceğini kraliçeye bildirir. Bu durum karşısında Belkıs, Hz. Süley­ m a n ’a gitm ek üzere yola çıkar. Bu arada olağanüstü güce sahip bir bilge kişi, kra­ liçeden önce onun tahtını Hz. Süleym an’ ın sarayına getirmiştir. Kraliçe geldiğinde bu tahtı kendi tahtına ço k benzetir; sara­ ya girerken billur döşeli zemini su sana­ rak eteklerini toplar. Bu olağanüstü d u ­ rum lardan ve görkem den etkilenen kra­ liçe, "Hz, Süleyman ile birlikte Allah’a tes­ lim old u m ” diyerek onun peygam berliği­ ne iman eder. — Ed. Divan edebiyatında, sevgiliden gel­ mesi beklenen haber H üthüt’ün Saba melikesi Belkıs ile ilgili olarak Süleyman'a getirdiği habere benzetilir (Ey nâm e sen o l m âhlikadan m ı gelirsin / Ey hüdhüd-i ûmmfd, sa bâ'dan mı gelirsin -Nabi).



Belkıs harabeleri -»



Aspendos.



BELKİ be. 1. Olabilirlik, olasılık, yakınlık belirtir: Belki yarın gelir. Belki unutmuştur. Belki zeki ama çalışmıyor. Belki bizden önce gelmiştir. — 2. Bir sayı sıfatıyla yak­ laşıklık belirtir: Toplantıda belki yirm i beş kişi vardı.



BELKİLİ sıf. Sonucu, çözüm ü kesin ol­ m ayan şey için kulanılır; kuşkulu.



BelkuvArA, Irak’ta Sam erra yakınların­ da saray (854-859). Halife M ütevekkilin yaptırdığı saraylar içinde en iyi korunmuş olanıdır. Bahçeler ve ek yapılar bir yana bırakılırsa, 460 x 575 m 'lik bir alanı kap­ layan saray, abbasi sanat ürünlerinin de­ ğerli örneklerini barındırır.



BELL (John), İngiliz cerrah ve anatomist (Edinburgh 1763 - Roma 1820). insan anatomisi, yaraların tedavisi ve cerrahinin temelleri üzerine yapıtları vardır. BELL (sir Charles), ıskoç fizyoloji bilgini (Edinburgh 1774 - North Hallow, VVorcester yakınında, 1842), John Bell’in karde­ şi. Edinburgh’da hekim ve anatomi uzma­ nı, Lon d ra 'da fizyoloji profesörü. Om uri­ liğin ön köklerinin devimsel rolünü buldu. Bu kavram, daha sonra arka köklerin du­ yusal işlevini bulan M agendie tarafından da doğrulandı. En önemli yapıtı Alew Idea o f the A natom y o f the Brain’dir (Beyin anatomisine yeni bir bakış, 1811). Bunun yanı sıra, 18 yaşında teşrih üzerine bir elkitabı ve özgünlüğüyle dikkati çeken The A natom y and Philosophy o f Expression as C onnected with the Fine Arts'\ (Anla­ tım anatomisi ve felsefesinin güzel sanat­ larla ilişkisi, 1806) yazdı. Bell belirtisi. Nörol. Çevresel yüz felç­ leri sırasında, gözkapakları kapatılmak is­ tendiğinde (ama gene de kapıtılamaz) göz yukarı ve dışa fırlar. Bu belirti, yüz si­ nirinin üst dalı ile alt dalını aynı derecede ilgilendiren çevresel yüz felçlerini, alt yüz sinirinden kaynaklandığı açıkça belli olan merkezi yüz felçlerinden ayırmaya yarar.



ney-batı’sında yaşamış Saba (Seba. Şeba) kavminin melikesi (kraliçesi). Eski A h it*’te, adı verilmeksizin kendisinden Saba kraliçesi diye söz edilir ve onun,Hz. Süleyman’ı bilmecelerle sınamak için, ka­ labalık bir toplulukla Yeruşalem’e (Kudüs) Bell felci. Nörol. Çevresel yüz felci. geldiği, ona baharat, altın ve daha baş­ ka değerli taşlar arm ağan ettiği, Hz. Sü­ Bell ve Magendie yasası, sir C har­ leym an'ın bilgeliğine ve saltanatının göz les Bell ve François M agendie’nin (1783 kamaştırıcılığına hayran kaldığı, Hz. Sü­ -1855) açıkladığı yasa. Bu yasaya göre, leyman’ın da ona aynı şekilde karşılık ver­ om urilikten çıkan sinirlerin ön kökü götü­ diği, bütün dileklerini yerine getirdiği an­ rücü ve hareket ettirici, arka kökü getirici latılır. ve duyusaldır. Kuran'ın Nemi suresinde de (XXVII. 22 S BELL (Alexander Graham), İngiliz asıllı -24), Saba ülkesine hükm eden b ir kadın amerikalı mucit ve fizikçi (Edinburgh 1847 dan söz edilir. Ancak, Kuran'ın bütün tef­ - Baddeck yakınında, Kanada, 1922). On sirlerinde, bu kadının adının Belkıs oldu­ altı yaşında, büyük yetenek gösterdiği ğu belirtilir. Bu tefsirlerde insanlardan m üzik çalışmalarını bıraktı ve diksiyon başka canlılara ve gözle görülmeyen var­ profesörü olan babasını örnek alarak ken­ lıklara da hükm eden Hz. Süleyman’ ın bir dini sesbilgisi çalışmalarına verdi. Önce tür habercisi kabul edilen hüthüt'ün (çaLondra'ya yerleşti, ama sağlığı yüzünden vuşkuşu, ibibik), Hz. Süleyman’a Saba ül­ ailesiyle birlikte Kanada’ya göç etmek zo­ kesinde çok varlıklı bir kraliçenin yaşadı­ runda kaldı. Burada sağırlara işaret dilini ğını, onun ve halkının güneşe taptığını ha­



öğretti. 18 7 3 ’te Boston Üniversitesi’nde ses fizyolojisi profesörlüğü yaptı. 1874’te, is karasıyla kaplı cam bir levhaya sesleri kaydeden yapay bir kulak yaptı. Sağırla­ rın işitmesini sağlam ak am acıyla geliştir­ diği çalışmalar sonucunda 18 76 ’da tele­ fonu icat etti. Bu buluş kısa sürede büyük başarı kazandı; ne var ki öncelik hakkına itiraz edildi ve Graham Bell m ahkem ede haklarını savunm ak zorunda kaldı. Gra­ mofon plaklarında balm um unun kullanıl­ masını bulması en kayda değer icatların­ d a n biridir, insan bedeninde metal cisim­ lerin lokalizasyonu için elektriğe dayalı bir yöntem de tasarladı ve bu tasarı X ışınla­ rının keşfine kadar kullanıldı.’



Bell System, ABD’de, ülke içi telefon hizmetlerinin önemli bir bölüm ünü karşı­ layan özel şirketler grubu. A m erican 7elegraph a n d Telephone'un (ATT) bir yan kuruluşudur ve ulusal ağın % 8 5 ’ini işle­ tir. Laboratuvarlarında, çok sayıda buluş gerçekleştirilmiştir.



BELL (Gertrud M argaret Lovvthian), İn­ giliz kâşif ve edebiyatçı (VVashington Hail, Durham, 1868 - Bağdat 1926). Ordunun mali desteğiyle O rtadoğu’ya yaptığı ikin­ ci gezide, Haşimi hanedanının B ağdat’ ta iktidara gelm esinde önemli bir rol oy­ nadı. Bir dişi T.E. Law rence olduğu söy­ lenebilir (Poems from the D ivan o f Hafız, 1889; The Desert and the Sown, 1907). BELL (Marie Jeanne B e llo n , M arie — denir), fransız tiyatro oyuncusu (Bordeaux 1900 - Neu-lly 1985) 1927-1953 arasında C om edie-Française’de, daha sonra Jean-Louis Barrault topluluğu nda çalıştı; büyük bir trajedi oyuncusu olarak sivrildi. Bulvar tiyatrosunda da rol alan sa­ natçı, J. Feyder'in G rand je u (1934) ve J D uvivier’nin Carnet d e bal (1937) adlı film lerinde büyük bir başarı göstermiştir. BELL (Adrian Hanbury), İngiliz yazar (Uppingham, Rutlandshire, 1901 -Gillingham, Norfolk, 1980), kırsal kesim insan­ larının örf ve âdetlerini yansıtan romanlar yazdı (C orduroy, 1930; The Flower and the Wheel, 1929). BELL (Daniel), amerikalı toplum bilim ci (New York 1919). Harvard Üniversitesi'n­ de toplum bilim profesörü ve ABD Edebi­ yat ve bilimler akademisi 2000 yılı komis­ yonu başkanı. Bell, "sanayi sonrası to p ­ lum u” kavramının yaratıcısıdır. Onun yo­ rumuna göre, ekonom inin yönetilm esin­ de teknik ve bilimsel bilgiye ihtiyaç gös­ teren kararların gittikçe daha çok önem kazanması, toplum sal yapıda derin bir değişikliğe yol açm akta ve bu değişiklik, toplum ların kültürüne ve siyasetine yan­ sımaktadır. Başlıca yapıtları: The Cultural C ontradiction in C apitalism (1976; Kapi­ talizmin kültürel çelişkisi), The VVinding Passage (1980; Dönemeçli geçit). BELL adası, K anada'da ada, Newfo u n dla nd ’ın güney-doğu’sunda, Conception körfezinde. BELLA BELLAS,İngiliz Kolombiyası'nda yaşayan kızılderili kabilesi. ( -» KwaKi UTLAR.)



BELLADON a. GÜZELAVRATOTU’nun eşanlamlısı.



Balla Estate (La), C. Pavese’nin hikâ­ ye kitabı (1940-1949). Konusu Torino’da geçen bu hikâyelerde yenigerçekçilik ve varoluşçuluğun etkisi görülür.



BELLAOİO, İtalya’da turizm merkezi, Lom bardia’da, Com o gölünü ikiye ayıran yüksek burunda;3 400 nüf. Villalar (özel­ likle XVIII. y y .’dan kalma) ve bahçeler. BELLAMY (Jacobus), hollandalı şair (Vlissinaen 1757-Utrecht 1786). Aşk ve vatan şiirleri yazdı (Chants de m a jeunesse [fr. çev.]), uyakçı dizeler kullandı ve b ir edebiyat dergisi kurdu.



BELLAMY (Edvvard), amerikalı yazar (C hicopee Falls 1850 - ay.y. 1898). Ga­ zetecilik yaptı, Springfield Nevvs’u kurdu



(1880), sonra Boston’da bir sosyalist der­ gi çıkardı (The New Nation, 1891), dev­ let kapitalizmini savunan ütopyacı roman­ lar yayımladı (Looking Backvvard: 2000 -1887, 1888; Eçuality, 1897). ■ B E L L A N G E (Jacaues [DE]), XVII. yy.’ın ilk çeyreğinde ürün vermiş Lorraine’li res­ sam ve gravürcü. 1603-1616 arasında Nancy sarayında faaliyet gösterdi. Müjde getiren m elek (Karlsruhe) ve Isa ’nın ö lü­ sü başında m atem (Ermitage) dışındaki resimleriyle dükalık sarayındaki freskleri kaybolmuştur. Desen ve gravürlerinde si­ nirli ve ince bir maniyerizm, kesin arabesk çizgiler görülür. (Louvre Bibliothöque Nationale, Paris; Lorraine müzesi, Nancy; vb.) B E L L A N O , İtalya’da sayfiye merkezi, Lom bardia’da, C om o gölü kıyısında; 3 800 nüf. B E L L A P A Y IS , rum ca B e lla p a is , Kıb­ rıs'ın Girne ilçesinde köy. B E L L A R Y , Hindistan’da kent, Karnataka’nın doğu kesiminde; 245 758 nüf. (1991). , B E L L A T R İK S , O rion’un y yıldızına ve­ rilen savaşçı anlam ında arapça kökenli ad. Kadir 1,7.Tayf tipi B 2. Uzaklık 136



ıyB E L L A V İT İS (kont Giusto), İtalyan m a­ tematikçi (Bassano 1803-Tezze, Vicenza ili, 1880). Kendi kendini yetiştirdi, geomet­ rik (koordinatlara bağımlı olmayan) bir he­ sap yaratmayı düşündü ve "denklik yön­ temi"™ geliştirdi. Bu yöntem, Grassm ann'ın genişleme kuramının ve vektör hesabının temelini oluşturur. Bellavitis, ce­ birsel geom etride eğrileri sınıflandırmak için yeni ölçütler getirdi. Padova Üniversitesi'nde geometri profesörlüğü yaptı ve tasarı geometri üzerinfe bir elkitabı hazır­ ladı. B E L L A Y (Guillaume DU), L a n g e y senyörü, fransız asker ve diplomat (Glatigny, Loir-et-Cher, 1491 - Saint Symphorien de -Lay 1543), Jean ve Martin du Bellay’ nin kardeşi. ıtalya savaşlarına katıldıktan son­ ra, R om a'da (1527), İngiltere’de (1529, 1532-1534), Alm anya’da 1532, 1534 -1536) çeşitli diplom atik görevler aldı. 1537'de Torino, 1539'da Piemonte vali­ si oldu. Bir hümanist ve sanat koruyucusuydu. Rabelais'yi destekledi. Şiirler ve anılar (Ogdoades) bıraktı. Anılarının 1536 -154C dönemini kapsayan bölümü, kar­ deşi M artinin Mernoıres adlı yapıtında yer alır B E L L A Y (Jean DU), fransız diplomat (Glatigny, Loir-et-Cher, 1492 ya da 1498 - Roma 1560). Guillaume ve Martin du Bellay'nin kardeşi. Ü nce Bayonne (1524), sonra Paris (1532) piskoposuydu. 1535'te kardinalliğe yükseltildi. Birçok kez İngilte­ re ve Roma büyükelçiliklerinde bulundu. Henry V lll'in aforoz edilmesini engelleye­ m edi (1534). Kardeşi Guillaume ile birlik­ te, katoliklerle protestanlar arasındaki uyuşm azlığa bir çözüm bulm aya çalıştı. Cham pagne ve Picardie'de (1536) ordu komutanlığı yaptı, Pöronne’un imparator­ luk yanlılarınca kuşatılması sırasında, Pa­ ris’in savunmasını hazırladı. Limoges Pis­ koposu (1541-1546), Bordeaux başpisko­ posu (1544-1553) ve Mans piskoposu (1542-1556) oldu. 1547’de Krallık meclisi’ ne girdi. François Un ölüm ünden son­ ra itibarını kaybedince Roma’ya çekilerek Kardinaller topluluğu başkanı ve Ostia piskoposu (1555) oldu. Rom a’daki elçilik görevlerinden bazısında yanında bulun­ muş olan Rabelais’nirı koruyucusuydu. ■ B E L L A Y (Joachim DU), transız şair (Lirö 1522 - Paris 1560). H ukuk öğrenimi gördüğü Poitiers'de Ronsard ile tanıştı (1547) ve öğrenim inden sonra onunla Coqueret koleji'ne giderek J. Dorat’nın et­ kisiyle kendini yunan ve latin edebiyatı­ na verdi. Hümanist olm a tutkusu, D 6-



fense et Illustrations de la langue frança/se(1549) adlı yapıtında dile gelir. Ortak bir bildiri niteliğinde olan bu kitap, yeni şiir okulunun programını çizer. 1549'da, İtal­ yan petrarca’cılarından esinlenerek kale­ me aldığı aşk sonelerinden oluşan Olive’ i yayımladı. Tüberküloza yakalandıktan kı­ sa süre sonra sağır oldu. 1553'te, kuzeni kardinal Jean du Bellay ile Rom a'ya git­ ti. 1558'de yayımlanan dört derlemesi (Les Antiquites de Rome, Regrets, Poemata, Je u x Rustiques) en önemli yapıtla­ rıdır. Du Bellay’nin görünürde çok m odern olan lirizmi, anlamı konusunda yanılgıya yol açmamalı. En kişisel parçaları, DĞfense'ta ileri sürdüğü "özü m se m e" ilke­ si gereğince, çok bilinçli olarak seçilmiş İtalyan ve antik örneklerine dayanır. Şai­ rin özgünlüğü, yoktan yaratmasından çok, eski klasiklere ustalıkla bir yenilik katmasındadır. B E L L B A Y , Tasm anya'nın kuzey kesi­ minde yerleşme birimi, Tamar ırmağının denize döküldüğü yerde. Alüminyum dökümevi. B E L L E A U (Remi), fransız şair (Nogent ■-le-Rotrou 1528-Paris 1577). 1554’ten başlayarak Pleiade topluluğu içinde yer aldı. Şiire, Anakreon’un O dlar'inin bir çe­ virisiyle başladı ve buna kendi Petites Inventions’unu ekledi (1556). Bir minyatür gibi işlediği bu şiirlerde istiridye, çiçek, meyve ve böcekleri ö vüp yüceltiyordu. Les Am ours et nouvaux Ğchanges des pierres pröcieuses (1576) adlı öğretici ya­ pıtında ise her m ineralin ayrı bir gezege­ nin damgasını taşıdığını, onun erdem ve kötülüklerini barındırdığını düşünen Eski­ le rin gizli bilim ciliğini sürdürdü. B E L L E C H O S E (Henri), Brabant kökenli ressam; 1415-1440 arasında Dijon’da ça­ lışmış olduğunu gösteren belgeler vardır. 1415 ’te, Jean M alouel’den sonra, dük Korkusuz Jean'ın resmi ressamı oldu. Cham pm ol manastırı için aziz Deniş mih­ rap arkalığını (Louvre) yaptı ya da tamam­ ladı. B e lle D a m e s a n s m e r c i (la), J. Keats'in, A. Chartier’den esinlenerek yazdığı (1820) şiir. Güzel kadın, peşindeki şöval­ yeye yolunu kaybettirip, onu tek bir ku­ şun bile ötm ediği Kuru G ö l’ün kıyısında aç ve susuz bırakır, gider: şiir Acımasız kadın tem asında önemli bir dönüm nok­ tası sayılır. B E L L E F O N T E , A B D ’de (Alabama) yer­ leşme, Tennessee ırmağı kıyısında, Chattanooga'nın G .-B.’sında. Nükleer santral. B E L L E F O U R C H E , A B D ’de ırmak, W yom ing ve G üney Dakota toprakların­ da akar, C heyenne ırmağı aracılığıyla Missouri'ye kavuşur. ■ B E L L E G A M B E (Jean), fransız ressam (Douai 1470’e doğr. ay.y. ? 1534/1540), "R e n k ustası” diye anılır. Minyatürcülerin üslubuna yakın olan ve Van Eyck ile Van der VVeyden’in sanatlarının etkisinde kalan eskil üslubu, en parlak anlatımını büyük boyutlu An ch in çokkanatlısı'nda bulm uştur (Douai müzesi). B E L L E G A R D E (Dantâs), haitili yazar ve siyaset adamı (Port-au-Prince 1877 - ay.y. 1966). la R on d e ’un kurucularındandır. Bakan, diplom at ve 1949'da Kurucu meclis başkanı oldu. Tarih ve sosyoloji alanında incelemeleri vardır (la Nation Haitienne [Haiti ulusu], 1938; Haiti et son p euple [Haiti ve halkı], 1954). B E L L E G A R D E (Claude). fransız res­ sam (Paris 1927). Bir "b e ya z d ö n e m 'ln ardından, renklerin simgesel ve anlamsal özelliği üzerinde durarak soyutlamacı, li­ rik bir anlayışa yöneldi. Ruhsal veriler ve insan yönelişleriyle benzeşimler bulm a çabaları ("tip o g ra m la r", "krom atik böl­ m eler") sonunda "kro m o te ra p i" incele­ melerine vardı



B E L L E G A R D E - S U R - V A L S E R İN E , Fransa'da (Ain) kanton merkezi, Rhöne ve Valserine ırmaklarının kavşağında, 12 383 nüf. Sanayi (elektrometalürji, kâğıt fabrikası) merkezi.



Jacques Bellange Henri II de Montm ency’nin allı portresi suluboya Conde müzesi, Chantitty



■ B E L L E - İ L E ya da B E L L E - İ L E - E N - M E R , bretonca İn is e r G e rv e u r, Bretag n e ’ın (Fransa) gün e y kesim inde ada, M orbihan’ın kantonlarından biri; 4 328 nüf. Bretagne kıyılarındaki en büyük ada Bk. Resim sayfa 1496



(90 km 2) olan Belle-ile, Û uib e ro n ’un açı­ ğında yer alır. Uzunluğu 17 km ’dir. Yük­ seltisi 71 m ’yl bulan ve B. ve G. kesimle­ rinde Atlas okyanusu'na yüksek yalıyarlarla dim dik inen bir platodan oluşur. Bretag n e'd a ki öbür adalardan farklı olarak, bu adada ana gelir kaynağı tarım (tahıl, çayırlar) ve yaz turizmidir. Balıkçılığın baş­ lıca üssü, adanın m erkezi olan Palais li­ manıdır. B E L L E -İS L E (Charles FOUOUET. - kon­ tu, sonra dükü), fransız mareşal ve dip lo ­ mat (Villefranche-de-Rouergue 1684-Versailles 1761), m aliye başdenetçisi Fouquet'nin torunu, ispanya Veraset savaşı sırasında yararlık gösterdi. 1709’da Dra­ gon süvarileri karargâh komutanlığına yükseldi. Avusturya Veraset savaşları başladığında (1740) Avusturya karşıtı par-



Jean Beilegambe Kutsal teslis sunak arkalığı ’ndan ayrıntı Chartreuse müzesi, Douai



Belle-lle kıyıdan bir görünüm



tinin önderiydi; Fleury’nin ılımlı politikasının tersine m üdahaleci bir politika öner­ di. Mareşal ve Frankfurt diyet m eclisi'nde olağanüstü elçi olan Belle-lsle, Mana Theresia’ya karşı büyük koalisyonu gerçek­ leştirdi ve ispanya ile Bavyera arasında­ ki Nym phenburg (Mayıs 1741), daha son­ ra Friedrich II ile Breslau (Haziran 1741) antlaşmalarını görüştü. Bavyeralılar ile bir­ likte Linz'den Prag’a yaptığı saldırı (kasım 1741), Bavyeralı Kari A lbrecht’in im pa­ rator seçilmesini sağladı (ocak 1742). Belle-lsle, müttefiklerinin ayrılması üzeri­ ne P rag'da kapalı kalınca zorlu bir geri çekilm e harekâtı düzenledi (aralık 1742). 1746-47’de P rovence’ı Avusturya-Sard devletlerine karşı başarıyla savundu. 1748’de dük ve 1758’de savaş bakanı ol­ du. Ölüm üne değin bu görevde kaldı (Fransız akadem isi, 1749).



BELLE-ISLE boğazı, Nevvfoundland adasını L ab ra d o r’dan ayıran boğaz, Saint-Lawrence körfezini Atlas okyanusu' na bağlar; eni 20 km. Girişinde Belle-isle adası yer alır.



BELLEK a. insanın, yaşamı _boyunca karşılaştığı bildirimleri zihnine yerleştirme­ si ve daha sonra yeniden edimleştirip ya­ rarlanması olanağını sağlayan genel işlev: iy i ya da kötü b ir belleği olmak. Belleğini geliştirmek, zenginleştirmek Belleğini zor­ lamak. Belleğini yitirmek. Bellek bozuk­ lukları. (Bk. ansikl. böl. Ruhbil.) — Bağışıkbil. Bağışıklık belleği, ikincil ba­ ğışıklık yanıtında, yani daha önce karşı­ laşılan bir antijenle ikinci kez karşılaşıldı­ ğında, bağışıklıkta etkili bazı hücrelerin daha çabuk, d aha yoğun ve daha etkili yanıt vermesini belirleyen mekanizma. — Elektron, ve Bilş. Verileri kaydedebilen, saklayabilen ve geri verebilen düzenek. (Bk. ansikl. böl. Bilş.) [Eşanl. HAFIZA.] || Değiştirilemez bellek, bilgiler bir kez de­ polandıktan sonra değiştirme olanağı ver­ meyen ve içeriğine yalnızca okum a sıra­ sında erişilebilen bellek. (Bu tip bellek, ço­ ğ u kez İngilizce ROM kısaltmasjyla belir­ tilir.) || Dış bellek, bir bilgisayarın merkezi biriminde yer almayan ve giriş-çıkış kanal­ larını kullanarak yalnızca merkezi bellek­ le veri öbekleri değişimi yapan bellek, jj Dinam ik bellek, işletim sırasında, veri or­ tamı okum a-yazm a organlarına göre de­ vingen olan bellek. — Verileri korum ak için dönemse! yenilenm e gerektiren tümdevreli bellek. || İç bellek, bir bilgisayarın merkezi birim inde yer alan ve bu birim ­ ce kum anda edilen bellek. (Bu bellek ile komut yorum ve uygulam a organları ara­ sında veri ve komutların değişimi d o ğ ru ­ dan gerçekleşir.) |j Kinem atik bellek, ya­ zım ve okum a işlemlerinde m ekanik par­ çaların devinim ini zorunlu kılan bellek tü­ rü. || M erkezi ya da ana bellek, bilgisaya­ rın işletim organlarına dolaysız aktarılabi­ len komutları ya da verileri alabilen ya da bunun tersi bir işleme olanak veren, prog­ ramla adreslenebilir bellek. (Karşt. ani. YARDIMCI* BELLEK.) || Rasgele erişimli bel­ lek, içeriği okunabilen, isteğe göre değiş­



tirilebilen ya da silinebilen bellek. (Bu tip bellek çoğu kez İngilizce RAM kısaltmasıy­ la belirtilir.) || Statik bellek, devingen m e­ kanik öğelere başvurm adan temel bilgi­ lerin yerleştirilmesine ve çağrılmasına ola­ nak veren bellek. — A n s İk l . Bilş. Otom atik bilgi işleme sis­ temlerinin, tem elde bilgi işleme, aktarma, yüklenm e ve depolam a yetileri taşıması gerekir. Dolayısıyla, belleğe aktarm a iş­ levi, her bilişim sistemi ve her bilgisayar için kaçınılmaz bir olgudur. Teknolojik ge­ lişmeler, çok büyük sığalı, uygun maliyetli ve ço k kısa zaman aralıklarında birçok kez yüklenebilen ve okunabilen bellekle­ rin elde edilmesini sağladı. Bu bellekler genellikle elektronik ya da manyetiktir. Doğrudan erişimli bellekler, bilgisayarla­ rın merkezi (ya da ana) belleklerini oluş­ turur. Bunların ayırtedici niteliği, erişim hızlarıdır (birkaç m ikrosaniyelik ya da da­ ha kısa süreler). Sığaları, maliyetlerine bağlıdır ve çoğu kez birkaç yüzbin söz­ cükle sınırlanır; am a bu sığa m ikrobilgi­ sayarlarda daha d a küçülebilir. Bilgisaya­ rın merkezi belleği işletim sisteminin bir bölümünü, işlenen programı ve program için gerekli verileri içerir; bu içerik büyük bir sığa gerektirirse, bilgilerden bir bölü­ mü yardımcı bellekte bırakılır. Bu ana bel­ lekler bazen m anyetik çekirdeklerden oluşturulur, ama genellikle yarıiletken elektronik devrelerden yararlanılır. Yar­ dımcı bellekler, yürütülen işlem için gerek­ li olm ayan bilgileri depolam aya yarar. Bunlar, genellikle dinam ik bir ortam (disk ya da şerit) kullanan m anyetik bellekler­ dir. — Ruhbil. Deneysel bellek incelemesi, özellikle hatipler için “ bellek eğitim araçları" hazırlamak amacıyla, daha ilkç a ğ ’da başlamıştı. Am a gerçek bilimsel inceleme, Ebbinghaus’un çalışmalarıyla, özellikle A lm anya’da, ancak XIX. y y .’da başladı. Ebbinghaus, ilkin kendi üzerin­ de olm ak üzere, belleğe sistemli deney­ lemeler uyguladı. Anlam a bağlı olan ve karmaşıklıklarını çok iyi gördüğü bütün et­ kenleri, yalnızca nesnel özellikleri bakı­ mından göz önüne alınan "g e re ç’ e bağlı etkenlerden ayırt etmeyi düşündü. Onyıllar boyunca deneysel ruhbilimin bütün çabaları, bundan dolayı özellikle belleğin ya da ezberleyerek öğrenm enin incelen­ mesi üzerinde yoğunlaştı. Anlamsal bel­ lek üzerindeki bilimsel inceleme akımı, uzun süre önem senm edi. Yine de bu ko­ nuda Binet ve H enri’nin (1894) adları ile Bartlett’ın (1932) adı anılabilir. Ama bu sı­ rada bir başka akım, anlamsal belleğe, genelliklepek açık olm am akla ya da baş­ ka kavram lar ardında saklı kalmakla bir­ likte, önemli bir yer veriyordu. Bu akım, psikanalizdi. Freud ile yandaşlarının ça­ lışmalarında, bellek ve onu örgütleyen çe­ şitli sistemlerin ("to p ik ") ve hatıralar ara­ sında gerçekleşen "ruhsal enerji" dola­ şımının tuttuğu yer, basit bir görüşe da­ yanm ıyordu Bununla birlikte psikanaliz, bir (ya da birkaç) bellek kuramı içeriyor­ du ve temel ilkelerinden biri olan "bastırım " kavramı da bildiğimiz büyük önemini kazanmış ve ağır basmıştı. Kuramsal ve deneysel bellek inceleme­ si, “ b ildirim ” kavramının ortaya çıkıp be­ nimsenmesi ve uyartı-cevap behaviorculuğunun yerini alan “ bilişçi” kavramları­ nın gelişmesi ile 50’li yılların ortasına doğ­ ru tepeden tırnağa yenilendi. Böylece, şu üç noktayı birbirinden ayırt eden görüş ağır bastı: a) bellekte daha önce var olan bildirim e zorunlu olarak başvuran, ama kendileri de yeni b ir bellekleştirm eye ya da önceki bellek içeriklerinde değişiklik­ lere yol açan etkinlikler olan kavram a (al­ gı) ve bildirim işlenmesi etkinlikleri; b) bel­ lekte bulunan ve b ir azalmaya, değişm e­ ye ya da yeniden yapılanm aya uğrayan bildirim in korunması; c) salt yeniden edim leştirm e (çağrı),algısal olarak var olan bir başka bildirim kaynağıyla karşılaş­ tırma (tanıma) ya da yararlanma (sorun­ ların çözüm ü, kavram a, söz üretimi, vb.)



ereğiyle, belleksel bildirimin ortaya çıkma­ sı. Gerçekte, daha büyük ruhbilimsel araştırmanın aydınlığa kavuşturduğu üç evre olan edinim, korum a ve edim leştir­ me, daha gelişmiş bir biçim de, yeniden söz konusuydu, ama iç süreçlerin etkin ni­ teliği artık daha belirginleşmişti. Ayrıca birçok önemli ayrım daha orta­ ya atıldı. Bunların birincisi uzun vadeli bel­ lek ile, bir süre kısa vadeli bellek olarak adlandırılan bir ya da b irçok öteki bellek biçimleri a ra s ın d a y a p ıla n ayrım dı. Ruhbi­ limcilerin çoğu bugün, bu öteki bellek bi­ çimlerini, duyusal (görsel, işitsel, kasduyusal, vb.) bir kipliğe bağlı, kısa süreli (ge­ nellikle saniyenin altında) “ kayıtlar" ve iş belleği (ya da “ işlemsel bellek") olmak üzere iki bölüme ayırdılar, işlemsel bellek­ te, birkaç saniye süren bildirim koruma iş­ levinin, bu bildirimin işlenip dönüştürülme işlevine iyice bağımlı olduğunu ileri sür­ düler. Uzun vadeli bellek konusunda or­ taya çıkan sorunlar, özellikle bu belleğin yapısına ilişkindi; öteki bellek (ya da bel­ lekler) konusunda karşılaşılan sorunlarsa, bu belleğin (ya da belleklerin) işleyişinden (işleyişlerinden) kaynaklanıyordu. Bu ko­ nuda temel bir özellik aydınlığa kavuştu­ ruldu. Bu özellik, uzun vadeli belleğin, ku­ ramsal olarak sınırsız kapsam a gücüne karşıt olarak, her türlü geçici belleğin, ba­ zen “ belleksel karış” olarak adlandırılan, sınırlı kapsam a gücü 'n e sahip olmasıydı. Bir başka özellik de, eskiden “ edimleşm e " olarak adlandırılırken bugün "o rta ­ ya çıkm a” denilen alanda saptandı. Bu özellik, sözkonusu alandaki süreçlerin et­ kin bir nitelik taşımasıydı. G erçekten de birçok durum da ve belki de bütün du­ rumlarda, bildirim, kendiliğinden ya da ki­ mi zaman istençli (iradi) olarak bellekte aranıyor ve bulunuyor ya da bulunmuyor­ du. Bir hatıranın, “ uzun vadeli bellek"te var olmasına karşın ya bellekte bulunan şeyin örgütlenm esine ya da ortaya çıkma sürecinin işleyişine bağlı olabilen neden­ lerden ötürü, öznenin ona erişememesi, kural dışı (istisnai) bir durum değildi; tam tersine, sık sık gerçekleşiyordu ve sıkıcı, şaşırtıcı ya da patolojik durumların bu açı­ dan yorum lanması gerekiyordu. Yeni çalışm a la r, b e lle ğ e yerleştirm e ola­ yında, yinelemenin (geniş anlamda), bil­ dirimlerin aralıklarla sunulmasının ve olay­ ların duygulanım sal şiddet ve yenilikleri­ nin de etkili olduklarını gösterdi. Saklama konusundaysa, zamanın etkisinin yeni­ den incelenm esine yol açtı. Bazı öğele­ rin kaydında, bir kez algılam a yeterli ola­ bildiği gibi, unutulm asında da zaman et­ kili olabiliyor ya da olam ıyordu. Ezberle­ me konusundaki incelemeler, şunu da saptamıştı: belleğe yerleştirm e ve ortaya çıkarma arasında geçen sürenin içeriği ve çeşitli etkileri, korumayı ve unutmayı be­ lirleyen temel etkendi. Her ne olursa olsun, belleğin bütün dü­ şünce etkinliklerindeki ya da daha d o ğ ­ rusu bilişsel etkinliklerdeki işlevi, bugün, kesin bir biçim de saptanmıştır. Çağrının — ya da tersi olan unutmanın — bellek etkinliğinin ancak belli bir yanı olduğu ve bellek olmasa, nesneleri algılayamayacığımız, bir metni okuyamayacağımız, akılyürütem eyeceğim iz ve bir şey kavraya-’ mayacağımız, üzerinde önem le durulm a­ sı gereken bir gerçektir. G ünüm üzde, bi­ lişsel bellek ruhbilimi, bu karmaşık etkile­ şimleri inceliyor. • Bellek bozuklukları -> BELLEKYİTİMİ, HiPERMNEZİ



BELLEKLİ sıf. Belleği olan. — Metalürj. Biçim bellekli alaşım, ısılmekanık işlemlerden bir çeşit öğrenm e özel­ liği edinerek geçm işinin kimi anlarında kendisine uygulanan yapı değişimlerini anımsarmış gibi davranan alaşım. — AN SİKL Metalürj. Biçim bellekli ataşım Bu alaşımlar basit sıcaklık farklarıyla, ör­ neğin 40 ile 6 0 ° C ’ta önemli ölçüde bi­ çim değiştirebilir ve bir yer değişimine ya da bir kuvvet doğmasına yol açar. Bu ter­ sinir olayın oluştuğu sıcaklık aralığı önemli



ölçüde alaşıma bağlıdır. Biçim belleği et­ kisi, özellikle, alaşım örgüsünde homojen biçim değişimi görülen martensit dönüşü­ müne, (yayınma olm adan birinci derece­ den faz geçişi) bağlanır. Ne var ki m eka­ nizmanın tümü iyi bilinmemekte, olayı da­ ha iyi anlam ak ve kullanım koşullarını ol­ duğunca iyileştirmek için birçok laboratu v a rd a araştırm a la r ya pılm a ktad ır. 1938'den bu yana bilinen bu olay, bu­ güne değin on beş kadar metal alaşımı üzerinde gözlenm iş ve bu alaşımlardan CuZnAl ile TiNİX sanayi alanında kullanı­ m a elverişli bulunmuştur. Bu alaşımların özelliklerinden yararla­ nan birçok düzenek yapılmıştır; örneğin boru bağlantıları için manşonlar, termostatlı kum anda sistemleri (otomobil radya­ törleri), m otorlar (henüz çok az verimli), petrol kuyularının pom palanm asında uzaktan kum anda edilebilen öğeler, tıb­ bi uygulam alar için aygıtlar.



BELLEKSELLEŞTİRME a. Ruhbil. Bil­ dirimlerin, belleğe yerleştirilmesine ilişkin bellek etkinliklerinin ilk evresi. (Bu terimin, yalnızca bilinçli ve amaçiı belleğe yerleş­ tirm e etkinliklerini belirtm ek için kullandı­ ğı da olur.) BELLEKYİTİMİ a. Belleğin güçten düşmesi ya da kaybolması. (Eşanl. A M N E ­ Zİ.) — ANSİKL. Beyin lezyonlarından ileri g e ­



len organik kökenli bellekyitiminin çeşitli türleri vardır: tekyanlı lezyonlardan kay­ naklanan ve yalnızca, belli tipte b ir gere­ ce (sözel ya da sözel olmayan) ilişkin olan özgül bellek yitimi; ikiyanlı lezyonlardan ileri gelen ve sözel işlevlerde olduğu ka­ dar sözel olmayan işlevlerde de görülen bütünsel bellekyitimi; belli bir olaydan sonra ortaya çıkan olguları bellekte tutma olanaksızlığı anlamına gelen ilerlek bellek­ yitimi ya da belli bir olaydan önce ortaya çıkmış olguların anımsanmasını olanaksız kılan gerilek bellekyitimi. Korsakov sendrom una özgü bellekyitimınde ise, bu son ik tür (ilerlek-gerilek) birlikte kendini gös­ terir. Bellekyitimi, geçici (bellekyıtimsel bu­ nalım) ya da sürekli olabilir. Ruhsal ne­ denlerle ortaya çıkan bellekyitimi ise, duy­ gusal kökenlidir ve ansızın ortaya çıktığı gibi ansızın ortadan kalkabilir. Endişe .ve tedirginliğe karşı bir savunma mekaniz­ ması olan bu tür bellekyitimi, kaçış, kişi­ lik ikileşmesi ve hatta kişi adlarının ya da olayların unutulması biçimine bürünebi­ lir



BELLEME a. Atın ve benzen hayvanla­ rın sırtına, çıplak ya da eyer ve semer al­ tına vurulan meşin, keçe ya da kumaş parçası. (Kısrağı aşım sırasında aygırın ısırmasından korum ak için de kullanılır.) —Atç. Atın cidagosunu korumak için eyer altına konan kumaş parçası. (Eşanl. K E­ ÇE, TERLİK.)



BELLEMEK g.f. 1. B ir şeyi bellemek, onu ezberlemek, iyice öğrenm ek, unut­ m amak üzere belleğine yerleştirmek: Çar­ pım cetvelini bellemek B ir adresi iyi b e l­ lemek. — 2. Bir kimseyi b ir şey bellemek, onu öyle saymak, sarm ak:-Ben de seni adam beiTem iştim. ♦ b e lle n m e k edilg. f. Bellemek eyle­ mine konu olmak. ♦ b e lle tm e k ettirg. f. Bir şeyi (bir kim ­ seye) belletmek, onu, (ona) ezberletmek; öğretmek.



BELLEMEK g. f. Toprağı bellemek, bel­ le toprağı kazmak, kabartmak, altüst et­ mek. ♦ b e lle n m e k edilg. t. Bellemek eyle­ m ine konu olmak. ♦ b e lle tm e k ettirg. f. Toprağın bellen­ mesini sağlamak.



BELLENDEN ya da BALLANTYNE (John), İskoç bilgin (Berwick yakınında 1500’e doğr. — Roma 1550 ya da 1587), Titus Livius’tan çeviriler yaptı, Boetius’un



Historia Gentıs S co to ru m ’unu (İskoç ulu­ sunun tarihi) çevirdi.



BELLENMEK -» B ELLEM EK . BELLEROPHON a. (özel ad Bellerophon'dan). Fosil karındanbacaklı yumuşakçaları içeren cins. (Birinci Zaman ve özel­ likle de Karbon devri katlarına özgüdür. Bu cinse giren birçok türün ikiyanlı bakı­ şımlı küre ya da disk biçimli bir kavkısı ve dudağının ortası yarık [bu sırt şeridinin de­ vamıdır] bir ağzı vardır. Bellerophontidae familyası.)



BELLEROPHONTES, korinthoslu kah­ raman, Poseidon’un oğlu, istem eyerek birisinin ölüm üne neden olduğu için yur­ dundan ayrılmak zorunda kaldı ve Tiryns kralı Proitos’un sarayına sığındı. Kralın ka­ rısı Stheneboia, kendisini baştan çıkarma­ ya yeltendiğini söyleyerek ona İftirada bu­ lundu. Bunun üzerine, Proitos, kahram a­ nı, kayınbiraderi Lykia kralı iobates’e yol­ ladı; iobates de onu, nasıl olsa yenilip ölür düşüncesiyle, canavar Khimaira ile d ö ­ vüşmeye zorladı. Bellerophontes, terbiye ettiği Pegasos adlı ata binerek canavarı öldürdü ve daha öyle büyük işler başar­ dı ki, hayran kalan Lykia kralı onu kendi­ sine dam at ve tahtına vâris yaptı.



BELLETEN a. 1. Bir kurum un çalışma­ larına ait yazı ve haberleri içeren dergi. — 2. Bilimsel dergi. Belleten, TürkTarih kurumu’n cayayım ­ lanan tarih araştırmaları dergisi (ilk sayısı 1 ocak 1937’de çıktı). Nisan 1985’teki 193’üncü sayısına kadar 3 ayda bir, daha sonra 4 ayda bir yayımlandı. Adı Atatürk tarafından konulan derginin 1991 yılı so­ nunda 210’uncu sayısı yayımlanmıştı. Başta türk tarihi, arkeoloji, yazıtlar, resmi ya da özel belgeler, arkeolojik kazı sonuç­ ları, bibliyografya, kurum kitaplığına g e ­ len kitaplar, bilimsel kongreler ile kurum­ dan haberlere yer verir. Kurumun üyeleri, derginin doğal yazarlarıdır. I-XXXV. cilt, I140. sayılar için ayrıca Belleten dizini ya­ yımlandı (2 c., 1971-1972).



BELLETİCİ a. 1. Bellemeyi sağlayan şey: Belletici yöntem ler — 2. BELLETM E N 'in eşanlamlısı. BELLETMEK -



B ELLEM EK .



BELLETMEN a. O rtaöğretim de etütleri denetleyen kimse. (BELLETİCİ de denir.)



BELLEVİLLE, K a nada'da (Ontario) kent, Ontario gölü kıyısında, K ingston’ın B .’sında; 35 300 nüf. Makine yapımı.



Bellevllla program ı, Belleville'de G am betta tarafından açıklanan cum huri­ yetçi program ya da “ radikal dem okra­ tik p rog ra m ". Gambetta, 23 mayıs 1869 seçimleri sırasında H. C arnot’ya karşı, adaylığını koymuştu. Cahier de mesĞiecteurs ve R eponse au cahier başlıklarıyla yayımlanan ve temel özgürlükleri ele alan bu program , "ge n e l oy hakkının en yay­ gın biçim de uygulanm ası", kişi özgürlük­ lerinin, toplantı hakkının ve basın özgür­ lüklerinin eksiksiz olarak tanınması, Kilise ve devletin birbirinden ayrılması, laik, pa­ rasız ve zorunlu bir ilkokul eğitimi getiril­ mesi, sürekli orduların kaldırılması gibi is­ tem lerde bulunuyordu. Radikalizmin te­ mel yasası sayılan bu program , her şey­ den önce kilise egem enliğinden yana olan çevrelere ve askeri sezarcılığa karşı bir tepki niteliği taşıyordu. Toplum sal so­ runlar konusunda çok ileri gitmiyor, “ top­ lumsal uyuşmazlık” ın giderilmesi amacıyla çok yüksek ücretlere ve birkaç görevin tek elde toplanması durum larına son ve­ rilerek, adalet ve eşitliğin gözetilmesini is­ tiyordu. Bellevllle rondelası. Mak. san Bir m akine öğesinin boşluğunu alm aya ya­ rayan ya da sıkıştırma yayı biçim inde kul­ lanılan,çekilm iş sac rondela. BELLEVUE, A B D 'de (VVashington eya­ leti) kent, Seattle kentinin banliyösü; 61 000 nüf.



BELLEZZA (Dario), İtalyan şair (Roma 1944). Pasolini’ nin etkisinde kalarak, bir “ lanetlenm e" olarak gördüğü eşcinselli­ ğini, saplantıya varan bir ısrarla teşhir et­ ti (invettive et ticenze, 1971; M orte segreta, 1976).



BELLFLOWER, A B D 'd e (Kaliforniya) kent, Los Angeles yerleşmesinde, Long Beach'in K.-K.-D.'sunda; 51 500 nüf.



BELLİ sıf. 1. Herkesçe bilinen, malum: Soyu sopu belli b ir adam . Belli çevreler­ den yine b üyük tepkiler geldi. — 2. Açık­ ça ortada olan bir olgu, bir dürüm için kul­ lanılır (genellikle yüklem olarak): Toplan­ tıya yetişem eyeceği b elliydi (belli b ir şey­ di) — 3. Belirli, muayyen: A nket için belli m eslek dallarından belli kişileri seçmek. K orkularının belli b ir nedeni yok. — 4. Bir şeyden belli, bir olgunun, durum un o şey aracılığıyla kendini ortaya koyduğunu, belli ettiğini, ondan anlaşıldığını belirtir (yüklem olarak): S inirlendiği sesinin titre­ m esinden belli. K endine güve n d iğ i her h alinden belli. — 5. Belli başlı, belirli: Bel­ li başlı b ir işi yok, başlıca, önemli şey, ön­ de gelen kimse için kutlanılır: Belli başlı olaylar. Köyün belli başlı kişilerini çağırıp görüştü. || Belli belirsiz, kolayca seçileme­ yen, sezilemeyen: Ö tede belli belirsiz b ir karaltı g örü r g ib i oldu. Sağ tarafımda belli belirsiz b ir ağrı var. || B elli b ir şey, a pa ­ çık, besbelli. || B ir şeyi belli etmek, onu açığa vurmak, göstermek, sezdirmek: Ne tuttuğum uzu kim belli ederse, ebe o olur. Yerimi belli etme. Ü züldüğünü kimseye belli etmemeye çalışıyor. || Belli olmak, an­ laşılmak; açıklanmak: Sonunda gerçek suçlu belli oldu. Sınav sonuçları henüz belli olmadı. BELLİ sıf. Beli belirtilen nitelikte olan kim­ se. şey için kullanılır: ince, kalın belli. BELLİ (Gluseppe Gioacchino), Italyan şair (Roma 1791 -a y .y . 1863). 1830-1839 ve 1843-1849 tarihleri arasında yazdığı ve (yakılmalarını istediği halde) ölüm ünden sonra yayımlanan 2 279 sone’den oluşan Er Com m edione, rom a lehçesiyle yazıl­ mış edebiyatın başyapıtıdır. Belli, ansik­ lopedici olarak yetişmesine karşın,bir sü­ re papalık hükümetinde resmi görevler al­ dı. am a M ilano ve Floransa'nın en ileri kültür çevreleriyle ilişkilerini sürdürdü, pa­ pa G regorius XVI dönem inin sofuluğunu kınayan yapıtlar yazdı. Roma halk çevre­ lerinin, gerçekçi bir freskini yapması, Goya ile karşılaştırılmasına yol açtı. BELLİ (Emin Beliğ), türk tiyatro oyuncu­ su (İstanbul 1894 - Karadeniz Ereğlisi 1941). Tıp öğrenim i yapm asına karşın Osmanlı donanm a cemiyeti tiyatrosu, Benliyan kum panyası, Yeni sahne vb. topluluklarda oyuncu olarak çalıştı. Ferah topluluğu dağıldıktan sonra, Muhsin Ertuğrul ile İstanbul Şehir tiyatrosu’na d ön ­ dü. 1939'a dek bu kurum da oyunculuğu­ nu sürdürdü. BELLİ (Mihri), tü rk siyaset adamı (Silivri 1916). İstanbul’da Robert kolej'i bitirdi, ik­ tisat fakültesi’nde okudu. AB D 'de Mississippi Üniversitesi iktisat fakültesi’ni bitirip (1939), yurda dönünce, İstanbul Üniver­ sitesi iktisat fakültesi’nde asistan oldu (1944). Aynı yıl, ilerici gençlik birliği der­ neği kurucularından olarak bir b uçu k yıl hapse mahkûm oldu. Hapisten sonraki sürgün cezasını çekerken yurt dışına kaçtı (1946). Y unanistan'daki iç savaş’ta, gö­ nüllü olarak solcular safında çarpışm ala­ ra katıldı, yaralandı. 1950 affından sonra Türkiye'ye döndü, Türkiye gizli Komünist partisi yöneticisi olarak tutuklandı. Yedi yıl hapse m ahkûm oldu (1951 - 1958). Ce­ zasını çektikten sonra Yeni yol, Türk so­ lu, Yön, Aydınlık dergilerinde yazılar yaz­ dı. Yön’de yazdığı yazılarda E. Tüfekçi im­ zasını kullandı. "M illi dem okratik devrim ” tezini savundu. 1960, 1968 ve 1969’da verdiği bir konferans ve yazdığı yazılar nedeniyle üç kez tutuklandı, yargılandı. 12 Mart 1971 askeri m üdahalesi sırasın-



| | (5 g g-



Rudolf Belling’in bir yapıtı Resim Heykel müzesi, İstanbul



da yurt dışına kaçtı, 1974 atfından sonra döndü ve Türkiye emekçi partisi'ni (TEP) kurdu, genel başkan oldu (1974). İstan­ b u l’da silahlı bir saldırıya uğrayıp ağır ya­ ralandı (19.79). TEP 1980’de Anayasa mahkemesi’nce kapatıldı. 12 Eylül hare­ kâtı sırasında M. Belli yeniden yurtdışına çıktı ve ancak on yıl sonra geri döndü. Yapıtları: Savcı konuştu, söz sanığındır (1962), M illi dem okratik devrim (1968), Yazılar (1969), D evrim ci hareketimizin eleştirisi 1961-1971 (1977), TKP'nin ta­ rihsel konumu (1978), Solda birlik için (1978), Türkiye em ekçi partisi davası (1980).



BELLİ (Şemsi), tü rk şair (Arapkir 1929). Ankara Üniversitesi hukuk fakültesi'ni bi­ tirdi (1950). Gazetecilik, avukatlık, öğret­ menlik yaptı. Sevgi konusunu işleyen şi­ irler, taşlamalar yazdı. Doğu Anadolu'nun toplumsal gerçeklerini dile getiren Anaya­ sa kitabıyla (1968) ün kazandı; bu yapıtı­ nı oyun biçim ine de getirdi (1970). BELLİCOSİTERMES a. Termitler ta­ kımından, topluluklar halinde yaşayan bö­ cekleri içeren cins. (Dev yuvalar kuran bu term it topluluğunun kraliçesi 24 saatte 36 000 yum urta yapabilir.) Vincenzo Bellini ressamı belli değil (ayrıntı) Scala tiyatrosu müzesi Milano



BELLİK a. İşaret, marka, nişan. BELLİLİK a Belli olm a durumu. BELLİNCİONİ (Gemma), İtalyan sopra­ no (M onza 1864 - Napoli 1950), Sahne­ ye ilk kez on sekiz yaşında çıktı ve Rigoletto'da oynadı, la Traviata ile kendini ka­ bul ettirdi. Daha sonra genç İtalyan oku­ lunun birçok yapıtının pröm iyerinde baş­ rol oynadı: Cavalleria rusticana'da koca­ sı Roberto Stagno ile (1840 -1897) ve Fed o ra 'da, kendisinin keşfettiği Caruso ile birlikte oynadı. Ünlü bir oyuncu olarak, Carm en ve Salome rollerine çıktı. M o­ dern, arı ve gösterişten uzak bir oyunun yeni ilkelerini lirik tiyatroya uyguladı.



Giovanni Bellini Meryem Ana ve çocuk İsa Valtizci Yahya ile bir azize'nin arasında (1500'e doğr.) ■BELLİNG (Rudolf), alman heykelci (Ber­ lin 1886 - Münih 1972). Berlin AkademiGaileria dell’Accademia, Venedik



sı’nde Prof. Peter Breuer'in atölyesine girdi (1912). Bazı yazar, müzisyen, mimar ve ressamlarla birlikte Novem ber gruppe (Kasım grubu) adlı sanat topluluğunun kurucuları arasında yer aldı (1918). Bru­ no Taut ve Hollandalı Jan E. Buys gibi çağdaş mimarlarla işbirliği yapıp onlar için heykeller gerçekleştirdi (Berlin Skalası dans gazinosu, Düsseldorf'ta Alman işçi kuruluşu m erkez binasındaki çeşme vb.). Nazilerin A lm anya’da iktidara gel­ melerinden (1933) sonra, ülkesinde çalış­ ma olanağı kısıtlanınca, yapılan çağrıyı kabul ederek 1937’de Türkiye'ye geldi ve İstanbul Devlet güzel sanatlar akademisi heykel bölüm ü'nü yeniden düzenlem ek ve yönetm ekle görevlendirildi. 1950’den başlayarak akadem ideki görevinin yanı sıra, İstanbul Teknik üniversitesi’ nde m odlaj dersleri de verdi. 1954 ’te akade­ miden ayrıldı ve 1966’da Alm anya’ya dönünceye kadar ITÜ’deki görevini sürdür­ dü. Eğitim alanındaki çalışmalarının yanı sı­ ra sanatçı, Ankara Ziraat fakültesi bahçe­ sindeki İnönü heykelini (1940), İstanbul Taşlık parkındaki İnönü anıtını (1943 -1944) gerçekleştirdi. Anıtkabir heykelle­ riyle ilgili çalışmaları organize etti.



BELLİNOHAM, A B D ’de (VVashington eyaleti) kent, Puget Sound kıyısında, Ka­ nada sınırı yakınında; 39 000 nüf. Balık­ çılık. Petrol arıtma. — Yakınında (Ferndale), önemli alüm inyum tesisi. BELLİNGSHAUSEN (Fabian Gottlieb VON—), baltık kökenli rus deniz subayı (Ûsel adası, b u g ü n Sarem a, 1778 - Kronchtadt 1852). 1819’dan 1821 ’e ka­ dar süren deniz yolculuğu sırasında An­ tarktika’da Petro I ve Aleksandr I adaları­ nı keşfetti. BELLİNGSHAUSEN denizi, Antark­ tika'da kenar denizi, 110° B. boylamıyla An­ tarktika yarımadası arasında. Kıyıların ve kı­ ta kenarının büyük bölümü kütlesel ban­ kizle ve yüzer buz platformlarıyla kaplıdır. Bir ikili akıntı sistemi, sıcaklığın ve tuzluluk oranının dağılımıyla dip yüzey şekillerini be­ lirler. BELLİNİ (Lorenzo), İtalyan anatomi bil­ gini (Floransa 1643 - ay. y. 1704). On do­ kuz yaşında, idrar yolları konusundaki bu­ luşunu yayımladı; yirmi yaşında, kuram ­ sal tıp, daha sonra anatomi profesörü ola­ rak Pizza’ya atandı. Papa Clem ens X l’in ilk hekimi oldu. Sinirlerin kaslar üzerindeki uyarıcı etkisini, dil tomurlarındaki tat m er­ kezini buldu. ■ BELLİNİ (Vincenzo), İtalyan besteci (Ça­ tanla 1801 - Puteaux 1835). Napoli Konservatuvarı’ nda Z ingarelli’den ders aldı. Kısa m eslek yaşamını operaya adadı, iç­ ten ve doğal ezgiler yaratm a yeteneğine tanıklık eden ve gerçeği dokunaklı yan­ larıyla yansıtan operaları (Norma, 1831; la Sonnambula, 1831; i Puritani, 1835) değerlerini günüm üzde de korum akta­ dır.



BELLİNİ (Mario), İtalyan m imar ve tasa­



timleri 1450’den başlayarak, lACOPO'nur (Venedik 1400'e doğr. -ay. y.1470) atöl­ yesinde belirginleşti; Gentile da Fabriano'nun öğrencisiydi, gotik anlayıştar uzaklaşarak kompozisyonlarını mekân içi­ ne yerleştirm eye başladı. Tablolarındar pek azı korunabilmiştk (Madonna'lar, Louvre ve Brera, Milano .Çarmıha gerilmiş İsa, Verona); resim sanatına katkısını de­ ğerlendirm ek için iki desen kitabına baş­ vurulur (Louvre ve British Museum). Gen­ tile ve Giovanni adında iki oğlu ve 1453’te Andrea M antegna ile evlenen Niccolosa adında bir kızı o ld u .— GENTİLE (Venedik 1429’a doğr. -ay. y. 1507), babasının yanınğa yetişti, sonra M antegna ile çalıştı. Kardeşi G iovanni’nin etkisini ustalıkla M antegna'nın etkisiyle birleştirdi. Kişisel yeteneği anlatıcılıktı. Büyük boyutlu ta b ­ lolarda, renkli ve parlak bir üslupla, ge­ rek V enedik’te (San M arco alanında tö­ ren, Accademia, Venedik), gerek Cum hu­ riy e tin resmi ressamı olduktan sonra 1479’da Mehmet II dönem inde gönderil­ diği Osmanlı im paratorluğu’nda (Venedik elçisi Domenico Trevisano'nun Kahire'de kabulü, Louvre) halk yaşam ından çeşitli sahneler çizdi. Carpaccio’yu etkiledi. Çok başarılı portreler de yaptı (Lorenzo Giustiniani, Accadem ia, Venedik; Fatih Sultan M ehm et, Londra, National Gallery). ■ —GİOVANNİ (Venedik 1430 a doğr. - ay y 1516). Ö nce babasıyla ve kardeşi Genti­ le ile çalıştı. M antegna'nın heykelsi figür­ lerinden etkilendi (Correr m üzesi’ ndeki Çarmıha gerilm e) ve Floransa’da erken Rönesans'ın getirdiği yenilikleri öğrendi (bir kaçış noktasına göre düzenlenmiş p e rsp e ktif, E s k iç a ğ ’ ın incelenm esi). 1470'e doğru, D ürer'in bir deha eseri saydığı kendine özgü ince ve renkli bir üs­ lup geliştirdi. Bu kez de Mantegna ondan etkilendi. Düzenlemedeki yalınlık,renkler­ deki uyum, resmin genelinde sezilen duy­ gusallık ve ışığın yansımalarıyla belirgin­ leşen çevre çizgileri, sanatının sık sık taklit edilen en belirgin özellikleridir. Meryem Ana'yı hem beşeri hem de ilahi yönleriy­ le, İsa'nın ölüm ünü bütün acılığıyla ver­ meyi bilmiştir. 1500’den sonra renklerin­ de daha bir yoğunluk, düzenlemelerinde de daha bir anıtsallık görülür; bu yönüy­ le Giorgione’nin.Tiziano’ nun "klasik” Rö­ nesans’ını hazırlayanlardan biri sayılabi­ lir. En önemli yapıtları: Aziz Vincenzo Ferreri çokkanatlısı, 1464, S. Giovanni e Paolo kilisesi, Venedik; M eryem A na'nın taç giymesi, Pesaro müzesi, 1471 ’e doğr.; A ziz Francesco vecd halinde(Ne\N York, Frick koleksiyonu); Çarmıha gerilm iş İsa, 1485’e doğr., özel koleksiyon, Floransa; Pala de San Zaccaria, 1505, S. Zaccaria kilisesi, Venedik; N uh 'u n sarhoşluğu, 1515 ’e doğr., Besançon müzesi.



Belllnl-Tosl radyogonyom etresl, İtalyan m ühendis Ettore Bellini (1876 -1943) ile kaptan Tosi'nin birlikte yaptığı radyogonyom etre. Birbirine dik iki düşey düzlem içinde çapraz bağlanm ış iki büyükçerçevedenoluşurıçerçevelerdenher biri bir arayıcının iki bobininden birine bağlıdır.



rımcı (Milano 1935). Mimarlık öğrenim in­ den sonra, sanayi tasarımı alanında uz­ BELLİNZONA, İsviçre de kent, Ticino manlaştı ve V enedik'te dersler verdi. kantonunun merkezi; 17 600 nüf. Sankt 1960’tan sonra yerli ve yabancı birçok fir­ Gothard tüneli aracılığıyla Federal Alman­ ma için sayısız m odel tasarladı (koltuklar, y a ’yı İtalya’ya bağlayan dem iryolu hattı büro düzenlem e sistemi vb.). Bellini için kentten geçer; surları günüm üze kalmış yaratı, geçm işle bağları koparm ak değil olan kent, üç şatonun eteğinde uzanır; geleneksel olanı geliştirmektir, Tentaziobarok üslubunda kilise. Demiryolu araç­ ne koltuğu (1973) 6 0 ’lı yılların egem en ları onarımı. düşüncesine karşı çıkan bu düşüncenin ilk belirtisidir. L ibro d e ll’A rredam ento ko­ ■ BELLİO ğ LU (Sırrı), türk siyaset adamı. leksiyonuyla, konut dekorasyonunu ve Kıbrıs, Lefkoşe, 1876 - ? 1958). Mülkiye ■mobilyasını kapsamlı ve tutarlı bir biçim ­ m ektebi’nde okudu. Çeşitli ilçelerde kay­ de, bir bütün olarak ele alm aya yöneldi, makamlık, A m asya’da mutasarrıflık yap­ Olivetti firmasının sorum lu tasarım danış­ tı. Kocaeli yöresinde Kuvayi milliye kuru­ manı olarak üç kez "C om passo d ’oro" luşuna katkıları oldu. Son Osmanlı mecliödülünü kazandı ve yaratılarının birçoğu si'ne İzmit (1920) milletvekili seçildi, bu N ew York M odern sanat m üzesi’nin sü­ meclis dağılınca Ankara'da TB M M ’ye ka­ rekli koleksiyonları arasında yer aldı. tıldı. Kısa bir süre ikinci Fevzi Paşa (Çak­ mak) hükümetinde iktisat bakanlığı (1922) BELLİNİLER, Venedik okuluna bağlı yaptı. İtalyan ressamlar. — Bu okulun temel eği­



Bellovv BELLMAN (Cari Michael), isveçli şair a (Stockholm 1740 - ay. y. .1795). B a şla n -1 gıçta dinsel nitelikte şiirler 'azdı. Asıl ünü- ^ nü, çoğunlukla transız opera komik ezgi- ^ lerinden uyarladığı ve kta ra eşliğinde z sunduğu şarkılarla sağlacı. Yer yer lirik, 5 dram atik ve idil özellikler taşıyan şiirleri bugün de sevilir (Fred nans Epistlar, 1790; Fredm ans Sanger, 1791). BELLMANN (Richard), amerikalı mate­ matikçi (New York 1920), işlem araştırma uzmanı. Öğrenimini VVİsconsin ve Prince­ ton üniversitelerinde tamamladı. Güney Kaliforniya Üniversitesine matematik pro­ fesörü olarak atanm adan önce, uzun yıl­ lar Rand C orporation’da çalıştı. Dinamik program lamayla eniyileme üstündeki ça­ lışmalarıyla tanınır. Eniyileme şu olguya dayanır: herhangi bir başlangıç halinden hareketle ilk yargı en iyi seçim olursa, bu yargılardan sonra problem e ilişkin yöne­ lim de en iyi seçim olacaktır. aBELLMER (Hans), alman desinatör, gravürcü, ressam ve heykelci (Katovvice 1902 - Paris 1975). Yaptığı, küçük bir kız mankeni biçimindeki ilk bebekle, saplan­ tıya dönüşen bir cinselliğin araştırılması­ na yöneldi. 1934’te Paris’e yerleşir yer­ leşmez gerçeküstücülerle yakınlık kurdu ve desenlerinde insan vücudu üzerinde deneyim lere girişerek "anatom i aktarm a­ la r ı n a başvurdu ve çıkıntılarla girintileri birtakım çağrışımlar uyandırmak amacıy­ la kesin ve esnek bir biçim de değerlen­ dirm eye çalıştı ("K afadanbacaklılar" d i­ zisi). Tablolarında, fotoğraflarında, gravür­ lerinde, kitap illüstrasyonlarında, heykel­ lerinde ve yazılarında (Pelite Anatom ie de l'im age , 1957; fr. çev.) [Görüntünün ana­ tom isi] aynı zengin hayalgücü görülür.



BELLO, Kolombiya’da kent, M edellin’in büyük kuzey banliyösünde; 206 297 nüf. (1985),



BELLO (Francesco) - CİECO DA FERRA­ RA.



BELLO (Muhammet), afrikalı devlet ada­ mı (öl. Sokoto 1837). Osman bin Fudi’nin oğluydu. 1817’de babasının yerine Fulani im paratorluğu’nun doğu kesiminin (bu­ günkü Nijerya’nın kuzey bölgesinin he­ men hemen tümü) başına geçti ve Sokoto ’yu başkent yaptı. Ülkenin Gvvandu çevresindeki batı kesimiyse, Osm an’ın kardeşi A bd ullah i’ye bırakılmıştı ve ölü­ m üne (1828) kadar da onun elinde kal­ dı. M üm inlerin önderi ve iyi bir yönetici olan Bello’ nun tarih ve tanrıbilim alanla­ rında yapıtları vardır. BELLO (Andres), Venezuela asıllı şilili ya­ zar ve siyaset adamı (Caracas 1781 - Şi­ irde Santiago 1865). Bolfvar’ın özel öğret­ meni oldu, onunla 1810’da Londra’ya git­ ti ve 1829’a kadar orada yaşadı. Bu tarihte Şili hükümeti kendisine resmi bir görev önerince, Şili uyrukluğunu seçerek bu ül­ kenin kültürel gelişmesine katkıda bulun­ du. 1842’de kurduğu üniversitenin ilk rek­ törü oldu. H ukukçu olarak Şili yurttaşlık yasasını kaleme kaldı. Filolog, gramerci ve eleştirmenliğinin yanı sıra önemli bir şa­ irdir. Kendisini düşünce alanında bir ön­ der gibi gören tüm Latin Amerika üzerin­ de büyük etkisi oldu.



1499



Hans Bellmer O ym ak bebek (1937), Modern sanallar müzesi, Paris Shaw’un düşmanı olarak, sosyalizme kar­ şı "paylaştırıcılık"ı göklere çıkardı. Tarih­ sel incelemeleri (Danton, 1899; Richelieu, 1929), siyasal denem eleri (The Servent State, 1912; Europe and the Faith, 1920), yergi romanları (Em m anuel Burden, 1904) vardır. Konformizme karşı çıkması ve eğlendirici paradokslarıyla çocukların sevgisini kazandı (The B a d C h ild ’s Book o f Beasts [1896]).



BELLOCCHİO (Marco), İtalyan film yönetmeni (Piacenza 1939). Felsefe oku­ du; Roma’daki yüksek sinem a okulu Centro Sperim entale’yi bitirdi. Eğitimini Londra’daki Slade School of Fine Arts’ta tamamladı, ilk uzun filmi i Pugni in tasça (1965). 17. Uluslararası Locarno Film şenliği’nde “gümüş perde" ödülünü aldı. 1967’de La Cina â vicina’yı çekti. Sonra­ ki başlıca filmleri şunlardır: Nel nome del pad re (1971), Sbatti il m ostro in prim a pagina (1972), Zafer marşı (M arcia trionfale) [1976], il G abbiano (1977), İl Salta nel vuoto (1980), Enrico IV ( 1984), La visione d e l sabba ( 1988). 1991 Berlin film şenliği’nde la Con dam na ile Gümüş ayı ödülünü kazandı. BELLON a. (fr. bellon). Toksikol. Kurşun m adenlerinde kurşun zehirlenm esinden ileri gelen karın ağrılarına verilen ad. BELLONA, ıtalyan savaş tanrıçası. Bellona’nın Rom a’da, biri çok eski, öbürü samnit savaşları dolayısıyla A ppius Claudius Caecus tarafından surların dışında yaptırılan iki tapınağı vardı. Burada ken­ te girmelerine izin verilmeyen yabancı el­ çiler kabul edilirdi. BELLONCİ (Maria). İtalyan kadın ede­ biyatçı (Roma 1902 - ay. y. 1986). Ro­ manlar yazdı (Lucrezia Borgia, 1939; I segreti del Gonzaga, 1947). Strega ödü­ lü onun evinde verilir. BELLORİ (Giovanni Pietro), İtalyan sa­ nat yazarı (Roma 1616 - ay. y. 1696). Nİcolas Poussin’in arkadaşı; İsveç kraliçesi Christina’ nın kütüphanecisi oldu ve papa Clemens X’dan "antiquario di Roma" un­ vanını aldı. Sanat kuramcısı ve eleştirmen olarak yazdığı Vite de pittori, scultori ed



architetti M oderni (Çağdaş ressam, hey­ kelci ve mimarların yaşamı) [1672] adlı ça ­ lışmasında antik yapıtları ve Raffaello’ yu incelemeyi temel almış bir klasikçilik yanlısı olarak tanındı.



BELLOTTİ (Felice), İtalyan yazar (M ila­ no 1786 - ay. y. 1858). Odysseia (1811), Aiskhylos (1821) ve Sophokles’ in (1844) yeniklasik çevirileriy! tanındı.



e BELLOTTO (Bernardo), G e n ç C anale tto da denir, Italyan ressam ve gravür­ cü (Venedik 1720 - Varşova 1780). Canaletto denilen Antonio C anal’ın yeğeni olan Bellotto, onun gibi başarılı bir vedutism ocu oldu. Ç allım a yaşamının önemli bir bölüm ü İtalya dışında geçti: Dresden (1747’den 1758’e ve 1762’den 1767’ye kadar), Viyana (1758-1761) ve Varşova (1758-1780). Varşova'nın yirm i dört g ö ­ rünüşü adlı tabloları kentin 1945’ten son­ ra yeniden kurulm asında değerli bir esin kaynağı olmuştur.



BELLOVESUS, galyalı biturig, Sigovesus’un kardeşi. Titus Livius’a göre, İ.Ö. VI. yy.'da A m bigat’ın hükümdarlığı döne­ m inde Galyalılar’ın Kuzey İtalya’ya yap­ tığı bir göçü yönetmiştir. BE LLO V V (Saul), amerikalı yazar (Lachine, Ouebec, 1915). Yapıtlarında, köksüz ya da çok eski bir geçm işe bağlanan kentlinin yazgısını dile getirir. Yarattığı kahram anlar toplum un baskısına karşın, kişiliklerini ortaya koym ak isteyen insan­ lardır. Boşlukta sallanan adam (The Dangling Man) [1944] ve Endişe (The Victim) [1947]savaş deneyim inden kaynaklanan acı bir kötümserlik üzerine kurulmuştur, The Adventures* o f A ugie M arch'öa (1953), amerikanlık simgelerini ters çevi­ ren renkli ve grotesk bir gerçekçilik g örü ­ lür. Henderson, the Rain K ing (1959), Af­ rika'da, çılgınca bir bilgeliğin peşinde ko­ şan bir milyonerin öyküsüdür. Nefret (Herzog) [1964] self-examination'ın (özbenliğini irdeleme) içerdiği kendini beğenm işlikle alay eder. M o sby’s Mem oirs a n d Other Stories (1968) ile M r Sam m ler's Planet (1970) bir masal havası içinde yazılmıştır. H um boldt's Gıft (1975) ise insanın kendisi olabilm e yeteneğini işler. Bel-



Saul Bellow 1976’da Nobel ödıılü’nü alırken



BELLO (Ahmedu Elhaci), nijeryalı siya­ set adamı (Sokoto 1910 - Kaduna 1966). Osman bin Fudi’nin küçük torunu, Sokoto ’nun geleneksel reisi (Sardauna). Kuzey bölgesi hüküm etinde birkaç kez bakan­ lık yaptıktan sonra 1 954’te Kuzey Nijer­ ya başbakanı ve Dünya M üslüman birliğ i’ne başkan yardım cıc oldu (1961). 15 ocak 1966’da general Ironsi’nin hükümet darbesi sırasında öldürüldü. BELLOC (Hilaire), İngiliz yazar (La Celle -Saint-Cloud 1870 - Guildford, Surrey, 1953). Fransız bir babayla İrlandalI bir an• nenin çocuğudur. 1902’de İngiliz vatan­ daşı oldu. Parlamento üyeliği yaptı (1906 -1910). Chesterton ile birlikte, liberal katolikliğin en parlak savunucusu oldu.



Krekow kapısından Krakowskie Przedmıescie sokağının birgörûnümü(1767-1768) Bernardo Bellotto’nun yapıtı Varşova ulusal müzesi



dönerek R. Hossein’in yönettiği Cyrano de Bergerac oyununda başrol oynadı.



BELMONT -» DEYR BALAMAND. ■ BELMONTE GARCIA (Juan), Ispan­



Jean-Paul Belmondo ve Genevi6ve Bujold Louis Malle'in Hırsız (1966) filminin bir sahnesinde



low, 1976'da Nobel ödülü'nü aldı 1982’de The D ea n ’s d ecem ber adlı kita­ bını yayımladı.



BELLOWS (George Wesley), amerikalı ressam (Colombus, Ohio, 1882 - New York 1925). Sekizler g rub u 'n un izinden giderek “ amerikan yaşantısından örnek­ lere bağlı kalan Bellows, canlı ve kesin bir üslupla kent yaşamından, spor dünyasın­ dan (boks...l kesitler verdi



BELLUNO, İtalya’da il merkezi kent, Venezia’da, Piave ırmağının A rd o ırmağına kavuştuğu yerde; 37 000 nüf. Turizm merkezi. Elektrikli gereçler yapımı. XVI. yy.’dan kalma katedral (Juvara’nın yap­ tığı yüksek çan kulesi) ve başka anıtlar. — Massena, 13 mart 1797'de AvusturyalI­ lar’! burada yenmişti. — Bellunolli, Dolomi Alpleri’nde (Piave vadisi boyunca uzanır); 3 678 km2; 215 073 nüf. (1989).



Belo Horizonte’nin merkezinden bir görünüm



BELMONTİA a. (özel ad B elm ont'tan). A vustralya’da Permie devrinde yaşamış, akrepsiler takım ından fosil böcek cinsi. (Bugünkü güvem silerin ve ikikanatlıların atası oldukları sanılır.) BELMOPAN,



Belize’nin başkenti; 1970’te Cayo yönetim bölümünde, kıyı­ dan 80 km içerde, vadinin kuytu bir kö­ sesinde kuruldu; 5 256 nüf. (1990).



BELO (Francesco), İtalyan yazar (Roma XVI. yy ), il Pedante (1529) adlı kom edi­ siyle XVI. yy. tiyatrosunda büyük başarı kazanan bir tip yarattı.



BELLVER Y RAMON (Ricardo), Ispan­



BELOCH (Kari Julius), alman tarihçi ve



yol heykelci (M adrid 1845 - ay. y. 1924), Düşmüş m elek (1878) adlı çalışmasının yanında çok sayıda dinsel konulu yapıt verdi; bunların arasında kardinal Lastre y Cuesta’nın mezar anıtı (Sevilla katedrali) ve San Francisco el G rande’deki (M ad­ rid) heykeller bulunmaktadır.



profesör (Petschkendorf, Aşağı Silezya, 1854 - Roma 1929). Ekonomi ve toplum tarihi açısından özgün düşünceler içeren bir Griechische Geschichte (Yunan tarihi) yazdı.



■ BELMONDO (Jean -Paul), fransız sine­



Juan Belmonte Garcıa Ignacio Zuloaga’nın bir tablosundan ayrıntı



yol m atador (Sevilla 1892 - ay, y. 1962). Görünüşte çelimsiz, pek çevik olmayan bir insandı. Bu yüzden, heyecanlı bir bekle­ yişe, hayvanın hücum u karşısında gerile­ meden, yalnızca kırmızı pelerini tutan elin uyumlu bir hareketiyle onu yolundan sap­ tırm aya dayanan, kendi fiziksel olanakla­ rına uygun bir güreş biçim ini geliştirdi. Böylece boğa güreşi yepyeni bir görü­ nüm aldı ve bu sert kapışma gitgide da­ ha işlenmiş, daha az vahşi bir plastik oyun havasına büründü. Yeni bir anlayışa da­ yanan bu güreşin tam bir sanata d önü­ şebilmesi için daha uysal, daha tehlike­ siz boğaların yetiştirilmesi gerekiyordu. Sonunda işin "d ö v ü ş ” yanı giderek azal­ dı ve yerini sanatın egem enliğine bıraktı. Belm onte’ nin sanatı hareketsizliğe, ya­ vaşlığa ve hayvanı tümüyle egemenliği al­ tına alm aya yöneliktir. G ünüm üzde hâlâ egem en olan üslubun yaratıcısı Belmonte, 1913'ten 1935'e kadar süren uzun meslek hayatı boyunca yaklaşık 1 700 b oğa öldürm üştür.



BELOEİL, K anada’da kent, O uebec’te, M ontreal’in K.-K.-D.'sunda; 15 900 nüf.



m a oyuncusu (Neuilly-sur-Seine 1933), BELOGORSK ya da BYELOPaul B elm ando’nun oğlu. oni-dalga" GORSK, Rusya Federasyonu’nda akımı filmleriyle tanındı, kısa sürede bu kent, Amur oblastında, Blagoveşakımın en gözde erkek oyuncularından çensk’in K.-D.'sunda; 65 000 nüf. biri oldu (C. C habrol’ün Tehlikeli rabıta­ ■ BELO HORİZONTE, Brezilya'da la rı [Â double tour], 1959; am a özellikle kent, Minas Gerais eyaletinin merkezi; 2 J.-L. Godard'ınSerseri âşıklar’ı [Â bout de 542 000 nüf. (1990). 1897’de yerleşmeye souffle], 1959), Pek çok film de kimi za­ açıldı. Tarihsel Ouro Preto'dan başkent­ man saygısız ve alaycı, kimi zaman sert lik, Minas Gerais’den de yönetim merkezi ve kışkırtıcı bir kişilikle dikkati çekti. görevlerini devralan bir mantar kenttir. 1988’de Lelouch’un yönetim inde çevir­ Başlangıçta 200 000 - 300 000 kişi için diği İtindraire d'un erıfarıt gatâ filmiyle tasarlanmış olan kent, günüm üzde, 920 Cesar ödülü'nü aldı. 1990'da tiyatroya m yükseltide yer almasının yarattığı so­ runlardan çok, kenti tasarlayan ilk uzman­ ların yaptıkları yanlışlardan (sözgelimi bir­ birini çapraz kesen çifte dam a tahtası bi­ çim indeki kent planı, ulaşımı son derece güçleştirmektedir) yüzünden güç duruma düşm üştür. Elverişli yüksek bölge tropi­ kal iklim inden ve Minas Gerais halkının sanayi ve bankacılık geleneğinden yarar­ lanan kentte iktisadi etkinlikler çok canlı­ dır; çevresindeki "m etalürji bölgesi” di­ ye nitelenen bölgede bulunan açık tavanlı ocaklardan çıkarılan dem ir filizinin bir bö­ lümü de kentte işlenir. Daha 1940 yılla­ rında, komşu C ontagem kasabasında Belo Florizonte’nin sanayi semti kuruldu. O tarihten bu yana sanayi tesisleri, Santa Luzia ve Betim ’e de kurulm aya başlandı (petrol rafinerisi ve otomobil montajı). Belo Horizonte, büyük bir çelik fabrikası bulun­ masına karşın, sanayi ve üçüncü kesim alanlarında, " g e n ç " bir kent olmanın sı­ kıntılarını çekm ektedir: çünkü, dökm e ve çelik üretimi eyaletin dört bir yanına da­ ğılmıştır ve büyük şirketlerin merkezlen Rio de Janeiro’dadır. Brasilia, Sâo Paulo ve Rio’ya hemen hemen eşit uzaklıkta bu­ lunan Belo Florizonte, günümüzde, nüfu­



su 2 milyonu aşan bir kentten beklenen ölçüde çevresini etkileyememektedir. — Yakınında, Pam pulha’da, O. Niemeyer’in yaptığı Sâo Francisco kilisesi (1942-1944) ve eğlence merkezi.



BELOKOME. Tar. coğ. Bizans döne­ m inde B ile c ik *’in yerinde bulunan kale, Tabakhane (D ebbağhane) deresi ile Hamsu vadisi arasındaki kayalar üzerine yapılmıştı. BELON (Pierre), fransız doğabilim ci ve hekim (Cörans, Sarihe, 1517 - Paris 1564). Gözlemleriyle doğabilimi, arkeoloji ve etnografyayı zenginleştirdi ve Histoire rıaturelle des ötranges poissons marins (Garip deniz balıklarının doğşl tarihi) [1551] adlı bir yapıt yazdı BELONİDAE a. ZARGANAGİLLER famil­ yasının bilimsel adı.



BELONİFORMES a. ZARGANAMSILAR takımının bilimsel adı. BELONOGASTER a (yun. belone, uç, iğne ve gaster, karın, m id e ’den). Tropi­ kal A frika’da topluluklar halinde yaşayan yabanarılarını içeren cins. (Başlıca özelli­ ği uzun, sap biçimli karındır. Belonogaster, kâğıt gibi ince, kılıfsız bir yuva yapar ve yuvasını yandan bir sapla bir dayanak üstüne tutturur. Yabanarısıgiller familya­ sı.)



BELORETSK ya da BYELORETSK, Rusya’da kent, Ural’larda, Be­ laya ırmağı kıyısında; 67 000 nüf. Man­ ganez yatağı. Demir ve dem irsiz m aden­ ler dökümevleri ve sanayileri.



BELOS, efsanevi Mısır kralı, Poseıdon’ un oğlu ve Danaos ile Aigyptos’un baba­ sı. Bu adla anılan bazı asur ve babil kah­ ramanları da vardı. BELOSEPİA a. (yun. belos, mızrak ve sepia, m ürekkepbalığf ndan). Fosil (Eo­ sen) kafadanbacaklı yumuşakçaları içe­ ren cins. (Belosaepiidae familyasının ör­ nek tipi.) BELOSTOMA a. (yun. belos, mızrak ve stoma, ağız’dan). Sıcak ülkelerde yaşa­ yan büyük su bitlerini içeren cins. (Balık­ lara ve başka avlara saldırarak hemen öl­ düren Belostoma cinsi üyeleri akşamları uçar ve ışığa yönelir. Sokması tehlikelidir. Güney Am erika’da yaşayan Belostoma g ra n d e 'nin boyu 10 c m ’yi aşar. Devsuyarımkanatlısıgiller familyasının örnek ti­ pi-.)



BELOT a. (fr. belote). 2, 3 ya da 4 oyun­ cu arasında 32 kartla oynanan kâğıt oyu­ nu. (Fransa’da ço k yaygın olan bu oyun­ da, as 11 sayı, onlu 10 sayı, papaz 4 sa­ yı, kız 3 sayı, vale 2 sayı değerindedir.) BELOV ya da BYELOV (Vasiliy Ivanoviç), rus yazar (Timoniha 1932). Yapıt­ larında kırsal kesimin ve tartışmalı bir geç­ mişi olan kolektifleştirme uygulamasının eleştirel, ama coşkulu bir tablosunu çiz­ di: Une affaire ordlnalre (fr. çev), 1966; les Recits du charpentier (fr çev.), 1968; ies Veılles (fr çev.), 1972-1977. L'Pducatıon selon le D rS po ck (fr. çev.) [1974] adlı yapıtın­ daysa, evli çift konusunu işledi. BELOVO ya da BYELOVO, Rusya Federasyonu’nda kent, Batı Sibirya’da, Kuznetsk havzasında; 118 000 nüf. (1989). Demirsiz madenler metalürjisi.



BELOW (Otto VON), alman general (Dantzig 1857 - Besenhausen, Göttingen yakınında, 1944). Birinci Dünya savaşı' nın en deneyim li ordu komutanlarından biriydi: I. ihtiyat kolordusu’ nun başında (Rusya cephesi, 1914) yer aldı, sonra sıra­ sıyla VIII. Ordu’ya (Polonya, Litvanya, 1915), Alman-Bulgar Orduları grub u ’na (Make­ donya, 1916), I. O rdu’ya (Arras, 1917), İtal­ yanları Caporetto’da bozguna uğratan (ekim 1917) XIV. Ordu’ya, XVII. ve yeniden I.Ordu'yafFransa, 1918) komuta etti. Kar­ deşlerinden üçü, Eduard, Flans ve Fritzde generaldi.



Belucistan BELOW (Georg VON), alman tarihçi (Königsberg 1858 - Badenweiller 1927). Mu­ hafazakâr bir üniversite profesörü, yurt­ sever ve ateşli bir polemikçi olan Belovv, hukuk tarihi ve ortaçağ ekonomisiyle uğ­ raştı; özellikle lonca sorununu ve im para­ torların "devlete ilişkin" siyasetlerini ince­ ledi.



BELOYARSK ya da BYELOGARSK, Rusya Federasyonu'nda yer­ leşme, Ural dağlarında Sverdlovsk yakı­ nında. Nükleer santral.



BELOYE MORE - BEYAZ DENİZ. BELOYE O Z E R O ya da BYELOYE OZERO (“Beyaz göl"), Rusya'da göl; boşaltma kolu (Şeksna) Volga’ya kavu­ şur. Volga-Baltık akarsu ulaşım yolunun bölümlerinden biridir. BELOZERSKİY ya d a BYELOZERSKİY (Andrey Nikolayeviç), rus biyokimyacı (Taşkent 1905-Moskova 1972). Mantarlar ve bakteriler üzerine çeşitli çalışmaları vardır. Ancak, asıl önemli incelemeleri nükleoproteinlerin proteinik ve nükleik bölümleri arasındaki birleşim ve ayrılma üstüne olanlarıdır.



BELÖREN, Adıyam an’ın Gölbaşı ilçe­ sine bağlı buıîak; 7 548 nüf. (1990); 8 köy. Merkezi Belören, 2 490 nüf. (1990). BELÖREN, Çankırı' nın İlgaz ilçesine bağlı bucak; 4 840 nüf. (1990); 19 köy. Merkezi Belören, 219 nüf. (1990). BELÖREN, Konya’nın Bozkır ilçesine bağlı bucak; 10 982 nüf. (1990); 14 köy. Merkezi Belören, 1 931 nüf. (1990). BELPAİRE (Alfred), belçikalı mühendis (Ostende 1820 - ay. y. 1903). Birçok lo­ komotif imal etti, ayrıca lokom otifler üstü­ ne çeşitli çalışmaları vardır. Kendi adını taşıyan büyük ızgaralı fırının m ucididir. Belpınar barajı, Tokat ilinde, Devret suyu üzerinde baraj. Sulama amacıyla ya­ pılan baraj, 1984’te işletmeye açıldı. Ba­ raj gövdesi kaya dolgu tipinde, göl alanı 1,73 km2, su toplam a hacmi 29,7 milyon m3, sulama alanı 2 472 ha'dır. BELSBOK a. (felem enkçe söze.). G ü­ ney A frika'da yaşayan antilop. (Çitlerle çevrili geniş alanlarda yarı özgür olarak beslenir ve günüm üzde yabanıl yaşamı yoktur. Eti taze olarak ya da kurutularak tüketilir. Bil. a. Damaliscus dorcas phillipsl; boynuzlugiller familyasının Hippotraginae oymağı.)



kaslar içinde sayılmalarındandır. Ç oğun­ luğu hıristiyan olm akla birlikte, uzun sü­ re şaman gelenek ve göreneklerini sür­ dürm üşlerdir. Türk dilinin K.-D. grubuna giren Abakan lehçesinin Beltir denen ağızını konuşurlardı. G ünüm üzde resmi dil­ leri, Abakanlılar için sağar ve biraz da beltir dilleri esas alınarak oluşturulan (1930) hakas dilidir,



vulvo-vajlnit biçim inde akut bir başlangıç seyrek görülür. Genellikle hastalık süre­ ğen biçim inde başlar, az ya da ço k mik­ tarda beyaz akıntıyla ya da hiçbir belirti verm eden ortaya çıkar. Gonokoklar cin­ sel bezlere (Sköne ve Bartholin bezleri), dölyatağı boynuna yerleşir ve kistleşir. Hastalık hiçbir rahatsızlığa neden olmaz, am a hasta kadınlar, özellikle âdetlerden sonraki evrede, gonokoklar bulundukla­ rı yerlerden âdet akıntılarıyla birlikte dışarı atıldığından, çok bulaştırıcı olurlar. Tedavi edilmeyen belsoğukluğu yerel karmaşalara neden olabilir: erkekte süre­ ğen üretrit, orki-epldidim it, üretra darlığı, prostat iltihabı; kadında kısırlık nedeni ola­ bilen salpenjit, metrit. Genel karmaşalar (gonokok romatizması, irinli konjonktivit, hatta septisemi) günüm üzde ço k az gö­ rülür. G onokokun araştırılması, hastalığın sıradan bir m ikroptan, bir virüsten, Candida albicans'tan ya da trikomonastan ileri gelen bir enfeksiyon değil, bir belsoğuk­ luğu olduğunu ortaya çıkarır. Bu araştır­ ma, erkekte kolaydır, doğrudan doğruya üretradan alınan akıntı incelenir, ama ka­ dında daha zordur; cinsel organlarda çe­ şitli m ikrop odaklarından ayrı ayrı akıntı almak, bunları özel ortamlara ekerek üret­ mek, bu işlemi birçok kez yinelem ek ge­ rekir. Tedaviden sonra bu incelemeler ye­ niden yapılmalı, gerekirse üretraya gü­ müş nitrat şırınga edilmeli ya da bira de­ neyi yapılmalı, böylece kesin iyileşme sağlanıp sağlanm adığı anlaşılmalıdır. Antibiyotiklerin pek çoğu gonokoka karşı çok etkilidir. Yalnız, treponemisit, ya­ ni frengi m ikrobuna etkili bir antibiyotik kullanmamaya dikkat edilmelidir. Bundan amaç, kişinin belsoğukluğuyla birlikte al­ mış olabileceği ve henüz kuluçka devre­ sinde bulunan bir frenginin gözden kaç­ masına yol açmamaktır. Ayrıca, ihtiyaten birkaç hafta sonra kanda bir frengi araş­ tırması yapm ak gerekir. G onokok enfeksiyonlarının cinsel or­ ganların dışında bazı yerlere yerleştikleri de görülmüştür: yutakta ve deride kızar­ tılı kabarcıklı gonokok enfeksiyonu.



B alti, Kuzey M oldavya’da kent, Besarabya yaylasının K.’inde; 159 000 nüf. (1989). Besin sanayileri.



Belson yöntemi, işi. ikt. Bir ürün ya da



■BELUCİSTAN, Güney-batı Asya'da



bir dizi ürün piyasasının bölütlere ayrılma­ sı. Bölütleme adı da verilen bu yöntem, piyasa araştırm alarında sınırları oldukça kesin müşteri gruplarının ayırt edilm esin­ de kullanılır. Örneğin, 50 0 0 0 ’den fazla nüfuslu kentlerde oturan çocuksuz genç evlilere mal satmak isteniyorsa, dağıtım yöntemleri ve tanıtma araçları, çiftçilere yapılan satışlardan farklı olacaktır. Belson yöntemi, ürünleri ya seçilen müşteri ka­ tegorilerine göre çeşitlendirm eyi, ya da — aynı tür ürünler sözkonusuysa— satış yöntemlerini farklılaştırmayı gerektirir.



bölge, Umman denizi’nin K.'inde, İran’ın G.-D. kesimiyle Pakistan'ın B. kesimi ara­ sında uzanır. ( -* BELUÇLAR.) XIX. yy.'daki İngiliz söm ürgeciliğinin ürünü olan bütünüyle yapay bir sınır, beluç hal­ kını ikiye bölerek, Pakistan'da kalan bir Belucistan (347 000 km2 yüzölçümlü, 4 611 000 nüfuslu bir il. Merkezi Ketta. Beluçiar’ın azınlıkta kaldıkları ilde, Brahuiler’ in, Peştular’ın ve çeşitli hintli toplulukların genel nüfusu, çok d aha fazladır) ile İran’ da kalan bir Belucistan’ı (İran’ın güney -batı’sındaki Belucistan ve Sistan ilinin nü­ fusunun büyük bölüm ünü Beluçlar oluş­ turur; am a il merkezi Z a h e d a n ’da nüfu­ sun çoğunluğu beluç değildir) birbirinden ayırır. • Tarih. Hindistan askıtasında Cilalıtaş devrinden kalma en eski sitler, kuzey ve orta kesim vadilerinde yer alırlar. Bu va­ dilerde, dört bininci yılın ilk yarısından bu yana hayvancılık ve toplayıcılıkla geçinen



BELSKİY (igor Dmitriyeviç), rus dans­ çı ve koregraf ( Sen-Petersburg 1925). 1943-1962 arasında Kirov balesi’ nin en iyi yorum cu ve dansçılarından biriydi. L. Iakobson'un Shurale (1950) adlı yapıtının prömiyerinde başrolü oynadı; B. Fenster’ in Taraş B u lb a 'sında (1955) ve Yuri Grigoro viç’in 1957’de K irov’da sahneye koyduğu Taş çiçeği'nde kendini kabul et­ tirdi. GİTİS tiyatro enstitüsü’ne girdi (1957), özgün ve m odern anlayışta bir ya­ pıt olan U m ut kıyıları (1959) ile koregraflığa başladı. Ardından müziğini Şostakoviç ’in yazdığı L eningrad senfonisi (1961) ve Küçük ka m bu r a f’ın (1963) ço k sevi­ len bir versiyonunu hazırladı. Leningrad’ daki Malıy tiyatrosu’nun baş bale koregrafı olarak çalıştı (1962-1973). Aynı za­ m anda Leningrad konservatuvarı’nda dans öğretmenliği ve bale yöneticiliği yaptı (1962 - 1964; 1966 - 1973). 1973’ ten beri Kirov balesi’ ni yönetmektedir.



BELT (B üyük—ve K ü çü k—), Danimarka' da iki boğazın adı. D anim arka’daki bo­ ğazların başlıcası olan Büyük Belt, Katteg a t’ı Baltık denizi’ne bağlar, Fyn ve Sjaelland adalarını birbirinden ayırır (uzun­ luğu 60 km, eni 16-30 km). — Küçük Belt, Kattegat’ı Baltık denizi ne bağlar. Fyn ve Jylland adalarını birbirinden ayırır (uzun­ luğu 65 km, eni 600 m - 15 km). Kuzey kesiminde Fredericia (Jylland) ile Middelfart (Fyn) arasında bir köprü yapılmış­ tır. 1857 Kopenhag uzlaşmasından bu : yana, Danimarka boğazlarında (Sund da içinde) barış dönem inde geçiş serbesttir; savaş döneminde Danimarka’nın, boğaz­ ları savaş gem ilerine açm a ya da kapa­ ma hakkı vardır.



BELSOĞUKLUĞU a. Gonokokların yol açtığı idrar ve dölyolları enfeksiyonu. —ANSİKL. Belsoğukluğu, cinsel temas sı­ rasında kapılan zührevi bir hastalıktır. Zührevi olmayanı ço k seyrek görülür, o da ancak annenin kirlettiği çamaşırlardan mikrop kapan küçük kızlarda vulvo-vajinit biçim inde olur. Erkekte belsoğukluğu cinsel temastan 5 gün kadar sonra üretradan gelen irinli akıntı ve işerken duyulan yanmayla ken­ dini belli eder. Kadında üretrit ya da



BELTİRLER, Güney Sibirya’da, Hakas özerk bölgesinde yaşayan, Abakanlılar kolundan bir türk boyu. Günümüzde öte­ ki Abakan boylarıyla birlikte, Hâkaslar adını almışlardır. ( - * H a k a s la r.) XVII. yy.'da Yenisey ırmağının G. kolları boyun­ da yaşadıkları, çiftçilik ve hayvancılık yap­ tıkları, dem ircilikte çok ilerlemiş oldukları bilinmektedir. 1897 sayımında nüfuLar 5 000; 1926 sayımındaysa 20 000 olarak gösterilmiştir. Daha sonraki nüfus sayım­ larında adlarına rastlanmayışı onların, Ha­



1501



BELTRAMELLİ (Antonio), İtalyan yazar (Forli 1879 - Roma 1930). Mussolini'nin biyografisini (L 'uom o nuovo, 1923) ve do­ ğum yeri olan R om agna’dan esinlenen yöresel romanlar yazdı. BELTRAMİ (Eugenio), İtalyan matema­ tikçi (Cremona 1835 - Roma 1900). Araş­ tırmaları eğrilerin ve yüzeylerin diferansi­ yel geom etrisi alanına girer. Jeodezilerin doğrularla özdeşleştirildiği negatif değiş­ mez eğrili "sözde-küresel" yüzeyleri göz önünde bulundurarak, Lobaçevski’nin eukleides'çı olmayan geom etrisinden bir Eukleides modeli elde etti. Ç ekm e eğri­ sini sonuşmaz etrafında çevirerek elde edilen döner yüzey bunun bir örneğidir. 1872’den sonra kendini kuramsal fiziğe adadı ve esneklik, elektrik ve hidrodina­ m ik kuramlarını geliştirdi. BELTRAMİ (Luca), İtalyan m im ar (M i­ lano 1854 - ay. y. 1933). Milano Güzel sa­ natlar okulu'nda okuduktan sonra öğre­ nimini Paris’te sürdürdü ve Paris Beledi­ ye sarayı inşaatında denetleyici olarak gö­ rev aldı. Certoza di Pavia ile M ilano’da Sforza’lar şatosunun ve D uom o’ nun cep­ helerinin onarım çalışmalarına katkıda bu­ lundu. B E L T R Â N Y M A S S E S (Federico), İspanyol ressam (Guaira de Melena, Kü­ ba, 1885 - Barcelona 1949). Ustaca ve za­ rif birçok portre (Marie Gerbault, Uffizi) ve üstün bir renk uyum uyla dikkati çeken tablolar yaptı.



BELTSİ ya da BYELTSİ, rumence



İran sınırında Karaçi’nin kuzey - batı’sında Pakistan Belucistanı’ndan bir görünüm



Belucistan



beluga



köyler göze çarpar. Üçüncü bin yılda M ü ndigek’tekine ço k benzer bir uygarlık gelişmiştir (Keta, Lorelay, Zob vadileri). G üneyde ortaya çıkarılan çanak-çömlekler, Irak, İran ve Sind ile ilişki kurulmuş ol­ duğunu ortaya koyar. Mekran kıyısında­ ki birkaç sit indus uygarlığına aittir; ancak yüksek bölge her zaman indus uygarlı­ ğının dışında kalmıştır. iskeniler Hindistan’dan dönerken Eski­ çağ ’da Gedrosia diye bilinen Belucistan' dan geçtiler. Bölge V III.yy.’da Araplar'ın denetimi altında kaldı; daha sonra İran’ da birbirini izleyen hanedanlıkların az ya da ço k etkili) egem enliğine girdi. Bir af­ gan hanedanlığına bağlı olarak geçirdi­ ği dönemin ardından XVIII. yy. 'da Kelat’ta oturan bir hanın yönetim i altında bağım ­ sız yaşadı; ancak bu han ülkenin d oğ u ­ sunu hiçbir zaman tam anlamıyla deneti­ mi altında tutam adı, XIX. yy.’da H indis­ ta n ’daki İngiliz birlikleri 1839’da Kelat’ı geçici olarak işgal etti, sonra 1843'te Sind'i topraklarına katıp, 1854’te hana İn­ giliz himayesini kabul ettirdi. Bu himaye 1876’da resmi bir nitelik aldı. 1879'da bölgenin önce bir bölüm ü (Gandam ak antlaşması), 1887’de de tüm ü İngiliz im paratorluğu’na katıldı.



Belucistan halısı, Afganistan'ın G .'in­ de, Pakistan ile İran arasında yer alan Be­ lucistan bölgesinde dokunan bir tür halı. Konar göçer türkmen aşiretleri tarafından, geleneksel yöntemlerle dokunur. Genel­ likle büyük boyutludur. Zemin, daha çok mavi ya da deve tüyü rengindedir. Koyu renklerle oluşturulan motifler, ince beyaz çizgilerle çevrelenmiştir. En ünlü pazarı M eşhed’de oluşmuştur.



BELUÇİ a. Pakistan, İran, Afganistan ve Güney Tacikistan’da yaklaşık 2 milyon kişinin konuştuğu, İran dilleri dalından olan hint-avrupa dili. Konuşucuların çoğu­ nun belirli bir bölgede (Belucistan) yerleş­ miş olmasına karşın, beluçi batı İran dili­ ne bağlanır; bu da O rtaçağ’da, Beluçlar'ı Hazar denizi kıyılarından Iran yaylasının G.-D.’suna yönelten göçlerin sonucudur. Beluçi, altı lehçe öbeğine bölünmüştür; her lehçe, öbür lehçeleri konuşanlar ta­ rafından anlaşılabilir. Vatikan’daki Belvedere sarayı’nın sekizgen avlusu



BELUÇLAR ya da BELUÇİLER, Pakistan Belucistanı ile İran Belucistam'nın



bilir; narbalinası gibi beluganın da sırt en önemli etnik grubu. G erçek Beluçlar yüzgeci yoktur. Beluga büyük sürüler (çünkü bu ad Belucistan halkının tümü için de kullanılmaktadır) birçok karma oluşturur ve ırmakların iç kesimlerine ka­ inanca ve yerel ibadet biçimine sahip olma­ dar çekinm eden girer. Zam an zaman larına karşın, Sünniliğin hanefi kolundan Ren gibi büyük ırm aklarda sürüden ayrı­ larak yolunu şaşırmış belugalara rastlanır. olduklarını ileri sürerler. Belugalar, kanaryalarınkine benzeyen ısN ereden geldikleri tartışmalı olan Belıksı sesler çıkararak birbirleriyle anlaşır­ luçlarHalep Arapları'ndan olduklarına ina­ lar. Kabuklular, mürekkepbalıkları ve yas­ nırlar. Özellikle türk-m oğol fetihlerinin ne­ sı balıklarla beslenir. Başlıca düşmanları den olduğu karmaşık göçler, onları önce insan ve katıl balinadır; düşmanlarının aşı­ Güney-Doğu İran çöllerine, daha sonra, XII. ve XVII. yy. boyunca yaşadıkları in- rı avlanması nedeniyle sayıları iyice azal­ dus çanağına itti. Daha sonra ters yönde mıştır. gelişen fetihler, Beluçlar'ı bu kez de batı­ Beluga, salma omurgalı, keskin sinti­ ya sürükledi. Bu göçle r sırasında Beluç­ ne dönüm 'ü yelkenli küçük yat; ikinci lar birçok yerli halkla kaynaştılar; bu halk­ Dünya savaşı’ndan sonra yapıldı. Tekne­ lardan biri de dravidce (Güney Hindistan sine kıçtan takm a m otor da konulabilir. dilleriyle akraba olan bir dil) konuşan Özellikleri: uzunluk 6,50 m (su kesimi Brahuiler’di. Bugün Brahuiler, Beluçlar’a uzunluğu 5,90 m); genişlik 2,23 m; çekti­ tümüyle karışmış kabileler, kabile bölüm ­ ği su (salma om urgayla birlikte) 1,15 m; leri ya da yalnız başına yaşayan grüplar yelken yüzeyi 20 m 2; yüzme ağırlığı 1 ton. oluştururlar. Beluçlar deve ve koyun bes­ leyen göçebelerdir. Bu göçebe yaşamı­ BELUHA ya da BYELUHA, Orta As­ nı Mekran’ın çorak ve ıssız yamaçları ara­ ya ’da dağ, Altaylar’da, Obi ırmağının sında, Umman denizi’nin kıyılarında, iç kı­ doğduğu yerde; 4 506 m. sımlardaysa, aralıklı sıradağlar ve volka­ BELUM ya da BÜLÜM a. (ar. büküm ). nik kütlelerle kesilmiş daha serin ve d a ­ Esk. Gırtlak, hançere, yutak. ha yağışlı yüksek yaylalarda sürdürürler. XIX. yy.’ın sonuna değin yağmacılık ama­ BELUSOV (Vladimir Vladimiroviç), rus cıyla çok uzaklara giden Beluçlar, bu sal­ jeofizikçi (M oskova 1907). Jeolojik evrim dırganlıkları sayesinde geniş bir alana yasırasında'okyanusal alanların sürekliliğini yılabildiler. Güney-Batı Afganistan’da, ileri süren okyanuslaşma varsayımlarının Kuzey-Doğu İran’da (Horasan), hatta yaratıcılarındandır. Güney Türkmenistan’da beluç toplulukla­ rına rastlanır. BELÜT a. (ar. belüt). Esk. 1. Meşe pa­ Bugün en önemlisi Rind Beluçları ol­ lamudu. (Halk ağzı palut.) — 2. Meşe ağa­ mak üzere pek ço k sayıda beluç kabilesi cı. vardır. Bu kabilelerde göçebelikle yerle­ BELÛTİYE a. (ar. belütiyye). Bot. Esk. şiklik arasındaki tüm aşam alar gözlene­ Palamutlular, kayıngiller. bilir. Her kabilenin babasoylu ortak bir atası vardır. Her kabile kalıtım yoluyla ge­ B E L U Z E (E L -),M ıs ır’ın Akdeniz kıyısın­ len bir şef ve yargı görevini yerine geti­ da geniş körfez, Nil deltasının ve Süveyş ren, kuramsal olarak her soyun temsil kanalının D.'sunda. Kumlu kıyılar, Berdeedildiği bir kabile konseyi tarafından yö­ vil ve Menzele denizkulaklarını denizden netilir. Kan davası gütm ek, konuksever­ ayıran kıyıya biriken döküntülerden olu­ lik ve aldatan eşin ölümle cezalandırılması şur. Eskiçağ'da N il’in bir kolu (Beluze ko­ erdem lilik kurallarıdır. Evlilikte kız tarafına lu) buraya dökülüyordu. başlık parası ödenir. Erkekler ve kadın­ ■ BELVEDERE a. (ital. söze.; bel, güzel lar çoğu zaman birbirlerine düşm an iki ayrı g rup oluştururlar. Yerleşik yaşam da ■ ve vedere, görm ek’ten). 1. Bir yapıyı üst­ ten kuşatan ve uzakları seyretmeyi sağ­ evler, zenginlik derecesine göre, kurutul­ layan pavyon ya da teras. (Bk. ansikl. muş balçıktan kale ya da kulübe, göçe­ böl.) — 2. Çevredeki m anzarayı görm ek belikteyse kışın keçi kılından, yazın hasır­ için çimenli şevlerle yükseltilmiş platform. dan çadırlar biçimindedir, iktisadi faaliyet­ — 3. Bir bahçenin, bir parkın ucunda in­ ler koyun, keçi, deve ve sığır hayvancılı­ şa edilen küçük yapı. ğı, buğday, arpa, pirinç ve hurm a tarımı, — ANSİKL. Belvederelerin en ünlüsü, pa­ el sanatları ve kıyı balıkçılığından oluşur. pa innocentius V lll’e yazlık saray olarak Hemen her kabile yazın yaylaya çıkar. yapılan ve Julius II zam anında BramanBeluçlar Brahmiler ve Paştular (ya da Pate ’nin iki galeri kanadıyla Vatikan'a bağ ­ tanlar) ile yapılan evlilikleri kabul ederler. ladığı yapıdır. A ntik heykelciliğin başya­ Köleliğin yakın bir tarihte (1952) kaldırıl­ pıtları sayılan Laokoon, Belvedere Apolmış olmasına rağmen, Lori ve Jatlar gibi lon'u, Belvedere A ntonoos'u ve Belvede­ bazı halkları köle olarak kullanmaya de­ re diye nitelendirilen gövde (Torso del vam ederler. Pakistan'da yaşayan Beluç­ Belvedere) bu yapının avlusunda sergi­ lar ulusal bağımsızlıklarını istemektedirler. lenmektedir. • Edebiyat. Beluç edebiyatı sözlü bir ede­ biyat olarak doğdu ve XX. y y .’a kadar bu Belvedere, V arşova'da saray (1659). niteliğini sürdürdü. Başlıca ürünleri ara­ 1774'te Stanislavv II August burada bir çi­ sında XV.-XVI. y y .’lardaki savaşlar ve ni ve porselen fabrikası kurdurdu. Mimar göçlerle ilgili kahramanlık destanları, ö ğ ­ Kubicki’nin Empire üslubuna dönüştürdü­ retici şiirler, hikâye ve m enkıbeler yer alı­ ğü (1822) yapıda, P olonya’daki rus vali­ yordu. Bunlardan ancak çok küçük bir lerden sonra, mareşal Pilsudski de otur­ bölümü halk ağzından derlendi ve yayım­ du. 1918’den beri saray resmi konut ola­ landı. Müslüman Beluçlar arasında, İslam rak kullanılmaktadır. dini ilkelerini konu edinen, cennet ve ce ­ Belvedere, Viyana sarayı. 1 71 4 -1 72 1 hennem tasvirlerine yer veren ayrı bir din­ yılları arasında J.L. von H ildebrandt’ın çisel edebiyat oluştu. Sözlü edebiyatın baş­ zimleri uyarınca prens Eugene de Savoie lıca temsilcileri arasında Mir Şakir Han ile için yaptırıldı. Bahçeyle ayrılan iki ayrı Cam D urrak yer alıyordu. XX. y y.’da ye­ yapıdan oluşur. Veliaht prens Franz tişen şairlerden en önem lileri Mulla Fazıl -Ferdinand öldürüldüğü güne değin (28 Rınd, M ulla İbrahim, Nur Muhammed, haziran 1914) burada oturdu. XX. yy. Gürkan Nâsır v b .’dir. Ç ağdaş beluç ede­ başlarında B elvedere’ye, ikili M onarşi'de biyatı pakistan edebiyatının gelişme çiz­ yaşayan Güney Slavları yararına reform ­ gisine bağlanmıştır. ların hazırladığı bir yer gözüyle bakılmak­ BELUGA a. (rusça’ söze, belıy, beyaz’ taydı. 15 mayıs 1955’te savaşı kazanan­ dan). 1. Kutup bölgelerinde yaşayan iri, larla II. Avusturya Cum huriyeti arasında­ narbalinasına benzeyen dişlibalina. (Bil. ki barış antlaşması da Belvedere şatosun­ a. Delphinapterus leucas; M onodontidae da imzalandı. Güzel iç süslemeleri vardır, familyası.) [ Eşanl. BEYAZ BALİNA ] — 2. ulusal müze olarak kullanılmaktadır. Birçok iri büyük balığa (harharyas, ton, Belvedere Apollonu, İtalya'da, Vati­ mersinbalığı [Huso huso] v b .’ye verilen kan m üzesi’nde sergilenen Roma döne­ ad.) m inden heykel; müzenin Belvedere salo— ANSİKL. Beluga'nın boyu 5 m ’yi bula­



nunda bulunduğundan bu adla anılır. Sa­ natçısı kesin olarak bilinmeyen, ancak İ.Ö. IV. y y.’da yaşamış yunanlı heykelci Leokhares’in olduğu sanılan, Atina’daki Apollon tapınağı'ndaki tunçtan Apollon heykelinin günüm üze ulaşmış tek kopya­ sıdır.



BELVERME a. Denize. Bir gemi tekne­ sinin orta bölüm ündeki kaburgaların baş ve kıç bölüm üne oranla alçalması sonu­ cu nd a oluşan eğrilik. (Eşanl. ÇÖKME.)



BELZEBUTH ya da BELZEBUL, ke nanlı tanrı Baal-Zebub’a verilen unvanın bozulmuş şekli. Puta tapanları kötülemek için Baal-Zebub adı, Pislik efendisi anla­ mına gelen Baal-Zebul olarak değiştiril­ mişti. Yahudi ve hıristiyanlar onu cinlerin efendisi olarak gördüler. BELZONİ (Giambattista), İtalyan gezgin (Padova 1778 - Gwato, Benin, bugünkü Nijerya, 1823). Eski Mısır yapıtları üzerin­ de araştırmalar yapm ak üzere İngiliz kon­ solosu Sait’in hizmetine girdi. Özellikle Kefren piramidini ve Krallar vadisi'ni keş­ fetti.



çüde, dinsel niteliklidir. Küçük şeflerin üzerinde daha üstün siyasal, askeri ve dinsel yetkilere sahip bir "krallık” ailesi bulunur; bu da Bem balar'da yarı merkez­ leşmiş bir devlet yapısını ortaya koyar.



BEMBECİDAE a. (yun. bembiks, -ikos, yabanarısı, ve -eidos görünüş’ten). Yalnız yaşayan bazı arıları içeren familya. (Sphecoidea takımı.) — AN SİKL.B em bec/cfae fam ilyası ü yeleri to p ra k a ltı in leri k a z a rla r v e h e r g ü n yeni ö ld ü rd ü k le ri a v la rla (Brachycera alttakım ın d a n ikikanatlıla r: Eristalis c in s i ü y e le ­ ri, silahlısinekler, sin ekler) b e s ledikleri la r­ vaları b u ra d a b ü y ü tü rle r.



BEMBEK a. (yun. bem biks, -ikos, yabanarısı'ndan). Zarkanatlı bazı böcekleri içeren cins. (Kısa saplı ve sarı ve siyah çizgili karnıyla yabanarısına benzer. Bembecidae familyasının örnek tipi.)



BEMBERG



a. (Tesc. edil. ad.). Kim. Amonyak-bakır çözeltisinde çözündürül­ müş selülozdan (odun hamuru ya da pa­ m uk lintersi) elde edilen yapay lif (reyon). [Bu liflere “ bakır ip e ğ i” .de denir.]



a BEM, İran’da vaha, Kirm an’da, Deştilut’



BEMBEYAZ sıf. 1. Ç ok beyaz, lekesiz



un güney-batı kenarında; 33 000 nüf. Hayvancılık. Bir bölümü Bender Abbas li­ manından yurt dışına satılan meyve (hur­ ma, turunçgiller) yetiştiriciliği. O rtaçağ si­ tesi. Kent yüksek surlarla (çok iyi korun­ muştur) çevriliydi.



şey için kullanılır: Gece kar yağm ış; her taraf bembeyaz. Bem beyaz dişler. — 2. Bem beyaz kesilmek, olmak, bir kimse sözkonusuysa, bir acının, heyecanın et­ kisiyle benzi solmak, rengi atmak (duygu belirten bir neden tümleci alabilir): Korku­ dan bem beyaz kesildi.



BEM (Jozef), türk tarihinde M urat Paşa olarak tanınan polonyalı general (Tarnovv 1794 - Halep 1850). Varşova Harp okulu’nu bitirdi. Bir leh topçu birliğiyle Napolöon’un Rusya seferine (1812) katılarak, özellikle Danzig savunmasında (1813) üs­ tün askerlik yeteneğini kanıtladı Ülkesi­ ne döndü (1815) ve Varşova Topçu oku­ lu ’nda öğretim üyesi, bir süre sonra da general oldu. Polonya'nın Ruslar’a karşı gi­ riştiği özgürlük savaşında çarpıştı, Ostroleka’d a büyük yararlıklar gösterdi (1830 - 1831). Ayaklanmanın bastırılması üzeri­ ne önce Leipzig'e, sonra da Paris'e sığın­ m ak zorunda kaldı. Avusturya yönetim i­ ne karşı ayaklanan m acar milliyetçilerine katıldı (1848). Başkomutan olarak Avusturyalılar’a karşı başarılı savaşlar yaptı, Banat'ı ele geçirdi. Ancak, Transilvanya’ yı işgal eden sayıca üstün rus orduları karşısında yenildi. M acar yurtseverleriy­ le birlikte Türkiye’ye sığındı (1849).İslami­ yet! kabul edip; M urat Paşa adıyla Halep valiliğine atandı. O rada bir arap ayaklan­ masını bastırdı (1850). Adı, m acar özgür­ lük şairi Sandor Petöfi’ nin şiirlerine konu oldu. Kemikleri 1929'da Halep’ten Polon­ ya ’ya götürüldü. Polonya ve Macaristan’ ın ulusal kahramanı sayılır. BEMA (yun. söze.) Erken hıristiyanlık dö­ nemi bazilikalarında kutsal alanın, alçak koro bölmesi gerisinde kalan bölümü; ilk yunan kiliselerinde, kutsal alanın önünde yer alan, korkuluk ve perdelerden oluşan alçak koro bölmesi — ANSİKL. Arkeol. Berna’lar özellikle Yu­ nanistan ve İtalya kiliselerinde iyi korun­ muşlardır; R om a'da Santa Sabina, M idil­ li’de Afendelli bazilikası, Yunanistan'da Nea Ankhıalos'un bazilikası. Kuzey Su­ riye’de bem a farklı bir anlam taşır: içinde Kutsal Kitaplar’ın okunduğu at nalı biçi­ m inde bir bölüm üdür (Behyo kilisesi).



BEMBA a. Z a m biya’da, halkın önemli bölüm ünün konuştuğu bantu dili. BEM BALA R, Z a m b iy a 'n ın ku zey -d oğ u ’sunda yaşayan merkezi Bantular grubundan bir topluluk. Tarımla geçinen Bem balar, karıyerli evlilik kuralını zorun­ lu kılan anasoylu klanlar ve soylar biçimin­ de örgütlenm işlerdir. Temel siyasal birim köydür. Köy bir şef tarafından yönetilir; aynı zam anda kurucu akrabalar g rub u ­ nun da başkanı olan şef, bu niteliğinden ötürü atalarla olan bağıntının bir güven­ cesidir. Şefin başlıca görevleri, ilk şefle­ rin “ kutsal eşyalarına" sahip olduğu öl­



BEMBİDİON a. (yun. bem biks, -ikos, yabanarısı’ndan). Yerkürenin soğuk ve ılı­ man bölgelerinde, genellikle su kıyıların­ da yaşayan küçük koşarkınkanatlı böcek­ leri içeren cins.



BEMBO (Bonifacio), İtalyan ressam. 1447 ve 1477 yılları arasında Lom bardia’ da bulunduğu belgelerle saptanmıştır. Gotik sanatın etkisinde olm akla birlikte, M asolino’dan da etkilendi. Sant’ Agostina a C rem ona'nın fresklerini ve büyük bir olasılıkla Milano'daki Castello sforezesco kilisesi'nindekorasyonunu yaptı.—Kardeşi BENEDETTO (1462 -1 4 8 9 yılları arasında­ ki yapıtları biliniyor) yeni Padova (Squarcione) kültürüne ilgi duymuştur.



BEMBO (Pietro), İtalyan yazar (Venedik 1470 - Roma 1547). Hümanist kültür, sa­ ray adamlığı ve dinsel saygınlık B e m bo ’ nun yaşam ında örnek bir biçim de birle­ şir. Erasmus ile yazışıyordu; Ariosto ve Castiglione’ nin dostuydu. Lucrezia Borgia (1505’te, Asolani adlı yapıtının platoncu,diyaloglarını ona ithaf etti) ve isabella d ’Este tarafından korundu. Leo X 'u n sek­ reterliğini yaptı. 1 539’da Paulus III tara­ fından kardinalliğe atandı. Prose delta volg a r lingua’da (1525), Dante, B occaciove Petrarca’nın yapıtlarını temel alarak İtal­ yan edebiyat dilinin dilbilgisi ve estetik ku­ rallarını belirledi.



BEMENTİT a. (fr. bömentite). Miner Hidratlı doğal m anganez silikat.



BEMO a. Endonezya’da, dolm uş olarak kutlanılan üç tekerlekli araba.



BEMOL a. (ortaçağ lat. b m o lle , "y u m u ­ şak b "). 1. Bir ölçüde, bir notanın önüne konan ve o notayı ölçünün sonuna değin kromatik yarım-ton (türk m üziğinde 1,4,5 ya da 8 koma) pesleştiren işaret. (Dona­ nımda 7 bem olün sırası şöyledir: si, mi, la, re, sol, do, fa) — 2 .Ç ift bemol, önüne konduğu notayı bir tam ton pesleştiren işaret. BEMOLLEŞME a. Sesbilg. Bemolleşmiş sesbirimlerin belirgin niteliği olan bir sesin titreşim sıklığının düşmesiyle, yo­ ğunluğunun azalması.



BEMOLLEŞMEKf. Sesbilg. Bemolleşm iş ses birim, akustik özellikler kuram ın­ da, tayfı, kimi titreşim sıklığındaki (ünlü­ ler için ikinci oluşturucudaki) görece d ü ­ şüşle belirginleşen sesbirim için kullanılır.(Örn. [ü], bemolleşmemiş denilen [İJ’ye göre bemolleşmiş bir sesbirimidir. Bemol-



leşmenin başlıca nedenleri, dudaksıllaş­ ma, boğazsıllaşma ve üstdamaksıllaşmadır.)



BEN k. adi. 1. teki. k. 1 . Konuşan kişinin vurgulanm ası d urum unda kullanılır (vur­ gulam a dışında fiile eklenen 1. teki. k. eki konuşanı belirtmekte yeterlidir ): Ben gel­ dim. Ben artık susuyorum . Ne yaptım ben. Ben m i yanılmışım? || Beni, 1. teki, k. adılının yüklem e durum u: Beni ye m e ­ ğ e çağırdı. Beni ve arkadaşlarımı evleri­ mize bıraktı. || Bana, 1. teki. k. adılının yö­ nelme durumu: Bana h içbir şey söylem e­ di. Bana bak. Ver onu bana, jj Bende: 1. teki. k. adılının bulunm a durum u: Kitabın ben d e değil. || Benden, 1. teki. k. adılının çıkm a durum u: B enden em ir bekleyin. Benden sonra sen de gideceksin. |j Be­ nim, 1. teki. k. adılının tam layan durum u: Bu kitap kim in? — Benim. Telefon ede ­ cek olan benim arkadaşım. Benim çocuk. |j Benimki, birinci teki, kişiye ait olan şeyi, kimseyi belirtir: O bisikleti bırak benim ki­ ni al. || Bence, bana göre: Bence b u so­ run daha önemli. || Benli -* SENLİ BENLİ. || Bensız, ben olmadan: Sinemaya bensiz gitme. — 2. Ben ben demek, her işte ken­ di çıkarını düşünmek. || Ben bilmez miyim güttüğüm domuzun huyunu, "uzun süre birlikte olduğumuz o kötü huylu kişiden bu tür davranışlar beklenir” anlamında söyle­ nir. || Ben derim bayram haftası, o anlar m angal tahtası, söylenilen bir sözün karşımızdakince tam ters biçimde anlaşılması durum unda söylenir. || Ben diyorum hadı­ mım, o diyor ya da sen diyorsun kaç ço ­ cuğun var ya da çoluk çocuktan ne haber, bir işi yapmaya gücü yetmeyeceğini belir­ ten kişiden yardım bekleyen ya da o işi yapmaya zorlayan kimseye söylenir. || Ben hancı, sen yolcu iken, "aram ızdaki ilişki böyle sürüp giderse" anlam ında kullanı­ lır, || Ben sana hayran, sen cam a tırman, iki kim seden sözederken birinin ötekine tutkun olduğunu, ötekininse bunu önem ­ sem ediğini belirtm ek için söylenir, jj Ben şahımı, şeyhim i b u ka da r severim, “ bir kimse ya da iş için daha fazla özveride bulunam am " anlam ında kullanılır. JJ Ben (bu işte) yokum, “ (bu işe) karışmak istem iyorum ” anlam ında söylenir. || Ben­ de, sende, onda o g ö z var mı?, "b e n i in a n d ırıp k a n d ıra c a k kadar saf sanmayın” anlamında kullanılır. || Benden atlasın da nerede patlarsa patlasın, tehli­ keli bir işten sözederken “ bana zarar ver­ m esinde kime verirse versin” anlamında söylenir. || Benden d e al bu kadar,söyle­ nen bir sözü ya da öne sürülen bir düşün­ ceyi onaylama, ona katıldığını belirtme durum unda söylenir. || Benden günah git­ ti, benden söylemesi, bir kimsenin yapı­ lan uyarılara kulak asmaması, bildiğinden şaşmaması d urum unda söylenir: Sizi uyardım, benden günah gitti. ||Benden sonra tufan, kendinden sonrakileri, son­ ra olacakları düşünm eden davranan kim­ senin bu tutum unu belirtm ek için söyle­ nir. || Benden uzak ya da ırak olsun da Mı­ sır'a sultan olsun, "te k benim le ilişkisini sürdürmesin de hangi yüce aşamaya eri­ şirse erişsin” anlamında söylenir. || Benim



Bern’deki (Kirman ili, Iran) ortaçağdan kalma surlar



İ bemol ve cift bemol



ben 1504



de adım Yakup am a o ka da r uzun d e ­ ğil, "du ru m u m sizlerinkinden kötü değil, a nca k sizin g ib i gösteriş meraklısı değ ilim ” anlam ında söylenir. || Benim di­ yen, güçlü, kendine güvenen kimse için kullanılır: Benim diyen delikanlı onunla baş edemez. || Benim oğlum bina okur, dön e r d ön e r yine okur, bir kimsenin sü­ rekli aynı şeyleri yinelediğini vurgulam ak için söylenir.



ypt).



ilişkin bilinçten ve daha önce ne o ld u ğ u ­ na ilişkin anılardan başka şey değildir [...] Onun beni, duyduğu duyum ların ve bel­ leğinin ona anımsattığı duyumların bir toplam ıdır" (TraitĞ des sensations, [Du­ yum lar incelemesi] 1 ,6 ). Bu deneysel ben tanımına. Condillac, onun ayrılmaz bir parçası olan şu ikinci tanımı da ekler: "H a n g i niteliğimle sevilmiş olursam ola­ yım, daim a ben sevilmiş olurum : çünkü, niteliklerim, değişikliğe uğrayıp farklılaş­ mış benden başka şey d e ğ ildirler" (ay.



— Psikan.S. Freud’a göre, o (id) ve üstbenden ayrı olan ve bireyin gerçekliğe karşı olduğu kadar, dürtülere karşı da korunma­ sını sağlayan ve ikinci topikte yer alan öğe. (Bk. ansikl. böl.) || Ben ideali, üstbenin ge­ rekli kıldığı manevi ve ahlaki değerler ara­ sından, öznenin yöneldiği bir ideal oluş­ turan değerleri seçen ruhsal öğe. (Bk. an­ sikl. böl.) || ide a l ben (al. İdealioh), libido etkisindeki benin ilk taslağını simgeleyen ve imgesel düzeyde yer alan ruhsal olu­ şum. (Bk. ansikl. böl.) || ilkel ben, D.W.



Kant, duyum u, onu algılayanla yakın ilişki içinde ele alır ve duyum la duyum u algılayan arasında zorunlu bir bağlılık ol­ duğunu söyler: 'D üşünüyorum ', benim bütün tasarımlarıma eşlik edebilm ek zo­ rundadır; yoksa,düşünülm esi olanaksız bir şey ben’imde tasarımlanmış olur ki, bu da, ya tasarımın olanaksız olduğu ya da benim için bir hiçten başka şey olmadığı anlam ına gelir [...] Öyleyse, duyu yetisi­ — Dilbil. Bana, ben adılının yönelm e d u ­ rum eki almış biçim idir. Sözcük, 3. teki. ■ nin sağladığı bütün çeşitlilik, bu çeşitlili­ ğ in y e r a ld ığ ı aynı ö z n e iç in d e , k. adılı o n a 'yı (eski biçim i aya) örnekse‘düşünüyorum ’ ile zorunlu bir bağıntı ha­ yip kalınlaşarak bana biçim ine dönüş­ lindedir [...] Bu tasarıma, salt tamalgı d i­ müştür. Bu dönüşüm şöyle açıklanabilir: yorum [...] Bu tasarımın birliğine de, ken­ Eski Türkçede yönelm e durum u eki dinin bilincinin transsendental birliği adı­ + g a /+ g e 'd ir. B e n + g e Sen + ge. Bunla­ nı ve riyorum " (Kritik d e r reinen Vernunft, rın örneksenmesi ile.âbiçim inde olduğu 1, 1,1, 16). Böylece, Kant’a göre ben, ta­ sanılan 3. teki, k adılı, yönelm e durumu sarımın, uzay ve zaman içinde birliğinin ekini alırken araya bir -n sesi girerek koşuludur: onun için de, transsendental a + n + g + a biçim ine gelmiştir, -ng- > n diye nitelendirilmiştir. gelişmesi sonucunda 3. teki. k. adılı aya Nietzsche, Kant’ın ileri sürdüğü türden biçim ini almış, 1. ve 2. teki. k. adılları da tam am lanm ış bir ben kavramını şiddetle örneksem e yoluyla baya saya olmuştur. eleştirir. Bilinçli benin, ruhsal olayların tü ­ İstanbul ağzında y > n olduğundan söz­ münü kapsadığı iddiasını belki de Freud' cüklerin bugünkü biçimi bana ve sana or­ dan d aha köklü bir biçim de eleştiren taya çıkmıştır. Nietzsche, "be n ” denince genellikle anla­ — Ed. Ben romanı, anlatıcının birinci tekil şılan şeyin, herhangi bir birleşmiş ve tek­ kişi olduğu roman. (Bk. ansikl. böl.) leşmiş gerçekliği ya d a hiçbir "tözse!” — Fels. Klasik felsefede (Condillac, Pas­ gerçekliği olmadığını (dilbilgisini, yol gös­ cal), deneysel (ampirik) ve somut birey bi­ terici olarak benim sem ek yanılgısına dü­ linci (bilincin, sürekli bir gerçekliği oldu­ şen klasik metafizikçilerin iddiasının tersi­ ğu da kabul edilir). (Bk. ansikl. böl.) || ne) göstermeye çalışır ve şöyle der: "DesKant'ta, algıları alan öznenin sürekliliği cartes'ın kanıtı, sonuç olarak şuna varır: (öznenin, işlenmemiş duyum ların çeşitli Düşünülüyor: öyleyse düşünen bir özne öğeleri arasında kurduğu bağlantı, bu sü­ var! Oysa bu, töz kavram ına olan inan­ rekliliği gösterir). [Bk. ansikl. böl.] |[ Nietzcımızı, 'önsel (a priori) olarak d oğ ru ' ka­ sche’de, düşünm eyi olduğu gibi, isteme bul etmekten başka şey değildir: düşün­ ve duymayı da kapsayan tüm insan ya­ ce olduğuna göre, ‘düşünen’ bir şeyin de şantısı. (Bk. ansikl. böl.) || Özne ben, özel­ olması gerektiğini söylemek, her yapılan likle Fichte ve Flegel'de, bilginin ve isten­ işin, bir yapıcı öznesi bulunm ası gerekti­ cin (iradenin) öznel ilkesi. (Bk. ansikl. böl.) ğini ileri süren dilbilgisinden edindiğim iz — Psikan. Özne ben, J. Lacan’da söylem bir alışkanlık uyarınca ileri sürdüğüm üz öznesinin göstergesi ya da bilinçdışının bir sözdür yalnızca” (Wille zu r Macht). öznesi. D em ek ki ben, temeli olm ayan bir varsa­ ♦ a. 1. Bireyselliği, kişiliği oluşturan yımdır ve zaten “ anlık” da, içgüdülerde şey; öznenin bilinçli bireyselliği; ego. — varlığını kabul etm ek zorunda olduğumuz 2. Ötekileri dışlayarak kendini gösteren ki­ bilgelikten yoksundur: “ Eğer, benim de şilik; bencillik: O nu ilgilendiren tek şey herhangi bir birlik varsa bu, hiç kuşkusuz kendi benidir. benim bilinçli benim de, duym am da, iste­ — ANSİKL. Ed. Ben rom anında “ b e n " di­ memde, düşünm em de değil, ama başka ye konuşan anlatıcının romancryla ilişkisi yerdedir; varlığını korum aya, bazı şeyle­ üç ayrı biçimde görünür: birinci türde, an­ ri özümsemeye, bazılarını atmaya, tehli­ latıyı bir “ rom ancı-anlatıcf dan öğreniriz. kelere karşı uyanık olm aya çalışan orga­ M üşahedat (-Gözlemler- Ahm et Mithat nizmamın topyekûn bilgeliğindedir; ve Efendi, 1890), Deniz küstü (Yaşar Kemal, benim bilinçli benim, bunun bir aracından 1978) rom anlarında anlatıcıyla romancı başka şey d e ğ ild ir” (ay. ypt.) [-» b e n ve aynı kişidir; bir gözlemci gibi roman kişi­ BİLİNÇ.] leri arasında dolaşır. A ncak roman kah­ • Bir filozofun, özne olarak insanı belirtmek ramanı ondan ayrı birisidir. Anılardan kay­ için “ özne-ben” i kullanması, öznedeki naklanan Fahim Bey ve b iz (A.Ş. FHisar, düşünsel yanı, genellikle “ ben” deyimiyle 1942), Anamın kitabı (Y.K. Karaosmanoğbelirtilen duygulanım sal ya da duyumsal lu, 1957) gibi rom anlar da bu niteliktedir, yanından ayırt etmek istediğini gösterir. ikinci tür ben romanı, bir “ anlatıcı-roman Özne-ben, ilk soyutlanışında, salt biçim ­ kahramanı” na ait serüveni dile getirir. An­ sel özdeşliktir; Fichte'nin, her şeyin baş­ cak, “ ben ” diye konuşmasına karşın, ro­ langıcına koyduğu özne-ben = özne mancıdan başka biridir. Örneğin, Ben deli - ben’dir. Oysa Hegel’e göre özne-ben,so­ m iyim (H.R. Gürpınar, 1925),Ffaz/ye(M.C. mut bir gerçektir, karşılıklı olarak birbirini Anday, 1975) gibi romanlar, romancıla­ “ tanıyıp kabul etm e” edim i içinde karşı rından ayrı oldukları fark edilen birer kah­ karşıya gelen iki bireyin ortak özüdür. Heramanı canlandırır. Genellikle yaşamöygel şöyle der: “ iki özne-ben'in karşıt so­ küsel nitelik taşıyan üçüncü tip ben ro­ mut varlıklardan vazgeçtikleri uzlaşma manları ise, "romancı-anlatıcı-rom an kah­ durum unu belirten evet sözü, kapsamı iki­ ramanı’™ birleştirir. Büyük gözaltı (Çetin Alliğe varacak kadar genişlem iş özne tan, 1972), ya da B ir uzun sonbahar (De­ -ben’in somut varlığıdır Böylece özne-ben, mir Özlü, 1976) gibi romanlar bu türe gi­ kendisine eşit olarak kalır ve tam dışlaşrer. mışlığında ve kendi tam karşıtında, kendi — Fels. Condillac, koku, vb. algılar ve du­ kesinliğini elde e de r" (Phaenom enologie yum larla donattığı heykelinden söz eder­ des Geistes, "G e is t” ). ken şöyle der: “ Onun beni, ne olduğuna



Winnicott'a göre, insan kişiliğinin, yaşamın başından başlayarak, deneyim leri birikti­ ren, örgütleyen ve bütünleştirmeye yöne­ len bölüm ü. (Winnicott, bu ilkel aşam ada benin, henüz dürtüleri doyurm a gibi bir ereği olmadığını, yalnızca birleşmiş bir "s e lf” gerçekleştirm e amacı güttüğünü ileri sürer. Bu da ancak, bebeğin çevresi “ yeterince iyi bir anne” tarafından güven­ ce altına alınmışsa başarıya ulaşabilir.) — Psikan. Freud'un yapıtlarında ben, ön­ celeri, nevrozlu çatışm ada bir savunma mekanizması olarak düşünülüyordu; ben, öznenin isteğine aykırı bir tasarının bilin­ ce girmesini yasaklıyordu. Ayrıca, birin­ cil süreçleri ketleyerek, onların istek san­ rısıyla doyum a ulaşmalarını engelleyen bir aygıttı. Buna göre ben, isteği gerçek­ likten ayırt eden aygıt oluyordu. 1915 ’e doğru, narsisizmin incelenm e­ si, bir değişikliğe yol açtı. Freud, benin bir anda var olmadığını; dürtülerin ilk özerotizminin ardından ortaya çıktığını ve bu dürtülerin narsisizm aracılığıyla gerçekle­ şen birliğinin sonucu olduğunu düşündü. Böylece ben, libidonun bir aşk nesnesi oluyordu; kişinin kendisinden farklıydı; ben konusundaki geleneksel düşüncele­ rin tersine, kişiye yabancı olan bir nesney­ di. 1920’de, freudcu kuram da yeni bir de­ ğişm e gerçekleşti. Ben, ikinci topiğin bir öğesi durum una geliyor ve artık birçok öznellik öğesi arasında bir öğe olarak yer alıyordu. Ben, nesneyle çeşitli özdeşleş­ m elerin ürünüydü; bunun izlerini taşıyor­ du ve bu özdeşleşmelerden kaynaklana­ rak oluşuyordu. Ben, hem gerçekliğin baskısına hem de o'nu n (id’ in) istekleri­ ne karşı savunm a işlevini yerine getirdiği için, gelişiminin genetik açıdan incelen­ mesi gerekiyordu. Yapılan incelemelerde, benin, gerçeklik ve dürtüler üstündeki egem enliği önemle ele alındı. Bu işlev, benin ayırtedici özelliği olarak görüldü. Nitekim am erikan e gopsychology okulu, bu doğrultuda araştırmalar yaptı ve be­ ni, hem ruhsallığı hem de gerçekliğe uyarlanmayı ayarlayan bir aygıt olarak gördü. Öte yandan Jacques Lacan (1935), be­ nin bir başka yanı üzerinde durdu. Ona göre bu öğe, ancak ayna evresinin bir so­ nucu olarak m eydana geliyordu. Biz, ken­ di kişiliğimizde, kendimizi oluşturmak için özdeşleştiğim iz kişilerin özelliklerini taşı­ yorduk. Am a benin, ötekine (başkasına) olan bu bağımlılığı, bir egem enlik yanıl­ samasıyla bilmezden gelm e işlevi de var­ dı ve bu işlev ötekini, kötü nesne olarak narsis bir suçlam ada doru ğ u na varıyor­ du. Buna göre ben, kendi temel bölün­ m üşlüğü ile temel açılmışlığını özneye unutturan bilm em elerin odağıydı. Ama, aynada görülen öteki, insana özgü d im ­ dik bir gövde o lduğuna göre ben, g öv­ denin im gesiydi. Ayrıca bu im genin için­ de ve arkasında gizlenen ve onu ayakta tutan bir nesne vardı: a nesnesi. Bu nes­ ne, bilinçdışı isteğin nedeniydi. Böylece, ben bu nesnenin yer değiştirm iş tem sil­ cisidir denebilirdi: ben, isteğin düzdeğişmecisiydi. Ben, kendi yapısını bu istek ne­ deninden başka bir şeye borçlu değildi. Bu neden, beni ayakta tutuyor, ben de onu gözlerden saklıyordu. Ben ideali, Fre­ u d ’a göre (Pour introduire le narcissisme [fr. çev.]. 1914) ideal ben'in bir ikamesiydi. Ana baba eleştirilerinin ve dış çevre­ nin etkisiyle, ideal benin sağladığı ilk nar­ sis doyum lar, yavaş yavaş bir yana bıra­ kılıyor ve özne, bu yeni ben ideali içinde o doyumları yeniden elde etmeye çalışı­ yordu. Daha sonra Freud, ikinci topiği ileri sürmesinin ardından, ben ideali, benin is­ teklerini artıran ve bastırımı kolaylaştıran özgözlem, yargı ve sansür işlevi nedeniy­ le, üstbenden iyice ayırt edilm em iş bir ö ğe olarak düşünüldü. Ama, libido istek­ leri ile kültürel istekleri uzlaştırmaya çalış­ tığı ölçüde üstbenden ayrılıyor ve böyle­ ce y ü c e ltim ' sürecinde rol o yn u y o r­ du.



£&. CCuJUlLn



S



y --rv^NU.



1



Freud'a göre, bağnazlık, mpnoz ve âşıklık, bir dış nesnenin (şef, hipnozcu, sevgili), öznenin kendi ideal benini yan­ sıtması sonucu bir dış nesnenin ben ide­ alinin yerini aldığı üç durum u sim geliyor­ du. J, Lacan’a göre ben ideali, aynı g ru p ­ tan insanlar arasındaki sözsel ilişkileri dü­ zenleyen yasa örneğine uygun olarak, simgesel düzeydeki işlevi, benin imgesel yapılaşmasını düzenlem ek olan kişilik öğesiydi. Bu da, başlangıçta, öznenin, otoriteyle ilişki içinde, ötekiyle (başkasıy­ la) bağlantısına ilişkin bir gerçekti. • ide a l ben. Freud'un 1914'te kullandığı bu terim, ilk narsis doyum ların nesnesi olan gerçek beni belirtiyordu. Özne, d a ­ ha sonra, çocuğun “ tek başına kendi öz ideali o lduğu" çağda ortaya çıkan çocuk­ luk narsisizminin sınırsız gücü diye nite­ lenen durumun ayrıt edici özelliği olan bu ideal beni, yeniden bulmaya yöneliyordu. Freud, Das leh u n d das Es (Ben ve O) ağacı), karanfil, haşhaş, tohum, fülfül (ka­ [1923] başlıklı incelemesinde, bu öğele­ rabiber), hindu (hintli), hindu b eçe ’ye rin her ikisine de aynı sansür ve idealleş­ (hintli çocuk) vb. benzetilir. Ben, sanki g ü ­ tirm e işlevlerini yükleyerek, ideal ben ile zellik kâtibinin kaleminden gül yaprağına ben ideali arasında bir karşılıklığa yol aç­ düşm üş bir damladır. Sevgilinin saçı tu­ tı. Lacan'a göre (le Stade du m irolr comzağa, gönlü kuşa benzetilir; ben de kuşu m e form ateur du je, 1949), ideal ben, ço ­ çekecek olan yem tanesidir. Saç ipliğine cuğun gövdesinin aynadaki imgesinden teşbih gibi dizilen şehdanedir (iri inci ta­ kaynaklanarak hazırlanıyordu. Bu imge, nesi). Saç, siyah rengi dolayısıyla çocuğun, öteki insanlarla birincil özdeş"kâfirista n " diye adlandırılınca, ben de leşiminin dayanağıydı ve öznenin, im ge­ “ kâfir, namüselman, bütperest” vb. sayı­ sel ele geçirm ede yabancılaşmasının lır. Benin habeş ya da mısır sultanına ben­ başlangıç noktasını oluşturuyordu. Ayrı­ zetilmesi saçın "sa ye b a n " (gölgelik) diye ca bu imge, "özne-ben’’in kültür ve dil ile düşünülmesi dolayısıyladır. Çene çukuru­ ilişkisinde “ ö teki" (başkası) dolayımıyla nun kenarındaki ben H ârut*, saç ise ca­ nesnelleştiği ikinci özdeşleşimlerin de dıdır; sanki saç ile ben birbirlerine sihir kaynağıydı. öğretmektedirler. Yanak M ushaf'a benze­ B E N a. 1. Deride beliren, em briyon kö­ tilir; hat ile ben de onun üzerinde yazılı kenli, düz ya da kabarık ve' kenarlan be­ ayetler gibidir. Sevgilinin aya benzeyen lirli küçük leke. (Bk. ansikl. böl.) — 2. Mey­ yüzünde benler Pervin’i (Ülker yıldızı) an­ vede, özellikle de üzüm de olgunlaşm a dırır. Ben anlamındaki hâl sözcüğü ile du­ belirtisi sayılan lekecik. — 3. Saçta, sakal­ rum anlamına gelen hal arasında cinas da beliren beyazlık, — 4. Saçına sakalı­ yapılır, ikinci anlamı "k a ra " olan sevda na ben düşmek, beyazlar belirmek. sözcüğüyle de benin rengine işaret edi­ —Tarım. Ben düşmek, sözkonusu olgun­ lir. laşm aya başlayan meyve taneleriyse, B E N a. Yörs. 1. Oltaya takılan ya da tu ­ üzerlerinde benekler oluşmak; nişan düş­ zağa konulan yem. — 2. Kuşun yavrusu­ mek. na taşıdığı yiyecek. —ANSİKL. Ben çoğu kez doğuştan vardır, B E N a. (ar. b a n 'dan). Bot. Ben cevizi, am a em briyon kökenli olmasına karşın, m oringanın meyvesi. Ben yağı, bu m ey­ erişkin çağda, hatta daha geç bile or­ veden çıkarılan yağ. taya çıkabilir. Her insanda birkaç tane bu­ lunur. Kalıtım yoluyla geçtiği kanıtlanma­ ■ B E N (Benjamin VAUTİER, —denir), isviç­ mışsa da ailevi karakterde olduğu sanıl­ reli sanatçı (Napoli 1935). “ Nice okulu " maktadır. nu (Nice, yaşadığı ve çalıştığı kenttir) ni­ • R enkli benler. Bunlara melanik benler, telendiren dadaizm-sonrası düşünüş bi­ melanositli ya da hücresel benler de de­ çim ine yaklaştı ve uluslararası Fluxus ha­ nir. M elanositlerden kaynaklanmalarına reketine bağlandı. 1960'tan başlayarak, karşın, ille de renkli olmaları gerekmez. değişik biçim lere bürünen bir etkinlikle Ortak özellikleri m elanosit içermeleridir. “ her şey sanattır” fikrini ortaya attı ve bu­ Bu hücrelerden tek başlarına bulunan ya nu örneklendirdi. Yıkıcı bir mizah anlayı­ da az çok önemli küm eler halinde to p lu ­ şıyla “ herşey” e imzasını attı: eşyalar, yö­ ca yerleşenlere, ben anacı denir. Bunlar reler, olaylar, davranışlar, sözcükler, renk­ bazen altderinin içine (altderi içi benleri) li cümleler, düşünceler, yapıt aşırmaları... bazen altderiyle üstderinin birleşme sını­ vb. Gövdesel olduğu kadar kavramsal sa­ rına (birleşme benleri) bazen de her iki ye­ nata da değinen yapıtları benliğin (ego’ re birden (karma benler) yerleşir. Renkli nun) kendini ortaya koym a gereksinim i­ benler düz (lentigo, yassı ben [sütlü kah­ nin bir belirtisi olan "y e n i” kavramına da­ verengi leke]) ya da kabarık olabilir: bun­ yanır. Yapıtları, sanatsal olayın ve sanat­ lar "yum u şa k siğil” tipi benlerdir, çoğu çı güdülenim lerinin bir çözümlem esidir. kez renksiz ya da ço k açık pem be olur­ lar. Bazı renkli benler renkleriyle ayırde- ■ B e n A n a d o lu , G üngör Dilm en’in oyu­ nu (1984). Türk kadınına seçm e ve seçil­ dilir: mavi ben, (m ongol lekesi, Ota beni, me hakkının verilişinin 50. yıldönüm ü do­ ito beni), Sutton beni (çevresinde renksiz layısıyla interbank’ın düzenlediği "Kadın" bir ayla bulunur). Renkli benler, zedelen­ konulu oyun yarışmasında birinciliği aldı. m elerden, travm alardan, estetik amaçla Bereket tanrıçası K ybele’den günüm üze yapılmış yüzeysel am eliyatlardan ya da dek çağlar boyu Anadolu kadınının,deği­ elektrikle yakıldıktan sonra tehlikeli meşik uygarlıklar içindeki yerini ve rolünü an­ lanom lara dönüşebilirler. Bu benlerden latan yapıt, ilk kez Yıldız Kenter’in yoru­ bazıları bir kıl demeti üzerinde yerleşm iş­ tir. Kıllı benler hiçbir zam an yozlaşmaz. muyla Uluslararası 12. İstanbul Festiva­ lin d e sahnelendi (1984). Tek kişili oyun­ • Basit benler. Derinin çeşitli öğelerinden da .Androm akhe, Niobe, Lydia, Anna (üstderi ve eklentiler) kaynaklanır. Bu benKomnena, Nilüfer Hatun, Ayşe Sultan, lerle zararsız deri urları arasındaki sınır ke­ Halide Edip Adıvar vd. gibi 18 kadın ti­ sin değildir (örneğin anjiyomlar ben sayı­ pi, tarihselden çağdaşa doğru Anadolu labilir). En sık görülenleri siğilimsi benler­ kültürleri içindeki kimlikleriyle tanıtılır. Yıl­ dir. dız Kenter 1984-1990 arası oyunu İngilte­ — Ed. Divan edebiyatında sevgilinin be­ re, ABD, Hollanda, Almanya, Danimarka, ni, güzelliğinin bir parçası olarak daha Rusya ve Özbekistan’da, Nergis Arı çok yanak, yüzdeki ayva tüyleri ve dudak 1991’de İstanbul ve Singapur’d a oynadı ile birlikte ele alınır. G özbebeği,, ud (öd



Oyunun alm anca ve fransızca temsilleri için de hazırlıklar yapılıyor. B o n d e li m iy im , Hüseyin Rahmi Gür­ pınar’ın romanı. Son telgraf gazetesinde tefrika edilirken (1924), "ed e b e ve ahla­ ka aykırı" olduğu iddiasıyla, yazar aley­ hine dava açılmıştı. Hüseyin R ahm i,sa­ vunmasında gerçek yazarlığın “ bütün bi­ limleri, tenleri içerdiğini; her kötülüğü, her hastalığı, her gizli bozukluğu, yarayı ay­ dınlığa çıkaran yüksek bir kudret olduğu­ nu, "hiçb ir hükümetin, hiçbir memleketin, sanatı ya la n cı ta n ık lık d e re c e s in e indirem eyeceğini” söylemiş; sonuçta ak­ lanmıştı. Romanın konusu şöyledir: Şadan var­ lıklı ve sefih bir gençtir. Serseri arkadaşı Nuri ile birlikte Revan hanım’a musallat olup, kadını kocasından boşatır, sonra da rekabet yüzünden birbirlerine düşerler.



Ben



Sanat yapılının keşfi (1973) özel kol.



B E N A C E R R A F (Baruj), amerikalı he­ kim (Caracas, Venezuela, 1920). M ikro­ biyoloji uzmanı olarak önce C olum bia Üniversitesi’nde, sonra 1948 -1 95 0 ara­ sında Paris’te Broussais hastanesi’nde çalıştı. 1 9 5 6 -1 9 6 8 arasında New York Üniversitesi’ nde patoloji profesörlüğü yaptı. Sonra, Boston'da Harvard Üniver­ sitesi’nde profesör ve bu üniversitenin kanserle savaş m erkezinin araştırma bi­ rim lerine m üdür oldu. Başlıca çalışm ala­ rı bağışıklık m ekanizmalarının gen etkin­ liğiyle ilgisi üstünedir. Antikor yapm a ye­ teneğinin, farede bir dizi genle denetlen­ diğini ortaya koydu ve gen etkinliğinin özelliğini ve işleyiş biçim ini belirledi. 1980’de, tıp ve fizyoloji Nobel ödülü'nü, George Davis Snell ve Jean Dausset ile birlikte aldı. B E N A D İR , ar. B e rr ü l-B e n a d ir ( “liman­ lar kıyısı” ), Afrika kıyısının bir bölüm üne (Somali) verilen ad. Başlıca kenti M ukdişo.



Yıldız Kenter Ben Anadolu adlı oyunda



ben âd ir 1506



BENÂDİR çoğl. a. (fars. b e n d e r'in ar. çoğl. benâdir). Esk. iskeleler, limanlar.



D cnocn



la n d ra ta ra fın d a n k u lla n ıla n d e y im .



BENBENCİ sıf. Halk. Kendini beğen­



BENCKENDORFF ->



BENAKİTİ (Fahrettin Ebu Süleyman



miş, böbürlenen, övüngen kimse için kul­ lanılır.



BENCO (Silvio), İtalyan yazar (Trieste



Davut bin Ebülfazl EL-). iranlı şair ve ta­ rihçi (7 - 1329). İlhanlI hüküm darı Gazan Flan tarafından m elik üş-şuaralığa atan­ dı. Ebu Said Flan dönem inde Ravzat ûli'l -elbab fi tevarih il-ekâbir ve'l-ensab adlı tarihini yazdı (1317 -1318). Yapıt, son yıl­ larla ilgili kısa notların dışında, Reşidettin’ in ünlü Câmi üt-tevarih’m n konu sırasının değiştirilmiş bir özetidir. Peygamberler, eski Iran hüküm darları, Hz. M uham m et ve halifeler, Abbasiler ile çağdaş İran ha­ nedanları, Yahudiler, hıristiyan ve Frank­ lar, Hintliler, Ç inliler ve M oğollar ile ilgili bölümleri kapsar. Çinliler ile ilgili bölüm farsça aslı ve latince çevirisiyle birlikteyayımlandı (1677); ayrıca İngilizceye de çev­ rildi (1820).



BENALCAZAR ->



BELALCÂZAR.



BEN AM OTZ (Dan), ibranice yazan İs­ railli yazar (Polonya 1923). Hiciv ve gül­ dürü öyküleri yazdı (Quoi d e neuf? [fr. çe v.], 1959; Prends autant q u e tu peux [fr. çev.], 1975).



BENÂN (ar. benân). Esk. Parm ak ucu, Benard hücresi, bir akışkan katmanın­ da, taşınım olaylarıyla sınırlanan hücre. Bu hücreler, düzenli bir şekilde sıralanır­ lar ve bir akışkan katmanının yüzeyleri arasında bir sıcaklık farkı doğduğunda or­ taya çıkarlar; am a alt yüzeyin üst yüzey­ den daha sıcak olması gerekir. Her hüc­ re, birinden diğerine akışkan geçişi ol­ maksızın, katmanın iki yüzeyi arasında ta­ şınım yoluyla bir ısı değişimi sağlar. Yal­ nızca Rayleigh sayısı kritik değeri aştığın­ da ortaya çıkan bu olay, kararsızlığın ilk örneklerinden biridir. VARANASİ.



BENASCtUE, ispanya’ da köy, A ragön’ da (Huesca ili), M aladeta kütlesinin ete­ ğinde; 760 nüf. Yaz turizmi merkezi. BENÂT çoğl. a. (ar. b in t'in çoğl. benât). Esk. 1. Kızlar. — 2 . Oyuncak bebekler. — 3. Benât-ı Havva, Havva kızları, kadın­ lar. —Astron.Esk. Benât-ı n a ’ş-ı kûbra, B üyük­ ayı yıldız kümesi. || Benât-ı na'ş-ı s uğra, Küçükayı yıldız kümesi. BENAVENTE, ispanya’da (Leön) kent,



Atıf Benderlioğlu



lik, övüngenlik.



BENC -> BENG. Bence-Jones proteini ya da albümoz, yalnız hafif kappa ve lam bda zin­ cirle rin d e n o lu şa n im m ü n o g lo b ü lin . (Paraproteinem i sırasında bol m iktarda sentezlenir. Katmerli miyelom ve Waldenström hastalığına tutulmuş kişilerin ka­ nında rastlanır, idrara geçerek m onoklonal tipte bir proteinüriye yol açar [albümozörij.) İdrarda hafif zincirler bulunup bulunm a­ dığı ısıtma yöntem iyle araştırılır: önce 6 0 °C 'd e bir çökelti oluşur ve kaynama noktasında bu çökelti yeniden erir. (Bence-Jones tepkim esi.) Günüm üzde, hafif zincirlerin proteinüriye yol açtığı d a ­ ha çok elektroforez yöntem i kullanılarak saptanır.



BENCİ sıf. ve a. Bencilik gösteren kim ­ se için kullanılır. (Eşanl. BENLİKÇİ.) BENCİ Dİ CİO NE, İtalyan m im ar (öl.



parmak.



BENARES -



BENBENCİLİK a. Kendini beğenm iş­



Zamora'nın K.'inde; 11 800 nüf. Şatosun­ dan günümüze yalnızca Caracoi köşe ku­ lesi (XVI. yy.) kalmıştır. XII. yy.’dan kalma S. Maria del Azogue (yarım daire biçimi 5 absida) ve S. Juan del M ercado kilise­ leri.



BENAVENTE (Toribio DE, M o to lin ia — denir), İspanyol fransisken misyoner (Benavente 1490’a doğr. - Mexico 1568). 1524’te M eksika'ya gelen ilk 12 misyo­ nerden biri. Yerliler tarafından Motolinia, yani “ yoksul" diye adlandırıldı; tüm ya­ şamını M eksika’d a ve G uatem ala'da hıristiyanlığı yaym aya ve yerlileri conçuista d o r’lara karşı korum aya adadı. Yerlile­ rin dili, gelenekleri ve tarihi konusunda uz­ mandı. 1558'de yayımlanan Historia de los indios de la N ueva Espaha adlı yapı­ tı, kolom böncesi uygarlıklara ilişkin temel kaynaktır.



Floransa 1388). Bir süre Floransa kated­ ralinde ustabaşı olarak çalıştı; S. Talenti ile L oggia della S ign o ria'nın (ya da Logg ia d eiL a nzi) planlarını hazırladı (1376).



BENCİK



M uğla’nın Yatağan ilçesi, merkez bucağına bağlı köy; 2 134 nüf. (1990).



BENCİL sıf. ve a. Her şeyi kendine mal eden, yalnız kendi çıkarlarını gözeten kimse için kullanılır; hodbin, hodkâm , egoist. BENCİLCE sıf. Bencil bir kimseye özgü tutum ve davranış için kullanılır: Bencilce sözler. ♦ be. Bencil biçimde: Bencilce düşün­ m eyi bırak artık.



BENCİLEYİN be. (ben + cileyin). Be­ nim gibi, bana benzer: “ Sen de bencile­ yin yârdan mı oldun / Göz g öz oldu si­ nem deki y a ra la r" (Karacaoğlan, XVII. yy)-



BENCİLİK a. Kişiliğini çok yüksek g ö r­ me, özellikle kendinden sözetme ve övün­ me; ben 'e tapınma, narsisizm. (Eşanl. BENLİKÇİLİK.) — ANSİKL. Tasav. Kendini beğenm e, ken­



dinden başkasını görm em e, kendini tek sayma, böbürlenm e anlamlarını içeren bencilik tasavvufta, A lla h ’a doğru yolcu­ luğa çıkan sufi için en büyük engel sayı­ lır. Bencilik, sufinin A llah'ta yokolmasını (fenâfillah) önler. Bu yüzden benciliğin or­ tadan kaldırılması gerekir. Sufi, A llah’a doğru yolculuğa (seyir) çıkm adan önce benliğine karşı savaş açar. Bu savaşı, din uğruna yapılan savaştan (cihat) d aha üs­ tün görür. Tasavvufta iki savaştan kendisininkine cihad-ı ekber (büyük savaş), din uğruna yapılanına cihad-ı asgar (küçük savaş) denir. Tasavvufta benliği yok etme ilkesi, melamilik’ denilen ve aşırı görüş ve tutumları benimseyen bir tarikatın doğm a­ sına yol açtı. M elam ilikte bu savaş özel­ likle başkalarının yapacakları her türlü ezi­ yet ve aşağılamalara katlanm ak biçim in­ de ortaya çıkar. ( -* MELAMİLİK.) [Eşanl.



BENAVENTE (Jacinto), İspanyol tiyat­



ENANİYET, ENEİYET, ENAİYET.)



ro yazarı (M adrid 1866 - ay.y. 1954). Bü­ tün tiyatro türlerini işleyerek 2 0 0 ’e yakın oyun yazdı. Töre ve tutkuları ustaca göz­ lemleyen Benavente, Avrupa tiyatrosu­ nun bütün akımlarını birbiri ardı sıra be­ nimsedi. Pek hak etmeden elde ettiği ün, ispanya’da bulvar tiyatrosu oyunlarının yaşamasına katkıda bulundu (El N ido ajeno, 1894; Senora Ama, 1908; la Malquerida, 1913; Los intereses creados, 1907). Nobel ödülü, 1922.



BENCİLLEŞMEK gçz. f. Bencil d uru ­



BEN BADİS -> mit).



İBNİ BADİS (A b d ü lh a -



m a gelmek.



BENCİLLİK a. 1. Başkalarını, başkala­ rının çıkarını hiçe sayarak, kendini, kendi çıkarlarını kollama; çıkarına aşırı düşkün­ lük. — 2. B encillik etmek, bencilce dav­ ranmak. —Tar. Kutsal bencillik, İtalya ile itilaf dev­ letleri arasında 26 nisan 1915 tarihli Lond­ ra antlaşm ası’nın imzalanmasından kısa b ir süre önce, fransız-alman anlaşmazlı­ ğı konusunda, ülkesinin tarafsızlığını açık­ lam ak am acıyla İtalya başbakanı A. Sa-



BENKENDORF.



1874 - Turriaco, Borizia, 1949). Gazeteci ve denemeci. Yapıtlarında daha çok Tri­ este tarihine yer verdi.



BEND - BENT. BENDA (Julien), fransız filozof ve yazar (Paris 1867 -Fontenay-aux-Roses 1956). 1898’de, Dreyfus olayı üzerine bir dizi m akale ile Revue blanche’da yazarlığa başladı. Pöguy ile görüşüyor ve Cahiers de la O u inza in ein yazarları arasında yer alıyordu. Daha ilk yapıtlarından baş­ layarak, heyecan, duygu ve sezgiden kaynaklanan her şeyi akıl adın^ küçüm ­ sedi ve eleştirdi. D ialogue d 'E le u th ö re ' den (1911) sonra yayımladığı le Bergsonism e'öe (Bergsonculuk) [1912], bu fel­ sefeye şiddetle çattı; ardından, felsefi bir rom an olan O rd in a tio n 'u (Kutsama) [1912], Sur le succös d u b ergsonism ei (B e rg s o n c u lu ğ u n b aşa rısı ü z erin e ) [1914], çağdaş fransız toplum unun este­ tiği üzerine bir denem e olan B e lphögor1u ve A m o ra n d e s 'ı (1 92 2 ) yayım lad ı. 1927'de yayım lanan ve aydınlara yöne­ lik bir yergi olan la Trahison des clercs (Okum uşların hıyaneti), b üyü k yankı uyandırdı. Diğer yapıtları: D iscours â la nation europöenne (Avrupa ulusuna nu­ tuk) [1933], Delice dEleuthĞre (1935), Un rĞguüer dans le siöcle (1938), la France byzantine ou le Triom phe de la littârature p ure (Bizans Fransa’sı ya da katışık­ sız edebiyatın zaferi) [1945].



BENDALAR, Bohemya kökenli müzikçı aile. — FRANZ (Frantisek), kemancı ve besteci (Stare Benâtky 1709 - Potsdam 1786). Purusya kralı Friedrich ll’nin capella'sında çalıştı. — G e o r g A n t o n (Jirı Antonin), besteci, öncekinin kardeşi (Stare Benâtky 1722 - Köstritz, Thüringen, 1795), özellikle sahne yapıtlarıyla tanındı, iki Benda kardeş daha vardı. Dört kardeşten üçünün birer oğlu yine müzikçi oldu. BENDAVİD (Lazarus), alm an matem a­ tikçi ve filozof (Berlin 1762 -ay.y. 1832). Cam parlatma işçisiydi. Kendini matema­ tik, felsefe ve İbrani yapıtlarını incelem e­ ye adadı. Berlin Yahudi okulu'nun m üdü­ rü oldu. BEN DAVİD (Ehud), İsrailli dansçı ve dans öğretm eni (Netanya, Tel-Aviv’in il­ çesi, 1939 - ay. y. 1977). İsrail'de Martha Graham, Anna Sokolovv, Hanya Holm, Glen Tetley, D onald MacKayle ve daha sonra evlendiği Linda Hodes ile m odern dance çalıştı. Batsheva Dance Company'nin ilk üyelerinden biri olan Ben Da­ vid, M. Graham’ın düzenlemelerinde (Cave o f the Heart, Errand to the Maze, Embattled Garden) ve M ythical Hunters (G. Tetley’in, 1965) gibi yapıtlarda, çevik ve kesin dans tekniğiyle kendini kabul ettir­ di. 1975'te Batsheva Dance C om pany’ den ayrılarak Netanya’da kendi adına bir okul açtı. Bir trafik kazasında öldü. BEN-DAY a. Graf. sant. Tireli bir klişe­ ye, mürekkepli jelatinle kabartmalar çıka­ rılarak, noktalar, çizgiler, grenler ekle­ meye yarayan fotogravür el yöntemi. (Gü­ nüm üzde bu işlem yerini tramlı fotoğraf kopyası yöntem ine bırakmıştır.)



BENDE a. (fars. benden, bağlam ak'tan bende). Esk. 1. Bağlanmış kimse, tutsak. — 2. Kul, köle: "G üzellere m uti b ir ben ­ de olunuz " (C.S. Erozan). — 3. Bir büyük insana yürekten bağlı olanlar: "Ya resülullah şefaat kıl Niyazi b e n d e n e " (Niyazi, XVII. yy.). — 4. Büyük bir aşkla seven, âşık. — 5. B ende-i ferman, em ir kulu: "Şah sensin ben senin b ir bende-i ferm anınam " (Fuzuli, XVI. yy.). || B ende­ niz, köleniz; bir kimsenin kendisinden söz ederken kullandığı saygı, nezaket sözcü­ ğü: "B endenizi d iğ e r b ir odaya a ld ı." (M.K. Atatürk). || B endeniz cennet kuşu, “ b e n , g ü z e l v s in c e lik li k u lu n u z "



anlamında birinin kendini tanıtırken alay yollu kullandığı söz.



BENDE (Mirza M uham m ed Razi), azeri şair (Tebriz ? - Necef 1807). Devlet hâzi­ nesinde mustavfilik (tahsildarlık) yaptı. Türkçe, arapça, farsça şiirler yazdı. Zînet ü t-te v â rih adlı bir de tarih kitabı vardır. Aynı zam anda hattattı. B E N D E G Â N ç o ğ l. a. (fars. b e n d e 1nin çoğl. bendegan). Esk. 1. Kullar, köleler. — 2. Padişah hizm etinde olanlar: Bizzat terbiyyetie yetiştirildi ben d e gâ n1’ (Ziya Pa­ şa, XIX. yy.).



BENDEOİ a. (fars. b en d e ve -7den bend e g i). Esk. Kulluk, kölelik, esaret.



BENDEGUZ, Hun hüküm darı. M acar -hun m itolojisinde Etele (Attila), Buda (Bleda) ve Keve’nin babası. Bizans kay­ naklarında Mundiukhos, got kaynakların­ daysa M undzucus olarak geçen bu adın gerçek biçimi M uncuk’tur.



BENDEK a. Altın ya d a güm üş üzerine yapılan bezem eye verilen ad.



BENDER a. (fars. bender). Esk. Ticaret limanı, iskele.



BENDER



a.



Müz. -* BENDİR.



BENDER,



esk. Rumence Tighina, M oldavya'da kent, Dniestr ırmağı kıyısın­ da; 130 000 nüf. (1989). XV. yy.’dan kal­ m a kale. Besin sanayisi. Dokumacılık. —Tar. Birçok kez Ruslar'ın işgal ettiği kenti, 1812'de Türkler Ruslar’a bıraktı. 1 9 1 9 -1 9 4 5 arasında Rom anya yöneti­ m inde kalan kent, 1 945’te SSCB yöneti­ m ine geçti. Kari XII, Poltava savaşından (1709) sonra bir süre burada kaldı. Kent, 1713 ’teki osmanlı kuşatmasına d iren­ di.



BENDER (Hans), alm an yazar (Mühlhausen 1919). Akzente dergisinin yönetme­ ni. Şiirler, romanlar ve denem eler yazdı (VVorte, Bilder, M enschen, 1969).



BENDER ABBAS, İran da liman, il merkezi, Hürmüz boğazı kıyısında; 201 642 nüf. (1986). Petrokimya. Çelik fabri­ kası. — Kıyı ve güney adaları ili, 67 000 km2; 5 280 605 nüf. (1986). BENDER BUŞEHR - BUŞİR BENDEREK a. (fars. b en d e r ve -k, kü­ çültm e e ki’nden benderek). Esk. 1. Kü­ çük iskele, küçük liman ve bunların yanı­ na yapılan kale. — 2. Dalgakıran, m endi­ rek. — Dil bil. “ M endirek” sözcüğü, “ bendere k” in türkçede aldığı biçimdir.



BENDER ENZELİ, esk B e n d e r P eh­ le v i, İran'da liman, Hazar denizi kıyısın­ da, Reşt’in K.-B.’sında: 55 500 nüf. Deniz üssü. Sayfiye merkezi. Balıklavalar. BENDERGÂH ya da BENDERGEH a (fars. bendergah, bendergeh). Esk. 1. Sı­ ğınacak yer, liman. — 2. Liman şehri. BENDERGEH -*



BEN D E R G ÂH .



BENDER H UM EYNİ, esk B e n d e r Ş a h p u r , İra n 'd a lim a n , A b a d a n 'ın D .'sunda Basra körfezi kıyısında. Petrol term inali İran’ ı baştan sona aşan dem ir­ yolu hattının başlangıç noktası.



BENDERLİ ALİ PAŞA, türk sadrazam (Bender 1770 - Kıbrıs 1821). Laz Ahm et Paşa'nın yanında yetişti. G üm ülcine mübayaacısı, ordu çarhacısı, vezir rütbesiy­ le Ahıska muhafızı olduktan sonra sadra­ zam lığa getirildi (28 m art 1821). Aynı yıl 30 nisanda görevden alınarak Kıbrıs'a sü­ rüldü ve orada idam edildi. ' BENDERLİOĞLU (Atıf), türk siyaset adamı, hukukçu (Yozgat 1910 - Ankara 1992). Ankara Hukuk mektebi’ni bitirdi (1933). Maliye bakanlığı ve Sümerbank’ta hukuk müşavirliği yaptı (19331941). Demokrat parti'ye katıldı (1946). A nkara il başkanı, Genel idare kurulu üye­ si, Ankara belediye başkanı (1950-1954)



oldu; A n ka ra (1 9 5 4 -1 9 5 7 ), Yozgat (1957 - 1960) milletvekili seçildi. DP Grup başkan vekilliği (1958), Milli eğitim bakanlığı (1 9 5 9 - 1 9 6 0 ) ya p tı. 27 m ayıs 1960’tan sonra tutuklanıp Yassıada’da, anayasayı ihlal savıyla, 10 yıl hapse m ah­ kûm oldu. Bağışlandı (1963). AP Ankara senatörü seçildi (1975 - 1980).



1507



BENDER PEHLEVİ - BENDER ENZE­ Lİ.



BENDER TÜRKMEN, esk Bender Şah-, İra n ’da liman, Hazar denizi kıyısın­ da. 1942 -1 9 4 4 yılları arasında, A B D ’nin ö d u n ç -k ira yasası çe rçe ve si iç in d e SSCB’ye gönderdiği araç-gerecin transit üssü olarak kullanıldı. İran'ı baştan sona aşan dem iryolu hattının kuzeydeki son is­ tasyonu. Balıkçılık limanı.



BENDERYAN (Mıgırdiç), ermeni asıllı tü rk hakkâk ve kuyum cu (İstanbul 1835 - ay. y. 1901). 1856 -1 8 5 9 arasında Pa­ ris’te hakkâklık öğrendi. Dönem in önde gelen devlet adamları için değerli taşlar üzerine işlediği yazılarıyla uluslararası ün kazandı; yaptığı işler Benderyan işi adıy­ la anıldı. Üç kıratlık bir pırlanta üzerine iş­ lediği A bdûlham it II tuğrası, bir başyapıt olarak nitelenir. H am idiye cam isi’nin lev­ haları da bu sanatçının ürünüdür. BENDERYAN İŞİ a. XIX. yy.'ın ikinci ya­ rısında, Benderyan* adlı ermeni asıllı türk sanatçının, değerli taşlar üzerine yaptığı yazı ve çeşitli bezem elerden oluşan işle­ melere verilen ad.



BEND-İ BAYAN, Afganistan’da dağ sı­ rası, Hari R ud ’un G .’inde; ya kla şık3 500 m. BENDÎDE sıf. (fars. besten, b ağ la m ak’ tan bendide). Esk. 1. Bağlanmış. — 2. Tut­ sak edilmiş. BENDİDEİA a. Esk. Yun. Bendis onu­ runa yapılan şenlikler. (Pire’de T raklar’ın da katıldığı şenlikler en tanınmış olanları­ dır.)



BENDİGO, Avustralya'da (Victoria) kent, M elbourne’un K.-B.’sında; 52 741 nüf. Altın çıkarılan bir yönetim bölümünün eski merkezi. Tuhafiye gereçleri yapımı.



