Büyük Larousse Sözlük ve Ansiklopedisi (Cilt 4, Bezs-Cami) [PDF]

  • 0 0 0
  • Suka dengan makalah ini dan mengunduhnya? Anda bisa menerbitkan file PDF Anda sendiri secara online secara gratis dalam beberapa menit saja! Sign Up
File loading please wait...
Citation preview

BUYUK



LAROUSSE SOZLUK VE ANSİKLOPEDİSİ 4. CİLT Bezsi — Cami



li M illiy e t



Interpress Basın ve Yayıncılık A.Ş. adına H ürrem FİLA



gene l yayın yö n e tm en i Adnan BENK yayın kurulu Oya ADALI, Nilgün AKAR, Bedia AKARSU, Engin ALÇORA, Yasemin ALPMAN, Abt»as ALTUNKAŞ, Aydın ARIT, Selahattin BAĞDATLI, Mustafa BALEL, Mustafa BAYKA, Nezih COŞ, Güler DEĞİRMENCİ, Melek DENER, Turgut DEVECİ, Tamer ERDOĞAN, Sırrı ERİNÇ, Şenay ERKAN, Peyami ARMAN, Ayşegül EROL, Konur ERTOP, A.Fuat FİDAN, Tankut GÖKÇE, Öznur GÜNDOĞDU, Selahattin HİLAV, Rıfat İNSEL, Cenap KARAKAYA, M.N. KARAKÜÇÜK, Melih KIRAN BAĞLI, Gülsen KORALTÜRK, Güzide KOSİFOĞLU, Dilek KÖSEOĞLU, Cevdet KUDRET, Turgut KUT, Deniz MAZLUM, Günnur ORMANLAR, Tahir ÖZÇELİK, Süleyman ÖZÇİFTÇİ, Ufuk ÖZKOLÇAK, Isa ÖZTÜRK, Mehmet SERT, Kenan SOMER, ilhami SOYSAL, Beyhan Aziz TANER, Aksel TİBET, Erdoğan TOMAKÇIOĞLU, Teoman TUNÇDOĞAN, Hale ULUSOY, Doğan ÜLGENCİ, Mara YAKOVLEVSKİ, Aydın YALKUT, Mehmet YARAŞ, Ömür YARS, Tahsin YAZICI, Dilek YELKENCİ, Melih YÜRÜŞEN sorum lu yayın yö n e tm en i Aydın YALKUT araştırm a Despina ÇİMROĞLU ve yardımcıları Betül GÜVENSOY, Nesrin OĞRAŞKAN, Mine ÖZDİLER, Servet SABAK, Hilda SETYAN, Semra BAL arşiv Sevil ÇELEBİCAN ve yardımcıları Nurgül KAYA, Cansel Çolak SAVAŞ te k n ik yö n e tm e n Nazlı TURKSOY sayfa düzeni Ömer BARANİOĞLU ve yardımcısı Çağatay AKYOL harita Mansus TETİK ve yardımcıları Berrin BÜYÜKANIT, Ruhi DİLGİMEN, Seval ÖZLER, Ceyda SAKARYA dü zelti Hayrettin KARA ve yardımcıları Zeynep ATAYMAN, Fatma AYDIN, Sait GÜRAY, Aydın KARAAHMETOĞLU, Gülsüm ÖZ, Sibel TÜRKMENOĞLU fo to ğ ra f Muhlis HASA ve yardımcısı Sedal ANTAY s ek re te rle r Funda ARSLAN, Halime DEMİR, Nil HEPER, Kadriye KÖMÜRCÜOĞLU, Lale KURUDAĞ, Belgin SOYCAN, Satı ŞİMŞEK dizgi Turgay ŞIK ve yardımcıları Leyla BİRBEN, Âdem ÇALIŞKAN, Betül FERİK, Hülya HASEL, Sakine KAYA kam era Gelişim Yayınları kamera servisi baskı: Milliyet Gazetecilik A.Ş.



Copyright: L ibrairie Larousse Copyright: In terp res s B asın ve Y a y ın c ılık A.Ş. B üyükdere C ad. A pa O fs e t arkası L even t-İS T A N B U L Tel: 169 66 80 (20 H at)



BUYUK SÖZLÜK VE ANSİKLOPEDİSİ



Fransızca Grand Dictionnaire Encyclop6dique Larousse (GDEL) temel alınarak hazırlanmıştır. BÜYÜK LAROUSSE SÖZLÜK VE ANSİKLOPEDİSİ’nin bütün hakları saklıdır; adı belirtilmeden hiçbir alıntı yapılamaz. L ib ra irie L a ro u sse 1986 [S .P.A.D .E.M . e t A.D.A.G.P.J



Bhaşani 1903'te T. G. Masaryk’den esinlenerek kaleme aldığı ve Cas dergisi yayınları ara­ sında çıkan Slezske Pisne adlı yapıtında, Moravya-Silezya’nın Beskidler bölgesin­ de yaşayan işçileri savundu. Alman top­ rak sahiplerini ve sanayicilerini eleştirdi­ ği kadar, dağlıları ve madencileri sefale­ te terk eden Çekler’in vurdumduymazlı­ ğını da yerdi. B E Z S İ sıf. Anat. Bez görünüşünde, bi­ çiminde ve dokusunda olan; bezi andı­ ran. B E Z U L sıf. (ar. bezül). Esk. Cömert, eli açık. B E Z V A D A -> VİCAYAVADA B E Z Z A Z a. (ar. bezzaz). Esk. 1. Bezci, kumaş satan kimse, manifaturacı. —2. Kumaşçılar çarşısı. B E Z Z A Z (Abdurrahman EL-), ıraklı si­ yaset adamı (Bağdat 1913 - ay. y. 1973). General Kasım'ın düşüşünden sonra OPEC genel sekreteri oldu. General Rez­ zak’ın Nâsır yanlısı hükümet darbesi giri­ şiminin ardından (1965), başbakanlığa atanan Bezzaz hem nâsırcılara, hem de Baas partisi’ne karşı cephe almak zorun­ da kaldı. Öncelikle iktisadi alanda daha liberal bir siyaset izledi ve Kürtler'e özerk­ lik tanıyarak iç savaşa son yerdi (haziran 1966). Fakat çok geçmeden, general Rezzak'ın Nâsır yanlısı yeni bir darbesiy­ le karşı karşıya kaldı (30 haziran 1966) ve 9 ağustos 1966’da yerini Naci Talip'e bı­ raktı. Casusluk yaptığı gerekçesiyle tutuk­ lanarak (aralık 1968) 15 yıl hapse mah: kûm edildi (ekim 1969). Kasım 1970’te serbest bırakıldı.



şetra savaş alanında karşılıklı konuşma­ ları anlatılır, ilahi Tanrı (Bhagavat) Krişna, Arcuna’ya çeşitli öğretileri, özellikle de ey­ lemin meyvelerinden vazgeçmeyi ve bhakti'yi öğretir. Bu metin, hindu zihniyetini tam olarak özetler. B H A G A V A T ya da B H & G A V A N ("Mutlu."), Bhakti tapınmalarının en yüce tanrısına, özellikle tanrı Vişnu’ya ve onun cisimleşmesi olan Krişna’ya verilen ad. (Bu ad aynı zamanda buddhacı sutralar tarafından Buddha için kullanılır.) B h a g a v a ta -P y ra n a , Kutsal Tanrı Bhagavat'a ilişkin "antik hikâye metinleri" olan 18 purana'dan biri. Toplam 18 000 dizelik 10 kitapta toplanan 332 bölümden oluşur. VIII. yy.'dan kalmadır. Diğer purana'lar gibi, birçok soyağacı, evrendoğumu, avatara konularını işler; ama ana teması bhakti’dir. Onuncu kitap Krişna’ nın avatara'sını, yani çocukluğunu, çeşitli kahramanlıklarını ve rasalıla’yı ya da son­ baharda, dolunayda gopiler'in (inek ço­ banı kadınlar) dansını betimler; işlenen çeşitli bölümler dinleyenin yüreğinde bhakti'yi uyandırma amacını güder. B H A G İR A Y H İ, Ganj'ın adı. Mitolojiye göre, kral Bhagiratha’nın katlandığı çile­ ler, Şiva’yı sonunda göğün kutsal nehrini kendi başı üzerinde taşımaya razı etti. Bu­ nun üzerine, Bhagiratha, atalarının külle­ rini arındırsın diye nehri okyanusa kadar götürdü. S h a k ra -N a n g a i, Hindistan’ın kuzeyin­ de, Satlec üzerindeki hidrolik kuruluş; elektrik üretiminde ve bir milyon ha’dan fazla alanın sulanmasında yararlanılır. Her biri, bir elektrik santralını besleyen iki ba­ raj (Bhakra ve Nangal), bir kanalla birbi­ rine bağlıdır.



B H A N G A (Upendra), oriya dilinde ya­ zan hintli şair. XVIII. yy.’da yaşadı. Sansk­ rit örneklere uygun uyak, ses yineleme­ leri ve sözcük oyunlarının ustaca düzen­ lendiği uzun aşk şiirleri, kavya’lar yazdı. Bu şiirlerin dizeleri üzerine yazılan aşk şar­ kıları çok tutuldu. S H A R A L a. Asya’da yaşayan yabani koyun. (Tibet, Çin ve Himalayalar’da bu­ lunur. Yarım çember biçiminde güçlü boynuzları vardır. Bil. a. Pseudois nayaur. Boynuzlugiller familyası, Caprinae oy­ mağı.) [Eşanl. MAVİ KOYUN.] S H A R A T , Hindistan'ın hindi dilindeki adı. (Mitoloji kahramanı ve kral Bharata' nın adından türetilmiştir.) B H A R A T A , eski hint kahramanı, Bha­ rata kabilesinin kralı, Duşyanta ile Sakuntalâ'nın oğlu. Soyundan gelen Kaurava1 lar ile Pandava'lar (bunlara Bharata da denir), Mahabharata destanının başlıca konusu olan büyük savaş sırasında birbirleriyle çarpıştılar. B H Â R A T A -M U N İ, hintli bilge; hint ti­ yatro sanatını başlattığı sanılmaktadır. Başlıca klasik hint danslarından bharatanatya'nın temelini oluşturan bir dans ki­ tabı (Natyaşastra) yazdığı söylenir. B M & R A T A N A TY A , Hindistan'ın güney tapınaklarında oynanan kutsal dansı be­ lirten sanskritçe sözcük. 5 klasik üslubun en eskisi olan bharatanatya, tek bir kadın dansçı —ya da, dans kutsallığını yitirdik­ ten sonra, tek bir erkek dansçı— tarafın­ dan oynanır ve tanrıların evrenle ilgili et­ kinliğini simgeler. Altı bölümlüdür.



S H & îtA T P U R , Hindistan’da kent, RaB E Z Z A Z İ (Hafızettin Muhammet bin casthan’in doğusunda, Agra'nın B.'sınMuhammet el-Kerderi EL-), harizmli hada; 105 280 nüf. (1981). —Yakınında, ulu­ nefi hukukçu (? - ? 1424). Bir ara Kırım' sal park. Kuş rezervi. B H A K T İ (paylaşmak, katılmak anlamın­ da bulunduktan sonra ülkesine döndü ve da sanskritçe söze, bhac'tan). Hinducu- ■ B H A R H G T , Satna' nın güneyinde oradan da Osmanlı imparatorluğu’na Madhya Pradeş’te arkeolojik sit. 1873 te lukta, bireyin, ilahi (Bhagavat) Tanrı ile iliş­ geçti. Burada Şemsettin Fenari ile tanıştı keşfedilen stupa’dan, burada ancak bir­ kisinde, yaşadığı ve paylaştığı, "aşk"ı, ve verdiği fetvalarla tanındı. Fetvalarını kaç tuğla ile bazı heykel parçaları kalmış­ "bağlılığı” belirten söz. Bhagavad-Gıta' içeren Bezzaziye ya da el-Câmi ül-veciz tır. Torana'larla vedika’lardan parçalar, da ve Bhagavata-Purana'da öğretilen ve adlı fetva dergisiyle Ebu Hanife'nln ya­ çeşitli müzelere (özellikle Kalküta'daki jngünümüz hinduculuğunda uygulanan şam öyküsü ve menkibelerinden söz dian Museum'a, Allahabad ve Yeni Del­ başlıca kurtuluş (moksa) yollarından biri­ eden Menâkıb Cıl-imâm Ebu Hanife adlı hi müzelerine) konuldu. Sunga dönemi­ dir. yapıtı vardır. ne (İ.Û. II. yy.) ait kabartmalar, biraz naif, ■ B h a k ti, Maurice Bejart’ın A la reeherB H A B H A (Homi Cihangir), hintli fizikçi ama güçlü bir sanatı yansıtırlar ve çoğu cheüe.. genel başlıklı’ bale üçlemesinin (Bombay 1909 - Mont Blanc dağı 1966). kez kısa yazıtlarla birlikte görülürler; ikoüçüncü bölümü. 1969’da Paolo BortoluzÖğrenimini Cambridge'de yaptı. Hindis­ nografik bakımdan (buddhacılık, günlük zi, Tania Bari, Germinal Casado, Asakatan’da nükleer enerji çalışmalarının yöne­ yaşantı) büyük bir değer taşırlar. va itomi ve Jorge Donn’un yorumuyla timini üstlendi. Nükieer enerjinin barışçıl renkli olarak filme alındı. BtH A R T R İM A R İ, sanskrit şair. VII. uygulamaları üzerine 1955'te Cenova'da yy. da yaşadı. Her biri 100'er dizelik 3 şi­ toplanan ilk uluslararası konferansa baş­ ir yazdı: Şringaıaşataka (Aşk üzerine), Nikanlık etti. Bir kongre için Viyana'ya gi­ tişataka (Ahlak üzerine) ve Vairagyaşataderken uçak kazasında öldü. Kozmik ışın­ ka (Dünya nimetlerine sırt çevirme üzeri­ larla ilgili incelemeleri, fizikçiyi foton ve ne). nükleonların etkileşimi üstüne kuramsal araştırmalar yapmaya yöneltti. B H A R U Ç , esk. Broaç, Hindistan'da kent, Gucerat'ta, Narbada’nın denize dö­ ■ B H Â C A , Hindistan’da arkeolojik sit, Karküldüğü yerin yakınında; 110 000 nüf. li yakınında, Batı Gatlar’da.Tapınak(ca/fya) ve manastır (vihara) olarak düzenlen­ (1981). miş 18 mağarası vardır. 12. caitya, kaya S H A S A , sanskrit oyun yazarı. 1910'da içine oyulu tapınak mimarisinin en mü­ bulunan ve Vişnu'dan esinlenerek yazıl­ kemmel örneklerinden biridir (İ.Ö. II. yy. mış 13 dramın ona ait olduğu söylenir. [?])■ H H Â S K A R , (Bhaskar ROY ÇAUDHUB H A C A N A , Hindu grubunun tapınma Ri, —denir), hintli dansçı (Madras 1930). şarkısını belirten sanskritçe sözcük. Madras bölgesinde kendi grubuyla dans B H A D A V R İ a. Bundeli lehçesinin, Agetti. Sonra 1956’da ABD’ye gitti. Orada ra ve Gvalior bölgelerinde konuşulan çe­ yerleşti ve çeşitli üslupta hint danslarını şidi. (TOVARGARHİ de denir.) öğretti. B H A D R A V A T İ, Hindistan'da kent, B H A S K A R A , Acarya (“ bilgin” ) takma Bhakti, Maurice Böjart’ın koregrafisi Karnataka'da ; 103 000 nüf. (1991). De-, adıyla bilinen hintli matematikçi ve gök­ Paolo Bortoluzzi mir-çelik ve kırtasiye sanayileri. bilimci (doğ. 1114 ya da 1115). Bir gök­ ve Asakava itomi bilim kitabı (Sidhanta-Şiromoni [Çözümle­ B H A G A , Adityalar’dan birinin, Artler dö­ (Avignon şeni®, 1968) rin tacı]) ve özgün bir cebir kitabı (Bicanemi Hindistan’ının en eski tanrılarından ganita [Düzeltmeler için hesap]) yazdı. Aditi’nin oğlunun adı. B h a k tl- s u tr a , Bhagavat'ın bhakti öğ­ Bhaskara bu yapıtında orandışı sayıların retilerinden derlenmiş metinler. Büyük bir B H A G A L P U R , Hindistan'da kent, Bihesaplanış kurallarını açıklar. olasılıkla X. yy.’dan kalma Naradabhakti har’ın kuzey-doğu kesiminde, Ganj ırma­ ğı kıyısında; 254 993 nüf. (1991). Maki ne, dokuma ve besin sanayileri. B h a g a v a d -G ıta ("İlahî Tanrı'nın ezgi­ si"), Mahabharata'nm en ünlü bölümü (VI, 23-40)ve Hindular’ınen kutsal metni. 18 bölümden (700 dizeden) oluşur; Arcuna ile araba sürücüsü Krişna’nın, Kuruk-



-Sulra ile daha sonraki bir tarihe ait olan Sandılyabhaktı-Sutra. bu metinlerin en ün­ lüleridir. B H A M O , Birmanya’da kent, yukarı iravadi kıyısında, Çin sınırının yakınında. Ha­ vaalanı. iravadi üstündeki ulaşımın baş­ langıç yeri.



1605



B îlA S Y A , açıklama anlamına gelen ve ünlü hindu büyüklerinin önemli metin ve özdeyişleri (sutra) üzerine yorumlarını be­ lirten sanskritçe sözcük. Yorumcu daha çok kendi fikirlerine yer verir. BHAŞANİ (Mevlana).



-*



A b d ü l h a m Id



H an



Bhaca mağaraları i Airavata üzerindeki indra’yı gösteren aıçaKKaDanraa Satavahana hanedanı İ.Ö. ll.yy. (?)



Bhartıut bir fil üstünde iki kişiyi gösteren madalyon stupa'nın trabzanında (vedika) bulunan alçakkabartma Sunga hanedanı İ.Ö. II. yy. Yeni Delhi ulusal müzesi



B H A T G A O N , Nepal' de kent, Katman­ du'nun G.-D.'sunda; 128 000 nüf. (1989). Çoğu XVII. yy.'dan kalma birçok gösterişli anıt: Krallık sarayı (Durbar), Nyatapola ta­ pınağı (S katlı piramit üstünde, "pagoda" tipinde), ana tanrıçalar için tapınaklar.



khuni denir. Sanskritçe bhikşu terimi, ya­ şamının dördüncü evresindeki dilenci ke­ şişi, yani sannysa'yı belirtir.) B H İL A İN A G A R , Hindistan'da (Madhya Pradeş) kent, Nagpur’un D.'sunda 389 601 nüf. (1991) [komşu Durg kentiy-! . le birlikte]. Demir filizi. Demir-çelik sana| yisi. BHUR. B IC I B IC I a. 1. Çocuk dilinde yıkanma. —2. Bıcı bıcı yapmak, yıkanmak. B IC IL a. (fars. bu cul'dan). 1. Esk. AŞIK’ ın eşanlamlısı. —2. Bu kemikle oynanan bir tür oyun. B IC ILG A N a. Vet. Atlarda ve sığırlarda, bukağılık .ve topuk bölgesinde, iltihapla birlikte görülen deri çatlağı. 4^ sıf. Azmış, yayılmış yara için kullanı­ lır: Bıcılgan yara.



yol patika demiryolu



rı, sancı vb. sözkonusuysa, birden ve çok güçlü biçimde kendini duyurmak: Sağ ya­ nıma bıçak g ib i b ir ağrı saplanmıştı. || Bı­ çak kem iğe dayanmak, derdi, acısı, çek­ tiği sıkıntı vb. dayanılmaz, katlanılmaz bir duruma gelmek: Çektiklerim iz canımıza tak dedi, bıçak kemiğe dayandı artık. || Bı­ çak sırtı, çok yakın, çok az, kıl payı: A ra­ larında bıçak sırtı kadar fark var; tedirgin huzursuz biçimde: Bıçak sırtında yaşa­ mak. || Bıçak silmek, bir işi sona erdirmek, bitirmek. | Bıçak yemek, bıçaklanmak, bı­ çakla yaralamak: Sırtından üç bıçak ye­ mişti. —Arıo. Arıcı bıçağı, ballı petekierin üze­ rindeki sırı kazımaya yarayan arıcı aleti. —Ayakkc. Kol bıçağı, eskiden ayakkabı­ cıların ökçelerin içbükey yüzeylerini bi­ çimlendirmede kullandıkları eğri lamalı kesici takım. —Benzer işlemleri yapan makine takımı. —Balıkç. Balıkçı bıçağı, balıkçıların balık­ ların içini temizlemek, başını, kuyruğunu kesmek ya da etini dilimlemek için kullan­ dıkları çok keskin ağızlı büyük bıçak. —Bayınd. Kar bıçağı, bir traktörün ittiği ya da çektiği iki kanattan oluşan meka­ nik kar temizleme aracı. —Deric. Bıçak vurma, küçükbaş dericili­ ğinde, kirleri ve ölmüş kılları ayıklamak için kör bir bıçakla, ıı mak sehpası üzerin­ de yapılan düzeltme işlemi. —Ekmekç. Bıçak atmak, fırına verilecek ekmeklik hamuru, daha iyi pişmesi için bı­ çakla boylamasına hafifçe yarmak, kesik atmak. || Bıçak vurmak, kazanda karılan hamuru, daha iyi karışması ve yoğurulması için bıçakla ya da kazıyıcıyla kesip alt üst etmek. —El sant. Bıçak ütüsü, yapma çiçekçilik­ te kullanılan, ucu bıçağa benzer demir­ den alet. (Isıtılarak kullanılan bıçak ütü­ süyle, lastik zemin üzerine yerleştirilmiş yapraklara çizgiler, damarlar yapılır, ince kesim işlerinde de kullanılır.) —Eldivc. Pres bıçağı, kalıba çekme işle­ minden sonra eldivenleri kesmeye yara­ yan el biçiminde zımba. (Her numara için genellikle mucidinin adından dolayı Jouvin bıçağı denen ayrı bir kesici bulunur.) —Ev eşy. Elektrikli bıçak, sapındaki bir motorla devinen, sökülebilir, kertikli iki ke­ sici ağızdan oluşan ve hızla düzgün kes­ meye yarayan aygıt. || Pervane bıçak, bir mutfak aletinin devingen eksenine bağ­ lanan ve bir kabın dibinde dönerek doğ­ ramaya, öğütmeye, yoğurmaya ya da ka­ rıştırmaya yarayan helis biçimli bıçak. —Graf. sant. Tipo dizgide kullanılan me­ tal lama. (Kalınlığı ile biçimi değişik ola­ bilir ve genellikle harflerle aynı yükseklik­ tedir. Metni ayırmada ve çerçevelemede ya da süslemede kullanılan bıçaklar baskı yapan öğelerdir. Makinede uygulanan iş­ lemlerde ise delici, kesici, yuva açıcı ya da çizici bıçaklar kullanılır.) —Grav. Çizgi çizmeye yarayan el aleti. || D işli bıçak, ucu yay biçiminde olan, kazı­ ma dişleriyle donatılmış kalın bıçak. (Al­ maşık bir devinimle desteğe eğik konum­ da tutularak noktalı oyma elde edilir.) — Halıc. Halı bıçağı, halıların havını d ü ­ zeltmeye yarayan kesici alet, (h a li MAKA­ SI da denir.) — Haritc. Çizim bıçağı, çizilecek katmanın direncine ve kesm e açısına göre alt bö­ lümüne makas biçim i verilmiş metal çu ­ buk — inş. Kurşuncu bıçağı, kurşun levhala­ rın kenarlarını düzeltm eye yarayan alet, — işlem. Düz bıçak, dönel yüzeylerin d ip kısımlarını işlemeye yarayan, kesme ağ­ zı uzun kesici takım. || Düz b ir bıçakla iş­ lemek, bir deliğin çevresinde yer alan ve eksenine dik olan bir yüzeyi, döner düz bir bıçak, bir freze ya da özel bir matkapla düzeltmek. — Kâğ. san. Bıçak ustası, form a haline getirilecek ya da ciltlenecek çeşitli baskı sayfalarını, gereken açıyı vererek kesen işçi. || Formasyon bıçağı, MAKAS’ın eşan­ lamlısı. — Kur. tar. Bıçak mülazımı, zülüflü balta­



cı adayı. (Terfi edince "bıçaklı eski” olur­ lardı.) —Kuyuc. Bir matkaba takılan ve tabanın­ da araziyi kazacak kesici ağız bulunan çelik kanatçık. — Marangl. Fileto bıçağı, ucunda küçük keskin bir tığ bulunan ve kakmacılıkta fi­ leto yerleştirmek için kiniş açm aya yara­ yan bıçak.



—Ölçbil, B ir terazi okunun bıçağı, terazi okunun ortasında ya da iki ucunda yer alan çelik prizma ya da prizmalar. —Res. Palet bıçağı, ressamların gerek fır­ çayla tuvale sürmeden önce boyaları pa­ let üzerinde karıştırmada, gerek macun çekmede kullandıkları, çelikten yapılmış, esnek, küçük mala. —Tarım mak. Bıçak kılavuzu, bir biçerde bıçağın gidip gelme sırasında yatağından çıkmasını önlemek için bıçak taşıyıcının üzerine 4 ila 6 parmakta bir cıvatalarla tut­ turulan ve dövülebilir dökme demirden yapılan metal parça. || Bıçak yaprağı, su verilmiş çelik levhadan yamuk şeklinde yapılan, keskin iki yanlı ağzı bulunan, bir çubuk üzerine perçinle tutturulan, biçer ve biçerdöver bıçaklarının temel öğesini oluşturan parça. (Bıçak yaprağının ağzı düz [çayır biçme makineleri] ya da dişli [tahıl hasat makineleri] olabilir.) —Teknol. KALEM’in eşanlamlısı. || Kapla­ macı bıçağı, bir sap ve çelik bir lamadan oluşan ve bir d uvar kaplamasının kenar fazlalıklarını alm aya yarayan alet. || Maket bıçağı, oluklu bir sap ile oluk içinde öte­ leme devinimi yapabilen parçalı bir lama­ d an oluşan ve kâğıt, karton vb. kesmeye yarayan bıçak. (Kesici ağız köreldiğinde bu ağzı taşıyan parça kırılarak atılır.) —Tekst. Sıyırıcı bıçak, kum aş baskı silin­ dirinin boya fazlasını sıyırmaya yarayan alet. (Eşanl. RAKLE.) —A n s İk l . Anadolu’da bıçağın, tarihön­



Bugün, neredeyse yalnızca paslanmaz çelikten yapılan iki tür bıçak vardır: sabit sapiı sofra bıçakları ve açılır kapanır cep bıçakları. Birinciler, tek parça çelikten ola­ bileceği gibi, tek yanı keskin çelikten bir ağız ile bir saptan oluşabilir. Ağzın bir ucunda, sap'ın içine giren bir sap dem iri ya da kuyruk bulunur. Sap bir bilezikte ve/ya da perçinlenerek namluya tutturu­ lur. Genellikle, kuyrukla sapın arasında korkuluk denen ve bıçak düz konulduğu zaman namlunun masa yüzüne değme­ mesini sağlayan çıkıntılı bir bölüm vardır. Açılır kapanır bıçakların ise, çelikten, bir yanı keskin ağızları vardır. Aözm uçların­ dan biri sivri ya da yuvarlaktır, ensiz olan öbür ucunda ise bir delik (dönme ekse­ ninin geçmesi için) bulunur. Bazı bıçak türlerinde sap, bıçak kapandığı zaman ağzın yuvalandığı bir kutudan oluşur; iki yanı, ya da cidarları perçinlenerek birbi­ rine tutturulur ve kutunun yanlarından bi­ rini kapatan bir yay, ağzın açık ya da ka­ palı durmasını sağlar. Başka türlerde ise. tahtadan olan sapta bir yarık bulunur ve sapın bir ucunda bulunan eksenin çev­ resinde dönebilen ağız, kapalı durumday­ ken bu yarığın içine yerleşir. Döner bir bi­ lezik, ağzın açık durumda kalmasını sağ­ layabilir. Bazı açılır kapanır bıçaklar bir­ den fazla kesici ağız ile başka parçalarla (açacak, tornavida, vb.) donatılmıştır. • Mutfakta bıçaklar, "kasap” bıçakları ve “ mutfak” bıçakları diye ayrılır. Ağızlar sert çelikten, sivri uçlu ve boyunsuz olar kasap bıçakları, çiğ eti kemiğinden ya de derisinden ayırmaya ve doğramaya yarar mutfak bıçakları İse, ağızlarının uzunluğu na ve biçimine göre, çok farklı işlerde kul­ lanılır: kiler bıçağı; dilimleme bıçağı, vb. Ayrıca, özel kullanımı olan bıçaklar da vardır: ekmek bıçağı; istiridye bıçağı, pey­ nir bıçağı, soyma bıçağı, vb. Günümüzde, Anadolu'nun bazı yörele­ rinde elişi bıçak yapımı sürdürülmektedir. Bunlar genellikle namlu kısmı 15-20 cm uzunluğunda, tahta ya da kemik saplı bı­ çaklardır. Konya'nın Bozkır ilçesi ve çev­ resinde yapılan değişik bir bıçak türü var­ dır. Sapı teke boynuzundan yapıldığın­ dan tekebıçağı* adıyla bilinir. Namlusu­ nun ucu kıvrıktır ve sapın içi oyulmuştur. Sürmene ve Bursa’da da küçük işlet­ meler halinde bıçak yapımı sürdürülmek­ tedir.



cesi, dönemlerden beri kullanıldığı bilin­ mektedir. Arkeolojik kazılardan çıkan bu­ luntular ve çeşitli tarihsel yapıtlar üzerin­ deki kabartmalar bunu kanıtlamaktadır. Bıçağın biçimsel olarak geçirdiği değişim­ lere ilişkin yeterli bilgi yoktur. XVI. ve XVII. yy.'da kuşak içinde taşı­ nan ve "kocabıçak" adı verilen kısa ke­ mik saplı, eğri ve uzun namlulu bir bıçak türünün B. Anadolu'da kullanıldığı, kor­ sanların da buna benzer bıçaklar taşıdık­ ları bilinmektedir. Bu bıçakları, daha son­ raki yüzyıllarda zeybekler de kullanmış­ B ıç a k h o ro n u , Trabzon ve çevresinde, tır. XVII. yy.'a ait bir osmanlı narh defte­ iki kişi tarafından oynanan horon türü bir rinde, altıokka* adı verilen üçlü bir yeni­ erkek oyunu. Oyuncular, ellerindeki bıçak çeri aşçı bıçağından söz edilmektedir. XVII ya da kamayla, yiğitliği ve mertliği simge­ ve XVIII. yy.'larda, pek çok bıçak türü ol­ leyen bir tür ritmik dövüş yaparlar. Cura, duğu bilinmektedir. Bunların bir bölümü zurna, davul ya da yalnızca kemençe eş­ İstanbul'da yapılıyor, bir bölümüyse bıçak liğinde oynanır. yapımıyla ünlü merkezlerden getiriliyor ve geldiği yerin adıyla anılıyordu: Vidin bıça­ B IÇ A K Ç I a. Bıçak, vb. kesici araçları ya­ ğı, Cezayir bıçağı, Bursa bıçağı gibi. Bun­ pan ve/ya da satan kimse. lardan sapının içine küçük nargile maşa­ B IÇ A K Ç I (Cenan), türk sendikacı ve si­ sı ya da daha küçük bıçaklar yerleştiril­ yaset adamı (Adana 1933). İstanbul Ga­ miş Girit bıçakları; bir arşın uzunluğunda zetecilik okulu'nda okudu. Türkiye Yapı ve sapı ince kalyoncu bıçakları; eski İz­ -iş sendikası güney bölge başkanı oldu. mir bıçakları, Prizren yatağanları ve çe­ ASİS'i (Ağaç sanayii işçileri sendikası) kur­ şitli boylardaki Bursa bıçakları ünlüydü. du; genel başkan seçildi. TİP’e girerek Bıçaklar, biçimlerine göre de pala*, Adana il başkanı, çanel yönetim kurulu hançer*, gaddare*, saldırma* vb. isim­ üyesi olarak görev yaptı. Particin 1968 ge­ ler alıyordu. Bıçaklar, önce demirine, çe­ nel kongresinde Behice Boran'ın "Emek" liğine, sonra da sapına göre değerlendi­ grubuna karşı, Mehmet Ali Aybar'ın "Ba­ riliyordu. Cezayir bıçakları, çelikleriyle ta­ ğımsızlar” grubunda yer aldı. Aybar ile nınıyordu. Saplar abanoz, gergedan boy­ birlikte SDP'nin (Sosyalist devrim partisi) nuzu, fildişi, gümüş, altın kaplama vb. kurucu üyelerinden biri oldu. Partinin malzemeyle yapılıyor, üzeri çeşitli biçim­ 1979 genel kongresinde SDP genel baş­ lerde bezeniyordu. Mercan, yakut, züm­ kanı seçildi. ASİS'in genel başkanlığından rüt, elmas vb. taşlarla süslenenleri de var­ ayrılmasına karşın, DİSK yönetim kurulu dı. Saray için yapılanlar, özellikle padişah­ üyesi olarak kaldı. 12 eylül 1980'den son­ lara ait olanlar arasında çok değerlileri bu­ ra DİSK yönetim kurulu üyeleriyle birlikte lunmaktaydı. Topkapı sarayı müzesi’nde tutuklandı, dört yılı aşkın hapis yattıktan sergilenen Fatih Sultan Mehmet ve Yavuz sonra davası sürerken salıverildi (1985). Sultan Selirn’e ait hançerler, bunların en Bu dava takipsizlikle sonuçlandı. Sosya­ bilinenleridir. lizm konusunda yaptığı bir konuşma yü­ XIX. yy.'ın ortalarından bu yana, el iş­zünden tutuklanıp (aralık 1986) yargılandı çiliğinin yerini makinelerin almasıyla, bı­ ve duruşma sonunda beraat etti (1987). çakçılık giderek gelişti. Namluların dövül­ B IÇ A K Ç IL IK a. 1. Bıçak ve kesici alet­ mesi, damgalanması, haddelenmesi, par­ ler yapımı. —2. Bıçakçı tarafından üreti­ latılması mekanik olarak yapılır oldu; sap­ len eşyanın tümü. lara biçim verilmesi işlemi otomatikleşti.



B IÇ A K Ç IO Ğ L U (Sinan), türk karikatür­ cü (İstanbul 1931). İstanbul Devlet güzel sanatlar akademisi’nde okudu. Akbaba, Taş, Dolmuş gibi dergilerde çizdi, reklam grafikerliği yaptı, iki albüm yayımladı (1958-1960). 1970’ten sonra Paris'e yer­ leşti. Paris ve İstanbul’da birer karikatür sergisi açtı (1979). B lÇ A K Ç IZ A D E H A K K I B E Y (Ah­ met), türk şair ve gazeteci (İzmir 1860-1930’dan sonra ?). Tire’de medre­ sede, İstanbul’da Mektebi hukuk'ta oku­ du. Çeşitli yerlerde mektupçuluk görev­ lerinde bulundu. İzmir’de haftalık, sonra günlük İzmir gazetesini çıkardı (1890 -1907). Hicaz mektupçusu iken, Birinci Dünya savaşı'nda ingilizler’e tutsak düş­ tü, İskenderiye’ye götürüldü, üçbuçuk yıl tutsak kaldı. Savaştan sonra İzmir Idadisi’nde on beş yıl edebiyat ve felsefe öğ­ retmenliği yaptı. Şiirlerinde “ Nakid" mah­ lasını kullandı. Arapça, almanca, İtalyan­ ca, İngilizceden çeviriler yaptı. Başlıca ya­ pıtları: Medeniyet-i hakikiye dünyanın ne­ resindedir, Çocuklar için ahlaki lügat, İtal­ yanca usui-i kıraat, İngilizce usul-i kıraat, Türkçenin imlası vb. B IÇ A K L A M A a. Bıçaklamak eylemi. —Deric. Bıçaklama makinesi. B IÇ A K L A M A K g. f. B ir kim seyi bıçak­ lamak, ona bıçak saplamak, onu bıçakla yaralamak. ♦ b ıç a k la n m a k edilg. f. Bıçakla yara­ lanmak. B IÇ A K L A N M A K -> BIÇAKLAMAK. B IÇ A K L I sıf. Bıçağı olan: Kendinden bı­ çaklı makine. —Kur. tar. OsmanlI sarayında, kiler koğu­ şunda görevlendirilen ağalara verilen ad. (Terfi edenleri anahtar gulamı ya da mum şakirdi olurdu.) || Bıçaklı eski, padişahın özel işlerinde görevli kıdemli iç oğlanları ya da kıdemli zülüflü baltacılar. (Seferli ko­ ğuşunda on iki bıçaklı eski vardı. Bunlar terfi edince Sazendebaşı, Hamamcıbaşı, Çamaşırcıbaşı olurlardı. Zülüflü baltacılar ocağında da sekiz bıçaklı eski bulunur­ du.) B IÇ A K L IK a. Bıçakların içine konuldu­ ğu kap, kutu ya da çekmece. —Ev. eşy. Örtünün kirlenmemesi için üze­ rine bıçak konulan sofra aksesuarı. sıf. Bıçak yapmaya elverişli maden için kullanılır: Bıçaklık çelik. B IÇ K I a. iki kulpa tutturulmuş dişli bir ağızdan oluşan, ileri geri hareketlerle ağaç kesmeye, kereste yapmaya yara­ yan el aygıtı, j! Bıçkı ustası, BIÇKICI'nın eşanlamlısı. —Ciltç. Eskiden ciltçüerin meşin traş et­ mekte kullandıkları balta biçiminde alet. ■ —Saraç. Deri ve kösele kesmek için sa­ raçların kullandığı şimşir saplı ve hilal bi­ çiminde çelik ağızlı alet (kesici ağız 12-17 cm boyundadır).



—Tarım. Bağ ya da meyve budamaya yarayan dişli bıçak. B IÇ K IC I a. 1. Kereste biçme fabrikası­ nın sahibi. (Eşanl. HIZARCI.) —2. Kapla­ ma sanayisinde kullanılan ince kaplama levhası ya da kaplamalık levha hazırla­ mak için bıçkı makinesinde odunu biçen usta. (Eşanl. HIZARCI, BIÇKI USTASI.) —3. Bıçkı fabrikasının işletme şefi.



B IÇ K IE V İ a. Bıçkı ile kesim işlerinin ya­ pıldığı işlik. (Eşanl. BIÇKIHANE.) B IÇ K IH A N E a. BIÇKIEVİ'nin eşanlamlı­ sı. B IÇ K IN sıf. ve a. (bıçm ak > biçm ek' ten). 1. Kabadayı, külhanbeyi, kavgacı. —2. Korkusuz, gözü pek. —3. Çapkın, hovarda. B IÇ K IN L A Ş M A K gçz. f. Külhanbeyine yaraşır tavırlar takınmak, kabadayılık tas­ lamak. B IÇ K IN L IK a. Bıçkın olma durumu, ni­ teliği. B IS A A , B ID A A T ya da B IZ A A T a. (ar. bıda'a, btdsfat, bıza’at). Esk. Sermaye, anapara. —isi. huk. Bıdaa, bir kimseye borç ola­ rak verilen sermaye. (Sermayeyi veren ki­ şi bunun kâr ya da zararından etkilen­ mez.) 8SDA&T -* BIDAA. B ID IK sıf. ve a. Halk. 1. Kısa, tıknaz kim­ se için kullanılır: Bıdık oğlan —2. Küçük, ufak meyve için kullanılır: Bıdık elmalar. S IĞ IL a. Esk. sil. Okçulukta, yay üzerin­ deki kemikte oluşan kabarıklıklara, liflere verilen ad. B ÎĞ Z A -> BUĞZ. B shtsşı, Yörs. Açık yerlerde oynanan bir çocuk oyunu. (Çocuklardan biri, bacak­ larının arasından arkaya doğru bir taş atar. Taşın düştüğü yere işaret konur. Öteki çocuklar da aynı şekilde taş atar­ lar. Taşını, işaretin en ilerisine atan oyu­ nu kazanır.) B IK A N -> BAYKAN B IK IL M A K - BIKMAK. B IK K IN sıf. Sürekli aynı şeyi yinelemek­ ten usanç duyan kimse; bunu ortaya ko­ yan şey için kullanılır; bezgin: Önündeki dosyalan bıkkın b ir tavırla karıştırdı. So­ ruları bıkkın b ir sesle yanıtlamak. B IK K IN L IK a. 1. Büyük bir ruhsal yor­ gunluk; usanç, bezginlik: Bıkkınlık içinde olmak. H er şeyden bıkkınlık duymak. —2. (B ir kimseye) [b ir şeyden, b ir şey yapm aktan, b ir kim seden] bıkkınlık gel­ mek, sürekli yinelenen bir şeye, sık gö­ rülen bir kimseye artık katlanamaz duru­ ma gelmek, ondan bıkmak, usanmak. —3. (B ir kimseye) bıkkınlık vermek, sözkonusu bir kimseyse, aynı şeyleri yinele­ yerek karşısındakini bunaltıp usandırmak; yinelenen bir şeyse, insanı sıkmak bunalt­ mak: G ünlerdir aralıksız yağan kar insa­ na bıkkınlık veriyor.



ğan kar şim di" (Viilon'dan S. E. Siyavuşgü) ■ B IL D IR C IN a. 1. Kekliğe benzeyen, kahverengimsi tüylü küçük kuş. (Bil. a. Coturnix coturnix, sülüngiller familyası.) [Bk. ansikl. böl.] —2. Bıldırcın gibi, kısa boyiu, dolgunca ve alımlı kız ya da kadın için kullanılır. —ANSİKL. Buğday bıldırcını yüksek otlar arasında yuva yapan göçmen bir kuştur, Kuzey Afrika’da ya da Güney Avrupa'da kışlar. Daha çok tanelerle, bazen de bö­ cek ve sümüklüböcek larvalarıyla besle­ nir. Bıldırcının birçok doğal düşmanı var­ dır; ayrıca insan tarafından yoğun biçim­ de avlanmaktadır. Kuzey Amerika’daki buğday bıldırcınına benzeyen türler yer­ leşik yaşar. —Avc. Açık alanlarda bulunan bıldırcın, tüfekle ve ferma köpeğiyle, ovaların bitki örtüsü ve anızlar arasında avlanır. Köpek­ lere karşı kendini ustaca savunur, ama düz çizgi biçimindeki uçuşu oldukça ya­ vaştır: bu nedenle ateş etmeden önce, bıldırcının kısa bir süre uçmasına izin ver­ mek yerinde olur. —Zool. Evcil bıldırcın ya da japon bıldır­ cını (C oturnix coturniz japonica alttürü), Japonya, Avrupa ve ABD'de yoğun bi­ çimde yetiştirilmektedir. Ya 5-6 haftalık ol­ muş yavruların semizleştirilmesi ya da yu­ murta üretimi için yapılan bu beslenme­ nin başarısı, yumurtanın erken alınması­ na, yüksek döl verme oranına ve yavru­ ların hızlı büyümesine bağlıdır. Yavru bıl­ dırcınlar 6 haftalık olunca erginlerin bo­ yuna ulaşır; erkekler 120 g, dişiler 150 g. Bıldırcın yılda en çok 300 yumurta yapar: bu yumurtaların ağırlığı kendi ağırlığının 25 katını bulur. Rengi açık sarı ile koyu kahverengi arasında değişen yumurta ka­ buğunun üzerinde, her dişinin kendine özgü lekeleri bulunur. Bıldırcın besleme, büyük kuş kafeslerinde ya da salmalar­ da yapılır. B IL D IR K İ sıf. Halk. Bir önceki; evvelki, & IL İN A a. (rusça söze.) Ed. Eski Rusya' da epik şarkı. —ANSİKL. Bılinalardaki kahramanlar, Muromlu ilya gibi efsane kişileri olabileceği gibi, biçim değiştirmiş tarihsel kişiler de olabilir. Bılinalar iki çevrime ayrılır: prens Vladimir ve yiğit bogatırların anlatıldığı Ki­ ev çevrim i ile ticaret kenti Novgorod'un onuruna düzenlenen N ovgorod çevrim i. Bu şarkılarda yiğitlik, büyü ve kahraman­ ların becerisi yüceltilir. B IL L IK Ş IL L IK sıf. Çok tombul, şişman. B IN Ç İ - BINŞİ.



B IN G IL B IN G IL sıf. Etli, pelte gibi titrek. B IK M A K gçz. f. 1. B ir şeyden, b ir şey ■ BIN G ILD A K a. Anat. Kafatası tam ke­ mikleşmeden önce, kemiklerin tırtıklı ek­ yapm aktan bıkmak, ona karşı artık hiçbir lem yerlerinde bulunan kıkırdaklı alan. isteği kalmamak, ondan tat almaz, ona —ANSİKL. Yeni doğmuş çocukta ortada katlanamaz duruma gelmek; usanmak: iki büyük ve yanlarda dört küçük bıngıl­ Yaşadığı bu anlamsız hayattan bıkmıştı. dak vardır. Orta ön bıngıldak (büyük bın­ Hep aynı şeyleri dinlem ekten bıktım. Sa­ gıldak) ya da bregma bıngıldağı en bü­ bah akşam aynı şeyleri yersen bıkarsın. yük olanıdır. Alın ve yankafa kemikleri —2. Bir yerden bıkmak, orada bulun­ arasında, eşkenardörtgen biçimindedir. maktan, yaşamaktan artık sıkılmak: Bura­ dan bıktım artık. —3. B ir kimseden bık­ b re g m a b ıngıldağı la m b d a b ıngıldağı mak, onun varlığından rahatsız olur, sıkı­ lır duruma gelmek: Bu seyyar satıcılardan da bıktım. A rtık ondan bıktığını, ayrılmak istediğini söyledi —4. Bıkıp usanmak, aşırı ölçüde bezmek. ❖ bıkılm ak edilg. f. Bıkmak eylemine konu olmak; usanılmak: Çocuktan bıkılır mı hiç? 4Y bıktırm ak ettirg. f. B ir kim seyi bık­ tırmak, onu sürekli rahatsız, tedirgin et­ mek; bıkmasına neden olmak; usandır­ mak: Anlamsız sorularıyla beni bıktırdı. Bu telefonlar da bıktırdı artık. B IK T IR IC I sıf. Yinelenmesiyle, tekdüze­ liğiyle insanı bıktıran, insana usanç veren: Bıktırıcı yakınmalar. Bıktırıcı sıcaklar. B IK T IR M A K -* BIKMAK. B IL D IR be. Halk, (b iryıldır'd an). Geçen yıl, bir önceki yıl: "Ama nerde bıldır ya­



p te riy o n bıng ıld a ğ ı



aste ryo n bıngıldağı



iki üç yıl içinde kapanır. A rt orta bıngıldak ya da lambda bıngıldağı daha küçük ve üçgen biçimindedir, iki yankafa kemiğini artkafa kemiğinden ayırır, genellikle do­ ğumda yoktur. Yan bıngıldaklar, çok kü-



bıngıldak' 1610



çüktür, ön (pteriyon) ve arka (asteryon) bıngıldaklar olmak üzere ikiye ayrılır. Bın­ gıldaklardan doğum esnasında dölütün konumunu belirlemek için nirengi olarak yararlanılır. B IN G IL D A M A K gçz. f. İnsanın etli, dol­ gun bir yanı ya da bir sıvı sözkonusuysa, oynamak, titremek. B IN Ş İ, B IM Ç İ, B E N K İ ya da B E N ­ G İ, Çin'de kent, Liaoning'de, Şinyang’in G.-D.'sunda; 751 100 nüf. (1990). Kömür ve alunit madenleri. Demir-çelik sanayisi. B IR A K IL M A K -



BIRAKMAK.



B IR A K 8 L M IŞ L IK a. Fels. Heidegger' de, burada-varlık’ın kendini yitirmeyle so­ nuçlanan yozlaşma biçimlerinden biri. ("Anafor, bırakılmışlığa özgü kabullenme­ me özelliğini açığa vurur [...], burada -varlık, 'onlar'ın kalp varlığının anaforun­ dan kurtulamaz" [Sein und zeit, 38].) B IR A K IŞ M A a. Ateşkes, mütareke. B IR A K IŞ M A K -



BIRAKMAK.



BIRÂKST a. Fluk. TEREKE'nin eşanlam ­ lısı.



B IR A K M A a. Bırakmak eylemi. —Deniz huk. İştirak payını bırakma, do­ natma iş tira k in d e ortağın, iştirake ait bir borcu ödeme yükümlülüğünden kurtul­ mak için iştirak payından vazgeçmesi. || Sigortalı şeyi bırakma, deniz rizikolarına karşı yapılan sigortalarda sigortalının si­ gorta bedelinin tümünü almak amacıyla sigortalı şey üzerindeki haklarını sigorta­ cıya devretmesi. —Saatç. Balansla maşayı ve maşayla bir eşapman dişlisini boşaltma işlemi. || Bırak­ ma açısı, balans ile maşanın yer değiştir­ me devinimleri sırasında oluşturdukları açı. B IR A K M A K g. f. 1. B ir şeyi bırakmak, onu artık tutmamak: ip i bırakma, sıkı tut. Kolumu bırakın lütfen. —2.B ir şeyi (bir ye­ re) bırakmak, onu (oraya) koymak: Elin­ dekile ri masaya b ıra k,içe ri gel. —3. B ir şeyi b ir başka zamana bırakmak, onu er­ telemek: Geziyi gelecek yıla bıraktım. —4. Bir şeyi bir yerde bırakmak, onu ora­ da unutmak: Çantasını otobüste bırakmış. — 5. B ir şeyi, b ir şey yapmayı bırakmak, ondan vazgeçmek, onu yapmayı, düşün­ meyi, onunla ilgilenmeyi vb. tümüyle ya da bir süre sonra başlamak üzere kes­ mek: Söylenm eyi bırak. Kitabı bırak, gel film i seyret. Bu işin peşini bırakm ayaca­ ğım. Önyargıları bırakmak. —6. B ir şeyi (yerinde, olduğu g ib i vb.) bırakmak, onu bulunduğu yerden almamak, durumunu değiştirmemek: Koltuğu bırakın, masayı götürün. Koltuğu yerinde bırak. —7. Bir şeyi (somut), b ir şeyin b ir bölüm ünü bı­ rakmak, artık ona gerek, istek kalmadığı için ya da başka zamana, başka birisine saklamak amacıyla kullanmamak, tüket­ memek: Tatlının yarısını bıraktı. Birazını da sonraya bırakacağım. Birazını da sa­ na bıraktım. —8. Bırakm ak (em ir kipi) + fiil (dilek ya da em ir kipi) ya da b ir kimse­ yi, b ir şeyi bırakmak, b ir şeyi, b ir şeye bı­ rakmak, bir kimsenin ya da bir şeyin ey­ lemine engel olmamak: Bırakın geçelim. Annem bırakırsa gelirim . Dünyada bırak­ mam, yemeğe kalacaksınız. Toprağı din­ lenm eye bırakmak. Bırak dilediğini dü­ şünsün. —9. B ir işi, b ir topluluğu bırak­ mak, o işi artık yapmamak, o topluluktan ayrılmak: Okulu bırakmak. Memuriyeti bı­ rakıp ticarete atıldı. Politikayı bırakmak. — 10. B ir şeyi, b ir kimseye, b ir topluluğa bırakmak, onu ona vermek ya da devret­ mek; bir tür miras olarak aktarmak: Tüm servetini yeğenine bıraktı. Garsona bah­ şiş bırakmak. Eski yönetim bize b ir enkaz bıraktı. — 11. B ir şeyi, b ir kim seyi b ir kim­ seye ya da b ir kuruluşa bırakmak, onu, o şeyi ona, oraya emanet etmek: Kampa giderken köpeği komşuya bırakacağız. Valizlerinizi em anetçiye bırakabilirsiniz. Çocuğu anneme bırakıp alışverişe çıktım. — 12. B ir alışkanlığı bırakmak, o alışkan­



lıktan vazgeçmek: Sigarayı, içkiyi bırak­ mak. — 13. B ir şeyi ya da b ir kimseyi tüm leç + bırakmak, durumunu değiştir­ memek, olduğu durumda tutmak; onu kötü, güç bir durumda koymak: Annesi­ ni hasta bırakıp geziye çıktı. Kapıyı açık bırak. Çocukları aç bırakma, insanları yok yoksul bırakmak. Bizi parasız bıraktı —14. Arkasında b ir kimseyi, b ir şeyi bı­ rakmak, ölümle, yaşayan bir kimseden ayrılmak ya da ölümünden sonra varlığı­ nı sürdürecek bir eserin yaratıcısı olmak: Arkasında b ir dul ve üç yetim bıraktı, iyi b ir ad bırakmak. Arkasında önemli b ir ya­ p ıt bırakan ressam. — 15. B ir şeyi (soyut) b ir kimseye bırakmak, onu, ona vermek, ondan yararlanmasını sağlamak: Bana düşünmek için biraz zam an bırak. Ona hiçbir seçenek bırakmadın. —16. B ir kim­ seyi bırakmak, ondan ayrılmak, onu terk etmek: Karısını ve üç çocuğunu bıraktı. — 17. B ir kim seyi (b ir yerde) bırakmak. terk etmek, artık onunla birlikte olmamak; onu birlikte götürmemek: Onu garda bı­ raktım. Bizi yalnız bırakın, konuşacakları­ mız var. Çocukları evde bıraktık. — 18. Bir şey bırakmak, kendi eyleminden, kullanı­ mından sonra oluşacak ya da devam edecek bir şeye yol açmak: Çarpma dö­ şemede iz bıraktı. Leke bırakmak. — 19. Bıyık, sakal bırakmak, uzatmak. —20. Bir kimseyi b ir yere bırakmak, onu, oraya gö­ türmek: Onları evlerine bıraktık. Beni Osm anbey'de bırakır mısınız? —21. Yapıla­ cak b ir şeyi b ir kimseye bırakmak, kendi yapmamak ve başka birinin yapmasını sağlamak, ona yüklemek: Bütün işi bana bıraktınız. Çocukların sorum luluğunu tü­ m üyle ona bıraktı. —22. B ir şeyi (b ir kim ­ seye) b e lli b ir fiyata bırakmak, onu daha düşük bir fiyata satmayı kabul etmek: Bu vazoyu size daha ucuza bırakabilirim. Yüz bine bırakırsan alırım. —23. (B ir kimse­ ye) b elirli b ir m iktar bırakmak, (ona) bir ka­ zanç, gelir sağlamak: Bu hisse senetleri y ıl sonunda epey kâr bırakıyor. —24. B ir kim seyi (sınıfta, b ir dersten) bırakmak, onu geçirmemek. —25. Bırak Allahını se­ versen, bir kimse ya da nesneyi önemse­ meme, ona değer vermeme gerektiğini belirtmek için söylenir: Bırak Allahını se­ versen, ben de onu adam sanmıştım. || Bı­ raktığım ya da bıraktığın yerde otluyor, bu kimsenin hiçbir gelişme göstermediğini belirtmek için söylenir. —ikt. Bırakın yapsınlar, bırakın geçsinler (Laissez faire, laissez passer). Dr. François ûuesnay ve Jean-Claude Marie Vincent Gournay'in ortaya attığı, Adam Smith tarafından yeniden ele alınan, ka­ mu müdahalelerinin, önerdiklerirtip,.aksi­ ne sonuçlar üreteceğini belirten tümce. (Devlet vatandaşlarının işlerine karışma­ malı, onları içte ve dışta korumakla yeti­ nip, yalnızca bireylerin olanaklarını aşan ve kamusal çıkarlara yönelik işletmeleri elinde bulundurmalıdır.) —Oy. Bir sonraki elde aynı parayı oyuna sürmek amacıyla kazancını yerden alma­ mak, || El bırakmak, sayı bırakmak, karşı taraf adına, kolay bir el ya da bir sayıdan vazgeçmek. ♦ gçz. f. Yapıştırılmış bir şey sözkonu­ suysa, yapışık durumdan çıkmak; ayrıl­ mak: Duvar kâğıtları köşelerden bırakmış. ♦ bırakılm ak editg. f. Bırakmak eyle­ mine konu olmak: Vestiyere bırakılan pal­ tolar. Masalardan birinde şemsiye bırakıl­ mış. ♦ bırakışmak işt. f. Savaşa, çatışma­ ya karşılıklı olarak son vermek; ateşkes yapmak. ♦ bıraktırmak ettirg. t. B ir kimseye bir şeyi bıraktırmak, onun o şeyi, o kimseyi bırakmasını sağlamak; bırakmasına yol açmak: B ir hastaya sigarayı bıraktırmak. Bu olay ona işini bıraktırdı. B IR A K T IR M A K - BIRAKMAK. B IR A N G A R ya da B A R A U N G A R a (moğ. baran, baraun, sağ ve gar, kol’



dan). Moğol askeri örgütünde ordunun sağ kolu. —ANSİKL. Moğol kabilelerini toplayan Cengiz Han, orduyu yeniden düzenleye­ rek son biçimini verdi. Moğollar'ın ardın­ dan Türkistan ve İran'da devlet kuran Timurlular, Karakoyunlular, Akkoyunlular, Safeviler de ordunun sağ kanadı için Bırangar sözcüğünü kullandılar. BİTEK a. 1. Erkekte üstdudağın üzerin­ de çıkan kıllar: Sesi kalınlaşıyor, bıyıkları çıkmaya başlıyor. —2. Kesilmeden bıra­ kılan bu kıllar (tekil ve çoğul olarak aynı anlamı taşır): Bıyığı var mıydı? Bıyığını in­ celtmek. —3. Kadınlarda üstdudağın üzerinde oldukça belirgin görülen ayva tüyleri. —4. Etçil ve kemirgen hayvanla­ rın üstdudaklarındaki duyarlı uzun kıllar. —5. Kimi balıklarda ağzın iki yanında bu­ lunan, dokunma ve özellikle de tat alma duyumu veren ipliksi uzantılar. — 6. Tır­ manıcı bitkilerde tutunmayı sağlayan sür­ günler. (SÜLÜK de denir.)— 7.Arg. Bıyık­ lı kimse. —8. Bıyık altından gülmek, bir kimsenin durumuyla alay ettiğini sezdir­ meden gülümsemek. || Bıyık bırakmak, bı­ yık uzatmak. || Bıyık burmak, bükmek, yi­ ğitlik, kabadayılık taslamak amacıyla bı­ yığını başparmağıyla işaret parmağı ara­ sında döndürerek bükmek. || Bıyık çek­ mek, boya ile bıyık yapmak: Oyunda ba­ ba rolünü oynayacak çocuğa bıyık çekip, fötr şapka giydirdiler. || Bıyık falına var­ mak, içinde bulunduğu güç bir durum­ dan kurtulma yollarını düşünürken sürekli biçimde bıyığı ile oynamak. || Bıyığı yelli, aşırı ölçüde kendini beğenen, gururlu, ki­ birli kimse için kullanılır. j| Bıyığını balta kesmemek, kendini üstün görerek kimse­ den korkup çekinmemek. || Bıyığını sil­ mek, bir işi bitmiş sayarak izlemekten vaz­ geçmek. || Bıyıkları terlemek, bıyıkları ye­ ni yeni çıkmaya, belirmeye başlamak. ||8/yıklarını ele almak, çocukluk çağından delikanlılık çağına girmek. —Balıkç. Bazı balıkların (sazan, dikenliyüzgeçliler, bıyıklıbalık vb.) dudakların­ dan sallanan, dokunma ve özellikte tat al­ ma duyu organı görevi yapan, etli iplik­ çik. —Berbl. Badem bıyık, yanları traş edile­ rek yalnız burun hizasında bırakılan kü­ çük bıyık. || Bektaşi bıyığı, biçim verilme­ den, olduğu gibi bırakılmış pos bıyık. || Bı­ yık maşast eskiden bıyıklara şekil vermek için kullanılan maşa. || Burma bıyık, du­ dak üstü kılları kırpılmış,yanlardaki kılları uzatılıp parmakla burularak biçim verilmiş bıyık. || Duglas bıyık, düz ve ince bıyık. (Amerikalı.aktör Douglas Fairbanks'ın bı­ yık biçiminden moda olmuştu.)|| Karanfil bıyık, dudak üstüne gelen kılları, parmak­ la kıvrılarak toplanmış bıyık. || Kaytan bı­ yık, dudak üstüne gelen kılları kırpılmış, üstten derince traş edilmiş, dudağın yan­ larından hafifçe sarkan ince bıyık. |j Kırpık bıyık, uçları kırpılmış, dudak üstünde kü­ çük bir yastıkçık biçiminde bırakılmış bı­ yık. (Birinci Dünya savaşı yıllarında mo­ da olmuştu.) || Pala bıyık, yanaklardan dört, beş parmak dışarı taşacak biçimde uzatılmış, uçları burularak sivriltilmiş gür bıyık.( Dudak üstüne gelen kıllar kırpılırdı.) || Pis bıyık, kılları gür çıkmayan ve dü­ zene sokulamayan bıyık; çok ince bıyık. || Pos bıyık, alt kılları parmak ucuyla top­ lanmış, uç kısmı dudak bitiminden tel tel aşağı sarkan bıyık. || Sıçankuyruğu bıyık, çok fazla inceltilmiş düz bıyık. || Yastık bı­ yık, bıyıkla birlikte, bıyık altına gelen sa­ kal kılları da uzatılıp birlikte burularak oluş­ turulan bıyık. —Denize. Yelkenli gemilerde, cıvadranın her iki .yanına, destemoraya yakın, keme­ relere ‘koşüt olarak konan yatay seren. (Baston ventolarını Cıvadradan açık tut­ maya yarar.) —El sant. iğne oyasında, oya ile kuma­ şın birleştiği yere yapılan, çıkıntılı küçük süslemeler. B IY IK L A N M A K gçz.f. Bıyığı çıkmak. SSIYIStU sıf. 1. Bıyığı olan. —2. Bıyık bı-



rakmış erkek için kullanılır: Kaytan bıyıklı bir delikanlı. —3. Arg. Bıyıklıya piyaz ver­ mek, polis, jandarma vb. ile iyi geçinmek. B IY IK U A L İ P A Ş A (Silahtar), türk sad­ razam (İstanbul ? -ay.y. 1755). Ayasofya evkafı kâtibi Mehmet Efendi'nin yanına girdi. Bir süre müezzinlik yaptıktan sonra teberdar olarak Hasoda'ya alındı. Rikapdar, çuhadar, silahtar (1751) oldu. Osman III döneminde etkisi arttı; kendisine sad­ razamlık yolunun açılması için Aydın muhassıllığına gönderildi. 1755'te sadrazam­ lığa getirildiyse de bu görevde 63 gün ka­ labildi. Rüşvet suçlamasıyla görevden alı­ narak idam edildi. B IY IK L I M A Y M U N a. Ekvator Afrikası’nda yaşayan, mavi suratlı maymun. (Bil. a. Cercopithecus cephus; uzunkuyruklumaymungiller familyası.) B IY IK U M E H M E T P A Ş A İmrahor, türk beylerbeyi (öl. Diyarbakır 1524). En­ derun’da yetişti. Çeşitli saray hizmetlerin­ de yükselerek baş imrahor oldu. Yavuz Sultan Selim'in Çaldıran seferinde Bay­ burt’u almakla görevlendirildi. Bayburtkj ele geçirdikten sonra Canik, Trabzon, Şe­ binkarahisar sancakları birleştirilerek ku­ rulan Erzincan beylerbeyliğine atandı. Ya­ vuz’un buyruğuyla Kemah kalesini kuşattı (1515). Diyarbakır serdarlığına getirildi; Şah İsmail’in bu bölgeye vali olarak gön­ derdiği Ustaclu Han ile savaşarak onu Mardin’e kadar çekilmek zorunda bırak­ tı. Daha sonra Mardin dolaylarındaki Koçhisar’da Ustaclu Han'ı kesin bir yenilgi­ ye uğrattı. Böylece Mardin, Ergani, Çer­ mik ve Birecik, osmanlı egemenlik.sınırı içine girdiği gibi Musul, Kerkük, Hasankeyf ve Rakka da Osmanlı devletine bağ­ landı. Yeni kurulan Diyarbakır eyaletinin ilk beylerbeyi olan Mehmet Paşa'ya böl­ ge halkı “ Fatih Paşa" sanını verdi. B IY IK L I M U S T A F A P A Ş A -



BO



ZOKLU MUSTAFA PAŞA.



B IY IK L I Ö TLEĞ EN a. Küçük ötücü kuş. (Bil. a. Lusciniola melanopogon; si­ nekkapangiller familyası; boyu 13 cm.) B IY IK U B A U K a.Tatlı sularda yaşayan, üstdudağında iki çift bıyık bulunan, sırt ve kısa anal yüzgeçleri olan kemikli ba­ lık. (Türkiye'deki en yaygın bıyıklıbalık tü­ rü, bıyıklıbalık, Froti, hasbalık, imsirik, kersine, mayabalığı, sarı bıyıklıbalık ve sirozbalığı adlarıyla tanınan Barbus barbus' tur.) —ANSİKL. Bıyıklıbalıklara temiz ve akıntı­ lı sularda, çakıllı ve kumlu diplerde (bu­ ralarda küçük avları yakalayarak beslenir) rastlanır. Bıyıklıbalık daha soğuk ve da­ ha bol oksijenli sulara giderek mayıs ayın­ da yumurtlar. Barbus cinsi üyelerinin Oligosen’den bu yana yaşadıkları bilinir. Barbus cinsinin birçok türü Afrika'da NİT den Zambezi’ye kadar uzanan alanda bulunur; bazı türlere Büyük Sahra’daki geçici su kaynaklarında bile rastlanır. Kör olan bazı türlerse mağaralarda yaşar. As­ ya'daki türler arasında, Barbus cinsinin en iri üyesi mahşer (boyu 3 m'yi bulabi­ lir) de yer alır. —Balıkç, Bıyıklıbalık, akarsuların en hızlı aktıkları kesimi ve özellikle de köprü ayakları yakınında oluşan çalkantılı kesim­ leri sever. Dipten beslenir ve hemen he­ men bütün yemlere gelir. Bıyıklıbalığı av­ lamak için kurşunlu olta çok uygundur. Bıyıklıbalık, suya yakın geçen çekirgeleri yakalayabilmek için suyun dışına bile sıç­ rayabilir. B IY IK L IO Ğ L U (Mehmet Tevfik), türk ta­ rihçi, yazar, asker ve diplomat (Çanak­ kale 1899 - Ankara 1961). Harp okulu’ nu (1908), Harp akademisi’ni bitirdi (1914). Kurtuluş savaşı'nda Batı cephesi harekât şubesi müdürlüğü yaptı. Lozan konferansı’nda türk delegasyonunda as­ keri danışman olarak bulundu. Kurmay albaylıktan emekli oldu, iki kez Cumhur­ başkanlığı genel sekreterliği yâptı (1924 -1926 ve 1928 -1932). Moskova



elçisi oldu (1927), bir yıl bu görevde kal­ dı. Türk Tarih kurumu'nun ilk başkamdir. Başlıca yapıtları: H int tarihi (1931), Trak­ ya'da m illi m ücadele (1956), Türk istiklal harbi (1962), Atatürk Anadolu'da 1919 -1921 (1959), Osmanlı ve türk doğu poli­ tikası (1958), Mondros m ütarekesi ve tat­ bikatı (1962). Tarihe ilişkin, çeşitli çeviri ki­ tapları da yayımlandı. B IY IK S IZ sıf. 1. Bıyığı olmayan. —2. Bı­ yığını kesmiş erkek için kullanılır. B lY IK T A Y (Ömer Halis), türk asker (Er­ zincan 1883 - İstanbul 1939). Harp okulu'nu bitirdi (1905). Türk-italyan savaşı ne­ deniyle Harp akademisi kapandığından akademiyi bitirişi gecikti (1914). Kurmay­ lığı onandı (1915). Turk-ltalyan, Balkan, Birinci Dünya ve Kurtuluş savaşlarına ka­ tıldı. Muhtelif birliklerde ve askeri kuruluş ve kurumlarda görev aldı (1905-1914). X. Kolordu emrine verildi. Irak ve havalisi ko­ mutanlığı kurmay kurulunda görevlendi­ rildi (1915-1917). 6. Tümen, 57. Tümen kurmay başkanlıklarını yaptı (1917-1918). Binbaşılığa yükseldi (1918). 20. Kolordu kurmay başkanlığına getirildi (1919). Tü­ men komutanlığına atandı (1920-1924). Generalliğe yükseldi (1927). Milli savun­ ma bakanlığı müsteşar yardımcılığı (1928 -1929), Milli savunma bakanlığı kara müs­ teşarlığı, 3. Tümen komutanlığı, Genel­ kurmay eğitim dairesi başkanlığı, İstan­ bul komutanlığı görevlerinde bulundu (1929-1939). Korgeneralliğe yükseldi (1934). B IY IT L I, Aydın'ın Koçarlı ilçesi merkez bucağına bağlı belde; 3 754 nüf. (1990). Belediye. B İZ ya da B İZ a. Marangl. çiZECEK'in eşanlamlısı. B IZ A A T -> BIDAA. B IZ B IZ a. ZİBZİBİ’nin eşanlamlısı.. B IZ D IK a. (erm. bızdig'den). Tkz. Küçük çocuk. B IZ IK a. Seksol. Cinsel doyum için kul­ lanılan dikleşmiş penis biçiminde ağaç­ tan, köseleden, fildişinden, vb. yapılmış alet. B IZ IR a. Anat. Kadın cinsel organının üst kısmında bulunan ve dikleşebilen küçük organ. (Eşanl. KLİTORİS.) —ANSİKL. Kadında bızır süngersi cismi olmayan, oyuklu iki bölümden oluşur ve küçük dudakların bızır gemi denen bir kıvrımıyla yönlendirilir. Bızır kösnüde, se­ vide önemli yeri olan bir organdır. B İ - önek (ar. bi-). Esk. Sözcük başları­ na gelerek "ile " anlamı verir: biddelaat (defalarla, defalarca): "... biddefaat be­ yannam eleriyle esasen Han eylem iştir" (M.K. Atatürk), bilistifade (yararlanarak): "B u suikasttan b ilistifa d e ..." (M.K. Ata­ türk), bilistişare (danışarak, görüş sora­ rak): "... bilistişare ayrıca b ir beyanname­ nin ilanı tab iid ir " (M.K. Atatürk), bilkuvve (eyleme geçmemiş, düşünce halinde): "Çocuklarda bu kabiliyet ancak bilkuvve m evcuttur " (Hüseyin Cahit), bilkülliye (bütünüyle): "Orduyu hümayunları ise bil­ külliye siyasi cereyanlardan münezzeh..." (M.K. Atatürk), bilm ecburiye (mecbur ola­ rak): "Yahya Kaptan’ın bilm ecburiye tes­ lim inden son ra..." (M.K. Atatürk), bilmuhabere(haberleşerek): "...m alum olduk­ tan sonra bilm uhabere kararlaştırılacak­ tır " (M.K. Atatürk), bilm ünasebe (ilişkisi olduğu için, yeri gelmişken): "Efendiler, burada, bilm ünasebe arz edeyim k i..." (M.K. Atatürk), bilm ürur (geçerek):"ffum eli sahiline bilm ürur Akbaş depolarına vazıyet e ttiğ i..." (M.K. Atatürk), bilmüsademe (çarpışarak): "... bilmüsademe cebren işgali tahakkuk etm iştir " (M.K. Atatürk), bilmüzakere (görüşerek): "...bilmüzakere ilanı zaruri telakki olunmakta­ dır " (M.K. Atatürk), bilvesile (yeri gelmiş­ ken): ” ... takdirle karşılandığını bugün b il­ vesile zikretm ek isterim “ (M.K. Atatürk), bilvücuh (görünürde, görünüşüyle):



"Anadolu'nun bilvücuh en em in m ahalli olan S ivas'ta..." (M.K. Atatürk),binnetice (sonuç olarak): "...binnetice felaketten fe­ lakete rezaletten rezalete sürüklenm ek­ ten. .. "(M.K. Atatürk), bittahkik (inceleye­ rek): "B ittahkik işarına inayetlerini rica ederim " (M.K. Atatürk), bittecrübe (tec­ rübeyle):". ..cüret edegeldikleri bittecrübe sabittir “ (M.K. Atatürk), bittesaduf (tesa­ düf olarak, rasgele): "B ittesaduf oralar­ da b ir istihkam mülazımımız vardı " (M.K. Atatürk), bitteslr (tesirle, etki yoluyla): "Hz. E bubekir’in bittesir makam-ı hilafeti işgâl etmesi isabet oldu " (M.K. Atatürk), bittevkif (tutu klanarak):"... bittevkif Malta ‘ya götürülm üş olan m urahhaslar tahliye olunm uş..."(M.K. Atatürk). —Dilbil. "B i-", harfi tarif olan “ e/” in önü­ ne geldiğinde, "e l"i izleyen sözcüğün ba­ şında hurufı kameriyeden biri olursa “ b i-" ve “ e l" birleşerek "b i-!-" biçiminde söz­ cüklere bağlanır; hurufı şemsiyeden biri olursa, "e/” in “ 7-” si, kendisinden sonra­ ki harfe dönüşür: bi-ei-defaat) bi-d - defaat. B İ- önek (fars. b i). Esk.Başına geldiği sözcüklere.olumsuz anlam verir: biaman (amansız, acımasız, merhametsiz): "Kim hışmı zail olsa dahi biaman o lu r" (Nef’i, XVII, yy.), biasıl (asılsız): "... hükümet-i m erkeziyenin ne kadar biasıl ve m illet ile alakasız b ir heyet-i acize olduğunu..." (M.K. Atatürk), bibaha (paha biçilmez), bilbaht (bahtsız, talihsiz), bibedel (benzer­ siz, eşsiz): "Şahika hanım pek hoştur, gü­ zeldir, bibedeldir "(HIR. Gürpınar), bidâd (adaletsiz, zalim), biedeb (edepsiz, terbi­ yesiz), biedebane (edepsizcesine), bifaide (faydasız, işe yaramaz), bigayret (tem­ bel, hareketsiz), bihadd ü payan (uçsuz bucaksız), bihod (çılgın), biidrak (anlayışsız): ” .... biidrak b ir hain lazımdı "(M .K. Atatürk), biinsaf (insafsız, acımasız), bikâr (işsiz, bekâr), bikarar (kararsız, şaşkın): “ Kaçan hayalin ile ben ki bikarar olurum " (Hümami, XV. yy.), biluzum (gereksiz), bim ahal (yersiz), bim aksad ü bigünah (se­ bepsiz ve günahsız), bimana (anlamsız, saçma): "Çünkü boş, bimana şeylere m übteladır " (H.C. Yalçın), bim ecal (der­ mansız, takatsiz): "G alib g ib i bim ecal ka ld ı" (Şeyh Galip, XVIII. yy.), bimekân (yersiz yurtsuz, başıboş, serseri), bimerham et(acımasız), biniihnet (sıkıntısız, ezi­ yetsiz): "Bim ihnet ü gam vusul-i d ild a r" (Şeyh Galip, XVIII. yy.), bim ihrüvefa (sev­ gisi, vefası olmayan), bim innet (yapılan iyiliği başa kakmayan, Tanrı), bimuhaba (çekinmeden, sakınmadan): "... bimuha­ ba onların tatbikatına itila f devletlerince başlanmıştır " (M.K. Atatürk), binasib (na­ sipsiz), binazir(eşi, benzeri olmayan), bineva (nasipsiz) zavallı, düşkün): "Ö ptür doyunca dam enini binevalara" (Baki, XVI. yy.), biniyaz (katı yürekli, yalvarıp ya­ karmayı kabul etmeyen; kimseye yakar­ mayan Tanrı): "Nazeylesün sipihre o kim biniyaz o lu r" (Laedri), binihaye (nihayet­ siz, sonsuz), bipayan (sonsuz, sınırsız): "... bize karşı ruhları kapandığı vakit b i­ payan b ir elem duyarız " (H.C. Yalçın), biperva (pervasız, korkusuz): “ Mest-i nazım kim büyüttü böyle biperva seni" (Nedim, XVIII. yy.), biriya (riyasız, yalansız): "Netekim nergis olur m est-i biriya olalım " (Şeyhi, XV. yy.), biruh (ruhsuz, cansız), bisabr (sabırsız): "Kara saçın b ig i bisabr ü ihtiyar olurum " (Hümami, XV. yy.), biser (başsız): "Pam al-i hasm -i biser ü pâ kıl­ dın ey fe le k" (Fuzuli, XVI. yy.), bisükûn, (hareketli, durmayan), b işe kk(şüphesiz), bişuur (şuursuz, düşüncesiz). B İ- (fr. bi-). Org. kim. Bir molekülün, öz­ deş iki kökün birliğinden oluştuğunu gösteren önek. (Örneğin bifenil, iki fenil kökünün birliğinden oluşur.) B İ Anorg. kim. Bizm ut'un simgesi. B İ'A ya da B E Y ’A a. (ar. b e /S ). Esk. 1. Satış. —2. Satın alma.



1611



bıyıklıbalık (Barbus barbus)



bia B İA a. (ar. bi ca). Esk. Kilise, sinagog gi­ bi müslüman olmayanların mabedi. B İA , Fildişi Kıyısı'nın doğu kesiminde ır­ mak (Gana'da doğar), Aby denizkulağının kolu. —Ayame’de baraj ve hidroelek­ trik tesisi.



Hayim Nahman Bialik



Biarritz deniz kıyısından ve Saint-Martin burnundaki deniz fenerinden bir görünüm



B İA F R A C U M H U R İY E T İ, Afrika da devlet. Nijerya'nın kuzey kesimindeki müslüman ve geleneklerine bağlı halklar (özellikle Flausalar ve Pöller) ile, güney -batı kesimindeki müslüman ve hıristiyan Yorubalar ile doğu ve güney-doğu kesim [erindeki hıristiyan Ibolar arasındaki kökü çok eskilere dayanan anlaşmazlıklar so­ nucunda, Nijerya’nın doğu bölgesinin ül­ keden ayrılmasıyla (30 mayıs 1967) ku­ ruldu. Ayaklanan bölge, yaklaşık 14 mil­ yon kişinin (yani federasyonun toplam nüfusunun dörtte birinden az) yaşaması­ na karşılık, ülkenin en zengin kesimiydi. Doğal gaz, petrol, kömür yataklarının ve tropikal ormanların işletilmesi sayesinde, Nijerya'nın toplam üretiminin yüzde 60'tan çoğunu sağlıyordu. 1964'te Güney bölgesi, federal seçim­ leri boykot etti; güçlükle sağlanan bir an­ laşma, federasyonun dağılmasını önledi. İbolar’dan olan devlet başkanı general ironsi, ülkede bölgeleşmeyi yasakladıysa da, 1 ağustos 1966’da bir darbeyle dev­ rildi ve federasyon yeniden kuruldu, bu aradaKuzey bölgesi ibolar’a karşı gerçek bir kıyım uyguladı. Yaklaşık 2 milyon ki­ şi, Doğu eyaletine göç etti. 28 mayıs 1967’de, yeni devlet başkanı general Gowon, federasyonu on iki bölgeye ayırdı; 30 mayısta Biafra, albay Ojukwu'nun yö­ netimi altında bağımsızlığını ilan etti. Biafra birlikleri Benin'i ele geçirerek, La­ gos'a doğru ilerlediler. Ama eylül ayında geri çekilmek zorunda kaldılar ve kuzey­ lilerin yeniden ele geçirdikleri topraklar­ da (Benin ve Asaba) Ibolar kıyıma uğra­ tıldı. Afrika birliği örgüîü eylül 1967'de sö­ mürge döneminden kalma sınırların do­ kunulmazlığı ilkesi adına, ayrılmaya kar­ şı çıktı. Bununla birlikte, 1968 yılı içinde Tanzaniya, Gabon. Fildişi Kıyısı ve Zam­ biya. Biafra’yı tanıdılar: Portekiz, İsrail ve Fransa da maddi yardımda bulundu. Fe­ deral hükümet ise SSCB ile Büyük Britan­ ya'dan yardım gördü ve kontrolü elinde tutmayı sürdürerek Biafra’ya hemen etkili bir abluka uyguladı. 18 mayıs 1968’de Port Harcourt'un tes­ lim olması, Biafra'yı kuşatılmış bir kaleye dönüştürdü. Yıl sonunda, en önemli be­ sin üreten bölgeler yitirildi. Sonunda açlık Biafra'yı yendi. Ojukvu, yetkilerini general Effiong'a devrederek Fildişi Kıyısı'na sığındı. Effiong, 12 ocak 1970'te Lagos'ta hiçbir koşul öne sürme­ den teslim anlaşmasını imzaladı. B İA F R A k o y u — BONNY koyu. B İA G İ (Vittorio), İtalyan dansçı ve koreg­ raf (Viareggio, Toscana, 1941). 1958 -1960 arasında Milano’da la Scala'da,



1961 -1966 arasında da, Bir faunanın öğleden sonrası (1965) adlı yapıtı düzen­ lediği XX. yy. Balesi'nde dans etti. Sonra Paris'teki Opöra-Comique'e geçti. Bura­ da yıldız dansçı olarak, Claude Bessy'nin yönetiminde, Play-Bach adlı yapıtı yorum­ ladı. Lyon operası’nda bale yöneticiliği yaptı (1969-1976). Burada Aleksandr Nevskiy (müziği Prokofyev’in; 1970), Ro­ meo ve Juliet (1970), Espaces inhabitables (müziği F. Bayle’in) ve la Symphonle fantastique (Berlioz'un anısına saygı; 1972) adlı yapıtları sundu. 1973'te M. Böjart’ın Symphonie pour un homme seul adlı yapıtının yeni bir yorumunu gerçek­ leştirdi. 1976’da Lyon'da koregrafisini yaptığı ve sahneye koyduğu ilahi komedya'y\ sundu. 1977’de Germinal Casado' nun le Jardin des delices adlı yapıtını Karlsruhe’de ilk kez yorumladı. Emilie -Romagne tiyatrolar derneği tarafından oluşturulan bir topluluğu yönetti (1978). Ertesi yıl konuk koregraf olarak Küba ulu­ sal balesi'yle çalıştı. B îâ L A PO D LASKA, Polonya’da (Podlaska) kent, voyvodalık merkezi, Beyaz Rusya yakınında ; 35 000 nüf. Do­ kuma ve kereste sanayileri. Makine yapı­ mı. Eski Radzivvill sarayının kalıntıları. — Biala Podlaska voyvodalığı (5 348 km2; 303 000 nüf. [1989]), kırsal özelliğini (çavdar, patates) büyük ölçüde sürdür­ mektedir. - B İA L İK (Hayim Nahman), ibranice ya­ zan edebiyatçı (Rady, Jitomir yakınında, Ukrayna, 1873 - Viyana 1934). Şair, ro­ mancı, eleştirmen, çevirmen ve yayımcı olan Bialık’in, siyonist hareketin ve mo­ dern yahudi kültürünün oluşmasında be­ lirleyici bir etkisi oldu. Lirik esinini yahudiliğin kaynaklarından aldı. İsrail toprak­ larına duyduğu özlemi dile getirdi (A l'oiseau [fr. çev.], 1891). İbrani halkının uğ­ radığı kıyımı ve özellikle Kişinev pogromunu gözler önüne serdi (B e'ir heharega, 1904). Eski ve yeni sözcükleri kulla­ narak İbrani dilini zenginleştirdi (Seferha -Aggada, 1907). İsrail’de toprağa verildi. İsrail'in en büyük edebiyat ödülü Bialik adını taşır. 8 İA Ü L a. (fr. biatiyle). Org. kim. Formü­ lü H2C = C H -(C H 2)2- C H = CH2 olan aienli hidrokarbon; magnezyumun, alil bromüre etkimesiyle elde edilir. (Eşanl.



lik kazandırdı (Infarctus [fr. çev.], 1977). 1955’te “ Tarczynska sokak tiyatrosu" ad­ lı amatör bir şiir tiyatrosunun kuruluşuna katıldı (Theâtre â part [fr. çev.], 1971). Journal de l'insurreclion de Varsovie (fr. çev.) [1970] adlı yapıtında, savaşın res­ mi yorumunu, kahramanlıkları, olayları bir yana bırakarak, günü gününe yaşanan bir trajedinin boğuntusunu vermeye ça­ lıştı. B İA L O W lE Z A , Polonya'da ormanlık kütle (580 km2), Bialystok yakınında. Bialovvieza’nın bir bölümü Beyaz Rusya top­ raklarında uzanır (710 km2 boyunca). Do­ ğu Avrupa'nın ilk orman örtüsünün kalıntı­ sı. Bizonlara ve tarpanlara (yaban atı ırkı) ayrıtmış bir rezervi kapsayan ulusal park. S İA L Y S T O K , Polonya’nın K.-D. kesi­ minde, kent, voyvodalık merkezi; 268 100 nüf. (1990). Dokuma (pamuk, yün), makine, besin ve kereste sanayileri. Bi­ alystok voyvodalığı (10 055 km2, 684 500 nüf. [1989]), bir ölçüde korularla kaplıdır, sanayi bitkileri (çavdar ve pata­ tes) yetiştiriciliği. 8 İA N C H ! (Francesco), İtalyan besteci (Cremona 1752 - Flammersmith, Ingilte­ re 1810). Jommelli'nin öğrencisi. Paris, Milano ve Venedik'te çalıştı. Londra'ya yerleşince, King’s Theatre'ın başına geçti. 70 operasından 18 ’ini Paris’te oynanmak üzere fransızca metin üzerine besteledi: la Reduction de Paris (1775), le M ort ma­ rie (1777). B İA N C H İ (Thomas Xavier de), fransız türkolog (Paris 1783 -ay.y. 1864). Türk­ çe, arapça, farsça öğrendi. Paris'te, türkçe çevirmem olarak çalıştı. Türkiye'ye gi­ den elçilik memurları, tüccar, gezgin ve denizciler için pratik dil kitapları yazdı. Ya­ pıtları: V ocab ulaire fra n ç a is -tu rc (Fransızca-türkçe küçük sözlük, 2 cilt, 1829-1831), Le guide de la conversatlon en Français et en Turc (Fransızca ve türkçe konuşma rehberi, 1839), J.D. Kieffer ile birlikte yazdığı D ic tio n n a ire turc -français (Türkçeden fransızcaya sözlük, 2 cilt, 1835-1837), tek başına yazdığı Dic­ tionnaire français-turc (Fransızcadan türkçeye sözlük, 2 cilt, 1843-1846) vb.



B İA N C H İ (Nicomede), İtalyan tarihçi (Reggio nelTEmilia 1818 - Torino 1886). Modeno ve Reggio geçici hükümeti üye­ si sıfatıyla 1848 ulusal eyleminde etkin bir DİALİL, 1.5 HEKSADİEN.) rol oynadı, sonra Piemonte’ye çekildi ve Arşivler genel denetmeni oldu. Yapıtları: B İA LO G A R D , Polonya’da kent, KoszaStoria Documentata della diplomazia eulin yakınında; 23 000 nüf. Demiryolu mer­ kezi. Kereste ve deri işçiliği. Efektrikorheropea in italia, dal 1814 al 1861 kanik, " : u,.~çf?:t (,1865-1872) ve Storia della monarchia pi' efnontese da! 1773 al 1861 (1877-1885).. B İA L © S Z £ W S K İ (Miron), "poiönyâlı yazar (Varşova 1922). İlk kitabı (ia fo u rnure des choses [fr. çev.], 1956), kent ya­ şamının mitlerini ve günlük hayatımıza gi­ ren nesnelerin yadırgatıcılığını dile getiri­ yordu. Daha sonra, yanılgılar, saçmalık­ lar ve yepyeni buluşlarla dolu konuşma dilini kullanarak, deneyimsel şiirine derin­



B İA N C H İ (Luigi), İtalyan matematikçi (Parma 1856 - Piza 1928). Pisa Üniversitesi’nde profesörlük ve Pisa Yüksek öğ­ retmen okulu’nun müdürlüğünü yaptı. "Diferansiyel geometri" terimini yarattı (1894) ve eukleidesçi olmayan geomet­ rileri inceledi. Aşırıuzay üzerine çalışma­ ları görelilik kuramının gelişmesine katkı­ da bulundu. S İA N C H İ-B A N D İN E L L İ (Ranuccio), İtalyan arkeolog (Siena 1900 - Roma 1975). Roma Üniversitesi'nde arkeoloji dersleri verdi. İtalyan Komünist partisi üyesi ve Gramsci enstitüsü müdürüydü. Yayımladığı birçok yapıt arasında Storicitâ dell'arte classica (1943), D iario d i un borghese (1948), A rcheoiogia e cultura (1961), Z. ’arte romana net centro del potere (1969) ve La fine dell'arte antica (1970) sayılabilir. B İA N C İA R D İ (Luciano), İtalyan yazar (Grosseto 1922 - Milano 1972). Mizah ro­ manları yazdı (L ’integrazione, 1960; La vıta agra, 1962). B İA N C O Dİ S A N T İ d a S le n a , Italyan yazar (Lanciolina, Arno vadisinde, 1350'ye doğr. - Venedik 1410'a doğr). Döneminin en önemli gizemci şairlerin­ den biriydi (Laude, 1851 'de yayımlandı).



biberli B İA N C O L E L L İ -* DOMİNİOUE. B İA N O R a. Koyu renkli küçük örümcek­ leri içeren cins. (Bedeni pas rengi ya da kızıl tüycüklerle kaplıdır. Karnında beyaz lekeler vardır. Sıçrayıcıörümcekgiller fa­ milyası.) B İA R (EL-), Cezayir kentinde konut semti, Cezayir yerleşmesinin batı kesimin­ de, Sahel tepelerinde; 98 500 nüf. B İA R M İA , Beyaz deniz kıyılarının kürk tüccarları olan Biarmlar'ın ülkesi. Kola ya­ rımadasından, kuzey Dvina nehri ağzına kadar uzanıyordu. Veps ya da Karelya kökenli olan sözkonusu Biarmlar'ın adı, IX-XIII. yy.’iar rus ve İskandinav kaynak­ larında geçer. B İA R R İT Z , Fransa’da kanton (Pyr6n6es-Atlantiques) merkezi, Bask ülkesi kıyısında, Bayonne'un 7 km B.'sında; 29 000 nüf. (1991). Eski balık­ çılık kasabasının kaderi, Fransa imparatoriçesi olmadan önce burada oturan Eug6nie de Montijo sayesinde değişti, imparatoriçe ile Napolâon lll'ün 1854’te Biarritz’i ziyaret etmesinden sonra kasa­ ba hızlı bir gelişme göstererek Fran­ sa'nın ilk sayfiye merkezlerinden biri ol­ du. Kent G.’deki Basklar kumsalıyla K. Casino'daki Büyük Kumsal'ı birbirinden ayıran güzel görünüşlü kayalık bir çıkın­ tıda (Meryem kayalığı) kurulmuştur. Ken­ tin yağışlı, yumuşak, düzenli ve sağlığa yararlı iklimi, nekahet dönemindeki has­ talara, büyümede geri kalmış çocuklara, adenopatilere tavsiye edilir. Deniz teda­ visi. Deniz-müzesi.



yi uved Şebba’nın “ Demir kapıları" aşar ("kapılar" anlamındaki adı da buradan gelir). B İB A U D (Michel), fransızca yazan kanadalı yazar (La Cöte-des-Neiges, Montreal yakınında, 1782- Montreal 1857). Birçok siyaset ve edebiyat dergisi çıkardı. (Bibliothâque canadienne , 1825-1830; l’EncycIopödie canadienne, 1842-43). 1Ş30’da fransız klasiklerinden esinlenerek, Epitres, satires, chansons, Ğpigrammes et autres piöces de vers adlı manzum bir derleme yayımladı. Tarihçi olarak, İngiliz yönetimin­ den yanaydı (Histoire du Canada [Kana­ da tarihi], 1837-1878). 8 İB B İE N A (Bernardo Dövizi, le denir), İtalyan yazar (Bibbiena, Arezzo ya­ kınında, 1470 - Roma 1520). Diplomat ve kardinaldi. Boccacio'dan esinlenen ve Castiglione'nin 1513’te Urbino sarayında sahneye koyduğu La Calandria komedi­ sini yazdı. B İB E H R E sıf. (fars. bi- ve behre’den bibehre). Esk. 1. Nasipsiz, mahrum: "Samiye hanım, m usikiden büsbütün bibehre d e ğ ild i" (Yakup Kadri). —2. Değer­ siz. B İB E N Z İL a. (fr. bibenzyle). Org. kim. Formülü C6H5—(CH2)2 —C6H5 olan hid­ rokarbon; sodyumun, benzil klorüre etki­ mesiyle elde edilir. (Eşanl. DİBENZİL, 1,2 DİFENİLETAN.)



yapımına yarayan küçük ve çok acı mey­ veler verir. Biber sebze olarak ya da yemeklere çeşni vermek için kullanılır. Acı maddesi bir alkaloittir, eczacılıkta kan çekici olarak kullanılır. Tatlı biberin tozu aynı zamanda boyarmaddedir. — Mutf. Tazesi C vitamini yönünden zen­ gin olan biber, Türkiye’de çok tüketilen bir besin maddesidir. Uzun yeşil piberin turşusu, kızartması yapılır, salatalara ko­ nur ve garnitür olarak kullanılır. Dolmalık biberden etli ve zeytinyağlı dolma, turşu yapılır. Uzun ya da yuvarlak kırmızı biber kurutulup dövülerek pul ya da toz kırmızı biber elde edilir, baharat olarak ya da pastırma yapımında kullanılır. Domates biberi denen kırmızı ve etli türünden tur­ şu, salça yapılır. Çarliston biberi taze ola­ rak yenir, kızartması, haşlanıp sirke ve sarmısakla karıştırılarak "acele turşu” su yapılır. Biberler, ipe dizilip güneşte kuru­ tularak kışın da kullanılabilir.



1613



V



0 ı" k V



fffır



T f i'



: - f i



acı bitter



B İB E R ya da VO N B İB E R N (Heinrich ignaz Franz), avusturyalı besteci ve ke­ mancı (VVartenberg, bugün Strâz pod Ralskem, Çekoslovakya, 1644 - Salzburg 1704). Önce Olmütz, sonra da Salzburg prens-piskoposlarının capella'larında ça­ lıştı. Başlıca yapıtları: çift kiriş ve scordatura gibi yöntemler kullandığı keman so­ natları (Maria ’nın yaşamından gizler), ki­ lise müziği yapıtları, operalar, partitalar.



B İB E R (Necdet), türk opera şarkıcısı (İs­ ■ B İB E R a. 1. Meyvesi sebze ya da ba­ tanbul 1914 - Ankara 1976). İstanbul Be­ harat olarak kullanılan capsicum türün­ lediye konservatuvarı'nda başlayan şan den birçok bitkiye verilen ad; bu bitkiler­ eğitimini, Ankara Devlet konservatuvarı’nden bir bölümünün meyvesi: Biber kızart­ da tamamladı. Bir süre Gazi eğitim ensmak. Çorbaya biraz biber ek. (Patlıcan­ B İA S . Yun. mit. idomeneus'un oğlu. Netitüşü’nde şan öğretmenliği yaptıktan son­ giller familyası.) [Bk. ansikl. böl.] —2. Bi­ leus’un kızı Pero ile evlenebilmek için şart ra İtalya’da Rosita Saragay Sassone ile ber gibi. çok acı. |[ Biber g ib i yanmak, de­ koşulan denemeyi başardı: Phylakos'un çalıştı; Salzburg yaz kurslarına da katıla­ ri, göz vb. sözkonusuysa, acımak, yan­ çok iyi korunan sürülerini çaldı. rak tekniğini ilerletti. Yurda dönünce An­ mak: Uykusuzluktan gözleri biber g ib i B İA S , Yunanistan’ın yedi bilgesinden bi­ kara Devlet tiyatrosu'nun opera toplulu­ yanmak. ri olduğu söylenir. Hukukçuydu. İ.Û. ğuna katıldı. Madam Butterfly, Figaro'nun —Bot. A ntil biberi, Antiller'de yetişen ve 570'e doğru Priene’de doğdu. Sitesinin düğünü, Rigoletto, Konsolos, Sevil berbe­ meyvesinin tadı ve kokusu dört baharı yasalarını düzenledi. Pers tehlikesi karşı­ ri, Cosi fan tutte, Kerem, Traviata, il Tra(tarçın, karanfil, karabiber ve hindistance­ sında, Panionion’da, ionia Yunanlıları'™ vatore, Maskeli balo gibi operalarda, Yu­ vizi) birden andıran ağaç ve bu ağacın Sardinya'ya götürmeye çalıştı, ama ba­ nus Emre ve Atatürk oratoryolarında rol meyvesi. şaramadı. aldı. —El sant. B iber oya, üç boyutlu olarak B İA S İ (Guido), İtalyan ressam (Napoli örülen biber motifleriyle yapılmış oya. B İB E R (Mehmet), türk foto muhabiri (Es1933). Gerçeküstücülükten etkilenerek, (Genellikle biberler kırmızı olur, bir kafes kicuma 1931). Gazeteciliğe Bursa'da Ant Fransa’daki "Phases" grubuna katıldı. örgünün altına sıralanır.) gazetesinde başladı (1948). Çeşitli İstan­ 60'lı yıllardan başlayarak, kolektif belle­ —Mutf. B iber dolması, dolmalık biberle bul gazetelerinde ve dergilerinde; uluslar­ ğin bütün bölgelerini araştırmak üzere, yapılan etli ya da zeytinyağlı dolma. || B i­ arası yayın kuruluşlarında foto muhabiri geleneksel teknik ve geleneksel ikonog­ ber salçası, biberin, domates biberi de­ ve TV kameramanı olarak görev yaptı. rafiden yararlanarak ayrıntıları işleyen ti­ nen etli ve kırmızı türünden yapılan sal­ Bunte, Stern, Time, GEO, National Geo: tiz bir resme yöneldi ("Mnemotheques", ça. (Yemeklere renk ve lezzet verir; kimi graphic magazine gibi dünyanınöndege­ 1970-1971; "Memoires ecologiques” , yörelerde ceviz ve zeytinyağıyla karıştırı­ len dergilerinde fotoğrafları yayımlandı. 1974; “ Musöologies", 1976). lıp kahvaltıda yenir.) ]| B iber turşusu, çar­ Kodak firmasının (1963-1964) ve Sedat liston, dolmalık ya da sivri biberle yapı­ Sirnavi vakfı’nın (1977) birincilik ödülleri­ B İA S İL İS , B İY A S S İL ya da P İY A Ş lan turşu. ni kazandı. S İLİ, Hitit kralı Şuppiluliuma l’in oğlu (İ.Ö. —Parf. B iber esansı, kurutulmuş biber­ B İB E R A C H , Federal Almanya'da (Ba­ XIV. yy.). Şuppiluliuma I Kargamış’ı ele den elde edilen ve parfümcülükte kulla­ den VVürttemberg) kent, Karaorman’da, geçirince oğlunu buraya kral olarak ata­ nılan keskin kokulu esans. Ulm'un G. -B.'sında; 28 500 nuf. Tekno­ dı. Boğazköy tabletlerinden biri üzerinde­ —ANSİKL. Biber (Capsicum annuum), çalı loji enstitüsü. Fransızlar 1796 ve 1800'de ki yazıtta, Mitanni kralı Mattivaza’dan Bigörünümünde, basit ve bütün yapraklı, Avusturyalılar'ı burada yendiler. asilis ile iyi geçinmesi istenir. çoğunlukla yalnız beyazımsı çiçekli yıllık bir bitkidir. Bunların iri ve tatlı olduğu za­ ■ B İB E R İY E ya da B İB E R Y A a Karşı­ B İA T ya da B E Y A T a. (ar. bi'at). Esk. man "dolmalık biber" denen meyveleri lıklı dizilmiş, uzun saplı, üst yüzü koyu ye­ 1. Birinin egemenliğini kabul etme, buy­ şil alt yüzü beyaz, hep yeşil yaprakları, kı­ pürüzsüz ve parlak kabukludur. Etli ka­ ruklarına uyacağını belirtme. —2. El sık­ sa salkım biçiminde bir araya tpplanmış buk, tohumları taşıyan eksen bölgesinden ma. —3. Etek öpme, —4. Biat etmek, 'ey­ mavi renkli çiçekleri olan kokulu çalı. (Adi bir boşlukla ayrılır. Biberlerin büyüklüğü, lemek, birinin buyruğu altına girmek, hâ­ biberiye, Akdeniz kıyı bölgelerinde çok biçimi ve rengi çok çeşitlidir. Türkiye'de kimiyetini kabul etmek. bulunur. Genç sürgünleri baharat olarak yetişen biberlerin tatlı olanları iridir, ağır­ —isi. huk. Elete tutuşup sözleşmek, akitkullanılır ve çiçekleri demlendiğinde uya­ lığı yüz gramı aşabilir; acı biberlerle süs leşmek. (Bu şekilde hükümdarın ya da rıcı etki yapar. Yapraklarından romatizma­ biberleriyse ufaktır (beş on gram). Bibe­ devlet başkanının egemenliğini ve baş­ rin dört köşeli, sivri, uzun, hatta yassı ve ya, burkulmaya ve eziklerle pamukçuğa kanlığını kabule de "biat” denir.) karşı ilaç yapılır. Kaynatılmış yaprakların dilimli ("domates biberi") olanları vardır. suyu uyarıcı, safra ve idrar söktürücü ola­ Önce yeşil ya da fildişi beyazlığında olan B İA T L O N a. (fr. biathlon). Kuzey ülke­ rak kullanılır. Bu bitkiden ayrıca, parfüme­ meyve olgunlaşınca parlak kırmızı ya da lerinde uygulanan bir tür kayak sporu; bir ri sanayisinde kullanılan bir esans da çı­ bazı çeşitlerde olduğu gibi güzel sarı, tu­ mukavemet yarışını ve bir tüfekle atış ya­ karılır. Bil. a. rosm arinus; ballıbabagiller runcu ya da mor bir renk alır. Kurutula­ rışını içerir. (1960'tan beri olimpiyat spor­ familyası.) [Eşanl. FIASALBAN.] rak, toz haline getirilen acı bibere "kırmı­ larından biridir.) zı biber" ya da “ paprika” denir. Yüksek B İB E R LE M E K g.f. Biber koymak, biber sıcaklık isteyen biber, sıcak bölgelerde ya B İA T LO N C U a. Biatlon yapan sporcu. katmak. da kuytu yerlerde yetiştirilir. Adi biber Or­ ta Amerika kökenlidir. C. annuum türün­ B İB A N d a ğ la rı, Cezayir'de kütle; Tel B İB E R L İ sıf. 1. Biberle çeşnilendirilmiş den başka biber türleri de (özellikle C. Atlasları’nın bir bölümüdür. Titteri dağla­ yiyecek için kullanılır: B iberli yahni. —2. baccatum, C. Chinense, C. pubescem) Acı: Yemek çok bibe rli olmuş. —3. Biber rını D.'ya doğru devam ettiren Biban dağ­ evcilleştirilmiş ve bunlara çeşitli şekiller ve­ bulaşmış: B iberli ellerini gözlerine sürme. ları, Beni Sliman ovasının ve uved Sahel rilmiştir. Sıcak bölgelerde yetişen çokyıl—Mutf. B iberli sos, dövülmüş biber tane­ -Summam çöküntüsünün yanında yükse­ lık bir ağaççık olan C. frutescens, pili-pili lerini ve sarmısağı sirke ve beyaz şarap­ lir. Birkaç kireçtaşlı doruğu vardır. Kütle­



acı biber



tatlı biber ya da dolmalık biber



biberiye (rosmarinus)



biberli la kaynatıp koyulaştırdıktan sonra dömiglas bir .sosa katarak elde edilen sos (etin yanında sunulur).



1614



B İB E R L İK a. 1. Toz biber koymaya ya­ rayan küçük kap. —2. Biber ekilen yer. B İB ER O N a. (fr. biberon). Bebekleri ya­ pay olarak beslemeye yarayan,ağzına emzik geçirilmiş, dereceli cam ya da plas­ tik şişe; bu şişenin içerdiği miktar. —Çoc. bak. Biberon termosu, bir ya da birçok biberonu, ısısını koruyarak taşıma­ ya yarayan eşsıcaklık kabı. B İB E R O T U -



HAPOTU.



B İB E R S İZ sıf. içine biber katılmamış; acısız yiyecek için kullanılır. B İB E R Y A -



BİBERİYE.



B İB E S C O (Marthe LAHOVARY, pren­ ses), rumen asıllı fransız kadın edebiyat­ çı (Bükreş 1888 - Paris 1973). Yakınlık duyduğu edebiyatçıları (Proust, Claudel, l’abbö Mugnier) ve iki savaş arası Avru­ pa’sındaki aristokrat kalıntıları konu edindi (lte Perroçuet vert, 1924; la Nymphe Europe, 1960). B İB E S C U (Gheorghe Dimitrie), Eflak Voyvodası (Craiova 1804 - Paris 1873). 1842’de Eflâk milletvekili ve muhalefetin lideri oldu; prens Alexandr Ghica’nın taht­ tan indirilmesinde rolü oldu ve 1842'de de onun yerine geçti, idari ve toplumsal alanda birçok reformlar yaptı. Eflak ve Buğdan prensliklerinin birleştirilmesi yo­ lunu açtı, bir askeri okul, bir de fransız li­ sesi kurdu. 1848 devriminin çalkantıları sonucu yeni bir anayasa kabul etmek zo­ runda kaldı, buna rağmen kısa bir süre sonra da yönetimden ayrıldı. B İB İ a. (fars. bibi, saygı duyulan kadın, hanımefendi). 1. Yörs. "H ala” için-kulla­ nılan sözcük. —2. Esk. Hatun, ev kadını, hanım. B İB İ H A K E M E , İran petrol yatağı; Şiraz’ın B. - K. - B.’sında yer alır.



Ferdinando Bibiena’ya ait olduğu sanılan mimari desen Louvre müzesi, Paris



B İB İ M Ü N E C C İM E H A T U N , Ha rizmşahlar ve Anadolu Selçuklu sarayla­ rında hizmet eden bilici kadın. Astroloji (ilm-i nücum) alanındaki bilgisi ile tanın­ dı. Uzun süre Celâlettin Harizmşah.’ın ya­ nında çalıştı; onun ölümünden sonra Şam’a yerleşti (1231). Daha sonra Alaettin Keykubat l’in çağrısı üzerine Konya’ ya gitti. Yaşamına ilişkin fazlaca bilgi ol­ mayan Bibi Hatun, ölümüne kadar Ana­ dolu Selçuklu sarayında kaldı. Tarihçi ibni Bibi’nin annesidir. B İB İE N A , İtalyan mimar, sahne düzen­ leyicisi, ressam ve gravürcüler ailesi olan Galli ailesinin lakabı (ailenin geldiği, Arez-



zo yakınındaki Bibbiena kentinden esinle­ nerek verilmişti). Ailenin ünlü adları: FER­ DİNANDO (Bologna 1657 -ay.y. 1743), Avrupa’nın çeşitli saraylarında çalıştı, sah­ ne perspektifiyle ilgili incelemeler yazdı. Oğulları GİUSEPPE (Parma 1696 - Berlin 1756) ile ANTONİO (Parma 1700 - Milano 1774, Bologna tiyatrosu’nun mimarı), düşsel yönü ağır basan anıtsal dekorlar yaptılar. B lb lh a n ım m e d re s e s i, Timur'un, eşi Bibihanım için Semerkand'da yaptırdığı medrese (1399-1404). Çok büyük boyut­ lardaki dört eyvanlı yapı,, revaklı avlusu ve camisiyle bir külliye görünümündeydi. Taçkapısı çifte minareliydi. Caminin du­ varları, mavi-beyaz renkte sırlı tuğladan kûfi yazı kuşağı ve geometrik bezemeli, firuze renkte sırlı tuğlayla kaplıydı. B İB İK O V (Aleksandr İliç), rus general (Moskova 1729-Bugulma 1774). Yedi Yıl savaşı’na katıldı, Yekaterina II dönemin­ de yasama komisyonu başkanlığı yaptı (1767) ve Pugaçev isyanını bastırdı (1773-74). B İB İO a. Avrupa’da çok yaygın olan ağır uçuşlu, Nematocera öbeğinden sinekle­ ri içeren cins. (Bibionidae familyasının ör­ nek tipi.) —ANSİKL. Bibio cinsi üyelerine halk ara­ sında bahçe sineği ya da (mart ayında or­ taya çıktığından) m art sineği de denir. Larvalar, öbekler halinde çürük toprağın içinde yaşar, bazen kış sonunda toprak­ tan çıkarak sebze bahçelerine saldırır. Bi­ bio m arci donuk siyah renklidir; bazen patatese, domatese, şekerpancarına ve larvaları genç kozalaklılara zarar verir. B İB İO N İD A E a. Kısa-ve kalın duyarga­ lı ikikanatlılar familyası. (Dişilerin başı dar ve uzun, erkeklerinki geniş ve iri gözlü­ dür. Başlıca cinsleri: Bibio; Dilophus.) B İB L İA -> K utsal Kİtap . B İB L İA N D E R (Theodor BUCHMANN —denir), isviçreli tanrıbilimci ve doğubilimci (Bischofszell, Thurgau, 1504’e doğr. -Zürich 1564). Zürich protestan tanrıbilim kürsüsünde Zvvingli’nin yerini aldı ve Kuran’ı çevirdi. B İB L İO M E T R İ a. (fr, bibliomĞtrie). Kitapbilimin, kitabın niceliği dışında, çeşitli özelliklerine ilişkin istatistiklerle ilgilenen bölümü. —Ansİkl. Paul Otlet (TraitĞ de documentation. le Livre sur le livre [Dokümantas­ yon el kitabı, kitap üstüne kitap], Brüksel, 1935), “ yazılan kitapların özellikle nicel yönlerini belirlemeye çalışan" kitap ista­ tistiğini bibliometriyle aynı anlamda kulla­ nıyordu. Bugün uzmanlar bu iki kavramı birbirinden ayrı tutmaktadır. B İB L İO T H E K E -



PHOTİOS.



B İB L İS , Federal Almanya’da (Hessen) yerleşme birimi, Ren ırmağı kıyısında, Mannheim’ın K.'inde. Nükleer santral. B İB L İY O F İL a. (fr. bibliophile). TAPSEVER.



Kİ­



B İB L İY O G R A F a. (fr. bibliographe). Kendini kitapları tanımaya adamış ve bib­ liyografya ile ilgili bir görev yapan kimse. B İB L İY O G R A F İK sıf. (fr. b iblio graphique). Kaynakça ile ilgili. B İB L İY O G R A F Y A a phie). -> KAYNAKÇA.



(fr. bibliogra -



B İB LİY O M A N a. ve sıf. (fr. bibliom ane' dan). Kitap toplamaya düşkün kimse; ki­ tap hastası, kitap kurdu. B İB L İY O M A N İ a. (fr. bibliomanie). Has­ talık derecesine varan kitap tutkusu. B İB L O a. (fr. bibelot). 1. Vitrin, raf, ma­ sa, sehpa vb. üzerine konulan göz alıcı küçük süs eşyası. —2. Biblo gibi, ufak te­ fek, zarif: Biblo g ib i kız. B İB L O S



• BYBLOS.



B İB O R A T a. (fr. biborate). Kim. Formü­



lü M4B20 5 olan boratların genel adı. B İB U L U S -> CALPURNİUS BİBULUS. B İC a. (tescilli ad). Fransa’da önceleri Bic marka tükenmez kalemlere, daha sonra tüm tükenmez kalemlere verilen ad. B İC A D a. (ar. bicad). Esk. 1. Çizgili, yol yol dokunmuş aba, halı, kilim. —2. Bazı savaşlarda Peygamber'e kılavuzluk eden Abdullah-ı zü’l-bicadeyn'in lakabı. B İC Â D ya da B İC Â D E a (fars. bicad, bicade). Esk. 1. Kehribar gibi mıknatıslı olan ve saman çöpünü kendine çeken, kırmızı renkli değerli taş. —2. Kırmızı du­ dak. B İC Â D E -



BİCÂD.



B İC A P U R , Hindistan'da kent, Karnataka'nın kuzey kesiminde, Şolapur’un G.'inde; 186 846 nüf. (1991). Kentteki İs­ lam mimari yapıtlarının temel özelliği so­ ğan biçimi kubbeler, taş ve yalancı mer­ mer üzerine yapılmış zengin süslemeler­ dir. Hisar ve kuleden çok, camiler, tür­ beler ve saraylar önemlidir (Ulu cami, 1558-1580; İbrahim camisi ve türbesi, 1580-1626; Gökyüzü sarayı, 1560'a doğru). Kentteki en ünlü yapıt olan Mu­ hammet Adil Şah'ın (1627-1656) türbesi­ nin (Gul Gumbaz denir) kubbesi dünya­ nın en büyük kubbesidir. B İC A Y E ya da B E C A Y E , Cezayir'de liman kenti, il merkezi, Cezayir'in D.' sun­ da, Bicaye körfezi kıyısında, Summan çöküntüsünün ağzında, Carbon burnu­ nun ardında; 114 534 nüf. (1987). Hassi Mesut’tan gelen ham petrol boru hattının bitim noktası; liman ham petrolün bir bö­ lümünü dışarı satar. Rafineri. Kereste iş­ leme. Tuğlacılık-kiremitçilik. Mantar işle­ me. Kentte XVI. yy.'dan kalma bir cami ve İspanyolların yaptığı bir kale vardır. — Bicaye ovası bir tarım bölgesidir. — Bicaye ili, 3 444 km2; 1 000 694 nüf. (1987). —Tar. Eski roma kenti (Saldae). Bicaye ancak berberi Hammadiler hanedanı dö­ neminde rol oynamaya başladı, 1090 -91 'de Berberiler tarafından başkent ya­ pıldı ve önemli bir kültür merkezi oldu. XIV. yy.'da hıristiyan devletlerle canlı bir ticaret ilişkisi olan, Tunus’tan bağımsız bir hafşi prensliğinin başkentiydi. XVI. yy.'da ispanyollar tarafından işgal edilen kent, 1555’te Cezayir Türkleri'nin eline geçti, 1833’te ise Fransızlar tarafından alındı. B İC A Y E k ö r fe z i, Cezayir'in kuzey kı­ yısında geniş körfez. B İC A Z , Romanya’da küçük ırmak, Mol­ davya Karpatları’nda, Bistrifa’nın kolu. Ana kavşağında hidroelektrik santralı. B İC H A T (Marie François Xavier), tran­ sız anatomi bilgini (Thoirette, Jura, 1771-Paris 1802). Desault’nun öğrencisi ve dostuydu, ölümünden sonra, Bichat onun cerrahiyle ilgili yapıtlarını yayımla­ dı. 1801'de Paris Merkez hastanesi’nde de hekimlik yaptı. Çalışmalarıyla yeni bir pataloji kavramı getirdi ve genel anatomi­ nin temellerini attı. Bichat, organları teker teker ele almak yerine çok farklı organlar oluşturabilen aynı türden dokuları göz önünde bulunduruyordu. Embriyoloji, özellikle de organlaşma üzerinde çalıştı. Aynı zamanda fizyolog olan Bichat, ku­ ramlarını pek çok deneyle sağlamlaştır­ dı. Yaşamsal özelliklerle ilgili öğretisini şu ünlü tanımıyla özetleyebiliriz: "Yaşam ölü­ me direnen işlevlerin tümüdür"; bir baş­ ka deyişle, fiziksel-kimyasal süreçlere di­ renen yaşamsal özelliklerin tümüdür. Ya. pıtları: Recherches physiologiques sur la vie et la m dtt (Yaşam ve ölüm üzerine fiz­ yoloji araştıfmaları) [1899], Anatom ie gönğrale (Genel anatomi) [1801], B İC H A T (Ernest), fransız fizikçi (Lunöville 1845-Nancy 1905). Nancy üniversitesi'nde profesör oldu (1877); bu şehirde Kimya enstitüsü ve Elektroteknik enstitüsü’nü kurdu. Elektrostatik, döndürme ısıl-



y a ğ b a n yo lu •d iş li ku tu s u



m a k in e üç n o k ta a sm a s is te m i ve



d iş li g ru b u



emniyet yayı



güç



uç notu* asm a sistami



b ıçak b iç m e k iriş i



d e ğ iş e b ilir bıçak d ö n e r ta m b u r a ya r



yapıcı



de s te k ayağı



parmaklı biçer değeri, fosforışıllık üzerine araştırmaları vardır. Blondlot ile silindirsel bir elektrometre yaptı (1886). BİCHEL(Christian Emil), alman mühen­ dis (Kiel 1857-Hamburg 19*4). Patlayıcı maddelerin incelenmesi için değişik ay­ gıtlar yaptı. B ic h e s (les), Francis Poulenc'in balesi. Koregrafisini Bronislava Nijinska, dekor ve kostümlerini Marie Laurencin yaptı, ilk kez 1924’te, Rus baleleri tarafından Monte-Carlo tiyatrosu’nda sahnelendi. Ni­ jinska, klasik anlayışla kurguladığı bale­ ye, modern öğeler de kattı. Birçok kez çe­ şitli değişikliklere uğratılarak yeniden sah­ neye kondu. Londra'daki Krallık balesi’nde yaratıcısı tarafından sunuidu (1966). B İC H K H E (Lâ ÛUANG LUONG, — de­ nir), vietnamiı şair(Phuoc Löc 1916-Hanoi 1946). Simgeci şiirler yazdı. B İC H L A M A R a. Dilbil. Güney Pasifik adalarında konuşulan, sözcük dağarcığı temelde İngilizceye dayanan Melanezya pidgini. B İC İ - CİCİ* BİCİ. B İC İL İ - CİCİLİ* BİCİLİ. B İC İN İU M a. A!manya’da.ozeiîl;ie.X^I - XVIII. yy.'lar arasında 2 partili olarak ya­ zılmış bazı çalgı ya da ses parçalarına verilen ad. B İC K E R S TA FF (isaac), Swift ve Steele’in ortak takma adları.



BİC KER STAFFE (isaac), İrlandalI oyun yazarı (İrlanda’da 1735'e doğr. - 1812’ye doğr.). Lord Chesterfield’in hizmetinde eğitildi, sonra deniz subayı oldu. Rousseaucu bir anlayışla yazdığı tiyatro oyunla­ rıyla ün kazandı (Love in a Village, 1762; TheM aidoftheM ili, 1765). 1772’dememleketini terk etti, yaşamı boyunca eşcinsel­ liği yüzünden baskı gördü. S İC K F O R D (VVİlliam), İngiliz mühendis (Bickington, Devon, 1774 - Camborne, Cornwall, 1834). 1831'de madenciler için emniyet fitilini buldu. S ic k f o r d



fitili.



FİTİLİ*'nin eşanlamlısı.



Fişekç.



EMNİYET



(Âşık, sevgilisinin yaya benzeyen kaşlarıyla fırlattığı oka hedef olur; gönlünden yara alır. Sevgilinin saçlarının tuzağına yakala­ nır; çene çukuruna [çah-ı zenahdan] dü­ şer vb. Sevgisine hiçbir zaman karşılık gö­ remez. Üstelik sevgiliyle arasında daima bir rakip yer alır. Bütün bunlar, âşığı biça­ re duruma düşürür.) B İÇ Â R E (Zâkirzade Abdullah), türk sufi ve şair (? - Üsküdar 1658). Aziz* Mahmut Hüdai’nin zâkirbaşısı Şaban’ın oğlu. Ali Paşa zaviyesi şeyhliği ve Fatih camisi va­ izliği yaptı. Küçük bir divan oluşturacak kadar şiir ve ilahileri vardır.



B İC O C C A , Lombardia’da kasaba. Mila­ B İÇ A R E G Â N çoğl. a. (fars. biçare'nin no’nun K.’inde. Bugün Milano'nun bir ma­ çoğl. biçâregân). Esk. Çaresizler, zavallılar. hallesidir. 27 nisan 1522’de, mareşal de Lautrec komutasındaki Fransızlar, ProspeB İÇ A R E L İK a. Umarsızlık, zavallılık. ro Colonna’nın komutasındaki Kutsal Ro­ B İÇ Ç İL İ a. Yörs. BEŞTAŞ’ın eşanlamlısı. ma Germen imparatorluğu askerlerine burada yenildi. Bu yenilgi Milano bölge­ B İÇ E M a. ÜSLUP'un eşanlamlısı. sinin Fransızlar tarafından yitirilmesine yol ’ -BİÇER a. Ot ve ekin biçmekte kullanılan açtı. makine. (Eşanl. ÇAYIR BİÇME MAKİNESİ.) —ANSİKL. Kesme kirişli biçer, hayvanla S İC O E C İD E A a. Prostistler’den kamçıçekilmek üzere yapılmış,sonradan traktö­ tı su hayvanları takımı. (Kavkısının içine arre de uyarlanmıştır. Kesme kirişi yassı ° n kamçıysa yüzuzun bir demirle bunun üzerine perçinlen­ jr f« w ja c 8 t£ .1' miş bıçaklardan oluşur. Bıçaklı kiriş, üze­ B İÇ AR E sıf. ve a. (fars. bi- ve çare’den rinde koruyucu ve sapları aralayıcı par­ biçâre). Çaresiz, zavallı: Biçare adam ne maklar bulunan bir taşıyıcı ve bir dilden yapacağını şaşırmış durumda. Biçarenin oluşan bir çeşit kılavuz yatak içinde düz eli ayağı birbirine karıştı. git-gel hareketi yapar. Git-gel hareketi, —Ed. Divan edebiyatında âşığın sıfatı. traktörün kuyruk milinden güç alan bir krank-biyel sistemiyle sağlanır. (Saniyede 9 git-gel hareketi yapan bıçağın genliği bir bıçak genişliğine [76,2 mm ya da 3 inç] eşittir.) Döner biçer ya da diskti biçer, tıkanma­ d o la p y ü k s e k lik ayarı dü ze n i dan daha hızlı çalışma olanağı sağladı­ ğından, yukarıda açıklanan kesme kirişli biçerin yerini almaya adaydır. Diskler, top­ rak üzerinde sürüklenen içi oyuk bir kiri­ şin içerisine yerleştirilen bir dişli takımı arab a ğ la m a m asası cılığfyla çok yüksek bir devirle (2 000 ila ba ğ la m a 3 000 d/dk) döndürülür, ikişer ikişer bir­ dü ze n i birine ters yönde dönen disklere oynar bı­ çaklar bağlanmıştır. Diskli biçerin değişik



te k e rle ğ i



tamburiu btç*r



diskli biçer



| ? § § i? " -J | Q |



zı kayış-kasnaklı bir devir değiştiriciyle bir çeşidi olan tam burlu biçer, üstten bağ­ biçerdöver (varyatör) ayarlanabilir (500-1 500 d/dk). lanarak çekilir ve tambur denilen düşey 1. Sarsak; Dövücüyle karşıdövücü arasındaki aralık eksenli silindirlerin tabanına yerleştirilen 2. Döner sarsak; da ayarlanabilir. Dövücüden çıkışta, üjjpn oynar bıçaklarla iş görür. 3. Sap iletici; çıkışını bir yöneltme tamburu yönlendirir. Diğer döner biçerler tokmaklı biçer 4. Tane elevatörü; Saptan ayrılan tanelerin büyük bir kısmı -kıyar-yüklerler gibi düzenlenmiştir. Bun­ 5. Kesmik elevatörü; karşıdövücünün gözeneklerinden geçer. lar aynı zamanda ot hazırlama makinesi Saman, kalan tanelerin dökülmesini sağ­ 6. Tane deposu (4 200 litre); olarak kullanılır. layan salınımlı sarsakların üzerinde arka­ 7. Tane boşaltma helezonu; B İÇ E R B A â L A R a. Ekinleri keserek de­ ya doğru ilerler. 8 Sap ayırıcı; met halinde bağlamaya yarayan makine. • Temizleme organları. Bir üfürücü ve 9. Dolap; açıklığı ayarlanabilir üst üste iki elekten 10. Kesme kirişi (4,25 m); Bk. resim sayfa 1615 oluşur. Temizleme organları, temiz tane­ 11. Beslen-e helezonu; lerin kılçık, kapçık, kavuz, sap ve saman­ 12. Zincirli s ip götürücü; dan ayrılmasını sağlar. Dövülmeden ge­ (İkinci Dünya savaşı’ndan sonra onun ye13. Dövücü; len başaklar ya da kesmikler yeniden dö­ rini biçerdöver almıştır.) vücü ile karşıdövücü arasına gönderilir ya 14. Karşıdövücü; 3 BİÇ ER D Ö V E R a. Taneli bitkileri özellik­ da ayrıca dövülür. Helezon ve elevatör ta­ 15. Üfürücü; le tahılları hasat etmeye yarayan makine. neleri, içinde boşaltma helezonu bulunan 16. Sağır elek; Ekinleri, keser, toplar, döver; taneleri ayı­ bir depoya iletir. rır, kabaca temizler ve geçici olarak de­ 17. Birinci tane eleği; Tümü özdevimli olan modern makine­ po eder. 18. ikinci tane eleği; lerin kesme genişliği 3 m’den az değildir. —ANSİKL. Biçerdöver yaptığı işlerle ilgili 19. Kesmik eleği; Makineli tarım yapılan sanayileşmiş ülke­ çeşitli organları bir arada ve bir bütün ha­ 20. Kesmik ilerim tablası. lerde taneli bitkilerin tümü (mısırla birlikte linde bünyesinde taşır. tahıllar, yağlı ve proteinli tohumlu bitkiler, • Kesme tablası. Şu parçaları içerir; biçertaneli yem bitkileri) biçerdöverle hasat lerinkine benzeyen, ama genişliği 5 m’yi edilmektedir. Türkiye'de de özellikle tahıl­ bulabilen bıçaklı bir kesme kirişi; bir dö­ lar dağlık yöreler dışında biçerdöverle ha­ ner dolap; ekini orta kısma doğru çeken sat edilir. parmaklarla donanmış olan ve birbirine ters çalışan bir çift helezonun bulunduğu ■ B İÇ E R E Z E R a. Tarım mak. Yembitkileçukur bir tekne; ekini dövücü organlara rinin biçilmesinde ve ezilmesinde kullanı­ kadar çıkaran ve enlemesine çubuklardan lan makine. (Biçerezerde git-gel hareketi yapan bir kesme kirişi ya da döner disk­ oluşan bir götürücü. lerden oluşan kesici bir düzen ile iki ezici • Dövücü organlar. Karşıdövücü denen merdaneden yahut düz ya da Y şeklinde gözenekli içbükey bir kafesle onun için­ tokmaklı bir rotordan oluşan ezici bir dü­ de dönen ve üzerinde enlemesine dövü­ zen bulunur. Bazı tokmaklı biçerlerde dö­ cü dişler ya da yivler bulunan döner bir ner kesici sistem aynı zamanda ezme iş­ tamburdan oluşur. Dövücünün dönme hıdiskli biçerezer lemini de gerçekleştirir.) B İÇ İC İ a Ekin biçen kimse. B (belirleyen) + A (ad), vb. gi­ bi, bir yüzeysel yapı elde etmek için, üze­ rinde dönüştürümlerin, kurucuların yerle­ rini değiştirdiği, sildiği ya da eklediği bir derin yapıyı ortaya çıkaran “ yeniden yazım” denilen bir sözdizimsel kurallar bütününü kapsar. ABD’de olduğu kadar Avrupa'da da bu kuramsal çerçeve içinde dilbilimsel ça­ lışmalardaki önemli gelişme, biçimselleş­ meye dizgeli bir biçimde başvurmanın ki­ mi sakıncalarını (ve sınırlarını) görmeyi sağladı. Gerçekten de, verilen bir prob­ lemi çözümleyebilecek biçimsel çözüm­ ler çok sayıda olabilir, bu da, dilbilimciyi az ya da çok saymaca seçimler yapma­ ya iter; ayrıca biçimselleştirmenin, dilsel verilerin olağanüstü çeşitliliğini zorunlu bir biçimde fakirleştirerek yansıttığını kabul etmek gerekir, dilin özelliklerini üstdilinkine indirgeme girişimi buradan kaynakla­ nır; son olarak da iletişime ve söylemlemeye bağlanan çok sayıdaki olgu, biçim­ selleştirme girişimlerine karşı koyar. Yal­ nızca, kuramın açıklamak zorunda bulun­ duğu olguların titizlikle sınırlandırılması, bu tuzaklardan bütünüyle olmasa da, kur­ tulmayı sağlar.



1621



B İÇ İM S E L L E Ş T İR M E K g f. Mant 1. Tümdengelimli bir kuramda önermelerin hangi kurallara göre kurulacağını ve öner­ melerin birbirlerinden hangi kurallara gö­ re (üretilebileceğini açıkça belirtmek. (An­ cak daha önceden simgeleştirilmiş bir ku­ ram biçimselleştirilebilir.) —2. Bir kuramı, biçimsel bir kurama dönüştürmek. ♦ biçim se lle ştirilm e k, edilg. f. Mant. Biçimselleştirilmiş dil, belirtik kurma kuralları uyarınca bir alfabeden oluşturu­ lan ve deyim adı verilen simgelerin bir araya gelmesinden oluşan (genellikle sonsuz) küme (karşıtı doğal dil). B İÇ İM S İZ sıf. 1. Biçimce düzgün olma­ yan, eğri büğrü, orantısız, çirkin: Biçim ­ siz b ir vücudu var. Biçim siz b ir oda. —2. Uygun olmayan, yakışık almayan: Biçim ­ siz b ir zamanda gelmek. Biçim siz sözler­ le b ir kimsenin canını sıkmak. —Krist. Kristal yapıda olmayan madde­ ler için kullanılır. (Bk. ansikl. böl.) [Eşanl. AMORF. ]



—Metalürj. Biçim siz katman, bir metal parçanın işleme boyunca bozulan yüzey katmanı, (Kalıcı biçim değişikliğine uğra­ mış bu katmanın kalınlığı, işlemeye bağlı olarak birkaç yüz angström ile birkaç mik­ rom etre arasında değişir.) [Eşanl. AMORF' KATMAN.]



—Polim. Bir polimerin makromolekül zin­ cirleri düzenli olmayan bölümleri için kul­ lanılır. (Biçimsiz bölgelerin karşıtı, kristal­ leşmiş bölgelerdir.) [Eşanl. AMORF] —ANSİKL. Krist. Maddenin biçimsiz hali, onu oluşturan moleküllerin, atomların ya da iyonların dağılımındaki düzensizlikle belirlenir. Akışkanlar (gaz ve sıvı) biçim­ siz haldedir. Biçimsiz katı maddeler dü­ zensiz sert ve bükülmez bir özellik taşır. Uzun aralıklı düzensizlik biçimsiz hali kris­ tal halden ayıran teme! niteliktir. Kristal halde atomlar ya da moleküller uzayda dönemli olarak yinelenen temel bir motif oluşturur. Oysa biçimsiz bir cisimde de te­ mel bir motif vardır ve yerel kimyasal bağ­ lar değişmez ama uzun aralıklarda geo-



4;) bjçynsiz hal



BİÇİMSİZ eşkonumlu bir motifin uzun aralıkta düzenli (a) düzensiz (b) hallerini gösteren iki boyutlu şema



metrik düzen yok olur. Cam, biçimsiz ha­ biçme kırışı lin örnek türünü oluşturur. Camsı silis ve A. bıçak kılavuzu; kristal kuvars aynı Sİ04 temel motiflerini . bıçak yönlendirme plakası; taşır; ne var ki bu motiflerin silisteki yerle­ C. dengeleme plakası; şimi düzensizdir. Biçimsiz katilar aşırı sı0. parmak cıvatası; vılaşmayla ya da soğuk bir alttepken üs­ E. parmak; tünde buhar yoğuşumuyla doğar. F. karşı kesici kenar; H. bıçak yaprağı; B İÇ İM S İH İ-E Ş M E K gçz. f. Olağan bi­ I. temizleme plakası;çimini yitirmek, biçimi bozulmak. Elleri ro­ K. parmak kirişi; matizmadan biçimsizleşm işti. L. iç pabuç; Pİs^İM St^LSK a. Biçimsiz olma duru­ M. iç pabuç kızağı; mu. N., 0. bıçak yönlendirici; P. bıçak kafası; B İÇ İN a. (esk. türkç. biçin, maymun). Gü­ fi. dış pabuç; neş yılı temeline dayanan eski türk takvi­ T. dış pabuç kızağı; minde her yılı bir hayvan adıyla belirlenen 12 yıllık dönemin dokuzuncu yılı. B İÇ İM G İ& , Samsun'un Kavak ilçesin­ de bucak merkezi iken, 1987 yılında Asarcık adıyla ilçe merkezi oldu. B İÇ K İ a. 1. Bir kumaşı belli bir modele ve ölçüye göre kesme işi. —2. B içki d i­ kiş, terzilik: Biçki dikiş kursunu bitirm iş. ]j B içki yapmak, bir giysinin çeşitli parçala­ rını patrona uygun olarak kesmek. —Mak. san. E lektrikli biçki makası, elek­ trikle çalışan biçki makinesi. (Bk. ansikl böl.) --ANSİKL. Mak. san. Elektrikli biçki ma­ kası bir tabla ve biçilecek gerecin türüne



göre (kumaş, plastik madde, kauçuk vb.), düz ya da dişli bir bıçaktan oluşur. Bıçak düşey doğrultuda almaşık devinimle yirmi santimetre kalınlığa ulaşan gereçleri biçebilir. Makine bir bilgisayara bağlı sa­ yısal kumandalı bir sistemle donatılabilir; bu sistem döküntü parçaları en aza indi­ recek kesim konumunu düzenler, B İÇ K İG ! a. Kumaşı belli bir modele gö­ re biçen kimse. B İÇ M E a. Biçmek eylemi. —Bahç. Çim biçme, bir çim tarhını ya da bir çim alanını biçmek eylemi. '([Dipten biç­ me, çimi kök hizasından (dibinden) kes­ me. —Mak. san. Çubuk, profil ya da boru bi­ çimindeki malzemeyi parçalara ayırmak için yapılan işlem (metaller, çok yüksek hızla dönen aşındırıcı bir taşla biçilir; bu uygulamada biçme, kesme ve erime iş­ lemlerinin bir karışımıdır; bu amaçla oksiasetilen hamlaç da kullanılabilir. Torna tezgâhında biçme işlemi kesici takım par­ ça eksenine dik tutularak sağlanır. |j Biç­ me tezgâhı, biçme işleminde kullanılan ta­ kım tezgâhı. —Orm. san. Ağaç gövdelerinin (tomruk), orman sanayisince kullanılabilir durumda ve satışa sunulabilecek uygunlukta, ya dikdörtgen kesitli paralel yüzeyler ya da



büyüm e



değişik tomruk biçme şekilleri



kapak



d iri o d u n



tz ■— -C B û ffl g ö b e kü sîü kalası m e rke z



göbek kalası



çok testereli katrakla tomruk biçme d ü şe y a lm a şık h a re k e tli ç o k ş e ritli şasi



te ste re ş a s is in in I 1 1 1 | I I B t f h a r e k e ti* ® 1 u 11m 1 11



b iç ile n to m ru k



. biye l aracılığiylate s te re takım ını çalıştıra n volan y a n d a n g ö rü n ü ş



ö n d e n g ö rü n ü ş



biye l



kenarları alınmamış dar-uzun levhalar ha­ linde parçalara dönüştürülmesi işlemi. (Bk. ansikl. böl.) —Spor, Futbolda, çelme takarak ya da bacakların makas hareketiyle topa sahip oyuncunun dayanak noktasını yok ede­ rek, kurallara aykırı biçimde dengesini bozma. ■ —Tarım. Otları ya da tahılları tırpanla ya da makineyle kesme eylemi. —Tarım mak. Biçme kirişi, bıçak yaprak­ larını taşıyan bıçak lamasının git-gel ha­ reketini sağlayan ve üzerine cıvatalarla tut­ turulmuş parmakları, bıçak kılavuzunu, iç ve dış pabuçları taşıyan yassı uzun me­ tal parğa. .—Tekton. Hafifçe eğik bir anormal değ­ me sonucu yapısal yüzeyleri eğik olarak kesen yıpratma etkisi. —ANSİKL. Orm. san. Kesilmiş ve dallan alınmış ağaç ya da tomruk ya kesimde, yani kesim yerinde ya da bir biçme tesi­ sinin tomruk parkında testerelerle biçilir. Biçme işleminde ağaç önce kalın doğra­ malara (ham ürün ya da yarı işlenmiş ürün), sonra biçme işleminin tekrarlanma­ sıyla kapak, uzun kalas, dörtköşe kalın ya da ince direk (kadron), daha sonra da tahtalara ayrılır, ilk biçme, ürünlerin özel­ liklerini ve görünümlerini belirleyici önem taşır: biçme sırttan, yani yıllık halkalara te­ ğet olarak ya da göbekten ve göbek üs­ tünden yapılabilir. Biçme işinde çok tes­ tereli katrak makinesi ya da şerit testere makinesi, nadir olarak da daire testere makinesi kullanılır. Modern biçme teknik­ leri, biçme zinciri kullanma olanağı da sağlar; böylece birleştirilen aletler (şerit testereler, daire testereler ya da kapak çı­ karan yan alma testereleri) art arda birin­ den çıkanı öbürü işleyerek önce bütün ya da yarma kalas (dikdörtgen prizma ya da ona yakın iki yanı yuvarlak kesitte prizma), sonra da onlardan birbirine koşut tahta­ lar elde edilmesini sağlar. Bunlara bir bilgi sayarın eklenmesi, uygulanacak kesim aralıklarını (kesim dilimlerini) ve tomruk­ lardan elde edilecek ürünlerin ticari de­ ğer bakımından, en randımanlı biçim tar­ zını hesaplamaya kesinlikle olanak verir. Biçme, marangozluk ve ince marangoz­ lukta, ahşabın ikinci kez değiştirilmesin­ de de (masif parçaların ve panoların biçilmesi ve uzun parçalara bölünmesi) çok sık başvurulan bir işlemdir. Biçme tarzına göre, ilk elde edilen ürün "blok kereste" olarak adlandırılır. Göbek kalasları, ince dilimlere biçilebilen çok ka­ lın kereste parçalarıdır. Reçineli ağaçla­ rın biçilmesinde, piyasaya hava kurusu kereste (°/o 20 nem) sunabilmek için belli boyut normlarına uyulur. (— KERESTE.) Biçme ürünlerine verilen adlar: kalın ka­ las, ince kalas, tahta, lata, kadron, kiriş, ince tahta, çıta. —Tarım. Tırpanla biçme iki türlü yapılır: dıştan biçm e ve içten biçme. Dıştan biç­ me otlara ve bazı tahıllara (yulaf), içten biçme yalnız tahıllara uygulanır. Dıştan biçmede biçici tarlanın sol tarafından baş­ lar ve her tırpan atışında kestiği otları ya da tahılları kendi soluna, tarlanın daha ön-



Bie platosu ce biçilmiş olan bölümüne bırakır. Orta­ ya çıkan namlu tırmıkla toplanır (kuru ot) ya da deste haline getirilir (tahıllar), içten biçmede tersine, biçici tarlanın sağ tara­ fından başlar. Öyle ki kesilen saplar he­ nüz kesilmemiş olan saplara yasianır. Do­ layısıyla bir sonraki sırayı kesebilmek için ekinlerin hemen deste yapılması gerekir. Bu iş genellikle biçicileri izleyen işçiler (de­ met bağlayıcılar, ekin kaldırıcılar, vb.) ta­ rafından yapılır. Tane kaybının az olması nedeniyle tahıllar için içten biçme tercih edilir. Sanayileşmiş ve sanayileşmekte olan ülkelerde şimdi ot biçme işi biçerlerle, ekin biçme işi biçerbağlar ve biçerdöver­ lerle yapılmaktadır. B İÇ M E K g. f. 1. B ir şeyi biçmek, onu belli bir biçimde kesmek: Tomrukları biç­ mek. —2. (B ir kumaştan) b ir şey, b ir giy­ si biçmek, dikim için bir kumaştan gerekli parçaları kesmek: Şu yünlüden bana bir etek biçer misin? —3, Ekini, otları, vb. (bir araçla) biçmek, onları orak, makine, vb. ile kesmek: Çim leri biçmek. Buğdayları orakta biçmek. —4. B ir şeyi, bedenin b ir bölüm ünü biçmek, bir şey özellikle kesi­ ci bir araç sözkonusuysa, onun ucunu ya da bir bölümünü kesmek, koparmak: A l­ çaktan geçen helikopter ağaçların tepe­ sini biçti. Hızar parmaklarını biçti. —5. Bir kim seyi biçmek, onu yaylım ateşine tut­ mak, öldürmek: Düşmanı m akineli tüfek­ le biçm ek.—6 .B ir şeye fiyat, değer biç­ mek, inceleyerek onun değerini, fiyatını saptamak: B ir arsaya iki m ilyon fiyat biç­ mek. Bu yüzüğe ne kadar değer biçtiler? —El. sant. Kap yapmak üzere levha ba­ kırı ölçüye göre kesmek. —Mak. san. Biçme eylemi. ♦ biçilm ek edilg. f. 1. Biçmek eylemi­ ne konu olmak; kesilmek; değeri saptan­ mak: Tomruklar b içild i m i? Elbise biçildi, ama daha dikilm edi. O tlar yeni biçilmiş, ik i m ilyon değer biçilen tablo dört m ilyo­ na satıldı. —2. Biçilm iş kaftan, bir işin, bir şeyin ya da bir kimsenin bir kimseye çok uygun olduğunu belirtmek için kullanılır: Köy öğretm enliği onun için biçilm iş kaf­ tandı. ♦ biçtirm ek ettirg. f. B ir şeyi biçtir­ mek, biçilmesini, kesilmesini sağlamak: Tomrukları biçtirm ek. Eteği biçtirdim , dik­ mesi bana kaldı. B İÇ T İR M E K -



BİÇMEK.



B İD a. (fars. Bıd). Esk. Buddhacılığın il­ kelerini ve ibadet biçimlerini anlatan ve dört bölümden oluşan kutsal kitap. B İD a. (fars. bid). Esk. 1. Söğüt: Bîd-i mecnun (çılgın söğüt). Bîd-i nalan (ağla­ yan söğüt). —2. Bîd-i piyade, bîd-i revân, bîd-i ser-nigûn, (başaşağı olan söğüt), salkımsöğüt. || Bîd-i müşk, sultani söğüt, çi­ çeği güzel kokulu olan söğüt. B İD a. (ar. bid). Esk. Yok olma. —isi. huk. B id 'i talak, günah sayılan ve manevi cezayı gerektiren boşama. (Bu tür boşama, dince yasak olmakla birlikte bu­ nun hukuki sonucu olarak boşanma mey­ dana gelir.) B İD A ’ çoğl. a. (ar. b ic fa tın çoğl. bidac). Esk. 1. Sonradan çıkan şeyler. —2. Pey­ gamber'den sonra ortaya çıkan dinle il­ gili görüş ve düzenlemeler; islamiyetten sapmalar. B İD A D -



BİDAT.



B İD A L a. (ar. bidat). Esk. Bedel, değiştokuş, takas. B İD Â R sıf. (fars. bidar). Esk. 1. Uyanık, uykusuz: "Büyük küçük bütün evlerde halk hep b id â r" (Tevfik Fikret). —2. Bîdâr olmak, uyanmak. B İD Â R İ a (fars bidar ve -/'den bidari). Esk. Uyanıklık, uykusuzluk. B İD A R İ, iranlı şair (Dergüzin ?- ? 1560). İran'dan Anadolu’ya geldi. Farsça ve türkçe şiirler yazdı. Kardeşi Sehabi de şa­



irdi. Ahdi, Âşık Çelebi gibi tezkireciler onun türkçe şiirlerinin başarısını belirtirler. XVI. yy.'a ait mecmualarda şiirleri vardır. B İD A T ya da B İD A D (ar. bidad). Esk. 1. Hisse, pay. —2. Her seferinde başka bir arkadaşın para vermesi. B İD A T a. (ar. bidcat). Esk. Sonradan or­ taya çıkan şey. —İsi. Dinsel konularda Hz. Muhammet döneminde örneği olmayan, daha sonra ortaya çıkan yenilikler. (Bk. ansikl. böl.) || Bidat-ı hasene, zorunluluklardan ortaya çıkan, belirli bir yarar sağlayan, kabul edi­ lebilir yenilikler. |j Bidat-ı seyyie, benimsenemeyecek, yararsız yenilikler. —ANSİKL. Kimi İslam düşünürleri dinsel konulardaki yeniliklerin tümünü haram olarak nitelerken, kimileri böylesine bir ge­ nelleme yapmadan iyi, benimsenebilir (bidat-ı hasene), kötü, benimsenemez (bidat-ı şe-yyie) olarak iki tür yeniliği kabul ederler, ikinci görüşü savunanlar Pey­ gamberin "islamda güzel çığır açan kim­ seler ve bu yoldan gidenler sevap kaza­ nırlar, kötü çığır açanlar ise bu çığırdan gidenlerin günahı kadar günah yüklenir­ ler" anlamındaki sözlerini savlarına kanıt olarak alırlar; Hz. Muhammet’in “ Bütün bidatlar dalalettir (dinden sapmadır)" bi­ çimindeki sözlerindeki bidat sözcüğünün bıdat-ı seyyie anlamında kullanılmış oldu­ ğunu savunurlar. Osmanlı hukuku da bidat’ı; bidat-ı hasene, bidat-ı seyyie ola­ rak ikiye ayırır ve derece derece sınıflan­ dırır: 1. Bidat-ı marufe; 2. Bidat-ı merdude; 3. BidaHrriemnu; 4. Bidat-ı merdude -ı memnu; 5. Bidat-ı fahiş. Osmanlı hukuk­ çuları şeri hukuk alanı dışında örfi hukuk alanına giren benzer konuları da bidat-ı hasene sayarlardı. Ayrıca bidat sözcüğü­ nü hukuk alanı dışında kalan kimi yeni­ likler için "şeriate aykırı” anlamında da kullandılar. B İD A U L T (Georges), fransız siyaset adamı (Moulins 1899 - Cambotes Bains 1983). Tarih agrejesi ve Fransız katolik gençlik birliği (ACJF) başkan yardımcısı 1934-1939 arasında, l'Aube gazetesinde çalıştı. Fransız direniş hareketine katıldı ve Jean Moulin’in ölümü üzerine, 1943'te Ulusal direniş konseyi başkanlığına seçil­ di. 1944'te Cumhuriyetçi halk hareketi ku­ rucuları arasında yer aldı (1958'de bu ku­ ruluştan ayrılacaktır); 1945’te milletvekili seçildi ve geçici hükümet başkanı (haziran-kasım 1946), başbakan (ekim 1949 -haziran 1950) oldu. 1944-1954 arasında birçok kez dışişleri bakanı olan G. Bidault, Fransız-Sovyet antlaşması görüşme­ lerinde (1945) ve özellikle Atlantik paktı’ na ve Avrupa birliğine dayanan bir siya­ setin oluşturulmasında önemli bir rol oy­ nadı. 1954'ten başlayarak Cezayir fransızdır siyasetini hararetle ..savunan Bidault, 1958 mayısında general de Gaulle’ ün işbaşına çağrılmasından yanaydı. Ama çok geçmeden hükümetin Cezayir siyasetine karşı çıktı, Gizli ordu örgütlenmesi'ne (OAS) katıldı ve 1962-1968 ara­ sında yurt dışında yaşamak zorunda kal­ dı. B İD A Y E T a. (ar. bedâyet). Esk. Başlan­ gıç, başlama: "B ir aile reisi, b ir baba, ço­ cuklarından mürekkep olan ailesinin riya­ setini bidayette tabiatiyle deruhte eder " (M. K. Atatürk). —Huk. Bidayet mahkemesi, Tanzimat’tan sonra kurulan nizamiye mahkemeleri için­ de, asliye mahkemeleri gibi çalışan ilk de­ rece mahkemelerine verilen ad. (Bu mah­ kemelerin Üzerinde, denetim görevi ya­ pan istinafhvetemyiz* mahkemeleri varjf j



B İD A Y E T E N be. (ar. bidayeten). Esk. Başlangıçta, başta. B İD B E R G a. (fars. b id ve berg'den bid -berg). Esk. 1. Söğüt yaprağı. —2. Söğüt yaprağı biçimindeki ok temreni. B ld d e r o rg a n ı, erkek karakurbağasında erbezi üstünde bulunan ilkel eşey or-



1623 hareketli kılavuzu vargel hareketli tomruk arabası



yastık ve kanca



gani. (Erişkin kısırlaştırdığında embriyonun cinsel ikideğerliliği nedeniyle işlevsel yumurta halinde gelişir.) B İD E a. (fr. bidet). Küveti üzerine oturu­ larak vücudun belden aşağı bölümlerini yıkamada kullanılan sıhhi tesisat gereci. B İD E F O R D , Büyük Britanya'da (Devon) kent, Torridge halici kıyısında; 12 000 nüff Grenville, Drake ve Raleigh’ in keşif yolculukları bu limandan başladı. B İD E N C İR a. (fars. bidencir). Esk. 1. Hintyağı ağacı (Ricinus communis). —2. Bidencir-i hatai, keneotu (Croton tiglium). B İD E R a . Yörs. Tarım. Anadolu'nun ba­ zı yörelerinde tohuma verilen ad. B ÎD E S T E R a. (fars. bıdester). Esk. Zool Kunduz. B İD İ a Kızılderililer tarafından tek bir okaliptüs yaprağının sarılması suretiyle yapılan küçük sigara. B İD İL (Mirza Abdülkadir), iranlı şair (Patna 1644 - Delhi 1720).D/Van’ında ve Mesn evi'sinde yer alan şiirsel imgelerin zerafetiyle tanındı. B İD İR İG ya da B İD İR İâ sıf. (fars.bî- ve d iriğ 'den bidiriğ). Esk. Cömert, esirgeme­ yen, elinden geleni yapan: H er tug-ı bidirig parıldardı hunfeşan" (Yahya Kemal). B İD İR İĞ -> BİDİRİG. B ÎD İS T A N a. (fars. b id ve -sitân'dan bidistan). Esk. Söğütlük. B İD O N a. (fr. bidon). Her tür sıvı madde konulabilen, genellikle saplı, plastik ya da çelik kap. (Silindir, dikdörtgen vb.biçiminde ve 1 litreden 50 litreye kadar çeşitli ha­ cimlerde üretilir. Doldurmak ve boşaltmak için bir ağzı vardır.) —Boyac. Boyacının kullanacağı ürünü koyduğu genellikle metal kap. B İD P A İ ya da P İL P A Y , yarı-efsanevi brahman rahip (III. yy.?). Kaynağını Pancatantra'dan alan ve gerek doğulu, ge­ rek avrupalı masal yazarlarıyla kitap re­ simleyicilerini etkileyen bir ahlaki öyküler kitabını sanskritçe kaleme aldığı söylenir. Korunabilmiş en eski elyazmalarından biri (1200-1220) Suriye’de bulundu. En dik­ kate değer elyazmaları ise özellikle Paris' te (Bibliothöque nationale) ve Oxford’da (Bodleian library) korunanlarıdır. B İD Ü Z İY E be. Ara vermeksizin, sürekli olarak, bitevi, biteviye: Yağmur bidüziye yağıyor. B İD V A L a. (fr. bidual). Ceb. ÇİFTİKİL’in eşanlamlısı. B İD W E L L , kuzeyli amerikan generali (Buffalo, 1816’ya doğr. -CedarCreek, Virginia, 1864). 1861 'de New York 49. Gö­ nüllüler alayı komutanıydı; VIII. Kolordu’ nun başında savaşırken öldü. B İE , esk. Silva Porto, Angola’da- kent, Bie platosunda, yönetim bölümü merke­ zi; 19 000 nüf. Ticaret merkezi. Havali­ manı. — Bie yönetim bölümü, 71 870 km2; 1 012 000 nüf. (1990). B İE p la to s u , esk. Bihe, Angola’nın or-



üst kasnak şerit testere



testere temizleme sistemi gövdesi



şerit testereyle tomruk Mşım



Bie platosu 1624



ta ve güney kesimlerinde bölge. Cubango Zaire ve Zambezi ırmaklarının ve kol­ larının, Atlas okyanusu'na dökülen ırmak­ ların doğduğu bu savanlarla kaplı böl­ ge, büyük bir su deposudur. Benguela -Zaire demiryolu hattı boyunca tarım iş­ letmeleri uzanır. B İE B E R (Margarete), aiman arkeolog; 1940’ta amerikan yurttaşlığına geçti (Schönau, Prusya, bugün Pryscowo, Po­ lonya, 1879 - New Canaan, Connecticut, 1978), Giessen üniversitesi'nde profesör­ ken, Almanya’dan kaçarak ABD’ye yer­ leşti. Çeşitli üniversitelerde ve daha çok Columbia üniversitesi’nde ders verdi. Ça­ lışmaları daha çok heykelcilik alanında yoğunlaşmıştır. En önemli yapıtları: The H istory o l the Greek and Roman Theater (Antik roma ve yunan tiyatrosu tarihi) (1939] ile The Sculpture o f the Hellenistic Age (Hellenistik çağda heykelcilik) [1955], B İE B E R İT a. (fr. biebĞrite; yer a. Biebe r'den). Miner. Hidratlı doğal kobalt sül­ fat (CoS04, 7H20). B İE B L (Konstantin), çek şair (Slavetın 1898 - Prag 1951).Hem Rus devrimi’ nden (/a Route vers les hommes [fr. çev.], 1923), hem de Apollinaire’in şiirinden bü­ yük ölçüde etkilendi (le Nouvel Icare [fr. çev.], 1929). Sanatını komünist toplumun hizmetine verdi (Sans crainte [fr. çev.], 1951), ama tüm bir kuşağın dramatik yaz­ gısını simgelercesine sonunda intihar et­ ti. B İE B R Z A , Polonya’nın kuzey-doğu’ sunda ırmak, sağ kıyısından Narew ırma­ ğına kavuşur: 155 km. Buzultaş kökenli Doğu Mazurya tepeleri ile Biafystok yük­ sekliklerini ayıran bataklık bir çöküntüde akar. B İE D E R M A N N (Friedrich Kari). Kari Frledrich — denir, alman tarihçi ve siya­ set adamı (Leipzig 1812 - ay. y. 1901). 1848’de Frankfurt parlamentosuna seçil­ di. Burada, Prusya hegemonyası altında kurulacak bir alman birliği için mücadele etti. 1871-1874 arasında Reichstag üye­ si veUlusal liberal parti’nin önderlerinden biriydi. B İE D E R M E İE R a. (Bieder [mann] ve [Bummel] m eier, mizah kahramanlan). 1850’ye doğru, Almanya ve Avusturya da, 1815-1848 yılları burjuva kültürüne aşağılayıcı anlamda verilen ad. (Daha sonraları günümüzde çok beğenilen bir üslubu tanımlamak için kullanıldı. Bu üs­ lup mimaride ve mobilyacılıkta rahatlık, zarif bir yalınlık arayışı; çok sayıda yapı­ tın verildiği resim alanında ise doğa sev­ gisi, hassas bir işçilik ve küçük boyutlar­ da çalışma şeklinde ortaya çıkar.) B İE L , fr. Bienne, İsviçre'de (Bern kan­ tonu) kent. Suze ırmağının Biel gölüne döküldüğü yerde, Juralar’ın eteğinde; 65 000 nüf. (1991). Saatçilik merkezi. Otomobil sanayisi. Takım tezgâhları ya­ pımı. XV. yy.'dan kalma kilise. Arkeoloji müzesi. Turizm. —Tar. XI. yy.’da imparatorluk kenti olan Biel, 1248’de Basel piskoposuna bırakıl­ dı. Sonraki piskoposlardan biri, 1275'te kente geniş ayrıcalıklar tanıdı ve Biel, bu ayrıcalıklar sayesinde, Bern ile ve İsviçre’ deki öbür kantonlarla antlaşmalar imza­ ladı. 1815 ’te Bern kantonuna katıldı. B İE L (Gabriel), alman tanrıbilimci (Speyer 1418’e doğr. - Einsiedel, Tübingen yakınında, 1495), Tübingen’de tanrıbilim profesörü. Adcılığın ve via m oderna'nın savunucularından biriydi. Occam’cılıktan büyük ölçüde etkilendi. XVI. yy.’da özel­ likle Luther üzerinde çok etkili oldu. B İE L g ö lü , İsviçre'de göl, Jura dağları­ nın eteğinde; Neuchâtel gölünden gelen Thiöle ve Jura dağlarından gelen Suze ır­ makları bu göle dökülür. Daha 1879 da taşkınlarını azaltmak için Aar ırmağının yatağı değiştirilerek göle akması önlenmiş



ve bir kanal açılarak sularının fazlası Aar’ ın aşağı çığırına akıtılmıştı. Aynı zaman­ da, gölün su düzeyi alçaldı ve Saint-Pierre adası karaya bağlandı (günümüzde bir doğal rezervdir). Demir çağından kalma göl yerleşmeleri. B le la k u y r u k lu y ıld ız ı, Avusturya or­ dusunda yüzbaşı olan baron VVİlhelm von Biela (1782-1856) tarafından 1826’da keşfedilen kuyrukluyıldız. Daha önce 1772’de ve 1805’te de gözlemlendiği an­ laşıldı. Dolanım süresi 6,6 yıl olduğundan, 1832’de yeniden görüldü, ama 1839’daki dönüşü gözden kaçtı. 1846’daki dönü­ şünde ikiye ayrılmıştı, iki bileşen 1852’de, birbirinden iki buçuk milyon kilometre uzaklıkta, yeniden saptandı. O tarihten bu yana kuyrukluyıldız bir daha görülmedi. Yörünge öğelerinin yeni hesaplarına gö­ re, kuyrukluyıldızın (eğer hâlâ varsa) en önemli bileşeninin 1971 'de Yer'in çok ya­ kınından geçmesi gerekiyordu; ama aranmasına rağfnen bulunamadı. B İE L A W A , Polonya’da kent, Wroofaw’ ın G,-B.’sında, Südetler'in (Göry Sowie) eteğinde; 33 000 nüf. Dokuma sanayisi. B İE L E F E L O , Almanya’da (Kuzey Vestfalya Renanyası) kent, Teutoburger VVald’ın ucunda; 313 400 nüf. (1989). Üniversite. XVI. yy.’dan bu yana doku­ malarıyla ünlü kent. Ravensberg’ler şa­ tosundan kalma gotik üslubunda taçkapı. XVI. yy. başından kalma Unsere Damen (Ravensberg’lerin lahitleri; "schöner" üslubunda mihrap arkalığı). Dönüş­ türme metalürjisi. Mobilya yapımı. B İE LE R (Manfred), alman yazar (Zerbst 1934) Romanlar (Marla Morzeck oder Das Kaninchen bin ich, 1969) ve radyo için oyunlar yazdı. 1968'de Doğu Alman­ ya’dan Almanya Federal Cumhuriyeti’ne kaçtı. B İE L İD L E R ya da A N D R O M E D İT LER. Gökbil. Biela kuyrukluyıldızının par­ çalanmasından kaynaklanan göktaşı yağ­ murlarına ve bunların atmosfere girişiyle doğan göktaşı sağnağına verilen ad. Bunların radyan noktası Andromeda’da yer alır. Kasımda görülen Bielidler 1872 ve 1885’te önemli göktaşı sağnaklarına yol açmıştır. B İE L K E , kökeni XIII. yy.'a uzanan önemli İsveç ailesi. Başlıca üyeleri GUNİLL4 (1568-1597), Johan lll’ün karısı, İsveç kraliçesi; — NİLSTURESSON (1569-1639), Finlandiya valisi (1623-1631), Turku isti­ naf mahkemesi başkanı; — NİLS (1644 -1716), isveçliler'in Danimarka karşısında elde ettikleri zaferlerde (Skane savaşı) ya­ rarlılık gösteren feld-mareşal, Pomeranya valiliği yaptı. Görevden alınıp ölüm ce­ zasına çarptırıldıysa da (1705), Kari XII ta­ rafından bağışlandı. B İE L L A , İtalya’da kent, Piemonte’de, Vercelli'nin K.-B.'sında, Cervo ırmağı kıyı­ sında; 54 000 nüf. Vaftiz yeri (IX. -X. yy.' iar). Katedral (XV. - XIX. yyl’lar). S, Giacomo (XIII. yy.) ve S. Sebastiano (XVI. yy.; freskler, eşyalar) kiliseleri. Yukarı kentte eski evler. Dokumacılık (yün ve pamuk) merkezi. B İE L S C H O W S K Y (Max), alman asıllı İngiliz nörolog (Breslau, bugün Wrootaw, 1869-Hendon, Middlesex, 1940). Edinger ve Nissl'in öğrencisiydi; nöropatolojiye katkısıyla tanınır. 1933’te İngiltere’ye göç etti. Histopatolojide önemli bir işlevi olan gümüşlü boyama yöntemini bularak, sinir liflerini belirginleştirmeyi sağladı. Gangliyozid birikimiyle ortaya çıkan yağ metabolizması bozukluğunun neden ol­ duğu, kalıtımsal amorotik idiyosinin ço­ cukta geç görülen şeklini tanımladı ve adını verdi. B İE L S K İ (Marcin), polonyalı kronikçi ve şair (Biate 1495’e doğr. - Krakow 1575). Polonya diliyle yazan ilk tarihçidir (Kronika Swiata Wszystkiego, 1551 ).Kronika Polska (1597) adlı yapıtını oğlu JOACHİM



(1540-1599) tamamlayıp yayımladı. Combdie de Justin et de Constance (fr. çev.) adlı yapıtı, polonya edebiyatında ilk ah­ lakçı oyundur (1557). B İE L S K O -B İA L A , Polonya'nın batı keşiminde kent, Silezya dağeteğinde; 179 900 nüf. (1990). Önemli dokuma (yün), makine (otomobil yapımı) ve elekt­ roteknik sanayisi tesisleri. — Bielsko Biala voyvodalığı’nda (3 703 km2; 889 900 nüf. [1989]). Sanayisinin son derece gelişmiş olmasının yanı sıra, tahıl tarımı ve turizm de önemlidir. B le n a y m ö -Ç e b iş e v e ş its iz liğ i, adı­ nı fransız istatistikçi Jules menaymâ ve rus matematikçi Pafnuti Lvoviç Çebişev’ den alan P (|X -E (X )|s r)s ^ eşitsizliği; bu eşitsizlik, X rastlantı değiş­ keninin, mutlak değerde, kendi E(X) ma­ tematiksel beklentisinden, e dan çok sap­ ması olasılığının bir üstten sınırlayanını, e > 0 ın ve X in 5?3 s



BOZÜYÜK İnönü ovası İnönü1



il merkezi ilçe merkezi □



bucak merkezi il sınırı



______ ilçe sınırı w eşyükselti eflrilerl:



nüfuslarına göre yerleşm eler



200 1000 ir



orta çığırının iki yanında. 175 526 nüf. lir. İl, geçmişte ipek üretiminde Bur(1990). 4 307 km2; merkez ilçe dışında 5 sa'dan sonra ikinci sırayı alıyordu. Linyit ilçe; 250 köy. Merkezi Bilecik, 23 273 üretimi, mermer çıkarımı (Gülümbe mer­ nüf. (1990). Eskişehir bölge idare mahmerleri), un fabrikaları ve özellikle çok kemesi'ne bağlıdır. gelişmiş olan .seramik sanayisi ilin başlı­ ca üretim alanlarıdır. Bilecik, Osmanlı devletinin ilk kuruldu­ ğu ve Cumhuriyet'ten önce Hüdavendit f l İL E C İK , Bilecik ilinin merkezi kent; gâr (Bursa) vilayetinin Ertuğrul sancağını Sakarya nehrinin kollarından olan Kara­ oluşturan yöreyi kapsar. Bu tarihsel olgu su’ya kavuşan bir vadinin (Tabakhane, her yıl Söğüt'te düzenlenen törenlerle kut­ deresi) kenarında, 450-500 m yükseklik­ lanır. G.'de Sündiken ve Kapıorman dağ­ teki bir plato üzerindedir; 23 273 nüf. larının uzantıları ile sınırlanmış olan il top­ (1990): karayolu ile Ankara'dan 312 km, raklarının orta kesiminde, yaklaşık 500 m İstanbul’dan 250 km uzaklıktadır. yükseltideki platolar yer alır. Platolar içine, kollarıyla birlikte derin biçimde gömülmüş • COĞRAFYA. Kent, İstanbul, Bursa, Es­ kişehir, Yenişehir ve iznik'e yönelen yolla­ olan Sakarya nehri, ili ikiye böler ve sula­ rın kavşağında kurulmuştur. Bizans döne­ rını toplayarak Karadeniz'e boşaltır Sakar­ minden telma bir kalenin (Belokome) ka­ ya nehrinin yer yer daralan vadisi, kimi ke­ lıntıları, kentin bir zamanlar kervanların iz­ simlerde genişleyerek yerini alüvyal düz­ lediği bu yollar üzerinde önemli bir konak lüklere bırakır (Osmaneli ovası gibi). Vadi yeri olduğunu gösterir. Kent bu konumu tabanı ve alüvyal ovalar, ilin en verimli ta­ ve tarihsel öneminden ötürü, Osmanlı dö­ rım topraklarını oluşturur. Yazlar sıcak ve neminde Hüdavendigâr (Bursa) vilayetine genellikle kurak geçer; ancak vadi taban­ ları ve alçak ovalarla yüksek platolar ara­ bağlı Ertuğrul sancağının merkezi idi. O sıradaBursa'dan sonra ikinci büyük ipeksında özellikle kış mevsiminde belirgin ay­ böcekçiliği merkezi durumunda olan Birılıklar görülür. Kuytu vadi tabanlarında lecik'in nüfusu 10 000'i buluyordu. ocak ayında sıcaklık 5-10 derece olduğu Tabakhane deresi yamaçlarında yer halde, plato yüzeyi soğuk (Bilecik’te 2,5° alan ve Şeyh Edebali türbesi gibi birçok C) ve günlerce karla kaplıdır. Daha nemli anıtsal yapıların bulunduğu eski mahalle­ dağlık kesimler dışında ortalama yıllık ya­ ler bugün hemen hemen terk edilmiştir. ğış, çoğu kışın ve ilkbaharda düşmek üze­ Yeni mahalleler ise Eskişehir karayolunun re, 400-500 mm. arasındadır. Bitki örtüsü iki yanındaki plato üzerinde kurulmuştur. de ilin üç farklı bölge sınırındaki geçiş ko­ Resmi daireler, eğitim kurumlan, iş ve ti­ numunu yansıtır il topraklarının 1/5’i or­ caret merkezi buradadır. Bu kesim 5 km' manlıktır. En yaygın ağaç türleri meşe, K. lik bir yolla, Karasu vadisinin tabanındaki -D. kesimlerinde karaçam, daha nemli Bilecik demiryolu istasyonuna bağlıdır, is­ dağ yamaçlarında kayın ve orta kesimler­ tasyon çevresinde de küçük bir yerleşme deyse kızılçamdır. Az nüfuslu illerden olan Bilecik'te nü­ oluşmuştur Birinci Dünya savaşı'ndan fus yoğunluğu (km2’ye 40), Türkiye orta­ sonra yunan işgalinde kalan kentin nüfu­ lamasının (km2'ye 76) çok altındadır. Nü­ su Cumhuriyet’in ilk yıllarında ancak fus artış hızı da düşüktür (yılda %» 18,6; 3 500 dolayındaydı (1927). Cumhuriyet döneminde adeta yeniden kurulan ken­ Türkiye ortalaması °/oo 24,88). Komşu il­ tin nüfusu, ağır da olsa artarak 1960'ta lerle büyük kentlere yönelen iç göçler so­ 7 535’e, 1980 yılında 15 126'ya ulaşmış; nucu kimi kırsal yerleşmelerde ve ilçe 1990'da 23 000’i aşmıştır. merkezlerinde (Osmaneli, Gölpazarı), '•TARİFİ. Bizans döneminde bugünkü Bî1980-1985 sayımları arasında nüfus azal­ lecik’in yerinde Belokome kalesi bulunu­ mıştır. Buna karşılık, aynı dönemde önemli yordu. XIII. yy. sonlarında bizans ve Sel­ ölçüde sanayileşen Bozüyük ilçe merke­ çuklu toprakları arasında bir akın alanı zinin nüfusu, Türkiye ortalamasının üze­ olan Bilecik yöresinin Osmanlı devletinin rinde artış göstermiş, kasaba bugün, il kuruluşunda önemli yeri oldu. Döneme merkezinden daha kalabalık bir orta kent ilişkin vakayinamelere göre, Belokome durumuna gelmiştir. Nüfusunun yaklş. °/o tekfurunun kendisine karşı hazırladığı tu­ 56'sı kırsal kesimde yaşayan Bilecik'te, ta­ zağı öğrenen Osman Gazi kenti ele geçi­ rım başlıca gelir kaynağıdır. Platolar üze­ rerek kayınbabası Şeyh Edebali*’yi kadı rinde tahıl ekimi ve hayvancılık yapılır Vadi atadı (1299). Osman Gazi'nin Yenişehir’e tabanında şekerpancarı, pamuk, tütün, yerleşmeden önce bir süre Bilecik'te kal­ patates ve başta üzüm olmak üzere çe­ dığı söylenir. şitli meyveler gibi ticaret ürünleri yetiştiri­



■itoclk il haritası



Bilecik şeyhi Edebali 1326'da ölmüş ve burada­ ki Şeyhedebaii türbesi’ne gömülmüştür. Yapı, onarımlar yüzünden XIV. yy.'daki öz­ gün biçimini koruyamamıştır Türbenin ya­ nındaki oda, mescittir. Buradaki 1889 ta­ rihi ve Abdülhamit II tuğrası onarımla ilgi­ lidir. Külliyenin D.’sundaki Malhatun türbe­ si dörtgen planlı, kubbeli bir yapıdır. Ken­ tin dikkati çeken bir başka tarihsel yapısı, Bakı hamamı'dır. Yapılış tarihi bilinmemek­ tedir. D.’daki girişten kubbeli soğukluğa, buradan da büyük bir kemerle gene kub­ beli sıcaklığa geçilir.



1632



Bilecik'ten genel bir görünüm



Osmanlı devletinin ilk yıllarında önemli yerleşim merkezlerinden biri olarak geli­ şen Bilecik, eyalet örgütü kurulunca, Ana­ dolu eyaletinin Sultanönü (Eskişehir) san­ cağına bağlı bir kaza merkezi oldu. Hüdâvendigâr (Bursa) vilayeti kurulduktan sonra, "Ertuğrul” sancağı adıyla oraya bağlandı (XIX. yy.). Bilecik ve çevresi, Kur­ tuluş savaşı'nda önemli olaylara sahne ol­ du. 5 aralık 1920'de Mustafa Kemal Pa­ şa, Ahmet izzet Paşâ'nın başkanlığındaki İstanbul hükümeti temsilcileriyle Bilecik’ te buluştu (Bilecik* buluşması). 1921 yılı­ nın başlarında ve ilkbaharında Bilecik’i iş­ gal eden yunan kuvvetleri Birinci ve ikin­ ci İnönü savaşları sonunda geri çekilmek zorunda kaldılar. 13 temmuz 1921’de Yu­ nanlıların bir kez daha işgal ettiği Bilecik, 6 eylül 1922'de kurtarıldı. • MİMARLIK. Erken dönem osmanlı ya­ pılarının ilk örneklerinin bulunduğu Bile­ cik kenti, türk mimarlık tarihi açısından önem taşıyan merkezlerdendir. Eski Bilecik'in K.-B.'sındaki vadide yer alan Osmangazi camisi, vakfiyesine göre Orhan Gazi tarafından babası adına yaptırılmış­ tır. Kurtuluş savaşı sırasında Yunanlılarda yakılan caminin K. duvarı, minaresi ve av­ lu duvarlarının bir bölümü sağlamdır. Çe­ şitli kaynaklardan elde edilen bilgilere gö­ re, dikdörtgen planlı ve ahşap çatılıydı. Mi­ naresinin kaidesi kesme taştan, gövdesi tuğladandır. Osmangazi camisi’nin K.’inde, bir tepe üzerinde bulunan Orhangazi camisi yapı tekniği ve işçiliğiyle XIV. yy.’ın ilk yarısına tarihlendirilir. Bu cami de yu­ nan işgali sırasında yakılmış, daha sonra onarılmıştır. Plan ve yapım özellikleriyle tek kubbeli camiler türüne girer. Son cemaat yeri yoktur. Duvarlar, almaşık düzende taş ve tuğla örgülüdür. K. cephesinin D. ve B. uçlarında yer alan minareler, XIX. yy. so­ nunda yaptırılmıştır. Özgün minarenin ca­ minin uzağında olduğu sanılmaktadır. Or­ hangazi camisi’nin karşı yamacındaki Or­ hangazi imareti XIV. yy. başlarında yapıl­ mıştır. imaretin yalnızca orta eksen üzerin­ deki, Bursa kemeriyle ayrılmış, yan yana iki kubbeli bölümü günümüze ulaşmıştır. Bursa kemeri üzerindeki rumi ve kıvrıkdal motifli kabartma, bir başka benzeri bulun­ madığından önemlidir. Duvarlarda da yer yer kabartma bezeme izleri görülür. Ken­ tin D.’sundaki Emirler camisi de yunan iş­ gali sırasında yakıldığından çok yıkıktır. Aynı kesimdeki Karacalar camisi’nin yal­ nızca minaresi kalmıştır, iki caminin de ya­ pım tarihi bilinmemektedir. Orhangazi ca­ misi yakınındaki Şeyh Edebali zaviyesi tür­ be, zaviye, mescit ve dergâh bölümleriy­ le bir külliye oluşturur. Karamanlı bilgin ahi



B ile c ik b u lu ş m a s ı, Mustafa Kemal Paşa ile İstanbul hükümeti temsilcileri ara­ sında Bilecik istasyonunda gerçekleştiri­ len görüşme (5 aralık 1920). Damat Ferit Paşa hükümetinin görevden ayrılması üzerine Tevfik Paşa başkanlığında kuru­ lan yeni hükümet üyeleri Ankara ile bir uz­ laşmaya varmak için görüşme isteğinde bulununca İstanbul hükümeti adına da­ hiliye nazırı Ahmet izzet (Furgaç) Paşa yö­ netiminde bir heyet oluşturuldu. Bu heyet, Ankara hükümetinin temsilcileri TBMM başkanı Mustafa Kemal Paşa ve Garp cephesi komutanı ismet (İnönü) Paşa ile İstanbul-Eskişehir demiryolu hattı arasın­ daki Bilecik istasyonunun bekleme salo­ nunda buluştu. Ancak, görüşmelerden bir sonuç alınamadı.Bunun üzerine, bir olup­ bitti ile TBMM’nin çalışmalarını yakından izlemelerini sağlamak amacıyla İstanbul hükümetinin temsilcilerini yanına alan Mustafa Kemal Paşa, onları Ankara’ya gö­ türdü (6 aralık 1920). Orada bir ay konuk edilerek ağırlanan heyet üyelerine maaş­ ları ödendi ve İstanbul hükümetinde ye­ niden görev almamaları koşuluyla İstan­ bul’a dönmelerine izin verildi. B ile c ik to p ra ğ ı, Bilecik yöresinde bu­ lunan bir tür arı kil. (Kütahya seramik atöl­ yelerinde, plaka ç in i* yapımında ham­ madde olarak kullanılır.) B İLE Ğ İ a. (bilem ek'ten bile-gü > bile ■gi > bileği). Kesici araçları bilemek için kullanılan bileğitaşı. —Teknol. Bileği çarkı, bilenecek düz bıça­ ğın geçmesi için bir kanalı olan küçük plastik blok. (Kanal tabanında karşılıklı iki çelik disk ya da bileği taşı bulunur. Bileği taşını bir motorla devindiren elektrikli bi­ leği çarkları da vardır.) [Eşanl. kilaği* TA­ ŞI] B İLE Ğ İT A Ş I a Kesici araçları bilemek için kullanılan yapma ya da doğal taş.



tenar kaslarında güçsüzlük belirir.) || Orta bilek eklemi, bilek kemiklerinin birinci sı­ rasını ikinci sıradakilere birleştiren eklem. || Üst bilek eklem i, eli ön kola birleştiren eklem. (Çeşitli hareketler yapabilir: bük­ me, açma, yana döndürme.). —Vet. Atta ve genel olarak evcil dört ba­ caklı hayvanlarda ilk parmak kemiği iske­ letinin dibine doğru, toynağın yukarısın­ daki ince bölüm. (Bileğin uzunluğuna ya da konumuna göre hayvan uzun bilekli, kısa bilekli, alçak bilekli, yüksek bilekli ola­ rak nitelenir.) —ANSİKL. Anat. Bilek bir geçit bölgesidir. Onkol-bilek eklemiyle koldan, bilek-tarak eklemiyle eltarağından ayrılır. Sırt bölge­ sinden parmakları germe, uzatma ve ya­ na açma kirişleri geçer. On yüzü kemik­ ten bir oluk biçimindedir; bilek ön halka bağı burayı bir kanal haline getirir. Bu ka­ naldan parmakları büken kas kirişleriyle koj siniri geçer. • Bilek kemikleri iki sıra halinde dizili 8 kı­ sa kemikten oluşur; üst sırada dıştan içe doğru sandalsı kemik, yarımay kemik, pi­ ramit kemik ve onun üzerindeki nohutsu kemik yer alır; alt sırada yamuk kemik, yamuksu kemik, başlı kemik (büyük kemik) ve çengel kemik bulunur. Bilek iskeleti yu­ karıda dönerkemik ve üçgen bağla aşa­ ğıda tarak kemikleriyle eklemlenir. —Patol. Bilekte burkulmadan başka, sinovitler (tüberküloz sinoviti, çıtırtılı kiriş iltiha­ bı), eklem sinovyası fıtıkları (bilek kistleri) görülür. —Vet. Bilekte parmak kemiklerinde yumu­ şama olabilir; yumuşama kirişlerin çalış­ masını güçleştirirse hayvan topallar Bilek­ te, özellikle atlarda köstek halkasının ya da zincirinin neden olduğu bıcılgan ve yara­ lar da olabilir. B İL E K (Ahmet), türk güreşçi (Manisa 1932-Eskişehir 1971). İzmir Demirspor’ da güreşe başladı (1949). Eskişehir Demirspor’a geçti. 1951'de milli takıma se­ çildi. 1955 Akdeniz oyunları'nda 52 kilo­ da greko-romen birincisi, 1960 Roma olimpiyatları’nda serbestte olimpiyat şam­ piyonu oldu. B İL E K A R P A T Y (“ Beyaz Karpatlar” ), Çekoslovakya’da dağ sırası, Karpatlar ya­ yının (Slovakya) batı uçlarından birini oluşturur. Güzel ormanlarla örtülü olan Bi­ le Karpaty dağlan Morava ve Vah vadi­ lerini birbirinden ayırır; yükseltileri K.’de yaklş. 1 000 m’yi bulur ve G.-B.'ya doğ­ ru yavaş yavaş alçalır.



B İL E K a 1. Elin kolla, ayağın bacakla B İL E K L İK a. Kimi işçi ya da sporcula­ birleştiği, eklemlendiği yer. (Bk. ansikl. böl. rın bilek burkulmasına karşı önlem olarak Anat.) —2. Bilek gibi, saç örgüsünün ka­ bileklerine taktıkları sargı, bant. lın ya da akarsuyun gür olduğunu belirt­ —Nalbantl. Nal dövme ve nallama sıra­ mek için kullanılır: Oluktan bilek g ib i su sında incinmesini önlemek için nalbant­ akıyordu. || Bilek gücü, bilek kuvveti, be­ ların bileklerine taktıkları kösele şerit. den, kol gücü; kaba kuvvet: Her sorun b i­ ■ —Saraç. Atın bileğini zorlanmalara karşı lek gücüyle çözümlenemez. || Bilek güre­ koruyan ve onun sakatlanmasını engel­ şi yapmak, iki kişi sözkonusuysa, dirsek­ leyen yastıklı parça. lerini karşılıklı dayayarak birbirinin bileği­ ni bükmeye çalışma. || Bileğinde, kolunda altın bileziği var (yok), her zaman geçerli olan, kendisini geçindirecek bir mesleği bulunmak (bulunmamak). || Bileğine gü­ venmek, gücü ve ustalığıyla sorunların üs­ tesinden geleceğine inanmak. |j Bileğinin hakkı ile, kimsenin yardımı olmaksızın, kendi kişisel çabasıyla. —Anat. Bilek kem ikleri, bileği oluşturan sekiz küçük kemik. (Bk. ansikl. böl.) || Bi­ lek lokması, birinci sıra bilek kemiklerinin eklem yüzeyleri. || Bilek oluğu, bilek ke­ miklerinin ön yüzleriyle oluşan ve bilek ön bağıyla örtülen oluk. (Bilek kanalı da de­ nilen bu oluğu lifsel bir bağ ikiye böler; dış yandan parmaklara giden büyük ki­ riş, iç yandan orta sinir ile seröz kılıflarla kaplı bükücü kaslar geçer.) || Bilek oluğu sendromu, bilek kanalı içinde, orta kana­ lın sıkışması sonucu meydana gelen sendrom. (Özellikle kadınlarda sık görü­ lür ve genellikle geceleyin ağrı ve uyuşuk­ bileklik luk şeklinde belirir. Elin ilk üç parmağın­ —Sil. Okçu bilekliği, okçunun yay kirişi­ da el ayası yönünde duyu azalmasına ne­ nin darbesinden korunmak için sol bileden olur ve orta sinir uçlarının dağıldığı



bileşen ğine taktığı deri, kemik ya da metalden koruyucu. —Spor. Bilek eklemini koruyan, kumaş ya da deri bant: H altercilerin kuvvet bilekli­ ği. Tenis oyuncusunun bilekliği. —Tıp. Ayak b ilekliği, ayak bileğini ve to­ puğu içine alan ve kavalkemiği-ayak bi­ leği eklemini tutmaya yarayan esnek sarB İL E M a. (fr. bleim e). At ve eşeklerin ayak tırnakları yakınındaki yumuşak do­ kunun berelenmesi, bere. —Nalbantl. Bilem nalı, tedavi sırasında ta­ banın bilemli bölümünün korunması için kullanılan nal. (Kuru bilem nalı'nda, iç ke­ nara çıkarılan geniş yaprak hasta bölge­ yi dış etkilerden korur; irinli bilem na/ı’nda ise nal köprülü yapılır ve hastalığın bulun­ duğu bölge açık bırakılır. Bu nal ancak zorunlu durumlarda kullanılabilir.) B İL E M E a. Bilemek eylemi. (Bk ansikl. böl. Mak. san.) || Bilem e aygıtı, boy men­ teşeyle bağlanmış iki parçadan oluşan ve testereleri elle bilemeye yarayan aygıt. (Eşanl. TAKTAK.) —Aşındc. Taş bileme, taşlama taşının yü­ zeyini çalışma konumuna getirme. —Kâğ. san. Bir öğütücünün taşına kazı­ yıcı özelliğini yeniden kazandırmak için bi­ leme tarağıyla yapılan işlem. || Bilem e ta­ rağı, yüzeyinde helis biçiminde girinti ya da çıkıntılar bulunan küçük rulo. (Tarak aşındırıcı taneleri açığa çıkararak ve bağ­ layıcıda boşluklar doğurarak litleyicinin taşlama taşı yüzeyini yeniler.) —Mak. san. Bileme tezgâhı, bazı takım­ ların kesici ağızlarını bilemede kullanılan tezgâh. (Bk. ansikl. böl.) —ANSİKL. Mak. san. Bileme, bilemenin amacı, takımın kesici ağzı körleşmişse ona kesme profilini yeniden kazandırmak­ tır. Aşınma, takımın kesici ağzında görü­ lür, takım körleşmiştir. Ancak takımın ta­ ban yüzü ve talaşın sürtünmesinden do­ ğan yıpranma nedeniyle takımın talaş yü­ zü de aşınabilir. Birtakımı-n bilenmesi için, ya talaş yüzü ya taban yüzü ya da her iki yüzü taşlanır. Kimi takımların, özellikle fre­ ze bıçaklarının profilleri sabittir; dolayısıyla profillerini bozmamak için yalnız talaş yüz­ leri bilenir. Seri ve duyarlı üretimde kulla­ nılan takımlar, bileme tezgâhlarında bile­ nir. Bileme sırasında, kesici ağzın aşına­ rak yapı değişikliğine uğramasını önle­ mek için takımı taşlama taşına hafifçe da­ yamak gerekir. Bu tür bilemede korindon­ dan yapılan taşlar kullanılır. Bununla bir­ likte tungsten karbürlüler gibi çok sert çe­ liklerden yapılmış takımları bilemede el­ maslı taşlama taşlarından yararlanılır. • Bileme tezgâhı’nda, taşlama taşı uygun bir açıyla öteleme devinimi yapan takımı aşındırarak biler. Basit tezgâhlarda takı­ ma bu devinim elle verilir; ancak bileme­ de duyarlı açılar elde etmek isteniyorsa, bir takım tutucu kullanılır; bu tür tezgâh­ lar daha çok, doğrusal ya da düzlemsel kesici ağızları bilemeye elverişlidir. Diğer profiller, özellikle, helisel profiller için üniversal takım bileme tezgâhları kullanılır. Bu tezgâhlar, taşlama taşına ve takım tu­ tucuya göreli bir devinim verirler. Üstelik sürekli ve yinelemeli bilemelerde takım­ ları otomatik olarak değiştirirler. B İLE M E D İN be. En çok, en fazla: Okul­ la ev arası on, bilem edin on beş dakika sürer. B İL E M E K g. f. 1. B ir kesici aracı bile­ mek, onun kesici ağzını keskin duruma getirmek, keskinleştirmek. —2. B ir duy­ guyu bilemek, bir etki sözkonusuysa, bir kimsede o duygunun güçlenmesini sağ­ lamak ya da buna yol açmak: Çektiği acı­ la r öfkesini bilem işti. bilenm ek edilg. f. Kesici bir aletten söz ederken, ağzı keskin duruma getiril­ mek; bir duygudan söz ederken, güçlen­ mek. ♦ biletm ek ettirg . t. B ir kesici aracı b i­ letmek, onun keskinleştirilmesini sağla­ mak.



B İL E N (İsmail), türk siyaset adamı (Rize 1902 - Doğu Berlin 1983). "Mara İsmail” ve "Laz İsmail” olarak da tanınır. İstan­ bul'da bir yandan lise öğrenimi görürken, bir yandan da akşamlan motor-makine onarım fabrikasında çalıştı. Mütareke dö­ neminde Dr. Şefik Hüsnü’nün (Deymer) İstanbul’da kurduğu Türkiye işçi ve çiftçi sosyalist fırkası’na (TİÇSF) girdi (1919), Anadolu'da yürütülen Kurtuluş savaşı'nı destekledi. Savaş sonrasında (1922), SSCB'ye giderek Moskova Üniversitesi'nde öğrenimini tamamladı (1925). Ülkeye döndükten sonra güney illerinde işçilerin örgütlenmesi yolunda çalışmalar yapar­ ken tutuklandı (1927). Yargılanıp beş yıl hapis cezasına çarptırıldı (1929). Cumhu­ riyetin 10. yıldönümü nedeniyle çıkarılan genel aftan yararlanarak salıverildi (1933). Yeniden SSCB’ye gitti (1934). Zeki Baştımar’ın (Yakup Demir) ölümü üzerine, ya­ sadışı Türkiye komünist partisi (TKP) mer­ kez yönetim kurulu birinci sekreteri seçil­ di. B İL E N C H İ (Romano), İtalyan yazar (Colle Val d ’Esla, Siena, 1909). F. Tozzi’ yi izleyen toscanalı varoluşçu öykücüle­ rin en özgünlerinden biridir (Conservatorio d i Santa Teresa, 1939; Racconti. 1958). B İL E N M E K



♦ BİLEMEK.



B İL E R E K be. Kasıtlı, bilinçli olarak; is­ teyerek: Bu sözü bilerek kullandın. Onu bağışla, bilerek yapmadı. B İLE Ş E N a. Fizs. kim. Bir bileşiği oluş­ turan elementlerden her biri. — Bir karı­ şımı oluşturan basit ya da bileşik cisim­ lerden her biri. || Bileşenlerine ayırmak, bir maddeyi, kendisini oluşturan elementle­ re ayırmak. —Ceb. B ir vektörün bileşenleri, KOORDİNATLAR’ın eşanlamlısı. —Denizbil. G elgit bileşeni, belli bir peri­ yodu (günlük, yarım günlük, güneşe bağlı dalgalar, vb.) olan bir gelgitin belirli peri­ yottaki bileşeni. Bu bileşenlerin toplamı gelgite neden olan gücü oluşturur. —Dilbil. Üretici dilbilgisinin çeşitli birimle­ rine verilen ad. (Üretici dilbilgisi üç bile­ şenden oluşur: sözdizimsel, anlamsal ve sesbilimsel. Sözdizimsel bileşen, taban ve dönüştürümsel bileşeni kapsar. Taban da, ulamsal bileşen ve sözcüksel bileşen­ den oluşur.) — Bir bileşik sözcüğün olu­ şumuna katılan öğe için kullanılır. || B ile­ şen çözümlemesi, sözcükleri anlamsal ta­ nıtıcı ya da im adı verilen en son bileşen­ lerine ayıran anlamsal çözümleme. (Bk. ansikl. böl.) || Anlam sal bileşen, an la m ­ s a l TANlTlCI’nın eşanlamlısı. —Elektrotekn. Bakışımlı bileşenler yönte­ mi, elektroteknikte, kalıcı sinüzoidal rejimli çokfazlı ağları incelemede kullanılan yön­ tem. (Çokfazlı, dengesiz bir gerilim [ya da akım] sistemini, çokfazlı, dengeli gerilim [ya da akım] sistemlerinin toplamı biçimin­ de ayırmaya dayanır; fazların birbirlerini izleme basamağı 1 ’den n'e aritmetik dizi biçiminde artar; n incelenen çok fazlı sis­ temin faz sayısıdır. Bu yöntem özellikle, dengeli üç sisteme ayrılan, üçfazlı, den­ gesiz sistemlerin incelenmesinde kullanı­ lır; bu dengeli üç sistem şunlardır: 1 ba­ samağından bir sistem [doğru bileşen'i tanımlayan], 2 basamağından bir sistem [fers bileşen’i tanımlayan], 3 basamağın­ dan bir sistem [eşkutupsal bileşen1i tanım­ layan].) —Fiz. B ir vektör büyüklüğünün bileşeni, bu büyüklüğü gösteren bir eksen üzerin­ deki izdüşümünün cebirsel ölçüsü. —Geom. İkinci bileşen, ORDİNAT’ın eşan­ lamlısı. —Gökbil. Çift ya da çoklu bir sistemi oluş­ turan yıldızlardan her biri. —istat. Başlıca (asal) bileşenler çözümle­ mesi, verilerin faktör analizi yöntemi. Amacı n bireyde ölçülen p nicel özelliğe ilişkin veriler çizelgesini betimlemektir. (Bk. ansikl. böl.) —Kim. veTermodin. Fiziksel ve kimyasal



denge konumundaki bir sistemin içerdi­ ği arı maddelerden herhangi biri. (Uygun miktarlarda seçildiğinde denge konu­ mundaki bir sistemin gerçekleşmesini sağlayan bileşenlerin en düşük sayısına, bağımsız bileşenler sayısı denir.) —Metalogr. M etalografikyapı bileşeni, bir alaşımın bir ya da birçok fazdan oluşan yapı öğesi. (Örneğin tuncun taneleri ya da çeliğin ferrit taneleri tek fazdan, dök­ me demirlerin ikili ya da üçlü ötektikleri ya da çeliklerin perlit ötektoidi birçok fazdan oluşur.) —Teknol. Sanayi bileşeni, bilgisayar, elektrikli ev gereçleri, elektrik ve elektro­ nik devreleri, taşıtlar, makineler vb. gibi aygıtların seri üretiminde kullanılan stan­ dart öğe. (Seri üretilen elektrik motorları, hidrolik ve pnömatik krikolar, ölçüm ay­ gıtları, bilyalı rulmanlar, direnç ve kondan­ satörler, tranzistör ve tümdevreler, sana­ yi bileşenlerine örnek olarak gösterilebi­ lir.) [Bk. ansikl. böl. Elektron.] ♦ sıf. Geom. Bir başka dönüşümü ayırmaya yarayan bir dönüşüm için kul­ lanılır. (Bir benzerliğin ikili açısı, onun bi­ leşen dönmesinin ikili açısıdır.) —ANSİKL. Dilbil. Bir tür anlamsa! betim­ leme yöntemi olan bileşen çözümlemesi (im çözümlemesi de denir) şu varsayıma dayanır: sözcüklerin anlamı, çözümlene­ meyen bir bütün değildir; anlam en kü­ çük birimlere ya da anlamsal atomlara ay­ rışabilir. Bu tanıtıcılar (ya da imler) anlamsal ay­ rımı çok az olan sözcükler arasında ardı­ şık karşılaştırmalar yapılarak bulunur. Ör­ neğin erkek/kadın karşıtlığı (+ ya d a ERİL)erkek/oğlan karşıtlığı (+ ya da-YETİŞKİN), insan/koç karşıtlığı (ya da - İN­ SAN), vb. tanıtıcılarını ortaya çıkarmayı sağlar. Böylece her terimin bileşen formü­ lü bulunur: kadın ( + İNSAN, + YETİŞKİN, -ERİL), oğlan (+ İNSAN,- YETİŞKİN, + ERİL) vb. Bu özelliklerin sayısı ve özgüllüğü in­ celenen alanın genişliğiyle bağıntılıdır. Ör­ neğin, OTURMAK İÇİN, AYAKLI, ARKALIKLI, KOL YERİ OLAN özellikleri iskemle, koltuk ve tabure bütününü tanımlamak için ye­ terli olsa da, aynı bütünde kanape söz­ cüğü de yer alırsa, formüle (BİR KİŞİLİK) tanıtıcısını eklemek gerekir. Bu ilke bir di­ lin tüm sözlüğüne uygulandığında, sözdizim ile anlambilimin sınırında yer alan (+ ya da-CANLI), (+ ya da-SOMUT) gi­ bi çok genel nitelikli bileşenler (üstsınıflar da denilen anlamsal belirticiler) elde edi­ lir. insanbilimcinin sözlükten kalkarak (renk, akrabalık, bitki, hayvan) kültür sis­ temlerinin karşılaştırılmasını sağlayan bi­ leşen çözümlemesi, öncelikle özel anlam alanları incelemelerini biçimlendirmek için gerçekleştirilmiş olsa da; bileşen çözüm­ lemesi cümlelerin anlamsal yorumunu, cümleleri oluşturan sözlüksel birimlerin anlamsal tanıtıcılarının bir işlevi olarak gö­ ren dilbilimciler için de bir araştırma ala­ nı oluşturur. —Elektron. Sanayi bileşenleri etkin ve edilgin olmak üzere ikiye ayrılır. Direnç­ ler, kondansatörler, indüktanslar, anahtar­ larına ve bağlantı organları birer edilgin bi­ leşendir. Elektron tüpleri, tranzistörler ve genel anlamda, bir dış enerji kaynağıyla beslendiklerinde üretme, yükseltme ya da işaret dönüştürme işlevlerini sağlayan devre elemanları ise, etkin bileşenler gru­ buna girer. —istat. Başlıca bileşenler çözümlemesin­ de, bireyler uzayı denen Re de, i bireyi­ ne ilişkin x- gibi p özellikten oluşan X' vektörü göz önünde bulundurulur, n sa­ yıdaki X, vektörü n noktalı bir bulut belir­ ler. Rede bir uzaklık tanımlandıktan sonra, nokta bulutunun ağırlık merkezi, sonra da bu buluta en yakın doğru, düz­ lem, vb... belirlenebilir. Yakınlık, bulutun o doğruya, düzleme, vb....'ne göre devinimsizliğiyle* ölçülür. Bu durumda, ilk bulutun en az bilgi yitirmiş bulut olarak izdüşürüldüğü alt uzayları belirleyen birbirine dik A.,.A2, vb. gibi doğrulara "başlıca



1633



bileşen eksenler” denir. En az bilgi yitikliği, baş­ langıç bulutuyla izdüşüm bulutunun devinimsizlik oranıyla ölçülür. Xi’nin başlıca eksenlerdeki koornidinatları, Fkp’de "baş­ lıca bileşen” denen yeni bir özellik oluş­ tururlar. Bu özellik, başlangıçtaki özellik­ lerin doğrusal bir bileşimidir. Bileşimin kat­ sayıları "başlıca bileşen" denen şeyi oluş­ tururlar. Uygulamada devinimsizliği en çok hesaba katan ilk iki başlıca eksenin alınmasıyla yetinilir ve bunların oluştur­ dukları düzleme nokta bulutunun izdüşü­ mü yapılır.



lediğine bakılırsa gelecekmiş) gösterir, is­ teme kiplerinde ise eylemin gerçekleşme­ diğini (Gelmeliymişim. Gelseymiş beni ev­ de bulacakmış) betirtir. Bileşik zamanın koşul biçimi ise yalın zamanlı fiillerin so­ nuna ek fiil -se (ise) biçimi getirilerek ya­ pılır, Bir temel cümlenin bağlı olduğu ko­ şulu (Çalışırsan başarırsın. Yapıyorsan so­ run yok.) bildirir. —Elektron. Silisyum ya da germanyum _ gibi yarıiletken elementler, dönemsel sı” nıflandırma tablosunda IV. kolonda yer alır. Bu kolonun bakışımlı elementleri bir­ leştirilerek başka yarıiletken alaşımlar bileşik düzgün çokyüzlû B İL E Ş İK sıf. ve a. BASİT'e karşıt olarak, oluşturulabilir. Böylece lll-V ve ll-VI tipin­ iki ya da daha ço k öğeden oluşan, bir­ de bileşikler elde edilir. Bakışımsız diğer — Küm. kur. B ve : B -> C nin leştirilerek elde edilmiş şey: Bileşik cisim ­ bileşikler de, yarıiletkenler verebilir. Bu tür bileşik uygulaması, z - \{x ) = ıMç F fonksiyonu ve bir g: F -* G köprülü sürgüyle birleştirilen, iki parçalı değerlerine hiçbir sınır getirmez. Bu ya­ fonksiyonu için, E den G içine (g o f ile halka biçiminde yassı metal bant. (Boru, sa ile ışık hızının bütün karşılaştırma sis­ gösterilen) x -* g (f(x)) ile tanımlanan fonk­ aktarma mili gibi parçaları bir desteğe tut­ temlerinde değişmemesi arasındaki çeliş­ siyon. turmaya yarar.) || Sıkma bileziği, vida ya ki, göreci kinematikten kaynaklanır; bu ki­ —Topol. ik i lim itin bileşkesi, iki uygulama­ da dişli düzeniyle kendi üzerine kapana­ nematik ise bir başka bileşim yasasının nın bileşke uygulamasının limiti. bilen ve esnek bir boru ucunu konumun­ doğmasına yo! açmıştır, ( -* GÖRELİLİK.) ♦ sıf. Ceiy n tane bağlı vektörden olu­ da tutmaya yarayan sökülebilir bilezik. şan b ir (A,, 7 ^sistem inin b/r O noktasın­ B İL E Ş T İR M E K -* BİLEŞMEK. —Marangl. Kalem saplarının bir ya da iki daki bileşke momenti, (A,, 7 t) bağlı vek­ ucuna, eğe, törpü, masat saplarının ise B İL E T a. (ital. biglietto). 1. Bir toplu taşı­ törlerinin O daki momentlerinin vektör yalnız bir ucuna takılan ve sapın yarılma­ ma aracına binmeye, bir gösteriye, bir ye­ toplamına eşit bağlı vektör. (Şöyle göstesını önleyen metal halka. re girmeye olanak sağlayan para karşılı­ —Mim. Bir sütunun gövdesini çevrele­ ğında alınmış basılı, küçük kâğıt: Otobüs * 98(0) = ] £ ( O , O Â , a V ( ) . yen, süslü ya da yalın, çıkıntılı silme.— bileti. Tiyatro bileti. —2. Bir hak ya da söz­ »-1 Bir sütunu bezemede kullanılan halka || leşmeyi belgeleyen, yazılı ya da basılı, ge­ B ilezik silme, bir topuk silmeyle bir dam­ B İLE Ş M E a. Bileşmek eylemi. nellikle üstünde bir çekilişe katılmak üze­ lalıktan oluşan korniş. || Alem bileziği, ca­ —Fizs. kim. Yeni bir madde oluşturmak re konulmuş numara bulunan küçük kâ­ mi alemlerinde, büyük k ü p * ile arm ut’ için iki ya da daha çok cismin kimyasal ğıt: Eşya piyangosu bileti. —3. Milli piyan­ yolla birbirine bağlanması; bu eylemin so­ go bileti: Çeyrek bilet. Biletim e am orti çık­ B bölüm leri arasındaki kalın halka. || Tepe bileziği, bir sütunda, gövdeyle başlığın nucu. || Bileşme noktası, derişim ekseni­ tı. ~ 4 . B ilet kesmek, alıcıya para karşılı­ birleştiği yerde bulunan yuvarlak silme; ne koşut teğetin, çözünürlük eksenine ğı bilet vermek, bilet satmak. bir çerçeve çizgisiyle yarım oluk silmeden değme noktası. (Doymuş çözeltinin sıcak­ B İLE T Ç İ a. Toplu taşıma araçlarında yol oluşur. (Sütun gövdesi şişkin o ld u ğunda lığa göre derişimini verir. Çözücü ile çö­ ücretini toplamakla yükümlü görevli. tepe bileziği gövdeye ait bir bölüm dür; zünenin kimyasal bir bileşik oluşturduğu O rtaça ğ 'd a o lduğu gibi silindir biçim inB İL E T Ç İL İK a. Bilet satma işi. hallerde böyle bir nokta belirir ve koordi­



Tunus'taki Dugga capitolium’ da (İ.S. 166 ya da 167) bir korinthos sütununun tepe bileziği



bilezik ki Yunanistan'da filozof ya da devlet ada­ mı olan yedi büyük kişiye verilen ad (Prieneli Bias, Lakedaimonlu Khilon, Lindoslu Kleobulos, Korinthoslu Periandros, Midillili Pittakos, AtinalI Solon, Miletoslu Thales. Bunlara çoğu kez İskit filozofu Anakharsis, Giritli Epimenides ve Syralı Pherekydes de eklenir). ♦ sıf. Alçakgönüllü, ağırbaşlı, temkin­ li, sağduyulu kimse için kullanılır: Genç yaşta olgunluğa varmış bilge b ir insandı.



1636 solda ve ortada inci biçim li altın ve lapis-lazuli bezemeli bilezikler Mısır, Yeni İmparatorluk XVIII. hanedan (İ.Ö. 1580-1314) sağda cam hamuru kakma süslemelerle bölmelere ayrılmış altın bilezik Mykenai dönem i' (İ.Ö. II. bin) Louvre müzesi, Paris



Höbrard Bapst yapımı (1816) yakut ve pırlantadan bilezik çifti Louvre müzesi, Paris



B İL G E (Kilisli Rifat) -



KİLİSLİ RİFAT.



B İL O E (Necip), türk hukukçu (Nevşehir 1912). Ankara Hukuk fakültesi’ni bitirdi (1934). Cenevre Üniversitesi’nde dokto­ ra yaptı (1941). Ankara Hukuk fakültesi'nde medeni hukuk doçenti (1948), profe­ sörü oldu (1956). Aynı fakültede dekan­ lık yaptı (1960-1961). Kurucu meclis üye­ liğine seçildi. Başlıca yapıtları: Hukuk baş­ langıcı dersleri (1959), B orçlar hukuku dersleri, hususi borç m ünasebetleri (1962), M edeni yargılam a hukuku ders­ le ri (1965), M edeni yargılam a hukukun­ da karar düzeltm e (1973).



deyse, tepe bileziği sütun başlığının bir öğesi olur.) —Parac Bir madalyanın' pulunu tutmaya ya­ rayan ve darp sırasında bu pulun içinde­ ki madenin olduğu yerde durmasını sağ­ layan halka. —Teknol. Bilezik takmak, bir takımın, bir bıçağın vb. sapına bilezik geçirmek. —Tekst. Üstünde metal bir kopçanın kay­ dığı, genellikle metalden dairesel yol. (Bi­ lezik, sabit vargel makinesinin ya da bü­ küm tezgâhının temel parçasıdır. Eşmerkezli olarak iğne takılır ve iplik kopçaya geçirilir, iğin dönüşü kopçayı harekete geçirir, bu da ipliğin aynı anda bükülmesini ve bobine sarılmasını sağlar.) —ANSİKL. Doğu’da, hem erkekler hem de kadınlar bilezik takarlardı; Roma’da ise bilezik, askeri ödül olarak veriliyordu. Bu­ na karşılık, Yunanistan’da yalnızca kadın­ ların bileklerine, kollarına, ayak bilekleri­ ne hatta bacaklarına taktıkları bir süs eşyasıydı. Roma ve Yunanistan'da bilezik­ ler kapalıydı; kuzey ülkelerinde ise, tersi­ ne, dövme metal çubuklardan açık ve ço­ ğunlukla helezon biçiminde yapılıyordu. Kimi dönemlerde bileziğin kadınların süs eşyası olma özelliğini yitirdiği görülür; ni­ tekim Ortaçağ'da ve XVII, yy.’da moda olan manşetleri dantelli ve bol kollu giy­ siler yüzünden bilezik kullanımına gerek kalmamıştı. Bilezik gerçek gelişimini XVI. yy. ortalarında gösterdi: altın halkalar ya da zincir bilezikler giysi üzerine takılma-, ya başlandı. XVIII. yy.’da, kısa kollu giy­ siler moda olmasına rağmen, kadınlar yalnızca, bir dizi inciden yapılmış bilezik ya da madalyonlu siyah kaytan takıyor­ du. Basit altın halkalar XVIII. yy.'ın sonla­ rına doğru yeniden ortaya çıktı ve çift hal­ ka biçiminde takılmaya başlandı. • Anadolu'da bileziğin, tarihöncesi dö­ nemlerden beri kullanıldığı, çeşitli arkeo­ lojik buluntulardan anlaşılmaktadır. İ.Ö. III. binyılın ikinci yarısında, Anadolu'da çok zengin bir takı varlığı olduğu bilin­ mektedir. Truva, Eskiyapar hâzineleriyle Alaca mezarlarından çıkan buluntular arasında, çeşitli maden işleme teknikleriy­ le yapılmış altın ve gümüş bilezikler de vardır. İ.Ö. I. binyılın ilk yarısında kullanı­ lan takılar arasında hayvan başlı, spiral bi­ lezik ve halhallar dikkati çekmektedir. Pat­



nos buluntuları, Urartu takılarının en eski örnekleridir. Bunlar arasında bulunan gü­ müş başlı bilezik, Urartu döneminde, ma­ den işlemedeki ustalığı yansıtmaktadır. İ.Ö. I. binyıla tarihlener. yarım ay biçimli bilezik ve küpeler de Phrygia kuyumcu­ luğunun başarılı örnekleridir. İ.Ö. IV. yy.’da B. Trakya altın maden­ lerinin işletilmesi ve Pers hâzinelerinin ele B İL G E (Tevhit), türk tiyatro ve sinema geçmesiyle, takılarda da bol miktarda al­ oyuncusu (İstanbul 1920 - ay.y. 1987). tın kullanılmıştır. Bu döneme ait Herakles 1942'de A la b a n d a revüsünde başlayan düğümlü altın bilezikler ünlüdür. Roma sanat yaşamını İstanbul Şehir tiyatroİmparatorluk döneminde ise daha ucuz su'nda, çeşitli topluluklarda sürdürdü. olan tunç bileziklerin ve cam vb. maden­ T952’de kendi topluluğunu kurdu. Radyo lerden yapılmış olanların yaygın olarak skeçlerinde ve film lerde de rol oynadı. kullanıldığı bilinmektedir. Bizans dönemi B İLG E (Ali Suat), türk hukukçu (İstanbul takılarında altın kullanımı azalmış, renkli 1921). Ankara Hukuk fakültesi'ni bitirdi taşlar ve incilerle bezenmiş madeni bile­ (1944). Cenevre Üniversitesi'nde dokto­ zikler yaygınlaşmıştır. ra yaptı (1950). Ankara Siyasal bilgiler faOsmanlIlar döneminde altın ya da gü­ kültesi’nde asistan (1950), doçent (1952), müşten yapılmış telkâri ya da savatlı bi­ profesör (1960) oldu. Aynı fakültede de­ lezikler takılıyordu. Saray çevresinde kul­ kanlık yaptı (1962-1964). Avrupa insan lanılan çok değerli bileziklerden bir bölü­ hakları divanı yargıçlığına, Uluslararası mü, Topkapı sarayı müzesl'nde sergilen­ sürekli hakemlik mahkemesi üyeliğine se­ mektedir. Günümüzde de bazı yerlerde çildi (1966). Adalet bakanlığı yaptı (1971 yapımı sürdürülen Trabzon hasırı, Kayseri -1972). Başlıca yapıtları: ResponsabititĞ burması, Halep işi bilezikler ünlüydü. Internationale des Etats (doktora tezi, Anadolu’da, özellikle geleneksel yaşam 1950), Tebaa'nın yabancı memleketlerde sürdüren kesimlerde, kadının bir tür gü­ him ayesi (1953), Le C onflit de Chypre et vencesi sayılan altın bilezik, günümüzde les Chypriotes Turcs (1961), M illetlerara­ de evlenmeler sırasında kız tarafının iste­ sı politika (1966). diği ağırlıkların başında gelmektedir. B İL G E (Gazanfer), türk güreşçi (Kara­ ■—Parac. Bitmiş parçanın çapına eşit çap­ mürsel 1925). Güreşe, eski bir güreşçi ta olan bileziğin iç yüzeyi, gerçekleştirile­ olan babasının özendirmesiyle başladı. cek kesime göre, kaygan, yivli, pütürlü Kasımpaşa güreş kulübü’ne girdi (1942). olabilir. Darpın ön ve arka yüzü, bileziğin 1946’da milli takıma seçildi ve aynı yıl 62 iç yüzeyinde çok ince bir açıklıkla ayarla­ kiloda Avrupa serbest güreş şampiyonu nabilen, damgalı bir bölümü içerir. Bile­ oldu. 1948 Londra olimpiyatları'nda tüm zikte para basımının tarihi, Rönesans dö­ güreşlerini tuşla kazanarak altın madalya nemine dek uzanır. Para basım tekniği, aldı. Geçirdiği bir rahatsızlık sonucu gü­ pres kullanımıyla gelişmiş, daha önce ba­ reşten uzaklaştı. Güreşe yeniden başla­ sılan paraların kenarlarında görülen eğdıysa da 1952’de minderden tümüyle ay­ ribüğrülükler düzelmiştir. Madalyalar da, rıldı, otobüs işletmeciliği yapıyor (1987). bilezikte (İtalyan yöntemi) ya da bilezik kullanılmaksızın, tornayla (fransız yönte­ m B İLG E (Ilhan), türk grafikçi (İstanbul mi) basılır. 1950). İstanbul Devlet tatbiki güzel sanat­ lar yüksekokulu grafik sanatlar bölümü' B İL E Z İK L E M E , Mak. san, ve Teknol. nü bitirdi (1971). Çeşitli grafik atölyelerin­ BURÇ" GEÇİRME'nin eşanlamlısı. de çalıştıktan sonra, kendi adına bir gra­ —Kuşbil. -> HALKALAMA. fik atölyesi kurdu (1978). Aynı yıl. GrafikerB İL E Z İK L İ sıf. 1. Bilezik takmış kimse ler meslek kuruluşu'nun kurucu üyeleri için kullanılır. —2. Bileziği olan şey için arasında yer aldı. kullanılır: B ilezikli boru. B İLG E K A Ö A N (683-734),Göktürk ha­ —Mim. Halka biçiminde silmeler ya da kanı (716-734). ikinci Göktürk hanedanı­ heykellerle donatılmış sütun için kullanı­ nın kurucusu llteriş Kutluğ Kağan'ın oğ­ lır. lu. Babası öldüğünde (691) yaşı küçük ol­ B İL F A R Z ilg. (ar. b i- ve el duğundan amcası Kapagan ülkenin ba­ -farz'dan bi-l-farz). Esk. Farzedelim ki, tu­ şına geçti. Bilge, ayaklanan Bayırku ka­ talım ki, diyelim ki, öyle sayalım ki. bilesi tarafından öldürülen Kapagan’ın yerine geçen oğlu Bögü’yü, kardeşi B İL F İİL be. (ar. bi- ve el-ficil' den bi-l-fpil). Kültigin*'in yardımıyla tahttan indirerek Esk. Gerçek biçimde, gerçekten, eylemli kağan oldu. Hükümdarlığının ilk yılında olarak, fiilen: B ir işte çalışmak. "Sine-i m il­ kendisine karşı ayaklanan Edizler'i ve letten b ilfiil doğan kudret-i müşterekeye Tongalar’ı yendi; başkent Ötüken üzeri­ istinat ederse..." (M. K. Atatürk). O tuzyıl ne yürüyen Oğuzlar’ı püskürttü. Daha b ilfiil çalıştıktan sonra em ekli oldu. sonra başkaldıran Uygurlar'ı yenilgiye uğ­ B İLG E a. Bilgisi, deneyimi, yargılama ratarak hanları ilteber'i kendisine bağla­ gücüyle tanınan, öğütlerine değer verilen dı (717); Karluklar’ı yeniden egemenliği kimse. altına aldı (718). Bu arada Göktürkler'e —Fels. Platon'a göre sitede (kent devle­ karşı Kitanlar, Tatabılar ve Basmıllar ile tinde), yurttaşların ortak iyiliğini tanrısal anlaşan Çin'e karşı harekete geçti. Ünce ideaya uygun olarak düşünen ve göze­ Basmıllar'ı yenerek Bişbalık'ı kuşattı; Ki­ ten kimse. tanlar ve Tatabılar'ı saf dışı etti (722-723). —Yun. tar. Yunanistan'ın yedi bilgesi, Es­ Çin ordusunu yendikten sonra Bişbalık’ı



bilgi ele geçirdi; Liang-çu, Kan-çu ve Yüen-çu bölgelerini ülkesinin topraklarına kattı. 725'ts Çin ite barış yaptı. 731 ’de ölen kar­ deşi Kültigin’in mezarına, Kültigin’in atisi (atabeyi) Yollıg Tigin’e hazırlattığı yazıtı diktirtti (732). Kitanlar ile Tatabılar’ın baş­ lattıkları ayaklanmaları bastırdı (734). Çinli bir prensesle evlenmek üzereyken, zehir­ lenerek öldürüldü. Ölümü, komşu ülkeler­ de, hatta Çin'de büyük üzüntüye yol aç­ tı. Yine Yollıg Tigin’in hazırladığı bir yazıt, kardeşinin yanına gömülen Bilge Kağan’ ın mezarına dikildi (735). [ -* Kayn.] ■ B İL G E K Ü L İ Ç U R , türk bey(VII.-VİII. yy.). Hanedanın kurucusu İlteriş Kutluğ Kağan (hük. 682-691) ve ardılı Kapagan Kağan (hük .691-716) dönemlerinde Gök­ türk kağanları adına Tarduş boyunu yö­ netti. Devlete karşı sık sık ayaklanan Tarduşlar'ı denetim altına almayı başardı; her iki Göktürk kağanınca da desteklendi. Kutluğ Han’ın oğlu Bilge Han dönemin­ de (716-734) de yarı bağımlı bir bey ola­ rak Tarduşlar’ın başında kaldı.,Adına di­ kilen yazıt,Orta Moğolistan'da ikhekhuchotu'da (ihe Hüşotu) polonyalı bilgin W. Kotwicz tarafından bulundu (1928). B İL G E T A Ç A M , türk bey (VIII. yy), il­ teriş Kutluğ Han ve ardılı Kapagan dö­ nemlerinde (682-716) Göktürkler'e bağlı bir bey olarak yaşadı. Onların düzenledi­ ği birçok sefere katıldı. Moğolistan’da, Ongin ırmağı kıyısında bir yerde bulunan yazıtında Göktürk hakanlarına her zaman bağlı kaldığını bildirmekte ve çocuklarına da kendi gibi davranmalarını salık ver­ mektedir. BİLG E C E sıf. be. Bilge bir kimseye öz­ gü tutum, davranış, eylem için kullanılır: B ilgece b ir söz. B ir olayı bilgece yorum ­ lamak. B İL G E G İL (M Kaya), türk yazar, ede­ biyat tarihçisi (Gürün 1921).istanbul Üni­ versitesi edebiyat fakültesi türk dili ve ede­ biyatı bölümü’nde okudu. Anadolu lise­ lerinde ve Gazi eğitim enstitüsü'nde ede­ biyat öğretmenliği yaptı. Daha sonra Pa­ ris'te lisans üstü öğrenim gördü, dokto­ rasını verdi (1951). Erzurum Atatürk üniversitesi'nde yeni türk edebiyatı kürsüsü­ ne atandı; doçent (1966), profesör (1970) oldu. Tanzimat sonrasını konu edinen in­ celemeleriyle tanındı: Ziya paşa üzerinde b ir araştırma (1970), Tevfik Fikret'in ilk şi­ irle ri (1970), Mehmet A kif (1971), Hara­ bat karşısında Namık Kemal (1972), Şair Şinasi (1972), Yakın çağ türk kültür ve edebiyatı üzerine araştırm alar (1976) vb. B İL G E H A N (Cihat), türk siyaset adamı (Ankara 1923- Burhaniye 1981). Ankara Hukuk fakültesi'ni bitirdi, serbest avukat olarak çalışırken 1950’de Demokrat parti’ye girdi, parti kademelerinde görev al­ dı. 27 Mayıs sonrasında kurulan Yeni* türkiye partisi'nden Balıkesir milletvekili seçildi (1961). Bu partinin genel idare ku­ rulu üyesiyken, Suat Hayri Ürgüplü'nün kurduğu ortaklık hükümetinde milli eği­ tim bakanı oldu (1965). Adalet* partisi' ne geçerek, yeniden Balıkesir milletvekili seçildi ve I. Demirel hükümetinde önce devlet (1965-1966), ardından maliye ba­ kanı (1966-1969) oldu. AP Genel idare ku'rulu üyeliği, grup başkan vekilliği yap­ tı, 5. Demirel hükümetinde bir kez daha maliye bakanı oldu (1977-1978). Balıke­ sir milletvekilliğini 1961 'den 1980'e kadar aralıksız sürdürdü. B İL G E L İK a. Bilge olma durumu; niteli­ ği—Fels. Platon’a göre, bir aşama düzeni­ ne göre örgütlenmiş, doğaya uygun ilke­ lere dayanan karar organlarına sahip ve yöneticileri tıpkı ötekiler gibi, ama daha büyük bir ölçüde her zaman iyiliği ve er­ demi göz önünde tutan bir siteye özgü varlık biçimi. (Bk. ansikl. böl.) || Aristote­ les’e göre,'"herkesin, ilk nedenleri ve ilk ilkeleri konu alan şey olarak anladığı” sözcük (yun. sofia )[M e tafizik (Meta ta Physika) 1, 1], (Aristoteles ile birlikte, bilgi



ve bilgelik birbirine bağlı kavramlar ola­ rak görülmeye başlar. Bilgiye katılan ah­ laksal anlam ile bilgeliğe katılan düşün­ sel anlam, platoncu gelenekte doruğuna vardırılmıştır. Hıristiyanlıkla birlikte, birey­ sel ile kolektif, akılsal ile ahlaksal arasın­ da bir kopukluk baş gösterdi; bilgelik, fi­ lozofların erişilmesini salık verdikleri yüce değer olmaktan çıktı; onun yerini artık özellikle, inanç ve kurtuluş aldı.) —ANSİKL. Fels. Platon'a göre bilgelik, an­ cak site içinde var olan bir tür, ama çok az rastlanan var olma biçimi olarak tanımlanır:“ Nasıl, nasıl? diye devam ettim; kur­ duğumuz sitede, bu sitenin,' kendisini oluşturan bölümlerden herhangi birisi ko­ nusunda değil, ama.tümü konusunda na­ sıl karar verilebileceğini ve böylece site­ nin hem kendisine karşı, hem de öbür si­ telere karşı en iyi biçimde nasıl davrana­ bileceğini gösteren bir bilim var mı; bu bi­ lime sahip bazı yurttaşlar da var mı? [...] “ Bu bilim, koruyuculuk bilimidir ve az ön­ ce yetkin koruyucular adını verdiğimiz şeflerde bulunur, diye cevap verdi." [...] Site, bu bilime sahip olduğu ölçüde, ka­ rarlarında sakıngan ve gerçekten bilge olur [...]. Böylece, doğaya uygun kurul­ muş bir site, bilgeliğini, çok az sayıda ki­ şiden oluşan bir bölümüne, bir sınıfına ve bu bölümün sahip olduğu bilime; başta bulunan ve bütün siteyi yöneten kişilere borçludur ancak; ve bilimler arasında bil­ gelik adına layık bu biricik bilgiden pay alan bu tür insanların sayısı elbette ki çok azdır” (D evlet, 428b-492a). —ikonogr. Bilgelik, genellikle Minerva’nın simgeleriyle betimlenir. Örneğin Paris'teki yunan Kutsal kitap’ında yer alan bir min­ yatürde (Bilgelik ve peygam berlik arasın­ da Davut), Vichy müzesi'ndeki bir Kataionya mihrabında (Ruhülkudüs’ün bağış­ larıyla çevrili ilahi bilgelik), Veronese’nin bir tablosunda (Bilgelik ve güç, Frick ko­ leksiyonu, New York), Girardon’un (Mer­ m er avlu tırabzanı, Versailles), Pradier'nin (Aşkın oklarını geri püskürten bilgelik) ve François Antoine Gerard'ın (Bilgelik ve devlet tacını tutan güç, Carrousel zafer ta­ kı) heykellerinde görülür. B İL G İ a. 1. Okuma, araştırma, gözlem ve deney sonucunda edinilen ya da öğre­ nilenlerin bütünü; malumat: B ilgisini de­ rinleştirmek. H er konuda geniş bilgisi var. Bu iş, b ir b ilg i birikim i ister. —2. Düşün­ me, yargılama, akıl yürütme gibi işlemler sonucunda elde edilen düşünsel ürün: Bi­ linenlerden yeni b ilg ile r üretmek. Önce­ kilerden farklı ve taze b ilg ile r ortaya koy­ mak. B ilgi yanlışları yapmak. —3. Belirli bir alanda öğrenilmiş olanların tümü: Ede­ biyat bilgisi. Resim bilgisi. Fizik, matema­ tik bilgisi. —4. Bir şey ya da kimse hakkın­ da edinilen bilgi ya da yapılan açıklama: Kazanın nedeni hakkında b ir b ilg i edine­ medik. Yetkililerin verdiği bilgiye göre hastalık kesinlikle önlenmiş. —Biikur. B ilgi mantığı, Kari R. Popper’a göre, deneysel olguları inceleyen bilgi ruhbiliminin tersine, yalnızca mantıksal bağıntılarla ilgilenen çözümleme yöntemi. (Bk. ansikl. böl.) —Bilş. Saklamak, işlemek ya da iletmek için uzlaşmalı gösterime elverişli tanıma öğesi. || B ilgi merkezi, belli bir alana ait bil­ giyi toplama, yönetme ve kullanıcının hiz­ metine sunma görevini üstlenen kuruluş. —Eğit. Öğrenilenlerin tümü; belli bir alan­ la ilgili kavramlar ve kültür birikimi: B ilgi­ sini derinleştirm ek. Zengin tarih bilgisine sahip olmak. Bilimsel bilgi. || B ilgi edinme, bilinenlerle bilgilerin programlanması ve işlevsel açıdan yapılaştırılması istencini göz önünde tutan bilgi özümseme koşul­ ları. (Bilgi edinme, belli bir amaca yöne­ lik pedagojilerin temel uğraş konusudur.) —Fels. Bil'gi kuramı, düşünce ile nesne­ ler, insan ile dünya arasındaki ilişkileri açıklama sistemi. Birçok felsefe, bu tür bir açıklama sistemi üzerinde temellenir.(Bk. ansikl. böl.) —Ruhbil. Norm alleştirilm iş b ilg i sınama­ sı, özel bir eğitim programı izleyen kişile­



rin, verilen bilgilerde eriştikleri düzeyi de­ ğerlendirmek için düzenlenen sınama. —Siber. ve Bilş. Bir olası iletiler kümesin­ deki seçimlerin çeşitlilik ölçüsü. (Bk. an­ sikl. böl. Siber.) —Teknol. B ilgi plakası, bir tezgâh ya da aygıt üzerine takılan ve anma düzenini gösteren plaka. —Topbil. B ilgi toplum bilim i, bireyin sahip olduğu bilginin içeriği, anlatımı, edinimi ve işleviyle bu bireyin bağlı olduğu toplum­ sal çevreler arasındaki ilişkilerin incelen­ mesi. (Bk. ansikl. böl.) —Verg. huk.. B ilgi verme, mali durumu­ nun ortaya koyduğu aykırılıkları açıklaya­ bilmek amacıyla, vergi dairesinin, vergi yükümlüsünden istemeye yetkili olduğu aydınlatıcı bilgi. (Bk. ansikl. böl.) —ANSİKL. Bilkur. B ilgi mantığı. Kari R. Popper'a göre, yalnızca mantıksal bağın­ tılarla ilgilenen bilgi mantığı ile, deneysel olguları inceleyen bilgi ruhbilimi arasında ayrım yaparken, ruhbilimsel sorunları, bilimkuramsal sorunlarla karıştırmaktan ka­ çınmak gerekir. Popper şöyle yazar: "Ye­ ni bir düşüncenin insan zihninde nasıl do­ ğabildiği™ bilme sorunu —ister bir müzik teması, ister dramatik bir çatışma, ister bi­ limsel bir kuram sözkonusu olsun—, de­ neyci ruhbilim bakımından büyük önem taşıyabilir, ama bilimsel bilginin mantıksal çözümlenmesi alanına girmez" (The Lo­ g ic ofS cientific Discovery [Bilimsel buluş mantığı]). —Fels. Platon’a göre bilgi, ruh işlemlerin­ den biridir. "Şimdi ruhun şu dört işlemini (en yüksekte zekâ, İkincisi gidimli bilgi, üçüncüsü sanı, dördüncüsü imgelem), şu dört bölürne (görülebilir: yansımalar, nes­ neler; kavranabilir: matematik şekiller, idealar) uygula; ve konularının doğruluk­ tan (hakikatten) az ya da çok pay alma­ larına göre, az ya da çok apaçıklıkları ol­ duğunu söyleyerek onları sıraya koy.”



1637



görülebilir yansıma



nesne



imgelem



sanı



kavranabilir matematiksel şekiller



gidimli bilgi



idealar -> iyi



zekâ



Descartes'a göre, ancak Tanrı’nın bil­ gisi tam ve yetkindir. Descartes şöyle der: “Bir bilginin tam ve yetkin olması için, bi­ linen şeydeki özelliklerin hepsini ve her bi­ rini kapsaması gerekir. Bunun için de bü­ tün şeylerin tam ve yetkin bilgisine sahip olduğunu bilen ancak ve yalnız Tanrı'dır" (Ouatriöme Reponse aux objections faites aux “ M öditations" ["Düşünceler” e yapılan itirazlara dördüncü cevap]). Spinoza E tika'da (2,40) üç bilgi türü arasında bir ayrım yapar:"Algılarımızı şu kaynaklardan alarak genel kavramlar oluşturduğumuz açıktır: 1. Duyular tara­ fından, bulanık ve düzensiz bir biçimde anlığa verilen tekil şeyler. Bu nedenle, bu türlü algıları, belirsiz deney bilgisi olarak adlandırma yolunu tuttum; 2. Kimi söz­ cükleri duyunca ya da okuyunca anım­ sadığımız ve onları imgelememize yara­ yan idealara benzer idealar oluşturmamızı sağlayan şeylerin göstergeleri. Bu iki bil­ gi türünü, “ birinci cinsten bilgi, sanı ya da imgelem” olarak adlandıracağım; 3. Son olarak, şeylerin özellikleri üzerine sahip ol­ duğumuz ortak kavramlar ve upuygun düşünceler. Bu kipe de, “ ikinci cinsten akıl ve bilgi" adını vereceğim. Bu iki bilgi cinsinden başka, "sezgisel bilim” olarak



(



bilgi 1638



Sadettin Bilgiç Gelişim arşivi



adlandıracağımız bir üçüncü bilgi cinsi daha var. Bu bilgi cinsi de, Tanrı'nın kimi özniteliklerinin biçimsel özünün upuygun ideasından, şeylerin özünün upuygun bil­ gisine yönelir.'' Spinoza daha sonra şöy­ le ekler: “ birinci cinsten bilgi, yanlışlığın tek nedenidir: ikinci ve üçüncü cinsten bil­ gi ise, zorunlu olarak doğrudur.” (Etika, 2,41.) Kant'a göre bilgi üç yetiyle, duyarlık, anlık ve akılla ilişkilidir: “ Bütün bilgimiz duyularla başlar, duyulardan anlığa ge­ çer ve akılda tamamlanır. Duyusal sezgi­ nin maddesini (içeriğini) işlemeyi ve onu, düşünmenin en yüksek birliğine ulaştır­ mayı sağlayan akıldan daha üstün hiçbir şey yoktur bizde.” (K ritik de r reinen Vernunft, 1, 2.) Hegel’de felsefe, “ gerçekte olan şeyin somut bilgisi" olarak tanımlanır (Phanom enologie des Geistes [Tinin fenomenolojisi]). Hegel, kantçı aşkıncılığa karşı çı­ kar ve bilgide (Kenntnis ya da Erkenntnis), yalnızca bir iç gerçekliği, yani yal­ nızca gerçeği kavramaya yarayan bir ye­ tiyi, bir yansıtma ortamını ya da bir aracı görmez. Ona göre, doğru bilgi her zaman somuttur; ideanın kendi gerçekliğini ve et­ kililiğini tarih içinde göstermesini sağlayan bütünsel süreçle her zaman örtüşür. "He­ nüz gelişmemiş ve içeriksiz bir şey olarak başlangıcı başlangıç kılan şey, gerçekten bilinemeyen bir şeydir [...]. Bilim, bütün­ sel gelişmesi içindeki bilim, onun, tamam­ lanmış ve içerikle dolmuş bilgisidir ve bi­ lim ancak bu durumda gerçekten temellenmiştir.'' (Wissenschaft derLogik [Man­ tık bilimi] "Sein” .) Marxçılık açısından, bilinebilir fenomen (görüngü) ile bilinemez numen (kendin­ de şey) arasındaki ayrım, kabul edilemez bir ayrımdır. Marxçılık insan bilgisine sı­ nır tanımaz. Ehgels şöyle der: “ Mutlak olarak düşünülen insan bilgisinin ayırtedici niteliği ile, hepsi de dıştan sınırlanmış ve bilgileri de sınırlı olan insanlar arasın­ daki çelişki, sonsuz ilerlemede, yani bize göre, insanlık kuşaklarının sonu gelmez art arda gelişinde çözülebilir ancak." (Anti-Duhring.) Russel, doğrudan b ilg i ile betimlemen b ilgi arasında bir ayrım önerdi: “ Herhangi bir tümdengelim işleminin aracılığı ya da herhangi bir temel doğrular bilgisi olmak­ sızın bildiğimiz şeye, doğrudan bilgi di­ yeceğiz. Örneğin önümdeki masayı ala­ lım: renk, biçim, sertlik, parlaklık, vb, gi­ bi, masanın görünüşünü algılamamı sağ­ layan duyusal tepkilerin doğrudan bilgi­ sine sahibim. Bütün bunları daha masa­ yı gördüğüm ve ona dokunduğum anda doğrudan ve dolayımsız olarak biliyorum. [...]. Tersine, fizik nesne olarak masa ko­ nusundaki bilgim, doğrudan bir bilgi de­ ğildir. Bu bilgi, masanın görünüşünü ku­ ran duyusal tanıklıklar aracılığıyla edinil­ miştir. Saçmalığa düşmeden, bu masanın gerçekliğinden kuşkulanabiliriz, ama ken­ di duyusal tanıklıklarımızdan kuşkulana­ nlayız. Öyleyse, masa konusundaki bil­ gim, bir ‘betimlemeli bilgi'dir.” (Felsefe meseleleri [The Problems of Philosophy], 5.) —Siber, Bilgi kavramı, bir iletişim sistemi­ nin bir noktasından diğerine, belli bir ko­ da göre belli bir enerji taşıyan işaretler bi­ çiminde gönderilen ileti kavramından ay­ rılamaz. Bir bilgi kaynağı, sonlu bir kümeden ay­ rık simgeler seçerek iletiler yayınlar; bu simgeler örneğin, abecenin harfleri, bir sözlüğün sözcükleri, bir müzik ıskalasının notaları ya da en yalın biçimiyle, Mors abecesinin iki simgesi olabilir. Özel bir ile­ ti,bir repertuvarın simgeler dizisinden olu­ şan olası bütün iletiler kümesinin bir öğe­ sidir. Dolayısıyla bilgi, kendine vereceği­ miz anlamdan bağımsız olarak, küme içinden bir ileti seçme özgürlüğümüzün ölçüsüdür. Bilgi, seçimden önce var olan belirsizlik ya da düzensizliğin çözümünü gösterir; bu yüzden hâlâ negatif entropi ya da negentropi adıyla anılmaktadır.



Bir repertuvarın kısaltmaları,her zaman sayısal biçimde kodlanabilir ve her sayı 0 ile 1 rakamı kullanılarak ikili biçimde gösterilebilir. Dolayısıyla n olasılık arasın­ daki seçim her zaman ikili ya da almaşık bir seçim dizisine indirgenebilir. Örneğin 8 = 23 olasılık arasındaki seçim, 3 seçe­ nekli bir dizi, yani 3 = log28 biçiminde ya­ pılabilir. Eşit olarak olası 8 olasılıklı bir repertuvarın, b it adı verilen3 birimlik bir bil­ gi içerdiğinden söz edilir. Daha genel ola­ rak eşolası n olasılık için lo g 2n bilgi var­ dır; bu sayı, ancak n, 2’nin bir kuvveti olursa, bir tamsayıdır. Genel halde,repertuvarın farklı iletileri eşolasılık değil, p, olasılıkları taşıyorsa, bil­ gi p-, log2 p, biçiminde farklı terimlerin top­ lamıyla tanımlanır; bu terimlerin işaretini değiştirmek gerekir; çünkü eski değerde­ dir, yani p;, 1'den küçüktür. Bu toplam, eşolası iletiler halindeki toplamdan her za­ man daha küçüktür. Uygulamada, parazit işaretler, her za­ man iletiyi taşıyan yararlı işaretlerle bir arada bulunur; dolayısıyla iletiye belli bir gürültü eşlikeder;bu gürültü repertuvarın çeşitli öğelerinin ayırımını güçleştirerek bilgiyi maskeleme eğilimi gösterir. Gürül­ tüyle bozulan bir bağlantı, genellikle de­ sibel (dB) türünden işaret/gürültü oranıy­ la belirtilir. Bağlantının belli bir düzenin­ de, iletinin doğru alınması için bu oranın bir minimum değerden büyük olması ge­ rekir. Gürültünün zararlı etkileri iki farklı yolla azaltılabilir: işaretleri, biçimleri koruyarak ve yükselterek düzenli aralıklarla yenile­ me; gerek kodun (algılayıcı ve hata dü­ zeltici kodlar) simgeleri düzeyinde, gerek­ se tam ileti ya da ileti parçaları düzeyin­ de belli bir yinelem e— Bilgi kuramı 1940’dan bu yana,.özel­ likle ABDTı Shannon ve VVeaver'in girişim­ leriyle özel araştırmalara konu olmuştur; günümüzde kodlama kuramından ve is­ tatistikten yararlanılır. Bu kuram belli kul­ lanım koşullarında, bir iletkiyi kaçınılmaz bir hala payı ve bir olasılık oranıyla gön­ dermeyi sağlayacak bir bağlantının tasa­ rımına olanak verir. Birim zamanda iletilen b ilg i miktarı, kul­ lanılan frekans bandının genişliğine bağ­ lıdır. Aşağıdaki tabloda çeşitli bilgileri gön­ dermek için gereken frekans bantları ve­ rilmiştir:



Frekanslar (Hz)



C. Wright Mills ve Georges Gurvitch’in ça­ lışmalarında sergilenen marxçı düşünce­ den esinlenir. Gurvitch, les Cadres sociaux de la connaissance (Bilgi’nin toplum­ sal çerçeveleri) [1966] adlı yapıtında, çe­ şitli bilgi tür ve biçimlerini sınıflandırma­ ya girişir; onları, toplumsal yapı ve uygu­ lamalar çokluğu ile işlevsel ilişkiler içine sokar ve genel bir bilgi tiplemesinin temel­ lerini atar. Bilgi toplumbiliminin görevi, ona göre, birbirinden ayrı toplumsal çev­ relerde bilginin yayılması, anlamı ve top­ lumsal işlevi sorununun aydınlatılmasıdır. —Verg. huk. B ilgi verme işlemi her türlü muhasebe denetim yönteminden bağım­ sız olarak da istenebilir. Vergi yükümlü­ sünün kendisine tanınan süre içinde ya­ nıt vermemesi ya da kaçamak yanıt ver­ mesi durumunda, idare götürü usulde vergilendirmeye gidebilir. B ilg i y a y ın e v i, Ankara’da yayınevi. Ah­ met Tevfik Küflü tarafından 1965 yılında kuruldu, ilk yayımlanan kitap, Ingmar Bergman’dan Tezer Sümer’in (Özlü) çe­ virdiği Yaban çilekleri'dir. Bunu başka çe­ viriler, sinema ve tiyatroya ilişkin kitaplar izledi; sonraki yıllarda geniş kapsamlı ya­ yıncılığa başladı. Bilgi yayınevi’nde yerli ve yabancı yazariarın “ Bütün eserler" di­ zileri de oluşturularak, 700'e ulaşan de­ ğişik türde kitap yayımlandı. Bu yapıtla­ rın yeni baskıları da göz önüne alınırsa, .yayınevi 2 000'nin üzerinde kitapla, 10 milyonu aşan bir baskı sayısına ulaştı. B İL G İÇ sıf. ve a. 1. Genellikle iyi sindi­ rilmemiş bilgilerini övünerek sergileyen kimse için kullanılır. —2. Esk. Bilgili, her şeyden anlayan. —3. B ilgiç bilgiç, bi'giççe: B ilgiç bilgiç konuşmak. B İL G İÇ (Emin), türk sümerolog (Şarkika­ raağaç 1917). Ankara Dil ve tarih -coğrafya fakültesi'ni bitirdi (1940). Aynı fa­ kültede öğretim üyesi olarak görev aldı, profesör oldu (1955). Prof. Afif Erzen ile birlikte Van'da Toprakkale ve Çavuştepe kazılarında çalıştı (1959-1962). 1964’ten sonra Adilcevaz Kef kalesi kazılarını yönet­ ti. 1975-1980 arasında kültür bakanlığı müsteşarlığı görevinde bulundu. Başlıca yapıtları: Ç ivi yazılı hukuki-iktisadi kaynak­ lar, m ahiyet ve muhtevaları (1947); M.Ö. takriben 1950-1850 yıllarında yazılmış ve­ sikalardan Anadolu'nun ilk tarihi çağı hak­ kında elde edilen bazı mühim neticeler (1948); M.Ö. 2000 yıllarında Anadolu kavim leri (1948); Kapadokya m etinlerinde adı geçen yerli apellatifler ve bunların eski Anadolu d illeri içerisindeki yeri (1953); “ 1964 Adilcevaz Kef kalesi kazıları”, Anatolia (Cenevre, 1964, s.8).



Manipleli telgraf: B İL G İÇ (Mehmet Sait), türk siyaset ada­ 0 - 100 25 sözcük/dakika mı (Şarkikaraağaç 1920). Afyon iisesi'ni Telefon 0 - 3 000 (1939), Ankara Hukuk fakültesi'ni (1944) 0 - 4 500 Adi radyofonu bitirdi. Yargıçlık, avukatlık yaptı, Demok­ Yüksek nitelikli radyofoni rat parti'nin kuruluşunda bu partiye katı­ 0 - 20 000 (frekans kiplemeli) lıp İsparta milletvekili seçildi (1950-1960). Fototelgraf Milliyetçiler derneği kurucusu olarak bir (20x25 cm boyutundaki ara DP’den ihraç edilip bağımsız kaldı, resim 40 satır/cm'lik bir sonra yeniden bu partiye alındı, nurculuk hızla 10 dakikada iletilir) 0 - 4 000 olaylarında adından söz edildi. 27 mayıs Orta seçiklikte televizyon 1960 sonrasında Yassıada'da kurulan (441 satır, 25 Yüksek adalet divanı’nca 4 yıl 2 ay hap­ 25 görüntü/saniye) 3 250 000 se mahkûm edildi. Afla cezaevinden çıktı Yüksek seçiklikte (1963). televizyon (819 satır,', 25 25 görüntü/saniye) 11 180 000 ■ B İL O İÇ (Sadettin), türk siyaset adamı (Şarkikaraağaç, 1921). İstanbul Tip fakültesi’ni bitirerek hekim oldu (1947). İsparta örgütünde DP saflarına katıldı (1950). 27 mayıs 1960'tan sonra Adalet partisi İsparta milletvekili seçildk (1961). —Topbil. Bilgi toplumbilimi (WissenssoziPartisinin grup başkanı, genel idare ku­ ologie) alanının kurulması, genellikle Kral rulu üyesi ve genel başkan yardımcısı ol­ Mannheim'a maledilir (Ideologie und Utodu (1962). AP Genel başkanı Ragıp Güpie, 1929), ama bu alanın öncüleri Emile müşpala ölünce, genel başkan vekilliği Durkheim (Formes âldm entaires de la vie yaptı, genel kurulda genel başkan adayı religieuse [din yaşamının temel biçimle­ olduysa da Süleyman Demirel karşısında ri], 1912) ile Max Weber’dir (Protestan ah­ yenik düştü (1964). I. Demirel hükümeti­ lâkı ve kapitalizm in ruhu [Die protestannin ikinci döneminde ulaştırma bakanı tische Ethik und der Geist des Kapitalis(1967-1969) oldu. Parti içinde Demirel'e mus, 1905], Bilgi toplumbilimi, düşünme­ karşı başlatılan muhalefet hareketinin li­ nin toplumsal üretim ilişkileriyle belirlen­ derliğini üstlendi, AP’den çıkartıldı. Dediğini ileri süren ve özellikle Mannheim,



bilgisayar mokratik parti kurucuları arasında yer al­ dı ve bu partinin genel başkan yardımcı­ sı oldu (1970). 1973 seçimlerinde İstanbul milletvekili seçildi, bir yıl sonra da bu par­ tiden istifa edip, Demirel’in yeniden kur­ maya çalıştığı Milliyetçi cephe hükümet­ lerini desteklemeye başladı (1975). AP'ye döndü ve milli savunma bakanı oldu (1977). 12 eylül 1980 sonrasında bir sü­ re Zincirbozan'da gözaltında tutuldu (1983). Hakkındaki siyaset yasağı kalk­ tıktan sonra Doğru yol partisi'ne girdi (1987), parti meclisi üyeliği yaptı. ■ ■ ■ ş if tadutfuMr (les Femmes savantes), Mdiöre'in 5 perdelik manzum güldürüsü (1672).



B İL G İN (Hüseyin), türk ressam (Edirne 1942). Ankara Gazi eğitim enstitüsü'nü bi­ tirdi (1964). Devlet burslusu olarak gittiği Almanya'da, Kassel Devlet güzel sanatlar akademisi'nde, grafik dalında uzmanlık eğitimi gördü (1968-1973). Devlet resim ve heykel sergilerinde 1975’te grafik, 1981'de de resim dalında başarı ödülü kazandı. Daha çok çeşitli tekniklerle gerçekleştir­ diği gravürleriyle tanındı. Gerek gravür, gerek boya resimlerinde op ve pop art kö­ kenli bir üslup bağlamı içinde, geometrik ve organik biçim öğelerinin dengeli ola­ rak bütünleştirilmesini amaçladı.



B İL G İN E R (Recep), türk gazeteci ve oyun yazarı (Adana 1922). Konya lisesi'ni bitirdikten (1940) sonra Vatan gazetesin­ İ Ç İ be. Çok şey biliyormuş gibi: de gazeteciliğe başladı (1944). İstanbul B ilgiççe konuşuyordu. Belediyesi'nde, İstanbul Gazeteciler cemiyeti'nde görev yaptı. Bir yazısından ötü­ B İL G İÇ L İK a. 1. Bilgiç olma durumu, ni­ rü 1947’de üç ay tutuklu kaldı. Anılarını teliği. —2. B ilgiçlik satmak, taslamak, bil­ Hapisane penceresi adlı kitabında topla­ mediği halde bilir görünmek. dı. Beyşehir ve Eşrefoğulları (1942) adlı bir B İL G İİŞ L E M a BİLlşiM'in eski eşan­ incelemesi daha bulunan Bilginer, yaşa­ lamlısı. dığı, tanık olduğu kimi olayları sahneye aktarmayı denedi. "Oyunlarımda ele al­ BİLGİKURASKS-iM. sıf. Bilgikuramına dığım konular genellikle toplumsal yapı­ ilişkin. mızla ilgilidir. Oyun kişilerimin sorunları B İLG İL E N D İR M E K g. f. Bir kimseyi, bir hep çevremizde seyreden sorunlardır Ve topluluğu bilgilendirm ek, onu, onları bir oyun kişilerim de yine çevremizin insankonu üzerinde aydınlatmak, bilgili kılmak: — larıdır.” diyen yazar bir gazete bürosun­ Basını önceden bilgilendirm ek. Kamu­ da geçenleri Gazeteciden dost (1962), Asoyunu bilgilendirm ek. lanköy olayı sanıklarının Konya'daki yar­ ♦ bilgilendirilm ek edilg. f. Bilgilendir­ gılanmalarını isyancılar (1964) adlı oyun­ me işine konu olmak. larında sahneye getirdi. Utanç dünyası'nda (1968 ilhan İskender armağanı) ceza­ B İL G İL İ sıf. Çeşitli konularda, alanlarda, evi yaşamını ve koşullarını canlandırdı. Sa­ bilim dallarında geniş bilgisi olan kimse rı Naciye (1971), Yunus Emre (1976 ilme için kullanılır: B ilgili, görgülü b ir adam. hizmet vakfı Yunus Emre büyük ödülü, 1980 TDK ödülü), Parkta b ir sonbahar gü­ B İL G İN a Bir bilim dalında derin bilgisi nüydü (1976) gibi bazen izlenimci, bazen olan, çalışmalarıyla o bilim dalının ilerle­ mistik, bazen idealist anlatım özelliklerini mesine katkıda bulunan kimse; âlim: Dün­ taşıyan oyunlar yazdı. Son oyunları: Ka­ ya çapında b ir bilgin. Fizik bilgini. rım ve kızım (1985), Kıskanç (1987). B İL G İN (Şevket), türk gazeteci (Selanik 1989'da Kültür bakanlığı'nın en iyi tiyatro 1894 - İzmir 1978). Gazeteciliğe, babası­ yazarı ödülünü aldı. nın gazetesi olan Yeni asır’da başladı. Kur­ B İL G İN L İK a. Bilgin olma durumu. tuluş savaşı sırasında ulusal hareketin ba­ şarılarının Selanik ve çevresinde duyul­ |< B İLG İSAYAR a. Aritmetik ve mantık iş­ masını sağladı. 6 eylül 1924'ten sonra İz­ lem dizileriyle oluşturulmuş programlara mir'de çıtermaya başladığı ve başyazar­ göre verileri otomatik olarak işleyen ma­ lığını üstlendiği Yeni asır’ı Türkiye’nin en kine. (Yönetim, muhasebe, teknik, bilim, çok okunan bölge gazetesi durumuna eğitim ve sanayide ya da kişisel amaçlar­ getirdi. la kullanılır.) [Eşanl. KOMPÜTÜR, ELEKTRO­



B İL G İN (Ahmet), türk siyaset adamı, (Antakya 1900 - Ankara 1985). Lise öğre­ nimini Antakya'da, eczacılık eğitimini de İstanbul'da yaptı. Politikaya Millet* partisi'nde (1948) girdi, parti yönetiminde gö­ rev aldı. MP kapatılınca (1954), Cumhu­ riyetçi* millet partisi'nin (CMP) kuruluşu­ na katıldı. Kırşehir'den Osman Bölükbaşı ile birlikte CMP milletvekili seçildi (1954-1957). CMR 1958'de Köylü* partisi ile birleşip Cumhuriyetçi köylü millet par­ tisi (CKMP) adını aldıktan sonra bu parti­ nin genel yönetim kurulunda görev aldı. 27 Mayıs sonrası Kurucu meclis'te CKMP üyesi olarak bulundu. 1961 seçimlerinde yeniden CKMP Kırşehir milletvekili seçil­ di. Parti içinde çıkan anlaşmazlıklar üze­ rine Osman Bölükbaşı ve 28 parlamen­ terle CKMP'den ayrılıp yeniden Millet partisi’ni (MP) kuranlardan biri ve genel sek­ reter oldu. 1965'te MP Edirne milletvekili seçildi. Meclis başkan yardımcılığı yaptı (1965-1967). 1969’da siyasetten çekildi. B İL G İN (Dinç), türk gazeteci, yayımcı (İzmir 1940). Orta öğreniminden sonra gittiği Ingiltere’den, 27 mayıs müdahalesi yüzünden öğrenimini tamamlayamadan döndü. İzmir İktisadi ilimler akademisi'ni bitirdi. İzmir'de yayımlanmakta olan Yeni Asır gazetesinde çalışmaya başladı; da­ ha sonra bu bölge gazetesini yönetti; ga­ zeteyi İstanbul'da yayımlama girişimi başanlı olmadı. 1985’te Sabah gazetesini yayımladı ve kısa sürede Türkiye’nin en çok satan gazetelerinden biri haline ge­ tirdi. Sabah ve Medya holding şirketler grubunun yönetim kurulu başkamdir.



NİK BEYİN] —ANSİKL. Bir bilgisayar, son derece tüm­



leşik elektronik devrelerden (birkaç mili­ metre kare üzerinde 2 000 - 500 000 tranzistor) oluşan bir donanım bölümü ve elektronik devrelere kumanda eden yazı­ lımlardan oluşmuş donanım dışı bir bö­ lüm içerir. Donanım bölümünde, bir ya da birçok işlemci, bir bellek, giriş-çıkış birimleri ve iletişim birimleri yer alır, işlemci komutları izleyerek, bellekteki program ya da prog­ ramları uygular; yürütülen komut sayısı sa­ niyede birkaç binden onlarca milyona ka­ dar çıkabilir. Genel olarak, programlar ve veriler, merkezi belleğe giriş-çıkış birimle­ riyle yüklenir; mikrobilgisayarların merkezi bellekleri (64 000 karakter) ile çok büyük bilgisayarların merkezi bellekleri (64 mil­ yon karakter) arasındaki sığa farkı 1 000 kata ulaşır. Özellikle insan-makine arabağlantısını kuran giriş-çıkış birimleri, sonuç1 ların anlaşılabilir olmasını da sağlar. Bu bi­ rimlerde klavyeler, görüntüleme ekranla­ rı, disk ya da manyetik şerite depolama birimleri, yazıcılar vb. yer alır, iletişim bi­ rimleri ise bilgisayarla uç birimleri ya da ağ halinde düzenlenmiş diğer bilgisayar­ lar arasında bağlantı kurar. Bir ağın öğe­ leri arasındaki bağlantı, telefon ya da te­ leks hatlarıyla, özel hatlarla, paket haber­ leşme ağlarıyla ya da uydularla sağlanır. Bir bilgisayarın kullanımı, temelde ya­ zılımlara dayanır. Bu işlemde özel bir dil (cobol, fortran, basic, pascal vb.) kullanı­ lır ve bilgisayar bu dili, elektronik devrelerce doğrudan uygulanabilen sınırlı bir komutlar dizisine çevirir. Bilgisayar prog­



1639



ramlarının temel ayırtedici niteliklerinden biri, program akışında, başka bir deyişle komut sıralarında, işlemlerin sonuçları ta­ rafından değişiklik yapılabilmesidir. Bu akış, beklenmedik bir dış bilginin gelme­ siyle de değişebilir (gerçek zamanda ça­ lışma). Büyük bir bilgi hacmini işleme ye­ teneğiyle birlikte bu sıra durdurma ve kes­ me olanağı, bilgisayara seçim yapma ve karar verme yetisi olan akıllı bir aygıt gö­ rünümü kazandırır. Gerçekte, uygulama alanı ne olursa olsun bir bilgisayarın işle­ vi, çoğu kez bir ikili gösterime göre ön­ ceden kodlanmış verileri düzenlemek, sı­ nıflandırmak, hesaplamak, birbirinden ayırmak, araştırmak, yazmak ve kullanı­ ma sunmakla sınırlıdır. Bilgisayar donanımlarının son 25 yıldaki gelişimi, yetkinlikleri ve fiyatları bakımın­ dan çok şaşırtıcı oldu, işlemcilerin işleme gücü 30 000 kez, merkezi belleklerin sı­ ğası 10 000 kez artarken, satış fiyatları 100 kat düştü. Bu şaşırtıcı teknolojik gelişmeler ve do­ nanım maliyetindeki önemli düşüş, bilgi­ sayarın uygulama alanlarının çok geniş­ lemesine yol açtı. Başlangıçta işlevi yal­ nızca hesapla sınırlıyken (bu durumda he­ sap makinesi adı veriliyordu), işletmelerin



uç birimleri



yürütülmekte olan program



Moliöre'in B ilg iç kadınlar Genç J. M.-Moreau'nun resminden A. J. Duclos'un gravürü



-



'..T'1 ‘" - t %



■' ■' ; 4-



$ ; ! ] •;



'



-



Bir bilgisayarın yapısı^



Dirimler



beklemedeki program ve veriler



veri yığınlarını işlemede (ödeme, muha­ sebe, ticari yönetim, stok denetim vb.), ke­ siksiz sanayi süreçlerini (arıtımevleri) yü­ rütmede, elektronik telefon santrallarında vb. kullanılmaya başlandı. 80’li yılların ba­ şından bu yana, bilgisayarların uygulama alanındaki genişleme, bu aletin yalnız eko­ nomik etkinliğin tüm alanlarına değil, kişi­ lerin özel yaşamlarına da girmesine ne­ den oldu; dolayısıyla birçok yenilik görül­ dü. Böylece telematik, büroişlem, bilgisa­ yarla üretim, bilgisayarla tasarım, bilgisa­ yarla eğitim, elektronik oyunlar vb. orta­ ya çıktı. — Müz. Müzikte bilgisayar kullanımı, aşa­ ğı yukarı 1950’lerin sonunda başladı. 1.970Tİ yıllarda, özellikle ses bireşimi ala­ nında, mikroişlemci denilen minibilgisayarların ortaya çıkışıyla ilişkili olarak, başdöndürücü bir hızla yayıldı. Bilgisayar kul­ lanılarak yaratılmış müzik yapıtları konu­ şunda, Lejaren Hiller ve Leonard isaacson, Pierre Barbaud, Frank Brown ye Geneviöve Klein’ın, Michel Philippot, iannis Xenakis'in (STdizisinde başlayan) ve Gottfried Michael König'in araştırmaları anıla­ bilir. Ses bireşimi konusunda ilk deneme­ ler, 1958'de, fransız Jean-Claude Risset gibi araştırmacılardan oluşan bir grubun başındaki Max Mattevvs tarafından ger­ çekle ş tirild i (İ.R.C.A.M ., sonra da Marseille-Luminy laboratuvarı). 1960 ve 1970'lerde en büyük gelişme bilgisayar kullanımının bu yönünde görüldü. Bilgi­ sayarın müzikte kullanılmasıyla, armonik toplamlar olarak tüm sesleri yeniden kur­ mak isteyenlerin düşüncelerinin tersine, Pierre Schaeffer'in, kimi madde mikrodetaylarının oynadığı rolle ilişkili eski sezgi. leri doğrulandı. B İL O İS E V E R L İK a. Ruhbil. Bilgi edin­ meyi sevme. B İL G İS İZ sıf. ve a. 1 . Temel bilgilerden, genel kültürden yoksun kimse için kulla­ nılır; cahil: O zam anlar çok genç ve b ilg i­ sizdim. —2. Bir konu üzerinde yeterli bil­ gisi, deneyimi olmayan kimse için kulla­ nılır: Herhangi b ir şey söylemek istemiyo­ rum, çünkü bu konuda bilgisizim . B İL G İS İZ L İK a. Bilgisiz olma durumu; bilgi yokluğu ya da belirli bir alanda bilgi ve deneyim eksikliği; cahillik. B İL G İŞ İN (Cevdet), türk asker, binici ve yönetici (işkodra 1888 - İstanbul 1962). Harbiye'yi bitirdi (1909). Süvari mektebi müdürüyken, açtığı (1930) ücretsiz kurs­ larla binicilik sporunu yaydı. Türkiye’nin Uluslararası binicilik federasyonu’na alın­ masını (1932) sağladı. Milli takım’ın yöne­ ticiliğini yaptı ve birçok uluslararası başa­ rının kazanılmasına katkıda bulundu. 1938'de İtalya'da Mussolini kupasını ka­ zanan Milli takım'ın yöneticisiydi. B İL H A R Z İA a. (öz a T. Bilharz'dan), in­ sanın kanında asalak yaşayan ve insan­ da, bilharziyoz adı verilen ciddi bir hasta­ lığa yol açan yassısolucan. (Erkeği ve di­ şisi ayrıdır, ama erkek, dişiyi, çiftleşmeye kadar bedenindeki bir olukta saklar; çift­ leşmeden sonra dişi, yumurtalarını bırak­ mak için idrar torbası ya da bağırsak da­ marına geçer: arakonağı, suda yaşayan karındanbacaklı bir yumuşakçadır; arakonakta oluşan serkaryalar deri yoluyla in­ san bedenine girer.) [Eşanl. SCHİS­ TOSOMA.]



B İL H A R Z İY O Z a. (fr. bilharziose; bilharz/a, ve yun. osis, hastalık’tan). Asalbil. Tro­ pikal ülkelerde bilharzialardan (schistosoma) ve bilharzia yumurtalarından ileri ge­ len asalak hastalığı. —ANSİKL. Dört bilharzia türü insanlarda hastalık yapar: Schistosoma mansoni, Af­ rika’da ve Orta Amerika'da, özellikle Antiller'de görülen —köleliğin buralara getirdiği— bağırsak bilharziyozunun etke­ nidir; S. hematobium, Afrika'da sık görü­ len idrar yollan bilharziyozunu yapar; S. intercalatum , tıbbi açıdan pek önem taşı­ mayan, ama ekvatoral Afrika'da çok yay­



gın olan gödenbağırsağı bilharziyozunun kaynağıdır; S. japonicum , Uzakdoğu’da, kuşkusuz bilharziyozların en tehlikelisi olan atardamar-toplardamar bilharziyozu­ nun (Katayama hastalığı) sorumlusudur. Kalkınma yolundaki ülkelerde yaklaşık 300 milyon kişinin bu hastalığa tutulmuş olması bilharziyozun sosyo-ekonomik so­ nuçlarının korkunç olduğunu göstermek­ tedir. Sulama şebekelerinin ve barajların çoğalması yüzünden bu sağlık sorunu daha da yaygınlaşmaktadır. Çünkü schistosomaların arakonakları (asalağın türüne, göre çeşitli karındanbacaklı yumuşakça­ lar) ılık tatlı suya gereksinme duyar. Eriş­ kin solucanlar insanın karın toplardamar­ larında yaşar. Dişiler orada pek çok yu­ murta yumurtlar. Yumurtaların bir kısmı damarlarda ve dokularda ilerleyerek granülomalı lezyonlara neden olur, bir kısmı da dışarı atılır (dışkı ve idrarla temiz sula­ rın kirlenmesi). Asalak, arakonakta geliştikten sonra, suda açılıp fürkoserker (çatal kuyruklu serkarya) biçiminde serbest kalır; fürko­ serker deriyi delip geçerek insana bula­ şır (deri evresi), deride schistosoma yav­ rusuna (sistozomül) dönüşür; kana geçe­ rek akciğerlere ulaşır; sonra diyaframı ge­ çer (istila ya da zehirleme evresi); sonun­ da mezenter toplardamarlarına yerleşen erişkin solucanlar orada yıllarca yaşaya­ bilir (yerleşik evre). Bu hastalığın kurbanları en başta ço­ cuklarla çiftçilerdir. Bilharziyozun teşhisi, dışkıda ve idrar­ da ya da biyopsiyle alınan dokularda (ör­ neğin rektum mukozası) doğrudan doğ­ ruya yapılan mikroskop muayenesiyle schistosoma yumurtalarının bulunmasına dayanır. Kan üzerinde yapılan immünolo­ ji muayenesi de teşhis olanağı verir (do­ laylı immünoflüoresans). ideal tedavi henüz bulunamamıştır; ilaç olarak ağız yoluyla anthiolimin ve özellik­ le niridazol verilir; ilaç yoluyla önleyici te­ davisi (koruma) yoktur. Koruyucu önlem olarak yumuşakçalara karşı savaşarak ya­ yılma ve bulaşma zincirini kırmak (yumu­ şakça öldürücü ilaçlar öbür hayvanlar için de zararlı olduğundan şimdi biyolojik sa­ vaş araçlarına yönelme vardır) ve hastalı­ ğın bulunduğu yerlerdeki halkı tümüyle tedavi etmek gerekmektedir. ilaçların pahalılığı, yan etkileri ve bir de­ falık alınan ilacın etkisizliği gibi nedenler­ le alınan sonuçlar çoğu zaman ümit kırı­ cıdır; güçlük hayvansal mikrop depoları­ nın varlığı nedeniyle daha da artmıştır: gerçekten, S. japonicum bilharziyozu —ve biraz daha az olmakla, birlikte— S. m ansoni bilharziyozu birer zoonozdur. Yoksulluğun giderilmesine sıkı sıkıya bağlı sağlam bir sağlık eğitimi, değişik ve çok hekimli sağlık ekipleriyle halk arasında et­ kili bir işbirliği sağlayabilir ve yalnız bu ön­ lem hastalığı geriletebilir. B İL H A S S A be (ar. bi- ve el-hsşşa'dan bi-l-hâşşa). Özellikle, en çok, en başta: Bu soruyu bilhassa mı sordunuz? Bilhassa bu mesele üzerinde duruyorlardı. . B İL İ ya da B İLİG a. Esk. 1. Bilgi: "Ö ğüt verin bana ey hal bilenler / K i bildim assı yok kendi bilim den" (Kemal Ümmi Diva­ nı, XV. yy.). —2.2ihin, akıl: "Başındadı sevda elinde ayak / Bilüsünde hiyle be­ linde kuşak" (Süheyl ü Nevbahar, XVI. yy)—Dilbil. B ilig sözcüğü bilm ek fiil köküne, fiilden ad yapan -ig eki eklenmesiyle ya­ pılmıştır. Eski türkçedeki bu -ig eki sonraki dönemlerde -gi biçimini aldığından bu­ günkü türkçedeki b ilg i ile eski b ilig gra­ mer yapısı ve anlam bakımından aynıdır. B ilig sözcüğü eski Anadolu türkçesinde önce sondaki "g ” sesinin düşmesi sonu­ cunda yuvarlaklaşarak bilü daha sonra ilerleyici benzeşmeyle b ili biçimlerini aldı. B İL İ B İL İ ünl. Kümes hayvanlarını çağır­ mak için birkaç kez yinelenen ses. B İL İB İH O , Rusya'da kent, Sibirya’nın



kuzey-doğu kesiminde (Magadan oblast’ı); 12 000 nüf. Altın madenleri. Kutup çemberinin ötesinde kurulmuş bir nükle­ er santral maden işletmelerine ve kente enerji sağlamaktadır. B İL İC İ sıf. ve a. Esk. Her şeyi bilen, her şeyden haberdar olan: ’ 'Oğuzun ol kişi ta­ mam b ilic is iy d i" (Dede Korkut, XVI. yy.). "E y bizim Tanrımız, bu evi yapmağı biz­ den kabul kılgıl kim sen duaları işidici ve hacetleri b ilic i Tanrısın" (Kısas-ı Enbiya, XIV. yy.). B İL İÇ İZ İM a Bilş. Bilişimin grafik gös­ terime ve görüntü işleme yöntemlerine uy­ gulanması. (Bilgisayara bağlı görüntüle­ me ekranları, otomatik çizim masaları, kullanılagelen biliçizim donanımlarıdır.) B İL İG -> BİLİ. B İL İL T İZ A M be. (ar. bi- ve el-iltızam'öan bi-l-iltizâm ). Esk. Bile bile: "Parlak taralını gösterm ek istedikleri madalyanın b ililti­ zam ters tarafını gösterm iştir" (Ahmet Mu­ ammer, Şükrü Kaya). B İL İM a. 1. Yasalara uygun ve / ya da deneysel yöntemlerle doğrulanmış belirli olgu, konu ya da olay kategorilerine,iliş­ kin bilgileri bir araya getiren tutarlı bütün; ilim. (Bk. ansikl. böl. Bilkur.) —2. Bilgi dal­ larından her biri (genellikle çoğul): Fen b i­ lim leri. Sosyal bilimler. —3. Çeşitli bilgi alanlarını ilgilendiren çalışmalar; bu çalış­ maları yapan bilginler: Bugün bilim in tar­ tıştığı konular nelerdir? —4. Kimi .bilim alanlarını adlandıran bileşik sözcüklerin oluşumunda yer alır: Yerbilim, dilbilim , toplumbilim, vb. —5. Bilim adamı; belli bir bilim dalıyla uğraşmayı iş edinen, o alan­ da uzmanlaşmış kimse. —Bilkur.'B ilim felsefesi, XIX. yy.’da ortaya çıkan bir felsefe akımıdır. Bu akım, düşün­ meye daha fazla tutarlılık kazandırmak; onu, elle tutulur ya da somut gerçeğe da­ ha fazla yaklaştırmak ve aynı zamanda ona, kapsayıcı bir perspektif açmak ama­ cıyla, felsefi düşünmeyi bilimsel ilerleyişe bağımlı kılmaya yöneldi. (Bk. ansikl. böl.) || insan bilimleri, insanı ve onun kişisel, ko­ lektif, geçmiş ve şimdiki davranışlarını, in­ celeme nesnesi olarak alan bilim dalları. (Bk. anğikl. böl.) —Biyol. Doğa bilim leri, doğada bulunan nesnelerin (hayvanlar, bitkiler, kayalar ve madenler) bilimsel olarak incelenmesi. (Doğa bilimleri, geleneksel olarak doğa­ daki üç âleme karşılık gelen üç dala ay­ rılmıştır: zooloji, botanik, jeoloji. Öte yan­ dan, paleontoloji, ekoloji, fiziksel coğraf­ ya, oşinografi vb. de doğa bilimlerinden sayılır Doğa bilimlerinde araştırma yapan­ lara doğabilimci* denir.) —ikonogr. Bilim, Ortaçağda esin perileri ya da bilim ağacı biçiminde temsil edildi. Dürer, M elankoli adlı yapıtında bilimin sı­ nırlarını sanki o zamandan belirlemek is­ temişti. Klasik dönemden başlayarak Bi­ lim, bir küre, bir pergel, bir cetvel ve ki­ taplar taşıyan bir kadın olarak temsil edildi. —ANSİKL. Bilkur Bilim felsefesi. Bu adlan­ dırmayı ilk olarak A. Ampâre, Essai sur la philosophie des Sciences (Bilim felsefesi üzerine deneme), [1834-1843] adlı yapı­ tında kullandı. Ama bilim felsefesi, özel­ likle olguculukla (pozitivizmle) birlikte ge­ lişti. A. Comte'a göre bilim felsefesi, tanrıbilimsel ve metafizik aşamalardan geçen insan düşüncesinin ulaştığı bir sonuçtur: “ Bilim felsefesinin ya da “ olgucu felsefe" nin amacı [...], doğal olayların farklı alan­ larına ilişkin olarak elde edilmiş bilgileri, bağdaşık bir öğreti çerçevesi içinde özetlemektir" (Cours de philosophie positive [Pozitif felsefe dersleri], 1). Cournot ise şöyle der: "Filozofların ya­ zılarında, bilimlerin ulaştıkları sonuçlara sürekli olarak göndermeler yapılır. Filozof­ lar, düşüncelerini daha iyi açıklayabilecek, kuramlarının uygulanmasını ve doğrulan­ masını gösterecek örnekleri bilimlerde bu­ lurlar. [...] Felsefenin bilimlere müdahale-



bilimkuramı si ise daha sık görülür ve daha köklüdür. [...] Felsefe [...] bilimleri temelinden kav­ radığı gibi, onların doruklarını da ege­ menliğinde tutar. Pozitif bilimler ilerlediği ölçüde de düşünce, ilkelere, akla, şeyle­ rin son ereğine geri dönüp onları ele al­ mak için yeni fırsatlar bufarak, soyut fel­ sefi düşünme alanına yönelir” (Essai sur les fondements de rıos connaissances et sur les caractdres de la critique philosophique [Bilgilerimizin temelleri ve felsefi eleştirinin ayırtedici özellikleri üzerine de­ neme], 324). Ama bilimlerin tutarlılığı ve etkililiği kar­ şısında felsefe, “ bilimlerin bilimi” ve kav­ ranabilir her bilgiyi kapsamaya yetenekli bütünselleştirici bilgi rolünü oynamayı bir yana bırakmalıdır. H. Reichenbach’a gö­ re felsefe, bilime oranla ikincil bir yere sa­ hiptir. Reichenbach 1955’te şöyle yazıyor­ du: "XIX. yy. bilim tarihi, filozoflara çok ge­ niş ufuklar açtı. Teknik buluşların bolluğu ile mantıksal çözümlemelerin çokluğu atbaşı gitti ve yeni felsefe, yeni bilimin temeli üzerine kuruldu. Bu yeni felsefe, bilimsel araştırmanın bir yan ürünü gibi başladı" (Bilim sel felsefenin doğuşu [The Rise of scientific philosophy]). Bachelard’ın belirttiği gibi, bilim felse­ fesinin, tarihsel çözümleme ve bilgileri dü­ zenleme işlevi de vardır: "O lguculuğun (pozitivizmin) ya da biçim ciliğin (formaliz­ min) ne gibi bir yeri olduğu incelenmez­ se, bilim felsefesi sakatlanmış olur [...]. Ama [...] bütün bilimsel bilgi felsefeleri, uy­ gulam alı akılcılık'tan başlamak üzere bir düzen içine girerler” (le Rationalisme appliquĞ [Uygulamalı akılcılık], 1, 2). Gusdorf da şöyle yazar: "Bilim felsefesi, tutarlı bir bütün haline getirmeye çalışacağı ça­ lışmaların (yani bilginlerin çalışmalarının) bir ikinci okunması olarak işe karışacak­ tır ve gerçeğin yapısı, dünyanın ve insa­ nın kökeni ve yazgısı konusunda edine­ bileceğim iz kesin bilgileri derleyip toplayacaktır” (De l ’histoire des Sciences â l ’histoire de pensĞe. [Bilimlerin tarihin­ den, düşüncenin tarihine], 4). Ama şunu da ekler: “ Bilimin belli bir andaki durumu­ nu değişmez bir şey haline getirip kesin bir sonuç çıkarmak istediği için bilim fel­ sefesi, genellikle, yansıtmak iddiasında ol­ duğu şeyi çarpıtan bir anyana benziyor" (ay. ypt.). • İnsan bilim leri. Bu bilimlerin amacı, in­ san davranışını incelemektir, insan bilim­ lerinin ilk tanımlarından birini, W. Dilthey vermiştir. Dilthey şöyle der: “ Tarihsel ve toplumsal gerçekliği inceleyen bilimlere insan bilimleri [...] ya da tinsel bilimler (Geistesvvissenschaft) diyoruz" (Einleitung in die Geisteswissenschaften [Tinsel bilim­ lere giriş], 2). Gusdorf da şunu söyler: "insan bilimi kavramı, XIX. yy.'da yaygınlaştı [...]. Yüz­ yıl başlangıcında, bütünselci ve dogma­ tik olan bu bilim [...], 1850-1860 yılların­ da, yerini özelleşmiş bilim dallarına bıraktı [...].Yüzyıl sonunda ise, tam anlamıyla bö­ lümlere ayrıldı" ( i n t r o d u c t io n a u x S c ie n ­ c e s h u m a in e s [insan bilimlerine giriş], 5, 3)XX. yy.’ın ikinci yarısında, insan bilim­ lerinin alanı genişledi ve öteki bilimlere oranla iyice özelleşti C. Lövi-Strauss bu konuda şöyle der: "Kabaca, toplumsal bi­ limlerin, bugünkü hukuk incelemelerini kapsayacağını [...] ve bunlara [...] ekono­ mi ve siyaset bilimleri ile bazı toplumbilim ve toplumsalruhbilim dallarının da katıla­ cağını söyleyebiliriz, insan bilimleri ise, tarihöncesini, arkeolojiyi, tarihi, antropoloji­ yi, dilbilimi, felsefeyi, mantığı ve ruhbilimi kapsayacak” (A nthropologie structurale [Yapısal antropoloji], 2). Araştırma alanlarının böylece özelleş­ mesi, örneğin Fransa’da, edebiyat fakül­ telerinin, edebiyat ve insan bilimleri fakül­ tesine dönüştürülmesine yol açtı. Üniver­ sitenin bu kararı, sözü geçen bilimlere bilimkuramsal bir yer verme amacını güdü­ yordu. Nitekim Michel Foucault, matema­ tik bilimleri; dil, yaşam ve malların üretimi



ve dağılımı bilimlerini; son olarak da fel- I sefi düşünme bilimlerini' kapsayan ve bir | "bilimkuramsal üçyüzlü"yle görüntülenen § bir bilimler sınıflaması yaptı. Bu geomet- s rik şekilde, insan bilimleri, ötekilerin boş- 1 luklarında yer alıyordu. Foucault şöyle " der: “ Bu bilimkuramsal üzyüzlünün yü­ zeylerinden ve boyutlarından hiçbirinde, insan bilimlerine yer bulamıyoruz. Ama sözkonusu sınıflamanın bu bilimleri kap­ sadığı da söylenebilir, çünkü bu bilimler [...] sözünü ettiğimiz bilgilerin arasında yerlerini bulurlar. Bu durum [...], insan bi­ limleri ile bütün öteki bilgi biçimleri ara­ sında bir ilişki kuruyor [...].Belki de, üç bo­ yutlu bir uzay içinde böyle dağılıp gittik­ leri için, insan bilimlerinin [...] bilimsel alandaki yerinin saptanması bu kadar güçleşiyor (les Mots et les Choses [Söz­ cükler ve şeyler], 2, 10). Foucault şunları da ekler: "İnsan bilimleri [...], yaşadığı, ko­ nuştuğu, ürettiği ölçüde insana hitap edi­ yor. [...] Bundan ötürü, insan bilimlerini, yaşama, çalışmaya ve dile ilişkin bilimle­ rin hemen yanı başına koyabiliriz” (ay. y p t)B ilim v e t e k n o lo ji y ü k s e k k u r u lu , bilim ve teknoloji alanındaki araştırma ve geliştirme politikalarının iktisadi kalkınma, toplumsal gelişme ve ulusal güvenlik yö­ nünden belirlenmesi, yönlendirilmesi ve eşgüdümün sağlanması amacıyla kurul­ muş, başbakanlığa bağlı kurul. (Kurulun hazırlık çalışmaları ve sekreterlik hizmet­ leri TÜBİTAK* tarafından yürütülür.) B ilim v e V a rs a y ım (la Science et 1'HypothĞse), H. Poincarö’nin yapıtı (1902). Yazar bu yapıtında, varsayımın bü­ tün bilimlerdeki rolünü inceler. Çeşitli var­ sayımlar vardır: "... bunların bazıları doğ­ rulanabilir ve bir kere deney yoluyla doğ­ rulanınca verimli hakikatler halini alır; ba­ zıları ise, bizi yanılgıya sürüklemeden yal­ nızca düşüncemizi saptamamıza yarar; ni­ hayet, bazıları da, yalnızca görünüşte var­ sayımdır ve birtakım tanımlardan ya da gizli uzlaşımlardan başka bir şey değildir” "Sonuç olarak, bilim, safdil dogmatizm­ lerin sandığı gibi, nesnelerin kendisine değil, ancak aralarındaki ilişkilere ulaşa­ bilir, bu ilişkilerin dışında bilinebilir bir ger­ çeklik de yoktur” B İL İM D IŞ I sıf. Bilime aykırı. B ilim in d o ğ s r l (la Valeur de la S c ie n c e ), Henri Poincarö'nin, bilimkuramında bir dönüm noktası oluşturan yapıtı (1905). Ya­ zar bu yapıtta, insan yaşamının yöneldiği amacın, doğruluğu (ahlaki doğruluktan ayırmadığı bilimsel doğruluğu) araştırmak olduğunu ileri sürüyordu. O dönemde Einstein, Carnot ilkelerinin makroskobik düzeyde değerlerini koruduklarını ve sa­ nayi ile zanaat düzeyinde geçerli kaldık­ larını gösterecek olan ikinci görelilik ku­ ramını (1915) henüz açıklamamıştı; yalnız­ ca birinci görelilik kuramı açıklanmış bu­ lunuyordu. Poincarö bu nedenle, göreli­ lik kuramının fizikte, bütün bilimleri etkile­ yecek yeni bir bunalıma yol açmasından korktu. Bilimin, kaybetmemesi gereken hümanist yanı üzerinde dirençle durarak, görelilik kuramına karşı savaşma yolunu tutmasının nedeni de buydu. B İL İM K U R A M C IS I uzmanı.



a.



Bilimkuramı



B İL İM K U R A M I a. Bilimsel bilgiyi konu alan bilim dalı. (Eşanl. EPİSTEMOLOJİ.) [Bk. ansikl. böl.] —Ruhbil. Genetik bilim kuram ı, J. Piaget’ ye göre, bilginin art arda gelen yapıları­ nın bilimsel incelemesi. (Bk. ansikl. böl.) —ANSİKL. Bilimkuramı, genel olarak bili­ min yöntemi üzerine değil, çeşitli bilimsel pratikler üzerine bir söylemdir. Bilimkuramı, bu bakımdan bilgikuramının karşıtıdır. Çünkü bilgikuramı, bilim üzerine söylemi, kendi başına bir bilim, durumuna değil de, felsefenin ikincil bir dalı durumuna getirir ve böylece felsefenin, bilimlere egemen olması amacını güder.



1641



Bachelard’ın başlatıp, Cavaillös, Canguilhem ve Koyrö’nin sürdürdükleri bilim­ sel bilimkuramı, tarihsel bir bilimkuramıdır. Brunschvicg, Duhem ve hele Meyerson'ın eski bilimkuramıyla bir ilgisi yoktur. Bilimsel bilimkuramı, bilimler tarihi ile bilimkuramı arasında bir temel birlik oldu­ ğu kanısındadır: Canguilhem'in bilimsel kavramların tarihini saptama ve bilimku­ ramsal bir bilimler tarihi hazırlama konu­ sundaki araştırmalarının nedeni budur. Ama bilimsel bilimkuramı, bir bilimler ta­ rihi de değildir; ve eğer "bilimler tarihi” nden olgucu bir irdeleme anlaşılırsa, on­ dan kesinlikle farklıdır: "Bilimler, tarihçisi­ nin düşüncelerini olgu olarak, bilimkuramcısının ise olguları düşünce olarak kabul­ lenmesi gerekir. Kötü yorumlanmış bir ol­ gu, tarihçi için yine de bir olgu olarak ka­ lır. Bilimkuramcısına göre ise bir engel, bir karşı-düşünmedir” (Bachelard). Bilim ku­ ramsal kopukluk edimi, bilimkuramsal en­ gel gibi kavramları gün ışığına çıkaran da, tarihsel bilimkuramı oldu. Bilimkuramı, Bachelard'dan bu yana, gelişmesini gitgide maddeci bir tavır ta­ kınarak sürdürdü. Doğa bilimlerinden baş­ ka alanlarla da ilgilenerek (örneğin Jean Toussaint Desanti'nin matematik bilimkuramı), dönüşümlere ve değişikliklere uğ­ radı. Louis Althusser, bilimkuramsal yön­ temi tarihsel maddeciliğe uygulayarak, Marx’ın görüşlerinin yol açtığı kopukluğu açığa çıkardı ve bilimkuramına yeni bir görev verdi: “ Marx'tan önce sürüp giden bilimkuramsal kopukluklar yoluyla, yalnız­ ca iki büyük kıta bilimsel bilgiye açılmıştı: Yunanlılardan başlayarak Matematik kı­ tası (Thales ya da bu efsanevi adla adlan­ dırılan kimseler tarafından) ile Fizik kıtası (Galilei ve izleyicileri tarafından). [...] Marx, Feuerbach üzerine tezle rde değindikten sonra, Alman ideolojisi’nde açıkladığı bi­ limkuramsal bir kopuklukla, yeni ve üçün­ cü bir kıtayı, Tarih kıtasını bilimsel bilgiye açtı” (Lenin ve felsefe). Tarih bilimine uy­ gulanan kopukluk, artık bir sürü yanılgı ile bilimsel bilgi atasındaki kopukluk değil, ideolojik ile bilimsel bilgi arasındaki ko­ pukluktur. ,' —Ruhbil. Genetik bilimkuramı. Piaget'ye göre, bilgilerirî çeşitli alanlardaki evrimi, gitgide daha soyut ve daha genel bir kavramsallaştırmaya yönelir. Ona göre bilgi etkin bir süreçtir. Özne ile nesnenin etki­ leşiminden doğan bir inşadır. Genetik bilimkuramının çıkış noktası ise, düşünme­ nin önceli (temeli) olarak kavranan eylem­ dir: çünkü düşünme, eylemlerin bir işlem­ ler sistemi halinde gitgide ilerleyen bir içselleşmesidir ve bu içselleşme de, ilkin bir tersinirsizlik ve bileşimsizlik aşamasından başlayarak, tersinir birdenge durumuna doğru gelişir. Bilgilerin temel gelişme sü­ reci, çocukta olduğu gibi tarihte de, Piaget’nin yansıtıcı soyutlama adını verdiği süreçtir: her kavramlar sistemi, belirli bir düzeyde, bir yansıma (ve aynı zamanda



B ilim Veronese'in olduğu sanılan alegorik resim Güzel sanatlar müzesi, Lille



düşünüm) nesnesi olur ve bir sonraki dü­ zey, bu kavramlar sistemini daha geniş bir eşgüdümler ağı içine sokarak, onu açık­ layan yeni bir kavramlar sistemi hazırlar. Bu biçimde tanımlanan genetik bilimkuramı, tarihsel-eleştirel yöntem ile ruhgenetiksel yöntemin işbirliğinden doğan ken­ dine özgü bir yöntem gerektirir. Gerçek­ ten de, tarihsel-eleştirel yöntem, bir bilimin kullandığı kavramlar sisteminin, o bilimin tarihi boyunca geçirdiği evrimi inceleme olanağı sağlar. Ama ancak, tarihsel art ar­ da gelişleri içinde ele alınan düşünme bi­ çimlerini, yani bilginlerin iyice işlenmiş dü­ şünce biçimlerini ele alabilir. Ruhgenetiksel yöntem ise, bireyin zihinsel gelişmesi boyunca düşüncenin oluşmasını araştır­ ma olanağı sağlar. Bu yöntem bazı şaşır­ tıra koşutluklar saptayabilir: 5 yaşındaki çocuğun bazı nedensellik yorumları, aristotelesçi açıklamaları anımsatır; ama, XIX. yy.’da yapıldığı gibi, çocuğun, gelişmesi boyunca, batılı insan düşüncesinin aşa­ malarını özetlediği konusunda önyargıya varmak olanağını asla vermez. Ruhgenetiksel yöntem temel uğrakları araştırırken, tarihsel-eleştirel yöntem bu uğrakların yö­ neldikleri denge durumunun ne olduğu­ nu bilmek olanağını sağlar. B İL İM K U R A M S A L sıf. 1. Bilimkuramına ilişkin .—2.Bilim kuram sal edim, Bachelard'da bilimsel dehanın, bir bilimin ge­ lişmesine beklenmedik ilerlemeler kazan­ dıran atılımı. || Bilim kuram sal kopukluk ve engel -> KOPUKLUK, ENGEL. B İL İM -K U R G U a. Kurgusal uzam -zamanlarda (çoğu kez gelecek zaman­ larda) yer alan dünyalar, toplumlar ve can­ lılar yaratan ve böylece günümüzdekilerden bütünüyle farklı bilimler, teknikler ve koşullar ortaya koyan edebiyat ve sinema türü. —ANSİKL. Ed. Bilirrvkurgunun dört özgül teması vardır: 1. Uzayın ele geçirilmesi: yıldızlarda yol­ culuklar, savaşlar ve imparatorluklar; dünyadışı yaşamların ve uygarlıkların karşılaş­ ması ya da başka yerlerden gelen canlı­ ların, barışçıl karşılaşmalar sözkonusu de­ ğilse, dünyayı istila etmeleri. Işık hızının üs­ tüne çıkmayı sağlayan olanaklar bilimsel varsayımlardan çok imgeleme dayanır (aşırıuzay). Bu görkemli çerçeve yazarla­ rın, bazen trajik bazen de kaba güldürü türünde dev vvesternler ya da gerçek des­ tanlar yaratmalarını sağlamıştır. 2. Zamana egemen olma: H. G. VVells’ ten bu yana, zaman içinde yolculuk yeni boyutlar kazandı: önceleri geçmişi ya da geleceği betimlemenin bir yolu olarak kul­ lanılan bu tema, özerk bir biçim aldı; kimi zaman kozmik yolculukların bir ayrıntısı olarak kullanılırken, kimi zaman tarihsel gerekircilik üzerine düşsel bir deneyim olarak, kimi kez de “ zamansal çelişkiler” den mantık, çoğu kez de mizah açısından yararlanmak amacıyla kullanıldı. 3. M akineler ve bilgisayarlar, insanın kendi yarattığı makinelerle ilişkisi (kas -makineler ile beyin-makineler), bilişim ve robot bilimiyle birlikte gelişen bilim-kucgu türünde uzun süredir ele alınmaktadır. Capek'in başkaldıran robotlarından, Asimov’un, mantıksal çelişkilerle boğuşan uslu robotlarına uzanan çizgide, tema düşselden ussala kaydı. Kimi durumlar­ da, robotların en iyi niyetleri bile insan için zararlı sonuçlar doğurabilmekte, böylece, insan mutluluk uğruna özgürlüğünü yitirebilmektedir. Kent tepeden tırnağa bilgisayarlaştırıldığında insanın daha iyi yaşa­ masına yardım edecek yerde, bireyi acı­ masızca ezme tehdidi gösterebilmektedir. Robot-insanları gerçek insanlardan nasıl ayırabiliriz? ilerde insanlar yıldızlara dağı­ lınca, onun anısını koruyanlar, yalnızca dünyada kalan ve nerdeyse insanlaşmış robotlar mı olacaktır? 4. Geleceğin insanı, içine elektronik devreler yerleştirilmiş bir insan cyborg du­ rumuna gelir: üstün bir insan da olabilir böylece, bir uzay gemisinin yönetim ge­



reklerine feda edilmiş güçsüz bir zavallı da. Bu tema çok verimli olmamıştır. Oysa dönüşüme uğramış yaratık teması çok ve­ rimli olmuştur: bu yaratıkların birtakım güçleri vardır (telepati, telekinezi gibi); bu güçleri nedeniyle sıradan insanların dav­ ranışlarından acı çeker, en sonunda insan türüne en büyük yararı sağlamak üzere bu yeteneklerini onlarla paylaşabilecek duruma gelirler. Başka durumlardaysa, in­ san ırkı ancak bu yaratıklar sayesinde bir atom felaketinden sağ çıkabilir. Kalıtımsal düzenlemeler konusuna gelince, bu du­ rum H. G. Wells'in D oktor M oreau'nun adası (The island of Doctor Moreau, 1896) adlı yapıtından beri genellikle bir karaba­ sanı andırmaktadır. Bir de klon oluşturma tekniği vardır: bir bireyin tek bir hücresin­ den yola çıkarak o bireyi bütünüyle yeni­ den yaratmak yöntemi, ilk durumdaki bi­ rey ile onun klonlan arasındaki ve klonların kendi aralarındaki ilişkiler parlak çeşit­ lemelere konu olmuştur. Bilim-kurgu üretiminde gizil temalar da vardır; bunlar düşsel ve simgesel düzey­ de ortaya çıkarak zamanımızın umutları­ na, özellikle de ortak sıkıntılarına karşılık verirler. Bilim-kurgu bireysel ruhbilime pek az ilgi gösterir. Bilim-kurgu, yaşanılan dö­ nemin gerçek bir öğesini belirleyip yalıta­ rak ve ondan birtakım mantıksal sonuç­ lar çıkararak, dörtnala giden nüfus artışı­ nı, bir avuç teknokrat tarafından yönetilen ve siyasi açıdan faşist, insanlık dışı top­ lumlar oluşturan aşırı kentleşmeyi, Dünya' nın atom bombası aracılığıyla intihar et­ mesini, geride kalanların yazgısını (felaket -sonrası romanları), bireyin ve değerlerin yabancılaşmasını, uyuşturucu madde ve gerçeğin gerçeksizliğini ele alır. Ayrıca in­ san ile dil arasındaki ilişkiyi konu edinir; çoğu kez de başka ahlaklar üzerine te­ mellendirilmiş daha uyumlu uygarlıkları ve farklı yaratıklar arasında kurulmuş yeni iliş­ ki olanaklarını ve sonunda bilgelikle uz­ laşabilmiş bir bilimi sözkonusu eder. Bilim -kurgu mitleri yeniden bulur ya da yaratır. Yarından ve başka yerlerden söz ederken, bizi gezegenimizin bugününe farklı bir bi­ çimde bakmaya yöneltir. • Çağdaş bilim-kurgular. Amerikan kurgu -bilimi 1920'lerden başlayarak, halk ara­ sında çok tutulan büyük bir atılım yaptı. Önceleri ucuz magazin dergilerinde ("pulps’lar") ve öykülerde ortaya çıktı, sonra Campbell gibi yayımcılar ve Asimov, Simak, Sturgeon, Pohl, Silverberg, Heinlein, Leiber, WİI!iamson, Kuttner, Hamilton, kanadalı Van Vogt gibi yazarlarla altın dönemini yaşadı: bu, mizahı da ya­ bana atmayan (F. Brown) biraz bilimci bir iyimserlik dönemiydi, ikinci kuşak edebi­ yata, bu arada hicve ve kaba güldürüye daha çok önem verdi, çoğu kez kötüm­ ser bir tutumu benimsedi (Ellison, [1967] Dick, Delany, Bester, Varley ve amerikan bilim-kurgusunun büyük yazarı Ursula le Guin). Amerikan bilim-kurgusu J. Verne ve VVelIs'ten çok, Swift ve Poe’nun mirasçı­ sıdır. Günümüzde ''bilimsel’’ bilim-kurguya ("hard Science") dönüş eğilimi görül­ mektedir, İngiliz bilim-kurgusu, bir süre amerikan örneğini izledikten sonra, Moorcock ve New VVorlds dergisiyle, 60’lı yıllardan başlayarak bu etkiden kurtuldu. En önemli İngiliz bilim-kurgu romancıları: VVyndham, Ballard, Aldiss, Brunner, Clarke, VVatson, Priest, R. Covvper, zengin İngiliz anlatı geleneğinin çizgisini izlediler; ruhbilimsel, şiirsel, kimi zaman da, "felaket-sonrası" romanlarında bile, ütopyacı bir anlaşıya yöneldiler. Fransız bilim -kurgusu J. H. Rosny, M. Renard, R. Messac ile kendi geleneğini sürdürdü. Az çok “ amerikan" etkisi taşıyan bir dönemden sonra (Klein, Carsac), Curval, Goy, D. Walther, M. Jeury ile özgün duruma geldi ve Andrevon'un çevresinde, olduk­ ça güçlü bir karşı-ütopyacı tutumu benim­ seyerek, çevrebilimin yanında, askeri-teknokratik diktatörlüklerin karşısında yer al­ dı. İtalya'da Buzzati ve Calvino yapıtların­ da bilim-kurguya yer verdiler, Aldani ve



Gilda Musa da bu türün temsilcisidirler. Rus bilim-kurgusu iki yönlü bir geleneğe sahiptir: Yefremov ile bilimsel ütopyacı bir çizgide, gogolcü hiciv anlayışını benimse­ yen Zamyatin, Zinovyev ve Strugatskiy ile de kötümser bir çizgide yer alır. Polonya’ da, dünya bilim-kurgu edebiyatının en bü­ yük yazarlarından biri, astrofizikçi ve filo­ zof Stanisfavv Lem benzersiz yapıtlar or­ taya koymuş, bazen büyük bir şiirsellikle, bazen sert bir hicivle ve güldürüde büyük bir söz ustalığıyla bütün temaları kullan­ mıştır. • Edebiyat alanında bilim -kurgu. Modern bilim-kurgunun da öncüleri vardır ve ede­ biyat kadar eski olan türlerle kaynaşarak bütünleşir; folklor ve mitler alanındaki ola­ ğanüstü; ütopya (Platon'dan T. More ve Fourier'ye); hiciv (Lukianos’tan Rabelais, Svvift, Butler’e); XVIII. yy.’ın "olağandışı yolculukları" (özellikle Restif de la Bretonne); önceleme (L. S. Mercier'den J. Verne ve H. G. Wells'e). Her bilim-kurgu anlatısının, dört temel noktaya ayrılmış bir edebiyat alanının bir kesiminde yer aldı­ ğı söylenebilir: kuzeyde insancıl ve iyim­ ser ütopya; güneyde zaman zaman umut­ suz bir hiciv (ütopya-dışı ya da karşı -ütopya); doğuda ussallık, düşünsellik, gerçeğe dayanma (deneysel gerçekliği öğelerine ayırma ve sonuç çıkarma, me­ sel ya da alegori gibi simgesel boyut); ba­ tıda arı düşlem, gerçekdışıcılık, fantezi (fancy), düşsellik ve olağandışılık. Bu du­ rumda bilim-kurgu kimi zaman nerdeyse düşsel bir tarzda dile gelir. Her bilim-kurgu öyküsü, belirli ölçülerde blı değişik öğe­ lerden yararlanır, bunları kendi iç mantı­ ğıyla kaynaştırır. K iilm ie ? ake d e m S si (Amerikan ulusal) [amerikanca National Academ y o f Scien­ ces], 1863'te kurulan ye merkezi Washington’da olan kurum, içtüzüklere göre, Akademi, Avrupa bilim kurumlan gelene­ ği içinde onursal bir rol oynar ve hükü­ mete bilimsel danışmanlık yapar. Bu amaçla 1916'da, hükümetin isteği üzeri­ ne, çağımızın büyük bilim ve insan sorun­ ları üzerinde araştırma yapan Ulusal araştırma konseyi'ni (National research Council) kurmuştur. 1 300 dolayında üye­ si bulunan Akademi, matematik, fizikkimya bilimleri, biyoloji, tıp bilimi, yer bi­ limleri, insan bilimleri ve toplumsal bilim­ ler alanlarını kapsayan 23 bölüme ayrılır. Bu akademiye bağlı iki kurum vardır: 1964'te kurulan Ulusal mühendislik aka­ demisi (National Academy of Engineering) ve 1970’te kurulan Tıp enstitüsü (institute of Medicine). B liim is : » k a d e m i» ! (Berlin). Leibniz' in teşvikiyle Friedrich I tarafından 1700 yı­ lında kurulan Berlin B ilim ler kurumu, Friedrich II döneminde (1743) Prusya bi­ lim ve edebiyat krallık akadem isi adını al­ dı. Başkanı fransız Maupertuis idi Çalış­ ma raporları, 1746-1804 arasında fransızca olarak kaleme alındı. Berlin akademi­ si, Almanya'da alman bilimipin gelişmesin­ de önemli bir rol oynadı, eski yunan ve latin yazıtlarının tümüyle derlenmesi (Corpus) gibi dev çalışmalara girişti, Pertz’in başlattığı Monumenta Germaniae'nin ya­ yımını yönetti. 1946'da Alman Demokra­ tik Cumhuriyeti hükümetince, SSCB Bilim­ ler akademisi örnek alınarak yeniden dü­ zenlendi. Alm an Dem okratik Cumhuriye­ ti bilim ler akadem isi adını alan kurum, ça­ lışmalarını bilimsel araştırmanın bütün dal­ larına yaydı. 1990’da iki Almanya'nın bir­ leşmesinden sonra tekrar eski adını aldı. B ilim le r a k a d e m is i (Çin). 1949’da Pe­ kinde, Academia Sinica (1928'de kuruldu) ile Pekin akademisi'nin (1929’da kuruldu) birleşmesinden doğdu. 50'li yılların sonu­ na kadar Çin bilimsel sisteminin temel yö­ netim organı olarak kaldı. Sonra bu gö­ rev bir hükümet kuruluşuna devredildi. Bugünkü Bilimler ve teknikler komisyonu olan bu kuruluşun başkanı, Akademi’nin de başkamdir. Akademi en önemli araştırmacı yetiştir­



% bilinç me örgütüdür. Her şeyden önce de, yö­ netimi altındaki kırk kadar enstitünün ara­ cılığıyla, temel bilimsel çalışmaları geliş­ tirmekle görevlidir. 1977’de sosyal bilim­ ler bölümünden ayrılarak Çin Sosyal bi­ limler akademisi'ne dönüştürülmesinden bu yana, akademi yalnızca ten ve doğa bilimleriyle uğraşır. B ilim le r a k a d e m is i (Rusya). Büyük Petro tarafından 1725'te kurulan Petersburg Bilimler akademisi, Fransa’nın o dönemdeki dört büyük akademisine denk düşecek biçimde bölümlere ayrıl­ mıştı ve başlangıçta 15 üyesi vardı. Sıra­ sıyla Lomonosov, Ostrogradskiy, Çebıyşev, Butlerov ve daha başkaları bu üye­ ler arasında yer aldı. Ancak Lobaçevskiy ve Mendeleyev dışarıda bırakıldılar. 1917-1991 arası SSCB Bilimler akademi­ si adını taşıyan kurumun üye sayısı bu­ gün 200 ü aşmaktadır. 1963'te gerçek­ leştirilen yeni bir düzenlemeyle daha da güçlendirilmiş ve bilimsel araştırmalar arasında eşgüdüm sağlayan başlıca or­ gan durumuna gelmiş olan kuruluş, doğ­ rudan doğruya Rusya Bakanlar kurulu'na bağlıdır. Rusya Bilimler akademisi, günümüzde, 260’ın üstünde bilim kurumunun çalışmalarını yönetmekte, 11 bi­ tlim derneğini denetlemektedir. 5 dala ayrılmıştır (fizik, matematik ve teknik bi­ limler, kimya ve biyoloji bilimleri, yer bi­ limleri, sosyal bilimler), ayrıca bir de Si­ birya bölümü vardır. B ilim le r A k a d e m is i s ır a d a # !a n AKADEMİ dağları.



B ilim le r v e s a n a tla r ü z e rin e k o ­ n u ş m a (Discours sur les Sciences et les arts), Jean-Jacques Rousseau'nun, Dijon akademisi'nin yarışma sorusuna olumsuz cevap verdiği yapıt (1750). Akademinin sorusu şuydu: “ Bilimlerin ve sanatların kurulması, törelerin arınmasına yol açmış mıdır?” Rousseau cevap olarak, uygarlı­ ğın yozlaşmaya yol açtığını, olguların da bunu kanıtladığını ileri sürdü ve örnek ola­ rak XVIII. yüzyıl toplumunu, Mısır’ı, eski Yunanistan'ı ve Roma'yı gösterdi. Buna karşılık Persler, iskitler, Germenler ve İsparta, edebiyatın ve bilimlerin ilerleme­ sine ve üretilmesine düşman oldukları için, güçlüydüler. Rousseau, bu tezi pekiştiren olguları bir bir sayar. Ona göre, her bilim ve her sa­ nat, bir kötülükten doğmuştur. Gökbilimin temelinde boşinançlar, güzel konuşma sanatının temelinde hırs ve yalan, geo­ metrinin temelinde pintilik, fiziğin temelin­ de merak vardır ve bunların hepsi de gu­ rurun ürünleridir. Bilimler ve sanatlar tem­ belliği körükler ve bunlarla ilgilenmemiz, bizi gerçekten uzaklaştırır. Ama ilkel kül­ türsüzlüğü edinmek olanaksız ve özlen­ meyen bir şeydir. Bundan ötürü, dehala­ rı desteklemek gerekir. Ama “ gerçek fel­ sefe", vicdanın sesini dinlersek gerçek­ leşecektir. Dijon akademisi Rousseau'ya ödül ve­ rerek, görüşünü tutkuyla savunan bir in­ sanın güçlü yeteneğini ödüllendirmiş ol­ du. Voltaire ve Ansiklopedicilerin aklın “ ışığına” olan inancını sarsan bu ters gö­ rüş, yazarının daha sonraki tüm düşün­ ce yaşamını belli bir doğrultuya soktu. B İL İM L E Ş T İR İC İL İK a XIX yy ın so­ nunda ortaya çıkan ve bilimin bize nes­ nelerin gizli iç doğasını öğrettiğini ve in­ san aklının bütün gereksinimlerini gider­ meye yettiğini ileri süren felsefi tutum. (Bu görüş, olguculuğun [pozitivizmin] bir tü­ rüdür.) B İL İM S E L sıf. 1. EDEBİ'ye karşıt olarak bilime ilişkin: Bilim sel araştırma. Önemli b ir bilim sel buluş. —2. Bilgi alanında, ke­ sinlik, nesnellik, titizlik gibi bilimin belirle­ yici özelliklerini taşıyan şey için kullanılır: Bilim sel b ir anket hazırlamak. Bilim sel b ir yaklaşım, tutum. Bilim sel gerçeklik. —3. Bilgi edinmek amacıyla bilim adamların­ ca sürdürülen girişim: Ağrı dağına düzen­ lenen bilim sel gezi. Bilim sel b ir kongre.



—Bilkur. Bilim sel olgu, bir bilimin, bir bi­ limsel kuramın oluşturduğu konu. —Dilbil. Tarihsel dilbilimde, halk kullanım ı'na karşıt olarak, sesçil bir evrimden değil, dolaysız bir aktarımdan kaynakla­ nan biçim için kullanılır. B ilim s e l b ir lik le r k o n s e y i (uluslara­ rası), sayıları bugün yirmiyi bulan bütün büyük uluslararası bilimsel birliklerin fede­ rasyonu; 70 üye ülkenin bilimin çeşitli dal­ larına ve uygulamalarına yönelik çabala­ rı arasında eşgüdüm sağlamak amacın­ dadır. 1919’da kurulan ve merkezi Brük­ sel’de bulunan Uluslararası araştırmalar konseyi, benzer yapılara sahip olan ve çeşitli ortak kurallar benimseyen belli sa­ yıda büyük uluslararası birlikler kurulma­ sını amaçlıyordu. Bu örgüt 1926’da yeri­ ni genel sekreteryası 1972’den beri Pa­ ris'te bulunan Uluslararası bilimsel toplu­ luklar konseyi'ne bıraktı. Federasyonu oluşturan birlikler, her ülkenin ilke olarak (B ilim ler) A k a d e m i’siyle katıldığı hükümetler-dışı bir örgüttür. B ilim s e l v e te k n ik a r a ş tır m a k u ­ ru m u (Türkiye) -» TÜBİTAK B İL İM S E L L İK a. Bilimsel olma durumu. B İL İM S İZ sıf., be. Bilimden yoksun; bi­ lim olmadan. B İL İN C H ya da V İL İN C H (indalecio BİZCARRONDO, — denir), bask şair (San Sebastiân 1831 - ay. y. 1876). Aşk ve yer­ gi şiirleri yazdı. B İL İN Ç a 1. Kişinin kendi varlığına ya da dış dünyaya ilişkin doğrudan edindi­ ği sezgisel ve düşünsel bilgi; şuur: B ir sü­ re baygın kaldıktan sonra bilinci yavaş ya­ vaş yerine geldi. Bilincini yitirmek. (Bk. an­ sikl. böl. Fels.). — 2. Bir şeyin varlığına, gerçekliğine ilişkin zihinde açık seçik be­ liren temel düşünce: Tarih bilincinden yoksun b ir kimse. Sınıf bilincine ulaşmak. —3. B ilinci yerinde, tüm anlama, algıla­ ma, tanıma yetisi etkin durumda olan kim­ se için kullanılır; aklı başında: Yaralının bi­ lin ci yerinde değil, sizi duyamaz. || B ir şe­ yin bilincinde olmak, o şeyin varlığına ya da gerçekliğine ilişkin tam ve açık bir bil­ gi edinmiş olmak: Haklı olduğunun bilin­ cinde. Zamanın akıp geçtiğinin bilincin­ de olmak. || B ir şeyin bilincine varmak, onu anlayıp kavramak, algılamak, onun ayrımına varmak: Bazı olayların bilincine varmakta geç kalıyoruz. —Ed. B jlinç akımı (stream o f consciousness), E Dujardin tarafından başlatılıp (Les lauriers sont coupâs, 1888), Joyce (Ulysse, 1922), V. Woolf (The waves, 1931), Faulkner, vb. tarafından sürdürü­ len ve daha çok romanda kullanılan ede­ biyat tekniği. (Metinde, bilincin bütün öğe­ lerinin [algılar, fikirler, hayaller, arzular, duygular], aralarında herhangi biraşamalanma gözetilmeksizin, karışık olarak birarada verilmesine çalışılır. “ Bergson'cu” olarak görülen bu iç monolog, gelenek­ sel ruh çözümlemelerini bir yana atarak ruh dünyasını bütünlüğü içinde aktarmak kaygısında olan bir psikolojik yenigerçekçilik aracı olarak kullanıldı.) —Fels. Sınıf bilinci, marxçılara göre, bir kimsenin, bir sınıfa karşıt olarak, belirli bir toplumsal sınıfa bağlı olduğunu bilmesi­ ni sağlayan ideolojik tasarımların (eğitim, kültür) ve toplumsal davranışların (mes­ lek yaşamı, siyasal yaşam, vb.) tümü. || Herhangi b ir şeyin bilinci, Husserl’in ve Sartre'ın görüngübilimine göre, zihinde­ ki düşünce nesnesinin, imgenin, düşün­ cenin kendisinden hiçbir biçimde ayırt edilememesi. (Bk. ansikl. böl.) || Kendinin bilinci, Hegel'de, bilmenin bir uğrağı. Bu uğrakta birey, düşünce yoluyla kendini, kendinde içerilmiş olarak kavrar. (Bk. an­ sikl. böl.) —Giz. bil. Evren bilinci, hem insanda, hem hayvanda bulunan olağan bilinçle insana özgü düşünümlü bilinçten başka, ermişler ve tasavvufçularca erişilen üçün­ cü bir bilinç türü. Tam bir zihin açıklığıyla



yaşanan evrensel yaşamın oluşturduğu bu tür bilinçte, tanrı Evren'e, Evren’de Tanrı'ya dönüşür. (Bu deyim, kanadalı R. M. Bucke'ın 1901'de ortaya attığı “ cosmio consciousness" deyiminin çevi­ risidir.) —Psik. ve Ruhbil. Özneye, kendi kişilik yapısına ve kendini geleceğe yansıtma­ sına göre, güncel deneyimini çözümleme olanağı sağlayan bireşim işlevi. || Bilinç bozuklukları, öznenin kendisine ve somut varlığına ilişkin algı ve/ya da dikkat dü­ zensizliğini içeren rahatsızlıkların tümü. (B k.ansikl. böl.) —Psikan. Ruhsal aygıtın, bilinçdışının ve önbilincin yanı sıra algı-bilinç kesimini kapsayan bölümü. —Topbil. K olektif bilinç, Durkheim ve iz­ leyicilerine göre, bir topluluk üyelerinin or­ taklaşa benimsedikleri inanç ve duygula­ rın tümü. —ANSİKL. Fels. Hegel'de bilinç (Bewu8tsein) dolaysız bilme yetisi bakımından ele alınan somut insanı; insansal ve ruhsal anlam taşıyan dünya deneyimini gerçek­ leştiren şey olarak insanı belirten bir te­ rimdir: ilk başlığı Wissenschaft von der Erfahrung des BevvuBtseins (Bilinç deneyi­ nin bilimi) olan Phânomenologie des Geistes’te (Tinin fenomenolojisi) Hegel şöyle yazar: "Bilinç, bağıntılı olduğu şeyi kendinden ayırt eder ve aynı zamanda ona ilişkilidir. Başka bir deyişle, bilinç için bir şeyin var olması sözkonusudur ve bu ilişki ediminin ya da bir bilinç için bir şe­ yin varlığının belirlenmiş yanı, bilm e’dir” (Phânomenologie des G eistes," “ Einleitung” ). Bu birlik ve ikilik durumu, bilginin "ölçülüp biçilme” sini zorunlu kılar; ama bu karşılaştırmanın (ölçmenin), bilme için­ de yapılması gerekir; çünkü "bilinç ken­ di ölçüsünü kendinde taşır; bunun için, bu konuda yapılacak araştırma, bilincin kendi kendisiyle karşılaştırılm ası olacaktır" (ay.ypt.). Felsefede maddeci düşünceyi benim­ seyen marxçılara göre gerçek, bilinçten bağımsızdır; nesnel gerçek varlık ve top­ lumsal varlık, bireyin bilincine bağlı değil­ dir. Nitekim Marx'a göre, "yaşamı belir­ leyen bilinç değil, tersine, bilinci belirle­ yen yaşamdır” (Alm an ideolojisi [Deu­ tsche Ideologie]). Bununla birlikte, marxçı felsefe, bir yana varlığı, öbür yana bi­ linci koyan yeni bir ikicilik olarak görüle­ mez. Varlığın bilinçten bağımsızlığı, tersi de sözkonusu olan bir bağımsızlık değil­ dir. Yani bilinç, varlıktan bağımsız değil­ dir. Nihayet, bilinç biçimleri, özgül birta­ kım sonuçlardır ve kendilerini meydana getiren koşullara indirgenemezler. Nietzsche'ye göre, anlaşılması gereken temel nokta şudur: bilinç, “ iç dünyamızı oluşturmak şöyle dursun, onun ancak özel (belki de hastalıklı) bir durumudur.” "Yaşam, bilinç denen bu aynada kendi­ ne bir kez bile bakmadan pekâlâ akıp geçebilir" (Die fröhliche VVİssenschaft [Neşeli bilim]). Ayrıca bilinç, yalnız parçasal olmakla kalmaz, aynı zamanda yan tu­ tucu ve aldatıcıdır da; çünkü "ona ulaşan hiçbir şey yoktur ki, daha önce tamamen değiştirilmemiş, şematikleştirilmemiş ve yorumdan geçirilmemiş olsun" W illezur M acht [Güçlü olma istenci]), Nietzsche’ nin gözünde batı metafiziğinin asıl yanıl­ gısı, bilince hak etmediği ölçüde değer vermesidir: "Bilinci hayatın ölçüsü, en yü­ ce değeri olarak alıyoruz, oysa o bir araç­ tan, yaşam denen bütünün bir ayrıntısın­ dan başka şey değildir: bizimkisi, parça­ yı bütün yerine alan yanılgılı bir görüştür" (ay.ypt.) Bergson, Essais sur les donnâes immâdiates de la conscience'da (Bilincin doğ­ rudan verileri) bilinci, birbirinden ayrı ve birbirini izleyen ruh hallerinden oluşan “ yüzeysel bilinç” ve hiçbir şekilde niceleştirmeye, belirlemeye ve dolayısıyla bi­ limsel yaklaşıma gelmeyen "dikkatli bilinç" olarak ikiye ayırır. Husserl, bilinçle ilgili üç ayrı kavram or­ taya koyar: deneysel (ampirik) beni oluş­



1643



bilinç 1644



Zehra Bilir Gelişim arşivi



turan öğelerin bütünü, yani "ruhsal ya­ şantıların dokusu’ olarak bilinç; “ bu ruh­ sal yaşantıların iç algılanm ası" olarak bi­ linç; "her türlü ‘ruhsal edim' ya da yöne­ lim se! yaşantıya verilen kapsayıcı ad olarak” bilinç (Logische Untersuchungen [Mantık araştırmaları] 5, 1, 1). Husserl’in özgün yanı, bilinci aşan ve çeşitli ruhsal yaşantılara dışarıdan birlik veren (Kant’ ın dediği anlamda: "Düşünüyorum "un benim bütün tasarımlarıma eşlik edebil­ mesi gerekir” ) bir ben anlayışını reddetmesindedir. Husserl'e göre, “ açıkça an­ laşılacağı gibi ben, çeşitli yaşantılar üstün­ de yer alan özgül bir şey olmayıp, bu ya­ şantılar arasındaki bağlılığın meydana ge­ tirdiği birlikle aynı şeydir” (ay. ypt.). Husserl'in felsefeye getirdiği en önemli yeni­ lik, geliştirdiği dinamik bilinç anlayışında aranmalıdır: "Bilinç ve dünya eşzamanlı verilerdir: özü bakımından bilincin dışın­ da olan dünya, yine özü bakımından ona bağlıdır.” Husserl, bilinci hiçbir fiziksel gö­ rüntünün-belki bir çatlayıp açılmanın hızlı ve karanlık görüntüsü dışında- dile geti­ remeyeceği ve hiçbir şeye indirgenemeyecek bir olgu olarak görür. Bilmek, "belli bir yöne çatlayıp açılmadır” (Sartre, Situations [Konumlar], 1). Böylece, Husserl' in “ her bilinç, bir şeyin bilincidir” sözü, eğer bilinç kendi kendisini kavramaya, kendi kendisiyle örtüşmeye kalkışacak olursa, kapıları hemen kapanır ve yok olu­ verir, anlamına gelir. Bilinç için, bu ken­ disinden başka bir şeyin bilinci olarak var olmak zorunluluğuna Husserl, yönelm iş­ tik adını verir (ay. ypt.). • Kendinin bilinci. Hegel'de kendinin bi­ linci (SelbstbevvuBtsein), bilmenin öteki yanıyla, bilincin bir dış nesneyi kavrama­ ya yönelik yanını bir araya getirir. Bu iki boyutun birliği, akıldır.“ Bilincin içinde ta­ şıdığı gerçek, kendinin b ilin c i'dir ve bu sonraki bilinç, öncekinin temelidir; öyle ki, varoluşta, bir öteki nesneye ilişkin her bi­ linç, bir kendinin bilincidir: ben, nesneyi kendi nesnem olarak bilirim (o, benim kendi tasarımımdır), dolayısıyla, onda, kendimi tanıyıp bilirim” (Enzyklopâdie, 424). Ama, "kendinin bilinci, kendi belir­ lenimlerinin aynı zamanda nesnel belirle­ nimler olduğuna, kendi düşüncelerinin ol­ duğu kadar eşyanın özünün de belirle­ nimleri olduğuna ilişkin kesinliğe vardığı zaman, akıl halini alır” (ay.ypt., 439). —Psik. Bilinç kavramının belirsizliği, bilinç bozuklukları denen ruhsal bozuklukların tutarsız çeşitliliğini açıklar. Nitekim H. Ey, bütün zihin patolojisini, bilinç alanının az ya da çok derinden yıkıma uğraması ola­ rak görür. Pierre Janet’ye göreyse, nev­ rozların temel belirtisi, bilinç alanının da­ ralması adını verdiği bir başlangıç bozuk­ luğunun sonucudur. Ama genel olarak, iki çeşit bilinç bozuk­ luğu ayırt edilir: 1) dikkatin (nörobiyologların uyku-uyanıklık adını verdikleri siste­ min düzenidir) niceliksel bir bozukluğa uğradığı haller: uyku bozuklukları, hipnoz, bilinç kararması, düşünme hantallığı, uyu­ şukluk, koma, bayılmalar, sarhoşluk, sa­ ra nöbetleri, zihin bulanıklığı, vb. gibi; 2) özellikle ruhgenetiksel nitelik taşıyan ve te­ mel klinik görüntülerinden biri de bilinç bozukluğu olan haller: hezeyan nöbetle­ ri, süreğen psikozların verimlilik anları ya da patolojik zihin yapısına sahip bazı ki­ şilerde görülen paroksistik haller (kişilik kaybı ve özellikle histerinin karartılı ve ikin­ cil halleri). B İL İN Ç A L T I sıf. Ruhbil. Öznenin bilin­ cinde olmadığı, ama davranışını etkileyen bir ruhsal duruma denir. —Reklamc. Bilinçaltı reklam, algılama eşi­ ğinin altında yer alan bazı öğeleriyle tü­ keticinin bilinçdışını hedef tutan reklam mesajı. ♦ a. 1 . Bilinçaltı ruhsal durumların tü­ mü. (Başta P. Janet olmak üzere, XX. yy. başında bazı ruhbilimciler tarafından kul­ lanılan bu kavram, anlamı çok belirsiz ol­ duğu için, psikanalizciler tarafından bir



yana atıldı.) —2. En zayıf, dikkatlilik duru­ mu. B İLİN Ç D IŞ ! a. Bilinçten kaçan ruhsal ol­ guların tümü. —Psikan. Freud’un birinci topiğindeki üç ruhsal öğeden biri. (Bk. ansikl. böl.) || Ko­ le ktif bilinçdışı, C.G. Jung’a göre, bütün insanlarda özdeş, zaman ve mekândan bağımsız ve insanlığın binyıllık deneyim­ lerinin katmanlaşması olan bilinçdışı. (Ko­ lektif bilinçdışı, her türlü yaratıcılığın kö­ keninde ilkörnekler aracılığıyla kendini gösterir.) || Etnik bilinçdışı, G. Devereux' ye göre, bir etnik grubun bütün üyelerin­ de bir olan ve kültürel baskılarla bastırıl­ mış içeriklerden oluşan bilinçdışı bölümü. || idyosenkrazik bilinçdışı, G. Devereux’ ye göre, içeriğini bireyin geçirdiği özgül travmaların oluşturduğu bilinçdışı. || Kişi­ sel bilinçdışı, C.G. Jung'ta, freudcu ku­ ramın bilinçdışı anlayışına denk düşen bi­ linçdışı bölümü. (Kişisel bilinçdışı, rüyalar­ da gölge-kişi aracılığıyla kendini gösterir.) || MakineseI bilinçdışı, G. Deleuze ile F. Guattari'ye göre, imgeler ve sözcüklerle, ayrıca bilinçdışını, bu imge ve sözcükleri üretmeye ve yeniden üretmeye götüren her türlü mekanizmayla dolu bilinçdışı. —ANSİKL. Bilinçdışı kavramı, freudcu bir buluş olmamakla birlikte, bu kavrama bü­ tün önemini S. Freud kazandırmıştır Freud, bu kavramı, öznenin yaşamındaki cin­ sel travma olayları ile, bu olaylardan do­ ğan kabullenilmez cinsel tasarımların bas­ tırılmasından kaynaklanan sonuçlar ara­ sındaki bağı, ruhsal belirlenimcilik ilkesi­ ne uygun olarak açıklamak için bir var­ sayım olarak kullanmış ve bu sonuçların hastalık belirtilerinde kendini gösterdiği­ ni ileri sürmüştü. Freud'un, araştırmaları­ nın başında karşısına çıkan rüyalar, ek­ sik edimler ve nevroz belirtileri, bu bilinç­ dışı düzeyin varlığını gösteriyordu: gün ışığına çıkarılan bilinçdışı, bu bilinçdışının işleyişini belirleyen bastırımdan ayrılamaz­ dı. Bastırılmış istekler, bilinç düzeyine çık­ mamakla birlikte, bilinçdışında varolmak­ tan da geri kalmıyor ve orada dinamizm­ lerinden hiçbir şey yitirmiyorlardı. Ama Freud, 4915’te M etapsychologie adlı ya­ pıtında, “ bastırılmışın, bir bilinçdışı bölü­ münden başka şey olmadığını” da belir­ tiyordu. Freud, bilinçdışı ve bilinçli ruhsal edim­ lerden başka, bir süre bilinçdışı olan, ama bilinçli olmaya eğilim de gösteren ve önbilinç sistemini meydana getiren ruhsal edimleri, ayrı bir öbek olarak ele aldı. De­ mek ki Freud, ilk dönemde, ruhsallık (ruh­ sal aygıt) içinde üç sistem ayırt ediyordu: bilinçdışı, önbilinç ve bilinç. Bu ayırt etme­ ye, birinci topik adı verildi; bunun nedeni de, herhangi bir ruhsal edimin ya da çe­ şitli eğilimler arasındaki bir çatışmanın, hangi sistem içinde ya da hangi sistem­ ler arasında yer alabildiğini saptama ola­ nağını vermesiydi. Soyut bir ayrım olan bu topiğin, anatomik bir yerlendirmeyle hiçbir ilişkisi yoktu. Önbilinç-bilinç dizgesi, bir takım direnç­ ler aracıyla, bastırılmışın bilinç düzeyine çıkmasını etkin olarak engelliyordu. Bilinç­ dışı, bir istekler deposuydu ve birbiriyle bağdaşmaz istekler, burada yan yana bu­ lunabiliyordu. Freud şöyle yazıyordu: "Bu sistemde ne yadsıma, ne kuşkulanma, ne­ de kesinlik bakımından derecelenme var­ dır.” Bir istek, kendi enerjisinin bir bölü­ münü bir başka isteğe aktarabilirdi (yer değiştirm e); birçok isteğin enerjisi ise, bir tek istekte toplanabilirdi (yoğunlaşım). Kendini yoğunlaşım ya da yer değiştirme olanağıyla gösteren bu hareketlilik, Freud' un birincil süreç adını verdiği şeyin be­ lirtici özelliğiydi; bu işleyiş, rüyada açık­ ça görünüyordu. Ûnbilinç-bilinç sistemi ise, bir doyumun ertelenmesini sağlayan ikincil süreçlere boyun eğiyordu. Bilinç­ dışı, zaman (bilinçdışı istekler zamanın akışıyla bir değişikliğe uğramıyorlardı) ya da dış gerçeklik diye bir şey tanımıyordu. Zamanı ve dış gerçekliği işin içine sokan,



bilinç-önbilinç sistemiydi. Bilinçdışının yal­ nızca haz ilkesine —yani sonraki sonuç­ ları ne olursa olsun, bir dürtünün hemen doyuma ulaştırılmasına— boyun eğmesi­ ne karşın, önbilinç-bilinç sistemi, gerçek­ tik ilkesi ile belirginleşiyordu. Bu sistem, bir dürtünün doyumunu erteleyebiliyor ya da ereğini dış gerçekliği göz önüne ala­ rak uyarlayabiliyordu. J. Lacan’ın önerdiği Freud'a dönüş, onu, bilinçdışı kavramının yeni bir biçim­ selleştirilmesine götürdü. Lacan, düşün­ cesini şöyle açıkladı: “ Bilinçdışı, dil gibi yapılanmıştır.” Yani özneyi kuran öğeler olan göstergelerin tutarlı bir art arda geli­ şiyle işler. Lacan’ın yapıtlarında, freudcu yoğunlaşım eğretileme,yer değiştirme de düzdeğişmece oldu. B İL İN Ç L E N D İR İL M E K -* BİLİNÇLEN MEK.



B İL İN Ç L E N D İR M E a. Topbil. Bir kim­ senin, bir şeyin bilincine varmasını sağ­ lama. —ANSİKL. Bilinçlendirme, aslında, okuma -yazma bilinmeyen bir ortamda kullanılan belli bir pedagoji tekniğidir. Özellikle ba­ zı üçüncü dünya ülkelerinde, okuma -yazma öğretiminde kullanılan bu teknik, pedagogun toplumsal ve ekonomik du­ rum irdelemesi yaptırmasına dayanır. Bu görüşü benimseyenlere (aralarında bre­ zilyalı Paulo Freire'yi saymak gerekir) gö­ re bilinçlendirme, böylece, etkili bir okuma-yazma öğrenimini olanaklı —gün­ lük yaşama dayandırıldığı için— kıl­ dığı gibi, kişinin kendi sömürülme duru­ mu konusunda, kendiliğinden edinebile­ ceği bilince oranla daha güçlü bir bilinç edinmesini de sağlar. B İL İN Ç L E N D İR M E K



-> BİLİNÇLEN



MEK.



B İL İN Ç L E N M E K gçz. f. Bir kimse, bir topluluk sözkonusuysa, kendini ve dış dünyayı bilinçle algılar, kavrar, yargılar duruma gelmek. ♦ b ilinçlen dirm e k ettirg. f. B ir kim ­ seyi, b ir topluluğu bilinçlendirm ek, onla­ rın bilinçlenmesini sağlamak: Halkı bilinç­ lendirm ek. Bu olay hepim izi bilinçlendir­ di. ♦ bilin çle n d irilm e k edilg. f. Bilinçli duruma getirilmek. B İL İN Ç L İ sıf. 1. Kendini ve dış dünyayı bilinçle algılayan, neyi niçin yaptığını bi­ len kimse, topluluk için kullanılır: B ilinçli b ir insan haklarını b ilir ve savunur. Bilinçli b ir halk. —2. Bu biçimde yapılan eylem, düzenlenen şey ya da bilerek, isteyerek, bile bile yapılan eylem İçin kullanılır: Bi­ linçli b ir seçim. B ilinçli b ir kampanya. Duygusal değil, b ilin çli b ir yaklaşım. —Psikan. Belli bir anda bilincin kapsadı­ ğı bir ruhsal içerik için kullanılır. B İL İN Ç L İL İK a. Bilinçli olma durumu. B İL İN Ç S İZ sıf. 1. Bilinçlenmemiş ya da bilinçlendirilmemiş, bilinçli olmayan kim­ se, topluluk için kullanılır: B ilinçsiz b ir adam. Bilinçsiz b ir halk. —2. Bilinçle, ye­ teri kadar düşünülerek yapılmamış eylem için kullanılır: Bilinçsiz b ir karar. Bilinçsiz b ir seçim. B İL İN Ç S İZ L İK a Bilinçsiz olma duru­ mu. B İL İN E B İL İR sıf. Fels. Bilinebilen. B İL İN E B İL İR L İK a. Fels. Bilinebilen şe­ yin niteliği. B İL İN E M E Z C İ sıf. Bilinemezciliğe iliş­ kin. ♦ sıf. ve a.. Bilinemezciliğin yandaşı olan kimse. B İL İN E M E Z C İL İK a. insan zihninin mutlağı kavramasının olanaksızlığını ileri süren; şeylerin öz doğası, kökeni ve ge­ leceği konusunda hiçbir bilgimiz olmaya­ cağını savunan felsefe öğretisi. B İL İN İT a. (fr. bilinite). Miner. Hidratlı do­ ğal demir sülfat.



B İL İN M E K -> BİLMEK. B İLİN M E Y E N a Ceb. Denklemlerde ya da eşitsizliklerde değişkene ya da değiş­ kenlere verilen ad. B ilin m e y e n ş a h e s e r (Le C ğef -d ’oeuvre inconnü), H. de Balzac’ın Etudes philisophiques'üe yer alan hikâ­ yesi (1831). Ressamı tarafından uzun sû­ re haıKtan gizlenen bir tablonun, anlam­ sız çizgilerden oluştuğu anlaşılır. Hikâye, olağandışı hayallerle sanatın güçlükleri üzerine düşüncelerin bir karışımıdır. B İL İN M E Z sıf. Bilinmeyen, belli olma­ yan şey için kullanılır; meçhul: H angi bi­ linm ez duygu onu böyle konuşturuyor? B İL İN M E Z L İK a Bilinmez olma duru­ mu. B İL İN S K İ (Leon), polonyalı devlet ada­ mı (Zaleszczyki, Galiçya, 1846-Viyana 1923). Siyasi iktisat profesörü, Viyana’da Reiohsrat'ta milletvekili (1883), Badeni ka­ binesinde maliye bakanı (1895-1897), Avusturya-Macaristan bankası guvernörü (1901). Avusturya'ya bağlılık konusun­ da, polonyalı siyaset adamları arasında belirleyici bir rol oynadı. Paderewski ka­ binesinde Polonya maliye bakanlığı yap­ tı (1919). B İL İR sıf. "Biimek” fiilinin geniş zaman sıfatfiil biçimi; “ anlayan" anlamında kimi birleşik sıfatların oluşumunda yer alır: De­ ğerbilir, iyilikbilir. ■ B İL İR (Zehra), türk halk müziği sanatçı­ sı (Arapkir, Malatya, 1913). Kanuni Artaki Candan’dan nota, usul ve solfej ders­ leri aldı (1939- 1944). Saadettin Arel'in derslerine katıldı. İstanbul, Ankara ve İz­ mir radyolarında söyledi. Yerel giysileri ve ağız özellikleriyle okuduğu türkülerle ge­ niş ilgi gördü. B İL İR K İŞ İ a. Özel bilgi ve uzmanlık ge­ rektiren bir konuda görüş bildirmek üze­ re görevlendirilen kimse: Kazayla ilg ili bi­ lirkişi raporu geldi. —Huk. Bir davada, hukuk dışında kalan ve yargıcın bilmediği özel ve teknik bilgi­ yi gerektiren konularda görüşüne başvu­ rulan kişi. (Eşanl. EHLİVUKUF ) [Bk. ansikl. böl.] || B ilirkişi raporu, bilirkişinin oy ve gö­ rüşlerini içeren yazı. (Bilirkişi raporunun, tarafların ad ve soyadlarını, bilirkişinin çözmekle görevlendirildiği konuyu, ince­ leme konusu yapılan maddi olayları, ge­ rekçeyi, sonucu, bilirkişiler arasında gö­ rüş ayrılığı varsa bunun nedenini, düzen­ lendiği tarihi ve bilirkişilerin imzalarını ta­ şıması gerekir.) j| Resmi bilirkişi, belirli ko­ nularda bilirkişilik yapacakları yasayla be­ lirtilmiş kişiler. (Adli tıp kurumu, Yüksek sağlık şurası vb.) —ANSİKL. Huk. Ceza ve hukuk yargılama yasalarına göre bilirkişiye başvurma ve üçten çok olmamak üzere sayısını sapta­ ma yetkisi yargıca aittir. Yargıç, bu yetki­ sini, kendiliğinden ya da taraflardan biri­ nin istemi üzerine kullanır. Ceza yargıla­ ma usulü yasası, hazırlık soruşturmasın­ da gecikmede sakınca bulunan durum­ larda C. savcısının da bilirkişiye başvura­ bileceğini öngörmüştür, ilke olarak bilir­ kişiye başvurma zorunluğu yoktur. Ancak yasalar bazı konularda bilirkişiye başvur­ mayı zorunlu sayar. Örneğin akıl hastalı­ ğının bilirkişi raporuyla saptanması zorun­ ludur. Yargıcın, mesleği nedeniyle bilmek zorunda olduğu hukuki sorunlar için bi­ lirkişiye başvurulamaz. Bilirkişinin tarafsız olması gerekir. Bu nedenle, yargıcın red­ dini gerektiren nedenler bilirkişiler için de geçerlidir. (-* RED.) Kural olarak bilirkişi­ lik görevi zorunlu değildir. Ancak, resmi bilirkişiler, bilirkişilik yapmak zorundadır­ lar. Bilirkişi, ancak maddi olaylar konu­ sunda görüş bildirir, hukuki sorunlar için görüş bildiremez. Taraflar bilirkişi raporu­ na itiraz edebilirler. Bilirkişi raporu yargı­ cı bağlamaz, yargıç, ek rapor isteyebilir ya da yeni bir bilirkişi incelemesi yaptıra­ bilir. Bilirkişiye gördüğü hizmete karşılık,



tutarı yargıç tarafından belirlenen bir üc­ ret verilir.



1645



B İL İR K İŞ İL İK a Bilirkişinin yaptığı iş. B İL İR Ü B İN a (fr bilirubine; lat. biliş, saf­ ra,ve ruber, kırmızı'dan). Biyokim. Etçil­ lerin safrasında bulunan ve safraya ren­ gini veren C33H36N40 6 formüllü kırmızı pigment. —ANSİKL. Bilirübin, hemoglobinin katabolizma ürünüdür; biliverdinin indirgen­ mesinden doğar; sistem (özellikle kemik iliği ve dalak) hücrelerinde oluşarak ka‘na geçer ve orada plazma albüminlerine ve alfa-globülinlere bağlı olarak dolaşır ("serbest” ya da "dolaylı” bilirübin). Da­ ha sonra karaciğere girer, orada gliküronik asitle eşleşir ("eşlenik” ya da "dolaysız” bilirübin). Yalnız "dolaysız” bi­ lirübin safrayla dışarı atılır ve bağırsak flo­ rasının etkisiyle urobilinojene ve sterkobilinojene dönüşür. B İL İR Ü B İN E M İ a. (fr. bilirubinâm ie; lat. biliş, safra, ruber, kırmızı ve yun. haima, larda birçok ödül (Devlet resim heykel -atos, kan’dan). Kanda, fizyolojik olarak sergisi 1979, Atatürk resim yarışması’nda bilüribin bulunması (normal oranı 3-10 mansiyon 1981) kazandı. mg/litre). —ANSİKL. Bilirübinemi, Ehrlich diazo tep­ kimesine dayanan Van den Bergh tepki­ T B İL İŞ İM a insan bilgisinin, teknik, eko­ nomik ve sosyal alanlardaki iletişimin, oto­ mesiyle ölçülür. .Bilirübin, suda eriyen matik makinelerde akılcı olarak işlenme­ cinsten (doğrudan bilirübin) tepkime ve­ sini konu alan bilim. (Bk. ansikl. böl.) || Bi­ rir, yağda eriyen cinstense (dolaylı bilirü­ lişim sistemi, belli bir uygulama içip kul­ bin) ancak alkol bulunmak koşuluyla tep­ lanılan bilgiyi elde etme, işleme ve aktar­ kime verir. Bu iki tip bilirübinin belirlenme­ ma olanaklarının tümü. || Bilişim yöntemi, si, kanda aşırı ölçüde bilirübin bulunma­ bilgi dönüşüm ve değişim tekniklerinin sı halinde (sarılık) büyük önem taşır. Çün­ kullanımını daha iyi tanımlamak için, bil­ kü hemolitik sarılıklarda ve fizyolojik be­ gi sistemlerine toplu yaklaşım yöntemi. || bek sarılığında dolaylı bilirübin artar, heEv bilişim i ya da kişisel bilişim , kişilerin patitlerde ve safra yollarının tıkanmasına günlük yaşamlarındaki özel gereksinim­ bağlı sarılıklarda doğrudan bilirübin artar. lerine uygulanan bilişim. B İL İR Ü B İN Ü R İ a. (fr. bilirubinurie). id­ — ANSİKL. Bilişim içinde, temel bilişim adı rarda “ doğrudan” (ya da "dolaylı” ) ola­ altında toplanan bilim dalları, bilgi işleme rak bilirübin bulunması. (Karaciğer iltiha­ sistemlerini kurmak için başvurulan dona­ bı ve sarılık sırasında safra yollarının tıkan­ nım teknikleri, yazılım teknikleri ve çeşitli masıyla oluşur.) özgün problemlerin işlenmesindeki uygu­ lamalar sayılabilir. Temel bilişimde, bilgi B İL İS İZ sıf. ve a. Bilgisiz, cahil: "B ilü ile kuramı, algoritma, sayısal çözümleme kişi başarır iş i/ bilğsüz kişi yele verir aşı' ’ (araştırmalar, problemlerin çözümünde (Süheyl ü Nevbahar, XIV. yy.). [-* BİLİ ] kullanılan matematik yöntemlerini, algo­ B İL İS İZ L İK a. Bilgisizlik, cahillik. (-> Bİ­ ritmaları inceleme ve değerlendirme) ve Lİ.) bilgilerin gösterimi ile problem modelle­ B İL İS T İF A D E be. (ar. b i- ve el rini çıkarmada kullanılan kuramsal yön­ -istifade'den bi-l-istifade). Esk. Yararlana­ temler yer alır. rak, faydalanmak yoluyla: Çocuk, baba­ Bilginin otomatik olarak işlemek için, bil­ sının dalgınlığından bilistifade yanından gileri giriş organlarıyla algılamak, bunları ayrıldı. iletim hatlarıyla aktarmak, belleklerde de­ polamak, programcının hazırlayacağı bir B İL İŞ a 1 . Bilmek eylemi. — 2 . Halk. Bil­ program ya da yazılımla işleme birimin­ dik, tanıdık: B iliş çıkmak. de ("mantık birimi" de denilen işlemci ya da bilgisayar merkezi birimi) işlemek ve B İL İŞ a Ruhbil. işlevi, bilgi edinme olan nihayet çıkış organlarıyla bu bilgileri kul­ ruhbilimsel yapı ve etkinliklerin tümü. (Karşıtı, duygunluk —haz ve acı— alan­ lanıcıya ulaştırmak gerekir. Bilişim siste­ larıdır.) minin, bütün bu altkümelerden oluşan ge­ nel yapısı, çok sayıda araştırmayı zorun­ B İL İŞ Ç İ sıf. Ruhbil. Bilişçilikle ilgili. lu kılar; bu araştırmaların amacı çözüle­ ♦ Sıf. ve a. Bilişçilik görüşlerini benim­ cek probleme ve işlenecek bilişim siste­ seyene denir. mine uygulanacak en iyi sistemi tanımla­ mak, modelini çıkarmak ve değerlendir­ B İL İŞ Ç İL İK a. Ruhbil. Yüksek insan et­ mektir. kinliklerine (biliş) önem veren ve bu etkin­ Bilgi giriş organları çok çeşitlidir; bir işa­ liklerin, davranışlarda ancak dolaylı bir bi­ reti ölçen otomatik algılayıcılar, alfasayıçimde ortaya çıkmalarına karşılık, onların sal klavyeler, şerit ya da delikli kart oku­ bilimsel bir bilgisini edinebileceğimizi ile­ yucuları, manyetik disk, şerit ve disket ri süren kuramsal akım. okuyucuları en çok tanınan giriş organ­ larını oluşturur. Ancak bilgisayarın dış or­ ■ B İL İŞ İK (Hüseyin), türk ressam (İzmir tamla, özellikle, insanla iletişimini kolaylaş­ 1923). 1943’te bitirdiği İstanbul Devlet güzel sanatlar akademisi'nde Cemal Toltıran gittikçe daha yetkin organları orta­ lu, Zeki Kocamemi, Nurullah Berk ve Löoya çıkmaktadır: örneğin görüntüleme ek­ ranıyla bilgi girişi yapılabilir; bu giriş biçi­ pold Lövy'nin öğrencisi oldu. Türkiye minde operatör bir ışık kalemiyle algıla­ Ressamlar cemiyeti'nin başkanlığını yap­ nacak bilgiyi belirtir; kimi ekranlar, duyarlı tı. Başlangıçtaki yapıtlarında geleneksel bir yüzeyle donatılmıştır; ekranın bir böl­ türk sanatlarından yararlanılarak oluştu­ rulmuş çizgisel ağırlıklı biçimleri, dekora­ gesini bilgisayarın işleme almasını sağla­ mak için o bölgeye parmakla dokunmak tif bir yaklaşım içinde ele aldı. 1970'lerde yeterlidir. Nihayet, sözleri otomatik olarak perspektif kurallarından bağımsız, çizgi tanımadaki gelişmeler, doğrudan ses yo­ ve tuş ağırlıklı kent görüntülerine yönel­ di. Resim yüzeyinin dört eşit parçaya bö­ luyla bilgisiyara veri girişini sağlar. Bu yöntemde bilgisayar, bir operatörün söy­ lündüğü son yapıtlarında, geometrik bir leyeceği birkaç düzine sözcüğü kolayca çerçeveyle sınırlanmış alanlar içinde Ana­ tanıyabilir; yakın gelecekte, birçok konuş­ dolu köylüsünün yaşam biçimlerinden macı için geçerli daha geniş bir sözlük da­ görüntülerin genelleştirilmesine dayanan bir üslup geliştirdi. Yurt içindeki yarışma­ ğarcığı, sınırlı bir hata payı ile otomatik



Hüseyin Bilişik'in bir yapıtı özel kol,



bir genel muhasebe servisindeki CİI-Honeywell Buli uç birimi



bir otomobilin kimi mekanik bölümlerinin ve karoserisinin çizimi için, bilgisayar destekli tasarım göstergesi (Bilim müzesi, Toronto)



bir okulda, bilgisayar kullanımı



Bilişim sistemlerinde otomatik bilgi iş­ leme, çok büyük sığalı ve çok hızlı çalı­ şan bellekler gerektirir. Belleklerin sığası bitle ölçülür. Bu sığa, binlerce bit ile mil­ yarlarca bit arasında değişir; kimi bilgiler, birkaç nanosaniyede okunabilen çok hızlı belleklerde depolanır; ama bu bellekler pahalı ve uçucudur; çok büyük öbekler halindeki bilgiler ise, daha yavaş erişim­ li, daha ucuz ve uçucu olmayan ortam­ larda saklanır.



Bilgi, bilişim sisteminin merkez birimin­ de işlenir. Otuz yıldan bu yana, bilişimde­ ki olağanüstü gelişim, işlemcilerin temel öğesi olan elektronik devrelerdeki sürek­ li yetkinleşmeye dayanır. Bu devrelerin fi­ yatı, eşit güçte olmaları koşuluyla, her yıl yaklaşık % 30 düşmektedir; buna karşı­ lık en gelişmiş devrelerin hesap gücü ise her yıl % 30, hatta daha büyük oranlar­ da artmaktadır. Günümüzde, saniyede on bitlik milyarlarca temel işlemi yapacak bilgisayarları tasarlama düzeyine ulaşıl­ mıştır; bu dev hesaplayıcılar, kuşkusuz çok pahalıdır, ama meteoroloji, havacılık, nükleer üretim gibi alanlarda zorunlu olan çok karmaşık hesapları yapma olanağı verir. Buna koşut olarak, mikrobilgisayar pazarında, saniyede yüz binlerce temel komutu yürütebilecek şaşırtıcı hesap sı­ ğaları olan ucuz kişisel bilgisayarların yay­ gınlaştığı görülmektedir. Nihayet, bilişim sistemlerindeki evrimin diğer ayırtedici niteliği, yazılımın gelişimi­ dir. Bu konuda problemlerin çözümünü programlamak için yararlanılan diller ve probleme uygun karmaşık bir yazılımı hız­ la oluşturmayı sağlayan modül program kaynakçaları sözkonusudur. Bilişim günümüzde, mesleki, sosyal ve kişisel yaşamın bütün alanlarına girmiştir: bankalar, sigorta kuruluşları, büyük şirket­ ler, tıp, sanat, bilgisayarla üretim, tasarı­ mın ya da inceleme bürolarının gelişme­ siyle birlikte küçük ve orta sanayiler, ni­ hayet eğitim, bürolar ve evler. Kimi gelişmiş ülkelerde bilişimin çok yaygınlaşması, bazı yasal önlemlerin alın­ masına neden oldu. Bu önlemler ülkeden ülkeye değişse bile, genelde insan kimli­ ğine, insan haklarına, özel yaşama ve bi­ reysel özgürlüğe zarar verecek şekilde bi­ lişimin kullanımı yasaktır. Gerek özel, ge­ rek kamu kuruluşlarına ait bilişim merkez­ lerinde yukarıda belirtilen konularda bil­ gi depolanamaz, ışlenemez ya da bir baş­ ka kullanıcıya aktarılamaz. Bütün merkez­ lerin eylemleri bu amaçla kurulan ulusal komisyonların denetimi altına alınmıştır. Türkiye’de son yıllarda bilgisayarların yaygınlaşma eğilimi göstermesi, yakın bir gelecekte benzer önlemlerin ülkemizde de alınmasını zorunlu kılacaktır. — ida. huk. Bilişim ve özgürlükler, bilgi­ sayarların hafızaya alma kapasitesi, ça­ bukluğu ve iş becerisi bugüne kadar gö­ rülmedik bir biçimde bilgi biriktirmesine ve bunların tek elde toplanmasına olanak sağladı. Diğer yandan, özellikle ortak bir referansın (bilgi kaynağının) kodlaştırılması yoluyla (örneğin SIRET ve SİREN tipi kimlikieme numaraları) bilgi fişleri arasın­ daki bağlantılar gösterilmekte, dağılmış ve bölünmüş bilgiler birleştirilmekte ve aralarındaki kesişme noktaları ortaya konabilmektedir. Telematiğin gelişmesi ise bilgi fişlerinin kötüye kullanılma tehlikesi­ ni genelleştirdi. Bu yüzden yasa koyucu­ sunun müdahalesi gerekli hale geldi.



lişsei bilim ler, bilişe ilişkin bilimlerin tümü (bilişsel ruhbilim, dilbilim, mantık ve bilimkuramı, yapay zekâ araştırmaları, vb.). || Bilişsel ruhbilim , algı, dikkat, bellek, dil, düşünsel süreçler gibi yüksek ruhbilimsel etkinliklerin bilimsel incelenmesi. B İLİV E R D İN a. (fr. bihverdine). Biyokim. Otçulların, kuşların ve soğukkanlı hayvan­ ların safrasında bulunan C^H ^N ^C L for­ müllü boyarmadde. (Hemoglobinin katabolizma ürünü olan biliverdin [safra bo­ yası], retiküloendotelyal sistem [özellikle kemik iliği ve dalak] hücrelerinde oluşur. İnsanda hızla bilirübine indirgenir.) E iik e n t ü n iv e r s ite s i, Türkiye'nin ilk özel üniversitesi (1986). YÖK yönetmeli­ ği hükümleri uyarınca Hacettepe Üniver­ sitesi, Hacettepe tıp merkezi ve Hacet­ tepe çocuk sağlığı enstitüsü vakıflarınca bir ortak vakıf olarak Ankara'da kuruldu. Fakülteler: Mühendislik fakültesi (Bilgisa­ yar ve enformatik, Endüstri; Elektrik ve elektronik), İşletme fakültesi, Fen fakülte­ si (fizik, kimya, matematik), İnsani bilim­ ler ve edebiyat fakültesi (Ingiliz dili ve ed.; Amerikan kültürü ve ed.; Arkeoloji ve sanat), iktisadi ve idari bilimler fakül­ tesi (iktisat, uluslararası ilişkiler, siyaset bil. ve kamu yönetimi), Güzel sanatlar, tasarım ve mimarlık fakültesi (iç mimarlık ve çevre tasarımı, grafik tasarımı, peyzaj ve kentsel tasarım, resim), Müzik ve sah' ne sanatları (müzik, tiyatro). Yüksek okul­ lar: Uygulamalı yabancı diller, Turizm ve otel işletmeciliği, Turizm ve otelcilik mes­ lek, Bilgisayar teknolojisi ve büro yöneti­ mi meslek, Ingiliz dili meslek. a. (ing. söze ). Büyük Britanya'da parlamentonun her iki meclisine sunulan ve kabul edilmesiyle yasa durumuna ge­ len yasa tasarısı. —ANSİKL. Bili yönteminin XV. yy. ortala­ rına do ğru Avam kam arası’ ndaki "dilekçe" yönteminden çıktığı anlaşılıyor. Avam kamarası'nın XVII. yy.'da yasama alanında elde ettiği üstünlüğün XX. yy. başlarında uygulamada tekelleşmeye va­ rıncaya kadar genişlemesiyle, bu meclis tarafından kabul edilen yasa tasarısı ka­ çınılmaz olarak yasa haline gelir. Bu yüz­ den, “ bili" terimi çoğunlukla “ act"ın eşanlamlısı olarak kullanılır. JB İLL (Max), isviçreli ressam, heykelci, mimar ve tasarımcı (VVİnterthur 1908). Bauhaus'ta yetişti (1927 -1929). Mimar ola­ rak, 1929'da'Zürich’e yerleşti. Mondrian ile tanıştı, Abstraction-Creation grubuna katıldı. İsviçre’de başlıca somut sanat La uros-G irau d on



BİLİŞİMİN BİRKAÇ UYGULAMASI



olarak tanınabilecektir. Bununla birlikte sürekli bir konuşmanın otomatik olarak al­ gılanması günümüzde olanaksızdır. Bu tür ses tanıma sistemleri, düşük güçlü ki­ şisel bilgisayarlarda ve çok karmaşık bili­ şim sistemlerinde kullanılmaktadır: otoma­ tik koli sıralama, telefonla otomatik arama ve cevap verme. Bir bilişim sisteminin bilgi çıkış organ­ ları ile giriş organları aynı niteliktedir. Bu birimde örneksel ya da sayısal işaret üre­ teçleri, şerit ya da kart deliciler, manyetik diskler ve şeritler, televizyon ekranlarına oldukça benzeyen görüntüleme ekranları ve söz bireşim sistemleri yer alır. Gerçek­ te, büyük ölçüde tümleşik elektronik dev­ reler, bilgisayarın verdiği komutlarla ol­ dukça geniş bir söz dağarcığının bireşi­ mine olanak verir; ancak, tonlama ve söy­ leyiş biçiminin düzeltilmesi gerekir. Bilişimde iletiıfr-araçlarua^ında tele­ komünikasyon uydularından yararlanan radyo sistemleri, özel telekomünikasyon ağları, demet halinde elektrik telleri, op­ tik lifler vb. sayılabilir. Bilişim alanında en özgün öğeler, bellekler, işleme birimleri ve yazılımlardır.



S İÜ Ş İM O İ a Mesleği, bilişim makine­ lerini incelemek, tasarlamak, programla­ mak, onarmak olan kişi. B İÜ Ş fM L E Ş M E a. Bilişimle donatılma. —ANSİKL. Değişik ülkelerin, bilişimleşmeye ayırdıkları harcamaların, gayri safi milli hasılaya oranı, bu ülkelerin ekonomik ge­ lişme durumu için iyi bir gösterge olarak kabul edilmektedir. Bu oran Japonya ve ABD'de o/o 3 , Batı Avrupa ülkelerinde % 2 dolayında, gelişmekte olan ülkeler­ de ise çok düşüktür. B İL İŞ İM L E Ş T İR M E K f. 1. B ir servisi, b ir kuruluşu bilişim leştirm ek, bunları bili­ şim araçlarıyla donatıp bu araçlarla yönet­ mek. —2. Bir şeyi (bilgileri, verileri vb.) bi­ lişimleştirmek, mesleki bir kesimin gerek­ sinimlerini bilgisayarda işlemek ve bir problemi çözmek için bilişimi kullanmak: B ir bankanın m üşteri hesaplarını bilişim leştirm ek. B İL İŞ M E K



• BİLMEK.



B İL İŞ S E L sıf. Ruhbil. Bilişe ilişkin. || Bit?,ı



Max Bili: Ruban sans tin (1960) Wassen graniti Art modeme müzesi, Paris terrfsiilciîefinden biriydi. Mekânı, matematiğfyStşyanan konstTüktivist bir yöntemle kullâfimaya çalıştı (Ruban san fin heykel teması, 1953-1953; renklerin yer değiş­ tirdiği resimler dizisi...). 1951-1956 arasın­ da, Ulm’deki Hochschule für Gestaltung’u yönetti. Bir tür Bauhaus olan bu kuruluşun binalarını da o yaptı. a İL L A H -> BİLLAHİ. B İL L A H İ ya da B İL L A H ünl. (ar. bi- ve el-AIISh'tan bi-l-ISh, bi-l-IShi). 1. Allah'ın adına and içerim: "B illah ne saht âteş-i suzansın ey g ö n ü l" (Nedim, XVIII. yy.). - -2 . Billah-il-azîm, ulu Tanrı adına and içerim.



B İL L A İO S , Zonguldak ilindeki Yemce (esk. Filyos) ırmağının Eskiçağ'daki adı. Ağzında Teion ya da Tios kenti vardı. B İL L A N C O U R T



-



BOULOGNE



-BİLLANCOURT.



B İL L A R D İE R A a. (öz. a. J. H. de la Billardiöre'den). Tasmanya ve Güney Avust­ ralya kökenli sarılgan dallı bitki. (Pittosporaceae familyası.) B İL L B E m İA a. (öz. a. G. J. B illb erg' den). Tropikal Amerika’da yetişen ve renkli çiçek bürgûlerinin parlaklığından dolayı sıcak seralarda süs için yetiştirilen çokyıllık otsu bitki. (Bromeliaceae famil­ yası.) B tLLE S K O V -< jA N S E N (Prederik Julius), danimarkalı edebiyat eleştirmeni (Hvidbjerg 1907). Filoloji doktorasını ver­ dikten sonra (1938), Kopenhag Üniversıtesi'nde edebiyat okuttu (1941-1977). Kierkegaard, Holberg ve fransız edebiyatı konusunda uzmanlaştı (Sources vives de la pensĞe de M ontaigne [fr. çev.], 1933). Edebiyatta yapısalcı bir görüşün temelle­ rini attı. (Esthâtique de Toeuvre d 'a rt litIĞraire [fr. çev.], 1948); edebiyat tarihini de bu anlayış çerçevesinde eie âldı (Art poötigue danois [fr. çev.], 1944-1958). B İL L E T D O U X (François), fransız tiyat­ ro yazarı (Paris 1927 - ay.y. 1991). 1946'dan başlayarak radyo programları yaptı ve romanlar yazdı (Brouillon d'urı bourgeois, 1961). Garipliğe ve alaya da­ yanan bir tiyatro yarattı. Va done ehez TOrpe'de (1961) gerçeğin ne bir soru, ne de bir itiraf olmadığını, daha çok, dünya­ ya kulak veren, ama dünyanın hiç kulak vermediği bir iç ezgi olduğunu göstermek istedi. Comment va le monde, Mössieu? .İl tourne, Mössieu 'de (1964) tarihin ola­ naksızlığını göstermeye çalıştı. Bu durum­ da yapılabilecek tek şeyi, II faut passer par les nuages’üa (1964) ortaya koydu: başkalarını karşılık gözetmeksizin sev­ mekten vazgeçip, sevgisinin sıcaklığını —hiç şüphesiz "yeterince olgunlaşmamış" olan bir dünyaya yabancı ve bu yüzden de tanımlanması tamamen imkânsız olan bu duyguyu— kendi kalbinde aramak. B İ U J i M I R (Richard), avusturyalı yazar (Sankt Marienkirchen 1890 - Linz 1965). Şair ve romancıdır. Konusunu daha çok halktan alan ve dinsel içerikli dramlarıyla (DerGigant, 1937; Bauernpassion, 1960) tanındı. B İL L İN O H A M , Büyük Britanya'da kent, Tees halici kıyısında, Middlesbrough'un karşısında; 32 100 nüf. Kim­ ya sanayisi merkezi. Kulesi X. yy.'dan kal­ ma kilise. BİLLİN G tS, ABD'de kent, Montana’nın en kalabalık (62 000 nüf.) kenti, Yellowstone River kıyısında. Besin sanayisi. B İL L İN O S (Joseph), İngiliz denizci (Turnham Green 1758'e doğr. - ?). Cook’ un son yolculuğunda, astronomi gözlem­ leri için ona yardımcı oldu (1776-1779). 1785’te çariçe Yekaterina ll'nin hizmeti­ ne girdi. Kamçatka’nın kuzey-doğu'sundaki Sibirya kıyılarında bir keşif yolculu­ ğuna çıktı. 1787'den 1791'e kadar Bering denizi’nin Kolima ile Kodiak adası arasındaki kıyılarını buldu ve inceledi. B İL L İN Q S Q A T E „ Londra’da semt, Thames ırmağının kuzey kıyısında. Eski­ den burada ünlü bir balık pazarı vardı. B İL L İN O T 6 N (Eiisabeth WEİCHSEL, Bayan), İngiliz şarkıcı (Londra 1765’e doğr. - Venedik 1818). J. C. Bach'tan ders aldı. Gelmiş geçmiş en ünlü İngiliz soprano olan Billington, meslek yaşamı­ na 1783’e doğru Dublin'de başladı. Av­ rupa'da, özellikle Londra, Milano ve Na­ poli’de büyük başarı kazandı. Haydn, Ariadne Naksos'ta adlı yapıtını onun için besteledi. Titus'un bağışlayıcılığı adlı ope­ radaki Vitellia rolüyle ünlendi. Ses alanı­ nın 3 oktavı bulduğu söylenir.



B İL L İT O N -



BELİTUNG.



S İLLU M S , Danimarka'da (Jylland) kent, Vejle’nin B.’sında. Oyuncak yapımı. iriU .U IB a. (yun. beryllos, ar. b ellürdan), t . Duru, temiz, kesme cam (KRİSTAL’in eşanlamlısı). —2. Kimi cisimlerin doğal olarak bulundukları ya da aldıkları geo­ metrik biçim: Tuz billurları. —3. Saydam ve parlaktaş. —4. B illur gibi, saydamlığı, berraklığı, tınlama niteliği, saflığıyla billu­ ru andıran şey için söylenir: B illur g ib i su. B illu r g ib i gerdan. B illu r g ib i ses. —Ed. Divan edebiyatında şarap kadehi anlamında kullanılır. (Sevgilinin teni, bile­ ği, kalçası billura benzetilir: B ilûr şâh mı yâ nahl-i lü 'iû ‘-i şehvâr [Billur dal mı yok­ sa iri inciden fidan mı] [Nedim].) —Hat. B illur mühre, kâğıtları parlatmak­ ta kullanılan, kaz yumurtası biçiminde ve büyüklüğünde, camdan yapılmış mühre* sıf. "Billurdan yapılmış şey için kulla­ nılır: B illu r avize. B lliu r k ö ş k , türk masalı; bu masalın yer aldığı masal kitabı. Masalın kahramanı, deniz ortasında billur bir köşkte yaşayan bir padişah kızıdır. Görmeden âşık oldu­ ğu bir şehzadenin ülkesine giderek gön lünü kazanmaya girişir. "Helvacı güzeli” , "Ağlayan narla gülen ayva", "Sabırtaşı", "Ali Cengiz oyunu" gibi tanınmış masal­ ları da kapsayan kitabın ilk basımının 1876’da yapıldığı kabul edilir. Tahir Alangu yapıtın açık saçık yerlerini almaksızın yeni bir basımını hazırladı (1961). B İL L U R C İS İM -



GÛZMERCEĞİ.



B lllu r-ı * *« s n «sassgî, Hz. Ali'nin masallaşmış serüvenlerini konu edinen dinsel -destansı halk kitabı. Arap abecesiyle ya­ yımlanmış tarihsiz taşbaskısı 240 sayfadır. Sayfa kenarlarında Hayber kalesi, Kan kalesi, Berber-i azam cenkleri vb. bulun­ maktadır. Yapıtta İslam tarihinin bazı ger­ çek kişileri devler, ifritler gibi masal yara­ tıklarıyla birlikte kurmaca bir serüven için­ de yer alırlar. Hz. Ali, Hz. Süleyman'ın Billur-ı azam dağında Hz. Muhammet için bıraktığı emanetleri elde etmeyi başarır. Serüven boyunca esir düşmüş İslam sa­ vaşçıları kurtarılır, ele geçen kalelerin hal­ kı hak dinini kabul eder. B İL L U R İ sıf. (ar. b illü r ve -/'den billürî). Esk. 1. Kristal gibi parlak cam için kulla­ nılır. —2. Necef taşından yapılmış. B İL L U R İY E sıf. (ar. billüriyye). Esk. Bil­ lurdan yapılmış, billurla ilgili şey için kul­ lanılır: Ecsam-ı billuriye. Nevâd-ı billuriye. a. Genellikle billurdan yapılmış şey­ lerin satıldığı dükkân. — Mutf. Üzerine şeker ve baldan, köpür­ tülerek yapılmış şerbet dökülerek fırına konan bir tür tel kadayıf. (Piştiğinde üzeri billursu bir görünüm aldığından bu adla anılır. Arasına dövülmüş antepfıstığı ko­ nur.)



BİLLURLAŞM A a. Billurlaşmak eylemi. —Ed. Seven erkeğin, sevinç ve hayalle­ rini gerçek mükemmellikler olarak sevdi­ ği kadında görmesine yol açan düşgücü işlemi. (Stendhal, De Tamour adlı dene­ mesinde bu süreci tanımlar ve bu aşk ola­ yını, Salzburg tuzlalarında bir ağaç dalı­ nın zamanla parlak billurlarla kaplanma­ sına benzetir.) (S İL L U K L A Ş IIA K gçz. f. 1. Billura dö­ nüşmek, kristalleşmek. —2. Ed. Düşün­ ce, tasarı vb. sözkonusuysa, açıkça orta­ ya çıkmak, açıklık, netlik kazanmak: Bu kavram henüz billurlaşm adı. b illurla ştırm ak ettirg. f. 1. B ir m addeyi billurlaştırm ak, onu billur duru­ muna getirmek: Şekeri billurlaştırm ak. — 2 , B ir düşünceyi, tasarıyı vb. billurlaş­ tırmak, onu açık, belirgin bir duruma ge­ tirmek, B İL L U R L A Ş T IR M A K MAK.



BİLLURLAŞ­



B İL L U R L U sıf. Bileşiminde billur bulu­ nan şey için kullanılır: B illurlu kalker. Bil­ lurlu kaya, B İL L U R S U sıf. Billura benzeyen, billu­ ru andıran, billur gibi; kristaloit: Billursu ci­ simler. Suyun billursu saydamlığı. İSİİİy Ih » Ki BEDBİN, diğer-bin (baş­ lılarını düşünen), dur-bin -* DÜRBÜN, hakbin (hakkı gören, adaletli), hakikat-bin (gerçeği gören, gerçekçi), hod-bin -> HODBİN, kej-bin (eğri gören), zahir-bin



B in b ir g e c e m a s a lla n (ar. Elf leyle ve leyle), arap masalları derlemesi. Birbirine bağlı masallardan oluşur. Karısının kendi­ sini aldattığına inanan İran şahı Şehriyâr, onu boğdurtmaya; bu olay dolayısıyla ka­ dınlara düşman olduğu için de, her ak­ şam yeni bir eş almaya, ertesi gün onu da öldürtmeye karar verir. Sıra, vezirin kızı Şehrâzâd’a gelince, o, dadısının öğrettiği masalı geceleyin anlatmaya başlar. Şah, çok ilgilenir; masalın sonunu öğrenebil­ mek için, kızın öldürülmesini erteler, iç içe giren masallar her gece sürüp gider; bin birinci geceye gelindiğinde, şah, karısının zekâsını beğenir, kendisine bağlılığına ina­ nır, öldürtmekten vazgeçer. Bin bir gece masalları’nın kaynağının İran ve Hindistan olduğu sanılıyor. Mes’udî'nin (X. yy.) M urûc üz-zehetr(947) ad­ lı yapıtında, Hezâr efsâne (bijtı masal) ad-



Iı farsça bir kitaptan; bunun da, arap hal­ kı arasında E lf leyle (bin gece),'ya da E li leyle ve leyle (bin bir gece) diye tanındı­ ğından söz edilir. Hezâr efsâne'nin bin ge­ celik bir zaman içinde söylenen bir ma­ saldan oluştuğu belirtiliyor. Yuvarlak ra­ kamlar, Araplar arasında uğursuz sayıldı­ ğı için, bin gece, sonradan bin bir gece' ye çıkarılmıştır, incelemecilerin belirttiğine göre, Hezâr efsâne, IX. yy’a doğru arapçaya çevrilmiştir. Bunların bir bölümü hint kökenlidir. Kötü bir işi geciktirip zaman ka­ zanmak için masalları iç içe sokarak uzat­ ma yöntemi, bazı hint masallarına özgüdür. Çoğu yabancı kaynaklı olan bu masal­ lar, yerli çevre içine oturtularak yerlileşti­ rilmiş; ayrıca, arap masalcıların katkılarıyla da sayıca çoğaltılmıştır. Başka başka dö­ nemlerde masallara katkıda bulunan ya­ zarlar ile kassas’lar (hikayeciler, masalcı­ lar) o kadar çok ki, bunları saptamak ola­ nağı yoktur. Masalların çoğunun içine birçok şiir de eklenmiştir; bunlar, konuşan kişinin ağzın­ dan çıkmış gibi gösterilir; pek seyrek de olsa, kimi zaman şairlerin adı da anılır. Şid­ detli bir heyecanı dile getirmek sözkonu­ su olunca, şiirlere başvurulur. Bin b ir gece m asalları 3-daireye ayrıl­ mıştır: birinci daire; İran kaynaklıdır (He­ zâr efsâne 'den gelme masallar); İkincisi Bağdat dairesidir, bu daireye giren masal­ lar çoklukla Harunurreşit’in adı çevresin­ de döner; üçüncüsü Mısır dairesidir, bun­ ların son Memluklar zamanında Kahire’ de yazıldığı ya da yazıya geçirildiği sanılır. Bin b ir gece m asalları'nın arapça met­ ninin Doğu’da ve Batı’da çeşitli baskıları yapılmıştır. Arapça en iyi metin, Bulak baskısıdır (2 cilt, 1835). Bin b ir gece ma­ salları, Batı’da ilk kez Antoine Galland (1646-1715)’ın fransızcaya çevirisi ile orta­ ya çıktı (12 cilt, 1704-1717); daha sonra, birçok dillere çeşitli çevirileri yapıldı. Türkçeye ilk kez Abdülmecit zamanında (1839 -1861) Ahmet Nazif Efendi tarafından ağ­ dalı, bir dille çevrilmiştir (1. bas. 4 cilt, 2. bas. 6 cilt); daha sonraki dönemlerde, Ba­ tıdaki çevirilerden alınıp kısaltılarak ikin­ ci elden yapılmış çeşitli çeviriler vardır. B in b ir g iin m a s a lla r ı, Bin bir geçe masalları’nın etkisinde oluşturulmuş masal kitabı. Les m ille et un jours (Bin bir gün) adını taşıyan fransızca doğu masalları derlemesini F. Pdtis de la Croix yayımla­ dı (1710-1712). Bu masalların bir bölümü El ferec* ba'd eş-şidde (Sıkıntıdan sonra gelen ferahlık) adlı masal kitabında da yer alıyordu. Yapıtı Ali Rauf, Elf ün-nehar ve'n -nehar adıyla türkçeye çevirdi (1867-1870). Bu çevirideki eksikleri tamamlayan' yeni bir çeviri, Mustafa Hilmi Paşa, Ahmet Şük­ rü ve Sait Fehmi tarafından yapıldı (1873). B in B u d d lıa m a ğ a ra la rı, Batı Çin'de, Dunhuang’ın yaklaşık on beş kilometre uzağında buddhacı tapınağı. Burada ele geçen yazmalarla ün kazandı. İ.Ö. 111’de bir çin imparatoru tarafından, savaşta savunma amacıyla doğal mağa­ ralardan yararlanılarak yaptırıldı. Bin Buddha mağaraları adı ile bilinen beş yüz kadar mağaradan birçoğu V-XI. yy.’larda buddhacı hacıların bağışlarıyla tapınak haline getirildi. Buddhacı' keşişler XI. yy.’da Tongut istilasına kadar mağaralar­ da dini faaliyetlerini sürdürdüler. Keşişler, Bin Buddha mağaralarını terk etmeden önce, altı yüzyıl süresince biriken el yaz­ malarını mağaralardan birinin içine taşı­ yıp burayı duvarla ördüler (XI. yy.). Bin Buddha mağaralarının varlığını batı dünyasına ilk kez Prjevalski bildirmiştir. Mağaralar A. Stein tarafından araştırıldı (1907).Mağaralar topluluğunun kuzey ucu yakınında, duvarla, örülmüş tapınağın bi­ rinde, çok sayıda eski el yazması bulun­ du. Bunlar arasında uygurca metinler de vardı. Metihlerin bir kısmı önce A. Stein, daha sonranRelliot tarafından incelendi. 868’den kalma ağaç levhalar yardımıyla basılmış’ çinbetgeleri tomarı, çin kitap ba­



sıcılığından kalan en eski metinlerdendir. Mağaradaki freskler buddhacı. inancını yansıttığı halde, ipek veya kâğıt üzerine yapılmış resimlerde dindışı konular işlen­ miştir. Bu yapıtlarda çin etkisinin yanısıra, Hindistan gupta ve gondhara sanatının etkileri de görülür. (-* Kayn.) B İN A a. (ar. bina). 1. Yapı: Eski b ir bina. Ahşap binalar. — 2. Esk. Arapça eylem çatılarını konu alan dilbilgisi dalı ve bu dal­ la ilgili kitap. —3. Esk. B ir şeyi bina etmek, onu kurmak, inşa etmek, yapmak: —4. Esk. B ir şeyi b ir şeye b ir şeyin üzerine bi­ na etmek, bir düşünceyi, sorunu bir şeye dayandırmak. —Esk. Dilbilg. Arap dilbilgisinde, son harf ve heceleri çekim sırasında değişmeyen ad, fiil, ilgeç türünden sözcükler için kul­ lanılan terim. Krşt. i’rab. Bina, bir ders ola­ rak medreselerde okutuluyordu. Arapça bina kitaplarına Türkler de şerh ve haşi­ yeler yazdı. Dilbilgisinin, bu öğrenilmesi güç konusuyla ilgili olarak "Benim oğlum bina okur, döner döner yine o k u r'' deyişi türemiştir. —Kur. tar. Bina emini, Osmanlılar'da ka­ mu binalarının yapımını gözeten görevli. (Binalar için gerekli araç gereç ve işçinin sağlanmasından, ayrılan paranın harcan­ masından sorumluydu. Ayrıca masrafla­ rın yazıldığı bir defter tutardı. Hesapları yapının bitiminde baş muhasebe kalemin­ de görülürdü.) —Mim. Yüksek bina, çok katlı yayvan ya­ pı ya da gökdelen. (Bk. ansikl. böl.) —ANSİKL. Huk. Türk Med. k.’nun 644. maddesine göre, taşınmaz mal mülkiye­ ti, toprağın altında ve üstünde bulunan ya­ pıları, dikilen şeyleri ve kaynakları kapsar. Bina, üzerinde bulunduğu arazinin ta­ mamlayıcı parçası olarak taşınmaz mül­ kiyetinin içine girer. Arazi tapu siciline tes­ cil edilirken, üzerindeki bina da sicile kay­ dedilir. Sürekli kalmak amacıyla yapılma­ yan kulübe, baraka gibi hafif binalar, ara­ zinin tamamlayıcı parçası sayılmaz ve ta­ pu siciline kaydedilmezler. Bu tür binalar hakkında taşınır mal hükümleri uygulanır ve toprağa'bağlı olmaksızın yapan kişile­ rin malı sayılır. Türk Med. k.'nun 648,649 ve 650. mad­ delerinde, bir kişinin başkasının yapı mal­ zemesi ile kencli arsası üzerine ya da ken­ di malzemesi ile başkasının arsası üzeri­ ne bina yapması durumunda uygulana­ cak kurallar saplanmıştır. 3 mayıs 1985 tarih ve 3194 sayılı imar k.’nun 2. maddesine göre, belediye ve mücavir alan sınırları içinde ve dışında ka­



lan yerlerde yapılacak resmi ve özel tüm binalar yasanın kapsamına alınmıştır. Gene bu yasanın 21. maddesi uyarınca da yasa kapsamına giren bütün binalar için izin alınması zorunludur. Söz konusu izin belediyelerden veya il imar müdür­ lüklerinden alınır. Binalar, Binaların nu­ maralanması ve sokaklara isim verilme­ si hakkında 1003 sayılı kanun'un 1. mad­ desi uyarınca belediyelerce numaralanır. Bu yasaya göre, numaralar levhalara ya­ zılarak binaların kapıları üzerine asılır. Be­ lediye örgütü olmayan yerlerde numara­ lama, valilik ve kaymakamlıklarca yapılır. —Mim. Yüksek ticaret binaları (tali Office building) XIX. yy.'ın son yirmi yılında ABD’de ortaya çıktı. Sky scraper ya da



San Francisco’da (Kaliforniya) Financial D istriçfitütM d an görünüşü solda, W. y :Ş W İ i İ » s t .



Transamem/İftarnidİ (1972; 4 8 I I yükseklik 260 ni) ortada, Bankbf America binası (1969; 52 kattı yükseklik 237 m) YÜKSEK BİNALAR ■, , - M #*-'' H ouston'da (Tettas) L lo y f â * fc M tS ® a r l|ijığ ı



Cap, (1984ı



bina işleyişine katılmadan varlığını sürdüren ve cago'da, Burnham ve Root’un Monadfiziksel çevreyi zorlayarak kendine bir yer nock'unda (1889) ve Hollabird ve Roche’ edinen özerklik tutkunu bir çözüm olarak un Marçuette Building'inde (1894) on altı kaldı. kata ulaşmanın yolunu açtı; New York'ta 1890'da inşa edilen World Building yirmi B İN A sıf. (fars. diden, görmek'ten bina). iki kata, 1906’da Singer Building kırk bir Esk 1. Gören, görücü. —2. Na-bîna, kör. kata (184 m), 1912’de Woolworth altmış B İH A B E R İN be. (ar. bina, fars. ber ve kata (238 m) ulaştı. Çok geçmeden, otel­ -in'den binâberin). Esk. Buna dayanarak, ler de bu yapım tekniklerini benimseye­ bundan dolayı, bu nedenle. rek, hareketli bölmelerle düzenleme öğe­ lerini daha akılcı bir biçimde kullandılar. B İN A B İL sıf. (fars. binS ve d il’den biYukarıda sözü edilen yapımcılarla bir­ nâ-dil). Esk. Gönül gözüyle gerçeği gö­ likte Chicago okulu'na katılan L. Sulliyan, ren, uzak görüşlü. Buffalo, Saint-Louis, New York ve Chica­ B İN A E N be. (ar. binâen). Esk. "... den go'da gökdelenler inşa etti (Carson, Pirie dolayı, ...den ötürü, ...için"; dayanarak, and Scott, 1899). Sullivan, bu yapılarda yapılarak: ”... b ir hadise çıkması düşün­ dağıtım şemasını şöyle formülleştirdi: cesine binaen m itinge karar verilmiş bod.runada makine dairesi, ilk iki katta, iken..." (M. K. Atatürk). merdivenlerle (bugün yürüyen merdiven­ B İN A E N A L A Z A L İK be. (ar. binâen, lerle) rahatlıklftLjul^şılan dükkanlar, bu kat­ calâvezslik'ienbinâen-ealâ-z0ik). Esk. Bu ların üstüna£lheŞşj,-.birbirine benzeyen yüzden, bundan dolayı, bundan ötürü. hacimler, en üsttö'derîtepo ve makinele­ rin yer aldığı teknik kat. 3u düzenleme B İN A E N A LE Y H be. (ar. binâen, ’ alâve Sullivan'ı, bezemeyi alt katla!da:yoğunlaşhu'dan binâen-caleyh). Esk. Bunun için, tırmaya ve çatı katını vurgulamak için, geri bu yüzden, bundan dolayı: "... yeni kabi­ kalan bölümleri belirli bir tekdüzelik için­ ne ile anlaşmak için geçen dört, beş gün de ele almaya zorluyordu; cephede «Chi­ zarfında bazı taraflardan, mümkün oldu­ cago usulü" denilen metal çerçeveli ge­ ğu kadar çabuk uyuşmak hususunda niş açıtlara bol bol yer verilmesi, işlevsel alınmış olan tavsiyeler de, bizce nazar-ı bir yalınlığı da beraberinde getiriyordu. dikkatte tutulması icap eden mana ve ma­ Ne var ki, bu akılcı tutum, özellikle New hiyette idi. Binaenaleyh maksada emniyet­ York'ta, saygın ve seçkin bir siluetle çev­ le vasıl oluncaya kadar, lüzum görülürse, reden farklılaşmak isteyen firmalara hiç de biraz da fedakârlık yapmak zaruretini uygun görünmüyordu. Bu kentte, çan ku-, hissediyorduk" (M. K. Atatürk). leşinin ya da bir org takımının yarattığına, B İN A G U Ş a (fars. bün, uç ve guş'tan benzer plastik' etki, Metropolitan Life'ta bünâgüş). Esk. Kulak memesi. (1908) ve Empire* State Building’de (1931) kendini duyuruyordu. F. L. Wright daha SSİNAHMED, Fas'ta Settet'ın D.sunda; 1929'da çok katlı bir konut projesini tramlı 10 500 nüf. üçgen bir plan üzerinde beton olarak taB İN A İ (Mevlâna), türk şair, müzikçi, hat­ sarladıysa da, bu yenilikleri kabul ettire­ tat (? -1512). Akkoyunlu hükümdarı Yakup bilmek için yirmi beş yıl beklemek gerek­ Bey'e sığındı, Behram ile Behruz kaside­ ti (Bartlesville’de, Oklahoma). sini ona sundu. Daha sonra Sultan Ali Mir1930-1970 yıları arasında, uluslararası za’nın koruyuculuğu altına girdi, ona ar­ üslup çelik prizm aları ve perde mağan ettiği M ecm a'ül-garib adlı yapıtı­ -duvarlarıyla ağırlığını koydu. Bunda nı yazdı. Horasan'ın alınmasından sonra Mies van der Rohe'nın ya da Skidmore, Mehmet Şeybani Han, ona “ MeliküşOvvings ve Merrill (SOM) gibi uzman, fir­ şuara” sanını verdi. Şah İsmail’in veziri Mir maların büyük payı vardı. Bu arada, taşı­ Müneccim-i Şani’nin emriyle yapılan kat­ yıcı yapı da geiişiyordu. Yapının tüm ta­ liamda öldürüldü. ban alanı boyunca uzanan kat, dışarıyla ilişkili bölümlere ayrıldı. (New York'ta, B İN AIM A Z -> BEYNAMAZ. 1950'ierde W. Harrisson’un Birleşmiş mil­ B İN A Y İ a. (fars. bina ve -/"den binâyi). letler binası ya da SOM'un gerçekleştirdi­ Esk. Görme gücü, her şeyi görme. ği Lever House). Sonunda, rüzgâr etkile­ rini azaltmak için iskelete piramit biçimi ve­ B İN B A Ş I a. Ask. Silahlı kuvvetlerde yüz­ rildi (Chicago'da John Hancock Çenter, başı ile yarbay arasındak rütbe ve bu rüt­ SOM, 1969) ya da dik prizmalar uygun bi­ bedeki subay. çimde düzenlendi (Chicago’da Sears To—ANSİKL. Yarbay ve albay rütbesindewer, SOM, 1970). Chicago’da Sears ya da kilerle birlikte üst subay olarak da adlan­ First National Bank'te (C. F. Murphy’nin dırılan binbaşı muharip birliklerde tabura yapıtı), New York’ta World Trade Çenter’ (deniz ve hava kuvvetlerinde eşiti birlikle­ da (411 m. M. Yamasaki'nin yapıtı, 1970) re) komuta eder. Karargâh ya da kurumve başka yapılarda, asansör sayısını azalt­ larda ise kadrolarda saptanmış görevleri mak için kat sayısı daha da artırıldı ve tek­ yürütür. Hizmet sürelerinin üç yılını ta­ nik katlar (skylobbies) çoğaltıldı. Kimi zamamladıklarında “ kıdemli binbaşı” olarak ■man betonarmeye de başvuruldu: bu ge­ göreve devam eder. Osmanlı imparator­ reç bazı uygulamalarda tek başına (Chi­ luğunda Nizamı cedit ordusunda “ orta’: cago’da Marina City ikiz kuleleri, B. Goldtara, Asakiri mansurei muhammediye or­ berg'in yapısı, işyeri ve konut binası) ço­ dusunda ise yaklaşık bin kişiden oluşan ğunlukla da, çelik döşemeleri taşıyan bir “ tertip" adlı tabur benzeri birliklere komu­ çekirdek biçiminde kullanıldı. Hatta, çe­ ta ederdi. lik döşemeleri kablolarla çekirdeğin tepe­ S İN B A Ş IE M İN B E Y , Ardahan’ın Po­ sine asma yoluna bile gidildi (Berkeley' sof ilçesine bağlı Eminbey bucağının de, Vancouver’da vb.); bu teknik, yapı merkezi; 559 nüf. (1990). öğelerinin önüretimle gerçekleştirilmesini sağladı ve Johannesburg'da Standard B İN B A Ş IL IK a Ask. Binbaşı rütbesi, Bank yapısında (Hentrich ve Petschnigg' binbaşının görevi. in yapıtı, 1969) sistemli bir biçimde uygu­ S İN B İR D E LİK O T U a. Halk hekimliğin­ landı. Çok yüksek binalarda çelik kullanı­ de kullanılan bir kılıçotu türü (Hyprecium mı zorunluydu. Öteki yapılardaysa beton perforatum ). [ -» KILlçcrru.] kabuklar daha özgür biçimlere olanak verdi: Milano’da Prelli merkez binasının ığ 9 3 ln b lr d lr e k s a r n ıc ı, İstanbul'da, Sul­ biçimindeki planı (G. Ponti ve PL. Nervi, tanahmet camisi ile Çemberlitaş arasında 1955) ya da Toronto belediye sarayı’nın Divanyolu’nda bizans sarnıcı. Constantiiki eğri ekranlı planı (V. Revell, 1965). nus I (Büyük) döneminde Roma’dan İs­ tanbul’a gelen senatörlerden PhilokseYüzyıl boyunca gelişerek sunduğu ola­ nus’un yaptırdığı sarayın sarnıcı olduğu nakları zenginleştiren yüksek bina, dört öne sürülür iustinianos I döneminde yap­ bir yanı istila eden yönetici kesim için, tırıldığı ya da Lausus sarayı ilç ilgili oldu­ standartlaştırılmış, klima cihazlarıyla dona­ ğuna ilişkin görüşler de vardır. Bulunan tılmış kendine özgü bir dünya yarattı. Bu­ mühürlü tuğlaların önemli J?jr bölümü V. nunla birlikte, “ kent içinde kent” olma yy.'dan, bir kısmı da iustirjiânos I döneözelliğini koruyarak, kent organizmasının



| §, f İ | îj 5



Chicago'da (Illinois), projelerini SOM firmasının hazırladığı C p o rç Tn u /pr



(1970; 110 katlı, yükseklik 443 m)



“ gökdelen" diye nitelendirilen metal iske­ letti bu yapılar New York’ta, Manhattan yö­ resinin belirleyici öğeleriydi. Günümüzde yüksek bina terimi, taban alanı küçük,ku­ leleri ve taban alanı yüksekliğe göre çok fazla olan yayvan yapıları belirtmekte kul­ lanılmaktadır. Çeşitli işlevleri karşılayan ve birçok ülkede gerçekleştirilen bu yapılar­ da, taşıyıcı iskelet artık çelikten başka ge­ reçlerle de kurulabilmektedir. Kent merkezlerinin bürolarla dolması, bu büroların yüksek yapılarda toplanma­ sını sağlayacak yeni tekniklere başvurma­ yı gerektiriyordu. Yüksek yapılaşma, boş arsa değerinin giderek artmasının hem nedeni, hem de sonucuydu, ingilizler, ip­ lik fabrikalarında kat sayısını artırarak ve buhar makinesini daha iyi kullanabilmek için, metal iskelet üstüne ince bir tuğla du­ var giydirerek, ticaret kesimini henüz et­ kilemeyen bu köklü değişimi hazırla­ mışlardı. ABD’de, farklı kent ve ticaret koşulları ve arsa spekülatörü, mühendis, müteah­ hit üçlüsünün ortak hedeflere yönelmesi özellikle düşey taşımanın, mekanikleşme­ si gibi yeni tekniklerin geliştirilmesini sağ­ ladı, 1857’de New York'taki bir mağaza buharlı bir asansörle donatıldı; 1878'de hidrolik bilimi 34 m yüksekliğe çıkmayı sağladı. Yavaş elektrikli asansör 1889'da, hızlı olanı da 1903'te gerçekleştirildi. Chicago’ d a (bu kentte 1871 yangını, özel­ likle 1873-1878 bunalımından sonra hızla­ nan spekülasyonu körükledi) mühendis W. Le Baron Jenny taşıyıcı olmayan çe­ peçevre bir kılıf içinde metal taşıyıcılar yaptı (bu taşıyıcılar, pişmiş topraktan bir örtüyle yangından korunuyordu). Bu yön­ tem, First Leiter Building (1879) Home In­ surance Building (1884) ve Second Lei­ ter Building'de (1889) en fazla yararlı ala­ nı elde etmeyi sağladı. Hepsi de on kat­ tan daha alçak olan bu yapılar, yine Chi-



bindirim li | | a |



boğa dağında yaylaya çıkan Yörükler'in Çukurovada kışları geçirecek yer bulmakta karşılaştığı güçlükleri anlatır. Göçebe Yörükler’in gelenek ve göreneklerinin, de­ ğer sistemlerinin, yaşama biçimlerinin 1950'lerden sonraki yıllarda çağdaş ya­ şama ne kadar uzak düştüğü gösterilir. Büyük toprak sahipleri ovaya Yörükler'in yerleşmelerini engellerken onlardan insaf­ sızca çıkar sağlamaya çalışmaktadır Oba­ nın güzel kızı Ceren ile oba beyi Halil'in acılı aşk serüveni, romanın konusu olan ekonomik ve toplumsal çöküşü daha da ' belirgin kılar. Yapıtın Münevver Andaç ta­ rafından yapılan çevirisine dayanarak fransız Gerard Gölas’ın yaptığı sahne uyarlaması, Zülfü Livaneli'nin özgün mü­ ziğiyle Fransa’da (Liöge) Chene Noir.tiyatrosu'nda oynandı (1984). "



B İN C A İ, Endonezya|da5®jŞ’':Sumatra’ nın kuzeyinde, MedarjtıfB.’Sıhda 44 000 nüf. .,3 ^ ■ B İN C H E , Belçika’da (Hainaut) Kent; Haine kıyısında;- Mons’un D.-G.-D.'sunda 33 000 nâtiKII. yy.’da kurulan kentte, ku­ lelerle donanmış bir surun kalıntıları var­ dır. Kökeni XIV. yy. sonuna dayanan ün_Jö ■karnaval. Slsbirdirek sarnıcı, İstanbul



B İN B O Ğ A d a ğ la rı, Orta Toroslar'ı oluşturan sıradağların, Afşin-Elbistan hav­ zasının B.’sında, Ceyhan nehrinin kaynak kolları ile, Seyhan’ın Göksu kolunun yukarı çığırı (Sarız çayı) arasında yükselen kesi­ minin adı. Basık bir kabartı oluşturan Binboğa dağlarının yüksek kesimleri vadilerle yarılmış bir plato görünümündedir. Yakla­ şık 40 km boyunca uzanan kütlenin kimi doruklan 3 000 m'ye yakındır (Işıkdağ 2 957 m, Tozlutepe 2 917 m). Paleozoik oluşuklar ve ultrabazik kayaçlardan olu­ şan dağrarda en yaygın bitki topluluğu, yüksek dağ otlaklarıdır; yer yer meşe ve köknar ormanları da görülür B lnboeafa'ır e fs a n « s l, Yaşar Kemal’ in romanı (1971). Her yıl ilkbaharda Bin-



S İN D E BİR-EŞDEĞER a. Anal. kim. Bir çözeltinin molar iyon derişiminin (litrede bindebir mol olarak gösterilir) iyon değer­ liği ile çarpımı. B İN D E B İR -O S M O L a. Anal. kim. S ı debir mol ile aynı geçişim basıncırt g o s . teren bir iyonun nicejiği. (EşanL LİOSMOL.) , " , —ANSİKL. Bindebir-osmgt-sifngefemesi,



bir cismin yer aldığı çözeltinin geçişim ba­ sıncını belirlemede, bu cismin önemini belirtir. Bir m a id enin geçişim gücü, bir hacim biriminde yer alan parçacıkların sa­ yısına (moleküller, ya da ayrışan cisimler için iyonlar) bağlıdır. Bindebir-osmol biçi­ minde bir derişim elde etmek için, mili­ gram cinsinden bir derişim, molar mole­ kül kütlesine ya da molar iyon kütlesine (ayrışan maddeler) bölünür. Molar iyon kütlesi, 0 7 Na + gibi tekatomlu iyonlar için molar atom kütlesine, S 04_,C 0 3H_ gibi karmaşık iyonlar için de atom kütle­ lerinin toplamına eşittir. B İN D E S B ^ L L (M ichael Gottlieb Birkner), danimarkalı mimar (Ledıjje 1800 - ay y 1856). Kopenhag’daki Thorvaldsen müzesi’ni yaptı (1839-1848) ve yunan üs­ lubunda süs[edi. B İN D İ a. Destek; hamil.



mindendır. 64x57 m boyutlarındaki yapı nın tonoz örtüsü, 16 diziden oluşan 224 sütuna oturur. BizanslI ustaların işaretleri­ ni taşıyan sütun başlıkları bezemesizdir. Kalın duvarlar horasan harcı ile tuğladan örülmüştür. Bizans’ın son dönemlerinde terk edilen sarnıç, OsmanlIlar zamanında Binbirdirek olarak anılmaya başlanmış, içi­ ne ipek ve iplik tezgâhları kurulmuştur. XVII. yy.’da, Murat IV zamanında üzerine Tayyarzade, daha sonra da Fazlıpaşa ko­ nakları yaptırılmıştır. Bugün İstanbul Belediyesi'nin mülkiyetinde olup temizlenmiş durumdadır. S lıtb lrk ü ls e , Konya'ya bağlı Karaman ilçesinin K.’indekl Karadağ ve çevresinde bulunan kilise, capella ve manastır yapı­ larına verilen ad. Hıristiyanlık döneminin önemli merkezlerinden biri olduğu anla­ şılan yörede, ilk kez XIX. yy. sonları ile XX. yy. başlarında kimi gezginler ve bilim adamlarınca incelemeler yapıldı. 1909’da W. Ramsay ve G. Bell’in ortak çalışmala­ rından sonra bir süre unutuldu. 1967-1970 arasında Prof. Semavi Eyice yönetimin­ de yürütülen çalışmalarda birçok yapı saptandı. Binbirkilise, Madenşehir, Yuka­ rı Ören ve Değle Öreni olmak üzere üç kesime ayrılır. Kilise, bazilika, capella, ma­ nastır gibi yapıların yanı sıra işlevi belirle­ nemeyenler de vardır. Bunların dışında çevrede kayalara oyulmuş hücreler ve ki­ liseler de bulunmaktadır. Taşkale köyü ya­ kınındaki mağara-manastır beş katlıdır. Her kat büyük bir mekân ile buraya açı­ lan odalardan oluşur. Katlar arasında bağ­ lantı, tutunma yerleri bulunan dikey deh­ lizlerle sağlanmaktadır. Karadağ tepelerin­ deki kalıntıların en sağlamı Mahalaç kilisesi'dir. Manastır, kilise ve capella'dan olu­ şan yapılar birbirine dehlizlerle bağlıdır. Haç planlı kilise ve capella, taş işçilikle­ riyle dikkati çeker. ( Kayn.)



da yapılan bindallılar arasında çok değer­ lileri vardı.)