BENE (Carmelo), İtalyan oyuncu, yönet­



Bendimahi çayi’naan



men ve yazar (Campi, Lecce, 1937). G e­ bir görünüm rek oyununda (Caligula, Hamlet), gerek Van dekadan tem alar üzerine kurduğu çılgın­ ca edebi çeşitlemelerinin (Salome, 1962; Nostra Signora dei Turchi, 1968; S.A.D.E., 1975) sahneye ya d a beyaz perdeye uy­ gulanmasında, barok estetiğine bağlı kal­ dı ve çelişkili figürlerle okuyucu ya da se­ yirciyi kışkırtmaya özen gösterdi.



BENEDEK (Ludvvig VON), avusturyalı general (Ö denburg 1804 - Graz 1881). 1822 ’de orduya girdi, G aliçya’daki karı­ şıklıkları bastırdı, L om b ardia(1848), M a­ caristan (1849) savaşlarına katıldı ve Solferino’da (İtalya, 1859)yararlık gösterdi. Bo­ hem ya ordusu komutanı olarak S adovâ’ d a yenilgiye uğradı (3 tem m uz 1866) ve h arp divanına verildi. A m a im parator ko­ vuşturmaları durdurdu ve Benedek bun­ dan sonra inzivaya çekildi.



BENEDETTİ (Giovanni Battista), İtalyan matematikçi ve m ühendis (Venedik 1530 - Torino 1590). Tartaglia’dan m atem atik öğrenim i gördü. Cisimlerin serbest düşübuselik beşlisi



BENDİHİSAR a. Müz. Türk m üziğinde bir bileşik makam. Hisarbuselik makam ı­ na, yegâh (re) perdesi üzerine taşınmış buselik dizisi eklenerek elde edilmiştir. Bulucusu A h m e t'A vn i K onuk’tu r (1871 -1938).



- j— p -* ]



BENDİMAHİ çayı, Van gölü kapalı



şüyle ilgili çalışmalarıyla Galileo’ya zemin hazırladı.



havzasının K.-D. kesiminde akarsu. Uzun­ luğu yaklaşık 80 km. Tendürek ve Sarıçiçek volkanik kütlelerinin G. yam açların­ dan ve Türk-iran sınırındaki Esengöl da­ ğının B. yam açlarından inen kaynak kol­ larının Çaldıran ovasında birleşmesiyle oluşur. G enç lavlar içinde açılmış, Göndürm e boğazı adı verilen dar, derin bir vadiden sonra M uradiye ovasını sular ve Van gölünün K.-D. ucunda göle dökülür. Ortalam a akımı 9,9 m3, 16 yıllık rasat dö­ neminde saptanan maksimum akım 122 m3, en düşük akım 2 m 3. En çok su g e ­ çirdiği dönem , yağm ur ve kar sularıyla beslendiği nisan ve mayıstır.



BENDİR ya da BENDER a. Müz. Türk müziğinde kullanılan büyük zilsiz tef. (Kla­ sik türk müziğinin, kudüm le birlikte, baş­ lıca vurmalı çalgısı olan bendir, mevlevilik dışında bektaşilik, rıfailik gibi tarikatlar­ da da kullanılmıştır. Derinin iç yüzeyine, yarıçap biçim inde gerilen ince kiriş, aşırı gümlemeyi önler ve çalgıdan aynı zaman­ da iki ayrı tını elde edilmesini sağlar.)



BENDİS, eski Trakyalılar’da ay tanrıça­ sı. Yunanistan’da çoğu zaman Artemis ile özdeşleştirilirdi. İ.Ö. V.-IV. yy.’larda Attike’de bu tanrıçaya ibadet edilmekteydi.



BEND-İ-TÜRKİSTAN, Afganistan’ın kuzey-batı kesim inde dağ sırası. Batıdoğu doğrultusunda uzanır. Afgan ve Türkistan ovalarının yanında yükselir; Zangilak doruğunda 3 530 m.



hicaz dörtlüsü



nikriz beşlisi



BENEDETTİ (Vincent, kont), fransız diplom at (Bastia 1817 - Paris 1900). 1855’te dışişleri bakanlığı siyasi işler bö­ lüm ünün başına getirildi ve İtalya hükü­ metiyle Savoia ve N ice’in Fransa’ya dev­ redilmesi görüşm elerini yürüttü (Torino antlaşması, 1860). 1864’ten 1870’e kadar yürüttüğü Berlin büyükelçiliği görevi sıra­ sında, Avusturya-Prusya çatışmasında ta­ rafsız kalmasının karşılığında, Lüksemburg ile Belçika’nın Fransa'ya katılması­ nı sağlam aya çalışan görüşmeleri sonuç­ landıram adı. 13 tem m uz 1870’te Em s’te Hohenzollernli Kari A nto n 'un tahttan fe­ ragatinden sonra) ispanya tahtına Hohen­ zollern hanedanından yeni bir aday çıka­ rılmayacağı konusunda VVİlhelm l'de n Fransa hükümeti adına kesin güvence is­ tedi. Prusya kralının, E m s * bildirisi diye adlandırılan yanıtı, Fransa’ nın A lm anya’ ya savaş açm asına neden oldu. BENEDETTİ (Arrigo), İtalyan yazar (Lucca 1910 - Roma 1976). Gazeteci ve romancı. Yapıtlarında. F. Tozzi’nin Tosca­ na gerçekçiliğinin etkisi görülür (I misteri della cittâ, 1941; II passo dei Longobardi, 1964).



BENEDETTİ (Mario), uruguaylı yazar (Paso de los Toros 1920). Şair, gazeteci, denem eci. Romanları (La tregua, 1960; G racias p o r el fuego, 1965) ve öyküleri



kürdi dörtlüsü



bendihisar makamı



vardır. Yapıtlarında, siyasal eğilimini yan­ sıtır.



BENEDETTİ MİCHELANGELİ (Arturo), İtalyan piyanocu (Brescia 1920). Ce­ nevre uluslararası yarışm asfnda birinci­ lik ödülünü kazandı. Tıp öğrenimi görmüş olan ve piyanonun yanı sıra keman ve org da çalan sanatçı, sağlığı bozulunca kon­ serlerine bir süre ara vermek zorunda kal­ dı ve öğretm enlik yaptı. Uluslararası re­ sital ve konserlerine, 1959’da yeniden başladı.



■BENEDETTO da Malano, İtalyan mi mar ve heykelci (Maiano 1442 - Floransa 1497). Ağabeyi GİULİANO'nun yanında yetişti. Ahşap heykeller ve mühürtaşları yaptıktan sonra merm er işlerinde uzman­ laştı. Süsleme heykelciliğinin ustalarındandır. Floransa'daki S. C roce’nin kürsü­ sünü (1475), Palazzo V e cch io 'd a zambaklı salonun kapısını çevreleyen kabart­ maları ve Pietro M ellini’r in (1474), Filippo Strozzi'nın (Louvre) büstlerini, S. Maria N ovella’da Strozzi'nin mezarını yaptı



Monte Oliveto Maggiore’deki (Sienna yakınlarında) benedikten manastırının büyük avlusunda aziz Benedictus'un hayatını canlandıran bir dizi freskten (XV. yy. sonu-XVI. yy. başı) ayrıntı



Benedetto da Maiano: Floransa'daki Santa Croce kilisesi’nin kürsüsü (1475) (1491). M imar olarak kardeşiyle birlikte Loreto’da ve Faenza’da çalıştı; Cronaca ile Floransa’d a Strozzi sarayı’ nı yaptı ve Arezzo’da S. Maria delle Grazie’nin önün­ deki revağı inşa etti.



Binedicite (1740) Chardin’in tablosu Louvre müzesi, Paris



BENEDETTO da Rovezzano (Bene­ detto Di BARTOLOMEO DEi GRAZZİNİ, —de­ nir), İtalyan heykelci (Rovezzano, Floran­ sa, 1474 -Vallom brosa 1554’e doğru). İn­ giltere’ye İtalyan Rönesans'ının süsleme üslubunu getirdi (1515), H ampton C ourt’



un dekorasyonuna katkıda bulundu ve kardinal VVolsey’ in m ezar anıtında çalıştı (1524'ten 1529'a dek).



BENEDİCİTE a. (“ takdis ediniz” anla­ m ında lat. söze.). Benedicıte sözcüğüy­ le başlayan, katoliklerin yem ekten önce okudukları duanın adı. Bönediclte, C ha rd in ’in başyapıtların­ dan biri (49x39 cm, Louvre). 1740 yılın­ da sanatçı tarafından krala sunulmuş ve o yılın yaşayan sanatçılar sergisinde (Salon'unda) yer almıştır. Yapıtın büyük ba­ şarı kazanması karşısında Chardin birçok benzerini yapm ıştır (Louvre, Ermitage).



konusunda bir gizem in patojen rolünün baskın biçim de etkili o lduğu— bir "gizli yaşam"ının önemi üzerinde durdu. 1892’ de hipnotik histeri tedavisinin yararsızlığını açıkladı ve "ruhbilim sel analiz” adını ver­ diği bir psikoterapi öğütledi. 1906’da anı­ larını da yazan B enedikt’in yayımladığı başlıca yapıtları şunlardır: B eobachtung ü be r H ysterie (1864), Eiektrotherapie (1868), H ypnotism us u n d Suggestion (1894), S econd Life. D as Seelenbinnenleben des gesunden u n d kranken Mensehen (1894), A us m einem Leben, Erinnerungen u n d Erörterungen (1906).



Benedlkt belirtisi. Nörol. Beyin sa­



BENEDİCT (Ruth Fulton), amerikalı ka­



pındaki bozukluktan dolayı göz devindidın antropolog (New York 1887 - ay. y. rici ortak sinirin biryanlı felç olması ve bu­ 1948). Boas ile K roeber’ in öğrencisiydi. nun yanı sıra, karşıt yanda, titrem e tipin­ C olum bia üniversitesi’ nde ders verdi de anorm al hareketlerin ortaya çıkması. (1930). C oncept o t the G uardian Spirit in ■ BENEDİKTEN a. (Aziz B enedictus’un N orth Am erica (Kuzey A m erika’da koru­ adından). Aziz Benedictus’un tarikatına yucu ruh kavramı) [1923] adlı yapıtını yaz­ bağlı din adamı. dıktan sonra, Kaliforniya’da yaşayan kı—ANSİKL. • Tarikatın tarihçesi. Benedik­ zılderili Zuniler’in mitolojisini inceledi (Zuni ten keşişliğinin ortaya çıkışı Monte CasM ythology, 1935) ye amerikalı göçm en sino manastırı'nın kuruluşuna ve Aziz Be­ çevrelerinde araştırmalar yaptı. Çalışma­ nedictus disiplininin 529’da ilk kaleme alı­ ları, amerikan psikanalizinin güçlü etkisi nışına dek uzanır. Çok çabuk yaygınlaşan altında kalan kültürel antropoloji akımı tarikat 1893 ’te Leo XII tarafından tümden içinde yer alır. Patterns o fc u ltu re (Kültür yenilenmiştir. Günüm üzde Benedikten ra­ modelleri), [1934] adlı kitabında ’ Tuhbıhiplerinin 270, rahibelerinse 400 m anas­ limsel tip ” ve pattern (m odel) kavram ları­ tırı bulunm aktadır. nı geliştirdi. Ja po n kültürü üzerine, The • Benedikten mimarlığı. Aziz Benedictus Chrysanthemum a nd the Sword, Patterns tarikatı mimarlık tarihinde önemli bir rol o fJ a p a n e s e Culture (Krizantem ve kılıç, oynamıştır. 9 10 ’da yapım ına başlanan japon kültürü modelleri) [1946] adlı bir in­ Cluny manastırı başka yapımcıları da et­ celem e yazdı. kilemiş bir başyapıttır. • Benedikten müziği. Benediktenler ayin BENEDİCTSSON (Victoria) - AHLdüzeni ve bir ilahi türü olan "can tu s plaGREN (Ernst). nus’’u yeniden canlandırıp yaygınlaştır­ BENEDİCTUS X I II (Pedro Martınez m ak için özel bir çaba gösterdiler. DE Lun a ) [illueca 1328'e doğr. - PeriisBENEDİKTİN a. (fr. bĞnĞdıctıne). Çe­ cola, ispanya, 1423], kardinal (1375), şitli bitkilerin maserasyonu sonucunda el­ 1394’ten 1423'e kadar A vignon ruhani de edilen sıvının damıtılması ve içine şe­ çevresinde papa. Dinsel bölünm eye son ker şurubu katılmasıyla yapılan sarı renkte vereceği um uduyla seçildi; beklenenin likör, (ilk olarak Fbcam p'ta yapılmıştır.) tersine, seçilmesi bölünm enin daha da uzamasına neden oldu: gerçekten de, BENEDİKTSSON (Einar), İzlandalI şa­ Benedictus XIII, Fransa kralı Charles V I’ ir (Ellidavatn 1864 - Herdfsarvfk, Reykja­ nın ısrarına karşın papalıktan ayrılmayı vik yakınları, 1940). ilk derlem esinde (So­ reddetti. Fransa’ nın onu tanımaktan vaz­ ğ u r o g Kvaeoi, 1897), ulusal duyguları geçmesi (1398), Avignon sarayı’nın Geoffyüceltir ve İzlanda'nın doğal kaynakları­ roi de Boucicaut tarafından kuşatılması nın m odern teknikle değerlendirilm esini (1398-99), Pisa (1409) ve Konstanz (1417) iyimser bir yaklaşımla över. Yabancı ül­ konsillerı tarafından iki kez papalıktan az­ kelere yaptığı gezilerden döndüğünde, ledilmesi Benedictus X lll’ün direnişini kı­ H a fb lik {1906), H rannir (1913) ve Hvamramadı. B arcelona’ya çekildi (1409) ve m a r (1930) adlı şiirlerini yayımladı. Bü­ sonuna kadar papalıkta direnerek Penisyük bir soyutlamanın ve kuşku götürm ez cola kayalığında yalnız başına öldü. biçimsel ustalığının kanıtı olan şiirleri, tümtanrıcılığın izlerini taşıyan bir gizem ciliğe BENEDİCTUS X I II ( Pierfrancesco yönelir. ORSİNİ) [Gravina, Napoli krallığı, i 649 - Roma 1730], 1724’ten 1730’a kadar pa­ BENEDİKTSSON (Bjarni), izjandalı si­ pa. Bu eski dom iniken, aziz Thom as’ ın yaset adamı (Reykjavik 1908 - ThingvelTanrı’nın inayet üzerine öğretisini (1724) lir 1970). R eykjavik belediye başkanı ol­ uygulatm ak istedi. U nigenitus bullasını du, sonra İzlanda'yı B M 'de temsil etti ve (1725) kayıtsız şartsız kabul ettirme giri­ birçok bakanlık görevinde bulundu. 1963’ şimi boşa çıktı. Bazı augustinusçu görüş­ ten ölüm üne kadar sü rdürdüğü başkan­ leri benimsemesi, janseniusçuları yürek­ lığı sırasında ülkesinin N ATO 'ya bağlılığı­ lendirdi. nı savundu.



BENEDİCTUS LEVİTA, IX. yy d a y a pilmiş, Collectio capitularium başlıklı hukukmetinleri derlemesini yazanınfya da ya­ zanların) takm a adı. Bu yapıtta toplanan belgelerin çoğu düzm ecedir.



BENEDİKT (Moritz), avusturyalı hekim (Eisenstadt 1835 - Viyana 1920). N örolo­ ji, elektrik tedavisi (elektrik iletkenliği ve patolojik daltonizm üzerinde çalışmalar) ve özellikle psikiyatri alanlarında öncülük etti. Histeri konusundaki klinik incelem e­ leri, histerinin etyolojisi üzerindeki psika­ naliz kuramının olduğu kadar, freudcü te­ davi ilkesinin de habercisidir. Daha 1868’ de, histerinin bir cinsellik karışıklığına, özellikle de kaynağı ya bir çocukluk trav­ masına, y adagüncel birişlevsel karışıklıkta bulunan "lib id o "y a (bu terimi arzu anla­ m ında ilk kullananlardan biriydi) bağlı ol­ duğunu ileri sürdü. 1891'den başlayarak, nevrozların oluşmasında düşsel yaşamın önemi üzerinde, özellikle de histerikli ki­ şinin —cinsel yaşamın bazı görünüm leri



BENEDİX (Roderich), alman yazar (Leip­ zig 1811 - ay.y. 1873). Kom ediler yaz­ dı (D oktor VVespe, 1843). BENEFİCİA a. (lat. söze.), imparatorun, eski ya da yabancı askeri askerleri hiz­ m et karşılığında bağışladığı sınır bölgele­ rindeki topraklara, III. yy.'dan başlayarak Romalılar’ ın verdiği ad. beneflclls (De) [iyilikler], Seneca’ nın 54-64 yılları arasında yazdığı ve 7 kitap­ tan oluşan felsefi yapıt. Eskiçağ’d a to p ­ lumsal düzenin tem ellerinden biri olan iyi­ liklerin karşılıklı yapılması konusunu ince­ leyen yazar, yapıtının ilk 3 kitabında şük­ ran ve nankörlük kavramlarını tanımlama­ ya çalışır; daha sonraki 4 kitapta ise, ör­ nekler vererek, karşılıklı iyilik yapm a sa­ natını açıklar. BENEFŞ - BENEFŞE. BENEFŞE ya da BENEFŞ a. (fars. benetçe, benefş). Esk. 1. Menekşe. — 2.



Menekşe rengi. — 3 . Benefşe-gûn, g ök­ yüzü. || Benefşe-zar, menekşe ekilmiş yer, m enekşe tarlası. — Ed. Divan şiirinde sevgilinin saçına benzetilir ve kıvırcık güzel kokulu saç ye­ rine kullanılır. (-» MENEKŞE.) — H a lk hek, -< MENEKŞE.



BENEFŞİ sıt. (fars. benefş ve -7den ben e fş i). Esk. Menekşe rengi, mor. BENEK a. (ben, leke'den ben-ek). 1. Herhangi bir şeyin üzerindeki yuvarlak küçük leke, nokta: Yüzünde y e r ye r siyah benekler var. Kelebeğin kanadındaki pem be, yeşil benekler. — 2. Kumaş, kâ­ ğıt gibi şeylerin üzerine süs olarak yapı­ lan küçük leke, puan: Lacivert benekler­ le süslü b ir örtü. — 3. Benek benek, kü­ çü k noktalar, lekeler biçim inde, nokta nokta: C am da ben e k benek sinek pislik­ leri var. — D okm c. Kumaşlar üzerine, dokum a sırasında ya da sonradan yapılan, çeşitli büyüklükte, genellikle yuvarlak leke ya da nokta biçimli serpm e motifler. — Kuşç. Bir av kuşunun tüylerindeki kü­ çü k lekeler. — Kuyumc. Değerli taşlarda çıplak gözle d e görülebilen ve onların değerini azaltı­ cı küçük lekelere verilen ad. — Oy. Bilardoda, oyun başlarken topların nerelere konulması gerektiğini gösteren küçük yuvarlak işaretlerden her biri. —Taşoc. Granitte, farklı renkte çizgilerden oluşan hom ojenlik kusuru.



BENEKE (Friedrich Eduard), alman fi­ lozof ve ruhbilim ci (Berlin 1798 -ay. y. 1854). Bir pedagog olarak A lm anya’da çok etkili oldu (Pragm atische Psychologie, 1850). BENEKLENMEK gçz. f. Üzerinde be­ nekler oluşmak. — Meyve. Bir meyvenin küçük lekelerle kaplanması.



BENEKLİ sıf. Ü zerinde kendi rengi dı­ şında başka renkten benekleri olan hay­ van, çiçek, nesne için kullanılır: Kelebe­ ğ in benekli kanatlan. Pem be benekli g ri eşarp. — Böcbil. Bazı böceklerin dış görünüşün­ den söz ederken, nokta biçim inde renkli lekeler taşıma. — Dantele. Üzerinde küçük kare ya da yu­ varlak m otifler serpiştirilmiş dantel. — Dokmc. Ü zerinde benek desenleri bu­ lunan kumaş. (XVI. yy.’da, A m asya,Bur­ sa ve İstanbul'da dokunan benekli ku­ maşlar ünlüydü. Benek-i Amasya, benek-i Bursa, benek-i İstanbul adıyla bilinirdi.) — Kâğ. san. Benekli kâğıt, bir tür damarlı kâğıt. — Orm. san. Benekli tahta, yüzeyleri bir­ birine ço k yakın küçük budaklarla beze­ li, kaplam alık tahta. (Benekli ağaçların gövdesi üzerindeki piç sürgünlerin geliş­ mesi sonucunda oluşur.) — Pedol. Eski ya da yeni bir hidromorfi geçirm iş toprak katı için kullanılır. — Petrogr. Açık renkli dairesel lekeler içe­ ren koyu renkli bir kayaç için kullanılır. —Taşoc. Benekli mermer, yüzeyinde dü­ zenli, küçük kusurlar bulunan mermer. —Tekst. Benekli la v n ', biri ince, öteki ka­ lın iki tür atkı ipliğiyle dokunan işlemeli ku­ maş. (Kalın atkı ipliği atımın etkisiyle yü­ zeyde küçük serpm e benekler ya da m o­ tifler oluşturur.) —Zootekn. Benekli güvercin, üzerinde çeşitli renkte ve az ya da ço k değirm i be­ nekler bulunan evcil güvercin ırkı. BENEKLİ ÇAMURSAL KURBAĞA a. A vrupa'nın ılıman kesimlerinde yaşa­ yan, arka ayaklarında boynuzsu mahm u­ zu bulunm ayan küçük kurbağa. (Bil. a. Pelodytes punetatus; çam ursalkurbağagiller familyası.)



BENEKLİ MAĞARA SEMENDERİ -



ÇAYIRKÖPEĞİ.



BENEKLİEĞRELTİ a. Ç oğu tropikal bölgelerde yetişen eğreltilerin en büyük



cinsi. (Bil. a. p olyp o diu m ; 2 00'den fazla tür; polipodiaceae familyasının örnek ti­ pi.) Bu eğreltiler, köksaplı çokyıllık bitki­ lerdir; köksapları üzerinde çıkan uzun yaprakları basit ve ikili ya da üçlü tüysü biçim dedir. Çoğunlukla yuvarlak olan so­ ruşları, yaprakların iç yüzündeki dam ar­ lar üzerinde bulunur. Türkiye’de de yeti­ şen ve ço k tanınan beneklieğrelti tü rle rin ­ den biri (Polypodium vulgare), gölgelik duvarlar ve silisli kayalar üzerinde yetişir. Bunun “ besbaye” denen köksapı, halk hekimliğinde iç sürdürücü ve solucan dü­ şürücü olarak kullanılır.



BENEKLİLİK a. Astrofiz. Beneklilik gi-



(1953), Gordium (1956; ikinci kez yazılı­ şında “ Yalnızlar” adıyla, 1977), A ra kapı (1962; “ Kedi ve ö lü m " adıyla 1961- Fransız-Türk kültür cem iyeti roman ödülü, 1963), Oyuncu (1981), Sisli yaz (1984) vb. Memurluk anılarını Bürokratlar (3 cilt, 1977-1979) adlı eserinde anlattı. Son ro­ manları: Ortadakiler (1987), Loş ayna (1989), Tekilleşme (1990). Oyunları: Hı­ zır d o k to r) 1981), Şahmeran (1984).



BENERCİ (Nikhil), hintli sitarcı (Kalküta 1931). Üstad M aihar'lı Alaaddin Han'ın öğrencisi olan Benerci, klasik hint gele­ neğinin en önemli temsilcilerindendir. Kalküta’da ve Kaliforniya'da öğrenci yetiştir­ di.



rişimölçümü, yıldız görünümlü bir ışık kay­ nağının açısal çapını saptam ak ya da çe­ şitli bileşenlerini ayırmak için, kaynağın H BENES (Edvard), çe k devlet adamı (Kozlagy, G üney Bohem ya, 1884 - Sezioptik görüntüsünün bir girişimölçerle göz­ m ovo-U stf 1948). P rag'da öğrenim g ö r­ lenmesine ve Yer atmosferinde bozulmuş d üğü sırada M asaryk'in etkisi altında kal­ olarak alınan sinyallerin çözümlenmesine dı; daha sonra öğrenim ini Paris'te ve Didayanan teknik. jo n ’da sürdürerek, 19 0 8 ’de hukuk dokto­ BENEKLİPİSİ a. A vru pa ’yı çevreleyen ru oldu; 1909’da Prag Ticari bilimler akabütün denizlerin kıta sahanlıklarında ya­ dem isi'nde ekonom i politik, 1922’de de şayan yassı kemiklibalık. (U zunluğu 90 Prag üniversitesi'nde sosyoloji profesör­ cm 'yi, ağırlığı 7 k g ’ı bulabilir. Bil. a. Pleulüğüne getirildi. Birinci Dünya savaşı ba­ roneetes platessa; pisibalığıgiller familya­ şında Çekoslovak direnişinin örgütlenm e­ sı.) sinde, M asaryk’in en yakın yardım cısıy­ dı. 191 5 ’te Paris'e gitti ve Çekoslovak ulu­ BENELLİ (Sem), İtalyan yazar (Prato sal konseyi genel sekreteri oldu; konsey, 1877 - Zoagli 1949). Tiyatro yapıtlarında 1918'de Müttefiklerde, Çekoslovakya’nın dönem inin, D ’Annunzio'nun etkisindeki geçici hükümeti olarak kabul edildi. Be­ burjuva zevklerini olduğundan hoş gös­ nes bu hükümetin Dışişleri bakanı olarak, tererek yansıttı. Paris’te, Sarah BernÇ ekoslovakya’yı Barış konferansı’ nda h ard t’ın oynadığı La cena delle beffe temsil etti (1919-20). 1923’te ve 1927’de (1909) dünya ça pında başarı elde etti. M illetler cem iyeti m e clisi'ne seçildi; BENELÜKS (BEIçika NE derla n d [H ol­ 1935’teyse bu meclisin başkanlığına ge­ landa], LÜ K S em burg), Belçika, Hollanda tirildi. K üçük antant'ın başlıca kurucuları ve Lüksem burg'un oluşturduğu iktisadi arasında yer alan Benes, Cenevre prototopluluk. 25 milyon kişiyi kapsayan Benekolü'nün hazırlanmasında etkin bir rol oy­ lüks, A vru pa köm ür ve çelik topluluğu' nadı. nun temel öğesidir. 1943 v e 1944'te Dışişleri bakanıyken (1918-1935), Kü­ Londra’da imzalanan ilk anlaşm alar (biri çü k antant’a ve Fransa’ya dayanarak, para, diğeri güm rük alanında), üç üike Çekoslovakya'yı siyasal ve iktisadi bakım­ arasında iktisadi bir birlik kurulmasına yö­ dan güçlendirm eye devam etti. 1935’te nelik ilk adımlardı. Benelüks’ün kurulm a­ çekilen M asaryk'in yerine cum hurbaşka­ sı, oluşturulan ortak alan çerçevesinde, iç nı oldu. Münih anlaşmaları üzerine istifa ve dış ticari ilişkilerin gelişmesini, üretimin etti (1938). C hicago üniversitesi'nde fel­ artmasını, yaşam düzeyinin yükselmesi­ sefe profesörüyken, Lon d ra 'da kurulan, ni ve ücretler arasında dengeyi sağladı. sürgündeki çek hüküm etinin başkanlığı­ Bununla birlikte, tarım siyasetleri arasın­ na getirildi (1940). 1943'te SSCB ile bir d a uyum sağlanm adı; toplumsal siyaset­ ittifak imzaladı. 1945’te ülkesine dönerek lerin ve sanayi siyasetlerinin eşgüdüm ü kom ünistler ve kom ünist olm ayan unsur­ gerçekleştirilem edi. Bu üç ülkenin, 1953 larla bir koalisyon hüküm eti kurdu, yeni­ ve 1957'de oluşturulan A vru pa * topluluden cum hurbaşkanlığına seçildi. Şubat ğ u ’na üye olm alarına karşın, Benelüks' 1948’de komünistlerin baskısına boyun ün geliştirilmesine ilişkin anlaşmalar yürür­ eğerek, onların hüküm ete toptan el koy­ lükte kaldı. masına yol açan “ Prag d arbesi’’ni m eş­ ■BENEM AN ya da BENNEMAN (Gu­ rulaştırmış oldu. Yeni anayasayı görüşleri­ illaume), alman m arangoz (öl. 1803’ten ne uygun bulmadığı için 7 haziran 1948'de sonr.). M eslek yaşamının son dönem in­ cum hurbaşkanlığından istifa etti. Aynı yı­ lın 3 eylülünde öldü. de Fransa'ya gitti. 1785'te usta oldu; Reisener’in gözden düşmesi üzerine krallık BENESH (Rudolf), İngiliz ressam (Lond­ marangozu unvanını aldı. Sanatını Direcra 1916 - ay. y. 1975). Sadler's Wells Baltoire ve Konsüllük dönem lerinde de sür­ let'te dansçı olan karısı JOAN (kızlık adı dürdü. Şatafatlı mobilyalarının biraz han­ Rothwell) [Liverpool 1920] ile birlikte, ken­ tal, anıtsal bir görünüşü vardır. di adlarını taşıyan bir dans yazısı sistemi BENER (Vüs’at O.), türk hikâyeci (Sam­ sun 1922). Ankara Üniversitesi hukuk fakültesi’ ni bitirdi; Ticaret bakanlığı'nda ra­ portör, Karayolları genel m ü dü rlü ğü 'n de hukuk müşaviri olarak çalıştı. Hikâyelerin­ de (Dosf [1952]; Yaşamasız [1957]) gün­ lük yaşamın ayrıntılarına dikkatli bir göz­ lemcilikle eğildi; ruh çözümlemelerine ge­ niş yer verdi. Ç ok partili siyasal dönem ­ de küçük bir kentteki ilerici aydınların ya­ şamını etkileyen koşulları Buzul çağının vi­ rüsü (1984) rom anında konu edindi. Ih­ lam ur ağacı (1962) oyunuyla Türk Dil ku­ rum u ö d ü lü ’nü, ipin u cu oyunuyla Abdi ipekçi ö d ü lü ’nü kazandı (1980).



BENER (Hikmet Erhan), türk romancı (Lefkoşe 1927). Ankara Siyasal bilgiler fa­ kültesi'ni bitirdi (1950). Maliye müfettiş m uavinliği, hesap uzmanlığı, Hazine ge­ nel m üdür yardımcılığı, Paris b üyü k elçiliğ i'nd e mali müşavirlik, Emekli sandığı genel m üdürlüğü görevlerinde bulundu (1950-1975). Ruh çözümlemelerine geniş yer veren rom anlarıyla tanındı: A cem iler



sporkesesi grutfiı beneldieğrelti (poiypodiumj



Edvard Benel (1944’te)



Guillaume Beneman maundan ve işlemeli yaldızlı tunçtan komodin Louis XVI dönemi Fontainebleau şatosu'nda Kraliçenin oyun salonu



Benesh buldu (1955). A n I n t r o d u c t i o n t o B e n e s h (1956) yayımladı ve 1960'ta Londra'da, institute of C horeology'yi kur­ du; bazıları Londra kraliyet balesi'ne g i­ ren b irço k dans yazısı uzmanı bu kurum ­ d a yetişti.



1510



N o t a t io n 'ı



BENET (Stephen Vincent), amerikalı ya­ zar (Bethlehem 1898 - New York 1943). Zarif ye duygulu şiirlerinin yanı sıra, am e­ rikan iç savaşı ile zenci bir kahramanı ko­ nu edinen J o h n B r o v v n ’s B o d y ' y ı (1928) ve Yeni dünya'nın kuruluşu üzerine bir destan olan iVesfem S t a r ' ı (1943) yazdı. BENEVBET be. (fars.



ile, ve ar. n e v sırasıyla). Kur. tar. B e n e v b e t t i m a r , tasarruf hakkının birkaç ki­ şiye ait olduğu bir tımar çeşidi. (Tımar sa­ hipleri, savaşa sırayla gittiklerinden bu ad­ la anılırdı. Rum eli'de miras yoluyla baba­ dan oğula geçerdi.) b e t,



sıra'dan



be-



b e n e v b e t,



BENEVENTO, İtalya'da il merkezi kent, C am pania'da, Volturno ırmağının kolu Calore'nin vadisinde; 62 300 nüf. V i a T r a i a n n a ' nın başlangıç noktasında dikilmiş, oymaları im paratorun yaşamını ve başa­ rılarını özetleyen (im parator, Jü pite r’den gücünün simgesi olan yıldırımı alırken ca nla n dırm ıştır) güzel Traianus zafer ta­ kı (114). Hadrianus dönem inde yapılmış, sonradan onarım görm üş tiyatro. Lombard prensi Arechi'nin yaptırdığı (760’a doğru), sonradan büyük ölçüde elden geçirilm iş Santa Sophia kilisesi. 1943'te büyük zarar gören katedralden özellikle, eskiçağ üslubu örneksenerek yapılmış (1200’e doğru) tunç kapıdan parçalar kal­ mıştır. Besin sanayileri. — Benevento i li, 2 061 km2; 299 793 nüf. (1989). —Tar. Eskiçağ'daki adı M a l e v e n t u m olan, Romalılar'ın İ.Û. 275 'te Pyrrhos'a karşı kazandıkları zaferden sonra adını B e n e v e n t u m ' a çevirdikleri kent. VI. yy.'da L om bardlar’ ın, XI. yy.'d a N orm anlar'ın eline geçti, XI. yy.’da papaya bırakıldı ve kilise m ülkü oldu. Sicilya kralı, A n jo u ’lu Carlo I, M anfredi'yi 1266’da burada ye­ n ip öldürdü. BENEVENTO dukalığı, İtalya'nın gü­



Bengal’in (Bangladeş) doğu bölümünde bir pirinç tarlasının sürülmesi



culum ’da kazandığı zaferlerden ve Roma senatosu'nun, düşm an İtalyan to p ra k­ larını terk etm ediği sürece görüşm elerde bulunmayı reddetmesinden sonra, Pyrrhos S icilya'ya geçti. Bazı başarısızlıklar yeni­ den İtalya'ya dönm esine neden oldu. Be­ nevento yakınlarında konsül Curius Dentatus ile karşılaştı (İ.Ö. 275). Yenilince, Taranto’ya kadar kaçtı ve İtalya'yı terk etti.



BENEVENTO YAZIŞI a. VII. yy.'dan XIII. yy.'a kadar G üney İtalya ve Dalmaçya 'da latince elyazm alarında kullanılan yazı.



BENEVİ sıf. (ar.



b e n e v i) .E s k .



Oğulla il­



gili.



BENEVOLİ (Orazio), İtalyan besteci (Ro­ ma 1605 - a y . y . 1672). Babası fransızdı. Rom a'daki birçok kilisede capella yönet­ menliği yaptı. Bir süre Viyana’da, Leopold VVİlhelm'in sarayında bulundu; daha son­ ra Vatikan’da capella yönetm eni oldu. Karmaşık ve görkem li bir çoksesliliğe da­ yanan pek çok dinsel yapıt besteledi (12 koroluk missa, 1628). BENEZET (Antoine), fransız asıllı amerikalı insansever ve rahip (Saint-ûuentin 1713 - Philadelphia 1784). Zencilerin öz­ gürlüğü için savaştı.



BENFEY (Theodor), alm an dilbilim ci (Nörten, Göttingen yakınında,1809 - Göttingen 1881). 1848’den başlayarak Göttingen'de profesörlük yaptı. Karşılaştırma­ lı dilbilgisini, bu arada, mısır diliyle sami kökler arasındaki ilişkileri ve özellikle sanskritçeyi inceledi. H a n d b u c h d e r S a n s k r i t s p r a c h e (1852-1854), A S a n s k r i t - E n g l i s h D i c t i o n a r y (1866) ve karşılaştırmalı ede­ biyata önemli bir katkıda bulunan bir ön­ sözün yer aldığı P a n c a t a n t r a (1859) bu alandaki başlıca çalışmalarıdır. BENFLÜOREKS a. (fr.



b e n ftu o r e k ) .



Eczc. Kan glukozu ve lipitleri üzerindeki etkisi için benzoat biçim inde kullanılan ve onların oranını düşüren kimyasal ilaç.



BENO ya da BENC a. (fars. b e n g ) . E s k . 1. H int keneviri. — 2. Esrar. — 3. Küçük çitlenbik. — 4. Atlas üzerine işlenmiş sır­ m a çiçekli bir tür kumaş. — Dilbil. A rapçada ince g sesi bulunm a­ dığından b e n c biçim ini almıştır.



ney kesiminde bölge. 545 ’e kadar Doğu im paratorluğu’na bağlı olan bölge, son­ radan O strogotlar’ ın egem enliğine girdi, iustinianos tarafından geri alındıysa da, BENOÂH a. (fars. b e n g â h ) . E s k . 1. Ke­ 5 89 'd a Lom bard kralı Authari'nin eline çeden yapılm a türkm en evi, çadır. — 2. geçti ve bir dukalığa dönüştürüldü. Lom­ Emir, vb. kim selere m ahsus çadır. bard dükleri, Karolenjler'in fethinden son­ * BENOAL, G üney A sya 'da bölge, Hin­ ra da topraklarını yönetmeyi sürdürdüler; distan ile Bangladeş arasında bölüşül­ am a1047'de Normanlar tarafından uzak­ müştür. H im alaya dağları ile B e n g a l k ö r ­ laştırıldılar. Batı im paratoru H einrich III f e z i arasında. N orm anlar’ı püskürttü ve dukalığı 1053’ • COĞRAFYA. Bengal, Ganj, Brahmate papa Leo IX'a bıraktı. putra, Tista ve M eghna ırmaklarının su­ Benevento bölgesi 1806'ya kadar Pa­ larının toplandığı dünyanın en büyük (140 palığa bağlı kaldı, sonra Napoldon tara­ 000 km2) deltasından oluşur. Morfoloji ba­ fından ilhak edilerek prensliğe dönüştü­ kımından eski bir delta kalıntısıyla^(yük­ rüldü ve T a lle yra n d 'a verildi; 1814'te ye­ sekliği 30 m ’yi bulan eski alüvyonlar) bir niden Papalığa geçti, 1860 'ta İtalya kral­ delta kesimi kapsar. Eski delta kalıntısı, lığı topraklarına katıldı. Ganj ile B rahm aputra arasındaki Barind BENEVENTO prensi - TALLEYRAND. ile Brahmaputra ve M eghna ırmakları ara­ Benevento savaşı. Herakleia ve Assındaki M adhupur cangılını içerir. Günü­ müzdeki delta üçe bölünür; ölü delta (kıizeyde, ender olarak su altında kalır); olgun delta (göller ve acı bataklıklar içerir); 1 etkin delta (denize daha yakındır; uçsuz bucaksız Sundarbans m angrovu bu kes sim de uzanır). Bölgenin düz görünüm lü batı kesimi (ölmeye yüz tutm uş delta) ile doğu kesimi (çok daha bol suludur ve yıl­ lık taşkın bölgeyi aylar boyunca kaplaya­ rak toprak tümsekleri üstünde kalmış köy­ lerin çevreyle bağlantısını keser) birbiriy­ le çelişir, iklim yağışlı tropikal iklim tipindedir ve yağm ur mevsimi nisandan ey­ lüle kadar uzanır; yıllık yağışlar batı kesimde 1 250 - 1 500 m m ’yi, doğu kesimde 1 500-2 400 m m ’yi bulur. Bu koşullar böl­ geyi, su baskınlarına ve deniz taşm aları­ na açık, insanların yaşamasına pek elve­ rişli olmayan bir yaşam a çevresine d ö ­ nüştürür. Bölgede bir ırk oluşturmayan, am a tüm ü bengali dili konuşan Bengalliler yaşar. İslam dininin yayılm ası,bölge­



de şiddetli bir dinsel çatışm aya yol aç­ mış ve 1947’de siyasal bölünm eyle so-, nuçlanmıştır: hindu dininin yaygın oldu­ ğu Batı Bengal; İslam dininin yaygın ol­ duğu, günüm üzde B a n g l a d e ş ' i oluşturan Doğu Bengal. Aşırı kalabalık bir bölge olan Bengal, Asya'daki aşırı yoğun nüfus­ lu kesimlerin örnek tipidir: kırsal kesimde­ ki kimi yönetim bölüm lerinde nüfus km2'ye 1 000 kişiyi aşar. Ekonomi, yoğun tarım a dayanır. Köylerde toplanan kırsal kesim halkı, üç ayrı tipte tarlayı işler: su­ lar altında kalm ayan jüt, şekerkamışı ve yağm ur m evsim inde pirinç (aus pirinci) yetiştirm eye elverişli yüksek tarlalar; her yıl su altında kalan, pirinç üretim inin bü­ yük bölüm ünü sağlayan (“ a m a n " pirin­ ci) orta yükseklikte tarlalar; bataklık, kış mevsim inde tarım a elverişli alçak tarlalar. • TARİH. B e n g a l , bengali dilindeki B a n İngilizceleşmiş biçim idir; bölge­ nin doğu kesiminin eski adı olan Sanskrit çe Vanga'dan gelir. Bengal'in B. ve K.-B. kesimlerine ise tarihin ilk dönem lerinde G a u d a adı verilmişti. Gauda ve Vanga, önce M aurya sonra G upta im paratorluk­ larına bağlandı. Bengal VI. yy.'d a bağım ­ sız yaşadıktan sonra, VII. y y .'d a H arşa’ nın, daha sonra Kam arupa (bugün As­ sam) hüküm darının topraklarına katıldı. VIII. y y .’da, bir karışıklık dönem inin ardın­ dan bölgeye Pala hanedanı egem en oldu. Parlak bir yönetim le birlikte, buddhacılık ve sanat ilerledi. IX. y y .'d a Pala haneda­ nının ardından gelen Sena hanedanının egem enliğini, 1198-1201 arasında yer alan İslam fethi izledi. 1336'ya doğru, Del­ hi sultanına başkaldıran Bengal, ilyas Şahlar (1345-1490) ve Seyyitler dönem ­ lerinde bağımsız yaşadı. Daha sonra Mo­ ğol im paratorluğu'nun eyaletlerinden bi­ ri oldu.1616’da M oğollarile yaptıkları an­ laşm adan güçlü çıkan Doğu Hindistan şirketi’ndeki Ingilizler, bölgeye kendi acentalarını kurm aya başladılar. Bunların en önemlisi ileride kurulacak Kalküta'ya temel olan Fort VVİlliam’dır. XVIII. yy.'ın ilk yarısında Dupleix'in bölgedeki Chandernagor ticaret acentasını büyük ölçüde ge­ liştirmesi, fransız-ingiliz çekişm esine yol açtı; bu çekişme, C live'ın 1757'de hint birliklerini ağır bir yenilgiye uğratmasıyla son buldu. 1765'te İngiliz şirketinin dene­ tim ine giren bölge, VVarren Hastings'in 1772-1785 arasındaki yönetimi sırasında, hint yarımadasının işletme merkezi duru­ muna geldi; 1858'de şirketin dağılmasıyla Hindistan Genel valiliği’ nin bir eyaleti ol­ du. 18 76 'd a d a H indistan im paratorluğu’ na dönüştü. Ancak, Kalküta iktisadi mer­ kez olarak kaldı; burada indian Civil Service'e birçok görevli sağlayan, genellikle İn­ giliz eğitim i almış bir tüccar sınıfı giderek önem kazandı. Böylelikle, hint ulusçuluğu XX. yy. başında, B engal'de elverişli bir ortam bularak gelişti. 1917 Kalküta kong­ resi, Kongre partisi'nin örgütlenm esinde önemli bir aşamadır. Bu parti, 1947'de H indistan’a bağımsızlık tanınmasını sağ­ ladı. Ancak, başlangıçta, bağımsızlık sa­ vaşımı için birleşm iş olan iki topluluk, da­ ha sonra birbirinden koptu ve Ganj del­ tasının D. kesim inde çoğunlukta olan müslümanlar, Doğu Pakistan'ı (günümüz­ de Bangladeş) kurmayı başardılar. Böy­ lece, eski Bengal eyaleti, her birinde güç­ lü dinsel azınlıklar bulunan iki kesime ay­ rıldı. • ARKEOLOJİ VE SANAT. M ikrolitik en­ düstri (Birbhanpur) Batı Hindistan'ınkine benzer. Pirinç tarımının İ.Ö. 100 0 'e do ğ r. başladığı saptanmıştır (Ganj ovası). De­ mir, İ.S. 700 ’e doğr. ortaya çıktıysa da, büyük kentler, M aurya hanedanı döne­ minden (İ.Ö. III. yy., Mehastan) önce gö­ rülmez; I.Ö. IV. y y.'d a n başlayarak, piş­ miş topraktan yapıtlar bollaştı. II.-VII. yy.'la r arasında sanat, Gupta hanedanı dönem i ve M athura sanatını izledi, ger­ çek kim liğini ise ancak Pala ve Sena ha­ nedanlarıyla (VIII.-XII. yy.) buldu. Az sa­ yıda anıt günüm üze kadar ulaşmıştır. Bu­ na karşın, taş ve pişmiş topraktan heykelg a l a ' nın



Beng Long lerle süslü dev boyutlu bir tapınağı olan Buddha manastırı Paharpur (VIII. yy.), En­ donezya mimarlığını etkiledi. Elyazmala­ rını süsleyen resimlerden (XII.-XIII. yy.) bi­ linen başka anıtlar da Pagan sanatına esin kaynağı oldu. XVII.-XVIII. yy.’da in­ şa edilen U daypur ve Vişnupur tapınak­ ları, Bengal mimarlığının ne ölçüde özgün olduğunu gösterir. 1200’e doğru ortaya çıkan ve moğol sanatını etkiledikten sonra 1550'ye d o ğ ­ ru sona eren büyük İslam sanatı akımı, XV. yy. başında özgünlüğe ulaştı: çoğu zaman seramikle kaplı tuğla kullanımı; ca­ m ilerde avlunun kaldırılması; yapı malze­ mesi olarak bam bu kullanan mimarlıktan esinlenen, çatı ve kornişlerdeki kıvrımlar; kare kesitli kısa hindu sütunlarının devşir­ me olarak kullanılması. Bu dönemde, çok sayıda yapı inşa edildi (sayısız kalıntının yanında Pandua’da Adina camisi, 1375’e doğr,; G aur’da, Tantipara camisi, 1480, Yaldızlı cami, 1510, Kadam Rasul cam i­ si, 1530).



Bengal ateşi, beyaz ya d a renkli ve canlr bir alevle yanan piroteknik bir karı­ şım içeren fişek. (Karışım bir ateşleme dü­ zeneği ve bir fitille donatılmış karton kap içine yerleştirilir.) BENGAL körfezi, Hint okyanusu’nda körfez; Hindistan, Bangladeş ve Birm an­ ya kıyıları arasında; 2 200 000 km2. Ku­ zey kesiminde, ırmakların taşıdığı dökün­ tülerle (Ganj ve Brahmaputra ırmaklarının deltası) bol bol beslenen dünyanın en bü­ yük kıta şevi bulunur. Sularının akışı, rüz­ gârların düzenine bağlıdır: kış mevsim in­ de, B.'ya ve G.-B.'ya yönelik akıntılar; yaz m evsim inde, yağışların ve şiddetli yağ­ m urlarla (siklonlar) birlikte ters yönde akıntılar. Kıyılarında yaşam canlı, am a il­ keldir. Li BENG ALİ a. Asya ya d a Afrika kökenli küçük kuş. (Tanecildir. Güzel öter. Güzel renklidir ve kafeste beslenir. Kırmızı bengali [Am andava am andava] ve yeşil bengali [A. formosa] Hindistan ya da Endo­ nezya'dan gelir; şarap renkli bengali [Lagonostica vinacea], mavi bengali [L caerulescens] ve mavi gagalı bengali [L. rubricata] Afrika kökenlidir. Estrildidae fa­ milyası.)



BENGALİ a Prakrit ve apabhram sa magadhi aracılığıyla sanksritçeden türeyen hint-ari dili. — A n s Ik l. Bangladeş'te 100 milyondan fazla ve Hindistan’d a (Batı Bengal, Tripura, Kaşar, Assam, Bihar'ın güneyi) 90 m il­ yona yakın kişi tarafından konuşulan dilin, brahm iden türeyen yazısı sanskritçeninkine benzer; ancak kimi durum larda söyle­ yiş farklılaşır. Bengalliler’in "bangla" adını verdikleri dilleri, üç tarihi dönem e ayrılır: eski bengali (950-1350), iki evresi olan or­ ta bengali (1350-1500 ve 1500-1800), çağdaş bengali. Dilin sözcükleri sanskritçeden gelir: doğrudan gelenlere "tatsam a ", p ra k rit a ra c ılığ ıy la g e le n le re "tadb h a va" denir. Dilde, ayrıca farsça ve İngilizceden aktarm a sözcükler de yer alır. Ortak dilin iki türü vardır: önceleri yal­ nız sözlü bildirişimde kullanılan, ancak bu­ gün, sadhu-bhasa denilen seçkin yazı d i­ linin yerini alarak haberleşme, basın ve edebiyat alanında kullanılmakta olan, Kalküta'nın güneyindeki Hugli kökenli calit -bhasa .Sadhu-bhasa’nın birinciden ayrıl­ dığı yönler fiil ve adıl biçimleriyle tatsama ağırlıklı sözcük dağarcığıdır. Ç ağdaş ol­ m ayan edebiyatta sadhu-bhasa dili kul­ lanılmıştır. ilk kez Tagor yapıtlarında kalit -bhasayı kullanmış ve öğrencilerinide bu dili kullanmaya yüreklendirmiştir. Bengalinin 4 lehçe öbeği vardır: M idrapur'da konuşulan kaivarta ve Santal Pargana’ de konuşulan m alpaharia’dan oluşan hint Bengal lehçeleri; kuzeyde, Doğu Bengal’ d a R angpur kazasında konuşulan racbangşi; B angladeş'te konuşulan Dakka lehçesi. Bu dil, sesbilimsel ve biçimbilimsel açılardan önemli farklılaşmalar göster­



se bile, anadili bengali olan çoğu konu­ şucu tarafından anlaşılabilmededir. Genç Bangladeş Cumhuriyeti okullarda, radyo ve televizyonda ortak bengalinin yaygın­ laşmasını sağlamaya çalışmaktadır. Bang­ ladeş’in doğu ve güney-doğu’sundaSilhet ve Çittagong ağızları büyük ölçüde sap­ ma göstermiştir. Sesbilimsel dizgeleri bu ağızların, konuşuldukları bölge dışında anlaşılmasını güçleştirm ektedir. — Ed. En eski m etinler tantracılık oku­ lundan gelen carya şarkılarıdır (X-XII, yy.). Orta bengali'de, tem alar esas olarak din­ seldir ve p a ya r adı verilen 14 heceli di­ zeler kullanılır. XIII. yy.'d a müslümanların gelmesiyle, edebiyatsever sultanların yö­ netiminde bağımsız bir krallığın yeniden kurulmasına dek sürecek olan bir istikrar­ sızlık dönem i başladı. XV. yy.'d a önemli yapıtlar verildi: Kritivas'ın koşuklu Ramayana uyarlaması, Malathar Vasu’nun Şrikrisnavicay'\ C a n d id a s "ın Şrikrisnakirtan a 'sı. XVI. yy.'d a mistik krişnacı Caitany a ’nın etkisiyle iki edebi tür ortaya çıktı: Krisnadas Kavirac' ın Caitanya caritamrta' sı ile dinsel nitelikli yaşam öyküsü ve ko­ nusunu Krişna ile R adha’nın aşklarından alan, yeni bir müzikal üslupla (kirtana) söylenen lirik düzenlemeler (padavali)', bu türün en tanınm ış ustaları Locandas, Cnandas ve Govindadas'tır. Devlet Kadı ve AlaoP, Arakan şiir okulunu temsil ederler. Öykülü şiir alanında da (M angal Kavya) C andi M a n g a l) yazan Mukundaram C a k ra v a rti*’yi sayabiliriz. XVIII. yy.'daysa Bharat C andra R a y*’ın yazdı­ ğı Annada M a ng a l ile özentili şiir doruk noktasına ulaştı. Ingilizler’in gelişiyle m o­ dern dönem başladı (XVIII. yy. sonu). Ba­ sılan ilk kitap, H alhed’in 1778'de yayım ­ lanan bengali gram eriydi. Düzyazı iki m erkezde gelişti: M artyuncay Vidyalankar ile Ramram Vasu’nun 1801 ’de Kalküta ’da kurdukları Fort William koleji'nde ve Ram Mohan Roy'un yayımlanan ilk gaze­ telerde eleştirdiği S eram por'un baptist misyonunda. Ardından, Işvara Candra Vidyasagara ve Aksay Kum ar Dutt, düz­ yazıya canlılık ve esneklik getirdiler. Maykel M adhusudan Datta’nın şiirleri ve Ban­ kım Ç andra Ç atterci'nin romanlarıyla Bangladeş'te rönesans dönem i başladı. D inabhandu Mitra, tiyatroda toplumsal anlaşmazlıkları ele alırken, Rabindranath Tagor'un evrensel dehasının etkileriyse her yerde duyuldu. Tagor’dan sonra, Pramatha Ç audhuri edebiyat dili sadhu-bha­ sa yerine konuşm a dili calit-bhasa'yı kul­ landı, Şarat Çandra Çatterci, Bibhuti Bhusan Banerci, M anik Banerci ve Tara Şankar Banerci beğenilen romancılardı.Cibanananda Das, şiire kişisel ve çağdaş bir hava getirdi. Nazrul İslam, yurt sevgisini işledi. Subhindranath Datta’da sanat ön plandadır; Bişnu De, Premendra Mitra, Şamar Sen ise bağımlı yazarlardır. Kavita dergisini yayımlayan Buddhadev Bos, eleştirinin gelişm esine katkıda bulundu.



BENGALİN a. (fr. bengaline). Tekst. Ç özgüsü ipek ya da sentetik elyaf, atkısı kalın pam uk ya d a yün olan kumaş. BENGBU -» BİNGBU. BENGİ sıf. (esk.türkç. bengü). Sonsuz, ölümsüz; ebedi. — Dilbil. Göktürk yazıtlarında (8. yy.) “ anıt” karşılığı olarak b en g ü taş (sonsu­ za kalacak taş) ve maniheizm dinine ait eski U ygur türkçesi metinlerinde (8. yy.) “ ölüm süz tanrı" anlam ında m engigü tengri terimleri kullanılmıştır. Bu kelime er­ ken çağlarda (l-VIII. yy. arası) eski M oğol­ ca 'ya m ö ngke biçim inde geçm iştir. Çe­ şitli türk lehçelerinde bugün m engi, meng ü biçimlerinde bulunan bu kelime Oğuz türkçesinde işlekliğini kaybetmiş, ancak TDK tarafından arapça ebedi sözcüğüne karşılık olarak yeniden önerilm iştir (XX. yy-)-



— Fels. -



ÖNCESİZSONRASIZ.



ben g ile r ola vâkıf-ı e s râ r" (Bağdatlı Ru­ hi, XVI. yy.).



Bengi, Balıkesir ve çevresinde oynanan, zeybek türü bir halk oyunu. Erkekler ta­ rafından, topluca oynanır. Aksak ritimli ve ağır devinimlidir. Bergama yöresinde Yalı ze ybe ğ i de denir.



BENGj (Remzi), tü rk yayımcı (Antakya 1907 - İstanbul 1978). Davutpaşa sultanisi’ni bitirdi. Beyazıt’ta açtığı Ü m it kitab e v i'y le yayım cılığa başladı (1928). 1930'da Remzi kitabevi'ni kurdu. Ö nce­ leri, çoğunlukla yerli yazarların yapıtları­ nı bastı. 1937 ’de, Mustafa Nihat Özön yö­ netim inde “ Dünya m uharrirlerinden ter­ cüm eler” dizisini yayımlayarak, dünya klasiklerinin türkçeye kazandırılmasında öncülük etti. 1950'den sonra ders kitap­ ları da yayım lam aya başladı. “ Edebiyat kütüphanesi", "K ültü r'se risi” , “ Yeni türk yazarları", “ Büyük fikir kitapları" dizileri­ ni oluşturdu. Elli yıllık yayımcılık yaşamın­ da tü rk ve batı edebiyatı ile toplum sal, düşünsel, kültürel, tarihsel alanlarda yüz­ lerce kitap yayımladı.



BENGİLEMEK g. f. B ir şeyi b engile­ mek, onu sonsuz, ölüm süz kılmak; ebe­ dileştirmek. ♦ b e n g ile ş m e k gçz. f. Ölümsüzleş­ mek; ebedileşm ek.



BENGİLEŞMEK - BENGİLEMEK. BENGİLİK a. Bengi olm a durumu; ebe­ dilik. — Fels. -* ÖNCESİZSONRASIZLIK.



BENGİSU a. içene ölüm süzlük verdiği­ ne inanılan su; abıhayat.



BENGİSU (Naci), türk hekim (İstanbul 1901 - a y .y . 1978). Darülfünun tıp fakültesi’ni bitirdi (1924). Paris'te uzmanlık ö ğ ­ renimi gördü. Bir süre devlet hastanele­ rinde çalıştıktan sonra İstanbul Üniversi­ tesi göz hastalıkları kliniği'ne girdi (1934). 1942'de profesör, 1 952'de ordinaryüs profesör oldu, 19 7 5 ’te em ekliye ayrıldı. Cumhuriyetin ilk yıllarında trahomla sava­ şım ve göz cerrahisi alanındaki çalışmala­ rıyla göz hastalıkları hekim liğine önemlikatkılarda bulundu. G öz hastalıkları (1945) adlı bir yapıtı vardır.



BENGİSU (Lerzan), türk heykelci (İstan­ bul 1906 - ay. y. 1978). İstanbul Devlet güzel sanatlar akademisi resim bölümü'nde okudu. Paris’te A ndrâ Block’un atöl­ yesinde heykel çalıştı. Daha çok soyut an­ layışta heykeller yaptı.



BENGKULU, esk. B e n k u le n ya da B e n k o e le n , E ndonezya’da liman kenti, Sum atra’nın güney-batı’sında, Hint okya­ nusu kıyısında; 29 000 nüf. Havaalanı. — D oğu Hindistan İngiliz Şirketi XVII. y y .’da burada bir ticaret merkezi kurdu. Ingiltere’nin 1682’de C ava’daki Bantam söm ürgesini kaybetm esi üzerine kent G üney-doğu Asya takım adalarındaki İn­ giliz kuruluşlarının merkezi oldu; ama Hol­ landa’nın söm ürgeci baskıları karşısında bu kuruluşlar gelişemedi ve İngiltere 1825'te B engkulu’dan elini çekti.



BENGİ sıf. (fars. b en g ve ar. -/’den bengı).Esk. Esrar içen, esrarkeş: "Â lem deki



BENG LONG - BİNG LONG.



Bengtsson BENGTSSON (Frans Gunnar), isveçli yazar (Tossjö, Skane, 1894 - Stockholm 1954). Önceleri şiir yazdı, sonra İsveç'in en büyük denem ecilerinden biri oldu. 1923’te Tâm ingskast'ı, 1925’te Leğen­ den om B a b el’ı yazdı. İzlanda sagalarının hem destansı, hem gülünç unsurlar ta ş ıy a n p a s tiş le riy le (R ö d e O rm [1941-1945]) üne kavuştu.



1512



BENGUELA, Angola kıyılarının orta kesiminde liman kenti, Benguela yöne­ tim bölümünün merkezi; 155 000 nüf. (1983). Tanzam’a bağlı Zam biya ve Zai­ re (günüm üzde Lobito’ya kadar uzatıl­ mıştır) demiryolunun son istasyonu. — Benguela yönetim bölümü; 37 808 km2; 754 000 nüf. (1990). Sisal tarımı. BENGUELA akıntısı, Atlas okyanusu' nun güney-doğu kesim inde akıntı (Na­ m ibya ve A ngola kıyıları boyunca akar). S o ğ u k(1 8 -1 2 °C ) bol balıklı sularını K. -B .’ya yönelten alize rüzgârı, d ip sularının yüzeye çıkmasını sağlar. Debisi 16 Mm3/sn. Etkin balıkçılık.



David Ben Gurion (1969’da)



Banguala h a ttı, 1931'den bu yana, Zaire’deki Şaba bakır madenleri bölgesini Benguela'ya ve A ngola’daki Lobito lima­ nına bağlayan dem iryolu hattı. Z a m b iya ’ ya kadar uzatılmış olan bu hat, N dola ile Lusaka’ya ulaşmış ve kuzey-güney şebe­ kesine bağlanmıştır. BEN GURİON (David). İsrailli siyaset



Beni Haşan Hnumhotep lll'ûn mezarının içi



adamı (PJohsk, Polonya, 1886 - Tel-Aviv 1973). 1906’da Filistin’e göç etti ve ora­ d a Yahudi sosyalist hareketi’ni kurdu. 1920’de Dünya Siyonist örgütü’nün Yürüt­ me kurulu’na seçildi, istadrut (1921-1933) ve M apai* partisi'nin (1921-1945) genel sekreteri, daha sonra Yahudi ajansı yü ­ rütme komitesinin (1935-1948) başkanı oldu. 1939'dan başlayarak Ingiltere'nin Filistin’e yahudi göçünü sınırlama kararı­ na itiraz etti. H ag a n a*'n ın önderi olarak aşırılıklara karşı çıktı. Filistin’deki İngiliz mandası son bulurken, İsrail devletinin bağımsızlığını ilan eden (1948) geçici Ulu­ sal konsey’in başkanı seçildi; yeni anaya­ sanın ilanından sonra da, Mapai partisi ve istadrut işçi birliği'nin desteğiyle hüküme­ tin ve milli savunm a bakanlığının başına geçti (1948-1953). 1953’te görevinden is­ tifa etti ve iktidarı M oşe Şaret’e bırakarak N egev çölündeki bir kibutza çekildi. 1 9 5 5 'te yeniden aynı görevleri üstlendi ve ekim 1956’da ülkesini Süveyş harekâ­ tına soktu. Yeni bir koalisyon hüküm etin­ de başbakan ve milli savunm a bakanı ol­ du (aralık 1959). 1960'tan başlayarak, es­ kiden kendisini destekleyen M apai'nin muhalefetiyle karşılaştı. 31 ocak 1961 ’de Lavon olayı istifasına ve istadrut genel sekreterliği görevinden ayrılmasına yol açtı. Partisinin biraz gerilediği yeni seçim­ lerden (15 ağustos 1961) sonra, parla­ m entodaki sınırlı çoğunluğuna karşın İs­ rail tarihinin en istikrarlı hükümetini kurdu (1 kasım). Ben Gurion, 1963’te yerine Levi Eşkol’u önererek iktidarı beklenm edik bir zam anda bıraktı. Mapai'nin, özellikle Moşe Dayan ve Şimon Peres gibi genç elemanlarını çevresinde topladı ve Levi



Eşkol’un siyasetini eleştirdi. Partisinin m erkez kom itesinden istifa etti (kasım 1964) ve Mapai üyeliğini sürdürm esine karşın, Rafi adlı yeni b ir siyasal topluluk kurdu. Bunun üzerine Mapai çoğunluğu, eski hüküm et başkanını partiden atmayı kararlaştırdı (ağustos 1965). Ben Gurion, kasım 1965 seçim lerine Rafi üyelerinden adaylar göstererek katıldı. 1965 ve 1969’ da Knesset’e yeniden seçildi; 1970'te mil­ letvekilliğinden istifa etti.



Ben Gurion, Tel-Aviv-Yafa’nın havali­ manı.



BENGÜ (Vedat Örfi), türk sinema yönet­ meni, oyun, hikâye, senaryo yazarı (İstan­ bul 1900 - ay.y. 1953). Ç ok genç yaşlar­ d a bazı sahne yapıtları yazdı. Bunlardan Vefaen ferağ kom edisi İstanbul Şehir tiyatrosu’nda (1924), kendi bestelediği Şa­ to kaçakları opereti de Şehbal tiyatrosu'nda (1925) sahnelendi. Mısır'a giderek isis corporstion adlı film yapım şirketini kur­ du (1926), birçok film çevirdi. 1931’de Türkiye'ye döndü, Atıf Kaptan ile bir ge­ zici tiyatro topluluğu kurdu. 1945’ten baş­ layarak Yara, Sızlayan kalp, Ateşten göm ­ lek,Zavallı N ecd e t gibi sinem a sanatına herhangi bir yenilik getirm eyen filmler yaptı. Beyaz baykuş (1940), A kdeniz in­ cisi (1944), Gülnihal sultan (1946), Kahi­ re batakhanelerinde (1946) vb. kitapları basıldı.



Bong ü bâde, Fuzuli'nin 444 beyitlik türkçe mesnevisi (Kemal Edip Kürkçüoğlu'nun hazırladığı bilimsel yayımı 1956). İran hüküm darı Şah İsmail'e, Özbek ha­ nı Şeybani H an’ı yenm esi (1510) dolayı­ sıyla sunuldu. "B e n g ” (esrar) ile "B â d e " nin (şarap) tartışmasını konu edinir: tartış­ ma giderek savaşa dönüşür. Bâde'ye ye­ nilen Beng tutsak düşer, bir süre sonra da serbest bırakılır. Beng ü bâde, gerçek­ te osmanlı sultanı Bayezit II ile Şah İsmail arasındaki siyasal çatışmayı anlatır. Beng esrara alışkın Bayezit ll’yi, Bâde ise şa­ raba düşkün Şah İsmail’ i simgeler. Ünlü mesneviye birçok nazire yazılmıştır. Bun­ ların en tanınmışı, Kırım hanlarından şair Gazi Giray ll’nin K ahve ve b âde adlı ya­ pıtıdır.



Bong ü çağır,Yusuf Emiri'nin Çağatay türkçesiyle yazdığı yapıt (XV. yy.). "B en g " (esrar) ile "Ç a ğ ır” (şarap) arasında geçen tartışmayı konu edinir. Şahruh’un oğlu Baysungur Mirza'ya sunuldu. Manzum -mensur alegorik yapıtta beng, bir bitki­ den elde edildiği göz önünde tutularak yeşiller giyinmiş yaşlı derviş şeklinde; ça­ ğır ise kırmızı giysiler içersinde atılgan, öf­ keli genç bir savaşçı olarak tanıtılır. İhti­ yar dervişle, genç savaşçı birbirlerinden daha üstün olduklarını ortaya koymak için çabalarlar. Karşılıklı atışmalarda kötü söz­ ler kullanırlar. Sonunda araya "b a l" gire­ rek, ikisinin de zararlarını anlatır ve onları ayırır. Yapıtın tek nüshası Londra British M useum 'dadır (Add. 7914). [—♦ Kayn.] BENGÜTAŞ (Sabiha), türk heykelci (İs­ tanbul 1910). Sanat öğrenim ine, Sanayi -i nefise mektebi resim b ölüm ü’nde Feyham an D uran’ ın öğrencisi olarak başla­ dı. 1924’te heykel bölüm üne geçerek İh­ san Özsoy'un öğrencisi oldu. 1925'te İtal­ ya ’ya gitti, Roma Güzel sanatlar akadem isi’ nde L u p p i’nin atölyesine devam et­ ti. D oğaya bağlı kalarak çalıştı. Çankaya' daki Atatürk ve M udanya’daki İnönü hey­ kelini yaptı. BENHA, M ısır'da il merkezi, Kahire'nin K.’inde; 64 000 nüf:



BEN-HADAD - BAR HADAD. BEN HADDÜKA BENHEDUGA BEN-HAİM (Paul FRANKENBURGER, Paul —oldu), İsrailli besteci (Münih 1897). Eğitimini tam am ladıktan sonra Filistin'e yerleşti (1933). Başlangıçta Orta A vrupa m üziğinden etkilendi, daha sonra yahu­ di (özellikle Yemen) kaynaklarından yarar­ landı. Dört senfoni, b irçok konçerto, m e­



lodiler,kantatlar, m ezm urlar, piyano ve o da m üziği yapıtları, oratoryolar (Joram [1932], la Vision d u prophöte [1959]) ve ses için M yrtle Blossom s from Eden (1966) adlı yapıtı besteledi.



Ban Hur, am erikan filmi. 1926'da, Lew VVallace'ın romanından Fred Niblo’nun yö­ netim inde çekildi (rom an ilk kez 19 07'de filme alınmıştır). Başrolünde Ramon Nova rro ’nun oynadığı film, en başta, sirk oyunlarıyla ilgili sahneleri, özellikle de ün­ lü araba yarışı sahnesiyle halk tarafından çok tutuldu. 1959'da, William VVyler filmin yeni bir çekim ini yaptı ve bu kez Ben Hur rolünü Charlton Heston canlandırdı.



BENİ çoğl. a. (ar. ibn, oğu l'u n çoğl. b e ­ n i). Esk. 1. Oğullar. (Soy ve hanedan ad­ larıyla birlikte kullanılır): B eni Kays (Kays oğulları). Beni Haşim (Haşim oğulları). Be­ ni Musa (Musa oğulları). — 2. Beni âdem. —BENİÂDEM. || Beni beşer, beni nev, insanoğulları. BEN İ, Bolivya’nın kuzey-doğu kesimin­ de yönetim bölgesi; 213 564 km2; 278 000 nüf. (1990). Merkezi Trinidad. And dağlarının eteğinde, savanlarla (yaygın yöntemle hayvancılık) ve Amazon tipi or­ manlarla (kauçuk ağaçları) örtülü tropi­ kal kuşakta uzanır. BENİ, Zaire'nin kuzey-doğu kesiminde kent, Ruvenzori'nin kenarında, 1 173 m yükseltide; 32 000 nüf. Papain üretim te­ sisi.



BENİ (r/p), Bolivya’nın batı kesiminde ır­ mak; 1 600 km. And dağlarının d oğu ya­ macından doğ a r G .’den K .'ye doğru çı­ karak, Brezilya sınırında, Villa Bella’da, MamorĞ ırmağıyla birleşip Maderia ırma­ ğını oluşturur. BENİ ABBAS, esk B e n i A b b â s , Bü­ yük Sahra'nın Cezayir kesim inde vaha, Beşar'ın G.'inde; 5 000 nüf. Hurma bah­ çesi. Kurak bölgeleri değerlendirm e araş­ tırmaları merkezi. BENİ AHMER - NASRİLER. BENİ A M İR o va s ı, Fas'ta bölge;Tadla ovasının bir bölüm üdür; Um er -Rebia ’ nın sularından yararlanılarak tarım (ay­ çiçeği, tahıl, pamuk, meyve) yapılır. BENİ HAMMAD - HAMMADİLER. BENİ HAŞAN, Aşağı M ısır'da (Minye ili), Nil'in sağ kıyısında köy. Arkeolojik bu­ luntular bakımından pek zengin olmayan Orta im paratorluk dönem inden kalma mezarlar barındırdığından, köy son dere­ ce önem lidir. Sözkonusu h ypo g e um ’larda, XI. XII. hanedanların büyük derebey­ leri göm ülüydü. M ezarların bazılarında, özellikle protodorik diye nitelendirilenler­ de, revaklı bir giriş ile sütunlu bir ya da birçok oda bulunur; bu m ezarlardan 12 tanesi, köy yaşamını, zanaatçıların uğraş­ larını, askeri yaşam dan kesitleri, av ya da spor sahnelerini betim leyen resimlerle süslüdür. Bu arada, ünlü "AsyalIlar kervanı" resmini ve H num hotep lll’ün soyağacını veren yazıtı da anm ak gere­ kir. —XII. hanedan hypogeum 'larının 3 km G .’inde kraliçe H açepsut dönem in­ den kalma, aslan-tanrıça Pakhet'e adan­ mış küçük bir m ağara-tapınak olan speos A rtem idos yer alır.



BENİ İSRAİL - İSRAİLOĞULLARI. BENİ M U N K IZ, Şeyzer kalesi civarın­ d a hüküm süren bir em ir ailesi. Salih bin Mirdas, Şeyzer yöresini Munkızoğullarına verdi (1025). Bu sırada Bizanslılar'ın de­ netiminde olan kaleyi izzüddevle Sedidülm ülk Ebülhasan Ali, el-Bare piskoposu ile anlaşarak ele geçird i (1081). Kale 1157 yılındaki deprem e kadar ailenin deneti­ m inde kaldı. BENİ M USA -» MUSA (BENİ MUSA BİN ŞAKİR).



BENİ SADR (Ebülhasan), iranlı devlet adamı (H am edan-1933). Şah rejimi kar­ şıtlarından biri olarak, uzun süre Fransa’



Benin da yaşadı. Ayetullah H umeyni ile birlikte İran'a döndü (1979). 28 ocak 1980’de İran cum hurbaşkanlığına seçildi. İran devrim i ılımlı kanadının temsilcisi olarak, İslam cum huriyet partisi'nden din adam ­ larının muhalefeti ile karşılaştı ve Humeyni'nin desteğini yitirdi; haziran 1981’de parlam ento tarafından görevden alındı. Bu karar H umeyni tarafından onaylandı. Fransa'ya sığındı.



BENİ T A H İR ıY e m e n ’de hüküm süren arap hanedan (1451 -1517). Emevi soyun­ dan geldiğini öne süren ve hanedana adı­ nı veren Tahir bin M uavvede, başlangıç­ ta Resulî hükümdarı el-Melik ün-Nâsır Ah­ m et’in koruması altına girdi. Resuli d ev­ letinin çöküşünden sonra oğulları el-Melik üz-Zâfir Selahattin ile el-Melik ül-Mücahit Şemsettin Ali, Yem en'de birlikte hüküm sürm eye başladılar. Selahattin ölünce, Şemsettin Ali de tahttan çekilerek yerini kardeşinin oğlu el-Melik ül-MansurTacettin A b d ülve hh a b ’a bıraktı. Onun oğlu el -Melik üz-Zâfir Selahattin II dönem inde Memluklar, Portekizliler’e karşı kendileri­ ne yardım etmedikleri gerekçesiyle Yem en’i ele geçirerek Beni Tahir devletine son verdiler.



BENİÂDEM a. (ar. beni ve â d e m 'den). Esk. Âdem oğulları, insanlar.



BENİCARLO, Ispanya'da liman ve say­ fiye merkezi, Akdeniz kıyısında, Valencia ’ nın K.'inde; 13 000 nüf. BENİCE (Ethem izzet), türk gazeteci ve yazar (İstanbul 1903 - ay.y. 1967). Gala­ tasaray lisesi’nden sonra Yüksek deniz­ cilik okulu'nu bitirdi. Gazeteciliğe öğren­ cilik yıllarında Tevhid-i efkâr’da başladı (1920). ikdam, Zaman, Açık söz, son tel­ graf, Gece postası gazetelerini yayımladı ve başyazarlıklarını yaptı. Kars (1939 -1943) ve Siirt (1946-1950) milletvekili ola­ rak TB M M ’de bulundu. Vatan, Son saat ve Milliyet gazetelerinde de başyazılar yazdı. G azeteciliğinin yanı sıra çok sayıda pi­ yasa romanı kaleme aldı; başlıcaları: Çıl­ dırtan kadın (1927), Istırap ço cuğ u (1927), Yakılacak kitap (1927), A şk g üne­ şi (1930), Gözyaşları (1932), Beş hasta var (1932), On yılın rom anı (1933), Yos­ ma (1936), Sen de seveceksin (1942), Fo­ ya (1944), Ben hiç sevm edim (1947), Po­ ta (1956), Adsız şehit (1964). BENİÇİNCİ -*



BENM ERKEZCİ.



BENİÇİNCİLİK ->



BENM ERKEZCİLİK



BENİDORM, ispa n ya 'da sayfiye m er­ kezi, Akdeniz kıyısında, Alicante'nin K.-D .'sunda 12 100 nüf.



BENİHATIRLA a. Kurak bölgelerde ye­ tişen, mızrağımsı yapraklı, beyaz ya da mavimsi çiçekli, yıllık ya da çokyıllık bitki. (Bil. a. om phalodes; hodangiller fam ilya­ sı.) [Çeşitli türleri (akçimen, arjantinçimeni, küçük hodan) bahçelerde süs bitkisi olarak yetiştirilir. O m phalodes luciliae tü­ rüne Toroslar'da 1 600 m yükseltilerde rastlanır.] BENİ İSGEN, Büyük Sahra'nın Ceza­ yir kesim inde kent, M zab’da, Gardaya' nın G .’inde. Kente yalnızca yüksek sur­ daki üç kapıdan girilebilir. Mzab bölgesi­ nin en önemli camisi olan kent camisi, yarımdaire biçimi kulelerle donanan bir sur­ la çevrilidir. Hurma bahçesi. Din m erke­ zi.



BENİLDEMEK -



BELİNLEM EK.



BENİ M ELLAL, Fas’ın batı kesiminde il merkezi kent, Tadla ovasında, Orta Atlaslar'ın eteğinde; 95 000 nüf. (1988). Tarım pazarı. Besin sanayisi (şeker fabri­ kası). — Beni Mellal ili, 7 075 km2; 842 000 nüf. (1988). Tadla ovasında ve Orta Atlaslar'ın bir bölümünde uzanır.



BENİMSEMEK g. f. 1, B ir düşünceyi, tutum u, olayı, vb. benimsemek, onu doğ­ ru, kesin ya da haklı görmek, onaylamak, beğenm ek; kabul etmek: Atatürk ilkeleri­



ni benimsemek. H iç benim sem ediğim bir davranış. — 2. Bir kimseyi, b ir şeyi benim ­ semek, o kimseyi, o şeyi kendine yakın bulmak, sevmek, ona ısınmak, alışmak: H epim iz onu benimseyiverdik. Ç ocuk ye­ n i okulunu b ir türlü benimseyem edi.



1513



♦ b e n im s e n m e k edilg. f. Bir kimse­ den, bir şeyden söz ederken kabul edil­ mek, ona sahip çıkılmak: Tartışmasız be­ nim senen b ir öneri. ♦ b e n im s e tm e k ettirg. f. (Bir kimseye )b ir şeyi benimsetmek, onu kabul ettir­ mek: Bana düşüncelerini zorla benimsetemezsin.



BENİMSENİR sıf. Dilbil. Benimsenirlik niteliği gösteren söylem için kullanılır.



BENİMSENİRLİK a. Dilbil. Konuşucu­ nun kolayca anladığı ya da doğal bir bi­ çim de ürettiği söylem in özelliği. (Bk. a n ­ sikl. böl.) — ANSİKL. Dilbil. Benimsenirlik, kullanım modeline bağlanan bir kavramdır; bir edi­ nim örneğinden kaynaklanan dilbilgisel tüm celer bütününde, benimsenir tüm ce­ ler altbirimi (sonsuz), böyle bir model ara­ cılığıyla belirlenebilir. Konuşucu öznenin sezgisine bağlı olan benim senirliğin dereceleri vardır, çünkü belirlenmesinde birçok öğe işe karışır; ön­ celikle dilbilgisellik etkendir; bununla bir­ likte, belli bir uzunluktan sonra, dilbilgisel olsa bile bir tüm ce benim senirliğini yitirir; yine bu benim senm ezlik derecesi, dilin sözlü ya da yazılı olm asına göre verici ya d a alıcı açısından farklılıklar gösterecek­ tir. Öyleyse benimsenebilirlik, bağlam a (bildirinin hızı, gürültü, vb.) ve öznenin ruhsal özelliklerine (bellek, dikkat, vb.) de bağlıdır.



BENİMSENMEK BENİMSETMEK -



BENİM SEM EK. BENİM SEM EK.



BENİN çoğl. a. (ar. ib n 'in çoğl. benin). Esk. Oğullar, evlatlar. ♦



sıf. Akıllı, öngörüşlü.



BENİN, esk. D ahom ey, Batı Afrika’da devlet, Atlas okyanusu (Benin körfezi) kı­ yısında; 113 000 km2; 4 776 000 nüf. (1991). Başkenti Porto Novo. Resmi dili fransızca. COĞRAFYA 6 ° ve 12° Kuzey enlemleri arasında 670 km boyunca uzanan Benin, kuzeye doğru hafifçe genişleyen dar bir toprak şeridi görünüşündedir. Atlas okyanusu cephesinin (125 km) kenarında, büyük su örtülerini (göller ya da denizkulakları) bir­ birinden ayıran kıyı şeritleri uzanır. Bu kı­ yı şeridinin ardında, kırmızı renkli kumlu - killi tortul gereçlerden oluşan, hafifçe en­ gebeli bir plato yer alır. Burası, eski or­ manların yerini, hurma bahçelerine, man­ yok ve mısır tarlalarına bıraktığı verimli bir bölgedir. Ülkenin geri kalan bölümü, yük­ seltisi 200-400 m arasında değişen, bir­ kaç inselbergin yükseldiği, Parakü’ nun kıvrımlarıyla engebelenen ve K .’e doğru yaşlı Atakora kütlesine kadar yavaş yavaş yükselen büyük bir platodur. Yükseltisi pek fazla olmayan (800 m) Atakora küt­ lesi, birbirini izleyen, iç içe geçm iş dağ sı­ ralarından oluşur; G .-B.'dan K.-D.'ya doğru uzanan Atakora kütlesi, Volta sını­ rına paralel olarak ülkeyi verev biçim de ikiye ayırır. Akarsu ağı, rejimleri düzensiz iki akarsu öbeği kapsar; büyük bölüm ü 10° paralelin geçtiği bölgeden doğan bu akarsular, ya doğ ru d an doğruya ya da Nijer ve Volta ırmakları aracılığıyla Atlas okyanusu’na dökülür. Ülkenin güney ke­ siminde iki mevsimi yağışlı (mayıs-temmuz ve eylül-ekim) bir yarıekvator iklimi egem endir; bununla birlikte, kıyı boyun­ ca B.’dan D .’ya doğru ilerleyen bir soğuk su akıntısı muson rüzgârlarının etkisini azaltır. K.'e doğru gidildikçe iki karşıt ik­ limli tropikal iklim varlığını duyurm aya başiar; ocak ayında sık sık Atlas okyanu-



BENİN su kıyısına kadar sokulan harmattan rüz­ gârı, sıcaklık ve nem farklılıklarını artırır. Nüfus, ülke topraklarına son derece eşitsiz biçim de dağılmış 60 kadar halk­ tan oluşur. O ldukça yoğun nüfuslu (km2'ye ortalama 42,1 kişi [1990]) güney kesim inde Fonlar, Yoruba kökenli Nagolar, Plalar, Minalar, Açalar ve Benin’e g e ­ ri dönen “ Brezilyalılar" (Porto Novo ve Uid ah ’ın büyük tüccar aileleri Brezilyalıdır) yaşar. K.’de Baribalar’ın, Som balar’ın, Pöller'in yanı sıra, komşu ülkelerde de rastlanan topluluklar (özellikle Hausalar ve Mosiler) yerleşmiştir. Geleneksel besin tarımına (darı, pirinç, yam, m anyok) süpekülasyona yönelik bir kesim (G .'de yağ çıkarılan bitkiler, kahve,



Benin (Nijerya) eski krallığında sanat: iki savaşçı ve iki çalgıcıyla çevrili bir şefi gösteren bronz levha musee de l'Homme, Paris



Benin DIŞALIM Nijer vadisi alüvyon bölgesi



1514



ç o k ve rim li b e sin e d a yalı tarım : da rı, hintdarısı, p irin ç kâğıt



kakao; orta kesim de tütün, anakurdium K .’de yerfıstığı ve pam uk) de eklenm iş­ tir. Ülkenin başlıca gelir kaynağı yağ pal­ miyesi b üyü k bir sıvıyağ fabrikasında iş­ lenir. Büyük bir tarım araştırma merkezi olan Pobe’de, yeni palm iye çeşitleri ge­ liştirilmektedir. H ayvancılık K .’de, Pöller arasında yaygındır. Sanayileşme yetersiz­ dir. P araku’daki d okum a fabrikası en önemli sanayi kuruluşudur. 1965’ten bu yana etkinlik gösteren Kotonu limanı, ulu­ sal ve uluslararası liman işlevi görm ekte­ dir. Niam ey’e uzanan iyi durum daki bir karayoluna bağlanan Paraku dem iryolu, Kotonu’yu Nijer’in alım ve satım limanı ha­ line getirmiştir. D enizkulaklarında ve de­ nizde balıkçılık (balık ve karides) gelişmiş­ tir. Bakanlıklar ve büyük devlet daireleri başkent Porto-Novo ile K otonu'ya dağıl­ mıştır. iç kesimdeki A bom ey ise, çok önemli bir tarihsel kent ve turizm m erke­ zidir. TARİH



BENİN’İN İKTİSADI



_ Devletlerarası yol -



de m iryo lu tasarlan m ış yol



yağ fabrikaları A



pa lm iye



A



hu rm a



A



yerfıstığı, p a m u k



tekstil sanayisi #



p a m u k çırçırlam a e n te g re kom p le ks



0 $



ku m a ş üzeri baskı k a p o k k a b u ğ u soym a



besin sanayisi karite tereyağı



J



ş e k e r fa brikası ko n se rve fabrikası



. çeşitli sanayiler m o n ta j sanayisi (oto m o bil, tran sistörlü radyolar) çim e n to fabrikası



Kotonu 55



h id ro e le k trik santral



V



p e tro l kuyuları a çm a



• S öm ürge öncesi tarihi. Ülkenin söm ür­ ge olm adan önceki tarihini kesin olarak belirlemek güçtür çünkü Benin’i etkileyen çeşitli olayların alanı, A frika ’nın paylaşıl­ ması sırasında ülkeye zorla benimsetilen keyfi sınırları çok aşar. Yerli ya da yerli sa­ yılan halklar, göçm enlerle iç içe yaşadı­ lar ve çoğu kez de onlarla kaynaştılar. Bu­ nunla birlikte, XVI. ve XVII. yy.'larda, Ni­ jer ile Volta arasındaki savanlarda yeni devletlerin ortaya çıkması üzerine dağlık Atakora bölgesi, kuzeybatıdan gelen Betam m aribeier, Besersubeler, Betyabeler (Sombalar) ileBaribalar'ınBorgu’dan kov­ duğu Vabalar için sığınılacak bir yer ol­ du. Vabalar, XVIII. y y .’da düzenledikleri seferlerde bugünkü topraklarını batıya doğru genişlettiler, ve elde edilen toprak­ ların yerli şefleriyle istilacı prensler arasın­ da bir denge oluştu. Orta ve Güney Benin’in ilkel halkları, iki büyük dalga halinde gelen Y oruba ve A calar'ın arasında kaybolup gittiler. Bu göç dalgalarının herhalde İkincisinde, Ketu ’dan gelen Açalar, bugünkü Togo to p ­ raklarındaki Uaçi'yi, sonra d a T a d o ’yu al­ dılar ve burada ilk krallıklarını ve daha sonra, 1575'e doğru, Allada krallığını kur­ dular. Dahom ey ya da Dah Hom e (Abo­ mey çevresinde) Fon krallığı ise, 1625'te, tıpkı A caçe krallığı gibi, A llada krallık ai­ lesinden bir prens tarafından kuruldu. Acaçe daha sonra Portekizliler tarafından Porto-Novo olarak adlandırılmıştır. XVII. y y.’ın sonundan başlayarak tam bir gelişme gösteren Oyo, Aca krallıkları­ nı ilhak etm em ekle birlikte, bunları vesa­ yeti altına aldı; aynı dönem de, avrupaiı zenci köle tüccarlarının ülkedeki nüfuzla­ rının gittikçe artması bu krallıklar arasın­ da, özellikle de Allada ile o tarihte bütün Batı Afrika'nın en önemli köle ticaret m er­ kezi haline gelm iş olan Midah arasında rekabete yol açtı. Bu arada, Dan Home gücünü arttırıyordu. Uyruklardan her bi­ rinin kişisel olarak bağlı bulunduğu kra­ lın çevresinde sağlam bir biçim de örgüt­ lenen bu ülke, kısa bir süre sonra güne­ ye göz dikti. O rduda reform yapan kral Agaca'nın (1708-1732) önderliğinde Dan Home, 1724’te Allada, 1727’de Uidah krallıklarını kendine bağladı. 1729 ve 1730’da Oyo krallığı'nın saldırılarına uğ­ rayıp yenilince, A llada topraklarının bir bölüm ünü yitirdi; bu topraklar yeniden A caçe'ye bağlandı; ve Dah Home, yüz­ yılı aşkın bir süre O yo krallığı’ na bağımlı kaldı. Aynı dönem de Ağaca, avrupaiı zenci köle tüccarlarıyla bir anlaşm a imzalaya­ rak onların faaliyetini kolaylaştırdı; köle ti­ careti üzerinde bizzat kendisi, giderek sı­ kılaşan bir denetim sağladı. Yerine geçen Tegbesu (1732-1774) merkezileşmeyi güçlendirdi; ancak, O yo’nun limanı PortoN ovo'nun U idah'a üstünlüğü açıkça bel­ li oluyordu. A ncak, bu arada krallığın tek ekonomik dayanağı olan zenci ticareti, ül-



Benin



B E N İN , Nijer deltasının batısındaki Gi­ ne kıyılarında eski krallık. Uzak geçmişi iyice bilinm em ektedir. XI. ve XVI. y y .’lar arasındaki kuruluşu, b üyü k bir olasılıkla, Ife kentinden Edo kavimleri arasına g e ­ len bir şefin iktidarı ele geçirm esiyle g e r­ çekleşmiştir. Aynı zam anda dini başkan olan krallar ya da o ba la r, yoruba ülkesin­ de olduğu gibi, kentsel nitelikte bir uygar­ lık kurdular. XV. ve XVI. y y .’larda en par­ lak dönem ini yaşayan bu uygarlığın, Oyo ve Kuzey H ausa'lar gibi komşu ülkelerle büyük ticari ilişkiler içinde olması gerekir. Portekizlilerce ilk temas, 1484’te kuruldu. XVII. ve XVIII. yy.'larda, köle ticaretinin Benin sanatı gelişmesi sayesinde, çok müreffeh bir dö­ Dahomey kralı Gle-Gle’yi nem yaşandıysa da, arkadan hızlı bir çö ­ bir aslan biçiminde gösteren küş geldi. XIX. yy.'ın sonunda, ülke İngi­ ahşap heykel liz himayesi altına girdi ve 1897'de Benin fon sanatı şehri işgal edildi. musee de l ’Homme, Paris —Güz. sant. B enin’in saray sanatı, esas itibariyle siyasi ve dini şef o b a ’nın hizme­ tindeki döküm ustalarının yapıtları olan bronz eşyalardan oluşur. Benin kentinin, yo rub a dini merkezi ife ile sürdürdüğü sanat ilişkileri (sanıldığına göre, ife, Benin’e dökü m tekniğinde us­ ta bir kuyum cu gönderm işti), Benin'in ilk sanat dönem ine ait yapıtların üslubunda kendisini açıkça belli eder. Bu yapıtlar arasında fildişinden eşyalar, maskeler, gonglar da bulunur, ince bir yapım tek­ niği, yüzlerdeki derin anlamlı doğallık, bü­ tün bu yapıtların ortak özelliğini oluşturur, ilk sanat ürünleri XV. ve XVI. y y.’lara ait­ tir. XVI. y y.’ın sonundan itibaren, Portekiz­ liler aracılığıyla bol m iktarda ithal edilen avrupa bronzu, önem li değişikliklere yol açtı: yapıtlar daha büyük m iktarda üretil­ m eye başladı (adak başları, krallık m e­ m urlarının heykelleri, tarihi konulu alçakkabartmalar) ve ağırlıkları arttı. Sanatçıla­ rın bütün dikkati krallık süslemeleri üze­ rinde toplandı ve ihmale uğrayan yüz ifa­ deleri donuklaştı. XVIII. yy.'d a başlar, gittikçe daha abar­ tılı bir üslupla işlenir oldu ve saray avlula­ rının direklerini süsleyen alçakkabartm a-



1515



de l'H om m e



ci bir tem silci olarak meclise girdi. Daho­ mey, 19 56'da içişlerinde özerklik elde etti ve 1958'de to p lu lu ğu n üyesi haline gel­ di. Bu sırada iktidar A p ith y'n in başkanlı­ ğındaki Dahomey ilerici partisi'nin (PPD) elinde bulunuyordu; am a Apithy, ülkesi­ ni Mali federasyonu’na sokmayı reddede­ rek iktidardan ayrıldı. Onun yerine H. Ma­ g a (önce D ahom ey D em okratik birliği [U D D ], sonra Dahom ey Birlik partisi [P D U ] ve Afrika Dem okratik topluluğu [Fİ DA] yerel bölüm ü başkanı) başbakan oldu (1959). • Dahom ey Cumhuriyeti. 1960’ta, bağım­ sızlığın ilan edilm esiyle cum hurbaşkanı olan H. Maga, ülkesini Antant Konseyi’ ne üye yaptı ve Fransa ile işbirliği anlaş­ maları imzaladı. Am a bağımsızlığa kavuş­ m uş komşu ülkelerden geri dönen çok sayıda küçük devlet m em uru ve askerin yol açtığı ciddi işsizlik sorununu çözmeyi başaramadı. 1963’te durum un bozulması general Soglo'nun iktidarı ele geçirm esi­ ni kolaylaştırdı. Soglo, Apithy, M aga ve Abom ey Fonları'nın temsilcisi Justin Ahom ade g b e'n in yer aldığı üç partili bir ge­ çici hükümet oluşturdu. 1964 başında ye­ ni bir anayasanın yürürlüğe konulması ve A p ith y’nin cum hurbaşkanlığına, Ahomad eg b e ’nin de başbakanlığa getirilmeleri hiçbir şeyi çözemedi. Bu iki kişi arasında gittikçe şiddetlenen rekabet, ordunun ye­ niden müdahalesi ne yol açtı. Aralı k 1965'te general Soglo, bütün yetkileri kendi elin­ de topladı; ancak iki yıl sonra binbaşı Kua n d e te ’nin düzenlediği bir darbeyle dev­ rildi. Yarbay Alley cum hurbaşkanı oldu. Mart 1968’de yeni bir anayasa seçmenlerce onaylandı. Am a mayısta Alley, dok­ tor A cu'yu cum hurbaşkanlığına getiren seçimi geçersiz saydı. Çeşitli olaylardan ve bu arada devlet başkanı olan doktor âmile Derlin Zinsu’nun bir ulusal birlik hü­ kümeti kurma girişiminin başarısızlığından sonra, Zinsu, genelkurm ay başkanı Marice Kuandete tarafından görevden alın­ dı. işbaşına geçen bir askeri direktuar, ye­ niden seçime gitm ek istedi; am a kuzey­ de çıkan karışıklıklar buna olanak verm e­ di. Bu bölgenin ülkeden ayrılmasından çekinen askeri yönetim, bir ulusal birlik hüküm etinin kurulmasını kabul etti ve 1970 m ayısında yerini, Ahom adegbe, Apithy ve M a ga 'd a n oluşan bir başkan­ lık konseyine bıraktı; konsey üyelerinden her biri iki yıl süreyle devlet başkanlığı ya­ pacaktı. 27 ekim 19 7 2 ’de, Atakora kökenli al­ bay Mathieu Kereku, yönetimi devirdi ve iktidarı ele geçirdi. Geleceğin devrim ci kurumlarının hazırlanması için, Bir Ulusal devrim konseyi (C N R ) kurdu. 1974’ün sonlarında d a D ahom ey’in marxçı-leninci sosyalist yoldan kalkınmayı seçtiğini resmen açıkladı. 30 kasım 1975’te Daho­ mey, Benin Halk Cum huriyeti adını aldı. • Benin Cumhuriyeti. 16 o cak 1977’de Devlet Başkanı Kereku, paralı askerlerce Kotonu’da düzenlenen bir saldırı girişimi­ ni açıkladı; bu olay siyasal muhaliflerin tu­ tu kla n m a sın a yo l a ç tı.2 6 a ğu stos 1977' de Ulusal d evrim konseyi yeni bir ana­ yasa ilan ederek tek partili bir m eclis ku­ rarak sosyalizme geçilm esini bir anaya­ sa gereği haline getirdi. Kasım 1979'da, Devrimci ulusal meclis seçimleri yapıldı ve çıkarılan tek liste oyların °/o 9 7,9 ’unu el­ de etti. Şubatta, 1972'den beri işbaşında olan devrim ci hüküm et, yerini 1977 Ana­ ya sa sın d a öngörülen Ulusal yürütm e konseyi'ne bıraktı. 1977’deki darbe giri­ şim inden sorum lu tutulan Fransa ile iliş­ kiler gerginliğini sürdürdü. Afrika birliği ör­ gütü, Ç ad'daki fransız askerlerini çıkar­ m ak için uluslararası bir kuvvet g önder­ m e kararı aldığında, Benin de bir birlikle katkıda bulundu. Başkan Kereku, Libya ziyareti sırasında müslümanlığı kabul ede­ rek Ahm et adını aldı; Libya ile kapsamlı bir işbirliği.anlaşması imzalandı. 1982'de papa Paulus II ülkeyi ziyaret etti. 1981 ’de Anayasal değişiklikler yapıldı; Milletvekili seçimleri iki dereceli oldu, baş­



musde



keyi durmaksızın içerden yıpratıyordu (soygunlar ve sürekli savaşlar). Dan Ho­ m e'nin gerilemesi karışıklıklara yol açtı ve bu karışıklıklar U id a h ’lı bazı şeflerin ve brezilyalı tüccarların (en tanınmışları Fran­ cisco Fölix da Souza'dır) yardımları saye­ sinde Gezo'nun (1818-1858) iktidara gel­ mesine kadar sürdü. O yo’nun zayıflama­ sından yararlanan Gezo, ülkesini vesayet­ ten kurtardı ve kuzeyde M ahiler’e, batı­ da Eveler'e, özellikle de doğuda Egba ül­ kelerine yönelik bir yayılma hareketine gi­ rişti. D oğuda Abeokuta ile savaşlar ara­ lıksız sürdü ve D ahom ey'in yenilgisiyle sonuçlandı. Zenci ticaretinin sürdürülmesi giderek büsbütün rastlantısal bir hal alın­ ca, Gezo, Avrupa’nın hurm a yağı talep et­ meye başladığı bir dönem de, hurma bah­ çelerini geliştirdi; mısır, tütün, domates, vb. gibi besin ağırlıklı yeni ürünlerin tarı­ mına başladı. Yerine tahta geçen Gle Gle (1858-1889), A beokuta'ya karşı seferleri sürdürdü. 1851'de Fransa, Gezo ile bir dostluk anlaşması imzaladı ve U idah’daki ticaret acentalığını resmen kabul ettirdi. Bunun­ la birlikte, kral, eskisi gibi liman üzerinde m utlak söz sahibiydi. Fransa, 1857’de Büyük Popo'ya, 18 68 'd e Ague ve Kotonu'ya yerleşti. Her zaman aldığı güm rük vergilerinden yoksun kalan Gle Gle, Fransızlar ile anlaşmayı bozdu. 1883'te, Fon krallığı’nın yayılmacı am açlarına karşı koym ak zorunda kalan Porto-Novo kralı Toffa, Fransa ile bir hi­ m aye anlaşması imzaladı. Gle Gle'nin Fransızlara muhalefeti sertleşti; yerine ge­ çen Behanzin (1889-1894) aynı düşman­ lığı sürdürdü. 1892 kasımında, bir tran­ sız söm ürge birliği, g üç bir sefer sonun­ d a A bom ey’e girdi; am a Behanzin ancak 1894 başlarında teslim oldu. Fetih hare­ kâtı ancak Birinci Dünya savaşı sırasında tamamlanabildi; halkın askere alınmak is­ tenmesi, Bariba (1916), Som ba (1917) ve M ono çevresindeki başka yerlerde (1918) ayaklanm alara yol açtı. • D ahom ey sömürgesi. Benin körfezinde 1883'te oluşturulan fransız kuruluşları, 1 8 9 4 'te Dahomey söm ürgesi ve eklen­ tilerine dönüştü. Dahomey, 1904'te Fran­ sız Batı Afrikası'na bağlanıncaya kadar mali özerkliğini korudu. Sömürgenin sınır­ ları çeşitli anlaşmalarla belirlendi: Alm an­ ya ile 23 temmuz 1897’de, İngiltere ile 14 haziran 1898’de. O tarihte ülke iki parça­ ya ayrıldı. Bu parçalardan biri, kıyıyla 9. enlem arasındaki bölgeyi tüm üyle içine alan, yani aşağı yukarı Aca ve Yoruba is­ tilalarına uğramış bölge olan Aşağı Daho­ m ey, diğeri ise Bariba ve Volta etkisi al­ tındaki bölgeyle göçm enlere sığmaklık et­ miş olan bölgeyi içeren kuzey kesimiydi. Behanzin’in kardeşi Agoli Agbo, Abom ey kralı seçildi; am a hiçbir yetkiye sa­ hip olamadı ve 1 900’de tahttan uzaklaş­ tırıldı. Bundan sonra, ülke, kuzey kesimi ve eski Porto-Novo krallığı gibi doğrudan yönetim sistemi altına sokuldu; gelenek­ sel aristokrasinin tem silcileri, çoğu kez, kanton ve köy yöneticisi olarak kaldılar. Misyoner teşkilatları sayesinde, çok er­ ken bir tarihten beri okullarla donatılan güney, az ço k geçici nitelikte çeşitli parti­ lerin kurulmasıyla gerçe k bir siyasal ya­ şama ulaştı; çok etkin bir basın, sürekli bir biçim de sömürge düzeninin kötülüklerini. vurgulayarak bu siyasal yaşama canlılık katıyordu. Kuzeyin geri kalmışlığı, İkinci D ünya savaşı ertesinde fransız yetkililerin gösterdiği bazı çabalara rağmen, bağım­ sızlığa kadar sürdü.Fransız Batı A frikasf nın öğrenci semti haline gelen Dahomey, federasyonun ö b ü r ülkelerinin ihtiyaç d uyduğu idari ve özel işlerde çalışacak kadro elemanlarının önemli bir bölüm ü­ nü karşılıyordu. 1946’da, Fransa'nın deniz-aşırı topra­ ğı Dahom ey, Kurucu M eclis’te, Porto -Novo kökenli Suru M igan Apithy tarafın­ dan temsil edildi. A pithy daha sonra da sürekli olarak temsilci seçildi. Bir bariba olan Hubert Maga, 1951 'den itibaren ikin­



kanın da m eclisçe seçilmesi kabul edil­ di. Seçimle gelen yeni meclis Halkçı devrim partisi'nin adayı Mathieu Kereku'yu beş yıl için yeniden başkan seçti (31 temmuz 1984). Kuraklık ve çölün g e ­ nişlemesi nedeniyle altı eyalet afet böl­ gesi ilan edildi (1985); dış yardım ola­ nakları arandı. Olumsuz ekonomik koşul­ lara ve karışıklıklara rağmen Kereku, 1989 seçim lerinden sonra da başkan se­ çildi. Aynı yılın sonunda sosyalist yöne­ tim biçim inden vazgeçildi. 1990 yılında toplanan ulusal bir “konferans” , dem ok­ ratikleşme sürecini başlattı. Mathieu Ke­ reku görevine devlet başkanı olarak de­ vam etti. Yorubalar) sanatçıların plastik sanatlar alanındaki paylarını daha iyi belirleme ola­ nağını sağlamıştır. Fransız işgalinden önce nüfus, katı bir aşama düzenine bağlı 4 sınıfa bölünm üş­ tü. Bu düzen sanata da (tahtlar, kralları sim geleyen heykelcikler, asm akabağı üzerine yapılmış gravürler, m adeni süs eşyaları ve heykelcikler, duvar örtüleri iş­ lemeli kumaştan güneş siperleri yansımış­ tır. Krallık sanatının anlatım biçimleri çok çeşitliydi ve güçlü bir Y oruba etkisi taşı­ yordu. G erçekten de, Fonlar ile Yoruba­ lar arasındaki ilişkiler, savaşta ya d a ba­ rışta olsun, VII. y y.’dan XIX. yy. sonları­ na kadar aralıksız sürdü. Buna karşılık halk sanatı — heykelcilik, Boşiyolar (evle­ rin koruyucu ruhları) heykelleri sanatı— ta­ mam en yerli bir sanattı. Kongo fetişleri gi­ bi, kimi zaman bıçaklar ve sivri aletlerle oyulm uş ve kutsam a ayinlerinin izlerini (kan, tüy, vb.) taşıyan bu tahta heykelcik­ ler değerlerini yalnızca plastik özelliklerin­ den değil, aynı zam anda onlarda var ol­ d u ğ u n a inanılan güçten (kötülükleri etki­ siz kılmak ve uzaklaştırmak) alıyorlardı. • E debiyat - A fr İ k a (ZENCİ)



lardan vazgeçildi. Bu çöküntü XIX. yy.’da büsbütün belirginleşti ve oba'nın bir buy­ ruğuyla bronz döküm ü yasaklandı. Günüm üzde, Benin City (Nijerya) ku­ yumcuları turistlerin talebini karşılayabil­ m ek için küçük fig ür döküm üne yeniden başlamışlardır. A ncak bu yapıtlar, çoğu kez, parlak dönem lerin krallıkça destek­ lenen görkem li sanatının kötü taklitlerin­ den başka bir şey değildir.



BENİN körfezi, A frika’nın batı kıyısın­ d a körfez, Nijer deltasının B .’sında. BENİNCASA a. Doğu ve tropikal Asya kökenli bitki. (Olgun m eyvesi, balmumunu andıran ve misk kokusu saçan tüycüklerle kaplıdır.) [Bil. a, Benincasa hispida; kabakgiller familyası.]



BENİN C İT Y , Nijerya’da kent, Bendel eyaletinin merkezi, Onithsa'nın B.’sında; 202 800 nüf. (1991). Tarım araştırma merkezi. Basımevi. Plastik m addeler ya­ pımı. Halıcılık. BENİNOLER, Gent asıllı flaman minyatü rcü a ile - A l e x a n d e r (öl. 1 5 1 9 ’a doğr.), yapıtlarından ço k yaşamı hakkında bilgi vardır (Gent ve B rugge’de çalıştı). — O ğ­ lu SİMON (Gent 1483 - Brugge 1561), dö­ neminin ünlü sanatçılarındandır, Heures de Henessy (Brüksel, Bibliothâque royale) ve G olf Book (Londra, British Library) m inyatürlerinin yaratıcısıdır. Benloff düzlemi [olayı ilk kez ortaya koyan Amerikalı deprembilimci H ugo Ben io ff'u n (1899-1968) adından]. Yatayla yaklaşık 5 0 ° ’lik bir açı yapan ve çeşitli deprem m erkezleri içeren düzlem. Bu olay derin okyanus çukurlarını sınırlayan a da yaylarında doğrulandı. Benioff düz­ leminin, eriyerek manto içinde (batma) kaybolan taşkürenin dalm a kuşağı oldu­ ğu sanılmaktadır. B6nlqu6 sondaları. Ürol. Çapları git­ tikçe artan ve yavaş yavaş sondalar. Adı B 6niquö'den



büklümleri erkek uretrasını genişletebilen madensel fransız hekim Pierre Jules (1806-1851) gelir.



BENİ SAF, C ezayir1in batı kesiminde li­ man kenti, Tlemsen'in K .'in d e ; 30 700 nüf. Balıkçılık. Konserve fabrikaları. Sayfiye merkezi.



BENİ SNESEN dağları, Fas’ın doğu kesim inde kireçli kütle, Cezayir sınırında, U cda'nın K.-B.'sında.



BENİ SÜVEYF, Mısır'da il merkezi kent, Yukarı Mısır’da, Nil'in sol kıyısında; 151 813 nüf. (1986). — Beni Süveyf ili, 1 313 km2; 1 442 981 nüf. (1986). BEN ITEZ



(M anuel)



-



CORDOBâs



(El).



BENİTOİT a. (fr. bönitoîte). Miner. For­ m ülü BaTİSİ30 9 olan, doğal titan ve bar­ yum silikat; heksagonal sistemde yer alır. BENİUC (Mihai), romanyalı yazar (Sebiş, Crişana bölgesi, 1907), bir yandan metafizik kaygılarını, bir yandan d a to p ­ rağa ve köylülere olan hayranlığını dile getiren şiirler (Cantece d e Pierzanie, 1938),hikâyeler ve denem eler yazdı.



BENİVİENİ (Girolâmo), İtalyan şair (Flo­ ransa 1453 - ay. y. 1542). Pico della Mirandola'ya ve M. Ficino’ya bağlıydı. Platoncu fikirlerini Canzone dello a m or celeste e divino (1519) adlı yapıtında dile getirdi.



BENİYE



> KÂBE.



BENİZ, -n z i a. 1. Yüz rengi: Benzi sol­ mak. sararmak. — 2. Esk. Yüz, çehre — 3. (Beti) benzi atmak, (beti) benzi uçmak, (beti) benzi kalmam ak, korku ya d a he­ yecandan yüzünün rengi birdenbire sa­ rarmak: Beni karşısında görünce benzi at­ tı, ne diyeceğini şaşırdı. || Benzi kül g ib i olmak, yüzünden kan çekilip sararmak. || Benzinde kan kalm amak, kansızlıktan yüzü sararmak. || Benzine kan gelmek, sağlığına kavuşmak, kanlanıp canlan­



mak: O dinlenceden sonra benzine kan gelmiş, yine eskisi g ib i olmuştu.



BENJAMİN Tudelalı [Tudela, Navarra, ? - öl. 1173], O rtaça ğ 'd a yaşamış bir haham ve gezgin. 1159-1173 arasın­ da, hem ticaret yapm ak için hem de ya­ hudi cem aatlerinin durum unu incelemek için A v ru p a ’da ve O rtad o ğ u ’da dolaştı; Provence, İtalya, Yunanistan, Suriye, Fi­ listin, Mezopotamya, İran ve Aşağı Mısır'a gitti, ibranice olarak kalem e aldığı seya­ hatnamesi, kimi masalımsı yanlarına rağ­ men, tarih bakım ından eşsiz bir bilgi da­ ğarcığıdır. M arco Polo'nun kitabıyla kı­ yaslanabilecek olan yapıtın, birçok bas­ kıları ve çevirileri yapıldı; ilk baskısı, 1543’te İstanbul'da yayımlandı.



BENJAMİN (Judah Philip), amerikalı hukukçu (Saint Thomas, Antiller, 1811 -P aris1884).1832’de New Orleans baro­ suna girdi, Dem okrat parti üyesi oldu ve 1852'de senatör seçildi. Konfederasyon başkanı Jefferson Davis tarafından attorney general’lığa atandı, daha sonra Sa­ vaş bakanı oldu ve G ü n e ylilerin yenilgi­ sine kadar bu görevde kaldı, sonra da In­ giltere'ye kaçmayı başardı. BENJAMİN (VValter), alman yazar (Ber­ lin 1892 - Port-Bou yakınında 1940). Ber­ lin Freiburg-im -Brisgau, Münih ve B ern’ de felsefe öğrenim i gördükten sonra, bir estetik tezi verdi (D er B egriff der Kunstkritik in d e r deutschen Romantik, 1920). Edebiyat eleştirileri, Proust ve Baudelaire’den çeviriler yaptı. Musevi asıllı ol­ d u ğ u n d a n 1 9 3 3 'te P a ris'e sığındı. 1934'te, Frankfurt okulunun organı olan Sosyal araştırmalar enstitüsü’ne üye oldu. Orada yayımladığı Kunstwerk im Zeitaiter seiner technischen Reproduzier-barkeit (1936) adlı denem esiyle en önemli m o­ dern estetikçilerden biri durum una geldi. Ayrıca, dil ve tarih felsefesi üzerinde ça­ lıştı (Goethes W ahlverwandtschaften, 1924-25; U rsprung d es deutschen Trau erspiels; Einbahnstrasse, 1928; Brecht ile konuşm alar [Versuche über Brecht, öl. sonr., 1975]). Alm an işgali sırasında fransız-ispanyol sınırını geçm eye çalıştıy­ sa da başaram adı ve G estapo’ya ihbar edilm ekten korkarak intihar etti. BENJAMİN (Arthur), avustralyalı beste­ ci (Sydney 1893 - Londra 1960). Sayısız yolculukları dışında uzun süre Londra'da yaşadı ve ülkesinin müziğini yaymaya ça­ lıştı. Birçok müzikli sahne yapıtı (The De­ vi! take her, ope ra -ko m ik[19 3 1 ]; başya­ pıtı olan The Taie o f two Cities, opera [1950]) orkestra (Piyano konçertosu, Jam aican Rumba) ve oda müziği yapıtları, film müzikleri besteledi. BENJAMİN-CONSTANT -



CONS



TANT DE R eb e co ue (Benjamin).



BEN JONSON - JONSON (Ben). BENK (Adnan), türk yazar (Paris 1922). Saint-Joseph fransız lisesi’ni (1941) ve İs­ tanbul Üniversitesi edebiyat fakültesi fransız ve rom an dilleri edebiyatları bölüm ü' nü bitirdi (1946). Bu bölüm e asistan ola­ rak girdi; 1950'de doktor, 1954'te doçent oldu. 1982’de kendi isteğiyle emekliye ayrıldı. Edebiyat metinlerine yaklaşım yöntem­ leri ve edebiyat metinlerinin çözümlenme­ leriyle ilgilendi. "O k u ru n yapıt içinde ya­ ratılm ası", "b u yaratılm a açısından yapı­ tın değerlendirilm esi, yani yapıtın başarı­ sını o yapıtın okuru yaratm a gücüne bağ­ lamayı öne alan bir eleştiri anlayışı" orta­ ya koyarak “ eleştiri yöntem leri” adı altın­ da toplanabilecek sorunlarla ilgilendi. Edebiyat, tiyatro, müzik, sinema, plas­ tik sanatlara ilişkin eleştiri ve denem e ya­ zılarını, dergi ve gazetelerde sürdürdü (1953-1963). Ataç dergisinde Gaötan Pico n ’dan çevirdiği bir yazı,Ceza yasası nın 141. maddesine aykırı görüldüğünden bir süre tutuklu kaldı (1962); aklandı. 1960’lı yıllarda belgesel film çekim iyle de ilgilen­ di. Yönettiği ve özgün m üziğini bestele­



diği B en Asitavandas film iyle Uluslarara­ sı Padova film festivali'nde ikincilik ödü­ lünü kazandı (1965). M eydan-Larousse büyük lügât ve ansiklopedisi’nin çeviri bö­ lüm ünü (1967-1973), Türkiye 1923-1973 ansiklopedisi1™ yönetti. Bu süre içinde bir­ çok ansiklopedicinin, çevirmenin yetişme­ sine, Türkiye'de ansiklopediciliğin geliş­ mesine katkılarda bulundu. Balzac, Valâry, Salinger, Troyat, Sartre, Marquez vb. yazarlardan türkçeye ço k sayı­ d a öykü ve rom an kazandırdı. Öyküler çevirdi. 1982-1985 yılları arasında yönet­ tiği Ç ağdaş eleştiri dergisinde sanat ya­ pıtlarını değerlendirirken saptadığı tutar­ sızlıkları, işlevsel olm ayan öğeleri ve yan­ lışlıkları sert ve alaycı bir dille belirtmeyi sürdürdü. Ayrıca, eleştiriyi yazar-yapıt iliş­ kisinden kurtarıp bilimsel bir temel üzeri­ ne oturtmayı am açlayarak sanat ve ede­ biyatta, "klişe değerleri" sarsmaya uğraş­ tı. 1986’da, Gelişim yayınları tarafından çı­ karılmaya başlanan Büyük Larousse söz­ lük ve ansiklopedisi'nin genel yayın yö­ netmenliğini üstlendi.



BENKEİ, japon tarihinin en ünlü kahra­ m anlarından biri. M ücadeleci bir B udd­ ha rahibiydi. Bir gün Kyoto’daki köprüler­ den birinin üstünde genç M inam oto Yoşitsune’ye saldırdı, yenik düştü ve onun en sadık hizmetkârı oldu. M inam oto’nun Taıralar’a karşı açtığı seferde ona eşlik etti ve onun yanında öldü (1189). Efsane, Benkei'nin gücünü, kurnazlığını ve sada­ katini ölümsüzleştirmiş, serüvenleri halk hikâyelerine ve destanlarına konu olmuş­ tur. BENKENDORF ya da BENCKENDORFF (Aleksandr Hristoforoviç, — kon­ tu ), rus devlet adamı (Reval 1781 ya da 1783 - denizde 1844). Dekabristler kom p­ losunun bastırılmasına katıldı (1825), son­ ra Nikolay l’in polis örgütünü yönetti ve 1826-27'de im paratorluk adalet bakanlı­ ğı üçüncü şubesini ve jandarm a kuvvet­ lerini örgütledi.



BENKİ -*



BlNŞİ.



BENKLİYAN (Serovpe) BENKOELEN -



BENLİYAN.



BENGKULU.



BENKOVİÇ (Federico), hırvat ressam (? 1677 - Gorizia 1753), özellikle Venedik ve V iyana’da faaliyet gösterdi. Zam an za­ man çarpıcı bir yoğunlukla ışıklandırdığı tablolarıyla avusturya resim sanatını etki­ ledi.



BENKULEN -> BENGKULU. BENLÂK



> BENNÂK.



BENLENMEK gçz. f. 1. Cilt sözkonu­ suysa, üstünde benler oluşmak. — 2. Söz­ konusu meyve, genellikle de üzümse, üzerinde lekeler oluşmak; saç, sakalsa, ak düşmek.



BENLİ sıf. Teninde belirgin bir ben olan ya da ço k sayıda beni bulunan kimse için kullanılır. BENLİ ALİ, türk halk şairi (Cezayir 1639 ? - 1689). Cezayir asker ocaklarında ye­ tişti. Fransızlar’ın Cezayir’e yaptığı başa­ rısız saldırıyı (1644) anlatan şiiri, yaşadı­ ğı dönem e ait bilgiler içerir. Aruz ölçüsü ile yazdığı bu şiirden başka, hece ile ya­ zılmış şiirleri de vardır. Şiirlerinde daha çok, Cezayir askerleri ile bunların kahra­ manlıklarını anlatır. Benli Boz, D ede Korkut kita bı'ndaki hi­ kâye kahram anlarından Kam Büre Bey oğlu Bamsı B eyrek’in atı. "D e n iz kulunu boz aygır” diye tanımlanır ve deniz kö­ püğünden d oğ d u ğu belirtilir. Hikâyeye göre Beyrek için Bay Büre Bey'in İstan­ bul'a gönderdiği bezirgânlar tarafından arm ağan olarak getirilmişti. Beyrek, Bay­ burt Beyi tarafından esir edildiğinde Benli Boz, hisarın dışında 16 yıl onu bekledi. Beyrek atını “ A t dem ezem sana kardaş derem /K ardaşım dan y e ğ " diye över.



BENLİ HAŞAN AĞA, türk besteci



Bennett (Edirne 1607 - İstanbul 1662). Sesinin gü­ zelliğiyle dikkati çekti, Enderun'a alındı (1625). Burada tanbur öğrendi. Murat IV' ten destek gördü, onun musahipliğine yükseldi. 1640'ta M urat IV ölünce saray­ dan uzaklaştırıldı. Yaşamının daha sonra­ ki bölümü karanlıktır. Geleneksel türk çal­ gı müziğinin en seçkin parçalarından olan Rast peşrevi ve sazsemaisi dışında, Ali Ufki Bey ve Kantem iroğlu derlem elerin­ de birer peşrevi d aha vardır.



BENLİK a 1. Bir kimsenin, bir toplulu­ ğun öz varlığı, onu kendi yapan nitelikler; kişilik: B enliğini korumak. Ulusal benlik. — 2. Benliğini öne çıkarma, üstün görme; kibir, gurur. — 3. Benlik davası, her ko­ nuda kendini öne çıkarm a tutkusu: Ben­ lik davası güttü ğ ü için arkadaşları onu sevmezdi. || B enliğinden çıkmak, kendi­ ne özgü nitelikleri yitirip kendine benze­ m ez durum a düşmek, benliğini yitirmek. —ANSİKL. Tasav. Ben, "n e fs ” ve “ ene ” terimleriyle, benlik-ise, “ eneiyyet", "enâiyyet” , "enâ n iyye t" terimleriyle karşılanır. A llah'a ulaşma çabasının (seyri sülük) vazgeçilm ez koşulu önce, “ b e n ” in geçi­ ci isteklerinden olabildiğince yüz çevirmek, sonra da tüm üyle “ ben ” i inkâr ederek "b e n lik "te n sıyrılmaktır. Bu koşul, Pey­ g am b e rin "ölm eden önce ölünüz” özde­ yişinde dile getirilmiştir. Talib'i önemsiz, hatta küçültücü işlerle görevlendirerek onu benliği ile savaşmaya alıştırmak, bü­ tün tarikatlarda bir gelenektir. Bu savaş, giderek kişiyi "b e n "in A llah’ta yok olm a (fenafillah) ve A llah’ta var olm a (beka billah) m akamlarına ulaştırır. BENLİKÇİ sıf. BENCİ'nin eşanlamlısı. BENLİKÇİLİK - BENCİLİK BENLİYAN -> HAÇADURYAN (Arşag). BENLİYAN ya d a BENKLİYAN (Serovpe), türk sahne sanatçısı (İstanbul -1835 - İskenderiye, Mısır,1900). 1859'dan başlayarak belli başlı topluluklarda oyna­ dı. 1878-1884 yıllarında kendi tiyatrosuyla B alkanları, Yunanistan’ı, Ege adalarını dolaştı. Dramatik oyunlarda kazandığı ününü operetlerle pekiştirdi. Sanatının doruğundayken M ınagyan ile Mısır'a gittiy­ se de (1884) bazı olumsuz davranışları yüzünden başarısını sürdürem edi. Yaşa­ mının son yıllarını yoksulluk ve sefalet için­ de geçirdi. ( -* Kayn.) BENLLİURE (Mariano), İspanyol hey­ kelci (Valencia 1862 - M adrid 1947). En sevdiği konular b oğa güreşi, çingeneler ve çocuklardı. Birçok anıt (general Martfnez Cam pos, M adrid) yaptı.



BENLOVVES (Edward), İngiliz şair (Finchingfield, Essex, 1602 - Oxford 1676). ila­ hi aşk üzerine saray edebiyatı türünde temsili bir yapıt yazdı. Theophilia o rLo ve 's Sacrifice (1652 adlı bu yapıt, her biri farklı uzunlukta, ama aralarında uyaklı üçer dizelik kıtalardan oluşur.



BENMARİ a. (fr. bain-m arie: simya ile uğraştığı sanılan, M usa'nın kız kardeşi M a rie 'nin adından). D oğrudan ateşte ısı­ tıldığında bozunan kimi maddeleri, bir ka­ ba koyup kaynar su dolu ikinci kaba dal­ dırarak sağlanan pişirm e yöntemi. — Bi­ rinde bir sıvı (su, yağ), ötekinde pişirile­ cek m adde bulunan, iç içe iki kaptan oluşm uş aygıt.



BENMERKEZCİ sıf. ve a. Benmerkezcilik gösteren biri için, onun davranışları için kullanılır. (Eşanl. BENİÇİNCİ.) BENMERKEZCİLİK a. Yalnızca kendi görüşüne, yalnızca kendi çıkarlarına d e ­ ğer verm e eğilimi. (Eşanl BENİÇİNCİLİK.) — Ruhbil. J. Piaget'ye göre 3-7 yaş arası çocukların akılyürütme biçiminin ayırtedici temel özelliği, ben ile ben-olm ayanın birbirinde ayrılmamışlığına ve kendi görü­ şüyle öteki görüşlerin birbirine karışma­ sına dayanır. Benmora, Yeni-Zelanda'nın, Southland’da, Yeni-Zelanda Alpleri’nin batısın­



d a Waitaki üzerinde yer alan hidroelek­ trik kompleksi. Elektrik North island'a bir denizaltı kablosuyla iletilir.



BENMOREİT a. (fr. benm orâite). Alkali diziler içinde yer alan ve trakite benzer bir ara bileşimi olan lav. BENN (Gottfried), alman şair (Mansfeld, Prusya, 1886 - Berlin 1956). Tanrıbilim öğrenim i gördükten sonra kendini tıbba adadı. Nietzsohe’nin ve anlatımcılığın et­ kisinde kaldı. (M o rgu e , 1912; Söhne, 1913; Fleisch, 1917). Kendi içine dön ü k­ lüğüne (Doppelleben, 1950) ve yazarı da, edebiyatı d a "sta tik” (her türlü bağımlılı­ ğın ve tarihin dışında) olarak görm esine (Problem e d e r Lyrik, 1951; Distillations, (fr.çev. 1953]) yol açan nihilizm den kur­ tulm ak için bir ara nasyonel-sosyalizme yaklaştı (D er neue Staat u n d die Intellektuellen, 1933; Kunst u n d M acht, 1934),



BENN (Anthony W edgwood), İngiliz si­ yaset adamı (Londra, 1925). 1950’de Avam kam arası'na işçi partisi'nden mil­ letvekili seçildi; babasının soyluluk unva­ nı miras yoluyla kendisine geçince (1960) milletvekilliğinden ayrılm ak zorunda kal­ dı: Lordlar kamarası üyeliğinden feragat ettikten sonra yeniden Avam kam arası’ na seçildi (1963). 1964-1970 ve 1974 -1979 yılları arasında birbirini izleyen işçi partisi hüküm etlerinde bakanlık yaptı (özellikle sanayi ve enerji bakanlığı), işçi partisi’nin sol kanadı üzerinde önemli et­ kisi vardı. Kimi sol kanat üyeleriyle birlik­ te parti içinde bir süre etkisini yitirdi, işçi sendikalarıyla işçi partisi arasındaki ilişki­ leri düze n leye n kom ited e n çıkarıldı (1982). 1984 seçim lerinde milletvekili se­ pilemedi am a 1984 ara seçim lerinde Avam kam arası'na geri döndü; Parti yü­ rütme komitesine de seçildi (ekim 1984). Ulusal m aden işçileri sendikası nın12 ay süren grevi sırasında zarar gören sendi­ kaya yardım yapılması ve eylem e katılan işçilerin affedilmesi için 11 işçi partili milietvekiliyle birlikte kanun teklifi verdi (27 şubat 1986). BENNA’ (Haşan EL-),mısırlı din kuram ­ cısı (1906-1949). Teokratik bir din devle­ tinin oluşturulmasını ve halifeliğin yeniden kurulmasını savunan Müslüm an kardeş­ ler tarikatını kurdu (1928).Ö ldürüldü. BENNÂ a. (ar. b in a 'dan benna ). Esk. Yapı işleriyle uğraşanların genel adı: "H a­ yâ li vaslunun h e r dem g ö n ü l m ilkinde b e n n â du r " (Mukimi, XV. yy.). BENNAİ (Kemalettin Şir Ali Bennai-yi Herevi), iranlı şair (Herat ? - a y .y . 1513). Bir duvarcının (benna) oğlu olması nede­ niyle Bennai mahlasını aldı. Gençliğini Ali Şir Nevai'nin çevresinde geçirdi. Gözden düşünce önce Tebriz’de A kkoyunlular’ dan Sultan Y a ku p ’a sonra da Semerka nd ’da Tim urlular'dan Sultan A li’ye ka­ pılandı. O nun için M erv şivesiyle bir kasi­ de yazdı. Bir süre sonra aynı hanedan­ dan Sultan M ahm ut'un saray şairi oldu. Özbekler'den Şeybani Han Sem erkand’ı alınca tutuklandıysa da yeniden saray şa­ irliğine, ardından kazaskerliğe getirildi. Divan'\ dışında Şeybani H an ’ın savaşlarıy­ la ilgili Ş eybaninam e ve Bağ-ı İrem ya da Behram u Bihruz (basılışı 1918) adlı mes­ neviler yazdı, iyi hattat olan Bennai’nin besteciliği de vardı.



BENNÂK ya da BENLÂK a. Osmanlılar'd a hiç toprağı olm ayan ya da yarım çiftten daha az toprağı olan evli m üslü­ man raiyet*e verilen ad. (Bekâr raiyet ev­ lendiğinde, '' b ennâk” adını alırdı.Bunlar­ dan hiç toprağı olm ayanlara "c a b a ben­ nâk” , yarım çiftten az toprağı olanlara "ekinli bennâk"denirdi.)||flesm -/i)ennâ/r, Osmanlı devletinde bennâk sayılanların ödem ek zorunda olduğu vergi. (Bk. an­ sikl. böl.) —ANSİKL. Bennâk resmi, çift resminin bir bölümünü oluşturuyordu. Başlangıçta çift resminin kapsam ına giren yedi hizmetin (kulluk) ikisinin ya da üçünün bileşimi ol­



duğu söylenebilir. Bennâk vergisi m ikta­ rı Fatih ka nu n n am e sin de altı ve dokuz akçe olarak belirlenmişti. Ama, bazı böl­ gelerde, örneğin Teke'de 1455'te yalnız­ ca beş akçeydi. Daha sonra, genellikle caba bennâk için dokuz akçe ve ekinli bennâk için de on iki akçe olarak saptan­ dı. Bennâk vergisi, defte r’e raiyet olarak yazılmış m üslüm anlar tarafından tımarlı­ lara doğrudan doğruya ödeniyordu. Def­ terlerdeki bennâk terim i, bennâk resmini ödeyeni belirtiyordu. Evlenen müslüm an erkek daha sonra boşanır ya d a dul ka­ lırsa m ücerretliğe döner, yalnızca bekâr­ lık vergisi (mücerret resmi) öderdi. Göçe­ be reaya da hayvan sürüsüne sahip de­ ğilse ve evlenmişse bennâk resmi ö de ­ m ek zorundaydı. Gayri müslim vergi yü ­ küm lüsünün çift resm ine karşılık olan rai­ yet resmi ise “ ispençe” idi. Toprağı olan ya d a olm ayan her gayri müslim 25 akçe öderdi. M üslüm an olduğu takdirde, bu bennâk resmine çevrilirdi.



1517



BENNDORF (Otto), avusturyalı arkeo­ log (Greiz 1838 - Viyana 1907). Lykia’yı dolaştı ve G. Niem ann ile birlikte Gölbaşı -Trysa h e ro o n ’u yayımladı (1889). Efes kazılarını başlattı. BENNECKE (Jürgen), alman general (H alberstadt 1912). 1 93 0 'd a Reichsvvehr'e, 1956'da Bundesvvehr’e girdi, Führungsakademie’de (1958-1960), son­ ra 1 .K olordu'da kom utanlık yaptı. Atlan­ tik paktı kuvvetlerinin Orta A vrupa kesi­ mi müttefik başkomutanlığı görevinde bu­ lundu (1968-1973); sonra, savunm a bili­ mi üzerine araştırm alar yapan W ehrkund e derneğinin başkanlığına getirildi. BENNEMAN -



BENEMAN.



BENNET a. Endonezya-M alezya'da, ır­ makların yakınında ve bataklıklarda yaşa­ yan, uzun kıllı, etçil m em eli. (Suda avla­ dığı hayvanlarla, küçük kemiricilerle, kuş­ larla beslenir. Bil. a. C ynogale bennetti; miskkedisigiller familyası, Hemigallinae oy­ mağı [Eşanl. MAMPALONJ.)



BENNET (Henry), A rlln g to n kontu, İn­ giliz siyaset adamı (Little Saxham, Suffolk, 1618 - Euston, Suffolk, 1685). Birinci İn­ giliz devrim i’nde kralcıların safında çarpış­ tı, sonra Restorasyon dönem ine kadar, sürgündeki kral ailesine katıldı. Dış politi­ kanın m im arlarındandı, "C a b a l" kabine­ sinin (1667) başlıca bakanlarından biri olarak ispanya, Fransa ve Birleşik eyalet­ ler arasında güç bir denge siyaseti yürüt­ meye çalıştı. Fakat, Charles ll'nin para sı­ kıntısı nedeniyle gizlice imzaladığı Dover antlaşması (1670) ve özellikle de Birleşik eyaletler’e karşı girişilen savaş (1762) hal­ kın gözünden düşm esine yol açtı. Papa­ dan ve Fransa'dan yana bir siyaset izle­ m ekle suçlanınca, m abeyn lordluğunu kabul ederek siyasetten çekildi (1674). BENNET (Thomas), İngiliz tanrıbilimci (Salisbury 1673-Öİ. 1728). Papalığa ve quaker’liğe karşı yazılarıyla büyük ün ka­ zandı. 1726’da ibranice üzerine bir dilbil­ gisi kitabı yayımladı. Bennet kuyrukluyıldızı, güney afrikalı g ö k b ilim c i B e n n e t’in 28 aralık 1 969'da keşfettiği kuyrukluyıldız. Şubat 1970’ten bu yana çıplak gözle görülebi­ len kuyrukluyıldız, m art sonunda günberi noktasının yakınında en az V ega'ya eş­ d eğ e r bir parlaklığa ulaşır. Am erikan uy­ dusu OGÖ 5 bu kuyrukluyıldızın çevre­ sinde geniş ve yansız bir hidrojen bulu­ tunun yer aldığını saptamıştır. BENNETT (James Gordon), amerikalı gazeteci (Nevvmill, iskoçya, 1795 - New York 1872). 1835’te N ew York H erald'ı kurdu. Basının gereksinim leri için telgra­ fı ilk kez düzenli olarak kullanan kişidir. A vrupa'dan gelen gem ilerden yararlana­ rak oluşturduğu bağlantı servisi aracılığıy­ la avrupalı muhabirlerle ilişki kurdu. Am e­ rika iç savaşı sırasında altmışa yakın sa­ vaş m uhabiri kullandı. 1869’da H. Stan-



James Gordon Bennett Henri Gervex'in yapıtı (1903, ayrıntı)



Bennett (Bennetticarpus crossosperm um ) fosil ley’i Livingstone'u aramaya gönderdi. meyvesi. Oğlu JAMES GORDON (New York 1841 : Beaulieu, Alpes-Martimes, 1918) da onun BENNETTİTALES a. (ing. botanikçisi gibi gazeteci oldu ve babasından sonra B ennett'den). Permie, Trias ve özellikle N ew York H erald'ı yönetti. 1874'te H. Jura dönem indeki katm anlarda görülen, Stanley’in yukarı Kongo havzasına yap­ Alt Tebeşir dönem inde soyu tükenen, an­ tığı yeni araştırma gezisine para yardımın­ cak yapraklarıyla (pterophyllum, zamites), da bulundu ve 1879’da De L ong’un baş­ gövdesiyle (cycadeoidea) ya da m eyve­ kanlığında Jeannette gemisinin Kuzey leriyle (bennetticarpus, williamsonia) bili­ ku tb u ’nayaptığı başarısız araştırma gezi­ nen fosil bitkiler takımı. sini düzenledi. Jam es Gordon, sporları, özellikle otom obil (G o rd on -B e n ne tt ku­ ■ BEN NEVİS, B üyük Britanya'nın en yüksek noktası, iskoçya H ighlands’larınpası) ve havacılıkla ilgili sporları destek­ da, Glen More çöküntüsünün yanı başın­ ledi. da; 1 343 m. Bir gözlem evinin kalıntıları. BENNETT (VVİlliam Sterndale), İngiliz BENNİGSEN (Rudolf VON), alman siya­ besteci (Sheffield 1816 - Londra 1875). set adamı (Lüneburg 1824 - Bennigsen, Aynı zam anda piyanocu ve orkestra yö­ Aşağı Saksonya, 1902). ikinci Hannover neticisi olan Bennett,1866 ’da C am bridge m eclisi'nde dem okratik muhalefetin lide­ universitesi'ne öğretim üyesi ve Lond­ ri oldu, daha sonra Prusya Landtag’ında, ra Royal A cadem y of M usic'e m üdür ola­ sonra da Reichstag’da üyelik yaptı; rak atandı. Dinsel müzik, piyano ve or­ Uluşçu-liberal parti’nin lideri olarak, Biskestra yapıtları besteledi. 1849’da, Lond­ m arck'ın siyasetini destekledi. ra’da “ Bach Society” yi kurdu.



BENNİGSEN (Alexandre), fransız do-



Leonti Leontieviç Benningsen Bibliothfyue nationale, Paris



BENNETT (Enoch Arnold), İngiliz yazar ğubilim ci (Petersburg 1913). Ailesi 1917 (Hanley, Staffordshire, 1867 - Londra devrim i öncesinğe Fransa'ya göçtü. Pa­ 1931). Metodist bir babanın oğluydu. Woris Üniversitesi Ecole des hautes âtudes m a n 'ın yazı işleri m üdürü oldu. Lükse en Sciences sociales’de öğretim üyesi ve düşkünlük ile katı bir püritenlik arasın­ yönetici olarak çalıştı. Chicago (1980 da bocaladı, sonra Fontainebleau’ya çe ­ -1983), H acettepe (1984), Orta Doğu kildi (1900-1908); taşra yaşamını ve sa­ (1985) üniversitelerinde konuk profesör nayi bölgelerinin çirkinliğini natüralizm olarak ders verdi. Sovyetler Birliği’ndeki sonrası dönemin titizliğiyle betimledi (The müslümanların, bu arada Türkler’in kül­ G rand B abylon Hotel, 1902; A nna o f the türel, toplumsal, siyasal durumlarını ince­ Five Towns, 1902; Ctayhanger, 1910; Buleyen yapıtlarıyla tanınır: İslam in the soried Alive, 1908), Kadınların baskı altın­ viet union (1965), m uslim national comdaki yaşama koşulları onda öfke ve m er­ m unism in the soviet union (S. Enders hamet uyandırdı (The O ld Wives'Tales, VVhimbush ile birlikte) [1979], Thelslam ic 1908; Hitda Lessways, 1911). “ Sosyathreat to the soviet State (kızı Marie Brolizm” in kâhini olarak, yeni istekleri (kültür, xu p ile birlikte) [1984], Mystics a n d c o m gösteriş), fırsatçıları türedi donjuanları, çı­ missars: sufism in the soviet union (S. En­ kar avcılarını alaycı ve kinci bir dille an­ ders VVhimbush ile birlikte) [1985], lattı (le FutĞ [fr. çev.] 1911); le M atador des villes [fr. çev,], 1912). Zola kadar güç­ ■BENNİNG SEN (Leonti Leontieviç), lü bir soluğu olmayan E.A. Bennett, yok­ 1 Hannover kökenli rus general (Braunsun bırakılmışlığın, hatta yazgıya boyun schweig 1745 - Banteln, Hildesheim ya­ eğişin şairidir. kınları, 1826). 1773’ten başlayarak Rusya' nın hizmetinde çalıştı. Osmanlı imparator­ BENNETT (Richard Bedford), kanadaluğu (1789), Polonya (1794) ve Fransa’ya lı siyaset adamı (Hopevvell, New Brunskarşı savaştı. Yekaterina ll'n in hizmetinde wick, 1870 - M ickleham, Surrey, 1947). çalıştığı için çar Pavel l'in nefretini çekti. Önce adalet bakanı (1921), ardından m a­ Kont Pahlen’in, çara suikast düzenlemek liye bakanı (1926), daha sonra M uhafa­ için seçtiği başlıca kişiler arasında yer al­ zakâr parti’nin lideri (1927-1938), 1930 dı (1801). G örevden uzaklaştırıldı, daha -1935 arasında da Kanada başbakanı ol­ sonra Aleksandr I tarafından yeniden gö­ du. 1932’de O ttaw a’da Britanya Comreve çağrıldı. Eylau’da N apolâon’a karşı monwealth konferansı’nı düzenledi. uzun süre direndi. Tarutino'da M urat’yı BENNETT (Richard Rodney), İngiliz yenilgiye uğrattı (1812), Leipzig’de büyük besteci (Broadstairs, Kent, 1936). Lennox ün kazandı (1.813). Berkeley ve Pierre Boulez’in öğrencisi. BENNİNGTON, A B D 'd e (Vermont) Seçmeci bir üslupla, hemen her türde kent, New E rgland'da, Green Mountabeste yaptı, am a daha ço k operayla ilgi­ ins'ın batı yam acın da . 16 ağustos lendi: les Mines d e soufre (fr. çev.) [1965], 1777'de, İngiltere’ye karşı ayaklananlar, A Penny fo r a Song (1967), A li the King's general Burgoyne komutasındaki İngiliz M en (1969), konusunu J. Conrad'ın ro­ birliklerini burada yendiler. m anından aldığı, çocuklar için bir opera olan Victory (1970). Sık sık cazdan alın­ mış öğelere başvurdu.



Ben Nevis B ü y ü k B rita n y a ’nim en y ü k s e k n o kta si



Bennlngton koleji, am erikan eğitim



kurum u (Bennington College and Llndergraduate Liberal Arts College for Women) [Bennington, Vermont], 1932'de ku­ botanikçinin adı, ve yun. karpos, meyve' ruldu. M odern dans alanında yaz üniver­ den). Bennettitales takımından bir bitkinin siteleri açan (1934-1942) ve Martha G ra­ ham, Doris H um phrey, Hanya Holm, 0 Charles VVeidman'ın çalışmalarını tanıtan o. bu kurum , m odern dansın gelişmesinde o! ço k önemli bir rol oynadı.



BENNETTİCARPUS a. (Bennett, ing.



İ



BENOİS (Leontiy Nikolayeviç). rus mı-



| mar (Sen-Petersburg 1856 - a y y . 1928) w Sen-Petersburg'da rus müzesine ek ola­ rak bir sergi sarayı (1912). Moskova'da Dışişleri bakanlığı binasını inşa etti. ljBENOİS (Aleksandr Nikolayeviç). Rus



ressam ve sanat tarihçi (Petersburg 1870- Paris 1960). M ir iskustva grubunun başlıca üyelerindendi; bu grup, X IX ,yy.’ ın sonunda rus sanatı üzerinde yenileyici bir etki yaptı ve Batı Avrupa’da Serge Diaghilev’in başarılarını hazırladı. Erm itage müzesi’nde tablo bölüm ünün baş yöneticiliğini yapan A. Benois, Les trösors d 'a rt russe (fr.çev.) [1901 -1903], Histoire d e Tart russe au XIX e sidcle (fr. çev.)



ve Histoire d e la peinture d e tous les tem ps(U. çev.). [1912-1917] adlı yapıtla­ rı yayımladı. Birçok koregrafik yapıtın sah­ neye konmasına (Diaghilev için Petruşka) ve dekorlarının hazırlanmasına yardımcı oldu: Le pavillon d'A rm id e [Paris, 1907], le RossignoI [Paris, 1914], le C oq d ’or [Paris, 1927] M anon (Buenos Aires, 1931). G raduation Bali (Londra, 1940). Benois 1926’da Fransa’ya yerleşti. Anı­ larını New York ve Lon d ra 'da M em oirs (1954-1959) adı altında yayımladı.



BENOİT (Peter), belçikalı besteci (Harelbeke 1834 - Anvers 1901). Fâtis'in ders­ leriyle yetişti. Ç ağdaş flam an okulunun yaratıcısıdır. Geniş kitlelerin beğenisini toplayan TEscaut (1868), ta Lys (1875), A nvers (1877) gibi yapıtları Liszt tarafın­ dan, "m üziğin R ubens’i" olarak adlandı­ rılmasına neden oldu.



BENOİT (Pierre), fransız yazar (Albi 1886 - Ciboure 1962). Romanlarındaki genç kahram anlar ve acımasız kadınlar, egzotizm ve alınyazısına dayalı hareketli entrikalar ona halk arasında kalıcı bir ün sağladı. Yapıtları: K oenigsm ark (1917 -18y.l'Atlantide (1919)\M adem oiselle de la FertĞ (1923); la Châtelaine du, Liban (1924). [Fransız akadem isi, 1931.]



BEN-OLMAYAN a. Fels. Özneden, ben'den farklı nesnelerin tümü.



BENONİ, Güney Afrika Cumhuriyeti’nde (Transvaal) kent, W itwatersrand’da, Johannesburg'un D.'sunda; 227 000 nüf. (1983). Altın m adenleri. Elektronik maki­ neler yapımı.



BENGİ - B in ş İ. BENSERADE ya da BENSSERADE (isaac DE), fransız şair (Paris 1613 ya da Lyons-la-Forât 1612-Gentilly 1691). Kendi­ ni sevdirmesini biliyordu. Önce Richelieu' nün, sonra d a Mazarin ile kraliçenin ya­ kınlıklarını kazandı. 1634’ten başlayarak R am bouillet konağına kabul edildi. Yarı tatlı, yarı iğneleyici üslubuyla, krallık sa­ rayının en sevilen şairi oldu. Bu durum , Louis XIII ve Louis XIV dönem lerinde de sürdü. Saraydaki sürekli başarısından et­ kilenen La Bruyâre, daha ağzını açmadan gözü kapalı alkışlanan Thâobalde tipinde, onu betim ledi. Lully ile arası iyi olan Benserade, saray balelerinin librettolarını yaz­ makta uzmanlaştı. Bu balelerin m üzikle­ rini, Cam befort, J.-B. Boesset, de Mollier ve özellikle Lully besteliyordu (Ballet de la nuit, 1653; Alcidiane, 1658; la Raillerie, 1659; la N aissance de VĞnus, 1665). Sa­ ray çevresi, 1649 aralığında, ünlü sone­ ler tartışmasıyla, Benserade’ın şair olarak Voiture'den üstün olup olmadığı konusun­ da ikiye bölündü. Sonunda, O vidius’un MĞtamorphoseis adlı yapıtını rondolaştırmasının uğradığı başarısızlık üzerine, ünü sarsıldı (1676). Fransız akadem isi’ne se­ çildi (1674), orada La Fontaine ile Bayie’ in savunuculuğunu yaptı.



BENSHEİM, Federal Alm anya’da kent, Hessen’de Odervvald’in eteğinde, Darmstadt’ın G.’inde; 32 500 nüf. Kâğıt fab­ rikası.



BEN SİRA - V a iz l a r kitabı. BENSLEY (Thomas), İngiliz basımcı (öl. 1835). 1813'te Koenig'in icat ettiği meka­ nik baskı m akinesini ilk o kullandı. Times gazetesi bu m akinede basıldı.



BENSON (Ambrosius), lom bard asıllı fla­ m an ressam (Lom bardia 1495’e doğr. -öl. Brugge 1550). Dinsel resimler ve port­ reler yaptı; isenbrant ile birlikte, Gerard David’in sanatını devam ettirdi. Pek çok yapıtının bulunduğu ispanya'da, S egovia u s ta s ı adıyla tanındı. Yapıtları Anvers, Brüksel ve Berlin-Dahlem müzelerindedir. BENSON (Arthur Christopher), İngiliz denem eci (W e llin g to n C o lle g e 1862-Cambridge 1925). C anterbury baş­ piskoposunun oğlu. Arnold, Rossetti ve Pater hayranıydı. Eton’dan istifa etti (1903)



Bentivoglio ve üniversiteyi eleştirdi (From a College Window, 1906). Ardından, büyük em ek­ ler sonucu varılan huzuru dile getirdi (Be­ side Stili Waters, 1907). Günlüğü (yayım­ lanmamış, 180 cilt), Victoria dönem i son­ rasının yoğun hüznünü duyurur. Land of H ope a n d G lory ilahisi de onundur.



1519



B E N S O N (Edward Frederic), İngiliz ar­ keolog ve yazar (Wellington College 1867-Londra 1940), A rthur C hristopher Benson’ın kardeşi. Yüksek sosyete yaşa­ mını yansıtan romanlar (Dodo, 1893; The Vintage, 1898) ve tiyatro oyunları yazdı. B E N S O N (Robert Hugh), İngiliz yazar (Wellington College 1871-Salford 1914), Arthur Christophe Benson ile Edvvard Frederick Benson’ın kardeşiydi. Protestan ra­ hibiyken (1897), katolikliği benimsedi (1903) ve papa Pius X’un oda uşağı ol­ du. Romanlarında katolikliği övdü (Lord of the World, 1908; Loneliness, 1915). B E N S O N (Stella), İngiliz edebiyatçı (M uch Wenlock, Shropshire, 1892-Hön Gai, Tonkin, 1933). Romanlarında, antil (/ Pose, 1915) ve d oğu sefaletiyle (Tobit Transplanted, 1931), kendi uluslararası ha­ yırseverliğinden duyduğu huzuru dile ge­ tirdi (Poems, 1935). BENSSERADE -



BENSERADE.



B E N T ya da B E N D a. (farshbesten, bağlam ak'tan bend ). 1. Suyu toplam ak için önüne çekilen set. — 2. Eski kanun ve ni­ zam kitaplarında, bir m a dd e içindeki fık­ raların harf ya da rakamla ayrılmış bölü­ mü. — 3. Esk. Bağ, bağcık: "U cu n d a zü l­ fünün gönlüm diler kim oynaya b ir b e n d " (Ömer bin Mezit, XV. yy.). — 4. Esk. ip, ur­ gan; zincir, bukağı. — 5. Esk. Yular. — 6. Esk. Düğüm, boğum , mafsal. — 7. Esk. Gazete yazısı, makale, fıkra. — 8. Esk. "B e n d e " sözcüğünün kısaltılmış biçimi; köle, tutsak. — 9. B ir kimseyi ben t etmek, onu kendine bağlamak. || Bent olmak, bir kimseye bağlanm ak, tutulmak. —-Esk. 1. "Bağlayan, bağlanmış” anlamı­ na gelen bileşik sözcükler türetir: bâzu -b e n d (kol bağı),drv-bend(şeytanı bağla­ yan), kale-bend (bir kalede yaşamaya mahkûm edilmiş olan, kaleye bağlanmış), m iyân-bend (bel, bağı, kemer), p ranga -bend (prangaya bağlanm ış hükümlü), zencir-bend (zincire vurulmuş) vb. — 2. Bend-baz, ip cambazı. |j B ende çekmek, bir kimseyi bağlamak, zincire vurmak. || B endgâh, mafsal, boğum yeri. || Bend-i ahenin, dem ir bağ, kelepçe. || Bend-i mahsus, köşe yazısı. || B end û best etmek, bağlam ak, düğüm lem ek. — Bayınd. Bir sukemerini taşıyan köprü. — Coğ. Kazıklar ve çalı bağlarıyla yapıl­ mış ırmak engeli. — Ed. Bir şiirin belirli sayıda dizelerden oluşan bölüm lerinden her birine verilen ad. —ANSİKL. Ed. Divan şiirinde 4-10 dizelik b e n tle rle ku ru lm u ş nazım b içim leri (murabba*, muhammes*, müseddes*, muaşşer* vb.) kullanılırdı. Bentleri dörtlük­ lerden kurulan yaygın biçimlerden biri de şarkıdır. Kavuştaklarının farklı özelliklerine göre adlandırılan terkib*-i bent, terci*-i bent de, bentlerden oluşan nazım biçimleridir. Halk şiirinde türkü*, koşma*, destan* vb.; batı etkisin d e ki tü rk şiirin de sone*, terzarima*, vb., kafiyeleri özel kurallara bağlı bentlerden oluşur. B E N T E N , japon halk mitolojisinde tan­ rısal varlık, yedi m utluluk tanrıçasından bi­ ri. Müzik, belagat ve güzel sanatları yön­ lendiriyordu. ■ B E N T H A M (Jeremy), İngiliz ahlakçı ve h ukuk bilgini (Londra 1748 - ay. y. 1832). G enç bir avukatken yargılama usulünün kötüye kullanılmasına karşı çıkarak kendi­ ni hukuk reformu çalışmalarına verdi. Hu­ kukun yeni ilkelerini bir acılar ve hazlar m atem atiğine dayandırm ak istiyordu, ilk yapıtı olan A Fragment, on G overnment’ı 1776'da yayımladı. 1787'de Panopticon'u yazdı. Bu yapıtı 1791'de Panoptigue adıy­



Aleksandr Benois Igor Stravinskiy'in Petruşka balesi için dekor la fransızcaya çevrildi. Yapıtta, gardiyan­ ların hem tutukluları tam anlamıyla g ö ­ zetleyebilecekleri, hem kendilerinin de üretken ve sade bir yaşam sürebilecek­ leri bir biçim de düzenlenmiş bir cezaevi­ nin mimarisi betimleniyor; bu mim arinin yapımevlerine, hastanelere ve okullara da uygulanabileceği ileri sürülüyordu. 1789' da yayımlanan A n Introduction to the Principles o f M orals a n d Legislation adlı ya­ pıtı ona o denli ün sağladı ki, Fransız ulu­ sal meclisi, Bentham 'a fransız yurttaş un­ vanını verdi (1792). Bentham, Fransız ulu­ sal m eclisi’nin bu davranışını Emancipez vos colonies (Sömürgelerinize özgürlük verin) çağrısıyla yanıtladı (1793).1802’den başlayarak, isviçreli hukukçu Etienne Dumont, Bentham’ın elyazmalarını derledi ve Traitö de lögislation çivile et pönate başlı­ ğı altında fransızcaya çevirdi. Bentham, 1823-24'te, "yararcılar"ın, çevresinde topp landığı Westminster Rewiev adlı dergiyi kurdu. Bentham’ın başlıca düşünceleri, A n Introduction’d a ve ölüm ünden sonra yayım­ lanan D eontology * o r Science o f morality (1834) adlı yapıtında sergilenmiştir. Bentham, ahlak anlayışını, büyük çoğun­ luğun çıkarına dayandırır. Büyük ço ğu n ­ luğun çıkarı da herkesin haz alanında ara­ dıklarının toplamıdır, işte “ yarar ilkesi” budur. Bu ilke Bentham'a hazlarla acılar ara­ sındaki bağıntıyı hesaplama olanağını ve­ rir. Ona göre hazlarla acıların nitelik (fizik­ sel, ahlaksal, siyasal, dinsel) ve nicelikle­ rini (yoğunluk, süre, yakınlık, vb.) de sap­ tam ak gerekir. Yüksek bir matematikçi olan yasa koyucu, insanları en iyi yönet­ m e biçimini ancak böyle bulabilir. Jeremy Bentham, ayrıca şu kitaplan da yazdı: Defence o f usury (1797); Rationale of Punishm e nt a n d Revvards (1811)- A Book o f Fallacies (1816).



B E N T İN C K (VVilliam), 1. Portland kon­ tu, İngiliz siyaset adamı (Raalte, Birleşik e yale tle r, 1 6 4 5 ’e d o ğ r. ya da 1649-Bulstrode, Buckinghamshire, 1709). Orangelı Wilhelm'in yakın dostuydu; onun M ary Stuart ile evlenmesi için g ö ­ rüşmelere girişti ve 1688 devrim i'nin H ol­ landa tarafındaki hazırlıklarını yönetti. William III, gizli diplomasisini yürütm ekte on­ dan yararlandı. Ryswick antlaşması'nı ha­ zırladı (1697).



B E N T H A M (George), İngiliz botanikçi (Stocke, Portsmouth yakını, 1800-Londra 1884). H ongkong ve Avustralya florası üzerine bir inceleme kitabı yayımladı. Hooker ile birlikte yayımladıkları ve fanerogamın tüm türlerinin sınıflandırmasıyla ta n ım ın ı içe re n G e n e ra p la n ta ru m (1862-1883) özellikle önemlidir.



B E N T İN C K (lord George), İngiliz siya­ set adamı (Welbeck, Nottinghamshire, 1802 - ay. y. 1848). Siyasal yaşama parla­ m entoda ılımlı bir W hig olarak başladıy­ sa da, serbest m übadelecilerin saldırısı sonucu, tutucu ve korumacı muhalefetin saflarına katılarak onların lideri oldu.



B E N T H O D Y T U S a. (yun. benthos, de­ rinlik ve dytes, dalıcı’dan). iri, sırt kesimin­ de yumrular bulunan denizhıyarları™ içe­ ren cins. (Rengi morumsudur. Kuyruk ke­ simi uzun değildir. Sıcak denizlerin çok derin kesimlerine yayılır.) B E N T H U Y , Vietnam' ın kuzey kesimin­ de liman, Song C a halici kıyısında. B E N T İK sıf. (fr. bentiçue). Okyanusların, denizlerin, göllerin d ip kesimi, burada ya­ şayan hayvan ve bitki türleriyle m eydana gelen olaylar için kullanılır. (Eşanl. DİR)



B E N T İN C K (Willem, kont), hollandalı devlet adamı (Realte 1704-Zorgvliet, La­ hey yakınında, 1774). O range hanedanı taraftarı olan partinin lideri ve İngiltere'nin sadık dostuydu. 1747 nisan devrim i’ni destekledi. Bu devrim, Felemenk'i ele ge­ çirm iş olan fransız kuvvetlerine karşı sa­ vaşımı sürdürebilmek amacıyla, Orangelı W ilhelm ’i Birleşik eyaletler (H ollanda ve Belçika) başkomutan ve amirali ilan etti. İngiltere'yi örnek alan Bentinck, Aachen barışı'nı imzalamaya razı oldu (1748). B E N T İN C K (William H enry CAVENDİSH), 3. P o rtla n d dükü, İngiliz siyaset adamı (Bulstrode, Buckinghamshire, 1738 - ay. y. 1809). Rockingham kabinesine gir­ di (1765-1766); 1 7 8 3 'te b aşb a ka n, 1794-1801 arasında Pitt’ in içişleri bakanı, 1807’den 1809'a kadar da yeniden baş­ bakan oldu; Fox ve Burke, Canning ve Castlereagh gibi başka siyaset adam ları­ nın kendilerini göstermelerine izin verdi. B E N T İN C K (lord William), İngiliz asker ve siyaset adamı (Bulstrode, Bucking­ hamshire, 1774-Paris 1839). Liberal bir W hig yanlısıydı. 1811 ’de, B ourbonlar'ın kötü bir biçim de yönettiği Sicilya’ya yeni düzen vermekle görevlendirildi. Hindistan genel valiliğine getirildi (1827-1835), bu ül­ kede İngiliz etkisinin artmasını sağlayan yararlı reformlar yaptı.



B E N T İV O G L İO , XV. ve XVI. yy.’larda Bologna’da egemen olan İtalyan prens ai­ lesi. —GİOVANNİ I (öl. 1402) 1401'de Bologna senyörü oldu. Oğluyla ANTONİO GALEAZZO [öl. 1435]) torununun (ANNİBALE I [öl. 1445]) senyörlüklerinden sonra; Bologna'nın başına gene Giovanni l’in to­ runu olan kuzenleri SANTE (1426 - 1462) geçti. Sante, p apa N icolaus V ile birleşe­ rek, ölüm ünde kentin senyörlüğünün Annibale l'in oğlu GİOVANNİ ll'ye (Bologna 1443 - M ilano 1508) geçm esini sağladıysa da, Giovanni II, 1506'da Julius II tara­ fından Bologna’dan kovuldu. — Giovan-



Jeremy Bentham H. W. Pickersgill’in bir tablosundan ayrıntı (1829) National Portrait Gallery, Londra



| |



Mahmut I bendi İstanbul



nı ll ’nin oğulları ANNİBALE II (Bologna 1469 - Ferrara 1540) ile ERMES (öl. Vicenza 1513), Fransızlar'ın yardımıyla Bolog­ na senyörü o ld u la r (1511-1512). — Kardeşleri ALESSANDRO (1474-1532) Sforzalar’ın hizm etine girdi. —A nnibale H'nin oğlu ERCOLE (Mantova 1507-Venedik 1573) Ferrara’d a yaşayarak kendini ede­ biyata verdi. Seyundan gelenler de ede­ biyatla uğraştı. Bunlar arasında kardinal GüiDO (Ferrara 1579 - Roma 1644) bir Flandres savaşı tarihiyle (1632-1639) bir d e M em orie yazdı (1648). Kardinal MARCO CORNELİO (Ferrara 1667 - Roma 1732) ise, Selvaggio Porpora takmaadıyla, Statius’un Thebaide'sini çevirdi.



SB entlar, Osmanlı dönem inde İstanbul'



Valide bendi İstanbul



un su gereksinimini karşılamak üzere yap­ tırılmış barajlar. Belgrad ormanı içinde yer alan yedi bendin en küçüğü ve en eskisi (1619/1620) Topuz b e n d i'd ir (Karanlık bent, Köm ürcü bendi, Osman II bendi). Bunu A hm et III dönem inden B üyük bent (Bendi kebir, A hm et III bendi) izler (1722/1723). Yapı, M ahm ut I zamanında büyük ölçüde onarım gördü (1748). 1731/1732'de tamamlanan M ahm ut I ben­ di, 1749/1750 ve 1784’teki onarımlarla g ü ­ nümüzdeki biçimini aldı. 1765/1766’da Ayvat deresi üzerine kurulan Ayvat bend/(Mustafa III bendi), m erm er kaplamala­ rı, eğimli biçimi ve köşk çıkıntılarıyla dik­ kati çeker. Selim III dönem inde bunlara Valide bendi eklendi. Mihrişah Valide Sul­ ta n in yaptırdığı bent (1796/1797), su mi­ marisinin en güzel örneklerinden biri ola­ rak nitelenir. M ahm ut II zamanında, 1837'de Paşa deresi üzerine kurulan Ki­ razlı bent (Mahmut II bendi), mermer kap­ lamaları, uçlarındaki kuleleri, ortasındaki köşküyle görkemli bir yapıdır. Gene Mah­ m ut ll'n in yaptırdığı Yeni ben t (Bendi cedid, M ahm ut II bendi) 1839’da bitirilmiş­ tir. Yazıtı, dönem in ünlü hattatlarından Yesarizade Mustafa izzet Efendi’nin ürünü­ dür. Anadolu yakasında, Çavuşbaşı dere­ si üzerindeki Elmalı b e n d i ise 1890’da



yaptırılmış, 1955'teki eklem elerle su toplama gücü yükseltilmiştir.



3 adlı operası bu iki üslubun güzel bir bi­ reşimidir.



BENTON (Thomas Hart), amerikalı siya­ set adamı (Hillsboro yakınında, Kuzey Carolina, 1782 - VVashington 1858); ilk Missouri öncülerinden, milis albayı. Yeni eya­ letin kuruluşunda senatör seçildi (1820) ve bu görevi 30 yıl sürdürdü. Demokrat par­ tili ve kölelik yanlısıydı. Kıtayı baştan ba­ şa aşan dem iryolunun yapılmasına öncü­ lük etti. Thirty Years' View o f the A m e ri­ can History, 1820-1850 başlıklı yapıtını ya­ yımladı (1854-1856) ve 1789-1850 arası Kongre görüşm elerinin yayımını üstlendi.



BENÛ çoğl. a : (ar. -ibn'in çoğl. b e n u ).



BENTONE a. (tesc. ed. ad; bentonite' den). Kim. O rganik bir bileşikle işlenmiş m onm orilonit ya d a bentonit ağırlıklı kıvamlaştırıcı etkin madde. —ANSİKL. Bentoneler, krem renkli toz bi­ çim inde bulunur. Çözücülerde, bağlayıcı­ larda, aynı zam anda polar sıvılarda katı asıltı halindeki pigm entlerin, yüklerin, aşındırıcıların ve d iğer parçacıkların dibe çökerek tortulaşmasını önlem ek için pelteleştirici ya da kıvamlaştırıcı etkin bir m adde olarak kullanılır. Gözenekli yüzey­ lerin boyayı emmesini engeller ve böyle­ ce boyaya ayırtedici nitelikler kazandırır. BENTONİT a Genellikle volkanik külle­ rin bozunm asından oluşan ve m onm ori­ lonit sınıfı içinde yer alan sm ektik kil. —ANSİKL. Betonite su katılırsa şişer; yüz­ d e tutucu ve renk giderici bir özelliği var­ dır, Bu nedenle petrol arıtmada, sabun­ culukta, boya ve vernik üretim inde kulla­ nılır. Ayrıca su katılarak kuyu açma çam u­ ru elde edilir; bu ç a m ur tü p döşem eden önce kuyu çeperini ço k ince tanecikli bir katmanla sıvayarak korur.



BENTOS a. (yun. benthos, derinlik). Su­ yun d ibine yakın ya da oraya tutunarak yaşayan su organizm alarının tüm ü. (D ip­ ten az uzaklaşanlara gezgin bentos, dibe bağlı olanlara bağlı bentos denir.) —ANSİKL. Dibe bağlı su bitkileri (rizomenon), çeşitli katı maddelerin yüzeyinde ya­ şayan organizmalar (biyotekton), su bitki­ lerinin üstünde yaşayan türler (perifiton) ya da suyun d ibine çöken tortuların üs­ tünde yaşayan canlılar (psam m on) ben­ tos kapsamına girer. Ayrıca bir nesneye tutunm uş olarak dipte yaşayan hayvanlar (deniz bentosunda denizgülleri, istiridye­ ler, spirograflar, polipöbekleri...), hatta dip­ te gezinen ya da pusuya yatarak av bekleyen hayvanlar da (vatoz, fenerbalığı, dilbalığı...) bentos sayılır. Bentos da iki­ ye ayrılır: bitkisel bentos (aydınlık bölge) ve bitkisiz bentos (karanlık bölge). Her bölge de kendi içinde katlara ayrılır (bit­ kisel bentos için süpralitoral, mediolitoral, infralitoral ve sirkalitoral katlar; bitkisiz ben­ tos için batiyal, abisal ve hadal katlar). Bentos kavramı plankton ve nekton kav­ ramına karşıt bir kavramdır. BEN TRE, Vietnam’ın güneyinde kent, il merkezi, Mekong deltasında, My Tho’nun G.'inde. Ben Tre ili, 2 400 km ; 1 214 000 nüf. (1989). BENTZON (Jörgen LİEBENBERG), danimarkalı besteci (Kopenhag 1897 - Hörsholm, Kopenhag, 1951). Nielsen'in öğren­ cisi. H indemith'in üslubundan etkilendi. 3 ya da 5 çalgı için tek bölüm lük, bir öykü anlatan o da m üziği yapıtları besteledi (R acconti gibi). Ülkesindeki halka açık müzik okullarının kurucularındandır. Baş­ lıca yapıtları: bir opera (Saturnalia, 1944), 2 senfoni ( bunlardan biri, ünlü Dickens senfonisi [1940-1947]), bir Senfonik üçlü, bir piyano konçertosu ve oda müziği ya­ pıtları (5 dörtlü, üçlüler, melodiler).



BENTZON (Niels Viggo), danimarkalı besteci (Kopenhag 1919). Aynı zam anda piyanocu ve öğretmen olan Bentzon, sen­ foniler, konçertolar ve oda m üziği yapıtla­ rı besteledi. Bestelerinde tonaliteden vazgeçem em ekle birlikte, sahne yapıtlarında zaman zaman onikiton tekniğini kullandı, ilk kez 1963’te, Kiel'de sahnelenen Faust



Esk. Oğullar. — isi. huk. Benû'i-ahyâf, anabir erkek ve kız kardeşler. || B e n û ’l-allât, bababir erkek ve kız kardeşler. || Benû'l-ayân, anabababir erkek ve kız kardeşler.



BENUE, Batı Afrika'da ırmak; sol kıyısın­ dan Nijer ırmağına kavuşur; 1 400 km. Kamerun’da Adamaua kütlesinden doğar, sağ kıyısından Mayo Kebbi (Logone'nin taşkın dönem indeki sularının bir bölüm ü­ nü getirir) ve Faro ırmaklarını aldıktan son­ ra Nijerya’ya girer. B enue'nin suları tem m uz-ekim ayları arasında çoğalır (1 920 m3/sn) ve belirli dönem lerde çok büyük ölçüde azalır (25 m 3/sn). G arua ır­ mağının aşağı kesimi yılda üç ay ulaşıma elverişlidir.



Benue ulusal parkı, Kam erun'un kuzey kesiminde ulusal park, K.'de ve D.'da Benue ırm ağıyla sınırlıdır; 180 000 ha,



BENUE-KONGO DİLLERİ a Nijer -kongo ailesinden, bantu dillerini tüm üy­ le, N ije ry a ve K a m e ru n ’un g ü n e y -d oğ u ’sundaki bazı dilleri (bantum su dil­ ler) kapsayan dil öbeği. BENÜLASFER a. (ar. ben, oğul ve aşfer, sarı dan b e n ü ’l-asfer). Esk. A raplar'ıri Bizanslılar’a ve daha sonra Avrupalılar’a ver­ dikleri ad.



BENVENİSTE (Emile), fransız dilbilim ­ ci (Halep 1902-Paris 1976). A. M eillet’nin öğrencisiydi. 1937'de M eillet'den sonra Collöge de France’ta karşılaştırmalı dilbil­ gisi kürsüsünün başına geçti. Saussure’ den ve Prag çevresinden kaynaklanan ya­ pısalcı akım içinde yer aldı. Araştırmaları üç yönde gelişti: İran dillerinin incelenme­ si, hint-avrupa dillerinin karşılaştırmalı dil­ bilgisi, genel dilbilim. Origine de la formation d es nom s en indo-europden (1935) adlı doktora tezinde, Saussure'ün 1879' d a MĞmoire'ında yarım bıraktığı sorunu yeniden ele aldı. Başka yerde artık görün­ meyen, am a varlığı Saussure tarafından daha önce bir ilke olarak ileri sürülen bir dizi ünsüz (gırtlaksı) içeren hititçenin ya­ kın bir tarihte çözülm üş olmasının ışığın­ da, hint-avrupa dillerinde ana kökün ya­ pısını, almaşıma gösteren bir ünlünün çev­ resindeki iki ünsüzün bir dizilişi olarak ke­ sin bir biçim de tanımladı. N om s d 'agent et noms d'action en indo-europden (1948) ve Vocabulaire des institutions indo -europdennes(1969)adlı yapıtları da aynı çizgide yer alan araştırmalardır. Genel dil­ bilim alanında, Benveniste'in çalışmaları, toplu bir kuram dan çok, bir dil sorunsalı oluşturur Bu çalışmaların konusu, özellikle dilsel gösterge, kişi bağıntılarının yapısı ve sözceleme kavramıdır. Çok sayıda maka­ leden oluşan bu çalışmalar, Probldmes de Hnguistique gbndrale'de bir araya getiril­ di (1966-1974; 2 cilt). BENVENİSTE (Asa), am erikan kökenli İngiliz şair (New York 1925). 1965'te İngi­ liz yurttaşlığına geçti. Kabalacı bir yazar ve sanat yapıtları yayımcısıdır (Poems of the M outh, 1966; Edge, 1974). Banvenuto Celllni, Hector Berlioz’un 2 perdelik, 4 tablolu operası. Librettoyu L. de VVailly ve A. Barbier yazdı. Yapıt ilk sahnelenişinde ancak ü ç kez oynanabil­ di (Paris operası, 1838). Am a Liszt tara­ fından 1852'de W eim ar’da sahnelenince büyük başarı kazandı. Roma karnavalı, yapıtın ikinci uvertürüdür (1843). BENVENUTO DEİ RAMBALDİ da im ola, İtalyan yazar (im ola 1338'e doğr. -Ferrara 1390). Hümanist. İlahi kom edi' nin temel nitelikli latince bir yorumunu yazdı.



BENXİ -



BlNŞİ.



BEN YEH U D A (Eliezer PERELMAN, Eliezer — denir), İbrani yazar ve



benzen sözlükçü (Luşki, Litvanya, 1858-Kudüs 1922). Rusya ve Paris’te okuduktan son­ ra, 1881 ’de Filistin’e yerleşti. Birçok gaze­ te ve derginin yayımcılığını ve redaktörlü­ ğünü yapan Ben Yehuda, İbrani dilini gün­ lük yaşama soktu. Pratik amaçlı küçük sözlükler yayımladı ve ölmeden önce 5 cil­ di yayımlanan, eski ve modern ibraniceyle ilgili büyük bir sözlük hazırladı.



BENYOVSZKY (Möric), m acar serü­ venci (Nitra yakını 1741-Madagaskar 1786). Yedi yıl savaşları’na katıldı, sonra Polonya’ya geçti; burada Bar konfederas­ yonu yanında, Rusya'ya karşı savaştı. Tu­ tuklanarak Kamçatka’ya götürülen Benyovszki, Çin'e kaçtı. 1772’de Paris'e gitti ve M adagaskar'da bir görev aldı; adanın kuzey-doğu'sunda başkenti Louisbourg olan bir söm ürge kurdu. Yerliler onu kral yaptılar, ama o dünyayı dolaşmak amacıy­ la yeniden yola çıktı. 1786'da, söm ürge­ sinde, bir fransız müfrezesiyle çarpışma sırasında öldü.



■ BENZ (Cari Friedrich), alman m ühendis (Karlsruhe 1844-Ladenburg 1929), Mannheim’d a küçük bir fabrika kurduktan son­ ra, Daimler ile birlikte gaz motorlu bir m o­ tosiklet için çalışmalar yaptı; ama bir so­ nuca ulaşamadı. 1878’de iki zamanlı bir gaz motoru yaptı; 1883’te yeni bir fabrika kurdu. 1886’da ilk arabasının beratını al­ dı. Bu şasi üzerinde yatay olarak uzanan, dört zamanlı ve tek vitesli bir motorla ç a ­ lışan, üçtekerlekli bir araçtı. Sözkonusu berat, 1886'da gerçekleştirilm iş bir ben­ zin m otorunun kullanımını da öngörüyor­ du; am a bir yıl önce Daimler, yaptığı d i­ key bir tek silindirli benzin motorunu bi­ siklete uygulamış durum daydı. Büyük öl­ ç ü d e yetkinleştirilen Benz otom obili 1888’de Roger tarafından Fransa'ya so­ kuldu. Roger, 1894'te Paris-Rouen yarışı­ na, bu arabanın “ R oger-Benz" adı veri­ len bir m odeliyle katıldı. Benz ve ortakla­ rı şirketi 1926'da D aim ler* Motoren Gesellschaft ile birleşti.



BENZALDEHİT a. (fr. benzaldöhyde). Org. kim. Acı badem yağının kokulu mad­ desini oluşturan ve 0 ^ — CHO form ü­ lüyle gösterilen aldehit. —ANSİKL.Benzaldehit, hoş acı badem ko­ kulu bir sıvıdır ve 179° C ’ta kaynar; acı ba­ dem de, 0 - glukosidin etkisiyle am igdalin ve em ülsinin hidrolizi sonucunda oluşur. Benzaldehit, arom atik aldehitlerin ilk ör­ neğidir ve enolleşmeyen aldehitlerin bü­ tün özelliklerini taşır (tersdeğişim, benzoin oluşumu). Ü çüncül arilaminlerle, tepki­ meye girerek boyarm addeler verir (malahit yeşili). Açık havada kolayca yükseltge­ nerek benzoik aside dönüşür. Parfüm ve boyarm adde sanayisinde kullanılan ben­ zaldehit daha çok toluen ya da benzil klorürün yükseltgenmesi ya da alüminyum klorür eşliğinde karbon m onoksidin ben­ zene bağlanması biçim inde bereşimsel yolla elde edilir.



BENZAMİT a. (fr. benzam ide’den). Nö­



lik bozukluklarında kullanılır ve toplarda­ marlarda kanın dolaşımını kolaylaştırır. Ay­ rıca, antienflamatuar etkisi vardır. Ağız yo­ luyla verilir ya da krem biçim inde deriye sürülür.)



BENZAURİN a. (fr. benzaurine’deri). Kim. Trifenilmetan grubundan boyarmad­ de; alkalilerde çözünerek koyu kırmızı bir renk alır.



BENZAZURİN a. (fr. benzazurine). Kim. 2,2' dianizidinden türeyen bisazo boyar­ m adde; pam uğu maviye boyar. BENZEK a. Ed. Û rnek alınan bir şiirle aynı konu, ölçü ve uyakta yazılmış şiir. (-» NAZİRE.) —Zool. Başka bir türün (model) bireyiyle benzeklik sergileyen hayvan bireyi. BENZEMEK g. f. 1. Bir kimseye benze­ mek, onunla belli ölçüde ortak fiziksel özellikleri olmak, onu andırmak ya da ruh­ sal düzlemde, onunla belli ölçüde ortak özellikler taşımak: Annesine benziyor. Bir kimseyi örnek alarak, ona benzemeye ça­ lışmak. — 2. B ir kimseye, b ir hayvana, b ir şeye ya da birbirlerine (belli b ir açıdan, yönden) benzemek, onunla ya da birbiriyle ortak noktalar taşımak, büyük bir benzerlik göstermek: G ergedanlar suaygırlarına benzer. Bu da öncekine benzi­ yor. Durum ları birçok açıdan bizim kine benziyor. Bütün m odern kentler birbirine benzer. — 3. B ir kimseye, b ir şeye benze­ mek, o kimse, o şey olduğu izlenimi ver­ mek; gibi görünm ek: Küstah birine b en ­ ziyor. Ölüm nedeni intihardan çok cinaye­ te benziyor. — 4. H içb ir şeye, hiçkim seye benzememek, bir şeyden söz ederken, ço k özel bir önem, az rastlanır bir özgün­ lük taşımak; bir kimseden söz ederken az rastlanır bir kimse olm ak. || H içb ir şeye, p e k b ir şeye benzememek, bir kimseden söz ederken, çekici, alımlı görünm em ek; bir şeyden söz ederken, beğenilecek bir yönü bulunm am ak. ♦ b e n z e ş m e k işt. f. Karşılıklı olarak bir­ birine benzemek. + b e n z e tm e k ettirg. f. 1. B ir şeyi, b ir kimseyi, b ir şeye, b ir kimseye benzetmek, onunla aralarında benzer yönler, ortak özellikler, nitelikler bulmak: Hayatı b ir sa­ vaşa benzetmek. U m utsuzluğu ölüm e benzetmek. O nu h ep annesine benzetir­ ler. — 2. Bir şeyi b ir şeye benzetmek, onun o şeye benzemesini sağlamak: imzanı ba­ banı nkine benzet. — 3. B ir şeyi (aslına) benzetmek, onu aslına az ya da ço k uy­ gun bir biçim de gerçekleştirmek; oluştur­ mak: R esm inde masayı p e k benzetememişsin. E v iyi olm uş am a ağacı benzetememişsin. — 4. B ir kim seyi kendine ben ­ zetmek, onun kendisiyle ortak özellikler, nitelikler taşımasını sağlamak: Oğlunu da kendisine benzetip futbol hastası etti. — 5. B ir şeyi benzetmek, onu kullanılmaz du­ rum a getirm ek, bozmak: Yeni ayakkabı­ larını birkaç g ü n d e benzetti. — 6. B ir kim ­ seyi benzetmek, onu iyice hırpalamak, dövmek: O nu kavgada fena halde ben ­ zetmişler. — 7. Benzetm ek g ib i olmasın, hasta ya da sakat bir kim seden söz eder­ ken onun durum una düşm em e dileğini belirtmek için söylenir: Benzetmek g ib i ol­ masın , seninki kadar b ir oğlu var, oğlanın iki gözü de görmüyor.



roleptik gücü olan, C6H5 —- CO — NH2 form üllü benzoik asit amidi. —ANSİKL. Benzamitlerin ilki olan ve sin­ dirim sistemi hastalıklarında antispazmodik olarak kullanılan m etoklopram it yük­ sek dozda verilirse nöroleptik etki göste­ rir. Sülpirit'in daha dolaysız psikotrop et­ + b e n z e tilm e k edilg. f. Benzetm ek ey­ kisi vardır; bu nedenle bunalım giderici ve lemine konu olmak. baskı kaldırıcı bir nöroleptik sayılır. Daha yeni olan sültoprit ve triaprit de benzamitfl BENZEN a. (fr. benzöne). Org. kim. For­ ler ailesine girer. mülü C6H6 olan birhalkalı hidrokarbon; BENZANİLİT a. (fr. benzanilide). Kim. genel olarak benzen adıyla bilinen arenFormülü C6H5 — CO — NH — C6H 5 olan lerin ilk örneklerinden biridir (benzen adı, benzoik asidin anilidi.



1833’te benzoik asitten karboksil gidere­ rek benzeni elde eden Mitscherlich tara­ fından verilmiştir). [Eşanl. FEN.] — Eczc. Gamma heksaklorit benzen, HEKSAKLOROSlKLOHEKSAN’ın eşanlamlısı. — Karb. kim. Benzen giderme, yağla yı­ kama ya da etkin köm ür kullanarak yüz­ de tutm a ile gazdan benzolü ayırmaya yarayan işlem. —Toksikol. Benzen zehirlenmesi, BENZOL* ZEHİRLENMESİ'nin eşanlamlısı. —ANSİKL. Benzeni 1826'da Faraday bul­ du; Mansfield ve Hofm ann 1848’de taş­ köm ürü katranından büyük miktarlarda ayırdı; 1866’da Berthelot bireşim yoluyla asetilenden elde etti. Sanayide benzen üretiminde, taş köm ürünü dam ıtm a yön­ temi uzun bir süre tek kaynak olm a niteli­ ğini korudu. A ncak kullanımının yaygın­ laşması için, petrokimya sanayisinde doy­ muş hidrokarbonları halkalaştırma, kata­ litik alkil giderm e ve reform ing sırasında oluşan aromatikleşme yollarıyla benzenin elde edilmesini beklem ek gerekti. •Yapısı. Benzenin ikiornatmalı türevleri, orto, meta ve para olm ak üzere üç izomer biçim inde görülür. Orto türevin konum u, klasik organik kim yada benzen ve türevlerinin yapısın­ dan kaynaklanan probleme açıklık kazan­ dırır: X ve Y içeren karbon atomları ara­ sındaki bağ, tek ya da çift olabilir. Dolayı­ sıyla iki orto izomeri bulunması gerekirken yalnızca bir izomeri vardır. 1866’da ben ­ zenin akla yatkın ilk formülünü öneren Kekule, benzen ve türevlerinin özellikleri ne­ deniyle 2 ayrı formül gerektirdiğini belirt­ mişti; benzen için açıkça özdeş olan bu formüller, türevleri için farklı olabilirdi; Kekule, form üllerin, ancak bu şekilde den ­ g ede olacağını düşünüyordu. O dönem ­ de oldukça önemli olan bu sezgi, daha sonra benzen m olekülünün radyokristalografi çözüm lem esinin sonuçlarına göre az da olsa değişim e uğradı. Bu çözüm ­ leme, m olekülün bir altıgen oluşturduğu­ nu, köşelerinde karbon atomlarının yer al­ dığını ve kenar uzunluklarının ise 0,139 nm olduğunu gösteriyordu. Diğer fiziksel teknikler de hidrojen atomlarının, C — H uzaklığı 0,109 nm olan hom otetik bir altı­ gen oluşturduğunu kanıtladı. 1932’de Huckel, kuvantum m ekaniği yöntemlerini kullanarak, altı CH grubunun en kararlı halkalı düzenlenişinin karbon atomlarınca oluşturulan düzgün bir altıgen olduğunu gösterdi; her karbon atomu, en yakın hid­ rojen ve 2 karbon atomuna, 120°lik bir açı yapan düzlem deş 5 bağlarıyla bağlanır. Bu yapı, 6 karbon atom u üzerinde yöresizleşmiş 6 ir elektronluk bir buluttan olu­ şan bir düzlem in her iki yanında halkalaşır ve bu elektron bulutu molekül bütünü­ nün tutarlığını sağlar. Bu biçimlenme, kim­ yasal kanıtlara dayanarak 1900'edoğruThiele’ ın önerdiği yapıya oldukça uyar; ama Thiele'ın önerisi, ir elektronlarını altıgen içindeki bir çe m be r biçim inde sim gele­ yen, benzenin ça ğd a ş gösterim ine daha yakındır. Kekule’ nin d üşündüğünün tersine, kla­ sik form üllerle denge halinde gösterilen iki yapı yerine, bu formüllerle gösterilemeyen yalnızca bir yapı vardır. A ncak Keku­ le’nin iki form ülü birlikte ele alınırsa, ben­ zenin gerçek yapısı üstünde kusursuz bir yaklaşım elde edilebilir. Bununla birlikte Kekule form ülünü taşıyan bir m olekülün oluşması için hesap edilen entalpinin, benzen oluşum unun gerçek entalpisinden 36 kcal/mol daha düşük olduğunu belirtmek gerekir. Çünkü benzenin gerçek yapısı Kekule form üllerinin varsaydığın­



1521



o



benzantron



benzen formülünün farklı yazımları



B BENZANTRON a. (fr. benzanthrone). Kim. Formülü C ^FI^C ) olan arom atik ke­ ton; antrakinon ve gliserolden elde edilir; önem li küp boyarm addelerin üretim inde ara ürün olarak kullanılır.



BENZARON a.(fr. benzarone). P vitami­ ninin etkisine benzer iyileştirici etkisi olan kimyasal ilaç. (Kılcal damarların geçirgen­



çağdaş sim geleme



benzen 1522



dan çok daha kararlıdır. 36 kcal/m ol’lük fark, benzenin çınlama ya da kararlılaşma enerjisidir; bu da yalnızca enerji bakımın­ dan klasik bir form ülle benzeni betim le­ menin olanaksızlığını gösterir. • Özellikleri. Kendine özgü bir kokusu olan benzen, düşük yoğunlukta (15°C’ta 0,884), renksiz bir sıvıdır. 5,4°C’ta erir, 80,4°C'ta kaynar. Zayıf kutuplu ortak de­ ğ erlik bileşikleri için iyi bir çözücüdür (or­ ganik bileşikler, fosfor, kükürt, iyot). Kolay tutuşur, havada isli bir alevle yanar bol ha­ vada ise ısı değeri yüksek kusursuz bir ya­ kıttır. Otomobil yakıtlarının iyileştirilmesin­ de kullanılır. 36 kcal/mol olan çınlam a enerjisi yü­ zünden benzen, göreli olarak kuvvetli tep­ kin bir m adde değildir, rr elektronlarının varlığı, alkenler gibi benzene de nükleofil bir nitelik kazandırır. Elektroncul ayraç­ larla ornatmalı tepkimelere girer; örneğin klor, katalizörler eşliğinde benzenin 6 hid­ rojen atomunu da ornatabilir; sülfonlanırsa, önce benzensülfonik asit, sonra da­ ha güç olsa da, meta-benzendisülfonik asit elde edilir. Nitrolam a önce nitrobenzen, sonra m etadinotrobenzen oluşturur. Alü­ minyum klorür eşliğinde benzen açillenirse (Friedel-Crafts), R—CO—C6H5 form ü­ lüyle gösterilen ketonları verir. Aynı katali­ zör eşliğinde RX alkil halojenürleri ve alkenlerle tepkim eye girerek alkilbenzenlere (R—C6H5) dönüşür. Benzenin katılma tepkimeleri çok sey­ rektir; örneğin nikel eşliğinde hidrojenle, sikloheksan (C6H 12), klorla ışıklı ortam da heksaklorosikloheksan (C6H6Cls) oluştu­ rur. H eksaklorosikloheksanın stereo -izom erlerinden biri.etkili bir böcek öldü­ rücüdür. Öte yandan benzen halkasının bozunm a tepkim elerine de seyrek rastla­ nır; örneğin ozonla glioksal verir; özellik­ le vanadyum pentaoksit eşliğinde havay­ la katalik yükseltgenmesi, m aleik anhidrit oluşum una yol açar. Benzenin sanayideki önem i oldukça büyüktür: 1979'da, dünyada 23 milyon ton benzen üretilmiştir. Benzen temel ola­ rak fenol, stiren, sikloheksan, anilin, m a­ leik anhidrit ve b öcek öldürücülerin üreti­ m inde kullanılır.



BENZENBERG (Johann Friedrich), al­ man fizikçi (Schöller, Düsseldorf yakının­ da, 1777-Düsseldorf 1846). 1807’de Bavyera’nın açısal üçgenlem esini çıkarmak için girişilen kadastro işlemlerini yönetti. 1802’de H am burg’da, bir kuleden düşen cismin yön değiştirmesinden yararlanarak Yer’in ekseni çevresindeki dönm e hareke­ tini kanıtladı. 1811’de, ses hızının hava sı­ caklığına göre gösterdiği değişimlerle il­ gili deneyler yaptı.



BENZENDİSÜLFONİK sıf. (fr. benzĞnedisulfonique).Kım.Benzendisülfonik asit, formülü C6H4 (S 0 3H)2 olan asit. (Bu­ nun yalnızca benzenden elde edilen m e­ ta izomeri önem lidir ve alkali erimeyle rezorsinol verir.) BENZENİK sıf. (fr. benzenique). Org. benzer şekillerle İlgili iki örnek



kim. Benzene benzeyen, benzen niteliği



(I) ve (II), V 2 oranında benzer



(İli) ve (IV), YİT oranında benzer



taşıyan. (Benzerlik halka, benzenik hidro­ karbonların tüm ünde bulunur.) — ANSİKL. Benzenik hidrokarbonlar, bir ya da birçok hidrojen atom unun birdeğerli karbon kökleriyle yer değiştirm esi sonu­ cu nd a türerler. Dolayısıyla hepsi, benze­ nik bir halka oluşturan altıgen bir düzle­ min köşelerine dağılm ış 6 karbon atomu halkası içerir. Benzenle hemen hemen aynı kimyasal özellikleri taşırlar; am a iki noktada benzenden ayrılırlar: ışıklı ortam­ daki klorlama, herhangi bir katılma sağ­ lamamasına rağmen, bitişik çekirdekli kar­ bon atomlarına bağlı hidrojen atomlarının ornatılmasına yol açar. ( -» TOLUEN) Aynı şekilde ölçülü bir yükseltgeme, hidroperoksit (-» KÜMEN) ya da ketonların (ya d a aldehitlerin) oluşum unu sağlar; am a hızlı bir yükseltgem e hidrokarbon köklerini, COOH form üllü karboksil g ru p ­ larına dönüştürür.



BENZENKARBOKSİLİK sıf (fr benzene-carboxylique). K im .Benzenkarboksılik asit, BENZOİK ASİT’in eşanlam lısı. BENZENSÜLFAMİT a. (fr. benzenesulfam ide'den). Kim. in eşanlamlısı.



b e n z e n s ü l f o n a m İt



BENZENSÜLFİNİK a. (fr. benzönesuifinique). Kim. Benzensülfinik asit, form ü­ lü C6H5— S 0 2H olan asit.



BENZENSÜLFOKLORÜR a (fr benz e n e s u lfo c h lo ru re ). Kim. F o rm ü lü C6H5—S 0 2CI olan benzensülfonik asidin asit klorürü. BENZENSÜLFONAMİT a (fr. benz ö n e s u lfo n a m id e 'd e n ). Kim . Form ülü C6H 6— S 0 2— NH 2 olan benzensülfonik asidin amidi. (Eşanl. BENZENSÜLFAMİT.) BENZENSÜLFONİK sıf. (fr. benzğnesulfonique). Kim. Benzensülfonik asit, for­ mülü C6H 5— S 0 3H olan asit; derişik sül­ fürik asidin benzen üzerine etkimesiyle el­ de edilir. BENZER ya da BENZERİ sıf. Değer­ ce, nitelikçe, görünüşçe, vb. bir başkasıy­ la ortak yönleri bulunan şey ya da kimse için kullanılır: B enzer sorunlarla karşılaş­ mak. Bu ve benzeri olaylar. — Biyol. B enzer türler, dıştan benzerlikle­ rine bakılınca aralarında akrabalık var sa­ nılan hayvan ya da bitki türleri. — Ceb. B enzer matrisler, B = P “ ’ AR yi gerçekleyen n inci basamaktan bir P ka­ re matrisinin var olduğu n inci basamak­ tan A ve B kare matrisleri. (Bk. ansikl. böl.) B — Geom. Bir benzerlikte birbirinin görün­ tüsü olan iki şekil için kullanılır. (Kimi kez benzerliğin doğru ya da evrik olmasına göre doğru olarak ya da evrik olarak ben­ zer biçiminde belirtilir “ iki benzer düzlem ­ sel yüzeyin alanları oranı, kendi doğrusal boyutlarının karesinin oranına eşittir." Şe­ kilde bu özelliğin parçalara ayırmayla “ sağlama” sına ilişkin iki örnek verilmiştir.) — Mat. çözlm. Kendi tanım bölgelerinin yı­ ğılma noktası x0 da (x0 g İR) iki f ve g fonk­ siyonu için-kullanılır; öyle ki x 0 ın dolayın­ da, f= 0 ( g ) ve g = 0 (f) dir. — Pedol. Benzer topraklar, aynı iklimin bit­ ki örtüsü altında oluşan, aynı tipte humus ve hum us katmanı içeren, am a derindeki katmanları farklı yapı gösteren topraklar. — Psik. B enzer g örm e yanılsaması, bir kimsenin, tanıdığı bir insan karşısında bu­ lunduğu halde onun bir benzeri karşısın­ da bulunuyormuş izlenimine kapılmasına dayanan yanlış tanıma türü. (Bu yanılsa­ ma, bir histeri belirtisi sayılır.) —Tip. Etkisi bir başka m addeninkine (ge­ nellikle bir horm on) benzeyen m addele­ re denir (örneğin parathormon). ♦ a. Karşılaştırılabilir ya da birbirlerinin yerini alabilir kimse ya da şey; eş (iyelik ekiyle): S e n in 'b ir benzerin daha yoktur. — Biyokim. Baz benzeri, D.N.A. ya da R.N.A.'nın azotlu bazlarına yakın yapıda olan ve onların yerine geçebilen molekül. (5-bromo-urasil gibi baz benzerleri mutasyon yapıcı maddelerdir.)



— Kim. ve Biyokim. Bir başkasına yakınlı­ ğı olan (bileşik). ♦ bağ. Esk. Benzer, benzer ki, öyle gö­ rünüyor ki, sanki: "B a k i çem ende hayli perişan im iş varak / B enzer ki b ir şikâyeti var rû zig â rd an " (Baki, XVI. yy.). — ANSİKL. Ceb. Katsayıları bir K değişmeli cism inden alınmış n inci basamaktan ka­ re matrisler kümesi üzerinde tanımlı "be n ­ zer olm a” bağıntısı bir eşdeğerlik bağın­ tısıdır. Benzer matrisler kavramı içyapı uy­ gulamalarında ilginçtir: f, sonlu boyutta bir E vektör K-uzayının bir iç yapı uygulam a­ sı ve B-, ile B2 de E nin iki tabanı ise, B, ile B2 tabanlarında / ye eşlik eden matris­ ler benzerdir; buradan, bir iç yapı uygu­ laması için, eşlik eden matrisin olabildiğin­ ce "yalın” olduğu bir taban bulm a prob­ lemi ortaya çıkar; yani bir matrise, kendi­ ne benzer olm akla birlikte daha “ yalın" bir matris bulm ak gerekir. (-> MATRİSLE­ RİN İNDİRGENMESİ*.) Kare matrisler eşde­ ğerdir, ancak bunun karşıtı doğru değildir.



BENZERBİÇİMLİ sıf. Org. kim. Biçim­ leri aynı olan organik bileşikler için kulla­ nılır. (Bk, ansikl. böl.) —ANSİKL. Etan (CH3 — CH 3) ve metanol (CH3 — OH) benzerbiçim li bileşiklerdir: benzer molekül boyları olan bu bileşikler C —C ve C— O bağları çevresindeki dön ­ meye karşı koyan zayıf enerji engeli ne­ deniyle aynı bakışım türünü (dönme ile il­ gili) gösterirler. (-* YERLEŞME.) Aynı şekil­ de klorometan (CH3 — Cl) ve metantiyol (CH3— SH) da benzerbiçimli bileşiklerdir. Kesin olm am akla birlikte, bu dört bile­ şiğin benzerbiçim li olduğu söylenebilir: boyları ve biçimleri biraz farklı olsa bile ay­ nı bakışım türünü gösterirler: daha kısa olan metanol ve etan, yaklaşık silindir bi­ çim indedir; klorom etan ile metantiyol ise daha uzun ve konik bir biçim sunar. Bu bileşiklerde benzerbiçimlilik yalnızca yak­ laşık bir durum dur. Buna karşılık metan (CH3— H) yukarıdaki bileşiklerle hiçbir şekilde benzerbiçim lilik göstermez: hem daha küçüktür, hem de bakışımı düzgün bir dörtyüzlüyü andırır (ya da dıştan bir küreyi).



BENZERBİÇİMLİLİK a



Org kim Benzerbiçimli bileşiklerin ayırtedici niteliği.



BENZERİ - BENZER. BENZERLİK a. 1. Birbirlerinden farklı olm akla birlikte soyut ya da som ut ortak özellikler taşıyan şeyler ya d a kişiler ara­ sındaki yakınlık ilişkisi; andırma, benze­ şim: ik i durum arasındaki benzerlik. Bir d urum un ötekiyle benzerliği. İki nesne arasındaki biçim, iki kişi arasında karak­ ter benzerliği. — 2. Kişi ya da şeyleri ben­ zer kılan ortak nokta, ortak yan: Pek çok benzerlikler taşıyan iki roman. —Antropol. Irk benzerliği katsayısı, belli b ir antropom etrik özellikler öbeği (boy, om uz genişliği, vb.) bakım ından iki halk arasında gözlem lenen genel farkları de­ ğerlendirm ek için, İngiliz istatistikçi Kari Pearson tarafından ileri sürülen (1926) for­ mül. (Pearson, 1928’de, bu form ülü yeni­ den gözden geçirdi ve sınırlı ırk benzerli­ ğ i katsayısı diye adlandırdı.) — Ceb. Gerçek p ozitif A oranlı benzerlik, İR üzerinde bir E„ Eukleides vektör uzayı­ nın (n, E nin boyutu) JxeE „ için ||/(x)|| = Xj|x|i ı gerçekleyen / doğrusal uy­ gulaması. (Ancak ve ancak VxeE„, ijyeE „, /(x )/(y )= X x y ise, /, X oranlı bir benzerliktir.) (Bk. ansikl. böl.] — Geom. Bir E„ afin Eukleides uzayından kendi içine, y(M,N)eE„2 için d(/(M ),/(N )) = k-d(M ,N ) yi sağlayan /uygulam ası;burada k, / benzerliliğinin oranı denen, de­ ğişmez sıkı pozitif bir gerçek sayıdır. (Ki­ mi kez AFİN BENZERLİK denir.) [Bk. ansikl. böl.] — Benzer iki şeklin taşıdığı özellik. || Üçgenlerin benzerlik halleri, iki üçgenin benzer olduğunu doğrulam aya yarayan koşullar. (Bk. ansikl. böl.) — Ruhbil. iki uyartı, iki durum , vb. arasın­ da, nesnel olarak belirlenm eye elverişli andırma ilişkisi.



—ANSİKL. Ceb. Gerçek p ozitif A oranlı benzerlik. E„ Eukleides vektör uzayının benzerlikler kümesi, E„ nin doğrusal gru­ bunun bir altgrubudur [G O(En) ile gös­ terilir]; 0 (E „) dikgen grubu, GO(E-) ben­ zerlikler grubunun bir altgrubudur. A oranlı her benzerlik, V x oranlı bir vek­ tör homotetisiyle bir g dikgen özyapı uy­ gulamasının tek hog bileşkesidir; g pozi­ tif bir izometri (dönme) ise, f ye doğru ben­ zerlik denir; f negatif bir izometri ise, f ye evrik benzerlik denir. —Geom. E„ nin bir benzerliği, birebir ör­ ten afin bir uygulamadır, o yasasıyla d o ­ natılmış bu benzerlikler kümesi bir g ru p ­ tur. E„ nin b'r f benzerliğine eşlik eden E„ nin bir 9 içyapı uygulaması, bir vektör benzerliğidir;

g it-ti), "ile rle y ic i" benze­ şim, tersi durum a da “ gerileyici" (ya da "ö n c e le m e ") (sıü, asker başı > s u b a ş ı) benzeşim denir. Benzeşim genellikle bi­ tişik öğeleri kapsar. Benzeşim birbirinden uzak öğelerde de ortaya çıkabilir ve bu d urum da da arm onik benzeşim, ya da uyum lam a adını alır. Türkçedeki ünlü ve ünsüz uyumları bir benzeşim olayıdır.



BENZEŞLEŞME a. Ed. Bir cümle ya da dize içinde, üslup kaygısıyla, yakın sesli sözcüklerin bir arada verilmesi. D ereler­ d en sel gibi, tepelerden ye l g ib i aşıp g it­ miş; az gitmiş, uz gitmiş, dere tepe düz gitmiş vb. gibi masal tekerlem elerinde sık karşılaşılır.



BENZEŞLİK a. Benzeş olma durumu, niteliği; müşabehet.



BENZEŞME a. Benzeşm ek eylemi. — Sesbilg. BENZEŞİM’ in eşanlamlısı.



BENZEŞMEK



* BENZEMEK.



BENZEŞMEZ sıf. Zool. Benzeşmez diş­ li, dişleri birbirine benzem eyen hayvana denir. BENZEŞMEZLİK



-> AYRIMLAŞMA.



BENZETEÇ a Uz. havc. Fırlatılması ya da uzayda uçuşu sırasında bir uzay ara­ cının karşılaşabileceği çevre etkenlerin­ den bir ya da birkaçını yerde yapay bi­ çim de yaratarak bu aracın denenmesini sağlayan sistem. (En önemli benzeteçler, uzay ortamı yaratmaya yönelik olanlardır: bu benzeteçler ço k büyük, kapalı odalar­ dır ve içlerinde büyük ölçüde bir boşluk, uzaydakine yakın [- 1 5 0 ° ile + 1 5 0 °C arası] sıcaklıklar yaratılır; uzay aracı bu odalarda Güneş ışınımına yakın bir ışıma­ nın etkisinde bırakılır.) [UZAY BENZETECİ ya da UZAY BENZEŞİM ODASI da denir.] BENZETİ a.



BENZETME’nin e ş a n la m lı­



sı.



BENZETİLMEK BENZETİM



• BENZEMEK.



a. Siber. SİMÜLASYON’un



eşanlam lısı.



BENZETİŞİM a Mant. Benzetmeye da­ yanan akılyürütme. BENZETME a. Benzetm ek eylemi. — Ed. A ralarında ortak nitelikler bulunan nesneleri, kavramları karşılaştırarak yapı­ lan söz sanatı. Esk. Teşbih. — ANSİKL. "Akşam, lekesiz, saf, iyi b ir yüz g ib i a k ş a m " (Y. K. Beyatlı) dizesinde "a kşa m " ile " y ü z " karşılaştırılırken "leke­ siz, saf, iyi" olm a niteliği, bir ortak nitelik olarak gösterilmiştir. Bu örnekte benzet­ menin 4 temel öğesi şu sıra içindedir: Benzeyen (akşam) + benzetme yönü (le­ kesiz, saf, iyi) + kendisine benzetilen (yüz) + benzetme ilgeci (gibi). Benzetme ilgeci olarak “ g ib i" anlamına gelen “ san­ ki, güya, kadar, m eğer ki, nitekim, misal, andırmak, benzem ek v b ." de kullanılır. Benzetmenin kurulabilm esi için, benzet­ m enin iki yanı denilen "b e n z e y e n ” ile



benzin "kendisine b e n z e tile n in kullanılması ge­ rekir. Öteki öğelerin bulunup bulunm a­ masına göre benzetmeler dörde ayrılır: 1. Ayrıntılı benzetme (teşbih-i mufassal). Yukardaki örnekte olduğu gibi dört öğenin birlikte yer aldığı benzetmedir. 2. Kısaltıl­ mış benzetm e (teşbih-i mücmel), benzet­ me yönü kullanılmayan benzetmedir. Örn. “ Bu d ört mısra değildi, sanki dört dam la k a n d ı" (F. N. Çamlıbel). 3. Pekiş­ tirilmiş benzetme (teşbih-i müekked), ben­ zetme ilgeci kullanılmayan benzetmedir. Örn. "Yollar, kö yle rj saran eskim iş çe rçe ve le r" (S. E. Siyavuşgil). 4. Yalın benzetm e (teşbih-i beliğ), benzetme yö­ nü ve benzetme ilgeci kullanılmayan ben­ zetmedir. Örn. "G ide r oldum köm ür g ö z­ lüm e lveda" (Karacaoğlan). Benzetmenin koşulu, karşılaştırılan iki şeyin bir benzet­ me yönünde birleşmesidir. Örn. "m inare g ib i eski d u va r" sözü b ir benzetme sayıl­ maz. Çünkü "m inare" ile "d u va r" arasın­ da ortak nitelik (benzetm e yönü) yoktur.



BENZETMEK - BENZEMEK BENZHİDROL a. (fr. benzhydrol).Kim. Formülü (C g H ^ jC H — OH olan alkolün yaygın adı; benzofenonun olağan indir­ genm esiyle elde edilir. (Eşanl. DİFENİLKARBİNOL.)



BENZİ (Roberto), fransız orkestra yöne­ ticisi (Marsilya 1937). ilk konserini 6 ya­ şında yönetti. A ndre Cluytens ile çalıştık­ tan sonra 11 yaşında uluslararası meslek yaşamına başladı. 1972’de Akitanya böl­ ge orkestrasfnın başına getirildi. ■ BENZİDİN a. (fr. benzıdine). Bifenilden türeyen H2N— C8 H4—CgH4— NH2 for­ müllü arom atik diam in; hidrazobenzenden benzidin çevrim i yoluyla elde edilir. —ANSİKL. Benzidinin,. boyarm adde sana­ yisinde büyük bir önemi vardır. Çünkü bu bileşikten elde edilen bisdiazo, bir amin ya da fenolle yoğuşarak bir bisazo verir. Bisazo ise, pam uğu doğ ru d an ve mordansız boyayabilen bir boyarm addedir. Bu boyarmaddeler arasında krizamin (salisilik asitle), kongo sarısı (önce fenol, ar­ dından sülfanilik asitle) ve kongo kırmızı­ sı (naftiyonik asitle) sayılabilir. Benzidin çevrim i, çift çevrel halkalı dü­ zenlem enin klasik bir örneğidir ve fenol eterlerinin Claisen çevrim ine benzer.



hidrazobenzen



h !n^CMD^nh! benzidin



Bu tepkim e, kuvvetli asit ortam da o lduk­ ça hızlıdır.



BENZİL sıf. Kim. Benzit alkol, formülü C6H5— CH 2— OH olan alkol. (Eşanl. FENİLKARBİNOL.) || Benzil ester, benzil alkol­ den türeyen C6H 5— CH2— O —C O — R form üllü ester. — ANSİKL. Benzil alkole, Tolü ve Peru bal­ samları ile günlük ağacında ester biçimin­ de rastlanır; kimi tem el sıvı yağlarda ise serbest halde bulunur. Benzil klorürün hidrolizi ile elde edilir. Organik çözücüler­ de çok iyi çözünm esine karşın suda çok az çözünen ve 2 0 6 °C 'ta kaynayan bir sı­ vıdır. BENZİL a. (fr. benzile). Kim. Formülü C6H5— CO— CO— C6H5 olan a-diketonun yaygın adı; alkali hidroksitlerin etkisiy­ le benzilik asit verir. BENZİL a. (fr. benzyle). Kim. Formülü C6H5—C H 2— olan birdeğerli kök. — ANSİKL. Benzil klorür (C6H5—CH2—Cl), sanayide ışıklı bir ortam da klorun toluene etkimesiyle elde edilir. Gözyaşartıcı bir sıvıdır, 1 7 6 °C ’ta kaynar. Suda çözün­ mez, ancak organik çözücülerde çözü­



nür. Kuvvetli bir tepkin m adde olması ne­ deniyle kolayca nükleofil ornatmalar sağ­ lar. Suyla benzilik alkole, yükseltgen mad­ delerle aldehite ya da benzoik aside dö­ nüşür. Benzil bröm ür, benzil klorürle benzer özellikler taşır ve gözyaşartıcı bom balar­ da kullanılır. Benzil disülfür, CŞH5- C H 2- S - S - C H 2- C 6H5 form ülüyle gösterilir ve benzil klorür ile sodyum polisülfürden elde edilir; kauçuk, petrol,ürünleri ve silikonlarda yükseltgenme önleyicisi olarak kullanılır. Benzil siyanür (ya da fenilasetonitril), doğal haide tere otunda bulunur; benzil klorür ile potasyum siyanürden elde edi­ lir. Fenilasetik asit bireşiminde aram adde olarak kullanılır. Benzil benzoat, C şH5— CH2— O — CO— C6H 5 form ülüyle gösterilir ve parfümcülükte yapay misk­ lerin kokusuz çözücüsü biçim inde yaygın olarak kullanılır (3 2 3 °C 'ta kaynar). Ecza­ cılıkta, spazm çözücü ve tansiyon düşü­ rücü niteliğinden yararlanılır. G ünüm üz­ de uyuz ve bit hastalıklarına karşı deriye sürülerek uygulanır. Benzil sinamat ya da sinamein, Perü balsamında bulunur.



BENZİLAMİN a. (fr. benzylamine). Kim. Am onyağın bir ya da daha çok hidrojen atomunun, benzil kökleriyle ornatılması sonucunda elde edilen amin. [Bunlar monobenzilamin C6H5—CH 2— NH2, dibenzilamin (C6H5—CH2)2NH ve tribenzilamin (C6H5—C H 2)3N biçim inde üçe ayrılır.] BENZİLİDEN a. (fr. benzylidöne). Kim. Formülü C6H5—CH = olan ikideğerli kök. [Benziliden klorür (C6H5— C H C I2), ışıklı bir ortam da toluen klorlanarak elde edi­ lir; hidrolizlenirse benzaldehit oluşur.]



B E N Z İL İD E N -A N İL İN



a (fr. ben zylidO ne -a n iline ). Kim. Form ülü CeHj — CH = N— C6H6 olan aidimin. (Bu bileşik, asit ortam da anilinin etkimesiyle benzaldehit anilden elde edilir.)



BENZİLİDEN-ASETOFENON a (fr. benzyhdene-acötophönone).Kim. Formü­ lü, C6H5 — C H = C H - C O - C 6H5olan eti­ len keton. (Eşanl. KALKON.) —ANSİKL. Benziliden-asetofenon, benzaldehitin asetofenonla yoğuşması sonucun­ da elde edilir. Sarı renklidir ve dibenziliden aseton gibi halokromi olayı gösterir. Kimi hidroksilli türevleri çiçeklerin sarı boyarmaddesi olan flavonların doğal öncü­ südür. B E N ZİLİD EN -A SETO N a (fr. benzylidene-acdtone). Kim. Benzaldehitin asetona etkimesiyle elde edilen etilen keton. — A N S İK L. M o n o b e n z ilid e n -a s e to n , C6H 5 - C H = C H - C O — CH 3 form ülüyle gösterilen renksiz bir katıdır ve 41°C'ta erir. O ysa 112 ° C ’ta eriye n C6H 5— CH = C H — C O — CH = C H — C 6H 5 fo rm ü l­ lü d ib e n z ilid e n -a s e to n , sarı re n k ­ li bir katıdır ve halokromi olayı gösterir; derişik sülfirik asitteki çözeltisi turun­ cudur. BENZİLİK sıf. (fr. benzilique). Kim. 1. Benzile ilişkin. — 2. Benzilik asit, formülü (C6H5)2C ( 0 H ) - C 0 2H olan asit; alkali hidroksitlerin benzile etkimesiyle elde edi­ lir. (Eşanl. DİFENİLGLİOKSİLİK ASİT.) —ANSİKL. Benzilik çevrim, organik kimya­ da çok eskiden beri bilinir (Liebig, 1838); bu çevrim benzil gibi bir a-diketonun, benzilik asit gibi bir a-hidrokside dönüş­ m esin i sa ğla r: C 6H 5 — C O — CO - C 6H5 +KOH - (C6H6)2C ( 0 H ) - C 0 2K.



BENZİLLEME a. (fr. benzylation). Kim. Bir moleküldeki bir hidrojen atom unu bir benzil köküyle ornatma. (Örneğin am on­ yak benzillenerek benzilaminler elde edi­ lir.)



BENZİLSELÜLOZ a. (fr. benzylcelluloseJ.Kİm. Selülozun benzil eteri.



—ANSİKL. Benzilselüloz, benzilklorürün 60-120°C arasında, °/o 15-25’lik alkaliselüloz çözeltisiyle tepkimeye girmesi sonu­ cu nd a elde edilir. Termoplastik bir tozdur. Benzende, su katılmış diğer çözücülerde, esterlerde, arom atik alkollerde, bazlarda ve benzinde çözünür; ama suda çözün­ m e oranı çok düşüktür. Benzilselüloz, al­ kol karıştırılmış arom atik karbürlerde çö ­ zülerek elde edilen kaplama m addeleri (boyalar, vernikler), su, baz ve asitlere kar­ şı gösterdiği dayanıklılık bakım ından se­ lüloz asetat ve nitroselüloz kökenli kapla­ ma maddelerinden daha üstündür Ayrıca bu maddeler, parlaklık ve düzgünlük açı­ sından etilselüloz kökenlilerden de daha iyi nitelikler gösterir. Bununla birlikte sıvı yağla karıştırılarak karm a vernikler elde edilemez; çünkü benzilselüloz, yağlarla hiç bağdaşm az. Öte yandan benzilselü­ loz elektrik sargıları ve tellerinin sıvanma­ sında, yalıtım verniklerinin hazırlanmasın­ da kullanılır. A ncak ekonom ik nedenler­ den dolayı kullanımı sınırlıdır.



1525



BENZİLTİYOÜRASİL a. (fr benzylthiouracile). Tiroit salgısı üzerindeki düzen­ leyici etkisinden dolayı (yapay antitiroit) hipertiroidilerde ve özellikle Basedow has­ talığında ağız yoluyla kullanılan ilaç. ■ BENZİN a. (fr. benzyne).Kim. 1. Formü­ lü C6H4 olan hidrokarbon; kimi eleme ve arom atik ornatm a tepkim elerine katılır. — 2. Bu hidrokarbonun ornatılmasıyla el­ de edilen her türev. —ANSİKL. Benzinin, tepkiyen bir aram ad­ de olarak kullanımını, 1939'da ilk kez öne­ ren alm an Georg VVİttig oldu; bu görüş daha sonra kesinlik kazandı. Hatta gaz fa­ zında morötesi tayfı bile kaydedildi. Bu­ nunla birlikte benzinin çok tepkin oluşu, sıvı ya da katı halde elde edilm esine ola­ nak vermez. Kendisiyle bile tepkimeye gi­ rerek b ifenilen (C 12H 8) ve trifenileni (C 18H 12) oluşturur. Furanla tepkimeye gir­ diğinde, C 10H8O katılma ürününü ve çok zayıf A— H asitleriyle benzenin ornatılmış C6H5—A türevini verir (örneğin NH3 ile C6H 5— NH 2 form üllü anilini oluşturur). Benzin üç yoldan elde edilir: antranilik asidin ® N 2— C6H4— C OŞpform üllüdiazonyum tuzunun ısıl bozunması; B rM g— C6H4— F gibi orto konum da halojenli bir organom agnezyum un kendiliğinden bozunması; sodyum amit ya da çok kuvvetli bir bazla HCl'in klorobenzenden koparıl­ ması. AH kökünün ornatık benzinlere ka­ tılımı iki biçim de sağlanır ve dolayısıyla konum değiştirmeli ornatmalara yol açar. Benzinin yapısı tam olarak bilinmemek­ tedir Formülü üçlü bağla gösterilebilir; an­ cak bu biçim tartışmalıdır. Aslında biradikalden ya da yoğuşm uş fazda dipolar bir iyondan söz edilebilir.



BENZİN a. Damıtma aralığı 40 ile 220° C arasında yer alan petrol dam ıtm a ürünü. (Özelikle kumandalı ateşlemeli m o­ torları beslemeye yöneliktir.) — Damıtma aralığı yukarıdaki sınırlar içinde yer alan öteki ürünlere verilen ad. |j Benzin g id e r­ me, “ yaş doğal g a z ” içinden sıvı hidro­ karbonları çıkarma. (Benzin giderm e işle­ mi .kolay yoğuşabilen hidrokarbonlar için ayırıcılarla, bütan ve propan için soğurma ya da soğutm a yöntem leri ile kuyu çıkı­ şında uygulanır. “ Kuru g a z ” daha sonra borularla dağıtılır.) || Birincil damıtma b e n ­ zini, petrolü doğ ru d an dam ıtm a sırasın­ da elde edilen benzin. || Buharla kraking benzini, buharla kraking yoluyla elde edi­ len ve karışım hazırlamayı iyileştiren bir­ ço k doym am ış m olekül (olefinler ve aro­ matikler) içeren benzin. || Ç akm ak benzi­ ni, çakm aklarda yakıt olarak kullanılan uçucu ve kokusuz özel benzin. || D oğal benzin, doğal gazdan çıkarılan, kaynama noktası düşük petrol ürünü. (Oldukça yük­ sek m iktarda propan ve bütan içerir; propanın elenmesinden sonra kararlı bir ben­ zin elde edilir.) [Eşanl. GAZOLİN.] || Dönüş­ türme benzini, birincil damıtmanın ağır ya­ kıtını, parafinli karbon zincirlerini arom a­ tik halkalara dönüştüren birim lerden ge-



benzin- turan katılma ürünü



benzin 1526



benzoantrasen



girerek elde edilen benzin. |j Kararlı ben ­ zin, en uçucu kesim giderilerek ya da bü­ tan ayrılarak buhar basıncı düşürülm üş benzin. || Kraking benzini, özel dönüştür­ me birim lerinde ağır yakıtın dönüşüm üy­ le elde edilen benzin. |j Kurşunsuz ben ­ zin, kurşunlu katkı m addesi içermeyen benzin. || Leke benzini, boyahanelerde ya da evlerde giysileri temizlemek ya da yağ­ dan arındırmak için kullanılan özel ben­ zin. || Motosiklet benzini, motosiklet, m o­ torlu bisiklet vb. gibi araçların iki zamanlı m otorlarında yakıt olarak kullanılan ben­ zin. (iki zamanlı motor benzini, uygun bir yağlayıcı katılmış özel bir benzindir.)||Oto benzini, kumandalı ateşlemeli ısıl motor­ ları beslem ede kullanılan bireşimsel hid ­ rokarbon karışımı. (Bk, ansikl. böl. Petr. san.) || Özel benzin, ayırt edici özellikleri, ço k dar bir dam ıtm a aralığı ve bileşenle­ rini oluşturan hidrokarbonların türü ile sı­ nırlanan, sanayide ya d a evde kullanıma uyarlanmış benzin. (Bk. ansikl. böl. Petr. san.) || Tatlı benzin, önem siz oranda sülfürlenmiş hidrojen ya da merkaptanlar içe­ ren ve sodyum plom bit deneyine olumsuz tepkim e gösteren benzin. || U çak benzi­ ni, pistonlu u çak m otorlarında m otor ya­ kıtı olarak kullanılan üstün nitelikli benzin. (Bk. ansikl. böl. Petr. san.) || Yapay (sente­ tik) benzin, bireşimle elde edilen hidrokar­ bonlardan oluşan benzin. (Bk. ansikl, böl. Petr. san.) — Isıl m ot. Benzin motoru, hava-yakıt (be n zin , pe tro l, g a z , alkol) karışım ı ve k u ­ m a n d a lı a te ş le m e y le ç alışan m otor. (Gü­ n ü m ü z d e d a h a ç o k p a t l a m a l i m o t o r te : rim i kullanılır.)



OO



— Oto. Benzin çantası, acil durum larda kullanmak için yedek benzin konulan çan­ ta. (Eşanl. CERİKAN.) |j Benzin istasyonu, araba ve motosiklet sürücülerine her tür yakıt, yağ, yedek parça ve aksesuar sa­ tan istasyon. (Kimi istasyonlarda ivedilik­ le giderilmesi gereken arızaların onarımı yapılabilir. Hatta bir kısmında tamirhane, bakım yeri, büfe ve ayaküstü yiyecekler satan lokanta da bulunabilir.) — ANSİKL. Petr. san. • Oto benzini, norma! benzin ve süperbenzin olarak, oktan sa­ yıları farklı iki türe ayrılır. Otom obilin geli-



NaCI



CH j -C H - C O jH



CO



metabenzoilhidratropik asil



benzolmidazol R =H 5,6 dimetilbenzoimidazol R =C H î



konum değiştirme ürünü



olağan ürün



şimi benzinin, petrol arıtma sanayisinin en önemli ürünlerinden biri olmasına neden olmuştur; nitekim bu sanayide yakıt-motor uyum u üstünde araştırmalar yapılmakta­ dır. Oto benzini ya da normal ve süper­ benzin üretim inde arıtmanın yapısı ve iş­ lenen ham petrolün özelliğine göre.farklı niteliklerde ve oranlarda ço k sayıda bile­ şen yer alır. Normal ve süperbenzinler için­ de yaklaşık olarak şu türler sayılabilir: — hafif birincil damıtma benzini (nafta); ni­ telikli yakıt elde etm ek için başka ürünler katılarak özellikleri iyileştirilir; — kraking benzini, özel dönüştürme birim­ lerinde kraking yöntemiyle ağır yakıt d ö ­ nüştürülerek elde edilir Oktan sayısı birin­ cil dam ıtm a benzininden daha yüksektir ve hem normal benzin, hem de süper­ benzin üretim inde kullanılır; — buharla kraking benzini, kraking ben­ zinine benzer özellikler gösterir ve çok sa­ yıda doymamış molekül (olefinler ve aro­



matikler) içerir. Bu moleküller benzinin ka­ litesini yükselterek iyi bir yakıt karışımı sağlar; üstelik benzinin özgül kütlesini ar­ tırır ve istendiğinde benzine katılan alkol­ leri daha iyi tutar; — dönüştürm e benzini, süperbenzinin bi­ leşim inde % 5 0 ’nin üstünde yer alır. Bu benzini elde etmek için ağır birincil damıt­ m a benzini, dönüştürm e birim inden ge­ çirilir ve parafinli karbon zincirleri arom a­ tik halkalara'dönüştürülür; — bütan yakıta istenen buhar basıncını sağlar; —vuruntu önleyici katkı m addeleri oktan sayısını daha da artırır. Oto benzinleri, ka­ rışım hazırlamaya elverişliliği açısından kurallara bağlıdır: özellikle oktan sayısı (normal benzin için 90, süperbenzin için 95) ve dam ıtm a eğrisi saptanır. • U çak benzini, oto benzininden daha uçucudur ve çok daha yüksek bir oktan sayısı içermelidir; uluslararası standartlar üç kalite kabul eder: turizm uçakları için 91-98, ticari uçaklar için 100-103 ve aske­ ri uçaklar için 115-145; ikinci rakam zen­ gin karışımda oktan sayısını belirtir. • Ûzel ben zin le ri elde etm ek için birincil benzin yeniden damıtılır sonra kükürt gi­ derm e ve gerekirse arom atik giderm e iş­ lemleri uygulanır. Katalitik dönüştürm e benzinlerinde bulunan ve yüksek oranda benzen ya da toluen içeren kimi arom a­ tik çözücüler özütleme yoluyla elenir Özel benzinler damıtma özelliklerine göre şöyle sıralanabilir: 40 ile 100° C arasında dam ı­ tılan benzin, boyacılıkta yağ gidermede, kauçuk kökenli zamkların üretim inde kul­ lanılır. 60 ile 80° C arasında damıtılan benzin normal heksan bakım ından çok zengindir ve yağ sanayisinde yağlı m ad­ deler ile içyağlarını özütlemeye yarar. 70 ile 100° C arasında damıtılan benzin ka­ u çuk sanayisinde, kataliz sobalarında ya­ kıt olarak kullanılır. 95 ile 103° C arasın­ da damıtılan benzin ile alkollerin suyu gi­ derilir. 100 ile 130° C arasında damıtılan benzin kauçuk, boya ve tem izlem e sana­ yilerinde tüketilir. 100 ile 160° C arasında damıtılan benzininin kullanım alanları bir önceki benzininkilerine benzer. 30 ile 75° arasında damıtılan benzin, pentanlardan ve heksanlardan oluşur ve parfümcülükte düşük sıcaklıkta özütleme işlemlerinde kullanılır. Normal oto benziniyle aynı da­ mıtma özelliklerini gösteren cins benzinin renksiz olması ve kurşun tetraetil içerm e­ mesi gerekir. Kaynak lam balarında ve az m iktarda yağlayıcı yağ katıldıktan sonra özellikle iki zamanlı m otorlarda yakıt ola­ rak kullanılır. • Yapay (sentetik) benzin, taşkömüründen, linyitten ya da havagazından çıkan karbon, basınç altında katalitik yolla hidrojenlenerek (Bergius, Fischer* - Tropsch yöntemleri) elde edilir. Üretim maliyetinin yüksek olması ve petrolün ucuzluğu eko­ nom ik kullanımını önemli ölçüde sınırla­ mıştır. A ncak petrol fiyatlarının sürekli ar­ tışı ve kömür rezervlerinin büyüklüğü bu ürüne yeniden dönüşü sağlayabilir



BENZİNCİ a 1. Benzin satılan yer; ben­ zin istasyonu. — 2. Benzin satan kimse. BENZİNG (Johannes), alm an türkolog (Schvvenningen 1913). Yükseköğrenim i­ ni Berlin'de yaptı. Türkm encedeki fiil şe­ killeri üzerine doktora verdi (1939). Mainz Ü niversitesi’nde öğretim üyeliği yaptı; profesör oldu. Çalışmalarını Çuvaş­ ça, türkm ence ve tunguzca üzerinde yo­ ğunlaştırdı. Türkmenceyle ilgili doktora te­ zi Ü ber die verbformen im türkmenischen (Türkmencedeki fiil şekilleri üzerine) adı­ nı taşıyordu (1939). Çuvaşça üzerinde ça­ lıştı: Tscuwassische studien (Zeitschrift der d eutschen m orga n lan d isch e n geselschaft, 1940 - 1954). P hilologie turcicae fundam enta'ya Kumuk, Başkırt, Hun, Tu­ na Bulgarları, Volga Bulgarları, Çuvaş dil­ leriyle ilgili bölüm leri yazdı (1964). Türkolojiyle ilgili bir el kitabı yayımladı: Einfûhru ng in das studium d e r altaischen p h i­ lologie u nd d e r turkologie (Türkoloji ve al-



tay filolojisi araştırmasına giriş, 1953).



BENZİNLİ sıf. Benzinle işleyen, çalışan motor, makine vb. için kullanılır: Benzinli motor. BENZİNLİK a. 1. Benzin istasyonu. — 2. Akaryakıt deposu.



BENZİODARON a. (fr. benziodarone). Koroner atardamarları genişletici etkisin­ den dolayı kullanılan ilaç. (Bu atardam ar­ ların verdisini artırır, ayrıca düşük dozda kullanıldığında ürisemiyi etkiler ve kanda üre'oranını düşürür.)



BENZİT a. (fr. benzite). Kim. Patlayıcı olarak kullanılan trinitrobenzen 1, 3, 5 ben­ zene verilen ad. (Trinitrotoluen ya da pikril klorürden elde edilir; tolitten daha güçlüdür, ancak maliyet fiyatı ço k yüksektir.) ■ BENZOANTRASEN a. (fr. benzanthracĞne). Formülü C 18H 12 olan aromatik hid­ rokarbon; naftasenin izomeridir.



BENZOAT a. (fr. benzoate). Benzoik asi­ din tuzu ya da esteri. —ANSİKL. Sodyum benzoat, b a lg a m söktü rü c ü ve b ro n ş salgıları sulandırıcısıdır. Aynı z a m a n d a k o la g o g ve id ra r a n tis e p ti­ ğ i o la ra k d a önerilir. Benzil benzoat ise, p a rfü m c ü lü k ve e c z a c ılık ta kullanılır. ( -» BENZİL.)



BENZOBROMARON a. (fr. benzbromarone). Org. kim. Formülü C 17H 18Br20 3 olan bileşiğin yaygın adı; kandaki ürik asit oranını düşürm ek için kullanılır.



benzobromaron x.= Br ı! ve benzoiyodaron X = l 0 BENZODİAZEPİN a. (fr. benzodiazâpine). Diazepine çok benzeyen ve psikofarmakolojide kullanılan, CgH8N2 formüllü birçok izomer bileşiğe verilen ad. — ANSİKL. Benzodiazepin en başta ve her zaman ruhsal bunalım üzerinde olumlu et­ ki yaratır, am a sıkıntı nevrozu, korku nev­ rozu ve bazı saplantı nevrozları gibi deği­ şik nevroz hallerinde de uzun süre tedavi amacıyla kullanılabilir. Klordiazepoksit gibi bazı benzodiazepinlerin ayrıca çöküntü­ ye karşı da etkisi vardır. Aslında gerçek psikozları yok edici hiçbir etkisi bulunm a­ yan bu maddeler, çoğu zaman akut psi­ koz hallerinde ya da şiddetli ruhsal buna­ lımla birlikte görülen heyecan hallerinde tedavi amacıyla iğne şeklinde verilir. Doğ­ rudan doğruya uyutucu etkisi olm am ak­ la birlikte, bunalımı hafifleterek uykuyu ko­ laylaştırır. Uyanıklığı bastıncı etki, kullanı­ lan bileşiğin çeşidine göre az ya da çok belirgindir ve bunlardan nitrazepan yalnız uyku getirici olarak kullanılır. Benzodiazepinlerin kas gevşetici ve ç ır - . pinti giderici işlevi de vardır. Bu bakımdan özellikle etkili olan diazepam sara hasta­ lığının tedavisinde kullanılır. Korteksin ve çıkan ağsı cismin etkinliğinde hafifleme­ ye yol açan benzodiazepinler solunum iş­ levlerini yavaşlatır. Bundan başka kusmayı durdurucu, vücut ısısını azaltıcı ve ağrı gi­ derici etkileri de vardır. Polikinetik om uri­ lik reflekslerini de azaltırlar. Ruhsal buna­ lıma karşı kullanılan ilaçların hepsi gibi ben­ zodiazepinler de, merkez sinir sistemi üze­ rinde bastıncı etki yapan barbitürik ve al­ kol gibi m addelerin etkisini artırırlar. Bu nedenle, aşırı dikkat gerektiren, tehlikeli iş­ lerde çalışanlara verilmesinde aynı ihtiyat gösterilmelidir, Benzodiazepinlerin ikincil etkileri yoktur, insanlarda ucube yaratıcı etkileri de kanıtlanmamıştır. Uyuşturucu alışkanlığı yaratma etkileriyse önemsiz gö­ rünmektedir. Benzodiazepinlerin etki mekanizması hakkında birçok varsayım öne sürülmüş­ tür. Bunlardan biri gabam inerjik sistemin, beyin ve om urilik üzerindeki bastıncı ve engelleyici etkilerinin kolaylaştırılmasıdır.



Beovvulf Varsayıma göre gabam inerjik sistem, özellikle lim bik sistem düzeyinde gabam i­ nerjik asit bireşimini artırmakla bu etkiyi yaratır.



BENZOFENON a. (fr. benzophenone). Kim. Formülü C6H5 — CO— C6H5 olan keton. (Benzoil klorürün alüminyum klorür eşliğinde benzene etkimesiyle elde edi­ lir; indirgenirse koşullara göre benzhidrol ya da benzopinakol verir.)



BENZOFENON-KARBOKSİLİK sıf (fr. benzophdnone - carboxy!ique). Kim. Benzofenon - karboksilik asit, BENZOİLBENZOİK* ASİT'in e şan lam lısı.



BENZOFLAVİN a. (fr. benzofiavine). Kim. A kridin g rubundan sarı boyarm ad­ de. BENZOFURAN a. (fr. benzofuranne). Formülü C8H60 olan ikihalkalı bileşik; tu­ rana benzer ve taşkömürü katranında bu­ lunur. (Eşanl. KUMARON.) — ANSİKL. Benzofuran, asitlerle temas et­ tiğinde polimerleşir ve kumaron adıyla bi­ linen reçineleri verir. Asit ve bazlara karşı duyarsız olan bu reçineler, vernik ve kau­ çuk sanayisinde kullanılır.



BENZOHİDROKSİLAMİN a. Kim. Formülü (C6H5)2C H — NH2 olan aminin yaygın adı. (Eşanl. DİFENILMETİLAMİN.) BENZOİK sıf. (fr. benzo'ique; laf. benzoinum, ben juan). Kim . Benzoik asit, fo rm ü ­ lü C6H5 — C 0 2H o la n asit; bu asidin kimi esterleri b e n ju a n d a bulunur. (Eşanl. b e n ZENKARBOKSİLİK ASİT.) |j Benzoik bitril, BENZONİTRİL'in eşanlam lısı. — ANSİKL. XVII. yy. başlarında benjuan-



dan elde edilen benzoik asit, günüm üz­ d e to lu e n y ü k s e ltg e n e re k üretilir. 120° C 'ta erir. 250° C ’ta kaynar ve kolay­ ca süblimleşir. O rganik çözücülerde çö ­ zünür; ancak soğuk sudaki çözünürlüğü düşüktür. Arom atik asitlerin ilk örneklerin­ den birini oluşturur; asetik asitten daha güçlü asittir (pK=4,2). Karboksilik asitle­ rin bilinen tüm özelliklerini taşır. Ayrıca benzen halkası üzerinde elektroncul te p ­ kimeler sağlar (nitrolama, sülfonlama, ha­ lojenlerine). Bu tepkimeler meta konumun­ da oluşur. — Eczc. Benzoik asit bronş salgılarını de­ ğiştirici ve balgam söktürücü olarak kul­ lanılır. Ayrıca zayıf bir antiseptiktir.



BENZOİL a. (fr. benzoyie). Kim. Formü­ lü C6H5 — CO— olan birdeğerli kök. (Bk. ansikl. böl.) — Org. kim. Benzoil giderm ek, bir m ole­ külde, bir hidrojen atom uyla bir benzoil kökünü ornatmak. — ANSİKL. Benzoil klorür (C6H5 — CO—Cl), benzoik asidin bir asit klorürü ve önemli bir benzoilleme aracıdır. Suyla bozunarak benzoik ve hidroklorik asit verir. C6H5- C 0 - 0 0 - C 0 - C 8H8 formüllü benzoil peroksit, benzoil klorürün baryum perokside etkim esiyle elde edilir. Isı e tki­ siyle bozunarak C6H5 — C O f köklerini verir; bu kök de karbondioksit ve C6H if kökü biçim inde ayrışır. Benzoil peroksit köksel tepkim elerin önemli bir başlatıcı sidir (özellikle polimerleşmede).



BENZOİLBENZOİK sıf. (fr. benzoylbenzoique). Kim. Benzoilbenzoik asit, for­ mülü C6H5 —CO— C6H4 — C 0 2H olan asit; üç izomeri vardır. (Eşanl. BENZOFE­ NON KARBOKSİLİK ASİT.) —ANSİKL. Yalnızca orto izom eri önem lidir; a lü m in y u m klo rü r e ş liğ in d e fta lik a n h id rid in b e n z e n e e tk im e s iy le e ld e edilir. A ntra k in o n u n sa na yisel b ire ş im in d e b ir ara ü rü n o la ra k kullanılır; d e riş ik s ü lfü rik asi­ d in e tkim e siyle a n tra k in o n a dönüşür.



BENZOİLHİDRATROPİK sıf. (fr. benzoylhydratropique). Kim. Benzoilhidratrop ik a s it, formülü C 16H l40 3 olan asit. (Me­ ta izomeri ketoprofen adı altında anti -enflamatuvar ve analjezik olarak kullanı­ lır.) BENZOİLLEME a Kim. Bir molekülde­



ki bir hidrojen atomunu bir benzoil köküy­ le ornatma.



le birlikte kullanılır.) [Eşanl. BETANAFTİL BENZOAT.]



iBENZO İM İDA ZO L a. Kim. Formülü



BENZONİTRİL a. (fr. benzonitrile).Kım.



C 7FI6N2 olan ikihalkalı bileşik; imidazoia benzer ve indazolün bir izomeridir. —ANSİKL. Benzoimidazolün kimi türevle­ ri, boyarm addeler olarak oldukça önem ­ lidir (siyaninler). Diğerleri ise hücre bile­ şenleridir; 5,6 dim etilbenzoim idazol B12 vitaminin yapısına girer.



Formülü C6H5 —C = N olan nitril; benzoik asidin bir türevidir. (Eşanl. BENZOİK NİTRİL.) —ANSİKL. Sanayide potasyum siyanürün, potasyum benzensülfonat üzerine etkime­ si ya d a toluenin am onyakla yükseltgen­ mesi sonucunda elde edilir. Benzonitril 191° C ’ta kaynar, acı badem kokusundadır. Özellikle, geçiş metalleri tuzlarının ku­ sursuz bir çözücüsüdür ve bunlarla komp­ leksler oluşturur.



BENZOİN a. (fr. benzoîne). Kim. 1. For­ mülü C6H5 — CO—CHOH —C6H5 olan a -ketolün (açiloin) yaygın adı; potasyum si­ yanürün benzaldehite etkimesiyle elde edilir.— 2. Daha geniş anlam da Ar— CO — BENZOPİNAKOL a. (fr. benzopinacol). CHO H—A f genel formüllü a-ketollerine Kim. Form ülü (C 6H 8)2C(OH) —-C(OH) — verilen genel ad. (C6Hs)2 olan glikol; benzofenonun katlan­ malı indirgenm esinden elde edilir. — ANSİKL. 1848'den (liebig) beri bilinen benzoin yoğuşması, günüm üzde her yö­ BENZOPİRAN a. (fr. benzopyranne). n üyle anla şılm ıştır. O lu şum u , C6H 5 Kim. Formülü C9H 80 olan ikihalkalı bile­ — C(OH) —CN form üllü siyanür anyonu­ şik; pirana benzer; kumaran, krom an.ve nu kolayca verebilen C6H5 — CHOH — izokroman olmak üzere üç izomeri var­ CN formüllü benzaldehit siyanhidrinin CH dır bağının yüksek asitliğinden kaynaklanır. Bu anyon bir benzaldehit molekülüne ka­ BBENZOPİRAZOL a. (fr. benzopyrazole). Kim. Formülü C 7H6N2 olan ikihaltılarak benzoihi oluşturur. Benzoinin ka­ kalı bileşik; pirazola benzer ve benzoimitalizlediği canlı hücre tepkim elerinde, tidazolun bir izomeridir. am in (vitamin B1), siyanür anyonu ile ay­ nı ilkeye göre hareket eder. fl BENZOPİREN a. (fr. benzopyrene). Kim. Formülü C ^ jH ^ olan beşhalkalı aro­ BENZOKİNON a. (fr. benzoquinone). m atik hidrokarbon. (3,4 Benzopiren, kan­ Kim. Formülü C 6H40 2 olan ve benzen­ ser yapıcı bir maddedir. Taşkömürü kat­ den türetilen kinon; ortobenzokinon ve ranı ile patlamalı m otorlarda yakıtın tam parabenzokinon-olm ak üzere iki izomeri yanmaması sonunda çıkan egzoz gazla­ vardır. rında bulunur.) — ANSİKL. Ortobenzokinon, turuncu renkli bir katıdır; pirokatekol yükseltgenerek el­ BENZOPİRİDİN a. (fr. benzopyridine). de edilir; çok kararsızdır ve erim eden ön­ Kim. Formülü C9H7N olan ikihalkalı bile­ ce bozunur. Parabenzokinon, sarı renkli şik; piridine benzer; kinolein ve izokinobir katıdır; 116° C ’ta erir ve kolayca süb­ lein olm ak üzere iki izomeri vardır. limleşir. Kinonların ilk örneklerinden biri­ ■ BENZOPİRİLYUM a. (fr. benzopyrylni oluşturan parabenzokinon, benzenin ium). Kim. Formülü CgH70 + olan ikihalkaço k sayıda türevinin (fenol, anilin, hidrolı katyon; pirilyum katyonuna benzer, en kinon) hızlı yükseltgenmesi sonucunda el­ önemli türevleri antosiyanidinlerdir. de edilir. Yükseltgeme gücüyle birlikte kinonlarda görülen bütün özellikleri taşır. ■ BENZOPİRON a. (fr. benzopyrone). Kim. Formülü C9H60 2 olan ve benzopiHızla indirgenirse hidrokinon, denetim al­ ranlardan türeyen lakton ya da keton; kutında indirgenirse kinhidron verir. m arin, krom on ve izokrom on olm ak üze­ _ BENZOKSAZOL a. (fr. benzoxazole). re üç izomeri vardır. Kim. Formülü C7H5N 0 olan ikihalkalı, okBENZOPİRROL a. (fr. benzopyrrole). sazola benzer bileşik. Kim. İNDOL'ün eşanlamlısı. BENZOL a. (fr. söze.) Kim. Taşkömürü BENZOPÜRPÜRİN a. (fr. benzopurpukatranından elde edilen bir damıtma ürü­ rine). Kim. A zoboyarm addelere verilen nü. (170° C'ın altında kaynayan taşkömü­ ad; tolidin bisdiazosunun ya da anizidinin rü katranı, temel olarak benzen, toluen ve naftiyonik asit üzerine kenetlenmesiyle el­ ksilen karışımından oluşur.) de edilir. — Patol.Benzolzehirlenmesi. Benzol ya da bileşenlerinden ve petrol türevlerinden ile­ ■ BENZOTİYAZOL a. (fr. benzothiazole). ri gelen süreğen zehirlenme. (Eşanl. BEN­ Formülü C7H5NS olan ikihalkalı bileşik; tiZEN zehirlenmesi.) [Bk. ansikl. böl.] yazole benzer, kimi türevleri kauçuk ve bo­ —ANSİKL. Bir ton taşkömürü katranının yarmadde sanayisinde oldukça önemlidir. damıtılmasından 6-8 kg arasında benzol ta BENZOTİYOFEN a. (fr. benzothioföne). elde edilir Damıtma sonucunda benzolün . Kim. Formülü C8H6S olan ikihalkalı bile­ bir bölümü gazlarda, bir bölümü de hafif şik; tiyofene benzer ve taşkömürü katra­ katran yağlarında yer alır. Ham benzolü nında bulunur. arılaştırmak için sırasıyla sülfürik asit, su, sudkostik ve sonra yeniden su ile yıkamak BEN Z V I (izak), İsrailli devlet adamı ve gerekir. Benzol geri akışla damıtılabilir ya gazeteci (Poltava 1 8 8 4 -K u d ü s 1963). da olduğu gibi yakıt olarak kullanılır. Kendisini İsrail devletinin kurulmasına — Patol. Akut benzol zehirlenmesi (kaza adadı. Aşkenaziler ile Sefaradlar'ı birleş­ sonucu olabilir) sarhoşluk belirlileriyle tirmeye çalıştı. 1907’de Filistin'e yerleşti, isbaşlar, bunu izleyen bir çöküntü evresin­ tadrut'un sekreterliğini yaptı ve İsrail sos­ den sonra komaya kadar gider. Yalnız ça­ yalist partisi M apai'ye katıldı. Üyesi oldu­ lıştıkları işte benzol kullananlarda görülen ğu Yahudi ulusal konseyi'nin başkanlığı­ süreğen benzol zehirlenmesi, benzola nı üstlendi (1924-1949). Ben Gurion ile bir­ bağlı kan hastalığına yol açar. Klinik be­ likte Hehalutz'un (öncüler) ve Yahudi lejlirtilerin seyrek olması (kırıklık ve şiddetli yonu'nun kurucularından biriydi. 1948’de yorgunluk hali) ve yavaş ortaya çıkması geçici hüküm et başkanlığına getirildi ve nedeniyle kan bütün ayrıntılarıyla muaye­ İsrail’in bağımsızlık bildirisini imzaladı (14 ne edilmelidir. Kan muayenesi sonucun­ mayıs 1948). Knesset üyeliği ve Yakındo­ d a kan hücrelerinde azalma, kanama sü­ ğu yahudi toplulukları araştırma enstütüresinde bozukluk ve bağcık belirtisi görü­ sü'nün m üdürlüğünü yaptı (1947-1959). 1952’de İsrail devleti cum hurbaşkanı ol­ lür. Hastalık bazen sindirim bozuklukları ve ağır kanamalarla birlikte görülen apdu; 1957 ve 1962’de bu göreve yeniden lastik anemiye ve tehlikeli kan hastalıkla­ seçildi. rına (akut lösemi) dönüşür. Zararsız sayı­ BEOGRAD, Belgrad' ın sırpça adı. labilecek benzol oranı hava için yüz bin­ BEOLCO (Angelo) -* RUZZANTE ya da de bir dolayındadır.



BENZONAFTOL a. (fr. benzonaphtot). Geniş spektrumlu bağırsak antiseptiği, (is­ hal tedavisinde genellikle bitkisel kömür­



Ru z a n t e .



Beowulf, yarım uyaklı 3 000'i aşkın di­ zeden oluşan anglosakson destanı (VIII.



1527



ortobenzokinon



parabenzokinon



benzopirazol



benzopiren - 3,4



benzopirilyum katyonu



''s



benzotiyofen



Beovvulf 1528



- X. yy.). Hıristiyan niteliği verilmiş bu ger­ men m asalında O rtaçağ’ın ilk dönem le­ rinin töreleri ve anlayışı ortaya çıkar. Gotland adası krallarından birinin oğlu olan Beowulf, D anim arka’yı dehşete düşüren Grendel adlı canavarı öldürdükten sonra, suların altında yapılan bir düello sonucun­ da canavarın annesini de öldürür. A m ca­ sının yerine tahta geçer ve yaşlılığında bir sürüngenle çarpışır, ama zaferini görem e­ den ölür. Destan, kahraman ve aziz Beovvulf'un odun yığınları üzerinde yakılan cenazesi çevresinde, daha sonra da hâ­ zinenin bulunduğu mezarında yapılan tö­ renle sona erer.



BEÖTHY (Ödön), m acar siyaset adamı (N agyvârad, bugün Oradea, Romanya, 1796 - Ham burg 1854). 1832-1836 Diyet’ inde dinsel özgürlüğü ve mezheplerin eşitliğini savundu. 1848’de devrim hükü­ meti komiserliğine getirildi. BEÖTHY (Zsolt), m acar siyaset adamı ve yazar (Budapeşte 1848 - ay. y. 1922). Macar bilimler akademisi ve Yüksek m ec­ lis üyesi. M acar edebiyatı üstüne yazdığı birçok yapıttan en önemlisi A M agyar irodalom kis Tükre'dk BEPGA -> BEBGA. BEPPU, Japonya’da kent, Kyuşu ada ­ sında, Oita koyu kıyısında; 133 900 nüf. Kaplıca merkezi (800'ü düzenlenmiş 1 300 demirli ve kükürtlü sıcak su kayna­ ğı). Jeotermal elektrik üretimi. BER a. (ar. berr). Esk. Doğru sözlü, ha­ yırsever kimse. BER a. (fars. ber). Esk. Göğüs, kucak. BER a. (fars. bad ın hafifletilmişi, ber). Esk. 1. Meyve. — 2. Meme. — 3. G enç kadın.



BER a. (ar. berr). Esk. 1 . Toprak, kara, yer: "G âh b e rr ü gâh b a h r Cı gâh serab IG eh im aret gâh ü viran olm u şu m " (Eşrefoğlu Rumi, XV. yy.). — 2. Berr-i atîk (es­ ki topraklar), Asya, Avrupa, Afrika kıtala­ rı. || Berr-i ce d id (yeni topraklar), Am erika ile Avustralya kıtaları. || Berr-i Şam, b err ■üş -Şam, Şam kenti.



Jean Beraln taralından çizilmiş bale kostümü Biblioth^ue de l ’Opdra, Paris



BER sıf. (fars. burden, götürm ek, getirmek'ten ber). Esk. “ Getiren, götüren” an­ lam larında birleşik sözcükler yapar: dil -b er (gönlü alıp götüren, ço k güzel), nam e -b e r (m e k tu p g e tire n ), peya m -b e r, peygam -ber (peygamber, haber getiren). BER- önek (fars. ber, üzerine, üstünde). Esk. t . Farsçada mastarların başına ge­ lerek fiilin anlamını değiştirir. Bu fiillerden yapılan sıfatlar osmanlıcaya da geçmiştir: Be rda r (asılmış, darağacına çekilmiş). — 2 . Adların başına gelerek sıfat ve belir­ teçler türetir: Berhayat (hayatta, yaşayan, canlı, diri). — 3 . Berm urat olmak, dileği­ ne kavuşmak: "B erm urat olmayınca ben, âlem yere g e çsin " (Akif Paşa, XIX. yy.).



BERA — BERAY. BERA BİN AZİB, sahabeden (? - Küfe 691). Hz. M uham m et'in Bedir gazası dı­ şındaki bütün savaşlarıyla fetih savaşları­ nın bir bölüm üne katıldı. Rey ve Kazvin’i fethetti, Cemel olayı’n d a (C e m e r vakası), Sıffin ve Nehrevan çarpışmalarında Hz. Ali yanlısı olarak savaştı. Şiiler tarafından çok tutulan, Hz. P e ygam berin G adir H um m ’ da söylediği Hz. A li'yi öven hadisi, onun tarafından nakledildi. Ö m rünün sonlarına doğru kör oldu; Kûfe’ye çekildi ve bura­ da öldü. BERÂ BİN MALİK (EL-), arap komutan, sahabe ve ünlü hadis rivayetçisi (VI-VII. yy.). Enes bin M a likin kardeşidir. Cesare­ tiyle tanındı; özellikle Uhud ve H endek sa­ vaşlarında kendini gösterdi. Hz. Muham ­ met'in ölümünden sonra ortaya çıkan sah­ te peygamber Müseylimet ül-Kezzab üze­ rine gönderilen birliklere katıldı. Halife Öm er dönem inde (634-644) Şuşter’i (Tuster) fetheden kuvvetlere komuta etti, bu sı­ rada öldü. BERA BİN MARUR(EL-), sahabeden



(? - M edine 622). Hazrec kabilesindendir. 622 yılının yaz aylarında yapılan ikinci Akabe toplantısına katıldı. ( -» A k a b e b IATI.) Buraya gelen ikisi kadın 74 medineli arasında büyük saygı gördü ve Peygam­ b e rin , kendisine katılması yolundaki öne­ risini içtenlikle ve coşkuyla kabul ederek Medine temsilcisi seçildi. Peygamberden önce, nam azlarda kıble olarak Mekke'yi kabul etmişti. Hz. M uham m et'in kendisi­ ne kıblenin Kudüs o lduğunu söylemesi­ ne karşın ölünceye kadar, Mekke’ye yöne­ lerek nam az kıldı.



der. Bu iki tür dürtünün nicelik bakımın­ dan değişik oranlardaki bir bileşimi, ruh­ sal yaşam da her zam an etkilidir. Nitekim kopukluk, ölüm dürtüsüne, Eros’un uyum­ lu hale getirmeye çalıştığı şeyi parçalama, dağıtm a ve yok etm e doğrultusunda et­ kinlik kazandırır.



BERÂBİR ya d a BERÂBİRE a (ar B erberim çoğl. Berabir, Berâbire). Esk. Berberistan halkından olanlar, Berberiler. BERÂBİRE -> BERÂBİR. BERÂHİN çoğl. a. (ar. b ü rh a riın çoğl.



berâhiri). ts k . Deliller, kanıtlar: Berâhin-i aleniye (açık, m eydanda olan kanıtlar). lik, arılık, — 2. Yargılama sonunda suçsuz Berâhin-i kaviye (sağlam kanıtlar). olduğu anlaşılma, temize çıkma; aklan­ ma: Suçlu beraatını istedi. — 3. Beraat et­ ■ BERAİN (Jean), fransız süslem eci mek, bir kimse sözkonusuysa, hakkında (Saint - Mihiel 1 6 3 9 -P a ris 1711). Genç açılan davada suçsuz olduğu belli olmak, yaşta Paris'e yerleşen Berain, zaman za­ suçsuzluğuna karar verilmek; aklanmak. m an gravürcü olarak çalıştı, 1674’te, sa­ || Beraatı zimmet, borcu olmama durumu; raydaki şenlik ve eğlencelerde kullanılan borçsuzluk (esk.). dekor, sahne makineleri ve kostümleri ta­ — Cez. huk. Sanığın suçlu bulunm adığı­ sarlamakla görevlendirildi. 1682-1684'ten na ilişkin m ahkem e kararı. (Sanığın işle­ başlayarak, ço k sayıda binanın iç deko­ diği iddia edilen eylem in kanıtlanamadırasyonunu tasarladı. Beauvais için duvar ğı, eylemin suç oluşturm adığı ya da sa­ halısı taslakları hazırladı, bezek çeşitleri­ nığın ceza sorum luluğunun bulunm adığı ni topladığı ço k sayıda gravür kitabı ya­ durumlarda mahkeme beraat kararı verir.) yımladı. Yapıtlarında, groteskleri çok öz­ — isi. huk. Beraat-ı zim m et asildir, bir kim­ gün bir biçim de kullandı. Sanatı, Louis senin suçsuz ve borçsuz olması temel ku­ XIV üslubunun rocaille'a doğru gidişinin raldır. (Suçsuzluk ve borçsuzluk asıl oldu­ habercisidir ğuna göre, bir kimsenin suçlu ya da borç­ BERAN (Josef), çek din adamı (Plzeri lu olduğunu iddia edenin bunu kanıtlama­ 1888 - Rom a 1969). Prag Ü niversitesi’n­ sı gerekir. Bu kural İslam hukukunun te­ de tanrıbilim profesörlüğü yaptı. Nazi iş­ mel kurallarındandır.) gali sırasında, D achau’d a tutuklu kaldı, BERAAT a. (ar. b e ra a t). Esk. Erdem, ol­ 1946’da Prag başpiskoposluğuna atan­ gunluk, iyilik, güzellik gibi nitelikler bakı­ dı; ancak kom ünist hüküm etin güttüğü m ından benzerlerinden üstün olma. din karşıtı siyaseti göz önünde bulundur­ — Ed. Beraat-ı istihlal, edebiyat yapıtına et­ m ak zorunda kaldı. 19 4 9 ’d a G üney Mokileyici ve ilgi çekici bir girişle başlama sa­ ravya'da gözaltına alındı; 1963’te serbest natı. (Hüsn-i matla, hüsn-i ibtida da denir. bırakıldı. 1965'te kardinallik görevine ge­ Fuzuli’nin Leylâ vu M e cnu n 'unun mensur tirilince Vatikan'a gitm ek üzere Çekoslo­ girişi; Sinan Paşa’nın Tazarruname’ye gi­ vakya'dan ayrıldı. rişi bu sanatın güzel örneklerindendir.) BERANGER (Pierre Jean DE), fransız BERABER be. (fars. ber-S-ber). Bir ara­ şair ve şarkı yazarı (Paris 1780 - ay. y. da, aynı anda; ortaklaşa, birlikte: Ü ç yıl 1857). Önce basımcılık yaptı, sonra ba­ beraber oldular. Eve beraber döndük. Bu basının bankasının başarısız girişimlerine işi b e ra b e r tasarladık. Sonuna kadar se­ katıldı. Hüküm eti eleştiren şiirleri ve şar­ ninle beraberim. kıları yüzünden üniversitedeki yazıcılık görevinden (1809) aiındı (1821). Buna ♦ a. Berabere bitmek, maç, yarışma karşılık, yapıtlarındaki halkçı, liberal ve vb. sözkonusuysa, taraflar birbirine üstün­ yurtsever özellikleri nedeniyle çabucak lük sağlayam adan sonuçlanm ak: ikinci üne kavuştu: en yalın biçim iyle kiiise kar­ m a ç berabere bitti. || Berabere kalmak, iki şıtlığından da, parlak Napolöon destanın­ rakip takım, oyuncu vb. sözkonusuysa, dan da konular çıkardı ve sıradan insanla­ yenişememek, |j Beraberinde, eşliğinde, rın ilginç portrelerini çizdi (Lisette). Büyük yanında: Beraberinde kardeşini d e getir. b ir hayra n lık u yandırdı, kim ilerince Bu olay beraberinde yeni sorunlar getire­ (Stendhal, ve 16 yaşında onun gibi olma­ bilir. || Bununla b e ra b e r -> BU. || H e p b e ­ yı düşleyen Mallarmö) çağın en büyük şa­ ra be r -* HEP. iri olarak kabul edildi, herkesten saygı ♦ sıf. Müz. Koronun seslendirdiği söz­ g ördü ya da en azından kabul edildi lü müzik yapıtları için kullanılır: Beraber ve (Chateaubriand), kimilerinde de korku solo şarkılar, türküler. uyandırdı. Her türlü unvan ve onuru (bu BERABERCE be. Birlikte, ortaklaşa, arada Akademi üyeliğini) geri çevirdi, si­ h ep beraber: Bir sorunu beraberce çöz­ yasal kavgaya girmektense özgür kalmayı mek. yeğledi ve "k e n d in e ra ğm e n " Paris hal­ kının oylarıyla geldiği m illetvekilliği göre­ BERABERİ a. (fars. b eraber ve -/'den vinden istifa etti (1848). Bundan sonra, beraberi). Esk. Beraberlik, denklik, eşit­ manevi otoritesinin zayıfladığını fark eden lik. yeni yazarlar (Baudelaire, Flaubert, BouBERABERLİK a. Birlikte, beraber olma ilhet, vb.) yapıtının bayağı ve kof yanları­ durumu; birliktelik: Beraberlikleri kısa sür­ nı ortaya koyarak "ulusal şair’ln silinip dü. unutulm asına yol açtılar. A ncak Beran— Psikan. Dürtülerin beraberliği-kopukluger, XX. yy. başında eskiye özlem duyan ğu, am açlan ya d a konuları bakımından, ulusçular ve d aha sonra m arxçılar tara­ yaşam dürtüleriyle ölüm dürtülerinin bir­ fından bam başka bir açıdan yeniden keş­ liğini ve ayrılığını belirten ikili deyim . (Bk. fedildi. Yapıtları: le Roi d'Yvetot, le Dieu ansikl. böl.) des pauvres gens, Pariez-nous d e lui, — Spor. Beraberlik golü, beraberlik sayı­ Grand-Mâre (bu yapıtta Napolöon l’in anı­ sı, tarafları eşitliğe götüren gol ya da sa­ sını yüceltir), le Sacre d e Charles le yıSim pie, le Vieux Sergent. —ANSİKL. Bu karşıtlar çiftini ilk kez Freud, 1920’de, Janseits des Lustprinzips adlı ya­ BERANGER (Anne), rus asıllı fransız ti­ pıtında ortaya attı. Dürtülerin beraberliği yatro sanatçısı (Kahire 1929). Mesleğine ya da yaşam ve ölüm dürtülerinin birliği, ORTF’te, XVIII. yy. İtalyan operaları Çizeri­ sadizm de ve mazoşizm de görüldüğü gi­ ne bir diziyle başladı. Daha sonra,- Edith bi, erotik eğilimleri saldırgan eğilimlerle Piaf’a adadığı la Voix (1965) ve Geori birleştirir. Bu eğilim lerin kopukluğu ya da Bouö ile la Pörichole'ü (1966) gerçekleş­ ayrılığı, çiftyanlılığın özgül bir mekanizma­ tirdi. 1964-1970 arasında, Phâdre, Ateş ku­ sıdır. Aynı nesneye yönelik sevgi-nefret ba­ şu, Harika M andarin, M ü srif oğul, Bahar ğıntısında,iki dürtü kategorisinden her biri, a yini gibi dans üzerine altmış kadar tele­ vizyon program ı yaptı. 1969’dan sonra, bağımsız bir biçim de kendi amacını gü­



BERAAT, -tı (ar. b e r a'et) 1. Esk. Temiz­



Joseph Russillo ile birlikte kendi kum pan­ yasını kurdu. Topluluğu Boulogne-Billancourt tiyatrosu'na yerleşen (1976) Anne Böranger, Jean-Marie Marion, Carolyn Carlson, Micha Van Hoecke (1976’dan başlayarak topluluğun bale yöneticisi) gi­ bi dansçılarla koregrafların yetenek ve ya­ pıtlarının tanınmasına katkıda bulundu.



BERANİLER (EL-), Butrlar ile birlikte berberi topluluğunu oluşturan gruplardan biri. A vras kökenli oldukları ya da Kuzey Konstantin bölgesi ve iki Kabiliye'den gel­ dikleri söylenir. BERAR, Hindistan’da bölge, Maharaştra’da, Dekkan platosunda. Başlıca kenti Am ravati. H indistan'ın başlıca pam uk üretim m erkezlerinden biridir. Dokum a sanayisi, ingilizler'in ilk kez 1817’de işgal ettiği Berar, 1853-1947 arasında İngiliz egem enliğinde kaldı.



BERARDİA a. (öz. a. B e ra rd 'dan). Çok b üyü k kömeçli ve ço k kısa saplı, tüylü dağ bitkisi. (Bileşikgiller familyası.)



BERARDO (aziz), Francesco d 'A ssisi’ nin tarikatındandır (öl. Fas. 1226). Dört din adamıyla birlikte aziz Francesco d'As­ sisi tarafından müslüman ülkelere gönde­ rildi. ilk vardıkları şehir olan Sevilla'da iyi karşılanmadı. Daha sonra gittiği Fas'ta idam edildi. 1481 'de ermişler arasına alın­ dı. BERAS ya da BARAS a. (ar. beras). Tıp. Esk. 1. Abraşlık, vücutta beyaz leke­ ler çıkma hastalığı. — 2. Hayvanlarda ya­ ra yerinden çıkan beyaz tüyler. BERAS KETHÜDASI a. Kur. tar. Os­ devletinde hastane zabitlerine ve­ rilen ad. (Hastanelerin gelir ve giderlerini kaydederlerdi.) m a n lI



BERASTAGİ ya da BRASTAGİ, En­ donezya’da kent, Sumatra adasında, Toba gölünün K.’inde. D ağda dinlenm e merkezi (1 600 m). BERAT a. (ar. bera"a, bağımsız olma' dan berât). 1. Resmi belge, imtiyaz bel­ gesi. — 2. Osmanlı im paratorluğu’nda bir kimseye verilen rütbe, nişan ya da to p ­ rak imtiyazını gösterir padişah fermanı. — 3. Eskiden avrupalı konsoloslar tarafın­ dan him aye edilen osmanlı uyruklarına verilen yazılı belge. — Folk. Berat mumu, berat kandili günü ve gecesi cam iye gidenlerin birlikte g ö ­ türdükleri mum. (Caminin aydınlanması­ na katkıda bulunm a am acıyla götürülür­ dü. Küçükleri yanında, şam danlarda ya­ kılan bir ya da beş kilolukları da vardı.) — isi. Berat kandili ya da gecesi, kameri takvim de şaban ayının 14’üncü g ün ü ­ nü 15’ine bağlayan gecenin adı. (Bazı tef­ sirlere göre, K uran’da Duhan suresinin 3.-6. ayetlerinde sözü edilen "kutsal g e ­ c e ", Berat gecesidir, ibadetleri ve öteki iyi davranışları ile kendilerini A llah'a sev­ direnlere bu gecede bol sevap verilece­ ği için geceye bu adın konulduğu, Hz. M uham m et'in bu gecedeki dilek ve ya­ karışı üzerine, kendisine Allah tarafından tam bir şefaat yetkisi verildiği söylenir. Bu nedenle m üslüm anlar bu geceyi kutsal sayıp kandil olarak kutlarlar. Berat kan­ dilinde dua etmek sünnettir; tebrikleşmek ve kandil çörekleri pişirm ek ise gelenek olmuştur.) — Kur. tar. Osmanlı devletinde herhangi bir göreve atama, maaş bağlanması, rüt­ be, unvan, nişan verilmesi, vergi bağışık­ lığı ve ayrıcalık tanınması gibi durum lar­ d a ilgililere verilen resmi belge.(Bk. an­ sikl. böl.) || Berat-ı cibayet, hazine ya da vakfa ilişkin paraları toplam akla görevli devlet m em uruna (oâbi) verilen yetki bel­ gesi. (Evkaf nezaretinin kurulmasından sonra bu yöntem e son verildi.) || Berat-ı hüm ayun (berat-ı şerife de denir), padi­ şahın herhangi bir konuda ilgililere verdiği tuğralı belge. (Kimi durum larda bu berat­ ların tuğraları çekilir, ancak atama bölüm­ leri boş bırakılarak ilgililere iletilirdi. Böy­



lece valilere ya da vezirlere, uygun bul­ yirmi bir ülkenin katıldığı bir konferansta dukları kişileri kendi yetkilerine dayana­ oluşturulan büro. Bu büronun kurulması, sanayi mülkiyetine ilişkin yasaların düzen­ rak atam a hakkı tanınırdı.) || Berat-ı kah­ ve, Mustafa II dönem inde (1695-1703) lenmesi ve ulusal kuralların yerine ortak kahveden alınan güm rük vergisine ek yönetmeliklerin geçirilm esinde önemli bir evre oluşturdu. Büronun merkezi olarak olarak konan yeni vergiye ilişkin kararna­ menin adı. (Bu ek vergi miktarı, okka ba­ Münih seçildi. şına beş para olarak kesinleşti.) || Berat-ı BERATLI sıf. (ar. b erâ t'tan). Esk. Ken­ terhani, olağanüstü hizmetleri dolayısıy­ disine ferm anla rütbe, nişan gibi imtiyaz­ la vergi dışı tutulanlara verilen belge. || Be­ lar verilen kimse. rat resmi, Berat-ı hüm ayun verilen kişi­ ■ — Kur. Tar. Beratlı tercüm an, Osmanlı lerden beratın niteliğine göre alınan ver­ devletinden aldıkları izin belgesiyle ya­ gi. j| Feraşet beratı (feraşet-i şerife de de­ bancı elçilik ve konsolosluklarda tercü­ nir), Kâbe’yi süpürm ekle görevlendirilen m anlık yapan yerli hıristiyanlara verilen kişiye verilen belge. || H itabet beratı, cu ­ ad. (Bk. ansikl böl.) || Beratlı tüccar, Os­ ma günleri hutbe okum akla görevli olan­ manlI devletinde ticaret yapm a yetkisi ve­ lara verilen yetki belgesi. || iltizam beratı, rilen reaya ve yabancı tüccarlara verilen devlete gelir sağlayan bir kaynağın belir­ ad. ( - AVRUPA TÜCCARI, MÜSTEMEN.) li bedel karşılığında özel kişiye verildiğini gösteren belge. j| im am et beratı, imamla­ ra verilen yetki belgesi. || im tiyaz beratı, devlete her hizmet alanında büyük yarar­ lıklarda bulunanlara verilen nişanların belgesi. j| Malikâne beratı, bir arazinin ma­ likâne olarak verildiğini gösteren belge. (Beratı alan kişi yaşam boyu sözkonusu araziden yararlanabilir, öldükten sonra bu hak yeniden devlete geçerdi.) || M eşihat beratı, şeyhlikleri onaylanan kişilere veri­ len resmi belge. |j Muafiyet beratı, kimi vergilerden muaf tutulan kişilere verilen belge. || M ukataa beratı, saray ya d a as­ kerlik hizmeti yaptığı için vergi ödem e yü­ küm lülüğünden kurtulan kişilere verilen belge. |i Tababet beratı, hekim lik alanın­ da uzmanlaşmış kişinin bu mesleği uygu­ layabileceğini gösteren belge. || Tecdit-i berat, padişahlar değiştikçe ya da berat­ ların geçerlik süreleri doldukça, bunların yenilenmesi işlemine verilen ad. (Bu iş­ lem de ilgililerden ilk ödedikleri verginin yarısı alınırdı.) || Tımar beratı, tım ar sahip­ lerine verilen belge. |j Beratlar tarihçisi, be­ beratlı tercüman ratları resmi defterlere kayıtla görevli di­ vanı hüm ayun hocası. — ANSİKL. XVIII. yy i'd a n sonra sefaretler —Tic. huk. ihtira beratı, sanayi alanında tercüm an sayısını artırınca yerli hıristiyanbir keşifte bulunan kişinin, belirli bir süre ları da tercüm an olarak kullanmaya baş­ bu keşiften yalnız kendisinin yararlanma­ ladılar. Bunlar cizyeden ve her türlü ver­ sını sağlayan resmi belge. ( -> PATENT.) giden bağışık oldukları gibi ticaretle de —ANSİKL. Kur. Tar. Beratlar divâni yazıy­ uğraşabiliyorlardı. Bu nedenle bazı sefa­ la ve verilen kişinin konumu, rütbesi, işin retler bu beratlı yerli hıristiyanlara büyük önemi göz önünde tutularak tumturaklı ya bedellerle satmayı kazançlı bir iş durum u­ da sade bir üslupta yazılırdı. Berata bazı na getirdiler. Osmanlı devleti kapitülas­ dönemlerde biti, berat-ı şerif, nişan, nişan-ı yonlar dolayısıyla bu durum u kabul et­ şerif, hüküm, misal de denildiğine; kimi m ek ve sefaretlerin gösterdiği adaylara zaman aynı belgenin bir yerinde “ berat", berat verm ek zorunda kaldı. başka bir yerinde "n iş a n " terim inin kul­ lanıldığına da rastlanır. Ayrıca, berat ye­ BERAVER sıf. (fars. b e r ve âver'den rine "m enşur" sözcüğünün kullanıldığı ya ber-âver). Esk. M eyve veren. da ikisinin birlikte anıldığı da olurdu. Ser♦ a. Meyve aÇacı. darlık, Kırım hanlığı, vezirlik, Eflak ve BoğBERÂY ya da BERÂ ilg. (fars. bera, bedan voyvodalığı ve valilik gibi önemli gö­ ray). Esk. İçin, amacı ile, dolayısıyla: 0erevlere getirilenler için verilen belgere rây-ı hatır (hatır için). Berây-i iltihak (katıl­ menşur denirdi. Beratta, belgenin verilme mak için). Berây-i lstikbal(karş\\am ak için). nedeni, belge sahibinin adı ve tanımı, ve­ Beray-i m alum at (bilgi için). Berây-i neza­ rilen görevin niteliği, yeri, maaşı ya da ge­ ket (nezaket gereği). Berây-ı tasdik (onay liri yer alırdı. ( -* Kayn.) iç in ) . Berây-ı tedavi (tedavi için). BERAT, Arnavutluk'un orta kesiminde BERÂYÂ çoğl. a. (ar. b eriyye 'nin çoğl. kent, Osum vadisinin kıyı ovasına açıldı­ berâyâ). Esk. 1, Yaratıklar, halk. — 2. Os­ ğı yerde; 30 000 nüf. O rtaçağ’dan kalma manlIlar zam anında vergi ve haraç ver­ görkem li hisar; kilise (XIII. yy.); cami (XV. m eyen m üslüm an ahali. yy,). Türkler'den kalma köprü (1780). Eski yönetim merkezi ve tarım pazarı. Doku­ BERBAT sıf. (fars. ber- ve b a d 'dan b e rm a sanayisi. bad). 1. Çok kötü, fena: Berbat b ir hava. —Tar. Berat, XIII. yy.'d a Sicilya’nın, ardın­ B erbat b ir durum dayım . — 2. Tiksinti dan da N apoli'nin yönetimi altına girdi. uyandıran, pis, kirli, bakımsız şey için kul­ XIV. ve XV. yy.’larda Musaki ailesince yö­ lanılır: Berbat b ir koku. Berbat b ir ilaç. Üs­ netildikten sonraTürkler'in eline geçti. Bir tü başı ço k berbat. — 3. Kötü, aşağılık müslüm an birliğinin başına geçerek Tekimse için kullanılır: Berbat b ir adam. — 4. pedelenli Ali Paşa'ya karşı ayaklanan BeB ir şeyi, b ir işi, b ir kim seyi berb a t etmek, ratlı İbrahim, bu girişim inde başarılı ola­ onu berbat, kötü b ir durum a sokmak; bir madı (XVIII. yy.). Balkan savaşı sırasında işi, bir şeyi bozmak. || B erbat olmak, kö­ osmanlı egem enliğinden ayrılan Arnavut­ tüleşm ek, bozulmak. luk'un sınırları içinde kaldı. Birinci Dünya BERBAT a. (fars. ber, göğüs ve ar. savaşı’ndan önce AvusturyalIlar, sonra b att'dan ber-batt, kaz göğsü). Esk. Sasada italyanlar tarafından işgal edildi (1918). niler dönem inde İran’da kullanılmış telli ikinci Dünya savaşı'nda Italyanlar’ın eli­ bir çalgı. XVII. yy. 'd a A n a do lu'd a da kul­ ne geçen (nisan 1939) kent, italyanlar ile lanıldığı bilinen berbat, çeşitli kaynaklar­ Arnavutlar arasında kanlı çarpışm alara da değişik biçim lerde tanım lanm aktadır. sahne oldu (ocak 1941). Genellikle teknesi kaz göğsü biçim inde, kopuz ya da lavtaya benzer bir çalgı ol­ Beratlar bürosu (Avrupa), 10 eylül-6 ekim 1973 tarihleri arasında, M ünih'te, d uğu öne sürülür.



b erbe r | BERBERA, Somali’ nin kuzeyinde liman | 5 § a' ®



1530



kenti, Aden körfezi kıyısında; 50 000 nüf. Hayvan dışsatımı. Besin sanayisi. Ruslar, 1975’te burada kurdukları hava-deniz üssünü, Somali ile Etyopya arasındaki O gaden savaşı sırasında boşalttılar. Ya­ pılan bir antlaşmayla Berbera üssünü, 1980’den bu yana A BD kullanmaktadır.



BERBERATİ, Orta Afrika C um huriyeti’nde kent.Yukarı-Sangha’ nın merkezi, B a n gi’nin B .’sında; 35 000 nüf. Ticaret merkezi. Balık yetiştiriciliği. —Yakınlarında elmas madenleri. BERBERBALIĞI a. Karın yüzgeci uzun, kuyruğu çatallı kemiklibalık. (Akde­ niz'in kıyı kesiminde, sıcak ve oldukça se­ rin denizlerde yaşar. Boyu 25 cm 'yi bu­ labilir. Bil. a. A nthias anthias ya da Serranius anthias; hanigiller familyası.)



»BERBERİ a Berberistan halkından ya da bu halkın soyundan olan kimse.



gezici berber Atatürk kitaplığı, İstanbul ■ BERBER a. (ital. barba, sakal'dan barbiere). 1. Uğraşı saç sakal kesimi ve ba­ kımı yapm ak olan kimse. — 2. Saç, sakal kesimi, bakımı yapılan dükkân: Berbere gitmek. — Kur. tar. O sm anlılar’d a orducu esnafı arasında bulunan ve görevleri askeri traş etm ek olan sınıf. || A ğa kapısı kârhanesinde bu sanatla uğraşan kişiler. |j Ende­ run odalarından seferli koğuşuna bağlı bulunan ve sarayda berberlik yapanla­ rın unvanı. |j B e rbe r gediği, berber dük­ kânı açm a yetkisi (Bk. ansikl. böl.) || Ber­ b e r başı, Osmanlı sarayında padişahı ve şehzadeleri traş etm ekle görevli kişi. (Bk. ansikl. böl.) — ANSİKL. Kur. tar. B e rbe r gediği, Yeni­ çeri o ca ğ fnın kaldırılması üzerine (1826), halkın bu konuda ileri geri konuşmasını engellem ek am acıyla kapatılan İstanbul1 daki kahvehaneler (aynı zamanda berber dükkânıydılar), g edik yöntemi gereğince berber dükkânı olarak yeniden açıldı (1828). Evkaf nezareti’ nce, belirli bir pa­ ra karşılığında verilen izin senetleriyle sağ­ lanan bu hakka, "b e rb e r g e d iğ i” denil­ di. Birçok yetkili devlet m em urunun rüş­ vet yemesine yol açan bu düzen, tüm ge­ diklerin kaldırıldığı 1860 yılına kadar sür­ dü. • Berber başı, Enderunda, H asoda’nın kı­ demli denen ikinci derecede ağalarından sayılırdı. Padişahı traş eder, kesilen saç­ ları güm üş bir leğende yıkadıktan sonra buharla tütsüler ve özel bir çekm ecede korurdu. M ühürlenen bu çekm ece, sürre alayıyla birlikte M edine'ye gönderilir, Hz. M uham m et'in türbesi yakınında bir yere göm ülürdü. Ayrıca, bir şehzadenin saçlarını ilk kez kestiğinde, bu olayı he­ men sadrazama bildirm esi gerekirdi. Bir alay eşliğinde Paşa kapısı’na gider, bil­ dirm e görevini yerine getirdikten sonra kendisine orada hilat giydirilir ve araların­ da beş yüz altın ve donatılmış bir at da bulunan birçok değerli arm ağan alırdı.



BERBER, Sudan’da kent, Nil kıyısında, A tb a ra ’nın N il’e kavuştuğu yerin yukarı kesiminde; Nil vadisini aşan demiryolu bu kentten geçer; 16 500 nüf. BERBER DEVLETLERİ



-»BERBERİS-



TAN.



BERBER MAKAKI a. Kuzey Afrika ve Cebelitarık’ta yaşayan, gelişmemiş kuy­ ruklu makak. (Berber makakı, gündüz do­ laşan, ağaçlarda ya da kayalar arasında yaşayan, hepçil, bazen ekinlere zarar ve­ ren bir m aym undur. 7 ay süren gebelik her m evsim de olabilir ve tüysüz doğan yavru ilk yıllarda ana-baba tarafından ba­ kılır ve korunur. Berber makakı, g ünü­ müzde Avrupa’da yaşayan tek m aym un­ dur. Bil. a. Macaca sylvana; uzunkuyruklüm aym ungiller familyası.) [Eşanl. BER­ BER MAYMUNU, MAGOT.]



■ BERBERİ sıf. Zootekn. B erberi atı, Ku­ zey Afrika kökenli, hava koşullarına da­ yanıklı ve az yem ile yetinen binek atı. Berberi atı arap atından biraz daha iridir, zeki, güçlü ve ç o k dayanıklıdır. A rap atı ile karışık olanlarına, yani yarım kan berberilere berberi-arap denir. || B erberi ko ­ yunu, Cezayir ve Fas’ta yaygın, küçük bedenli koyun ırkı.



Başlıca öbekler, Fas'ta konuşulan (hal­ kın yaklaşık % 40’ı): Yüksek Atlas, Anti At­ las ve Sus’ta (şluh), Orta Atlas ve Rif’te (tamazirt) ve Cezayir’de konuşulan (hal­ kın yaklaşık °/o 2 0 ’si): K abil’de (kabiliye), M zab’da (m zab lehçesi), A vres'te (şaviyye). S ahra’d a(a yn ı zam anda Mali ve Ni­ jerya’da konuşulan tuareg), ayrıca Uarsenis ve Fas sınırı boyunca yer alan, gü­ nümüzde giderek azalan birkaç öbek sa­ yılabilir. Başka yerlerde de berberi ağız­ ları, küm ecikler durum unda varlıklarını sürdürür: Tunus’ta (Cerbe ve Matmata bölgelerinde kimi köyler), Libya'da (özel­ likle Cebel N efusa ve Evcile, Sukna ve Zvara’da), M oritanya'da (Zenegalar). Lehçesel çeşitliliğin ötesinde, berberi­ ce derin bir yapı özdeşliği gösterir: biçimbilimsel yapı ve sözdizim gerçekte aynı­ dır, am a temel ses dizgesi, sözlüğün kökensel birliğini örtm eyle sonuçlanan, bir­ birinden uzaklaşan evrimlere (sızıcılamanın yerleşmesi, arapçadaki boğazsıl ve gırtlaksıl seslerinin alınması) uğramıştır. Öte yandan sözlükte de arapçadan (Siva leh­ çesinde söz dağarcığının % 5 6 ’sına va­ ran) yoğun aktarım lar yapılmıştır. Berbericenin sözlükçesi, tem elde somut, hatta gündelik etkinliklerde çok belirgin sözcük­ lerden oluşur (örn. hayvan yetiştirme ve sulamada), ama, din, yönetim ve kültüre ilişkin sözcükler için arapçadan sözcük aktarır. Berberice hiçbir zam an bir devlet dili olmadı; lehçelere ayrılmış olan arapçanın etkisindeki bu dil gerilem ektedir.



BERBERİDACEAE a. Bot. Kadıntuzluğugiller familyasının bilimsel adı.



berberi atı BERBERİAN (Cathy), ermeni asıllı amerikalı opera şarkıcısı (Attleboro, Mas­ sachusetts, 1925). 1 94 9 'd a M ilano'ya yerleşti ve Luciano Berio ile evlendi. Ku­ sursuz bir teknikle M onteverdi ve Puccini gibi klasiklerin yanı sıra, çağdaş bes­ tecilerin (Berio, Stravinskiy, Cage, Bussotti, Weill) yapıtlarını d a seslendirdi. Vokal icraya yeni olanaklar kazandırdı. Strip R hapsody gibi vokal yapıtlar besteledi.



BERBERİ-ARAP a A ra p ve berberi ır­ kı atların çiftleşm esinden doğan bir at tü ­ rü. (Eşanl. LİBYA BERBERİ.)



BERBERİLER, Kuzey Afrika ve S ahra’ da geniş bir alana yayılmış, otuz kadar alt grub a ayrılan topluluk (Kabiliyeliler, Tuaregler, vb.). Bunlardan Kuzey-Batı Afrika ovalarında yaşayanlar yerleşik, Sahra çöl­ lerinde yaşayanlar göçebe gruplardır. • TARİH. Berberiler, tarihöncesinden bu. yana Kuzey A frika ’da yaşarlar. Berberi­ ler arasında, L ibya’daki N asam onlar ve Psyller, Sahra Garamantları, Eski Afrika Numidialıları, Gaetulları ve M ağribileri sa­ yılabilir. M a ğ rib ’in geniş toprakları ve dağlık engebelerin dağınık bir yapıda ol­ ması Berberiler’in bölgeye bağımsız ve ki­ mi zaman birbirlerine düşm an kabileler halinde yayılmalarını sağladı. Bu, aynı za­ m anda toplum sal örgütlem enin temelini oluşturan unsurdu. Bununla birlikte, ibn H aldun'un iki büyük halk topluluğuna (El -Berani ve El-Butr) böldüğü Berberiler, dıştan gelen istila tehditlerine karşı koy­ m ak için her zam an birlik içinde hareket ettiler.



BERBERİCE a Berberiler’in konuştuğu hami-sami dil ailesinde yer alan dillerin tü­ mü. — ANSİKL. Berberice, Kuzey Afrika bölge­ sinde konuşulan, bilinen en eski dildir, am a yazılı belgeler olm adığı için tarihçe­ si gizemini sürdürmektedir. Hami-sami dil ailesinin bir dalını oluşturması için Libycus (bu dille ilgili, henüz tam çözümlenememiş 1 0 0 0 ’den fazla yazıt bulunm ak­ tadır) ve Kanarya adalarında konuşulan (XVII. yy.’da ortadan kalkan) guanche ile arasında benzerlikler kuruldu. Berbericeyı, Mısır ç ö lü ’ nün batısında (Siva vadisi), Atlantik okyanusu’na uzanan ço k geniş bir coğrafi alan içinde 10 mil­ yondan fazla kişi konuşur, ama varlığını en yaygın olarak arapçanın daha az et­ kisinde bulunan çöllerde ve dağlık bölge­ lerde küm ecikler biçim inde sürdürür. Dil türdeş bir dil olm aktan çok, çeşitli lehçe­ leri konuşanlar arasında anlaşmayı karşı­ lıklı olarak engelleyen lehçe öbekleri (4 000 ile 5 000 arası ağız saptanmıştır) görünüm ündedir. Arapça ve / ya da fransızcayı ilişki ve kültür dili olarak kullanan berberice konuşanlar, genellikle iki dilli­ dir (hatta üç dilli); bununla birlikte kadın­ lar, çoğunlukla tek dil bilir.



berberi kıyafeti Atatürk kitaplığı, İstanbul Önce Num idia, sonra da M oritanya kralı olan M asinissa’nın gerçekleştirdiği Berberi topluluklarının birliği kısa sürdü. Romalılar bu devletleri illere ya da protek-



Berchtesgaden evin, Kaid’lerin d a r ’ı ya da ksa r’ının ve özellikle Atlas kalelerinin (tigremt) üzerin­ de İslam sanatının etkisi oldukça azdır. Ayrıca, berberi özellikleri, elde yapılmış ev eşyalarında da kendini gösterir. Ge­ reçler çoğunlukla kabadır (seramik to p ­ rakları); süslemeler çok eski simgeleri an­ dırır. Arap üslubundan uzak bu simgeler­ de üçgenler, eşkenar dörtgenler, kafes­ ler gibi yalın geom etrik biçimler, yalın ve uyumlu renkler egem endir.



nümismat (XVIII. yy. başı - 1777). Yapıt­ ları: D escription d es m edailles et des m onnaies de la Suöde (fr. çev.) [İsveç m adalya ve paralarının tanıtımı], Histoire des rois de Suâde et d es personnages rem arquables dans ce pays, d 'ap rö s les medailles (fr. çev.) [M adalyalara göre, İs­ veç krallarının ve ülkenin önemli kişileri­ nin tarihi],



toralara dönüştürdüler; ancak daha çok ovalarda etkin olan Romalılar, ne Sahra ve Moritanya kıyısındaki yüksek ova halk­ larına, ne de dağlılara boyun eğdirebildiler. im paratorluk üzerindeki roma etkisi azaldıkça, Berberiler’in ayaklanmaları gi­ derek sıklaştı: Tacfarinas(İ.S. 17-24); Firm us (372-375); Gildon (397-398) başkal­ dırıları, çeşitli kavimler ve berberi ırgatla­ rın ayaklanmaları Berberiler'in bağımsız­ BERCHEM, B elçika'da (Anvers ili) ko­ lığa olan düşkünlüklerini gösterir. Bunun mün, Anvers’ in güney banliyösünde; ortaya çıkm asında sert dinsel tartışmala­ 47 800 nüf. — Bağımsızlık savaşı sırasın­ BERBERİN a. (fr. berberine). Eczc. Karın ve IV. y y .’daki donatusçuluğun da et­ da kent, Belçikalılar ile HollandalIlar ara­ dıntuzluğunun (berberidaceae familyası) kisi vardır. Bu karışıklıklar Vandallar’ın ül­ sında bir savaşa sahne oldu (1830). kö k kabuğundan e ld e e d ile n keyi istila etmesini kolaylaştırdı: ancak BERCHEM (Lodew ijk VAN) - VAN C jo H ^N O J O H ' formüllü alkaloit. (Ateş Vandallar ülkenin tüm ünü ele geçirem e­ BERCHEM. düşürücü, acı ve m ide yatıştırıcı nitelikle­ diler. Avras, Kabiliye, M oritanya ve TripoB BERCHEM (Nicolaes Pietersz.),hollanrinden dolayı kinin yerine kullanılmıştır.) litania'ya girmediler. D oğu imparatorludalı ressam ve gravürcü (Haarlem 1620 ğ u ’na karşı direniş (533-642) daha güçlü BERBERİS a. AMBERPARİS’in eşanlam ­ - Am sterdam 1683). Ressam Pieter Claoldu; Bizans ancak Byzakene, Tunus esz’in oğluydu; bir süre İtalya’da kaldı lısı. (esk. Afrika ili) ile birkaç kenti ve m üstah­ (1642-1645), sonra H aarlem ’e döndü ve kem mevkiyi denetim altında tutabildi. BERBERİSTAN ya d a BERBER sonunda A m sterdam ’a yerleşti (1677). Araplar, VII. yy.’ın ortasına doğru BerDEVLETLERİ, eskiden Kuzey Afrika ül­ Hem en hemen yalnızca manzaralardan beriler ile ilişki kurdular. Başlangıçta Berkelerinin tüm üne verilen ad. oluşan resimleri (sekiz yüz tablo) İtalyan beriler gerilere sürüldüler. Kuşeyle, Avras okulunun özelliklerini taşır. Berchem, tab­ ve Tunus ile Konstantin'in yüksek yayla­ ■ BERBERİSTAN ÖRDEĞİ a Beyaz ya lolarında sıcak ve duru bir ışık kullandı ve larının bir bölümünü kapsayan bir berberi d a tunç rengi alacalı, siyah renkli tüylü ön planlarda köylü ya da hayvan toplu­ krallığı kurdu (687-690). Berberi kadın perdeayaklı. (Bil. a. Cairina m oschata L. luklarına yer verdi. Ö ğrencileri arasında kahram an el-Kahine'ye ün kazandıran Û rdekgiller ailesine giren bu evcil ördek en ünlüleri, K. D ujardin ve P. de Hooch Avras direnişine karşın, Araplar'ın yeni Güney A m erika kökenlidir ve ispanyollar idi. Gravürcü olarak da, değerli estam p­ saldırıları karşısında berberi krallığı yıkıl­ tarafından XVI. y y .’da A vru pa 'ya getiril­ lar (Gaydacı, inekler ve sütçü kadın) ve dı. Berberiler kitle halinde müslümanlığı miştir. Yeşilbaş ördeğin bir alttürü olan ayrıntılara girm eden çalışılmış ço k güzel kabul ettiler ve arap ordularına katıldılar. Anas platyrhynchos L. ile çiftleştirilmesi bir Teke başı bıraktı. Kendilerine çok şey öğreten bir uygarlı­ sonucu dölsüz melezler elde edilir.) ğın etkisinde kalmakla birlikte Berberiler BERCHEMİA a. Asya'nın, Afrika'nın, [Eşanl. MİSK ÖRDEĞİ.) bağımsızlıktan vazgeçmiş değillerdi: kısa Kuzey A m erika'nın ve A vustralya'nın sı­ süre sonra, büyük bir çoğunluğu Sünni­ cak bölgelerinde yetişen dik ya da sarıl­ likten ayrılıp, kendi liberal geleneklerine gan çalı. (Berchemia volubilis Avrupa'da daha yakın olan harici mezhebini kabul kırsal yörelerde yetişir; 12 tür; hünnapgiletti. 740’ta bütün berberi M ağrib ayaklan­ ler familyası.) dı; Kayrevan’dan sürülen Araplar, BerbeBERCHET (Giovanni), İtalyan yazar (Mi­ riler'i ancak 761 'd e Suriye birliklerini yar­ lano 1783 - Torino 1851). Şiirler yazdı (/ dım a çağırdıktan sonra yenmeyi başar­ profughi d i Parga, 1821; Fantasie, 1829); dılar. Daha sonra Abbasiler Doğu Mağİtalyan rom antizm inin en ünlü bildirgele­ rib'i ele geçirm ek ve halkları Berberiler’ rinden birini verdi (Lettera semiseria d i den oluşan, yönetim açısından kendileri­ Grisostomo al suo figliuolo, 1816); bu ya­ ne bağlı, bağımsız krallıklar (Tahert, Tlempıtıyla, aile ve yurt değerlerine bağlı bir sen, Fas, Kayrevan Aglebiler krallığı) ku­ berberistan ördeği burjuvazinin duygularını ustalıkla hareke­ rabilm ek için 40 yıl m ücadele ettiler. erkek (sağda) ve dişi te geçirdi. Berberiler ile Araplar arasındaki bu uz­ laşma hiçbir zaman tam olmadı ve uzun BERCHTESGADEN, Federal Alm an­ BERBERLER ÜLKESİ, Kuzey batı sürm edi. Sünniliğe tepki olarak Berberi­ ya ’da kent, Bavyera’da, Salzburg ÖnalpA frika’da, Akdeniz, Büyük ve Küçük Sirler, IX. y y.’da, haricilikle ters düşmesine leri’nde, 570 m yükseltide; 5 500 nüf. Witte, Atlas okyanusu ve Büyük Sahra ara­ karşın, şii öğretilerini kabul ettiler. Fatımitelsbach ailesinin şatosu ve eski kiliseler. sında kalan yüksek topraklar bütününe ler A bbasiler'e karşı koyabilecek yeterli XII. y y .’dan bu yana işletilen tuzlalar. Ke­ verilen ad. güce erişince, Berberiler'in büyük çoğunreste işleme. Yaz ve kış turizmi merkezi. luğunca desteklendi; buna karşılık küçük 21 000 h a lik ulusal park. BERBERLİK a Saç kesme, yapm a sa­ bir kesim, Zenateler, özerkliklerini ilan —Tar. Berchtesgaden H itler’in konutuy­ natı; berberin işi, uğraşı: Berberlik öğren­ ederek ispanya Em evileri’ne katıldılar. mek. du. Söm ürgelerde birtakım ödünler ver­ Fatımiler Mısır’a yerleşince M ağrib'de ka­ m ek pahasına da olsa barışı korum ak is­ Berbername, S a b itin eşcinsel ilişkile­ rışıklıklar başladı. Ziri hanedanını kuran teyen lord Halifax'ı Hitler, 19 kasım rin yanı sıra, berberlikle ilişkili ilginç de­ Sanhaca Berberileri D oğ u 'd a iktidarı ele 1937’de burada kabul etti. Berchtesga­ yimlere yer verdiği 109 beyitlik mesnevi­ geçirdiler; Zenateler Doğu M ağrib’i önce den antlaşması ile (12 şubat 1938) Hitler, si (XVIII. yy.). Sabit D/Van’ının yazma bir­ Emeviler adına yönettiler,sonra kendi ha­ ço k nüshasında yer alan mesneviye çe­ nedanlıklarını kurdular. XI. yy.’daki Hilali şitli şiir m ecm ualarında da rastlanır. istilalarından sonra, dinsel bir reform ha­ BERBERONİK sıf. (fr. berbâronique). reketinden güç alan iki berberi haneda­ Kim. Berberinin nitrik asitle yükseitgenmenı, Murabıtlar ve Muvahhitler büyük im pa­ sinden elde edilen ve 2 3 5 °C 'ta eriyen bir ratorluklar kurdular. Birinci im paratorluk asit için kullanılır. Fas’tan Bicaye’ye kadar uzayan alanda kuruldu; İkincisi tüm M a ğ rib ’i ve TripoliBERBİCE, G u ya n a ’da ırmak, New tania’yı içine aldı. Bu imparatorlukların yı­ Amsterdam yakınında Atlas okyanusu’na kılmasından sonra, Berberiler Fas m eri­ dökülür; yaklş. 560 km. ni. Tlemsem abdülvadi ve Tunus hafşi krallıklarını kurdular; ancak bu krallıkların BERC sıf. (fars. b e r ve ca 'da n ber-cS). güçsüzlükleri yüzünden XIV. yy.’dan iti­ Esk. 1. U ygun, m ünasip, yerinde. — 2. baren, yanyana dizilen, birbirinden kopuk Nâ-bercâ,uygun değil,yersiz. || Pâ-bercâ, birçok kent ve kabileden oluşan bir to p ­ düşüncesinde direnen, dönmeyen. lumsal yaşam biçimi egemen oldu. "M a ğ ­ BERCED a. (ar. berced). Esk. 1. Kaba rib i kapsamamakla birlikte, önce osmanlı kilim. — 2. Yerli halı. egem enliği (XVI. XIX. yy ), daha sonra fransız söm ürgeciliği (XIX.-XX. yy.) Kuzey BERCEO (Gonzalo DE) - GONZALO DE Afrika ülkelerini arap ve müslüman dev­ BERCEO. letlere dönüştüren evrimi hızlandırdı; buna BERCESTE sıf. (fars. ber-cesten, seçrağm en B erberiler ve Rif ve Sahra ara­ m ek’ten ber-ceste). Esk. 1. Seçkin, seçil­ sında Avras ve Büyük kabiliye dağlarına miş. — 2. Güzel, hoşa giden, latif. sığınarak dillerini ve geleneklerini g ünü­ — Ed. Hatırda kalan, güzel, derin anlamlı müze kadar korumayı bildiler. mısralara (örn.: N eler çeker b u gönül, • SANAT. Dış istilalara karşın Berberiler, söylesem şikâyet olur [N ef'i]) verilen ad. özellikle kırsal kesimlerde, özgün bir ge­ Kimi zam an aynı nitelikteki beyit ve kıta­ leneksel sanatı korumayı başardılar; an­ lara da bu ad verilir. cak bu sanatta B erberiler’e özgü öğeleri BERCH (Kari Reinhold), isveçli tarihçi ve belirlem ek de o ld ukça güçtür. Taraçalı



1531



Nicolaes Pietersz. Berchem Kuleli manzara (1656) Rijhsmuseum, Amsterdam



Berchtesgaden Schuschnigg’e, içişleri bakanlığına Seyss -lnquart'ın atanmasını ve avusturyalı na­ ziler için bir af çıkarılmasını kabul ettirdi. Neville Cham berlain, 15 eylül 1938’de, burada Hitler ile yaptığı görüşm ede, ba­ rışı kurtarm ak için, kişisel olarak, Südetler bölgesinin ilhakı ilkesini kabul etti. Kent, 4 mayıs 1945 te fransız 2. Zırhlı tüm eni tarafından alındı.



1532



BERCHTOLD (Leopold, — kontu), avusturyalı diplom at ve devlet adamı (Vi­ yana 1863 - Pereszyne, Sopron yakının­ da, Macaristan, 1942). Kont Aehrenthal’in yerine dışişleri bakanı oldu; onun sırp -karşıtı siyasetini sürdürdü ve panslavcılık akımını durdurm ak için Avusturya ile Sır­ bistan arasında çıkabilecek bir savaşı göze aldı. Bu siyaseti, tem m uz 1914 bu­ nalımı sırasında silahlı çatışmaların baş­ lam asında rol oynadı. O cak 1915’te isti­ fa etti.



BERCİS ya d a BİRCİS a. (ar. bercis). Esk. 1. Müşteri yıldızı. — 2. Sütü bol olan deve. — Ed. - MÜŞTERİ. BERCKHEYDE (Job), hollandalı res­ sam (Haarlem 1630 - ay. y. 1693). Alman­ ya 'ya yolculuklar yaptı; İngiliz sarayında çalıştı. En iyi yapıtları, kent görünüm leri ve kilise içi resimleridir: sıcak bir renklen­ dirm eyle ışık ve gölgeyi ustaca birleştir­ di. Yapıtları Amsterdam (Haarlem'de Aziz Bavon kilisesi'nin içi) .ve Rotterdam müzelerindedir (Amsterdam borsası'nın içi). — GERRİT (Haarlem 1638 - ay. y. 1698). Job Berckheyde’nin kardeşidir; yolculuk­ larında ona eşlik etti ve aynı konuları d a ­ ha donuk bir ışık kullanarak işledi (Ams­ terdam Dam'ı, Louvre).



BERCSENYİ (Miklös), m acar general (1665 - Rodosto, bugün Tekirdağ, 1725). Râköczi ayaklanmasında önemli rol oyna­ dı. — Oğlu LÂZLÖ B e rc h e n y (Epörjes, bugün Presov, Çekoslovakya, 1689 - Lusancy 1778), önce Râkoözi yönetiminde, sonra Fransa’da hizmet gördü ve orada m areşalliğe yükseltildi (1758). Ren ve ispanya seferlerini düzenledi ve Flandre’ da yararlık gösterdi.



baştan ayrıntı



BERÇİDE sıf. (fars. ber-çiden, toplamak, yığm ak’tan ber-çide). Esk. 1. Toplanmış, yığılmış. — 2. Berçfde-damen, dünyadan elini eteğini çekmiş, köşesine çekilmiş.



BERD a. (ar. berd). Esk. Soğuk: "A nun berd-i nesim idür ki ol ihya kılur c a n ı" (Ah­ m et Dai, XV. yy.). BERDAHT -> PERDAH. Berdan barajı, İçel'de Berdan suyu üzerinde, sulama ve şehir suyu sağlama amacıyla yapılan baraj (1984). Gövdesi toprak dolgu tipinde, su toplam a hacmi 87,5 milyon m3, göl alanı 6,7 km2, sulama jŞ, alanı 27 000 ha, yıllık şehir suyu verimi 66 fe milyon m3. Başlangıçta hidroelektrik sant° ralı da öngörüldü, sonra vazgeçildi. |



BERDAR sıf. (fars. b e r ve d a r’dan ber -dar). Esk. 1. Asılmış.— 2. B e rda r etmek, olmak, asmak, asılmak: "Şeriat b ir dahi M ansur’u berd a r etti sansınlar" (Y. K. Beyatlı).



BERDÂR sıf. (fars. ber-dâşten, kaldır­ maksan ber-dSr). Esk. Kaldıran, katlanan, kabul eden: Ferm an-berdâr (fermanı ye­ rine getiren, buyru ğ a uyan).



BERDE -> BARDA.



Nikday Berdiayev



BERDELACUZ a. (ar. b e rd ve acOz’ dan berd-ül-acüz). Esk. 11-17 m art g ün ­ leri arasında m eydana gelen şiddetli so­ ğuk. (Eşanl. KOCAKARI SOĞUĞU.) BERBER sıf. (fars. b e r ve -fer'den b er -ter). Daha üstün, daha değerli, en iyi. — Folk. Berder evlilik, ayrı ailelerden iki er­ keğin, birbirlerinin kız kardeşini alarak yaptıkları evlilik. (Bk. ansikl. böl.) j| Berder aile, berder evlilik yapmış kişilerin ailele­ rine verilen ad. — ANSİKL. Folk. Berder evlilik, A n a do lu ’



da, özellikle geleneksel yaşam sürdüren kesimde, yaygın bir evlenme biçimidir. Ai­ lelerin anlaşmasıyla gerçekleştirilen bu evlilik, başlık parası ve düğün giderleri­ ne ilişkin parasal zorlam alara çözüm ge­ tirmesi yanında, aileler arasında uyum sağlanmasını da kolaylaştırır. Ailelerden birisi yüksek bir başlık parası ister ya da geline karşı kötü bir davranışta bulunur­ sa, öteki aile de aynısını ödün verm eden uygular. Misilleme korkusu, her iki tara­ fın aşırı isteklerde bulunmasını ve ge­ linlere kötü davranılmasını engeller. Pa­ rasal ve toplum sal koşulların zorlam asıy­ la geliştirilen bir tür yum uşak çözüm olan berder evliliğe, kimi yörelerde kepir ya da değişik yapm a d a denir.



BERDEVAM sıf. ve be. (fars. b e r ve ar. cfevâm’dan ber-devâm). Esk. Sürekli, sü­ rekli olarak, devamlı.



y a ’yı gizlice öldürttüğünü, m üneccim Gaum ata'nın kendine Berdiya süsü vererek Kam biz’e karşı ayaklandığını ve Persler'in kralı olarak onun yerine geçtiğini anlatır. Ne var ki Dara I, öyküyü, bir gaspı gizle­ m ek için uydurm uş olabilir ve K am biz’e karşı ayaklanıp onun yerini alan ve Dara tarafından devrilen (İ.Û. 522) kişinin, gerçekte Berdiya olduğu d üşü n ü le b i­ lir.



BERDSK, Rusya Federasyonu'nda kent, Sibirya’da, Novosibirsk’in G .’inde; 64 000 nüf. Elektronik sanayisi. BERDUŞ sıf. ve a. (fars. b e r ve d ü ş ’tan ber-duş, sırtında, omuzunda). 1. Evsiz barksız, başıboş olarak toplum dışı yaşa­ yan kimse için kullanılır.— 2.Üstü başı pe­ rişan kimseye denir. BERDYCZEWSKİ



-



BERDİÇEVSKİY.



BERDİ a Bataklıklarda ya da sulak ça ­



BERE a. (fars. bere). E s k .l. Kuzu. — 2,



yırlarda yetişen yaygın köklü bitki. (Çiçek­ leri çok sık ve ço k küçüktür, sapların ucunda ço k dekoratif kadifemsi bir m er­ dane biçim inde topluca bulunur [baş], Typha cinsi, berdigiller familyasının örnek tipi; halk arasındaki öbür adları: kofa, kogan.)



B ere-i âb, dalga. || Bere-i du-m aderi (iki analı kuzu), talihi yaver olan, şanslı. —Astron. Bere-i felek, Koç burcu.



BERDİANSK, Ukrayna'da kent, Azak denizi kıyısında; 132 000 nüf. (1989). Ta­ rım makineleri. Turizm. Kentin adı 19391958 arasında Ossipenko’ydu. » BERDİAYEV (Nikolay Aleksandroviç), rus filozof (Kiev 1874 - Clamart 1948). Devrimci görüşlerinden ötürü 1899’da, Rusya’nın kuzeyine sürgün edildi; serbest bırakıldıktan sonra H eid e lb e rg ’de öğre­ nim yaptı, sonra M oskova’ya yerleşti ve yeniden hıristiyanlığa döndü. Novgorodtsev ve Bulgakov ile birlikte,felsefi idealizm sorunlarına ilişkin bir kitap yazdı. Bu ki­ tap, Lenin tarafından sert bir biçim de eleştirildi. M oskova Filoloji fakültesi’nde profesör oldu (1920), yeni sovyet yöneti­ mi tarafından eleştirildi ve 1924 ’te ülke­ sinden ayrılarak bir daha dönm em ek üze­ re Paris’e yerleşti. Yapıtları: N ovoe Srednevekove, 1924 (fr. çev. Un nouveau Moyen Âge, 1927)[Bir yeni Ortaçağ]; Dukh i realnost, 1927 (fr. çev. Esprit et Realite, 1943) [Ruh ve Gerçeklik]; O naznaçem i çeloveka, 1931 (ing. çev. The Destiny of Man) [insanın yazgısı]; istoki i sm ysl ruskogo, 1937 (fr. çev. Sources et le sens du com m unism e russe, 1939) [Rus ko­ münizminin kaynakları ve anlamı]; Samopoznaniye: Opıyt filosofskoy avtobiografi, 1949 (ing. çev. Dream and Reality: An Essay in A utobiography, 1950) [Düş ve Gerçeklik: bir otobiyografi denemesi]. Ç ağdaş insanın manevi durum uyla yakın­ dan ilgilenen Berdiayev, Rönesans d ü ­ şüncesinin karşısına ortaçağ uygarlığını çıkarır.



BERDİÇEV, Ukrayna’da kent, Jitom ir’in G .’inde; 18 500 nüf. Verimli bir ta­ rım bölgesinin donanım merkezi. B E R D İÇ E V S K İY ya d a BERDYCZEWSKİ (Miha Yosef), ibranice ve yidişçe yazan yazar ve filozof (Medjiboj, Podolya, 1865 - Berlin 1921). Özellikle B in G o rio n takm aadıylatanındı. Haskala hareketinin küçüm sediği hasidlik gele­ neğini yeniden canlandırdı ve İbrani ede­ biyatına yeni tem alar getirm eye çalıştı.



BERD-İ NİŞANDE, İran’da, M escidi Süleyman (Huzistan) yakınında arkeolo­ jik sit. Bu eski elam ve ahemeni başken­ tinde yapılan kazılar, üst üste en az on dört arkeolojik tabakanın varlığını ortaya koyar. İ.Û. II. binyıldan kalma m ezarlar­ da çokrenkli pişmemiş topraktan erkek ve kadın başları bulunm uş, akropoliste ya­ pılan kazılarda da İ.Ö. IV. binyıla ait ya­ pılar gün ışığına çıkarılmıştır. BERDİYA, pers kralı Keyhüsrev ll'n in en küçük oğlu. Dara I, Bisütun’daki ya­ zıtında, Keyhüsrev'in büyük oğlu ve ha­ lefi olan Kam biz'in (İ.Ö. 530-522) Berdi-



BERE a. 1. Tıp. Bir bağ ya da yağ do­ kusu içindeki sınırı belirsiz kan akıntısı; bundan ötürü m eydana gelen leke. — 2. M eyve ve sebzelerde çarpm a, sıkışma sonucu oluşan çizik, ezik. — 3. Yara be­ re -»YARA. — Cerr. patol. Hafif bir travm a sonucun­ da dokularda m eydana gelen eziklik. —Tıp. Bir bağ dokusu ya da yağ dokusu içinde yer alan, sınırı belirsiz kan oturm a­ sı; bundan dolayı m eydana gelen leke. (Eşanl. EKİMOZ.) —ANSİKL. Kendiliğinden ya da bir incit­ m e sonucu oluşan bere, dokularda do­ nuk bir kızarıklıkla başlar; yerel safra olu­ şum unun etkisiyle mavi, yeşilimsi ve so­ luk sarı bir renk alır ve üç hafta içinde kay­ bolur. Berelerin çoğu travm alardan ileri gelir ve deri altında görülür; dam arların dayanıklığını azaltan (iskorbüt), kan hüc­ relerini bozan (purpura) ya da kanın pıh­ tılaşma yeteneğini değiştiren (hemofili, kan sulandırıcılarla tedavi) hastalıklarda çok küçük travmalardan da m eydana ge­ lebilir. Berelerin genişlikleriyle biçim ve yerlerinin incelenmesi, travm aların cinsi­ ni, ölüm den önce mi sonra mı m eydana geldiğini saptam ak bakım ından adli tıp­ ta çok önem lidir. Bereler, yerçekim i ya­ salarına uyarak deri altında yukarıdan aşağıya doğru yayılır; örneğin diz kapa­ ğı travm asından sonra ayağa d ek ilerle­ yen bir bereye rastlanabilir. Bereler emi­ lerek kendiliklerinden kaybolur; bununla beraber, bazı hallerde yerel ya da genel proteolitik enzim ler kullanılabilir. BERE a. (fr. beret). Gerektiğinde katla­ nabilen sipersiz başlık. Yuvarlak ve düz takke kısmı, başın girişini oluşturan bir şe­ rit üzerinde daralır. —Ask. Silahlı kuvvetlerin bazı m uharip ve yardımcı sınıflarında, personelin hizmet sı­ rasında giydikleri, kum aştan yapılmış ra­ hat ve yum uşak başlık. (Genellikle zırhlı ve motorlu birliklerde, tank ve araçlara binm e ve her çeşit hizm et faaliyetini ko­ laylaştıran bere, kom ando ve jandarm a birlikleriyle bazı teknik hizmet birliklerin­ de kullanılır. Sınıflara göre berenin renk­ leri değişiktir: zırhlı ve m otoriu birliklerde siyah; paraşütçü, kom ando ve jandarm a sınıflarında mavi renk bere giyilir. BEREGOVOY (Pierre), fransız siyaset adamı (Deville-les-Rouen 1925). Sosya­ list parti üyesidir. 1982-84 yılları arasın­ da Sosyal işler ve ulusal dayanışma ba­ kanlığı, 1984-86 ve 1988-92 yılları ara­ sında Ekonomi, maliye ve bütçe bakanlı­ ğı yaptı. 1992'de başbakan oldu. BEREFŞAN a.(fars. b e r ve efşân’dan ber-efşan). Müz. Türk m üziğinde bir bü­ yük usul. 32 zamanlı,-15 vuruşludur. Zencir* ve birçok d arb e yn * usulünün bileşi­ m inde yer alır. Peşrev, kâr, ikinci beste, tevşih ve ço k seyrek olarak da ilahi form ­ larında kullanılmıştır.



Bereni düm



düm



düm



p©---------- r©--------- ©-------



ı L j



.... tek



tek



.



düm



düm



düm







hek



©—



te



te



'ir r r; j F r i1---6 i j j tek



ke



ke



berefşan usulü BEREHNE -*



BÜREHNE.



BEREHNEGİ • BÜREHNEGİ BEREKÂT çoğl. a. (ar. bereket'm çoğl. berekat). Esk. 1. Bolluklar. — 2. Uğurlar, hayırlar.



BEREKÂT, birçok Mekke şerifinin ortak adı. — BİN HAŞAN BİN AÇLAN (1426 -1497). Memluklar ile iyi ilişkiler geliştirdi. Ancak, Memluk sultanı Ç akmak’ın Mekke’ ye “ nâzır ül-Haremeyn” unvanıyla bir vali gönderm esi ve Türkm enler'den oluşan garnizon kurması, bölgede iki başlı bir yö­ netimin doğm asına yol açtı. — BİN M u ­ ham m et (1497-1525). Öncekinin torunu. Başlangıçta iç karışıklıklarla uğraşmak zo­ runda kaldı. İyi ilişkiler içinde bulunduğu M em luk sultanı Kansu Gavri, Yavuz Sul­ tan Selim’e yenilince, bu kez Osmanlılar’a yanaştı. Oğlu aracılığıyla M ekke’nin anah­ tarlarını Yavuz Selim ’e gönderdi. Aynı adı taşıyan sonraki Mekke şerifle­ ri, O sm anlılar’ın gönderdiği yöneticilere yardım cı olm aktan başka etkinlik göster­ mediler. BEREKET a. (ar. bereket). 1. Bolluk: N erede hareket orada bereket (atasözü). — 2. Halk. Yağmur: Bereket yağıyor. — 3. (Bet) bereket yağmak, bolluk içinde olmak. || Bir şeyin (beti) bereketi kaçmak, kalmamak; (beti) bereketi yok, paradan söz ederken alım gücünün düşük olduğu­ nu; bir yiyecekten söz ederken çabuk tükenirliğini belirtir. |j Halil İbrahim bereketi, İbrahim peygamberi anıştırarak bolluk ve gönenç anlatır: Allah kesenize Halil İbra­ him bereketi versin. — Folk. Bereket oyunları, BOLLUK* OYUNLARl’ nın eşanlamlısı.



■ — Mit. Bereket boynuzu, içi meyve ve çi­ çeklerle dolu bir boynuz biçim inde gös­ terilen ve bereketi sim geleyen süs motifi. (Bk. ansikl. böl.) ♦ be. Bereket (versin), iyi ki, neyse ki: A rabam ın anahtarını kaybettim, bereket (versin) yanım da ye d e ğ i vardı. Hava b u ­ lutluydu, am a bereket (versin) yağm u r yağm adı. —A n s Ik l . Mit. ve Sim. Bereket, roma paraları üzerinde görülen alegorik bir tan­ rıydı. Bu tanrının özel alameti olan bere­ ket boynuzu, keçi A m altheia’nın, ya da boğa kılığına giren Akheloos ırmağının boynuzu sayılıyordu. Çiçek ve meyvelerle dolup taşan bu boynuz, aynı zaman­ da bazı iyilik tanrılarının (Kybele, Ceres, Fortuna) ve Nil gibi kişileştirilmiş nehirle­ rin de özel alameti idi. — Bereket boynu­ zu, ço k sık kullanılan bir süsleme unsu­ rudur (Louis XVI stili mobilyalarda, mimar­ lıkta, vb.).



BEREKETLENMEK gçz. t. Ç oğal­



van Ali, ırgatbaşına haraç vermedikleri için fabrikadan atılırlar. Düşkün bir kadı­ na tutulan Ali, bir çiftlikte çalışmaya baş­ lar; bacağını patosa kaptırarak kan kay­ bından ölür. İnşaatta çalışıp duvarcı us­ tası olan Yusuf, tek başına köyüne döner. Üç roman kişisi içinde kendini kurtarm a­ yı başaran bu sonuncusu, gelecekten umutlu toplumcu ve gerçekçi bir tutum iz­ leyen yazarın olumlu kahramanıdır. Yapıt 1979 yılında sinemaya da uyarlandı. Çe­ kimini Erden Kıratın gerçekleştirdiği film, türk sinemacılığının emek-emekçi üstüne insancıl değerleri en iyi işleyen ürünlerin­ den biri olarak,çeşitli uluslararası şenlik­ lerde ödül aldı,sinemamızın dışa açılma­ sını sağladı.



BEREKETLİLİK a. Bereketli olm a du­ rumu.



BEREKETOĞLU (Haşan Vecih), türk ressam (Rodos.1895-istanbul 1971). Halil Paşa’dan resim dersleri alarak yetişti (1916-1920). Daha sonra gittiği Paris'te, Acadöm ie Julian'a devam etti (1922 -1923). Osmanlı ressamlar cem iyeti'nin üyesi oldu. Bu cemiyetin uzantısı olan Gü­ zel sanatlar b irliği'nin 1968'e kadar baş­ kanlığını yaptı. 1932'de Halkevleri hare­ keti içinde yer aldı ve Halkevleri güzel sa­ natlar bölüm ü başkanlığında bulundu. Bir açık hava ressamıdır. Kurbağalıdere, Karlar altında Salacak, Salacak’ta sabah gibi tanınmış resimleri, İstanbul ve çevre­ sinin konu edildiği peyzajlarının ilginç ör­ nekleri arasındadır. S anatçı, üzerinde yo­ ğun olarak çalıştığı konular nedeniyle, türk resm inde “ Boğaziçi ressam ları" olarak anılan g rub a girer, izlenimci yaklaşımı da Çallı İbrahim kuşağının anlayışıyla öz­ deşleştirilir. Başlangıçta Hikm et Ö nat'a yakınlık d uyduğu görülür. Daha sonra özellikle vurguladığı ışıklı ve diri renkleriy­ le öteki izlenimcilerden ayrılır. A n ka ra ’da yaşadığı dönem de, peyzajın yanı sıra na­ türm ort ve fig ür çalışmalarına da yönel­ miştir.



BERENDİ, XI-XIII. yy.'la r arasında Ka­ radeniz’in kuzeyinde yaşamış bir türk bo­ yu. Oğuz, Peçenek ve Kıpçak türk boy­ larından hangisine m ensup oldukları ke­ sin olarak bilinmemektedir. Rus yıllıkların­ dan elde edilen bilgilere göre, nüfusları oldukça kalabalıktı. Bir bölümü Peçenekler ile birlikte M acaristan’a giderek bura­ ya yerleşti. XVI. ve XVII. yy. osmanlı ka­ yıtlarında Berendi oymaklarından da söz edilm ektedir. G üney Rusya, Macaristan ve A nadolu’da (Antalya ve Konya) günü­ m üzde de Berendi adını taşıyan yerler vardır.



BERENGARİO I (öl. Verona 924), İtal­ ya kralı (888-924), Batı Roma im parato­ ru (915-924). Friuli markisi E berardo ile (Sofu Louis l’in kızı) G isöle’ iıı oğlu. Piacenza yakınındaki Fiorenzuola d ’A rda'da B ourgogne kralı R odolphe ll’ye yenildi (923) ve öldürüldü. — Yeğeni BERENGA­ RİO II (öl. Bam berg 966), İtalya kralı (950 -961). ivrea markisi Adalberto II ile Berengario l'in kızı G isla’nın oğlu. Rakibi İtalya kralı U go ile çarpıştı. Büyük Otto I tara­ fından tahtından indirildi ve B am berg’de gözaltına alındı. BERENGARİO DA CARPİ ya da İACOPO DA CARPİ, İtalyan anatomici (M odena yakınında Carpi 1470'e doğr. -Ferrara 1550). Kendinden önceki araş­ tırmacıların hayvanlar üstünde yaptıkları gözlemlere bakarak, insanda da çift boş­ luklu olduğunu öne sürdükleri dölyatağının tek boşluktan oluştuğunu ilk kez gös­ terdi. Anatom i kitaplarında şekillerin kul­ lanılmasını başlattı.



BEREKETSİZLİK a Bereketsiz olma



BERENGUELA Barcelonalı, katalan



durumu,



BERELEMEK g. f. 1. Bedenin b ir yeri­ ni berelemek, bir şeye çarparak orada bere oluşturmak. — 2. M eyveleri sebze­ leri berelemek, üzerlerinde bere oluştur­ mak, zedelem ek: Dolu, elmaları berele-miş. —Teknol. Bir parçayı mengene ya da ker­ petende fazla sıkarak üzerinde izler bırak­ mak. (Eşanl. ZEDELEMEK.)



BEREKETLİ sıt. 1. Bol ürün veren, ve­



BERELENMEK -*



BERELEMEK.



BERELİ sıf. Berelenmiş olan. BERELİ sıf. ve. a. (fr. bĞret’den). Başın­ d a bere olan kimse için kullanılır: Şu be­ reli genç sizi arıyor.



BEREKETLİ, Tokat’ın Reşadiye ilçesi­ ne bağlı bucak; 17 251 nüf. (1990); 12 köy. Merkezi Bereketli, 3 716 nüf. (1990).



BERELSON (Bernard), amerikalı to p ­ lum bilim ci (Spokane 1912), siyaset bili­ m inde iletişim ve kamuoyu incelemelerin­ de uzmanlaştı. Bu konularda, bazıları P. Lazarsfeld ile birlikte yazılmış birçok ya­ pıtı vardır.



Bereketli topraklar üzerinde, Or­



BERENDÂHTE sıf. (fars. ber-endahten, kalaırm ak'tan ber-endahte). Esk. 1. Kalkmış, yükselmiş, yukarı -çıkmış. — 2. Yükseltilmiş, yüksek dereceye eriştirilmiş.



BERENDÂZ ya da BERENDÂZE sıf (fars. b e r ve e n d â z’dan ber-endâz, ber -endaze). Esk. 1. Kaldırıp bir yana atan;



1533



-»BERENDÂZ



çabucak tükenen, verimsiz şey için kul­ lanılır.



BEREKETSİZ sıf. Bereketi olmayan,



♦ b e re le n m e k dönşl. f. Üzerinde bere oluşmak: B erelenen kolunu sardırmak.



han Kem al’in romanı (1954; genişletilmiş basımı 1964). Ç ukurova’da çalışan işçi­ lerin ve ırgatların ağır yaşam a koşullarını konu edinir: Sivas’ın bir köyünden üç ar­ kadaş Çukurova’ya çalışmaya giderler. İş buldukları çırçır fabrikasında Köse Haşan hastalanır, ölür, iflahsızın Yusuf ile Pehli­



BERENDÂZE



BERENGER de Tours, fransız tanrıbilimci (Tours 1000’e doğr. -ay.y. 1088). D oğduğu kentte bir kilise okulunun yöne­ ticisi oldu. Eucharistia’ya ilişkin öğretisi sert tartışmalara yol açtı. İsa’nın bu ayin­ de kullanılan ekm ek ve şarapta gerçek­ ten varolduğu inancını reddetti ve eucharistia’yı yalnız bir simge olarak gördü. Bir­ kaç kez cezalandırıldı ve öğretisinden caydı. Yeniden eski inancına döndü; ama 1079'da Roma’ya çağrıldıktan sonra ina­ narak pişmanlık getirdi. Ö lünceye değin Tours’da çileci bir yaşam sürdü. Diyalek­ tiği kullanması ve bunu, Tanrı vergisi olan mantığa dayandırması, yönteminin özgün yanıdır.



mak, artmak. rimli toprak,yer için kul\anûır;Bereketli ova­ lar. — 2. Topraktan bol ürün alınan zaman dilim i için kullanılır: Bereketli b ir yıl. — 3. G üç tükenen şey için kullanılır: N e bere­ ketli paraymış. — 4. Bereketli olsun! Be­ reketli ola!, yem ek yem ekte olanlara ya da ürün toplayanlara söylenen iyi dilek sözü.



fırlatan. — 2. Yok eden: Mevani-berendâz (engelleri yıkan, yok eden).



prenses (Barcelona 1108-Öİ. 1449 ?). Bar­ celona kontu Ramön Berenguer lll'ü n kı­ zı. 1128’de Castilla kralı Alfonso VII ile ev­ lendi ve 113 9 ’da T o led o ’yu M urabıtlar’a karşı yiğitçe savundu.



BERENGUELA (1165-1230), Navarra prensesi, Navarra kralı Sancho VI’nın bü­ yük kızı. 1191 ’de, İngiltere kralı Aslan Yü­ rekli Richard I ile evlendi. BERENGUELA (1181-1244), Castilla .kraliçesi (1217), kral Soylu Alfonso VIII ile İngiltereli Eleanor’un büyük kızı, Castillalı B lanche’ ın kız kardeşi. 1188’de Kutsal Roma-Germen im paratoru Friedrich I Barbarossa'nın oğlu Konrad von Schwaben ile nişanlandı, ancak bu evlilik g e r­ çekleşmedi. Berenguela, 1197 de kuzeni Leön kralı Alfonso IX ile evlendi; am a ya­ kın akrabalığı dolayısıyla ondan da ayrıl­ m ak zorunda kaldı (1204). Bu evlilikten, aralarında geleceğin kralı Fernando İli' ün de bulunduğu beş çocuğu oldu. 1214 ’te C astilla n a ip liğ in e getirildi, 1217 ’de kardeşi Enrique l'in yerine Cas­ tilla tahtına çıktı; ama ço k geçm eden b ü ­ yük oğlu Fernando III lehine tahttan çekildi. Oğlunun sefere çıktığı dönem ler­ de ülkeyi yönetti. Eski kocası Leön kralı A lfonso IX’un ölüm ü üzerine, oğlu Fer­ nando lll'ü n Leön kralı olarak tanınması­ nı sağlamayı başardı. Böylece Castilla ile Leön kesin olarak birleşti.



BERENİ (Ziyaettin), hint kökenli iranlı ta-



bereket boynuzu bir XVI. yy. fransız ressamının tablosundan ayrıntı Blois müzesi



Bereni rihçi (?-? 1357'den sonr.). Ünlü hintli sufi Nizamettin Evliya’nın öğrencisi ve şair Husrevi Dıhlevi’nin dostuydu. Muhammet Tuğluk'un on yedi yıl nedim liğini yaptı. Başlıca yapıtları: Abbasi dönem i vezir ai­ lelerinden Berm ekiler’i anlattığı Ahbar-ı Berm ekiyan, Delhi Türk im paratorluğu’ nda 1265'ten, Firuz Şah'ın altıncı saltanat yılına (1351) kadar geçen olayları içeren Tarih-i Firuz Şah.



1534



Berenike ll’nin temsili büstü



yunan sanatı (İ.Ö. III. yy.) Louvre müzesi, Paris



B 6 rin ic e, Racine’in trajedisi (1670). Titus im parator olunca, sevdiği ve kendisi­ ni seven yabancı kraliçe Börönice'i "o n a ve kendine ra ğm e n ” geri gönderir. Oyun u n tü m konusu, Suetonius’un iki cüm le­ sinden alınmıştır. Konunun bu aşırı yalın­ lığı (oyun, R acine'in en kısa yapıtıdır) ya­ zarın, Corneille’in aynı dönem de sahne­ lenen Tile et BĞrönice adlı oyununa kar­ şı çıkm a isteğini gösterir. Corneille’in oyunlarına özgü alışılmış entrika ve ikin­ cil olaylar dizisine karşı, Racine yalınlıkta en uç noktaya varm ak istemiştir. O yunu­ na yazdığı önsözde de, Sophokles ve Horatius’un oyunlarda en yalın eylemleri amaçladıklarını ve her durum da "an a ku­ ralın hoşa gitmek ve etkilemek olduğunu” vurgular. Titus kararını oyunun başında verdiği için, burada yalnızca "trajediye tüm tadını veren g örke m li ü zün tüyü işle­ m ek sözkonusudur. BERENİKE. Tar. coğ. A na do lu ’nun Kilikia bölgesinde eskiçağ kenti; kıyıda, Kelenderis'in (Aydıncık) hemen D.'sundaydı. BERENİKE. Esk. coğ. Sirenayka'da kent, Büyük Sirte körfezinin d oğu ucun­ da. Adı Ptolemaios III dönem inde kon­ muştu. G ünüm üzde Bingazi.



BERENİKE. Esk. coğ. Kızıldeniz kıyısın­ da liman; Ptolemaios ll'n in buyruğuyla, doğudan gelen kervan yollarının denize ulaştığı noktada, günüm üzdeki Ras Benas'ın yakınında kurulmuştu.



BERENİKE, Ptolemaios sülalesinden birçok mısırlı prensesin adı. — BERENİKE I, Ptolemaios I Soter’in ikinci karısı (IV. yy. sonu), kocasının ilk evliliğinden olan oğul­ ları yerine, kendi oğlu Philadelphos'u ve■ liaht seçtirmeyi başardı. — B e re n İke II, K yrene’li M agas'ın kızı, Antigonos Gonata s’ın kardeşi Dem etrios'u öldürttü. Pto­ lem aios Euergetes ile evlendi ve İ.Û. 221 ’de, kendi oğlu Ptolemaios Philopator tarafından öldürtüldü. Savaşa giden kocasının sağ salim dönmesini sağlamak için A p h ro d ite ’ye saçını adamıştı. Adak olarak sunduğu saç lülesi tapınaktan kay­ bolunca, m üneccim Konon, onun yıldıza dönüştüğünü ileri sürdü ve bir burca bu adı verdi. Kallimakhos tarafından yazılıp Catullus tarafından yorum lanan Berenikes Plokamos (Berenike’nin saçı) adlı şi­ ir, bu olaydan esinlenmiştir. — BERENİKE III (278’e doğr.) Ptolemaios Lathyros’un kızı. Kuzeni Ptolemaios Aleksandros II ile evlendi; onun tarafından öldürtüldü. — BERENİKE IV, Ptolemaios Auletes'in kızı; babası yolculuktayken düzenlenen bir ayaklanm a sonunda kraliçe oldu; kocası Seleukos'u boğ d u ıtu p Kappadokialı Arkhelaos ile evlendi. İ.Û. 5 5 ’te, tahtı ele ge­ çirm esinin cezası olarak babası tarafın­ dan öldürtüldü. — BERENİKE, Ptolemaios Philadelphos'un kızı; Suriye kralı Antiokhos II ile evlendi ve onun boşamış oldu­ ğu Laodike'nin em riyle öldürüldü (İ.Û 246). BERENİKE (İ.O. I. yy. sonu -İ.S. I. yy. başı), yahudi prenses, Büyük Herodes l'in yeğeni ve Herodes A g rip p a l'in an­ nesi. Yaşamının sonuna doğru R oma'ya çekildi ve orada Augustus'tan büyük say­ gı gördü.



Robert Bereny



BERENİKE (İ.S. I. yy.), yahudi prenses, Herodes A g rip p a l'in kızı. Yirmi yaşında, amcası ve kocası Khalkis kralı H erodes1 ten dul kaldı. Kardeşi Herodes A g rippa ll ’nin yanında yaşaması söylentilere yol açtı. Yahudi savaşı sırasında (66-70) Ti­



tus ile kurduğu ilişkiden Tacitus da söz eder (Historiae, II, 2).



BERENİKE’NİN SAÇI, Ç oban ve As­ lan takımyıldızları arasında bulunan, ku­ zey gök yarımküresinin küçük takımyıldı­ zı. Efsaneye göre, Mısır kralı Ptolemaios Euergetes'in karısı Berenike, kocası se­ ferden zaferle dönerse, saçını kesip Ve­ nüs’e sunacağına and içer; ancak bu yü­ rekli özverinin ertesi günü saçlar tapınakta kaybolur. G ökbilim ci Ganon, tanrıların, kraliçenin saçlarını gökyüzünde gerçek yerine ulaştırdığını söyleyerek yeni buldu­ ğu bir takımyıldıza “ Berenike'nin Saçı” adını verir. Bu takımyıldızda yalnızca par­ laklığı zayıf yıldızlar yer alır; ama en iyi ta­ nınan gökada küm elerinden Com a kü­ mesi de bu takımyıldızda bulunur. Bu kü­ menin yaklaşık bir milyon üyesi vardır; uzaklığı 220 m ilyon ışık yılı, görünen ça­ pı 6 °'d ir. B erenike'nin S açı'nda ayrıca, küçük dürbünlerle seçilebilen birçok g ö ­ kada yer alır. (M 64, M 85, NGC 4494 vb.) BERENSON (Bernard), Litvanya asıllı a m e rik a lı sanat ya zarı (Vilni 1865 -Settignano, Floransa yakınında, 1959). Boston ve H arvard’da öğrenim gördü. Berlin ve Paris üniversitelerinde bazı ders­ lere devam etti ve 1920’de Floransa'ya yerleşti. Kendi edebiyat bilgileriyle, usta­ larından, Cavalcaselle ve Morelli’den alıp geliştirdiği değerlendirm e yöntemlerini birleştirerek kendini tüm üyle İtalyan rönesans dönem ini incelemeye adadı. Hem tarihçi, hem estetikçi olarak, görüşleriyle resim tarihine büyük katkıda bulundu. Berenson'a göre, sanat yapıtı, yaratıldığı or­ tam dan ve dönem den bağımsızdır, ama "d o ku n u d eğ e rleri” nin.aydınlığa kavuş­ turulmasıyla anlaşılabilecek özgün bir di­ le sahiptir. En önemli yapıtları: Venetien Painters o f the Renaissance (Rönesans’ ta Venedikli ressamlar), 1894; italian Pa­ inters o f the Renaissance (Rönesans’ta İtalyan ressamları), 1931; Sassetta. 1946; italian Pictures o f the Renaissance (Rö­ nesans’ta İtalyan resmi) [yayımı 1968’de tamamlanan 9 ciltlik en önemli yapıtı]. A y­ rıca, kendi yaşamı üzerine bazı anlatılar yazdı: savaş esiri olarak anılarını konu alan R um our a n d Reflection 1941-44 (1952) ve öğretisinin en önemli yanlarını ortaya koyan Sketch fo r a Self-Portrait (1955).



BERENT (Wacfaw), polonyalı yazar (Varşova 1873- ay.y. 1940). Nietzsche' nin yapıtlarını çevirdi. Flaubert hayranıy­ dı. Yapıtlarında, önce sanatta ve ede b i­ yatta başarısız olanları (Prochno, 1903), daha sonra halk çevrelerinden kopm uş soylu ve burjuva salonlarını (Ozimina, 1911) yansıtarak devrini anlattı. Bu son yapıtındaki "sanatlı y a z f'y la , J o y c e ’ un Ulysses'i ile ün kazanan bazı zaman ve çağrışım tekniklerini öncelediği g örü ­ lür. A rdından bir O rtaçağ kentinin belge­ sel biçim de canlandırıldığı Zyvve Kamienie (1918), N urt (1934) gibi tarihi rom an­ lara döndü. BERĞNY (Robert), m acar ressam (Bu­ dapeşte 1887- ay.y. 1953). 1905'te Pa­ ris’e giderek Cözanne'ın ve fovların etki­ sine girdi. Sanatı, 1910’dan başlayarak anlatımcılığa yöneldi; 1935’ten sonra da renkli ve canlı bir gerçekçiliğe ulaştı. BERESFORD (VVİlliam CARR, vikont - ) , İngiliz general (1768-Bedgebury, Kent, 1854). Mısır, G üney Am erika ve özellikle Yanm ada savaşı’ nda yararlık gösterdi (1806’da Buenos Aires’te esir düştü); bu savaşta Portekiz ordusunu yeniden d ü ­ zenlemeyi başardı. BERESFORD (John Davys), İngiliz ya­ zar (Castor, N ortham ptonshire, 1873 -Bath 1947). Mimarlık ve gazetecilik yap­ tı. Başkaldırı rom anından (The Early H is­ to ry o f J a cob Stahl, 1911; The invisible Event. 1915) freudcu yorum lara yöneldi (G o d 's Counterpoint, 1918; Love's illusion. 1930; Strange Rival, 1940; WhatDre-



am s m ay come, 1941). Yoksunlukların sürekliliğine dayanan "çözü m leyici" bir gerçekçiliğe ulaşmaya çalıştı.



BERESFORD (Elizabeth), İngiliz roman­ cı (Paris 1925). Günüm üz çevrebilim ini muştulayıcı temalar işleyen, çocuklara yö­ nelik serüven kitaplarıyla tanındı (Flying Doctor, 1964; D angerous Magic, 1972; The World o f the Wombles, 1976). BERESTEÇKO, lehçe Beresteczko, Ukrayna'da kent, Volinya'da, Lvov'un K D.'sunda; 2 900 nüf. Polonya kralı Kazimierz V, 30 haziran 1651’de Kazaklar ile Tatarlar’ı burada yendi,



BEREŞ a. (ar. bereş). Esk. 1. Tırnak üze­ rindeki beyaz leke. — 2 . Atın üzerindeki beyaz leke, benek. — Dilbil. Osmanlıcada, arapça "ba ra s" ile karıştırılarak, abraşlık yerine kullanılmıştır.



BERETE -»BARATA. BERETTA a. (m ucidinin adından). 9 m m ’lik otom atik İtalyan tabancası.



BERETTA (Caterina), İtalyan dansçı ve dans öğretmeni (Milano 1839 - ay.y. 1911). La Scala dans okulu'nda yetişti, Lucien Petipa’ya eşlik etti. Torino Reggio tiyatrosu’ nda ve Petersburg Mariinskiy tiyatrosu’nda da dans etti. La Scala’da ba­ le yöneticiliği ve öğretm enlik yaptı (1902 -1908). Pierina Legnani, Anna Pavlova, Tam ara Karsavina gibi öğrenciler ye­ tiştirdi. BEREZİN (Ilya Nikolaeviç), rusdoğubilimci ve türkolog (Perm 1818-Petersburg 1896). Kazan Ü niversitesi’nin tarih ve fi­ loloji bölüm lerini bitirdi (1842). Dağıstan, Kafkasya, Anadolu, İran ve Moğolistan' da üç yıl kaldı. 1846’da Kazan Universitesi'nin türk dilleri kürsüsünde profesör ol­ du. 1875'te Petersburg Üniversitesi do­ ğu dilleri kürsüsü'ne atandı. Doğu tarihi­ ni, dillerini ve arkeolojisini inceledi; arap­ ça, farsça,türkçe, m oğolca alanlarında çalıştı. Başlıca yapıtları: Systeme desdialectes turcs (Türk lehçeleri sistemi, 1849), Gram m atikS persidskogo yazıka (Fars dili grameri, 1853), N orodniya poslovitsi turetskogo plem eni (Türk boyları­ nın atasözleri, 1856), Turetskaya hrestom atiya 1-3 (Türk edebiyatı antolojisi (1857-1888), O çerki unutrennego ustroystva ulusa djuçteva (Cuci ulusu iç ör­ gütlenm esinin ana çizgileri, 1864).



BEREZİNA, Beyaz Rusya’da ırmak, sağ kıyısında Dniepr ırmağına kavuşur 613 km. —Tar. 1812 kasımı sonunda, Ruslar’ın kovaladığı N apolöon’u n "B ü y ü k O r d u '­ sundan artakalanlar, apansızın buzları çö­ zülen Brezina’nın kıyılarına vardılar. Irma­ ğı hangi noktadan aşacağını belli etme­ mek ve düşmanı yanıltm ak için Napolöon, iki seyyar köprü yaptırmaya başladı. General Eblö komutasındaki köprü istihkâmcıları, buzlu sular içinde gece gündüz (25-26 kasım) çalıştılar, içlerinden çoğu öl­ dü, ama Fransızlar da ırmağı geçmeyi ba­ şardılar (27-29 kasım).



Berezka ya da Berlozka, rus halk dansları topluluğu. BER EZN İK İ, Rusya'da kent, Ural dağlarının kuzey kesiminde; 201 000 nüf. (1989). Soda ve potas yataklarının ürünlerini işleyen kimya kombinası (amonyak, soda, asitler). Doğal gaz. BEREZOWSKY (Nicolai), rus kemancı, viyolacı, orkestra yöneticisi ve besteci (P etersburg 1900-N ew Y ork 1953). 1921 ’de A B D ’ye yerleşti. Besteleri arasın­ da, özellikle 4 senfonisini, Eskiçağ desta­ nından yararlanarak yazdığı Gılgamış oratoryosunu ve çocuklar için yazdığı Ba­ h a r the Eiephant adlı operasını anm ak gerekir. BERF a. (fars. berf). Esk. 1. Kar: "Beyaz berf i sevad-ı leyale meczediniz I Bu reng-i serd ile m anzur olurdu vech-i sema " (Tevfik Fikret). — 2. B erfdan, buzluk, karlık. ||



Bergama Berf-dar, karlı. || Berf-nak, yaz kış karı ek­ sik olm ayan yer.



BERFE (Süreyya), türk şair (İstanbul 1943). istanbg! Üniversitesi edebiyat fa­ kültesi felsefe bölüm ü’nü bitirdi (1969). G ünlük yaşamı, gazetelere yansıyan ha­ berleri, işçi sorunlarını serbest bir söyleşi biçim inde dile getirdi; sanat ve siyaset adamlarının, aydınların yurt sorunlarına hatalı yaklaşımına, taşlamalar yöneltti. Da­ ha önce yayımlanmış 3 kitabındaki bütün şiirleri Ufkun dışında (1985) kitabında bir araya getirilmiştir.



BERFİN sıf. (fars. berf.ve -in, sıfat e ki’nden b erfin). Esk. K ardan yapılmış, ■kardan. BERG ya da BERK a. (fars. berg). Esk. 1. Yaprak: "B ir ze ba n d ur şerh-i gam tak­ ririne her berg-i g ü l" (Fuzuli, XVI. yy.). — 2. Berg-i hazan, sonbahar yaprağı: "B erg -i hazâna dönse gerek rûy-i lâle -re n g " (Baki, XVI. yy.). |j Berg ü bar, yap­ rak ve meyve; yiyecek içecek, mal, ser­ vet: “ A za d ed ü r nihai bug ü n berg ü b â r­ d a n " (Baki, XVI. yy.). "M üstefi ol, ol şu b erk ü b â rım d a n " (Tevfik Fikret). —Süslem. sant. Berg-i halkâri, altın yal­ dızla yapılmış yaprak biçimi süsleme. || Berg-i ıtri, stilize edilm iş ıtır yaprağı biçi­ m inde bezeme öğesi.



BERG (Claus), D anim arka'ya yerleşmiş alm an heykelci (Lübeck ? 1480’e doğr. - ? 1532’den sonr.). Geç gotik dönem in kendine özgü ve pitoresk bir yorumcusuydu; başyapıtı O dense’deki St-Knud kilisesi’nin büyüksunakarkalığını süsleyen yaldızlı resimlerdir. İsa’ nın çarmıha geril­ mesini işleyen ortadaki kompozisyon, C ranach’ın bir gravüründen alınmıştır. Predella’da ise D anim arka kral ailesinin gerçekçi portreleri bulunur. BERG (Fyodör Fyodoroviç, kont), rus feldmareşali ve jeodezi uzmanı (Sangast, Estonya, 1793-Petersburg 1874). Asker­ lik ve istatistik konusunda Türkiye’ye iliş­ kin betimlemesi Aleksandr l ’in dikkatini çekti, çar tarafından Kazak bozkırlarında düzeni sağlam ak ve keşif yapm akla g ö ­ revlendirildi (1823-1825). Jeodezi ve to ­ pografya çalışmalarının yanı sıra Polon­ y a ’da rus kuvvetlerinin kurm ay başkanlı­ ğı (1831-1843), Finlandiya’da genel vali­ lik (1856-1863) görevlerinde bulundu, Po­ lonya'da tümgenerallik yaptı (1863-1874). 1856’da kont oldu. 1863 Polonya ayak­ lanmasını bastırmakta gösterdiği enerjik tutum sonucu 1865’te feldm areşalliğe yükseltildi.



BERG (Christen Poulsen), danimarkalı siyaset adamı (Fjaltring 1829-Kopenhag 1891). 1865’te milletvekili oldu; "halkın kendi kendini yönetm esi" hareketinin li­ deriydi. 1883’te meclis başkanı seçildi ve Estrup hükümeti ile m ücadeleye girişti. BERG (Lev Semenoviç), rus doğabilimci ve coğrafyacı (Bendery 1876 Sen-Petersburg 1950). Moskova Fen fa­ kültesi’nde ihtiyolöji dersleri verdi ve 1940’ta C oğrafya derneği’nin başkanlığı­ na getirildi. Bireşimsel fiziksel coğrafya yanlısıydı; SSCB'nin iklimi, bitki örtüsü, doğal bölgeleri ve coğrafya-tarihi ile ilgili birçok inceleme vaotı.