B in d im a tın b ir in » , aynı adlı türkü eş- liğinde, kadınlar-tarafındari oynanan gü­ vende türü bir halk oyunu. Bursa’n ın ) ' " le s ilçesi ve çevresinde oynanır - ■



bindallı örnekleri



1%



B ÎN D İN O (Rudolf Georg), alman yazar . .... (Basel 1867 - Starnberg 1938). Romanlar............. ss ve öyküler yazdı. Yapıtlarında şövalyelik ül" -’ küsünden kaynaklanan tutkuları eskiye bağlı bir üslupla dile getirdi (Der Opfergang, 1912). B İN D İR İL İR sıf. Geom. Nokta nokta çakıştırılabilen iki şekil için kullanılır. B İN D İR İL M E K -* BİNMEK. Sinche karnavalı sırasında Gilles’lerin geçişi B în c h e d a nseti, Bınche’te (Belçika) iğle işlenen dantel. XVII. ve XVIII. yy.’larda çok yaygındı, inceliğiyle Valenciennes dante­ lini andıran bu dantelin özelliği, alt doku­ sunun kar taneleri biçiminde işlenmiş ol­ masıdır. D İN C H O İS (Gilies), flaman besteci (Mons 1400’e doğr. - Soignies 1460). Yüz yıl savaşları sırasında Suffolk dükünün or­ dusunda yer aldı. 1430’dan sonra iyi Philippe’e hizmet etti. Missa parçaları, motetler, bir M agnilicat ve özellikle, çoğu rondo biçiminde yazılmış şarkılar besteledi. Dufay’in rakibiydi. Zaman zaman alt ses­ lerin zararına olmakla birlikte, üst partiye gösterdiği özenle ondan ayırt edilir. B İN C V A R LA R ya da B İN H A L L A R , Hindistan'da (Madhya Pradeş) nüfusu 70 000’i bulan kabile halkı. Bincvarlar’ın, es­ kiden Hindistan’ın orta kesiminde yaşayan Bayga kabilesinden geldikleri sanılır. Bu­ gün, ormanlık bölgelerde yaşayan bu halk, yanmış orman alanları üzerinde ta­ rım, avcılık, toplamacılık ve altın arayıcılığı yaparak geçinir. Babasoylu toplum dü­ zeni ve tekeşlilik geçerlidir. Dövmenin cin­ sel açıdan dürtücü gücü olduğuna inan­ dıklarından genç kızlara evlilik öncesinde dövme yaparlar. Hindu dininden olan Bincvarlar’ın animist geleneklerini bugün de sürdürürler ve yerel tanrılarına hayvan kurban ederler. B İN D A L Lİ a. Dokmc. Dokunduktan son­ ra üzerine sırma, kıiaptan ya da simle dival* tekniğinde serpme dal, yaprak, çi­ çek motifleri işlenmiş kadife ya da atlas. (Daha koyu kırmızı, mor, lacivert vb.koyu renkler de olur, gelinlik giysi ve örtü yapı­ mında kullanılırdı. Kütahya ve Erzurum’



B İN D İR İL M İŞ sıf. Ask. 1. Araçlı birlik, kıta vb. için kullanılır. (Yalnız görev süre­ since kullanılan geçici bir terimdir.) —2. Motorlu araç içersine ya da üzerine bin­ miş durumdaki askerler. —3. Topçekere takılı ve tüm fren, aydınlatma kabloları yer­ lerine takılmış olan top. B İN D İR İM a. Fiyat artırımı;’ zam. —Mat. çözlm. Çözümlerin bindirim i, doğ­ rusal diferansiyel denklemlerde (örneğin, birinci basamakta olanlar) y{, böyle bir y ' + a (x )- y = g,(x) diferansiyel denkleminin özel çözümünü verdiğine göre E j^nin, y ’ + a(x)- y = 2 denkleminin özel çözümü olduğunu ifa­ de eden özellik. B İN D İR İM L İ sıf. Fiyatı artırılmış, zamlı.



Binbirkilise kalıntılarından bir görünüm Karaman - Konya



bindirme S İN D İR M E a. Bindirmek eylemi. —Ask. Amfibi harekâtla görevlendirilen kı­ talarla birlikte ikmal maddeleri ve teçhiza­ tın gemilere ya da uçaklara (helikopterle­ re) yüklenmesi. || Bindirm e birliği, teçhizat ve ikmal maddeleri ile birlikte tek bir geJ miyS'bJaen askeri personel, (iki ve daha | çok bindirme timi, elemanı ya da bunla£ rıryfenştkîolsiH^ düzenlenmesiyle oluşturulsrtadârtör-gpt^dg bu ad verilir.) || Bind/fm®hâö®aîgbiHdiöBfeiÇİn son hazırlık­ ların yaptÖâfesgıti^BiadsfRgaçin getirilen birlikler ve araçjajı«’J®da-içşjpnırlar.) || Bindirm e emri, tümeftgaâJa,lugaxjjdüzeyinde yayınlanan ve bındiff)»»4s^} İM A L E . )



B İ'R a. (ar. bi'r). Esk. Kuyu: B i'r-i zem­ zem (zemzem kuyusu). SÜR önek. Yapı, tür vb. yönden tek­ lik bildiren kimi sözcüklerin oluşu­ munda yer alır (bircinsten, birhücreli, birçenekli vb.).



Bir yaz gecesi rüyası (Bahar noktası) adlı oyundan bir sahne Şehir tiyatroları arşivi, İstanbul (1980-1981)



B ir a d a m y a r a tm a k , Necip Fazıl Kısakürek’in üç perdelik oyunu (1938). Ölüm korkusu adlı bir yapıtın yazarı olan oyun kişisinin intihar saplantısını ve çıldır­ maya kadar giden serüvenini anlatır, ide­ alist vetinselci tiplere, ruhbilimsel ve me­ tafizik çözümlemelere geniş yer verilen oyun, XIX. yy. doğalcı akımının etkilerini taşır, ilk olarak 1937-1938 döneminde İs­ tanbul Şehir tiyatrosu’nda oynandı. ( -* Kayn.)



B ir adım İle ri, İk i adım g e ri (Şag vpered, dva şaga nazad), Lenin'in, 1904 şubatında yazdığı, mayısta Cenevre’de yayımladığı yapıt. Lenin bu yapıtında, menşevik savların yenilgiye uğratıldığı Rus Sosyal demokrat işçi partisi’nin II. Kongre tutanaklarını inceledikten sonra, parti örgütlenmesi sorununu geniş biçim­ de ele alır; her türlü uzlaşma siyasetini ve oportünizmin her çeşidini reddeder. Dev­ rimci sosyalistler'in sınıf çözümlemeleri (Lenin bunlara karşı çıkıyordu); içtüzüğün hazırlanması ve hem ideolojiksem de pratik açılardan uygulanması konusunda Kongre’nin yaptığı çalışmaların çeşitli aşamaları, bu yapıtın âna konularıdır. Yapıtih-eleştiri ve öneri bölümleri, RSDİP’ in tarifimdeki bir dönüm noktasını göz önüne serer" B ir d ü ğün g e c e s i, Adalet Ağaoğlu' nun romanı (1979). Onhan Kemal roman armağanı'™, Sedat Simavi-vakfı edebiyat ödülü’nü, Madaralı romat^ödülü’nü ka­ zandı. Ankara'da bir kulüptekj düğün tö­ reninde bir araya gelmiş kişiler içiode as­ kerler, öğretim üyeleri, sanatçılar, işadam­ ları yer alır. Devrimci öğrenci tiplerinin ya­ nı sıra, bilinçlenmiş bir işçi tipi canlandırı­ lır. Bütün bunlar aracılığıyla 12 Mart dö­ neminin siyasal, toplumsal görünümü ve­ rilmek istenir.



B ir gün te k b a şına , Vedat Türkali'nin romanı (1975). Milliyet yayınları roman ya­ rışması'™ (1974), Orhan Kemal roman armağanı'nı (1975) kazandı. 27 Mayıs devrimi'nin hemen öncesinde toplumcu ay­ dınların yaşamını, düşüncelerini, toplum­ daki çalkantıları konu edinir. Orta yaşlı, evli bir aydın olan Kenan ile felsefe öğ­ rencisi Günsel’in yasak aşklarının ve Ke­ nan’ın intiharıyla sonuçlanan bireysel se­ rüvenin çerçevesi, dönemin siyasal ve toplumsal yaşamıdır.



Bir günün sonunda arzu, Ahmet Haşim’in şiiri (1921). 14 dizeden oluşur; di­ ze kümelenişleri klasik nazım biçimlerine uymaktadır. Bentler sona doğru birer di­ ze eksilerek sıralanmıştır: 5 + 4 + 3 + 2. Kafiye düzeni de şöyledir: abcba—xbdc —ddd—dd.Haşimbu biçimi öteki şiirlerin­ de kullanmamıştır. B ir günün sonunda arzu, Haşim’in şiir çizgisinde dil ve söyleyiş bakımından ye­ ni bir aşamanın başlangıcını oluşturur. Daha önceki şiirlerinde yabancı sözcük ve dil kurallarıyla yüklü bir dil kullanırken, burada konuşma dilinde bulunmayan sa­ dece birkaç yabancı sözcükle bir tek farsça tamlamaya yer vermiştir: nümâyan, nâlân, dem, kavs-i mutatsam. Şiirin türk edebiyatında ve Ahmet Haşim’in sanatındaki özel yeri, sembolizm* akımının ve anlamı kapalı şiirin ilk örneği olmasıdır. Şiirin bütününde bir anlam ka­ palılığı göze çarpar. O güne değin açık -seçik şiire alışmış okuyucu, birdenbire duraksar, “ Nedir? Ne demek istiyor?” gi­ bi sorular yöneltir; oysa şair, gün doğma­ sından, tanyerinin ağarmasından tedirgin olduğunu, suya bir sırma kemer gibi yan­ sıyan akşamı yeğlediğini dite getirmekte­ dir. Şiir yayımlandığı zaman (Dergâh, 1921, sayı 1) çok kapalı bulunmuş, "G öl­ lerde bu dem b ir kamış olsam '' dizesi do­ layısıyla, kimi mizah gazetelerinde gölle ilgili nesneler (kurbağalar, kamışlar, ba­ lık ağları vb.) kullanılarak, şairi alaya alan yazılar, karikatürler yayımlanmıştı. Oysa, insanla doğanın kaynaştığı görüşünü be­ nimseyen sembolist şairler gibi, Haşim de, sözkonusu dizede doğaya kaynaşma özlemini dile getirmişti. Yeni akımlara ka­ palı, eski zevke bağlı kişilerin eleştiri, hatta saldırılarına karşı, Ahmet Haşim, sanat anlayışını açıklamak için, "Şiirde mâna ve vuzuh” (Dergâh, 1921, sayı 8) başlıklı bir yazı yazdı; bunu, daha sonra, Piyaie (1926) adlı şiir kitabının başına önsöz ola­ rak koydu ("Şiir hakkında bazı mülâha­ zalar” ). Burada, şiir dilinin “ nesir gibi an­ laşılmak için değil, fakat duyulmak üzere oluşmuş, musiki ile söz arasında, sözden



çok musikiye yakın, ortalama bir dil" ol­ duğu, "üslupta körletici bir açıklık bulun­ masının, imgeleme yapacak hiçbir şey bı­ rakmayacağı” , "şiirin de, peygamberle­ rin sözü gibi, çeşitli yorumlara elverişli bir genişlik ve kapsamda olması” gerektiği belirtiliyordu.



B ir h a y a t (üne vie), Guy de Maupassant'ın romanı (1883). Normandiya'nın küçük soylu çevresinden gelen, yaşamın güzel olduğunu sanan ama her şeyini yi­ tiren bir genç kızın öyküsü. Bütün hayal­ leri yıkılır, bütün sevdikleri, kocası, hata­ sız sandığı annesi, şımarttığı oğlu ona iha­ net ederler. Kendini avutmak için hizmet­ çisinin basit felsefesiyle avunacaktır; işte hayat budur!



B ir İk i ü ç o yu n u, açık havada oyna­ nan bir çocuk oyunu. Oyunculardan biri ebe seçilir, ypzünü duvara döner. Ebe­ nin hemen ardına ve on adım gerisine bi­ rer çizgi çizilir. Oyuncular gerideki çizgi­ nin ardına dizilirler. Ebe "b ir iki üç” de­ yip de arkasına bakmadan, adım atıp ebeye yaklaşmak gerekir. Ebenin adım atarken gördüğü kişi oyundan çıkıp onun yanında durur. Oyunculardan biri hare­ ket halinde görünmeden yaklaşıp da ebe­ nin sırtına vurabilirse, oyundarrçıkanlarla birlikte tüm oyuncular, ikinci çizginin ar­ dına kaçar. Çizgiyi geçemeden yakala­ nan ebe olur. Ebe, çizgiyi geçene değin kimseyi tutamazsa ebeliği sürer. "Ö n dö turva" diye de bilinir.



B ir k a v u k d e v rild i, Musahipzade Ce­ lalin 4 perdelik komedisi (1929). Konu­ sunu ve kişilerini Osmanlı döneminden alan yapıtta değer yargılarındaki karşıtlık­ lar, düzendeki yozlaşma, ulusal ekonomi­ nin çöküşünde bilinçsiz, yetersiz ve yete­ neksiz yöneticilerin etkisi bir dolantı kome­ disinin gelişimi içinde ele alınır. Halkın saf­ lığından yararlanan müftünün, sadraza­ mın yanlışlarını ve beceriksizliklerini kita­ bına uydurmak için gösterdiği çabada, di­ nin devlet işlerine karıştırılması eleştirilir. Oyunda, geleneksel türk temaşa sanat­ larının özelliklerinden yararlanılır. ilk kez 1930-1931 döneminde Küçük Kemal'in rejisiyle İstanbul Şehir tiyatrosu’nda sahnelenen yapıt, günümüze de­ ğin her oynanışında seyircinin yoğun il­ gisini topladı. Muhsin Ertuğrul yönetimin­ de filme de çekildi (1939). [ -> Kayn.] BİR M U R A T REİS, esk Birm andreis, Cezayir yerleşmesinin güneyinde ko­ nut yeri, Sahel tepelerinde; 77 600 nüf. B ir ö lü m ü n to p lu m s a l a n a to m is i, Oktay Arayıcı’nın iki perdelik oyunu (1978). Bir kan davasının ardındaki top­ lumsal çelişkileri ve yanı sıra sınıfsal bilinç­ lenmeyi irdeleyen oyun, tarihsel süreç içinde ağa-köylü-devlet ilişkilerini günde­ me getirir. Tragedya öğelerinden yarar­ lanılarak yazılan yapıt, 1978-1979 döne­ minde Devlet tiyatrosu'nda sahnelendi, Türk Dil kurumu ve Avni Dilligil ödülleri­ ni kazandı.



B ir sü rg ü n , Yakup Kadri Karaosmanoğlu'nun romanı (1937). Kendi toplumuna da, batı töplumuna da yabancı olan bir doğulunun yalnızlığı ve yok oluşu an­ latılır: Dr. Hikmet, Abdülhamit II dönemin­ de İzmir'e sürülmüştür. Bir gün yabancı bir gemiyle Paris'e kaçar. O dönemin bü­ tün gençleri gibi, Fransa hayranıdır. Ba­ basının yolladığı paralarla başıboş, amaç­ sız yaşar. Okudukları ve hayal ettikleriyle gerçeklerin uyuşmadığını görür, Fransa uygarlığına olan hayranlığı kaybolur. Öz­ gürlük kahramanları sandığı Jön Türkler’ in de ayrı telden çaldığını, düşünsel dü­ zeylerinin ne kadar sığ olduğunu anlar. Mesleğinde çalışıp ilerlşçnek isterse de başaramaz. Bir fransız,,Jızına âşık olur. Zengin koca peşinde olan kız, Dr. Hik­ meti oyalar. istanbuPÖâtf gelen para aza­ lıp geçim sıkıntısı bâ|)|^ınca, kız ortadan kaybolur. Bakımsızkkdıyüzünden sağlığı bozulan Dr. Hikmet verem olur, iyilikse­ ver bir yahudi doktorun evinde tek başı-



bira na ölür.



BİR ÜS



-



SABA



-» B e e rş e b a .



B ir yaz g e c e s i rüya sı (A Midsummer N ight'sD ream ), Shakespeare’in perili ko­ medisi (1595 - 96). Düşsel bir ormanda âşıklar ve periler birbirlerini arar ve kay­ bederler. Kral Oberon ve kraliçe Titania arasındaki çatışma, bu duygusal ortamı daha da karmaşıklaştırır: büyünün etkisiy­ le periler kraliçesi, eşek kafalı, kaba bir dokumacı olan Bottom’a âşık olur. Ama, her şey eski haline döner ve âşıklar bir­ birlerine kavuşurlar. —Mendelssohn, 1826'da dört el piyano için bestelediği ay­ nı adlı yapıtını, 1843’te Prusya kralının is­ teği üzerine Shakespeare’in oyunu için orkestralayarak 13 bölümlü bir süite dö­ nüştürdü. Konserlerde yapıttan yalnızca Uvertür, Scherzo, intermezzo, Notturno ve ünlü Düğün marşı çalınır. a BİRA a. (hollandaca ö/er'den). 1. Çim­ lenmiş tahıllardan, özellikle arpa ve şerbetçiotundan yapılan mayalı içki. (Bk. an­ sikl. böl.) —2. Bir bardak ya da bir şişe dolusu bira: Gel b ir bira içelim. —Zühr. hast. bil. Bira deneyi, belsoğukluğunun iyileşip iyileşmediğini anlamak için bira kullanılarak yapılan test. (Tedavi tamamlandıktan 8 gün sonra ve yapıla­ cak bakteriyolojik incelemeden bir gün önce hastaya bir litre bira içirilerek yapı­ lır. İyileşme yoksa idrar yolundan alınan akıntıda gonokok bulunur.) —ANSİKL. Bira, İ.Ö. 4000 yıllarında Me­ zopotamya ve Mısrr’da kullanılıyordu. Da­ ha sonra Galyalılar, Germenler ve Roma­ lılar bu içkiyi yapmaya koyuldular. Hititler'ce de bilinen bira Eskiçağ’da ekmek­ le birlikte önemli bir besin kaynağını oluş­ turuyor, ayrıca dinsel törenlerde kullanı­ lıyordu. Türkiye'de bira yapımı 1893'te İstan­ bul’da Bomonti bira fabrikasının kurulma­ sıyla başlamışsa da, önce 1arpa suyu" adı altında bira üretildiği Düyun-u Umu­ m iyi daresi’nin kayıtlarından anlaşılmak­ tadır. • Bileşimi. Bir litre birada 4-6 g karbondi­ oksit, 30-60 g alkol, 20-30 g dekstrin, yak­ laşık 3 g protein, ayrıca maden tuzları (kalsiyum, magnezyum, sodyum fosfat ve karbonat), tanen ya da polifenollar, orga­



nik asitler ve B grubu vitaminleri bulunur. • Yapımı. Bira, kurutulmuş ve kavrularak aromalandırılmış arpadan (malt) elde edi­ lir. ( -» M A L T .) Bira yapımı, arpa şıra ve özütünün hazırlanması, şıranın havalan­ dırılması, birinci ve ikinci mayalanmadan önce içine maya katılmasıyla gerçekleş­ tirilir. Şıra, maltın öğütülmesi, özel kazanlar­ da mayşelenmesi, süzülmesi ve elde edi­ len özütün şerbetçiotuyla kaynatılmasıy­ la hazırlanır. Malt valsli değirmenlerde öğütülerek un ve irmik haline getirilir; bu sırada selülozlu kabuğun parçalanması­ na dikkat edilir. Mayşeleme, öğütülmüş malta sertliği giderilmiş su katılmasıyla başlar (100 kg malt için yaklaşık 350 su); bu karışıma mayşa^almanca Maiş­ etle) denir. Mayşeleme sırasında karışım­ da bir dizi enzirrrtbpkimesi meydana ge­ lir (amilaz, prdfeaz, vb. enzimlerin etkisi). Özellikle: frVâlttâki nişasta, amilazların et­ kisiyle onçe'sivılaşır, sonra şekerlenir. Bu sırada oluşan mayalanabilir şekerler (glukozl-frıâltoz) bira mayalarınca (maya man'Ta'ffarı) kullanılır; buna karşılık, dekstrinler şırada kalır ve malt yapımı ve mayşele­ me sırasında parçalanan azotlu madde­ lerle birlikte biraya dolgunluk verir. Mayşelemede iki yöntem uygulanır: infusyon ve dekoksiyon (kaynatma). Bugün uygu­ lanan infusyon,yönteminde, mayşe bu­ harla ısıtılarak sıcaklığı yavaş yavaş ve aşamalı bir biçimde şekerleme sıcaklığı­ na çıkarılır. Dekoksiyon yönteminde, mayşe kazanından alınan bir miktar mayşe ayrı bir kaynatma kazanında önce şe­ kerleme sıcaklığına kadar ısıtılır, sonra kaynatılarak yeniden ana kazana verilir. Bu işlem bir ya da iki kez uygulanır. Ondan sonra, mayşe süzme kazanın­ da ya da presli mayşe süzgecinde süzü­ len malt şırası, küspeden ayrılır. (Süzgeç­ te kalan küspe suyla yıkandıktan sonra hayvan yemi olarak kullanılır.) Elde edi­ len malt şırası kaynatma kazanlarında şer­ betçiotuyla bir buçuk iki saat kaynatılır. Bu işlemle mayşedeki mikroorganizmalar ve enzimler yok edilir (sterilizasyon); kaba tortuların (istenmeyen protein-tanin bile­ şiklerinin pıhtıları) çökelmesi, rengin ko­ yulaşması, asitliğin kararlılığı sağlanır. Kla­ sik açık renkli biralarda bir hektolitre şıra



ıslatm a böittmy çim lendirme (5 bölm eli) ıslatma ve çim lendirme kazanı



ham arpa



için 150 g şerbetçiotu kullanılır. Daha son­ ra, aktarma yöntemiyle ya da merkezkaç­ la şıra ve tortu birbirinden ayrılır. Elde edi­ len şıra plaka halindeki soğutuculardan geçirilerek soğutulur, sonra havalandın- lir ve saf mayayla mayalanır (8-11°C ‘ ta gerçekleştirilen yüksek mayalâhfflâ'için Saccharomycesuvamr^ J^^S&STa ger­ çekleştirilen hafif mayalanma"için Saccharompyces cerev/s/ae“kullanılır). Mayalan­ ma, mayalanâ]VŞVk'da, yani onun içindeki mayalpnâbıliF'şekerlerle basit azotlu mad­ delerde (aminoasitler) tepkimeler yaparak alkoi, karbondioksit ve çeşitli uçucu mad­ deler oluşmasını sağlar. Mayalanmanın hafiflemesi, mayalı özüt oranının azaldı­ ğını gösterir. Biracılıkta, şıra soğuduktan sonra sanayi açısından çok sıkıcı sağlık kuralları uygulanır. Esas mayalanma (5 günden 10 güne kadar) açık kaplarda ve çoğunlukla ya­ tay ya da dikey duran bir ucu koni biçi­ mindeki silindirimsi tanklarda gerçekleş­ tirilir; otomatik olarak soğutulan bu tank­ ların hacmi günümüzde 5 000 hl'yi aşa­ bilmektedir. Daha yaygın olan hafif ma­ yalanmada maya, işlemin sonuna doğru tankın dibine çöker. Yüksek mayalanma­ da tam tersine, maya şıranın yüzeyinde toplanır. Esas mayalanmadan sonra bira 0°C'a yakın sıcaklıkta bir olgunlaştırma evresi olan ikinci mayalanma (2-8 hafta) gönderilir (aktarma). Olgunlaşma sırasın­ da bira, kendiliğinden karbondioksite do­ yar; maya az ya da çok yoğun bir biçim­ de dibe çöker (berraklaşma); mayalan­ mayla oluşan uçucu maddeler birada erir, böylece de tat ve koku iyileşir. So­ ğukta gerçekleştirilen süzme işlemiyle (Kieselguhr süzgeci, berraklaştırıcı ya da sterilize edici karton levhalar), biraya par­ laklık ve güzel bir görünüm kazandırılır. Cndan sonra, bira steril eşbasınçlı doldur­ ma makineleriyle hiç karbon gazı kaybet­ tirilmeden ve yükseltgenmeden şişelere, kutulara ya da fıçılara doldurulur. Küçük şişe doldurma makineleriyle saatte 35 000 ila 80 000 şişe doldurulabilir. Bira şişelenmeden önce dökme olarak levhalı pastörizatörlerde ya da şişelendik­ ten sonra tünel tipi pastörizatörlerde pas­ törize edilebilir. Pastörizasyon işlemi bilim­ sel olarak ve sıkı bir denetim altında ya­ pılır.



1663



bira



yapımının şeması



y ıın y a p ım ı



ıııa y c ıa ı iu ü iu s



Öğütülmüş malta (7) su katılır: buna ön mayşele­ me (8) denir; mayşe kazanında (9) buna, ayrı bir yerde (10) öğütülerek pişirilm iş cıvık mısır hamuru katılır; 75°C sıcaklıkta elde edilen mayşe süzülür (11). Bu şıra şerbetçiotu eklendikten sonra kaynat­ ma kazanına doldurulur (12) süzülür (13) ve 6 °C ’ye kadar soğutulur (14); sonra oksijenienir ve maya­ lanır (15). mısır



Şıra esas mayalanmaya bırakılır (16), sonra maya­ lanmış sıvıdan bira çekilir (17). Bira 0 °C ’ye kadar soğutulur (18), ikincil mayalandırma yapılır (19), sonra depolam a tankına (20) gönderilir. Çekme sı­ rasında bira son kez süzülür (21).



to z la r



ikincil m a lla n m a



löküntüler



nısır



.



4 * sıcak



|



ön mayş$em( 5$S*Stt8pmayalanmi



mısırın pişftilm esi



sınıflara ayı



sı(x) «-» IBx ltp(x) in 3xq>(x) «-* IVx~kp(x).] Tn BİRBROMLU sıf. Kim. Yalnızca bir brom atomu içeren bileşikler için kullanılır.



BİRBUÇUK- lat. Sesgu/'den çevri­ len, bir buçuk anlamında önek. Kimi sözcüklerin bileşiminde yer alır. B İR B U Ç U K D O â R U S A L sıf Ceb B irbuçukdoğrusai biçim , E ile F, karmaşık sayıların C cismi üzerinde iki vektör uzayı olmak üzere ExF denC içine tanımlı f uy­ gulaması; öyle ki, E nin x ,x ’ elemanları ile F nin v ,y elemanları ve. C nin X ele­ manı ne olursa olsun, f ( x + x ', y ) = f(x ,y ) + Hx>t y ) ; f ( \ x , y ) = A f( x , y ) f ( x , y j+ y ') = f ( x , y ) ; + f ( x , y ') J f ( x , \ y ) = k f ( x , y )



dir. (Eşanl: SESKİLİNEER* BİÇİM.)



bireşim B İR B U Ç U K K A N A T L I a. Havc. Bir ka­ nadı (genellikle alt) hemen hemen diğe­ rinin yarısına eşit olan çiftkanatlı uçak. B İR B U Ç U K K A R B O N A T a Anorg. kim. Bir karbonat molekülü ile bir hidro­ jen karbonat molekülünden oluşan bile­ şik. (Eşanl. SESKİKARBONAT.) B İR B U Ç U K O K S İT a. Kim. Her iki me­ tal atomuna karşılık üç oksijen atomu içe­ ren oksit. (Eşanl. SESKİOKSİT.) BİR C EN D , İran'da kent. Horasan’da, Af­ ganistan sınırı yakınında; 21 000 nüf. Meşhed-Zahedan yolunda bir vaha olan Bircend, yünün sanatlı biçimde işlendiği (halı) bir merkezdir. B İR C H -P F E İFF E R (Karoline), alman ti­ yatro oyuncusu ve oyun yazarı (Stuttgart 1800-Berlin 1868). 1837’de Zürich tiyatro­ su yöneticiliğini üstlendi ve çok güç ko­ şullarda sürekli bir topluluk kurmayı ba­ şardı. Tanınmış romanlardan yaptığı us­ talıklı oyun uyarlamaları büyük başarı kazandı. B İR C İS -



BERCİS.



B İR Ç E N E K L İL E R a. Tohumunda tek çenek bulunan çiçekli bitkiler sınıfı. (Bil. a. monocotyledoneae.) [Çiçekli bitkilerin (tohumlu bitkiler) önemli bir sınıfı olan birçenekliler, buğdaygiller (buğday), zam­ bakgiller (zambak, pırasa), palmiyegiller (hurma, hindistancevizi), yılanyastığıgiller (yılanyastığı), salepgiller (vanilya), ananas­ giller (ananas), muzgiller (muz) gibi büyük familyaların yanı sıra, çeşitli su bitkilerin­ den oluşan küçük familyaları da içerir (potamogetonaceae, nayadaceae, zosteraceae, lemnaceae, vb.).] —ANSİKL. Birçeneklilerin başlıca özellik­ leri şunlardır: tek çenekli tohum; genellikle saçak kök sistemi; çoğunlukla çokyıllık ve yumrulu yeraltı organları (köksap, soğan, vb.); dalsız sap ("ağaç” Jipinde olanlar [kongövde] daha gelişmiş bir evre sayılır); sapsız ve büyük kınlı, genellikle yalın, ba­ kışımlı yapıda (hemen hemen dikey yöne­ limli), paralel damarlı yaprak; kimisinde dallanmış çiçeklikler halinde topluca bu­ lunan, tek tipte örtü yapraklı (tepal), üçlü tipte çiçek; tipik ikincil oluşumdan yoksun organlar; ayrı daireler halinde dizili ve sklerankimayla çevrili soymuk-odun da­ mar demetleri ve soymuğun çevresinde yer alan "V biçiminde" odun; belirgin bir endoderm ya da çevreteker tabakası yok. Bu özelliklerin hiçbiri kesin değildir. Bota­ nikçilerin çoğuna göre birçenekliler renales takımından türemiştir ve hemen he­ men tümü monofiletiktir. B İR Ç O K belgsz. sıf. Sayıca çokluk be­ lirtir: Birçok kitabın eksik. Birçok kez tele­ fon ettim ; çıkmadı. Birçok hastalığa iy i geliyor.



B ird h a s ta lığ ı, organizmada, yiyecek­ lerle alınıp aşırı ölçüde biriken oksalat ürünlerinin (özellikle oksalik taş) yol açtığı bozukluklardan oluşan ve İngiliz hekim Golding Bird (1814-1854) tarafından 1842’de tanımlanan hastalık. Genetik kö­ kenli bir metabolizma hastalığıdır. B İR D EĞ E R Lİ sıf. Fizs. kim. Değerliği 1 olan atom ya da atom grubu için kullanılır B İR D E N be. (b ir ve -den, çıkma eki). 1 . Ansızın, beklenmedik bir anda: Birden yağm ur yağmaya başladı. Kalabalık b ir­ den dağıldı. Birden ateşi yükseldi. Birden içim e b ir sıkıntı çöktü. —2. Hepsi birlikte, ortaklaşa: Üçü birden saldırdı. Hepim iz birden alkışlamaya başladık. —3. Bir ara­ da, aynı anda, bir defada: iki işi birden yü­ rütmek. Hepsini birden içme. B İR D E N B İR E be. Beklenmedik bir an­ da, kısa bir süre içinde; ansızın, birden: Birdenbire gülmeye başladı. Birdenbire tepem attı. Birdenbire kendimi bu işin için­ de buldum. H er şey birdenbire oldu. B İR D İE a. (ing. söze.). Golf oyununda, topun bir deliğe sokulmasıyla elde edilen skor. Par’ı bir sayı artırır. B İR D İR B İR a Elleri dizlerine dayalı, ba­ şı eğik olarak iki büklüm duran bir oyun­ cunun sırtından atlayarak oynanan bir oyun. (Oyuncular, eğilmiş olanın sırtına el­ leriyle abanıp hız alır ve bacaklarını iki ya­ na açarak atlarlar. Bundan sonra tek ayak üzerinde sekerek tekrar sıraya girerler. Atlayamayan ebe olur, eğilenle yer değişti­ rir. Her tur bittikten sonra, yere eğilen sır­ tını biraz daha yükseltir. Birden fazla kişi­ nin üstünden atlayarak oynanan türleri de vardır.) B İR D İS IL Â N D -



AVES.



B İR D Ö LLÜ sıf. Yılda bir tek döl veren ipekböcekleri için söylenir. B İR D VVO O D (VVİlliam RİDDELL, I. - ba­



ronu), İngiliz mareşal (Kirkee, Hindistan, 1865 - Londra 1951). Birinci Dünya savaşı’nda Anzak birliklerine komuta etti. 1915'te Gelibolu’nun boşaltılmasını yönet­ ti. 1918’de fransız cephesinde V. Ingiliz ordusu’nun başına geçti. Daha sonra Hin­ distan’da başkomutan oldu (1925-1930). B İR E B İR sıf. 1. Etkisi kesin olan şey, ge­ nellikle ilaç için kullanılır: Kinin sıtmaya bi­ rebirdir. —2. B irebir gelmek, iyi gelmek, yaramak. —Küm. kur. B irebir eşleme, anlamı iyi be­ lirlenmemiş, kimi kez birebir örten uygu­ lam adın, çoğu kez de birebir uygulama' nin eşanlamlısı. || Birebir örten uygulama, aynı zamanda hem birebir, hem de örten uygulama, (iki A ve B kümesi birebir ör­ ten olabiliyorsa, yani A dan B üzerine bir birebir örten uygulama varsa, A ve B kü­ melerinin eşkuvvetü olduğu, kuvvetlerinin ya da kardinal’lerinin aynı olduğu söyle­ nir.) [Eşanl. BİJEKSİYON.] || A dan B içine birebir uygulama, B nin her elemanının, A nin en çok bir elemanının görüntüsü ol­ duğu uygulama. [A nin her (x ,x ') eleman İkilisi için ip (x) = tp (x ') ise, x = x ' olur ya da x x'ise, (x) * (x ') olur.]



♦ birçoğu belgsz. adi. 1 . çoğul ad + ın birçoğu, çoğul ad + dan birçoğu, bir bütün içinde yer alanların çek sayıdaki bölümü; çoğu: Kitapların birçoğu kaybol­ muş. Yaralılardan birçoğu iyileşti. —2. (iyelik ekiyle) belli sayıda kimse; Birçok­ ları bütün bu yeniliklerin eğitim karmaşa­ sına yol açtığını düşünüyor. Birçoğunuz S B İR E C İK , G.-D. Anadolu bölgesinde, söylediklerim i dinlemiyorsunuz. Şanlıurfa iline bağlı ilçe; 58 907 nüf. B İR D (Edward), İngiliz ressam (VVolver(1990); 852 km2; merkez bucağı dışında hampton 1772-Bristol 1819). Nükteli kü­ 1 bucak, 44 köy. Merkezi, Şanlıurfa’nın çük tablolar çizdi; bunlardan bazıları Na­ 79 km B.-G.-B.’sındaki Birecik, 28 440 tional Gallery’dedir .nüf. (1990). 1956’da Fırat üzerindeki Bi­ recik köprüsünün yapılmasıyla yöre, ül­ B İR D (Robert Montgomery), amerikalı kelerarası transit taşımacılıkta önemli ula­ yazar (New Castle, Delavvare, 1806 - Phişım merkezlerinden biri durumuna geldi. ladelphia 1854). Özellikle oyunları (Oral—Arkeol. 1894’te, fransız araştırmacı J. E. ioossa, 1832; The Broker of Bogota; Gautier, G.-D. Anadolu gezisi sırasında Bi­ 1834) ve romanlar! (The Hawks of Hawk recik’te Alt Yontmataş dönemine tarihlen-Hallow, 1835), sömürgecilik sonrası ame­ dirilen, kabaca yontulmuş iki yüzlü balta rikan edebiyatını etkiledi. buldu. Daha sonra Kılıç Kökten'in yaptığı B ird a y g ıtı, solunuma yardım aygıtı. (Üf­ yüzey araştırmaları sırasında dâ (1946), leme işlemini hastanın kendisinin başlat­ Gautier’in el baltasını bulduğu yörede, ge­ ması gerekir ve dolayısıyla aletin kullanı­ ne bu dönemden araç-gereçlere, Birecik’ mı bir üfleme eğitimini gerektirir. Alet, 2,5 in K.’inde dilgi aletlere rastlandı. barlık basınç altında bir gaz kaynağı [ok­ sijen ya da hava] ile çalışır.) B ir e c ik te r s a n e s i, XVI. yy.'da Birecik’



te (Urfa), Fırat ve Dicle üzerinde çalışan küçük ırmak gemilerinin yapıldığı tersane.



1665



B İR E M İS a (lat söze.), iki sıra kürekli Antikçağ roma teknesi. B İR E R ülş. say. sıf. 1. Üleştirmede, bir sayısıyla belirlenen çokluktaki şey için kul­ lanılır: B irer bira içtik. —2. B irer birer, her biri ayrı ayrı, teker teker: Hep birlikte de­ ğil, birer birer konuşun. || B irer ikişer, azar azar; birkaçı birlikte: Elindekileri istendik­ çe birer ikişer çıkarıyordu. B İR E R LE K O L a. Ask. Birerlekol düze­ ni, bir mangadaki erlerin kol uzaklığında ve numara sırasına göre birbirlerinin ar­ kasında durdukları düzen. Patika ve de­ rin olmayan suları geçerken ve yanaşıkdüzen eğitiminde uygulanır. B İR E Ş İM a. Özel bir alana ilişkin deği­ şik bilgilerin tutarlı, düzenli ve bağdaşık bir bütün olarak birleştirilmesi; bu birleş­ menin sonucu: Özgün b ir bireşim e var­ mak. Doğu-Batı bireşimi. (Eşanl. SENTEZ.) —Biyol. Canlı hücrelerin, bir organizma­ nın yaşamak, büyümek ve çoğalmak için gereksindiği çeşitli yapı ve enerji madde­ lerini üretmek amacıyla başvurduğu kar­ maşık kimyasal işlem. (Eşanl. SENTEZ.) [Bk. ansikl. böl.] —Fels. Descartes’a göre, nedenleri etki­ leri bakımından inceleyerek, sonuçlarda kapsanmış olan gerçekleri tanıtlayan iş­ lem. Kant'a göre, bir çatışkının üçüncü te­ rimi; öznenin, çeşitli tasarımları arasında ilişkiler kurmasını sağlayan kurucu bilgi edimi. Hegel'e göre, çözümlemeyi ta­ mamlayan bilgi kurucu edim. Hegelci ve marxçı terminolojide, diyalektik tipten bir çelişmenin üçüncü terimi. (Bk. ansikl. böl.) —Kim. Kimyasal bir bileşiği doğrudan doğruya bileşenlerinden elde etme tep­ kimesi. (Eşanl. SENTEZ.) [Bk. ansikl. böl.] —Opt. Tamamlayıcı renkli ışıklar bireşimi, renkli ışıkların, beyaz ışık izlenimi verecek şekilde üst üste gelişi. —Petrogr. Kayaçların ve minerallerin olu­ şumunu (erime, kristalleşme), magma, başkalaşım ya da taşoluş tepkimelerini deneysel yolla inceleme. (Eşanl. SENTEZ.) —Sesbilg. Söz bireşim i, optik, elektronik ya da bilişim yöntemleriyle yapay sözcük (bireşim sözü ya da bireşimsel ses deni­ len) üretmeyi sağlayan teknik. —ANSİKL. Biyol. Organizmaların bireşim yoluyla üretecekleri maddeler çok karma­ şıktır ve molekül yapıları büyük ölçüde enerji harcanmasını gerektirir Bu enerji ya yeşil bitkilerde ve bazı kırmızı bakteriler­ de olduğu gibi güneş ışımasıyla (buna fo­ tosentez denir) ya ısı veren kimyasal tep­ kimelerle ve molekül ağırlığı az olan cisim­ lerin yanması (kemosentez) ya da ayrış­ masıyla ya da hayvanlarda olduğu gibi or­ ganik maddelerin yakılmasıyla elde edi­ lir. Fotosentez ve kemosentez kendibeslekliğe, yani yalnızca minerallerden oluşan bir ortamda, sudan, suda erimiş maden­ sel tuzlardan ve atmosferdeki havayı oluş­ turan karbondioksit, azot ve oksijen gibi maddelerden yararlanarak yaşamaya ola­ nak sağlar. Bunun tersine, hayvanlar ve



\î .



■'



Birecik'ten genel b ir görünüm



bireşim yeşil olmayan bitkiler (mantarlar) ve bak­ terilerin çoğunluğu dışbeslektir, yani do­ laylı ya da dolaysız olarak, avlanma, asa­ laklık, ortak yaşama ve saprofit beslenme, vb. yoluyla kendibeslekleri ya da onların ürettiği organik maddeleri alarak besle­ nirler. Kimyasal olarak, bütün glusitlerin



1666



HOCH grubunun dolaylı polimerleşme-



idi! Biret



sinden türediği, lipitlerin glusitlerin indir­ genmesiyle, protitlerinse, nitratlardan ve glusit türevleri ile birleşmiş olan amonyak tuzlarından oluştuğu sanılmaktadır. Yalnız, prototrof denen küçük bir grup (mavi suyosunları, toprakta ve baklagillerde yaşa­ yan “ azot tutucu" bakteriler) havadaki azotu doğrudan kullanabilir. —Fels. • Descartes'a göre, geometride iki tür tanıtlama vardır: çözümleme ve bire­ şim. Çözümleme, yöntemse! olarak ne­ denlerden etkilere gider. Bireşim ise, ne­ denleri etkileri bakımından inceler. "S o­ nuçlarında kapsananın doğruluğunu açık seçik tanıtlar ve sonuçlarından herhangi birine karşı çıkıldığında, bunların öncül­ lerde nasıl kapsanmış olduklarını göster­ mek için, tanımlar, sorular, belitler, teorem­ ler ve sorunlar dizisinden yararlanır’' (Secondes Rdponses [ikinci cevaplar]). • Kant, şöyle yazar: "Bireşim (al. Synthesis) deyince, bu sözcüğün en geniş anla­ mında, çeşitli tasarımları birbirine ekleme edimini ve bu tasarımların çeşitliliğini bir bilgi içinde kavramayı anlıyorum. Çeşitli­ lik deneysel (ampirik) olarak değil de ön­ sel (a priori) olarak verilmişse (uzayda ve zamanda verilmiş olan gibi), böyle bir bi­ reşim salt (Katışıksız) bireşimdir” (K ritik der reinen Vernunft [Salt aklın eleştirisi], I, I). • Hegel’e göre, gerçek bilgi, çözümleme ve bireşim (al. Synthese) terimlerinin tikel ve tekyanlı anlamları içinde, ne çözümle­ meye ne de bireşime dayanır (bireşim = ’’başlangıçta birbirinden ayrılmış terim­ lerin birliği” [VVissenschaft der Logik, “ Begriff” (Mantık bilimi, "Kavram"), 2, 3]); ama bu iki işlem, tamamlayıcılıkları ile, kavramsal gerçekliğin tam anlamıyla “ diyalektik" bir açıklanmasını sağlar. Öy­ leyse bu bağıntı, "sonlu bilginin, bireşim diyerek ardında koştuğu şey" değildir; ama, dolayımsızlığı içinde gerçeğin ele alınışı —çözümleme— ile insan tipi (zih­ ni) tarafından kavranışını —bireşim— bir­ leştiren "m utlak b ilgi” dir (ay. ypt., "Begriff” [Kavram"], 3, 3). —Kim. Tam ve bölümsel olmak üzere iki tür kimyasal bireşim vardır. Tam bireşim, bileşen elementlerin karşılığı olan basit ci­ simlerden bir bileşiği oluşturan tepkime­ dir. Sözgelimi, hidrojen ve oksijenden su elde etme bir tam bireşimdir: 2 H j + 0 2 - 2H20 Bu tür bir bireşim, çok ender görülür. Bu­ nunla birlikte, eğer bir bileşiğin bölümsel bireşimi yapılabiliyorsa, tam bir bireşimi­ nin de elde edilebileceği kabul edilir; ya­ ni tam bireşimle elde edilen öteki bileşik­ ler kullanılarak tam bir bireşim sağlana­ bilir. Örneğin etanol (CH3 — CH2OH), asetaldehit (CH3 — CHO) ile hidrojenin bölümsel bireşimiyle üretilir: CH3 - CHO + H2 - CH3 - CH2OH. Asetaldehit ise, aşağıdaki denklemlerde gösterildiği gibi tam bir bireşimle oluş­ turulur. Ca + 1/2 0 2 - CaO CaO -t- 3C —* CaC2 + CO CaC2 + 2H20 - Ca (OH)2 + C2H2 C2H2 + H20 - CH3 - CHO. Görüldüğü gibi asetaldehit tam bir bire­ şimle elde edilmiştir; çünkü CaO, CaC2, HjO ve C2H2 gibi ara maddeler, bir ya da birçok aşamada Ca, 0 2, C, H2 gibi ele­ mentlerden doğrudan doğruya hazırlan­ mıştır. Daha genel bir anlatımla tam bir bire­ şim, ardı ardına gerçekleşen bölümsel bi­ reşimlerden oluşur. Yukarıdaki örnek, yal­ nızca iki karbon atomu içeren bir bileşi­



ğin bireşimidir. Oysa organik bireşimle (karbon bileşikleri bireşimi), günümüzde, canlılardan özütlenen kimi proteinler ya da B12 vitaminleri gibi yüzlerce atom ta­ şıyan moleküller üretilebilmektedir. Tam bir bireşimde iki sorunla karşılaşı­ lır: birincisi, atomların istenen zincirlenişini sağlayacak seçimli ve etkili tepkimeler bulmak, İkincisi ise, bu zincirlemeyi her atom için gerekli çevreyle birlikte oluştur­ maktır (stereokimya). Bu ikinci soruna çö­ züm bulmak çok daha zordur. Günü­ müzde organik kimya alanında yapılan araştırmaların önemli bir bölümü, stereo -seçimli tepkimelerin oluşturulmasına ay­ rılmıştır; çünkü bu tepkimeler diastereo -izomerlerle birlikte, belki de araştırılan enantiyomerlerin elde edilmesini sağlaya­ caktır. B İR E Ş İM C İL İK a. 1880 yıllarının son­ larında ortaya çıkmış fransız resim tekni­ ği ve estetiği; sentetizm. (Eşanl. BÖLMECİLİK.) —ANSİKL. 1888'de Pont-Aven’de, E Ber-



nard ve Gauguin (Schuffenecker'e “ sanat bir soyutlamadır” diye yazmıştı) tarafından ortaya atılan plastik kuram. Yeni izlenim­ ciliğin karşısavı olmak isteyen bireşimcilik. Anquetin'in, bir vitray üstündeki ışık oyunlarını gözlemleyerek 1886'da ortaya attığı bölm ecilikten türedi, 1888'de E. Dujardin tarafından Revue indöpendante’ta tanımlandı. Japon estampları, halk resimleri.ilkel sanatlar, Puvis de Chavannes'ın yalınlaştırmalarından yola çıkan bireşimciliğin temel özellikleri, ayrıntıların bir ya­ na bırakılması ve siyahla çevrelenmiş sı­ vama renklerin benimsenmesiydi. Gauguin’in başyapıtlarından biri olan \akup' un melekle savaşı (Edinburgh) ve E Bernard’ın Çayırdaki breton kadınları (özel koleksiyon), 1889'da, Paris’te Volpini kahvesi’nde "izlenimci ve bireşimci grup"un sergisiyle ortaya çıkan bu üslubun ilk ör­ nekleridir. 1889-90 yılları arasında Paris' te ve Bretagne’da çeşitli sanatçılar (Sârusier, Filiger, Seguin, Louis Roy, Leon Fauchâ, vb.) tarafından benimsenen bireşimcilik, simgecilik* içinde eridi ve Gauguin’in Tahiti'ye yaptığı ilk yolculuktan son­ ra ortadan kalktı. B İR E Ş İM L İ sıf. Bir bireşim sonucu olu­ şan, bireşime dayanan şey için kullanılır. (Eşanl. SENTETİK.) B İR E Ş İM S E L sıf. 1. Fels. ÇÖZÜMLEYİCİ’ ye karşıt olarak, bireşimle ilişkili olan, bi­ reşim özellikleri taşıyan, bireşimden kay­ naklanan için kullanılır: Bireşimse! düşün­ ce. BireşimseI tanıtlama. —2. Kim. Bire­ şimle elde edilen bileşikler için kullanılır: Bireşimsel lif. (Eşanl. SENTETİK.) —Biyol. Bireşimsel evrim kuramı, yenidarvinci tezle mutasyoncu tez arasında yapı­ lan bireşim. (Amerikalı G. G. Simpson'un öne sürdüğü bu bireşime göre evrim, ge­ lişme mekanizmalarını yöneten genetik yapı ile en elverişlileri seçen doğal ayık­ lanma arasındaki karşılıklı etkileşimin so­ nucudur.) —Dilbil. Birçok biçimbirimi tek sözcükte toplama eğilimindeki dil için kullanılır. (Bükülgen diller ve bitişimli diller bireşimseldir.) —Fels. Bireşimsel yargı, Kant'agöre, yük­ lemi önsel (a priori) olarak öznede içeril­ meyen yargı. || Önsel bireşimsel yargı, yüklemi öznede içerilmemekle birlikte, de­ neye de dayanmayan yargı. (Kant şöyle yazar: "Kurgusal önsel bilgimizin tüm ere­ ği, bu gibi bireşimse!, yani genişletici il­ kelere dayanır" [Kritik der reinen Vernunft, (Sait aklın eleştirisi)].) B İR E Ş T İR İC İ a. ve sıf. Müz. -



SEN-



TETİZÖR.



—Radyotekn. Frekans bireştiricisi, frekans çoğaltıcılardan ya da bölücülerden kay­ naklanan salınımların bileşimi ye içkestirimi yoluyla çok kararlı ve duyarlı, ayarla­ nabilir frekans salınımları veren aygıt. (Fre­ kans çoğaltıcıları ya da bölücülerine çok kararlı salıngaçlar, örneğin, kuvarzlı ya da



atom salıngaçları kumanda eder.) [Eşanl. SENTETİZÖR.]



B İR E Ş T İR M E K g. f. Kim. Bireşimle el­ de -etmek. —Biyol. Yeniden bireştirm ek, canlı bir or­ ganizma sözkonusuysa basit moleküller­ den karmaşık molekül yapmak. B İR E T (ijlil), türk piyanocu (Ankara 1941). “ Harika çocuk" olarak dikkat çek­ ti, bir süre Mithat Fenmen'den ders aldık­ tan sonra, "Suna Kan ve idil Biret yasası” denilen özel bir yasayla Fransa’ya gönde­ rildi (1949). Nadia Boulanger ile iki yıl ça­ lıştıktan sonra Paris Konservatuvarı'na gir­ di. Yüksek solfej bölümü'nü birincilikle bi­ tirerek Alfred Cortot, VVİlhelm Kempff ve Jean Doyen’in piyano, Boulanger’nin pi­ yanoyla eşlik ve besteleme sınıflarında öğ­ renimini sürdürdü. 1957'de konservatuvarı yine birincilikle bitirince bir süre daha Cortot ve Kempff ile çalıştı, ilkgençlik yıl­ larında başlayan uluslararası sanat yaşa­ mı boyunca, dünyanın en ünlü orkestra­ ları eşliğinde, en ünlü şeflerle çaldı; ünlü solocularla “ ikili" resitaller verdi. 1973'te "devlet sanatçısı" unvanını aldı. 1986 Montpellier festivali’nde Beethoven sen­ fonilerinin Liszt tarafından yapılmış piya­ no uyarlamalarını —dünyada ilk kez— dört konserde seslendirmesi, tüm dünya­ da yankılar uyandırdı. Bu uyarlamaları, aynı yıl Belçika’da 6 plaklık bir dizi yaptı. Olağanüstü gelişmiş tekniği, geniş repertuvarı,sahnede uzun sûre kalabilme gücü ve üstün yorum yeteneğiyle kendi­ ni kabul ettiren Biret, Beethoven, Prokofyev, Rahmaninov, özellikle de Brahms ve Ravel yorumlarıyla tanınır. Boston'da Lily Boulanger Memorial Fund (1954, 1964) ve Londra'da Harriet Cohen/Dinu Lipatti yarışmalarında altın madalya kazandı (1959). 1978'den beri Kraliçe Elisabeth (Belçika), 1985'ten beri de Van Cliburn (ABD) yarışmalarında seçici kurul üyesi­ dir. 1986’da Boğaziçi üniversitesince ken­ disine fahri doktorluk unvanı verildi. S İR E V C İK L İ sıf. 1. Çiçekleri bireşeyli olup erkek ve dişi çiçekleri aynı kökten çı­ kan saplar üzerinde bulunan bitkilere de­ nir —2. Erkek ve dişi çiçekleri aynı çiçek­ likte bulunan, ama hiçbir çiçeği erdişi ol­ mayan bitkilere denir. S İR E V C İK L İL İK a. Birevcikli bitkinin ya da çiçeğin durumu. BİR EY a. 1. Boyutları belirli ve sınırlı hay­ vansal ve bitkisel canlı varlık. (Bk. ansikl. böl. Biyol.) —2. Grup, toplum, ortaklık kar­ şıtı olarak insan, kişi: Birey-deviet ilişkile­ ri. Feodal toplum da bireyin haklan. Kitle içinde kaybolmuş birey. (Bk. ansikl. böl. Uluslarar. huk.) —Çevrebil. Birey çevrebilim i, canlı varlık ile yaşadığı ortam arasındaki ilişkileri in­ celemeyi amaçlayan ekoloji dalı. (Ekolo­ jik tercihleri ve türlerin ortam koşullarına dayanma sınırlarını belirler, bu koşullarda türlerin nasıl davranacağını açıklamaya çalışır. Toplum ekolojisinin karşıt anlamlısı olan birey ekolojisi bu açıdan fizyolojiye çok benzer ve genellikle onun yöntemle­ rini kullanır.) —Istat. Bir kütlenin elemanı. —Mant. Bir yorumlama alanının üyesi. || Russell’a göre, “ karmaşıklığı olmayan her şey" (buna karşılık, örneğin bağıntılar kar­ maşıktır). —ANSİKL. Biyol. Birey kavramı genel bir kavramdır; her yönden apaçık sınırlı, bü­ tün ve yaşamakta olan bir organizmaya birey denir. Bir meşe, bir köpek, bir bö­ cek larvası birer bireydir. Ama bu kabul, sözcüğün tanımına tıpatıp uymaz, çünkü birey hiç de bölünmez değildir: budanmış bir ağaç, bir bacağı koparılıp atılmış bir hayvan gene de bir bireydir. Hele parça­ lara ayırma bir çoğaltma yolu olduğu za­ man (doğal çelikleme, hayvansal tomur­ cuklanma, ikiye bölünme), aynı "yaratık” birçok birey olur. İki gerçek ikiz pekâlâ iki bireydir, ama ikisi de aynı kromozomsal



yapıya, aynı genoma sahiptir, yani özdeş­ tir: aynı biyolojik "varlık"ın iki örneğini oluşturur. Bununla birlikte, Lamarck'ın da haklı olarak işaret ettiği gibi, "doğada yal­ nızca bireyler vardır”, soyut gruplar de­ ğil. —Uluslarar. huk. Tekçi öğretilere karşın, birey henüz bir uluslararası hukuk kişisi değildir. Uluslararası yargı organlarına za­ man zaman başvurabilse de (Avrupa top­ lulukları adalet divani, Avrupa insan hak­ ları divanı, Birleşmiş milletler örgütü ve uz­ manlık kuruluşlarının memurları için BM bünyesindeki idari yargı organları), bire­ yin bu başvuru hakkı, devletlerin bunu ön­ ceden kabul etmesine bağlıdır ve onun­ la sınırlıdır. Buna karşılık bireyler savaş suçlusu olarak ilan edilebilir ve uluslara­ rası mahkemelerce cezalandırılabilir (1945 ve 1946’da kurulan Nuremberg ve Tokyo mahkemeleri). B İR E Y C İ sıt. 1. Bireycilik yanlısı olan, topluluğa değil bireylere önem veren kim­ se için söylenir. (Eşanl. FERDİYETÇİ.) — 2. Bireyciliğe ilişkin şey için kullanılır: Birey­ c i b ir dünya görüşü. B İR E Y C İL İK a 1. Fels. Bireyi, ya top­ lumun, ya ahlaksal değerlerin, ya da her ikisinin temeli olarak gören öğreti. (Eşanl. FERDİYETÇİLİK.) —2. Bireysel girişkenliği, toplum karşısında kişinin bağımsızlığını ve özerkliğini destekleyen tutum. B İR E Y LE R A R A S İ sıt. Ruhbil. iki ya da daha çok kişi arasındaki ilişkilerle ilgili olan. B İR E Y LE Ş M E K gçz. f. Bir kimse söz­ konusuysa, birey durumuna gelmek, bi­ reylik kazanmak. ♦ b ire yleştirm ek ettirg. f. Fels. Bir varlığı (kişi ya da şey), birey olarak belir­ lemek, nitelemek. B İR E Y L E Ş T İR M E K -> BİREYLEŞMEK. B İR E Y L İK a Fels. 1. Bir bireyi, bir baş­ ka bireyden ayıran şey. —2. Bireylik ilke­ si, bir bireyin bütün öteki bireylerden ay­ rılmasını sağlayan ilke. (Bu terim, Aristo­ teles ve Ortaçağ filozofları tarafından kul­ lanıldı. Albertus Magnus ile aziz Thomas, bu ilkeyi maddede, Duns Scot ise, haecceitas adını verdiği bir özel biçimde gö­ rüyordu.) —Ruhbil. Çocuğun kendini diğer insan­ lardan farklı bir özne olarak ayırt ettiği süreç. B İR EYO LUŞ a. Biyol. Bireyin, döllenmiş yumurtadan başlayarak yetişkin duruma kadar gelişmesi. (Karşt. SOYOLUŞ, eşanl. ONTOGENEZ.)



B İR E Y S E L sıf, 1. Toplumsala karşıt ola­ rak bireye ilişkin şey için kullanılır; kişisel, ferdi: Bireysel haklar. —2. Topluya karşıt olarak tek bir kişi tarafından yapılan şey için kullanılır; ferdi: Bireysel girişim ler özendirilecek. Bireysel b ir çalışma. —Spor. Bireysel spor, tek başına yapıla­ bilen ya da genelde yarışmacıları teke tek karşı karşıya getiren spor (takım sporu' nun karşıtı). Bu durum özellikle atletizm, bisiklet, jimnastik ve teniste görülür. An­ cak bu rakipler çoğu kez bir takım içinde yer alır ve her birinin aldığı sonuç ya da başarı dereceleri toplanarak takımlarına mal edilir. ♦ a. Fels. Aristoteles’e göre, belirlen­ miş şey. (Bireysel [focte ti, tam anlamıy­ la, "işte bu şey"], kendi kendisiyle varo­ lan şeydir; bu nedenle “ bireysel" ve “ töz” sözcükleri çoğunlukla eşanlamlı olarak kabul edilirler.) B İR E Y S E LLE Ş T İR M E K g. f B ir şeyi bireyselleştirmek, onu bireysel açıdan ele almak, bireylere göre düzenlemek. B İR E Y S E L L İK a. Fels. Bir varlığın (kişi ya da şey) başka bir varlıkla karıştırılmamasını sağlayan ayırtedici özelliği. (Birey­ sellik, iskolastik ve klasik filozofların tekil­ lik, özgüllük, biriciklik kavramlarını belirt­ mek için kutlandıkları terimlerden biridir;



bu kavramların hepsi de, bu filozoflara gö­ re, her varlığın biricik, yerine-başkası -konulamaz temel özelliğini göstermeyi amaçlar.) R İR FLU O R LU sıf. Kim. Yalnızca bir flü­ or atomu içeren bileşikler için kullanılır. B İR G A N C , Nepal’de kent. Katmandu’ nun G.-G.-B.’sında Hindistan sırtın yakının­ da; 10 600 nüf. Havalimanı. BÜRGEN (Muhittin), türk gazeteci (istan-' bul 1887 - ay. y. 1959). Darülfünun ede­ biyat fakültesi’ni bitirdi. Tanin gazetesine yazılar yazdı, ittihat ve Terakki içinde mes­ leki temsil ve kooperatifçilik düşüncesini savundu. Çorum mebusu seçildi (1914-1918). Vatan gazetesine yazılar yazdı (1919-1920). A n a d o lu ’ya geçti ve Hakimiyet-i milliye gazetesinin başyazar­ ları arasında yer aldı (1920). Bir süre mat­ buat umum müdürlüğünde bulundu (1921). Aynı yıl Azerbaycan'a gitti; Bakü Üniversitesi’nde osmanlı edebiyatı ders­ leri verdi. Türkiye'ye döndükten (1924) sonra Meslek adlı bir dergi ve Halk adlı bir gazete (1924-1925), Türk kooperatifçisi (1930-1933) adlı bir dergi çıkardı. 1934’ten sonra İstanbul’da Son posta ga­ zetesine başyazılar yazdı. Mardin millet­ vekili seçildiyse de (1939) devamsızlığı ne­ deniyle istifa etmiş sayıldı (1941). Yeni ede­ biyat (1914) adlı bir yapıtı vardır. B İROENDE a. (ital. brigantino'öan). Esk. denize. Kadırga sınıfından, yelken ve kü­ rekle yürütülen çok hızlı küçük gemi. —ANSİKL. Birgende XVIII. yy.'da iki direkli, brik’e benzer bir gemiye dönüştü; ancak tonajı daha az, donanımı da biraz deği­ şikti. XIX. yy.'ın ilk yarısında ise ortadan kalktı. Osmanlı donanmasında da kulla­ nılan bu küçük geminin yalnız baş tara­ fında top bulunurdu, Osmanlılar’ın perkende, perkendi, pergendi de dediği 18-19 oturaklı bu geminin her küreği 3-4 kişi tarafından çekilirdi. BİR G E R J A R L , isveçli devlet adamı (öl. 1266). Kayınbiraderi kral Erik Erikssonün danışmanıydı, kendi oğlu Valdemar’ı kral seçtirdi (1250) ve naip oldu (1248-1266). Din adamlarını kendine bağ­ lamak için, onların miras hakkı konusun­ daki isteklerini kabul etti, rahipler meclisi­ nin kurulmasını destekledi ve Finlandiya' ya karşı bir haçlı seferine girişerek (1249), Kilise'nin gücünü artırdı. Yasakoyucu ola­ rak, iktidarı merkezileştirdi (yerel özerkli­ ği kısan ulusal yasalar, tahta gelir sağla­ yan bir vergi toplayıcılar ve yöneticiler ör­ gütünün kurulması). Ülkenin birliğini pe­ kiştirerek, krallık iktidarını ve mâliyeyi güç­ lendirerek İsveç’in ticari ve diplomatik yön­ den gelişmesini sağladı (1252’de Lübeck ile yapılan antlaşma, Danimarka ve Nor­ veç ile ilişkilerin istikrara kavuşturulması). B İR G E R M A G N U S S O N (1280 - Gotland 1321), İsveç kralı (1290-1318). Mag­ nus Ladulas'ın oğlu. Babası öldüğünde (1290) küçük olan Birger, mareşal Torgils Knutsson'un başkanlık ettiği naipler kuru­ lunun yönetimini kabul etmek zorunda kaldı, Knutsson, kralın erginliğe ermesin­ den (1298) sonra da yönetimini sürdürdü. Birger’in kardeşleri Erik ile Valdemar, ma­ reşale karşı ayaklandılar, onu yakalattılar ve idam ettirdiler (1306). Böylece krallık üçe bölündü. 1317’de, Birger kardeşleri-, ni bir kuleye kapattırdıysa da, daha son­ ra Danimarka'ya kaçmak zorunda kaldı. B İR G İ, İzmir'in Ödemiş ilçesine bağlı bucak; 11 238 nüf. (1990); 11 köy. Mer- 1 kezi Birgi, 4 406 nüf. (1990). • TARİH. Birgi (Pyrgion), Bizans dönemin­ de Tire ili ile birlikte Küçük Menderes böl­ gesinin iki önemli kentinden biriydi. Kent ve ünlü kalesi, Menteşe Bey’in damadı Gazi,Sasa Bey tarafından türk toprakları­ na katıldı. Aydınoğulları beyliğinin kurucu­ su Mehmet Bey eski müttefiki Sasa Bey’i öldürdükten sonra Birgi’yi topraklarına kattı (1308). Aydınoğulları'nın başkentle­ rinden biri durumundayken, Umur Bey’



in oğlu İsa Bey tarafından, savaşılmaksızın Osfnanlılar’a teslim edildi (1391). Timur istilasının ardından yeniden Aydınoğluları' nin ve bir ara Cüneyt Bey’in eline geçtiy­ se de, kısa süre sonra, kesin olarak osmanlı egemenliğine girdi. Başkent olmak­ tan çıkmasına karşın XV.-XVI. yy.’larda önemli bir kültür merkezi olma durumu­ nu korudu. XVII. yy.’da giderek önemini yitirdi. XVIII. yy.’da, paşa hası bir kaza ola­ rak Aydın sancağına bağlıydı. XIX. yy.’ın ikinci yarısında kaza merkezi olmaktan çı­ karılarak bucak yapıldı. • MİMARLIK. Aydınoğulları dönemi anıt­ larının yoğun olarak bulunduğu merkez­ lerden biri olan Birgi'deki en önemli yapı B irgi’ Ulu cam isi'dir. Caminin K.-B.’sına bi­ tişik olan M ehm etbey tü rb e si, 1333/1334’te Aydınoğlu Mehmet Bey ve üç oğlu (İsa Bey, İbrahim Bahadır Bey ve Gazi Umur Bey) için yaptırılmıştır. Sekiz­ gen gövdeli türbenin kubbesi küresel bin­ gilere oturur. Duvarlar mermeri andıran düzgün kalker taşındandır Çiçeklerle be­ zeli kapı kemeri üzerinde yazıtı vardır. Pen­ cere kenarları yıldız motifli firuze ve laci­ vert çinilerle, kubbesi ve kubbe kasnağı lacivert çinilerle bezenmiştir. Ulu cami’nin G.'inde ve yol üzerinde bulunan Sultanşah türbesi, Aydınoğlu Mehmet Bey'in kız kardeşi Sultan Şah Hatun için yaptırılmış­ tır (1310). Altıgen planlı, kubbeli yapı gü­ nümüzde onarılmıştır. Kaynaklardan bili­ nen cami, türbe, medrese, çeşme vb. bir­ çok yapı ise günümüze ulaşmamıştır. Ge­ leneksel konut mimarlığı açısından da önemli merkezlerden olan Birgi’de, bu tü­ rün en ilginç örneği Çakırağa’ konağı'dıt. B İR G İ (Ziya Nuri), türk hekim (İstanbul 1872 - Ankara 1936). Askeri tıbbiye’yi bi­ tirdi (1890). Emraz-ı umumiye muallim mu­ avini oldu. Berlin'e gönderildi (1894), ku­ lak burun boğaz ihtisası yaptı. Dönüşün­ de (1900) Gülhane'de görevlendirildi. 1909’da kurulan Darülfünun-ı Osmani tıp fakültesi reisliğini (dekan) yaptı (1921-1922). Üniversite reformunda kad­ ro dışı bırakıldı (1933). Ertesi yıl fahri pro­ fesör olarak kürsüsüne döndü. Afyon mil­ letvekiliyken öldü. Tibbiye’de çağdaş dü­ zeyde bir kulak burun boğaz kliniği ku­ rarak bu alanda birçok hekim yetiştirdi. Türkiye’de ilk endoskopi muayenesini uy­ guladı. Başlıca yapıtları: Emraz-ı istilaiyeden enfluenza ve humma-yı zank (Salgın ' hastalıklardan enfluenza ve sıkıntılı hum­ ma, 1895), Fenn-i cerrahide usul-i def-i teaffün (Cerrahide asepsi ve antisepsi yön­ temi, 1896), Usul-i muayene-i bevl (idrar muayene yöntemi, 1913), Teşhis ve tedavi-i emraz-ı üzniye (Kulak hastalıkları teş­ his ve tedavisi, 1920-1921), Kulak hasta­ lıkları (1927). B İR G İ (Muharrem Nuri), türk diplomat (İstanbul 1907 - ay. y. 1986). Galatasaray lisesi, Cenevre hukuk fakültesi, Paris Si­ yasal bilimler okulu'nu bitirdi. Varşova (1936), Pariş (1941), Madrid (1943) bü­ yükelçiliklerinde başkâtiplik, Madrid elçi­ lik müsteşarlığı (1944) yaptı. 1946’da Bir­ leşmiş milletler genel kurulu’na katılan türk delegasyonunda görev aldı. Dışişle­ ri genel sekreteri [müsteşar] (1925) oldu, buradan Londra büyükelçiliğine atandı (1957-1960), NATO Türkiye sürekli delege­ liği (1960-1972) yaptı. Emekliye ayrıldıktan sonra, NATO'nun Türkiye'de tanıtılması ve bu kuruluşla iktisadi, kültürel ve siyasi iliş­ kinin sağlanması amacıyla kurulan North Atlantic Treaty Association başkanlığına getirildi (1972). B irg i U iu c a m is i, İzmir’in Ödemiş ilçe­ sine bağlı Birgi bucağında cami. Aydınoğulları beyliğinin en önemli ve esk) yapı­ larından biridir. Birçok yönden Anadolu Selçuklu mimarisi geleneklerine bağlı ol­ makla birlikte, ince sütunları ve yalın sü­ tun başlıklarıyla Beylikler döneminde be­ liren yenileşmenin izlerini de taşır 1312’de Aydınoğlu Mehmet Bey'in yaptırdığı kare planlı cami, mihraba dikey beş sahınlı olup, mihrap önü tonoz bingilere oturan



Birgi Ulu camisi 1668



bir kubbeyle belirlenmiştir. Sonradan ek­ lenen son cemaat yeri, sekiz sütunun ta­ şıdığı ahşap çatıyla örtülüdür. G.-B. köşe­ deki minare baklava biçiminde düzenlen­ miş firuze rengi sırlı tuğlalardan örülmüş­ tür. Firuze ve koyu mor renkli, geometrik yıldız ve geçmelerle bezeli mozaik çinili mihrabı Selçuklu geleneğini sürdürür. Ce­ viz ağacından ve çivisiz geçme panolar­ dan oluşan minberi de Selçuklu üslubundadır. Muzafferettin bin Abdülvahit’in ürü­ nü olan minber, camiden sekiz yıl sonra bitirilmiştir. Aynı ustanın yapıtı olan pen­ cere kanatları da, değişik motifli bezeme­ leriyle dikkati çeker. Camiyle birlikte yap­ tırılan medrese yıkılmıştır.



BİRO İT (Orhan), türk gazeteci ve siya­ set adamı (Kars 1927). Konya lisesi’ni, İs­ tanbul Hukuk fakültesi’ni bitirdi (1950). Ay­ nı yıl gazeteciliğe başladı, Siyasete CHP'de başladı. Çeşitli gazetelerde çalış­ tıktan sonra Kim dergisi (1958), Hür va­ tan ve Hareket gazeteleri kurucusu (1961) oldu. Avukatlık yaptı, CHP İstanbul il ör­ gütünde görev aldı. 1965'te CHP millet­ vekili seçildi (1965-1980). İstanbul, Anka­ ra ve tekrar İstanbul milletvekilliği, 1974'te turizm ve tanıtma bakanlığı yap­ tı. 1980'den itibaren Hürriyet vakfı genel müdürlüğünü, 1988’de Erol Simavi vakfı eğitim merkezinin yöneticiliğini üstlendi. BİROİTTA (azize) [Hof Finstad, Uppsala yakınında, 1303'e doğr. - Roma 1373]. Ulf Gudmarsson ile evlendi. Azize Katerina'nın annesiydi. Aziz Francesco tarikatı­ na giren karı-koca, Santiago de Compostela yolculuğunu yapmaya karar verdiler. Dönüşlerinde Ulf öldü (1344). Birgitta, 1349'da hac yolculuğuna çıktı. Roma'da bir süre kaldı ve burada, isveçli hacılar ve öğrenciler için bir yurt kurdu. Kudüs'ü zi­ yaret eden Birgitta 1391'de azizler merte­ besine yükseltildi. BİROÖZELİ sıf. BİRHÜCRELİ’nin eşan­ lamlısı.



BİR İK İC İ sıf. Bir birikime konu olan, bu­ nun için başka birileriyle bir araya gelen. —Biyol. B irikici etmenler, aynı karakteri et­ kileyen ve etkileri hesapça birbirine ekle­ nen ya da birbirinden eksilen, alel olma­ yan kalıtsal etmenler. (Birikici etmenler, bir dereceye kadar belirsizlik ya da kararsız­ lık gösteren karakterleri belirlemeye yarar [örneğin az ya da çok koyu, az ya da çok açık renkler].)



BİRİKİM a, 1. Herhangi bir biçimde edi­ nilen deneyimlerin, bilgilerin vb. toplamı: D eğerlendirm elerinde b e lli b ir birikim e dayanmak. Birikim i olan b ir yazar. —2. Bi­ rikmiş, bir araya toplanmış olan: Serma­ ye birikim i. Küçük birikim leri değerlen­ dirm ek. —Çekird. fiz. Etkin birikim , emanasyonların bozunmasıyla oluşan radyoelementler dizisi ya da 238U, 235U ve 232Th radyoak­ tif ailelerinin her birinin radon izotopları kü­ mesi. (Kolayca toplanabilen etkin birikim­ ler sık sık, maddesiz ışıma kaynağı ola­ rak kullanılır.) —ikt. düş. tar. ve Fels. Sermaye birikim i, Marx'a göre, kapitalist bir toplumda, ser­ mayenin, gittikçe daha çok artıdeğer* ’i kendine katma yoluyla, bütün bileşenle­ riyle birlikte, yeniden üretilmesi. (Bk. an­ sikl. böl.) || İlkel (ya da ilksel) birikim, marxçılara göre, kapitalist kökenli olmayan (fa­ kat, kapitalist üretim biçiminin doğuşunu hazırlayan) bir birikimin, fiili durumlardan —yağma, köylülerin mülksüzleştirilmesi vb.— kaynaklanarak ortaya çıktığı dö­ nem. (Bk. ansikl. böl.)



yeceğini ileri sürer. Bu nedenle üretim sü­ recinin sürekli olması, yani metalar satıl­ dığı zaman, üretimin sürdürülebilmesi için, yeterli bir miktarda paranın, üretim araçları ve emek gücü satın alımında kul­ lanılması gerekir. Üretimin çeşitli aşama­ larının düzenli ve zorunlu biçimde birbiri­ ni izlemesi yeniden-üretim'i oluşturur. Gerçekte, bu yeniden-üretim, emekçiler tarafından üretilip, kapitalistin kişisel zev­ ki için tüketmediği artıdeğer’den kaynak­ lanır. “ Artıdeğer, tüketime harcanacak yerde, sermaye olarak yatırılır ve kullanı­ lırsa, yeni bir sermaye oluşur ve bu eski­ sine katılır. Demek ki birikim, artıdeğer' in sermayeye dönüşmesiyle gerçekleşir” (Kapital. 1,24). İlkel birikim , feodal üretim biçimine öz­ gü toplumsal ilişkilerin yıkılmasında ilk adım oldu; kapitalizme geçişten önce or­ taya çıktı ve bu geçişin sürmesini sağla­ dı. Marx'a göre: “ Onun [Kapitalizmin] or­ taya çıkması için, üretim araçlarının, bu araçları kendi emeklerini gerçekleştirmek amacıyla kullanan üreticilerin ellerinden, hiç olmazsa kısmen çekilip alınmış ve bu araçların, başka insanların emeğinden vurgun vurmak için onlardan yararlanan emtia üreticilerinin ellerine geçmiş bulun­ ması gerekir. Emeği dışsal koşullarındankopartan tarihsel hareket; birikimin sırrı iş­ te budur” (K apital, 1,24). B İR İK İM L İ sıf. istat. B irikim li eğri, biri­ kimli sıklıkları gösteren eğri. (Bk. ansikl. böl.) || B irikim li sıklıklar (sıklık oranları), ni­ cel bir özelliğin, belli bir değere ya da belli



birikim i. Marx, hiçbir toplumun ne üret­ mekten ne de tüketmekten vazgeçeme-



PR0KARY0T BİRHÜCRELİLER (SINIFLANDIRMA)



BİRGÖZELİLER -> BİRHÜCRELİLER. BİRHADEM , Cezayir’de komün, Sahel tepelerinde, Cezayir kentinin G. banliyö­ sünde; 24 000 nüf. Ticaret merkezi. XVIII. yy.'dan kalma çeşme.



BİR HAKEİM , Sirenayka çölünde sulak yer, Tobruk’un 60 km G.-B.'sınöa. 1942'da İngiliz birliklerinin sol uç kanadı burasını destek noktası olarak kullandı. Koenig'in komutasındaki Özgür fransız kuvvetleri 1. tugayı'nın savunduğu Bir Hakeim, bura­ sını kuşatan Rommel'in saldırılarına karşı 27 mayıs 1942’den başlayarak 16 gün sü­ reyle dayandı. Ağır kayıplar pahasına 11 haziranda çemberi yaran garnizon, İngi­ liz birliklerine ulaşmayı başardı. Bu hare­ kât dünya çapında yankı uyandırdı. (-» LİBYA seferi.) BİR HALKALI sıf. Kim. Formülü kapalı bir zincir içeren bir bileşik için kullanılır (ör­ neğin benzen). [Eşanl. MONOSİKLİK.]



BİRHÜCRELİ sif. Tek hücreden oluşan (hayvan ya da bitki). [Eşanl. BİRGÖZELİ.] BİRHÜCRELİLER a Biyol Üreme çev­ riminin tümü ya da tümüne yakın bir bö­ lümü boyunca yalnız bir hücreden oluşan bitkisel ya da hayvansal varlıklar (bakteri­ ler,. protozoa, diyatomeler, vb.). [Eşanl. BİRGÖZELİLER, PRÖTİSTLER.]



B İRİBİ a. (ital. söze. biribi[sso]'dan). İtal­ yan kökenli talih oyunu. Bu oyun, bir ka­ sa ile sınırsız sayıda oyuncuyla oynanır.



BİR İC İK sıf. Eşi, benzeri olmayan, çok sevilen; tek, yegâne: B iricik yavrusu için nelere katlanmadı. Bu işte biricik dayana­ ğım sensin. B İR İC İK a Oy iki kişiyle oynanan bir aşık oyunu. (Oyunun amacı, aşığı önce­ den saptanan konumda atabilmektir. Ata­ bilen, sayı kazanır ve belirli bir sayıya ula­ şınca karşısındakinden aşık alır.)



BİRİKEÇ a. Bilş. BİRİKTİRİCİ'nin eşan­ lamlısı.



yararlı cinsler



l®' -O»



bir sınıfın üst sınırına eşit ya da bunların altında kalan bir değer gösteren gözlem­ lerin sıklıkları (sıklık oranları). —ANSİKL. istat. Kesikli bir özelliğe sahip bir birikimli eğri, merdiven biçiminde bir eğridir. Sınıflanmış bir özelliğe sahip bir eğri bir çokgendir. Bir dağılımın birikimli eğrisi, grafik üstünde, ortalayanın (ordina­ tı 0,5 olan noktanın absisi), dördebölenlerin (ordinatları 0,25; 0,5 ve 0,75), onabölenlerin (ordinatları 0; 1, 0;2 ... 0,9), yüzebölenlerin (ordinatları 0 ,0 1 ; 0 ,0 2; ...; 0,99) belirlenmesini'sağlar. B İR İK İN T İ a. (birikm ek’ten birik-inti). Bir yerde kendiliğinden biriken durgun su vb. gölcüğü. Yağmurdan sonra kaldırım ke­ narlarında oluşan su birikintileri. — Denizbil. Kıyılarda, deniz suyuyla, dal­ ga serpintisiyle ya da yağmur suyuyla dolmuş, içine belli özellikler taşıyan hay­ van ve bitkilerin yerleştiği küçük boyutlu çöküntü. —Yerbil. Salyangoz kabuğu birikintisi, ta­ rihöncesi bir yatakta salyangoz kabukla­ rından oluşmuş yığın.



kollbasiloz



B İR İK M E a. Birikmek eylemi. —Çevrebil. Bir ortamda az miktarda bu­ lunan bazı maddelerin, beslenme zinciri halkalarında giderek çoğalması süreci. (Bk. ansikl. böl.) —Jeomorfol. Alüvyonlu malzemenin ta­ şınma aşamasında herhangi bir aşınma süreciyle yığılması. (Birikme, akarsu ya­ pı biçim leri'nin kökenini oluşturur: kıyı şe­ ritleri, kum yığışımları, buzultaşlar, alüv­



yon setleri, kireçtaşı, tüf yığınları vb. Bi­ rikme olayı deniz tabanının ya da kıta plat­ formlarının yükselmesi biçiminde sonuç­ lanır. Yalnız canlı organizmalardan oluşan atollerin akarsu birikme biçimleriyle ilgisi yoktur.) [Karşt. ani. y ü z d e n ERİME*.] —Pedol. Kayaçların ayrışmasına bağlı olarak çözünmüş ya da asıltı halindeki maddelerin yeniden dağılımı. (Topraklar­ da birikm e katlan ve birikm e düzeyleri' nin oluşumuyla sonuçlanır. M utlak birikm e'de dışardan madde gelişi vardır [ki­ reçli kabuklar, demirli kabuklar], bunun tersi bir kısım bileşenlerin elenmesi sonu­ cunda az devingen bir öğenin göreli birikm e’sidir.) || Zarsı birikm e, kimi toprak­ larda (yıkanmış) gözlenen ince örtü biçi­ minde, mikroskobik tanecikler (killer, li­ monlar, demir oksitler vb.) birikintisi. —ANSİKL. Birçok madde birikme konusu­ dur; bunların insanlar ve hayvanlar için en tehlikeli olanları böcek ilaçları (pestisitler), ağır metaller ve radyoaktif elementlerdir. Birikmenin mekanizması henüz tam ola­ rak bilinmemektedir; fiziksel, kimyasal ya da biyolojik olabileceği gibi alıcı organiz­ maya ve alınan maddenin kendisine de bağlı olabilir. Birikmenin, en iyi bilinen örneği DDT bi­ rikmesidir. Bu pestisit, üstün yapılı orga­ nizmalara zararlı olmadığı varsayılan doz­ larda sivrisineklere karşı bazı bataklıklar­ da geniş çapta kullanıldı. Ama, beslenme zincirinin çeşitli düzeylerinde yapılan.çö­ zümlemeler, karabatakların (balıkla bes­ lenen kuşlar) vücudunda, bu maddenin sudaki oranına göre yaklaşık 500 000 de­ fa daha fazla bulunduğunu gösterdi. Ay­ nı madde sudaki oranına göre yaklaşık olarak, planktonlarda 1 0 0 0 , otçul balık­ larda 10 000, etçil balıklarda 35 000 kat fazla bulundu. Avcı kuşların vücudunda



saptanan madde birikimi öldürücü mik­ tarın da üstündeydi, ilaçlanan bölgede bu türlerin yok olması, DDT'nin kalsiyum ile­ timi için gerekli enzimlere ket vurmasın­ dan kaynaklanıyordu. Böylece yumurta kabuğunun kuluçka sırasında kırılmamak için yeterli kalınlığı kazanması engellen­ miş oluyor, bu yüzden kuşlar üreme ola­ nağı bulamıyorlardı. Bir japon balıkçı topluluğunun temel besin kaynağını oluşturan bazı balıklarda­ ki cıva birikimi, kırk kişinin ölümüne yol açtığından, bu konuda bilinen en üzücü olaydır. Kimyasal maddeler üreten bir fabrikadan doğrudan denize atılan cıva önce planktonlarda artıyor, sonra balık­ larda önemli miktarda birikiyordu, ama bu birikim onların ölümüne neden olacak bo­ yutlarda değildi. Ancak, bu elementin bi­ rikimi, beslenme zincirinin son halkasın­ da yer alan insanda öldürücü oldu. Kanada'da radyoaktif artıkların atıldığı bir gölde yetişen bitkilerdeki strontium 90 birikimi gölün suyundaki birikimden 300 defa daha fazlaydı. Misk sıçanının kemik­ lerindeyse 4 000 defa daha fazlaydı. Bu da onların yok olmasına yol açtı. Bu rad­ yoaktif element, kalsiyumla aynı gruptan olduğundan kemiklerde onun yerini alma eğilimi taşır. Bu nedenle, onun birikmesi hematopoyetik dokuları yavaş yavaş tah­ rip eder. Genellikle, su ekosistemlerindeki biri­ kim oranı kara ekosistemlerindekine gö­ re daha yüksektir. Su gerçekten, insanın sürekli olarak ve gittikçe artan miktarlar­ da çevreye yaydığı kimyasal maddelerin erimesinde ve yayılmasında rol oynayan en önemli etkendir. Zehirlilik oranı beslen­ me zincirinin her halkasında giderek ar­ tan bu ürünlerin birikmesi, uzun vadede önemli miktarlara ulaşarak ve ilişkileri he­ nüz tam bilinmeyen organizmalar aracılı­ ğıyla etkili olarak biyolojik yoldan yaptığın­ dan daha tehlikeli olmaktadır.



Escherichla



B İR İK M E K gçz. f. 1. Somut şeylerden söz ederken, toplanmak, yığılmak: Masa­ da okunmamış b ir yığın mektup birikmişti. —2. Kişilerden söz ederken, bir araya toplanmak: Yağmurdan korunmak için saçak altlarında biriken insanlar. —3. Pa­ ra sözkonusuysa, sürekli eklenmelerle ço­ ğalmak, artmak: Bankada epey parası bi­ rikmiş. Borçlar birikti. ♦ biriktirm e k ettirg. f. 1. B ir şeyleri biriktirmek, birbirine ekleyerek çoğaltmak, bir araya getirmek, yığmak; onları kolek­ siyon oluşturmak amacıyla toplamak; ko­ leksiyon yapmak: Kullanılmış kutuları, eski gazeteleri satm ak için biriktirm ek. Pul, kartpostal biriktirm ek. —2. Para b iriktir­ mek, ölçülü harcayıp artırmak, tasarruf et­ mek: Ev alm ak için para biriktiriyor. ♦ biriktirilm ek edilg. f. Biriktirmek ey­ lemine konu olmak. B İR İK T İR İC İ a. Bilş. Bir bilgisayarda mantık ve aritmetik işlemlerin sonuçlarını kaydetmeye yarayan merkezi birim kütü­ ğü. (Eşanl. BİRİKEÇ.) B İR İK T İR İL M E K vücutta oyuklar sığır aktinomikozu acb n o m yce îf l|,



verem, cüzam ^ jn o p la n e s



mıselyum toprak



/ 9/rsPOrofr,w



B İR İK T İR M E a. Biriktirmek eylemi. —Bayınd. Bir barajın gerisinde, yıkama haznesinde ya da kapak arasında su top­ lama. —Su yapı. Biriktirm e alanı, iki eklüz ara­ sında yer alan ve su toplamaya yarayan bölge. B İR İK T İR M E K -



hastalık yapan cinsler : insanda j evcil hayvanlarda tarım bitkilerinde



BİRİKMEK.



B İR İK T İR İM a. Biriktirme, tasarruf.



BİRİKMEK.



B İR İK T İR M E L İ sıf. Isıt, havld. B iriktir­ men ısıtma, şebeke akımını ölü saatlerde (indirimli fiyatla) kullanan ve böylece bi­ riktirilmiş ısıyı enerji tüketiminin tepe de­ ğerde olduğu saatlerde kullanıma sunan elektrikli düzenekle ısıtma. (Bk. ansikl. böl.) || Biriktirmen su ısıtıcısı, suyu kulla­ nımdan bağımsız, yavaş yavaş ısıtan ay­ gıt —ANSİKL. Isıt, havld. Kuru biriktirmen ısıt-



1670



YASAL TÜRK ÖLÇÜ BİRİMLERİ (26 m a rt 1931 g ün ve 1765 sayılı yas'ayla y ü rü rlü ğ e g ird i; 21 m ayıs 1955 g ün , 6621 sayılı ya sa v e 10 ş u b a t 1959 gün. 4 /1 1 2 8 6 sayılı k a ra rn a m e [Ö LÇ Ü LE R T Ü Z Ü Ğ Ü ] ile d e ğ iş ik liğ e uğrad ı. 1 96 0 yılınd a ka bu l e d ilen Sİ [U lu s la ra ra s ı b irim siste m i] b u g ü n ü lkem izd e de ku lla n ılm a kta d ır.)



. S i’ n in



te m e l



b irim le ri K A L IN B Ü Y Ü K H A R F L E R L E yazılm ıştır.



S İ’ nin tü rev birim leri İN C E B Ü Y Ü K H A R F L E R L E yazılm ıştır. Sİ ile u luslarara sı n ite lik kazanm ış b irim le r kü ç ü k h arfle yazılm ıştır. 31 a ra lık 1 98 5 ’e ka d a r ya sal o lan b irim le r yıld ızla b e lirtilm iştir.



ONDALIK KATLAR VE ASKATLAR e ksa



E



1 000 0 00 000 0 00 000 000



b irim



desi



d



0,1



birim



p eta



P



1 0 00 0 00 000 0 00 000



birim



santi



c



0,01



b irim



tera



T



1 0 00 0 00 000 000



birim



m ili



m



0,001



birim



jig a



G



1 000 000 000



birim



m ikro



0,000 001



birim



m ega



M



1 000 000



birim



nano



M n



0 ,000 000 0 0 i



birim



kilo



k



1 000



birim



piko



P



0 ,000 000 000 001



birim



hekto



h



100



birim



fe m to



f



0,000 000 0 00 000 001



birim



deka



da



10



birim



a tto



a



0,000 000 000 000 000 001



b irim



I-G EOM ETRİK BİRİMLER



IV- MEKANİK BİRİMLER



u zun lu k



hız



M ETRE m il ....................................



1 852 m



SANİYEDE METRE



k n ot



..............



m /sn .................



alan ya d a yü zö lçü m ü



s a a tte k i lo m e t r e ..............



............. METRE KARE a r ...................................... h ekta r .............................. b am ..................................



açısa l hız 100 m 2 10 000 m 2



ha . b .



10'28m2



....................... 1852/3 600 m/sn k m / s a ................................. 1/3,6 m /sn



SANİYEDE R A D Y A N ......................... ra d /s n dakikada d evir ............................ d /d k .................................. 2 tt/6 0 rad/sn s a n iy e d e d e v ir ............................ d /s n .......................... 2 . / 3 600 rad/sn



ivm e ............. m/Sn2 gal ................................................... G al açısal ivm e



SANİYE -KAREDE METRE



METRE KÜP " "7 "."."...... ...'•................ m 3 litre ........................................................... I (ya da L)



SANİYEDE KAREDE RADYAN .........



d ü zle m açı RADYAN ........... d e v ir .....................



2 ir *7200 tt/1 8 0 ■ k 10 800 ır /6 4 8 0 00



derece d a k ik a sa n iye



ra d /sn 2



kuvvet



rad d ... gon



g r a d (y a d a g o n )



0,01 m /s n 2



.................... ...................



rad rad rad rad rad



NEVVTON



.....................................



M



ku vvet m o m e nti NEVVTON-METRE ............................. N.m



kılca l g e rilim METREDE NEVVTON ........................ N /m



e n e rji, iş, ısı m ikta rı uzay açı (katı açı) STERADYAN



JOULE..................................................



J



w a a ts a a t ........ ............................. e le ktro n vo lt .................................



\V sa eV



.......................................... 3 600 J ........................... 1,602 19 10 ' 19J



güç



II-KÜTLE BİRİMLERİ



VVATT



..............................................



W



b asınç ve g e rilm e kütle K İL O G R A M ...................................... (ö n ekle r g ra m s ö zcü ğ ü n e e k le n ir )



kg



ton



t



..........................................................



GRAM



........................................



k ıra t .............................................



aıo m kü tle b irim i ............... d o ğ ru sa l kütle METREDE KİLOGRAM te ks .............................................. yü zeyse l kütle METRE KAREDE KİLOGRAM.................... ö zgü l kü tle, d e rişim METRE KÜPTE KİLOGRAM ......... ö zgü l hacim KİLOGRAMDA METRE KÜP .............. zam an S A N İY E d a k ik a .... saat ........ gün ......... fre kan s HERTZ



PASCAL ......................... ............................... b a r .....................................



Pa bar



m ilim e tre cıva s ü tu n u *



1 0 00 kg



g ......................... ......................... u ...................



0,001 kg 0 ,000 2 kg



1,660 5 7.1 0 '27kg



d in a m ik a kışm azlık PASCAL-SANİYE ................. p o is e * ..............................



100 0 00 Pa 133,322 Pa



P a.sn P ..........................................



01, Pa.sn



kin e m a tik a kışm azlık SANİYEDE METRE KARE ............. .



kg/m teks



................................. ..................................



s t o k e s * .......................................



m 2/sn S t ....



0 ,000 1m 2/sn



............... 0 ,000 001 kg/m



V-ELEKTRIK BİRİMLERİ



kg /m 2



e le k trik akım ye ğ in liğ i kg /m 3 A M P E R ....................................... e le k tro m o to r kuvvet,



m 3/kg



A



p o ta n siye l farkı (ya da gerilim ) ........................................... y vo lt



III-ZAMAN BİRİMLERİ ... 60 sn 3600 sn 16 400 sn



mada ısı özel sobalarda depolanır; bu so­ balar ya ateşe dayanıklı malzemeden ya da dökme demirden yapılmış bloklar içe­ ren biriktirici bir kütle ile bu kütle içine yer­ leştirilmiş elektrik dirençlerinden oluşur. Sobanın bütünü, amyant ya da cam yü­ nünden ısıgeçirmez bir gömlekle donatıl­ mış bir sac mobilyaya yerleştirilir. Isıtıla­ cak hava, alttaki bir kapaktan girer ve üst bölümdeki ağızdan çıkar. Kimi sobalar, bir çevre termostatına bağlı bir motovantilatör grubuyla donatılmıştır. Öte yandan,



gü ç VVATT



.........................................



g ö rü n e n g üç VOLTAMPER (y a d a W a lt ) ... te p k in güç var (ya da W a tt) ................



yüklenme sırasında hem çevreyi ısıtan, hem de belli bir miktar ısı biriktiren yarıbiriktirm en sobalar da vardır. Bu sobaları biriktirmen sobalardan ayıran nitelik, birik­ tirici kütlelerinin küçük olması ve ısıgeçirmez gömlekle donatılmasıdır. Yaş biriktirmen ısıtmada, ısı gece bo­ yunca 90°C'a kadar ısıtılan suda birikti­ rilir ve sıcak su gündüz radyatörlerde do­ laştırılır. B İR İM a. 1. Aynı türden büyüklüklerin öl­ çülmesinde ölçü olarak alınan belirli, so­



VV VA (ya d a W ) va r (ya da W)



mut büyüklük: M etre b ir uzunluk birim i­ dir. Hacim, ağırlık, zaman birim i. Başka devletlerin para birim leri. —2. Bir küme­ yi, bir çokluğu oluşturan öğelerden her bi­ ri; ünite: B ir organizmanın ana birim i hüc­ redir. —3. Daha geniş bir bütün içinde örgütlenmiş bağımlı bölüm: Bir fabrikanın üretim birim i. Değişik birim ler arasında eşgüdüm ü sağlamak. Araştırma birim i. —Ask. denize. Bir görevi yardım almadan yapabilecek nitelikte ve güçte bir askeri birliğe, gemiye ya da gruba verilen ad.



VII-OPTİK BİRİMLER



e le k trik d ire nci OHM



......................................................



e le k trik m iktarı, e le k trik yükü ................................. COULOMB



ışık ye ğ in liğ i



s



C A sa .........................................................



.



a m p e r saa t



e le k trik sığası FARAD ..............................................



K A N D E L A ............... e n e rji y e ğ in liğ i STERADYANDA VVATT ışık akışı LÜMEN .....................



eQ0



f



e n e rji akışı VVATT .............. ..........



H



ışınsal aydınlık Lü k s ..........................



W



e n e rjise l aydınlık METRE KAREDE VVATT ............................



T



ışık ışıltısı METRE KAREDE KANDELA ...................... o p tik siste m le rin yaklaştırm ası m etrede 1 (ya d a d iyo p tri) ........



e le k trik in düktansı HENRY



................................................



m a n ye tik in d ü kle m e akışı VVEBER ....................... m a n ye tik in dü kle m e (ya d a m a n yetik akı yoğu nluğ u ) ............................................. TESLA m a n ye tik a lan y e ğ in liğ i METREDE AMPER ;........... m a n ye to m o to r ku vvet am per ...........



VI-ISI



sıcaklık



K E L V İN .................................................................. C e lsiu s sıcaklığı cels İu s dereces İ (ya da s a n tig ra t0) ısı miktarı bak. m eka nik b irim ler (enerji) ısı akışı VVATT ...................................................................... ısı sığası, entro p i KELVİNDE JOULE ............ k ü tle se l ısı sığası, kü tlese l entro p i k İ l o c r a m -kelv İn d e joule ............



W /m 2 Cd/m2 m '1 (ya d a 8 )



V II I - R A D Y O A K T İ F L İ K B İR İM L E R İ



A



ra d yo n ü kle e r e tkinlik BECQUEREL ...................................... c u r i e •........................................................



BİRİMLERİ



ısıl ile tken lik METRE-KELVİNDE VVATT



1671



fi



e le k trik ile tken liğ i ........... SİEMENS e le k trik alanı y e ğ in liğ i METREDE VOLT............. ......................



K



BC| Ci



X ye da *r ışınlarının ışınlam ası k İ l o g r ^ d a c o u l o m b ................... C /kg rö n tg e n * .................................................. R



°c



„ 3 ,7-10



Bq



2 ,5 8 1 0 ' C /kg



so ğ u ru lm u ş d oz, ke rm a GRAY ................................................ Gy r a d * ................................. ....................... rd ..................................... 0,01 G y e ş d e ğ e r doz SİEVERT ................................................ Sv r e m * ......................................................... rem ............................... 0,01 Sv



W J/K



J/(kg K )



IX-MADDE MİKTARI .............................. W /(m .K )



...........................m o l



MOL



BAŞLICA ANGLOSAKSON ÖLÇÜ BİRİMLERİ



İn gilizce adı



türkçe adı



sim ge si



değeri



d ü şün celer



u zu n lu k in ch ( i n ç ) ............................................... in (ya d a * ) .................................................... p a rm a k ................................................... foo d (fut) ...............................................



ft (ya d a " )



ayak



12 in ç e d e r



....................................................................



yd



f a t h o m ...................................................................



fm



ku la ç ................................................. 1,828 8 m ...................................................2 yd ede r



m (ya d a m ite)



ka ra m ili........ ........................................ 1,609 3 km ...................................... . 1 7 60 yd ede r



yard



sta tu te m ite



.......................................................



2 5,4 mm



.............................................. 0 ,3 0 4 8 m



n a u tica l m i le ................................................................................ in te rn a tio n a l n a u tica l m ile



ya rd a ................................................. 0 ,914 4 m ................................................. 3 ft. ede r



İn g iliz d e n iz m ili............................................... 1,853 2 km ....................................... 6 080 yd ede r u luslarara sı d e n izm ili.................................................... 1 ,852 km



kü tle -a vo ird u p o id s (tica re tte ) o u n c e ............................... .•......................................



oz



....................................................................



Ib



pound



ons



,28 ,34 9 g r



p o u n d ................ ................................ 4 53 ,59 2 g r .............................................. 16 o z e d e r



s!Öa U s liq u id p in t



Iiq pt



a m e rika n p in ti



0 ,4 7 3 i



p i n t ....................................................................... U K pt



İn g iliz p in ti



0 ,5 6 8 I



US



gauon



IMPERIAL g a l l o n US B u s h e l



US g a l



a m e rika n g a lo n u



UK g al



İn g iliz g alo n u



Us bu



a m e rika n b u şe li



B u s h e l...................................................................... U S b a rre l (P etroleum )



bu



3 ,785 I ........................................... 8 liq p t e d e r 4 ,5 4 6 ı ..........................................8 UK p t e d e r 35,2 39 I



İn g iliz b u şe li...................................................... 36,3 69 I ....................................... 8 UK g a l ede r



US bbl



a m e rika n va rili



158,987 I .....................................42 US g al e d e r



ku vve t p o u n d a l..................................................................



pdl



9üÇ h o rse p o w e r ..........................................................



hp



poundal



0 ,1 3 8 2 N



h o rse p o w e r..................................................... 7 4 5 ,7 W



sıcaklık degree fah r en h eit



.............................................



°F



F a h re n h e it d e re ce si ° F



t F a h re n h e it d e re c e lik b ir sıcaklık ^ (t-32) C e lsiu s d e re ce sin e e şittir. 2 12 °F = 1 0 0 °C 9 3 2 ° F - O^C



ısı, e n e rji, iş B ritish th e rm a l u n i t ............................................ B tu



—Bilş. Bir bilgisayarın, belli bir işlem ya­ pan bölümü. || Çıkış birim i, bir bilgisayar­ da, sonuçların yazılmasını ya da kayde­ dilmesini sağlayan çevre birimi. || Değişim birim i, bir bilgisayarın giriş-çıkış işlemle­ rini yöneten bölüm. || Denetim birim i, bir bilgisayarın işlem birimiyle bellek giriş ya da çıkış birimleri arasında yer alan ara dü­ zenek. || Ekran birim i, bilgileri bir ekran üzerinde görüntüleyen düzenek. || Giriş birimi, bir bilgisayarın, verileri okuyan çev­ re birimi. || işlem birim i ya da aritm etik ve



İng iliz ısı b ir im i.........................



mantık birim i, bir bilgisayarın, aritmetik ve mantıksal işlemleri gerçekleştiren bölümü. || Merkezi birim , bir bilgisayarın, aritmetik, mantık ve denetim devrelerini içeren bö­ lümü. —Coğ. Kent birim i, başka yerleşmeler­ den kopuk her kenti ya da en az 2 000 nüfuslu her komünler bütününü belirten terim. —Dilbil. D ilsel birim , belli bir çözümleme düzeyinde saptanan ve bu düzeyin be­ lirleyici niteliğini oluşturan ayrık öğe. (Ses-



. 1 055 ,06 J



birimsel düzeyde sesbirimler, biçimbirim­ sel düzeyde biçimbirimler, oümlesel dü­ zeyde cümleler uygun yöntemlerle orta­ ya konabilir; sözlükbilimsel düzeyde, sözlukbirimler [sözcüğün yanı sıra] çözümle­ menin ortaya çıkarabileceği birimlerden biridir.) —ikt. Etkin birim , F. Perroux tarafından geliştirilen ve iktisadi birimlerin, sürükle­ me ve/ya da egemen olma, kimi zaman da çatışmalar yönünde etkiler yaratacak bir güç göstermeleri olayına ışık tutan



b irim 1672



kavram. (Etkin birimlerin amaçları, örne­ ğin, haber elde etme, piyasanın bir bölü­ münü ele geçirme vb. biçimlerini alır.) —istat. -> BİREY. j| istatistik birim , incele­ necek temel olgu (Bk. ansikl. böl.) —işlem, işlem e birim i, bir tezgâhta, özel bir işlem yapan (delme, delik işleme, kı­ lavuz çekme vb.), bağımsız, genellikle standart, mekanik, hidrolik ya da pnömatik kumandalı bölüm. —Mat. çözlm. B ir rakama birim eklemek, atılan birden küçük basamaklı birimleri göz önüne almak için bu rakama bir bi­ rim katmak. —Ölçbil. Aynı cinsten büyüklükleri karşı­ laştırmada kullanılan temel büyüklük. (Karşılaştırmadan çıkan sayılar bu büyük­ lüklerin ölçüsüdür.) [Bk. ansikl. böl.] || Bi­ rim sistemi, birçok büyüklüğü birbirine bağlayan fizik formüllerini yalınlaştırmak için seçilmiş birimler kümesi. || Temel bi­ rim, bir sistemin tüm birimlerinin türetilmesini sağlayan az sayıda birim (3 ile 7 ara­ sı). —Pedol. Sınıflandırma birim i, belli bir ke­ sit türü ve nitelik kümesiyle tanımlanmış toprak kategorisi. —Petr. san. Arıtma birim i, petrolü belli bir arıtma yöntemiyle işleyen ya da dönüş­ türen sanayi kuruluşu. (Damıtma, kraking, reforming, kükürt giderme, parafin gider­ me vb. gibi işlemleri yapan her bölüm ba­ ğımsız küçük bir fabrikadır; uzman ope­ ratörler birçok otomatik denetim aygıtı kullanarak bu birimlerin sürekli çalışma­ sını sağlar.) —Polim. Bileşim birim i, MONOMER* MOTİFİ’nin eşanlamlısı. (Uygulamada monomer motifinden çok daha az kullanılır, an­ cak resmi ad dizininde “ bileşim birimi" te­ rimine yer verilir.) —Soğut, san. Soğuk birim , bir mandıra­ da, bir mezbahada vb.’de yer alan soğuk odaların tümü. —Şehirc. Komşuluk birim i, kent yaşamın­ da, kentten küçük, mahalleden büyük olan yerleşme birimi. —Ortak donatımla­ rı bulunan, yapılanmış ve düzenlenmiş mahalleler topluluğu. —Tarım. Gübre birim i, herhangi bir güb­ renin içinde bulunan verim artırıcı öğenin miktarını ve bitkilerin bu öğeye gereksi­ nimini belirtmek için kullanılan birim. (Her birim bir kilogram öğeyle eşdeğerlidir; ör­ neğin 1 kg azot [N] = 1 azot gübresi biri­ mi; 1 kg fosforik asit [P20 5] - 1 [P20 5] gübresi birimi; 1 kg potas [K20 ] = 1 [K2Öj gübresi birimi.) —Tekst. Sarılı birim , cam elyafı rovinglerinden ve ipliklerden hazırlanmış, işleme­ ye, depolamaya, taşımaya ve kullanıma uygun çile birimi. (Bobinler, fitil makara­ ları, patronlar, mekik masuraları, çözgü le­ ventleri gibi destekli ya da yumaklar gibi desteksiz olabilir.) —Telekom. Birim aralık, sayısal bir işaret­ te en büyük zaman aralığı. (Bunun süre­ si belirli bir halden diğer bir hale geçiş an­ larını ayıran aralıkların bir alt katıdır.) —Topruhbil. Çözümleme birim i, içerik çö­ zümlemesinde, bölünmez ve nesnel ola­ rak nitelenebileceği varsayılan birim; ka­ tegoriler içinde tanımlanması, sayılması ve sıralanması gereken yalın öğe. || An­ lam birim i, kendinde özsel olarak kendi bağlamı içinde kazandığı anlama kökçe benzer bir anlamı kendiliğinden içeren ve anlam bakımından aynı işleve sahip bir­ çok bölüme bölünemeyen mesaj bölümü. —Uluslarar. ikt. Hesap birim i, borç ya da alacakların tam değerini, bunları ulusal paralardaki dalgalanmalardan (elden gel­ diğince) soyutlayarak saptamaya yarayan değer ölçüsü. (Özel* çekme hakları, Av­ rupa hesap birimi [1973'te altına oranla tanımlanmış ve 1979’da bir paralar sepe­ tine oranla hesaplanan ECU*'ye dönüş­ müştür] birer hesap birimidirler.) || Tarım­ sal hesap birim i, Avrupa topluluklarına üye ülkeler arasındaki tarımsal mübade­ lelerde kullanılan birim. (Eşanl. YEŞİL DO­ LAR.)



—Yerbil. Çeşitli katmanbilimsel kategori­



lerin alt bölümlerinden (zaman, dönem, devir, yaş) her biri. ♦ sıf. Ceb. Birim boy, kendim eleman olarak içeren bir kümenin boyu. || Birim eleman, çarpma ile gösterilen bir iç işlem varolduğunda etkisiz elemana verilen ad. (Genellikle 1 ile gösterilir.) jj Birim grup, birim özyapı uygulamalarının grubu, jj Bi­ rim matris, katsayıları karmaşık sayıların C cisminden alınan, evirtilebilen ve eki evriğine (M * = M _1İ eşit olan M kare mat­ risi. (Dikdüzgülü bir tabana göre bir birim özyapı uygulamasına eşlik eden matris bi­ rimdir. ) jj Birim özyapı uygulaması, bir E vektör uzayının, karmaşık sayıların C cis­ mi üzerindeki özyapı uygulaması; şöyle ki, Q, E üzerinde tanımlı bir Hermite biçi­ mi olduğuna göre, E nin her x elemanı için Q (/ (x)) = Q (x) tir. [E nin birim özyapı uygulamalarının kümesi, E nin özyapı uy­ gulamaları grubunun, Q nün birim grubu denen ve U(Q) ile gösterilen bir altgrubudur; bu birim grup, Q Hermite biçiminin kütupsal biçiminin özyapı uygulamaları­ nın grubuna eşittir. Q yoz değilse, E nin bir f içyapı uygulaması ancak ve ancak evirtilirse ve evriğine eşit bir ek kabul ederse birimdir.] |J Birim vektör, skaler ka­ resi 1 e eşit olan vektör. (O halde, bu vek­ törün Eukleides düzgüsü 1 e eşittir.) || Bir birim halkanın birim i, halkanın evirtilir ele­ manı. || n inci basamaktan birim matris, i= j ise ou = 1 , i * j ise a, = 0 olan n inci basamaktan (a,) kare matrisi. (Genellikle l„ ile gösterilir; bu matris, n inci basamak­ tan kare matrislerin kümesi üzerinde ta­ nımlanmış çarpmanın etkisiz elemanıdır.) —Fiz. Birim alan etkisi, bir S kaynağının AS yüzey öğesince, dış yüzeyinden S ye tanjant düzlemin 2-r lik uzay açısı içinde yayımlanan A4> enerji akışı (enerjisel bi­ rim alan etkisi) ya da ışık (ışınımsal birim alan etkisi) akışının, AS yüzey öğesine oranı. (SI birim sisteminde, M e enerjisel birim alan etkisi W/m2 ile ve M, ışınımsal birim alan etkisi de lm/m2 ile belirtilir.) — ANSİKL. İstat. İstatistik birim ler. Bunla­ rın toplanabilmeleri için benzer olmaları gerekir; ama bu, özdeş olmaları anlamı­ na gelmez. Çoğu durumlarda birim yalın­ dır: bireyler, nesneler ya da bu nesnele­ rin bir miktarı ya da değeri sözkonusudur. Bazı birimler bireysel olarak değerlendi­ rilince, ya da tam tersine nicel olarak ya da farklı ölçülerle değerlendirilince, sorun karmaşıklaşır. Karmaşık istatistik birim , birçok faktör ya da özelliğin bileşiminden oluşur ya da onları az çok tümüyle içerir. Örneğin, işgücü istihdamına ilişkin bir fa­ aliyet indeksi, hem çalışanların sayısını hem de çalışma süresini hesaba katar. Verimlilik hesapları insan-saat olarak ya­ pılır. Yapay istatistik birim ler, gözlenebi­ len olayları denkleştirirler; örneğin, bazı tüketim araştırmalarında, çocuklar 0,5 bi­ rim sayılarak, tüm kütle erişkin birimlere çevrilir. —Ölçbil. Bütün toplumlarda, çok eski dö­ nemlerden bu yana ölçü birimleri vardı. Sürüler, köleler ya da günler sayılabiliyor­ du; ama sıvı yağın, unun miktarını, işlen­ miş toprağın alanını ya da av yerinin kö­ ye uzaklığını belirtmek için, ölçü birimleri gerekiyordu. Hatta ölçü kavramı, eskiden değiş tokuş değeri kavramına sıkı sıkıya bağlıydı. Birimler, yere, zamana ve ölçü­ lecek nesnenin cinsine göre değişiyordu. iktidarı elinde tutanlar, otoritenin simge­ si ve sosyal düzenin bir öğesi olan ölçü birimlerine daima önem vermişlerdir. Batı'da Roma imparatorluğu, günümüzde bile bilinen kimi birimleri yaygınlaştırdı. Charlemagne, Charles le Chauve, Güzel Philippe, François I ve Henri III ise ege­ menlikleri altındaki toprakların bütünün­ de aynı birimlerin yürürlüğe girmesi için çalıştılar; ancak yörecilik bu girişimlere ağır bastı. XIX. yy. başında birimler tarih­ sel ve ekonomik etkenlerin iç içe girdiği bir mozaik haline gelmişti. 1795'te Fransa’da yürürlüğe giren ve onlu metrik sistem adı verilen birimler, ya­ lınlığı ve tutarlığı nedeniyle bütün Avru­



pa'ya yayıldı. Ama alışkanlıkları yenmek gerekiyordu. 1840 ta Fransa'da çıkarılan bir yasayla yeni birimlerin kullanımı zorun­ lu kılındıysa da, eski birimler tümüyle kal­ dırılamazı: libre, kırat ya da silah ve av kurşunlarında kullanılan kalibre eski birim­ lerin kalıntılarıydı. Uluslararası mal değişimi, birçok ülke­ yi bütün dünyada kullanılacak bir birim sistemini kabule zorladı. 1875’te 18 ülke Metre konvansiyonu’nu imzalayarak bu birim sistemini benimsedi. Ne var ki tica­ ri işlemlerde dürüstlüğü güvence altına al­ mak için her ülkenin kullanılacak birimle­ ri ulusal yasalarıyla belirlemesi gerekir. Yasa metrik sistemin yanında eski birim­ lerinde kullanımına izin veriyorsa, törele­ rin zorlaması karşısında ölü bir belge du­ rumuna gelir. Anglosakson ülkelerinde ortaya çıkan olgu işte budur: Metre konvansiyonu’na katılmaları ve metrik birim­ lerin kullanımını yasallaştırmaları uzun bir geçmişe dayanır; dolayısıyla bu ülkeler günümüzde öteki birimleri metrik birimler­ le tanımlar; ama bir dizi eski birimin kul­ lanımını sürdürürler ve iktisadi güçleri, de­ nizcilik ve petrol sanayisi gibi bazı alan­ larda bu birimlerin öteki ülkelerde de yay­ gınlaşmasına yol açmaktadır. Metre konvansiyonu çerçevesinde Öl­ çüler ve ağırlıklar genel konferansı, ulus­ lararası alandaki çözümleri tartışıp kabul eder. Nitekim birinci Ölçüler ve ağırlıklar genel konferansı 1889 da metre ile kilo­ gramın yeni ölçeklerini kabul etmiş ve metrik sistemin uluslararası temelini oluş­ turması için bu ölçeklerin Uluslararası öl­ çüler ve ağırlıklar bürosu’nda saklanma­ sını kararlaştırmıştı. Daha sonra bu sistem yaygınlaştı ve gelişti. 1 1 . Ölçüler ve ağır­ lıklar genel konferansı, 1960’ta bu siste­ me "uluslararası birim sistemi” adını verdi ve bu sistem bütün dillere SI kısaltmasıy­ la girdi. Günümüzde Sl'de yedi temel bi­ rim vardır: metre, kilogram, saniye, amper, kelvin, kandela ve mol; bu birim­ lerden basit bağıntılarla türevler oluşturu­ lur. Yine Ölçüler ve ağırlıklar genel kon­ feransı, bu birimlerin ad ve simgelerini, ayrıca ondalık üstkatları ile askatlarının adlarını oluşturan önekleri belirler. Her alanda gittikçe daha duyarlı ölçü­ ler gerektiren bilimsel ve teknik gelişme­ lerin gerisinde kalmamak için, Ölçüler ve ağırlıklar genel konferansı zaman zaman olduğunca doğal, kalıcı ve değişmez öl­ çeklere dayanarak, SI birimlerine daha kesin tanımlar getirmek zorunda kalmak­ tadır. Konferans, sürekliliği sağlamak için, birimlerin değişmezliğini koruyacak bi­ çimde yeni tanımlar yapar. Dolayısıyla yü­ rürlükteki ölçüler bu değişikliklerinden et­ kilenmez. Nitekim 1983'te metrenin tanı­ mı, günlük yaşamı etkilemeden değiştiril­ di. Dolayısıyla Ölçüler ve ağırlıklar genel konferansfnın çözümlerini benimsemek için genellikle ulusal yasalarda değişiklik yapmaya gerek kalmaz. Adlar, önekler ve simgeler. Sl'de, met­ rik sistemde olduğu gibi, uygun önekler getirilerek birimin ondalık askatları ve üstkatları oluşturulur; türev birimin simgesi ana birimin simgesine, önekin simgesi ek­ lenerek elde edilir. Bir birimin üstkatlarının (ya da askatlarının) simgesine bir üs konursa, üs bütü­ nü bağlar: 1 km2 = b ir kilom etrekare = kenarı b ir kilom etre olan karenin alanı = b ir m ilyon metrekare. Tarihsel nedenlerle SI’nin ağırlık birimi, kilogram yunanca kilo ve gramma söz­ cüklerinden oluşturulmuştur. Dolayısıyla simgesi g olan gram SI biriminin binde bi­ ridir. Kilogramın üstkat ve askatları gram sözcüğüne önekler, simgeleri de g sim­ gesine eklenerek elde edilir: kilogram ın m ilyonda b iri = gram ın binde b iri = b ir m iligram = 1 mg.



B İR İM , Gana'nın G. kesiminde ırmak. Vadisinde elmas madenleri. BİRİM-YOKUŞ a. Mat. ve Siber. a = 1 olan yokuş.



BİRİNCASF ya da BİRİNCASIF a (fars. birincâsf). Bot. Esk. Bileşikgillerden hekimlikte kullanılan miskotu bitkisi. BİRİNCİ sıf. 1. Numaralanmış bir dizi­ nin başlangıcında yer alan öğeyi sınıflan­ dırır; ilk: B irinci katta oturmak. B irinci sı­ rada yer almak. A abecenin birinci harfi­ dir. Üstten birinci çekm eceyi aç. —2 . Aşamalı bir düzende en yüksek düzeyi belirtir: Birinci sınıf otel. B irinci kalite et. Birinci mevki. —3. Meslekle ilgili kimi sı­ ralamalarda en üst dereceyi belirtir: B irin­ c i keman. Birinci kaptan. —Bot. B irinci zar, tohumlu bitkilerde yu­ murtacığın dışını saran ilk zar. —Folk. Birinci reis, mahalledeki yangın tulumbasından sorumlu olan ve tulumba­ cıları yöneten kişi. (Bk. ansikl. böl.) —istat. B irinci tür yanılgı, hipotez test­ lerinde H0 varsayımı doğru ise bu varsa­ yımı raddetmekle yapılacak hata (x türü yanılgı). —Kâğ. san. Birinci hamur kâğıt — k â ğ it . —Koregr. Beş ana pozisyonun birincisi. —Kur. tar. Birinci kethüda, Saray ahırları amiri imrahorun yardımcısı; "büyük kethüda" diye de anılırdı. ♦ a. 1. Bir sıralamanın ilk, en üst, en iyi derecesinde yer alan kimse ya da şey: Sınıf birincisi. B irinciye altın madalya ver­ diler. —2 . iyelik ekiyle adıl gibi kullanılır: Senden iki şey isteyeceğim , birincisi çok çalışman, İkincisi dikkatli olman. —ANSİKL. Folk. Birinci reis, mahallenin malı olan yangın tulumbasından ve baş ta hortum olmak üzere her türlü gereçten sorumluydu. Bunları bir belge karşılığın­ da mahallenin ihtiyar heyetinden teslim alır, herhangi bir nedenle sandıktan ay­ rılmak zorunda kalırsa, bu belgeye göre aldıklarının tümünü geri verirdi. Birinci re­ isliğin belirtisi, sığır derisinden kesilmiş ve örülmüş bir kamçıydı. Bu kamçı daima, sapı ve ucu avuç içinde birleştirilerek tu­ tulurdu. Birinci reis, yangına üniformalı olarak ve at üstünde gider, takımların sa­ ğında ilerlerdi. Tulumbacılar arasında bir anlaşmazlık çıkar ya da mahalleliden bir şikâyet gelirse, fenerci.aracılığıyla birinci reisten toplantı istenirdi. Toplantı, herkes koğuşa geldikten sonra yapılır ve anlaş­ mazlık mutlaka bir çözüme bağlanırdı.



BİR İN Cİ a. Tüt. Tekel idaresince yapı­ lan 68 mm boyunda, 8 mm çapında, yu­ varlak kesitli, tok ya da sert içimli sigara çeşidi.



B irin c i Dünya s a v a ş ı — DÜNYA SA­ VAŞI.



B irin c i g ru p -» m ü d a fa a İ h u k u k g ru b u .



B irin c i m e c lis - T ü rk Iy e B ü yü k M il­



sa da, cephe mimarisi önem kazanmış; bakışık düzenlemeler yeğlenmiş; girişler ve köşeler belirginleştirilmiş; kubbe, ke­ mer ve çıkma gibi yapı öğelerine yer ve­ rilmiştir. Cephelerde mukarnaslı ya da baklavalı başlıklı mermer sütunların ve çi­ ni panoların kullanılması da klasik osmanlı mimarlığıyla ilişkiyi vurgulamaktadır. Ge­ niş saçaklar da bu dönem yapılarında yaygın olarak kullanılan öğelerdendir. Dö­ nemin önde gelen iki mimarı Kemalettin* ve Vedat* Bey’dir (Tek). Kimi zaman bir­ likte çalışan bu iki mimar bir yandan ger­ çekleştirdikleri yapıtlarıyla, öte yandan eğitim etkinlikleriyle döneme damgaları­ nı vurmuşlardır. Muzaffer" Bey, Arif Hik­ met Koyunoğlu* ve Guilio Mongeri* de dönemin anılması gereken mimarlarıdır. Bu akımın önemli yapıları arasında Kema­ lettin Bey'in Ankara Vakıf apartımanı, An­ kara Gazı ilk m uallim m ektebi, İstanbul Tayyare apartımanları, Kemalettin Bey ve Vedat Bey'in ortak ürünü olan Ankara pa­ las, Vedat Bey’in İstanbul Sirkeci Büyük postane, Ankara ikinci meclis binası, Mu­ zaffer Bey’in Konya Kız öğretm en lisesi ve Gazi lisesi, Guilio Mongerı’nin İstanbul İtalyan sefareti, Ankara Ziraat bankası ge­ nel m üdürlüğü ve Türkiye İş bankası bi­ naları, Arif Hikmet Koyunoğlu’nun Anka­ ra Türk ocağı ve Etnoğrafya müzesi sa­ yılabilir.



B irin ci Viyana ku şa tm a sı -»VİYANA KUŞATMASI.



B irin c i yo r, Topkapı sarayı’nda, Babıhumayun denilen birinci kapıyla Babüsselam (Orta kapı) arasındaki alan. Birinci avlu da denilen alanın sağ yanında, Ma­ liye nezareti binasının arsası, arsadan sonra, şimdi bulunmayan, Çizme kapısı vardı. Bu kapıdan Cebehane meydanı’ na giden yola girilirdi. Çizme kapısı’ndan sonra limonluk, saray hastahanesi, has fı­ rın ve fodla fırını bulunurdu. Orta kapı’ya yakın yerde Cellat* çeşmesi (siyaset çeş­ mesi) vardı. Orta kapı’nın önünde, üstün­ de kesik başların sergilendiği Seng*-i ib­ ret (ibret taşı) bulunurdu. Alanın sol ya­ nında, 1716’da buraya taşınan Darpha­ ne, sonra Darphane kapısı ve Ayairini ki­ lisesi, kiliseyle sur arasında Sim sakalar ocağı ve Hasırcılar koğuşu, Orta kapı’ya doğru Deavi kasrı, Başbakikulu dairesi, Şehremini dairesi, Birinci imrahor dairesi yer alırdı. Orta kapı sırasında, sol yanda Meyyit (ölü) kapısı diye anılan kapı vardı.



BİRİNCİ ZAM AN a. Yerbil. Cambrıaöncesi ile ikinci Zaman arasında yer alan ve yaklaşık 340 milyon yıl süren yerbilimsel zaman; altı devirden oluşur (Cambria, Ordovices, Silures, Devon, Karbon ve Perm). [Eşanl. P a le o z o y İk ]



l e t MECLİSİ*



B irin c i m e ş ru tiy e t -> MEŞRUTİYET. B irin c i u lu s a l m im a rlık d ö n em i, türk mimarlığının yaklş. 1910-1930 yılları arasına tarihlendirilen dönemi, ikinci meş­ rutiyet (1908) sonrasında siyasal, toplum­ sal, ekonomik ve kültürel alanlarda beli­ ren ulusalcılık anlayışının mimarlığa yan­ sıması niteliğindedir. 1910 dolaylarında ilk ürünlerini veren bu akımın etkileri, Cumhuriyet'in ilanından sonra da sürmüştür. Cumhuriyet'in ilk yıllarında, sınırlı sayıdaki mimarların hemen tümü bu akıma bağiı kalmış, yönetimler de bu üslubu destek­ leyerek yaygın uygulama alanı yaratmış­ lardır. Bu dönemde XVIII. ve XIX. yy.'lar boyunca mimariye egemen olan batı et­ kilerine karşı çıkılarak, geleneksel türk mi­ marlığına yönelinmiş, Selçuklu ve osmanlı mimarlığına özgü yapı öğeleri, süsleme­ leri, biçimleri kullanılmıştır. Böylece batı etkisindeki seçmeciliğin yerini, türk mi­ marlığının geçmişine yönelen yeni bir seçmeci anlayış almıştır. Bu akımın öncü­ lüğünü yapan mimarlar, daha çok osmanlı mimarlığının klasik dönemi olarak nitelendirilen XV. ve XVI. yy. yapılarından esinlenmişlerdir. Yapıların işlevleri farklı ol­



şum çevrimleri kara alanlarını büyük öl­ çüde genişletmiş ve bu alanlar daha son­ ra buzullaşmayla karşılaşmıştır. (-* KATMANBİLİM.)



BİRİNCİL sıf. Bir düzende, bir dizide sı­ ra ve önem bakımından birinci gelen, ilk yeri alan şey için kullanılır; ilk, en temel. —Bors. Birincil piyasa, mali piyasanın his­ se senedi ihraçlarıyla ilgili bölümü. (Karşt. ani. İKİNCİL PİYASA.) —Bot. Birincil çiçek sapı, bileşik bir çiçek sapında sapların en büyüğü. || B irincil yaprak sapı, "ikincil” denen birçok yap­ rak sapına desteklik eden ortak sap. —Dilbil. Geleneksel dilbilgisinde, daha yalın bir biçime indirgenemeyen biçim için kullanılır. (Türevlere ve bileşik biçim­ de oluşan ikincil yapımlara karşıt olarak.) —Dy. B irincil süspansiyon, çok katlı süs­ pansiyonu olan vagonlarda ray ya da ze­ mine en yakın kat. —Elektrotekn. B irincil devre, BİRİNCİL SARGi*’nın eşanlamlısı. —Fişekç. B irincil patlayıcı, ateşlenir ateş­ lenmez patlayan madde. —ikt. B irincil kesim, ilksel madde üretimiy­ le ilgili iktisadi etkinliklerin (madencilik, sa­ nayi ve tarım) tümü. —Metalürj. B irincil karbür, bir alaşımın ka­ tılaşması sırasında oluşan karbür (örne­ ğin ötektiüstü dökmedemirlerde önötektik, çeliklerde ve beyaz dökmedemirler­ de ise ötektik karbür.) || B irincil yapı, dö­ külmüş, haddelenmiş ya da dövülmüş alaşımda görülen ve kimyasal ayrıklığı be­ lirten katılaşma yapısı. —Nük. müh. Birincil pompa, basınçlı nor­ mal su ile çalışan (PWR) bir nükleer re­ aktörün kalbinde, soğutma akışkanının dolaşımını sağlayan pompa. —Opt. ve Gökbil. B irincil ayna, bir teles­ kopun, gözlemlenen kaynak çıkışlı ışığı toplayan ana aynası. (Aynanın görüntü odağına, birin cil odak adı verilir.) —Org. kim. Genel formülü R—CH2—OH olan bir alkol için kullanılır, (işlevsel OH grubu, iki hidrojen atomu taşıyan doymuş bir karbon atomuna bağlıdır.) —iki hidro­ jen atomu taşıyan doymuş bir karbon ato­ muna denir. —Formülü R—NH2 olan bir amin ya da R—CO—NH2 formüllü bir amit için kullanılır. (Bu bileşiklerde azot atomuna iki hidrojen atomu bağlıdır.) —Res. B irincil renkler, mavi, kırmızı, sa­ rı. Bu renklerin yardımıyla öteki renkler el­ de edilir, (iki iki karıştırılarak, bileşimlerin­ de olmayan birincil rengin tamamlayıcısı olan ik ili (ya da ikincil) renkleri verirler: ör­ neğin, kırmızıyla mavinin karışımı olan mor, sarının tamamlayıcısıdır.) [Eşanl. TE­ MEL RENKLER.] —Ruhbil. Dış olayların, pek derin olma­ makla birlikte, üzerinde hemen yankı uyandırdığı, kendisine yapılanlardan çok etkilenen, ama hiçbirinden kalıcı bir izle­ nim edinmeyen kimseye denir. (Le Senne’in yeniden ele aldığı Heymans ve VViersma karakterolojisinde, birincillik, ikincilliğe karşıttır.) |[ B irincil alan etkisi, ET­ Kİ ALANl’nın eşanlamlısı. || B irincil güdülerym, edinilmiş olmayan güdülenim.



BİRİNCİLİK a. Bir sıralamanın en iyi, en yüksek derecesi: B irinciliği kaçırmak. Konservatuvarı birincilikle bitirdi. Birincilik ödülü. ♦ b irin c ilik le r çoğl. a. Şampiyonluk için yapılan yarışmalar: Güreş, futbol, basketbol birincilikleri.



BİRİNOUCCİO (Vannoccio), İtalyan —ANSİk l . Birinci Zaman yaşamın ilk be­



lirtilerinin ortaya çıktığı temel zamandır; karada ya da suda yaşayan çok sayıda­ ki çeşitli organizma, karalara bu zaman­ da yayılmıştır. Bu organizmalardan bir kısmı (graptolitler, trilobitler, fusilinidaeler, tetracorallialar) Birinci Zaman sonunda ya da daha önce yok olmuş, bir kısmı da (çenesizler, sürüngenler, balıklar, açıktohumlular, fanerogamlar) yaşamlarını sürdür­ müştür. Kaledonya ve Hercynia dağolu-



kimyacı ve metalürjist (Siena 1480-Roma 1539). Siena’da mimarlık çalışmalarını sürdürürken 1538’de papa Paulus lll’ün hizmetine girdi. Top dökümü ve barut ya­ pımıyla ilgilendi. Bu konuda ilk yapıt olan De la pirotechnia'yı (1540) yazdı.



Birle m ezarlığı. Arkeol. Urfa'nın Bozo­ va ilçesinde, ilçe merkezinin yaklş. 3 km G.'inde tarihöncesi dönemden höyük. Adını yamaçlarındaki yakınçağ mezarlı­ ğından alır. Höyükte, İstanbul Üniversitesi ile Chicago Üniversitesi’nin birlikte ger-



Biris mezarlığı genleştirdikleri G.-D. Anadolu tarihönce­ si karma projesi çerçevesinde Prof. Bruce Howe tarafından araştırma ve kazı yapıl­ dı (1964). Bu çalışmalarda, Yontmataş dönemi sonlarıyla Yenitaş dönemi başla­ rına tarihlendirilen, çakmaktaşından çekir­ dekler, yongalar, dilgiler, kalemler vb. mi­ nik gereçler ortaya çıkarıldı. B İR İY O T L U sıf. Kim. Yalnızca bir iyot atomu içeren bileşikler için kullanılır.



1674



B İR K A , Björkö adasında (Stockholm ya­ kınında) eski bir viking ticaret kenti. En parlak devrini IX. ve X. yy.’da yaşayan Birka, etkinlik alanını .Ortadoğu'dan İrlan­ da'ya kadar yayarak, İsveç'in en büyük ticaret kenti durumuna geldi. Ansgarius misyonunun merkeziydi. Rimbert efsane­ sinde (Vita A nsgarii) kentin günlük yaşa­ mı betimlenir. Birka’da birçok kazı yapıl­ dı. B İR K A Ç belgsz. sıf. Sayı bakımından azlık belirtir; az sayıda: Hepsini bitirem edim ; birkaç tane kaldı. Birkaç gün gelme. B irkaç kişi geldi. Birkaç arkadaşını geti­ rebilirsin. ♦ b irk a ç ı belgsz adi. Bir topluluk içinde az sayıda kişi ya da şey: Ancak içi­ mizden birkaçımız gidebilecek. Soruların birkaçını cevaplandıramadım. Birkaçı satılabildi. B ir k a ç p e riş a n s ö z , Abdülhak Hamit Tarhan’ın M akber adlı şiir kitabının önsö­ zü (1885); "Makber mukaddimesi” diye de tanınır. Bu önsözde yapıtın işlediği varlık-yokluk, gökyüzü?yeryüzü, mezar -mezar ötesi, başkaldırma-boyun eğme, bağırma-susma, acı-sevinç gibi karşıtlık­ lar, kavramlar ve sorunlar üzerinde zen­ gin çeşitlemeler yapılır. Cümle kuruluşla­ rı bakımından divan edebiyatı nesrinden çok başka bir yapıda olmakla birlikte, o edebiyatın bazı ürünlerinde görülen süs­ lü anlatım, burada, daha batılı bir hava içinde sürdürülmüştür. Özellikle "tezat" sanatına çokça yer verilmiştir ("Kederimin artması için sevinmek isterim” vb.). Hamit, önsözün bir yerinde kendi sa­ nat anlayışını açıklar. Bu, divan şiirinin kli­ şeleşmiş, soyut, kitabi tutumuna karşılık, yeni şiirin gözleme ve doğaya yöneldiği­ ni belirtmesi bakımından önemlidir. B İR K B E C K (George), İngiliz hekim ve insansever (Settle, Yorkshire, 1776-Londra 1841). Önce Glasgovv’da, sonra baş­ kanı olduğu (1824) London M echanic's Institution’da işçiler için teknik öğretimi teşvik etti.



Blrkılin mağaraları Lice, Diyarbakır



B İR K E B E İN E R çoğl. a. (kayınağacından dizlik anlamına gelen norveççe söz­ cük). Norveç'te, XII. ve XIII. yy.’larda, hü­ kümdarlara karşı, tahtta hak iddia eden­



leri destekleyen ve iç savaşa yol açan bir siyasal topluluğa verilen ad. (Karşı toplu­ luk da BAGLER adını taşıyordu.) B İR K E L A N D (Christian), norveçli fizik­ çi ve kimyacı (Christiana, bugün Oslo, 1867 - Tokyo 1917). Paris'te H. Poincarâ ve Bonn'da H. Hertzs'in öğrencisiydi. 1898'de Christiana Üniversitesi’ne fizik profesörü olarak atandı. En önemli fizik çalışmaları, kuramını geliştirdiği yer man­ yetizması ve kutup ışınımıyla ilgilidir. Gü­ rleş manyetizmasına dayanan bir kozmo­ loji kuramı ortaya attı. Eyde ile birlikte at­ mosfer azotunu elektrik arkında yûkseltgemeye dayanan bir yöntem geliştirdi. B İR K E N a Yörs. Tarım. Ambar. B İR K E N (Sigmund VON), B e tu llu s da denir, alman şair (VVildstein, bugün Skalnâ, Cheb yakınında, 1626 - Nürnberg 1681). VVestfalen barışı üzerine yazdığı şi­ irle (1655) tanındı. Barok tarzda pasto­ ral şiirleri vardı. B İR K E N A U , lehçe Brzezlnka, Polon­ ya'da yer, Auschwitz*'in 3 km G.-B.’sında. Almanlar burada büyük bir toplama kampı kurmuştu. B İR K E N F E L D , Federal Almanya’da (Rheinland - Pfalz) kent.Hunsrüok kütle­ sinde; 6 300 nüf. Öldenburg'a bağlı olan ve toprakları 1946'da Rheinland - Pfalz eyaleti sınırlarına katılan eski Birkenfeld prensliğinin merkezi. Gözlemevi. B İR K E N H E A D , İngiltere’de liman kenti, Mersey ırmağı halicinin kıyısında, Liverpool'un karşısında; 280 000 nüf. (1991). Un fabrikası. Tersaneler. Liman, bir karayolu tüneli ve bir demiryolu tüne­ liyle Liverpool'a bağlıdır. B İR K E N H E A D (Frederick SMİTH, 1. —kontu), İngiliz siyaset adamı (Birkenhead 1872-Londra 1930). Avukattı. 1906'da Muhafazakâr parti'den parla­ mentoya girdi. 1914 İrlanda buhranında, bağımsızlık yandaşlarına karşı silahlı bir direniş hareketinin örgütlenmesinde Carson'un başlıca yardımcısıydı. Lloyd George hükümetinde adalet bakanlığı yaptı (1918) ve muhafazakârlarla liberal­ lerin birleşmesini savundu. 1921'de İrlan­ da'nın bağımsızlığını kabul etti. 1924’te, Baldwin'in ikinci kabinesinde Hindistan’ dan sorumlu bakanlığa atandı, 1928’de istifa etti. B İR K E R 0 D , Danimarka'da kent, Sjaelland adasında,Kopenhag'ın K.-K.-B. sında; 21 900 nüf. B İR K E T K A R U N ("Kore bataklığı” ), Fayum çanağında tuzlu göl, Orta Mısır' da; deniz düzeyi altındadır (yüksl. -4 5 m). Esk. Moeris. 1 B lr k ılin m a ğ a ra la rı, Diyarbakır’ın Li­ ce ilçesinde mağaralar. Birkılin çayı ya­ tağının Dördüncü Zaman'da meydana gelen, göçme ile kapanması sonucu, ça­ yın Üçüncü Zaman'a ait kalkerli toprak­ lar içinde yeni bir yatak açmak üzere sür­ dürdüğü aşındırma sırasında oluşmuşlar­ dır. Yaklş. 750 m uzunluğundaki büyük mağaranın üst kesimlerinde, sağ yamaç­ ta iki mağara daha vardır. Bunlardan bi­ rinin girişinde Asur kralları Tiglatpileser I (İ.Ö. XII. yy.) ile Salmanasar lll'e (İ.Ö. i/s. yy.) ait kabartmalar ve yazıtlar bulunmak­ tadır. ilk kez XIX. yy. sonlarında rus bil­ gin Çiyaçef tarafından görülen bu mağa­ ralar turizm açısından önem taşımaktadır. B İR K İN S H A W (John Cass), İngiliz mü­ hendis (Bedlington, Northumberland, 18.11 - öl. 1867), demiryollarında kullanı­ lan dövme rayı buldu. B İR K L O R LU sıf.-Kim. Yalnızca bir klor atomu içeren bileşikler için kullanılır. B İR K O F F (George David), amerikalı matematikçi (Overisel, Michigan, 1884 - Cambridge, Massachusetts, 1944). Harvard'da profesörlük yaptı (1912’den son­ ra) ve çağdaşları üzerinde büyük etki bı­ »



raktı. Çalışmaları diferansiyel denklemler­ le ilgilidir. Dinamik sistemlerin genel ku­ ramını geliştirdi, “ kararlılık” ve "karar­ sızlık" sözcüklerinin anlamlarını kesinleş­ tirdi. Poincare’nin son geometri teoremi­ ni tanıtladı (Poincarâ bu teoremi üç cisim probleminin periyodik çözümlemeleri araştırması çerçevesinde ortaya atmıştı). Kuramsal fizik çalışmalarındaysa güreci­ lik ilkesi ve maddenin elektronik oluşumu­ nu konu aldı. B İR K R E M İT a. (fr. birkrâmite). Petrogr. Hiperstenli lökokrat siyenit. B lR L A D , Romanya’da kent, Boğdan'da Yaş'ın G.’inde, Siret ırmağına sol kıyısın­ dan kavuşan Bîrlad ırm ağı (289 km) kıyı­ sında; 55 900 nüf. Makine yapımı. Besin ve dokuma sanayileri. B İR L E M E K g. f. Esk. Tanrı'nın tekliğirİ tanımak: "Ya Musa bana kulluk eyie ve beni birle ve bana şirk getirm e" (Miftühü’l -Cenne, XV. yy.). B İR LE N M E a. Sesbilg. Bitişik iki ünlü­ nün, birinci ünlünün yarı ünlüye dönüş­ mesiyle tek bir hecede kaynaşması.(örn. ne ise birlenme olgusu sonucunda neyse’ye dönüşmüştür.) [Karşt. İKİLEŞME.] B İR LE R a. Arit. Diğer sayıların oluşumu­ nun ve sayılamanın temeli olan soyut ni­ celik: Sayı, birle r topluluğu olarak tanım­ lanabilir. B İR LE Ş E K a. Anat. iki parçanın birleş­ tiği yer ya da iki parça arasında köprü olan dokusal alan:' Dudak birleşekleri. Kalp kapakçığı birleşekleri. —Nöroanat. Beyin yarımkürelerini birbi­ rine birleştiren akmadde demeti. (Bk. an­ sikl. böl.) —ANSİKL. Nöroanat. Birleşekler embri­ yondaki birleşek plağından türer. Birleşek çeşitleri: 1 . ön beyaz birleşek, beyin üç­ geninin ön ayakları arasında bulunur; 2 . büyük birleşek ya da nasırlı cisim, beyin yarımkürelerini birleştirir; 3. beyin üçge­ ni ya da forniks, papez devresi içinde yer alır ve bellekte rol oynar. Talamuslar ara­ sı birleşek, bozmaddeden oluşur ve iki talamusu birleştirir. B İR L E Ş E K A L T I sıf. Nörol. Birleşekaltı organ, art birleşek altında yer alarak ortabeyin kanalındaki kirpikli hücrelerden oluşan ve susuzluk duygusu ile hidromineral dengesinde rol oynayan küçük alan. B İR L E Ş İK sıt. Birleşmiş, aralarında bir­ lik kurulmuş, bir araya gelmiş olan: B irle­ şik kaplar. Birleşik devletler.(Esk. eşanl. MÜTTEHİT.)



—Anat. Birleşik kiriş, karın küçük eğik ka­ sı ile karın enine kasının liflerinden gelen ve kasık kanalının oluşumunda önemli yer tutan kirişten şerit. —Fiz. B irleşik kuramlar, elektromanyetik etkileşimle zayıf etkileşimin birleşmesin­ den doğan kuramlar. —Genel görelilik kuramını genişletme girişimlerinden kay­ naklanan ve elektromanyetik olaylar ile genel çekimi geometrik uzay-zamanın ku­ ramı içinde ele almayı amaçlayan kuram­ lar. (Genel görelilikte genel çekimi açık­ lamak için gereken uzaydan çok daha karmaşık böyle bir uzayı oluşturacak ya­ pı koşullarını betimlemek olanağı vardır.) —Fizs. kim. B irleşik m oleküller, hidrojen bağlarına uğramış moleküller. —istat. B irleşik seri, iki özellik birlikte in­ celendiğinde oluşturulan seri. Özelliklerin her ikisi de nicelse —gelir ve tüketim har­ camaları gibi—, bunlardan birinin aldığı değerler küçükten büyüğe doğru sırala­ narak karşısında öteki değişkenin aldığı değerlere yer verilir. Değerler iki girişli bir çizelgede gösterilirse, buna "bağlılaşım tablosu” denir. B İR L E Ş İK A R A P E M İR L İK L E R İ FE D E R A S Y O N U - ARAP EMİRLİKLE­ Rİ Federasyonu (Birleşik). B İR L E Ş İK E Y A L E T L E R , Hollanda nin kuzey bölümüne 1579'dan (Utrecht



Birleşik Eyaletler birliği) 1795'e dek (Lahey antlaşması) ve­ rilen ad. Birleşik Eyaletler, kuzeydeki yedi calvinci eyaletten oluşuyordu (Zeeland, Hollan­ da, Utrecht, Overijsel, Friesland, Groningen ve Gelderland); bunlar 23 ocak 1579’da Utrecht birliği antlaşması ile ispanya’dan ayrıldıklarını ilan ettiler. Ama ancak 1581 ’de, Felipe ll'nin iktidardan düşürülmesi yolunda oy kullandıktan son­ ra, gerçekten devlet haline geldiler. Eyaletlerin yazgısı yine de 1585’e ve Anvers’in düşüşüne kadar açıklığa kavuş­ madı. Amsterdam uzun süre Felipe ll'ye bağlı kaldı; korsanların ablukası 1578'e dek kentin ticaretini köstekledi (bu tarih­ te Felipe II yanlıları meclisten çıkarıldı ve yerlerine protestanlar alındı). Anvers’in düşüşünden sonra, göçmen tüccarlar Middelburg, Leiden ve Amsterdam’a yerleştiler ve bu kentlerin ticaret yaşamına sermaye, teknik ve uluslarara­ sı girişimciliği getirdiler. Hollanda ve Zeeland'da etkin bir ırmak taşımacılığı ve bu işte usta tayfalar buldular. Böylece seç­ kin tüccarları yavaş yavaş Amsterdam’ da toplayan etkin bir ticaret yaşamı doğdu. Her firmanın tüm ülkelerde aracıları, sim­ sarları ve temsilcileri vardı; gemilerin sa­ yısı çoktu (yılda 1 000 dolayında gemi de­ nize indiriliyordu) ve tonilatoları büyüktü (Koggen’ler). İşin rizikoları paylaşıldı: ge­ mi mülkiyetleri, taşınan yükler, sigortalar paylara bölündü (çoğu kez sekiz ya da on altı paya); böylece büyük kişisel zararlar önlenmiş oluyordu. Tüccarlar tam anlamıy­ la uzmanlaşmış değillerdi; duruma göre her tür üründen kazanç sağlamaya bakı­ yorlardı. Bununla birlikte başlıca ticaret, eskiden beri süren tahıl ticaretiydi. 1580 - 1650 arasında Güney Avrupa’da görü­ len kıtlıklar yüzünden, HollandalIlar, Bal­ lık ülkeleri'nden Prusya ve Polonya’dan büyük oranlarda satın aldıkları has buğ­ day, arpa ve çavdarla İsveç demir ve ke­ restesini İtalya, ispanya ve Fransa’da pi­ yasaya sürdüler. Dönüşlerinde de şarap, meyve, tuz ve değerli madenler getiriyor­ lardı. Yine başka ülkelere Leiden doku­ maları, alman kap-kacağı, vb. sattılar. Ti­ caret alanları gitgide genişleyerek Arhangelsk (Rusya), Gine, 1596'da Cornelis Van Houtman'ın seferiyle Sunda takıma­ daları (Cava, Sumatra, vb.), 1621'den sonra Kuzey Amerika ve Brezilya'ya dek yayıldı. Oldenbarnevelt'in önayak oluşuyla ku­ rulan (1602) Doğu Hindistan şirketi, ön­ ce denizlerde, 1660'tan başlayarak da Güneydoğu Asya’da geniş bir ticari impa­ ratorluk yarattı. VVİllem Usselincx'in kur­ duğu (1621) Batı hint şirketi saldırgan bir tutumla, Amerika ticaretini ele geçirmek için ispanya ile savaşmaya hazırlanıyor­ du. Bu iki tekelci şirketin ticari gelişimi Amsterdam borsası’nın ön plana çıkma­ sını sağladı. Bütün bu ticari etkinlik özellikle kentle­ re yaradı: tüccarlar, ödemelerinde, parası acyodan yararlanan Amsterdam bankası’nı daha çok kullanır oldular (1609); öte yandan servetlerinin bir bölümüyle, Rembrandt. Ruysdael, Vermeer, Huygens gibi dâhi sanatçı ve bilginlerle seç­ kinleşen Altın Yüzyıl'ın en güzel sanat ya­ pıtlarını desteklediler. Ancak kırsal kesim de ihmal edilmedi. Zengin besinlerin kul­ lanılmasıyla hayvancılık çok gelişti. Su baskınlarının yol açtığı felaketleri önlemek amacıyla, Hollanda burjuvaları, Amsterdam'ın K.-B.’sındaki polder’leri (1608’ den başlayarak Beemster gölünü) kurutmak için yatırımlar yaptılar. Batakçayırlar işle­ tilmeye ve iç landalar ekilir duruma geti­ rilmeye başlandı; kimi zaman vurguncu amaçlarla yeni ürünler (lale gibi) ekildi (bezelye, kuşkonmaz, kavun) ve genellik­ le nadasa gidilmedi (XVI. yy.’dan başla­ yarak Friesland'daki uygulama). Tarıma koşut olarak sanayi de gelişti (Leiden do­ kumaları, kumaş boyama, vb. gibi yan sa­ nayiler) ve kendi evlerinde çalışanların iş­ gücüne talep giderek arttı; bunlara düşük



ücret ödeniyor, kıtlık dönemlerinde öde­ meler iyice aksıyordu. Her ne kadar Birleşik Eyaletler’in eko­ nomik refahı şaşırtıcı bir olguysa da, mut­ lak monarşiler döneminde böyle bir cum­ huriyet yönetimi kurmuş olmaları daha da şaşırtıcıdır. Ülkenin tek anayasal temeli olan Utrecht birliği çok belirsiz bir nitelik taşıyordu. Belediye ve eyaletlerin tüm öz­ gürlükleri korunmuştu ve önemli kararlar­ da oybirliği sağlamak güç olduğu için "bölünmüş eyaletler” (Hollanda, Zee­ land, Utrecht, Friesland, Overijsel, 1579’dan başlayarak Gelderland ve ara­ larına ancak 1594'te katılan Groningen) gibi sözcük oyunlarına başvuruluyordu; gerçekte eyaletlerin dayanışması ancak dış baskıların zoruyla gerçekleşti. Her kentin bir meclisi, on iki belediye yargıcı, iki ya da dört burgmeister’i, genellikle ya­ zışmalarla görevli bir sekreteri ve bir iç da­ nışmanı vardı. Her eyalette yönetim erki kent temsilcilerinin toplandığı meclisler­ deydi; yetki belgesine sahip bu temsilci­ lerin yanında kimi zaman soylu ya da kır­ sal kesim temsilcileri de yer alırdı. Bu meclislerde bir eyalet valisiyle kent valisi aynı işleve sahipti. Askeri komutanlığı bir stathouder üstlenirdi. 1579'dan önce, taş­ rada kralın vekili olan stathouder, bu ta­ rihten başlayarak eyalet meclisleri tarafın­ dan atanmaya başladı. Bu göreve genel­ likle bir Orange-Nassau prensi getirilirdi. Eyalet meclislerinin üstünde genel mec­ lisler vardı (“ Yüksek Organlar"). Eyalet­ lerden (yedi eyaletle çok sonra birleşen Drenthe dışında) gelen 40 temsilci Lahey'de toplanır, dış ve iç sorunlar, çoğun­ luğu oluşturan bölgelerin (Brabant, Limbourg, Flandre ve Gelderland'ın Birleşik Eyaletler'e bağlı yöreleri ve Westerwolde) yönetim sorunları, vergiler ve ordu konu­ larında tartışırlardı. Alınan kararlar, ancak eyalet meclislerince onaylandıktan sonra uygulamaya konurdu. 12 temsilcinin oluş­ turduğu bir Devlet konseyi de özel olarak mali ve askeri sorunlarla ilgilenirdi. Hol­ landa’yı da yöneten bir genel vali, gün­ delik işler, elçilerle ilişkiler, vb. gibi konu­ larla uğraşırdı. Oldenbarnevelt (1586 -1618), Johan de Witt (1653-1672) ve Heinsius (1689-1720) ile genel valilik önem kazandı. Bu burjuva ve kozmopolit cum­ huriyet yönetimi, protestan Hollanda kilisesi’ne rağmen, genelde oldukça geniş ve alışılmamış bir dinsel hoşgörüye sahip­ ti. Büyük burjuvazi zaten Protestanlığı (arminiusçuluk) çok geniş biçimde yorumla­ ma eğilimindeydi. Ama bu durum, tanrı-



bilimciler arasında çok sert çekişmelere neden oldu (arminiusçulara karşı çıkan ödünsüz gomarcılar). Gerçekte, Dordrecht sinodu’nun toplanması (1618-19) ve Oldenbarnevelt’in idamı (1619), doğu eyaletlerinin soylulara ve köylülere daya­ nan orangecı partisi ile iki deniz eyaleti Hollanda ve Zeeland'ın burjuva ve kent­ lilerini temsil eden cumhuriyeçi partisi’ni karşı karşıya getiren siyasal ve toplumsal anlaşmazlıkların dinsel düzlemdeki ifade­ sinden başka bir şey değildi. Grotius ile uluslararası deniz hukuku­ nun temellerini atan bu devlet, yahudi azınlığın görüşlerini özgürce dile getirme­ sine (Spinoza) de izin verdi ve katollk bir devletin Protestanları tehdit ettiği dönem­ ler dışında, oldukça esnek bir yönetimle katolikleri de gözetti; Protestanları, hatta Louis XIV'ün ezdiği fransız janseniusçuları bile kabul etti ve onları Utrecht’e yer­ leştirdi. Ayrıca, kendi yurttaşlarına oldu­ ğu kadar yabancılara da (örneğin fransız protestanı Jurieu'ye), açık görüşlü basın organlarında düşüncelerini özgürce dile getirme olanağı verildi; avrupalı zihniye­ tinin oluşmasında bu basın önemli bir si­ yasal ve düşünsel rol oynayacak­ tır. Birleşik Eyaletler Orange prensleriyle pek çok kez çatıştı. Maurits, Frederik -Henrik ve VVİllem II bir ya da birkaç eya­ lette yalnızca stathouderdiler (Sessiz Willem II beş eyalette, kardeşi iki başka eya­ lette bu unvanı almışlardı). Bu onlara, ge­ nel meclisler tarafından kara ve deniz kuvvetleri komutanlıklarına atanmaları ko­ şuluyla askeri başkomutanlık hakkını ve­ riyordu. Ama onlar daha yüksek unvan­ lar ve daha mutlak iktidarlar peşindeydi­ ler. Frederik-Henrik, Fransa kralından krallık altes’i unvanını aldı; VVİllem II kral­ lığa göz dikmişti; rakiplerini azaltmak için altısını hapse attırdı ve Amsterdam’ı ku­ şattı (1650). Hollanda, onun ölümünden sonra stathouderliği kaldırdı (1650-1672); öbür eyaletler de bu kararı benimsediler. Bu dönem boyunca Birleşik Eyaletler, Da­ nimarka ve İngiltere’nin ticari rekabetin­ den zarar gördü (İngiltere ile gemicilik an­ laşması, 1651; ilk ingiliz-hollanda savaş­ ları, 1652-1654, 1665-1667) ve Battık denizi'nde ulaşım serbestliği için önce İsveç ile ittifak halinde, sonra ona karşı (1655-1660) savaştılar. Üçlü ittifak’a gir­ meleri (1668), Louis XIV’ün emellerine ve Birleşik Eyaletler’in ticaret ve denizcilik ala­ nındaki gücünden kaygı duyan Colbert’ in tasarılarına alet olmalarıyla sonuçlan-



1651'de Lahey'de toplanan Birleşik Eyaletler genel meclislerinin ("Yüksek Organları” ) bir oturumu Dirk Van Deeien'in tablosu



di. 1672’de Hollanda'nın istilaya uğrama­ sı üzerine (-> HOLLANDA savaşı) genel vali Witt düştü; valinin öldürülmesinden sonra VVİllem III, Hollanda ve Zeeland stathouderliği ve kara kuvvetleri komutan­ lığı görevlerine getirildi (haziran 1672); hatta stathouderlik beş eyalette veraset esasına bağlandı. 1689'da VVİllem III Bü­ yük Britanya kralı olunca, bir süre sonra, Fransa’ya karşı giriştiği seferler uğruna (Augsburg* birliği savaşı) Birleşik eyalet­ lerin çıkarlarını tümüyle ihmal etmeye başladı. 1702'de ölümü üzerine, onun Friesland ve Groningen stathouderliklerini, halefi olarak yeğeni Jan Willem'e bırak­ mış olmasına bakmaksızın, Birleşik Eya­ letler, stathouderlikten vazgeçtiler, ülke­ yi yönetme ve Fransa ile mücadele (is­ panya* Veraset savaşı) görevini Hollan­ da genel valisi Heinsius'a verdiler. 1672 olaylarının yinelenmesini istemeyen Heinsius tüm Hollanda topraklarını (Hollan­ da garnizonlarınca işgal edilen ve daha önce 1697 Ryswick antlaşması nda açık­ ça belirtilen Barreere topraklarını [1713] denetim altına alarak, bu görevi başarıy­ la yerine getirdi. 1747'de Bergen op Zoom'un Fransızlar’ın eline geçmesi bir halk hareketini başlattı. Bunun üzerine naipler, VVİllem IV’ü stathouder atamak zorunda kaldılar. Ama naiplerin muhalefeti yüzün­ den ne o, ne de danışmanı Bentick yö­ netim ve vergi sisteminde reform yapa­ bildiler. Muhafazakâr ve oligarşik parti ile halkın isteklerini dile getiren stathouderin partisi arasında, burjuva kökenli ama fel­ sefi görüşler içinde boğulup kalmış bir üçüncü parti doğdu. Kendilerini kısa sü­ rede “ yurtsever” ilan eden bu partinin üyeleri, ülkelerine, stathouderin mutlakçılığı ve naiplerin alışılmış savsaklayıcı tu­ tumu dışında yeni bir ruh kazandırmak istediler. Stathouderi siyasal başarı­ sızlıklarından, naipleri de Birleşik Eyaletler'in XVIII. yy.’ın sonunda düştüğü ikti­ sadi bunalımdan sorumlu tuttular. Bu bu­ nalımın çıkış noktasını ve özelliklerini be­ lirlemek güçtür. Bunalımı 1648'de (Münster barışı), 1651 'de (ingilizler ile gemicilik anlaşması), 1672'de (Hollanda savaşı), 1689'da (VVİllem lll'ün Ingiltere tahtına çı­ kışı), 1713’te (Utrecht antlaşması) ve so­ rumluluğu naiplere yükleyerek 1745'te başlatanlar vardır. Gerçekte, Birleşik Eya­ letlerim ticareti, 1648’den 1672’ye değin, tüm Avrupa'da geçici bir gerileme içine girmişse de giderek bundan kurtulmuş ve aşağı yukarı 1740'a dek, çok yüksek bir düzeyde kalmıştı. İngiliz rekabetiyse an­ cak 1730’dan sonra önemli bir tehlike oluşturmaya başlamıştı. Ama Birleşik Eya­ letler XVII. yy.'ın ilk yarısında Fransa ve İngiltere’de iç savaşlar ve Almanya'daki Otuz Yıl savaşı sayesinde tüm rakiplerin­ den kurtularak ulaştıkları düzeye yeniden kavuşamadı. Demek ki Birleşik Eyaletler' in gerilemesi uzun bir dönem boyunca ancak göreli bir gerilemeydi. Çay ve şe­ ker vurgunlarına girişen Doğu hint şirke­ ti, 1740’a değin ortaklarına yüksek pay­ lar dağıttı. Yalnızca dördüncü İngiliz -hollanda savaşı (1780-1784) Hollanda' nin Avrupa ve Asya ticaretine yıkıcı dar­ be indirebildi. Bu savaş, VVİllem V’in oto­ ritesini zayıflattı; hollanda meclisleri ken­ disine karşı küçültücü kararlar aldılar. Gelderland’a sığınmak zorunda kalan Willem V, 1787’de yurtseverleri Fransa’ya süren Prusya birliklerince yeniden tahta çıkarıl­ dı. Ama 1789’dan sonra, Hollanda’daki tüm yurtsever hareketleri destekleyen ye­ ni Fransız cumhuriyeti, 1794’te Fleurus’ un zaferiyle kendisine Hollanda yolunu açtı. (-> HOLLANDA.)



BİRLEŞİK PA R M A KLILIK a



par maklarının bütünü ya da bir bölümü b ir­ birine yapışmış türler için kullanılır. (Bir­ leşik parmaklılığa özellikle domuzda [bas­ kın özellik] ve sığırlarda [çekinik özellik] rastlanır.)



B irle ş ik S la v la r d e rn e ğ i Ukrayna’ da kurulan



gizli,



devrimci dernek



(1823-1825). Programı, bir halk devrimiyle demokratik bir slav federasyonunun kurulmasını amaçlıyordu. Güney derne­ ği ile birleşti ve dekabristlerin imparatora karşı giriştikleri suikaste katıldı.



BİRLEŞİLMEK - B İ R L E Ş M E K . BİRLEŞİM a. 1. Birleşmek eylemi. —2. Gerekli üyelerin hazır bulunmasıyla yapı­ lan kurul toplantısı; oturum: M eclisin bu­ günkü birleşim inde dış ilişkiler ele alındı. —Dilbil. Dilsel bir birimin, sözdizimsel ek­ sen üzerinde öteki birimlerle bağıntı için­ de bujunması olgusu. —Dy. iki vagon, iki aygıt vb. arasında me­ kanik bir bağlantının kurulması (Bk. an­ sikl. böl.) —Gökbil. Yeni ay ya da dolunay. —Küm. kur. B ir E küm esinin (elemanları­ nın) birleşimi, E nin elemanlarının eleman­ larından oluşan (U E ile gösterilen) küme. [Böylece « e U E o 3 A e E / * E A olur. E = [A,, A J olduğunda, UE daha klasik bir biçimde gösterilir: A ,U A 2. Heı E kü­ mesi için UE nin varlığı, kümeler kuramı­ nın, "birleşimin beliti” denen bir belittir. Tek oluş, genişleme belitinin bir sonucu­ dur.] || İki A ve B küm esinin birleşim i, ele­ manları A nin ve B nin elemanlarından oluşan küme. (A kümesiyle B kümesinin birleşim kümesi A U B biçiminde yazılır ve A birleşim B diye okunur.) — A N S İ K L . Dy. Devindirici taşıtların ya da frenle donatılmış iki vagonun birleşimi motorlarının ya da frenlerinin tek bir ma­ nevrayla kullanılmasını sağlar. Birleşim aynı zamanda iki demiryolu aygıtına da uygulanabilir; örneğin iki makas bir lev­ ye ile çalıştırılabilirse bu iki makas birleş­ miştir denir. Ayrıca bir işaretle bir makas ya da özel bir aygıt birleştirebilir; bu hal­ de ışığın açılışı makasa girişi sağlar. Ni­ hayet bir devindirici taşıtın iki ya da daha çok dingili aktarma biyelleriyle birleştiri­ lebilir.



BİRLEŞİMSEL sıf. Dilbil. Dilsel birimle­ rin kendi aralarında birleşimine ilişkin. || Birleşim sel işlev, üst sıradaki birimlerin gerçekleşmelerini sağlayan öbekleri oluş­ turmak üzere, dilsel birimlerin kendi ara­ larında birleşebilme yetisi. (Birleşimsel iş­ lev, sözdisimsel eksen üzerinde sesbirim düzeyinden söylem düzeyine değin etkin­ dir.) —Dilbil. ve Sesbilg. Birleşim sel değişke, bağlamın değişiklikleriyle koşullanmış ay­ nı sesbirimin (sesbirimsel değişke) ya da biçimbirimin (eşbiçimlik) çeşitli gerçekleş­ melerine verilen ad. ( b a ğ l a m s a l D E Ğ İ Ş ­ K E de denir.) —Sesbilg. Birleşimsel sesbilgisi, sesbirimlerin, söz zincirine girişleri sırasında, bağ­ lama göre uğradıkları değişikliklerin ince­ lenmesi (ortak eklemlere olguları).



BİRLEŞME a. Birleşmek eylemi. —Fiz. ve Kim. Yeniden birleşme, bir kim­ yasal öğenin (atom, molekül, iyon, kök), daha önceki ayrışmasından kaynaklanan parçalarla yeniden oluşumu. —Fizs. kim. Birçok molekülün, daha bü­ yük bir molekül oluşturmak için birbirine bağlanması. —Genet. Kromozom birleşm esi, iki kro­ mozomun santromerlerden birbirine bağ­ lanarak birleşmesi. (Çoğunlukla santromerleri uçlarında bulunan iki kromozom böyle birleşebilir.) [Bk. ansikl. böl.] —Huk. Alacaklı ve borçlu sıfatlarının b ir­ leşmesi, hem alacaklı hem de borçlu sı­ fatının aynı kişide toplanmasıyla ortaya çı­ kan durum. (Bk. ansikl. böl.) || İşletm ele­ rin birleşmesi, iki işletmenin alacak ve borçlarıyla birlikte birleşmesi. (Borçlar k.’nun 180. maddesine göre, bir işletme başka bir işletmeyle aktif ve pasiflerin kar­ şılıklı olarak üstlenilmesi yoluyla birleşir­ se, her iki işletmenin alacaklıları, bir mal­ varlığının üstlenmesinden doğan haklara sahip olurlar ve tüm alacaklarını yeni iş­ letmeden alabilirler.) —Kad. hast. Birleşme sonrası Huhner



testi, cinsel temastan sonra dölyatağı boy­ nundaki sümüksü sıvıda spermatozoitlerin araştırılması ve incelenmesi. (Bu mu­ ayeneye bazı kadın ve erkek kısırlıkların­ da başvurulur.) —Kardiyol. Çoğunlukla doğuştan olan ve birbirinden ayrı iki damar ya da iki kalp boşluğu arasında anormal bağlantı sağ­ layan bozukluk. (Bu gibi biçim bozukluk­ larının başlıcaları şunlardır: aort-akciğer atardam arı arası, kulakçıklar arası, karın­ cıklar arası, kulakçık-karıncık arası birleş­ meler. Kalp cerrahisi bu bozuklukları önemli ölçüde düzeltebilmektedir. Sonra­ dan olan bu tip bozukluklar, atardamar­ larla toplardamarlar arasında patolojik bir bağlantı yaratan anevrizmalardır.) —Seksol. Erkekle dişinin çiftleşmesi. — iki kişi arasındaki cinsel ilişki. (Bk.ansikl. böl.) || Yarıda kesilen birleşm e, gebeliği önlemek amacıyla atmık fışkırmadan ön­ ce sona erdirilen birleşme. —Tic. huk. Ortaklıkların birleşmesi, iki ya da daha çok ticaret ortaklığının birleşerek yeni bir ticaret ortaklığı kurmaları ya da bir ve birden çok ticaret ortaklığının baş­ ka bir ticaret ortaklığına katılması. (Bk. an­ sikl. böl.) —Uz. havc. iki uzay taşıtının birbirine ek­ lemsiz bir biçimde bağlanması işlemi. (Birleşme uzay buluşmasının son evresi­ dir.) — A N S İ K L . Genet. Kromozom birleşm e­ si, insan patolojisinde görülebilir. Başlıca örneği, trisomi 21 ve trisomi 13 biçimleri­ ne yol açan robertson tipi yer değiştirme­ dir. Öte yandan, kromozom sayısında azalmaya neden olduklarından, kromo­ zom birleşmeleri türlerin evriminde önemli rol oynamıştır. Örneğin, insandaki 2 no' lu kromozomun, şempanze, goril, urangutan gibi büyük maymunlarda bulunan iki uç santromerli kromozomun birleşme­ sinden doğduğu bilinmektedir. Primatlar­ da 48 olan kromozom sayısının insanda 46'ya düşmesinin nedeni bu birleşmedir. —Huk. Borçlar k.’nun 116. maddesine göre alacaklılık ve borçluluk sıfatları bir ki­ şide toplanırsa borç ortadan kalkar. Bu doğal bir sonuçtur. Birleşmeyle bir kişi ay­ nı borcun hem alacaklısı hem de borçlu­ su haline gelir. Bu durum borçlunun ala­ cağa sahip olmasıyla doğabileceği gibi, alacaklının borçluya ardıl (halef) olmasıyla da gerçekleşebilir. Örneğin, borçlu ala-* caklı’nın mirasçısı ya da alacaklı borçlu’ nun mirasçısı olursa durum böyledir. Borçlar k.'nun 116. maddesinin 2. fıkra­ sı, birleşmenin ortadan kalkması halinde borcun yeniden doğacağını belirtir. Aynı maddenin son fıkrası taşınmaz rehni ve kıymetli evrak'a ilişkin hükümleri saklı tut­ maktadır; bu durumda alacaklı ve borç­ lu sıfatlarının birleşmesi borcu ortadan kaldırmaz. —Seksol. Çocuk yapmaya yönelik cinsel­ liğin temel eylemi olan birleşme, ister nor­ mal, ister aksak olsun, her zaman beden­ sel ve ruhsal etmenlere bağlıdır. Cinsel­ likle ilgili her şeyde olduğu gibi normal ile patolojik olanın sınırı belirsizdir ve bugün­ kü seksolojinin eğilimi her çeşit cinsel tu­ tum ve davranışı normal saymaya yöne­ liktir. Birleşme dört evrede gerçekleşir. Bun­ ların her biri amerikaiı seksolog W. Masters ve V. Johnson tarafından gönüllü çift­ ler üzerinde dikkatle incelenmiştir, ilk ev­ re uyarılma evresi'dir: bu evrede kamışın ve bızırın dikleştirici dokularına atardamar kanı hücum ederek bunları dikieştirir. ikin­ ci evre kavuşma evresi'dir: kadında erke­ ğe göre daha uzun olan bu evrede kadı­ nın orgazma ulaşması için gerekli olgu­ ların tümü ortalama on dakika sürerken erkekte genellikle çok daha kısadır (iki üç dakika). Orgazm evresi, cinsel hazzın do­ ruğa ulaştığı çok kısa bir evredir. Bu ev­ rede kamış olabildiğince şişkindir ve kı­ sa aralıklarla üç dört darbede spermayı idrar deliğinden dışarı atar (boşalma). Kadrnda orgazm herhangi bir salgı yarat­ madığından çok güç gözlenebilir; o ka-



Birleşmiş milletler örgütü dar ki, kadında orgazmın varlığı uzun sü­ re küşkuyla karşılanmıştır. En sonunda gevşeme evresi gelir: bu evrede erkek epey zaman yeniden uyarılamazken, ka­ dın bir birleşme sürecinde birkaç kez or­ gazm olabilir. Birleşmenin sıklığı ve sayısı konusun­ da iyice saptanmamış bir normallik ölçü­ sü yoktur. Sıklığı, yaşantıya ve yaşa bağ­ lı oisa gerekir (kentlerde sinirsel bunalım­ ların yatıştırma çaresi olarak birleşme da­ ha sıktır). 65 yaşından sonra da insanla­ rın o/o 70’i cinsel ilişkide bulunmaya de­ vam eder. iki cins arasında dölyolundan yapılan cinsel ilişkinin tek şekli değildir, ama öbür birleşme biçimleri gelenek ve ahlak anlıyışı açısından sapıklık, bugünkü seksoloji anlayışı açısından ise bir tür cinsel eğilim sayılmaktadır. —Tic.huk. TürkTic. k.'nun146. ve onu iz­ leyen maddelerinde düzenlenen birleş­ me, aynı türden olan ticaret ortaklıkları için olasıdır. Ancak birleşme açısından yasa, kolektif ile komandit ortaklıkları ve anonim ile sermayesi paylara bölünmüş komandit ortaklıkları aynı türden saymış­ tır. Bu varsayıma göre kolektif ortaklıkla komandit ortaklık ve yine anonim ortak­ lıkla sermayesi paylara bölünmüş koman­ dit ortaklık birleşebilir. Aynı türden olan ti­ caret ortaklıklarının, sözgelimi iki anonim ortaklığın birleşebileceği ise açıktır. Birleş­ me için ilgili ortaklıkların ayrı ayrı karar vermeleri ve bu kararların tescil ve ilan edilmesi gerekir (Türk Tic. k. md. 148).



BİRLEŞMEK gçz. f. 1. Bir şey (soyut ya da somut) ya da şeyler sözkonusuysa, bir başkası, başkaları ya da birbirleriyle bir araya gelmek, tek bir bütün oluşturmak: Yağmur suları birleşerek yer yer gölcük­ le r oluşturmuştu. Kinle nefret birleşince uzlaşma olanağı kalmıyor. —2. Somut bir şey ya da şeyler sözkonusuysa, bir baş­ kası, başkaları ya da birbirleriyle yan ya­ na gelmek; kesişmek: ik i masa birleşin­ ce yer genişledi. Denizle göğün birleştiği yerde. Sokağın caddeyle birleştiği köşe­ de. —3. Bir kimse ya da kimseler sözko­ nusuysa, bir başkası, başkaları ya da bir­ birleriyle bir araya gelmek; ortak bir ey­ lem için dayanışma içine girmek, işbirliği yapmak: ik i yıl ayrı yaşadıktan sonra ko­ casıyla yeniden birleştiler. Partilerin birleş­ me kararı olum lu karşılandı. Dış tehlike­ lere karşı birleşmek. —4. Bir kimse ya da kimseler sözkonusuysa, bir başkası, baş­ kaları ya da birbirleriyle herhangi bir ko­ nuda aynı düşüncede olmak; uyuşmak: Sorunlar konusunda birleşiyoruz ama çö­ züm yollarım ız ayrı. ♦ birle şllm ek edilg. f. Birleşmek ey­ lemine konu olmak. ♦ b irle ştirm e k ettirg. f. 1. B ir şeyi b ir şeyle birleştirmek, şeyleri birleştirmek, on­ ları bir bütün oluşturacak biçimde bir ara­ ya getirmek, birbirine eklemek; bir araya toplamak; yakınlaştırmak ya da birbirleri­ ne değecek konuma getirmek: ipin iki ucunu birleştirmek, ik i odayı birleştirmek. Faizle anaparayı birleştirm ek. Sermaye­ lerin i birleştirerek b ir şirket kurdular. B ir masayı ötekiyle birleştirm ek. —2. B ir ye­ ri, b ir yerle birleştirm ek, yerleri birleştir­ mek, bağlanmalarını sağlamak; bir ulaşım yolundan söz ederken onları bağlamak: Bu ik i kenti birleştirecek yeni b ir yolun ya­ pımına başlandı. Asya ile A vrupa’yı b ir­ leştiren b ir köprü. —3. Kimseleri, toplu­ lukları birleştirm ek, onları bir araya getir­ mek; dayanışma içine sokmak: Dağınık haldeki çeteleri birleştirm ek. Sendikaları birleştirm ek. —4. Yaşamını b ir kimseyle birleştirm ek, onunla evlenmek. —Terz. Hazırlanacak bir giysinin çeşitli bölümlerinin birleştirilmesini 'gerçekleştir­ m e k -B ir parçayı, bir giysiyle birleştirmek ya da bir giysinin parçalarını birleştirmek. ♦ b irle ştirilm e k edilg. f. Birleştirmek eylemine konu olmak: Parçalar b irleştiril­ di. Sermayeler birleştirilince şirketin m ali



durumu düzeldi. Nehrin iki yakası b ir köp­ rüyle birleştirildi. —Terz. B irleştirilm iş kol, koltuk altından omuza dek kol yuvarlağını izleyen bir di­ kişle, giysinin bedenine bitiştirilmek için kesilen kol.



BİRLEŞMELİ sıf. Küm. kur. E nin her (a, b, c) üçlüsü için (aTb)Tc = a T (6 Tc) bağıntısını gerçekleyen ve E kümesi üze­ rinde tanımlı bir T iç bileşim yasası için kullanılır. [Örneğin, İN doğal tamsayılar kümesinde, çarpma yasası birleşmelidir, çünkü a(bc) = (ab)c dir: hesaplamaya sol­ dan da, sağdan da başlanabilir; bu ne­ denle parantezler kaldırılabilir ve abc di­ ye yazılır.] (Eşanl. A S O S Y A T İF , K A T I L M A L I . )



BİRLEŞMELİLİK a. Küm. kur. Birleş­ meli bir bileşim yasasının özelliği. B irle ş m iş m ille tle r a n tla şm a sı, Birleşmiş milletler örgütü'nün,1945’te San Francisco'da toplanan konferans sonun­ da imzalanan ve 24 ekim 1945'te yürür­ lüğe giren kurucu antlaşması; San Fran­ cisco antlaşması da denir. Birleşmiş milletler'in amaçlarını, bağlı olduğu ilke ve ülküleri belirleyen, iç yapısını ve işleyişini düzenleyen antlaşma 111 maddeden olu­ şur, sonunda yer alan 70 maddelik Ulus­ lararası Adalet divanı statüsü anlaşma nın ayrılmaz parçasıdır. Türkiye, antlaş­ mayı 15 ağustos 1945 tarih ve 4801 sa­ yılı yasa uyarınca 28 eylül 1945 tarihinde onaylamıştır. (-» B İ R L E Ş M İ Ş * M İ L L E T L E R Ö R G Ü T Ü .)



B irle şm iş m ille tle r ç o c u k la ra y a r­ d im to n u -»



U N IC E F .



B irle şm iş m ille tle r ç o c u k la ra ya r­ dım fo n u T ü rk iy e m illi k o m ite s i -U N İC E F



Türkiye milli komitesi.



B irle şm iş m iile fle r ç o c u k la ra ya r­ dım fo n u T ü rk iy e te m s ilc iliğ i — U N İC E F



Türkiye



t e m s ilc iliğ i.



B irle ş m iş m ille tle r e ğ itim , b ilim ve k ü ltü r ö rg ü tü -> U N E S C O B irle ş m iş m ille tle r e ğ itim , b ilim ve k ü ltü r ö rg ü tü T ü rk iy e m illi ko ­ m isyo nu -» U N E S C O Türkiye milli ko­ misyonu.



B irle ş m iş m ille tle r gıda ve ta rım ö rg ü tü , ing. Food and A griculture Organization (FAO), 1943’te kurulan, 1946'da Birleşmiş milletler'in uzmanlık ku­ ruluşu haline gelen örgüt. Hemen hemen tüm BM üyesi ülkeler ve diğer küçük -devletler FAO'nun üyesidir.Açlığa karşı mücadele konusunda çok ypnlü bir etkin­ liği vardır; doğal kaynakların geliştirilme­ si, tahılların depolanması, ağaçlandırma vb gibi konularda danışmanlık yapar. Merkezi Roma’dadır. Türkiye, 9 haziran 1947 tarih ve 5063 sayılı yasa uyarınca örgüte üyedir.



B irle ş m iş m ille tle r günü, Birleşmiş milletler antlaşması'nın kabul ve ilan edi­ lişinin (24 ekim 1945) Türkiye’deki ilkokul­ larda bir ders konusu olarak işlendiği gün. Her yılın 24 ekiminde, Birleşmiş mil­ letler'in kuruluşu, amaçları, yapısı öğren­ cilere anlatılır. B irle ş m iş m ille tle r in sa n y e rle ­ ş im le ri m erkezi (HABİTAT), BM genel kurulu'na bağlı uluslararası örgüt, 1978’de kuruldu, merkezi Nairobi'dedir. Ulusal yerleşim politikaları ve programları, kentsel ve bölgesel planlama, kırsal ve kentsel konut ve altyapı geliştirme, gece­ kondu iyileştirme planları, düşük maliyetli yapı teknolojisi, insan yerleşimlerine iliş­ kin resmi kurumların kurulması gibi konu­ larda teknik işbirliğini sağlamak amacın­ dadır. Habitat'ın Türkiye'de teknik yardım amacıyla temsilciliği vardır.



B ir le ş m iş



m ille t le r



k a lk ın m a



p rogram ı, ing. United Nations Development Programme (UNDP), Birleşmiş mil­ letler bünyesinde 1 ocak 1966 tarihinde oluşturulmuş, azgelişmiş ülkelere yardım­



la görevli kuruluş. Bu programın Türkiye' de de temsilciliği vardır.



16 77



B irle şm iş m ille tle r nüfus e tk in lik ­ le ri fo n u , ing. U nited Nations Fund for Population A ctivities (UNFPA), BM genel kurulu’ na bağlı uluslararası örgüt, 1969'da kuruldu, merkezi New York'tadır. Amacı nüfus ve aile planlaması ge­ reksinmelerini karşılayacak kapasiteyi ya­ ratmak, nüfus artışı, doğurganlık, ölüm, coğrafi dağılım ve göç gibi nüfus faktör­ lerinin anlaşılmasını sağlamak, hükümet­ lere nüfus politika ve programları geliştir­ mede yardımcı olmak ve uygulamada mali yardımda bulunmaktır. UNFPA tek­ nik yardım amacıyla Türkiye'de temsil edilmektedir. B irle ş m iş m ille tle r ö rg ü tü (BM), dünya barışını ve güvenliğini korumak ve uluslar arasında ekonomik, toplumsal ve kültürel bir işbirliği oluşturmak amacıyla Birleşmiş milletler antlaşması’nda öngö­ rülen yükümlülükleri yerine getirmeyi ka­ bul eden devletler tarafından kurulan uluslararası örgüt. BM’nin ideolojik kökenleri, Milletler cemiyeti'ninkilerle karışmış olsa da, örgütün kuruluşunu hazırlayanlar, ikinci Dünya sa­ vaşı sırasında Mihver devletleriyle sava­ şan büyük devletlerdir 14 ağustos 1941'de Roosevelt ve Churchill tarafın­ dan imzalanan Atlantik bildirisi, 1 ocak 1942'de İngiliz, amerikan ve sovyet de­ legeleri tarafından VVashington'da imza­ lanan Birleşmiş milletler bildirgesi ve 30 ekim 1943’te yine bunların ve Çin dele­ gesinin imzaladığı, "barışçı devletlerin egemen eşitliğine dayanan ve büyük -küçük bütün devletlere açık bir uluslara­ rası örgüt" öngören Moskova bildirisi, bu hazırlığın aşamalarıdır. 1944 sonbaharın­ da Dumbarton Oaks'ta (ABD) toplanan Dörtler'in temsilcileri, örgütün planını ha­ zırladılar. Şubat 1945’te Yalta’da (Kırım), İngiliz, amerikan ve sovyet hükümet başkanları bu planı incelediler ve sadece Mihver'e karşı savaş halindeki devletler­ den oluşan bir Birleşmiş milletler konferansı’nı toplantıya çağırdılar. San Francisco’da 25 nisandan 26 hazirana kadar sü­ ren bu konferans sonucunda, 24 ekim 1945'te yürürlüğe giren Birleşmiş milletler antlaşması ile Uluslararası Adalet divanı statüsü imzalandı. Dörtler ve Fran-



New York'taki Birleşmiş milletler örgütü'nün merkez binası



B ölge sel ko m isyo n la r T e knik I kom syo n la r D ö n e m se |_ sürek|jı



S ü re kli ve



|



g ze l ko m ite ler



G en e l k u ru l’ un d iğ e r yan org an la rı



B M Ç o c u k la r a y a r d ım fo n u B M M ü lte cile r y ü k s e k k o m is e rliğ i D ü n y a g ıd a p ro g ra m ı B M E ğ itim v e a ra ş tırm a e n s titü sü



G ü m r ü k tarifeleri v e tic a re t g e n e l a n la ş m a s ı



U N C TTAAD D



B M T ic a r e t v e k a lk ın m a k o n fe ra n s ı



.v1 .- r.i': ]



U N IC E F
u LU S LA R A R A S I* A D A LE T DİVANI.



• Genel sekreter. Güvenlik konseyi’nin tavsiyesi üzerine Genel kurul tarafından atanan idari organ. Başlangıçta sadece bir yüksek memur olarak tasarlanan ge­ nel sekreter, zamanla yarıresmi arabuluculük ve görüşmecilik yetkileri elde etti. Genel sekreterlik görevinde bulunanlar sı­ rasıyla: 1946-1952 arasında Trygve Lie (Norveç); 195.3-1961 arasında Dag Hammarskjold (İsveç); 1961-1971 arasında U Thant (Birmanya); 1972-1981 arasında Kurt Waldheim (Avusturya), 1982-1992 arasında Perez de Cuellar, 1992’den iti­ baren Butros Butros Gali. • Yardımcı organlar, asıl organlar tarafından gerek duyuldukça oluşturulur: uz­ man komiteleri (sözleşme tasarılarını ha­ zırlamakla görevli uluslararası hukuk ko­ misyonu), uzmanlık kuruluşlarının faaliyet­ lerine yakın çalışmalar yapan kuruluşlar (UNİCEF, Mülteciler yüksek komiserliği,



vb.), yargı organları (BM idare mahkeme­ si) vb. » Uzmanlık kuruluşları. Tüm dünyaya yö­ nelik, sınırlı yetkili, çeşitli biçimlerde BM’ ye bağlı uluslararası örgütler (1992’deki sayıları 16) Gıda ve tarım örgütja[FAO). Uluslararası sivil havacılık örgütü (ICAO), Birleşmiş milletler eğitim, bilim ve kültür örgütü (UNESCO), Uluslararası çalışma örgütü (ILO), Uluslararası imar ve kalkın­ ma bankası (IBRD), Uluslararası para fo­ nu (IMF), Dünya sağlık örgütü (WHO), Dünya posta birliği (UPU), Uluslararası te­ lekomünikasyon birliği (ITU), Uluslarara­ sı denizcilik örgütü (IMO), Dünya meteo­ roloji örgütü (WMO), Uluslararası maliye kuruluşu (IFC), Uluslararası kalkınma birliği (IDA), Dünya fikri mülkiyet örgütü (WIPO), Uluslararası tarımsal kalkınma fonu (IFAD) ve BM sınai kalkınma örgütü (UNIDO). Uluslararası atom enerjisi ajansı (IAEA) iie Gümrük tarifeleri ve ticaret genel an­ laşması (GATT) farklı bir statüyle BM'ye bağlıdır. e t k in lik le r i



* Uyuşmazlıkların barışçı yoldan çözümü. Bir uyuşmazlığın ya da uluslar arasında anlaşmazlığa yol açabilecek bir durumun ortaya çıkması halinde, Güvenlik konse­ yi kendi inisiyatifiyle ya da BM üyesi ol­ sun olmasın herhangi bir devletin ya da genei sekreterin başvurusu üzerine hare­ kete geçebilir. Soruşturma yapabilir; ta­ rafları, kendi seçecekleri barışçı yollardan anlaşmazlıklarını çözmeye çağırabilir; her türlü uygun düzeltme usul ve yöntemi tav­ siye edebilir (görüşme, soruşturma, ara­ buluculuk, uzlaştırma, hakemlik, hukuk­ sal nitelikteki anlaşmazlıklar için Uluslara­ rası adalet divam'na başvurma); uygun gördüğü çözüm biçimini önerebilir. Ge­ nel kurul, Güvenlik konseyi talep etmedik­ çe,Konseyin el koyduğu bir durum ya da uyuşmazlıkla ilgili tavsiyelerde buluna­ maz. * Barışa karşı tehdit, barışın bozulması ve saldırı durum unda eylem. Hukuksal ola­ rak bu konuda esas yetki Güvenlik konseyi’ne aittir. Konsey, barışa karşı tehdit, barışın bozulması ya da bir saldırı duru­



munun varlığını saptar, uluslararası barış ve güvenliğin korunması için tavsiyeler­ de bulunur, hatta zorlayıcı kararlar alır (Milletler cemiyeti konseyi ise sadece oy-' birliğiyle karar alabilmekteydi). Esas hak­ kında bir tavır belli etmemek kaydıyla ge­ çici önlemler alabilir; örneğin 1948’de Fi­ listin’de olduğu gibi silahlı çatışmaya son verilmesine ya da askeri birliklerin çekil­ mesine karar verebilir. Silahlı güç kulla­ nımını kapsamayan önlemler, örneğin ekonomik (iktisadi ilişkilerin, deniz ve de­ miryolu bağlantılarının' kesilmesi vb.) ya da diplomatik (diplomatik ilişkilerin kesil­ mesi) önlemler alabilir. Hatta, barışın ve güvenliğin korunması amacıyla emrine si­ lahlı güç vermeyi, yardım ve gerekli ko­ laylıkları sağlamayı taahhüt eden devlet­ lerin hava, kara ve deniz kuvvetlerini kul­ lanarak her türlü askeri eyleme (şaşırtma hareketleri, abluka önlemleri) girişebilir. Güvenlik konseyi, sovyet temsilcisinin bu­ lunmadığı sırada üye devletlere Kore’ye yardım göndermelerini tavsiye edebildi, ancak bu güçleri, Birleşik devletlerin oto­ ritesi altında bir birleşik komutanlığın em­ rine verdi. Sovyet temsilcisinin geriye dö­ nüşüyle bu tavsiye kararı veto edilerek engellendi. Genel kurul da 3 kasım 1950 kararıy­ la, o zamana kadar sahip olmadığı bir yet­ kiyi, barışa karşı bir tehdit, barışın bozul­ ması ya da bir saldırı anında ve Konsey’ in de oybirliğinin sağlanamaması nede­ niyle felce uğradığı durumlarda kullana­ bileceği bir yetkiyi kendine tanıdı. Bu du­ rumlarda Genel kurul düzeni ve güvenli­ ği yeniden sağlamak için, silahlı güç kul­ lanımı da dahil olmak üzere her konuda tavsiyelerde bulunabilir. Genel kurul, bu kuralı Kore (1950), Macaristan ve Süveyş (1956) olaylarında işletti.Önce Süveyş, sonra Kongo (1960) olayları sırasında, ulusal birliklerden oluşan ama BM’ye bağlı “ mavi bereliler" diye anılan bir acil kuvvet kurdu. Bunlar, Güvenlik konseyi tarafından, 1973 savaşından sonra İsrail ve Mısır, daha sonra da İsrail ve Suriye arasındaki (1974) ateşkese uyulup uyul­ madığını gözetlemek için de kullanıldı, ilk kez Güvenlik konseyi sürekli üyesi bir ül­ kenin (Fransa) askeri birliğinin katıldığı



1679



B i r l e ş m iş m il le t le r ö r g ü t ü ’ n e ü y e o la n d e v le t le r



y ıl



Üye ülkeler



1945



51



1946



55



1947 1948 1949 1950



57 58 59 60



* 1992



kurucu üyeler



yıl



Üye ülkeler



Amerika Birleşik Devletleri, Arjantin, Avustralya, Belçika, Beyaz Rusya, Birleşik Krallık (İngiltere), Bolivya, Brezilya, Çekoslovakya, Çin, Danimarka, Dominik Cumhuriyeti, Ekvador, Etyopya, Filipinler, Fransa, Guatemala, Güney Afrika, Haiti, Hindistan, Hollanda, Honduras, Irak, İran, Kanada, Kolombiya, Kosta Rika, Küba, Liberya, Lübnan, Lüksemburg, Meksika, Mısır, Nikaragua, Norveç, Panama, Paraguay, Perü, Polonya, Rusya (eski SSCB'nin yerine), Salvadof, Suriye, Suudi Arabistan, Şili, Türkiye, Ukrayna, Uruguay, Venezuela, Yeni Zelanda, Yugoslavya* (Sırbistan ve Karadağ), Yunanistan.



1955



76



1956 1957 1958 1960



80 82 83 100



1961



104



1962



110



Yeni üyeler



1963



113



Afganistan, İsveç, İzlanda, Tayland. Pakistan, Yemen. Birmanya. İsrail. Endonezya.



1964 1965 1966



116 119 123



1968



126



yılında üyeliği donduruldu.



Arnavutluk, Avusturya, Bulgaristan, Finlandiya, İrlanda, ispanya, İtalya, Kampuçya, Laos, Libya, Macaristan, Nepal, Portekiz, Romanya, Sri Lanka (eski Seylan), Ürdün. Fas, Japonya, Sudan, Tunus. Gana, Malezya. Gine. Benin (eski Dahomey), Burkina Faso (eski Yukarı Volta), Çad, Fildişi Kıyısı, Gabon, Kamerun, Kıbrıs, Kongo, Madagaskar, Mali, Orta Afrika, Cumhuriyeti, Nijer, Nijerya, Senegal, Somali, Togo, Zaire. Moğolistan, Moritanya, Sierra Leone, Tanganyika (bugün Tanzaniya). Burundi, Cezayir, Jamaika, Ruanda, Trinidad ve Tobago, Uganda. Kenya, Kuveyt, Zanzibar (bugün Tanzaniya). Malavi, Malta, Zambiya. Gambiya, Maldivler, Singapur. Barbados, Botsvana, Guyana, Lesotho. Ekvator Ginesi; Mauritius, Svaziland.



yıl



Üye ülkeler



1970 1971



127 132



1373 1974



134 137



1975



143



1976



146



1977 1978 1979 1980 1981



148 150 151 153 156



1983 1984 1990 1991



157 158 160



1992



179



167



Fiji. Bahreyn, Birleşik Arap E m irlikleri, Bhutan, Katar, Ummap. Almanya, Bahama. Bangladeş, Gine-Bissau, Grenada. Cabo Verde, Komoriar, Mozambik, Papua Yeni Gine, Sao Tom6 e Principe, Surinam. Angola, Samoa, Seychelles adaları. Cibuti, Vietnam. Dominica, Solomon adaları. Saint Lucia. Saint Vincent, Z im b a b ve . Antigua ve Barbuda, Belize, Vanuatu. Saint Christopher ve Nevis. Brunei. Liechtenstein, N a m ib ya Estonya, Güney Kore, Kuzey Kore, Letonya, Litvanya, Marshall adi., M ikronezya. Azerbaycan, Bosna-Hersek, Ermenistan, Hırvatistan, Kazakistan, Kırgızistan, Moldavya, Özbekistan, San Marino, Slovenya, Tacikista n, Türkmenistan.



j



Birleşmiş milletler örgütü 1680



zıvanalı birleştirme



Birleşmiş milletler Lübnan barış gücü, 1978 yılından bu yana Güney Lüb­ nan’da görev yapmaktadır. 1988 yılında Nobel barış ödülü'ne layık görülen Mavi bereliler, 1992 yılı şubat ayından beri Bosna-Hersek'te, insani yardımın ulaştı­ rılmasını sağlamakla görevlendirildiler. • Ekonomik ve toplum sal faaliyet. BM, uluslararası işbirliği yoluyla bütün halkla­ rın ekonomik ve toplumsal ilerlemesine yardımcı olma amacındadır. Özellikle az­ gelişmiş ülkelere teknik yardım konusun­ da etkindir. Genel kurul, 1946'dan itiba­ ren bir teknik yardım programı öngördü, Ekonomik ve sosyal konsey 1949'da ge­ nişletilmiş bir programın hedeflerini belir­ ledi. Bölgesel ekonomik komisyonlar, araş­ tırma, inceleme, toplantı ve anlaşma ha­ zırlıkları gibi yollarla kıta düzeyinde ulus­ lararası işbirliğini örgütlerler. • insan haklan. Genel kurul, 10 aralık 1948'de insan hakları evrensel bildirgesi’ni kabul etti. Ekonomik ve sosyal kon­ sey ile komisyonları, özellikle de insan hakları komisyonu, bu bildirgenin uygu­ lanma koşullarını inceler ve özel sözleş­ meler hazırlar. Biri medeni ve siyasal hak­ lara, diğeri ekonomik, toplumsal ve kül­ türel haklara ilişkin iki ana sözleşme ka­ bul edilmiştir. • Hukuksal eylem. BM, uluslararası hu­ kukun oluşturulmasına ve kurallaştırılmasına katkıda bulunmak ödevindedir. Seç­ kin hukukçulardan oluşan Uluslararası hukuk komisyonu yasalaştırma tasarılarını inceler ve hazırlar. BM’nin desteğiyle top­ lanan uluslararası konferanslar bu tasarı­ ları görüşür ve kabul eder. • Faaliyetinin sınırları. BM’nin eyleminin hukuksal bir sınırı vardır; Devlet'in ulusal yetkisi. Antlaşmanın 2. maddesinin 7. pa­ ragrafı, “ işbu Antlaşma’nın hiçbir hükmü, esas olarak bir devletin ulusal yetkisi için­ de bulunan işlere Birleşmiş milletler'in ka­ rışmasına izin vermez” der. Devletler, BM'nin yetkisine karşı sık sık bu metni öne sürerler, ancak örgütün organları bir­ çok olayda kendilerini yetkili görmekten kaçınmamışlardır. (Kıbrıs, Cezayir, Güney Afrika Cumhuriyeti, vb.) B irle ş m iş m ille tle r özel fo n u , BM teşkilatı'nın 1959’dan bu yana faaliyette bulunan ve bir ülkenin ya da bir bölge­ nin gelişmesini güçleştirici engellerin or­ tadan kaldırılmasını sağlayacak her türlü araştırmayı finanse etmek amacını taşıyan kuruluşu. Özel fon'un etkinliklerinin finans­ manı, hükümetlerin gönüllü katkılarıyla sağlanır. Kuruluş, gelişmekte olan ülke­ lerin doğal kaynaklan, işgücü ve sanayi potansiyelf-üe ilgili araştırmaların bedeli­ ni bir bölümüyle karşılayan bağışlar biçi­ minde yardım yapar (dolayısıyla da, incelenen her projeye ancak sınırlı mik­ tarda para ayıran Birleşm iş m illetler tek­ nik yardım ı'nı bütünleyen bir niteliği vardır). Özel fon'un faaliyeti, Fon'un pro­ je ve araştırmaları sonucunda başlayan yapım çalışmalarını finanse eden Dünya bankası’nca tamamlanır.