BERG (Alban), avusturyalı besteci (Viya­ na 1885 - ay.y. 1935). Schönberg’in ders­ leriyle (190 4 -1 91 0 )-yetişti. Schönberg, VVebern ve Berg, Viyana okulunu oluştu­ rurlar. Önce bir süre m em urluk yaptı, 1906'dan sonra kendini tüm üyle müziğe verdi (piyano için 12 Variations, 1908; yaylı çalgılar için op. 3 no'lu dörtlü, 1910; P, A lte n be rg ’in sözleri üzerine orkestra eşlikli 5 Lieder, 1912; op. 6 no'lu 3 Orchesterstücke, 1914). 1911’de şarkıcı Helene Nahovvski ile evlendi. Daha sonra kendisini etkileyecek olan G. M ahler ile dostluk kurdu. Birinci Dünya savaşı'ndan sonra, kendini öğreticiliğe adadı (öğren­ cileri arasında filozof Theodor Adorno da



vardı). Keman, piyano ve 13 çalgı için RBERGAMA, Ege bölgesinde İzmir ili­ ne bağlı ilçe; 101 421 nüf. (1990); 1 688 Kam m erkonzert (1925), yaylı çalgılar km2; merkez bucağı dışında 5 bucak, dörtlüsü için Süite lyrique (1925) adiı ya­ 111 köy. Merkezi İzmir’in 89 km pıtlarında dizisel tekniği uygulamaya baş­ K.’indeki Bergama, 42 554 nüf. (1990). ladı. Ama özellikle VVozzeck (1925) ile bir­ kaç kuşağa birden öncülük etti. Baude­ •TARİH. Bergama (Pergamon), kuruluşu­ laire’in sözleri üzerine bir konser aryası na ilişkin söylenceye göre adını Neoptoolan D er Wein, Lulu’nun sözlü bölümü lem os ile A n drom akbe’nin oğlu Pergaiçin bir ön çalışm a olarak tasarlandı, ilk m os’tan alır. İ.Ö. V. y y .'d a verimli bir ta­ rım alanının ortasında, gösterişsiz bir akkez 1929’da seslendirildi. 1933'te, bunal­ tıcı bir sanat ve politika ortamında, Schön­ ropolis olan kent, Pers kralı tarafından berg de kesin olarak A vrupa'dan ayrılın­ S parta’nın eski hüküm darı Dem aratos'a ca, Berg ülkesinde kendini daha da ya­ (İ.Ö. 4 8 1 'e doğr ) verildi. Ksenophon, Anabasis (onbiıılerin dönüşü) adlı yapıtın­ bancı hissetmeye başladı. S ch ö nb e rg ’i bir daha görem edi. Kalan yıllarını Lulu' da, başında bulunduğu orduyu (“ onbinyu tam am lam ak için çalışmakla geçirdi, ler” ) Yunanistan’a götürürken B ergam a’ ama bu yapıtı yarım kaldı. Bunun bir ne­ ya uğradığında Persler’in him ayesinde hüküm süren G o n g ylo s’un dul eşi Heldeni de Anna M ahler’in kızı Manon Gropius’un ölümü üzerine bir ağıt olarak ta­ las’a konuk olduğunu yazar. A nadolu'ya sarladığı, keman ve orkestra için Bir m e­ egem en oldukları dönem de Persler’e ha­ leğin anısına konçerto (1935) adlı yapıtı raç veren yunanlı tiranlarca yönetilen bitirmeye çalışmasıydı. Aynı yıl yaz bo­ kent, ionia ihtilaline ve Mysia satrapı yunca, bir böcek sokması sonucu yaka­ Orantes'in ayaklanm asına katıldı. landığı septisem iden yattı. Ç ok geçm e­ Granikos savaşı (İ.Ö. 334) sonrasında den hastalığı felce dönüştü ve bir ameli­ A nadolu'ya egem en olan M akedonya yattan sonra öldü (24 aralık). kralı Aleksandros (Büyük İskender) kenti Ustası Schönberg gibi Berg de tonal iş­ pers kom utanlarından M em non'un dul levleri bir yana bıraktı. Bununla birlikte, eşi Barsini’ye verdi, ipsos savaşı (İ.Ö. 301) sonunda kente egem en olan Lysiözel sistemlerin hiçbirine bağlanmadı, tut­ makhos hâzinesini B e rga m a ’da sakladı. sağı olmaksızın dizisel tekniği kullandı, Ama, kentin kom utanlığına atadığı Phileona ustalıkla ve yön verici bir biçim de tairos ona ihanet ederek Selefkiler'in sa­ egem en olmayı bildi. Tını ezgisinden de fına geçti; daha sonra Selefkiler’den de yararlandı (Kiangfarbenmetodie) ve özen­ ayrılarak bağımsız bir devlet kurdu. Bu­ li, dengeli, bakışımlı biçim e her zaman nun üzerine Bergama, en parlak dönem i­ önem verdi. Simgesel bir am aç çerçeve­ ni İ.Ö. II. y y .’da, Attalos l ’in (İ.Ö. 241- İ.Ö sinde, birçok kez yinelenen kalıplara d a ­ 197) Galatlar’a karşı kazandığı zaferden yalı olan L ulu 'nun m önoritm ica'sı gibi ve Eum enes II ile Roma devletinin Selefçevrimsel sayılabilecek ritim öğeleri kul­ kiler'e karşı oluşturdukları ittifaktan son­ lanmaktan hoşlandı. Sert bir dil içinde ro­ m antik bir anlatımı koruyan Alban Berg, ra (Suriye-Aitolia savaşı İ.Ö. 192-İ.Ö 189; Apam aios barışı İ.Ö. 188), yaşayan bir onikitoncular arasında, dinleyici kitlesi için helienistik krallığın (Bergama krallığı ya da en anlaşılır olanıdır. Messiaen, Britten, Attaloslar, İ.Ö. 2 8 2 ’ye d o ğ r.-İ.Ö . 133) Dallapiccola, C lostre ya da Pousseur gi­ başkenti oldu. Attaloslar Bergam a'yı bir bi m üzikçiler üzerindeki etkisi yadsına­ sanat ve düşünce merkezine dönüştürdü­ maz. Alban Berg, sanatla ilgili ilginç ya­ ler. Mimarlar, kentin sarp tepesini görül­ zılar da bıraktı. mem iş bir kentçilik kaygısıyla düzenledi­ BERG (Paul), amerikalı biyokim yacı ler; üç semt (Akropolis, kentin aşağı ve or­ (New York 1926). Doktorasını Western ta bölüm ü) anıtlarla (büyük Zeus sunağı) Reserve (Cleveland) Ü niversitesi’ nde ta­ donatıldı. 200 000 ciltlik bir kitaplık bilim ­ mamladı. 1950’d en 1960’a kadar Stansel çalışm alar yapm a olanağı verdi; m a­ ford Üniversitesi’nde profesör ve Saint aşlı bilim adamlarının en ünlüsü stoacı Louis tıp okulu’nda yardımcı doçent olarak kratesli Mallos’du. Kentte, parşömen (adı­ görev yaptı (1957-1959). Daha sonra, nı B ergam a'dan alır), altın ipliklerle karı­ Arthur Kornberg ile birlikte Saint Louis şık olarak dokunm uş kumaşlar, tunç tak­ VVashington Üniversitesi’nde biyokim ya lidi seramikler, parfümler yapan kendi ala­ bölüm ünde çalıştı. Özellikle, dezoksiribonında uzmanlaşmış krallık atölyeleri var­ nükleik asidi ve sonradan enzimleri konu dı. Attalos III, vasiyetnamesi ile krallığı Roalan çalışmaları, kendisine 1959 Eli-Lilly m a’ya bıraktıysa da, Bergam a özgürlüğü­ biyokimya ödülünü kazandırdı. 1980’de, nü korudu. Mithridates savaşı (İ.Ö. 88-İ.Ö. nükleik asitler ve özellikle DNA’nın yeni­ 85) sırasında Pontos kralı Mitridates VI den bileşimleri üzerine yaptığı başlıca in­ Eupator tarafından ele geçirildi ve kent­ celem elerinden ötürü Walter G ilbert ve teki tüm Roma vatandaşları öldürüldü. Frederick Sanger ile Nobel kimya ödülü’ Kendi yeniden Roma topraklarına katan nü paylaştı.



BERG D ü k l ü ğ ü , Ren’in sağ kıyısında, eski alman devleti; başkenti: Düsseldorf. Rheinisches Schiefergebirge’nin kuzey sı­ nırını içine alıyordu; burası Ruhr sanayi­ sinin beşiğiydi. 1101 ’de H einrich V tarafından oluştu­ rulan Berg ve Altena kontu unvanı, 1225 ’te Lim burg ailesine, daha sonra Jülich ailesine (1348) ve Pfalz Seçicisine geçti (1742). 1806’da Napoleon tarafın­ dan işgal edilen Berg D üklüğü, çok d a ­ ha geniş bir büyük-düklük oldu. Önce prens M urat’ nın, sonra 1808’de Hollan­ da kralı Louis’nin küçük oğlu Napolöon -Louis’nin eline geçti. 1815’te Prusya’nın bir eyaleti haline geldi. Berg Ejvlnd och Hans Hustru (Dağ­ cı Ejvind ile karısı), İsveç filmi (1917). Yö­ netmeni Victor Sjöström. Zengin bir dul kadınla serseri sevgilisi, ilişkilerini kınayan ahlakçı toplum dan kaçıp İzlanda’nın yük­ sek dağlarına yerleşirler. Kadına tutkun kıskanç bir subay tarafından izlenen çift, bir süre tek başlarına yaşar, sonunda bir kar fırtınasına tutularak ölürler. Doğal de­ korların belirleyici bir işlev gördüğü bu ya­ lın anlatımlı film İsveç sessiz sinemasının en büyük başarılarından biridir.



1535



Alban Berg Amold Schönberg'in yapıtı (ayrıntı) Historisches Museum, Viyana



Bergama kentten ve Kızıl avlu'dan (orta planda) bir görünüm



Bergama 1536



Sulla, özerkliğe son verdi. Roma im para­ torluk döneminde kent, yeni bir parlak dö­ nem yaşadı. R om a’nın ilk imparatorları, kentte büyük bayındırlık etkinlikleri g e r­ çekleştirdiler. İ.S. II. yy.’da Bergam a hââ büyük bir kentti, Asklepios tapınağı bir­ çok hastayı çekiyordu (Aelius Aristeides burada kaldı), ama saygınlığı azalmaktay­ dı. Hıristiyanlığın yayılmasında önemli biı rol oynayan kent (Mahşer'in yedi kilisesin­ den biri) Bizans dönem inde Efes başpis­ koposluğuna bağlandı. 716’da Mesleme bin Abdülmelik komutasındaki arap ordu­ su kaleyi kuşattı ve kenti tahrip etti. 1 306'da Karesioğulları'noa ele geçirildi ve bu beyliğin iki önemli merkezinden biri oldu; 1341’de osmanlı topraklarına katıl­ dı. 12 haziran 1919’da yunan işgaline uğ­ rayan Bergam a'yı milli kuvvetler bir bas­ kınla 15 haziran 1919’da geri aldı. 20 ha­ ziran 1919’da ikinci kez Y unanlılar'ca iş­ gal edildi; 14 eylül 1922'de kurtarıldı. •ARKEOLOJİ. Alm an m ühendis Cari Hum ann’ın, yol açımı sırasında, Zeus sunağ f na ait kimi mimarlık parçaları bulmasın­ dan sonra (1874), yörede ilk kazılara Ber­ lin müzesi adına Cari Humann, Alexander Conze ve R. Bohn yönetim inde yu­ karı kentte başlandı (1878-1886). W. D örpfeld, H. H epding ve P. Schatzmann başkanlığındaki ikinci kazı çalışmalarında (1900-1913), kentin aşağı kesimi araştırıl­ dı. Bu kazılarda Zeus sunağı, Athena ta­ pınağı, Traianeum, agora ve Attaloslar sa­ rayı ortaya çıkarıldı. Theodor VVİegand yönetimindeki üçüncü kazı dönem indey­ se (1927-1936) Heroon, Kızıl avlu ve Asklepieion belirlendi. Erich Boehringer yö­ netimindeki d ördüncü kazı dönem inde de (1956-1971) önemli sonuçlar alındı. İs­ tanbul Alm an arkeoloji enstitüsü adına VVolfgang Radt yönetiminde yürütülen ka­ zılar düzenli bir biçim de sürdürülmekte (1987), kentin çeşitli bölümleri ortaya çı­ karılmaktadır. Bu arada yapıların resto­ rasyonu da gerçekleştirilmektedir. Kurulduğu alana uydurulm uş kentlerin en iyi örneklerinden olan Bergam a, ön­ ce 275 m yüksekliğinde bir tepeye kurul­ muş, daha sonra ovaya doğru yayılmış­ tır. Tepenin G. ve B.’sında I.Ö. V. ya da IV. yy.’da yapıldığı sanılan sur kalıntıları bulunur. Attaloslar dönem inde yerleşme iki kez surla çevrilmiştir. Savunmanın za­ yıf olduğu kesimlerde surlar kulelerle güç­ lendirilmiştir. Roma dönem inde ovaya ta­ şan kent, III. yy.’d a eski m alzem eyle ka­ ba bir sur duvarıyla çevrilmiştir. Akropolis'in K.’ inde, Bizans dönem inde ve Orta ça ğ 'd a tuğla ve taştan yapılan surların bir bölüm ü görülm ektedir. Akropolis'in ana girişi H eroon'un K.'in­ de, Eumenes sarayı'nın G .in d e d ir. Attalos I ve Eumenes ll ’nin kült yapısı olan Heroon, Attaleion ya da Eumeneion ola­ rak da adlandırılır. Yukarı kente çıkan ram panın solunda, peristylonlu bir yapı­ dır. Asıl kült odası, avludan bir dizi sütunla ayrılmış geniş bir ön galerinin arkasında­ dır; Roma dönem inde son biçimini almış­ tır. Tiyatronun yukarısındaki teras üzerin­ de bulunan Athena kutsal alanı, kentin ko­ ruyucu tanrıçası Athena’ya ayrılmıştır. Gü­ nümüzde yalnızca temelleri görülen tapı­ nak, ön ve arkada 6, yanlarda 10 sütun­ la çevrili, dor düzeninde, peripteros bir yapıydı. Kentin en eski tapınağı olup mi­ mari özellikleriyle İ.Ö. III. yy.’a tarihlenir. Eumenes II döneminde (İ.Ö. 197-159), ta­ pınağın D .'suna ve K .'ine iki katlı stoalar eklendi. Bunların üst katlan ion, alt katla­ rı dor düzenindeydi. K.'deki stoanın D .'sunda Eumenes II tarafından yaptırı­ lan büyük kitaplık bulunuyordu. Buraya ancak K. stoanın üst katından geçilebiliyordu. A ntikça ğ ’ ın en ünlü ve zengin ki­ taplıklarından olan yapıda? parşömen kâ­ ğıdına yazılı 200 000 cilt kitap bulunuyor­ du. Bunlar, İskenderiye kitaplığı’nm yan­ ması üzerine Antonius tarafından Kleopatra'ya armağan edilerek Mısır’a gönde­ rilmişti. (İ.Ö. 41). Bergam a krallarının sa­ rayları,Athena tapınağı ile kitaplığı çevre­



leyen stoa’nın D.'sundadır. Bunlar sütunbaşı (İstanbul arkeoloji müzeleri) ve ken­ lu bir avlu çevresine yerleştirilmiş odalar­ tin temizlik ve yapım işleriyle ilgili yasala­ dan oluşan yalın yapılardır (Attalos I, Eu­ rın metinleri (Bergama müzesi) bulunmuş­ menes II ve Attalos II sarayları). A kropo­ tur. Kentin G. girişindeki Eumenes kapısı lis'in K. ucunda askeri yapılar bulunuyor­ (İ.Û. II. yy.), üç kuleyle korunan büyük bir du. Attalos I dönem inde başlanıp Eume­ avluya açılır. Roma dönem inin en büyük nes II dönem inde bitirilen, kentin ve sa­ yapı topluluğu (Serapis tapınağıdır Kırmı­ rayların savunmasını üstlenen bu yapılar, zı tuğladan yapıldığı için halk arasında Kı­ birbirine koşut beş ayrı bölüm den oluşu­ zıl avlu olarak bilinen tapınak, İ.S. II. yy.'da yordu. Burada yapılan kazılarda çeşitli . mısır tanrısı Serapis’e adanmıştı. Havuz, çapta pek çok taş gülle ortaya çıkarıldı. kuyu ve tanrı heykelinin bulunduğu ana bölümle, iki yanındaki kulelerden oluşan Bunların K.'inde görülen kemerler Roma yapı Bizans dönem inde kiliseye dönüştü­ im paratorluk dönem indendir (İ.S. II. yy.). rülmüştür. Kentin en önemli yapı topluluk­ Athena tapınağı'nın K.’indeki Traianus talarından biri, dönem inin ünlü sağlık kuru­ pınağı'nın (Traianeum) yapım ına Traia­ luşlarından olan Asklepios kutsal alanı’ydı nus zam anında başlanmış (İ.S. 98-117), Hadrianus tarafından tamamlatılmıştır (Asklepieion). On sekiz yapı evresi sapta­ nan kutsal alanın günüm üze ulaşan bö­ (İ.S. 117-138). Yüksek bir podium üzerin­ lümü Hadrianus dönem indendir (İ.S. 117 de yükselen korinthos düzenindeki yapı, önde ve arkada 6, yanlarda 9 sütunlu bir -138). ilk Asklepios tapınağı İ.Û IV. yy.’da yaptırılmıştı. Roma dönem inde Asklepie­ peripterostu. Kazılarda Traianus ve Hadion yaklaşık bir km uzunluğundaki Via rianus’a ait heykellerin başları ve öteki Tecta ile kente bağlanıyordu. Kutsal ala­ parçaları ortaya çıkarıldı. A kropolis'in B.'sında dik ve yüksek bir tepenin yam a­ na sutunlu bir yolla girilir. Bunun K.’inde cında bulunan B ergam a tiyatrosu,Hellebüyük bir çeşme bulunur. Çeşmenin G.’innistik dönem dendir. Akropolis'tekı öteki de Augustus zâm anında yapılmış yuvar­ yapıların tiyatro çevresinde yelpaze biçilak bir mezar anıtının kalıntıları vardır. Üç .m inde düzenlenişi yapının görkem ini ar­ yanı sütunlu galerilerle çevrili avlunun G.inde hastaların uyuyup düş görerek iyitırır. 10 000 seyirci alan tiyatro 80 sıra leştirildiği odalar ve banyo havuzları yer oturma yeri ve sahne bölüm ünden oluşu­ alır. K.-B.’da ilkbahar şenliklerinin düzen­ yordu. Tiyatro terasının K .'inde yer alan le n d iğ i ve k o n s e rle rin v e rild iğ i Dionysos tapınağı 25 basamaklı bir po­ 3 500 kişilik roma tiyatrosu bulunur. Giri­ dium üzerinde yükseliyordu, ion düzenin­ şin K.’indeki im parator odası, kitaplıktır. deki prostylos tapınak İ.Ö. II. yy.’da yapıl­ Burada ortaya çıkarılmış olan Hadrianus mış, İ.S. III. yy.’da yenilenmiştir. Caracalheykeli Bergam a m üzesi'nde sergilen­ la dönem inde de önem li ölçüde onarılan mektedir. Girişin G.'inde, kutsal alanın yapı, imparatorun burada kutsanması ne­ D.'sundaki Asklepios tapınağı (İ.S. 150) yu­ deniyle Caracalla tapınağı olarak da bili­ varlak planlıdır. Alanın G.-D.'sundaki yu­ nir. Athena tapınağı’nın G.'indeki teras varlak planlı, iki katlı yapı, Kür evi ya da üzerinde bulunan ve Eumenes II d öne­ Telephos tapınağı olarak bilinir. Hastala­ m inde yaptırılan Zeus* sunağı Hellenistik rın çok çeşitli yöntemlerle iyileştirildiği Ask­ dönem mimarlığının en görkemli yapıtla­ lepieion, Bizans dönem inde önem ini yi­ rından biriydi. Sunağın G.'indeki Yukarı tirmiştir. agora, kare planlıydı; G. ve K.-D.’su dor düzeninde sütunlu galerilerle çevriliydi. •B ergam a heykelcilik okulu. Klasik döne­ Agora’daki yapılardan ancak B.’sındaki min tersine, canlılık ve hareket kazanan küçük tapınak ve sunak günüm üze ula­ H ellenistik dönem heykelciliğinin en şabildi. K.'den G.’e doğru inildiğinde, ken­ önemli m erkezlerinden biri, Bergam a’dır. tin orta kesiminde Hera Basileia kutsal ala­ Bu dönem de Bergam a krallığının baş­ nı bulunuyordu, iki terastan oluşan alanın, kenti olması nedeniyle yunan dünyasın­ üst terasında Hera Basileia tapınağı, alt dan gelen sanatçılarla dolmuştur. Attalos terasta ise sunak yer alıyordu.Yazıtına gö­ l ’in G alatlar’a karşı kazandığı zaferin re Attalos II dönem inde yaptırılan dor dü­ anısına yaptırdığı (İ.Ö. II. yy.) heykeller, zenindeki tapınak, podium üzerinde yük­ bu okulun önem li örnekleridir. Geniş yü­ selen, dört sütunlu prostylos planlıydı. zeylerde işlenen dram atik sahneler, vü­ Cella bölüm ünde Zeus ya da Attalos II’ cutların gerçeğe uygun iri ve adaleli ola­ ye ait olduğu sanılan büyük bir heykel bu­ rak betimlenişi, duyguların güçlü bir b i­ lunmuştur. Gene orta kentteki Demeter çim de ifadelendirilişi bu dönem in heykel kutsal alanı'na iki sütunlu bir girişten ge­ ve kabartmalarında görülen başlıca özel­ çilerek ulaşılır. Baştaban frizi üzerindeki likleridir. "K endini ve karısını öldüren Gayazıttan girişin Attalos l’ in karısı Apollonis latia lışe f", "Ö len Galatialı", "M arsyas'ın tarafından yaptırıldığı anlaşılır. On basa­ cezası", "B arberini Satry'i ya da Uyuyan makla inilen kutsal alanın B.’sında tapınak S atyr", Bergam a Zeus sunağı’ndaki tan­ bulunur Yazıtında, tapınağın Philetairos ve rılar ve devler savaşı kabartmaları, bu kardeşi Eumenes tarafından anneleri Bookula bağlanan yapıtlar arasında sayıla­ a'nın anısına yaptırıldığı bildirilmektedir, bilir. (-> Kayn.) ion düzeninde, tem plum in antis planın­ daki yapı, Roma dönem indeki eklemeler­ B e r g a m a c e p h e s i,K u rtu lu ş s a v a ş ı’nle prostylos plana dönüştürülmüştür. De­ da Bergam a ve dolaylarında Yunanlımeter ve kızı Persephone onuruna düzen­ lar’a karşı kurulan ulusa! cephe. Yunanlı­ lenen törenleri izleyenler için, kutsal ala­ lar İzmir'i işgal ettikten kısa bir süre son­ nın K. bölümünde 800 kişiyi alabilecek on ra Ödemiş, Nazilli, Tire ve Akhisar’ı da ele sıra oturm a yeri vardı. Tapınağın baştaba­ geçirdiler. Ulusal bir cephe oluşturm ak nı üzerindeki yazıt, Roma dönem inde Claiçin çalışan 172. Alay komutanı Ali Bey udius Silianus Aesimus tarafından yaptı­ (Çetinkaya), düşm anın 12 haziran 1919 rılan onarımla ilişkilidir. Tümü Hellenistik günü gird iği B ergam a’yı ani bir baskınla dönem e tarihlendirilen gym nasionlar üç geri aldı (15 haziran). Nazilli'den de çeki­ teras üzerinde yer alır. Alt teras üzerinde­ len düşm an, takviye gücü aldıktan sonra ki çocuklara, ortadaki gençlere, en üstte­ yine saldırıya geçerek, Bergama başta ol­ ki ise yetişkinlere aitti. Yukarı gymnasion' m ak üzere yitirdiği yerleri 20 haziranda un B.'sındaki ion düzeninde, prostylos yeniden geri aldıysa da, bu yörede ulu­ planlı Asklepios tapınağı'nın yalnızca te­ sal bir cephenin kurulmasına engel ola­ melleri günümüze ulaşabilmiştir. Mimarlık madı. Bergam a ulusal güçlerce 14 eylül kalıntılarından, tapınağın İ.Û. III. yy. son­ 1922’de kurtarıldı. ları ya da II. yy. başında yapıldığı, daha sonraki onarım da (İ.Û. II. yy. ikinci yarısı) B e r g a m a h a lı s ı , Bergam a ve çevre­ ion düzenine dönüştürüldüğü anlaşılmak­ sinde, geleneksel yöntem lerle dokunan, çözgüsü ve ilmeleri yünden, gördes d ü ­ tadır. Eumenes dönem inde (İ.Û II. yy.) ğüm lü ve geom etrik motifli bir tür halı. yaptırılan Aşağı agora, iki katlı, dor düze­ Bergam a halılarının, geleneksel türk ninde sütunlu stoalarla çevrilidir. Stoaların ardında dükkânlar bulunur. Burada yapı­ halı sanatında önemli bir yeri vardır. Dün­ lan kazılarda Bergam a heykelcilik okulu­ ya halı literatüründe de evrenselliği kabul nun güzel örneklerinden olan İskender edilmiş bir halı grubudur. En önemli özel-



Büyük Larousse



Bergamo 1537



liğinı,-M arby* halısındaki yüzey bölümle­ m e le rinin devam ı sayılan, yüzeysel tasarımı oluşturur. Geom etrik kurallardan yararlanılarak oluşturulan tasarım, Selçuk­ lu halı sanatının geleneksel motif ve ko­ mpozisyonlarını yansıtır. Motifler, Selçuklu halılarının bitkisel motiflerinden ve bordürdeki kûfi yazılardan gelişmiştir. G eom et­ rik tasarım da ise XV. yy. hayvan motifli halılarının izleri görülür. Ortada bir büyük, çevresinde küçük se­ kizgenlerden (ya da altıgen) oluşan m o­ tifler, Selçuklu halı sanatı geleneğinin devam ıdır. Küçük bölmeli geom etrik d ü ­ zenlemeler; madalyonlu, köşeli kompozis­ yonlar ise geleneksel Uşak halıcılığının etkilerini taşır. Eşit büyüklükte, üst üste sı­ ralanmış kare ve dikdörtgenlerden oluş­ m uş ko m po zisyo nla r, bu tü rü n en tanınmış örnekleridir. Altıgen ve sekizgen­ lerin enine ve boyuna bir çizgi ile bölün­ müş yüzeylere yerleştirilmesi. Bergama halılarının en önemli özelliklerindendir. Geniş şerit sıraları ya da göbek desenle­ rinin birçoğu geçm işin Değenisini yansı­ tır. Genellikle dikdörtgen olan Bergama halılarının, geç dönem özelliklerinden b ir i. de kareye yakın ölçülerde dokunmasıdır. Renklendirmede mavi ve kırmızı yanın­ da yeşil, sarı, kahverengi ve siyah kulla­ nılmıştır. Doğal boya la rla boyanm ış yünlerle dokunan bu halılar, XIX. y y .’da anilin boyaların kullanılmasıyla, renklen­ dirm e özelliklerini yitirmiştir. Mavi, sarı, kır­ mızı zem in, d o ğ a l b o y a la rd a ço k kullanıldığı halde, anilin boyam ada yal­ nız kırmızı olarak devam etmiştir. Bu ha­ lılarda uygulanan aşındırıcı kırmızı boya işlemi sonucu, halı havları yer yer ka­ bartma görünümü kazanır ki, bu da Ber­ gam a halılarının ayırdedici bir özelliğidir. Tarihi Bergama halılarında, 2,5 cm 'lik ende 5-9, 2,5 cm 'lik boyda 7-11 gördes düğüm ü vardır. Atkı ve çözgü iplikleri yündendir. Atkı ipliği genellikle kırmızı, çözgüler boyasızdır. Kenar örgü 1-4 ip­ liktir. Her iki başta 10-15 cm genişlikte ki­ lim örgüsü yapılmıştır. Saçak uzunlukları ise, geleneksel melik* örgüde, 1 5 c m ’dir. Püskül ya da boncukla süslenmiştir. G ü­ nüm üzde, orta kalite bir Bergam a halısı­ nın, d m 2'sinde 26 x 33 = 853 düğüm bulunur. Bergam a halılarının, günüm üzde de tüm geleneksel özelliklerini koruyarak do­ kunması am acıyla kimi çalışmalar yapıl­ maktadır. 1981'd e Turizm ve tanıtma baka n lığ fn ın (Kültür ve turizm bakanlığı) Devlet tatbiki güzel sanatlar yüksek oku­ lu (Marmara üniversitesi güzel sanatlar fa­ kültesi) tekstil bölüm üyle yaptığı işbirliği sonucu geliştirilen DOBAG (doğal boya araştırma geliştirme) projesiyle, Bergama yöresindeki kırk beş köyde, geleneksel Bergam a halılarının yaşatılması ve geliş­ tirilmesi çalışmaları sürdürülmektedir.



Bergama müzesi, İzmir'e bağlı Ber­ gam a ilçesinde müze; Bergam a akropolisindeki d epo binasında kuruldu (1924).



1936’da yem binasına taşındı; 1963 -1964'teki eklem elerle son biçim ini aldı. Bir avlu çevresinde üç salon ve iki sun­ durm ada sergilenen yapıtların en ilginci, ünlü Bergam a Zeus sunağının bir m ake­ tidir. Ayrıca Bergam a akropolisi, Myrina ve Ç andarlı'dan getirilen çeşitli mimarlık parçalan, m erm er heykeller (Aphrodite, Artemis, Asklepios), lahitler, mezar taşla­ rı, pişmiş topraktan heykelcikler, seramik, cam, fildişi eşyalar, bizans ve Osmanlı dö­ nem lerinden sikkeler vardır. Etnografya salonunun bir köşesi geleneksel Berga­ ma evine özgü bir oda biçim inde düzen­ lenmiştir. Efelerin kullandığı silahlar, çeşitli giysiler, halılar, kilimler, m utfak ve süs eş­ yaları, dokumalar da sergilenenler arasın­ dadır.



Bergama pamuklusu, pamuk ipliğin­ den, bezayağı örgüyle dokunm uş astar­ lık bir tür bez. Yeniçerilerin giydiği barâni * adlı yağm urlukların astarı, bu kumaştan yapılırdı.



BERGAMALI KADRİ, türk dil bilgini (XVI. yy.). Yaşamı üzerine bilgi yok dene­ cek kadar azdır. Tek yapıtı M üyessire t* Cıl-ulûm1dan Bergama da doğduğu, yetiş­ kinlik dönem inde İstanbul'a gittiği, kitabını 1 530'da yazarak Kanuni Sultan Süley­ m an’ın sadrazamı Damat İbrahim Paşa' ya sunduğu anlaşılmaktadır. BERGAMASCA a. (ital. söze.). Bergam o'ya özgü halk dansı şarkısı. XVI. - XVII. yy.'larda İtalya, İngiltere ve A lm anya'da yaygınlaştı. Aynı adı taşıyan çalgı yapıt­ ları, genellikle 4/4'lük moderato tempoda, sürekli bas üzerine çeşitlem elerdir. Frescobaldi ve başkaları çalgı için, F. Azzaiolo ses için bergamasca'Jar besteledi. XIX. yy.’da yaygınlaşmaya başlayan 6/8'lik canlı bir dans da bu adı taşır.



BEROAMASCO (Guglielmo DEİ GRİGİ, G u g lie lm o — denir), İtalyan heykelci ve m im ar (Alzano Lom bardo, XV. yy. sonu - Venedik 1550). Veneto’daçalıştı, J. Sansovino adında bir ressamın öncülüğünü yaptığı klasik yenilenme akımıyla ilişki ku­ rarak lom bard geleneğinden kopm aya çalıştı (San Marco, S a r Rocco ve San Sebasf/ano alçakkabartması, Corer müzesi; San Michele in Isola'da Emiliani ca pe lla ’ sı, Venedik; Portello kapısı, Padova..,).



BEROAMASCO (il) -» 'CASTELLO (Giambattista).



BERGAMEVİ, K e m a l-i Z e rd i - SARI­ CA K em al.



BERGAMİN (Josâ), İspanyol yazar (Madrid 1895 - San Sebastiân 1983). Ka­ tolik bir yazar olarak Unam uno ve Marita ln ’in etkisiyle en ileri liberal görüşleri benimsedi. 1936-1939 yılları arasında, Frente Popular’ı destekledi. Cruz y Raya dergisini kurdu (1933-1936), El cohete y la estrella'yı (1923) oluşturan özdeyişle­ rin ardından, çelişkin bir anlayışla dikkati çeken, derin bir kültürle dolu denem eler



yayım ladı (M angas y capirotes, 1933; D isparadero espanol, 1936-1940; Fronteras infernales d e la poesia, 1959). Seneca yayınevini kurduğu M eksika'da ve başka ülkelerde sürgün kaldıktan sonra 1959'da Ispanya’ya döndü, 1964'te ye­ niden ayrıldıysa da kısa süre sonra gene ülkesine geldi. Conceptism o anlayışıyla yazdığı şiirleri (Velado desvelo, 1978), hıristiyanlığın özü üstüne düşüncelerini ak­ tardığı bir yapıtı (El clavo ardienle, 1972) ve tiyatro oyunları (Tres escenas en âng ulo reeto, 1923; M edea la encantadora, 1954) vardır. Yazar, La hija d e Dios ve La nina guerrillera (1943) adlı oyunla­ rını iç savaş dönem inde, Kilise’nirf Franc o ’yu desteklem esine şiddetle karşı çıktığı sıralarda yazdı.



Bergama halısından örnekler



Halı ve kilim müzesi, İstanbul



BERGAMİYOL a. (fr. bergam ot). Kim. Lavanta ve bergam ot esanslarının koku­ lu b ile ş e n i. (B e rg a m o d u n , fo rm ü ­ lü (C H 3)2 C = C H - ( C H 2)2 - C ( C H 3) (O C O C H j) —CH = C H 2 olan kokulu sıvı­ sı bergam iyol, linaeoj asetıllenerek de el­ de edilebilir.) [Eşanl. LİNALİL* ASE­ TAT;]



i BERGAMO, İtalya'da (Lom bardia) kent, il merkezi; Brembo ve Serio vadi­ leri arasında; 117 584 nüf. (1991). Meta­ lürji ve makine sanayileri, elektrikli ge­ reçler yapımı. Çimento fabrikası. — Bergam o ili, 2 759. km2; 920 228 nüf. (1989). Como ve Iseo gölleri arasında uzanır, Önalpler'in tepelerini ve Po ova­ sının yüksek taraçalarını içine alır. —Güz. sant. Yukarı kentte, kale ve saray­ lar, S. Maria M aggiore kilisesi (XII. - XVI. yy.Tar; marketri tekniğiyle süslenmiş kol­ tuklar) ve Colleoni capellası (XV. yy.; G.A.



eski Bergamo kentinden bir görünüm



Bergamo A m adeo'nun yapıtı), XVII. ■ XIX. yy.’larda yeniden yapılmış katedral. Aşağı kentte, L. Lotto'nun ve başka sanatçıların resim­ leriyle süslü S. Spirito, S. Alessandro della Croce kiliseleri. Müzeler, özellikle de Venedik okulu (Bellini'ler, lotto ...), Kuzey İtalya (Pisanello, Mantegna, Tura, Foppa...) ve Bergam o (Andrea Previtali, Moroni, Baschenis, Ghislandi) sanatçılarının tablolarını barındıran A ccadem ia Carrara.



BERGAMOT a. 1. Turunçgiller g ru b u ­



Aliye Berger



nun citrus cinsinden ağaç ( Citrus bergamia). — 2. Bu ağacın arm ut biçimini andıran sarı renkli meyvesi. (Yeşilimsi sarı renkteki eti ço k ekşidir. Kabuğundaki esanslı yağ parfüm eride ço k aranır.) — ANSİKL. G üney İtalya’da 1700 yılların­ dan önce bile bilinen bergam ot ağacı ki­ m ile rin e g ö re tu ru n ç ile lim o n u n , kimilerine göre turunç ile acı limonun m e­ lezidir. M eyvesinin kabuğundaki esanslı yağın niteliğinden dolayı, ticari amaçla ye­ tiştirilir. Yetiştirildiği başlıca ülkeler İtalya, Fildişi Kıyısı ve G ine'dir. (Türkiye'de A k­ deniz ve Ege bölgesinde çok az m iktar­ d a yetiştirilir.) Bergam ot esansı, bergam ot meyvesi ısıtılmadan sıkılarak elde edilir. Bu esans, kokusu ve verdiği serinlik nedeniyle ko­ lonya yapımında kullanılır. Esansın küçük bileşenlerinden olan bergaptenin dozu ço k iyi ayarlanmalıdır, çünkü bergapten insan vücudunu ışığa karşı aşırı duyarlı kı­ lan bir m addedir.



BERGANZA (Teresa), İspanyol mezzo -soprano (M adrid 1935). Az bulunur tını­ d a bir sese sahip olan sanatçı, Aix-en -Provence festivali'nde (Cosi lan tutte'de, Dorabella rolünde) dikkat çekti ve Mo­ zart'ın, Rossini’nin ve İspanyol bestecile­ rin yapıtlarını seslendirerek ün kazandı. BERGAPTEN a. (fr. bergaptĞne; berg a m o te ’ d a n ). O rg . kim . F o rm ü lü C ,2H80 4 olan furokum arin. (Bergapten, bergam ot esansında bulunur.) BERGAŞ BİN S A İT (Zanzibar 1835’e doğr. - ay. y. 1888), 1870'te Zanzibar sul­ tanı. H üküm darlığı dönem inde eyaletleri büyük refaha ulaştı ve Zanzibar deniz ula­ şımı ve telgraf röle istasyonu olarak ge­ lişti. 1873'te köle ticaretinin kaldırıldığını ilan etm ek zorunda kaldı, ama karara ge­ çerlik kazandırm ak için hiçbir çaba gös­ term edi. 1885 'te topraklarının bir kısmını A lm anya'ya bırakmak, 1886’da ise, Al­ m anya ve İngiltere ile, ülkesini Zanzibar'a ve dar bir kıyı şeridine indirgeyen anlaş­ mayı im zalamak zorunda kaldı.



BERGAVATALAR, Fas’ın batısında



Bergen (Norveç) limanında evler'



yaşayan bir berberi kabilesi. Başkanları Tarif Ebu Salih yönetim inde, Hariciler ile birleşerek A ra p la r’a karşı savaştılar. Sa­ lih’in, islamiyete dayanan yeni bir din sis­ temi kurduğu ve bu sisteme ilişkin bir kitabı olduğu bilinm ektedir. Kitap Ebu Musa İsa bin Davut tarafından arapçaya çevrilmiştir, Müslümanlığın ilk dönemlerin­



de yaşadığı ve K uran'da sözü edilen Sa­ lih ül-müminin olduğu öne sürülmüşse de, kaynaklardan Hişam bin A bdülm elik dö­ neminde yaşadığı ve Mervan II dönem in­ de (VIII. yy.) dinini yaym aya Çalıştığı anlaşılmaktadır. A ra p tarih kaynaklarının verdiği bilgiye göre Bergavatalar, ispan­ ya Arapları'ndan bazı kabilelerle çarpışıp ağır yenilgiler almışlardı. Murabıtlar’a kar­ şı bağımsızlıklarını korum uş, ancak Muvahhitler'in kurucusu Abdullah M üm in'e yenilerek Büyük Sahra yönüne göç et­ m ek zorunda kalmışlardı.



BERGELL - BREGAĞLİA. BERGELMİR, İskandinav mitolojisinde adı geçen dev. Trudgelm ir'in oğlu. Bor' un üç oğlu: Odin, Vile ve Ve tarafından öldürülen Ym ir’in kanı tufan halinde yer­ yüzünü kaplayınca, yalnız Belgermer, ka­ yık yerine kullandığı bir ham ur teknesi sayesinde, karısıyla birlikte canını kurta­ rabildi ve yeni devler kuşağının babası ol­ du.



BERGELSON (David), yiddiş diliyle yazan rus yazar (Ohrlmovo, Ukrayna, 1884 - M oskova 1952). Yiddiş diliyle ya­ pıtlar kaleme almadan önce, rusça ve ibranice yazdı. O yunlarında (le Prince R eouveni [fr. çev.], 1946) ve rom anların­ da (Autour de la gare [fr. çev.], 1909; Justice [fr. çev.], 1929; S ur le D niepr [fr. çev.], 1932), musevi halkının ve rus devriminin um ut ve yanılgılarını dile getirdi. 1949’da hapsedilen yazar, öteki musevi aydınlarla birlikte kurşuna dizildi. "BERGEN, N orveç’in G.-B.'sında liman. Vagen Fjord kıyısında, Hordaland'ın yö­ netim merkezi; 213 356 nüf. (1991). Eski Hansa kenti Bergen, alçak kıyı platfor­ muna ve yanı başında yükselen tepele­ re yayılır. Bir kültür merkezi (üniversite, müzeler), özellikle de bir yolcu, ticaret ve balıkçı (sardalya, hamsi, m orina) limanı­ dır. Ayrıca bir sanayi (bir ölçüde Kuzey denizi'nde işletilen petrol yataklarına bağ­ lıdır) merkezidir: tersaneler; elektrokimya ve elektrom etalürji tesisleri, dokum a ve besin sanayileri. Kent, bir dem iryoluyla O slo'ya bağlanır. —Tar. 1070'e doğru kral Olav K yrre’nin buyruğuyla kurulan Bergen, önemli bir ti­ caret kentiydi., XIII. y y .’da krallığın m er­ kezi haline gelen kentte ticareti, XIV. - XVI. y y .’lar arasında Hansa birliği yönetti. M o­ rina balıkçılığı limanı Bergen, 1850'ye ka­ dar N orveç’in en büyük kenti olarak kal­ dı.



BERGEN, H ollanda'da (Kuzey Hollan­ da) kent, Alkm aar'ın K.-B.’sında; 12 300 nüf. 4 km yakınında sayfiye merkezi (Ber­ gen aan Zee). — Brune, 19 eylül 1799’da, Bergen'de, İngiliz - rus birliklerini yenmiş­ ti. B e r g e n - B e ls s n k a m p ı , Cellen'in 20 km ku zeyin d e (H annover), ağustos 1943'te açılan toplam a kampı. Başka kam plardan nakledilen hasta sürgünler buraya getirildi; böylece bu kam pa kapa­ tılanların sayısı 75 0 0 0 ’e çıktı. 19 4 5 ’te bir tifüs salgını başgösterdi. 15 nisanda Ingilizler buraya vardıklarında 13 000 c e ­ setle karşılaştılar.



BERGENGRUEN (VVerner), alman ya­ zar (Riga 1892 - Baden-Baden 1964). Ka­ tolik esinli şiirler (Die Verborgene Frucht, 1938), romanlar (Am H im m el Nie a uf Er­ den 1940; Das Feuerzeiche, 1949) yaz­ dı. Öykülerinde, Tanrı tarafından sınanan insanın kaderi üzerinde durdu (Der Tod vonR eval, 1939; Râuberwunder, 1964).



BERGEN OP ZOOM, Hollanda’da (Noordbrabant) kent, Oosterschelde'nin (Doğu Escaut) kıyısında; 44 800 nüf. (1992). XV.-XVI. yy.’lardan kalma gotik üslubunda kilise; Kelderman'ların yaptır­ dığı M arkiezenhof (günüm üzde müze). Makine yapımı. Dokuma sanayisi. — Tar. Eski bir tahkimli kent olan Bergen op Zoom, 880'de Normanlar tarafından



alındı; 1581-1605 arasında ispanyollar ta­ rafından birçok kez kuşatıldıysa da diren­ di. 1 6 2 2 'd e S p in o la , k e nti ele geçirm ekten vazgeçm ek zorunda kaldı. 1747'de Lovvendal, Lavvfeld zaferini ka­ zandıktan sonra, bir saldırıyla kenti aldı. Kent 1795’te de Fransızlar’ın eline geçti.



BERGENYA a. (öz. a. B e rg e n 'den). As­ ya dağlarında ve Sibirya’da yetişen ve taşkıranotunu andıran bitki. (Bil. a. bergenia.) [Eşanl. KIŞ ORTANCASI.] (Bergenyalar kalın köklü, kenarlan dişli oval geniş yapraklı, uzun bir sap ucunda toplu sık talkım çiçekli çokyıllık bitkilerdir; beyaz, pembe ya da parlak kırmızı çiçekleri, bah­ çelerim izde kışın ya da ilkbahar başında açar.) BERGER (Hans), alm an nöropsikiyatr (Neuses an der Eichen, Bavyera, 1873 - Jena 1941). Jena Ü niversitesi’nde psi­ kiyatri profesörlüğü, sonra da rektörlük yaptı. Elektroansefalogram adını verdiği özgün bir yöntem kullanarak baş derisi yoluyla beynin elektrik etkinliğini kaydet­ meyi başardı. Normal insanda alfa ve be­ ta ritimlerini keşfetti ve bu tip analizlerin beyin hastalıklarında yararlı olacağını ta­ nıtladı. Saralıların elektroansefalogramlarını çeken ve tanım layan ilk hekimdir. BERGER (Kari), türk uyruğuna geçmiş m acar kemancı (Arad, Romanya, 1894 -İstanbul 1947). Küçük yaşta kem an ö ğ ­ renm eye başladı. Viyana Üniversitesi'ndeki tıp öğrenim ini yarıda bırakarak kendini m üziğe adadı. Birinci Dünya sa­ vaşı yıllarında İsviçre, Avusturya ve Ma­ c a ris ta n ’d a k o n s e rle r v e rd i. H alife Abdülm ecit Efendi'nin çağrısıyla 1920’de İstanbul'a geldi, Saray üyelerine müzik öğretti. Öm er Baki adını aldı ve ressam Aliye Berger ile evlendi. Birçok öğrenci yetiştirdi.



BERGER (Gaston), fransız filozof (Saint -Louis, Senegal, 1896 - Longjum eau 1960). 1925'te, les C onditions de l'intelligibilite adıyla bir inceleme yayımladı; Marsilya’da bir sanayi kuruluşuna girdi ve daha sonra buranın m üdürü oldu. Aix-en -Provence edebiyat fakültesi'nde profe­ sörlük, sonra da yükseköğrenim genel m üdürlüğü (1953-1960) yaptı. Felsefesi, Heymans ve Wiersma’nın karakterolojisi­ nin etkisini taşır; dayandığı temel düşün­ ce de geleceğin irdelenmesidir. Yapıtları; TraitĞ pratiq u e d ’analyse du caractĞre (U ygulam alı karakter çözüm lem esi), [1950]; Ouestionnaıre caractârologique (Karakteroloji soru dizini), [1950]; C arac­ tĞre et personnalitĞ (Karakter ve kişilik), [1954], BERGER (Theodor), avusturyalı beste­ ci (Traismauer, Krems, 1905). V iyana’da Franz Schmidt'in öğrencisi oldu. 1951 ’de Devlet ödülü'nü kazandı. O da müziği ya­ pıtları (yaylı çalgılar için 2 dörtlü), sen­ fonik yapıtlar (Malinconia, 1947; Homerische Symphonie, 1948; Symphonischer Triglyph, 1958) ve 2 piyano, marimba, metalofon, vurmalı ve yaylı çalgılar için, özgün ritimli, ilginç bir yapıt besteledi: C oncerto m anuate (1954). a BERGER (Aliye), türk ressam ve gravürcü (İstanbul 1906 - ay. y. 1974). L on d ra ’ da John B uckland’ın yanında gravür ça ­ lıştı. 1954'te Uluslararası eleştirmenler derneği’nin İstanbul'da yaptığı yıllık kong­ resi nedeniyle açılan ve Herbert Read, Lionello Venturi gibi dünyaca ünlü adla­ rın seçici kurul üyeliği yaptığı "Ü re tim " konulu sergide birincilik ödülünü kazan­ dı. Daha çok gravür dalındaki çalışm ala­ rı ile ta n ın d ı. Ç e şitli te k n ik le rd e n yararlanarak gerçekleştirdiği gravürlerin­ de soyut ya da soyutlam a düzeyi yüksek bir biçim anlayışı geliştirdi. Özellikle de­ ğişik çizgi beğenileriyle zenginleşen, dokusal zıtlıkların hareketli kıldığı bir üslubu vardır.



BERGER (John), İngiliz yazar (Londra 1926). Bireyi ezen toplum sal etkenleri ki-



Bergman D ortm und’un D .'sunda; 46 800 nüf. M a­ kine yapımı. Dokumacılık.



1539



BERGMAN (Torbern Olof), isveçli kim­



Aliye Berger'in Horon adlı yapıtı özel kol mi zam an sert, kimi zaman hoşgörülü bir b içim de eleştirdi (C orkers F reedom , 1964; G, 1972; fotoğrafçı J. M ohr ile bir­ likte Yedinci adam [A Seventh man], 1976).



BEROER (Peter L.), am erikan yurttaşlı­ ğına geçen avusturyalı toplum bilim ci (Vi­ yana 1929). Society lo r the Scientific Study o f R eligion'un eski başkanı ve Rutgers üniversitesi’ nde profesör. Bilgi to p ­ lum bilim inin alanını, günlük davranışları yönlendiren her türlü bilginin incelenme­ sini de kapsayacak biçim de genişletti. Çalışmalarının çoğu, bir tarih ürünü ola­ rak ele aldığı dinle ilgilidir. Ayrıca, siya­ sal a h la k ile to p lu m s a l d e ğ iş m e arasındaki ilişkileri de inceledi. Yapıtları: The precarious vision (Belirsiz görüm), 1961; Social Coustruction o f Reality (Ger­ çekliğin toplumsal kuruluşu), 1966; The S acred Canopy: elements o f a sociological theory. Bergar hastalığı. Çoc. hekim, idrar­ da sürekli albümin ve gözle görülür ara­ lıklı idrar kanamasıyla belirgin hastalık. (Gelişmesi olumlu sonuçlanır.)



BERGERAC, Fransa'da kent, Dordogne arrondissem ent’ının merkezi. Dordogne kıyısında; 27 886 nüf. (1992). Ir­ mağın kolay geçit veren bir yerindedir; kentin tahkimli eski çekirdeği, Dordogne'un yanındaki bir taraça üzerinde ku­ ruldu. Eski evler. Tütün müzesi,



BERGERAC (Savinien DE CYRANO DE) -> CYRANO DE BERGERAC.



BERGES (Aristide), fransız m ühendis (Lorp, Anege, 1833 - Lancey, İşere, 1904). Lancey'de bir kâğıt fabrikası kur­ du ve 1869'dan başlayarak Dau'phine bölgesinde bulunan dağlardaki yüksek çağlayanlardan (200-500 m arası) m eka­ nik enerji elde etm ek ve bunu elektrik enerjisine dönüştürm ek için yararlanm a­ yı düşündü. Bergâs, ağaçtan kâğıt hamu­ ru yapan-m akineleri de geliştirdi.



BERGEŞTE ya da BERKEŞDE sıf. (ar. ber-geşten, dönm ek'ten ber-geşte). Esk. Tersine dönmüş, kötü.



BERGET (Alphonse), fransız fizikçi (Selestat 1860 - Paris 1934). Sorbonne’da fi­ ziki coğrafya laboratuvarı’nın m üdür yardımcılığını yaptı. 18 9 9 ’da yerküre fizi­ ği öğretimini başlattı. 1902'de, Pantheon' da düzenlediği görkem li bir oturumda Foucault'nun sarkaç deneyini yineledi. Institut ocea n o gra p h içu e 'te profesörlük yaparken fizik ve okyanusbilim le ilgili çe­ şitli gereçlerin tasarımını gerçekleştirdi; je­



ofizik, o kya n u sb ilim ve m e te o ro lo ji üzerine birçok inceleme yayımladı.



BERGGOLTS (Olga Fyodorovna), rus kadın şair (Sen-Petersburg 1910 - ay.y. 1975). Kniga pesen (1936) adlı bir yapı­ tı vardır. Adını özellikle, yaşadığı ken­ tin kuşatıldığı sırada yazdığı dizelerle d u ­ y u rd u (F e v ra ls k ii D n e v n ik , Leningradskaya Poem a, 1942). Bir ara destan türüne yöneldi (Pervorossiisk, 1950). D nerni Zrezdi ( 1959) adlı düzyazı çalışmasıyla lirik türe döndü. Ayrıca, Uzel adında bir şiir derlemesi yayımladı (1965). BERGH (Hendrik, VAN DEN kontu), hollandalı soylu (Bremen 1573 - Zutphen 1638). Kont VVillem ile Sessiz VVİllem l’in kız kardeşi, Nassaulu M aria’nın oğlu, ispanyollar ile savaştı, sonra Alessandro Farnese’nin hizmetine girerek ordularının komutanlığını yaptı. 631'de, Bois-le-Duc’ ü kaybedince görevden alındı. Güney Hollanda'yı ispanyollar’a karşı ayaklandır­ m a çabaları sonuç vermedi.



BERGHAUS (Heinrich), alman coğraf­ yacı ve haritacı (Kleve 1797 - Stettin 1884). Coğrafya kitapları yazdı, birçok ha­ rita ve özellikle de, önemli b ir'yapıt olan P hysikalischer’A tla s i (Fiziki atlas) hazır­ ladı. Atlas 1848’de basıldı, 1852’de ta­ mamlandı ve yeniden basıldı. BERGHEİM, Federal Alm anya'da kent. Kuzey Vestfalya Renanyası’ nda, Erft ır­ mağı kıyısında, Köln’ün B.'sında; 51 400 nüf. BERGİSCHES LAND, Federal Alman­ ya 'da tepelik bölge, Rheinisches Schiefergebirge'nin kuzey-doğu kenarından oluşur, Ru,hr ile Sieg arasında, Köln'ün D .'sunda. BERSGİSCH GLADBACH, Federal Alm anya'da kent, Kuzey Vestfalya Re■nanyası'nda, Köln'ün D.'sunda; 100 400 nüf. BERGİUS (Friedrich), alman sanayici ve kimyacı (Goldschm ieden, bugün Wrocta w yakınları, 1884 - Buenos Aires 1949). Petrollerin basınç altında hidrojen içinde kraking'ini gerçekleştirdi ve sanayide ilk defa sıvı haldeki karbonun, katalitik hidrojenlenmesi yoluyla yakıtların bireşim yöntemini geliştirdi (1921), Ayrıca, hidro­ klorik asit aracılığıyla odun talaşlarını şe­ kerleştirme ve alkole dönüştürm enin yolunu buldu. 1931 'de, Cari Bosch ile bir­ likte Nobel kimya ödülü'nü aldı. BERGKAMEN, Federal A lm anya'da kent, Kuzey Vestfalya Renanyası'nda,



yacı (Katrineberg 1735 - Medevi 1784). Uppsala Ü niversitesi’nde Linne’nin ö ğ ­ rencisiydi. 1767’de üniversitenin kimya ve metalürji profesörlüğüne atandı. Yaş iş­ lemle kimyasal çözüm lem ede büyük bir uzman olarak, ayıraçların etkisinin sistemli bir incelemesini gerçekleştirdi. Karbonat­ ların yapısını tanıttı, karbondioksit gazı çö ­ zeltisinin asit özelliklerini gösterdi ve baryum hidroksitle kireç arasındaki farkı ortaya koydu. Yaptığı kimyasal ilgi çizel­ gelerinde (1775), tepkim eye giren m ad­ delerin fiziksel durum unu göz önünde bulundurarak "seçm eli ilgi” kavramını or­ taya attı. 17 75 ’te nikeli saf halde elde et­ ti; m agnezyum ve m anganezin farkını oksitlerinde açıkça gördü ve 1782’de tungsteni ayırdı. Çalışmaları organik kim­ yaya da yöneldi: daha 1776’da şekerin yükseltgenmesi yoluyla Oksalik asidi el­ de etti; laktik ve musik asitleri inceledi. Ay­ nı z a m a n d a b ir k ris ta lb ilim c i ve madenbilim ci olan Bergm an, 1773 ’te kristallerin ağlaşma kuramını geliştirdi, turmalinin ışıkelektrikliğini inceledi, m ineral­ lerin kimyasal sınıflandırmasını yaptı.



BERGMAN (Bo Hjalmar), isveçli yazar (Stockholm 1869 -ay. y. 1967). Edebiyat eleştirmeni. Yayımladığı yapıtlar arasında birçok şiir derlem esi (M arionnetterna, 1903; Gamla Guddar, 1939; la Chaîne [fr. çev.], 1966), rom anlar (l'Am e ĞvadĞe [fr. çev ], 1955), ve öyküler (le DĞsert, [fr, çev.], 1963) bulunur. Alaycılıktan ince gülm eceyle örülm üş bir hüm anizm aya g e ­ çen yapıtları, dilinin ağırlığıyla dikkati çeker. BERGMAN (Hjalmar), isveçli yazar (Ö rebro 1883 - Berlin 1931). Sayıca ka­ barık olan romanlarının geçtiği yer, yaza­ rın ç o ğ u n lu k la ç o c u k lu k a n ıla rın a dayanarak canlandırdığı küçük VVadköping kentidir. Bu yapıtlarda kişiler, Balzac'taki gibi, her rom anda karşımıza çıkarlar: Markurells i VVadköping (1919); Farm o roch V arHerre (1921); C heffru Ing e b o rg (1924). Tiyatro oyunları arasında en önemlisi S w edenhielm ‘lar (1925) adlı yapıtıdır. Clownen ia c 'd a (1930) iç sıkın­ tısını kahkahaların ardında gizleyerek her­ kesi e ğ le n d ire n b irin i, yani kendi portresini çizer. BERGMAN (Erik), finlandiyalı besteci (Uusikaarlepyy 1911). Helsinki ve Berlin' de eğitim gördü, Viyana okulundan bes­ tecilerin yanı sıra, Mısır ve Türkiye'de keş­ fettiği doğu m üziğinden de eolnlendi (Rubaiyat, 1953). Vatikan’da koro yöne­ ticisi oldu. Orkestra için (A u b a d e , 1958), piyano için (A spekter, 1969) ve 19 6 0 ’tan sonra özellikle koro için yapıtlar (Vier Gal■ genlieder, 1960; Missa in honorem Sancti H enrici, 1972; Lapphonia, 1975) beste­ ledi. BBERGMAN (ingrid), isveçli sinema ve ti-



ingrid Bergman (sağda) ye liv Ullmann ingmar Bergman’ın [i977İfilminin bir sahnesinde



Bergman rihi) derinleştirm eye çalıştı: Persona (1965); V agtim m en (K urtların saati) [1967]; Utanç (Skammen) [1968]; Rite, (Ayin) [1968]; A n n a'n m tutkusu (En Passion) [1969]; Temas (Beröningen) [1970], Viskningar och R op (Çığlıklar ve fısıltılar) [1972]; S cener u r ett A ktenskap (Evlilik yaşamından sahneler) [1973]; Trollllöjten (Sihirli flüt) [1974]; Yüz yüze (Face to Fa­ ce) [1975], Das Schlangenei (Yılan yu ­ murtası) [1976]; Herbstsonate (Sonbahar sonatı) [1977], A u st dem Leben d e r Marionetten (Kuklaların yaşamı üstüne) [1980], Fanny ile A texander (Fanny och Alexander) [1982], Bergm an, film yönet­ m enliğine koşut olarak tiyatro ve opera yapıtları da sahneledi. Klasik ve çağdaş pek ço k oyun yönetti (Shakespeare, Moliâre, Goethe, Çehov, ibsen, Pirandello, Brecht, S trindberg, Camus, Tennessee VVİlliams, Bücher, Albee).



yatro oyuncusu (Stockholm 1915- Lond­ ra 1982). Sinemaya 1934'te, İsveç'te başladı ve ilk başarısını iki yıl sonra interm ezzo (G. M olander, 1936) ile elde etti. 1939’da, amerikalı yapımcı D avid Selznick, bu filmin am erikan çevirim inde (Aşk rüyası [intermezzo]) oynaması için onun­ la anlaştı. Giderek o dönem Hollyvvood'unun en büyük yıldızlarından biri oldu: iki yüzlü adam (Dr. Jekyll and Mr. Hyde) [V. Fleming, 1941], Kazablanka (Casablanca) [M. Curtiz, 1942], Çanlar kimin için ça­ lıyor (For W hom the Beli Tolls) [S. Wood, 1943], Işıklar sönerken (Gaslight) [G. Cukor, 1943], A şktan da üstün (Notorious) [A. Hitchcock, 1946], Bu arada Maxwell A nderson'un Joan o fA r c i (Jan Dark) g i­ bi birçok oyunda da rol aldı. (Bu rolü ■ 1947’de de sinemada, V. Flem ing'in yöS netiminde canlandırdı.) Yönetmen Rober: to Rossellini ile tanıştı, evlendi ve İtalya’ ; ya gitti. O rada Rossellini’nin üç filmi 5 Stromboli (1949), Europe 51 (t 952) ve Vi3 aggio in italia'da (1953) başrol oynadı. Ti­ yatroda da sinema kadar uluslararası bir başarı kazandı. Birçok film de önemli rol­ ler aldı (J. Renoir'ın Elkna et les hommes, 1956; A. Litvak'ın Çarın kızı Anastasia (Anastasia) [1956]; B. VVİcki’nin Ziyaret (Der Besuch) [1964]; özellikle de ingm ar Bergm an'ın Herbstsonate (Sonbahar so­ natı) [1977]).



BERGMANN (Anton), hollandaca ya­ zan belçikalı yazar (Lier 1835 - ay. y. 1874). Tony takm a adıyla ün yaptı. Ger­ çekçi düzyazılarında (Twee reisnovellen van den Rijn, 1870) başından geçen olay­ ları anlattı (Ernest Staas, advocaat, 1874). BERGMANN (Emil), alman kimyacı (Osterode, Harz, 1857 - Berlin 1922), patla­ yıcı m addeler araştırma uzmanı. Bergmann yasası, kutuplarda ya da d ağlarda yaşayan sıcak kanlı hayvanla­ rın, daha az soğuk ülkelerde yaşayan ay­ nı türden ya da benzer türden hayvanlara oranla daha iri olduklarını ortaya koyan yasa. Bergmann yasası, soğuğa uyarlan­ ma yasası sayılabilir. ( -* a ll e n kuralı.)



■BERGMAN (ingmar), isveçli film ve



Henri bir portreden ayrıntı J.E. Blanche’ın yapıtı (1911)



si, Rom



Ingmar Bergman, bir filmin çekimi sırasında Lena Olin’le birlikte



oyun yönetmeni (Uppsala 1918). Lutherci bir papazın oğlu olan sanatçı, önce tiyat­ roya yöneldi. B irçok oyun sahneledi ve Stockholm Krallık tiyatrosu’nda oyun yö­ netmeni oldu (1 96 3 ’te, bu tiyatronun yö­ neticiliğine getirildi). 19 4 4 ’te, yönetmen Alf Sjöberg için ilk senaryosunu yazdı (Hets); ertesi yıl film yönetm enliğine baş­ ladı (Krisis). ilk film lerinde, savaş öncesi fransız "şiirsel g e rçe kçiliğ i"n d en etkilen­ di (Skepp till indialand, 1947; Fangelse, 1948); giderek daha olgun, düşünce ve felsefeye daha yönelik yapıtlar verdi. Bergman, iyilik, kötülük, Tanrı, yaşamın anlamı gibi konuları irdeledi. Kadın-erkek iletişimsizliği üzerine incelikli çeşitlemeler sunarak kimi zaman daha kesin bir üslu­ ba ulaştı. Filmleri yavaş yavaş tüm dün ­ yada ün yaptı: Som m arlek (Yaz oyunları) [1950]; Kvinnors Vantan (Kadınların bek­ leyişi) [1952]; Som m aren m e d Monika (Monika ile geçen yaz) [1952]; Gyclarnas Afton (Gezgincilerin gecesi) [1953]; Somm arnattens Leende (Bir yaz gecesi gü­ lümsemesi) [1955]; Yedinci m ühür (Det Sjunde inseglet) [1956]; Smultronstallet (Yaban çilekleri) [1957]; Ansiktet (Yüz) [1958]; Jungfrukallen (Kaynak) [1959], 1961-1963 arasında gerçekleştirdiği üç­ lemede (Sasom i en spegel [Aynanın için­ den], 1961; N attvardsgâterna, 1962; Sessizlik [Tystnaden], 1963) belli bir iç sı­ kıntısıyla birlikte insanların Tanrı ile ilişki­ leri sorununu işledi. Bu çalışmasından sonra daha arı, daha yalın, am a hep kes­ kin ve kimi zam an sarsıcı bir üslup için­ de, kendisini tedirgin eden temaları (özellikle de aşk tutkusunun kötümser teş­



BERGOGNONE (Am brogio DA FOSSANO, il — d e n ir), İtalya n ressam . 1481-1522 arasında yaşadığı belgelen­ miştir. L. da Vinci'den etkilendi. Başyapıtı Meryem Ana'nın taç giym esi freskidir (S. Simpliciano, Milano, 1508’e doğr.). BERGONZİ (Carlo), İtalyan tenor (Bussöto, Parma ili, 1924). Sahneye ilk kez 1948’de, bariton olarak çıktı, daha sonra 1951 ’de, Milano la Scala'da, A n d rk Chön ie r'yi seslendirdi. Dünyanın birçok b ü ­ yük kentinde konserler verdi. Büyük bir Verdi yorum cusu olan Bergonzi, metne bağlı ve arı bir icraya dönüşü savundu. BERGSLAG, İsveç'in orta kesiminde m adencilik ve sanayi bölgesi, Botni kör­ fezi ve Vanern gölü arasında. Her tür m a­ den filizinin (altın, güm üş, kurşun, bakır, çinko, m anganez, vb.) bol olduğu Bergslag’da özellikle dem ir filizi üretilir; filizin dem ir oranı (°/o 52 - 55) Laponya'dakinden düşük, ama kükürt ve fosfor açısın­ dan son d e re c e arıdır ve yü ksek niteliğinden ötürü XIII. yy.'dan bu yana özel çelik üretim inde kullanılır. Özellikle demirli alaşımları ve en üstün nitelikli çe ­ likler üretilen bölgenin başlıca kentleri Falun, Sandviken, Borlânge, Grângesberg ve Karlskoga’dır.



„ 8j J j n | J 3



| | ° | £ n



BERGSMA (Deanne), güney afrikalı dansçı (Pretoria 1941). Marjorie Sturm ann’ın öğrencisi oldu. 1959’da Büyük Britanya Krallık balesi'ne girdi. Burada Ray Powell’in On in five (1960) adlı yapıtındaki başarısıyla tanındı. Ç ok ince, zarif üslubuyla klasik (Kuğu gölü) ve modern (les B iche s'in yeni düzenlemesi) repertuarda kendini kabul ettirdi. F. Ashto n ’ın Enigm a Variations (1968) adlı yapıtındaki Mary Lygon rolünü, G. Tetley’ in Field Figures (1970) adlı yapıtındaki başrolü, müziğini B. Britten’ın yazdığı, koregrafisini F. A shton’ın yaptığı Death in Venice adlı operanın danslı bölümlerindeki polonyalı anne rolünü ilk kez canlandırdı.



■ BERGSON (Henri), fransız filozof (Paris 1859 - ay. y. 1941). 1889’da Şuurun doğ ­ rudan doğruya verileri (Essais sur les donnöes im m ödiates de la conscience) afili yapıtıyla doktorasını verdi, 1897’de Ecole N orm ale’de yardım cı profesör ol­



du, Collöge de France’ta profesörlük yap­ tı ve 1900-1914 arasında önce yunanca, sonra felsefe kürsüsünde ders verdi. 1914 ’te Fransız akadem isi’ne seçildi. Ce­ nevre’deki Uluslararası düşünsel işbirliği komisyonu’na 1925’e kadar başkanlık et­ ti; 1928’de Nobel edebiyat ö d ü lü ’nü (1927 yılı için) aldı. Şuurun doğrudan doğruya verileri ile başlayan yapıtlarında çeşitli sorunları ele alıp inceledi: özgürlük, ruhun m adde içindeki yeri (MatiĞre et M6m oire [M adde ve bellek], 1896), komiğin anlamı (Gülm e [le Rire], 1900), biyolojik yaşamın doğası (Yaratıcı evrim [l’Evolution cröatrice], 1907), görelilik (Durâe et Sim ultankitk [Süre ve eşzamanlılık], 1922), ahlakın ve dinin kökeni (Ahlak ile dinin iki kaynağı [les Deux sources de la morale et de la religion], 1932). 1919'da bilincin bedenden bağımsız olduğu konusunda­ ki tezini doğrulam ak amacıyla yazdığı çeşjtli denem eleri ve verdiği konferansları Energie spirituelle (Ruhsal enerji) adı al­ tında topladı. Düşünce ve d e v in g e n d e (la Pensöe et le M ouvant, 1934) metafizi­ ğini en iyi açıklayan metinleri bir araya ge­ tirdi. Ayrıca şunları yayımladı: Lettre au pkre SertiHanges (Peder Sertillanges’a mektup) [1937] ve Lettre k D aniel H alevy "A 'la m em oire d e C harles P k g u y "( Da­ niel H alevy’ye mektup: “ Charles Pöguy’ nin anısına") [1939], B ergson’un öğretisi, gerçeklikten yal­ nızca katı cisimleri, düşünceden yalnızca kavramları, bilinçten de yalnızca biçimi göz önünde tuttuğunu ileri sürdüğü gö­ rüşleri, yani deneyciliği (ampirizmi), akıl­ cılığı ve göreciliği bir yana atar. Bu öğre­ ti, hem zekânın bir eleştirisi, hem de in­ san deneyinin başlangıcını sezgiyle kav­ ram aya yönelik bir yöntemdir. Ruhbilimsel nitelikli olan bergsoncu sezgi, gerçekliğin eklemlenmeleri ve fark­ lılaşmaları üzerinde önem le durur ve sıç­ ramalarla ilerler. Bu gerçeklik, öğelerin birbirine eklenm esinin sonucu olmayan (oysa Bergson’a göre eşya, bu çeşit bir eklenm enin sonucudur) ve geliştikçe bi­ reylere bölünerek ortaya çıkan bir gerçek­ liktir. Terimleri iç içe geçen bir art arda geliş ve niteliksel bir ilerleme olan süre, Bergson’a göre, bireysel ya da toplum sal ya­ şamı koruma zorunlularının gözden kay­ bettirdiği ve düşüncede yeniden ele ge­ çirilen salt dolayımsızlıktır.



BERGSONCU sıf. ve a. Bergson’un fel­ sefesine ilişkin.



BERGSONCULUK a. Henri Bergson’ un öğretisi.



BERGSSON (G udbergur), İ z la n d a lI ya­ zar (Grindavık 1932). Yankılar uyandıran best-seller romanı Tomas Jonsson (1966) ile kuşağının en özgün İzlandalI rom an­ cısı olarak tanındı. Daha sonraki hikâye­ lerinde (Anna, 1969) ve II d ort dans les profondeurs (fr. çev.) [1973-1977] adlı üç­ lemesinde, alegori ile en çarpıcı gerçeğin birbirine karıştığı barok bir üslupla ken­ dini maddi değerlere kaptırmış çağdaş İz­ landa toplum unu anlattı. BERGSTRAND (Cari Östen), isveçli gökbilim ci (Stockholm 1 8 7 3 - Uppsala 1948). Daha çok, fotoğraf yardımıyla ba­ zı yıldızların konum ve paralakslarının be­ lirlenmesi, diferansiyel kırılma (bu konu­ da, gözlemciler için çok yararlı tablolar ya­ yımladı), Uranüs gezegeninin uyduları ve güneş tacı üzerine çalışmaları vardır. BERGSTRASSE ("D a ğ yolu"), Orta Ren çöküntüsünün çeşitli bölgelerine ve­ rilen ad. Ren’in her iki kıyısında eski bir karayolu, V osge’ların ve Kara O rm an’ ın eteklerini izler; buralarda toprak hâlâ düz­ dür ve bataklık riea’ları aşılmaz hale geti­ ren su baskınlarından korunabilecek ka­ dar yüksektir. Dağın aşağı yamaçlarını ör­ ten üzüm bağlarının yakınından geçen bu yollar, uzak bölgelerle yapılan şarapçılık ürünleri ticaretinin de etkisiyle, eskiden çok işlekti; ayrıca köyler kurulmuş bazı ke-



berilyoz simlere de bu yolların adları verilmiştir: Alsace'ta, Colmar ve Selestat dolayı; Rheinland Pfalz’da, Landau dolayı; Baden böl­ gesinde, Freiburg ile H eidelberg arası. Bergstrasse’nin kenarında, dağlar arasın­ daki vadilerin çıkışlarında, birçok kent ge­ lişmiştir: Heidelberg, Freiburg, Colmar ve A lsace’taki birçok küçük kent (Obernai, Cernay, Thann).



günden beri hasta. T aksim den beri yü ­ rüyerek geliyorum. Onu tanıdığımdan b e ­ ri yaşamım değişti. — 2. Ne zam andan beri, uzun zamandır: Ne zam andan beri sinem aya gid e m iyo ru m ; uyarm ak, çıkış­ mak ya da karşı koym ak amacıyla söyle­ nir: Ne zam andan beri sokakta kol kola yürüm ek yasak oldu? N e zam andan b e ­ ri izinsiz işe gelinm iyor?



BERGULAE ya da BERGULİON. Tar. coğ. Trakya'da eskiçağ kenti, Hadrianopolis ile Byzantion arasındaydı. Da­ ha sonra Arcadiupolis * adını aldı. (Bugün Lüleburgaz.)



BERİ sıf. (ar. beri"). Esk. 1. Temiz, arın­ mış: "... bütün günahlardan b e rT o la ­ ra k..." (H. R. Gürpınar). — 2. Kurtulmuş, uzak: "B enden b e ri eyledin beni s e n " (Fuzuli, XVI. yy.). — 3. Beri olm ak, arın­ mış olmak, uzak olmak. || Beri-üz-zimme, zim m etinde bir şey olmayan.



BERGÜN, romanş dilinde Bravuogn, İsviçre’de yaz ve kış turizmi merkezi (yüksl. 1 367 m); Graubünden kantonun­ da, Albula vadisinde, D avos’un G .’inde 450 nüf.



BERGÜSTÜVAN’a. (fars. berg ve üstü van'üan berg-üstüvan). Sırmalı ya da şeritli eyer altı örtüsü. || Atlara örtülen sa­ vaş zırhı. BERGÜZAR a. (fars. b e r ve g û za r'dan ber-güzâr). Esk. Küçük hediye, yadigâr, andaç: "B ir bergüzâr ver saçından s u n a m " (Karacaoğlan, XVII. yy.). BERGÜZİDE sıf. (fars. b e r ve güzid e ' den ber-güzide). Esk. Seçme, seçkin.



BERHAMPUR



-^ B AH ARAM PU R.



BERHAMPUR,



H indistan’da kent, Orissa’da, Kattak’ın G .-B.’sında; 162 000 nüf. (1990).



BERHANE ya da BARHANE a. (fars. b a r ve h a n e 'den bar-hane). 1. Eskiden kervan yolları üzerinde, yük boşaltmaya elverişli büyük depoları bulunan konak­ lam a yerlerine verilen ad. — 2. Gireni çı­ kanı belirsiz han ya da konak. — 3. Eski, harap büyük bina. — 4. Berhane gibi, oturm aya elverişli olmayan çok büyük ve eski bina için kullanılır.



BERHAVA a. (fars. b e r ve ar. h ava 'dan ber-hava). Esk. 1 . Berhava etmek, yok et­ mek, havaya uçm ak: "B u cem iyetin için­ d e yalnız b ir kişiyi değ il bütün b ir milleti, b ir anda berhavâ edebilecek kudreti ha­ iz b ir tahrip aleti haline girm işti" (Y. K. Karaosmanoğlu). — 2. Berhava olmak, ya da edilmek, yok olmak, yok edilmek; bo­ şa gitm ek, heba olmak.



BERHEM sıf. (fars. berhem). Esk. Dağı­ nık, karışık, altüst olmuş. BERHÎZ sıf. (fars. ber-hasten, kalkmak, yükselm ek’ten ber-hiz). Esk. 1. Kalkan, yükselen, sıçrayan. — 2. Zorba.



BERHUDAR ya da BERHURDAR sıf (fars. be r ve hürdâr'dan ber-hurdar). Esk. 1 . Berhudar, berhurdar olmak, mutlu, se­ vinçli, şanslı olmak. — 2. Berhudar oii, "sağol, Allahı senden razı olsun, mutlu ol" anlam larında büyüğün küçüğe söylediği iyi dilek sözü.



BERHUDARI a (fars b erh u rd a r ve - i ’,berhO rdâri'der\).E sk. Mutluluk, nasiplilik. ' BERHURDAR -> BERH U D AR BERİ a. Ö T E 'ye k a rşıt o la ra k , b u lu n u la n y e re g ö re d a h a y a k ın o la n konum : Ora­ da değil, biraz daha beride dur. ♦ sıf. 1 . iki konum dan daha yakın ola­ nı belirtir: Köyün beri yakası. Yolun beri yanı. A ğacın beri tarafı. — 2. Beri yanda, beri y a nd a n , bunun yanı sıra, aynı za­ manda: Savaş bütün şiddetiyle sürerken, b eri yandan barış görüşm eleri de hız ka ­ zanıyordu. ♦ be. 1. Beri tarafa doğru, beriye: Beri gelm ek, gitmek. — 2. Beri gelsin, sözko­ nusu şeyin anlaşılmazlığını, inanılmazlığı­ nı, olanaksızlığını vurgulam ak için "ön e çıksın, söylesin” anlam ında söylenir: Bu işin aslını bilen varsa b e ri gelsin. ♦ ilg. 1. a d + çıkm a durum u eki + beri, zam an içinde, sözü edilen ana ka­ dar süren bir eylemin, durum un başlama noktasını, başlangıcını belirtir: On beş



BERİA sıf. (ar. berTa). Esk Güzellik ve olgunluğuyla akranlarından üstün olan kadın.



BERİA (Lavrentiy Pavloviç), sovyet dev­ let adamı (Merheyuli, Abhazistan, 1899 - Moskova 1953). Bakü’de Komünist partisi’ne girdi (1917). 1921 'den başlayarak Kafkasardı devlet güvenlik servislerinde (Çeka, sonra Gepeyu) çalıştı. 1931’de, Kafkasardı,sonraGürcistan komünist par­ tilerinin sekreterliğini yaptı (Gürcistan’da 1936-1938 arasında milliyetçi kom ünist­ lerin temizlenmesi hareketini yönetti) ve 1934'te parti merkez komitesine girdi. Ha­ ziran 1938’de, aşırılıklarını yum uşatm ak için Lejov’un yardımcılığına getirildi, son­ ra aralık 1938’den 1946’ya kadar, MVD (İçişleri bakanlığı) adını alan NKVD ’yi yö­ netti. 30'lu yılların temizlem e hareketleri­ nin sorumlularını tasfiye etti ve kampların (Gulag) yönetimini üstlendi. Parti politbürosuna önce yedek üye (1938), sonra asil üye oldu (1946); devlet savunm a kom i­ tesine girdi (1941) ve mareşalliğe yüksel­ tildi (1945). 1946’da içişleri bakanlığından uzaklaştırıldı, 1941-1953 yılları arasında bakanlar kurulunda başbakan yardım cı­ lığı yaptı. Bununla beraber Stalin’ in artık güven duymadığı Beria, "Batı Gürcistan’ daki milliyetçi ko m plo ” ya (1951) ve “ be­ yaz göm lekliler h areketi"ne bulaştırıldı. Stalin ölünce yeniden içişleri bakanı oldu. Affa ve yumuşam aya dayalı bir siyaset iz­ ledi. Gücünden ve tutkularından çekinen öteki yöneticiler, haziran 1953'te kendi­ sini tutuklattılar. Ölüm cezasına çarptırıl­ dığı ve cezasının infaz edildiği aynı yılın aralık ayında ilan edildi.



postacı ulak: "G el e y berid-i peresttde bir sürûdunta"(T e v fik Fikret). — 2. O rtaça ğ ’ daki müslüm an devletlerde posta ve ha­ b e r alma örgütüne verilen ad. (Bk. ansikl. böl.) — 3. Berid-i tayr, posta kuşu. — Kur. tar. Ortaçağ İslam devletlerinde postacı, devlet posta ve istihbarat ö rgü ­ tü. (Bk. ansikl. böl.) — Ölçbil. Esk. iki posta menzili arasında­ ki uzaklık. (On iki mil, yani 48 000 zira mi­ mari uzunluğunda bir ölçü birimi, 36 304 m eder. Normal yürüyüşle dört saatlik bir yoldur.) —ANSİKL. Müslüman Araplar berid ö rgü ­ tü m odelini Suriye ile Mısır’ın fethinden sonra Bizanslılar’dan aldılar. İslam tarihin­ de ilk berid örgütünü Emevi halifesi Muaviye I kurdu. Abdülm elik bin Mervan dö­ nem inde berid örgütü daha da genişle­ tildi. Bu örgütü geliştirerek sürdüren A b ­ basiler dönem inde devletin posta işleriy­ le görevli dairesine Divan ül-berid, başkanına d a S a h ib ül-berid dendi. Sahib ül -berid, halifenin güvenini kazanmış kişi­ ler arasından seçilirdi. Merkezle eyaletler arasında haberleşmeyi sağlamak dışında saraya ilişkin her tü r eşyayı taşımak, res­ mi görevle bir başka kente gönderilen devlet m emurlarını yerlerine ulaştırmak da, berid örgütünün başlıca hizm etlerin­ den bazılarıydı. Ülkenin çeşitli yerlerindeki komutanların, valilerin, kadıların, m aliye­ cilerin ve üst dereceli memurların çalış­ malarını, merkezi yönetime karşı tavır, dü­ şünce ve tutumlarını b ir an önce saraya iletmekse, örgütün en önem li göreviydi. Dolayısıyla, büyük kentlerde ve önemli yerleşim m erkezlerinde bu daireye bağlı istihbarat görevlileri bulunurdu. Endülüs ? Em evileri’nde, A bbasiler’in son zamanla- § rında kurulan bağımsız hanedanlarda, 00 Selçuklular’da, E yyubiler’de, O rtaçağ’ın öteki tü rk ve İslam devletlerinde de berid 2 örgütü vardı. Berid örgütü Gazneliler ve Gurlular aracılığıyla geçtiği Delhi Türk sultanlığı’ nda büyük önem kazandı. Memluklar’da Baybars dönem inde büyük ge­ lişme gösterdi.



1541



BERİDAN çoğl. a. (ar. b erid 'in fars. çoğl. beridan). Esk. H aberciler, ulaklar, posta tatarları. BERİDŞAHLAR, H indistan’da B idar’ da hüküm süren müslüman-türk hanedan (1492-1619). Behmeniler’in zayıflamasın­ dan yararlanan M ahm ut Şah ll’nin veziri Kasım B e rid ’in kurduğu hanedanı, Bicapur hüküm darı Adil Şah ortadan kaldır­ dı.



BERİBERİ a. (sinhalce, belki de malayca söze.). B, vitam ininin yokluğundan doğan hastalık. ,— ANSİKL. Beriberi U zakdoğu ülkelerinin ' BERİKİ, -ni b e lg sz . sıf. (beri ve -k/'den). hepsinde, kabuğu çıkarılmış pirinç yiyen­ Ö TEKİ’ ne ka rşıt o la ra k b e rid e , y a k ın d a lerde yaygın olarak görülür. Dünyanın o la n b elirtir (a d s ız o la ra k d a k u lla n ıla b i­ başka bölgelerinde, hatta batılı ülkelerde lir): Beriki oda. B eriki yo l daha kısa. Ben bile tek tük rastlamak olanağı vardır; sü­ berikini beğendim . reğen alkoliklerde ya da durdurulamayan ♦ belgsz. adi. İki taraftan birini belir­ kusması olanlarda ya da uzun süre reatir: O, dik dik bakınca, beriki gözlerini ka­ nim asyonda kalanlarda da rastlanır. çırırdı. Günlük B, vitamini (tiamin) gereksinimi kadında 1 mg, erkekte 1,4 m g ’dır. B, vi­ ■ BERİL a. (fr. beryl; yun. beryllos1tan; lat. tamininin başlıca kaynakları dom uz eti, beryiius). 1. Miner. Çoğunlukla pegm a­ karaciğer, sakatat, işlenmemiş tahıllar, ku­ titlerde, kimi granitlerde ve çevrelerinde­ ru yemişler, sebzeler ve patatestir. ki başkalaşım kayaçlarında bulunan, B, vitamini yokluğu, sinirsel (çevre si­ Be3AI2Sİ60 18 formüllü doğal berilyum ve nirlerinde) bozukluklar m eydana getirir, alüm inyum silikat; heksagonal sistemde bazen ölüm e kadar varan bir beyin b o ­ yer alır. — 2. Daha dar anlam da renksiz, zukluğuna (Gayet-W ernicke sendromu), pem be (morganit), sarı, gökmavisi, yeşil az ya da çok genelleşmiş ödem lere ve (zümrüt) türleri olan, saydam değerli taş. kalp yetersizliği belirtilerine neden olur. — ANSİKL. Sertliği 8 olan berile kimi kez Teşhis, idrarda biyolojik olarak tiamin sap­ büyük boyutlarda heksagonal kristaller bi­ tanmasıyla kesinleştirilebilir; kandaki B, çim inde, rastlanır. Taşlı türleri berilyum vitamini oranını belirlem ek çok güçtür. cevherini oluşturur. Başlıca yataklar Ko­ Çoğu zaman B, vitamini verilerek yapılan lom biya'da, Urallar'da (zümrüt yatakları), denem e tedavisi en belirgin teşhis yolu­ M adagaskar’da ve Brezilya’da bulunur. dur. BERİLONİT a. (fr. beryllonite). Miner. Berlcan, Bitlis ve D iyarbakır çevresin­ N aB eP 04 formüllü doğal berilyum fosfat; de oynanan, halay türü bir halk oyunu. ortorom bik sistem de yer alır. Daha çok kadınlar tarafından, davul zur­ BERİLYOZ a. (fr. berylliose). Berilyumu na eşliğinde oynanır. işleyen ya da üreten işçilerde görülen BERİCİ dağları, İtalya’da kireçtaşlı te­ ■hastalık. peler dizisi, Veneto’da. Vicenza’nın G .'in­ — ANSİKL. Berilyozda en çok zarar gören de. Palladio konakları. organlar akciğerlerdir; hastalık özellikle hızlı ve şiddetli bir pnöm okonyoz ve akBERÎD a. (fars.beriid). Esk. 1. Haberci,



zümrüt türünden beril kristali



berilyoz ciğer fibrozu biçim inde gelişir. Berilyum deri hastalıkları da yapabilir; aynı zaman­ da kanser yapıcı bir m addedir.



1542



BERİLYUM a. (tr. bĞryllium). Kim. Özel­ likle berilde bulunan hafif, gri bir metal. (Simgesi Be olan kimyasal element.) Atom numarası: 4 Atom kütlesi: 9,012 Erime sıcaklığı: 1 2 80 °C Kaynam a sıcaklığı: - 3 0 00 °C Özgül kütlesi: 1,85 g/cm 3 Yükseltgenme derecesi: + 2 Elektron biçim lenm esi: [2]s2 izotoplan (kütle sayısı): 7,8,9,10 Kararlı izotopu (kütle sayısı): 9 Doğal berilyum: 9Be: % 100



Vitus Jonassen Bering



|| Berilyum tuncu, bakır ve berilyum (% 2) alaşımı. (Nikel ya da kobalt da katılabilir. Bakır alaşımlarının en serti ve en esnek olanıdır. Su verilirse yum uşar ve kolayca biçimlendirilir; menevişlemeden sonra ise sertleşir ve esneklik kazanır. M ekanik ve elektriksel özellikleri nedeniyle makine sa­ nayisinde ve elektroteknikte kullanılır; ör­ neğin kesiciler, kontaklar, yaylar, m aden ocakları için kıvılcım çıkarmayan takımlar yapılır.) —ANSİKL. Vauquelin, berilyum oksidi 1798 yılında Limoges zümrütünde buldu. Tuzlarının şekeri andıran tadı nedeniyle bu okside glusinyum (yun. glukus’tan; tat­ lı) adını verdi; bu ad Fransa'da birkaç yıl öncesine değin kullanılıyordu. • Özellikleri. Berilyum, fiziksel özellikleri bakım ından dönemsel sınıflandırmanın ikinci kolonunda (II. grup), kendisinden bir alt sırada yer alan m agnezyum a ben­ zer. Bileşikleri ortak değerlik bağlarından oluşur ve bu nedenle iyon yapılı toprakalkalilerden ayrılır. Berilyum, ister arı metal olarak, isterse alaşım halinde kullanılsın, havada yeterince yansızdır. Atmosfer korozyonuna karşı ince bir oksit katmanıyla korunur. Oksijene olan ilgisine rağmen, ancak 9 0 0 °C ’ın üzerinde belirgin biçim ­ de yükseltgenir. • Metalin ve başlıca bileşiklerinin hazırlan­ ması. Berilyum, Be3AI2Sİ60 18 formüllü berilden elde edilir. Beril, eritilip suda sertleştirildikten sonra derişik sülfürik asitle çözülür. Böylece berilyum ve alüminyum sülfatları içeren bir çözelti elde edilir. Çö­ zeltideki alüm inyum , diam onyum sülfat katılarak am onyum şapı biçim inde çökel­ tilip ayrılır. Bu sırada kristalleşen berilyum sülfat, hidrolizden geçirilir ve kavrularak okside dönüştürülür. Bir başka yöntem, Na2SİF6 formüllü sodyum fluorosilikat ile beril tozu karışı­ mı sıkıştırıldıktan sonra 7 5 0 °C ’ta ısıtma­ ya dayanır. Bu yolla oluşan, Na2BeF4 formüllü sodyum fluoroberilat suda çözü­ lerek ayrılır. Be(OFI)2 berilyum hidroksidi ortamın p H ’si yükseltilerek çökeltilir. Berilyum ve temel bileşikleri, şemada görüldüğü gibi Be(OFI)2 form üllü hidroksidinden elde edilir.



levi gören pota üzerinde pulcuklar biçi­ minde toplanır. Klor ise grafitten yapılmış merkezi anotta açığa çıkar. Berilyum flüorür indüklem e fırınında ısı­ tılan grafit bir potada parça halinde m ag­ nezyum katılarak in d irg e n ir. Eriyen berilyum, küçük kürecikler biçiminde top­ lanır ve yıkanarak gan g d an ayrılır. Metal, boşlukta eritilerek arılaştırılır ve argon atmosferi altında kalıba dökülür. Al­ tıgen biçiminde kristalleşen ve tıkız bir ya­ pısı olan katı metalin esneklik m odülü yüksektir. Bununla birlikte günüm üzde el­ de edilebilen en arı halinde bile belli öl­ çü de kırılgandır Berilyum un m ekanik özellikleri, boşlukta 1 150°C dolayında ve basınç altında berilyum tozu sıkıştırılıp topaklaştırılarak önemli ölçüde geliştirebilir. • Berilyum bileşikleri. Be2+ iyonunun, Al3+ iyonundan oldukça küçük olmasına rağm en, her ikisi de aynı büyüklük basa­ m ağında bir kutuplaşm a gücü taşır, iki elem ent arasındaki bu benzerlik berilyu­ mun dönem sel sınıflandırmada III. g rup ­ ta yer alması gereken bir element sanılmasına yol açtı. Atom kütlesi ısısının düşük olması, bu kanıyı daha da güçlen­ dirdi. Ancak M endeleyev, 1871 ’de beril­ yum u gerçek yerine, yani II. gruba yerleştirdi; böylece dönem sel sınıflandır­ ma ve köşegensel benzerliğin ilk başarı­ larından biri gerçekleşti. Nitekim berilyum ve alüm inyum un kimyasal özellikleri bü­ yük bir benzerlik gösterir: - standart elektrot potansiyelleri birbiri­ ne y a k ın d ır (Be2 + /B e = - 1 , 70 V; AI3 + /AI = -1 ,6 7 V); - alkali bazlar, alüm inyum gibi berilyum u da çözerek hidrojen açığa çıkarır. - Her iki metal de derişik nitrik asidin etki­ si altında kaldıklarında, pasifleşme olayı gösterir. - Berilyum halojenürleri alüm inyum halojenürleri gibi Lewis asitleri içinde yer alır. - Alüm inyum karbür (AI4C3) ve berilyum karbür (Be2C) hidrolizlenirse metan açı­ ğa çıkarır. - Berilyum oksidin (BeO), oluşum ısısı yük­ sektir ve suyla tepkim eye girmez. • Berilyum ve berilyum halojenürlerinin eşkonum bileşikleri. Berilyum, verici rolü oynayan oksijenle kelatlı yansız bileşikler oluşturur. Nitekim asetilasetonla doğrusal polim erler aşağıdaki gibi bireştirilebilir:



X



/ c =



o



/



o —• c



W



CH



W



Be



W



c — o



CH



/\



/



o — c



\



/



H ;C



CH,



Berilyum klorür, organik çözücülerde çö ­ zünen polim erleşm iş b ir katıdır. Aldehit­ ler, ketonlar ve esterler, susuz berilyum halojenürleriyle aşağıda görülen eşko­ num bileşiklerini oluştururlar. . R



o = c



8 e (O H )2



' H Be



V



. H O



B e S 0 „4 H ; 0



q -/



z I B e ( N 0 ,)2,4 H 20



(N H J jB e F ,



Berilyum klorür 780 °C 'ta , 6-8 V’luk bir gerilim altında elektrolizden geçirilir. Eşit oranda sodyum klorür ve potasyum klo­ rür karıştırılarak eritildikten sonra °/o 15 oranında berilyum klorür katılır. Berilyum, krom-nikel çeliğinden yapılan ve katot iş­



=



C



.



R



• Kullanımı. Berilyum, berilyum tuncu üre­ tim inde giderek d aha çok kullanılmakta­ dır: % 2 berilyum içeren bu bakır alaşımı, oldukça serttir ve b üyük bir esneklik ta­ şır. Bronzların korozyona karşı gösterdik­ leri direnç ve elektrik iletkenliği bu alaşımda da görülür. X ışınlarını geçirmesi nedeniyle berilyum dan, X ışınları tü p ü n ­ de çıkış ve ışınım penceresi olarak kulla­ nılan ince levhacıklar yapılır. Yüksek erim e sıcaklığı ve ço k ince levhaların bi­ le nötronlara karşı etkili olması, arı beril­ yu m u n ü k le e r s a n a y is in d e n ö tro n yavaşlatıcısı olarak kullanılan bir m alze­ me haline getirmiştir. Berilyum oksitten



(BeO) kimi nükleer reaktörlerde seramik malzeme olarak da yararlanılır. • Zehirliliği. Berilyum ya da bileşiklerinin tozları soğurulursa yüksek düzeyde zehir­ lenmelere yol açar. 50.10'6 g ’lık bir so­ ğurm a, şiddetli, kimi zam an da öldürücü bir akciğer hastalığına neden olur. Daha düşük dozlarda deri hastalıkları, uzun sü­ reli soğurm ada ise berilyoz görülür.



BERİN sıf. (fars. berin). Esk. 1. En yük­ sek, yüce, ulu. — 2. Oyuk, yarık. ■BERİNG ya da BEHRİNG (Vitus Jo ­ nassen), danim arkalı kâşif (Horsens, Jylland, 1681 -B e rin g adası 1741). 1724’te, Büyük Petro'nun hizmetine gir­ di, U zakdoğu’yu, A m erika’nın kuzey -batı’sıyla birleştirdiği düşünülen kıyıları araştırmakla görevlendirildi. 1725'te, Pete rsburg'dan yola çıkarak kara yoluyla Kam çatka’ya vardı; burada yapılan kü­ çük bir gem iyle 1728’d e tekrar yola çıktı. Sisler arasında, kıyıları görmeden, bugün adını taşıyan boğazdan geçti. Kuzey Buz denizi’ne yaptığı kısa bir seferden sonra, Asya'nın Am erika’ya bitişik olmadığını ke­ sin olarak anladı. 1730’da Petersburg’a döndü, ‘‘Büyük Kuzey seferi"ni düzenle­ yen çeşitli girişim lerin örgütlenm esinde belirleyici bir rol oynadı. 1741'de, yeni Petropavlovsk üssünden hareket etti ve Saint-Elias dağı yakınında A m erika kıyı­ larına çıktı. Sonra Aleut adaları boyunca yolculuğuna devam etti ve Kamçatka açıklarında, bugün kendi adını taşıyan bir adada, birçok arkadaşıyla birlikte iskorbüt hastalığından öldü.



BERİNG boğazı, rusçası B e rin g o v p ro liv , Ç ukçe denizi ile (Kuzey Buz de­ nizi) Bering denlzi’ni (Büyük okyanus) bir­ birine bağlayan, A laska ile Sibirya arasında az derin boğaz.



BERİNG denizi, Büyük okyanus’un kuzey kesimi kenarında Bering boğazı ile Kuzey Buz denizi’ne bağlanan deniz. Ale­ ut adaları yayı, Alaska kıyıları ve Sibirya kıyılarıyla kuşatılır. Yüzölçümü: 2 300 000 km2. Kuzey ve kuzey-doğu kesiminden oluşan üçte ikilik bölüm ünde, bol su taşı­ yan ırmakların (Yukon) döküldüğü geniş bir kıta platformu vardır. Kanyonlarla de­ rinlemesine yarılmış kıta şevi ve Aleut adaları yayı, Şlrhov ve Bowers sıradağ­ larıyla birbirinden ayrılan üç deniz dibi havzasını (3 000 - 4 000 m derinlikte) ku­ şatır. Kuzey Büyük okyanus akıntısından gelen sular az tuzludur ve bu sularda bü­ yük sıcaklık farkları gözlenir (kıta platfor­ mu kış m evsim in de donar). Yüzey akıntıları, batı yarısında güneye, doğu ya­ rısında kuzeye doğru ilerler; suların bir bölüm üyse Bering boğazını aşar. Bering denizi önemli bir balıkçılık ve avcılık ala­ nıdır.



Bering denizi’nde fok avcılığı. Be­ ring denizi’nde ço k sayıda fok avlanm a­ sı sonucunda, sayılarının tükenm esi tehlikesi belirdi. Bu konuda ABD ve İngi­ liz Kolombiyası arasındaki bir dizi uyuş­ mazlığın ardından, Paris Uluslararası hakemlik sözleşmesi (1893) fokları tümüy­ le yok olm aktan kurtarm ak am acıyla av­ lanm aya ilişkin kurallar getirdi. ■ BERİO (Luciano), İtalyan besteci (Oneglia 1925). Milano Konservatuvarı’ nda G. F. G hedini ve G. C. Paribeni'nin, Tanglevvood’da da (le n o x , Massachusetts) Dalla p ic c o la ’ nın ö ğre n cisi o ldu. Burno M aderna ile, M ilano'da RAİ m üzik sesbi­ limi stüdyosunu kurdu (1953-1960). Bu­ rada, geleneksel, dizisel ve elektroakustlk tekniklerin bireşimini gerçekleştirmeye ça­ lıştı. Ç ağdaş İtalyan okulunun ileri gelen tem silcilerinden biri olarak kendini kabul ettirdi. 1965-1971 arasında Berkshire School of M usic’te (Tanglevvood) öğret­ menlik yaptı, Harvard Üniversitesi'nde ve New Y ork’taki Juilliard School of M usic’ te besteleme dersleri verdi. 1977-1980 arasında İRCAM’ın elektroakustlk bölüm ü­ nü yönetti. Diziselci akım içinde yer aldı­



ğı ilk dönem inin başlıca ürünleri arasında orkestra için N ones (1955), orkestra için Allelujah I (1957) ve II (1958), flüt ve 14 çalgı için Serenata (1957), kadın sesi, arp ve iki vurmalı çalgı için C ircles (1960), in­ san sesi ve orkestra için Epifanie (1961), elektroakustik teknikle yazdığı Thema (O m aggio a Joyce) [1958], çalgılar ve m anyetik bant için DifiĞrences (1959), Cathy Berberian'ın sesiyle elektronik m ü­ zik Visage (1961) anılmalıdır. Çeşitli so­ locular (flüt, arp, insan sesi, piyano, trom bon, viyola, obua, vurmalı çalgı, klarinet) için S equenzaTar dizisinin ilk yapı­ tını flü t için 1 9 5 8 ’d e b e s te le d i. 1965’teyse, —öncekiyle ilgili olarak— Chem ins adlı diziye başladı. 1965'e d oğ ­ ru, üslubu daha lirik bir nitelik kazandı. Yapıtlarının en önemli ve en tanınmış iki­ sini bu dönem de besteledi: D ante’nin 700. doğum yıldönüm ü dolayısıyla bes­ telediği 17 çalgı, 3 kadın şarkıcı, 8 mim oyuncusu, anlatıcı ve m anyetik bant için Laborintus 2 (1965); sekiz ses (Swingle Sınger grubu üyelerinin sesleri) ve büyük orkestra için, dört, sonra beş bölümlü, üçüncü bölüm ü — m üzik ve edebiyat ya­ pıtlarından sayısız alıntının yanı sıra— tü ­ müyle, Mahlebin 2. senfonisinin scherzo' suna dayalı Sinfonia. Bunları, insan sesi ve 17 çalgı için Recital I (1971), iki piya ­ no için konçerto (1973), insan sesiyle elektroakustik müzik A-Ronne (1973), Points on a curve to find (1974), orkestra ve insan sesi için Coro (1976) ve Opera (1979) gibi yapıtlar izlediler. Diğer yapıt­ ları: Sequenza IX b (1980), La Vera Storia (1982), Un re in ascoito (1984), Requies(19 8 4 ) Sequenza X (1984), , Formazi0/1/(1986).



— ANSİKL. Berjer, Louis XV tarzında bir



koltuktur, ilk kez 1720 ye doğru yapıldı. Derin, alçak ve sancıdır, oturulacak ye­ rindeki yastık sabit değildir; çapraz bir bez fon üzerine yerleştirilir. Koltuğun yan­ ları doludur, bir başka deyişle, kemer ve dayanak arasında boşluk yoktur. Arkalı­ ğın üstü gondol biçim inde yuvarlatılmış ve kimi zaman da her iki yana konan baş­ lıklarla daha rahat bir koltuk elde edilmiş­ tir. Louis XV dönem inde şişkin bir biçim verilen berjer, Louis XVI zamanında düz bir biçim aldı; XIX. yy.’d a da boyutları kü­ çültüldü.



BERK sıf. Esk. Güçlü, sağlam, sert: Berk yürek. Berk taş. Berk kale. ( -* PEK.) ♦ be. Sağlam bir biçim de, sertçe: "Eşeğin b erk bağla, andan Tanrı'ya ıs­ marla " (atalar sözü, XV. yy.). "Bana berk söyleyip hatırama to ku n d u " (Rahat ül -ervah, XVI. yy.).



BERK a. (ar. berk). Esk. 1. Şimşek. — 2. Şimşek gibi parlayan şey. — 3. Berk -aşiyan, yuvası şimşek gibi olan. |[ Berk -efşan, şimşek saçan. || Berk-i revan, şim­ şek gibi hızlı koşan at. || Berk-i şererhiz, kıvılcımlar koparan şimşek. || Berk-i yemani, Yemen kılıcı. BERK ->



BERG.



BERK (M ehm et Kâmil), türk hekim (İs­ tanbul 1878 - ay. y. 1958). Mektebi tıbbiyei m ülkiye’yi bitirdi (1902). Paris’e giderek değişik hastanelerde çalıştı (1908 -1910). Yurda döndükten sonra İstanbul Gureba hastanesi laboratuvar şefliği, Cer­ rahpaşa ve Şişli Etfal hastanelerinde baş­ hekim lik yaptı. Kurucusu o lduğu Yeni laboratuvar'da, form üllerini kendisinin ha­ zırladığı kloropepsin pulmol, purinol, sinirol gibi tıbbi müstahzaratı yaptı. Ata­ türk'ün, ölüm üne kadar devamlı hekimiy­ di. Başlıca yapıtları: M atiöres m bdicales' den b irka ç ya pra k ve bazı ilaçların devai tesirleri (1936); Grip, nezle, mevsim nezle ve intanları (1936).



BERİOSOVA (Svetlana), Litvanya kö­ kenli, Büyük Britanya uyruklu dansçı (Kaunas 1932), Nicholas^Beriozov’un kızı. 1941 'de Fındıkkıran'ın özgün versiyonun­ da m eslek yaşamına başladı. 1952’de Sadler's Wells Ballet'e (dört yıl sonra to p ­ luluk, Royal Ballet oldu) girdi, 1955 ’te bu­ rada yıldız dansçılığa yükseldi. Romantik bir dansçı olan Beriosova. zarif ve rahat HBERK (Nurullah), türk ressam ve sanat yazarı (İstanbul 1906 - ay. y. 1982). 1920 tarzıyla, klasik repertuarın tüm büyük rol­ -1924 arasında öğrenim gördüğü sanayi lerini yorumladı. 1975'te dansı bıraktı. :i nefise mektebi’nde Hikmet Onat ve Çallı BERİOT (Charles Auguste DE), beiçikalı İbrahim’in öğrencisi oldu. Daha sonra git­ kemancı (Louvain 1802 - Brüksel 1870). tiği Paris’te Ecole nationale des beaux Paris Konservatuvarı’nda Baillot'nun öğ­ arts’da Ernest Laurent’in atölyesinde ça ­ rencisiydi. Keman virtüözü olarak tanın­ lıştı. Yurda döndükten sonra, 1928'de dı, tüm b üyü k A vru p a kentlerinde "Müstakiller” in kurucuları arasında yer al­ konserler verdi. La Malibran ile evlendi dı. Aynı yıl Uyanış dergisinde yayımladı­ (1836) ve Brüksel Konservatuvarı'nda ğı yazılarıyla sanat yazarlığına başladı. ders verdi (1843-1852). Keman için bir­ 1933'te ikinci kez gittiği Paris’te bir süre çok yapıt besteledi. — C h a r l e s Wİ l f r İd , Andre Lhote ve Fernand Leger gibi us­ fransız piyanocu, öncekinin ikinci oğlu taların atölyelerinde çalıştı. 1933’te D gru(Paris 1833 - Sceaux-en-Gâtinais 1914), b u ’nun kurucuları arasında yer aldı ve Nıederm eyer okulunda (1866) ve Paris grubun 1950’lere kadar süren etkinlikle­ K onservatuvarı'nda (1887) ders verdi. rine düzenli olarak katıldı. 1954’te Suut Berlozka - B E R E ZK A Kemal Yetkin ile birlikte UNESCO’ya bağ­ lı "Uluslararası sanat eleştirmenleri Tür­ BERİS a Ilıman ülke orm anlarında ya­ kiye ko m itesi"ni kurdu. 1939’da Güzel şayan, madensel yeşil göğüslü küçük si­ sanatlar akadem isi öğretim üyeliğine ge­ nekleri içeren cins. (Silahlısinekgiller tirildi ve bu görevi emekliliğine kadar sür­ [Stratiom yidae] familyası.) dürdü. 1960’larda İstanbul Resim ve BERİŞA (Sali), arnavut siyaset adamı Heykel müzesi müdürlüğü yaptı. 1966’da (Tropoja 1945). Hekim, kalp hastalıkları Devlet resim ve heykel sergisi’ nde birin­ uzmanı. Komünist partisi’ne kayıtlı aydın­ cilik ödülünü kazandı. Başlangıçta Cölardan biriydi, ama siyasal etkinliği olm a­ zanne kübizminin uzantısı niteliğinde bir dı. Fransızca, İngilizce, İtalyanca, rusça biçimcilik anlayışını yansıtan resimlerinde, bilen, dış dünya ile ilişki kurabilen az sa­ daha sonra büyük bir oranda D g ru b u ’ yıda arnavut aydınından biridir. 1990 so­ nun geneldeki sanatsal yaklaşımıyla öz­ nu başlayan çokpartici akımın lideri ol­ deşleşen bir üsluba yöneldi. 1960’lara ka­ du. Demokratik parti'yi kurdu, bir ara ko­ dar süren çalışmalarındaki biçim ve alisyonda yer aldı (haziran-aralık 1991). teknik, 1920 ve 1930'larda A vru pa ’da 22 mart 1992 seçimlerini partisi kazandı egem en olan konstrüktüvizm, kübizm ve ve Berişa 9 nisan 1992'de Ramiz Alia'nın özellikle de sentetik kübizmin formülleştiyerine cumhurbaşkanlığına getirildi. ricisi olan A ndre Lhote’un biçim ci esteti­ BERİŞİM -> İBRİŞİM ğinin çeşitli izlerini taşır. Figürü bir nesne gibi kullandığı bu dönem resimlerinde, BERİT -> BAAL BERİT. konu aldığı biçimleri, kesin olarak sınırlan­ BERİYE a. (ar. beriyye). Esk. Yaratık; dırılmış renk alanlarına böldüğü ve biçi­ halk, insan. min iki boyutluluğunu vurguladığı görülür. BERJER a. (fr. bergere). M obc. Arkalı­ Berk 19 6 0 ’larla birlikte, türk ve doğu ğı doldurulmuş, yanları kapalı, kolluklu ve minyatürleri ve süsleme sanatlarından et­ kilenerek düz boyanm ış renkli yüzeylerle oturulacak yerinde bir yastığı bulunan ge­ niş koltuk. bir tür çizgi arabeskini bütünleştirm eye



yöneldi. G ergef işleyen kadın (1954), Yeni odalık (1973), B itkiler (1976) gibi yapıtla­ rının tem elinde doğulu bir üslup yaratm a denem esi yatar. Başlıca yapıtları: M odern sanat (1932), türk heykeltraşları (1937), Türkiye’de re­ sim (1943), La peinture turque (1950), Türkiye'de resim ve heykel (1957), Resim bilgisi (1964), Sandro Botticelli, Paolo Uccello, Piero della Francesca (1968), Re­ sim ve heykel m üzesi (-1972), 50 yılın türk resim ve heykeli (Hüseyin Gezer ile bir­ likte) (1973), Fikret Mualla, türk ve ya ba n ­ cı re s im d e (1977), B a ş la n g ıc ın d a n b ug ü n e çağdaş türk resim sanatı tarihi (Adnan Turani ile birlikte (1979).



Luciano Berio



BERK (Medeni), tü rk siyaset adamı, bankacı (Medine 1913). İstanbul Yüksek iktisat ve ticaret okulu'nu bitirdi (1936). Zi­ raat bankası’ nda müfettişlik, m üdürlük yaptı. Türkiye Emlak kredi bankası ge­ nel m üdürü oldu (1951). Vakıflar banka­ sı ve Çimento sanayii taş’nin kuruluşunda g örev aldı. DP N iğde milletvekili seçildi (1957). A. M enderes hüküm etinde imar ve iskân bakanı (1958-1959), başbakan yardımcısı (1959-1960) oldu. 27 mayıs 1960’ta tutuklanarak Yassıada Yüksek adalet divanı’nda yargılandı. Öm ür boyu hapse m ahkûm oldu. Bağışlandı (1964). A kbank yönetim kurulu, Türkiye Ticaret ve sanayi odaları birliği başkanlığı (1970-1972), A kb a nk genel m üdürlüğü yaptı.



BERK (Mükerrem), türk flütçü (İstanbul 1917). İstanbul Belediye konservatuvarı'nı bitirdikten sonra Cumhurbaşkanlığı senfoni orkestrası’na girdi (1937). Irak hü­ kümetinin çağrısı üzerine Bağdat Konservatuvarı'nın kuruluş çalışmalarına katıldı ve burada öğretmenlik yaptı (19541959). Ankara Üflemeli çalgılar beşlisi’ni kurdu. 1972’de İstanbul Devlet senfoni orkestrası’™ kurmakla görevlendirildi. 1978’de İstanbul Devlet opera ve balesi m üdürlüğüne atandı, aynı zam anda İs­ tanbul Devlet konservatuvarı m üdürlüğü yaptı. Emekliye ayrıldıktan sonra Kültür ve turizm bakanlığı danışmanı oldu (1982-1991). 1987’de “devlet sanatçısı" unvanını aldı. İstanbul Devlet Konservatuvarı'nda flüt dersleri vermektedir.



Louis XV stili bir berjer musee des Arts decoratifs, Paris



Nurullah Berk’in bir yapıtı özel kol.



Berk ■ BERK (ilhan), tü rk şair (Manisa 1918). 1544



ilhan Berk



Sabri Berkel’in bir yapıtı özel kol.



Gazi eğitim enstitüsü fransızca bölüm ü’ nü bitirdi (1945), O rtaokullarda fransızca öğretm enliği (1945-1955), A n ka ra 'd a Zi­ raat bankası yayın bürosu'nda çevirm en­ lik (1956-1969) yaptı; emekliye ayrıldı. Başlangıçta toplum cu anlayışla büyük kentin hareketli yaşamını, işçileri, kırsal kesimde tarım emekçilerini anlatan; yaşa­ ma, dünyâya beslediği sevgi, um ut ve coşkuyu yansıtan şijrler yazdı. Özgürlüğü, eşitliği konu edindi: İstanbul (1 94 7 "M ito lo g ya la r" adlı bölüm eklenerek İs­ tanbul kitabı [1980] adıyla yapılan yeni basımı Behçet N ecatigil ödü lü 'nü aldı-), Günaydın yeryüzü (1952), Türkiye şarkı­ sı (1953), Köroğlu -destan- (1955). "ik in ­ ci yeni” şiir anlayışının geçerli olduğu dönem de ( — İKİNCİ YENİ) şiirin işlevini, şi­ irde anlamın önem ini daha farklı biçimde değerlendirdi. “ Güzelliği sadece görün­ tüye, benzetiye, giderek dile dayanan" bir şiiri savunurken “ öykülü şiire" karşı çıktı. Çeviriler yaparak, antolojiler düzen­ leyerek Türkiye’de tanınmasına yardım­ cı olduğu çağdaş batı şiirinden (A rthur R im b a ud 'd a n seçm e şiirler [1962], D ün­ ya edebiyatında aşk şiirleri [1962], D ün­ ya şiiri [1969]) etkiler aldı; anlam ve imge konularını bu örneklerin ışığında yorum ­ ladı: "Ç a ğ da ş şiir, yeni, çeşitli güzellikle­ rin üzerine ku rulu yo r bug ü n . Ezra Pound'da görüntü, karanlıklık; Saint-John Perse’de dil, anlatım; C har’da usdışılık başta geliyo r." Bu dönem deki şiirlerinde (Galile denizi [1958], Çivi yazısı [1960], Otağ [1961], M ısırkalyoniğne [1962]) ta­ rihsel kaynaklarla (İncil, Homeros, Mezo­ potamya ve eski Mısır uygarlıkları) ilgili imgelere geniş yer verirken Beyoğlu'ndaki azınlıkların yaşamını, İstanbul ve Anka­ ra sokaklarından izlenimleri, cinsellik, doğa, sıkıntı, yalnızlık, ölüm temalarını iş­ ledi. Kül (-TDK ödülü- [1978], Deniz eskisi (-Yeditepe şiir armağanı- [1982]) vd. gibi yapıtlarında bu içeriği özellikle doğaya daha geniş yer vererek zenginleştirdi. Sa­ nat adamlarını (Nigâri, Âşık Veysel), ya­ p ıtla rı (M a i ve siy a h ), n e sn e le ri (kurşunkalem), bitkileri (ebegümeci), kent­ leri (İstanbul, Halikarnassos), doğayı (yer­ yüzü, d a ğ ) ayrın tıla ra ye r verere k tanımlayan, çağrışım lardan yofâ çıkarak yorum layan ürünler ortaya koydu. Başlangıçta, şiirini birbiri üzerine yığı­ lan uzun dizelerle kuruyor, destansı bir söyleyiş yolu izliyordu. İkinci yeni'nin, d i­ ze işçiliğine önem veren anlatım özelliği­ ni daha sonraki dönem lerinde de sürdür­ dü. Yer yer düzyazı anlatımına da baş­ vurdu. Şifalı otlar kitabı (1982), Galata (1985) gibi yapıtlarını şiirsel düzyazıyla kaleme aldı. Şiir üzerine düşünceleri ve gezi izlenimlerine Elyazılarına vuruyor güneş (1983) adlı güncesinde; özyaşam öyküsüne Uzun b ir adam (1982) adlı ki­ tabında yer verdi. Bütün şiirlerinden yap­ tığı seçmeler Kitaplar kitabı (1981) yapıtındadır. Güzel Irmak adlı şiir kitabıyla,



1988 yılında Sedat Simavi vakfı ödülü'nü. Ferit Edgü ile paylaştı.



BERK (Selma), türk soprano (İstanbul 1929). İstanbul Belediye konservatuvarı' nın ilkin piyano, sonra şan bölüm ünde eğitim gördü. Bir yandan da eczacılık ö ğ ­ renimini sürdürdü. 19 55 'tş Rom a’ya git­ ti; Jolanda inardi ile şan, Giuseppe Morelli ile opera repertuvarı çalıştı. 1955-1961 arasında R om a’da birçok konser verdi. Yurda dönünce solocu ola­ rak İstanbul Şehir operası'na (daha son­ ra Devlet opera ve balesi) girdi. Birçok ya­ bancı ülkede, orkestra ve piyano eşliğin­ de resitaller verdi. İstanbul Üniversitesi devlet konservatuvarı'nda (eski Belediye konservatuvarı) ve TRT İstanbul Radyo­ su gençlik korosu'nda şan öğretmenliği yaptı.



BERK (Sevin), türk arpçı (İzmir 1941). Ankara Devlet konservatuvarı'nda G. Parenti'nin öğrencisi oldu. Yüksek arp bölü­ münü bitirdikten sonra Cumhurbaşkanlı­ ğı senfoni orkestrası’na katıldı Bu orkest­ ra eşliğinde, klasik ve m odern arp repertuvarını seslendirdi. 1973’te, İstanbul Devlet senfoni orkestrası'na geçti. İstan­ bul Devlet Konservatuvarı'nda arp ders­ leri vermektedir. BERKA -



MERC (el-).



BERKA ya da BERKANE, Fas’ın d o ­ ğu kesim inde kent, Beni Snassen dağı­ nın K.’inde, U cda’nın K.-K.-B.’sında; 60 000 nüf. (1992). Tarım pazarı.



BERKAKİT, Rusya’da yeni kent, Do­ ğu Sibirya’da, Baykal-Büyük Amur ağına bağlıdır. Kömür ocağı. BERKAN (bınay) -* OKURER (Binay). BERKAND (Muazzez Tahsin), türk ro­ mancı (Selanik 1900 - İstanbul 1984). İs­ tanbul Fevziye lisesi’ni bitirdi; türkçe ve fransızca öğretm enliği yaptı. Osmanlı bankası’nda çevirmen olarak çalıştı. Özel­ likle kadın okurlara seslenen duygusal ro­ manlarıyla tanındı. Başlıca yapıtları: Sen ve ben (1933), A şk fırtınası (1935), Bahar çiçeği (1935), B ülbül yuvası (1943), Çam ­ la r altında (1949), G önül yolu (1950), Sar­ maşık gülleri (1950), İki kalp arasında (1972).



BERKANE -



BERKA.



BERKE (Öl. Tiflis 1266), Altınordu hü­ kümdarı (1257-1266). Cengiz H an’ın to­ runu, C uci’nin oğlu. G ençliğinin büyük bölüm ünün geçtiği M oğolistan’da müslümanlığı benimsedi. Yeğeni Ulakçı’nın ölü­ mü üzerine Altınordu tahtına çıktı (1257). Büyük kağanlık için çekişen kardeşlerden Kubilay’a karşı, Arık B u ğ a ’nın yanında yer aldı; bu mücadeleyi Kubilay kazanın­ ca büyük kağanla ilişkisini kopardı. Ça­ ğatay hanı A lg u ’ nun H arizm ’i işgal etmesine seyirci kaldı. Azerbaycan'a ege­ men olm ak için ilhanlı devletinin kurucu­ su Hulagu ve ardılı Abaka Han ile savaştı. İlhanlılar’a karşı, Baybars tarafından yö ­ netilen Mısır Memlukları ile ilişki kurdu (1262). Bizans’a karşı, yeğeni emir Nogay komutasında gönderdiği kuvvetler Tuna’ nın güneyine geçerek Balkanlar’ı yağm a­ ladı. A baka Han üzerine düzenlediği sefer sırasında öldü. Yeni bir Saray kenti (Saray Berke, V o lgograd yakınında) ku­ ran Berke’nin müslümanlığı benimseyişi, K ıpçaklar'ın İslam laşm aya yönelişinin başlangıcı oldu.



BERKE FAKIN, türk şair ve yazar (Mı­ sır XIV. yy.). M emluklar döneminde, emir Altun Boğa Bey’in yanında yaşadı. Harizm şairi Kutb’un, iranlı şair N izam i'den manzum olarak çevirdiği H üsrev ü Şirin mesnevisinin bir yazması onun elyazısıyladır. Bu yapıtın sonuna eklediği 51 beyitlik m anzum ede kendisi hakkında bilgi verdi. Ayrıca, Irşad ül-mü-lûk ve's-selatin adlı fıkıh kitabını, İskenderiye naibi emir Bacman adına arapçadan kıpçak türkçesine çevirdi (1387). ( ->Kayn.)



BERKE HAN (ef-Melik üs-Sait Nasirettin Muhammet), Mısır’ın türk asıllı beşinci sultanı. 1277 ile 1279 arasında hüküm sürmüş olan Baybars’ın oğludur 1279’da Kalavun tarafından tahttan indirildi. Yeri­ ne geçirilen kardeşi Salamış da çok g eç­ m eden yine Kalavun lehine tahttan uzaklaştırıldı. ■BERKEL (Sabri), türk ressam (Üsküp 1907). Belgrad Güzel sanatlar okulu’nda gravür öğrenim i gördü (1927-1928). İtal­ y a ’da Floransa Güzel sanatlar akademisi’ ne devam etti (1929-1934), 1935'te Türkiye'ye yerleşti ve aynı yıl ilk kişisel ser­ gisini açtı. 1939 da İstanbul Devlet güzel sanatlar akadem isi gravür atölyesi ö ğre ­ tim üyeliğine getirildi. Önce “ Müstakiller” in, 1941’de de D grub u 'n un üyesi oldu. 1947’de çağdaş yöntemlerle kitap basan basım evlerindeincelem eler yapm ak üze­ re gönderildiği Paris'te, kitap uzmanı ve estetikçi J. G. Daragnes ve A ndre Lhote’un atölyelerinde çalıştı. Devlet Re­ sim ve heykel sergisi’nde birincilik ö dü ­ lünü kazandı (1961). Emekliye ayrılışı nedeniyle A ka d em i'd e toplu bir sergisi düzenlendi (1977). Berkel, ilk yapıtlarında akadem ik bir di­ siplin içinde doğal görünüşlere bağlı kal­ dı. Karakalem ya da m ürekkepli uçla gerçekleştirdiği çeşitli nitelikteki nü, figür gibi desenlerindeki biçim anlayışını titiz ve düzenli bir işçiliğin desteğinde geliştirdi. 1940'ların sonuna doğru Cezanne kübiz­ m inden kaynaklanan bir anlayışla ele al­ dığı natürmortların ardından K ubbeler l-ll, Kedi (1951) gibi yapıtlarıyla, soyut resme yöneldi. Geom etrik-soyut bir biçim tem e­ li üzerine kurulan M im ar Sinan (1952), Yo­ ğurtçu (1952) adlı resimlerindeki biçim arilayışı, çoğu kez kalın ve siyah bir çiz­ giyle çevrelenmiş renk alanlarının dengeli bir biçim de düzenlenm esine dayanır. Sa­ natçı, 1950’lerin ortalarında, kaligrafik işa­ retin başlıca biçim aracı olarak anlatıma d öküldüğü yeni bir arayış içine girdi. Bu türdeki çalışmalarında, bir fırça darbesiyle oluşturulmuş izlenimini uyandıran kaligra­ fik işaretlerin biçim , boyut ve kom pozis­ yon içindeki konumlarının, önceden ve kesin bir biçim de hesaplandığı bellidir. Akılcı yaklaşımının biçim sel bir yalınlıkla sonuçlandığı 1960 sonrası resimlerinde, genellikle yeğlediği griler ve pastel renk­ ler, biçim e yardımcı bir rol oynar.



B e r k e l (Adnan), türk ormancılık uz­ manı (Ergani 1908 - İstanbul 1988). Or­ man mektebi âlisi’ni bitirdi (1927). Al­ m anya’da doktora yaptı. Yurda dönüşün­ de Yüksek ziraat enstitüleri orman fakültesi’ne asistan oldu. Orman mahsullerini kıymetlendirme enstitüsü’nde profesörlü­ ğe yükseldi (1945). 1978’de emekli olun­ caya kadar Türkiye'deki çeşitli ağaç tür­ lerinin teknolojik araştırmalarını yaptı. Başlıca yapıtları: O rm anda kesim ve ta­ şıma kılavuzu (1946), Orman mahsullerin­ den fa y d a la n m a b ilg is i (1 94 8 ), Ormanlarımızdan reçine istihsali imkânları (1954), Kavak kitabı (1956), Uludağ göknarının önem li özellikleri (1964), Boylu a r­ dıç ve kokulu ardıçın teknolojik özellikleri (1977). BERKELEY, Büyük B ritanya'da, Gloucester’in G.-B.’sında yer. XII.-XIV. yy.’lardan kalma şato. (Edvvard II, 1327’de burada öldürüldü.) BERKELEY,



A BD’de (Kaliforniya) kent, San Francisco körfezi kıyısında, Oakland’ın K.’inde; 102 720 nüf. (1990). Eyaletin, 1868’de San Francisco koyu kı­ yısında kurulan en eski üniversite kampüsü olan Berkeley, giriş koşulları ve gerek amerikalı gerek yabancı öğretim üyeleri­ nin verdikleri derslerin yüksek düzeyi ne­ d e n iy le , A B D ’ n in en ünlü üniversitelerinden biridir. Çeşitli dallarda eğitim veren üniversitenin, özellikle Lawrence Radiation Laboratory’si (parçacık ve çekirdek fiziği) önem lidir. Bu laboratuvarda tanecik hızlandırıcıları ve büyük



Berkman parçacık algılayıcıları üzerinde çalışılır. A ntiproton 1955’te Berkeley’de bulun­ muştur.



■ BERKELEY (George). Irlandalı pisko­ pos ve filozof (Kilkenny, İrlanda, 1685 - Oxford 1753). D ub lin 'd e öğrenim yap­ tıktan sonra rahiplik m esleğine girdi ve yunanca, ibranice ve tanrıbilim okuttu. 1713’ten 1720’ye kadar, Fransa, ispan­ ya ve İtalya’da seyahat etti, sonra Derry (İrlanda) ruhani bölgesi yöneticisi oldu (1721-1727). 1728’de, Berm uda’da hıristiyan inancını yaymak amacıyla Rhode isla n d ’a g itti; am a m ali kaynak bulam ayınca bu tasarısından vazgeçip 1731’de İngiltere’ye döndü. 1734'te Cloyne (İrlanda) piskoposluğuna atandı. Başlıca yapıtları: Arithm etica (1707), Miscellanea M athematica (1707), A n Essay Tovvards a N ew Theory o f Vision (Yeni bir görm e kuramına yönelik bir deneme) [1709], Treatise co ncerning the Principles o f H um an K now ledge (insan bilgisi­ nin ilkeleri üzerine inceleme) [1710], Hylas ile Philonous arasında üç konuşma (Three Dialogues between Hylas and Phi­ lonous) [1713], D e M otu (1721), Aiciphro n ; or, th e M in u te P h ilo s o p h e r (Alciphron; ya da küçük filozof) [1732], The Anaiyst; or, a Discours A dressed to an infidel Mathematician (Çözümleyici; ya da imansız bir m atem atikçiye nutuk) [1734], Siris; or, a chain o f philosophical Reflexions and inquiries concerning the virtues of tar-water (Siris; ya da katranlı su­ yun yararlı etkileri üzerine felsefi düşün­ celer ve araştırmalar) [1744], Bu son yapıtında Berkeley, katranlı su konusun­ daki araştırmaları bahane ederek bazı metafizik sorunları inceledi. Berkeley, m addecilik ve dinsizlikle mü­ cadele etti. Hareket noktası olarak duyu­ mu aldı, ama duyular aracılığıyla bizim yalnızca algılarımızı bilebileceğim izi ileri sürdü. Berkeley’e göre, maddesel dün ­ ya bir görüngüler (fenomenler) dünyasın­ dan başka şey değildir; bir tözü, bir sürekliliği yoktur. Yainızca ruhlar ve bu ruhların edindiği tasarım lar vardır; cisim ­ lerin bütün varlığı, algılanmalarıdır ya da algılanmış olmalarıdır (esse est percipi vel percipere). Duyum lardaki değişikliklerin ve farkların nedeni ne maddesel nesne­ lerde, ne de bizdedir; yalnızca Tanrı’dadır. Tanrı, doğadaki olaylar aracılığıyla bizimle konuşur ve iradem izi yönetir. Locke, birincil nitelikler ve ikincil nitelikler diye bir ayrım yapmıştı; Berkeley, bütün niteliklerin duyum lara ındirgenebileceğini ve hem ilk niteliklerin hem de ikincil ni­ teliklerin öznel old u ğ un u kanıtlam ak istedi.



BERKELEY (Busby). amerikalı koreg­ raf ve film yönetm eni (Los Angeles 1895 - Palm Springs 1976). 1930-1940 yılları­ nın en ünlü ve gösterişli müzikal güldürü filmlerinin bale bölümlerini hazırladı ve yö­ netti (42. Sokak [42 nd. Street], 1933; A l­ tın arayıcıları [G old D iggers of 1933], 1933; G old D iggers o f 1935, 1935; Ziegfeld Girl, 1941). Yönetmen olarak da bir­ çok film yaptı (Strike U p the Band, 1940). BERKELEY (sir Lennox Randal Fran­ cis), İngiliz besteci (Oxford 1903 - Lond­ ra 1989). Nadia Boulanger'den ders aldı (1927-1931). Londra Royal Academ y of M usic’te öğretmenlik yaptı. Jonah (1935) oratoryosu, Netsen (1953) ve D inner Engagem ent (1954) adlı operaları, senfonik yapıtları ve oda müziği yapıtları önemli­ dir. Başyapıtı, 1947’de bestelediği, kont­ ralto ve yaylı çalgılar için Âvilalı Azize 7eresa'nın dört şiiri ö r Ayrıca konçertoları vardır. BERKELYUM a. (A B D ’deki Berkeley kentinden). Simgesi B ko la n 97 numaralı kimyasal element. — ANSİKL. Doğal halde bulunm ayan ber­ kelyumu, 1949 aralığında G T. Seaborg ve yardımcıları, birkaç m iligram am erik­ yum 2 4T ı Berkeley çevrimsel hızlandırı­



cısında alfa parçacıklarıyla bombardıman ederek elde etti. Elektron yakalayarak parçalanan bu ilk izotopun yarıömrü 4,5 saat, kütle sayısı 2 4 3 ’tü. 1958’de B. B. C unningham ve S. G. Thom pson, gene Berkeley'de, yarıömrü 314 gün olan 249 kütle sayılı berkelyum İzotopundan İlk kez m akroskobik m iktarda (m ikrogram ın on­ da birkaçı) ayırmayı başardılar. Günü­ m üzde berkelyum 249, yüksek akılı Oak Ridge National Laboratory reaktöründe plütonyum a nötronla yoğun ışınlama uy­ gulayarak gram düzeyinde elde edilm ek­ tedir. Berkelyum 247 ve 248 gibi daha uzun yarıömürlü izotopları da vardır; an­ cak nötronla ışınlama yöntem iyle bunları elde etmek olanaksızdır.



BERKEMAL sıf. (fars. b e r ve ar. ke­ m a ld e n ber-kemaf). Çok İyi durum da, mükemmel: " Em niyetim iz b erke m a ldir" (M. K. Atatürk). BERKER (Aziz), türk kütüphaneci [İstan­ bul 1899 - ay. y. 1968). İstanbul Ö ğret­ men okulu’nu bitirdi. Milli eğitim bakanlığı talim ve terbiye dairesi’nde görev aldı (1933). Kütüphaneler m üdürlüğü ve ge­ nel m üdürlüğü yaptı, emekli oldu (1964). Genel müdürlüğü sırasında okul kütüpha­ neleri yönetmeliğinin çıkması, halk kütüp­ hanelerinin yaygınlaşması için yoğun çaba harcadı, kütüphanecilik alanında İlk planlam a denemesini gerçekleştirmek üzere kurulan 1961 kütüphaneler komi­ tesinde etkin görevler aldı. Başlıca yapıt­ ları: Mora ihtilali tarihçesi ve Penah Efendi m ecm uası (1943); T ürkiye'de ilköğretim I. 1839-1908 (1945); Yazma ve eski bas­ m a kitapların tasnif ve fişleme kılavuzu ve İslam din îilim le ri tasnif cetveli (ismet Parmaksızoğlu ile birlikte, [1958]).



BERKER (Ratip), türk matematikçi ve mekanikçi (İstanbul 1909). Nancy ve Lille üniversitelerinde öğrenim gördü. Ma­ tematik doktorası yaptıktan sonra Türki­ ye’ye döndü (1936). İTÜ öğretim kadro­ sunda yer aldı. İstanbul Üniversitesi fen fakültesi’ne bağlı Matematik enstitüsü’ne doçent olarak atandı. 1939’da mekanik ve akışkanlar mekaniği profesörü ve 1944’te Makine fakültesi'nin ilk dekanı ol­ du. 1946’da Fen fakültesi'ndeki görevini bıraktı; İstanbul Teknik üniversitesi maki­ ne fakültesi’ndeki görevini sürdürdü. 1954’te ordinaryüs profesörlüğe yüksel­ di. Birleşmiş milletler eğitim, bilim ve kül­ tür örgütü’nün (UNESCO) Paris’teki mer­ kezinde çalıştı (1951-1952). 27 Mayıs’tan sonra görevden uzaklaştırıldı. 1962-1972 arası Fransa'daki çeşitli üniversitelerde çalıştı. Türkiye’ye dönüşünden sonra, Boğaziçi üniversitesi matematik bölümü’nde görev aldı. 1979’da emekli oldu ve 1982’ye kadar Tübitak bilim kurulu başkanlığı yaptı. Mekanik, özellikle akış­ kanlar mekaniği alanındaki çalışmalarıy­ la tanındı. Kültür bakanlığı Bilgi çağı ödü­ lü’nü aldı (1990). Başlıca yapıtları: Sur quelques cas d'integration des equations d u m ouvem ent d ü n fluide visqueux incom pressible (1936), M ekanik d ersle ri( 1946), A sal sayılar (1948). BERKER (Şinasi Nahit), türk gazeteci ve yazar (İstanbul 1920). Yükseköğrenim ini yarıda bırakarak Ulus gazetesinde muha­ birliğe başladı. Aynı gazeteye (Halkçı ve Yeni ulus adıyla da çıktı) küçük fıkralar yazdı (1954-1971). DP d ö n e m in d e (1950-1960) yazılarından ötürü 29 ay ha­ piste kaldı. Çıkardığı Kalburüstü ve Hopdedik adlı gülm ece dergileri; kısa ömürlü oldu (1960). C um huriyet gazetesine kü­ çü k fıkralar yazdı (1983), aynı İşi Güneş gazetesinde sürdürm eye başladı (1985). Küçük fıkra dalında çeşitli ödüller kaza­ narak, bu dalda Doğan Nadi, Çetin Altan, Bedii Faik gibi başarılı kalemler arasında yer aldı. Fıkra ve anekdotlarını bir araya getirdiği yapıtları: M atbuat hazretleri (1954), D em edim m i nazlı yârim ben sa­ na (1961), G azeteci olunmaz, doğ u lur (1986).



BERKES (Niyazi), türk toplum bilim ci ve iktisat tarihçisi (Lefkoşa 1908 - Hythe, İngiltere, 1988). İstanbul Üniversitesi edebiyat fakültesi felsefe bölüm ü’nden mezun oldu (1931). Bitirdiği fakültede öğretim görevi aldı; ABD’ye gitti (1934). Chicago üniversitesi’nde toplumbilim ala­ nında çalışmalar yaptı. Yurda döndükten sonra (1939), Ankara Üniversitesi dil ve tarih-coğrafya fakültesi’nde çalışmalarını sürdürdü. Kürsüsünün kaldırılması üzeri­ ne Kanada’ya gitti (1945). McGilI Üniver­ sitesi'nde öğretim üyesi olarak görev aldı, profesör oldu (1952). Emekliye ayrıldık­ tan sonra İngiltere’ye yerleşti. Osmanlı dönem i İktisat tarihi üzerine çalışmalar, özellikle osmanlı toplum yapısıyla İlgili araştırmalar yaptı; bu toplum daki gele­ neksel yapının çözülm eye başlamasıyla ortaya çıkan değişimleri, bu değişim İçin­ de siyaset, din, eğitim gibi toplum sal ku­ ru m la n ince le di. T ü rk iy e ’de sosyal bilimlerin gelişimi, bu gelişim içinde to p ­ lumbilimin yeri ve sorunları konusunda da çalışmaları vardır. Başlıca yapıtları: Batı­ cılık, ulusçuluk ve toplum sal devrim ler (1965); 2 00 yıldır neden bocalıyoruz (1965); 100 soruda Türkiye iktisat tarihi l,ll (1969,1970); Türkiye’de çağdaşlaşm a (1973); Türk düşününde batı sorunu (1975); İslamcılık, ulusçuluk, sosyalizm (1975); A tatürk ve d evrim ler (1982); Fel­ sefe ve toplum bilim yazıları (1985). BERKEŞTE ->



BERGEŞTE.



BERKHEYA a. D evedikenine benze­ yen, G üney Afrika kökenli bitki. (60 tür; bileşikgiller familyası.)



BERKİ, BERKİYE şif. (ar. b e rk ve -/'den berki, dişi. berkiye).Esk. 1, Şimşek­ le ilgili, şimşek gibi. — 2.. Elektrikle ilgili: Seyyale-i berkiye (elektrik akımı).



BERKİMEK gçz. f. (Esk. türkç. b e rk ’ ten). Sağlamlık, g ü ç kazanmak, pekiş­ mek. ♦ b e rk in m e k dönşl. ve edilg. f. Sağ­ lamlaşmak, sağlamlaştırılmak, pekişmek, pekiştirilmek. ♦ b e rk itm e k ettirg. t. B ir şeyi berkit­ mek, onu sağlamlaştırmak, güçlendir­ mek; tahkim etmek, takviye etmek.



BERKİNMEK



BERKİMEK.



BERKİTME a Berkitm ek eylemi. — Bayınd. Berkitme yastığı, kazılabilir ara­ zilerdeki şeddelere tem el işlevi gören ya da oynak zeminlerin korunması için ya­ pılan ve bir ya da birçok çalı demeti kat­ m anından oluşan yastık. — Tiyat. Berkitm e panosu, sahnedeki pencere, kapı, bölm e gibi dekor eleman­ larının düşmemesi, sallanmaması için ya­ pılan pekiştirme.



BERKİTMEK -> BERKİMEK. BERKİYE - BERKİ. BERKLİK a. Sağlamlık; sertlik. BERKMAN (Alexander), rus asıllı amerikalı anarşist (Vilnius 1870 - Nice 1936). ABD’ye g öç etti, Hamestead grevini kanlı bir şekilde bastıran sorum ­ luya karşı başarısız bir suikast girişim in­ den sonra, hapsedildi (1892); özgürlü­ ğüne ancak 1907 yılında kavuştu. Am e­ rik a lı a n a rş is t E m m a G o ld m a n ’a (1869-1940) bağlandı, militarist propa­ gandaya karşı m ücadele etti ve yeniden hapse atıldı. 1919’da E. Goldm an ile bir­ likte devrim ci Rusya’ya sürüldü. Sovyet rejiminin gelişme biçim inden düş kırıklı­ ğına uğrayarak Rusya'yı terk etti (1922). Prison m em oirs o f A narchist (Anarşistin hapishane anıları) [1912], The K ronstadt Rebellion (Kronstadt ayaklanması) [1922] ve özellikle The Bolshevik Myth (Bolşevik miti) [1925] adlı kitapları yazdı. BERKMAN (Ahm et Tevfik), türk hekim (Denizli 1900). Darülfünun tıp fakültesi’ni bitirdi (1924). A nkara Num une hastanesi’nde cerrahi ihtisası yaptı (1927-1928). B erlin’e gönderilerek Charite kliniği’nde



1545



T. Cooke'un gravürü Bibliotheque natioııale, Paris



Berkman ra d y o lo ji ih tis a s ın ı ta m a m la d ı (1928-1930). Türkiye'ye döndükten son­ ra bir süre serbest hekimlik yaptı. Üniver­ site reform unda İstanbul Üniversitesi tıp fakültesi radyoterapi doçenti oldu (1933). Uzun süre Prof Sgalitzer ile birlikte çalış­ tı. Profesörlüğe yükseldi (1940) İstanbul Ü niversitesi’nde bağımsız bir radyotera­ pi kürsüsü ve kliniği kurulm asında etkin rol oynadı (1962). Türkiye'de ilk kez tü ­ m ör kliniği karakterini taşıyan bir radyo­ te ra p i m e rk e z in in k u ru lm a s ın ı da gerçekleştirdi. İstanbul Reaktör komite­ s in d e (1956-1959) ve Başbakanlık atom enerjisi ko m isyo n u 'n d a üyelik yaptı (1957-1966). Bir süre C am bridge Üniver­ sitesi'nde konuk profesör olarak çalıştı Yaş haddinden emekli oldu (1973). Çok sayıdaki yapıtlarından başlıcaları: Tıbbı radio lo g i teşhis ve tedavisi esasları (1939), Radyoloji ve bilim öğretimi (1946), Radio aktif isotoplar ve tedavi endikasyonları (1948), Radiotherapia'm n radiobiolojik esasları, m ethode ve klinik tatbikleri ile kontrendikasyonları üzerinde seminer dersleri (1949), Çocuk felci hastalığı ve radiotherapie (1950), A kciğ e r kanserlerin­ de radiotherapie ve tıbbi tedavisi (1958), N ükleer m edicine'de radyoaktif izotoplar ve tedavi endikasyonları (1960).



1546



\ . , Denam (Menuccıus menuccıus)



BERKOL (Nurettin Ali), türk hekim (İs­ tanbul 1880 • ay. y. 1955). Mektebi tıbbıyei şahane’yi (Askeri tıbbiye) bitirdi (1902). Paris’te çeşitli hastanelerde çalıştı (1907-1910). İstanbul'a dönünce tıp fakül­ tesi anatomi laboratuvarı şefi, m üderris ol­ du (1917). Tıp fakültesi reisi (dekan, 1924) ve D arülfünun em ini (rektör) seçildi (1925). 3. dönem İstanbul milletvekilliği yaptıktan (1927-1931) sonra, tıp fakülte­ sindeki görevine döndü. İstanbul Devlet güzel sanatlar akadem isi'nde anatomi dersleri verdi Ordinaryüs profesör oldu (1933). ikinci kez tıp fakültesi dekanı se­ çildi (1934-1939) ve emekli oldu (1951). Türkiye'de anatomi laboratuvarına ambomaj tekniğim getirerek anatomi öğretımıni ça ğ d a şla ştırd ı Başlıca yapıtları: Hilaliahm er hastabakıcılık teşrih kitabı ( 1 9 1 5 ), Rıe ve unkun m uhtasar teşrihi ve teslihi (Akciğer ve boynun kısa anatom i­ si, 1928), Anatom i atlası (7 c „ 1927-1932), A lt tarafın kısa angtomiası ve topografisel dıssectıa (A Mouchet ve H. V. Göğen ile, 1935), insan anatom iasından hazım takı­ mı (Z. Zeren ile, 1935), Özel sinir takımı­ nın kısa anatomiası (A. M ouchet ve H. V. G öğen ile, 1936), Sym pathicusun anatomiası (Z. Zeren ile, 1936), Artistik anato­ m i kitabı (1940), Sistematik anatom i (A. Mouchet, Z. Zeren ve M, A. Oya ile,3 c., 1939, 1940, 1941), insan anatom isi (Z. Zeren ile, 1956). BERKOVİCA, Bulgaristan’da kent, Mıhaylo vg rad ’ın G .-D.'sunda; 15 000 nüf Balkan dağlarının batı kesiminde iklimi sağlığa yararlı tedavi merkezi. Kereste ve dokum a sanayileri. BERKÖZ (Egemen), türk şair (Karade­ niz Ereğlisi 1941). Ankara Üniversitesi dil ve tarih-coğrafya fakültesi İtalyan dili ve edebiyatı bölüm ü'nü bitirdi (1963). Şiirle­ ri çağın siyasal ve toplumsal karmaşası içindeki duyarlı bir aydının sevgisini, sı­ kıntılarını, yalnızlığını, m utluluk arayışını yansıtır. Ç ağdaş İtalyan edebiyatından çevirileri vardır. Daha önceki 3 yapıtından seçilmiş şiirleri Yalnız ve birlikte (1985) kıtabındadır.



BERKSHİRE, Büyük Britanya’da yö­ netim bölümü, Thames’ın yukarı çığırının G .’inde, M arlborough Hills yamacının her iki yanında; 1 256 km2; 747 000 nüf. (1988). Merkezi Reading. Berkshire domuzu, İngiliz dom uz ır­ kı. Burnunun, ayaklarının ve kuyruğunun ucu beyaz, bedeni siyahtır. Yerel bir d o ­ muz ırkıyla Asya domuzlarının çaprazlanm asıyla.elde edildi. Sıcağa dayanıklılığı başlıca özelliğidir



BERKSOY (Kemal Cenap), türk hekim (İstanbul 1 8 7 0 -a y . y. 1949). Askeri tıbbıye'yı bitirdi (1897). Aynı okulda fizyolo­ ji hocalığı yaptı. Fransa'da (1900-1903), Alm anya’da (1916-1918) araştırmalar yaptı. 19 3 3 ’te fizyoloji kürsüsünde ordi­ naryüs profesör oldu. Emekliye ayrıldık­ tan sonra İstanbul ve Yozgat milletvekilliği yaptı (1943-1950). Türkiye'de çağdaş fiz­ yoloji öğretim inin kurucusu sayılır. Daha çok sindirim fizyolojisi üzerine çalıştı. Baş­ lıca yapıtları: M ebadi-i fenn-i m e na fi’ül aza (1899), Beşeri fizyoloji ders kitabı (1941-1943). BERKSOY (Semıha), türk opera ve ti­ yatro sanatçısı (İstanbul 1913). Güzel sa­ natlar akadem isi'nde Namık İsmail ile resim çalıştı; İstanbul Belediye konservatuvarı'nın şan bölüm ünde Nimet Vahit'in öğrencisi oldu. Süreyya opereti'nin gös­ terilerinde rol aldı. 1931’de ilk sesli türk filmi olan İstanbul sokaklarTnda başrol oy­ nadı. 1932'de D arülbedayi kadrosuna katıldı. 1934'te ilk türk operası olan Ûzs o y 'da başrollerden birini yorumladı. 1936-1939 arasında Berlin Devlet yüksek müzik akadem isi'nde şan tekniğini ilerletti. Yurda dönünce Tatbikat sahnesi’ne (bu­ günkü Ankara Devlet tiyatrosu) girdi; bu­ rada hem tiyatro hem de opera gösteri­ lerinde rol aldı. 1944’te A. Dilligil’in Ses ope re ti’nde çalıştıktan sonra eski görevi­ ne döndü, 1972’de em ekliye ayrıldı. Uzun bir sanat yaşamı boyunca Lüküs hayat, Saz-caz, M acun hokkası gibi o p e ­ retlerde; Tosça, Cavalleria rusticana, Fig aro 'n u n düğünü gibi operalarda ve Köşebaşı, Elektra, Keşanlı Ali destanı, Asiye nasıl kurtulur (Asiye rolünü ilk kez yorum ladı) gibi oyunlarda sahneye çıktı. Berlin'de (1969), Paris’te (1972) ve İstan­ b u l’da (1982) resimlerini sergiledi. F. Özbilg e n ’in hazırladığı Sana tütün ve tespih yolluyorum (1985) adlı kitap, Berksoy’un Nazım Hikm et ve Fikret Mualla ile yazış­ malarını içerir. BERKSOY (Zeli ha), türk tiyatro sanat­ çısı (İstanbul 1946). Devlet konservatuvarı tiyatro yüksek bölüm ü'nü bitirdikten sonra (1965) Devlet tiyatrosu'na girdi. Asiye nasıl kurtulurdaki rolüyle, iki kez en başarılı kadın oyuncu (1969; 1985) seçildi. Lola Blau (1973), Taranta Babu'ya m ektuplar, Jokond ile Si-ya-u (1977), Kafkas tebeşir dairesi (1980) gi­ bi oyunlardaki başarısıyla da çeşitli ödüller aldı. 1990'dan beri Mimar Sinan üniversitesi Devlet konservatuvarı tiyatro ana sanat dalı başkanı ve 1989’dan beri Bakırköy Belediye tiyatrosu genel sanat yönetmenidir. BERKU a. (ar berkcT). Esk. Peçe, yüz örtüsü: " Yüzünden berkû açıldı ayan ey­ ledi râzıru" (Eşrefoğlu Rumi, XV. yy.). BERKUK ya d a BÜRKUK a b ü rku k ). Esk. Erik; kayısı; şeftali.



(ar



BERKUK (el-Melik üz-Zahir Seyfettin) [Kırım 1340-Kahire 1399]. Mısır M em luk­ ları sultanı (1382-1389, 1390-1399). Burciye Memlukları hanedanından ilk m em ­ luk sultanı. Esir olarak Kırım 'dan Kahire’ ye götürüldü. Efendisi Yelboğa Û m eri’nin öldürülm esinin ardından bir süre hapse­ dildi. Daha sonra saraya alındı; sultan Melik ül-Eşref aleyhindeki kom ploya ka­ tıldı. E şrefin yedi yaşındaki ardılı Melik ül -M ansur Ali tarafından ordu komutanlığı­ na atandı. Sultanın vebadan ölmesi üze­ rine, tahta çıkan (1382) on bir yaşındaki H acci’ nin ülkeyi yönetem eyeceğini öne sürerek sultanlığını ilan etti. Ayaklanan Halep valisi Yelboğa Naşiri ve onu des­ tekleyen öteki Suriye valilerine yenildi ve esir düştü. Kaçmayı başararak, bedevi­ lerden oluşan bir ordu ile K ahire’ye gir­ di; tahtını yeniden ele geçirdi (1390). Ti­ mur tehlikesine karşı Suriye kalelerini g üç­ le n d ird i. T im u r'u n B a ğ d a t' tan u z a k ­ laştırdığı Celayirli sultan Ahm et'i k o ru ­ du; OsmanlIlar ile iyi ilişkiler kurdu. (-> Kayn.)



BER K YA R U K BİN



M ELİK ŞA H



(Rüknettin Ebülmuzaffer) (? 1079 — ? 1104], Selçuklu sultanı (1092-1104). Melıkşah ın oğlu. Babasının ölüm ü üzerine T erken Hatun tarafından beş yaşında hü­ kümdar ilan edilen kardeşi M ahm ut’a kar­ şı, vezir Nızamülmülk yandaşlarınca Rey' de tahta çıkarıldı. Dayısı Azerbaycan va­ lisi İsmail bin Yakuti’nin başlattığı ayaklan­ mayı bastırdı. M usul’u ele geçiren amcası Tutuş'u yenerek B a ğ da t’a girdi ve adına hutbe okuttu. Halep, Harran ve Urfa'yı ele geçiren Tutuş’un ilerleyişinden çekinerek İsfahan’daki M ahm ut’a sığındı. Terken Hatun ile M ahm ut'un ölümü üzerine g ü ­ cünü artırdı, Tutuş'u Rey yakınlarında yendi (1905). H orasan'da ayaklanan am ­ cası Arslan Argun, bir kölesi tarafından öl­ dürülünce ülkedeki egem enliği pekişti Haçlılara karşı gönderdiği ordu Antakya önlerinde yenilince ülkedeki saygınlığı sarsıldı. A zerbaycan’ı ele geçiren karde­ şi Muhammet Tapar ile mücadele etti. Din adamlarının araya girmesiyle yapılan ba­ rış sonunda, (1104) ülkeyi kardeşiyle bö­ lüşmek zorunda kaldı. (-> Kayn.)



BERKYARUKŞAH (Nasrettin], Kılıç Arslan ll’nin oğlu (XII-XIII yy ) Ülkesini oğulları arasında bölüştüren babasınca Niksar ve Koyulhisar (Koylu hisar) melikliğine getirildi Bölgeyi ele geçiren ağabe­ yi Rüknettin Süleymanşah tarafından melikliğe son verildi. Yönetimi süresince bil­ gin ve yazarları korudu Şihabettın Sühreverdı Maktul, Pertevnâm e adlı yapıtını ona sundu. Şair d e olan Berkyarukşah' ın H ûrzâd u pîrzâd adlı manzum bir hikâ­ yesi vardır. BERL (Emmanuel), fransız gazeteci ve yazar (Le Vesinet 1892-Paris 1976) Ön­ ce Barbusse ile, sonra Drieu La Rochelle ile çalıştı ve M arianne dergisinin yazıişleri m üdürlüğünü yaptı (1933-1937). M ort de la pensee b ourgoise (1925) adlı yapı­ tıyla burjuva düşüncesinin iflas ettiğim ilan etti ve barışçı bir militan oldu BERLAGE (H endrik Petrus), hollandalı m im ar (Am sterdam 1856 - Lahey 1934). C uypers’in öğrencisiydi A vru pa 'd a m o­ dern mimarlık okulunun kurucularından­ dır. Mantıkçı ve akılcıdır, gereçleri o lduk­ ları gibi kullanır. Berlage’ye göre plan açık seçik olmalı, cepheye ve dekoruna yansımalıdır. A m sterdam 'da birçok köp­ rü, bina, m ağaza inşa etti ve özellikle bu kentin borsa binasıyla (1897-1904) Lahey Beleoiye m üzesi'nı yaptı. 3BERLAM ya da BARLAM a. Ilık ve ol­ dukça soğuk denizlerde yaşayan kemiklibalık. (iki sırt, bir anal yüzgeci vardır. Altçenesinde deri çıkıntısı ya da bıyık bulun­ maz. G ündüzleri oldukça derinlerde, ge­ celen ve bulutlu havalarda yüzeye yakın kesimlerde dolaşır. Eti lezzetlidir: manyat, ığrıp, difana ve trol ağlarıyla ve el oltasıy­ la avlanır. Bil. a M erluccıus m erluccius, m ezgitgiller familyası; boyu 80-100 cm; ağırlığı 3-4 kg.)



BERLANDİERİ a. Kirece çok dayanık­ lı, aşıanacı olarak da kullanılan amerikanasması çeşiti. (Yeni melez çeşitlerin el­ de edilm esinde de çok kullanılır.)



BERLANGA (Luis Garcıa), İspanyol film yönetmeni (Valencia 1921). M adrid Sine­ ma enstitüsü’nde eğitim gördü, ilk uzun filmini 1951'd e J. A Bardem ile ortakla­ şa yönetti: Esa pareja feliz. Uluslararası alanda Bienvenido Mr. Marshall (1952) ile tanındı. Gülm ece duygusu ve yergi g ü ­ cüyle İspanyol sinemasında önemli bir yer edindi: Calabuch (1956), Losjueves, milagro (1957), Plâcıdo (1961), El Verdugo (1963). Las Pirahas (1967), Vivan los novios (1970), Tamaho natura! (1973) La Escopeta nacional (1978). BERLAYMONT (Charles, - kontu), İspanyol H ollanda’sında devlet adamı (1510 - N am ur 1578). Kari V'in ordusun­ da savaştı. Parmalı M argarita'nın naipli­ ği sırasında maliye nazırlığı yaptı Alba



dükü tarafından Sorunlar meclisi üyeliği­ ne atandı ve burada E gm ont ve Hoorne kontlarının mahkûm edilm elerine karşı çıktı.



BERLEWİ (Henryk), polonyalı ressam (Varşova 1894 - Paris 1967). 2 0 ’li yılların ortasında, "B lo k” grubundan yurttaşlarıy­ la birlikte, rus konstrüktivizmi ve Hollan­ da yeniplastikçiliğinden etkilenen, soyut bir resim anlayışı geliştirdi. "M echano Faktura” ilkeleri (mekanikleştirilmiş teknik­ ler, geom etrik yapılar, ışık etkileri) opart' ın kimi özelliklerini haber verir. BERLİCHİNGEN (Götz ya da Gottfrıed VON), Demir El— denir, alman şövalye (Jagsthausen, VVürttemberg, 1480 - Hornberg 1562). Emrindeki azgın silahlı çete­ lerle, Schwaben birliğine karşı VVürttembergli Ulrich’e hizmet etti. 1525 ’te ayak­ lanan köylülerin başına geçti. Yenilgiye uğrayınca imparatora teslim oldu ve iki yıl boyunca A ugsburg'da tutuklu kaldı.15 42 ’ de Türkler ile savaştı, 1544’te Fransa’yı istila eden imparatorluk ordusuna katıldı. Goethe onu dramlarrndan birinin (Götz) kahramanı yaptı; J.-P. Sartre'ın “ Şeytan ve yü ce Tanrı" (le Diable et le Bon Dieu) adlı oyununun da başkişisidir.



radyo-televizyon istasyonları) bulunm ak­ tadır. Bunlardan biri olan Berlin filarmoni orkestrası Berlin’e dünyanın büyük kentle­ ri arasında hatırı sayılır bir yer kazandırır. Berlin Film festivali de aynı şekilde Ber­ lin’e dünya çapında itibar sağlayan etkin­ liklerden biridir. Bunların yanısıra kente çekicilik kazandıran doğal ve yapay gü­ zelliklerin sayısı pek çoktur: yapay göller, ormanlar, spor tesisleri, kültürel etkinlik­ ler, eğlence tesisleri, vb. Berlin aynı za­ m anda önemli bir basımcılık merkezidir. Savaştan sonra Berlin, özellikle bölün­ müşlük yüzünden büyük güçlüklerle kar­ şılaştı, eskiden çok canlı olan ticaret yaşa­ mı daraldı. Buna karşılık bazı devlet daire­ lerinin Batı Berlin’e taşınması, metroyu ek­ sen alan yeni semtlerin kurulması, kent içinin şerit halinde (Berlin duvarı boyun­ ca) genişletilmesi, tarihi semtlerin açıklı­ ğa kavuşturulması, bunların yanısıra do­ ğu kesiminde yapılan televizyon kulesi, cumhuriyet sarayı, çeşitli hükümet binala­ rı gibi yeni yapılar, kente biraz d a yeni bir çehre kazandırdı. Berlin tarihi yapıları, ün­ lü müzeleri, büyük caddeleri, büyük ma­ halleler halinde toplu konutlarıyla şimdi



1547



daha görkem li bir kent oldu. • TARİH. Bir slav balıkçı topluluğunun kurduğu Berlin’in kent olarak adı, ilk kez 1230’dan kalma m etinlerde geçer. XV. yy.’a kadar hemen hemen bağımsız, kü­ çük bir yerleşim merkeziydi, Hohenzollern’lerin Brandenburg seçiciprensi ol­ maları (1415) ve XV. yy. sonunda burası-



BERLİER (Jean-Baptiste), fransız m ü­ hendis (Rive-de-Gier, Loire, 1843 - Deauville 1911). 1882’de, Paris’te denenen ve o zam andan beri kullanımı yaygınla­ şan bir pnömatik boşaltım sisteminin ya­ ratıcıdır. Özellikle, Paris’te telgraf kartları için bir pnöm atik iletim sisteminin kurul­ ması ve sondan "P aris m etrosu” ile g e r­ çekleştirilen yeraltı tramvayı projeleri ile ta­ nınır. Bu amaçla, Sen yatağının altından geçm ek için kalkan korumalı bir delm e yöntemini denedi (Berlier tübü).



Compiegne otomobil ve turizm müzesi



Berlin'deki eski kraliyet şatosu XVII. ve XVIII. yy.'da yapıldı ve İkinci Dünya savaşı sırasında yıkıldı ön planda, büyük seçici Friedrich VVilhelm’in atlı heykeli A. Schlüter’in yapıtı (1606) Johann Rosenberg’in gravürü (1781)



1 BERLİN a. (fîer//'n’den).1. Askı donanım­ lı, iki dingil ve dört tekerlekli, kapıları cam ­ lı, dört kişilik kapalı at arabası; iki ya da dört at koşulurdu. — 2. Dört kapılı, dört ya da altı kişilik kapalı otomobil.



^BER LİN, Alm anya’nın başkenti ve on altı eyaletinden biri, Spree ırmağı kıyısın­ da; 883 km2; 3 410 000 nüf. (1991). • COĞRAFYA. Berlin 1920'de yapılan bir düzenlem eyle 20 yönetim çevresine ay­ rıldı. İkinci Dünya savaşı’ndan sonra kent iki işgal bölgesine bölününce, bunların on ikisi (480 km2) batıda, sekizi (403 km2) doğuda kaldı. İki bölge 1961’de Berlin duvarı'yla birbirinden ayrıldı ve o zaman­ ki iki alman devleti arasında bölüşüldü. Doğu Berlin Alman Demokratik Cumhuri­ yeti’nin merkeziydi. Batı Berlin’se Alman­ ya Federal Cumhuriyeti’ne bağlıydı. Ekim 1990'da iki Almanya birleşince Berlin d u ­ varı yıkıldı ve Berlin gene tek bir şehir ve eskiden olduğu gibi gene Alm anya’nın başkenti ve bir eyaleti oldu. Berlin'in nüfusu 1950-1980 arasında her iki kesim de sürekli azaldı, sonra'yeni­ den artmaya başladı. Batı kesimi yaban­ cı işçi kabul ettiği için birleşmeden önce bu kesim de nüfusun yaklaşık % 10’u ya­ bancıydı (200 000 kişi) ve onların da yarı­ sı türktü. Berlin’de doğum oranı %o 90 do­ layındadır. 20 yaşından küçük olanlar toplam nüfusun % 25’ini, 65 yaşını aşmış olanlarsa yaklş. % 15’ini oluşturmaktadır. Berlin XIX. yy.’da sanayi merkezi oldu. Krallık yetkilileri 1848’den sonra, ordu için telgraf aygıtları yapan Siemens şirke­ tini kente getirince ünlü “Siemensstadt" semti kuruldu. Elektroteknik sanayisi o zam andan beri Berlin’in temel sanayisi olmuştur, bütün sanayi kollarındaki iş hacminin % 30'unu bünyesinde toplar. Onu % 20’ye yaklaşan oranlarla besin ve makine sanayileri izler. Kimya sanasiyisi dördüncü sırayı alır. Faal nüfusun yaklş. % 60’ı sanayi sektöründe çalışır. Berlin İkinci Dünya savaşı'ndan önceki dönem de olduğu gibi Alm anya’nın en önemli kültür merkezidir. Kentte çok sayı­ da kültür kuruluşu (tiyatrolar, müzeler, or­ kestralar, sanat galerileri, müzik okulları,



italyan yapımı berlin (1789)



i. Brandenburg kapı meydanı



1 Deutsche Oper



N eubrandenburg a doğru



2 Teknik üniversite 3. Gedâchtm skirche



II. Leıpzıger Pl



III. IV. V.



M ehrıng Pl



4. Europa Çenter



Strausberger Pl



5. Bellevue şatosu 6. Reıchstag



Prenzlauer Tor



\



V I. Alexander Pl



VII. VIII.



FROHNAti



\



7. H um boldt üniversitesi 8. Rathaus



Rosenthaler P’ı



HEMflSDOf



otoyol ve ekspres yol



Oramenburg Tor. Hansavıertel



wıfî&rı7ij' ^5BE b JB WHBİİJ SCHGSH ALrSE V



Frankfurt



TECEL



;



R E IN IC K E N - J j | S ş l



D° RF



. ..(>»> ve n a ı\u r ğ 'a -



W>*KOVU



ADT



-/fiBARZAHN



• 5JAAKEM



BIESDORF



USlSKIff-



üstte sağda Gedâchtniskirche ve Kurfürstendamm ile (solda) Berlin’in merkezinden görünüm



üstte solda Berlin’in ünlü Brandenburg kapısı C.G. Langhans tarafından 1788’de yapıldı



Soğuk savaş döneminin “utanç anıtı” olan Berlin duvarı yıkılıyor 9/10 kasım 1989)



nı kendilerine merkez yapmaları sonu­ cunda gelişti. Otuz Yıl savaşları’nda bü­ yük zarar gören ve nüfusu 6 OOO’e dü­ şen Berlin, önce seçiciprens, sonra kral olan hükümdarlarının girişimleriyle, XVII. yy. sonunda ve XVIII. yy.'da kalkındı ve bir yapım merkezi (şayak, kumaş, eldi­ ven, mücevher) haline geldi. Nantes ferm anfnin yürürlükten kaldırılmasının ar­ dından (1685) buraya göçen fransız göçmenleri, kentin iktisadi gelişm esine katkıda bulundular. Berlin büyüyerek, çevredeki birçok küçük kent ve köyü sı­ nırları içine aldı. XVIII. yy. sonunda, Av­ rupa’nın en güzel başkentlerinden biriy­ di. Unter den Linden o dönem de açıldı ve Brandenburg kapısı yapıldı (1788). Napolöon dönem inde Berlin, alman yurt­ severliğinin başlıca düşünce ve siyaset merkezi haline geldi, 1810’da, üniversite kuruldu ve kent 1871 'de im paratorluğun başkenti oldu; düşünce yaşamı çok yük­ sek bir düzeye ulaştı ve geleneksel al­ man tutumundan çok farklı, gerçekçi, alaycı bir berlinli anlayışı gelişti. Nüfusu 1871'den 1939’a dört kat artan Berlin, 1918'den sonra, dönemin tiyatro, sine­ ma, sanat ve edebiyat’ında oynadığı bi­ rinci derecede rolle, Avrupa’nın en çok ziyaret edilen kentlerinden biriydi. İkinci Dünya savaşı sırasında anglosakson hava bombardımanlarından bü­ yük ölçüde zarar gören kentte, 23 nisan­ dan 2 mayıs 1945’e dek, sovyet ve al­ man kuvvetleri arasında son ve kanlı bir çarpışm a oldu. Jukov ve Konyev ordula­



rının kuşattıkları (24 nisanda Berlin'in G.D.’d a birleştiler) ve yoğun biçim de topa tutulan (20 000 top) garnizon (80 Volkssturm taburunu kapsayan 300 000 as­ ker). IV. Panzerarmee tarafından kurtarıl­ madı. Çarpışmalar kentin merkezine ka­ dar sürdürüldü. Hitler, 30 nisanda bunkerinde intihar etti, 2 mayıs günü saat 15’te general VVeidling, ateşkes emri verdi, 8 mayısta Berlin’de, Alman silahlı kuvvetle­ rin in teslim anlaşması imzalandı. Savaşı kazanan ülkelerin ortak kararıyla sovyet işgal bölgesinde kalan Berlin, dörtlü (İn­ giltere, ABD, SSCB ve Fransa) bir dene­ tim komisyonunun yönettiği dört kesime ayrıldı. Sovyetler, 20 mart 1948’de anglosakson işgal bölgelerinin birleştirilmesi kararını protesto etm ek için, dörtlü komis­ yondan çekildiler. 24 haziranda kent ile Batı arasında her türlü ulaşımı yasakladı­ lar. Sovyet ablukası bir yıl kadar sürdü, ama ABD yetkililerinin kararıyla kurulan dev boyutlu hava köprüsü sayesinde ba­ şarısızlıkla sonuçlandı. 12 mayıs 1949’da Sovyetler, Berlin ve Batı arasında kara ulaşımına yeniden izin verdiler. Batı ve doğu kesimleri arasında serbest dola­ şım, Doğu Berlin yetkililerinin sertlikle bastırdıkları 17 haziran 1953 işçi ayak­ lanmasına karşın on iki yıl boyunca sür­ dü. 1958 kasımında SSCB, Berlin’in dört­ lü yönetim statüsünü tek taraflı bozdu, Batı Berlin’in BM örgütü denetimi altında özgür bir kent olması önerisi, Batı ülkeleri tarafından reddedildi. Doğu'dan Batı'ya göçün sürekli artması üzerine, Doğu Al­



manya yetkilileri 13 ağustos 1961’de, o tarihten sonra Doğu Berlin ile Batı Berlin’i ayıran duvarı yapm aya başladılar. Berlin yıllarca A vrupa’nın ideolojik bö­ lünmüşlüğünün simgesi oldu. Kentin yeni­ den bütünleşmesini ancak iki alman dev­ letinin birleşmesi sağladı. Ocak 1990’da Doğu Almanya parlam entosunda komü­ nist rejime son vermek üzere serbest se­ çim ler yapılması ve iki Alm anya’nın birleş­ tirilmesi kararı alındı. Bu başlangıçtan sonra, önce para ve ekonomi birliği yürür­ lüğe girdi (1 temmuz 1990). Bunu siyasal birleşme anlaşması izledi (31 ağustos 1990). Doğuya yapılan 140 milyar marklık yardım dan Berlin de payını aldı. Ne var ki birleşm eden sonra ortaya çıkan ekono­ mik bunalım Berlin’de de bir ölçüde ka­ ramsarlığa yol açmıştı. Devlet merkezinin bir an önce Berlin’e taşınması için Federal M eclis’ce alınan karar bu karamsarlığı or­ tadan kaldırdı (20 haziran 1991). • GÜZEL SANATLAR. Berlin’de sayısız ta­ rihsel yapıt vardır: gotik Marienkirche kili­ sesi (XIV. yy. sonu, ünlü Ölüler Dansı fres­ ki); Hohenzollernler dönem inde yapılmış, XVIII. ve XIX. yy.'lardan kalma anıtlar; Jan de Bodt ve A. Schlüter'in yaptıkları, yakla­ şık 1700’den kalma silah deposu (can çe­ kişen savaşçı maskları), Brandenburg ka­ pısı (Langhans’ın yapıtı, 1788); daire planlı kubbeli Sankt Hedwige kilisesi; Schinkel’in yaptığı yeniklasik üslupta Altesmuseum ve muhafız alayı binası, Hohenzollernler’in günüm üze dek dayanan tek şatosu Charlottenburg. 1945’ten son­ ra kentin yeniden kurulması sırasında, ye­ ni mimarlık örnekleri gerçekleştirilmiştir. Sharoun kitaplığı ve filarmoni orkestrası binası, Hansaviertel semti; Batı Berlin’de Mies van der Rohe’nin yaptığı Nationalgalerie; Doğu Berlin’de televizyon kulesi ve Alexanderplatz. • Müzeler. Spree adasında, düzenli bir müze bütününün modern ilk örneği (1830-1930) yer alır. Pergamonmuseum, Nationalgalerie. Bode müzesi. Bunlardan birincisinde, özellikle eşsiz hellen sanatı (büyük Bergam a tapınağı) ve İslam, Orta­ doğu sanatı (B abil’den getirilen İştar kapı­ sı) örnekleri yer alır. C harlottenburg şato­ su, Tarih müzesini, Mısır müzesini (Nefertiti’nin büstü), Friedrich ll’nin koleksiyo­ nundan tabloları kapsar. Dahlem müze­ sinde birçok önemli koleksiyon yer alır: re­ sim galerisi (Van Eyck’in Kilisede M er­ yem 'i, R em brandt’ın Altın başlıklı adam '\, Vermeer’in İnci gerdanlıklı kadın'ı, VVatteau’nun Dans'ı, İtalyan ve alman resim okullarından başyapıtlar); heykel müzesi, taşbaskı salonu; etnografya müzesi; Asya sanatı müzesi, Nationalgalerie, XIX. ve XX. yy. sanatına; Brücke-M useum ’sa Al­ man anlatımcılarına ayrılmıştır.



B E R L İN , Kanada’da Kitchener kentinin eski adı. B E R L İN (israel Isidore B a U n e , İrving — denir), rus asıllı amerikalı besteci ve şarkı yazarı (Temun, Sibirya, 1888 - New York 1989). 1893’te ABD'ye yerleşti, 1911'de Alexander's ragtim e b an d adlı şarkılarıyla ünlendi. Bu başarıdan sonra Hollywood ve Brodvvay'de kazandığı ün­ le, kendini halka yönelik amerikan müzi­ ğinin en önemli kişiliklerinden biri olaraka kabul ettirdi. Pek çok revüde, müzikli güldürüde (bunların çoğu beyaz perde­ ye aktarıldı) ve film de görev aldı. En önemli yapıtları: Top H at (1935), Follow the fleet (1936), A lexsander’s ragtim e b an d (1938), Carefree i 1938), H oliday inn (1942), Blue skıes (1946), Easter Parade (1948), White Christmas (1954). B E R L İN (sir isaiah), İngiliz filozof (Riga 1909). Tarihsel inceleme yöntem lerinde benim senen belirlenim ci ve göreci anla­ yışlara şiddetle karşı çıktı. Yapıtları: Kari M arx (1939), The H edgehog and the Fox (Kirpi ve tilki), 1953; H istorical inevitabi//fy {Tarihsel kaçınılmazlık), 1954; TheAge o f Enlightenm ent (Aydınlanm a çağı) 1956; Two Concepts o f Liberty (iki özgür­ lük kavramı), 1958; F a thersand Children (Babalar ve çocuklar), 1972; Vico and H erder (1976); Personal im pressions (Kişisel izlenimler) 1980.



Berlin Alexanderplatz



(Berlin Ale xander meydanı), Alfred D öblin'in roma­ nı (1929). Yazar epik üslupla dramatik rit­ mi, reklam m etinlerinden, gazetelerden, polis raporlarından, günlük konuşm alar­ dan alıntılarla kaynaştırır. Kendisini her bakım dan aşan bir to plum a yeniden g i­ rebilme çabasında başarısızlığa uğrayan kahramanı katil Franz B ibe rko p f’un yaz­ gısını dile getiren yapıt sona ermekte olan anlatımcılığın ve fütürizm in ilginç bir ö r­ neğidir.



Berlin antlaşması,



Prusya ile Avustur­ ya arasında 28 tem m uz 1742 ’de imzala­ nan ve Breslau ön anlaşmasının (11 ha­ ziran) koşullarını kabul eden antlaşma. Bununla Friedrich II, G .D .'da birkaç böl­ ge ve Galtz kontluğu dışında Silezya’yı alı­ yordu. ( - A v u s t u r y a v e r a s e t s a v a ş i.)



Berlin antlaşması, Belin* kongresi’nde hazırlanan belge. Belgede ilk 22 m ad­ de, Ayastefanos antlaşması ile oluşan Bü­ yük Bulgaristan ile ilgiliydi. Bu antlaşmay­ la Büyük Bulgaristan üç bölgeye ayrıldı: osmanlı egemenliği altında, içişlerinde özerk, Bulgar prensliği; merkezi Filibe olan ve Osmanlı hükümetinin büyük d ev­ letlerin onayını aldıktan sonra beş yıl için atayacağı bir hıristiyan valiyle yönetilecek Doğu Rumeli vilayeti ve üçüncü bölge olarak da, reform yapılması koşuluyla Osm anlılar’a bırakılan M akedonya. Antlaş­ maların öteki m addelerindeki hükümlere göre Bosna-Hersek Osmanlı imparatorluğ u ’ndan ayrılarak Avusturya-Macarista n 'a bağlandı; Kars, Ardahan ve Batum Rusya’ya verilirken Doğubeyazıt ile, Eleş­ kirt vadisi Osmanlı devletine bırakıldı. A n ­ cak. Ruslar Batum ’d a askeri üs kuram a­ yacak ve kent en kısa zam anda serbest liman durum una getirilecekti. Pirat ve Niş, özerkliği tanınan Sırbistan’a bırakılm ak­ taydı. T ürkler’in çoğunlukta bulunduğu D obruca ve Tuna deltasındaki adalarla Tolçi sancağı bağımsızlığını yeni kazanan Romanya’ya veriliyor; Tuna’da ticaret ge­ milerinin serbest dolaşımı öngörülerek, Demirkapı'dan delta ağzına kadar olan ır­ mak boyu kalelerinin yıkılması ve buraya hiçbir devletin savaş gemisinin girmemesi karar altına alınıyordu. Rusya, Fransa ve İngiltere aracılığıyla Girit, Tesalya ve Epeiros’u isteyen Yunanistan, Bism arck’ın sert çıkışları karşısında bir şey kopara­ madı. Osmanlı devletinin, savaş tazm i­ natı olarak Rusya’ya 820 500 000 frank vermesi ve bunun yıllık 350 000 franklık taksitlerle ödenmesi karara bağlandı Bo­ ğazlar hakkında 1856 Paris ve 1871



Londra antlaşmalarının hükümleri geçerikalacakt Beri n antlaşmasu Avrupa dakı çıkar dengelerine göre Ayastefanos antlaşma sı n değiştirirken Baıkanlar'aa çıkacak yen- bunalımların da tohumların- atmaktaydı (-• Kayn.)



S $ 6 S J u n g f r a u - 4274^——-



' 5,89 s3’Z ' ıth o rn ' —İT ,B re eiitA0^y‘5..dT^' V



tT



İT



d



ı.



/ /



.



^



A 4182 A l e ts c h h o r h



* *



-A 3”



-*': İTA LY A



ülkenin yurttaşı olmayan yazarların, imzacı ülkelerde ilk kez basılan ya da imzacı olan ve olmayan iki ülkede aynı anda basılan yapıtlarını; yazarın mal varlığı haklarını (ya­ zarın özel kullanım hakkı) korum a altına alır, imzacı devletler topluluğunun merkezi Cenevre’dedir. Dünya fikri mülkiyet ö rgü ­ tü, Paris’te imzalanan sanayi mülkiyet hak­ ları antlaşması (1883) gibi, Bern antlaşma­ s ın ın yürütülm esinden de sorumludur. Bern antlaşması, 1978’de 70 devlet tara­ fından imzalanmıştı.



Aar ırmağının sol kıyısı üzerindeki eski Bern kentinden bir görünüm



Bernadsiîe Soubirous



Georges Bemanos



lerin saldırıları püskürtülerek kentin to p ­ rakları genişletildi; verimli ittifaklar kurula­ rak iktisadi açıdan kentin gelişmesi sağ­ landı. 1353'te, Bern, adını taşıyan kanton­ la birlikte, İsviçre konfederasyonuna ka­ tıldı. 1415’te Konstanz konsili’ nin ve im pa­ rator Sigism ond’un uyarısı üzerine avusturyalı dük Friedrich’e savaş açıldı ve Aargau ele geçirildi. O dönem den başlaya­ rak, Bern uzun süre Zürich, Valais, Savoia, Bourgogne düklerine ve Milano’ya kar­ şı savaştı. Kentte ve kantonda, reformun benimsenm esinin (1528) ve Vaud bölge­ sinin ele geçirilmesinin (1536) ardından iki buçuk yüzyılı aşkın bir süre barış ve re­ fah dönemi yaşandı. Başlangıçta demokrasi olan yönetim bi­ çimi, yavaş yavaş aristokratlaştı. Ezilenler, eski haklarını silah gücüyle elde etmeyi denediler; ama köylüler savaşı (1653); Daver’in yönettiği Vaud bölgesi ayaklanm a­ sı (1723), ve H enzi’nin yönettiği suikast (1749) peşpeşe başarısızlıkla sonuçlandı. Bununla birlikte bağımlı bölgeler (Aargau ve Vaud bölgesi), 1798’de fransız koruma­ sı altında bağımsızlıklarını ilan ettiler. Bern, parçalanmayı önlemeye çalıştıysa da, ge­ neral Brune ve Fraubrunnen savaşı’nı (5 mart 1798) kazanan general Schauenberg karşısında yenilgiye uğradı. Toprak­ larının bir bölüm ünü, özellikle de zengin hâzinesini (Bonaparte’ın Mısır seferinin gi­ derleri için kullanıldı) yitirdi. Bern aristok­ rasisi, 1814'te eski siyasal ayrıcalıklarının bir bölümünü yeniden elde etti ve Viyana kongresi’nde Bern Jura’sının kente bıra­ kılmasını sağladı. Am a 1830'da, hükümet­ le dem okratlar arasında yeni bir anlaş­ mazlık patlak verdi ve bu anlaşmazlık 31 temm uz 1831’de dem okratların zaferiyle sonuçlandı. 12 eylül 1848’de çıkarılan fe­ deral anayasa, federal hükümetin merke­ zini Bern olarak belirledi ve böylece Bern, "federal kent" ve İsviçre’nin başkenti ol­ du. Eylül 1978 referandum undan sonra, Jura kesimindeki fransızca konuşulan il­ çeler, Bern kantonundan ayrılarak yeni Ju­ ra kantonu oluşturuldu. • GÜZEL SANATLAR. Başlıca anıtlar; Geç gotik üslubunda katedral (oymalı taçkapı, vitraylar); tarihi XV. yy.’a uzanan be­ lediye binası; XII. yy. surlarından kalan ve XVIII. yy.'da yeniden elden geçirilen saat kulesi; XVI. yy. çeşmeleri; barok üslubun­ da Saint-Esprit kilisesi (XVIII. yy.). Kemer­ li sokaklar, eski konaklar. Kentteki başlıca müzeler: D oğabilim müzesi, Bern tarihi müzesi. 1809’da kurulan Güzel sanatlar müzesi. Güzel sanatlar müzesi’nde Italyan primitifleri koleksiyonu, XV. yy.'dan bu ya­ na İsviçre ve Bern ressamlarının yapıtları yanında önemli bir modern sanat bölümü vardır (kübist ressamların yapıtları; Paul Klee’nin Klee vakfı’ndan gelme birçok ya­ pıtı).



Bern antlaşması,



edebi, bilimsel ve sanatsal haklara ilişkin uluslararası antlaş­ ma. 1886’da imzalandı, imzacı ülkenin yurttaşı olan yazarların yapıtlarını; imzacı



Bern sözleşmeleri, demiryolu taşıma­ cılığıyla ilgili olarak 1971 yılında yapılan uluslararası sözleşmeler. Uluslararası mal taşımacılığı sözleşmesi ile uluslararası yol­ cu taşımacılığı sözleşmesi, bunlara katı­ lan en az iki devletin toprakları üzerinde­ ki dem iryolu taşımacılığına uygulanır; ta­ şımaların sözleşmelerle belirlenen bir tek sıfatla yapılmış olması da gerekir. Uluslar­ arası mal taşımacılığı sözleşmesi, taşıma­ nın koşullarını ve taşıyıcının sorum luluğu­ nu belirler. Bern sözleşmesi, 1886’da Bern’de imzalanan, fikir ve sanat eserlerinin ulus­ lararası alanda korunması için uluslararası bir birlik kuran sözleşme. Taraf ülkelerin eser sahiplerine asgari haklar tanımasını öngören sözleşme, eserlerin yeni teknik­ lerle çoğaltılmasının kurallara bağlanm a­ sı, eser sahibinin kişilik haklarının ulusla­ rarası düzeyde tanınması, eser üzerinde­ ki haklara ilişkin bazı sınırlamaların kaldı­ rılması gibi am açlarla 1896’da Paris’te, 1908’de Berlin'de, 1928’de Roma’da, 1948’de Brüksel’de, 1967'de Stockholm ’ de ve 1971'de Paris’te yeniden gözden geçirildi. Türkiye, 22 mayıs 1951 tarih ve 5777 sayılı yasa uyarınca sözleşmenin 1948 tarihli metnine taraftır. BERNA



sıf. (fars. bernâ). Esk. Genç: Baş u câri terk eylem ek bu yolda bernâdan g e lü r" (Ömer bin Mezit, XV. yy.).



Desportes’un ustasıydı. B E R N Â İa .(fa rs .b e m a ve -/'den bernâ'i). Esk. 1. Gençlik, delikanlılık.— 2. Tecrü­ besizlik, toyluk.



S BERNANOS



(Georges), fransız yazar (Paris 1888-Neuilly-sur-Seine 1948). Artois bölgesinden orta halli hıristiyan bir ailenin oğlu. Daha çocukluğunda azizleri, uzlaş­ macılıktan tiksinen, ancak "g ü n a h " soru­ nunun acısını çeken zayıf ruhlu kahra­ manları düşledi. Dayanıksız, azizlik özle­ mi ve kahramanlık, Bernanos’un en " iy i” roman kahramanlarının başlıca nitelikle­ ridir. Sous le solell de Satan’da (1926) kö­ tülük tema’sını işledi. I'im posture (1927) ve la Joie (1929) adlı yapıtlarında olaylar ör­ güsü daha karanlıktı. Un Crime (1935) adlı romanındaysa sinsiliği bir kez daha kına­ dı ve romanın kendisi, olabilirliğin bütün sınırlarını aşarak yalanın çeşitli b irim leri­ ne dönüştü. Le Journal d 'u n curĞ de cam pagne'dart (1936) sonra, Bernanos "cehennem tem a” sına en çok yaklaştığı romanını yazdı: la Nouvelle Histoire de Mouchette (1937). 1937’de tam am lanm a­ sına karşın ancak 1946’da yayımlanan M onsieur Ouine, yazarın roman türünde­ ki son yapıtıdır. Bernanos, 1931 'den ölümüne kadar si­ yasal olayları "çocukluk düşlerinden” kal­ ma günah korkusu içinde yorum ladııLa Grande Peur des bienpensants (1931). Les Grands Cimetiâres sous la lune'de ise (1938), ikiyüzlü bir oyunun sergilendiği kanlı ispanya savaşı’nı yargıladı. Nous autres Français (Biz Fransızlar) [1939], la France contre les robots (Fransa robotla­ ra karşı) [1944] gibi makalelerinden ve ba­ sında çıkan son yazılarına kadar Berna­ nos sağ'da ya da sol'da yer alm aktan çe­ kindi. Yapıtının son halkası, 1952’de oyun­ laştırman D ialogue des C arm âlites'dir (1949).



BERNARD de Chartres, fransız filo­ zof (öl. Chartres ? 1130’a doğr.). 1114'ten (Ercole), İtalyan besteci başlayarak "Chartres okulu” nda ders ver­ (Caprarola 1620’ye doğr. - Münih 1687). di ve bu okulu yönetti. Guillaum e de San Luigi’de orgculuk, Laterano’da capel­ Conches’un hocası oldu. Felsefesi, Pla­ la yönetmenliği yaptı, 1672’de San Pietto n d a n esinlenmiştir. ro’da üstadı- Benevoli’nin yerini aldı. 1674’te Münih sarayı’na capella yönetme­ B BERNARD Clalrvauxlu (aziz), fransız ni oldu. 5 opera ve kilise müziği yapıtları Kilise bilgini (Fontaine-les-Dijon şatosu besteledi. — Oğlu GİUSEPPE ANTONİO 1090 - Clairvaux 1153). 23 yaşında Cî(R om a ? 1649 - Münih 1732), 15’e yakın teaux manastırı’na girdi. 1115’te kurduğu opera ve kilise m üziği yapıtı besteledi. Ciairvaux manastırı'nın başrahipliğini yap­ tı. Bu manastır için saptadığı kuralların Ki­ BERNACER (Germân), İspanyol iktisat­ lise üzerinde büyük etkisi oldu. Din ve si­ çı (Alicante 1883-San Juan de Alicante yaset çevrelerinde, bilgeliği ve erdemiyle 1965). Keynes’in habercisidir, işsizliğin ka­ tanındı, innocentius II ile düzm ece papa çınılmaz olduğunu reddeder ve özelikle Anacletus II arasındaki çekişm ede Innopiyasaların iyi işlemeyişinden doğan ikti­ centius’u destekleyerek, dönemin tüm avsadi dengesizliklerin genel bir çözüm le­ rupalı hükümdarlarının ondan yana olma­ mesini yapar. Ekonom ik yapı reformunu larını sağladı. Anacletus ll'den sonraki ve para aracılığıyla bir ayarlamayı önerir. düzmece papa Victor IV'e, 1138’de boyun ■BERNADETTE SOUBİROUS (azize) eğdi. Sens konsili’nde (1141) Abölard'ın, [Lourdes 1844-Nevers 1879]. Yoksul bir Reims konsili’nde de (1148) G ilbert de la Porree’nin m ezhep sapkınlığını mahkûm değirm encinin kızıydı. On dört yaşınday­ ettirdi. Aziz Benedictus’un ilkelerini katı bir ken, Lourdes’da, Pau ırmağı kıyısındaki biçim de yorum layıp uyguladı. Milano ya­ m ağaralardan birinde, Meryem Ana’yı, kınında Chiaravalle manastırı’ nı kurdu. Arİsa’ya gebeyken on sekiz kez gördüğünü naldo da Brescia'nın Roma’da cum huri­ ileri sürdü. Bu nedenle Lourdes çok ünlü bir hac yeri oldu. Bernadette, 1866’da Neyet ilan ettiği zor bir dönem de, müritlerin­ vers m anastırfna girdi ve orada rahibe den biri, Eugenius III adıyla papalığa yük­ Marie-Bernard adıyla silik bir yaşam sür­ seldi. Bernard, 1174’te aziz, 1830’da da dü. 1933’te azize mertebesine yükseltildi. Pius VIII tarafından kilise bilgini ilan edil­ di. Başarılı bir vâiz ve tanrıbilim ci (doctor BERNADOTTE (Jean), fransız mareşal mellifluus) olan aziz B ernard'ın, ayin d ü ­ -> KARL XVI ya d a KARL JOHAN. zeni ve dogm alar üzerine ço k sayıda ya­ pıtı vardır. BERNADOTTE AF VVİSBORG (Folke kontu) [Stockholm 1895-Kudüs 1948], İs­ BERNARD de Ventadour ya da veç kralı Gustaf V’in yeğeni. İsveç Kızıl BERNART de Ventadorn, limogeslu H açı’nın başkanı olduğu sırada, alman halk ozanı (Ventadour şatosu 1125'e doğr.toplama kamplarından 30 000 tutsağı ser­ Dalon manastırı XII. yy. sonları). Bilindiği best bıraktırmayı başardı (1945). Filistin’ kadarıyla babası Ventadour şatosunda de İngiliz mandası sona erince, 20 mayıs okçu, annesi gene aynı yerde fırıncıydı. 1948’de, İsrail devleti ile arap ülkelerini Ünlendikten sonra, Alienor d ’Aquitaine’ karşı karşıya getiren çatışmaya Birleşmiş in sarayına girdi. Onunla Henry PlantageM illetler’in arabulucusu olarak atandı. net’nin taç giyme törenine katılmak için In­ O rada öldürüldü. giltere’ye gittiği söylenir. Daha sonra, TouBERNABEİ



BERNAERTS (Nicasius), flaman res­ sam (Anvers 1620-Paris 1678). Hayvan re­ simleri çizdi, daha çok Fransa’da çalıştı.



louse ve N arbonne saraylarında bulun­ du. D ordogne’da Dalon manastırı’na çe­ kildi ve orada öldü. Geriye 45 şarkı bıraktı.



Bernath Bunlardan 2 0 ’si notalarıyla el yazmaları­ na aktarılmıştır. Parçaların m elodik niteli­ ği, metin ile müziğin anlamlı dengesi, Ber­ nard de Ventadour’u O rtaçağ’ın dindışı teksesli müziğinin en önemli ustalarından biri yapar.



BERNARD (Charles Ambroise), avusturyalı hekim (Prag 1808-istanbul 1844). Ö ğ­ renimini Prag ve Viyana’da yaptı. Viyana Tip derneği üyesi oldu (1838). Bu yıllarda sağlığı bozuk olan Mahmut II için yeni he­ kimler aranınca, 1838 yılının son günle­ rinde, Dr. Jacques Neuner ve eczacı Hoffmann ile birlikte İstanbul'a getirtildi. Sa­ ray hekimliği, karantina meclisi üyeliği ve Mektebi tıbbiyei adliyei şahane (askeri tıb­ biye) muallimi evvelliği (direktör, baş ho­ ca) görevleri verildi Askeri tıbbiye’ nin iç hastalıkları ye cerrahi bölüm lerinin başı­ na getirildi, idari ve bilimsel alandaki ça ­ lışmalarıyla Askeri tıbbiye’ye, fakülte nite­ liği kazandırdı. Tıbbiye öğrencilerine, Avusturya hastanesi’nde otopsi ve dlseksiyon yaptırdı. A b d ülh ak Molla’nın nazır­ lığı sırasında, onun da yardımıyla, padi­ şahtan anatomi dersinin kadavra üzerin­ de yapılması için izin çıkarttı (1841). Os­ m anlIlarda ilk farm akopeyi yazdı (1844). Yapıtları:^lem snts de botanique â t'usag e des eleves â l'eco le d e m e d e tin e ım periale de Galataserai (1842); Les bains de brousse (1842, [Kaplıca risalesi, 1849]); Precıs de percussion et d'auscultation a l'usage de ses leçons (1843); P harm acopee m ilitaire Ottomane (1844).



nayicilik, sonra avukatlık yaptı, 1891’de Revue Blanche’da edebiyat hayatına atıl­ dı. Romancılığının yanı sıra (Merpoires d ’un je u n e hom m e range, 1899), kendi­ ni daha çok tiyatro alanında kabul ettirdi. Oyunlarındaki mizah ve iğneleyici alayla, Paris ve bulvar yaşamının en iyi tem silci­ lerinden biridir (Triplepatte, 1905; les Jum eaux d e Brıghton, 1908; le Petil Cale, 1911).



BERNARD (Raymond), fransız film yö­ netmeni (Paris 1891 - ay. y. 1977), Tristan B ernard’ın oğlu. Başlıca filmleri: le Petit CafĞ (1919; Max Linder ile), Triplepatte (1922), le Mıracle des loups (1924), le Joueur d 'öch e cs (1927), les Croix de bois (1932), les Misbrables (1934), J'etals une aventuriöre (1938), Maya (1949), la Dame a ux cam elias (1952), les Fruits de l'ete (1954).



BERNARD (Emile), fransız ressam (Lü­ le 1868-Paris 1941). G orm on atölyesinde (1884-1886) Toulouse-Lautrec ve d ’Anquetin ile birlikte yetişti. Van G ogh’un dostu olan sanatçı, önceleri yeniizlenimciliğe yö­ neldi; d ’A nquentin’ln ''b ö lm e c i" araştır­ malarına katıldı; Cezanne’dan etkilendi. 1888’de Pont-Aven’da, Gauguin ile birlik-



Bernard ve Soulier hastalığı, DO ĞUŞTAN KANAMALI TROMBOSİT DİSTROFİ'Sİ’nin eşanlamlısı.



|



BERNARD (Paul, T ris ta n —denir), tran­ sız yazar (Besançon 1866-Paris 1947). Sa­



Bernarda Alba’nın evi (La Casa de Bernarda Alba), F. Garcia Lorca’ nın oyu­ nu (1936, ilk kez 1945'te Buenos Aires'te sahnelendi). Dışarıya sıkı sıkıya kapalı tu ­ tulan dededen kalma bir evde, bir ananın beş kızı üzerindeki şiddetli baskısı anlatılir.



S BERNARDES (Sergio VVladimir), brezil' 5 yalı m im ar (Rio de Janeiro 1919). Brüksel evrensel sergisindeki Brezilya pavyonu­ nun (1958), Brasflia için uluslararası bir havalimanı projesinin (1960), Rio kent pla­ nının (1965),ayrıca kamu ve özel kesime ait birçok yapının yaratıcısıdır. ■ BERNARDİN DE SAİNT-PİERRE (H e n ri), fra n s ız y a z a r (Le H avre 1737-Eragny-sur-Oise 1814). Aralarındaki sıkı dostluk ve doğaya olan sevgileri ne­ deniyle Rousseau ile benzerlikleri bulun­ masına rağmen, m ühendis olarak gittiği Mauritius adasında (Voyage â l ’ile de France, 1773) Rousseau’nun tam tersine, zenciler dışında girdiği her çevrede ken­ dini sevdirmeyi bildi. Louis XVI tarafından Jardin des Plantes’ ın yöneticiliğine geti­ rildi. Kurucu meclis, veliahtın eğitimini ona verm ek istiyordu. Konvansiyon ve im pa­ ratorluk hüküm etleri dönem inde kendisi­ ne ödenek ayrıldı ve institut üyeliğine ge­ tirildi (1795). Les E tudes de la Nature (1784) ve H arm onies de la Nature (1796; 1815-1818) adlı yapıtlarında Rousseau’ nun düşüncelerini saf ve ağlamaklı bir dil­ le yalınlaştırdı. Özellikle, romantizmin kay­ nağında yer alan kültürel ve şiirsel tem a­ ları (yazışmalar, egzotizm, dini heyecan­ lar) PoP ve Virgini (Paul et Virgine) [1788] adlı renkli aşk öyküsünde işledi.



■ BERNARD



(Claude), fransız fizyolojist (Saint-Julien, Rhöne, 1813-Paris 1878) 1841'de College d e France’ta M agendie’ nin asistanlığını yaptı. 1843’te tıp dokto­ ru oldu; 1844’te agregasyonu kabul edil­ medi. 1854’te; Bilimler akademisi’ne seçil­ di; aynı yıl Sorbonne’da, onun için bir de­ neysel fizyoloji kürsüsü kuruldu. Ertesi yıl College de France'ta, M agendie’nin ye­ rine deneysel tıp profesörlüğüne getirildi. 1868’de, Museum'a karşılaştırmalı fizyoloji profesörlüğüne atandı ve Flourens’ın ye­ rine Academ ie française’e girdi. 1869’da senatör seçildi. Claude Bernard önceleri, sindirimin kimyasal olayları üzerine araştırmalar yap­ tı. Bu çalışmalar sonucunda, karaciğerin glikojenik işlevim ortaya çıkardı ve şekerli diyabet üzerine büyük yankı uyandıran bir patojenik kuram geliştirdi Sem patik sinir sistemi üzerine yürüttüğü araştırmalar ve dam ar devindirici sinirler ile inhibisyon si­ nirlerini ortaya çıkarması 1853 ’te, Bilimler akadem isi'nin fizyoloji ödülünü dördüncü kez almasını sağladı. Zehirler ve anestezikler üzerine yaptığı çalışmalarla, fizyo­ lojik gözlem alanının genişlemesine kat­ kıda bulundu. Claude Bernard ayrıca, Dastre, R Bert, A. Moreau, Grehant, Ranvier gibi öğren­ cilerinin yaydıkları fikir ve yöntemleriyle de etkili oldu. Claude Bernard’ın yönteminin değeri, yalnız çok sıkı bir deneysel eleşti­ riden ve viviseksiyonun kolaylaştırdığı de­ ney ve gözlemlerden değil, aynı zam an­ da varsayımlardan da kaynaklanır. Varsa­ yımlar, deney sırasında gözlemciyi etkile­ yecek biçim de işe karışmamalıysa da, ol­ guları toparlamak, araştırmayı yönlendir­ mek ve sonuçları düzenlem ek için gerek­ lidir. Belirlenimciliğe (determinizm) inan­ mayı gerektiren deneysel yönteminin so­ m utluğuna ve açık seçikliğine karşın, C laudeBernard,genelfelsefe konusunda, mutlak gerçeklere ulaşmanın olabilirliği­ ni yadsıyan, dönem in olgucu akımına ka­ tıldı. Bernard’a göre — bu açıdan bakılır­ sa tlnselcidir— yalnız olayların neden 'ine ulaşabiliriz: olayların niçin'i, anlama yete­ neğimizi aşar. Çok sayıda incelemeleri arasında Introduction â l'etud e de la m e d e tin e ' experim entale’i (Deneysel tıbbın incelenmesi­ ne giriş) [1865] sayabiliriz.



1553



Clairvauxlu aziz Bernard Joos Van Cleve’nin bir tablosundan ayrıntı XVI. yy.’ın ilk yarısı Lom e müzesi, Paris



BERNARDO



(794’e doğr. - 818), İtalya kralı (810-818), kral Peppino’nun oğlu ve C harlem agne’ın torunu. 817 ’de, ülkenin paylaşılmasına karşı ayaklandı ve ölüme m ahkûm edildi. Cezası hafifletilerek kör edildi; ama buna dayanamayarak öldü.



Emile Bernard; Elma silkeleme musee des Beaux-Arts, Nantes



te “ bireşim cılik" kuramını oluşturdu (Ça­ yırdaki B retagne’lı kadınlar, Deniş kolek­ siyonu, Saint-Germain-en-Laye). 1889'da açılan Dünya sergisi sırasında, Gauguin ve onun çevresindeki ressamlarla, Cafe Volpini’de “ bireşim ci” bir sergi hazırladı. Simgeciler çevresine soktuğu G auguin’ in burada tek isim kabul edilmesi, yaratı­ cı gücünü olumsuz yönde etkiledi ve gi­ z e m c iliğ e ka ym asın a n e d e n o ld u . 1893’den 1904’e dek, İtalya, Yakın-Doğu ve Mısır’ı gezdi; dönüşünde la Rbnovation esthetique adlı dergiyi çıkardı. Bu der­ gide savunulan İlkel-Rönesans üslubuy­ la çalıştı ve bugün de değ e r taşıyan ya­ pıtlar verdi (Deniz kıyısında şövalyelerin dövüşü). Ayrıca makaleler, şiirler (Le Voyage de l'Etre) yazdı; Reflexions d ’un tem oin de la decadence du Beau adlı kita­ bında (1902), Gauguin, Cezanne ve Van Gogh ile yazışmalarını topladı.



BERNARD (Jean-Jacques), fransız oyun yazarı (Enghien-les-Bains 1888-Paris 1972), Tristan Bernard'ın oğlu. Aşk ve acı­ ya ilişkin ruhsal çözümlem eleri konu edi­ nen oyunlarında, telmihlere, gizliliğe, hat­ ta sessizliğe dayanan bir tiyatro dili kullan­ dı (le Feu qui reprend mal, 1921; M a r­ tine, 1922).



Bernardo del Carplo,



efsaneleşmiş İspanyol kahraman. Dürüst Alfonso ll’nin kız kardeşi Jim ena ile Sancho Dfaz de Saldana’nın oğlu (IX. yy.). C harlem agne Alfonso ll ’nin üzerine yürüdüğü sırada, Carpio, Roncesvalles’te büyük yararlılık gösterdi; burada Roland’ı öldürdüğü söy­ lenir. Böylece İspanyol bağımsızlık kahra­ manlarından biri oldu. Ftömancero'nun bir bölüm ünün, Suârez de Figueroa ve Ber­ nardo de Balbuena’nın yazdığı iki desta­ nın başkahramanıdır. Lope de Vega, Las M ocedades de Bernardo ve El Casamiento en la m uerte adlı yapıtlarında, del C arpio efsanesinden esinlendi.



Claude Bernard Leon Lhermite’in bir tablosundan ayrıntı (1889) Tıp akademisi, Paris



BERNARİ (Carlo), İtalyan yazar (Napoli 1909). Gerçekçi bir romancı olarak g ün ­ delik olaylardan esinlendi. (Tre operai, 1934; Per cause imprecisate, 1965). BERNART de Ventadorn nard



BER



de Ventadour



BERNATH (Aurel), m acar ressam (Marcali, Somogy, 1895). N agybânyaokulu’nda yetişti (1915), önce Viyana’ya, sonra Berlin'e gitti ve burada anlatımcılığa ya­ kınlık duydu. 1926’da Macaristan’a dönü­ şünde, resim anlayışının lirikleşmesi ve daha bir uçuculuk kazanmasıyla, ulusal bir sanatı savunan “ Nagybânya-sonrası" okulunun kuruluş çalışmalarına katıldı. 1945’ten beri devlet sanatçısıdır (duvar dekorları, öğreticilik).



Herin Bemardin de Saint-Pierre Paul Carpentier’nin yapıtı (ayrıntı) Versailles şatosu



Bernay BERNAY, Fransa’da (Eure) arrondissement merkezi, C harentonne ırmağı kıyı­ sında; 11 263 nüf.



1554



BERNAYS



(Paul isaak), isviçreli mate­ matikçi ve mantıkçı (Londra 1888-Zürich 1977). Göttingen Üniversitesi’nde (1919 -1933), sonra Zürich’te (1934-1959) ders verdi. Öğrencisi olduğu H ilbert ile birlikte tüm biçimsel sistemlerin özyeterliliğini kur­ maya yönelik bir yöntem olan tanıtlama kuramının ilkelerini belirleyerek Grundlagen der Mathematik'i (Matematiğin temel­ leri) yazdı (1934-1939). Bernays, kümeler kuram ında Zermelo’nun araştırmalarını sürdürdü ve von Neumann sisteminin var­ yantı niteliğindeki bir belit sistemi geliştir­ di.



Jules



Sarah Bemhardt ı'ın yapıtı (1879) Cam m let müzesi, Psris



(John BOURCHİER. 2. b a ­ ron), İngiliz bilgin (Hertfordshire’de Tharfield 1469’a doğr. - Calais 1533). Maliye bakanlığı; Calais valiliği yaptı. Froissart’ı (1523-1525) ve M arcus Aurelius’u (1534) İngilizceye çevirdi. Euphuism’i çağrıştıran bir üslupla The H istory o f the Most Noble a n d Valyaunt K nig h t A rth u r of Lytelt Brytayne'l The Boke Huon de Bordeuxe'u ve O beron mitini yazdı.



BERNERS (Gerald TYRVVHİTT WİLSON, —lordu), İngiliz diplomat, romancı, res­ sam ve besteci (Arley Park 1883-Londra 1950). Mizah duygusu, komik ve alaycı öğelere düşkünlüğü dolayısıyla, müzikçilerce sık sık E. Satie ile karşılaştırırıysa BERNBURG, Almanya’da kent, Mag- da, yapıtında gerçekte kesin bir rom an­ d e b u rg ’un G.'inde; 43 900 nüf. XV. ve tizm gizlidir Berners birçok piyano yapıtı, XVII. yy.'lardan kalma şato ve anıtlar. Es­ melodi, bale ve (daha sonra bir orkestra ki Anhalt-Bernburg düklüğünün merkezi süitinde kullandığı ve 1926’da Diaghilev (1251-1468 ve 1603-1863). Potas işlet­ için bestelediği The Triumph of N eptune; mesi. Metalürji. Kimya sanayisi. Luna Park, 1930), senfonik parçalar ve bir opera komik (P. M erim ee’nin yapıtından BERNEKER (Erik), alman dilbilimci (Köesinlenerek Carosse du Saint-Sacrement, ningsberg 1874-Münih 1937). Leskien'in 1923) bestelemiştir. öğrencisi oldu. M harfinde yarım kalan BERNHARD (Christoph), alman beste­ slavca bir kökenbilim sözlüğü yayımlandı. ci ve müzik kuramcısı (Dantzig, [günü­ BERNERİ (Giuseppe), İtalyan yazar (Ro­ müzde Gdartsk] 1627-Dresden 1692). ma 1637 - ay. y 1701’e doğr.). Roma leh­ Schütz’ün öğrencisi. Dresden’de capella’ çesiyle yazılmış gülmecelı destan il Meo da çalıştı. İtalya’da tanıştığı Carissimi’den Patacca'nın [1695] yazarı. Bu yapıtın kah­ etkilendi. Koro yapıtları (kantatlar, Missa ramanı, Roma haik tiyatrosunun en önem­ brevis, mezmurlar) ve retoriğin müzikteki li tiplerinden biri olarak kabul edildi. rolünü anlatan incelemeleri vardır. BERNERİ (Camillo), İtalyan anarşist (LoBERNHARD (Robert), alman bilim ada­ di 1897-Barcelona 1937). Gazetecilik yap­ mı (Tharandt 1862-Almanya 1943). A l­ tı, faşist yönetim tarafından sürgüne gön­ manya'da Birinci Dünya savaşı’ ndan ö n ­ derildi. ispanya iç savaşı sırasında Barce­ ce, Saksonya Orman genel m üdürlüğü lona radyosu'nun İtalyanca yayınlarını üst­ yaptı. Saf ladin hasılat ormanlarının kuru­ lendi, iç savaşta öldü. luş teorisine karşı çıktı ve karışık orman ■ BERNER OBERLAND,



Bemer Oberland Lungem çevresinden bir görünüm



rizm m erkezlerinden biridir.



BERNERS



İsviçre'de böl­ ge (Bern kantonu), Thun’un yukarı kesi­ minde Aar’ın kollarının vadilerinden ve yu­ karı Sarine va disinden oluşur, AarGothard kütlesinin kuzey-batı yamacını ve yamacı izleyen sürüklenme örtülerini kap­ sar. Aşağı kesimde, flysc’li ve hatta molaslı (bunlar örtülerin altından, ortaya çıkan yu­ muşak kayaçlardır) birçok vadi yarılmıştır. Bu yağışlı ve yeşillik ülkede, Bern’in etki­ siyle, çok erken bir tarihte sulanarak ye­ tiştirilen çayırlar ve dağ otlakları işletilme­ ye başlandı. Düzenli ulaşım yollarıyla do­ nanması ve yüksek doruklara (Jungfrau, Finsteraarhorn, Mönch) yakınlığı ve aynı zam anda otelleri, teleferikleri sayesinde Bem er Oberland, İsviçre’nin önemli tu­



düşüncesini savundu. Yüksek orman oku­ lu profesörü oldu, iki yıl silvikültür ve amenajman dersleri okuttu. 1926'da Türkiye’ ye çağrıldı. Türk orman idaresinin reorganizasyonunu yüklendi. Orman amenajmanı, orm an koruması ve ormancılık öğreti­ minin düzenlenm esine çalıştı. Türkiye or­ manlarında, incelemeler yaptı; bilimsel çalışmalar yayımladı (1926-1929). Orman­ cılıkla ilgili yönetm elik ve yasa taslaklarını hazırladı. Yüksek ziraat enstitüsü’nde, Or­ man ve Ziraat fakültelerinde (1934-1935) ders verdi. 3116 sayılı orm ancılık yasa ta­ sarısını hazırladı (1937). Türkiye orm ancı­ lığının esasları, tarihi ve görevleri adlı ki­ tabıyla, planlı orman işletmeciliğinin tem e­ lini attı. Yurduna dönüşünde Alm an Or­ mancılık akadem isine şeref üyesi seçildi.



BERNHARD,



Hollanda kraliçesinin eşi, prens (Jena 1911). Alm an asıllıdır. Prens Lippeli Bernhard ile Bıesterfeld kontesinin oğlu. 1936’da Hollanda uyruğuna geçti ve 1937’de, 1948-1980 tarihleri arasında H ollanda kraliçeliğini yapan prenses Juliana İle evlendi Bu evlilikten dört kızları oldu. 1940’ta İngiltere’ye sığınan Bern­ hard, nazi işgali altındaki H ollanda birlik­ lerinin komutanlığına getirildi



BERNHARD (Thomas), avusturyalı ya­ zar (Heerlen 1931 - Gmunden 1989). Sa­ nat yaşamını edebiyat çevrelerinin ve gruplarının dışında sürdürdü. Şiirlerinde (A u t d e r Erde und in d e r Hülle, 1957; in hora mortis, 1958), romanlarında (Frost, 1963; Verstörung, 1967; Das Kalkvverk, 1970) ve oyunlarında (D er Ignorant und d e r Wahnsinnige, 1972; Heldenplatz, 1988) insana duyduğu güvensizliği, ölüm ve intihar saplantısını dile getirdi. BERNHARDİ (Friedrich VON), alman yazar ve general (Sen-Petersburg 1849 - Silezya 1930). 1898-1901 yılları arasın­ da genelkurmayın tarih bölümünü yö­ netti ve 1914 ’te bir kolorduya komutan­ lık yaptı. Özellikle, pangermanizmın askeri kuramcısı olarak ün kazandı. Deutschland u n d d e r nâchste Krieg (Almanya ve ge­ lecek savaş) [1911) ve Unsere Zukunft (Ge­ leceğimiz) [1913] adlı kitaplarında, "K ü l­ türün ayrılmaz bir parçası ve uygar halk­



larda yaşama gücünün bir ifadesi” olarak gördüğü savaşı bir hak olarak savundu. Ona göre, dünya çapında bir savaş kaçı­ nılmazdı ve Reich, “ dünyaya hakim (VVeffm acht) ya da yok olm a arasında bir ter­ cih yapmak zorundaydı". Bu fikirler, Birinci Dünya savaşı'ndan önce alman askeri dü­ şüncesini etkiledi ve nasyonal-sosyalist ku­ ramcılar tarafından yeniden ele alındı.



aBERNHARDT



(Henriette Rosine BERNARD, S arah — denir), fransız tiyatro oyuncusu (Paris 1844 - ay. y. 1923). 1862’de, Comedie-Française’de sahneye çıktı; 1874'te, P uy Bias daki kraliçe rolüy­ le kadının zaafını ve metnin şiirselliğini vur­ gulayan yeni bir oyunculuk anlayışı getir­ di. Bundan ço k.etkilenen Hugo, Bernhardt için “ altın ses" deyimini kullandı; bu deyim yazarlarca sanatçıyı nitelemek için sık sık yinelendi. Bu başlangıç dönem in­ de, Bernhardt’ın sesi şaşılacak ölçüde in­ ce, tutkulu olm aktan çok yakınmalıydı Am a bu alışılmamış, şarkıya yatkın, kes­ kin sesle izleyicileri büyülüyor, İngilizce tonlamasıyla da şaşırtıyordu. Zaire ve Phedre rollerindeki başarılı yorum uyla göz doldurdu; H ern a n i'yle kendini kesin olarak kabul ettirdi. Dış görünüşüyle ça ­ buk heyecanlanmaya yatkın duyarlılığı, şarkıya uygun, ahenkli diksiyonu ve son derece esnek oyunuyla 1870-1900 yılları­ nın ideal oyuncusunu temsil etmekteydi.



BERNHEİM-JEUNE, tablo tüccarı transız aile. A le x a n d r e B e rn h e İm -JEUNE (1839-1915), Besançon’da resim malzemeleri ticaretiyle uğraşan JOSEPH'in (1799-1859) oğludur; önce Brüksel'e, da­ ha sonra Paris’e yerleşti, ilkin La Payette, ardından Laffite sokağında (1877), bir sü­ re sonra sanat galerisine (Delacroix, Corot, Courbet, Barbizon ressamları) d önü­ şen bir mağaza açtı. 1906’da, Madeleİne meydanına, oradan da Richepanse soka­ ğına taşınan galeri, Feneon’un m üdürlü­ ğü dönem inde (1906-1925) ve Alexandre'ın oğulları JOSSE (1870-1941) ve GasTON un (1870-1953) çabalarıyla yem bir atılım yaptı. Yem izlenimcilerin ve nabiler’ın düzenli aralıklarla sergilenen yapıtlarının yanı sıra, Van G ogh (1901), Van Dongen (1908), M at isse (1910), Utrıllo (1923), vb. ressamların da, ilgiyle izlenen sergileri açıldı. 1924’te galeri, Saint-Honore ile Matignon caddesinin kesiştiği köşeye taşın­ dı ve Josse'un oğullan, JEAN (doğm. 1903 ve HENRnn D a u b e rv ille (1907) yö­ netiminde etkinliğini sürdürdü. Yayıncılık da yapan Bernheim 'lar Bulletin de la vie artistique'i (1919-1926), pekçok ressam monografisi, renkli estamp reprodüksi­ yonları, le Calalogue d e l'atelıer Renoır'ı (1931) ve le C alalogue raisonne d e lö e u vre peint de Bonnard't (1965-1974) ya­ yımladılar. BERNİ



(Francesco), İtalyan şair (Lamporecchio 1497'ye d o ğ r - Floransa 1535) Hiciv ve yalın bir dille anlatım konusunda ortak yanlan bulunan düşmanı Aretıno’ nunki kadar parlak olmasa da, hareketli bir saray yaşantısının sonunda zehirlene­ rek öldürüldü. 32 C apitoli'si ve /effere'sinin (eksiksiz basımı 1885 tarihlidir) en göz­ de konulan budalalık, günlük olaylar, çir­ kinlik ve hastalıktır. Bunların güldürücü ya­ nı, XIX. yy.’da çok tutulan ‘’bernosco" tü­ rünün doğm asına yol açtı



■BERNİ



(Anton ıo), arjantinlı ressam (Rosario 1905-Buenos Aires 1981). Gerçek­ üstücülükten etkilendi, ama yoksulluğa ve baskıya isyan ederek gerçekçiliği benim ­ sedi. Yapıtlarında 1958'den başlayarak ıkı kişinin (Juanito adlı bir gecekondu ço cu ­ ğu ile Ramona adlı bir fahışenın) simge olarak boy gösterdiği açıklayıcı bir anlatı­ ma yöneldi. 1960'lı yıllarda kolaj ve asamblaj çalışm alarından sonra, sosyal düzene karşı çıkan yerleştirmeler* ve görsel-işitsel gösteriler düzenledi.



BERNİCİA,



VI. yy.'da Tees ile Fırth of Forth arasında kurulan bir angl krallığı. Başkenti, B a m bu rg h 'du. VII yy.'ın başın-



Antonio Berni başarılı itiraf (1972) [özel kol]



da N orthum bria’ya katıldı.



BERNİK (Janez), sloven ressam, desen­ ci ve gravürcü (Gunelje, Ljubljana yakının­ da, 1933). Doku ve yapım m addelerine önem veren informel sanat akımının tem ­ silcisi; 1960’tan bu yana, birçok uluslara­ rası sergi ve yarışmada ödüller aldı. (BERNİNA,



A lple r’deki en önemli kütle­ lerden biri, Adda ve inn ırmaklarının yu­ karı vadileri arasında; Bernina d o ru ğ u 'nda, 4 052 m. Doruk çizgisi, İtalya ile İs­ viçre (Graubünden kantonu) arasındaki sınırı belirler Başkalaşma geçirm iş arazi­ lerden (özellikle güney yamaçta sarp ve büyük sırtların gelişm esine yol açmış gnayslar çoğunluktadır) oluşan bir kütle­ dir. —Bernina boğazı (yüksl. 2 323 m), İs­ viçre’de geçit, A d d a ’nın yukarı vadisini (Valtellına) inn'in yukarı vadisine (Engadın) bağlar. Bir karayolu ve bir dem iryolu (bü­ tün yıl hizmete açıktır) kütleyi aşar. Boğa­ zın kuzey yönünden kolayca aşılabilmesi sayesinde G raubünden kantonu, Valtellina'ya açılmış, güneye özgü bir görünüm kazanmış ve Poschlavo vadisini sınırları içine katmıştır



^BERNİNİ



(Gian Lorenzo), İtalyan mimar, heykelci ve ressam (Napoli 1598-Roma 1680). Roma’ya yerleşmeden önce Napo­ li'de çalışan babası PİETRO’nun (Sesto Fiorentino 1562-Roma 1629) yanında yetiş­ ti. Urbanus VIII adıyla papa olan (1623) kardinal Barberini’nın hizmetine girdi. Önemli yapı işlerinin tüm ünde görev alan Bernini, Roma’ya modern çehresini ka­ zandıran sanatçıdır. Fleykelcı-dekoratör olarak gerçekleştir­ diği ilk yapıtlardan biri 1624’te yaptığı San Pietro baldakenidir: burmalı sütunları, tun­ cun sağladığı renk oyunları ve yarattığı hareket etkisiyle bu yapıt yeni sanatın ger­ çek bir anlatımıdır. Bernini, San Pietro’nun şahın dekorunda çalıştı, anıtsal kürsüyü yaptı (1657), bazilika önüne dor düzenin­ de dört sütun sırasının oluşturduğu çifte revakı inşa etti (1656-1665). Hareketli sah­ neleme sanatına, şaşırtıcı, anıtsal düzen­ lemelere duyduğu ilgi, Barberını sarayı yakınında (Triton çeşmesi) ve Navona m eydanında (Ouattro Fium i çeşmesi, 1648-1651) yaptığı çeşm elerde capcanlı bir anlatım bulur. 1658’de eğrisel bir pronaos ile ve göm m e ayaklar üstüne oturt­ tuğu alınlıklı bir cepheyle oval planlı Sant’ A ndrea öuirina le kilisesi'ni inşa etti. Aynı yıl yunan haçı biçiminde, kubbeli küçük Castelgandolfo kilisesi’nin yapımına baş­ ladı. M imar olarak ayrıca, Barberini sara­ yındaki çalışmaları (1629) ve Montecitorıo sarayının planları (1650) anılmalıdır. Heykelci olarak, A pollon ve D aphne (Apollo e Dafne) ile Proserpina'nın kaçınlışı (Ratto di Proserpina) [1622, villa Borghese] gibi çoşkulu ve hareketli düzenle­



m elerden sonra, bir dizi ünlü büst (S cipione Borghese, 1632), giysi kıvrımları özenle işlenmiş ve hareket anında saptan­ mış anıtsal heykeller (San Longino, Vati­ kan) ve kıvrımlı, güçlü çizgileriyle etkileyi­ ci görünüm de mezarlar (U rbanus V lli’in mezarı, 1628-1647; Alexander V ll’nin me­ zarı 1671-1678) gerçekleştirdi. S. Maria della Vittoria kilisesi’nin Cornaro capellasında Azize Teresa'nın Vecdi (L’estası di santa Teresa) adlı ünlü heykel grubunu yaptı (1645-1652); barok sanatın, izleyen­ leri derinden etkilem e amacını özetleyen bu yapıt, anlatımındaki ustalık ve dram a­ tik yoğunlukla dikkati çeker. Bernini ayrı­ ca, S. Francesco a Ripa kilisesi’nde M ut­ lu Luisa A lbe rto n i'nin ölüm ü'nü etkileyici bir biçim de canlandırdı (1674). Anıtsal ve dekoratif barokun kurucusu olan Bernini, çeşitli alanlardaki yetenekleri ve ustalığı­ nı göstermedeki cüreti ve coşkusuyla tüm bir dönemi niteleyen, yöneltici bir sanat­ çıydı. 1665’te Louis X!V’ün ve Colbert’in ısrarlı çağrılarıyla ilk kez Roma’dan ayrıldı ve Fransa’ya gitti; Louvre sarayı'nın ana cep­ hesini inşa etmekle görevlendirildi. Ne var ki kral projelerinden hoşnut kalmadı. Ül­ kesine dönm eden önce kralın büstünü (Versailles müzesi), Roma’da LouisXIV' ün atlı h e y k e li'rı yaptı; bu başyapıt beğenil­ meyince Girardon, bunu Marcus Curtius’ un heykeline dönüştürm ekle görevlendi­ rildi ve yapıt, eski yerine dikildi. Büyük sa­ natçıyı Fransa yolculuğu boyunca koru­ yan Chantelou’nun Journal de Voyage de Bernin en France (Bernini’nin Fransa ge­ zisi günlüğü) adlı bir yapıtı vardır.



3IBERNİS



(François Joachim DE PİERRE, — kardinali), fransız devlet adamı, kilise b ü yü ğ ü ve yazar (S aint-M arcel-enVivaraıs, bugün Saint-M arcel-d’Ardeche, 1715 - Roma 1794). Sosyete yaşamını ko­ nu alan şiirleriyle tanındı. 1744’te Acade­ mie française’e girdi. Louis XV tarafından Avusturya ile gizli görüşmeleri sürdürmek­ le göre vle nd irild i (1755). Kardinallik (1758), Albi başpiskoposluğu (1764), Ro­ m a büyükelçiliği (1768) yaptı. Kilise’nin devletleştirilmesine karşı çıktığı için göre­ vinden alındı (1791). Yapıtları arasında Discours su rla poesie (1743),les O uatreSaisons (1763) ve la Religion vengee'yi (1795) sayabiliriz.



BERNİSSARTİA a. (özel ad Bernissarftan). Alt Tebeşir dönem inde yaşamış fosil timsahları içeren cins. (Boyu yaklaşık 1 metreydi. Eusuchia öbeğinden.) BERNKASTEL-KUES,



Federal Al­ manya’da (Rheinland-Pfalz) kent, Mosel (Moselle) ırmağı kıyısında; 5 500 nüf. Es­ ki evler. Mosel şarapları üretimi. Turizm merkezi.



BERNOLAK (Anton), slovak papaz ve yazar (Slanica 1762 - Nove Zâm ky 1813). Slovak dilinin özerk bir edebiyat dili olm a­ sını amaçlayan hareketin başında yer al­ dı. Görüşlerini latince yazılarında dile ge­ tirdi. (Dissertatio philologicocritica de litteris Slavorum, 1787; Grammatica slavica a d systema scholarum nationalium accomodata, 1790.) Bernoulli değişkeni, sırayla p



ve q =



1 - p (0 < p < 1) olasılıklarıyla 1 ya da 0 değerlerini alabilen kesikli rastlantı de­ ğişkeni.



Bernina kütlesinin İsviçre ile İtalya arasındaki sınırını belirleyen karlı dorukları



Bernoulli deneyi,



bir kez yapıldığında "b a ş a rı” ve "başarısızlık" diye adlandı­ rılan iki olanaklı sonucu olan rastlantısal deney. Sözgelimi, bir zar bir kez atıldığın­ da, altı noktalı yüzün gelmesi “ başarı’ ’, gelm em esi “ başarısızlık" olarak nitelen­ dirilir. Deneyler birbirinden bağımsız ola­ rak yinelenirse bir "B ernoulli deney süreci" oluşur. B ernoulli değişkeni başa­ rı için 1, başarısızlık için 0 olm ak üzere iki d eğ e r alır. Başarı olasılığı p, karşıtı q = 1 -p ile gösterilirse 0 ve 1 değerleriyle q ve p olasılıklarından oluşan dağılım Ber­ noulli dağılımı adını alır. Bernoulli deneyi n kez yinelendiğinde başarı sayısını gös­ teren değişkenin olanaklı değerleriyle bunlara ilişkin olasılıklar Binom * dağılımı' nı oluştururlar.



Bernoulli denklemi, n gelişigüzel bir gerçek sayı olm ak üzere + f ( x ) - y + g ( x ) - y " = 0 biçim inekodx nulabilen diferansiyel denklem. Bu denkle­ mi çözm ek için y * 0 olduğu düşünülür (0, n~>Q için kesin çözüm ü gösterir) ve bü­ tün terim ler y n ile bölünür. Böylece elde



^



edilen denklem de u - — — değişkenin y değişimi yapılır Bu durum da u ya göre doğrusal 1 du ------------------ + u ■f l x ) ^ g ıx) = 0 n - 1 dx denklem inin integrallem esine varılır. Bernoulli fonksiyonu, n tamsayısına bağlı, ilk n tamsayının p inci kuvvetlerinin toplamını belirten p +1 inci dereceden po­ linom. Bu polinom un katsayılarında B er­ noulli sayıları yer alır. Bernoulli sayıları, fonksiyo­ nunun açılımı 1~ e



XVIII. yy.'ın ikinci yarısından kalma bir tablodan ayrıntı Versailles satosu



Bernini Homa’dak! Santa Maria della Vittoria kilisesinin Cornaro capellasında Azize Teresa'nın Vecdi adlı mermer heykel grubu (1645-1652)



. yük



serisinde ortaya çıkan B, sayıları, (ilk bir­ kaçının değeri: 1 B. = - , 1 6



1 B , = ------ , 2 30



1 B, = — , 42 1



5



B4 = ------ , B5 = — 30 66 Bunlar



aynı



biçim de



j



cotg |



nin



açılımında da görülür, ilk kez Jacques Bernouilli’ nin, ölüm ünden sonra yayım­ lanmış yapıtlarında görüldü.)



I Bernoulll teoremi,



Bernoulli teoremi



sıkıştırılamaz ide­ al bir akışkanın akışındaki mekanik ener­ jinin korunumunu ifade eden, Dartiel Bernoulli’nin bulduğu teorem. Bu teorem bir akışkan ipçiği boyunca



P



u



z + — + — = C“ Pg 2g denklem iyle gösterilir Denklemde z, bir n yatay karşılaştırma düzlem inin üzerindeki ipçik kesitinin C merkezinin kotu, p akışkanın aynı kesitte­ ki basıncı, p özgül kütlesi, u akışın hızı g yerçekim i ivmesidir. Kesitin C merkezinp



den geçen düşey üzerinde



ye eşit



bir uzunluk alınırsa (buna piezometrik yükseklik denir) P noktası, sıvısının yük­ sekliği cinsinden ifade edilen C deki ba­ sıncı gösterir P noktalarının geometrik yeri ..2



piezom etrik çizgi'dir. P nin üzerinde



Johann I Bernoulli J.R. Huber’in yapıtı (1740’a doğr,, ayrıntı) Naturhistorisches Museum, Basel



ye eşit bir uzunluk alınırsa (buna hıza ait yükseklik denir) elde edilen Q noktasının, f i karşılaştırma düzlem inden başlayarak ölçülen kotu kesit içinde toplam y ü k ’û ve­ rir Bernoulli teoremine göre, ideal bir akış­ kanın yük çizgisi yatay bir düzlem içinde bulunur. Gerçek bir akışkan için, iç sür­ tünm e kuvvetlerinin varlığından dolayı bu . çizgi sürekli azalandır.



Bernoulli torbasından rasgele çekme, olasılıkta ve istatistikte, çekilen her topu geri koyarak torbadan to p çek­ me. (Eşanl. Y İN ELE M E Lİ ÇEKİM )



Bernoulll yasaları,



Daniel Bernoulli’ nin ortaya koyduğu, havanın ses boruları içindeki titreşimlerine ilişkin yasalar.



BERNOULLİLER, Anvers kökenli,



Daniel I Bernoulli J.N. Grooth’un yapıtı (1760’a doğr., ayrıntı) Naturhistorisches Museum, Base!



Eduard Bernstein H. Herkomer’in bir tablosundan alınma gravür



isviç­ reli bilginler ailesi, XVI. yy.'ın sonunda Basel’e sığındılar. —JAKOB l (ya da JACOUES |) [Basel 1654 - ay. y. 1705] babasının istememesine karşın m atematik ve astro­ nomi öğrenimi yaptı. Leibniz’in sonsuz kü­ çükler hesabında ustalaştı ve bu hesabın b irçok noktasını tamamladı: zincir eğrisi­ ni, üslü fonksiyonu, parabolik ve logaritm ik sarmalları ayrıntılı biçim de inceledi. Yeni bir diferansiyel denklem in çözüm ü­ nü ilk kez yayımladı, bu denklem: y ' = p (x )y + q (jr)y ("> d ir ve hep bilginin adıyla anılır. Braklstokron eğrisi (ağır bir nokta için en ça bu k iniş eğrisi) problemi ile eşçevre eğrisi (aynı uzunluktaki eğriler ara­ sında, en büyük alanı kuşatanın aranm a­ sı) problemini çözmekle değişimler hesa­ bını başlattı. Ölüm ünden sonra yayımla­ nan Ars conjectandi (1713) adlı yapıtı, ola­ sılıklar hesabı için temel kaynaktır ve bil­ ginin, m atem atiğe belki de en özgün katHkısıdır. — Kardeşi JOHANN I (ya da JEAN I) [Basel 1667 - ay. y. 1748] matematiği ağabeyi Jakob l ’den öğrenmeye başladı, am a m ağrur ve alıngan olduğundan, he­ men ona rakip çıktı ve açıkça meydan okudu (Brakıstokron eğrisi ve eşçevre eğ­ risi problemleri). Leibniz’in dostu ve mek­ tu p arkadaşı olan Johann I, diferansiyel ve integral hesabını geliştirdi ve sistemleş­ tirdi. Oransal fonksiyonları basit kesirlere ayırarak integrallerini aldı Uyumlu serinin ıraksaklığını ilk kez ortaya koydu, iyi bir öğ­ retici olarak sonsuz küçükler hesabının yaygınlaşmasına geniş katkıda bulundu. Hospital m arkisine hesabın temellerim açıkladı, o da bundan yararlanarak Analyse des infiniments petits (sonsuz küçük­



lerin çözümlemesi) kitabını yayımladı. L. Euler onun öğrencisiydi. Matematiği so: mut problem lere de uyguladı (gelgit ola­ yı, gemilerin manevrası). Mekanikte de gi­ zil yer değiştirm eler ilkesini o bulmuştur. DANİEL I (G roningen 1 7 0 0 -B a s e l 1782), Jakob l'in oğlu, tıp ve matematik öğrenim i yaptı. 1724'te Venedik’te Exercitationes mathematicae'yı yayımladı, bu­ rada değişkenleri ayırarak y '= r(x ) + p(x) y + q (x)y2 biçim indeki Riccati denklemini çözdü. Bunun ardından, kardeşi Nikolaus II (ya da Nicolas II) ile birlikte Petersburg akademisine çağrıldı (1725-1733) ve orada esneklik kuramı ile hidrodinam ik üzerinde kapsamlı araştırmalar yaptı. H ydrodinam ica’da (1738) borulardaki su akışını inceledi ve enerji korunumu ilkesi üzerinde önem le durdu Bu yapıtta gaz­ ların kinetik kuramının ilk ilkeleri yer alır. Daniel, Euler ve d ’Alambert ile, titreşen tel­ ler tartışmasına karıştı. O, telin salınımını, n noktasal kütleli bir sistemin, n sonsuz büyüdüğünde, lim it hali olarak göz önü­ ne alıyor ve telin salınımını, "özsalınımlar" ın üst üste binmesi biçim inde ayrıştırıyor­ du, bu da titreşen teller denklem inin ge­ nel çözümünü, trigonometrik bir açılım bi­ çim de göstermekti. Daniel ayrıca hekim ­ likle ilgili inceleme kitapları yazdı, fizik, bo­ tanik, anatomi ve felsefe dersleri verdi.



■ BERNSTEİN (Eduard),



alman sosyalist kuram cı (Berlin 1850 - a y y. 1932). 1870-1871 yıllarında barışçılık akımını be­ nimseyerek sosyalist banker Kari Höchb erg ’in sekreterliğini yaptı ve önce Benoît Malon, daha sonra Zürich’te, Kari Kautsky ile tanıştı. 1879’dan 1888’e kadar, İsviçre’ de yayımlanan Sozialdemokrat gazetesin­ de redaktörlük yaptı. Bir yandan katı bir marxçılığa yönelirken, bir yandan da, Fabian’cı İngiliz sosyalistleri gibi, bu öğretiyi zamanırtın gerçeklerine uyarlamaya çalış­ tı. Makalelerden oluşan Die Voraussetzungen des Sozialismus und die A ufgaben d er Sozialdemokratie (1899) adlı kitabı bü­ yük tepkiyle karşılandı. Bernstein'ın ku­ ramları daha önce Stuttgart kongresi’nde (ekim 1898) mahkûm edilmişti; bu kuram­ ları Hannover kongresi'nde (1899) yeni­ den ele aldıysa da özellikle Rosa Luxemburg ve Kari Kautsky' nin etkisiyle görüş­ lerini kabul ettiremedi. Bununla birlikte, parti üyeliğini sürdürdü, hatta seçimler için Breslau’dan adaylık belgesi bile aldı ve oradan milletvekili seçildi (1902-1906). 1912-1918 arasında bağımsız sosyalist mil­ letvekilliği yapan Bernstein, Ekim devrim i’ ni mahkûm etti. D ie deutsche Revolution (1921) adlı yapıtında alman devrim tarihi­ ni ele aldı. Bernstein’ın tezleri, II. Enternasyonal ve özellikle Lenin tarafından reddedildi. Le­ nin, N e yapmalı? adlı kitabında bu konu­ daki görüşlerini açıkladı.



BERNSTEİN (Henry), fransız oyun ya­ zarı (Paris 1876 - ay. y. 1953). Yarım yüz­ yılı aşkın bir süre bulvar tiyatrosu türünün en önemli yazarı olarak kaldı. Genellikle para ve şehvet tutkusundan kaynaklanan çatışmaları yansıtan oyunlar yazdı (La Refale, 1905; Judith, 1922; La Soif, 1949; Evangeline, 1952). ikinci m eşrutiyet’ten başlayarak Hırsız (Le voleur, 1909), Belkıs (Le bercail, 1919), inh iraf (Le detour, 1921), A4e/o(1930), Ü m it (Espoır, 1937) gi­ bi bazı oyunları İstanbul Şehir tiyatro­ su’ nda ve özel topluluklarda oynandı. BERNSTEİN (Sergey Natanovıç), rus m atem atikçi (O desa 1880 - M oskova 1968). Fonksiyonlar kuramı alanında, her­ hangi bir sürekli fonksiyonun tekbiçim li yaklaşığını polinomlara dayanarak incele­ di ve başka yaklaşık teoremler elde etti. Plateau problem iyle de ilgilendi (bir çev­ reden geçen en küçük alanın araştırılma­ sı). BBERNSTEİN



(Leonard), amerikalı or­ kestra yöneticisi ve besteci (Lavvrence, Massachusets, 1918 - New York 1990) Kusevitskiy'den ders aldı (1942).



1958’de New York Filarmoni orkestra­ sının başına getirildi. En önemli bestele­ ri: Batı yakasının hikâyesi (West Side Story, 1957) ve Songfest (ABD’nin 200’ncü kuruluş yıldönümü için, 1978)



BERNSTEİN (Basil), İngiliz dilbilimci (Londra 1924). Londra Üniversitesi eğitim enstitüsü yöneticisi- Ç ocuğun toplum sal­ laşma sürecinde ve toplumsal ilişkilerin yeniden kurulm asında dilin rolünü inceiedi (Class, Codes and Control. 1971-1973, 3 cilt). BBERNSTORFF



(Johan, VON —kontu). danimarkalı devlet adamı (Hannover 1712 - Ham burg 1772) Choiseul ile yakın­ lığı sayesinde 1746’da Fransa’dan, Schlecwig’i Danimarka'ya bağlama konu­ sunda güvence aldı, aynı amaçla ifcveç ve Rusya ile görüşm elere girişti 1751’den 177Ö’e kadar dışişleri bakanlığı yaptı. Ye­ di Yıl savaşı sırasında, geçici çar Pyotr lll’ün Prusya’ya gösterdiği yakınlık nedeniy­ le bir an tehlikeye düşen Danimarka ta­ rafsızlığını korumayı başardı (1762). Yekaterina ll’ nin, tahta çıkmasının (1765) he­ m en ardından, ailesinin Schlecwıg ve Holsteln üzerindeki haklarından, Delmenhorst ve O ldenburg düklükleri karşılığın­ da vazgeçmesi, D anim arka’ya güvenlik getirdi. Bu davranış, Bernstorff’un diplo­ m atik başarılarının doruğuydu Onun amacı İsveç, Fransa ve Rusya ile iyi ilişki­ leri sürdürerek, Danimarka’nın tarafsızlığı­ nı korum ak ve Holsteın-Gottorp sorunu­ nu çözerek, Danimarka kralının yönetimin­ de bir ‘‘ Birleşik devlet” fikrim gerçekleş­ tirmekti. Yekaterina II Rusyası’na gitgide daha fazla bağımlı hale gelmesi sonun­ da mevkisini yitirdi ve yerine Struense ge­ tirildi.



BERNSTORFF (Andreas Peter, VON — kontu), danimarkalı devlet adamı (Hanno­ ver 1735 - Kopenhag 1797). Johan Bern­ storff’un yeğeni Struense’nin düşüşün­ den sonra, 1773’te dışişleri bakanı oldu; Rusya ile, İsveç'e karşı bir savunma ant­ laşması, sonra, 1780’de İngiltere'ye karşı Almanya, H ollanda ve İsveç ile bir silahlı tarafsızlık antlaşması imzaladı 1788’de, İs­ veç’e karşı yürütülen savaştan çekilmesi, Yekaterina ll ’yi kızdırdı. 1794’te, İngiltere' nin denizcilik siyaseti yüzünden, İsveç ile bir silahlı tarafsızlık antlaşması imzalaya­ rak ortak ticari çıkarlarını bu ülkeyle bir­ likte korumaya yöneldi Bernstorff bir libe­ raldi; geniş çaplı reformlara (basın özgür­ lüğü, sertliğin kaldırılması, toprakların da­ ğıtılması) girişti ve serbest ticareti savun­ du. BERNSTORFF (Christian Günther, VON — kontu), danimarkalı diplom at (Kopen­ hag 1 7 6 9 -B e rlin 1835), Andreas Peter B ernstorff’un oğlu. Danimarka dışişleri bakanı olarak (1797-1810) ülkesini Viyana kongresi’nde temsil etti; sonra D anim ar­ ka hüküm darının da onayı ile Prusya dı­ şişleri bakanı oldu (1818-1831) ve bu sıfatla Aachen kongresi ile Zollverein’in hazırlık­ larına katıldı. BERNSTORFF (A lb re c h t, VON kontu), alman diplomat (Dreilützow, Mecklem burg, 1809 - Londra 1873). Dışişleri bakanı olduğu 1861-1862 dönem i dışın­ da, 1854’ten ölüm üne kadar Prusya’ nın, sonra da Alm anya’nın Londra büyükelçi­ liğini yaptı. BERNSTORFF (Johann Heinrich, VON — kontu), alm an diplom at (Londra 1862 - Cenevre 1939), Albrecht Bernstorff’un oğlu. 1908'den 1917’ye kadar VVashıngton büyükelçisi. 1916’da, denizaltı savaşı­ na yeniden girişilirse, A B D ’nin Almanya' ya savaş açacağı konusunda hükümetini uyardı. Bu uyarı dikkate alınmadı Bunun­ la birlikte. 31 ocak 1917 tarihli alman no­ tasında amerikan transatlantiklerinin ab­ luka dışı tutulmasını sağladı. Zimmerm ann’ın telgrafını, Mexico’daki alman bü­ yükelçisine iletmekle görevlendirildi; Mek­ sika’nın Texas ve Yeni Meksika üzerindeki



Berrocal isteklerini Almanya'nın destekleyeceğini vaat eden bu telgrafın İngiliz gizli servisince çözülüp VVashington’a bildirilmesi (şu­ bat 1917) üzerine ABD savaşa girdi. İstan­ bul'a büyükelçi atanan (1917-1918) Bernstorff, 1921'de Reichstag’a seçildi. Hitler’in iktidara gelmesi üzerine (1933) ülkesini terk etti.



BERNŞTAM



(Aleksandr Natanoviç), rus doğubilim ci (Kerç 1910 - SenPetersburg 1956). Leningrad Üniversite­ si'nde profesördü; Orta Asya'nın tarihini, arkeolojisini ve etnografyasını inceledi. Pamir'de zengin bir İskit uygarlığını, Orta Tien Şan bölgesinde de hun m edeniyeti­ nin kalıntılarını gün ışığına çıkardı. Eski kentlerde, özellikle, Balasagun’da da ka­ zılar yaptı, kara-hitay uygarlığıyla ilgili ilk kalıntıları buldu.



BEROALDO (Filippo),



il V e c c h io denir, İtalyan hümanist (Bologna 1453 - ay. y. 1505). Latince yapıtlarında, Cicero'yu tak­ lide çalışır.



BEROALDO (Filippo), il G io va n e denir, İtalyan hümanist (Bologna 1472 - Roma 1518). Latince şiirler yazdı ve Tacitus'un Yıllıklar'inin ilk beş kitabını yayımladı. BEROE OVATA



a. Saydam plankton hayvanı. (Dokunaçları yoktur, ağzı büyük­ tür Birbirine eşit uzaklıkta, uzunlamasına 8 paleti vardır. Atlas okyanusu ve Akde­ niz kıyılarında sürü halinde bulunur. Kaburgalım edüzler şubesi, Nudictenidea takımı.)



nı ona getiren yelpaze biçim inde dizilmiş ırmakların birleşmesiyle Plzeri’de oluşur; 120 km D.’ya doğru akarak ünlü Karlstejn şatosu eteğindeki Beroun’dan geçer. Prag yerleşme merkezinin girişinde sol kıyısın­ dan Vltava ırmağına kavuşur.



BERPA sıf.



(fars. be r ve p a 'dan ber-pa). Esk. Ayakta duran, yıkılmamış, sağlam



BERR (Henri), fransız filozof ve tarihçi (Luneville 1863 - Paris 1954). l'Avenir de la phllosophie, esquisse d 'u n e synthese des connaissances fondees sur I 'histoire (Felsefenin geleceği; tarihe dayalı bir bil­ giler sentezi taslağı) adlı tezi. Revue de synthöse historique (1900) dergisini kura­ rak başlattığı tarihsel sentez çalışmaları­ nın başlangıcı oldu. Bu dergi 1931'de Revue'de synthöse adını aldı ve daha son­ ra da Tarihsel sentez merkebi haline gel­ di. Berr, çalışmalarını "Evolution de 1’hum anite” dizisiyle (1920) sürdürdü. Bu dizide, insan düşüncesinin ve etkinlikleri­ nin çeşitli yanlarından her biri, zaman ve mekân çerçevesi içinde bilimsel kuralla­ ra göre İncelenmekteydi. Berr, öyküleştlrici ya da olgucu tarih anlayışına ilk tepki gösterenlerden biridir. Ulusalcı ve iyimser görüşleri benimsemişti ve tarihte, insanlı­ ğın attığı ileri adımların som ut izlerini ve dolayısıyla, oluş halindeki bir genel bilimin temelini görüyordu. BERRÂDE a. (ar. berrade). Esk. Su ve başka içecekleri soğutm akta kullanılan özel kap, karlık. BERRADİ



(Ebülfazl Ebülkasım bin İbra­ him E L -),e d -D e m m e ri de denir, arap ta­ rihçi (Demmer VIII. yy. sonları-Cerba IX. yy. başlar,). Ebülabbas Ahm et es-Salt’in Tabakat Cıl-ülema adlı yapıtını tamamlayan (tetımme) Kitab ül-cevahir il-müntekat ad ­ lı yapıtı. ıslamın ilk dönem lerinden rüstemi imamı M uham m et bin Eflah’ın hüküm ­ darlığına (984) kadarkı dönem in olayları­ nı içerir. Berradi, ibazıler’ın görüşüne g ö ­ re yazdığı bu yapıtın sonuna, mezhepler­ le ilgili yapıtların bir listesini ekledi.



BERRAK



beroe ovata



BEROİA. Esk. coğ. Suriye’de Selefkiler’ in kurdukları kent. G ünüm üzde Halep. BERON (Petır BEROVİÇ, Petır — denir), bulgar bilim kitapları yazarı (Kotel 1800'e doğr. - Craiova, Romanya, 1871). Bukvar s razliçni Pouçeniya adlı küçük bir ansik­ lopedi yazdı (1824). O dönem de pedago­ jik önemi büyük olan bu yapıtta, m odern bulgarcayı slavoncadan kurtararak konuş­ m a dilini temel aldı. BERONİT



a. (fr. beraunite). Mıner. H id­ ratlı doğal dem ir fosfat.



BEROSOS ya da BEROSSOS, kaideli din adamı, tarihçi ve gökbilim ci (İ.Ö. 330'da Babil’de doğdu). İskender’in çağ­ daşı, Philippos’un oğlu. Kos (istanköy) adasına yerleşmek için B abil’i terk etti ve burada bir astroloji kursu açtı; bir güneş saati icat etti, eski yunan ve latin yazarla­ rının dediklerine göre, somut bilimlerle uğ­ raştı. 280 yılına doğru, eski kaynaklara dayanarak bir Babil tarihi yazdı. Bu yapıt­ tan günümüze, yalnızca Flavius Josephus, Titus Flavius Clemens, Eusebios ve Sygkellos’un yapıtlarına aktardıkları bö­ lüm ler ulaşmıştır.



BEROUN,



Çekoslovakya'da (Orta Bo ­ hemya) kent, Berounka ırmağı kıyısında, Prag'ın G. B.’sında, Kladno maden kömü­ rü havzasının G.'inde; 18 000 nüf. Eski surlar Yap* gereçleri üretimi. Metalürji.



BEROUNKA, Çekoslovakya’da ırmak; Cesky les ve Sumava ile B rdy'nin suları­



sıf. (ar. berk, şim şek’ten. ber­ rak). 1. Bulanık olmayan duru su için kul­ lanılır: Berrak b ir deniz. Irmağın berrak su­ yu. — 2. Aydınlık, açık, bulutsuz hava, gökyüzü için kullanılır: Berrak b ir g ökyü ­ zü. — 3. Güzel, pürüzsüz, kulağa hoş ge­ len ses için kullanılır: Billur gibi, berrak bir ses — 4. Açık, anlaşılır nitelikteki şey için kullanılır: Berrak b ir üslup. Kafam da hiç­ b ir şey berrak d e ğ il — içit san. Tortusundan ayrıldıktan sonra durulan şarap için kullanılır.



BERRAKLAŞMAK



gçz. f. Duru, açık, anlaşılır bir durum a gelmek, berraklık ka­ zanmak: Düşüncelerim henüz berraklaş­ mış değil. ♦ b e rra k la ş tırm a k ettirg. f. Bir şeyi ber­ raklaştırmak, onu durultmak, açık, anla­ şılır kılmak.



BERRAKLAŞTIRMA a.



İçit. san. Şara­ bı içindeki bulandırıcı m addelerden arın­ dırarak durultm a işlemi. (Bu işlem, mer­ kezkaçla ayırma, süzme ya da durultm a işlemleriyle gerçekleştirilir.) —Şek. san. İçindeki yabancı m addeleri çıkartmak amacıyla kristallere ayrılmış şe­ kerin üstüne su ya da buhar gönderm e işlemi.



BERRAKLAŞTIRMAK LAŞMAK



BERRAK



BERRAKLIK a. 1. Berrak olma duru mu, berrak olan şeyin niteliği; duruluk, açıklık: Havanın berraklığı. D üşüncelerin­ de berraklık yok. — 2.Berraklık kazanmak, açık,-anlaşılır, belirgin durum a gelmek. BERRAN -> BÜRRAN. BERRÂNİ sıf. (ar. berr'den



berrani). Esk. 1. Kır ve sahrayla ilgili; yabanıl — 2. Din­ sel kurallara uymayan, m ezhep bağları­ na karşı ilgisiz. — 3. Dışla ilgili, dıştan olan; yabancı. — Kur. tar. Osmanlı devletinde ' ‘yabancı’’



a n la m ın d a kullanılır, (Ö z e llik le A vru p alIlar için g e çe rliy d i. M e m lu k la r ise aynı k e lim e ­ yi b iru n [saray d ışı] m e m u rla rı için kullandılar.)



1557



BERRE gölü, Fransa'da (Bouches-du -Rhöne) kıyı gölü, Caronte kanalıyla (do­ ğal ama düzenlenm iş kanal) A kdeniz’e (Fos körfezi) bağlanır. Yaklş. 150 000 ha. Sığ olan Berre g ölünde önceleri balıkçı­ lık yapılırken, sonraları tuz üretilmeye baş­ landı. Günüm üzde kıyılarında birçok sa­ nayi kuruluşu vardır. BERRE-LETANG, Fransa'da kanton (Bouches-du-Rhöne) merkezi, Berre g ö ­ lünün kuzey kıyısında; 12 723 nüf. (1992). Roman ve gotik üslubunda kilise. 1680' den kalma küçük kilise. Deniz hava üssü. Petrol arıtma ve petrokim ya sanayisi. BERREN



be. (ar. berren). Esk. 1. Kara­ dan, kara yoluyla. — 2. Berren ve bahren, karadan ve denizden: "B u günlerde g e ­ rek garbı Anadolu ve gerek Anadolu ber­ ren bahren bize en lüzum u olan eslıha ve cephaneyi nakletm ek istiyor" (M K. Atatürk).



BERREYN



a. (ar. b e rr 'in ikili çoğl berreyn). Esk. iki kıta, Asya ve Avrupa kıtaları,



BERRİ, BERRİYE sıf. (ar berr ve -i d en beni, dişi, berriye). Esk. Karaya, toprağa ait: " bilhassa İngiliz kuva-yi berriyesinin taht-ı işgalinde..." (M. K. Atatürk). B e r r i, Suudi A rabistan’ın, Basra körfezi kıyısında ve Res Tennure'nin K.-B.’sında yer alan petrol yatağı.



BERRİ (Nebıh), lübnanlı siyaset adamı (Sierra Leone 1938). Beyrut Üniversitesi’n­ de hukuk okudu (1963). Beyrut’ta avukat­ lık yaptı Şii Emel ö rg ü tü ’nün kurucuları arasında yer aldı (1974). 1980’de örgütün önderi oldu. Raşit Keram ı’nın ulusal bir­ lik hüküm etinde adalet ve hidroelektrik bakanlıklarına ek olarak Güney Lübnan ve imar bakanlığını da üstlendi (1984). İs­ rail’in Lübnan'dan çekilmesi için yapılan görüşmelere katıldı. Ilımlı tutumuyla, ulus­ lararası görüşm elerde olumlu girişimleriy­ le tarafların güvenini kazandı Ö nderliğin­ deki Emel örgütü İsrail, maruni hıristiyan, filistinli, sünni m üslüm an ve dürzi güçle r­ le zaman zaman çatışmaya girdi. 1985’te dürzilerle hıristiyanlar arasındaki çatışmalara son verm ek amacıyla düzen­ lenen Büyük İslam konferansı’na katıldı. Aynı yılın aralık ayında Lübnan kuvvetle­ riyle , 1987'de de Suriye'nin girişimiyle dürzi lider Velid C anbulat’la barış antlaş­ ması imzaladı. BERRİAS KATI a (Bernas’dan, Ardeche’in bir kasabası). Kretase sisteminin bir katı (-* K A T M A N B I L İ M ) BERRİYE a.



(ar berr'den berriyye). Esk. Çöl, ova, sahra



BERRİYE - B E R R İ Berriyetüşşam ve kal’ayi Akkâ madalyası, Sultan Abdülm ecit döne­ m inde (1839-1861) çıkartılmış madalya. Osmanlı, İngiliz ve avusturya gem ilerin­ den oluşan donanmanın, İbrahim Paşa karşısında kazanmış olduğu Akkâ zaferi­ nin anısına bastırıldı (1840). Altın, güm üş ve bakırdan bastırılan madalyaların ön yüzünde defne çelengi, ortasında Abdülm ecit'in tuğrası, arka yüzünde türk b ay­ rağı ile Akkâ kalesinin simgesel betimi bulunur BERROCAL (Mıguel Ortiz), ıspanyol heykelci (Villanueva de Algaidas, Malağa, 1933). Soyut form lardan gitgide insanbiçimli ve figüratif form lara geçen Berrocal’ ın metal heykelleri devingen öğelerle ve 1959’dan sonra da (Büyük gövde, demir) iç içe geçebilir ve sökülüp takılabilir yapı­ larla dikkati çeker. Güzel görünüm lerinin yanı sıra oyuncak niteliğindeki küçük b o ­ yutlu kimi yapıtlarının (Maria de la O, 1964) seri üretimi yapılmıştır. Berrocal, bu yapıtlarından bir bölüm üne (Mini-David, Mini-Marıa, Mini-Heykelsütun) yalnızca ta-



Johan Bemstorff Louis Tocque'nin yapıtı (1759, ayrıntı) Doğal tarih müzesi Frederiksborg şatosu (Danimarka)



sık aşırılıkların görüldüğü yapıtlarında güçlü bir duygusallık vardır. Başyapıtı, S. Benito el Real da Valladolid kilisesi’ nin m ihrap arkalığıdır ve bu kentin ulusal hey­ kel müzesindedir.



■BERRY,



Fransa’da il, Cher ve indre dep arte m e n f’larını içerir. Merkezi Bourges. • COĞRAFYA. Berry ilinde, çok çeşitli arazi birim lerine rastlanır: marnlı çökün­ tüler kireçtaşlı bir yayla, ili bölen büyük va­ diler, vb. Berry uluslararası ulaşım yolları­ nın biraz uzağında kaldığından, yöresel özelliklerini, folklorunu, efsanelerini günü­ müze kadar koruyabilm iştir Sanayisi (ha­ va taşıtları yapımı, metalürji, seramik vb.) çok eskiye dayanm akla birlikte, halk g e ­ ne de, iş bulm akta güçlük çekm ekte ve b üyük iş merkezlerine göç etmektedir. • TARİFİ. Bel /, Galya ve Roma dönem i­ ne kadar ön*, nli bir rol oynamadı. Biturig 'le r Avarlcı m’u (Bourges) bütün Massif central’ın merkezi olarak kabul ettiler. Bıturig’lerin yurdu önce Aquitaine’e katıl­ dı, sonra 469'a doğru Vizigotlar'ın istila­ sına uğradı. Bölgenin'önem li bir bölümü XI. yy.’ın sonlarına doğru Fransa kralının eline geçti. 1360’ta Jean II le Bon B erry’ yi düklük haline getirdi. 1584'te Berry dük­ lüğü Fransa'ya bağlandı.



■BERRY Pedro Serruguete İsa mezarda Pinacoteca Brera, Milano



şı gözüken ve ancak tüm yapı söküldü­ ğ ünde bütünüyle ortaya çıkan bir yüzük de eklem iştir



BERROİA -> VERRİA. BERRUGUETE (Pedro),



İspanyol res­ sam (Paredes de Nava, 1450’ye doğr. y. 1503 ya da 1504). Kısa bir süre (1477'ye doğr.) kaldığı U rbino’da, Montefeltro dükünün, çevresinde 28 bilgin ve fi­ lozofun resimlerinin yer aldığı portresini yaptı. Bu resimlerden bazıları günüm üz­ de Louvre m üzesi’ndedir. Castilla’da ça ­ lıştı ve bu yıllarda Palencia, Burgos, Segovia eyaletlerinde büyük kilise sunak ar­ kalıkları yaptı. S. Tomâs d ’Avila manastırı için başrahip Torquemada’nın isteği üze­ rine S. Tomâs a, S. D om ingo ve S. Ped­ ro’ya ithaf edilen üç sunak arkalığı yaptı. (Son iki sunak arkalığının 10 panosu Prado m üzesi’ndedir.)



- ay.



BERRUGUETE (Alonso), İspanyol hey­ kelci ve ressam (Paredes de Nava 1488’e doğr. - Toledo 1561), Pedro Berruguete' nın oğlu. On beş yıldan fazla İtalya’da kal­ dı. Bu süre içinde Bramante ve Michelangelo ile tanıştı. 1517’de ispanya'ya dön ­ dü ve Valladolid, Olm edo ve Toledo’da (katedral korosunun iskemleleri) çalıştı. Sık



(Jean DE FRANCE, — dükü), Capet sülalesinden prens (Vincennes 1340 - Paris 1416), Poitiers kontu (1356-1360), Berry ve Auvergne dükü (1360-1416), Je­ an II iyi’ nin üçüncü oğlu. Bretigny antlaşması'ndan sonra, rehine olarak 1367’ye kadar İngiltere’de kaldı Yeğeni Charles V l’nın yaşının küçük olmasından yararla­ narak, özellikle L an g u ed o c'u yönetir­ ken, yaptığı zorbalıklarla ve ihtilaslar­ la ta n ın d ı: 1 3 8 8 ’de, M a rm o u s e t'le r ta ra fın d a n ik tid a rd a n u z a k la ş tırıld ı. Charles VI delirince, iktidarı kardeşi Bo­ urgogne dükü ve yeğeni Orleans düküy­ le paylaştı. Önceleri bu ikisi arasında uz­ laştırıcı bir rol oynadı. Louis d ’Orleans’ ın öldürülm esine (1407) pek tepki göster­ m edi 1410’dan başlayarak damadı Ber­ nard V ll’nin önderlik ettiği A rm agnac’ ların yanında yer aldı. Topraklarını gerçek bir devlet haline getirm eye çalıştı ve bü­ yük bir sanat koruyucusu oldu; birçok şa­ to ve konak ısmarladı, Avrupa'nın en iyi sanatçılarını çalıştırdı (Andre Beauneveu, Jean de Cam brai, Jacquem art de Hesdin, Lim bourg kardeşler vb.). Kütüphane­ sinde çağın en güzel elyazması kitaplar­ dan bazıları yer aldı: Psautier, Petites Heures, Tres Belles Heures, ve özellikle Tres Riches Heures du d u c de Berry.



■ BERRY (Charles Ferdinand b o n , — dükü), fransız prens



Berry’de sanat Ainay-le Vieil (XV yy.) şatosu Alonso Berruguete Aziz Sebastiin San Benito el Real kilisesi’nin (1525’e doğr.) mihrap arkalığındaki çokrenkli ahşap heykelcik Ulusal Heykel müzesi, Valladolid



DE BOUR(Versailles



1778 - Paris 1820). Artois kontunun (Char­ les X) ve Marie-Therese de Savoie’ nın ikinci oğlu. 1789’da, yakınlarıyla ülke­ den ayrıldı. Conde ordusunda görev yap­ tı. 1801 ’de, İngiltere’ye yerleşti. Burada ev­ lendiği Amy Brovvn'dan iki kızı oldu. 1814'te Fransa'ya dönen Berry dükü, am ­ casıyla birlikte G ent’e kaçm ak zorunda kaldı. 1815’te yine Paris'e döndü, ilk evli­ liğini kabul etm ek istemeyen ailesi, 1816’da onu, Marie-Caroline de Bourbon Sicile ile evlendirdi. Bu birleşmeden iki ço­ cuk dünyaya geldi: 1819’da doğan kızı. Parma düşesi; babasının ölümünden sors ra doğan oğlu Henri ise C ham bord kon­ tu oldu Berry dükü, 13 şubat 1820’de Pa­ ris O perası’ndan çıkarken Louvel tarafırH dan öldürüldü



BERRY (Marie - Caroline DE BO U RB O N -SİCİLE, - - düşesi), Charles Ferdinand de Bourbon B erry*’nin karısı (Palermo 1798 - Brünnsee, Steiermark, Avusturya, 1870). C alabria dükü ve daha sonra İki Sicilya kralı Francesco’nun büyük kızı. 1816’da Berry dükü ile evlendi. Kocasının öldürül­ mesinden (şubat 1820) sonra, Bordeaux dükünü (gelecekteki C ham bord kontu) dünyaya getirdi 1830'da Charles X sür­ gün edilince onunla giden Marie-Caroline, oğlunun tahta dönüşünü sağlam aya ça­ lıştı ve Bourbon hanedanı yanlılarının ’Amazon’’u olau. 1832’de Fransa’ya dön­ dü, Provence’ı ve Vendee'yı LouisPhilippe'e karşı ayaklandırmaya kalkıştı Bu çılgınca girişimin başarısızlığa uğra­ ması üzerine (haziran 1832) tutuklanarak Blaye kalesine kapatıldı. Mayıs 1833‘te burada bir kız çocuğu dünyaya getirdi ve çocuğun Lucchesi-Palli kontundan oldu­ ğunu ileri sürdü. Louis-Philippe hüküm e­ ti tarafından istismar edilen bu olay, skan­ dal yarattı ve kısa bir süre sonra serbest bırakılan düşesin tüm manevi ve siyasal saygınlığını yok etti. BERRY



(Jules PAUFİCHET, Jules — de­ nir), fransız sinem a ve tiyatro oyuncusu (Paris 1889 - ay. y. 1951). Daha ço k ah­ laksız ve palavracı dolandırıcıları, kötü ruhlu, çenesi düşük ve kimi zaman da gerçekten korkutucu kişileri canlandırdı. Jean R enoir’ın Le Crim e de M. Lange (1935) ve Marcel C arn e ’ nin Gece ziyaret­ çileri (les Visiteurs du soir) [1942] filmle­ rinde unutulm az tipler yarattı



BERRY (Francis), ngiliz şair (ipoh, Ma­ lezya, 1915). Şiirlerinde korku ve acım a­ sızlık temalarını işledi (Snake in the Moon, 1936; The G a llo p in g Centaur. 1933-1952: Ghosts of Greenland, 1967). BERRY



(Chuck), amerikalı zenci şarkı-



Noirlac kent manastırının avlusu (XII.-XIV. yy,)



cı, gitarcı ve besteci (Saint-Louis, Mıssourı, 1926). Önce bir kilise korosunda şarkı söyledi, 1952'de ilk orkestrasını kurdu ve 1955 e doğru üne kavuştu. Rock and roll ün öncülerinden biri oldu, zencilerin rhythm and blues’u ile beyazların country and vvestern'ini birleştirdi. Pop müzik topluluklahnın repertuarlarında sık sık yer alan besteleri vardır: Maybellene, Sweet Liftle Sixteen, RolI'O ver Beethoven. Carol, Surfin’USA.



BERRY (Brıan



J. L.), İngiliz kökenli amerikalı coğrafyacı (Sedgeley, Staffordshıre, 1934). Chicago (1958-1977), sonra Harvardda ders verdi. Çalışmalarıyla, kuram­ sal yaklaşımın verimliliğini kanıtladı ve coğrafyada nicel yöntemlerin uygulanma­ sını başlattı. Daha çok kentlerle, merkez bölgeler kuramıyla, kentlerin sınıflandırıl­ masıyla ve çevrebilimsel etkenlerle ilgilen­ di. En ünlü çalışmaları: G eography of M arket Centers a n d Retaii Disthbutlon (Pazarların coğrafyası ve perakendecilik) [1967), Spatıal Analysis (Mekân çözümle­ mesi) [1968], Geographic Perspectıves on Urban systems (Coğrafya açısından kent­ çilik sistemleri) [1970].



Berry çatışkısı,



anlam biliınin önemli paradoksu, ilk kez, Russel tarafından or­ taya kondu. Şöyle açıklanabilir: 25’ten da­ ha az heceyle adlandırılamayacak bir d o ­ ğal tamsayılar kümesine A diyelim. Bu kü­ me boş değildir (örneğin, 981 234 937 542 sayısını içerir). Doğal tamsayıların N kümesi, sıralı bir küme olduğuna göre, A kümesinin en küçük bir a0 öğesi olacak­ tır. Öyleyse, bu a0 sayısı " 2 5 ’ten daha az heceyle ifade edilemeyecek en küçük do­ ğal sayı” deyimiyle dile getirilebilir. Böy­ lece, şu çelişki ortaya çıkar: 1. A ya ait olan a0, tanımı gereği, 2 5 ’ten daha az heceyle ifade edilemez. — 2. Oysa a0 ı ifade eden tırnak içindeki deyim, 2 5 ’ten daha az hece (tam 24 hece) içermektedir. b e r r y -a u - b a c , Fransa’da (Aisne) komün, Reims’in 18 km K.-B.’sında, Aisne ırmağı kıyısında; 510 nüf. (1992). Birinci Dünya savaşı sırasında, burada, 108 ra­ kımlı tepede uzun bir savaş verildi ve 1917 nisanındaki saldırıda, ilk fransız tankları Berry-Au-Bac’ta harekâta başladı.



3BERRYER (Pierre Antoine),



fransız avu­ kat ve siyaset adam ı (Paris 1790 -A ngerville-la-R iviĞ re, Loiret, 1868). Pierre Nicolas Berryer’nin oğlu. Ney, Cambronne, La Mennais (1826), Chateaubrıand (1832) davalarında yaptığı sa­ vunmalarıyla ün kazandı, işçilerin örgüt­ lenme haklarını (1844-1845) ve dinsel to p ­ lulukların özgürlüğünü savundu. 1830'da milletvekili seçildi, Bourbon’ların sözcülü­ ğünü yaptı. Berry düşesini, Vendee ayak­ lanması girişiminden caydırmak istediyse de başaramadı Buna rağmen onun suç ortağı sayılarak tutuklandı; Blois ağır ce­ za mahkemesi suçsuzluğuna karar verdi (ekim 1832). 1848 Ulusal m eclisi'nde ol­ duğu gibi 1863 Yasama m eclisi'nde de hükümdarın Tanrıdan gelen meşruluğu il­ kesini savunmayı sürdürdü. Savunmaları ve parlam entoda yaptığı konuşmaları ya­ yımlandı (1872-1876). 1852’de, Academıe françaisee seçildi.



BERRY İSLANDS, Bahama adaların­ da ada topluluğu, Great Abaco adasının G.-B.’sında. BERRYMAN



(John), amerikalı yazar (McAlester, Oklahoma, 1914 - Minneapoliş, 1972). Saçmanın, içe bakışın ve kaygı­ nın egemen olduğu şiir kitapları (The Dıspbssessed, 1948; H om age to Mistress Bradstreet, 1956; 77 Dream songs, 1964, His Toy, His Dream, His Rest, 1968; Delusions, 1972), bir roman (Recovery, 1973) ve Stephen Crane’ın biyografisini yazdı (1950).



BERSAGLİERE (“ amaç, hedef” anla­ m ında bersaglio'dan türem e ital. söze.). İtalyan ordusunun hafif piyade eri. (1836’da La Marmora tarafından, Piemon­



te dağlarının seçkin piyade birliği olarak kurulan bersaglıere'ler, daha sonra, İtal­ ya’nın Afrika ve Avrupa'da giriştiği tüm se­ ferlerde görev alarak ün kazandılar.)



BERSALİA -



1559



B E R Z İ L İ A .



BERSAM



ya da BİRSAM a. (ar. b ir­ sam). Aslı olmayan bir şeyi görür ya da işitir gibi olma hastalığı,sanrı,halüsinasyon.



BERSERK a. iskand. mit. Ayı postu gi­ yen ve ayıya dönüşebilen yenilmez Odin savaşçısı. (Hayvan postundan giysi taşı­ yan ve viking saraylarına bağlı olan savaş­ çı berserk’ler vecde gelerek akıl almaz iş­ ler başarırlardı. Saga'larda [ortaçağ İskan­ dinav efsaneleri] bunların vahşet krizlerin­ den örnekler vardır.) BERSEZİO (Vıttorıo), Italyan yazar (Peveragno, Cuneo, 1828 - Torino 1900). Ga­ zetelerde, siyasi m akaleler dışında Eugene Sue tarzında tefrika romanlar da yaz­ dı. Piemonte lehçesinde yazdığı kom edi­ si Le miserie d'm onssu Travet'te (1863) ünlü bir kalem efendisi tipi yarattı. BERSİSA, ıslam kaynaklarına göre, musevı ya da hıristiyan din adamı. Şeytan ta­ rafından kandırılarak zina yapmaya zor­ landı. Bu suçu işlediği sırada şeytanın ha­ ber verdiği müritlerince yakalandı. Şeytan, eğer kendisine tapacak olursa onu kur­ taracağını söyledi. Bersisa yine aldanarak şeytana taptı ve bu yüzden sonsuza ka­ dar lanetlendi.



BERTA



BERŞ a.



a Fazogl’da (Sudan, Etyopya) konuşulan nil-çad ö beğinde yer alan bir dil.



BERŞE



BERTACCHİ (Giovanni), İtalyan yazar (Chiavenna, Sondrio, 1869 - Milano 1942). Edebiyat eleştirileri ve Pascoli’nin etkisi al­ tında şiirler yazdı (Liriche umane, 1903).



(ar. berş). Esk. 1. Keten yapra­ ğı karıştırılarak yapılan afyonlu şurup. — 2. Arzu, istek. (EL-), Nil'in doğu yakasında, Mallavi kenti karşısında Eski Mısır arkeo­ lojik buluntu yeri. Orta im paratorluk’un buradaki on hypogeum ’undan yalnızca bir tanesi toptan yıkımdan kurtulmuştur. Bu hypogeum ’un duvarlarından birinde, oturan bir kolos heykelinin taşınmasını gösteren bir resimle, bu olayı açıklayan bir yazıt vardır.



■BERT (Paul),



fransız fizyoloji bilgim ve si­ yaset adamı (Auxerre 1833 - Hanoı 1886). Tip v e je n doktoruydu. Doğal tarih m üze­ si ile Ecole des hautes etudes profesör­ lüklerinde bulundu. 1870'ten sonra Yonne genel sekreteri, Nord valisi oldu; 1872’de Yonne milletvekili seçildi, radikal cumhuriyetçilerle birlikte, bütün eğitim re­ formlarına, özellikle ilköğretimin parasız ve zorunlu durum a getirilmesine, her ilde bir ılköğretmen okulu kurulmasının kabul edilmesine katkıda bulundu. Gambetta kabinesinde milli eğitim bakanıyken (14 kasım 1881 - 26 ocak 1882), Kılıse’ye karşı cephe alanların önderliğini yaptı. 1886 ocağında da Annam ve Tonkin genel va­ liliğine atandı. Bk. resim sayfa 1560



Bilimsel yapıtları genel fizyolojiyle ilgi­ liydi. Organ aşılama ve nakilleri alanında çalıştı. Özellikle solunum fizyolojisi ve ha­ va, karbondioksit ve oksijen basıncında­ ki değişmelerin - jiu n u m a etkisiyle; anes­ te z ile rin fizyolojisi ve ışığın canlılar üze­ rindeki etkisiyle uğraştı... Yapıtları: De la greffe anımale (Hayvanlarda organ aşısı) [1863], Recherches sur les mouvem ents de la sensitive (Duyularla ilgili hareketler üzerine araştırmalar) [1867-1870], la Pression barom etrique (Barometrik basınç) [1877], Leçons de zooiogie (Zooloji ders­ leri) [1881], l'Enseignem ent laiçu e (Laik eğitim) [1881], Leçons d'anatom ie et de physiologie anim ales (Hayvan fizyoloji ve anatomisi üzerine dersler) [1885], vb



Bert



(Paul) etkisi, oksijen zehirlenm e­ si. (17 b a r’dan yüksek basınç altında so­ lunan oksijenin meydana getirdiği hiperoksinin sonucudur. Dalgıcın bedeni etkin­ liğine bağlı olarak az ya da çok hızla or­ taya çıkan ve sara nöbetini andıran çırpın­ malarla belirgindir.)



Jean de Berry Limbourg kardeşlerin Tres Riches Heures du duc de Berry (XV. yy. başı) için bir minyatürden ayrıntı Conde müzesi, Chantilly



BERTANİ (Agostino), İtalyan hekim ve si­ yaset adamı (M ilano 1812 - Roma 1886). 1848'den başlayarak İtalya'daki devrimci mücadelelere katıldı. 1859’da, Binlerin yü­ rüyüşünün düzenleyicilerinden biriydi. N apoli'de geçici hüküm etin genel sekre­ terliğine getirildi. Piem onte’nin ülke işleri­ ne karışmasını engellem eye çalıştıysa da başarı sağlayamadı. 1860’ta Milano mil­ letvekili ve cum huriyetçi radikallerin baş­ kanı seçildi; bir halk sağlığı yasası hazır­ ladı. 1876'dan sonra, Depretis’in trasform ism o’suna karşı çıktı. BERTARAF be. (fars. ber ve ar. taraf' tan ber-taraf) 1. Esk. Şöyle dursun, bir yana. — 2. Bir şeyi, b ir kimseyi bertaraf et­ mek, onu ortadan kaldırmak, uzaklaştır­ mak, yok etmek: Bir tehlikeyi, güçlüğü bertaraf etmek. Rakiplerini bertaraf et­ mek. Onu tahttan indirip bertaraf ettiler. — 3. Bertaraf olmak, ortadan kaldırılmak, yok edilmek. BERTAUT (Jean), fransız şair (Donnay, N orm andiya, 1552 - Seez 1611). Henri III’ ün okutmanlığını, M arie de M edicis'nin özel rahipliğini yaptı. Daha sonra, Söez piskoposluğuna getirildi. Şiirleri her şey­ den önce, petrarca'cılığın tüm üslup özel­ liklerinin serpildiğı, günlük koşullara gö­ re yazılmış yapıtlardır. Aşk ya da hıristiyarvlık temalarını işleyen dizelerinde (Oeuvres poetıques, 1601-1620), güzel söz söyleme sanatının bütün kurallarına uym akla yetindi.



Charles Ferdinand de Bourbon Berry düku.François Gerard’ın yapıtı (1820, ayrıntı) Versailles müzesi



Marie-Caroline de Bourbon-Sicile Berry düşesi François Gerardln yapıtı (bir eskizden ayrıntı, 1820) Versailles müzesi



BERTELLİ (Luigi), İtalyan yazar (Floran­ sa 1858 - ay. y. 1920). V am ba takma adıy­ la tanınır. Ç ocuk edebiyatının bir klasiği olan il g iornalino d i G iam burrasca' nın (1920) yazarıdır. BERTELS (Yevgenii Eduardoviç), rus doğubilim ci (Sen-Petersburg 1890 Moskova 1957). Sen-Petersburg Üniver­ sitesi doğu bilimleri fakültesi’ni bitirdi (1918). Ölümüne kadar SSCB Bilimler akademisi Asya m üzesi'nde çalıştı. Orta Asya, Ortadoğu uluslarının kültürü, dili ve edebiyatı üzerine 300'ü aşkın araştır­ ması vardır. Tasavvuf edebiyatı, Firdevsi, Nizami, Fuzuli ve Cami üzerindeki in­ celem eleriyle tanınır. Fars-tacik edebiya-



Pierre Antoine Berryer



tı tarihini konu edinen yapıtı ölümünden sonra yayımlandı (1960). B e r t e ls m a n n , 1835 yılında Cari Bertelsmann tarafından G ütersloh’ta kurulan alman yayınevi. Ansiklopediler, edebi ve bilimsel yapıtlar, çocuk kitapları ve Hari­ tacılık enstitüsü’nün çalışmalarını yayım­ ladı. 1950'de, ilk "kitap kulübü"nü kurdu. 1958'de plak, 1964'te sinema ve televiz­ yon alanında (Ufa-Fernsehproduktion) H etkinlik gösterdi. B E R T E R sıf. (fars. ber, yüksek ve -ter, da­ d a d a n berter). Esk. Daha yüksek, üstün.



Paul Beri Leon Lhermife’in bir tablosundan (1889) ayrıntı Tıp akademisi, Paris



B e r t h a (Bertha K rupp’tan, essen'li alman sanayicinin kızı), 1918 martından ağustosa kadar Paris’i ateş altına alan uzun menzilli alman toplarına verilen ad Crepy-en-Laonnais’de, sonra Beaumont -en-Beınede (Aısne) kullanıldı ve özellik­ le kutsal cum a günü St.-Cervais kilisesi ~ ni hedef alarak 91 kişinin ölümüne yol açg tı. Böylece Bertha’nın neden olduğu top2 lam kayıplar 256 ’ya yükseldi. « B E R T H A ya da B E R T R A D A , Büyük Şj ayaklı denir, Laon kontu Caribert'in kızı u (öl. Choisy-au-Bac 783). Kısa Pepın ile ev­ lendi; C harlem agne ve C arlom an’ ın annesidir. B E R T H E L O T (Marcelin), fransız kimyacı (Paris 1827 - ay. y. 1907). Bir doktorun oğ­ ludur. Araştırma yapmayı Pelouze laboratuvarı’nda öğrendi. 1851’de Balard’ ın a sista n ı o la ra k C o lle g e de France’a girdi; metil alkolün bireşimini yaptı. 1854’te gliserin ile asitlerin bileşim­ leri ve doğal yağlı maddelerin üretimi üze­ rine verdiği bir tezle fen bilimleri doktoru oldu. 1859’da Eczacılık yüksekokulu’nda. 1865’te de College de France’da görev yaptı. 1873’te Bilim ler akadem isi’ ne, 1901’de Fransız akademisi’ne girdi. Sena­ tör seçildi (1881-). Milli eğitim ve Güzel sa­ natlar (1886) ve sonra Bourgeois kabine­ sinde (1895-96) dışişleri bakanlığı yaptı Bütün gücüyle atomsal simgelemeye karşı koydu. Deneysel araştırmaları daha çok organik kimyaya yönelmiştir. Pean de Saint-Gilles ile alkollerin esterleşmesini in­ celedi ve tepkimenin tersinir tepkimeyle sı­ nırlı olduğunu kanıtladı. Böylelikle kimya­ sal dengeleri ve tepkim e hızı kavramını buldu. Am a özellikle yaşayan varlıklarda bulunan kimyasal türlerin yapay üretimiyle ilgilendi. Böylece etil alkol (1855), form ik asit (1856), metan (1858), asetilen (1859) ve benzenin (1866) bireşimlerim yaptı, ikinci önemli faaliyeti tepkim elerde rol oy­ nayan ısı miktarlarının incelenmesidir (ısılkimya). Vieilie ile birlikte, kalorimetri bom ­ basını keşfetti. Bunun aracılığjyla, patla­ yıcıları, organik bileşiklerin oluşum ısıları­ nı vb. inceledi. Yaşam ınınsonlarında yayımladığı Des origines d e fa lchim ie (1855) adlı yapıtın­ da eski kimya tarihinin bazı bölümlerini ay­ dınlatmaya çalıştı.



Marcelin Berthelot laboratuvarında



Mareşal Berthier ■ B E R T H İE R (Louis Alexandre), NeuJacques Pajou’nun yapıtı (1808, ayrıntı) châtel prensi, Valengin dükü, W agram prensi, Fransa mareşali ve yüksek m ec­ Versailles şatosu



c ■8 a Ş -g »



Claude Berthollet David d’Angers’nin yapıtı Camavalet müzesi, Paris



lis üyesi (Versailles 1753 - Bamberg 1815). On yedi yaşında kurmay heyetine girdi; ilk kez Am erika savaşı’nda çarpıştı. 1789’da Versailles ulusal muhafız tuğgenerali, son­ ra sırasıyla La Fayette’in, Luckner’in, ar­ dından da İtalya ordusunun kurmay baş­ kanı olan Berthier, 1796’da Bonaparte’ ın kurmay başkanı oldu ve 1814’e kadar ona bağlı kaldı. N apoleon, Berthier’yi yüksek görevlere, bu arada başkomutan yardımcılığına getirdi. 1800-1807 arasında savaş bakanı, 1805-1814 arasında ise Büyük ordu tuğgenerali oldu. Yüz Gün sırasında Louis XVIİI’in hizmetindeydi, Bavyera'da Bam berg’e çekildi ve orada bir pencere­ den düşerek öldü,. Tümgeneral olan iki kardeşi vardı: CESAR (Versailles 1765 -Grosbois 1819) ile VİCTOR (Versailles 1770 - Paris 1807). — Oğlu NAPOLRİjn LOUİS JOSEPH (Paris 1810 - ay. y. 1888), Fransa yüksek meclis üyesi ve senatör oldu.



B E R T H İE R İT a. (öz a. Pierre Berthier' den). Miner FeSb2S4 formüllü, antimon ve dem ir sülfür. B E R T H O L İT (öz. a Berthollet'deh). Kim. Belirli bir hom oıenlik alanında stokiyometrısı ile, özellikleri sürekli ve tekdüze bir biçim de değişebilen kimyasal bileşik. (Daltonitlerin karşıtı olan bu cisimler, Prou st’un tanımladığı orantılar yasasına uymaz.) B E R T H O L L E T (kont Claude Louis), fransız kimyacı (Talloires, Annecy yakını, 1748 - Arcueil 1822). C ham bery ve Tori­ no üniversitelerinden sonra Paris’e gide­ rek Mme de Montesson’un hekimi olarak çalışmaya başladı. 1779’da Paris Fakültesi’nde doktor oldu ve 1780’de Bilimler akadem isi'ne girdi. 1784’te boyama m ü­ dürlüğüne atandı, 1789’da, hıpokloritlerin (Javel suyu) renk artırıcı özelliklerini bul­ du ve bunları ipliğin ve bezip ağartılmasında kullandı. Bu yöntem, Bem ents de fa rt de la teinture (Boyama sanatının te­ melleri) [1791] adlı yapıtında açıklanmış­ tır. Lavoisier’nin düşünce sistemine bağlı olan Berthollet, bütün asitlerde oksijen bu­ lunmadığını gösterdi ve 1785’te sülfürlü hidrojenin bileşimim hazırladı. Lavoisier, Fourcroy ve G uyton de Morveau ile bir rasyonel kimya terim dizim hazırladı. Bu arada klorlar üzerindeki incelemelerini sürdürdü, kloratları buldu ve bunları pat­ layıcı yapım ında kullandı. Comite du saiut public (Halk kurtuluşu komitesi) ken­ disini ulusal savunmaya ilişkin mekanik fi­ zik ve kimya konuları üzerine çalışan bir komisyonun başkanlığına,getirdi. M onge ile Politeknik o kulu’nu (Ecole polytechnique) kurdu ve burada mineral kimya kürsüsünün başına geçti. 1796’da Directoire tarafından İtalya'da görevlendirildi. Burada, sonradan birlikte Mısır’a gideceği Napoleon ile sıkı ilişkiler kurdu. 1803’te Fransa'ya döndüğünde Essai de statıque chim ique (Kimyasal statik üzerine dene­ me) ve R echerches su r les lois des affinites chim iques'ı (Kimyasal ilgilerin yasala­ rı üstüne araştırmalar) yayımladı, bu kitap­ larda tuzlar, asitler bazlar arasında çift bozunma tepkimelerinin öngörülmesini sağ­ layan ve kendi adını taşıyan yasaları orta­ ya attı. 1804’te sodyum karbonatın sana­ yide hazırlanışını düzenledi. Arcueil’de dinlenmeye çekildikten son­ ra Laplace ile birlikte Biot, Humboldt, Gay -Lussac, Thenard, Arago, Poisson gibi bü­ yük bilginleri bir araya getiren "Arcueil to p lu lu ğ u ” nu kurdu, im paratorun dostu olmasına karşın, savaşa karşı duyduğu nefret dolayısıyla 1814’te tahttan düşm e­ si için oy verdi. Restauration tarafından Fransa yüksek m eclisi’ ne atandı, Saint -Michel nişanını reddetti. BERTHOUD I



BURGDORF.



B E R T H O U D (Ferdinand), isviçreli saat­ çi (Plancemont-sur-Couvet, Neuchâtel kantonu, 1727 - Groslay 1807). Essai sur l'horlogerie (Saatçilik üzerine deneme) [1763]; Histoire de la m esure du tem ps p a r les horloges (Saatlerle zaman ölçü­ m ünün tarihi) [1802] adlı yapıtları vardır. Encyclopedie'deki saatçilikle ilgili m adde­ lerin bir bölümünü kaleme aldı. Horloges m arines (Deniz saatleri, 1773) adlı yapı­ tıyla mekanik kronom etrenin öncüsü ola­ rak tanındı. B E R T İK a. 1. Yara, bere. — 2. incinme, burkulm a. — 3. Deride oluşan mor leke, çürük. B E R T İL L O N (Jacques), fransız hekim, istatistikçi ve nüfusbilim ci (Paris 1851 Valmondois, Val-d’Oise, 1922). Nüfusbilim analizine önemli katkıda bulundu (La statistique humaine de la France [Fransa’ nın beşeri istatistiği], 1880). Paris beledi­ yesi, istatistik servisinde şef olarak çalıştı (1883 - 1913), Origine des habitants de Paris (Paris nüfusunun kökenleri), lieu de naissance des habitants de Paris en 1833 e te n 1891'u (1833 ve 1891’de Paris nü­ fusunun doğum yerleri) yayımladı. Dikkat­



leri, fransız doğum oranının düşmesi ve bunun yol açacağı tehlikelere çekti (La D epopuiation de ta France [Fransa'nın nüfusunun azalması], 1911). B E R T İL L O N (Alphonse), fransız krimi­ nolog (Paris 1853 -ay. y. 1914); bir önce­ kinin kardeşi. 1879’da, suçluların beden ölçülerine göre tanınmalarını sağlayan yöntemi buldu. A ntropom etri ya da Bertillo n c u lu k adı verilen bu yöntem i, 1882’den başlayarak. Polis m üdürlüğü adli teşhis bölüm başkanlığı görevinde bizzat uyguladı. Buluşları ve çeşitli girişim­ leriyle, polislik tekniğinin gelişmesine bü­ yük ölçüde katkıda bulundu. Antropomet­ ri konusunda birçok yapıt yazdı. B E R T İL L O N C U L U K a. Alphonse Bertillon’un bulduğu ve suçluların saptanma­ sını sa ğ la y a n siste m . (9 ADLİ AN TRO PO M ETRİ'.)



B E R T İL M E K İ B E R T M E K . B e r t in b a ğ ı, kalça eklem inin kalça -uyluk bağı. (Bu eklemin ön yüzünü kap­ layan güçlü bir bağdır.) B E R T İN İ (Elena SERACİNİ VİTİELLO, Francesca denir) İtalyan sinema oyuncusu (Floransa 1888 - Roma 1985). Önceleri N apoli’de bir folklor topluluğun­ da oynadı. 1910’ların başlarında sinema­ ya geçti. Döneminin modasına uygun yapmacıklı oyununu, güzelliği ve gösteri­ şiyle kapattı ve o yılların en sevilen yıldız­ larından biri haline geldi. Başrol oynadı­ ğı en önemli filmler: Assunta Spina (G. Serena, 1915), Fedora (G. de Liguoro, 1916) ve Odette (G. de Liguoro, 1916). B E R T İN İ (Golgrant Aharon), ibranice yazan İsrailli yazar (Besarabya 1903). 1947’den başlayarak Filistin'de Moznayim dergisini yayımladı. Yiddiş edebiya­ tından şiirler çevirdi. B E R T İN İ (Giannı), İtalyan ressam (Pısa 1922). Birçok resim deneyinden (özellik­ le de informel "n ü kle e r sanat” dönem in­ den) sonra, yenigerçekçiler gibi, günlük gerçeğin görüntülerine döndü. 1963’ten başlayarak, fotoğraf malzemesiyle duyar­ laştırılmış tuval üzerine aktarm a tekniğin­ den (2 yıl sonra "m e k a rt’ ’a yol açan tek­ nik) yararlandı ve güncel olayların ero­ tizmle tekniğin birleştirilmesiyle betimlen­ diği kolaj türleri geliştirdi. B E R T M E K g. f. B ir yerini bertm ek, onu berelemek, incitmek, burkm ak. ♦ bertilm ek edilg. f. Bertmek eylemi­ ne konu olmak: A yağı bertilmiş, üzerine basamıyor. B E R T O (Giuseppe), Italyan yazar (Tre­ viso 1914 - Roma 1978). Yenigerçekçi ro­ mancı (// cielo e rosso, 1947). Psikanaliz­ den etkilendi (il m are oscuro, 1964). ■ B E R T O İA (Harry), İtalyan kökenli amerikalı tasarımcı ve heykelci (San Lorenzo, İtalya, 1915 - Philadelphia 1978). Bloomfield'deki (Michigan) C ranbrook akademis i’nde öğrenim gördü. Sonra bu akade­ m ide resim ve metalin sanatsal kullanımı üzerine dersler verdi. Florence Knoll ile işbirliğine girerek Knoll International için, saydam birer heykel gibi tasarımlanan ve lehimlenmiş çelik kaide üzerine oturtulan m etalik kafesli ünlü koltukları yaptı (1950’ye doğr.). 5 0 ’li yılların sonundan



Harry Bertoia'nın sandalyeleri



başlayarak, heykel çalıştı; bu arada özel­ likle renkli metal çubuklar yardımıyla oluş­ turulan ve seyircinin katılımını isteyen ya­ pıtlar hazırladı. Mimar Saarinen ile de iş­ birliği yaptı. B E R T O L A D E ’G İO R G İ (Aurelıo), Ital­ yan yazar (Rimini 1753 -ay.y ' 798'; On rom antik şair (Nuove poesıe cam pestri e m arittim e, 1815); alman edebiyatının et­ kisinde kaldı. B E R T O L A Z Z İ (Carlo), İtalyan yazar (Rivolta d ’Adda, Cremona, 1870 - Milano 1916). Gazeteci ve komedi yazarı. Halkın günlük yaşamını yansıtan yapıtlarının en önem lilerini M ilano lehçesiyle yazdı (El nost Mılan, 1893; Lulu 1903). B e r to ld o , G.C. C roce ’nin komik diya­ logu (Le Sottilıssime astuzie di Bertoldo, 1606). Bologna lehçesinde kaleme alınan yapıt, bilgeliği ve çirkinliği dillere destan olan bir köylüyü sergiler. B E R T O L E Z Y A a. (öz a Bertholett1 den). G üney Amerika kökenli büyük ağaç; m eyvesinde yirmi kadar üçgen bi­ çimli yenebilen büyük tohum bulunur; A v­ ru pa ’da Brezilya fındığı ya da kestanesi ve para cevizi olarak bilinir Türkiye'de ender yetiştirilir. (Bil a. bertholletia; mer­ singiller familyası.) B E R T O L O N Y A a. (öz. a. Bertolon ’dan.) Gravesyalara yakın, çok renkli yaprakla­ rı olan, Brezilya kökenli küçük bitki. (Bil. a. bertolonia; 10 tür, melastom aceae fa­ milyası; ılıman bölgelerde ve Türkiye’de süs bitkisi olarak seralarda yetiştirilir.) B E R T O L U C C İ (Attilio), İtalyan yazar (San Lazzaro, Parma, 1911). Vergilius'u anımsatan bir duyarlılıkla, en m odern bi­ çimsel yenilikleri birlikte kullandı (La ca panna indiana, 1951). ■ BERTOLUCCİ (Bernardo). İtalyan film yönetmeni (Parma 1940), Attilio Bertoluoci’nin oğlu. Babası gibi şairdir. Si­ nemaya A ccattone'de (1961) Pier Paolo Pasolini’nin yardımcılığını yaparak başla­ dı. ilk uzun filmi La Commare secca 'da (1962) Pasolini’den etkilendi. Daha son­ ra bir ölçüde özyaşamsal, bir ölçüde de Parma M anastırından esinlendiği Prima della Rivoluzione'yi (1964) çekti. Ardın­ dan Partner"ı (1968) ve Am ore e Rabbia’nın (1969) bölümlerinden birini yaptı. A. M oravia’dan il Conformista (1970), TV için de J.L. Borges’den La Strategia del ra g n o ( 1970) uyarlamalarını gerçekleştir­ di. Daha sonra Paris'te son tango (Ultimo Tango a Parigi, 1972), 1900 (Novecento, 1974-1975), A y (La Luna, 1979), Tragedia d i un Uomo ridicolo (1981), Son İm parator (The Last Emperor, 1987), Çölde çay (Sheltering Sky, 1990) gibi filmlerle büyük ilgi uyandırdı. B E R T O N A E N D Ü S T R İS İ a (Abruzz o ’daki M ontebello di Bertona sitınden). İtalyan Üst Yontmataş devrinin (yaklaşık olarak İ.Ö. 16 000 tarihli) endüstri evresi. BERTRADA -



BERTHA.



■ B E R T R A M (Meister — ya da —usta), al­ m an ressam (M inden 1340 - 1345 - öl. 1415), Kuzey Alm anya'da, XIV. yy.'ın ikin­ ci yarısının en ö nde gelen sanatçısı. 1379’da, H a m b u rg ’daki Sankt-Peter kili­ sesi için yaptığı Grabow sunak arkalığı en önemli çalışmasıdır (Kunsthalle, H am ­ burg); yapıt-, gerçekçi anlayışta 24 ilginç tablo (Yaradılış ve incil’den sahneler) ile figüratif heykellerden oluşur. B E R T R A N D (Louis Jacques Napoleon, Aloysius —denir), frânsız yazar (Ceva, Piemonte, 1807 - Paris 1841). 1830’dan sonra Patriote de la C öte-d’O r’da yazılar yazdı. Yoksul bir yaşam sürdü, birçok kez Paris'e gitti ve orada N ecker hastanesin­ de öldü. Yaşamını, düzyazı biçimindeki kı­ sa şiirlerini düzeltmekle geçirdi. Sadık dostları Sainte-Beuve ve David d ’Angers bunları ölüm ünden sonra Gaspard de la



nuıt, fantaisies â la maniĞre de Callot et çte R em brandt adı altında derleyerek ya­ yımladılar (1842). Bu tek derlem e ona za­ yıf, ama kalıcı bir ün sağladı. Sanatların kendi aralarındaki iletişimi ile biçimsel gü­ zellik ve fantastik deneyim leri temalaştırmayla ilgili rom antik arayışların birleştiği noktada yer alan bu “anlaşılmaz” şiirler, yaşanmışı, bütün çeşitliliği içinde bir ara­ ya getirm ek isteyen bir dönemin tutkusu­ nu yansıtır. Bu nedşnle Bertrand'nın şiir anlayışına olduğu kadar bohem yaşantı­ sına da, Baudelaire, Rimbaud ve gerçeküstücüler sahip çıkmışlardır. B E R T R A N D (Marcel), fransız yerbilim ­ ci (Paris 1847 -ay.y. 1907). M aden m ü­ hendisi, madencilik yüksek okulu’nda öğ­ retmenlik yaptı. Bilimler akademisi üyesi oldu. Glaris Alglerinde (1884), Provence ta ve kuzeydeki kömür havzasında sürük­ lenm e kavramının önemini belirledi ve böylece modern tektoniği kurdu. Yapıtla­ rı : la Chaîne des A lpes et la Formation du continent europeen (Alp sıradağları ve Avrupa kıtasının oluşumu) [1887]; Lignes dırectrıces de la geologıe de la France (Fransa yerbilim inin ana çizgileri) [1894]; la Grande N appe de recouvrem ent de ta basse Provence [Aşağı Provence’ta bü­ yük kaplama örtüsü) [1899] E tude sur le bassin houillıer du G ard (Gard taşköm ü­ rü havzası üstüne inceleme) [1900]; vb. B E R T R A N D (Gabriel), fransız kimyacı ve biyolog (Paris 1867 -ay.y. 1962). 1900’de Institut Pasteur’de servis başkanı oldu. 1905’te kendisine Sorbonne’da bi­ yoloji kimyası kürsüsü verildi ve 1923’te Bilimler akadem isi’ ne girdi. Başta oksidazlar olm ak üzere enzimler ve eserelementlerin rolünü aydınlattı. Yılan zehiri üs­ tüne yaptığı çalışmalar, zehire karşı aşı­ nın bulunmasıyla sonuçlandı. ■ B E R T R A N D (Gaston), belçikalı ressam (Wonck, Liege eyaleti, 1910). Başlangıç­ taki anlatımcı çalışmalardan sonra geo­ metrik soyutlam aya yöneldi. 1945’te ku­ rulan "Jeu n e Peinture belg e ” grubunun kurucuları arasındaydı. 1952’de, ressam ve mim arlardan oluşan “ Espace” gruBk resim sayra 1562



buyla birleşerek, resminde mimarinin me­ kân düzenlemesini ve ritimlerim uygula­ dı. Özellikle anıtlardan ve sitlerden esin­ lenen Bertrand, incelikli bir şiirselliğin ya­ yıldığı, arındırılmış yapılardan, genellikle açık ve soğuk renklerden oluşan tablolar yarattı. B E R T R A N D İT a. (fr. bertrandlte, öz. a. B e rtra n d Idan). Miner. Beril prizmaları üs­ tünde ya da pegm atik jeotlarında küçük beyaz kristaller biçim inde görülen hidratlı doğal berilyum silikat. B E ftU E T E Y M O R E T (Aurelıano OE), İspanyol ressam ve sanat tarihçisi (M ad­ rid 1845 -ay.y. 1912). Kusursuz Castilla peyzajlarında, izlenimci akımdan esinlen­ di. Velâzquez üzerine önemli bir incele­ me yayımfadı (Paris 1898). B E R V E C H be. (fars. ber ve ar. vecb'ten ber-vech). Esk. O lduğu gibi, olarak an­ lamlarına gelir (tek başına kullanılmaz). || Bervech-i ati, aşağıda olduğu g ib i” "...bervech-i âti arz ve izah ediyorum e fe n dim ” (M.K. Atatürk). |j Bervech-i b â ­ lâ, yukarda olduğu gibi: ” ... evvelce arzedilen müta/eattan dolayı bervech-i b â ­ lâ kuvayı idare e de ce k..." (M.K. Atatürk). || Bervech-i iştirak, ortaklaşa. || Bervech-i mülkiyet, m ülk edinerek. || Bervech-i ztr, aşağıda olduğu gibi: "N otanın muhtasaran sureti b e rve ch -izîrd ir" (M.K. Atatürk). — Kur. tar. Bervech-i iltizam emini, (nazırı da denir), Osmanlı devletinde bir mukataayı belirli bir ücret karşılığında iltizam ederek başka kesenekçilere parça par­ ça satah ve mukataanın hepsinde devle­ te hesap verm ek zorunda olan kişi. || Bervech-i iştirak, birden çok sipahinin ay­



nı köyün gelirinden yararlanması. || Bervech-i malikâne, devlet malı bir mukataanın açık artırma yoluyla ve belirli yıl­ lık bedel karşılığında, yaşam boyu bir kesenekçiye verilmesi. (Bu yöntem, savaş­ ların sürüp gitmesi nedeniyle paraya du­ yulan büyük gereksinim yüzünden defter­ dar Köse Halil Efendi dönem inde yürür­ lüğe kondu [1695], Kesenekçi ölürse söz­ leşme sona erer ve mukataa yeniden açık artırmaya çıkarılırdı. Ölenin oğlu açık ar­ tırm aya katılır ve en çok artıran kadar fi­ yat önerirse, m ukataa ona verilirdi.) || Bervech-ı muhassıllık, belirli vergisini za­ manında hazîneye ödem ek koşuluyla, bir eyaletin ya da sancağın vezir ya da bey lerbeyınden birine verilmesi. ("M uhassıl” denen bu kişiler, kendi çıkarlarını gözetir elden geldiğince ço k vergi toplayarak devletin biçtiğinin ötesindeki farktan ya­ rarlanmaya çalışır halkın soyulmasına ne­ den olurlardı),



Bernardo Bertoluccı nın filmi /900den(1974-75) bir sahne



B E R W A L D (Franz Adolf), isveçli beste­ ci (Stockholm 1796 -ay.y. 1868). isveçli rom antik bestecilerin en önemlisidir. 6 senfonisi ("C id d i" senfoni, 1842; "Tuhaf” senfoni, 1845), operaları (Estrella de Soria, 1862), oda müziği ve piyano yapıtla­ rı, güçlü bir karakteri ve kuzeylilere özgü lirizmi sergiler, —kuzeni JOHAN FREDRİK, orkestra yöneticisi ve besteci (Stockholm 1787 -ay.y. 1861), İsveç’te kemancı ve obuacı olarak çalışan, daha sonra Petersb urg ’da orkestra yöneticiliği yapan baba­ sı Georg Johan A braham ’ın (1758 -1825) öğrencisi. Stockholm Krallık orkestrası'nı yönetti (1823 - 1849). B E R V V A N G , A vusturya'da (Tirol) yaz turizmi ve kış sporları (yüksl. 1 336-1 657 m) m erkezi/A lm anya sınırı yakının­ da, Lecty’in D.’sunria B E R W İC K , A B D 'de yerleşme birimi, Pennsylvanıada, H arrisburg’un K.-D.'



Meister Bertram: Ham 'mn yaradılışı Bilgi ağacı; ilk günah; Muştulama; İsa'nın doğduğu gün; Kralların hayranlığı Grabow mihrap arkalığı panosu (1379) Kunsthalle, Hamburg



5 kâtı yönetti. 1 733'te Ren ordusu komuI tanlığına getirildi. Polonya Veraset sava5 şı'nda Philippsburg kuşatması'sırasında öldü (1734).



1562



B E R W İC K -U P O N -T W E E D , Büyük Britanya’da balıkçı limanı, Kuzey denizi kıyısında, Tweed ırmağının denize dökül­ düğü yerde. İskoçya sınırı yakınında; 12 000 nüf. XVI. y y.'d a n kalma surlar. -XII. yy.’da bir sınır kenti olan Berwick-upon -Tweed, o sıralar iskoçya marklığının baş­ lıca kalesiydi Bu stratejik işlevi sayesin­ de gelişti ve O rtaçağ’d a iskoçya’ nın baş­ lıca kentlerinden biri oldu. B E R V V İN S K İ (Ryszard VVİncenty), polonyalı şair ve siyaset adamı (Polwica, Poznân yakınında, 1819 - İstanbul 1879). Daha çok halk kitlelerinin isyanını dile ge­ tiren Don Juan de Posnanie (fr. çev.) ve M arche v e rs l’a v e n ir(fr. çev.) [1844] gibi manzum yapıtlarıyla tanındı B ER V VY N , A B D ’de kent, illinois’te ,C h i­ cago yerleşme merkezinin batı kesimin­ de konut semti; 54 000 nüf.



Gaston Bertrand Bir avukatın portresi (1962) özel kol., Brüksel



Berzö-la-Ville eski manastır kilisesinin absidasındaki resimler (XII. yy. başı)



B E R Y O Z O V (Nikolay), rus darjsçı, ko­ regraf ve bale yöneticisi (Kovno, bugün Kaunas, 1906). Sanat yaşamına Prag Ulusal operası’nda başladı. Kaunas operası’nda bir süre çalıştıktan sonra 1935’te M onte-C arlo Rus b a le le ri’ne katıldı. 1 9 3 8 ’te kurulan B allets de M onte -Carlo’ya geçti. Burada Michel Fokine’ in tüm yapıtlarını öğrendi. 1947’den başla­ yarak bale yöneticiliği yaptı. Kişisel koregrafilerden çok, daha önce koregrafilenmiş yapıtların düzenlenm esinde başarılı olan Beryozov, Michel Fokine’in repertuvarını başarıyla yeniden sahneye koydu: Petruşka ve Şehrazat (1951), Prens ig o r ’un ‘ ‘Poloveç dansları” (1972), leS p e ctre de la rose (fr. çev.) ve le Coq d 'o r (fr. çev.) [1.976]. Ayrıca C oppelia (1973) ve U yu­ yan güzel'i de (1974) sahneye koydu.



sunda, Susquehanna ırmağı kıyısında Nükleer santral. B E R VVİC K (James Stuart FİTZJAM ES dükü), Fransa mareşali (Moulins 1670 -Philippsburg 1734). İngiltere kralı James II ile M arlborough dükünün kız kardeşi Arabella C hurchill’in evlilik dışı oğlu. 1687’de James II tarafından Berwick dü­ kü yapıldı. Augsburg birliği savaşı'nda Louis XIV’ün hizmetine girdi ve İrlanda se­ ferine katılarak babasını yeniden İngilte­ re tahtına çıkarm aya çalıştı (1689 -90). ispanya Veraset savaşı sırasında, ispan­ ya ordusu komutanlığına getirildi (1703). N ice’i aldıktan sonra Fransa m areşalliği­ ne yükseltildi (1706) ve yeniden ispanya’ ya gönderildi. Kral Felipe V’in ordusuna komuta etti ve arşidük C arlos’a karşı Al­ mansa zaferini kazandı (1707). Ona Liria ve Jerica dükü unvanını kazandıran bu zafer, ingilizler ile Portekizlileri, A ra gö n ’u ve Valencia krallığını boşaltmak zorunda bıraktı. 1710’da Louis XIVtarafından Fitzjam es dukü unvanı verilen Berwick, 1709 ile 1 712 yılları arasında A lp'le r sını­ rını başarıyla savundu ve 1714 ’te Barcelona’yı ele geçirdi. 1719’da, Felipe V’i Dörtlü-Anlaşma’ya katılmaya zorlamak için, ispanya’da ona karşı girişilen hare-



B E R Y T H O S . Esk. coğ. Günüm üzdeki Beyrut'un yerinde kurulmuş eski kent. Sı­ rasıyla Kenan ülkesi halkının, Fenikeliler' in, Romalılar’ın eline geçti. XII. sülale dö­ nem inde Mısır ile ilişki kurdu (İ.Ö. 1800 ’e doğru); sonradan firavuna bağlı bir kral­ lığın merkezi oldu (İ.Ö. XV. - XIII. y y .’lar). Uzun bir gerilem e dönem inden sonra, İ.Ö. IV. y y .’dan sonra ticaretteki önemini yeniden kazandı. Augustus dönem inden başlayarak bir roma kolonisi haline geldi ve hukuk okuluyla ün saldı. 5 5 1 ’de bir deprem le yıkıldı. c



B E R Y T İD A E a. UZUNBACAKLIYARIMKANATLIGİLLER familyasının bilimsel adı.



| B E R Z A A - BARD A. m S B E R Z A H a. (ar. berzah). Esk. 1. iki d e ­ nizi ayıran dar kara parçası, kıstak. — 2. Ç ok sıkıntılı, can sıkıcı yer ya da durum. — 3. Ruhların kıyamet gününe kadar bek­ leyecekleri, dünya ile ahiret arasındaki yer. — 4. Geçici, fani dünya. ♦



sıf. Güç; sıkıntılı.



— ANSİKL. Din. Kuran da üç surede (Mü-



minün, Furkan, Rahman) geçer. Mümınün suresinde, insanların ölüm lerinden, yeniden dirilmelerine kadar süren aradönem anlamınadır. Surenin 100. ayetinde, ölümle yüz yüze geldiğinde vicdanını piş­ manlık kaplayan inançsız kimsenin, bu defa iyi işler yapm aya söz vererek dün ­ yaya geri gönderilm esini A llah’tan dile­ mesi üzerine, geri dönem eyeceği, çünkü b ulunduğu yerle geldiği yer arasında ar­ tık bir engel (berzah) bulunduğu anlatılır. Furkan suresinin 53. ve rahman suresinin 20. ayetlerinde ise, iki deniz ya da iki bü­ yük ırmak arasında bulunan ve bunların birbirine karışmasını önleyen bir engel­ den (berzah) söz edilerek, bu durum , A l­ lah’ın yüce gücüne bir kanıt olarak gös­ terilir. — isi. fels. Nur ve zulm et (ışık ve karanlık) felsefesine dayanan ışrakıyun öğretisinde berzah, cisim ler ya da karanlık cevherler anlam ında kullanılır, jşrakiyun’da ıkı tür



berzah anlayışı vardır; canlı berzah (eflak-i semaviye [gök felekleri]) ve ölü berzah (doğası gereği karanlık olan, ancak ruhun ışığına kavuşmakla aydınlanabilen cisim­ ler âlemi). —Tasav. Bazı yorum lara göre, Kuran'da geçen İki deniz (ya da iki büyük ırmak) dünya ile ahireti ya d a iki denizden biri zâhir ve şehadet alemini, (m adde ve ci­ simler âlemi) ötekisi bâtın ve gayb âlem i­ ni, (ruhlar âlemini) simgeler; bu ikisi ara­ sında var olduğu düşünülen yere de âlem-i berzah denir. Berzah âlem i’nin bir başka adı da hayalâlem i’dır (âlem-i ha­ yal). Başka bir yorum a göre, iki deniz ya da büyük ırmaktan biri "âlem-i kübra” (en büyük âlem), öteki ‘ ‘âlem-i suğra” (en kü­ çük âlem) denilen insan, “ berzah” ise, in­ sanın tanrısal âleme yükselm esini önle­ yen bedensel ve m addesel engellerdir. B E R Z A H Ü L - A R U Z İ (Ebu M uham ­ met), arap edebiyat bilgini (VIII. yy.). Aruz vezni sistemini kuranlardan im am H alil’ in belirlediği kurallar ve kullandığı terim ­ lerde değişiklikler yaptı. A ncak bilgisine güvenilir bir kişi olarak kabul edilm ediğin­ den öne sürdüğü tezlere katılan olmadı. Sadece adları günüm üze kalmış Kitab ül -aruz. Kitabü m aanil-aruz, Kitab ün-nakzi ale'l-Halil ve taglitihi fi'l-aruz gibi kitapları yazmıştı. B E R Z A L İ (Ebülkasım bin M uham m et EL-), berberi kökenli arap tarihçi (İşbiliye [Sevilla] 1267 - ? 1339). Öğrenimini Ispan­ ya’da tam am ladı. H ale p ’e, sonra da Şam ’a yerleşti, m üderrislik yaptı. Hacca giderken yolda öldü. Ebu Şam e’nin, İbni A sakir'in yapıtından özetlediği Şam tari­ h i'n e zeyl olarak yazdığı Tarih-ü Mısır ve Dımâşk (ya da Kitab ül-vefayat) adlı ya­ pıtıyla tanınır. B E R Z E D E sıf. (fars. ber-zeden, topla­ mak, biriktirm ek’ten herzede). Esk. Top­ lanmış, biriktirilmiş, bir araya getirilmiş. jB E R Z E - L A - V İL L E , Fransa’da komün (Saöne-et-Loire). M âcon’un 13 km K.B.’sında; 516 nüf. (1992). XI. yy.'dan kal­ ma, çoğunlukla Cluny rahiplerinin kaldı­ ğı manastır. Kilisenin absidası, Cluny’deki roman resminin ender örnek­ lerinden biri olan fresklerle bezelidir. -5 km K.-B.’da, Berze-le-Châtel komünün­ de derebeylik şatosu. B E R Z E L İİT a. (fr. berzeliite; öz. a. Berzelius' tan). Mıner. Susuz, doğal kalsi­ yum, magnezyum ve m anganez arsenat. B E R Z E L İU S (Jöns Jacob, baron), is­ veçli kimyacı (Vâversunda Sörgard, Linköping yakını, 1779 - Stockholm 1848). Uppsala üniveristesi'nde fen bilimleri ö ğ ­ renimi gördü. Daha sonra, Stockholm ’a ecza ye tıp yardımcı profesörü olarak atandı (1802). 1807’de asil profesör, 1808’de İsveç bilimler akadem isi’ne üye oldu. 1810’da akadem i başkanlığına, 1818’de daimi sekreterliğe atandı. Berzelıus 1819 ’da gittiği Paris'te, devrin en önemli bilginleriyle ilişki kurdu. M odern kimyanın ortaya çıkışında Bergelius’un temel bir rolü olmuştur. Bu bi­ lim dalını 1806'da anorganik kimya ve or­ ganik kimya olarak ayıran odur. Kim ya­ sal elementleri sim gelem ek için ilk kez harfleri kullandı ve taban elementi olarak Dalton hidrojeninin yerine oksijeni koydu. Çok hassas deneyler sonucunda ele­ mentlerin miktarının oransal sayılarını be­ lirledi ve ilk eşdeğerlik tablosunu yaptı. Lavoisıer'nin kök kavramını genelleştirdi ve N H 4 grubunu tanım lam ak için am on­ yum adını önerdi. 1831’de kim yaya izo­ merlik, polim erlik ve allotropı kavramları­ nı kazandırdı. 1835'te ilk olarak katalitik olayların genel bir incelemesi ve sınıflan­ dırmasını yapm ayı denedi. Elektrokimya yasalarını D avy ile aynı zam anda açıkla­ yıp kimyasal ilginin elektrik kuramını or­ taya attı. Selenyum, kalsiyum, baryum, stronsiyum, seryum , toryum gibi birçok basit m addeyi ayırdı; tantal vanadyum ve



zirkonyum u ilk hazırlayan odur. 1823'te ■ B E S A N Ç O N , Franche-Comte (Fran- 1 sa) bölgesinin ve Doubs departe- I silisyumun temel özelliklerini tanıttı. m enfinin merkezi; 242 m yükseltide, Pa- $ B E R Z E L İY A N İT a. (fr. berzelianite; öz. ris’in 393 km G .-D.’sunda; 119 194 nüf. a. B erzelius' tan). Miner. Cu2 Se form ül­ (1992). Besançon, bugün, saatçilik lü, doğal bakır selenür. (Fransa’nın bu alandaki en önemli m er­ B E R Z E N D . Tar. coğ. İran Azerbaycakezi) ve duyarlı aygıt üretimi sayesinde nı'nın K. -D sunda, Erdebil eyaletinde es­ büyük ölçüde sanayileşmiştir. ki kent. Halife Mutasım'ın komutanı Ka­ —Arkeol. ve Güz. sant. A ntikçağ’ ın baş­ vuş bin Afşin, Babek isyanını bastırm ak­ lıca kalıntısı olan Kara kapı kentin İtalya la görevlendirildiğinde buraya yerleşti ve yoluna açılmasını sağlıyordu; Marcus Aukenti yeniden kurdurdu A rap coğrafya­ relius dönem inde yapıldığı sanılan bu za­ cılarından ibn Havkal ve Mukaddesi, ken­ fer takının, özellikle mitolojik sahneler içe­ tin X. yy.'d a önemli bir ticaret ve dışsa­ ren çok zengin bir dekorasyonu vardır. tım m erkezi olduğunu bildirirler. MustavYol daha sonra sitenin c a rd o ’su haline fi zam anındaysa (XIV. yy.) önemsiz bir geliyor ve eksedralarla çevrili, cryptoporköy görünüm ündeydi. (Bugün Erdebil ticusları olan bir tapınakla birleşen Foeyaletine bağlı bucak.) ru m ’dan geçiyordu. Varoşlarda bulunan C hamars yapısının bir Mars tapınağı ol­ B E R Z E .V İC Z Y (Albert), m acar gazeteduğu sanılır. Kentte çoğu İ S. I. y y .’dan ci ve siyaset adamı (Berzevicze, Saros il­ kalm a birçok m ozaik bulundu. * çesi 1853 - Budapeşte 1936). İstvân Tisza kabinesinde milli eğitim bakanıydı (1903); 1905 seçimlerinden sonra göre­ vinden ayrıldı. Aynı yıl M acar akademisi başkanlığına seçildi. B E R Z İL İA ya da B E R S A Ü A . Tar coğ. VI. yy. sonlarında Hazar Türkleri'nin bulunduğu yörenin Bizans kaynakların­ daki adı. Bu kaynaklara göre Dağıstan Özerk Cum huriyeti’nde (Rusya Federas­ yonu), Hazar denizi kıyısındaki Derbent kentinin K.’inde bulunuyordu. B E R Z S E N Y İ (Dâmel), m acar şair (Egyhâzashetye 177 6 - Nıkla 1836). Bir taşra beyefendisiydi. Münzevi bir yaşam sürdü. Hastalık derecesinde bir duyarlılıkla, kla­ sik dizelerden oluşan (bu yüzden “ Macar H oratiusu" diye bilinir) ve kuşağını hay­ ran bırakan şiirler yazdı. Dinsel ve yurt­ sever esınlı odları bugün de ilgiyle oku­ nur. B E S a. (ar. bess). Esk 1. Dağıtma, yay­ ma. — 2. Açığa vurma, gizli olm aktan çı­ karma, faş etme: Bess-i hab e r (haberi yayma). Bess-i sır (sırrı açığa vurma). B E S be. ^fars. bes). Esk. I. ^ e t e r , kâfi, elverir: “ Aşıka derdi anın besdır gerek­ m ez dü cıh â n ” (Eşrefoğlu Rumi, XV. yy.). — 2. Çok. B E ’S - BEİS B E S , koruyucu eski Mısır tanrısı. Kirpi sa­ kallı, sarkık göğüslü, ardında bir pars kuy­ ruğu bulunan çarpık çurpuk bir cüce ola­ rak betimleniyordu. Bu korkunç görünüm onu, kötü cinleri evden uzaklaştıran (bu ış için genellikle bir sürü bıçak ya da kılıç taşıyordu), uyuyanı (genellikle yatakların başuçlarında yer alıyordu) ve loğusaları da koruyan bir tanrı durum una getiriyor­ du. G ülünç bir tanrı olarak, gülme, neşe ve dans tanrısıydı da (dansözler genellikle butlarında onu sim geleyen bir dövm e ta­ şıyordu). Lir ya da tef sesine uyarak, ken­ disi de dansederdı. Özellikle gerileme dö­ nem inde tapınılan bir tanrıydı. B E S A a. (arnavutça söze.). 1. Ant, söz­ leşme. — 2. Arnavut'besast, bozulmayan, kesin yemin. B E S Â be. (fars. besâ). Esk. Pek çok, ni­ ce, bir hayli. B E S Â İT çoğl a (ar b a sit'm çoğl bes a Jıt) Esk Basit olanlar sade şeyler, bi­ leşik olm ayan şeyler. — Bil. tar. Eski bilim anlayışına göre ha­ va, su, ateş ve toprak besaıttır; bütün öte­ ki m addeler bunların birleşmesiyle m ey­ dana gelmiştir. B E S Â L E T a. (ar. besalet) Esk. Bahadır­ lık, cesurluk, yiğitlik. B E S Â L E T L İ sıf. (ar. besalet1ten) Esk Yiğit, cesur, kahraman, bahadır B e s a l u , ispanya’da (Gerona ılı) kent, 1 270 nüf. Roman üslubunda kiliseler (S Maria, S.Pedro ..), rom an üslubunda evler, gotik üslubunda köprü. B E S Â M E T a. (ar. besam et). Esk. Güleryüzlülük, sevinçli olma.



B e s a n ç o n m ü z e le r i. Fransa müzeler merkezine bağlı G ü z e l s a n a t la r MÜZE­ Sİ, eski hal binasında kurulmuştur. Değer­ li resim koleksiyonlarına sahiptir: Bellini (N uh ’un kendinden geçmesi), Goya, David; Boucher’nin, Fragonard’ın ve H.Robert’in, besançonlu m imar Pierre Adrien Paris (1746 - 1819) tarafından müzeye ar­ mağan edilen yapıtları; bir Courbet kolek­ siyonu; Besson’un bağışladığı tablolar (Bonnard). Arkeoloji bölümü ve dikkate değer bir desen koleksiyonu vardır. Bir­ çok salon saat koleksiyonlarına ayrılmış­ tır. G ra n ve lle sa rayın da ki COMTOİS MÜZESİ'nde ise, etnografya, folklor ve Franche-Comte tarihiyle ilgili yapıtlar var­ dır. B E S A N T {sir VValter), ıngıliz yazar (Portsmouth 1836 - Londra 1901). Annie Besant’ın kayınbiraderi ve ilerici bir hıristiyandı Jam es Rıce ile birlikte yazdığı rom anlaroa kentlerdeki sefaleti anlattı (Ready-Money M ortiboy 1872; The Gol­ den Butterfly, 1876). Halkın eğitimi ve boş zamanlarını değerlendirm esi için bir ku­ rum tasarladı, Yazarlar bırliği’ni kurdu (1884) ve Filistin için kurulan fonu yönet­ ti. A utobıography'de (1904) toplumsal hırıstıyanlığa bağlılığını ortaya koydu. B E S A N T (Annıe WOOD. M rs), ıngıliz sosyalist militan, sonra teozof (Londra 1847, Adyar, Tamıl Nadu, 1933). Bir pro­ testan papazla evlendi, ardından Fabian Socıety’ye girdi, G eorge Bernard Shaw ve Sidney W e b b ’ın karısı Beatrice Potter ile bu dernekte tanıştı. 1880 - 1890 yılla­ rında tanrıtanımazlığa yöneldi. Londra’nın East End bölgesinde patlak veren büyük bir grevi destekledi (1888), Fabian Essays dergisinde yazdı (1889) VVebb'lerle bir­ likte, H indistan’ın ilk sosyalistleri ve milli­ yetçileriyle ilişki kurdu. Bu milliyetçiler ara­ sında Dadabhaı Naorocı de vardı. Hindis­ ta n ’a yerleşti, teozofıyı benim sedi ve 1907’den ölüm üne kadar teozofi derne­ ğim yönetti. 1916’da Indıan Home Rule League’ın kurulmasına katıldı, 1917’de de Indıan National C ongress’e başkan­ lık etti. Daha sonra Krişnam urtı’yı him a­ yesine aldı. Bu arada Autobıography (1893), The Ancient VZısdom (1897) ve Relıgıous Problem ın India (1902) gibi ya­ pıtlar yazdı. B E S A N Z O N İ (Gabrıella), ıtalyan şarkı­ cı (Roma 1890 -ay.y. 1962). Sahneye ilk kez 1913 ’te çıktı İtalya’da Güney A m eri­ ka’da birçok operada başrol oynadı. Carmen ve O rieo yorumlarıyla ün kazandı. XIX. yy. geleneğini sürdüren, duyarlı kont­ ralto tipinin son temsilcisiydi. B E S A R A B ya da B A S A R A B , eflaklı prens ailesi. Bu hanedanın kurucusu TuGOMIR dır -JA N O S 1300’e doğru hü­ küm dar oldu ve Stefan IX D usan'm sırp kuvvetleriyle ve M acarlar’la başarıyla sa­ vaşarak feodal bir devlet kurdu ama Macarlar’ın egemenliğim kabul etmek zorun­ da kaldı. —NEAGOİE (1512 1521) birçok kilise yaptırdı. -~MATEl (1632 - 1654), Ef­ lak'a göz diken Moldavya prensi Kurt Va-



sil ile savaştı ve devletinin yasalarını koy­ du. —Voyvoda Konstantin Brîncoveanu (1654 - 1714) bu hanedanla hiçbir ortak yanı bulunm adığı halde, 1688’de Basarab adını aldı. B E S A R A B Y A , M oldavya Cumhuriyeti ile Ukrayna Cumhuriyeti arasında payla­ şılmış bölge. Prut ve Dnyestr ırmakları­ nın aşağı vadileri arasında, tahıl, mısır, şekerpancarı, tütün, üzüm, meyve ve sı­ ğır yetiştirilen bir tarım bölgesidir. Başlı­ ca kentler M oldavya’dadır: K.’de Beltsiy; G .’de M oldavya’nın başkenti. Kişinev. • Tarih. Bilindiği kadarıyla, önce Yunan­ lılar Besarabya'nın Karadeniz kıyılarında koloniler kurdular (İ.Ö. VII. yy.) İskitler, ar­ dından Sarmatlar, İ.S. I. y y .’dan başlaya­ rak Galatlar, Traklar ve Dakların yöneti­ mi altına giren bölge, IV. y y .’dan sonra sırasıyla got, hun, avar, m acar saldırıları­ na uğradı. Slav boylarının yerleşim alanı olduktan sonra (VI. yy.) Kiev rus prensli­ ğine katıldı. 1241 'de Altınordu devletine bağlandı. XIV. y y .’da Eflak voyvodalığını kuran Besarab hanedanının eline geçti. Bu dönem de E flak’ ın büyük bölüm ünü tanım layan Besarabya sözcüğü, daha sonra “ Bucak’’ adıyla anılan güney Be­ sarabya, 1 8 1 2 ’den sonra da günüm üz­ deki Besarabya için kullanıldı. Bölge ay­ nı yüzyıl sonlarında Boğdan voyvodalığı­ nın egem enliği altına girdi. Kanuni Sultan Süleyman dönem inde kesin olarak osmanlı topraklarına katıldı (1538). Osmanlı yönetimi altında önce Rumeli beylerbey­ liğine bağlandı, daha sonra Kılı, Akkerman, Bender kaleleriyle birlikte Özi eya­ letinin bir parçası oldu. XVI. ve XVII. y y.’larda Lehistan ve Avusturya’nın kış­ kırtmalarıyla bölgede osmanlı yönetimine karşı başlatılan çok sayıda ayaklanma bastırıldı. Ancak, 1768 - 1774 Türk-Rus savaşı'ndan yenik çıkan Osmanlı devle­ ti, Küçük Kaynarca antlaşması ile (1774), Besarabya’nın bağımsızlığını tanımak zo­ runda kaldı. Ruslar ile yapılan savaşlar­ da ıkı devlet arasında sürekli çekişme ko­ nusu olan bölge, Bükreş antlaşması ile (1812) kesin olarak Rusya’ya bırakıldı. Kı­ rım savaşı sonunda Paris antlaşması ile (1856) B o ğ da n ’a bağlandıysa da Berlin antlaşması ile (1878) Ruslar’a geri veril­ di. Ekim d evrım fn d en sonra (1917) Ro­ m anya’nın yönetimi altına giren bölgenin yem konumu Paris antlaşması ile onaylan­ dı (1920), ancak SSCB durum u kabul et­ medi. SSCB, bölgeyi işgal ederek bu to p ­ raklarda M oldavya Sovyet Sosyalist Fe­ deral C um hurıyetı’nı kurdu (1940). İkinci Dünya savaşı’nda Rusya üzerine yürüyen alm an ordularının da yardım ıyla yemden Rumenler’ın eline geçti (1941 - 1944). Sa­ vaşın bitiminde Paris antlaşması ile (1947) SSCB'ye geri verildi. Bir kesimi Ukrayna Cum hurıyetı'ne eklenen bölgenin geriye kalan bölüm ünde de başkenti Kışınev ol­ mak üzere yemden M oldavya kuruldu.



Besançon Doubs’un büklümü içinde yer alan eski kentin havadan görünüşü



Berzelius Johan VVay’in yapıtı (1826) Kraliyet bilimler akademisi kitaplığı Stockholm



besâre 1564



B E S Â R E a, (fars. besare). Esk. Divan­ hane, sofa, salon. B E S Â R E T a. (ar. beşaret). Esk. Açık­ gözlülük, ileri görüşlülük.



elektrikli bir motorla çalışan zorlu besi aygıtı yardımıyla bir kazın zorlu besisi



netti; M odlin’i ele geçirdi (rus cephesi, 1915) ve 1918 yılına kadar Varşova vali­ liği yaptı. B E S E R M E K -> ESERMEK* BESERMEK.



B E S A S İR İ (Ebülharis Arslan'ül), türk kö­ B E S İ a. 1. Besleme, semirtme işi. — 2. kenli abbasi komutan (?-Kûfe yakınında Hayvanların besiye çekilip semirtildikleri 1060). Büveyhiler’den Bahaüddevle’nin yer. — 3. Besiye çekm ek, bir kimseyi şiş­ kölesiydi. Büveyhiler’in son dönem inde manlatmak, bir hayvanı semirtmek, için Bağdat askeri komutanı oldu; sünni-şii gereken besinleri vermek, bakımına özen kavgaları, Büveyhiler ve Ukayliler arasın­ göstermek. (Bk. ansikl. böl. Kasapl.) daki taht çekişmeleri, arap ve kürt kabi­ — Denize. Bir cismi ya da yükü istenilen lelerin yağma hareketleri sırasındaki etkin­ durum da tutm ak için gerekli yerlerine ko­ liği, ününü artırdı. Şiiliği benimsediğinden, nan ağaç ya da dem ir takoz. Bağdat'ta adına hutbe okutm ak isteyen — Hayvc. Besi kafesi, besi için bir kümes Tuğrul Bey'e ve onu destekleyen vezir ibhayvanının konduğu kafes. nülmüslime’ye karşı tavır aldı. Tuğrul bey, ■ —Zootekn. Zorlu besi, hayvan istemese halifenin çağrısı üzerine Bağdat önlerine de zorla yedirilerek sağlanan besi. || Z o r­ g eldiğinde önce H ille’ye, sonra da Rahlu besi aygıtı, kümes hayvanlarını besle­ b e ’ye çekildi. Mısır fatımi halifesiyle ilişki mekte kullanılan ve bir yem haznesi ile kurdu; Irak ve M ezopotam ya’da fatımi bunu yutağa kadar ulaştıracak bir boru­ propagandası yaptı. Kayınbiraderi Dudan ve her hayvana verilecek yem m ik­ beys ile birleşerek Tuğrul Bey’in amcatarını ayarlayabilen bir m ekanizm adan oğlu Kutalmış komutasındaki Selçuklu or­ oluşan aygıt. dusunu ağır bir yenilgiye uğrattı (1057). —ANSİKL. Kasapl. Besi, hayvanların ke­ Tuğrul Bey'e karşı ayaklanan amcası İb­ sim için hazırlanmasınının son evresidir. rahim Yınal’ ı destekledi. İbrahim Yınal’a Kesim hayvanlarının hazırlanmasında karşı harekete geçen Tuğru! Bey'in yok­ ağırlık artırma evresi de tüm üyle bu kav­ luğundan yararlanarak B a ğ da t’a girdi; ramın kapsamına girer (dana besisi). Bu Mısır fatımi halifesi Mustansır adına hut­ evrede hayvan, bir yandan kas gelişm e­ sini sürdürürken, bir yandan da içorganbe okuttu. Tuğrul Bey’in İbrahim Yınal’ı ların çevresinde (içyağı), deri altında (ör­ Rey önünde yendikten sonra Bağdat üze­ tü yağı), kasların arasında, hatta kasların rine yürüdüğünü duyunca kenti terk etti. Üzerine gönderilen Selçuklu kuvvetleri ta­ içinde önemli ölçüde yağ biriktirir (kırçıllı­ rafından Hille’de yakalanarak öldürüldü. lık). İçinde kırçıl yağ bulunması etin kali­ tesinde çok önem li bir etmendir. Bunun­ B E S A T a. (ar. besat). Esk. I.D ü z yer, la birlikte, tüketicinin yağlı etten hoşlan­ düzlük. — 2. Düz, yayvan kap maması nedeniyle, şimdi daha az yağlı B E S Â T E T a. (ar. besatet). Esk. 1. Ba­ besili hayvanlar üretilm eye çalışılmakta­ sitlik, sadelik — 2. Rahat’ konuşma, dilde dır. _ düzgünlük. — 3. Besâtet-i arz, yeryüzü —Zootekn. Bazı ülkelerde, özellikle Fran­ s düzlüğü. sa’da eskiden kümes hayvanlarını semiz­ leştirip yağlandirm ak için başvurulan zor­ ~J B E S A V E N D -* PESAVEND. lu besi yöntemi şimdi yağlı karaciğer el­ B E S B A S E ya da P E S B A S E a. Küçük de etm ek amacıyla yalnız ördeğe ve ka­ hindistancevizi m eyvesinin üzerinde bu­ za uygulanmaktadır. Bunun için hayvanın lunan derimsi kabuk. (Sarıya bakan turun­ ağzına bir huni sokulur, huninin ucu yu­ cu ya da kırmızımsı, parlak, dalgalı, dallı, tağın dibine kadar uzatılır ve yem bura­ kırılmadan eğilip büküiebilen parçalar ha­ dan doldurulur. Zorlu besi uygulanacak lindedir, gaz söktürücü, iştah açıcı ve an­ hayvananın çok olduğu tarım işletmele­ tiseptik özelliklere sahiptir. Daha çok ka­ rinde, yem miktarını ayarlayabilen m eka­ rın ağrılarında kullanılır.) nik besi aygıtları kullanılır. Zorlu besi iki üç hafta süreyle gün d e iki üç kez yapılır. B E S B A Y E ya da B E S P A Y E a. (fars. Bu beside, karaciğerde yağ birikimine elbes, çok, ve pa, a y a k ’tan). 1 .Beneklieğreltinin (Polypodium vulgare) . verişli ve hem proteince, hem kolince fa­ kir bir tahıl olan mısıra dayalı bir besleme eski adı. — 2. Aynı bitkinin kurutulmuş rejimi uygulanır. köksapı. (iç sürdürücü, safra ve balgam söktürücü ve kurt düşürücü etkilere sahip­ B E S İ a. (fars. besi). Esk. Çokluk, fazla­ tir. Köklerinden hazırlanan dfekoksiyon lık. balla tatlandırılarak günde bir bardak içi­ ♦ sıf. Birçok, hayli: “Cânım gid e li belir.) sî za m a n d ır” (Fuzuli, XVI. yy.). B E S B E D A V A sıf. (bedava’dan pekişti­ B E S İC İ a. Sığır, davar vb. hayvanları be­ rilerek). Ç ok ucuza alınıp satılabilen şey siye çekerek, semirten, satan kimse. || için kullanılır. Yavru besici, genç hayvan üretiminde uz­ B E S B E L L İ sıf. (belli’den pekiştirilerek). manlaşmış yetiştirici. (Bu hayvanlari g e ­ Apaçık, çok belli, iyice belirgin: Onun ka­ rek damızlık olarak kullanan, gerek besi­ zanacağı besbelli b ir şeydi. ye çekecek olan başka yetiştiricilere sa­ ♦ be. Açık olarak görülüyor ki, görü­ tar. Bu tip hayvancılık özellikle sığır üreti­ nüşe göre: Soruları d oğ ru yanıtladı, bes­ m inde ço k sık uygulanır. Yavru besicisi, belli iyi çalışmış. özellikle sığır ve koyun üretim inde ve ve­ rim bakımından kalıtımsal değerleri üstün B E S B E S , C ezayir’de komün, A n naba’ hayvan yetiştirm ede uzmanlaşmış bir ıs­ nın G. -D ’sunda; 38 200 nüf. lah uzmanı olabilir.) B E S B E T E R sıf., be. {b e te r’den pekişti­ B E S İC İL İK a. Besicinin yaptığı iş. rilerek). Çok kötü, ço k beter. B E S B İK O S (lat. Besbicus). Tar. coğ. Marm ara denizi’ndeki İmralı adasının Eskiçağ ’daki adı; Kapıdağ yarımadasının B .’sında, Gem lik körfezinin D.'sundadır. Yunan mitolojisine göre, adını Rhyndakos nehrinin ağzını kayalarla kapam aya çalı­ şan tek gözlü devlerden biri olan Besbikos'tan alır. Bir başka efsaneye göre ise, Besbikos buraya yerleşen Pelasgoslar’ dan birinin adıdır. BESELEM EK MEK.



ESELEMEK* BESELE­



B E S E L E R (Hans Hartvvig VON), alman general (Greifsvvald 1850 - Neubabelsberg 1921). Tahkimat genel müfettişi olan Beseler, Anvers kuşatmasını (1914) yö­



B E S İD O K U S U eşanlamlısı.



a.



B o t.



A L B U M E N İn



B E S İL İ sıf. İyi beslenmiş, semirtilmiş, se­ miz: O rak m akinelerine koşulan besili at­ lar. (BEŞLİ de denir.) B E S İM sıf. {an besim). Esk. Güleryüzlü, g üleç adam için kullanılır. B E S İM Ö M E R P A Ş A - AKALIN (Be­ sim Ömer). / B E S İN a. 1. Canlı varlıkların büyüm ele­ rine ve bünyesel kayıplarını giderm eleri­ ne yarayan, sindirilm eye ya da özümlenm eye elverişli her çeşit m adde: Sıvı, katı besin. Hayvansal besinler. Süt iyi b ir b e ­ sindir. Bir besinin kalori değeri. Bitkiler be­



sinlerini topraktan ve havadan alırlar. (Eşanl. GIDA.) — 2 . Bir şeyin varlığını sür­ dürmesi, yaşaması için gerekli şey: Dost­ luğun besini karşılıklı güve n ve sevgidir. — Biyol. M akro besin, enerji veren ve çok m iktarda alınması gereken organik besin (proteinler, lipitler, glusitler). || M ikro besin, enerji verm e yeteneği olmayan, ama az miktarda alınması hücrelerin enzimsel ça­ lışması için gerekli olan besin. (Vitamin­ ler ve öncüleri birer mikro besin, m aden­ sel elem entlerse [metaller ve metalsiler] birer oligoelem enttir.) — Bot. Kayıplarını karşılamak ve büyüme­ sini sağlam ak için canlı bir organizm aya gerekli öğeleri sağlayan ve onun tarafın­ dan özümlenebilen maddelerin tümü: Be­ sinlerin bileşimi. Katı ve sıvı besinler. Bir besinin kalori değeri. Süt g ib i tam b ir b e ­ sin organizm aya gerekli bütün besleyici m addeleri kapsar. Kolayca sindirilebilen besinlerin alınması yeğlenmelidir. Hayvan besini. Bitkiler besinlerini topraktan ve ha­ vadan alırlar. (Bk. ansikl. böl.) —Çevrebil. Besin ağı, bir canlı türünün ya da bir biyosenozun yer aldığı besin zin­ cirlerinin tüm ü. || Besinle kirlenme, bir su­ yun doğal yoldan ya da yapay olarak besleyici m addelerle doldurulm ası. (Bk. ansikl, böl.) — İkt. Besin sanayisi, beslenm e gereksi­ nimini karşılamak üzere, hayvansal ve bit­ kisel tarım ürünlerini değerlendirerek iş­ lenmiş halde iç ve dış pazara sunan sa­ nayi kolu. (Bk. ansikl. böl.) — ANSİKL. Bot. Su bitkileri, kökleri dipte toprağa göm ülü olsa bile, besinlerini su altındaki topraktan değil, sudan sağlarlar. Karada yaşayan üstün yapılı bitkilerse, tersine, besinlerini iki değişik ortam dan alırlar: toprak ve hava. Kökleri topraktan suyu ve suda erimiş madensel tuzları emer; yaprakları havadan fotosentez için gerekli karbondioksit gazını alır. Toprağın belli bir bitki türüne sunabileceği besin­ lerin değerini ve miktarını saptamayı sağ­ layan iki yöntem vardır: çözüm lem e y ö n ­ tem i ve bireşim yöntemi. Çözüm lem e yönteminde, bitkinin topraktan aldığı ma­ densel maddeler, o bitki yakılıp külleri çö­ zümlenerek ortaya çıkarılır (bu yöntem de toprak da incelenir). Bireşim yöntemi, bit­ kinin en uygun "be si sıvısı" üzerinde ye­ tiştirilmesini öngörür. Yeşil bitkilere uygun olan bu sıvıların bazıları yalnız madensel maddeler içerir; madensel m addelerin bir kısmı (azot, potasyum, kalsiyum, magnez­ yum, kükürt, fosfor, sodyum ve klor) nis­ peten yüksek orandadır (0,1 ila 1 g /l); oligoelement niteliğindeki öbür m addeler (demir, bakır, manganez, nikel, çinko, brom, alüm inyum , iyot) daha az miktar­ dadır (1 0 6 ila 10'8 g / l ); klorofilsiz bitkiler olan mantarlar için zorunlu olarak orga­ nik m adde (çoğunlukla sakkaroz) içeren ortam lar kullanılır. Bitkiler organik azotu ancak küçük m o­ leküller halinde özümleyebilirler. Ama bu­ na rağmen, bitki gereksindiği azotu m a -. den biçiminde, yani toprakta amonyak ya da nitrik bileşiği halinde bulur. Yalnızca baklagiller ve bazı bitkiler köklerinde ba­ rınan ortakyaşar bakteriler sayesinde ha­ vadaki azotu tutabilir ve kullanabilirler. —Çevrebil. Bir tatlı ya d a tuzlu suyun be­ sinle kirlenmesi insanlardan kaynaklana­ bileceği gibi (kimi uzmanlar buna "besin­ le kirletm e” derler) doğal yoldan da ola­ bilir. Birincisinde, genellikle kirletici m ad­ delerin (azot, fosfat, organik m addeler) aşırı ölçüde suya karışmasından doğan kirlenme çok çabuk gerçekleşebil/r, oysa öbüründe bu olgu, derelere ve göllere akarsuların içindeki organik m addelerin, jeolojik devirler boyunca akması sonu­ cunda, uzun bir süre içinde gerçekleşir. Bu süreç, su örtüsünün doğal evrim inde de vardır, çünkü bu m addelerin eninde sonunda ulaşacağı yer orasıdır. Am a ge­ nel olarak olayın ortaya çıkışı ve gidişi ay­ nıdır. Birinci evre, suların aşırı ölçüde or­ ganik m addelerle (doğal ya da insan ya­ pımı) ve çevıe kirlenm esinde ya da orga-



nik m addelerin minerallere ayrışmasın­ dan, vb. doğan nitrat, fosfat gibi besleyi­ ci m addelerle dolup zenginleşmesiyle başlar. Bu evrenin temelinde, en başta or­ g anik m addelerle ve (birçok deterjan ürünlerin içinde bulunan) fosfatlarla yük­ lü şehir atığı sular, bazı sıvı sanayi atıkla­ rı ve tarım topraklarından sularla sürük­ lenerek az yenilenen ortam lara (göl, ka­ palı deniz, vb.) çöken fenni gübrelerin bir kısmı (nitratlar, fosfatlar) ve özarınma ol­ guları sonucunda değişikliğe uğrayan da­ ha pek çok m adde yer alır Besinle kirlenme özellikle üstün yapılı su bitkilerinin ve fitoplanktonların (bitkisel plankton) gelişmesi için elverişlidir. Besin­ le kirlenmenin başlangıcında, fotosentez süreci sayesinde oksijen üretimi artmış ol­ makla birlikte, bilanço çok çabuk tersine döner; çünkü bu organizmalar ölünce on­ ları ayrıştırmakla ve organik maddeleri mi­ neralleştirmekle yükümlü bakteriler, bu iş­ levi yerine getirebilm ek için, suda erimiş oksijenin büyük bir kısmını harcayarak tü­ ketir. Belli bir sınırdan sonra oksijen iyice eksilir ve ölü bitkilerden kalan organik m adde mlneralleşemeyerek suyun dibin­ de balçık halinde birikir. O zaman anaerobı m ayalanm a başlar, bu yolla oluşan kükürtlü hidrojen bazı sulara pis bir koku verir. Bu evrede oksijen oranı çok düşük ve değişkendir; bu yüzden normal balık topluluğunu yaşatmaya yetmez, hatta ok­ sijene çok az gereksinm e duyan sazan­ giller gibi balıklar bile yok olur. Bazı suyosunu türleri (ipliksi suyosunları) yüzey­ de çoğalabilir ve organik balçığın birik­ meye devam ettiği, oksijenden tamamen yoksun alt katın üstünde oksijene doymuş sınırlı bir bölge yaratabilir. Bazen yüzey­ de zehirli m addeler üreten suyosunları (cyanophyceae) çoğalır, sulara kırmızı bir renk verir ve faunanın büyük bir kısmının ölüm üne neden oiur. Bütün büyük göller besinle kirlenmenin tehdidi altındadır ve bazıları daha şim di­ den son evreye ulaşmış durum dadır (Amerika’daki büyük göller, Leman gölü). Am a bu olgu büsbütün tersinmez de d e ­ ğildir ve bu göllerin bir kısmı (Annecy gö­ lü, Nantua gölü), çepçevre bir lağım şe­ bekesiyle donatılarak ve atıklar işlenme­ ye başlanarak kirlenme kaynakları orta­ dan kaldırılmak suretiyle eski temiz duru­ m una dönm e yolundadır Balçık tam a­ m en tem izlenip atılabilir ve sular asıltı ha­ lindeki organik maddelerden ve aşırı fos­ fatlardan arındırılabilirse göl tam olarak eski haline getirilebilir. Ancak bu işlemler çok pahalı ve çok güç olduğundan an­ cak küçük su alanlarına uygulanabilir. Ço­ ğunlukla başvurulan önlem göllerin besin­ le kirlenme hızını sınırlandırmaktadır. Ba­ zı kapalı denizlerde bile kaygı verici be­ sinle kirlenme belirtileri görülmektedir. H ollanda’nın kıyı sularında fosfat oranı beş yıl içinde hemen hemen iki katına çık­ mış, şiddetli bir fitoplankton çoğalmasına ve gittikçe oksljensizleşen dip kısımlarda organik m adde birikmesine yol açmıştır. Besinle kirlenm eye neden olan doğal süreçler içinde en etkili olanlar, havzaya su taşıyan akarsuların getirdiği organik m addelerdir ve su alanlarının başlıca be­ sin kaynaklarını bunlar oluşturur. Gerek bu maddeler, gerek erozyonla sürüklenip gelen katı tanecikler, zamanla gölün ya da göletin bulunduğu çukuru doldurmak­ ta ve bunları ortadan kaldırmaktadır. —Diyet bilg. insanların besin gereksinimi, günlük kaloriyi sağlam ak bakımından m iktarca ve çeşitli yiyecekler arasında denge sağlamak bakım ından da nitelik­ çe önem taşır: yiyeceklerin kimisi yalındır (yağ [% 100 lipit], şeker [°/o 99.5 glusit]), kimisi ikilidir (et, balık: protein ve lipit) ya da üçlüdür (süt: protein, lipit ve glusit [lak­ toz]). Etler de içlerindeki besleyici m addele­ re göre değişik kalori d eğerinde olabilir­ ler: at eti 100 g = 110 cal (% 20 protein, % 2 yağ), dom uz eti 100 g = 330 cal (°/ö 15 protein, % 30 yağ).