B irle şm iş m ille tle r sınai ka lkın m a ö rg ü tü (ing. U nited Nations Industrial Development Organization) [UNlDOj, BM uzmanlık kuruluşu, 1967'de kuruldu, mer­ kezi Viyana'dadır. Gelişmekte olan ülke­ lere sanayilerini geliştirme, modernleştir­ me ve işletmede yardım sağlar ve mo­ dern sanayi üretim yöntemlerinin etkin bi­ çimde uygulanması, programlama ve planlama, endüstriyel kurumların kurulup güçlendirilmesi, teknolojinin geliştirilmesi, uyarlanması, transferi ve personel yetiş­ tirilmesi konularında çalışmalar yapar.



B irle ş m iş m ille tle r tic a r e t ve k a lk ın m a k o n fe ra n s ı United N ati­ ons Conference on Trade and Develop­ m ent) [UNCTAD], Birleşmiş milletler ge­ nel kurulu'nun 1964 yılında kurulmuş olan yardımcı organı. UNCTAD, hükumetlerarası genişletilmiş bir organ olan Konferans ile altı komisyon, bir komite,



çeşitli çalışma grupları ve bir de sekre­ terlikten oluşan Ticaret ve kalkınma kon­ s e y in d e n oluşur. Devletler, hem coğrafi hem de siyasi bazı kriterlere göre, dört



gruba ayrılmıştır. Konferans, her 4 yılda bir toplanır. Görüşmeler, asıl olarak, Üçüncü dünya ülkelerinin gelişmesi tema­ sı çerçevesinde cereyan eder; fakat, gö­ rüşmelerde kabul edilen önemli ilkelerin her zaman uygulamaya konulduğu söy­ lenemez. Kuzey-Güney karşıtlığı (gelişmiş ülkelerle, Üçüncü dünya ülkeleri arasın­ daki karşıtlık) ve bu karşıtlığın, Üçüncü dünya ülkelerinin kendi iç karşıtlıkları yü­ zünden büsbütün keskinleşmesi ve de sosyalist ülkelerin tutumu, tartışmaların çetin geçmesine ve bu organın kısır bir görünüm almasına neden olmuştur. Bu­ nunla birlikte, UNCTAD, Üçüncü dünya' nin gelişmesi sorununun uluslararası amaçlar arasında ön safta yer aldığı ve gelişmiş ülkelerin buna önemli_ ölçüde yardımcı olmak sorum luluğu altında ol­ dukları gerçeğinin kesin olarak saptan­ masını sağladı. Konferans, 1964 yılında kuruluşundan bu yana her dört yılda bir, her defasında farklı bir m erkezde toplan­ maktadır.



B irle ş m iş o y u n c u la r -» SAHNESİ



M e yd an



(Birleşmiş oyuncular).



leşim alanını, tek bir ölçek alanı (büyük birleştirme alanı) halinde bir araya getir­ meye çalışan kuramlar. (Bk. ansikl. böl.) —Kaynakç. Kenarları uygun biçimde ha­ zırlanmış iki parçanın arasında kaynak metaliyle doldurulacak hacim; (Kenarlar düzse birleştirme hacmi sıfır olabilir. — Kaynak ya da lehimle bağlanacak parça­ ların işlem öncesindeki konumu. (Çeşitli birleştirme türü vardır: uç uca, açılı, T, bin­ dirme ve manşonlu birleştirmeler en sık rastlananlardır.) || Kaynaklı birleştirme, K A Y N A K 'ı n eşanlamlısı, || Lehim li birleştir­ me, L E H İ M ' i n eşanlamlısı. » —Marangl. Bir bütün oluşturmak için ha­ zırlanan parçaları birbirine bağlama. (Bk. ansikl. böl.) —Metalürj. Dökümcülükte çeşitli parçaları bir araya getirerek karmaşık modeller yapma. (Bu işlemle hem bükülmez bir bü­ tün hem de kolayca sökülebilen [kilitli bir­ leştirme] bir model elde edilebilir. Birleş­ tirme elle ya da birleştirme makinesiyle yapılabilir.) —Muhs. -> K O N S O L İ D A S Y O N . —Orm. san. Kontrplak yapımında, kontr­ plak levhasını oluşturan yaprakların (pla­ kaların) yapıştırılması işlemi. —Teknol. Ağaçtan ya da metalden yapıl­ mış iki parçayı birbirine bağlama. (Eşanl.



BİRLEŞTİRİCİ sıf. 1. iki ya da daha çok nesnenin birleşmesini sağlayan şey için kullanılır. —2. Birliği, uzlaşmayı sağ­ layan kimse, şey; bunu sağlayan eylem için kullanılır; Partinin geleceği için birleş­ tiric i olmak zorundayız. B irleştirici b ir program . B irleştirici b ir tutum. —Anat. B irleştirici arka atardamarlar, be­ yin büyük atardamarından (arteria basilaris) ayrılan ve Willis altıgeninin yapısına giren iki atardamar dalına verilen ad. —Elektrotekn. Birleştirici kablo -* K A B L O —Nöroanat. Birleştirici dallar, sempatik si­ nir sistemindeki gangliyonları beyin-omurilik sinir sistemine bağlayan sinir lifleri. (Her gangliyon için bir ya da birçok sinir lifi vardır.) ♦ a. Hematoi. Hücrelerin birbirine ya­ pışmasını sağlayabilen madde. (Özellik­ le trombositlerin topaklanmasını sağlayan indükleyicileri [ADP, kolajen, fibrinojen, adrenalin] belirtir.)



BİRLEŞTİRİLMEK -



B İR L E Ş M E K



BİRLEŞTİRME a Birleştirmek eylemi. —Bilş. Birçok fişliğin, başlangıçta aynı sı­ rada yerleştirilmiş öğelerini,’ tek bir fişlik­ te toplama. (Bundan kaynaklanan fişlik de aynı sıra ölçütüne göre yerleştirilir.) —Cerr. Kırık bir kemiğin parçalarının yerli yerine konması. —Denize. Ağaç gemi inşaatında kalınlık­ ları farklı olmayan iki ağaç parçayı birbi­ rine bağlama. —Metal gemi inşaatında sac levhaları, gergileri, postaları ya da blokları kaynakla bağlama. —Dilbil, Üretici dilbilgisinde, iki (ya da da­ ha çok) derin yapıyı, tek bir yüzeysel ya­ pı elde etmek amacıyla birleştirmeye dayanan dönüşüm. (Örneğin, A li ve A y­ şe sabah çay içerler cümlesi, yinelenen öğelerden birinin kullanımını silen ve ey­ lemin uyumunu düzenleyen, bağlaç kul­ lanımına bir indirgeme uygulanarak A li sabah çay içer ve Ayşe sabah çay içer' in birleştirilmesiyle elde edilir.) —Bir sözlukbirimin, gerek kendileri de dilin sözcükleri olan, gerekse yabancı kaynaklı bilimsel sözcük ya da kökenlerden yola çıkılarak oluşturulması. (Bk. ansikl. böl.) —Dy. Birleştirm e hattı, farklı iki hattı bir­ leştirmeye yarayan kısa hat parçası. |j Pa­ rabolik birleştirm e eğrisi, düz bir hatla da­ iresel bir hat parçası arasında yer alan ve yalpanın aşamalarla alınmasını sağlamak için doğrusal değişkenli kesiksiz bir eğ­ ri çizen demiryolu parçası. (En çok kulla­ nılan birleştirme y = art3 ile ifade edilen kübik paraboldür.) —Fiz. Büyük birleştirm e kuramları, temel parçacıkların özelliklerinden ve etkileşim­ lerinden sorumlu kuvantalanmış üç etki­



—Terz. Prova ya da patron üzerinde dü­ zeltme yapma amacıyla, bir giysinin çe­ şitli parçalarını, önce toplu iğneyle, son­ ra da teyelle bir araya getirme. —Topogr. Birleştirm e eğrisi, B A Ğ L A M A E Ğ R İ S h 'n in



e ş a n la m lıs ı .



—Yapış, iki yüzeyi bir yapıştırıcıyla kalıcı biçimde bağlama. — A N S İ K L . Dilbil. Bu sözlüksel oluşum sü­ reçleri arasındaki ayrım iki kez değişken­ lik göstermekle birlikte, birleştirme ve tü­ retme iki karşıt kavramdır. Öte yandan, bi­ leşik sözcüğü öbekten ayırmak her za­ man kolay değildir. Bir bileşik sözcüğü ayırt etmeyi sağlayacak ölçütler, değişti­ rim (yardım etmek sözcüğü, affetmek, desteklemek, bağışlamak vb, ile değişti­ rilebilir) ve bölünemezliktir (çok yardım et­ mek denebilir ama, yardım çok etmek denilemez). —Fiz. Elektromanyetik ve zayıf etkileşim­ leri birleştiren ve ölçek bozonları, foton ve ağır ara bozonları da W + , W “ ve Z° olan birleşik alana ( -» Û L Ç E K kuramları), güç­ lü etkileşimler alanı da katılır; bu ikincil ala­ nın özelliklerini kuvantum kromodinamiği kuramı belirler ve burada ölçek bozonlar, her biri farklı "renk" yük taşıyan (her kuark için üç ayrı renk vardır) sekiz glüondan oluşur. Büyük birleştirme alanının kurulması, ayrık alanlara oranla daha ge­ nel bir ölçek bakışım postulasına dayanır. Çok büyük enerjilerde (yaklaşık 1014 GeV) kesinleşen bu bakışım, güçlü alanı, birleşik alandan ayıran daha düşük ener­ jilere doğru inildiğinde kendiliğinden bir kesintiye uğrayacaktır. Iraksamalar, bakı­ şımın gerçekten önem kazandığı yüksek enerjide etkisini gösterdiğinden, yeniden norm lam a* korunur. Büyük birleştirme alanının biçimi ve özellikleri, bu bakışıma bağlı değişmezlik grubunun yapısıyla be­ lirlenir; bakışım, birleşik alanın BB(2)xB(1) ve renk alanının (ya da güçlü etkileşimler alanı) BB(3) gruplarını da taşır. En yalını, BB(5) grubudur, ancak bu diğerleri ara­ sında yalnızca özel bir durumdur. Grubun yapısı, bilinen alanlara, kuarkların lepton-



lara geçişine olanak veren yeni bir alanın katılması gerektiğini gösterir. Vektör bozonların çok yüksek kütlesi, bu tür geçiş­ lerin olasılığına (çok zayıf ama sıfır değil) bağlıdır. Büyük birleştirme kuramları, uy­ gulamada algılanması düşünülemeyen bu enerjilerin etkilerini önceden belirler; ayrıca protonun kendiliğinden bozunarak 1032 yıllık ömrü olan leptona dönüşümü gibi statik etkileri de bildirir. Bu etki, koz­ mik ışımaya karşı korunmuş yeraltı laboratuvarlarında yapılan deneylerle, etkin biçimde incelenmiştir. Bir sonraki aşa­ maysa, büyük birleştirme alanını çekim alanına bağlayacak bir üst birleştirmenin araştırılmasıdır. Ancak çekim alanını kuvantalamada önemli zorluklar vardır. ■ —Mak. san. Birleştirilecek parçalar birbir­ lerine geçecek şekilde hazırlanır; bu amaçla parçalar üstünde zıvana, lamba, kiniş vb. açılır. Birleştirmeler ya sökülebi­ lir türden ya da sabittir. Sökülebilir türler­ de, parçalar, vida, cıvata, somunlu sap­ lama, kamalama, rakor, bağlama laması vb. ile tutturulur. \ Sabit birleştirmeler kaynak, lehim ya da kenetleme yoluyla elde edilir. Çelik par­ çalar önceden kertilerek üst üste getirilip kaynatılabilir (örneğin cam çerçevesi). An­ cak büyük boyda metal iskelet parçaları­ nı (I.U.T demirleri, yassı demir vb.) birleş­ tirmede gönye, köşebent, dolgu laması gibi bağlama parçaları kullanmak gere­ kir. Saclar ya kaynakla ya da perçinle bir­ leştirilir. Sac parçalar üst üste binerse bir­ leştirme bindirmelidir. Alın alına birleştir­ mede bağlantı yerinin tek ya da iki yanı­ na sac konarak perçinlenir. Makine par­ çaları, germeli bağlama yapıştırma ya da sıkı geçme biçiminde birleştirilir. Yapım yönünden çelik iskelet, kazan ve boru bir­ leştirmeleri gibi türler görülür.



elektrik nokta kaynağıyla



lehimlenm iş kırlangıç kuyruğuyla ark kaynağıyla



yapıştırmayla'



soğuk birleştirmeyle



otojen kaynakla



sıvı azota batırılan parçanın büzülm esi J> sonucunda f i sıkı [ I geçmeyle k x



kamayla bağlama lamasıyla



perçinle



U demir



—Marangl. Genellikle üç tür temel birleş­ tirme biçimi vardır: yan yana, boyuna ve köşe. Yan yana birleştirmelerde lambalar­ dan, kavelalardan ya da özel freze bıçak­ larıyla açılmış kanallardan yararlanılır. Bo­ yuna birleştirmeler, kertme bindirme, zı­ vanalı, parmak ya da kırlangıç kuyruğu vb. biçiminde yapılır. Köşe birleştirme­ deyse, tabla yapılıyorsa kavelalı, kinişli, yalancı çıtalı, gönyeburun, dişli türlere başvurulur; çerçeve yapımında kertme bindirme, zıvanalı, düz ya da gönyebu­ run, kavelalı köşe birleştirme kullanılır; tablada bulunan ara bölmelerde ya ka­ nal ya da kızak geçme, kayıtlarda da T ve istavroz birleştirme uygulanabilir.



BİRLEŞTİRMECİLİK a. Ruhbil. Çeşit­ li öğelerin toptan ve karışık biçimde kav­ ranmasına dayanan eskil düşünme ve algı sistemi. (H. Wallon, küçük çocuğun düşünmesini, algısını ve kişiliğini, katego­



riler aracılığıyla düşünmenin yerleştiği dö­ nem olan 8-9 yaşlarına kadar etkileyen birleştirmeciliği, onun ruhbilimsel etkinlik­ lerinin ayırtedici özelliği olarak görür.)



BİRLEŞTİRMEK



METAL BİRLEŞTİRMELER



-♦ BİRLEŞM EK.



BİRLİ a Üzerinde bir işareti olan oyun kartı ya da domino taşı (Eşanl. AS, BEY): Kupa birlisi. —Akust. ve Müz. Gerek aynı yükseklikte olan, gerekse aralarında bir ya da birçok oktav bulunan iki sesin aynı anda yayımı.



B İR LİK a. 1. Eşi benzeri bulunmama, tek olma durumu: Tanrı’nın birliğine inan­ mak. —2. Bir amaç için birleşmiş, bir ara­ ya gelmiş olma durumu; beraberlik: B ir­ likten kuvvet doğar (atasözü). —3. insan­ lar ya da şeyler arasında ortaklık, özdeş­ lik, benzerlik oluşturan bağ: D il birliği. Ül­ kü birliği. Yazıda, düşünceler arasında b irlik sağlamak. —4. Bir eylemi gerçek-



AHŞAP BİRLEŞTİRMELER



sıçan dişi boy birleştirme geçme



kavelalı yarım çr 'zıvanalı kertme T i



kavelalı T



kinişli boy birleştirme



pahlı lambalı birleştirme



yarım eğik kertme pt \b in d irm e köşe ■\ \b irle ş tirm e j |



çatal geçme



kavelalı yıldırım ''-' birleştirm e lambalı birleştirme



yarım kertme köşe birleştirme anahtarlı iki ucu~~~'-'-3ü kinişli yıldırım birleştirme



kırlangıç kuyruğu boy birleştirme açık yastıklı geçme



metal levha destekli irteyilli kertme bindirme



çift zıvanalı birleştirm e



yarım bindirme



kapalı zıvanalı birleştirm e



açık zıvanalı gönyeburun köşe birleştirme



kırlangıç kuyruğu bindirme



geçme



kendinden çıtalîi jkinişli birleştirme yarım kertme istavroz bindirme



yabancı çıtalı kinişli birleştirme



kırlangıç kuyruğu açık dış geçme



kılıcına kertme T kızak geçme kırma dilli lambaları birleştirm e



kavrama oluklu geçme



leştirmek, bir şeyi savunmak, ortak bir so­ nuca ulaşmak amacıyla bir araya gelmiş kimselerin kurduğu dernek, topluluk vb.: Öğretmenler birliği. Tüketiciler birliği. —5. Birlik dirlik içinde, uyumlu olarak: işleri bir­ lik dirlik içinde yürütüyorlar. || Birlik (ve) be­ raberlik içinde. birden çok kimsenin ara­ larında görüş ve düşünüş ayrılığı bulun­ madığını belirtmek için kullanılır. jj Birlik ol­ mak. birden çok kimse sözkonusuysa, bir iş için anlaşıp güçlerinj birleştirmek, bir­ likte davranmak. —Ask. Silahlı kuvvetlerde sicil verme, di­ siplin cezası uygulama yetkisine sahip bir komutan yönetimindeki askeri kuruluş. (Bk. ansikl, böl.) || B irlik ceridesi, her bü­ yüklükteki birliği ilgilendiren olayların za­ man sırasına göre işlendiği resmi kayıt. (Bk. ansikl. böl.) || Birlik raporu, birliğin an­ lık durumunu ya da raporun geçerli oldu­ ğu süre içinde meydana gelen değişiklik­ leri gösteren belge. (Belirli bir tarihle sı­ nırlı dönemsel bir rapordur.) || B irlik sem­ bolü, harekât ya da hizmet görevi sırasın­ da personelin sınıf ve birliklerinin kolay­ ca tanınması amacıyla metal ya da bez üzerine işlenmiş tanıtma işareti. || Birlik ta­ nıtma işareti, birliğin tüm özelliklerini be­ timleyen işaret. (Taktik ve üniforma işaret­ lerinden farklıdır. Silah [işaret fişeği], araç [örn. telsiz, flama vb.] ile yapılabilir.)! Bin­ dirilm iş birlik, kıtalarda bir birliğin araçlı olarak kullanılacağını belirten terim. —Biyol. Bireyin birliği, çokhücreli yaratık­ ların yaşamsal organları arasında, genel­ likle karşılıklı olmak üzere bağımlılık iliş­ kisi sağlama. (Bk. ansikl. böl.) —Bot. Ortak özellikleriyle birbirine yakın bitki topluluklarını içeren ve bitki sosyo­ lojisi sınıflandırmasında yer aian üst birim. —Ed. Üç b irlik kuralı, gerçeğe benzerlik adına klasik fransız tiyatrosunu yönlendi­ ren eylem, zaman ve yer birliği. (Bk. an­ sikl. böl.) —Fels. Kant'ta, bilincin kendi kendisi için açık ve kavranabilir, yani saydam olma­ sını sağlayan ve her türlü nesnel bilgiyi olanaklı kılan şey; Hegel'de iki öğe ara­ sındaki bağıntı. Bu bağıntı, sözkonusu iki öğeyi hem özdeşleştirir hem de onların çatışkısını uzlaştırır(Bk. ansikl. böl.) — in­ sanları birleştirerek, Rousseau'ya göre in­ san toplumunun temelini oluşturan ve Fourier'ye göre de oluşturması gereken bağ. (Bk. ansikl. böl.) || B irlik antlaşması, doğal hukuk kuramlarında, bu antlaşmayı isteyenlerin, ancak tek bir siyasal kuruluş oluşturmalarını, ‘‘korunmaları ve karşılık­ lı güvenlerini ilgilendiren işleri ortak bir ka­ rarla dü ze n le m e le rin i’ 1 sağlayan sözleşme (Pufendorf, De ju re naturae et gentium [Doğa hukuku ve devletler hu­ kuku üzerine] 7, 2, 7). [Bk. ansikl. böl.] —Kamu mal. Bütçede b irlik ilkesi, bütçe­ nin yıllık olma, genellik ve tahsis ilkeleriy­ le birlikte, hükümetin mali yöntemi üzerin­ de etkin bir parlamenter denetim sağla­ yan, kamu tüzel kişilerinin bütçesinin ve bütçe yasasının sunulmasında göz önü­ ne alınan dört temel ilkeden biri. (Bk. an­ sikl. böl.) — Karş. anat. Yapı birliği. E. Geoffroy Saint-Hilaire’in öne sürdüğü, hayvanda­ ki komşu organlar arasındaki ilişkilere da­ yanan kuram. (Bk. ansikl. böl.) —Med. huk. Evlilik birliği, karı ve kocadan oluşan birlik. (Bk. ansikl. böl.) ]| M al b irliğ i -> MAL. [| Meslek birlikleri, kamu kurumu niteliğindeki meslek* kuruluşları’nın oluş­ turduğu birlikler. (Yasayla kurulan ve dev­ letin idari ve mali denetimine bağlı olan bu birlikler şunlardır: Türkiye barolar bir­ liği; Türkiye noterler birliği; Türkiye tica­ ret, sanayi, deniz ticaret odaları ve tica­ ret borsaları birliği; Türk mühendis ve mi­ mar odaları birliği; Türkiye ziraat odaları birliği; Türk tabibleri birliği; Türk eczacı­ ları birliği, Türk dişhekimleri birliği; Türk veteriner hekimleri birliği; Türkiye esnaf ve küçük sanatkârları konfederasyonu.) —Müz. ikilik notanın iki katı değerde no­ ta biçimi. —Siyas. bil. Birçok devlet arasında belir­



li koşullarda oluşan bağlaşım, konfede­ rasyon: saldırı ve savunma birliği. Arap birliği. —Bir devlette siyasal, dinsel vb. çı­ karları savunmak üzere oluşan bazı der­ neklere verilen ad: insan hakları birliği. |j Ulusal birlik, bir devletin vatandaşları ara­ sındaki bağlılık. Özellikle devletin varlığı içten ya da dıştan tehdit edildiğinde ara­ nır. —Tar. Ulusal b irlik (Union nationale), Fransa’da, dönem dönem, siyasal parti­ lerin çoğunun üyelerinden oluşan hükü­ metler için kullanılan deyim: Dufaure -Thiers hükümeti (şubat 1871 - mayıs 1873), Viviani hükümeti (ağustos 1914 - ekim 1915) ve Birinci Dünya savaşı dö­ neminin öteki hükümetleri; fransız frangı­ nı kararlılığa kavuşturmak için kurulan Poincare hükümeti (temmuz 1926 - kasım 1928); 6 Şubat bunalımından sonra ku­ rulan Doumergue hükümeti (şubat-kasım 1934). —Uluslarar. huk. Devletler birliği, iki ya da daha çok devleti tek tftr yönetim altında birleştiren antlaşma; bu şekilde birleşen devletler, jj G erçek birlik, belli bir ülkesel yakınlığı bulunan iki monarşik devletin, belirli alanlarda ortak hareketi kabul etme­ lerinden doğan birlik. (Monarşiler aynı hü­ kümdarın kişiliğinde birleşir ve ulusal savunma, maliye ve dış politika alanların­ da ortak yönetim organlarına sahip olur­ lar. Devletlerin herbiri özerkliğini korur ve birlik iki devletin anlaşmasıyla ortadan kal­ kabilir. İsveç-Nc- -eç [1815-1905], Avusturya-M acarista n [1867-1918] ve Danimarka-izlanda [1918-1944] birlikleri gerçek niteliğindeydi.) || Katılımlı birlik, yal­ nızca idari işlerde ayrı olan devletlerin bir­ liği. (Büyük Britanya Birleşik Krallığı adı altında bir araya gelen İngiltere, iskoçya ve Kuzey İrlanda’nın durumu.) || Kişisel birlik, aynı hükümdara bağlı, ancak yö­ netimleri birbirinden ayrı ve bağımsız olan iki monarşik devlet arasındaki birlik. (Bu birlik monarşilerin veraset rejimine bağlı­ dır: Polonya, ve Litvanya [1386-1569], In­ giltere ve H annover [1714-1837], Hollanda ve Lüksemburg [1815-1890], [bir devletin kendi sömürgesiyle olması­ na karşın] Belçika ve Kongo [1855-1908] birlikleri.) jj Uluslararası birlik, ortak çıkar­ ları korumak amacıyla devletlerin temsil­ cilerini biraraya getiren ve bir sözleşmeye dayanan birlik. (Uluslararası birlikler, or­ tak bir politika izlemek üzere tarafları bir­ birlerine danışma yükümlülüğü altına sokan bir antlaşmadan ibaret olabilirler. Bunlar genellikle, [uluslararası] denetimi, devletlerin tümü ya da bağlayıcı karar al­ maya yetkili bağımsız [ve uluslarüstü] bir yönetici merkez tarafından sağlanan or­ tak organlar biçiminde somutlaşır.) ♦ sıf. Bir birimden oluşan yâ da bir bi­ rim alabilen şey için kullanılır: B irlik cez­ ve. — ANSİKL. Ask. Birlik, kara, deniz, hava ve jandarma kuvvetlerinde çeşitli sınıftan hşr büyüklükteki asker topluluğunu ta­ nımlar. Bölük, tabur, alay ya da filo, filo­ tilla gibi deyimler için de genel olarak bir­ lik adı kullanılır. Kara kuvvetlerinde bölük­ ten alaya kadar olanlara küçük birlik, tu­ gay, tümen, kolordu, ordularaysa büyük birlik denir. Küçük birlikler genellikle ay­ nı sınıf erat ve silahlardan kurulurken bü­ yük birlikler çeşitli sınıflardan küçük bir­ liklerle bunları harekât, sırasında destek­ leyen zırhlı, motorlu, topçu, istihkâm, mu­ harebe gibi destek ve lojistik hizmet bir­ liklerinden kurulur. • Birlik ceridesi. Birliğin günlük olarak ger­ çekleştirdiği harekât, ikmal, yer değiştir­ me, muharebe vb. etkinliklerinin belgele­ re dayanılarak gösterilmesi amaçıyla dü­ zenlenir. Ayrıca üst ve astlardan alınan haber, rapor, karargâh subaylarının ziya­ ret ve denetlemelerini de kapsar. Özel ta­ limat ve emirlere göre düzenlenen birlik ceridesini hazırlamak ve işlemekle, birlik personel subayı görevlidir. Birlik ceride­ leri askeri tarih çalışmalarında yararlanı­ lan en önemli belgelerdir.



—Biyol. Bireyin birliği. Büyük boy yara­ tıkların (çokhücreli hayvan ya da bitki) kar­ maşık ve aşamasıralı bir yapısı vardır; bu­ na göre, organlardan bazıları yaşamsal bir önem taşır ve işlevleriyle vücudun öbür kısımlarının yaşamasını sağlar. Menenius Agrippa’nın “ mide ile kol ve bacaklar" masalında anlattığı gibi bu ba­ ğımlılık genellikle çok yönlü ve karşılıklı­ dır. Bundan şu sonuç çıkar: birey, eğer olanak varsa, merkezlerle vücudun bütün kısımları arasında, hatta merkezlerin ara­ cılığıyla bir parça ile öbür parça arasın­ da hızlı bir bağlantı sağlayabilecek ileti­ şim yollarına sahip olmalıdır. Hayvanlar­ da bu iletişim üç işlevle sağlanır: 1 . kan dolaşımı, vücudun bütün hücrele­ rine, aynı anda aynı "iç ortamı" sunar; bu ortamdaki her yerel değişiklik birkaç sa­ niyede her yana yayılabilir (ani zehirlen­ me hali); 2 . hormonlar, yeri belli içsalgı bezlerince salgılanır, sonra çok uzaktaki organlar üzerinde etki göstermek üzere kanla ora­ lara iletilir (hipofizin cinsel sistem üzerin­ deki etkisi); 3. sinir sistemi, bir duyu organınca alınan uyartıyı sinir merkezlerine iletir ve oradan hemen hemen aynı anda aldığı devimsel tepkileri, uyartının alındığı bölgedeki kas­ lara doğru yöneltir. Bitkilerde, sinir sistemi olmadığı için or­ ganik birlik daha yavaş sağlanır, ama özsularının dolaşımı, onlarda da besinleri, boşaltım ürünlerini ve hormonları bitkinin bütün kısımlarına dağıtır. —Ed. Eylem birliği açık olmasa da en azından bağdaşık bir öz gerektirir. Yer birliği her türlü dekor ve tarihsel yer de­ ğişimlerini dışlar. Zaman birliğiyle, eyle­ min bir günü aşması önlenir. Klasik dö­ nemde, bu birlikler tiyatro sanatının, özel­ likle de trajedinin başlıca kurallarını oluş­ turmuştur. Boileau bu formülü A rt podtigue’de (III, 45-46) şöyle özetler:“ Tek bir günde, tek bir yerde, tek bir olay sonuna dek doldurur tiyatroyu." 1630‘dan başlayarak Chapelain ya da d ’Aubignac rahibi (la Pratique du thdâtre, 1657) gibi kuramcılar, eylemin gerçeğe benzerliği açısından üç birliğin gerekliği­ ni savundular ve savlarını Aristoteles'e dayandırdılar. Aristoteles özellikle eylem birliği üzerinde durmuş ve bunun, yapı­ tın güzelliğinin koşulu olduğunu belirtmiş­ ti. Fransa’da bunu, önce pastoral’inde (la Siivanire, 1629), daha sonra da bir traje­ disinde (Sophonisbe, 1634) ilk Mairet uy­ guladı. Le C id kavgasını ve les Sentiments de l'Academ ie sur le C id' i (1638) kaleme alan Chapelain bu incele­ melerde üç birlik kuralının yetkinliğini pe­ kiştirdi, "bilginler” de bunu temel bir kural yaptılar. Kuralların aşırı titiz biçimde uy­ gulanmasından doğan anlaşmazlıklar bir yana bırakılırsa, klasikçilik’in üç birlikle güçlü bir dramatik yoğunlaşma elde etti­ ği görülür. Klasik dönemin ardından, sah­ neye daha çok eylem getirme çabası ve Shakespeare türü dram örneği, XIX. yy. başlarına doğru üç birlik kuralının yalnız­ ca biçimsel bir zorlama diye nitelendiril­ mesine yol açtı. Kurala son ve büyük darbeyse Romantizm'den geldi. —Fels. Kant, bilinç konusunda şöyle der: "Tasarımların her türlü beraberliği, bu ta­ sarımların bireşimi içinde bilincin birliğini gerekli kılar. Şu halde bilincin birliği, ta­ sarımların belli bir nesneye ilişkisini, do­ layısıyla da nesnel değerini meydana ge­ tiren tek şeydir. Öyleyse, bu tasarımlar­ dan bilgilerimizi oluşturan şey, bu birliktir ve dolayısıyla, anlığın varlığı da bu birli­ ğe dayanır" (K ritik de r reinen Vernunft [Salt aklın eleştirisi] 1, 1, 1). Hegel’de birlik (alm. Einheit), totolojik ve indirgeyici bir bağıntıyı belirtebilir; ama, kendi hakikatine (içinde taşıdığı ger­ çeğe) göre ele alındığında, "birliğin, hem hazır hem de verilmiş çeşitlilik içinde kav­ ranması gerekir” (Enzykiopaedie, 88). Ör­ neğin, oluşu, yani “ varlıkla yokluğun bir­ liği” ™ele alalım: "Bu birlik, yalnızca kendi



kendisiyle ilişkili, hareketsiz bir birlik de­ ğildir, ama, varlıkla yokluğun farklılığı yü­ zünden, [...] kendi içinde kendi aleyhine dönmüş bir birliktir” (ay. ypt.). Bu demek­ tir ki, hakiki birlik çelişkidir; gerçek olarak farklı öğelerin gerçek özdeşliğidir. • Düşünce tarihinde birlik, özellikle Pufendorf gibi toplum filozoflarının benimsedik­ leri görüşe ilişkin önemli bir kavramdır. XVIII. yy.'da Rousseau, temel ve bireysel bir özgürlüğün var olduğu ve bu özgür­ lüğün, toplumsal grubu, serbestçe kabul edilmiş bir sözleşmeye dayandırarak, ona bütün anlam ve ağırlığını kazandırdığı varsayımını ilk ileri sürenlerden biridir. Rousseaucu bir kavram olarak “ toplumsal sözleşme” .birlik kavramından yola çıka­ rak açıklanabilir. XIX. yy.'da sanayi geli­ şimi, yeni insan gruplarını ve atölyeleri zo­ runlu olarak ortaya çıkardı. Marx’ın ütopyacı olarak gördüğü düşünürler de, insa­ nın, bu yeni gruplaşmalara, bütün varlı­ ğıyla; düşünceleri ve tutkularıyla katılıp katılmadığını önemli bir sorun olarak irde­ lediler. Biiimsel sosyalistlerse, birliği, ya­ bancılaşmanın karşıtı olarak ele alıyorlar ve insanın bu gruplaşmalara bütün varlı­ ğıyla katılmadığını ileri sürüyorlardı. Fourier, sanayi dönemi başlangıcında, sana­ yinin, insanı bütün varlığıyla ilgilendiren bir gerçek olduğunu düşünenler arasın­ da yer alıyordu. Birbirine yakın olsa da, Rousseau ile Fourier’nin görüşleri arasında önemli bir fark vardır. Rousseau birliği, tüm toplum­ sal yaşamı kuran insanların isteyerek ger­ çekleştirdikleri bir gruplaşma olarak gö­ rüyor ve şöyle diyordu: “ Doğası gereği herkesin ortak rızasını gerektiren bir tek yasa vardır. Bu da toplumsal antlaşma­ dır. Çünkü, sivil birlik, dünyanın, en bile­ rek ve isteyerek yapılan işidir. Her insan, özgür doğduğu ve kendisinin efendisi ol­ duğu için hiç kimse, rızası olmadan onu boyunduruk altına alamaz. Bir kölenin oğ^lunun da köle olarak doğduğuna karar vermek, onun İnsan olarak doğmadığına karar vermek demektir.” (Toplum sözleş­ m esi [Du contrat social], 4, 2.). Fourier' ye göre birlik, kurulması ya da bilincine varılması gereken modern toplumsal ba­ ğın temelidir. "Bütün tutkuları, bütün mi­ zaçları, beğenileri ve içgüdüleri sanayiye uygulama sanatı demek olan gerçek bir­ lik, yeni bir toplumsal sınai dünyadır." (Le Nouveau Monde industriel et societaire [Sınai ve ortakçı yeni dünya].) B irlik antlaşması, boyun eğme antlaşm ası'nın karşıtıdır. Birlik antlaşmasından sonra gelen boyun eğme antlaşması. "Toplumu yönetme iktidarının verildiği bir ya da birkaç kişinin seçilmesinden son­ ra, bu yüce otoriteyi edinenlerin, kamu yararına titizlikle korumayı yüklendikleri ve aynı zamanda öteki kimselerin, onlara gerçek bir boyun eğme konusunda söz verdikleri” antlaşmadır. (Pufendorf, De ju re naturae et gentium, 1, 2 , 8.) —Kamu. mal. Bütçenin b irliğ i ilkesi, dev­ let bütçesinin ve kamu tüzel kişileriyle il­ gili bütçelerin bir arada gösterilmesini ge­ rektirir. Bu olgu özellikle hükümetin mali yönetimi üzerinde parlamentonun dene­ timini sağlar. Bütçede birlik ilkesine uyulduğu zaman açıklık, netliğe ulaşılır ve büt­ çen in gerçekten denk olup olmadığı, acık varsa gerçek sonucun ne olduğu görü­ lür. Bununla birlikte, değişik gerekçelerle bütçe birliği ilkesinden sapmalar olmuş­ tur; olağanüstü bütçeler, katma bütçeler, hazine özel hesapları, parafiskal gelirler ve fonlar gibi (1992'de fonların büyük kısmı bütçe içine alındı). —Karş. anat. Hayvanlar evrenindeki ya­ pı birliği düşüncesini Etienne Geoffroy Saint-Hilaire ortaya attı. Yapı birliği düşün­ cesi başlıca iki düşünceye dayanır: bağ­ lantıların korunması (hayvan öbeklerinin birinden öbürüne bir organ bütünüyle bi­ çimini ve görevini değiştirse bile, komşu­ larıyla bağlantılarını korur) ve organlar arasındaki denge (bir organın gelişmesi komşu organların körelmesini gerektirir).



Bu kurama "benzerler kuramı" adı veril­ di (günümüzde, tersine, Geoffroy Saint -Hilaire'in benzer adını verdiği organlara türdeş denmektedir). Geoffroy Saint -Hilaire, mart 1830’daki Bilimler akademisi’nde yapılan halka açık ünlü bir tartış­ mada Cuvier'nin "niteliklerin bağıntılılığı” düşüncesine karşı çıktı; bu karşı çıkışın ar­ dında, değişmezliği savunan kuramlarla evrimci kuramlar arasındaki çelişki gizliy­ di. Ne var ki, Geoffroy Saint-Hilaire, "b e n z e r" olm ayan birço k organı "benzer" sayarak kendi kuramının değe­ rini biraz düşürmüştür. —Med. huk. Evlilik birliği evlenme sözleş­ mesinin imzalanmasıyla doğar. Eşler bu birliğin mutluluğunu elbirliğiyle sağlamak ve çocukların bakım ve eğitimine özen göstermekle yükümlüdürler. Evlilik birliği­ nin başkanı koca’dır; evin seçimi, karı ve çocukların bakımı ona aittir. Evlilik birliği­ ni koca temsil eder. Evin sürekli gereksin­ meleri için koca gibi karı'nın da evlilik birliğini temsil yetkisi vardır (Türk Med. k. md. 154). B ir lik p a r tis i (Türkiye), Türkiye'de siya­ sal parti (1966-1980). Partinin ilk genel başkanı emekli general Haşan Tahsin Berkman idi. Bir dergiye ABD yanlısı bir demeç verdiği için, genel yönetim kuru­ lu kararıyla başkanlıktan alındı; Hüseyin Balan başkan seçildi (1967). 1969'da Mustafa Timisi* başkan oldu. 12 Eylül’ den sonra öteki partilerle birlikte kapatıl­ dı. Parti 1969 seçimlerinde geçerli oyların yüzde 2,8’ine karşılık 8 , 1973 seçimlerin­ deyse 1 milletvekili çıkardı. Amblemi, bir aslan ve çevresinde yer alan, Şiiliğin on iki imamını simgeleyen yıldızlardan oluşu­ yordu. Programında, dini inanç ve kana­ atlere saygı gösterileceği, kamu düzeni­ ne ve yasaya aykırı olmayan ibadet, dini ayin ve törenlerin serbest bırakılacağı; kimsenin ibadet ve ayinlere katılmaya, inanç ve kanaatle! ini açıklamaya zorlan­ mayacağı; siyasi ve şahsi çıkan için dini araç olarak kullananların cezalandırılaca­ ğı (md. 9); ağır sanayi, enerji santralları, madenler, bankalar, sigorta şirketlerinin devletleştirileceği (md. 13/d); devletin ve özel sektörün yatırım alanlarının Devlet planlama teşkilatı’nca saptanacağı; köy enstitülerinin yeniden kurulacağı (md. 15); halk müziği, halk edebiyatının derlenip yayılacağı; dini eğitim sırasında öğrenci­ lere laiklik, devrimcilik, reformculuk, ileri­ cilik, birlik ve beraberlik, hoşgörü bilinci aşılanacağı (md. 15/1); dini eğitimin türk­ çe yapılacağı; milli çıkarlara aykırı ikili an­ laşmaların feshedileceği belirtilmişti. Parti tüzüğünde de, ibadet dilini ve dini öğre­ nimi türkçeleştirmek ilkesi, amaçlar ara­ sında yer aldı (md. 2/24).



çi-liberal parti’yi kurdu (1886). Bu parti, 1886 seçimindeki başarısından sonra muhafazakârlara yaklaştı ve Salisbury -Chamberlain anlaşması "birlikçi” olarak adlandırılan bir koalisyon kurulmasını sağladı. 1905'ten itibaren “birlikçilik” git­ tikçe daha sıkı bir biçimde Muhafazakâr parti ile kaynaştı. Birinci Dünya savaşı sı­ rasında bir koalisyon hükümetinin kurul­ ması ve İrlanda sorununun çözülmesi yö­ nünde ilk girişimlerin başlaması, eski bö­ lünmeleri ortadan kaldırdı. Bununla birlik­ te, Kuzey İrlanda hükümetindeki çoğun­ luk “ birlikçi" adını korudu. B İR L İK T E be. 1. B ir şeyle, b ir kimsey­ le birlikte, (birden çok kişi) birlikte, bir ara­ da ya da aynı anda, beraber; ortaklaşa, hep birlikte, beraberce: Haşan ile b irlikte oturuyoruz. Şafakla birlikte yola koyuldu. Fatura m ektupla birlikte gönderilecek. H er şeyi birlikte planladık. Askere b irlikte gittik. Birlikte büyüdüler. Tasada ve kı­ vançta birlikte olmak. —2. Yanında, be­ raberinde: Kitabınızı da birlikte getirin. —3. F iil + makla + birlikte, bir duruma, bir koşula bağlı olarak; buna karşın, bu­ nun yanında: Zor olm akla birlikte zevkli b ir iş. Sonuçlar kesinleşmekle birlikte he­ nüz resmi b ir açıklama yapılmadı. —4. Bununla birlikte -» BU. || Hep birlikte -* HEP.



—Fels. Birlikte değişmeler, bazı olayların birbiriyle zamandaş ve orantılı olarak de­ ğişmesi. Stuart Mili gibi bazı filozoflara gö­ re bu tür değişmeler sözkonusu olayların ortak nedenini çıkarsamayı olanaklı kılar. —Huk. Birlikte dava -* DAVA* ARKADAŞ­ LIĞI. II Birlikte ölüm karinesi, ölen birden çok kişiden hangisinin daha önce ya da sonra öldüğü kanıtlanamazsa bunların aynı anda ölmüş sayılacakları kuralı. (Bk. ansikl. böl.) —istat. Birlikte değişim , iki ya da daha çok niceliğin ya da istatistik serinin zaman içinde gösterdikleri değişim arasındaki ilişki. Birindeki artış ya da azalış, tarihler­ deki olası bazı kaymalarla birlikte, öteki­ lerde de artış ya da azalışla kendini gös­ terir. (Bu tür bir ilişki, yeterince sıkı ve sü­ rekliyse, incelenen olaylar arasında bir nedensellik bağıntısı olduğu ya da bun­ ların aynı nedene bağlı bulundukları yo­ lunda bir sonuç çıkarılmasına olanak ve­ rebilir.) —Mant. Birlikte anlamlı, tek başına alın­ dığında anlamı olmayıp başka terim ve önermelerin anlamını belirlemeye yara­ yan terim. (Adlarla fiiller tek başlarına an­ lamlı oldukları halde, “ her” "ve” “ ise” tü­ ründen sözcükler ancak birlikte bulun­ dukları başka sözcüklerle bir arada anlam kazanırlar.) || Birlikte evetleme, iki önerme­ nin "ve ” ile bağlanması. Birlikte-evetleme genellikle & veya a simgeleriyle göste­ rilir: p& q veya p a q de olduğu gibi, B ir lik v e g ü v e n lik k a r a n , İsveç kralı "p a q ” gibi bir birlikte-evetleme her iki bile­ Gustaf IM’ün, soylu sınıf karşısında mut­ şenin doğru olması halinde doğru, öteki lak bir güç kazanmak için sınıf meclisleri­ bütün hallerde yanlış değerini alır, jj B ir­ ne onaylattığı karar (ocak 1789). likte evetlem eli norm al biçim veya BNB, B ir lik y a s a la rı, iki yasaya verilen ad. ayrık-önermeleri atomsal formüllerden ve­ Bunlardan birincisi, İngiltere ile iskoçya' ■ ya bunların değmemelerinden oluşan nın birleşmesini sağlayarak (1707) Büyük *' birlikte-evetlem e. Herhangi bir F formülü Britanya krallığı’nı meydana getiren yasa; için birlikte-evetlemeli normal biçimdeki İkincisi de, Büyük Britanya ve İrlanda Bir­ bir F'formülünün olduğu kanıtlanmıştır, leşik krallığı'nı meydana getiren yasadır. öyle ki F —• F ' bir totolojidir. İp v “ I q V r l & I p V s ) & ı q v “ İ r V s) B İR LİK Ç İ sıf. Tar. Birlikçiliğe ilişkin. || Bir­ likçi anayasa, 1798 tarihli İsviçre anayasa­ bu tür birlikte-evetlemeli bir normal biçi­ sı. || Birlikçi parti, belçikalı katoliklerle libe­ me örnektir. —ANSİKL. Huk. Türk Med. k.’nun 28. rallerin Hollanda egemenliğine karşı birlemaddesinde belirtilen bu kuralın miras şerek kurdukları parti (1828). hukukunda önemi büyüktür. Birinin mi­ ❖ a. Tar. Bir konfedere devlette, birli­ rasçı olabilmesi için miras bırakan kişinin ği koruma yanlısı. ölümü anında sağ olması gerekir; miras B İR L İK Ç İL İK a. Tar. İrlanda ile Büyükbırakanın ölümünden sonra çok kısa bir Britanya'nın birliğini korumak isteyenlerin zaman yaşamış olmak bile miras hakkını görüşü. kazanmak için yeterlidir. Aynı anda ölmüş —ANSİKL. Gladstone’un Home Rule'u* kişiler birbirinin mirasçısı olamazlar, bun­ benimsemesi (1885), kamuoyunu ve ken­ ların her birinin mirası kendi yasal miras­ di partisini ikiye böldü, ingilizler'inçoğun­ çılarına geçer (Türk Med. k. md.»522). luğu, İrlanda’nın birlikten ayrılması düşün­ B İR L İK T E L İK a. Bir arada bulunma du­ cesine karşı çıktı,Liberal parti'nin önemli rumu; beraberlik. bir bölümü de Joseph Chamberlain'in yö­ —Dilbil. Aynı söylem içinde farklı dilsel netiminde, Gladstone’dan ayrılarak Birlik­



birliktelik öğelerin ortaya çıkması; bu öğeler arasın­ daki bağıntı. (Bk. ansikl. böl.) —Sözlüksel bir biçimbirimin, söylem içinde başka biçimbirimlerle olağan birleşimi. (Örneğin, ekmek sözcüğü, taze, kuru, beyaz, vb. ile birliktelik içindedir; farklı dilbilgisel ulam­ lara bağlansalar da kurm ak ve kuruluş' umbirliktelikleri aynıdır. Birliktelik durum­ larının incelenmesi sözlükbilimin konusu­ na girer.) —ANSİKL. Dilbil. Beyaz kedi uyuyor tüm­ cesinde, kedi; beyaz ve uyuyor ile birlik­ telik bağıntısı içindedir. Bir öğeyle birlik­ telik bağıntısı gösteren ve bir söylem için­ de bu öğeyle birlikte ortaya çıkan ya da



1684



çıkabilecek öğelerin bütününe, bu öğe­ nin dağılımı denir. Birlikteliklerin düzenli­ liğinin incelenmesi, bir dilin yapısını be­ timlemeyi, özellikle de dilsel öğeler ara­ sındaki kimi bağıntı türlerini, yalın bitişik­ liği, karşılıklı bağımlılığı, karşılıklı dışarlamayı tanımlamayı sağlar. Birliktelik kav­ ramını özellikle dağılımsal dilbilgisi ince­ lemiştir. Bu kavram sözdizimi, sözlük ya da söylem incelenmesine uygulanabilir.



BİRLİKTEOLABİLİR sıf. Fels. 1. An­ cak bir başka şeyle aynı zamanda var olabilen şeye denir. —2. Leibniz'e göre, yalnız olabilir (yani çelişkili olmayan) de-



ğil, ama üstelik, aynı bir dünya içinde bir­ likte var olabilir olan şeyler topluluğunun özelliği. (Bk. ansik. böl.) —ANSİKL. Leibniz'e göre, iki olabilir kav­ ram, her zaman birlikteolabilir değildir. Örneğin, ayrı ayrı ele alındığında, günah­ kâr bir Adem kavramıyla günahkâr olma­ yan bir Adem kavramının her ikisi de ta­ mamen olabilir. Ama, Adem’in hem gü­ nah işlediği, hem de işlemediği bir dün­ ya var olamaz: demek ki, bu iki kavram birlikteolabilir değildir ve böyle olduğu için de Tanrı’nın bir başka seçeneği benim­ semesi gerekir.



BİRLİ KTEO LAB İLİR LİK a Fels Bir likteolabilir şeylerin ayırtedici özelliği.



BİRMAN sıf. ve a. Birmanya halkından olan. —Dilbil. Birman dili, Birmanya’da ve Assam’ın G.-D.’sunda konuşulan tibet-birman dili. Birmanya'nın resmi dili olan bir­ man dilini, burada yaklaşık 20 milyon ki­ şi anadil ve ülkedeki nüfusun çoğu da ikinci dil olarak konuşur. Tekheceli yapı­ da, yoğun etkisi altında kaldığı (dinsel, ekinsel ve yönetimsel alanlarda çok sa­ yıda sözcük aktarımı) paliden türemiş bir abeceyle yazılan bir dildir. En eski yazı­ lar XI. yy.'ın başlarına uzanır. Eski Birman dili, akraba olduğu eski tibetçeden daha az tutucudur (damaksıl kapantılıların ve bitiş ünsüzlerinin çoğunlukla kaybolması).



Novgong



BİRMANLAR, büyük bölümü Birmanya ile (Iravadi havzası), çevresindeki bölge­ lere ve Bangladeş’e yerleşmiş halk. Top­ lum düzenleri, çiftsoylu, yaygın aile kura­ lına dayanır. Bazı Birmanlar ruhlara tapın­ makla (nat) birlikte genellikle hinayana buddhacılığı yaygındır.



JÂjnlong



B İR M AN Y A, yeni Myanmar, Güney-



-3



P a k o k k u ş



M ®



f Victoria d. ■" • Pagan*



,



a



M™ y*n



K e n g tu n g



Popa'■ d.



% *./># *'519^4 İ \ \ > enangya.unt



Doğu Asya'da devlet, Çinhindi yarıma­ dasındaki devletlerin en batıda olanı; 678 000 km2; 42 561 000 nüf. (1991). Başkenti Rangoon. Resmi dil birmanca. Birmanya, 14 eyaletten oluşan bir fe­ derasyondur: Birmanlar’ın yaşadığı 7 eya­ let (yönetim bölüm ü) ve Kaçinler, Şanlar, Kayahlar, Karenler, Çinler, Arakanlılar ve Monlar'ın yaşadığı eyaletler. COĞRAFYA



BİRMANYA xampâp'ğ-’’ BENGAL KÖRFEZİ



/ • / Tfol •Vâkema_;



hbe Thon9va \



i t MARTABAN KÖRFEZİ



-



ANDAMAN ADALARI



»J



(HİNDİSTAN)



q> -O



N a h o rf' S a v a n |



K ,a d a n . T h a y a v th a d a n g y i



#



© Letsok



TAYLAND Kanmav



KÖRFEZİ ın g .u c u .



yol demiryolu



eşyükselti eğrileri : 100 lOCO 2000 3000



• Doğal çevre. Ülke, boylamlar doğrultu­ sunda uzanan üç büyük bölgeye ayrılır: ortada, uzunluğu 1 000 km’ye yaklaşan bir çöküntü (Yukarı Birmanya havzası ve Aşağı Birmanya deltası); B.’da Arakan Yoma; D.'da, Kaçinler dağları (6 000 m’yi aşkın), Şan platosu ve Tenasserim. Aşıl­ ması güç dağlar ortadaki uzun çöküntü alanını çepeçevre kuşatır; kaldı ki, iravadi ve kolları Çindvin ile Sittang tarafından sulanan çöküntü alanı da tepeler, hatta küçük sıradağlar (Pegu Yoma) ve sön­ müş yanardağlarla engebelenmiştir. Dün­ yanın en büyük kanyonu olan Çan yay­ lasını boğazlarla aşan Saluen ırmağıysa, D.’da Birmanya çöküntüsünün kenarında kalır. Şan platosu ve Tenasserim, eski topraklardan, özellikle de koyu renkli ve sert kireçtaşlarından, kasiterit (kalay) ve volfram (tungsten) bakımından zengin granitlerden oluşmuştur: bunlar, Birman­ ya çöküntüsünün (Üçüncü Zaman’da oluşmuş kumtaşlı, kumlu, killi, yer yer pet­ rol de bulunan arazileri, Dördüncü Za­ man’da kıvrımlanma geçirmiş ve yanar­ dağ etkinliklerine sahne olmuştur) yanı başında bir kırık sarplığıyla (1 500 m) yük­ selir. 15° ve 28° K. enlemleri arasında yer alan Birmanya'da sıcak muson rüzgârla­ rının etkisiyle yazları (mayıs-kasım) yağışlı bir iklim egemendir. Muson rüzgârları, hepyeşil sık ormanlarla kaplı Arakan ve Tenasserim (Akyab’da ve Tavoy'da 5 000 mm'yi aşkın yağış) ile iravadi plato­ suna (Rangoon’da 2 000 mm’yi aşkın ya­ ğış) bol yağış bırakır. Buna karşılık, rüz­ gâr almayan Yukarı Birmanya havzası ku­ raktır (1 000 mm’den, hatta bazen 600



i İm



mm'den az yağış) ve yağışlar da son'derece düzensizdir: dağ yamaçları tikağacı bakımından zengin kurakçıl bir ormanla örtülüdür; öbür kesimlerde igneyapraklılar, ve en alçak tabanlarda, tuzlu göller yer alır. Ülkenin eksenini oluşturan Iravad i’nin 1 600 km'iik bölümü ulaşıma elve­ rişlidir. • Nüfus. Birmanya, bütünüyle ele alındı­ ğında, oldukça az nüfuslu (km2'ye 63 ki­ şi), federal anayasaya rağmen ulusal bir­ liğini pek gerçekleştirememiş bir ülkedir. Orta çöküntüde yaşayan asıl Birmanlar, Monlar ve Arakanlılar ile birlikte (Birmanlar'ın bir bölümü İslam dinini benimse­ miştir), toplam nüfusun yaklaşık % 68'ini oluşturur. Tay dili konuşan Çanlar, feodal bir örgütlenmeyi korumuşlardır; birmancaya yakın bir dil konuşan halklar­ la birarada yaşarlar ve Önçinhindi azın­ lık halklarına (Palaunglar) egemendirler. Ülkede birliğin sağlanması yolunda baş­ lıca güçlüğü, gene tibet-birman dilleri ko­ nuşan, animist ya da hıristiyan olan “ dağlı'' halklar yaratmaktadır: Çinler, Kaçinler, özellikle de Karenler. İngiliz yöne­ timi döneminde orduda ve yönetimde önemli rol oynamış olan Karenler, Karen ve Kayah eyaletlerindeki dağların yanı sı­ ra, iravadi deltasına da yayılırlar. 1947'den önce kentlerde çok kalabalık olan Hintliler ve Çinliler (özellikle Hintliler), günümüzde ancak ikinci derecede rol oy­ namaktadırlar. • iktisat. Ülkenin kenar kesimlerinde yer alan, genellikle birman olmayan halkların yaşadığı eyaletlerin bulunduğu dağlık bölgelerde, ekonomi pek gelişmemiştir: Çeşitlilik gösteren halklar, orman yakarak açtıkları (taungya) tarlalarda, öztüketime yönelik pirinç ve mısır yetiştirirler. Ticare­ te yönelik başlıca gelir kaynakları ''tek” ağaçları (tomruklar, iravadi ve Çindvin ır­ maklarında yüzdürülerek taşınır), Tavoy ve Mergi'de (Tenasserim) kauçuk ağaç­ ları ve madenciliktir (Şan devletinde tung­ sten, kurşun, çinko ve gümüş). Maden­ cilik etkinliği, günümüzde büyük ölçüde gerilemiştir. Akyab(Arakan) ve Mulmein (Tenasserim), musonlar döneminde kul­ lanılmayan, yetersiz limanlardır.



kâğıj”



Birmanya



DIŞALIM



İ bwv bilimsel _ / aygıtlar E L DİĞER SANAYİ URUNLERi



DIŞSATIM



la s tik *



TEKSTİL



JRUNLERI



GEREÇLERİ



Bengal



tarım makineleri tanmsal ilaçlar gübre



kineleri pirinç, şekerkamış gezici yangın kültürü



İKTİSAT



iemirsiz nadenler



b a ş lı c a s a n a y ile r ^



petrol rafinerisi



Jl



hrdroelektrik santral



kurşun, çinko



® çimento fabrikası J sanayi i donanım ve I m akineleri / j ırımsal demirsiz madenler



jrganik - kimya ürünleri



K a th a



Monyva^j P akokku



sentetik tekstil elyafi



pirinç



BENGAL



»yriam pam uk öğütülmemiş buğday



Vw w »»*w



ta rım s a l ü re tim in d e ğ e rle n d irilm e s i | Tibet platosu 1ikinci zamanda yükselmiş O ve kıvrılmış temel +X+ granit kuşağı bindirme dikliği üçüncü zaman dağları üçüncü zaman tepeleri Yukarı Birmanya havzası delta ovası yeni yanardağ



,j f



Devlet pirinçlikleri (ekim alanı) şeker fabrikası



OBi



pamuklu fabrikası



••



bıçkı fabrikası



maden kaynakları P „Î3 *



d ış a lım h a c m in i a z a ltm a k iç in k u ru la n s a n a y ile r



kurşun, çinko, gümüş tungsten - kalay kıymetli taşlar petrol



--



1685



kaynakları



JEOMORFOLOJİK BÖLGELER



K Ö R F E Zİ



T



y



balık ağı fabrikası



y



camcılık



Birmanya Ülkenin tarihsel merkeziolan Pagan (ilk başkent) ve Mandalay kentlerinin yıkıntı­ larının yer aldığı Yukarı Birmanya ya da Mendulay havzasının iktisadi önemi sınırlı, nüfusu aşırı kalabalıktır. Çok eski bir ka­ nallar ağıyla sulanan pirinç tarlaları, Yu­ karı Birmanya artık bir ova değil engebeli bir havza olduğundan, sınırlı bir alanı kap­ larlar. Başlıca tarım ürünleri hint dansı, pa­ muk ve yerfıstığıdır. Bunların da verimi düşüktür. Her yıl su'arın yükselme döne­ minde sular altında kalan iravadi kıyısın­ daki ve ırmak üstündeki adalardaki top­ raklar (balçıklıdırlar, sular çekildiğinde çe­ şitli tarım alanları haline gelirler) dışında, Yukarı Birmanya topraklarının büyük bö­ lümü pek verimli değildir. Üstelik, iklim ya­ rı kurak ve son derece düzensizdir. Nü­ fus oldukça yoğun (km2’ye yaklaşık 100 kişi) olduğundan, halk, şeker palmiyesi yetiştirerek ve son derece gelişmiş el sa­ natlarıyla (yaprak sigarası, pamuklu do­ kuma, ipekli kumaş yapımı) ek gelir sağ­ lar. Yakın dönemde kurulmuş olan Man­ dalay kenti, iktisadi etkinliğin pek önemli olmadığı, saygın bir kültür merkezi dir. Yukarı Birmanya kadar özgün olmayan Aşağı Birmanya ise (büyük bölümü, 30 000 km2’lik İravadi deltasından oluşur) bambaşka bir önem taşır. 1856’da Britanyalılar'ın ülkeye ayak bastıkları sırada aşa­ ğı yukarı ıssız olan.deltada, 1882-1912 arasında sistemli bir yerleşme siyaseti uy­ gulanmıştır, ama nüfus yoğunluğu hâlâ orta derecededir. (km2’ye 100 kişi). Do­ ğal koşullar, pirinç tarımına olağanüstü derecede uygundur: bol ve düzenli ya­ ğışlar (en çok ağustos ayında), verimli, ır­ mağın taşkınlarıyla her yıl yenilenen top­ raklar. Bu yüzden, tek tip pirinç tarımı, son derece yaygındır. Zaten Aşağı Bir­ manya'ya yerleşilmesini de bu pirinç tarımı (13,6 milyon ton üretim) sağla­ mış ve bölge dünyanın o dönemde başlı­ ca pirinç dışsatımcısı durumuna gelmiş, bu olgudan da, özellikle büyük mülklerin önemli bölümünü ellerinde tutan hintli te­ feciler yararlanmışlardır. 1970’ten bu ya­ na, ülkedeki öteki topraklar gibi çeltik tar­ laları da devletin malıdır ve toprak mülki­ yeti sorununa kökten bir çözüm getirilmiş­ tir. Ama nüfusun artması, verimin ve ekili alanların gelişmesinin duraklaması, gü­ vensizlik gibi nedenlerle, Aşağı Birman­ ya büyük bir pirinç dışsatımcısı olmaktan çıkmıştır. Ülke ekonomisi petrol üretiminde yakın dönemde gerçekleştirilen atılıma (5



1686



BİRMANYA'DA SANAT Rangoon’daki Şvedagon pagodası



M,’ HÜSREV Ü ŞİRİN, FER­ HAT İLE ŞİRİN.) Divan şiirinde Bisütun adı, Ferhat’ın adıyla birlikte anılırdı: Olsaydı bendeki gam Ferhad-ı mübtelada / Bin ah ile verirdim bin B isütun’u bâda (Fuzuli). Bisütun (sütunları olmayan,sütunlar üze­ rinde yükselmeyen), mecaz yoluyla gök­ yüzüne de verilen addı. BİSW İTCH a. (tesc. edil. ad). Elektron. Karşıt işaretli uçlarından bakışımlı olarak birbirine bağlanmış çığ olaylı iki diyottan oluşan bütün. (Biswitch diyotları yardımcı elektrotun yardımı olmaksızın, aşırı geri­ limle açılır.) BİSYAR sıf. (fars. bisyar). Esk. 1. Çok. —2. Bisyar-kes, çok dostu olan. BİSYARİ a (fars bisyar ve -/'den bisyar). Esk. Çokluk. BİŞ sıf. (fars. biş). Esk. Çok fazla: "Nezişt ü hub olurlar ne kem ü b iş" (Ahmedi, XIV. yy)-



BİŞAMON ya da TAM O N , Japonlar' ın yedi Mutluluk ve üç Savaş (san sencin) tanrılarından biri. Başında miğfer ve elin­ de bir mızrakla temsil edilir. B İŞ B A LIK ya da BEŞB ALIK, çince,



P eltleng (kuzey kenti). (B alık uygur cada kent demektir. ] Tar. coğ. Do­ ğu Türkistan'da, Tien Şan da ğla­ rının (Tanrı dağları) K.’inde kent. VIII. y y .’ da Orhun yazıtlarından başlayarak XV. yy.'a değin adına sıkça rastlanır. İ S. Il.-lll. yy.’larda yerel prens­ lerin başkenti olarak, Kağan Stupa adıyla biliniyordu. 658’den sonra Peitieng adıyla, çin egemenliğindeki bölgenin merkezi oldu. 791 'de, KarlukTürkleri'nin eiine geçti. K ırgızlar’ ın baskısıyla Moğolistan’dan çıkarılan Uygurlar 860’ta bölgeye yerleşip Bişbalık'ı merkez yaptılar. 982'de uygur prensinin sarayına kabul edilen Çin elçisi Vang Yen Te, sefaretnamesinde kentten, burada yapılan altın, gümüş, bakır ve demir eşyadan ve atlarından övgüyle sözeder; 637’de yaptırılmış olan buddha tapınaklarını anlatır. VI. yy.'dan sonra Bişbalık, budd­ ha dininin önemli merkezlerinden biriydi; bu inanışın ilkelerini açıklayan Altun * Yaruk adlı yapıt burada türkçeye çevrildi. 1209'da uygur hükümdarı, Bişbalık ve yöresini savaşmadan Moğollar'a teslim etti. Bu dönem de Bişbalık, İslam dünyasıyla sıkı ilişki içindeydi. İslamlık yavaş yavaş yayıldı. Ancak, müslümanların Moğol imparatorluğu ve hatta Çin'de önemli görevlere gelmeleri, Uygurlar arasında huzufsuzluk yarattı Bişbalık idikutu 1252/1253’te, ülkedeki tüm müslümanların öldürülmelerine ilişkin gizli bir emir vermekle suçlanarak idam edildi. 1260’tan sonra kent, Çağatay Han­ lığı yönetimine değin bağımsız kaldı ve Orta Asya ile Çin arasındaki yolun baş­ langıç noktası oldu. Çağatay Hanlığı ege­ menliğinden sonra (XIV. yy ), önemini yi­ tirdi.



BİŞE a. (fars. bîşe). Esk. 1. Meşe orma­ nı. —2. Sazlık. —3. Orman.



BİŞEZAR a. (fars. bişe ve -zar'dan bişezâr). Esk. Ormanlık yer, orman alanı. g p iŞ O N a (fr. bichon). Süs köpeği. Küçük bedenlidir, Malta köpeğiyle harbe­ nin çaprazlanmasından türediği sanılır. Beyaz, ince, yünsü ve kıvırcık tüylüdür.



BİŞR BİN BERA, sahabeden (VI. - VII. yy.). Usta bir okçu olduğundan Bedr, Uhud ve Hendek savaşlarıyla Hudeybiye seferine katıldı, Hayber'in fethinde de bulundu. Bütün akrabalarını savaşlarda yitiren, bu yüzden de müslümanlardan öç almak isteyen Zeynep adında bir yahudi kadın tarafından zehirlenerek öldürüldü. Zeynep, Hz. Muhammet ve arkadaşlarına zehirli bir et yemeği göndermişti. Hz. Pey­ gamber, ilk lokmasında yemeğin zehirli olduğunu sezince yemedi; Bişr bin Bera ise, Peygamber’e saygısızlık olmasın di­ ye yedi ve öldü. BİŞR BİN EB İ H A Z İM , arap şair, VI. y y .’da yaşadı. C ahiliye devri şairlerindendi. Bazı kaynaklara göre Kureyş kabilesinden, bazılarına göre Esed kabilesindendir. Şiirlerinde bazı ku­ surlar, garip ve gerçeğe aykırı bilgiler görülür. Savaş şiirleriyle tanınmıştır. Beni Vâil kabilesiyle yapılan bir savaşta öldü. BİŞR BİN EL-MUTEMİR (Ebu Sehl el -Hilâli), mutezile öğretisine bağlı arap din bilgini (Bağdat ya da Küfe ? - ? 825-840 arası). Bağdat’tan Basra’ya gelip burada mutezile’nin kurucusu Vasıl bin Ata ile tanışarak onun etkisinde kaldı. Bağdat’a dönüşünde mutezile inancını tanıtıp yay­ maya çalıştı. Bu yüzden Harunurreşit tarafından hapse atıldı. Hapiste, mutezi­ le inancının beş ana ilkesinden üçü olan adi (Allah’ın adaleti), tevhîd (Allah'ın birliği) vaad ve vâid (Allah'ın ödül ve cezası) konularında yazdığı şiirler, toplantılarda okunup beğenildiği için Harunurreşit onu serbest bıraktı. Yazdığı bu şiirlerde, öteki mutezile yanlılarından farklı olarak, tevellüd (doğuş) sorununu ortaya attı. Ona göre, bir anahtarla kilidin açılmasında, sırasıyla “ irade” , “ anahtarı



bitaraf çeviren elin hareketi" ve “ kilidin dilini iten anahtarın gücü" sözkonusudur. Bu son hareket, tevellüd etmiş bir harekettir; çünkü doğrudan doğruya iradi karardan kaynaklanmıştır. Böylece, ister doğrudan doğruya, ister kişinin fiillerinden (edimle­ rinden) doğmuş olsun, insan bütün fiille­ rinden sorumludur. Ahlakla da iyi davranışı kötüsünden ayırdetme, kişinin sorumluluğu altındadır. Ancak bu sorum­ luluk, fiille rin ahlaksal değerinin bilinebildiği ölçüdedir. Tövbe, yasaklanan bir fiili yeniden yapmamak ve onu işlem em ek niyetin de direnilirse, geçerlidir. B İŞ R B İN G IY A S E L -M E R İS İ (Ebu A'bdurrahman), mürcie öğretisine bağlı kelam bilgini (Bağdat ? - ay. y. 833). Bir söylentiye göre museviyken müslümanlığı kabul ederek hanefi mezhebi önde gelen­ lerinden Ebu Yusuf'un öğrencisi oldu. Kendine özgü görüşleri olmakla birlikte, hanefi mezhebi yanlılarından sayılır. Ke­ lam konusunda mürcienin genel tutumu­ nu paylaştr Nisbesi (Merisi) dolayısıyla, kendi inancında olanlara "mersiyye" adı verildi, imanı, İslam ilkelerini kalp ve dille onaylamak olarak tanımladı ve Allah'a karşı gelmenin büyük günahlardan (kebâir) sayılması gerektiğini savundu. Kuran'ın gökten inmediğine, sonradan yaratıldığına inandığından, mutezile’den sayılmıştır. Bu inancından ötürü Harunurreşit döneminde idama mahkûm edildi. Yirmi yıl saklandı. Bu durum halife Emin döneminde de sürdü. Halife Me­ mun mutezile öğretisini benimseyince saklanmaktan kurtuldu. Kader ve cebir konularındaysa, sünni inancını andıran, mutezileninkine _aykırı bir yol izler. B İŞ R B İN M ERVAN, emevi hanedanından (?- Basra 694). Emevi ha­ lifesi Mervan'ın oğlu. Katıldığı Merc Rahit savaşında Beni Kilab kabilesinin , başkanını öldürdü. Babasının ölümü üzerine halife olan ağabeyi Abdülmelik tarafından Küfe valiliğine atandı (691). Ardından Basra valiliği de kendisine ve­ rildi. Irak’ta ayaklanan Haricilerin üzerine gönderilen M uhallebi köstekleyerek, ayaklanmacılar karşısında hareketsiz kalmasına neden oldu. Şiirden ve müzikten hoşlanan ve sanatçılara bol ih­ sanda bulunan Bişr, dönemin ünlü şairlerince övüldü. B İŞ R B İN V E L İT , emevi komutan (VIII. yy.). Halife Velit l'in oğlu, iyi bir öğ­ renim gördü ve Mervanoğulları bilgini (Âlimu beni Mervan) unvanını aldı. Anadolu' ya yapılan akınlara katıldı. Mısır donan­ masının komutanı olarak Trakya'ya çıkar­ ma yaptı ve Edirne'ye kadar ilerledi. Kar­ deşlerini (Yezit ili ve İbrahim) yenen Me­ zopotamya valisi Mervan bin Muhammet tarafından cezalandırıldı. B İŞ R E L-H A F İ (Ebu Nasr bin el-Hasis), İslam sufi (Şahcivan, Merv, 767-Bağdat 841). Yalınayak gezdiğinden el-Hafi (yalınayak) lakabıyla anılır. Gençliğinde arkadaşlarıyla birlikte hırsızlık yaptığı ya da iplik imal ettiği yolunda farklı söylentiler vardır. Hadis öğrenm ek amacıyla B ağ d a t'a gelerek Ebu H anife'nin öğrencisi oldu, her şeyi bırakıp tasavvu­ fa yöneldi. Günümüze kadar gelen sözlerinden melamiliği benimsediği anlaşılır. Nitekim, melamiler gibi o da iyi amellerin kötü ameller kadar gizlenmesi. gerektiğini öne sürmüştür. Bu arada, bir yoksulu doyurmanın, hacca gitmekten yüz kat daha sevap olduğunu savunarak haz ve tat alınan her şeyden sakınılmasını salık vermiştir. B İŞ T E R sıt. (fars. biş ve -te r'den bişter). Esk. Daha çok, en çok. B İT —ti a 1. insan ya da hayvanların vücudunda asalak olarak yaşayan bir tür böcek. (Bitleri içeren Pediculus cinsi, bit­ ler takımının insanbitigilier familyasına gi­ rer.) [Bk, ansikl. böl.] — 2. Hayvanların kıl



ya da tüylerinde asalak yaşayan her çeşit böcek. —3. Bit kadar, bir şeyin çok küçük olduğunu belirtmek için kullanılır. || Bitpazarı-> BİTPAZARI. || Bityeniği, bir işte, bir konuda gizli kaldığı düşünülen eksik, kusurlu yan, kuşkulu nokta: Evin satış işinde b ir b it yeniği olduğunu sezmiştim. —Böobil. Tahta ya da odun biti, Lachesilla cinsinden böceklere halk arasında verilen genel adı. || Sera biti, koşnile ba­ zen verilen ad. || Kitap biti, Psocoptera öbeğinden, kütüphanelerde yaşayan bir böceğe, verilen ad. (Bil. a. Atropos pulsatoria.) —Patol. B it hastalıkları, insan bitlerinin vücutta ya da saçlı deride neden olduğu hastalık belirtilerinin tümü. (Eşanl. PEDİKÜLOZ. FTİRİYAZ. ) —ANSİKL. Bitler, kanatsız ve yassı beden­



li olur; ağız parçaları dikenlerden oluşur ve hayvan bunlarla konağının derisini de­ lerek kan emer. Bitler başkalaşım geçirmezler, yalnızca konaklarının derisi­ ne tutunarak yaşarlar. Yumurtaları ya da sirkeleri, yapışkan bir maddeyle kılların di­ bine tutturulur; sirkelerin olgunlaşma dönemi 6-8 gündür. Bit, üç kez kabuk değiştirir, 3 hafta sonra üreyebilecek ha­ le gelir. —Asalakbil. >insana özgü üç bit türü vardır: baş biti (Pediculus humanus capitis) saçlara ve sakala yerleşir; beden biti ya da elbise biti (P. humanus corporis) insan bedenindeki kıllara ve elbiselere tu­ tunur (bu iki tür de beden yapısı bakım ından b irb irin in aynıdır ve pediküloz hastalığına yol açar); utançbiti, kılbiti, ambiti, kırkayak adlarıyla da bilinen kasık biti (Phtirius inguinalis ya da Phtirius pulis) ftiriyazis hastalığına neden olur. Bitler, delici ve emici ağız parçaları sa­ yesinde beslenirler ve salyaları çok kaşındırıcıdır. Bitler, tarsus'larındaki tırnaklarıyla tutunur ve yer değiştirir (altı ayakları vardır). Yol açtıkları dayanılmaz kaşıntı, genellikle aşırı iltihaplı pediküloz deri dokusu bozuklukları dışında bitler, iltihaplı hastalıklar (döküntülü tifüs ve riketsiyoz, borreliyoz gibi başka hastalıklar) da bulaştırabilir: yüksek ateş ya da ölüm halinde konaklarının be deninden ayrıldıklarından hastalıkları bulaştırmaları kolaylaşır. Bitlerle mücadelede birçok et­ kili ilaç vardır: DDT HCH, lindan, malatiyon, vb.; ama mücadelenin gerçekten et­ kili olabilmesi için, sirkelerin kutikulalarını eritebilecek bir gerilimetkin maddenin kullanılması ve öte yandan da, asalak çevrimi göz önüne alınarak sekiz gün ve on sekiz gün sonra yeni bir mücadelenin yapılması gerekir; toplu yaşanan yerler­ de beden sağlığı önlemleri de mutlaka alınmalıdır. —Patol. Vücuttaki bit hastalığı, vücut bi­ tinin (Pediculus corporis) sokmasından ileri gelir. Kaşıntılı kabarcıklarla ve kaşıntı lezyonlarıyla ortaya çıkar. Serserilerde de­ ride esmerleşmeye (melanodermi) neden olabilir. Saçlı derideki bit hastalığı baş bitinin (Pediculus capitis) sokmasından ileri ge­ lir. Hortumun deriye girmesi şiddetli bir kaşıntıya neden olur. Çocuklarda çoğu zaman impetigo ile birlikte görülür. Bitin bulaşması genellikle okullarda olur. Teda­ vi için DDT kullanılır. Kasıkta ya da vücuttaki kıllı yerlerde olan bit hastalığı (ftiriyaz) temizliğe uymamanın kolaylaştırdığı ve yaygınlaştırdığı her yerde görülen bir dış asalak hastalığıdır. Asalak (Phtirius in­ guinalis) ya da doğrudan doğruya giyim eşyasıyla ya da yatak yorgan aracılığıyla geçer. Kasıktaki kılların içinde, bazen de vücudun kıllı bölgelerinde (koltukaltı, kaş, kirpik) yaşar, saçlarda hiç bulunmaz. Kaşıntılar dayanılmaz olabilir. Benzil benzoat sürmek, DDT ya da hekzaklorosikloheksan tozuyla pudralamak yararlıdır; sirkeler ksilollu vazelin sürülerek yok edilir. B İT a. (ing. söze.; bi [nary] [digijt’ten). Bilş. 1. 2 tabanına göre sayılamada, ge­ nellikle 0 ya da 1 ile gösterilen rakamlar­



dan biri. (Örneğin, 2 tabanında 01011 sa­ yısı, 5 bitlik bir savıdır.) —2. Bilgi miktarı­ nı veren ikili birim (Eşanl. LOGON, ShanNON.) [Bk. ansikl, böl.] —3. İKİLİ* ÛĞE' nin eşanlamlısı. —4. Bir bilgisayar belle­ ğinin,, sığasını ölçmekte kullanılan birim. (4K bitlik bir bellekte, bulunan belleğe ak­ tarma temel birim sayısı 4x1024'tür.) —5. Bir bilgisayarın kullandığı sözcükle­ rin uzunluk ölçüsü birimi. (Kullanılagelen bilgisayar 8-16 ya dş 32 bitlik sözcükler­ le işlem yaparlar.).—6 . Bit yoğunluğu,' belli bir ortamın her birim yüzeyine kay­ dedilmiş bit sayısı. —7. Çoklu bit, bileşi­ mi, bir rakamı, bir harfi ya da işaretiöilğisayarın işlediği ikili biçimde göşterrneye olanak veren bitler kümesi. (Bir sekizli bi­ rim, 8 bitlik bir çoklu bittir.) —ANSİKL. ikili sayılamanın tabanı olarak kullanılan bir. bitin değeri 1 ya da 0 ’a eşittir. Bir soruya verilen yanıtın taşıdığı bilgi, bitlerle gösterilir ve bu bitlerin sayısı, soruya verilebilecek olası yanıtların çeşitliliğiyle artar. Bu sayı, olası yanıt sayısının 2 tabanına göre logaritmasına eşit|i‘r. Bir soruya evet ya da hayır'dan başka bir yanıt kabul etmiyorsa, yanıtın tanıdığı bilgi 1 bit değerindedir. Örneğin 52 kartlık bir desteden belli bir kartın çıkışına karşılık gelen bilginin değeri 5,7 bittir (gerçekte, log252 = 5,7). Bir iletideki bilgi m iktarı yalnızca bu iletinin uzunluğuna bağlı değildir; çünkü ileti içinde yinelemeler olabilir. S İT A a. Denize, ince halatları, gabya yel­ kenlerinin ıskotalarını, selviçeleri vb. vol­ ta etmek için üst güverteye yerleştirilen küçük baba. B İT A B A N E be. (fars. bıtab ve -Sne'den bitabâne). Esk. Bitkin bir durumda.



1697



baş biti (Pediculus humanus capitis)



B İT -A D İN İ, once yeni hitit, sonra arami krallığı. Kargamış’ın aşağısında, Fırat’ ın iki kıyısı üzerinde kurulan krallığın başkenti Til Barsip idi. Büyük nehrin geçidine egemen, durumda bulunan bu devlet, İ.Ö. 8 9 2 'd e n başlayarak Asurlular'ın saldırısına uğradı ve zorlu bir savaştan sonra (858-855), Salmanasar III bu ülkeyi kendi topraklarına kattı. S İT - A G U Ş İ, Kuzey Suriye aramı krallığı. Başkentleri önce Arne (849'a ka­ dar), sonra Arpad’dı. Kutsal Halep kenti de bu krallığın elindeydi. IX. yy.'da kuru­ lan, 875’ten başlayarak Asurlular'ın. saldırılarına uğrayan Bit-Aguşi, 740’ta or­ tadan kaldırılarak Asur imparatorluğu'na katıldı. S İT A M , Gabon'un K.-B.’sında kent, Ka­ merun sınırı yakınında. Kakao pazarlama merkezi. B İT A P sıt., be. (tars. bi- ve fab'dan bitab). 1. Yorgun, güçsüz, bitkin:-8 /fap b ir halde divana uzandı. Bitap görünüyordu. —2. Bitap düşmek, çok yorulmak, yor­ gun düşmek. B İT A R (Selahattin EL-), Suriyeli siyaset adamı (Şam 1912-Paris 1980). Michel Etlak ile birlikte 1940’lara doğru Şam’da, arap Diriliş partisi’ni kurdu; bu parti da­ ha sonra arap Sosyalist partisi ite birleşerek Baas*’ı oluşturdu. Şişekli'nin hükümet darbesinden (1949) sonra Lübnan'a, ar­ dından da İtalya'ya sığındı (1952-1954). 1954’te milletvekili seçildi, Suriye dışişle­ ri bakanı (1956-1958), daha sonra da Bir­ leşik Arap Emirlikleri federasyonu kültür ve ulusal yönlendirme bakanı (1958-1959) oldu. Nâsır ile çatışınca istifa etti (aralık 1959) ve yeniden panârapçılığın savunu­ culuğunu üstlendi. Mart 1963 ile şubat 1966 arasında dört kez Suriye Cumhuri­ yeti başbakanı oldu. 23 şubat 1966 dar­ besiyle devrilen ve hapsedilen Bitar, Lüb­ nan'a sığındı ve Baas'tan çıkarıldı (ekim 1966). Paris’e yerleşti ve temmuz 1980'de öldürüldü. B İT A R A F sıt. (fars. bi- ve ar. taraftan bitaraf). Taraf tutmayan, yansız, tarafsız:



kasık biti (Phtirius inguinalis)



B itaraf devletler. 4>» be. Tarafsız, yansız olarak: Savaş­ ta bitaraf kalmak. Bitaraf düşünmüyor­ sun. BİTARAFASSE be. (fars. bi- ar. taraf ve fars. -âne’den b ita ra fa n e ). Esk. Tarafsızca, yan tutmadan. SİTA R A FLE K a. Yansızlık, tarafsızlık: Bitaraflığını korumak B İ T İ K sıf. iyi ürün veren, verimli toprak için kullanılır.



bu kökten türeyen bitig 'yazı', bitigm e 'ya­ zan, yazıcı' sözcükleri kullanılmaktadır. “ Bitigçi" biçimi, ilk olarak Kutadgu B ilig ' de görülür. Karahanlılar’da, hükümdarın yazı işlerini yöneten vezir için kullanılmak­ tadır. XV. yüzyıldan başlayarak uygurca yazan yazmanlara bahşı, arap harfleriyle yazanlaraysa kâtip denildi ve bitikçi söz­ cüğü müslüman Türkler'ce kullanılmaz ol­ du. ilhanlılar’da da XV. yüzyıl sonlarına . kadar “ yazıcı," "kâtip" anlamında kulla­ nıldı. Bu biçim, resmi yazışmalarda moğolca biçigeçiye tercih edilmiştir. (-♦ BE­



S İT E K Ü K a .T op rağ ın bitki yetişmesine çök e>verışll olması.



TİK.)



B İT E L G £ Ş. Yörs. 1. Bir arazinin ürün verme gücü.* —2. Verimlilik. —3. Ekili arazi.



B İT İM a 1. Bitmek, son bulmak eylemi —2. Bir şeyin, yerin ya da sürecin sonu: Yolun bitim inde karşılaştık. Savaşın b iti­ m inde imzalanan antlaşm a-huzur getir­ medi. — Dilbil. Yazısal, sessel ya da biçimbirimsel (son durumda, bir çekim eki ya da sonek sözkonusu olabilir) bakımdan ele alınan bir sözcüğün son bölümü. —Geom. Bir eğrinin bitim noktası, yalnız­ ca bir tek eğri yayının sonlandığı nokta.



B İ T IV İ sıf. (esk. türkç. bütmek, tamamlamak’tan). Esk. Bütün, yekpare; bir sırada: "...M a rka n sü n ü ğ ü d e ğ ü lb ite vi" (Ferhengname-i Sadi Tercümesi, XIV. yy)



be. Sürekli olarak, biteviye. B İT E V İY E be. {bitevi1den): Sürekli ola­ rak, boyuna: Biteviye konuşmak. Yağmur biteviye yağıyordu.



B İT İK L İK a. Bitik olma durumu.



B İT E V İY E L İK a. Aynı biçimde sürüp gitme durumu. B İTG S L ya da B İY K E L sıf. Yörs.Tarım. Verimli. B İT -H İL A N İ a. Arkeol. Mezopotamya Suriyesi’ne özgü saray tipi. — ANSİKL. Dış merdivenle çıkılan bir seki üzerinde kurulmuş olan bithilani, eni bo­ yundan daha geniş olan bir saraydı. Ön cephesi, çatısı sütunlar üzerinde yükselen saçaklı bir sofaya açılmaktaydı. Oturma­ ya ayrılmış olan odalarsa yapının arka bölümündeydi. Asur sarayları da planlan bakımından bit-hilanilerle büyük benzer­ likler gösterir. 3İ? H Y S til& . Esk. coğ. Anadolu’nun K. -B.’sında bölge ve krallık; Pontos-Eukseinos ile Propontis’in kıyısında. Trakya kökenli Bithynialılar'm İ.Ö. VIII. yy.'dan başlayarak yerleştikleri Bithynia, kısmen Yunanlılar’ca sömürgeleştirildi ve Keyhüsrev ile yerine geçen krallar tara­ fından fethedildi, ama hiçbir zaman bo­ yun eğmedi. Daha sonrâ Selefkiler’in egemenliğinden kurtuldu. Yunan kültü­ rüyle tanışan önderleri gerçek yunan kral­ ları oldular. Nikomedes III Bithynia’yı Roma'ya (İ.Ö. 74) verdi. Augustus dönemin­ de ülke Roma senatosunun, daha sonra II. yy.’da imparatorluğun (Genç Plinius burada valiydi) eyaleti oldu. Başlıca kent­ leri: Nikomedeia, Prusa, Nikaia Bizans ta­ rihinde önemli rol oynadılar.' Ö İY H Y M fO M ya da B İY H Y üS M M . Tar. coğ. Anadolu'nun Bithynia bölgesin­ de Eskiçağ kenti. (Bugün Bolu.) B İT İK sıf. 1. Hastalık ya da yorgunluk­ tan gücü tükenmiş kimsenin durumu için kullanılır: Saatlerce suda çırpındıktan son­ ra b itik b ir halde sahile ulaştı. —2 . Ümitsiz, kötü durum içir, kullanılır: Hava­ la r böyle giderse işim iz bitiktir. B İT İK , Ankara'nın Kazan ilçesinde mer­ kez bucağına bağlı köy; 210 nüf. (1990). Köy dik yamaçlı bir höyüğün üzerine ku­ ruludur. Ankara’nın K.-B.’sındaki Mürtet ovasının ortasında bulunan höyükte Remzi Oğuz Arık tarafından yapılan kazı­ larda (1942), ilk tunç çağ, Hitit, Phrygia ve Klasik dönem (İ.Ö. V. yy.) yerleşmele­ ri saptandı. Höyüğün en önemli buluntu­ su olarak nitelenen, Hitit döneminden kut­ sal evlenme töreni betimli çok renkli va­ zo parçası Ankara Anadolu medeniyetleri müzesi'nde sergilenmektedir. B İT İK Ç İ a. Esk. Kâtip, yazıcı yazar: "M elik buyurdu kim bitikcile r bitile r yazdılar" (Fütuhü’ş-şam Tercümesi, XIV. yy.). [Bk. ansikl. böl.] — ANSİKL. Orhun yazıtlarında bu sözcüğün kökü olan bitim ek 'yazmak' ve



fonksiyonlarını gösteren eğrilerin sırayla O da ve A (0 ,1) da bitim noktaları vardır.] —Tekst. Bitim işlemi, boyamadan sonra yapılan terbiye işlemlerinin tümü. (Eşanl. FİNİSAJ.)



—Yerbil. Periklinal bitim , antiklinal ya da senklinal bir kıvrımın uç kısmı. (Yerbilimsel harita düzleminde periklinal bitim, m enteşenin katm an sınırlarına gömüldüğü kapanıma denk düşer.) B İT İM L İ sıf. Sonlu. B İT İM S E L sıf. Dilbil. Eylemi tamamlanmış, bitmiş olarak ele alan fiil görünüşü için kullanılır. B İT İR İL M E K -»BİTMEK. B İT İR İM sıf. Arg. 1. Zeki, yaman, bece» rikli kimse için kullanılır: Bitirim adamdır, tuttuğunu koparır. —2. Çok hoşa giden, çok beğenilen kimse, şey ya da yer için kullanılır: Bitirim b ir kız. Altında bitirim b ir araba vardı. —3. Külhanbeyi, kabadayı. —4. Bitirim yeri, kumarhane. B İT İR İM C İ a Kendine ait bir yerde ku­ mar, özellikle barbut oynatan kimse. B İT İR İŞ a Spor. Jimnastikte, bazı alet­ lerde (halka, çubuk, kulplu beygir) yapılan son hareket. (Jimnastikte, asimet­ rik bar ya da barfikste, jimnastikçi kendi­ ni havaya atarak tekrar çubuğu yakalar ya da yere inerek hareketi bitirir.) B İT İR M E a. Bitirmek eylemi. —Ciltç. Ciltlemede kaplamadan sonra yapılan işlemlerin tümü. (Bitirmede, kâğıt kapaklan ve renkli kâğıtları yerleştirme, polisaj, prese koyma ve sonra cildi gözden geçirme işlemleri yer alır.) —Deric. Yüzeye uygun bir görünüş ve bazı özellikler kazandırmak amacıyla, ta­ mamlama çalışmalarından sonra, bir de­ riye uygulanan son işlemler. (Bk. ansikl. böl.) —Heykc. Ham metalden dökülen bir hey­ kel parçasının yüzeyini düzgünleştirmek ve güzelleştirmek amacıyla yapılan işlemlerin tümü. (Özellikle çeşitli temizle­ me, pürüz giderme, parçaları bir araya getirme, oyma, cilalama işlemleri.) —işlem. Kabası alınmış bir yüzeye ya da mekanik bir parçaya uygulanan son işlem. (Bk. ansikl. böl.) —Kâğ. san. Kalenderleme, perdahlama gibi mekanik işlemlerle kâğıdın ya da kar­ tonun yüzeyine istenilen niteliği kazandırma, || K repli bitirm e, kâğıt yüzeyini krepleme. —Seram. Biçimlendirilmiş nesnelerin üzerinde, kolayca işlenmek için uygun kıvama geldiklerinde yapılan son işlemler. (Kalıplanmış tuğlaların baskıya sokulması,



yansıtıcı levhaların perdahlanması, kalıptan çıkan kiremitlerin pürüzlerinin te­ mizlenmesi, eksen üzerinde dönen por­ selene biçim verme, bitirme işlemleridir.) —Teknol. Yarı m am ullere, metal parçalara uygulanan son işlemlerin tümü. —Terz. Dikilm iş parçayı çeşitli aksesuarların eklenmesiyle tamamlamak ya da satışa hazır duruma getirmek için yapılan işlemlerin tümü. —ANSİKL. Deric. Derinin bitirme işlemleri, genel uyumun daha güzel olmasını, bir ölçüde renk farklılıklarının giderilmesini, yüzeye az ya da çok parlaklık verilmesini ve derinin suya, sürtünmeye dayanmasını ve kolay işlemesini sağlar. Bu işlem, az ya da çok plastikleşmiş birleştirici emülsiyonlar ve çözeltiler içinde dağılmış renklendi ricilerin uygulanm asıyla gerçekleştirilir. Bitirme işlemleri: sulu bi­ tirmeler (kazein ve albümin kökenli), selülozik bitirmeler (nitroselüloz kökenli), filmojen sentetik polimerli bitirmeler (pollakrilik), vernikler (poliüretan kökenli ke­ ten yağlı) olarak ayrılabilir. —işlem. Bir parça genellikle iki evrede işlenir: kabasını alma ve bitirme; bitirme­ nin amacı parçanın yüzey düzgünlüğünü ya da boyut duyarlığını artırmaktır. Bu işlem kabasını alma işleminin yapıldığı tezgâhta (örneğin torna ya da freze tezgâhı) genellikle farklı kesme koşulları altında (daha yüksek kesme hızı, daha küçük ilerleme, küçük paso derinliği yapılabilir). Bitirme ayrı ve özel bir maki­ ne üzerinde ya da özel bir takımla da uy­ gulanabilir; (örneğin taşlama, [rektifiye] polisaj, alıştırma, üstün bitirme, silme, makinetolama işlemleri). B İT İR M E K -»BİTMEK. B İT İŞ a. Tropikal Asya'da yetişen iki ağaç türünün (Madhuca utilis, Palaçuium ridleyi) halk arasındaki adı. (Sapotaceae familyası.) [Soluk esmer-kırmızı renkte, oldukça ince dokulu, ağır ya da yarı ağır, sert ya da yarı sert olan odunları maran­ gozlukta kullanılır.] —Ceb. Sıralı b ir E küm esinin bitiş bölü­ mü, sıralı E kümesinin seS ve x » s ise is e x s S olan S altkümesi;E kümesinde sıralama bağıntısı s ile gösterilir. — Polim. Zincirin etkin bölümünün bozunduğu polim erleşm e aşaması; böylece zincirin büyümesi durur. —Telekom. Bitiş ucu, bir hattın ucuna bağlanıp, hattın ve işaretlerin özeğrilerine uyarlanan empedans ya da düzenek. B İT İŞ İK sıf. 1. Bir başkasına ya da bir-, birlerine yapışık olan ya da yan yana bu­ lunan (iyelik ekiyle ad gibi de kullanılabi­ lir): Evleri karakol binasına bitişikti. Kara­ kolun bitişiğinde oturuyorlar. Bitişik oda­ larda kalmak. 2. Yan, yandaki: Bitişik ma­ sada oturanlar çok gürültü ediyor. —Cerr. Bitişik yerden kesme, kemikleri ke­ serek değil, eklemlerde onları birleştiren bağları kestikten sonra birbirinden ayırma ameliyatı. —Hat. Bitişik harfler -> HURUF*-İ MUTTA­ SILA.



—Mat. Bitişik açılar, iki yarıdoğru İkilisiyle tanımlanan açılar, öyle ki, bir ikilinin ikin­ ci bileşeni, öbürünün birinci bileşenidir; bunlara karşılık gelen iki açı kesmesi bu yarıdoğrunun her iki yanında yer alır. (Eşanl. KOMŞU' AÇILAR.) || Bitişik diziler, Jim (vn - u n )= o olmak üzere, birincisi artan, İkincisi azalan iki ve ( v „ ) „ e N dizisi. (Bitişik iki dizi yakınsaktır ve limitleri ay­ nıdır.) || İR nin bitişik parçalan,.İR nin boş olmayan parçaları; öyle ki, bunlardan bi­ rinin üst sınırı, öbürünün alt sınırına eşit­ tir. (Sıfır olmayan e pozitif gerçek sayısı ne olursa olsun, sırayla parçalardan her birine ait ve | y ~ y ' | s e olmak üzere iki y ve y'elem anı vardır.) || Sıralı b ir E kümesinin b ir a elemanına bitişik elemanları, a dan önce ya da sonra gelen elemanlar. ( -» ÖNCEL, ARDIL.)



—Org. kim. Bitişik çekirdekli, halkalı bir bi-



^eşikte, bir parçası halkada, bir parçası ya'nafzincir üzerinde bulunan bir kök ya da bağlı işlevsel bir grup için kullanılır. —Paleogr. Bitişik harfler, bir tek karakter meydana getiren birleşik harfler; bu yön­ tem, eski elyazmalarında yer kazanmak için kullanılırdı. —Şehirc. Bitişik düzen, kent planlamasın­ da, komşu yapıların birbirine bitişik olarak konumlandırılması durumu. (Karşt. ayrik *



' DÜZEN.) ❖ a. Duvar bir komşu: Bitişikten haber gönderdiler, bu gece bize geleceklermiş. B İTİŞ İK B A Ş Ç 9K LI sıf. 1. Başçıkları bir­ biriyle kaynaşarak boyuncuğun geçtiği bir boru halini alan erkek organlara denir. —2. Bu çeşit çiçekleri olan bitkilere de­ nir. B İT İŞ İK Ç A N A K Y A P R Â K L İ sıf Bot Çanakyaprakları birbirine yapışık olan ça­ nağa denir. (Eşanl. GAMOSEPAL.)



BİTİŞİKERKEKORCSANLİ sıf. Bot. Er­ kek organları birbirine yapışık olan çiçe­ ğe denir. B İT İŞ İK K E N T L E Ş M E a Banliyöleri birleşen birçok komşu kentin kaynaşma­ sı sonucunda oluşan kentleşme biçimi. (P Geddes'in ortaya attığı bitişikkentleşme kavramını, C. B. Fawcett geliştirdi. Bitişik­ kentleşme, genellikle aynı büyüklükte kentler arasında olur Bu konuda Türkiye1 deki en belirgin örnek, giderek büyüyen İzmit'in İstanbul metropoluyla birleşmesi olayıdır.) [Eşanl. KONÜRBASYON,] B İT İŞ İK L İK a. Bitişik olma durumu. —Ruhbil. B itişiklik yasası, öğrenmeleri açıklamak için önerilen ve öğrenmelerin _iki uyartının bitişiklik içinde sunulmasıh' dan kaynaklandığını ileri süren yasa. || Bi­ tişiklikle çağrışım, çağrışıma bağlı sözsel cevap tipi; burada cevabın ortaya çıkışı, öznenin ruhsal yaşamında bu cevap ile uyartının daha önce bitişiklik içinde olması olgusuyla açıklanabilir. — Uluslarar huk. Bitişiklik kuramı, bir dev­ letin ya da sömürgelerinin topraklarına biti­ şik sahipsiz toprakların, devletin kendi top­ raklarının ya da sömürgelerinin uzantısı ol­ duğunu ileri süren kuram. (Sömürgeleştir­ me sırasında, fiili işgal kuramının uygulan­ masının güç olduğu zamanlarda [boş, ıssız alanlar] onun yerine bitişiklik kuramı uygu­ landı; bugün hâlâ kutup bölgeleriyle [Arktika ve Antarktika] ilgilenen çeşitli devletlerin iddialarının temeli olarak coğrafi bitişiklik ku­ ramına başvurulur.)



tişken dillerin en tipik örneği sayılmıştır.) [Eşanl. BİTİŞİMLİ.] B İT İŞ K E N L İK a. Bitişken olma duru­ mu. BİTİŞ M E a. Bitişmek eylemi. —Biyol. Bitişme çizgisi, iki serbest parçanın birbirine dokunduğu yer —Serbest ya da kaynaşmış iki parçanın birleşme çizgisi. (Ör­ neğin kafatası kemiklerinin bitişme çizgisi, meyve kabuklarının, kınkanatlı böceklerde kınkanatların, eklembacaklılarda vücut par­ çalarının bitişme çizgisi, vb.) —Böcbil. Bitişme açısı, elitra tepesinin bitiş­ me yerinin ucuyla oluşturduğu açı. —Dokubil. Hücrelerarası bitişme, örtenek epitelyum hücrelerinin birbirine yapışma­ sını sağlayan sistem. (Bk. ansikl. böl.) —Mantarbil. Lamel bitişm esi, mantar la­ mellerinin sapla birleşmesi. —Yumşbil. Notiloidlerin, ammonitlerin vb. sarmal kavktınalarının iç bölmelerini bir­ leştiren çizgi. (Ammonitlerde, türlerin ayırt edilmesine olanak verecek kadar hızlı bir evrim,gösteren bitişmeler, büyük bir ola­ sılıkla elerin sulardaki yüksek basınçlara dayanabilmek için giderek karmaşıklaşmıştır; notiloidlerin bitişmeleriyse yalınlığını sürdürmektedir.) —ANSİKL. Dokubil. Hücrelerarası bitişme. Epitelyum hücreleri, zarlarındaki girinti çı­ kıntılarla ve özellikle bitişme sistemleriyle birbirine eklenir. Bitişme sistemleri küçük bir yüzeyle sınırlı olabileceği gibi (makula) hücrenin bütün çevresini saran uzun bir şerit halinde de olabilir (zonula). Yapı­ larına göre bitişmeler çeşitli tarzda olabi­ lir: hücre zarlarının birbirine kaynamasıy­ la olan (oklüdens), lif sistemleriyle bitişme­ ler (desmozomlar) ya da kanalcıklarla bi­ tişmeler (neksus).



B İT İŞ İK T A Ç Y A P R A K L İL A R a. Metachlamydae grubundan bitkilerin eski adı.



B İT İŞ M E K gçz. f. B ir şeye, b ir yere b i­ tişmek, (birbirine) bitişmek, ona, oraya ya da birbirine değecek kadar, değecek bi­ çimde yaklaşmak: Sıralar cok bitişm iş; aralarını biraz açın. —Bot. Bir organ sözkonusu olduğunda, dibi bir başka organın üstünde olmak. —Mim. Uç uca eklenen silmeler sözkonu­ su olduğunda, karşılaşmak ve tam birleş­ mek. —Bir pencere ya da kapı sözkonu­ su olduğunda, çerçeveye tam oturmak. bitiştirm e k ettirg. f. B ir şeyi başka b ir şeye bitiştirm ek, şeyleri bitiştirm ek, on­ ları birbirine değecek biçimde, değecek kadar yaklaştırmak; birleştirmek: Koltuğu duvara bitiştirm ek. Topuklarını bitiştirm ek Masaları bitiştirelim mi? —Dilbil. ve Sesbilg. Bitişim yoluyla birleş­ tirmek. —inş. iki parçayı birbirine değinceye ka­ dar yaklaştırmak.



B İT İŞ İK T A Ç Y & P R A K L İLİK a. Bot. Bitişiktaçyapraklı taçların özelliği.



B İT İŞ T İĞ İM a. Topol. Yay bitişlirim i, parametrelenmiş bir



B İT İŞ İM a Dilbil. Bitişimli dillerin belir­ gin niteliği olan sözdizimsel bağıntıları or­ taya koymak üzere, farklı eklerin kökenle bitiştirilmesi. (Örneğin, türkçede, ev kö­ künden, -ler [çoğul belirtisi] ve -i [iyelik be­ lirtisi] ekleriyle, evler, evi, evleri oluşturu­ lur.) —Geom. ve Tek. res. iki koninin, iki silin­ dirin ya da bir koniyle bir silindirin, tek bir eğriye indirgenmiş arakesiti. (Arakesit ayrı iki eğriden oluştuğunda bir girişim sözkonusudur.) —Sesbilg. Farklı kökenlerden gelen iki sözcüğün, tek bir sözcük oluşturmak üze­ re bitişmesi (örn. türkçede ne için -> ni­ çin, ne ise -* neyse). B İT İŞ İM L İ - BİTİŞKEN B İT İŞ K E N sıf. Dilbil. Bitişken dil, sözdizimsei bağıntıları, eklerin köke bitiştirilmesi yoluyla ortaya koyan dil. (Değişmeyen bir köke çeşitli soneklerin getirilmesi ve bun­ ların kökle ek yerleri belli olmayacak bi­ çimde sıkıca kaynaşması sonucunda hem yeni kavramları karşılayan yeni türevler, hem de çeşitli görevleri olan biçimler mey­ dana getiren türkçe, birçok bilginlerce bi­



{tlfc ' Sk n} yay ailesinden başlayarak 1



l=



Û



l„ ;



k =1



2 . H te \k , g tt) = gk ( t) ; 3. t s k s n ve l t = [ t * - , , Tfci ise, 1 s Ar s n - 1 , gk (tk ) = gk + ı(tk) olmak üzere elde edilen parametrelenmiş (l.gr) yayı. [(It ,gk) ler C1 sınıfından oldu­ ğunda, (l,g) parça parça C1 sınıfındandır denir.] B İT İŞ T İR M E a. Bitiştirmek eylemi. —Cerr. Kaynayıp kapansın diye bir yara­ nın kenarlarını birbirine yanaştırma. —Kaynakç. Birleştirilecek iki ya da daha çok parçayı birbirine değinceye kadar yaklaştırma işlemi. (Örneğin direnç ya da sürtünme kaynağı.) B İT İŞ T İR M E K - BİTİŞMEK. B İT K E L -> BİTGEL. B İT K E N sıf. /örs. Çabuk büyüyüp geli­ şen (bitki). B İT K İ a. Genellikle klorofilli ve toprağa bağlı olan, son derece belirsiz bir duyar­



lık ve devingenlik gösterebilen, önemli öl­ çüde ya da sırf madensel tuzlarla ve kar­ bondioksitle beslenebilen ve hücreleri ge­ nellikle, tümüyle ya da kısmen selüloz ya­ pısında katı bir zarla sınırlı olan canlı var­ lık. (Klorofilsiz olan birtakım canlılar da [mantarlar, bakteriler] bitkiler arasında sa­ yılır.) [Bk. ansikl. böl.] —Bot. Bitki birliği, bir alandaki bitkilerin, evrimin her evresindeki doğal flora bile­ şimi. || B itki kimyası, bitkilerde olup biten kimyasal süreçlerin incelenmesi. (Eşanl. FİTOKİMYA.) || Bitki örtüsü, belli bir yeri kşpv ■ layan bitkiler topluluğu. ||B itki örtüsğrharitası, çeşitli bitki gruplarının bağışını gös­ teren harita. (Bu haritaların büyük ölçekli olanları [1/25 000], basit ya da küçük bit­ ki topluluklarını, küçük ölçekli olanları [1/1 000 000] yer yuvarlağının çok büyük bitki topluluklarını gösterir.)! Bitkiler âlemi, hayvanlar âleminin yanında yer alan canlı varlıkların büyük bölümü. (Üstün yapılı hayvanlarla bitkileri birbirinden ayırt et­ mek kolaysa da basit yapılı canlıları hay­ van ve bitki diye birbirinden ayırmak zor­ dur; bazı bilginler ağzı bulunmayan ve ka­ tı yiyecekleri sindirmeye elverişli olmayan bütün yaratıkları "b itk i/ sayarlar. (-» hay­ v a n .) Diğer bir kısım bilginlerse ağzı ol­ sun olmasın, bütün birhücrelileri protistler adıyla üçüncü bir âlemde toplarlar) || Biryıllık bitki, birinci yılda tohum vererek ömrünü tamamlayan bitki, j] Damarlı bitki, iletim da­ marları bulunan bitki. —Biyocoğ. B itki topluluğu, türleri değişik ve çeşitli olmakla birlikte benzer biyolojik özellikler ve görünüşler sergileyen bitki olu­ şumu. (Bitki toplulukları açık ve kapalı ol­ mak üzere ikiye ayrılır. Açık bitki topluluk­ ları, toprağı bütünüyle örtmeyen, toprağın açıkça görünmesine olanak veren bitkileri içerir;Jersine, kapalı bitki topluluklarında sık bitki örtüsü toprağı gizler; kapalı bitki topluluklarını oluşturan türlerin sayısı çok fazla olabilir.) [Bk. ansikl. böl ] || Birincil bit­ k i topluluğu, kökeni ve yetişmesi insanın hiç etkisinde kalmamış bitki topluluğu. || ikincil bitki topluluğu, birincil bitki toplu­ luğunun insan tarafından ortadan kaldırıl­ masından sonra bu topluluğun yerini alan bitki topluluğu, (ikincil bitki topluluğunun görünüşü birincil bitki topluluğununkine benzeyebilir, ama içerdiği bitkilerin bileşi­ mi farklıdır.) —Coğ. Bitki coğrafyası, bitkilerin yeryüzündeki dağılımını inceleyen bilim. —Çevrebil. Bitki toplumu, yeryüzünde tekbiçim bir alanda bulunan ve kendile­ riyle yaşadıkları koşullar arasındaki ilişki­ lere dayalı özgül bir ortam oluşturan bit­ kilerin tüm ü. (Eşanl. FİTOSENOZ.) . — Eczc. Tıbbi bitkiler, ŞİFALI OTLAR'ın eşanlamlısı.



—Tarım. Bitki hormonu, bitkinin içine gi­ rerek bitki özsuyu ile taşınan ve doğal bitki hormonlarının izlediği yollara benzer yol­ larla bitkide şekil bozukluklarına neden olan ot öldürücü ilaç. (Bitkiler arasında metabolizma ve duyarlılık eşiği ya da ev­ resi farklılıkları, bu yapay hormonlara, baş­ kalarına dokunmadan bazı bitki türlerini yok etme olanağı sağlar. Buğdaygillerin tümü, ikiçenekli bitkilere göre bitki hor­ monlarına daha dayanıklıdır.) —ANSİKL. Tıpkı hayvanlar için sözkonusu olan nedenlerle, bitkilerde de, ancak üs­ tün yapılı olanlarda ve genellikle kara bit­ kilerinde, bitkiler âlemine özgü belirgin ka­ rakterlerin tümüne rastlanabilir. Basit ya­ pılı canlılarda bitkiler âlemiyle hayvanlar âlemi arasında geçiş sayılabilecek özel­ likler vardır; bazı protistleri protozoerlere ya da protofitlere bağlamak oldukça güçtür. Aşağıda yazılı karakterleri bu çe­ kinceyi hesaba katarak belirtiyoruz. • Hücrebitim. Bitki hücrelerinde, sitoplazma zarının dışında, kalın selüloz çeperli, az geçirgen ikinci bir zar vardır; bu zar hücre öldükten sonra da uzun süre kala­ bilir ve çeşitli organik bileşikler içerebilir (linin, süberin, kütin, vb.). Canlı hücreler­ de, hayvan hücrelerinde olmayan plastlar (klorofil, nişasta ya da çeşitli pigment ta-



bitki necikleri) bulunur. Çok gelişmiş olan ko­ fullar büyüyerek ve çabucak birbiriyle birleşerek sitoplazmayı dışa doğru iter ve so­ nunda hücrenin ölümüne yol açar. • Dokubilim . Hücre çeperleri henüz çok ince olan genç dokular (sürgendoku) an­ cak çoğalabilir, bir de yetişkin bitkilerin "büyütken tabakalar’Vbüyüyebilir. Paran­ kima da denen özekdoku, çok değişik bi-' çimlerde olabilen, sırf selüloz çeperli canlı bir dokudur. Buna karşılık, destek dokuesu (kollenkima, sklerankima), iletim doku-t-3U,(odun, soymuk), koruyucu doku (kü•^nfc'Sıstderi, mantar) ya ölü ya da ölmek uzore-oıa" dokulardır. En önemli nokta: ölü bir doku, örneğin ağaçların “ özek” odunu yok edilmez ve dışarı atılmaz; ter­ sine, bitkinrn canlı kısımlarına önemli öl­ çüde desteklik eder Kuramsal olarak “ ölümsüz" sayılabilecek büyük bir ağaç, gerçekten çok uzun ömürlü olabilir. Kali­ forniya’daki sekoyalar 2 000 yıldan fazla yaşar,-üstelik her yıl yeniden çıkan yaprak­ ları daha az "genç” olmadığı gibi, çok az yaşlı bir ağacın organlarından da pek farklı olmaz. • Morfoloji. Prokaryotlar hesaba katılmaz­ sa, büyütken ya da yaşatka'n organların dış ve iç yapısı, bitkinin basit ya da üstün yapılı, yani tallı bitki ya da saplı bitki ol­ masına göre temelli değişiklik gösterir. Köksüz ve sapsız olan tallı bitkiler bir taldan oluşur; bunların hepsi özdeş ya da çok az farklı bir hücreler yığınıdır; saplı bit­ kilerse, tersine, kökü ve sapı olan bitkiler­ dir; yapraklı dallardan oluşan bu bitkiler­ de hücreler büyük ölçüde farklılaşarak özellikle iletim dokularını oluşturmuştur. Tallı bitkiler çoğunlukla yere serilmiş gibi­ dir (mantarlar, likenler, ciğeryosunları) ya da su içinde dururlar (suyosunlan). Saplı ÇOKHÜCRELİ DAMARSIZ BİTKİLERİN SINIFLANDIRILMASI (kapalıtohumlular, açıktohumlular eğreltiler, birhucreliler maddelerine de bakınız)



bitkilerde, negatif yereyönelim yasasına uygun dik eksenler görülür; bu da görü­ nüş bakımından kabaca üç “ biçim" ya­ ratır; ağaçsı, çalımsı, otsu görünüş. Tallı bitkilerde olduğu gibi, saplı bitkiler­ de de dallanma ya "dikotomi1 yoluyla gerçekleşir, yani uçtaki sürgendoku, son­ ra dallar, birbirine eşit iki parçaya ayrılır (bazı kibritotiarı, selaginelles) ya da genel­ likle bir yaprağın koltuğundaki bir tomur­ cuktan doğan "yan dallar"!a gerçekleşir. Bu sonuncu durumda, ana eksen büyü­ mesini sürdürür (tek saplı büyüme); o za­ man bitkide bir ana sap ve daha küçük ikincil dallar bulunur; bazen aynı olgu ana dalın ucundaki tomurcuğun-ölümü so­ nucunda, onun yerini alan bir yan tomur­ cuğun gelişmesiyle gerçekleşir (.yan sap­ la büyüme). Ağaçsı görünüşün başlıca özelliği aşa­ ğıdaki yan dalların kısa sürede kaybolma­ sı, orada, ikincil odun oluşumlarının1üstün yer tuttuğu az ya da çok yüksek bir göv­ denin ortaya çıkmasıdır. Çalımsı görünüşte, tersine,bitkinin di­ binden başlayarak birçok sürekli dalın or­ taya çıktığı, kimilerinde bunların oldukça uzun ve önemli ölçüde odunlaşmış oldu­ ğu görülür. Otsu görünüşte.yan tomurcuk­ lar az ya da çok körelir, en uzun dallar, tür­ lere göre ya tepeden ya da ana sapın di­ binden çıkar. Ayrıca otsu bitki biryıllık ola­ bileceği gibi çokyıllık da olabilir. Bununla birlikte, önceki tiplere göre önemli değişiklik gösteren bitkiler de var­ dır: sarmaşıklarda saplar ince ve uzun, tır­ manıcı ya da bir desteğe sarılıcı yapıda­ dır; kimi bitkilerde sap o kadar kısa ve ba­ sıktır ki, fark edilmez bile (sapsız bitkiler,



PROKAR VÖTDâB-



soğanlar); bazı saplar da yerde sürüne­ bilir, dik olmaz (stolon, köksap). Kuşkusuz, gerek ana saplarda, gerek dik organlarda batta ' ‘düzgün’ ’ denen çi­ çeklerde ışınsal bakışım kuraldır. Dikey bir düzleme göre, basit ikiyanlı bakışım yap­ raklarda görülür ve yapraklar yataysa (ikiçeneklilertaitı üstünden çok değişik olur ve bu çeşit bakışıma "zigom crf" denen çi­ çeklerde (nevruzotu, salep) rastlanır. • Fizyoloji. Bütün bitkilerde geniş emici yü­ zeyler bulunur (tal, miselyum, kök); bu yü­ zeyler suyun, mineral iyonların ve asalak ya da çürükçül bitkilerde suda erimiş organik maddelerin hızla emilmesini sağlar. Yalnız yeşil (klorofilli) bitkiler güneş ener­ jisini emebilirler (fotosentez); bu enerjiyi kullanarak ve havadan ya da sudan aldık­ ları karbondioksitten yararlanarak, insan başta olmak üzere tüm canlılar âleminin besin olarak kullandığı glusitler, yağlar ve proteinler gibi organik bileşikleri yaparlar. Ama bitkiler daha önce bireşim yoluyla yaptıkları maddelerin bir kısmını solunum, terleme, Çeşitli salgılar ve bazı orgc- 1-rın ölümü (sonbaharda dökülen yapraklar) yoluyla kaybederler. Bilanço pozitif kaldı­ ğı sürece bitki, mevsimi geldiği zaman, büyümesini sürdürür ve bu süreç belirsiz bir süre devam eder (çokyıllık bitkiler); biryıilık bitkilerde bilanço sonbaharda çok olumsuzlaşır ve bitki kurur ve ölür. • Üreme. Çok nadir türler (fukus) dışında bitkilerde daima spor yapıcı organlar bu­ lunur, bu organlarda meyoz bölünme (kromozom indirgenmesi) yoluyla tetrasporlar oluşur; bunlar çevreye saçılıp çim­ lenerek eşeysel organları taşıyan gametofitleri yaratırlar. Eşeysel organlar (erkek anteridi. dişi arkegon ya da kapalıtohumlulardaki çiçektozu ve embriyon kesesi) gametleri doğurur; onlar da dölleme ve döllenme amacıyla saçılıp dağılırlar; döl­ lenmenin ürünü olan diploit bitki (spora-



e S -"^



A n th o cg ,



“ totfıncates anthoeroıhales spherocarpales



R iccia



marchantiales



M archantia



tln ö e tm Ş S t



P ellia



‘^Spîîagm^1*



\ ,



ery'J’1' \



»ini'"’'



apbv"°P hora'eS



HOMOBAZİT L it-E R



' davana I ^ an,eralla p o ly p o r u s



b o le ta le s ________ b o le t u s am anita psalliota cop rin us lepiota



! l c°Pernr,.



kır; 6. kalın kaba otlu bozkır; 7. maki; 8. di­ fit) spor yapıcı organları taşır. Bu “ üreme kenli çalılık; 9. fundalık (yaprak dökmeyen); evreleri" ya da "döl almaşıklığı" (spor -ga10. yüksek dağ çalılığı. metofit -yumurta -sporofit -spor) karayoIII. Çayırlık (otluk alanlar): 1. savan (ağaç­ sunlarında, ciğeryosunlarında ve çeşitli çıktı ya da çalılı); 2 . bozkır (ağaççıklı, çasuyosunu gruplarında çok açık seçiktir; lılı ya da kaba otlu); 3. çimenlik, Kuzey daha üstün yapılı bitkilerde sporofitin ka­ Amerika çayırları, pampa; 4. tundra (de­ zandığı aşırı egemenlik nedeniyle öbür rinlemesine donmuş yapraklar); 5. yüksek evreler silikleşir, tohumlu bitkilerde erkek dağ çimenliği. protal küçücük bir çiçektozu borusuna in­ b) Kesintili b itki toplulukları: 1. çorak ot­ dirgenir dişi spor çevreye saçılmaz, ana luk (ağaççıklı tuzlu topraklar); 2 . çalılı ot­ bitkide kalarak yalnız sekiz hücreden olu­ luk (ağaççıklar, çalılıklar, kurakçıl otlar); 3. şan bir önçim (protal) verir. -Döllenmenin ardından hemen meyoz bölünme gelir ve yarı çalılı otluk (görünüşü çalılığa benzer, ama yaprak döken bitkilerden oluşur); 4. n kromozomlu evreyi (haploit evre) hemen kumsal otluk (az çok kuru kumlar üzerin­ hemen hiçe indirir. Bununla birlikte, hap­ de); 5. tuzlu kumsal otluk (tuzlu topraklar loit evre, büsbütün ortadan kalkmaz, er­ üzerinde); 6. taşlı otluk (taşlar, molozlar, kek sporlarsa (çiçektozları) her zaman var­ taşlı dağ alanları); 7. kayalık otluk (kaya­ dır. lıklar). Üstün yapılı bitkilerde (tohumlu bitkiler) B. Yarı sucul ya da tam sucul b itki toplu­ tohum oluşumunun hayvanlarda hiçbir dengi yokturTohum, içindeki bitki taslağı­ lukları. a) Orman ve ağaçlık: 1. bük (akarsu nın belli bir dereceye kadar geliştikten boylarındaki orman); 2 . zaman zaman su sonra belirsiz bir süre için büyümeden ka­ basan orman; 3. bataklık orman; 4. manlakaldığı ve onun koruyucu bir kabuk al­ grov; 5. tuzcul ağaçlık. (Salcornia yetişen tında, yedek besinlerle (albumen ya da topraklar.) çenekler) birlikte başka yerlere taşınabilb) Öbür tipler: 1. sazlıklar (sazlar); 2 . nemli ği bir nesnedir; bitki taslağı düştüğü el­ turbalık; 3. tuzlu turbalık; 4. kabarık turba­ verişli bir yerde yeniden büyümeye baş­ lık; 5. bataklık çayır. layacak, önce yedek besinlerini harcaya­ C. Su bitkisi toplulukları: 1. halobenthos rak çimlenecek, sonra kendi kendine ye­ (dibe tutunmuş bitkiler, su altı çayırları); 2. terli bir yaşam sürecektir. Tohumun çim­ Iimnobenthos(dibe tutunmuş tatlı su bit­ lenmesinden ya da bir bitki parçasından kileri); 3. su bitkileri; 4. plöston (gözle gö­ doğan bağımsız bireye "bitki” denir. Bit­ rülür nitelikte bitkisel tatlı su planktonu); ki ikieşeyli olabileceği gibi, ender olarak, 5. deniz planktonu; 6. tatlı su planktonu. bireşeyli de olabilir (bir ya da iki evcikli bit­ • B itki topluluklarının dinamizmi. Dünya­ kiler). Bazen eşeysel olgular bulunmaksı­ nın hemen hemen bütün bölgelerindeki zın çoğalabilir (stolon, göz, köksap, so­ bitkilerin bugünkü görünüşleri, insanların, ğan, arpacık, yumru, çelik, vb. parçalar­ hayvanların ve yangının etkisiyle ortaya çı­ la gelişip çoğalma). Bitki hemen hemen kan değişikliklerin sonucudur Yangın ba­ hep belli bir yere bağlıdır ve ardışık ola­ zen doğal bir nedenle (yıldırım) çıkarsa da rak orada egemen olan koşullara iyi kötü çoğu zaman insanlarca çıkarılır (orman, uymak zorundadır, oysa, hayvan daha el­ çalılık ve tarla yangınları). Bitkilerin bugün­ verişli yerlere kaçabilir. Bitkiler âleminde bireysel uyarlanmaların (yaşanan yere kü görünüşleri durağan değildir ve doğal uyum) önemi buradan gelir. koşullar bunları belli bir yönde değiştirme eğilimi gösterir. Ekilmiş bir tarla, doğal bit­ . Özet olarak denebilir ki, bitkiler ve hay­ ki örtüsünden uzaklaşmanın en ileri evre­ vanlar, yaşam için verdikleri genel sava­ sidir. Eğer insan tarlayı terk eder ve yal­ şımda, birbirine karşıt ve birbirini tamam­ nızca doğanın etkilerine bırakırsa, otlak layıcı özgüllükler ortaya koyarlar. olarak kullanmaz ve yangınlardan da ko­ —Biyocoğ. B itki topluluklarının adlandırıl­ ması. Bitki topluluğu birimlerini belirtmek rursa, tarlanın çimenlik görünüşünde, ma­ için günümüzdeki eğilim, halkın kullandı­ laz oluşturan otlarla örtüldüğü görülür Da­ ğı oldukça kısıtlı sayıdaki terimi (anlamla­ ha sonra dibi odunsu çalılar ortaya çıkar. rını bütünüyle dış görünüş açısından ta­ Orta Avrupa ikliminde, aynı koşullarda, bir fundalık oluşur: burada ağaç tohumları nımlayarak) kullanmaya yöneliktir, Afrika' da çalışan ormancılar ve botanikçiler res­ çimlenir, huş ya da fındık ağaçları, sonra mi bir terim listesi hazırlamak için Yangammeşe ya da kayın ağaçları ortaya çıkar ve bi’de (Zaire) anlaşmaya vardılar; şimdi Gü­ yavaş yavaş bir orman oluşur. Orman bir ney Amerika ve Asya’daki bitki topluluk­ kez yerleşti mi, "klimaks” denilen kalımlı bir bitki örtüsü niteliğini alır. Bu bir kayın larını belirten terimleri bu listeye eklemek ormanıysa, birbirini izleyen evreler dizisi için çalışmalar yapılmaktadır. tarla, çimenlik, fundalık, orman biçiminde Daha bilimsel sınıflandırmalar, çevrebi­ olur (kayın dizisi). Başka bir iklimde, örne­ limsel koşulları, bütünüyle dış görünüşe ğin Akdeniz kıyısında, sırayla otluk, çalılı dayanan terimlerle bağdaştırmaya çalışır. otluk, maki ve orman klimaksı biçiminde Briquet’nin önerdiği basit terimler, Yanbir gelişme görülür ve gelişme pırnal olugambi terimlerinin de eklenmesiyle belli şumuyla-sonuçlamntpırnal dizisi). Bu tür­ bir değişiklik geçirerek şu biçimi almıştır. lü gelişmelere "gelişme dizisi” denir, itıA. Az nem li toprak üzerindeki kara bitki­ - san ormanı yok ettiğinde "gerileme dizisi” leri toplulukları. başlar; bu dizinin son evresi, eğer aşın­ a) Sürekli bitki topluluklar^ - - - S ma çıplak kayaçları yüze çıkarmamışsa, ekili tarladır. Bk. harita sayfa 1702 Bitki topluluklarının dinamizmi kavram, uygulamada çok önemlidir, çünkü tarıma I. Orman: 1. yağışlı orman (ekvator or­ ve ormancılığa yön verir. Sözgelimi bir ça­ manları ya da "yağmur ormanları” ), alçak yırlık korunmak istiyorsa, burasını funda­ yükseltilerdeki nemli sık orman ve dağlar­ lığa dönüştürecek bitki topluluklarının di­ daki nemli sık orman olmak üzere ikiye ay­ namizmiyle mücadele etmek, bunun için rılır (bambuluklarla birlikte); 2 . sert yaprak­ de çayırlığa uygun sayıda otçul hayvan lı orman (pırnal,-okaliptüs), sert yapraklı getirmek gerekir. Tersine, bir orman elde ağaçlardan oluşur; 3. kışın yeşil orman etmek isteniyorsa, doğal dinamizmi des­ (özellikle muson rüzgârı esen bölgelerde, teklemek, yani gerileyerek çimenlik evre­ kurak mevsimde yapraklarını döken ağaç­ sine dönmeye ya da çimenlik evresinde lar), alçak yükseltilerdeki kurak sık orman­ kalmaya yol açan nedenleri ortadan kal­ ları, dağlardaki kurak sık ormanları, sey­ dırmak gerekir: bu durumda hayvan ge­ rek ormanları, ağaçlık ve çalılık savanları tirilmez, yangın çıkmamasına dikkat edi­ kapsar; 4. yazın yeşil orman (soğuk mev­ lir. simde yapraklarını döken ağaçlar), ılıman Öte yandan, bitki dizisi tipi, doğal çev­ bölgelerdeki ormanlardır; 5. iğne yapraklı re koşullarına bağlıdır. Nemli ve serin bir orman (kozalaklı ağaçlar), oldukça soğuk iklimin sonucu olan kayın dizisindeki ekili ülkelerde bulunur. bir tarla, daha sıcak ve daha kurak iklimli II. Çalılık ve fundalık: 1. yaprak döken ya da pırnal dizisindeki ekili bir tarlayla aynı bit­ dökmeyen sık çalılık; 2. ağaççıklı savan; 3. kiler, içermeyecektir Şu halde, dizilerin ya­ çalılık savan; 4. ağaççıklı bozkır; 5. çalılı boz­



yılımını gösterebilmek için bitki örtüsü ha­ ritalarını kullanmakta büyük yarar vardır. 1/200 000 ölçekli bitki örtüsü haritaların­ da her dizi, çevre koşullarıyla bağlantılı olarak ayrı bir renkle gösterilir. • B itki toplulukları ve iklim ilişkileri. Bitki topluluğu, baskın bir türün bir yerde baş­ ka türlerden sayıca çok fazla bulunması­ nın sonucudur, iklimler aynı tipteyse, bitki türlen de birbirine benzer Örneğin, çöl ik­ liminde yetişen kaba etli sulu bitkiler, farklı bitki gruplarından olsalar bile, birbirlerine benzerler. "M aki” tipi, Korsika'da, âğacımsı funda, laden, sakız ağacı, sapama, vb.’den oluşur; Güney Afrika’d a ^k d e n iz tipi iklimde, Korsika’dakinden-çok değişik cins ve familyalardan da olsalar, aynı bit­ ki örtüsü bulunur. Şu halde, bitki topluluk­ larını, floraları aynı olmasa da, büyük ik­ lim bölgelerine ve tiplerine göre sınıflan­ dırmak daha mantıklıdır. Yerkürenin bitki örtüsünün genel, bir çözümlemesi yapıl­ mak istendiğinde, büyük flora bölgelerini temel almak ve çevre koşullarını renkler­ le göstermek uygun bir yöntemdir. Farklı iki flora bölgesinde bulunan aynı renk, bu­ ralardaki bitki topluluklarının benzerlikle­ rini belirtecektir.



B İT K İ PATOLOJİSİ a. Bitki hastalıkla­ rını inceleyen bilim dalı. (Eşanl.



F İT O P A T O ­



L O J İ.)



Bitki patolojisi, bitkilerde hay­ vanların (özellikle böcekler), başka bitki­ lerin, virüs ya da viroitlerin saldırısından ileri gelen asalak hastalıklarını ve ortam koşullarının yol açtığı fizyolojik hastalıkla­ rı inceler. Hastalığın çeşitli evrelerini (bu­ laşma, kuluçka, enfeksiyon: fizyopatoloji) saptamaya ve hastalığın yayılma koşulla­ rını (salgın bilimi) belirlemeye çalışır. Ayrı­ ca, asalağı, bitkiyi ya da her ikisini birden doğrudan ya da dolaylı olarak etkileyerek bitki hastalıklarını önlemek ya da iyileştir­ mek için gerekli çareleri araştırır.



' — A N S İK L .



B İTKİBİLİM a . B O T A N İK i n e ş a n l a m l ı s ı . B İTK İB İLİM C İ a . B O T A N İK Ç İ’ n i n e ş a n ­ la m lıs ı.



B İT K İC İL sıf. Bitkisel maddelerle besle­ nen böcek için kullanılır.



BİTKİCİLER a. 1. Kınkanatlı böcekler öbeği.(Bitkicillerin temel özelliği, bacak­ larının dördüncü parçasının çok küçük ve beşinci parçayla kaynaşmış olmasıdır. Bit­ kicilerin üç familyası vardır: tohumkınkanatlısıgiller, yaprakböceğigiller, tekeböceğigiller. Bil. a. Phytophaga.) —2. Testeresinekleri de denen zarkanatlı böcekler öbeği. Bil. a. Phytophaga. BİTKİCİLLİK a. Sırf bitkilerle beslenen ki­ şilerin yemek rejimi. — A N S İ K L . Bitkicillik, etyemezliğe göre da­ ha sıkı bir rejimdir. Çünkü yalnız bitkiler âleminden gelen maddelere izin vermek­ le yetinmez, eti yasakladıktan başka tüm hayvansal ürünleri de (yumurta, süt, yağ, peynir, bal, vb.) yasaklar. Bu rejim, kalsi­ yum, protein ve vitamin (özellikle B12) ba­ kımından ağır eksikliklere yol açar.



B İTKİM Sİ sıf. Bitkiye benzeyen, bitkiyi andıran.



BİTKİN sıf. Gücü, canlılığı tükenmiş, çok yorgun kimse; bu güçsüzlüğün, yorgun­ luğun belirtisi olan şey için kullanılır: Yor­ gunluktan bitkin insanlar. Eve döndüğüm­ de bitkin b ir durumdaydı. Bitkin b ir yüz. ♦ be. Bitkin bir biçimde: Çok bitkin gö­ rünüyorsun. B itkin düşmek. Onu çok bit­ kin gördüm.



BİTKİNLİK a. Bitkin olma durumu; aşırı yorgunluktan kaynaklanan güçsüzlük, tüken­ mişlik: Bitkinlikten yürüyemiyordu. —Çoc. hekim. Çocukta görülen ileri de­ recede güçsüzlük. (Bitkinlik yeni doğmuş çocuklarda, çoğunlukla erken doğanlar­ da ve doğum ağırlığı yeterli olmayanlar­ da [2 500 g'dan aşağı) doğuştan olabilir. [Bebeğin yaşayabilirlik sınırı 1 000 g do­ layındadır.] Çocukluk çağında ortaya çı­ karsa yapısaldır; yaşlılıkta özellikle arter-



bitkinlik yosklerozdan ileri gelir ve çok yaşlı insan­ larda er ya da geç muhakkak belirir) —Tip. Sazı ağır hastalıklarda (menenjit, ti­ fo, vb.) görülen ve hastanın çeşitli uyarı­ lara tepki göstermemesiyle belirginleşen derin çöküntü hali,



1702



■•'idı'2 Mb -o -



selem ma



B İT K İS E L sıf. 1. Bitkilere özgü, bitkiler­ le ilgili,bitki türünden olan. —2. Bitkiler­ den üretilen; nebati: Bitkisel yağlar. —3. B itkisel hayat, bitkisel yaşam, zihinsel et­ kinliklerin durduğu, hayatın sürdürülme­ sinin temel gereksinimlerin giderilmesine indirgendiği durum: Bitkisel yaşama girm e kp —Bahç.Bitkisel toprak, bitki köklerinin or­ ganik macfdece zenginleştirdiği' ve siya­ hımsı birYenk verdiği üst toprak tabaka­ sı. 7 —Deric. Bitkise! sepileme, bitkisel köken­ li sepilem e m addeleriyle yapılan sepileme. SS—Güz. sant. ve Süslem. sant. Bitkisel süs­ leme, bitki motiflerini kullanan süsleme. (Bk. ansikl. böl.)



K u z e y -A m e rik a P a s ifik o rm a n ı



m e le z y a d a göknar v e m e le z le r L a u re n tia k a rış ık o rm a n ı



m ıs k o tu b o z k ırı K re o z o t



y a p ra k d ö k e n  p a la ş o rm a n ı



calisi



G ü n e y ç a m o rm a n ı



Xsns.se



L o u is ia n a d e fn e y a p ra k lı o rm a n ı



dö nen cesi



çaparal



campo lımpo



Çiğdemli vazo ya da Safran vazo, Louis Fuchs’un yapıtı (Daum atölyesinde yapıldı, 1898-99) çarkta oyulmuş üç katlı cam musee des Arts decoratifs, Paris



campo limpo puna O ğ la k d o n e n ce s



chaco BİTKİSEL SÜSLEME



m attoral



Bu haritada, insan müdahalesinin olmaması durumunda araziyi kaplayacak olan iklimsel bitki toplulukları gösterilmiştir: insan eliyle bitki topluluklarında meydana gelen aşırı parçalama ve karakter değişikliği (tarlalar, otlaklar» kentsel alanlar, garigler, makiler...) burada dikkate alınmamıştır.



5000 km



üstte marketrili bir konsol tepsisi abanoz ve gülağacı Louis XIV dönemi özel kol., Paris



altta Papatyah kadın (1898’e doğr.) Mucha'nın yapıtı basma kadife özel kol.



—Pedol. Bitkise! döküntü, bitkiler tarafın­ dan toprağa geri verilen ve humusu oluş­ turmak üzere belli bir hızla yığışıp mine­ ral toprağa katılan kırıntılar. —ANSİKL. Güz. sant. ve Süslem. sant. Bitkiler tüm uygarlıklarda rastlanan süsle­ me öğeleridir Mısır sütun başlıklarında, lotüs ya da papirüs çiçekleri örnek alınmış­ tı. Karnak'taki armalı ayaklar, stilize lotüs ve papirüslerle süslüydü. Yunanistan'da, Korinthos üslubunda başlıklar, ayıpençesi (akanthos) yaprağı biçimindeydi; tapı­ nakların alınlıklarında, palmet biçiminde akroterler yükseliyordu. Daha sonra, ayıpençesi yaprakları yaygın bir biçimde kul­ lanıldı: bu yaprakların karmaşık damarları, Roma başlıklarında ve daha geç dönem­ lerde, doğrudan antikçağ sanatından esinlenen tüm yapıtlarda (Provence ve Bourgogne'daki roman dönemi başlıkla­ rı) görüldü; Suriye, bizans ya da İslam başlıklarında, hatta yassı yapraklarla süslü Merovenjler ve Karolenjler dönemi yapıt­ larında da, basit bir tarzda işlenmiş ayıpençesi yaprakları kullanıldı. XII. yy. baş­ lıklarının kıvrımları da ayıpençesini örnek aldı. Gotik dönemin ilk bitkisel dekorları, Notre-Dame de Parıs'nin başlıklarında gö­ rüldü. Roman dönemi bitkisel dekorların­ dan kaynaklanmalarına karşın, bunlarda canlı ve gerçek yaprakların îümözellikleri vardır Sainte-Chapelle'in dekoratif heykel­



leri, büyük bir gerçekçilikle işlenmiş, di­ ğerlerinden kolayca ayırt edilebilen bir dizi oluşturur. Aynı durum Reims katedrali için de geçerlidir Ancak burada, kenarları tır­ tıllı yapraklar tercih edilmiştir (kıvırcık la­ hana, su kerevizi yaprakları, devedikeni). Bu tür yapraklar, giderek artan bir biçim­ de, Ortaçağ’ın sonuna dek görüldü. Ün­ lü Basel gülü (Cluny müzesi), XIV. yy. ku­ yumculuğunun yetkin bir örneğidir. Röne­ sans sanatında, Antikçağ’ın daha ince yapraklı bitkilerine dönüldü: kıvrıkdallar, gül biçiminde küçük süsler, ayıpençesi yapraklan. Gerçekçi üslupta bitkisel süs­ leme, aynı dönemde resimde de kullanıl­ maya başlandı. (-» ç İ ç e k . G ü z . sant.) XVIII. yy.’da bitkiler, süslemelerde en çok kullanılan öğeydi. Duvar süslerinde, özellikle de oyma tahtadan boyalı ya da altın yaldızlı lambrilerde, sürekli çiçek mo­ tifleri kullanıldı; bu motifler, rokay üslup­ ta, genellikle büyük bir hayal zenginliğiy­ le işlendi; ancak, yenikiasikçiliğin ortaya çıkışıyla birlikte, natüralist tasarıma geri dönüldü. Aynı durum, kuyumculukta ve mobilyacılıkta da görüldü; Louis XVI dö­ neminde, Jacob’un koltuklan ve Riesener’in mobilyalarındaki dikkatli doğa göz­ lemi oymalarda, işlemeli ve altın yaldızlı tunç eşyalarda da görüldü. Bu zevkin geliş­ mesinde, Marie-Antoinette'in kişisel kat­ kısı oldu. Seramik alanında, bitki motifle-



ri en çok porselenlerde kullanıldı, hatta bunların üç boyutlu kopyaları yapıldı: sert porselenden saksonya çiçekleri, daha sonra yumuşak hamurlu vincennes çiçek­ leri, inanıtmaz'deTecşde gerçeklik hissini uyandırdı. Fayanslardaysa, bitki teması yalnızca boyalı dekor olarak işlendi; Strasbourg, Niedervviller, Marseille, Sceaux, Aprey, vb.'de gerçekleştirilmiş örnekler­ de de görüldüğü gibi, bu alanda büyük bir yetkinliğe ulaşıldı. XIX. yy.’da Empire üslubunun ortaya çıkmasıyla çiçek motifi birdenbire süslemelerden kayboldu. Bu motif daha sonraları yavaş yavaş yeniden ortaya çıktı. ( -* y a p r a k .) Türk sanatında en çok kullanılan bitki­ sel bezemeler, hatai’ ya da gerçekçi üs­ lupta çiçekler (gül, lale, karanfil, sümbül, hanımeli, şakayık, düğün çiçeği, kadife çi­ çeği, kiraz çiçeği), yapraklar (beşyaprak* ya da pençberg, sadberg*, üçyaprak* _ya da seberg) ve ağaçlardır (yapraklı ya da meyveli, hayat ağacı, selvi, hurma ağacı). Bitkisel süslemeler önce çok stili­ ze (üsiuplaştırılmış) çiçek ya da ağaç mo­ tiflerinden oluşuyordu. Palmetli, lotüslü, rumili ve geometrik motifli süslemenin yaygın olduğu Anadolu Selçuklu ve Bey­ likler döneminde de stilize çiçek motifle­ rine rastlanır. Özellikle hayat ağacı motifi kimi yapı cephelerinde ya da çinilerde kullanılıyordu. OsmanlIlar’da kıvrıkdallar



BİTKİ ÖRTÜSÜ BÜYÜK BİTKİ TOPLULUKLARI



Divriği Ulu camisi’ndeki bitkisel süslemelerden ayrıntı



ların üzerlerinde, yer yer Süphan dağı (4 058 m) ve Nemrut dağı (2 801 m) gibi görkemli yanardağlar yükselir. Türkiye’ nin yükseklikte üçüncü dağı ve sönmüş bir yanardağ olan Süphan’ın krateri 1,5 B İT L E M E K g. f. Bitlerini ayıklamak. km uzunlukta bir buzulla kaplıdır. En son ♦ bitlenm ek dönşl. f. Kendi bitle-ıni 144Tde püskürmüş olan ve halen için­ ayıklamak. den gazlar tüten Nemrut dağının geniş —Avc. Bir kuştan, özellikle keklikten "öz kalderasında, bi’ri büyük ve derin, öteki ederken, tarlada ya da yolda tozlar .çinküçük ve suları sıcak iki göl yerleşmiştir. de oynaşmak. (Kuş bu davranışıyla tüyle­ Nemrut'tan çıkan lavlar, Van gölünü B.’ rinin bakımını yapmış olur.) dan kapatmış ve Bitlis çayı vadisini izle­ yerek G.’e doğru uzanan 20 km uzunluk­ B İT L E N M E K gçz. f. Üzerinde bit üre­ ta bir lav akıntısı oluşturmuştur. Van gö­ mek. lünün en derin (400 m’den çok) kesimini B İT L E N M E K - BİTLEMEK. oluşturan B. yarısı ile, Nemim un K.'indeki Erçek gölü ve Süphan’ın eteğindeki Ay­ BİTLER a. Kanatsız, başkalaşma geçirme­ gır ve Arin gölleri de il sınırları içindedir. yen, asalak böcekleri içeren takım. (Bitle -r yalnızca memelilerde yaşar. Sirke adı veri­ Bitlis, D. Anadolu’nun şiddetli kara ikli­ len yumurtaları konağın kıllarına yapışır Baş­ minin etkisindedir. Kışlar soğuk (Bitlis’te lıca cinsleri: Pediculus, Hematopinus, Phthiocak ortalaması-2,4 °C) ve uzundur. K.’ rius. Bil. a. Anoplura.) deki platolar ve çukurluklar dışında, özel­ likle dağlık kesimlerde bol olan yağışlar arasında çeşitli stilize çiçeklerden oluşan B İT L İ sıf. 1 . Üzerinde bit olan, bitlenmiş (Bitlis’te yılda 957 mm) çoğunlukla kışın süsleme üslubu yaygındı, ilk örneklerde­ kimse ya da hayvan için kullanılır —2. Bitli ve ilkbaharda düşer; kar yağışı zaman za­ ki aşırı stilize üslupta, Uzakdoğu'nun ve kokuş, vücut temizliğine özen gösterme­ man yolların kapanmasına tıeden olur Orta Asya sanatının etkisi dikkati çeker. yen, üstü başı kirli kadın için alay yollu (Bitlis'te karla örtülü gün sayısı ortalama Genel olarak hatai üslupta, çiçeklerin ayırt söylenir. 119). Yazlar sıcak, ancak kısadır. Bu sert edilmesi güçse de, şakayık, nar çiçeği gi­ B İT L İS (13), D. Anadolu bölgesinin G. iklim, derin Van gölünün etkisiyle göl kı­ bi örneklere rastlanır. Kullanıldıkları yüzeyi kesiminde il; 330 115 nüf. (1990); 6 707 yılarında bir ölçüde yumuşar. Bitki örtü­ kaplayacak biçimde uygulanan bu süs­ km2 (göller hariç); merkez ilçe dışında 6 sünün büyük ölçüde tahrip edildiği Bitlis’ lemede belirli şemalara bağlı kalınmakla ilçe; 12 bucak; 303 köy. Merkezi Bitlis, te, ormanlar il yüzölçümünün ancak 1/10’ birlikte, özgürce bir tasarım gözlemlenir. 38 130 nüf. (1990). Van bölge idare unu kaplar. En yaygın ağaç türleri meşe, Özellikle çini sanatında, XVI. yy. ortaları­ mahkemesi'ne bağlıdır. karaağaç ve ardıçtır. na değin hatai üslubunda bitkisel süsle­ Bitlis, osmanlı döneminde, günümüz­ Bitlis az nüfuslanmış (krrV'ye 49 kişi) me yaygındı. Tezhip ve cilt sanatında hade ayrı birer il olan Muş ve Siirt sancak­ ve kırsal nüfusun çoğunlukta olduğu il­ tai'nin yanı sıra küçük yapraklar, beşyaplarını da kapsayan daha geniş bir viiayelerden biridir. Yıllık nüfus artış hızı, 1985rak, sadberg, üçyaprak motifleri kullanıl­ tin adıydı, il toprakları, Van gölünün B. kı­ 1990 yılları arasında il ve ilçe merkezle­ mıştır. XVk yy. ortalarından başlayarak yılarından G.-D. Toroslar’ın dış eteklerine rinde 20 ,22, bucak ve köylerde %o daha doğacı üslupta bitkisel motifler yay­ kadar K.-D.-G.-B. doğrultusunda uzanan, 14,70 olmak üzere ortalama %« 17,07 gınlaşmıştır. Önceleri oldukça stilize işle­ kabaca üçgen biçiminde çok engebeli bir olarak gerçekleşti. Bu değer, Türkiye nen bu çiçekler arasında gül, lale, süm­ alanı kapsar. Bu üçgenin daha geniş olan geneline göre oldukça düşüktür. Buna bül ve karanfil başta gelir. Selvi ve hur­ G. kesimini, ilin belkemiğini oluşturan G. karşılık, Van gölü kıyısında önemli bir is­ ma ağacı da çokça kullanılan motiflerdir. D.Toroslar kaplar. Van gölünün ve Muş kele olan Tatvan, 54 000’i geçen nüfu­ Stilize olmalarına karşılık çiçeklerin biçimi ovasının G.'inde fay diklikleri boyunca bir­ suyla kalabalık bir kente dönüştü. belirgindir. Bunlar hatai ya da rumilerle denbire bir duvar gibi yükselen ve Bitlis birlikte aynı kompozisyon içinde kullanıl­ ilde tarım ve hayvancılık hemen hemen eski kütlesi de denilen bu dağlarda bir­ mıştır. XVII. yy.’dan sonra doğacı çiçek aynı ölçüde önemlidir. Bu engebeli böl­ çok doruk 2 500, hatta 3 000 m’yi aşar motiflerinin uygulanımı daha da artmış, gede tarım alanları dardır (il yüzölçümü­ XVIII. yy. sonlarına değin çiçekli süsleme­ (Bulak dağı 2 633 m, Ziyaret dağı 3 003 nün % 11 kadarı). Başlıca ürünler tahıl­ m, ilin D. sınırında Alacabük dağı 3 076 ler çinilerde, dönemin taş işçiliğinde (çeş­ lar (üretim miktarları sırasına göre buğ­ m, Gözeli dağı 3 103 m), iç ve G.-D. Ana­ meler, sebiller, mezar taşları) uygulanmış­ day, darı ve arpa), tütün, şekerpancarı ile dolu bölgeleri arasında aşılması çok güç tır. Duvar ve pano resimlerinde, kitap süs­ çeşitli meyve ve sebzelerdir, il, hayvan sa­ bir engel oluşturan bu dağlık kesimde, ilklemelerinde de pek çok örnek vardır.XVIII yısının çokluğuyla dikkati çeker (500 çağ’dan beri başlıca geçit, kaynağını Van yy. sonlarında Batı'nın Barok, Rokoko 000’e yakın koyun; bir bölümü tiftik keçi­ gölünün G.-B.’sındaki Rahva düzünden ve Empire üslupları etkisinde bitkisel süs­ si olmak üzere 300 000’den çok keçi). Sa­ alan Bitlis çayının vadisini izleyen yoldur, leme yaygınlaşmıştır. nayinin gelişmediği ilde, kimi sanayi et­ ii topraklarının K. yarısındaki engebeliği, kinlikleri de il merkezinde yoğunlaşmıştır, geniş ve yüksek platolar oluşturur. Bun­ B İT K İS İZ sıf. Okyanusların, ışık bulun­ ilin başlıca ulaşım yolları Van kıyılarını ve Bitlis geçidini izleyen karayollarıyla, K.’de Tatvan'a, G.’de Kurtalan'a uzanan demiril m erkezi ilçe merkezi yollarıdır. Ayrıca Tatvan'ın Tuğ iskelesin­ bucak merkezi den Van'a feribot seferleri yapılmaktadır. maması nedeniyle fotosentez gerçekleş­ meyen bölümleri için kullanılır. (Deniz bi­ yolojisinde, bitkisiz kesim, batliyal, abisal ve hadal katlarına ayrılır.)



Rüstempaşa camlsi’nde (İstanbul) bulunan bitkisel süslemelerden ayrıntı



Bitlis il haritası



O □ — — m,



il sınırı



Göldu:



- ------— ilçe sınırı “ • • • • » « O



\N a z ik g



nüfuslarına göre yerleşmeler



Ovakışla Korkut



Çarpanakac Ç a v u ş d.



LTVAN-



Gümüşde



Kavakbaşı



Meydan ;



2973 ) '



1SASON Sarıkonâk



KOZLUK j Bahçesaray



□ Tuzlagözü 3 A Y fö N ^ y



h



Dilektepe m



Cevizlik



ÇATAK







. '



✓"n ŞİRVAN



□Yanarsu



KURTALAN. PERVARİ1



eşyükselti eğrileri:



1000 2000:3000 m.



B İT L İS , Bitlis ilinin merkezi kent. Karayoluyla Ankara'dan 1110 km, G.'de de­ miryolu istasyonu Kurtalan'dan 90 km, Van gölü kıyısındaki iskelesi ve istasyo­ nu Tatvan’dan 25 km uzaklıkta; 36 073 nüf. (1985). • COĞRAFYA. Geçmişi ilkçağ'a inen, es­ ki bir yerleşme merkezi olan Bitlis, D. Ana­ dolu'yu Mezopotamya’ya bağlayan en kı­ sa ve en kolay aşılan doğal yol oian Bitlis çayı vadisinin biraz genişlediği bir'yerde, 1 400 - 1 450 m yükseltilerde kurulmuş­ tur. Kentin batısındaki dar bir sırt üzerin­ de, bu tarihsel yolu denetleyen görkemli kale yükselir. Kentin çekirdeğini kalenin eteğinde dar ve dolambaçlı sokaklar bo­ yunca basamak basamak sıralanmış sı­ kışık evler ve çarşı oluşturur. Bitlis çayı va­ disini dolduran bir lav akıntısının yarılma­ sıyla oluşmuş düzlükler üzerinde öteki mahalleler yer alır. Yeşillikler içinde bir şe­ rit oluşturan vadi, onu kuşatan çıplak te-peler, vadi boyunca uzanan toprak damlı, güzel taş evler ve arkada yükselen gör­ kemli kale, Bitlis'in görünümüne ayrı bir özellik katar. Tarihi boyunca önemli bir merkez rolü oynayan kent nüfusunun XIX. yy.’da 30 000 dolayında olduğu sanılıyor. Dere boyunca sıralanan ve siyah sahtiyan yapımıyla ünlü tabakhaneleri ve öteki ti­



caret ürünleri (pamuklu bez, kök boya, tü­ tün, hayvan ürünleri) ile canlı bir merkez olan Bitlis, Birinci Dünya savaşı yıllarında­ ki düşman işgali ve ermeni komitacıları­ nın yol açtığı karışıklıklar sonucu sönükleş­ ti ve bir süre kalkınamadı (1927'de nüfu­ su 9 000 idi). Kent ancak D, ve G.-D. Ana­ dolu'nun son yıllardaki gelişmesine koşut olarak yeniden canlanmış; 1950’de bile ancak 11 150 olan nüfusu, 1990’da 38 130'a yükselmiştir. Un ve tütün fabrikala­ rı ile dericilik, battaniye ve halı dokuma­ cılığı başlıca sanayi dallarıdır. •'TARİH. Kuruluşuna ilişkin söylenceye göre, adını Makedonya kralı Aleksandros'un (Büyük İskender) buyruğuyla bu­ raya bir kale yaptıran komutanı Badlis’ ten alır. Bizans döneminde kimi zaman Sasaniler’in istilasına uğrayan Bitlis, Bi­ zans devletine bağlı Vaspurakan krallığı' nin önemli kentlerinden biri oldu. Halife Ömer döneminde müslüman Araplar’ca ele geçiriidiyse de, kısa süre sonra Bi­ zanslIlar tarafından geri alındı. Emevi ha­ lifesi Abdülmelik döneminde (685-705) yeniden Araplar’ın eline geçen kent, ikiyüz yılı aşkın bir süre emevi ve abbasi egemenliğinde kaldı. 927’de Bizans’ın, X. yy.’ın sonlarında da Mervaniler’in eline geçti. Mervaniler’in bölgedeki egemenli­ ğine son veren Fahrüddevle Muhammet bin Cuhayr tarafından Dilmaçoğlu Meh­ met Bey’e ikta’ edildi. 1192’de sırasıyla Ahlatşahlar’ın ve Eyyubiler’in (1207) eli­ ne geçen Bitlis, Celalettin Harizmşah ve Moğol ordularınca yıkıma uğratıldı. Daha sonra Şerefhanlar sülalesinin yönetimi al­ tına girdi. Birbiri ardısıra Karakoyunlular’a, Timuroğulları’na, Akkoyunlular’a ve Safeviler’e bağımlı olarak varlığını sürdü­ ren Şerefhanlar, XVI. yy. başlarında Os­ manlI devletine bağlandılar (1514). Os­ manlI egemenlik sınırı içinde yarı bağım­ sız olarak hüküm süren Şerefhanlar ha­ nedanı, XVII. yy.’ın ikinci yarısından son­ ra ortadan kaldırıldı (1670). Bundan son­ ra da yerel ailelerden atanan beylerce yö­ netildi. Beylerin egemenliğine 1894'te ke­ sin olarak son verildi, Erzurum eyaletinin Muş sancağına bağlı kaza merkezlerin­ den biri oldu. 1877-1878 Türk-Rus savaşı’nın ardından vilayet yapıldı. Birinci Dünya savaşı sırasında, 1916’da rus ve ermeni ortak saldırısına uğrayarak toplu kıyıma sahne oldu; 8 ağustos 1916’da kurtarıldı. Cumhuriyet’ten sonra il merkezi oldu, ilçeye dönüştürülerek Muş iline bağlandıysa da (1929) bir süre sonra ye­ niden il konumuna getirildi (1935). • MİMARLIK. Türkler’in Anadolu’daki ilk yerleşim' merkezlerinden olan Bitlis'te, Selçuklu, Beylikler ve Osmanlı dönemle­ rinden birçok yapı bulunmaktadır. Ken­ tin ortasında yükselen B itlis kalesi1nin ta­ rihi Büyük İskender'e değin uzanmakta­ dır. Bizans kaynaklarında da adı geçen kalenin birkaç kez yıkıldığı, Türkler döne­ minde onarıldığı bilinmektedir. Evliya Çeiebi’nin verdiği bilgiye göre iç kalede 300 ev ve büyük bir saray vardı. Aşağı kale­ deyse çarşı, bedesten ve birkaç yüz ev bulunuyordu. Anadolu türk mimarlığının en eski ve önemli yapılarından biri B itlis ’ Ulu cam isi'dir. 1444 tarihli Hacıbegiye mescidi, aslında küçük bir külliyenin bir parçasıdır; medresesi günümüze ulaşma­ mıştır. Mescit, dikdörtgen planlı yalın bir yapıdır. Kızıl cam i'nin yapım tarihi bilin­ memektedir; ancak 1507 ve 1696 tarihli onarım yazıtları vardır. Kareye yakın dik­ dörtgen planlı, toprak damlı yapı, çok ayaklı ulu camiler grubundandır. Cami, medrese, imaret ve türbe yapılarından oluşan Şerefiye külliyesi Bitlis beylerinden Şerefhan IV döneminden kalmadır (1528 /1529). Osmanlı döneminde yapılmış ol­ masına karşılık, Selçuklu taş işçiliğini XVI. yy.'da yaşatan önemli bir örnektir. D.-B. doğrultusunda dikdörtgen planlı camide, mihrap önü kubbesi ana mekâna ege­ men olacak biçimde büyük tutulmuştur. Kareye yakın dikdörtgen planlı medrese­ nin ortası açık avluludur. D.'da kubbeli



beş oda, girişin karşısında büyük dersha­ ne bulunur. Caminin taçkapısına bitişik olan türbe kare kaide üzerine sekizgen gövdelidir; piramit biçimi külahla örtülü­ dür. Özellikle girişi çevreleyen geçme ör­ güler, sekizgenler, yıldız ve burulmuş ha­ lat motiflerinden oluşan bezemeleriyle dikkati çeker, imaret, yalın bir yapıdır. Dörtsandık cam isi'nin yapım tarihini be­ lirleyici iki yazıtı vardır. Bunlardan biri mih­ rapta (1552), öteki türbededir (1552). Ca­ minin ana mekânı ortadaki bir sütunla dörde ayrılmış ve her bölümün üstü kü­ resel bingilere oturan kubbelerle örtül­ müştür. 1572 tarihli M emidede mescidi, yarısı mescit, yarısı türbeden oluşan L planıyla dikkati çeker. Ayrıelbarit cam isi ya da halk arasındaki türkçe adıyla Soğukpınar m escidi 1664/1665'te Molla Ga­ zi Abdurrahman tarafından yaptırılmıştır. Bu yapıca da ana mekân, ortadaki bir sü­ tunla dörde ayrılmış ve her bölüm kub­ beyle örtülmüştür. Bunların dışında yapım tarihi bilinmeyen Şeyhhasan camisi, 1783/1784.’te Maksut Paşa tarafından yaptırılan Alem dar camisi, 1810 ’da büyük bir onarım geçiren Kureyşi camisi, yapım yazıtı bulunmayan, ancak mimari üslu­ buyla XVII.-XVIII. yy.’lara tarihilendirilen Taş cami, 1801 tarihli onarım yazıtı bulu­ nan, çevresindeki yapılarla L biçiminde planı ve çok yüksek ve gösterişli minare­ siyle ilgi çeken Gökmeydan cam isi sayı­ labilir. Döneminin önemli kültür merkezlerin­ den olan Bitlis'te, birçok medrese bulun­ maktaydı. Bunlardan ihlasiye medresesi Selçuklu geleneğini sürdüren planı ve be­ zemeleriyle kentin en gösterişli yapılarındandır. 1589’da Şerefhan V tarafından yaptırılan medrese dört eyvan, kubbeli or­ ta avlu ve yanlarda odalardan oluşur. Kentin anıtsal değerdeki bir başka yapı­ sı H atibiye m edresesi'dir. Yapım yazıtı bulunmamakla birlikte XVI. yy.'atarihlendirilir. Bugün oldukça yıkık durumda olan yapı, G.-B. köşede oniki basamakla çıkı­ lan teras ve bunun arkasındaki odalarla, ince işçilikli bezemeleriyle dikkati çeken büyük bir dershaneden oluşur. Avlu bu yapıda da kubbelidir. Bunlara 1700 tarihli Nuhiye medresesi ve XVIII.-XIX. yy.’larda yapıldığı sanılan Yusufiye medresesi ek­ lenebilir. Bitlis, türbe mimarisi açısından da önemli merkezlerdendir. Bunların en es­ ki tarihlisi, XIV. yy. sonuyla XV. yy. başla­ rına tarihlenen Ziyaettinhan türbesi'dir. Şerefhan II türbesi, yazıtsız olmasına kar­ şılık XV. yy.'a tarihilendirilir. Kare kaide üzerinde sekizgen gövdeli külah örtülü bir yapıdır. Şerefhan ll'nin kızları için yaptı­ rıldığı sanılan ve gene XV. yy.’a tarihilen­ dirilen Ü çbacılar türbesi, ihlasiye medre­ sesi yapılar topluluğu içinde bulunan Velişem settin türbesi (XV. yy.), kapı ve pen­ cere silmeleri örgü motifiyle bezenmiş Nu­ riye (Nurbaba) türbesi (1700), 1723 tarihli Saidiye (Saitşerefhan) türbesi, XVIII. yy.’dan Seyitibrahim (Şeyh Hacı İbrahim) türbesi vb. anılmaya değer. Kentteki bir başka önemli yapı türünü, hanlar ve kervansaraylar oluşturur, işlev­ lerini yakın zamana değin sürdürebilen bu yapılardan biri olan Hazo han, yazıtı­ na göre 1626/1627’de onarılmıştır. Uzun dikdörtgen biçimindeki yapı, iki sıra ha­ linde düzenlenmiş sekiz ayakla, sivri to­ noz örtülü on beş bölüme ayrılmıştır. Bitlis -Tatvan yolu üzerindeki Bapşin hanı'nin XVI. yy.’da Hüsrev Paşa tarafından yap­ tırıldığı sanılmaktadır. Bu yüzden Hüsrevpaşa hanı olarak da bilinir. Kalın ayak­ larla üç şahına ayrılan yapı, beşik tonoz örtülüdür. Gene Bitlis-Tatvan yolu üzerin­ deki Elaman ya da Rahva kervansarayı, XVI. yy.’da Hüsrev Paşa tarafından yap­ tırılmıştır. Anadolu’daki en büyük kervan­ saraylardan biri olan yapı yazlık ve kışlık bölümlerden oluşur. Duhan, Bitlis-Diyarbakır yolu üzerinde görkemli bir yapı­ dır XVI. yy.’dan Han hamamı ve Hüsrev-



paşa hamamı klasik türk hamamları pla­ nında yapılardır. Bitlis’in içinden geçen dört suyun üze­ rinde 24 köprü bulunmaktadır. Kesme taştan ve kemerli olarak yapılan bu köp­ rülerin en eskileri Efiesağa, Alemdar, Hüsrevpaşa, Gazibey, Aynelbarit, Hatuniye, Karadede, Değirmen, Şerefiye ve Arap köprüleridir.



Siîiis’ten bir görünüm



BİTLİS a 1. Bitlis ve yöresinde yetiştiri­ len açık renkli, orta boylu, özgün kokulu tütün. (Türk tütünleri içinde en çok kar­ bonhidrat içeren [% 22-25] tütündür.) —2 . 80 mm boyunda, 8 mm çapında yu­ varlak kesitli, açık renk tütünlü, sert ve tatlı içimli filtreli sigara çeşidi. BİTLİS m asifi, D. Anadolu’da, Van gö­ lünün G.’inde yer alan, yaklaşık 300 km uzunluğunda ve en çok 60 km genişliğin­ de, Cambriaöncesi ve Permo-Karbon yaşta eski kütle. Türkiye'de yüzeye çık­ mış en büyük masiflerden biridir. Üzerin­ deki birçok doruğun yükseltisi 3 000 m’yi aşar. K.’de genç volkanik kayaçlar, G.’de D. Anadolu bindirme fayı ile sınırlanmış­ tır. Yapısında granit, gnays ve amfibolitlerden oluşan bir çekirdek ile, çeşitli şist­ lerden meydana gelen bir örtü ayırt edi­ lir. Birkaç kez başkalaşmaya, kırılmalara ve bindirmelere uğramış; son epirojenik hareketlerle de K. sınırı boyunca faylanarak yükselmiş ve G.’e doğru çarpılmış­ tır. B itlis U lu c a m is i, Bitlis kentinin mer­ kezinde, Bitlis çayı kıyısında cami. Ana­ dolu türk mimarlığının en eski örneklerin­ den biri olması açısından önemlidir. Ya­ zıtına göre, 1150’de Ebul Muzaffer Meh­ met bin Muzaffer bin Reşit tarafından onartılmıştır. Enine planlı yapı, mihrap du­ varına koşut üç şahına, her şahın da pa­ yelere oturan sivri kemerlerle beşer bö­ lüme ayrılmıştır. Bu plan artukiu camile­ rinde gelişimini sürdürmüştür. Düz çatılı yapıda mihrap önü, içten kubbe, dıştan yuvarlak bir kasnak üzerine yerleştirilmiş külahla haiirlenmiştir. Caminin K.-D. kö-



Bitlis’te Şerefiye camisi



Bitlis Ulu camisi şeşindeki gösterişli minare 1492'de eklenmiştir. Bezemeleriyle Bitlis minareleri­ nin, en güzel örneklerindendir.



1706



BJT ü KK gçz. t. 1. Başlanan bir iş, sü­ rüp giden bir dönem, bir durum sözko­ nusuysa, sona ermek, geride kalmak, ta­ mamlanmak: Çalışman bitince beni ara. Çok şükür bu ev işi de bitti. Askerliğin bitti mi? Okul bittikten sonra ne yapacaksın? Tiyatro mevsimi bitiyor. Olgunluk çağı bit­ miş, yaşlılığın ilk belirtileri başlamıştı. —2 . Ar,aç tüm leci + bitm ek, bir şeyle ya da herhangi biçimde sonuçlanmak: Chopin' in b ir npktüm üyle biten konser. Tartışma kavgaylâ-bitti. Sert ünsüzlerle biten söz­ cükler. —3. B ir yerde, b ir tarihte, b ir sü­ rede bitm ek, bir şey sözkonusuysa, ora­ da, o tarihte, o süre içinde sona ermek, ötesi olmamak: Yol burada bitiyor. Kon­ ferans 20 eylülde bitecek. Evin onarımı üç ayda bitti. —4. Para, mal, erzak vb. söz­ konusuysa hiç kalmamak, bütünüyle tü­ kenmek: Elindeki bütün para bitmişti. Ev­ de şeker bitm iş. —5. Bir kimse sözkonu­ suysa, aşırı ölçüde yorulmak; dayanma gücü kalmamak: Bütün gün çalış didin, bittim , tükendim. Adam cağız bitmiş. —S, Tkz. B ir kimseye, b ir şeye bitm ek, ondan çok hoşlanmak, onu aşırı ölçüde beğen­ mek: Bitiyorum bu kıza. —7. Bitmek tü­ kenmek bilmemek, bir türlü sonu gelme­ mek, eksilmemek. Jj (Hiç) bitm eyecekm iş gibi, çok uzun. || Bitmez tükenmez, bitip tükenmez, sonsuz, uçsuz bucaksız; hiç bitmeyen: Bitmez tükenmez bozkırlardan geçiyoruz. || (H er şey) bitti, yapılacak bir şey kalmadı. At- bitirm ek ettirg. f. 1. B ir şeyi, b ir şey yapmayı, b ir eylem i bitirm ek, onu sonu­ ca vardırmak, tamamlamak: Bulaşığı, bu­ laşık yıkam ayı bitirm ek. H er şeye başlar ama hiçbir şeyi bitiremez. Yemeğini bitirdiysen çıkabiliriz. —2. B ir şeyi (b ir şeyle) bitirm ek, onu o şeyle sona erdirmek., onunla son vermek: Yazını nasıl bitirecek­ sin? Konuşmasını barış çağrısıyla bitirdi. Yemeği tatlıyla bitirm ek. —3. B ir şeyi (so­ mut) bitirm ek, miktarı beili bir şeyi bütü­ nüyle tüketmek: Piyangodan kazandığı bütün parayı bitirm iş. Koca b ir şişe içkiyi b ir saatte bitirdi. —4. Bir dönem i b ir du­ rumu bitirm ek, bir dönemi tamamlamak, bir durumda olmayı sona erdirmek: Zo­ runlu hizm etini bitirm ek. A skerliğini b itir­ mek. —5, B ir kim seyi bitirm ek, onu güç­ süz bırakmak, bitkin düşürmek; mahvet­ mek: Çocuğun okul giderleri bizi bitirdi. Gevezeliğiyle beni bitiriyor. Hastalık onu bitirm iş. B iracı babamı bitirecek. Kumar, içki onu bitirdi. —Avc. İşini bitirm ek, bir hayvanın ölüm­ cül yerine tüfekle ateş ederek ya da av bıçağıyla vurarak hayvanı öldürmek. ♦ b itirilm e k ettirg f. Bitirmek eylemi­ ne konu olmak. hi t—



B İ T ME K gçz. f. 1. Bitki sözkonusuysa,



Sakalı bitm edik yetim ler. —3. Tkz. Bir kimse sözkonusuysa, beklenmedik bir za­ manda ortaya çıkmak: Aram adığım yer­ de bitiyorsun. Nereye gitsek, orada biter. B itm e m iş s e n J a n l, Peter Van Dijk'in pas de deux'sü. Müziği Schubert'indir. ilk kez 1958'de Reims'te sahnelendi. 1959' da Paris’te, Opdra-Comique’te yinelendi. Başrollerde Jacqueline Rayet ve Peter Van Dijk dans ettiler. Çağdaş pas de deux'lerin en güzellerinden biri sayılan bu yapıt, American BalletTheatre'ın.Kirov balesi'nin, Hamburg ve Paris operaları­ nın repertuvarına girmiştir. s St M E M İ ş U R sıf Dilbil. Fiilin anlattığı eylemin gerçekleşmesi sırasında, göz önüne alındığını belirten görünüş biçimi için kullanılır.



B îtm « jf« B y o l, Duygu Sağıroğlu’non yönetmenliğini yaptığı ilk televizyon filmi (1965). Başlıca rollerini Fikret Hakan, Selma Güneri, Tuncel Kurtiz ve Ayfer Feray' ın paylaştığı film kırsal kesimlerden büyük kente göç eden insanların yaşam kavga­ sını ve dramını yansıtır. Yurt içinde ve dı­ şında katıldığı festivallerde beğenildi ve olumlu eleştiriler aldı. B İT M İŞ Ü K a. Dilbil. 1. Görünüş bildi­ ren ve eylemi bitmiş olarak ele alan fiil bi­ çimi. —2. Kimi dillerde, bir oluşu, geçmiş bir eylemin şimdiki sonucu olarak sunma­ ya yarayan fiil biçimlerinin tümü. B İT N İK a. (amer, beatnik). 1. ikinci Dün­ ya savaşı'ndan sonra ortaya çıkan dav­ ranışları ve giysileriyle toplum kurallarına başkaldıran gençlere verilen genel ad. —2. A BD ’de ortaya çıkmış "beat generation” hareketi yanlısı kimse. S İT O K a. (rusça söze.). Una, yumurta­ ya batırıldıktan sonra, tavada kızartılan baharatlı köfte; kızarmış soğanla birlikte servis yapılır (Rus mutfağı).



dan alınmış b ir masa. —ANSİKL, Osmanlılar’dan günümüze ka­ dar, kullanılmış eşyaların ucuza alınıp sa­ tıldığı, antika meraklılarıyla parasal gerek­ sinimi olanların karşı karşıya getirildiği yer olma özelliğini korudu. Osmanlı dönemin­ de Anadolu ve Rumeli'deki büyük yerleş­ me merkezlerinin çoğunda bitpazarları kurulurdu. Buralardaki esnaf, eskiciler ya da kullanılmış eşyalarını çeşitli nedenler­ le ellerinden çıkarmak isteyenlerden top­ ladıkları malları belirli günlerde açtıkları sergi ya da dükkânlarda satarlardı. Da­ ha sonraları sürekli kurulmaya başlayan bitpazarları arasında en büyük olanı istanbul’dakiydi. Fetihten sonra kurulduğu sa­ nılan İstanbul'daki bitpazarı, halk arasın­ da "bayat pazarı” , "batpazarı” gibi adtarla da anılırdı. Önceleri Kapalı çarşı ile Bayezıt camisi arasındaki alanda kurulan bu pazar, daha sonra İstanbul'un çeşitli semtlerinde açılan bıtpazarlarına (Topkapı, Aksaray Horhor, Kadıköy) örnek oldu. Ankara'da itfaiye meydam'nda, İzmir’de Çankaya’da bitpazarı özelliği taşıyan sü­ rekli çarşılar vardır. B İT R U C İ (Nurettin Ebu ishak), Endülüs­ lü arap gökbilimci (XIII. yy.). Ortaçağ ba­ tılı yazarları onu, Alpetragius adıyla anar­ lar. Düşünceleri, ibn Bacce ve öteki En­ dülüslü gökbilimcilerinkine dayanır. En ünlü yapıtı Kıtâbun fi'l-h e y 'e 'dir. Bu yapıt latinceye ve ibraniceye de çevrilmiştir. B İT T A B İ be. (ar. bı- ve e l-ta b ri'den bit-tabri): Esk. Elbette, tabiatıyla, doğal olarak. B İT T A S ü S a. i nce bedenli, uzun ba­ caklı akrepsinekler cinsi (Tipula cinsi üye­ lerine benzer. Çalılıklarda ön ayakların­ dan asılı durur. Larvası yerde yaşar. Asıl anakrepsinekgiller [Bittacidae] familyası.)



S İT T A M A M be. (ar. bı- ve el- tamâm' dan bı-t-tamam). Esk. Tamamıyla, eksik­ siz. B İT O L A ya da B İT O L J , esk. Manas­ B İT T E L (Kurt), alman arkeolog (Heitır, Yugoslavya'da (Makedonya) kent, denheim 1907-ay. y. 1991). Kahire Al­ Pelagonya (Pelagonija) ovasında; 137 man arkeoloji enstitüsü’nde (1931-1933) 835 nüf. Sveti-Dimitrija ortodoks kilisesi. XVI. yy. 'da yapılmış camiler. Bir tarım böl­ ve Tübingen Üniversitesinde (19461953) görev aldı. İstanbul Alman arkeo­ gesinin merkezi. Dokuma sanayisi. —Fransız-Sırp kuvvetleri kasım 1916'da loji enstitüsü müdürlüğü sırasında Bulgarlar’a karşı burada bir zafer kazan­ (1938-1960) İstanbul Üniversitesi edebi­ yat fakültesi’nde açılan Prehistorya kürdı. (— M a k e d o n y a seferi.)— Çevresinde süsü’nde ders verdi. Alman arkeoloji eski Heraclea Lyncestis'in yıkıntıları. enstitüleri başkanlığına getirilmesi üzeri­ BİTO N - KLEOBİS. ne İstanbul’dan ayrıldı (1960). Berlin ve 3 İT O N T O , İtalya'da kent, Puglia’da, Tübingen üniversitelerinde ders verdi. Bari’nin B.'sında; 49 616 nüf. Puglia’daki 1972’de emekli oldu. Anadolu’da Bo­ roma sanatının başyapıtı .olan katedral ğazköy, Demircihöyük kazılarını yönetti. (1175-1200). Şarap üretimi (Zagerello), Özellikle hitit başkenti Hattuşaş’ı ortaya çı­ meyve yetiştiriciliği. 1734'te ispanyollar karmak üzere yaptığı Boğazköy kazılarıy­ burada Avusturyalılar'ı yenmişlerdi. la tanındı (1931-1939, 1952-1977). Önemli yapıtları: Die, Ruinen von Boğaz­ B İT O T U a. 1. Orta ve Güney Amerika’ köy (Berlin, 1937); H e th itisch e da yetişen 1 -2 m yüksekliğinde çokyıllık, Bestatungsbrauchen (1940); Hattuşa, the soğanlı ve sarı çiçekli otsu bitki. (Kurutu­ capitol of H ittites (New York, 1970); Bo­ lan tohumlan toz ya da tentür halinde dış ğazköy Führer (1971): Yazılıkaya (Berlin, asalaklara karşı kıllı ve saçlı deriye sürü­ 1975); les H ittites (Paris, 1976). Schoenocaulon officinale; zam­ lür. Bil. a. bakgiller familyası.) [Eşanl. PAPAZOTU j SSÜTTEIB a. (alm. bitter, acı). Bitki özütle—2. Anadolu'da Ege ve Akdeniz bölge­ riyle ve acı maddelerle (centiyan, kına­ lerinde denize yakın yerlerde yetişen çok kına, kasya) kokulandırılmış, genellikle al­ zehirli otsu bitki. (Kaynatılarak elde edi­ kolsüz aperitif içki. — Bir tür bira. len suyu böcek ilacı olarak kullanılır; bil. —Şekere. Sütsüz, şeker oranı az bir çiko­ a. Delphinium staphisagria; düğünçiçeğilata türü. giller familyası.) [Eşanl. MEVZEK] —3. B İT T E R F E L D , Almanya’nın Saksonya Dağlarda yetişen yarı asalak ot (pedicuAnhalt eyaletinde kent; 26 400 nüf. Bir lin­ laris). Çiçekleri genellikle pembe ya da yit yatağına bağlı olarak kurulmuş elektsarı renklidir ve sapın ucunda iki dudaklı rokimva ve elektrometalürii sanayileri. bir taçla bir sürü bürgü yaprağından olu­ şan bir başak biçiminde bulunur. Üstteki dudak bir başlığı andırır. (Bataklık bitotunun [Pedicularis paiustris] boyu 50 cm'yi bulur; çiçekleri pembedir. Orman bitotu [P. canadensis] 15-20 cm boyundadır; nemli ormanlarda yetişir.) B iT O V M İT a. (fr. bytovvnite; Ottavva’nın eski adrBytovvn'dan). Miner. Anortit ile labrador arasında yer alan, kalsiyum ora­ nı yüksek bir plaıioklaz. 3İT !» A S A R I a. Kullanılmış, eski eşya alı­ nıp satılan çarşı ya da pazar: Bitpazann-



B İT T B R R İT a (ing. bitter, acı, ve p/f, çekirdek). Elmanın etli kısmında, acı tat veren mantarsı birikimlerle belirgin mey­ ve hastalığı. (Bu afetin nedeni karmaşık fizyolojik olgulardır. Büyük bir olasılıkla üç element [kalsiyum, magnezyum, potas­ yum] bunun oluşunda rol oynamaktadır.) »İTTE İFITO Ö T K A M O S , ABD’nin ba­ tı kesiminde dağ sırası, Montana ve idaho eyaletleri topraklarında uzanır. ‘SSi t S (Bernardo), ıtaiyan ressam/Camerino 1548-Uma 1610). Cizvit papazıy-



Biya dı. Güney Amerika’da XVI. yy.'ın en iyi ressamı sayılıyordu. Güney Amerika’ya manierismo akımını o soktu. Özellikle Pe­ ru’da çalıştı. B ittn e r v irü s ü , laboratuvarlarda kulla­ nılan bazı farelerde meme uru yapan ve emzirme sırasında yavrulara da geçen vi­ rüs. B İT T E R N E R Ö W N A (Barbarına), polonyalı dansçı (Lwöw 1924). Poznan operası’nın, daha sonra da Bytom ve Varşo­ va operalarının yıldız dansçılarından biri­ dir. Bahçesaray çeşmes/’ndeki Zarema ve Romeo ve Juliet'tekı Juliet rollerinin ilk polonyalı yorumcusudur. B İT U İT U S , İ.Ö. II. yy.’ da Arvernler’in kralı. Allobroglar’a yardım etmek için bir orduyla yola çıkan Bituitus, İ.Ö. 121 ’de, Rhöne ile isĞre’in birleştiği yerde Roma­ lılar tarafından yenilgiye uğratıldı. Bir iha­ net sonucu yakalandı; O. Fabius Maximus Allobrogicus'un zaferinde onun da payı vardır. B İT U R İC L E R (“ dünyanın kralları"). Esk. coğ. Galya’da yaşamış halk. Sezar Galya’ya geldiği sırada iki kola bölünmüş­ lerdi; Bituriges Vivısci kolu (daha sonra Burdıgala'yi [Bordeaux] başkent yaptılar) ve Bituriges Cubi kolu (başkentleri önce Avaricum , sonra B ituriges [Bourges] ol­ du). Galya savaşları sırasında Sezar’a karşı büyük bir direnç göstererek savaş­ tılar. B İT Ü M a. (fr. bitume; lat. bitum en'den). Kim. Yüksek molekül kütleli hidrokarbon­ lar ile hidrojen ve karbonca çok zengin organik maddelerin doğal ya da yapay karışımı. (Bu tür organik maddeler oksi­ jen, kükürt, azot, eser miktarda metal, özellikle nikel ve vanadyum içerirler.) [Bk. ansikl. böl.] —Bayınd. Akıcı bitüm, uygulamadan son­ ra buharlaşan bir seyrelticiyle akışkanlaş­ tırılmış karayolu bitümü(Eşanl. k a t b e k .) —inş. ve Bayınd. Donatılı bitüm, inşaatta sızdırmazlık sağlamak için kullanılan ince yalıtım levhası. (Fabrikada, bir armatür bitümle kaplanarak elde edilir. Gereğinde fillerlenen bitüm katmanının toplam kalın­ lığı, armatür kalınlığını taşar.) [YÜZER şap da denir.] —ANSİKL. Bitümler katı ya da çok ağdalı, yoğunlukları bire yakın, renkleri koyu kah­ verenginden siyaha kadar değişen bile­ şiklerdir. Bilinen organik çözücülerde (klo­ roform, karbon sülfür) büyük oranda çö­ zünürler. Yaklaşık 50° C’ta yumuşar ve 100° G’ta sıvılaşırlar. Doğal bitüm ler, ya tortul kayaçların (kum, kumtaşı, kireçtaşı) gözenek ve çatlaklarında ağdalı ya da ka­ tı sızıntı halinde bulunur ya da damarlar biçiminde kırıkları doldurur. Bunlar genel­ likle yerbilim olaylarının etkisi altında bir petrol yatağından yüzeye çıkan ve dış or­ tamda uçucu bileşenlerini yitiren, az ya da çok bozunmuş petrol artıklarıdır. Günü­ müzde kullanılan ad dizininde, asfalt ve asfaltit olmak üzere ikiye ayrılırldl: orga­ nik çözücülerde bütünüyle çözünenlere asfalt, bölümsel çözünenlere ise asfaltit denir. En çok tanınan bitüm yatakları Ürdün vadisi (Yahudiye bitüm ü) ile Ölü deniz kı­ yılarında (Asfaltit gölü) bulunur. Fransa’ da Ales yöresinde ve Puy de Döme’da olduğu gibi Pyrimont ve Seyssel’de (Ain) de bitüm yataklarına rastlanır. İsviçre'de Travers vadisinde 1710 yılında yunanlı Eyrini tarafından bulunan önemli bir ya­ tak vardır. Dünyanın en önemli yatakları Kanada’da (Athabaska kumları), Venezuela’da (Orinoco asfalt kuşağı) ve Rusya Federasyonu’ndadır (Melekess yatağı). Bitümler kimi zaman gerçek göller oluş­ turur (Trinidad adası asfalt dölü). Eskiçağ Doğu halkları, bitümü çimen­ to biçiminde ve su geçirmez döşemele­ rin yapımında kullanılıyordu. Mısırlılar, ölü­ leri mumyalamakta bitumden yararlanır­ dı ve bu nedenle bitûme "mumya



balsamı" adını vermişlerdi. Bitüm ayrıca gemilerin kalafatlanmasında kullanılan bir gereçti. Yapay bitümler, ham petrolün damıtım artıkları ya da bu artıklar işlenerek elde edilen ürünlerdir: üfleme bitüm, hava üf­ lenerek yükseltgenen bir bitümdür. Akış­ kan bitüm, ak.ışmazlığını düşürmek için az çok uçucu bir seyreltici karıştırılan türler­ dir. Yumuşak bitüm, az uçucu yağlar ka­ tılarak yumuşatılan bitüme denir. Emülsiyonlaştırılm ış bitüm , sulu evresinde gerilimetkin bir madde içeren emülsiyon ha­ line getirilmiş bitümlerdir. Bitümler, özellikle bayındırlık ve inşaat alanında kullanılır; örneğin, yolları kapla­ mada, sızdırmazlık (çatı, teras, kanal ke­ narları), sugeçirmezlik ve yalıtım işlerinde önemli bir gereç oluşturur. Bitümün ayırtedici özellikleri, ısı etkisiyle çabuk yumu­ şaması, daldırma deneyleriyle katılığının ölçülebilmesi, dövülebilirliği-ya da esnek­ liğidir. Şantiyelerde bitümden yararlan­ mak için genellikle seyreltme ve emülsi­ yon tekniklerine başvurulur. Karayolları in­ şaatında ise, yüzey kaplamada ya da kat kı maddesi biçiminde bitümlü betonu ve bitümlü toprakları elde etmekte kullanılır. Ayrıca tozkömürü topaklaştırmada, kau­ çuk, macun ve boya üretiminde yararla­ nılır. —Güz. sant. Ressamların kullandığı bi­ tüm, saf balmumu katılmış bezir yağı için­ de sıcakta erir. Böylelikle, çok parlak bir kahverengi elde edilir; fakat bitümün hiç kurumamasından kaynaklanan kullanım zorluğunun yanı sıra, çatlaklar ve siyahım­ sı akıntıları oluşturması gibi zararları da vardır. Prud’hon’un, Gericault’un, Decamps’ın, Courbet’nin birçok tablosu bi­ tüm kullanımı yüzünden zarar görmüştür. B İT Ü M L Ü sıf. 1. Bitüm içeren bir kayaç, bir cisim ya da ana bileşeni bitümlü ge­ reçlerden oluşan ve sanayide kullanılmak üzere üretilen ürünler için kullanılır. —2 . Bitüm lü beton, karayollarında, 5-10 cm kalınlığındaki üst kaplamaların yapımın­ da kullanılan gereç. (Granülometrisi 0/10 ile 0/15 mm arasında değişen agregalar, % 5-10 oranında filler, bitüm ağırlıkça °/o 5-6 oranında sıcak bitüm makinelerle dö­ külür ve sıkıştırılır. Karayolu yapımında 12-20 cm kalınlığında katmanlar halinde kullanılan toprak-bitüm, benzer biçimde ama daha büyük agregalarla [0/20 - 0/25 mm) ve daha düşük bitüm katkısıyla [% 3,5-4] gerçekleştirilir. Bitüm emülsiyonu soğuk olarak kaplanır; kullanımı sırasın­ da emülsiyon suyunun elenmesi gerekir.) jj Bitüm lü kayaç, ancak sanayi işlemleriy­ le özütlenebilen ağır hidrokarbonlar em­ miş kayaç (kum, şist, kireçtaşı). [Bk. an­ sikl. böl.] || Bitüm lü kömür, damıtma işle­ mi sırasında önemli miktarda katran ve­ ren, çoğunlukla koklaşabilir yağlı kömür. |! Bitüm lü malzeme, karayollarının yapı­ mında ve bakımında kullanılmaya elverişli hidrokarbonlu ürün. (Bitümlü malzemeler, gerçekte bitüm, katran ve türevleridir.) —Kâğ. san. Bitüm lü kâğıt, KATRANLI* Bİ­ TÜMLÜ KÂĞIT'ın eşanlamlısı. —ANSİKL. Bitüm lü kumlar, Kanada, Venezuela ve Madagaskar’da bulunur Bu kum sıcak suda işlenerek yağ ayrılır, son­ ra damıtılır ve hidrojenienir. Bitüm lü şist­ ler, yüzyılın başında, özellikle iskoçya ve Fransa’da (Autun) kullanılmıştır (gazyağı). ABD'de (VVyoming, Colorado), Brezilya’ da (Parana) ve Avustralya’da zengin re­ zervler bulunduğu bilinmektedir. Şistler­ deki yağ kireçlendirme ve damıtma işlem­ lerinden sonra elde edilir. Bitüm lü kireçtaşları’nda ise bitüm çatlaklar içinde akışmaz halde yer alır (Limagne). Bitümlü kayaçlardan hidrokarbonlar özütlenerek ham petrole benzer bir yağ elde edilir; ama bu işlem için pahalı bir sanayi kompleksi kurmak gerekir. Bunun­ la birlikte, petrol fiyatlarındaki artış ve ge­ leneksel petrol yataklarının tükenme eği­ limi, bu yağın gittikçe işletilebilir nitelik ka­ zanmasına yol açmaktadır. Bilinen rezerv­



ler önemli boyutlara ulaşır; ama bunların işletilmesi için bugüne değin yalnızca bir­ kaç deneme fabrikası kurulmuştur.



1707



Ö İ5--¥ a K İ* î , Kaide krallıklarının en güçlüsü. Aşağı Fırat bölgesinde yer alan bu krallık hakkındaki bilgiler, 850'den başla­ yarak belgelerle kanıtlanmıştır. Bit -Yakin krallığı Babylonia devletinde, Asurlular’ın müdahalesine yol açan ayak­ lanmaların beşiği oldu. 729'da Asurlular’ın egemenliği altına giren Babylonia' yı aimak isteyen Merduk-Apal-iddin ll'yi (Merodah Baladan) destekledi. Bit-Yakin, “ Deniz ülkesi" adını aldı. B İT S A M A N İ, arami krallığı; başkenti Amida’ydı. B İÜ R E a. (fr. biuret). Org. kim. Formülü H2N - C O - N H - C O - N H 2 olan bileşik; ısı etkisiyle ürenin bozunmasından oluşur. (Biüre, alkali ortamda bakır II iyonuyla morumsu erguvan kırmızısı bir kompleks verir. Bu kompleks ürenin, peptonların ve benzer maddelerin ayırtedici niteliklerini belirlemeye yarar [biüre tepkimesi].) B İV A a. (japonca söze.). Mızrapla çalı­ nan, tahtadan 4 ya da 5 tuşu ve ipekten 4 ya da 5 teli olan armut biçiminde japon lavtası. —ANSİKL, Çinlilerin p ip a 'sı, Korelilerin p ip a 'sı ve Vietnamlılar’ın fyba’sıyla aynı tipten olan biva, Japonya’ya VII. yy.’da (Nara döneminde) girdi. Saray müziği gaga ku'da kullanılan gakubiva, kör buddha keşişlerinin kullandığı mosobiva, des­ tan şarkıcılarının kullandığı heikebiva, satsumabiva ve daha parlak üsluplu çiku senbiva olmak üzere beş türü vardır. B İV A , Japonya'nın en büyük göiü, Honşu adasında, Kyoto’nun K.-D.'sunda; 695 km2. B İV E sıf. (fars. bive). Esk. 1. Dul —2. Bîve-zen, dul kadın. £ İ¥ £ P A sıf. (fars. bi- ve ar. veS ’dan bıvefâ). Esk. Sevgisine, sözüne bağlı olma­ yan; vefasız. B İV E O İ a. (fars. bive ve Esk. Dulluk.



den b iv e g i).



B İV İO , İsviçre'de (Graubünden) yaz tu­ rizmi ve kış sporları merkezi, Saint-Moritz’in B.-G.-B.'sında 1 776 m yükseltide, Maloja ve Julier boğazlarının eteğinde. B İV İU M a. Denizhıyarlarında bedenin sırt kesimi, (iki radius ile sırttaki ve böğür -sırttaki üç interradiusu içerir.) B İX A a. (isp. bixa, roku'dan). Küçücük bixaceae familyasının örnek tipi ve roku ağacının bilimsel adı. B ÎX İO (Gerolamo, Nino —denir), İtalyan denizci ve general (Cenova 1821-Aceh 1873), Jacques Aiexandre Bixio’nun kar­ deşi, Sardinya donanmasında görev yap­ tı. 1848 devrimi’ne, önce Venedik’te Piemonte ordusuyla, daha sonra Garibaldı kuvvetleriyle katıldı ve Roma’ya kadar on­ larla birlikte gitti (1849). On yıl ticaret filo­ sunda görev yaptıktan sonra 1859’da Garibaldi'ye ve 1860’ta Binler seferi'ne katıldı. 1861'de Cenova milletvekili oldu, Italyan ordusuna girdi. 1866 savaşı ve Roma’nın alınışında (1870) yararlılık gös­ terdi. Aynı yıl senatör oldu. B İY A , Rusya’da ırmak, Sibirya’nın gü­ ney kesiminde; 301 km. Altay dağların­ dan doğar. Biysk'te Katun ırmağına ka­ vuşarak Obi ırmağını oluşturur. B İY A (Paul), Kamerunlu devlet adamı (? 1933). Paris’te siyasal bilimler ve hukuk eğitimi gördü. Çeşitli görevler üstlendik­ ten sonra başbakan oldu (1975). Cum­ hurbaşkanı seçildi (1982). Kamerun’un tek partisi Kamerun ulusal birliği’nin baş­ kanlığına getirildi (1983). 1984'te oyların % 99,98’ini alarak yeniden cumhurbaş­ kanı seçildi ve başbakanlık makamı kal­ dırıldı. Aynı yıl kuzeylilerce girişilen hükü­ met darbesini önlemeyi başardı. 1987’de yeniden başkan seçildi. Aralık



biva çalan bir tanrıyı gösteren ahşap heykelcik japon sanatı çağdaş dönem Guimet müzesi, Paris



Biya 1990'da çıkarılan bir yasayla çok partili yaşama geçilmesini kabul etti.



1708



BİY ASS İL - BİASİLİS. BİYE a. (fr. biais). Terz. Süsleme ya da dikişleri temizleme amacıyla giysilerin ya­ ka, kol, etek, cep ya da herhangi bir par­ çasının kenarına geçirilen verevden ke­ silmiş İnce şerit. —Ayakkc., Saraç, ve Marokene. Ayakka­ bı sayası, maroken eşya, eyer ve koşum takımı, vb. süslemek ya da sağlamlaş­ tırmak için kullanılan, deri, kumaş ya da plastik bir maddeyle kaplı sicim. —Teriz. Çözgü ve atkı'ya göre verev ke­ silmiş dökuma. || Bir dikişin kenar kıvrımı­ nı gizlemeye ya da bir giysinin etek bo­ yunu uzatmaya yarayan verev kesilmiş tek ya da çift katlı dokuma parçası. || Tam biye, dokumanın çözgü ve atkı iplikleri­ nin oluşturduğu dik açının 4 5 °’den verev olarak kesilmesi. (Buna karşılık yapma bi­ ye, düz iplikle tam biye arasındaki her­ hangi bir çizgi izlenerek kesilir.) —ANSİKL. Süsleme amacıyla değişik renk ya da desende geçirilebileceği gibi, uzun bir kordon şeklinde hazırlanıp çeşitli mo­ tifler oluşturacak biçimdetutturularak de­ ğişik süslemeler elde edilir. Kordon şek­ linde hazırlanandan ilik, fiyonk, İngiliz danteli, makreme yapımında da yararla­ nılır.



BİYEL a. Mak. san. ve Oto. PİSTON- KOLU'nun eşanlamlısı. R -D y. Birleşim biyeli, bir lokomotifte, devindirici birleşik dingillere gücü dağıtan biyel. || Süspansiyon biyeli, buharlı loko­ motifte kumanda organlarının kursunu ve silindirlere buhar girişini ayarlayan biyel.



buharlı lokomotif biyelleri —Teknol. B iyel takma, PİSTON* KOLU TAKMA'nın eşanlamlısı.



BİYELCİK a. Teknol. Küre mafsalla bağlanan küçük boyutlu biyel. (Birçok mekanik aygıtın [ lokomotif, otomobil, vb.] kumanda, aktarma ya da denetim organ­ larında kullanılır.)



BİYELGOROD BELGOROD. BİYELİ sıf. Biyesi olan, biye geçirilmiş şey için kullanılır: B iyeli b ir elbise. hBİY KIN a. (ing. beacon). Bir tehlikeyi bil­



dirmeye ya da bir rotayı belirtmeye yara­ yan, mekanik, metal, optik, sesli ya da radyoelektrik düzenek. —ANSİKL. Havc. Bir pistin yerini belirten biykınlar, optik düzeneklerden oluşur, oy­ sa hava rotaları radyobiykınlarla bildirilir. Yanıtlayıcı biykın, bir alıcı ve küçük bir ve­ riciden oluşur; alıcı ana postadan yapılan yayınla harekete geçer, verici ise ana postanın alıcısına yönelik bir işareti he­ men iletir. Böylece edilgin bir engel, et­ kin ve yansıtıcı bit engele dönüştürülür. Öte yandan biykının gönderdiği görece kuvvetli,işaret, çevrede bulunan edilgin engellerden yayılan yankılardan genellik­ le kolayca ayırt edilebilir ve tanınabilir. As­ keri alanda bu işaretler gerekirse kodla­ nabilir.