Dengeli bir beslenme için besinler, şöy­ le olmalıdır: — proteinler (% 10-20; cal değeri. 1 g = 4 cal); et, balık, yum urta hayvansal prote­ ince zengin m addelerdir; sütler ve pey­ nirler, protein sağladıktan başka kalsiyum ve yağla eriyen vitaminler (A,D,E,K) gibi temel m addeleri d e sağlarlar; hayvansal proteinlerle bitkisel proteinler arasında 1/1 oran en iyisidir. — lipitler (o/o 30-35; cal değeri. 1 g = 9 cal.); yemeğe lezzet vermek ve yapımını kolaylaştırmak için kullanılan sıvı yağlar, tereyağı, margarin aynı zarffanda vitamin kaynağıdır; — glusitler (% 50-60; cal değeri. 1 g = 4 cal.); şeker, bal, reçel, çikolata, şekerle­ meler küçük bir hacim içinde ça bu k soğurulabılen kalori verici besinlerdir: bu “ tatlılar’’ günlük kalori gereksinim inin % 10'unu açmamalıdır. Meyveler, meyve şurupları, şekerli meyve suları, sanayi ürü­ nü şekerli içitler, likörler de bu grub a gi­ rer. Ekmek, kuru sebzeler, tahıllar ve pa­ tates, hem glusit, hem protein sağlar. Salatalarla sebzeler, içerdikleri selüloz nedeniyle, “ p osa " yapıcı olduklarından bağırsakların çalışmasını kolaylaştırırlar. İçilen ya da m eyvelerde bulunan su, yeşil sebzeler ve madensel m addeler, içerdikleri sodyum , potasyum, kalsiyum tuzları, fosfatlar, karbonatlar, demir, iyot, fosfor, çinko sayesinde besin dengesini tamamlarlar. Eksiklikleri hemen göze çarpan vita­ minler dışında günlük vitamin gereksini­ mini saptamak güçtür. ( - » V İ T A M İ N S İ Z L İ K , K A L O R İ



d e ğ e r i ,



V İ T A M İ N . )



— İkt. Besin sanayisi'nin alt dallarını süt ürünleri, et, yem, su ürünleri, yağ, un ve unlu ürünler, çay, şeker, meyve-sebze iş­ leme vb. sanayi dalları oluşturur. Türkiye’ de nüfus artışı, kentleşme ve sanayileş­ meye bağlı olarak artan iç taleple besin sanayisi gelişme göstermektedir. Ancak, bu sanayi kolunda, işleme tesislerinin ol­ d ukça dağınık küçük işletmeler halinde bulunması, ülke düzeyinde bir üretim pla­ nının yapılamamış olması, altyapı eksikli­ ği, ambalajlama ve depolam a tesislerin­ deki yetersizlik gibi nedenlerle istenen ge­ lişme düzeyi sağlanam amaktadır. Besin sanayisi üretimi, III. plan, d öne­ minde yılda ortalam a % 4,7, IV. plan d ö ­ neminde % 4,2 oranında artış göstermiş, V. plan dönem inde ise yılda ortalam a % 6,2 oranında bir artış öngörülm üştür. Be­ sin sanayisi ürünleri talebi de, III. ve IV. plan dönem lerinde yılda ortalam a °/o 4,9 ve % 4,8 oranında artmış, en büyük ar­ tışlar et ürünleri, su ürünleri, yem ve çay sanayilerinde görülmüştür. Bu sanayi ko­ lunda dışsatım III. plan dönem inde yılda °/o 5, IV. plan dönem inde °/o 10,3 oranın­ da artmıştır. 1985 Sanayi ve işyerleri sayımı’na gö­ re, Türkiye’de besin sanayi kolunda 2 124’ü büyük işyeri (10 ve daha fazla kişi çalıştıran işyerleri), 17 380’iyse kü­ çük işyerleri olmak üzere toplam 19 504 işyeri bulunmaktadır. Gene aynı sanayi ve işyerleri sayımına göre, bu sanayi ko­ lunda çalışanların yıllık ortalaması büyük işyerlerinde 137 807, küçük işyerlerinde 71 714 kişidir. Öte yandan, büyük işyer­ lerinin 156’sı kamu kesimine, 1 968’i özel kesime attir. Söz konusu bu işyerle­ rinde çalışanların yıllık ortalaması kamu kesiminde 51 311 özel kesimde 66 859 kişidir. B E S İN E Y Ö N E L İM a. Balıkç. Balıkları daha bol yiyeceğe doğru sürükleyen fi­ ziksel tepki. (Eşanl. t r o f o t r o p İ z m . ) B E S İN L İ sıf. Besleyici değeri olan yiye­ cek için kullanılır; gıdalı: Bol besinli seb­ zeler. —Çevrebıl. Bol besinli, suları organik ve besleyici m addece (azotlu ve fosforlu maddeler) zengin ve bu nedenle bitkile­ rin ve bakterilerin çoğalm asına elverişli sulara denir. (Bol besin yüzünden suda, özellikle alt katlarda aşırı oksijensizleşme



olur ve organik balçık birikir. Bu suların kıyılarında bol m iktarda saz ve kamış ye­ tişir.) B E S İN S İZ sıf. Besleyici değeri olmayan yiyecek için kullanılır; gıdasız. ♦ be. Yeterli besin almadan: Besinsiz kalmak. Besinsiz yaşayamamak. B E S İN S İZ L İK a. Besinsiz olma, besin­ siz kalma durum u; gıdasızlık. B E S İÖ R Ü a. Bot. A L B U M E N 'in eşanlam­ lısı. B E S İS U Y U a. Bitkilerin çeşitli kısımların­ da dolaşan besleyici sıvı. — A N S İ K L . Bot. İki çeşit besisuyu vardır: ham besisuyu ve ong u n besisuyu. K ök­ lerden yapraklara, tomurcuklara ve çiçek­ lere doğru odundamarlar içinde yükselen ham besısuyunda en başta mineral iyon­ ları bulunur; şekerce (°/o 5-10), aminoasitlerce ve amitlerce zengin olan ongun besisuyu, yapraklardan ve depo yerlerin­ den bitkinin bütün kısımlarına yayılır. Ham besisuyu, kökteki emici kıllarla topraktan emilen su ile onun içindeki m i­ neral m addelerden oluşur. Ham besisuyunun sapta yukarıya çıkması birçok ne­ dene bağlıdır: suyun kök uçlarıyla toprak­ tan geçişme (osmoz) yoluyla emilmesi ve bunun bir kök basıncı ya da itimi yarat­ ması; dam arların kılcallığı; yapraklardaki terlem e ve bunun yarattığı büyük kohezyon kuvveti. Ham besisuyunun akış hızı genellikle birkaç m/sa dolayındadır; ama sarmaşıklarda 150 m/sa (yaklaşık olarak 4 cm/sn) olabilir. Besisuyu bitkide yüksel­ dikçe yoğunluğu artar; bu bir ölçüde ye­ dek m addelerin, özellikle ilkbaharda, be­ sisuyu içinde erimesinden ve daha önem ­ lisi suyun giderek eksilm esinden ileri g e ­ lir; fakat besisuyundaki esas değişiklik yapraklarda olur. Yaprak hücrelerinde, çeşitli tepkim eler sonunda ham besisuyu ongun besisuyuna dönüşür: terlemeyle su kaybı, fotosentezle yaratılan organik m adde katkısı. O ngun besisuyu, üzerin­ de delikler bulunan enlemesine çeperler­ le birbirinden ayrılmış canlı hücrelerden oluşan kalburlu borular içinde dolaşır ve besisuyunun öğeleri o hücrelerden g e ç ­ tiği gibi soymuktaki arkadaş hücrelerden de geçer. Besisuyu, bitkideki büyüme d o ­ kularını beslemek için kullanılması gere­ ken her yere dağılır; bazı ürünlerin dağıl­ ma hızı radyoaktif izotoplar yöntemiyle öl­ çülm üştür; hız 10-100 cm /sa dolayında­ dır; yani ham besisuyunun hızından ol­ dukça düşüktür; bu da sıvının sıvaşkanlığından ve kalburların varlığından ileri ge­ lir. O ngun besisuyunun akış hızı sıcaklı­ ğın artmasıyla artar ve gece serinliğinde yavaşlar. Bir organın kesilmesi besisuyu­ nun dolaşımını çok ç a bu k artırır; bu özel­ likten “ palmiye şu ru b u " toplam akta ya­ rarlanılır; palmiye şurubu normal besisuyundan on kat hızlı akar. Soym uk d o k u ­ larındaki metabolizma yoğunluğu, bu me­ tabolizm anın deneysel yoldan engellen­ mesinin yarattığı ağır bozukluklar, “ iletim’’ boruları denen bu dokuların işlevinin ba­ sit bir iletim işiyle sınırlı olmadığını göster­ mektedir. B E S K İD L E R , lehçe B e skid y, çekçe B e skyd y, Orta A vrupa’da bölge. Beskidler, önlerindeki dağ eteğiyle birlikte, Karpatlar yayının dış bölümünü oluşturur. Polonya Beskidleri ya da Batı Beskidler, Moravya kapısı'ndan, Doğu Beskidler'in (Bieszczady) başladığı Ukrayna sınırına kadar uzanır. Burada, 400-600 m yüksel­ tiler arasında, çok ağaçlık ırmaklar arası kesimlere ve bunların yanıbaşlarında yükselen, sivri doruklu (yükseklikleri, ço ­ ğunlukla 1 000 - 1 500 m ’yi aşar) küçük sıradağlara rastlanır. Dağları yaran sık bir vadi ağı, yer yer geçitler biçim inde daralır ya da küçük havzalar halinde g e ­ nişler. Kırsal kesimde yaşam a koşulları çetindir; ama hayvancılık, tarım, orman işletm eciliği ve turizm sayesinde nüfus yoğundur ve halk vadilerde, dağlararası havzalarda toplanır.



BESLEK -



BESLEME.



B E S L E M E a. 1. Beslemek eylemi. — 2. Küçük yaşta alınıp boğaz tokluğuna ev iş­ lerinde çalıştırılan kız. (Kimi yörelerde BESLEK. BESLENGİ de denir.) — 3. Besle­ m e gibi, giyim ine kuşamına özen göster­ meyen kız için söylenir. |j Besleme kız, besleme olarak verilmiş kız. —Arıc. Kovandaki arı topluluğuna, kötü mevsim de açlıktan ölm esinler diye ya da bal yapm aya hazırlanmaları için yiyecek verme. || Besleme kabı, arıları beslemek için kovanın önüne konan ve içine onla­ rın gelip alabileceği maddeler doldurulan kap. (Konan m addeler katkısız bal olabi­ leceği gibi, şeker karıştırılmış bal ya da şeker şerbeti de olabilir.) — Bayınd. Bir parke yolun küçük bir yü­ zeyini onarma; bu amaçla, göm ülen taş­ lar kaldırımcı manivelasıyla kaldırılır ve bi­ tişik taşlar düzeyine gelinceye değin alt­ larına kum doldurulur. — Bilş. Delinmiş ya da delinecek kartları, elle ya da otom atik olarak bir bilgisaya­ rın okuyucu-delicisine verme. — Bür. ger. Çeşitli büro makinelerinin (ad­ res yazıcısı, hesap makineleri, bilgisayar yazıcıları vb.) baskı tertibatına kâğıt yer­ leştirme işlemi. —Camc. Alçı, b ez üzerine besleme, taş­ lama ve perdahlam a öncesi pencere ca­ mını destek platformu üzerine koym a ve tutturm a işlemi. (Olası bir düzgünlük ku­ surunun yol açabileceği kırılmaları önle­ m ek için camın altına alçı ya da kalın bez katmanı yerleştirilir.) — Dy. Beslem e hattı, bazı noktalardan beslemesini sağlam ak için katenere bağ­ lanmış hava hattı. — Elekt. Besleme devresi, bir elektrik ya da elektronik devrenin çalışması için ge­ rekli enerjiyi veren düzenek. (Bk. ansikl. böl. Elektron.) || Besleme gerilimi, bir dev­ renin uçlarına uygulanan potansiyel farkı. |J Dileransiyel röle beslemesi, içindeki rö­ lenin etki büyüklüğü iki ya da birçok akı­ mın cebirsel toplam ına eşit olan montaj;



L



Ks



ve I



Oi—



ı







— ^ö öö öö ö '— — L



C:



R



T bir besleme devresi’nin ilke şeması



bu toplam normal koşullarda sıfırdır. — Elektron. Anten beslem e kablosu, üre­ teç aygıtın yüksek frekanslı enerjisini, önemli ışımalara ya da yitimlere neden ol­ m adan antene aktaran iletici sistem. (AN­ TEN b esle m e h a t t i da denir.) — Elektrotekn. Beslem e hattı, bir elektrik santralını ya da bir alt istasyonu, yolu üze­ rinde hiçbir bağlantı olmaksızın, dağıtım ağının bir noktasına doğrudan bağlayan hat. — Hayvc. Dışarı yem iyle besleme, hay­ vanların bulundukları tarım işletmesinden gelm eyen yemlerle beslenmesi ya da her türlü tarım işletmesi dışında bulunan hay­ vanların başka yerden getirilen yemle beslenmesi. (Bu tip hayvancılık, yum urta ve et tavuğu, dom uz ve kasaplık dana ye­ tiştirme işlerini kapsar.) — Isıbil. Bir kazan içindeki suyu, buhard dönüştükçe tazeleme. — Isıl mot. Bir m otorun yakıt gereksinim i­ nin karşılanması. — Kim. müh. Kimya m ühendisliği yönte­ m inde bir işlemi sürekli olarak gerçekleş­ tirm ek için bileşen verm ek eylemi. — Matbaac. Bir m izantrende, baskı sıra­ sındaki basınçları gereğince dağıtacak bi­ çim de, baskıda çıkm ayan kısımları des­ tekleme ve pelür kâğıtlarıyla güçlendirme. — Yerel olarak basınç sapmalarını g ider­ m ek için baskı m akinesinin silindir g öm ­ mesine konan ince, küçük kâğıt parçası. || Silindir besleme, mekanik bir presin si­



lindiri üzerine kaplanan ipek, yün, çuha, kâğıt kalınlık. — Metalürj. Katılaşma sırasında parçanın ek besleyici ya da besleyicilerle tam am ­ lanması. — Polim. Besleme kanalları, enjeksiyon ve aktarm ayla kalıplam ada, kalıp oyuğu g i­ rişi ile ısıtma silindiri ya da aktarm a odası arasında yer alan kanalların tümü. — Reanim. Bağırsak yoluyla besleme, yutm a güçlükleri (koma, felç) ya da faz­ lasıyla besi kaybına uğramış hastalara bir mide sondası aracılığıyla yeteri kadar ka­ lori sağlanması. || D am ar yoluyla besleme, büyük çapta bir toplardam ara (boyun, köprücükaltı, uyluk) yerleştirilen bir son­ da aracılığıyla dolaşıma sokulan yüksek kalorili eriyiklerle hastalıkların sindirilmiş besin gereksinmelerini tümüyle ya da kıs­ men sağlam a yöntemi. (Bk. ansikl. böl.) || Yapay besleme, kendiliklerinden besle­ nemeyen kimselerin organizmalarına besi maddelerinin sokulması. —Sıh. tes. Beslem e deposu, bir su giri­ şiyle beslenen ve bir yapının çeşitli büyük servislerine (ana su boruları, sıcak su de­ poları, basınç yükseltiler vb.) bağlı olan, kapam a ve boşaltma musluklarıyla dona­ tılmış birçok çıkışı olan depo (birkaç ya da onlarca litrelik). — Su işler. Bir topluluğun, bir aygıtın belli bir ürüne olan gereksinim ini karşılama: Bir evi gazla besleme. Bir kazanı m azot­ la besleme. (Bk ansikl. böl.) —Tarım mak. Beslem e tam buru, bir bi­ çerdöverde götürücü ile dövücü arasın­ da bulunan ve ürün akışının düzenlenme­ sini sağlayan genellikle döner tipte organ. —Teknol. Beslem e elemanı, bir m akine­ yi, bir tesisatı besleyen organ ya d a ay­ gıt (örneğin bir buhar kazanının besleme pom pası ya da su deposu). —Tekst. Pnömatik besleme, batörden ge­ çen elyafı tülbent haline getirm e işlemini kaldırmayı ve tarak m akinelerini bacalar­ la pnöm atik olarak beslemeyi amaçlayan m odern pam uk ve kısa elyaf iplikçiliği yöntemi. (Bk. ansikl. böl.) ♦ sıf. Varlığını herhangi bir kurum ve kuruluştan aldığı para yardım ıyla sürdü­ rebilen, bunun için de kendine yardım edenleri körü körüne savunan yazar, ga­ zete, dergi vb. için kullanılır: Besleme b a ­ sın. Besleme kalemler. —ANSİKL. Elektron, Taşınabilir elektronik aygıtlar, pillerin ya da akümülatörlerin ver­ diği enerjiyle çalışırlar. Sabit aygıtlar ise, genellikle uygun şekilde dönüştürülen, doğrultulan ya da kararlaştırılan şebeke enerjisini kullanırlar. Bu besleme devre­ leri gerilim ya da akım açısından ayarla­ nabilir ya da aşırı yüklere karşı korunabi­ lir. Karmaşık donanımlarda, değişik işlev­ ler arasındaki iyi bir eşleme-ayırma, bir­ birinden bağımsız besleme devresi blok­ larıyla sağlanır. Kullanılan bloklar gerek basit ayarlayıcılar, gerekse kesimli ka­ dem elerden oluşan gerçek doğru akım transform atörleridir. Bu m ontajda, anah­ tar kapalıyken, L induktansı enerji d ep o ­ lar, anahtar açık olduğunda ise, bu ener­ jiyi R direncine verir, c kondansatörünün yüksek değeri, çıkışta değişm ez bir v ge­ rilimi verir. Bu düzenek, çıkışta giriş geri­ limi Ve’den büyük bir Vs gerilimi verebi­ lir. Bu devre Vs 'nin kararlılığını sağlamak için K anahtarına kum anda eden bir ayar­ lama devresidir. Bu sistemlerin verimi, her zam an yüksektir. — Reanim. Yapay besleme, normal bir beslem enin yapılam adığı (koma, reanimasyon, ameliyat sonrası durumlar) ve ileri derecede zayıflama ya da güç kaybı (geniş yanıklar, ağır bulaşıcı hastalıklar, kanser keşeksileri, süreğen ishaller) d u ­ rum larında gereklidir. Olabildiği sürece, burun yoluyla besle­ me dam ar yoluna yeğ tutulmalıdır. Enerji sağlayan g irdiler kilo başına 1 g protein, 1 g yağ, 5 g şeker olarak hesap edilm elidir. Sıvı girdisi kalori başına 1 mİ kabul edilir. Bunlara elektroitler, özellikle potasyum ve vitam inler eklenir. Damar



yoluyla, yoğun glukoz eriyikleri, protein hidrolizaları, am inosit eriyikleri ve yağ emülsiyonları kullanılır. — Su işler. Suyla besleme. Ham su, yer­ altı su örtülerinden ya da bunlar nitelik ve nicelik bakım ından yetersiz kaldıklarında akarsulardan, göllerden hatta denizden sağlanır. Arıtm adan sonra, dağıtım suyu genellikle şebeke için uygun bir basınç ve olağandışı tüketim ler (tepe saatleri, yan­ gın) için yedek su sağlayan depolara gönderilir. Tüketimin ço k yüksek olduğu zamanlarda, basınç yükselticiler gerekli olabilir. —Tekst. Pnömatik besleme, pam uğun ham balyalardan otomatik olarak alınma­ sını da içerebilir. Kimi tesisatlarda, balya­ lar boylamasına ya da dairesel konveyörlere yerleştirilir ve frezeler pam uk tutam ­ larını balyalardan koparır. Kimi tesisatlar­ da da, balyalar yere konur ve pamuk, bal­ yaların üstünde g idip gelen bir kepçeyle alınır. Doğru bir karışım gerçekleştirmek için çeşitli sistemlerle bir program lam a sağlanır. Pamuk açıcıya doğru gönderi­ lir. Hazırlama hattı ham m addeyi temizle­ m eye ve açm aya yarayan çeşitli m akine­ lerden oluşur; bir batör ile son bulur. Bu hattın kapasitesi 600 kg/sa'a ulaşabilir El­ le beslenen balyakırıcılarla da bir hazır­ lama hattı oluşturulabilir; ancak üretim, ender olarak 300 kg/sa’ ı geçer. Her iki durum da da, açıcıdan sonra bir karıştırı­ cı yer alır; geniş bir kasa biçim indeki ka­ rıştırıcıya elyaf yatay katmanlar halinde yerleştirilir. A rdından elyaf düşey dilimler biçim inde yeniden alınır; böylece hom o­ jen bir karışım elde edilir. Batörden çıkan elyaf yumakları tarak m akinelerini besle­ yen bir dağıtıcıya gönderilir; her tarak ma­ kinesinin aynı genişlikte düşey bir baca­ sı vardır. Tarağa verilen elyaf miktarı ba­ cadaki pam uk düzeyiyle ayarlanır. Baca­ nın altında, elyaf tülbenti rulolarla çıkarı­ lır ve bunlar batör rulosunun yerini tutar. Artan m adde yeniden işlenmek üzere da­ ğıtıcıya geri döner. Bu tür bir tesisat ol­ dukça ilginçtir çünkü günüm üzde yapılan tarak makinelerinin yüksek üretim hızı yü­ zünden batör rulolarını çok sık değiştirme zorunluluğunu ortadan kaldırır. Makine­ ler arasındaki aktarm a tüm üyle otomatik olduğundan el işçiliği çok düşük düzeye iner: hazırlama hattı ve taraklam a için iki kişi yeterlidir. Pam uk-polyester gibi lifler­ den bir karışım yapıldığında her iki m ad­ de batöre gelene değin çoğunlukla ayrı ayrı işlenir. B E S L E M E K g. f. 1. B ir canlıyı (bir şey­ le) beslemek, ona gelişmesi, yaşamını, varlığını sürdürebilm esi için gerekli besi­ ni vermek, onun besin gereksinim ini kar­ şılamak; onu gürbüz, besili durum a ge­ tirmek: Ç ocuğu anne sütüyle beslemek. Atlan arpayla beslemek. Çocuklarını iyi beslem eye çok özen gösterir. Za yıf h ay­ vanlan besledikten sonra satışa çıkarmak. — 2. Bir kim seyi beslemek, onun gerek­ sinimlerini karşılamak, bakımını sağla­ mak: Beslemek zorunda olduğu beş ço ­ cuğu var. — 3. B ir bölgeyi, b ir topluluğu beslemek, sözkonusu bir yer, iş kolu vb. ise o bölgenin yiyecek ve içecek gerek­ sinimlerinin bir bölüm ünü karşılamak, o topluluğun geçim kaynağı olmak: Konya ovası b u ğ d a y üretim i yönü n d en bütün iç A n a do lu'yu besler. Bu sanayi kolu yüz­ lerce işçiyi besliyor. Yüzlerce aileyi bes­ leyen verimli b ir toprak. —4. Hayvan bes­ lemek, yetiştirmek: Kedi, köpek, kuş bes­ lemek. — 5. Bir şeyi (somut) beslemek, bir şey sözkonusu ise, bir başka şeyin iyi du­ ruma gelmesini sağlamak: Bu krem cildi besler. D eriyi besleyen b ir cila — 6. Bir akarsuyu, vb. beslemek, akan bir su söz­ konusuysa, bir başkasına eklenerek onu çoğaltm ak: Irm ağı besleyen dereler — 7. Bir duyg u beslemek, onu içinde ya ­ şatmak, sürdürmek: Bir kimseye kın bes­ lemek. U m ut beslemek. — 8. Ed. B ir şe­ y i (soyut) beslem ek, bir şey sözkonusuy­ sa, bir başka şeyin canlanmasını gelişme­ sini, var olmasını sağlam ak: Özgürlük ru­



hunu besleyen ilkeler. — 9. Bir şeyin altı­ nı, çevresini (bir şeyle) beslemek, onu ko­ rumak, sağlamlaştırmak için çevresini, al­ tını doldurm ak, desteklem ek: D olabın al­ tını beslemek. — 10. Ateşi beslemek, sü­ rekli yanması için altına odun, kömür, vb. atmak. — 11. Besle kargayı oysun gözü­ nü, kendisine yapılan iyiliğe kötülükle kar­ şılık veren kimselerin bu durum u için söylenir. || Besledik büyüttük danayı, (şim­ di) tanımaz oldu anayı, kendisine emek verip yetiştirenlere karşı nankörce davra­ nan kimse için söylenir. — Bors. Bir işletmede hisse senedi sahip­ leri ya da ilgili kişilerin başlangıç serma­ ye paylarını artırmak. || Piyasayı besle­ mek, satış yoluyla piyasaya menkul de­ ğerler sürerek bolluk sağlam ak ve böy­ lece aşırı bir fiyat yükselişini önlemek. — Denize. Bir cismi ya da yükü, gerekli yerlerine besiler koyarak berkitmek. — Elektrotekn. ve Elektron. Elektrik ener­ jisi vermek. — Isıbil. Kazan beslemek, üretilen buhar oranında, bir kazanın içindeki suyu taze­ lemek. — İnş. Bir duvarın dibini beslemek, bozuk gereçlerin yerine yenilerini koyarak bir duvarın ayağını onarmak. || Mahyalığı beslemek, bir çatıda, mahyalıkları sağ­ lamlaştırmak için altlarına alçı ya da ocak tuğlası doldurm ak. — Kozmet. Deriye lipit, protein, oligo-elem ent gibi ürünler sürerek eksikliği d uyu ­ lan elementleri kazandırmak. — Metalürj. Döküm ünden sonra, katılaş­ ma başlam adan ya da katılaşma sırasın­ da, metalin kalıbın çeşitli bölümlerini dol­ durması için besleyiciye sıvı metal d ö k­ mek. — Katılaşma sırasında görülen bü­ zülmeyi sıvı metalle dengelemek. — Res. Ç izgiyi beslemek, çizgiyi kalınlaş­ tırmak. || Rengi beslemek, boyanın yo ­ ğunluğunu artırmak. ♦ beslenm ek dönşl. ve edilg. f. 1. Gerekli besini almak ya da kendisine g e ­ rekli besin verilmek: Ç ok ye, iyi beslen­ m en gerekiyor. — 2. B ir şeyle (somut) beslenmek, besin gereksinimini onunla karşılamak, ya da besin gereksinimi onunla karşılanmak: Etle beslenen h ay­ vanlar. — 3. B ir şeyle (soyut) beslenmek, gelişm e süreci boyunca onun etkisi altın­ da kalmak, ondan etkilenmek ya da onun etkisinde bırakılmak: Yanlış fikirlerle, ön­ yargılarla beslenmek. Boş hayallerle bes­ lenen duygular. Ortaçağ düşüncesiyle beslenen sanat anlayışı. Düşmanlık d uy­ gularıyla beslenen gençler. ♦ besletm ek ettirg. f. Bir canlının bes­ lenmesini sağlamak. B E S L E M E L İK a. 1. Hizmetçi, besleme. — 2. Besleme olm a durum u. BESLENG İ -



B ESLEM E.



B E S L E N M E a. Gerekli yapı ve enerji m addelerinin (besinler, solunum gazı, vb.) organizm aya sokulması ve organiz­ m aca kullanılması. Sağlıklı beslenme. Beslenm e bozukluğu. Halkın beslenm e sorunları. (Bk. ansikl. böl. Fizyol.) — 2. Beslenme çantası, anaokulu ve ilkokul öğrencilerinin, içinde yiyecek taşıdıkları çanta. — Bot. Beslenm e işlevleri, hücrelere bü­ yümeleri, biçimlerini korumaları, çalışma­ larını (m etabolizma) ve dışkılarını atmala­ rı için gerekli öğeleri sağlamaya yarayan sindirim , solunum, dolaşım, boşaltım ve içsalgı işlevlerinin tümü. (Organizm ada beslenme işlevlerinin yanı sıra ilişki ve üre­ me işlevleri de bulunur. || Azotlu, karbon­ lu, fosforlu, vb. beslenme, hayvansal ya da bitkisel bir organizmanın, gereksindi­ ği m iktarda karbonu, azotu, fosforu, vb. edinm e ve kullanma tarzı. (Bk. ansikl. böl.) — Diyet, bilg. Beslenme uzmanı, beslen­ meyle ilgili hastalıkların uzmanı. Halk sağ­ lığı çerçevesinde beslenm e işleriyle u ğ ­ raşan uzman. — Fizyol. Beslenm e bilançosu, organiz­



maya giren besinlerle harcananlar arasın­ daki denge. Yenen besin maddeleri ile özüm lenmemiş olanların ya da dışarı atı­ lan artıkların dozajıyla elde edilir. || Bes­ lenme ortamı, organizmaların yaşamı için, nedeni ne olursa olsun, yararlı olabilecek m addelerin tümü. (Kan ve lenf gibi doğal beslenm e ortam larının yanında, hücrele­ rin, hayvansal ya da bitkisel dokuların besiyerinde kullanılan yapay ortam lar ve bakteriyolojide kullanılan besiyeri ortam ­ ları sayılabilir.) — Hidrol. Bir yeraltı su örtüsünün, bir kay­ nağın, bir akarsuyun ya da bir gölün su alması. (Bk. ansikl. böl.) —Jeomorfol. ve Hidrol. Beslenme havza­ sı, bir selin yukarı kesimi. — Patol. Beslenme bozukluğu, yadım la­ manın özümlemeden çok olduğu bir hüc­ renin, bir dokunun ya da bir organizm a­ nın durum u. || Beslenme hastalıkları, be­ sin m addelerinin iç metabolizmasındaki bir bozukluktan ya da bir beslenm e den ­ gesizliğinden ileri gelen hastalıklardır. Za­ yıflık ve şişmanlıktan başka başlıca bes­ lenm e hastalıkları, şekerli diyabet, hiperkolesterolemi (hipertrigliseridemiyle birlik­ te ya da ayrı) ve dam la hastalığıdır (gut). Bu hastalıklar ya genetik etm enler nede­ niyle ya da çocuklukta edinilmiş beslen­ me alışkanlıklarından ötürü ailevi karak­ terdedir. — Psik. Beslenme fobisi, beslenmeyi red­ detm e hezeyanı: bütün yiyecekleri ya da daha sınırlı olarak yalnızca belli birtakım besinleri yemeyi reddetm e şeklinde orta­ ya çıkabilir. Bu davranış, manyakodepresif psikozda ya da süreğen hezeyanlı psi­ kozlarda görülür. (Eşanl. SİTİYOFOBİ.) || Beslenm e manisi, ruhsal kökenli oburluk hastalığı. Önüne geçilm ez bir yiyip içme gereksinim i olarak ortaya çıkar ve toksikomani niteliği taşır. (Bu belirti, nevrozlu ya da psikozlu çöküntüyle ilişkilidir ve bo­ ğuntu duygusuyla ağızcıl düzeyde m üca­ dele etmenin bir yoludur.) —Zootekn. Evcil hayvanların rasyonla beslenmesi, hayvanların genetik potansi­ yellerini ortaya koyabilmeleri için hesap­ lanmış yem rasyonlarının hazırlanması ve dağıtımı. (Bk. ansikl. böl.) I — ANSİKL. Bot * Karbonlu beslenme. Canlı varlıklar, dokularının ve yedek be­ sinlerinin bileşim inde önemli ölçüde yer alan karbonu dış ortam dan alırlar. Yalnız yeşil bitkiler mineral karbonu doğrudan doğ ru ya kullanabilirler ve onu havadan karbondioksit biçim inde alırlar; bu özellik, karbonlu beslenmeleri bakı­ mından yeşil bitkileri öbür canlı varlıklar­ dan bağımsız kılar; bu nedenle, onlara kendibeslek (ototrof) denir. Bitkiler güneş ışığı almasalar bu olgu (fotosentez) ger­ çekleşemez; bitkilerdeki klorofil (yaprak yeşili) ışığı kapabilir ve glusitlerin yapım ı­ na yarayan bireşim (sentez) tepkim elerin­ de kullanabilir. Bu çeşitli tepkimelerin ola­ bilmesi için uygun bir çevre sıcaklığı g e ­ reklidir; 0 °C ile 50-60°C arasındaki bu sı­ caklığın en elverişli noktası 30-40°C ara­ sındadır. Bazı bakteriler, klorofilsiz olduk­ ları halde kendibeslektirler, organik bire­ şimler için gerekli enerjiyi kükürtlü ya da demirli mineral m addeleri etkileyen kim ­ yasal tepkim elerle elde ederler. Yeşil olmayan bitkiler (mantarlar ve bazı asalak bitkiler), tıpkı hayvanlar gibi, yeşil bitkilerce önceden yapılmış olan organik maddelerdeki karbonu kullanmak zorun­ dadırlar; bunlara dışbeslek ya da heterotrof canlılar denir; dışbeslek canlılar bu karbonu ya az çok parçalanm ış olan dış­ kılardan ve kadavralardan (çürükçül olan­ lar) ya da dışsindırimden sonra, doğ ru ­ dan doğruya bir canlı varlıktan alırlar (asa­ laklar). Yeşil olmayan bazı canlı varlıklar yeşil bir bitkiyle dengeli bir ortaklık kurarlar: or­ takyaşarlık (simbiyoz); bir mantarla bir suyosunundan oluşan likenlerde durum böyledir: m antar miselyumları birhücrelı yeşil suyosunlarını sarar ve korur, onlar da yaptıkları şekerle mantarı besler.



DIŞ



ara yollar



iç ortam (kan ya da besisuyu)



• M ineral beslenme, azotlu beslenme. Canlı hücrelerin karbondan başka çok önemli öğelerinden biri olan azot, bitkile­ re ya havada serbest olarak ya da to p ­ rakta bileşik olarak sunulur. Hayvan kö­ kenli azotlu organik bileşikler (kadavralar, dışkılar, idrar, gübreler) ya da bitkisel kö­ kenli olanlar (gübreler, humus) yeşil bit­ kilerce oldukları gibi kullanılamazlar, öz­ gül bakterilerin etkisi altında birtakım d e ­ ğişikliklere uğrarlar: a) kokuşma, karmaşık m addeleri aminoasitlere ve üreye çevirir; b) amonyaklaşma, bu m addeleri am on­ yak tuzlarına dönüştürür. Bu son tepkim e­ ler m antar ve bakteri cinsinden birtakım m ikroorganizm alarca sağlanır (mucor, aspergillus, fusarium, Bacillus mycoides, idrar mikrokokları, vb.); c) nitratlaşma, am onyağın bünyesindeki azotu, bakteriler (nitrosomonas, azot bak­ terileri) sayesinde önce nitrit haline, son­ ra da nitrata çevirir. Bitki azotu ancak nit­ rat halinde soğurabılır ve onu ham besi­ suyu içinde, sitoplazmanın bireşim yaptı­ ğı noktalara ulaştırır. Bazı bakteriler, yeşil bitkilerin tersine, yanlarında şeker bulunduğu zaman orga­ nik bireşim yapm ak için havadaki azotu, kullanabilirler: toprakta bulunan azotebacter ve elostridium gibi bakteriler böy­ ledir. Azot tutan öbür bakteriler (rhizobium) baklagillerin köklerindeki yum rucuk­ larda (nodozite) sim biyoz halinde yaşar. Spektroskopik bir çözüm lem eyle ta­ mamlanan kimyasal bir çözümleme bitki­ lerin, bilinen basit cisimlerin hemen he­ men tüm ünü içerdiğini göstermektedir. Bunların bir kısmı oldukça fazladır (makroelementler: C, N, O, H, S, K, Ca, Mg), bir kısmıysa çok azdır (oligoelementler: Fe, Zn, Cu, Mn, B, Mo ve daha da az ol­ m ak üzere I, Br, Ni, Co, vb.) Çözüm lem e yöntem i, spektroskopi ve m ikrokim ya ile tam am lansa bile, çeşitli basit cisimlerin yararlılık derecesi hakkın­ da bilgi verm em ektedir. Bu nedenle, çö ­ zümlemeyi bireşimle tam am lam ak gere­ kir. Bunun için tohum çim lendirilir ve bit­ ki salt besleyici bir eriyikle beslenir. Böy­ lece en iyi verim sağlayan madde, bir çe ­ şit el yordam ıyla bulunm uş olur. Yeşil bitkiler için çeşitli besleyici eriyik­ ler önerilmiştir; bunların en eskisi olan Sachs ve Knop eriyikleri uzun süre kulla­ nıldı; yeni olan daha başka eriyikler (Maze, Javillier, Haller), form üllerinde oligoelementlere de yer verir; bunların hepsin­ de yalnız mineral tuzlar bulunur. Klorofil­ siz bir bitki yetiştirmek sözkonusuysa, ekim sırasında ayrıca organik biçim de (şeker) karbon bulunmalıdır. Bitkilerin mineral tuz gereksinmeleri



başlıca beslenme işlevleri



beslenme 1568



topraktaki maddelerin emilmesiyle önemli ölçüde karşılanır. Tarım da toprağa güb ­ re vermenin gerekliliği buradan gelir • Organik beslenme. Klorofilsiz basit ya­ pılı bitkilerde (bakteriler, mantarlar) önce bir dış sindirim gereklidir; bunun için bit­ ki enzimler çıkarıp çevresine salar, enzim­ lerin erittiği dış sindirim ürünlerini emerek beslenir. Üstün yapılı yeşil bitkilerde bu işlev pek seyrek görülür. — Fızyol. Protozoerlerde beslenme he­ men hemen yalnız avın yakalanması ve özüm lenm esidir denebilir; ama çok hüc­ relilerde, özellikle üstün yapılı om urgalı­ larda ve insanda onlarınkiyle aynı değ il­ dir; bunlarda fizyolojik işbölümü özüm le­ meye hazırlama işlevlerini gerçekleştir­ mekle yükümlü aygıtların özgülleşmesine yol açmıştır. Bu hazırlama işlevleri şunlar­ dır: a) avları yakalam a ve yutm a; b) sindirim, erimeyen besinleri hidroliz yo­ luyla eriyebilir m etabolitlere dönüştürür; bu işlem sindirim borusu içinde gerçek­ leşir; bunun her bölüm ü sürecin bir evre­ sini sağlar ve sistem içinde gidiş tek yön­ lüdür; c) emilme, m etabolitler bu yolla bağırsak çeperinden geçer; bu geçiş yalnız fizik­ sel etkilerle değil, aynı zam anda mukoza elemanlarının yaşamsal çalışmaları saye­ sinde olur; d) karaciğer* tarafından gerçekleştirilen işlerin tümü (zararlı m addelerin atılması, fazla besinlerin glikojen ya da yağ gibi eri­ mez biçime sokularak yedekte saklanma­ sı, kanı değişm ez bileşim de dolaşıma sokma); e) dolaşım, bu şekilde değişime uğramış ve bir dereceye kadar hazırlanmış m ad­ deleri ve harekete geçirilmiş yedek besin­ leri çeşitli dokulara ulaştırır; dolaşımdaki sıvı hayvanlarda kan, damarlı bitkilerde besisuyudur; f) solunum, özüm lem eye doğrudan d o ğ ­ ruya etki yapmaz, ama oksijen sağlaya­ rak özüm lemeye elverişli koşulları etkiler ve dolayısıyla organik bireşimlerin olabil­ mesi için gerekli enerjiyi sağlam aya ya­ rar; g) boşaltım, canlı hücrelerden ve sonra tüm organizm adan, taşıyıcı suyu ve ka­ labalık eden ya da zararlı-olan artıkları dı­ şarı atar; h) depolam a da (karaciğer, deri yağı, ke­ mik iliği) beslenme işlevleri arasında sa­ yılabilir; ilerde ya da gerektiğinde eski du­ ruma döndürülmek üzere, eriyebilir küçük moleküllerin (glukoz) erimeyen büyük mo­ leküllü polimerlere (bitkilerde nişasta, hay­ vanlarda glikojen) ya d a yağ haline d ö ­ nüştürülmesini gerektirir. — Hidrol. Beslenme biçimi, yağışların özelliklerine göre değişir: yağm ur, kar. buz. Kar biçimindeki yağışlarda ya da bu­ zullarda su bir tutulm ayla karşılaşır. Yağ­ mur suları ise önce sel sonra çay suları biçim inde akabilir ya da sızma sularını oluşturarak yüzeysel ve derin su örtüleri­ ne ulaşır. Bu yeraltı örtülerinde de kısa ya da uzun süre tutulabilir. Beslenme biçimi, kaynakların, akarsuların ve göllerin rejim­ lerini düzenleyen temel etkenlerdir. — Patol. Beslenme bozukluğu ihtiyarlık çağında olağandır; gençlikte ve erginlik­ te anorm aldir. Çünkü gençlikte özüm le­ me daha fazla olmalı (büyüme), erginlik­ te de hiç değilse özüm lem e yadım lam a­ ya eşit olmalıdır. Bütün hastalıklar, bütün enfeksiyonlar beslenm e bozukluğu ne­ denleridir. Bazı durum larda (şişmanlık, ödem, vb.) ağırlık artar gibi görünse de, gerçekten artan canlı m adde değildir, or­ ganizm ada toplanan artıklar, yedek be­ sinler ve tutulan sıvılardır, özüm lem ede artış yoktur. Buna karşılık, kilo kaybı her zaman bir beslenme bozukluğu ölçüsü değildir, örneğin tedavi sırasında şişman­ larda genel ağırlık eksilirken, kaslarınki ar­ tar. Şeker hastalığına eşlik eden beslen­ me bozukluğu bu hastalığın ağır bir şek­ lidir, ileri derecede bir zayıflamayla birlikte asıdoketoza neden olan bir yağ m etabo­



lizması bozukluğu biçim inde ortaya çıkar. —Zootekn. Evcil hayvanların rasyonla beslenmesini sağlam ak için onların per­ formansını ya da ürünlerin kalitesini be­ lirlemeye elverişli besin m addelerinin ve ilkelerinin (enerji, proteinler, vitaminler, madensel tuzlar) araştırılması gerekir. Bu besleyici öğelerin her biri için, besinlerin besin değerini ve hayvanların besin ge­ reksinimlerini aynı tarzda belirtecek bir besin ya da yem birim i yaratılmıştır-. Ör­ neğin, enerji bakım ından, “ yem b irim i" bir kilogram arpanın net enerji değeri de­ mektir. Böylece belirlenen birimler birbir­ lerine katılabilir. Bu dem ektir kı, herhan­ gi bir üretim alanında (süt üretimi, et üre­ timi, yün üretimi) belli bir düzeyi tutturmak için hayvana gerekli besin miktarlarını be­ lirleme olanağı vardır. Her besinin besin değerim gösteren cetveller sayesinde, ham m addelerin sağlanm a durum una ya da pahasına göre, besinler birbirinin ye­ rine kullanılabilir. Bununla birlikte, her hayvan türü ve her üretim çeşidi için pro­ tein, lipit, glusit, vitamin, madensel tuz m addeleri arasında bir oran kurm ak ve gözetm ek zorunluluğu vardır. Bu denge­ nin araştırılması bazen güç olm akta ve bunun için bazı durum larda bilişim yön­ tem lerine başvurulm aktadır.. Hayvanların beslenmesi için kurulmuş olan besin sanayisi, ham m addeleri karış­ tırarak, tarım işletmelerine dayalı bir te­ mel besin rasyonu sağlayacak tam ya da tamamlayıcı besinler yapar. Bu sana­ yi İkinci Dünya savaşı’ndan bu yana hız­ la gelişerek, yoğun hayvancılığı teşvik eden faktörlerden biri olmuştur. BESLENM EK



BESLEM EK.



da yer alır. Döküm cülükte, üstte buluna­ bileceği gibi [yüklem e besleyicisi] yanda da olabilir [topuk besleyicisi], dışa açıla­ bilir [açık besleyici] ya da tüm üyle kumla çevrilebilir [kör besleyici]; ayrıca atm os­ fer basıncının ya da bir kör besleyici için­ de hapsolm uş gaz basıncının etkisi altın­ da kalabilir.) || Besleyici çapağı, besleyi­ ciyi dolduran ve döküm parçasına bitişik olan metal kütlesi. (Bu çapaklar, kalıp bozm a işleminden sonra koparm a ya da biçm e yoluyla döküm parçasından ayrı. lir ve yemden eritilir.) |j Besleyici kesm ek, dökülm üş bir parçanın çapaklarını besle­ yicilerini ve çıkıcılarını almak. —Örg. Döner örm e tezgâhlarını donatan ve her örm e sisteminde şişlere dağılacak ipliğin beslenmesini düzenleyen aygıt (Eşanl. İPLİK,VERİCİ) — Petr. san. ve Isıbil Üretim merkezlerim dağıtım merkezlerine bağlayan gaz ya da buhar borusu. —Teknol. Besleyen, gereç sağlayan bir sistem, bir mekanizm a için kullanılır. B ir m akineli tüfeğin besleyici mekanizması. — ANSİKL. Örg. 1960'tan sonra tezgâhlar “ pozitif" denilen besleyicilerle donatıldı, böylece örm e sanayisinde büyük geliş­ meler sağlandı. Dönüş hızı tezgâhınkıne göre ayarlanan besleyici, ipliğin kaym a­ masını ve değişm ez bir hızla akmasını sağlar. Dolayısıyla örm e sistemlerinin her birine göre ilmek uzunluğunun düzenlili­ ği ve örgü ayarı korunur. Bu besleyici ge­ nellikle silindir biçim inde bir gövdeden oluşur; belirli bir hızla dönen gövdenin çevresine iplik tutturulur ya da birkaç kez dolanır; bu şekilde ipliğin tezgâhın şişle­ rine kaym adan geçişi sağlanır



B E S L E R İA a. (öz. a. B. B esler’den). Nemli sıcak seralarda yetiştirilen ve ço ­ ğunlukla süs bitkisi olarak kullanılan ağaç­ çık. (Tropikal Amerika kökenli 50 tür; Gesneriaceae familyası.)



B E S L E Y İC İL E R a Deniz suyunda eri­ miş halde bulunan azotun (nitrat, nitritler), fosforun (fosfatlar) ve silisin (silikatlar) d e ­ niz bitkilerince özüm lenebilir biçimleri (Besleyiciler okyanusların verim liliğinde önemli bir etmen sayılabilir.)



BESLETM EK



BEŞLİ -



BESLEM EK.



B E S L E Y İC İ sıf ve a. 1. Besleyen, bes­ lem eye uygun; besin değeri yüksek şey için kullanılır: Süt, besleyici b ir gıdadır. — 2. Kimi gözenekli m addelerin nitelikçe bozulmasını önleyen ürün için kullanılır: D en için besleyici cila. — 3. Cildi besle­ yen ürün için kullanılır: Besleyici krem. —Anat. Besleyici atardam arlar, uzun ke­ miklere kan götüren atardam arlar. |j Bes­ leyici delikler, besleyici atardamarların geçtiği delikler. — B iy o k im . Besleyici vitamin, LAKTOFLAv iN 'in e ş a n la m lısı.



— Bot. Besleyici tabaka, başka bir d oku ­ yu besleme göreviyle yüküm lü hücre ta­ bakası. —Camc. Havuzlu fırın ile biçim verm e makinesi (şişe, boru vb.) arasına yerleşti­ rilen ve erimiş cam ın kesiksiz dağıtımını sağlayan aygıt. — Damlaları dağıtm a dü­ zeneği olan cam koşullandırm a kanalı. — Cev. hazf Bir cevher işleme aygıtını dü­ zenli olarak besleyen düzenek. || Bantlı besleyici, değişm ez bir hızla yer değişti­ ren bir bant üstünde m alzemeyi taşıyan düzenek. (Besleme miktarı bantın hızına göre ayarlanabilir.) || Burgulu besleyici, bir Arkhım edes vidasının (sonsuz vida) d ö ­ nüşüyle silindir biçim inde bir boru boyun­ ca malzemeyi ileten düzenek. || Değişmez ağırlıklı besleyici, ayarlanabilir ve değiş­ mez kütleli bir debi sağlayan bir denetim sistemiyle donatılmış düzenek. || Titreşimli besleyici, m addeyi titreşim yaparak taşı­ yan oluk biçim inde düzenek. — Denize. Tahıl, köm ür vb. gibi yükleri ta­ şıyan bir gem inin alt güvertesindeki ye­ d ek ambar. — Isıbil. Otomatik besleyici, bir kazanda­ ki su düzeyinin değişm ezliğini sağlayan aygıt. — Metalürj. Katılaşma arasındaki çekm e­ yi dengelem ek ve çekinti boşluğunun bü­ yümesini önlem ek için kullanılan yedek metalin yer aldığı oyuk. (Besleyici hadde­ leme ya da dövm e külçelerin üst yanın­



BESİLİ.



B E S M E L E a. (ar, besmele). Din. 1. A rapça "esirgeyen, bağışlayan A llah’ ın adıyla” anlamına gelen "bism illahirrahm a nirra him " cüm lesinin adı. (Bk. ansikl. böl. isi.) — 2. Besm ele çekm ek, bismlllahirrahm anirrahim demek. —A n s IKL. Ed. Divan edebiyatında dinsel yapıtlar gibi dindışı konulu yapıtların ba­ şında da besm eleye yer verilirdi. Bu, her işe Tanrı'nın adıyla başlanması gerektiği yolundaki İslam inancıyla bağdaşıyordu Ancak din bilginleri arasında bunu uygun bulanlar (Ez Zehri) görüldüğü gibi, m ek­ ruh sayarak kınayanlar (Sait bin Museyyeb) da olmuştu. 1 —Hat. Hat sanatında, başta sülüs olmak üzere, nesih, talik, küfi, muhakkak, reyha­ nı yazılarla istifli ve istifsiz olarak yazılmış pek çok besmele örneği bulunur. Şeyh H a m d u lla h ’ ın, A h m e t K a ra h is a ri’ nin, Hafız Osm an’ın, Ahm et Rakım’ın, Üs­ küdarlı Necmettin Efendi’nin, İsmail Hakkı Altınbezer’in, Şefik Bey’in, Hamit Aytaç ın, Halim Özyazıcı’nın besmele çalışma­ ları bu türün en güzel örnekleri olarak ni­ telenir. — isi. A rapçada Rahm an ve Rahim söz­ cükleri rahm et sözcüğünden türemiştir ve "acıyan ve e sirgeyen" anlamına gelirse de, çoğu tefsırciler R ahm ani "b ü tü n var­ lıklara acıyıp onları esirgeyen", R ahim 'i de "ahretteki m üm inlere acıyıp onları esirgeyen" biçim inde yorumlarlar. Besmele'nın K uran'da Nemi suresi için­ de geçen bir ayet olduğunda kuşku yok­ tur. Ancak, Tevbe (Berae) dışındaki 113 surenin başında yer alan Besmele'lerin ayet olup olmadıkları konusu tartışmalıdır, imam Şafii, her surenin başındaki Besmele’ nin o surenin ilk ayeti olduğunu; imam Mâlik, Taberi, Evzâi gibi din bilginleri bun­ lardan hiçbirinin ayet olm adığını,dolayı­ sıyla K u ran ’ın içeriğinden sayılam ayaca­ ğını savunurlarken; imam Ahmet bin Hanbel'in de aralarında yer aldığı din bilgin­ leri, yalnızca Kuran'ın ilk suresi Fatiha'nın



B e s s e l fo n k s iy o n u teknikleri kullandı ve tüm türleri denedi: portreler (Rejane, 1898), nü'ler (ısınan çıplak kadın. 1886, Louvre), D oğu’yu iş­ leyen resimler (1 89 3 ’tekı Cezayir, 1906’ daki Hindistan yolculuklarından esinlene­ rek) ve büyük süslemeler. Bu son alan da, pek çok sipariş aldı (Hötel de Vîlle de Paris, Petıt-Palaıs. Theâtre-Françaıs, elçi­ lik binaları vb.). 1925'te, Souvenırs de dırecteur de la villa M edicis adlı yapıtını ya­ yımladı (1924'te Fransız akademisı'ne se­ çildi).



çeşitli kalemlerle besmele-ı şeritler başındaki Besmele’nin bu surenin ilk aye­ ti olduğunu, ötekilerinin ayet olmadığını; imam Azam Ebu Hanife ve hanefilerın ön­ de gelen dm bilginleri de bütün Besme­ lelerin birer ayet olduklarını, ancak başın­ da bulundukları surelerin ilk ayetleri sa­ yılmamaları gerektiğim belirtirler. Gerek Kurandaki surelerin Besmele ile başlaması, gerekse Hz. M uham m et’ in “ Bismillah ile başlamayan hiçbir işin so­ nunda hayır yoktur" yolundaki hadisinde Besmele'nin önemini belirtmesi nedeniyle her işin başında Besmele çekmek, myslümanların özenle uyguladıkları bir gele­ nek durum una gelmiştir. B E S M E L E S İZ a. “ P iç" anlamında, ço ­ cuklar için öfkeyle söylenen bir sövgü sö­ zü. ♦ be. Besmele çekm eden; Besmelesiz yola çıkmak. Besmelesiz işe şeytan karı­ şır (atasözü). BESM ERTNOVA (Natalya), rus dansçı (Moskova 1941). Semenova ve Golovkina'nın yönetiminde Bolşoy’da eği­ tim gördü. Yavaşlatılmış gösterilerde ola­ ğanüstü tekniğini sergiledi. Lirik ve dra­ m atik rolleri aynı ustalıkla yorumladı. 1964'te, K. Goleyzovskiy'in Leyla ve M e c n u n u n u n pröm iyerinde dans etti. 1965 ’te, Yuriy G rigonoviç'in Aşk efsane­ s i’ni Maris Liepa ile birlikte yorumladı. Da­ ha sonra, Romeo ve Juliet'teki Juliet, Don Kışot'takı Kitrı, Bahçesaray çeşmesi ’ndekı M arya rolleriyle kendini kabul ettirdi. 1966’da Fokine'den yararlanarak M. Lıe p a ’nın ye nid e n sahneye ko ydu ğ u Spectre de la rose (fr. çev.) adlı yapıtın pröm iyerinde dans etti. Mihaıl Lavrövskiy'nin sürekli eşlikçisi oldu. Koregraf Yu­ riy G rigoroviç ile evlendi. Kocasının ya­ pıtlarını yorumladı: Fındıkkıran versiyon­ ları (1968), Spartacus (1968, M. Liepa’ nın katkısıyla; Phrygia rolü), Kuğu gölü (1969) K orkunç İvan (1975; çariçe rolü), angara (1976). 1986’da Lenin ö d ü lü ’nü aldı. B E S N A G A R , eski V id iş a , Hindistan' da, Kuzey D ekkan'da antik kent; Taksila hint-yunan kralının elçisi, Yunanlı Heliodoros, İ.Ö. 90 da, buradaki tektaş bir kolo­ nun üzerine, Vişnu onuruna bir yazıt ha­ zırlattı ve bu yazıtı Vidişa sarayına adadı. ■ B E S N A R D (Albert), fransız ressam (Pa­ ris 1849 - ay. y. 1934). J.F. Brem ont’un ve sonra da C a b a n e l’in öğrencisi. 1874 ’te Roma ödü lü ’nü aldı. Hem Reynols, Gainsborough, Lavvrence'dan hem de Fragonard, VVatteau, Tiepolo gibi XVIII. y y .’ın fransız ya da İtalyan ustala­ rından ve izlenim cilerden etkilendi. Yağ-, lıboya, detramp, suluboya, pastel, ofort (bunu Legros’tan öğrenm iştir) gibi tüm



B E S N İ, G.-D. Anadolu bölgesinde, Adıyaman iline bağlı ilçe; 88 531 nüf. (1990); 1 649 km?; merkez bucağı dışın­ da 4 bucak, 53 köy. Merkezi, Adıya­ man'ın 45 km G .-B.’sındaki Besni, 26 076 nüf. (1990). — Tar. IX. yy.’da Abbasiler'in EminMemun m ücadelesinde Memun’a karşı güçlerin kalesiyken Bizanslılar’ın eline geçti. Anadolu Selçuklu devletini kuran Süleymanşah’ın komutanı Buldaç tara­ fından fethedildi (1084). Haçlıların fi/İaraş’ı alması üzerine Kog (Hırsız) Vasıl’ın eline düştü (1097). Urfa (Edessa) kontu Bau­ douin II tarafından alındı (1116). A n a do ­ lu Selçukluları’nın (1151), Sultan M esut’ un ölümü üzerine (1155) Halep Eyyubılerı'nın, İlharılılar’ın (1260), Mısır Memlukları’ nın (1293), XIV. yy. ortalarından baş­ layarak da Dulkadıroğulları’nın egem en­ lik sınırı içine girdi. Kanuni Sultan Süley-' man dönem inde Dulkadıroğulları beyliği­ nin ortadan kaldırılması üzerine kurulan Zülkadrıye (Maraş) eyaletine bağlı bir ka­ za merkezi oldu. Cum huriyet dönem inde Malatya iline bağlı bir ilçe merkeziyken, 1926’da Gazıantepje, 1'933’te yemden Malatya'ya, 1954’te il yapılan A dıya­ m an'a bağlandı. B e s n ie r -B o e c k -S c h a u m a n n h a s ­ t a lığ ı, S A R K O İD O Z 'u n e ş a n la m lıs ı. B E S O B R A S O V A (Marıka), rus asıllı monakolu dansçı ve eğitimci (Yalta 1918). Lıyubov Egorova ve Viktor Gsovskiy’den ders aldı. Monte-Carlo Rus balelerine gir­ di (1935). Daha sonra kendi topluluğunu kurdu (1 9 4 0 - 1943). Markı de C uevas’ ın Grand, Ballet’sinde ve Ballets des C ham ps-Bysees’.de öğretm enlik yaptı. M onte-C arlo’da klasik dans akadem isi’ ni açtı. B E S O L O W (Thomas), liberyalı yazar (Bendu, Sierra Leone, 1867'ye doğr.-öl. ?). Fro’m the darkness o f A f rica to the light o f Am erica (A frika’nın karanlığından Amerika'nın aydınlığına) adlı özyaşamöyküsünü yazdı. The story o f an A f rican Prınce (Bir Afrikalı prens'ın hikâyesi) [1898], Liberya'da yazılı edebiyatı başla­ tan sanatçıdır. BESPAYE -



BESBAYE



B e s r e d k a y ö n t e m i, tedavi amacıyla yapılan serum şırıngalarının neden olabi­ leceği anafilaktik olayları engellemeye ya­ rayan yöntem. (Şırınga çok küçük bir doz [1/10 mİ], 15 dakika sonra hafif bir doz [1/4 mİ] ve son olarak 15-20 dakika son­ ra geri kalanı [5 m l'den 30 m l’ye kadar]



olm ak üzere 3 defada y a p ılır) Adını Pa rıs Pasteur enstitüsü m üdürlüğünde bu lunm uş olan Alexandre B esredka'dan (1870 1940) alır



15



B E S S A -L U İS (Agustına), portekizli ka din edebiyatçı (Amarante 1922). la Sıbylle (fr. çev.) [1954] adlı yapıtından başlaya­ rak tüm üyle yok olmuş bir kırsal çevreyi ve efsanelerle dolu bir geçmişi aramaya çıktı. Öteki yapıtları: les İncurables (fr çev ), 1956, la Muraılle (fr. çev.), 1957; te Serm on de feu (fr. çev.), 1963; la Bıble des pauvres (fr. çev ), 1968 1970; les Gens heureux (fr. çev.), 1975; Fanny Owen (fr. çev.), 1979 B E S S Â M sıf. (ar. bessam). Esk. Ç o k g ü le ry ü z lü , n e ş e li.



B E S S A R İO N (İoannes), bızanslı tanrıbılimci ve hümanist (Trabzon 1403 - Raven­ na 1472). İstanbul’da öğrenim gördükten sonra keşiş oldu (1423), hegum enos'luğa yükseldi, daha sonra İznik metropolıtliğıne getirildi. Ferrara-Floransa konsili’nde (1438 - 39), Kiliseler birliği saflarına ka­ tıldı. kardinalliğe getirildi (1439) ve papa­ lıkta hüküm et örgütlerinde görev aldı (1440). Roma kılısesı’ ne hizmet etti, Batı'da hellenızmı yaydı ve savundu. Yunan göçmenlerin koruyucusu ve birçok hüm a­ nistin akıl hocasıydı. BESSBOROUGH



(John VVıllıam)



P O N SO NB Y



B E S S E L (Friedrich VVİlhelm). alman gök­ bilimci (Mınden 1784 - Königsberg 1846). 181 2 - 13'te, Königsberg gözlem evi’ nın yapımını yönetti. Burada 1824 - 1833 ara­ sında 9 kadire kadar olan yıldızlar üzeri­ ne 75 000'den fazla gözlem yaptı. 1838’de, ilk kez bir yıldızın kesin uzaklı­ ğını ölçtü 1844 te, Sırius’un özdevinimi üzerine eleştirel bir inceleme yaptıktan sonra, bu yıldızın karanlık bir yoldaşının bulunduğunu ileri sürdü ve bu yoldaş yıl­ dız 20 yıl sonra bir m ercek yapımcısı olan Alvan Clark tarafından keşfedildi. B e s s e l f o n k s iy o n u (basam aklı). Mat. çözlm. Jı- ile gösterilen ve T, gam a fonksiyonu olm ak üzere



ile tanımlanan fonksiyon. J



fonksiyonu



diferansiyel denkleminin özel çözümüdür; burada v herhangi bir karmaşık para­ metredir. v tamsayıysa, Jv nın tanımı C *y e genişlenebilir; v tamsayı değilse Jv ancak C * ye gem şletilebilir (0 dönüşü! nokta olur). Bu koşullarda. J _ v ae (1) denklem inin çözüm üdür; Jv ve J - . doğrusal olarak bağım sızdır ve (1) ın g e ­ nel çözüm leri, a ile b gelişigüzel d eğ iş­ mezleri gösterm ek üzere a • J v( x ) + 6 - J _ v( x )



Albert Besnard İnsanın üç çağı: yaşlılık Paris I. arrondissement belediye sarayının bir salonunu süsleyen duvar resmi



6 9



B e s s e l f o n k s iy o n u 1570



biçim indedir. Bu fonksiyonlar, silindirsel bakışımlı, ısının iletiminde, kırınım prob­ lemlerinde, akustikte ve elektromanyetiklikte önemli bir rol oynar.



ya teslim edildi ve öldürüldü (329).



B E S S E L E R (Heinrich), alman müzikbilimci (D ortm und-H örde 1900 - Leipzig 1969). Gurlitt, G. A dier ve F. Ludvvig'den ders aldı. Jena Üniversitesi'nde (1948 -1956) ve Leipzig Üniversitesi’nde (1956 - 1965) ders verdi. Bourdon und Fauxbourdon (1950) adlı incelemeyi yazdı. 1951'den sonra, Dufay’in tüm yapıtlarının basımında çalıştı.



B E S T , fars. söze , tanrısal sığınak, tapı­ nak anlamına gelir. Ermişlerin türbeleri ya da cam iler gibi dokunulm az sayılan yer­ lere verilen ad Buraya sığınan suçlu, d o ­ kunulmazlık kazanabilm ek için ödeyece­ ği fidye konusunda pazarlık edebilirdi. 1906 ağustosunda, ulemanın başını çek­ tiği çarşı esnafıyla zanaat loncalarının da katıldığı on iki bin kişilik “ best" Muzaffe­ rinin Şah'ı bir anayasayı kabul etm ek zo­ runda bıraktı.



B e s s e l-H a g e n h a s ta lığ ı, kemik ve kıkırdaklarda hücre artımı ya da egzostozlarla belirgin hastalık Bunlar, uyluk, kaval, kol gibi uzun kemiklerin birleşme kıkırdaklarında, kimi zaman da leğende ve ellerde yer alır. Görünüşleri değişiktir. Bu hastalık çoğu zaman gözden kaçar ve yapılan bir radyolojik m uayene sırasında rastlantı olarak m eydana çıkar. (Eşanl. EGZOSTOZ HASTALIĞI. OSTEOJENİK HASTA­ LIK.)



B e s s e l-H a g e n y a s a s ı, kemik oluşu­ munu düzenleyen yasa. Buna göre, ke­ mik enlemesine büyümesi oranında bo­ yundan kaybeder. Egzostoz hastalığında durum böyledir ve hastalık cücelikle son bulabilir. Bu yasa tam doğru sayılamaz. E B E S S E M E R (sir Henry), İngiliz sanayi­ ci ve metalürji uzmanı (Charlton, Hertfordshire, 1813 - Londra 1898). Bir basım har­ fi döküm cüsünün oğlu. Genç yaşta m e­ kanik ve metalürji konularıyla ilgilendi. Bir­ çok buluşu vardır. Adını taşıyan ve mali­ yeti düşük olduğu için kullanımı yaygın olan çelik üretme yöntemi (1855) ile tanın­ dı. Kendi yöntemini uygulamak için Sheffie ld ’de büyük fabrikalar kurdu.



sir Henry Bessemer Rudolf Lehmann’ın yapıtı (ayrıntı) The Metals Society, Londra



B E S Ş İ -> NIİHAMA B E S T a. (fars. best). Esk. Düğüm.



B E S T (William Thomas), ıngiliz orgcu ve besteci (Carlisle 1826 - Liverpool 1897). The M odern School for the Organ (1853) ve The A rt o f O rgan Playlng (1870) adlı kitapları, orgla icraya yenilikler getirdi.



J



segâh dörtlüsü



bestehisar makamı



uşşak dörtlüsü



nişabur üçlüsü



çargâh dörtlüsü



buselik beşlisi



besteısfahan makamı



B E S T A M ya da B İS T A M , İran’da kent, G o rg a n ’ın G. -D.'sunda. Ünlü sufi Bayezit Bistam i'nin yurdu.



B E S S O S , Pers kralı Dara III zamanında, Baktria ve Sogd satrabı. G augam ela savaşı'ndan sonra Dara III ile birlikte kaçtı (İ.Ö. 331). Parth ülkesinde onu öldürdü (330) ve kendini kral ilan etti. İskender’in yaklaşması üzerine B aktria’dan S o g d ’a geçti; orada yakalanarak, M akedonyalI’



kürdi ya da uşşak dörtlüsü



B E S T (Charles Herbert), kanadalı fizyo­ ■ B E S T E IS F A H A N a. Müz. Türk müzi­ ğinde bir bileşik makam. Isfahan m aka­ log ve hekim (West Pembroke, Maine, mının, ırak (fa # ) perdesi üzerine taşınmış 1899 - Toronto 1978). 1921 ’de Bantlng segâh dörtlüsüyle sona eren biçimidir. ile birlikte insülini keşfetti. Daha sonra



B e s s e m e r ç e liğ i, Bessemer değiştir­ gecinde hazırlanmış çelik



B E S S O N B E Y , mısırlı amiral (Fransa 1782 - İskenderiye 1837). Ftochefort kur­ may heyetinde subay oldu (1815); ikinci kez iktidardan düşmesinden sonra Napo­ leon l’e, İngiliz ablukasından sıyrılabilmesi için, zengin bir arm atör olan kayınpede­ rinin üç gemisini teklif etti. N apoleon’un bu öneriyi kabul etmemesini gururuna ye­ diremedi ve Fransa'dan ayrıldı. 1821’de, amiral olarak Mehmet Ali Paşa’nın hizme­ tine girdi.



B E S T E H İS A R a. Müz. Türk müziğinde, XIX. y y .’dan önce kullanılmış bir bileşik makam. Günümüze, bestecisi bilinmeyen bir peşrevle bir sazsemaisinden başka ör­ neği ulaşmamıştır. Hisar makamının, ırak (fa f i ) perdesine taşınmış segâh dörtlü süyle sona eren biçim idir.



hüseyni beşlisi



araştırmaları, histamin, kolin, heparin üze­ rinde yoğunlaştı. Toronto Üniversitesi'nde profesörlük yaptı, Rockefeller vakfı'nın bi­ limsel yöneticiliğini yürüttü.



B E S S E T T E (Gerard), fransızca yazan kanadah yazar (Sainte-Anne-de-Sabrevois 1920). O u e b ec’te doğdu, Saskatchevvan’da, Pennsylvania'da daha sonra Ontarıo’da ders verdi. Edebiyata şiirle başladı, hiciv yanı ağır basan romanlar yazdı (la Bagarre, 1958; le Libraire, 1960), ardından yeni roman akımının et­ kisinde yapıtlar verdi (Tlncubation, 1965); le Cycle, (1972) adlı romanında özgün bir üsluba ulaştı.



B E S T E C İ a. Beste yapan, besteli yapıt­ lar yaratan kimse. (Eşanl. BESTEKÂR, KOMPOZİTÖR.)



hicaz dörtlüsü



B E S S E M E R a. Metalürj. Ham demiri basınçlı hava üfleyerek çeliğe dönüştür­ m ede kullanılan ve sir Henry Bessemer tarafından bulunan değiştirgeç.



B E S S E N Y E İ (György), macar şair (Bercel 1747 - Puszta-Kovâcsi 1811). Yaşa­ mının bir bölümünü Viyana’da, imparatoriçe Maria-Theresia’nın muhafız alayında geçirdi. Orada, aydınlanm a çağının fikir­ lerine ilgi duydu ve bunları en iyi biçim ­ de tanıtıp savundu. Felsefi nitelikteki şiir­ lerinde çoğunlukla başta Voltaire (Agıs tragediâja, 1772) ya da Destouches (A philosopus, 1777) olm ak üzere dönem i­ nin fransız yazarlarını örnek aldı. Le Voyage de Tarimene (fr. çev.) adlı yapıtı d ö ­ nemindeki düşünsel yaşamın aynası ni­ teliğindedir



— 4. "B ağlı, bağlanm ış” anlamlarında birleşik sıfatlar türetir: dil-beste (gönlü bağlanmış, âşık), can-beste (canını bağ­ lamış), pâbeste (ayağı bağlı) vb. — 5. Beste-dehan, dili bağlı', suskun. || Bestedem, nefesi tutulmuş. |j Beste-i dâm. tu ­ zağa düşmüş: "E yledi m ürg-i dll-i Nâili-i zâri heva/Beste-i dâm-ı şikene-i ham-i gısu-yı ta le b " (Naili Kadim, XVII. yy.). || Beste-leb, dudağı kapalı.



B E S T E a. (fars. beste). 1 .Müzik yapıtı. — 2 .Beste yapmak, bir müzik yapıtı yarat­ mak. — Müz. Dindışı klasik türk m üziğinde bü­ yük bir sözlü form , (Zencir, hafif, darbıfetih, muhammes, devrikebir gibi büyük usullerden biriyle ölçülen ve ço k uzun müzik cümleleriyle oluşturulan bestelerin dört dizeden ibaret sözleri, genellikle g a ­ zel ya da şarkı türündeki şiirlerden seçil­ miştir. Birinci, ikinci ve dördüncü dizele­ rin melodileri aynıdır. Önemli makam geçkilerinin yapıldığı üçüncü dize, “ m e ya n '’ adını alır. Her dizeden sonra terennüm * bölüm ü yinelenir.) || Beste-i kadim, bes■tecisi bilinm eyen üç m evleviayininin (dügâh, hüseyni, pençgâh) ortak adı. (XVII. yy.’da bestelendikleri sanılmaktadır.) || Bi­ rinci beste, bir klasik fasılda yer alan iki bestenin, daha büyük usullü olanı. (Ge­ nellikle zencir* usulüyle ölçülürler ve ikinci besteden önce seslendirilirler). || İkinci beste, bir klasik fasılda, birinci besteden sonra seslendirilen, daha küçük usullü beste. (En çok hafif*, m uham m es*, d evrikebir* usulleriyle ölçülmüşlerdir). |j N a k ış b e ste , g e n e llik le m eslevı devrirevanı* ya da düye k* gibi küçük usullerle ölçülen, birinci ve üçüncü dize­ lerinin yanı sıra ikinci ve dördüncü dize­ lerinin de özel melodisi olan beste. (Kimi zam an fasılda, ikinci bestenin yerim ala­ bilir.) B E S T E sıf. (fars. besten, bağlam ak’tan beste). Esk. 1. Bağlı, bağlanmış: “ Beste-i zincir-i zülfündür nesîm-i ter-m izâç" (Fu­ zuli, XVI. yy.). — 2. Kapalı. — 3. Donmuş.



B E S T E İR O (Julian), ıspanyol siyaset adamı (M adrid 1870 - C arm ona 1940). 1912’den başlayarak M adrid Üniversite­ si'nde felsefe profesörlüğü yaptı. İspan­ yol Sosyalist işçi partisi'nin yöneticileri ara­ sında yer aldı. 1917 devrim ci grevine ka­ tıldı, eylem in başarısızlığı üzerine öm ür boyu hapse mahkûm edildi; ancak daha sonra affa uğradı. II. Cum huriyet kuruldu­ ğu sırada (1931) C ortes’in başkanıydı; iç savaş boyunca M adrid savunm a konseyi’ni yönetti. 1939’da m illiyetçiler tarafın­ dan 30 yıl hapse m ahkûm edildi ve erte­ si yıl öldü. B E S T E K Â R a. (fars. beste v e -kar'd a n bestekar). BESTECİ’ nin e ş a n la m lısı. B E S T E K Â R A N çoğl. a. (fars. bestekar' ın çoğl. bestekaran). Esk. Besteciler, bes­ te yapanlar. B E S T E L E M E a. 1. Bestelemek eylemi. — 2. M üzik yapıtı yaratmayı konu edinen sanat. (Başlıcaları armoni, kontrapunto, füg, orkestralam a ve çalgılam a olan bir­ çok disiplinin bireşimidir.) [Eşanl. KOM PO­ ZİSYO N]



B E S T E L E M E K g f. 1. Bir m üzik p a r­ çası bestelemek, bir m üzik parçasını ya­ ratmak. — 2. Bir şiiri, sözü, m etni beste­ lemek, onu besteli durum a getirmek. ♦ bestelenm ek edilg. f. Bestelemek eylemine konu olmak. BESTELENM EK -



BESTELEM EK.



B E S T E L İ sıf. Her zaman aynı ezgiyle seslendirilen, notaya geçirilmiş müzik par­ çası için kullanılır: Besteli yapıtlar. B E S T E N İG Â R a. Müz. Türk müziğinde bir bileşik makam. Saba makamının, ırak (fajfr) perdesine aktarılmış segâh dörtlü­ süyle sona eren biçim idir. Durağı ırak, güçlüsü çargâh (do) perdeleridir. Kuram ­ sal olarak farksız olm akla birlikte, bestenigârdaki re £ , sabadakjnden biraz da-



segâh dörtlüsü



Beş kent birliği ha tiz olarak icra edilir.



BESTENİGÂR ZİYA BEY Hoca, türk besteci (İstanbul 1877 - ay. y. 1923). Da­ yısı Behlul Efendi’den (İsmail Dede Efend i'n in öğrencisi) ders aldı. Özellikle 1916'da, m em urluktan emekli olduktan sonra Şark musiki cem iyeti’ nde birçok öğrenci (Hafız Sami, Hafız Kemal, Münir Nurettin Selçuk, Selahattin Pınar vd.) ye­ tiştirdi, öğretm enliğiyle ünlendi. Bestenig âr makamına olan düşkünlüğü dolayı­ sıyla böyle adlandırıldı. Bestelediği şarkı­ lar arasında şunlar ünlüdür: B ir nigâha k a il o ld u m (ta h irb u se lik), G üzelsin, m eşreb-i erbab-ı aşka p e k muvafıksın (bestenigâr), D erd-i hicrinle bütün avare­ le r (ırak). BESTENİGÂRHİSAREK



a. Müz. Türk m üziğinde XVIII. yy.’dan önce kullanılmış bir makam. Günümüze ulaşabilmiş örneği yoktur.



BESTENİGÂRIATİK a. (eski besteni­ gâr). Müz. Türk müziğinde, XVIII. yy.’dan önce kullanılmış bir bileşik makam. G ü­ nümüze ulaşabilmiş örneği yoksa da, d u ­ rağının çargâh (do) perdesi olduğu bilin­ m ektedir. BESTENİGÂRIKADİM



a (eski beste­ nigâr). Müz. Türk m üziğinde, XVIII. yy.'d a n önce kullanılmış bir bileşik ma­ kam. Günüm üze ulaşabilmiş örneği yok­ sa da durağının segâh perdesi olduğu bi­ linmektedir.



BESTESİZ sıf. 1.



Bestelenmemiş. — 2. Her seslendirilişinde ezgisi değişen m ü­ zik parçası için kullanılır: ilkel toplumların dinsel törenlerinde söylenen ilahiler, g e ­ nellikle bestesizdir.



BESTİA -> CALPURNİUS BESTİA BESTİARİUS a. (lat. söze.). R om a’da venationes’ler sırasında vahşi hayvanlarla dövüşen gladyatör. — ANSİKL Bestiariuslar idam m ahkûm la­ rı, köleler, hevesliler arasından seçilirdi, idam m ahkûm ları silahsız ya da kargıy­ la, öbürleriyse at sırtında ya da yaya ola­ rak çeşitli hayvanlarla dövüşürlerdi. Kimi zam an savunma zırhı giym eden,kim i za­ man m iğfer ve kalkan taşıyan bu bestia­ riuslar, silah olarak bıçak, mızrak, kargı kullanırlardı. Bunlar, yapay ormanlar bi­ çim inde düzenlenen am fitiyatrolarda ya­ pılan görkem li, yırtıcı hayvan avı gösteri­ lerine de katılırlardı.



BESTİARİUM a. (lat. söze.) 1 .Özellikle Ortaçağ da (A vrupa’da), hayvan ikonog­ rafisinin tüm ü ya d a hayvan betimleri kü­ mesi. — 2. O rtaçağ’da, ahlaksal ya da dinsel bir anlamı simgeleyen gerçek ya da düşsel hayvanların yer aldığı kitap — ANSİKL. Güz. sant. Ö rtaçağ’da birer sim ge olarak kullanılan hayvanlar önem ­ li yer tutm uş ve canlılar bilimi işlevi g ö r­ m üştür. II. y y .'d a İskenderiye’de yazılan, V. y y .’da latinceye çevrilen bir derlem e­ de, Physiologus'öe hayvanlar dünyası in­ san tutkularının gülünç yanlarını yansıtan bir ayna olarak düşünülüyordu. Daha çok Mezam ir niteliğinde olan bu yapıt, taçkapı ve sütun başlıklarını süsleyen heykel­ ciklere vitray ressamlarına ve tezhipçilere esin kaynağı oldu. O rtaçağ’da bestiariumu kötülükten uzak hayvanları (güver­ cin, kuzu, geyik), saflığını yitirmiş hayvan­ lardan (teke, yılan, yarasa) ayırır, böyle­ ce tanrısal bestiarium ile iblis’in bestiarium unu karşıtlaştırır. Her iki kategoride de düşsel hayvanlar vardır: ankakuşu, tek boynuz, caladre birinci kategoride; enge­ rek yılanı, ejder ve khim aira ise ikinci ka­ tegoride yer alır. Resimlenmiş bestiarium 'la rd a h a çok ingiliz-norman atölyele­ rinde hazırlandı.New York’taki Morgan kitaplığı'nda bulunan bestiarium (XII. yy.) bunlardan biridir. Bestlmmung das Menschen (Die) (insa n ın yazgısı), F ic h te ’nin yapıtı. 1800’de yayımlandı. Yazara göre duyum, duyum sayan varlığın bir değişimidir. Bu



değişimlerin, acaba bizim dışımızda bir il­ kesi varmı dır? N edensellik ilkesinin an­ cak salt öznel bir gerçekliği olduğunu söyleyebiliriz ve düşünerek çıkarsanabilen dış dünyanın gerçekliği de ancak öz­ nel olabilir. Ne var ki, insan yalnızca d ü ­ şüncede yaşamaz, eylemde de yaşar; im­ di, insan, eylem inin etkileyeceği bir dış dünya bulmasaydı, bu eylem, yararsız ve saçma bir çaba olmaktan öteye gidemez­ di.



BEST-SELLER I-st la v | a. (ing. best, en iyi ve seller, satıcı, satan'dan best -seller). Satışı çok yüksek olan kitap. BESTUJEV



(Aleksandr Aleksandroviç), rus yazar (Marli, Peterhof yakınında, 1797 - Adler 1837). Dekabrist ayaklanmasına katıldığı için, er olarak Kafkasya’ya gön ­ derildi. M arlinskl imzasıyla ço k tutulan serüven romanları yazdı. — Erkek kar­ deşleri NİKOLAY ALEKSANDROVİÇ (Petersburg 1791 -Selenginsk, irkutskili, 1855) ile MİHAİL ALEKSANDROVİÇ (Petersburg 1800 Moskova 1871) de dekabrist ayak­ lanmasına katıldılar.



BESTUJEV - RYUMİN (Aleksey Petroviç, ko nt—), rus devlet adamı (M osko­ va 1693 - Petersburg 1766). Büyük Pet­ ro I tarafından görevlendirilerek 1713’ten 1717’ye kadar, Hannover Seçicisi ve ge­ leceğin İngiltere kralı G eorge l'e hizmet etti; çeşitli diplom atik görevlerde bulun­ duktan sonra, Biron tarafından Petersb u rg ’a çağrıldı (1740). Biron’un iktidar­ dan düşmesi üzerine sürgün edildi, Yelizaveta Petrovna’nın tahta çıkışı üzerine affedildi ve ülkesine döndü; 1742’de kont oldu ve 1744'fe başşansölyeliğe getirildi. Bu sıfatla, 1758'e kadar Rusya'nın dış si­ yasetini yönetti. Avusturya (1746) ve İn­ giltere ile (1755) ittifak yapılmasını sağla­ dı. Ancak, İngiltere’nin Prusya ile ittifak kurması üzerine, Yedi yıl savaşı’nın baş­ larında (1756-1763) Fransa’ya yaklaşmak zorunda kaldı. Geleceğin kraliçesi Yeka­ terina ile birlikte bir kom ploya karışmak­ la suçlandı ve sürgün cezasına çarptırıl­ dı (1758). Yekaterina ll’nin tahta çıkması üzerine (1762) unvanları geri verildi ve feldm areşalliğe atandı. BESTUJEV-RYUMİN (Mihail Pavloviç), rus devrim ci (1803 - Petersburg 1826). Aleksey Petroviç Bestujev-Ryumin’ in torununun oğludur. 18 2 3 ’te G üney d e rn e ğ i'ne üye oldu; dekabrist ayaklan­ ması sırasında (aralık 1825), S.i. Muravyev Apostol ile birlikte Ç ernigov alayının başkaldırısını yönetti ve idam edildi. BESTUJEV-RYUMİN (Konstantin Nikolayeviç), rus siyaset yazarı ve tarihçi (Kudriyaşki, N ijni-Novgorod, 1829 - Pe­ tersburg 1897).Petersburg Üniversitesi’n ­ de Rusya tarihi profesörü (1865-1882) ve Bilimler akademisi üyesiydi (1890); ay­ nı kentte kadınlar için bir yükseköğrenim enstitüsü kurdu ve yönetti (1878-1882). iki ciltlik Ruskaya istoriya'sı (1872; 1885). Rusya tarihinin geçmişini, ivan IV'ün sal­ tanatının sonuna kadar eksiksiz bir biçim ­ de inceleyen eleştirel bir çalışmadır. BEŞ as.



say. sıf. 1. Dört artı bir: Elin beş parmağı. — 2. (Addan sonra) "b e ş in c i” anlamında numaralama, sıralama belirtir: Cilt beş. Sayfa beş. — 3. Beş aşağı beş yukarı, belirtilenden biraz eksik ya da bi­ raz fazla, yaklaşık olarak: Evin fiyatında beş aşağı beş yukarı anlaştılar. || Beş beş dökmek, sessizce ağlamak. |j Beş beş p a ­ ra mı saydı?, bir kimsenin bir şeyi para ödem eden elde ettiğini vurgulam ak için söylenir. || Beş beter, daha kötü, çok kö­ tü: Oğlu, babasından beş beterdi, bütün gün sarhoş dolaşırdı. |j Beş duyu, görme, işitme, tatma, dokum a, koklam a duyula­ rı. |j Beş kardeş, “ to k a t” yerine kullanı­ lan şaka sözü: Beş kardeşi yem ek. || Beş on, biraz, az sayıda: Bir kenara beş on kuruş koy, ileride gerekir. || Beş para et­ mez, değersiz: Söyledikleri beş para et­ mez şeyler. jjBeş paralık, değeri olmayan,



aşağılık: Saygınlığını yitirdi, beş paralık ol­ du, jj Birini beş, on paralık etmek,onun eksiklerini, kusurlarını yüzüne vurup söz ya da davranışla aşağılamak. || Beş paralık olmak, aşağılanmak, eksikleri, kusurları ortaya dökülm ek. || Beş parasız, yoksul, parasız |j Beş yıldızlı otel, tüm nitelikleri açısından en üst düzeyde olan lüks otel. — ikt. Beş yıllık kalkınm a planı, gelişm ek­ te olan ülkelerde, çoğu kez beşer yıllık d ö ­ nemler için, ülkenin ekonom ik kaynakla­ rını en iyi biçimde değerlendirerek, am aç­ lanan kalkınma hedeflerine ulaşılabilme­ sini sağlam ak üzere devletçe hazırlanan program . (Bk. ansikl. böl.) — isi. Beş vakit nam az — n a m a z . B — Müz. Beş zam anlı ölçü, duraksız beş eşit zamanlı gerçek aksak ölçü ya da 3 + 2, 2 + 3 biçim lerinde bölüm lenebilen ölçü. (Üstteki 5 rakam ıyla ve altındaki za­ man birimini belirten rakam la gösterilir.)



j



r



ıf p



— Sü sle m . sant. Beş kollu yıldız — — U lu sla ra r.



huk.



A v u s tu ry a ,



y ild iz . P ru sy a ,



Fransa, Büyük Britanya ve Rusya tarafın­ dan kurulan ve 1815-1860 arasında A v­ rupa siyasetine egem en olan birlik. (1871’de Prusya’nın yerini Alm anya aldı, Italyan birliği’nin kurulmasından sonra ise beş büyükler, altı büyüklere dönüştü. Da­ ha sonra bu terimin yerini "bü yü k güçler” terim i aldı.) ♦ a. 5 rakamı, sayısı (yerine göre, ayın günlerini, saati, oda, ev numarasını, yüzdeyi vb. belirtir): Dörtle beş arasında gel. M üşterileri beşe yerleştir. Yüzde beş in ­ dirim yapmak. — ANSİKL. İkt. Türkiye’de uygulanan ilk plan, 1933-37 dönemini kapsayan “ Beş yıllık sanayi planı” dır. Bundan sonra, biri 1938’de "ikinci sanayi planı", öteki 1947'de “ Beş yıllık Türkiye iktisadi kalkın­ ma planı" başlıkları altında iki plan daha hazırlanmış fakat uygulanamamıştır. Kal­ kınma planlarının düzenli bir biçim de ha­ zırlanıp uygulanm aya konması, ancak 1961 Anayasası'nın (Md. 41), devleti planlama yapm akla yükümlü tutmasıyla başlamış, bu işin yürütülmesi için de 1960’ta kurulan Devlet planlama teşkilatı (DPT) görevlendirilm iştir. DPT’nin hazırla­ yıp uygulamaya koyduğu ilk plan 196367 dönem ini kapsayan I. Beş yıllık kalkın­ ma planı’dır (I. BYKP). Bu planı, 1968-72 dönemi için II. BYKP, 1973-77 dönemi için III. BYKP, 1979-83 dönemi için IV. BYKP, 1985-89 dönem i için V. BYKP ve 1990-94 dönemi için VI. BYKP izlemiştir. (-» P l a n l a m a )



Beş damla, Ulvi Cemal Erkin'in beş bö­ lümlü piyano yapıtı (1931). Bestecinin en sık seslendirilen yapıtlarındandır. 1950'de Erkin tarafından bir dans süiti olarak orkestralandıysa da bu versiyon hiç seslen­ dirilmedi. Beş deniz sistemi, Rusya’da ulaşı­ ma elverişli su yolları bütünü. Onega g ö ­ lünü, Beyaz deniz kanalını, SenPetersburg-Vitegra yolunu, Volga-Baltık kanalını, orta ve aşağı V olga’yı, VolgaDon kanalını, Don’un ulaşıma elverişli bö­ lümünü ve yukarı Volga’da Moskova ka­ nalını içerir. Böylece, Baltık, Beyaz d e ­ niz, Hazar denizi, Azak denizi ve Kara­ deniz’i birbirine bağlar. Yılda ortalama 6 ay ulaşıma elverişli olan bu su yollarına su altı derinliği 3,5 m ’ye kadar olan gem i­ ler girebilir. Bu yolları kesen yirmi kadar baraj, elektrik sağlar, akarsuların'debile­ rini düzenler ve tarım topraklarını besler. BEŞ HECECİLER - HECECİLER. Beş kent birliği (B orough'lar),



IX. yy. 'da İngiltere’deki beş önemli Danimar­ ka kolonisi olan Lincoln, Derby, Stamford, Nottingham ve Leicester'ın oluşturdukları konfederasyon.



1571



J- it beş zamanlı ölçü



p



Beş Liman ------------------------------------------15 7 2



B E Ş L İM A N , D o y e r, Sandwich, Romney, Hythe ve Hastings limanlarının Henry II dönem inde kurduğu konfederas­ yon. Daha sonra Rye ve W inchelsea gibi birçok kent konfederasyonuna katıldı. K onfederasyonunun görevi, Doğu Manş denizi'nde ve D ove r boğazında deniz polisi görevlerinin yerine getirilmesini sağ­ lamaktı. B e ş ş e h ir , A hm et Hamdi Tanpınar’ın Ankara, Erzurum, Konya, Bursa, İstan­ bul'u konu edinen denem eler kitabı (1946). Yazar, bu şehirlerle ilgili kişisel gözlem lerini ve anılarını anlatırken doğal güzelliklerini, türk-islam uygarlığı içinde­ ki yerlerini ve değerlerini belirtir; bu uy­ garlığa bağlı mimarlık, şiir ve musikiye de­ ğinir. Kitabın önsözünde, kendisinin “ batı" uygarlığı yanlısı olduğunu bildiren yazar, "kişiliğimizi kaybetmemek için geç­ mişimizle de anlaşmaya, ona sahip çık­ m aya m e cbu ru z" der. Yazarın eskiye duyd u ğ u bu ilgi, eskiye dönm e isteğin­ den değil, geçm işimizi tanırsak bug ü n ü ­ müzün ve yarınımızın daha sağlıklı olaca­ ğına inanm asından kaynaklanır. B a ş a ç ıla n , Kars yöresinde oynanan bir halk oyunu. Bir tür silahlı gösteri niteliğin­ dedir. Askerlik çağına gelmiş delikanlılar tarafından, davul zurna eşliğinde oynanır. B E Ş Â M a (ar. beşam). Esk. Dalları mis­ vak yapmakta kullanılan ve Mekke dolay­ larında yetişen, güzel kokulu ağaç; bal­ sam ^ ğ a c ı. B E Ş A M E L a. (sosu bulduğu sanılan BĞchameit m arkisinin adından fr. söze.). Süt katılan m eyanenin m uhallebi kıvamı­ na gelinceye dek pişirilmesiyle elde edi­ len beyaz sos. B E Ş A R , e s k C o lo m b-B e ch a r, C e zayir B ü yü k S a hra sı’n d a kent, il y ö n e tim m e r­ kezi; 105 907 nüf. (1987); U laşım kavşak ye ri (havalim anı, d e m iry o lu ). — Beşar ili,3 06 0 0 0 k m 2; 185 3 4 6 nüf. (1987). , Batı S a h ra n ın b ir b ö lü m ü n e yayılır. B E Ş A R E T a. (ar. beşaret). Esk. 1 . Müj­ de, iyi haber, muştu: "... bulutların altına gizlenmiş sabah beşareti, b ir ağartı var gi­ bi. (H. R. Gürpınar). — 2. Pek çirkin ve bi­ çimsiz, garip kadın kıyafeti. — 3. Beşaret -âver, muştucu, haberci. |j Beşaret-resan, iyi haber ulaştıran. B E Ş A R E T L İ sıf. (ar. b eşaret’ten). Esk. Müjdeci, uğurlu, muştulu. B E Ş A R E T N A M E a (ar. beşaret ve fars. nam e'den beşaret-name). Esk. Müjde kâ­ ğıdı.



düzgün dışbükey [ABCDE] ve yıldız [ACEBD] beşgenler [beşgenlerin yapımı, (1) ve (2) çemberleri art arda çizilmelidir]



B a ş a r e tn a m a , Refii*’nin hurufiliği yay­ m ak v e halka tanıtm ak am acıyla yazdığı kitap ÇJ409). 985 beyitlik yapıt, Fazlullahı H urufi'nin bu konu üzerine yazdığı kitap­ ların bir özeti görünüm ündedir. Hurufi Bektaşi edebiyatlarının tem el kitaplarından biri sayılır. Halkın anlayabileceği sade b 'r dil kullanılmıştır, B E Ş Â Ş E T a. (ar. beşâşet). Esk. Güler-



yüzlülük, gülümseme: "B u b ir m erm erdi: câ m id b ir beşâşet vech-i sâfın d a " (Tevfik Fikret).



tapları beşerli diziler halinde yerleştirin. — Bot. Beşer beşer dizilmiş yapraklar için kullanılır.



B E Ş Â Ş E T L İ sıf. (ar. beşâşet'ten). Esk. Güleryüzlü.



B E Ş E V L E R , Bursa'nın merkez ilçesi­ ne bağlı köyken, kentin büyümesi sonu­ cunda anakent bünyesine girdi( 1990).



B E Ş A T L I, H a k k â ri'n in Y ü k s e k o v a ilç e ­ si, m e rk e z b u c a ğ ın a b a ğ lı köy; 1 739 nüf. (1990). B E Ş A T O M L U sıf. Fizs. kim. Beş atom ­ dan oluşan bir m olekül için kullanılır. B e ş a y a k , Adıyam an ve çevresinde oy­ nanan, halay türü bir halk oyunu. H allaç­ ların çalışmasını ve onları izleyen kızların hareketlerini simgeler. B E Ş B A L IK -



BİŞBALIK.



B E Ş B IY IK a. Muşmulanın iri m eyvesi­ ne verilen ad. B E Ş B İN L İK a. Beş bin lira değerindeki kâğıt para. B E Ş B Ö L M E L İ sıf. Biyol. Işınsal ve ba­ kışımlı beş parçadan oluşan (her çevrem ya da birim birbirine benzer 5 ya da 5„ parçalıdır) çiçek, denizyıldızı ya da daha başka bir organ yahut organizma için kul­ lanılır. B E Ş D E Ğ E R L İ sıf. Fizs. kim. Değerliği beş olan bir m adde için kullanılır. B E Ş E a. (fars. beşe). Zool. Esk. Atmaca. B E Ş E K L E M L İ sıf. Böcbil. Bütün ta v u s ­ larında beş eklem bulunan kınkanatlılar için kullanılır. B E Ş E L a. (fars. beşel). Esk. Sarılma, ya­ pışma, kucaklaşma. B E Ş E R a. (ar. beşer). 1. insan, insanoğ­ lu: "Beşerin bazen p e k müstesna g üzel­ lerine tutu lu rm u ş" (H. R. Gürpınar). — 2. B eşer şaşar, insanın her zam an ya­ nılabileceğim vurgulam ak için söylenir. B E Ş E R ülş. say. sıf. 1. Üleştirmede, beş sayısıyla belirlenen çokluktaki şey için kul­ lanılır: H e r birinize beşer kalem verece­ ğim . — 2. Beşer beşer, beşer birim lik öbekler halinde: Beşer beşer bağlamak. B E Ş E R (Nuri), türk sendikacı (Erzincan, 1919). Sanat okulunu bitirdikten sonra as­ keri fabrikalarda ve deniz yollarında ça­ lışmaya başladı. 1951'd e İstanbul liman ve dokları gemi sanayii işçileri sendikası’ na girdi ve 1954'te, sendikanın genel sek­ reterliğine, Deniz-iş federasyonu yürütme kuruluna, İstanbul işçi sendikaları birliği başkanlığına getirildi. Aynı yıl, Türk -iş’e genel başkan oldu. 27 mayıs 1960’ tan sonra Türk-iş genel başkanlığından düşürüldü. AP’ye girdi, Zonguldak millet­ vekili seçildi (1961). Bir konuşmasında or­ duya hakaretten suç unsuru bulunarak mahkûm edildi (1962). Siyaseti ve sendi­ kacılığı bıraktı. B E Ş E R E a. (ar. beşere). Biyol. Esk. Üstderi; insan derisinin dışta bulunan katma­ nı. B E Ş E R İ sıf. (ar. beşer, ve -/'den beşe­ ri). Esk. 1. insana özgü, insanla ilgili. Be­ şeri zaaflar. Beşeri coğrafya. — 2. Beşeri ilimler, sosyal bilimler. B E Ş E R İ C O Ğ R A F Y A a. Genel coğraf­ yanın, insanoğlunun yeryüzündeki yayı­ lımını ve dağılımını inceleyen bölümü. (Eşanl. İNSAN COĞRAFYASI.) B E Ş E R İY A T ,-tı a. (ar. beşer: y y e tin çoğl. beşeriyyat). ANTROPOLOJİ’nin eski eşanlamlısı. B E Ş E R İY A T Ç I a. ANTROPOLOG'un es­ ki eşanlamlısı. B E Ş E R İY E a (ar. beşeriyye). İsi. Ehli sünnet cem aatinden ayrılan mutezile m ezhebine bağlı bir fırka. B E Ş E R İY E T , -ti a (ar. b eşer ve -ly y e f’te n beşeriyyet). Tüm insanlar; in sa­ n a özgü nitelikler. (İNSANLIK'ın e ş a n la m ­ lısı.) E E Ş E R L İ sıf. Beşer beşer sıralanmış: Ki­



33



B E Ş G E N a. (türk. beş ve yun. gonia, açı’dan beşgen). Geom. Beş açılı ve do­ layısıyla beş kenarlı çokgen. || D üzgün dışbükey beşgen, kenarlarının uzunluğu R /-------------- r -•V 1 0 -2 V 5



2 olan düzgün beşgen; b urada R dış çem ­ berin yarıçapıdır. (İç alanı 5R2



/------------- -V I 0 + 2 V 5 dir.) ]| Düzgün yıldız



8 beşgen, kenarların uzunluğu R



/ ------------- 7



- ■ Y ) 0 + 2



VI



2 olan düzgün beşgen; burada R dış çem ­ berin yarıçapıdır. —Ağ. yet. ve Bahç. Beşgen dikim, beş­ gen biçim inde yapılmış olan dikim. (Belir­ li bir alan ve belirli bir fidan sayısı için bu dikim biçimi, d iğer dikim biçim lerinden daha fazla gövde hacm inin elde edilm e­ sini sağlar; ayrıca üç yönde toprak işle­ mesine de olanak verir.) ♦ sıf. Tabanı beş kenarlı ve beş açılı bir çokgen olan geometrik şekiller için kul­ lanılır: Beşgen prizma. B E Ş H E C E L İ a. Ed. Beşheceli dize. — ANSİKL. 3-2, 2-3, biçim inde duraklı ya da duraksızdır. Şiir, atasözü, deyim, bil­ mece, tekerlem e gibi türlerde yaygın ola­ rak kullanılmıştır: Bura Y e m e n 'd ir/ Gülü çem endir / Giden gelm iyor / A ce p neden­ dir (şiir); Havada bulut / Sen onu unut (de­ yim); Hanım iç e rd e /S a ç ı dışarda (bilm e­ ce) vb. B E Ş İB İR Y E R D E y a d a B E Ş İB İR L İK a A nadolu’ nun kimi yörelerinde, özellik­ le kırsal kesimde kadınların süs olarak kul­ landıkları beş altından oluşan takı. (Bk. ansikl. böl). — ANSİKL. Beşibiryerdeler, her biri 7,20 g ’lık 22 ayar altın paradan oluşur. Bun­ lara Reşat beşibiryerde, Hamit beşibiryer­ de, C um huriyet beşibiryerde gibi adlar verilir. Beşibiryerdelerin kalın ya da ince­ leri, daha küçük olan ve “ ikibuçukluk” denilen türleri vardır. Bu altınların d eğe­ ri, eskiliklerine ya da günlük borsa sap­ tam alarına göre belirlenir. B E Ş İG E T E P E



- BEŞİKTEPE.



B E Ş İK a. 1. Süt çocuklarını sallamaya yarayan küçük karyola. (Bk. ansikl. böl.) — 2. Bir şeyin çıktığı, d o ğ u p geliştiği yer: A nadolu, çeşitli uygarlıkların beşiğidir. — 3. (Bir kimsenin) beşiğini sallamak, onu çok küçükten tanımak, büyütm ek ya da büyüm esinde emeği geçm ek. || Beşik sa­ lıncak, genellikle bayram yerlerinde ku­ rulan bir tür salıncak. — Din ve Esk. eğit. Beşik uleması, ulema­ nın, hiç m edrese öğrenimi görm eyen ço ­ cuklarına verilen san. (XVIII. y y.’dan baş­ layarak, ulema çocuklarına saygı gereği, doğar doğm az "rü u s ” verilmeye başlan­ dı. Bunlara beşik uleması, mehâdim [oğullar], ulemayı tarik [yol uleması] gibi adlar verildi. Bu yol g iderek kötüye kulla­ nıldı. ilmiye [din işleriyle uğraşan hocalar] sınıfı ikiye ayrıldı: gerçek m edrese öğre­ nimliler ve hiç m edrese görm eden m ü­ derrislik aşaması elde edenler. Bu sonun­ cuların tek özelliği, b aba ya da dedeleri­ nin ilmiye ileri gelenlerinden olmalarıydı.) —Folk. Beşik kertme, ayrı aileden iki ço ­ cuğu henüz beşikteyken nişanlama.ya da sözlü sayma; bunun belirtisi olarak beşik­ lere kertik atma, işaret koyma. (Bk. ansikl. böl.) — Kur. tar. Beşik alayı, padişahların ço ­ cuğu old u ğ un d a valide sultanın ve sad-



Beşiktaş muhafızı razamırı hazırladığı beşiklerin saraya g ö ­ türülmesi sırasında yapılan tören. ( -> DO­ ĞUM.) — Mak. san. Beşik yatak, taşıdığı parça­ nın dönm esini sağlam ak için iki kovan çevresinde salınım yapan ya da parçayı, genellikle ayarlanabilir üç noktayla kesin ve kopya edilebilir konum da salınım yap­ m adan tutan, çerçeve biçim inde çatı. — Mim. Beşik çatı, birbirini m ahyada ke­ sen iki karşıt sağrıdan oluşan çatı; öteki iki yan yüzey kalkan duvarlarını oluşturur. || Beşik kem er -* KEMER || Beşik lento, yüklere dayanımını artırmak için, üst ya­ tağı iki eğik yüzey oluşturacak biçim de yapılan lento. || Beşik tonoz -* TONOZ. || Çift beşik çatı, birbirini kesen iki beşik ör­ tüden ve dört kalkan duvarından oluşan çan kulesi çatısı. —ANSİKL. A z ço k biçim farklılıklarıyla dünyanın hemen her yerinde kullanılan beşik, daha çok abanoz, ceviz, servi, ka­ yın vb. ağaçlardan yapılır. XV. y y .’dan sonra altın, gümüş, demir, bronz vb. m a­ denlerden yapılmış olanlara da rastlanmaktadır. Genellikle sallanmayı sağlayan iki kasnak, kasnakları birbirine bağlayan bir kol ve tekne biçimli bir yataktan olu­ şur. Kasnakların yerini kimi beşiklerde, yarım ay biçimli ayaklar almıştır, iki dik­ meye asılı, küçük karyola biçim inde olan­ ları da vardır. T ürkler’de beşiğin ço k eski dönem ler­ den beri kullanıldığı bilinmektedir. Orta A sya'da yapılan kazılarda, İ S. I. y y.’a tarihlenen bir hun göm ütünden çıkan bu­ luntular arasında beşik de vardır. Bu be­ şik, günüm üzde Kazak ve Kırgızlar’ın kul­ landığı ağaç beşiklere benzer. Başkurtlar’ın da kayından oyulmuş, tekne biçimi beşikler kullandıkları bilinmektedir. Beşik­ lerin biçim inde görülen farklılıklar, yaşa- I ma biçim iyle yakından ilgilidir. Göçebe topluluklarda, çocuk genellikle sırtta taşın­ dığından beşik pek kullanılmaz. Seyrek olarak ağaçtan yapılmış, hafif ve basit be­ şiklere rastlanır. Ege bölgesinde kullanı­ lan beşikler, yanları dışa doğru eğimli bir kasa biçim indedir. Baş ve ayak uçlarına birer kasnak geçirilmiş, bu kasnaklar bir kolla birbirine bağlanmıştır. Beşik, bu kol­ dan tutularak sallanır. Doğu ve Orta Ana­ d olu ’da, özellikle kırsal kesimde beşikte­ ki yatağın yerini yün ya da kenevirden örülmüş bir ağ almıştır. Çocuk bunun üze­ rine konan şilte üzerine yatırılır. Gerekti­ ğinde bu ağ, beşikten çözülerek çocuğu sırtta taşımak için kullanılır. Beşiklerin üstüne, çocuğun ışıktan et­ kilenmesini önlem ek amacıyla kilim, işle­ meli örtü, yazma vb. örtülür. Bu türden ör­ tülerin çok değerli olanları vardır. Beşiğin koluna, çocuğun dikkatini çekecek süs­ ler ve oyuncaklar, kimi zaman da beşiği uzaktan sallayabilmek için uzunca bir ku­ şak ya da ip bağlanır. OsmanlIlar döneminde, özellikle saray­ da kullanılan beşikler arasında altın ya da güm üş kaplama olanlar, ağaçtan yapılıp üzeri değerli taşlar ya da sedef, bağa, fil­ dişi kakm alarla bezenenler, ince bir oy­ ma tekniğiyle süslenmiş olanlar vardır. Bunlardan en ünlüsü, günüm üzde Topkapı sarayı m üzesi'nde sergilenen A ltın ' beşik’tir. Halk arasında ise daha çok ağaçtan yapılmış, üzeri aynalar ve renkli bezem elerle süslenmiş olanlar kullanıl­ maktadır. Bu tür beşiklerin en güzel ör­ nekleri yakın zamana değin Edirne’de ya­ pılıyordu. — Folk. A nadolu'da, özellikle geleneksel yaşam sürdüren kesim lerde yaygın bir gelenek olan beşik kertme, iki aile arasın­ daki bağların ve dostluğun pekiştirilme­ sini amaçlar. Çocukların, özellikle de kı­ zın iki yaşını geçm em iş olmasına dikkat .edilir. Aileler, aralarında anlaşıp beşik kertm eye karar verdiklerinde, bir tören düzenlenir. Kimi yörelerde imamın da ka­ tıldığı törende dualar edilir, iyi dileklerde bulunulur, şerbetler içilir. Özel günlerde, karşılıklı olarak çocuklara armağanlar ve­ rilir, ilişkinin pekiştirilmesine çalışılır. Ko­



şullar olumsuz yönde gelişirse, beşik kert­ me bozulabilir. Bu durum kimi zaman ola­ ğan sayılır, aileler arasındaki ilişkiyi etki­ lemez; kimi zaman d a düşm anlığa varan sürtüşmelere neden olabilir.



BEŞİKÇİ a.



Beşik yapan ve / ya d a sa­



tan kimse.



BEŞİKDÜZÜ, Doğu Karadeniz'de Trabzon iline bağlı ilçe; 28 794 nüf. (1990); 29 köy. Merkezi Trabzon’un 40 km. K.-B.'sında Beşikdüzü, 14 047 nüf. (1990). BEŞİKE, Biga yarımadasının B. kıyısın­ da, Bozcaada karşısında, Kumburnu’nun K. ve G.'indeki iki girintinin adı. K.'dekine Küçük Beşike, G.'dekine Bü­ yük Beşike denir. BEŞİKKUŞU



a. Avustralya ve Yeni Gi­ ne orm anlarında yaşayan ötücü kuş. (Er­ kekler, çiftleşmeden önce, çiçeklerle, bö­ cek elitralarıyla bezedikleri ya da renkli özsularla ya da odun kömürüyle boyadık­ ları, beşiğe benzetilen yapılar oluşturur­ lar. Erkekler, ne yavruların büyütülmesiyle ne de yavruyla ilgilenerek bu yaptıkları süslerin yakınında cakalı cakalı dolaşırlar. [ Beşikkuşugiller familyası.)



BEŞİKKUŞUGİLLER a. Avustralya ve Yeni Gine ormanlarında yaşayan, orta iri­ likte (uzunluğu 20-36 cm), erkeği genel­ likle parlak renklü tüylü ötücükuş fam ilya­ sı. (Familyada 15 tür vardır. Üyeleri m ey­ ve ve böcekle beslenir. Erkeklerin çiftleş­ me öncesi kur yapm a dönem i sırasında, çiçekler ve böcek elitralarından yararla­ narak yaptıkları karmaşık yapılardan ötü­ rü bu kuşlara "b e şikku şu " adı verilm iş­ tir. Bil. Ptilonorhynchidae.) BEŞİKTAŞ, Marmara bölgesinde, İs­ tanbul iline bağlı ilçe; 192 210 nüf. (1990); 1’ 1 km2. D olm abahçe’den Emirg ân ’a değin uzanır, Ortaköy, Arnavutköy, Bebek, Levent ve Etiler’i kapsar. Tarih­ te bilinen ilk adı lasonion’d u r. Daha son­ ra Sergion, Daphne, Diplokionion gibi ad­ larla anıldı. Barbaros Hayrettin Paşa’nın, gemilerini bağlam ak için kıyıya diktirdiği beş taştan ötürü buraya önce Beştaş den­ diği, daha sonra bu adın Beşiktaş’a d ö ­ nüştüğü söylenir. Kentin Türkler tarafın­ dan fethi sırasında küçük bir köy görünümündeyken, Osmanlı döneminde yapılan tekkeler, saraylar, yalılar, konaklar, cami­ ler, m ektepler ve ham am larla zengileşti, gelişti. Özellikle Lale devri’nde altın çağını yaşadı. Mahm ut ll ’den başlayarak osmanlı padişahlarının ve yakınlarının bura­ da oturmasıyla yeni saraylar, köşkler ya­ pıldı. Yıldız sarayı, Dolmabahçe sarayı, Ih­ lam ur kasrı, Feriye sarayları bu dönem ­ dendir. C um huriyet’ten sonra Barbaros türbesi’nin yakınındaki yapılar yıktırılarak Barbaros anıtı dikildi (1944). Eski osmanlı evlerinin yerini, çok katlı apartmanların al­ ması ve giderek iş ve ticaret merkezi ol­ masıyla görünümü değişti. Saraylar dışın­ da, burada bulunan önemli yapılar ara­ sında Sinanpaşa camisi, Kılıçalipaşa ca ­ misi, H amidiye camisi, Barbaros camisi ve O rhaniye camisi anılabilir. — Tar. Bizans dönem inde adı iasonion’ du. Sonra sırasıyla Sergion, Daphne, Dip­ lokionion, G unella adlarını aldı. Beşiktaş adının, Barbaros’un gemileri bağlam ak için kıyıya diktirdiği beş taş direkten ya da beşiği andıran Diplokionion sütunundan kaynaklandığı sanılır. Semte, önceleri Beşiktaşı denilirken daha sonra Beşiktaş ola­ rak anılmaya başlandı. İstanbul alındığın­ da Beşiktaş küçük bir köydü. Kanuni Sul­ tan Süleym an’ın süt kardeşi Trabzonlu Şeyh Yahya E fendi’nin Ç ırağan sarayı karşısında yaptırdığı tekke, ardından kaptanıderya Barbaros Hayrettin Paşa'nın bugünkü Deniz m üzesi’nin bahçesine yaptırdığı yalı semtin öneminin artmasına neden oldu. Kaptanıderya Koca Sinan Paşa ve Kılıç Ali Paşa, cami, mektep, ha­ mam gibi yapılar yaptırarak semtin geliş­ mesine katkıda bulundular. Beşiktaş, en



görkem li dönem ini Lale devri sırasında yaşadı. Osmanlı devletinin son yedi pa­ dişahı, Beşiktaş’taki saraylarda oturdu.



1573



Beşiktaş cemiyeti İlmiyemi, Türki­ ye ’de kurulan ilk özel bilim derneği (XIX. yy. başları). Derneğin başkanı İsmail Ferruh Efendi, kurucu üyeleri de vakanüvis Şanizade Ataullah Efendi, Kethüdazade Arif Efendi, farsça m uallim i Fehim Süley­ man Efendi idi. D ernek üyeleri, haftanın belirli günlerinde İsmail Ferruh Efendi’nin O rtaköy’deki yalısında toplanır ve bu to p ­ lantılarda dersler, konferanslar verilirdi. Derneğin yönetim işlerini Melekpaşazade Aldülkadır Bey, edebiyat, fen ve felsefe etkinliklerini de Feruh Efendi, Şanizade Ataullah Efendi, Kethüdazade Arif Efen­ di üstlenmişlerdi. D erneğin giderleri ders ve konferansları izleyenlerce karşılanırdı. Haftada bir gün de edebiyat matineleri ye şiir yarışmaları düzenlenirdi. Dernekçe bir şiir antolojisi (N evadir ül-âsar) de yayım ­ landı. Mahmut II, Yeniçeri ocağı’nıve Bektaşi-tekkelerini ortadan kaldırırken (1826) Beşiktaş cemiyeti ilmiyesi’ni de kapatarak yöneticilerini sürgüne gönderdi. 1Beşiktaş Jimnastik kulübü,



türk spor kulübü. Mart 1903’te Serencebey’ deki şeyhülharem Osman Paşa’nın kona­ ğ ın d a "B e ş ik ta ş b e re k e t jim n a s tik ku lü b ü " adıyla kuruldu. Forması kırmızı -beyaz idi. Mehmet Şamil, Hüseyin Bere­ ket, Ahm et Fetgeri (Aşeni), M. Ali Fetgeri, Mazhar Hoca (Kazancı), Fuat (Balkan), Nâzım Nazif ve Tayyareci Fethi beylerce kuruldu. Kulüpte önceleri güreş, boks, jimnastik, eskrim ve barfiks-paralel dalla­ rında etkinlik gösterildi. Ahm et Şerafettin B ey’in de katılmasıyla (1910) etkinlik ala­ nının ağırlığı futbola kayan kulüp, “ Beşik­ taş osmanlı jim nastik kulübü” adıyla tü ­ zel kişilik kazandı (21 o cak 1911). Futbol takımı daha çok Akaretler ve Valdeçeşmesi’nde oturan geçlerden oluşturuluyor­ du. Balkan savaşlarındaki yenilgi nede­ niyle 1913 ’te form adaki kırmızı renk yeri­ ne, bir yas belirtisi olarak siyah renk se­ çildi. Futboldaki ilk başarısı, İstanbul Türk idm an birliği şam piyonluğunu kazanmak oldu (1919-1920). Kulüp, futbolun yanı sı­ ra öteki spor dallarında da çok sayıda seçkin sporcu ve yönetici yetiştirdi; milli takımlara eleman verdi. Beşiktaş futbol ta­ kımı 11 kez İstanbul lig, 3 kez Milli küme, 3 kez Federasyon kupasını (esk. Türkiye kupası), 2 kez İstanbul profesyonel lig şam piyonluğunu, 5 kez Başbakanlık ku­ pasını, 8 kez Türkiye birinci lig şam pi­ yonluğunu, 5 kez Cumhurbaşkanlığı ku­ pasını, 10 kez de Türkiye Spor yazarları kupasını kazandı. Basketbol takımı 1974-1975 sezonunda şampiyon oldu.



Başlktaş muhafızı



M



M



*



a. Kur. tar. Padi­







Beşiktaş jimnastik kulübü amblemi



Beşiktaş sarayı gravür L’Espinasse-Louvet ’nin yapıtı XVIII. yy.







fe ifii



^ j,



. ! ’- İ l - ’ e : '- - . - - , < w



IIh h i i i i p P p t ,-ff



,



M



Beşiktaş muhafızı 1574



şahların Beşiktaş’taki saraylarda oturm a­ ya başlamalarından sonra semtin güven­ liğini sağlam ak amacıyla kurulan askeri ö rgütün kom utanına verilen ad. B E Ş İK T A Ş L I G E D A Y İ -



GEDAYİ.



B E Ş İK T A Ş L I Y A N (Mıgırdiç), tü rk şair ve yazar (İstanbul 1828 - ay. y. 1868). 1856'da Ortaköylü gençlerle amatör tiyat­ ro topluluğu kurdu. Lusavoçyan okulu’nda, daha sonra Parekordzagan adlı ha­ yır cem iyetinde yeni erm eniceyle yazdı­ ğı bazı oyunlarını sahneledi, bunların d e ­ korlarını yaptı. Eski ermenicenin ağdalı biçem iyle yazdığı bir ço k şiiri bulunm akta­ dır. Bazı şiirlerinde Hırant mahlasını kul­ landı. ( -» Kayn.) B E Ş İK T E P E ya da B E Ş İG E T E P E . Arkeol. K.-B. A nadolu’da, Troas bölgesin­ de liman kenti kalıntısı. Çanakkale’nin Ezi­ ne ilçesi Geyikli bucağına bağlı Yeniköy yakınlarındadır. H. Z. Koşay, C. W. Blegen ve K. Bittel tarafından yapılan yüzey araştırmalarından sonra, M anfred Korfm ann yönetim indeki kazılarda (1982 -1986), Truva I (yaklş. İ.Ö. 3 000-2 500) ve Truva VI (yaklş. İ.Û. 1 800-1 300) ile çağdaş katmanlar saptandı. Mykenai ça ­ nak çömlekleri, moloz taştan ya da balık sırtı örgülü duvarlar, küp mezarlar orta­ ya çıkarıldı. B E Ş İN C İ sıra. say. sıf. 1. Beş sayısının belirlediği sırada yer alan kimse, şey için kullanılır (adsız da kullanılır): Beşinci kat­ ta, caddede oturmak. Ayın beşinci günü. Beşinciye m ansiyon verilecek. Bizim ta­ kım lig d e beşinci oldu — 2. Beşinci kol, b ir ülkede düşm an yararına çalışan gizli örgüt. —Ask. Beşinci kol, 1936-1939 ispanya iç savaşı'nda general Mola tarafından Mad­ rid kuşatması sırasında başkentte kalan milliyetçi unsurlara verilen ad (kuşatma Franco yandaşı dört kol tarafından ger­ çekleştirilmişti). — Koregr. Dışa dönük olarak yapılan beş ana pozisyondan biri. — Mim. Beşinci düzen, K A R M A ' D Ü ZEN ' in eşanlamlısı. — Patol. Beşinci hastalık, çocuklarda gö­ rülen önemsiz döküntülü hastalık. (Eşanl. M E G ALE RİTE M .)



B E Ş İN C İT Ö Z a. Em pedokles’in dört öğesine (su, toprak, hava, ateş) bazı ilk­ çağ filozoflarının eklediği esirimsi töz. (Bu sözcük, ortaçağ felsefesinde, “ tamtamı­ na katışıksız [arı] tö z" anlamında kullanıl­ dı.) B E Ş İN D E L A Y E , Suriye'de, Türkiye sı­ nırı yakınlarındaki Cebel ül-Ala’da, Tiberius Claudius Sosandros'un mezarının (134) bulunduğu yer. Mezarın yanı başın­ daki 7 m yüksekliğinde ve 90 cm enin­ deki bir.dikilitaşın üzerinde, ölm üş kişile­ rin portreleri alçakkabartma olarak işlen­ miştir. B E Ş İR sıf. (ar. beşir). Esk. 1. Müjdeci, m uştucu, m üjde getiren. — 2. Güleryüzlü: ’ 'Dedi halkına anun bes azim /G e h ke­ rim ü g eh beşir ü geh h a lim " (Ahmet Rıd­ van, XV. yy.). — Din. Hıristiyan Araplar'ın el yazması İn­ cil yazan ve çoğaltan ya da hıristiyanlık inancını öğretip yayanlara verdikleri ad. (Hz. Muhamm et, m üslüm anlara Allah'ın rahm et ve inayetini m üjdelediği, ahirette kavuşacakları ilahi nimetleri haber verdi­ ği için, K uran’da b eşir sıfatıyla nitelenir.) B E Ş İR (EL— ), sudanlı yazarlar ailesi. — ET-TİCANİ Y u s u f (O m durm an 1912 - Hartum 1937), Yoksul çocukluk dönemi ne ve genç yaşta ölmesine rağmen, ül­ kesinde m odern edebiyatı başlatanlardan biriydi. Tek derlem esi olan Lue u r'de (fr. çev.) g öç okulundan (el-Mehcer) çok et­ kilendi ve bu yapıtıyla hem romantizme hem gerçekçiliğe yaklaştı. — CAFER HaMİT (Hartum 1927) gerçekçi ve bağımlı



hareketin öncüsü sayılan şiirler yazdı (Libertb et Beautd [fr. çev.]). B E Ş İR (Cemil), ıraklı utçu, kemancı ve besteci (Musul 1925-Londra 1977). Bağ­ dat Konservatuvarı'nda Şerif Muhittin Targ a n ’ın öğrencisi oldu; ondan sonra aynı okulda ut öğretti. Göz kamaştırıcı bir vir­ tüöz olan Beşir, solo ut resitallerinin ha­ bercisidir. Geleneksel tem alar üzerine kendi bestelerini, düzenlem elerini ve d o ­ ğaçlam alarını duyarlıkla yorumladı, ilk kez, ut ve orkestra için konçerto yazan ki­ şidir. B ağdat senfonisi'ni, yüzlerce klasik ve hafif m üzik yapıtı besteledi. — K arde­ şi MÜNİR de (Musul 1930) Targan’ın ö ğ ­ rencisi oldu. Bir tarikat törenini andıran uzun doğaçlam alarıyla tanındı. Ağabeyi gibi büyük bir virtüöz olan M ünir'in, utun Batı'da daha iyi tanınm asında çok katkı­ sı oldu. B E Ş İR A Ğ A M orali, M aktul, K ü ç ü k , türk hattat (öl. İstanbul 1752). Ahm et III dönem inde musahip ve hazinedar görev­ lerinde bulunduktan sonra darüssaade ağalığına yükseldi (1746). Hasırcılar ima­ mı Hafız Mustafa Efendi’den sülüs ve ne­ sih yazı öğrendi; celi sülüste ün kazandı. Darüssaade ağalığı sırasında yetkilerini kötüye kullandığından idam edildi. İstan­ bul'daki bazı hayratların üzerinde yazıt­ ları vardır. B E Ş İR A Ğ A , darüssade ağası (öl. Mı­ sır 1759/60). Musahip, hazinedar ve da­ rüssaade ağası oldu (1752). Osman III tahta geçince, ağayı yaşlılığı nedeniyle azlederek Msır'a gönderdi. B E Ş İR A Ğ A M usahip, darüssaade ağası (? - İstanbul 1768) Başmusahip, Darüssaade ağası oldu (1757). Bir heki­ min yaptığı ilaçtan zehirlenerek ölmesi, tüm başhekim ve hekim lerin yeniden sı­ navdan geçirilm elerine neden oldu. B E Ş İR A Ğ A H a c ı -» HACI BeşİR AĞA B E Ş İR B İN S A D , sahabeden (Medine ?- A ynüttem r 633). H azrec kabilesinden ve cahiliye* dönem i okur yazarlarındandı. ikinci A kabe biatına ve P eyg am b e rin tüm savaşlarına katıldı. Fedek’te yapılan bir savaşta ağır yaralandı. M edine’ye sal­ dırıya hazırlanan Gatafan kabilesini 3 000 kişilik bir kuvvetle bozguna uğrattı ve çok sayıda koyunla keçiyi ganim et alarak döndü (629). H alit* bin Velit komutasın­ da katıldığı Aynüttem r savaşı’nda yarala­ narak öldü. B E Ş İR Ç E L E B İ, türk hekim (XV. yy.). Hekim likteki ününü duyan Fatih Sultan Mehmet tarafından Karamanoğlu İbrahim Bey’e gönderilen bir mektupla Edirne'ye çağrıldı. Yaz aylarında bile kürkle dolaş­ m asından çok hoşlanan padişah tarafın­ dan hassa hekim liğine atandı. Fatih, Tun­ ca ırmağı kıyısındaki Saray-ı cedid-i amire’yi onun gösterdiği yere yatırdı. B E Ş İR F U A T , türk yazar (İstanbul 1853 - ay. y. 1887). M ektebi harbiye’yi bitirdi (1873), bir süre sarayda yaverlik görevin­ de bulundu (1873-1876), Karadağ (1875) ve Rus (1877) savaşlarına katıldı, Girit ayaklanmasının bastırılmasına gönüllü olarak gitti (1878). Kolağası (önyüzbaşı) rütbesinde iken askerlikten ayrıldı (1884). Fransızca, almanca, İngilizce öğrendi. Su­ baylığı sırasında başladığı (1882) yazar­ lığı, askerlikten ayrıldıktan sonra daha yo­ ğun olarak sürdürdü. Çeşitli dergi ve ga­ zetelerde (Envâr-ı zekâ, Dağarcık, Hâver, Güneş, Hafta vb.; Tercüman-ı hakikat, Ceride-i havadis, Saadet vb.) m üspet bi­ limler, felsefe, edebiyat, tiyatro, dil, asker­ lik konularında 200 kadar makale ve oyun ile fransızca, alm anca, İngilizce dil ö ğre ­ timi; fizyoloji, m onografya alanlarında 15 kadar çeviri ve telif kitap yayımladı. Ma­ kale, m ektup ve kitaplarında Batı’dakı fen, felsefe ve edebiyatın yeni akımları üzerinde durdu; Kopernikus, Kepler, G a­ lileri Newton, C laude Bernard, Voltaıre, Diderot, Spencer, L. B ü c h ne rvb . gibi bi­ lim ve düşünce adamlarının etkisiyle po-



zitivist ve materyalist görüşleri benim se­ di ve çevresine yaym aya çalıştı. Biyoloji bilgini C laude B ernard’ın düşüncelerin­ den esinlenerek yazdığı Beşer (insan) adlı kitabında, “ b ed ende ve canlılıkta gizem ­ li, m etafizik birtakım nedenler aramanın yararsızlığını, m addeye ait yasaların ay­ nen burada da geçerli o ld u ğ un u " belir­ tir, Romantik yazar Victor H ugo’yu, "m a ­ tem atiğe heves etm ediği için doğru d ü ­ şünm eye alışmadığı, hayallere, boş d ü ­ şüncelere çok kapıldığı" gerekçesiyle eleştirir; buna karşılık, Voltaire’i, "b o ş inançları nerede bulduysa tepelemiş, bağnazlık ordusunu bozguna uğratmış kurtarıcı bir d â h i” olarak yüceltir; böyle­ ce, Türkiye'de, m üspet bilimin ve özgür düşüncenin savunuculuğunu yapar. Sa­ nat alanında da, "şiirin abartmalara, ku­ runtulara, hayallere hasrolunmasının aley­ hinde olduğunu; asıl şiirin, toplum un ah­ lakının düzeltilmesine, düşüncelerinin ay­ dınlatılmasına hizmet etm esi" gerektiğini vurgular; klasisizm, romantizm, gerçekçi­ lik ve doğalcılık akımları üzerinde durur; fizik ve kim yada aynı nedenlerin aynı ko­ şullar altında aynı sonuçları m eydana ge­ tirdiği görüşünü (gerekircilik), fizyoloji ve hekimlikte canlı varlıkların incelenmesine de uygulayan C laude Bernard'ın deney yöntem inin duygusal ve ussal hayata da uygulanabileceğini, dolayısıyla edebiyat­ ta da kullanılabileceğini öne süren, böy­ lece natüralizm akımını ve "deneysel rom an” türünü kuran Emile Z oia’yı öteki sanatçılardan üstün görür. Beşir Fuat, po­ zitif bilimlerin deney ve gözlem yöntem i­ ne duyduğu inançla, kendi vücudunu da­ hi biyolojik ve psikolojik deneye adamış; bilek damarlarını keserek, ölünceye ka­ dar hissettiklerini yazmış, cesedinin tıb araştırmaları için Tıbbiye’ye verilmesini vasiyet etmiştir. Sanat alanındaki görüşleri, trajik ölü­ m ünden sonra daha da etkili olmuş; Ah­ met Mithat onun materyalist görüşlerine karşı olduğu halde doğalcı akımın etkisin­ de iki roman yazmaya kalkışmıştır (Müşâ/ıedât[1890], Taaffüf [1895]); Muallim Na­ c i’ nin, Z ola’dan bir rom an (Therese Raquın [1889]) çevirmesi de onun, etkisine bağlanabilir. Daha sonraki kuşaktan Nabizade Nâzım (Karabibik, Zehra) ile Hü­ seyin Rahmi G ürpınar’ın (M ürebbiye, Ben deli m iyim ? vb.) doğalcılığa yönelmeleri de yine onun etkisiyle olmuştur. Başlıca yapıtları: Victor H ugo (1884), Voltaire (1886), Beşer (1885) vb. Bunlar­ dan başka, dört oyun çevirisi; fransızca, almanca, İngilizce öğretimi ile ilgili altı çe­ viri; Muallim Naci ve Fazlı N ecip ile m ek­ tuplaşmaları yayımlanmış (intikad [1886], M ektubât [1895]); makaleleri kitap halin­ de toplanmıştır, ( -» Kayn.) B E Ş İR K E M A L , soyadı Pelin, türk ec­ zacı (Halep 1876-lstanbul 1942). Mekte­ bi tıbbiyei m ülkiye'nin (sivil tıbbiye) ecza­ cılık bölüm ünü bitirdi (1898). Hamdı Bey ile birlikte açtığı Halep eczanesi’ ni, daha sonra Sirkeci semtine taşıdı Beşir Kemal eczanesi adını alan kuruluşta, eczacılığın yanı sıra Beşir Kemal sübyesi (balık ya­ ğı), kınakına, şark sürmesi, nasır ilacı gi­ bi dönem inde büyük ün yapan hazır ilaç­ lar üretildi. B E Ş İR İ a (ar. beşir ve fars. -/'den beşiri). Esk. M üjdecilik, muştu verme. B E Ş İR İ, G.-D. Anadolu bölgesinde, Batman iline bağlı ilçe; 34 358 nüf. (1990); merkez bucağı dışında 3 bucak, 51 köy. Merkezi Batman’ın 16 km K.B.’sında Beşiri, 5 219 nüf. (1990). B E Ş İR L İ, Trabzon’un merkez ilçesi merkez bucağına bağlı köy; 5 492 nüf. (1990). B E Ş İR Ş İH A B -



ŞlHAB BEŞİR



B E Ş İZ sıf. ve a. Bir gebelik sonunda beşi bir arada doğan (çocuk). —A n s İKL. Beşizler ya tek bir zigotun bö­ lünmesinden ya ayrı beş yumurtanın döl-



beşliler lenmesınden ya da bir ve iki zigotluluğun çeşitli bileşm elerinden doğabilir. Bir za­ manlar beşiz doğum lar çok azdı. Yumurt­ lama yokluğundan ileri gelen kısırlıkların tedavisi gün geçtikçe yaygınlaştığından çoklu doğum lar (ikiz, üçüz, vb.) artmıştır. B E Ş İZ Ç İÇ E Ğ İ a Tropikal Afrika ve Ma­ dagaskar kökenli ot ya da bodur çalı. (Leylak, pem be ya da beyaz renkli çiçek­ leri yalancı şemsiye biçim inde tepede toplanmıştır. Bil. a. pentas, 30 tür; kökboyasıgiller familyası.) [Eşanl. p en tas.] B E Ş İZ L İ sıf. Beşi bir arada olan: Beşizli avize. B E Ş K A N A T Ç IK a. H imalayalar'ın ılı­ m an doğu kesiminde yetişen asalak ağaççık ya da çalı. (Tüp biçim inde olan çiçekleri ve beş loblu olan yaprak ayaları genellikle beşlidir. Bil. a. peptanterygium ; fundagiller familyası.) B E Ş K O N A K , Antalya’nın Manavgat il­ çesine bağlı bucak; 7 723 nüf. (1990); 9 köy. Merkezi Bozkaya, 1 572 nüf. (1990). B E Ş L E M E a. Beşlemek eylemi. — Ed. Bir gazelin her beytine üçer dize ekleyerek oluşturulan biçim; tahmis. — Müz. 5 rakamının altında gruplaşmış, aynı biçimdeki dört ya da altı notanın to p ­ lam süresi içinde icra edilen beş nota.



Beş şarkıcı ya da çalgıcıdan oluşan to p ­ ■ B E Ş L İL E R a Müz. Türk müziğinde, her luluk. (Eşanl. k e n t e t .) —Aynı aileden beş biri bir dörtlüyle birleşerek basit makam çalgının oluşturduğu topluluk. dizilerini ya da bir basit makam dizisiyle —ANSİKL. Müz. Beşli aralık, tam (3 ton ve birleşerek bileşik makam dizilerini oluştu­ 1 diatonik yarım-ton), eksilmiş (2 ton ve ran, beş yanaşık sesten oluşm uş diziler. 2 diatonik yarım-ton) ya da artık (3 ton, (H er biri oldukça değişik anlatım olanak­ 1 diatonik yarım-ton ve 1 kromatik yarım ları sunan bu beşlilerden bazıları [hüz­ -ton) olabilir; birincisi, tam bir uyum do­ zam. ferahnâk, segâh, nikriz beşlileri], ayğurur; öbür ikisi uyumsuz aralıklardır. Ses veren cisimlerin titreşiminde, oktav ve dörtlüyle birlikte, en basit ilişki sayılan beş­ li, çekenin (5. derece) ayrıcalıklı konum u­ nu belirler ve birseslilikte kalış işleviyle pe­ riyotların tüm celerin birbirinden ayrılma­ çargâh beşlisi sını; çokseslilikteyse, yanıt füg için temel bilgiyi sağlar.



Şt t t t ¥



t b«şli aralık • Beş ses için m üzik yazımı, Rönesans boyunca missa, m otet ve İtalyan madrigalinde kullanıldı. XVII. yy.'d a Fransa'da Lully ve izleyicileri, “ 5 ’li k o ro "d a n yarar­ landılar (üç solistli küçük koro, bu büyük korodan türedi). XVIII. yy. İtalyan beste­ cileri, ustalık gerektiren, hızlı bir opera perdesi sonu hazırlamak için, bir opera­ nın beş solocusunu genellikle bir araya getirdiler. XVII. yy.'d a n başlayarak beş



buselik beşlisi



i



¥



m■



P



kürdi beşlisi



% hüseyni beşlisi



beşleme ||Orgun dip takımı. 8 ya da 16 ayak uzun­ luğunda, ağaçtan ya da m adenden ya­ pılmış kapalı boruları, aynı anda bir temel ses ve onun tiz taraftaki beşlisini verir. B E Ş L E M E K g f. B/r eylemi, b ir şeyi beşlemek, onu beş kez yinelemek; onun sayısını beşe çıkarmak: Golleri beşlemek. Çocukları beşlediler. — Müz. Ses veren bir boru sözkonusuy­ sa, ana sesin yerine, bir oktav ve bir beş­ li daha tiz bir ses vermek. (Bu olay, bazı havalı çalgılarda ya da silindir biçim inde deliği olan, basit ya d a çift dilli org boru­ larında, üflenen havanın şiddeti artırılırsa m eydana gelir. Çalgının ses alanını g e ­ nişletmek am acıyla kullanılır.) B e ş le r , XIX. yy.'ın ikinci yarısında, ku­ rucusu M. Balakirev’in çevresinde bir ara­ ya gelen rus m üzikçilerin (C. Cui, M. Musorgskiy, A. Borodin ve N. Rimskiy-Korsakov) oluşturduğu grup. Rus müziğinin yenilenm esine temel oluşturdular. B E Ş L İ sıf. Beş kişi ya da beş birim içe­ ren şey için kullanılır: Beşli çete. —Arit. Beşli sayılama, 5 tabanlı sayılama sistemi. — Müz. Beşli aralık, diatonik ıskalada beş dereceli aralık. (Bk. ansikl. böl.) — Patol. Beşli hum ma, iki nöbet arasında üç gün ara veren ve böylece beş günde bir gelen humma. — Süslem. sant. Beşli yıldız -* YILDIZ. ♦ a. Oy. Üzerinde beş sayısı olan oyun kâğıdı: K upa beşlisi. — Ed. Bentleri beşer dizeden oluşan şiir türü. (Divan edebiyatında m u ha m m e s*’ ler bu niteliği taşıyordu. Yeni türk şiirinde uyak sıralanışları değişik biçim lerde beş­ liler yazıldı: abbba (Erenköyü’nde bahar, Y. K. Beyatlı), aabba (Kar, A. M. Dıranas), a baba (Otuz beş yaş, C. S. Tarancı) vb. — Kur. tar. Osmanlı devletinde, görevi se­ ferde yol işlerinde çalışm ak olan beş ak­ çe ulufeli yeniçeri askerine verilen ad. — Kalelerde muhafız olarak kullanılan bir tür asker. (Sınır bölgelerindeki köyler hal­ kından her beş evden bir kişi olarak to p ­ landıkları için bu adla anılırlardı. Kaleler­ deki azap, farisan gibi muhafız kuvvetle­ rine yardımcı olurlar, gerektiğinde geri hizm etlerde de kullanılırlardı.) — Müz. Beş ses ya da çalgı partisinden oluşan m üzik parçası. (Bk. ansikl. böl.)—



ses için yazılmış bazı çoksesli yapıtlar, çal­ gılara uyarlanmışsa da, XVIII. y y .’ın orta­ larından başlayarak, Boccherini, J. S. Bach, Mozart gibi besteciler, beş partili çalgısal yapıtlar besteleyerek özel bir re­ pertuar oluşturdular. Yaylı çalgılar beşlisi çok tutuldu. Ama, 2 keman, viyola ve çello ’nun, dengeyi bozan çeşitli bileşimleri de ortaya çıktı (Schubert çello sayısını iki­ ye çıkardı). Kimi besteciler dört yaylı çal­ gıya bir piyano (Mozart, Schubert), kim i­ leri de (Mozart, W eber) bir üflemeli çalgı (örn. klarinet) ekleyerek beşliler oluşturdu­ lar. Yalnızca üflemeli çalgılardan oluşan beşliler de ortaya çıktı. XIX. yy. ve XX. yy. 'ın başında, beşliler, oda m üziğinin sı­ nırlarını genişleten bir anlatım biçim inin yaratılmasını sağladı (Schumann, Franck, Faurö, Schmitt).



rast beşlisi



t



B E Ş L İK a 1. Beş lira değerindeki pa­ ra. — 2. Arg. Edilgin eşcinsel erkek. — 3. Beşlik simit g ib i kurulm ak, önemli ve de-



B E Ş L İK a. Nümism. OsmanlIlar zam a­ nında, çeşitli dönem lerde bastırılan bir güm üş sikke. — A N S İK L . ilk kez Sultan İbrahim d öne­ minde çıkarılan beşlikler, Osman II zama­ nında, 1618 'd e bastırılan o nluk osm anlı lerin yarı ağırlığındaydı. Dönemin akçe­ lerinin (0,30 -0,32 gr) beş katı ağırlığında olmaları nedeniyle "be şlik” olarak adlan­ dırılan bu sikkelerin basımı, kimi değişik­ liklerle, sonraki padişahlar zamanında da s ü rd ü rü ld ü . M a h m u t l in i n (1 8 0 8 -1839) tahta çıkışının yirmi ikinci yıldönü­ m ünde çıkarılan beşliklerin (cedid beşlik) güm üş oranı daha da düşüktü. Dönemin D arphane emini Kazzaz Artin Çelebi ta­ rafından çıkartılan cedid beşlikler ve ak­ şamı olan yüzlük (2,5 kuruş), kırklık (bir kuruş), yirmilik (yirmi para), onluk'ların (on para) ayarı % 0,220 - 0,225 arasındaydı. 1832’de piyasaya sürülen beşlikler ise % 0 ,1 7 0 - 0,175 gibi daha da düşük ayar­ daydı. A bdülm ecit dönem inde (1839 -1861) gerçekleştirilen para reformundan sonra çıkartılan yeni sikkelerden olan g ü ­ müş mecidiyelerin (yirmi kuruş) 1/4'ü olan çeyreklere de beşlik deniliyordu.



¥ hicaz beşlisi



nikriz beşlisi



segâh beşlisi



i H



p=i



-



0-



= 1



hüzzam beşlisi







P ferahnâk beşlisi



m adı taşıyan makamları kuramsal olarak açıklam ada karşılaşılan güçlükten d o ğ ­ muştur. Bu beşliler, hemen hemen yalnız­ ca adını aldıkları makamların bünyesinde yer alır. Bunlar dışındaki 6 beşli [çargâh, hüseyni, rast, kürdi, buselik, hicaz beşli­ leri], aynı adlı dörtlülere tiz tarafta 1 ton eklenerek elde edilmiştir. Yalnızca uşşak dörtlüsü, 1 ton eklenince uşşak beşlisi ye­ rine hüseyni beşlisi adını alır.)



1575



beşme 1576



B E Ş M E a. (fars. beşme). Esk. Dokmc. BEŞPARMAK'ın eşanlamlısı. — Deric. Tabaklanm am ış deri. — El sant. ip, urgan, halat yapımında kul­ lanılan çıkrıkçı tezgâhının kütüğü. || Delikli beşm e, tespihçi tezgahında, ortasında ayar delikleri bulunan kütük. (Delikler, tes­ pih tanelerinin boyutlarını ayarlamak için­ dir.) B E Ş O R N E R Y A a. (öz. a. Beschorner' den). Bütün türleri Meksika kökenli ve avi­ ze çiçeği (yucca) görünüm ünde bitki. (Bir­ kaç türü agav gibi üretilir. Türkiye’de de süs bitkisi olarak yetiştirilir. Bil. a. beschorneria; nergisgiller familyası.) B E Ş P A R M A K a. Beş ayrı renkte çu ­ buklarla desenlendirilm iş, bez ayağı ör­ güyle dokunm uş, pam uklu bir kumaş. (Pamuk ipek karışımı dokunanları da var­ d ır. D ese n k a ra k te ri b a k ım ın d a n a la c a *'y a benzer. Alacadaki uyumlu ve yum uşak geçişli renklerin yerini beşpar­ makta, gelişigüzel yan yana getirilmiş ve keşin hatlarla birbirinden ayrılmış çu bu k­ lar almıştır. Beşm e de denir.) B E Ş P A R M A K a. Ç in 'd e ve Ja po n ya ’ da yetişen, el biçim inde parçalı yapraklı, pem be ya da leylak renginde salkım çi­ çekli bitki. (Bil. a. akebia; kadıntuzluğugiller familyası.) [Akebya da denen bir türü (Akebia quirıata), bahçelerim izde süs bit­ kisi olarak yetiştirilir.] B E Ş P A R M A K , rum ca T ra p e za , Kıb­ rıs'ın Girne ilçesinde köy.



F: yüzlerin sayısı A: ayrıtların sayısı S: köşelerin sayısı



beşyüzlünün iki biçimi



B E Ş P A R M A K d a ğ ı, antik L a tm o s , K. -B. Menteşe yöresinde, Bafa gölü (antik Latmos körfezi) ile Ç ine çayı vadisi ara­ cında yükselen dağlık kütle (Gökbeltepe 1 442 m). M enderes masifinin bir parça­ sı olan dağ, billurlu kayaçlardan oluşmuş­ tur. Orman bakım ından zengindir. B E Ş P A R M A K d a ğ la r ı, KKTC toprak­ larında, B.’da Koruçam (esk. Kormaçit), D .'d a Zafer (esk. Andrea) burunları ara­ sında uzanan dar (genişliği 8-10 km), uzun (yaklaşık 170 km) ve sürekli dağ sı­ rası. Bazı kaynaklarda "G irne dağlan" da denir. Orta yükseklikte, ama vadilerle çok yarılmış, aşılması zor bir set oluşturan Beşparm ak dağlarının yükseltisi B .’dan D .’ya azalır; en yüksek doruğu, Lapta’ nın G .-B.’sında 1 024 m 'ye ulaşır. Kıbrıs’ ın kuzey kıyılarını iç kısma bağlayan yol­ ların dağları aştığı bazı vadilerde bu yol­ ları kontrol eden kaleler vardır (örneğin, Girne-Lefkoşa yolunda türk m ücahitlerin kahramanca korudukları Aziz Hilarion ka­ lesi). Nemli A kdeniz kıyılarını adanın orta kesimindeki yarıkurak içova ’dan (esk. Mesarya) dik bir duvar gibi ayıran Beş parm ak dağları, gerek doğrultu gerek tektonik bakım ından A m anoslar’ın bir uzantısıdır. Dağların çekirdeğini kuvvet­ le kıvrılmış karbon ve üst kretase oluşuk­ ları m eydana getirir. Beşparm ak adı da, Girne'nin G .’inde aşınma sonucunda par­ mak biçim inde sivri tepeler halini almış bu eski oluşuklar nedeniyle verilmiştir. Dağ­ ların çevresini K. ve G. eteklerinde orta miyosen yaşındaki kırıntılı kayaçlardan oluşan bir şerit kuşatır. G. eteklerinde bu şerit boyunca sulam ada da kullanılan ba­ zı kaynaklar sıralanır. B E Ş P A R M A K L I sıf. Beş parmaktan oluşan. (Beşparmaklı üye, dörtayaklı omurgalıların temel ve ilkel yapısıdır.) B E Ş P A R M A K O T U a. Bot. PARMAKOTU’nun eşanlamlısı. B E Ş P E N Ç E a. (türkç. beş ve fars. penç e ’den beşpençe). Zool. Esk. Beşpar­ mak, derisidikenlilerden beş ışınlı yıldız bi­ çim inde bir deniz hayvanı, B E Ş P IN A R , Samsun'un Vezirköprü il­ çesine bağlı bucak; 16 411 nüf. (1990); 16 köy. Merkezi Beşpınar, 1 221 nüf. 11990). B E Ş P IN A R , Batman’ın Beşiri ilçesine bağlı bucak; 6 695 nüf. (1990). 15 köy. Merkezi Beşpınar, 1 385 nüf. (1990).



B E Ş S IR A L I ya da B E Ş L İ sıf. Esk. de­ nize. Beş sıra kürekli ya da her küreği beş kürekçinin çektiği tekne için kullanılır. B E Ş Ş A R B İN B U R D , ıraklı arap şair (Basra 714 ’e doğr. - 784 ’e doğr ). Basra valilerini öven şiirler yazdı. Kendisine ün kazandıran aşk şiirleri ve acımasız taşla­ maları, bedevi geleneğiyle Ebu N uvas’ ın lirizmi arasında bir geçiş oluşturur. B e ş t a ş , en az iki kişi ve beş küçük taş­ la oyanan bir çocuk oyunu. Oyuncu, taş­ ları yere attıktan sonra bir tanesini hava­ ya fırlatıp o düşm eden yerdeki taşlardan birini ya da birkaçını toplam ak ve tekrar taşı tutm ak zorundadır. Havaya atılan taş yere düşerse, oyun sırası öteki oyuncu­ ya geçer. Taşlar önce birer birer, sonra ikişer, üçer ve dörderli gruplar halinde toplanır. Bundan sonra yere baş parm ak ve işaret parm ağıyla köprü yapılıp öteki oyuncunun seçtiği taşa değdirm eden tüm taşlar bu köprüden geçirilir. Son aşam a­ da taşların tüm ü havaya atılıp elin tersiy­ le tutulur. Bunlar d a fırlatılıp bu kez a vuç­ la yakalanır. Avuçta ne kadar taş varsa o kadar sayı kazanılır. Kimi yörelerde biçç ili de denir B E Ş T E R E V ya da B E H T E R E V (Vladimir M ihayloviç), rus psikofizyolog (Sorali, Vyatka ili, 1857 - Sen-Petersburg 1927). Sen-Petersburg’da (1881-1885), Kazan’da (1885-1893), sonra gene SenPetersburg’da (1893-1907) ders verdi. Psikiyatri ve nöropsikolojiyle ilgilendi ve koşullu refleksler yöntemini geliştirdi; "refleksoloji” terimini buldu (bu buluş ki­ mi kez yanlış olarak Pavlov’a atfedilir) ve VVatson’dan önce, ama daha az siste­ matik bir biçim de, uyaranlara gösterilen tepkilerin incelenmesini temel alarak nesnel bir ruhbilim anlayışı geliştirdi. En önemli yapıtları; la Psychologie objeetive (fr. çev.) [Nesnel ruhbilim ], 19071910; les Principes gbnĞraux de la râflexologie humaine (fr. çev.) [insan refleksolojisinin genel ilkeleri], 1917. B e ş t e r e v ç e k ir d e ğ i, IV. karıncığın ta­ banında bulunan ve yandan yan çukurcuklara bitişen b ozm addetopağı. Beşterev çekirdeği vestibül siniriyle labirentten gelen sinirleri alır, om uriliğe, ağsı oluşu­ ma, beyinciğe ve göz devindirici sinirle­ re kol verir. D engede ve ayakta duruşta önemli bir rol oynar. B E Ş Û Ş sıf. (ar. beşüş). Esk. Güleryüzlü, güleç. B E Ş Û Ş A N E be. (ar. beşuş ve fars. -ane' den beşuşane). Esk. Güleryüzlü bir biçim­ de, gülümseyerek. B E Ş Y A P R A K a. Süslem. sant. Beş d i­ lim den oluşan bezem e motifi. (Eşanl. PEN CBERG)



B E Ş Y O L , Adıyam an’ın Besni ilçesine bağlı Kızılin bucağının merkezi; 769 nüf. (1990). B E Ş Y Ü Z L Ü a Geom. Beş yüzü olan katı cisim. (Yalnızca iki biçimi v a rd ır) B E Ş Y Ü Z L Ü K a. Beşyüz lira değerinde­ ki kâğıt para. B E T ya da B E D sıf. (fars. b e d ). 1. Kö­ tü, çirkin şey, kimse için kullanılır; Bet b ir ses. Bet huylu. Ne bet adam , herkesi ters­ liyor — 2. Bet bet bakmak, bir kötülük ya­ pacakm ış gibi bakm ak; kötü kötü b ak­ mak. || Bet suratlı, kötü huylu olduğu yü­ zünden anlaşılan kimse için kullanılır. || Betine gitmek, ağırına gitmek, içine sindirememek. —Esk. Adların başına gelerek kötü anla­ mı veren sıfatlar yapar: b e d âgaz (kötü başlayan, başlangıcı kötü), bed-ahd (sö­ zünde durm ayan), bed-ahlak (ahlaksız), bed-ahter (kötü talihli), bed-am el (kötü iş­ li), bed-âm ûz (kötülük öğrenen ya da ö ğ ­ reten), bed-asl (soysuz), bed-avaz (çirkin sesli), bed-ayin (kötülük yapm ayı iş edi­ nen), bed-bû (kötü kokan, pis kokulu), b e d -b u d (kötü yapılmış), bed-bûk (kor­



kak, alçak), bed-cins (soyu bozuk), bed -çehre ya da bed-çihre (çirkin yüzlü), bed -çeşm (gözü değen), bed-dil (yüreksiz, korkak), bed-dim ağ (inatçı, kötülük düşü­ nen), bed-eda (kaba, görgüsüz), bed-endam (çirkin vücutlu), bed-endiş (kötü d ü ­ şünceli), bed-fal (uğursuz), bed-tercam (hayırsız, sonu kötü biten), bed-ferma (kö­ tü işler buyuran), bed-girdar (kötü işler ya­ pan), bed-gû (kötü konuşan, ded iko du ­ cu), bed-güher ya da bed-gevher (mayası bozuk), bed-güm an (kötü düşünceli, her­ kesten kuşkulanan), bed-hal (durum u kö­ tü, düşkün), bed-hisal (kötü yaradılışlı), bed-hu, bed -h u y (kötü huylu), bed-kâr (kötü işler yapan), bed-tegam (isyankar, itaatsiz), bed-lika (çirkin yüzlü), bed-maaş (geçimini sağlayamayan), bed-maye (ma­ yası bözük, sütsüz), bed-m enis (kötü ka­ rakterli), bed-m est (çok sarhoş), bed-m ihr (acımasız), bed-nigâh (kötü gözle bakan), bed-nihad (kötü yaradılışlı), bed-nijad (soysuz), bed-niyet (kötü niyetli), bed -pesend (kötülüğü öven), bed-peym an (sözünde durmayan), bed-reg (damarı bozuk, yaradılıştan kötü), bed-rey (yanlış düşünceli), bed-sigâl (herkesin arkasın­ dan atıp tutan), bed-sirişt (yaradılışı kötü), bed-tali (talihsiz), bed-tedbir (bozuk niyet­ li), bed-tıynet (mayası bozuk), bed-üslub (kötü yola sapan), bed-zeban (küfürbaz, ağzı bozuk), bed-zehre (korkak, yüreksiz) vb. B E T a. “ Beniz” y a d a "bereket” sözcük­ leriyle birlikte ikilemeler oluşturan kimi de­ yim lerde yer alır: Bet beniz kalmamak. Beti benzi kireç kesilmek, solmak, uçmak. Beti bereketi kalmamak. ( — BENİZ, B E ­ REKET.)



B E T A a. (isp. söze.). Dibi düz, başı ve kıçı sivri Akdeniz teknesi. B E T A a Bet diye adlandırılan fenike bi­ çim inden türeyen, yunan abecesinin türkçedeki b harfine benzeyen ikinci harfi ((3). Bir kapantılı, çitfdudaksıl, ötüm lüyü belir­ tir. —Çekird. fiz. Beta (0) ışınları, ışıması, ki­ mi radyoaktif elem entlerden yayılan elek­ tron akışı. ( — RADYOAKTİFLİK.) [Negatif elektron 0 'v e ric ile rin d e (negatonlar) bir nötron fazlalığı vardır. Buna karşılık pozi­ tif elektron B * (pozitonlar) yayımı, kimi çekirdeklerin nötron eksikliğinden kay­ naklanır.] —Fizs. mekan. Görelilik kuramında, devinim halindeki bir cismin v hızının, ışığın boşluktaki c hızına oranını belirtir



(-?> — Mat. çözlm. Beta fonksiyonu, x > 0 ve y > 0 için



o



B (x, y )



■(1 - t ) y



•dr



biçim inde tanımlanan, birinci türden Eu­ ler integrali, (Özellikle



ru)-r B(x,







=



-----------



TU



+y)



burada r , gam a fonksiyonunu gösterir.) — Metalürj. Metal fazı belirtm ekte kullanı­ lan sıralama harfi: (Örneğin beta demir, alfa dem irin ferrom anyetik olm ayan biçi­ mini belirtir.-) — Pedol. Beta katı, kireçtaşları yakınında bulunan ve genellikle ince,’ kırmızı kil b i­ rikintilerinden oluşan derin katman. —Tıp. Kimi tıp, biyokimya, eczacılık ya da fizyoloji terim lerinin başına ya da sonuna eklenen yunan harfinin adı. B E T A - Org. kim 1. iki ya da daha ço k izom erden birini belirtm eye ya­ rayan önek. (Örneğin naftalen serisin­ de B-naftol.) — 2. Şekerlerin ve stereollerin stereokimyasal adlandırılma­ sında kullanılan önek. — 3. iki işlev­ sel g rubun bir karbon atom uyla ay­ rıldığını gösteren önek. (Asetilaseton bir 0 -d ik e to n ’dur.)



B E T A A L IC I a. A drenerjik sistemde bu­ lunan ve izoprenalinle adrenaline duyarlı olan alıcı (şimdilik kalpteki (3, alıcı ile düz kas liflerindeki 02 alıcı bilinmektedir). B E T A -E N G E L L E Y İC İ a ve sıf Eczc. ve Kardiyol. Sempatik sinir sistemindeki beta adrenerjik alıcıların çalışmasını özgül biçim de engelleyebilen madde. ( ^ E N ­ GELLEYİCİ. biçiminde de yazılır.) [Eşanl. BETA-ADRENOLİTİK.] — ANSİKL. Başlıca beta-adrenolitik etkiler



şunlardır: 1. kas liflerinin kısalma gücü ve hızı bakımından, kalbin kasılması, kasıl­ maların ritmi ve kalp içindeki iletimi üze­ rinde aynı anda uyarıcı olan kalp etkisi; 2. düz kas liflerini, özellikle bronşlarda ve bağırsaklarda gevşetici etki; 3. katekolam inler üzerindeki m etabolizma etkisi. 1958'de keşfedilen /3-engelleyiciler göğüs anjininin ve tansiyon yüksekliğinin teda­ visinde önemli ölçüde ilerleme sağladı, ama kalbin çalışmasını toptan yavaşlatma etkisi yüzünden kalp yetmezliği ve bronş kaslarını kasma etkisi yüzünden astım tehlikesi yaratabilir. Yalnız kalbi etkileyecek ilaçların araştı­ rılması beta-adrenerjik etkilerin tek yönlü olduğu görüşünü sarstı ve kalbi etkileyen (3, alıcılarla düz kasları etkileyen p2 al|CI_ ların ayırdedilmesini sağladı. Bugün eli­ m izde yalnız kalbi etkileyen ve astım gibi, klasik bazı yan etkilerden sakınma olana­ ğı veren /3, engelleyiciler bulunmaktadır. B E T A F İT a. (fr. betafite; Betafo, M ada­ gaskar’da yer adından). Miner. Madagas­ kar'da bulunan, kübik bakışımlı uranyum niobotantalat bileşiği. B E T A -G L O B Ü L İN a. (fr. beta-globulıne) Biyokim. Alfa ve gamma-globülinlerin elektroforez devingenliği arasında bir devin­ genlik gösteren plazma globülini. (En hızlı beta-globülinler (3,-globülinler grubunu oluşturur: bunlardan biri siderofilindir. En yavaşları olan 02-globülinler çoğu zaman Y-globülınlerle karıştırılır.) [0-G LO BÜliN olarak da yazılır.] B E T A G R A F İ a. (fr. betagraphie). Elek­ tronlarla yapılan radyografi ((3- ışınımı). B E T A H S İS be. (fars. be- ve ar. ta h ş iş 'te n betahşiş). Esk. Özellikle, he­ le: “ ...cihan efkâr-ı um um iyesine ve betahsis âlem-i İslama fiilen ihsas btm iş..." (M. K. Atatürk). B E T A İN a. (fr. betai'ne; lat. beta; şeker­ pancarı). Org. kim. ve Eczc. 1. Formülü (CH3)3fsî—CH2—C 0 2 olan ve özellikle şekerpancarında bulunan ikikutuplu iyon. (Eşanl. TRİMETİLGLİKOKOl.) — 2. ikikutuplu çok sayıda iyon bileşiğine verilen ad. — ANSİKL. Eczc. D oğada yaygın olarak bulunan ve eczacılıkta kullanılan betain, kolinden yükseltgenerek elde edilir. Yağ­ lar üzerindeki seçimli etkisi nedeniyle sitrat biçiminde, siroz ve hepatik steatozlarda, sarılıkta, aterosklerozlarda kullanılır. M ide hastalıklarında asit düşürücü etki gösterir. B E T A -L A K T A M İN a. (fr. beta-lactamine). Eczc. Formülünde bir beta-laktam çekirdeği H / — C—CH



I I O —C—N— bulunan antibiyotik. (Penisilinler* ve sefalosporinler* bu antibiyotik grubuna girer.) B E T A M E T A Z O N a. (fr. betamethasone). Eczc. Deltahidrokortizonunflüorlutürevlerinden olan yapay glukokortikoit. Antiem flam atuar ve antialerjik etkisi hızlı ve uzun sürelidir. (Betametazonun disodyum fosfat tuzu suda çözündüğü için mideye zarar vermez. Betametazon valerat krem, pom at ve losyon halinde bazı deri hasta­ lıklarının tedavisinde kullanılır. Aft ve yü ­ zeysel ağız likeni gibi ağız hastalıkların­ da yaraya sürülebilir.)



B E T A -M İM E T İK sıf. (fr. beta-mimetique). Beta-adrenerjik alıcılarda uyarım etkisi yapan m addeye denir. (Bu m adde­ ler, başka etkileri yanında, düz kasların kasılmasını engelleyici etki de gösterdi­ ğinden, erken doğum tehlikesini önlemek için de kullanılır.) B E T A N A F T İL B E N Z O A T a BENZONAFTOL'un eşan lam lısı.



B E T A N C E S (Ramön) El A n tilla n o de­ nir, porto rikolu hekim ve siyaset adamı. (Cabo Rojo, Porto Riko, 1810 - Paris 1898). Fransa’da tıp okuduktan sonra d oğ duğu adaya döndü ve halkın çok sevdiği bir hekim oldu. Daha sonra ken­ dini Porto Riko ve K ü b a ’nın bağımsızlık davasına adadı. Ülkesinden ayrılmak zo­ runda kalınca Paris’e yerleşti ve Küba devrim cuntasını temsil etti. B E T A N C O U R T (Römulo), venezuelalı avukat ve siyaset adamı (Guatire, M iran­ da, 1 9 0 8 -N e w York 1981). 1928’de, dik­ tatör Juan Vicente G öm ez’e karşı olan öğrenciler grubuna katıldığından birçok kez sürgüne gönderildi. 1941'de Venezuela ’ya döndü. Römulo G allegos ile, De­ m okratik eylem partisi’ ni kurdu. O rdu ve Demokratik eylem partisi, 19 4 5 ’te cum ­ hurbaşkanı M edina A ngarita’yı görevin­ den uzaklaştırdı ve Betancourt, 1 947’ye kadar yönetim de kalan cuntanın başına geçti. Yönetimi sırasında köylüleri örgüt­ ledi ve tarım alanında reform yaptı. Dik­ tatör Marcos Perez Jim enez dönem inde yemden sürgün edildi. Jim enez’in dikta­ törlüğü 1959’da sona erince, cumhurbaş­ kanı seçildi. Castro yanlısı gerillalara ve iş çevrelerinin muhalefetine karşın dev bir bayındırlık projesi uygulam aya başladı, petrol üretimini yeniden düzene soktu ve Venezuela’da dem okratik rejimin yerleş­ mesine çalıştı. 1964 seçim lerinden son­ ra, yerini kendisi gibi D emokratik eylem partisi’ nden olan Raül Leoni aldı; ancak Betancourt, ölünceye kadar parti içinde­ ki yerini korudu. B E T A N C O U R T Y M O L İN A (Augus tin DE), İspanyol m ühendis (O rotava’da Santa Cruz, Tenerife, Kanarya adaları, 1758 - Petersburg 1824). 1808’de Rus­ y a ’nın hizmetine girerek burada hidrolik m ühendisleri birliğini kurdu. B E T A N C U R C U A R T A S (Belisario), K olom biya devlet adamı (Amaga, Antioquia 1923). Hukuk okudu. Muhafazakâr parti’ye katıldı. Senatörlük, Çalışma ba­ kanlığı, M adrid büyükelçiliği, hukuk pro­ fesörlüğü yaptı. 1 96 2 ,1 9 7 0,19 7 8 seçim­ lerinde Muhafazakâr parti’nin cum hur­ başkanı adayı olduysa da kazanamadı. 1982’de Liberal parti bölününce, oyların % 4 7 ’sini alarak başkan seçildi (1982). ilk kabinesinde altı Muhafazakâr, altı Liberal bakana yer verdi. Özel sektörü korudu, tarım ve sanayi ürünlerinin dışsatımına önem verdi; vergi indirimlerini artırdı. Ge­ rillalarla barışa yanaşmayan savunma ba­ kanını görevden aldı. Generaller, Küba ile ilişki kurmasına tepki gösterdi (ocak 1983), sağcılar da Nikaragua’daki Sandinista yö­ netimine yakınlaşmasını eleştirdiler. Bağ­ lantısızlar haraketine katılan Betancur, C ontadora grub u n da barışçı girişimleri savundu. Ülkedeki gerilla örgütlerinin, ba­ rışçı yöntemlerle, silahlarını bırakmalarını sağladı. A B D ’ye giderek başkan Reagan ile görüştü. N ikaragua konusundaki tutu­ munun değiştiğini belirtti. ÂBD ’nin siyase­ tini desteklediğini açıkladı (nisan 1985). Başkanlık görevi 1986’da sona erdi. B E T A N İD İN a (fr. betanidine; lat. b e ­ ta, şekerpancarından). Org. kim. Şekerpancarının, formülü C 16H I6N2Ob olan kır­ mızı boyarmaddesi.



B E T A N Z O S , Ispanya’da (Galıcia) kent, La C oruna’nın G .-D .’sunda, Betanzos rfa ’sının başlangıcında; 10 100 nüf. Galicia g otik üslubunun en iyi örnekleri ara­ sında yer alan kiliseler: S. Francisco kili­ sesi (1387’de tamamlandı; Fernân Perez de A n d ra d e ’nin lahdi); S. Maria del Azogue ve Santiago kilisesi. B E T Â T a. (ar. betül). Esk. 1. Yol azığı. — 2. Ev eşyası. B E T A T E R A P İ a. (fr. bĞtatherapie; yun. beta [ışınları], ve therapeuein, tedavi etm ek’ten). Radyoaktif cisimlerin, elektron­ lardan oluşan beta ışınlarının tedavide kullanılması. (Betaterapi, en başta yüzey­ sel urların, sonra da kulak-burun-boğaz hastalıklarının tedavisinde kullanılır. Dar anlam da, radyoaktif izotopların yaydığı beta ışınlarının tedavide kullanılması an­ lamına gelen betaterapi sözcüğü, bazen daha geniş anlam da betatronla yapılan tedavi için de kullanılır.) B E T A T R O N a. (fr. söze, bâta [ışınları] ve [ölecjtron’dan). Manyetik indüklemeli, da­ iresel hızlandırıcı; çalışma ilkesi 1922’den bu yana bilinmektedir. — ANSİKL Elektronlar, yörüngelerinden geçen m anyetik indüklem e akışı değişti­ rilerek hızlandırılır. A B D ’de D. W. Kerst, 1952’de 315 M eV’lık elektron üreten bir betatron yaptı. Bu aygıtların ürettiği X ışın­ ları, tüm ör tedavisinde ya da sanayi ala­ nında, radyografi incelem elerinde kulla­ nılır. Böylece metalürjide, 500 m m ’ye ka­ dar, ço k kalın çelik parçaların tıkızlığını denetlem eye olanak verir (radyografiyle, yapıyı bozm adan denetim). B E T E a. Tropikal Afrika’da yetişen ağaç. (Morumsu kahve ya da gri-kahve rengin­ de, hafifçe damarlı, uzunlamasına bir bi­ çim de, ince dokulu, yarı sert ve yarı ağır odunu doğram acılıkta, ince m arangoz­ lukta ve karoseri dekorasyonunda, par­ ke yapım ında ve gem i inşaatında kulla­ nılır. Birçok işte ceviz ağacı yerine kulla­ nılabilir: tüfek dipçiği, m ağaza rafları; bil. a. m ansonia; sterculiaceae familyası.) B ETELEM EK -



BETELMEK.



B E T E L E R ya da Ş İ Y E N L E R , Libery a ’da, Fildişi Kıyısı C um huriyeti’ nin batı­ sındaki orm anlarda, yaşayan kru halkın­ dan bir topluluk. Beteler fransız sömürge­ ciliğine karşı uzun süre direnmişlerdir. Babasoylu ve babayerli, soydaşlığı gözeten bir to pluluk oluşturm uşlar, yönetim de m erkezi iktidara yer verm em işlerdir. 19 2 5 ’e doğru, kahve ve kakao ekonom i­ sinin gelişmesinden önce, soyiçi toplu av­ cılık ve köyler arasındaki savaşlar erkek­ lerin başlıca iki etkinlik alanını oluşturuyor, kadınlarsa tarım işleriyle uğraşıyorlardı. B E T E L M E K ya d a B E T E L E M E K gçz f. Yörs. Kabalaşm ak, sertleşmek (çoğun­ lukla etelem ek betelem ek olarak kullanılir). B E T E R sıf. (fars. b e d ve ter, bedter'öen). 1. Kötü, daha kötü, en kötü şey için kul­ lanılır: Buradan daha beter bir yer görm e­ dim. Başına bundan beteri gelemezdi. — 2. Bir şeyi, b ir kimseyi beter etmek, onu daha da kötü bir durum a sokmak. j| B e­ ter ol! “ daha kötü durum lara d ü ş ” anla­ m ında söylenen ilenme sözü, jj B eter ol­ mak, bir kimse, bir şey sözkonusuysa, da­ ha kötü bir durum a gelm ek. Bu çocuk günden güne beter oluyor. Radyo, tamir­ d en sonra eskisinden b e te r oldu, jj B ete­ rin de beteri var, “ daha kötüsü olabilirdi" anlam ında söylenen teselli sözü. B E T H (Evert VVİllem), hollandalı m antık­ çı ve filozof (Alm elo 1908 - Am sterdam 1964). Amsterdam Üniversitesi’nde felse­ fe ve kesin bilim ler profesörlüğü yaptı (1946); Euratom ’a bağlı bir çalışma g ru ­ bunu yönetti ve 1 952’de, Temel araştır­ m a enstitüsü'nü kurdu. Bilimkuramı ve mantık alanlarındaki araştırmaları, Tarski ve H eyting’in etkilerini taşır. Başlıca ya­ pıtları: M odern L ogic (Çağdaş mantık)



Beth [anlam bilim sel tablolar kuramı üzerine açıklamg], 1957; Jean Pıaget ile birlikte yazdığı Epistem ologie m athem atique et psychologie (M atem atik bilimkuramı ve ruhbilim), 1961; The Foundation o f Mathem atics (M atem atiğin temelleri), 1959 -1965; Mathem atical Thought, an introduction to the Philosophy of Mathematıcs (M atem atik düşünce; m atematik felsefe­ sine giriş), 1965.



1578



B e t h t e o r e m i, tanım kuramının temel teoremi (1935). T, biricik m antıksal olm a­ ya n s im g e le r'i u , u n, b elitleri de Aı Ap olan bir m atem atik kuramı, T de yeni bir v sim gesinin katılmasından doğan kuram olsun. Yalınlaştırmak için v nin, fc-li bir yüklem simgesi, örneğin F(x1,...,xk) olduğunu kabul edelim; T' ün r- F (x , xk) - A (x , xk) biçim inde bir teoremi varsa, v sim gesinin u , u „ te­ rimleriyle tanım lanabildiği söylenir; bura­ da A(x1,...,xk), T kuramının C(T) dilin­ deki bir formülüdür, yani yalnızca u,,...,un listesinin mantıksız simgelerini kapsar. Beth teoremine göre, v nin u,,...,u„ terim­ leriyle tanımlanabildiği™ söylemek, UT) nin her gerçekleşm e'sinin, T’ ün bir mo­ deli olan en çok yayılım ) olduğu anlamı­ na gelir. B E T H A N İA . Esk. coğ. Kudüs yakının­ da kasaba. İsa’ nın dirilttiği Azir ile kız kar­ deşleri Marta ve Meryem burada yaşıyor­ lardı. Günümüzde el-Azariye (Lazaros’un adının arapça biçiminden). —Yuhanna İn­ ciline göre, Ü rdün ırmağının sol kıyısın­ da Vaftizci Yahya’nın halkı vaftiz ettiği yer. Kimi el yazm alarında Bethabara olarak geçer.



Theobald von Bethmann Hollweg (üniformalı), 1917'de, Zimmermann ile birlikte



Belhe çevrimi



B E T H E (Hans Albrecht), am erikan uy­ ruğuna geçen alman fizikçi (Strasbourg 1906). Münih veTübingen üniversitelerin­ de profesörlük, sonra 1933’te, Manchester ve B risto l’de o kutm a nlık yaptı. 1935’te, A B D ’ye geçti, ith aca ’daki Cornell üniversitesi’nin kuramsal fizik kürsü­ sü başkanı oldu. 1943-1946 arasında, Los Alam os atom bombası tasarısı fizik bölümü m üdürlüğünü yaptı. Kuramsal fi­ zik alanında birçok çalışma verdi; özellik­ le, Heitler ile birlikte kozmik ışınlarda ka­ demeli yağış kuramını ortaya attı. Ama daha çok 1938’ae bulduğu çevrim ile ta­ nındı. Kendi adını taşıyan bu çalışmasıy­ la 1967 Nobel fizik ödü lü ’ nü aldı. S B e th e ç e v r im i, 1938 de Bethe tarafın­ dan bulunan term onükleer kaynaşma tepkimeleri çevrimi; Bethe, protonların ve karbon çekirdeklerinin kaynaşmasından yararlanarak dört protonun kaynaşması sonucunda bir helyum çekirdeği oluştur­



du; karbon çekirdeği çevrim sonunda ye­ niden ortaya çıktı. H idrojen çekirdekleri­ nin helyum çekirdeklerine dönüşüm ünü sağlayan bu mekanizma, G üneş’ten da­ ha sıcak yıldızların m erkezinde görülür ve sıcak yıldızlardaki ışıma enerjisinin kayna­ ğını oluşturur. B â th e ll y ö n t e m i (bulucusunun adın­ dan). Otoklavda ağaç işleme yöntemi; ön­ ce kısmi boşluk oluşturularak özellikle kre­ ozot püskürtülür ve ardından basınç al­ tında em dirm e işlemi uygulanır. Bu yön­ tem havai hat direkleri ve dem iryolu tra­ versleri yapım ında kullanılır. B E T H E N O D (Joseph), fransız elektroteknikçi (Lyon 1883 - Paris 1944). Elek­ troteknikteki eğitm eni Biondel idi. Bu ko­ nuya itimli m otorlar kuramı ve asenkron m otorlar üzerine yaptığı çalışmayla girdi. Danışman m ühendis oldu ve çalışmala­ rını yüksek frekanslı akım lar üzerinde yo­ ğunlaştırdı; general Feme ile çalıştı ve 1907’de, çınlamalı transform atörü ger­ çekleştirdi. Almaşık akımlı aletlerin ince­ lenmesi için bir yöntem buldu, alternatörlerdeki özuyarı kuramını açıkladı. En önemlisi yüksek frekanslı bir alternatör olan, radyotelgrafla ilgili birçok buluşu vardır.



yaptı,, Transilvanya’nın tarihini yazdı. — M İKLÖ S (Kisbün 1642 - Viyana 1717), Le­ opold I ile birlikte D iplom a Leopoldinum adıyla bilinen uzlaşmayı gerçekleştirdi. Ferenc II Râköczi ayaklanmasında tutuk­ landı, hapiste öldü. — İTSVAN (Gernyeszeg 1874 - SSCB 1947), 1914’ten önce muhalefet milletvekiliydi. Bozgundan son­ ra Bela Kun rejiminin amansız m uhalifle­ rinden biri oldu. Nisan 1921 - ağustos 1931 arasında başbakan olan tsvan, tu­ tucu bir siyaset izledi ve m acar ekonom i­ sini güçlendirdi. Nisan 1927’de, İtalya ile bir dostluk anlaşması yaptı; bu anlaşma, m acar diplomasisinin tem elini oluşturdu. Naip H orthy’nin izlediği Alm anya ile işbir­ liği siyasetine karşı çıktı. 1944 alman iş­ gali sırasında saklandı, sonra SSCB’ye sürgün edildi. B E T H M A M N H O L L W E G (Morıtz Aı> gust VON), alman hukukçu ve siyaset adamı (Frankfurt am Main 1795 - Rheineck şatosu, Andernach yakınında, 1877). Ber­ lin (1823) ve Bonn (1829) üniversitelerin­ de hukuk profesörlüğü yaptı. Roma d ö ­ nemi yargılam a usulünün O rtaçağ orta­ larındaki evrimini inceledi. Prusya eğitim bakanı oldu (1858-1862).



ü B E T H M A N N H O L L W E G (Theobald VON), alman devlet adamı (Hohenfinow, Brandenburg yakınında, 1856 - ay. y. 1921). Sırasıyla B randenburg Oberprâsıden t’i (bölge valisi) [1899], Prusya içişle­ B e th e s d a -> b e z a t h a . ri bakanı (1905), im paratorluk içişleri ba­ kanı (1907), imparatorluk şansölyesi (tem­ B E T H G E (Hans), alman yazar (Dessau muz 1909) oldu. Diplom atik esneklikten 1876 - Kirchheim unter Teck 1946). Do­ yoksundu (Belçika’nın tarafsızlığını garan­ ğulu şairlerden alm ancaya çeviriler yap­ ti eden 1839 antlaşm ası’™ bir "kâğıt tı. parçası" olarak niteledi) ve im paratora B E T H L E H E M , ABD’de (Pennsylvaniçok bağlıydı. Savaşın ilanını (ağustos a) kent, Philadelphia'nın K.-B.'sında; 70 1914) engelleyemeyince özellikle batıdaki 000 nüf. (1992). Dem ir-çelik sanayisi ilhakçı harekete ve denizaltı savaşının ye­ merkezi (Bethlehem Steel Corporation'ın niden başlatılmasına (ekim 1916) karşı merkezi). Üniversite. çıktı, ama yine bir sonuç alamadı. Uzlaş­ macı bir barış taraftarı olarak görüşm ele­ B E T H L E H E M , G üney Afrika Cumhuriri başlatmaya çalıştıysa da, ittifak devlet­ yeti’nde (Orange eyaleti) kent, Lesotho’ lerinin düşm anca tutumu nedeniyle başa­ nun K .’inde; 29 400 nüf. Tarım merkezi. rı sağlayamadı (aralık 1916). Rejimin libeB e t h le h e m S t e e l C orporation, ralleştirilmesinden yanaydı; VVİlhelm H’yi 1857 yılında kurulan ve ilk yüksek fırını bir Paskalya bildirisi hazırlaması için ikna 1863’te işletmeye açılan amerikan şirke­ etti; bu bildiride, Prusya’daki sınıflara da­ ti. XIX. y y .’ın liberal geleneğini sürdüren yalı seçim sisteminin kaldırılacağına dair son girişim olan Bethlehem , J. Pierpont söz veriliyordu. Ancak merkezciler ve sos­ Morgan, Andrew Carnegie ve W. H. Mooyal dem okratlar böyle bir siyaseti kendi­ re tarafından “ Büyükler” arasındaki reka­ lerinin daha iyi uygulayabileceklerini d ü ­ bete son verm ek am acıyla kurulan dev şünerek onun istifa etmesini sağladılar dem ir-çelik tröstü United Steel Corporati­ (temmuz 1917). Bethm ann Hollweg, sa­ on of New Jersey’in egemenliği altına gir­ vaşın sonunda siyaseti bırakıp H ollanda’ di. Demir-çelik piyasası özelliklerinin bir­ ya yerleşti. denbire değişm esine neden olan Birinci Dünva savaşı, tröst içindeki birliğin orta­ B E T H P A G E , A B D ’de (New York eya­ leti) kent, New York kentinin doğu banli­ dan kalkmasına yol açtı. Bethlehem, yösünde; 18 600 nüf. Uzay araçları sa­ 1918 ateşkes anlaşması ile etkisini yitir­ nayisi. miş olan United steel’e karşı amansız bir savaşıma girişti. United steel'in durum un­ B E T H P H A G E . Esk. coğ. Filistin'de yer, dan yararlanan Bethlehem çeşitli çelik Zeytinlik dağının doğu yam acında, Ku­ fabrikalarını yeniden satın aldı ve yeni bir düs ve Bethania yakınında. sanayi olan otomobil sanayisinin gereksi­



B E T H E S D A , A B D 'de (Maryland eyale­ ti) kent, VVashington yerleşmesinin kuzey kesim inde konut semti; 71 500 nüf.



nimlerini karşılamak için bazı hafif metal­ leri üretmeye başladı. 1939 yılından baş­ layarak, Anglo-Amerikan blokunun askeri gereksinimleri, şirketin tüm kapasitesini yönelttiği alan oldu. 6 yıllık sürede gemi yapım ında kullanılan tüm çeliğin üçte biri­ ni üretti, kendi bünyesinde 1 127 tane ge ­ mi yaptı ve 37 000 gem iyi onardı. Yıllık çelik üretimi 9 ,9 1. (1990). B E T H I,E N , transilvanyalı protestan ai­ le. — GABOR(illa 1580 - Gyulafehörvâr 1629), G âbor B âthory’yi kovduktan son­ ra, Türkler’in yardımıyla kendini prens ilan etti (1613). Otuz Yıl savaşı sırasında, Pro­ testanların önderi olarak, Ferdinand II ile savaştı. 1620'de, Beszterçebânya diyeti tarafından Macaristan kralı seçildi. Ertesi yıl, N ikolsburg barışı sırasında, bu unva­ nından vazgeçti; 1628’de, Habsburglar’a karşı yeniden m ücadeleye başladı. Sal­ tanatı sırasında, A v ru p a 'd a etkin bir rol oynayan ve önemli bir kültür merkezi ha­ line gelen Transilvanya, altın çağını yaşa­ dı. — FA R K A S (1639-1679) şansölyelik



B E T H Ş E A N , B E Y T Ş A N ya da B E Y S A V , İsrail'de yerleşme, N asıra’nın G. -D .'sunda Dokum a ve hazırgiyim sana­ yileri. Elmas yontuculuğu. En eskileri IV. bin yılından kalma üstüste site kalıntıları. Roma dönem inden kalm a tiyatro. —Tar. IV bınyıl sonunda kurulan sitede, önce II. binyıl’da Kenan ülkesi uygarlığı egem en oldu. Tutmes ll ’den (1482'ye doğr.) Ramses İll e (117 0 ’e doğr.) kadar kente yerleşen firavunlar, dikilitaşlar (Seti l’den Ramses II'ye) diktirdiler ve tanrıça Anat’a adanmış bir tapınak yaptırdılar. İs­ railliler tarafından ele geçirilen (X yy.) Bethşean, VIII. ve IV. yy.'lar arasında terk edilm iş bir kent durum undaydı. Hellenistık dönem de Skythopolis adını aldı. Ya­ hudi krallığı tarafından ilhak edilen (İ.Ö. II. yy. sonu) kent, Pompeius tarafından kurtarıldı ve D ekapolis’e katıldı (İ.Ö. 64). Parlak bir dönemin ardından, Roma impa­ ratorluğu’nun son yıllarında site halkı yunancayı bıraktı ve süryanice konuşmaya başladı.



B E T H U E L , Kutsal Kitap' ta, ishak’ın ka­ rısı R ebeka’nın ve Laban’ın babası. İbra­ h im ’in akrabasıydı. B E T H U L İA . Esk coğ Filistin’de kent. Yudit’ın kitabında adı geçer. Holophernos tarafından kuşatıldıysa da Y udit’in feda­ kârlığıyla kurtuldu. B E T H U N E , Fransa’da (Pas-de-Calaıs) arrondissement merkezi; 28 279 nüf. XIV. y y .'d a n kalma, onarım görm üş gözetle­ me kulesi. Eski m aden köm ürü çıkarım merkezi. Makine ve dokum a sanayileri. Taşıt lastiği yapımı. 1850’den sonra, kö­ m ür m adenlerinde çalışmaya gelen işçi­ lerin akın etmesi sonucunda Bethune Pas-de-Calais'nin en kalabalık arrondissem en t'ı oldu. B E T H U N E (James ve David) -



BEA-



TON.



B e th -V ln c e n t d e n e y i. Hematol A, B, 0 kan gruplarının belirlenmesini sağlayan ve anti A, anti B, anti A + B test serum la­ rının yardım ıyla insan alyuvarlarının tuz­ lu çözeltide çökeltilmesi ilkesine dayanan yöntem. B E T H Y L U S a. Yassı, uzun, yatay başlı zarkanatlı böcek. (Bazı türlerin dişisi, lar­ valarını beslemek için küçük tırtılları ya­ kalar. Bethylidae familyasının örnek tipi.) B E T İ a. Şekil, suret. B E T İ (Alexandre Bıyidı, M o ng o —denir), kamerunlu yazar (Mbalmayo 1932). Sür­ gün olarak bulunduğu Rouen’da edebiyat öğretmenliği yaptı. Sömürgeciliğin zarar­ larını ve batı uygarlığının geleneksel to p ­ lum içinde yarattığı yıkımları çizen dört ro­ man yayımladı (Ville cruelle, 1954, Eza Boto takm a adıyla çıktı; le Pauvre Chrıst de Bom ba, 1956; M lssion terminee, 1957; le Roi miracule, 1958). Uzun bir suskunluk dönem inden sonra, yergi ya­ zıları (Main basse sur le Cameroun, 1972) ve yeni hikâyelerinde (Rem ember Ruben, 1974; Perpetue ou TH abitude du malheur, 1974; la Ruine presque cocasse d'un polichinelle, 1979) Afrika'nın yeni efendi­ lerinin görgüsüzlüğünü ve budalalığını anlattı. B E T İC A s ır a d a ğ la r ı, İspanya'nın g ü ­ ney kesiminde, Alp sistemine bağlı d a ğ ­ lık bütün. Cebelitarık boğazından Nao burnuna kadar 500 km boyunca uzanır. İber yarımadasının en yüksek noktaları (Sierra N evada’da, M u lh a ce n'de 3 478 m) bu sıradağlardadır. K.’de Önbetica sı­ radağları, düzensiz biçim de kıvrılma ge­ çirm iş kireçtaşlarından oluşur; G .’ deyse billurlu şistler ve başkalaşmış kireçtaşları egemendir. Sıradağların her yanında yü­ zey şekilleri, birbiriyle bağlantısız dağ sı­ ralarına (yer yer korularla örtülüdürler ya da buralar yaygın yöntem lerle koyun ye­ tiştiriciliği yapılan alanlardır) bölünür; bu sıralar da, yer yer sulama uygulanan'hav­ zalar (örneğin Granada havzası) ve alçak platolar ve tepe koridorlarıyla birbirinden ayrılırlar. B E T İK a. (esk. türkç. bitimek'[eri). 1. Ya­ zılı şey, yazılı kâğıt, m ektup, metin, vb. — 2. Kitap — 3. Betik taşı, kitabe, yazıt. —ANSİKL. Sözcüğün eski biçimi olan bitıg ve kökü bitimek, göktürk yazıtlarında görülm ektedir. Eski Anadolu türkçesinde birden çok heceli sözcüklerin sonundaki -g sesi düştüğünden biti biçimini alan söz­ cük, "ya zı” , "m e k tu p ", "m u ska " anlam­ larında kullanılır. Bitik - b etik biçimiyse Doğu türkçesinden XV. yy.’da alınmıştır. Murat II ve Fatih Sultan M ehm et’in ver­ dikleri beratlarda "fe rm a n " ve "n iş a n " anlam larında kullanılır. "B itim e k" fiilinin kökeni tartışmalıdır. Çince "fırça " anlamı­ na gelen p /’e f’ten türediği öne sürülm üş­ tür. Ayrıca H int-Avrupa dilleriyle karşılaş­ tırılmış ve H otanca pidaka "ya zı", "b e l­ g e ", sanskritçedeki pitaka "kiliselerdeki kitap koleksiyonu", eski yunanca piptakıon "m e k tu p " sözcükleriyle ilgili olabile­ ceği görüşleri ortava atılmışsa da ses ge­



lişmeleri gösterilem ediğinden bu savlar kanıtlanam am ıştı. B E T İK Ç İ (Alı Rıza), türk yazar, hukuk­ çu (Yanya 1859 - İstanbul 1916). Mekte­ bi h ukuk’u bitirdi. Savcı yardımcılığı, çe ­ şitli yerlerde bidayet ve istinaf mahkem e­ leri hukuk ve ceza daireleri üyelik ve baş­ kanlıklarında bulundu. Türk dilini yaban­ cı dillerin baskısından kurtarmak, türk ço ­ cuklarına ana dillerini kolayca öğretm ek amacıyla okum a yazma (19.09, yeni harf­ lerle 1942) ve Yem yazı adlı iki kitap yaz­ dı. Birinci kitabın adının altında "Som türkçe ile yazılmış bir betiktir. Türk dilinin dirilmesi dileğiyle yazılmıştır. Betikçisi Yanyalı Ali Rıza" cüm leleri yer alır. "Y azar" yerine "b e tikçi" sözcüğünü kul­ landığı için bu adla tanınan Ali Rıza, dil­ de sadelik akımının öncülerindendir. Ya­ pıtında, arap abecesinin türkçeye yaban­ cı seslerle ilgili harflerini hiç kullanmadı. O zaman için yazı dilinden atılması güç sayılan arapça, farsça sözcükleri de türk­ çe söylenişleriyle yazdı. B E T İL (Zihni), türk hukukçu ve siyaset adamı (Niksar 1910 - İstanbul 1979). İs­ tanbul Fevziye lisesi’ni (1930), Hukuk fa­ kültesi’ni (1933) bitirdi. İsviçre’de Fribourg Hukuk fakültesi'nden mezun oldu (1948). Fevziye lisesi'nde öğretmenlik ve müdür yardımcılığı (1930-1934), Ankara’ da savcılık, sulh yargıçlığı, adalet bakan­ lığı müfettişliği yaptı (1934-1950). CHP Tokat milletvekili seçildi (1950). CHP g e ­ nel idare kuruluna girdi. Genel sekreter yardımcılığı yaptı (1950-1954). 1954’te seçilemeyince avukatlığa başladı. 1961 seçimlerinde CHP senatörü seçikdi (1961 -1967). Zeki Kumrulu ile ortaklaşa yazdık­ ları Haşiyeli ve izahlı ceza m ahkem eleri usulü kanunu adlı bir yapıtı vardır. B E T İL (Turgay), türk grafik sanatçısı (Çorum 1940 - İstanbul 1992). İstanbul Devlet güzel sanatlar akademisi dekora­ tif sanatlar bölüm ü’nü bitirdi (1965). Ti­ yatro dekorları ve kostümleri hazırladı, çeşitli dergilerde karikatürleri çıktı. Dev­ let tiyatroları için afişler yaptı. 1968-1974 arası Varşova bienali’ne katıldı. İstan­ bul’da, M imar Sinan Üniversitesi güzel sanatlar fakültesi, grafik ana sanat dalı’nda öğretim görevlisi olarak çalıştı. B E T İL E M E K g. f. Bir şeyin biçimini, sı­ nırlarını belirlemek. B E T İM a. Bir şeyi, bir kimseyi, bir olayı vb. betimleyen söz ya da yazı; betim le­ me, tasvir. B E T İM , Brezilya’ da kent, Minas Gerais’te, Belo Horizonte’nin B .’sında; 85 200 nüf. Otomobil sanayisi. B E T İM L E M E a 1. Betimlemek, tasvir etmek eylemi. — 2. Bir yapıtta, yazarın so­ mut gerçekliği, kişileri ya da eylem in yer aldığı bağlamı betim lediği bölüm; betim. (Eşanl. TASVİR.) [Bk. ansikl. böl. Ed.] — Dilbil. Bir dil ya da bir dilin belirli bir d ö ­ nemi üzerine yapılan inceleme; bu ince­ lemede dilin sessel, sözlüksel, sözdizimsel birim lerinin ve bu birimlerin biçimsel değişimlerinin bir döküm ü yapılır ve bu birimler arasındaki yapısal birleşimler ele alınır. — Ed. Bir yapıtta yazarın somut gerçekli­ ği, kişileri ya da eylemin içinde geçtiği or­ tamı anlattığı bölüm. (Bk. ansikl. böl. Ed.). — Mant. Tekil betimleme, "...olan x " tü­ ründen deyim ler (" A y ’a ilk ayak basan adam ...” örneğinde olduğu gibi.) [Simge­ l e r l e d i r ) ] . Ö rneğin,(tx )(x Fransa'yı kur­ tardı. ) ,( ı x ) ( x E ı\'& 2 < x < 4 ) birer tekil be­ timleme olup üstelik belli bir nesneyi, hem de tek bir nesneyi gösterdikleri için yasa­ ya uygundurlar. (Birincisi De G aulle’ü, İkincisi 3 sayısını gösterir.) [Bk. ansikl. böl.] —ANSİKL. Dilbil. Ç ok eski dönem lerde il­ ginç betimlem elerin yapılmış olmasına karşın (sanskritçeyi inceleyen Panini, arap dilbilgicileri), batı dilbilim inde betimsel yaklaşım görece olarak yeni sayılır. Bu tür



çalışmalar, geleneksel dilbilgisinin temel özelliği olan kuralcı tutkuların ve XIX. y y .’da karşılaştırmalı dilbilgisinin özünü oluşturan tarihsel kaygıların bir kenara bı­ rakılmasından sonra ortaya çıkmıştır. Bu yeni yönelişin kökeninde, XIX. yy. kâşif ve m isyonerlerinin yazısı olm ayan dillerle karşılaşmaları, yüzyıl başında am erikan antropolojisi çerçevesinde gerçekleştirilen amerindi dillerinin incelenmesi, dilin eşza­ manlı incelemesine öncelik veren Saus­ sure ilkelerinin etkisi, yaşayan dillerin ö ğ ­ retimine ilişkin eğitsel araştırmaların so­ nuçları yer alır. Giderek etkin bir niteliğe bürünen betimleme yolları, bütüncenin ve her düzeyde (sesbirim, dilbilgisel ve söz­ lüksel biçimbirim) belirleyici öğelerin sap­ tanması için kullanılan değiştirim yöntem ­ lerinden ve sözkonusu öğelerin bırleşimsel şemalarından oluşur. Bu çalışm alar­ da temel kaygı, incelenen dile betimleyicinin dilinin ya da bir başka örnek dilin ka­ tegorilerini uyarlamaktan kaçınma zorunluğudur. (Latince uzun süre bu durum a örnek olmuştur.) — Ed. Betimleme, şiirsel ya da dram atik bir hayal ürünü yapıtta,dayanılan verile­ rin kesin olarak saptanması biçiminde yo­ rumlanabilir. Aslında bu veriler, önemli ya da önem siz ölçüde belirsizlik taşırlar. Be­ timleme, olayları, algılanan olaylar biçi­ minde ortaya koyar; algılamada bir görüş açısı olduğunu varsayar. Dolayısıyla, te­ mel bir anlatı öğesi olan betimleme, lirik ya da dram atik yapıtların içine yerleştiril­ d iğinde de yorum lanan d ü n y a y a , anla­ tılan dünya görüntüsünü sokar. Nesnelci şiir, belirlenmiş bir görüş açısı olm adan, anlatılan dünyanın görüntüsünü verir. Dünyayı yorum lam aya dayanan türlerde, görülen, apaçık olması bakımından, ilgi alanının dışında kalır; anlatıya ağırlık ve­ ren türlerdeyse betimleme, betimlemenin ilk işlevine aykırı olarak, bize bu apaçıklı­ ğı sezdirm ek ister. — Mant. Tekil betimleme. Russel, ünlü bir çözüm lem esinde tekil betim lem elerin bağlamsal bir tanımının nasıl verilebilece­ ğini göstermişti: "Ş im diki Fransa kralı dazlaktır" türünden bir cüm le ("Şim diki Fransa kralı" deyim inin geçtiği bir bağ ­ lam) aşağıdaki önerm elerin birlikte evetlemesiyle eşdeğer sayılacaktır: (1) Şimdi Fransa tahtında oturan bir x, ama tek bir x vardır; (2) x ne olursa olsun, x şimdi Fransa tahtında oturuyorsa, x dazlaktır. Bu işlem, yukarıdaki cüm lenin hem bir anlamı hem de bir d oğruluk değeri oldu­ ğunu kabul etmemize olanak vermekle birlikte [(1) yanlış olduğu için cüm lenin kendisi yanlıştır], böyledir diye, "şim diki Fransa kralı" gibi bir nesnenin su götü­ rür varlığını kabul etmemizi gerektirm e­ m ektedir. Bu çözüm lem e, anglosakson dünyasında bir felsefe sorununun nasıl çözülebilceğıni gösteren son derece dik­ kate değer bir örnek sayılmıştır. Bu çö ­ zümlemeyi daha da genişleten Ouine, bü­ tün özadların, birer tekil betim lem e gibi anlaşılmasını öneriyor: Sokrates, "filozof olan ve baldıranı içen x ’’tir; Pagasos, "pegasoslayan ş e y "d ir gibi. Buna göre, te­ kil terimler sözkonusu olunca, göstererek tanım lamaya (ostensıve definition) baş­ vurm aya gerek kalmıyor. B E T İM L E M E C İ sıf. Betim lem eye ağır­ lık veren; betimleyici. B E T İM L E M E K g. f. B ir şeyi, b ir kim se­ y i betimlemek, onu yazılı ya da sözlü ola­ rak ayrıntılarıyla anlatmak; desen, resim heykel vb. ile canlandırmak; tasvir etmek: B ir vazoyu betimlemek. Bir yakınınızı yüz sözcükle betimleyiniz. Köy yaşamını b e ­ tim leyen b ir roman. İsa'nın çarm ıha geri­ lişini betim leyen b ir resim. ♦ b e tim le m e k edilg. f. Betimlemek eylem ine konu olmak; tasvir edilmek. B E T İM L E N M E K -



BETİM LEM EK.



B E T İM L E Y İC İ sıf. Amacı betim lem e olan, betim lem eye dayanan, betim lem e­ ye ağırlık veren şey için kullanılır: Betim-



betim leyici leyici anatomi. Betimleyici b ir anlatım. Be­ tim leyici b ir bakış açısı. —Müz. Bir kişiyi, bir hayvanı, bir nesne­ yi, bir durumu, bir ülkeyi, bir duyguyu be­ timlemeyi ya da çağrıştırmayı amaçlayan m üzik parçası için kullanılır.



1580



B E T İM S E L sıf. Betimle ilgili, betimleme­ ye dayanan. — Dilbil. Örnek bir bütünceye bağlanan, yalnızca gerçekleşm iş tüm celeri açıkla­ maya yönelik çözüm lem e için kullanılır. ("B etim se l” , bu anlam da, eşzamanlıyla aşağı yukarı eşanlamlıdır: betim sel d ilbi­ lim ya da betimselcilik, tarihsel dilbilim in karşıtıdır. Öte yandan, betim sel dilbilgisi, ortaya koyduğu kurallara kullanım buyrul­ tuları ekleyen kuralcı dilbilgisiyle karşıtla­ şır.) — Mant. Betim sel simge, m addesel bir nesneyi, fiziksel bir yasayı ve genel ola­ rak matematiksel mantıkla ilgili olmayan herhangi bir gerçeği gösteren simge (kar­ şıtı: MANTIKSAL SİMGE). [Bk. ansikl. böl.] — ANSİKL. Mant. Carnap şöyle der: Bir D o dilinin simgeleri, deyim leri ve önermeleg- ri, mantıksal ve betimsel olm ak üzere iki ° öbeğe ayrılır; bunlardan birincilerin salt | mantıksal veya matematiksel bir anlamı ^ vardır; İkinciler ise am pirik (deneysel) nes­ neler, nitelikler vb. gibi mantık-dışı bir şe­ yi gösterirler. B E T J E M A N (John), İngiliz şair (Lond­ ra 1906 - Cornvvall 1984). G ündelik olay­ ların şairi. Yapıtlarında "g e çm iş güzel günler” e duyd u ğ u özlemi yarı coşkulu, yarı alaycı bir biçim de dile getirdi (N ew Bats in o ld Belfries, 1945; C ollected Poems, 1958; S um m oned b y Bells, 1960; High a n d Low, 1966). 1972 ’de, saray şa­ irliği görevinde Cecil Day Lew is’in yerini aldı.



pnömatik beton kinci



B e t k e K le lh a u e r ya da K le lh a u e r t e s t i . Hematol. Alyuvarları, içlerindeki F ya da A hem oglobini oranına göre ayır­ ma olanağı veren kimyasal hücre çözüm ­ lemesi. Bu test, sözkonusu hem oglobin­ lerin, baz ya da asit ayıraçlara karşı gös­ terdikleri dirençteki farklılıktan yararlanma ilkesine dayanır. B E T L E Ş M E K gçz. f. Kötü, çirkin duru­ m a gelmek. B E T O L a. (fr. betol). B a ğırsaklard a ve id­ ra r y o lla rın d a a n tis e p tik o la ra k kullanıla n ve ro m a tiz m a y a d a iyi gelen, renksiz pulc u k la r b iç im in d e ila ç . (E ş a n l. BETA -NAFTİL SALİSİLAT*.)



B E T O N a. (fr. beton; lat, bitum en, bitüm). 1. H idrolik bir bağlayıcıyla bir ara­ ya getirilm iş çakıl, kum ve kaba kumdan oluşan yapay gereç. (Bk. ansikl. böl.) — 2. Beton gibi, ço k sağlam, dayanıklı, sert; güçlü. ■ — inş. Beton kırıcı, beton yapıları ça rp ­ ma yoluyla kırmaya yarayan aygıt. (Pnö­ matik, hidrolik ya da elektrikli olabilir.) || Ateş betonu, ateşe dayanıklı agregalarla alüminli çim ento ya da kireç alüm inat ka­ rıştırılarak hazırlanan ve yüksek sıcaklık­ lara dayanabilen beton. (Eşanl. REFRAKTER BETON.) ||



♦ sıf. Betondan yapılmış şey için kul­ lanılır: Beton duvar. Beton köprü. — ANSİKL. Çok eski dönem lerden beri bi­ linen beton, günüm üzde, açık havada ya da su altında yapılan, hafif ya da som her türlü inşaatta kullanılır. Beton, bileşenleri karıştırılarak hazırlanır: kum, kırmataş ve çim entoya bir m iktar su katılır; bu su hidratlaşma yoluyla çim entonun sertleşme­ sini sağlar. Karıştırma işlemi, düz bir yü­ zey üzerinde, kürekle yapılabileceği gibi, karıştırıcı ya da betoniyer adı verilen me­ kanik aygıtlarda da uygulanabilir. Böyle­ ce hazırlanan taze beton, daha sonra, in­ ce katmanlar halinde doğ ru d an kalıpla­ ra dökülür ve sertleşmeyi geciktiren ya da hızlandıran çeşitli işlemlerden (tokmakla­ ma, titreştirme, ısılişlem, vakum lam a vb.) geçirilebilir. Böylece, sayıları günden gü­ ne artan yapım öğeleri, fabrikada önüre-



betonların bileşim i 1 m 3 b e to n h a c m i için



betonun türü



çim ento kg olarak



kaba kum d m 3 olarak



ço k yağlı beton



500



600



600



yağlı beton



350



850



425



adi beton



200-300



900 -1 000



300-475



zayıf beton



125



1 000



400



timle gerçekleştirilebilir: bloklar, levhalar, putreller, asmolenler, döşem e karoları, borular, kaldırım taşları ve bordürler, dik­ meler, bölm e elemanları vb. Betonu oluşturan çeşitli öğelerin doza­ jı, gerecin fiziksel ve m ekanik niteliklerini önemli ölçüde etkiler. Bu nitelikler, ayrı­ ca, sıcaklık, nem, tokm aklam a ya da tit­ reştirme gibi dış etkenlerle de değişikliğe uğrar. Dozaj, hazırlanan betonun 1 m3’üne katılan bağlayıcı ağırlığı, kum ve kaba kum un hacm iyle ifade edilebilece­ ği gibi harçla kaba kumun hacimsel oran­ larıyla da belirtilebilir. Sanat yapılarında kullanılan iyi bir betonda, 1 m3 taş için yaklaşık 0,650 m3 harç, başka bir deyiş­ le 3 ölçek taş için 2 ölçek harç bulunur. Yaygın olarak, bir betonun dozajı, kulla­ nılan çim entonun ağırlığıyla, agregaların (kum, kaba kum ve çakıl) hacmi oranla­ narak tanımlanır. Trafiğin yoğun olduğu karayollarında kullanılan betonların ayırtedici niteliği, da­ ha tıkız ve agregaların daha büyük boyut­ lu olmasıdır. Bazı hallerde çim entoya ve karma suyuna, hayvansal ve bitkisel yağ­ lar, nemlendirici ürünler, çözünen sabun­ lar gibi, organik kökenli ve çeşitli bileşim­ lerde bir miktar köpüklü m adde de katı­ lır. Böylece normal portland çim entosun­ dan yapılan betonlarla aynı dayanımı gösteren, ama basınç dayanımı % 18, eğilm e dayanımı d a °/o 12 ’den daha d ü ­ şük olan havalı beton elde edilir. Bu be­ ton tazeyken daha iyi işlenebilir ve ayrış­ m aya karşı direnci daha yüksektir; sert­ leştiğinde çok iyi bir sızdırmazlık özelliği, dona ve buzların çözülm esine karşı çok iyi bir dayanım gösterir. H afif beto nla r'ın yoğunluğu, adi betonlara göre çok d ü ­ şüktür. Bunların başlıca türleri, boşluklu betonlar, hafif agregalı betonlar, göze­ nekli betonlar ve odun lifi esaslı betonlar­ dır. Gözenekli betonlar iki sınıfa ayrılır: açık havada sertleşen betonlar ve otok­ lavda işlenen betonlar. Bu alt sınıflar da gözenekleri oluşturm a yöntem ine göre gaz-beton ve köpük-beton gibi türlere ay­ rılır. Ayrıca kolloidal betonlar da vardır; bun­ lar kolloitlerle kararlılaştırılmış hava kabar­ cıkları içerir ve özgül kütleleri 0,4 ile 1,2 g /cm 3 arasında değişir. Odun lifi esaslı hafif betonlar, portland çimentosu ya da m agnezyum çimentosu ile bağlanan ağaç liflerinden oluşur. Bu betonların özgül kütlesi küçük (0,4 - 0,5 g/cm 3) ve ısıl iletkenlikleri çok düşüktür. B E T O N A R M E a. (fr. beton arme). inş. ve Bayınd. Eğilme ya da çekm e kuvvet­ lerine dayanımını artırmak için metal ar­ matürlerle donatılmış beton. (Adi beton basınç kuvvetlerine karşı dayanıklı olmak­ la birlikte, eğilm e ve çekm e kuvvetlerine karşı pek dayanıklı değildir.) [Bk. ansikl. böl.) |j Lifli betonarm e, çelik lif (hacmin % 1-2'si), özel cam (alkalilerden etkilenm e­ yen) ve polipropenle donatılmış beton. —ANSİKL. inş. ve Bayınd. XIX. y y .’ın ba­ şında çim ento sanayisinin gelişmesiyle birlikte, metal arm atürlerin plastik beton­ la kaplanabileceği düşünüldü. 1848’de betonarm enin basit uygulam aları görül­ m eye başladı. J. L. Lam bot, ilk betonar­ m e tekneyi yaptı; François Coignet ise ilk yapıları gerçekleştirdi Bununla birlikte, eğilm eye çalışan bir kirişte, metal arm a­



kum d m 3 olarak



türlere gerilme öğeleri işlevi verme düşün­ cesinin açıklık kazanması, 1877'de bah­ çıvan Joseph M onier'nin bu konuda ihti­ ra beratı almasıyla gerçekleşti. 1890’a d oğru H ennebique basit form üller kulla­ narak betonarm e sanat yapıları inşa,et­ meye başladı (Tevere üzerinde Risorgi­ m ento köprüsü, Vienne üzerinde Châtellerault köprüsü, Loire üzerinde Decize köprüsü). Daha sonra A. Considöre, Augustin Rabut ve Charles Mesnager karar­ lılık yasalarını saptadılar. İlk kez Auguste Perret betonarm e kullanımına dayanarak yeni bir mimarlığın ilkelerini ortaya koydu. M etreküpe 350 ya da 400 kg çim ento kullanılan betonarm e ile çok dayanıklı tek parça yapılar gerçekleştirilebilir. Betonar­ me suya ve ateşe karşı dikkate değer bir dayanıklılık gösterir ve ortamın normal alkaliliği, dem ir ya da çelik armatürleri korozyona karşı korur. U ygulam a kolaylığı betonarm enin bir yandan köprüler öte yandan da dam örtüleri ve ince perdeler alanında önemli bir yer tutmasını sağla­ mıştır. Betonarm e çelik ve beton gibi, tümüyla farklı iki gereçten oluşur; betonun çe ­ lik çubuklara yapışması, bu gereçlerin hem aynı anda çalışmasını, hem de her birinin kendi işlevini yerine getirmesini sağlayan bir olaydır. Ayrıca bu karmaşık olay çeliklerin yüzey durum una ve beto­ nun türüne olduğu kadar, kaym alara yol açabilecek görece uzamaları yaratan ge­ rilmelere de bağlıdır. Yapışma oranı ge­ rili çelik çubukların uçlarında ve arm atür kaplanan bölgelerde özenle denetlenmelidir. Bu oranı iyileştirm ek için çoğunluk­ la çengel biçim inde kıvrılmış armatürler kullanılır. Son yıllarda çekm e ve soğukta biçim lendirm e yoluyla oluşturulan genel­ likle burmalı ve nervüriü özel biçimli çe ­ likler (örn. Tor çeliği) yapılm aya başlan­ dı. Böylece kalıcı biçim değişikliğine u ğ ­ rayan bu çeliklerin yüzey yapışması, ve­ rilen biçim lerin de etkisiyle oldukça arttı. Türkiye’de, betonarme inşaatların tasa­ rımında ve hesaplanm asında Türk stan­ dartları enstitüsü’nün saptadığı kurallara uyulur. Bu kurallar, betonarm e inşaatın hesap esasları için TS. 500 ’de, öngerilmeli beton yapılar için TS. 3233'te, yük­ ler için TS. 4 9 8 ’de ve afet bölgelerinde yapılacak yapılar hakkında yönetm elik’ te belirtilmiştir. B E T O N C U a. inş. ve Bayınd. Duvarları, tavanları ve çim entodan yapılmış tüm ya­ pıları harçla kaplayan işçi. — Her tür be­ tonarme yapıda kalıplama ve çelik d ona­ tıları döşem e işlerini gerçekleştiren, bun ­ ların yerleştirilmesini sağlayan, harcın dö­ kümünü ve kalıplam adan sonraki düzelt­ meleri yapan işçi. B E T O N İC A a. (lat. söze.). Otsu çokyıllık bitki. Çiçekleri firfiri ya da sarı renkte, sap­ ları oldukça tüylü, dört köşelidir. (Karaba­ şa [stachys] çok benzer. 10 tür; 1 türü Türkiye’de yetişir; Avrupa'da, Batı Asye’ da ve Kuzey Afrika’da yaygındır. Ballıba­ bagiller familyası.) B B E T O N İY E R a. (fr betonniere). Betonun karıştırılmasında kullanılan makine. — ANSİKL. Eskiden, beton yapımına yara­ yan kuru ürünlerin karışımı, bu gereçle­ rin aynı anda, yön değiştirici perdeleri bu­ lunan bir kaba atılarak gerçekleştirilirdı. Bu yöntem pek ekonom ik olm adığından



Bettelheim yerini, öğütücü-karıştırıcılar ve m odern döner betoniyerler aldı. D evrilir tam burlu betoniyerler her tür şantiye için uygundur Bunlar, 150-750 litre arasında değişen ka­ rıştırma kapasitelerine göre saatte 3-17 m3 beton hazırlayabilir. Yatay tam burlu beto­ niyerler ço k miktarda beton hazırlamak için kullanılır. Tamburun bir ucundan yük­ leyicide hazırlanan agrega dökülür, öbür ucundan da eğilebilen bir oluk yardımıy­ la beton akar Koşullar gerektirdiğinde, sa­ bit ya da devingen bir şasiye yerleştirilmiş beton santrallarından yararlanılabilir; bun­ ların taşıdığı metal çatkıdan bir kulede betoniyer ve gereç siloları vardır; hunili yük asansörleri, havadan taşıyıcılar ya da son­ suz kayışlar ile beslenen bu silolar inip kal­ kan hunilerle gereçleri betoniyere d o ld u ­ rur. Çok çabuk monte edilebilen bu tesi­ sat saatte 20 m3 betonu kolayca hazırla­ yabilir. Ayrıca, harç ya da kullanıma hazır taze beton taşımak için kamyonlara yüklenen betoniyerler de vardır. Bunların kapasite­ si 3-9 m 3 arasında değişir. B E T O N L A Ş M A a. Kim. Kimyasal olarak çökelen katı parçacıkların topaklaşarak sertleşmesi. B E T P A K - D A L A b o z k ır ı, Kazakis tan’da yarı çölsü bölge. Balkaş gölüyle aşağı Siriderya arasında yapılan sulama çalışmaları sonucu bölgenin güney kesi­ mi tarıma açıldı. Hayvan yetiştiriciliği. B E T S İB O K A , M adagaskar'da ırmak; orta kesimdeki yüksek topraklardaki imerına’nın ortasında ve Antananarivo’nun K.’inde doğar; 520 km. Sol kıyısından ikopa ırmağını alarak Batı ovasını aşar ve M ahajanga yakınında Bom betoka körfe­ zine (M ozambik boğazı) dökülür. Aşağı vadisinde sulama düzenlemeleri yapılmış­ tır; Marovoay dolaylarında özellikle pirinç tarımı için 15 000 ha’lık bir alan sulanmak­ tadır. B E T S İL E O Ü L K E S İ, M adagaskar'ın orta kesimindeki yüksek toprakların güney bölümü, imerlna’ nın G.'inde, Betsileolar burada yaşar. Başlıca kenti Fianarantsoa. Bu yüksek bölge, M adagaskar’ın en zen­ gin bölgelerindendir. Nüfusu dağınıktır: halkın büyük bölümü tarlaların (şekerka­ mışı, manyok, tatlı patates) ve çoğunluk­ la da basam aklar halinde düzenlenmiş çeltik tarlalarının ortasındaki birbirine uzak çiftliklerde yaşar. B E T S İL E O L A R , m algaş dili konuşan halk. M adagaskar’ ın orta kesiminde yak­ laşık 900 000 kişi kadardırlar. Klanlar ha­ linde örgütlenm e ve coğrafi birlik duyg u ­ su törelerde, gelenek ve göreneklerdeki yerel değişikliklere rağmen, etnik bütün­ lüğü sağlayan etkenlerdir. Betsileolar us­ ta zanaatçılardır ve gelişmiş bir iktisadi ya­ şamları vardır (sekilerde sulu pirinç tarı­ mı). Geleneksel dinleri, yaratıcı bir-.tanrı inancına ve tanrılaştırılmış atalara tapın­ maya dayalıdır. B E T S İM İS A R A K A L A R , M adagas­ kar’ın d oğu kıyısında, sayısı 1 milyonu aşan ve malgaş dilini konuşan etni. Betsimisarakalar kapalı bir ekonomi uygular­ lar; klan biçimi örgütlenm elerinde iktidar,



döndürme ayna dişlisi (iç dişli)



aile büyüklerinin de yardımıyla bir başkan tarafından yürütülür. Geleneksel dinleri, yaratıcı bir tanrı ve atalara tapınm aya da­ yanır. B E T S K O Y (ivan ivanoviç), rus devlet adamı ve eğitimci (Stockholm 1704-Petersburg 1795), prens ivan Yurieviç Trubetskoy'un evlilik dışı doğm uş oğlu. Yurt dışında kaldığı uzun süre içinde (1747 -1762) parisli A nsiklopediciler'in çevresi­ ne girdi. Eğitim işlerinde Yekaterina ll ’nin başlıca yardımcısı oldu. Güzel sanatlar akademisi başkanlığı yaptı. 1763’te genç erkeklerin ve kızların eğitimleriyle ilgili bir tasarı hazırladı. Bu tasarı, Rusya’da Batı uygarlığının ilkelerini özümleyebilecek ye­ tenekte yeni bir kuşak ve bilgili bir tüccar ve zanaatçı sınıfı yaratmaya yönelikti. Bu amaçla, soylu genç kızlar için Smolnly enstitüsü (1764), Moskova'da (1764) ve Pe­ tersburg’da (1770) eğitim evleri, kent kü­ çü k burjuvazisinin çocuklarına açık yatılı okullar kuruldu. B E T Ş E A R İM . Esk. coğ. Celile’de kent. Sanhedrin’in (yüksek yargı kurulu) merke­ zi, II. ve III. yy.'da Bet Şearım’deydı. Yapı­ lan kazılarda (1936-1960), İ.S. II. ve III. yy.’dan kalma bir yeraltı mezarlığı ortaya çıkarıldı ve bu mezarlıkta, musevi m ezar­ larında rastlanmayan insan ve hayvan motifleriyle bezenmiş oyma taş mezarlar ve mezar yazıtları bulundu. B E T T A N İ (EL-), lat A lb a te g n iu s ya da A lb a te n iu s , arap gökbilim ci (Harran 8 5 8 ’e doğı-K asr ül-Cis, Samerra yakının­ da. 929). Yazdığı büyük gökbilim yapıtı El



1581



B E T T E L H E İM (Bruno), Avusturya asıl­ lı amerikalı psikanalizci (Viyana 1903 - Silver Spring 1990). Bir toplam a kampına atıldı; 1939 da ABD'ye göçm eyi başardı. Chicago üniversitesi'nde eğitim ruhbilimi (1944) ve psikiyatri dersleri verdi (1963). Çocuk psikozları alanındaki araştırmala­ rıyla ün yaptı ve autismalı çocukların öz­ gün bir tedavi sistemi içinde bakımını üst­ lenen bir kurum (C hicago doğum kontrol okulu) kurdu. Deneylerini The E m ptyFortress (Boş kale) [1967] adlı yapıtında açık­ ladı. Öteki yapıtları: Truants from Life (Ya­ şamdan kaçanlar), 1954; The inform ed Heart (Uyarılmış yürek), 1960; Children o f the Dream (Rüya çocukları), 1967; A Good Enough Parents a Book on Child Rearing (Yeterli ana/baba: çocuk yetiştir­ me üzerine bir kitap), 1987 B E T T E L H E İM (Charles Oscar), fransız iktisatçı (Paris 1913). Özellikle halk dem ok­ rasilerindeki planlama sorunlarıyla uğraş­ tı. Sosyalizme doğ ru geçiş durum undaki toplumsal oluşumlar üzerindeki araştırma­ larını sürdürürken, Marx ile Engels’in sos­ yalist üretim biçimi konusunda ileri sür­ dükleri kuramsal önerm elerle SSCB gibi sosyalist ülkelerdeki gerçeklik arasındaki sapmayı gösterdi. Bu kuramsal çalışma (Calcul econom ique et formes de proprietĞ, 1970 [iktisadi hesaplam a ve mülkiyet



BETONİYER BETON SANTRALI döner dağıtım hunisi çim ento depolama silosu agrega taşıyıcı halı



bölmeli yedek gereç silosu



su haznesi çim ento dozaj hunisi



agrega dozoj hunisi dozaj kantarı



Arkhimedes vidasıyla çim ento akıtma



santral kumanda odası



beton karıştırıcı (düşey eksenli)



yükleme oluğu kamyonla taşınan betoniyer



KAMYONLA TAŞINAN BETONİYER (KARIŞTIRICI KÂMY0M



tank ya da tam bur



yuvarlama halkası



huni (yükleme ve boşaltma)



su haznesi (karıştırma, yıkama) su girişi



kavrama



gözetleme merdiveni yuvarlanma tekerleği . hidrolik devinim



-Zic'den öğrendiğimize göre, güneşin ko­ numunu yeniden gözledi, dönence yılının değerini daha da kesinleştirdi, Ptolemaios’un devinm e sabitini düzeltti ve tutulu­ mun eğim ini dikkatle ölçtü.



sarmalları



devrilir tamburlu betoniyer (240 [Jsarıştırma kapasiteli)



Bettelheim biçimleri]) tarihle yakından ilgilidir. Bettelhelm'ın tarihle ilgili iki de yapıtı vardır: Revolution culturelle et organisatıon industrielle en Chine (Çin'de kültür devrim i ve sanayinin örgütlenmesi) [1973] ve les Luttes de classe en URSS (SSCB’de sınıf sa­ vaşımları) [c. I, 1917-1923, 1974; c. II, 1923-1930, 1977; c. III ve c. IV, 19301939, 1981-1983],



1582



B E T T E L O N İ (Cesare), İtalyan yazar (Ve­ rona 1808-Bardolino, G arda gölü, 1858). Ölüm duygusundan kendini bir türlü kur­ taramayan rom antik şair, intihar etti (PoeSie, 1874). B E T T E L O N İ (Vittorio), İtalyan yazar (Ve­ rona 1840-Castelrotto 1910). Cesare Betteloni’nin oğlu. Şair Aleardo Aleardi tara­ fından yetiştirildi. Şiir derlemeleri, neşeli anlatım biçimi ve günlük konularıyla d ö ­ nemin retorik anlayışından ayrılır (in primavera, 1869). BETTEM BOURG, L üksem burgda (Esch-sur-Alzette kantonu) kent, Alzette ırmağı kıyısında; 7 000 nüf. (1992). Maki­ ne yapımı. B E T T E N C O U R T (Pierre), fransız res­ sam ve şair (Saint-M aurice-d’ Etelan, Seine-Marıtime, 1917). Bazı O rtaçağ hay­ van öykülerinden aldığı öğeleri, gerçeküstücü anlayışla birleştirdi ve 1953’ten be­ ri sürdürdüğü "yükse k kabartm a" çalış­ malarında (bu çalışmalarında hayvan, bit­ ki ve m adenlerden derlenmiş değişik mal­ zemeler kullanıyordu) bir karabasan ha­ vası taşıyan büyülü ve erotik bir dünya çiz­ di. B E T T İ (Zaccaria), İtalyan yazar (Verona 1732 - ay y. 1788). Tarım uzmanı olan Betti’ nin, ipekböcekleri üzerine öğretici bir şi­ iri vardır (1756).



Joseph Beuys undinuns... unter m . , landunter ",24 Slunden" (Parnass Wuppertal galerisi, 1965)



B E T T İ (Enrico), İtalyan matematikçi (Pistoia 1823-Soiana, Pisa yakınında, 1892). Riem anndan etkilenerek aşırıuzayların bağlantı düzeni üzerine ünlü bir inceleme yayımladı (1871). Bu inceleme, bir katlı uzayın bağlantısını belirten “ Betti sayıla­ r ın ın tem elidir ve H. Poincare’ye esin kaynağı olmuştur. Betti, cebirde cebirsel denklem lerin köklerle çözülebilirliği üze­ rine temel sonuçlar elde etti. B E T T İ (Ugo), İtalyan yazar (Camerino 1892-Roma 1953). Simgeci şair ve hika­ yeci. Özellikle, tiyatro yapıtlarının masalsı havası ve lirizmi ile dikkati çekti: La padrona (1926), i nostri sogni ( 1936), Keçiler adası (Delitto all’isola delle capre [1948]), Corruzione al palazzo d i giustizia (1949), La fuggitiva (1953). B E T T İN E L L İ (Saverio), İtalyan yazar (Mantova 1718 - ay y. 1808). Cizvit p apa­ zıydı. İsa birliği'nin dağıtılmasından son­ ra (1773), kendisini 24 ciltlik yapıtlarının ya­ yımına verdi. Bunlar arasında trajediler; şi­ irler (bunları, dönem in en iyi şairlerinden örnekler veren ünlü bir antolojide topla­ dı: Versi scioiti d i tre eccell enti m oderni autori, 1757) ve önrom antik estetik anla­ yışını haber veren denem eler (D ell' entusiasmo delle belle arti, 1769) yer alır.



B E T T O N G IA a. (Avustralya yerli dillerin birinden). Avustralya ve Tasmanya’da ya­ şayan keseli hayvanları içeren cins. (Cin­ sin üyelerine genellikle kanguru sıçanı adı verilir. Küçük bedenli, ucu sert bir kıl tuta­ mıyla son bulan kavrayıcı kuyruklu, or­ m anda yaşayan, gece dolaşan, otçul hay­ vanlardır: otları, yeraltındaki yuvasına ta­ şımak için kuyruğundan yararlanır. Bettongia cinsinin 4 türü vardır. Kangurugil­ ler familyası.) B E T U L A C E A E a. Bot. H uşgiller famil­ yasının bilimsel adı. B E T U L İN a. (fr. betuline; lat. betylla, huş ağacı). Kim. Formülü C30H50O2 olan triterpenik glikol; huş ağacında en çok % 24 oranında bulunur ve bu ağacın kabu­ ğundan özütlenir. (Betulinin idrar söktürücü ve ateş düşürücü bir etkisi vardır.) B E T U L İY E T a. (ar. b e tü l ve -iyyet'ten betü liyye t). Esk. Namuslu, iffetli olma; el değm em işlik (kadınlar için kullanılır). B ETU V V E ("iy i Ülke"), Hollanda’da böl­ ge; Gelderland ilinin-güney-batı kesimin­ de. Arnhem ve Nijmegen’in aşağı kesimin­ de Ren’in büyük yatağının oluşturduğu bu bölge, ırmağın kollarının önünü kesen setlerle korunmaktadır. Killi, tıkız am a ve­ rimli topraklarından, yoğun yöntemlerle sı­ ğır yetiştiriciliğinde yararlanılır; konutlar, setler üstünde sıralanır; elma ağaçları da dikilmiş olan bölge, gerçek bir koruluk gö­ rünümündedir. B E T Ü L sıf. (ar. b e tü l). Esk. 1. Erkekler­ den sakınan namuslu kadın. — 2. Bakire. ♦ a. 1. Hz. M uham m et’in kızı Fatma İle Hz. M eryem ’in sanları. (Bk. ansikl. böl.) — 2. Ayrı kök salan fidan. —ANSİKL. isi. Müslümanlar, erkeklerden çekinip uzak duran ve bakire olduğu hal­ de Hz. İsa’yı mucizeli bir biçim de d oğ u ­ ran Hz. Meryem için Betül lakap ve sıfatı­ nı kullanırlar. Ayrıca, evine çekilip Allah’a tapınarak vaktini geçirm eyi alışkanlık d u ­ rum una getirm iş olduğundan Hz. M u­ ham m et’in kızı Fatma’ya da Betül denil­ miştir. B E T W S -Y -C O E D , Büyük Britanya’da köy, VVales bölgesinin kuzey-batı kesimin­ de, Snowdon kütlesinin D.’sunda; 700 nüf. Turizm merkezi. B e t z h ü c r e s i. Nöroanat. 4 numaralı Brodm an alanına (hareket verici merkez) denk düşen yükselen alın kıvrımının be­ şinci hücre tabakasındaki piram it biçimli çok iri hücre. Betz hücrelerinin gövde bü­ yü klüğü 100 /ım ’yi bulur; aksonları korteks-omurilik yolunun (piramidal yol) lif­ lerini oluşturur ve om uriliğin m otonöronlarında sona erer. Betz hücreleri özellikle etçil hayvanlarda ve prim atlarda çoktur; insanda 8 aylıkken ortaya çıkar ve 12 ya­ şındayken son örgün biçim ine kavuşur. B E U C K E L A E R (Joachim), flam an res­ sam (Anvers 1530’a doğr. - ay. y. 1573). Karısının akrabası Pieter Aertsen’in öğren­ cisiydi. 1560’ta, ustalığa yükseldi. Yaptığı ço k sayıda pazar yeri tablolarında, satışa sunulan av etlerinin resmini yaptı.



B E T T İS (Valerie), amerikalı m odern B E U D A N T (François), transız m inera­ dansçı, koregraf ve eğitimci (Houston, Texlog, fizikçi (Paris 1787 - ay. y. 1850). as, 1920 - New York 1982). Hanya Holm ’ 1818’de, Macaristan’da bir mineraloji araş­ un öğrencisi ve çalışma arkadaşı olan tırmasında görevlendirildi, daha sonra Pa­ Bettis kendi düzenlem elerinde dans etti: ris Fen fakültesi’nde m ineraloji kürsüsün­ The Desesperate H eart (1943). 1944’te de öğretmeni H aüy’ nin yerine geçti kendi grubunu kurarak Yerma (F. G. Lor(1822). Fizik, mineraloji ve jeoloji üstüne ca ’nın yapıtından, 1946), As I Lay Dying kitapları vardır; çözeltilerin kristalleşmesi­ (Faulkner'ın d ö ş e ğ im d e ölürken adlı ro­ ni incelerken, eşyapılılık olgusunu Mitsmanından, 1948) ve D om ino furioso'yu (1949) sahneye koydu. Aynı zamanda Bro- cherlich'ten önce gözlemledi. adw ayde müzikli güldürülerde oynadı (in­ B E U D A N T İT a. (fr. beudantite; öz. a. F. side USA, 1948). ilk m odern dance koregB e u d a n t’dan). Miner. Hidratlı doğal kur­ rafı olan Valerie Bettis'in yapıtlarının çoğu şun ve dem ir arsenosülfat. klasik dans toplulukları tarafından da oy­ B e u la h ("D ü ğ ün le r Ülkesi", Işaya, LXII, nandı (Virginia Sampler, Monte Carlo Rus 4), Bünyan’da, dirilm eden önce cennetin, balesi tarafından, 1947). Blake'de ise ayın sükunetinin ve dinginli­ B E T T İV A , esk. S a in t-L e u , Cezayir’de ğin simgesidir. liman kenti, Arzev körfezi kıyısında; B E U R N O N V İL L E (Pierre RİEL, - k o n ­ 18 200 nüf. Doğal gaz sıvılaştırma.



tu. daha sonra markisi). Fransa mareşali ye pair'i (Cham pignolle 1752-Paris 1821). 1766’d a orduya girdi, özellikle denizaşırı ülkelerdeki krallık ordusunda hizmet etti. Cumhuriyet dönem inde general, 1793’te, savaş bakanı oldu. Konvansiyon meclisi tarafından Dumouriez'yi gözaltında bulun­ durm akla görevlendirildi. Ancak, Dumouriez partiden ayrıldıktan sonra Beurnonville’i Avusturyalılar’a teslim etti. 1795’te Beurnonville, Louis XVI’nın kızına karşılık Fransa’ya geri verildi. Birçok komutanlık­ larda bulundu, ispanya büyükelçiliği (1802), senato (1805) ve geçici hüküm et üyeliği yaptı (1814), Bourbonlar’a katıldı ve Yüz Gün dönem inde G ent’e giden Louis XVIII’e eşlik etti. B e u ro n , Yukarı Tuna üzerinde, Tuttlingen yakınında XI. yy.’d a kurulan alm an benedikten manastırı. 1802’de devletleştirildi. 1963’te yapılan restorasyon çalışmaların­ dan sonra, yunan ve mısır simgelerinden esinlenen bir dinsel sanat merkezi haline geldi. B E U S T (Friedrich Ferdinand, VON —b a ­ ronu, sonra VON —kontu), saksonyalı ve avusturyalı devlet adamı (Dresden 1809 -Altenberg şatosu, Viyana yakınında, 1886). Berlin'de, önce Saksonya bakanlı­ ğı (1848), sonra da dışişleri bakanlığı (1849) yaptı, ihtilali bastırmak için Prusya1 dan yardım istedi. 1853’te içişleri bakanı, sonra başbakan oldu. Avusturya ile Prus­ ya arasında dengeyi sağlam ak için Al­ manya’nın ikinci derecedeki eyaletlerini güçlü bir birlik içinde toplam aya çalıştıy­ sa da başaram adı. Saksonya ile Avustur­ ya'nın Sadova’da yenilmeleri (1866) üze­ rine istifa etti, im parator Franz Joseph ta­ rafından, eyaletler arasında barışı sağla­ makla görevlendirildi. Deâk ile 1867 uz­ laşmasını görüştü. Avusturya-Macaristan arasında kurulan "ikili sistem " bu uzlaş­ m adan doğdu. Beust, 1870’te Fransa'yı desteklem ek istediyse de, Prusya’nın üst üste elde ettiği başarılar kendisini engel­ ledi. B E U Y S (Joseph), alman sanatçı (Krefeld ya da Kleve, 1921-Düseldorf 1986). Kul­ landığı gereçlerin özgüllüğüyle dikkati çe­ ken ilk heykellerinden başlayarak, ıskarta ve dayanıksız gereçlerden yaptığı ilk "işle ri” ve “ Fluxus" topluluğunun göste­ rilerine katkılarıyla (1962-1964), dönem in büyük sarsıntılarının göstergesi sayılan ve tarihe m üdahale olarak yorum lanan sert bir sanatın öncüsüydü. “ Antiform ” (biçim karşıtlığı) kavramını ve enerji sorununu de­ rinleştirerek, geleneksel veri ve gereçle­ rin dışında, biçim ve m addeye ilişkin bir sim gebilim geliştirdi (özellikle 1963’ten başlayarak keçe ve yağ kullanımı). Sayı­ sız çevre ve çevre-hareket düzeni içinde düşünceye ve eyleme öncelik tanıdı. Ona göre sanat ve siyaset, yaratıcılık ve öğre­ nim, birbirinden koparılamazdı. Keskin bir yenilikçi ve kışkırtıcı tutum la bu anlayışın örneklerini verdi. B E V Â D İ çoğl. a. (ar. badiye'nin çoğl. bev a d i). Esk. Çöller, sahralar. B E V A N (Aneurin), İngiliz siyaset adamı (Tredegar, M onm outh kontluğu, 1897-Asheridge Farm, Chesham, 1960). VValesli yoksul bir m aden işçisi ailesinden gelen Bevan’ın kendisi de işçiydi; çok genç yaş­ ta sendikacılığa, sonra d a siyasete atıldı. 1929’da milletvekili seçildi. Coşkulu söy­ levleri sayesinde, İşçi partisi’nin sol kana­ dı üzerindeki etkisi gittikçe arttı. Attlee’nin başkanlığındaki işçi partisi hüküm etinde sağlık ve im ar bakanı olduğu sırada (1945) parasız bir tıbbi bakım sistemi kur­ du. Ocak 1951’de çalışma bakanlığına getirildi, ama silahlanma programına karşı olduğundan nisanda istifa etti. ABD ile iş­ birliği ve Kore m üdahalesi konusunda partisinin yürütm e komitesini suçladığı için, işçi partisi meclis grubundan iki kez geçici olarak çıkarıldıysa da, 1959’da par­ tinin başkan yardımcılığına seçildi.



bey’ B E V Â R a. (ar. bevar). Esk. 1 . Yok olma, ölme. — 2. N adasa bırakılan toprak. B E V Â R İH çoğl. a. (ar. b a rih ’in çoğl. bevarih). Esk. Samyelleri; çölden esen sıcak rüzgârlar. B E V Â R İK çoğl. a. (ar. b arika'nın çoğl. bevarik). Esk. 1. Şimşekler. — 2. Parlak, göz kamaştırıcı şeyler. B E V Â T IN çoğl. a. (ar. b â tın ’ın çoğl. bevatın). Esk. Gizli şeyler; insanın içinde sakladığı gizli duygular. B E V E L A N D , Zeeland’da (Hollanda) iki eski ada. Escaut ırmağının denize d ökül­ d üğü y e rde Schouwen’in G.’inde N oord Beveland (85 km 2; 7 000 nüf.), başlıca kentin (Goes) bulunduğu Z u id Beveland (376 km2; 76 000 nüf.). Zuid Beveland, Berger-op-Zoom’un G.'inde ve Walcheren’de karaya bağlanmıştır. Meuse ve Ren ırmaklarının ağızlarının önüne set çekme tasarısı, N oo rd B e ve la n d adasının Walcheren-Zuid Beveland’a bağlanması açısından gerçekleştirilm iştir. Ayrıca, uzunluğu 5 km’yi geçen büyük bir köp­ rü, Noord Beveland'ı Schouwen’e bağla­ maktadır, Bu adalar bütünüyle tarıma ay­ rılmıştır. B E V E R E N , Belçika'da (Doğu Flandre) komün, Anvers’in B.’sında, Waas bölgesi polderlerinde; 41 000 nüf. (1992). St. Martin kilisesi (XII.-XV. yy.’lar). ■ B E V E R İD G E (lord VVİlliam Henry), İngi­ liz iktisatçı ve yönetici (Rangpur, Bengal, 1879-Oxford 1963). işsizlik ve iş bulma bü­ roları başkanıydı (1908-1916). işsizlik sigor­ tasının uygulanm ası için C hurchill ile bir­ likte çalıştı (1911). Daha 1937’de, halkın ya­ şam koşullarının iyileştirilmesi için öneri­ len tasarıları inceleyecek bir bakanlık ku­ rulmasını önerdi. 1941 de, İngiltere’ de sosyal sigortaların kuruluş tasarılarını ha­ zırlamakla görevlendirildi, iş kazaları, sos­ yal sigortalar, ulusal sağlık ve ulusal yar­ dım servisi mevzuatının temelini oluşturan Beveridge planı (1942), tam istihdam ve gelir güvenliğinin zorunluluğunu vurgulu­ yordu. Full Em ploym ent in a Free Socıety (Özgür toplumda tam istihdam) [1944] adlı bir kitabı vardır. B e v e r id g e e ğ r is i, işsizlik düzeyi ile açık tutulan iş düzeyi arasındaki bağıntı­ yı gösteren ve açık bulunan işlere girebil­ m ek için gerekli nitelikler ile çalışma tale­ binde bulunanların sahip oldukları nitelik­ ler arasındaki uyum suzlukların önemini ortaya koyan şekil. B E V E R L E Y , Büyük Britanya’d a (Humberside) kent, York VVolds’un arka yama­ cında, H ull’un K.'inde; 17 200 nüf. St. John the Evangelist papaz okulu, İngiliz g otik üslubunun evrimini yansıtan en iyi ve en zarif örneklerdendir: XIII. yy.'dan kal­ m a koro yeri; XIV. yy.’ın ikinci yarısından kalma şahın; XV. yy.’dan kalma cephe; düz m ihrap arkalığı, Cluny tarzında çifte çapraz şahın; XIV. yy.’dan kalma vitraylar; XV. yy.’dan kalma koro yeri koltuklan. B E V E R L Y H İL L S , A B D ’de (Kaliforniya) kent, Los Angeles yakınında; 33 000 nüf. Birçok sinema oyuncusunun oturduğu konut merkezi. B E V E R V V İJ K , Hollanda'da (Kuzey Hol­ landa) kent, Haarlem ’in K.'inde; 37 000 nüf. Makine yapımı. Besin sanayisi. B E V İL -



b e v l.



B E V İL A C O U A (Alberto), İtalyan yazar (Parma 1934). Romanlarında günümüzün ikiyüzlülüklerini alaycı bir dille yansıtır (La calıffa, 1964; L’occhio del gatto, 1968). ■ B E V İN (Ernest). İngiliz siyaset adamı (VVİnsford, Somerset, 1881-Londra 1951). Yoksul olan ve çok küçük yaşta yetim ka­ lan Bevin, kendi kendini yetiştirdi. Sendi­ kacılığa atıldı ve örgütlem e konusundaki yeteneğini 1920’de, grevdeki d ok işçileri,ni savunmasıyla gösterdi.. 1925-1940 ara­



sında sendikalar genel kurulu üyeliği yap­ tı; 1937’de bu kurulun başkanlığına geti­ rildi. 1940‘ta, Avam kamarası'na seçildi ve Churchill’in koalisyon hükümetine çalışma bakanı olarak girdi. Potsdam konferansı' na (temmuz-ağustos 1945), aralık 1945 ve mart 1947’deki büyük uluslararası toplan­ tılara katıldı. Bu toplantılarda tüm Mütte­ fik le rin işbirliği yapm asını savundu. 1947’de SSCB'nin Marshall planına karşı çıkması, Bevin’i bu ülkeye karşı daha ihti­ yatlı yaptı. Brüksel antlaşması’nın (mart 1948), O EEC’yi yaratan sözleşmenin (ni­ san 1948) ve Kuzey Atlantik antlaşm ası’ nın (nisan 1949) hazırlanıp imzalanmasın­ da çok büyük payı oldu, işçi partisi’ nin 1945'teki seçim zaferi, ona dışişleri ba­ kanlığı müsteşarlığı görevini kazandırdı. Ö lüm ünden bir ay önce (mart 1951), bu görevden ayrıldı. B E V L ya da B E V İL a. (ar. bevl). Esk. 1. idrar.— 2. işeme. — 3. Bevl etmek, işemek. B E V L D A N a. (ar. bevl ve fars. -d an 1dan bevldân). Esk. İdrar kabı, yatan hastala­ rın idrarlarını alm ak için kullanılan kap. B E V L E sıf. (ar. bevl'den bevle). Esk. Çok idrar yapan adam. B E V L İ sıf. (ar. bevl ve -i 'den b e v li). Esk. idrarla ilgili. B E V L İY E a. (ar. bevl, idrardan). Esk. tıp. id ra r yolları hasta lıkla rı b ilim i. (-» ÜROLOJİ.)



B E V L İY E C İ a. (ar. bev/ryye’den). idrar yolu hastalıkları hekimi. (-> ÜROLOG.) B E V V Â B a. (ar. bevvâb). Esk. 1 . Kapıcı. — 2. Eskiden çocukları okula getirip gö­ türen hademe. — Kur. tar. Bevvâb, saray kapıcılarına ve­ rilen ad. —Tıp. Esk. Bevvâb-ı mide, m ide ile oniki­ parm ak bağırsağı arasındaki açıklık. B E V V Â B A N çoğl a (ar. b evvâ b ’ın fars. çoğl. bevvabari). Esk. Kapıcılar. — Kur. tar. Bevvâban-ı Babıhümayun, Topkapı sarayı’ nın "B abıhüm ayun” adı veri­ len birinci kapısını bekleyen kapıcılara ve­ rilen ad. 1| Bevvâban-ı dergâh-ı âli, Topkapı sarayı’nın "Babüsselam ” adı verilen ikinci kapısını bekleyen kapıcılara verilen ad. || Bevvâban-ı sufiyan-ı kule, saray kapıcı­ larına m ensup ayrı bir ocak olan harem kapıcılarına verilen ad. B E V V Â B İN çoğl. a. (ar. bevvâ b ’ın çoğl. bevvâbin). Esk. Kapıcılar. B E V V Â L sıf. (ar. bevvâl). Esk. 1. Ç ok id­ rar yapan. — 2. Bevvâl-i çeh-i zemzem, ün kazanmak için zemzem kuyusuna işeyen, başarı kazanmak için kötü yollara başvur­ maktan çekinmeyen. B E V V A L -İ Ç E H -İ Z E M Z E M , Zemzem kuyusuna işediği için ün kazanan kişi (VII. yy.’ın başı). Elinin açıklığı ve iyilikseverli­ ğiyle de ünlü Hâtim*-i Tai'nin kardeşiydi. Onun gibi ünlü biri olabilm ek için kimse­ nin yapmadığı bir iş yapmaya kalkıştı ve Zemzem kuyusuna işedi. B E V V A P L IK a. (ar. bevvâ b ’dan). Esk. Kapıcılık. B e w ltc h e d (The) [Büyülenmiş], modern dance work. Koregrafisini Joyce Trisler, m üziğini H. Partch, kostüm lerini M. M cCorm ack, sahne düzenini Th. de Gaetani hazırladı, ilk kez 1959’da New York' taki Juilliard Concert Hall'da, Joyce Trisler’in yönettiği bir grup dansçı tarafından sahnelendi. Bu yapıt için özel olarak ya­ pılmış çalgılar, gizlenebilir sahne öğeleri, dekor ve kostümlerin yarattığı gerçekdışı atmosfer, m odern dance’in müzik ve sah­ neleme konularındaki yönelimlerini etkile­ di. B E X H İL L -O N -S E A , İngiltere’de (East Sussex) kent, Manş denizi kıyısında; 34 000 nüf. Sayfiye merkezi. B E X L E Y , Londra’nın güney-doğu kesi­ m inde sanayi banliyösü: 214 800 nüf.



B E Y a. (esk. türkç. beg). 1. Erkekler için kullanılan san (özel adlar ya da meslek adlarından sonra): Yılmaz Bey. Recaizad e M ahm ut Ekrem Bey. D oktor Bey. Kay­ m akam Bey. — 2. HANlM’a karşıt olarak adı bilinmeyen bir erkekten söz edilirken ya da ona hitap ederken kullanılır: Bu bey sizi arıyor. Beyim, kaça alırsın? Beyler, b u ­ raya gelin — 3. Halk. Amca, ağabey, vb. akrabalık gösteren bir adla birlikte saygı belirtm ek için kullanılır: Bey am ca! Bey ağabey! Bey kardeşim ! — 4. Eş, ko­ ca: Bizim bey akşamları g e ç gelir. Beyi­ m e söyleyeyim.— 6. Esk. Zengin, ileri g e ­ len, etkin kimse: Bey aşı b o rç ; d üğ ü n aşı ödünç (atasözü). — 5. Bir beyliğin, boyun, aşiretin, oymağın başı: Karaman beyi. Oy­ m ak beyi. — 7. Esk. Komutan: Uç beyi. Akıncı beyi. — 8. Oyun kâğıdında AS. — 9. Aşık oyununda aşığın dört yüzünden biri. — 10. Bey devesi, danası gibi yan g e ­ lip geviş getirm ek, yiyip içip keyfine bak­ mak. || Bey g ib i yaşamak, rahat, bolluk içinde yaşamak. || B eydir ama ce bi om ­ zunda, parasal durum u iyi olduğu halde cimri olan kimse için kullanılır. —ANSİKL. Çeşitli tü rk lehçelerinde beg, bek, big, bık, b ey biçim lerinde kullanılır ve tarihsel dönem lerde farklı unvanları gösterir. Çinlilerde kullanılan “ pek" unva­ nından ve sasani hüküm darlarına verilen "b a g a ” (Tanrı) unvanından geldiği ileri sü­ rülmüşse de kanıtlanmış değildir. Göktürk yazıtlarında devleti oluşturan çeşitli kabi­ lelerin başkanları için kullanılır ve KağarY dan daha aşağı bir aşamayı gösterir. Karahanlılar’da devletin yüksek makamların­ daki görevliler için beg unvanı kullanılmış­ tır. Selçuklular dönem inde arapça “ em ir” sanının karşılığı olarak, devletin kurucu­ ları olan Tuğrul ile kardeşi Ç ağrı’nın san­ ları oldu. Anadolu Selçuklu devleti parça­ landıktan sonra da kurulan beyliklerin başkanları; Karakoyunlu ve Akkoyunlu hü­ küm darları da bu sanla anıldılar. İlhanlI­ la rd a kadınlar için de bir saygı ve ulula­ ma sözcüğü olarak kullanılmıştır. Hint-Türk im paratorluğu’nda sözcüğün iyelik ekli bi­ çimi olan begüm, "sultan” , "prenses” an­ lam larında kadınların sanı olarak kullanıl­ dı. Osm anlIlarda, özellikle XVI. yy.’dan sonra yaygınlık kazandı. Eyalet yönetici­ leri (beylerbeyi), sancak beyleri, kabile başkanları, bu sanla anıldılar. XIX. yy.’da asker ve sivil görevliler için "efen d i” ile "p a ş a " arasındaki aşamayı gösteren bir san olarak kullanıldı. Ayrıca şehzadelerin hizm etinde bulunan görevliler de bu a d ­ la anılırdı.



1583



lord William Henry Beveridge



B E Y ’ a. (ar. b eyc ). Esk. 1. Satma, satış; satın alma, satılma. — 2. B ey’ ü şira, sat­ ma ve alma, alım satım: ‘ ‘Ki yohdur ol g ü ­ nün b e y ’ ü şirası" (Nesimi, XIV. yy.), — isi. huk. Bey-i bât, şarta bağlı olm adan yapılan kesin satış “ Bey-i kati" de denir. || Bey-ı bâtıl, temel koşulları bulunm adığı için geçerli olmayan satış “ Bey-i gayri m ün'akit” de denir. || Bey-i biş-şart, koşul­ lu satış. |j Bey-i b ’il-vefa, bir malı bedelini geri verince tekrar alm ak üzere, bir kim ­ seye belli bir fiyatla yapılan satış; bu tür satışta satıcı, satış bedelini geri verince alı­ cı satın aldığı malı iade eder. (Bu tür bir satış, rehin hüküm ündedir. islam da faiz yasak olduğu için, borca karşı bir güven­ ce verme ve karşı tarafın da bu güvence­ den yararlanması düşüncesinden d o ğ ­ m uş bir satış akdidir.) |j Bey-i caiz, geçerli olan, yasal satış "Bey-i sahih" de denir. |[ Bey-i fâsid, şekil bakım ından tamam ve geçerli, nitelik bakımından geçersiz satış. |[ Bey-i gayri lâzım, taraftardan birinin ser­ best olarak sözleşmeyi bozabildiği satış. || Bey-i lâzım, taraflardan yalnız birinin söz­ leşmeyi bozarmadığı satış. || Bey-i mevkuf, geçerli olan, ancak satın alanın satılan m ala sahip olabilm esi için bir başkasının onayının alınması gerekli olan satış, "Bey-i fuzuli” de denir. || Bey-i mukayaza, bir m a­ lı (altın ve güm üş dışında) paradan baş­ ka bir malla değiştirm ek; günüm üzde "tra m p a ” denir. \\Bey-i mutlak, malı para



Ernest Bevin



ya da para gibi kabul edilen bir bedel kar­ şılığında satmak. |j Bey-i m ün’akit, tamam­ lanmış bir satım sözleşmesi. (Tarafların karşılıklı rızalarıyla meydana gelen satış sonunda satıcı bedele, alıcı d a mala sa­ h ip olur.) || Bey-i mürabaha, bir kimsenin malını kendisine kaça mal olduğunu be­ lirterek, belli bir kârla satması. Bey-i müsâveme, bir malın kaça mal olduğu belir­ tilm eden haşkasına satılması; satışlarda en ço k uygulanan bu usuldür. || Bey-i na­ fiz, başkasının iznine bağlı olmayan bir sa­ tış sözleşmesi; bununla satıcı bedele, alı­ cı da mala sahip olur. || Bey-i sari, altını al­ tına, gümüşü gümüşe, altını gümüşe, g ü ­ müşü altına ya da parâyı paraya karşılık satmak, bir tür kam biyo işlemi yapmak. |j Bey-i selem, peşin para ya da peşin veri­ len başka bir malla veresiye bir mal satın almak. || Bey-i teâtî, alıc: ve satıcının sa­ tışla ilgili bir söz söylem eden bedelin ve­ rilip malın alınması şeklinde yapılan alım satım. (Fırıncıya para verip ekm ek almak gibi.) || Bey-i telde, göstermelik satış. || Bey -i tevliye,kaça mal olduğunu belirterek bir malı maliyet fiyatına satmak. (Satıcının yanlış beyanda bulunduğu ortaya çıkar­ sa alıcı akdi bozabilir.) |j Bey-i vazîa, kaça mal olduğunu söyleyerek bir malı maliyet fiyatının altında satmak.



1584



■ B E Y d a ğ l a r ı , Anadolu'nun güneyin­ de, Antalya körfezinin batısında, Teke yöresinde, Elmalı ovası ile Alakır çayı arasında, kuzey-güney doğrultusunda uzanan dağ sırası (Batı Toroslar). Mezo­ zoik kireçtaşlarından oluşan kütlenin yük­ sekliği birçok yerinde 2 500 m'yi aşar (güneyinde Kızlarsivrisi 3 070 m; kuzey kesiminde Eren tepe 2 774 m). Karst şe­ killeri yaygındır. Yüksek kesimlerinde kar ve buz aşındırmasıyla oluşmuş çeşitli yer şekilleri, kaya buzulları ve gölcükler g ö ­ ze çarpar. Geniş kızılçam ve sedir or■ manian, dağ otlakları vardır; yaylacılık yapılır.



Bey dağlarından bir görünüm Antalya



B e y g e m i l e r i , Esk. denize. Kaptan pa­ şa eyaletini oluşturan sancak beylerince sağlanıp donatılan gemiler. Bu gem iler Osmanlı donanmasının ikinci ve yedek kuvvetini oluştururdu. Bu yedek kuvvetin oluşturuluşu Yavuz Sultan Selim zamanın­ da çıkarılan bir ferm anla kanunlaştı. Ağrıboz, inebahtı, Midilli, Kocaeli, Karlıeli, Bi­ ga, Sakız, Nakşe, Mehdiye, Lefkoşe, Baf, Kerine, Değirmenlik, Selanik, İskenderiye, Dimyat beyleri birer gemiyle, Mezistre mir­ livası iki, Rodos mirlivası da beş gem iyle donanm aya katılırdı. B E Y 'A -» Bi'A. B E Y A ’A T a. (ar. beyS’af). Esk. Alışveriş;



b ild irg e ' de denir. —Verg. huk. Vergi beyannamesi, yüküm ­ lü ya da yükümlü adına ödem e yapan ku­ ruluşlar tarafından, vergi borcunun sap­ tanabilm esi için, yasal süre içinde vergi dairelerine verilen yazılı belge. || Beyan­ nam e usulü, yüküm lünün doldurduğu vergi borçlarının hesaplanabilm esi için gerekli bilgilerin beyannam e ile bildirilme­ si yöntemi. (Bk. ansikl. böl.) — ANSİKL. Verg. huk. B eyannam e usulü, vergi tarh yöntem lerinden biridir. Kural olarak verginin tarhı, vergi alacağının, ya­ salarda gösterilen matrah ve oranlara da­ yanarak, vergi idaresince hesaplandığı ve tutar olarak saptandığı bir işlemdir. Bu iş­ lem karine ve dış belirtilere, doğrudan idare tarafından takdire, götürü usule gö­ re yapılabildiği gibi doğrudan yüküm lü­ nün beyanı esas alınarak da yapılabilir. Günüm üzde başka yöntemlerin önemi gi­ derek azalırken beyannam e usulü önem kazanmıştır. Bu yöntem de, verginin tar­ hına ilişkini bütün bilgiler yüküm lü (ya da vergi sorumlusu) tarafından beyan edil­ mekte, ve yasalarda belirtilmiş oranları (ve varsa, indirimleri) uygulayarak vergi bor­ cunu 'hesaplayıp idareye bildirm ektedir. Kuşkusuz, vergi idaresinin sözkonusu be­ yanları denetlemesi ve eksik beyan sap­ tarsa, doğrudan incelemeye gitmesi her zaman olasıdır. Türk vergi sistem inde gelir, kurumlar, veraset ve intikal, emlâk, güm rük ve kat­ m a değer vergisi beyannam e usulüne göre alınmaktadır. G üm rüklerde verilen beyannam eler güm rük işinin türüne g ö ­ re adlandırılır: giriş beyannamesi, çıkış beyannamesi, transit beyannamesi, ak­ tarm a beyânnam esi, antrepo beyanna­ mesi gibi.



satma, satın alma. B E Y A B A N a. (fars. beyaban). Esk. Çöl, kıç sahra: " Uyup âhûya düşdı m üşg M ec­ nun tek beyâ b â na " (Fuzuli, XVI. yy.). B E Y A B A N I a ve sıf. (fars. beyaban ve ar. -i 'den b e y â b â n i). Esk. 1. Çöl adamı. — 2. Göçebe. — 3. Vahşi, ilkel.



B e y a ğ a ç , Ege bölgesinde, Denizli iline bağlı ilçe; 7 626 nüf. (1990); 7 köy. Merkezi, Denizli'nin 63 km G .G . -B.'sında Beyağaç, 3 006 nüf. (1990). B E Y A N a. (ar. beyan). Esk. 1. Söyleme, açıklama, bildirme. — 2. Beyan etmek, bil­ dirmek, açıklamak: “ Müzakereye hitam verdiğim i beyan ettim " (M. K. Atatürk). |) Beyan-ı efkâr, fikirleri açıkça bildirme. || Beyan-ı hal, halini bildirme. || Beyan-ı key­ fiyet, durum u açıklama. || Beyan-ı m aze­ ret etmek, mazereti olduğunu bildirmek. || Beyan-ı mülahaza, fikir ileri sürme. || Beyan-ı m ütalaa, fikrini, görüşünü söyle­ me: "... kendileri de beyan-ı mütalaa e d e b ilirle r" (H. C. Yalçın). —Ed. Belagat*'ın bölümlerinden biri. Me­ cazları ve mecazlı anlatım yollarını (teşbih*, istiare*, mecaz*-ı mürsel, kinaye* tariz* vb.) konu edinir. — Huk. Hukuksal bir sonuç doğuran açık­ lama. || İrade beyanı -*■ İRADE. | M al b e ­ yanı -> M A L BİLDİRİMİ* — isi. huk. Beyan, bir söz ya da işten ama­ cın ne olduğunu, onlarla ilgili başka bir söz ya da işle açıklama. || Beyan-ı tağyir, sözün baş tarafının anlamını İkinci bir söz­ le değiştirerek asıl amacı ortaya çıkarma. (Tahsis, istisna, şart, niteleme gibi şekiller­ de yapılır. Ö rneğin "Allah, alım satımı he­ lal, faizi haram kılmıştır” ayetindeki “ faizi haram kılmıştır" sözü tahsis şeklinde bir beyan-ı tağyirdir.)! Beyan-ı takrir, bir sözün mecaz, ya da özel bir anlam İçin yorum ­ lanmasına engel olacak başka bir sözle güçlendirilm esi. || Beyan-ı tebdil, bir hük­ mü kaldırarak yerine yeni bir hüküm geti­ ren ayet ya da hadis. | Beyan-ı tefsir, an­ lamında kapalılık bulunan bir sözü başka bir söz ya da işle açıklama. || Beyan-ı za­ ruret, açıklanmasına gerek duyulan bir şeyi, özel bir ifadeyle değil de, susarak ya da sözün gelişiyle belli etmek. (Örneğin, bir kimse ötekine "m alım ı sana vedia ola­ rak bırakıyorum " der ve öteki taraf da biı şey söylemezse, susması kabul yerine ge­ çer; böylece aralarında bir "ved ia akdi” meydana gelmiş olur.) B E Y ’A N be. (ar. bey'ari). Esk. Satış yo­ luyla. B E Y A N A T , -tı a. (ar. b e ya n ’ın çoğl. b e ­ yanat). 1. Yayın organlarına resmi olarak yapılan sözlü ya da yazılı açıklama; de­ meç: m aarif vekili evvelki beyanatındaki hususları teyit etti. — 2. Beyanatta bulun­ mak, beyanat vermek, bir konuda açık­ lam a yapm ak; dem eç vermek. B E Y A N İ sıf. (ar. beyân ve -/"den beyâ­ nı). Esk. Anlatımla ilgili, anlatımsak B E Y A N İ C aru lla h za de (Şeyh Mustafa) türk şair ve tezkire yazarı (Rusçuk ? -İstan b u l 1597). M üderrislik ve kadılık yaptı. 20 yıl süreyle halveti tarikatı şeyhli­ ğin d e bulundu. Tasavvuf içerikli şiirleı yazdı. Bazı m ecm ualarda arapça ve türk­ çe şiirleri vardır. Kınalızade Haşan Çelebi' nin 622 şairi kapsayan şuara tezkiresi­ ni özetleyerek, bunlara çağdaşı bazı şa­ irleri ekledi. XV. ve XVI. y y .’larda yaşamış 368 şairi içeren ve Beyani tezkiresi adıy­ la bilinen bu kitap yazarın en ünlü yapıtı­ dır. B E Y A N N A M E a. (ar. beyan, fars. nâ­ m e d e n beySn-nâme). 1. Bir topluluğun, bir partinin herhangi bir konuda kam uo­ yuna yaptığı yazılı açıklama; bildirge, bil­ diri. — 2. Resmi bir m akam a herhangi bir şeyi bildirm ek için doldurulan belge. — Huk. Hukuki ya da fiili bir durum u açık­ layan ya da ilgili yerlere bildiren belge,



B E Y A R M U D U , rum ca P e rg a m o s , Kıbrıs’ın Gşzi M ağusa ilçesinde köy. BEYAT -



BİAT.



B E Y A T İ -y BAYATİ. B E Y A T L I (Yahya Kemal), asıl adı A h ­ m e t A g â h , tü rk şair (U sküp 1884 - İstanbul 1958). idadi öğrenimini tamam­ laması için İstanbul’a gönderildi (1902); A bdûlham it ll’nin baskılı yönetim inin sür­ düğü bu yıllarda Paris’e kaçtı (1903), ora­ da bazı Jön Türk ileri gelenlerini tanıdı; er­ tesi yıl Siyasal bilim ler o kulu ’na yazıldı. Jön Türk hareketine katılarak Paris’e git­ tiği halde, fransız edebiyat ve kültürünü öğrenm e çalışmalarına yöneldi, önde ge­ len bazı şairlerle (Jean Moreas vb.) tanıştı. Hugo, de Banville, Baudelaire, Gautier, Verlaine, Mallarme, Heredia’nın şiirine ve düşüncelerine karşı özel bir ilgi duydu. Si­ yasal bilim ler o kulu ’nun bitirm e sınavını kazanamayarak yüksekokul diploması al­ ma hakkını kaybetti (1908). Dört yıl son­ ra, İstanbul’a döndü (1912). Darüşşafaka’da tarih ve edebiyat (1913), ertesi yıl Medrese'tülvaizin’de uygarlık tarihi öğret­ m enliği (1914) yaptı; daha sonra, Darülfünun’da uygarlık tarihi, batı edebiyatı ta­ rihi, türk edebiyatı tarihi kürsülerinde m ü­ derris (profesör) olarak çalıştı (1916 -1919). Kurtuluş savaşı sırasında çeşitli gazetelerde Anadolu hareketini destekle­ yen makaleler yazdı, öğrencilerinin kur­ duğu Dergâh adlı sanat dergisinin yayı­ mına yardımcı oldu. Savaştan sonra, Lo­ zan barış konferansı kurulu’nda danış­ m an olarak görev aldı (1922); çeşitli d ö ­ n em le rd e Urfa (1923-1926), Tekirdağ (1935-1942), İstanbul (1943-1946) millet­ vekilliklerinde bulundu; Varşova (1926), M adrid (1929) ortaelçiliklerine, Pakistan büyükelçiliğine (1948) atandı; bu g örev­ de iken emekli oldu;(1949). C H P ’nin sa­ nat danışmanlığını yapm ış (1943) ve İnö­ nü sanat arm ağanı’nı kazanmıştı (1948). Ölüm ünden sonra yapıtlarını yayına ha­ zırlamak üzere Yahya Kemal enstitüsü kuvutdü (1958), Yahya Kemal müzesi açıldı (1961), M açka parkına bir heykeli dikildi (1968), Bu heykel daha sonra Barbaros bulvarı’ndaki parka taşındı.



b



beyaz P a ris’te yakından tanıdığı transız şiir akım ları ve kültür hareketleri onda yeni bir dünya görüşüne ve sanat anlayışına yol açtı. Unlü tarihçi A lbert S orel'in (1842-1906), ulus ve ulusçuluk bilincinin toplum larda nasıl uyandığı yolundaki gö­ rüşlerinin etkisiyle tü rk tarihine eğildi, “ tarih ortasında türklüğü aram ak ve bul­ m ak h eve sin e" kapıldı. T ü rkle r'in A na­ d o lu ’ya giriş tarihi olan 1071 M alazgirt z a fe ri’ni bir başlangıç olarak aldı. S el­ çuklu ve Osm anlı d ön e m lerin de ” dilin, mim arlığın, m usikinin, hat sanatının, şe­ hir dekorlarının, b üyük küçük bütün sa­ natların ulaştığı ile rle m e n in ” , “ yeni va­ tan, yeni koşullar içinde ulusallığım ıza yeni bir biçim ve rdikte n sonra m eydana g e ld iğ in i” görerek tü rklüğ ü bu sekiz -dokuz yüzyıllık oluşumun içine oturttu. Bu aşam ada, osm anlı dili ile batılı şiir söylem eye kalkışan Edebiyat-ı cedide şi­ irini reddederek “ kendi duygularım ızı anlatan, halis ve içtenlikli bir şiirin nasıl o la b ile c e ğ in i" a raştırm aya koyuldu. Josö M aria de H eredia'nın sonelerini ince­ lerken aradığı dilin konuşm a dili olduğu so nucuna vardı. Bu “ yeni d il” ile bir " tü rk d e sta nı” yazm aya kalkıştı. Ünlü "A k ın c ı” şiiri o dönem den kalmadır. Fetes galantes (Âşıkane ziyafetler) adlı ya­ pıtında, XVIII. yy. V e rsa ille s’ının parkla­ rını, şatolarını, yaşayış biçim ini, aşkları­ nı, o yüzyılın fransızcasıyla anlatan Pa­ ul V erlaine etkilendiği şairler arasınday­ dı. Onda, klasik divan şiirine yönelm e d üşüncesinin doğm asında, bir yandan da, Jean M orâas’ ın eski yunan ve latin edebiyatları geleneğini canlandırm ak için başlattığı (1891) “ ro m an izm ” (ro­ m an okulu) adı verilen neo - klasisizm (yeniklasikçilik) akımının etkisi oldu. Hugo ve öteki rom antik şairlerden d u yg u ­ sallık; de Banville, H eredia ve öteki Parnas şairlerinden biçim olgunluğu; Baudelaire, M allarm ö, "M u s ik i, her şeyden önce m u s ik i” diyen V e rla in e ve öteki sem bo list şairle rde n şiird e ritm (iç ahenk), M oröas ve öteki yeniklasik şa ir­ lerden klasiğe yönelm e özelliklerini al­ dı; bunları kendi kişiliğinde birleştirerek, osm anlı - tü rk to p lu m u n a bağlı bir şiir estetiği kurdu. İstan b u l’a geldikten son­ ra, özellikle Nedim yolunda yazdığı, La­ le d e v ri’ nden, S â d âb â d ’ dan söz eden bazı şiirleri (M ahurdan gazel, Şerefâbâd, vb.) beğenildi. Bir yandan da, yine N edim yolunda, d aha sade dille şarkılar da yazıyordu. Bunları, Yeni m ecm ua’da “ Bulunm uş sayfalar" genel başlığı altın­ da yayım lam aya başladı (1918). Öte yandan, daha P a ris’te iken başladığı, yeni yo lda şiir çalışm alarını da sü rdü rü ­ yordu. (Ses, Deniz, Mehlika Sultan vb.) Böylece batıyı taklit etm eden batılı olm a­ nın yollarını gösterdi; kendi çalışm aları ile de, bu yolun başarılı örneklerini ve r­ di. Ş iirlerinde, çoklukla, İstanbul se m tle ­ rine ve oralarda yaşayan halktan insan­ lara karşı duyduğu sevgi (Hayal şehir, A tik v a ld e ’den inen sokakta, Koca Mustapaşa, Eylül sonu vb.) İstan b u l'u n Bo­ ğ a z iç i’nin doğal güzellikleri (Akşam m u­ sikisi, M oda 'd a bahar, Bir başka te p e ­ den, Istinye, B ebek gazeli, Ç ubuklu ga­ zeli, Ü sküdar vasfında gazel, M ihrâbâd vb.), osm anlı - tü rk to p lu m u n un yarattı­ ğı uygarlık ürün le rin e karşı duyduğu hayranlık (S üle ym a n iye 'd e bayram sa­ bahı, Eski m usiki, Itrî, Tanburi C em il'in ruhuna gazel, vb.), osm anlı tarihindeki yengi ve yenilgilerden duyduğu sevinç ve acılar (Akıncı, M ohaç türküsü, İstan­ bul fe thini gören Ü sküdar, İstan b u l’u alan yeniçeriye gazel, G edik Ahm et Paşa ’ya gazel, Açık deniz vb.), "do ğada ve bireyin ruhunda bulunan sonsu zlu k” a karşı duyulan özlem (Deniz, Deniz türkü­ sü, Uçuş, Gece), aşk (Ses, Vuslat, Telâkî, G eçm iş yaz, E re nkö yü 'n de bahar vb.), Ö lüm (A bdülhak H â m it’e gazel, Sonbahar, Sessiz gemi, Rindlerin akşa­ mı, R indlerin ölüm ü, Geçiş, Yol düşü n ­



cesi vb.) tem aları üzerinde durdu, Maete rlin ck’ten esinlenerek, balad niteliği ta­ şıyan birkaç efsane (Nazar, Mehlika Sul­ tan) yazdı. Bunlardan başka, 1905 yılın­ da, P aris'te, eski yunan şairlerinden (Theokritos vb.) yapılan çe virilerin ; ayrı­ ca, yunan ve latin şiiri geleneğinden ya­ rarlanan Heredia’ nın etkisiyle, “ tü rk z e v ­ kini arap ve acem e tkilerinden u zaklaş­ tırarak, Avrupa uluslarında olduğu gibi bizde de yunan ve latinlerden gelen ede­ bî m iras çerçevesinde bir şiir ya ratm ak hülya sın a " kapılmış, "N e v-yu n a n î çe ş­ nide, türkçenin yunan sanatı g ib i" beyaz ve çıplak olan güzelliğini b elirtecek bir çığır” denemişti. İstanbul’a döndüğü yıl­ larda, Y a ku p Kadri ile birlikte, bu çığırı bir kez daha denedi, o yolda iki şiir yaz­ dı (Sicilya kızları, Biblos kadınları). Milli edebiyat dönem inde türkçeyi aru­ za uydurm akta üstün bir başarı göster­ di. Eski kuşak sanatçılarıyla yeni kuşak sanatçıları arasında aruz-hece tartışm a­ sının kızıştığı bu dönem de kendisi aruz vezniyle yazdığı halde hece ile yazan genç şairlerden yana oldu. Hece vezniy­ le te k bir şiir (Ok) yazdı: Ş iir kitapları: K e n di g ökku b b em iz (1961); Eski şiirin rüzgârıyla (1962); R u b a ile r ve H ayyam rubailerini türkçe söyleyiş (1963); Bitm e­ m iş ş iirle r (1976). N esir yazıları: A ziz İs­ tan b ul (1964); E ğ il d a ğ la tıl 966); E d e bi­ yata d a ir (1971); Ç ocukluğum , g e n ç li­ ğim, siyasi ve edebi hatıralarım (1973); Yahya K em al'in hatıraları (1960, haz. Ni­ hat Sami Banarlı); S iy a s i ve e d e b i p o rt­ reler (1963); S iyasi hikâyeler (1968); Ta­ rih m usah a b ele ri (1975); M e ktu p la r ve m a kale le r (1977). B E Y A Z sıf. ve a. (ar. beyaz). 1. Rengi gökkuşağındaki tüm renklerin karışmasın­ dan oluşan, kar ve süt rengindeki şey için kullanılır; ak: Tebeşir beyazdır. Duvara bir kat daha beyaz sürdüm. Beyazlar ona ya­ kışmış. Beyazları ilaca koydum . — 2. SiYAH'a, SARl'ya karşıt olarak, ortak özellik­ leri genellikle tenlerinin beyazlığı olan (an­ cak bu, tek ortak özellikleri değildir) kim­ se, topluluk; kimi zaman da onların bu­ lundukları bölge için kullanılır: Irkçı beyaz azınlık yönetim i. Beyaz Afrika. — 3. G ö­ receli olarak açık renkte olan ve aynı tür­ den, ancak koyu tondaki bir şeye karşıt olarak açık tonda olan şey için kullanılır: Beyaz şarap. Beyaz üzüm. (Siyah üzüme karşıt olarak). Beyaz cam (renkli cama karşıt olarak). — 4. Bronzlaşmamış kim­ se için kullanılır: Ne ka da r beyazsın; hiç yanmamışsın. — S. Beyaz adam, beyaz ırktan olan, genellikle avrupaiı. ||Beyaz cam -* BEYAZCAM. ||Beyaz eşya -» BEYAZEŞYA. || (Yazıyı) beyaz etmek, beya­ za çekmek, onu m üsveddeden tem iz kâ­ ğıda geçirm ek. |jBeyaz gece, Kuzey kutb u ’nda altı ay boyunca güneşin batm a­ dığı zamanlar. || Beyaz ırk, Avrupa, Ku­ zey Am erika, G üney ve Batı Asya ile Ku­ zey A frika’da yaşayan açık tenli ırk. ||Beyâz ihtilal, barışçıl am açlarla bir konuyu aydınlatm ak için hüküm et ya da kurum ­ larca yayımlanan kitap. IjBeyazoy, olum ­ lu, onaylayıcı oy. JSeyaz perd e -» BE­ YAZPERDE. ||Beyaz peyn ir -» BEYAZPEYNİR. ||Beyaz Rus, KIZIL RUS’a karşıt ola­ rak Rusya’da Ekim devrim i yanlısı olm a­ yan kişilere verilen ad. ||Beyaz yakalılar, kol gücünden çok, düşünm e gücü gerek­ tiren işlerde çalışanlar. \\Beyaz yalan, ya­ rarı dokunacak yalan. \\Beyazzehir, ero­ in, kokain, vb. katı uyuşturucu m adde. || Beyazın adı esmerin tadı (var), esmer ka­ dınların daha cana yakın olduklarını an­ latm ak için söylenir. —Aydınlt. Aldığı tüm görünen ışımaları soğurm adan, her doğrultuda eşit olarak yayan bir cisim için kullanılır. \\Beyazışık, öğle güneşi ışığına yakın bir izlenim ve­ ren ışık. — Boyac. Bütün görünen ışınımları, so­ ğurm adan ve her yöne eşit ölçüde yayan renksemez bir pigm ent için kullanılır. — Camc. Beyaz cam, çıplak gözle rengi



sezilemeyen cam. (Daha çok parfümcülükte ve eczacılıkta kaliteli ürünler için kul­ lanılır.) — Dy. Beyaz ışık, servis yollarında yolu geçişe açan ve hafifçe m aviye çalan be­ yaz ışık işareti. — El sant. Beyaz iş, beyaz pamuklu, ke­ ten vb. kumaşlar üzerine, beyaz iplikle ve sarm a tekniğiyle yapılan işleme. — içit. san. Beyaz şarap, salt beyaz üzüm şırasından yapılan şarap. — Kim. Beyaz metal, devinimli makine parçalarının sürtünmesini azaltıcı belirli özellikler içeren bir alaşım ya da metal. — Kur. tar. Beyaz bayrak, törenlerde ye­ niçeri ağasının tuğları önünde taşınan, Yeniçeri ocağı’nın büyük bayraklarından biri (Hacı Bektaş bayrağı da denir). [Bk. ansikl. böl.] ||Beyaz kürk, şeyhülislamla­ rın giydiği ak renkli kürk giysi. jjBeyaz tuğralı kâğıt, padişahların sefere çıktıkların­ da, İstanbul'daki sadaret kaym akam ına gerektiğinde doldurup ferman olarak kul­ lanması için verdikleri tuğralı boş kâğıt. || Beyaz üzerine hatt-ı hüm ayun, padişah­ ların el yazılarıyla, ayrı bir kâğıda yazdık­ ları buyruk. — Kuyumc. Beyaz yakut, pırlanta kadar değerli olm ayan bir yakut türü. (A y * y a ­ kut da denir.) — Metalürj. Beyaz dökm edem ir, karbür biçim inde karbon oranı yüksek olan ve kı­ rıldığında beyaz bir kesit veren hamdemir. — Miner. Beyaz mika, MUSKOVİT’in eşan­ lamlısı. — Mutf. Beyaz baklava -» BAKLAVA. ||8ey a zet, kimi küm es hayvanlarının, özellik­ le tavuğun göğüs eti. |jBeyaz etli balık­ lar, barbunya, tekir, izmarit, levrek, lüfer, pisi gibi piştiğinde eti beyazlaşan balık­ lara verilen ad. —Tic. huk. Beyaz ciro -> CİRO, jj Beyaz imza ya da beyaza imza -» AÇIK* İMZA. —TV. M aksim um b eya z ya da beyaz d ü ­ zeyi, maksimum ışıltılı beyaz bir görüntü­ yü karşılayacak eşzam anlam a işaretleri­ ni içeren bir görüntü işaretinin düzeyi. —Vet. Beyaz kas hastalığı, kuzularda gö­ rülen kas hastalığı, (Hastalık 15 günlük­ ten 2 aylığa kadar kuzularda görülür; baş­ lıca özelliği özellikle arka bacaklarda gö­ rülen hareket güçlüğüdür. N edeni selenium ya da E vitamini noksanlığıdır; nok­ sanlık kas liflerinde nekroza yol açar.) ♦ a. 1. Beyaz renk; ak: Beyaz, m asu­ m iyeti simgeler. — 2. Bir şeyin beyaz bö­ lüm ü: Yumurtanın beyazı. — 3. Arg. Ero­ in. — Kim. Çeşitli kimyasal maddelere verilen ad. (Bu maddeler elde edildikleri yer, gel­ dikleri köken ve niteliklerine göre adlan­ dırılır. Ö rneğin çinko okside çinko beya­ zı, bizm ut alt - nitrata bizm ut beyazı, bar­ yum sülfata barit beyazı vb. denir. Aynı şekilde seskiokside (S B jC y antim on b e ­ yazı, titan okside de (T İ0 2) titan beyazı adı veriler. Saten beyazı, bir alüm inyum sülfat ve kireç çökeltisidir.) — Metalürj. Büyük dökm edem ir parçala­ rında rastlanan ve m etaldeki sülfürlerin kumu cüruf haline getirmesinden kaynak­ lanan, kırılgan ak bir kütle biçim inde si­ lisli kalıntı. — Müz. ikilik nota.



1585



Yahya Kemal Beyatlı



çin beyazı denen porselenden çaydanlık, »azo, fincan »e kâse (Dihua [Fucien] yapısı) çin sanatı, XVII. - XVIII. yy. Guimet müzesi, Paris



beyaz — Oy. Bilardoda, beyaz top. —Seram. Çin beyazı, Dihua (Fucien) kö­ kenli; çivitli beyaz ile pem be ya da fildişi tonları arasında değişen renkte kalın, düz ve parlak sırlı porselen. (Kangşi dönemin­ den [1661-1722] başlayarak, küçük süs eşyası [çaydanlıklar, mühürler, küçük fi-



1586



Bk. resim sayfa 1585



.“ V



yavru beyaz fok



beyaz fok



gürler] yapımında kullanılan Çin beyazla­ rı, Avrupa'ya getirilerek özellikle Meissen ve Saint - C lo u d 'd a taklit edildi. “ Çin beyazı” deyimi, kapsamı genişletilerek bu taklitler içinde kullanıldı.) ♦ b e y a z la r çoğl. a. Ev ekon. Bir çam a­ şır makinesi programında, boyası çıkm a­ yan kaynatılabilir çam aşırlara (pamuklu, keten) verilen ad. —ANSİKL. Kim. Beyaz metal alaşımlarının gerektirdiği temel özellikler şunlardır: gö­ reli olarak d üşü k bir erime sıcaklığı (300°C düzeyinde), iyi bir plasliklik ve dü­ şük kopm a dayanımı. Bu ayırtedici özel­ likler, yalnızca mekanik dayanımı düşük ve yorulm a dayanımı orta düzeyde olan malzem elerde görülür. Bu parçalar ince etli olması ve bükülm ez bir destek yatak­ ça taşınması gerekir; böylece sürtünm e­ den doğan ısı bu desteğe aktarılarak ko­ layca boşaltılır. Nitekim piston kolunun baş yastıkları ile krank mili yatakları, be­ yaz metal alaşımlartyla donatılır ve bu par­ çalar aşırı ısındığında, beyaz metal eriye­ rek yatak sarmasını önler. Beyaz metal alaşımları, erime noktası düşük bir matris ile bu matris içinde da­ ğılmış daha sert bir bileşenden oluşur. Kurşun, kalay ve bakır, bu tür alaşımla­ rın klasik bileşenleridir. Bu alaşımlar te­ melde kurşun - antimon - kalay, kalay -antimon-bakır ve çinko - bakır - kalay bi­ çim inde üç grub a ayrılır. Alaşımların ya­ pımında, iyi bir yorulm a dayanımı, ağır yükleri ya da büyük hızlara dayanm a gü­ cü, düşük bir yatak sarma niteliği, küçük bir genleşme katsayısı, zayıf bir ısıl iletken­ lik ve olabildiğince düşük özgül kütle g i­ bi özellikler arasında bir uzlaşma aranır. M ekanik ya da buharlı ilk m akinelerin yapımıyla birlikte sürtünme sorunlarını çözm ek için odun, bronz ve dökm e de­ m irden yararlanıldı. 1840’tan sonra Sir isaac Babitt, İngiltere’de % 5-10 antimon içeren kalay ağırlıklı alaşımların kullanımı­ nı önerdi. Bu alaşımlara °/o 1-15 oranın­ d a kurşun, % 2-10 oranında bakır katıla­ bilecekti. işte kurşun ya da kalay ağırlıklı bu alaşımlara, genel olarak beyaz alaşım­ lar adı verildi.



Bakır ağırlıklı başka alaşımlar ya da psödo - alaşımlar da çok kullanılır; örne­ ğin bronz ya da pirinçler, bakır -ku rşun alaşımları ya da p e m b e m etaller ve alü­ m inyum tuncu sayılabilir. Gri dökm e d e ­ m ir (yağlayıcı küçük grafit pulları içerme­ si nedeniyle), alüminyum, gümüş, kadmi­ yum ya da çinko ağırlıklı alaşımlardan da sanayide çeşitli alanlarda yararlanılır (yas­ tıklar, bilezikler, yataklar, kızaklar). Beyaz metal alaşımları, yastıklarda som parça halinde olduğu kadar, çelik ya da bronz bir destek üzerine ince bir katman çökelt­ me (çift metalli yastık), döküm ya da elek­ trolitik kaplam a (uçak motorlarının g ü ­ müşlü yastıklarında), tabancayla metal püskürtme biçim inde de kullanılır. Sürtü­ nen yüzey genellikle raspayla alıştırılır; ama kimi zaman silici-denilen bir mandrenle perdahlanır. Mandren deliğe basınç altında sokulur ve metaldeki küçük ça ­ paklar giderilir.



Bu arada gözenekli beyaz metal ala­ ya ’da (Kolçak), Güney Rusya’da (Denikin şımlarının da kullanıldığını belirtm ek ge­ ve Vrangel) ve Estonya’da (Yudeniç) g i­ rekir; bronz ya da dem ir (grafitli) ağırlıklı riştikleri askeri harekâtla yeni sovyet hü­ olan bu alaşımlar toz metalürjisi yöntemiy­ kümetini devirm eye çalışmış olan karşıle elde edilir ve kendi kendilerine bir yağ­ devrim ci birliklere verilen ad. lama etkisi yaparlar. B E Y A Z O R D U ya da M A V İ O R D U , — Kur. tar. Beyaz bayrağı yeniçeri ağası­ bugünkü Kazakistan’ın bir bölümünü has nın önünde götürm ek geleneği 1610 yı­ olarak elde eden Batu’nun kardeşi Orda lında Kuyucu M urat Paşa’nın Iran seferi tarafından A ltınordu’dan ayrılan moğol sırasında, Hacı Bektaş şeyhinin ordunun hanlığına verilen ad (XIII. - XIV. yy ). Ormola verdiği yere gelerek, bayrağı oca­ d a ’nın son halefi Toktamış, 1380’de Altınğ a teslim etm esinden sonra yerleşti. Ak ordu hanı oldu. aleme de "beyaz sancak" denildiği olur­ du. ■ B E Y A Z R U S Y A , rusça Biyeloruskaya. Doğu Avrupa’da, Polonya’nın doğu­ B E Y A Z (Celal), türk sendikacı (İstanbul sunda, Rusya’nın batısında devlet; 208 1920 - a y y. 1974). Ortaöğrenim ini ya­ 000 km2; 10 200 000 nüf. (1992). Baş­ rıda bırakıp işçi olarak çalışmaya başla­ kenti Minsk (1 589 000 nüf ). dı. 1947'de Eyüp - Haliç bölgesi m ensu­ • COĞRAFYA. Tarihsel bir bütün olan ve cat işçileri sendikası’na girdi, ilk genel ku­ nüfusunun büyük bölümü (% 80) Beyaz rulda yönetim kuruluna seçildi. 1949’da Ruslar’dan oluşan Beyaz Rusya, daha Tekstil sendikası yönetim kurulu üyesi ol­ 1919’da cum huriyet yönetim ine kavuştu. du, aynı yıl Tekstil ve örm e işçileri sendiSınırda yer alan ve ekonomisi sarsılmış kası'nın Eyüp şube başkanlığını yaptı. olan, 1945’tetoprakları genişletilen ve ye­ 19 52 'd e Teksif icra heyeti üyeliğine, kısa ni jeopolitik koşullardan yararlanan Be­ bir süre sonra genel başkanlığına getiril­ yaz Rusya, günüm üzde ekonomik açıdan di. 1963'te TİP’e girdi, 1965 seçim lerin­ hızla gelişm ektedir. Ülkenin batı bölge­ de TİP'ten İstanbul il genel meclisi üyeli­ sinde yağışlı ve nemli kesim de topraklar ğini kazandı. TÜRK-İŞ genel başkan ve­ verimsizdir. Yüzey şekillerinin temel öğe­ killiği yaptı. si Minsk bölgesinin batıdan doğuya doğ ­ B E Y A Z A Ğ A Ç K E L E B E Ö İ - APORİA. ru uzanan buzultaş tepeleri, K .’deki NieB E Y A Z A M U R S A Z A N I a Avrupa men ve Batı Dvina havzalarının uçsuz bu­ daki göllere ve kanallara ekilmiş Çin kö­ caksız orm anlık ve bataklık alanlarını, kenli balık. (Özellikle Rusya'da yaygın­ G .’deki Poleziye’den (D niepr’in kolu Pridır. Irmak ya da göldeki su alaşımını en­ pet buraları sular) ayırır. Orm anların yay­ gelleyen bitkileri [kumsaparnası, atkuy­ gın olması ve b irço k (4 000) buzul gölü ruğu] yediği ve bu bitkilerin aşırı geliş­ bulunması nedeniyle ancak yer yer işle­ mesini engellediği için ekilmiştir. Bil. a. tilebilen bu topraklar, akaçlam a ve ıslah Ctenopharyngodon Idella.) çalışmaları gerektirm ektedir. Beyaz Rus­ ya 'da daha çok keten, patates, et ve süt B E Y A Z B A L İN A - BELUG A. üretilir. Elektrik üretim inde yararlanılan odun ve turba dışında sanayiye yönelik B E Y A Z b u ru n , ar R es ü l-e b ya d, Ku­ doğal gelir kaynakları 1960 yıllarına ka­ zey Afrika'nın kuzey kıyısında burun, Tu­ dar sınırlı olan Beyaz Rusya’da, bu tarih­ nus’un K .’e doğru en uç noktasını oluş­ ten sonra önemli bir potas yatağı (Soliturur. Romalılar zam anında adı Candigorsk) ve biraz petrol (Reçitsa) bulun­ dum prom ontorium 'du. — el-Cedide'nin muştur. (Fas) G .’inde burun. — Sahra kıyısında ikinci B akü’den getirilen (Dostluk boru (Moritanya) burun, Atlas okyanusu’nda, hattı) petrol ve Batı Sibirya’dan getirilen Lövrier koyunun K .’inde, Portekizliler hidrokarbürler, daha çok sum elyaf ve 1441 'de bu burnu dolaştı. — Bu adı taşı­ yan daha birçok burun vardır (Korsika1 g übre üretimine yönelen önemli petro­ kimya tesislerinin (Novopolotsk, Grodno, da, Korfu'da, A n a do lu ’da). Svetlogorsk) kurulm asında Beyaz Rusya B E Y A Z B U R U N L U M A Y M U N a Tro­ başlıca rolü oynamıştır. Sovyet hüküm e­ pikal A frika'da orm anda yaşayan uzuntinin Beyaz Rusya C um huriyeti'ni sanayi­ kuyruklu maymun. (Postu yeşilimsidir, kı­ leştirmek istemesi, makine yapımına ön­ zıl ve siyah lekeleri vardır, karnı beyazdır. celik tanınmasına yol açmıştır Ulaşım alt­ C ercoplthecus cinsi.) yapılarının gelişmiş olması, tüfetim bölge­ B E Y A Z Ç Ü R Ü K L Ü K a. Conıothyrium lerinin oldukça yakında bulunması ve var diplodiella türü mantarın neden olduğu olan işçi potansiyeli bu gelişmeyi destek­ bağ hastalığı. (Bağlarda özellikle dolu ya­ lemiştir. Günüm üzde Beyaz Rusya, takım ğışından sonra ortaya çıkar. Salkımlar ku­ tezgâhları, iş makineleri, traktör ve tarım rur ve esmerleşir. Taneler grimsi bir renk gereçleri yapımının yanı sıra, elektrikli gealır ve üzerleri çok sayıda küçük beyaz reçler ve teknoloji düzeyi yüksek elektro­ renkli kabarcıklarla kaplanır.) nik gereçler yapımına da yönelmiştir Beyaz Rusya topraklarının düzenlen­ B E Y A Z d e n iz , rusçası Beloye more, mesinde ağırlık, artık kırsal ve tarımsal ke­ Rusya'nın kuzey-batı ucunda kenar deni­ simde değildir. İktisadi etkinlik merkezi iş­ zi; 90 000 km2. Barents denizi’nin bir par­ levini yüklenm iş bölgesel yönetim m er­ çası sayılabilecek Beyaz deniz'in en de­ kezleri, kent dokusunun güçlü noktaları­ rin yeri 330 m’dir. Kıyıları sığ ve bataklık­ nı oluşturur. Bu m erkezlerin son zam an­ tır. Önemli balıklavalar (morina, som, rin­ lardaki hızlı gelişmesini, kırdan kente göç ga), denizcilik etkinlikleri (Arhangelsk). olayı da desteklem ektedir. Batıda Grodn o ’nun, doğ u d a M ogilev'in, özellikle de B E Y A Z FO K a. Antarktika'da buzlar üs­ gerçek bir iktisadi ağırlık merkezi olan tünde yaşayan ve daha çok krill ile bes­ M insk’in ticari canlılık kazandırdığı Beyaz lenen fok. (Sil. a. L ob odon carcinophaRusya’nın orta kesiminin ekonom isi (nü­ g u s; fokgiller familyası. [Eşanl. Y E N G E Ç fusun ve kentleşmenin en yoğun olduğu FOKU.] kesim), Gomel bölgesi dışında henüz ye­ B e y a z g e c e le r , Ekrem Zeki Ü n ’ün, terince değerlendirilemeyen güney ve ku­ bektaşi nefeslerinden esinlenerek timpazey (Vitebsk, Polotsk) kesimlerine oranla ni ve yaylı çalgılar için bestelediği yapıtı, daha gelişmiştir. ilk kez 1977’de İstanbul Devlet senfoni or­ • TARİH. D oğu Slavları'nın üç kolu (Be­ kestrası tarafından seslendirildi. yaz Ruslar, Büyük-Ruslar, Küçük-Ruslar ya da UkraynalIlar) arasındaki farklılaşma, B E Y A Z İS H A L a. A K S Ü R G Ü N ’ün e ş a n ­ XIV. y y .’da belirginleşti. V. - VI. y y.’lardan lam lısı. başlayarak Pripyat'tan Batı D vina’ya ka­ B E Y A Z K A R IN C A - TERMİT dar uzanan bölgeye yerleşen Doğu Slav­ ları (Kriviçler, Dregoviçler, Radimiçiler), B E Y A Z K A R P A T L A R - BLE KAR PATY buraya daha önce yerleşen baltık halkla­ rını batıya doğru püskürttüler ya da ken­ B E Y A Z N İL - B A H R ÜL-EBYAD di içlerinde erittiler. Kiev prensliğine katı­ B e y a z o rd u , 1918-1921 arasında, Sibir­ lan (IX. - XII. y y.’lar) bölgede Polotsk bü-



B e ya z S a ra y yük ölçüde gelişti. XII. yy.’ın birinci yarı­ sında Polotsk, Turov ve Smolensk'in Ryurikonci prensleri Kiev'in egem enliğinden kurtuldular. Daha sonra katıldıkları Litvan­ ya grandüklüğü XIII. yy.’ın başından, XIV. yy.’ın ortasına kadar, egemenliğini Beyaz Rusya’ya yaydı. • Litvanya federalizm inden polonyalılaşm aya doğru. Litvanya egem enliği d öne­ minde, bir Beyaz Rusya kültürü gelişti. Bu kültür, Vladimir S uzdal’da, N ovg o ro d ’da ve Moskova prensliğinde yaşayan Büyük -Rusyalılar’ın ve U kraynalılar’ın kültürün­ den farklıydı. Beyaz Rusya teriminin, böl­ genin m oğol egem enliğine girmemiş ol­ m asından kaynaklandığı düşünülm ekte­ dir. Litvanya grandüklüğü, sınırları içinde­ ki rus bölgelerinin dilini ve dinini benim ­ sedi; rusluğa özgü siyasal, toplum sal ya­ pıları ve kültür yapıları, Polonya ile birleş­ meyi öngören Krevo antlaşmasına [1385] karşın sürüp gitti. M a gdeburg yasasına bağlanan kentler (Brest - Litovsk, Grodno, Polotsk, Minsk, Vitebsk), oldukça ge ­ lişti. Ancak büyük ölçüde polonyalılaşmış bir litvanya aristokrasisinin yükselmesi ve XV. yy.'ın ortasından başlayarak çeşitli bölgelerin yönetiminde Ryurikoviçi prens­ lerinin yerine Litvanyalı valiler atanması, Polonya’ nın etkisini artırdı. Kutsal K ita p ’ı çeviren ve Beyaz R usya'da ilk basımevini kuran (1525’e doğr.) Skorina’nın yapıt­ ları hümanizmanın gelişmesi ile ortodoks ve Polonya karşıtı tepkiyi gösterir. Bu ara­ da, Livonya savaşı’na (1558-1583) sürük­ lenen Litvanya, M oskova prensliğiyle sa­ vaşabilm ek için Polonya ile birleşti (Lublin, 1569). Brest birliği (1596), Polonya O r­ todoksların! Vatikan’ ın yargı yetkisine bağladı. Beyaz rus soyluları, ayrıcalıkla­ rını koruya b ilm e k için katolikliği ve 1696’da resmi dil olan Polonya dilini be­ nimsediler. Beyaz rus kültürü varlığını an­ cak köylüler arasında sürdürebildi. Andrusovo antlaşması’ndan (1667) sonra, Smolensk bölgesini elinde tutan Rusya ile Polonya arasında çekişm e konusu olan, savaşlardan ve salgın hastalıklardan b ü ­ yük zarar gören Beyaz Rusya gerilem e dönem ine girdi. • Rus im paratorluğum un eyaleti. Beyaz Rusya, Polonya’nın iki kez bölüşülmesinin (1772-1793) ardından Rusya tarafın­ dan ilhak edildi. Kurulan "B eyaz Rusya hüküm etinin adı 1 840’ta "Kuzey-Batı Rusya’y a " dönüştürüldü. 1831 ve 1863 ayaklanm aları, ruslaştırm a siyasetinin sertleşmesine, özellikle de beyaz rusça yayınların yasaklanmasına (1867) yol açtı. Bu siyaset, ancak 1880 yıllarının sonun­ da yumuşatıldı. Bu arada, Polonya ro­ m antizm inden ve rus halkçılığından etki­ lenen aydınlar sınıfı, ulusal kültürü yeni­ den canla n dırm aya çalıştı. V iln o ’da 1902-03’te kurulan ve 1907’de dağıtılan "Beyaz Rusya sosyalist grom ada’sı” , ulu­ sal ve kültürel özerklik yolunda 9avaşım verdi Beyaz Rusya, Rus im paratorluğu’ndaki musevilerin zorunlu ikamet bölgelerinden biriydi. El sanatlarıyla, ticaretle ve serbest mesleklerle uğraşan museviler, 1917’de nüfusun % 20’sini oluşturuyorlardı; Beyaz Ruslar’ın (büyük bölüm ü köylü) oranı % 55, Ruslar’ın oranı °/o 20 (çoğu m e­ mur), Polonyalılar’ın oranı ise °/o 5 ’ti (ço­ ğu toprak sahibi) Beyaz Rusya, sanayi­ nin pek gelişm ediği bir tarım bölgesi ol­ duğundan, ilk kongresi 1895’te M insk’te toplanan Rus sosyal dem okrat işçi parti­ si (RSDİP), bu bölgede pek etkili olam a­ mıştı. Bununla birlikte, Beyaz Rusya 1915 -1920 arasında, batı cephesinin askeri ha­ rekât merkezlerinden biri olarak 1917 Rus devrim i’nde önem li rol oynadı. 1917’de M insk'te kurulan bir Beyaz Rusya rada’ sı, yıl sonunda bolşevikler tarafından dev­ rildi. Alm an birliklerinin yeniden işgal et­ tikleri (şubat-aralık 1918) bölgeyi, Kızıl or­ du ele geçirdi. Bolşevikler 1919 ocağında, bağımsız Beyaz Rusya Sovyet Sosyalist C um huriyeti'ni kurdular.



1587



BEYAZ RUSYA V elıkıy e Lukı



lugavpils R U S Y A /



N o V o ç o lâ ts k



' v



ı



^ ^ jfc Ç o lo ts k /



/ /



----------



\



[ \



") ■



\ ^ < s y ite b s k ^



i X



55°K



\



! /



fv



/



Molodeçnfo B orisov G rodno M ogilevı



B ialystok



Slutsk



jBobruystr



Soligorsk



B rest



f Lubınets Pripyat



M ozır



v n



K R A Y N A Ç ern ob il



>rnigov



Kieyj bara] gölü



9



5 00 000'den fazla



0



100 0 00 ila 500 0 0 0 arası



#



5 0 0 0 0 ila 100 0 00 arası



.



50 000'den az



Beyaz Rusya • Beyaz Rusya Sovyet Sosyalist C um hu­ riyeti. Polonya-sovyet savaşı (nisan-ekim 1920) sırasında Beyaz Rusya PolonyalI­ lar tarafından işgal edildi, sonra Kızıl Or­ d u'n u n eline geçti. Riga antlaşmasıyla (mart 1921), Beyaz R usya'nın batı kesi­ mi Polonya’ya verildi. Beyaz Rusya Sov­ yet Sosyalist Cum huriyeti 1922 aralığın­ da, SSCB’yi oluşturan cum huriyetlerden biri oldu. 1924 ve 1926'da Gomel, Vi­ tebsk ve Smolensk eyaletlerinin bazı yö­ netim bölümleri Beyaz Rusya'ya eklendi. 1939 ekim-kasımında da Beyaz Rusya bölgesinin batı kesimi cum huriyete katıl­ dı. 1941-1944'te nazilerin işgal ettiği Be­ yaz Rusya, O stland’daki Reich komiser­ liğinin yönetimi altında, "aşağı ırklara" uygulanan bir terör ve sömürü rejimi dö­ nemi yaşadı. Nüfusunun dörtte biri yok oldu. Bugünkü Polonya sınırı 1945’te ç i­ zildi ve Beyaz Rusya SSC, BM’nin kuru­ cu üyelerinden oldu. • Bağımsız Beyaz Rusya. Sovyet hükü­ metleri başlangıçta Beyaz Rusya dilini eğitim, yönetim ve basın dili yapmayı, parti ve devlet m ekanizmalarındaki so­ rumlu mevkilere Beyaz Ruslar'ı yerleştir­ meyi amaç edinen bir “beyaz ruslaştırma” siyaseti uyguladı. Ne var ki 1928'den itibaren kırsal kesime zorla be­ nimsetilen koşullar beyaz rus köylü kül­ türünün temellerini altüst ettiği gibi, bir­ çok beyaz rus Stalin'in tem izlik kam pan­ yaları sırasında yok edildi. Beyaz Ruslar yoğun bir ruslaşma sürecinden geçtiler ve bu durum G orbaçov dönemine kadar sürdü. SSCB dağılmaya başlayınca Be­ yaz Rusya önce egem enliğini (27 tem ­ muz 1990), sonra da bağımsızlığını ilan etti (25 ağustos 1991). Yıl sonunda Rus­ ya ve Ukrayna’yla bir ekonomik işbirliği anlaşması imzalandı. • EDEBİYAT. Kutsal Kitap'ı çeviren (1517) hümanist F. Skorina ve izleyicile­ ri, bir arada tanrıbilim ci, şair, rus yanlısı, Simeon Polotsk (1629-1680) zorla polonyalılaştırma hareketine karşı direndilerse de Beyaz Rusya lehçesinin yasaklanm a­



sından (1696) sonra, bu dil yalnızca folk­ lorda yaşadı. Rusya ile birleşme (XVIII. yy. sonu), bir kültür canlanm asına yol açtı am a bir yandan d a dilsel gelişmeyi kös­ tekledi. XIX. yy. 'da pek az ürün ortaya ko­ yan soylu edebiyatın çizdiği sulandırılmış köylü imgesine, sonunda Dunin - Martsinkeviç (1807-1884), özellikle de F. Boguşeviç (1840-1900) gibi ozanlar karşı çık­ tılar. Bu gerçekçi ve eleştirel akımı, i. Luçina (1851 1897), i. Kupala (1882-1956), I. Kolas (1882-1942) gibi, edebiyat dilini y e n ile y e n ya z a rla r g e liş tird i. D aha 1917’de ulusçuluğu aşan L. Biyadulya (1886-1941), şair P. Brovka (doğm. 1905) ve M. Çaro (1896-1938), romancı K. Çorniy (1900-1944), oyun yazarı K. Krapiva (doğm . 1896) gibi, birçok sanatçı, sosya­ lizmin kurulmasını desteklediler. Uzun sü­ re savaşı konu alan (M. Tank [doğm . 1912] ve A. Kuleşov’un [doğm . 1914] şi­ irleri, V. Bıykov [doğm . 1924], I. Brıl’ın [doğm . 1917] ve I. Şam yakin’in [doğm . 1921] anlatıları) yakın dönem edebiyatı, sonradan, sovyet insaninin toplumsal, ik­ tisadi ve ahlaksal sorunlarını işlemeye yö­ neldi. — Dilbil. Beyaz Rusya dili, Beyaz Rusya’ da 9 m ilyondan fazla kişinin konuştuğu doğu slav dilleri öbeğinden bir dil. (Ortak rusçadan, X II-X III. y y .’a doğru ayrılan Beyaz Rusya dili, XIV. y y.’dan XVI. y y.’a değin Litvanya grandüklüğünün yönetim dili oldu. Ardından, doğ u d a rusça ve ba­ tıda etkisinde kaldığı lehçe karşısında ge­ riledi. 1918’den bu yana yeniden Beyaz Rusya Sovyet Sosyalist C um huriyeti’nin resmi dilidir.) B e y a z S a r a y (The White House) ya da E x e c u tiv e M a n s io n , ABD başkanının VVashington’daki konutuna 1902’de ve­ rilen ad. Yapımına 1792 de Jam es Flob a n ’ın başladığı yapı, John Adam s tara­ fından törenle açıldı (1800). 1814 ’te ya­ nınca, Ploban, sonraki yıllarda yapıyı ye­ niden inşa etti ve genişletti. Beyaz boyalı Bkz. Resim sayfa 1588



yana basılmış tüm süreli yayınların ve ki­ tapların bulunduğu kütüphanede toplam derleme, yaklaşık 500 000’dir (1992). B e y a z ıt y a n g ın k u le s i, İstanbul’un



Washington’daki Beyaz Saray (1792-1800) (revak 1824'te eklendi)



ve iki katlı olan bu yapının yüzden fazla odası ve önünde ion üslubunda bir revağı vardır. B E Y A Z B A L IK a. Kuzey Alm anya ve is kandinavya'da göllerde yaşayan balık. (Bil. C oregonus albula.) B E Y A Z C A M a. Televizyon ekranı. B E Y A Z E Ş Y A a Buzdolabı, fırın, çam a­ şır makinesi vb. dayanıklı tüketim m alla­ rına verilen genel ad. B E Y A Z G Ö Z a Eski D ünya’nın derinli­ ği 200 m ’ye kâdar olan kıyı sularında ya­ şayan kemiklibalık. (Bil. a. Spicara maena flexuosa; istrongilozgiller familyası.) — A n s İ k l. Pek iri bir balık olmayan beyazgözün boyu, karasularımızda en çok 20 cm kadardır. H epçil beslenir. Eti lez­ zetli ve yağlı olduğundan özellikle güçsüz düşm üş hastalara tavsiye edilir. B E Y A Z IM S I sıf. Beyaza yakın, soluk, açık ren*, ışık için kullanılır: Beyazımsı b ir mavi. (Eşanl. BEYAZIMTIRAK.) B E Y A Z IM T IR A K



sıf.



BEYAZIM SI’nın



e şa n la m lıs ı.



B E Y A Z IT -» BAYEZİT (sultan).



Beyazıt meydanı’ndan bir görünüm İstanbul



B E Y A Z IT , İstanbul’un Eminönü ilçesi­ ne bağlı semt. Bayezit küliiyesi ve çevre­ sini kapsayan bu kesim, kentin en önemli eğitim, kültür ve ticaret merkezidir. Bizans dönem inde Forum Theodosii (Forum Tauri), Senato sarayı ve dönemin en yüksek hukuk okulu buradaydı. İstanbul’un alını­ şından sonra M ehm et II, ilk sarayını bu­ rada yaptırdı. Daha sonra da değişik iş­ levde pek çok yapıyla donandı. Bayezit küliiyesi, Süleym aniye küliiyesi, Şehzade küliiyesi, Nuruosm aniye camisi, Laleli ca­ misi, Beyazıt yangın kulesi, Simkeşhane, Kapalıçarşı gibi dönem lerinin mimarlığı­ nı yansıtan birçok yapı bu semttedir. Gü­ nüm üzde İstanbul U niversitesi’ne bağlı fakülteler ve yüksekokullar, Beyazıt d ev­ let kütüphanesi, Türk Vakıf ve Hat sanat­ ları müzesi gibi eğitim ve kültür kurumları buradadır. İstanbul Üniversitesi merkez



İH



fX.



4 ".-V



binasının önündeki alana 1960’tan son­ ra şehir m eclisince Hürriyet alanı adı ve­ rilmiş, ancak daha sonra gene Beyazıt meydanı adı kullanılmaya başlanmıştır.



Beyazıt semtinde gözetleme kulesi, Istan■ bul Üniversitesi merkez binasının bahçesindedir. M ahm ut II zam anında Krikor B alyan’a yaptırılan (1808) ilk ahşap kule, 1826 yeniçeri ayaklanmasında yakılınca, ikinci kulenin yapımı için gene aynı aile­ den Senekerim Balyan görevlendirildi (1828). 1849’daki kimi değişikliklerden sonra 1889, 1894 ve 1909’da onarım gördü. Günüm üzdeki biçimiyle, 85 m yüksekliğinde, kare kaide üzerinde yuvar­ lak gövdeli, kesme taştan yapı, "N ö b e t­ çi katı” , “ işaret katı” , “ Sepet katı", "S an­ cak katı” gibi bölüm lerden oluşur. Kule­ nin Süleymaniye cam isi’ne bakan yüzün­ de, şair K eçecizade izzet M olla’nın dize­ lerinden oluşan, dönemin ünlü hattatların­ dan Mustafa izzet E fendi’nin yazdığı, 1828 tarihli yazıtı vardır. Bugün de gö­ zetleme ve meteoroloji kulesi olarak kul­ lanılmaktadır.



B E Y A Z IT B jS T A M İ (Ebu Yezit [Beya­ zıt] Tayfur bin İsa Suruşan EL-), İslam sufisi (Bistam ? - ay.y. 874). Yaşamına iliş­ kin bilgiler azdır. Dedesi Suruşan zerdüşt dinine bağlı idi. Tasavvufa yönelm eden önce hanefi fıkhı ile uğraştı. Onun tevhit bilimindeki hocası, arapça bilmeyen Ebu Ali es-Sindi'dir. Miraç konusunda ehli sün­ net bilginleriyle yaptığı tartışm a nedeniy­ le ülkeden ayrılmak zorunda kaldı. Bu olaydan ölüm üne kadar herkesten uzak bir yaşam sürdü. Yazılı hiçbir yapıtı yok­ tur. Yalnızca, “ vecd halin de " söylediği sözler, başkaları tarafından derlenmiştir. Bu sözlerin hepsinin kendisinin olup ol­ madığı da belli değildir. Şeriata uymayı ilke olarak benim sem ekle birlikte, sözleri oldukça aşırı bir nitelik taşır. Nitekim tan­ rı ile benzeşmek ve sonunda tanrı olmak (ayn ül-cem) düşüncesini ileri sürmesi bu­ nu kanıtlar. "G ö rdü ğ ü m her şeyin Hak (Tanrı) değil, ben olduğunu anladım " sö­ z ü ’ de bunun örneğidir. Müritleri 100 yıl sonra tayfuriye tarikatını kurdular, ilhanlılar’dan Olcaytu M uham m et H udabende’ nin emri ile mezarının üzerine kümbet yaptırıldı (1313). B e y a z ıt d e v le t k ü tü p h a n e s i, İstan­ bul'un Beyazıt semtinde, Kültür ve turizm bakanlığı, Kütüphaneler ve yayınlar g e ­ nel m üdürlüğü’ne bağlı kitaplık. 1861’de, Ethem Pertev Paşa ve Münif Efendi’ nin, sadrazam Ali Paşa'ya sundukları tasarı­ da, Maarif nezareti’ ne bağlı bir halk kü­ tüphanesi kurulması önerisi de yer alıyor­ du. Bu öneri doğrultusunda Kütüphanei umumii Osmani adlı bir kitaplığın kurulma­ sı için karar çıktı (27 eylül 1882). Bayezit külliyesi’nin imaret bölüm ü onarılıp rafla­ ra bir takım Naima tarihi kondu ve kitap­ lık olarak törenle hizmete açıldı (24 hazi­ ran 1884). ilk dermesi, çeşitli yerlerden sağlanan kitaplardan ve bağışlardan oluştu. 1885’te kütüphanenin 4 164 kita­ bı olduğu bilinm ektedir. 1934 tarihli ve 2527 sayılı Basma yazı ve resimleri der­ leme kanunu'ndan yararlanan kitaplığa, yurt içinde basılan her yayından bir nüs­ ha gönderilm ektedir. 1946’da imaretin öteki bölümleri de Vakıflar idaresi’nden devralındı ve kitaplığa eklendi. Daha çok Bayezit kütüphanei um um isi adıyla anılan kitaplık, 1961 ’de K ütüphaneler kom itesi’ nin kararıyla Beyazıt devlet kütüphanesi adını aldı. 1974’te eski Dişçilik okulu bi­ nası kitaplığa verildi ve onarımına başlan­ dı. 1986’da bir bölüm kitap bu ek binaya taşındı. Kitaplıkta 9 099 ’ u arapça, 4 43 ’ü fars­ ça, 1 5 5 6 ’sı türkçe olm ak üzere toplam 1 1 1 1 9 yazma, 40 000 eski harfli basma, 15 000 İngilizce, 10 000 fransızca, 2 600 alm anca, 4 500 başka dillerde kitap bu­ lunmaktadır. Süreli yayın sayısı 70 000 cilt kadardır. Yeni harflerin kabulünden bu



Beyazıt yangın kulesi



B E Y A Z I a. (ar. b eyaz ve fars. -/"den b e ­ yazı'j. Esk. Beyazlık, aklık. — Ciltç. U zunluğuna açılan yazma ki­ taplara verilen ad. (Daha çok İranlılar ta­ rafından kullanılan bu kavram a karşılık, Türkler bu tür kitaplara SIĞIRDİLİ diyorlardİ.) B E Y A Z İZ A D E A H M E T E F E N D İ, türk bilim adamı (1638-1687). İstanbul ka­ dısı Haşan Beyazi E fendi’nin oğlu. M ü­ derrisliklerde ve vilayet kadılıklarında bu­ lundu. İstanbul kadısı (1675), Rumeli ka­ zaskeri (1683) oldu. Birçok fıkıh yapıtının yanı sıra, Halep müftüsü Kevakibizade Mehmet Efendi ile yaptığı tartışmaları (mübahasat) Sevânih ül-ulûm adlı yapıtın­ da topladı. İstanbul kadısıyken, bir yahu­ di ile ilişki kuran m üslüm an kadına recm (taşlama) cezası verm esiyle ünlüdür. B E Y A Z K A R IN C A G İL L E R



> TERMİT



GİLLER.



B E Y A Z K Ö M Ü R a. H idroelektrik sant­ rallerinden elde edilen elektrik enerjisine verilen ad. B E Y A Z L A M A K f. Balıkç. Balıkçıyla yaptığı m ücadele sonucu gücü tükenen balıktan söz ederken, kendi çevresinde dönerek yanlarını ve karnını göstermek. (Balık beyazladığında kepçeyleya da ka­ kıçla alm ak yerinde olur.) B EYAZLA NM A K , BEYAZLAŞM AK gçz. f. Beyaz durum a gelmek; ağarmak: K irliler ancak kaynatınca beyazlandı. Şa­ kakları beyazlaşmış. Güzel yanmıştın; am a çabuk beyazlaştın.



beyazpeynir ♦ b e y a z la ştırm a k ettirg. Bir şeyi be­ yazlaştırmak, onu beyaz durum a getir­ mek, ağarmasını sağlamak. B e y a z la r v e M a v ile r , Fransız devrimi sırasında (XVIII. yy. sonu) kullanılan ad­ lar: Vendöeli asilere bayrakları beyaz ol­ d uğu için beyazlar, cum huriyet askerle­ rine ise üniformaları mavi olduğu için ma­ viler denirdi. Kapsamı genişletilerek bu adlar, sırasıyla kralcı ve cum huriyetçi an­ lamına geldi. B e y a z la r v e S iy a h la r , 1296’ya d o ğ ­ ru Pistoia’nın bölünm esine neden olan Cancellieri ailesinin iki koluna verilen ad. "B e y a z la r" deyim i daha sonra Floransa' d a Cerchi taraftarlarının oluşturduğu hi­ zip (Ghibellinolar) için kullanıldı; Pistoia Beyazlar'ı, Cerchiler’e başvurarak kavga­ larında hakemlik yapmalarını istediler. Bu­ nun üzerine, C erchiler’in rakipleri olan D onatiler ve taraftarları, "S iya h la r" adını aldı. Çatışmalar aralıksız devam etti. 1302’de, aralarında D ante’nin de bulun­ duğu bütün “ Beyazlar” Floransa’dan sü­ rüldü. B EYAZLAŞM AK -



B EY A ZLA N M AK .



B E Y A Z L A Ş T IR M A a. Deric. Boyalı bir deriyi beyazlatm ak ya d a rengini açm ak am acıyla ışığa çıkarm ak ya da aynı am açla deri üzerine yükseltgen ve indir­ geyici kimyasal etkenler uygulamak. B E Y A Z L A T IC I a. Tekst. Optik b eyaz­ latıcı, kâğıtlara parlak bir beyazlık vermek ya da ağartm adan sonra kimi kumaşlar­ da görülen soluk sarı rengi düzeltmek ve böylece onları daha beyaz göstermek için kullanılan organik ürün. B E Y A Z L A T IL M A K -



B EYAZLATM AK.



B E Y A Z L A T IL M A M IŞ sıf. Kâğ. san O dun ya da bitkileri pişirerek elde edilen, ağartm a işleminden geçirilmem iş kâğıt ham uru için kullanılır. —Tekst. Ağartma ve boyam a işleminden geçirilm em iş tekstil m addeleri için kulla­ nılır. —Rengi beje çalan, ağartma işlemin­ den geçirilmemiş beyaz ipliklere denir. || Beyazlatılmamış bez, yıkanmamış ve ağartılmamış bez.



—Tekst. O ptik beyazlatma, bir kumaşın, bir kâğıdın ya da çamaşırın (özellikle çal­ kalama sırasında) beyazlık etkisini ta­ mam lam ak amacıyla yapılan işlem. (Bk. ansikl. böl.) — A N S İK L K â ğ . san. kimyasal hamurları beyazlatmada genellikle, farklı birçok iş­ leme başvurulur: klorla işleme; oluşan kloroligninleri alkali ortam da çözündürm e; sonra, alkali hipokloritler, klor bioksit, ok­ sijenli su, ozon vb. gibi yükseltgen bile­ şiklerle asıl beyazlatm a işlemini uygula­ ma. Bu işlem art arda gelen 3 ile 6 ev­ reden oluşur. Kirletici özellikleri yüzün­ den klorun yerine, günüm üzde, oksijen ve peroksitler (dolayısıyla oksijenli su) kul­ lanma eğilimi vardır. Yarı kimyasal ham ur­ lar ile yüksek verimli hamurları (örneğin m ekanik hamur) beyazlatm ada ya yük­ seltgen (genellikle peroksitler) ya da in­ dirgen bir işleme (sodyum ya da çinko hidrosülfit) ve bazen her ikisine birden başvurulur. Elde edilen beyazlık ağartıl­ mış kimyasal ham urlara oranla daha za­ yıftır. "O p tik " boyarm addeler, morötesi ışınlar (örneğin güneş ışığı) içeren bir ışı­ ğa tutularak ağartılmış hamurlara canlı bir beyazlık verir. — Tekst. O ptik beyazlatm anın ilkesi, ağartma işleminden artakalan ve gözle kolayca görülebilen çok hafif sarımsı to­ nu, retinayı ço k az etkileyen mavi ya da m or bir ışıkla yansızlaştırmaya dayanır. Elyaf, sarımsı tonu yok eden, am a be­ yaz rengin ışıltısını hafifçe azaltan mavi ya da m or bir boyarm addeyle işlenir: bu iş­ leme “ çıkartm a” etkisiyle o ptik beyazlat­ m a denir. Ayrıca elyafa flüorışıl bir m ad­ de de bağlanabilir. Bu m adde gelen ışı­ ğın görünm eyen morötesi ışıklarını görü­ nür mavi ve m or ışıklara dönüştürür ve yansıtma gücünü artırarak elyafın sarım­ sı rengini düzeltir. Böylece o ptik beyaz­ latma işleminden geçirilen tekstil m adde­ lerinin parlaklığı artar. Bu işleme "katkı m addeleri” etkisiyle optik beyazlatma de­ nir ve beyazlatma oranı gelen ışığın, m or­ ötesi ışınlarca zenginliğine göre değişir. O ptik beyazlatm ada kullanılan flüorışıl m addeler o ptik beyazlatıcı ya da optik ağartıcı etkenler adını alır.



B E Y A Z L A T IL M IŞ sıf. Kâğ. san. Beyaz­ latılmış kâğıt hamuru, ağartma işleminden geçirilm iş kâğıt ham uru. ||Beyazlatılmış karton, en az bir yüzü ağartılmış selüloz­ dan oluşan karton.



B E Y A Z L A T M A K g. f. B ir şeyi beyaz­ latmak, onu beyaz durum a getirmek, ağartmak: A m erikan bezini çam aşır suyuyla beyazlatmak.



B E Y A Z L A T M A a. Beyazlatmak eylemi — Kâğ. san. Kâğıt ham urunun beyazlığı­ mı artırmak amacıyla, bileşenlerinin renk­ lerini giderm e ya da değiştirm e işlemi. (Bk. ansikl. böl.) — Metalürj. Bir parça yüzeyini metal orta­ ya çıkana değin kum layarak temizleme.



B E Y A Z L IK a. 1. Beyaz olm a durumu, beyaz olan şeyin niteliği: Zam bakların b e ­ yazlığı. — 2. Ağartı: Uzaktan b ir beyazlık belirdi.



♦ b e y a z la tılm a k edilg. f. Beyazlat­ m ak eylem ine konu olmak.



B E Y A Z P E R D E a. 1. Sine. Kumaş, plas­



tik ya da herhangi bir m addeden yapıl­ mış, fotoğraf ve sinema resimlerinin pro­ jeksiyonla üzerine yansıdığı beyaz yüzey. — 2. Sinema: B ir rom anı beyazperdeye aktarmak. —ANSİKL. Sinema salonlarında kullanılan beyazperdeler,önsıraların yan koltukların­ da oturan seyircilere, uygun ışıkta bir gö­ rüntü verm ek için, ışığı her yöne yansıtabilm elidir. Bu özellik doğrultulu perdeler­ de görülm ez. Örneğin, evlerdeki film ya da diyapozitif gösterilerinde kullanılan “ İncili" perdeler, ışığı ağırlıklı olarak ek­ sen doğrultusunda yansıtırlar. Öte yan­ dan, hoparlörler genellikle beyazperde­ nin arkasına yerleştirildiğinden, perdenin sesleri geçirebilecek biçimde delikli olma­ sı gerekir. Delikler 1-2 mm çapındadır ve 5-10 m m ’lik aralıklarla açılırlar. Geçmişte, bir tek film genişliği varken, beyazperde genellikle görüntüyü sınırla­ yan sabit bir siyah kuşakla çevriliydi. G ü­ nüm üzde en ço k kullanılan düzen, d ik ­ dörtgen geniş* perdelerdir (Scope). Bun­ ların genişliği yüksekliğinin 2,35 katıdır. Film genişliğinin daha az olduğu d uru m ­ larda görüntü çerçevesi, ya yanlara d o ğ ­ ru kayabilen iki düşey kuşakla ya da sah­ ne perdelerinin gerekli ölçüde kapatılma­ sıyla sınırlanır. B E Y A Z P E Y N İR a. Koyun, keçi, inek ya da m anda sütünden yapılan, tam ya da yarım yağlı bir peynir türü. (Bk. ansikl. böl.) B eyazpeynirin en iyisi koyun sütünden yapılanıdır. Beyazpeynir y a p ­ m ak için, ilkin sütler belli bir dereceye ka­ dar kaynatılır, daha sonra soğutulup pey­ nir mayasıyla mayalanır. Kaynatma ve so­ ğutm a dereceleri, hava koşullarına göre değişir. Genellikle 7 0 °C 'ta kaynatılır, 18 -3 0 °C 'a değin soğutulur. Sütün yağı hiç alınm adan yapılırsa peynir tam yağlı, bir kısmı alınırsa yarım yağlı olur. Mayalanan süt yaklaşık 1,5 saat sonra pıhtılaşmaya başlar. Bundan sonra bezlere sarılarak özel kasalara yerleştirilir ve süzülmeye bı­ rakılır. Bu işlem yaklaşık 3,5 saat sürer. Süzülme tam am landıktan sonra kalıplar halinde 2 saat kadar tuzlu suya yatırılır. Daha sonra küçük kalıplara bölünür ve te­ nekelere yerleştirilerek ikinci kez tuzlu su konur. Tenekelerin ağzı m ühürlendikten sonra buzhaneye konur. Yaklaşık kırk beş gün bekletildikten sonra piyasaya sürü­ lür. 55-60 kg koyun sütünden 20 kg be­ yazpeynir elde edilir. Daha çok m andıra­ cılığın yaygın olduğu Trakya ve B. A na­ dolu bölgelerinde üretilir. Özellikle Edir­ ne, beyazpeynir üretim inde başta gel­ mektedir. Ü retim de küçük işletmelerin ağırlıkta olmasının yarattığı bazı sorunlar olmakla birlikte, beyazpeynir üretiminde, — A N S İK L .



fi c ı2 klor gazı



beyazlatılmış hamur



(



HÜKÜM



' kanalizasyona'dûğm hamur devresi H



®



pompalar



1, beyazlatma yıkama sularının geri kazanılması



1589



sodada;2.-.işlem: yıkama sularının geri kazanılması^.



kimyasal kâğıt hamurunu beyazlatma şeması



beyazpeynir 1590



yıllara göre düzenli artışlar görülm ekte­ dir. 1972’de 55 000 ton olan üretim, 1977’de 87 000, 1983’te 116 000, günü­ müzde ise 120 000 tona ulaşmıştır. Ya­ kındoğu ve Balkan ülkelerinde de çok tü­ ketilen beyazpeynirin, peynir altı suyu denen artığı doğal bir vitamin deposu­ dur. Ülkemizde değerlendirilm eyen bu artık, başka ülkelerde yem ve ilaç sana­ yisinde kullanılmaktadır.



d ordan oluşur. Duvarlar taş temel üzeri­ ne kerpiçten yapılmış, araları ağaç hatıl­ larla güçlendirilm iştir. Sarayın Hitit kralı Hattuşili l ’in Arzava seferi sırasında yakıl­ dığı sanılmaktadır (İ.Ö. 1650). Ill-I katla­ rından oluşan Son Tunç çağ evresinde de büyük bir saray kalıntısı ve m egaron planlı evler ortaya çıkarılmıştır. Yerleşme, İ.Ö. 1200 - 1100'lerde son bulmuştur. (-» Kayn.)



BEYAZSOĞAN



BEYCUMA, Zonguldak'ın merkez ilçe­



a. H a lk hek. ADASOĞA-



N l'n ın e şa n la m lısı.



BEYAZZERAVENT



a



-



K ELE B EK



ORKİDE.



BEYBABA a. 1. Tkz. Yaşlı erkekler için kullanılan söz: B eybaba,kalem im düşür­ dün. — 2. Kimi ailelerde çocukların baba­ ları için kullandıkları sözcük (beyba biçi­ mi de kullanılır): Beybabam izin verirse gelirim.



sine bağlı bucak; 18 901 nüf. (1990); 16 köy. Merkezi Kasımlar, 1 351 nüf. (1990).



BEYÇAYIRI, Ç anakkale’nin Lapseki il­ çesine bağlı bucak; 2 568 nüf. (1990), 9 köy. Merkezi Beyçayırı, 412 nüf. (1990). BEYÇAYIRI, Batm an’ın Beşiri ilçesine bağlı bucak; 9 678 nüf. (1990); 12 köy. Merkezi Beyçayırı, 726 nüf. (1990).



BEYCE, Kütahya'nın Simav ilçesi mer­ kez bucağına bağlı belde; 2 923 nüf. (1990). Belediye.



BEYDÂ a. (ar. beyda). Esk. 1. G eçilm e­ si güç çöl. — 2. Mekke ile M edine arasın­ daki çöle verilen ad.



BEYCESULTAN. Arkeol. Denizli'de,



BEYDAĞ,



Çivril ilçesinin 5-6 km G.-D.'sunda höyük. Seton Lloyd ve James Melleart tarafından yapılan kazılarda (1954-1959) Son Bakırtaş dönemi ile Tunç çağlarını kapsayan kırk yapı katı saptandı. Yaklaşık İ.Ö. 5000 -4000 arasında tarihlenen XL-XX katları, Son Bakırtaş dönem i kalıntılarından olu­ şur. Dönemin mimarlığıyla ilgili buluntu­ lar azdır. M egarona benzer, dikdörtgen planlı evlerin duvarları ağaç hatıllarla güç­ lendirilmiş kerpiçtendir. Bu evlerde ocak­ lar, taş sekiler, tahıl konulan toprak sıvalı



Beycesultan ördek şeklinde kap (İ.Ö. XVII. - XVI. yy.) Anadolu medeniyetleri müzesi, Ankara kaplar bulunmuştur. Buğday ve m erci­ m ek fosillerine rastlanması, avcılılğın ya­ nı sıra, tarım yapıldığını gösterir. Ayrıca keçi, koyun, öküz, dom uz vb. hayvan ke­ m iklerinin bulunması, bu hayvanların ev­ cilleştirildiğinin kanıtıdır. XXXIV. katta to p ­ lu olarak bulunan bir güm üş yüzük, ma­ denden kama, keski, iğne vb. gereçler m aden işçiliğinin gelişimini belgelemesi açısından önemlidir. XIX-VI katları ilk Tunç çağ buluntularından oluşur. Bu dönem ­ de yerleşme surla çevrilmiştir. Gene m e­ garona benzeyen dikdörtgen planlı evler taş temelli, kerpiç duvarlıdır. XIV. katta or­ taya çıkarılan yapıların içinde “ küçük tapınak” diye adlandırılan bölüm ler var­ dır. Burada iki sunak taşı ile pişmiş to p ­ raktan, boynuz biçim inde iki dikit ortaya çıkarılmıştır. XVIII. katta da keman biçi­ m inde taş idoller bulunm uştur. Tüm bun­ lar yerel kültürle ilgili tanrı ve tanrıçaları temsil eder. Yaklaşık İ.Ö. 3000-2000’e ta­ rihlenen bu dönem i Orta Tunç çağ izler. V-IV katlarını kapsayan bu evrenin en il­ ginç buluntusu, V. katta ortaya çıkarılan o lağandışı ö lçü le rd e ki yapıdır. İ.Ö. 1850’ye tarihlenen ve büyüklüğü yanın­ da planıyla da dikkati çeken bu yapının yerel bir beyin sarayı olduğu sanılmakta­ dır. iki katlı saray, pek çok oda, revaklı bir avlu, büyük bir salon ve iki yanında hüc­ re biçim inde bölüm ler bulunan bir kori­



İzmir'in Ödem iş ilçesine bağlı bucak 14 632 nüf. (1990); 19 köy. Merkezi Beydağ, 5 831 nüf. (1990).



BEYDAK a. (ar. beydak). Esk. Satranç o yununda piyade: ' İş k satrancında şük­ rüm bu durur kim ayb yok / Kemterin bey­ d ak revadur pîş-i şâhân oynam ak " (Ke­ rimi, XV. yy.). [-> PAYTAK.)



B EYDİLİ, Ankara'nın Nallıhan ilçesine bağlı bucak; 5 237 nüf. (1990); 13 köy. Merkezi Çamaian, 754 nüf. (1990).



BEYDİLİ, BEĞDİLİ ya da BEĞDİLLİ, O ğuzlar’ın 24 boyundan biri. Oğuz



dan bir bölüm ü buraya yerleşip kaldı, kalmak istem eyenler de bir süre sonra Halep, Gaziantep, Hatay, Ç ukurova ve yeni il bölgelerine yerleştiler. Diyarbakır yöresinde yaşayan boz ulus arasındaki Beydililer’in bir bölümü, Akkoyunlular’a ve Safeviler’e hizmet etti, bir bölüm üyse başka boylar arasına karıştı. A dana ve İçel yöresinde, Ramazanoğulları içinde yaşayan Beydili kolu ise XV. y y .’ın sonlarında İçel sancağındaki Gül­ nar kazası köylerine, küçük bir bölümü de Tarsus yöresine yerleşmişti. İran’daki Beydililer’e ilişkin bilgiler, Sa­ fevi devletinin kurulmasıyla başlar. Bura­ daki Beydililer'in çoğu, Azerbaycan böl­ gesine yerleşmiş, XVIII. y y.’dan başlaya­ rak da yerleşik yaşama geçm işlerdir. Türkm enistan’da yaşayan G öklen adlı türkm en ulusu arasında da Beydililer’e rastlanır. Anadolu’da günüm üzde de Beydili adı­ nı taşıyan çeşitli yerleşm eler vardır.