.



radyobiykın (havacılık)



BİYO AKUSTİK a. (fr. bioacoustique).



B o | Hayvan|arln çeşit|j durum larda (eş­



leme, yer değiştirirken yön bulma, düş­ m anla karşılaşma, yavru bakımı vb.) çı­ kardıkları seslerin incelenmesi.



BİYO AYRIŞABİLİRLİK a Biyoayrış kan bir maddenin niteliği. — ANSİKL. Modern tarım yapılan ve bü­ yük ölçüde tarım ilacı kullanılan ülkeler­ de, mikroorganizmalarca metabolizmaya uğratılması güç, iyonsuz yüzeyli eczalar­ dan oluşan maddelerin kullanılmasını ya­ saklamak amacıyla, bireşimsel deterjan­ ların biyoayrışabilırliğine ilişkin yasal dü­ zenlemeler yapılmıştır. Buna göre, biyoayrışabilirlik oranı °/o 80'in üstünde olma­ yan deterjanların satışına izin verilmemek­ tedir. Biyoayrışabilirliğin öiçümü laboratuvarda zor yapılır, çünkü doğada bir­ çok etmen onların ayrışabilmesi ya da yok edilme hızını değiştirmektedir. BİYOAYRIŞKAN a. ve sıf. Öteden be­ ri toprakta var olan bakterilerce ve daha başka biyolojik etkenlerce tahrip edilebi­ len madde. —ANSİKL. Doğada bırakılan pek çok on ganik madde mikroorganizmaların saldı­ rısına uğrar; bu mikroorganizmalarca çevrede her zaman bulunan ve çevreyi kirletmeyen bileşenlere dönüştürülür, in­ sanın çevreye yaydığı maddeler arasın­ da biyoayrışkan olanlar büyük çoğunluk­ ta olmakla birlikte, biyoayrışkan olmayan­ lar da az değildir. Eğer bu zehirli madde­ ler (böcek ilaçları, ot ilaçları, ağır metal­ ler) beslenme zincirine girerlerse tehlikeli biyolojik birikimler meydana gelebilir. Bu yapay maddeler, biyolojik yoldan yok edi­ lemedikleri için "gözle görülebilir zararlari’a neden olmaktadır. Nitekim, biyoayrışkan olmayan deterjanlar suların kirlen­ mesinde göz ardı edilemeyecek ölçüde etkili olmakta ve balıkların önemli oranda ölümüne yol açabilmektedir. Kirli ya da yağlı karaların etkisini sınırlandırmak için, bunları dağıtmak ve eritmek amacıyla bol miktarda kullanılan aynı deterjanlar, de­ niz fauna ve florası.üzerinde, etkisini yok etsinler diye kullanıldıkları petrolden da­ ha büyük ölçüde zararlı olmaktadır. Biyoayrışkan olmayan maddelerin biri­ kimini sınırlandırmak için iki araştırma yolu üzerinde çalışılmaktadır: biyoayrışkan ol­ madıkları öteden beri bilinen bazı mole­ külleri parçalamaya elverişli mikroorga­ nizmaların ayıklanma yoluyla bulunması ve en yaygın mikroorganizmalarca biyoayrıştırmaya uğratılabilecek yeni tüketim gereçlerinin denenmesi. Şimdiki durum­ da, yalnız zayıf dirençli bazı plastik mad­ deler, o da önceden fotoliz yoluyla ilk ay­ rıştırmaya uğramış olm&k koşuluyla, kıs­ men biyoayrıştırılabilmektedir. Bu gereç­ ler, bazı tohumların dikilmesini ve bakımı­ nı kolaylaştırmak için tarım alanında kul­ lanılmaya başlamıştır.



BİYOAYRIŞTIRICI a. ve sıf. Biyoayrıştırmayı sağlayan bakteri türlerine ve bun­ ların gelişmesini kolaylaştıran maddelere denir. BİYOAYRIŞTIRM A a. 1. Biyol. Bir maddenin, su içinde bulunan ve gerekti­ ğinde çoğalması kolaylaştırılabilen mikro­ organizmalarca tahrip edilmesi. —2. Pedol. Toprakta meydana gelen birtakım bi' yolojik olguların (mikroorganizmalar ve enzimler, toprak faunası) bitki kalıntılarını ve humus olabilecek maddeleri çözerek C 0 2, H20 , NH3 gibi maddelere ayrıştır­ ması (mineralizasyon). [Biyoayrışmanın hızı, her yılki bitkisel kalıntıları humusa dö­ nüştüren biyolojik etkinlikle orantılıdır; mul (yumuşak humus) tipi etkin humuslarda ayrışma çabuk, mor (funda toprağı) ya da ham humuslarda çok yavaş olur.] BİYOBAĞDAŞIM a. Canlı-bir organiz­ ma ile bağdaşırlık.



BİYOCOĞRAFYA a. (fr. biogeographie' den). Bitki ve hayvan türlerinin dağılımı­ nı ve bu dağılımın nedenlerini inceleyen bilim. (Buna göre biyocoğrafya ikiye ay­ rılır: bitki coğrafyası ve hayvan coğrafya­ sı; fakat, hayvanlar evrenine ilişkin ince­ lemeler yapmak bitkiler evrenine oranla' daha güç olduğundan hayvan coğrafya­ sı çok daha az gelişmiştir.)



—ANSİKL. Biyocoğrafya çok karmaşık bir alanı kapsar ve coğrafya, bitki ve hayvan taksinomisi, fizyoloji ve paleobotanik gibi çok çeşitli bilimlere dayanmak zorunda­ dır; bundan da farklı seçimler doğar. Ör­ neğin, özellikle coğrafi görünüm göz önü­ ne alınınca, en başta türlerin, cinslerin ya da familyaların yaşama alanları incelenir: bu koroloji'nin konusudur; hayvan ve bitki topluluklarının bileşiminin ve düzeninin in­ celenmesi biyosenotik biliminin alanına girer; bazı bilginler biyocoğrafyaya üçün­ cü bir bölüm daha katarlar: canlı varlık­ larla, canlı topluluklarıyla çevre arasındaki ilişkileri inceleyen bu bölüme çevrebilim ya da ekoloji denir. Ekoloji büyük bir ge­ lişme içindedir ve kendisi de bir bireşim bilimidir. Çeşitli canlı gruplarının dağılım hari­ talarını yapmaya çalışan koroloji, bu grup­ ların gerçek dağılımına ilişkin bilgi yeter­ sizliğinin acısını çekmektedir; çünkü elde­ ki belgeler, bölgelere ve sistematik grup­ lara göre çok değişik oranda bilgi içer­ mektedir. Bununla birlikte, sonuçlar ge­ ne de önemli sayılabilir. Hayvan ve bitki türleri, karşılıklı ve iç tepkilere bağlı olarak az ya da çok kar­ maşık topluluklar ve birlikler halinde bir araya gelirler, incelenmeleri çok zordur, çünkü sadece nazik taksinomi sorunları zorluk yaratmakla kalmaz, değişik görüş­ teki bilim adamları da çoğu zaman birbi­ rine taban tabana zıt yöntemlere başvu­ rurlar. Ama, gene de bu araştırmaları an­ layışla karşılamak gerekir: bu toplulukla­ rın sınırlanması, düzenlenmesi, sınıflan­ ması ve dinamizmi, yani çoğu zaman ev­ rimleri ya bir iç değişikliğe ya da bir dış etmene bağlıdır. Bu incelemeler için göz önünde tutulacak süreler bazı hallerde bir . insan ömrünü hayli aşabilir. Böylece k limaks kavramına varılır: bozucu dış etki­ ler olmaksızın artık evrim geçiremeyecek olan ve grupların uzun süren ardışıklığı sonucunda son şeklini almış olan toplu­ luk. Türler ve gruplar, çevrenin onlar üze­ rinde yarattığı eylemlerle karşı karşıyadıriar; Haeckel 1869’da ekoloji terimini bun­ dan çıkarmış ve onu “ organizmaların dış dünya ile ilişkilerinin bilimi" olarak tanım­ lamıştır. Bu bilim ister istemez çeşitli bi­ lim dallarının sağladığı sayısız belgeyi kul­ lanmak zorundadır: toprağın incelenme­ si (pedoloji), suların incelenmesi (hidroloji, limnoloji, oseonografi), havanın incelen­ mesi (klimatoloji, atmosfer fiziği). Bu bilim dallarının her birinin, bilgilerini biyocoğrafyacıya sunan uzmanları vardır, zira biyocoğrafyacı, ya da daha doğru deyimiy­ le çevrebilimci, canlı varlığın ya da grup­ ların, bu değişik uzmanlarca incelenmiş olan dış etkiler karşısındaki tepkilerini ele almak zorundadır.



BİYO DETRİTİK sıf. (fr, biodetritique). Hayvan iskeletleri ve kavkılarının parça­ lanması sonucunda oluşan kayaç için kul­ lanılır.



BİYODÖNÜŞÜM a. Canlı varlıklar ara­ cılığıyla bir enerjinin bir başka enerji biçi­ mine, bir maddenin bir ya da birçok baş­ ka maddeye dönüşmesi. — ANSİKL. Biyodönüşümün en önemli ör­ neği, ışık enerjisini kullanarak karbondi­ oksit ve suyu birleştirip organik bileşikle­ rin yapımını sağlayan fotosentezdir; böy­ lece ışık enerjisi, bu süreç sonunda, ko­ layca depolanabilen kimyasal enerjiye dönüşmüş olur. Aerobi mikroorganizma­ lar sayesinde organik maddelerden me­ tan gazı üreten mayalanmalar da (fer­ mantasyon) biyodönüşümdür. Biyodönüşüm sanayide kullanılabilir. Seçilen kimyasal moleküllerin niteliklerine ve kullanımlarına göre bu yöntem, kim­ yanın yollarından biri sayılabileceği gibi enerjetiğin yollarından biri de sayılabilir. Nitekim, fotosentezde'gerçekten de gü­ neş enerjisi biyokütle biçiminde depolan­ mış olmaktadır. BİYOELEKTRİK a. (fr. bioblectrigue).



biyokatalizör Canlı organizmaların ürettiği elektrik. — A N S İK L . Biyoelektrik kimi balıklarda (elektrik balığı, elektrikli yılan balığı) bir saldırı ve savunma silahına, kimilerinde de bir yer saptama aracına dönüşebilir; genel anlamda, kas, kalp, beyin vb. gibi organların işlevsel etkinliğine eşlik eden bu oluşum, ancak elektrokardiyografi ve elektroansefalografide kullanılan özel ay­ gıtlarla saptanabilir.



B İY O K LIK T R O N İK a. (fr. bioĞlectronique). Molekûler biyolojinin, hücrelerin yapısına giren ya da hücre zarının bitişi­ ğinde yer alan moleküller arasında geçer­ li elektrostatik güçleri inceleyen bölümü.



BİYOBLEMSMT a. (fr. bioöIĞmenl). 8 iyokim. Canlı dokuların bileşiminde yer alan element.



R İ Y O İ K II U İ a. (fr. bioĞnergie). Biyokütlenin kimyasal dönüşümüyle elde edi­ len yenilenebilir enerji. —Psikoterap. Yaşam enerjisine yaklaş­ mayı, onu tanımayı, onun işlev bozukluk­ larını düzeltmeyi hedef alan tedavi yön­ temi. (Bk. ansikl. böl.) — A N S İK L . Psikoterap. Biyoenerji kavra­ mı, “ Humanistic Psychology” (insan psi­ kolojisi) denen amerikan psikoloji akımın­ da yer alır. Alexander Lowen ve J. Pierrakos, çağdaş biyoenerjiyi, W. Reich'ın bu alandaki çalışmalarının (1936) deva­ mı olarak öne sürdüler. Bu kuramcılara göre, birey bir enerji küpüdür, duyguya, anlatıma ve harekete çevrilen enerjiyi bi­ riktirir, dönüştürür ve boşaltır, çünkü ruh­ sal yapı da biyofiziksel doğa demektir. Karakter oluşumu, içitkisel zorunlukların baskısıyla ortaya çıkan bir karakter ve kas zırhı (katılık, sertlik, soluğun tutulması, vb.) oluşturan biyolojik enerjiler bağlantısının sonucudur. Vücut canlı, diri haliyle, ya­ şanmış deneylerin depolandığı ölçüde ayrıcalıklı bir müdahale ve çözümleme yeridir. Biyoenerjinin amacı, enerjiye öz­ gür bir akış sağlayarak psikosomatik bir denge kurmaktır.



»İYOFARMAKOC.OJİ a. (fr. biopharmacologie). ilaçların organizmadaki de­ ğişimlerini inceleyen eczacılık dalı. B İY O FİZİK a. (fr. biophysique). Canlı varlıklardaki enerji dönüşümlerine ilişkin olguları inceleyen bilim. (Eşanl, BİY O LO ­ JİK FİZİK.) — A N S İK L . Biyofizik, yaşam olgularında yer alan enerji dönüşümlerini inceler: kim­ yasal, ışınsal, mekanik, ısıl enerjilerin kul­ lanımı ve aynı enerjilerin son derece de­ ğişik tarzlarda üretimi. Fizikte ve onun ya­ rattığı tekniklerde elde edilen ilerlemeler biyolojiye yeni yollar açmıştır: maddenin durumunun incelenmesi, akışkanlar dina­ miğinin, akışmazlık yasalarının eriyikler dengesinin, molekül yoğunluğu olguları­ nın, geçişme basıncının, yüzey gerilimi ve kılcallık olgularının, sayısız yönleriyle iyon­ laşmanın ve tüm bunlara ilişkin yasaların öğrenilmesi bunun sürekli kullanım örnek­ leridir. Aynı şekilde, enerjinin (mekanik ener­ ji, sağladıkları sayısız olanaklarıyla akus­ tik, elektrik ve elektronik gibi titreşimsel enerji) incelenmesinde elde edilen ilerle­ meler ve radyoaktif enerjinin biyolojiye uy­ gulanması, yaşamın incelenmesinde bi­ yofiziği temel bilimlerden biri haline getir­ di. Biyofiziğin uygulamaları, insan ve hay­ van sağlığı alanında olduğu gibi bitki bi­ yolojisi ve tarım alanında da büyük önem taşımaktadır.



BİYOOAZ a. (fr. biogaz). Kim. Organik maddelerin bozunmasıyla oluşan yanıcı gaz. (Örneğin metan çiftlik gübresinin ma­ yalanmasından elde edilir.) [Eşanl. BİYOM E T A N ] || Biyogaz fabrikası, özütleyiciler, doldurma, karıştırma, ısıtma düze­ nekleri, arıtıcı ve gerektiğinde kompresör­ ler gibi yardımcı aygıtlarla donatılan biyo­ gaz üretim işletmesi. || Biyogaz gübre tan­ kı, anaerobiyoz bir ortamda akışkan ar­ tıkları işleyerek karbondioksit ve metan



üreten tesisat. (Suyun arıtılmasından el­ de edilen çamuru işlemede ve hayvan dışkılarından metan üretmede kullanılır.) [Bk. ansikl. böl. Kırs. inş.] —ANSİKL. Kırs. inş. ve Su işler. Biyogaz gübre tankı çelikten ya da betondan ya­ pılmış kapalı bir kaptır; metan gazı üret­ mek amacıyla, bu kaba konan hayvan dışkılarının ya da çamurun anaerobi ma­ yalanması sağlanır. Biy'çgaz gübre tankı, çoğunlukla, kabuk ve çökeltilerin oluşu­ munu engelleyen bir iç karıştırıcı, bir alttepken ısıtma sistemi ve mayalandırılacak maddelerin geçişini sağlayan bir düze­ nekle donatılmıştır. Alttepken geçişinin devamlı olduğu kesintisiz biyogaz gübre tankları ve aralıklı beslenen kesintili biyo­ gaz gübre tankları vardır. S İY 0 8 E 9 5 sıf. (fr. biogĞne; bio- ve -göne’den). Org. kim. 1. Tüm canlı orga­ nizmalarda bulunan elementler, özellikle basit cisimler için kullanılır. (Bk. ansikl. böl.) —2, Biyogen kireçtaşı, kabuklu de­ niz hayvanlarının kabuklarının deniz di­ binde birikmesiyle oluşan' bir çamur türü. —ANSİKL. Günümüzde tüm canlılarda değişmez 27 elementin bulunduğu kabul edilir: bunlardan 13 ’ü metalsidir (karbon, hidrojen, oksijen, azot, kükürt, fosfor, klor, flüor, brom, iyot, arsenik, silisyum, bor), 14’ü metaldir (kalsiyum, sodyum, potas­ yum, magnezyum, demir, çinko, bakır, ni­ kel, kobalt, manganez, alüminyum, kur­ şun, titan, kalay). Öte yandan kimi canlı­ larda nicelikleri değişebilen başka birkaç elementin daha (vanadyum, rubidyum, sezyum, molibden, baryum, stronsiyum, gümüş ve krom) bulunduğu ortaya çık­ mıştır. Canlılarda çok bulunan 11 element yapıcı bir rol oynar; G. Bertrand bu ele­ mentlere (karbon, hidrojen, oksijen, azot, kükürt, fosfor, klor, sodyum, potasyum, kalsiyum, magnezyum) plastikler adını verir. Genellikle çok az bulunan öteki ele­ mentler ise katalitik bir işlev görür ve özel­ likle fizyolojik süreçlere katılır. G. Bertrand bunları oligoelem entler olarak adlandırır.



Oparin öne sürdü. Oparin’in biyogenez hakkındaki görüşlerinin deneysel olarak doğrulanması önce 1953'te Stanley S. Miller, sonra daha başka biyokimyacılar tarafından gerçekleştirildi. Schramm, me­ tan ve amonyakça zengin bir atmosfer­ de elektrik deşarjları kullanarak DNA’ya yakın maddeler elde etmeyi başardı. S.W. Fox ve C.R. VVindsor, belirli basınç koşullan altında ısıtılmış formaldehit ve amonyak gazı karışımı kullanarak yedi aminoasit (alanın, aspartik ve glutamik asitler,serin, prolin, valin ve özellikle p li­ sin) elde ettiler. Benzer bir gaz karışımı­ nın uzayda gökada bulutlarında bulundu­ ğu göz önünde tutulursa, yaşam başla­ madan önce proteinlerin temel molekül­ lerinin yeryüzünde nasıl belirdiği açıkla­ nabilir.



1709



BİYOOÖÜTERSİE a. Bir hava ya da su kirlenmesinin önemini ortaya koymak için kullanılan canlı organizma. —ANSİKL. Canlı organizmalar, daha be­ lirgin olmaları dolayısıyla kesin sonuçlar veren fiziksel-kimyasal analizlerin tersine, çevrenin niteliğindeki değişikliklerle en iyi bütünleşebilen araçlardır. Kentlerin çev­ resindeki likenlerin dağılımının incelenme­ si, atmosfer kirlenmesinin dağılım harita­ larını yapmak ve kirlenmenin şiddetini ölç­ mek için kullanılmıştır. En kirli bölgelerde bu organizmalar hiç bulunmaz, oysa di­ ğer bölgelerde, türler kirleticilere karşı du­ yarlıkları oranında bulunurlar. Derin sular­ da yaşayan omurgasız hayvan topluluk­ larının incelenmesi akarsuların niteliğini belirlemek için "biyotik göstergeler" de­ nen standart bir yöntemin bulunmasını sağlamıştır. Bu biyogöstergeler, genellikle toplu bir kirlenmeyi ortaya çıkarmaya ve bu kirlen­ menin önemini belirtmeye elverişli olmak­ la birlikte, onun özyapısını belirleyemez. Yalnız bazı kara bitkileri, özgül kirlenme­ leri (flüor) ortaya çıkarmak ve ölçmek için günümüzde kullanılmaktadır.



B İY O G R A F İ a. tŞlMo.graphie'derş), YAB İY S G E İN E TİK sıf. (fr. biogĞnĞtique' ŞAMûYKÜSü'nün eşanlamftsı. ■;« ten). 1. Yaşamın başlangıcına ya da ge­ B İY O G R A F İK sıf. (fr. biographrpue' lişmesine ilişkin olan. —2. Ana biyogeneten). YAŞAMÛYKüSEL'in eşanlamlısı. tik yasa, Haeckel'in 1866'daöne sürdü­ ğü yasa: "bireyoluş, soyoluşun kısa bir £ BİYOftERM a. (fr. bioherm e). Eni ile yüksekliği hemen hemen eşit olan ve özetidir", yani embriyon kendi türünün mercan tipindeki organizmalardan oluşan atalarının biçimlerini andırır. kayalık kütle. (Terim, genel olarak, bitki ve —ANSİKL. Kielmeyer, 1 793'te, bu konu­ hayvan yaşamınca koşullandırılmış ya da dan söz eden öncülerden biridir. Meckel yaratılmış kıyı ve deniz altı biçimlerini de (1806) ve Serres (1824) daha da genel­ belirtir.) leştirerek şöyle diyorlardı: “ insanın embriyonoluşu, bugün hayvanlar dünyasında çeşitli derecelerde yer alan canlıların de­ ğişmez ve sürekli yapısını geçici olarak yi­ nelemektedir. "Fritz Müller'e (1864) gö­ re, bir türün bireyoluş evreleri, o türü tem­ sil eden bireyin, şimdiki duruma gelme­ den önce, yüzyıllar boyunca geçirdiği de­ ğişikliklerin tamam ya da tamama yakın bir tekrarıdır. Bu yasanın başlıca yararı, embriyonlardaki geçici organlara basit bir açıklama getirmiş olmasıdır. (Örneğin me­ melilerin embriyonunun boynundaki ya­ B İY O İŞ L E M a. Bir rafineriden atılan su­ rıklar, atalarının suda solundukları evre­ ları, bakteriyolojik bir etkiye dayanarak de bulundukları balığımsı durumun kalın­ arındırma yöntemi. (Bk. ansikl. böl.) tısıdır.) —Petrokim. Biyoişlem aygıtı, rafinerilerde BfYtSCigMEZ a. (fr. biogenâse'den). Bi­ fenolleri ve diğer katışkıları biyoişlemden yol. 1. Her canlı varlığın bir başka canlı­ geçirmeye yarayan atık su arıtıcısı. dan doğduğunu öne süren kuram: Om—ANSİKL. Kirli sularda, suda hayli eriye­ ne vivum ex vivo. (Bu kuram kendili­ bilen ve çekimle ya da çökelmeyle ayrı­ ğinden üreme kuramına aykırıdır. Relıp yok edilemeyen fenollar, zararlı bendi'nin kurduğu ve Pasteur’ün ispatlayıp zollu artıklar varsa biyoişlem çok gerekli­ kesinleştirdiği biyogenez, ancak dünya­ dir. Bunun için kirli suları, bir bakteri ya­ nın fiziksel, kimyasal ve sıcaklık koşulları tağı ya da bakterili çamur bulunan bir ha­ bugünkü duruma yaklaştıktan sonra ke­ vuzda bekletmek ve bu sayede oksitlen­ sin bir yasa olabilmiştir.) —2. Dünya üze­ meyi ve son pislik izlerinin silinmesini sağ­ rinde yaşamın doğuşunu sağlayan fizik­ lamak gerekir. sel ve kimyasal koşulları yeniden yarat­ B İY O K A L O R İM E T R İ a. (fr. biocalorimayı konu edinen bilim. (Bk. ansikl. böl.) mĞtrie). Canlılarca üretilen ısı miktarının —ANSİKL. ilk atmosferin bileşenleri, can­ ölçümü. lı varlığın temeli olan aminoasitlerin inor­ B İY O K A T A L İZ Ö R a. (1r.biocatalyseur). ganik maddelerden bireştirilmesi ve kar­ Bütün canlı dokularda çok az oranda bu­ maşık makromoleküllerden buna elverişli lunan ve yaşam için gerekli kimyasal bir olanların doğal seçimi hakkındaki ilk açık tepkimeyi ya da bir tepkimeler zincirini seçik varsayımları 1924’te, rus bilgini



biyoherm



biyokatalizör 1710



başlatan ya da kolaylaştıran madde. (Eşanl. ERGON.) — ANSİKL. Biyokatalizörler şöyle sınıflan­ dırılabilir: yiyeceklerle dıştan alınan vita­ m inler (gerek doğrudan vitamin, gerek provitam in olarak); içsalgı bezlerine sal­ gılanan iç kökenli horm onlar; bütün canlı hücrelerde var olan enzim ler; genellikle enzimsel süreçlerle birlikte bulunan ma­ densel maddeler, yani oligo-elem entler. B İY O K İM Y A a. (fr. biochim ie'den). Canlı maddenin ve ondan doğan mad­ delerin bileşimini ve kimyasal tepkimelerinHnceleyen bilim. (Eşanl. BİYOŞİMİ.) —ANSİKL. Biyokimya canlı maddenin bü­ tün bileşenleriyle ilgilenir; bu bakımdan hem anorganik kimyaya, hem organik kimyaya başvurur. O da bu kimya dalları gibi çözümleme ve bireşim yöntemleriy­ le çalışır. Çözümleme hemen her zaman bireşimden önce gelmiş ve uzun zaman yaşam ile madde arasındaki sınırın, canlı madde bireşiminin yapılamaması olgusu olduğu kabul edilmiştir. Henüz bir tek canlı hücre bile yaratıl­ mamış olmasına karşın, 1928’de Wöhler tarafından bireşimi yapılan üreden polipeptik hormonlara varıncaya kadar çeşitli bileşenlerin hemen tümünün bireşimi ya­ pılmıştır. XX. yy., başlıca hormon ve vitaminle­ rin yalıtlanması ve bireştirilmesiyle dikka­ ti çeker. Ensülin 1921’de yalıtıldı (F. G. Banting ve C. H. Best). 1935’te tütün kü­ fü virüsünün ilk defa yalıtılması Nendell M. Stanley tarafından gerçekleştirildi, ikinci Dünya savaşı sırasında Macheboeuf an­ tibiyotiklerin etki mekanizmasını açıkladı. 1962’de Harry C. Crick DNA’nın sarmal yapısını ortaya koydu. 1963'te Monod ha­ berci RNA’yı buldu ve 1966'da Marshall W. Nirenberg, tam bileşimlerim belirleye­ rek nükleik asitler üzerindeki bilgileri ge­ nişletti. 1970’li yıllarda, ensülin, ovalbümin, hepatit B “ aşı" proteini gibi protein­ lerin bireşimim sağlayan genetik teknik­ ler uygulanmaya başlandı.



bağlı değişiklik gösterdiği bilinmektedir, iklim etmenleri hem organizmanın enfek­ siyona karşı direncini azaltabilir, hem de enfeksiyonun artmasını ve mikropların ya­ yılmasını kolaylaştırabilir. Biyoklimatoloji şehir iklimi ve iç mikroklimalarla da ilgilenir, ayrıca atmosfer kir­ lenmesinin kısa ya da uzun vadede insan sağlığı ve biyolojik dengeler üzerindeki et­ kilerini de ele alır. Çalışma alanı geniş olan bu bilim, insanoğlu şimdi öz çevre­ sinin niteliğiyle ilgilendiği için günümüz­ de büyük önem taşımaktadır. S İY O K O R sıf. (fr. biochore; yun. bios, yaşam, ve khorein, yer değiştirmek'ten). Bot. Tohumları (diaspor) hayvanlar aracı­ lığıyla (zookor bitkiler) ya da insanlarla (antropokor bitkiler) çevreye saçılan bitki türlerine denir. (Terim hayvansal ya da bitkisel konaklarca taşınan asalak mantar­ lar için kullanılmaz.) BİYOKROÎtâ a. (fr. biochrom ej. Bir hay­ vana ya da bir bitkiye rengini veren melanın, guanin, antosiyanin gibi boya mad­ desi (pigment). B İY O KR O N a. (fr. biochrone). Yerbii. Bir biyozonun süresi.



B İY G K Ü T L E a. Belirli bir zamanda, sı­ nırları belirli bir biyotopta bulunan canlı or­ ganizmaların toplam kütlesi. (Eşanl. BİYOMAS.) —ANSİKL. • Biyokütlenin ölçümü. Canlı topluluğu (bireylerin sayısı) ya da fauna ve flora (türlerin sayısı) ile aynı anlama ge­ len biyokütle canlıların bulunduğu yere özgü bir büyüklüktür. Bu büyüklük kara­ daki biyotoplar için yüzey (hektar olarak), denizlerdeki biyotoplar için hacim olarak ele alınır; taze ağırlık, kuru ağırlık, petrol eşdeğeri ton (pet) ya da kalori olarak be­ lirtilir. Kimi uzmanlar kadavraları ve daha değişikliğe uğramamış dışkıları da buna sokarken, kimileri onları cansızlar arasın­ da sayar. Biyokütlenin yıllık artışına, bu ar­ tışı sağlayan kapitali ölçmekle uğraşmaksızın, yıllık biyokütle de denebilir. Bu an­ B İY O K Ü M A a. Bir bölgede canlı var­ lamda, yenilenm e oranı (turn lıkları, özellikle de insan sağlığını etkileyen -över) biyokütlenin miktarı hakkında da­ iklim koşullarının tümü. ha kesin bilgi verir. Biyokütle ortamlara göre çok dengesiz bir dağılım gösterir: B İY O K L İM A T İK sıf. (fr.bioclim atique). kutup tundralarında 5 t/ha, iyi bir meşe 1. Biyoklimatolojiye ilişkin. —2. Bedava ormanı için 400 t/ha, her zaman canlı ek-, enerji kaynaklarından (güneş ışınımı, canlı vator ormanı için 500 t/ha'dan yukarı. varlıkların çıkardığı ısı, ışık, vb.) ve hava­ Dünya çapında ele alınacak olursa yıl­ nın doğal dolaşımından en iyi şekilde ya­ lık birincil net biyokütle üretimi, 1970 yı­ rarlanılarak gerçekleştirilen iklim koşulla­ lında, 164 milyar ton organik kuru mad­ rı içindeki evin niteliği. —3. Biyoklim atik de tahmin edilmiştir (°/o 36'sı okyanuslar­ indis, iklimin organik yaşam (hayvan, bit­ da ve % 50’ye yakını ormanlarda). ki, insan) üzerindeki etkisini gösteren • Biyokütlenin kullanılması. ampirik sayısal ilişki. (Bitkilere uygulanan H. Gaussen biyoklimatik indisleri, insana A. A ğaçlar ve ormanlar. Bugün gerçek­ ten enerji elde etmek amacıyla işletilen ilişkin olarak S. A. Siple'in ve Ch. F. Pasyegâne biyokütle ormandır. Türkiye'de sel’in belirledikleri çıplak derinin soğuma­ her yıl yaklaşık olarak 8 milyon ton (3,5 sı indisi ve E. C. Thom’un termohigrometmilyon ton taşkömürü eşdeğeri ya da 1,7 rik indisi bu arada sayılabilir. Biyoklima­ milyon pet) yakacak odun enerjisi tüketil­ tik indislere dayanılarak b iyo ­ mektedir. Bununla birlikte odunun bu kul­ klimatik haritalar yapılabilir.) lanılışı diğer kullanılışları yanında ikinci B İY O K L İM A T O L O J İ a. (frbioclim atoderecede önem taşır: özellikle kâğıt ve iogie). Canlı varlıklarla iklimsel çevreleri yapacak odun üretimi. Bu alanın daha da arasındaki madde ve enerji alışverişini in­ gelişmesi, orman işletme artıklarının (ço­ celeyen biyoloji dalı. tuklar, kökler) toplanmasına ve baltalıklar­ —ANSİKL. Biyometeoroloji bir günden bir la orman altı ağaçlarının işletilmesine ve yıla değin değişik iklim aralıklarını ele alır­ "kısa çevrimli baltalık", yani çabuk yeti­ ken, biyoklimatoloji daha uzun ve daha şen, her 5-8 yılda bir kesimi yapılabilen kararlı devreleri (onlarca yıldan yüzlerce kavak, yalancı çınar ya da kızılağaç gibi yıla kadar) göz önüne alır. Paleobiyokliağaçların topluca yetiştirilmesine dayalı matoloji ise, yüzlerce hatta binlerce yılı bir ağaç sanayisinin kurulmasını gerekli içeren değişiklikleri inceler. kılacaktır. insan biyoklimatolojisi, fiziksel çevre et­ B. Tarımsal artıklar ve enerji bitkileri. Bir menlerinin (sıcaklık, nem, atmosfer basın­ başka ve potansiyel olarak önemli kaynak cı, vb.) sağlam insanın fizyolojisi, hatta pa­ tarımsal artık maddeler, özellikle saman toloji üzerindeki etkisini ele alır. Aşırıya va­ ve gübredir. Örneğin Fransa’da her yıl 28 ran her iklimsel etmen, fizyolojik savun­ milyon ton saman ya tarlalarda bırakıl­ ma tepkilerine yol açar ve çeşitli afetler makta ya yakılmakta ya da toprağa gö­ yaratabilir (kuraklık, ısı çarpması, don, aşı­ mülmektedir. Oysa bunun eşdeğeri 2 ya rı sıcaklık düşüşü, aşırı ışık, vb.). Birtakım da 3 milyon pet'tir. Bu ülkede bir süreden hastalıklar iklimsel etmenlerin etkisi altın­ beri ener|i bitkileri yetiştirme girişimleri de da kalarak ağırlaşabilir (solunum alerjile­ vardır. Bu bakımdan gelecek vaat eden ri, astım, romatizma, akıl hastalıkları). En­ bitkiler arasında şekerkamışı, sepetçi ka­ feksiyon hastalıklarının da gelişme, hatta mışı, kocadan, ayçiçeği ve hatta pancar ortaya çıkma bakımından mevsimlere sayılabilir. Toprakların dağılımı açısından



klasik tarım bitkileriyle enerji bitkileri ara­ sında her şeye rağmen bir rekabet doğ­ ması ciddi bir sorun olabilir. Fakat başka tip bir enerji bitkisi için böyle bir sorun ol­ mayacaktır: su bitkileri. Enerji açısından özellikle ilginç bir su bitkisi, bitkiler âlemin­ de en yüksek ölçüde biyokütle üretimi ya­ pılabilen susümbülüdür (yılda hektar ba­ şına yüz ton dolayında kuru madde). Sü­ rekli bir üretime olanak veren mikrosko­ bik suyosunlarına da başvurulabilir. Ör­ neğin birhücreli suyosunlarından Botryococcus braunii, doğrudan doğruya ve ağırlığına göre önemli miktarda hidrokarbür üretebilmektedir. • B iyokütleyi enerjiye dönüştürme yön­ tem leri. Doğrudan doğruya petrol ürete­ bilen Botryococcus braunii dışında çeşitli biyokütle biçimlerinin kullanımı, birtakım dönüştürme tekniklerini gerektirmektedir. A. Isılkim yasal yöntem ler. Biyokütleyi iş­ lemek ve dönüştürmek için ısı kullanma­ ya dayanan yöntemlerdir. Bu yöntem ku­ ru biyokütlenin, özellikle samanın ve odu­ nun işlenmesine çok uygundur. Yanma, yani biyokütlenin havanın ok­ sijeniyle yükseltgenmesi sadece suyun ve karbon gazının serbest kalmasını sağlar ve hem evlerin ısıtılmasına, hem sanayi için ısı üretimine yarar. Isılayrışım, yani biyokütlenin havasız yerde, yaklaşık 500°C sıcaklıkta yarı ya­ kılması, uzun zamandan beri "odun kömürü" elde etmekte kullanılmaktadır. Bunun dışında aynı işlem sırasında bir de, karbonmonoksit, karbondioksit, hidrojen ve çeşitli hafif hidrokarbür karışımından oluşan bir "hafif gaz" serbest kalır. Kalo­ risi düşük olan bu gaz, gerek elektrik üret­ mek, gerek taşıtları yürütmek amacıyla di­ zel motorları çalıştırmakta kullanılabilir. "Pyrolyse flash" (ani ısılayrışım) denen ayrıştırma yönteminde sıcaklık bir saniye­ den az bir zaman içinde 1 000°C'a çı­ karılırsa, biyokütlenin hemen hemen tü­ mü gazlaştırılabilir. Ama hangi yöntemle olursa olsun, tam gazlaştırma, ısılayrışma artığı ürünlerin ayrıca yükseltgenmesiyle de sağlanabilir. Biyokütlenin bu yolla gaz­ laştırdığı tesislere gaz üretme tesisleri de­ nir. Üretilen fakir gaz doğrudan doğruya yukarıda anlatıldığı gibi kullanılabileceği gibi çok önemli bir alkolün (metanol) sentezlenmesinde hammadde olarak da kul­ lanılabilir ve elde edilen alkol patlamalı motorlarda benzin yerini tutabilir (karbürol). B. Biyolojik yöntemler. Alkol mayalanması şeker kullanılarak gerçekleştirilen çok eski bir tekniktir; aynı teknik, önceden asit or­ tamda hidrolizlenmeleri koşuluyla selüloz ve nişastayla da sağlanabilir. Fakat susuz etilalkol elde etmeye yarayan damıtma yöntemi enerji açısından çok pahalı bir yöntemdir. Bu durumda, biyokütlenin eta­ nola dönüştürülmesi, sonra bu alkolün patlamalı motorlarda kullanılması toplam enerji bilançosu açısından yararlı olmaya­ bilir. Bu sakıncasına rağmen bazı ülkeler (Brezilya, Amerika Birleşik Devletleri) enerji elde etmek amacıyla biyokütleden etanol üretimi için büyük çapta projeler yapmışlardır (taşıt yakıtı olarak alkol saf olarak kullanılabileceği gibi benzinle de karıştı rılabilir). Metan mayalanması, biyokütlenin bakterilerce havasız sindirimidir. Bu yöntem nemli biyokütlenin (% 75’ten fazla bağıl nem) dönüştürülmesine çok uygundur.' Mayalanma ocağı ya da özütleme aygı­ tında parçalanan esas madde selülozdur; elde edilen gazda °/o 60 metan, % 40 kar­ bondioksit vardır. Burada esas sorun, sı­ caklığı hep 30-35°C ’ta tutabilmek için ay­ gıtı ısıtma sorunudur. Bununla birlikte özütleme aygıtının kullanımı, samandan, gübreden, ahır artıklarından yararlanıla­ rak tarım işletmelerinde enerji özerkliğine doğru atılmış bir adım sayılabilir. Ayrıca gelişmekte olan ülkelerin köyleri için de ilginç bir tekniktir. Nitekim milyonlarca özütleme aygıtı çinli köylü ailelerince uzun zamandan beri kullanılmaktadır.



yoloji ya da doğru deyimiyle biyolojik bi­ riyolojinin babası oldu. RĞaumur limler canlı varlıkları (bugün için bilinen (1683-1757) fizyoloji ve etolojinin kurucu­ 350 000’den fazla bitki ve bir milyondan ları arasında yer aldı. Çok geçmeden üre­ me ve embriyonoluş üstüne çalışmalar fazla hayvan türü) inceler ve doğa bilim­ leriyle karışır. Biyolojinin en büyük iki da­ başladı (Redi, Spallanzani, De Graaf, lı botanik ve zoolojidir; ayrıca onlar da bir­ Wolff, Bonnet). Gözlemlenen çeşitli olgu­ çok bilim dalına ayrılır: morfoloji, anato­ lar, ancak XIX. yy.’da, gametlerin gerçek mi, sitoloji, histoloji, genetik embriyoloji, değeri belirlendikten sonra anlaşılabildi fizyoloji, endokrinoloji, patoloji, ekoloji, Modern kimyanın yaratıcısı Lavoisier etoloji, paleontoloji, sistematik, vb. (1743-1794), genel fizyolojinin de öncü­ Fakat, dar anlamda biyoloji, ya da da­ lerinden oldu. Solunumun bir yanma ol­ ha doğrusu genel biyoloji yalnız organik duğunu, hayvansal ısının sindirim, solu­ yaşamın ana sorunlarını ele alır: canlı var­ num ve terleme sonucunda oluştuğunu lığın oluşumu, türlerin evrimi, yeryüzün­ ortaya koydu. XVIII. yy.’daki buluşları ta­ de yaşamın doğuşu, özellikle üreme ve mamlamak için sistematik alanındaki çalış­ büyüme sorunları. maları da bunlara eklemek gerekir. Bilim­ Bu bağlamda ele alınacak olursa biyo­ de hayvansal ve bitkisel adlandırmanın loji en başta sitolojiyi içerir, çünkü sitoloji Linnö’nin Systema naturae adlı eserinin canlı varlıkların hücrelerini, onların biçim­ (1758) 10. basımına dayandığını herkes lerini, yapılarını, fiziksel ve fizyolojik özel­ bilir. Böylece modern piyoloji XVIII. yy.’da BİYOLOG a. (Fransızlar'ın eski den-kul­ liklerini ve evrimlerini inceler. yaratılmış oldu. landıkları biologue'dan [bugün İr. bioloXIX. yy.'da biyoloji tam atılım yaptı ve Canlı varlık çoğu zaman bir yumurta­ giste denir.]). Biyoloji uzmanı. dan meydana gelir. Bu yumurtanın köke­ olayları, görüşleri yansıtan çeşitli akımlar B İY O L O Jİ a. (fr. biologie; yun. bios, ya­ ni nedir? Yapısı nedir? Nasıl gelişir? Bu doğdu. Araştırmalar dört büyük doğrul­ şam, ve logos, bilim’den). 1 . Yaşam bi­ soruların cevabı, normal eşeyli üremeye tuya göre yönlendi: morfoloji, fizyoloji, ka­ limlerinin ve canlı ya da fosil yaratıklara ilişkin kavramların tümünü içerir (yumur­ lıtım ve genetik, evrim. ilişkin bilimlerin tümü (zooloji, botanik, ta oluşumu, sperma oluşumu, döllenme, M orfolojinin kurucuları Lam arck ekoloji, paleontoloji, fizyoloji, vb.). —2 . embriyoloji, cinsellik). Eşeyli üreme bazen (1744-1829), Cuvier (1769-1832) ve E. Türlerin üreme çevriminin çeşitli aşama­ çok özgül biçimler de gösterir (partenoGeoffroy Saint-Hilaire’dir (1772-1844). larını (embriyoloji, cinsellik, genetik) ve ev­ genez, yani döllenmesiz üreme). Çok geçmeden bu bilim birçok dala ay­ rimlerinin dayandığı yasaları inceleyen bi­ Eşeyli üreme genel üreme biçimi ol­ rıldı: sitoloji, protistoloji, zoolojinin deniz bi­ lim. —3. Moleküller biyoloji, biyolojik makmakla birlikte, eşeysiz üreme de az de­ lim ve hayvanlar açısından genişlemesi, romoleküllerin yapısına ve özelliklerine ğildir (bölünme, tomurcuklanma, daldır­ botanik ve bitkiler, paleontoloji, doğal ve bağlı olarak canlıların bütün niteliklerine, ma, sporlanma...). Birçok canlı varlıkta ar­ deneysel embriyoloji, döllenme, bakteri­ akla yatkın bir yorum getirmeye çalışan dışık olarak eşeyli bir dölün ardından yoloji, süzgeçten geçen virüslerin incelen­ anabilim dalı. (Bu bakımdan özellikle ge­ eşeysiz bir döl gelir. mesi. Fizyoloji elbette ancak morfolojiye, netik maddede bulunan kalıtımsal mesa­ Üreme sorunlarına aşı, yenilenme, otokimyaya ve fiziğe paralel olarak gelişebi­ jın yazılışı ve açığa çıkışıyla ilgilenir) tomi gibi daha özgül olguları da eklemek lirdi. Cl. Bernard, Introduction â l ’Ğtude —Uz. havc. Uzay biyolojisi, özellikle ağır­ gerekir. Türlerin evrim i başlı başına engin de la mĞdecine expbrimentale (Deneysel lıksızlık ve kozmik ışınlar gibi uzay ortamı bir bölümdür, evrim olgusunu, onun çe­ tıbba giriş) adlı eseriyle XIX. yy. fizyoloji­ etkenlerinin biyolojik etkilerini inceleyen şitli kanıtlarını, kurallarını ve etmenlerini sinin büyük ustası olduğunu kanıtladı. Ge­ bilim dalı. (çeşitlenme, mütasyon, kalıtım, ayıklan­ nel fizyolojinin yanı sıra, kimyasal fizyolo­ —ANSİKL. Biyoloji sözcüğü XIX. yy. 'ın ma, fenogenetik...), uyumu, özelleşme ji, enzimlerin, vitaminlerin, hormonların ta­ başlarında ortaya çıktı; 1802 yılında, nınmasıyla büyük bir gelişme gösterdi. mekanizması ve aşamalarıyla türlerin do­ Fransa'da Lamarck ve Almanya’da TreBöylece biyolojik kimya ve endokrinoloji ğuşunu, evrimi açıklayıcı kuramları anlat­ viranus tarafından aynı zamanda öne sü­ (içsalgı bilimi) doğdu. maya çalışır. rüldü. Terim, hayvanlarda ve bitkilerde Kalıtımla ilgili bazı sezgiler vardı, ama Yaşamın başlangıcı da, birçok varsa­ yaşam süreçlerinin birliği ilkesini içerir. mekanizması uzun süre esrarını korudu. yımla az çok geçerli cevap verilmeye ça­ Kalıtımın yarı matematiksel geçerliği lışılmış olan bir sorudur. tarihçe 1865’te Mendel tarafından ortaya kondu; Bu genel biyolojiye yakın zamanda ye­ ama onun çalışmaları ancak 1900’de ger­ ni bir bilim dalı daha eklendi: m oleküler çek değerini buldu. De Vries, Correns, Eski bilimin beşiği Yunanistan'dır: Hipbiyoloji. Bu bilim, biyolojik molekülleri, bi­ Tschermak, Bateson, Cuönot, Castle, pokrates’in yazdığı tıp ansiklopedisinin et­ çimlerine ve işlevlerine ilişkin niteliklerin­ Morgan gibi bilginlerin çalışmaları saye­ kisi ta XVII. yy.'a kadar sürdü (hekimler den yararlanarak özgül yapıları bakımın­ sinde bir kalıtım bilimi kuruldu. Morgan biyolojinin öncüleri arasındadır); Aristote­ dan belirlemeye çalışır. Nitekim, molekü­ Mendel yasalarını sitolojiye (hücre bilimi) les anatomi, embriyonoluş, botanik kitap­ ler sitoloji, moleküler embriyoloji ve mo­ bağlayarak kalıtımın kromozomsal teori­ ları yazdı; dahası, hekim Galenos fizyo­ leküler genetik bu sayede kurulabilmiştir. loji alanında deneysel yöntemin yaratıcı­ sini kurdu. B iy o lo ji ö ffflü îö (Avrupa moleküler), Biyolojik anabilim" dallarının tümü evrim sı oldu. Roma bu konuda ikinci derece­ 1964’te kurulan ye İngilizce EMBO kısa olgusunu vurguladı Art arda öne sürülen de rol oynadı: Koca Plinius her şeyden adıyla da anılan uluslararası örgüt. 17 ül­ önce bir derlemeciydi; Lucretius ise, De teoriler (lamarckçılık, darvvincilik, mütaskenin biyokimyacı ve biyofizikçilerini bir yonculuk, yenidarvvincilik, karma teori...) Natura Rerum adlı eserini Epikuros’tan araya getiren örgüt, bu alanda araştırma evrimi açıklamaya çalıştı: hepsinin eksik esinlendi. yapmayı teşvik amacıyla düzenli toplan­ bir yanı bulunduğundan eleştiriye uğra­ Yunan-Roma uygarlığının çöküşü bilim­ tılar ve öğretim yapmaktadır. dı, ama gene de her biri açıklayıcı bir ile­ sel araştırmayı durdurdu; araştırmalar an­ ri adım sayıldı ve hiçbiri büsbütün orta­ cak XV. yy.’da Rönesans ile yeniden baş­ B İY O L O J İK sıf. (fr. bioiogique). 1. Bi­ dan silinmedi. ladı. Bu arada Şam’da, Bağdat’ta, da­ yolojiyle ilgili. —2. Biyolojik etken, biyo­ Çağdaş evre moleküler biyolojinin ge­ ha sonra Cördoba'da da yaşama alanı lojik bir etki uyandıran madde. || Biyolojik lişmesiyle başladı; bunu elektronik mik­ buldu. fizik, BİYOFİzik’in eşanlamlısı. ]j Biyolojik roskobun bulunması ve kromozomlarda İtalyan üniversitelerinden yayılan bilim­ ritm , BİYORİTM’in eşanlamlısı. || B iyolojik kalıtımın şifresini içeren temel bileşen ola­ sel rönesans oradan Fransa’ya, Hollan­ savaş, biyolojik silahların kullanıldığı sa­ rak DNA’nın varlığının tanıtlanması sağ­ da’ya, Almanya'ya, İngiltere'ye geçti. O vaş biçimi, (Canlı organizmalar kullanıla­ ladı (O. T. Avery, C. M. McLeod, M. devirde biyolojide üç yol izlendiği görü­ rak hazırlanan, ama kimyasal yoldan sen­ McCarty, 1944). F. H. C. Crick ve James lür: anatomi (küçük ve büyük dolaşımın, tetik nitelik verilebilen son derece zehir­ D. VVatson, 1954’te genetik şifre kuramı­ leyici bileşikler olan zehirli maddelerin kul­ lenf dolaşımının Michel Servet, Harvey, nı öne sürdüler ve 1961 ’de, F. Jacob ile Pecquet tarafından ortaya çıkarılması), lanımı, KİMYASAL SAVAŞ’a benzer.) [Bk. J. Monod haberci R N A ’nın temel rolü­ botanik (Montpellier okulu; kral bahçesi ansikl. böl. Ask.]. || B iyolojik silah, insan­ nü ispatladılar, O zamandan beri, çeşitli nin kuruluşu, 1635), zooloji (Belon ve da, hayvanlarda ya da bitkilerde hastalı­ biyolojik bilimler alanında araştırmalar bir­ Rondelet). Seramikçi Bernard Palissy je­ ğa ya da ölüme yol açmak için canlı or­ birini izledi. Biyolojik bilimlerin uygulama oloji ve paleontoloji alanında öncü oldu. ganizmaların (böcekler, mikroplar) kulla­ alanı büyük ölçüde genişlemekte, özellik­ Bütün bu çalışmalar XVII. yy.’ın sonunda nılması. le hücre melezlemeleri ve genetik mühen­ ve özellikle XVIII. yy.’da yapılan bilimsel —Tarım. B iyolojik tarım, sanayileşmiş ül­ disliğine ilişkin başka alanlarda gelişme­ çalışmaların hareket noktası oldu. Deskelerde tarım alanlarında, kimyasal ürün­ ler olmaktadır; bu sayede bakterilerden cartes eskilerin otoritesine kesin darbeyi lerin (gübreler, böcek ve ot ilaçları) büyük yararlanılarak ecza ve ilaç olarak kullanı­ vurdu ( Metot üzerine konuşma [Discours ölçüde kullanılmasına karşı tepki olarak labilecek moleküller büyük çapta ve ucu­ de la Mâthode], 1637). gelişen ve doğal biyolojik süreçlerden ya­ rarlanmaya dayanan tarım. (Bk. ansikl. XVII. yy.’ın ortalarından başlayarak za üretilebilecektir. Öte yandan biyoteknoloji de çeşitli kimyasal bileşiklerin yapı­ böl.) aletlerin (büyüteç, mikroskop) ve yeni tek­ mını üstlenmektedir. —ANSİKL, 1969’dan başlayarak, Cenev­ niklerin (özellikle şırınga) kullanılması ko­ nuların olumlu yönde incelenmesini ko­ re silahsızlanma konferansı’na kimyasal biyolojinin bölümleri ve biyolojik silahlan yasaklaman birkaç laylaştırdı. Malpighi (1628-1694) mikros­ antlaşma tasarısı verildi. 1969’da ABD, kobik anatomiyi kurdu. Van Leeuwenhoek “ öldürücü biyolojik etkenlerin ve silahla­ En geniş anlamda alınacak olursa bi­ (1632-1723) protozoolojinin ve bakte­



• Enerji kaynakları arasında biyokütlenin yeri. Cansız maddelerden (kömür, petrol) gelen enerjilerin tersine biyokütleden ge­ len enerji sonsuz olarak yenilenebilir. Rüz­ gâr ve güneş enerjisinin tersine kolayca depo edilebilir. Buna karşılık, biyokütle çok büyük hacimde işlenmekte, bu da ta­ şımayı masraflı ve külfetli kılmaktadır; bu nedenle, ancak yerel kullanım, özellikle kırsal kesimde kullanım tavsiye edilebilir. Verime gelince, aynı alana düşen güneş enerjisine göre ifade edilecek olursa çok düşüktür (fotovoltaik güneş pilleri için % 10-30'a karşılık °/o 0,5-4), ama karada ve suda enerji hammaddesi (biyokütle) üretmek için yararlanabileceği yüzeyler, örneğin güneş toplayıcıların kaplayacağı alanla kıyaslanamayacak ölçüde geniş­ tir. "V“ -



biyolojik 1712



rın kullanımından, aynı zamanda biyolo­ jik savaşın her biçiminden” vazgeçmeyi ve bu konudaki araştırmaları, bağışıklık kazanma gibi, savunma önlemleriyle sı­ nırlandırmayı tek taraflı olarak kararlaştır­ dı. 1971’de Rusya, İngiltere’nin kimyasal ve biyolojik silahları birbirinden ayırma önerisini kabul etti. 10 nisan 1972’de, bi­ yolojik ve zehirli silahların depolanmasını yasaklayan ve imzacı devletleri, stokları­ nı imha etmekle yükümlü kılan bir anlaş­ ma, aynı anda Londra, Moskova ve Washington’da çok sayıda ülke tarafından im­ zalandı; sözleşmeyi etkili bir-denetim ön­ görmemekle eleştiren ve bildikleri gibi ha­ reket etmeyi yeğleyen Fransa ve Çin bu sözleşmenin dışında kaldılar. Bu konuda 17 haziran 1925’te imzalanan boğucu, zehirleyici ya da buna benzer gazların ve bakteriyolojik (biyolojik) araçların savaş­ ta kullanılmasının yasaklanmasına ilişkin protokol’ü 7 ocak 1929 tarih ve 1380 sa­ yılı yasayla onaylamış olan Türkiye, 1971 sözleşmesine, 25 haziran 1973 tarih ve 1766 sayılı yasa uyarınca taraftır. —Tarım. Biyolojik tarım akımı ikinci Dün­ ya savaşı’ndan sonra batılı ülkelerde or­ taya çıktı ve 1960’lı yıllarda yaygın dene­ me ve uygulamalara konu oldu. Biyolo­ jik tarımı savunanlara göre her agrobiyoloji uzmanı, modern tarımda ortaya çıkan kusurları düzeltmek için, sanayi öncesi ta­ rım sisteminden esinlenerek kendi üretim sistemini ortaya koymalıdır. Toprak, mine­ ral gübreler için bir dayanak gibi kullanıl­ mamalı, mikroorganizmalarca beslenme­ si ve dengelenmesi gereken canlı bir or­ tam sayılmalıdır. Bu nedenle, tarımda kul­ lanılacak teknikler, insanların bu alanda­ ki işlevine önem vermelidir. Bu amaçla toprak işlenirken, yapıyı bozan fazla de­ rin sürmelerden sakınılmak daha sık yü­ zeysel çalışmalar yapılarak mikroorganiz­ maların artması sağlanmalıdır. Kompostun kullanılması yeşil gübre kullanımı ka­ dar yaygınlaştırılmalıdır. Bazı hastalıklara karşı bitkilerin direncini giderek zayıflattı­ ğı için, azotlu gübrelerin ve suda eriyebi­ len mineral gübrelerden birçoğunun kul­ lanılması yasaklanmalıdır. Bu nedenle, erimeyen organik mineral gübreler kullan­ mak daha uygundur. Ekim nöbetinde eki­ lecek ürünlerin seçimi çok önemlidir, çün­ kü toprağın aşırı ölçüde sömürülmesinden sakınmak ve dengesinin korunması­ nı kolaylaştırmak gerekir. Bütün bu tek­ nikler birbirine bağlıdır ve toprağın büyük biyolojik çevrimlerini canlandırmaya ve sürdürmeye yarar. Bazı bitkilerin öbürle­ ri üzerindeki uyarıcı etkilerinden yararlan­ ma olanağı sağlayan karma ekimlere yer verilmelidir; böylece sağlanan değişik or­ tamlar, yararlı avcı böcekleri zararlı bö­ ceklerden koruyabilir. Bu karışık ekim da­ ha çok çayırlarda kullanılmalıdır; çünkü hayvanlar için dengeli bir beslenme sağ­ lar. Yabancı otlar, ot ilaçlarıyla yok edil­ memeli, topraktaki dengesizliğin belirtisi sayılarak bu dengenin düzeltilmesinde kullanılmalıdır. Zararlı bitki ve böcekleri öl­ düren sentetik ilaçlar da tamamıyla yasak­ lanmalıdır. Agrobiyolojistlere göre, yukar da belirlenen yöntemlerle asalaklara karşı direnç artırılmalı, bunun için daha dirençli türler seçilip ekilmelidir. Bütün bu biyolojik üretim sistemlerinin ortak iki özelliği vardır; biraz fazia çalış­ ma pahasına da olsa, dışardan satın alı­ nacak üretim gereçlerini önemli ölçüde azaltırlar; ürünlerini rayiç bedelden daha yüksek fiyatla satma olanağı sağlarlar. Agrobiyolojistler, sıradan tarıma göre biraz düşük olan verim farkını böylece karşılamış olur, bedelce onunkine denk brüt gelir elde ederler. Ama, yüklerinin azalması nedeniyle, daha fazla katma de­ ğer yaratırlar. B İY O L O J İL E Ş T İR İC İL İK a Fels in sanı etkileyen bireysel ve/ya da kolektif olayların, biyoloji yöntemleriyle incelen­ mesi gerektiğini savunan öğreti. B İY O L Ü M İN E S A N sıf. (fr.biolum ine-



scent). Biyolojik ışıma yetisiyle donanana denir. B İY O L Ü M İN E S A N S a. (fr. bıoluminescerıce). Kendileri ışık üreten ya da çev­ reden yansıyan ışığın şiddetini artıran ba­ zı hayvan türlerinin ışık yayınlaması. (Çe­ şitli hayvan türlerinde iletişim aracı olarak işe yarayan bu ışıkları yaratan olgular fos­ forışıllık ve flüorışıllıktır ) —ANSİKL. Biyolüminesans olgusu omur­ gasız hayvanlarda çok görülür: bakteriler, protozoerler (noctiluca), denizlerde yaşa­ yan omurgalılar (halkalı solucanlar, yumu­ şakçalar, kabuklular) ya da karada yaşa­ yan hayvanlar (böcekler, örümcekler) öz­ gül organlarının yardımıyla ışık yayabilir­ ler. Böceklerde bu organlar, lüsiferin üre­ terek depolayabilen salgı bezleridir. Lüsiferinin oksitlenmesi oksilüsiferini yaratır, o da özgül bir enzimle (lüsiferaz) bir ara­ ya gelince soğuk ışık üretir. Bu ışığın üre­ timini, yayın zamanını ve süresini hayvan belirler ve denetler. Işıklı işaret yalnız tü-, re özgü değildir, o türdeki erkeğe ya da dişiye, hatta yapılan herhangi bir davra­ nışa bağlıdır. Bu işaretlerin özgüllüğü, cinsel davra­ nışların düzenlenmesinde onların önemli rolü olduğunu gösterir. Yeni Gine’de ya­ şayan bazı lucicola türlerinde erkekler ve dişiler ışıklı işaretler yayarlar ve bunların görünüşü çiftleşme gösterisi sırasında de­ ğişik biçimler alır. Bazı başka türlerde (photuris) dişi hayvan, çıkardığı ışıklı işa­ retle yakın bir türün dişisinin cinsel işare­ tini verir, böylece o türün erkeklerini ken­ dine çeker, ama bunu cinsel amaçla de­ ğil, düpedüz beslenmek, yani onları ye­ mek için yapar. Işık üretip yayan omurgalı hayvan az­ sa da (derin deniz balıkları dışında), üzer­ lerine düşen ışığın şiddetini artırabilen be­ deni yapıda olanların sayısı pek çoktur. Bu nitelik, çevre aydınlığının zayıf oldu­ ğu yörelerde onları iyice görünür kılar. Bazı balıklarda, onları aynı türden hay­ vanların uzaktan tanıyabilmesini sağlayan özgül biçim ve renkte vücut kısımları var­ dır. Bu tipte tanıma işareti, characidae fa­ milyasından balıklarda çok gelişmiştir; bu nedenle akvaryum sevenler onları çok beğenirler. Eni iyi bilinenlerden bazıları: kırmızı neon (Cheirodon axelrodi), mavi ne­ on (Hyhpessobricon irmesi), siper ateşi (Hemigrammus ocellifer). B İY O M a. (fr. biome). Aynı iklim koşul­ larının bulunduğu çok geniş alanları kap­ sayan türdeş görünümde geniş ekolojik birim. (Afrika’daki savan, Kuzey kutbu yö­ resindeki orman, tundra, çöl birer biyomdur ve her biri özgün bir bitki örtüsüyle kaplıdır; aynı şekilde kumullar, engin ça­ yırlar ve acı sular da birer biyom sayılır.) B İY O M A N Y E T İZ M a. (fr. biomagnetisme). 1. Canlı yaratıkların, yer manyetik alanına ve ona benzer yoğunluktaki ya­ pay manyetik alanlara gösterdikleri tepki ve duyarlılık. —2. Çeşitli organların (kalp, akciğer, beyin vb.) çalışmasıyla meyda­ na gelen (çok zayıf) manyetik alan. —ANSİKL. Fizyol. Kırçıl et sineklerinin (sarcophaga) onda dokuzu, yatay bir düzle­ me göre kuzey-güney ya da doğu -batı doğrultusunda bir manyetik yöneli­ me uyarak konarlar; kuşkusuz bu bir rast­ lantı değildir; kaldı ki, geri kalan % 10 da kesinlikle kuzey-batı ya da kuzey -doğu doğrultusunda konar. Bu sinekler 40 gausluk bir alana yerleştirilirlerse bu alana paralel ya da dikey olarak yönelir­ ler. Buna benzer olarak, küçük bir salyan­ goz (nassorius), bir planarya (dugesia) yerleştirildikleri deneysel manyetik alanın yönüne ve şiddetine göre yer değiştirir­ ler. Biyomanyetizm konusunda, çok çe­ şitli türlerde, özellikle volvox cinsi birhücrelilerde olumlu sonuçlar elde edilmiştir Kullanılan şiddetler 1,5 ile 5 gaustur (yer manyetik alanı aşağı yukarı 0,2 gaus). Yves Rocard’a göre insanda doğal manyetizme karşı yüksek derecede duyarlılık



vardır; kişi, metrede 1 mılıörstetten aşağı gradiyenleri kolaylıkla algılar ve metrede 2 ya da 3 miliörstet için çok belirgin bir algılama yeteneği gösterir. Bugün insan bedeninin biyomanyetik açıdan araştırıl­ ması olanağı vardır. Uzaktan yapılan ve tümüyle zararsız olan bu araştırma, koro­ ner tıkanıklıklarını, dölütteki kalp şekil bo­ zukluklarını ortaya çıkarabildiği gibi, mes­ leki konyozların gözetimine de (kaynak­ çılarda, amyantla çalışanlarda) yaramak­ tadır. B İY O M A S a. (fr. biomasse). BİYOKÜTLE'nin eşanlamlısı. B İY O M E D İK A L sıf. (fr. biom edical). Hem biyolojiyle, hem tıpla ilgili olan. B İY O M E K A N İK a. (fr. biomecanique). Tıp. Biyoloji, fizyoloji ve tıp sorunlarına mekanik yasalarının uygulanması. (Bk. ansikl. böl.) Sıf. Bıyomekanikle ilgili. —Tiyat. Biyomekanik oyunculuk, biyomekanik yöntem, sahnedeki sanatçının can­ landırarak, benzeterek değil, göstererek oynamasına verilen ad. Buna ilişkin tek­ niklerin geliştirilmesi için uygulanması ge­ reken yöntem. (Sovyet tiyatrosunun ön­ de gelen adlarından V. Meyerhold*’un kuramlaştırdığı biyomekanik oyunculuk ve sahne düzeni, başta Brecht olmak üzere çağdaş tiyatronun birçok yönetme­ ni tarafından benimsenmiş ve yeni bir sahne estetiğinin oluşmasına ışık tutmuş­ tur.) —ANSİKL. Uygulamalı bir bilim dalı olan biyomekanik, madde ile yaşam arasında­ ki ilişikleri yöneten fizik yasaları ile ilgile­ nir. Özellikle hareket sisteminin çalışma biçimlerini, bozukluklarını ve kusurlarını belirler. Çözüm önerebilmek için mühen­ dislikle ilgili bazı bilim dallarına başvurur. Biyomekaniğin başlıca uygulama alanla­ rı, ameliyat sonrası yeniden eğitim, eklem patolojisi ve spor hekimliğidir. Bazı batılı üniversiteler hastanelerde çalışmak üze­ re biyomekanik hekimleri yetiştirmektedir. B İY O M E T A L Ü R J İ a. (fr. bıometallurgie). Kimi cevherleri (bakır, uranyum) zen­ ginleştirmek için mikroorganizmaların kul­ lanımı. B İY O M E T A N a. (fr. biomethane; bio ve methane'üan). Kim. BİYOGAZ’ın eşanlam­ lısı. B İY O M E T E O R O LO Jİ a. (fr. biometeorologie). Çeşitli meteoroloji olguları ile tüm canlı organizmaları ilgilendiren biyo­ lojik süreçler arasındaki ilişkileri inceleyen bilim. —ANSİKL. Biyometeoroloji özellikle tarıma uygulanır. Sn başta, donun verebileceği zararlardan sakınmak ve en iyi nem ko­ şullarından yararlanmak için bazı bitkile­ rin ekiminde en elverişli zamanı belirleme­ ye yarar. Kuraklık evrelerinin süre ve sık­ lığını hesaplamak, büyümenin çeşitli ev­ releri ve sulamanın planlanması bakımın­ dan, bitkinin su ihtiyacını belirlemek için gereklidir. Büyüme evrelerinin uzunluğu­ nu iyi tahmin etmek ve başlıca bölgesel özellikleri (yağışlar, güneşlenme, sıcaklık, rüzgâr...) tanımak tarım bitkilerinin ve çe­ şitlerinin seçimi bakımından çok önemli­ dir. Tarım zararlılarına karşı mücadelede de biyometeorolojiden önemli ölçüde ya­ rarlanılır. Bitki hastalıklarının birçoğu ısı ve nem gibi iklim etmenlerine bağlı olduğun­ dan meteorolojik olayların iyi bilinmesi, ta­ rım zararlılarına karşı, en elverişli zaman­ da ve en etkili şekilde mücadele yapılma­ sına olanaKsağlar. Üstelik, önleyici kim­ yasal mücadele iyileştirici mücadeleden daha iyi sonuç verir ve daha hafif dozda kullanılabildiği için çevre kirlenmesi bakı-' mından da az zararlı olur. B İY G M E T R İ a. (fr. biom etrie; yun. bios, yaşam, ve metron, ölçü’den). 1. Canlı varlıkları ölçme teknikleri ile bu ölçümleri değerlendiren istatistik yöntemlerinin tü­ mü. (Öuetelet, Galton ve Pearson tarafın­



biyosfer dan geliştirilen biyometri, özellikle karak­ terlerin sıklığı ve ortaklığı, morfolojik de­ ğişimlerin genliği ve anlamı, kalıtımsal ka­ rakterlerin davranışı hakkında çok ilginç sonuçlar doğurmuştur.) —2. Dölüt biyometrisi, ültrason ar.acılığıyla dölyatağı için­ de dölüt ölçümleri yapma. (Bk. ansikl. böl.) || Göz biyom etrisi, gözün çeşitli bö­ lümlerinin ölçümü. —ANSİKL. Kad. doğ. Dölütün iki yankafa kemiği arasındaki kafa çapı, âdetten ke­ silmenin 13. haftasından gebeliğin sonu­ na kadar ölçülür; zaman zaman yapılan ölçümler bir gelişme eğrisi çizilmesini sağ­ lar. Daha başka parametreler de ölçüle­ bilir: Örneğin göğüs kafesi, karın, beden uzunluğu, kol ve bacak boylan. Dölüt bi­ yometrisi, gebelik yaşının saptanmasın­ da, dölütün büyüme ve şekil bozuklukları­ nın teşhisiyle dölütle ana leğeni arasında­ ki ilişkilerin teşhisinde rol oynar.



BİYOMİKROSKOP a. (fr. biom icros cope). Genellikle özel bir ışık kaynağı (ya­ rıklı lamba) ile kullanılan ve gözle incele­ me yapmaya yarayan çift göz mercekli mikroskop. BİYO M İM ETİK sıf. (fr. biom imötique). Org. kim. Canlı organizmalardaki doğal yöntemlere öykünenler için kullanılır. —ANSİKL. Canlı hücrelerde oluşan tepki­ meler, olağanüstü ölçüde özgün nitelik­ ler taşır. Bu tepkimeler, çok ılımlı bir sı­ caklık ve derişim koşullarında gerçekle­ şir. Laboratuvarda genellikle katı deney­ sel koşulları uygulayan bir organik kim­ yacı, canlı hücrede egemen olan koşul­ lara öykünmeye çalışır; işte bu araştırma biçimine biyomimetik kimya adı verilir. Bu tür bir kimya uygulaması doğal ola­ rak hücrenin etkinlik biçimine ilişkin bilgi­ ler ister. Nitekim biyomimetik kimya, 1912'de R. Robinson’un olağan sıcaklık­ taki suda uygulanabilecek basit bir yön­ temle tropinonun (birçok alkaloitin öncü­ sü) bireşimini yapmasıyla başladı. CH,—CHO f



CH:—COOH -t H;NCH3+ ^CO



CH;—CHO



------- ►



CH;—COOH



süksinik metilamin asetondikarboksilik asit



= 0 +2CO, + 2 H ,0



tropinon Robinson'a' göre sitrik asit yükseltgenerek asetondikarboksilik asit ve arginin yükseltgenerek süksinik asit elde edilebi­ lirdi. Bu halde biyomimetik kimya yöne­ limi,doğal sürecin işleyiş biçiminden çok, deneysel koşullarını oluşturmaktı. Son günlerde W. S. Johnson canlı or­ ganizmalarda steroitlerin oluşum meka­ nizmasını kullanma yoluna gitti; bu amaç­ la projesteron gibi yararlı steroitleri, uygun polien bileşiklerini halkalaştırarak.elde et­ meye çalıştı.



BİYOMOLEKÜL a. (fr. bıomolecule). Canlı madde molekülü.



BİYOMORFİZM a. (fr. biomorphisme). Çağ.sant. Biçimleri organik dünyanın bi­ çimlerini andıran bir sanat yapıtının nite­ liği. (Bu terim figüratif olmayan bazı resim ve heykelleri nitelendirmek için kullanılır.)



BİYOMÜHENDİS a. Biyosanayi alanın­ da çalışan uzman mühendis.



BİY O N İK a. (amerikanca bionics; bio [logy], biyoloji, ve [electro] nics, elektro­ nikten). Arama, bulma ve yönelme gibi bedeni işlevleri teknolojiyle gerçekleştir­ mek için yararlanılabilecek ilkeleri ortaya çıkarmak amacıyla, mühendis ve teknis­ yen açısından biyolojik süreçleri incele­ meyi konu edinen bilim. —ANSİKL. Biyonik, bu tanıma göre siber­ netiğin biyolojik görünümüdür. Özellikle doğada, yarasaların ve yunusların “ so­



nar’’! gibi süreçleri bulma olanağı sağlar.



BİYOOPAL a. (fr. bio-opale). Pedol. Bit­ kilerin yaprak dokularında fitolit ya da ki­ reç bağlama biçiminde toplanan ve bit­ kisel döküntülerle toprağa dönen sulu si­ lis.



BİYOPESTİSİT a. (fr. biopesticide). Çevreye zarar vermeden, belli bazı bö­ cekleri yok edebilecek zehirler üreten bakteri. BİYOPOLİMER a. (fr. biopoiymöre). Bi­ yolojik kökenli polimer. (En ilginç örneği, şekerlerin mayalanması sonucunda elde edilen polisakkaritlerdir. Bunlar koyulaş­ ma ve suya dayalı sistemleri süreklileştir­ me özelliği taşıdığından pek çok alanda kullanılmaktadır: besin sanayisi [koyulaştırıcılar], aşındırıcı, yapıştırıcı maddelerin, boyaların, delgi çamurlarının yapımı, vb.)



BİYOPSİ a. (fr. biopsie). Cerr. Çeşitil muayeneler, özellikle mikroskobik mua­ yene için yaşayan'bir kişiden ya da hay­ vandan bir ur, bir organ ya da doku par­ çası alma. (Bk. ansikl. böl.) || Anında bi­ yopsi, cerrahi bir müdahale sırasında par­ ça alıp muayene etmek üzere yapılan bi­ yopsi. (Derhal cerraha iletilen sonuç on­ dan sonra yapılacak ameliyatın şeklini de­ ğiştirebilir.) — ANSİKL. Biyopsi, bir lezyonun makroskobik ve mikroskobik olarak doğrudan, doğruya muayenesi sayesinde, o lezyo­ nun doğası ve yapısı hakkında kesin bil­ gi sağlar. Bir urun zararsız ya da zararlı olup olmadığını kesin olarak saptamaya yarayan tek yöntemdir. Bir cerrahi müda­ hale sırasında yapılabildiği gibi (anında bi­ yopsi), özel bir pens aracılığıyla yüzey­ den parça alarak (dölyatağı boynu biyopsisi), doğal bir boşluğu kazıyarak (dölyatağı iç zarı biyopsisi), özel oyuk iğ­ neler aracılığıyla bir doku ya da doku par­ çasından ponksiyonla (ponksiyon biyop­ sisi) [böbrek, karaciğer, vb. biyopsileri] parça alarak gerçekleştirilebilir. Tam çı­ karma biyopsisi muayene edilecek lezyonu tümüyle bir defada kesip çıkararak ya­ pılan biyopsidir, deri hastalıklarında çok kullanılır.



BİYOPTERİN a. (fr. biopterine). Biyokim. Folik asidinkine benzer pterit çekir­ dekli ve C9H „N 50 3 formüllü bileşik. (Hid­ rojen taşıyıcı olarak işe yarar ve böylece fenilalaninin tirosine dönüşmesini sağlar. Doğada çok yaygın olan, özellikle arı sü­ tünde bulunan biyopterin büyük bir ola­ sılıkla bazı böcekler için büyüme etkeni­ dir.)



biyopterin



BİYOREAKTÖR a. (fr. bioröakteur). Bi­ yolojik tepkimeleri oluşturmaya yarayan kimyasal reaktör. BİYO RİTİM a. (fr. biorythm e). Hayvan­ lar dünyasında olduğu kadar bitkiler dün­ yasında da varlığı ortaya konan her türlü peryotlu olgu. (Eşanl. BİYOLOJİK RİTİM.) —ANSİKL. Yaşanılan ortamın etkisinden ileri gelen bir dış kökenli biyoritim, bir de salt genetik etkiden doğan iç kökenli bi­ yoritim vardır. Dış kökenli ritimlerin en önemlileri 24 saatlik gece-gündüz ritmi, (bulunduğumuz enlemde 12 saat 25 dk sürer), gel-git ritm i, yıllık ritim ve çok en­ der olarak aylık ritim d ir, iç kökenli ritim­ lerin sayısı ise, pek çoktur: kalp, solunum, beslenme, beyin (uyanıklık, “ ağır" ve “ paradoksal" uyku), cinsellik (âdet dev­ resi) ritimleri, eklembacaklılarda deri de­ ğiştirme ritmi, mevsimlerin çok az belirgin olduğu ekvatoral bölgelerde çiçeklenme ritmi, vb. ( -» KRONOBİYOLOJİ.)



BİYOS a. (fr. bios). Biyokim. Biramaya-



sının büyüme etmeni. (B, vitamini [tiyamin klorür], B5 vitamini [pantotenik asit], H vitamini [biyotin] ve mezoinozitol olmak üzere dört maddenin karışımından olu­ şur.) —Org. kim. Bios II, BIYOTINTn eşanlamlı­ sı.



BİYOSANAYİ a. Biyoteknoloji yöntem­ lerini kullanan sanayi etkinliklerinin tümü.



BİYOSEMEZ a. (fr. biocömöse; yun. bi­ os, yaşam, ve kheima, kış’tan). Fizyol. Kış uykusundan, oksijen alma azlığından (anoksi) ya da su alma azlığından doğan uyuşuk (yavaşlamış) yaşam.



BİYOSENOTİK a. (fr. biocânotique). Biyosenozları, onların dengelerini, içlerinde­ ki çeşitli türlerin karşılıklı yerini ve rolünü ve ortamın etkisi altındaki evrimlerini ko­ nu alan bilim. (Bu bakımdan biyosenotik dört büyük bilimin bireşimidir: sistematik, ekoloji, etoloji ve koroloji.) ♦ sıf. Biyosenozla ilgili. B İY O S E N O Z a. (fr. biocönose). Aynı bi­ yolojik çevrede, birbirinin yakınında ve az çok belirgin bir karşılıklı bağımlılık içinde yaşayan canlı varlıkların bütünü. (Eşanl. TOPLULUK.) —ANSİKL. Bir biyosenoz, bazı ekoloji et­



kenlerine bağlı bir öbektir; bu etkenler biyosenozun dengesini ya da evrimini be­ lirler. Bu biyosenozu eksiksiz olarak ince­ lemek pek ender olanaklıdır, çünkü bu­ nun için bütün oluşturucu öğelerin bilin­ mesi gerekir: hayvanlar, bakteriler, geliş­ miş ve gelişmemiş bitkiler. Biyosenoz ve buna doğrudan bağlı olan biyotop' ekosistem*’i oluşturur. Bir biyosenoz içinde, trafik düzeyler, ya da besin zincirleri, za­ man ve uzamdaki bir yapı ve bir dinamik tanımlanabilir. Biyosenozlar genellikle sı­ nıflandırmaya ilişkin bileşenlerine göre bölümlere ayrılır: fitosenoz (yeşil bitkilerin tümü), zoosenoz (hayvanların tümü), miyosenoz (mantarlar) ya da bakteriyosenoz (bakteriler). B İY O S E N TE Z a. (fr. biosynthöse). Org. kim. Canlılarda organik bileşiklerin olu­ şum biçimi. (Yeşil bitkilerde fotosentez, hayvanlarda anabolizmanın kimi görü­ nümleri.) —ANSİKL. Hayvanlan ve bitkileri oluştu­ ran bileşenler, ya dış ortamdan sağlanır ya da doğrudan organizmada üretilir. Bi­ leşenlerin organizmadaki üretiliş biçimi biyosentezi oluşturur. Biyosentez, aynı za­ manda canlı organizmalardaki metaboliz­ maya ilişkin zengin bir bilgi kaynağıdır. Bu konuda teme! araştırma yöntemi, ola­ sı öncü izotopların markalanmasıdır; an­ cak incelenmesi gereken öncülerin seçi­ minde genellikle kimyasal bir bilgi biriki­ minden yararlanılır. B İY O S F E R a. (fr. biosphöre). Yerküre­ de canlı organizmalara rastlanan bölüm. (Eşanl. EKOSFER.) —ANSİKL. Biyosfer, atmosferin alt kesimi­ ni, suküreyi ve taşkürenin bir bölümünü içerir; yer yer 2 km’ye ulaşan bu taşküre bölgesinde, petrol yataklarına bağlı kimi bakterilere rastlanır. Biyosferle yerkürenin öbür bölümleri arasında biyosfer çevrim­ leriyle kurulan bir bağ vardır; bu çevrim­ ler kimyasal öğelerin canlı organizmala­ ra girmesini, birinden öbürüne geçmesi­ ni ve metabolizma ürünleri ya da mine­ ralleşme kalıntıları biçiminde biyosferden uzaklaşmasını sağlar. Biyosferin oluşumu yaşamın başlangıcıyla çakışır ve bu ne­ denle aynı varsayımlara bağlanır. Ancak biyosferin evrimi daha iyi bilinmektedir. Cambriaöncesinde oksijensiz atmosferde yalnızca dışbeslek organizmalar yaşaya­ biliyordu. Fotosentez (klorofilli) yapabilen organizmaların ortaya çıkışı, biyosferin oksijen açısından zenginleşmesini ve ya­ şamın çeşitlenmesini sağlayan temel ev­ relerden biri oldu. Karbon devriyle günü­ müz arasında, biyosferin kimyasal bileşi­ mi ve büyük biyojeokimyasal çevrimler çok az değişmiştir.



1713



hinum, psorinum, luesinum, tüberkülin* ler...), hahnemanncı diyatezlerle bağlan­ tılı olarak, bu alanın en önemli ilaçlarıdır.



yaşamın değiştiremediği yüksek atmosfer



NBİYOTİN a. (fr. biotine). Biyokim. Mayamantarlarının büyümesi için çok gerekli olan ve H vitamini de denilen B grubu vP tamini (Szent-Györgyi, 1940). [Eşanl. BlYOS II ]



—ANSİKL. Önce karaciğer ve sütte keş­ fedilen B vitamini, mayalarda ve tahıllar­ da da bulunur ve tüm canlı hücrelerde de vardır. Ç 10H16N2O3S formüllü ikihalkalı bir bileşik olan biyotin karboksilazlarda (asetil CoA karboksilaz, pirüvat karboksilaz, Krebs çevrimi enzimleri) ve üstün ya­ pılı hayvanlardaki yağ asitlerinin biyosentezinde kofaktör olarak görev yapar. Yu­ murta akındaki avidin bu vitamine yapı­ şarak onun enJm etkisini ortadan kaldı­ rır. Biyotin, bazı deri hastalıklarında, özel­ likle dermatoz ve seboreik alopesilerde tedavi amacıyla kullanılır.



B İY O TİN İLE N Z İM a. (fr. biolinyl -enzyme). Karboksilazı andıran ve koenzim olarak biyotin içeren enzim. (Biyotin, bir amit bağıyla, bir protein lizininin ucun­ daki amin yerine bağlanır.)



BİYOTİP a. (fr. biotype). Biyol. Dış gö­ yalın geçiş biyosferi aydınlık biyosfer (h eliyoster) etkin biyosfer



□ biyosfer



Biyosferin biıtün bileşenleri arasındaki karşılıklı ilişkilerin bilinmesine rağmen, çevrebilimciler, biyosferi, ekosistemter adı verilen, birbirlerinden görece bağımsız iş­ levsel birimlere ayırırlar, Ekosistemlerin boyutları, su birikintisiyle, madde değişi­ mi açısından gerçek "kapalı” tek çevre­ bilimsel birim olan biyosfer arasında de­ ğişebilir. Bu sistemler Güneş enerjisinin katkısına sıkı sıkıya bağlıdır.



BİYOSİT sıf. (fr. biocide). Kim. Kimi canlı organizmaları yok etmeye yarayan bütün kimyasal ürünler için kullanılır. (Tarım ko­ ruma ilaçlan ve ot öldürücüler, bu mad­ delerin en çok bilinenleridir; bunların be­ sin zincirinde birikmesi önemli zararlara yol açar.)



BİYOSPELEOLOJİ ya da BİYOSPEGLOJİ a. (fr. biospbldologie). Mağaralar­



H O C O -(C H j),



biyotin



da, karanlık oyuklarda yaşayan canlı var­ lıkları inceleyen bilim. —ANSİKL. Biyospeleoloji XX. yy.’ın başın­ da kuruldu (A. Virb, 1904; E. Racovitâ, 1907). Bir mağarada ya da karanlık oyuk­ ta besin maddeleri çok azdır ve sadece dışardan sızma sularla gelen besinlerden ya da yarasaların guanosundan, ölmüş ya da yolunu şaşırmış hayvanların ceset­ lerinden oluşur; bu tür besin maddeleri de yalnızca kısa ve yalın besin zincirlerine (bakteriler bu zincirlerde temel rol oynar) olanak verir, içinde yaşanan çevrenin ka­ ranlık olması, kör ve renksiz bir faunanın gelişmesine, aşırı nem ve önemli boyut­ lara ulaşan yeraltı suları su faunasının ge­ niş yer tutmasına neden olur. Mağaralar­ daki yaşama koşulları, 1948’de A. Vandel in laboratuvar olarak düzenlediği Moulis (Ariöge, Fransa) mağarasında (bura­ da sıcaklık değişmiyordu: 11,5°C) deney­ sel olarak incelenmiş ve denetlenmiştir.



BİYOSTAZİ a. (fr. biostasie). Pedol. Henri Ehrart'agöre(1955’e doğr.) yer gö­ rünümlerinin ve buna bağlı tortulların ev­ riminde, toprağın faunasıyla dengeli, sü­ rekli bir bitki örtüsü altında gerçekleşen yavaş kimyasal aşınma. (Biyostazi, çözü­ nür durumdaki maddenin yeryüzü top­ raklarının ayrışmış katmanlarını aşarak ok­ yanuslara kadar taşındığı bir döneme denk düşer; okyanuslara ulaşan madde­



yarıkaranlık heliyoster ve biyosfer (s k ia s v r)



ler, canlı varlıkların yol açtığı tortulları [ki­ reçli ve silisli çamurlar] yavaş yavaş çö­ keltin) [Karşt. ani. AŞIRIAŞINIM ]



BİYOSTRATtORAFİ a. (fr. biostratigraphie). Yerkabuğunun katmanları içinde­ ki canlı artıklarını ya da yaşam izlerini in­ celeyen katmanbilim dalı.



BİYOSTROM a. (fr. biostrome). Mer­ canların oluşturduğu, yüksekliğine oran­ la daha geniş kayalık kütle.



BİYOŞİMİ a. (fr. biochimie) - BİYOKİM­ YA.



BİY O TAK TİZM a. (fr. biotactisme). Bi­ yol. Bir ya da birçok hücrenin başka bir hücreyi kendine doğru çekmesi. BİYOTEKNOLOJİ ya da BİYOTEKN İK a. (fr. biotechnologie ya da biotechnique). Canlı varlıkların biyokimyasal özel­ liklerinden yararlanan tekniklerin tümü (doğal durumu korunur ya da genetik ya­ pısı yeniden oluşturulur). [Biyoteknoloji ya da biyoteknik, tarımsal üretimin yetkinleş­ tirilmesinde ya da çeşitli kimyasal bileşik­ lerin (yanıcılar, ilaçlar vb.) sanayisel üre­ timinde kullanılır.]



BİYOTERAPİ a. (fr. biothdrapie). Ted. Bir hastalığı iyileştirmek amacıyla gerek canlı mikroorganizma kültürlerinden (yo­ ğurt, kefir, mayalar), gerek fizyolojik ürün­ lerden (süt, mide özsuyu, safra, vb.) ya­ rarlanan tedavi yöntemi.



BİYO TERAPİK a, ve sıf. (fr. bıotherapique). Homeopat. Kimyasal yapısı belirli olmayan mikrop kökenli ürünlerden elde edilerek önceden hazırlanan ilaç. (Hay­ vansal ve bitkisel dokuların patolojik olan ya da olmayan salgı ya da dışkılarından yapılır.) —ANSİKL. Bıyoterapik ilaçların çoğu mik­ rop kültürlerinden, aşı ve serumlardan el­ de edilir ve şimdiye değin deney konusu yapılmamıştır. Bunlar homeopatik ilaçlar arasında biraz değişik bir kategori sayılır ve birçok enfeksiyon hallerinde, yalnız benzeşim yasasına uyularak verilen ilaç­ lara yardımcı olarak sözkonusu enfeksi­ yonların tedavisinde ya da önlenmesin­ de önemli hizmet görürler. Patogenezleri az çok yaygın olan öbürleriyse (medorr-



rünüşüyle olduğu kadar kalıtsal varlığıy­ la da (genotip) birbirine benzeyen aynı türden bireyler topluluğu.



BİYOTİPOLOJİ a. Antropol. insanların, tiplerine göre fiziksel sınıflandırılması, —ANSİKL. Bireyin toptan gözlemlenmesi­ ne dayanan, gerekirse bazı beden ölçü­ leri ile de tamamlanan biyotipoloji, çeşitli insan vücudu biçimlerini, örneğin leptozomlar ve brakizomlar ya da ektomorflar, mezomorflar ve endomorflar gibi birkaç sınıf içinde toplar. Bu çeşit tipler ile ruhbilimsel ve fizyolojik özelliklerle ayrılan sı­ nıflar (mizaçlar) arasındaki ilişkileri araştı­ ran bazı biyotipoloji uzmanlarının kuram­ ları, günümüzde terkedilmiştir. BİYO TİT a. (fr. biolite; öz. a. J. B. Biot' dan). K(Fe, MgUAl, Fe3*) Si-jO^OH.F)., formüllü monorainik mika; siyan renkli, heksagonal yapraklar biçiminde bulunur. (Biyotitler, demir-ll, demir-lll, magnezyum kutupları arasında bir seri oluşturur.) [Eşanl. KARAMİKA ] BİYOTOP a (fr biotope). Biyosenozu oluşturan türlere yaşama alanı ve sınırla­ rı az çok belirli olan bileşimi belli fiziksel ortam. (Biyotopun çapı çok değişiktir, ba­ zen çok küçük olabilir: bir taşın âlt yüzü, küçücük bir su birikintisi...) BİYOTRANSFORMASYON a (fr biotransformalion). Toksikol. Zehirli madde­ leri, organizmada zehirsiz bileşiklere dö­ nüştürme süreci. —ANSİKL. Biyotransformasyonlar karaci­ ğer parankimasında, bağırsakta, böbrek­ te, retiküloendotelyal sistemde gerçekle­ şir. Çeşitli enzim sistemleri ilk evrede, ze­ hirli maddelerin yükseltgenmesini, indir­ gemesini ya da hidrolizlenmesini ve ikin­ ci evrede çok polar maddelerle birleşme­ sini sağlar, zehirlerden arındırılmış bu maddeler kolayca dışarı atılır. BİYOTÛRBASYON a. (fr.bioturbation). Yerbil. Henüz taşlaşmamış bir çökelin canlı organizmaların etkisiyle bozulması; tortul kayaçlar içinde izler ve oyuklar bi­ çiminde bulunur.



BİYO YARARLILIK a Farmakol Veri len ilacın, beklenen biyokimyasal etkiyi yaratabilmesi için o ilaçtan ayrılıp serbest hale geçen etken madde oranı.



BİYOZON a. (fr. biozone). içerdiği fosil­ lerle belirlenen yerbilim katmanlar toplu­ luğu birimi. (Biyozorı, genellikle hızlı bir gelişim ve coğrafi yayılım gösteren, be­ lirleyici fosilin adını alır.) B İY S K , Rusya Federasyonu’nda kent, Sibirya'da Biya ve Katun ırmaklarının birleşerek Obi'yi oluşturdukları yerde; 233 000 nüf. (1989). Ticaret ve tarım merkezi.



bizans BİZ k adi. 1. çoğl. k. 1 . Konuşan kişi ve onunla birlikte bir topluluk oluşturan bir ya da daha çok kişiyi belirtir (vurgulama dı­ şında fiile eklenen 1 . çoğl. k. eki bunu be­ lirtmekte yeterlidir): Biz geldik. Biz bu ha­ tayı nasıl yaparız? || Bizi, 1. çoğl. k. adılı­ nın yükleme durumu: Bizi evine davet etti. Bizi izliyor. || Bize, 1. çoğl. k. adılının yö­ nelme durumu: Bize hiç gelm edi. Ona öğüt vermek bize düşmez. || Bizde, 1. çoğl. k. adılının bulunma durumu: Bu ak­ şam bizde kalabilirsin. || Bizden. 1. çoği. k. adılının çıkma durumu: Bizden bunu beklem eyin; bizden yana olan, bizim gi­ bi düşünen: Bu arkadaş da bizden. || B i­ zim, 1 . çoğl. k. adılının tamlayan durumu: Bu bizim başarımız. Bizim ev. || Bizimki, birinci çoğl. kişiye ait olan şeyi belirtir: Bi­ zim ki arızalandı; halk dilinde eşlerin bir­ birlerinden söz ederken kullandıkları söz­ cük: Bizim ki bu akşam yine geç geldi. Bi­ zim ki hasta; yakın çevreden olan bir kim­ se hakkında konuşulurken alay yoliu kul­ lanılır: Bu bizim kinin m arifetine benziyor. || Bizim kiler, anne ve babamız, dostları­ mız, vatandaşlarımız; bizim taraftan, bizim toplumumuzdan. || Bizce, bize göre: Biz­ ce sorun böyle çözülmez. || Bizler, ' ’ biz” in çoğulluğunu daha da vurgular: Bizler yoksul insanlarız. || Bizsiz, biz olmadan, biz yokken: Sinemaya bizsiz m i gidecek­ sin? —2. Resmi konuşmada, .yüksek mevkideki yetkili bir kimsenin ağzında ya da bir yapıtta alçakgönüllülük belirtisi ola­ rak "be n" yerine kullanılır': Biz bu konu­ ya daha önce değinmiştik. —3. Tkz. Ken­ dini olduğundan güçlü gösterme, böbür­ lenme amacıyla "be n” yerine kullanılır: Biz öyle kuru gürültüye pabuç bırakm a­ yız. —4. Biz attık kem ik ya da sümük d i­ ye, elâlem kaptı ilik diye, işe yaramaz, de­ ğersiz bulunan bir şeyin başkalarınca de­ ğerli bulunması durumunda söylenir. |j Biz bize, aramızda, yabancı biri yokken: So­ runu biz bize konuşalım. j| Biz kırk kişiyiz birbirim izi biliriz, bir kimsenin yakından ta­ nındığını, hiç de öyle sanıldığı gibi üstün bir durumunun olmadığını vurgulamak için söylenir. || Biz leblebi deyinceye ka­ dar pazar savrulur, "karar vermekte ge­ cikmeyelim, yoksa iş işten geçer" anla­ mında söylenir. || Bize de m i lolo?, "ne yaptığını biliyoruz, bizi kandıramazsın" anlamında kullanılır (arg.).||Bizim evde ya­ lanırsın, K irkor’un bağında mı ürürsün?



birinden iyilik gören, ama iyilik gördüğü kimseye değil de başkalarına hizmet eden kimseye söylenir. || Bizim gelin biz­ den kaçar, başını örter kıçını açar, yakın­ larından kaçınıp örtünen, onlara karşı utangaç davranan, yabancılaraysa, bu­ nun tersini yapan bir kimsenin giyiminde­ ki, tutumundaki tutarsızlığı dengesizliği vurgulamak için söylenir (tkz.). |j Bizim kö­ pek, it size ya da sizin köye balta getirdi mi?, tanıdık olmayan bir kimseyle ilişki kurmak için söze nereden, nasıl başlana­ cağını bilememe, uygun bir gerekçe ya­ ratamama durumunda söylenir. || Bizim tavuk b ir yum urta yum urtlar, yedi mahal­ le duyar; elin kısrağı küheylan doğurur (hiç) sesi çıkmaz, "bizim küçük bir kazan­ cımızı herkes görür de başkalarının çok büyük kazancıyla kimse ilgilenmez" an­ lamında söylenir.



B İZ a Deri vb. sert şeyleri dikerken, iğ­ ne geçirilecek yeri delmeye yarayan ağaç saplı, çelikten, sivri uçlu araç: Kunduracı bizi. Saraç bizi. Döşemeci bizi. —Terz. Düz ya da eğri zımba biçiminde, yuvarlak ya da dikdörtgen kesitli, kısa ve yuvarlak bir sapı bulunan, ipliğin geçme­ sini sağlamak amacıyla deriyi delmeye yarayan el aleti; aynı işlevi yapan maki­ ne.



B İZ ek. (fars. bihten, elemek’ten -biz). Esk. Eleyen, tarayan, yetiştiren anlamla­ rında bileşik sıfatlar türetir: fitne-bız (fitne­ ci), gül-bîz (gül yetiştiren), hak-bîz (toprak eleyen), vb. Biz İn sa n la r, Peyami Safa’nın romanı (1959). Mütareke döneminde İstanbul’da geçen bir sevgi ilişkisi çerçevesinde doğu-batı kültür çatışmasını konu edinir. Batı kültürüyle yetişmiş varlıklı bir ailenin kızı olan Vildan, doğu gelenek, kültür ve değer yargılarına önem veren Orhan ile batı etkisinde yetişmiş aydın tipi Rüştü arasında bir seçim yapmanın güçlüğünü yaşar, Bu çerçeve içinde, Mütareke dö­ neminin İstanbul'u, işgal kuvvetlerine hiz­ met ederek kendilerine çıkar sağlayan ki­ şiler, halkın bunlara karşı duyduğu tepki işlenir; mandacılık, sosyalizm, ulusçuluk gibi kavramların tartışması yapılır. BİZAM SIÇANI a. Kuzey Amerika'da yaşayan kemirici memeli. (Bil. a. Ondatra zybethica; cırlaksıçangiller familyası.)



[Eşanl. MASKARAT, MİSKSIÇANI, ONDATRA] —ANSİKL. Bizam sıçanı, anus bölgesinde



misk salgıbezleri bulunan iri bir sıçandır: uzunluğu, kuyruğuyla birlikte, 60 cm ’yi bulabilir. Bizam sıçanının misk salgısın­ dan parfüm sanayisinde yararlanılır. Sert kıllarından ayıklanan kürkü makbuldür ve çeşitli adlar altında satılır. Bizam sıçanı, tarla faresine benzeyen bir su sıçanıdır; arka ayakları perdelidir ve dümen görevi yapan tıkız bir kuyruğu vardır. Karmaşık yeraltı yuvaları kazar ya da dallardan ku­ lübeler yapar ve çoğunlukla su bitkileriy­ le beslenir. Hemen hemen bütün dünya­ ya yayılması sağlanan bizam sıçanı, kür­ kü için beslenir; ama zararlı bir hayvan ol­ duğundan, insanlar bizam sıçanı yetiştir­ meyi pek istememektedir. BİZANS a. (öz. a. Bizans'tan). [Tamla­ yan olarak] Bizans'a ilişkin, Bizans iie il­ gili şeyleri belirtir. —Din. Bizans ayini, Roma’da birleşen ba­ zı doğulu hıristiyanlarla (özellikle Melki Rumları, UkraynalIlar ve Rumenler), Orto­ doksların % 95’i tarafından uygulanan ayin. (Bk. ansikl. böl.) —Dilbil. Bizans yunancası, Bizans imparatorluğu’nun yönetim dili olan ve bugün de Yunan ortodoks kilisesi’nce dinsel tö­ renlerde kullanılan yunancanın eski biçi­ mi. — ANSİKL. Din. Bizans ayini, VIII. yy.’da Sicilya ve Calabria’da uygulanan Roma ayininin, IX. yy.'daysa Kıbrıs'ta uygulanan Suriye ayininin yerini aldı. Aynı biçimde IX. yy.’da Bulgarlar, Sırplar ve Rumenler, Bizans ayinini değiştirerek kabul ettiler. Xi. yy.'da şıra Ruslar’a geidi. XII. ve XIII. yy.’da İskenderiye, Antakya ve Kudüs patriklikleri Bizans ayinini benimsediler, böylelikle Bizans ayini, Batı’da ve Doğu’ da heterodoks biçimde günah çıkartan azınlık mezheplere karşı, Ortodoksluğun ayini oldu. Günümüzde, bu dinsel tören­ lerde beş resmi dil kullanılır. Bunlar: yu­ nanca, arapça, slavonca, rumence ve gürcücedir. Ama, Bizans ayini, Doğu’nun ulusal ayinlerinden farklı olarak evrensel­ dir ve dinsel törenler onu benimseyen tüm halkların dillerinde yönetilebilir. Nite­ kim, Rusya’da birçok azınlık halklarının dilleriyle gerçekleştirildikten sonra günü­ müzde de çağdaş batı Avrupa dilleriyle yapılmaktadır.



1715



İLISTİNİANOS’UN ÖLÜMÜNDE (565) DOĞU ROMA İMPARATORLUĞU



’ SCfevıtR



NiKÖpöli'



m * ;™ asfn» ' " \ J ’Siröcüaa.



:B«Tö'wiâ.



ta



StJfÖ0ö8



iU5tihfSrH>9'i/n'föh'ta Çfc*Ş>flöl Ûofcu



im M lflfe ı. 3*7 ■ lüstirorrfta’urt «Hfhfcft ^ ı ;DH5ö o w 'in W ffi(r ı



,$WİWWf'ih :BİW* Yttsmn) 4



P urnm 5 0 0 Km



'PtöfeTheîs



Bizans İmparatorluğu ------------------------------------ ■ B İZ A N S İMPARATORLUĞU ya da 1716 d o ğ u Ro m a İm p a r a t o r l u ğ u , Roma imparatorluğu'nun doğu bölümün­ de 330-395 yıllarında kurulan devlet. 1453’e dek (İstanbul'un fethi) ayakta kal­ dı; varlığını 1461'e dek Trabzon impara­ torluğu aracılığıyla sürdürdü. KONUM U VE COĞRAFİ ÇEVRESİ Bizans imparatorluğu, hem Tuna üze­ rinden germen ve slav barbarlarının hem de Fırat dirseği içinde Persler'in yaptık­ ları akınlara karşı, Romalılar'ın doğudaki topraklarını savunmak zorunda kalmala­ rından doğdu. Bunu sağlamak için impa­



ratorluğa, cepheye Roma'dan daha ya­ kın ve daha kolay korunabilen yeni bir si­ yasal ve askeri merkez gerekiyordu. Constantinus'un Konstantinopolis’i kur­ makla (330) yaptığı seçim bununla açık­ lanır. Karadeniz boğazı kıyılarında, kolay­ ca savunabilir bir yarımadanın ucunda kurulan yeni Roma, Pontos Eukseinos (İs­ kit buğdayı, doğu ürünleri), Çanakkale ve Akdeniz denizyolları ile biri Avrupa’ dan, öteki Küçük Asya ve Suriye’den ge­ len iki karayolunun birleştikleri noktada yer almasıyla olağandışı bir üstünlük gös­ teriyordu. Bizans imparatorluğu, 395'te Roma im­ paratorluğu'nun, farklı ama birleşik iki devlete ayrılmasıyla doğdu. Bu devletler­



de yasaların yayımlanması ve adaletin ye­ rine getirilmesi iki imparator adına yapılı­ yordu. Batı imparatorluğu'nun çöküşü ve Odoaker'in imparatorluk nişanelerini Zenon’a geri vermesi üzerine, Doğu impa­ ratorunun tüm Roma İmparatorluğu'nu yemden birleştirmesi gündeme gelince (476), Bizans İmparatorluğu'nun etkinliği arttı. Doğu Roma imparatorluğu da deBk. Resim sayfa 1715



nilen Bizans imparatorluğu, o tarihte üç geniş bölgeden oluşuyordu: kuzeyde Tu­ na, kuzey-batı’da ise Sirmium'un biraz kuzey-doğu'sundan başlayıp Scodra'nın (bugün işkodra) kuzeyinde Adriya denizi



Iİ«YIÜ0, lin>ır, ıMi/TriyhVÜ . 8t«W K fM ıM ıtU IMS



L



A ltjratf



m tm ım iM ifâ m m *



«im



IğMfiifMittını



1



klıı»r«(l.“ ,



f i I»»*»»»*}



ırnparaıenöpf



if



Ç m /.y n u ı),'!'



OiitjfuVıTIf-



■mut? 4 , j» V



k



6



m m



.■■■ m



'■ ■' tâ e m I, o *" M t ı e m e t i w w s»as»



'• . ı .u i " »



m



134û'a .dûâr.u



m



im



m m m



$ *



kıyılarına ulaşan bir çizgiyle sınırlı Balkan yarımadası; Asya, Pontos ve Doğu diocesis’lerini, kuzey-doğu'da Kafkasya kı­ yılarındaki müstahkem mevkileri, zengin ve dar Gürcistan ovasını, Kafkasya geçit­ lerine, Hazar steplerine ve Mezopotam­ ya'ya giden tüm yolları denetim altında tu­ tan stratejik Doğu Anadolu platosunu ve Anadolu-Suriye sınırında, imparatorluğun ordu ve yol sisteminin düğüm noktasını oluşturan Edessa ile birlikte Fırat kıvrımı­ nı da (Osroene) kapsayan Asya toprak­ ları; son olarak, başta zengin buğday am­ barı Mısır olmak üzere Nil'in ağzından Sirte körfezine kadar uzanan Akdeniz kıyı­ larını içeren Afrika toprakları. imparatorluğun savunması eski Suriye, Fırat ve Tuna eski //mesleri ve bu son böl­ gedeki Kırım ileri karakolu ile gerçekleş­ tiriliyordu. Sınır bölgeleri ile savunma zin­ cirinin en geri noktası olan Konstantinopolis arasında bağıntı bir dizi yolla sağla­ nıyordu. Bu kentten, Avrupa'nın içlerine doğru uzanan üç yol ayrılmaktaydı: bun­ lardan birincisi Apollonıa ve Tomi'den ge­ çerek Tuna ağzına kadar Karadeniz kıyı­ sını izliyordu; İkincisi (Roma via m ilitana' sı) Edirne, Meriç vadisi, Serdica (bugün Sofya), Naissus (bugün Niş) ve Morava vadisi üzerinden Sirmium'a ulaşıyordu; üçüncüsüyse imparatorluğun ikinci bü­ yük kenti Selanik'e vardıktan sonra K.'e doğru Belgrad, B.'ya, Adriya denizi’ne doğru (eski via Egnatia) Dyrrachium ve Yunanistan'dan G.’e doğru Tempe ve Thermopylai yönüne giden üç kola ayrı­ lıyordu.



Bizans imparatorluğu Daha da önemli olan bir başka yol, Konstantinopolis'in Asya yakasındaki va­ roşundan başlayarak, Nikaia (İznik) ve Dorylaion üzerinden iconium'a (Konya) vardıktan sonra iki kola ayrılan ticari ve askeri yoldu: kollarından biri (Hindistan yolu) Toros geçitlerinden, Kilikia'dan ve Fırat vadisinden geçiyor, İkincisiyse Kappadokia Kaisareia'sı (Kayseri), Kızılırmak vadisi ve Theodosiopolis (Erzurum) üze­ rinden Doğu Anadolu'ya uzanıyordu. As­ keri, ticari ve dini amaçlarla kullanılan, kervanların ve orduların geçtiği bu yollar imparatorluk için yaşamsal bir önem ta­ şıyordu; imparatorluk bunları sırayla Persler'e, Araplar'a ve Türkler’e karşı savun­ mak zorunda kalacaktı. imparatorluğun birliğini daha Roma dö­ neminden başlayarak çeşitli eyaletlerde silinmez bir iz bırakmış olan hellenizm sağlıyordu. Bu dil ve kültür ortaklığına, bir birlik etkeni deha eklendi: aynı dine bağ­ lılık. Aynı inançta olanlar arasında görü­ len tanrıbilimsel anlaşmazlıklara ya da piskoposluk merkezi kentler (İskenderiye, Kudüs, Antakya ve İstanbul) arasında çı­ kan ve neredeyse her zaman bölgesel özellikler yüzünden kızışan üstünlük kav­ galarına rağmen, bu bağlılık etkisini sür­ dürdü. BİZANS TARİHİNİN BAŞLICA EVRELERİ • Evrensel Roma im paratorluğu dönem i (935-641). Bu dönem Antikçağ'ın kesin­ tisiz uzantısıdır; germen istilalarına ve Batı'nın yitirilmesine karşın, imparatorluk yö­ netimi, evrensellik iddiası taşıyan bir siya­ set izlemeyi sürdürdü, iustinianos I (527 -565) Batı Akdeniz havzasını yeniden fet­ hetti, bir yasalar bütünü çıkardı ve doğu etkisinin ilk kez görüldüğü görkemli anıt­ lar yaptırdı (Ayasofya). Bir türlü sonu gel­ meyen din kavgaları (nesturilik, mohofizizm), sasani, pers (602-630) ve arap (632'den başlayarak) istilaları sırasında kendini gösteren bölgesel özerklik hare­ ketine zemin hazırladı. Herakleios I (610 -641), Persler'i yendiyse de Araplar'ı dur­ duramadı, Suriye'yi, Mısır’ı, çok geçme­ den de tüm Afrika'yı yitirdi. Basileus sa­ nını aldı. imparatorluk, bütün parlaklığıyla varlı­ ğını sürdürdü. Bizans'ın gücünün simgesi haline gelen altın sikke solidus, Seylan gi­ bi uzak pazarlarda bile aranıyordu. Para­ nın değerini koruması büyük ölçüde, Bi­ zans’ın güdümlü ekonomiye bağlı kalma­ sından kaynaklanıyordu. Bu uygulama, Konstantinopolis'in yiyecek gereksinimi­ ni düzenli biçimde karşılamak ve bu dev kentte yaşayan zanaatçılara iş sağlamak için benimsenmişti. Devlet, birtakım ürün­ lerin alım satımını ve üretimini elinde tu­ tuyor, katı bir yönetmelikle ve bunun uy­ gulanmasını sağlamakla yükümlü me­ murlarla, özel kişilerin çalışmasını denet­ liyordu. Bizans, coğrafi konumunun verdiği ay­ rıcalıkları sonuna kadar kullandı: Çin’den gelen kervanlar, Antakya'ya ve Pers sı­ nırındaki kentlere (Callinicum, Nisibis, Artaxata) ipek taşıdılar. Kızıldeniz kıyısındaki Klysma (bugünkü Süveyş yakınında) ve Ayla’ya (bugün Eilat) ise, Afrika'dan fildi­ şi, Himyer ülkesinden (bugün Yemen) myrrha sakızı, günlük ve güzel kokular, Güney Asya’dan değerli ağaçlar ve pek çok Hindistan ürünü gelirdi. Kıvrım liman­ ları, Kherson ve Bosporos (bugün Kerç), Orta Avrupa kavimleri ile ilişkiyi sağladı; burada Bizans'ın sanayi ürünleri amber ve kürklerle değiştiriliyordu. • Hellen Roma İm paratorluğu dönem i (641-1204). imparatorluğun hellenleşmesi ve doğululaşması bu dönemde iyice be­ lirginleşti. Herakleios'u (641-711)izleyen imparatorlar zamanında, Araplar Kons­ tantinopolis'in surlarına kadar sokuldu, Slavlar Balkanlar’ı istila etti, İtalya’nın bü­ yük bir bölümü de Lombardlar'ın eline geçti; Roma’nın çok eski askeri ve sivil



güçlerin ayrılığı ilkesi, yerini tam yetkili bir strategos’un yönettiği, thema adı verilen yönetim bölümlerine dayanan bir rejime bıraktı, ilk kez, Bizans'ın iktisadi dengesi bozuldu. Araplar, Yakındoğu kervan yol­ larını ve Kızıldeniz'deki baharat ticaretini denetimleri altına aldılar. Alışveriş sürdüy­ se de kazancın bir bölümü artık Araplar'a gidiyordu. isauria hanedanı (717-802) imparator­ luğa yeni bir güç kazandırdı, Araplar’ı ge­ ri püskürttü ve devleti yeniden örgütledi. Leon III ve Konstantinos V, kutsal resim­ leri yasakladılar; Eirene bunların tekrar kullanılmasına izin verdi. Eirene'ye karşı Nikephoros’un gerçek­ leştirdiği hükümet darbesini (802) izleyen bir geçiş ve istikrarsızlık döneminden (802-820) sonra gelen Amorion haneda­ nı (820-867), daha önceki fetihleri pekiş­ tirdi, kutsal resimleri yeniden yasakladı ve papa ile bağını kopardı (Photios'un ayrı­ lığı, 863-867). Ancak, dinsel konularda geleneklere geri dönüldü ve Roma ile ye­ niden uzlaşma sağlandı. Basileios l'in (867-886) kurduğu Make­ donya hanedanı döneminde (867-1057) imparatorluğun gücü doruk noktasına vardı. Leon VI ve Konstantinos VII Porphyrogenefos yasa koyucu büyük hü­ kümdarlardı; Romanos I Lekapenos, Nikephoros II Phokas ve ioannes I Tzimiskes ise büyük komutanlardı. Bunlar pek çok bölgeyi, Araplar'dan geri aldılar. Ba­ sileios II (967-1025) soyluları dize getirdi, Bulgaristan’ı fethetti, Araplar’ı yendi ve imparatorluğu en geniş sınırlarına ulaştı­ rarak döneminin en büyük hükümdarı olarak belirdi. Araplar'ın yol açtığı iktisadi güçlüklere tepki olarak, Bizans, gittikçe artan bir ko­ rumacılığa başvurdu ve IX. yy.'da Konstantinopolis ile bir ticaret kolonisi kurmuş olan Varegler’e ve Ruslar’a yeni bir pa­ zar aradı. Aynı şekilde, bir buçuk yüzyıl­ dan beri nerdeyse tümüyle terk edilmiş olan Akdeniz ticareti, IX. yy.’da, arap teh­ likesine rağmen, yeniden başladı, özellik­ le İtalya ile alışveriş yapıldı. Bunalım ön­ lendi, hatta IX.-XI. yy.'larda lüks eşya sa­ nayisinde önemli bir gelişme görüldü: Araplar'ın Mısır'a el koymasından sonra, keten bezi üretimi yeni yöntemlerle tek­ rar başladı, ipek sanayisi İstanbul’dan Teb'e kadar yayıldı, halıcılık ve çuhacılık gelişti; Antakya ve İstanbul’da yapılan, ki­ mi kez kıymetli taşlarla ve minelerle be­ zeli madeni eşyaların ticareti Sibirya’ya kadar ulaştı. 1057-1081 arasındaki karışıklık yılların­ da, imparatorluk, daha önce elde ettiği üstünlükleri tümüyle yitirdi; büyük mülk sahipleri, iktidarı yeniden ele geçirdiler; Bizanslılar’ı Malazgirt’te yenen (1071) Türkler, Anadolu Selçuklu devletini kur­



dular. Gerilemeyi durduran Komnenoslar (1081-1185) Haçlı seferlerinden yararla­ narak, yitirilen toprakları geri aldılar. An­ cak, Mikhael Kerularios'un din alanında ayrılığıyla (1054) ağırlaşan bizans-latin an­ laşmazlığı, Doğu’da büsbütün şiddetlendi (Antakya sorunu). Angeloslar hanedanı dönem inde (1185-1204) imparatorluk yıkıldı; Bulga­ ristan ve Sırbistan yeniden bağımsızlıkla­ rını kazandı ve bir taht kavgasından ya­ rarlanan Latinler, Konstantinopolis'i eie geçirdiler (Dördüncü Haçlı seferi). • Bölünmüş im paratorluk dönem i (1204 -1461). Bu dönem Latinler, BizanslIlar ve Türkler arasında savaşlarla geçti. 1204’ teki latin istilası sonucunda, Bizans impa­ ratorluğu dört devlete ayrıldı: Doğu La­ tin imparatorluğu, İznik imparatorluğu, Trabzon imparatorluğu ve Epeiros des­ potluğu. Nikaia'lı Laskarisler saldırıya geçtiler, Mikhael VIII Palaiologos Konstantinopolis’i geri aldı (1261). Ne var ki, yeniden kurulan imparatorluk, Mora’yı (Peloponisos) ellerinde tutan Latinler ile savaştığından, Anadolu ile ilgilenmediler ve ülke Tûrkler’in eline geçti. Devlet ko­ rumacılığının yavaş yavaş ortadan kalk­ ması ve 1204'ten başlayarak Girit’in, Koron’un, Modon'un vb. Venedik tarafından işgali sonucunda, Bizans'ın iktisadi duru­ mu bozuldu. Böylece Venedik, kıyıların­ da imparatorluğun belli başlı ticaret mer­ kezlerinin bulunduğu bir denizi denetimi altında tutabiliyor, dahası, bizans gemile­ rinin bu denizde dolaşmasını yasaklaya­ biliyordu. Komnenoslar'ın siyaset alanın­ daki başarıları, imparatorluğun temel ik­ tisadi çıkarlarından ödün verilerek elde edildi. Bizans, Sicilya’daki Normanlar’a karşı Venedik, Cenova ve Pisa'nın des­ teğini sağlayabilmek için, İtalyan tüccar­ lara birtakım ayrıcalıklar tanımak zorun­ da kaldı. Bu ayrıcalıklar, imparatorluğum zenginlik kaynaklarını doğrudan tehdit ediyordu. Manuel I bu yeni durumu de­ ğiştirmeye kalkışınca, Venedikliler hemen savaş açarak imparatorluğu büyük bir ye­ nilgiye uğrattılar. Franklar’ın Suriye'ye yerleşmesinden sonra, doğu ürünleri doğrudan Yakındoğu limanlarına gelme­ ye başladı. Çin ve Hindistan ile Batı Av­ rupa arasında yapılan ticaret, Bizans’ın denetiminden çıktı. Uluslararası büyük ti­ caret yollarının dışında kalan ve Türkler'e karşı kendini umutsuzca savunan Bizans yavaş yavaş yok oluyordu, iç savaşlarla zayıf düşen son Palaiologoslar, impara­ torluğun Avrupa’daki eyaletlerini teker te­ ker ele geçiren Türkler’e karşı Batı nın yardımını sağlayabilmek için, papalıkla ye­ niden dinsel birlik kurmaya çalıştılar. Os­ manlIlar İstanbul'u (1453) ve Trabzon'u (1461) fethetti; çok geçmeden de son la­ tin ve bizans kentlerini de ele geçirdi.



Efes’teki Aziz ioannes (St. Jean) bazilikası’nın kalıntıları (VI. yy.)



Bizans imparatorluğu 1718



Bizans imparatorluğu, zayıflıklarına kar­ şın, varlığını bin yıldan fazla sürdürdü (395-1461). iktidarın el değiştirmesini dü­ zenleyen kesin bir yasadan yoksun olma­ sının acısını çekti; saray karışıklıkları bir­ birini izledi; düşünce incelikleri din kav­ galarının çoğalmasına yol açtı; imparato­ run siyasal güçle dinsel yetkiyi birbiriyle karıştırması, çoğu kez hem devlete, hem de Kilise’ye zarar verdi. Bununla birlikte, Bizans, kuzeyde Hunlar, Avarlar, Slavlar, Bulgarlar, Ruslar ve Peçenekler'in.doğu ve güneydeyse Türkler, Persler ve Araplar'ın tehditlerine karşı koymayı bildi. Bizans, öte yandan, Ortaçağ'ın en par­ lak uygarlığının merkezi oldu, etkisini çok uzaklarda bile duyurdu.



KURUMLAR imparator, Tanrfnın seçkin kulu olarak görüldüğünden, tahtı zorla ele geçirme,yi başarmış kişi imparatorluğunu yasal gösterebilirdi. Ama imparatorun yönetime her istediğini ortak etmesi, soyunun sü­ rekli bir tehdit altında kalmasına yol açar­ dı. Monarşi mutlak bir tanrısal hakti; Basileus'un kendisi yasa olduğundan, irade­ sine hiçbir kısıtlama getirilemezdi; Kilise bile onun yetkesi altındaydı; çevresinde yalnızca uyrukları vardı. Ancak gelenek­ ler ve teamül, uygulamada mutlakçılığı yumuşatmıştı, imparator tahta geçmeden önce ortodoks töre uyarınca halka bir açıklamada bulunur, Kilise ve bazı kişile­



Bizans İmparatorluğu C o n s ta n tin u s ha n e d a n ı < 3 0 6 -3 6 3 ) C o n s ta n tln u s I Büyük (3 0 6 [B a tı] v e 3 2 4 -3 3 7 ), C o n s ta n tiu s l’ in C o n s ta n tlu s II C o n s ta n tin u s (3 7 7 -3 4 0 ) C o n s ta n s ile (3 3 7 -3 5 0 ) Ju lia n u s (3 6 1 -3 6 3 ) [B a tı] (o v ia n u s ha n e d a n ı (3 6 3 -3 6 4 ) J o v ia n u s (3 6 3 -3 6 4 ) V a ie n tin ia n u s ha n e d a n ı (3 6 4 -3 7 9 ) V a le n tin ia n u s I (3 6 4 -3 7 8 ) V a le n s (3 6 4 -3 7 8 ) G ra tia n u s (3 7 5 -3 8 3 ) [B a tı] Th e o d o s iu s ha n e d a n ı (3 7 9 -4 5 7 ) T h e o d o s iu s F la v iu s (3 7 9 -3 9 5 ) A r c a d lu s (3 9 5 -4 0 8 ) T h e o d o s k » II (4 0 8 -4 5 0 ) M a r c ia n u s (4 5 0 -4 5 7 ) T ra k y a ha n e d a n ı (4 5 7 -5 1 8 ) L e o n I (4 5 7 -4 7 4 ) L e o n II, ö n c e k in in to ru n u , d e d e s i ile (4 7 3 -4 7 4 ) A r ia d n e , L e o n l’in k ızı; 1- Z e n o n (4 7 4 -4 7 5 v e 4 7 6 -4 9 1 ) [B a s ilis k o s , g a s ıp (4 7 5 -4 7 6 )] 2 - A n a s ta s io s I (4 9 1 -5 1 8 ) İle e v le n d i lu stin os ha n e d a n ı (5 1 0 -6 0 2 ) lu s tin o s I (5 1 8 -5 2 7 ) iu s tin ia n o s I (5 2 7 -5 6 5 ) lu s tin o s II (5 6 5 -5 7 8 ) T ib e r io s II (5 7 8 -5 8 2 ) M a u rik io s (5 8 2 -6 0 2 ) Phokas ha n e d a n ı (6 0 2 -6 1 0 ) P h o k a s (6 0 2 -6 1 0 ) H e ra k le io s ha n e d a n ı (6 1 0 -7 1 1 ) H e ra k le io s I (6 1 0 -6 4 1 ) K o n s ta n tin o s III H e r a k le k » (6 4 1 ) H e r a k le k » II H e ra k lo n a s (6 4 1 ) K o n s ta n s II H e r a k l e k » (6 4 1 -6 6 8 ) K o n s ta n tin o s IV P o g o n a to s (6 6 8 -6 8 5 ) iu s tin ia n o s II R h ln o tm e to s (6 8 5 -8 9 5 v e 7 0 5 -7 1 1 ) K a rışıklık d ö n e m i (6 9 5 -7 1 6 )



L e o n V I Bilge (8 8 6 -9 1 2 ) A le k s a n d r o s , o rta k (8 7 1 'd e n s o n r. -9 1 2 ) te k b a ş ın a (9 1 2 -9 1 3 ) K o n s ta n tin o s V II P o r p h y ro g e n e t o s (9 1 3 -9 5 9 ), R o m a n o s I L e k a p e n o s (9 1 9 -9 4 4 ) v e R o m a n o s ’ u n o ğ u lla rı (9 4 4 -9 4 5 ) ile birlikte R o m a n o s II (9 5 9 -9 6 3 ) B a s l l e k » II Bulgerokionos (9 6 3 -1 0 2 5 ) N ik e p h o r o s II P h o k a s (9 6 3 -9 6 9 ) v e İo a n n e s I T z im is k e s (9 6 9 -9 7 8 ) Ue b irlik te K o n s ta n tin o s V III, ö n c e orta k , s o n ra te k b a ş ın a (9 6 1 -1 0 2 8 ) Z o e (1 0 2 8 -1 0 5 0 ): 1 - R o m a n o s III A r g y r o s (1 0 2 8 -1 0 3 4 ) 2 - M ik h a e l IV Paphlagonialı (1 0 3 4 -1 0 4 1 ) [M ik h a e l V Kalaphates (1 0 4 1 -1 0 4 2 ), M ik h a e l IV 'O n y e ğ e n i, Z o e ta ra fın d a n e v la t e d in ild i] 3K o n s ta n tin o s IX M o n o m a k h o e (1 0 4 2 -1 0 5 5 ) ile e v le n d i T h e o d o r a , ö n c e o rta k (1 0 4 2 ), s o n ra te k b a ş ın a (1 0 5 5 -1 0 5 6 ) M ik h a e l V I S tra tio tik o s (1 0 5 6 -1 0 5 7 ) K o m n e n o s han e da n ı (ilk k e z : 1 0 5 7 -1 0 5 9 ) isa a k io s I (1 0 5 7 -1 0 5 9 ) D u k a s ha n e d a n ı (1 0 5 9 -1 0 7 8 ) K o n s ta n tin o s X (1 0 5 9 1 0 6 7 ) M ik h a e l V II, ö n c e o rta k (y a k lş . 1 0 6 0 ), s o n ra te k b a ş ın a (1 0 7 1 -1 0 7 8 ) R o m a n o s IV D io g e n e s (1 0 6 9 1 0 7 1 ) ile blrilkte N ik e p h o ro s B otaneiates h a n e d a n ı (1 0 7 9 1 0 8 1 ) N ik e p h o r o s III B o ta n e ia te s (1 0 7 9 1 0 8 1 ) K o m n e n o s h a n e da n ı (ik in c i k e z : 1 0 8 1 -1 1 8 5 ) A l e k s k » I (1 0 8 1 -1 1 1 8 ) İo a n n e s II (1 1 1 9 1 1 4 3 ) M a n u e l I (1 1 4 9 1 1 8 0 ) A l e k s k » II (1 1 8 9 1 1 8 3 ) A n d ro n lk o s I (1 1 8 9 1 1 8 5 ) A n g e k » ha n e d a n ı (1 1 8 5 -1 2 0 4 ) i s a a k k » II (1 1 8 9 1 1 9 5 v e 1 2 0 9 1 2 0 4 ) A l e k s k » III (1 1 9 9 1 2 0 3 ) A le k s io s IV (1 2 0 9 1 2 0 4 ) E u d o k s ia , A le k s io s llI’On kızı, A le k s io s V M u r t z u p h k » (1 2 0 4 ) ile e v le n d i L a sk arit ha n e d a n ı (1 2 0 4 -1 2 5 8 )



L e o n t k » (6 9 5 -6 9 8 ) T ib e r io s III A p 8 im a r o s (8 9 6 -7 0 5 ) P h illp p ik o s B a rd a n e s (7 1 1 -7 1 3 ) A n a s ta s io s II (7 1 3 -7 1 5 ) T h e o d o s k » III (7 1 5 -7 1 6 )



K o n s ta n tin o s X I (1 2 0 4 ) T h e o d o r o s I L a a k a ria (1 2 0 4 -1 2 2 2 ) io a n n e s III V a t a t z e s (1 2 2 2 -1 2 5 4 ) T h e o d o r o s II La a k a ria (1 2 5 4 -1 2 5 8 ) İo a n n e s IV D u k a a (1 2 5 9 1 2 6 1 )



isa u ria ha n e d a n ı (7 1 7 -8 0 2 ) L e o n III Isaurialı (7 1 6 -7 4 0 ) K o n s ta n tin o s V (7 4 1 -7 7 5 ) L e o n IV Khazaros (7 7 5 -7 8 0 ) K o n s ta n tin o s V I (7 8 0 -7 9 7 ) E lr e n s (7 9 0 v e 7 9 7 -8 0 2 ) K a n ık l ık d ö n e m i (8 0 2 -8 2 0 ) N ik e p h o r o s I Logotnetes (8 0 2 -8 1 1 ) S t a u r a k k » (8 1 1 ) P ro k o p ia , N ik e p h o r o s l'in k ızı, M ik h a e l I R a n g a b e (8 1 1 -8 1 3 ) İle e v le n d i L e o n V Ermeni (8 1 3 -8 2 0 ) A m o r io n ya d a P h rys ia h a n e d a n ı (8 2 0 -8 6 7 ) ' M ik h a e l II (8 2 0 -8 2 9 ) T h e o p h ilo s (8 2 9 -8 4 2 ) M ik h a e l III (8 4 2 -8 6 7 ) M a k e d o n y a ha n e d a n ı (8 6 7 -1 0 5 7 ) B a s lle k » I



MakedonyalI (8 6 7 -8 8 6 )



P a la io lo g o t (1 2 5 9 1 4 5 3 ) ve K a n ta k u ze n o s (1 3 4 1 -1 3 5 7 ) ha n e da n ı M ik h a e l V III P a la lo lo g o e (1 2 5 9 1 2 8 2 ) A n d ro n lk o s II (1 2 8 2 -1 3 2 8 ) M ik h a e l IX ( 1 2 9 9 1 3 2 0 ) İle birlikte A n d ro n lk o s III (1 3 2 9 1 3 4 1 ) İ o a n n e s V K a n ta k u z e n o s (1 3 4 1 -1 3 5 4 ) io a n n e s V I K a n ta k u z e n o s (1 3 4 7 -1 3 5 5 ) v e M a t t h a k » K a n ta k u z e n o s (1 3 5 4 -1 3 5 7 ) İle b lrilk te io a n n e s V P a la lo lo g o e (1 3 4 1 -1 3 5 4 , 1 3 5 9 1 3 7 6 v e 13791391) A n d ro n lk o e IV P a la io lo g o s (1 3 7 9 1 3 7 9 ) M a n u e l II (1 3 9 1 -1 4 2 5 ) İ o a n n e s V II (1 3 9 9 1 4 0 2 ) İle blrilkte İo a n n e s V III (1 4 2 9 1 4 4 8 ) K o n s ta n tin o s X II P a la io lo g o s (1 4 4 9 1 4 5 3 )



re verdiği ayrıcalıklarla yetkesini kendisi kısıtlardı. Uyruklar da hipodromdaki gös­ teriler ve törenlerdeki alkışlar yoluyla dü­ şüncelerini dile getirebilirlerdi. Özgür çift­ çiler, serfler ve kölelerden oluşan halkı yö­ neten taşra aristokrasisi, kamu görevleri­ ni yürütürdü. Basileus'un toprak aristok­ rasisine karşı ara vermeksizin sürdürdü­ ğü savaşım, imparatorluğun iç dramının nedeni oldu. Her şeye karşın kamusal yetke, impa­ ratorun elinde kalıyordu. Yönetimin mer­ kezi imparatorluk binası, diğer bir deyiş­ le tüm emirlerin çıktığı Konstantinapolis'teki imparatorluk dininin tapınağı Kutsal sa­ ray’dı. Saray hem Basileus'un özel ve as­ keri evi, hem de yönetimin merkeziydi; imparator siyasal konseylerini burada top­ lar, hukuki sorunları buradan çözer, emir ve yazışmalarını dışarıya buradaki görev­ liler aracılığıyla yollar, kendisine iletilen di­ lekleri gene burada incelerdi. Tüm kamu görevlerinin sarayla bir ilişkisi vardı; sivil ya da askeri her memur taşıdığı sıfatın ba­ şına bir saray unvanı getirerek orada ken­ dine bir yer edinir, ayrıca bir tür soyluluk sanı taşırdı. Kısaca, memurlar imparato­ ra, saraya ilişkin az ya da çok onursal bir görevle ve kendilerine hiyerarşi İçinde yer sağlayan bir soyluluk unvanıyla bağlıydı. Bazen de tam tersine, bir saray subayı­ nın bir yönetici görevi üstlendiği görülür­ dü. Basileus, başbakanı hiçbir zaman asa­ leten atamaz, hükümetin yönetimini iste­ ğine ve koşullara göre saray memurları­ na ve maliyecilere bırakırdı. Yüzyıllar geç­ tikçe bazı görevler ödül olarak verilen onursal sanlara dönüştü, imparator süla­ lesince uygulanan bu Doğu’ya özgü yö­ netim sistemi, hellenistik devletler aracılı­ ğıyla Roma'ya aktarılmıştı. EDEBİYAT 330'dan 1453’e kadar yunan edebiya­ tı, Bizans devlet ve uygarlığı çerçevesin­ de gelişti. Antik yunan geleneğiyle ilişki kesilmemişti. Eski yazarlar eğitimin temel taşlarından biri ve aydınların da başlıca esin kaynağıydı. Bizans’ın düşünsel ya­ şamını temellendiren, imparatorluğun yı­ kılmasından sonra da, yunan dünyasının geride kalan bölümüne ve Avrupa'ya ak­ tarılan ilk miras buydu. İkincisiyse, çökü­ şünden önceki dört yüzyıl boyunca geli­ şen hıristiyan düşüncesidir; hıristiyanlık, Bizans aracılığıyla hellenizmin temel taş­ larından biri oldu. Bu ikili geleneğin so­ nucunda, edebiyatta, bir yandan gele­ neksel anlatım biçimlerine saygı gösteril­ di, dil arılaştırıldı, bir yandan da edebiyat türlerinde bir sabitleşme ve sınıflandırma ortaya çıktı. Bununla birlikte, kimi yazar­ larda ilkelerin katılığından sıynlma eğilimi­ ne de rastlanır: kimi yapıtlarda bir tabii­ lik, geniş bir düşgücü ve duyarlık göze çarpar; bu yapıtlar aynı zamanda günlük konuşma diline yakın bir dille kaleme alın­ mışlardır. Bizans edebiyatını üç döneme ayırabi­ liriz. • Birinci dönem (IV.-VI. yy.) hellenizmden bizansçılığa geçişi belirler. Bu döneme “ önbizans" denir, çünkü hıristiyan esin kaynaklarının yanı sıra, edebiyatta eski­ çağ paganlığının son belirtileri olan pa­ gan düşünceyi de içerir. IV. yy.'da büyük birer hatip ve tanrıbilimci plan kilise ba­ baları (Kappadokialılar ve ioannes Khrysostomos) sayesinde büyük güç kazanan hıristiyan edebiyatı, V. yy.'da dogmayı açıklama ve savunma yolunu tuttu: İsken­ deriyeli Kyrillos, Antakyalı Nestorius'un yandaşlarına şiddetle karşı çıktı. Din tari­ hi yazarlığını Sokrates, Sozomenos ve Theodoretos gibi ciddi bilginler üstlenmiş­ ti. Hıristiyanlık duygusal ve romanesk edebiyata Athenais Eudokia ile yönelme­ ye başladı. Ûte yandan, IV. ve V. yy.'da pagan düşünceler, felsefe ve retorik okul­ larında olduğu gibi, şiir türlerinde de var­ lığını sürdürdü. Syrianos, Proklos, Hypa-



Bizans İmparatorluğu tia gibi yeniplatoncular Julianus Apostata'nın başlattığı rönesansı sürdürdüler. Himerios, Themistios, Libarıios gibi hatiple­ rin çevresinde birçok öğrenci toplandı. Tarihçilik, Anaksagoras, Eunapios, Olympiodoros, Zosimos ve Bizanslı Stephanos ile kronik ve övgü yazarlığına dönüştü.



bu dönemde üç ayrı biçimde sürdü; Bi­ zanslI Leontios ile doktrinciliğe ve tanrıbilime, Moskhos ve Klimakslı ioannes ile öğreticiliğe ya da çileciliğe, en ünlüsü Romanos olan hymnographoslar ya da ila­ hi bestecileriyle şiire yöneldi. Tarih alanın­ daysa, din duygusu, dindışı tarihe bile



ıTjüölag A&OfıA .ıb ığ ıiıp jtö iiu m e b e t



Epik şiir İzmirli Ouintus, Nonnos, Koluthos ve Musaios tarafından geliştirildi. Orpheus şiirleriyle (oraculum sibylla, argonautika) eski çağların gizemli sanatı canlan­ dırıldı. Lirik yapıt olarak yalnızca epigram türünde kısa şiirler kaleme alındı. Ro­ man dalında, Akhilleus Tatios, Lampşakoslü Khariton ve Longos parlak yapıtlar verdiler. Ama filozofların benimsediği yeni dine düşman bir akım olarak kalan pa­ ganlık, diğer düşünce alanlarında hıristiyanlıkla uyum sağladı. Dine koşut bir akım yaratan paganlık, VI. yy.'da ortadan kalkan eskiçağ düşüncesinin son parla­ yışı oldu. VI.-XI. yy.'lar arasındaki ikinci dönemde bizans düşüncesi kendine has özellikleriyle ortaya çıktı, VI. yy. 'da parla­ dıktan sonra VII. ve VIII. yy.’larda durak­ ladı; ardından, IX. veX. yy.’larda yeniden gelişti. Çok zengin olan dinsel edebiyat,



damgasını vurdu. Kilise tarihiyle impara­ torluk tarihi aynı gelişmenin iki ayrı yüzü olarak ele alındı: dönemin en ilginç tarih­ çisi Prokopios'tur. Kronik yazarlığı, Miletoslu Hesykhios ve özellikle Malalas ile halk arasında yaygınlaşan bir tür oldu. VI. yy.'da görülen atılım, onu izleyen iki yüz­ yıl boyunca etkilerini sürdürdü. VII. yy.'da dinsel edebiyat, Ortodoksluğu, monotelitlerin ve ikona kırıcılarının sapkınlığına kar­ şı korumaya ağırlık verdi. Khrysopolisli Maksimos, çagtn en büyük tanrıbilimcisidir. Onun ardından Anastasios Sinaitis gelir. Gizemci akım, hagiögrapha (Neapolisli Leontios) ve ilahi türünde (Şamlı Andreas) yapıtlar verdi. VIII. yy.'da Nikepheros ve Studiontu Tbeodoros dinsel re­ simlere tapınmanın savunuculuğunu yap­ tılar. Ortodoks dinbilimi, büyük mezhep ayrılığından önce en özgül anlatımını Da-



maskenoslu ioannes'te buldu. Bu dö­ nemde kronik yazarları (Georgios Pisides, Georgios Synkellos) insanlık tarihini din­ sel tarihe bağladılar. Şiirde olduğu kadar (Kassia), düzyazıda da (Barlaam ile Yosafat'ın romanı), yaratıcı yapıtlara pek az rastlanır. IX. yy.'da edebiyat canlandı: ya-



1719



Bizans im paratorluğu 1720



ratıcılık bilginlikle kaynaştı, hıristiyanlıkla eskiçağ zevki birleşti. Bu dönemde en zengin hümanizmi ortaya koyan sanatçı Photioş idi. Kronik yazarları tarih felsefe­ sine yöneldiler (ThtSophanes, Georgios Hamartolos). X. yy. büyük bireşimlere ve derlemelere (Symeon Metaphrastes'in yazdığı A ghion Bioi, Kephalas'ın Yunan antolojisi) elverişli bir ortamdı. Tarih, Symeon Magistros, Kameniatis, Leon Diyakos ve imparator Konstantinos VII Porphyrogenetosile ahlakçılığa yöneldi. Şiir alanında halk şarkıları ve destanlar or­ taya çıktı. Dhighenis Akritas adlı kahrama­ nın yer aldığı bir destan çevrimi yaratıldı; aynı zamanda aşk romanları ve duygu­ sal dramlar yazıldı. Dinsel törenlerden kaynaklanan ve XV. yy.'a kadar süren halk tiyatrosu geleneğinin yanı sıra yine dinden kaynaklanan bir tiyatro doğdu; bu tiyatronun en ünlü yapıtı Isa'nın çilesi'dir. • XI. yy.'dan XV. yy.’a süren üçüncü dö­ nem, yeni bir rönesans dönemidir. XI. ve XII. yy.’larda edebiyat çalışmaları merkez­ de toplanmıştı, sonra, XIII. yy.’da İznik imparatorluğu sırasında daha özerk bir yapıya kavuştu, XIII. yy.’daysa yeniden merkezde toplandı, bu durum, XV. yy.'da imparatorluğun çöküşüne kadar sürdü. Mezhep ayrılığıyla birlikte Doğu ve Batı imparatorlukları arasındaki bağ kesinkes koptu. Ama hümanizm, düşüncenin bir ölçüde bağımsızlaşmasına yol açtı. Tanrıbilim, hıristiyan ve akılcı bir düşünür olan Psellos ile birlikte felsefeye yöneldi: yeni tanrıbilimci Simeon ile gizemci bir nitelik kazandı. Kekaumenos ise tanrıbiiimi ah­ lakçı bir yöne çekti. Bu üç eğilim, sırasıy­ la italos, Niketas Stethatos ve Kataphigiotis.Theophylaktosve Selanikli Eustathios ile. bir sonraki yüzyılda da varlıklarını sürdürdüler. Bu dönemin tarih yazarları arasında Anna Komnene gibi imparator­ luk ailesinden olanlar da vardı. Mikhael Khoniates ve Niketas Khoniates, Tzetzes gibi tarihçiler, imparatorluğun üğrayacağı felaketi önceden sezmiş gibiydiler. Prodromos ile saray çevresini yeren şiir­ ler yazılmaya başladı. Hayal gücüne da­ yanan edebiyattaysa, Eskiçağ’dan esin­ lenen ve hıristiyanlığın izlerini taşıyan ya da doğu masallarından uyarlanan saray romanlarına yer verildi. XIII. yy.'da İznik imparatorluğu döneminde önemli filozof­



Beetius fildişinden ikikanatlı V. yy. bizans sanatı Ortaçağ Hıristiyan müzesi, Brescia



Kutsayan İsa İstanbul'daki Ayasofya'nın güney tribünündeki mozaikten ayrıntı XI. yy. ortaları



lar Nikephoros Blemides, Georgios Akropolites (aynı zamanda tarihçi) ve Theodoros II Laskaris idi. Bu dönemde şiir türün­ de kaleme alınmış şövalye romanlarının ortaya çıkışını da Haçlı seferleri'ne bağ­ lamak yerinde olur (Velthandros ke Khrisandza, Kallimakhos ke Khrysorroe). Bu dönemde imparatorluğun başka bölgele­ rinde de edebiyat alanında belirli bir can­ lılık göze çarpıyordu: birbirleriyle kimi za­ man rekabet halinde bulunan Trabzon ile Mistra kentleri, Bizans düştüğünde (1204), hellenizm için birer sığınak oldu­ lar. Paleologoslar döneminde yeniden ele geçirilen başkent, edebiyat alanında son bir atılıma sahne oldu: Latinler’e karşı tu­ tumlarıyla tanınan Pakhimeres ve Planudes bu yeni akıma katıldılar. Tanrıbilime ulusal kaygılar karışmaya başladı, felsefeyse ilgisini Batı'ya olduğu kadar Doğu’ ya da yöneltti. Bu iki akım XIV. yy.’da Metokhitis ve Meliteniotes tarafından temsil edilir; Hesykhiaçılık bunalımı bu akımla­ rın büsbütün ön plana çıkmasına yol aç­ tı. Gregorios Pâlamos, Kavasilas gibi gi­ zemcilerin savunduğu bu öğretiye Demetrios Kydonis karşı çıktı. Felsefe açısın­ dan bakıldığında, XV. yy.’ın, Latinler'e karşı çıkanlar (Gemistos Plethon) ve latin düşüncesiyle yakınlık kuranlar (Gennadios, Bessarion) arasında ikiye bölündüğü gözlenir. Dönemin tarihsel olayları impa­ rator ioannes VI Kantakuzenos, Nikepho­ ros Gregoros, Dukas ve Sfrandzis tarafın­ dan kaleme alındı. Mora kroniği adlı ya­ pıtta güçlü bir batı etkisi görülür. Roman türündeki yapıtlarda da durum aynıdır (Ubistros ke Rodamne1nin romanı). Bizans imparatorluğu ortadan kalktıktan sonra da yunan edebiyatı, özellikle Batı dünya­ sında varlığını sürdürdü. SANAT Antik hellenistik ve roma sanatlarından kaynaklanan bizans sanatı, dinsel yönü ağır basan bir sanattır. Başlıca özelliği, çe­ şitli sanatlar arasındaki geleneksel ayrı­ mın ortadan kalkmaya yüz tutması ve mi­ marlık, heykelcilik, resim, mozaik ve el sa­ natları gibi farklı sanat dallarının artık, ilkçağ’da olduğu gibi bağımsız birimler oluşturmamasıdır. Örneğin, duvar moza­ iği, yer aldığı yapının mimarisini vurgular



ve bezemesiyle ona bağımlfötr;. heykelci­ lik, kuyumculuk tekniklerinden, örneğin, mine ya da cam hamuru kakma işçiliğin­ den yararlanır. Anıtlar, birçok açıtlarla do­ natılarak, mimari mekân, günün saatleri­ ne göre değişen ışık gölge oyunları göz önüne alınarak tasarlanır. Mozaikleri ay­ dınlatan ve temsil edilen sahnelere canlı­ lık kazandıran altının da kullanılmasıyla, yaratılan etki daha da çarpıcı kılınır. On yüzyıl süren varlığı boyunca, çoğu zaman resmi ve durağan bir sanat gözüyle ba­ kılan bizans sanatı, özellikle parlak üç dö­ nem geçirmiş ve bu dönemler boyunca başkent ve bazı merkezler canlı bir rol oy­ nayarak imparatorluğu etkilemiştir. imparatorluk sanatının ana çizgileri, iustinianos döneminde (527-565) belirlen­ di. Bizanslılar’ın büyük yenilikler getirdi­ ği mimarlık alanında, planlan çeşitlilik gös­ termekle birlikte iki temel şemadan kay­ naklanan yapılar ortaya çıktı: ahşap çatı­ lı dikdörtgen yapı: bazilika; başlangıçta vaftizhane ya da martyrium olarak kulla­ nılan, merkez planlı kubbeli yapı. Böyle­ ce mimarlık, çok çeşitli uygulamalarla bir­ çok türü denedi: üç ya da beşsahınlı kub­ beli bazilikalar (Efes'te Aziz İoannes kili­ sesi); merkezi plana göre yapılmış absidalı yapılar (Ravenna’da S. Vitale kilise­ si). En önemli bizans anıtı, İstanbul’daki Ayasofya kilisesi’dir. Dönemin büyük mi­ marları Tralles’li Anthemios ve Miletos'lu isidoros’un ürünü olan yapı, günümüzde de ayakta duran en güzel örnektir, iç mi­ marinin hafifliği, mozaiklerdeki altın par­ çacıkları üzerinde oynaşan güneşin gö­ rülmesini sağlayan aydınlık, payanda ayaklarıyla sımsıkı sarılı yapının ağır göv­ desiyle çelişir. Bu arada, yine İstanbul’ da bulunan Sergios ve Bakkhos kilisesi’ ni (Küçük Ayasofya), Ravenna kiliselerini ve Sina’daki Azize Caterina manastırı'nı da anmak gerekir. Bu sonuncu yapıda, günümüzde, en güzel bizans ikona ve el­ yazması koleksiyonlarından biri bulun­ maktadır. VII. ve VIII. yy.'lar, sanatsal üretim açı­ sından daha verimsizdir. Yeni yapıların boy göstermesini engelleyen, belki de imparatorluğun karşılaştığı dış güçlükler­ dir. ikonakırıcılık konusunda yaşanan bu­ nalım, sanatta önemli değişikliklere yol açtı, imparatorluk ideolojisinin, kutsal ki­ şilerin ve kavramların görüntülenmesine karşı çıkması (belki de İslam’a damgası­ nı basmış olan akımın etkisiyle) anıt be­ zemesine bazı yeniliklerin girmesini sağ­ ladı. Pantokrator* İsa imgesinin yerini haç aldı; daha önce heykel sanatının bol bol kullandığı geometrik ya da bitkisel süsler, absida resim ve mozaiklerinde yaygınlaş­ tı. İstanbul'daki Ayairini kilisesi’nin absidasındaki haçlı mozaik hâlâ durmaktadır, imparatorluğu sarsan bu bunalım, baş­ kentten uzak bölgelerde rahipliğin güç­ lenmesine elverişli bir ortam hazırladı ve Anadolu’nun merkezinde süslemeli kaya kiliseleriyle Kappadokia okulu kurularak gelişti. Makedonya rönesansı diye adlan­ dırılan ikinci dönemde (867-1057), sanat­ ta zengin anlatım biçimlerine ulaşıldı, imparatorluk sanatı daha insancıl olma­ ya yüz tuttu: görkemli yapılarırTyerini da­ ha yalınları aldı; dört yüzyıldan beri yara­ tılan planlar kusursuzluğa erişti; bazilika­ lar yerine, dıştan bakıldığında yapının pla­ nı konusunda fikir veren haçlı planlı kili­ seler yapıldı: özellikle çatı, iç düzenleme­ yi açık seçik kavrayacak biçimde inşa edilmeye başladı. Küresel ya da köşeli to­ noz bingiler üzerinde yükselen kubbeyi, beşik tonozlar ve köşeli tonozlar taşıyor­ du. Ûtş yandan, yapım teknikleri de de­ ğişti. Mimarlar, tuğla ve taşı bezeme oluş­ turacak biçimde kullandılar; özellikle Yu­ nanistan, bölmelere ayrılmış süslü duvar­ larıyla, anıtlar yönünden çok zengindi: Fokis'te Hosias Lukas, Dhafni, Atina'da Kut­ sal Havariler kilisesi. İstanbul'da Pantokrator kilisesi (Zeyrek camisi) ve Ayos Andreas manastırı (Koca Mustafa Paşa cami­ si) gibi yapılarda yalnızca tuğla kullanımı-



na çok sık rastlanır. Bu dönem, el sanat­ ları açısından da en parlak dönemdi. Atöl­ yelerde kutsal kitaplar kopya edildi ve sayfaların tamamı, boşlukları ya da me' tin araları çeşitli süslemelerle donatıldı. En güzel yazma örnekleri, Paris'te Bibliothâque Nationale’de, Viyana, Londra ve Moskova müzelerinde korunmaktadır. Yi­ ne bu dönemde kuyumculuk, fildişi ve steatit gibi sert taş işçiliği büyük önem ka­ zandı ve batılı hükümdarlara armağan olarak sunulan değerli yapıtlar yaratıldı; örneğin, ilk macar krallığının kurucusu Aziz Istvan'ın tacında, Bizans kaynaklı bir­ çok değerli nesne bulunuyordu. Make­ donyalI imparatorların ardından gelen Komnenoslar da aynı geleneği sürdürdü­ ler ve özellikle Balkanlar’da (Ohrid, Nerezi) çok sayıda anıt, Yugoslavya’da da birçok kilise bıraktılar. XIII. yy.’da Nikaia (İznik), Yunanistan’ da Selanik ya da Anadolu’da Trabzon gi­ bi büyük bir merkez oldu.-Mimarlık, biçim­ lerin insanca boyutlara dönüşmesi yönün­ de gelişti: cepheler, gözler ve kör kemer­ lerle hareketlendi; kubbelerin kasnağı yükseldikçe çapları küçüldü. Haç biçimli kilise planı kesin bir kurala dönüşme eği­ limindeydi. Kubbenin, taban planına otur­ lemesi ve yorumlaması niteliğindedir (kla­ Ravenna’da VI. yy.’da yapılan somoia şarkılar, ritimlerini ve ezgilerini iditulma biçimi, iç mekânın türünü belirtiyor­ sik ya da hellenistik). Sant’ Apollinare in Classe kilisesi omelos şarkılardan aldılar, ioannes Kukudu. Kubbe küresel bingiler üzerine otu­ zeles (XII. yy.'a doğr.) ile melisma üslu­ Heron, jeodezi inceleme kitabı olan ruyorsa, kilisede sütunlar ya da ayaklar bu egemen oldu. Bizans sonjası dönem­ (938’e doğr.) "Bizans'ın anonim yerölbulunur, köşeli tonoz bingiler üzerinde çümcüsü"nde İskenderiyeli Heron’dan de, İstanbul patrikhanesi'nin ilahicileri.reyükseliyorsa.hiçbir taşıyıcının yer almadı­ esinlenir. Mikhail Psellos’un (1018-1078) pertuvarı geliştirip zenginleştirdiler. Madyğı büyük bir orta boşluk oluşurdu (Arta’ “ quadrivium" (aritmetik, geometri, ku­ tos’lu Khrysanthos (1770-1843), protopda Parigoritissa, Mistra’da Aghioi Theoramsal müzik, gökbilim) üzerine yazdığı saltes Gregorios Levites ve khartophylaks doroi). kitabın aritmetikle ilgili bölümü sayılama Georgios Khurmuzios’un da yardımıyla Palaiologoslar dönemi (1258-1460) sa­ ve sayılarla oranların sınıflaması ile sınır­ bizans müziğinde bir reform yaptı ve nonatsal gelişmenin son evresini oluşturur. lıdır. Bununla birlikte Bizans, Paiaiologostalamayı sadeleştirip geçmişteki repertuBu dönemde gerçekçilik ve öykülemeci lar’ın yönetimindeyken (XIII. yy. - XV. yy.) varı yeni sistemle yazarak ona bugünkü dekor yaygınlık kazandı ve önceki döne­ biçimini verdi. matematik ve gökbilimde göreli bir can­ min katı ve resmi niteliğinden uzaklaştı. lanma dönemi yaşadı. Keşiş Barlaam (öl. Tarih boyunca beş nota sistemi kulla­ Kiliselerdeki fresklerde azizlerin yaşamöy1348'e doğr.) Lojistik'i kaleme aldı. Ghenıldı: 1. Evangelion, Apostolos ve Proküleri betimlenirken, bir yapının gerçek­ orgios Pakhymeros (1242-1310'a doğr.), phetologion, törenlerde okunurken kulla­ leştirilmesi için bağışta bulunan varlıklı ki­ sonra Maksimos Planudes (1260’a doğr. nılan ekphonema neuma'sı (VIII. - XV. şiler bile fresklerde kendilerini temsil et­ -1310) Diophantos aritmetiğini yorumla­ yy.); 2. Eskibizans sistemi (IX. - XII. yy.); tirdiler: örneğin İstanbul’da Khora manas­ 3. Ortabizans sistemi (XII. - XIV. yy.); 4. dılar. Planudes’in bir yapıtı sayesinde sı­ tırı kilisesi (bugünkü Kariye camisi) fresk­ fırlı Hint rakamları ilk kez Bizans'ta kulla­ Yenibizans sistemi (XIV. - XIX. yy.’ın baş­ lerinden birinde, İsa’nın ayaklarının dibin­ nıldı (Batı Avrupa'da ortaya çıkışından ları); 5. modem sistem (XIX. yy.’dan gü­ de görüntülenen Theodoros Metokhitis. 200 yıl sonra). Moskhopulos (1282-1328) nümüze değin). Bizans müziğinin makam Selanik ve Mistra gibi büyük merkezler­ büyülü kareler üzerine bir inceleme ha­ sistemi, 4'ü authentes, 4'ü plağa olmak de, bu dönemde gerçekleştirilmiş birçok zırladı ve Nikolas Rabdas, aritmetikle il­ üzere 8 makamdan oluşan oktoekhos'tur yapıt bulunmaktadır. Mimarlıkta, tabanda gili iki özgün mektubunda sayısal hesabı (8 ekhos [makam] sistemi). Ancak, bibazilika planının, tribünler katında da haç öğretti. biçimli planın uygulandığı birçok örneğe zanslı müzik kuramcılarının kitaplarında, mesos (orta makam) adı verilen 4 ma­ rastlanır (Mistra’da Metropolis ve AfenB İZ A N S İŞ İ a Giysileri ve örtüleri beze­ kamdan daha söz edilir. Bir bizans ma­ diko kiliseleri, Paros'ta AghiosNikolaos). meye yarayan zengin nakış. Süslemeler kamı, ıskalası; bir ya da birden çok olaAthos’ta, İstanbul’un Türkler’ce fethin­ kadar kullanılan malzeme de bol ve çe­ den sonra gerçekleştirilen ve Palaiologos­ tyien temel sesi, bitiş sesi ve çekenleri şitliydi (ipek ibrişimler, değerli taşlar, sahte lar dönemi yapıtlarıyla benzerlik gösteren (bunlar ilahinin heirm ologikos: hecelere taşlar, simli ibrişim ve bükümlü saçaklar, yapılar ve freskler günümüzde de hayran­ dayalı; stikherarikos: hafifçe melismalı; altın pullar vb.). papadikos: çok melismalı oluşuna göre lık uyandırmaktadır. Norman egemenliği Aziz Luka'yı gösteren mozaik değişir); enekhem ala’lar; iç sistemleri altındaki Sicilya gibi artık Bizans sınırları­ BİS A M S LI sıf. ve a. Bizans’tan ya da Bi­ (1040’a doğr.) nın dışında kalan ülkelerin sanatında bi­ (dörttel, beştel, sekiztel) ve batı müziğin­ zans imparatorluğu’ndan olan. Svetoya Sofiya katedrali, Kiev le çok güçlü olan Bizans etkisi, impara­ deki anahtarların karşılığı olan ve maka­ torluğun ortadan kalkmasından sonra mın cinsini (diatonik, kromatik, anarmoXVIII. yy.’a değin özellikle Rusya’da, Bul­ nik) belirten m artyrla'lar tarafından belir- a garistan, Romanya ve Yugoslavya'da lenir. Kullanılagelen kitaplar şunlardır: g ağırlığını korumuştur. Typikon, Meniaion, M enologion, Eukho- ^ logion, Prophetologion, Apostolos, Evan- | gelion, Psalterion, Parakletikon, (büyük §■ MUZIK Oktoekhos da denir), Horologion, Triodi- Ş on, Pentekostarion, Heirmologion, Stikhe- ° Hıristiyan müziğinin en eski belgesi, rarion, Psaltikon ve Asmatikon. Oksyrynkhos'ta ortaya çıkarılan, yunan abece notasıyla yazılmış (İ.Ö. III. - IV. yy.), Teslıs’i dile getiren bir ilahi parçasıdır. Bi­ MATEMATİK zans’ta ilahi yazımı, Aziz Basileios ve Aziz ioannes Khrysostomos ayin düzenini belli Roma İmparatorluğu'nun bölünmesin­ kurallara bağladıktan sonra, Suriyeli ilahi den sonra (395), hellenistik kültürün son yazarlarının etkisi altında, ancak V. yy.’ burcu olan İskenderiye, Doğu imparatordan başlayarak gelişti. luğu’nun başkenti olarak kaldı. Proklos En eski ilahi biçimlerinden biri olan tro(412-485), Marinos(V. yy. sonu), Simpliparion, V. yy.’ın başlarında ortaya çıktı. kios (VI. yy. başı) ve Eutokios (VI. yy.) bu Romanos Melodos (VI. yy.) kontakion us­ kentte, Eukleides Arkhimedes ve Apollotasıydı; Giritli Andreas (VII. - VIII. yy.'lar), nios üzerine yorumlar yazdılar. Kosmas o Melodos (VIII. yy.) ve ioannes Ancak, İskenderiye’nin müslümanlarca Damaskenos(VII.- VIII. yy.’lar) kanon'u ve alınışından (642'de) sonra 1453’e kadar stikheron’u geliştirdiler. IX. ve X. yy.’lar yunan bilginleri, yunan kültürünün koru­ boyunca Studion manastırı (bugün Imrayuculuğunu üstlenen İstanbul'a (o za­ hor camisi), Sicilya'daki yunan ilahi oku­ manki adıyla Konstantinopolis) göç etti­ lunun yanı sıra, bizans ilahi yazımının ler. Bizans yapıtlarının pek azı özgündür: merkeziydi. Sonraki dönemde melurgos nnöunlukla hıınlar vıınan yanıtlarının rlerv e m a is t n r H p n i l p n t a k li t r . i lp r n n m l H n P r n -



bizar BİZAR sıt. (fars. bizar). 1. Rahatsız, usan­ mış, bezgin. —2. Bir kimseyi bizar etmek, onu, rahatsız etmek, usandırmak. || (Bir şeyden, bir kimseden) bizar olmak, on­ dan usanmak, bıkmak.



1722



BİZARİ a. (fars. bizar ve -/'den bizSri). Esk. Bezginlik, usanç, küskünlük. B İZ A T İH İ be. (ar. bi-, şst ve hi, onun' dan bizatihi). Esk. Kendiliğinden, özünde: Mesele bizatihi basittir, onu karmaşıklaş­ tıran sizsiniz. BİZCARRONDO (indalecıo)-BİLİNCH. BİZEBÂN sıf. (fars. bi ve zeban1dan bi -zeban). Esk. Dilsiz. — K ur. tar. Bizebânlar -* DİLSİZLER. BİZEN, Japonya'da (Okayama ili) seraI mik üretim merkezi. XV. - XVI. yy.'da çay i töreni ustalarının etkisiyle gelişti, mizuzaşileriyle (su kapları) ün kazandı. XVIII. yy.'da burada çok sayıda tanrı ve hayvan heykelciği yapıldı.



Georges I Guglienetti'nin yaptığı bir portreden ayrıntı özel kol., Paris



BİZER TE ya da BENZERT, Tu­ nus’ta liman kenti, il merkezi, Sicilya bo­ ğazı kıyısında, Bizerte gö lü nün ağzında; 86 000 nüf. (1990). XVIII. yy.'dan kalma kasaba ve cami. Eski kartaca ve roma kenti Hippo Diarrhytus'urı yerinde kurul­ muş olan Bizerte bir çeşit korsan cumhu­ riyetiydi; XVII. yy.'da ispanya’dan kovu­ lan Endülüslüler, bölgeyi geniş zeytinlik­ lerle ve meyve bahçeleriyle donattılar. Himaye yönetimi sırasında Bizerte, Avrupalılar’ın kalabalık olarak yaşadıkları bir merkeze dönüştü. Bugün bir sanayi (de­ mir-çelik ve dönüştürme metalürjisi, çi­ mento fabrikası, petrol arıtma) merkezi­ dir. — Bizerte ili, 412 700 nüf. (1990). —Ask. tar. 1892'de Bizerte kıyı gölü ile deniz arasındaki kıyı okunun düzenlen­ mesiyle deniz üssüne dönüşen bu balık­ çı limanı getişmesini Sicilya boğazı üstün­ deki stratejik konumuna borçludur. Son­ radan buraya Sîdi Abdullah tersanesi, ha­ va ve deniz üssü Karuba amirallik bina­ ları ve balıkçılar için demirleme alanları yapıldı ve tesisler sürekli olarak modern­ leştirildi. Bizerte XIX. yy.’ın sonundaki sö­ mürgeleştirme amacıyla yapılan tüm se­ ferlerde transit üssü olarak kullanıldı ve her iki dünya savaşında da önemli bir rol oynadı. 1916'da sırp ordusunun bir bö­ lümü, 1921’de Beyaz Rusya’nın deniz kuvvetleri burada toplanmıştı, 1939’daise cumhuriyetçi İspanyol donanması Bizerte'de mahsur kaldı. Kasım 1942’de, ingiliz-amerikan birlikleri Fas'a ve Ceza­ yir'e çıkartma yaptıklarında amiral Derrien’in komuta ettiği üs, 10 kasımdan baş­ layarak Vichy hükümetinin emriyle oldu­ ğu gibi Almanlar’a ve italyanlar'a teslim edildi, her iki deviet tarafından askeri açı­ dan takviye edildi (TUNUS muharebesi). 19 kasımda fransız kara garnizonu silah­ sızlandırıldı ve Mihver kuvvetleri tarafın­ dan etkisiz hale getirildi. 8 aralıkta ise sa­ vaş gemilerine el kondu (3 torpidobot ile 9 denizaltı). Tunus seferinin sonunda, 7 mayıs 1943’te kent, fransız taborlarının ve komandolarının da yardımıyla Amerikalı­ lar tarafından kurtarıldı. Mihver devletle­ rinin geride kalan son güçlerince çıkışı en­ gellenen geçit hızla açıldı ye üs çok kısa sürede Sicilya, İtalya ve Provence sefer­ lerinde hareket ve muharebe açısından önemli bir rol oynamaya başladı. 1956’da Tunus bağımsızlığa kavuştu­ ğunda, hâlâ Fransa’nın işgali altında olan üssün statüsü konusunda hiçbir özel an­ laşma yapılrrlamıştı, ama 1959'dan baş­ layarak Tunus, üssün boşaltılması için gi­ rişimde bulundu. 1961’de gösterilen ayaklanmaya dönüştü; bunu fransız güç­ lerinin kısa ama şiddetli müdahalesi (19-21 temmuz) izledi. Fransızlar kenti ve liman ağzını yeniden işgal ederek üsse girdiler. Yapılan ateşkes sonucunda açı­ lan zorlu müzakereler üssü boşaltma tak­ viminin oluşturulmasıyla sonuçlandı. 15 ekim 1963’te üs kesinkes Tunus'a dev­ redildi. :



B İZ E T (Georges), fransız besteci (Paris 1838 - Bougival 1875). Paris konservatuvarı’nda Marmontel, Zimmermann, Benoist ve Halövy’den ders aldı. 1857'de Roma ödülü’nü kazandıktan sonra, do­ ğuştan yetenekli olduğu operaya yönel­ di. Başlıca yapıtları olan inci avcıları (les Pâcheurs de perles, 1963), l ’Arlösienne (1872) ve Carmen (1875), ölümünden sonra büyük başarı kazandı. Buyapıtlarında Bizet, özgün bir müzikçi, çok verimli bir ezgi yaratıcısı, parlak bir orkestra us­ tası ve ince bir dramaturg olarak belirir. Le Docteur Miracle (1857), ivan 11/(1865), la Jolie Fille de Perth (1866), Cemile (Djamileh, 1871) gibi daha öz önemli yapıtla­ rının yanında, orkestra için senfonik ya­ pıtlar da yazdı: Do majör senfoni (1855), Roma (1871), Patrie uvertürü (1874). Ay­ rıca piyano yapıtları ( Variations chromatiques de concert, 1868; 4 el için Çocuk oyunları, 1871) ve kırk dolayında melodi bıraktı. B iz im k ö y , Mahmut Makal'ın köy not­ ları (1950). Bir gözlem ürünü olan kitap, daha önce bazı röportaj ve romanlarda



{Anadolu'da Tanin, Küçük Paşa, Yaban) dite petirUen aydrn-köylü arasındaki kopukluğu somut örneJderje açıklaması do­ layısıyla,’T&ıyük i p 5ğordü, köy öğretmeni - yazar tutuklandı, beraat etti. Üst üste bir­ kaç baskısı yapılan, yabancı dillere çev­ rilen kitap, “ köy romanı" diye adlandırı­ lan roman türünün doğmasına öncülük etti. Aynı köyün 25 yıl sonraki durumunu yansıtan Bizim köy 1975 adlı röportaj ki­ tabı, TDK ödülü'nü kazandı (1977). B iz im t iy a t r o , bazı tiyatro toplulukları­ nın kullandığı ortak ad. —Avni Dilligil,.yö­ neticisi olduğu İzmir Şehir tıyatrosu'riun kapanmasından (1950) sonra Bizim tiyatro'yu kurdu. Şubat 1951 iden başlayarak, Sana rey veriyorum oyunuyla Anadolu ve Kıbrıs turnesine çıkan topluluk, aynı yılın haziran ayında dağıldı. -1969-197 0 dö­ neminde Haldun Taner'in Münir Ûzkul ile birlikte kurdukları topluluk. Ekim 1969' dan başlayarak Nişantaşı’ndaki LCC salonunda Haldun Taner'in Sersem ko­ canın kurnaz karısı adlı oyununu sahne­ ledi, bundan kısa bir süre sonra da da­ ğıldı. — 1981-1982 dönemi başlarında Hamlet ile perdelerini açmış olan toplu­ luk çalışmalarını Zafer Diper'in yöneti­ minde sürdürmektedir.



BİZLEM EK g.f. Yörs. Bir kimseyi, bir hayvanı bizlemek, onu ucu sivri bir değ­ nekle ya da üvendireyle dürtmek. —Ayakkc. iğnenin kolayca geçebilmesi için biz’le delikler açmak.



BİZLENOEÇ ya da BİZLENOİÇ a Yörs. Tarım. 1. Sığır ve manda gibi ko­ şum hayvanlarını dürtmek, harekete ge­ çirmek için kullanılan ucu sivri değnek. (Eşanl. ÜVENDİRE.) —2. Üvendirenin ucundaki sivri demir.



BİZM U T a. (fr. bismuth; alm. VVİsmut). Kolayca toz haline getirilebilen sarımsı be­ yaz renkli kırılgan bir. metal. (Simgesi Bi olan element.) || Bizmut oksiktorür, BİZMUTİL* KLO R üR 'ün eşanlamlısı. —Dermatol. Bizmut zıhı, kas içine yapı­ lan bizmut tuzu iğneleriyle tedavi olan hastaların diş etlerinin çevresinde oluşa­ bilen koyu renkli çizgi. —Nörol. Bizmut ansefalopatisi, uzun sü­ re bizmut tuzlarıyla yapılan tedavinin ne­ den olduğu ansefalopati. (Baş ağrıları ve bellek bozuklukları haberci belirtileridir; zi­ hin karışıklığı, konuşma bozuklukları, kas­ larda kasılma ve gerilme, kimi zaman çır­ pınma krizleriyle ortaya çıkar, tedavi sür­ dürülürse komaya kadar gidebilir. Teşhis kandaki bizmut miktarının ölçülmesiyle kesinleşir ve bizmut tedavisi durdurulduk1 tan sonra hastalık yavaş yavaş iyileşme­ ye başlar.) —Ted. Bizmut tedavisi, bazı hastalıkların (frengi) bizmut tuzlari kullanılarak tedavi edilmesi. —Toksikol. Bizmut zehirlenmesi, bizmut



tuzlarının verilmesinden ileri gelen zehir­ lenme. —ANSİKL. Anorg. kim. Bizmut, fiziksel ve mekanik özellikleri bakımından antimona çok benzer. Sarimsi, beyaz renkli bir ka­ tıdır. Soğuduğunda hacmi genişler ve romboedrik kristaller verir. Diyamanyetiktir. Gevrek bir yapısı olan bizmut havan­ da dövülerek toz haline getirilebilir. Atom numarası; 83 Atom kütlesi: 209 Erime sıcaklığ: 271, 3°C Kaynama sıcaklığı: - 1 560°C Özgül kütlesi: 9,8 g/çm3 Yükseltgenme dereceleri: -3 + 3 + 5 (çok seyrek olarak) ' Elektron biçimlenmesi: [2,8,18,32,18] ş2p3 izotopları: 197, 209, 215 Kararlı izotopu: 209 Doğal bizmut: 209Bİ (% 100) . Bizmut, elektron biçimlenmesi bakımın­ dan yakın benzerlikler taşıdığı antimon gi­ bi, sıvı haline göre katı halde daha düşük elektrik iletkenliğiyle gerçek metallerden ayrılır. Ayrıca olağan sıcaklıkta tüm me­ tallerden daha düşük bir ısıl iletkenlik gös­ terir. Bizmut buharı, bizmutun bir ve ikiatomlu moleküllerinin karışımından oluşur. Soğuk havadan etkilenmemesine kar­ şın yüksek sıcaklıkta oksit (B^OJ vererek yanar. Hidroklorik ve sülfürik asitlerden az etkilenir, nitrik asitte kolayca çözünür. Kolay eriyen diğer metallerle alaşım ya­ parak onların erime sıcaklığını düşürür. Nitekim, kalay ve kurşundan elde edilen bileşiği, 94°C ’ta eriyen Darcet alaşımı olarak bilinir. Bizmut, doğada kimi zaman arı metal olarak bulunur, ama en önemli cevheri Bi2S3 formüllü bizm utinittir. Metalin elde edilmesi için önce sülfür kavrularak oksi­ de dönüştürülür, sonra bu oksit karbon­ la indirgenir. • Bizmut bileşikleri. Bi20 3 formülüyle gös­ terilen üçdeğerli bizmut oksit, nitrat kav­ rularak üretilir. 8,2 yoğunluğunda sarı renkli btr katıdır. Bizmut tuzu, sudkostik1 le çökeltilirse buna karşılık düşen hidrok­ sit elde edilir: Bİ(OH)3. Bu da su kaybe­ derek,BİOOH formüllü bizmutil hidroksidi oluşturur. Hipokloritler bu maddeleri asit özellikleri taşıyan ve Bİ2Ö6 formülüy­ le belirtilen beşdeğerli bizmut oksitlerine dönüştürür. . Bizmut klorür (BiCy, hafifçe ısıtılan biz­ muta klorun etkimesiyle elde edilir. Renk­ siz, katı bir maddedir. Suyla hidrolize uğ­ radığında hidroklorik asit ve boyacılıkta kullanılan oksiklorürü (BİOCI) verir. Bizmut iyodür kahverengi-siyah bir çökeltidir; po­ tasyum iyodürde çözünerek potasyum iyodobizmutatı (KBİIJ oluşturur. Fluorun düşük basınçta erimiş bizmuta etkimesiy­ le elde edilen bizmut pentafluorür, orga­ nik kimyada yararlanılan güçlü bir fluorlama maddesidir. Bizmutun iki tür sülfü­ rü vardır: BİS, bireşimle elde edilir. Bi2S3 ise doğal bizmutinittir. Antimona karşılık bizmut, oksoanyonlarla kararlı bileşikler oluşturabilir: nitrat, sülfat, karbonat vb. Bi (N O ^ formülüyle gösterilen bizmut nitrat derişik nitrik asidin metale etkimesiyle ha­ zırlanır; sulu çözeltisinden beş su mole­ külü taşıyan renksiz kristaller ayrılır. Biz­ mut nitrat çözeltisi aşırı ölçüde seyreltilir­ se, en önemlisi bizmut altnitrat olan ba­ zik nitratlara dönüşür. Bizmut altnitrat, tat­ sız, beyaz kristalli bir tozdur. • Bizmut tuzlarının belirgin nitelikleri. Biz­ mut tuzları renksizdir. Çözeltileri önemli öl­ çüde seyreltilirse, hidrolizle bazik tuzların oluşmasından dolayı beyaz renkli, bula­ nık bir sıvı elde edilir. Sülfürlü hidrojen bu sıvıda alkali sülfürlerde çözünmeyen si­ yah renkli bir çökelti oluşturur. Potasyum iyodür ise kahverengimsi siyah bir çökel­ ti verir. Aşırı ölçüde iyodür bulunursa bu çökelti, çözünerek ayırtedici nitelikte kızı­ lımsı bir çözelti meydana getirir.



• Bizmutun organometal türevleri. Bizmu­ tun organometal türevleri bizmutinler'd'ır. Arsinlere benzerler ve aynı yöntemlerle el­ de edilirler. Bunların arasında Bİ(CH3)3 formüllü bizm ut-trim etil, kolayca tutuşan ve patlayarak bozunan Bi(C2H5)3 formül­ lü bizm ut-trietil ve Bİ(C6H5)3 formüllü bizm ut-trifenil sayılabilir. • Bizmut m etalürjisi. Bizmuta, Bİ2S3 for­ mülüyle gösterilen sülfür biçiminde'rastlanır; genellikle bakır ve kurşunun sulfürlü cevherleriyle birlikte bulunur; ayrıca ka­ lay yataklarında da görülür. Bakır, kurşun ve kalay cevherleri kavrulurken çıkan ba­ ca dumanlarından ve bakır arılaştırılırken oluşan anot çamurundan özütlenerek el­ de edilir. Oksidi 500°C 'a doğru bir eritici eşliğinde demir ve karbonla indirgenir. Bizmut, hidroklorik asitli BİCI3 çözeltisi elektrolize tutularak arılaştırılır. Bizmut, özellikle erime sıcaklığı düşük alaşımlarda ve eczacılık ürünlerinde yay­ gın olarak kullanılır. Ancak aynı elektron biçimlenmesini göstermesine karşın arse­ niğe oranla daha az zehirlidir. • Bizm ut alaşımları. Bizmut genel olarak kurşun, kalay, kadmiyum ve antimonla, 100°C'ın altında, kolay eriyen alaşımlar oluşturur. Yoğunluğu çok yüksek olan bu alaşımlar, sıvı durumda iyi bir akışkanlık gösterir ve katılaştığında da herhangi bir büzülmeye uğramadıkları gibi az da olsa genleşirler. Bizmut alaşımları kaynak yap­ mada, kalıp çıkarmada ve pres takımla­ rının montajında kullanılır. Dökümle iz alınmasında olduğu gibi, matrislerin ve zımbaların konumlandırılmasında da ya­ rarlanılır. Bizmut (% 50), kurşun (% 27), kalay (°/o 13) ve kalsiyumdan (% 10) olu­ şan bir alaşımdan, ince sacların küçük se­ riler halinde kesilmesinde ya da işlenme­ sinde kullanılan zımba ve matrisleri yapı­ lır. —Eczc. Bütün ağır metaller gibi bizmut da zehirlidir. Bu yüzden, tedavide ağız yoluyla yalnız karbonat ve subnitrat gibi suda çözünmeyen tuzları kullanılır. Biz­ mut tuzlarının örtücü etkisinden, mide ül­ seri, bağırsak iltihabı ve ishalde, sindirim sistemi yaralarını temizlemede yararlanı­ lır. Bu tuzlar, mide ve kalınbağırsakta biz­ mut sülfüre dönüşür ve dışkıya siyah bir renk verir. Ciddi nörolojik bozukluklar (biz­ mut ansefalopatisi), methemoglobinemi gibi yan etkiler, aralıklı bir şekilde verilme­ si gereken bizmutun kullanımını sınırlan­ dırır. Bu nedenle, bizmutun kullanılması çok sıkı kurallara bağlıdır. Bizmut, rektal yoldan, orta yutak has­ talıklarının tedavisinde kullanılır.' Kas içine şırınga edilen bazı bizmut tuz­ larının frengiye karşı dikkate değer bir et­ kisi vardır. Uzun zaman, arsenikti ilaçlar­ la birlikte ya da sırayla, frengi tedavisin­ de kullanılmıştır. Penisilinin arsenikli ilaç­ ların yerini almasından sonra daha az kul­ lanılmaktadır. Kullanımı titiz bir ağız-dis bakımını ve her iğne tedavisinden önce idrar analizini gerektirir. —Toksikol. Bizmut tuzlarının çok yüksek dozda kas içine şırınga edilmesi stomatit ve silendrüri ile birlikte proteinüriye yol açabilir. Bu zehirlenmeler, özellikle erime­ yen bizmut tuzlarının kullanıldığı dönem­ lerde görülürdü. Mide-bağırsak kanalı an­ tiseptiği ve koruyucusu olarak ağız yolu ile verilen bizmut tuzları da ağır hastalık­ lara neden olabilir. B İZ M U T İL a. (fr. bism uthyle) Anorg. kim. 1. Birdeğerli BİO kökü. —2. Bizmu­ tu klorür, BiOCI formüllü bileşik. (Eşanl. BİZMUT OKSİKLORÜR.) B İZ M U T İN a. (fr. bismuthine) Org. kim. Genel formülü BİH3.nRn olan organik bi­ leşiklerin genel adı; gerçekte bir hidrojen bizmutür olan BİH3'ün bir ya da birkaç hidrojen atomunun birdeğerli karbon kök­ leriyle yer değiştirmesi sonucu elde edi­ lirler. B İZ M U T İN İT a. (fr. bizm uthinite). Miner. Bizmutun başlıca cevheri olan ve Bİ2S3 formülüyle gösterilen bizmut sülfür.



BİZM UTİT a. (fr. bismuthite). Miner. Do­ ğal bizmut hidrokarbonat. BİZMUTOSFERİT a. (fr. bismuthosphörite). Miner. Küçük küreleri andıran doğal bizmut karbonat. BİZMUTÜR a (fr bismuthure ya da bismuture). Anorg. kim. Bizmut ile başka bir elementten oluşan bileşik.



BİZO a. (fr: biseau'dan). Muz. Blok flü­ tün yâ d a ağızlı ûrğ takımlarının ağızlıkla­ rının içine yerleştirilen, verevine kesilmiş ahşap ya da madeni parça. (Bu parça­ nın üzerinde kırılan hava, borunun için­ deki hava sütununu titreştirir.) BİZON a. Doğu Avrupa ormanlarında (Avrupa bizonu [Bison bonasus]) ya da Kuzey Amerika çayırlarında (Amerika bi­ zonu [6 . bison]) yaşayan, iri, gevişgetiren hayvan. (Günümüzde soyları hemen he­ men tükenmiştir; yaşayan üyeleriyse ya insanların tutsağıdır ya da koruma altına alınmıştır. Boynuzgiller familyası, Bovinae oymağı.)



Amerika bizonu



rese, 1846-Torino 1901). Kan plaketleri­ ni buldu; hücre yapısını ve urumsu doku­ ları inceledi.



BJELASİCA P LA N İN A, Yugoslavya’ da dağ kütlesi, Karadağ’ın doğusunda; Zekova G lava'da 2 116 m.



B JE LASN İC A , Bosna-Hersek’te dağ kütlesi, Bosna ve Neretva ırmaklarının yukarı vadileri arasında; Vlahinja'da 2 067 m. B J E L O V A R , Hırvatistan’da kent, Zag­ reb'in doğusunda, Macaristan sınırına ya­ kın; 21 000 nüf. B J E R K N E S (Vilhelm), norveçli jeofizik­ çi (Christiania, bugün Oslo, 1862 - ay. y. 1951). Stockholm’de fiziksel matematik ve mekanik profesörlüğü (1895), daha sonra Oslo’da (1907) ve Bergen jeofizik enstitüsü'nde (1917) öğretim üyeliği yaptı. Dynam ical M eteorology and H ydrography (1910) ve Physikatische Hydrodynamik (1933) adlı yapıtlarında açıkladığı, hidrodinamiği atmosfer ve okyanus hare­ ketlerine uygulama çalışmalarıyla tanındı. Meteoroloji üzerine kuramsal araştırma­ lar yaptı. Sifonların, farklı sıcaklıktaki iki hava kütlesi arasında bir kesiklik yüzeyi oluşumundan ortaya çıktığını açıklayan kutupsal cephe kuramını anımsatan bir hava tahmin yöntemi buldu. B J E R K N E S (Jakob Aall Bonnevie), norveçli meteorolog (Stockholm 1897 -Los Angeles 1975). VVİllem Bjerknes'in oğlu. Bergen de jeofizik profesörü (1931).. 1940'tan başlayarak Kaliforniya üniversi­ tesinde ders verdi. Babasıyla birlikte ha­ va tahmini için kutup alınları kuramını ge­ liştirdi. Bu kuramı siklonların oluşumu ve hareketlerinin incelenmesine uyguladı. B Jo rkm a n ve Dacle s e n d ro m u . Hematol. Erişkinlerde görülen ve kemik ili­ ğinde sideroblastlara bağlı kemik iliği ye­ tersizliğinden ileri gelen süreğen ve edin­ sel kansızlık. Edinsel oluşu onu yapısal sideroblastik kansızlıktan, süreğen ve ne­ deni belirsiz oluşu da öteki çeşitli ve ne­ deni belli süreğen edinsel sideroblastik kansızlıklardan ayırır. ( -* SİDEROBLAST.)



B J 0 R N (Dinna), danimarkalı dansçı ve — ANSİKL. Ormanda ve yerleşik yaşayan koregraf (Kopenhag 1947). Niels Bj0 rn Avrupa bizonunun oluşturduğu son yaba­ Larsen*'in kızı. Sanat yaşamına, 1966’da nıl sürüler Bialovvieza ormanında'(Polon­ Danimarka krallık balesi’nde oynadığı J. ya) ikinci Dünya savaşı sırasında ortadan Robbins'in Bir faunanın öğleden sonrası kaldırıldı; bugün yabanıl sürülere yalnız­ adlı 'yapıtıyla başladı. Bournonville’in reca hayvan parklarında rastlanmaktadır. pertuvarınıyorumladı: la Sylphide, laFĞte Yerel olarak buffalo adı verilen Amerika des fleurs â Genzano. Kermesse â Brubizonu göçmendir; geniş çayırları doldu­ ges. 8 + 1 {i 790), Anatomic Safari ( i 972), ran milyonlarca Amerika bizonu, iki yüz­ l'E cole dum ercredi(1974) gibi yapıtların yıldan kısa'bir süre içinde, Kızılderili halk­ koregrafisini yaptı. ları aç bırakmak ve sayılarını azaltmak amacıyla başlatılan yok etme kampanyası ■ B J 0 R N S O N (Bj0rnstjerne), norveçli ya­ sonucu hemen hemen bütünüyle ortadan zar (Kvikne 1832 - Paris 1910). Bj0rnson kaldırılmıştır. Yaşamayı başaran bireyler­ ülkesine yeni akımları, —liberalizm, sos­ se ulusal parklarda koruma altına alınmış­ yalizm, natüralizm— tanıtarak tarihin çok tır. önemli bir anında halkına, kökleri gör­ —Hayvanc. Bizonun iki tipinden hiçbiri kemli geçmişine dayanan kendi öz kişili­ evcilleştirilmedi. Bununla birlikte, çok ğini kazandırdığı için “ Norveç'in babası" uzun zamandan bu yana boğa (Bos tauolarak anılır. rus) ile çaprazlamalar denendi. Elde edi­ Romsdalenli bir papazın oğlu olan ya­ len melez, cattalo {ça ttaye buftalo'öari) zar 1852'de liseyi bitirdi. Yükseköğreni­ çok daha dayanıklıdır ve soğuk iklim ko­ me başladıysa da, kısa süre sonra bırak­ şullarına çok daha iyi uyabilmektedir; bu­ tı. Ülke gençliğinin MarcusThrane'ın sos­ na karşılık, beden yapısındaki özellikleri yalist kuramlarından etkilendiği bir dö­ istenen niteliklere ulaşamadı; dahası, iki nemde kendini edebiyat ve siyasete ver­ akraba türde de nerdeyse eşit olarak gö­ di. Yeniromantik akıma katıldı, Wergerülen dölsüz erkekler, melezlerden yarar­ land'ın öğrencisi oldu. Edebiyat, siyaset lanılmasını da olanaksız kılmaktadır. ve halka önderlik etme arzusunu bir ara­ da yürüttü. Bir süre eleştiriyi denedikten BİZOTE sıf. Pahlı yontulmuş, pahı olan sonra, izlediği yolu Synnfive Sotbakken camlar için kullanılır: Bizote cam. (1857) adlı kır öyküsü ve İzlanda sagalaBİZ Y E . Tar. coğ. Trakya bölgesiride, rından esinlenerek yazdığı O/e Buli (1857) Kırklareli’ne bağlı V ize' ilçesinin antik adı. adlı dramında ortaya koydu. Amacı, ro­ manda canlı imgelerle dolu, özlü ve ko­ BİZZARURE be. (ar. bi- ve zaruretten nuşulan dile yakın bir üslup kullanarak ve b't-z-zarüre). Esk. ister istemez, zorunlu dramda sagalardakini andıran epik bir olarak. söyleyişe geri dönerek Norveç tarihini BİZZA T be. (ar. bi- ve -zâttan bizzat). canlandırmaktı. Her iki türde de ana te­ Kendi, kendisi, şahsen: Davetlileriyle biz­ ma, gerçeğin araştınlmasıdır: bu da, içi­ zat ilgilendi. Bu sözü bizzat ondan duy­ mizde hazır bekleyen ve ancak aşk ve muştum. inanca dayanan bir amaca yönelmekle değer kazanan canlı ve doğal güçlerin BİZZOZERO (Giulio), İtalyan hekim (Va-



Bj0rnson 1724



f d|0 rnst|erne B jgrnscn VVerenskiold'un yaptığı bir portreden ayrıntı Nasjonalgalleriet, Oslo



yönlendirilmesiyle gerçekleşir. Küçük köylü kızı Synn#ve'den esinlenerek Arne (1858) ve En glad gu t (1860) yazan Bjıfrnson, daha sonra.rejisörlük ve siya­ sal muhabirlik yaptığı Bergen’e yerleşti. Orada, paganizmle hıristiyanlığı karşı kar­ şıya getirdiği ve tarihsel dram türünün ör­ neği olan Halte-Hulda (1858) ve Kongen S verre’i (1861) yazdı. Roma’da geçirdiği süre içinde (1860-1862), klasisizmin den­ ge ve ölçü değerlerini keşfetti; bunları Shakespeare ve Schiller’in tersine, içgü­ düsel güçlerle adil yasalara duyulan say­ gıyı karşı karşıya getirdiği büyük üçlemesi S igurd S lem be'de (1862) kullandı. 1863'te Paris'e yaptığı gezide, burjuva dramı ve bunun dile getirdiği sorunlarla karşılaştı. Bu türü Kuzey'e De N ygift (1865) adlı yapıtıyla soktu. Daha sonra, İskandinav ülkelerinin Almanya karşısın­ da tek başına bıraktıkları Danimarka'nın bozguna uğraması sonunda Grundtvig’ in de etkisiyle yazdığı Fiskerjenten (1868) adlı öyküsünde dine bağlı yurtseverliği vurgulayarak "neşeli hıristiyanlığı" salık verdi. Oehlensohlâger'in etkisinde yazdı­ ğı epik şiirleriyle lirik başyapıtlarını A rnljot G elline (1870) ve daha sonra Norveç'in , ulusal marşı olacak dizelerin yer aldığı D igte og Sarige (1870) adlı yapıtlarında topladı. Köye olan bağlılığı, uzun öykü­ lerine ve konularını sagalardan aldığı dramlarına (Sigurd Jorsalafar, 1872) esin kaynağı oldu. Yeni bir Roma gezisi (1873-1875) ve dozu giderek artan tran­ sız etkisi sonucu yeni burjuva dramları yazdı: Redaktören (1875) ve adını tüm dünyaya duyuran En Fallit (1875). Her iki yapıt da sorumluluk ve bağlanma tema­ ları üzerine kuruludur. Bjgrnson bu yapıt­ larından sonra ibsen gibi siyasal, ahlaki ve toplumsal sorunlarla ilgilendi: Kongen (1877) ve M agnhild (1877). Bu son yapıt, yazarın radikalizme doğuştan olan eğili­ mini ortaya koyduğu ve daha çok siya­ sal, düşünsel ve ruhsal özgürlük için ka­ bul edilebilir tek yolun hıristiyanlıkta oldu­ ğunu savunarak sözleşmeli evliliklere kar­ şı çıktığı ilk gerçekçi romanıdır. Bu ütopyacı görüşler yazarı çevreleyen tutucu dinciler tarafından şiddetle eleştirildi. Bu­ nun yarattığı bunalımın ardından, Darwin, Stuart Mili, Taine ve Renan’ı incelemesi düşüncelerinin değişmesine yol açtı. Ku­ şaklar arasındaki çekişmeyi konu alan D et ny System (1879) adlı dramında ve evli çiftlerin sorunlarını büyük bir açıklık­ la ortaya koyduğu Leonarda'da (1879) gerçek, kendine saygı, bireysel kişiliğin gün ışığına çıkması önem kazanırken, En H andske'de (1883) “ çifte ahlâk" teması­ nı işledi. Oysa Bjğrnson'un, daha başlan­ gıçtan itibaren tüm yapıtlarında, tanrıtanımazcılıkla inanç, kötülükle iyilik, inanç­ la kuşku, korkuyla umut gibi göz ardı edil­ mez bir karşıtlık bilinci egemendir. Bun­ ların çözümü, Bjdrnson'un en büyük ya­ pıtı Över Aevne'de ele alınır. Son yapıt­ larında ütopyacı bir sosyalizme yönelik si­ yasal mücadelelere yer verir: Paul Lange og Tora Parsberg'öe (1898), toplum­ sal haksızlıklara karşı çıkar. Belki de gi­ derek artan ünü dolayısıyla —1903’te Nobel ödülü'nü aldı—, çalışmalarının hızı azaldı. Son başyapıtı olan Naad Den Ny Vin Blom sterer (1909) adlı komedisinde, "dünyayı-iyi davrananların kurtardığf’na ilişkin inancını ortaya koydu. Şaşırtıcı sayılara ulaşan yapıtlarından geriye kalan belki de en önemli şey, hal­ kının ruhuyla bütünleşen ve ülkesinin 1905'te kesin olarak bağımsızlığa kavuş­ masında, en büyük rolü oynamış bir kim­ se oluşudur. B J 0 R N S S O N (Sveinn), İzlandalI devlet adamı (Kopenhag 1881 - Reykjavik 1952). Avukatken, 1912'de siyasete atıl­ dı ve 1914'te Althing’e (meclis) girdi. Althing, onu, kralın ve kral naibinin temsilci­ si olarak hükümet başkanlığına getirdi (1941). 1944'te Cumhuriyet ilan edilirken Bjdrnsson da cumhurbaşkanı oldu; i945'te bu göreve yeniden seçildi.



B J 0 R N S S O N (Fredbjdrn), danimarkalı dansçı, koregraf ve dans öğretmeni (Ko­ penhag 1926). 1935’te Danimarka kral­ lık balesi'ne girdi. Meslek yaşamının ilk yıl­ larında yarı-karakter rolleriyle kendini ka­ bul ettirdi. Daha sonra F. Flindt’in la Leçon’undaki öğretmen; C oppelia'daki Dr Coppdlius gibi kompozisyon rollerinde başarı gösterdi Bournonville repertuvarının olağanüstü yorumcusu olarak tanın­ dı. Kendini Bournonville üslup ve tekni­ ğim öğretmeye adadı' V, , ,7 ^ ,,



BJÖRÜNG (Gunnar), İsveççe yazan finlandiyalı şair (Helsinki 1887 - ay.y. 1960). Findlandiya'daki isveçli "çağdaşçılar"ın temsilcisiydi. Dada akımının etkisinde kal­ dı. Açık ve keskin bir dille yazdığı, çoğun­ lukla kısa şiirleri ve özdeyişleri, felsefi ve ahlaki düşüncelerini yansıtır (Kiri-ra, 1930; Och teker med skuggorna i sanden, 1947).



BJÖRLİNG (Jussi), isveçli tenor (Kopp a rb e rg ’e bağlı Stora Tuna 1911 -Stockholm 1960). Meslek yaşamına 1930'da Don Giovanni ile başladı. Viyana'da (Aida, 1935), sonra Salzburg'da (1937)sahneye çıktı. New Ybrk’ayerleştı. Gounod'dan Verdi'ye kadar uzanan bir repertu varla bütün büyük İtalyan ve tran­ sız ses sanatçılarıyla yarıştı, sesinin zerafeti ve güçlüğüyle tanındı. b k .f Bk. ya da B kz. Matbaac. Kitaplar­ da bakınız anlamına gelen ve bir gönder­ meyi belirten simge.



B k Anorg. kim. Berkelyum 'un simgesi. BKA-BLON ya da KA-LÖN (tibetçe söze.), Tibet'te dalaylama âdına iktidarı kullanan laik bakan. Sayısı 4 olan bu ba­ kanlar, Çinli anban'ların vesayeti altında, naiplere yardım ederlerdi.



BK A’-BRGYUD-PA (tibetçe "iletilmiş sözcük" anlamında söze.), Tibet'teki en büyük buddhacı tarikatlardan biri. XI. yy.'da Marpa tarafından kuruldu. Bu ta­ rikat, Hathayoga'ya özel bir önem verir. Marpa'nın izleyicilerinden biri olan Milarepa, Tibet’in en büyük ermiş şairlerinden biri olarak tanınır. B K A ’-GDAMS-PA ("A na ilkeye bağlı o lan lar" anlamında tibetçe sözcük). XI. yy.'da Tibet buddhacılığında reform ya­ pan büyük usta, hintli Atişa'nın laik izleyi­ cisi Brom-ston'un kurduğu okul. Dge -lugs-pa tarikatı bu okuldan doğmuştur. BLABERA a. Orta ve Güney Amerika’ da ve Antiller'de yaşayan hamamböce­ ği. (Blabera gigantea'nın uzunluğu 5 cm'yi bulur. D ictyoptera takımı, hamamböceğigiller familyası.) B la ca s İb riğ i, İslam maden sanatında Musul okuluna bağlanan, pirinç üzerine bakır ve gümüş kakmalı ibrik. British museum’da sergilenen yapıt, daha önce Bla­ cas koleksiyonunda bulunduğundan bu adla anılır. 1232'de Musul'da, Şüca bin Mena adlı bir usta tarafından yapıldığını gösteren yazıtı olması açısından önemli­ dir. Boynu ve gövdesi dikey dilimlerle bö­ lünmüş olan ibriğin yüzeyi, figürlü madal­ yonlar ve yazıtlarla bezelidir.