BEYEFENDİ a. M evkice yüksek, yaşlı, saygın erkekler için özel adla ya da özel adın yerine kullanılan san: A hm et Beye­ fendi. B eyefendi sizi bekliyor. Beyefendi gelm ediler. BEYEN (Johan VVillem), hollandalı siya­ set adamı (U trecht 1897-Lahey 1976). Basel’deki Uluslararası ödemeler bankası başkanı oldu (1937-1940). ikinci Dün­ ya savaşı sırasında sürgündeki Hollanda hüküm etinin mali danışmanlığını, daha sonra Uluslararası p a ra fo n u ’nun yöneti­ ciliğini (1946-1952) yaptı. H ollanda dışiş­ leri bakanı olarak (1952-1956), A vru pa ’ nın inşasında ve Ortak pazar’ın doğuşun­ da büyük rol oynadı.



geleneğine göre, O ğuz H an’ın üç oğlun­ dan Yıldız H an’a bağlı Bozok koluna gi­ BEYER (Gustav Friedrich VON), prusyalı rer ve O ğuz ordusunun sol kanadını oluş­ general (Berlin 1812-Leipzig 1889). 1866 tururlardı. Beydili boyunun adına, ilk kez Avusturya-Prusya savaşı sırasında HesKaşgarlı M ahm ut’un D ivanü lügat it-türk sen’i işgal etti. Baden büyükdüklüğü sa­ (XI. yy.) adlı yapıtında rastlanır. Beydililer’ vunm a bakanı oldu (1868); Baden birlik­ n bir bölüm ünün, başka oğuz boylarıyla lerini Prusya örneğine göre örgütledi ve birlikte Selçuklu devletinin kuruluşuna 1870-71 savaşı’nda (VVoerth, Strasbourg ve A n a do lu ’nun fethine katıldığı öne sü­ ve D ijon'da) onlara kom uta etti. rülür. Selçuklu devletinin kuruluşundan BEYERLEİN (Franz), alman yazar (MeXIV. y y .’ın ikinci yarısına değin, başka issen 1871-Leipzig 1949). Savaş karşıtı oğuz boyları gibi Beydililer’in adına da romanlar ve dram lar yazdı (Jena und Se­ kaynaklarda rastlanm am aktadır. Selçuk­ dan, 1903). lu devletinin kuruluşuna katılmayıp ken­ di boy geleneklerini koruyan Beydililer BEY’GÂH a. (ar. b e / ve fars. -gâh'tan ise, XII. yy. ortasında,Horasan’da, Selçuk­ b e /g â h ). Esk. Pazaryeri, pazar. lu hükümdarı Sultan Sencer’i yenerek esir BEYGAR ya da BEYGARE a. (fars. almış, daha sonra m oğol istilasından ka­ beyğar, beyğare). Esk. 1. Sövgü, küfür. çarak (XIII. yy.), Azerbaycan ve Doğu — 2. Sitemli söz A n a do lu ’ya göç ettiler. Moğol istilasının BEYGARE - BEYGAR. yayılmasıyla başka Türkm enler ile birlik­ te Suriye'ye giderek yeni kurulan M em ­ BEYGİR a. (fars. b a r ve g ir’den bar-gir). luk devletine sığındılar. XIV. yy.'d a Bey­ Zootekn. Beş yaşından büyük olan ve ge­ dili boyuna, Gazze’den Kozan ve Diyar­ nellikle koşum işlerinde kullanılan enen­ bakır’a değin uzanan bölgelerde yaşayan miş (iğdiş) erkek at. türkmen boyları arasında rastlanmaktadır. —Kur. tar. Beygir kethüdası, iğdiş edilmiş Moğol egemenliğinin ortadan kalkmasıyla atlara bakan has ahır görevlisi. || B eygir (XIV. yy.) harekete geçen Suriye Türkrahtvanı, has ahır görevlilerinden. (Has menleri ile birlikte, Beydili boyunun da rahtvandan düşük, kurşidardan yüksek önemli bir bölüm ü Suriye’den ayrılıp G ü­ dereceliydi, ikinci rahtvan diye de bilinir. ney ve Doğu A n a do lu ’ya ve İran’a git­ Küçük imrahora bağlıydı.) || B eygir saraç­ miş; Dulkadıroğulları, Ramazanoğulları ları, küçük imrahorlara bağlı saraçlara ve­ beyliklerinin, Akkoyunlu ve Safevi d e v le t­ rilen ad. lerinin kurulması ve gelişmesinde önemli —Ölçbil. B e yg ir gücü, 736 watt değerin­ rol oynamışlardır. de eski güç birimi (simge B.B.). XVI. y y .’da A na do lu ’daki Beydililer’in BEYGİRCİ a ve sıf. Beygir besleyen ve en büyük bölümü, Halep Türkmenleri kiraya veren kimse; beygir sürücüsü. arasında yaşıyordu. Yazın, Uzunyayla ve —Tar. Tulum bacılarda, yangın sandığını Sivas’ın güneyindeki kesimlerde, kışın taşıyan ve dört kişiden oluşan takım lar­ Halep ve çevresinde g öçebe bir yaşam dan birincisine verilen ad. (Bk. ansikl. sürdüren Halep Türkmenleri, XVII. y y .’da böl.) O rta ve Batı Anadolu ile M arm ara bölge­ —A n s ik l . Her tulumbacı sandığında, bir­ sine yerleştirildiler. Osmanlı tahrir defter­ den çok takım bulunurdu. Yangına, tu­ lerinden anlaşıldığına göre, bu dönem ler­ lum ba sandığı, yolda takım değiştim dede Beydililer, nüfuslarının çokluğu ve o y­ ğiştire giderdi. Bu takımlar isimlendirilmiş m ak sayısı bakımından, Halep Türkmenve bu isimler İstanbul’daki bütün tulum ­ leri’ nin en büyük kolunu oluşturm aktay­ bacılar tarafından da kabul edilmişti. Beydılar. Yozgat ve çevresinde; Sivas’ın girciden sonraki ikinci takım a m uşlu*, G .'indeki Kangal, Mancınık ve Alacahan üçüncüye karakaçan*, dördüncüye ise bölgelerini içine alan yeni ıl'de yaşayan zeybek* deniyordu. Beydililer, 1691 ’d e açılan Avusturya se­ ferine çağrıldılar, 1692’de de arap aşiret­ lerinin sürekli saldırısına uğrayan Rakka bölgesinde oturm aya zorlandılar. Bunlar­



BEYGİRLİK sıf. Bir m otorun gücünü belirtm ek için sayı sıfatı ile birlikte kullanı­ lır: D ört b eygirlik b ir motor.



koklama lobu



koklama lobu



beyin yarımküreleri



beyin



çiftikiz yumrular beyincik soğanilik



taşemen (penesiz)



alabalık (balık)



B E Y H A K İ (Ebu Bekir bin el-Hüseyin el -Husrevcirdi EL-), iranlı hadisçi ve şafii hu­ kukçu (Beyhak 994-N işapur 1066). Ünlü hadis bilginlerinden ders gördükten son­ ra bu alandaki bilgisini artırmak için bir­ çok ülkeyi dolaştı. Ö mrünün son yılların­ da N işapur’a yerleşti; burada hadis okut­ tu ve yapıtlarını yazdı. Bu yapıtlarının en ünlüleri, hadisle ilgili Kitâb üs-sünen il kübra ve imam Şafii'nin fıkıhla ilgili yazı­ larından derlediği N usûs uş-Şalii'dir. B E Y H A K İ (Ebülfazl M uham met bin Hü­ seyin), iranlı tarihçi (Beyhak, Horasan, 995-Gazne 1077). N işapur’da öğrenim i­ ni tam am ladıktan sonra Gazneliler’in sarayrna kapılanarak Divanı risalet'e (mek­ tupçuluk kalemi) girdi ve bu dairenin baş­ kanlığına kadar yükseldi, iftiraya uğram a­ sı sonucu görevden alınarak hapse atıldı. Salıverildikten sonra köşesine çekilerek Gazneliler tarihiyle ilgili 30 ciltlik yapıtını kaleme aldı. Tarih-i Beyhaki diye alınan bu yapıtın, ancak sultan Mesut I (1030 -1040) dönemi olaylarını içeren altı cildi (5-10) bugüne kalabildi. B E Y H A K İ (Ebu Cafer Ahmet bin Alı EL-), İran kökenli arap dilci (Nişapur ?-? 1149). Ebu Caferek adıyla da tanınır. Kuran’daki sözcüklerle ilgili el-Muhit, Kuran ve hadislerdeki adfiillerden (mastar) sözeden Tâc ül-mesâdir ile Yenâbi ül-luga adlı yapıtları vardır. B E Y H A N sıf. (ar. beyhân). Esk. 1 . Sır saklamayan, boşboğaz.'— 2. içinden ge­ leni söyleyen, gizlisi saklısı olmayan. B E Y H A N S U L T A N , Mustafa lll'ün Adıl Şah Kadın’dan olan kızı (İstanbul 1765 - ay. y. 1824). Halep valisi silahtar Mus­ tafa Paşa ile evlendirildi (1784). Amcası A bdülham it I ile kardeşi Selim lll’ün yar­ dımlarını gördü. E yü p ’teki Mihrişah Vali­ de Sultan türbesinde gömülüdür. B E Y H A N I, Elazığ’ın Palu ilçesi merkez bucağına bağlı belde; 6 349 nüf. (1990). Belediye. B E Y H A N İ (İbrahim Engin), türk halk şa­ iri (Erzincan 1933 - İstanbul 1971). Davut Sulari’nin yanında yetişti. İstanbul’da ya­ pı ustalığı, şoförlük yaptı. Alevi-bektaşi ge­ leneğini sürdüren şiirleriyle tanındı. 6 bes­ tesi, 197 şiiri saptandı. ( — Kayn.) B E Y H U D E be. (fars. bi- ve hude, fayda’ dan bihüde). Boşuna,boş yere: Gelmeye­ cek, beyhude bekleme. Beyhude konu­ şuyorsun. ♦ sıf. 1. Anlamsız, yararsız: Bu, b ey­ hude bir çaba Bu, senin için beyhude bir y o rgunluk olacak. — 2. Beyhude yere, boşuna, yok yere. B E Y H U D E G İ a (fars. b eyhude ve -/'den b e y h u d e g i). Esk. Beyhudelik, ya­ rarsızlık. B E Y H U D E G Û sıf. (fars. beyhude ve giT den b e yh n d e g ü ). Esk. Gereksiz ko­ nuşan, yersiz söz söyleyen. B E Y H U D E K Â R sıf. (fars. b eyhude ve -kâr'dan beyhüdekâr). Esk. Boşuna çalışan. B E Y H U D E L İK a. Faydasızlık, boşuna olma.



kurbağa (anfibyum)



kertenkele (sürüngen)



kafatası ----------------



Rolando yarığı



omurgalılarda çeşitli beyin yapıları



beyin sapçığı



birleşek-kenar



dörtgen lop



lim bik kıvrım Monro deliği



iç dikey yarık beyin üçgeni beyin büyük birleşeği



alın iç kıvrımı saydam bölme



yan koroit ağı



ön ak birleşek e p ifit kuneus kıvrımı kalkan yarığı



boz birleşek 3. karıncık alın sinüsü görsel çapraz



sertzar



mememsi



talamus



hipofiz



beyincik



beyin sapı



Sylvius kanalı



Varol köprüsü



-



B E Y İN a. 1. Kafatasının içinde iki yarım­ küre biçim inde yer alan ve sinir dokusun­ dan oluşan organ. — 2. Omurgasızların bazılarında başta bulunan merkezi sinir­ sel yapılara verilen ad. — 3. Embriyondaki üç, sonra beş sinir borusu keseciğinden her biri. (Bk. ansikl. böl. Anat., Biyol. ve Embriyol.) — 4. Kişinin tanıma, algılayıp kavrama yetisi: Nerede onda bunları kav­ rayacak beyin? Beynim durdu, h içb ir şey anlayamıyorum artık. — 5. Bir eylemi, et­ kinliği tasarlayan, yönlendiren, yöneten kimse: İhtilalin beyni. Planlamanın üç b ü ­ yü k beyninden biri. — 6. Zihinsel nitelik­ ler yönünden seçkin ve üstün kimse. — 7. Beyin göçü, geri kalmış toplum larda, zi­ hinsel nitelikleri yönünden seçkin ve üs­ tün kimselerin sanayi toplumlarına yerleş­ mek, orada çalışmak ereğiyle kendi ülke­ sinden ayrılması. |J Beyin gücü, bir ülke­ deki meslek ve bilim adamlarının, uzman kişilerin oluşturduğu düşünsel güç. || Be­ yin takımı, bir kurum ve kuruluşun yöne­ tim inde görev alanlardan ağırlığı ve etkin­ liği daha çok olanlar. || Beyin yıkamak, bir kimseyi kendi görüş ve düşüncelerinden arındırıp başka bir görüş ya da düşünce­ yi benimser durum a getirmek: Beyin yı­ kamada sanattan, edebiyattan yararlan­ mak. || Beyni bulanmak, açık seçik düşü­ nemez durum a gelmek, sersemlemek; bir işin gidişinden kötü şeyler sezinleyerek kuşkuya düşmek. || Beyni karıncalanmak, aşırı ölçüde zihinsel yorgunluk içinde ol­ mak. || Beyni sulanmak, doğru düşünm e gücünü yitirmek, bunamak. || Beyninde şim şekler çakmak, çok üzülüp sarsılmak; birden zihninde yeni bir düşünce belir­ mek. || Beyninden vurulmuşa dönmek, beklenm edik, kötü bir haberin etkisiyle sarsılıp düşünm e gücünü yitirir gibi ol­ mak. || Beynine girmek, sözkonusu dü­ şünce, ders, söz, öğüt vb. ise, bir şeyi kav­ rayamamak: Anlattıklarım beynine g irm i­ yordu b ir türlü; bir kimseyse, bir başkası­ nı bir şey yapmaya yönlendirm ek, onu kandırmak: Beynine girmiş, o tarlayı alma­ sını sağlamıştı. || içki, açlık, vb. beynine vurmak, ondan aşırı ölçüde etkilenmek. — Karş. anat. Omurgalılarda, beyin yarımyuvarlarından ve bunları birbirine bağla­ yan yapılardan oluşan tüm beynin ön bö­



4. karıncık



lüm ü.'(Bk. ansikl. böl.) — Nöroanat. Beyin atardamarları, beyin yarımkürelerini kanla besleyen atardamar­ lar. (Bk. ansikl. böl.) || Beyin b üyük birleşeği (corpus callosum), sol beyin yarım­ küresiyle sağ beyin yarımküresinin özdeş korteks alanlarını birleştiren miyelinleşmiş liflerden oluşma, yarımkürelerarası birleşek. (Bk. ansikl. böl.) || Beyin kabuğunun sütunlu yapısı, beyin kabuğu hücrelerinin sütun biçim inde dikey dizilmiş hali. (Her biri ayrı bir işlev birimi olan bu sütunlar be­ yin kabuğunun tüm kalınlığı boyunca d e ­ vam eder ve 300 ile 500 ym çapındadır.) || Beyin karıncıkları — KARINCIK || Beyin kıvrımı — KIVRIM. || B eyin-om urilik sıvısı, örümceksizarın altında, bu zarla incezar arasında bulunan sıvı. (Tüm merkez sinir sistemini sarar ve karıncıkların içini dold u ­ rur. Toplam hacmi 150 cm 3 kadar olan beyin-omurilik sıvısı karıncıklardaki damar ağından salgılanır; Pacini cisimciklerinde soğurulur. Bu sıvı beyne destek ödevi gö­ rür ve sinir dokusunun bazı biyokimyasal süreçlerinde görev alır.) || Beyin-omurilik zarı, beyin ve om uriliği saran zarların her bin. (Sertzar [dura mater], incezar [pia mater] ve örümceksizar [araknoit] olmak üze­ re üç tanedir. Beyin-omurilik sıvısı örümceksizarla incezar arasında dolaşır.) [Eşanl m enenj.] || Beyin orağı, önde ibiksi çıkıntıdan, arkada beyincik çadırına ka­ dar uzanan ve iki beyin yarımküresi ara­ sında yer alan sertzar örtüsü. || Beyin sap­ çığı, bir beyin yarımküresinin orta ve aşağı bölüm ünü halkamsı tümseğin (Varol köp­ rüsü) üst kenarına bağlayan akm adde de­ meti. (iki tane olan beyin sapçıkları, bey­ ni beyin sapına ve om uriliğe bağlar; pira­ m idal sinir demeti onlardan çıkar.) || B e­ yin sapı, om uriliği beyin yarımkürelerine bağlayan beyin bölüm ü. (Bk. ansikl. böl.) || Beyin üçgeni, denizatından' çıkarak hipotalamusa giden sinir lifleri demeti. (Eşanl. FORNİKS.) [Bk. ansikl. böl.) — Nörobiyol. Beyin kesimi, bir canlıda beynin, beyin sapının yukarısında, ön ve art dördüz tüm secıkler arasından kesile­ rek tahrip edilmesi. (Bk. ansikl. böl.) || Çif­ te beyin, iki beyin yarımküresini birleştiren lifleri, özellikle nasırlı cismi kesmeyi ö ngö­ ren cerrahi bir m üdahale sonucunda or-



beyin (boyuna dikey kesitte kafatası içinin görünüşü)



taya çıkan beyinsel durum . (Bk. ansikl. böl.) || Yalıtılmış beyin, soğanilik-om urilik eklentisi hizasında beyinle omurilik arasın­ da yapılan bir kesim sonucunda ortaya çı­ kan beyinsel durum. (Yalıtılmış beyinde de uyanıklık uyku devreleri görülür, ama d u ­ yumsal uyarı olm adığında beyin kendili­ ğinden uyku haline geçer. Bu deney çe ­ şitli uyanıklık mekanizmaları üzerinde araştırma yapm a olanağı sağlar.) — Nörol. Beyin apsesi, beyin dokusunda irin birikmesi. (Bk. ansikl. böl.) || Beyin art atardam arı sendrom u, beyin art atarda­ marının ya da dallarının tıkanmasından doğan beyin yumuşaması. || Beyin biyop­ sisi, teşhis koymak için m ikroskopta ince­ lenm ek üzere, yaşayan bir insanın beyin dokusundan bir parça almayı öngören ameliyat. || Beyin büyü k birleşeği sendro­ mu, normal olarak iki beyin yarımküresi arasındaki bağlantıları sağlayan büyük birleşekte bir doku bozukluğu şeklinde or­ taya çıkan belirtilerin tüm ü. (Bk. ansikl. böl.) II Beyin hastalığı - ANSEFALOPATİ || Beyin irileşmesi, beynin hacm inin artm a­ sı. (Normal kişilerde ya da zekâ geriliği olanlarda görülür. Beynin dokusal yapısı normal olabileceği gibi patolojik bir süre­ cin izlerini de taşıyabilir: biçim bozukluğu, lipidoz, Bourneville yumrulu sklerozu.) || Beyin kanaması — K AN A M A . || Beyin -omurilik zarı tepkimesi, grip, kabakulak, tifo, leptospiroz gibi akut hastalıklarda gö­ rülen ve menenjit sendromlarını andıran sendrom lann tüm ü. (Bunlar gerçek ama hafif beyin-omurilik zarı sendromlarıdır.) ||



1592



beyin kabuğu kürelerarası yarık — beyin büyük birleşeği yan karıncık



saydam cisim ve beyin üçgeni talamus merceksi çekirdek klaustrum



kuyruklu çekirdek kuyruk iç kapsül Luys cismi kırmızı



hipotalamus denizatı (Amon boynuzu) yan karıncık 3. karıncık



beyin (alın kesitinde genel görünüş)



Beyin-om urilik zarı sendrom u, sinir siste­ mini saran zarların kanla beslenmesindeki bozukluğa bağlı belirtilerin tümü. || Beyin orta atardamarı sendromu, Sylvius atar­ damarının bir dalı olan beyin orta atarda­ marının ya da dallarının tıkanmasından doğan beyin yumuşaması. || Beyin ön atardam arı sendromu, beyin ön atarda­ marının ya da dallarının tıkanmasından doğan beyin yumuşaması. || Beyin sapçı­ ğı sendromu, beyin sapçıklarının hastalı­ ğı şeklinde beliren belirtilerin tüm ü. (Bk. ansikl. böl.) || Beyin yarası, bir darbenin çarpm a noktasında, çoğu zaman bir ka­ fatası kırığıyla birlikte yer alan ödem e bağ­ lı kanamalı beyin nekrozu odağı. (Beyin yarası, bir karşı darb e mekanizmasının ürünüyse, çarpm a noktasının tam karşıt yanında yer alır.) || Beyin yum uşam ası -» Y U M U Ş A M A . || Beyinaltı b üyü k atardam a­ rı sendromu, beyinaltı büyük atardam arı­ nın beslediği bölgedeki doku bozukluk­ larından ileri gelen sinirsel belirtilerin tü­ mü. (Özellikle beyinaltı büyük atardam a­ rının tıkanması sırasında ortaya çıkan omurilik-beyinaltı yetersizliklerinde ve yu­ muşamalarında görülür.) || Beyinaltı büyük atardamarı trombozu, bu dam arda aterom dan ileri gelen tam tıkanma. (Başlıca belirtileri: uyanıklıkta bozukluklar [hareket­ siz suskunluk, uyuklama, koma], beyin ke­ simi hipertonisi, Babinski belirtisiyle birlik­ te iki yanlı piramidal sendrom, beyin sinir­ lerinde felç, göz devindirici sinirde felç, yüzde felç, yutm a bozuklukları, nörovejetatif bozukluklar [kalp, solunum ve vücut sıcaklığı].)



yarımküreler arası yarık koklama lobu



g ö z -----------



göz atardamarı



görme siniri



------------------ alın lobu



beyin ön atardamarı



Sylvius yarığı göz oynatıcı dış sinir



ön bağlantı atardamarı



beyin art atardamarı



beyin orta atardamarı iç karotis atardamarı



görme sinirleri çaprazı ----------------- hipofiz mememsi çıkıntılar



art bağlantı



şakak lobu üçüz sinir



beyin art atardamarı



beyincik üst atardamarı



beyinaltı büyük soğanilik



göz oynatıcı dış sinir



omurga atardamarı om urilik ön atardamarı



iç işitme atardamarı



art kafa lobu -------------



beyincik orta atardamarı



om urilik — ------------------



--------------------



artkafa u c u ----------------



beyincik alt atardamarı



beyincik



beyin morfolojisi (damarlarla birlikte alttan görünüş) — Siber. Elektronik beyin, bilgisayarlar ve çeviri makineleri gibi, sadece insan bey­ ninin yapabileceği işlevleri yerine getiren aygıtların ortak adı. (Gerçekte “ beyin" sözcüğü karışıklığa yol açmaktadır, ç ü n ­ kü beyinle.bilgisayar arasındaki farklar, yü­ zeysel benzerliklerinden çok daha önem ­ lidir. Temel bileşenlerinin sayısının olağan­ üstü boyutlara ulaşması [on milyar nöron, bunun yüz katı sinaps ve nevroglia hüc­ resi] göz önüne alınmasa bile, biyolojik bellek, bilgisayar bellekleri gibi bir yerde toplanm az, merkezi sinir sistemi içinde dağılır; bilgiyi uzun süre tutabilen belle­ ğin bir olasılıkla elektrokimyasal bir yapı­ sı vardır ve belki de nevrogliada yer alır. Yalnızca, insanın yazdığı bir programın ko­ mutlarını yürütmeyi bilen bilgisayarda, dü­ şünm e gücüne, girişim yetisine ve bilin­ ce eşdeğer bir bileşen yoktur.) — A N S İK L . Anat., Biyol. ve Embriyol. • insan beyninin gelişmesi. Soyoluş ve em briyonoluş evrimleri sırasında, beyin, sinirsel boru denen basit ve düz taslağın ön ucundan gelişir, ilkel beyin kesecikleri denen üç şişkinlik belirir:, 1. ön beyin ya da prozansefal, 2. orta beyin ya da mezansefal; 3. arka beyin ya da rom bansefal. Prozansefaldan telansefal ve diansefal kesecikleri oluşur. Telansefaldan beyin yarımküreleri (korteks [beyin kabuğu], akm adde ve merkezi boz çekirdekler) d o ­ ğar; diansefaldan talam us ve talamusaltı, mezansefaldan beyin sapları, rombansefal keseciğinden halkamsı tümsek, soğanilik (mıyelansefal) ve beyincik (metansefal) doğar. Beyin, bug ü n kü anatomi a d ­ landırma sisteminde, beyin sapı (miyelansefal+mezansefal), beyincik (metansefal) ve beyin (diansefal+telansefal) bölüm le­ rine ayrılır. • Beynin anatomisi. Yetişkin insanın bey­



ni, art ucu daha büyükçe yumurtacısı bir biçim dedir; yuvarlaklığı kafatası kubbesi­ ne uygundur; yassı olan alt yüzü kafata­ sının tabanına oturur. Ortalama olarak be­ yin, erkekte kadına göre biraz ağırdır: er­ kekte 1 400 g, kadında 1 300 g Beyin ya­ rımküreleri orta çizgi üzerindeki dar ve de­ rin bir yarıkla (yarımkürelerarası yarık) bir­ birinden ayrılmış gibidir; iki yarımküre bir­ leşek denen sinir lifi dem etleriyle birbiri­ ne bağlıdır; bunların en önemlileri beyin b üyü k birleşiği ile beyin ü çge n i'dir. Bey­ nin yüzeyi dolam baçlı kırışıklarla, kıvrım­ larla doludur; bunların derin olanları (ya­ rıklar) beyin yarımkürelerini loplara ayırır (alın, yankafa, artkafa, şakak lopları, insula lobu, limbık lop); sığ olanları da lopları kıv­ rımlara ayırır. Beyin bozm adde (sınır hüc­ relerinin gövdeleri) ile akm addeden (sinir lifleri) oluşur. Bozm adde beynin yüzeyini kaplar (beyin kabuğu ya da korteks); sa­ yısı 90-100 milyar arasında tahm in edilen kabuk hücreleri, korteksin çeşitli bölgele­ rinde değişik düzende olmak üzere altı ta­ baka halinde sıralanmıştır. Bozmadde, ay­ rıca merkezdeki boz çekirdekleri oluştu­ rur: bunlar her iki yarım kürede beyin b ü ­ yük birleşeği ve talam us adıyla bilinir. Akm adde, kortekse gelen ya da korteksten çıkan iletim lifleri ile iki yarımküreyi ya da aynı yarımkürenin çeşitli yerlerini b irbiri­ ne bağlayan bağlantı lifle ri'nden oluşur. Beynin iki yarısının da içinde birer boş­ luk vardır (yan karıncık); bu boşluk Monro deliği yoluyla beynin orta bölgesinde­ ki üçüncü karıncık ile bağlantılıdır. Beyin karıncık sistemi Silvius kanalı yoluyla be­ yin sapının içindeki karıncıkla (dördüncü karıncık) birleşir. Karıncıklar, beyin -omu­ rilik sıvısı ile doludur. Beyin telsel bir kılıfla kaplıdır: be­ yin-omurilik zarları (kemikten yana sertzar,



beyin genel morfolojisi (dış yüz, yandan görünüş) Rolando yarığı çıkan yankafa



Rolanda ardı yarığı



çıkan alın kıvrımı



yankafa üst kıvrımı



1. alın kıvrımı



yankafa lobu



2. alın kıvrımı



-köşeli kıvrım lopçuğu



3. alın kıvrımı



yankaya alt kıvrımı köşeli kıvrım



alın lobu



dış dikey yarık



1. artkafa kıvrımı 2. artkafa kıvrımı artkafa lobu şakak lobu beyincik



beyin d oğ ru d an beyne değen incezar, ikisinin arasındaki örümceksizar). Beyin-omurilik sıvısı örümceksizaraltı aralıkta dolaşır. Beyin atardamarlarının tüm ü iç karotıs ve om urga atardamarlarından (ikisi de bi­ rer çift) doğar. Bu dört atardamar beynin altında ağızlaşarak bir altıgen oluşturur (Willis altıgeni); kortekse ve merkezi boz çekirdeklere giden dallar buradan çıkar. Toplardamardaki kan beyin sinüslerince toplanır (boylamasına sinüs, üst sinüs ve yan sinüsler); bu sinüsler kafatası ke­ miğinin iç yüzündeki gözle görülebilen in­ ce oluklar içinde bulunur ve sertzarın kat­ lanm asından oluşur. Sinüsler boyun ve om urga toplardam arlarına açılır. Beyin kabuğundaki bazı bölgelerin bel­ li işlevlerde önemli rolü vardır: buralara bi­ rincil alanlar denir. Bunlardan biri, çıkan alın kıvrımı yöresindeki hareket alanı; b i­ ri, çıkan yankafa kıvrımı yöresindeki d u ­ yu alanı; biri de artkafa dış kodeksindeki görm e alanları'dır. Bu birincil alanların çevresinde, topla­ nan bilgilerin birincil alanlarda birleştirilip bütünleştirilmesine yarayan ikincil ya da yardımcı alanlar yer alır. Papez devresi gi­ bi bazı devreler bellek bakımından önemli rol oynar Hipotalamus, organizmanın tüm içsalgı ve m etabolizm a işlevlerinin dene­ timini sağlar. • insan beyninin özel karakterleri, iki be­ yin yarımküresinin işlevsel eşitsizliği insan türüne özgü temel özelliklerden biridir. Ör­ neğin, bir yanda, sözyitimine neden olan bir lezyon, öbür yarımkürede olduğu za­ man konuşmada hiçbir bozukluğa yol aç­ maz. Bşyin başatlığı, bir dereceye kadar, elin kullanılma üstünlüğüne bağlıdır: nite­ kim, konuşabilmek için gerekli beyin böl­ geleri, sağ elini kullananlarda sol yarım­ kürededir, oysa vü cud u n sağ yanının ha­ reketleri de ona bağlıdır. Aslında, beynin iki yanının yüksek düzeydeki işlevlere (bel­ lek, dil, bilme, işlenme, vb.) katılması bi­ reylere göre değişir, insan beyninin bir başka özelliği de alın lobunun çok geliş­ miş olmasıdır; burası simgesel ve soyut işlevlerin tümünü etkiler ve planlı bir ça ­ lışmaya olanak verir. • Beynin kimyasal aracıları. Bazı kimya­ sal m addelerin beynin işlevlerindeki rolü yeni anlaşılmaya başlanmıştır. Dopamin devingenliğin ve heyecanların denetimin­ de, noradrenalin uyanıklığın ve paradok­ sal uykunun denetiminde, omurilikte ha­ reket etkinliğinin denetim inde ve (seratoninle birlikte) suyukların denetim inde rol oynar. Serotonin aynı zam anda uykunun gelm esinde ve ankefalinlerle birlikte ağrı­ nın denetim inde etkindir. Beyinde daha birçok m adde ortaya çı­ karılmıştır: glutam ik asit, gam m a amino -butirık asit, torin, histamin, endorfin, re­ nin, gastrin, vb. Beynin çeşitli yapıları arasındaki ba­ ğıntı, bunların çalışması ve kimyasal ara­ cıları bugün için tam anlamıyla aydınlığa kavuşmuş olmaktan uzaktır. — Karş. anat. • Omurgasızlar. Işınsal ba­ kışımlı sesil hayvanlarda (knidliler, kaburgalı medüzler, derisidikenliler) beyin yok­ tur. Beyin, yassısolucanlarda olduğu gibi, iki yanlı bakışımlı devingen hayvanlarda, duyu organlarının ön bölgede toplanması (başlaşma) sonucu ortaya çıkar. Sinir sis­ temleri karnın arkasında bulunan Hyponeurina öbeğinden bütün hayvanlarda beyin, bir yem ekborusu çevresi halkası aracılığıyla arkadaki bağlarla birleşir. Kafadanbacaklı yum uşakçalarda en yoğun hale gelir; bu hayvanlarda kıkırdaktan bir kapsül içinde bulunan küremsi beyin küt­ lesi, sinirler aracılığıyla çeşitli organlara bağlanır; bu açıdan ele alındığında, ah­ tapotun om uriliğinin arkasına kadar uza­ nan beyni om urgalılarınkinden daha ge­ lişmiştir. • Omurgalılar. Gelişmemiş omurgalılarda düz çizgi biçim indeki beyin, omuriliğin uzantısında bulunur. En hacimli olduğu yer görm e merkezidir (mesansefal). Bey­ nin omurgalıların soyzincirindeki evrimi,



beyin yarımyuvarlarının önce kuşlarda, sonra m em elilerde giderek önem kazan­ ması anlamına gelen bir uçbeyin geliş­ mesini karşılamaktadır. Bu süreç, kuşlar­ da çizgili cismin, m em elilerde kodeksin gelişmesini kolaylaştırmıştır. En ilkel öbek­ lerden (balıklar) başlayarak beyin yarımyuvarı, koku merkezleri (paleopallium), bir çizgili cisim ve bütünleştirici bir. arkipallium dan oluşur. Memelilerde paliumun nö­ ronları yüzeye doğ ru kayarak genellikle kıvrımlı bir korteks geliştirir. Arkipallium un yerinde yeni bir yapı, neopallium ortaya çıkar; tim sahlar ve papağanlarda hafifçe beliren neopallium , m em elilerde kabuk­ laşır, çok gelişir ve böylece çok sayıda ye­ ni yapının ortaya çıkmasına yol açar: na­ sırlaşmış cisimler (neokortikal birleşek) be­ yincik yarımyuvarları, neorubrum , vb. Büyümesi sırasında neokorteks, arkikorteksi içten ve paleokorteksi karın kesi­ minde sıkıştırır, yandan öne doğru taşa­ rak şakak lobunu oluşturur ve sonunda birçok çem ber halinde kıvrımlanır. O m ur­ galılarda, tüm beynin hacmi (E), bedenin hacmi (S) ile karşılaştırılırsa, alom etrik bir bağıntı ortaya çıkar: E = K.S“ ; bu bağın­ tıda a 2 /3 ’e yakındır (bu olgu, sinirlerin hacm inin sinirli yüzeylerle orantılı olması­ nın sonucudur) ve K her hayvan türünün ulaştığı bir evrim göstergesini veren kafa içi gelişimi katsayısını belirtir. Bu bölüm ­ lemede en düşük değer (bofabalığı) insanınkinden 1 000 defa daha küçüktür; in­ sandan sonra en yüksek değere bazı dişlibalinaiar da (yunus balığı) ve şem pan­ zede rastlanır. — Mutf. Sığır, koyun ve kuzu beyni, değerli bir besin maddesidir. Haşlama, kızartma ya da ızgara olarak pişirilir, haşlandıktan sonra salatası da yapılır — Nöroanat. • Beyin atardamarları. Beyin birbiriyle ağızlaşan iki atardamar sistemiy­ le damarlanır: ağızlaşmalarıyla VVillis atar­ dam ar çokgenini oluşturan karotıs siste­ mi ve omurga-beyinaltı sistemi. Beyin atar­ damarları bu iki sistemden birinin ya da öbürünün son dallarıdır. 6 tane olan bu dallar ikiye ayrılır: 2 tane beyin ön atarda­ marı, 2 tane beyin orta atardamarı, (Sylvius atardamarları) ve 2 tane art beyin atar­ damarı. Bunlarla her yarım kürede şöyle yer alır: 1. beyin ön atardamarı, iç karotisin son dallarından biridir, iki yarımkürenin arasın­ da ilerler, ilgili yarımkürenin iç yüzünün üç­ te ikisini damarlandırır; 2. beyin orta atardamarı, (Sylvius atarda­ marı) ıç karotisin öbür son dalıdır. Sylvius yarığının içinde ilerler ve hem ilgili yarım­ kürenin dış yüzünün (artkafa ucu dışında) hemen hemen tümünü, hem de merkezi boz çekirdeklerle ıç kapsülü damarlandırır; 3. art beyin atardamarı, beyınaltı atarda­ marının son dalından doğar ve ilgili yarım­ kürenin alt yüzü ile artkafa ucunu damarlandırır. • Beyin b üyü k birleşeği,ön taraftaki kıs­ mıyla kıvrılırak b üyü k birleşek dizini oluş­ turur ve büyük birleşek gagası ile son bul­ m ak üzere kendine doğru tam bir kıvrım yapar; oradan da III. karıncığın ön çe pe ­ ri başlar. Beyin büyük birleşeği arkada bir simit meydana getirir. Bunun üstünde be­ yin yarımkürelerini ayıran beyin orağı (sertzar genleşmesi) bulunur. Böcekçillerle yarasalarda çok küçük olan beyin büyük birleşeği ö bü r memeli takım larında daha büyüktür ve insanda en büyük hacm ine kavuşur. • Beyin sapı. Aşağıdan yukarıya doğru soğanilik, halkamsı tüm sek (Varol köprü­ sü) ve beyin sapçıklarından oluşur. Soğa­ nilik om uriliğin devamıdır ve atlas hizasın­ da başlar. Beyin sapçıkları yukarıda gör­ sel şeritçiklerle sınırlanır ve beyincik ça­ dırındaki oval delikten geçerek beyin ya­ rımkürelerine dalar. Arkada bulunan be­ yincik, beyincik sapçıklarıyla beyin sapı­ na bağlıdır. Beyin sapı ile beyincik, artka­ fa çukurunda yer alır. Beyin sinirlerinin çekirdeklerinin bulun­



duğu beyin sapı tüm büyük duyu ve ha­ reket sinirlerinin geçtiği yerdir. Bundan başka, ağsı sinirle, boyalı yapılar da (locus niger ve locus caeruleus) orada bulunur. • Beyin üçgeni, insanda beyin üçgeninin dört ayağı vardır: 2 ön, 2 arka. On ayak­ lar ö nde ön beyaz birleşekle birbirine bağlanır ve mememsi tüm secikle son bu­ lur. Arka ayaklar denizatının yüzeyinde son bulur ve denizatı fimbriyasını oluştu­ rur. Beyin üçgeni lim bik sistemin bir par­ çasıdır. Denizatından gelen sinir lifleri, m em em si tüm secikte son bulm ak üzere beyin üçgenine girer ve böylece bellek­ te önemli rol oynayan Papez devresini oluşturur. — Nörobiyol. Beyin kesimi'nöen sonra, ya­ lıtılmış beyin sürekli uyku halinde oldu­ ğundan, hayvan yerçekim ine karşıt kas­ ların kum andasında güçlü ve aşırı etkin­ lik göstererek gerilimli bir davranışa yöne­ lir İnsanda bacaklar gergin, kollar gergin ve içe kıvrıktır. Beyin kesimi, vestibül çe ­ kirdeklerinden gelen gam m a sinir b üklü­ mü üzerindeki kolaylaştırıcı etkileri başı­ boş bırakır ve bu gam m a büklüm ü üze­ rindeki bastırıcı etkileri (en başta kırmızı çekirdekten gelen etkileri) ortadan kaldırır. • Çifte beyin. Bu ameliyat matçı saraları tedavi etm ek amacıyla insanlar üzerinde yapıldı. Beyin yarım kürelerinin işlev bakı­ mından bakışımsız o lduğunu tanıtlama olanağı verdi. ( -> beyinsel BAŞATLIK.) Ör­ neğin, çifte beyinli bir kişiye sözlü bir emir verildiğinde, (sol yarımküreden emir alan) sağ el bu emri yerine getirir, am a sol el getiremez. Denek kişinin eline, gözleri ka­ palı olarak bir nesne konsa, kişi onu kul­ lanarak (örneğin çakm aksa çakm ağı ya­ karak) tanıdığını gösterebilir, adını söyle­ mez (dokunsal anomi); nesne sağ yarım­ küreye bağlı görm e alanına konsa gene aynı şey olur (görsel anomi). iki elin ortak­ laşa çalışmasını gerektiren bir el işi yap­ mak olanaksızdır, çünkü sağ elin yaptığı­ nı sol el yapmaz (tanısal apraksi). Buna karşılık, yüzler ve ezgiler sağ yarımküre­ ce daha iyi tanınır Bazı bilginlere göre her yarım kürede başka çeşit bir zekâ vardır; sol yarımkürede sözlü semantik zekâ; sağ yarım kürede el işine, heyecana ve sana­ ta ilişkin zekâ. Bu görüş tartışmalıdır, çün­ kü yüksek düzeyde bilgi işlerinde iki ya­ rımküre sıkı bir işbirliği yapmaktadır. — Nörol. • Beyin apsesi, bir travm anın ar­ dından, örneğin bir sinüsün kırılmasından sonra olabilir, kulak-burun-yutak kubbe­ sindeki bir enfeksiyondan ileri gelebilir ya da çoğu zaman akciğer ve kalp gibi uzak­ taki bir odaktan gelen bir m ikrop yayılma­ sına bağlı olabilir. Buna yol açan m ikrop­ lar çoğunlukla streptokok, stafilokok ve pnöm okok cinsi mikroplardır. • Beyin büyük birleşeği sendromu. Beyin büyük birleşeği devre dışı bırakılırsa, ya­ ni onu oluşturan lifler kesilirse iki beyin ya­ rımküresi arasında bağlantı kalmaz. Bu ol­ gunun en karakteristik klinik belirtileri iki yarımküre arasında asinerjinin ortaya çık­ ması ve özellikle sağ elini kullananlarda vücudun sol yarısını etkilem esidir (başat sol yarımküre). Bu durum da şu bozukluk­ lar göze çarpar: —zihinsel gerilikle birlikte ruhsal bozukluk­ lar, özellikle bellek bozukluğu; — arkaya devrilm e eğilim i gösteren den ­ ge bozuklukları (büyük birleşek,ataksisi); —çoğu zaman bir sol agrafi ile birlikte ba­ sit hareketleri yapam am a tarzında bir ideom otor apraksi; — biryanlı sol astereognozi; —ve en başta da iki yarımküre arasında bağlantısızlık belirtileri: dokunsal ve d e ­ vimsel edinim ler bir elden öbür ele akta­ rılamaz; sol görüş yarı alanında okumayitımı doğar; vücudun sol yarısı sözlü bil­ dirim leri güçlükle yerine getirir; kişi vücu­ dunun sol yarısıyla algıladığı algıları ve devimsel eylemleri sözle açıklamakta güç­ lük çeker; böylece kişi sol yanın doku­ numla denetlediği nesneleri adlandırmak­ ta güçlüğe uğrar.



1593



beyin 1594



Beyin büyük birleşeği sendromu, ön beyin atardamarının beslediği alanlarda­ ki yum uşam alardan, alkol zehirlenmele­ rine bağlı büyük birleşek miyelinsizleşmelerinden (Marchiavafa-Bignami hastalığı), suyuk bozukluklarından (lipom, gliom, sarkom), bir de sinir sisteminin en yaygın doku bozukluklarıyla birlikte gelişme bo­ zukluğuna bağlı büyük birleşek agenezilerinden ileri gelir. • Beyin sapçığı sendrom ları'nda şu bo­ zukluklar görülür: 1. hareket bozuklukları (bozukluğun bulunduğu yerin karşıtı olan yanda yarı beden felci, beyincik kökenli belirtiler), duyum bozuklukları (yüzeysel ve derin yarım anestezi); 2. tonus bozuk­ lukları (beyincik hipotonusu, beyin kesimi katılığı, ekstrapiramidal hipotoni); 3. anor­ mal hareketlerin ortaya çıkması; 4. gözle­ re ilişkin bozukluklar (ortak göz hareket si­ nirinin [patetik sinir] felci, yana, yukarı, aşağı, yakınsak göz hareketlerinin felci, ön çekirdek içi oftalmopleji, Argyl Robertson belirtisi); 5. aşırı uyku; 6. ruhsal bozukluk­ lar, özellikle beyin sapçığına bağlı bir halüsinoz. Beyin sapçığı sendromları çeşitli sendromlar halinde gruplandırılır: 1. Weber sendromu; 2. Foville beyin sapçığı send­ romu; 3. kırmızı çekirdek sendromları; 4. aslında Parkinson sendromu dem ek olan kara benek (locus niger) sendromu; 5. Parinaud sendromu; 6. dördüz tüm secik sendromu. Bu sendromlar dam ar bozuk­ luğuna bağlı olabileceği gibi (yumuşama ya da kanama), bir ura (gliom, tüberkülom), bir iltihaba (plakalı skleroz) ve trav­ maya da bağlı olabilir. B E Y İN C E R R A H I a Beyin üzerinde ameliyat yapabilen uzman hekim. (Eşanl. NÖROŞİRÜRJİYEN.)



B E Y İN C İK a. 1. Om urgalılarda beynin arkasında bulunan ve beyincik saplarıyla beyin sapına bağlı olan bölüm. — 2. İn­ sanda, kafatası tabanının arka çukurun­ da, beyin sapının arkasında, beyin yarım­ kürelerinin altındaki, beyincik çadırıyla be­ yin yarımkürelerinden ayrılan parça. (Bk. ansikl. böl. Anat ve Nörobiyol., Karş. anat.) beyincik



amidal ön yarık eski beyincik



kurtçuk merkez lopçuğtı—



beyincik yan kesiti (üstte) ve beyincik yarımkürelerinin üstten görünüşü (altta)



ön dörtgen



arka dörtgen lopçuk



ust yar ma,



alt yarımay lobu kurtçuk



— Nöroanat. Beyincik altsapı, soğaniliğin arka yüzünü beyin yarımküreleriyle birleş­ tiren liflerin tümü. (Bunlar, temelde zeytinsi çekirdek-beyincik yollarınca tutulurlar). || Beyincik atardamarları, beyinciğin damarlanmasını sağlayan atardamarların tümü.



(Bk. ansikl. böl. Anat ve Nörobiyol.) || Beyincik-köprü açısı, içte beyincik orta sa­ pı ve Varol köprüsünün yan yüzü ile arka­ da beyinciğin ön yüzü arasında kalan ön­ deki geniş açı. (Önü şakak kayasının ar­ ka yüzüyle kapatılır.) || Beyincik orağı, be­ yinciğin iki yarımküresi arasında tam or­ tada bulunan dikey sertzar kıvrımı, jj B e­ yincik sapları, beyinciği beyin sapının çe ­ şitli kısımlarına bağlayan ve beyinciğe gi­ ren ve çıkan getirici ve götürücü yolların geçit yeri olan altı tane akm adde şeridi, jj En eski beyincik, soyoluş açısından be­ yinciğin en eski kısmı. (Dengeyi denetle­ yen yolların işlevsel merkezidir.) || Eski b e ­ yincik, beyinciğin ön lobu ve merkez lop­ çuğu ile kurtçuğun ortasındaki yarımaydan oluşan eski kısmı. (Kaslardan iç d u ­ yumu alıp taşıyan ve kas tonusunun ayar­ lanmasını sağlayan om urilik-beyincik yol­ ları eski beyinde son bulur.) || Yeni beyin­ cik, soyoluş süreci içinde beyinciğin en son gelişen arka lobu. (Yeni beyincik be­ yin kabuğu [korteks] ile doğrudan ilişkili­ dir. Getirici yolu beyin kabuğunun tüm ün­ den başlar ve Varol köprüsünün çekirdek­ lerinde röle görevi yapar, götürücü yolu beyincik kabuğundan dişli çekirdeğe doğru gider, sonra oradan talamusa ve beyin kabuğuna doğru yönelir.) — Nörobiyol. B eyincik kesimi, beyinciğin kesilip tüm üyle çıkarılması ya da geçici olarak soğutm a yöntem iyle beyinle bağ ­ lantılarının kesilmesi. || Yan bey.ncik kesi­ mi, beyinciğin yarısının çalışmaktan alıkonması ya da ameliyatla kesilip çıkarıl­ ması. (Bu ameliyat insanda ve hayvanda tam beyincik kesiminin yarattığına benzer bozukluklar yaratır, am a bozukluk yalnız kesilen yarının kendi tarafındaki vücut ya­ rısında oluşur.) — Nörol. B eyincik ataksisi, beyincikteki doku bozukluğundan ya da beyincik si­ nir yollarındaki bozukluklardan teynaklanan ve ayakta dikilme, yürüm e hareketle­ rini ve istençli (iradi) hareketlerin yapılma­ sını bozan sinirsel eşgüdüm bozukluğu.|| Beyincik atrofisi, beyinciği oluşturan öğe­ lerin bazılarının (Purkinje hücreleri) gide­ rek azalmasına ya da beyincik sinir yolla­ rının yozlaşmasına bağlı olarak beyincik hacminin küçülmesinden doğan belirtile­ rin tüm ü. (Beyincik atrofileri bir zehirlen­ meden, her şeyden önce alkol zehirlen­ mesinden dolayı ya da paraneoplastik bir sendrom çerçevesinde ortaya çıkabilir. Çoğu zaman da hiçbir sebep bulunamaz; genellikle aile hastalığı olan beyincik atrofilerinde durum böyledir bu atrofiler zey­ tinsi çekirdek —Varol köprüsü— beyincik atrofisi, beyincik-zeytinsi çekirdek atrofisi ve m iyoklonik beyincik disinerjisi olarak belirginleşir.) || Beyincik çadırı altı, kafata­ sında, beyincik çadırının altında bulunan ve beyin sapı ile beyinciği içeren alt kısım. || Beyincik iltihabı, çocuklukta m ikroplu hastalıkların karmaşası olarak görülen ve beyinciği saran ansefalit çeşidi. |j B eyin­ cik sendrom u, beyincikteki bir doku bo­ zukluğu ya da beyincik sinir yollarının ke­ silmesi şeklinde beliren belirtilerin tümü. (Bk. ansikl. böl.) — ANSİKL. Anat. ve Nörobiyol. • Gözle g ö ­ rülen anatomi. Beyincik kurtçuk (vermiş) denen bir orta kısımla beyincik yarım kü­ releri denen iki yan loptan oluşur. Beyin­ ciğin ön yüzü, dördüncü karıncığın da­ mıyla itildiği için çökektir; alt kısmı soğan­ cığın iki yanında yer alan ve beyincik b a ­ dem cikleri denen bakışımlı iki lopçuktan oluşur; alt yüzü artkafa kemiğinin sedef parçasına oturur, üst yüzü beyincik çadı­ rıyla beyin yarım kürelerinden ayrılır. Beyinciğin yüzeyi ço k sayıda kırışıkla doludur; kırışıklar alt yanda enlemesine kurtçuğa doğru yönelik, beyincik yarım­ kürelerinin üstündeyse eşmerkezli ve kıv­ rıktır; bunlar beyincik pul ve pulcuklarını sınırlandırırlar. Üst beyincik sapları beyin­ ciği beyin sapına bağlar, böylece beyin­ ciği mezansefala (beyin sapçıkları) birleş­ tirir; orta beyincik sapları beyinciği Varol köprüsüne ve alt beyincik sapları da so-



ğaniliğe bağlar. Getirici ve götürücü sinir lifleri beyincik saplarından geçerek beyin­ ciğe girer ya da beyincikten çıkar. • Beyinciğin dokusu. Beyincikte bozm ad­ de iki bölgeye dağılmıştır: beyincik kabu­ ğu (beyincik korteksi) ve beyincik çekir­ dekleri. Beyinciğin tüm lam ve lamellerini izleyen beyincik ka buğu üç hücre taba­ kasından oluşur; bunun ikinci tabakası, kı­ sa uzantıları (dendritler) lamellerin ekse­ nine dikey olan, beyinciğe özgü Purkinje hücrelerinden yapılmıştır; bu hücrelerin aksonları beyinciğin merkezi boz çekir­ deklerinde son bulur. Beyinciğin ikinci bozm adde bölgesi beyincik çekirdekleri denen oluşumlardır. Dört tane olan bu çe­ kirdekler (dişli çekirdek, yuvarlak çekir­ dek, pıhtımsı çekirdek, tepe çekirdek) orta çizgiye göre bakışımlıdır ve aksonları be­ yincikten çıkan sinir yollarının başlan­ gıcıdır. Beyincikteki akm adde her lam ve la­ mellere dalarak genel görünüşüyleyaşam ağacı denilen akm adde ağını oluşturur. • Beyinciğin fizyolojisi, a) Beyinciğe ge­ len sinir yolları üç kategoriye ayrılır: —Vestibül sinir ve çekirdeklerinden doğan sinir lifleri içkulaktaki yarımdaire kanalla­ rından gelen sinir akılarını getirir. —Omurilikten çıkan sinir lifleri, derideki alı­ cılardan gelen duyum ları beyinciğe geti­ rir, böylece hareket sırasında sinirkas lif­ lerinin ve kasların harekete geçmesini sağlar. Bu yollar doğrudan ya da dolaylı­ dır ve soğanilik zeytini yada ağsı oluşum bu yolların röle İstasyonlarıdır. Görevleri kasların çeşitli kasılma dereceleri ve bir kol ya da bacağın ya da bunların bir parça­ sının hareketine ilişkin kasılma ve diren­ me arasındaki etkileşim dereceleri hakkın­ d a bilgi sağlam aktır denebilir. — Beyin kodeksinden gelen lifler (beyin -beyincik yolları) iyi bilinmemektedir. Ama liflerin çoğunluğunun merkezi kodeksten geldiği sanılmaktadır. Beyincik işitme, görm e ve dokunm a du­ yu yollarından gelen uyarıları da alır, b) Beyincikten çıkan yollar çeşitli beyincik çekirdeklerinde aktarm a işlemi görür ve oradan doğrudan doğruya ya da karşıt yandaki kırmızı çekirdekte aktarma işlemi gördükten sonra talamusa, sonra kodek­ se doğru yayılır. Beyincik ağsı oluşum a ve içkulaktaki vestibül çekirdeklerine de sinir akılan gönderir. Kedi üzerinde yapılan uyarı deneyleri, kudçuğun uyarılmasının açıcı kasların tonusunda azalmaya, ara lobun uyarılma­ sının bükücü kasların tonusunda azalma­ ya neden olduğunu göstermiştir. Bundan şu sonuca varılabilir: beyincik, kas tonu­ sunun ayarlanmasında, düzenlenm esin­ de önemli rol oynamaktadır. Temel düzenleyici mekanizmaların bir kolu olan beyincik, hareketlerin oluşm a­ sında hiçbir düzeyde vazgeçilmez değil­ dir, ama hareketlerin düzenlenmesi ve zamansal örgütlenm esi için gereklidir. • Beyincik atardam arları altı tanedir; be­ yincik alt atardam arları om urga atarda­ marlarından, beyincik orta ve üst atarda­ marları beyin sapı büyük alt atardamarın­ dan doğar. Beyincik alt atardamarları be­ yincik yarımkürelerinin aşağı bölümünü, özellikle beyincik badem ciklerini damarlandırır. Beyincik orta atardam arlarından içkulak yoluna yönelen iç işitme atarda­ marı doğar Beyincik üst atardamarları be­ yinciğin üst bölüm üne dallar verir. Toplar­ damar dolaşımı yan sinüslere dökülen be­ yincik toplardam arlarınca sağlanır. — Karş. anat. Beyincik bütün omurgalılar­ da vardır, rombansefal keseciğin ön kanatsı lam elinden oluşur. Dokusal yapısı hayvan gruplarında birbirinden çok az değişiktir; bu da onun d uru ş ve hareket eşgüdüm ü süreçlerinde hep aynı asal iş­ levleri yerine getirdiği ve bu nedenle her yerde aynı olduğu düşüncesini doğurur. Beyincik am fibyum larda az gelişmiştir ve yanlamasına dikey bir lamel halindedir Balıklar, üç boyutlu bir ortam da hareket



bey koz işi ettikleri için onlarda beyincik çok büyük olabilir ve bazen ön mezansefal içinde, beyincik kapakçığı adında bir kıvrım ya­ pabilir Uçabilen kuşlarda da beyincik çok gelişmiştir; mem elilerde daha da büyük­ tür ve büyüklüğü belki de görm e alanı içindeki cisimleri izlem ede oynadığı role bağlıdır. Beyincik bütün om urgalılarda korteksle donanmıştır ve boyu büyüdük­ çe üzerindeki kıvrımlar çoğalmıştır. Tüm om urgalılarda beyincikte kurtçuk denen bir orta bölüm vardır, buradan ya­ na doğru da birtakım uzantılar çıkar, içkulak yarım dairelerinden gelen sinir akılarını alan en eski beyincik bir orta düğüm cükle yan yum akçıklardan oluşur Omurilikten geçerek gelen sinir — kas ya da sinir— kiriş dem etleriyle eklem alıcıla­ rı alan eski beyinse, dilcik, orta yum urta­ cıklar ve yan flokuluslardan oluşur. Yalnız m em elilerde ayrıca bir yeni beyincik bu­ lunur; burası beyinden, Varol köprüsün­ den ve beyincik zeytininden gelen sinir­ leri alır, kurtçuğun tüm orta kısmını ve be­ yincik yarımkürelerini oluşturur. — Nörol. Beyincik sendrom u, ayakta dur­ ma, yürüme, hareket etm e bozuklukları­ nın yanı sıra bir de hipotoni içerir. Ayakta durm adaki bozukluk, denge çokgeninde bir genişleme ve gözler kapandığında art­ mayan sallanmalar şeklindedir. Yürüme de aynı şekilde, denge çokgeninde geniş­ lemesiyle, kollar biraz açılarak yapılabil­ mektedir; adımlar kısa ve düzensiz yani sarhoş bir adamın yürüyüşü gibi yalpalı­ dır. istençli (iradi) hareketleri yapmadaki bozukluklar: 1. mekânda eşgüdümü etki­ ler; disimetri ya da hiperm etriye (hareke­ tin genliğinde abartmayla amacı aşma) ve asinerjiye (istemli hareketin parçalanm a­ sı) yol açar; 2. zam anda eşgüdüm ü etki­ ler; diskronimetriye (hareketin başlam a­ sında ve durm asında gecikme), adiadokıneziye (ardışık hareketleri hızla yapmak­ ta güçlük), dururken ve hareket ederken titremeye yol açar. Hipotoni, pasif hareket­ lerin genliğinde abartm a yaratarak edil­ genlik üzerinde etkili olur. Beyincik send­ romu yavaş,kesik kesik,patlar gibi bir dizartriyle kendim belli eder. Buna birçok bozukluk yol açabilir: — bir dam ar bozukluğu (hematom ya da yumuşama); — beyincik yuvasında bir ur (çocukta işit­ me siniri nörinomu, menenjiyom ve medülloblastom); —apse gibi akut bir enfeksiyon, mikroplu bir hastalıkla birlikte beyincik iltihabı ya da yetişkinde Westphall ve Leyden akut ataksisi. Plakalı skleroz da sık görülen nedenler­ dendir.



BEYİNCİKSİZ



sıf. ve a. Nörobiyol. Be­ yinciği tüm üyle ya da kısmen çıkarılmış hayvan. — A n s İk l , Etçil bir hayvanda beyinciğin tümüyle çıkarılması, ameliyatı izleyen gün­ lerde ayakta durm a güçlüğüne bunun ya­ nı sıra, kazık gibi durmaya, açıcı kaslar­ da spazm a yol açar, sonra kaslar hipotonik olurken hareketlerde azalma (asteni) ya da artm a (disimetri ve hipermetri) şek­ linde bozukluklar ortaya çıkar. Ataksi gide­ rek düzelir, ama alışılmadık hareketlerin yapılmasında gene göze çarpar. May­ m unda aynı ameliyat hemen hipotoni, ataksi ve disimetri yaratır. Bunların yanı sı­ ra, istemli hareketlerde titremeler belirir. Kısmi lezyonlarda bu semptomların-tümü ayrı ayrı görülür. Arka lobun (yeni beyin­ cik) çıkarılması özellikle hipotoni, asteni, hareketlerde eşgüdümsüzlük yaratır, bun­ ların yanı sıra, disimetri ve istemli hareket­ lerde titreme görülür. Almaşık hareketler de düzensizdir (adiadokokinezi). Ön loptaki (eski beyin) bir lezyön bacak­ larda ataksi yaratır, yürüm ede sarsaklığa ve denge çokgeninde genişlemeye ne­ den olur. Yumak-düğüm lobundaki (en es­ ki beyin) bir lezyon vücut dengesinde ka­ rarsızlık yaratır ve kendiliğinden nistagmus ortaya çıkar.



B E Y İN L İ sıf. Beyni içinde olan: Beyinli kuzu başı. B E Y İN S İ sıf. Biyol. Yapı ve işlev bakımın­ dan beyne benzeyen. B E Y İN S İZ sıf. ve a. Beyni olmayan, bey­ ni çıkarılmış kuzu, koyun başı için kullanılır. ♦ sıf. ve a. Aklını, sağduyusunu iyi kul­ lanamayan kimse için kullanılır; akılsız: O beyinsiz adam a b un u anlatamadım. Be­ yinsizin b irid ir o. B E Y İT ya da B E Y T a. (ar. beyi). Esk. 1. Ev, çadır, mesken. — 2. Beyt-i ankebut, örüm cek ağı; derm e çatma ev. || Beyt-i şe­ rif, Kâbe. || Beyt ül-ahzan, hüzünler evi; Yu­ suf kaybolduktan sonra Yakup peygam ­ berin içinde bulunduğu durum . || Beyt ül -arus, beyt üz-zifaf, gerdek, gelin odası. |j Beyt ül-haram, Kâbe. || Beyt ül-makdis, beyt ül-mukaddes, Kudüs’teki kutsal m a­ bet (doğrusu beyt ül-makdis’tir). || Beyt ül -mamur, yedinci k a tg ö kte firdevs cenne­ tinde bulunurken, Âdem peygam ber ile yeryüzüne, Kâbe'ye indirilmiş köşk. || Beyt ül-muzlim, fotoğraf kutusu. — Ed. iki mısradan oluşan şiir birimi: "B ir tek gazel bı raksa yeter b ir gazelserâ/ H er beyti ancak olmalı beyt ül-gazel g ib i" (Y. K. Beyatlı). |j Beyt-i musarra, mısraları birbiriyle kafiyeli beyit. || Beyt-i tam, biçim ve anlam yönünden kusursuz beyit. || Beyt-i zifaf, mısraları aynı vezinde olan beyit. || Beyt ül-ahzan (kulbe-i ahzân da denir), Dünya; göğüs. || Beyt ül-kasıd, bir kaside­ nin en güzel beyti. |j Makta beyti, gazelin son beyti; şairin adının yer aldığı beyit. || Matla beyti gazelin ilk beyti. || Şah beyit, bir şiirin en güzel beyti. || Tac beyit, kasi­ d ede şairin adının anıldığı beyit. — isi. huk. Beyt-i iddet, evlilik devam eder­ ken karı ve kocanın birlikte oturdukları ev. || Beyt-i mâl-i müslimin, İslam devletinin hâ­ zinesi, tüm müslümanların malı sayılır. ( -> BEYTÜLMAL.) — ANSİKL. Divan edebiyatında nazım bi­



rimi olan beyit başlı başına bir bütündü; düşünceler birer beyit içinde tam am lanı­ yor, yani her beyit kendi içinde anlam b ü ­ tünlüğü taşıyordu. Beyitler arasında her zaman konu birliği aranmazdı. Beyitlerin belirli kurallara göre birleştirilmesiyle gazel', kaside*, kıta*, musammat* terkib*-i bent, te rci'i bent, mesnevi*, rubai* tuyuğ*, şarkı* gibi türler oluşturulmuştur Herhan­ gi bir şiirin içinde yer almayan bağımsız beyitler de vardır. Bunlar müfret* diye ad­ la n d ırılır ve d iv a n la rın s o n u n d a k i “ m üfredat” bölüm ünde yer alır. B E Y ’İY E a. (ar. b e / den, b e /ı/y e ). Esk. 1. Aracıya ödenen para, komisyon. — 2. Bey'iye tezkeresi, satış belgesi. B E Y K O N A K , A n ta ly a ’nın K u m lu c a il­ ç e s i, m e rk e z b u c a ğ ın a 5 119 nüf. (1990).



bağlı



b e ld e ;



BEYKONAK,



K o n y a ’nın Ilgın ilçesi g m erke z b u c a ğ ın a b ağ lı b e ld e ; 2 530 nüf S (1990) B e le d iy e . -*



B E Y K O Z , a n tik Amykos, M a rm a ra ® b ö lg e s in d e , İs ta n b u l ilinin A n a d o lu y a k a ­ s ın d a ilçe; 163 786 nüf. (1990); 4 3 0 km 2; m e rk e z b u c a ğ ı d ış ın d a 1 b u c a k , 18 köy. M erke zi İs ta n b u l’un k u z e y in d e k i Beykoz, 142 075 nüf. (1990). Deri fabrikası, fid a n ­ lık, şişe v e c a m fabrikası.



Beykoz deri ve kundura sanayii işletmesi (S Ü M E R B A N K ), T ü rk iy e ’nin en eski a y a k k a b ı v e d e ri işletm e k u ru lu ­ şu. 1 8 0 0 ’de , öz e l b ir g iriş im c i ta ra fın d a n B e y k o z ’d a b ir ta b a k h a n e o la ra k k u ru ld u 1 8 1 2 'd e d e v le tç e satın alın a ra k D e b b a ğ h an e-i âm ire a d ıy la b ir d e ri fa b rika sı o la ­ rak iş le tilm e y e baş la d ı. 190 8’d e H a rb iy e neza reti e m rin e v e rild i. 191 2’d e b ir ku n ­ d u ra birim i e k le n d i. 192 0’d e A s k e ri fa b ri­ k alar um um m ü d ü rlü ğ ü ’ne b a ğ la n d ı. 19 2 3 ’te, B e y k o z d e ri ve k u n d u ra fa b rik a ­ ları ad ıy la S a nayi ve m a a d in b a n k a s ı’na, 1 9 3 3 ’te S ü m e rb a n k ’a d e v re d ild i. Bu d ö ­ n e m d e te k n ik b a k ım d a n m o d e rn le ş tirile ­ rek g ü ç lü bir iş le tm e ha lin e g e tirild i. G ü ­



nü m ü zd e , k u n d u ra a n a b irim in in yanısıra de ri işlem e, p la s tik e n je k s iy o n , la stik iş le t­ m esi, suni kös e le işle tm e s i birim le ri v a r­ dır. Y ıld a 750 to n kösele, 100 m ilyon d m 2 v id e la , 1 200 to n y a p a y kösele, 9 0 0 ton lastik, 51 0 0 0 ta n e d e ri eşya, 3,9 m ilyon ç ift k u n d u ra ü re te b ile c e k k a p a s ite s i olan kurulu ş, S ü m e rb a n k h o ld in g in b ü n y e s in d e d ir.1 9 9 2 ’d e e le m a n sayısı 1460'tır.



1595



Boyfcoz gonçllk kulübü, türk spor ku­ lübü, 1908’de kurulan Beykoz ittihat ve Teavün cem iyeti’ nin Mümaresatı bedeniye kolu, kulübün temellerini oluşturdu. Ö n­ celeri jim nastik dalında etkinlik gösteren kulüp, 1911’de Beykoz şark idm an yurdu adını aldı ve öteki Spor dallarında da et­ kinlik göstermeye başladı. 1921’de Bey­ koz zindeler kulübü ile birleşerek yeşil -kırmızı olan form a sarı-siyah olarak d e ­ ğiştirildi. Cum huriyet dönem inde özellik­ le futbol, yüzme ve kürek dallarında bir­ ço k Türkiye şam piyonluğu kazandı. Fut­ bol takımı günüm üzde üçüncü ligde yer almaktadır. Beykoz kasrı,



İstanbul'un Beykoz ilçe­ sinde kasır. 1854’te Mısır valisi Mehmet Ali Paşa ve oğlu Sait Paşa tarafından yaptırı­ lıp A b d ülm e cit’e arm ağan edildi. Denize bakan bir tepe üzerindeki koru içinde, ka­ re planlı, iki katlı bir yapıdır. Ön ve arka cephelerde dörder sütunlu iki balkon b u ­ lunur Benzer plandaki alt ve üst katlarda/ ortada uzun bir salon, yanlarda odalar vardır. Renkli m erm er kaplamalı salonla­ rı, katları bağlayan görkemli merdiveni ve heykel süslemeleriyle dikkati çeker. Bir sü­ re yetimler yurdu olarak kullanıldı. Günü­ müzde Çocuk tüberküloz hastanesidir.



BEYKOZİŞİ



a. XIX. yy.’dan başlayarak istanbui'un Beykoz ve Incirköy semtlerin­ de üretilen cam eşyaya verilen ad. — A n s İK L . S elim III d ö n e m in d e (1789-1807), Mehmet Dede tarafından ku­ rulan ilk atölyede Avrupa'dan getirtilen cam ustaları çalıştırılıyordu. Kristal ve renksiz cam dan üretilen ilk eşyalar, yaldız­ la yapılmış gül ve maydonoz motifleriyle süsleniyordu. Kapak kulpları mevlevi der­ vişlerin başlıklarını (“ sikke") andırıyordu. Daha sonra kırmızı, kobalt mavisi, menek­ şe ve koyu mavi renklerde cam eşya üre­ timi başladı Bunlar ya yaldızlı ya da yal­ dız ve m ine bezemeliydi. Beykoz işi cam ­ ların önemli bir bölümüyse, opal cam lar­ dan oluşuyordu. Önceleri opal taşı rengin­ de üretilen bu tür eşya, daha sonra mavi, pembe, mor, yeşil ve sarı renklerde yapıl­ dı. Bunlar da yaldız ya da yaldız ve mine bezemeliydi. Incirköy'ün Çeşmi Bülbül m ahallesinde yapılan cam eşya ise çe ş m ib ü lb ü l' olarak adlandırılır. Beykoz işi cam eşya biçimleri arasında gülabdan-



Seykoz kasrı İstanbul



beykozişi lar, ibrikler, çeşitli türde şişeler, daldırma- s lar, kâseler, vazolar, şekerlikler, sürahiler, 3 bardaklar, fincanlar, nargileler sayılabilir. !î



1596



B E Y K Ö Y , Burdur'un Tefenni ilçesi, S merkez bucağına bağlı belde; 1 843 nüf. g (1990). Belediye. B E Y L A , Gine’nin G.-D. kesiminde yerleş­ me, b ö lg e y ö n e tim m e rkezi 8 000 nüf. —Yakınında tütün ve kahve ta­ rımı. Beyla bölgesi, 17 452 km2 145 000 nüf. B E Y L E (Henri) -



STENDHAL.



B E Y L E K A N , Kafkasya’nın G.’ inde, Arran bölgesinde eski bir kent. Sasani hü­ kümdarı Kavad I tarafından kuruldu Arap komutan Sait bin A m r el-Hereşi Hazarlar'ı burada yendi (730). B E Y L E K A N İ (Müricettin E L -), iranlı şa­ ir (Beylekan-Azerbaycan ? - 1181 ya da 1193). Orta halli bir ailenin çocuğuydu. Ünlü şair Hakani-i Şırvani ile tanıştı; ede­ biyata ilişkin ilk bilgileri ondan aldı. Derbend emiri için yazdığı övgü şiirleriyle onun sarayına kapılandı. Sonra Irak-ı Acem'e gitti; burada Selçuklulardan Ars­ lan bin Tuğrul’un, bir süre sonra da ilde­ niz hanedanının yanında çalıştı. Başta Hakani de olmak üzere, dönemindeki birçok ünlü şairi yeren şiirler yazdı. Şiirlerinde, süslü sözlere pek yer vermez. Benzetme­ lerini daha çok doğadan aldığı için Minuçihr-i Dam gani'ye benzer. Bir Divan'ı vardır. Gazelleri, kasideleri kadar başarılı değildir. B E Y L E R B E Y İ, İstanbul'un Anadolu ya­ kasında, Ü sküdar ilçesine bağlı semt; Kuzguncuk ile Ç engelköy arasındadır. İs­ tanbul'un alınışından başlayarak XIX. yy.'a değin istavroz bahçesi olarak biliniyordu. D a h a s o n ra B e y le rb e y i' c a m is i, B e yle rb e yi' sarayı, yalılar ve köşkler yap­ tırıldı. Boğaziçi köprüsü'nün Anadolu aya­ ğı bu semttedir.



Beylerbeyi camisi istanbul



B E Y L E R B E Y İ a. Kur tar. Osmanlı imparatorluğu’nda eyalet yöneticilerine verilen ad. —ANSİKL. Beylerbeyi rütbesi, Selçuklular, İlhanlIlar, Mısır Memlukları ve Osmanlı devletinin ilk dönemlerinde, askeri işler­ den sorumlu görevlilere verilirdi. Osm an­ lI devletinde bu anlam da ilk beylerbeyi, Murat I tarafından Edirne’nin alınmasın­ dan sonra atanan Lala Şahin Paşa’dır. Ba­ yezit I, Eflak beyi Mircae'ye karşı düzen­ lediği sefere çıkmadan önce Anadolu'yu, beylerbeyi atadığı Timurtaş Paşa’ya bıraktı. Mehmet I dönem inden başlayarak beylerbeyliği Anadolu ve Rumeli olm ak üze-



Beylerbeyi Sarayı İstanbul re iki kısma ayrıldı. Murat II dönem inde ve sonra Rumeli ve Anadolu beylerbey­ leri, bu iki eyaletin yöneticileri oldular. Bey­ lerbeyleri kendilerine bağlı sancakların mülki idaresinden sorum lu olan sancakbeyleri ve sipahilerle birlikte bölgelerinde­ ki en yüksek rütbeli devlet adamlarıydı. Rumeli'de sefere çıkıldığında Rumeli bey­ lerbeyi eyalet askerleriyle padişahın sa­ ğında, Anadolu beylerbeyi solunda yer alırdı. Sefer A nadolu'da ise bunun tersi olurdu. Beylerbeyleri saray mensupları, yeniçeri ağaları ve sancak beyleri arasın­ dan seçilirlerdi. Osmanlı devletinin toprak­ ları genişledikçe sayıları arttı. XVI. yy.'da Osmanlı devletinde kırk beylerbeyi vardı. Daha yüksek payeli olan Rumeli beyler­ beyleri 1536 yılından itibaren Divan’a ka­ tılmaya başladı. Beylerbeyleri, vezir rütbe­ siyle gönderildikleri Mısır vilayeti dışında “ beylerbeyi" rütbesiyle görev yaparlardı. Kanuni’den sonraki dönem lerde bazı önemli eyaletlere vezir rütbesiyle beyler­ beyi gönderildiği olurdu. XVI. yy.'da çıka­ rılan bir kanunnam e ile "beylerbeyi” ve­ zir rütbesinden bir altta bir şeref payesi ol­ du. Vezirin üç tuğuna karşılık beylerbeyi­ nin iki tuğu vardı. Beylerbeyleri de vezir­ ler gibi "paşa” unvanını alırlardı, idaresin­ den sorumlu oldukları sancağa "paşa sancağı” denirdi. Saltanat vekili de deni­ len beylerbeylerinin çeşitli değerde dirlik­ leri olurdu. Bunlar en az 400 000 akçe ge­ lir getirirdi. Kendilerine ait divanları olan beylerbeyleri önceleri, tımar ve zeamet dağıtm ak konusunda tam yetkiliyken 1530 yılından başlayarak, ancak çok kü­ çü k tımarları verebilm e hakkına sahip ol­ dular. XVIII. yy.’da yetkileri daha da belir­ sizleşti. 1864 yılında çıkarılan kanunla eya­ let sistemi kaldırıldı, vilayetlere gönderilen yöneticilere vali denildi. i B e y le r b e y i c a m is i, İstanbul'un Ana­ dolu yakasında, Beylerbeyi kıyısında ca ­ mi. 1778’de A bdülham it I, annesi Rabia Sultan'ın anısına yaptırdı. Mimarının, d ö ­ neminde başmimarı Mehmet Tahir Ağa ol­ d uğu sanılıyor. M ahm ut II dönem indeki onarım sırasında (1820-1821), tek şerefeli ikinci bir minare, sıbyan mektebi, muvak­ kithane eklendi. Kesme taştan, barok üs­ lupta bir yapı olmasına karşılık klasik osmanlı camileri planındadır. Ana mekân büyük bir orta kubbeyle örtülüdür. Sekiz köşeli kubbe kasnağı, yanlarda dört ke­ mere, köşelerde dört yarım kubbeye otu­ rur. Dışa taşkın mihrap, büyük bir yarım kubbeyle örtülüdür. Altı sütunlu son cemâ­ at yerinin üzerine ikinci bir kat olarak hün­ kâr mahfili yerleştirilmiştir. A hşap m inbe­ ri, vaiz kürsüsü ve dolap kapakları fildişi kakma süslemelidir. 1982'de büyük bir yangın geçiren cam i>1984’te onarılmıştır. 'B e y le rb e y i s a r a y ı, İstanbul’un Anado­ lu yakasında, Boğaziçi kıyısında saray.



XIX. yy.’a değin istavroz bahçesi olarakbilinen bu kesimde istavroz sarayı vardı. Mahm ut II dönem inde bu saray yıktırıla­ rak m im ar Krikor Balyan'a ahşap bir sa­ ray yaptırıldı. Bunun 1851’de yanması üzerine Abdüiaziz zamanında Sarkis Bal­ yan, günüm üze ulaşan sarayın yapımıy­ la görevlendirildi (1865). Bakırköy küfekisi ve m erm erden yaptırılan saray, bod ru ­ muyla birlikte üç katlıdır. Denize bakan ön cephesi rönesans ve barok üsluptadır. Bi­ rinci kata üç yönden gösterişli merm er m erdivenlerle ulaşılır. Giriş katı altı büyük salon, yirmidört büyük odadan oluşur On altı merm er sütunlu büyük salonun ortası havuzludur. Üst katta büyük bir "kabul salonu" ve güzel bir hamam bulunur. Sa­ lonların ve odaların duvarları ve tavanları yaldız bezemeler ve yazılarla kaplıdır. Sa­ rayın arkasında setler halinde düzenlen­ miş havuzlu bahçeler vardır. Abdüiaziz sık sık burada oturmuş, Abdülham it II tahttan indirildikten bir süre sonra bu saraya yer­ leştirilerek ölüm üne değin burada yaşa­ mıştır. Osmanlı devletinin son dönemlerin­ de önemli yabancı devlet adamları bura­ da konuk edilmiştir. (Konum undan ötürü Bağı ferah da deniliyordu.) B e y le r b e y i v a k a s ı, yeniçeri ayaklan­ ması (1589). Murat III dönem inde asker maaşlarının züyuf akçe (katışık para) ile ödenm esi üzerine yeniçeriler, Divan’ın toplantıda olduğu bir sırada sarayı kuşa­ tarak sikke tashihi ile görevli Rumeli bey­ lerbeyi Doğancı Mehmet Paşa ile başdefterdar M ahm ut Efendi'nin kellelerini iste­ diler. Kendilerine teslim edilen bu kişile­ rin boyunlarını vurduktan sonra dağıldı­ lar. Beylerbeyi vakası, yeniçerilerin devlet adamlarının kellesini istedikleri ilk olay­ lardır. B E Y L E R C E a. Şarapç. Bilecik’te yetişen bir çeşit beyaz üzüm. (Alkol oranı % 11-12, asit oranı % 0,5-0,6 olan, içimi hoş ve ha­ fif bükeli bir şarap verir.) B E Y L E R C E , Samsun' un Ç arşam ba il­ çesi merkez bucağına bağlı köy; 1 435 nüf. (1990). B E Y L İK a 1. Bey olm a durum u, niteli­ ği: Yiğitlik vurmakla, beylik vermekle (ata­ sözü). — 2. Eskiden bir "b e y in ” yönetimi altındaki ülkeye verilen ad: Karaman bey­ liği. — 3. Esk. B'r çeşit asker battaniyesi. — Kur. tar. Beylik kalemi, Osmanlılar'da Di­ vanı hümayun kalemlerinden biri (Bk. an­ sikl. böl.). Beylik yemeği, sarayda kalfala­ ra tablalar içinde çıkan yemek. —Tar. Beylik gezi, OsmanlIlar dönem inde saraylı hanımların kır gezintilerine verilen ad. (Bahar mevsimi boyunca bu gezi bir­ kaç defa yinelenirdi. C um a günleri yapı­ lan bu gezintilere arabalarla gidilirdi. Ha­ nedan arabalarını, haremağalarının ve hizmetlilerin arabaları izlerdi. Çoğu kez,



Kâğıthane’deki Bahariye kasrına gidilir ya da Çağlayan kameriyelerinde oturulurdu.) ♦ sıf. 1. Devlete ait, devlet malı olan şey için kullanılır; miri: Beylik tabanca. Beylik fırın has çıkarır (atasözü). — 2. Çok bilinen kalıplaşmış, basmakalıp söz, cüm ­ le, düşünce vb. için kullanılır. —ANSİKL. Beylik kalemi, divanı hümayun kararlarını yazar, gerekli belgeleri ilgilile­ re gönderir, divan sicilleri ve mühimme* defterlerini tutardı. Osmanlı devletinin, ya­ bancı ülkelerle yaptığı sözleşmeler, ülke­ nin yönetimine ilişkin genelgeler, beratlar, fermanlar, emirler burada yazılır ve sak­ lanırdı. Kalemin yöneticisi Beylikçi kese­ darı idi.



küm sürüyor..." (H. R. Gürpınar). — 2. Arapça çoğul sözcüklerin başına gelerek “ arası, arasında” anlamında bileşik söz­ cükler yapar: " beyn el-ahali (halk arasın­ da), beyn el-akran (yaşıtlar arasında), beyn el-müslimin (müslümanlar arasında): ”... düşmana muvafakatle beynelmüslimin ika-ı şer ve fesat ve şefk-i dimaya fiilen te­ şebbüs..." (M. K. Atatürk), beyn el- m üt­ tefikin (müttefikler, bağlaşıklar arasında): "Beynelm üttefikin b ir kontrol meselesine gelince..." (M .K Atatürk), beyn en-nas (halk arasında) vb. — 3. iki farklı adın ba­ şına gelerek "arasında” anlamında kulla­ nılır: beyn el-arzi ve-s-sema (yerle gök ara­ sında) vb. — Coğ. Esk. Beyn el-medareyn, ekvato­ ra yakın olan bölgeler || Beyn en-nehreyn (iki nehir arası), Mezopotamya. — Dilbil. Sözcüğün aslı arapça "beyne” dir ve yalnızca ilgeç olarak kullanılır.



B E Y L İK Ç İ a Kur. tar. Divanı hümayun kalemlerinin yöneticisi. —ANSİKL. Resmi adı Beylikçi-i divanı h ü ­ m ayun idi. Reisülküttaptan sonra Divanı hüm ayun kalemi’nin en yetkili görevlisıyB B e y n a m o r m a n ı, Orta Anadolu bozkırı di. Divan sicili tutmak, D ivandan çıkan ev­ içine en fazla sokulan artık ve bozuk d o ­ rakı gereken yerlere gönderm ek; ferman­ ğal orman alanı. Ankara-Balâ yolunun 40. ları, beratları yazmak; yabancı devletlere km 'sinde Beynam kasabasının güneyin­ ve azınlıklara ilişkin sorunları araştırmak; deki Kuyrukçudağı üzerinde yer alır ve bu kanun, kararname, tüzük ve yönetmelik­ dağın kuzey eteklerinden aşağıya kadar leri, öteki önemli evrakla birlikte, arşivlesarkar (Çammezarı çeşmesi). 1 600 ha mek; resim ve harçların toplanmasını sağ­ genişlikte olan orman, Orman idaresi’nce lam ak gibi görevleri vardı. Reisülküttabın çitle çevrilerek, 1966 yılında "korum a gönderdiği gizli yazılan o yazardı. Bu g ö ­ orm anı” statüsüne alınmış ve m utlak ko­ revleri, emrindeki beylik (divan), tahvil (ke­ runması öngörülmüştür. Bu yıla kadar bü­ se ve nişan) ve rüûs kalemleri aracılığıyla yük yıkıma uğramış olan orman, bitkisel yürütürdü. Emrinde, kanuncu, ilamcı ve bileşiminden, alanından, ağaç servetin­ m üm eyiz adlarını taşıyan üç amir vardı. den ve kapalılığından ço k şeyler kaybet­ Reisülküttaplık Hariciye nezaretı’ne dönümiştir. Ormanın temel ağacı karaçamdır (Pinus nigra); ağaçların çoğu yaralı ve ök| seotuyla kaplı ve tepeleri kurudur. Kara| çamın yok olduğu ya da seyrekleştiği ke3 simlerde orman alanında tüylü meşeler 5 (Ouercus pubescens), daha nemli kesim=■ lerde söğütler (Sa//x alba ve S, pedicillaD ta), akkavak (Populas alba), kurak ve g ü ­ neşli yam açlarda çok sayıda gevenler /Astragaius m acrocephalus, A baibutersıs) ve diğer odunsu türler (çalılar; Lonicera etrusca, Genista albida, Calutea arborescens, Pirus eleagrifolia; P runus insitıtia ve P. spinosa) ile otsu bitki topluluk­ ları yer almaktadır. Mutlak korumaya alın­ mış bulunan orman, yalnız bilimsel araş­ tırm a konusu değil, aynı zam anda, orman-bozkır ve bük-bozkır ovası bitki, oluşumları bakımından da eşsiz bir ör­ nektir. B E Y N A M A Z ya da B İN A M A Z sıf (fars. bı- ve namaz; binam âz'dan) 1. Na­ maz kılmayan. — 2. Dince namaz kılma­ sı doğru olmayan, pis. — 3. Tembei, üşengen.



beylikçl (ortada) Atatürk kitaplığı, İstanbul şünce, beylikçi bağlandı.



sa da re t



m akam ına



B e y li k o v a , esk. Beylikahır, iç Ana­ d olu ’da, Eskişehir iline bağlı ilçe; 10 946 nüf. (1990); 17 köy. Merkezi Eskişe­ hir’in 60 km batısında Beylikova 5 995 nüf. (1990). B E Y L İS (Menahem Mendel), rus yahudisi (Kiev 1874 - ABD 1934). 1911'de, söz­ de bir “ dini cinayet" işlemekle suçlandı. S onunda aklandı, ama uzun süren dava­ sı A vrupa’da Yahudiler'e karşı sürdürülen şiddetli kampanyaya destek sağladı.



B E Y N E B E Y N E be. (ar. beyne orta, a ra’dan beyne beyne). Esk. Ne iyi ne kö­ tü, şöyle böyle, ikisi ortası. B E Y N E L — Satrançta ÇA TA L B E Y N E L B A H R E Y N a. Müz. Türk m ü­ ziğinde XVIII. yy.'d a n önce kullanılmış bir makam. G ünüm üze ulaşabilmiş örneği yoktur. B E Y N E L M İL E L sıf. (ar. beyn ve el -m ilel'den beyn el-milel). ULUSLARARASI' nın eşanlamlısı. B E Y N E L M İL E L C İL İK a. Ulusalcılığa karşıt olarak genel çıkarlara bağlanmayı öngören öğreti. (Eşanl ULUSLARARASICILIK, EN TE R N A S YO N A LİZM .)



B E Y M E (Kari Friedrich VON), prusyalı devlet adamı (Königsberg 1765 - Steglitz 1838). 1808-1810 arasında ve 1817’de adalet bakanlığı yaptı. 1815 sonrasında ortaya çıkan gerici siyasetin güçlenm esi­ ni önlemeye çalıştı.



B E Y N E R (Z e kı), türk karikatürcü (İstan­ bul 1936). Ortaokuldan ayrıldı, ilk karika­ türü Akbaba da yayımlandı (1955). Yeni İstanbul, Tef, Zübük, Taş, Papağan, Çi­ vi, Çarşaf gibi dergilerde çizdi. Acı bir g ü ­ lümsem eyle dolu olan yalın çizgisiyle so­ kaktaki insanı konu e din d i.Keşkül ü tıka­ ra adlı bir karikatür albüm ü yayımladı (1978)



B E Y N a. (ar beyn) Esk 1. İyelik ekleri alarak “ arasında, aramızda .." anlamların­ da belirteç görevinde kullanılır: "aynı veç hile beynim izde m uhaberata devam olu­ n a c a ğ ın d a n ." (M.K Atatürk), "N ine ile torun beyninde m uvakkat bir sükûn h ü ­



B E Y N E S S Ü T U R a. (ar. beyn ve sütür dan beyn es-sütur) Hat sanatında satır aralığına verilen ad —Süslem. sant. Beynessüturyaldız, yaz­ ma kitapların satır aralarına yapılan yal­ dızlı bezeme.



B E Y N İT a. Metalürj. Çeliğin ferrit ve karbür kristallerinden oluşan m ikrografik bi­ leşeni. — A n s İk l . Beynit içinde dem ir karbür kristalleri son derece incedir ve ancak güçlü m ikroskoplarla görülebilir. Beynit, çeliklerin soğumasa sırasında, perlit olu­ şum ve matensit dönüşüm sıcaklıkları ara­ sındaki bir sıcaklık bölgesinde austenitten oluşur. B E Y N Û N E T a. (ar. beynünet). Esk. 1. Uzaklık, mesafe. — 2. Anlaşmazlık, ihtilaf. — isi. huk. Karı-koca arasında nikâh ba­ ğını o rta d a n k a ld ıra n boşa n m a . || Beynunet-i kübra, üç talakla (talak-ı selase) yapılan boşama; beynunet-i katiyye de denir. || Beynunet-i suğra, bir ya da iki talakla m eydana gelem boşanm a. B e y o b a , Manisa’nın Akhisar ilçesi merkez bucağına bağlı belde; 4 645 nüf. (1990). Belediye. B E Y O Ğ L U , İstanbul iline bağlı ilçe; 229 000 nüf. (1990); 20 km2. H aliç’in K.’inde Kasımpaşa vadisinin B.'sıyla, Dolmabahçe (Gazhane) vadisi arasında kalan alanı kapsar, Şişli ve Beşiktaş ilçeleriyle sınırlı­ dır Ancak halk arasında Beyoğlu adı, kentin önemli kültür, eğlence ve iş m er­ kezlerinden olan ve Galatasaray’ı Taksim m eydanına bağlayan istiklal caddesi ve çevresi için kullanılır. Bizans dönem inde yerleşim alanı olm ayan bu kesime; karşı yaka öte anlamına gelen pera’dan kay­ naklanan Peran bağları deniliyordu. Meh­ met II (Fatih) Trabzon Rum im paratorluğu'n a son verdikten sonra (1460), kral ai­ lesinden Aleksios Kom nenos’un buraya yerleştirilmesi sonucu semte de Beyoğlu denildiği söylenir Bir başka söylentiye göre de-Kanuni Sultan Süleyman d öne­ minde burada oturan Venedik elçisine ya­ zışmalarda Beyoğlu dendiği için semt de Beyoğlu adını almıştır. 1492 den sonra Galata’dakı yabancı elçilikler B eyoğlu’na taşındı; Galatasaray ile Tünel arası yerle­ şim alanı olarak gelişmeye başladı XVIII. y y .’da da gelişimini sürdürerek Kasımpa­ şa ve T o p h an e ta ra fla rın a , yayıldı 1860-1864 arasında buradaki Aşıklar ve Ayazpaşa mezarlıkları kaldırıldı. Galata surları yıktırıldı, yeni cadde ve sokaklar açtırıldı; yangınların önlenebilmesi için ah­ şap bina yapımı yasaklandı. 18 7 3 ’te Ga lata'yı B eyoğlu’na bağlayan Tünel açıldı 1913 te Beyoğlu-Şişli arasında elektrikli tram vaylar hizmete girdi. B eyoğlu'nun yerleşme alanı Teşvikiye ve M açka'dan B eşiktaş’a, Şişli ötelerine, Haliç ve Boğa­ ziçi yamaçlarına uzandı. Bu gelişme sıra­ sında konutlar yavaş yavaş iş yerlerine dönüştü. Önceleri adı Caddei kebir iken C um huriyet’ten sonra İstiklal caddesi d e ­ nilen ana yol boyunca m ağazalar, ban­ kalar, kahvehaneler, tiyatrolar, sinemalar, pastaneler ve eğlence yerleri açıldı. Bu gelişm e Halaskârgazi caddesi boyunca Şişli'ye doğru sürdü. Günüm üzde de b ü ­ yük otellerin (Divan, Hılton, Sheraton, M arm ara Etap), Atatürk kültür merkezi' nın. R adyoevi'nin, tiyatroların, sinemala-



Beynam ormanı



B e y o ğ lu 1 5 9 8



rın, okulların, konsoloslukların, yabancı kültür merkezlerinin, sanat galerilerinin bulunduğu Beyoğlu, İstanbul'un en can­ lı ve gözde sem tlerinden biridir. • Edebiyat. Batılı gezgin ve sanatçıların (Lamartine, Theophile Gautier vb.) zaman zaman konu edindiği Beyoğlu, türk edebiyatında ancak Tanzim at’tan sonra anlatıldı. Elçiliklerin, tiyatro, gazino, otel, kumarhane, kahve, müzikhol ve çeşitli eğ­ lence yerlerinin toplandığı Beyoğlu, batı uygarlığının simgesi sayıldı. Kimi sanat­ çılar, bu semtin toplum yaşayışındaki yı­ kıcı yanlarını vurgularken, kimi sanatçılar da onu batı uygarlığının Türkiye’deki mer­ kezi gibi görm eye başladı. Beyoğlu’nu konu edinen en eski örnek, XIX. yy. orta­ larında yaşamış olan piyasa sazcı ve bes­ tecilerinden Ekmekçi Bagdasar’ın "B a ş­ ka âlem dir Beyoğlu cü m b ü şü " nakaratlı mahur şarkısıdır. Aynı yüzyılın ikinci yarı­ sında, Beyoğlu yaşamı üzerine söylenmiş " B e y o ğ lu ’nda g e ze rsin / G özlerin i süzersin" gibi dizeleri içeren b irtü rk ü ile, Kantocu Peruz’un "B eyo ğ lu'n u n h e r a k­ şam / Piyasası p e k h oştu r" diye başlayan kantosu ünlüdür. Tanzimat edebiyatı dönem inde Beyoğ­ lu otellerini, gazinolarını, alafrangalığa özenen kişilerin buradaki çarpık yaşayış­ larını, düştükleri gülünç, acıklı durumları, ilk olarak Ahmet Mithat, çeşitli roman, hi­ kâye ve oyunlarında işlemiştir (Felâtun b e y ile Rakım efendi, Karnaval. M üşâhedât, Bekârlık sultanlık mı, Bir fitnekâr, Açıkbaş vb.). Recaizade M ahm ut Ekrem de, ünlü rom anında (Araba sevdası), ay­ nı çizgiyi sürdürm üştür. Tanzimat sonra­ sı dönem de Ahm et Rasim, özellikle anı­ larında (Fuhş-i a tik vb.), Hüseyin Rahmi Gürpınar bazı romanlarında (Şık, Ben deli m iyim vb.) Beyoğlu yaşayışından tablo­ lar çizmişlerdir. Edebiyatı cedide romancıları, Beyoğ­ lu’nu hep "batıya açılan pencere" gibi görür. Bu rom anlarda yer olarak özelikle Tepebaşı bahçesi, Pera palas oteli vb. ele alınır Halit Ziya Uşaklıgil’in M ai ve siyah adlı romanının kahramanı Ahmet Cemil, Tepebaşı bahçesi'nde "mavi bir gecede" hayaller kurar; Hüseyin Cahit Yalçın’ın H ayal içinde adlı romanının kahramanı, Tepebaşı bahçesi'nde gördüğü “ Diyapulo " soyadlı üç kız kardeşin küçüğüne tu ­ tulur; Saffetî Z iya ’nın Salon köşelerinde adlı romanının kahramanı, Pera palas'taki bir baloda tanıştığı bir İngiliz kızına âşık olur; Edebiyatı cedide topluluğunun dışın­ da kalan Safvet Nez jin in Z a v a /// N ecdet adlı romanının kişileri yemeklerini Tokatlıyan'da yer, birbirlerine Lüksemburg ga­ zinosunun bilardo salonunda, Konkordıye tiyatrosu’nun “ fuaye' sinde rastlarlar. Sait Naum D uhani’nin Eski insanlar, eski evler ve Beyoğlu 'nun adı Pera iken adlı kitaplarında eski Beyoğlu, bütün ayrıntı­ larıyla anlatılmıştır. Milli edebiyat dönem inde (ikinci meş­ rutiyet ve Mütareke yılları), edebiyat ürün­ lerinde Beyoğlu’na yine eleştirel gözle ba­ kılır; onun apartmanları, otelleri, lokanta­ ları, barları vb. fesat yuvası olarak görü­ lür. Ne var ki, bu dönemde sürdürülen se­ fahat hayatı, daha yukarılara, Şişli’ye kay­ mıştır. Yakup Kadri Karaosm anoğlu’nun Kiralık konak, Sodom ve G om ore; Refik Halit Karay'ın İstanbul’un içyüzü; Selahat­ tin Enis’inZaniyeler; Peyami Safa’nın Söz­ de kızlar rom anlarında Şişli’deki "tatlı hayat” anlatılır. Bu Şişli hayatının Cumhu­ riyet dönem inde de sürüp gittiğini, Lüküs hayat operetinin "Ş işli'de b ir apartıman / Yoksa eğer halin yam an; / Kapıda çift otomobil, / Biri açık, biri d e ğ il" dizelerin­ den öğreniyoruz. 1917 Rus devrimi sıra­ sında İstanbul’a g ö ç eden Beyaz Ruslar’ ın soylu, güzel, sarışın kadınları kahveha­ nelerde, lokantalarda garson; sinema sa­ lonlarında yol gösterici; barlarda, gece kulüplerinde konsomatris olarak çalışma­ ya başlayınca, Beyoğlu yeni bir renk ka­ zandı. Cumhuriyet dönem inde sinemaların, ti­



— Mim ilçedeki tarihsel yapıların tümü yatroların, sergilerin yer aldığı Beyoğlu, sanatçı ve aydınları çeken bir kültür m er­ Osmanlı dönem indendir. XV yy.'da Beykezi halini aldı. Bu dönem in ressam, şair pazarı'na gelen Akşemsettın için yaptırı­ gibi sanatçıları, yeni açılan Petrograd, Nilan Akşemsettm camisi birkaç kez onarılsuaz gibi kahvehane ve pastanelerde bu­ dığından özgünlüğünü yitirmiştir. Günü­ luşmaya başladılar; bohem sanatçılar, İs­ m üzde de Vakıflar genel m üdürlüğü'nce tan b ul’un eski koltuk meyhaneleri yerine, restore edilm iştir Gene XV yy.'dan bir daha başka dekorlu Beyoğlu m eyhane­ başka yapı, C am ii ke b ir'dir. Alaettin Keylerini yeğlediler. Fikret A dil'in Asmahmeskubat dönem inden olduğu sanılarak, cit 74 adlı kitabında, ressam, şair ve ya­ özellikle halk arasında Alaettin camisi ola­ rak anılır. Geçirdiği bir yangından sonra zarların bu çevrede, 1930’larda sürdür­ dükleri bohem yaşayış yansıtılır. Necip 1884’te yenilenmiştir. XVII yy. başların­ Fazıl Kısakürek’in Kaldırım lar adlı şiirleri, da sadrazam Nasuh Paşa'nın yaptırdığı Peyami Safa’nın B ir tereddüdün romanı Kurşunlu cam i 1684 ve 1886 da onarıl­ adlı romanı bu yaşayıştan çizgiler taşır. mıştır. Klasik osmanlı camileri planındaki^ kesme taştan yapının son cem aat yeri Peyami Safa, doğu uygarlığı ile batı uy­ garlığı arasındaki karşıtlığı, toplum sal ve dört sütuna oturan üç kubbeyle, ana m e­ ruhsal çatışmayı işlediği romanlarında kanı sekizgen kasnağa oturan büyük bir (Fatih-Harbiye, C um badan rum baya) İs­ kubbeyle örtülüdür. Vakfiyesine göre 1613’te Nasuh Paşa tarafından yaptırılan tanbul yakasıyla Beyoğlu yakasını simge Nasuhpaşa hanı, Sulu han olarak da bili­ olarak kullanır, Ahm et Ham di Tanpınar, nir Klasik osma,nlı kent içi hanları planın­ Beş şehir adlı kitabında, Beyoğlu’nda ya­ vaş yavaş batıya öykünerek başlayan ge­ da. iki katiı, dikbörtben planlı pir y a pı­ dır ce hayatını anlatır; Salâh Birsel, Ah B e yo ğ lu vah B e y o ğ lu a dlı k ita b ın d a B E Y P IN A R I, Sivas’ın Zara ilçesine 1940-1960 yıllarının sanat çevresinde bağlı bucak; 1 628 nüf. (1990); 14 köy. olup bitenleri, B eyoğlu'nun ünlü lokanta Merkezi Beypınarı, 431 nüf. (1990). ve pastahaneleri Nisuaz, Petrograd, Nek­ B e y r e k h ik â y e s i, O ğuzlar'ın destan tar, Tokatlıyan, Degustasyon, Elit, Baylan, kahram anlarından Bamsı* Beyrek’ın se­ Löbon, Markiz vb. çerçevesi içinde anla­ rüveninin konu edinildiği hikâye. Dede tılır. Sait Faik’in kimi hikâyelerinde (Hava­ Korkut kita bı'nda “ Kam Büre Bey oğlu da bulut, Tüneldeki çocuk vb.) Beyoğlu’nBamsı Beyrek b o y u " ile " iç oğuza taş da akıp giden insanların iç dünyaları ele oğuz asi olup Beyrek öldüğü b oyu ’’nda alınır. Orhan Kemal, Yalancı dünya adlı Beyrek’in serüveni konu edinilir Beyrek’ romanında, taşradan artist olm ak heve­ ın beşik kertme nişanlısı Banı* Çiçek ile siyle İstanbul’a gelen bir geç kızın serü­ evlenmesini önleyen engeller hikâyenin venini işler, ilhan Berk’in Galile denizi adlı çatısını kurar. Beyrek on altı yıl tutsak kal­ kitabındaki kimi şiirlerinde (Saint A n to ine ’ dıktan sonra Banı Çiçek başkasıyla evlenın güvercinleri vb.) Beyoğiu’ ndan esinti­ dırileceği sırada geri döner; gezgin ozan ler vardır. C um huriyet dönem ine kadar kimliğiyle katıldığı d üğ ü n de rakibini alt sürüp gelen, süslenip püslenip Beyoğlu’n­ eder. Beyrek hıkâyesi'nin bugün A nado­ da gezm e modası (Beyoğlu piyasaları), lu’da yasayan pek çok çeşitlemesi vardır Salâh Birsel’in Hacivat'ın karısı adlı şiirin­ de, "incecikten yeldirm eli / Göz kaş o y­ B E Y R U N İ - BİRUNİ natmak / G erdan kırmalı / Âşık üzmeli / Hacivat'ın karısı / B eyoğlu'nda gezm e li" ■ B E Y R U T Lüb n a n ’ın başkenti, Akdeniz kıyısında; 1 100 000 nüf. B .’da m ağara­ dizeleriyle yansıtılır. lar kapsayan (ünlü Güvercin mağarası) B E Y O Ğ L U , Kahramanmaraş’ın Türkyalıyarlarla yontulm uş iki tepenin yer al­ oğlu ilçesi merkez bucağına bağlı belde; dığı kütlemsi bir burunda bulunan kent, 8 439 nüf. (1990). Belediye. deniz etkisinden biraz korunan bir körfe­ zin kıyısındadır. Ç ok eski bir tarihte kuru­ B e y o ğ lu b e le d iy e h a s t a n e s i, İstan­ lan ilk kent, XIX. y y .’a kadar hiçbir önem b u l’da hastane. 1865’teki kolera salgını sırasında İstanbul’a gelen fransız rahibe­ kazanamadı. XIX. y y .’da deniz ilişkilerinin lerin çalışmalarını kolaylaştırmak am acıy­ yoğunlaşması, m odern bir liman düzen­ la, Altınca dairei belediye'nin kiraladığı bir lenmesi, sonra da Suriye’ye giden kara­ konakta açıldı (1874). Salgından sonraki yollarının ve demiryollarının hizmete gir­ hastaların çoğunu kavgalarda yaralanan­ mesiyle, rakip kentleri geride bıraktı, yö­ lar oluşturduğundan, Altıncı dairei bele­ renin birçok devlete ayrılmasına ve siya­ diye m ecruhin (yaralılar) hastanesi adıy­ sal istikrarsızlığına karşın, Yakındoğu’nun la anıldı Daha sonra Beyoğlu zükur (er­ başlıca limanı oldu. Bir açık bölge kurul­ kekler) hastanesi adını aldı, bir süre de ması, paraya serbest konvertibilite kazan­ kuduz tedavihanesı olarak kullanıldı Be­ dırılması ve yabancı sermaye akını, nü­ lediye başkanı Emin Bey dönem inde ye­ fusun ırk ve kültür çeşitliliği de (müslüman mden normal hastane haline getirildi Gü­ ve hıristıyanlar [süryaniler, ortodoks yu­ nüm üzde 400 yataklı bir hastane olarak nanlılar, maruniler]) gelişmesine katkıda faaliyet göstermektedir bulundu. Halde havalimanının (bölgesel hava ulaşımı merkezi) hizmete girmesi de B e y o ğ lu p r o t o k o lü , C ebelilübnan önemli bir etmen oldu, işlevlerinin (özel­ sancağı’nın statüsünü belirleyen antlaş­ likle ulusal liman ve Suriye, Ürdün, Irak’a ma (3 haziran 1861). Türkiye, İngiltere, doğru transit limanı olm anın getirdiği ti­ Fransa, Avusturya, Prusya ve Rusya ta­ cari işlevi) çeşitliliği, düşünce yaşamının rafından imzalanan antlaşm a 17 m adde­ yoğunluğu (birçok üniversite, tarım araş­ den oluşuyordu. ( -> Lübnan.) tırmaları enstitüsü) 'kırsal kesimden halkı B E Y O G L U T A Ş I a. Pırlanta gibi işlen­ kente çekti ve çokçekirdekli bir kentin ge­ miş bir tür taklit taş. (Eşanl. STRAS.) [Bk. lişmesine yol açtı. Am a bu zenginlik, 1970 ansikl. böl.] yıllarından başlayarak iç savaştan büyük — ANSİKL. Taklit takı yapım ında ve fantazarar gördü ve eski kent merkezi (suks) zi giyimleri işlemede kullanılan beyoğluortadan kalktı. taşı, silisikasittuzu, potasyum, boraks, be­ • TARİH. Fenikeliler tarafından kurulan yaz arsenik, alüm inyum ve kurşun oksit­ (Berythos*), Roma dönem inde hukuk ten yapılmıştır. Çoğunlukla renksizdir. Bi­ 'okuluyla ün salan Beyrut, arap fetihleri leşimine metal oksitler eklenerek renklileri d önem inde Şam ’ ın limanı oldu. 1 1 10 'da de yapılır, işlemede, altında küçük bir hal­ Haçlılar tarafından ışgaı edilen kenti, Se­ ka bulunan “ tırn a k" adlı metal bölüm e lahattin Eyyubi 1 187’de geri aldıysa da, yerleştirilmiş olanları kullanılır. Bu küçük 1197-1291 arasında Beyrut, yeniden halka yardımıyla kum aşa tutturulur. Haçlılar’ın eline geçti. XVII. y y .’da dürzi emirlerinin başkenti oldu, sonra gsmanlı B E Y P A Z A R I, iç Anadolu bölgesinde yönetimine girdi. 1840'ta Kavalalı İbrahim Ankara iline bağlı ilçe; 45 977 nüf Paşa tarafından alındı ve 1860’tan sonra (1990); 1 868 km2; merkez bucağı dışın­ hıristiyan nüfusu çoğaldı (dağlardan ge­ da 3 bucak, 65 köy. Merkezi, A nkara’nın len Marunlar). 100 km K.-B.'sındaki Beypazarı, 26 225 1918 ekim inde fransız donanması ta­ nüf. (1990).



rafından işgal edilen, 1919-1946 arasın­ da Fransız Doğu A kdeniz birliklerinin ge­ nel karargâhı olan kenti Fransızlar 1946 noelinde boşalttılar. Nüfusun karışık yapısı (müslüman ve hıristiyan topluluklar bir arada yaşar) ve yakın devirde kente filistinli mültecilerin yerleşmesi, 1975-76'dan başlayarak kanlı çarpışm alara yol açtı. • GÜZEL SANATLAR. Ulusal arkeoloji m üzesi'nde Byblos’ta, fransız kazıların­ da çıkartılan yapıtlar sergilenmektedir: Ahıram 'ın lahdi (İ.Ö. X. yy.); boyalı fresk­ lerle süslü bir hypogeum (İ S. II. yy.); in­ san - biçimli ya da çatı biçim inde kapaklı bir dizi fenıke lahdi Hıristiyan falanjist milisleriyle filistinli m ülteciler arasında çatışm alar bir iç sa­ vaşa dönüştü Falanjistler Filistinlilerin yerleştiği Tel el Zaatar kampına saldırdı­ lar. Barışı sağlam ak için kurulan Arap caydırıcı gücünü oluşturan Suriye birlik­ leri olaylara m üdahale etti. Kentte kısa bir süre için barış sağlandı Ancak bu kez Su­ yınca kalktı. Bu çatışmaları bastırmak riye birlikleriyle falanjistler arasında çatış­ üzere suriye birlikleri kente girdi (22 şu­ m alar başladı (nisan 1981). 1982'de G ü­ bat 1987). Suriye'nin müdahalesinden ney Lübnan'daki filistinli mücahitlere karşı sonra Şatila kampı kuşatması da kaldı­ saldırıya geçen İsrail, Güney Lübnan’ı iş­ rıldı. Mart 1989'da Michel Aoun'a bağlı gal etti, sonra da Beyrut'u kuşattı (6 hazi­ milisler Batı Beyrut’u bombaladı. ABD, ran). Yaser Arafat yönetimindeki Filistin Doğu Beyrut elçiliğini boşalttı. Kasım kurtuluş örgütü mücahitleri kenti iki ay sü­ 1989’da Ulusal M eclis’in cum hurbaş­ reyle savunduktan sonra Beyrut'tan ay­ kanlığına getirdiği Renâ Moawad, 22 rılmayı kabul ettiler (1 eylül). Lübnan cum ­ kasım'da bir suikast sonucu öldürüldü. hurbaşkanı ve falanjistlerin önderi Beşır Aoun, Lübnan yönetimini ele geçirm eye C em ayel’in öldürülm esi üzerine (14 ey­ çalıştı. Lübnan ve Suriye birliklerinin or­ lül), İsrail birlikleri kenti işgal etti. Islami tak saldırısı karşısında yenilgiye uğra­ cihat örgütü ABD büyükelçiliği’nin önün­ yınca, fransız büyükelçiliğine sığınarak, de patlayıcı yüklü bir kamyonu havaya kendisine bağlı birliklere teslim olmaları uçurdu; (nisan 1983). Çatışmaları önle­ çağrısında bulundu (ekim 1990). 1991 mekle görevli Birleşmiş milletler Lübnan yılında, Lübnan hükümeti, suriye birlikle­ barış gücü askerleri de sık sık saldırıya rinin yardımıyla 16 yıl sonra kentte barı­ uğradı. İsrail birlikleri kenti boşaltarak G ü­ şı sağladı, iki yıl kapalı kalan Beyrut li­ ney Lübnan'a çekildiler (ağustos 1983). manı 15 mart 1991'de açıldı. 26 haziran İsrail birliklerinin çekilmesiyle iç savaş d a ­ 1992'de de, 1985’den beri ilk kez batılı ha sertleşti: Falanjistler ile Dürziler (hazi­ havayollarına ait bir uçak (Air France) ran ve eylül 1984), Emel örgütü milisle­ Beyrut havalimanına iniş yaptı. riyle Lübnan ordu birlikleri (ağustos 1984) çatıştılar. 1985 yılının ilk aylarında hükü­ B E Y R U T H U R M A S I a. Bütün dün ya ­ met, otoritesini tüm üyle yitirmişti. Hıristi­ da sofralık üzüm veren en önem li asma yan ve m üslüman mahallelerini ayıran çeşitlerinden biri. (Çok verimli olan bu as­ "yeşil hat" boyunca çatışmalar zaman za­ ma, sarımtırak beyaz renkte iri taneli bü­ man yenilenirken, şii Emel milisleri, bu kez yük salkımlar verir. Fransa, İtalya, B ulga­ yeniden kente dönen FKÖ gerillalarının ristan, Yunanistan ve Türkiye’de, çok ye­ yerleştiği kam plara saldırdılar. Emel, tiştirilir.) [Eşanl. R AZAKİ.] F K Ö ’ nün güçle n m esin i istem iyordu B E Y S A N • BETH ŞEAN. K am plarda kuşatılan FKÖ’ye bu kez, es­ ki düşmanı Falanjistler yardım etti. Suri­ B E Y S A N O Ğ L U (Şevket), türk halkbi­ ye ’nin desteklediği Emel, hıristiyan bölge­ limci, yazar (Diyarbakır 1920). Ankara sine de saldırdı (7 mayıs 1985); ancak ge­ Üniversitesi hukuk fakültesi’ni bitirdi ri atıldı. Gücünü yitiren hıristiyan milisleri (1942). Dergi ve gazetelerde şiir, araştır­ sözcüsü Lübnan cephesi barış istedi. ma ve denemeleri yayımlandı. D iyarba­ Emel bu kez yeniden FKÖ kamplarına kır’ın tarihi, coğrafyası, folkloru ve yöre­ saldırdı (20 mayıs-22 haziran). Kamplara nin ünlü kişilerinin biyografileri üzerine girem eyen Emel milisleri Dürziler’ın İlerici yaptığı araştırmalarla, yörenin tarih ve sosyalist partisi (İSP) milisleriyle (hazırankültürünün tanınmasında önemli rol oyna­ tem m uz ve eylül) çatıştı. 1986 da Emel dı. 1990'da Dicle Üniversitesi tarafından milisleriyle FKÖ gerillaları arasındaki kendisine fahri edebiyat doktoru unvanı “kamplar savaşı” ■ yeniden alevlendi verildi. Başlıca yapıtları: Diyarbakır'lı fikir (mayıs-haziran). Altı hafta süren çatış­ ve sanat adam ları ([3 cilt] 1957, 1959, mada Emel, amacına ulaşamadı. Ara­ 1973); D iyarbakır ağzı (1966), Anıtları ve fat'a karşı olan Filistin ulusal kurtuluş kitabeleri ile D iyarbakır tarihi (1987). cephesi “ kamplar savaşı"nı sona e rdir­ mek için, Emel örgütü ve İSP yetkilileriy­ ■ B E Y Ş E H İR , Konya iline bağlı, Akde­ niz bölgesi sınırları içinde ilçe; 93 565 le, Suriye’nin de katıldığı bir anlaşma nüf. (1990); 2 652 km2; merkez bucağı yaptı (13 haziran). Bu anlaşma uyarınca dışında 2 bucak, 52 köy. Merkezi, Kon­ Suriye birlikleri Beyrut'a geldi; Emel ve ya ’nın 87 km G .-B.’sındaki Beyşehir, İSP kentteki milis merkezlerini kapattılar. 30 412 nüf. (1990). 800 asker ve polisle, 500 suriye aske­ •TARİH. Beyşehir’in Anadolu Selçuklu rinden oluşturulan yeni güvenlik gücü sultanı Alaettin Keykubat I dönem inde Batı Beyrut’un duyarlı noktalarında kara­ (1219-1237) kurulduğu sanılmaktadır. kollar kurdu. Suriye birliklerinin kente XIV. y y .’ın başlarında H am itoğulları'nın yerleşmesini Falanjistler ile Hizbullah ör­ önemli merkezlerinden biri oldu ve zaman gütü de olumlu karşıladı. Kısa süren ba­ zaman Karam anoğulları'nın saldırısına rış, hıristiyan grupları arasındaki çatış­ uğradı. Murat Un 1381 ’de Hamitoğlu Hü­ malarla bozuldu. 1987 başında hıristiseyin Bey'den satın aldığı kent, Tim ur is­ yan m uhafazakâr partilerin oluşturduğu tilasının ardından Karamanoğulları'nın eli­ Lübnan cephesi önderi, eski cum hur­ ne geçti. Mehmet l'in kesin olarak osmanbaşkanı Kamil Şamun’a karşı suikast lı topraklarına kattığı (1414) Beyşehir, düzenlendi (7 ocak 1987). Emel milisleri XVII. yy. ortalarına kadar bir sancak m er­ yeniden FKÖ kamplarına saldırdılar. keziydi. Burç el Baracne’de üç ay süren kuşat­ •AR KEOLOJİ ve MİMARLIK, ilçenin 10 ma, İSP ve Lübnan komünist partisi m i­ km K. B.’sındaki E rb a b a ' höyüğü A na­ lisleriyle Emel arasında çatışma başla­



d o lu 'n un Yenitaş dönem ini yansıtan önemli buluntu yerlerındendir Beyşehir gölünün D kıyısında, ilçe merkezine yak­ laşık 20 km uzaklıktaki E fla tu n p ın a r' anı­ tı, Beyşehir-Konya yolu üzerinde, Fasıllar köyü yakınındaki F a sılla r' anıtı Hitit dönem indendir. ilçe m erkezindeki kaleden günüm üze yalnızca bir kapı ulaşmıştır Kapı kem erindeki yazıta göre kaleyi Eş refoğlu Seyfettin Süleyman yaptırmıştır (1288). Ayrıca Ahm et I (1615) ve Murat IV (1633) zamanında yapılan onarımların yazıtları vardır, ilçe merkezinin K 'indeki Eşrefoğlu cam isi A nadolu'daki ahşap d i­ rekli camilerin en büyük boyutlu ve özgün örneklerindendir. Taçkapının dışındaki 1296/1297 tarihli, gene taçkapının sivri kemeri üstündeki 1299 tarihli yazıtların ya­ pımın başlangıç ve bitişini gösterdiği sa­ nılmaktadır. Uzunlamasına dikdörtgen planlı ana m ekân kırksekiz ağaç direkle, m ihrap duvarına dikey yedi şahına ayrıl­ mıştır. Daha geniş ve yüksek olan orta şa­ hın, m ihrap önündeki kubbeli kare b ö ­ lümle belirginleştirilmiştir. Taş, ahşap ve çini mozaik bezem eleriyle yapı, Selçuklu sanatının olgun dönem ini yansıtır Cam i­ nin D. duvarına bitişik olan Eşrefoğlu Sü­ leym an Bey küm beti 1301’de Emir Sey­ fettin Süleyman Bey için yaptırılmıştır. Kesme taştan, sekizgen gövdeli yapı, iç­ ten kubbe, dıştan koni biçim i çatıyla ör­ tülüdür. Dış görünüşünün yalınlığına kar­ şılık içten zengin bezemelidir. Özellikle kubbesi kıvrık dallar, palmet, rumi ve yıl­ dız süslemeleriyle dikkati çeker. Kubbe kasnağı, küfi yazıyı andıran çinilerle be­ zelidir. Eşrefoğulları dönem inden olduğu sanılan D em irli m escit "ın en önemli öğe ­ si, ana mekânın ortasındaki m erm er kai­ deli ahşap sütundur. Sütunun mukarnas süslemeli başlığı, küçük parçaların bakır çivilerle birbirine tutturulmasıyla oluşturul­ muştur. Çok yıkık olan yapının firuze ve mor çini mozaik bezemeli mihrabının ka­ lıntıları İstanbul Türk inşaat ve sanat eser­ leri müzesi’nde sergilenmektedir.Eşrefoğ-



Beyrut kentten ve koydan genel görünüş (1970’te)



Beyşehir’den bir görünüm



B e y ş e h ir



1600



lu cam isi'nin B.'sındaki İsmail Aka m ed­ resesi (Taş medrese) 1369/13 7 0 ’te İsmail Aka tarafından yaptırılmıştır. Kesme taş­ tan yapının kesin planı bilinmemekte, an­ cak tek katlı, iki eyvanlı, açık avlulu m ed­ reseler planında olduğu sanılmaktadır. Ana eyvanın sağında kubbeli dershane, solunda 1378'de ölen İsmail Aka'nın tür­ besi bulunmaktadır. Eşrefoğlu camisi'nin K.-B.’ sındaki, kubbesine dek toprağa gö­ mülü olan Büyük h am a m 'ın da, XIII. yy. sonunda camiyle birlikte yaptırıldığı sanıl­ maktadır. Gene caminin K.-B.’sındaki Be­ desten çok yıkıktır. 1451 tarihli onarım ya­ zıtı taçkapının yıkılışı sırasında yok olmuş­ tur. Yazıtına göre 1207’de Gıyasettin Key­ hüsrev I tarafından yaptınlan Kuruçeşme hanı Selçukluların sultan hanları planın­ da büyük bir yapıdır. Girişin solunda to­ nozlu bir mescit vardır. Beyşehir gölünün G.-B. kıyısındaki K u b a d a b a d ’ sarayı, Anadolu Selçukluları dönem inin sanat ta­ rihi açısından en ünlü ve önemli yapıla­ rından biridir. B e y ş e h ir b a r it iş le t m e s i (Etibank), Konya’nın Beyşehir ilçesinin Hüyük bu­ cağında, parça barit üretmek üzere Etibank’a bağlı olarak kurulmuş işletme. 1974'te başlayan Beyşehir barit yatakla­ rıyla ilgili araştırmalarda, bölgede 298 bin tonu görünür, 645 bin ton rezerv o l­ duğu saptandı. Açık ocak yöntemiyle ça ­ lışan işletme, 1982-1990 arası faaliyet gösterdikten sonra, üretimini durdurdu.



B B E Y Ş E H İR g ö lü , antik Karalis, A kde­ niz bölgesinin Antalya bölümü iç kesimin­ de göl; denizden yüksekliği ortalama 1 121 m, yüzölçümü 656 km2 (Türkiye’nin üçün­ cü büyük doğal gölü); genişliği K .’de 15 km, G .’de 25 km; uzunluğu 45 km. Batı Toros sıraları arasında K.-B-G.-D. doğrul­ tusunda uzanan tektonik çukurlukta yer alan Beyşehir gölünün derinliği azdır (K. ve B. kesim lerinde 3:5 m, G. ye D .’d a e n çok 6-7 m). B.’sında ikinci ve Üçüncü Za­ man kireçtaşlarından oluşan Anamas dağ i (2 980 m) bir fay dikliği halinde sarp yamaçlarla yükselir; D.'sunu Miyosen-Pliyosen yaşlı çökellerden (kumtaşı, kong­ lomera, gölsel kireçtaşları) hafif eğimli te­ pelik alanlar çevirir. Tektonik kökenli ol­ makla birlikte, gölün biçimlenmesinde, özellikle B.’da ve G .’de karst süreçleri de rol oynamıştır, içinde irili ufaklı yirm iden çok ada (Mada, iğdeli, Aygır, Keçi ada­ ları vd.) bulunan ve geniş bir beslenme alanı (4 200 km2) olan gölün fazla suları, kenarında Beyşehir kentinin yeraldığı bir gideğenle, bir yandan Suğla gölüne doğ­ ru, bir yandan da göl kıyısındaki düden­ lerle yer altına boşaltılır; bu nedenle su­ ları tatlıdır. Göl yüzeyi ortalama 50 cm ’yi bulan m evsim lik oynam alar (ilkbaharda yüksek, sonbaharda alçak) gösterir. Ba­ zı yıllarda da göl alçalır (19 3 3 ’te 1 m ka­ dar) ya da ortalam a durum a göre 4-5 m yükselerek çevredeki alçak alanları basar. G ideğen üzerinde, aşırı yükselmelerin olumsu-z etkilerini önlem ek ve su depola­ mak için yapılmış bir regülatör vardır. Ve­ rimli bir balıkçılık alanı ve Konya yöresi­ nin sulanmasında kullanılan büyük bir su deposu (regülatör düzeyi altındaki su Beyşehir gölünden bir görünüm



hacmi 2 milyar 715 m ilyon m3) olan Bey1 şehir gölünün kıyıları, doğal güzellikleriy­ le önemli bir turizm alanı olm a yolunda­ dır. BEYT



BEYİT.



B E Y T -E L ("T a n rı’ nın e vi” ). Esk. coğ. Orta Filistin’de İsrail tapınağı. Hz. Süley­ m a n ’ın krallığının bölünm esinden sonra, Kudüs tapınağının rakibi oldu. Günümüz’ deki Beytin yerleşmesi, Beyt-el’in yerinde kurulmuştur. B E Y T E L -F A K İH



BEYTÜLFAKİH.



B E Y T İ, B E Y T İY E sıf. (ar. b e y tv e -i’den beyti, dişi, beytiyye). Esk. Evle ilgili: idare-i beytiye (ev idaresi). B E Y T İG İN L İL E R ya da B E G T İG İN L İL E R , Erbit a tab eyleri de denir, Erbil merkez olmak üzere, yukarı Mezopotam ­ ya 'da hüküm süren tü rk hanedan (? - 1232). Hanedanın kurucusu Zeynettin Ali Küçük bin Beytigin, im adettin Z e n g i’ nin türkm en kom utanlarındandı. Zengi, 1131 yılında ele g eçirdiği Erbil’i hizmet­ leri dolayısıyla ona verdi, ardından M u­ sul naipliğine atadı (1144). Zen g ı’nin ölüm ünden sonra onun ardıllarına bağlı­ lığını sürdürdü ve Erbil, Şehrizor, Hamidiye, Tekrit, Sincar, Musul, Harran kent­ lerine egem en oldu, öm rünün sonlarına doğru, yönetimindeki öteki kentleri Musul atabeyi Kutbettin M evdut’a bırakarak Erb il’e çekildi. Buna karşılık Erbil’in yöneti­ minin, kendisinden sonra ardıllarına g eç­ mesini güven altına aldı. Ardılı Muzafferettin G ökbörü, E rbil’de güçlü komşu devletlerin birbirleriyle anlaşamamaların­ dan yararlanarak 44 yil hüküm sürdü. Er­ kek çocuğu olmadığından ülkesini abbasi halifesine bıraktı. B E Y T İN , Ü rdü n 'de yerleşme, Kudüs’ ün K.'inde, Eski Beyt-el tapınağının yerin­ de kurulmuştur. B E Y T İY E -



BEYTİ.



B E Y T - M İR S İM (tel), Filistin’de yer. A m erikalıların burada yaptıkları kazılar­ da, kentin Babilliler tarafından yıkılması­ na (VI. yy. başı) kadar, birbirini izleyen on yerleşm e katı ortaya çıkarıldı. Hyksoslar dönem iyle (II. binyıl) ve l.-ll. dem ir çağın­ da, Y ahuda krallığının son dönem indeki seram ik sanatı ve özel konutlarla ilgili de­ ğerli bilgiler elde edildi. B E Y T S A Y D A . Esk. coğ. Filistin’te yer, Taberiye gölünün K.-D.'sunda. Tetrarkhos Philippos, Augustus’un kızının onuruna buraya Beytsayda Julia adını vermişti Havarilerden Petrus, Andreas, Yuhanna. Büyük Yakub ve Philippos burada d o ğ ­ muşlardı. B E Y T Ş A N -* BETH ŞEAN. B E Y T -Ş E M E Ş , İsrail'de kent, K udüs’ ün B .’sında. Dokum a ve besin sanayile­ ri. Hava taşıtları yapımı. B E Y T U L L A H a. (ar. beyt ve A lla h ’tan beyt-ul-ISh). Esk. A lla h ’ın evi, Kâbe: "B u m aniden.ki beytullah dirler kalb-i m üm ind ü r " (Fuzuli, XVI. yy.). — İsi. Genellikle mescit ve camiler, özel­ likle Kâbe anlamına kullanılır. —Tasav. insanı kâmilin kalbidir. Çünkü, Tanrı’ nın bütün öteki ad ve sıfatlarını içi­ ne alan Allah adı, insanı kâmilin kalbine tecelli eder. Nitekim, bir hadiste, A llah’ ın şöyle buyurduğu anlatılır: "Yarattığım yer ve göklere sığmadım; ancak m üm in ku­ lum un kalbine sığdım ". B E Y T U R (Ahmet Mithat Bahari), türk şa­ ir (İstanbul, 1880 - ay. y. 1971). Bitlis idadisı'ni bitirdi. Özel olarak arapça, farsça öğrendi. Eyüp Bahariye mevlevihanesi şeyhi Fahrettin D ede’den mesnevi oku .du. M edreseden sınavla icazetname al dı. Öğretmenlik, banka kâtipliği yaptı Hazine-i fünun, Resimli gazete ve Mek tep gibi dergilerde şiirleri, yazıları çıktı, ib rıi Kem al'in B eyan ül-vücut adlı yapıtın Leâli-i, m eâni adıyla türkçeye çevird



(1912). M evlana Celalettin Rumi üzerine yaptığı çalışm alarla tanındı. Tercüme-i risale-i Sipehsâlâr (1915), Sünbülistan şer­ hi (1909), Deste Gül (1927), Divan-ı ke ­ birden seçm e şiirler (2 c. 1959-61), M es­ nevi gözüyle M evlana (1965), M evlana güldestesi (1967) başlıca yapıtlarıdır. B E Y T Û T E T a. (ar. beytutet). Esk. G e­ celeme, geceyi geçirm e. B E Y T Ü L A H Z A N , 1. Y akup Peygam ­ b e rin oğlu Yusuf peygam beri beklediği ev. — 2. Hz. M uham m et’in ölüm ünden sonra, Fatm a’nın babasının özlemiyle O ’ nu anıp sürekli ağladığı evi. B E Y T Ü L F A K İH , Kuzey Y e m en ’de kent, Tiham a’da, Hudeyde'nin G.-D.'sun­ da; 12 000 nüf. Ticaret ve el-sanatları merkezi. B e y t ü lh lk m e (“ Bilgelik evi"), A bbasi­ ler dönem inde kurulan bir tür bilim aka­ demisi. Eski C undişapur akadem isi’ne özenen halife Memuri tarafından Bağdat’ ta kurulan (IX. yy.) Beytülhikm e’nin başlı­ ca amacı, eski yunan bilim ve felsefe ya­ pıtlarının arapçaya çevrilm esini sağla­ maktı. Harunurreşit dönem inde başlayan çeviri etkinlikleri, bu akademinin kurulma­ sından sonra daha da hızlanarak yunan kültürünün önemli kitapları (özellikle Aris­ toteles’Inkiler) arapçaya aktarıldı. Ç evri­ lecek metinlerin önemli bir bölüm ü hali­ fenin isteği üzerine bizans im paratoru ta­ rafından gönderildi. Burada ayrıca gök­ bilimle ilgili araştırmalar da yapıldı. Beytülhikme, M em un’dan sonraki halifelerin bağnazlığı yüzünden önem ini yitirdi. B E Y T Ü L L A H İM , Ü rd ü n 'd e kent, Ku­ düs'ün G .’inde;24 100 nüf.(çoğu hıristiyan). Am arna belgelerinde adı geçen (İ.Ö. XIV. yy.) kent, kral D avut’un yurdu ve incilcilere göre, İsa’nın doğum yeriy­ di. Bugün büyük bir ziyaret yeridir. Nativitas bazilikası, geleneğe göre İsa’nın doğ d u ğu yer olarak kabul edilen m ağa­ ranın üzerindedir; Constantinus’un emriy­ le IV. y y .’da yapılmış, VI. y y.’da Justinianos tarafından değişikliğe uğratılmış ve XII. y y .’ın ortasında haçlılarca onartılmıştır. Güm üş bir yıldızın yerini belirttiği kut­ sal m ağaraya (geleneğe göre İsa bura­ da doğm uştur) girilebilm ektedir. B E Y T Ü L M A L a. (ar. b eyt ve m a l'dan beyt-ül-mal). Esk. 1. Devlet hazînesi. (Bk. ansikl. böl.) — 2. Mirasçısı olm ayan öl­ m üş kimselerin mallarını ve buna benzer kamu mallarını koruyan devlet kuruluşu. — ANSİKL. Beytülmal, bir İslam devletinin elinde toplanan malların bütününü kap­ sayan hazinedir, islamiyetin ilk yıllarında soyut bir anlam da kullanılmış, Halife Öm er dönem inde som ut bir hale dönüş­ müştür. Beytülmal hukuki açıdan iki bö­ lüme ayrılır: Sadaka beytülmalı.Devlet bu­ rada bir emanetçi konum undadır ve söz­ konusu malların tüketimi, şeriat kuralları­ na göre yapılır, ancak belirli sınıflara da­ ğıtılabilirdi. Bunlar yoksullar, Allah uğru­ na savaşanlar, islamın çıkarları için hoş tu­ tulması gereken kişidir. H araç beytülmalı. Bu mal grub u n da m ülkiyet hakkı d ev­ lete aittir. Devlet bu malları genel gerek­ sinimleri gözönünde tutarak harcar ve bu harcam alardan kaynaklanan bir mali so­ rum luluğu yoktur. Dört halife döneminin sonlarına doğru, beytülmal ile ilgili divanlar kuruldu; vila­ yetlere de bu görevleri yürüten m em ur­ lar atandı. Emeviler ve A bbasiler dönem inde de uygulanan beytülmal sistemi, bazı deği­ şikliklere uğramakla birlikte, 1908 yılı tem­ m uz ayına dek O sm anlılar’da da sürdü. Bu tarihten sonra bu görev mal m em ur­ larına verildi. B E Y T Ü L M A L C I a. (ar. beyt-ül-m al’ dan). Esk. Devlet hazinecine bakan. — Kur. tar. -* O CAK* BEYTÜLMALCISI BEYTÜŞŞEBAP, G üneydoğu A na­ d o lu b ö lg e s in d e , Ş ırnak iline b ağ lı ilçe,



bez 18 156 nüf. (1990); 29 köy. Merkezi Şırnak'ın 66 km K.-B.’sında Beytüşşebap 4 253 nüf. (1990). B E Y Y A O (EL-), esk. G e ry v ille , sonra e l-B e y e d , Cezayir’de kent, cebel A m u r’ un eteğinde, Yüksek ovalar’ın kenarında; 38 000 nüf. 1852’de Uled Sidi Şeyh (Veled Sidi Şeyh) kabilesini gözetlem ek için kurulan askeri karakol. B E Y Y İN sıf. (ar. beyyin). E s k .t. Açık, belli. — 2. Beyyin-ül-hilaf, açıkça görülen hata. || Beyyin-üs-sadakat, açıkça görü­ len doğruluk. B E Y Y İN A T çoğ. a. (ar. b e yyin e 'nin çoğl. beyyinât). Eşk. Kanıtlar, deliller; apa­ çık görülen şeyler. — isi. huk. Gerçeği ortaya çıkaran kuvvetli deliller. (İslam muhakeme hukukunda de­ liller: şahitlik, yemin ve yemin etmekten kaçınmadır. Senedin kesin delil olması, koşullarına uygun düzenlenmiş olmasına bağlıdır.) B E Y Y İN E a. (ar. beyyine). Esk. Delil, ka­ nıt; tanık: Beyyine-i adile (doğru tanık). || B eyyine külfeti, İSPAT* YÜKÜMLÜLÜĞÜ’ nün eşanlamlısı. B e y y in e s u r e s i, Kuran'ın 98. suresi. 8 ayettir. M ekke’de inmiştir. Sure, adını “ açık ve kesin kanıt" anlamına, ilk ayet­ te geçen “ el-beyyine" sözcüğünden al­ mıştır. Surede, kendilerine açık ve kesin kanıt (Kuran ve Hz. Muhamm et) gelm e­ sine karşın, inkârcılıkta direnen ve ayrılı­ ğa düşen kitap ehli (museviler ve hıristiyanlar) ile putataparlar kınanır. Onlara, inançsız “ kötü ya ratıkla rın ahiretteki son­ suz cezaları; inançlı "iyi y a ş a y a n la rın sonsuz m utlulukları hatırlatılır. B E Y Y İN E N be. (ar. b e yyin 'den beyyinen). Esk. Apaçık bir biçim de, açık ça. B E Y Z a. (ar. beyz). Esk. 1. Yumurta. — 2. Kuşun yumurtlaması. — 3. At, eşek ve benzeri hayvanların ayaklarında görü­ len yum urta biçim indeki şişlik. B E Y Z A sıf. (ar. b eya z’dan beyza). Esk. 1. Bembeyaz, apak. — 2. Gümüşten ya­ pılmış. — 3. Ay ışığıyla parlamış. ♦



a. Çöl, sahra.



B E Y Z A ya da B E Y Z E a. (ar. beyza). Esk. 1. Yumurta, yum urta biçim inde olan şey. — 2. Husye. — 3. Miğfer, çelik baş­ lık. — 4. Beyza-i Anka, Anka kuşunun yu­ murtası; elde edilmesi imkânsız şey. || Beyza-i İslam, İslam ülkesi. || Beyza-i surh. kırmızıya boyanmış paskalya yumurtası. || Beyzat-üd-dik, horoz yumurtası; bulun­ ması g üç şey. j| Beyzat-ül-âteşin, beyzat -üs-subh, beyzat-üz-zer, güneş. || Beyzat -ül-haki, dünya. || Beyzat-ül-harr, beyzat -üs-sayf, yaz sıcağı, sarı sıcak. \\ Beyzat -ül-htdır, örtülü güzel kadın. —Hat. Tuğranın solundaki yuvarlak bö­ lüme verilen ad. (Yumurtaya benzediğin­ den bu adla anılır. Tuğrada, padişahın ki­ min oğlu o lduğuna işaret eden " b in " sö­ zünün yazılış biçim idir. Bazen dal harfi, bazen de yalnızca tuğrayı tam amlayan işaretler bu biçimi alır.) B E Y Z A (EL-), L ib ya ’da il merkezi kent S irenayka'da, Cebel A h d a r’ın eteğinde; 58 800 nüf. B E Y Z A , İran'ın Fars eyaletinde, Şiraz kentinin K.-B.’sında ilçe. Merkezi Erdekân olduğundan bu adla da anılır. Buğday, süt ve süt ürünleri. İslam dünyasında bu adı taşıyan birkaç kent vardı. Gene Fars ayeletinde, Şiraz’ ın K .’inde ve istahr'ın B .’sındaki bunların en ünlüsüydü. Eski adı Neşa olan bu ken­ te, beyaz kalesinden ötürü İranlIlar D/y ya da D izi isfîd (beyaz kale), A raplar ise be­ yaz anlam ına gelen el-Beyza diyorlardı. Zam anında istahr büyüklüğünde olan bu kentin yerinde günüm üzde aynı adı taşı­ yan bir köy bulunur. Ünlü müfessir Beyzavi ve birkaç ünlü kişi de bu kentten ye­ tişmiştir.



B E Y Z A , ar a l-B a yd a , Ü rdü n ’de, Ölü deniz'in yaklaşık 60 km güneyinde, Ür­ dün platosunu sınırlayan dağların eteğin­ de yer alan tarihöncesi dönem yerleşme­ si. Bir am erikan kazı heyeti burada, çanak-çöm lek öncesi yenitaş dönem ine (I.Û. VII. bin yıl) ait bir köyün kalıntılarını ortaya çıkardı. En eski tabakalarda, taba­ nı "k ire ç " badanalı yuvarlak konutlar var­ dır. Daha sonraları, yanında bir avlu bu­ lunan, tek odalı, dikdörtgen konutlar or­ taya çıkar. Üst tabakalarda çok iyi korun­ muş evlerse uzun bir dikdörtgen biçimin­ dedir. Giriş, kısa kenarların birinin ortasındadır. iç mekân, ortalarında birer açıklık olan iki kalın bölm e duvarıyla, karşılıklı üç çift odaya ayrılır. Asıl oturm a mekânları, b üyük bir olasılıkla üst katta bulunuyor­ du; zemin kattaki odalarsa aile atölyeleri olarak kullanılıyordu. "K ire ç" badanalı ta­ banı kırmızı boyalı şeritlerle bezeli, m er­ kezi bir ocağı bulunan büyük bir konut, belki de ortaklaşa kullanılan bir m ekân­ dı. Kömürleşmiş bitki kalıntılarından ,Beyza ’da yaşayanların, bazı tahılları (arpa, buğday) ilkel bir biçimde ürettikleri ve çok sayıda yabanıl bitkiyi (antep fıstığı) topla­ dıkları anlaşılmıştır. Büyük bir olasılıkla ke­ çi daha o zam andan evcilleştirilmişti. Kafataslarına özel bir işlem uygulanan ölü­ ler, büzülmüş bir vaziyette, evlerin taba­ nı altına göm ülüyordu. B E Y Z Â a. Müz. Türk m üziğinde, XVIII. yy.’dan önce kullanılmış bir makam. Gü­ nümüze ulaşabilmiş örneği yoktur. B E Y Z A B A Z a. (ar. beyza ve fars. baz' dan beyza-bâz). Esk. Yumurta ya da yu­ murta biçimli cisimlerle gözbağcılık oyun­ ları yapanlara verilen ad. (Bir sopa üze­ rinde yumurtayı aşağı yukarı oynatmak, yumurtaları kaybetm ek, beklenm edik bir anda ortaya çıkarm ak vb. biçim inde hü­ nerler gösterirlerdi.) B E Y Z A D E a. (bey ve fars. zâcte'den). 1. Esk. Bey oğlu. — 2. Soylu ya da köklü bir aileden gelen kimse. — 3. Nazlı büyütül­ müş kimse: Beyzadem bug ü n ne yem ek ister? — Kur. tar. Prens unvanıyla Eflak ve Boğdan'beyliklerine atanan Fener beylerinin erkek çocukları için kullanılan bir deyim. B E Y Z A D E , türk halk şairi (XVII. yy.).Yaşamı hakkında bilgi yoktur. Âşık Ö m er’in Şairname adlı şiirinden Bursa’da d o ğ d u ­ ğu, S u n în in bir şiirinden onunla aynı yüz­ yılda yaşadığı anlaşılmaktadır. BEYZADE Beyzade.



MEHMET



4



MEHMET



B E Y Z A D E L İK a. Soyluluk. B E Y Z Â R E a. (ar. beyzâre). Esk. Çırpı­ cıların kullandığı değnek ya da tokmak. —ANSİKL. Beyzâre, yazmaları renklerinin sabitleşmesi için denize batıran çırpıcılar tarafından kullanılırdı. Bununla kumaşın tüm üyle denize batma6i ve her yanının tuzlu suyu emmesi sağlanır, kumaş alt üst edilirdi. Bez dokunacak iplik çilelerini aç­ mada da kullanılırdı. Çile silkelenip bir ko­ la geçirilir, ortasına beyzâre'yle hafif ha­ fif vurularak karışmış ya da birbirine ya­ pışmış iplikler açılırdı. B E Y Z A V İ sıf. (ar. beyza ve fars. -/'den beyzavî). Esk. Yum urta biçim inde, oval. B E Y Z A V İ (Abdullah bin Ömer), iranlı şafii hukukçu ve tefsirci (Beyza ? - Tebriz 1286 ya da 1292). Köklü bir öğrenim g ö ­ rerek bir süre Şiraz’da kadiülkudat (başkadı, kadılar kadısı) olarak görev yaptı. Tefsir, fıkıh, kelam ve dilbilgisi konuların­ da yapıtlar kalem e aldı. En ünlü yapıtı, Envâr ût-tenzil ve Esrâr üt-te'vil adlı Ku­ ran tefsiridir. Zem ahşeri’ nin Keşşaf adlı yapıtından yararlanarak yazdığı bu tefsi­ ri, İslam dünyasında çok tutuldu ve hak­ kında birçok şerhler kaleme alındı. Bu ya­ pıtı dışında, fıkıhla ilgili M inhâc ül-vusûlilâ ilm il-usûl, dilbilgisiyle ilgili L üb b ül-iübâb fî ilm il-i "râb, kelamla ilgili M isbâiı ül -ervâh, Hz. Â d e m ’den 1275’e kadarki



olaylardan söz eden farsça Nizâm üt-tevarih adlı bir de tarih yapıtı vardır.



T601



B E Y Z A V İ(A bdullah bin Ömer EL-),iranlı şair (Beyza, Şiraz - Tebriz bölgesi ? - Teb­ riz 1286 ya da 1316). Şiraz kadılığı yaptı. E nvar üt-tenzil ve esrar üt-te'vil adlı kita­ bında Kuran'ın arapça bir tefsirini yazdı. B E Y Z B O L a. (ing. base-ball'dari). Bir to p ve bir sopayla oynanan ve her oyun­ cunun topa vurduktan sonra aşm ak zo­ runda olduğu yolun kazıklarla belirlendi­ ği bir spor türü. — ANSİKL. Her takım da dokuz kişi vardır. Bir takımın atıcısı top fırlatır, öteki takımın oyuncusu (vurucu), to p yeniden ilk fırla­ tan takımın eline geçinceye kadar kazık­ ları aşabilmek andacıyla, topu sopasıyla gücünün yettiği kadar uzağa gönderm e­ ye çalışır. Birbirini izleyen atıcıların ger­ çekleştirdikleri tur sayısı, oyunu kazanan takımı belirler. Kriketten ve avcı topundan türeyen bu oyun A B D ’de (XIX. y y.’ın baş­ larında bu ülkede ortaya çıkmıştı) büyük ilgi görm ektedir ve 1945’ten başlayarak Ja po n ya 'da da yaygınlaşmıştır. B E Y Z E - * BEYZA. B E Y Z İ sıf. (ar. beyz ve /'den beyzi). Esk. Yum urta biçim inde, oval. B E Z a. 1. Bezayağı örgüsüyle pamuk ya da bitkisel elyaftan dokunan kumaş: Şile bezi. Rize bezi. Am erikan bezi. K aput b e ­ zi. (Bk. ansikl. böl.) — 2. Her türlü d oku ­ m aya verilen ad — 3. işlevine göre ele alınan kumaş parçası: Ç ocuk bezi, el b e ­ zi, y e r bezi, toz bezi, sargı bezi vb. — 4. Bez bağlamak, altlarını kirleten hastaların ve bebeklerin altına bez koyup sarmak. — Bes. san. ikinci sınıf ya da çıkm a deni­ len pastırma türlerinden biri. —Ciltç. Cilt bezi, cilt kapaklarının kaplan­ masında kullanılan keten ya da yapay ip­ likten dokunm uş bez. — Çoc. bak. Bez takımı, bebeklerde su geçirm ez külot yerine kulanılan naylon bağla, emici bir tabakadan oluşan ve kul­ lanıldıktan sonra atılan çocuk bezi takımı. — Kad. hast. Â d e t bezi, âdet zamanında dışa karşı koruyucu olarak kullanılan, emi­ ci pam uk ya da bez. — Polim. Kalıplamadan sonra eşeksenli iki metal maçayı, iki plakayı ya da bir plaka ile kalıbın karşıt çeperini ayıran ve daha sonra açık bir kanal oluşturm ak için ko­ parılan ince (m ilim etrenin onda birkaçı) pelikül. — Teknol. Elek bezi, kıtık, jüt ya da ipek­ ten dokunan ve elem e işlerinde kullanı­ lan dokum a. —Tekst. A dana bezi, pam uk ipliğiyle d o ­ kunan bir tür astarlık bez. || Am balaj, tor­ ba, çuval bezi, keten kıtığından, jütten, ki­ mi kez de pam uktan ya da sentetik elyaf­ tan yapılan ve bazen kaba bir şekilde vis­ kozla karıştırılarak dokunan bez. || İngiliz bezi, ağartılmış ketenden dokunan ve cilt­ çilikte kullanılan bez. || Şilte bezi, pam uk ya da ketenden dokunan kalın ve sıkı bez. ♦ sıf. Bezden yapılmış şey için kulla­ nılır: Bez cilt. Bez bebek. — M obc. Bez yatak, üzerine kayışlar ya da bez gerilmiş, X biçim inde iki çapraz çerçeveden oluşur. (Bez yatak, “ ipli" ya­ tak ve genellikle " d ip tahtası geçirilm iş" yataklar gibi somyalı yataklardan önce or­ taya çıkmıştır.) — Oto. Bez kuşak, bazı tip klasik dış las­ tiklerin arm atürünü oluşturan kumaşların tümü. — Reklamc. Bez ilan, bir bez üzerine, bü­ yük harfler ve m otiflerle hazırlanan rek­ lam panosu. (Pano, dört köşesinden g e ­ rilerek yerel yönetim in izin verdiği, g örü ­ lebilir yerlere asıldığı gibi, yine gergin ve görülebilir biçim de uçaklardan dalgalan­ m aya da bırakılabilir.) — ANSİKL. Eskiden yalnız bitkisel liflerden, özellikle keten elyafından bezayağı örgü biçim inde dokunan kumaşlara “ bez" de­ nirdi. Günüm üzde bezayağı örgüyle d o ­ kunan çok sayıda kumaşa, genellikle pa-



beyzbol atıcıdan gelen topu en uzağa göndermeye hazırlanan vurucu



bez muklu dokum alara bez adı verilir. En ha­ fifi organdi, en ağırı b randa bezidir; 8 sık./cm ile 140 sık./om arasında değişen bu bezler, terbiye ve apre işlemlerinden geçirildikten sonra kullanıma hazır d uru ­ ma getirilir ve değişik adlarla anılır: organ­ di, muslin, nansuk, perkal, merserize, şantug, şintz, kreton, patiska, hasse, p o p ­ lin, otoman, lavn, tarlatan vb. Keten bezlerine ilk kez Mısır'da, giysi parçaları ve m um ya sargıları biçim inde fi­ ravunlar dönem inden kalan m ezarlarda rastlandı. İ.Ö 3000-2500 yıllarına ait en eski pamuklu bez örnekleriyse H indistan’ da bulundu. Yazıtlara göre İ.S. VII! ve XIII. yy.’lar arasında U ygurlar’ ın keten, özellikle pamuklu dokumaları o dönemin çin ipeklileriyle yarışacak düzeydeydi. Selçuklular dönem inde, A n a do lu'd a çe­ şitli dokumaların yanında, pamuklu bez­ ler de önemli bir yer tutuyordu. Beylikler dönem inde Tokozlu (bugün Denizli) be­ zi, A na do lu ’yu gezen yazarların hayran­ lıkla sözünü ettiği bir dokumaydı. Osmanlı devletinde Kanuni dönemi güm rük kayıt­ larında adı geçen Trabzon keten bezi, en gözde dokum alardan biriydi. Gerçekten bu kez kenevir elyafından dokunan Rize beziydi; ne varki dışsatımı Trabzon lima­ nından yapıldığı için kayıtlarda Trabzon bezi olarak geçer. Saray belgelerinde, padişahın iç çamaşırlarının bu bezden ya­ pıldığı kaydedilir. Ayrıca, Trabzon keten bezinin 1885 Paris fuarı’ nda derece aldı­ ğı kayıtlarda yer alır. 1600-1640 arası narh defterlerinde yer alan değişik nite­ likte birçok bez arasında şunlar sayılabi­ lir: İstanbul'un üskülü bezi, Sinop bezi, Ereğli bezi, A kşehir'in pem be bezi, Bey­ şehir bezi, Soma bezi, Edremit bezi, Na­ zilli bezi, Akhisar bezi, Dram a bezi, M e­ nemen bezi, Boğazhisar bezi, Rumeli be­ zi. Öte yandan çit bezi, tülbent, bürümcük, kirpas (yelken kirpası ve çadır kirpası) adı altında çok değişik nitelikte bez dokum a satan tüccarlara bezzaz, bu dokumaların satıldığı kapalı çarşılara da bezzazistan (bedesten) denirdi. Bu bezler 1850 yılına dek tezgâhların­ d a dokunurdu. Türkiye’de ilk pamuklu dokum a fabrikası 1850 yılında İstanbul’ d a Bakırköy’de kuruldu. Bunu Çukurova (1888) ve Cumhuriyet dönemine kadar İz­ mir, İstanbul,'Mersin’de üretime başlayan d iğer fabrikalar izledi. Bugün yurdum uz­ da kamu ve özel kesime ait ço k sayıda pamuklu bez fabrikası vardır. M etal bezler, çoğunlukla dem ir ya da bakırdan yapılır ve öteki bezler gibi iki gücülü bir dokum a tezgâhında dokunur. A ncak çözgü telleri ço k seyrektir ve atkı telleri tefe tarafından daha gevşek atılır. Bu bezler pencereleri donatm ada, elek, filt­ re ve katalizör taşıyıcıları yapım ında, g ü ­ venlik lambalarını korumada kullanılır. Bu son uygulam anın metal bezlerin yanıcı



1602



Theodore de Beze XVI. yy, sonunda yapılmış tablo ressamı belli değil Protestanlık kitaplığı, Paris



Asım Bezirci



bir bez kesiti (dışsalgı ve içsalgı yapan pankreas) oklar metabolitlerin izlediği yolu gösterir



0 hücreleri (ensülin)



içsalgı: Langerhans adacıkları



4



*



-•



damarlar |



-M







V §



atardamar ve toplardamar



£ *• ;



îostsı ■»



,



i



* İli



'.



• salgı hücreleri (dışsalgı)



gazları geçirm esine rağm en alevleri he­ men hemen tümüyle tutma özelliklerinden kaynaklanır. Öte yandan Davy lambası d a aynı özelliğe dayanır. B E Z a. (ar. b e y z ’den). Hücreleri salgı üreten organ. — Bot. Salgı bezi, salgı çıkaran organ. (Bk. ansikl. böl.) || Dış salgı bezleri, salgı çıkaran tüycûkler. |j iç salgı bezleri, salgı çıkaran keseler. — Nörol. Bez ağrısı, lenf bezlerinde orta­ ya çıkan ağrı. (Eşanl. A D E N A LJİ.) — Patol. Bez takımı, aynı gruptan lenf bez­ lerinin tüm ünün iltihaplanıp şiştiği adenopati çeşidi. — A N S İK L. Anat. ve Fizyol. Bezler ikiye ay­ rılır: dışsalgı bezleri ve içsalgı bezleri. Sal­ gılarını bir kanal ya da bir boşluk yoluyla boşaltan bezlere dışsalgı bezi denir (özel­ likle tükürük ve bağırsak bezlerinin duru­ mu böyledir; bunların çalışması basittir ve nörovejetatif sistemin denetimi altındadır); horm on denen salgılarını doğrudan d oğ ­ ruya kana veren bezler de içsalgı bezi' dir. Bunların çalışması hipofize ve onun aracılığıyla hipotalam usa bağımlı ve kar­ maşıktır. Bu çeşit bezler pek çoktur ve bü­ yüm e, sindirim, sinir sistemi, cinsel işlev­ ler, vb. konusunda önemli rol oynarlar. Karaciğer, böbrek, pankreas, yumurtalık, erbezi gibi bazı organlar aynı zam anda hem dışsalgı ve hem içsalgı bezi olarak çalışır. — Bot. Bitkilerde çeşit çeşit salgı bezi var­ dır: anthocerotales takım ında (yosunlar) mukus ya da helme çıkaran bezler, taşkırangillerde kalker çıkaran bezler (su gözenekleri kalsiyum karbonat asitince zengin bir sıvı salar), etçil bitkilerde sin­ dirim bezleri (bunlar protein eritici enzim ­ ler çıkarır ve aynı zam anda emme orga­ nı olarak da görev yapabilirler), tuz bez­ leri (bunların karmaşıklığı çok çeşitlidir: staticelerde fazla, spartinelerde az; tuzcul bitkilere özgü olan bu bezler tuz çıkarır). B E Z Â D İ a. (ar. b e z a d i). Esk. Maviye ça­ lan renkte değerli taş; küçük yakut. B e z a e (codex), V. y y .’ın önemli elyaz­ ması; incil’in ve Resullerin işleri’nin met­ nini içerir; yunanca m etnin karşısında latince metin yer alır. B e z a t h a ya da B e t h e s d a , İsa zam a­ nında K u d üs’te, tapınak alanının kuze­ yinde yer alan havuz; suyunun mucizemsi bir etkisi olduğuna inanılırdı.



nin, öteki örgülerle dokunacak kumaşlar­ dan daha fazla alınması gerekir. Atkı ve çözgü kenetlenmeleri eşit sayıda oldu­ ğundan, kumaşın her iki yüzü de aynı gö­ rünümdedir. Dayanıklılığı ve en düşük ip­ lik sıklığına sahip olması nedeniyle tüm tekstil dallarında, çok yönlü olarak kulla­ nılmaktadır. (-> Kayn.) B E Z B A R U A (Laksmi nath), assamlı ya­ zar (Barpeta 1868 - Dibrugarh 1939). Şa­ ir, romancı, denem eci, oyun yazarı, ga­ zeteci ve eleştirmen. Assam edebiyatının öncüsüdür. Yapıtlarında köy ve kasaba yaşamını yansıtır. B E Z B O R O D K O (Aleksandr Andreyeviç, p rens — ), rus devlet adamı (Gluhovo, Ukrayna, 1747 - Petersburg 1799). 1780'den başlayarak Yekaterina ll’nin dışişleri kurulu üyeliğini yaptı, onun dö­ nem indeki başlıca görüşm eleri yönetti: Türkler ile Ruslar arasında imzalanan Yaş antlaşması (1792), P olonya’ nın paylaşıl­ ması (1795). Pavel I kendisine prens un­ vanını verdi (1797). B E Z D A R a. Otçulların m idesinde ve ba­ ğırsaklarında bulunan m ineral yumrusu. (Atta oldukça iri olabilen bezdarın, eski­ den, panzehir ve tılsım görevi yaptığına inanılıyordu.) B E Z D İR İC İ sıf. insanı bezdiren, usan­ dıran, sıkan şey için kullanılır: Uzun, bez­ dirici b ir konuşma. B E Z D İR İL M E K B E Z D İR M E K -



B EZM EK BEZM EK.



B E Z E a. 1. Yoğurulan ham urdan, kulla­ nılmak üzere ayrılan küçük topak; pazı. — 2. Yum urta akı ve pud ra şekeriyle ya­ pılan çok hafif, bir tür kuru pasta. (Bk. an­ sikl. böl.) — 3. insan ya da hayvan vücu­ dunda oluşan küçük şişlik, ur. —Seram. Seramik hamuru içinde erim e­ den kalmış parçacıklar. (Bezeli ham ur ile tornada biçim lendirilen seram ikler kuru­ ma ve fırınlama sırasında çatlar, bozulur.) — A N S İK L . Başlıca bezeler, "pişirilm iş” beze (yumurta akı ve şeker şurubu ateş­ te çırpılır, sonra fırında pişirilir); "İs v iç re ” bezesi (yumurta akı çırpılır, üzerine şeker eklenir, fırında pişirilir) ve “ İtalyan" beze­ sidir (çırpılan yum urta akının üzerine pi­ şirilmiş şeker dökülür). "P işirilm iş" beze kuru pasta ya da kremalı pasta biçim in­ de olabilir, ayrıca N orveç omleti, kremalı bisküvi gibi hafif yiyeceklerde kullanılabi­ lir.



B E Z A Y A Ğ I a Tekst, iki gruba ayrılan çözgü ipliklerini (tek ve çift sayılı), atkı­ ları art arda atm ak için almaşık biçim de ■ B E Z E (Thöodore DE), protestan yazar ve tanrıbilimci, C alvin'in başlıca yardım ­ indirip kaldırarak elde edilen dokum a ör­ cısı (Vezelay 1519 - Cenevre 1605). Ön­ güsü. ce Lozan’da yunanca öğretmenliği, 1558’ — A N S İK L . Bezayağı, dokum a kumaşlar­ deyse C enevre’de tanrıbilim öğretm enli­ d a kullanılan tem el örgülerden en eski, ği ve papazlık yaptı. Protestan davasının basit ve çok kullanılanıdır. Örgü raporu, savunucusu olarak birçok diplomatik gö­ iki çözgü ve iki atkı ipliğinden oluşur. En rev aldı; Calvin'in ölüm ü üzerine (1564), az iki çerçeveyle dokunabilir. Yanyana iki onun yerine Cenevre akademisi rektörlü­ çözgü ipliğinden biri, ötekinin aksine ağız­ ğüne getirildi ve Reform’un önderi olarak lık açar. Birinci atkıda tek sayılı çözgüler göründü. Olağanüstü girişim ciliği, kalem yukarıdaysa, ikinci atkıda çift sayılı çöz­ tartışmalarındaki ustalığı ve C enevre’de­ güler yukarıdadır, iki çözgü ve iki atkıdan ki veba salgınında gösterdiği çabayla dik­ sonra, bağlantılar aynı şekilde devam kati çeken Th. de Beze, eski yazarları ör­ eder. Bu, dokum a örgüleri içinde en kü­ nek almak, ama taklit etm em ek gerekti­ çü k rapor sayısıdır. Bağlantı noktalarının ğini ileri sürerek edebiyat alanındaki Rö­ fazla olması, ipliklerin kaymasını engelle­ nesans hareketini başlattı. Çok sayıda diğinden, dayanıklılığı öteki örgülerle do­ fransızca ve latince yapıtı vardır: Abrakunanlardan daha fazladır. Dokunması sı­ ham sacrifiant (1550), adlı trajedisi giriş rasında iplikler ve ipliklere hareket veren ve koroların yer aldığı bir misterdir. De hamekanizma çok hareketli olduğundan, ip­ ereticis a çivili m agistratu puniendis'te liklerdeki sürtünm e ve kopm a oranı, öte­ Castellion’a karşı dinsel hoşgörüsüzlüğü ki örgülere oranla fazladır. Bu nedenle savunur. Reforma gerçek bir bağlılık ör­ genellikle dört çerçeveyle dokunur. Çöz­ neği olan Histoire ecdesiastique des Eggü sıklığının fazla olduğu kumaşlarda da­ lises reform ees d u royaum e de F rance1 ha fazla çerçeveyle de çalışılabilir. Aynı ın (1580) yazılmasını yönetti. numara ipliklerle dokunm uş kumaşlarda, bezayağı örgüde atkı ve çözgü sıklıkları, B E Z E K a. {b e z e m e k te n). Bir şeyi süs­ öteki örgülerle dokunanlardan daha az­ lemek, güzelleştirm ek içirt eklenen öğe; dır. Buna karşın ipliklerin kumaş içerisin­ bezen, bezeme, süs, ziynet. deki kıvrımları fazla olduğundan, bezaya­ B E Z E K Ç İ a. Süsleme sanatıyla uğraşan ğı örgülü kumaşların mekanik daralması, kimse. öteki örgülerle dokunm uş kumaşlardakinB E Z E K L E M E K g. f. Bir şeyi bezekle den daha fazladır. Bu örgüyle istenen en­ süslemek. de kumaş dokunabilm esi için, tarak eni­



bezirgân B E Z E K L İ sıf. Üzerinde bezekleri olan; bezenmiş, süslenmiş. B E Z E K L İK . Tar. coğ. D. Türkistan’da, Koço kentinin hemen K.’inde, M urtuk va­ disinde yer. Burada U ygurlar dönem in­ den kırk buddha tapınağı vardır. Tapınak­ ların duvarları uygur buddhacı resim sa­ natını yansıtan örneklerle kaplıdır. Bu re­ simler VIII.-XIII. yy.Tar arasına tarihilendi­ rilir. B E Z E L a. (fr. bezet). Kuyumc. Bir değerli taş ve özellikle pırlanta yıldızının alt yanın­ da açılan üçgen biçim inde façeta.



♦ Proteinli bezelye. Bahçe bezelyesinin bir başka çeşididir; protein oranı yem bezelyesininkinden yüksek olduğu için tane­ si için yetiştirilir. — Mutf. Karbonhidrat ve protein yönün­ den çok zengin bir besin m addesi olan bezelyede, A, B ve C vitaminleri bulunur. Yeşil kabuklarıyla birlikte yenen, küçük ta­ neli sultani bezelyeden ve iri taneli araka cinsinden, çeşitli etli ve zeytinyağlı yemek­ ler yapılır, bazı et yem eklerinde garnitür olarak yararlanılır. B E Z E M E a. 1. Bezemek eylemi. — 2. Süsleme, bezek.



B E Z E L E M E K g. f. H amuru topaklara ayırmak.



B E Z E M E C İ a. Süsleyen, bezeyen kim­ se.



B E Z E L E M E K g. f. Pastac. Bir tatlıyı ya da pastayı kısa bir süre için fırına sürm e­ den önce, üzerini dövülm üş ve şeker ka­ tılmış yum urta akı tabakasıyla kaplamak.



B E Z E M E K g. f. B ir şeyi (b ir şeyle) b e ­ zemek, onu (o şeyle) kaplam ak, donat­ mak, süslemek; tezyin etmek: Bahar, kır­ ları çiçeklerle bezemişti. —Güz. sant. Bir yapıyı ya da her türden eşyayı, çeşitli motiflerle süslemeye yöne­ lik olarak yapılan çalışma.



B E Z E L İ sıf. Bezenmiş olan, süslü. ■ B E Z E L Y E a. 1. Sebze ve yem bitkisi olarak yetiştirilen bitki. (Bil. a. Pisum sativum; kelebekçiçekligiller familyası.) [Bk. ansikl. böl.] — 2. Bu bitkinin tohumu. — Bot. Araka bezelyesi, taze ya da kuru yenen taneleri için yetiştirilen yerli bezel­ ye çeşidi. || Kırık bezelye, kabuğu soyu­ larak ikiye ayrılmış kuru bezelye. || K oku­ lu bezelye, kokulu m ürdüm ük (Lathyrus odoratus). || Sultani bezelye, yalnız kör­ peyken taneleriyle birlikte yenen yeşil ba­ dıçları için yetiştirilen yerli bezelye çeşi­ di. || Tavşan bezelyesi, adi m ürdüm ük (Lathyrus sativus). || Yalancı bezelye, gazelboynuzu (Lotus cornuculatus). || Yem bezelyesi, otu ve tanesi için hayvan yemi olarak yetiştirilen bezelye çeşidi. || Yum­ rulu bezelye, fındık lezzetinde kök yum ­ ruları yenen m ürdüm ük türü (Lathyrus tuberosus). — El sant. Bezelye bağlam a, NO HUT" B A Ğ L A M A ’nın e şa n la m lısı.



— Mutf. Bezelye bastısı, sultani bezelye ve kuşbaşı etle yapılan bir tencere yemeği. || Bezelye unu, kurutulmuş bezelye tane­ lerinin öğütülm esiyle elde edilen un. (Be­ sin değeri yüksek olduğundan çocuk ma­ m alarına katılır. Ç orba yapm ak için de kullanılır.) —ANSİKL. Protein ve nişastaca zengin iri taneli bir bitki olan- bezelye çok eskiden beri Avrasya’da yetiştirilir. Bahçe bezel­ yesi taze ve kuru olarak türetilir. Taze be­ zelye tam olgunlaştığı sırada toplanır ve içi (tane bezelye) çıkarılarak olduğu gibi kullanılır ya da konserve yapılarak tüketi­ lir; kuru bezelye ise, tam olgunlaştıktan sonra toplanır, kuru sebze olarak kullanı­ lır. Bahçe bezelyelerinin pek çok çeşidi vardır: kimisi çok bodur ya da yarı bodur­ dur; kimisiyse çok dallı ve yüksektir, he­ reklerle desteklenmeleri gerekir (sırık be­ zelyesi). Tümü yenen bezelyeler de var­ dır; tazeyken badıcında parşömen taba­ kası bulunmayan bu bezelyeler tüm üyle yenebilir. Bezelye tohum la üretilir ve ılı­ m an nemli bir iklim ister. Yetişme süresi, ekim tarihine göre iki b uçuk ayla dört ay arasında değişir. Taze bezelye, taneleri henüz körpe, tatlı ve yum uşakken topla­ nır. Bunlardan iç bezelye halinde sebze olarak hemen tüketilecek olanlar elle to p ­ lanıp iç bezelye haline getirilir, konserve yapılacak olanlar makineyle toplanır (sa­ nayileşmiş ülkelerde). Makineli hasat baş­ ladıktan sonra bezelye üretimi daha da yaygınlaşmıştır. Konservelik bezelyede verim ortalama 4,5 t/ha'dır ve taze bezel­ yede bu 6 t/ha ’ya ulaşabilir. • Kırık bezelye. Bazı bezelye çeşitlerinin işlenmesiyle elde edilir. Tam olgunlaştık­ tan sonra toplanan bezelyelerin tane ka buğu m akinelerle çıkartılır, böylece çıp­ lak kalan tane ikiye ayrılır. • Yem bezelyesi. Bahçe bezelyesinin bir çeşidi olan yem bezelyesi yeşil yem ola­ rak kullanıldığı gibi (gerekirse ambarlanır) tane olarak da hayvanlara yedirilir Bu çe­ şit bezelyeler genellikle bitkiye herek öde­ vi görecek bir tahılla birlikte yetiştirilir.



♦ bezenm ek edilg. ve dönşl. f. Beze­ m ek eylemine konu olmak, ya da kendi­ ni bezemek, süslenmek: Sofra güllerle be­ zenmişti. Süslenip bezenip gelmiş. ♦ bezetm ek ettirg. f. Süsletmek, d o ­ nattırmak. B E Z E M E L İ sıf. Süslü, bezekli, dekora­ tif. B E Z E N a. (bezem ek1ten). Süs, bezek. B E Z E N L İK a. Süs, ziynet. BEZENM EK



BEZEM EK.



BEZETM EK



■> BEZEM EK.



B E Z E Y İC İ a Bir yeri bezeyen, süsleyen kimse. B E Z E Y İŞ (Şadan), türk ressam (Adapa­ zarı 1926). İstanbul Devlet güzel sanatlar akademisi resim bölüm ü’nü bitirdi (1951). Hikmet Onat, Cemal Tollu, Nurullah Berk ve Bedri Rahmi E yuboğlu’nun öğrencisi oldu. Roma Güzel sanatlar akadfemisi’nde ve Roma Heykel ihtisas a ka d e m is in ­ de öğrenim gördü(1954). İstanbul Teknik üniversitesi’nde tem el tasarım dersleri verm eye başladı (1955). İstanbul O pera­ sı sanat yarışması’nda üçüncülük ödü lü ­ nü (1968), Devlet resim ve heykel sergi­ s in d e başarı ödülü’nü kazandı (1975). İlk resimleri, G rom aire’in etkisi altındadır. 1950Tİ yıllarda yaptığı soyut resimlerinde görülen, biçimi aşırı ö lçüde parçalam a eğilimi, bazı İtalyan fütüristlerinin mekanik düzen kurgusunu andırır. 1970’ten son­ ra yeniden figüratif resme döndü. Bu d ö ­ nem yapıtlarının kom pozisyonu, Anado­ lu kadın başları, giysi ve takılar ve iyice üsluplaştırılmış figürlerin çeşitli parçaları­ nın gerçeküstücü bir görüntü yaratacak biçimde bütünleştirilmesine dayanır. Fan­ tastik (1975), Görüntü (1975), Billur (1979) gibi, 1970 sonrası resimlerinin büyük ço ­ ğunluğunda egem en renk mavidir. B E Z G İN sıf. Yaşama sevincini, çalışma gücünü yitirmiş, yorgun, bıkkın kimse; bir kimseye özgü tutum , davranış için kulla­ nılır: Yaşamdan yorulm uş bezgin b ir adam. Bezgin b ir sesle yanıt vermek. B E Z G İN L E Ş M E K gçz. f. Bezgin d uru ­ ma gelmek. B E Z G İN L İK a. 1. Bir kimseden, bir şey­ den, bir şey yapm aktan bıkma, usanma, yorulma: Gözlerinde b ir acı, b ir bezginlik vardı. — 2. (Bir şeyden) bezginlik g etir­ mek, bir şeyi yine le m e kten d ir şeyin te k ­ düzeliğinden bıkıp usanmak, bezmek. {] (Bir kimseye) bezginlik vermek, bir kim ­ seyi bıktırıp usandırmak, bezdirmek. t f E Z İ E R S , Fransa'da (Herault) arrondissem ent merkezi, Biterrois'da, Orb ır­ mağı ve Midi kanalı kıyısında; 78 477 nüf. (1991). Kent, Languedoc’un şarap ticaret merkezi olmasını sağlayan dem ir­ yollarının (Bordeaux-Sete hattı, 1858) d ö ­ şenmesiyle gelişmiştir.



B E Z İK a. (ital. bazzica, kâğıt oyunu an­ lamında), iki ya da üç ve d ö rt, en fazla beş kişiyle oynanabilen bir iskambil oyunu. As, papaz, kız, vale, onlu ve dokuzludan oluşan dört deste (96 kâğıt) ve 3 000 sa­ yı üzerinden oynanır. Sayılar, m arköz* adı verilen tahta gereçler üzerine kayde­ dilir.



1603



B E Z İR a. (ar. bezr). Esk. 1. Tohum, eki­ lecek tane. — 2. Keten tohum u. — Boyac. Keten ya da kenevir tohum un­ dan elde edilen, yağlı boya, vernik ve cam m acunu yapım ında kullanılan yağ. (BEZİRYAĞI da denir.) — Hat. Bezir işi m ürekkep, keten tohumu yağının yakılmasıyla elde edilen isten ya­ pılan m ürekkep, (iki üç ayda elde edile­ bilen, koyu siyah, akıcı bir m ürekkepti. Hattatlar bu m ürekkebe biraz mazı ata­ rak solmasını ve nem den etkilenmesini önlerlerdi.) —A n s Ik l. Bezir, ahşap yüzeyleri dış et­ kenlere karşı korumaya, desenleri belir­ ginleştirmeye ve rengi koyulaştırmaya ya­ rar. Ayrıca herhangi bir yüzeye yağlı bo­ ya ya da cila vurulmadan önce çoğunluk­ la astar biçim inde bezir çekilir. Böylece hem iyi bir zemin elde edilir, hem de b o ­ ya ya d a cilanın aşırı emilmesi önlenir. Türkiye’de iki tür bezir vardır: türk beziri de denilen osmanlı beziri macunun temel bileşenlerinden biridir; İngiliz beziri ise yâğlr boya ve vernik üretim inde kullanıl­ dığı gibi inceltm ek amacıyla yağlı boya­ lara katılabilir. « B E Z İR C İ (Asım), türk yazar (Erzincan 1927). İstanbul Üniversitesi edebiyat fa­ kültesi türk dili ve edebiyatı bölüm ü’nü bi­ tirdi (1950). Özel kuruluşlarda muhasebe­ cilik yaptı (1953-1978), emekli oldu. A ta ç 'T n savunduğu öznel-izlenimci eleş­ tiri anlayışına karşı, nesnel bilimsel eleşti­ riyi savundu; bu görüşün uygulamalarını verdi: Ç ok kapılı oda (1961), O kudukça (1967), Orhan Veli (1967), A hm et Haşim (1967), Nurullah A taç (1968), Metin Eloğ/u (1971), On şair on şiir (1971), ikinci y e ­ ni olayı (1974), Sabahattin A li (1974), Bi­ lim den yana-sosyalizm e doğru (1976), 1950 sonrasında hikayecilerim iz (1980)] A bdülhak H am it (1983), Rıfat İlgaz (1988), vb. Ayrıca Tevfik Fikret, Ahmet Haşim, Nazım Hikmet, Orhan Veli ve Ca­ hit Sıtkı Tarancı'nın şiirlerinin eleştirel toplu basımlarını hazırladı. B E Z İR G Â N a. (fars. bazargân'dan). 1. Esk. Ticaretle uğraşan kimse, tüccar: Kor­ kak bezirgân ne kâr e de r ne ziyan (ata­ sözü). [Bk. ansikl. böl.] — 2. Alışverişte aşırı kazanç peşinde olan, bunun için tür­ lü yollara başvuran kimse: Tam b ir bezir­ gandır. — 3. Eskiden yahudilere verilen bir unvan. — 4. Esk. A ya k bezirganı, eş­ ya gezdirip satan gezginci esnaf, bohça­ cı. — Ed. Masalların ve halk hikâyelerinin başlıca tiplerindendir. (D ede K orkut kita-



yaprak ve koltuktan çıkan çiçeklik



Beziers Orb ırmağı kıyısındaki kentten bir görünüm ön planda, eski Saint-Nazaire katedrali (XII. ■ XIV. yy.)



tu 1nda oğuz beylerinin bezirgânları bulun­ duğu, bunları alışveriş ve haber toplamak için yabancı ülkelere gönderdikleri anla­ tılır. Bezirgânlar, korkak kimseler olarak canlandırılır. Ancak Köroğlu hikâyesinde­ ki Zor Bezirgân gibi, kahramana karşı ge­ lenleri de vardır.) — M utf. Bezirgân aşı, Â B K Â M E 'n in e ş a n ­ lam lısı. — ANSİKL. Bezirgânlar, ulaşım zorlukları­



nın olduğu O rtaçağ’da ve sonraki yüzyıl­ larda aylarca süren yolculuklar yaparak ticaret mallan taşıyan kişilerdi. Ayrıca, zengin kişilerin mallarını taşırlardı. Beyle­ rin, paşaların, hatta hükümdarların bezirgânları vardı. Ticaret yaşamı içinde dene­ yime dayalı ve kendilerine özgü hiyerar­ şik bir örgütlenm eye sahiptiler. Büyük iş yapan, iktisadi bakım dan güçlü olanları­ na "be zirg â n b a şı" denirdi. B E Z İR G Â N B A Ş I a. Kur. tar. Bezirgân­ başı, padişahın çuha, bez, tülbent vb. gibi eşyalarını sağlam ak ve gözetm ekle yü­ kümlü kişi. (Sarayın Birun kesim indendi ve darüsaade ağasına bağlıydı.) —Oy. A ç kapıyı bezirgânbaşı, açık hava­ da, ço k sayıda kişiyle oynanan bir çocuk oyunu. (Bk. ansikl. böl.) — ANSİKL. Oy. Oyunculardan ikisi, gizlice kendilerine birer ad takar ve kollarını kal­ dırıp parmaklarını kenetleyerek bir köp­ rü oluştururlar. Ûteki oyuncular “ aç ka­ pıyı bezirgânbaşı” sözleriyle başlayan te­ kerlemeyi söyleyerek bu köprüden geçer­ ler. Tekerlem e bittiğinde köprüden g eç­ mekte olan oyuncu tutulur, takılan adlar söylenir. O da birisini seçip, hangisinin takm a adını söylemişse, onun ardına ge­ çer. Sonuçta, oyuncular ikiye ayrılmış olur. Aynı taraftan olanlar art arda dizilip birbirlerine tutunur ve iki grup karşılıklı çe­ kişir. Öteki grubu kendi yanına çekebilen oyunu kazanır. B E Z İR G Â N L IK a. 1. Bezirganın işi, uğ­ raşı. — 2. Aşırı kazanç için her yola baş­ vurma; bezirgân gibi davranm a: B ir şeyi bezirgânlıkla elde etmek. B E Z İR L E M E K g. f. Beziryağı ile yağla­ mak. B E Z İS T A N , B E Z A Z İS T A N ya da B E Z Z A Z İS T A N a. Esk. Esnaf çarşısı. ( -> BEDESTEN.)



B E Z L a . (ar. b ezi). Esk. 1. Esirgemeden harcama, cöm ertçe verme: "Âlem e bezl-i güher eylesem itlâf d e ğ il" (Nefi, XVII. yy.). — 2. Bezi etmek, sarfetmek, harcamak. || Bezl-i gayret, çaba harcama: "...azam î n e tic e n in is tih s a lin e b e z l-i g a y re t olunacaktır" (M. K. Atatürk). || Bezl-i iltifat, iltifatı esirgem eme. || Bezl-i nefs, kendini harcama. B E Z L E a. (fars. bezle). Esk. 1. ince nük­ teli söz. — 2. Ahenkli bir biçim de okunan şiir. B E Z L E M E a. Bezlemek eylemi — Havc. Pürüzsüz bir yüzey kazandırmak ve dolayısıyla ilerlemeye karşı direnci azaltmak için uçağı verniklenmiş bir bez­ le kaplama. . B E Z L İ sıf.’ Kâğ. san. Bir yüzü muslin ya d a kum aşla kaplanarak pekiştirilmiş kâ­ ğıt için kullanılır. B E Z L İ, asıl adı A bdioğlu A li, türk halk şairi (Çankırı 1843 - ay. y. 1902). İstan­ bul’da m edrese eğitimi gördü. Sırp isya­ nını bastırmak amacıyla görevlendirilen il­ miye alayına mülazim olarak katıldı (1887); bu savaşı konu edinen Fezleke-i tarih adlı destanı yazdı. Ç ırağan* olayı’ndan son­ ra Ali* Suavi ile tanışıklığının kendisine za­ rar getirm esinden çekinerek doğduğu kente döndü; burada çeşitli m em uriyet­ lerde bulundu. Hece vezni yanında aruzla yazılmış şiirleri de vardır. B E Z M a. (fars. bezm). Esk. 1. Meclis. — 2. içkili, eğlenceli sohbet. — 3. Kalaba­ lık, topluluk. — 4. Bezm-ârâ, meclis süs­ leyen, sohbete tat getiren. || Bezm-i aşk, aşk meclisi. || Bezm -i Cem, C em 'in m ecli­



si, içki âlemi-H Bezm -i elest, Tanrı’nın ruh­ ları yaratıp "B en sizin rabbiniz değil mi­ yim ?" diye seslendiği ve ruhların "e v e t” dediği meclis. (Bk. ansikl. böl. İsi.) || Bezm-i gam, üzüntü, gam meclisi: "Bezm -i g a ­ mında cân ü dil yandı yakıldı sâkiyâ" (Ba­ ki, XVI. yy.). || Bezm -i işret, içki meclisi. || Bezm -i m uhabbet, sohbet meclisi. || Bezm -i safa, eğlence meclisi. || Bezm-i vuslat, sevgililerin kavuşm a meclisi. — ANSİKL. Ed. Divan edebiyatında gazel­ lerde, kasidelerin nesip bölüm lerinde sık sık bezm den, bezme katılanlardan, bez­ imin çoşkunluklarından söz edilir. Sakinam elerde konuyla ilgili geniş ayrıntılar yer alır. Mesnevilerde kahramanların eğlen­ dikleri, sevgililerin başbaşa geçirdikleri iç­ kili toplantılarda ise divan edebiyatının kli­ şeleşmiş dünyası yanında zaman zaman yerel görünüşler de yansıtılır. Mehtaplı bahar gecelerinde bağ ya da bahçede düzenlenen bezm e sevgili ya da güzel, nedim, arkadaş, m utrip (çalgıcı), okuyu­ cu (hanende, hınyager [şarkıcı], kavval [çok konuşan, geveze]), rakkas (dansçı) ve tütsücü katılır. Saki, içki sunar. Bura­ da herkes eşittir. Kebap, nukl (meze), el­ ma, ayva, nar, bezmin vazgeçilm ez öğe ­ si olan şarap, şarap içerken kullanılan desti, piyale, kadeh ve şişe ço k sık anılır. Çerağ ya da şem (mum) ışığında kurulan bezm in gözde çiçeği gül, en çok sözü edilen hayvanlar da bülbül ve tutidir. Musikisiz bezm olmaz; sazlardan çeng ile def tercih edilir. Musiki ve raks nedeniyle sık sık zühre yıldızı anılır. Sabahlara kadar sü­ ren bezmlere "bezm-i şahi" ya da "bezm-i sultani" adı verilir. Şairler padişahları, devlet büyüklerini överken arada rezmi de (savaş) da anarlar. Bezm den sonra rezme, rezmden sonra da bezme özlem duyulur. Dünya ve sevgilinin yüzü bezme benzetilir. — isi Bezm-i elest, Kuran'ın Araf suresi­ nin 72. ayetinde belirtildiğine göre, kıya­ met gününde varlığından haberleri olm a­ dığı konusunda bir özür ileri sürmesinler diye, Allah insanlara “ Elestü bi-Rabbiküm (Sizin Rabbiniz değil miyim?) diye sor­ muş; onlar da "B elâ, şahidnâ” (Evet, [Rabbimizsin], tanık olduk) demişler, böy­ lece Allah ile kullar ya da ruhları arasın­ da bir sözleşme gerçekleşmiştir. Sözkonusu ayetin yorum u ile ilgili görüşler için­ de ağırlıklı olan iki görüşten ilkine_göre, insanlar yaratılmadan önce Allah, Âdem ' in soyundan ya d a tüm ruhlardan kendi­ sini tek tanrı olarak tanıdıkları yolunda " a h id ” (söz) aldı, ikinci görüşe göre ise, ayetteki bu anlatım semboliktik ve bunun­ la Allah'ın bütün insanlara akıl, düşünm e ve bilgi gücü vererek onları, kendisinin varlığını ve birliğini tanıma yeteneğinde yarattığı anlatılmak istenmiştir. B e z m ü R e z m , Aziz bin Erdeşir'in farsça tarihi. Sivas hükümdarı Kadı Burhanettin ’in yaşamına ve Anadolu beyliklerine ilişkin bilgiler içerir. Kilisli Rıfat tarafından yayımlandı (İstanbul, 1928). B E Z M A N (Kuh -e), İran’ın güney-doğu’ sunda volkanik dağ kütlesi, Belucistan ile Sistan'ın sınırında. B E Z M Â R Â a. Müz. Türk m üziğinde XVIII. y y.’da kullanılmış bir makam. Gü­ nümüze ulaşabilmiş örneği yoktur. B E Z M Â R Â K A D IN , Abdülm ecit'in eşi (XIX. yy ). Kavalalı M ehm et Ali Paşa’nın oğlu İsmail Paşa’nın evlatlığıydı, iyi bir öğ­ renim gördü. A b dülm ecit'in harem inde kadın efendiliğe yükseldi. Geçimsizlik yü­ zünden padişahtan ayrıldı. Ressam Ferik Tevfik Paşa ile evlendi. Bu evlenm eye kı­ zan A bdülaziz’in azlettiği Tevfik Paşa'nın kendisini boşaması üzerine, Bursa evkaf müdürü Ahm et Bey ile evlendi. B E Z M E a. (fars. bezme). Esk. içki ya da sohbet meclisinin bir köşesi. B E Z M E K gçz. f. B ir şeyden bezmek, ondan dayanılm az biçim de bıkıp usan­



mak: Hayattan bezmek. Onun kaprislerin­ den bezdim artık. + bezdirm ek ettirg. t. Bir kim seyi bez­ dirmek, onu bıktırmak, usandırmak: Ça­ lıştığı yerdeki huzursuzluk onu bezdirdi. ♦ bezdirilm ek edilg. f. Bezdirmek ey­ lemine konu olmak. B E Z M G Â H ya da B E Z M G E H a. (fars. bezm. meclis ve -gah, -geh'den bezm gah, bezmgeh). Esk. Eğlence ve içki meclisi. B E Z M G E H -» BEZM GÂH . B E Z M İ, türk halk şairi (Çankırı XIX. yy.). Yaşamı hakkında çok az bilgi vardır. Oku­ ma yazm a bilm iyordu; bektaşi inancını benimsemişti. Doğaçlama şiirlerindeki ba­ şarısıyla tanınmıştır. B E Z M İÂ L E M S U L T A N , Mahm ut II’ nin ikinci kadını, A bdülm ecit'in annesi (? - İstanbul 1853), Abdülm ecit padişah olunca (1839) valide sultan oldu ve "M e h d iu ly a " sanını aldı. G ureba hastanesi'ni, Bezmiâlem Valide mektebi’ni (Gü­ nüm üzde İstanbul kız lisesi olan bina) yaptırdı ve giderleri için zengin vakıflar bağışladı. Ayrıca İstanbul’da birçok çeş­ mesi vardır. K urduğu hayır kurumlan ve yoksullara yaptığı yardımlarla halkın sev­ gisini kazandı. M ahm ut II türbesinde g ö ­ m ülüdür. B E Z M İT A R A P a. Müz. Türk müziğinde bir makam . N ihavend makamına, saba dizisindeki — peşten tize d oğ ru — ilk beş ses eklenerek oluşturulur. Durağı rast (sol), birinci güçlüsü neva (re), ikinci güçlüsü çargâh (do) perdeleridir. B E Z O N S , Fransa’da kent, Val d ’Oise kantonunun merkezi, Sen kıyısında, Pa­ ris'in K.-D.’sunda; 8 km uzaklıkta; 25 309 nüf. XV. yy.'d a n kalma kilise. Makine (asansörler), kimya, besin sanayileri. B E Z O U T (Etienne), fransız m atem atik­ çi (Nem ours 1730 - Les Basses -Loges, Fontainebleau yakınında, 1783). Deniz ve topçu muhafızlarını seçmekle görevlendi­ rilmişti; n inci dereceden cebirsel denk­ lemlerin köklerle çözüm ünü ele aldı ve bunun için birim in n inci köklerini kullan­ dı. 1771 ’de m ve n inci dereceden iki ce­ birsel eğrinin m n sayıda ortak noktası ol­ duğunu gösterdi. B e z o u t e ş it liğ i. Arit. İki a ve b sayısı aralarında asal olduğunda, au + b v = 1 olacak biçim de u ve v-tamsayılarının var olduğunu ifade eden eşitlik. (u ve v de aralarında asaldır ve [a, v] İkilisi bir tek de­ ğildir.) —Ceb. K [X] içinde, P,P 2 P„, derece­ leri sıfır olm ayan, aralarında asal (ortak bölenleri yalnızca değişm ez polinom lar olan ve E.B.O.B leri 1 polinomu olan) po­ linomlar ise, K [X] in U ıP 1 + U2P2 + ... + U „P „ = 1 olacak biçim de U ,, U2 U „ polinomlarının var olduğunu ifade eden eşitlik. B ö z o u t t e o r e m i. Ceb. 2 denklem li 2 bilinmeyenli ve dereceleri sırayla n ve m olan bir sistemin nm çözüm ü (çözüm le­ rin katillik basamağını ve sonsuzdaki çö ­ zümleri hesaba katarak) var olduğunu ifa­ de eden elem eye ilişkin teorem. —Geom. Sırayla n ve p basamaklarından iki cebirsel düzlem eğrisinin (çarpanlara ayrılabilmeleri ve bir ortak bölümleri b u ­ lunmaları hali dışında) Desargues düzle­ minden, gerçek ya da gerçek olmayan, farklı ya da çakışık, n p tane ortak noktası olduğunu ifade eden teorem. BEZR



BEZİR.



B E Z R G Â R -* BEZRGER. B E Z R G E R ya da B E Z R G Â R a (ar bezr, tohum ve fars. -ger, -g a r'dan bezrger, bezrgâr). Esk. Çiftçi, ekin eken. B E Z R U C (V la d im fr VASEK, Petr - d e ­ nir), çek şair (O pava 1867 - Kostelec na Hane, Olom ouc yakınında, 1958). ilk kez