BLACHER (Boris), alman besteci (Liaoning ili, Çin, 1903 - Berlin 1975). 1914 -1920 arasında Rusya'da yaşadı, sonra Berlin’e geçti. Naziler döneminde güç yıl­ lar geçirdi. 1948'de Berlin Musikhochschule'ye öğretmen oldu, daha sonra bu kurumun müdürlüğünü yaptı (1953-1970). Başlangıçta Stravinskiy'den esinlenen Blacher, sonraları ."değişken ve artan ölçüler” konusunda araştırmalar yaptı ve onikitonculuğa yöneldi. Başlıca yapıtları: Fürstin Tarakanovva (1941), Die Flüt (1947), Yvonne, Burgonya prensesi (1972) gibi lirik parçalar; Chiarina (1950), D er M ohr von Venedig (1955) gibi bale­ ler; Dostoyevskiy’den esinlenerek yazdı­ ğı Der Grossinquisitor (Büyük engizisyon­ c a 1948) adlı kantat; bir Reguiem (1957);



konçertolar ve oda müziği yapıtları (yaylı çalgılar için dörtlüler), sonatlar ve caz mü­ ziğinden esinlenmiş yapıtlar. B L A C K , ABD'de ırmak. Vt/isconsin'de, sol kıyısından Mississippi ırmağına kavu­ şur.



BLACK, ABD'de ırmak, Arkansas'ın do­ ğu kesiminde, Mississippi’nin ikincil kolu (VVhite ırmağı aracılığıyla). B L A C K (Joseph), iskoçyalı fizikçi ve kim­ yacı (Bordeaux 1728 - Edinburgh 1799). Glasgovv'da ders verdikten sonra, 1766'da Edinburgh Üniversitesinde kim­ ya profesörü atandı. Lavoisier'nin fikirle­ rini ilk benimseyenlerden biridir. Kimya araştırmaları, ilk kesin incelemelerini 1754'te gerçekleştirdiği karbondioksit ("sabit hava" adını verdi), 1755'te buldu­ ğu magnezya ve bu ikisinin birleşimi olan magnezyum karbonat (beyaz magnezya) üzerinedir. Kalkerin kireçleşmesini de in­ celedi ve bunun ağırlık kaybıyla gerçek­ leştiğini gösterdi. 1760'a doğru, sıcaklı­ ğın ısı miktarını açık olarak ilk bulan odur; özgül ısı ve gizli ısı (hal değişmelerinde meydana gelen) kavramlarını fiziğe ka­ zandırdı.



B LA C K (VVİlliam), İskoç yazar (Glasgow 1841 - Brighton 1898). Başarıya ulaşan romanlarında (A Daughter ofH eth, 1871; The Strange Adventures of a Phaeton, 1872; The Princess of Thule, 1873) aris­ tokrasinin duygularını bir halk dekoru için­ de verir.



B la c k A. and C. L td ., 1807'de Adam Black (Edinburgh 1784 - ay.y. 1874) ta­ rafından Edinburgh’da kurulan İngiliz ya­ yınevi. 1891'de Londra’ya taşındı. Genç­ ler için yapıtlar, sanat, tarih kitapları ve W ho’s who (Kim kimdir) gibi başvuru ya­ pıtları yayımlar.



B la c k A rro w , aşağı kutup yörüngesi­ ne 110 kg’lık ya da ekvator yörüngesine 160 kg'lık yararlı bir yükü oturtabilen, 13 m yüksekliğinde 3 katlı İngiliz uydu fırlatı­ cısı. ilk kez 28 temmuz 1969’da Woomera (Avustralya) üssünden fırlatıldı. 28 ekim 1971 'de Prospero da denilen, İngiliz X-3 teknolojik uydusunu yörüngeye taşıdıktan sonra Black Arrow‘un kullanımına son ve­ rildi.



BLA C K BELT, ABD nin güney kesi­ minde (Alabama ve Mississippi) verimli kara topraklar bölgesi. Eskiden pamuk ta­ rımı bölgenin başlıca etkinliğiydi. BLACK-BOTTOM a. ("siyah fon" ya da "b ir kentin zenci mahallesi” anlamın­ da ing. sözcükler). 4/4'lük komik dans. Ritmi senkopludur. (Jetterbug'un biçim­ lerinden biri olan black-bottom , 1920-1930 arasında çok revaçtaydı.)



BLA C KBU R N , Büyük Britanya'da ' (Lancashire) kent, Manchester’in K B.’sında 110 254 nüf. Dokuma sanayisi. Makine yapımı. (James Hargreaves, do­ kuma sanayisinde değişiklik yaratan spinning jennyy'ı 1764'te burada gerçek­ leştirdi.) BLACKBURN, Alaska nın güney-doğu kesiminde doruk, Wrangell dağlarında; 5 036 m.



BLACKBURN (Helen), İngiliz feminist (Valentia adası, İrlanda, 1842-Londra 1903). Kadınlara oy hakkı verilmesi için çalışan kuruluşun sekreteri. Başlıca kitap­ ları: The C ondition of W orking Women (Çalışan kadınların durumu), 1896; Wom an’s Suffrage (Kadının oy hakkı), 1902.



BLA C K CO UNTRY, İngiltere'de yer­ leşme merkezleri (Dudley, Walsall ve Wolverhampton (1 150 000 nüf.]) topluluğu, Birmingham'ın K.-B.'sında, West Midlands yönetim bölümünde. Bölgede bir kümür havzasının ve ağır metalürjinin bu­ lunması ve sanayinin yol açtığı çirkin gö­ rünümler (doğayı yenileme çalışmaları ya­ pılmaktadır) nedeniyle buraya "Kara



bölge" anlamına gelen Black Country adı verilmiştir.



ne düşüncelerini diie getirdi (Self-Culture, 1873). Edinburgh Üniversitesi'nde ilk kelt dili ve edebiyatı kürsüsünü kurdu.



B LAC KETT (Patrick Maynard Stuart), İngiliz fizikçi (Londra 1897 - ay.y. 1974). Önce Cambridge'te E. Rutherford’a asis­ tanlık, daha sonra Londra (1933) ve Manchester (1937) üniversitelerinde pro­ fesörlük yaptı, ikinci Dünya savaşı boyun­ ca İngiliz amirallik dairesinde bilimsel da­ nışman oldu, ayrıca atom bombası ince­ leme kurulunda görev aldı. Blackett, özel­ likle kozmik ışınlar üzerindeki çalışmala­ rıyla tanınır. Gereksiz deneylerden kurtul­ mak amacıyla bu konudaki incelemeleri içinVVİlson odasını, iki Geiger sayacı kul­ lanarak yönetmeyi tasarladı. Böylece kaydadeğer ışın demeti klişeleri elde etti ve pozitif elektronun varlığını kanıtladı. Bu yöntem sayesinde 1925’te bir başkalaşım olayının ilk fotoğraflarını alabildi ve 1933’te Occhialini ile birlikte fotonların özdekleşmesini gözledi. Ayrıca manyetikle ilgili bir genel kuramın da yaratıcısıdır. (1948 Nobel fizik ödülü.)



BLACKTON (James Stuart),İngiliz asıl­ lı amerikalı film yönetmeni ve yapımcı (Sheffield, Büyük Britanya, 1875 - Hollywood 1941). Desencilik ve gazetecilik BLA C K-JAC K a. (iskambilde yirmi bir yaptı. Ortağı Albert E. Smith ile birlikte Vianlamında ing. söze.). Yirmi bir adlı oyun­ tagraph'\ kurdu (1897). Sinemanın öncü­ dan geliştirilmiş amerikan kâğıt oyunu. sü ve ilk haber filmcilerinden biri (Tearing B l a c k m a s k -» p u l p m a g a z İ n e s . down the spanish flag, 1898) olan Blackton, kare kare çekilmiş ilk çizgi filmi (HuBLACKMORE (Richard Doddridge), İn­ morous phases o f a funny face, 1906) giliz yazar (Longvvorth, Berkshire, 1825 yaratarak büyük ün kazandı. Bu canlan­ - Teddington 1900). Avukatlık, sonra bah­ dırma tekniğini The Haunted Hotel (1907) çıvanlık yaptı. Th, Hardy'den etkilendi. filminde de uyguladı. 1900-1917 arasın­ Tarihsel romanlarında (Clara Vaughan, da ABD’de Vitagraph yapımevinin pek 1864; Loma Doone, 1869; Springhaven, 1887) devonlu kadınların saflığını ve böl­ çok filminde yönetmenlik ya da gözetimcilik yaptı. Daha sonra İngiltere’de çekti­ gedeki tepelerin güzelliğini dile getirdi. ği The Glorious Adventure (1922) ve The B la c k M o u n ta ln R evlew , 1954’ten Virgin Queen (1923) ile kendinden söz et­ 1957’ye kadar Kuzey Carolina'da, Black tirdi (iki film de Prizmacolour tekniğiyle Mountain College'de yayımlanan öncü renkli çekilmişti). dergi, ikinci Dünya savaşı öncesi ve son­ BLACK-TONG a. (ing. black, kara, ve rası kuşakların önemli şairlerini biraraya tong, dil). Bir vitamin eksikliğinden ileri ge­ getirdi: Kerouac, James Purdy, Kenneth len ve özellikle köpeklerde dilin kenarla­ Rexroth, VVilliam Carlos VVİlliams. rında görülen ağız mukozası iltihabı (ka­ BLACKM UR (Richard Palmer), amerira dil). kalı yazar (Springfield 1904 - Princeton BLACKWATER, İrlanda’daki birçok ır­ 1965). Şair ve eleştirmen. Double Agent mağın ortak adı: Lough Neagh'in (Kuzey (Çifte Ajan) 193£, Language as gesture İrlanda) kolu; —orta ovada akarsu, Boy(Hareket olarak dil) 1952, The Lion and ne ırmağının kolu;—İrlanda’nın güney ke­ the Honeycomtz (Aslan ve kovan) [1955] siminde (Munster ili) ırmak. gibi kitaplarıyla amerikan N ew ‘ Criti-



BLACK-FACED a. iskoçya’da yetiştiri­



c/sm’inin kuruluşuna katkıda bulundu.



BLA C KETT (Christopher), İngiliz sana­ yici ve mühendis. VVylam’da bir maden sahibi olan Blackett, lokomotiften ilk ya­ rarlanan kişidir (1805). Basit aderansın ray üzerinde çekişe olanak sağladığını kanıtladı (1812).



len kara başlı koyun ırkı. Olağanüstü da­ yanıklı olan bu ırk, fundalıklar gibi çok ve­ rimsiz yerlere bile uyum sağlayabilir. Er­ keği ve dişisi boynuzsuzdur.



B la c k fa n -D la m o n d h a s ta lığ ı. Hematol. Süreğen eritroblast yokluğuna bağlı canlanma eğilimi göstermeyen ve ilk çocukluk çağında (2 ay ya da daha ön­ ce) görülen ve nedeni bilinmeyen normokrom anemi. Cathie sendromu ve do­ ğuştan dizeritropoezler gibi alyuvar yapı­ mının anormal olduğu doğuştan hastalık­ larla bir tutulmamalıdır.



BLACKFOOT, Alberta ve Montana'da yaşayan Kızılderililer. Algonkin öbeğin­ den bir dil konuşurlar. Bizonların yaşadık­ ları ovalarda yaşarlardı. Kabile meclisin­ de kendilerini temsil eden bir reisin baş­ kanlığında avcı öbekleri halinde örgütlenirlerdi. Beyazların kültürüyle sıkı ilişkiye giren Blackfootlar bugün kızılderili koru­ ma bölgelerinde yaşamaktadırlar ve sa­ yıları yaklaşık 17 000’dir.



B LA C K H AW K ("Kara Şahin"), amerikalı kızılderili reisi (Sauk Sautenuk, bu­ gün Rockford'un bir bölümü, Illinois, 1767 - Des Moines yakınında 1838). Sac et Fox kızılderililerinin reisi olduğu sırada, kabilesinin illinois ile Mississippi arasında­ ki av topraklarını terk etmesini öngören 1804 antlaşmasını kabul etmedi; 1812 sa­ vaşında ingilizler'e katıldı; 1815'te toprak­ ları bırakma anlaşmasını kabul etmek zo­ runda kaldı. Ama anlaşmanın içeriğine karşı çıkıp direnişe geçince, başkan Jackson üzerine üç kolordu gönderdi (Kara Şahin savaşı, 1832). Ele geçirilen Black Flawk kent kent dolaştırılıp teşhir edildik­ ten sonra, 1833’te serbest bırakıldı.



B LA C K H İLLS, ABD’de dağ kütlesi, Güney Dakota'nın G.-B. kesimiyle Wyoming'in K.-D. kesiminde uzanır, B.'a doğ­ ru Büyük ovaları sınırlar; Harney Peak'te 2 207 m. B la c k -H o le ("kara delik"), Kalküta'da VVilliam kalesindeki bir zindanın adı. 20 haziran 1756'da,Bengal'in genç nabab'ı Sirac-ud-Daula, ingilizler'in oradaki sa­ vunma tesislerine izni olmadan çeşitli ek­ lemeler yaptıklarını öğrenince, garnizo­ nun tüm askerlerini zindana hapsettirdi. 14’e 18 ayak büyüklüğündeki bu hücre­ ye kapatılan 146 kişiden 123'ü bir gece­ de öldü.



B LA C KİE (John Stuart), İskoç yazar (Glasgovv 1809- Edinburgh1895). Faust'u çevirdi (1834), Burns'ün yaşamını kaleme aldı. Bireysel ve toplumsal özerklik üzeri­



B la c k M u sllm s f ‘zenci müslümanlar” ), ABD’de, zencilerin amerikan toplu­ mu içinde eritilmesine karşı olan milliyet­ çi zenci hareketi. 1930‘da, VValli Farrad denilen "peygam ber” VVallece D. Fard1 ın —öteki takma adları da "Büyük Mehdi” ve “ Kurtarıcı” idi— girişimiyle Detroit'te başlatılan hareket, ilk başarıla­ rını, Farrad'ın halefi Elijah Poole —Elijah Muhammet adını aldı— döneminde elde Ötti. 60'lı yıllarda Malcolm Liftle (Malcorn X), hareketi çok büyük ölçüde geliştirdi, ama Muhammet ile bozuştu ve 1965‘te öldürüldü. Black Muslims, ülkedeki diğer müslümanlardan (moslemler) ayrılmakla birlik­ te müslümanlığa bağlanırlar. Bunlar ço­ ğunlukla arapça bilmeyen, eski hıristiyanlardır. Hıristiyanlığı (“ beyaz adamın dini” ) ve Avrupa kökenli soyadlarını ("köle ad­ ları") yadsırlar. Örnek bir yaşam sürmek zorundadırlar (içki, uyuşturucu, zina, aşı­ rı yemek, yalan söylemek yasaktır). Özel­ likle öğrenci çevrelerinde ve zenci nüfu­ sun en elverişsiz koşullarda yaşadığı çev­ relerde etkili olmuşlardır. Dünya boks şampiyonu Casşius Clay —Muhammet Ali adını aldı— Black Muslims’in en ünlü üyelerinden biridir.



B la c k P a n th e rs (Kara Panterler), Amerika Birleşik Devletleri’nde, Oakland’ da (Kaliforniya) Huey P. Newton ve Bobby G. Seale tarafından 1966'da ku­ rulan siyahlara özgürlük hareketi. Başlan­ gıçta amaçları, siyahları polis baskısına karşı korumaktı. Daha sonra blackpow er (siyah iktidar) amacı gütmeye başladılar ve zenci mahallelerinde güvenlik sağla­ mak için silahlı milis kuvvetleri oluşturdu­ lar. 1970’li yıllarda, hareket, bin kadar üyesi olduğunu ileri sürüyordu ama ön­ derlerinden bazıları polisçe aranmaktay­ dı. Kara Panterler sonradan etkilerini bü­ yük ölçüde yitirdiler. B LA C K P O O L, Büyük Britanya’da (Lançashire) büyük sayfiye ve turizm mer­ kezi, İrlanda denizi kıyısında; 149000 nüf. BLA C K RİVER, Jamaika’da kent, gü­ ney kıyısında, bir kıyı ovası açan aynı adlı ırmağın denize döküldüğü yerde. BLACKSTONE (s/r VVilliam), İngiliz hu­ kukçu (Londra 1723 - ay. y. 1780). Çomm entaries on the Laws of England (İngi­ liz yasaları üstüne yorumlar) adlı çalışması (1765-1769), İngiliz hukukunun halk tara­ fından anlaşılmasını sağladı ve İngiltere’ de anayasaya ilişkin düşünceler üzerin­ de büyük bir etki yaptı.



BLACKWELL (John), galli papaz ve şa­ ir (Mold, Flintshire, 1797 - Cardigan 1840). Kunduracı çırağıydı; sonra papaz­ lık yaptı. Galli lirik şairlerin en iyilerinden biridir (Rhywun, Can Gwraig y Pysgotwr, A baty Tintern). BLACKWOOD (VVilliam), İskoç gazete­ ci (Edinburgh 1776 - ay. y. 1834), VValter Scott’un yayımcısı ve Edinburgh Monthly Magazine'in (1817) kurucusu; bu dergi daha sonra Blackvvood’s* Magazine adı­ nı aldı. B LA C K W O O D



( F r e d e r ik



H a m İl t o n - T e m p l e -), 1 . m a r k is i



->



T e m p le



Dufferin and Ava



D u f f e r in



a n d



a v a



.



BLACKWOOD (Algernon Henry), İngi­ liz yazar (Kent 1869 - Londra 1951). Fan­ tastik romanlarıyla tanındı (The Empty House, 1906; The Listener, 1907; John Silence, 1908; Tales o f the Uncanny and Supernaturai 1951).



B la c k w o o d ’s M agazine, 1817’de Edinburgh’da kurulan aylık dergi. Liberal Edinburgh Revievv'a (1802) ve öuarterly Revievv'a (1809) rakip olarak yayımlandı. Başlangıçta The Edinburgh'Monthly Ma­ gazine adını taşıyordu ama daha çok Ma­ ğa kısaltmasıyla tanındı. Bir dergiden da­ ha zengin bir içeriği olan Blackwood's Magazine, G. Eliot'un ilk romanlarıyla, Scott, Hogg ve VVİlson'ın yapıtlarını ya­ yımladı.



BLACCtUE (Alexandre, Blak Bey de­ nir), fransız gazeteci (Paris 1784 - Malta 1837). Babası, Louis XVI’nın avukatlarındandı. Bu nedenle, devrimden (1789) sonra Fransa'da kalamayıp İzmir’e yerleş­ ti. Blacque, orada, fransız elçiliğinden ba­ ğımsız ilk fransızca gazete olan Spectateur Oriental’i (Doğu gözlemcisi) çıkardı (24 mart 1821). Gazetede dış haberlere geniş yer verdi; İngiliz, Fransız ve Ruslar’ ın Osmanlı devletine karşı güttükleri poli­ tikayı eleştirdi. Yunanistan'ın bağımsızlık hareketi karşısında Osmanlılar'ın yanında yer aldı. İngiliz, fransız, rus birleşik donan­ masının, Navarin’de bir baskınla osmanlı donanmasını yok etmesinin (20 ekim 1827), Fransız ve ingilizler açısından bü­ yük hata olduğunu; bu baskının sadece rus çıkarlarına hizmet ettiğini yazdı. Yazı­ sı, Rusya'nın tepkisiyle karşılandı, Fran­ sız filosu komutanına şikâyet edildi. Fran­ sız komutanı amiral Rigny onu yakalata­ rak Siröne gemisine hapsettiği gibi basımevini de yıktırdı. Fransa’ya dönen Blacque, olayı Meclise bir dilekçeyle yansıttı ve mahkemede açtığı tazminat davasını da kazandı. İzmir'e dönerek Osmanlı



Blacgue hükümetinin desteğiyle Le Courrier de Smyrne’i çıkardı. Bir süre sonra Fransa elçiliğinin baskıları üzerine gazetesini sattı. Türk hükümetine bağlılığı yüzünden Mah­ mut II onu İstanbul'a çağırtarak kendisi­ ne danışman yaptı. Ayrıca transızca Le Moniteur Ottoman’ı (Resimli Osmanlı) ya­ yımlattı (1831). Bu gazete Takvim-i vekay i’ deki haberlerin ç evirile rine ve hükümetin görüşlerine yer verdi. Bu dö­ nemden sonra Alexandre Blacçue Blak Bey diye anıldı. Onun, yarı resmi hükü­ met sözcülüğü durumu, başta Fransızlar olmak üzere elçiliklerde tepkiyle karşılan­ dı. Padişahtan aldığı gizli bir görevle Fransa'ya giderken uğradığı Malta'da, kuşkulu bir biçimde öldü. Mahmut II, ço­ cuklarının eğitimiyle ilgilendi. Bunlardan Edouard Blacque, Courrier Constantinople gazetesinin başyazarlığını yaptı. Blak Paşa adıyla anıldı; matbuat umum müdürlüğü ve Bükreş elçiliği görevlerin­ de bulundu.



1726



S L A E U (VVİllem JANSZOON), hollandalı haritacı (Alkmaar 1571 - Amsterdam 1638). 1605'te 18 paftalı bir dünya hari­ tası, 1617’de coğrafya ve gemiciliğe iliş­ kin bir dizi harita yayımladı. 1635’te bir at­ las çıkardı: Theatrum orbis terrarum. — Oğlu JOAN (Amsterdam 1596 - ay. y. 1673) babasının çalışmalarını sürdürdü ve 20 paftalı bir dünya haritası yayımla­ dı, Nova totius terrarum orbis tabuta (1648).



Marie-Claire Blais



© İA G A (Lucian), rumen yazar ve filozof (Lancrâm, Sibiu yakınında, 1895 - Cluj 1961). Felsefe yapıtlarına (Triiogia curıo asterii, 1931-1934; Triiogia culturii, 1936-37, Triiogia valorilor, 1946) dayanan şiiri, bir bilgi lirizmini dile getirir. Onun ku­ ramına göre, tüm bilgiye gizemin açığa vurulmasıyla değil, sezdirilmesiyle ulaşı­ lır ve böylece aklın yerini "sezgiye” bırak­ tığı bir "bilgisizlik” alanına girilir (Poemele luminii, 1919). Estetik bir bireşim arayışın­ da (İn marea trecere, 1924; Lauda somnului, 1929; le Partage des eaux [fr. çev.], 1933; la curtile dorului, 1938; Nebanuitele trepte, 1943) yeni bir evre olan pa­ gancı bilgiden hıristiyan bilgeliğe geçiş Pasii profetului'de (1921) vurgulanır. Şi­ irlerindeki belli başlı temalardan biri uy­ garlıkla doğa arasındaki kopukluktur, ancak uygarlık ve doğa eski köylerde ve halk şiirlerinde uzlaşır. Tiyatro yapıtları, (Zamolxe, 1921; Mesterul Manole, 1927; Cruciada copiilor, 1930; l'A rche de NoĞ [fr. çev.], 1944) mitolojiyle tarihin bu karı­ şımına dışavurumcu ğir hava verir. BLAO N AC , Fransa'da (HauteGaronne) komün, Toulouse’un K.-B. ban­ liyösü; 17 249 nüf. (1992). XIV. ve XV. yy.'lardan kalma kilise. Toulouse havali­ manı ve hava taşıtları sanayisi. 3 L A G O D A T d a ğ ı, Rusya’da tepe, Ural dağlarının orta kesiminde, NijniyTagil'in K.’inde; 382 m. Demir filizi. S LA O O E V (Dimitır), bulgar siyaset ada­ mı ve yazar (Zagoriçani,. Makedonya, 1856’ya doğr. - Sofya 1924). Ülkesinde marxçılığı tanıttı. Bulgaristan sosyalist partisi’nde, öğreti konusundaki katılığı ve "oportünist" olarak nitelenen akımlara karşı verdiği amansız kavgayla kendini gösterdi. C ontribution â Tötude du socialisme en Bulgarie (Bulgaristan'da sosya­ lizmin incelenmesine katkı, 1906) [fr. çev.] adlı yapıtı yazdı. B L A e O E Y S R A D , esk. Goma Djumay a ,Bulgaristan'da kent, Blagoevgrad yö­ netim bölgesinin merkezi, Struma ırmağı kıyısında, Sofya’nın G.’inde; 35 000 nüf. Ticaret ve turizm merkezi. Makine yapı­ mı. Elektronik sanayisi. Ağaç ve deri işçi­ liği. Tütün. D okum a sanayisi.— Blagoevgrad yönetim merkezi-, 6 464 km” ; 349 546 nüf. (1987). B l a g o v e s ç e n s k , Rusya Federas­ yonumun uzakdoğu kesiminde kent, Zeya kıyısında, Zeya’nın Amur’a kavuştuğu



yerin yakınında; 206 000 nüf. (1989). Kent, biraz kuzeyinden geçen Transsi' birya demiryoluyla Belagorsk’a bağlanır. Besin sanayileri. Makine yapımı. Kereste sanayisi. B la g o v e ş ç e n s k ly S o b o r, Moskova’ da, Kremlin içinde yer alan katedrallerden biri. Eskiden çarların oratorium olarak kul­ landıkları yapı, çok kubbeli bizans kilise­ lerine benzer. 1484-1489 arasında pskovlu mimarlarca gerçekleştirildi; bir yangın­ dan sonra, 1564’te onarıldı. Üç absidalı, dört ayaklı ve beş kubbeli kare plan, ge­ leneksel yapım kurallarına uygundur. Kubbe kasnaklarının tabanı, ahşap mi­ marlığından esinlenen çıkmalı kemerler­ le süslenmiştir. B L A H O S L A V (Jan), çek yazar, tarihçi ve filolog (Prerov 1523 - Moravsky Krumlov 1571). 1557'den başlayarak, üyesi ol­ duğu Moravyalı Kardeşler birliği'nin pis­ koposu oldu. Kraliçe Kutsal kitabı’na alı­ nan Yeni Ahit’in çevirisiyle çek edebiyat dilini yeniden canlandırmaya çalıştı. Philippique contre les ennemis des Musses (fr. çev.) [1Ğ67] adlı yapıtı ve bir müzik ku­ ramı çalışmasıyla (M usica, 1558) çağının aydınlarına kılavuzluk edenler arasında yer aldı. B L A İ N E (James Gillespie), amerikalı si­ yaset adamı (West Brovvnsville, Pennsylvania, 1830 - Washington 1893). Maine’den Temsilciler Meclisi üyesi, sonra senatör seçildi; 1876, 1880 ve 1884 baş­ kanlık seçimlerinde Cumhuriyetçi parti adayı oldu; Garfield’ın ve sonra da Harrison'un başkanlık dönemlerinde dışişle­ ri bakanlığı yaptı. 1889-1892 arasında panamerikancı bir siyaset izledi. B L A İ N V İL L E (Henri DUCROTAY DE), fransız doğabilimci (Arques 1777 - Paris 1850). Tıp doktoru olduktan sonra Colllöge de France'ta ve Doğabilimleri müzesi’nde Cuvier'ye vekâlet etti. Fen fakülte­ sinde anatomi ve hayvanbilim profesör­ lüğüne yükseldi (1812), hocasının düşün­ celerine karşı çıktı. 1830’da Doğabilimleri müzesi’nde kabuk bilim kürsüsüne atan­ dı, 1832’de Cuvier’nin yerine karşılaştır­ malı anatomi kürsüsünün başına geçti. Başlıca yapıtları: M anuel de m alacologie et de conchyliologie (Yumuşakçabilim ve kabukbilim el kitabı) [1825], Prodrome d'une nouvelle distribution du rögne anim al (Hayvanlar evreninin yeni bir düzen­ lemesine giriş) [1816], bitmemiş bir ince­ leme olan De Torganisation des anim aux(Hayvanların düzeni üzerine) [1822], bitmemiş çok önemli bir yapıt olan O stöographie (Kem ikbilim ) [1839], Physiologie gânörale et com paree (Ge­ nel ve karşılaştırmalı fizyoloji), Principes fondam entaux de zoologie (Hayvanbilim temel ilkeleri). B L A İR (Robert), İskoç şair (Edinburgh 1699 - Athelstaneford, East Lothian, 1746). Ölümün kaçınılmazlığı üzerine ba­ rok bir yakınma olan The Grave (1743) adlı yapıtı Blake tarafından resimlendi (1808). B L A İR (Hugh), İskoç vaiz (Edinburgh 1718 - ay. y. 1800). Fransız vaizlerinin üs­ lubunu benimseyerek dinsel belagatı al­ tüst etti. Sermons (1777-1801) ve Lectures on Rhetoric and Belles Lettres (1783) adlı yapıtları tüm İskoç okulunu etkiledi. Macpherson'ı Ossianic Poems'ini yayım­ laması için yüreklendirdi. B L A İR (Eric) - * ORVVELL (George). B L A İ R (David) BUTTERFİELD, D a v id — denir), İngiliz dansçı (Halifax, Yorkshire, 1932 - Londra 1976). Sadler’s Wells Ballet'e girdi,topluluğun yıldız dansçıları ara­ sında yer aldı (1955). Çok iyi bir mim sa­ natçısı olan ve olağanüstü bir sıçrama ye­ teneği sergileyen Blair, yarı-karakter rol­ lerinde büyük başarı gösterdi/güvenilir bir eşlikçi olarak tanındı (daha çok S. Beriosova ve N. Nerina’ya eşlik etti). Fındık­ kıran, les Sylphides, Satranç gibi pekçok



yapıtı yorumladı. J. Cranko’nun Harlequin in A p ril (1951), Pineaple Poll (1951), Pagodalar prensi (1957), Antigone (1959) adlı yapıtlarının prömiyerinde dans etti. La Fille mal gardöe'nin F. Ashton tarafından' yap'İlmış düzenlemesinde Colas (1960) ve K. Mac Millan’ın Romeo ve Ju lie t'inde (1965) Mercutio rolüyle ününü pekiştirdi. 1968 ve 1967 yıllarında, ABD’de çeşitli topluluklar için Giselle, Kuğu gölü ve Uyu­ yan güzel gibi yapıtların kimi perdelerini ya da tümünü sahneye koydu. 1968'de Royal Ballet'ten ayrıldı, ama 1970’te öğ­ retmen olarak geri döndü. B L A İR G O W R İE , Büyük Britanya'da kent, iskoçya’da Perth’in K.'inde; 5 700 nüf. Turizm merkezi. B L A İS (Marie-Claire), fransızca yazan kanadalı kadın edebiyatçı (Ûuöbec 1939). Geleneksel değerler ve eğitimden kopuşu dile getirdiği ilk öyküleriyle (la Belle Bâte, 1959; Töte blanche, 1960) dikkati çekti. 1963'te ABD’ye yerleşti; ar­ dından, Avrupa’ya geçti ve daha çok Fransa’da yaşadı. Une saison dans la vie d'Em m anuel (1965) adlı yapıtıyla Mödicis ödülü’nü kazandı. O tarihten sonra ro­ man (le Loup, 1972; Â coeur joual, 1974; Une tiaison parisienne, 1975; les Nuits de t'underground, 1978; le Sourd dans la ville, 1979) ve tiyatro (TEx6cution, 1968) yapıtlarında, toplumsal ve estetik kurallara bbyun eğmiş bir dünyayı buruk, ama uyanık bir biçimde eleştirmeyi sür­ dürdü. B L A İZ E (Herbert Augustus), Grenada devlet adamı (Carracou 1918-St. George 1989). Grenada ulusal partisi’ni (GUP) kurdu (1952). Milletvekili seçildi (1957). Tarım ve üretim bakanı, iki kez başbakan oldu (1960-1961, 1962-1967). GUP, Birleşik halk partisi ve Yeni cevher hareketi (YCH) ile birlikte "Halk birliği"ni oluşturarak 1976 seçimlerine katıldıysa da kaybetti. YCH bir darbeyle iktidara ge­ lince siyasetten ayrıldı (1979). 1983 so­ nunda, ABD'nin adaya askeri müdahalesi üzerine yeniden siyasete döndü. GUP ile küçük partileri birleştirerek tutucu Yeni ulusal parti'yi kurdu. Parti seçimleri kaza­ nınca (aralık 1984) başbakan oldu. Ver­ diği ilk demeçte, ABD güçlerini adaya gönderdiği için Tanrı'ya şükranlarını sun­ du. Ülkeyi ziyaret eden ABD başkanı fleagan da, Blaize'i bir "A B D ulusal kahramanı” olarak kutladı. S L A J , mac, Balâzsfalva, alm. Blasendorf, Romanya’da kent, Transilvanya'da (Braşov bölgesi), Küçük ve Büyük Tırnava ırmaklarının birbirine kavuştuğu yerde; 20 800 nüf. Transilvanya’nın (Erdel) eski dinsel başkenti (Uniat kilisesi). B L A K B E Y -> BLACÛUE ALEXANDRE. B L A K A N G M A T İ, Singapur boğazın­ da ada, kentin G.'inde. Müstahkem mev­ ki. B L A K E (Robert), İngiliz amiral (Bridgevvater, Şomerset, 1599 - Plymouth açıkları 1657), İngiltere'de iç savaş başlar başla­ maz parlamenterlerin hizmetine girdi. Prens Rupert komutasındaki krallık do­ nanmasını yendi (1649) ve bu donanma­ yı Tajo halicinde ablukaya aldı. Brezilya donanmasına karşı giriştiği cüretli bir sal­ dırı sonunda Portekiz, İngiliz krallık do­ nanmasına desteğini geri çekmek zorun­ da kaldı. Blake bu donanmayı 1650’de, Cartagena açıklarında yok etti. 1652'de Birleşik Eyaletler'ce açılan savaşta yeni­ den sivrildi ve 1653’te ingilizler'in Manş’a egemen olmalarını sağladı. 1654’te Cromvvell, Blake’i, çeşitli düşman ülkelere özellikle de berberi devletlerine misilleme yapmak üzere Akdeniz'e gön­ derdi. 1657'de Kanarya adaları’nda, Tenerife kaleleri önünde demir atmış bir İspanyol filosunu bozguna uğrattı. B L A K E (William), İngiliz şair, ressam, gravürcü (Londra 1757 - ay. y. 1827). Bir tuhafiyecinin oğluydu. On dört yaşında



James Basire'in atölyesinde çıraklık yaptı; sanat yaşamı boyunca resim ve edebiyat alanının yüksek sanatçılar sınıfından uzak durdu. Devrimci hareketlere karıştı (1785-1794) ve kendisini satılamayan ya­ pıtına (Jerusalem 'den [1804-1820] yalnız­ ca iki adet satılmıştı) adamadan önce an­ cak bir kez sergi açtı (1809). ilk tezhiple­ rinde (S ongs’ o f Innocence, 1789; Songs ‘ o f Experience, 1794) kısmetsiz in­ sanların masumiyetiyle çıkarcı ve adalet­ siz kent dünyasının getirdiği mutsuzluğu karşılaştırırken, bu içeriğe uygun gördü­ ğü ve ölmüş küçük kardeşinin kendisine ilham ettiğini söylediği "cehennemi" bir teknik kullandı: metni ve süslemeleri asit­ le kazıyor, renkleri de elle ilave ediyordu. Bütün yapıtlarında egemen olan üç şey vardı: gerçekdışı biçimlerden kaçınma, herhangi bir alanda otorite düşmanlığı ve isteğin, arzunun yüceltilmesi. Bunlar re­ sim dilinde çizginin vurgulanması, çevre çizgisinin belirtilmesi ve gotik biçimin (ge­ lişen ya da kösteklenen yaşam eğrileri, ateş renkleri) benimsenmesi olarak yan­ sıdı. Yayılma, kasılma, hamle, sükûnet... enerjinin kutsal kitabı, sonsuz hazzın kay­ nağı diye betimleyebileceğimiz bütün bu hareketler tam bir açıklıkla Blake'in yapıt­ larında görülür. Blake'in hıristiyanlığı da özgürcü bir hıristiyanlıktır (No Naturel Religion, 1789; A li Religions are One, 1789; A m erica: A P rophecy, 1793; TheM arriage of Heaven and Hell, 1793; Europe: A Prophecy, 1794). insan üzerinde­ ki baskıyı gizleyen, yokmuş gibi gösteren her türlü gizliliğe ve kuramlaşmış dinle­ re karşı duyduğu nefret yüzünden Blake, uzlaşmacılığa kayan (Swedenborg, Böhme) çağdaş gizemciliğin bu gelişimine de karşı çıkmıştır (The Book o f Urizen, 1794; The Book o f Los, 1795; Milton, 1808; Je­ rusalem, 1804-1820). Tekdüzelilik arzusu­ nun (imparatorluk, Akıl, Urizen) karşısına, Acıma ve Ûfke'yi benliklerinde kaynaştı­ ran isyancı Oğullar (Los, Orc) dikilir. Ne var ki, sonunda kendi savaşımlarının tu­ zağına düşerek, kendileri de düşmanla­ rına benzemeye başlarlar ve bütün hayal­ lerinden koparak (Beulah*) sapık ve acı­ masız bir dişiliğin, dişi iradesinin hışmı­ na uğrarlar. Artık, “ elde etmek” de, "sevmek” de, birbirlerinden kopuk olduk­ ları için aynı ölçüde tehlikeli olmaya baş­ lamıştır: Güçlülük iradesi Aşk'ın yerini alır. Artık arzuyu kendi sınırları içinde döllendirebilecek “ sırt çevirme” den ("Acımasız­ lık üstüne kurulan bu cennetlere sırt çe­ virdim") ve yaratmadan başka hiçbir çı­ kar yol kalmamıştır, işte o zaman, Sanat’ ın simgelediği verimli bir huzur başlar. Bü­ tün görüntü düzenini erdişi imgesinde toplaması Blake'e, ilk kez olarak, Devrim’ in kökeninde libido'nun bulunduğunu, Devrim'in bu libido'dan kaynaklandığını söylemesine olanak vermiştir. Bir "yumu­ şak kaplan" ile simgelediği bu enerjinin, daha doğrusu bu gerçek yönünü bulan enerjinin görevi, Blake’e göre, Arzu ile Mutsuzluk'u birbirinden koparmaktır. Bu bakımdan yapıtı, romantik isyanın ve ke­ hanetin en saf, en katıksız belirtisi sayıla­ bilir. B L A K E (George), İskoç yazar (Greenock 1893 - Glasgow 1961). Kırsal yöre­ nin kalıplaşmış ilişkilerini Glasgovv sana­ yi ortamına başarıyla uyarladı (M irice Collop Close, 1923; Down tö the Sea, 1937; The Firth o f Clyde, 1952). B L A K E (Nicholas) -* LEVVİS (Cecil Day). B L A K E s ırtı, Blake yaylasının aşağısı­ na doğru derin akıntılarla oluşturulmuş büyük derin deniz oku. B L A K E p la to s u , Atlas okyanusu'nun kenar kesiminde deniz dibi platosu, 500 - 1 000 m derinlikte, ABD’nin güneydo­ ğu kıyısı açığında. B L A K E A a. (öz. a. Blake'den). Güney Amerika'nın ve Antiller’in tropikal bölge­ lerinde yetişen, çok güzel pembe çiçekli



ağaç ya da çalı. (3 ya da A türü seralar- : da yetiştirilir. Melastomaceae familyası.) ;



B la ksm o ra sondası, yemek borusun­ daki varis yırtılmalarına bağlı kanamaları durdurmayı sağlamaya yarayan kauçuk sonda. Ağız ya da burun yoluyla yerleşti­ rildikten sonra şişirilen sondada iki balon­ cuk vardır: biri mide ağzını tıkar, öbürü yemek borusundaki varisleri bastırıp sıkış­ tırır.. B L A K E Y (Art) [müslüman adı Abdul­ lah bin Buhayna], amerikalı zenci caz davulcusu (Pittsburgh 1919-New York 1990). Fletcher Henderson ile (1939) ve Marry Lou VVİlliams ile (1940) çalıştıktan sonra, 1944'te Billy Eckstine’in, 1949'da da Lucky Millinder’in topluluğuna girdi. 1955'te "Jazz Messengers" beşlisini kur­ du. Bu topluluk on yıl, birçok ülkede çok başarılı konserler verdi. Blakey'in üslubu­ nun en büyük özelliği afrika kökenli ritim figürlerine yer vermesi ve sık sık, davu­ lun gümbürtüsünün gittikçe arttığı gösteri­ ler yapmasıdır. Doldurduğu başlıca plak­ lar: Bye-Ya (Thelonious Monk ile, 1952), Tempus Fugit (MilesDavis ile,1953), Night in Tunisia (1958), One by one (1963). B L A K H E R N A İ. Tar.coğ. Bizans döne­ minde İstanbul’un 14. bölgesi. Haliç ile Edirnekapı arasında, günümüzdeki Avcıbey, Mollaaşki ve Atikmustafapaşa ma­ hallelerini kapsıyordu..Önce ayrı bir yer­ leşme durumundayken, Theodosios II (408-450) döneminde genişletilen surlar­ la kent sınırları içine alındı. Marcianus'un karısı imparatoriçe Pulkheria, eskiden beri önemli bir dinsel merkez olan bu kesim­ de bir kilise ve manastır yaptırdı (V. yy.). Leon I döneminde (457-474) buna bir ca­ pella eklendi. Ancak bu yapıların tümü yanarak ortadan kalktı. Meryem’in eşya­ larının bulunduğuna inanılan capella'nın yerine, daha sonra bir kilise ve ayazma yaptırıldı. Aleksios I K o m n e n * dönemin­ den sonra (1081 -1118) Bizans imparator­ ları, imparatorluğun yıkılışına değin bura­ daki Blakhernai sarayı'nda oturdu. Manu­ el I Komnenos zamanında (1143-1180) bu sarayın aşağı kesiminde, Haliç yakın­ larına çok süslü bir saray, isaakios II Angelos dönemindeyse (1185-1195) surla­ ra bitişik Angeios * kulesi yaptırıldı. Ken­ tin Türkler tarafından alınışından sonra (1453) bu saraylar da terk edilmiş, za­ manla ortadan kalkmıştır. Blakhernai sa­ rayından günümüze ulaşan tek bölüm, Türkler'in Tekfur * sarayı olarak adlandır­ dıkları yapıdır. B L A L O C K (Alfred), amerikalı cerrah, (Culloden, Georgia, 1899 - Baltimore 1964). 1922’de Johns Hopkins üniversi­ tesinden doktor çıktı. 1941 'de aynı üni­ versitenin cerrahi servisine yönetici olarak atandı. Doğuştan kalp hastaları üzerinde ilk ameliyatları gerçekleştirdi. Helen Taussig ile, bu hastalığın incelenmesi ve teda­ visine önemli katkılarda bulundu. B L A N C (Mont-) -



M O N T -B L A N C .



B L A N C (Louis), fransız tarihçi ve siyaset adamı (Madrid 1811 - Cannes 1882). Ga­ zeteciyken sosyalist harekete katıldı. Organisation du travaille (Emeğin örgütlen­ mesi) adlı broşürüyle sosyalist akımın dü­ şünürlerinden biri oldu. Bu broşürde açık­ ladığı düşünceleri, 1848’de, çalışma hakkı kavramı (“ herkese gereksinmelerine gö­ re; herkese yeteneklerine göre") ile birlikte yeniden ele aldı. Blanc, bir “ yok etme sistemi” olarak ele aldığı rekabeti ve “ yok­ sullaşma ve yıkımın sürekli nedeni" ola­ rak gördüğü burjuvaziyi eleştirdi. 1839'da La Revue du progrös politique, social et littöraire dergisini, ardından Journal du peuple gazetesini kurdu. Daha sonra, Pi­ erre Leroux ve George Sand ile birlikte Revue indöpendante (1841-1848) dergisini yayımladı. Histoire de dix ans (On yılın ta­ rihi) [1841-1844] adlı yapıtı muhalefetin temmuz monarşisi karşısında başarıya ulaşmasına katkıda bulundu. Şubat 1848’de, işçilerin ve la Röforme gazetesi



yazarlarının, cumhuriyetçi parlamenterle­ re yaptıkları baskı sonucu geçici hükümet üyeliğine getirildi. Lüksemburg komisyo' nuna başkanlık etti. Ancak toplumsal atölyeler* tasarısı değiştirildi ve Blanc dış­ landı; toplumsal atölyeler sosyalistlere kar­ şı ulusal atölyeler biçiminde örgütlenerek başarısızlığa uğratıldı. 1848 haziran olay­ larına hiçbir biçimde katılmamasına kar­ şın, bu yüzden İngiltere’ye sürgüne git­ mek zorunda kaldı; buradan ancak 1870’te döndü. Ulusal meclis’e Seine mil­ letvekili seçilerek aşırı sol kanatta yer al­ dı; ancak Komün'ü onaylamadı. Louis Blanc’ın ekonomi konusundaki görüşü­ nün özgün yönü devletin toplumsal reform için gerekli bir araç olduğu düşüncesin­ den kaynaklanır. Blanc, sosyalizmin tari­ hinde isim yapmış olmasını, Organisation du travail adlı yapıtı yanında bu düşünce­ ye de borçludur Sözkonusu yapıtta Blanc, iktisadi etkinliğin belli başlı her kolunda bir işçi üretim ortaklığı, bir toplumsal atölye kurulmasını önerir. Ayrıca, 1847-1862 ara­ sında bir Histoire de la RĞvolution française (Fransız devrimi'nin tarihi) yazmıştır.



VVilliam Blake Pieth renkli gravür Tate Gallery, Londra



B L A N C (Charles), fransız sanat eleştir­ meni ve estetikçi (Castres 1813 - Paris 1882), Louis Blanc’ın kardeşi. Histoire des peintres français au XIX. siĞde (XIX. yy.'da fransız ressamları tarihi) [1845] adlı bir ya­ pıt yayımlamaya başladıktan sonra, 1848 ihtilalinde güzel sanatların yönetimine ge­ tirildi. 1852’de yeniden serbest hayata dö­ nünce, Histoire des peintres de toutes les Ğcoles'û (Tüm okulların ressamları tarihi) [1848-1876] hazırlamaya girişti ve süreli olarak yayımını sağladı. Gazette des beaux-arts’ı kurdu (1859). Öbür yapıtları: l'O euvre de Rem brandt (1853), la Grammaire des arts dudessin (1867), Ingres, sa vıe et ses ouvrages (1870), les Artistes de mon temps (1876), la Grammaire des arts ddcoratifs (1875-1881). [Fr. Akad. üyesi, 1876.] B L A N C te p e s i, Batı Alpler'in ve M ont -Blanc kütlesinin(Haute-Savoie'da [Fran­ sa]) en yüksek doruğu; 4 807 m. —Dağc. Dağcılığın tarihçesi, gerçek an­ lamıyla Blanc tepesinin fethiyle başladı, ilk tırmanış, cenevreli natüralist H. B. de Saussure'ün girişimiyle, 8 ağustos 1786' da J. Balmat ve hekim Paccard tarafın­ dan gerçekleştirildi. 1787’de Balmat'nın kılavuzluğunda natüralist H. B. de Saussure de bir tırmanış gerçekleştirdi ve bu­ rada çeşitli gözlemler yaptı. Blanc tepesinin doruğu birçok yama­ cı sınırlayan çeşitli sırtların (Bionnassay, Maudit tepesi, Peuterey, Brouillard) bir­ leştiği noktadır; bu nedenle dağcıların iz­ leyebilecekleri yollar çok çeşitlidir. Kuzey­ de Fransa tarafındaki yamaç en uzun ve çıkılması en kolay olanıdır; dağa ilk tırma­ nanlar bu yolu kullandılar. Günümüzde, normal yollar, Grands-Mulets (yükseklik 3 051 m) barınağındanyadaTSte-Rousse (3 167 m) ve Goûter (3 817 m) barı-



Louis Blanc (1848’de) H. Jannin'in taşbaskısı Bibliothöque nationale, Paris



Blanc tepesinin İtalya kesiminden görünüşü



Jacques Blanchard Bir ölümlü tarafından habersizyakalanan Venüs ve Üç Güzeller (1631'e doğr.-1633) Louvre müzesi, Paris



içinden havai fişekler attığı bir balonun naklarından geçer. Her iki durumda da, BLANCHAR (Pierre), fransız tiyatro ve tırmanış Bosses sırtında sona erer. Güney patlaması sonucu öldü. sinema oyuncusu (Philippeville 1892 - Sur-batı yamacı, Miage (İtalya) ve Döme bu­ esnes 1963). 1921’de konservatuvarı bitir­ B L A N C H A R D (M ana GUTİERREZ zullarına hâkimdir; alışılagelmiş yol Goneldi. Tiyatro ve sinema oyunculuğunu bir B la n c h a rd , Maria — denir), İspanyol la (3 072 m) ve Sella (3 363 m) barınakla­ arada yürüttü. Beyazperdede birkaç yo­ ressam (Santander 1881 - Paris 1932). rından başlayarak İtalyan yamacından te­ rumuyla ün yaptı: Suç ve ceza (Crime et 1908’de Paris'te Van Dongen ile çalıştı. peye ulaşma olanağı sağlar. Doğu yama­ Châtiment) [P Chenal, 1935], B ir balo def­ 1916’ya doğru, Juan Gris ve Metzinger’ cı Brenva buzuluna hâkimdir; burada bü­ teri (ö n carnet de bal) [J. Duvivier, 1937], in etkisiyle kübizme yöneldi, bununla bir­ yük çapta yollar gelişmektedir: Brenva Pontcarrai (J. Delannoy, 1942), Pastoral likte dokunaklı insan figürlerinden vazgeç­ mahmuzu (G. S. Matthews, A. W. Moore, senfoni (la Symphonie pastorale) [J. De­ medi: analık tabloları, çocuk figürleri var­ F. ve H. VValker, J. ve. M. Anderegg lannoy, 1946], dır. Paris müzelerinde pek çok yapıtı ser­ tarafından 1865'te aşıldı), Sentinelle gilenmektedir (Paris belediyesi modern B l a n c h a r d ya da B l a n c h a r t -Rouge, Majör yolu, Poire (her üçü de T. sanat müzesi, Ulusal modern sanat (raz), Hague burnunu (Cotentin yarıma­ G. Brown tarafından sırasıyla 1927, 1928, müzesi). dasının K.-B.’sında) anglonorman adası 1933'te aşıldı), Grand Pilier d'Angle mah­ BLANCHE (dent), İsviçre Alpleri'nde muzu (W. Bonatti tarafından 1957-1963 ' Auriğny’den ayıran 16 km genişliğinde boğaz. Asıl boğaz kayalarla doludur ve en doruk, Valais’de; 4 356 m. 4 doruğu ve arası üç güzergâh açıldı). büyük kayanın adı boğaza verilmiştir. 4 yamacıyla bir haç biçiminde yükselir. Brouillard ve Freney buzullarının üstün­ Akıntıların hızlı olması nedeniyle tehlikeli Güney doruğuna ilk olarak T. S. Kennedy, deki güney yamacı, en etkileyici olanıdır: bir boğazdır, W. VVigram, J. B. Crozve J. Kronig tırman­ innominata (S. L. Courtauid, A. ve H. Rey, dılar (1862). "Quatre-Ânes” denilen, uzun 1919), Brouillard sırtlarına (G. B. Gugiier- a B L A N C H A R D (Jacques), fransız res­ sam (Paris 1600 - ay. y. 1638). Horace ve tırmanılması güç kuzey-doğu yamacı, mina, 1901) ve özellikle Blanc tepesinin Le Blanc’ın yanında yetişti, Roma’da ve Valais'de dağcıların sık sık tırmandığı bir "en son erişilen" noktası olan Freney’in daha sonra Venedik'te kaldı. Paris’e dö­ sırttır (ilk olarak, J. S. Anderson, G. P Ba­ merkez kütlesine (C. Bonington, J. Clonüşünden (1629) ölümüne kadar, üslubu, ker, U. Almer ve A. Pollinger tırmandılar). ugh, J. Duglosz, D. VVfiilians, 1961) Gamroma-boiogna ustalarından esinlenen Kuzey cepheden ilk olarak, kış mevsimin­ ba barınağından (2 630 m) yola çıkarak klasik bir resim anlayışı (Carracci'ler, Re­ de ve tek başına C. Bournissen tırman­ erişmek mümkündür. ni) [Meryem ve Ç o cu kis£ A ziz Petrus’a mıştır (1968). 1893’te R Güssfeldt, E. Rey tarafından anahtarları teslim ederken, Albi katedra­ aşılan, ama tam olarak, R. Desmaison' li; Pentecöte, N. - D. de Paris] ile Tiziano, ■ BLANCHE C asN Ilalı, castillalı pren­ un tek başına baştan başa dolaştığı ses (Palencia 1188 - Paris 1252). Castilla D. Fetti ve J. Lisse’in anısını sürdüren, ba­ (1972) Peuterey sırtı, tüm masifteki en gü­ kralı Alfonso VIII ile İngiltereli Eleanor'un rok eğilimli ve parlak nitelikli bir başka an­ zel güzergâhlardan biridir. kızı, Fransa kralı Louis V lll’in karısı ve 11 layış (Pierre Tuillier'nin adağı, Bourges) çocuğunun anası. İngiltere kralının yeğeni BLANCA sırad a ğ la r:, Peru Andları'narasında gidip geldi. Rubens tarzında iş­ olan Blanche, Philippe Auguste ile Yurt­ da dağ sırası, en yüksek noktası Huascalenmiş şehvetli ve plastik çıplaklar (Venüs suz John arasında imzalanan Goulet antrân dağında. Yüksekliği 6 000 m’yi aşan ve Üç Güzeller, Louvre; Bacchanalia, laşması’nın (1200) ardından, Pont-Audeotuz kadar doruğun tümüne tırmanılmışNancy) dışında, çok sayıda Kutsal aile mer'de Fransa kralının büyük oğluyla ev­ tır; ama henüz çıkılmamış birçok cephe (Louvre, Cherbourg) ve Sevgi (Louvre) lendi. Kocasının hükümdarlığı sırasında ve sırt vardır. tabloları yaptı. —Kardeşi JEAN ya da krallık siyasetinde büyük etkisi oldu JEAN-BAPTİSTE (Paris 1602'den sonra (1223-1226). Louis VIII vasiyetinde onu - ay. y.1665)zevk ve eğlence konularını naip olarak gösterdi. Kocasının ölümün­ işleyen en iyi fransız ressamlarından bi­ den sonra, devletin bir kadın tarafından riydi (B ir harabede eğlenen muhafızlar, yönetilmesine karşı çıkan baronlarla mü­ Reims). —GABRİEL (Paris 1630 - ay. y. cadele etti. Ayrıca Paris antlaşması’nı im­ 1704), Jacques'ın oğlu. O da ressamdı. zalayarak (1229), krallığın Languedoc'a Amcası Jean ile aynı yıl (1663) Akademi1 elkoyması için gerekli koşulları yarattı. ye alındı, desen yanlısı Ph. de ChamRüştünü ispat eden (1234) Louis IX’a ba­ paigne’e karşı çıkarak renk üzerine bir rış içinde bir krallık bıraktı, ancak belirle­ tartışmayı başlattı. yici bir siyasal rol oynamayı sürdürdü. Ye­ B LA N C H A R D (Jean-Pierre), fransız ba­ dinci Haçlı seferi sırasında (1248-1252), lon pilotu (Les Andelys 1753 - Paris 1809). naipliği yeniden üstlendi. Hayvanlarla paraşüt denemeleri yaptı, Dover’dan Calais'ye kadar Manş'ı ilk kez BLANCHE (Jacques-&nile), fransız res­ sam ve yazar (Paris 1861 - Gffranville balonla geçti (1785). Aynı zamanda sepe­ 1942). izlenimcilerden etkilendi, onların, te bağlı küreklerle yönetilen bir aerostat özellikle de yakından tanıdığı Degas'nın yaptı. 1808’de Lahey yakınlarında, balo­ yapıtlarını derledi. Eklektik ve monden bir nun içindeyken beyin kanaması geçirdi ve sanatçı olan Blanche, Londra'da büyük düştü, ertesi yıl öldü. başarılar kazandı, burada VVhistler, Sic—Karısı Madele İne Soph İe A rmant (La kert, Beardsley ve daha başkalarıyla dost­ Rochelle yakınları 1778 - Paris 1819), luk kurdu. Portrelerinde (tek kişilik ya da 1804'ten başlayarak kocasının uçuşlarına toplu) döneminin bütün aydınlarını (Malkatıldı, birçok resmi bayramda aerostat



dei, Bergson, Stravinskiy) resimledi. Bir­ çok ciltte topladığı eleştirileri (Propos de peintres [3 cilt], les Cahiers d ’un artiste [6 cilt]) ve anıları (Aymeris, la Peche aux souvenirs) o dönemin sanat ve edebiyat yaşamı üzerine değerli bir bilgi kaynağıdır.



BLANCHE (Robert), transız mantıkçı (Sauze-Vaussais, Deux-Sövres, 1898 - TouIpuse 1975). 1941-1969 arasında, Toulouse Üniversitesi edebiyat takültesi'nde ders verdi. Özellikle, çağdaş fizik ve matema­ tik bilim kuramı üzerinde çalıştı. Robert Blanchö çağdaş bilimin düşüncemizin te­ melinde değişmez mantık çerçeveleri bu­ lunduğu inancını sarstığını ve betimleyici olmaktan çok biçimlendirici olan yeni bir mantığın kurulmasına yol açtığını göster­ di. Descartesçı mekanikleştiricilikten çağ­ daş fiziğin biçimlendirici matematiğine ka­ dar bütün fizik tarihini yeni baştan incele­ men Blanchö, aklın, evrensel bir çerçeve olmakla kalmayıp, bilimin kurulmasına ya­ rayan bir alet olduğunu da savundu. Baş­ lıca yapıtları: la Science physique et la re­ alite. Realisme, positivisme. mathĞmatisme (Fizik bilimi ve gerçeklik. Gerçekçilik, olguculuk, matematikçilik), 1946; tA xiom atique (Aksiyomatik), 1955; Introduction â la logiçue contem poraine (Çağdaş mantığa giriş), 1957; Structures intellectuelles. Essai sur l ’organisation systbmatique des concepts (Zihinsel yapılar. Kav­ ramlara sistemli bir düzen verme dene­ mesi), 1966; la Science actuelle et le rationalisme, Raison et discours. Defense de la logique râflexive (Çağdaş bilim ve akıl­ cılık. Akıl ve söylem. Düşünümlü mantı­ ğın savunması), 1967; /a Methode experimentale et la philosophie de la physique (Deneysel yöntem ve fizik felsefesi), 1969; la Logique et son histoire, d'Aristote â Russell (Mantık ve Aristoteles’ten Russell’a kadar mantık tarihi), 1971; la Raisonnement (Akıl yürütme), 1973. BLANCHOT (Maurice), fransız yazar (öuain, Saöne-et-Loire, 1907). Gerek ro­ manları (Thomas Tobscur, 1941; Aminadab, 1942; le Trös-Haut, 1948) ve öyküle­ ri (te D ernier Homme, 1957), gerekse in­ celeme kitaplarıyla (la Part du feu, 1949; l'Espace üttĞraire, 1955; te Livre â venir, 1959) Maurice Blanchot’nun sanatı Hölderlin ve Mallarmö’den bu yana, yazma eyleminin söyleyecek hiçbir şeyi olmama, ama bu ‘‘hiçbir şeyi” söylemeye dayanan temel çelişkisine ışık tutar. Onun yöntemi, Artaud’nun yolunu izleyerek bir tür dil ro­ mantizmine bağlanır. Dil konuşur; yazı ya­ nıtlar. im nesnenin ortadan silinmesidir: onun adlandırılmasıyla, varoluş sürecin­ den varlığa geçilir Dil, yanılsama, saçma ve hatta kötülüğün birbirine karıştığı temel bir oyun olarak düşünülür. Her şey boş­ luğun, ölümün, saflığın, yokluğun adlan­ dırılması ve eğretilemesi çevresinde geli­ şir. Romantik bir biçimde, olanaksız olan şey kutsallaştırılmış, efsane yüceltilmiş, "büyüleme” sistemleşmiştir Nietzsche’nin de yer aldığı bir orkestra eşliğinde bir ya­ zı romanında dans ederiz (“ anlatı, olayın bağıntısı değil, kendisidir...’’, te Livre â ve­ nir). Maurice Blanchot’nun retoriği, karşıt­ ların uzlaşmasına dayanır: onda hiçlik "sonsuz varoluş", bilinç (varoluş ve ya­ şam) bilinçaltıdır (gerçeklik ve ölüm). Her şey, baştan aşağı bir bilmecedir. Bu gi­ zem, Flaubert’de olduğu gibi, yazının "mineralliğini" ve olanaksızlığını gösterir; edebiyat “ bensiz bilincimdir" der Blan chot.Yazarın, onu metnin mutlak özgüllü­ ğünün öncüsü olarak gören çağdaş ya­ ratıcılık, eleştiri ve felsefe üzerinde büyük etkisi olmuştur. Maurice Blanchot'nun ku­ ralı, kendini uzlaşmalardan sakınmak ve tek önemli anlam belirsizliği olan dilin an­ laşılmazlığından kopmamaktır. Yazar bu kuralı yaşar ve okura da başını döndüre­ ne kadar yaşatır (l'Ecriture du desastre, 1980). B LA N C -M E S N IL (Le), Fransa'da kanton (Seine-Saint-Denis) merkezi, Pa­ ris'in kuzey-doğu banliyösünde; 47 093



nüf. (1992). Metalürji. Elektrikli gereçler. Ş kimya ve besin sanayileri. i



B la n c o p a rtis i, Uruguay'da, liberal | Colorado partisi’n ir rakibi olan muhafa- ® zakâr partinin adı. ‘I BLANCO FOMBONA (Rufino), vene- 01 zuelalı yazar (Caracas 1874 - Buenos Ai­ res 1944). Ateşli bir tartışmacıydı; kalemiy­ le diktatör Gömez’e karşı mücadele ver­ di, hapsedildi, sürgüne gitti ve amansız bir ABD düşmanı olarak tanındı, ilerici akım içinde önceleri şiirler, eleştiriler, siya­ sal masallar (Cuentos americanos. 1906) ve romanlar (El hom bre de hierro, 1907; El hombre de oro, 1916) yazdı. Ayrıca, özellikle Bollvar ve conquistador'larla ilgili tarihsel denemeleri vardır. BLANCO-W HITE, Jose Mana Blanco y Crespo’nun kullandığı takma ad, İspan­ yol yazar (Sevilla 1775 - Liverpool 1841). Sevilla piskoposluk meclisi üyesiydi, İngil­ tere’ye göç etti (1810), orada protestan ol­ du ve çıkardığı El Esparioi adlı gazetede amerikan kolonilerinin bağımsızlık hareke­ tini savundu. Letters from Spain (1822) ad­ lı yapıtı ve özyaşamöyküsü (1845), doğ­ duğu ülkeye karşı görülmemiş bir eleşti­ rel bakışı ve öfkeyi yansıtır. Bland (Alexander), ortak yapıtlarını im­ zalamak için dansçı Maud Lloyd ve kocası Nigel Gosling“ 'in kullandıkları takma ad.



BLANDFORDİYA a. (öz. a. Blandford' dan). Avustralya kökenli saçak köklü otsu bitki. (Bil. a. blandfordia; zambakgiller fa­ milyası.) [B landfordia flamea, B. grandiflora, B. cunningham ii gibi turuncu büyük çiçekli bazı türleri, ılıman seralarda yetiştirilir.]



BLANES, ispanya'da liman ve sayfiye merkezi, Katalonya’da, Barcelona’nın K.’inde; 16 000 nüf. XIV. yy.’dan kalma kilise. BLANİULUS a. Çokbacaklılardan kör, küçük böcekleri içeren cins. (Beyaz be­ denlidir, böğürlerinde kırmızı lekeler var­ dır. Blaniulus'\ar, hümüs, bitki artıkları ve bozulmuş patatesler içinde kalabalık öbekler halinde yaşar, çileklere, yere düş­ müş meyvelere büyük zarar verirler.)



BLANKEN BERG E, Belçika’da (Batı Flandre) komün, Kuzey denizi kıyısında; 15 000 nüf. (1992). Balıkçılık.



BLANKENBURG V A N )



-



V A N



(Ouirinus Gideon



B L A N K E N B U R G .



BLANKERS-KOEN (Fanny), hollandalı kadın atlet (Baarn 1918). 1948 Londra Olimpiyat oyunları’nda 100 m,- 200 m, 80 m engelli ve 4x100 m yarışlarında ka­ zandığı birinciliklerden ötürü kendisine “ uçan hollandalı" adı takıldı. Beş kez Av­ rupa şampiyonu oldu (1946'da ve 1950’de), birçok dünya rekoru kırdı (sü­ rat, engelli, uzun atlama ve pentatlon dal­ larında).



BLANK VERSE a. (ing. söze.). Hece sayısı 9 ile 12 arasında değişen ve latin pentametros iambikos'u gibi 5 vurgu bu­ lunan, uyaksız klasik İngiliz nazmına ve­ rilen ad. (İngiliz nazmının en esnek biçi­ midir. Surrey’den T. S. Eliot’ya kadar pek çok şair tarafından kullanılmıştır.)



BLANQUİ (Adolphe), fransız iktisatçı Nice 1798 - Paris 1854). Konvansiyon mec­ lisi üyesi D om inique B la n q u i’ nin (1759-1832) oğlu. Serbest mübadele yan­ lısıydı. J. -B. Say'in ardından Sanat ve meslekler konservatuvarı siyasal iktisat kûrsüsü'ne atandı (1833). Servetlerin adil­ ce dağıtımından yana olması bakımın­ dan, modern liberalizm okuluna bağlanır. Başlıca yapıtlar:: RbsumĞ de l'histoire du commerce et de l'industrie (Ticaret ve sa­ nayi tarihi özeti), [1826]; Histoire de l'economie politique en Europe (Avrupa’da si­ yasal iktisadın tarihi),[1837];Les Classes ouvribres en France (Fransa’da emekçi sı­ nıflar), [1848],



BLA N O U İ (Louis Auguste), fransız sos­



Noir gölü (Valais) yakınlarında yalist kuramcı ve siyaset adamı (Puget dent Blanche tan bir görünüm -Thöniers 1805 - Paris 1881) Jöröme Adolphe Blanqui'nin kardeşidir. Hukuk ve tıp öğrenimi gördü. Carboneria hareketi­ ne katıldı (1824). 1830'dan sonra, cumhu­ riyetçi muhalefetin, ardından da sosyalist hareketin liderlerinden biri oldu. Yasamı hükümet darbeleri ve tutuklanmalarla geçti. Temmuz 1830 günlerinde isyancı­ ların yanında yer aldı. Ardından kendini tümüyle cumhuriyetçilerin örgütlenmesi­ ne adadı. SociĞtĞ des amis du peuple adlı kuruluşa katıldı; B uon arro ti’ nin etkisi altında kaldı, sosyalizme yönel­ di. 1832'de “ Onbeşler davası”, 1836’da da "Barut olayı" sanıkları arasında yer al­ dı. 1839’da, Sociötö des saisons ile bir­ likte kalkıştığı ayaklanmanın başarısızlığa uğraması üzerine hapis cezasına çarptı­ rılarak Mont-Saint Michel hapishanesine kapatıldı.1844'te affedilince militan eylem­ lerine devam etti. 1848 devrimi’nde, da­ ha sonra "ütopyacılar” diye adlandırıla­ cak olan sosyalist akımlardan birinin etki­ li kuramcılarındandı. Kısa bir süre sonra bu akıma blanquicilik adı verildi. Histoire Castillaiı Blanche ın mührü de la revolution (Devrim tarihi) [1847] adlı Fransa kraliçesi bir yapıt yazmaya başladı. Derneklerde Arctıives nationales. Paris etkin oldu; 1848 şubatından mayıs ayına kadar süren işçi gösterilerinin hazırlayıcı ve yöneticilerindendi. 15 mayıs olayların­ dan sonra tutuklanarak 10 yıla mahkûm edildi. Önce Belle-île, sonra Korsika ve Af­ rika’da tutuklu kaldı. 1859'daaffa uğradı. Devrimci çevreler üzerinde en büyük et­ kiyi 1860’tan sonra yarattı, bu çevrelerde Mahpus ya da Devrim kurbanı diye ad- 5 landırıldı. 1861'de yeniden tutuklandı; •< 1865'te kaçarak Belçika’ya sığındı. 1870 ^ savaşı sırasında Paris'e döndü ve 4 Eylül | devrimi’nden sonra, hükümetin savaş is- ğ teğini destekleyen la Patrie en danger ga­ zetesini çıkardı. 3 ekimde Belediye sarayı’na yaptığı baskında başarısızlığa uğra­ dı. 18 mart 1871 'den hemen önce Thiers’ in emriyle tutuklandı; yokluğu, komün ha­ reketi sırasında yandaşlarının kararsız kal­ masına yol açtı. Clairvaux’ya hapsedildi, daha sonra affedildi (1879). Seçilme hak­ kından yoksun olmasına karşın, Bordeaux’dan milletvekili seçildi (1879). Yaşa­ mının son yıllarını, Ni Dieu ni maître adlı gazeteyi yöneterek geçirdi. 1793 düşünce­ lerinin, babeufçülüğün ve carboneriacılığın etkisinde kalmış olan Blanqui, devrim­ ci eylemi, işçi sınıfının iktidara el koyup bir diktatörlük kurmasına olanak verecek ke­ sin darbenin hazırlanması olarak görür. Blanqui’ye göre ayaklanma siyasi olmak­ tan çok teknik bir iştir. "Profesyonel devrimci” ve askeri parti örgütlenmesi dü­ şüncesini ilk ortaya atan Blanqui’dir. De­ nemeleri, ölümünden sonra la Critigue soFanny Blankers-Koen



Blangui c/a/e (Toplumsal eleştiri) adlı yapıtta bir araya getirileli.



1730



B L A N O U İC İL İK a. Auguste Blanqui’ nin düşünce ve eylemlerinden doğan öğ­ reti. (Blanquicilik, devrimci sendikacılık hareketini ve Edouard Vaillant'ın Devrim­ ci sosyalist partisi’ni derinden etkilemiştir.) B L A N S K O , Çekoslovakya’da kent, Brno’nun K.’inde, karstlı oluşumların ya­ kınında (mağaralar). Turizm merkezi. B LA N Ş E T a. (fr. blanchet). Eczc. Şurup­ ları süzmek ve berraklaştırmak içip kulla­ nılan kare şeklinde, yumuşak, yünlü ya da pamuklu kumaş. B L A N T İR E , Malavi’de kent, Güney bölgesinin yönetim merkezi; 331 588 nüf. (1987). Ticaret merkezi. Makine sa­ nayisi. Demiryolu kavşağı. B LA N U S C İN E R E U S a. Kuzey Afrika, Yakındoğu ve ispanya'da yaşayan ayak­ sız sürüngen. Amphisbaenidae familya­ sının Avrupa’daki tek temsilcisidir. Louis Auguste Blanqııi Mme Blangui'nin yaptığı bir portreden (1835’e doğr.) ayrıntı Carnavalet müzesi, Paris



blaps (blaps gigas)



y B la s c o İbâne z



B LA P S a. Simsiyah bedenli, iri kınkanatlı böcekleri içeren cins. —ANSİKL. Daha çok geceleri dolaşan, yavaş hareketli B laps1lar çok pis bir koku yayar, karanlık yerlerde ve (toprak içinde derinlerde bulunan larvaları gibi) bitkisel döküntülerde yaşar. Ölüm böceği (Blaps mortisaga) türü mağaralarda ve kilerler­ de oldukça yaygındır. (Karaböcekgiller familyası.) BLA SC O İB A N E Z (Vıcente), ıspanyol yazar (Valencia 1867 - Menton 1928). Genç yaşta liberal fikirlere tutkuyla bağ­ landı. Yirmi iki yaşında, bir ihtilal girişimi üzerine Paris'e göç etmek zorunda kal­ dı. 1891'de bağışlandı, ispanya’ya dön­ dükten sonra, El Pueblo adlı bir dergi kur­ du, on yıl süreyle bu derginin yayımlan­ masıyla uğraştı. Cuentos valencianos (1896) adı altında topladığı öykülerin başlıcalarını ve A rro z y Tarlana (1894), Flor de mayo (1895), özellikle de Kerpiç dam­ larca Barraca) [1898] adlı romanlarını bu sırada yazdı, ispanyol-amerikan savaşı sı­ rasında tutuklandı, sonra serbest bırakıl­ dı, milletvekili seçildi, 1909’a kadar siya­ sal hayata katıldı. Bu arada, hemen üne kavuşan birkaç yapıt yayımladı: Canasy barro (1902), La Catedral (1903), İl intruso (1904), La Hordea (1905), Kanlı mey­ dan (Sangre y arena) [1908], Arjantin’e yaptığı bir yolculuk ve kolonizasyon ko­ nusunda edindiği çifte deneyimle (1914 -15) başlayan bir dizi ispanyol-amerikan romanı yayımladı: Los A rgonautas (1914-15). Birinci Dünya savaşı’ndan al­ dığı esinle Mahşerin dört atlısı1nı (Los cuatrojinetes del apocalipsis) [1916] ve Bi­ zim denizi (Mare nostrum) [1917-18] yaz­ dı. B L A S E T T İ (Alessandro), İtalyan film yö­ netmeni (Roma 1900 - ay.y. 1987). Önce gazetecilik yaptı (1924-1932), yönetmen­ liğe çok özgün bir film olan Sole (1928) ile başladı.- Tiyatro ile de ilgilendi ve Pirandello, Priestley, Sherwood, Synge gibi ya­ zarların oyunlarını sahneye koydu. Daha sonra şu filmleri çevirdi: Terra madre (1931), 1860 (1933), Vecchia guardıa (1934), La Corona d i ferro (1941) Ouattro passi tra le nuvole (1942), Un giorno nella vita (1946), F a biola (1949), Tempi nostri (1955). Tarihsel yapıtlarında. aşırı yüklü olan üslubu, gerçekçi filmlerin­ de daha ölçülü ve sadedir, ikinci Dünya savaşı öncesinde, Camerini ile birlikte İtal­ yan sinemasını yenileyen iki yönetmenden biridir. B L A S İS (Carlo), Italyan dansçı, koregraf ve dans kuramcısı (Napoli 1795 - Cernobbio, Como yakını, 1878). ilk inceleme­ si olan Traite elem entaire de Tart de la danse'ı 1820’de Milano’da yayımladı. Bu kitabında kolun duruşlarını, aplomb’u, dengeyi (öquilibre) ve epaulement, ballon kavramlarını düzene koydu. Attitude ve arabesk figürlerinin, dönüşlerin, zincir­



lemelerin ve adage zamanlarının kuralla­ rını saptadı. Pointe üzerinde yapılan ça­ lışmalardan ilk olarak söz etti. Uygun bir süitin eşliğinde, barda ve ortada yapıla­ cak hareketlerin tüm öğelerini belirledi. İn­ giliz Burton ile birlikte yazdıkları Code ot Terpsichore (1828) adlı yapıtın ilaveli çe­ virisi olan Manuel com plet de la danse (fr. çev.) adlı kitabını yayımladı (1830). Bu ki­ tapta, dansın estetik ve öğretime ilişkin tüm görünümleri in-elenmişti. Parlak bir dans öğretmeni Oıan Blasis, Milano la Scala’da (1837-1850), daha sonra da Pa­ ris, Varşova ve Moskova’da ders verdi, karısı Annunziata Ramaccini (1807-1892) de asistanlığını yaptı. Öğrencilerinden Giovanni Lepri, Petersburg imparatorluk balesi’nin en büyük sanatçılarını yetiştir­ miş olan Enrico Cecchetti’nin öğretmeni oldu. Lepri ve Cecchetti, Blasis’ten dev­ raldıkları geleneği, kendi kuşaklarına ak­ tardılar.



B LA S T O C LA D İA LE S a. Organik artık­ larda, kirli sularda ve toprakta çürükçül olarak yaşayan ve kamçılı iki eşey hücre­ sinin kavuşmasıyla çoğalan basit mantar­ lar takımı. (Başlıca cinsi allomyces.) B LA S T O D E R M a. (fr. blastoderme). Embriyol. Embriyonun başlangıçtaki zarı. — A N S İ K L . Vitellüsce çok zengin olan telolesit yumurtalar (kafadanbacaklılar, kıkır­ daklı balıklar, sürüngenler, kuşlar) ile sentrolesit yumurtalar (eklembacaklılar), ister diskoidal, ister yüzeysel olsunlar, kısmi bir bölütlenme geçirirler. Telolesit yumurtala­ rın diskoidal bölütlenmesinin sonunda, blastomerlerden oluşan blastoderm biraz yükselir, kendisi ile vitellüsün arasında az ya da çok gücül bir aralık bırakır: bölüt­ lenme boşluğu. Sentrolesit yumurtaların yüzeysel bölütlenmesi sırasında blastomerler yumurtanın çevresine doğru gö­ çerler ve bir tek tabaka halinde sıralana­ rak bir blastoderm meydana getirirler.



B L A S İU S (Heinrich), alman fizikçi (Ber­ lin 1883 - Hamburg 1970). Göttingen Üni­ versitesi ’nde Prandtl'ın öğrencisiydi. 1907’de savunduğu doktora tezinin ko­ nusu düz bir levhanın lamıner sınır katma­ nı üzerinedir. Akışkanların silindir biçimin­ de borularda ve engeller çevresinde do­ laşımını konu alan birçok bilimsel yazı ya­ yımlamıştır.



B L A S T O D İN İU M a. Kamçılı birhücreli hayvanlar cinsi. (Derin denizlerdeki çeşitli kürekayaklılarda asalak yaşar ve konak­ larının kısırlaşmasına neden olur. Birçok türü vardır.)



B la s lu s p r o fili, bir düzlem levhanın laminer sınır katmanı içinde hızların evren­ sel dağılım yasası.



B LA S T O İD E A a T O öbeğinin bilimsel adı.



B L A S K A (Fölix), bir transız dans toplu­ luğunun polonya asıllı dansçısı, koregrafı ve yöneticisi (Gomel 1941). Marquis de Cuevas’ın Grand Ballet’sine, daha sonra Roland Petit topluluğu’na (1963) girdi ve burada le Jeune hömme et la m ort'u (De­ likanlı ve ölüm) yeniden sahneledi (1966). 19Ş6’da, ilk koregrafisi Octândre //'yi (müz. E. Varöse) gerçekleştirdi. Coş­ kusuna müzik ve ritim anlayışını, 1969’da kurduğu özel kumpanyası için meydana getirdiği kompozisyonlarda ortaya koydu (,Electro-Bach, Sensemaya). Arkadan ye­ ni yapıtlar (Ballet pour tam-tam et percussıon [Tam-tam ve vurma çalgılar için ba­ le], 1970; PİĞces pour elarinette [Klarnet parçaları], 1972; Ya sin, 1973; Fusion [Birleşme], 1974; le Fou d'Elsa [Elsa'nın delisi], 1976) topluluğun repertuvarında yer aldı. Blaska, 1977’den başlayarak, koregrafi anlayışını yeni bir yaklaşımla ele aldı ve "modern dance” a yöneldi. 1978' de yeni bir topluluk kurduysa da, 1980’de bundan ayrıldı ve Pilobolus topluluğu'ndan ayrılmış olan Martha Clarke ile birlik­ te sahneye çıkmaya başladı. B L A S K O W İT Z (Johannes), alman ge­ neral (Peterswalde 1883 - Nürnberg 1948). Çekoslovakya’da, sonra da Polon­ ya'da (1939) işgal kuvvetleri komutanlığı yaptı, SS'lerin gaddarca davranışlarına karşı çıktı. 1940’ta fransız cephesine gön­ derildi ve burada bir orduya, 1944’te de G (Güney Loire) ve H (Hollanda) ordu gruplarına komuta etti. VVageningen’de teslim oldu (mayıs 1945). Nürnberg mah­ kemesine çıkarıldıktan sonra, cezaevinde intihar etti. B la s t, E. Pound ile W. Levvis’in 1914-1917 arasında Londra’da yayımladıkları resim ve şiir dergisi. BLA STE M a (fr blastĞme). Hematol. Ye­ nileştirici blastem, yaranın üzerinde biri­ ken ve bazı omurgalılarda bir bacağın ye­ niden oluşmasını sağlayabilen farklılaş­ mamış küçük hücreler topluluğu. (Blas­ tem hızla bir büyüme odağı olur ve arka­ sından organ oluşumu başlar.) B LA S T E Z a. (fr. blastĞse). Yerbil. Katılaş­ mış kayaçtaki bir mineralin kristalleşme süreci. (Blastez kayaçları başkalaşım sıra­ sında etkiler.) B L A S T İK sıf. (fr. blastique). Hematol. Kan yapıcı sistemdeki miyeloblast gibi genç hücrelere denir.



B LA S T O G E N E Z a. (fr. blastogenĞse1 den). Embriyol. Embriyonun gelişmesinin ilk evreleri ve blastodermin oluşumu. M U R C U K IŞ IN L IL A R



BLA STO K O LİN a. (fr. blastokoline). Bot. Etli meyvelerde, meyvenin içindeki tohum­ ların çimlenmesini önleyen madde. B LA S T O M E R a. (fr. blastombre, yun. blastos, blaste, tohum, tomurcuk, ve meros ya da meris, -atos, parça’dan). Emb­ riyol. Döllenmiş yumurtanın bölütlenme­ si sonucunda oluşan ilk hücrelere verilen ad. (Bk. ansikl. böl.) —Biyol. Çeyrek biastomer, yumurtanın önce ikiye, sonra dörde bölünmesi sonu­ cunda oluşan embriyonun dört kısmından biri. (Dört biastomer sonra bir daha bölü­ nerek sekiz tane olur, bunların dördü bü­ yük, dördü küçüktür; ilk dört küçük blastomere dörtlü biastomer denir.) — A N S İK L . Biastomerler, büyüklüklerine göre küçük (mikromer) ve büyük (makromer) diye ikiye ayrılır. Bu boyca eşitsizlik dışında blastomerlerin birbirinden hiçbir farkı yoktur (elbet her bölge ilerde kendi­ ne özgü yönde gelişecektir); gerçekten, çeşitli tabakaların ilerde ne işe yarayaca­ ğı öngörülen bölgeleri, blastomerlerin tü­ münde belli yerlerde bulunur ve gelecek­ teki organların taslaklarını oluşturur. Blas­ tomerlerin yer değiştirmeleri, gastrula ev­ resine kadar embriyonun gelişmesinde önemli rol oynar. B LA S T O M İK O Z a. (fr. blastomycose). Blastomyces cinsinden bir mantarın iç or­ ganlarda yaptığı hastalık. — A N S İ K L . Blastomikozun iki çeşidi vardır: Kuzey Amerika çeşidi (Gilchrist hastalığı, nedeni Blastomyces dermatitis) ve Güney Amerika çeşidi (hastalık nedeni B. [Paracoccod/o/c/es] brasiiiensis olan Lutz has­ talığı ya da parakokkodioidomikoz). Kuzey Amerika tipi blastomikoz, man­ tar organizmaya hava yoluyla girdiğinden, yaptığı iç organ (özellikle akciğer)lezyonlarından ötürü öldürücü olabilir. Kan yo­ luyla yayılma nedeniyle deride de sık görülür. Teşhis, taboratuvarda asalağın ortaya çıkarılmasına dayanır (kültür ya da biyop­ si); tedavi, stilbamidin ve B amfoterisın ile yapılırsa da sonuç tartışmalıdır. Güney Amerika tipi blastomikoz, deri ve mukoza lezyonlarına yol açar (ağız ve dişeti lezyonları hemen hemen her zaman olur), sonra hastalık gangliyonları ve iç or­ ganları (akciğer, bağırsak, vb.) sarar. Kül­ tür ve biyopsi laboratuvarda mantarı or­ taya çıkarmaya yarar. Tedavide sülfamitler, B amfoterisin ve mikonazol kullanıla­ rak çok iyi sonuç alınır. Lobo hastalığı (blastomikoz keloidiyen)



B lay F a b re g a s yukarıdaki iki şekilden iç organlarda her­ TIBLATTA a. Hamamböceğinin cins adı. (Yumurta biçimli yassı bedenli, bazen ka­ hangi bir lezyon yapmamasıyla ayırt edi­ natsız [özellikle dişi] bir böcektir. Karanlık lir; nedeni olan mantar bugüne kadar tec­ yerlerde koşarak dolaşır, çeşitli kalıntılar­ rit edilememiştir. la beslenir. Bazen mutfaklara, fırıncı dük­ B LA STO M Y C E S a. Bazıları insanda kânlarına yayılır. Dictyoptera takımından. blastomikoz hastalığına yol açan mikros­ Hamamböceğigiller familyasının örnek kobik mantar cinsi. tipi.) BLASTO M YC ETAC EAE a. Tomurcuk­ lanarak çoğalan mantarlar familyası. (Biramayası ve pamukçuk mantarı bu famil­ yaya girer.) BLA S T O P H A O A PSE N E S a Yabani incir meyvelerinin yumurtalıklarında (bir mazı oluşturur) gelişen zarkanatlı böcek (Yumurtadan çıkan dişi, ekilerek yetiştiril­ miş incire geçer ve bunu yabani incirin çıçektozuyla döller. Mazıyabansıgiller familyası.) B LA STO PO R a. (fr. blastopore). Embrıyol. Gastrula evresinde hayvan embriyo­ nunda ortaya çıkan delik. —ANSİKL. Gelişmesi sonucunda blastopor, omurgasızların çoğunda (protostomia) ağız, derisidikenlilerde ve omurgalı­ larda (deuterostomia) anus olacaktır. Blastoporun sırt dudağının hücre salgıları genç bireyin ilerdeki organlaşmasında çok büyük önem taşır. BLASTOSFER a. (fr. blastosphĞre) Embriyol. Morula blastulaya dönüşürken vitellüsün geçirdiği bölütlenme evresi. B LA STO SÖ L a. (fr. blastocoele). Emb­ riyol. Blastulanın bölütlenme boşluğu. BLASTOSPOR a. (fr. blastospore). Bot. Tomurcuklanmayla oluşan mantar sporu. (Örneğin, biramayalarının tomurcuklanan çeşitleri.) BLA STO S PO R LU sıf. Bot. Blastosporlarla çoğalan basit mantarlara denir. B LA S T O S TİL a. Gymnoblastida öbe­ ğinden hidralarda hidrantın dokunaçlar ve gonoforlar taşıyan parmaksı bölümü. (Bu blastostillerin bazıları döllenmiş yu­ murtaları toplar ve aktinula larvalara dönüştürür.) B LA STO S TR O M A a. Embriyol. Blastodermin, embriyon beneği denen parçası. B LA S T O Z O İT a. (fr. blastozoıde'den) Gömleklilerin (koloni halinde yaşayan Sal­ pa, Doliolum, Thaliacea, A scidia gibi öbekler) kolonilerinde, bir ortak stolonun taşıdığı bireylerden her birine verilen ad. B L A S T U L A a. Embriyol. Döllenmiş yu­ murtanın gelişme evrelerinden biri. (Bu evrede, yumurtanın art arda birçok kez bölünmesinden doğan blastomerler, orta­ daki boşluğun [blastosöl] çevresinde düz­ gün tek bir sıra halinde yer alır.) e m b riy o n u n sırt kısm ını o lu ş tu ra c a k " g ri y e n ia y "



b ö lü tle n m e b o ş lu ğ u ( k e s it) , "h a y v a n s a l k u tu p ”



—A n s İk l . Boş bir küre biçimindeki blastula klasik bir söloblastuladır (derisidikenliler); ama biraz değişik biçimde de ola­ bilir: bölütlenme boşluğu bulunmayanla­ ra sterroblastula (halkalısolucanlar); üze­ rinde aralıksız çepeçevre blastoderm bu­ lunanlara (eklembacaklılar) periblastula denir.



B L A T , rusçada torpil anlamına gelen ve çıkar sağlamak amacıyla kişisel ilişki­ lerin, nüfuzun, hatta rüşvet gibi yolların kullanılmasını anlatmak için Rusya’da kullanılan argo sözcük.



blattalar (hamamböcekleri) (erkek Blatta orientalis [solda] ve dişi Blatella germanica [sağda]) B LA TT İD A E a. HAMAMBÖCEĞİGİLLER familyasının bilimsel adı. BLATTO PTER O İDEA a. Paurometabol böcekler üsttakımı. (Hamamböceklerini, termitleri ve Zorotypus cinsi üyelerini içerir.) B LA U D R U C K a. (alm. söze.; blau, ma­ vi ve druck, baskı’dan). Kalıp baskı yön­ temiyle indigo* (mavi) boya kullanılarak yapılan, eski bir kumaş bezeme tekniği. İndigo* baskı, m a vi' baskı da denir. —ANSİKL. Genellikle rezerve (negatif) baskı tekniğiyle yapılan blaudruck, Asya kökenlidir Teknik yönden Cava batikleriyle yakın ilgisi vardır. Roman, Gotik ve Röne­ sans dönemlerinde pozitif olarak da uy­ gulanmıştır. Önceleri tamamen ahşap ka­ lıplarla basılırken daha sonra üzerine me­ tal şeritler çakılı tahta kalıplar kullanılmış ve daha ayrıntılı tasarımlar elde edilebil­ miştir. Negatif baskıda kalıp, balmumu, kırmızı kil,kaolin, vb. bir rezerv maddesi­ ne batırılarak kumaş yüzeyine basılır, da­ ha sonra kumaş boyaya (indigo) batırılır ya da boya kumaş yüzeyine fırçayla sü­ rülür. Pozitif baskıdaysa indigo ile boyan­ mış kumaş üzerine, renk sökücü madde­ lere batırılmış kalıplar basılarak desen el­ de edilir. Bu baskı tekniği, tekstil baskı tek­ nolojisinin gelişmesinde başlangıç noktası olarak kabul edilmektedir. B la u e R a lta r (Der) [‘‘Mavi Atlı"], sınır­ ları kesin bir biçimde belirlenmemiş bir sa­ nat topluluğunun adı (alm.). Açtığı üç ser­ gi (aralık 1911 ve şubat 1912, Münih ser­ gileri, mart 1912, Berlin sergisi) ve yayım­ ladığı bir Alm anach'la adını duyurdu. Blaue Reiter, Almanya’dao dönemin ileri­ ci sanatı içinde, D ieB rücke denen patetik akım dışındaki çeşitli eğilimlerden oluşan bir demet niteliğindeydi. Akımın doğma­ sını 1908 yazında Bavyera kırsal bölgesin­ deki Murnau’da rus ressamları Javvlensky ve Marianne von Werefkın ile Kandisky ve Gabriele Münter’in karşılaşması sağladı. e s Bu dört sanatçı, o tarihte, renk bakımın­ dan incelikli olduğu kadar yoğun bir fo- m vizm yanlışıydılar. 1911’de Kandinsky (ilk nonfiguratif resimlerini yapmış bulunuyor­ du) F. Marc ile birlikte yeni grubu oluştur­ du. iki sanatçı, "iç zorunluluk", lirizm ve anlatım araçlarında özgürlük ilkesini temel aldılar. Aralık 1911 sergisi, bu iki sanatçının ya­ pıtlarıyla birlikte, Douanter Rousseau ve Delaunay'in yapıtlarını ve bunların yanı sı­ ra kübizme yakın iki rus ressamı David ve Vladimir Burlyuk kardeşlerin, dekoratif figürasyon yanlısı Heinrich Campendonk' un, Delaunay ve G. Münter’in etkisinde kalmış duygulu bir koiorist olan A. Macke’nin, donuk renkli, kalın hatlı peyzajlar çizen G. Münter’in tablolarını içermektey­ di. Şubat 1912 sergisi ise, grafik yapıtları kapsıyordu: günün en iyi rus ve fransız sa­ natçıları, Die Brücke akımından anlatım­



cılarla, aralarında Klee’nin de bulunduğu bazı tanınmamış genç sanatçılar, sergide yer almaya çağrılmışlardı. Aralık 1911 ser­ gisi, Berlin’de Der Sturm galerisinde ye­ niden açıldı. Ancak, bu kez sergi, Jawlensky, Klee ve Mavi Atlı’nın idealizmine oldukça yabancı kalan, gerçek ötesine yö­ nelen bunalımlı desenci A. Kubin'i de içi­ ne alacak biçimde geniş tutulmuştu. Alm anach'da (kapağında Kandinsky’nin ünlü tahtadan atlısını taşıyordu) arkaik ve avrupa-dışı sanatlar, akıl hastalarının ha­ yal ürünleri, saplantıları da yer almaktay­ dı. Bu tutum, XX. yy.'da, primitiflerin giri­ şimiyle modern sanatçılarınkini aynı ruh­ sallık planına yerleştirme yolunda, Gauguin'den sonra yapılan ilk denemeydi. Alm anach'öa çeşitli sanatlar arasında—ti­ yatro ve müzik (Schönberg) de dahil ol­ mak üzere— uyumlu bir yakınlaşma giri­ şimi de (Bauhaus'dan önce) taslak biçi­ minde yer alıyordu. B L A U M A N İS (Rudolfs), letonyalı yazar (Ergli 1863 - Takakhariu, Finlandiya, 1908). Ana babası uşaktı, marxçı çevre­ lere bağlı bir gazeteci olarak çalıştı, ger­ çekçi hikâyeler (Mauvaise Herbe [fr. çev.], 1887; Raudupiete, 1889; le Marals [fr. çev.], 1898) ve sahne oyunları (/e Fils prodigue [fr. çev], 1893; le Nouveau Mattre [fr. çev.], 1904) yayımladı. Bu yapıtlarında yoksul köylülerin yaşamını anlattı ve pa­ ranın ahlak bozucu gücünü sergiledi.



Alessandro Blasetti



B LA U N D O S . Tar. çoğ. Batı Anadolu’ da Lydia bölgesinde Eskiçağ kenti; Ma­ nisa'nın Ulubey ilçesi merkez bucağına bağlı Sülümenli köyü yakınında kalıntıları vardır. Kentin Hellenistik dönemde, Diadokhoslar zamanında kurulduğu sanıl­ maktadır. Çevrede kule, stadion, ion dü­ zeninde Claudius tapınağı ve tiyatro ka­ lıntıları bulunmaktadır BLAVATSKAYA (Eiena Petrovna) [Yekaterinoslav, bugün Dnyepropetrovsk, 1831 - Londra 1891]. Albay H. S. Olcott ile bir­ likte Theosophical society’yi kurdu (1875). Hint ruhçuluğuna (spiritüalizmine) büyük hayranlık duyan Blavatskaya, 1879'da Hin­ distan’a gitti ve derneğini Madras yakının­ daki Adyar’a taşıdı. En önemli yapıtları: isls Urıveiled (Örtüsünden sıyrılmış isis), 1877; The Secret D octrine (Gizli öğreti), 1888; The Voice of S ilence (Sessizliğin sesi).



blastez şiştiğinde birandaluzit kristalinin oluşumu



B LA Y (Pedro), İspanyol mimar (Barcelona ? - ay. y. 1620). Tarragona katedrali’ nin ustabaşılığını yaptı ve başyapıtı sayı­ lan Selva del Campo kilisesi’ni inşa etti. 1596’da Barcelona’ya yerleşti, Generalitat de^Catalunya sarayı'nın yapımında çalıştı. B LA Y F A B R E G A S (Miguel). İspanyol heykelci (Olot 1866 - Madrid 1936). Chapu'nün öğrencisiydi, özellikle mermer üzerinde çalıştı. Başlıca yapıtları: Los primeros fn'os (1892), Eclosiön (1905), Canciön popular (Müzik sarayı, Barcelona).



Der Blaue Reiter Kışın köy yolu (19]]) Gabriele Münter’in yapıtı Stâdlische Galerie, Münih



Kari Blechen Ev ve bahçe manzarası (1828) Nationalgalerie, Staatliche Museen Preussischer Kulturbesitz Batı-Berlin



BLAZER a. (ing. btaze, parlamaktan) 1. Bir İngiliz okulunun ya da spor kulübünün renklerini taşıyan çizgili ceket. —2. Laci­ vert kumaştan ya da gri flanelden yapıl­ ma düz ya da kruvaze spor ceket —3. Bu tarzdan esinlenerek, herhangi bir ku­ maştan yapılan ceket. B le a k H ouse, Charles Dickens'ın, ay­



matematik okumak üzere Cenevre’ye gitti (1895). Paris'teki Dr Nazım Bey ile yazı­ şarak Osmanlı Terakki ve ittihat cemiyeti'nin Cenevre şubesini kurma iznini aldı (1897). Cenevre Fen fakültesi'ndeki eği­ timini tamamlayınca Selanik’e döndü ve sonradan paşa olup sadrazamlık yapa­ cak Talat Bey ile Osmanlı hürriyet cemiyeti'ni kurdu (1906). Vidin'de Mekatib-i islamiye müdürü oldu Selanik’te özel bir okul açtı. Bu arada cemiyetin adı ittihat ve terakki’ye çevrildi 1908 Meşrutiyeti’nden sonra yapılan ilk seçimlerle de Os­ manlI meclisi mebusanfna Serez (Sela­ nik) milletvekili olarak girdi, ikinci dönem­ de Drama, üçüncü dönemde de Burdur (Konya) milletvekili seçildi. Cemiyetin ve sonra fırkanın merkez karar organlarında görev yaptı, kâtib-ı umumi (genel sekre­ ter) oldu (1916-1918). Mütareke'de tutuk­ lanarak Malta adasına sürüldü (1919). Sa­ lıverilince Berlin'e gitti (1921). Aynı yıl Tür­ kiye’ye dönerek Ankara’ya geçti, Musta­ fa Kemal Paşa ile görüştü. Ancak Ankara’ da kalmak ve görev almak istemedi. Kur­ tuluştan sonra İzmir’e yerleşip, ticarete başladı. Gazi’ye karşı girişilen suikast gi­ rişimi sonrasında tutuklandı, Ankara’ya gönderildi ve Ankara istiklal mahkemesı’nde yargılanıp aklandı (1926). 1935 -1950 yılları arasında CHP Sivas milletve­ killiği yaptı Anıları, ölümünden sonra İm paratorluğun çöküşü (1979) adıyla ya­ yımlandı.



lık tefrikalar halinde yayımlanan romanı (1852-53). Kurumların tutuculuğunu ve asalaklığını yeren yazar, babası belirsiz bir öksüz kızı evlat edinen insansever bir ada­ mın başına gelenleri alaycı bir dille anlatır.



BLEDİUS a. Küçük kısakanatlı böcekleri içeren cins. (Kumda açtığı dehlizlerde yaşar.)



BLEBS a. (ing. bleb, kabarcık). Küçük amfizem kabarcığının 0,1 ila 3 cm çapın­ da dokusal bir çeşidi. (1926’da Miller ta­ rafından tanımlanmış ve nedeni belli ol­ mayan pnömotoraksın, bunların çatlama­ sından ileri geldiği ve amfizemin en karak­ teristik belirtisi olduğu ileri sürülmüştür. Pnömotoraks, plevranın iç ve dış sınır kat­ ları arasındaki yüzeysel bir akciğer kese­ c iğind eki havanın, plevra içine patlamasıdır.)



BLEEK (VVilhelm), alman dilbilimci (Ber­ lin 1827 - CapeTown 1875). 1860’tan ölü­ müne kadar Cape Town’daki İngiliz valisi­ nin kütüphaneciliğini yaptı. Bantu filoloji­ sinin gerçek kurucusudur ("Bantu” söz­ cüğünün de yaratıcısıdır). Başlıca yapıtı, biri sesbilgisini, diğeri ad yapısını incele­ yen Comparative Grammar of South African Languages (Güney Afrika dillerinin karşılaştırmalı dilbilgisi) [1862-1869] adlı iki ciltlik incelemesidir.



BLECHEN (Kari), alman ressam (Cott-



BLEFARİT a. (fr. biepharite). Gözkapaklarının serbest kenarının iltihaplanması. (Genellikle süreğenleşebilen bir hasta­ lıktır.) BLEFAROBLAST ya da BLEFAROPLAST a. (fr. blepharoblaste ya da blepharoplaste). Dokubil. Kamçılı yada kir­ pikli hücrelerin sitoplazması içinde her kir­ piğin dibinde bulunan cisimcik. (Eşanl.



bus 1798 - Berlin 1840). Manzaracı olan Blechen, Berlin tiyatrosu’nda dekoratör olarak çalıştı. Renkleri, İtalya'ya yaptığı bir yolculuktan sonra yoğunlaştı ve resimle­ rindeki hem öznel hem de gerçekçi man­ zaraların temel öğesi oldu (Este villası par­ kı, 1830, Neue Galerie, Berlin).



CBLED,



Slovenya'da turistik merkez, Slovenya Alpleri'nde Bled gölü kıyısında (yüksl. 501 m); 5 500 nüf. Göldeki küçük bir adadaki kilisede, küçük Ortaçağ ar­ keolojisi müzesi. Ortaçağ ve barok üs­ luplarında şato (müze).



Bled gölündeki



ELE DA (Mithat Şükrü), türk siyaset ada-



küçük bir ada üzerinde bulunan kiliseden bir görünüm



mı (Selanik 1874 - İstanbul 1956). Mülkiye idadisi’ni İstanbul’da bitirdikten sonra



M A S T İG O Z O M .)



BLEFAROFİMOZİS a. (fr. blepharopnımosis). Gözkapaklarının, kirpikli kenarla­ rının birbirine az ya da çok yapışık oldu­ ğu hastalık, (iki gözkapağı arasındaki açıklık az ya da çok daralır.) BLEFAROKALAZİS a (fr blepharochalazis). Üst gözkapaklarında altderinin körelmesi ve buna ek olarak derialtı hüc­ re dokusunda gevşeme olması. (Meyda­ na gelen deri sarkması kirpikler hizasına kadar inerek üstten görmeyi engelleyebi­ lir. Bu şekil bozukluğu ancak küçük bir ameliyatla giderilebilir.) BLEFAROLİT a. (fr. blepharolithe). Konjonktivanın altında, gözkapağının yüzün­ de görülen sarımsı beyaz katılık. (Sürtün­ meyle gözün tahrişine yol açabilir.) BLEFAR9PLAST -



B L E F A R O B L A S T .



BLEFAROPLASTİ a. (fr. blepharoplastie; yun. blepharon, gözkapağı, ve plassein, biçimlendirmek’ten). Gözkapağındaki eksikliğin ya da ondakı yara izi bozuk­ luklarının onarılmasını öngören ameliyat.



BLEFAROPTOZ a. (fr. biepharoptöse). Üst gözkapağının düşüklüğü. (Eşanl. P T O S İS .)



BLEFARORAFİ a. (fr. blĞpharorraphie). Gözkapakları aralığını daraltma amacıy­ la, iki gözkapağını kısmen birbirine dikme. (Eşanl. T A R S O R A F İ . )



BLEFAROSPAZM a. (fr. blepharospasme). Nörol. Gözçukuru çevre kasının, gözkapaklarının kapanmasıyla birlikte, şiddetli kasılması. (Parkinson sendromunda gözlenebilir, hatta saydam tabaka ilti­ habı [keratit] sonunda ortaya çıkabilir, ama çoğu zaman bilinen bütün hastalık halle­ rinin dışında başlı başına gelişir.) BLEFAROSTAT a. (fr. blepharostat) Cerr. iki gözkapağını birbirinden uzak tut­ maya yarayan alet BLEFAROTİK a. (fr blepharotıc) Gözkapaklarının seğirmesi; göz tiki.



BLEGEN (Cari VVİlliam), amerikalı arke­ olog (Minneapolis 1887 - Atina 1971). Yu­ nan tarihöncesi ' dönemini araştırmak amacıyla Peloponisos’un kuzey-batı'sında kazıları yaptı (Koraku, Zygurıes, Prosymna). 1932’de, Truva kazılarını yeniden başlattı. Savaştan sonra, Navarin koyunun kuzeyinde, Nestor’un sarayının yerini sap­ tadı; gün ışığına çıkardığı mykenâi sara­ yında, kıta Yunanistan’ının çizgisel B ya­ zılı ilk tabletlerini buldu. Başlıca yapıtları: Troy, Excavatıons Conducted by the University of C incinnati 1932-38 (Truva, Cincinnati üniversitesi’nce yürütülen kazılar), [1950-58];77ıe Palace of Nestor at Pylos (Pylos'ta Nestor'un sarayı) [1966]. K.-B. Anadolu’da Troas bölgesindeki Truva kazılarını yönetti (1932-1938). Ken­ tin katmanlaşmasını belirleyerek, Dörpfeld’in saptadığı 9 yapı katını, ara katlarla 40'a yükseltti. Homeros’un ilyada'sındaki ilion kentinin, daha önceden kabul edil­ diği gibi "Truva VI" olmayıp, onu izleyen "Truva VII a" katmanı olduğunu öne sürdü. BLEİBTREU (Cari), alman yazar (Ber­ lin 1859 - Locarno 1928). Romanlarında (Grössenwahn, 1888), denemelerinde (Revolution'der Literatür, 1886) ve dram­ larında romantizmle gerçekçiliği bağdaş­ tırmaya çalıştı. BLEKİNG E, İsveç in güney kesiminde il (lân), Baltık denizi kıyısında; 2 919 km2; 149 960 nüf. (1990). Merkezi Karlskrona. Son derece girintili çıkıntılı olan ve hemen önündeki adalar sayesinde rüzgârlardan korunan kıyısı, balıkçılığa ve ulaşıma elverişlidir BLEMMİDES (Nikephoros), bizanslı ya­ zar (İstanbul 1197 - öl. 1272). Nikaia (İz­ nik) saray çevresinde önemli bir rol oyna­ dı ve imparator Theodoros II Laskaris'in eğiticiliğini üstlendi. 1223'te din adamı ol­ du. Doğu ve Batı kiliselerinin birleşmesi­ ne karşıydı. Bu konudaki tartışmalarda et­ kinlik gösterdi. BLEND a. (alm. Blende, blenden, şaşırt­ maktan). Miner. Çinkonun başlıca cev­ herlerinden biri olan doğal çinko sülfür. (Eşanl. S F A L E R İ T . ) —ANSİKL. Blend, ZnS formülüyle göste­ rilir; kübik sistemde kristalleşen ve düzgün dörtyüzlü bakışım sunan bir maddedir. Kristalleri çoğunlukla siyah ya da kahve­ rengidir. Tozu sarıdır. Piezoelektrik olan blend, tribolüminesans ve fosforışıllık olay­ ları gösterir. Genellikle çok sayıda katışkı içerir (demir, kadmiyum, manganez, ger­ manyum). Lecoq de Boisbaudran galyu­ mu bu cevher içinde buldu. Derin cevher yataklarından çıkarılır. Blend birçok kur­ şun, galen yatağının ana bileşenlerinden biridir.



BLENDAJ a. Elekt., Elektron, ve Telekom. EKRAN’ın eşanlamlısı.



BLENHEİM , Yeni Zelanda'da kent, Gü­ ney adasının kuzey-doğu kesiminde, Marlborough ilinin merkezi; 17 200 nüf.



B le n h e im Palace, Büyük Britanya’da (VVoodstock’ta, Oxford'un K.-B.’sında) sa­ ray. 1705-1722 yılları arasında, Blen­ heim savaşı'nın galibi Marlborough dükü için, Vanbrugh tarafından yapıldı. Göste­ rişli ve görkemli havasıyla çevresine mey­ dan okuyan bu yapı, Thornhill ve Louis Laguerre adlı ressamlarca, oüyük barok



Bliss malikâneler üslubunda bezendi. Blenheim Palace’ta dünyaya gelen Sir VVinston Churchill yine oraya gömülmüştür.



kır m adeni adlı tablosu (Uffızi müzesi) en özgün yapıtıdır.



B le n h e im savaşı, Fransızlar'ın Höchstâdt savaşı (1704) olarak adlandırdıkları savaşa ingilizler'in verdiği ad. (— BlİndHEİM ve HÖCHSTÂDT.)



Afrika’da yaşayan antilop. (Çitlerle çevrili geniş alanlarda yarı özgür olarak besle­ nir ve günümüzde yabanıl yaşamı yoktur. Eti taze olarak ya da kurutularak tüketilir. Bil. a. Damaliscus dorcas phillipsi; boy­ nuzlugiller familyasının H ippotraginae oymağı.)



BLENİO (vat), İsviçre'de bölge, Ticino' da.Graubünden sınırında, Brenno ırma­ ğıyla akaçlanır. Hidroelektrik santralı. BLENKER (Ludwig), alman general (Worms 1812 - New York 1863). Yunanis­ tan'da Otto l’in Bavyera birliğinde görev aldı (1833). Daha sonra alman devrimine katıldı: Worms belediye başkanı ve ulusal muhafız birliği komutanı oldu. Baden or­ dusunu yendi (1848). 1849’da sürgün edildi, Amerika’ya yerleşti, 1861'de (Ame­ rikan iç savaşı sırasında) kuzeyli gönüllü­ lerden bir birlik kurdu. Bull Run savaşı’ndan sonra generalliğe yükseltildi. BLENKİNSOP (John), İngiliz mühendis (Leeds 1783 - ay. y. 1831). Leeds yakınla­ rında bir madende sıradan bir memurdu. 1811'den başlayarak taşkömürü ocakları­ na düzenli hizmet veren ilk buharlı loko­ motifi yaptı. O devirde basit yol tutumu ye­ tersiz sayıldığından kremayerli bir demir­ yolu kullandı.



BLESBOK a. (felemenkçe söze.). Güney



BLESSİNGTON (Marguerite P O W E R , —kontesi). İngiliz kadın edebiyatçı (Knockbrıt, Clonmel yakınında, İrlanda, 1789 - Paris 1849) 15 yaşında para kar­ şılığı evlendirildi; bir kaptanla kaçtı, son­ ra Blessington kontuyla evlendi, ilgi çeki­ ci edebiyat çalışmaları yaptı (Conversations with Lord Byron, 1832); üvey kızının kocası Orsay kontunun peşinden gitti ve yurdundan uzakta yoksulluk içinde öldü. Romanlarında (Grace Cassidy, 1833; Marmaduke Herbert, 1847) zeki ve acı­ masız bir dille İngiliz aristokrasisini betimler.



BLENNOCAMPA a. Testere sineği cin­ si. (Blennocampa persilla gül ağaçlarına zarar verir. Zarkanatlılar takımı, yaprakarısıgiller familyası.)



BLEST G AN A (Alberto), şilili yazar (Santiago 1830 - Paris 1920). Balzac'tan esinlenerek kendi ülkesinin toplumunu an­ lattı. Başlangıçta bağımsızlık dönemini ko­ nu alan yapıtlarından (Durante la reconquista, 1897) sonra, özellikle M artin Rivas (1862) ile XIX. yy.'ı ele aldı. Los transplantados (1904) adlı yapıtında 1900’lerin Pa­ ris’inde zengin bir şilili ailenin çöküşünü sergiledi.



BLENORE a. (fr. blennorrhee). Vet. Kö­



BLEULER (Eugen), isviçreli psikiyatr



pek hastalığı. (Bu hastalığa yakalanan hayvanın kamış kılıfından damla damla irinli bir sıvı akar.)



BLEOMİSİN a. (fr. bleomycine). Streptomyces verticillatus türü bir mantardan el­ de edilen ve kansere karşı kimyasal tedavi ilacı olarak kullanılan glusit ve peptit ya pılı antibiyotikler grubunun ortak adı. — A M S İ K L . Bleomisinlerin yapısı bellidir; araları ndakitekfarksondaki— CO—NRR grubunun niteliğindedir. Bu antibiyotikler DNA zincirlerini, daha küçük molekül ağırlıklı DNA zincirlerine parçalayarak hücre bölünmesine engel olurlar. Tedavi bakımından esas ilaç A bleomisinidir. Özellikle deride malpighi tabakasında olu­ şan urlara karşı etkilidir. Bleomisinler top­ lardamar, kas ve atardamar içine ya da belli noktalara şırınga edilerek üst hava yolları, mide borusu, kamış ve deri kan­ serlerinin ve mantar hastalıklarının teda­ visinde kullanılır. Çene kemiği, dil tabanı ve bademcik urlarında da etkilidir. Öteki kan­ ser ilaçlarının aksine kan hücrelerine kar­ şı daha az zehirlidir, ama fibroz tipte ağır bir akciğer karmaşası yaratma tehlikesi her zaman vardır. BLEPHAROCERUS a. iplikboynuzlulardan küçük sinekleri içeren cins.(Dişisi etçildir Suda yaşayan larvası, karın çek­ menleriyle, sel yataklarında su düzeyi üs­ tünde kalan taşlara tutunarak yosunlarla beslenir.) BLERİOT (Louis), fransız mühendis, sa­ nayici ve havacı (Cambrai 1872 - Paris 1936). 31 ekim 1908’de kendi çabalarıy­ la gerçekleştirdiği tekkanatlı bir uçakla Toury-Artenay arasında gidiş dönüş olmak üzere ilk turistik hava yolculuğunu yaptı. 25 temmuz 1909’da Manş’ı Calais’den Dover'a ilk kez uçakla geçti. Fransa'daki ilk uçak sanayicilerindendir: özellikle Guynemer’in ve Birinci Dünya savaşı'nda tüm büyük havacıların kullandığı Spad uçağı­ nın yapımcısıdır.



BLES (Herri MET DE), güney hollandalı ressam (Bouvignes 1510'a doğr. - Ferrara? 1555). Met de Bles ("Perçemli” ), fla­ man yaşamöykücülerinin ona taktığı ad­ dır. Öte yandan kendine monogram ola­ rak “ gecekuşu” nu seçtiği için Italyanlar tarafından Civetta diye adlandırılır Yeğeni olduğu sanılan J. Patinir ile birlikte ilk fla­ man manzaracılar arasında yer aldı. Ba­



(Zollikon, Zürich yakınında, 1857 - ay y. 1939). Kraeplin'in dementia praecox (er­ ken bunama) konusundaki görüşlerinden büyük ölçüde etkilenen ilk araştırmaları, Bleuler'i sonuçta bu kavramı reddederek onun yerine şizofreni kavramını benimse­ meye götürdü. Şizofreninin temel belirti­ sini, ruhsal çözülmede görüyordu. Psiki­ yatri profesörü ve Burghölzli (Zürich) has­ tanesi başhekimi oldu. Asistanı C. G. Jung dolayısıyla bir süre psikanalizci an­ layışın etkisinde kaldı. Ama zamanla psi­ kanalizden yavaş yavaş ayrılarak, ruhsal bozuklukların daha çok organogenetik kökenli olduğu görüşüne döndü. Yapıtla­ rı: Affektivitât. Suggestibilitât. Paranoia (1906); Dementia praecox oder die Gruppe der Schizophrenien (1911); Das Autistischundiziplinierte Denken in der M edizin und seine Ü bem indungen (1919).



BLEY (Paul), kanadalı caz piyanocusu (Montreal 1932). 1958’de Ornette Coleman ve Don Cherry ile, 1959-60'ta Charlie Mingus ve 1963-64'te Sonny Rollins ile çalıştı. 60’lı yılların öncüleri arasına girmiş birkaç beyaz piyanocudan biri olarak ta­ nındı. Sentetizörü ilk kullananlardandır. Doğaçlama konusunda çok yetenekli olan Bley, blues’a yakınlık duydu; eski ka­ rısı, amerikalı caz piyanocusu Carla Bley'in (Oakland 1938) bestelerini de yo­ rumladı. Paul Bley'in plakları arasında Virtuosi (1967), Open to love (1972); Carla Bley'inkiler arasında da Escalator över the M (1979), Mekanik müzik (1978), Triste (1987) anılabilir. BLEZYA a. (botanikçi L B/ef’nin adın­ dan). Amerika kökenli orkide. (Birçoğu so­ ğuk seralarda yetiştirilen 20 türü içerir. Ba­ zı türleri Türkiye’de seralarda makbul süs bitkisi olarak yetiştirilir. Bil. a. bletia).



BLİCHER (Steen Steensen), danimarkalı yazar (Vium, Viborg yakınında, 1782 -Spentrup 1848). Köy öğretmenliği, son­ ra da papazlık yaptı. Yaşamı boyunca ge­ çim sıkıntısı çekti. Ossian’dan etkilenen ve memleketi Jylland iline bağlı kalan Blicher ilk gerçekçi yazarlardan biridir. Şiirlerinde romantizmin etkisinden kurtuldu (Voyage de six joursâ travers le Jylland [fr. çev.], 1817). Daha sonra, yapıtlarında yerel di­ le ağırlık verdi (Traekfugiene, 1838). Düz­ yazı türündeki ilk büyük yapıtı Brudstykker af en Landsbydegns D agbog'u (1824), la



Caverne des brigands (fr. çev.) [1827], Pasteur de Vejlby (fr. çev.) [1829] ve Bonnetier (fr. çev.) [1829] izledi.



1733



BLİDA -> BULEYDE (EL-) BLİGH (VVilliam), İngiliz amiral ve yöne­ tici (Tyntan, Cornwall, 1754-Londra 1817). Cook’un ikinci yolculuğuna katıldı (1772 -1774), sonra 1788'de Büyük okyanus'a yapılan bir seferi yönetti ve bulduğu ada­ lara gemisinin adı Bounty'yi verdi. Uygu­ ladığı aşırı katı disiplin yüzünden ayakla­ nan mürettebatı, Bligh'i, kendisine bağlı 18 kişiyle birlikte bir sandalla denizin or­ tasında bıraktı. Tonga adalarından Timor’a geçti. 1790'da Avrupa’ya döndü, 1791’de Büyük okyanus'ta yeni bir yolcu­ luğa çıktı. 1805'te Yeni Güney Galler vali­ si oldu. Aşırı katı tutumu sömürgelerin ayaklanmasına yol açtı ve 1808’de sömür­ geyi terk etmek zorunda kaldı. BLİGHİA a. (öz. a. Bligh'den). Sıcak ül­ kelerde yetişen ve tohumlarının kapçıkla­ rı yenen ağaç. (Bil. a. B lighia sapida; sapindaceae familyası.)



BLİM P a. Teknol. SESSİZLEME’ KUTUSU' nun eşanlamlısı.



BLİN (Roger), fransız tiyatro oyuncusu ve oyun yönetmeni (Neuilly-sur-Seine 1907-Paris 1984). Dostu Artaud'dan ve Dullin’den büyük ölçüde etkilendi. Octobre topluluğu’nda J. Prevert ile çalıştı (1936); Barrault topluluğu’nda El Cerco De Numancia (1937) ve A çlık'ta (Sult; Hamsun'dan) [1939] oynadı. Yönetmen­ liğe 1949’daStrindberg'in Hayaletler sonatı'nı (Spök sonaten) sahneleyerek baş­ ladı. Sonra Adamov’un ta P arodie'sini (1952) sahneye koydu. Beckett’i keşfetti ve tanıttı; G odot'yu beklerken (En attendant Godot) [1953], Oyunun sonu (Fin de partie) [1957], Son band (la Derniere Bande) [1960], Mutlu günler (Oh Les beaux jours) [1963]. Sonra Genet'ye yöneldi: les Negres (1959), les Paravents (1966). Ti­ yatro dünyasının manevi otoritesi ve ara­ nan yönetmeni Roger Blin, yetersiz para­ sal koşullar içinde de olsa, genç yazarla­ rı tanıtmaktan vazgeçmedi (Dubillard, E. Manet).



Louis Bleriot uçağını kullanırken (1909’da) Violletkol.



BLİN (Georges), fransız eleştirmen (Pertuis, Vaucluse, 1917). College de France'ta modern fransız edebiyatı profesörü oldu (1965). Giriştiği yorumlamalı eleştiri biçi­ mini (Baudelaire, 1939), ruhbilimsel boyut­ la zenginleştirdi (te Sadisme de Baude­ laire, 1948) ve kesin bir biçimsel ve gene­ tik inceleme üzerinde ısrarla durdu (Stendhal et les problem s du roman, 1958; Stendhal et les problem es de la personnalite, 1958). La Cribleuse de ble'de (1968), yorumculuğu savundu. BLİND a. (kör anlamında ing. söze.). Oy. Pokerde, kâğıtları dağıtanın solun­ da oturanın, kâğıtlarını görmeden ortaya para sürmesi; böylelikle bu oyuncu ilk kendisi oynama zorunluluğundan kurtu­ lur. BLİND (Harry) -» HARRY the Minstrel. BLİNDHEİM, ıng Blenheim , Federal Almanya’da köy, Bavyera’da. ( -* HÖCH­ STÂDT.)



BLİND RİVER, Kanada’da (Ontario) kent, Huron gölünün kuzey kıyısında; 3 100 nüf. Uranyum madeni. BLİSH (James Benjamin), amerikalı ya­ zar (Orange, New Jersey, 1921-Londra 1975). Biyoloji öğrenimi gördü ve “ fantas­ tik felsefi” öyküleriyle daha sonra bilim­ kurguya yöneldi. Ayrıca, VVilliam Atheling Jr. takmaadıyla hilimkurgu üzerine eleşti­ rel denemeler yayımladı. BLİSS (sir Arthur), İngiliz besteci (Lond­ ra 1891 - ay. y. 1975). Vaughan VVİlliams ve G. Holst’ten ders aldı. BBC'nin müzik yöneticiliğini yaptı (1941-1945). 1953’te, kraliçenin müzik öğretmeni oldu. Melodi­ ler, oda müziği yapıtları, orkestra yapıtları



Roger Blin



(anlatıcı, koro ve orkestra için senfoni Morning Heroes [1930]; A colour Symphony [1932]; John Blow'un bir teması üzerine M editations [1955]) besteledi. Bliss ayrı­ ca ilk önemli film müziklerinden birini yaz­ dı (The Shape o f Things to come, 1935). Kraliçe Elizabeth ll'nin kutsanma ayiniy­ le ilgili filmin müziğini besteledi. Baleleri arasında Satranç (1937) ve Adam Zero (1946), operaları arasında da The Olympians (1949) ve Tobias and the Angei (1960) anılmalıdır.



1734



BLİSSUS a. Avrupa ve Amerika’nın ku­ zeyinde yaşayan bitki bitleri cinsi. (Amerikalılar'ın chinch bug dedikleri Blissus leucopterus, ABD'de tahıl tarımına büyük zararlar verir. Uzunyarımkanatlıgiller famil­ yası.) BLİSTER a. (ing. blister, şişkinlik, kaba­ rıklık). Belirli malların ilk bakışta seçilebil­ mesi için kullanılan, mukavva üzerine ya­ pıştırılmış saydam plastikten kutu. —Metalürj. Blister bakır, görece arı olma­ yan (°/o 98 ile 99 bakır) ham bakır.



BLİTAR, Endonezya'da kent, Cava'nın güney-doğu’sunda; 70 000 nüf. Ticaret merkezi. BLİTZ a. (ing. blitz; alm. Blitzkrieg, yıldı­ rım savaşı'ndan). 1. 1940’ta alman hava kuvvetlerinin Büyük Britanya'yı bombala­ dığı dönem (büyük harfle). —2. Satranç­ ta, YlLDlRlM'ın eşanl.



Ernst Bloch (1967'de)



BLİTZKRİEG , genellikle, 1939-40'ta. Wehrmacht tarafından yapılan yıldırım ’ savaşı’nı belirtmek için yaygın olarak kul­ lanılan almanca deyim. BLİXEN (Karen), danimarkalı kadın ede­ biyatçı (Rungsted 1885 - ay. y. 1962). Aris­ tokrat bir çevrede yetişti. Kocasıyla birlik­ te, Kenya’da bir kahve çiftliği satın aldı. Bo­ şandıktan sonra, 1932'ye kadar, bu çiftli­ ği tek başına işletti. Sonra, Kopenhag ya­ kınlarındaki aile mülküne yerleşerek ken­ dini edebiyata verdi, isak Dinesen takma adıyla İngilizce yayımladığı Seven Gothic 7â/es(1934) gibi, Vintereventyr (1941) ve Sidste forfaellinger (1958) gibi gerçek dı­ şı nitelikteki öyküleriyle başarı kazandı. Ay­ rıca, afrika yaşantısı üzerindeki anılarını (Den afrikanske Farm, 1937; Skygger pa graesset, 1957) da yazdı. BLİZZARD a. (amerikanca söze.). Kanada'da ve ABD'nin kuzey kesiminde kışın ve ilkbaharda kar fırtınalarıyla birlikte esen şiddetli, dondurucu kuzey rüzgârı. (Karlı ortamlarda [Antarktika] esen son derece soğuk ve şiddetli rüzgârlara da blizzard denilmektedir.)



BLOC (Andrö), fransız mimar, heykelci ve



Abraham Bloemaert Holophernos'un başını halka gösteren Yudit(1593) Kunsthistorisches Museum, Viyana



ressam (Cezayir 1896 - Yeni Delhi 1966). 1930’da Paris’te Architecture d'aujourd'hui (Günümüzde mimarlık) ve 1949’da Art d’aujourd’hui (Günümüzde sanat) adlı dergileri çıkardı. Heykellerinde çok deği­ şik gereçleri (çimento ve plastik gereçler) kimi zaman dolu (Içbükey-dışbükey biçim,



siyah mermer, 1955) kimi zaman da ızga­ ralı ya da kırık biçimlerde (Tunç ve dem ir doku, 1959) kullandı. Sculptures -Habitacles (1964-1966) adlı yapıtları plastik sa­ natlarla mimarlığın bireşimine duyduğu ilgiyi yansıtır.



BLOCH (Ernest), İsviçre asıllı amerikalı besteci (Cenevre 1880 - Portland 1959). Ysaye ve Jacques-Dalcroze'un dersleriy­ le yetişti. New York, Cleveland ve San Francisco'da ders verdi. Eski İbrani kültü­ ründen, yahudi folklorundan esinlenen ve belirgin bir romantizmi sergileyen yapıtları, amerikalı genç bestecileri etkiledi. Orkest­ ra yapıtları (3 senfoni; Schelomo [1916] adlı olanı çello soldlu birçok rapsodi); ara­ larında koro senfonisi İsrail'in (1916) de bulunduğu dinsel esinli birçok yapıt ve bir opera (Macbeth, 1909) besteledi.



BLOCH (Ernst), alman filozof (Ludvvigshafen 1885-Tübingen 1977). Çok genç yaşta sosyalizmi benimsedi. Berlin’ de Georg Simmel’in ve Heidelberg’de Max VVeber’in öğrencisi oldu. 1915'te İs­ viçre’ye kaçıp Walter Benjamin ile dostluk kurdu. Almanya’ya dönünce, Geist der Utopie'yi (Ütopyanın ruhu) [1918]; tez konusu olan Thomas Münzer, als Theologe der Revolution'u (Devrimin tanrıbilimcisi olarak Thomas Münzer) [1922] ve da­ ha sonra Durch die VVüste'yi (1923) yayım­ ladı. Siyasal mücadelesi, tam bir nazi düş­ manlığı niteliği taşıyordu ve tartışma yazı­ larını bir araya toplayan Erbschaft dieser Zeit (Bugünün mirası) [1935] adlı kitabı ya­ yımlanınca ülkesinden ayrılmak zorunda kaldı. New York’ta Bertolt Brecht ve Tho­ mas Mann ile birlikte Aurora Verlag yayın­ evini kurdu, ikinci Dünya savaşı'ndan son­ ra, Frankfurt'ta Goethe üniversitesi’nde kendisine önerilen kürsüyü değil de, Leipzig’deki Kari Marx üniversitesi'nde bir felsefe kürsüsünü kabul etti (1949). Bura­ da, en önemli yapıtı olan Das Prinzip Hoffnung'u (Umut ilke) [3 cilt, 1954-57] yayım­ ladı ve hukuk tarihi konusundaki kitabının (Abriss der sozialen Utopien [Toplumsal ütopya taslağı]) ikinci baskısını gerçekleş­ tirdi. Daha önce 1946’da New York’ta ya­ yımlanmış olan bu kitap, 1961‘de Naturrecht und menschliche Würde (Doğal haklar ve insanlığın erdemi) adıyla Frank­ furt'ta ve daha sonra da Fransa’da yayım­ landı. Bloch, 1957'de revizyonizmle,. 1959’da da gençliği kötü yola sürükle­ mekle suçlandı ve görevinden alınarak emekli edildi. Bununla birlikte, 1959’da, Doğu'da Das Prinzip H offnung'un üçün­ cü cildi, Batı’da da tüm yapıtları aynı za­ manda yayımlandı. Bayreuth’de bulundu­ ğu bir sırada, Berlin duvarı ansızın yapıl­ maya başlanınca Bloch, Batı'da kalmaya karar verdi ve Tübingen’e yerleşti. Aynı kentin üniversitesinde görev aldı ve yapıt­ lar vermeye devam etti: Atheismus im Christentum, Zur Religion des Exodus und des Reichs (1968), Experimentum m undi (1975). E. Bloch, en çok inançlar sorunu üzerinde durdu. Marxçı bir görüş açısından ve stalinci Ortodoksluğa karşı çı;s karak, "ütopyalar” ın her zaman var oldu,!■ ğunu ve de var olması gerektiğini göster­ di. Bloch’a göre toplumsal ütopya, bir ya­ bancılaşma olmak şöyle dursun, tam ter­ sine, insanın bilinçlenmesine yardım eden bir temeldir ve ona bütünsel bir tarih gö­ rüşü kazandırır.



BLOCH (Felix), amerikan yurttaşlığına geçmiş, isviçreli fizikçi (Zürich 1905 - ay. y. 1983). Zürich’te öğrenimini tamamladık­ tan sonra 1927’de Heisenberg’in öğren­ cisi olduğu Leipzig'e geçti. 1928’de tezi­ ni vererek profesörlük unvanını aldı. Bir süre Roma'da kaldıktan sonra 1930’da Bohr ile çalışmak üzere Kopenhag’a git­ ti. 1934’te Avrupa’dan ayrıldı ve Stanford üniversitesi’nde (Kaliforniya) görev aldı. 1939'da amerikan vatandaşı oldu. Nükle­ er fizik uzn^fu olan Bloch, nükleer indük­ leme denen yeni bir tekniğin yaratıcısıdır. Bu teknik, yayılan dalgaların ölçümü yo­ luyla atom çekirdeğinin içindeki manye­



tik alanın incelenmesine olanak veriyordu. Bu teknik, Bloch’un nötronun manyetik, momentini hesaplayabilmesine olanak sağladı. Bloch, 1952’de E.M. Purcell ile birlikte Nobel fizik ödülü’nü aldı.



BLOCH (Bernard), amerikalı dilbilimci (New York 1907 - New Haven, Connecticut, 1965). 1943’ten ölünceye kadar Yale üniversitesi'nde dilbilim profesörlüğü yap­ tı; 1940'tan başlayarak Language dergi­ sinin yazıişleri müdürlüğünü üstlendi, Bloomfield geleneğinin en sadık temsilci­ lerinden biri oldu. Japonca uzmanı ola­ rak genel dilbilime ilişkin bir kitap yazdı: Outline of Linguistic Analysis (Dilbilimsel incelemelerin ana çizgileri) [1942, G. Trager ile birlikte]. BLOCH (Konrad), alman asıllı, amerikalı biyokimyacı (Neisse, bugün Nysa, Po­ lonya, 1912). 1936'da Amerika'ya göç et­ ti. Harvard’da biyokimya profesörü oldu. 1964'te kolesterol ve yağlı asitlerin meta­ bolizması üzerine yaptığı çalışmalarından dolayı (Feodor Lynen ile) Nobel tıp ödü­ lü’nü aldı. Kolesterolün yapısı uzun za­ mandan beri bilinmekteydi, ancak koles­ terol biyosentezini (organizma içinde olu­ şum) aydınlatan Bloch oldu. Bloch, ase­ tik molekülünün bir dizi enzimsel tepkime­ ye girip 30 karbon atomlu, halkalı olma­ yan bir karbürü, skualeni oluşturduğunu gösterdi: yeni tepkimeler skualeni dört halkalı bir sterole çevirir; sonunda, üç kar­ bon atomunun dışarı atılmasıyla koleste­ rol elde edilir. Bloch, ayrıca kolesterolün çok aktif olan steroitlerin (cinsel ve böb­ rek üstü hormanları, D vitamini vb.) oluş­ masında temel element olduğunu da gös­ terdi.



BLOCH (Robert), amerikalı yazar (Chi­ cago 1917). VVeird Tales dergisine hikâye­ ler yazdı. Polisiye, fantastik (Psychosej edebiyatın ve bilimkurgu türünün ustala­ rından biri olarak kabul edilir. BLOCHET (Edgard), fransız doğubilimci, kütüphaneci, paleograf ve dilci (Paris 1870 - ay. y. 1937). İslam bilimleri alanın­ da yetişti. Paris'teki Bibliothöque natiorıale'in yazmalar bölümünde çalıştı. Çalışma­ larını türkçe, arapça, farsça elyazmaları üzerinde yoğunlaştırdı, çeşitli kataloglar düzenleyerek yayımladı. Başlıca yapıtlan.ListegĞ ographiquedesvillesd’iranrelatifs â la philologıe e l â l'archbologie Egypiiennes et Assyrıennes (1895); Etudes de grammaire Pehlvie (? ); TAscension au ciel du ProphĞte Mahomet (1899); Catalogue de la collection de manuscrits orlentaux: Arabes, Persans et Turcs, formĞe par Charles Schefer (1900); Catalogue des manuscrits Turcs (3 cilt, 1932-1933). BLOCK BOOKİNG a. (Toptan kiralama anlamında ing. söze.). Sinem. Bir dağıtım­ cının, başarılı bir filmi kiralamak için işlet­ meciye daha az ticari değer taşıyan film­ leri de kiralama zorunluluğunu getiren uy­ gulama. BLOCKSBERG -> BROCKEN. BLOCKX (Jan), belçikalı besteci (Anvers 1851 - ay. y. 1912). P. Benoit’nın öğrenci­ si. 1901'den başlayarak Anvers konservatuvarı müdürlüğü yaptı. Özellikle flaman kaynaklarından esinlendi. Flamanca lib­ rettolar üzerine operalar (Princesse d'auberge [fr. çev], 1898; Thyl Uilenspiegel, 1900; ESaldie, 1908); baleler (M ilenka, 1888); senfoniler, oda müziği parçaları ve eğitimde kullanılmak üzere çeşitli alıştır­ malar besteledi.



BLODEWWED, kelt mitolojisinde, Mabinogion'un çiçek-kızı: büyücü Gvvydion ta­ rafından, Llew law gywes için yaratıldı. Ko­ casını öldürmek için âşığıyla komplo ku­ runca, baykuş haline çevrildi.



BLOEDİT a (fr. bloedite, öz. a. J. Bloed' den). Miner. Hidratlı doğal sodyum ve magnezyum sülfat.



BLOEM (Jacobus Cornelis), hollandalı şair (Oudshoorn 1887 - Kalenberg 1966).



Arzu ve tevekkül, klasik yapıdaki tüm şiir­ lerine işlemiştir (Herverlangen, 1921; Media Vita, 1931; Avond, 1950; Afscheid, 1957). 3 L O E M A E R T (Abraham Cornelisz), hollandalı ressam ve gravürcü (Gorinchem 1564-1651). Babası Cornelis l'in Joos de Beir’in öğrencisi, 1580’den 1538'e kadar Fransa'da (Paris ve Fontainebleau), daha sonra Utrecht’de çalıştı. Yapıtı Hol­ landa’da maniyerizm akımının en özgün örneklerinden biridir. Desenleri, kendisin­ den sonra gelen kuşakların sanatçıları, bu arada François Boucher tarafından çok beğenildi. Oğulları, ressam ve gravürcü oldular. ERGEN (Nicolaas), hollanda asıllı amerikalı fizikçi (Dordrecht 1920). Harvard'da profesör. Maser pompalan­ ması, nükleer manyetik çınlama, ferromanyetik çınlama ve doğrusal olmayan optik üzerine birçok araştırmaları vardır. (Nobel fizik ödülü, 1981.) B LO E M E N (Jan Frans), L'O rrlzonte denir, flaman ressam (Anvers 1662 -1749 Roma). Bu manzara ressamı 1680’den başlayarak Roma’da yaşadı ve Gaspard Dughet’den etkilendi. 8 L 0 E M E N D Â A L , Hollanda’da (Kuzey Hollanda) kent, Haarlem yerleşme mer­ kezinin kuzey-batı kesiminde; 12 600 nüf. Konut ve turizm merkezi. Açık hava tiyat­ rosu. —Yakınında Brederode şatosunun (XIII. - XVI. yy.'lar) yıkıntıları. B L O E M F O N T E İN , Güney Afrika Cumhuriyeti'nde kent, Orange özgür eyaleti’nin başkenti; 231 000 nüf. (1992). Güney Afrika Cumhuriyeti yüce divanı’nın bulunduğu Bloemfontein, aynı zamanda da bir kültür (üniversite), ticaret ve sanayi (makine ve besin sanayileri) merkezidir. — 1899’da başkan Kruger ile sir Alfred Milner arasındaki Bloemfontein konferan­ sının başarısızlıkla sonuçlanması Boerler savaşı’nın patlak vermesine yol açtı. B L O İS , Fransa'da dĞpartement (Loiret-Cher) merkezi; Paris'in 177 km G B.’sında, Loire ırmağı kıyısında; 51 549 nüf. (1992). Nüfusu 60 000’i aşan Blois yerleşmesinde çeşitli sanayiler bulunur. Blois, aynı zamanda, büyük bir sanat ve turizm kentidir. Şatosu ünlüdür. B L O İS (Robert de) -«R obert de blo İs. B L O İS (Charles DE) -«CHARLES DE BLOİS. S io ls ş a to s u . Loire ırmağına bakan te­ pe üzerinde yükselen bu şato, Ortaçağ’ dan klasik döneme kadar sivil mi/narinin geçirdiği tüm gelişimleri yansıtır. Bats sa­ lonu ve Foix kulesi (XIII. yy.), Charles d'Orlöans galerisi, St.-Calais capellası ve Lo­ uis XVII kanadı (XV. yy. sonu - XVI. yy, ba­ şı), Loges cephesi ve İtalyan üslubunda­ ki bezemeleriyle gözalıcı François I mer­ diveni (XVI. yy.) Mansart'ın görkemli ya­ pıtı Gaston-d'Oriöans kanadı (XVII. yy.). Şatonun Louis XII kanadında, kentin Gü­ zel sanatlar müzesi bulunmaktadır.



BLOİS-CHAMPAONE sütaEesi C hampagne sülaleleri. B LO K a. (fr. bloc; orta hollandacadaki tronc, ağaç gövdesinden). 1 . işlenmemiş ya da az işlenmiş bir şeyin ağır ve büyük kütlesi: Mermer bloku. ~-2. Benzer ya da aynı öğelerin bir araya getirilmesiyle olu­ şan bütün: B loklar halinde dizilmek. —3. Yollarla çevrelenmiş ya da daha geniş bir bütünün bir bölümünü oluşturan yapı, ya­ pılar topluluğu (amerikanca blok'tan): Hangi blokta oturuyorsunuz? —4. Kimi ül­ kelerin, siyasal toplulukların ya da parti­ lerin oluşturduğu birlik: Askeri blok. Do­ ğu bloku. —5. Yaprakları kolayca ayrıla­ bilecek biçimde yapılmış, karton kapaklı kâğıt demeti: M ektupluk blok —Bayınd. Beton blok, dalgakıranların, köprü ya da kenar ayaklarının yapımında, genellikle sualtı yapılarında kaya dolgu ye-„



rine kullanılan donatılı ya da donatışız be­ ton kütlesi. —Elektron. Ayar bloku, tek bir karter al­ tında toplanmış sargılar ve bunları devre­ ye sokacak korr.ütatörier kümesi. —Elektrotekn. Direnç bloku, sökülebilir bir blok oluşturan direnç öğeleri bütünü. || Pa­ ralel devre bloku, eklem bloku, bir para­ lel devre (ya da bir eklem) oluşturmaya ya­ rayan ve yalıtkan bir düzenek taşıyan ilet­ ken rakoru. || Posta bloku, tüm donanımı kapalı ve sağlam bir metal kılıf içinde yer alan dağıtım postası. —Havc. Güç bloku, gruplanmış pilotaj ay­ gıtlarını çalıştırmaya yarayan organların tü­ mü. || Pilotaj bloku, pilotaj komutlarını ala­ rak güç blokuna ileten ya da bir güdüm sistemini, bir programcıyı harekete geçir­ me organlarına aktaran elektronik dona­ nım. || Teknik blok, bir havalimanının tek­ nik tesislerinin tümü. —İnş. Beton blok, hazır betonla gerçek­ leştirilen küçük inşaat öğesi. || Boşluklu blok, tuğla, beton gibi gereçlerle kalıpla­ narak yapılan yapı öğesi. (Taşıyıcı bir du­ varı inşa etmede [m ıcırlı beton blok, boş­ luklu tuğla], metal iskeleti kaplamada ya da döşeme kirişlerinin arasını doldurma­ da [asmolenJ kullanılır.) —istat. Bilimsel deney tasarımı çerçeve­ sinde birtakım işlemler gören özne toplu­ luğu. —Jeomorfol. Blok akıntısı, değişik kökenli karmaşa örtülerinin doğmasına yol açan iri öğeli (blok boyutunda) oluşum. || Blok yığını, alanı, karmaşası, çok sayıdaki ka­ yaç blokunun toprak yüzeyinde yerel bi­ rikimi. (Kökenleri genellikle buzul çevresi birikimleridir; kayaçların don nedeniyle parçalanarak kütlesel taşınma süreçleri sonunda birikmesinden kaynaklanır.) || Ay­ rışma bloku, çatlaklar boyunca yayılan ay­ rışmanın etkisiyle çevreden kopmuş, yumurta biçimli kayaç. (Bu küremsi ayrışma yalnızca, çatlakların oluşturduğu dik bir kanavayla kesilen kristal,kayaçları etkiler, Çevresindeki bozunma mantosundan kurtulan ayrışma blokları, vadi tabanların­ da birikerek kaya karmaşası oluşturur.) || Tünemiş blok, çevredeki taşınabilir gereçlerin aşınarak sürüklenmesinden sonra çıkıntı biçiminde kalan blok. (Örneğin bir peribacasTnin tepesini örten ve onu yağ­ mura karşı koruyan blok.) || Yabancı blok, bir buzulun farklı yapıdaki bir temel yüze­ yine bıraktığı genellikle büyük boyutlu (metre düzeyinde) kaya. (Çoğunlukla, aşınmaya uğrayan buzultaşların en daya­ nıklı öğelerinden oluşur; yabancı bloklar­ dan Dördüncü Zaman’da buzulların yayıl­ masını saptamada yararlanıldı.) —Kilitç. Emniyet bloku, kilit, sürgü, kapı mandalı, ispanyolet, vb. gibi kapatma me­



kanizmalarını çalıştıran parçalar bütünü. —Mad. oc. Boyutları birkaç santimetrenin üstünde olan kayaç ya da cevher parça­ sı. (Karşıt ani. TOZ.) —Kimi işletme yön­ temlerinde (örneğin blok göçerime) bir yataktan bir defada koparılan cevher hac­ mi. —Bir yatağın rezervini değerlendirme­ de ayırt edilebilen minimum hacim. —Bir yatağı işletme sırasında (genel olarak ka­ zı atımı) ayıklamaya elverişli minimum ha­ cim. || Blok kazısı, kömürün ya da kısır ke­ simin iri bloklar halinde kazılması. —Mak. san. Bloktan işlemek, tıkız bir bloktan bir parça yapmak, jj işleme blo­ ku, aktarma tezgâhında işlenecek parça­ ların sırasıyla konumlandırıldığı ve birçok takım içeren işleme postalarından herbiri. || Komut bloku, sayısal denetimli tezgâh programında bir işlemi belirleyen bilgile­ rin tümü. (Varılacak noktanın koordinatla­ rını ya da yolu tanımlama, ilerleme hızı, takım niteliği yapılacak işin türü.) —Petrogr. Boyu 25 cm’nih üstünde, köşeli ya da yuvarlanmış kayaç parçası, —Pulc. Delikli kenarları birbirinden ayrıl­ mamış, üst üste ve yan yana en az dört puldan oıuşan grup. —Siyas. bil. Uluslararası ilişkilerde, aynı ideoloji, siyaset ve iktisat sistemine bağlı olan ülkelerin tümü. (Bu kavram, ikinci Dünya savaşı sonrası, birbirine karşıt ame­ rikan ve sovyet hegemonyalarını dile ge­ tirmek üzere ortaya atıldı. [Bu "iki blok” a, daha sonra Üçüncü dünya ülkeleri’nin oluşturduğu blok da eklendi].) —Spor Voleybolda, KARŞI HÜCUM’un eşanlamlısı. —Masa tenisinde, cfömivole ile karşı koyma. —Taşoc. Ocaktaki kütleden ya da bank­ tan çıkarılan herhangi bir biçimde taş par­ çası. . .



Blois şatesu’nun (XIII.-XVII. yy.) havadan görünüşü



bir emniyet blokunun bileşimi ve işlemesi



top boğazlar



anahtar girişi



anahtarsız ke sit



j ; ] .: 1



* anshtariı kesit



.



" ' . N



kafesten ayrılmış boğaz



kayan t



blok 1736



I



Aleksandr Blok



—Teknol. Herhangi bir makineye ya da ay­ gıta kolayca takılan ve bir bütün oluşturan organ grubu. —Yerbil. Yapısal yerbilimde kıta boyutların­ da (kıta blokları) yerbilimsel bütün ya da yabancı bloklar gibi küçük boyutlu cisim; yabancı bloklar bir tortul dizide ya da sü­ rüklenmiş bir birimin temelinde bulunur, ♦ sıt. Bir bütün oluşturan: Blok ders. Blok apartman. —Bors. Blok satış yöntemi, borsada kote bir şirketin hissedarlarının, ellerindeki his­ se senetlerinin tümünü ya da bir bölümü­ nü, bir borsa acentası aracılığıyla satış fi­ yatının ilanını sağlayarak, toptan satmala­ rına olanak veren bir borsa tekniği. | j Bor­ sada aynı aracıyla yapılan ve birbirini kar­ şılayan alım satımlar (bu alım satımlar pi­ yasaya aktarılmadığından, kurları etkile­ mez). [Bk. ansikl. böl.] —Camc. Blok tuğla, cam fırınlarının yapı­ mında kullanılan ateşe dayanıklı koşutyüzlü öğe. (Bk. ansikl. böl.) —Denize. Blok inşaat, bir tersanede, sac levhaları ve takviyeleri, küçük ya da bü­ yük bloklar ve panolar halinde birleştire­ rek yapılan gemi inşaatı. —ANSİKL. Bors. Blok satış yönteminin toptan satış anlamında alınması duru­ munda, benzer özel bir yöntem, İstanbul menkul kıymetler borsası yönetmeliğinde de öngörülmüştür. Bir borsa aracısının, aynı menkul kıy­ met üzerinde kendisine aktarılan alış ve satış emirlerini karşılaştırarak son borsa fi­ yatı üzerinden takas etmesi (ki "blok sa­ tış yöntemi" terimi, daha çok bu anlamıyla tanınmaktadır) biçimindeki bir uygulama­ ya ise Türk borsa sistemi'nde yer verilme­ miştir. ilke olarak, borsaya kayıtlı menkul kıymetlerle ilgili bütün alım satım emirle­ rinin, aracılar tarafından borsada resmi pazara getirilmesi ve var olan arz ve ta­ lep koşulları içinde işleme konulması zo­ runludur. —Camc. Bloklar elektrik fırınında eritilen ateşe dayanıklı malzemelerden (alümin, zirkon, silis) yapılır; ağırlıkları 200 kg'ı ge­ çer, kalınlıkları yaklaşık 30 cm’dir ve ca­ ma dokunmayacak yüzeyleri düzgün de­ ğildir Eritme havuzunun tabanıyla çeper­ lerine, üstyapının ve brülörlerin çeperleri­ ne bitişik düzende yerleştirilir. Duvar blok­ lar, eritme havuzu tabanıyla cam yüzeyi arasında yer alır. Kaplama blokları, fırının ömrünü uzatmak için, eritme havuzunun cam düzeyinde aşınan kenarına destek biçiminde yerleştirilir. —Kilitç. Bir kilidin emniyet bloku başlıca sabit bir parçanın (stator) içinde hareket eden silindir biçiminde bir blok (rotor) ve rotoru statora bağlayan belli sayıdaki par­ çalardan oluşur. Bu düzeneğin amacı, ki­ lidin yalnızca bağıntı adı verilen iç meka­ nik düzene uyan bir anahtarın sokulma­ sıyla açılmasını sağlamaktır; bu mekanik düzen dış zorlamalardan etkilenmez. Anahtar yerleştirilince rotorun sürgüsü açılır ve anahtar çevrilince rotor döner, o da bir iletme parçasının aracılığıyla kilit di­ lini hareket ettirir. Değişik parçalar, belirli dişleri olan bir anahtarla ya da değişİK diş­ leri olan birkaç anahtarla önceden tasar­ lanmış bir ya da birkaç bağıntıya göre açı­ lacak biçimde yapılmıştır. B LO K a. (ing. block tıkama, engelleme). Kardiyol. Sinüs düğümünden çıkan eiek-



1. y e ş il ışık (h a t a ç ık ) 2 . sa rı ışık (u y a r ı) 3 . y a n ıp s ö n e n k ırm ız ı ışık (s e m a fo r ; d u r) 4 . iki k ırm ız ı ışık (k a r e ; k e s in lik le d u r)



ışıklı otomatik bloksistem trik akımının yayılışındaki bozukluk. Bu akım normalde kalbin düğüm sisteminde (Aschoff-Tawara düğümü, His demetinin kökü, sağ ve sol dalları) ilerler ve karın­ cıklarda kalbin kasılmasına neden olan eşzamanlı kutupsuzlaşmayı sağlar. —ANSİKL. Bloklar yerleştikleri yere göre çeşitlenir: sinüs-kulakçık arası, kulakçık -karıncık ya da düğüm (kulakçıklarla ka­ rıncıklar arası), sağ ya da sol dal (His de­ metinin kökü ile sağ ya da sol karıncık ara­ sı) blokları. Bloklar önemlerine göre de derecelenir: birinci derece (kesinti olma­ dan yayılma süresinin uzaması), ikinci de­ rece (ya bir kalp atımı sırasında, ötekiler normal kalmak üzere tam bir kesinti [Mobitz tipi blok], ya da değişken birinci de­ rece [Luciani-Wenckebach tipi]) ve üçün­ cü derece (akımın kesin ve tam kesildiği, tam blok yahut az ya da çok uzun devreli tam blok). Blokların başlıca nedenleri şunlardır: iletim dokusunun yozlaşması (yaşlılık), miyokard enfarktüsü (bunlarda bloklar sü­ rekli ya da akut devrede geçici olabilir), bazı hastalıklar (difteri) ya da metaboliz­ ma bozuklukları (kanda kalsiyum artışı) ve nihayet kalp cerrahisi sırasında doğrudan doğruya oluşan lezyonlar. Bazen ölümle sonuçlanabilen bayılma­ lara neden olan karıncık-kulakçık arası blokların sonucu, yapay elektrosistolik araçlarla çok değişmiştir. Bu gerişimler geçici bloklarda dıştan pillerle, sürekli olanlarda içten (pacemaker) pillerle gerçekleştirilir. B L O K (Aleksandr Aleksandroviç), rus şair(Petersburg 1880 - ay. y. 1921).Yaşamöyküsü Lyubov Mendeleyeva ile evliliği dı­ şında pek az olay içerir. Üç ciltten oluşan şiir yapıtıyla iç dünyasının yoğunluğunu ortaya koydu: Solovev'in etkisinde kalarak yazdığı ilk ciltte Güzel Hanım’a duyduğu aşkı dile getirdi (1898-1904). ikinci cildin konusu, gerçeklere dönüş ve düş kırıklı­ ğıdır (1904-1908). Blok, 1908'den sonra simgeciliğin en arı temsilcisi olarak tanın­ dı (Gorod, 1904-1908). Güzel Hanım ile özdeşleştirilen Rusya, büyük devrim şiiri Dvenatsatıy'da (1918) dile getirdiği gibi, Blok’un son aşkıdır. Blok, bu yapıtların vanı sıra oyunlar da yazdı (Balagan, '90ö; Rosa i krest, 1912). Ayrıca, De l'Ğtat aetuei du symbolisme russe (fr. çev., 1910) [Rus simgeciliğinin bugünkü durumu] ve la Chute de l'hum anism e (fr. çev., 1S19) [Hümanizmin çöküşü] gibi denemeleri de vardır. B L O K A J a. (fr. blocage). Bloke etmek eylemi. —Bank. B ir hesabın blokajı, hesap sahi­ binin ya da vekilinin hesap üzerinde iş­ lemlerde bulunmasının yasaklanması. —inş. TAŞDÖŞEK’in eşanlamlısı. — Meteorol. DURDURULMA nın eşanlamlı­ sı.



B LO K Ç U a. Spor. Blok yapan erkek ya da kadın oyuncu. B LO K D İY A G R A M a. (fr. bloc-diagram me). Haritc. ve Coğ 1. Belirli bir fonksiyo­ nun, iki boyutlu bir düzlemde birbirine dik iki yönde eşaralıklı ve paralel profiller ha­



linde gösterilmesi. (Kabartı izlenimi uyan­ dırmak amacıyla profiller perspektife uyu­ larak verilir.) —2. Fotoğraflardan ya da özellikle haritalardan yararlanılarak, belli bir uzamın perspektife uygun ve grafik olarak gösterilmesi ve yan yana kesitler aracılığıyla yeraltının jeolojik yapısı ve topoğrafya arasındaki ilişkilerin ortaya kon­ ması. B LO K E sıf. (fr bloquer, önlemekten bloquĞ). 1. Kullanılması engellenmiş, el kon­ muş. —2. Topu bloke etmek, topu durdur­ mak, yakalayarak hareketsiz duruma getirmek. —Kamu mal. Bloke etmek, herhangi bir değerin ya da paranın kullanılmasını, be­ lirli bazı koşulların gerçekleşmesine kadar durdurmak ya da bu değerlere el koy­ mak; bazı durumlarda bir parayı, belli bir ödeme ya da işleme karşılık tutmak ya da kullanılmasını ve harcanmasını kısıtlamak. (Kamu alacaklarının güvenceye kavuştu­ rulabilmesi için, gerektiğinde, Amme ala­ caklarının tahsili usulü hakkındaki yasa’ ya göre yükümlülerin banka hesaplarına ve öteki varlıklarına elkonulması gibi.) —Tur. Bloke etme, bir seyahat acentasının, sonradan tümünü ya da bir bölümü­ nü satmak üzere bir uçakta yer ayırtması. B L O K H E Y K E L a. Esk. Mis. Çömelmiş mısırlı heykeli, (k ü p h e y k e l de denir.) —ANSİKL. Heykelde kişi, dizleri çenesine yakın ve kolları dizlerin üstünde kavuşmuş durumdadır; harmanisi bedenin ayrıntıla­ rını gizler ve yapıta küpü andıran bir blok görünümü verir, ilk örnekleri Orta impa­ ratorlukla görülen bu heykel biçimi Yeni imparatorlukla yaygınlaşmış, Geç döne­ me kadar da varlığını sürdürmüştür. Kimi zaman, kişinin (görünen) ayakları arasına bir kadın yüzü de yontulurdu (karısı ya da kızı). B L O K L A M A a. Bloklamak eylemi. —Ask. denize. Bir limanın ya da bir koyun girişini, eski gemileri batırarak tıkayıp düş­ man gemilerini hapsetmek eylemi. (Bu taktığı Ispanyol-Amerikan savaşı sırasında ilk kez amiral Sampson uyguladı ve ami­ ral Cervera komutasındaki İspanyol filosu Küba’nın Santiago limanına hapsedildi [1898]. Ancak en ünlü bloklama 1918’de Zeebrugge’deki alman denizaltı üssüne uygulandı.) B L O K L A Ş M A K gçz. f. Devletler sözko­ nusuysa, aralarında blok kurmak. BLOKNOT, -tu (fr. bloc-notes). Not alma­ ya yarayan, birbirinden kolayca ayrılabilir kâğıt destesi. B LO K S İS T E M a. (fr. bloc systöme). Dy. Bir hat üzerinde seyreden y u da manev­ ra yapan trenlerin çarpışmalarını önleme­ ye yarayan düzenek. (Kısaca BLOK da de­ nir) || Hat devreli otomatik bloksistem, tre­ nin geçişiyle çalışan ve bir kanton boyun­ ca hattın dolu ya da boş olduğunu gös­ teren otomatik işaretleme sistemi. || Sınırlı izinli otom atik bloksistem, orta derecede önemli kimi hatlarda kullanılan basitleşti­ rilmiş otomatik işaretleme sistemi. —ANSİKL. Dy. Bloksistem, uyarı ve "dur" işaretlerinden oluşur; kanton girişine yer-



ieştirilen bu işaretler trenlerin tehlikeli bi­ çimde birbirine yaklaşmasını önler Genel­ likle “ semafor” denilen ve gidiş yönüne göre girişte bulunan işaret “ dur” konu­ mundaysa kanton kapalı 'dır "D ur” komu­ tunu veren semaforu geçmek kesin ola­ rak yasaklanmışsa, mutlak bloksistemden



söz edilir. Bloksistemin izinli olması duru­ munda tren, ilk karşılaştığı engelde dura­ cak biçimde hızını keserek kapalı bir kan­ ton içine girebilir (görerek seyir). Yeraltı hatlarında (tünel) ve birçok yerüstü hattın­ da uyarılar uzlaşmalı renkli ışıklarla verilir (ışıklı bloksistem). Duyuru ya da uyarı işa­ retini genellikle "du r" işaretinin, yani se­



başladı. Yapıtları: 3 senfoni, konçertolar, -j 2 dörtlü, olayların bir uzay gemisinde geç- ~J tiği Aniara (1959) ve H err-von Hancken (1965) adlı 2 opera, Altisonans (elektronik beste, 1966).



BLOMMAERT (Philip Marie), hollandaca yazan belçikalı yazar (Gent 1809 - ay. y. 1871). Flaman edebiyatı tarihçisi, Theophilus (1836) ve Vieilles PoĞsies flamandes'ın (fr. çev.) [1838-1841] yayımcısı. Nibelungen'leh iambikos dizeler kullanarak çevirdi. BLONDEEL (Lanceloot), flaman res­ sam, heykelci ve mimar (Poperinge 1498



- Brugge 1561). Yarı gotik, yarı rönesans m aforun hemen yakınında bulunan bir üslubunda yapıtlar veren Blondeel, din­ görevli çalıştırır (e lle ça lıştırıla n b lo k s is ­ sel tablolarındaki kişileri, aşırı süslemele­ tem ). Bu işaretler ayrıca bazı güvenlik d ü ­ re ve genellikle yaldıza yer veren mimari zeneklerinin denetimi altında, makas pos­ bir dekor içine yerleştirdi. En ünlü yapıtı, talarını kullanarak garlardan, yani elektrik­ B ru g g e d e Franc mahkeme kalemi salo­ le ya da mekanik yolla uzaktan da çalıştı­ nunun kabartmalarla bezeli şöminesidir. rılabilir (e lle kilitle n e n blo k siste m , te k y o l blo k siste m i) işaretler çoğunlukla birleşik ■ BLONDEL de Nesle, XII yy.'ın sonla­ bir sistem oluşturur; bir kantonun giriş se­ rında yaşamış Picardie'li trouvöre. Yirmi maforu, bir sonraki kantonun duyurucu­ dört aşk şarkısının notaları günümüze sunu hatta önuyarı işaretlerini de taşır (çok ulaştı. Recits d'un menestrel de Reim s'in süratli trenlerin seyrettikleri hatlarda ışıklı (XIII. yy. sonları) bir epizoduyla ünlendi. o to m a tik b lo k siste m ) Bu işlemlerden yal­ Grötry ve Sedaine’in Aslan yürekli Richard nızca bir bölümü (semaforların "dur" ko­ adlı operası bu epizodu halka tanıttı. numu) yukarıda belirtilen koşullar altında yapılırsa bloksistem y a rı otam atik'fır. Bu­ BLONDEL (François), fransız mimar (Rina karşılık trenlerin geçişi, hiçbir görevli­ bemont 1618 - Paris 1686). Collöge royal' ye gerek kalmadan, elektrik devreleri ve de matematik dersleri verdi ve 1669da Bi­ kontakları harekete geçirerek, aygıtların limler akaderhisi’ne girdi. Lomönie de çalışmasını sağlamaya yetiyorsa, bloksis­ Brienne’in oğluna öğretmenlik yaptı; tem o to m a tik ' tir. onunla birlikte Avrupa’nın çeşitli ülkeleri­ Sınırlı izinli o to m a tik bloksistem , otoma­ tik bloksistemin bütün üstünlüklerini taşır; bu sistemde de işaretler trenin geçişiyle otomatik olarak kapanır. Otomatik sistem­ den farkı, işaretlerin yalnız garların giriş ve çıkışında bulunması, dolayısıyla çok bü­ yük aralıklarla yerleştirilmesidir. Öte yan­ dan otomatik bloksistemde bir sonraki kantonun dolu olduğunu belirten kapalı semaforu,görerek seyirle geçmek için ma­ kinistin kararı yeterliyken, sınırlı izinli oto­ matik bloksistemde, dolu bir kantona gi­ riş için dispeçerden izin almak gerekir. Ni­ tekim semafor taşıyan bütün levhalar hat düzenleme merkezine telefonla bağlanır.



BLOKSUZ sıf. H içb ir b lo k’tan olmayan devletler için kullanılır. (Eşanl. BAĞLANTI­ SIZ.)



B LO M B E R G (Barbara), Kari V in met­ resi ve Don Juan de Austria’nın annesi (Regensburg 1527 ? - Colindres, Santander, 1598). Don Juan de Austria’nın do­ ğumundan sonra Flandres’da evlendi ve Felipe H’nin koruması altındayken ispan­ yada öldü. B LO M B E R G (VVerner VON), alman ma­ reşal (Stargard 1878 - Nürnberg 1946). 1927-1929 arasında Truppenamt (gizli ge­ nel kurmay) başkanıydı; Cenevre silahsız­ lanma konferansı’na delege olarak katıldı



(1932), Schleicher’in yerine Reichswehr (savunma) bakanı oldu (ocak 1933) ve ön­ ce gizli, sonra açık bir silahlanmaya hız verdi. Hitler'e ant içirdi ve ordu komutan­ lığının isteksiz tutumuna karşın, partinin ordu üzerinde söz sahibi olmasına göz yumdu. 1936da mareşal olarak VVefırmacht (silahlı kuvvetler) başkomutanlığı­ na atandı, 1938de, Hitler tarafından gö­ revinden uzaklaştırılınca, her türlü etkinli­ ği bıraktı. Nürnberg savaş suçları mah­ kemesine tanık olarak çıkan Blomberg, dava sırasında öldü. B LO M B E R G (Erik Axel), isveçli şair (Stockholm 1894 - İzmir 1965). Çevirmen ve edebiyat eleştirmeni (le Nouvel A rt suedois [fr. çev.], 1923). Şiirlerinde roman­ tizm ile gerçeği uyumlu bir şekilde yansı­ tır (Ensamhetens sanger, 1918; Den Fângne g ü d e n , 1919; Ouvrir les yeux [fr. çev.], 1962).



BLOMDAHL (Kari Birger), isveçli besteci (Vâxjö 1916 - Stockholm 1968). H. C. Rosenberg’in öğrencisi. 1960’ta İsveç Kral­ lık müzik akademisi’nde ders vermeye



ne, ayrıca diplomatik görevlerle İstanbul'a, Mısır’a (1657-58) ve Antiller'e (1666) gitti. Kaleme aldığı bilimsel yayınlar içinde en önemlisi Cours d'architecture (Mimarlık dersleri) [1675-1683] adlı kitabıdır. Bu ya­ pıtı, kuruluşuna emek verdiği ve daha sonra müdürü olduğu Kraliyet mimarlık akademisi’nde okuttu. Perrault’nun raki­ biydi; Vitruvius'un görüşlerine bağiı kala­ rak, ilkçağ mimarlığının kurallarına katı bir biçimde uyulmasını salık verdi. Saintes’ de bir köprü yaptı; burada bulunan roma kemerini onardı. Clerville ile birlikte Rochefort ve Paris'in kent planlarını çizdi. Ay­



rıca Paris'te Saint-Denis kapısını yaptı (1672).



BLONDEL (Jacques François)', fransız mimar (Rouen 1705 - Paris 1774). Mimar François B londel'in (Rouen 1683 - Paris 1756) yeğeni ve öğrencisi; Mimarlık akademisi'ne girdi (1755) ve Paris’te bir okul açarak çağdaşlarını derinden etkiledi. Şe­ hircilik uzmanı olarak Metz ve Strasbourg kentleri için güzelleştirme ve düzenleme planlan hazırladı. Asıl ününü kitaplarına ve yazılarına borçludur: l ’A rchitecturefrançaise (Fransız mimarlığı) [1752-1756], C o u rs d 'a rc h ite c tu re ç ivile (Sivil mimarlık dersleri) [1771-1777] ve manevi vasiyeti sa­ yılan l'H om m e du m onde dclaird par les arts (Sanatların aydınlattığı adam) [1774], BLONDEL (Maurice), fransız filozof (Dijon 1861 '- Aix-en-Provence 1949). 1895’ten başlayarak Aix fakültesi'nde ders verdi. L'Action, essai d'une critique de la vie et d'une science de la pratiçue (eylem, yaşam eleştirisi ve pratiğin bilimi üzerine bir deneme) [1893] adlı doktora tezinde, olaylara ilişkin bilginin üstünde, eylemden kaynaklanan bir çeşit inancın nasıl yer aldığını kanıtlamaya çalıştı, "in ­ san, istence (iradeye) dayanan eylemiyle görüntüleri (fenomenleri) aşar; o, hiçbir zaman kendi gereksemelerini sonuna ka­ dar karşılayamaz; onda, bir başına kulla­ nabileceğinden daha fazla bir şey vardır” Blondel, buradan, eylemde "görüngülerüstü” nün keşfedilmesini sağlayan bir il­



ke bulunduğu sonucunu çıkarır. Bize ken­ disini zorla kabul ettiren bu ilke, kendi ken­ dimizle tutarlı olursak, bizi dinsel inanca kadar götürebilir. Diğer yapıtları: l'illu sion idöaliste (idealist yanılsama), 1898; Principes dldm entaires d ü n e logique de la vie morale (Ahlaksal hayat mantığının te­ mel ilkeleri), 1903; le Probldme de la phi­



losophie catholique (Katolik felsefesinin sorunu), 1932;/a PensĞe (Düşünce), 1934; l'Etre öt les Stres (Varlık ve varlıklar), 1935; l ’A ction (Eylem) [yeniden gözden geçiriimiş baskı], 1936-37; Lutte pour la civilisation et philosophie de la paix (Uygarlık için mücadele ve barış felsefesi), 1939; l ’Esprit chrdtien et la philosophie (Hıristi­ yan düşünüşü ve felsefe). Ayrıca, günlük­ leri de yayımlandı: Carnets intim es (1883-1894 ve 1894-1949 [1961-1966]).



BLONDEL (Andre), fransız fizikçi (Chaumont 1863 - Paris 19Ş8). 1883'te Politeknik okulu’na, sonra Ecole des ponts, et chaussöes’ye girdi. Hastalığı yüzünden yirmi yedi yıl boyunca odasından çıkama­ dı, ama çalışmayı bırakmadı. Fotometri­ de önemli gelişmeler sağladı; özellikle bu alandaki temel büyüklüklerin sınıflandırıl­ ması ve birim seçimini gerçekleştirdi; de­ niz fenerlerini ve sokakları aydınlatmada kullanılacak elektrik ışığı kaynaklarını in­ celedi. 1893’te devingen donanımlı salınımçizeri tasarladı. Ama asıl önemli çalış­ maları genel elektroteknikle ilgilidir; özel­ likle alternatörlerin eşlemesini, eşzamanlı ve



asenkron motorları, elektrik bozulmaları­ nın hat boyunca yayılımını inceledi. Rad­ yoelektrik alanında radyogonyometri ile il­ gilendi. ilk radyofarları yaptı. Adı Donzöre -Mondragon hidroelektrik santralına verildi.



BLONDEL (Charles), fransız ruhbilimci ve hekim (Lyon 1876 - Paris 1939). Özel­ likle, toplumsal öğenin, bireyin ruhsal du­ rumu bakımından taşıdığı önemi kanıtla­ maya çalıştı. Başlıca yapıtları: la Conscience m orbide (Hasta bilinç), 1914; la Psychanalyse (1924), la M entalite prim itive (1926), Introdlıction â la psychologie collective (Kolektif psikolojiye giriş), 1928; la Psychologie de M arcel Proust (1932), le Suicide (İntihar), 1933. B lo n d le — FATOŞ. BLO NDİN (Antoine), fransız yazar (Pa­ ris 1922-ay.y. 1991). Dünyayı bir oyun aracsı ve aldatm aca olarak görür. E u ro p e b u is s o n id re (1949) adlı yapıtında ikinci Dünya savaşı’nı işledi. L e s E n fa n ts d u b o n D ie u 'd e (1952) tarihin insanlara iç sıkıntılarını kabul etmekten başka birşey öğretem eyeceğini vurguladı. L 'H u m e u r v a g a b o n d e d a (1955) çağdaş dünyanın başıboşluğunu dile getirerek buna ağla­ nacak yerde gülm ek gerektiğini ileri sür­ dü. U n s in g e en h iv e r fn (1959) esin kay­ nağıysa dostluğa duyulan gereksinimdir. Diğer eserleri: M o n s ie u r J a d is (1970), O u a t' S aiso n (1975), C e rtific a ts d ’Ğ tudes (1977), S u r le to u r d e F ra n c e (1979).



BLONSKİ (Jan),poionyalı edebiyat eleş­ tirmeni (Varşova 1931). Çağdaş felsefe ve düşünce akımlarını çözümlemeye yönel­ di (Changement des gardes [fr. çev.], 1961; Ddpart des troupes [fr. çev.] 1979). Bunları tarihsel bir çerçeve içine oturttu (Mikohaj Sep-Szarzyhski etle Commencem ent du baroque polonais [fr çev.], 1967). Ayrıca, Proust üzerine bir denemesi var­ dır (Voirclair dans le ravissement [fr. çev.], 1965).



’ François Blondel'in yaptığı (1672) Paris’teki Saint-Denis kapısı Gabriel Pörelle'in gravürü Bibliotheçue nationale, Paris



Bionskiy B L O N S K İY (Pavel Petroviç), ukraynalı eğitici (Kiev 1884-Moskova 1941). Pistrak ve Makarenko ile birlikte “çalışma okulü'nun kuramcılarındandır ve kitapla­ rından biri bu adı taşır (1919). Günlük yaşamla tümüyle bütünleşen eğitim top­ luluklarını geliştirmeyi salık verir. Ona gö­ re bu eğitim toplulukları bir çocuk bah­ çesi, bir çalışma ilkokulu, bir de, yeniyetmeler için bir çalışma okulundan (fabri­ ka) oluşmalıdır. Makarenko, okulu, hatta politekniği, sınai üretimden ayrı tutarken, Bionskiy, okulların giderek toplum içinde eritilmesini amaçlar. Blonskiy'in görüşleri o dönemde eleştirilere uğradı, ama bu­ gün marxçı bir eğiticinin düşünceleri ola­ rak görülmektedir,



1738



S LO O O H O U N D a. (safkan köpek anla­ mında ing. söze.). Fransız kökenli İngiliz koşu köpeği ırkı. B LO 0BÎY M A R Y a. (ing. Bloody Mary, Kanlı Meryem). Votka ve domates suyu karışımıyla hazırlanan kokteyl. B LO O M (Ursula), İngiliz kadın edebiyatçı (Chelmsford, Essex, 1900-Nether Wallup, Hampshire 1984). Sevilen halk romanlârı yazdı (The Great Beginning, 1924; The Old Elm Tree, 1974). B io o tn (Leopold), J. Joyce’un Ulysses (1922) adlı yapıtının kahramanı. Aldatılmış bir koca, manevi bir evlat arayışı içindeki düş kırıklığına uğramış bir baba, İrlanda­ lI yurtseverlerin gözünde kuşkulu bir yahudi olarak kendi kabuğuna çekilen bu duyarlı orta sınıf insanı aracılığıyla Joyce, "bilinç akımı"nı kurdu. Bloom, eşsiz bir açıksözlülükle ve acımasız bir bilinçle çi­ zilmiş bir portredir. John 8îow Robert VVhite'ın bir deseninden Charles Grignion’un yaptığı gravür (1700) Konservatuvar kitaplığı, Paris



S L O O M F İe iD , ABD’de (New Jersey) kent, New York'un banliyösü; 52 000 nüf Elektrikli gereçler yapımı. B LO O M FİE LD (Robert),İngiliz şair(Honington, Suffolk, 1766 - Shefford, Bedfordshire, 1823), Kunduracılık yaptı, halk şar­ kıları yazdı. işçiPerfkonu alan pastoral ya­ pıtlarıyla ün kazandı (The[Farm er's Boy, 1800; The Banks of INye,, 1811). B L O O M F İE L D (Maurice), amerikalı hintbilimci (Bielitz, Avastarya, 1855-San Francisco 1928). VVhitney’In öğrencisiydi, veda üzerine incelemeler yaptı. A Vedic Concordance (1906) ve The Heligion of the Veda (1908) adlı yapıtlarıyla tanındı.



■ L6on Bloy'un kasım 1863’te kendi yaptığı portresi özel kol.



B LO O M FİE LD (Leonard), amerikalı dil­ bilimci (Chicago 1887-New Haven, Connecticut, 1949). Klasik hint-avrupa dilbili­ mi alanında uzmanlaştı (1927-1940 arasın­ da Chicago Üniversitesinde almanca profesörlüğü yaptı, sonra Yale Üniversite­ si’nde Sapir'in yerine genel dilbilim kür­ süsünün başına geçti), aynı zamanda amerind dilleri ve malaya-polinezya dille­ rinin betimlenmesiyle de ilgilendi. Ama asıl önemli katkısı genel dilbilim alanında oldu. Language dergisinin ve dilbilimci­ lerle yaşayan dilleri öğreten eğitimciler arasındaki ayrımı benimseyen Amerikan dilbilim derneğinin kuruluşuna katıldı. Önce VVundt’un psikolojisinden etkilendi (An introduetion to the Study of Langu­ age [Dil incelemelerine girişj, 1914), ama başlıca yapıtı olan Language’ı (1933), "behaviorist” kuramların etkisinde yazdı: dilbilime bilimsel bir statü kazandırmaya önem veren Bloomfield, betimlemede yal­ nızca kesin biçimde gözlenebilen öğeleri (sesbilimsel çözümleme, cümleyi dolaysız kuruculara indirgeyen çözümleme) dikka­ te almaktan yanaydı. Amerikan dilbilimi üzerinde, derin ve kalıcı bir etki yarattı (dağılımsal okul). 3 L O O M İN O T 0 N , ABD'de (illinois) kent, Chicago’nun G.-B.’sında; 40 000 nüf. Ticaret merkezi. 3 L O O M İN G T O N , ABD’de kent, indıana’da, indianapolis’in G.-G.-B.’sında; 43 000 nüf. Eyalet üniversitesi. B L O O M İN C T 9 N , ABD'de kent, Minne-



sota'da, Minneapolis’in büyük banliyösün­ de; 82 000 nüf.



Choice collection o f ayres 1700 ve Harmonia sacra"da yer aldı.



B loom sfeupy g r u b u , XX. yy. başında İngiliz sanatçı ve aydınlarından oluşan grup. Adını, üyelerinin çoğunun oturdu­ ğu Londra’daki Bloomsbury mahallesin­ den aldı. Grupta Virginia VVoolf, Lytton Strachey, John Maynard Keynes gibi ad­ ların yanı sıra, üstün yetenekli sanatçılar da vardı: müzeci, sanat eleştirmeni ve 1910 ve 1911 yıllarında düzenlediği iki bü­ yük sergiye ad oiarak verilen "artizlenimcilik kavramının yaratıcısı ressam Roger Fry; iki dünya savaşı arası dönemin en ta­ nınmış İngiliz ressamı Duncant Grant; Virgınia Woolf’un kız kardeşi Vanessa Beli (kızlık soyadı Stephen) ve kocası, sanat eleştirmeni ûuentin Bell. Bu ressamların hepsi Gauguin, Van Gogh ve özellikle de Cezanne’a yönelmişlerdi; Grant’ın Lytton Strachey (1913) ya da V. Bell in Asham House (1912) tablolarında Cezanne’ın et­ kisi belirgindir Bloomsbury grubunun üyeleri, bayağılık üzerine kurulu bir uygar­ lığın sağlam bir temele dayanmadığını ile­ ri sürüyorlardı. Etkileri büyük oldu



B L O Y (Leon), transız yazar (Perigueux



BLOT a. (güçle doldurmak, [Tanrı’nın] gücünü artırmak anlamında eski İskandi­ nav dilinde söze.). Eski İskandinav paganlığının başlıca ayini. Bu ayin, yakarılan tan­ rılara, sihirli sözcükler ya da efsanevi an­ latılar söylemeye, ayinle ilgili nesneler, ye­ nilebilir hayvanlar ve kimi zaman da insan kurban etmeye dayanıyordu. —ANSİkL. Kurbanların kanı tapınağın du­ varlarını, putları boyamak ve ayini yöne­ ten rahiplere sürmek için toplanırdı. Biot, bir kuyunun yakınlarında ya da ormanın ağaçsız bir kesiminde yer alan tapınaklar­ da gerçekleştirilirdi. Ayrıca her evin bir "biot köşesi” olurdu. Birbirini izleyen üç biot vardı (sonbahar, kış, ilkbahar), Uppsala (İsveç) tapınağında her dokuz yılda bir biot yapılırdı. Tüm halkı bir araya ge­ tirdiğinden, biot ayini özellikle hıristiyanlığa karşı direnişte büyük bir siyasal rol oy­ nuyordu. B L O U N T (Charles), 8. M ountjoy baro­ nu, D evonshire kontu, İngiliz subay (1562’ye doğr. - Londra 1606). İrlanda’ ya temsilci lord (1600), sonra genel vali (1603) oldu.. O’NeiH’in bozguna uğrattığı Essex’in yerine geçti ve yeni bir güçle sa­ vaşa girdi. Ülkeyi yakıp yıktı, Kinsale’da kesin bir zafer (1601) kazandıktan sonra adada İngiliz otoritesini yeniden kurdu.



1846-Bourg-la-Reine 1917) Genç yaşta ve yoksul olarak geldiği Paris’te edebiyat çevrelerine girdi. Yoksulluğuna öfke du­ yan, sövüp saydığı dünyadan tiksinen ve düşçü Anne Marie Roule’nin yanında kaygı verici bir tinsel macera yaşayan Bioy, umudu ancak hayalinde canlandır­ dığı bir mutlakta bulur. Propos d ü n entrepreneur de demolitions (1884) ile eleş­ tirmen; Le Desespere (1886), la Femme pauvre (1897) ile özyaşamöykücü; la Revelation du globe, Christophe Colomb et sa beatification future (1884) ile Tarih’in ötesinde bir tarihçi olarak karşımıza çıkan Bloy, le M endiant ingrat (1892-1895), le Pelerin de l'absolu (1910-1912) ve la Porte des humbtes (1915-1917) ile fela­ ketlerin sorumlusu ve habercisidir. Han­ gi konuyu işlerse işlesin, kendini ancak aşırılıklarda mutlu hisseder ve her kişinin, her şeyin ardında ateşli bir üslupla dile getirmeye çabaladığı belirtiler görür. Tanrı’ya olduğu kadar şeytana, aşka olduğu kadar nefrete inanan Bloy, ömrünü bur­ juva materyalizmini, para tutkusunu ve Kiiise’nin vurdumduymazlığını eleştirmekle geçirdi. Teselli bulduğu tek düşünce şuy­ du: "Tanrı her şeyi yenilemeye hazırlanı­ yor ve bu korkunç kehanetin gerçekleş­ mesi yakındır” (M editations d ü n sotitaire en 1916). BLÖ F a. (ing. bluff). 1 . iskambil oyunla­ rında, elinin güçlü olduğu izlenimini ya­ ratarak karşısındakini çekilmeye zorlayan, sindirmek isteyen kimsenin davranışı. —2. Gücü, niyetleri konusunda bir kim­ seyi aldatarak sindirmeye yönelik tutum, söz ya da eylem: Bu blöfünü yuttuğum u sanıyor —-3. (B ir kimseye) blöf yapmak, iskambil oyunlarında elindeki kâğıtlarla il­ gili olarak karşısındakini yıldırmaya çalış­ mak; gücü ya da niyeti konusunda bir kimseyi aldatarak sindirmeye çalışmak. —Dy. B löf yapma, buharlı lokomotiflerde kazanın alt bölümünde bulunan boşaltma vanasını belli aralıklarla, birkaç saniye açarak çamuru dışarı atma. —Isıbil. Blöf yapma, BOŞALTMA’nın eşan­ lamlısı.



—Kâğ. san. Kâğıt hamuru üretiminde, pi­ şirme kazanının içindeki ürünü buharın iti­ ci etkisini kullanarak boşaltma. B L Ö F Ç Ü a. ve sıf. Blöf yapan kimse için



kullanılır. B L O U N T (Charles), İngiliz yazar (Ugper Hollovvay 1654-öi. 1693). Yaradancılığının ve doğa dininin öncüsüydü (Anıma Mund i [Dünyanın Ruhu], 1679), Basın özgür­ lüğünü savundu, intihar etti. B L O U N T (sir Edward Charles), ingiiiz maliyeci ve sanayici (Bellamour, Rugeley yakınında, Staffordshire, 1809-East -Grinstead 1905). 1829’da, Paris’te İngi­ liz elçiliğine ataşe oldu. 1831’de babasıy­ la birlikte Edward Biount bankası’nı kur­ du; bu banka 1870’te Paris’teki Societe generale’e bağlandı; sir Edward Biount 1901 ’e kadar bu bankanın yönetim kuru­ lu başkanlığını yapti Fransız Batı demir­ yolları şirketi başkanlığına getirildi. 8 LQW(John), İngiliz besteci (Newark, Nottinghamshire, 1648 ya da 1649 -Londra 1708). 1660’ta yeniden kurulan krallık capellası’na girdi ve 1663’ten baş­ layarak, Christopher Gibbons’un yöneti­ ciliği döneminde anthem’ler besteledi. VVestminster Abbey’in orgculuğunu yaptı. P. Humfrey’nin yerine, krallık capellası’ nin-yönetmenliğini üstlendi ve bu sıfatla, Purcell’ın önce öğretmeni, sonra çalışma arkadaşı oldu. 1685’e doğru, Venüs ile A don isi yazdı; bu yapıt Lully’nin opera­ larını anımsatır. Klavsen için dört süit bes­ teledi ve daha çok dinsel müzik yapıtları verdi: çoğu elyazması olan on dört ayin, anthemjer, mezmurlar, od’lar (Ode forSt. C ecila's day, 1684). Bestecinin bazı ya­ pıtları sağlığında, Am phion Anglicus, A



B L U C İ N a. (amerikanca söze, blue-jean,



mavi pantolon’dan). Çapraz dokunmuş pamuklu kaba kumaştan yapılma mavi pantolon. (Bu giysi, XIX, yy.’da bir amerikaiı tarafından, Nîmes’den [Denim] ge­ len, indigo ya da Cenova mavjsi rengin­ de çuval bezinden yapıldı.) B L Ü B E N X , Avusturya’da (Vorarlberg) kent. Ren ırmağının kolu ili kıyısında; 12 300 nüf. Orîaçağ’dan kalma yıkıntılar, XVI. ve XVII. yy.’lardan kalma kilise, eski evler. Turizm, B lu e b a a rd , 2 prolog, 4 perde ve 3enterlüdden oluşan bale. Esin kaynağı, Meilhac ve Haievy’nin M avi sakal adlı opera-buffası oian yapıtın koregrafisi ve librettosu M. Fokine, müziği Offenbach, düzenlemesi Dorati, dekor ve kostümleri M. Vertes tarafından hazırlandı, ilk kez 1941’de Mexico'da Ballet Theatre tarafın­ dan sahnelendi. Fokine’in son büyükyapımlarından olan Bluebeard, çok şatafatlı, maskaralık dolu bir güldürüdür, B L U E S E L L (Margaret KELLY. Miss denir), İngiliz dansçı (Dublin 1912). “ Bluebell Girls” adıyla tanınan ve kızlardan olu­ şan altı topluluk kurdu. Bunlar arasında en ünlüleri, Lido (Paris'te) ve Stardust (Las Vegas’ta) topluluklarıdır. B L U E F İE L B S , Nikaragua’ da liman kenti; Zeiaya yönetim bölgesinin merke­ zi, Mosquitos kıyısında (Antil denizi); 28 500 nüf. Balıkçılık (karides).



kilerden ellerinde kalan kâğıtların değeri B LU E G R A S S , ABD'de ova, Kenkadar sayı alır. tueky'rrin kuzey kesiminde, Lexington do­ laylarında. Yarış atları ve sığır yetiştiricili­ E B LU M a. (ing. bloom). Metalürj. Hadde ği, leme ya da sıvı metalin sürekli dökümüy­ le elde edilen dikdörtgen kesitli (örneğin, B L U E -JE A N - BLUCİN. 30x24 cm ya da 15x15 cm) ve uzun me­ B LU E M O U N T A İN S , ABD'nin batısın­ talürji ürünü. |j Blum haddesi, oluklu, ter­ da dağ sırası, Oregon'un doğu bölümün­ sinir çift merdaneli, çerçeveli ve ardışık de, VVashington eyaleti sınırları içinde de geçişlerle pir külçeyi sıcakta bluma dö­ devam eder. Orman işletmeciliği. nüştüren inceltici hadde. (Çerçevenin her B L U E M O U N T A İN S , Sydney in iki yanında yer alan besleme ruloları ile B.’sında dağ kütlesi, Avustralya cordilledüzenleyiciler ve küibütörler ürünün ak­ rasının bir böjümü. Bu plafolardaki kumtarılmasını sağlar. Blum haddesi slab had­ taşından yamaçlar ve okaliptüs ormanla­ desi [yassı kütük üretimi] olarak da kulla­ rı Avustralya’nın en çok turist çeken yö­ nılabilir.) relerinden biridir (1 009 km2Tik ulusal ■ B L U M (Robert), alman siyaset adamı park). —Jamaika’nın doğusunda dağ (Köln 1807 - Viyana 1848). 1848’de kütlesi (2 257 m). Frankfurt parlamentosu’na liberal millet­ B L U E M O U N T A İN S , İngilizce konuvekili olarak girdi ve demokratların lideri şan ülkelerde birçok dağ kütlesine veri­ oldu. Parlamento başkan yardımcısı se­ len ortak ad çildi. Viyana’daki ayaklanmayı destekle­ mek üzere, 1848 ekiminde Viyana’ya B LU E R İDGE ya da M A V İ D A Ğ LA R , gönderildi. Viyanalı demokratlarla birlik­ ABD’de sıradağ, Apalaş dağlarının doğu te çarpıştı, VVİndischgraetz’in askerlerine kesiminde; M itchell dağında 2 037 m. tutsak düştü, ölüm cezasına çarptırılarak B LU E S a. (ing. the blues, "kara düşün­ kurşuna dizildi. celerin kaynağı olan mavi cinler" anla­ B L U M (Löon), fransız siyaset adamı ve mındaki blue devils'in kısaltılmışı). Ame­ yazar (Paris 1872-Jouy-en Josas 1950). rikalı zencilerin, acıyı dile getiren, yakın­ Yüksek öğretmen okulunu bitirdi. Danış­ ma dolu ağır ritimli türküsü; dolaysız ola­ tay’da raportörlük yaptı. Gil Blas, Cahier rak caz müziğinin kökeninde yer alır. de la Conque, Comoedia, La Revue —ANSİKL. Blues, XIX. yy.'ın sonlarına blanche gibi çeşitli gazete ve dergilerde doğru, kölelik kaldırıldıktan sonra ortaya yayımlanan edebiyat ve tiyatro eleştirile­ çıktı. Pamuk işçilerinin çalışırken söyledik­ riyle kısa zamanda ün kazandı. Deneme­ leri şarkılardan kaynaklanan blues, özgün ler yayımladı: Nouvelles Conversations bir müzik biçimi geliştirdi; her biri 4 ölçü­ de Goethe avec Eckerm ann (Goethe’nin lü üç bölüm, AAB (giriş-tekrar-sonuç). Ar­ Eckermann ile yeni söyleşileri) [901], po­ moni açısından, eksen, altçeken ve çeke­ ligaminin doğal bir içgüdü olduğunu sa­ nin temel skorlarıyla ayırt edilir. Bu sıra, vunduğu Du marrage (Evlilik üzerine) üçüncü ve yedinci dereceleri zenciler ta­ [1907] ve Stendhal et le beylisme (Stenrafından, Afrika'nın pentatonik sistemine dhal ve beylecilik) [1914] 1902’de Lucien uydurularak eksiltilmiş bir gamın karşılı­ Herre’in etkisiyle Jaures’ nin yönetinıinğıdır. Bu blue (mavi) notalar, blues’a, ma­ deki-Fransız sosyalist partisi’ne girdi ve jör ve minör makamların da içinde bulun­ 1904’ten itibaren l’Humanite gazetesine duğu özel rengini verir. Sözler, şarkıcının katkılarda bulundu. Marcel Sembat’ın günlük çevresini (aşk, yoksulluk, işsizlik, özel kalem müdürlüğünü yaptı (1914 hapishane, doğal afetler, genellikle iki an­ -1916). Bu sırada edindiği deneyimlerden lamlı bir mizahla dile getirilmiş zenci get­ esinlenerek yazdığı denemeleri la Reforme tolarının görünümü) yansıtır. Büyük blues gouvernem entale (Hükümet reformu) yorumcuları arasında, Son House, Big Bili adlı kitapta topladı. 1919’daSeine bölge­ Bronzy, J. B. Lenoir, John Lee Hooker, sinden milletvekili seçildi. Tours kongreMuddy VVaters, Bessie Smith, Jimmy si’nde FSP’-nin parlamento grubu sekre­ Rushing, Ma Rainey, Chuck Berry, Ray terliğini yapan Blum, Paul Faure ile bir­ Charles, James Brown anılmalıdır. Blues, likte FSP’nin III. Enternasyonare girme­ doğrudan doğruya kendisinden türeyen sine karşı olanların başını çekenlerden bi­ caz ve rock müzik üzerindeki önemli et­ risiydi. Kongre’de azınlıkta kalmakla bir­ kisini sürdürmektedir. likte partiden ayrılmadı; genç Komünist B lu e S tre a k , orta menzilli (2 500 km) parti ile sağ kanat karşısında, FSP’ye ye­ İngiliz güdümlü füzesi; 1955-1960 arasın­ ni bir siyasal çizgi kazandırmaya çalıştı. da askeri amaçlarla geliştirildi; 1962'den Demiryollarının millileştirilmesini savundu sonra Europa* 1 fırlatıcısının ilk katı ola­ ve Ruhr havzasının işgaline karşı çıktı. rak kullanıldı. Çapı 3,05 m, uzunluğu 1924’te kurulan solcular Kartelinin mi­ 18,75 m ’dir. Kerosen ve sıvı oksijenle ça­ marlarından biriydi. Populaire gazetesinin lışan her biri 68 000 kilogram-kuvvetlik it­ başyazarı ve FSP’nin tartışmasız lideri ol­ me gücünde iki Rolls Royce roket-motoru du. 1929’da Narbonne’dan milletvekili vardır. seçilerek 1940’a değin kesintisiz meclis üyeliği yaptı. Haziran 1936’dan haziran B L U F F , Yeni Zelanda'da yer, Güney 1937’ye kadar, ilk Halk cephesi hüküme­ adasının güney ucunda, invercargill’in tinin başkanlığını yaptı. Sol-içinde, özel­ G. inde. Alüminyum. likle ispanya’ya müdahale etmeme siya­ B LU H M E (Christian Albrecht), danimarseti yüzünden ortaya çıkan bölünmeler ve kalı siyaset adamı (Kopenhag 1794 - ay. "toplumsal mütareke" nin. yatıştıramadığı y. 1866). 1851 ’den 1854’e kadar dışişle­ sağ'ın düşmanlığı iktidardan düşmesine ri bakanı. Ocak 1852’de Danimarka ve neden oldu. Senato’da, talep ettiği tam düklükleri için ortak bir anayasa hazırla­ yetki senato oylamasında reddedilerek, dı. 1857’de, Sund’da alınan ayakbastı düşürüldü (haziran 1937); mart-nisan parasını kaidıran antlaşmaları yaptı, ardın­ 1938’de yeniden hükümetin başına gel­ dan da Schleswig, Holstein ve Lauendiyse de senatonun muhalefeti karşısın­ burg düklüklerini Avusturya ile Prusya’ da yine çekilmek zorunda kaldı.Münich ya bırakan Viyana antlaşması’nı imzala­ anlaşmaları konusunda Paul Faure’a şid­ dı (1864). detle karşı çıktı; iki politikacı arasındaki B LU M a (ing. söze.). Oy En az iki, en görüş ayrılığı FSP’yi zayıflattı. Blum, Vichy çok dört kişiyle ve tek deste kâğıtla oy­ millet meclisi’nde (temmuz 1940), Penanan bir iskambil oyunu. tain’e tam yetki verilmesini reddedenler ara­ —ANSİKL Oyunculara yedişer kâğıt da­ sında yer aldı. Eylül 1940’ta tutuklandı. ğıtılır. Atılan kâğıda karşılık yerden kâğıt Mahkeme edilmeden gönderildiği Bouçekilir. Eldeki kâğıtlardan aynı renkte, bir­ rassol ve Portalet hapishanelerinden di­ birini izleyen sayılardaki ya da farklı renk­ renişçi sosyalistleri yönlendirdi; general lerde, aynı sayıdaki üçü yere açılır. Elde de Gaulle ile yazışmaya başladı. Riom da­ kalanlarla tekrar üç yapılır ya da yere açı­ vasında mahkeme önüne çıkarıldı (1942). lan kâğıtların alt ve üstüne işlenir. Elinde­ Ancak hükümet, onun etkili savunması ki kâğıdı önce bitiren oyunu kazanır, öte­ karşısında duruşmaları askıya almayı



B B B a zcürae,



a ıü S h



«



* F f



&



I -



yeğledi. 1943’te alman makamlarına tes­ lim edildi; Dachau’ya, Buchenvvald’e, da­ ha şonra da Yukarı-Adige’e sürgün edildi '945’te müttefik birliklerince kurtarıldı. Ye­ niden Populaire gazetesi başyazarlığına başlayan Blum, Sosyalist parti üzerinde­ ki büyük manevi etkinliğini sürdürdü. Ara­ lık 1946’dan ocak 1947’ye değin, yalnız­ ca sosyalistlerden oluşan bir hükümete başkanlık yaptı. Bu hükümet IV. Cumhu­ riyetin anayasal kurumlarının yerleşme­ sini sağladı ve fiyatlarda % 5 oranında bir indirimi zorla gerçekleştirdi. Ramadier hü­ kümetinin istifasından sonra Vincent Auriol tarafından yeni bir hükümet kurmak­ la görevlendirildi. Ancak gerekli oy ço­ ğunluğunu sağlayamadı. A l'echelle humaine (İnsanlık ölçeğinde) adlı, 1941’de hapishanede tamamlayıp 1945’te yayım­ ladığı yapıtında hümanist sosyalizm ko­ nusundaki düşüncelerini açıklar. B L U M (Rene), fransız sanat eleştirmeni, edebiyatçı ve bale yöneticisi (Paris 1878 - Auschwitz 1942), Leon Blum’un karde­ şi. Günlük Gil Blas gazetesinin genel ya­ yın müdürü ve Dekoratif sanatlar sergisi nin kurucularındandı. Günümüz sinema­ teklerinin ilk örneği sayılan Yedinci sanat külübü’nü kurdu Monte-Carlo operası balesi sanat yönetmenliğini yaptı (1929). Albay Vasiliy ile, Monte-Carlo’da Diaghilev’in çizgisini sürdürmeyi amaçlayan Rus balesi’ni kurdu (1932). Buradan ayrıldık­ tan sonra Monte-Carlo balesi adıyla yeni bir topluluk kurdu (1936-1939). ikinci Dünya savaşı sırasında, Almanlar tarafın­ dan toplama kampına gönderildi. B LU M A U E R (iohannes Aloys), avusturyalı şair (Steyr 1755 - Viyana 1798). “ Al­ man Scarron"u diye bilinir. Roma sena­ tosunu ve cizvitleri eleştiren Aenels Travestiert'i (1784-1788) yazdı. B LU M B E R G (Baruch Samuel), amerikalı hekim ve genetikçi (New York 1925) Romatizma ve metabolizma hastalıkları ulusal enstitüsü’nde araştırma müdürlü­ ğü yaptı (1957-1959); 1959’da Brookhaven ulusal laboratuvarı’na araştırmacı ola­ rak girdi. Daha sonra Kanser araştırma enstitüsü’nü yönetti ve Pennsylvania üni­ versitesi’nde tıp ve tıbbi genetik dersleri verdi (1970). Halen "B " tipi olarak adlan­ dırılan bulaşıcı hepatitlerde Avustralya an­ tijeninin oynadığı rolü ortaya çıkaran bu­ luşundan dolayı 1976 Nobel tıp ve fizyo­ loji ödülü’nü C. Gajdusek ile paylaştı.



Kakogava çeliktıanelerınae slab-blum haddesi çerçevesi (Honşu adası, Japonya)



Ldon Blum Hötel Matignon’da 17 eylül 1936



Blume B L U M E (Friedrich), alman müzikbilimci (Schlüchtern 1893 - ay. y. 1975). Riemann ve Schering’in öğrencisi. I.eipzig, Berlin (Spandau) ve Kiel’de (1958’e değin) öğretmenlik, Neue Schütz-Gesellschaft'ta yöneticilik yaptı (1942 -1956). Die M usik in Geschichte und Gegenw art (Tarihte ve günümüzde müzik) ansiklopedisini yönetti (1949-1975); 1939 -1945 arasında Deutsche M usikkultur ko­ leksiyonunu yayımladı ve Rönesans ses müziği yapıtlarını konu alan bir yayına kat­ kıda bulundu. Pek çok yapıtı vardır. Başlıcaları: J. S. Bach im VVandel der Ge schichte (Tarihin akışı içinde Bach) [1947], Goethe und die Musik (Goethe ve müzik) [1948], Ayrıca Michael Praetorius1 un yapıtlarının 20 cilt halinde basımını gerçekleştirdi (1928-1941).



17 4 0



B L U M E (Peter), rus asıllı amerikalı res­ sam (Smorgon, Vilnius yakınında, 1906). 1911 ’de ABD’ye gitti. Gerçeküstücülüğe yaklaşan karmaşık ve düşsel sahneler çiz­ di; yergisel ve aiegorili bir üslup kullan­ dı. B L U M E N A U , Brezilya’da (Santa Catarina) kent, Itajai-Açu ırmağı kıyısında, Florianöpolis'in K.-B.’sında; 160 000 nüf. (1992). XIX. yy’da aynı adlı alman heki­ min kurduğu kentte, kalabalık bir alman topluluğu yaşamaktadır. Tarım pazarı. El sanatları (müzik aletleri). Dokuma sana­ yisi. B L U M E N B A C H (Johann Friedrich), al­ man doğabilimci (Gotha 1752-Göttingen 1840). Antropolojinin kurucularından, in­ san türünün beş ırka (beyaz, sarı, kırmı­ zı, siyah, malezyalı) ayrıldığını ilk kez ileri sürdü. Yapıtları: De generis humani varietate nativa (insan ırklarının doğuşu); Specimen physiologiae com paratae, (Karşılaştırmalı fizyoloji örnekleri).



v.



mareşal Bliîcher in portresi taşbaskı



dirildi; bu tarihte İngiltere’nin ulusal çıkar­ larına karşı eylemlere katılmakla suçlan­ dı. Özellikle klasik fransız sanatı konusun­ da uzman olan Blunt önemli kitaplar yaz­ dı: A rtistic Theory in itaty 1450-1600, (1940); François Mansart and the Origins o f French Classical Architecture (1941); The Drawings o f Poussin (3 e., 1939 -1953, W. Friedlânder ile birlikte); A rt and Architecture in France 1500-1700 (1953); Philibert de l'O rm e (1958); the A rt o f VVil­ liam Blake (1959); Nicolas Poussin (2 c., 1967); Picasso's Guernica (1969). B L U N T S C H L İ (Johann Kaspar), İsviç­ re asıllı alman hukukçu (Zürich 1808 - Karlsruhe 1881). 1833’te Zürich’te pro­ fesör oldu, Zürich kantonu tutucu-liberal parti başkanıydı. Sonderbund'dan sonra Almanya’ya yerleşerek Münih'te (1848) ve Fledıdelberg’de (1861) ders verdi. Ba­ den büyük dükünün özel danışmanı ve Uluslararası hukuk enstitüsü’nün kurucularındandı. Alman ve İsviçre medeni hu­ kuku, uluslararası hukuk, kamu hukuku (Das Moderne VVölkerrecht, 1874; Allgemeines Staatsrecht, 1877), siyaset ve ta rih alanlarında birçok yapıt verdi. B LU S H a. (ing. to blush, kızarmak). Çe­ şitli pigment ya da boyarmadde katkılı su­ suz kremden yapılan ve fırçayla sürülebilen allık. B LU Z a. (fr. blouse). 1. Gömleği andıran genellikle ince kumaştan astarsız kadın giysisi. —2. XX. yy. başına dek Avrupa’ da işçiler, köylüler ve çeşitli zanaatkârların giydiği çoğu kez bol ve büzgülü, pa­ muklu ya da ince kumaştan yapılmış uzun giysi. B L U Z A N sıf. (fr. blousant). Terz. Bede­ ni uzun tutulup bir bant ya da lastikle bü­ zülerek kalçaiar üzerinde dökümlü dur­ ması sağlanan giysi ve buna uygun ke­ sim için kullanılır.



B L U M E N B A C H İA a. (öz. a. Blumenbach'tan). Bot. Latin Amerika kökenli tüy­ a B LÜ C H E R (Gebherd Leberecht), prens lü ve ısırgan otsu bitki. (10 tür; loasaceae B lü c h e rv o n W ahlstatt, prusyalı mare­ familyası.) şal (Rostock 1742 - Krieblovvitz, Silezya, 1819). Mecklenburg’luydu. Önce İsveç’ B L U M E N T H A L (Leonhard VON), al­ in, sonra Prusya’nın hizmetine girdi. man feldmareşal (Schwedt-an-den Oder 1770’te, yüzbaşı olduğu sırada görevin­ 1810 - Ouellendorf, Köthen, 1900). den alındı. 1787’de tekrar görevine iade 1864’te Danimarka'ya, 1866 da Avustur­ edildi. 1794-95’te Ren seferinde göster­ ya’ya karşı savaştı. 1870’te, Prusya veli­ aht prensinin kurmay başkanı olarak, Se­ diği yararlıklar üzerine, Ren ağzı gözet­ leme müfrezesi komutanlığına getirildi dan ve Paris çevresindeki harekâta katıl­ (1795). 1806’da, Auerstedt’te kuşatmayı dı. yardı; ancak Lübeck'te teslim olmak zo­ B L U M E R (Johann Jakob), isviçreli hu­ runda kaldı. 1811 de, Napoleon görev­ kukçu, tarihçi ve siyaset adamı (Glarus den alınmasını istedi. 1813 ’te Silezya or­ 1819 - Lozan 1875). Devletler konseyi ve dusu komutanı olan Blücher, Lützen, Baueski Federal mahkeme üyeliği ve başkan­ tzen Katzback’ta savaştı, Montmirail lığı yaptı. Eski medeni ve cezai mevzua­ (1814) ve Ligny’de (1815) yenilgiye uğ­ tın değiştirilmesini üstlendi ve ayrıca bir­ radı. Napoleon’u VVaterloo’da ezmek çok anayasa değişikliği ile Federal mahamacıyla VVellington’a katıldı. Yurtsever­ keme’nin kuruluş çalışmalarına etkin ola­ liği, cesareti, şansı ona ününü ve mare­ rak katıldı. şal Vorwârts ("ileri!’’) lakabını kazandırdı. B L U N D E N (Edmund Charles), İngiliz B LÜ C H E R (Vasiliy Konstantinoviç) -* şair (Londra 1896 - Long Melford, Suffolk, BLYUHER 1974). Tokyo, Flong Kong ve Oxford’da B L Ü M L İS A L P , İsviçre de dağ kütlesi, profesörlük yaptı ilk yapıtlarırda savaş Bern Oberland’ında, 3 669 m. .anılarını anlattı (Undertones of Y/ar, 1928) ve J. Clare, Lamb, Hazlitt gibi önemsiz ro­ B L Y (Robert), amerikalı şair (Madison, mantiklerin saygınlıklarını sağladı. Daha Minnesota, 1926). Blake ve VVhitman’ın sonra ruh ve dünya uyumunu dile geti­ etkisi altında kaldı Yalnızca teknik araş­ ren şiirler yazdı (Shells by the Stream. tırmalarla yetinmeyip özgürce birleştirilmiş 1944; M idnight Skaters, 1968). basit imgelerle bilinçdışına yönelik bir şi­ B L U N T (VVilfrid Scawen), ıngiliz şair ve gazeteci (Petworth House, Sussex, 1840 - Nevvbuildings, Sussex, 1922). Arap yan­ lısı antiemperyalist diplomat (The Future of the İslam [islamın geleceği], 1822). İr­ landa’yı desteklediği için 1888’de hapse atıldı, yapıtlarında insanların ve bütün canlıların evrensel onurunu dile getirdi (Love sonnets of Proteus. 1880). B L U N T (Anthony Frederick), İngiliz sa­ nat tarihçisi (Bournemouth, Dorset, 1907 - Londra 1983). Cambridge’te eğitim gör­ dü; öğretim üyesi oldu; 1947-1974 ara­ sında, Londra'daki Courtauld enstitüsü' nü yönetti. 1979’a kadar, İngiliz kralları­ na ait koleksiyonları korumakla görevlen­



ir yaratmaya çalıştı (The Light around the Body, 1967; Point Reyes Poems, 1974). B L Y T H , Büyük Britanya'da (Northumberland) liman kenti, Kuzey denizi kıyısın­ da, Blyth ırmağının ağzında; 33 000 nüf. Termik santral. Kömür ve çelik dışsatımı. B L Y T O N (Enid), İngiliz kadın edebiyat­ çı (Londra, 1897 - ay. y. 1968) Çocuklar için çok sayıda yapıt verdi (600’ü aşkın kitap): Afacan beşler (Famous Five) dizi­ si, Gizli yediler (Secret Seven) ve Noddy dizileri. B LY U H E R ya da B L Ü C H E R (Va siliy Konstantinoviç), sovyet mareşal (Ya-



roslav eyaleti, Barşçinka, 1889-1938’de kayboldu [kurşuna dizildi?]). Bir işçinin oğludur Çarlık ordusunda astsubaydı. 1916’da yaralandı ve çürüğe ayrıldı. 1917'de Bolşevik’lere katıldı, Samara’da parti delegesi seçildi. Kızıl birliklerin ba­ şında, önce Omsk'ta çek lejyonuyla, da­ ha sonra da irkutsk’ta Kolçak’ın, Kırım’ da VVrangel’in kuvvetleriyle çarpıştı. 1921'de Sibirya Cumhuriyeti savaş ba­ kanı oldu, bu görevdeyken, 1922’de Japonlar’ın Vladivostok'u boşaltmalarını sağladı. 1938’e dek Sovyet uzakdoğu kuvvetleri başkomutanlığı görevinde bu­ lundu. 1924-1927 yılları arasında Guomindang'ın askeri ataşeliğini yaptı, 1938'de Hassan gölü yakınlarında Japonlar’ı yendi. 1935’te mareşalliğe yük­ seltildi, 1937'de Tuhaçevskiy'i mahkûm eden divanıharbin başkanıydı, ne var ki ardından, Stalin’in emriyle yapılan tasfi­ yenin kurbanı olarak ortadan kayboldu ve ancak 1956’da itibarı iade edildi. B M , BİRLEŞMİŞ’ MİLLETLER ÖRGÜTÜ’nÜn kısaltması. BM C s a n a y i v e t ic a r e t aş, İzmir'de kurulu motor, ağır ve hafif ticari taşıt ve traktör üretiminde uzmanlaşmış sanayi kuruluşu. 1964'te özel bir şirket olarak ku­ ruldu. 1969’da, Leyland lisansı ile motor üretimine, kısa bir süre sonra da ağır ve hafif ticari taşıt ve traktör üretimine baş­ ladı. 1983’te Volvo truck corp. ve 1986'da Cummins engine co. ile teknik işbirliğine girerek kamyon üretimine geç­ ti. 1990'da 3 749 adet büyük kamyon üreterek, Türkiye’deki kamyon üretiminin % 22’sini gerçekleştiren kuruluşta 1 902 kişi çalışmaktadır. B M E W S , BALLİSTİC MİSSİLE E a rly VVARNİNG SYSTEM’in kısaltması, stratejik balistik füzelere karşı, ileri düzeyde algı­ lama ve uyarı sistemidir 1958-1963 yılla­ rı arasında Amerika Birleşik Devletleri’nde tasarlanan bu sistem, kuzeye çev­ rili bir radarlar zinciridir. Bu zincir, Clear (Alaska), Thule (Grönland) ve Fylingdales’de (Büyük Britanya) bulunan üç üs­ ten oluşur; Kuzey Amerika’ya ve Batı Av­ rupa’nın bir bölümüne karşı gelebilecek her türlü tehditi algılayacak güçtedir. Her ana radar anteninin yüksekliği 50 m, bo­ yu 150 m'dir ve bir nükleer başlığı 4 000 km uzaktan algılayabilir. Böylece ABD 20 dakikalık bir erken uyarı süresi elde eder ve bu süre Strategic Air Command (SAC) bombardıman uçaklarının kalkışı için yeterlidir. Bu düzeni tamamlamak ve özellikle denizaltılardan fırlatılacak balistik füzelerin nükleer başlıklarını algılamak için, ABD’ nin doğu ve batı kıyılarına yerleştirilmiş 8 radar istasyonundan oluşan bir ağ ku­ ruldu. Bununla birlikte bu ağın biri Ame­ rika'nın doğu kıyısında, diğeri batı kıyısın­ da kurulacak "Pave Paws" denilen iki elektronik taramalı radarla değiştirilmesi gerekir. Bu radarların her biri binlerce ki­ lometre uzaktaki nükleer başlıkları algılar ve izler. 240 derecelik bir başucu açısı ve 82 derecelik bir toprak açısı arasında kalan bir alanı tarayabilir; böylece ek ola­ rak yörüngedeki uyduları izleyebilir. B n a i-B rlth ya da B e n e -B e rlt (ittifak üyeleri anlamında ibranice sözcükler), 1843'te, New York'ta insancıl ve eğitsel amaçlarla kurulan yahudi kardeşlik der­ neği. 1847'de, bir kadınlar kolu oluşturul­ du. 1933'te, derneğin ABD’de 403, 26 değişik ülkeye dağılmış olarak da 215 "loca” sı vardı. Üyelerinin dinsel ve siya­ sal eğilimleri çok çeşitliydi. 1913’te, Yahudiler'in statülerini ve haklarını korumak ve mezheplerarası ilişkileri geliştirmek amacıyla "aşağılanmaya karşı birlik" (Antidefamation League ADL) kuruldu; öğ­ renciler, yetişkin gençler ve çocuklar için de ayrı ayrı hareketler oluşturuldu. 1992’de tüm dünyada 1 700 locası (% 25’i ABD'de) ve 500 000 üyesi vardı. B N E İ B A R A K , İsrail’de kent, Tel Aviv



bobin geniş bir bilimsel araştırma deneyimi ile araştırmacı yetiştirmekteki eşsiz yeteneği­ ni bir arada kullanmayı çok iyi bildi. Özel­ likle İngiliz Kolombiyası'nda oturan Kızıl­ derilileri, Chinooklar'ı, Tsimşianlar'ı ve özellikle birçok efsanelerini topladığı Kwakiutlar’ı (The Kvvakiutl of Vancouverisland [Vancouver adası Kvvakiutları], 1909; C ontribution to the Ethnology of Kwakiutl [Kvvakiut etnolojisine katkı], 1925) in­ celedi. A m erican A nthropo lo gical Association’un (Amerikan antropoloji der­ neği) kurucularından biri ve Handbook of Am erican indlan Languages'in (Kuzey Amerika yerli dillerinin el kitabı) [1911] ha­ zırlanmasına ön ayak olan kişidir. Diğer yapıtları: The M ind of Prim itlve M,an (ilkel insanın düşünüşü), 1911 ve 1938; Anthropology and modern Life (Antropo­ loji ve modern hayat), 1928; Race, Language and Culture (Irk, dil ve kültür), 1940 Boas, özellikle, indirgenmez bir bü­ tün olarak gördüğü etnik topluluk kültür­ leri konusundaki anlayışıyla, modern ant­ ropolojinin öncülerinden biridir.



lo. tel, sicim, şerit vb. şeyler sarılabilen ke­ narlı küçük silindir. —Camc. Cam ipliği bobinlenerek elde BO, Sierra Leone’de kent, Güney ilinin edilen sargı merkezi; 26 600 nüf. —Elektroakust. Manyetik bant sarılan bir BO (Carlo), İtalyan yazar (Sestri Levante çekirdekten ve bir ya da iki yanına, sabit 1911), katolik edebiyat eleştirmeni, şiirde ya da devingen biçimde bağlanmış bir ya kapalılığın kuramcısı (Mallarme, 1945; da iki kapaktan oluşan düzenek. (Kapak­ L'ereditâ d i Leopardı, 1964), lar bandı korur ve kullanımı kolaylaştırır.) —Elektrotekn. Seri bağlanmış, genellikle BOA a. (lat. söze.). Tropikal Amerika'da eşeksenli sarımlar bütünü. (Bk. ansikl. yaşayan, zehirsiz, yarı ağaççıl bazı yılan­ böl.) || Bobin açmak, elektrikli bir makine­ ların genel adı. (Su yakınında bulunurlar. nin ya da aygıtın sargılarını sökmek. |j Bo­ Orta boylu [2 m] ve büyük boylu bin başı, döner bir makinede, sargının [boayılanF’nın 4 m, arıakondanın 6 m] tür­ manyetik devre dışında kalan bölümü. || leri vardır. Bedenine sarılıp sıkarak boğ­ Bobin takmak, elektrikli bir aygıtın ya da duğu avlarıyla beslenir. Boaların sindirim makinenin elektrik devresini oluşturan ilet­ gücü büyüktür ■salgıları, yutulan avın is­ kenler kümesini yerleştirmek. || Bobin ya­ keletini kolayca eritir, yalnızca tüyler ya da nı, bir bobinin, makine eksenine göre telekler dışarı atılır.) yönlendirilen ve normalde doğrusal olan BOABDİL, 1482-83 yılları arasında Mu­ iki bölümünden her biri. (Eşanl. sargi y a ­ ham m et XI adıyla Granada kralı olan n i .) || Akış bobini, statik yüklerin akışını Ebu A bdu lla h’ ın batı dillerindeki bozul­ sağlamak için bir şebekenin iletkenleriy­ muş biçimi. Yiğit Muhammet Xll'nin ayrı­ le toprak arasına yerleştirilen indüktans. lışından sonra, 1486'dan 1492’ye kadar ||Demir çekirdekli bobin, sargı gövdesinin yeniden tahtta kaldı, katolik krallarca ye­ içinde, yumuşak demirden bir çekirdek BO A V İS T A , Brezilya’da kent, Rorainilgiye uğratıldıktan sonra ülkesinden ay­ bulunan bobin. ||indüklem e ya da Ruhmma bölgesinin merkezi, Rio Branco ırma­ rılıp Fas'a gitti. korff bobini, birincil sargı akımı dönem­ ğı kıyısında; 66 357 nüf. (1990). sel olarak kesilen açık manyetik devreli BOAC, BRİTİSH * OVERSEAS AİRWAYS BOA VİSTA, Cabo Verde adalarının en transformatör, [[indüktans bobini, ayırteCORPORATİON’ın kısaltması. doğuda olanı. Turizm. dici özelliği özindüktans olan düzenek.j| BOACO, Nikaragua’nın orta kesiminde Ölçme bobini, indükleme olaylarından ya­ BOAYILANI a. Arjantin ile Meksika ara­ kent. Managua’nın K.-D.'sunda; 21 000 rarlanarak, manyetik akıyı ölçen bobin.|| sında yayılan, büyük yılan. (Kışı, yayılma nüf. — Boaca yönetim bölgesi, 5 400 Petersen koruma bobini, bir şebeke akı­ alanındaki ılıman bölgelerde geçirir. Bil. km? ve 97 432 nüf. (1985). mıyla hızla doyma noktasına gelen bir a. C onstrictor constrictor; boagiller [Boi­ manyetik devrenin çevresine sarılmış ve BOADİCEA - BOUDİCCA. dae] familyası.) hat tellerinin toplam sığası ölçüsünde şe­ BOAGİLLER a. ilkel (kalça kemeri ka­ BOAZ, Kutsal Kitap’ta (Rut) adı geçen beke frekansıyla rezonansa,girecek şekil­ lıntıları), oluksuz dişli, tehlikesiz yılanlar fa­ kişi. Rut ile evlendi; Mesih'in ataşıydı. de hesaplanmış bobin. (Bir fazın toprak­ milyası. (Boagiller familyası, Eski dünya’ la kısa devre yapması halinde, nötr telde BOBADİLLA (Francisco DE) [öl. 1502], nın sıcak bölgelerine yayılan Pythoninae, gerilimin önemli ölçüde yükselmesini ön­ Kolomb’dan sonra Antil adaları valisi Amerika ve Madagaskar'ın sıcak bölge­ ler; ayrıca kıvılcım sönümleme görevini (1500): Kolomb’u zincire vurdurup geri lerinde yaşayan Boinae, Mascaraigne de üstlenir. ||Şofc bobini, aşırıgerilime kar­ gönderdi; büyük kâşif’e sert davrandığı adacıklarında bulunan Bolyerglnae, ku­ şı, bir şebekeyi koruyan indüktans. ||7eiçin azledildi; dönüş yolculuğunda deniz­ zeydeki ılıman kuşaklarda rastlanan Erym el bobin, bir makine sargısında, seri de kayboldu cinae öbeklerine ayrılır. Bil. a. Boidae.) bağlanmış ve genellikle, ortak bir yalıtkan­ BOBBİO, İtalya’da kent, Emilia’da (PiBO AL (Augusto Pinto), brezilyalı oyun la çevrelenmiş bitişik sarımlar grubu. (Bü­ acenza ili), Monferrato’da, Trebbia ırma­ yazarı (Rio de Janeiro 1931). Bir "siyaset tün temel bobinler özdeş olduğunda, ğı kıyısında; 3 000 nüf. Aziz Colomba-terapi" tiyatrosu olma savı taşıyan bunların her birine bölüm adı verilir.) ||Üf­ nus’un 614’e doğru kurduğu manastır­ ('Theâtre de 1'opprimĞ [fr. çev.], 1977) ya­ leme bobini, bir manyetik üfleme düzene­ da, bugün XV. ve XVII. yy.'lardan kalma pıtları, burjuva komedilerinden (M ari ğinde, manyetik alanı oluşturmaya yara­ yapılar yer alır. maigre, femme ennuyeuse [fr. çev.]. yan bobin. 1957) daha bireysel siyasal oyunlara (fleBOBBİO (Norberto), İtalyan filozof (To—Kâğ. san. Mihver borusu üzerine sarılı volution en Am erique du Sud [fr. çev ], rino 1909). Siena ve Padova'da ders ver­ olan ve genellikle çok sayıda'sarım içe­ 1960) doğru gelişti. Kimi oyunlarını G. di. Felsefe anlayışı, liberal akımla marxren kesintisiz kâğıt ya da karton yaprağı Guarnieri ile birlikte yazdı. çılığı uzlaştırma çabasını güder. Yapıtla­ \\Bobin çözücü, bobin kesme makinesin­ rı: L ‘analogia nella logica del diritto (Hu­ de bobinin açılmasını ya da çözülmesini BO ALİ, Orta Afrika Cumhuriyeti’nde kuk mantığında benzeşim), 1938; Studı sağlayan organ. \\Bobin kesme, geniş bir kent, Bangı'nın K.-B.'sında, il merkezi, sulla teoria generale del diritto (Genel hu­ bobinden, daha dar ve farklı çapta bobin­ çavlanlarıyia ünlü M’Baii ırmağı kıyısında. kuk kuramı üzerine inceleme), 1955; Poler elde etmeye yarayan işlem. (Bu işlem Hidroelektrik santralı. Dokuma sanayisi. litica e cultura (Siyaset ve kültür), 1955; ı için bobin kesme makinesi kullanılır.) ||BoBoard o f Trade, İngiltere'de ticaret ba­ Una filosofia m ilitante (Militan bir felsefe), bin kesme makinesi, geniş bir ana bobin­ kanlığı; ABD’de bu terim ticaret odası ile 1971; Ouale socialism o? (Hangi sosya­ den, daha küçük çaplı bobinler, rulolar, eşanlamlıdır. lizm?), 1977, küçük bobinler ve kâğıt makaralar üreten makine. BOARIK, türk Sabir devletinin kadın BOBEK (Hans üeorg), avusturyalı coğ­ —Kaynakç. Elektrot teli sarılan silindirsel başbuğu (VI. yy.'ın ilk yarısı). Balak’ıneşi. rafyacı (Klagenfurt 1903). innsbruck ve bir gövde ve iki yanal destek kapağından Balak’ın ölümünden sonra ülke yönetimi­ Berlin'de eğitim gördü; önce Friburg-am oluşan düzenek. (Çıplak ya daözlü elek­ ni üstlendi. Sasaniler’e karşı Bizans impa­ -Brısgau’da, sonra Viyana’da öğretmen­ trotla ark kaynağında kullanılır.) ratoru iustinianos ile antlaşma imzaladı lik yaptı. Alp'ler, Avusturya (özellikle Vi­ (527). yana) ve Ortadoğu (İran) üzerinde çalış­ I —Oto. Akümülatörlü ateşleme sisteminin yüksek elektrik gerilimi sağlayan öğesi. tı W. Chrıstaller ile birlikte, merkezi böl­ BOARMİA ROBORARİA a Avrupa (Bk. ansikl. böl.) geler kuramını ortaya atan (1928) Bobek, da yaşayan, güzel, büyük pervane. (Ka­ çağdaş toplumsal coğrafyanın kurucula­ —Tekst. Silindirsel ya da bir bölümü ko­ natları diş diş ya da fistolu gibidir. Tırtılı nik diğer bölümü silindir biçiminde sarılı rından biridir. meşelerde yaşar. Boarmia cinsi, lifli bitki­ iplik birimi, jj Bobin işçisi, bobinlere iplik lerde yaşayan birçok tür içerir. Pulkanat- | BOBET (Louis, Louison —denir), tran­ sarmak amacıyla bobin makinesini kulla­ lılar takımının mühendispervanegiller fa­ sız bisiklet yarışçısı (Saint-Meen-le-Grand, nan, bobinleme yapan işçi. ||Bobin m aki­ milyası.) 1925 - Biarritz 1983). Arka arkaya üç kez nesi, ipliği bobin haline getirmekte kulla­ Fransa turu birincisi (1953, 1954, 1955), BOART a. Kuyumc. BORT’un eşanlam­ nılan makine. (Bk. ansikl. böl. Tekst.) jjBoFransa (1950 ve 1951) ve dünya şampi­ lısı. bin patronu, üstüne iplik sarılan ve bir ma­ yonu oldu (1954); ayrıca birçok uluslara­ kineye (dokuma ve örme tezgâhları, di­ rası klasik yarışmaları da kazandı (Paris BOAS. Tar. coğ. D. Anadolu’daki Çoruh kiş ve teyel makineleri vb.) takılan konik, -Roubaix, Milano-San Remo, Lombardia ırmağının Eskiçağ’daki ve Bizans döne­ silindirsel ya da bir bölümü konik diğer mindeki adı. turu ve Flandres turu, Bordeaux-Paris, bölümü silindir biçiminde taşıyıcı. \\Bobin vb). BOAS (Franz), alman kökenli amerikalı şasisi, çözgü tezgâhı cağlığı üstündeki BOBİERİT a. (fr. bobıerrıte). Miner. Hid­ antropolog (Mınden, VVestfalen, 1858 bobin taşıyıcı çubuklara desteklik yapan ratlı doğal magnezyum fosfat - New York 1942). Almanya’da fizik ve hareketli ağaç parça. || Bobin yapmak, bir BO BİGNY, Fransa’da departem ent coğrafya öğrenimi gördükten sonra, Bafiplik makinesince üretilen ipliği bobinler (Seine-Saint-Denis) merkezi, Paris'in 4 km fin ülkesine yapılan bir sefere katıldı üstüne sarmak, —ipek ipliğini elemge üs­ K.-D.'sunda, Ourca kanalı kıyısında; (1883-84) ve 1887’de Amerika Birleşik tüne çile halinde sarmak. || İpek bobini, 44 881 nüf. (1992). Fransız müslüman Devletleri'ne yerleşti. Columbıa üniversiüstüne ipek ipliğinin sarıldığı, alışılmış bo­ hastanesi. Sanayi merkezi. sitesi’nde öğretim üyeliği yaptığı süre için­ binlerden daha kısa ve daha kalın bobin. de (buradaki görevine 1899’da başladı) ı BOBİN a. (fr. bobine'deri). Üzerine kab­ —Telekom. A yar bobini, manyetik çekir-Yafa yerleşme merkezinin kuzey-doğu kesiminde, 116 7000 nüf. (1990).



1741



Franz Boas (1930’a doğr.)



bo a y ıla n ı



Louison B o b et Fransa turu’nun bir dağ etabında



ateşleyiciye giden yüksek gerilim



çıkış fişi (yüksek gerilim)



eksi uç birincil akım bağlama



— sargıların o. tak bağlantısı



saçtan manyetik • devre



ikincil sargı soğutma kanatçıkları birincil sargı



soğutm r yağı kutusu



— bağlama ayağı(şase)



tek parça koruyucu (yalıtkan)



yumuşak demirden yaprak çekirdek



ateşleme bobinleri 1. Yağ banyosuyla soğutmalı klasik bobin 2. Havayla soğutmalı bobin



D 3 CT



E G



£



bir termik santral türboalternatörünün stator bobinajı



bobin k e sm e m akinesinin çalışma şeması



deği olan ya da olmayan sabit ya da de­ ğişken indüktanslı bobin. (Sabit ya da de­ ğişken bir kondansatörle birlikte, belli bir frekansa göre ayar yapan bir rezonans devresi oluşturmak için kullanılır.) ^Durdur­ ma ya da şok bobini, almaşık akımların geçişini engellemeye yarayan indüktans bobini. ^Saptırma bobini, bir katot tribün­ de ya da b'r görüntüleme tübünde, elek­ tron demetlerini saptırmak için bir man­ yetik alan oluşturan indüktans bobini. ||7oroidal bobin, manyetik kaçaklan azalta­ cak biçimde, manyetik malzemeden bir simit çevresine sarılmış bobin. (Bir ototransformatör ya da bir transformatör öğesi oluşturabilir.) \\Yük bobini ya da Pupın bobin, bir hattın ya da eşeksenli bir kablonun iletkenlerine, eşit aralıklarla, seri olarak bağlanan manyetik çekirdekli in­ düktans bobini. (Hattın ya da kablonun, bir frekans bandındaki iletim niteliklerini iyileştirmeye yarar.) —ANSİKL Elektrotekn. Bobinler, boyutla­ rına göre ikiye ayrılır: yassı bobinler ve uzun bobinler ya da solenoitler; yassı bo­ binlerin eksen boyunca ölçülen yüksekli­ ği çapına oranla küçüktür; uzun bobinle­ rin ise yüksekliği çapından daha büyük­ tür; öte yandan biçimleri bu iki tür arasın­ da yer alan bobinlerden de yararlanılır. Bu sargılar, elektrik makinelerinin bir­ çoğunda (elektromıknatıslar, transforma­ törler, üreteçler, motorlar) yaygın olarak kullanılır. Bir bobin, bir manyetik indük­ leme akışı oluşturuyorsa "mıknatıslayıcı" ya da "indükleyici"dir, indükleme akışı değiştirilerek uçlarında bir gerilim oluşturuluyorsa "indüklenmiş bobin" adını alır. • indüklem e bobini Ruhmkorff un tasar­ ladığı bu aygıt, günümüzde yalnızca ben­ zin motorlarını ateşleme düzeneğinde kul­



baskı merdanesi motoru baskı merdanesinin karşı ağırlığı



baskı merdanesi



baskı merdanesinin pnömatik denetim i alıcı bobin



lanılmaktadır. (Bk. aşağıda Oto. böl.) • Dem ir çekirdekli bobin. Bobinin içine yerleştirilen ferromanyetık bir çekirdek, manyetik indüklemeyi önemli ölçüde ar­ tırır. Böylece çekirdeğin yakınında, yoğun manyetik etkiler oluşturulabilir (elektromık­ natısın ilkesi). —Oto. Akümülatörlü ateşleme sistemin­ de, indükleme bobini'nin yumuşak demir­ den bir çekirdek çevresinde birbirinden yalıtılmış iki sargısı vardır. Akümülatörden gelen akım kalın telli birincil sargıdan ge­ çer ve demir çekirdeği mıknatıslar Mo­ torun dönüşüyle kumanda edilen kamlı basit bir sistemden oluşan devre kesici bi­ rincil akımı kestiğinde ikincil sargı içinde­ ki indüklenmiş çekirdek ansızın mıknatıs­ lığını yitirir. Dolayısıyla İnce telden yakla­ şık 20 000 sarım taşıyan ikincil sargıda yüksek gerilimli bir alternatif akım doğar. Bobinin üç ucu vardır. Bu uçlardan ikisi birincil akımın giriş (bataryaya bağlı) ve çıkış (kesiciye bağlı) uçlarıdır, üçüncü uç ise, ikincil akıma ayrılmıştır ve ateşleme distribütörüne bağlanır. Aygıtın tümü si­ lindir biçiminde bir kutuya yerleştirilmiş­ tir. —Tekst. Bobin makinesi, iplikçilikte bük­ me işleminde, mekanik dokuma hazırlı­ ğında ve örme sanayisinde kullanılır. Çok miktarda iplik alan uygun büyüklükte bo­ binler oluşturur Ayrıca makine ipliği sa­ rarken, bir yandan da tüm hatalı ve özel­ likle zayıf bölümlerini eleyerek iplikte ger­ çek bir temizleme yapar; bu işlem bobin kullanan makinelerin durma nedenlerini önemli ölçüde azaltır. Düşey iğli ve özel­ likle yatay iğli birçok bobin makinesi var­ dır. Bu makineler arasındaki fark, bobin oluşumu sırasında ipliği yönlendirme bi­ çiminde görülür En yeni modeller otoma­ tik çalışmalı makinelerdir



ayarlanabilir kılavuz merdane



BOBOVDOL, Bulgaristan'da kent, Sof­ ya’nın G.-B.'sında; 7 000 nüf. Stanke Dimitrov fabrikalarının gereksinimini karşı­ layan linyit yatağı. BÖBR, Polonya'nın batı kesiminde ır­ mak, Südetler'den (Karkonosze) iner, sol kıyısından Odra ırmağına (biraz ötede Polonya-Almanya sınırını çizer) kavuşur; 272 km. BO BRİKO V (Nikolay ivanoviç), rus general (1839-Helsinki 1904) SenPetersburg bölgesi kurmay başkanı (1885). Çar'ın yaveri ve Finlandiya valisi (1898). Ruslaştırma politikasına karşı çı­ kan bir FinlandiyalI tarafından öldürüldü. BOBROVVSKİ (Johannes), alman ya­ zar. (Tilsit 1917-Berlin 1965). Şiirlerinde (Sarmatische Zeit, 1961) ve romanların­ da (Levins Mühle, 1964) Baltık ve Vistül manzaralarını ve çocukluğunun masalla­ rını konu aldı. BOBRUYSK, Beyaz Rusya'da kent, Berezina kıyısında; 223 000 nüf. (1989). Kırtasiye. Taşıt lastiği. BOBRZYNSKİ (Michat), polonyalı ta­ rihçi ve hukukçu (Kraköw 1849-Poznari 1935). Hukuk doktoruydu. Kraköw üniversitesi'nde profesör (1878), sonra 1908’den 1913 ’e kadar Galiçya’da impa­ ratorluk temsilcisi, 1916’da da Viyana hü­ kümetinde Galiçya sorumlu bakanı oldu. Avusturya yanlısı ve tutucu bir siyaset iz­ ledi. 1879'da Dzieje Polski adlı bir kitabı yayımlandı.



B o b rz y n s k i b a k ra c ı, Sen-Petersburg Ermitage müzesi'nde sergilenen Iran Selçukluları'na ait tunç bakraç. Yarı­ sı arapça, yarısı farsça yazıtında 1163'te Herat'ta yapıldığı belirtilmektedir. Tüm yüzeyi gümüş ve bakır kakmalı yapıtın gövdesi, İslam sanatında ilk kez görülen figürlü yazılarla bezelidir. BOBSUEİGH a. (bob, paten; sleigh, kızak'tan amerikanca söze ). Doğal ya da yapay biçimde buzlanmış pistler üzerin­ de kaymak için, birkaç kişinin binebilece­ ği bir tür kızak. (Alışılmış kısaltması BOB.) —A n s İk l. Bobsleigh, bir çatı ve iki çift çe­ lik patenden oluşur; ön paten, direksiyon aracılığıyla yönlendiricidir. Frenleme, ara­ cın arkasına yerleştirilmiş iki sağlam çe­ lik kancayla gerçekleştirilir; bu aygıtı, eki­ bin en arkadaki elemanı kullanır. Yarışma­ lar, iki ya da dört kişilik bobsleigh' lar arasında yapılır. Bobsleigh, 1924'ten bu yana olimpiyat kapsamına alınmıştır.



—Tekst, ipliği, temizleme ve gerektiğin­ de paraflnleme işleminden geçirerek pat­ ron adı verilen taşıyıcılar üstüne sarma.



ban köpeği.Kurşuni ya da mavi renkli be­ yaz lekeli ya da lekesiz, bol, uzun, sert ve katı tüylüdür.



BOBİNCİ a. Elektrotekn Bobin sarma



BOBY, Madagaskar'da doruk, Fianarantsoa'nın G.'inde; Andringitra kütlesin­ de; 2 666 m.



BOBİNÖZ a. (fr. bobineuse). Elektro­ tekn. Yalıtılmış iletken bir teli sararak bo­ bin üreten aygıt. (Eşanl. SARICI) bobin çıkarma motoru



BO B O R İKİN (Pyotr Dimitriyeviç), rus yazar (Nijni-Novgorod 1836-Lugano 1921). Fransız natüralizminin etkisini taşı­ yan romanları, XIX. yüzyıl sonu rus toplumunun günlük yaşamını anlatır ( Vasiliy Terkin, 1892).



BO BİNAJ a (fr bobinage'dan). Tel. ip, şerit, film, kâğıt vb. gibi şeyleri bir bobin üzerine sarmak eylemi. —Camc. Milin üzerine takılmış bir deste­ ğe bir ya da birçok cam ipliğini sarma —Elektrotekn. Bir elektrik makinesi ya da aygıtında, aynı elektrik devresini oluştu­ ran iletkenler kümesi. (Eşanl. SARGI.) — Bir sargı elde etmek için yapılan işlemle­ rin tümü. ||Bobinaj çarpanı, bir makine sar­ gısında manyetomotor ve elektromotor kuvvetlerin hesaplanmasında kullanılan ve bir sargıda iletken dağılımının çekirdek aralığı boyunca etkisini belirten çar­ pan.



konusunda uzmanlaşmış elektrik işçisi.



taşıyıcı merdaneler



S (1990). Kentin Ortaçağ'daki adı Şia'ydı. §> 1897’de Fransızlar'ın işgal ettiği kent, I Bobo-Dıulaso (kentteki ıkı etnik grubun | adı) adıyla Yukarı Volta sömürgesinin » başkenti oldu. Hauts-Bassins yönetim ^ bölgesinin merkezi olan kent, bugün Bur0 kina Faso adını alan ülkenin ikinci büyük kentidir. Aynı zamanda bir ticaret ve sa1 nayi merkezi olan Bobo-Diulaso bölgenin w tarımsal hammaddelerini (pamuk, yerfısS tığı, vb.) pazarlar ve değerlendirir; ama -g başka sanayiler (bira fabrikası, küçük meS talürji, hafif kimya, sigara fabrikası vb.) de vardır.



BO BO -DİULASO , Burkina Faso’nun güney-batı’sında kent;



300 000 nüf.



BO BTAİL a. (ıng. söze ). Orta boylu ço>



BOCA a. (ital. pöggia). Denize. Rüzgârı ya da denizleri kıçtan alarak rüzgâraltına doğru yapılan seyir. ||Boca alabanda ti­ ramola, yelkenli bir teknenin rüzgârı pu­ pasından kavança ederek rota değiştir-



mesi, rüzgâraltından dönmesi. ||Boca et­ mek, yelken, seren, fıçı gibi cisimleri alt­ üst etmek. ||B ir şeyi (b ir şeye) boca etmek, bir kabı birdenbire devirerek içindekini (bir başka yere) boşaltmak. di Chellino'nun evlilik dışı oğluydu. 1328’e doğru, bu şirket hesabına ticareti öğren­ mek üzere Napoli'ye gönderildi. Robert d'Anjou’nun sarayına girerek, kentin aris­



s B O C C A T İ (Giovanni Di PİERMATTEO, il — denir), İtalyan ressam; Camerino’da doğdu, 1444-1480 yılları arasında Umbria’aa yaşadı. Urbino sarayı için freskler yaptı. Perugia’da, Domenico Veneziano’ nun yanında, gotik sanatın inceliği ve pi­ toresk anlayışla bütünleşen yalın konstrüksiyon ve kristalleşmiş ışığı öğrendi



(Vergine alla Pergola, 1447, Perugia mü­ zesi; Vergine A g li A ngeli Musicisti, Ajaccio).



dörtlü bobsleigh yarışı



B O C C H E R İN İ (Luigi), İtalyan çellocu ve besteci (Lucca 1743 - Madrid 1805). Doğduğu kentte papaz Vennucci'nin ya­ nında ve Roma'da eğitim gördükten son­ ra, 1757’den başlayarak, babasıyla bir­ likte birçok kez Viyana’ya gitti. Opus 1 (6 yaylı çalgılar üçlüsü) ve opus 2 (6 yay­ lı çalgılar dörtlüsü) no’lu yapıtlarını bu kentte besteledi (1760, 1761). Oda mü­ ziği yapıtlarının birçoğunuysa Paris’te yazdı (1767). 1769’da Madrid'e yerleşti ve ispanya kralının oğlu Don Luis’in (öl. 1785) “ compositore e virtuoso di camera” sı (oda bestecisi ve virtüozu)oldu. Bü­ yük olasılıkla, 1787Ld.e Prusya kralı Fried­ rich VVİlhelm II tarafından "oda besteciliğ i” ne atandı (Prusya'ya gitmesi şart koşulmamıştı) ve kendisine bağlanan maa­ şı kralın ölümüne (1797) dek aldı. Bk. resim sayfa 1744



1799'da piyanolu 6 beşlisini “ Fransa cumhuriyeti’ne” adadı. 1800-1802 ara­ sında Fransa’nın ispanya'daki büyükelçi­ si Lucien Bonaparte tarafından korundu. Sefalet içinde ve unutulmuş olarak öldü. Boccherini bir opera ve iki ayrı versiyo­ nu olan (1801 ve 1804) Stebat M ater gi­ bi dinsel yapıtlar da bestelediyse de, en çok çalgı müziği bıraktı. İtalya’da kendi çağının en büyük oda müziği bestecisi­ dir Çağdaşları Hâydn ve Mozart ile kar­ şılaştırılabilecek tek besteci de Boccherini’dir (yaylı çalgıl'sr için 137.beşli, bunla­ rın 113'ü 2 çellolu, 24’ü de viyolalıdır; yaylı çalgılar için 97 dörtlü; 12 altılı; yaylı çalgılar için 42 üçlü; sonatlar, gitarlı ya da üflemeli çalgılı oda müziği yapıtları, 11 çello konçertosu, 33 senfoni). B O C C H U S , güçlü Moritanya kralı (İ.Ö.



Boccaccio Andrea del Castagno'nun (1450 ye dotjr.) Floransa’daki eski Sant’Apollonia manastırı'nın yemekhanesini süsleyen bir freskinden ayrıntı Giovanni Boccaii Azizler arasındaki çocuklu Meryem (t W ) Vergine alla Pergoldia denir Galleria nazionale, Perugia



-§ den göreve çağrıldı, Hitler’i, Stalingrad fe§ laketiyle sonuçlanacak olan stratejisinden vazgeçmesi için boş yere razı etmeğe ça­ lıştı. Kasım 1942’de ordudan kesin ola­ rak uzaklaştırıldı, Holstein’a çekildi ve bir hava bombardımanı sırasında öldü.



1744



curgatlar gezinti yeklenlilerinde yelkenleri germeye ya da çekmeye yarar. Bocurgatlar genellikle elektrik motoruy­ la çalışır ve aynı zamanda garlarda, li­ manlarda, eklüzlerde vagonları, gemileri ve mavnaları kısa mesafeli çekmede kul­ lanılır.



BOCSKAİ (istvân), Transilvanya (Erdel) beyi (Cluj 1557 - Kassa 1606). Avustur­ ■ BOCURUM a. Denize. Bocurum çubu­ yalIlarda karşı Osmanlılar’ın desteğiyle ğu, kimi yelkenli teknelerde özellikle ke".h ayaklandı (1604). Diyet tarafından prens ve yawr da kıçta La Onan son direk. |j Bo­ curum yelkeni, bocurum çubuğuna açı­ seçildi (nisan 1605). Avusturyalılar’ı yen­ lan üçgen ya da yamuk biçiminde küçük dikten sonra sadrazam Lala Mehmet Pa­ şa tarafından taç giydirilerek Macaristan yelken. kralı ilan edildi (kasım 1605). Avusturya imparatoru Viyana antlaşması (haziran bocurum çubuğu ve yelkeni 1606) ile bu durumu kabufetmek zorun­ da kaldı. B o cska l ta c ı, sadrazam Lala Mehmet



Umberto Boccioni ElsstlcIlH 1911) Juckerkol., Milano



118-İ.Ö 80’e doğr.). Jugurtha’yı Marius’ un temsilcisi Sulla’ya teslim etti (İ.Ö. 105). — Oğlu Bocchus II (öl. İ.Ö. 33), Moritan­ ya’nın doğu bölümünü miras yoluyla ele geçirdi, iç savaşta Octavius’u destekledi, 38 yılında da krallığın tümüne hâkim ol­ du



BOCCİONİ (Umberto). İtalyan ressam



Paşa’nın kuzey Macaristan kralı ilan etti­ ği Erdel beyi Bocskai’ye giydirdiği taç Lala Mehmet Paşa, Avusturyalılar’a kar­ şı Osmanlılar’dan yardım isteyen Bocskai'ye veraset yoluyla kendisine Erdel bey­ liği ile Macaristan krallığı ,nı veren ferman’ı göndererek taç giyme törenine davet et­ ti. Lala Mehmet Paşa’nın Rakos sahrasın­ daki ordugâhında kabul ettiği Bocskai’ ye 20 kasım 1605’te giydirdiği altın ve mücevherle süslü taç, İstanbul’da yapıl­ mıştı ve üç bin duka altını değerindeydi. Olay Nazmi Ziya'nın bir tablosuna konu oldu.



heykelci ve kuramcı (Reggio di Calabria BOCUK a. (sİ. bojuku). 1. Domuz —2. İsa’nın ortodokslarca kutlanan doğum 1882 - Verona 1916). Baha'nın etkısiyıe ilkin bölmeci resimler yaptı. Bu resimler­ yortusu. —3. Bocuk domuzuna dönmek, de “ ruh halleri” nin aktarılması kadar top­ şişmanlamak, semirmek. lumsal temalar da önem taşıyordu. Ama ■ BOCURGAT a. Yedekleme ya da çek­ resimlerindeki hareket kısa sürede fütüme halatını sürtünmeyle saran düşey tarn^ rizmin habercisi oldu. 1909’da doğan füburlu vinç. (Bk. ansikl. böl.) j| B ir halatı, b ir ^ türizmin 1910-1914 arasındaki başlıca bilzinciri bocurgata vurmak, demir zincirini g dirge ve kuramsal yazılarını yazdı. kaveletaya oturtmak ya da halatı bocur­ 1911 'de etkilendiği kübizmin yanı sıra gat fenerinin üstüne sarmak. "eşzamanlılık" ve "kuvvet çizgisi” kav—Arabac. Yük arabasının arkasına yer­ • ramlarına dayanan plastik dinamizme yö­ leştirilen ve yük bağlarına ipini sarmaya neldi. Heykellerini ve çeşitli malzemeden yarayan, küçük yatay kol. oluşturulan ve ancak birkaç örneği kalan —Petr. san. Otomatik bocurgat, bir kuyu asamblajlarını belirleyen hareketli hacim­ açma kulesinin vincine yerleştirilen ve çu­ ler anlayışında, biçimle mekânı bütünleş­ bukların bağlanmasını sağlayan özel bo­ tirmeye çalıştı. Pittura, scultura futuriste curgat. (1914), yayımladığı en önemli yapıtların­ —Tarım mak. Tarım aletlerinin çekilmesin­ dan biridir. de kullanılan sistem; tarlanın iki ucuna BOCHER (Maxime), amerikalı matema­ bağlı bir zincir ya da kablo üzerinde ha­ tikçi (Boston 1867 - Cambridge 1918). Or­ reket eden çekme aygıtı. ganizatörlüğe büyük yeteneği vardı, bu­ —ANSİKL. Özellikle büyük yelkenlilerde nu uluslararası matematik birliği hizmetin­ demir almada ve çok yük binen halatları de kullandı. Ayrıca birçok dergide yazdı sarmada kullanılır. Bocurgat, ekseni çev­ Yazıları diferansiyel denklemler kuramı resinde dönen bir gövdeden oluşur; vol­ Luigi Boccherini üzeonedir. ta edilecek halat sarılan bir fenerle son bir XVIII. yy. gravüründen bulur. Demir halatının yerine zincir kulla­ BOCHİCA, latin amerikalı Çibça yer­ Barsocchini'nin nıldığında bocurgat fenerinin altına bir kalilerinde uygarlık ve sanat tanrısı. Hakkınyaptığı tablo (ayrıntı) veleta eklenir. Modern gemilerde bocur­ daki efsane, yarı-tanrı Atlas mitini ve bir Lucca konservatuvarı gatın yerini çoğunlukla yatay eksenli bir tufan masalını anımsatır vinç ya da demir ırgatı almıştır. Küçük boBOCHOLT, Almanya'da (Kuzey Vestfalya Renanyası) kent, Aa ırmağı kıyısın­ da; 65 400 nüf. Eski anıtlar. Dokuma sa­ açık denizde avlanan bir trol teknesinde nayisi. Makine yapımı. ağları çekmek için kullanılan bocurgat «1 | BOCHUM, Almanya'da (Kuzey Vestg falya Renanyası) kent, Ruhr’da; 390 000 g nüf. (1989). Eski bir maden kömürü çıc karma merkezi (madencilik müzesi) olan g Bochum'da bugün temel etkinlik dönüş3 türme metalürjisidir (özellikle otomobil yapımı). Önemli üniversite. BOCİ a. (ing. bogie). Denize. Gemilerde ağır yükleri taşımakta kullanılan ve kalın, küçük iki tekerleği olan el arabası. B O C İÜ K a. Dalyanın denizden ayrılmış geniş iç bölümüne verilen ad. mareşal Fedor von Bock (1938’de)



BO CK (Fedor VON), alman mareşal (Küstrin 1880 - Lehnsahn, 1945). Falkenhayn'ın yeğeni, inanmış bir monarşi yan­ lısı ve Kronprinz’in dostuydu; tipik bir prusya kurmay subayıydı. Avusturya'nın istilasını yönetti (1938). Polonya’da (1939), batıda (1940) ve Rusya’da ordu­ lar grup komutanlığı yaptı; Moskova önündeki başarısızlığından sonra göre­ vinden alındı (1941). Kafkasya’ya yapıla­ cak yaz saldırısını yönetmek üzere yeni-



BOCUT -> BODUÇ BO C Ü Y İ ya da BO JU Y İ, çinli şair (Şinciııg 772 - Luoyang 846). Şin yüefu (810) adlı şiirleriyle Tang hanedanı döne­ mi gerçekçi ve toplumsal şiir akımını tem­ sil eder. Bilgince şiir anlayışına karşı çı­ karak, şiirlerinin yalnızca okunarak değil, dinlenerek de anlaşılabilmesini istedi. En ünlü yapıtı Ebedi aşkın şarkısı adlı aşk şii­ ridir. BODAYBO, Yakutistan Özerk Cumhuriyeti'nde madencilik (altın ve mika) mer­ kezi, Vitim kıyısında. BODE (Wılhelm VON), alman sanat ya­ zarı ve müzeci (Calvörde, Magdeburg ya­ kınında, 1845 - Berlin 1929). 1872’den başlayarak Berlin müzelerinde görev yap­ tı (daha sonra genel müdür oldu). Bilgisi ve örgütçülüğüyle XIX. yy. müze dünya­ sının en önemli kişisi haline geldi. 1914'te, hoi'anda resmi ve İtalyan heykel sanatı üzerine çeşitli incelemeleri içeren Frans Hals ve okulu adlı yapıtını yayımladı. Rem brandt üzerine incelemesi (1897 -1905) başyapıtı sayılır. Bode diya g ra m ı, bir elektronik devre­ nin desibel cinsinden belirtilmiş özeği İsi­ nin (yükseltme, kazanç, zayıflama), logaritmik ölçek biçimindeki frekansa göre gösterimi.



Soda diyagramı



Bode ya sa sı —TİTİUS-BODE yasası BODEL (Jean) - JEAN BODEL. BODELSEN (Anders), danimarkalı ya­ zar (Kopenhag 1937). Normallikle delilik arasındaki belirsiz ayrımı konu alan ger­ çekçi hikâyeler (Rama Sama, 1967), po­ lis romanları (Pense a un chiftre, [fr. çev.]. 1968) ve bilim-kurgu türünde,-öyküler (Degre zero [fr. çev.] 1969) yazdı.



Bod0 g



S Ş | ^



Bodh-Gaya Mahabodhi tapınağı'nın piramit biçim indeki kulesi



BODEN, İsveç'te (Norrbotten) kent, Luleâ’nın K.-K.-B.'sında. Garnizon ken­ ti ve demiryolu kavşağı. Ticaret merkezi.



BODENSEE, Konstanz gölünün alman­ ca adı.



BODENSTEDT (Friedrich v o n ) , alman yazar (Peine 1819 - VViesbaden 1892). Meiningen'de saray tiyatrosu'nun yöneti­ ciliğini yaptı (1867-1873). iranlı bir şaire ait orduğu sanılan ve büyük başarı kaza­ nan doğu tarzında şiirler yayımladı: Les Chants de Mirza Schaffy (fr. çev.), 1851. BODENSTEİN (Max Ernst August), al­ man kimyacı (Magdeburg 1871 - Berlin 1942). Leipzig, Flannover ve Berlin üni­ versitelerinde fiziksel kimya profesörlüğü yaptı. Termodinamik ve kimyasal kinetik uzmanı olarak, dengeler, tepkime hızla­ rı, ışılkimya, kataliz, vb. üzerine araştırma­ ları vardır.



(sanskritçe söze.), D A R U M A Û A İŞ İ (japonca) D A M O (çince), çan (zen) buddhacılığının kurucusu (470’e doğr. - 543’e doğr ). 520'ye doğru Çin'e gitti ve burada çok büyük bir başarıyla havarilik yaptı. B O O H İD H A R M A



B O D M İS A TY Y A a. (sanskritçe söze.). Buddhacılara göre, dini vecibeleri yerine getirerek, çeşitli bilinçlenme aşamaların­ dan geçerek bodhi'ye ya da tanrısal ay­ dınlığa erişmeyi amaçlayan kimse. (Pali dilinde bodhisatta; japonca bosatsu). —ANSİKL. Anguttara N ikaya'da (IV, 127; VIII, 70), "bodhisattva" sözcüğü, en baş­ ta, tanrısal aydınlığa erişmeden önce çi­ lelerden geçen Şakyamuni için kullanılır ve onun daha önceki cisimleşmelerini anımsatır. Mahayana buddhacılığında ise, kendisini bütün canlıların kurtarılma­ sına adayan ve hemen buddha katına eri­ şecek yerde, acı çekenlere duyduğu acı­ mayla hayır işleri yapan kimse anlamına gelir. Söylentiye göre, bodhisattva'lar gö­ ğün Tusita katında yaşarlar. Avalokiteşvara, Mancuşri, Tara gibi kutsal kişiler, Nagarcuna, Asanga gibi büyük adamlar ve bazı krallar birer bodhisattva'dır. B a d is m ş a to s u . Büyük Britanya'da VVeald’de (East Sussex) şato. XIV. yy.’dan kalma görkemli yapı, XVII. yy.’daki iç sa­ vaş sırasında kısmen yıkılmıştır. B O D İA N S K İY (Vladimir), rus mühen­ dis, mimar ve şehirci; fransız vatandaşlı­ ğına geçti (Harkov 1894 - Paris 1966). Eğitimini Moskova'da tamamladı; Buhara’da ve Kongo’da demiryolları yapımını yönetti. 1930’da Paris’e yerleşerek Beaudouin, Lods, Le Corbusier gibi mimar­ larla çalıştı (Marsilya birimi, New York’ta B.M. sarayı). Çalışmalarını yapı öğelerinin sanayileştirilmesi (önüretim) üstünde yo­ ğunlaştırdı. B O D İN (Constantin), XI. yy. sonunda ya­ şamış Zeta (bugünkü Crna Gora [Kara­ dağ]) kralı. Babası tarafından, Bizans’a karşı ayaklanan Makedonya soylularına yardım etmeye gönderildi. Yenildi, esir düştü, ama kaçmayı başardı. Kral olun­ ca, Bosna ve Sırbistan’ı ele geçirdi. 1097 de işkodra’da, toulouselu kont Raimond IV'ün haçlı ordularını karşıladı.



■ B O D H -G A Y A ya da B U D D H A ■ B O D İN (Jean), fransız filozof ve yüksek -G AYA, Hindistan'da (Bihar), Gaya'nın yargıç (Angers 1530 - Laon 1596). Paris güneyinde sit, buddhacılığın kutsal yeri. Gautama ya da Şakyamuni burada bir in­ cir ağacının (Ficus religiosa) altında dal­ dığı derin bir düşünce sonunda buddha niteliğini kazandı ve böylece "nihai ve tam uyanış"a (abhisam bodhi) erişti; ar­ dından, yine burada, yedi hafta süreyle inzivaya çekildi. Dört büyük hac yeri için­ de en saygını olan Bodh-Gaya, art arda kurulan yapılarla gelişti. Çinli hacı Şüen Zang burayı anlatan değerli bir yapıt (635’e doğr.) bırakmıştır. Bazı kalıntılar (Vacrasana döşeme taşı, "elmas taht") Aşoka zamanına ve İ.Ö. II. yy.'a (bir vedika'nın dikmeleri) uzanırsa da, büyük ta­ pınak Mahabodhi birçok kez restore edil­ miş ve yeniden yapılmıştır. II.-III. yy.'lara doğru inşa ediidiği sanılan tapınak, V. -VI. yy.'larda yeniden yapıldı. XII. yy.’ın sonunda talan edildi. XII. ve XIII. yy.Tar­ da Birmanlar tarafından yeniden inşa edil­ di. Eski görünüm ve düzeni kısmen ko­ ruyan son restorasyon 1880-81'de ger­ çekleştirildi. XII.-XVIII. yy Tar arasında, buddhacılığın yaygın olduğu yörelerde bu tapınağın benzerleri yapılmıştır.



BODHİ a. (sankritçe budh, uyanmak, bil­ mek). Özellikle buddhacılıkta, tefekkür yo­ luyla ulaşılan aydınlanmayı ve uyanışı be­ lirten terim (Bodhi, insana, gerçekmiş gi­ bi görünen her şeyin yanıltıcı niteliğini, öğeleri hiç durmadan birleşip dağılan bu dünyadaki yaşamın geçiciliğini göstere­ rek, onu bütün ilişkilerinden arındırır. Bodhiye erişmeden önce bir yenidendoğuş daha geçirmesi gereken kimseye bodhisattva denir. Bodhi'ye erişen kimseyse buddha olur.



mahkemesi’nde avukatlık yaptığı sırada dük François d'Alençon onu hizmetine al­ dı (1571). 1576’da “ etats generaux" meclisi’nde Verrnandois temsilcisi oldu. 1585-1588 arasında Laon krallık mahkemesi'nde kral temsilciliği ve daha sonra aynı yerde kral savcılığı yaptı. Önce Pro­ testan iken, 1589’da Laon kentinin Ligue partisi’ni tutmasını sağlayarak katoliklerin safında yer aldı. Bodirı, M ethodus ad tacilem historiarum cognitionem (Tarih yöntemi) [1566] adlı yapıtında, "eskilerin şuraya buraya dağılmış yasalarını bir araya getirip bir bi­ reşimini yapmamızı sağlayan, tarihtir” der. Ona göre tarih, en iyi siyasal rehber­ dir: "evrensel hukukun en iyisi, tarihin bağrında saklıdır,” diye yazar. Bodin, 1568’de, fransızca olarak, Reponse aux paradoxes de M. Malestroit’yı (M. Malestroit'nın paradokslarına cevap) yayımladı. Bu yapıtında, enflasyonu inceliyor ve hak­ lı olarak bu olayın kaynağını dolaşımda­ ki "altın ve gümüşün bolluğu’’nda görü­ yordu (Potosi madenlerinden Avrupa'ya altın akımı). Mübadelelerin serbest olma­ sından yanaydı. En önemli yapıtı, les Six Livre s de la Republique'\.ır (Cumhuriye­ tin altı kitabı), [1576]. Fransızca yazdığı bt kitapta, egemenlik kavramını inceler; ege­ menliğin "sürekli" olması, yani yurttaşla­ rın ve iktidarı hayat boyu ve "mutlak" bir biçimde kullanan hükümdarların vicdanı­ na bağlı bulunması gerektiğini düşünür. Ona göre üç çeşit "cumhuriyet” vardır: demokrasi, aristokrasi, monarşi. Bodin, en çok bu sonuncusunu beğenir. Ona göre, doğaya ve onun kanunlarına en uy­



gun rejim monarşidir; monarka yardım et­ mek üzere en yetenekli kimselerin en iyi biçimde seçilebilmesini ancak o sağlar; eğer başlıca amaç, adalet düzeninin ku­ rulması ise, "soylularla sıradan kişiler"i gerçek bir toplumsal birlik içinde birleş­ tirmeyi olanaklı kılan biricik rejim odur. Bodin'in özlediği mutlak monarşi, keyfi bir yönetim değildir, çünkü vergileri kabul ya da reddeden bir parlamento, korporasyonlar, kurullar ve hükümdarla uyruklar arasında bir sürü ara kuruluşlar vardır.



1745



BODİO (Luigi), İtalyan istatistikçi (Milano 1840 - Roma 1920). Danıştay üyeliği, se­ natörlük yaptı (1900), İtalya istatistik ge­ nel müdürlüğü ve Uluslararası istatistik bürosu başkanlığı görevlerini yürüttü. İtal­ ya’da resmi istatikçiliğin gelişmesine kat­ kıda bulundu (Della statistica neisuoi rapporti con l ’economia [istatistiğin ekono­ miyle ilişkileri hakkında], 1869). D el movimento della popolazione in italia (İtalya’ daki nüfus hareketi üstüne) [1876] ve Sul movimento dell'em igrazione italiana (İtal­ yan göç hareketi üstüne) [1866] adlı ya­ pıtlarında göç politikasına yenilik getirdi.



BODİOA a. Tropikal Afrika'da yetişen ağaç. (Aşıboyasına çalan kahverengi odunu az çok ince dokulu, sert ve ağır­ dır; demiryolu traversi yapımında ve bü­ yük yapı işlerinde kullanılır. Bil. a. Anopyxis klaineiana.)



BODİONTİCİ ya da B H O D İO H Y İ, Fransa’da Galya'nın dağlık kesiminde ya­ layan halk. Digne bölgesinde yerleş­ mişlerdi. B o d la la n llb r a r y . r Thomas Bodley (Exeter 1545 - Londra 1613) tarafından düzenlenen ve 1602'de açılan Oxford ki­ taplığı; İngiliz rönesansının doğmasına büyük katkısı olmuştur. BODMAN, Federal Almanya'da yerleş­ me birimi, Konstanz'ın kuzey kolu olan Überlingen gölü kıyısında. Burası Alamanların Bodamas (almancadaki Bodensee adı buradan gelir) kentidir. BODMER (Johann Jakob), almanca ya­ zan isviçreli yazar (Greifensee, Zürich ya­ kınlarında, 1698 - Zürich 1783). Bir dergi (Discourse der Mahlern, 1721-1723) çı­ kararak siyaset, pedagoji ve edebiyat alanlarında aydınlanmacı düşüncelerin savunuculuğunu yaptı. Poetikasında (Abharıdlung von dem Wunderbaren, 1740), Gottsched’e karşı çıkarak, hem olasıyı, hem de olağanüstüyü tasarlayabilen ya­ ratıcı hayal gücünü savundu. Breitinger ile birlikte, İngiliz edebiyatını (Milton’un Kayıp cenneti'nin nesir olarak çevirisi) ve ortaçağ alman şiirini (Sammlung von Minnesânger, 1758-59) savundu. BODMER (Johann Georg), isviçreli ma­ kine ustası (Zürich 1786 -ay. y. 1864). İs­ viçre, Almanya, İngiltere'de yaşadı, me­ kanik parçaların standartlaşmasına ön­ cülük etti (1816). Çark boylarını ayarlayıcı takım tezgâhlarını buldu. 1839’la 1841 arasında 40'tan fazla takım tezgâhının patentini aldı ve daha sonra bu tehgâhların seri üretime geçme olanaklarını ha­ zırladı.



BODMER (Kari), İsviçreli ressam (Riesbach, Zürich yakınlarında, 1809 - Barbizon 1893). Yapıtları, kızılderili kabileleri­ nin XIX. yy. başındaki yaşam ve töreleri hakkında değerli bir belge niteliğindedir. Prens Maximilian von Neuvvied tarafından düzenlenen bir sefer sırasında bu kabi­ leleri inceleme fırsatını buldu.



BODO a. Kirli sularda yaşayan, iki kam­ çılı birhücreli hayvan. (Kamçılardan biri yüzmeye, öbürü yön değiştirmeye yarar. Birçok türü vardır. Bodolar takımının ör­ nek tipi.) BODO a. Bodolar'ın konuştuğu tibet -birman dili. B O D 0 , Norveç'in kuzey kesiminde liman kenti, Nordland'ın yönetim merkezi, Stalt-



Jean, M i n gravür ressamı belli değil Bibliothöçue nationale, Paris



kıç (kepçe)



baş (baş bodoslaması)



baş ve kıç bodoslama eğimi



bir konteyner gemisinin balblı baş bodoslaması



fjord'un ağzında; 36 922 nüf. (1991). Yö­ netim ve ticaret merkezi. Hava limanı. B O D O LA R a. iki kamçılı birhücreli hay­ vanlar takımı. (Büyüklükleri eşit olmayan kamçılardan biri ["yüzmeye yarayan"] öne doğru uzanır ve çok hareketlidir; öbür kamçı ["sürükleyen” ya da “ yön ve­ ren"] arkaya doğru uzanır ve yalnızca yön değiştirmeye yarar. Takımın on ka­ dar familyası vardır. Bil. a. Bodonidea.) B O D O L A R , Hindistan (Assam) ve Bangladeş’te kabileler halinde yaşayan halk. Sayıları 1,5 milyonu aşan Bodolar tibet-birman öbeğindendir. Tarım ve za­ naatla geçinirler ve çokkocalılığın serbest olduğu babasoylu bir toplum halinde ya­ şarlar. Hinduculuk ve kast sistemi günlük yaşamlarının parçası olmakla birlikte, Bodolar'ın geleneksel dinlerine bağlılıkları azalmamıştır: atalarına ve ruhlara tapın­ mayı sürdürürler. B O D O N İ (Giambattista), İtalyan basım­ cı (Saluzzo 1740 - Parma 1813). Parma büyük dükünün basımevini ve kendi basımevini yönetti. Onun bastığı yapıtlar, özellikle H oratius( 1791) ve ilyada (1808), harflerinin güzelliğiyle ün yapmıştır. Avru­ pa'da birçok basımcının da benimsedi­ ği 143 değişik tipte romen harfi yarattı. Manuale tipografo adlı bir kitabı vardır (yayımlanışı 1818). B O D O N İD EA a. BODOLAR takımının bi­ limsel adı.



Bodrum kale ve kentten genel bir görünüm



B O D O S LA M A a. 1. Bir gemi omurga­ sının baş ve kıç tarafında dik biçimde yük­ selen öğelerden her biri. (Geminin yapı­ sına göre ağaçtan ya da çelikten olabilir ve gemi kaplamaları bu öğelerde birleşir.) —2. Arg. Burun. —3. Bodoslamadan, önden, cepheden.



—Denize. Bodoslama astan, parileleri tek parça haline getirerek bodoslamayı ber­ kitmek amacıyla bodoslamanın iç bölü­ mlüne cıvatalanan ağaç parça. || Bodos­ lama aşozu, küçük ağaç teknelerde, bor­ da kaplamalarını baş ve kıç bodoslama­ sına oturtmak için her iki bodoslama üs­ tüne açılan yuvalar. (Bodoslama astarı ol­ mayan teknelerde açılır.) || Bodoslama eğim i, baş ya da kıç bodoslaması ile omurga uzantısı arasında oluşan açı. (Baş bodoslaması eğimi ve kıç bodoslaması eğimi olarak ikiye ayrılır.) |] Bodoslama paraçolu, ağaç gemilerde teknenin baş ya da kıç tarafındaki alabanda kaplaması üs­ tüne tutturulan V biçiminde yatay bağlantı parçası. — Çelik gemi inşaatında, başın ucuna yerleştirilen ve baş bodoslamayı berkitmeye yarayan üçgen parça, ]| Baş bodoslam a pervanesi, baş bodoslama­ sına yakın enine-bir tünel içine yerleştiril­ miş küçük pervane; geminin yanal yer değiştirmesini sağlar. ]| Baş bodoslama yelpazesi, büyük ağaç gemilerde baş bo­ doslamasının her iki yanında ve en önde yer alan postalardan her biri. || Baş bodos­ laması, geminin baş tarafını sınırlayan parça. (Bk. ansikl. böl.) —ANSİKL. Ağaç gemi inşaatında baş bo­ doslaması omurganın uzantısıdır; omur­ gaya bir çene bağlantısıyla ve bir paraçolla tutturulur. Dıştan bir talimarla, içten de bir karşıt bodoslama ile astarlanabilir. Çelik gemi inşaatında baş bodoslaması kalıplaşmış ya da dövülmüş bir parçadan ya da berkitilmiş sacdan inşa edilir ve omurgaya bir çene bağlantısıyla tutturu­ lur. Büyük modern gemilerin baş bodos­ laması biçimlendirilmiş sacdan yapılır ve alt bölümünde balb denilen bir çıkıntı içe­ rebilir. B O D R U M a. 1. Bir yapının zemin düze­ yinden aşağıda kalan bölümü. —2. Bod­ rum gibi, güneş görmeyen, havasız, ba­ sık tavanlı yer için kullanılır. || Bodrum ka­ tı, bir yapının zemin düzeyi altında kalan ve oturmaya elverişli katı. B O D R U M , antik Halikarnassos, Ege bölgesinde, Muğla iline bağlı ilçe; 56 821 nüf. (1990); 649 km2; merkez buca­ ğı dışında 3 bucak, 29 köy. Merkezi Muğla’nın 111 km B.-G.-B.'sındaki Bod­ rum, 20 931 nüf. (1990). Önemli turizm merkezi. Yat limanı. •TARİH. İlkçağ ın önemli kentlerinden biri olan Bodrum (Halikarnassos"), Bizans dö­ neminde bir piskoposluk merkeziydi. XI. yy. sonlarında türk egemenliğine girdiy­ se de, birinci haçlı seferi sırasında yeni­ den Bizans'a bağlandı. XIII. yy. sonların­ da Menteşoğulları beyliğinin sınırları içi­ ne girdi. 1402'de kenti ele geçiren Rodos şövalyeleri Bodrum kalesini yaptırdılar. (Aziz Petrus adına yapılan kale, kentin Türk dönemindeki adına kaynaklık etmiş­ tir.) Kanuni Sultan Süleyman’ın Rodos se­ feri sırasında Türkler'ce zaptedildi (1522). 1770'te rus donanmasının saldırısına uğ­ radı. Mondros mütarekesi’nden sonra (1918) bir süre italyanlar'ca işgal edildi. • ARKEOLOJİ ve MİMARLIK. Antikçağ' ın önemli kültür ve sanat merkezlerinden olan kentte, günümüze ulaşan kalıntılar ■ ününü doğrulayacak nicelikte değildir, (— HALİKARNASSOS) Eskıçağ'ın yedi harika­ sından biri sayılan Mausoleion"'un yalnız­ ca temelleri kalmıştır. Kentin en önemli ya­ pısı Bodrum" kalesı'dır. Türk dönemi ya­ pıları arasında Mustafapaşa camisi (1723) sayılabilir. Bodrum yakınındaki Ortakent’ (esk. Müsgebi) ve Gökçebel" (esk. Dirmil) köylerinde yapılan kazılarda, Mykenai dö­ nemi gömütlerı ortaya çıkarılmıştır, • EDEBİYAT, Şair Panyasis (M.O. V. yy.) ile oğlu tarihçi Herodotos (M .0 .490) Bod­



rum’da doğdu. Yergi şairi Neyzen Tevfik (1879-1953) ile tarihçi Prof. Avram Galanti (1873-1961) de Bodrum doğumludur. Bodrum’un turistik bir yer haline gelişi ve edebiyata yansıması Halikarnas Balık­ çısı'nin (Cevat Şakir Kabaağaçlı) etkisiy­ le oldu. Cumhuriyetin ilk yıllarında (1924) Bodrum’a sürgün olarak giden Halikar­ nas Balıkçısı yöreyi öykü ve romanların­ da geniş biçimde tanıttı; Bodrum ile ilgili anılarını ise M avi sürgün (1961) kitabın­ da konu edindi. Bodrum’u "pem be sa­ bahlar, mavi öğleyinler, altın ikindiler, me­ nekşe akşamlar diyarı" diye tanımlayan Balıkçı'nın Aganta burina burinata (1946), Ötelerin çocuğu (1956), Deniz gurbetçi­ leri (1969) gibi yapıtlarında Bodrum yö­ resinin tarihsel ve doğal güzellikleri, sün­ gercilikle geçinen halkın deniz tutkusu coşkulu bir dille anlatılır. 1957 yılından sonra, Sabahattin Eyüboğlu’nun ön ayak olmasıyla her yaz yinelenen "mavi yol­ culuk" gezileri, giderek yörenin turizm merkezi olmasına yol açtı. Fikret Adil ka­ tıldığı bir mavi yolculuğu M avi deniz (1959) kitabında konu edindi. Sözkonusu yolculukları düzenleyenlerden biri olan Azra Erhat, Mavi Anadolu (1960), Mavi Yolculuk (1962), Karya'dan Pam filya'ya mavi yolculuk (1979) adlı gezi yazıların­ da yörenin güzelliklerini ve tarihsel zen­ ginliklerini anlattı. Bunların da etkisiyle Bodrum’a edebiyatçı, ressam, heykeltraş, oyuncu, şarkıcı gibi çok sayıda sanatçı yerleşti. Halikarnas Balıkçısı'nın yapıtlarında Bodrum'un doğası, insan elinde bozul­ mamış güzellikleriyle dile getiriliyordu. Do­ ğal çevre geçmişte sahip olduğu tarih ve kültür değerleriyle birlikte canlandırılıyor­ du. Bodrum insanının doğayla bütünleş­ miş kişiliği, denizden ekmeğini çıkarırken sürdürdüğü çileli yaşamı, özverisi, seve­ cenliği sergileniyordu. Bodrum yöresi ve insanları Halikarnas Balıkçısı'ndan sonra da birçok yazarın ya­ pıtına konu oldu. Yaşar Kemal Süngerci­ ler adlı dizi röportajında Bodrumlu sün­ gercilerin yaşama güçlüklerini ele aldı. Tarık Dursun K., Denizin kanı (1968) ro­ manında aynı konuyu işledi, ilhan Berk ve Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun şiirlerinde kentin doğası yansıtıldı. Hareketli bir tu­ rizm merkezi durumuna gelen Bodrum' un Halikarnas Balıkçısı'ndan sonraki dö­ nemi edebiyat yapıtlarına toplum sorun­ larından kaçan aydınların, gösteriş düş­ künlerinin, aylakların, içki tutkunlarının, sorumsuz serbest aşkın yoğunlaştığı bir çevre olarak yansıdı. Bu dönemde Selim İleri H er gece Bodrum (1976), B ir demBodrum sualtı arkeoloji müzesi



Boerler savaşı zin eteklerinde (1980), Cehennem krali­ çesi (1980) yapıtlarında, Vedat Türkali Mavi karanlık (1983) romanında, Nazlı Eray Deniz kenarında pazartesi (1985) ro­ manında vb. özellikle aydın turistleri ko­ nu edinerek yöreyi anlattılar.



Bo d ru m c a m is i ya da M yre la lo n m a n a s tır k ilis e s i, İstanbul'un Laleli semtinde cami. Aslında, Bizans impara­ toru Romanos I Lekapenos döneminde (920-944) yaptırılmış, haç planlı bir kilise­ dir. XV. yy.'da camiye dönüştürüldü. 1911 Aksaray yangınında yandığından çok yıkıktır.



Bodrum ka le si, Bodrum’da Rodos şö­ valyelerince yaptırılan Ortaçağ kalesi. Şö­ valyeler kaleye Petronium ya da Aziz Petrus kalesi adını vermişlerdi, iç içe üç du­ varla çevrili bir iç kaleden oluşan kalenin yapımında bir deprem sonucu yıkılan Mausoleion'un taşlan, heykelleri ve kabart­ maları kullanılmıştır. Dış duvar alman mi­ mar Heinrich Schlegelholt’un ürünüdür (1415-1437). Yapı İtalyan kulesi, Alman kulesi, İngiliz kulesi, Fransız kulesi ve Yı­ lanlı kule adlarıyla bilinen beş kuleyle güç­ lendirilmiştir. 1436'da yaptırılan İtalyan kulesi'nin mimarı Angelo Mascettola’dır. İngiliz kulesi ise 1480'de eklenmiştir. Son değişiklikler 1476-1503 arasında Pierre d ’Aubusson zamanında gerçekleştirilmiş­ tir. Duvarlarda şövalye armaları, yazıtlar ve aziz kabartmaları vardır. Kale, 1522’de Kanuni Sultan Süleyman döneminde Osmanlılar’ın eline geçmiş; içindeki kilise ca­ miye dönüştürülmüştür (Süleymaniye ca­ misi): Abdülhamit II zamanında sürgün yeri olarak kulanılmıştır. Günümüzde ye­ niden düzenlenerek Bodrum sualtı arke­ oloji müzesi olarak ziyarete açılmıştır. B o d ru m s u a ltı a rk e o lo ji m üzesi, Bodrum kalesi’nde 1964'te açılan müze. Türkiye'nin ilk ve tek sualtı müzesi olma­ sı açısından önemlidir. Galidonya, Yassıada, Serçe limanı, Şeytan deresi vb. su­ altı araştırmalarından ve Bodrum çevre­ sinde yapılan kazılardan (Orlakent [esk. Müsgebı], Gökçe - bel vb.) elde edilen buluntuların sergilenmesi amacıyla açıldı. Müzenin Mykenai, sualtı eserleri ve Karia eserleri salonlarında tunç çağlarından başlayarak Mykenai, Arkaik, Klasik, Hellenistik, Roma ve Bizans dönemlerinden çok çeşitli buluntu kronolojik bir düzenle­ meyle sergilenmektedir. Bunlar arasında pek çok amfora, pithos ve değişik biçim­ lerde çanak çömlekler, cam eşyalar, va­ zolar, kandiller, sikkeler, takılar, heykelcik­ ler, mühürler, mezar taşları ve yapı kalın­ tıları vardır. Ancak müzenin en ilginç ya­ pıtları sualtı araştırmalarından elde edilen­ lerdir. Bu yapıtlar arasında çok sayıda amfora, zenci çocuk heykeli, tanrıça isis heykeli, Gelidonya araştırmalarında bu­ lunmuş bronz levhalar, tarım araçları, çe­ şitli aletler, sikkeler ve bronz bir kantar dikkati çeker. Ayrıca duvarlarda sualtı ça­ lışmalarını açıklayıcı fotoğraf ve çizimler bulunmaktadır. Müzenin bahçesinde de yaz aylarında çeşitli sergiler açılmakta, konserler verilmektedir.



BODRUM ya rım a d a sı, G.-B. Anado­ lu'da engebeli yarımada; Güllük körfezi ile Gökova körfezi arasında, Ege denizi' ne doğru kütlesel bir çıkıntı oluşturur (en yüksek yeri Uyuklutepe, 690 m). Yapısın­ da, yoğun kireçtaşları ve volkanik kayaçlar vardır. Özellikle K.’de veG .'de birçok koylarla bezenmiş kıyıları, Türkiye'nin en gelişmiş turizm alanları arasındadır, BODRUMLU (Avram O alantl) -G A LANTİ (Avram).



BODUÇ a. Yörs. Tarım. 1. Taze bakla, badıç. —2. Bamya çiçeği. —3. Yabani bezelye.—4. Fiğlerde yaprakların dökül­ mesiyle ortaya çıkan badıç.



BODUÇ ya da BOCUT a.Yörs. Ağaç­ tan ya da topraktan yapılmış küçük, kulp­ suz testi. BODUR sıf. 1. Kısa boylu ve tıknaz kimse



için kullanılır: Bodur b ir adam. —2. Bodur kalmak, sözkonusu bir kimseyse, boyu uza­ mamak; bir etkinlikse, gelişememek: Öz­ gürlüğün olmadığı yerde sanat bodur kalır. || B odur tavuk her gün p iliç ya da her dem taze, kısa boyluların oldukların­ dan genç göründüklerini belirtmek için kullanılır. —Ağ. yet. Bodurağaç, çok kısa kalan, ama bütün kısımları gene de orantılı olan ağaç. (Yüksek dağ bitkileri, bodur kalma eğilimi gösterir; bunun nedeni boğum aralarında kısalmaya yol açan kuvvetli ve yoğun morötesi ışınlarıdır.) —Bahç. Bodur bitki, büyük ya da yüksek olan ve dikine büyüyen bitkilerin tersine, küçük ya da alçak olan bitki (bodur fasul­ ye, bodur bezelye, bodur aslanağzı). [Bk. ansikl. böl.] —Zool. Türlerinin ortalama tipine göre boyları kısa olan bireyler için kullanılır. —ANSİKL. Bahç. Japonlar, bazı bahçeci­ lik yöntemleri (çelikleme, aşılama, besin kısıtlaması) uygulayarak bitkilerde yapay bir bodurlaşma geliştirdiler; ancak bunu doğal genetik bodurlaşma ile karıştırma­ mak gerekir. Böyle yöntemlerle yaratılan bodur ağaçlara bonsay denir.



Asklepieion’u ye burasını kente t yolu saptadı. Ölümünden kısa bir süre ön­ ce, Bergama’da yaptığı çalışmalardan ötürü kendisine kentin onur hemşehriliği unvanı verildi. Önemli yapıtları: Von antiker architektur und topographie (1959); Die Ausgrabungen zu Pergamon im Jahre 1965 H 966 (1967); M arm orplastiken d e t hallenstrasse des Asktepieions in Pergamon (1966).



BODUR PALMİYE a. Akdeniz çevre­



BOEJER a. (hol. söze.). Denize. Orsa



sinde yetişen palmiye (chamaerops). Di­ kenli bir sapın ucundaki yelpaze ayalı yaprakları (50 cm genişlik) derinlemesine şeritler biçiminde parçalıdır. Gövdesi ol­ dukça kısadır (1-2 m) ve dipten çok sür­ gün verir. Korunaklı yerlerde, açıkta ye­ tiştirilir; yetiştirilmesinin kolaylığı ve görü­ nümü nedeniyle, bahçelerin bezenmesin­ de değerli bir türdür.



BODURCUK a. Küçük testi. BODURÇAPAK a. Durgun sularda ya­ şayan sazana benzeyen balık. (Hepçil beslenir; boyu pek büyük değildir [20 cm]; Batı Avrupa’dan Sibirya’ya kadar her yerde bulunur. (Bil. a. B liccabjoerkna; sazangiller familyası.) [Eşanl. TAHTA-



B oeing Com pany, amerikan uçak ya­ pım şirketi. 1916 yılında VVilliam E. Boeing’in (Detroit 1881 - Puget Sound, Washington, 1956) kurduğu bu şirket, sivil ve askeri uçakların yapımında uzmanlaştı. “ Uçan kaleler"in yapımcısıydı ve daha sonraki yıllarda bir kıtalararası uçuş yapa­ bilecek büyük hava taşıtları üzerinde ça­ lıştı. Öteki etkinlikleri arasında helikopter­ lerin ve uzaktan güdümlü roketlerin yapı­ mı, denenmesi, havacılıkla ilgili altyapıla­ rın teknik düzenlenmesi sayılabilir. Şirke­ tin sanayi kuruluşları Renton, Seattle ve VVİchita’daki fabrikalarda toplanmıştır. Dünyanın en büyük uçak yapımcısı olan Boeing şirketi, amerikan dışsatımcıları arasında ilk sırada yer alır. seyri yaparken denize salınan kasayla do­ natılmış dibi düz hollanda teknesi.



BOEL (Pieter), flaman natürmort ve hay­ van ressamı (Anvers 1622 - Paris 1674). Bir süre İtalya'da kaldı (Cenova), 1668'den sonra Paris'e yerleşti ve bura­ da kraliyet ressamlığına atandı. Gobelins tezgâhları ve Versailles hayvanat bahçe­ si için çalıştı. BOENDALE (Jan VAN) -



VAN BO-



BODURLUK a. Bodur olma durumu. BODURPAS a. Bot. 1. Arpa yaprakla­



NEY AFRİKA")



rına yerleşerek bir çeşit pas hastalığı ya­ pan ilkel mantar. (Bil. a. Puccinia hordei). —2. Bu mantarın yol açtığı ekin hastalığı.



B o e r le r s a v a ş ı (1899-1902). 11 ekim 1899'da Boerler Natal'in kuzeyini ele ge­ çirdiler ve Ladysmith, Kimberley ve Makefing mevkilerini kuşattılar. İngiliz karşı -saldırısı, Colenso, Stormberg ve Magersfontain’de kırıldı; ancak Boer saldırısı de­ nize doğru gelişmedi. Şubat 1900’de lord Roberts komutasındaki İngiliz birlikleri, Paaderberg’de cumhuriyetçileri yenilgiye uğrattılar, arkasından Johannesburg ile Pretoria'yı işgal ettiler ve demiryolu şebe-



BODURLAŞMAK gçz. f. Bodur duru­ ma gelmek: Tepelerden kıyılara inildikçe ağaçlar bodurlaştı. ♦ bodu rlaştırm ak ettirg. f. B ir bitkiyi bodurlaştırm ak, büyümesine engel olan yöntemlerle yetiştirmek.



BODY ART a. GÖVDESEL SANAT’ın eşanl.



BOECE ya da BOETHİUS (Hector), İs­ koç hümanist ve tarihçi (Dundee 1465 - Tyrie, Aberdeen kontluğu ?, 1536 ?). Pa­ ris Üniversitesi'nde okuduktan sonra bu­ raya öğretim görevlisi tayin edildi. Erasmus'un dostuydu. Aberdeen Üniversitesi’nin ilk rektörü seçildi. Efsanelere büyük yer veren bir iskoçya tarihi yazdı (Scotorum Historiae, 1527).



BOEDROMİA a. Esk. Yun. Atina’da A pollon Beodromios ("yardım eden") onuruna düzenlenen şenlik. BOEHME (Jakob) - BÖHME (Jakob). BOEHMİT a (fr. boehmite, öz. a. Boeh meriden). Miner. Boksitleri oluşturan ve formülü Aİ2Ö3,H2Ö olan doğal alümin­ yum oksit.



BOEHRİNOER (Erich), alman arkeolog (1897-1971). Berlin, Freiburg, Basel ve VVürzburg üniversitelerinde arkeoloji, ta­ rih ve filoloji eğitimi gördü. Avrupa müze­ lerindeki tüm Sıracusa sikkelerini sapta­ dı. 1940-1943 arasında Atina kültür ateşeliği görevinde bulundu. 1954'ten ölü­ müne değin Berlin'deki Alman arkeoloji enstitüsü’nün müdürlüğünü yaptı. 1956 -1971 arasında Anadolu'da Bergjpıa ka­ zılarını yönetti. Askeri yapıları, Heroon’u,



bodur palmiye



ENDALE.



BOERLER, 1652'den başlayarak Gü­ ney Afrika'da Cape Tovvn'a yerleşen hollandalı kolonlar. Amaçları burada Doğu Hindistan şirketi'nin bir kuruluşunu işlet­ mekti. Amsterdam, Boerler'e yavaş yavaş burger (yurttaş) unvanını verdi ve serbest çiftlik sahipleri (vrijburgers) zenci halkı ko­ varak bölgeye yerleştiler. Uzun bir çatış­ ma Boerler ile Ingilizler'i 1902'ye kadar karşı karşıya getirdi (Vereeniging barışı). 1910'da, Boerler'in oturduğu koloniler (Transvaal, Natal, Orange, Cape Town), Güney Afrika birliği bünyesinde, Commonwealth çerçevesinde birleşti. (-* GÜ­



BALIĞI. TRANÇA.]



1747



Boerler savaşı general Piet Arnoldus Cronje Makefing kuşatması (1899) sırasında adamlarıyla birlikte



| amaçlayan uzay kentleri projelerinin haI bercisidir (Barcelona için VValden 7; Saint « -Quentin-en-Yvelines'de Abraxas evi). B ö F O R S , Orta İsveç’te, Vânern gölü­ nün K.-D.’sunda, Karlskoga kentinin sınır­ ları içinde yer alan metalürji merkezi.



BOFU - HOFU. B O G A E L-S tE B İR , türk kökenli abbasi komutan (IX. yy.). Abbasi halifesi Muta­ sını ve ardılları Vasık, Mütevekkil, Muntasır dönemlerinde komutanlık yaptı. Medi­ ne yöresindeki Bedeviler'e ve Bizans’a karşı yapılan seferlerde ün kazandı. Mustain’in halifeliğe getirilmesinde etkili oldu.



BOGA E S -S A G İR , türk kökenli abba­



Germain Boffrand'ın 1702-1706 yılları arasında yaptığı Lunğville şatosu



kesinin denetimini tümüyle ele geçirdiler. Çatışma iki yıl boyunca gerilla savaşı bi­ çiminde sürdü. Ancak Kitchener tarafın­ dan şiddetle bastırıldı: çiftlikler yakıldı, stoklar yok edildi, kadınlar ve çocuklar toplama kamplarına gönderildi, bunlar­ dan 25 OOO'İ bu kamplarda öldü. Çetin görüşmeden sonra boer şefleri (Botha, De Wet, Reitz, Smuts), 31 mayıs 1902'de Pretoria’da imzalanan Vereeniging barışı’nı imzaladılar.



lirlemesi ve tümeller tartışmasındaki tutu­ mudur. Boetius, tümelin varoluşta bulun­ madığını, yer almadığını düşünür. Ona göre, cins ya da tür gibi tümeller, hem be­ lirledikleri varlıkların varoluşunda şu ya da bu biçimde bulunup, hem de bu varlıkla­ rın her biri gibi çeşitlilik gösteremezler. Böylece Boetius, adcılığı da, gerçekçili­ ği de reddeder.



BOEROE - BURU. BO ETHİUS (Hector) - Boece. BOETHOS K h a lk e d o n lu , İ.Ö. III



ırmaklarda yaşayan, bedeni solucana benzeyen omurgalı hayvanları içeren fa­ milya. (Bil. a. Petrom yzontidae; çenesizler altşubesi, yuvarlakağızlılar sınıfı.) [Eşanl. TAŞEMENGİLLER.] —ANSİKL. Bofabalığıgiller ailesinin 8 cin­ se dağılmış 25 türü bilinmektedir; türlerin çoğu denizde yaşar, ama yumurtlamak için tatlı sulara göç ederler; on iki kadar tür bütünüyle tatlı sularda yaşamaya uyar­ lanmıştır: özellikle de Kuzey Amerika'da yaşayan ichtyomyzon cinsi üyeleri ve Av­ rasya i1;. Doğu Amerika'da yaşayan Lampetra cinsi üyeleri, Bofabalığıgillerin iki türüne Türkiye sularında rastlanır: bofabalığı (Petromyzon marinus; 1 m), dere bofabalığı (Lam pelra fluviatilis; 50 cm).



yy.’da yaşamış yunan heykelci. Kazlı ço­ cuk (Louvre) ve M ahdia'lı Agon (Bordo müzesi, Tunus) heykellerinin onun oldu­ ğu söylenir.



BOETİUS (Anlclus Manlius Torqua-



Humphrey Bogart ve Lauren Bacall Huston’un 1948'de gerçekleştirdiği Ölüm gemisihin (Key Largo) bir sahnesinde



BOETONG -* BüTUNG. BOFABALIĞIGİLLER a. Denizlerde ve



si komutan (öl. 868), Halife Mütevekkil dö­ neminde Azerbaycan’da Muhammet bin el-Bais'in başlattığı ayaklanmayı bastırdı. Türk komutanlarının etkisini kırmayı tasar­ layan Mütevekkil'i, düzenlediği suikast so­ nucunda öldürttü. Halife Muntasır ve Mustain dönemlerinde vezir Vasıf ile işbir­ liği yaparak yönetime egemen oldu. Mü­ tevekkilin oğlu Mutez halife olunca, ba­ basını öldüren Boğa'yı önce hapsetti, sonra öldürttü, B O Ğ A N (Louise), amerikalı şair (Livermore Falls 1897 - New York 1970). Duy­ gulu şiir kitapları (Body of this Death, 1923; DarkSummer, 1929; TheSleeping Fury, 1937; The Blue Estuaries, 1968) ve denemeler (A poet's alphabet, 1970) yazdı.



BOĞANDA (Barthelemy) orta afrikaiı devlet adamı Bobangi, Ubangi-Şari, 1910 -Barigi yakınında 1959). 1938’de papaz oldu, daha sonra !948’e kadar misyoner­ lik yaptı. Cumhuriyetçi halk hareketi partisi’nden Ubangi-Şari milletvekili seçildi (1946). Bu tarihten sonra kendini tümüy­ le siyasete vererek papazlıktan ayrıldı. 1946’dan itibaren sürekli olarak milletve­ kili seçilen Boğanda, Ubangi-Şari yerel meclis danışmanı, 1952'de ise Fransız Ekvatoral Afrikası başdanışmanı oldu, “ Kara Afrika toplumsal ilerleme hareke­ ti"™ kurdu. 1958’de genç Orta Afrika Cumhuriyeti'nin cumhurbaşkanı oldu ve ülkesini Fransız uluslar topluluğu'na sok­ tu. Bir uçak kazasında öldü.



tus Severinu8 Boetius), latin siyaset adamı, filozof ve şair (Roma 480'e doğr. - Pavia yakınlarında 524). Bir konsülün oğluydu, Festus'tan ve daha sonra kızıy­ la evleneceği Symmachus'tan ders yördü ve eğitimini Atina’da tamamladı. Se­ nato, Roma'ya girmekte olan Theodorich ile şehir adına konuşmak üzere Boetius'u seçti. Gotlar'ın kralı da onu maiyetine al­ BOFFA, Gine'de yer, bölge merkezi, dı. 510'da konsül ve senato princeps'i ol­ Conakry’nin K.-B.'sında; 4 000 nüf. Tica­ du. Oğulları da 522'de aynı göreve yük­ B O Ğ A R , Cezayir'de (Kasr el-Buhari ko­ rete yönelik tarım (muz, ananas). — Bofseltildiler. Theodorich, Boetius’a önemli münü) yer Uarsenis'in doğu kenarında. fa bölgesi, 6 003 km2; 141 719 nüf. görevler verdi. Ama, Doğu imparatoru ile 1839-1841 arasında Abdülkadir'in eski gizli ilişkiler kurmakla suçlanan senatör Al- ■ BOFFRAND (Germain), fransız mimar müstahkem mevkii. binus'un savunmasını üstlendiği için Bove dekoratör (Nantes 1667 - Paris 1754). etius, vatana ihanetle ve büyücülükle suç­ Girardon’un ve J. Hardouin-Mansart'ın * B O G A R T (Humphrey), amerikalı sine­ ma oyuncusu (New York 1899 - Hollylandı ve işkence altında öldü. yanında yetişti. Mimarlık akademisi'ne ka­ wood 1957). 1920-1933 arasında birçok Boetius, filozof olarak, Platon'un ve bul edildi (1709) ve köprü ve yol yapımı tiyatro turnesine katıldıktan sonra, R.E. Aristoteles’in yapıtlarını herkesçe bilinip dairesinin genel müfettişliğini yaptı, ince­ Shervvood'un Petrifieü Forest adlı oyunu anlaşılır hale getirmek ve yorumlamak is­ liğe ve büyük hacimlere düşkün, özgün (1935) ve onun sinema uyarlamasıyla tiyordu. Bunun için de, dört bölümlük sko­ ve yaratıcı bir sanatçıydı. Paris’te çok gü­ (1936) birdenbire tanındı Sırayla gang­ lastik sınıflandırmayı (quadrivium) izliyor­ zel konaklar inşa etti. Yeteneklerini en be­ ster, dedektif ve serüvenci rollerine çıka­ du: De arithm etica, De musica bu çalış­ lirgin biçimde, rokay türündeki iç mimar­ rak güçlü kişiliğiyle o dönem amerikan si­ malarının ürünüdür; ama, geometri ve lık ve taş oymacılığı alanında gösterdi: Arnemasında önemli bir yer edindi: Çıkmaz gökbilim konularında günümüze ondan senal konutları (1718-1728), Soubise kosokak (Dead End) [W. VVyler, 1937], K irli bir şey ulaşmamıştır. Boetius, Aristoteles’ nağı'nda daireler (1735-1740). J.Haryüzlü m elekler (Angels with Dirty Faces) in Organon'una Porphyrios'un yazdığı Gi­ douin-Mansart’ın ölümünden sonra Lor[M. Curtiz, 1938], H ing Sierra [R. Walsh, riş i yorumladı, tasım üzerine kitaplar yaz­ raine dükünün başmimarı oldu (1708); 1941 ], Malta şahini (The Maltese Falcon) dı ve hapisteyken derin bir düşünce ürü­ Harouö şatosunu tümüyle değiştirerek [J. Huston, 1941], Büyük uyku (The Big nü olan De Consolatione * Philosophiae1yi onardı, Lunöville ve Malgrange şatoları ile Sleep) [H. Hawks, 1946], Karanlık geçit kaleme aldı. Felsefeye başlıca katkısı, öğ­ Bavyera seçicisi için, Brüksel yakınların­ (The Dark Passage) [D. Daves, 1947], A l­ retimde uzun süre bir gelenek halinde da Bouchefort pavyonunu inşa etti; Matın hâzineleri (The Treasure of the Sierra kullanılan açımlama (şerh) yöntemini be­ inz seçicisi için "la Favorite” in planlarını Madre) [J. Huston, 1947], Ölüm gem isi çizdi, Livre d'architecture (Mimarlık kita­ (Key Largo) [J. Huston, 1948], Afrika kra­ bı) adlı önemli bir yapıt yayımladı (1745). liçesi (The African Queen) [J. Huston, o. B o till a tö ly e s i, Ricardo Bofill’in (doğm. 1952], Gazeteciler savaşı (Deadline USA) t) 1939) 1964’te Barcelona'da kurduğu ve [R. Brooks, 1952], Çıplak ayaklı kontes farklı uzmanlık dallarını içeren mimarlık (The Barefoot Contessa) [J. Mankievvicz, grubu. Bu yıllarda, Descartes’çı gerçek­ 1954], Denizde isyan (The Caine Mutiny) liği reddetmek için, başlıcaiarı mekanikçi [Edward Dmytryk, 1954], Şöhretin sonu (Archigram çizgisi) ya da tarihselci oimak (The Harder they Fail) [Mark Robson, üzere birçok yol vardı. Bofill, ikinci yolu 1956], seçerek barok kökleri olan "hiperrealist” B O Ğ A SI ya da B O Ğ A SI a. (isp. bocabir anlatımı benimsedi. Atölyenin, hepsi cı). Dokmc, 1. Pamuk ipliğinden, bezde çarpıcı olan uygulamalarının başlıcaayağı örgüyle dokunan bir tür kumaş. ları, Reus’ta Gaudl mahallesinin 1 600 ko­ (Bk. ansikl. böi.) —2. Döşemelik kumaş­ nutu (1966-1972), Sitges’deki El Castillo ları daha sağlamlaştırmak için astar gibi binası (1969) ve Alicante’deki turistik te­ kullanılan zamklı ya da kolalı kumaş. sislerdir. Bir yıkıntı dekoru içinde yükse­ —3. Kadırgaların arka kısımlarında çadır len bu yapılar bir düş dünyası yaratmayı



gibi olan bölmeyi astarlamak için kullanı­ lan kırmızı ya da mavi boyalı kumaş. —ANSİKL. OsmanlIlar döneminde XVI. ve XVII. yy.Tara ait çeşitli kayıtlarda adına rastlanan boğası, o dönem pamuklu ku­ maşları atasında önemli bir yer tutar. Çe­ şitli dönemlere ait narh defterlerinde ve şeri sicillerde, fiyatları, dokundukları yö­ reler, cins ve renkleri, boyama ücretleri ayrıntılı bir biçimde belirtilmiştir.' a Boğası, el eğirmesi ya da çıkrıkta bü­ külen pamuk ipliğinden yapılırdı. Genel­ likle orta kalitede ve beyazdı. Doğal boyarmaddelerle renklendirilmiş ve rengine göre adlar almış olanları da vardı (cengarf, nar neftisi, mai, gök, samanî, cevzî, darçınî gibi). Ayrıca eski kayıtlarda alaca boğası adına rastlanması, ipliği boyalı tür­ lerinin de bulunduğunu göstermektedir. Manisa’nın Demirci ilçesine bağlı Bor­ lu bucağı başta olmak üzere Manisa, De­ nizli, İsparta, Kayseri, Kastamonu, Tokat, Diyarbakır gibi Anadolu’nun çeşitli yöre­ lerinde ve İstanbul’da dokunmaktaydı. Bunlar içinde en kaliteli olanları, Borlu’da dokunanlarıydı. Edna (düşük kalite), evsat (orta kalite) ve alâ (iyi kalite) olmak üzere üç türü vardır. Ayrıca dönemin it­ hal malı kumaşları arasında da boğası adı geçmektedir. Özellikle pamuklu dokuma­ cılığın merkezi sayılan Hindistan'dan Be­ yaz hint boğasısı, orta kalitede olan ve be­ yaz ya da renkli dokunan Bayramı boğa­ sı, buruci boğası, Bengal'de dokunan hammami boğası alınıyordu. İran’dan da



Lekepûri-i acem boğası, Ferespûri-i acem, Haydarabadî-i acemi, samant-ı acem denen türleri ithal ediliyor, Musul' dan alınanına Musul boğasısı, Yemen' den alınanına ise yemenîbafte boğası de­ niyordu. Her yörenin dokuduğu boğası farklıy­ dı. Kullanılacak yere göre seçim yapılır­ dı. 0,51 m ile 1,10 m arasında değişen enlerde dokunur ve 4 m ya da 15 m’lik parçalar halinde satılırdı. Kaftan, kaftan astarı, sarık, entari, gömlek, kavuk, kavuk astarı, bohça, yağlık, yastık, yorgan yü­ zü vb. eşyaların yapımında kullanılırdı. Yakın zamana değin Denizli ve Buldan' da dokunmaktaydı.



BOOATA-» BOĞADA. BO G ATIR , Kazakistan’da (Ekibastuz civarı) maden kömürü havzası.



BO G ATİREV (Aleksandr Yuriyeviç), rus dansçı (Tallin 1949). Soylu dansta yeteneğini kanıtladı. Bolşoy’un genç solocularıvla Paris'te dans etti, Nijinski ödülü’nü kazandı (1967). Bolşoy dans okulu'nu bitirince (1969) topluluğa katıl­ dı, repertuvardaki tüm rolleri yorumladı: Aşk destanı'nın Farad'ı, Giselle'in Albert’i, Romeo veJuliet'ın Romeo'su. 1976'da, Uluslararası Tokyo dans yarışması’nda birincilik ödülünü aldı. BOOOAN I, 1359'dan 1365 e kadar Moldavya prensi, Karpatlar'ın öte yanına yerleşince, Macar kralı Lajos ceza olarak Transilvanya'daki mülklerine el koydu. Bogdan da buna, bağımsızlığını ilan ede­ rek (1359) karşılık verdi. Böylece Moldav­ ya prensliği doğdu. Daha sonra Bogdan I topraklarını genişletti. BOGDAN I I , t4 4 9 ’dan 1451'e kadar Moldavya prensi, iyi Alexandru’nun oğ­ lu ve Büyük Stefan’ın babası, iyi Alexandru'nun evlilik dışı oğlu Petru Aron (Petru III) tarafından öldürüldü,



BOGDAN I I I Tekgözlü, 1504'ten 1517'ye kadar Moldavya prensi, Büyük Stefan'ın oğlu ve halefi. Hem Polonya kralı Zygmunt'a, hem de Türkler’e karşı direndi, sonunda osmanlı vesayeti altına girdi.



dost). X. yy.'da Trakya'da, Filibe'de ku­ kedonya'nın G.-D.'sunda, yunan sınırı ya­ rulmuş "ikici” bir bulgar dinsel mezhebi­ kınında. Besin sanayisi. nin üyesi. BOGDANOV (Aleksandr Aleksandroviç —ANSİKL. Bogomiller mezhebi, kutsal M alİnovskiy, — denir), rus filozof ve si­ teslisi, İsa'nın doğuşundaki tanrısal nite­ yaset adamı (Sokotka.Grodno idari bölg., liği ve bir görünüşe indirgediği insan su­ günümüzde Sokötka, Biatystok voyvoda­ retinde cisimleşmesini yadsıyor; ayinleri, lığı, 1873 - Moskova 1928). "Halkın kilise rütbelerini, vaftizi yasaklıyor ve evli­ özgürlüğü" (Narodnaya Volya) grubuna liği ancak istek üzerine boşanma koşuluy­ ilgi duyduktan sonra, sosyal demokratlar­ la kabul ediyordu. Bogomilcilik Balkanla ilişki kurdu (1896), Kısa bir süre hekim­ lar'ın her tarafına yayıldı, Aynaroz dağı lik yaptı ve 1903'ten başlayarak Mosko­ manastırlarına girdi, İstanbul'a sızdı, hat­ va'da Pravda’ya makaleler yazmaya baş­ ta Rusya'da bile görüldü. Bu mezhep, XII. ladı. Aynı yıl, Rusya sosyal demokrat işçi yy.'da, özellikle bulgar çarı Boris ve Sır­ partisi'ne (RSDİP) girdi; 1904'te İsviçre' bistan kralı Stefan Nemenja tarafından de Lenin ile buluştu; sonra Petersburg'a şiddetle bastırıldı. Bunun üzerine, Bogo­ döndü. Bir yandan devrimci etkinliklerini miller Bosna'ya sığındılar ve bu bölge, sürdürdü, bir yandan da Empiriomomezhebin kalesi durumuna geldi, Bogo­ nizm'i (1903-1907) yazdı, 1905 devrimi sı­ milcilik çeşitli mezheplere (ademciler, katrasında Petersburg sovyetinde önemli bir harlar ve valdocular) esin kaynağı oldu. rol oynadı. Ancak 1907'de üçüncü Du­ ma'yı boykot etme yanlıları arasında yer ■ Bogomilciliğe bağlı bazı düşünce akım­ larına Reform'da da rastlandı, aldı; çünkü böylelikle devrimin gerçekle­ —Ed. Bogomiller’in XI, yy. başlarında Ro­ şebileceğini düşünüyordu. Lenin, Bogdamanya'ya getirdiği yarı hıristiyan, yarı put­ nov’u maceracılıkla suçladı; Materyalizm perest bogomil edebiyatı, rumen halkının ve ampiriokritisizm (Materializm i empirigeleneklerine, efsanelerine ve eski halk okritisizm) [1909] adlı kitabında onun ide­ edebiyatı elyazmalarına kadar girmiştir. alizmini eleştirdi.Yalnız kalan Bogdanov, Köylülerin Noel ve yeni yıl şarkılarında da 1911 'de RSDİP’ten ayrıldı. Proletkult akı­ bogomil edebiyatının etkisi görülür. Düz­ mına öncülük etti. Lenin'in ölümünden mece dinsel metinleri konu alan bogomil sonra baş gösteren tertiplere karışmaktan edebiyatı da, Sırplar'ın halk şiiriyle gele­ kaçındı. Bir tıp deneyi sırasında öldü. neklerini etkilemiştir, BOGDANOVA (Nadejda KonstantinovB O G O M İL C İL İK a. Bogomillerin öğre­ na), rus dansçı (Moskova 1836 - Peters­ tisi. burg 1897). Dans etmek için yabancı ül­ BOOOMOLETS ya da BOGOMOkelere giden ilk rus dansçıdır, 1851-1855 arasında Paris operası kadrosunda yer al­ LETZ (Aleksandr Aleksandroviç), sovyet dı. Burada, A. Saint-Löon’un la Vivanbiyoloji bilgini (Kiev 1881 - ay. y. 1946). dfere adlı yapıtında büyük başarı kazan­ Kiev ve Saratov üniversitelerinde fizyolo­ dı. Bir süre de Viyana'da dans ettikten ji profesörlüğü yaptı, Ukrayna bilimler sonra Petersburg'a döndü. Kısa süre akademisi başkanı oldu; adını taşıyan se­ sonra, petersburglu ve moskovalı yıldız­ rumla ün kazandı. Bogomolets, bu seru­ ların yanında sönük kaldı. mu, iyileşmeyen yaraların, kırık yaraları­ nın tedavisi için ve özellikle de. yaşlanma­ BOGDANOVİÇ (ippolit Fyodoroviç), yı önleyici ilacı olarak önermiştir. rus şair (Perevoloçna, Ukrayna 1744 BOGOR, esk. Buitenzorg, Endonez­ - Kursk 1803). Manzum hikâyesi Duşenya’da kent, Cava'nın B.'sında, Cakar­ ka (1778-1783), yayımlandığı dönemde, ta'nın G.'inde; 1 800 000 nüf. (1990). klasik estetiğin soğukluğu karşısında ha­ Dinlenme merkezi. Ünlü botanik bahçe­ fif şiirin başyapıtı sayıldı. si. Tarım araştırmaları merkezi. BOGDANOVİÇ (Maksim Adamoviç), BO G O RO DİTSKİY (Vasiliy Aleksebeyaz rus şair (Minsk 1891 - Yalta 1917). yeviç), rus dilbilimci (Tsarevokokşaysk, Köylülerin sefaletinden duyduğu acıyı dile bugün Yoşkar Ola, 1857 - Kazan 1941). getiren şiirlerinde Gorki'nin etkisi görülür Baudouin de Courtenay’nin öğrencisi ol­ (II fait froid et il pleut dans les champs [fr. du. 1880’e doğru Kazan Üniversitesi’nde çev.], 1909). ilk rus deneysel fonetik laboratuvarını kur­ BOODANY (Jakab), macar ressam du. Türk diliyle ilgili çalışmalar yaptı. (Eperjes, bugün Presov, Çekoslovakya, 1922'de Doğu Eğitim enstitüsü’ne profe­ 1660 - Londra 1724). 1690'da İngiltere' sör oldu. Türkoloji konusundaki en önemli ye giderek saray ressamı oldu. Meyve, yapıtları şunlardır; Vveneie o Tyurko-Taçiçek ve kuş tabloları Hampton Court'ta, tarskoe Yazıkoznanie (Türk-tatar dilbilgi­ Budapeşte ve Stockholm müzelerindedir. sine giriş) [1922]; Evolyutsia Okonçaniy BOOEY a. (ing. söze.). Golf oyununda, Roditel'nogo Padeja v Tyurkskih Dialektopun bir deliğe sokulmasıyla elde edilen tah (Türk lehçelerinde tamlayan durumu skor. (Bu işin gerektirmiş olduğu vuruş eklerinin gelişimi) [1925]; Yvedenie o Taadedi, artı bir'e eşittir.) tarskoe Yazıkoznanie o Suyazı Sdrugimi Tyurkskimi Yazıkami (Öbür türk dilleriyle BODHEAD a. (iskoçya'da bir yerleşim ilgisi yönünden tatar dilbilgisine giriş) biriminin adından). Mikroskobik suyosu[1934], nu topluluklarının oluşturduğu kömür tü­ rü.(Boghead sert ve donuk renkli bir kö­ mürdür; yüksek oranda [% 55-60] uçu­ cu madde içerir. Yandığında çok kül bı­ raktığından konut ısıtmak için kullanılmaz. Boghead bitümlü maddeler taşır ve ısıtıl­ dığında bu maddeler sıvı hidrokarbonlar biçiminde açığa çıkar.) BOOİSİC(Valtazar), dalmaçyalı hukuk­ çu (Cavtat, Dubrovnik yakınında, 1834 - Hijeka 1908). Odesa’da profesörlük yap­ tı. Daha sonra Crna Gora’ya (Karadağ) yerleşti. Burada CodegĞndraldes biens (fr. çev.) [1888] adlı yapıtını hazırladı.



BOGNOR REGİS, Büyük Britanya'da (West Sussex) sayfiye merkezi; 34 000 nüf.



BOGDAN IV , 1568'den 1572’ye kadar



BOGOLYUBOVO - VLADİMİR.



Moldavya prensi, Alexandru Lapuşneanu'nun oğlu. Korkunç ivan tarafından devrildi.



BO OOLYUBSKİY (Andrey) REY BOGOLYU8SKİY.



BOGDANCİ, Yugoslavya'da kent, Ma­



AND-



BOGOMİL a. (Bizans yunancası bogom iloi'den; bulgarca bog, tanrı, ve mile,



BOGORODSK, Rusya Federasyo­ nunda kent, Oka’nın aşağı havzasında, Gorki'nin G.-B.’sında; 36 000 nüf. Deri sanayisi. BOOOS H anende (Bogos HAMAMCIYAN, — denir), ermeni asıllı türk besteci (İstanbul 1872 - ay. y. 1945). Asdik Ağa' nin oğlu. Babasından müzik dersleri al­ dı. Hayatını hanendelikle kazandı. Bugün de sık sık seslendirilen şarkıları vardır: Bir nigâhınla kapıldım (suzinak), Güller açmış bülbül olmuş bikarar (kürdilihicazkâr), Olalı ey yar ben sana müptela (evcârâ). BOGOTA, Kolombiya'nın başkenti, Andlar üzerinde 2 550-2 650 m yükselti­ de; 4 819 696 nüf. (1990). (Banliyöleriyle 6 000 000 nüf.) Ekvator'dan ancak 500 km uzakta olmasına karşın, yükseltisi sa­ yesinde Bogotâ’da tropikal hastalıklar tehlikesini ortadan kaldıran serin bir ik­ lim (yıllık ortalama sıcaklık 14 °C; mevsi­ me bağlı olarak bazı değişiklikler görül­



yarak Yeni Granada audiencia 'sının, 1717’de ise Yeni Granada genel valiliği­ nin merkeziydi. Bağımsızlığın ilanından sonra, 1831 'de üç devlete ayrılışına (Ko­ lombiya, Venezuela ve Ekvador) kadar Büyük Kolombiya’nın başkentiydi. Bu dö­ nemde Yeni Granada Cumhuriyeti (1858), Kolombiya Birleşik Devletleri (1863) ve son olarak Kolombiya Cumhu­ riyeti (1886) adını alan cumhuriyetlerin başkenti oldu. • GÜZEL SANATLAR. S. Francisco ma­ nastırı (XVI. yy.), Companfa kilisesi ve S. Agustln manastırı (XVII. yy.), barok üslu­ bundaki önemli taçkapısıyla Sagrario ki­ lisesi. Kitaplıklar, aralarında Sömürge sanatı müzesi, Ulusal müze ve Kolomböncesi döneme ait en zengin kuyumcu­ luk işleriyle süs eşyası koleksiyonlarını barındıran Altın müzesi'nin de yer aldığı müzeler.



Bogott'dan genel görünü;



B o ğ a burcunun simgesel gösterimleri



boğa Knossos sarayt'nın kuzey girişini süsleyen boyalı kabartmadan ayrıntı çokrenkli vatancımermer I.0.1 500'edo ğr.



mekle birlikte gündüz sıcaklığı 18°C, ge­ ce sıcaklığı 10°C) egemendir. Yağışlar or­ ta düzeydedir; yılda 950 mm. Bununla birlikte, kötü akaçlama ve yoğun bulutlu­ luk nedeniyle, iklim nemlidir ve sık sık ha­ va kirliliğiyle daha da yoğunlaşan sisler görülür. Bogotâ, uzun yıllar siyasal, yönetimsel, dinsel ve kültürel işlevlerin ağır bastığı sı­ radan bir kent olarak kaldı. Ama bugün­ kü gelişmesini bu işlevlerine borçludur. Ayrıca çağdaş bir iş merkezi olmanın ve çok çeşitli tüketim malları (makine, gıda, dokuma, vb.) üreten bir sanayinin getir­ diği karmaşık yeni işlevler de buna eklen­ miştir. Ulusal yol ağının iyileştirilmesi, de­ miryolları ve modern havalimanı Bogotâ' yı ülkenin her yerine bağlayarak kentin çevreden kopukluğuna son verdi; büyük halk kitlelerinin buraya akması sonucu, Bogotâ giderek ülkenin en önemli kenti oldu, iç göç ve yüksek doğum oranı ne­ deniyle kentin nüfusu 26 yılda yaklaşık üç katına çıktı (1964'te 1 670 000 nüf.). Bogotâ, Güney Amerika'daki büyük kentlerin tüm çelişkilerini taşır. Yoksul halk yığınlarının üst üste yaşadığı eski sömür­ ge mahallesi, kuzeyde gökdelenlerin yük­ seldiği modern bir iş merkezinin kurulma­ sıyla iki katı genişlemiştir. Bu iki ana mer­ kezin kuzeyinde, orta ve üst sınıfların ba­ kımlı semtleri (evler, küçük konutlar), hiz­ met merkezleri uzanır; kentin orta kesimi­ nin batısında, kent ile havalimanı arasın­ da, sanayi bölgeleri ve üniversite merke­ zi yer alır; güneydeki kalabalık ve yoksul mahallelerde işsizlik, güvensizlik ve sefa­ let kol gezer; burada, güneye ve batıya giden büyük yolların çevresine sanayi bölgeleri yerleştirilmiş ve Bogotâ korkunç toplumsal sorunların başgösterdiği büyük bir kent haline gelmiştir. • TARİH. 1538'de, Gonzalo Jimânez de OuesadatarafındanÇibçaKızılderilileri'nin en önemli merkezi olan eski Sacafâ’nın yerine kurulan Bogotâ, 1549'dan başla­



B o g o tâ ş a rtı, 30 nisan 1948'de, Bogo­ tâ'da toplanan 9. Amerikalılararası konfe­ ransla imzalanan belge. 13 aralık 1951 ’ de yürürlüğe giren bu şart, Amerikan devletleri örgütü’nün tam anlamıyla ku­ rumlaşmasını sağladı.



BO G UÇANİ, Rusya Federasyonumda yer, Sibirya'da, Bratsk'ın K.-B.'sında, Angara kıyısında. Boksit yatağı. — Yukarı kesimde, Angara ırmağı üzerinde önemli hidroelektrik tesisi. BOOUD, kardeşi Bocchus ile birlikte Moritanya kralı (öl. Methone, Yunanistan, İ.Ö. 31). iç savaşta Sezar'ın yanında yer aldı ve Sextus Pompeius'un bozguna uğ­ ramasına katkıda bulundu. Sezar'ın ölü­ münden sonra, Octavianus'a karşı Antonius’u desteklediğini açıkladı, Actium'da savaştı ve ispanya'ya, Antonius' un yardımına bir ordu gönderdi. Bocchus'un düzenleri sonucu krallığını yitirdi (İ.Ö. 38). BOOUSLAV, XII. yy.'ın ikinci yarısında­ ki Szczecin dükü. Devleti Orta Pomeranya’da yer alan bu slav prens, Polonya kralı Dürüst Kazimierz tarafından dük ya­ pıldı ve böylece Polonya himayesine gir­ di; topraklan kendisine fief olarak verildi. Ama Polanya himayesi çok sürmedi ve Baltık Slavları'nı egemenlikleri altına alan Almanlar'a direnebilecek güçte olmadığı için de imparator Friedrich’e biatte bulu­ narak imparatorluk prensi payesini aldı (1811). Pomeranya'daki birçok slav pren­ si Boguslav adını taşır.



BOOUSLAWSKİ (Wojciech), polonyalı yazar (Glinno, Poznart yakınında, 1757 -Varşova 1829). Varşova’da oyunculuk, oyun yazarlığı, uyarlamacılık ve tiyatro yö­ neticiliği yaptı (1783-1814). Kendisine "ulusal tiyatronun babası" unvanı verildi. Müziğini Jan Stefani'nin bestelediği, içe­ riğini yurtseverliğin ve halkın oluşturduğu en özgün oyunu Cud czyli, Krakowiacy i görale (1794), Polonya'da operakomiğin gelişmesinde önemli bir olay oldu. BOOZA (Geo), romanyalı yazar (Ploieşti 1908). Gazeteci olarak, Ispanya savaşı sırasında cumhuriyetçi ordularda röpor­ taj muhabirliği yaptı. Şiirlerine "yaşanmış olaylar"ın gerçekçi havasını verdi (le Journal du sexe[fr. çev ), 1930; Poâme •invective [fr. çev,11930; le Livre de l'O lt [fr. çev.), 1945; le Pays de pierre [fr. çev.), 1946; Paysages et Sentiments [fr. çev.j, i 1971). B O Ö A a. 1. Sığır türünün damızlık erke­ ği. —2. Boğa gibi, çok güçlü kuvvetli gö­ rünen, vücudu iyi gelişmiş genç erkek için kullanılır. —ANSİKL. Zootekn. Boğa, ırkının en be­ lirgin özelliklerini ve onun aracılığıyla yav rüya geçmesi istenen özellikleri taşımalı­ dır. Genel görünüşü ve yapısıyla tam er­ kek sağlıklı olmalıdır. Boğalar 15-18 ay­ lıktan başlayarak 10-12 yaşına kadar da­ mızlık olarak kullanılabilir. Başlangıçta çok az sayıda düveye ya da ineğe aşacak şe­ kilde hizmete sokulmalıdır, ikinci aşım mevsimini geçirdikten sonra, yılda 40 ine­



ğe aşabilir. Boğaları uzun süre koruyabil­ mek için beslenme düzenine titizlik gös­ termek gerekir; hatta onu insanlarca ok­ şanmaya ve şayet olabilirse aşım için in­ san yardımına alıştırmalıdır. Süt sığırları için yapay dölleme yöntemi büyük çapta yaygınlaşınca damızlık olarak kullanılan boğa sayısı önemli ölçüde azalmıştır. Ya­ pay dölleme için kullanılan boğalar, ata­ larına, bireysel üstün niteliklerine ve yav­ rularına bakılarak seçilir. ikonogr. Ezici bir güce sahip olan bo­ ğa, çeşitli örneklerde özellikle de Lascaux'daki duvar resimlerinde görüldüğü gibi, tarihöncesi dönemin gözde konuların­ dan biridir. Eski Yakındoğu sanatında da en çok betimlenen hayvan boğadır. VII. bin yılın sonundan başlayarak Çatalhöy ü k '’te, bir tapınağa ait olduğu sanılan duvarlarda boğa resimleri görülür. Sümer ve sami dinlerinde güçlülük ve bereket simgesi olan boğa, Cemdet-Nasr döne­ mi (IV. bin yıl) silindir mühürleri üzerine iş­ lenmiştir. El-Ubeyd tapınağı'nın (İ.Ö. 2450) cephesi bakırdan boğa heykelle­ riyle süslüydü. Ur"'daki kral mezarlarının eşyaları arasında, tepesinde altından ve lacivert taşından boğa başları bulunan arplar vardır. Alacahöyük- mezarların­ da (III. bin yılın 2 yarısı) ortaya çıkarılan boğa figürleri —olasılıkla kutsal törenler­ de taşınan asaların tepeliği— basitlikleriy­ le çarpıcı bir anlatım gücü kazanırlar. Hititler'in Fırtına ve Gökyüzü tanrısı, Hurri ve Şerri adında iki kutsal boğayı binek hay­ vanı olarak kullanır. Boğazköy'de ortaya çıkarılan pişmiş topraktan iki boğa hey­ kelinin gömüldüğü kutsal mezar, Kültepe rhyton'u (İ.Ö. XIX. yy.) ya da Tokat'ta bu­ lunan koşumlu güzel boğa başı Hititler' de bu hayvana verilen büyük önemi or­ taya koyar. Kral Kapara’nın sarayının ana kapısını çevreleyen kabartmalardan da (İ.Ö. I. bin yıl başı) anlaşıldığı gibi, ikinci Halef uygar­ lığı insanları için, boğa bazı tanrıların sim­ gesiydi. Asur* sanatında, Sümer gelene­ ğindeki insan başlı boğaya kanat eklen­ di (Til Barsip sarayı’ndaki resim, İ.Ö. VII. yy.) ve dev boyutlar verildi (Hursabad ka­ natlı boğası, Louvre). Boğaya meydan okuyanın gücü (oymalı fildişi levha, İ.Ö. VIII. yy., Ziviye definesi), Ahemeniler’de boğayla aslan arasındaki simgesel dövüş (Persepolis'te büyük merdiven kabartma­ ları) ya da karşılıklı iki boğa protome'sınin yer aldığı Sus (Louvre) ve Persepolis sütun başlıkları, bu mitin sürekliliğinin bi­ rer kanıtıdır. Girit Minos sanatında da boğaya önemli bir yer yerildi: Kumaşa pişmiş toprak-vazosu (İ.Ö. 2200’e doğr.). Knossos sarayı’ndaki duvar resimleri (boğa güreş­ leri), Knossos rhytonu, boyalı pişmiş top­ raktan Aya Triada lahti ve Vafio altın maş­ rapaları (Kandiye müzesi). Yunan mitolo­ jisinde, Zeus kimi kez boğa biçiminde b o ğ a şeklinde riton İ.Ö. 1700-1600 Boğazköy



boğagüreşi gösterildi (Europe'nin kaçırılışı). Herakles'in on iki işinden biri Girit boğasıyla dö­ vüşmekti (Selinus metopelerinden biri bu konuyu işler). Ksanthos'ta bulunan bir mezar, aslanlarla boğaların dövüşünü canlandıran sahnelerle süslüdür. Panathenaia frizinde, kurban edilmek üzere gö­ türülen boğalar görülür. Aynı konu, da­ ha sonra, Romalılar’ın Suovetaurilia kur­ ban törenlerini işleyen heykel ve kabart­ malarda da (Louvre) ortaya çıkar. Ayrıca taurobolium sunaklarını, Mıthra'nın kutsal boğayı boğazlamasını gösteren çok sa­ yıda heykel grubunu, Farnese boğası adı verilen grubu (Napoli müzesi), Tralles'li Apollonios ve Taurisko'un bir yapıtının kopyasını da sayabiliriz. Besançon müzesi'ndeyse Galya-Roma döneminden kal­ ma tunçtan bir boğa heykeli bulunur. Modern sanatçılar arasında, Goya, iki dizilik Boğa güreşi'ni (yedirme baskıresim) ve Bordeaux boğaları’nı (taş baskı) bıraktı. Barye çok sayıda heykel grubu yaptı. Bunlardan biri de Kaplan tarafın­ dan yakalanmış boğadır. Pompon ise Saulieu'deki Boğa'nın yaratıcısıdır. Picasso da birçok kez boğa konusunu işledi: çok sayıda yağlıboya tablosu boğa gü­ reşlerine ayrılmıştır; Minotauromachie (Minos boğasıyla güreş) adını verdiği gravür dizisinde ve birçok deseninde, sanatçı, antikçağ mitlerine simgelerle yüklü bir güncellik kazandırdı. ** B O Ö A , Koç ve ikizler arasında yer alan burçlar kuşağı takımyıldızı. En parlak yıl­ dızı Aldebaran* 'dır. Çıplak gözle görüle­ bilen iki açık yıldız kümesi yani Öküz- ve Ülker* kümeleri ayrıca C rabe' bulutsu­ su bu takımyıldızda yer alır. Boğa'nın T yıldızı, çok sayıda ve yeğin tayf çizgisi gösterir; dolayısıyla büzülme halindeki çok genç yıldızları içeren düzensiz değiş­ kenler sınıfının ilk örneğidir. ( -* GÖK ha­ ritası.) —Astrol. Güncel gregoryen takvimine gö­ re ilkbaharın ikinci burcu (Boğa, ay yatıküresi'nin dördüncü, güney-batı yönünü gösteren ikinci büyüküçgenin birinci bur­ cudur. Geç batan Venüs'ün gökevi, Ay' ın yükselme yeridir.)



B O â A B A fL I a. Antik. Yunan sikkeleri üzerinde sık sık görülen boğa başlı cana­ var. B o ğ a ç Han, Dede Korkut kitabı’nda, "Dirse Han oğlu Boğaç Han boyu" adlı hikâyenin baş kişisi. On beş yaşındayken, üç arkadaşıyla birlikte, meydanda aşık oynarken, üzerlerine bir boğa saldırır; onu yenip öldürdüğü için, Dede Korkut tara­ fından, kendisine "Boğaç” adı verilir. Ba­ bası Dirse Han da, oğluna beylik verir. Dirse Han'ın kırk yiğidi, Boğaç'ı kıskanıp çekiştirir. Dirse Han, avda oğlunu sırtın­ dan okla vurur. Anası, kırk kızı yanına alıp aramaya çıkar, Boğaç'ı yaralı olarak bu­ lur. Hızır ilyas’ın öğüdüne uyarak, dağ çiçeği ile kendi sütünden merhem yapıp yarasına sürer. Oğlan kırk günde iyileşir.



Korkuya kapılan kırk namert, Dirse Han’ı bağlayıp kâfir ellerine götürmeye kalkar­ lar. Boğaç Han bunu duyar, kırk yiğidini yanına alıp artlarından gider, savaşır, "aklı-şaşmış" babasını kurtarır. Hikâyede babanın bönlüğü, ana sev­ gisi ve oğulun babayı bağışlaması motif­ leri dikkati çeker.



BOÖADA a Küllü ya da sodalı su ile ça­ maşır yıkama. (Bogata, boğata da denir ) BO âA D İKEN İ a. Eski dünya'da ve Amerika'da 150 kadar türü bulunan ve çoğunlukla ertesi yıl aynı kökten yeniden süren otsu bitki. (Bil. a. eryngium ; may­ danozgiller familyası.) Boğadikeninin çi­ çekleri yaprakların koltuğunda ya da te­ pede kömeç biçiminde topludur; yaprak­ ları ve çiçek bürgüleri, almaşık dizili ve di­ kenlidir. Başlıca türleri: kır boğadikeni (E. campestre), mavi çiçekli dağ boğadike­ ni (E. alpinum), kıyı kumsallarında yetişen sahil boğadikeni (E. maritimum). Birçok boğadikeni türü, sûsbitkisi olarak da ye­ tiştirilir. Boğadikeninin kurutulmuş çiçekli dalları infusyon halinde öksürük kesici, id­ rar artırıcı, iştah açıcı, uyarıcı ve afrodizyak olarak kullanılır. Kökleri de aynı etki­ lere sahiptir. Türkiye'de bu bitkiye yöre­ sel olarak çeşitli adlar verilir: çakırotu, de­ vedikeni; deveelması, gözdikeni, tengeldikeni, tokuzotu, vb.



guel Dominguın, Antonio Ordönez, El Cordobös, vb.) aynı yoldan gittiler ve se­ yircide sürekli bir estetik coşku uyandır­ maya çalıştılar: o güne dek bir tür atletik, hatta kahramanca gösteri sayılan böğagüreşi, cesaret mutlak önemini korumakla birlikte, gitgide göze hoş gelen bir spor niteliği kazandı • Boğagüreşınin bölüm leri. Yardımcı bo­ ğa güreşçilerinin (cuadrilla'lar) geçişinden sonra, ilk boğanın karşısına, en kıdemli matador ("alternativa" denir) çıkar; daha sonra öbür torero'lar, meslekteki kıdempicadorun müdahalesi



B O âA D İŞ LİLİK a. Çok büyük olan ve köklere uzanan dişözü oyuklarının dış gö­ rünüşü. (Boğadişlilik, Neahdertal insanda sık görülür.)



BOĞAGÜREŞİ a. Vahşi boğalarla dö­ vüşme sanatı (corrida). -A n s İk l Tarihçe, ispanya’da doğan bo­ ğa güreşi, Latin Amerika (özellikle Mek­ sika'da), Portekiz ve Güney Fransa'da da yaygınlık kazandı. Ortaçağ'dan başlayarak İspanyol soy­ luları, savaş talimi olarak at üstünde bo­ ğa ile dövüşürlerdi (bugün, rejoneador*’ un yaptığı türden dövüş). Ama yavaş ya­ vaş saray zevk ve entrikalarına kendileri­ ni kaptıran soyluların, bu tür karşılaşma­ lara ilgisi azaldı ve boğa güreşini, maiyet­ lerindeki yaya "a s fla rın a bıraktılar. On­ lar da, bu sayede kendilerini gösterebil­ me ve halk arasında ün kazanma olana­ ğı bulmuş oldular. XVIII. yy.’ın sonundan başlayarak, bugünkü kurallarıyla yapılan boğagüreşi, yenilikçi deha Juan Belmonte y Garcıa'nın ortaya çıkışına kadar, bir buçuk yüzyıla yakın bir süre, korkunç bir karşılaşma olarak kaldı (özellikle Pedro Romero, Francisco Montes, Guerrita, Cüchares, Lagartijo ve Frascuelo gibi bo­ ğa güreşçileri ün kazandı); Juan Belmonte, 1915'ten başlayarak bu oyuna sanat­ sal bir nitelik de kattı. Halk bu oyundan hoşlandığı için, J. Belmonte’nin rakipleri (Joselito gibi) ve ondan sonra gelen boğa güreşçileri (Do­ mingo Gömez Ortega, Manolete, Luis Mi-



muleta evresi



banderillalann saplanması



son



(estocada)



BOĞA GÜREŞİ



boğagüreşi lerine göre alana girerler. Boğayı peleri­ niyle karşılayan matador, bununla hava­ da estetik figürler çizer; bunların başlıcaları veronica, chicuelina ve rebolera'dır. Boğanın ataklığı biraz yatıştıktan sonra, picador (âtlı torero) ortaya çıkar ve corrida'nın son evreleri için hayvanın gücünü biraz azaltmaya çalışır. Banderilloların yaptıkları çarpıcı ve atletik ara gösteriler, matadora, hayvanın pelerinsiz bir insana nasıl davranacağını görme olanağı verir. Boğanın saldırganlığı azalmış olduğun­ dan artık "m uleta" evresi başlar; bu aşa­ mada torero, sanatının tüm inceliğini, üs­ tünlüğünü ve zarifliğini göstermek zorun­ dadır. Boğa hazır duruma gelince tore­ ro, pelerini ile bir dizi oyun gerçekleştirir; bunların başlıcaları natural, derechazo, pecho, firma ve bandera’lar ve "değiş­ ken oyunlar” dır. Ya boğanın yorgun düş­ mesi ya da pelerinin arkasında bir insan bulunduğunu anlayıp da ona saldırmaya kalkışması nedeniyle yeni oyunlar uygu­ lanmasına olanak kalmayınca, sıra boğa­ yı öldürmeye gelir. Matador, “ estocada" denilen kılıçla son darbesini vurur. Hay­ van ölünce pistten çıkartılır.



1752



BOĞAK a. (boğmak'tan).



A N j İ N ’i n



eşan­



lamlısı.



BOĞALIK a. Boğa olarak kullanmak amacıyla ayrılan bir yaşından büyük er­ kek sığır.



BOĞAN



-



ÖRÜMCEKKUŞU.



BOĞANAK a. Yörs. Sağanak; şiddetli fırtına.



BOĞANOİLLER



- * Ö R Ü M C E K K U Ş U G İL -



LE R .



BOĞANOTU a. Son derece zehirli bit­ ki. (Bil. a. aconitum; düğünçiçeğigiller fa­ milyası.) [Eşanl. K A P L A N B O Ğ A N , K U R T B O ­ Ğ A N ]



boğanotu



Güney Alpier’de Verdon boğazları



—ANSİKL. Boğanotu Avrupa ve Asya dağlarında yetişen dik gövdeli, çokyıllık otsu bir bitkidir. Süs bitkisi olarak yaygın biçimde yetiştirilir. Başlık biçimindeki ba­ kışımlı çiçekleri salkım ya da koçan biçi­ mindedir. Boğanotunun bütün kısımları zehirlidir. Aconitum napellus türünün kök­ leri, özellikle akonitin gibi çeşitli alkaloit­ ler içerdiği için ilaç yapımında kullanılır. Akonitinin anestezik ve dolaşım düzenle­ yici etkisinden ancak çok sıkı doktor gö­ zetimi altında yararlanılır. Sarı boğanotu denilen tür de çok zehirlidir. Bu türlerin ikisi de Avrupa bitkisidir, Anadolu’da bu­ lunmaz. Türkiye'de üç boğanotu türü var­ dır (A. cochleare, A. nasatum, A. orien-



tale). Doğu Anadolu'da yetişen bu türler özellikle hayvanlarda ağır zehirlenmele­ re neden olmaktadır.



BOĞASAK sıf. ve a. Yörs. Boğa isteyen inek.



BOĞASAMAK gçz. f. inek sözkonusuy­ sa, çiftleşmek istemek. BOĞASI -> B O Ğ A S I BOĞATA a. Denize. Filador geçirmek için yuvarlak ya da oval iki ya da üç delik taşıyan dilsiz ağaç makara; çevresi sapan donatılması için oluklu yapılır. (Yelkenli teknelerde biri çarmık ayağına diğeri kü­ peşteye bağlanan iki boğataya filador ge­ çirilerek palanga gibi bir sistem oluşturu­ lur ve çarmıkların boşu alınır.) |j Boğata torno, çarmıkların üzerine ve küpeşteye yakın bağlanan bir ya da iki delikli ağaç boğata. (Armadoralardan gelen selviçeler boğata tornolardan geçirilerek küpeş­ tedeki armadora çeliklerine volta edilir.) [Eşanl. Ç A R M I K * B O N C U Ğ U . ]



BOĞATA



-



BOĞADA.



BOĞAZ a. 1. Boynun ön ve yan bölü­ mü, gırtlak: B ir kimsenin boğazını sıkmak, boğazını kesmek. —2. Boynun iç bölü­ mü: Boğazı şişmek. Boğazı ağrımak. —3. Bir şişenin, vazonun, testinin vb. ağ­ za yakın dar ve uzun bölümü. —4. Kes­ kin yamaçlı vadi. —5. iki denizi ya da gö­ lü birbirine bağlayan iki kara parçası ara­ sındaki dar su geçidi: İstanbul boğazı. (Bk. ansikl. böl. Coğ.) —6 . Gereksinme­ leri, özellikle de yiyeceği içeceği sağlanan kimse: Evde yedi boğaz ekmek ister, aş ister. —7. Yeme içme; yedirilip içirme yü­ kümü: Boğazına çok iy i bakar. Çocukla­ rın boğazıyla baş edemiyorum. —8 . Bo­ ğaz açmak, ağaçların ve bitkilerin dibini kazarak, toprağı gevşetip kabartmak. || B ir kimseyle, birbiriyle boğaz boğaza, gırtlık gırtlağa gelmek, birbirlerini boğmak istercesine kavga etmek: B ir hiç yüzün­ den boğaz boğaza gelm işlerdi. || Boğaz derdi, boğaz kavgası, geçim için uğraşıp didinme; yemek hazırlama telaş ve sıkıntısı. || Boğaz doldurm a, kimi bitki ve sebzelerin diplerini çapalayarak toprakla doldurma. || Boğaz durmaz, yeme içme­ nin önemli bir gereksinim olduğunu, sü­ reklilik taşıdığını vurgulamak için söylenir. I Boğaz içinde kavga, yangın var, herke­ sin sofrada hiçbir şeye aldırış etmeden, hızlı hızlı yemek yediğini belirtmek için şa­ ka yollu söylenir. || Boğaz ola. yemek yi­ yenlere, "bereketli olsun, yarasın" anla­ mında söylenir (tkz.). || Boğaz olmak, bo­ ğazı ağrımak, bademcikleri şişmek. || Bo­ ğaz tokluğuna, para almadan, salt karnı­ nı doyurmak için: Bütün yıl boğaz toklu­ ğuna çalıştı. |! Boğazı açılmak, yemek ye­ me isteği artmak, iştahı açılmak. || Boğa­ zı düğümlenmek, üzüntüden boğazı tıkanmak. || Boğazı inmek, bademcikleri şişmek. || Boğazı işlemek, sürekli olarak bir şeyler yemek. || Boğazı kurumak, su­ samak; bağırma ve çok konuşma nede­ niyle sesi çıkmaz olmak. |j Boğazına, gırt­ lağına basmak, bir kimseye bir şey yap­ tırmak için zor kullanmak. || Boğazına di­ zilmek, boğazına durmak, boğazında kal­ mak, üzüntü, kuşku ve korku gibi neden­ lerle lokmaları isteksizce, zorla yutmak, iş­ tahı kesilmek: Uzaktaki oğlunu düşündük­ çe lokm alar boğazına diziliyordu. Boğa­ zında kalsın. || Boğazına düşkün, güzel yi­ yecekler arayan, yeme içmeden çokça hoşlanan kimse için kullanılır. || Boğazına kadar borca girm ek, çok borçlanmak. || Boğazına, gırtlağına sarılmak, karşısında­ kinin boğazından tutarak ona saldırmak. || Boğazına, boğazında düğümlenmek, üzüntü, heyecan gibi nedenlerle söyle­ mek istediklerini söyleyememek. |j Boğa­ zından artırmak, boğazından kesmek, ye­ me içme giderlerinde tutumlu davran­ mak. || Boğazından geçmemek, bir yiye­ ceğin, sevilen ya da yoksul bir kimse yi­ yemediği için üzüntü duymak, yedikleri içine sinmemek. |j Boğazını çıkarmak, ge­



çimini sağlayacak kadar para kazanmak. || Boğazını doyurmak, karnını doyurmak. || Boğazını sevmek, yiyip içmeye düşkün olmak. || Boğazını yırtmak, bütün gücüy­ le bağırmak. —Anat. Boğaz kıstağı, damak eteğinin ön ayakları arasında bulunan ve ağzı yutak­ la birleştiren değirmi delik. ■ —Bitki patol. Boğaz yanıklığı, buğdaygil­ lerde boğaz kısmının (kökle sapın birleş­ tiği yer) kararıp bozulması şeklinde orta­ ya çıkan ekin hastalığı. —Bot. Bitişik çanakyapraklı bir çanakta ya da bitişik taçyaprakiı bir taçta, boru kıs­ mının genişlediği yer. —Camc. Sürekli döküm fırınında basınç altındaki canım, hazırlama tankından din­ lendirme tankına geçişini sağlamak için ateşe dayanıklı malzemeden yapılan bağ­ lantı. (Genellikle fırın tabanı düzeyinde bu­ lunan boğaz bu düzeyin üstünde ya da altında da yer alabilir; bu son durumda boğaz, cam iniş havuzunu oluşturur.) —Dağc. Bir dağın yamacını yaran, geniş ya da dik, az ya da çok derin çöküntü. (Boğazlar çoğu zaman doğal tırmanma yollarıdır; ne var ki, çığlar ve kayalar da boğazlardan yuvarlandığı için tehlikelidir­ ler; bu nedenle boğazlardan günün sıcak saatlerinden önce geçmek gerekir. Tü­ müyle kar ya da buzla kaplı dik bir bo­ ğaz, dağcılar için aranan bir tırmanma yo­ lu olabilir: sözgelimi, Blaitiere dağındaki [Chamonix yakını] Spencer boğazı.) [ÇIĞ GEÇİDİ de denir ] —Denize. Dümen boğazı, dümenin, yel­ paze üstünde kalan bölümü. —El san' Bakırcılıkta, kapların daralan kı­ sımlarına verilen ad. || Boğaz bağlamak, sahan, tencere gibi kapları yaparken, gövdeyi hafifçe daraltarak kenar kısımla­ ra geçmek. || Boğaz çıkarmak, bakır kap­ larda içbükey kısımların ortaya çıkması için ilk çekiçlemeyi yapmak. —Esk. sil. Okun, gezden başlayan ilk dört bölümüne verilen ad. —Geom. Boğaz çem beri ya da elipsi, yaygılı bir (H) hiperboloitinin, (H) yi oluş­ turan hiperbollerin bütün tepelerini içeren düzlemle arakesiti. |j Boğaz çizgisi, tasarı geometride, bir kapalı yüzeyle bir düzle­ min, uzunluğu bir minimum gösteren ara­ kesit eğrisi. —Havc. Ses hızı boğazı, sesyakını bir hız­ la akan bir akışkan huzmesinde, ses hı­ zına eşit yerel bir hız yaratan daralma. (Ejektör lülesinde boğaz, yakınsak bölüm­ den sonra, ıraksak bölümden önce gelir.) —Isıt, havld. Bir şöminede, ateşlikle du­ man hücresini ayıran dar geçit. ■ —Jeomorfol. ve Hidrol. Sarp yamaçlarla çevrili vadi. (Bk. ansikl, böl. Jeomorfol. ve Hidrol.)| Bağlantı boğazı, bir kavşak ba­ samağında açılmış boğaz. —Kaynakç. Bir kaynak dikişinin dik kesi­ ti içine çizilebilen en büyük üçgenin yük­ sekliği. —Patol. Boğaz ağrısı, çeşitli iltihapların (bademcik iltihabı, anjin, faranjit, larenjit vb.) günlük dildeki adı. || Boğaza kaçmak, yutma sırasında besinlerin soluk borusu­ na kaçması. (Bu olay, meme çocukların­ da ve kusmayı âdet edinmiş çocuklarda sık görülür ve tehlikelidir. Komada bulu­ nan ya da yutma felci olan hastaları bes­ leme denemelerinde de meydana gele­ bilir. Boğulmaya ya da bir akbiğer enfek­ siyonuna neden olabilir.) —Tarım. Bitkilerde, gövdenin toprakla bir­ leşen kısmı. || Boğaz açma, meyve ağaçp a r a le l b a ğ la n m ış



boğaz d o ld u r m a



p u llu k la r ı



zehirlilik) önler. Bağlarda asmaların kök larında ya da asmalarda boğaz kısmını sürekli nemden korumak için bir el aleti boğazlarını doldurma işlemi, yeni dikilen ya da pulluk kullanarak toprağı açma iş­ fidanların (omcaların) ve yerinde yapılan aşıların kurumasını önler. Doğu Avrupa lemi. (Bk. ansikl. böl.) || Boğaz açılması, ülkelerinde boğaz doldurma işlemi, as­ güzlük ekinlerde donma ve don çözülme­ maların kış soğuklarından korunması için si ya da toprak aşınmasıyla bitkilerin di­ de uygulanır. Ayrıca, asmalarda yapılan binin (boğaz ve kök boynu) açılması. (Don toprağı, özellikle kireçli toprakları ka­ boğaz doldurma işlemi, ilkbaharda top­ bartır. Bu yüzden bitki yükselmiş olur, don rağın işlenmesine de yardımcı olur. çözülünce de eski yerini alamaz. Bu gibi —Tarım, mak. Boğaz doldu ma pulluğu üçgen biçiminde bir uç demiriyle ilerleme hallerde ilkbaharda tarladan merdane ge­ çirmek yararlı olabilir.) || Boğaz doldurma, yönüne göre bakışımlı iki kulaktan oluşur. bir bitkinin dibine (kök boğazı) toprak yığ­ Pulluk ilerlerken küçük bir çukur iz açar, ma işlemi. toprağı iki yana iterek kabartır. Bir gidiş­ Tarım mak. Boğaz doldurm a pulluğu, te birkaç dizi bitkinin boğazını doldurmak bazı tarım bitkilerinin boğazını doldurmak için aynı çatıya birkaç pulluk yan yana için kullanılan çift kulaklı pulluk, bağlanabilir. Bu türlü boğaz doldurma en —Uluslarar. huk. Boğazlar rejimi, boğaz­ çok patates tarlalarında uygulanır. Bütün lardan geçişi düzenleyen uluslararası hu­ yumru ekici makinelerde bir de yumrula­ kuk kuralları bütünü. (Bk. ansikl. böl.) rı örtmek için boğaz doldurma pullukları —Zootekn. Dört bacaklı hayvanlarda baş bulunur. ile boynun baş altında birleştiği yer. (Ana­ —Uluslarar. huk. Boğazlar rejim i. Boğaz­ tomik olarak altta gırtlak, üstte kulakaltı lar rejiminin günümüzdeki temel özelliği bezleri, önde altçene çukuru ve yanakla­ geçiş özgürlüğü ilkesidir. Bununla birlik­ rı, arkada boyunla sınırlıdır.) te geçişin, savaşan devletlerin savaş ge­ —ANSİKL. Bitki patol. Boğaz yanıklığının milerine ya da kıyı devletinin savaşan ta­ temel özelliği o bölümün kararıp bozulma­ raf olması durumunda bütün gemilere ya­ sıdır; ikincil özellikler hastalığın etkenine saklanması mümkündür. göre değişir. Tahıl kök boğazı yanıklığı, Bu ilkenin benimsenmesi, 1958 Cenev­ Gaümannomyces gram inis (esk. Ophiore karasuları sözleşmesi ile genelleştiril­ bolus gram inis) türü bir mantardan ileri meden önce, her biri bir boğaza ilişkin gelir ve köklerdeki nekrozlar tohumlarda birçok sözleşmeyi gerektirdi (Danimarka da yanıklığa yol açar. Cercosporella heboğazları için Kopenhag antlaşması rpotrichoides türü mantarlardan ileri ge­ [1857]; Cebelitarık boğazı için fransız len çim boğazı yanıklığı sapların cılızlaş­ -İngiliz bildirişip 904]; Arjantin ve Şili ara­ masına, sonra sapın kopmasına ve yat­ sında Macellan boğazı için antlaşma maya neden olur. [1881]; Türk boğazları için de, Küçük —Coğ. Boğazlar bazen çok kısadır ve Kaynarca [1774], Edirne [1829], Hünkâr gerçek bir deniz eşiği oluşturur (sözgeli­ iskelesi [1833], Londra [1841], Paris mi Babülm endeb boğazı); bazense çok [1856], Lozan [1923] ve nihayet Montuzundur ve gerçek bir deniz kolu görü­ reux [1936] antlaşma ve sözleşmeleri). nümündedir (Pas-de-Calaıs, Mozambik Uluslararası bir boğazın ablukası savaş boğazı, Tatar boğazı, vb.), iki deniz ara­ hareketi olarak değerlendirilir: mayıs sında ulaşım yolu, iki kıtanın birbirine en 1967'de İsrail, "Altı gün savaşı” ndaki sal­ yakın iki noktası arasında geçit yeri, be­ dırısına neden olarak Tiran boğazının ab­ lirli bir deniz havzasının anahtarı olarak luka edilmiş olmasını göstermiştir. boğazların iktisadi ve stratejik önemi bü­ BOĞAZAĞACI a. Değirmene. Suyla yüktür. (Dar kıstaklar delinerek yapay bo­ çalışan taş değirmenlerde, çarkın dönme­ ğazlar da açılmıştır [Süveyş, Panama].) sini sağlayan, 20 om çapında, karaağaç­ —Jeomorfol. ve Hidrol. Boğazlar, bir ır­ tan yapılmış mil. (Çarka demir bir mille tut­ mağın, yatağını sert ve dayanıklı kayaç turulmuştur. Alt kısmında bir kalas ve lar içinde derinliğine sarp yamaçlar biçi­ onun üzerinde milin dönmesini sağlayan minde oyması sonucunda oluşur; sarp içi oyuk, demir ya da tunçtan bir parça yamaçla vadilerde vadi taban çizgisi, hafif bulunur. Boğazağacı bu oyuğa yerleş­ eğimli yamaçları olan vadilere oranla da­ miştir.) ha kısa sürede derinleşir. Öte yandan tek­ tonik kökenli hızlı bir yükselme de boğaz­ BOĞAZALTI a. Koşumc. Koşum takı­ ların oluşumuna yol açabilir (kıyı Alpleri, mında atın boğazının altından geçen baş­ Orta Asya dağları). Bir yeraltı ırmağının lık parçası. geçtiği mağaralarda tavan çöküşü bo­ BOĞAZEVCİ, Kırşehir'in Çiçekdağı il­ ğazları doğuran bir başka nedendir; bu çesi, Akçakent bucağına bağlı köy; 2 112 olaya özellikle karstlı bölgelerde sık rast­ nüf, (1985). lanılır. Oyma etkisiyle ani eğim değişiklik­ leri doğuran akarsuların buzul yüzey bi­ B oğ a zh lsa rı, Çanakkale* hisarı'nın çimlerini yeniden düzenlenmesi de bo­ öteki adı. ğazların oluşumunu kolaylaştırır. Alpler' BOĞAZİÇİ a. Tekel idaresi'nce 1965 yı­ deki boğazların çoğu bu olay sonucu lına kadar üretilen, 68 mm boyunda, 8,5 doğmuştur. mm çapında, oval kesitli, yavaş tatlı içim—Tarım. Boğaz açma özellikle bağcılık­ li, doğal kokulu sigara çeşidi. ta uygulanan bir işlemdir ve ilkbaharda toprağı yabancı otlardan temizlemek, piç MBO Ğ AZİÇİ, Antıkçağ’da bir efsane ne­ sürgünleri yok etmek ve gübrenin topra­ deniyle Bosporos Thrakios, Bosporus ğa karışmasını sağlamak amacıyla yapı­ Thrakikos ya da Bosphorus Thraciuİ lır. (Trakya öküz geçidi) adı verilen, Marma­ Asmanın boğazı, çapayla omcanın di­ ra denizi’ni Karadeniz'e bağlayan boğa­ binde 15-20 om derinliğinde çepeçevre zın kıyıları ile, D.'da Anadolu, 8 ,’da Ru­ bir çukur kazılarak ya da omca sıraları­ meli yakalarındaki platoların kenarına de­ nın arası bağ pulluğuyla sürülerek açılır, ğin uzanan dik yamaçları kapsayan ala­ iki yandan kalkan toprak kesekleri orta na verilen ad. Batı dillerinde Bosporus ya çizgide bir sırt oluşturur. Omcaların dibin­ da Bosphore, fetihten önce türkçede de kalan dar toprak şeridi de sonradan Konstantiniye boğazı, sonraları yakın za­ çapayla ya da makineyle açılır. mana değin, Karadeniz boğazı denilen • Boğaz doldurm a, bazı bitkileri kış ya bu önemli geçit için, günümüzde daha da ilkbahar donlarından korumak, bazı­ çok,"İstanbul boğazı” adı kullanılmakta­ larının da yeşil kısımlarını beyazlatmak dır, Ancak, "İstanbul boğazı" ve "Boğaz­ içi" adları kapsam açısından farklıdır. Batı (kuşkonmaz) için yapılır. Patateste küm­ bet biçiminde gerçekleştirilen boğaz dol­ dillerinde Bosporus ve türkçede İstanbul boğazı adları, fiziksel coğrafya olarak bir durma, ana yumrunun çevresinde topra­ ğın kabartılmasını, ısınmasını ve suyun boğazın adıdır. Oysa Boğaziçi, türkçeye yerleşmiş kullanılışına göre, bir beşeri kolayca sızmasını sağlar. Kürek ya da ça­ coğrafya kavramıdır; İstanbul boğazının payla yapılan iyi bir boğaz doldurma, ge­ yalnızca yukarda belirtilen sınırlar içinde lişmekte olan yumruların ışık alarak yeşil­ kalan ve asıl İstanbul’dan farklı olan gü­ lenmelerini (ürün kalitesinin düşmesi ve



zelliklerini, yaşam biçimini, türk edebiya­ tına ve türk müziğine konu olmuş semt­ lerini kapsayan bir yerleşme alanını be­ lirler. Bu kapsamda Boğaziçi İstanbul’un eski adıyla Bilâd-ı selase (Eyüp, Üsküdar ve Galata semtleri) denilen kesiminin K.’inde başlar, Boğaz’ın iki yanında Ka­ radeniz ağzına değin uzanır. Sınırları gö­ rece olmakla birlikte, aşağı, orta ve yukarı olmak üzere üç kesime ayrılır. Boğazın G. girişiyle Ortaköy-Çengelköy arasındaki G.-B.-K.-D. doğrultulu kesimi aşağı; bu­ nun K.'inde K.-G. doğrultusunda uzanan ve Tarabya-Çubuklu çizgisine değin en dar yerini oluşturan kesimi orta; daha K.'de Karadeniz ağzına kadar genişleye­ rek uzanan kesimi de yukarı Boğaziçi sa­ yılır. Antikçağ’da Karadeniz kıyılarındaki ion ve Dor ticaret kolonilerine yönelen gemi­ cilerin izledikleri yol üzerinde olan Boğa­ ziçi’nde, yerleşme tarihinin Byzantion'un kuruluşuna (İ.Ö. VII. yy. ortaları), hatta tarihöncesinden kalma buluntulara göre, çok daha eskilere indiği kabul edilir. Tüm kıyılarının ve bu kıyılara dökülen akarsu­ ların daha o dönemlerde adlandırılmış ol­ ması bu görüşü destekler. Ancak çoğun­ lukla Boğaz’ın kıyısındaki küçük alüviyal düzlükler üzerinde kurulmuş olan bu es­ ki yerleşme çekirdekleri yüzyıllar boyun­ ca, halkı daha çok balıkçılık ve bahçe ürünleri yetiştirmekle geçinen, kırsal yer­ leşmeler olarak kalmıştır. Bu durum XX. yy. başlarına değin sürmüştür. Bu uzun dönemde Boğaziçi, koyları, koruları, kay­ nak suları, çayırları ve üzerinde kayık se­ faları yapılan dereleriyle, G.'deki kent hal­ kının mesire ve dinlence yeri olmuş; za­ manla da kıyıları saraylar, varlıklı kişilerin yalılarıyla bezenmiştir. İstanbul'un kalaba­ lıklaşması, özellikle eskiden ulaşımı sağ­ layan kayıkların yerini, kıyıları birbirine ve iş merkezi olan İstanbul'a bağlayan dü­ zenli vapur seferlerinin almasıyla, Boğaz­ içi’ndeki yerleşmeler gelişmeye başla­ mıştır. Geçmişte ayrı çekirdekler oluştu-



Beykoz sırtlarından B oğaziçi İstanbul



boğaz yanıklığı olan tahıl boğazları ve kökleri



Göksu deresi ve B oğaziçi İstanbul



ran bu yerleşmeler, aradaki boşlukların yapılarla dolmasıyla, günümüzde birbiriy­ le ve ana kentle birleşmiş durumdadır. Daha çok kentleşme biçiminde görülen ve XX. yy. ortalarında hızlanan bu geliş­ me sırasında Boğaziçi'nin görünümünde ve ekonomik yapısında da önemli deği­ şiklikler olmuştur. Bugün aşağı Boğaziçi, Kuzguncuk ve Çengelköy dışında, gerek alan gerek işlev açısından ana kentin bir parçası durumuna gelmiştir. Buna karşı­ lık orta Boğaziçi, gene yoğun bir konut atanına dönüşmüş olmakla birlikte, yall­ arı, anıtsal yapıları (Anadolu ve Rumeli hi­ sarları, Küçüksu kasrı, Kalender kasrı, Hı­ div köşkü), dinlence, eğlence yerleri ve lokantaları (Bebek, Emirgân, Kanlıca, Ta­ rabya) ile Boğaziçi'nin iç ve dış turizme hizmet veren tarihsel işlevini günümüzde de sürdürür. Yabancı elçiliklerin yazlıkla­ rı ve başlıca oteller de Boğaziçi'nin bu ke­ siminde, özellikle Rumeli yakasındadır. Bununla birlikte, burada da bazı sanayi kolları (istinye dokları) kurulmuştur. Yukarı Boğaziçi'nin Anadolu kıyılarında ise önemli sanayi kuruluşları bulunur (Beykoz kundura, Paşabahçe şişe ve cam, Paşabahçe içki fabrikaları, petrol depolama te■ sisleri). Buna karşılık, Rumeli yakası bazı küçük sanayi dalları (kalafat yerleri, küçük tekne yapımı, Büyükdere kibrit fabrikası) ' bir yana bırakılırsa, yerleşmelerin büyü­ yen ve kentleşen yapısına karşılık, hâlâ geleneksel balıkçılık (Rumeli Kavağı, Ru­ meli Feneri), dinlence ve eğlence yeri (lokantalan. Kaynak suları, kuzey ağzına yakih plaj tesisleri) olmak işlevini korumak­ ta; son yıllarda dış turizme de açılmış bu­ lunmaktadır. Bu gelişme süreci içinde bir yandan Boğaziçi kıyılarının görünümü ye­ ni beton binaların yükselmesiyle değişir­ ken, öte yandan da iç göçlerle iki yaka­ daki vadiler içinde ve özellikle eskiden boş olan platoların üzerinde mantar gibi büyüyen gecekondu semtleri kurulmak­ B oğa ziçi'nd en bir görünüm: tadır. Boğaziçi'nin özgünlüğünü bozan Tarabya koyu ve oteli bu gibi gelişmeleri önlemek amacıyla özel Kanlıca sırtlarından B o ğ a z iç i'n in görünümü



8 1 3 3 g



bir imar planı hazırlanmıştır. Boğaziçi'nin görünümü ve hatta yaşam biçimini değiş­ tiren bir başka önemli etken de Ortaköy ile Beylerbeyi arasına kurulan Boğaziçi ‘ köprüsü oldu. Buna 1985'te yapımına başlanan ve Baltalimanı ile Kanlıca'yı bağlayacak olan Fatih ’ Sultan Mehmet köprüsü eklendi. —Ed. Boğaziçi’nin doğa güzellikleri, gez­ me yerleri, mehtap ve musiki âlemleri, edebiyatı yüzyıllar boyunca etkiledi. Evli­ ya Çelebi'nin Seyahatname'sinde, Boğa­ ziçi üzerine toplu bilgi verildiğini görüyo­ ruz. Burada, Rumeli yakasından başlayıp Anadolu yakasını da içine alacak yolda, Boğaz'ın belli başlı semtleri ele alınmış; bunların özellikleri, halkı, başlıca yalıları, yalı sahipleri, camileri,mescitleri, medre­ seleri, hamamları, dükkânları,bahçeleri, gezme yerleri vb. ayrı ayrı anlatılmıştır. Evliya Çelebi’den, yer adlarının XVII. yy.'dan bu yana hiç değişmeden sürüp geldiğini de öğreniyoruz. Nev’îzade Atayî “ Âlemnümâ” adlı mesnevisinde, hisarların tasvirinden baş­ ka, Boğaz'da halkın katıldığı sandal safalarını, mehtapta Göksu âlemlerini canlı çizgilerle verir. Şeyhülislam Yahya, bir ga­ zelinde, "Râyegân dinleyelim bülbülü istinye'ye g e l" der. Divan şiirinde Boğazi­ çi'nden, parça parça da olsa, XVIII. yy.' da daha çok söz edildiğine tanık oluyo­ ruz. Fennî Mehmet Dede'nin Sahilname adlı mesnevisinde, Boğaz'ın önce Rumeli yakasının, sonra Anadolu yakasının otu­ rulan yerleri, ayrı ayrı birer beyit içinde, söz oyunlarıyla yüklü söyleyişlerle anttır. XVII. yy:'da Seyyid Vehbi, Enderunlu Fa­ zıl, Haşmet vb., özellikle de Nedim, ga­ zel ve şarkılarında Boğaziçi'nden, Boğaz’ın çeşitli semtlerinden (Beşiktaş, Hi­ sar, Göksu, Küçüksu, Çubuklu vb.) söz etmektedirler. Tanzimat'tan sonraki türk edebiyatında Boğaziçi, özellikle hikâye, roman, fıkra ve anılarda yer almıştır. Nabizade Nâzım'ın Zehra (1896) adlı romanının başında uzun bir Boğaziçi tasviri vardır. Hüseyin Rahmi Gürpınar'ın M ürebbiye (1899) ve Cadı (1912) romanlarındaki olaylar, Bo­ ğaziçi yalılarında geçer. Edebiyat-ı cedi­ de romancılarından Halit Ziya Uşaklıgiîin Aşk^ı memnu (1900) romanında Boğaz' da sandal gezintileri, Göksu gezmeleri ro­ manın kurgusunda önemli yer tutar. Meh­ met Rauf'un E ylül'ûnüe (1901) de olay, Yenimahalle'de kiralanan bir yalıda baş­ lar, sonbaharda yapılan bir Beykoz gezi­ siyle gelişir. Tevfik Fikret'in ‘ Şehrâyîn" (1899) adlı şiirinde, Abdülhamit ll'nin tah­ ta çıkışının yıldönümü dolayısıyla bütün yurtta, bu arada Boğaziçi’nde yapılan do­ nanma şenliklerine, şairin gösterdiği tep­ ki anlatılır. Fikret "H alûk'un vedaı" (1909) adlı şiirinde de, oğlu Halûk'u öğrenim için İngiltere'ye gönderirken kendisinin Boğaz kıyısında yalnızlığına çekileceğini bildirir. Fecr-i âti romancılarından Cemil Süley­ man'ın Siyah gözler (1911) romanında, ! ' Melih'in Sermet (1918) romanı da Bebek'te geçer. Mİİİİ edebiyat dönemi yazarları da hikâye. roman, deneme ve anılarında zaman zaman Boğaziçi'ni ele almışlardır. Refik Halit Karay’ın İstanbul'un içyüzü (1920) romanında olayların bir bölümü, yaz aylarında gidilen Boğaziçi'ndeki bir yalıda geçer. Sermet Muhtar Alus'un Pembe maşlahtı hanım (1933) romanınromanın­ daki olaylar Sarıyer'de gelişir.. F. Celâlethikâyesintin'in 0deb/r Musfafendı.O 943) hikâyesin­ de "Boğaziçi'nin dolaşmadığı köyü kalbir dişçinin serüveni anlatılır. Edebiyatımızda, nesir alanında, Boğazi­ çi'ni bağımsız bir konu olarak işleyen dört yapıtın özel bir yeri vardır: Ruşen Eşref Ünaydın, Boğaziçi - yakından (1938): Abdülhak Şinasi Hisar; B oğaziçi’ m ehtap­ ları (1943); Boğaziçi yalıları (1954); Sa­ lah Birsel, Boğaziçi şıngır m ıngır (1979). Samiha Ayverdi’nin Boğaziçi'nde ta rih i (1966), Haluk Y. Şehsuvaroğlu'nun Boğa­



z iç i’ne d a iri (1986) bölgenin kültür tarihi içindeki yerini konu edinirler. Öte yandan, Yahya Kemal Beyatlînın şiirlerinden birkaçı ("Ses", "Geçmiş yaz," "Gece” ) Boğaziçi ile ilgilidir. Şairin daha başka şiirlerinde de ("Siste söyleniş", "Akşam musikisi", "istinye” , "Eylül so­ nu", "Mihrâbâd", "Hüzün ve hatıra" vb.) Boğaziçi semtlerinden izlenimler dileğetirilir. "Kış bahçeleri" adlı şiiri de aynı doğ­ rultuda yazılmıştır. Orhan Veli'nin “ İstan­ bul türküsü", Boğaziçi'm konu edinen çağdaş ürünlerin en ünlülerindendir. —Güz. sant. Boğaziçi ressamları (les peıntres du Bosphore), İstanbul'daki saray ve konaklarda XVI. yy.’dan sonra yer al­ maya başlayan büyük manzara resimle­ rini yapan batılı ressamlara, kımı sanat ta­ rihçilerince verilen ad.



BO Ğ AZİÇİ, İzmir'in Tire ilçesine bağlı bucak; 5 885 nüf. (1990); 9 köy. Merkezi Büyükkale, 1 317 nüf. (1990) BO Ğ AZİÇİ, rumca Ayos Teodoros, Güney Kıbrıs rum kesiminde, Larnaka il­ çesine bağlı köy. BO Ğ AZİÇİ, rumca Lapatos, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde, Gazi Mağusa ilçesinin iskele bucağında köy. B o ğ a z iç i k a n u n u , İstanbul Boğaziçi alanının kültürel ve tarihsel değerlerini ve doğal güzelliklerini kamu yararı gözetile­ rek korumak, geliştirmek ve bu alandaki nüfus yoğunluğunu artıracak yapılanmayı sınırlamak için uygulanacak imar mevzu­ atını belirlemek ve düzenlemek amacıy­ la kabul edilen 18 kasım 1983 tarih ve 2960 sayılı yasa. B o ğ a z iç i k ö p rü s ü (İstanbul), İstanbul’ un Asya ve Avrupa yakalarını birbirine bağlayan, başka bir deyişle. Avrupa'dan Ortadoğu'ya transit geçişi sağlayan kara­ yolu köprüsü. İstanbul boğazında ilk köprü İ.Ö. 513 yılında Rumeli ve Anadolu hisarları ara­ sında kuruldu. Pers hükümdarı Darius, yan yana dizdirdiği salları bir köprü gibi kullanarak ordusunu Asya’dan Avrupa' ya geçirmiştir. Osmanlı döneminde de bazı tasarımlar önerildiyse de gerçekle­ şemedi. 1900 yılında Anadolu-Bağdat demiryolu kumpanyası Abdülhamit ll'ye "Hamidiye köprüsü" adını taşıyacak, Ru­ meli ve Anadolu hisarları arasında kuru­ lacak ve Avrupa-Asya arasındaki demir­ yolu bağlantısının kesintisizliğini sağlaya­ cak bir tasarım sundu, ama bu tasarım da kâğıt üzerinde kaldı. 1950'li yıllarda, İstanbul boğazı üzeri­ ne köprü yapılması işi kararlı bir biçimde ele alındı. 1955'te Karayolları genel mü­ dürlüğü, en uygun öneriyi sunan "De Leuw and Carter” adlı kuruluşa Boğaz köprüsü ve çevre yolları projesini verdi ve en uygun yöntemin asmaköprü olacağı saptandı. Tasarımın uygulanması, 31 eylül 1957'de TBMM'den geçerek yürürlüğe girdi. 1970’te Karayolları genel müdürlü­ ğü, inşaat işini 127 milyon dolara bir Alman-ingiliz konsorsiyumuna verdi. 20 şubat 1970’te temeli atılan köprü. Cum­ huriyetin 50. yılı olan 29 ekim 1973'te resmen trafiğe açıldı. 1 345 işgününde ta­ mamlanan köprü için 77 bin m2 alan kamulaştırılııken, kazılardan 63 bin m3 top­ rak çıkarıldı. Yapımda 71 bin m3 beton, 17 bin ton yapı çeliği, 4 bin ton betonar­ me çeliği, 6 bin ton kablo çeliği kullanıl­ dı. Boğaziçi köprüsü'nün toplam uzunlu­ ğu 1 560 m, orta açıklığı 1 074 m, geniş­ liği 33,40 m, deniz yüzeyinden yüksekli­ ği 64 m, kule ayaklarının yüksekliğiyse 165 m'dir. 1973 yılında açılışından bu yana gerek İstanbul, gerek Türkiye düzeyinde önem­ li bir ihtiyacı karşılayan Boğaziçi köprüsü giderek yetersiz kaldı, boğazı başka noktalardan da geçme gereği doğdu. Bunun üzerine Kanlıca ile Baltalimanı arasında ikinci bir köprü inşa edildi. (-* Fa t İh S u l ta n M ehmet K ö p r ü s ü .)



Boğazköy 1755



I



B o ğ a zk ö y d e bulunan, dağ tanrısı heykelciği İ.Ö. XIV, XII. yy. Anadolu Medeniyetleri müzesi. Ankara



B o ğ a z iç i k ö p rü s ü İstanbul ■ o f a ı l ç l m e h ta p la rı, Abdülhak Şinasi Hisar'ın anı-deneme kitabı (1943). XX. yy. başlarında Boğaziçi'nde varlıklı aile­ lerin yaşamını konu edinir. Yalıları, deni­ zi, doğayı şiirsel bir anlatımla canlandırır. Mehtapta birkaç yüz kayığın birarada ka­ tıldığı müzikli gece eğlencelerini anlatır. Yazar, çocukluk döneminin izlenimleriy­ le yüklü bu anıları dile getirirken, geçmiş zamanı cennet saydığını belirtir. Yeniden yaşanamayacak olan geçmiş zamanı "in­ sanın da ulusun da sağlam temeli" diye tanımlar, B o £ a s lç l ü n lv o r a lto o l, İstanbul'da yükseköğrenim kurumu. Robert kolej'in 1478 sayılı yasayla Milli eğitim bakanlığı’ na bağlanmasıyla kuruldu (1971). Öğre­ tim dili İngilizcedir. Üniversite, Robert ko­ lej tesislerinde öğrenime açıldı. 1977'de Mühendislik, idari bilimler, Temel bilimler olmak üzere üç fakülte vardı. 1978'de özerklik kazanan bu yükseköğrenim ku­ runtunda, 1983'te yükseköğretim kurumlarını düzenleyen 2809 sayılı yasa (YÖK) uyarınca, 4 fakülte (Mühendislik, iktisadi ve idari bilimler, Eğitim, Fen-edebiyat), 6 enstitü (Atatürk ilkeleri ve inkılap tarihi, Biyo-medikal mühendisliği, Çevre bilim­ leri, Fen bilimleri, Kandilli rasathanesi ve deprem araştırma, Sosyal bilimler), 2 yük­ sekokul (Turizm meslek, Yabancı diller) bulunmaktadır, Boşzaman eğitimi'ne de önem verilen üniversitede çeşitli alanlarda faaliyet gös­ teren kulüpler de kurulmuştur; öğrencileri sporun çeşitli dallarında yetiştiren "Spor kulübü", üç büyük sistemin yer aldığı "Bilgisayar kulübü" ile Ekonomi ve işlet­ me bölümü öğrencilerinin daha öğrenciy­ ken iş dünyası ile ilgi kurmalarını bağla­ yan "İşletme kulübü". Tiyatro, sinema ve folklor klüpleri de bu arada sayılabilir. B o ğ a z iç i û n lv o r o lto s i o y u n c u la r ı (8 ÜO). Robert kolej'in Boğaziçi* üniver­ sitesi adını almasından (1971) sonra, öğ­ renci derneği bünyesinde oluşturulan ti­ yatro topluluğu. Özellikle 70'li yılların or­ talarından sonraki deneysel çalışmalarıyla ilgi topladı. Sahnelediği oyunlardan ba­ zıları: S. Mrozek'ten Tango, A, Nesin'den Biraz ge lir misiniz?, E. ioneseo’dan K ral ölüyor, Sartre’dan K irli eller, P. Weiss'ten Marat-Sade, Dürrenmatt'tan Fizikçiler, Shakespeare’den Troilus ve Cressida. B O Ğ A Z K A L E , İç Anadolu'da, Çorum iline bağlı ilçe; 10 425 nüf. (1990). 15 köy. Merkezi, Çorum'un 84 km G.G.B.'sında Boğazkale, 2 501 nüf. (1990), Hititler'in başkenti Boğazköy (esk. Hattuşaş) kalıntıları buradadır, B O Ö A Z K A Y A , Samsun’un Bafra ilçe­ sine bağlı bucak; 16 824 nüf. (1990); 30 köy. Merkezi Boğazkaya, 778 nüf. (1990). B O Û A Z K IR B a. Şarapç. Elazığ'da ye­ tişen, orta büyüklükte yuvarlak taneli, ka­



lın kabuklu, sıkı etli, kırmızı üzüm çeşidi, (iyi bir şaraplık üzüm olmakla birlikte, yal­ nız başına işlenirse buruk ve acımtırak bir şarap verir. Bu yüzden, yine aynı yörede yetişen öküzgözûyle birlikte işlenir. Bu iki çeşidin karışımından elde edilen Buzbağ şarabı, asit oranı yeterli, alkol oranı % 11 •12 olan üstün kaliteli bir şaraptır.) B O Ğ A Z K E S E N a. Bir boğaz ya da ge­ çidi savunmak amacıyla yapılan hisar, ka­ le. (İstanbul boğazı'ndaki Rumeli hisarı' na da "Boğazkesen hisarı" deniliyordu.) B O Ğ A Z K Ö Y , esk. Hattuşaş. Tar. coğ. Eskiçağ'da Hitit devletinin başken­ ti. Kalıntıları Çorum'un Boğazkale ilçesi sınırları içinde. Budaközü çayının kıyısındadır. K,'den..G 'e doöru yükselen yer­ leşme, Aşağı kent, Yukarı kent ve büyükkale bölümlerinden oluşur. Hattuşaş ken­ tini ilk kez fransız gezgin C. Texier buldu (1834). W. J. Hamilton'un araştırmaların­ dan sonra (1835), H, Barth iie A. D. Mordtmann çevreyi inceledi, toprak üstünde­ ki yapı kalıntılarının planı çıkarıldı (1858). 1862'de G. Perrot, E. Guillaume ve J. Delbet Boğazköy ve Yazılıkaya'da araş­ tırma yaptılar. Daha sonra C. Humann, A. von Domaszewski Boğazköy’ün korun­ muş ve restore edilebilecek yapılarının planını çizdiler (1882-1883). 1893'te tran­ sız E, Chantre I numaralı tapınakta ve Büyükkale'de sondaj çalışmaları yaptılar. 1894'te Chantre ve alman Schafler çivi yazılı tabletler, buldular. 1906'da H. Winckler, T. Makridi ile kazılara başladı; Büyükkale'nin B. yamaçlarında kil tabletler bulundu. 1907-1912 arasında H. Winckler, T, Makridi, O. Puchstein'in kazılarıyla bu yer'eşmenin Hattuşaş kenti olduğu ke­ sinlik kazandı. 1931-1939 ve 1952-1977 arasında alman arkeolog Kurt* Bittel yö­ netim inde sürdürülen çalışm aları 1978'den sonra Peter Neve yürütmekte­ dir. Boğazköy'ün yerleşim tarihi İlk Tunççağ ile başlar (İ.Ö. III. binyıl ortaları). Bu dönemin izlerine Büyükkale’de rastlanır. Daha sonra burası yerel bir beylik olan Hatti devletinin merkezi oldu. Asur tica­ ret kolonileri çağında, Anadolu'da sapta­ nan 13 ticaret merkezinden biriydi ve adı Karum Hattuş'tu (İ.Ö. II. binyıl başları). Bu dönemde Hatti kralları Büyükkale'de, halk ise kalenin K.-B.'sındaki teraslarda oturuyordu. Kültepe ve Boğazköy'de or­ taya çıkarılan çivi yazılı tabletlere göre yaklş, İ.Ö. 1750'lerde Kussara kralı Anitta tarafından ele geçirildi, yakıldı, yıkıldı. İ.Ö. 1700'lerde bir hitit yerleşmesi olan kent, Hattuşiliş I döneminde Hattuşaş adıyla imparatorluğun merkezi oldu (İ.Ö. XVII. yy.). Büyükkale'de büyük bir saray yap­ tırıldı. Kral Hantili zamanında (İ.Ö. XVI. yy. başı) Büyükkale'nin K.-B.'sındakl yer­ leşim elanı da surla çevrildi, ama Tuthalya III zamanında Kaşkalar taıalından iş­



gal edilmesi ve yağmalanması önleneme­ di (İ.Ö. XIV. yy. başları). Kısa sürede ye­ niden kurulan kent özellikle Şuppiluliuma I zamanında (İ.Ö. XIV. yy. ortaları) gelişti, tüm yerleşme güçlü surlarla çevrildi. Bu surların uzunluğu, altı km'yi buluyordu. İ.Ö. 1190'larda Deniz kavimler! göçü sı­ rasında yıkıldı. Daha sonra Phrygialılar, Galatlar, Romalılar ve BizanslIlar zama­ nında da yerleşildiyse de geçmişteki öne­ mini koruyamadı. Çok geniş bir alanı kaplayan Boğazköy kalıntıları, saray, tapınak ve savunma ya­ pılarıyla, hitit mimarlığının en önemli ör­ nekleridir. Kentin en yüksek kesimini ve çekirdeğini oluşturan Büyükkale, surlar­ la çevrili bir iç kale görünümündedir. Bu­ rası tümüyle kendi içine kapalı bir yönetim merkezi durumundaydı. Kral ve yakınları, büyük avlularla birbirine bağlanan, çeşitli boyutlarda ve farklı işlevlerde, bir



m



B o ja z lç l ü n iv e rs ite s i fen-edebiyat fakültesi İstanbul



B o ğ a zkö y 1756



solda Boğazköy kazı alanı sağda Boğazköy Boğazkale-Yerkapı doğu merdiveni



Boğazköy müzesi Çorum



ya da iki katlı bağımsız yapılardan oluşan büyük bir sarayda oturuyordu. Sarayın en önemli kesimi, devlet arşivi ya da kitaplık olduğu sanılan, birbirine koşut beş uzun salondan oluşan iki katlı yapıdır. Kazılar sırasında burada üç binin üzerinde çivi yazılı tablet ortaya çıkarılmıştır. Bu tablet­ ler siyasal tarih, edebiyat, mitoloji, din, sihir-büyü, hukuk gibi konuları kapsadı­ ğından, özellikle İ.Ö. XIII. yy. imparator­ luk dönemi tarihini ve yaşama biçimini ay­ dınlatan çok önemli belgelerdir. Hattuşaş'ın genişlemesi sırasında sur­ larla çevrilen Yukarı kent, yerleşmenin G.'ini kapsıyordu. Hititler'in dört büyük ta­ pınağı buradaydı. Bunlar bir iç avlu çev­ resinde bakışıksız düzende dizili odalar­ dan oluşuyordu. Aşağı kent Büyükkale' nin K.-B. yamacındaydı. Hitit tapınakları­ nın en eskisi ve anıtsalı olan I numaralı ta­ pınak ya da Büyük tapınak diye adlandı­ rılan yapı, Fırtına tanrısı Teşup’a adanmış­ tı. I.O. XIV. yy.'a tarihlenen tapınak 160 x 135 m boyutlarındadır; asıl tapınak bö­ lümü, çivi yazılı tabletler, pithoslar vb.'nin bulunduğu depolar ve atölyelerle çevrili­ dir. Bu durum, hitit tapınaklarının aynı za­ manda birer ekonomik merkez olduğunu ortaya koymuştur. Boğazköy surları, hitit savunma düze­ ninin en iyi örneğidir. Doğal yapıya uydu­ rulan duvarlar savunmanın kolay olduğu yerlerde kesilir. Sandık-duvar tekniğinde yapılan surlar, kimi yerlerde sivri bir kö­ şeyle son bulur, kimi yerlerde de yarım daire biçimini alır, iç ve dış duvarlardaki kule ve burçlarla savunma güçlendirilmiş­ tir. Buradaki sur kapıları hitit kapı mimar­ lığının anıtsal örnekleridir (Sfenksli kapı, Kral kapısı, Aslanlı kapı, Poternli kapı, Yer kapı, Batı kapısı). Aşağı ve Yukarı kent bindirme tekniğindeki yeraltı geçitleriyle birbirine bağlanır. Hattuşaş'ın K.-D.'sun­ da Ambarlıkaya ile Büyükkaya arasına kurulmuş olan köprü, Anadolu’da bu ya­ pı türünün bilinen en eski örneğidir. ( -• Kayn.)



B O Ğ AZKÖ Y, Aksaray ilinin, Sarıyahşi ilçesine bağlı belde; 2 509 nüf. (1990). Belediye.



BOĞ AZKÖ Y, İstanbul’un Gaziosman­ paşa ilçesinde belde; 4 495 nüf. (1990). B oğazköy m üzesi, Boğazkale'de An­ kara Anadolu medeniyetleri müzesi'ne bağlı olarak çalışan müze. 1966’da Bo­ ğazköy kazılarında elde edilen buluntu­ ların sergilenmesi amacıyla açıldı. Bura­ da Hititler döneminden çivi yazılı belge­ ler, çeşitli biçimlerde seramikler, maden­ den ve kemikten eşyalar, heykelcikler, Asur ticaret kolonileri çağı, Phrygia, Ro­ ma ve Bizans dönemlerine ilişkin bulun­ tular sergilenmektedir. Bir bölüm, Hattuşaş kentinin planına, önemli buluntuların reprodüksiyonlarına aynlmıştır. Ayrıca Bo­ ğazköy çevresinden derlenmiş etnografik yapıtlar (halı, kilim, süs eşyaları vb.) da sergilenenler arasındadır. Müzenin avlu­ sunda Roma ve Bizans dönemlerinden yazıtlar ve mezar taşlan bulunur.



BoAazkAy-Alaeahöyük m illi p a rk ı, Çorum ilinde milli park. 1971 de kuruldu (2 450 ha). Boğazköy, Yozgat kentinin K. -K.D.’sunda yer alır (30 km). Alacahöyük ise, düz hatla bu kentin 45 km kuzeyindedir. Tarihi milli park alanı step karakterindedir. İ.Ö. XVII.-XII. yy. arasında Hitit imparatorluğu’nun başkenti Hattuşaş(Boğazköy) ile önemli merkezlerinden biri olan Alacahöyük kalıntıları bu yörededir. BO ĞAZLAM AK g. f. B ir canlıyı boğaz­ lamak. boğazını keserek öldürmek; acı­ masızca, kan dökerek öldürmek. ♦ boğazlanmak edilg. f. Boğazlamak eylemine konu olmak. ♦ boğazlaşm ak işt. f. B ir kimseyle ya da birbiriyle boğazlaşmak, onunla ya da birbiriyle karşılıklı olarak kıyasıya kavga etmek, öldüresiye dövüşmek, ♦ boğazlatm ak ettirg. f. B ir kimseyi, b ir hayvanı boğazlatm ak, boğazını kese­ rek öldürtmek.



BO ĞAZLANM AK -BOĞAZLAMAK. BOĞAZLAR, İstanbul ve Çanakkale boğazları ile Marmara’nın oluşturduğu bütün; Karadeniz’i Ege denızi’ne bağlar. ♦ Askeri tarih. Marmara'daki asken üs­ lerin kapıları olması nedeniyle Boğazlar askeri açıdan önemli bir konumdadır. Ay­ rıca Karadeniz ülkelerinin öteki ülkelerle deniz bağlantısının bu yolla sağlanması Boğazlar’ın uluslararası önemini artırır. Geçmişte de stratejik önemi olan bölge Persler'in ve Orta Asya kökenli birçok ulu­ sun Avrupa’ya İskender, Roma ve Haçlı orduları gibi Avrupalılar'ın Asya'ya akınlarına sahne oldu. Bu nedenle bölgeye egemen olan devletlerin tümü, savunma­ ya özel bir önem verdiler. Eski Yunan'dan, savaşlarda hava gücünün kullanılmasına kadar savunma bölgeleri Boğazlar'ın en dar bölümlerinde kuruldu. İstanbul (Kara­ deniz) boğazının genişliği 1,5 Km olan Ka­ vaklar bölgesi ile genişliği 660 m olan Ru­ meli Hisarı savunma hatlarının yoğun ola­ rak kurulduğu yerler oldu. Çanakkale (Ak­ deniz) boğazıysa daha uzun olduğundan üç savunma bölgesine ayrıldı: I- Boğazın girişinden Çanakkale kentine kadar uza­



nan 23 km'lık bölge, II- Çanakkale kentin­ den Nağra, 'burnuna kadar uzanan 6,5 km'lik bölge (en dar yeri 1,25 km), IIINağra burnundan Gelibolu'ya kadar uzanan 32 km'lik bölge. XIV. yy.’a kadar Boğazlar. Tarihöncesi dö­ nemde Asya’dan Avrupa'ya ve Avrupa' dan Asya'ya geçişte bir köprü görevi ya­ pan Boğazlarda askeri açıdan önemli sa­ vunma noktaları yoktu. Eski Yunanlılar, ko­ lonilerini korumak amacıyla İstanbul ve Çanakkale boğazlarındaki birçok strate­ jik noktaya kaleler kurdular. Böylece bir yandan sömürgelerini korurken öte yan­ dan da deniz ve kara ticaretini denetleye­ rek vergi topladılar, İ.Û. 512'de Pers kralı Dara, iskitler’in peşinden batıya doğru ilerlerken İstanbul boğazının en dar yerin­ de (günümüzde Rumeli Hisarı'nın oldu­ ğu yer) sallardan oluşan bir köprü kurdu­ rarak 700 000 kişilik ordusunu, Avrupa ya­ kasına geçirdi. Pers-Yunan savaşı'nda ise Kserkses I, Çanakkale boğazında kurdu­ ğu köprü ile Avrupa'ya geçti. İ.Û. 411'de Atina donanması Çanakkale boğazında (günümüzde Kilitbahir'in bulunduğu yer) Sparta donanmasını bozguna uğrattı. İ.Ö. 405'te de bu kez Sparta donanması aynı boğazın Rumeli yakasında günümüzde Karaova’nın olduğu bölgede Atina donan­ masına galip geldi. Büyük İskender de İ.Ö. 334'te Çanakkale boğazından geçe* rek Asya tarafındaki ilk karargâhını kurdu. Roma ordularının da Asya'ya geçişi Ça­ nakkale boğazından oldu (İ.Ö. 191).Bizans imparatorluğu'nun kuruluş döneminde Büyük Constantinus'un oğlu Crispus, ayaklanan Licinius'un donanmasını Ça­ nakkale boğazında yenerek burada bir deniz üssü kurdu (İ.Ö. 324). BizanslIlar Çanakkale boğazındaki Abydos'ta (Aydos) bulunan müstahkem mevkiden güm­ rük olarak yararlandılar; İstanbul boğazı­ nın korunması amacjyla da Marmara kı­ yısındaki Silivri'den (Selymbria) Karadeniz kıyısındaki Skylla'ya kadar uzanan bir sur yaptırdılar (507-512). Ayrıca, Kızkulesi'nden Sarayburnu'na ve Haliç girişinde de Galata ile Sirkeci arasına, Çanakkale bo­ ğazındaki Abydos'tan karşı kıyıya zincir gerdiler. 672’de arap donanması Çanak­ kale boğazını geçerek Haliç'e kadar so­ kuldu. IX. yy.'a değin süren arap akınlarından sonra İstanbul boğazı Haçlı ordu­ ları için geçit yeri oldu. Üçüncü Haçlı se­ ferinde Çanakkale boğazından Asya ya­ kasına geçen Haçlı orduları aynı yolu bir­ çok kez kullandı. Dördüncü Haçlı seferi sonunda Boğazlar'ın egemenliği bir sü­ re Venediklilerin eline geçti. Latin impa­ ratorluğu yıkıldıktan sonra yeniden kuru­ lan Bizans egemenliği daha sonra gelişen Venedik-Cenova rekabetinin gölgesinde kaldı. XIV. yy. ortalarına kadar süren Ve­ nedik-Cenova egemenliği yerini türk etki­ sine bıraktı. 1332'de Aydınoğlu* Umur Bey Gelibolu’yu iki kez kuşattı (1332, 1341). 1356'da ise Orhan Bey’in oğlu Süleyman- Paşa, Çempe’den karşıya ge­ çerek Rumeli’yi ele geçirdi, XIX. yy. başlarına kadar Boğazlar. Osman­ lIlar Rumeli yakasındaki egemenliklerini korumak amacıyla Çardak'ta bir kale yap­



B o ğa zla r tırdılar '/e Gelibolu’yu tahkim ettiler. Bizans imparatorunun papadan istediği yardım üzerine Savoia kontu Amedeo komutasın­ da bir haçlı donanması 1366'da Çanak­ kale ve Gelibolu'yu alarak Bizans'a geri verdi. Ancak ertesi yıl türk kuvvetleri böl­ geyi yeniden ele geçirdiler Yıldırım Bayezıt döneminde Çanakkale boğaz muha­ fızlığı kuruldu, Saruca* Paşa ilk boğaz muhafızı atandı (1390) ve Gelibolu’ya iki kale yaptırıldı. Böylece Çanakkale'deki güvenliğini sağlamlaştıran OsmanlIlar İs­ tanbul boğazına yöneldiler. Yıldırım Bayezit,1393'te Güzelcehisar*'ı (Anadoluhisarı) yaptırdı. Ankara savaşı'ndan sonraki dönemde Çanakkale’nin egemenliği bir süre Bizans’a geçtiyse de Mehmet I dö­ neminde yeniden ele geçirildi. 1416'da bir Venedik donanması Çanakkale boğazına girerek türk donanmasını yendi. Bu yenil­ gi üzerine Anadolu yakasına savunma mevzileri kuruldu. 1444'te Szeged* antlaş­ ması’nin bozulmasından sonra sefere çı­ kan osmanlı ordusu Çanakkale boğazının ablukaya alınması üzerine İstanbul boğa­ zından geçti. Fatih 1452'de Boğazkesen* hisarı'nı yaptırarak İstanbul boğazını de­ netimi altına aldı. 1453'te Haliç’e gerilen zincire ve surlara karşın İstanbul'un alın­ ması, Boğazlar’ın tarihinde yeni bir döne­ min başlamasına yol açtı. İstanbul'un alın­ masından sonra askeri ve ticari amaçlar­ la Çanakkale boğazının en dar yerinde Rumeli yakasında Kilitbahir*, Anadolu ya­ kasındaysa Kale-i sultaniye (Çanakkale) kaleleri yaptırıldı. Büyüklü küçüklü toplarla güçlendirilen kaleler 1464’teki Venedik saldırısının durdurulmasını sağladı. 1624’te Don Kazakları’nın İstanbul boğa­ zı içlerine kadar ilerlemeleri üzerine Mu­ rat IV döneminde Kavaklarda Kilit ül-bahir adı verilen kaleler yaptırıldı. 1635-1657 arasında Venedikliler ile Çanakkale boğa­ zı çevresinde yapılan deniz savaşlarından osmanlı donanması galip çıktı. Ancak bu savaşlar sırasında bölgedeki kalelerin ye­ tersizliğini gören Köprülü Mehmet Paşa, boğaz girişinde Rumeli yakasına Seddülbahir*. Anadolu yakasına da Kumkale” yi yaptırarak savunma gücünü artırdı. Osmanlı-Rus savaşları'nın başlamasından sonra 1768'de İstanbul boğazındaki ka­ leler onarıldı. 1773’te de boğaz dışında, Rumeli tarafında Kilyos (Kale-i Belgradcık), Anadolu yakasında Irva (Kale-i Revancık), boğaz girişineyse Fener-i Rume­ li ve Fener-i Anadolu kaleleri, daha sonra da Rumeli kıyısına Garipçe, Büyük Liman Anadolu kıyısına da Poyraz limanı kalele­ ri yaptırıldı, boğazdan gece geçişleri ya­ saklandı. 1768'deki Türk-Rus savaşı’nda Akdeniz’den Çanakkale boğazına girer, rus donanması Nağra'daki türk donanma­ sının karşı koyması üzerine geri çekilmek zorunda kaldı. XIX. yy. başlarında İstan­ bul boğazındaki kalelere ek olarak Kavak­ lar dan Kireçburnu'na kadar olan bölge-, de tabyalar yaptırıldı. 1770’te Baron Tott'*un yaptırdığı Çanakkale’deki tahki­ mat bakımsızlık yüzünden kullanılamaz duruma gelince İngiliz donanması İstan­ bul önlerine kadar ilerledi (1807). Bu olay üzerine Nağra’daki tabyalar onartılarak karşı kıyısındaki yere Kilya kalesi yaptırıldı. XIX. yy. başlarından sonra Boğazlar. 1821 'de Mora savaşı sırasında bir rus ge­ misinin İstanbul boğazına girmesi üzeri­ ne boğaz dışında Karaburun ile Kısırkaya,boğazın iç kesimindeyse Mesarburnu, Köybaşı. Tarabya, Baltalimanı, Anadolu yakasında Yum burnu, Macar burnu, Fil burnu, incir tabya,Nakkaş tabya, Serviburnu, Çalkaburnu tabyaları kuruldu. 1850'deyse Çanakkale'deki kaleler onarıl­ dı. Birçok yeni tabya yaptırıldı. Kırım sa­ vaşı sırasında ingilizler'in ve Fransızların yardımıyla Gelibolu nun kuzeyinde 14 km'likyeni bir savunma hattı oluşturuldu. Karadeniz'deki İngiliz, transız ve osmanlı donanmalarının üssü de Beykoz'daydı. 1911'de başlayan İtalyan savaşı sırasında Çanakkale boğazı italyanlar'ca abluka al­ tına alındı. Bunun üzerine bölgedeki sa­



vunma mevzileri tahkim edildi. Düşman çıkartmasına karşı yeni kuvvetlerin yanı sı­ ra yeni toplar konuldu, boğazın kıyısına ışıldaklar yerleştirildi. Boğaz girişinden iç­ lere kadar mayın döşendi. 18 nisan 1912' de boğaza saldıran İtalyan donanması iki saat süren çatışmadan sonra Mondros adasına çekilmek zorunda kaldı. Bu olay­ dan sonra Osmanlı hükümeti Çanakkale boğazının geçişe kapatıldığını Avrupa ül­ kelerine bildirdi. 18 temmuz 1912'de sön kez saldıran İtalyan donanması, yoğun topçu ateşi yüzünden geri çekildi. Balkan savaşı'nda Bulgarlar'ın Boğazlaı’ı ele ge­ çirmek için başlattıkları saidırı.Çatalca'daki savunma hattında durduruidu. Birinci Dünya savaşı öncesinde, Boğazlar'daki eski toplar değiştirilerek savunma gücü pekiştirildi. Savaşın başlamasından son­ ra Boğazlar’ı geçerek rus limanlarını to­ pa tutan iki alman zırhlısı (Goben ile Bresiau) Osmanlı devletinin savaşa girmesine neden oldu. Doğu cephesinde zor du­ rumda kalan Rus çarlığı müttefiklerden, Boğazlar’ınele geçirilerek kendisine de­ nizden yardım ulaştırılmasını istedi. 3 ka­ sım 1914’te Çanakkale boğazına ilk sal­ dırı yapıldı. 8 ocak 1916'ya kadar süren Çanakkale savaşları müttefik devletlerin yenilgisiyle sonuçlandı. Savaş sonunda Mondros mütarekesi'nin imzalanmasıyla Boğazlar müttefik devletlerin eline geçti ve buradaki tüm türk tahkimatı yıktırıldı. Yu­ nan ordularının Anadolu topraklarından çıkarılmasından sonra türk ordusu Boğazlar'a yöneldi. 11 ekim 1922’de imzalanan Mudanya mütarekesi'ndebölgeye yalnız­ ca özel türk birliklerinin girmesi kabul edil­ di. 24 temmuz 1923'te imzalanan Lozan antlaşmasfna göre işgal kuvvetleri Bo­ ğazlardan çekildi. Bölgenin savunması­ nı güçlendirmek amacıyla batıda Yalova -Darıca-Şile, doğudaysa İzmit savunma hatları kuruldu. Türkiye'nin Boğazlar üze­ rindeki egemenliğiyse Montreux antlaş­ ması ile tanındı. • Uluslararası hukuk. 1453'te İstanbul'un fethinden kısa bir süre sonra, kıyılarının da osmanlı egemenliği altına girmesiyle Karadeniz bir içdeniz haline geldi ve Bo­ ğazlardan geçiş, bütünüyle Osmanlı dev­ letinin denetimine girdi. 1535'te Fransa' ya, 1579’da İngiltere’ye ve 1612'de Hollan­ da'ya verilen kapitülasyonlar, bu devletle­ rin gemilerine geçiş ayrıcalıkları tanımış ol­ makla birlikte, uluslararası bir yükümlülük niteliğinde değildiler. Osmanlı devleti bu konuda ilk kez Rusya'nın bir Karadeniz



devleti olarak kabul edildiği 1774 Küçük Kaynarca antlaşması ile devletlerarası bir yükümlülük altına girdi. Antlaşmaya göre rus ticaret gemilerine Karadeniz'den Ak­ deniz'e ve Akdeniz'den Karadeniz’e ge­ çiş hakkı tanınacaktı. Yine Rusya ile 1798'de Fransa'ya karşı imzalanan sekiz yıllık bir ittifak antlaşmasıyla, bir savaş du­ rumunda rus savaş gemilerinin Boğazlar' dan serbestçe geçebileceği kabul edildi. Bu ittifak 1805'te yenilendi ve Osmanlı devleti gizli bir maddeyle yabancı devlet­ lerin savaş gemilerine Karadeniz'e çıkış iz­ ni vermemeyi yükümlendi. Ancak kısa bir süre sonra Rusya ile savaş çıkması, ant­ laşmayı geçersiz kıldı. 1809'da Osmanlı devleti, İngiltere ile im­ zaladığı Kalei Sultaniye (Çanakkale) ant­ laşması ile hiçbir devletin savaş gemisine Boğazlar'dan geçiş izni vermemeyi yü­ kümleniyordu. Ingiltere’ye de ayrıcalık ta­ nınmayacaktı. Bu antlaşma ile imparator­ luğun eski kuralı,yani Boğazlar’ın özellik­ le savaş gemilerine kapalı tutulması ilk kez bir iç hukuk kuralı olmaktan çıkarak .ulus­ lararası bir yükümlülük haline geldi. 1826'da Rusya ile imzalanan Akkerman sözleşmesi uyarınca Osmanlı devleti, rus ticaret gemilerinin Boğazlar'dan serbest geçiş hakkına sahip olduğunu kabul etti, 1829 Edirne antlaşması ile, rus ticaret gemilerinin Boğazlar'dan serbest geçiş hakkı yinelendi. Ayrıca, Rusya limanları­ na gitmek üzere Akdeniz-Karadeniz ve Karadeniz-Akdeniz yönünde sefer yapan ve Osmanlı devleti ile savaş durumunda olmayan devletlerin ticaret gemileri de ay­ nı haktan yararlanacaktı. Böylece ticaret gemilerine daha önce ikili antlaşma ve ka­ pitülasyonlarla tanınan geçiş hakkı geniş­ letilerek, bütün devletlerin ticaret gemile­ rine tanınmış oldu. 1833'te imzalanan Hünkâr iskelesi ant­ laşması ile Osmanlı devleti, Rusya'nın ya­ pacağı yardıma karşılık Çanakkale boğa­ zına hiçbir yabancı savaş gemisini sok­ mamayı yükümlendi. 1840’ta İngiltere, Avusturya, Prusya ve Rusya arasında imzalanan antlaşmayla (Londra antlaşması) Boğazlar'ın barış za­ manında bütün yabancı devletlerin savaş gemilerine kapalı olduğu ilkesi yinelendi. Aynı devletlerin bir yıl sonra aralarına Os­ manlI devleti ile Fransa'yı da alarak imza­ ladıkları "Boğazlar sözleşmesi" ile Os­ manlI devleti Boğazlar’ı barış zamanında bütün savaş gemilerine kapatmayı; öteki devletler de bu kurala uymayı yükümlenİstanbul boğazının uydudan görünümü Hürriyet arşivi



Boğazlar 1758



Çanakkale boğazının uydudan görünümü Hürriyelarşivi



Paris barış konferansı (1856)



diler. Tek ayrıcalık olarak padişah, elçiliklerin hizmetinde bulunan hafif savaş gemilerine geçiş izni verebilecekti. 1856 Paris antlaşması ve Paris Boğaz­ lar sözleşmesi, barış zamanında Boğazlar'ın savaş gemilerine kapalılığı ilkesini bir kez daha yineledi. Antlaşmayla Karade­ niz'in, kıyısı olan devletlerde dahil, bütün devletlerin savaş gemilerine kapalı tutul­ ması kabul edildi. Ancak bu kuralın iki ay­ rıcalığı vardı; Rusya ve Osmanlı devleti kı­ yı hizmetine gerekli olduğu kadar hafif ge­ mi bulundurabilecek ve taraf devletlerden her biri Tuna ağzında ikişer kıta ufak sefi­ ne bulundurma hakkına sahip olacaktı. 1871'de Londra'da Osmanlı devleti, Al­ manya, Avusturya, Fransa, Ingiltere, Rus­ ya ve İtalya arasında imzalanan Londra sözleşmesi ile Karadeniz'in tarafsızlığı hükmünden vazgeçildi, ancak Boğazlar' ın kapalılığı ilkesi yinelendi. Bununla bir­ likte 1841 ve 185'6’dan farklı olarak Os­ manlI devleti barış zamanında Boğazladı dost ve müttefik devletlerin savaş gemi­ lerine açabilecekti. Antlaşmada Boğaz­ ladın bütün devletlerin ticaret gemilerine açık olduğu ilkesi yinelendi. Birinci Dünya savaşı'nın sonuna kadar bu genel ilkeleri değiştiren bir antlaşma yapılmadı. Osmanlı devletinin yenilmesin­ den sonra 30 ekim 1918'de imzalanan Mondros mütarekesinde Karadeniz ve Çanakkale boğazlarının açılması ve buradaki istihkâmların galip devletler tarafın­



dan işgal edilmesi hükmü yer aldı. 28 ocak 1920'de kabul edilen Misakı milli beyannamesi’nde, İstanbul şehrinin ve Marmara denizi'nin güvenliğinin "her tür­ lü halelden masun olması" gerektiği ve ilke saklı kalmak koşuluyla Boğazlardan ticaret gemilerinin geçişinin ilgili devletler­ le varılacak karara bağlı olacağı belirtildi 10 ağustos 1920 tarihli Sevr (Sevres) ant laşması ile Boğazlar'ın barış ve savaş za manında bütün devletlerin ticaret ve sa vâş gemilerine ve uçaklarına açık olmas kabul edildi. Antlaşmaya göre Boğazlaı abluka edilmeyecek ve bu bölgede savaş hareketlerinde bulunulmayacaktı. Boğaz­ lardan geçişi düzenleyen ve denetleyen bir "Boğazlar Komisyonu" kurulacak, bu komisyon yetkilerini yerel hükümetten ba­ ğımsız olarak kullanacak, kendisine ait bir bayrağı, bütçesi ve örgütü olacaktı. An­ cak Sevr antlaşması hiçbir zaman onay­ lanıp yürürlüğe girmedi. Bu dönemde Ankara hükümetinin Sovyetler Birliği ile imzaladığı Moskova ant­ laşmasında Boğazlar konusuna da yer verildi. 16 mart 1921 tarihli bu antlaşma­ ya göre Boğazlar bütün devletlerin ticari ulaştırmasına açık olacak ve bu geçiş ser­ bestliği Karadeniz’e kıyısı bulunan devlet­ ler tarafından düzenlenecekti. Ulusal Kurtuluş savaşı'nın başarıya ulaşmasından sonra Boğazlar'ın statüsü­ nü ve Boğazlardan geçiş rejimini düzen­ leyen ilkeler 24 temmuz 1923 tarihli Lozan Barış antlaşması'na bağlı olarak imzala­ nan "Boğazlar rejim ine ilişkin sözleşme" ile belirlendi Lozan rejimi. Boğazlar rejimine ilişkin söz­ leşmedin 1, maddesine göre "Bağıtlı yük­ sek taraflar, Boğazlar genel teriminin kap­ samına giren Çanakkale boğazında, Mar­ mara denizi'nde ve Karadeniz boğazın­ da denizden ve havadan geçiş ve gidiş -geliş serbestliği ilkesini kabul ve ilan” edi­ yorlardı. 2. madde uyarınca Boğazlardan ticaret gemileri ve uçaklarıyla, savaş ge­ mileri ve uçaklarının geçişini düzenleyen ek ile, Boğazlardan geçiş, barış ve savaş dönemlerinde farklı kurallara bağlandı. Buna göre; hastane gemilerini, gezinti ge­ milerini ve balıkçı gemileriyle askeri olma­ yan uçakları da kapsamak üzere ticaret gem ileri, barış zamanında ve Türkiye’nin tarafsız kaldığı savaş zamanında gündüz ve gece, gidiş-geliş ve geçiş bakımından tam serbestliğe sahipti. Savaş zamanın­ da Türkiye savaşan devletse, düşmana



savaş kaçağı, düşman birlikleri ya da uy­ rukları taşımamak koşuluyla (Türkiye'nin denetleme ve arama hakkı saklı kalacak­ tı), tarafsız gemiler ve askeri olmayan ta­ rafsız uçaklar gidiş-geliş serbestliğine sa­ hipti. Yardımcı gemileri, asker taşıt gemi­ lerini, uçak gemilerini ve askeri uçakları da kapsamak üzere savaş gem ileri barış zamanında, kuvvetlerin toplamına ilişkin bazı kısıtlamalarla, gece ve gündüz tam geçiş serbestliğine sahipti. Savaş zama­ nında Türkiye tarafsızsa, bütün devletler barış zamanındaki kısıtlamalar içinde ge­ çiş serbestliğine sahipti Türkiye savaşan devlet ise, tarafsızlar için barış zamanın­ daki rejim geçerli olacaktı. Sözleşmenin 4. maddesi uyarınca, Ça­ nakkale boğazında; Gelibolu yarımada­ sı ve Saros körfezinde Bakla burnunun K -D.'sunda 4 km uzaklıkta bulunan bir noktadan başlayaraı Kumbağı’nda sona eren bir çizginin güneydoğusundaki böl­ ge; Bozcaada karşısında Eski İstanbul burnundan başlayarak Marmara denizi üzerinde Karabiga'nın K.'inde bulunan kı­ yıda bir nokt&da sona ermek üzere kıyı­ dan 20 km uzaklıktan geçen bir çizgi ara­ sındaki bölge askerden arındırılacaktı. Ka­ radeniz boğazında askerden arındırıla­ cak bölgeyse D. ve S. kıyılarından 15 km uzaklıkta çizilmiş bir çizgiye kadar uzanan bölgeydi. Bunlardan başka Emır-Ali ada. sı hariç bütün Marmara denizi adaları ile Ege denizi'nde Semadirek, Limnı, İmroz, Bozcaada ve Tavşan adaları da askerden arındırılacaktı Bu bölge ve adalarda hiç­ bir istihkâm, sabit topçu tesisi, ışıldak te­ sisi, denizaltı izleyen araç, hiçbir askeri ha­ vacılık tesisi ve deniz üssü bulunmayacak­ tı, Buralaraa asayişin korunması için ge­ reken ve silahları tüfek, revolver, kılıç ve her 100 kişiye dört hafif makineli tüfekten oluşacak polis ve jandarma kuvvetinden başka hiçbir silahlı kuvvet bulunmayacak, Türk hükümeti Boğazlardan geçişe en­ gel olabilecek hiçbir sabit top bataryası ya da torpil atıcı yerleştıremeyecektı. İstan­ bul, Beyoğlu, Galata, Adalar ve bitişik do­ laylarını kapsamak üzere İstanbul ve çev­ resinde, başkentin ihtiyaçlarını karşılamak üzere en çok 12 000 kişilik bir garnizon, ayrıca bir tersane ve bir deniz üssü bu­ lundurabilecekti, Sözleşmenin 10, madde­ sine göre İstanbul'da "Boğazlar komis­ yonu" adını alacak bir uluslararası komis­ yon kurulacaktı. Yetkilerini Boğazlar'ın su­ ları üzerinde kullanacak olan komisyon, bir türk temsilcinin başkanlığınca imzacı dev­ letlerin temsilcilerinden kurulu olacak, ABD ya da Karadeniz’e kıyısı bulunan öte­ ki bağımsız devletler de sözleşmeye katı­ lırlarsa komisyonda birer temsilci bulun­ durabileceklerdi, Komisyon 14. maddeye göre savaş gemilerinin ve askeri uçakla­ rın geçişine ilişkin hükümlerin gereği gibi göz önünde tutulup tutulmadığını denet­ lemekle görevli olacaktı. Bu görevini Mil­ letler cemiyeti’nin koruyuculuğu altında yapacak, cemiyet'e her yıl çalışmasını gösteren bir rapor verecek, ayrıca ticaret bakımından ve gemilerin geliş-gıdişine ilişkin bütün bilgileri sunacaktı. Komisyon, görevinin yerine getirilmesi için gereken yönetmelikleri yapmaya yetkiliydi (md, 15-16), Sözleşmeyle saptanan geçiş rejimi ve Boğazlar'ın askerden arındırılması, Millet­ ler cemiyeti’nin güvencesi altına konmuş­ tu (md. 18); ancak değişen uluslararası si­ yasal koşullar, Milletler cemıyeti'nm diğer görevleri yanında Boğazlar konusundaki yükümlülüklerini de yerine getiremeyece­ ğim ortaya koymaya başladı. Bu durum­ da Lozan Boğazlar sözleşmesinin değiş­ tirilmesi Türkiye'nin güvenliği açısından bir zorunluluk haiıne geidi. Türkiye, 11 nisan 1936'da sözleşmenin taraflarına ve Lo­ zan'daki görüşmelere katılmakla birlikte onu onaylamayan Sovyetler Birliği ile Yu­ goslavya’ya birer nota göndererek, söz­ leşmenin değiştirilmesi için bir konferans toplanmasını önerdi. Notada, dünyadaki silahlanma yarışının Türkiye'yi tehlikeler-



le karşı karşıya bıraktığı, Milletler cemiye­ ti sisteminin saldırgan ülkelere karşı aciz kaldığı, bu nedenle 1923'te oluşturulan güvence sisteminin uygulanma olanağı­ nın kalmadığı, ayrıca Lozan sözleşmesin­ de yalnızca barış ve savaş durumlarının yer aldığı, bununla birlikte “ pek yakın bir savaş tehlikesi" durumunun da yer alması gerektiği belirtiliyordu. İtalya dışındaki ta­ raf devletler, bu öneriyi olumlu bularak 22 haziran 1936'da Montreux'de bir araya geldiler. 20 temmuz 1936'da imzalanan "Boğazlar rejimine ilişkin sözleşme" (Montreux Boğazlar sözleşmesi) ile Bo­ ğazlar'ın statüsü ve geçiş rejimi yeniden düzenlendi. Montreux rejimi. Sözleşmenin 1. madde­ si "Bağıtlı yüksek taraflar Boğazlar da de­ nizden geçiş ve gidiş-geliş serbestliği il­ kesini kabul eder ve doğrularlar" biçimin­ deydi. Bu serbestliğin kullanılması ticaret gemileri, savaş gemileri ve hava ulaşım araçları için savaş ve barış zamanına iliş­ kin olarak ayrı ayrı düzenlendi. Ticaret gemileri: barış zamanında bay­ rak ve yükü ne olursa olsun gündüz vo gece, uluslararası sağlık hükümleri çerçe­ vesinde türk yasalarıyla konmuş sağlık denetiminden geçme koşulu dışında, hiç­ bir işleme bağlı olmadan Boğazlar'dan geçiş ve gidiş-geliş tam serbestliğinden yararlanırlar. Savaş zamanında Türkiye, savaşan değilse, barış zamanındaki rejim geçerlidir. Türkiye-savaşan ise, Türkiye ile savaş durumundaki bir ülkeyle ilintili olma­ yan ticaret gemileri düşmana hiçbir biçim­ de yardım etmemek koşuluyla Boğazlar' da geçiş ve gidiş-geliş serbestliğinden ya­ rarlanır; bunlar Boğazlar’a gündüz girer­ ler ve geçiş, her seferinde türk makamla­ rının gösterdiği yoldan olur. Türkiye ken­ disinin pek yakın bir savaş tehlikesi teh­ didiyle karşılaştığı kanısında olursa, barış zamanındaki rejim yine uygulanır, ancak bu durumda gemilerin Boğazlar'a gün­ düz girmeleri ve geçişin her seferinde türk makamlarınca gösterilen yoldan yapılma­ sı gerekir. Savaş gemileri: barış zamanında hafif suüstü gemileri, küçük savaş gemileri ve yardımcı gemiler, Karadeniz'de kıyısı bu­ lunan devletlerle ilintili bulunsunlar ya da bulunmasınlar, bayrakları ne olursa olsun, hiçbir resim ve yükleme bağlı tutulmadan Boğazlar’dan geçiş serbestliğinden yarar­ lanırlar. Ancak, Türkiye hükümetine dip­ lomasi yoluyla normal süresi sekiz gün olan bir önbildırimde bulunmaları gerekir, bu süre on beş güne çıkarılabilir. Bu önbildirimde gemilerin gidecekleri yer, ad­ ları, türleri, sayıları ve gidiş-dönüşte geçiş günleri gösterilir. Boğazlar'da transit ola­ rak bulunabilecek bütün yabancı deniz kuvvetlerinin en yüksek tonaj toplamı 15 000 tonu geçemez ve bu kuvvetler do­ kuz gemiden çok olamaz. Bu gemiler ta­ şımakta bulunabilecekleri hava ulaşım araçlarını hiçbir durumda kullanamaz; ha­ sar ya da deniz arızası dışında geçişleri için gereken süreden fazla Boğazlar'da kalamazlar. Karadeniz’de kıyısı bulunma­ yan devletlerin, barış zamanında bu de­ nizde bulundurabilecekleri tonaj, toplamı 30 000 tonu aşamaz; herhangi bir zaman­ da Karadeniz'in en güçlü donanmasının tonajı, sözleşmenin imza gününde bu de­ nizde en güçlü olan donanmanın tonajı­ nı en az 10 000 ton aşarsa, 30 000 tonajlık toplam o ölçüde ve 45 000 tona varın­ caya değin artırılır. Karadeniz'de kıyısı bu­ lunmayan devletlerden herhangi birinin bu denizde bulundurabileceği tonaj be­ lirlenen toplam tonajın üçte ikisini geçe­ mez. Karadeniz'de bulunmalarının ama­ cı ne olursa olsun, kıyısı bulunmayan dev­ letlerin savaş gemileri bu denizde yirmi bir günden çok kalamaz, Karadeniz'de kıyı­ sı bulunan devletler, 15 000 tondan yük­ sek bir tonajda bulunan savaş gemilerini Boğazlar'dan birer birer ve yanlarında en çok iki torpido olmak koşuluyla geçirmek iznine sahiptir. Bu devletler Karadeniz dı­ şında yaptırdıkları ya da satın aldıkları de­



nizaltı gemilerini, eğer satın alma ya da tezgâha koyma işinden Türkiye'ye zama­ nında haber verilmişse üslerine katıl­ mak üzere Boğazlar dan geçirme hakkı­ na sahiptir. Karadeniz'de kıyısı olan ya da olmayan devletlerle ilintili bulunup, Türki­ ye hükümetinin çağrısı üzerine Boğazlar' daki bir limana sınırlı bir süre için neza­ ket ziyaretinde bulunan gemiler 15 000 tonla sınırlı tonajın dışındadır. Savaş zamanında Türkiye savaşan de­ ğilse, savaş gemileri barış zamanında ge­ çerli olan koşullar içinde Boğazlar’dan tam bir geçiş ve gidiş-geliş serbestliğin­ den yararlanır. Ancak savaşan herhangi bir devletin savaş gemilerinin Boğazlar’ dan geçmesi yasaktır. Bu yasağa karşın, Karadeniz’de kıyısı bulunan ya da bulun­ mayan savaşan devletle ilintili olup da bağlı bulundukları limandan ayrılmış du­ rumdaki savaş gemileri, o limanlara geri dönmek iznine sahiptir. Bunların Boğaz­ lar'da herhangi bir yakalama ya da gör­ me hakkı kullanmaları ve herhangi bir düşmanca eylemde bulunmaları yasaktır. Türkiye savaşan ise, savaş gemilerinin geçmesi tamamiyle türk hükümetinin ka­ rarına bağlıdır. Türkiye kendisinin pek ya­ kın bir savaş tehlikesiyle karşılaştığı kanı­ sındaysa, savaş gemilerinin geçişini tü­ müyle türk hükümetinin kararına bağlı kıl­ mak hakkına sahiptir. Hava ulaşım araçları; sivil hava ulaşım araçlarının Akdeniz ile Karadeniz arasın­ daki geçişini sağlamak için türk hüküme­ ti Boğazlar’ın yasak bölgeleri dışında bu geçişe ayrılan hava yollarını gösterir; sivil hava ulaşım araçları türk hükümetine dü­ zenli olmayan uçuşlar için üç gün önce bir önbildirim ve düzenli servis uçuşları için geçiş günlerini belirleyen genel bir önbildirimde bulunarak bu yolları kullanırlar. Montreux sözleşmesi uyarınca, Lozan sözleşmesi ite kurulan Uluslararası Boğaz­ lar komisyonu'nun yetkileri türk hüküme­ tine geçti. Türk hükümeti, yabancı bir de­ niz kuvvetinin yakında Boğazlar’dan ge­ çeceğinden haberi olur olmaz bu kuvve­ tin bileşimini, tonajını, Boğazlar'a giriş için öngörülen günü ve gerektiğinde olası dö­ nüş gününü sözleşmenin taraflarının An­ kara’daki temsilcilerine bildirir. Sözleşmede 20 yıllık yürürlük süresi ön­ görülmüş, bu sürenin bitiminden iki yıl ön­ ce taraflardan herhangi birinin sözleşmeyi sona erdirme isteğinde bulunmaması du­ rumunda böyle bir bildirimden sonra iki yıl daha yürürlükte kalması kabul edilmiş­ tir. Taraflardan hiçbirisi bugüne kadar önbildirimde bulunmadığından, sözleşme bugün de yürürlüktedir, İkinci Dünya savaşı ndan sonra durum. ikinci Dünya savaşı'nda Boğazlar, Montreux sözleşmesi uyarınca savaşan devlet­ lerin savaş gemilerine kapalı tutuldu. Sa­ vaş sonunda ABD, SSCB ve İngiltere ara­ sında yapılan Potsdam konferansı’rıda, yeni koşullara uymayan Montreux sözleş­ mesinin değiştirilmesi için Türkiye ile ay­ rı ayrı görüşmeler yapılması kararlaştırıl dı. Bu doğrultudaki ilk nota ABD’den gel­ di. ABD hükümeti, 2 kasım 1945 tarihli no­ tasında, Boğazlar'ın 1. bütün ulusların ti­ caret gemilerine her zaman açık tutulma­ sını; 2. Karadeniz'de kıyısı bulunan ülke­ lerin savaş gemilerinin transit geçişine her zaman açık olmasını; 3. Karadeniz’e kıyı­ sı olmayan ülkelerin savaş gemilerine, Ka­ radeniz'e kıyısı bulunan devletlerin Kabul etmesi ya da bu gemilerin BM adına ha­ reket etmesi durumu hariç olmak üzere kapalı tutulmasını (barış zamanı için be­ lirlenen tonaj dışında); 4. Montreux söz­ leşmesinin günün koşullarına uygun du­ ruma getirilmesi için Japonya'nın taraf devletler arasından çıkarılmasını ve Millet­ ler cemiyeti yerine Birleşmiş milletler de­ nilmesini önerdi. İngiltere de 21 kasım 1945 tarihli notasında amerikan teklifleri­ ni olumlu bulduğunu, bununla birlikte so­ runun acil görünmediğini bildirdi. Türki­ ye 6 aralık 1945'te verdiği yanıtta, bağım­ sızlığını egemenliğini veülke bütünlüğünü



ihlal etmemek koşuluyla Boğazlar hakkında yapılacak oir uluslararası konferansa katılmaya ve burada verilecek kararlan ka­ bul etmeye hazır olduğunu açıkladı. Sovyetler Birliği de 7 ağustos 1946'da konuy­ la ilgili bir nota verdi. Birer örneği ABD ve İngiltere’ye de verilen notada, Montreux rejiminin Karadeniz devletlerinin güvenli­ ğini korumaya yetmediği ve savaş sırasın­ da düşman gemilerinin Boğazlar'dan ge­ çişine izin verdiği belirtiliyor ve yeni bir Bo­ ğazlar rejiminin oluşturulması için Boğazlar’ın 1. bütün ülkelerin ticaret gemilerine her zaman açık olması; 2. Karadeniz'e kı­ yısı bulunan devletlerin savaş gemilerine her zaman açık tutulması; 3. Karadeniz’e kıyısı olmayan devletlerin savaş gemileri­ ne kapalı tutulması (özel olarak belirtilen durumlar dışında); 4,Karadeniz’e girmek ve Karadeniz'den çıkmak için tek doğal suyolu olan Boğazlar’a ilişkin rejimin oluş­ turulmasının Türkiye ve Karadeniz'e kıyı­ sı bulunan diğer devletlerin yetkisi içinde olması; 5. Boğazlar'da ticari ulaştırma serbestisini ve Boğazlar'ın güvenliğini sağ­ lamak konusunda en ilgili ve muktedir devletler olmaları nedeniyle Türkiye ve Sovyetler Birliğinin, Boğazlar’ın diğer ül­ keler tarafından Karadeniz'e kıyısı olan ül­ keler zararına amaçlarla kullanılmasını ön­ lemek için Boğazlar’ın savunulması konu­ sunda ortak önlemler almaları önerilerin­ de bulunuyordu. Bu notaya İngiltere 12 ağustos, ABD 19 ağustos 1946’da yanıt verdi. Her iki devlet de ilk üç öneriye iti­ raz etmemekle birlikte, Boğazlar rejiminin kurulmasının yalnızca Karadeniz'e kıyısı oian devletlerin yetkisinde olmasını ve Boğazlar'ın savunma ve denetiminin Türki­ ye’nin sorumluluğundan çıkarılmasını ka­ bul edemeyeceklerini bildirdi. Türkiye 22 ağustosta Sovyet notasına yanıt verdi. Bunda ikinci Dünya savaşı sırasında Ka­ radeniz’e düşman gemilerinin geçtiği yo­ lundaki Sovyet iddiası yanıtlandıktan son­ ra, benzer olayların yinelenmemesi için sözleşmedeki gemi tanımı, niteliği ve to-



İsmet Paşa Lozan’a giderken



Montreux'den görünüm



kullanılır: Boğazlı testi. Boğazlı kazak. —2. Çok yemek yiyen: Babam boğazlı b ir insandır. B O Ğ A Z L IY A ^ , iç Anadolu bölgesin­ de, Yozgat iline bağlı ilçe; 55 576 nüf, (1990); 2 129 km2; merkez bucağı dışın­ da 1 bucak; 33 köy. Merkezi, Yozgat’ın 114 km G.-D.'sundaki Boğazlıyan, 16 895 nüf. (1990) Başta şekerpancarı ol­ mak üzere sanayi bitkileri. Tahıl üretimi Deri sanayisi. TMO depoları. Hayvancılık.



18 mart 1915te £towefzırhlısının batırıiışı ressam Tahsin



Deniz müzesi, İstanbul



Bağdan Sucevita (Romanya) manastırı yakınında bir kır manzarası



najları ile ilgili II. EK’in değiştirilmesinin ye­ terli olacağı belirtildi. Sovyet notasındaki 4. ve 5. öneriler ise Montreux sözleşme­ sini imzalamış olan diğer devletlerin çıkar­ larına ve Türkiye’nin egemenlik haklarına ve güvenliğine aykırı düştüğü gerekçesiy­ le reddedildi. Sovyetler Birliği 24 eylül 1946’da ikinci bir nota vererek, Türkiye' nin de Moskova antlaşması ile kabul etti­ ği gibi Karadeniz'in kapalı bir deniz oldu­ ğunu, bu yüzden bu denize kıyısı olan ül­ kelerin özel durum ve güvenliklerine uy­ gun düşecek bir Boğazlar rejiminin oluş­ turulmasının ve Boğazlar’ın savunmasına Sovyetler Birliği’nin de katılmasının doğ­ ru bulunduğunu belirterek ilk notasında­ ki görüşlerini yineledi. Bu notanın birer ör­ neğini ABD ve İngiltere’ye de veren Tür­ kiye, '8 ekim 1946’da verdiği ikinci yanıt­ ta Karadeniz’in kapalı bir deniz olduğu görüşünü reddetti ve daha sonra yapılan Lozan ve Montreux sözleşmeleriyle, Mos­ kova antlaşması'nın ilgili hükmünün geçersizleştiğini savundu. Boğazlar'ın savun­ masına Sovyetler Birliği’nin de katılması ise "..Boğazlar'ın müşterek savunmasının Türkiye tarafından kabulü, egemenliğinin yabancı bir devletle paylaşılmasından başka bir anlam ifade etmez” gerekçe­ siyle reddedildi, ikinci türk notasından sonra Boğazlar sorunu bir süre daha an­ laşmazlık konusu olmaya devam etti, bu­ nunla birlikte, türk dış politikasındaki de­ ğişme ve Sovyetler'in Boğazlar konusun­ daki istemlerinden vazgeçmesi nedeniy­ le Montreux sözleşmesi değiştirilmeden geçerliliğini korudu. ( -> Kayn.)



BOĞAZLAŞMAK - BOĞAZLAMAK. ■B O Ğ A Z L A T M A K -



BOĞAZLAMAK.



B O Ğ A Z LI sıf. 1. Boğazı olan şey için



Boğazlıyars a y a k la n m a s ı, YozgatlI Çapanoğulları ailesini kışkırtmaları sonu­ cu atlı ve yaya çetelerin Kuvayı milliye’ ye karşı başlattıkları ayaklanma hareketi (nisan 1920). Üzerlerine gönderilen Kılıç Ali Bey komutasındaki müfrezeyi bozan çapulcular, kısa sürede Yıldızeli, Zile ve Tokat’ı ele geçirip duruma egemen oldu­ lar (1 haziran-21 haziran 1920). Sonradan Çerkez Ethem Bey komutasında daha büyük birliklerle harekete geçen ulusal kuvvetler çeteleri dağıttı; ayaklanmanın elebaşıları ele geçirilerek öldürüldü (24 -29 temmuz 1920). BOĞAZSI sıf. Sesbilg. Artdamaksıl, küçükdil ünsüzü, boğazsıl gibi art ünsüzler için kullanılır. BOĞAZSIL sıf. Sesbilg. Temel eklem­ lenmesi, dil kökünden yutak çeperine doğru bir yer değiştirme içeren ünsüz için kullanılır. BOĞAZSILLÂŞMA a. Sesbilg. Art ağız boşluğunun, yutağın kasılması sonucu bi­ çim değiştirmesi; etkilediği seslerin bemolleşmesiyle sonuçlanır.



BOĞAZSIZ sıf. 1. Boğazı olmayan şey için kullanılır. —2. Az yemek yiyen kim­ se için kullanılır; iştahsız: Çocuk çok bo­ ğazsız, hiçbir şey yemiyor. B O Ğ D A M ya da M O L D A V Y A , Avru­ pa'da. Romanya ile Moldavya Cumhuri­ yeti arasında paylaşılan bölge. coğrafya Karpatlar’ın D.'sunda bulunan Roman­ ya Boğdan’ı, Moldavya'yla sınırı çizen Prut ırmağına kadar uzanır. K.'den Bukovina'yı (K. yarısı Moldavya'ya girer) içine alır ve Romanya nüfusunun % 20’si bura­ da yaşar. Boğdan, B.’dan D.'ya doğru şu bölgelere ayrılabilir: 1 , vadilerin izlediği ya da boğazların yardığı, birkaç çöküntüyle kesilen ve birbirine paralel sıralardan olu­ şan Karpatlar'ın doğu ucu (yükseklikleri 700-2 000 m arasında değişir). Dağların büyük bölümü hâlâ ormanlarla örtlüdür ve hayvancılığa ayrılmıştır. Bazı vadiler­ se sanayiye açılmıştır: petrol ve kömür çı­ karma ve işleme (Trotus); hidroelektrik;



yapı gereçleri (Bistrija) ve kereste sana­ yisi; 2. dağın eteğinde (Vrancea) ya da tepeler arasında bulunan, çıplak ve ço­ ğunlukla aşınmış bir çöküntü dizisi içeren Boğdan Aşağı Karpatlar’ı. Buralarda ta­ hıl yetiştirilen tarlalar, meyve bahçeleri, bağlar bulunur ve hayvancılık yapılır, 3. D.'ya doğru birçok eğimli tepe ya da pla­ to kapsayan büyük ölçüde tarıma ayrılmış (tahıllar, bağlar, sebzeler) Siret ile Prut arasında uzanan kesim. Sanayi merkez­ len azdır (Yaş, Bacâu, Piatra Neamt, Ro­ man). Nüfusun büyük bölümü hâlâ tarım­ la uğraşmaktadır. tarih Romalılar Daçya*'dan ayrıldıktan son­ ra, ülke birçok istilaya uğradı (Gotlar [274,-375], Hunlar [375-433], Slavlar, Avazlar, Bulgariar [VI.-IX. yy.], Maoarlar, Tatarlar). Bölge eski macar yerleşme alanları olduğundan (Slanic tuz maden­ leri, Bacâu ve Ocna kentleri), Macar kralı büyük Lajos XIII. yy.'da rumen voyvoda­ ları arasından savaş önderleri seçerek ta­ tar egemenliğine son verdi. Bu savaş ön­ derlerinden biri olan Dragoş, Saksonlar’ ın oturduğu Baia’ya yerleşti. Ama Maramureş voyvodası Bogdan yeğeni Balc'ı buradan uzaklaştırdı, Macaristan'a karşı ayaklanarak 1359'da Moldavya prensli­ ğini kurdu. İlkin önemli bir gelişme gös­ termeyen yeni prenslik, 1387’de Bukovina'yı alarak genişledi, ama gittikçe artan türk baskısı karşısında 1455'ten*başlayarak Mehmet ll’ye haraç ödemek zorun­ da kaldı. Büyük Stefan III Vaslui'de önce Macarlar'ı (1467), sonradaTürkler'iyendi (1475); ama Kanuni Sultan Süleyman'ın Mohaç zaferinden (1526) sonra, prenslik osmanlı metbuluğunu tanımak zorunda kaldı. Hükümdarlık eden prensler (lon IV [1572-1574], Vasile Lupu [1634-1653], Dimitri Cantemir [1710-11]) türk egemen­ liğinden kurtulmaya çalıştılar. Ama yavaş yavaş rumen boylar iş başından uzaklaş­ tırıldı. Bunların yerini özellikle XVIII. yy.'da Türkler’in güvenini kazanan yunanlı Fe­ ner hospodarları (Mavrokordhatos, ipsilanti, vb.) aldı. D. Ipsilanti yönetimindeki yunan ayaklanması (1821) fenerli hospodalar yönetimine son verdi. 1822'de, Mahmut II yerli bir boyar olan Sturdza’yı voyvoda atadı (1822-1828). Sturdza yu­ nanlı keşişleri ülkeden kovdu. Yunanlı ke­ şişlerin etkisi, yerini Ruslar’ın etkisine bı­ raktı. Ruslar Moldavya’yı birçok kez (1769-1774, 1807-1812, 1828-1832, 1849-1851, 1853-54) işgal ederek Bük­ reş antlaşması ile (1812) Besarabya’yı kendilerine bağladılar. Prens Mihail Sturdza’nın başarıyla yönettiği Moldavya, ula­ şım yollarını geliştirdi. Bu sırada Yaş aka­ demisi kuruldu. Kogâlniceanu milliyetçi hareketi bu akademide doğdu. 1848 ayaklanmaları Sturdza’nın yönetimden uzaklaşmasına yol açtı (1849). 1775'te Bukovina'yı kendisine katan Avusturya, Rusya’nın ilerlemelerinden kaygılanarak, Moldavya'yı işgal etti (1854-1856). Ülke­ nin ayrıcalıkları Paris kongresi’nde onay­ landı (1856) ve 1859’da bir moldav mec­ lisi albay Cuza’yı prens ilan edince, Eflak da onu izledi. Bundan böyle moldav tari­ hi Romanya tarihiyle birleşiyordu. Bunun­ la birlikte 1866’da Yaş’ta ayrılıkçı karga­ şalıklar oldu, 1907’de de sefaletin yol aç­ tığı kanlı bir köylü ayaklanması patlak ver­ di. Rus devrimi, Besarabya’da Moldavya yanlısı bir ayrılıkçı hareket başlattı Bu ha­ reket, eyaletin Romanya’ya bağlanmasıy­ la sonuçlandı (aralık 1918). Sovyet hükü­ meti, bu ilhakı kabul etmeyerek, Dinyester’in sol kıyısında küçük bir özerk Mol­ davya Cumhuriyeti kurdu (1924). SSCB 1944'te Besarabya'yı geri alınca, Moldavva Cumhuriyeti 13. federe cumhuriyet ol­ du ve 1991'de bağımsızlığına kavuştu. Boğdan «arayı, İstanbul’da, Karagümrük ile Haliç Feneri arasında bulunduğu bilmen saray. Kanuni Sultan Süleyman döneminde, bir bizans manastırının yeri-



ne, Boğdan voyvodaları için yaptırılmış­ tı. 1784'te yanmış, yalnızca manastırın iki katlı, kubbeli capellası günümüze ulaş­ mıştır. B O Ğ D A N -E F L A K , 1878 Berlin antlaş­ masından önce, Tuna prensliklerine ve­ rilen ad. ( -> Ro m a n y a .) ÜOÛDİJ a. Yörs. Boynu ve kulakları ör­ tecek biçimde başa sarılan örtü, yazma ya da bu biçimde bağlanmış baş. (Üçgen katlanan örtü, kulakları örtecek biçimde bağlandıktan sonra, uçları boyna dolanıp ensede düğümlenir.)



B O Ğ D U R M AK -



BOĞMAK.



B O Ğ D U R TM A K BO Ğ DURULM AK -



BOĞMAK. BOĞMAK.



B O Ğ M A a Solunumu engelleyerek öl­ dürme. —Giyim. Geniş ve paçaları büzgülü bir tür kadın şalvarı. —Altınların bir bez üzerine dikilmesiyle oluşturulan gerdanlık. —ipekböcç. Koza içindeki krizalitin, ke­ lebek olmadan önce sıcak hava (yakla­ şık 80°C) akımıyla öldürülmesi işlemi. (Sı­ cak hava hem krizaliti kurutup öldürür, hem de onu saran ipeği kurutur.) —Ormanc. Ağaç boğm a; özsuyu dolaşı­ mını keserek kurutmak amacıyla bir ağa­ cın gövdesinden kabuğu ve kambiyumun dış tabakasını halka biçiminde ke­ sip çıkarmak işlemi, (bu işlem, ılıman or­ man kuşağında uygulanmaz. Ama tropi­ kal ormanlarda ticari değeri olmayan ağaç türlerini yok ederek yerlerine daha değerli ve hızlı gelişen ağaç türlerini ika­ me etmek için kullanılır.) ♦ sıf. Sıkılmış, boğulmuş: Boğma paça. B O Ğ M A ya da B O T M A a. Hurma, in­ cir, dut, erik vb. meyvelerden damıtılarak yapılan, alkol derecesi yüksek ve anasonsuz bir tür rakı. (Güney illerinde, özellikle Adana, Mersin, Gaziantep, Hatay, Kah­ ramanmaraş ve çevresinde, ilkel yöntem­ lerle evlerde hazırlanır, kaçak olarak sa­ tılır; kendine özgü bir tadı ve kokusu var­ dır.) B O Ğ M A C A a. Art arda öksürük nöbeti şeklinde gelen ve her nöbetin ardından yapışkan sümüksü balgam çıkarmaya ve bazen kusmaya neden olan bulaşıcı has­ talık. —ANSİKL Boğmaca, özellikle çocuklarda görülür. Daha çok başlangıçta bulaşıcı ol­ duğundan çoğu zaman çocuktan çocu­ ğa geçer; bunun için çok kısa bir temas dahi yeterlidir. Mikrobu Bordet ve Gengou tarafından keşfedilen bir kokobasildir (Bordetella pertussis). Bulaştıktan sonraki kuluçka süresi aşa­ ğı yukarı 7 gündür. Hastalık bronşit ve nezle devresiyle (ateşli) başlar ve bu dev­ re 10-15 gün, hatta daha fazla sürer. Son­ ra öksürük nöbetleri başlar; bu nöbetler uzun ve sesli (horoz sesi) bir soluk alma ve ani bir soluk salma şeklinde art arda sıralanır. Nöbet, yapışkan balgam çıka­ rılmasıyla son bulur. 24 saat içinde nöbet­ lerin sayısı 10 ila 40 olabilir. 20 ila 30 gün sonra nöbetler seyrekleşir ve belirsizleşir. Bununla beraber tam iyileşme oluncaya kadar haftalar, hatta aylar geçebilir. Boğ­ maca başka karmaşalar yüzünden ağır­ laşabilir: sık kusma, kanamalar (burun ka­ namaları, konjonktiva altı morarma, kulak kanaması) amfizem, çırpınmalar, bronkopnömoni. Boğmaca, yenidoğanda ve meme ço­ cuğunda ağır bir hastalık sayılır. Nöbet­ ler, boğucu olabilir, hatta bayılmalara yol açabilir; kusmalarsa bu yaşta kısa süre­ de su kaybına neden olur. iyileştirici tedavi basittir- antispazmodik, öksürük kesici, sakinleştirici ilaçlar, bazı hallerde antibiyotikler (makrolitler). Has­ talık bildirilmesi zorunlu hastalıklardandır; okuldan alıkonma, nöbetlerin başlamasın­ dan sonra 30 gündür. Özgün insan gammaglobülinleriyle ön­



leyici serum tedavisi, doğrudan doğruya bulaşma tehlikesiyle karşı karşıya olanla­ rı, özellikle yenidoğanları ve meme ço­ cuklarını korumada çok yararlıdır. . Boğmaca aşısı yaptırmak çok etkilidir; doğumun 3. ayında yapılmalıdır: 1 ayara ile 3 iğne, 1 yıl ve 5 yıl sonra iki iğne daha: B O Ğ M A C A LI sıf. ve a. Boğmacaya tu­ tulmuş kimse için kullanılır. B O Ğ M A C A M S I sıf. Boğmaca nöbetini andırır öksürük için kullanılır: Boğmacamsı öksürük.



BOĞMAK g. f. 1. B ir kimseyi, b ir hay­ vanı boğmak, onu suya batırarak, boğa­ zını sıkarak, solunum yollarını tıkayarak öl­ dürmek: Kedi yavrularını boğmak. Katil, kadını yastıkla boğmuş. —-2 . b ir şeyi (bir yerinden) boğmak, onu (oradan) ip vb. bir şeyle sıkıca.bağlamak: Çuvalın, torba­ nın ağzını boğmak. —3. B ir kimseyi boğ­ mak, onu bunaltmak, sıkmak: Bu basınçlı hava beni boğuyor. —4. B ir kimseyi, bir topluluğu, b ir yeri b ir şeye (somut, soyut) boğmak, o şeyden (somut) o kimseye bol miktarda vermek; o kimseye, o topluluğa bir duyguyu en uç noktasına kadar yaşat­ mak: B ir kim seyi paraya, mücevhere boğmak. Bu haber hepimizi, bütün oku­ lu kedere boğdu. —5. B ir sesi, gürültü­ yü vb. boğmak, onu örtmek şiddetini azaltmak; bastırmak: Orkestra solocunun sesini boğuyordu. —6 . B ir şeyi, b ir şeye boğmak, bir şeyin etkisini hafifletmek, yok etmek için ilgiyi başka yöne çekmeye ça­ lışmak: Lafı şakaya boğmak. —7. B ir kim­ seyi, b ir yeri boğmak, Bir renkten söz ederken, o kimseye, o yere yakışmamak; onu kapamak: Bu renk seni boğuyor. Ko­ yu yeşil odayı boğmuş. —Bot. B ir bitkiyi boğmak, onu havadan, ışıktan, yerden yoksun kılarak normal bü­ yümesini engellemek: Ç içekleri boğan ısırganlar. —Denize. Yelken boğmak, fırtınalı hava­ larda rüzgârın etkisiyle aşırı yapraklanan yelkeni, parçalanmaması için istinga ha­ latlarıyla bir direğe ya da serene sararak söndürmek. —El sant. Bakır kap yapımında, belirli bir bölümü daraltmak için çekiçlemek. (Eşanl. SIKMAK.) —Fişekç. N itrogliserini boğmak, bir tehli­ ke durumunda, gliserinli bir nitrolayıcının içeriğini altında bulunan havuz ya da tan­ kın içindeki suya boşaltmak. —Isıl mot. Karbüratöre, gerekenden çok benzin gelmesine neden olmak. (Karışı­ mın aniden zenginleşmesi sonucu, ateş­ lemenin engellenmesine ve motorun dur­ masına yol açar.) —Metalürj. Boncuk baskı takımıyla, dö­ vülmüş parçaların yüzeyleri arasında iç­ bükey birleşmeler oluşturmak. (Bu işlem, dövülmüş parçaların çekilmesiyle gerçek­ leştirilir.) || D em ir boğm ak, metali sıcak kesmek. •S* boğdurm ak, boğdurtm ak ettirg. f. B ir kim seyi boğdurm ak, boğdurtm ak, onun boğularak öldürülmesini sağlamak. •> boğdurulm ak edilg. f. Boğdurmak eylemine konu olmak, gelmes-se. Titreşimsizleşme konuşan bireylerin kimilerin­ de sürekli olabilir.) B O Ğ U K L A Ş M A K gçz. f. Ses sözkonu­ suysa, boğuk duruma gelmek, kısıklaş­ mak: Sesi gittikçe boğuklaştı. S O Ğ U K LA Ş T IR M A K ettirg. f, Sesbilg. Titreşimli bir ünsüzü titreşimsiz ünsüze dö­ nüştürmek (örn. [d]'yi [t] ya da [zj’yi [s] yapmak).



BOĞULMA a. 1. Boğulmak eylemi. — 2. Oksijen eksikliğine bağlı olarak solu­ numun zorlaşmasından ya da büsbütün ortadan kalkmasından doğan sıkıntı; nefes darlığı. (Bk. ansikl. böl.) —3. Solunum yol­ larında bir engelin bulunmasıyla meyda­ na gelen soluk alamama. —Adli tıp. Solunum yollarının sıkılmasıy­ la meydana gelen ölüm. (Bk. ansikl. böl.) — Bot. Özellikle suyla kaplı topraklarda oksijen yokluğu yüzünden bitkilerin (ya da bitki kısımlarının) ölmesi. (Bk. ansikl. böl.) —Denizbil. Deniz düzeyindeki bir yüksel­ me ya da toprakaltının negatif hareketle­ ri (alçalma, yığılma) sonucu deniz suları­ nın bir kıyı kuşağını istila etmesi ya da ört­



boğulma 1762



mesi. (Boğulmuş kıyı, bir kıta yüzey şek­ linin [fiyord, ria] sular altında kalmasıyla oluşur.) —Deniz sularının altında kalma ya da deniz sularının istilasına uğrama. || Bo­ ğulm uş kıyı, sular altında kalmış deniz dü­ zeyinin pozitif bir hareketi, tektonik bir al­ çalma ya da bir tortul yığılması sonucu denize bağlı etkenlerce yeniden biçimlen­ dirilmiş kara parçası kuşağı. —Hidr. pnöm. Hidrolik ya da pnömatik bir devrede, geçiş kesitindeki ani daralma. —Patol. Vücudun bir kısmında doğal ya da yapay olarak meydana gelen az ya da çok sıkı daralma. || Fıtık boğulması -> FITIK. ]| Kol ve bacak uçlarında boğulma, Raynaud hastalığında görülen damar bo­ zukluğu ya da kol ve bacak uçlarında ba­ kışımlı kangren. — ANSİKL. Adli tıp. Boğularak öldürülen kişilerin yüzü şiş ve mermer gibi donuk­ tur; dil ağızdan dışarı sarkar, gözler şiş­ tir, boyun çevresinde boğma ipinin biçi­ mine ve kalınlığına göre, elle sıkılarak bo­ ğulma varsa harcanan güce göre deği­ şik lezyonlar görülür. Bundan başka dilkemiği ve gırtlak kıkırdağı kırıklarına da (elle boğulmada) rastlanır. Dilkemiği kas­ larının yakınındaki hücre dokusunda ka­ namalar görülebilir, ayrıca akciğerler amfizemlidir. —Bot. ve Tarım. Bitkilerin gerek toprak üstündeki gerek toprak altındaki bütün or­ ganları, solumak için oksijene gereksin­ me duyar. Toprağın suya doymuş ya da durgun suyla kaplanmış olması gibi bazı durumlarda oksijen alınması yetersiz ka­ lır ve boğulma denilen olay gerçekleşir Bu durum, toprakta yükseltgerımiş bazı maddeleri azaltan ve bazı hallerde orga­ nik maddelerin metana (bataklık gazı), nit­ ratların önce azota, sonra amonyağa dö­ nüşümüne yol açan anaerobi mikroorga­ nizmaların çoğalmasına neden olur. Bu dönüşümlerin sonucunda oluşan madde­ lerin bazıları bitkiler için zehirlidir. Bununla birlikte, su dışında kalan organlarca alın­ dıktan sonra gaz halinde ya da özsu için­ de erimiş olarak bulunan ve dolaşan ok­ sijen sayesinde bu koşullara uyarlanabi­ len bitkiler de vardır. Bataklık bitkileri ve pirinç ı bu duruma örnek gösterilebilir. Öbür bitkiler, gelişimlerini durdurarak bo­ ğulma olayına ancak kısa bir süre daya­ nabilirler. Bazılarıysa dokularında zehirli alkol oluştuğu için boğulma olayını yara tan koşullara hiç dayanamazlar. —Patol. Herhangi bir anatomik kanalın sı­ kışması. —Tıp eskiden "boğulma" sözü soluk ala­ mayan kişinin durumunu belirtmek için kullanılırdı. Bugün, bütün soluk alma sı­ kıntılarını kapsar: yani, dokularına normal düzeyde oksijen gitmeyen kişinin duru­ munu ifade eder. Nedenleri şöyle sırala­ nabilir: -soluk alma ya da dolaşım hareketinin durması; -soluk alma aygıtının arızalanması (bu ya üst solunum yollarında bir tıkanmadan [dil, gırtlak ödemi, yabancı cisimler, kan, kusmalar, sümüksü sıvı, vb.] ya alt solu­ num yollarında bir tıkanmadan [suda bo­ ğulma, pnömoni, süreğen solunum yeter­ sizliği] ya da göğüs kafesindeki bir arızadan [kaburga kırıkları, pnömotoraks, plöreziler, solunum kaslarının felci] doğabi­ lir); -bir şok sonucu dolaşım aygıtının arıza­ lanması (kalp yetersizliği, kanama, damar felci); -sinirsel bir arıza (sinirsel koma ya da ze­ hirlenme koması, kafa travması); -kirlenmiş havanın ya da zehirli bir gazın solunması. • Genel anestezi sırasında boğulma. Dört büyük nedenden olabilir: 1 . hastada ya da anestezi,aygıtında tıkanıklık; 2 . derin anestezi, özellikle çok derin kürarlama so­ nucu diyafram felci; 3. anestezi aygıtın­ da oksijen eksikliği; 4. anestezik fazlalığı. BO Ğ U LM AK



- BOĞMAK.



BO Ğ U M a. 1. ip, lastik vb. ile büzdürü­



lerek sıkılmış yer. —2. Parmakların eklem yerleri. —3. Kamış, saz vb. bitkilerin şiş­ kince bölümü —4. iki boğum arasında­ ki yer. —5. Boğum bağlamak, vermek, ekin sözkonusuysa, başak tutmak, başak­ lanmak (yörs.). || Boğum boğum, boğum­ ları olan, çok boğumlu şeyler için kullanı­ lır: İplere boğum boğum sucuklar asmış­ lar. || Boğum boğum boğulm ak, aşırı öl­ çüde bunalmak.I Boğuma kalkmak, ekin sözkonusuysa, boy vermek (yörs.). —Bağc. Bir asma dalında, bir yanda to­ murcukların ve yaprak saplarının, öbür yanda sülüklerin bağlı bulunduğu şişkin bölge. —Dilbil. Ağaç gösterimde, öteki öğelerce belirlenen ve bunlara egemen olan öğe. (Eşanl. d ü ğ ü m .) —Seram. Çömlek, vazo, testi vb. çarkta çekilirken meydana gelen hata. (Kabın di­ binden başlayarak, vida yivleri gibi sar­ mal biçimde yükselen çizgi ya da izler meydana gelir.) —Tekst. Yün topaklarının çok küçük ara­ lıklarla birleşmesi sonucunda ortaya çıkan karde iplik kusuru. —Zool. Bir tenyanın, bütünüyle erdişi bir cinsel aygıt içeren halkalarından her biri. (Boğumlar skoleksin ardından tomurcuk­ lanma yoluyla çoğalır; işlev bakımından önce erkektirler, sonra dişi olurlar; döllen­ miş yumurtaları dölyatağında biriktirdik­ ten sonraysa olgunlaşmış halka adını alır­ lar.) B O Ğ U M LA N M A a. Bot. Bazı organlar.da bölütlenmeyi sağlayan halkamsı daral­ ma. B O Ğ U M L A N M A K gçz. f. Boğumlu du­ ruma gelmek. B O Ğ U M LU sıf. Boğumu olan şey ya da hayvan için kullanılır: Sekiz boğum lu b ir akrep. Kalın boğum lu parmaklar. —Tekst. Boğumlu iplik, bir karde iplik ku­ suru olan boğumu düzensiz biçimde ve mekanik yolla oluşturarak elde edilen fan-.. tezi iplik türü. B C Ğ U M L U L U K a. Çoc. bak. Raşitizm hastalığında görülen ve düğüme benzer kalınlaşmalarla beliren kemik bozukluğu. B O Ğ U N Ç a. BUNALIM'ın eşanlamlısı. B O Ğ U N T U , a. 1. Solunum güçlüğü. —2. iç sıkıntısı: Anlatılm az b ir boğuntu kapladı içimi. İnsana boğuntu veren b ir sokak. —3. Arg. Vurgunculuk; para kap­ tırma, aldanma, jj Boğuntu yeri, batakha­ ne, kumarhane(arg.). \\Bir kimseyi boğun­ tuya getirm ek ona düşünmesine fırsat vermeden bir şeyi kabul ettirmek ya da gerçek değerinden daha yüksek bir fiyat­ la mal satmak: Adam cağızı boğuntuya getirip imzayı attırmışlar. —Fels. -* İÇDARALMASI. — Psik. ve Psikan. Belirsiz, yani somut nesnesi olmayan bir tehdit ya da bir teh­ likenin doğurduğu ıç karartıcı ruhsal te­ dirginlik ve bedensel hareketlenme duy­ gusu. (Boğuntu, bedene dönme yani be­ densel etkiler yaratma yoluyla, kasılma, terleme, solunum güçsüzlüğü, kalp atışı­ nın hızlanması gibi birçok ayırtedici nörovejetatif belirtiye eşlik eder.) [Bk. ansikl böl,] || Boğuntu nevrozu, ayırtedici belirti­ si, sürekli bir boğuntu olan nevroz. (Gün­ cel nevrozlar çerçevesine giren boğuntu nevrozu, eski bir çatışma durumuna bağlı olmaması bakımından psikonevrozlardan ayrılır.) — ANSİKL. Psik. Psikiyatri kliniği, sıkıntı ile boğuntuyu, farklı marazi etiyoloji süreçleri olarak eskiden beri birbirinden ayırır. Sı­ kıntının ruhsal, boğuntunun bedensel ol­ duğunu ileri sürer. Buna göre sıkıntı, te­ mel bir akıl hastalığı süreci olarak görü­ nür. Klinik gelenek. Henri Ey’in etkisiyle, paroksistik görünüşlü sıkıntı bunalımı'm nevrozlu ve psikozlu örgütlenmeler oluş­ turan sıkıntılı yapı'dan ayırt etme eğilimi­ ni edindi. Boğuntuysa tersine, örneğin ruhsal nitelikte herhangi bir neden olma­ dığı halde boğuntu durumlarına yol açan



bazı organik hastalıkların (göğüs anjini, astım, hipertroidi, kan şekerinin azalma­ sı, beyin lezyonları) da gösterdikleri gibi, bedenşe! bir etiyoloji ile sınırlıymış gibi ele alındı. Daha genel olarak, psikiyatri klini­ ği, boğuntu etiyolojisini sinir sistemi bo­ zukluklarıyla sınırlamaya, hatta sıkıntıyı bi­ le, arabeyin merkezlerinde yerelleşen sü­ reçlerden başlayarak açıklamaya yönelen patojenik kurumlar ileri sürdü. Psikiyatrinin boğuntu ile sıkıntı arasın­ da yaptığı ayrımın, gerçek bir etiyolojik farklılığa dayanmaması, bu türlü bir nozolojik sınıflandırma zorunluluğunu yeni­ den ele alıp gözden geçirmeyi gerekli kıl­ maktadır. Boğuntu ve sıkıntıyı, aynı bir te­ mel patolojik sürecin nitel olarak farklı iki klinik görünüşü olarak düşünmek, daha verimli bir anlayış gibi görünüyor. Gerçek­ ten de, sıkıntı ve boğuntunun bedensel kökenli olduğunu ileri süren kanıtlar, ruh­ sal nedenselliğe baş vurmadan, bu iki ra­ hatsızlığın açıklanmasını patojenik bakım­ dan olanaklı kılmıyor. Nitekim, ruhsal kö­ kenli belli birtakım çatışma durumları .be­ dene dönme olayına ağırlık verecek bir açıklamaya elvermiyor. Psikanaliz kuramı, aynı kanıtlarla, bu sürecin hem ruhsal hem de bedensel yönünü patojenik açı­ dan açıklama olanağı sağlıyor. Bu yüz­ den boğuntu/sıkıntı ayrımını kesinlikle ka­ bul etmiyor ve bunun tersine, özel içruhsal mekanizmaların etkisiyle, boğuntuda, bedensel ya da / ve ruhsal yanın hangi durumlarda ağır bastığını açıklayan da­ ha genel bir ruhgenetiksel kuram ileri sü­ rüyor. —Psikan. S. Freud, daha ilk yazılarından başlayarak, boğuntunun kökenini araştır­ mış ve onun libido ile sürdürdüğü sıkı iliş­ kiyi belirten bir kuramsal görüşü ileri sür­ müştü. Güncel nevrozlar ve özellikle bo­ ğuntu nevrozu üzerindeki ilk düşüncele­ rinde, boğuntunun oluşumunu, cinsel uyarmanın (libido) bedensel düzeyde et­ kiler doğurmasına bağladı. Bedene dön­ me yolunu ruhsal bir dürtüsel devinimin izlemesinden doğan histeriden farklı ola­ rak, boğuntu nevrozunda fizik uyarmanın (libido) kendisinin, boğuntu biçimini edi­ nerek, bir başka fizik yola doğrudan doğ­ ruya saptığını söyledi. S. Freud, 1 9 26'da (H em m ung, Symptom und A ngst) [Ketleme, belirti, boğuntu], Otto Rank'ın doğum travması üzerindeki çalışmalarının etkisiyle, kendi boğuntu kuramını değiştirdi ve doğumu, bütün boğuntu üretici durumların ilkörneği olarak gördü. Bu kökensel travma sı­ rasında duyulan boğuntu, öznenin bu ilk tehlike durumunu anımsatan ya da yeni­ den meydana getiren bir durumla her karşılaşmasında, yeniden ortaya çıkıyor­ du. Böylece boğuntu, doğumun ruhsal sı­ kıntısına, düzdeğişmeceli olarak eşlik eden bir tehlike durumuna karşı, öznenin genel tepkisi olarak görüldü. Bu bakım­ dan Freud, boğuntunun iki kökeni olabi­ leceğini ileri sürdü. Boğuntu, ya bir tehli­ ke durumu gerçekleşir gerçekleşmez, ya­ ni özne birdenbire denetleyemediği bir iç ve dış affektler akımına ansızın uğradığı zaman, otom atik boğuntu olarak ortaya çıkıyor; ya da tersine, benin kendisi bir boğuntu affekti üreterek tehlikeli bir du­ rum karşısında otomatik boğuntudan ka­ çınmak için savunma mekanizmalarını harekete geçiriyor ve bunu, daha hafifle­ miş bir biçimde, yani boğuntu işareti bi­ çiminde gerçekleştiriyordu. Freud'un ardından J. Lacan, boğuntu­ nun istekle olan kenetlenmesini ileri süre­ rek, boğuntu kavramını yeni bir açıklığa kavuşturmaya çaliştı (Seminaires inedits, l'angoisse [Yayınlanmamış seminerler, boğuntu], 1962-63). Lacan, her zaman belli bir nesnesi olan korkü ile nesnesiz olduğu varsayılan boğüntu arasında her­ kesçe kabul edilen karşıtlıktan başlaya­ rak, boğuntunun nedeninin de bir nesne­ ye, yani istek nedeni olan bir a nesnesi' ne bağlı olduğunu gösterdi. Boğuntuya yol açan şey, öznenin, bu a nesnesi'yle



Bohem ond IV doğrudan bir bağlantı içinde karşı karşı­ ya gelmesiydi. SO Ğ U M SM sıf. Yörs. 1. Boğuk, kısık çı­ kan ses için kullanılır. — 2. Sıkıntılı, iç ka­ rartan. BOĞUŞM AK -



BOĞMAK



•BOKA! kürtaıS ya da P E Ç ’î Ü fcörîcsi, Sarı deniz'de büyük körfez, K.’den Liaodong, G.’den Şandong kayalık yarıma­ dalarıyla sınırlanır. Bir yandan büyük Ku­ zey Çin ovasına ve öte yandan Kuzey-doğu Çin orta çöküntüsüne açılır. Bohai kör­ fezi, Kuzey Çin ırmakları ve Huanghı’nın alüvyonlarınca bir ölçüde doldurulmuş bir çöküntüdür. Kıyıları etkin bir kabotaj sa­ yesinde canlılık kazanmıştır. Petrol yatak­ ları. B O H Ç A a. (boğm ak'tan boğuça, boğul­ muş şey). 1 . içine çamaşır, elbise vb. ko­ nularak sarmaya yarayan dört köşe ku­ maş; bu kumaşa sarılı eşya: Hamam boh­ çası. işlem eli bohça. Bohçasını alıp ace­ leyle evden uzaklaştı. (Bk. ansikl. böl. Folk.) —2. Düğün sırasında tarafların bir­ birlerine bohçalayarak gönderdikleri ar­ mağanlar. —3. Ufak ve seçme tütün den­ gi. —4. Arg. But, kaba et, — 5. Bohça yapmak, eşyaları bohçalamak. |j Bohça­ sını koltuğuna vermek, bir kimsenin işine son vermek; kovmak. j| Bohçasını topla­ mak, bağlamak, eşyalarını derleyip topar­ lamak. —Bes. san. Birinci sınıf bir pastırma türü. (Uzunluğu 40-50 om, genişliği 15-25 cm, ağırlığı 1,5-2 kg'dır. Üçgen biçimindeki bu pastırma, budun uç yüzeyindeki kas­ lardan yapılır ve hiç yağ içermez.) [EĞRİ­ CE, BOHÇA GÛMÜ de denir.) —Folk. Bohça atmak, kız evi tarafından nişanı bozmak. (Bu durumda oğlan evin­ den geien armağan bohçaları ve takılar geri gönderilir.) || Hamam bohçası, içine havlu, peştemal, tarak, hamamtası vb. hamamda gerekli eşyalar konmuş bohça. || Nişan bohçası, nişandan önce kız ve ' lan evinin birbirlerine gönderdikleri, için de tüm ev halkı için çeşitli armağanlar bu­ lunan bohça. —Kur. tar. Bohça baha, Osmanlı devle­ tinde taşra memurlarının İstanbul’daki bü­ yük memurlara göndermek zorunda ol­ dukları armağanlara verilen ad. (Bk. an­ sikl. böl.) —Mutf. Bohça böreği, kare kesilmiş yuf­ kanın ortasına malzemesini koyup, karşı­ lıklı uçlarını üst üste getirerek yapılan, bohça biçimli börek. —ANSİKL. Folk. Bohça, basma, atlas, ke­ ten vb. kumaşlardan değirmi olarak ya­ pılır, içine kumaş, çamaşır vb. çeşitli eş­ yalar konduktan sonra karşılıklı uçları dü­ ğümlenir. Yapıldıkları kumaşa ya da içi­ ne konan eşyaya göre atlas bohça, bas­ ma bohça, çamaşır bohçası, mendil boh­ çası, hamam bohçası vb, adlar alır. Eski-, den, kumaşa ilişkin her türlü eşya ayrı ayrı bohçalanıp sandıklara yerleştirilirdi. Ko­ naklarda yılda iki kez bayramlarda, çalı­ şanlara çamaşır bohçası armağan etme geleneği vardı. Çocuklar okula başladı­ ğında, ilk dersten sonra hocaya da çama­ şır bohçası verilirdi. Kumaş vb.bır şey al­ mak için çarşıya çıkan kadın, yanında bir bohça bulundurur, aldığı şeyi buna sara­ rak taşırdı. Bohçanın değerli bir kumaş­ tan ve işlemeli olması, zenginlik belirtisiy­ di. Bunlar sırma, sim, kılabdan vb. iie çe­ şitli tekniklerde işlenir, kimisi inci vb. de­ ğerli taşlarla bezeli olurdu. Bu tür bohça­ lar astarlanırdı. Topkapı sarayı müzesin­ de özellikle, XVI. ve XVII. yy.'lara ait çok değerli bohçalar bulunmaktadır. Geleneksel kesimde, evlilik öncesi oğ­ lan ve kız evinin birbirlerine gönderdikle­ ri armağanlar da bohçalara konur. Bay­ ramlarda, özel günlerde karşılıklı bohça göndermek gelenektendir. Bunların için­ de tüm ev halkı için çeşitli armağanlar bu­ lunur. —Kur, tar, Mahmut II dönemine gelince­ ye kadar, başkentteki memurlarla kâtip­



lerin belirli maaşları yoktu. Büyük memur­ lar eyalet valilerinin ve taşra memurları­ nın bohça baha adıyla gönderdikleri ar­ mağanlar padişah bağışlan (atiyye) ve vakıf gelirleriyle geçinirlerdi. Divanı hüma­ yun kalemi mensupları gibi bazı memur­ larınsa zeametleri vardı. Önceleri kürk, halı, kilim gibi kıymetli eşyadan oluşan bohça baha, daha sonra paraya dönüş­ tü. Çeşitli yolsuzluklara sebep olan bu uy­ gulamadan 1838'de vazgeçildi, bütün memur ve hizmetlilere maaş bağlandı. B O H Ç A G ! a. 1 . Bohça içinde dokuma eşya gezdirip satan kadın. (Bohçacılar, eskiden evlenme ve gönül işlerinde ara­ cılık da yaparlardı.) —2. Esk, Küçük eş­ yayı elde taşıyan hamal. —Folk. Bohçacı kadın, ev ev dolaşıp bir bohça içinde taşıdıkları kadın eşyası, çar­ şaf, yorgan yüzü, masa örtüsü vb. eşya­ yı satan kadınlara verilen ad. (Bk. ansikl. böl.) —ANSİKL. Folk. Kadınların çarşıya çıkıp serbestçe alışveriş edemedikleri cumhu­ riyet öncesi dönemlerde, giysilik ya da ça­ maşırlık kumaş, yatak çarşafı, yorgan yü­ zü, işlemeli çevre, hamam takımı vb, eş­ yanın çoğu bohçacı kadınlardan alınırdı. Bohçacı kadınların bir işlevi de haber ta­ şımak ve arabuluculuk yapmaktı. Daha çok zengin semtlerinde müşteri tutmuş azınlıktan bohçacılar da vardı. Bunlar ya­ bancı mallar satar, bohçalarını bir hama­ la taşıtırlardı. Bohçacı kadınlar eskiye oranla azalmış olmakla birlikte günümüz­ de de vardır. Yerli, yabancı çeşitli mallar satmakta, çoğunlukla taksitle satış yaptık­ larından müşteri bulabilmektedirler B O H Ç A C IL IK a. Bohçacının işi. B O H Ç A L A M A K g. f. B ir şeyi bohçala­ mak, onu bohça içine koyarak sarmak. B O H E M a. (ortaçağ latincesi Bohemus, Bohemya halkından fr, bohöme). 1. Top­ lum kurallarına aldırış etmeden, günü gü­ nüne yaşayan varlıksız yazar, sanatçı, ay­ dın. —2 . (tamlayan olarak) bohem’e iliş­ kin, bohem’e özgü: Bohem hayatı. •$> sıf. Bohem hayatını seven, süren kimse için kullanılır: Çok bohem b ir res­ sam. Bohem b ir yaşayış. —ANSİKL. Bohem hayatı, Avrupa’da ro­ mantizmin bir yan ürünüydü. George Sand tarafından övülen (la Derniöre A idi­ ni, 1838), Balzac tarafından betimlenen (Un prince de la BohĞme, 1844) bohe­ min ikili bir görünümü vardı, ilkin kendi­ lerinde üstün bir yetenek gören gençle­ rin, burjuva yaşamına ve siyaset, edebi­ yat ve sanat gibi etkinliklerin sağladığı res­ mi üne kavuşmadan önce yaşadıkları öz­ gürlük dönemiydi, ikinci olarak da, hiçbir baltaya sap olamamış, hiçbir işte dikiş tut­ turamamış kimselerin sığınağıydı. Biri Nerval’in yücelttiği Doyennö çıkmazı ro­ mantikleri kuşağı (la BohĞme galante), öbürü Murger’nin anlattığı ve daha ger­ çekçi olan Momus kahvesi kuşağı ScĞnes de la vıe de bohöme) olmak üzere, iki bo­ hem kuşağı gelip geçti. Türkiye'de Tanzimattan sonra eski ede­ biyat anlayışına bağlı kalan, içkiyi, mey­ haneyi bu edebiyatın işlediği yolda anla­ tan şairler "harabat (meyhane) şairleri" diye adlandırıldı ve eleştirildi. Ahmet Rasim M uharrir, şair, edip (1924) kitabında harabat şairlerinin yaşamından çizgiler canlandırdı. Fikret Adil Asm alım escit 74 (1933) kitabında bir grup ünlü yazar ve ressamın 1930’larda Beyoğlu çevresinde sürdürdükleri bohem yaşayışını dile ge­ tirdi, Edebiyatçıların bohem niteliği gös­ teren yaşantılarını Salah Birsel Ah Beyoğ­ lu vah Beyoğlu (1976), Kahveler kitabı (1976) yapıtlarında ayrıntılarıyla sergiledi. Toplum ve siyaset konularına yönelen edebiyatın temsilcileri de aynı çevrelerde bir araya geldikleri halde onların yaşama biçimlerini, avarelik ve sorumsuzluklarını eleştirmişlerdir. Bu grubun yaşantısı Mehmed Kemal'in Acılı kuşak (1967)kitabın­ da anlatılmıştır. Bohem yazarların içkiye,



serbest aşka geniş yer verirken yerleşik toplum kurallarına karşı çıkma ve düşün­ ce özgürlüğünü savunma eğilimlerini De­ mir Özlü (B ir küçük burjuvanın gençlik yıl­ ları [1979] vb.), Selim ileri (B ir akşam ala­ cası [1980] vb.) gibi yazarlar dile getirdi. Bohem diye nitelenebilecek yaşamın gö­ rüntüleri günlüklerde de (örn. Muzaffer Buyrukçu, Sıcak ilişkile r [ 1982] vb.) konu edinildi.



1763



J t o M m * (la), G. Puccini'nin 4 perdelik operası. Librettoyu, Henri Murger'nin ScĞnes de la vie de bohöme adlı yapıtın­ dan yararlanarak G. Giacosa ve L. İllioa yazdılar, ilk kez 1896'da Torino'da sah­ nelenen la BohĞme, orkestralamasının parlaklığı ve kişilerinin duyarlılığıyla tanın­ dı ve gerçekçi operanın eri önemli örnek­ lerinden biri sayıldı. R. Leonoavallo'nun aynı konu üzerine bestelediği aynı adlı operası, ilk kez 1897'de Venedik'te sah­ nelendi. Puccini'nin operası Türkiye’de ilk kez 1956/57 sezonunda Ankara Devlet ope­ ra ve balesi'nce oynandı. B O H E M O N D S (1050/1058 arası - Canosa di Puglia 1111), Puglia ve Calabria dükü Roberto Guiscardo ile ilk karısı Alberada’nın büyük oğlu. 1095’teki birinci haçlı seferinin önderlerinden biriydi. Nikaia’da, Dorylaion’da savaştı. Antakya' yı baskınla zaptetti (1098). Antakya prensi unvanını aldı. Türkler’e tutsak düşmeseydi, 1100’de Kudüs'te Godefroi de Bouillon’un halefi olarak atanacaktı. Serbest bırakılınca, Doğu imparatoru Aleksios I Komnenos ile savaşa girişti. Haçlılar An­ takya'yı Aleksios Komnenos'a geri ver­ meyi vaat etmişlerdi. Bohömond, prens­ liğini geri vermeyi kabul etmedi. 1104'te, devletinin yönetimini yeğeni Celije pren­ si Tancröds’e bırakarak, Bizans impara­ torluğu’nu arkadan bastırmak amacıyla Avrupa'ya gitmek üzere gizlice gemiye bindi. Güney İtalya’da bir ordu kurduk­ tan sonra Epeıros’a geçti (1107), ama Dyrrachium’u alamadı. Prensliği karşılı­ ğında Doğu imparatorunun metbuluğunu kabul etmek zorunda bırakılınca, An­ takya'ya geri dönmemeyi yeğledi. B O H E M O N D 83 (1109-1130), Antakya prensi (1126-1130). Bohörnond I ile, Fransa kralı Philippe l'in kızı olan Constance'ın oğlu. Güney İtalya'da eğitim gör­ dü. Antakya bu sırada kuzenleri Celile prensi Tancröde'in, sonra Salerno pren­ si Roger'in elindeydi. 1126'da prens olan Bohömond II, Türkler’e karşı savaşırken öldü. B O H E M O N D 833 Kekem e (1145'e doğr. - 1201), Antakya prensi (1163 -1201). Poitiers’li Raimond I ile prenses Constanoe’ın oğlu. Devlet işlerinde pek başarılı olamadı, Doğu imparatorlarının metbuluğunu kabul etti ve önceki hüküm­ dar döneminde yitirilen Asi nehri ötesin­ deki toprakları geri almaya çalışmadı.



BOHEMOND IV



Tekgözlü, Trablus kontu (1187-1233), Antakya prensi (1201



operasından bir safine



a’nın güneyinde Vlatava ırmağı üzerindeki Cesky Krumlov'dan genel bir görünüm



-1216 ve 1219-1233). Bohemond III ile Or-gueuilleuse'ün ikinci oğluydu. Trablus kontu Raimond III tarafından evlat edinil­ di. Kontun Hattın bozgununda ölmesi üzerine onun yerini aldı (1187). Babası ölünce, yeğeni Raimond II Rupen’in hak­ kına el uzatarak, Antakya prensliğini ele ge­ çirdi. Raimond II, daha sonra prensliği zapt ederek 1216'dan 1219'a kadar yönetti. S3OHEM0ND V (1198 e doğr. - 1251), Antakya prensi ve Trablus kontu (1233 -1251). Bohömond IV ile Plaisance da,Gibelet’nin ikinci oğluydu. Dönemi özellik­ le iç karışıklıklarla geçti. Bu durum Türkler’in ilerlemesini kolaylaştırdı. B O H E M O N D ¥ 1 Güzel (1235'edoğr. - 1275), Antakya prensi (1251-1268) ve Trablus kontu (1251-1275). Bohemond V ile Luciana de Segni’nin oğluydu. Antak­ ya 1268 mayısında Memluklar’ın eline ge­ çince, prensin egemenliğinde, iç anlaş­ mazlıklarla güçten düşen Trablus kontlu­ ğundan başka bir şey kalmadı. B O H E M O N D ¥ 1 ! (1255'e doğr.-l 287), yasal Antakya prensi ve Trablus kontu (1275-İ287), Bohömond Vl'ın oğlu. Mı­ sır Memlukları'nın Trablus kontluğunu he­ men hemen tümüyle ele geçirmelerini ön­ leyemedi ve ancak Trablus komününde güçlükle direnebildi. Hemen hemen bü­ tün yetkileri elinden alınan Bohemond, Memluklar'ın kuşatmasını yarmaya çalı­ şırken öldü. Birkaç gün sonra da Mem­ luklar kenti işgal etti.



Bohemya Prag'dan ve Kraliyet sarayı’ndan (ortada) bir görünüm, 1618’de Bibliotheqje nationale, Paris



B O H E M Y A , çekçe- Cechy, Orta Avru­ pa'da tarihsel bölge; 1948’den sonra Çe­ koslovakya Cumhuriyeti'ni oluşturan iki devletten biri olan Çek devletinin (diğeri Slovakya) iki kısmından biri (diğeri Mo-



| ravya). Bohemya bölgesi altı ile (Orta | [ Bohemya, Güney Bohemya, Batı Bohem­ li) ya. Doğu Bohemya, Kuzey Bohemya ve a) başkent Prag) ayrılır; 52 768 km2; yakla§ şık 6 milyon nüf. Bohemya ülkenin en kalabalık ve en gelişmiş bölgesidir; Avru­ pa'nın en stratejik noktalarından biri ola­ rak kabul edilir. • COĞRAFYA. Bohemya, komşu bölge­ lere oranla yüksek, ama iç bölümü tekto­ nik hareketlerin ve.yukarı Elbe (Labe) ile kollarının etkisiyle çökmüş bir dörtkenardır. Üçüncü Zaman’da yükselmiş olan ke­ nar kesimlerinde, genellikle, granitli yük­ seklikler yer alır: K.-B.’da Krusnö Hory (Al­ manya’ya bakan yamacına Erzgebirge adı verilir, 1 214 m), G.-B.’da Cesky les ve uzantısı olan Sumava (1 370 m); G. -D.’da Cambriaöncesinden kalma Moravya tepeleri (935 m); K.-D.:da Krkonose. Çanağın çeşitli görünümleri iki bütünde toplanabilir: G.’de verimsiz yaylalar Bo­ hemya’sı; K.’de ve orta kesimde verimli ovalar ve havzalar Bohemya’sı. G.’de yükselti daha fazladır (500 m); Hercynia devrinde oluşmuş temel, yörenin büyük bölümünde yüzeye çıkmış durumdadır ve buralar çoğunlukla çavdar, arpa tarlala­ rıyla kaplıdır. Havzaların, derinliği azdır: Cesky Krumlov grafit madenlerinin bulun­ duğu (kurşunkalem sanayisi) Vltaya (ya da Moldau) ırmağının suladığı Ceskö Budejovice havzası, Trebon havzası. Topraklar, nemli olmalarına karşın bere­ ketlidir. Birçok küçük gölde balık yetişti­ riciliği yapılmaktadır. Orta Bohemya’da, Sumava ile Prag arasında, Brdy dağları­ nın (ormanlar, askeri üsler) Apalaş tipi do­ rukları uzanır. Hemen yakınlarında Pribram uranyum madenleri yer alır. K.’de, eski ve zengip bir sanayi (elektrikli loko­ motif üreten Skoda fabrikaları, porselen ve bira fabrikaları, vb.) bölgesi olan Plzeri havzası çukur bir alandadır. Bohemya’ nın orta kesiminde, çok eski bir karayol­ ları kavşağında, ülkenin başkenti Prag vardır. Prag'ın sanayi bölgesi, Kladno maden kömürü havzasını kapsar. Orta kesimin doğusundaki en önemli kent Hradec Krâlove’dir (makine yapımı). Doğu­ da, Trutnov’da taşkömürü yatakları bulu­ nur, dokuma ve makine sanayileri geliş­ miştir. Büyük tarım bölgesi Polabı (Elbe ırmağının ovası), özellikle orta kesimde uzanır ve lös üstündeki çernozyumlu top­ rakları sayesinde çok verimlidir. K.-B.’da Krusne Hory’de (Çekoslovakya yönünde­ ki yamaçları sarp, almanya yönündekiler tatlı eğimlidir) çeşitli maden filizleri, özel­ likle de uranyum filizi vardır. Bu dağların yanında bulunan uzun Ohre tektonik çu­ kurunda kalın linyit yatakları (most, Sokalov, vb.) işletilir. Bölgede sanayi büyük öl­ çüde gelişmiştir (termik santrallar, meta­ lürji, kristal ve cam fabrikaları). Bohemya’ daki birçok kaplıca merkezinin en önem­ lileri arasında Karlovy Vary, Mariariske Lâzne (Marienbad) ve Frantiskoy Lâzne sayılabilir. K.-D.’da Liberec, Bohemya'nın başlıca dokuma sanayisi merkezidir. Jabionecte'de cam sanayisi ve mücevher ya­ pımı gelişmiştir. » TARİH. Bohemya’nın adı, I.O. birinci binyılda ülke topraklarına yerleşen ve i.S. I. yy.'da Germenler, Markomonlar tarafın­ dan püskürtülen kelt halkı,B oiler'öen ge­ lir. Bölgeye, V. yy.’da Karpatiar'ın K. ve . D.'sundan gelen Slavlar yerleşti. Önder Cech’in adıyla anılan bir aşiretin adı son­ radan tüm ulusa verildi. Efsaneye göre Cech’in soyundan gelen Libuse adlı prenses, adını taşıyan sülaleyi kuracak olan çiftçi Premysl ile evlendi. Slav aşiret­ leri bir süre Avarlar’ın egemenliği altında kaldılar, ancak 623'e doğru frank tücca­ rı Sâmo’nun girişimiyle ayaklandılar. Sâmo, aşiretleri birleştirmeyi başardı. VIII. yy. sonunda, çek ve morav aşiretleri hıristiyanlığı benimsemeye başladılar. Ön­ ce Moravyalılar prens Mojmı’r yönetimin­ de birleşik bir devlet kurdular (830’a doğr.). Mojrnır'in yerine geçen Rostislav (hıristiyanlığı benimsemişti), halkının hıris­



tiyanlaşmasını kolaylaştırmak için bir slav dili bilen Cyrillus ve Metodiy adlı rahiple­ ri ülkesine çağırdı. Svatopluk döneminde (870-894) çek ve Batı Slovakları’nın yer aldığı Moravya en parlak dönemini yaşa­ dı, ama X. yy. başında macar istilasıyla yıkıldı, iktidar, Güney Moravya’dan Bo­ hemya’ya geçti. Prens Borivoj I ile birlik­ te Premysller egemenliklerini Bohemya’ daki öteki slav aşiretlerine kabul ettirdi. Sonradan aziz sayılan prens Venceslav (çekçe Vâclav) [921-935), Kuşçu Heinrich l’e yenilerek yıllık bir haraç ödemeyi ka­ bul etti. Yerine geçen Boleslav i (935-967) ve Boleslav II (967-999) dönemlerinde, Bohemya’nın örgütlü devlet niteliği daha da gelişti. Bretislav l’in (1034-1055) ege­ menliği altına girdiği Heinrich III, ona yurt­ luk olarak Bohemya, Moravya ve Silezya’yı (çok geçmeden Polonya’ya bırakıl­ dı) verdi. Germen imparatorluğu'nun XI -XIII. yy.’lar arasında gerilemesi, Bohem­ ya'nın yavaş yavaş özgürleşmesine ola­ nak sağladı. Vratislav II (1061-1092), 1085’te imparator Heinrich IV’ten kral un­ vanını almayı başardı. 1114'te Bohemya dükleri Kutsal Roma-Germen imparator­ luğu seçiciprensleri oldular, imparator Friedrich Barbarossa 1182’de Moravya' yı imparatorluk markgraflığı düzeyine çı­ karttı. Premysller, XII. yy.'dan başlayarak, ül­ keye Almanya'dan göçmenler çağırdı ve onları Bohemya çevresindeki kent ve köy­ lere yerleştirdi. 1197’de Otakar I kral oldu ve Bohem­ ya iktidarın babadan oğula geçtiği bir krallığa dönüştü. Çağının en güçlü hü­ kümdarlarından biri olan Otakar II (1253 -1278) Steiermark ve Krain'i alarak krallı­ ğın sınırlarını Adriya denizi'ne dek geniş­ letti; germen imparatoru olmak istediyse de, imparatorluğa Habsburglar’dan Rudolf seçildi. Yeni imparator, Otakar H'ye karşı bir koalisyon toplayarak onu Marchfeld ovasında Dürnkrut'ta yendi (1278); Otakar savaşta öldü. Oğlu Venceslav III (1278-1305), Habsburglar ile arasını dü­ zelterek, Polonya kralı oldu (1300). Bo­ hemya, Polonya ve Macaristan krallıkla­ rını simgesel olarak birleştirdi, ancak 1306’da öldürüldü. Onunla birlikte Premysl hanedanı da yok oldu. Lüksemburg hanedanı 1310’da Bo­ hemya’ya el attı. Kral Johann von Luxemburg Bohemya’da pek kalmadı, yöneti­ mi soylulara bıraktı. Oğlu imparator Kari IV ise (1346-1378) babasının tersine, si­ yasetini tümüyle krallığın çıkarlarını koru­ maya yöneltti ve Bohemya'nın en büyük krallarından biri oldu. 1356’da yayınladı­ ğı Altın* mühürlü ferman’da imparatorlu­ ğun laik seçicileri arasında başlıca yeri Bohemya krallığı'na verdi ve Silezya'yı, Aşağı ve Yukarı Lausitz’i uzun bir süre için Bohemya’ya bağladı; Bohemya ya­ sa ve geleneklerini derleyerek düzene soktu. En sevdiği kent olan Prag'ı, yeni bir semt (Nove Mestoj "Yeni Kent") ek­ leyerek büyüttü; Sorbonne'u örnek alarak Orta Avrupa'nın ilk üniversitesi olan Prag Üniversitesi'ni kurdurdu. Ancak, oğlu Ven­ ceslav IV döneminde (1378-1419), bir ulusal tepki hareketi baş gösterdi. Bu ha­ reket başlangıçta dinsel nitelikteydi; Ven­ ceslav IV döneminde, VVycIiffe'ten esin­ lenen ve Jan Hus ile Jeronym Prazsky ta­ rafından yönetilen reform hareketi başla­ dı. Jan Hus'un ölümünden (1415) sonra, Bohemya ayaklanması husçular ile papa ve ımparator’un desteklediği germenleşmiş soylular arasındaki bir iç savaşa dö­ nüştü. Bunalım 1436'da Compactata de Jıhlava'nın imzalanmasıyla sona erdiğin­ de, Bohemya yoksullaşmış ve düzeni bo­ zulmuştu. Lüksemburg hanedanının or­ tadan kalkmasıyla (1437) germen etkisi de yok oldu. Laszlo V'in hükümdarlığı sırasında (1453-1457), ülkeyi husçu soylulardan Podebradyli Jiri yönetti. Jiri’nin krallığa seçilişinin iyi karşılanması, yabancıların ül­ keye müdahalesine, özellikle de roma et-



Boiardo kişine karşı olanların zaferini gösteri­ yordu. Podebradyli kral Jiri (1458 -1471). Cfıelcicky'nin öğretisini benimse­ yenlerin kurdukları Moravyalı kardeşler birliği ile mücadele etti; ilk çekçe kitabın (Kronika Trojanskâ) yayımlandığı basımevini kurdu. Communio'nun hem ekmek hem şarapla yapılmasından yana olduğu için katolik soyluların şiddetli direnmesiy­ le karşılaştı, tahttan indirilerek yerine Matyas Corvinus kral ilan edildi (1469). Çek soylular bundan sonra kralı polonyalı Jagellonlar’dan seçtiler. Vladislav II Jagellon (1471-1516) ve oğlu Lajos II (1516 -1526), Macaristan ve Romanya tahtları­ nı birleştirdiler. Bohemya meclisleri 1526’da, Anna Jagellon’un kocası Ferdinand von Habsburg’u (1526-1564) kral seçtiler ve ona Bohemya tahtına kendi soyundan olan­ ları geçirme hakkını tanıdılar (1554). Ferdinand’ın vârisleri, Protestanlığın Bohem­ ya'da yaygınlaşmasının daha da karıştır­ dığı, bitmek bilmez çekişmelerin egemen olduğu bir ortamda hüküm sürdüler. Rudolf II von Habsburg (1575-1611) Prag şatosu’na yerleşti;çevresine bilgin ve sa­ natçıları topladı, Çek inancaları'ndan ya­ na olanlara ayinlerini serbestçe yapma hakkı tanıdı (1609). Bunun üzerine, Habsburglar'ın iktidarı ve katoliklerin etkisi bü­ yük ölçüde zayıfladı. Matyas'ın (1611 -1619) hoşgörüsüzlüğünün yol açtığı ve Prag'da pencereden atma olayı (1618) ile ortaya çıkan protestan soylularının ayak­ lanması, Otuz Yıl savaşları’nı başlattı. Ayaklananların Ak Dağ savaşı'nda (1620) Ferdinand II (1619-1637) karşısında boz­ guna uğramaları, Bohemya'nın geleceği­ ni belirledi. Tekrar ele geçirilen ülke, yöntemli bir biçimde yeniden örgütlendi. Protestanlara her türlü eziyet uygulanırken, cizvitler güçlendi ve Karşı-reform büyük başarı kazandı. Bohemya barok çağın görkemini yaşadı ama savaşlardan büyük zarar gördü. Silezya'nın büyük bölümü­ nü kaybeden krallık, ayrıcalıklarının bir bölümünü merkezi otoriteye devretmek zorunda kaldı. Böylece 1749 reformu ile Bohemya şansölyeliği kaldırıldı. 1815-1848 yılları, çek ulusçuluğunun uyanış dönemi oldu. Bu uyanış önce, dil ve edebiyat alanında gerçekleşti. 1848’den sonra, siyasal bir özellik kazan­ dı. Palacky, Rieger ve Havlıoek gibi ılım­ lılar, Avusturya'nın, bütün halklara eşit hak tanıyacak bir federasyona dönüştü­ rülmesini önerdiler ve bu düşünceyi, ge­ rek Prag panslav kongresi nde (1848 ha­ ziran), gerekse general Windischgâtz’in Prag ayaklanmasını (12-17 haziran) bas­ tırmasından sonra, Kromeriz’dekı Avus­ turya parlamentosu’nda (22 temmuz 1848 - 7 mart 1849) boş yere savundu­ lar. Avusturya-Macaristan uzlaşması (1867), Çekler i Cisleithania'da yeniden ikinci plana itti. Çekler bu fiili durumu Bo­ hemya'nın devlet olma hakkına dayana­ rak sürekli protesto ettiler. Hohenwart hü­ kümetinin, çek isteklerini yerine getirme çabası (1871) sonuç vermedi. Çekler ile Almanlar arasındaki ilişkileri düzenlemek amacıyla hazırlanmış olan Temel yasalar uygulamaya konmadı. Eski çek partisinin, Taaffe hükümetine katılarak (1879), bazı başarılar elde etmesine (1882’de Prag' daki çek üniversitelerinin yeniden açılma­ sı) karşın, çok geçmeden, Gregr ve Herold’un yönettiği ve çek küçük ve orta burjuvazisini daha iyi temsil eden yeni çek partisi ağır bastı. Badeni hükümeti 1897'de mahkemelerde ve yönetimde çekçenin kullanılmasını kararnamelerle yaygınlaştırmak istedi; buna karşılık, al­ man milliyetçileri ülkenin kuzeyinde Çekler'e karşı kanlı ayaklanmalar başlatarak, kararnameleri iptal ettirmeyi başardılar (1899). Birinci Dünya savaşı’ndan önce­ ki yıllarda Çekler, iktisadi durumlarını güç­ lendirdiler; Prag'ı Slavlar’ın büyük banka­ cılık merkezi haline getirdiler; şeker, ma­ kine yapımında ve elektrik sanayisinde yatırımlarını artırdılar. 1907 yılında genel



oy sisteminin kabul edilmesi, Bohemya’ da çoğunlukta olan Çekler’in durumunu güçlendirdi, ama bu arada çek partisinin iç dengesi de değişti. Karel Kramâr’ın yö­ nettiği yeni çekler, köylerde Toprak yasası yanlıları, kentlerde de sosyalistler karşısın­ da gerilediler. Gerçekçi parti bir tek mil­ letvekili çıkarabildi; Tomâs Masaryk. Birinci Dünya savaşı ile yeni bir dönem başladı, içte çek direnmesinin, dışta Çe­ koslovak ulusal komitesi ve mafyasının (çekçe mafie) eylemleri sonucunda, 28 ekim 1918'de Çekoslovakya kuruldu. B o h e m y a c a m c ılığ ı. Bohemya cam­ cılığı Avrupa’da kayaç kristaline ilk yak­ laşan camcılık merkezi oldu. XVI yy.'ın so­ nunda Kaspar Lehmann ilk kesme dene­ melerini yaptı. Bu yeni süsleme yöntemi Prag’ın yararına, ama Venedik’in zararı­ na işleyen bir moda yarattı. XIX. yy.'da İn­ giltere'de yapılan, daha ışıltılı ve kesme süslemeye daha elverişli kurşunlu kristal, Bohemya camını tahtından indirdi. Bo­ hemya camcıları bu kez, saydam, donuk, boyalı, yaldızlı, iki ya ela üç katmanlı renkli cam üretmeye ve geliştirmeye çalıştılar. Bu camlar daha sonra Fransa ve İngilte­ re'de taklit edildi. B O H E M Y A -M O R A V Y A h im a y e s i, 1939-1945 arası Flitler tarafından kurulan devlet; 1938'de Reich’a bırakılan toprak­ lar dışında, Bohemya ve Moravya'daki çek eyaletlerini içeriyordu. ( -* ÇEKOSLO­ VAKYA.)



B O H E Y R f LE H Ç E S İ a. En önemli kip­ ti lehçesi. (XI. yy.’dan bu yana Kıpti kilisesi'nin dinsel tören dilidir.) B O H İC O N , Benin’de kent, Abomey’in D.'sunda; 13 000 nüf. Sıvı yağ fabrikası. Dokumacılık. B O H İN J -V O G E L , Slovenya’da kış sporları tesisi (yükseklik: 523-1 800 m); Slovenya’da, Ljubljana’nın kuzey­ batısında, Bohinj gölüne hâkim bir yer­ dedir. B O H N E N S E R G E R (Johann Gottlieb Friedrich VON), alman fizikçi ve matema­ tikçi (Sımmozheim, Württemberg, 1765 -Tübıngen 1831). Tübingen'de matema­ tik ve gökbilim profesörüydü. Daha çok sarkaçlar, elektrometre ve kondansatörler, akromatik objektifler üzerinde inceleme­ ler yaptı. Suyun azaltılmış basınçta kay­ nama ve donmasına ilişkin deneylere gi­ rişti. Yer’in ekseni çevresinde dönmesinin cisimlerin düşüşü üzerindeki etkisini ince­ ledi. Ama özellikle, bulduğu bir aygıt yar­ dımıyla topaç hareketlerini incelemesiyle tanındı. B O H O L , Visayalar öbeğinde ada, Filipinler'de; 4 117 km2; 763 330 nüf. B O H O M Ö LE C (Franciszek), polonyalı yazar (Vitebsk 1720 - Varşova 1784). Cizvitti; kolej sahneleri için, içinde kadın rol­ leri bulunmayan ahlakçı oyunlar yazdı. Gazete (Monitor) yazarı olarak, reform si­ yasetinde etkin bir rol oynadı. De lingua polonica cclloquium ’da (1752) polonya dilini savundu. B 0 H O R İC (Adam), sloven gramerci (1520'ye doğr. - XVI. yy. sonu). VVittenberg’de Melanchthon’un öğrencisiydi; ilk sloven gramer kitabını yazdı (1584). B O H R (Niels), danimarkalı fizikçi (Ko­ penhag 1885 - ay.y. 1962). Elektromanyetiklik kuramının bazı yetersizliklerim açı­ ğa çıkaran doktora tezini 1911 ’de Kopen­ hag’da verdi 1912’de Manchester'da Rutherford laboratuvarı'na girdi. 1913 ’te klasik görüşlerden tümüyle ayrılan bir atom yapısı kuramı geliştirdi. Bazı koyutları açısından Rutherford'un gezegen atom modelini 1900'de Planck'ın yarattı­ ğı etki kuvantumu kavramıyla birleştiren bu kuram, atomun kararlılığını, ışınım yay­ ma ve soğurma özelliklerini açıklar. Ge­ nellikle Bohr atomu ya da m odeli denen bu kuramda, elektron bazı durağan yö­ rüngelerde bulunabilir ve bu yörüngeler­ de enerji yaymaz; enerji soğurma ve yay­



ma süreçleri eleıjronun durağan bir yö­ rüngeden bir ötekine geçişi olarak ele alı­ nır. Bohr 1916’da Kopenhag'a döndü. 1920’de kendisi için açılan Fizik enstitü­ sü'ne müdür olarak atandı. 1921'den ikinci Dünya savaşı’na dek uzanan süre içinde bu enstitü önemli bir kuramsai et­ kinlik merkezi olacak, yüzyıl başındaki tüm büyük fizikçiler Kopenhag’da bir sü­ re çalışacaklardır. Kuvantum kuramının burada doğduğu söylenebilir. Yeni geli­ şen kuramın getirdiği epistemolojik sorun­ ları çözmek için Bohr aşağıdaki ilkeleri ge­ liştirdi: kuvantum kuramıyla klasik kuram arasındaki bağlantıyı sağlayan "karşılık­ lılık ilkesi"; kuvantum nesnelerini klasik dalga ya da parçacık terimleriyle tanım­ lamanın olanaksızlığını aşmaya çalışan "tamamlayıcılık ilkesi". Kopenhag yoru­ mu diye adlandırılan bu epistemolojik gö­ rüş, Einstein'ın ünlü tartışmalar boyunca karşı çıkmgsına rağmen değerini uzun sü­ re korudu. 301u yıllardan sonra, Bohr kendini ön­ celikle atom çekirdeğinin incelenmesine adadı. Özellikle 1933'te, çekirdeğin bir sı­ vı damlasına benzetildiği bir nükleer par­ çalanma kuramı geliştirdi, ikinci Dünya savaşı sırasında ABD'ye sığındı, 1945’te Danimarka’ya dönmeden önce Los Alamos'ta ilk A bombalarının yapımına katıl­ dı. Bohr birçok düşünce ve kolaylaştırılmış bilim kitabının yazarıdır: Atom ic Theory and the D escription o f Nature (Atom ku­ ramı ve doğanın tanımı) [1934]; "Atomic Physics and Human Knowledge (Atom fi­ ziği ve insan bilgisi üstüne denemeler) [1958], Açıklamalarının çeşitli anlamlara çekilebilmesine, böylece birçok farklı yo­ ruma konu olabilmelerine karşın çağımı­ zın en derin düşünceli fizikçilerindendir.



1765



Bohem ya ca m cılığı Almanya kentlerinin görüntüleriyle bezeli kesme ve oymalı kupa XIX. yy. H. Ribidre kol.



B O H R (Aage), danimarkalı fizikçi, Niels Bohr’un oğlu (Kopenhag 1922). Genç yaşta babası ile çalışmaya başladı. Onun özel sekreterliğini yaptı ve özellikle nük­ leer patlayıcının yapımıyla ilgili görüşme­ lere katılmak üzere ABD’ye yapılan yol­ culuklarda babasına eşlik etti. Meslek ya­ şamını, günümüzde Niels Bohr’un adını taşıyan Kopenhag Kuramsal fizik enstitüsü'nde sürdürdü. 1962'de Niels Bohr'un yerine bu kuruluşun yönetimine geçti. Ben Mottelson ile birlikte "birleştirilmiş model” adıyla tanınan atom çekirdeğinin katmanlı yapısı ve nükleon dağılımı üstü­ ne bir kuram geliştirdi. Ben Mottelson ve amerikalı J. Rainwater ile birlikte 1975 Nobel fizik ödülü'nü paylaştı. B O H U M İN , Çekoslovakya’da yerleşme birimi, Moravya'da, Ostrava yerleşmesi­ nin kuzey kesiminde, Odra ırmağı kıyısın­ da. Kömür ocakları. Demir-çelik tesisi. Kimya sanayisi. B O H U N İC E ya da J A S L O V S K I SOH U M İC E , Çekoslovakya'da yer, Slovakya’da. Nükleer santral. 3 0 H U S L A N , İsveç’te eski il, Skagerrak boğazı kıyısında. Başlıca kenti Uddevatla. Norveç'e bağlı bir il olan Bohuslan Kari X'un imzaladığı Roskilde antlaşması'yla İsveç'e katıldı. Sonradan, Göteborg-Och Bohus ilinin (lâ n ) bir bölümünü oluştur­ du. Adı, XV. yy. da Göta ırmağı geçidini ve İsveç'in girişini denetim altında tutan Bohus hisarından gelir. B O İA R D O (Matteo Maria), İtalyan yazar (Scandiano 1441’e doğr. - Reggio nell' Emilia 1494). Ercole d'Este Fin hizmetin­ de, 1480'den 1483'e kadar Modena, sonra 1487'den başlayarak Reggio nell' Emilia valiliği yaptı. 1476'da yazmaya başladığı ve ölümüyle III. kitabın IX. şar­ kısında yarım kalan başyapıtı, kahraman­ lık destanı Orlando innam orato'yu (Âşık Orlando), Ariosto, O rlando furioso (Öfke­ li Orlando) adlı yapıtıyla tamamladı. Boiarda ayrıca inceleme yazıları, egloglar (Pastoria, 1464), Antonia Caprara’ya aş­ kından esinlenen ve Orlando innamora-



Niels Bohr (1954'te)



Boiardo 1766



fo’nun düşsel havasını haber veren bir şiir kitabı yazdı (Am orum lib ri tres, 1469 -1476). ® Ö İS (Heinrich Christian), alman yazar (M eldorf, Sch!eswig-Holstein, 1744 -ay.y. 1806), Klopstock'un hayranıydı. Gotter ile birlikte ilk Musenalmanach (1770-1775) ile Deutsche Museum'u (1776-1791) yayımladı.



^ O İ E L D İ E U (François Adrien), transız besteci (Rouen 1775 - Jarcy, Seine et -Oise, 1834). İlköğrenimini Rouen kated­ ralinin müzik okulunda gördü. 1793’ten başlayarak, La Fille coupable adlı opera -komiği ve R osalieet M irza'yı (1795) bes­ teledi. 1796'da Paris'e yerleşti. Konservatuvar'da piyano öğretmeni oldu. Bağ­ dat halifesi (1800) ve Ma tante Aurore (1803) adlı yapıtlarıyla üne kavuştu. 1804'te çar Aleksandr I tarafından, impa­ ratorluk sarayının capella yöneticisi ola­ rak Rusya'ya çağrıldı. Orada bestelediği yapıtlar arasında Aline, reine de Golconde (1804) da vardır. Paris'e dönünce (1810), Louis XVIİ! tarafından, özel orkest­ rasının besteciliğine atandı. Enstitü'de Möhul'ün yerini aldı ve 1820'de Konservatuvar'da besteleme dersleri vermeye başladı. La Dame blanche (1825) adlı ya­ pıtı ününü kesinleştirdi ve yayılmaya baş­ layan İtalyan tarzı operaya büyük bir dar­ be indirdi. Boieldieu piyano için de çok sayıda yapıt besteledi.



François Adrien Boieldleu Boilly'nin yağlı boya tablosundan ayrıntı Güzel sanatlar müzesi, Rouen



Nicolas Bniteaıs Hyacinthe Rigaud’nun yaptığı bir portreden ayrıntı Versailles satosu



(Nicolas), Boiteau-Osapr&sıra denir, fransız yazar (Paris 1636 - ay. y. 1711). Bir parlamento memurunun oğluy­ du. Harcourt koleji'nde okudu. Kardeşi Gilhes sayesinde çok genç yaşta edebi­ yat dünyasına girdi. Yaşamı boyunca sa­ rayı ve kenti yerinden oynatan bütün bü­ yük "iş"lere karıştı. Bütün ahlak, yaratılış ve din sorunları konusunda söyleyecek bir sözü vardı. 1666'da, öncüleri Acadâmie'yi dolduran aşk edebiyatına karşı duyduğu hoşgörüyü, Racine'e beslediği hayranlığı dile getirdi. Böylece Les Satiresadlı yapıtı, bazı "seçkin kişiler"in ken­ disine düşman kesilmesine yol açtı. Sa­ rayın dikkatini çekti. 16S9'dan başlaya­ cak Epitres'inı, sonra da 1674'te A rt* poĞtique'ini ve parodi bir destan olan le Lutrin 'i yazdı (1674-1683). Bu yapıtlarında Malherbe'den miras kalan bir fikri geliş­ tirdi. Buna göre dil, “ belirgin" ve "anlamlı" dizeler içinde sıkıştırılıp yoğun­ laştırılabilir, bundan ötürü özgürlüğünden hiçbir şey yitirmezdi. Dile konulan sınırla­ malar, sonunda dilin etkisini artırmayı sağ­ lardı. Akıl ile başka erdemlere dayanan bir dil arasındaki savaşım tüm yüzyılın uğ­ raştığı bir sorundu. Boüeau, şiir kuramcı­ sı olarak, sınamadan geçmiş kurallar sap­ tamaktan çok, bunların ne kazandırıp ne y itirte ce ğ in i ayd ınlığa kavuşturdu. 1677'de kralın tarih yazarı olarak atandı, 1684'te Acadömie'ye girdi. Eskiler ile Ye­ niler arasındaki tartışmada Eskiler'in ya­ nında yer almasının nedeni, Racine ile Moliöre (anlaşılan bir de kendisi) dışında yenilik getiren bir yazar görememesiydi. İki bin yıldan beri hayranlık duyulan ya­ pıtların örnek olarak alınmasına devam edilmesinden yana olmasının nedeni de, kendi açtığı çığırdan övünç duymasından başka bir şey değildi. 1964’te Contre les femmes adlı bir yergi yayımladı. Gerçek­ te yeni yaşama biçiminin bir yergisiydi bu. Janseniusçuluk tartışmalarına o sırada katıldı. Bu da hükümdarın gözünden düş­ mesine yol açtı. Bu yüzden cizvitlere kar­ şı yazdığı uzun şiiri l'Eiquivoque'u yayımlayamadı. B O İLE R , iatince Bofl’ den, Esk. coğ. Av­ rupa'nın merkezinde, bugünkü Bohem­ ya'da yerleşmiş keit halkı. I.ö. VI. yy.’da, halkın bir kolu buradan ayrılarak Iberya’ nın fethine katıldı, sonra Buch ülkesinde, Bordeaux'nun güneyine yerleşti. 400’e doğru, diğer Boiier İtalya’ya göç ettiler. Burada, İ.Ö. IV. ve III. yy.'da Romalılar'a karşı başarıyla savaştılar. Başka Boiier ise



Helvetler’in göçünü izlediler ve Aeduiler' in yurduna yerleştiler (İ.Û. 58). (Louis Löopold), fransız ressam ve taşbaskıcı (La Bassöe 1761 - Paris 1845). Ahşap yontucu Arnould Boilly’nin oğluydu. 1779-1784 arasında Arras'ta kaldı. Burada üç yüze yakın portre yaptı. Sonra Paris'e gitti. Paris'te bir aşk sahne­ leri dizisiyle hemen başarı kazandı. Gra­ vür aracılığıyla yaygınlaştırılan bu resim­ ler, Devrim döneminde, Cumhuriyetçi sa­ nat derneği'nin düşmanlığına yo! açtı.



tarihsel önemi, Med savaşlarıyla başladı ve her zaman kendi hegemonyasını sağ­ lamaya çalışan Thebai'nin tarihsel rolüy­ le birleşti; Orkhomenos ile ülkenin güney siteleri bu hegemonyayı benimsediler. Thebai, Atina'ya karşı Persler ile, daha sonra Spartalılar iie ittifak kurdu. Ancak, Sparta ile de bozuşan Thebai, sonunda Sparta’yı yendi. Bu durum, Makedonya’ nın yunan sitelerini egemenliği altına al­ masına kadar sürdü. BoltetSs fe lrîig i, Boiotia kentleri arasın­ da kurulan konfederasyon. Çok eskiye dayanan bu birlik, Med savaşları sırasın­ da Plataia'nın ve ülkenin güneyindeki bir­ kaç küçük sitenin ayrılmasından sonra gücünü kaybetti, 386'da Arıtalkidas antlaşması'yla dağılan birliği Epaminondas yeniden kurdu. 4 senato ile boiotarkhes­ ler kurulu tarafından yönetilirdi. Birlik, Ro­ ma imparatorluğu döneminde de sürdü.



BOSOTİA L S H Ş E S İ a. Eski yunanca' nın aiolis öbeğine bağlanan bir lehçesi. (Boiotia birliği'nin resmi dili olan boiotia lehçesi, birçok yazıt ve Korinna'nın şiirle­ ri aracılığıyla tanınır.) ü to ta T O S . Yun. mit. Boiotia'ya adını ve­ ren kahraman. Poseidon'un oğlu, Aiolos’ un kardeşi. Aiolis kralı oldu ve krallığına Boiotia adını verdi. İB O İS -C O LO M E E S , Fransa'da kan­ ton (Hauts-de-Seine) merkezi; 24 500 nüf. (1992). Konut ve sanayi (hava taşıt­ ları yapımı) merkezi. Louis Boiliy Ayyaşlar (1828) Grimaces serisinden bir sayfa, taşbaskı BlbliothĞgue nationale, Paris



ABD'de kent, Idaho eyaletinin merkezi, Snake River ovalan bölgesinde; 125 740 nüf. (1990). Havalimanı. Besin sanayisi.



^ O İS O U İL B E R T ya da S>©SS®UİtM arat'nın zaferi (1794, Lille müzesi) adlı tablosuyla Boilly durumunu kurtardı ve tür değiştirdi. Bundan sonra kendini, hollandalı ressamlar tarzında titiz bir üslupla, günlük yaşamdan sahneler çizerek, ça­ ğının törelerini, insanlarını, çevrelerini canlandırmaya verdi, isabey'in atölyesin­ de sanatçılar toplantısı (27 portre, 1798, Louvre); Nakliye şirketinin avlusuna b ir yolcu arabasının gelişi (1803, ay. y.) gibi yapıtları, değerli tarihsel belgeler durumu­ na geldi. Taşbaskısıyla uğraştı (Grimaces. 1823). ISOİNE (Giovanni), İtalyan yazar (Finalmarina, Savona, 1887 - Porto Maurizio, imperia, 1917). Yenilikçi edebiyat eleştir­ meni (Plausi e botte. 1918). Özysşamsal bir roman olan il peccato (1914) ile felse­ fe yazılarını topladığı Frantumi (1918) adlı yapıtlarında gizemci deneyim ve kültürü­ nü dile getirdi. 8 © !© B ÎX , Boiler'in önderi. İ.Û. 194’te Romalılar ile savaştı. Konsül Tiberius Sempronius Longus'a karşı sonucu be­ lirsiz bir savaşa girişti. B S İS T & B K K E S a. (yun. söze ). Esk. Yun. Boiotia birliği’ni yönetmek amacıy­ la, temsil ettiği sitelerden (ya da bölgeler­ den) biri tarafından bir yıllığına seçilen si­ yasal ve askeri şef. (Boiotarkheslik göre­ vi, her zaman toprak aristokrasisinin tem­ silcilerine verilirdi. Boiotarkhesler kurulu, başta siyaset ve askerlik alanları olmak üzere, yürütme kurulu niteliğindeydi.)



B © I © T İf i ya da V İÖ T İA , Yunanistan' da bölge, Korinthos körfezinin, K.-D.'sun­ da. Alüvyon ovalarında yoğun tarım. Ati­ na yönüne uzanan sanayi tesisleri. Başlı­ ca kenti Thebai. —Boiotia nomosu, 3 200 km2; 114 700 nüf. Merkezi Levadhia. —Tar. Boiotia, tarımı sayesinde gelişmiş­ ti; büyük topraklar bir askeri oligarşinin elindeydi. Kadmeia sitesi Thebai ile Minyai sitesi Orkhomenos, efsanevi kökenli iki eski yerleşim merkezi ve Mykenai uy­ garlığının beşiğiydi. Buraların hanedan­ ları, Aiolis ırkından olan Boiotialılar’ırvistilalarıyla (İ.Ö. XII. yy.) yok oldu. Ülkenin özellikle Boiotia birliği ile kendini gösteren



LESSSî*'? (Pierre LE PESANT —sieur'û), fransız iktisatçı (Rouen 1646 -a y .y . 1714). Ticaret ve tarımdan büyük bir ser­ vet kazandıktan sonra, Rouen eyalet baş­ kanlığında başkanlık başmüfettişliği ve Rouen krallık mahkemesi’nde sivil ve as­ keri kraliyet temsilciliği görevlerini birlikte yürüttü (1690). Fransa'da sefaletin ne­ denlerini ve bunu gidermenin çarelerini araştırdığı te DĞtail de la France (1695) ve le Factum de la France (1706) adlı ya­ pıtlarını XIV. Louis’nin bakanlarına sunduysa da başarı elde edemedi. Özellikle ticaret özgürlüğüne dönülmesini, vergile­ rin vergi yükümlüleri arasında daha adil bir dağılımını, her şeyden önce de, do­ laylı vergilerin azaltılmasıyla dolaysız ver­ ginin oranlı duruma getirilerek genelleş­ tirilmesini ve toplanma koşullarının iyileş­ tirilmesini öğütlüyordu. Önceleri fizyokrat­ ların öncüsü oiarak görülen Boisguilbert, iktisadi bunalımların, mali sistem yüzün­ den tüketimin yetersiz kalması sonucu patlak verdiğini belirtmesi nedeniyle, gü­ nümüz iktisatçılarınca toplam talep ku­ ramcılarının öncüsü sayılır.



S O ÎS K O B B S T (François LE METEL, senyörü), fransız şair (Caen 1592 - Paris 1662). Richelieu'nün soytarılığını yaptı, edebiyat alanında bir düzen, disiplin ve anlaşılırlık aradı, ilk üyelerinden biri oldu­ ğu Fransız akademisi‘nin kuruluşunda ve le C id tartışmasında büyük rol oynadı. En önemli yapıtı: Epttres en vers 1647 -1 6 5 9 ). BOİSSEAU a. (esk. fr. boisse, buğday ölçüsü; galya dili bosta, el ayası’ndan fr. söze.). Taneler ve taneli katı maddeleri ölçmede kullanılan eski hacim ölçüsü; anglosakson ülkelerinde tahıl ölçümünde hâlâ kullanılır (bushel). —Bu ölçüye eşde­ ğer kap. (Bk. ansikl. böl.) —ANSİKL. Boisseau’nun değeri bölge ge­ leneklerine ve ölçümün silme yapılıp ya­ pılmamasına göre değişiyordu. Boisseau Paris'te 12,8 I, İngiltere ve Kanada'da 36,3 I, ABD'de 35,2 I değerindeydi. IS O İS S E R S il (Sulpiz), alman yazar ve koleksiyoncu (Köln 1 7 8 3 -Bonn 1854). Kardeşi Melchior (1786-1851) ile birlikte



bokböceği Köln katedrali’ni tamamlamaya çalıştı, üoethe'nin dostuydu ve Titurel (1835) ad­ lı bir yapıt yayımlayarak gotik üslubun germen kökenlerini araştırdı, iki kardeşin alman ve flaman primitif ressamlarının ya­ pıtlarından oluşturduğu koleksiyon, Bavyera kralına satıldı. Koleksiyon Münih re­ sim müzesi içinde önemli bir yer tutar. . B O İS S Y B ’A N O L A S (François, kontu), fransız siyaset adamı (Saint-Jean -Chambre, Ardöche, 1756-Paris 1Ş26}. Avukatlık yaptığı sırada, 1789'da Etats Gönöraux'ya seçildi; Constitutionnel’lerin yanında yer aldı. Konvansiyon’da Ardö­ che milletvekili oldu ve kralın idamına kar­ şı oy kullandı. Daha sonra Halk kurtuluş komitesi’ne ve Konvansiyon meclisi baş­ kanlığına seçildi. 20 mayıs 1795 ayaklan­ ması sırasında bu başkanlık görevinde bulunuyordu. Bir kargı ucunda kendisine gösterdikleri meslektaşı Böraud'nun ba­ şını selamlayarak, inançla Konvansiyon’a karşı koydu. Yıl III anayasası taslağının ra­ portörlüğünü yaptı, Beş-Yüz'ler konseyi­ ne girdi. Daha sonra sürgüne gönderil­ di. Tekrar Fransa’ya döndü. Tribunat üye­ liğine getirildi, ardından senatör seçildi ve kont unvanını aldı. Bourbon'lara katılan Boissy, Chambre des pairs üyeliğine atandı. I3Ö İT A C , S O Y T A C ya da S O İY A C A (Diogo), fransız asıllı olduğu sanılan Por­ tekizli mimar. Ortaçağ'ın sonunda yaşa­ dı (öl. Bataiha 1528’e doğr.). Yapımına 1491'de başlanan, Setubal’deki Isa kili­ sesi ’nde ve 1514’ten 1517'ye değin ya­ pımını yönettiği Beiöm’deki Aziz Hieronyrnus tarikatı yapılarında (bu göreve daha sonra Joâo de Castilho getirildi). Manuel üslubunun ustalarından biri olduğunu gösterdi. Ayrıca Bataiha manastırı’nın ya­ pımına da emeği geçti. İÎO İT O (Arrigo), İtalyan besteci ve yazar (Padova 1842 - Milano 1918). Verdi için librettolar yazdı; kendisi de iki opera bes­ teledi: M efıstofele (1868) ve Nerone (ta­ mamlanmadı). 1İO JA D O R b u rn u , Batı Sahra kıyısın­ da burun, Atlas okyanusu kıyısında.



Bajana kilisesi, Sofya’nın banliyösün­ de bulunan kilise; XIII. yy. duvar resimle­ riyle süslüdür. U MMANQI.ES -



ROBİNSON (Bili).



B o ja n u s o r g a n la rı, ikiçenetli yumuşakçalarda böbreklere verilen ad. SÜMER (Johan), norveçli yazar (Orkanger, Trondheim yakınında, 1872-Oslo 1959). Yoksul bir ailenin çocuğuydu; ken­ di kendini yetiştirdi. Edebiyata U nem âre (fr. çev.) [1894] adlı oyunla başladı. Ken­ di yaşam deneylerine dayanan ve Zola ile Maupassant'ın etkilerini taşıyan Den sis­ te Viking (1921) ve Gens de la m er (fr. çev.) [1929] romanlarında, köylü, balıkçı gibi halktan kişilerin güç yaşam koşulla­ rını betimledi; yaşama bağlılıklarını vurgu­ ladı. Anlatı ve denemelerinde (Troens ıVtagt 1903; Liv 1911) ahlakçı görüşler ağır bastı; L iv ’de kent uygarlığını eleştir­ di. B O J İ a. (ing. bogie). Dy. Bir lokomotifi ya da bir dem iryolu taşıtının ucuna des­ tek olan ve bir eklem le ana şasiye bağla­ nan iki dingilli taşıyıcı şasi. || Taşıyıcı boji. normal hat vagonunun dar hatlı bir demir­ yolunda ilerlemesini sağlam ak amacıyla bu vagonun dingilleri altına çift olarak yer­ leştirilen dar aralıklı boji türü, ( h a m a l BO­ Jİ d e denir.) —ANSİKL. Boji, taşıt şasisine göre hare­ ketli bir şasi ve iki dingilden oluşur; de­ miryolu viraj ya da sapaklarında aracın kolay dönmesini sağlar. Boji, bir mil çev­ resinde de dönebildiği gibi enine devine­ rek makinenin tümüne bir geri çekme kuvveti uygulayabilir ve böylece hafif vi­ rajları alma kolaylığı sağlar. Günümüzde, büyük vagonların hemen hemen tümü iki ya da üç dingilli bojiler



yolcu vagonu bojisi



üzerine yerleştirilmektedir; bu da yükle­ rin hat üzerine çok iyi bir yük dağılımı, da­ ha esnek bir kılavuzlarına, dolayısıyla yük­ sek hızlara elverişli bir kararlılık sağlar. Bojinin dingilleri taşıtın devindirici organı­ na (elektrik motoru) bağlıysa boji devin­ d iric i'dir: BB tipi lokomotifler iki devindiri­ ci boji üzerine yerleştirilmiştir. Bojinin iki dingili aralarına yerleştirilen bir motorla ve birçok dişliden oluşan bir düzenle hare­ ket ediyorsa, boji tekm otorlu'dur. Bu dü­ zenek, çekim gücünün dağılımını ayarla­ yarak tasarruf da sağlar. S© J Ü Y S -



BO CÜYİ.



| verek onun her türlü davranışına katlani 1 mak: Ona h içb ir şey söylemez, bokuna s kurban olur. j| Bokunda bok yemek, bir kimseye körü körüne bağlanıp onun her sözünü ve davranışını doğru bulmak. || Bokunda boncuk bulm ak, bir kimseye hak ettiğinden daha çok değer vermek, onu önemsemek. || B irinin bokunu bıçak kesmemek, o kimsenin çalımından, kuru­ ntundan geçilmemek. || (Bir işin, b ir şeyin) bokunu çıkarmak, bir işi ya da şeyi uğra­ şa uğraşa bozmak, yapılması, içinden çı­ kılması güç bir duruma sokmak. || B irinin bokunu temizlemek, o kimsenin yaptığı bir yanlışlığı ya da zararı gidermeye çalışmak. j| Bokunun ağa babası, kendi­ ni beğenmiş, gururlu, kibirli kimse için alay yollu söylenir. |j Bokuyla kavga et­ mek, durup dururken kavga nedeni ya­ ratmak, sinirli ve geçimsiz olmak. || B ir bok, hiçbir şey: Bu işten b ir bok anlama­ dım. B ir boku yok. #> sil. Aşağılanan, hor görülen, öfkele­ nilen bir kimseden, bir şeyden söz eder­ ken kullanılır: Bok herif. Bu bok araba yü­ rüm ek bilm iyor. Ne bok iş! a. LATİ’nin eşanlamlısı. BOSCARO, Hindistan'da (Bihar) taşkö­ mürü üreten yönetim bölümü, Damodar' ın K.'inde. Çelik fabrikası. @©6CASSA (Jean Bödel), orta-afrikalı devlet adamı (Bobangi 1921). Fransız ordusunda astsubaydı. Ülkesinin bağım­ sızlığa kavuşmasından sonra albay, 1963’te ulusal savunma kurmay başkanı oldu. 31 aralık 1965’te cumhurbaşkanı David Dacko’yu devirdi; cumhurbaşkanı ve başbakan sıfatıyla onun yerini aldı. 1967'de generalliğe yükseltildi, 1972’de ömür boyu cumhurbaşkanı olarak atan­ dı. 4 aralık 1976'da imparator Bokassa I unvanını aldı ve 4 aralık 1977'de de taç giydi. Uyruklarını baskı, zulüm ve iktisadi sıkıntı içinde yaşattı. Bizzat katıldığı sanı­ lan bir öğrenci kıyımının ardından, Libya’ da bulunduğu bir sırada, 21 eylül 1979’da devrildi; Fildişi Sahili'ne sığındı. Fransa’ya yerleşen Bokassa’nın Fransa cumhurbaşkanı Giscard d ’Estaing’e el­ maslar armağan ettiği açıklandı (1981). Ülkesinde, yokluğunda yargılanarak ölüm cezasına çarptırıldı. Ekim 1986'aa geri döndü ve tutuklandı. Bir kere daha yargılanarak haziran 1987'de tekrar idam cezasına çarptırıldı. 1988’de ceza­ sı ömür boyu hapse çevrildi.



1767



Pierre Le Pesant M sguilbert Jean-Baptiste Santerre'in yapıtı özel kol.



3 C K , -ku a. kaba. 1 . insanın ve kimi hayvanların dışkısı. —2 . içinden çıkılma­ sı güç durum: B ir boka battık ki hiç sor­ m a. —3. Öfkelenilen, aşağılanan şey ya da kimse: Bu bok (yol) hiç açılm ayacak mı? Biz de bu boku adam saymıştık. Bu bok ne yaptığını b iliyor mu? —4. Pislik: Bok içinde yaşamak. Boka batmak. — 5, (Birine) bok atmak, o kimseye iftira etmek, kara çalmak. |j Bok boğaz, aşırı ölçüde boğazına düşkün, boğazını seven kimse için kullanılır (yörs.).|| Bok canına olsun, insana kötülüğü dokunan şeyler için söv­ gü sözü olarak kullanılır. || B ir şeyi, b ir işi bok etmek, onu düzeltilmesi güç bir du­ ruma sokmak, bozmak, berbat etmek. || B ir yeri bok götürmek, pislik içinde olmak. || Bok karıştırmak, yolunda giden bir işi Talaş» d’ftaglas bozacak biçimde davranmak ya da kötü Jean Alphonse Roehn'in sonuçlar doğurabilecek işler yapmak. || bir tablosundan (1831) ayrıntı Bok püsür, boku püsürü, bir şeyin can sı­ Massey müzesi, Tarbes kıcı, hoşa gitmeyen ayrıntıları, eklentileri. || Bok tulumu, çok şişman, hareketleri ağır kimse. || Bok üstün bok, çok kötü, berbat şeyler ve durumlar için söylenir. || Bok üs­ tünde badem, birbiriyle uyumsuz, çelişen iki şeyin bu yönünü vurgulamak için kul­ ■ B O K B Ö C E Ğ İ a. Çok geniş bokböceğiim lanılır. |[ Bok üstünde, içinde badem ka­ giller (yaprakduyargalıgiller) familyasın­ dan birçok kınkanatlı, düzlemduyargalı dın, kendisi süslü püslü, evi ise pis ve da­ ğınık olan kadın için kullanılır. || Bok yedi böcek türüne verilen genel ad. (Eşanl. başı, her işe karışan, her işin kendisinin PİSLİK BÖCEĞİ, MANAS.) [Bk. ansikl. böl.] [I Gübrelerin, tezeklerin ya da dışkıların buyruğuyla yapılmasını isteyen kimse için içinde yaşayan, genellikle tunç rengi göv­ kullanılır. || Bok yemek, insanı öfkelendi­ Scarabeus laticollis ren kötü ve uygunsuz bir iş yapmak. || B i­ deli, kahverengi ya da kızıl elitralı düzlemrine (b ir konuda ya da işte) bok yem ek duyargalı böcek. (Ontophagus cinsi.) düşer, susması, bir işe karışmaması ge­ || Gübrelerin, tezeklerin içinde yaşayan, larvaları için pislik toplan hazırlayan, rekirken karışan kimse için söylenir. |j Bök yem enin arapçası, bok yem enin (dik) âlâ­ Ateuchus, Copris, Geotrupes cinsi üye­ leri gibi çeşitli kınkanatlı böceklerin yay­ sı ya da güt pem besi, bağışlanması güç gın adı. küstahlık, dengesizlik ya da yanlışlık (ka­ —ANSİKL. Bokböceği denince Dynastes ba). || Bok yoluna gitm ek, bir hiç uğruna, cinsi üyeleri ve Eski Mısırlılar'ın kutsal bokyararsız bir şey için yaşamını yitirmek.|| böceği'ni içeren D ynastes'e yakın cins­ Boka basmak, güç bir duruma düşmek, leri, Ateuchus cinsi üyeleri, Scarabeus, bir belaya çatmak, suç işlemek, \\Boka basmaz, kendini beğenmiş, burnu hava­ Bubas ve özellikle de O ntophagus cins­ da kimseler için kullanılır. || Boka taş at­ lerinin daha çok Güney Avrupa’da yaşa­ mamak, kötü ve uygunsuz karşılıklar ve­ yan birçok türü anlaşılır. Bokböcekleri, recek, ağzı bozuk biriyle tartışmaktan ka­ tropiklerarası bölgelerin en iri kınkanatlı­ çınmak. || B ir kim seyi boktan boka sok­ ları arasında yer alır. Hem irilikleri hem er­ mak, onu aşağılayıp küçültücü sözler kek bireylerin baş ve göğsünü donatan söylemek. || Boktan künet, temelsiz, der­ boynuza benzeyen organları bakımından Oryctes rhinoceros (erkek) çok ilgi çekici olan bu böceklerin başlıcame çatma, yararsız şey için kullanılır. || Bo­ ları şöyle sıralanabilir: Antil adalarında ya­ ku bokuna, pisi pisine, boş yere, hiç yok­ tan, kötü bir nedenle. |j B ir işin boku çık­ şayan dev bokböceği ya da dev pislikbömak, çıkmaza girmek, kötü bir duruma ceği (Dynastes hercuies)-, Büyük okyanus gelmek: Herkes karışırsa bu projenin de adalarındaki hindistancevizlerine büyük, boku çıkar. |j (Ağustosta) boku donmak, zarar veren O ryctes rhinoceros; Gine'de çok üşümekj Bokun soyu, bok soyu, aşırı yaşayan Augosom a centaurus. Ülkemiz­ ölçüde kızılan bir kimseyi aşağılamak için de bulunan ve büyük zararlar veren tür­ söylenir. || Bokuna bıçak çekmek, gerekli ler arasındaysa şu türler sayılabilir: bok­ Geotrupes stercorarius gereksiz sinirlenip öfkelenmek. || Bokuna böceği ya da manas ya da alaböcek kurban olmak, bir kimseyi aşırı ölçüde seadıyla bilinen Polyphylla fullo; meyve ve bokböceği



bokböceği orman ağaçlarında görülen Melolantha melolantha; buğdaygillere zarar veren bambul (A nisoplia segetum ), bağ bam­ bulu (Anomala vitis)-, çeşitli bitkilerin çiçek­ lerine dadanan Epicom etls hirtu.



1768



B O K B Ö C E Û İO İL L S R YARGALIGİLLER.



YAPRAKDU-



B O K B Ö C E K LE R İ a. Gübre içinde ve genellikle, otçul memelilerin dışkılarında yaşayan düzlemduyargalı kınkanatlı bö­ cekler öbeği. (Bokböcekleri öbeği, bok­ böceklerini ya da manasları, Ateuchus, Geotrupes, C opris cinsi üyelerini ve baş­ ka bokböceğigilleri içerir.) [Eşanl. PİSLİKBÖCEKLERİ, MANASLAR.] —ANSİKL. En büyük ve en canlı renkli bokböcekleri tropikal bölgelerde yaşar: Afrika ve Hindistan'da bulunan Heliocopris cinsinin çok iri üyeleri, Amerika'da Phanoeus cinsinin güzel türleri, Eski Mı­ sırlıların kutsal saydıkları bokböceği ya da pislikböceği (Scarabeus sacer).



BOKE, Gine’de kent, Nunez ırmağı kı­ yısında, akarsu ulaşımının bittiği yerde; 9 500 nüf. —Yakınında, devletin ve alümin­ yum üreticisi uluslararası şirketlerin ortak­ laşa işlettiği önemli boksit yatağı.- Üretilen alüminyumun tamamı, Bokö’ye 135 km uzunluğunda bir demiryoluyla bağlı olan Kamsar limanından ihraç edilir.



iıcks a/lta sağ direk



pn saö kroşe



SO KENAM ya da BO&EIİÜANİ (Osbern), İngiliz keşiş ve yazar (Ola Buckenham, Norfolk ? 1392'ye doğr. - ? 1477’ye doğr.). 7 ya da 8 dizelik kıtalardan oluşan 10 000 dizelik Legend o f Good Women adlı yapıtın yazarıdır, SOKENRANEF - BOKKHORİS. BO KKEVELD ya da COLO &OKKEGüney Afrika Cumhuriyeti'nde dağ sırası, Cape ilinin güney-batı kesimin­



de. Yüksekliği 800 m’yi aşan Bokkeveld, Büyük Karroo platosunun batı kenarını oluşturur. B O K K H O R İS ya da B O K E N R A N E F , XXIV. sülalenin ikinci firavunu (İ.Ö. 720-715). Tefnakht’ın oğlu ve halefiydi. Aşağı Mısır'da hüküm sürdü (başkenti Sais). Fenike'de Asur kralı Sargon ll'nin kor­ kutucu gücüyle başa çıkamayınca Raphia yenilgisinden sonra onunla uzlaşma­ yı yeğledi. Özellikle Diodoros'tan kaynak­ lanan eski bir söylentiye göre büyük bir yasa koyucuydu (“ yargılama” larının Pompei fresklerinde bile yer aldığı söyle­ nir), ama bu konudaki mısır belgeleri ye­ tersizdir. 715'e doğru, belki de Amon ra­ hipleri tarafından kışkırtılan Şabaka (Napata ve Yukarı Mısır kralı), Aşağı Mısır'ı yeniden ele geçirdi. Bokkhoris tutsak edi­ lip yakıldı. Mısır’ın siyasal birliği, etyopyalı kralların (XXV. sülale) egemenliğinde ye­ niden kuruldu. BO KKO NYA a. (öz. a. Boccone'dan). Birçok türü Avrupa'da bahçelerde yetiş­ tirilen Amerika kökenli küçük çalı. (Bil. a. bocconia; gelincikgiller familyası.) B O K L A Ğ İ a. Yörs. 1 . Yüznumara, he­ la, (Kimi yörelerde boklangeç, boksak, boksalak, bokluk da denir.) —2. Hayvan dışkısını taşımak amacıyla kullanılan kap.



BO KLAM AK g. f. Kaba. 1 , B ir yeri bok­ lamak, orayı aşırı ölçüde pisletmek. —2 . B ir işi boklamak, onu içinden çıkılmaz bir duruma getirmek. ♦ boklanm ak edilg. f. Kaba. Bokla­ mak eylemine konu olmak. ❖ boklaşm ak dönşl. f. Kaba. Bir iş sözkonusuysa, gitgide kötü bir durum al­ mak; kötüleşmek.



BO KLANM AK - BOKLAMAK. B O K L A Ş M A K -»BOKLAMAK. B O K L U sıf. Kaba. Altını kirleten; pis. B O K L U K a. Kaba. 1. Kötü yönleri olan, zarar veren şey: Bu işte b ir bokluk var. —2. Pislik: Bu boklukta yaşanır mı? —3. Yörs. Hela, boklağı. —4. Yörs. işkembe. —5. Bokluğu çıkmak, bir şeyin bozuk, kö­ tü yönleri ya da aksaklığı olduğu anlaşıl­ mak: O iş yasal değil, yarın b ir bokluğu çıkar. , B O K M A L a. ("kitapların dili" anlamına gelen norveççe sözcük). Norveççenin iki biçiminden biri. Öbürü Nynorska’dır. (Eşanl. DANİMARKA-NORVEÇÇE.)



BOKNAFJORD, Norveç’in güney-batı kıyısında körfez, Kuzey denizi'nde Stavanger'in K.'inde. B O K O a. Tropikal Amerika'da (Guyana) yetişen ağaç. (Koyu kahverengi damarlı, sarı odunlu, çok ince dokulu, çok sert ve çok ağırdır; ince marangozlukta [sedef­ çilikte] ve fırça yapımında kullanılır. Bil. a. Swartzia provacensis; baklagiller takımı.) . B O K S a. (ing. box, vuruş'tan). 1. İki ki­ şinin belirli birtakım kurallara uyarak yum­ ruk yumruğa dövüştükleri spor dalı. (Eşanl. İNGİLİZ BOKSU.) [Bk. ansikl. böl.] —2. Tayland boksu, 1600 yıllarında Tay­ land'da doğan ve Avrupa'da kik-box adıyla tanınan, Uzakdoğu'nun gelenek­ sel dövüş oyunu. Normal bokstan ayrı ya­ nı, ayakların da kullanılmasıdır. Sonuç alı­ cı darbeler ayaklarla yapılır. 1985 Hollan­ da ve 1986 Avrupa kik-box şampiyonu yurt dışında bulunan Bayram Çolak adlı bir türktür. —ANSİKL. • Tarihçe. Yunan-roma yumruk dövüşü oyunu, XVIII. yy.'da ingilizler ta­ rafından yeniden ortaya çıkarıldı. İngilte­ re'nin ilk şampiyonu James Figg’dir (1694-1733). Jack Broughton (1704 -1789), dövüş boksunun ilk ilkelerini oluş­ turdu (London Prize Ring Rules, 1838). Meraklı zenginler ya da bahisçiler tarafın­ dan düzenlenen çıplak yumrukla dövüş­ ler, İngiltere ve ABD'de arttı. Daniel Mendoza (1763-1836), John Jackson (1769 -1845), Tom Cribb (1781-1848), Bili Rich-



mond (1763-1829), Tom Sayers (1860'ta amerikalı John C. Heenan'ı yendi) gibi boksörler büyük ün kazandılar. Ama, ku­ rallara uygunluğu çoğu zaman kuşku uyandıran ve insanlık dışı bir sertlik için­ de geçen karşılaşmalar, kamu düzenini bozuyor ve genellikle polisin müdahale­ siyle sonuçlanıyordu. 1865'te, gazeteci John Graham Chambers, Oueensbury markisinin koruması al­ tında, boks sporu kurallarının temellerini belirledi; buna göre maçlarda eldiven gi­ yilmesi zorunlu tutuluyor ve özellikle şu il­ keler getiriliyordu: —üç sıklet kategorisi (ağır: 71,667 kg'dan [158 libre] çok; orta: 63,503 kg’dan çok ve 71,667 kg'dan az; hafif: 63,503 kg'dan [140 libre] az); —raunt’ların süresi: üç dakika ve her ra­ unt arasında bir dakika dinlenme; —knock-down'ın (düşüp yerde kalma) en uzun süresi: 10 saniye. Bu kuralların tüm dünyada boks maç­ ları düzenleyicileri tarafından giderek ka­ bul edilmesi, boks sporuna yaygınlık ve güven kazandırdı. 1882’de John L. Sullivan (1858-1918), tartışmasız herkes tara­ fından kabul edilen ilk dünya şampiyonu oldu. XIX. yy.'ın sonlarından başlayarak boks gizlice Fransa’ya da girdi, sonra da resmen serbest bırakıldı. Birkaç yılda Pa­ ris, uluslararası boks karşılaşmalarının en canlı merkezlerinden biri oldu. Fransız bo ksörlerin ünü, Manş denizi' ni ve Atlas okyanusu’nu aştı ve kimileri dünya çapında tanındı. En önemli dünya şampiyonları: ağır sık­ lette, John L. Sullivan, James John Corbett (1866-1933), Bob Fitzsimmons (1862-1917), Jack Dempsey (doğm. 1895), Joe Louis (1914-1981), Rocky Marciano (doğm. 1923), Muhammet Ali (CassiusClay) [doğm. 1942], MikeTyson (doğm. 1966), daha alt sıkletlerdeyse, Georges Carpentier (1894-1975), Al Brown (1902-1951), Henry Armstrong (doğm. 1912), Ray "Sugar" Robinson (doğm. 1920), Josö Napoles (doğm. 1940), Carlos Monzon (doğm. 1942). Profesyonel boksun buyuk göllşrtlösıne koşut olarak, İngiliz kolej ve üniversi­ telerinde uygulanan boksun devamı olan ve Pierre de Coubertin baronunun ön -ayak olduğu olimpiyat oyunları ruhunu sürdüren amatör boks da ilerleme göster­ di. Önceleri profesyonel boksa giden yol­ da bir evre olan amatör boks, yavaş ya­ vaş benliğini kazandı ve özellikle 1904 Saint Louis ve 1908 Londra olimpiyat oyunları için düzenlenen turnuvalar ve bu sporun 1920 Anvers oyunları'ndan başla­ yarak olimpiyat programlarına girmesi sa­ yesinde özerkliğine kavuştu. Gerçekte amatör boks, birçok noktada profesyonel bokstan ayrılır: sıklet katego­ rileri, dövüş süresi, eldivenlerin ağırlığı, gi­ yilen mayo ve hakem kurallarına daha sıkı biçimde uymak gibi. XX. yy.'ın ikinci yarısından başlayarak amatör boks, çok güçlü bir örgüt olan Uluslararası amatör boks birliği’nin (bu ör­ güt, 120 kadar ulusu ve iki milyondan çok boksörü kapsar) koruması altında geliş­ mesini sürdürürken, World Boxing Council (WBÖ), World Boxing Association (WBA), New York State Athletic öommission (NYSAC) gibi birçok rakip örgü­ te bölünen profesyonel boks, maç düzen­ leyicilerin ve menacerlerin baskısı altında ve kanlı dövüşlerin kurbanı olarak yavaş yavaş saygınlığını, seyircisini ve sporcu­ larını yitirdi. Fransa'da profesyonel bok­ sörlerin sayısı, yirmi yılda üçte iki oranın­ da azaldı; karşılaşmaların sayısıysa daha da düştü. Profesyonel boksun altın çağı, 50'li yılların ötesine pek geçemedi. • Karşılaşmalar. Boks maçı, bir hakem ta­ rafından yönetilir; hakem kurallara uyul­ masına dikkat eder ve dört komut kulla­ nır: time, rauntun başlaması ya da bitişi; stop, boksu durdurma; box, boksa yeni­ den başlama; break, birbirine sarılan bok­ sörlerin ayrılması. Her karşılaşma 3 ya da



boks 5 masa hakemi tarafından değerlendiri­ lir. Orta hakem, iki masa hakemiyle bir­ likte karar verme durumunda da olabilir. Maç için öngörülen sûre bitmeden ve­ rilen galibiyet kararları şunlardır: yere dü­ şen boksör on saniye sonra dövüşe de­ vam edemeyecek durumdaysa rakibi karşılaşmayı nakavtla (knock-out) kazanır; hakem boksörlerden birinin dövüşe de­ vam edemeyeceği kanısına varırsa oyu­ nu durdurup öbür boksörü galip ilan eder; bir boksör, rakibinin hata yaparak diskalifiye edilmesi sonucu maçı kazana­ bilir; boksörlerden biri maçı bırakmak üzere yumruğunu havaya kaldırırsa raki­ bi galip ilan edilir. Boksörlerin elinde ol­ mayan nedenlerle dövüşün yarıda bıra­ kılmasına No-contest denir. Maçın bitiminde, sayı ile galibiyet, en çok puanı toplayan boksörün olur; eşitlik durumunda, maç berabere biter. Her rauntun sonunda hakem ya da hakemler boksörlere profesyoneller için 5 ya da 10 üzerinden, amatörler için 20 üzerinden not verirler. Bu notlar, raunt esnasında boksörlerin attığı yumrukların sayısını gösterir. Burada yalnız kurallara uygun olarak atılan yumruklar dikkate alı­ nır; bunlar, yumruk sıkılı durumda el tara­ ğının son dört parmağı kaplayan bölü­ müyle rakibin yüzüne ya da başının iki ya­ nına ve belden yukarısına atılır. Göğüs göğüse boksta değerlendirme, kurallara uy­ gunluğa, saldırı etkinliğine ve dövüşün bu evresinde elde edilen üstünlüğe göre ya­ pılır. Boks yapma yeterliliği, bir doktorun sı­ kı kontrolüne bağlıdır; hiçbir maç federas­ yon doktoru bulunmadan yapılamaz. Bel­ den aşağıya yapılacak vuruşlardan ko­ runmak amacıyla, her boksörün koruyu­ cu bir korse ya da bir kemer kullanması zorunludur. Dövüşün çeşitli evrelerinde yapılan ha­ reket türleri şunlardır: saldırı, savunma, karşı-saldırı ya da karşı-vuruş. Başlıca sal­ dırı vuruşlarıysa direk, kroşe, aparkat (uppercut) ve sw ing'dir. Savunmada, parad, blokajları (vücudun korunmasını sağ­ lar) ve sakınmaları (rakip vuruşlarının bo­ şa çıkarılması) kapsar; eskivier (darbeden sakınma biçimleri) geri çekilme, olduğu yerde dönme ya da yana çekilmedir. Karşı-saldırı vuruşları ise, durdurma vu­ ruşu, kontra vuruş, geriletme vuruşu ve çapraz vuruştur. Gard ise bir boksörün hem saldırı, hem savunma için aldığı bir duruşu gösterir. . • Türkiye'de boks, XX. yy. başlarında bir­ kaç heveslinin bireysel girişimleriyle baş­ ladı (1910); 1919 yılından sonra yayıldı. İs­ tanbul’un işgali yıllarında işgal kuvvetleri askerlerinin İstanbul’da yaptıkları boks karşılaşmaları türk gençlerini ringe çekti (1922). İstanbul’da ilk türk boks kulübü, Fransa Boks federasyonu’nun denetimi altında, bir musevi olan Aksiyani Efendi tarafından kuruldu (1919-1920). ilk türk boksörleri İngiliz Kemal adıyla tanınan Esat (Tomruk), Galatasaray futbol­ cularından Sabri Mahir, Mazlum Kemal, Ziya(Boyer), Ali Sami, Hilmi Hoca, Kemal Hoca, Fenerbahçe futbolcularından Ya­ vuz ismet (Uluğ) ve Mısırlı Mazhar beyler oldu. Öğrenimini Fransa'da sürdüren Sabri Mahir, katıldığı Fransa amatör boks şampiyonasında ikinci oldu (1911). Bir sü­ re sonra Türkiye’nin ilk profesyonel bok­ sörü ve türk boksunu yurt dışında temsil eden ilk boksör oldu. Sabri Mahir ayrıca, ağır sıklet boks şampiyonu alman Max Schmeling'in antrenörlüğünü de yaptı. Galatasaray, Fenerbahçe ve Kurtuluş spor kulüplerinde boks şubeleri açılma­ sıyla türk boksunda yeni adlar ortaya çık­ tı: (Rıza[Nemlioğiu], Nuri Sıtkı [Piran], Bü­ yük Selami, Küçük Selami, Tarık [Akçırpan], Necmi, Rauf, Yorgo Tagar ve Pakarat). Boks sporunda ilk ulusal karşılaşmalar, ilk boks federasyonu başkanı Eşref Şefik (Atabey) zamanında gerçekleşti. Mosko­ va’da, Sovyet Rusya ve Bakü'de Azerbay­



1769



can ulusal takımlarıyla karşılaşmalar yapildi. Bu karşılaşmalarda Nuri Sıtkı (Piran), Selami, Necmi, Rauf ve Rıza (Nemlioğlu) ulusal takımımızı temsil ettiler (1928). Daha sonra yaptığı 359 maçın yalnızca birinde berabere kalan ve 358’ini kazanan Galatasaray lisesi boksörlerinden Melih Açba* türk boksu adına yeni bir dönem başlattı. Melih Açba, Amerika'da yapılan en büyük amatör boks şampiyonası olan "Altın eldiven” şampiyonasında, tendi ki­ losunda (66 kg) birinci oldu (1940). Bu dö­ nemde Cihan Vurucu, Abdi Özkutlu, Re­ cep özkutlu, Esat Cerniloğlu, Şerif Okankulu, Celal Bey, Kadir Özgüden, Necip Şerif, Halit Ergönül, Ali Ersoylu, Salih Özyazgan, Fuat Yücel, Halit Denli, Kenan Yargan, Terzi Ali, Hüseyin Er, Berber Bur­ han, Mehmet Sürenkök, Cafer (Karabomba) Cik, Ziya Musluoğlu ve (Sarı) Oktay Altıok başarılı boksörler arasında yer al­ dılar. Ilk.kez düzenlenen Avrupa boks şam­ piyonası Hüseyin Er, Vural inan, Kenan Yargan ve Halit Ergönül’den oluşan ulu­ sal boks takımımızın ilk büyük sınavı ol­ du (1947). Bu şampiyonada “ en teknik boksör'' seçilen Vura! İnan ve Avrupa karmasına çağrılan Halit Ergönül, resmi kar­ şılaşmalarda başarılı olan ilk türk boksörleri oldular. 1959 Akdeniz oyunları’nda 60 kg’da Vural inan, 63,5 kg’da Fuat Birol ikinci; XIII. Avrupa boks şampiyonası'nda da (1959) 57 kg’da Orhan Tuş üçüncü oldu. Ayrıca, profesyonel boks da bu yıllarda görüldü. Halit Ergönül, Ruhi Kuşçu, Alete Papakozma, Alp Otsar ve Garbis Zaharyan, profesyonel olarak İstanbul Boks ihtisas kulübü’nde birleştiler ve pro­ fesyonel kategorilerde boks karşılaşmaları yaptılar (1950). 1960 yılları uluslararası alanda boksumuzun en parlak yılları ol­ du; 1962 Balkan şampiyonası’nda (Anka­ ra) Kemal Yalçınkaya birinci; 1963 Akde­ niz oyunları’nda (Napoli) Kemal Yalçınkaya ve ilhami Evrensel kilolarında üçüncü; 1966 Balkan şampiyonasında (Belgrad) Sadettin İncesulu, Ali Kılıçoğlu, Celal San­ dal ikinci; Ali Nacaroğlu, Yeter Sevimli, Haşan Şekerer ve Hikmet Coşkunoğlu üçüncü; 1967 Avrupa boks şampiyo­ nasında (Roma) Seyfi Tatar ikinci; aynı yıl Akdeniz oyunları’nda (Tunus) Celal San­ dal, Seyfi Tatar, Hikmet Demirbayrak ve Yeter Sevimli ikinci; aynı şampiyonada En­ gin Yadigâr ve Nazif Kuran, üçüncü; 1967 Balkan şampiyonası’nda (İstanbul) Celal Sandal, Engin Yadigâr, Seyfi Tatar, Nazif Kuran birinci; Haşan Şekerer, Hikmet



sol grad 3t g ■ I 1



501 “ °5e aş g ■ i s °



sağ aparkat



Coşkunoğlu ikinci; 1968 Baikan şampiyo­ nasında (Atina) Celal Sandal, Seyfi Tatar birinci; Nazif Kuran, Hamdi Yiğit, Hakkı Sözen ikinci; Erim Denizer, Hüseyin Şener, sağda Güiali Özbey üçüncü; 1969 Avrupa şamsağ kroşe piyonası’nda (Bükreş) Seyfi Tatar ikinci olarak türk boksuna başarılı bir dönem ya­ şattılar. Ayrıca, amatör boksta başarılı olan Cemal Kamacı, profesyonel olarak Avru­ pa şampiyonluğunu kazandı (1970), Amatör ringlerde başarılar 1970’li yıllar­ da da sürdü. Bu yıllarda Celal Sandal, Ak­ deniz oyunları’nda 1 birincilik, 1 ikincilik, Balkan şampiyonalarında 6 birincilik, 1 ikincilik; Seyfi Tatar ise, Balkan şampiyo­ nalarında 5 birincilik,4 ikincilik, Akdeniz oyunları'nda 1 birincilik, 4 ikincilik ve iki Av­ rupa ikinciliği kazanarak büyük başarı gösterdiler. Bu dönemde Celal Sanda! ve Seyfi Tatar’ın yanı sıra Nazif Kuran, Ham­ di Yiğit, Gülali Özbey, Hikmet Özen, Arif Doğru, Mehmet Kumcva, Eraslan Doruk, Habip Yalçın, Kemai Sonunur, Haşan De­ ğirmenci, Nuri Eroğlu, Menef Durmuş, İb­ rahim Gür ve Sabahattin Burcu başarılı ol­ dular. 1980'li yıilarda da başarılar sürdü. Yener Durmuş, Selami Karakelle, Türker 1 Gülveren, Mustafa Genç, Bülent Angın, Şahin Ersungur, Alpaslan Yıldırım ve Ce­ mal Öner Balkan şampiyonalarında birin­ ci; Mehmet Demir ve Ahmet Candaş Ak­ deniz oyunları'nda ikinci, Salih Karaşahinoğiu ise üçüncü oldular. 1984 Los Ange­ les Olimpiyat oyunları’nda 51 kg’da Eyüp Can ve 57 kg'da Turgut Aykaç iki üçün­ cülük kazandılar. Türkiye, 1987 Balkan şampiyonasfnda 1 altın madalya (63,5 kg’da Ali Çıtak), 1989'da Bulgaristan’da yapılan Dünya kupası’nda 1 bronz ma­ dalya (Fikret Güneş), 1991’de Bükreş’te yapılan Altın kemer boks tumuvası’nda 2 altın (54 kg'da ilhan Güler, 57 kg’da Vahdettin işveren) ve 3 bronz madalya kazandı (51 kg’da Murat Demirtaş, 60 kg’da Oktay Özcan, ağırda Erdal Sarıkaş).



solda boşa giden sağ kroşe



bokser



B o k a ş a m p u a n s a n (Avrupa), Avrupa ülkeleri arasında düzenlenen amatör boks şampiyonası, ilki, 1925’te Stockholm’de yapıldı, ikinci Dünya savaşı’na değin dü­ zensiz aralıklarla sürdürüldü. 1947'den sonra iki yılda bir ve tek sayılı yıllarda de­ ğişik ülkelerde yapılmaya başlandı. Tür­ kiye bu şampiyonaya 1946’dan bu yana katılmaktadır. Boksörlerimiz, 1992’ye ka­ dar yapılan karşılaşmalarda gençlerde 1 altın 3 bronz, büyüklerde 4 gümüş 6 bronz madalya kazandılar. B O K S B U M , Güney Afrika Cumhuriyeti'nde (Transvaal) kent, Witwatersrand'da Johannesburg'un D.'sunda 150 000 nüf.



A m a tö r le r



Karşılaşma süresi



3 dakikalık 3 raunt



P ro fe s y o n e lle r



3 dakikalık 10 vşya 12 raunt; dünya şampiyonası için yapılan karşılaşmalarda: 3 dakikalık 15 raunt.



8,



Ağırlık (Sıkletler) kategorileri (kg): yarı-sinek



48’den az



49,032’den az



sinek



48 - 51



49,032 - 50,801



horoz



51 -5 4



50,802 - 53,524



tüy



54 - 57



53,525 - 57,151



hafif



57 - 60



58,967 - 61,234



üst-hafif



60 - 63,5



6 1,2 35 1 63,502



5 7 ,1 5 2 -5 8 ,9 6 6



üst-tüy



(yarı-velter) yarı-hafif (velter)



63,5 - 67



63,503 - 66, 677



üst-yarı-hafif



67 - 71



66,678 - 69,852



(üst-velter) orta



71 - 75



69,853 - 72,573



1



yarı-ağır



75 - 81



72,574 - 79,377



j



ağır



81 - 85



79,378 - 85



üst-ağır



85’ten yukarı



85’ten yukarı



E ldiven ağırlığı:



8 ons



üst-velter kategorisine kadar 6 ons; daha yukarı kategorilerde: 8 ons (fransız onsu: 30,59 gr ingiiiz onsu: 28, 349 g r)



1



Altın ve madenkömürü yatakları. Demir­ yolu gereçleri yapımı. Petrol arıtma.



BOKSER a (alm. boxer, boksör'den). Bavyera kökenlf bekçi köpeği. (Kılları kısa ve sert, sarı ya da beyaziı ya da beyazsız şe­ ritlidir. Bedeni bol kaslı, burnu güçlü, kı­ sa ve hafifçe yukarı kıvrıktır.) B O K S E R LE R , gizli bir çin derneği olan Yihetuan'ın üyelerine Batılılar’ın verdiği ad. Derneğin simgesi sıkılmış bir yumruk­ tu. 1895'te Japonya'nın Çin’i yenilgiye uğ­ ratması ve 1898’de Avrupa devletlerinin istekleri sonucunda patlak veren yaban­ cı düşmanlığı hareketinin başında Bokserler vardı. Şandong’da başlayan, hızla ve



şiddetle gelişen bu hareket sırasında bü­ yükelçiliklere saldırıldı; hareket 1900'de Almanya büyükelçisi Ketteler’in öldürül­ mesi ve Pekin’deki yabancı elçilik binala­ rının kuşatılmasıyla sona erdi. Rusya, as­ keri bir harekâtla Mançurya'yı işgal etti ve alman general A. von VValdersee komu­ tasında uluslararası askeri bir birlik 14 ağustos 1900’de elçilikleri kurtardı. 1901'de imzalanan bir antlaşmayla Çin, Bokserier'i ağır biçimde cezalandırmak, güvenlik güvencesi vermek ve ağır bir taz­ minat ödemek zorunda bırakıldı.



B O K S İT a. (fr. bauxite; bulunduğu Baux ■de-Provence'm adından). Özellikle hidrat-



Bolan lı alümin ve demir oksidin değişik oranda karışımından oluşan tortul kayaç. (Alümin­ yumun ana cevheri boksittir.) —ANSİKL. Boksit, rengi kremle kırmızı ara­ sında değişen genellikle kırılgan bir kayaçtır (piroiitler bazen çok koyu kırmızıdır). Boksidi, Baux-de-Prcvence ve Gine'den getirilen örnekleri inceleyerek ilk kez be­ timleyen R Berthier’dir (1821); ama sana­ yide işlenmesini (1854) H. Sainte-Ciaire Deville gerçekleştirdi. Boksit, boehmit, d i aspor ya da gibbsit biçiminde ve % 40’ı aşan oranda Al20 3içerir. Beyaz boksitte % 2-4, kırmızı boksitte de °/b 25 oranında demir oksit bulunur. Boksit, nemli ve sıcak iklimde, silis, al­ kali ve toprak-alkaii iyonların yıkanması­ nı kolaylaştıran toprak oluşum süreçleri sonunda silikatlı kayaçlardan oluşur (lateritieşme*). Bu süreçler yerinde (otokton) ya da taşınma ve çökelimden (allokton) ön­ ce artülkede gerçekleşir. Boksitten, alüminyum metalürjisinin te­ melini oluşturan arı alümin elde edilir Bok­ sit kavrulursa, ateşe çok dayanıklı bir ge­ reç oluşturur ve ancak 2 050° C’ta erir. Bu mineral tek başına olduğu kadar erimez­ liğini artıran kille karıştırılarak kurşun fırın­ larında kullanılır. Petrolü arıtmada boksit kullanımı da giderek artış göstermektedir. Petrol koku, kireçtaşı ve boksit karışımı elektrik fırınında eritilerek "erim iş çimento” elde edilir Bu çimento portland çimentosundan hem daha çabuk donar, hem de deniz suyuna karşı daha daya­ nıklıdır. 1900'de 88 0 001olan dünya boksit üre­ timi, 1920'de 810 000 t’a yükseldi ve 1939'da 3 Mt’un üstüne çıktı. 1950'de 8 Mt’a, 196Ö'ta 27 Mt’a ulaştı. 1970’te 60 Mt’u buldu; 1989’da 105 Mt'u aştı. Dünya boksit üretiminin % 75,5'ten ço­ ğu tropikal ülkelerden çıkarılır. Kuzey Queesland'daki boksit yataklarını ilk kez 1955’te üretime açan Avustralya, bugün 38.4 Mt'un üzerinde boksit üretmektedir. Bu üretim tek başına, 1940-1975 arasın­ da üstünlüğü elinde tutan Tropikal Ame­ rika'nın boksit üretiminin üstündedir. 1952’den bu yana işletilen Orta Jamaika ocaklarındaki boksit üretimi, 15 Mt’dan 9.4 Mt'a düşmesine rağmen, daha önce işletmeye açılmış Surinam (3,4 Mt) ve Guyana'daki (1,4 Mt) ocaklara oranla çok yüksektir. Brezilya, Haiti ve Dominik Cumhuriyeti’nin üretimi daha azdır. Zen­ ci Afrika'nın boksit üretimi 18 Mt'dur ve hemen hemen tümü Gine'de elde edilir. Tropikal Asya’nın (Hindistan, Endonezya ve Malezya yarımadası) üretimi 4,6 Mt'dur. ilk boksit ocaklarını işletmeye açan sanayileşmiş ülkelerdeki cevher üretimi, 23,4 Mt'un biraz üstüne çıkar. Fransa'da boksit üretimi sürekli düşer­ ken (550 bin ton), Güneydoğu Avru­ pa’da (Macaristan sırtı, , Orta Yunanis­ tan vb.) belirli bir üretim düzeyi korun­ maktadır. Dünya boksit rezervinin (23 Mt) 17,5 Mt’u Gine (8 Mt), Avustralya (5 Mt), Brezilya (3 Mt), Jamaika (1,5 Mt) gi­ bi ülkelerdedir. Rusya Federasyonu özel­ likle Doğu Sibirya’da nefelin üretir. Sana­ yileşmiş ülkeler, özellikle ABD ile Kana­ da (bu ülkelerin boksit üretimi yok dene­ cek kadar azdır), Japonya ve Avrupa (başta Almanya ve Norveç) büyük oran­ da boksit (ya da kimi zaman alümin) d ı- . şalımı yapar. » © K Ü T L E Ş » a. Yerbil. Boksit oluşu­ mu ile sonuçlanan özel ayrışma türü. S O K S d ft a. (ing. boxer). Boks yapan cimse. BOStTSM sıf., be. Kaba. Kötü, sıkıcı, ber­ bat: Boktan biri. Boktan b ir film , işler çok boktan gidiyor. @OL sıf. 1. Çok miktarda; olağan ölçüyü aşan şey için kullanılır; çok, fazla: Bu işte bol para var. Bu bitki bol su istiyor. Bu yıl ürün bol. Bol yemek. Bol besin. —S. DAR’a karşıt olarak içinde yer alana göre boyutları büyük olan şey için kullanılır: Ke­



m ersiz bol b ir elbise. -—3. Bol bulamaç, pek bol, çok. || Bol keseden, ölçüsüzce, çok: Herkese bol keseden vaatlerde bu­ lunuyordu. jj Bol paça, dağınık, dökük, şapşal. —Terz. Vücuda oturtulmamış geniş giy­ siye denir: Bol pliler. Kemersiz, bo l b ir el­ bise. || Bol paça pantolon, dize kadar ba­ cak çizgisini izlerken, dizden aşağı geniş­ leyerek topukta savrulan pantolon. be. 1. Çokluk, genişlik belirtir: Elbi­ se üstünde bol duruyor. Ayakkabı ayağı­ na bol geldi. Soğanı bol doğra. —2. Bol biçmek, bir konu ya da sorunu bütün yön­ lerini düşünerek, türlü olasılıkları göz önünde bulundurarak ele almak. |j Bol bol, rahat rahat, sıkıntıya düşmeden: Za­ manımız var, trene bol bol yetişiriz. || Bol doğramak, parasını düşünmeden harca­ mak, saçıp savurmak. [bot j, - l ü a. (ing. bowl. çanak; fr. b o l’ den). Yarımküre biçiminde kenarları yük­ sek, özel bir cam kap içinde şarap, likör, madensuyu vb. ile meyve karıştırılarak hazırlanan içki. 8 © i. a. (fr. bol; yun. bolos, toprak yığını’ndan). Vet. Atiara ve sığırlara ilaç yut­ turmak için yapılıp verilen lokma biçimin­ de çok iri hap, (Günümüzde seyrek kullanılır.) ‘ S O L (Ferdinand), hollandalı ressam ve gravürcü (Dordrecht 1616 - Amsterdam , 1680). Rembrandt’ın öğrencisiydi. M L M îE İM K a. Müz. 1. Türk müziğin­ de, 440 frekanslı la 'nın neva perdesi ka­ bul edildiği akort. (Tüm yapıtların notası bu akorda göre yazılır; gerekirse aktarım yapılır. Bu nedenle, aktarımsız icraya "ye­ rinden icra" denir. Türk müziğinde aügâh perdesinin değil de neva perdesinin Batı fa'sına karşılık olarak kabul edilmesi, por­ tenin altına çok sayıda ek çizgi konmasın­ dan kaçınmak içindir.) — 2 . "N eva" deli­ ğinden, 440 frekanslı la sesini veren ney. (Boyunun çok uzun olması çalınmasını çok güçleştirdiğinden, nısfiyesi [bir oktav tiz ses veren küçüğü] kullanılır.) BO LÂ H EN K S E Y , türk beste­ ci (İstanbul 1834 -.ay. y. 1910). Dellaizade İsmail Efendi'den dindışı, Şeyh Rıza Efendi’den de dinsel-tasavvufi yapıtları öğrendi. Mevlevi tarikatına girdi, ayinle­ re neyzen olarak katıldı. Aynı zamanda, güzel bir sesi ve kendine özgü üslubu olan bir hanendeydi. Döneminin en iyi müzik öğretmenlerinden biri olarak tanın­ dı. Yapıtlarında Sadullah Ağa’nın üslu­ buyla Hacı Arif Bey’inkini birleştirdi. Baş­ lıca yapıtları: Buselik mevleviayini, Kar­ cığar m evleviayini, Hisarbuselik kâr (Bir gül-i rânâ içündür girye-i zârım benim), Bayatı kâr(Ahû ze-tü âmûhat be-hsngâm -düvîden), H icazkâr ağırsem ai (Benim serv-i hıramanım benim sen nemden in­ cindin), M ahur şarkı (Yare açtı tiğ-i hicra­ nın dile ey işvebaz), Rast şarkı (Mailem bir nazlı yare). B ö L A K (Mehmet Vehbi), türk siyaset adamı (Balıkesir 1882-1948). Mülkiye mektebi'ni bitirdi (1906), çeşitli yerlerde kaymakamlık yaptı, ittihat ve Terakki fırkası'na girdi. Osmanlı meclisi mebusâm’ na Karesi mebusu seçildi (1911-1912, 1914-1918). Milletvekilliği sona erince Ça­ talca mutasarrıflığına atandı. Damat Fe­ rit Paşa sadrazam olunca azledildi (1919). Balıkesir’e döndü. Burada toplanan Balıkesir* kongresi'ne delege olarak ka­ tıldı. Kuvayı milliye İzmir kuzey cephesi merkez kurulu başkanlığını üstlendi, ilk TBM M ’ye Karesi milletvekili seçildi (1920). Ankara hükümetinin, dışişleri ba­ kanı Bekir Sami Bey (Kunduh) başkanlı­ ğında Londra'ya gönderdiği delegeler arasında yer aldı. Fevzi Paşa (Çakmak) başkanlığındaki 3. icra vekilleri ve Hüse­ yin Rauf Bey (Orbay) başkanlığındaki 4. İcra vekilleri heyetlerinde milli eğitim ba­ kanlığı yaptı (1921-1922). Cumhuriyetin ilanına karar veren 2. TBMM’de Balıkesir



milletvekili idi, ikinci grupta yer aldı (1923-1927).



1771



BöL&SC (Yahya Orhan), türk mimar (Ba­ lıkesir 1921). İstanbul Teknik üniversitesi mimarlık fakültesi’ni bitirdi (1943). Aynı üniversitede görev alarak 1967’de profe­ sör oldu. Karadeniz Teknik üniversitesi mimarlık fakültesi dekanlığı ve rektör yar­ dımcılığı (1967-1970), Maçka mimarlık fa­ kültesi dekanlığı (1981), Uludağ Üniver­ sitesi mimarlık fakültesi dekanlığı (1982) yaptı. İzmir (1950) ve Eskişehir (1951) Merkez bankası şubeleri birincilik ödülü' nü, Ankara Ulus meydanı'nın düzenlen­ mesi ve Işhanı yarışması'nda O. Bozkurt ve G. Beken ile birlikte birincilik ödülünü (1953) Sazandı. Başlıca yapıtları: Hastane­ lerim iz (1949); Malzeme ve konstrüksiyon m etotlarının m im ari form un yaratılm asın­ daki rolü (1957); Cam ilerin aydınlatılması üzerine b ir araştırm a (1967); M im ari tasa­ rım tem el b ilg ile ri (1971). S ö L â K (Ahmet Aydın), türk iş adamı (Balıkesir 1925). Mehmet Vehbi Boiak’ın oğlu. Yahya Orhan Bolak’ın kardeşi. İs­ tanbul üniversitesi hukuk fakültesi’ni bitir­ di (1948). Kaymakamlık, avukatlık yaptı. Hürriyet partisi’nin kurucuları arasında yer aldı (1956). CHP'den Balıkesir millet­ vekili seçildi (1961-1965). Türkpetrol gu­ rubu şirketlerinde ve turizm alanında (Turtel) başarılı bir iş adamı olarak tanın­ dı. Vakıf yöneticisi olarak büyük hizmet­ lerde bulundu (Türk Eğitim vakfı, Türk­ petrol vakfı, Aile Sağlığı ve Planlaması vakfı vd.). Türk-islam kültürüne vukufuyla da tanınır. S ö L A ftîft, esk. Byfama, esk. Portekiz Ginesi kıyısı yakınında ada; 1941 ’e kadar ayni adlı kent Portekiz Ginesi’nin yönetim merkeziydi. Ordu'nun hatsa ilçesine bağlı bucak; 25 936 nüf. (1990); 22 köy. Merkezi Bolaman, 6 965 nüf. (1990). ' SBiîLASüAİ'i ç a p , Karadeniz bölgesinin D. bölümünde akarsu; uzunluğu yaklş. 80 km. Kaynak kollarını, Canlk dağlarının D. kesimindeki Kuşkaya ve Turnalık tepele­ rinin K. yamaçlarından alır; Fatsa ile Bo­ laman arasında Karadeniz'e dökülür. Yağmur ve kar sularıyla beslenir. (Antoine Roger, sonra Lo­ kale), zaireli şair (Boma 1913). iki şiir der­ lemesi vardır; Premiers essais. PoĞmes (1947) ve Esanzo. Chants pour mon pavs (1955). Bu yapıtta Löopoid Södar Senghor zencilerle ilgili büyük temaları ortaya çıkardı. BSLÂSıS, Pakistan’da yer, Belucistan’da, Bolan geçitlerinin girişinde (96 km) Bu geçitler, Bolan ırmağının boğazları aracı-



çayından bir görünüm



Bolan lığıyla Pakistan ovalarını Afganistan’ın dağlık sınırlarına bağlar, Keta-Şikârpur demiryolu Bolan geçitlerinden geçer.



1772



B0LAHSSAK a. Yörs. Bollaşmak. ♦ boiartm ak ettirg. f. B ir giysiyi, b ir bölüm ünü vb. bolartm ak, onu genişlet­ mek.



BOLÂRTM AK -> BOLARMAK. B O L A Y IR , Çanakkale'nin Gelibolu il­ çesine bağlı bucak; 6 956 nüf. (1990); 4 köy. Merkezi Bolayır, 1 606 nüf. (1990). —Mim. Orhan Gazi döneminden Gazisuleymanpaşa camisi, içten ve dıştan yük­ sek kemerli kapısıyla dikkati çeker. Mih­ rap, özgün biçimini korumaktadır. 1549 tarihli onarım yazıtı bulunan Gazisüleymanpaşa türbesi'nin bahçesinde Namık Kemal’in mezarı vardır Ak mermerden me­ zarın planını Tevfik Fikret çizmiştir. Birbi­ rine zincirlerle bağlanmış sekiz kısa sütun­ la çevrili sandukanın üstü ve yanları geo­ metrik motiflerle bezelidir.



Giovanni Boldini MadameMax(1898) Louvre-Orsay müzesi, Paris



çeşitli botetusiar



şe y ta n b o le tu s u (B . satarıas) a cılı b o le tu s i (B . p iperatus)



ş iş karın lı b o le tu s



, (B . p a ctıy p tıs j



B O L A Y IR (Ali Ekrem), türk şair (İstan­ bul 1867 - ay.y. 1937). Namık Kemal’in oğludur. Abdülhamit II döneminde mabeyn kâtipliği yaptı (1888-1905). Daha sonra Kudüs mutasarrıflığı (1906), Beyrut valiliği (1908), Cezair-i bahr-i sefit valiliği (1908-1912) görevlerinde bulundu. 1912 -1922 yıllarında Darülfünun’da edebiyat tarihi, metinler şerhi okuttu. Galatasaray lisesi ile Maltepe askeri lisesi’nde de öğ­ retmenlik yaptı. Edebiyat-ı cedide topluluğu'nun üyelerindendi. Şiirlerinde ve eleştiri yazılarında A. Nadir takma adını kullandı. 1897 Türk -Yunan savaşı’yla ilgili Vasiyet şiiri Çanak­ kale ve Kurtuluş savaşı sırasında yazdığı ulusal şiirlerinin öncüsüdür. Edebiyat-ı ce­ dide dönemindeki şiirleri ise bireysel ko­ nuları işler. 1908’den sonra toplumsal ko­ nuları içeren günlük yaşamı yansıtan şiir­ ler yazdı. "Ahenk vezinden doğar” gö­ rüşünü savunarak yeni aruz kalıpları ara­ dı; hece veznini de denedi. Yapıtları: Ruh-ı Kemal (1909), Zılâl-i il­ ham (1909), Çocuk şiirleri (1917), Ordu­ nun defteri (düzyazı şiir karışık 1918), Şi­ ir dem eti (1925), Vicdan alevleri (1925) vb.’dir.



SOLSA be. Oldukça çok, çokça. ❖ sıf. Oldukça geniş, genişçe: Bolca b ir elbise.



Kırmızı sp o rlu b o le tu s (B . p o rp h y ro s p ö ru s )



acı b o le tu s (B : te m u s )



B O L Ç İÇ E K Ü sıf. Bot. Çok çiçek veren, bol çiçek açan bitkilere denir. ■BO LO İN a. (fr. boldine, bolda'dan). Org. kim. ve Eczc. Formülü C19H21N 0 4 olan tetrasiklik alkaloit; berberine benzer ve boldo yapraklarından elde edilir. Safra ke­ sesi büzücüsü ve bağırsak yumuşatıcısı olarak kullanılır. B O L D İN İ (Giovanni), İtalyan ressam (Ferrara 1842 - Paris 1931). Öğrenimini Floransa akadernisi’nde yapan (1862) Boldini, m acchiaioli akımının estetik an­ layışı doğrultusunda yapıtlar verdi (Laskaraki kardeşler, 1867, Boldini müzesi, Ferrara). 1867’den sonra Fransa’da, Lond­ ra’da (1870-1871) yaşadı ve yavaş yavaş tanınmaya başladı. 1871 yılı sonunda ke­ sin olarak Paris'e yerleşti. Resim satıcısı Goupil’in teşvikiyle ince ve özenli günde­ lik yaşam sahnelerine yönelen Boidini, kı­ sa sürede, onun etkisinden kurtularak, alabildiğine coşkulu, Paris yaşamı izle­ nimlerini yansıtan tablolar yapmaya baş­ ladı: Saints-Peres köprüsü (1874 salonu), M ontm artre'da m askeli balodan çıkış (1875), K ibar şarkıcı (1884) gibi bazı tu­ vallerinde Degas’ya yaklaşan Boldini, 1889’da onunla birlikte Ispanya’ya ve Fas’a gitti. Genellikle tuvalde çizgiler oluş­ turan uzun fırça vuruşlarıyla çalıştığı port­ relerinde, dönemin tüm tanınmış kişileri­ ni canlandırdı: Rasty kontesi (1878), Montesquiou (1897), Cleo de Merode (1901), Helleu gibi yakını olan karikatürcü Sem (1901). Yaşamının sonuna doğru yaptığı bazı Venedik manzaralarında ve insan fi­ gürlü bazı iç sahnelerde, yaşanan anı ya­ kalama çabası, keskin tonları ve taşkın fır­ ça darbeleriyle, soyut anlatımcılığı hazır­ lamıştır. BO LD © a. (isp. boldo; amerikindiyen di­ linden). Şili’de yetişen monımiaceae famil­ yasından bitki (Peumus boidus); yaprak­ larında bir alkaloit (boldin), uçucu bir yağ ve bir glukozit (boldpglusin) bulunur; boldonun şifa verici nitelikleri bu maddeler­ den ileri gelir. B @ L B R iW 0 O B (Thomas Alexander BROVVNE R olf— denir), avustralyalı ya­ zar (Londra 1826 - Melbourne 1915). Beş yaşındayken ailesi ile birlikte Avustralya’ ya göç etti. Edebiyata yönelmeden önce hayvan yetiştiriciliği ve kırsai bölgelerde devlet memurluğu yaptı. Döneminin sos­



yal ve siyasi hareketlerine pek ilgi duyma­ dığı için romanlarının belgesel yanı ağır basar. Başlıca yapıtları: M iner's R ight (1890); Robbery Under Arms (1888). S O L E İT a. (fr. boleite; Meksika'da, Aşağı Kaliforniya'da bir maden ocağı [El] So/eo'dan). Miner. Hidratlı doğal bakır, kurşun ve gümüş oksiklorür. S Ö LE K © a. Boyac. Kongo’da bol bulu­ nan ongokea ağacından elde edilen yağ. (ISANO YAĞI ya da ONGOKEA YAĞI da de­



nir.) —ANSİKL. Bolekonun yağ asitleri temel­



de, diasetilenik ve vinilik asitten oluşur: ayrıca izanik ve izanolik asitlerle birlikte, az miktarda doymuş yağ asitleri, linolenik asit ve molekül ağırlığı düşük doymamış yağ asitleri de içerir. Boya sanayisinde kullanılabilmesi için pişirilir ya da beziryağı eklenir. BOLEM ÖER (Todd H u m p h r İes , Todd —denir), amerikalı dansçı, koregraf ve ba­ le yöneticisi (Canton, Ohio, 1914). Ballet Society'de dansçı ve koregraf olarak ça­ lıştı (1945-46). 1950’de New York City Ballet’ye girdi. G. Balanchine'in (Western Symphony, The Four Temperaments) ve J. Robğins’in (interplay, The Pied Piper) yapıtlarını yorumladı. Mother Goose Süite (1943), The S tili Point (1956), Creation of the W orld (1960), Kontraste (1966), Donizettiana (1968) gibi yapıtların koregrafisini yaptı. Harika M andaren’i yeni bir an­ layışla sahneye koydu. BOLERO a. (isp. bolero). Boyu beli aş­ mayan, kollu ya da kolsuz, kısa kadın ce­ keti. (Genellikle boyu korsaj üstünde, önü düğmesizdir.) SOLERO a. (“ meslekten dansçı" anla­ mında isp. söze.). 1. Şarkı, kastanyet, gi­ tar ve tef eşliğinde yapılan, soylu üslupta 3/4’lük İspanyol dansı. (Fandango’nun bir değişkesi [varyantı] olan boleroya son bi­ çimi, 1780’e doğru, Cadiz’li bir İspanyol dans yöneticisi tarafından verilmiştir.) —2 . ikili ve senkoplu ritimde Küba dansı ve şarkısı. XIX. yy.'ın başlarında ortaya çık­ tı. Seiiıı-i», tek tablolu bale. Müziği i. Rubinstein tarafından M. Ravel’e ısrriarlandı; koregrafisini Bronislava Nijinska, de­ kor ve kostümlerini N. de Gonçarova ha­ zırladı. ilk kez 1928’de ida Rubinstein ba­ le topluluğu tarafından Paris operası’nda



p e ç e li b o le tu s (8 . luteus)



gü ze ! b o le tu s (B . e lega ns)



ku z u m a ntarı (B . adulis)



s ığ ır b o le tu su (B . bovin u s)



kızıl şa p ka lı b o le tu s (B b ad ius)



ka ıa b a ş b o le tu s (B rfie re u s )



tu ru n c u b o le tu s [3 aurantiacus)



akçıl b o le tu s (8 . luridus)



,



Bolivar



sahnelendi. Bolâro'daki olaylar, bir İspan­ yol kır lokantasında geçer. Bir çingene kı­ zı, masanın üstüne çıkıp dans eder. Dan­ sın ritmindeki sarhoşluk oradaki kalaba­ lığa geçer. —La Argentinita, American Ballet Theatre için yapıtın bir versiyonu­ nu sahneye koydu (1945). Maurice Bâjart ise iki Bolâro versiyonu yaptı: ekseni kadın kahraman olan birincisi, ilk olarak 1961 'de Duska Sifnios ve XX. yy. Balesi tarafından sahnelendi. İkincisindeyse, başrol, dansçı Jorge Donn tarafından oy­ nandı (1979). B O LE S LA V , birçok çek prensinin adı. —B oleslav I , Bohemya dükü (935-967), ülkeyi örgütledi ve Boğdan ile Kraköw’u oraya kattı. —B oleslav II Sofu, Bohem­ ya düku (967-999). Prag piskoposluğunu kurdu. —Boleslav III Kızıl, onun oğlu, Bohemya dükü (999-1003). Ülkesinin parçalanmasını önleyemedi, daha sonra Polonya kralının tutsağı olarak öldü. B O LE S LA W , birçok Polonya hükümda­ rının adı. —Yiğit Boleslavv I (967-1025), Polonya dükü (992-1024), Polonya kralı (1025), Mieszko'nun oğlu ve halefi. Top­ raklarını Baltık kıyılarına kadar genişletti. Bohemya dükünden Moravya'yı aldı. Da­ madı Sviatopofk’un çağrısı üzerine Kiev’e girdi. Alman imparatoru Otto III, kral un­ vanını kullanmasına izin verdi. Daha son­ ra kendisine saldıran imparator Heinrich ll'yi yendi. —Yürekli Bolesfavv II (1039 -1081) , Polonya dükü (1058-1076), Po­ lonya kralı (1076-1079), Kazimıerz l'in oğ­ lu. Bohemya'ya, Macaristan'a ve Kiev prensliğine birçok kez müdahalede bu­ lundu. Investitur kavgası sırasında impa­ ratora karşı papa Gregorius Vll’yi destek­ ledi. Sert ve kıyıcıydı; kilisede, tapınağın dibinde, Kraköw başpiskoposu aziz Stanislaw'ı öldürdü. Aforoz edildi ve tacı elin­ den alındı; Macaristan'da bir manastıra sığındı (1081) ve orada öldü. —Çarpık Ağızlı Bo!esfsw ül (1085-1138), P.olonya dükü (1102-1138). Hükümranlığı paylaş­ tığı kardeşi Zbigniew kendisine komplo kurunca, onu öldürdü. Komşularına kar­ şı birçok savaşa girişti. —Kıvırcık Boiestew IV (1125-1173), Polonya dükü (1146 -1173), Boleslavv lll’ün küçük oğlu ve Wladiste.w'ın kardeşi. Tahttan uzaklaştırılan kardeşinin yardıma çağırdığı imparator Friedrich Barbarossa'nın ülkeyi istila et­ mesine karşı koydu. —Temiz Yürekli Boiesfaw V (1226-1279), Polonya dükü (1227-1279). Macaristan kralı Bela IV'ün kızı Kunigunda (Kinga) ile evlendi. Tatarlar’ın Polonya'yı iki kez istila etmesi ses çıkarmadı. B O L E S L A W İE C , Polonya’ nın güney -batı kesiminde kent, Legnica’nın B.'sında; 40 000 nüf. Kimya sanayisi. Seramik yapımı. —Yakınında, bakır yatakları. ■ B O LE TU S a. (lat. Boletus; yun. bolites’ ten). Pek çok türü olan bazitlimantar. —A n s Ik l . Boletuslar, etli mantarlardan­ dır; şapkalarının alt yüzü, gözeneklerle dı­ şarıya açılan çok sıkışık dizili borucuklarla kaplıdır. Boletusların çoğu yenebilir: kuzumantarı (Boletus edulis) ve karabaş mantar (B. aereus) en makbul olanlarıdır; iğne yapraklı ormanlarda yetişen kızıl şapkalı boletus da (B. badius) çok değer­ lidir; sert boletus (B. scaber) ve birçok çe­ şidi az kokuludur. Şeydan boletusu (B. satanas) yenemez; bunun beyazımsı bir şapkası, koparıldığında mavileşen bir eti, kırmızı renkte borucukları, kolayca tanın­ masına yarayan ve üst yüzünde kırmızı bir ağ ile donanmış şişkin bir ayağı (sapı) vardır. Acılı boletus (B. piperatus) küçük boydadır; acı boletus (B. felleus) pembe borucukludur ve yemeye elverişli değil­ dir. B O L E Y N (.sir Thomas), Ormond© ve W üt3 hire kontu (1477 - Hever 1539), İn­ giltere kralı Henry Vlll'in danışmanı, sir VVilliam Boleyn of Blicking'in (1457'de Londra belediye başkanı) torunu, 1533'ten 1536’ya kadar kraliçe olan



Anne*'in babası. İrlanda siyasal yaşamı­ na etkin biçimde karıştı; güçlü Kildare kontlarının devrilmesinde büyük rol oyna­ dı. BO LFR ! -



BAAL BERİT.



B O LG A R , Esk. coğ. V. yy.'da Volga kı­ yısında kurulan bulgar krallığının başkenti (bugünkü Simbirsk kentinin yakınında ol­ duğu sanılır). Kente yerleşen arap tüccar­ lar aracılığıyla müslümanlığı kabul etmiş büyük bir ticaret kentiydi. XIII. yy.'da Moğoliar tarafından yıkıldı.



BOLGAR - BULGAR. BO LGATANGA, Ghana’nın kuzey ke­ siminde kent, Yukarı-Ghana bölgesinin yönetim merkezi; 93 200 nüf. Mezbaha, Konserve fabrikası. B O LİÇ E a.(ibr. boletz). Yahudi kadını: " Balat kapısından girdim İçeri/Boliçeler oturmuş ik i g e çe li" (Bir halk türküsün­ den). BO LİG EM , İsveç'te (Vâsterbotten) Skellefteâ’nın B.-K.-B.'sında eski maden mer­ kezi (altın, gümüş, bakır, arsenik, çinko). ‘B O L İN G B R G K E (Henry SAİNT JOHN. —vikontu), İngiliz devlet adamı ve yazar (Bettersea, Surrey, 1678 - ay. y. 1751). Serbest düşünceli büyük bir senyördü. Tory partisi’ne girdi; Whig ayaklanmacı­ ları karşısında Anglikan kilisesi’nin ve kral­ lığın ayrıcalıklarını savundu. Harley'in başyardımcısı oldu ve onun 1704'te kur­ duğu hükümete girdi. Rakip partileri zor­ layarak, amaçladığı barışı 1713 Utrecht antlaşmasfyla elde etti. Tory’ciliği James II yandaşlığı oyununa alet etti. Lady Masham ile ittifak kurarak, temmuz 1714'te hem partiye, hem de hükümete egemen oldu. Ama bu başarısından birkaç gün sonra kraliçe Anne'in ölümü, Act of Settlement’ı yürürlükten kaldırma umutlarını suya düşürdü. Hannover hanedanının tahta geçmesi üzerine, Bolingbroke 1715'te.ülkeden kaçmak zorunda kaldı; Fransa'ya sığındı; taht üzerinde hak ileri süren prensin yardımcısı oldu. Ama, kı­ sa süre sonra, düş kırıklığı içinde james’ çilerin davasını bıraktı. Kral George l’in metresi lady Kendal’a para karşılığı ara­ cılık yaptırarak 1723'te yeniden kralın gözüne girmeyi başardı. Ancak, ona hiç güvenmeyen VValpole siyasal önerilerini kabul etmedi. Bolingbroke, yolsuzluklarını ileri sürerek VValpole hükümetine karşi sa­ vaş açtı ve muhalefetteki VVhig partisi li­ deri Pulteney ile ittifak kurdu. Partilerüstü bir yönetim sağlayacak yurtsever bir monarşi gerektiği görüşüyle Tory partisi'ni yeni temeller üzerinde kurmaya kalkıştı. Ama çabaları başarısızlığa uğradı ve Bolinbroke 1735-1738 arasında siyaseti bı­ raktı. 1738'de VVales prensi Frederick ile dostluk kurarak, onun başdanışmanı ve "yurtsever parti” nin gizli başkanı oldu. Görüşleri, sonradan George III adıyla tah­ ta çıkacak olan prensin eğitimini büyük ölçüde etkiledi. Pope, Swift ve Voltaire’in dostu olan Bolingbroke’un, edebiyat dün­ yasında da küçümsenmeyecek bir yeri vardır.



B«SL,İF«TİWgAHU (Dimitrie), rumen şa­ ir ve siyaset adamı (Bolintin Vale, Bükreş yakınında, 1819 - Bükreş 1872). Devrime katıldı (1848) ve sürgüne gönderildi. 1857’de milli eğitim bakanlığına getirildi. 1858'de yazdığı romantik esinlı destan ve manzum ulusal öykülerin yer aldığı yapı­ tının en iyi şiirlerini fransızcaya çevirerek Brises d ’Orient (1866) adı altında bir ki­ tapta topladı. B O L İT a. (fr. bolıde; lat. bolis, göktaşı, sonda'dan). Gökbil. ATEŞTOPU'nun eşan­ lamlısı.



BOLİTOBİUS a. (yun. bolites, mantar, ve bios, yaşam'dan). Mantarların içinde yaşayan, sarı, kızıl sarı ve kara renklerle alacalı küçük böcekleri içeren cins.



BOLİTOPHAGUS a. (yun. boiites,



mantar, ve phagein, yemek'ten). Sert ka­ buklu ve çoğunlukla boynuzsu göğüslü küçük kınkanatlı böcekleri içeren cins. (Avrupa’da yaşayan türleri kavmantarlarında ve Boletus cinsinden mantarlarda gelişir. Karaböcekgiller familyası.)



1773



G O L İT G P H İL A a. Mantarların içinde gelişen iplikboynuzlu sinekçikleri içeren cins. (Mantarsineğigıller familyası.) B O LİV A R a. Venezuela'nın para birimi. B O L İV A R , Kolombiya'nın kuzey kesi­ minde yönetim bölgesi. Antiller denizi kı­ yısında; 26 392 km2; 1 286 985 nüf (1985). Merkezi Cartagena. B O L İV A R , Orta Ekvador'da il; 4 271 km2; 167 204 nüf. Merkezi Guaranda. B O L İV A R , Venezuela’da eyalet, Orinoco, Guyana ve Brezilya arasında, Mer­ kezi Ciudad Bolivar. Venezuela’nın en büyük eyaletidir (238 000 km2);1 007 920 nüf. (1990). Demir, boksit, manga­ nez, altın ve elmas yatakları. B O aİV A R (Simön), güney amerikalı gene­ ral ve devlet adamı (Caracas 1783 - Santa Marta, Kolombiya, 1830). XVI. yy.'da Venezuela’ya yerleşmiş zengin bir bask ai­ lesinin çocuğudur. Jean-Jacques Rousseau’nun ilkelerini benimsemiş Simon Rodriguez adlı bir eğitimci tarafından ye­ tiştirildi. 1799'da, öğrenimini tamamlamak üzere ispanya’ya gitti. 1802’de evlendi ve Venezuela'ya döndü; ama karısı ölünce (1803) yeniden Avrupa'ya geçti. Napolöon l'in taç giyme törenine katıldı. Devrimcidüşünceleri benimsedi ve Roma'da, Kut­ sal dağ'da, ülkesinin kurtuluşu için müca­ dele edeceğine dair and içti. Avrupa’da yaptığı çeşitli yolculuklardan sonra mason locasına kaydoldu. ABD’yi ziyaret etti ve 1807’de Venezuela'ya döndü. Başka kreol soylularıyla birlikte bağımsızlığı hazır­ lamak için gizli çalışmalara başladı; ispan­ ya yüksek cuntası'nın dağılması sırasın­ da, arkadaşlarıyla birlikte geçici bir kreol hükümeti kurmayı başardı (nisan 1810). Venezuela'nın bağımsızlığı davasına İn­ giltere’nin desteğini sağlamak üzere bu ülkeye gönderilen Bolivar, Caracas'a dö­ nüşünde bağımsızlığı ilan ettirdi (5 tem­ muz 1811); ama ispanya yanlıları, sonun­ da ağır bastılar (temmuz 1812). Miranda döneminde hizmeti geçen Bolivar, Yeni Granada’da Cartagena’ya yerleşti; Yeni Granada kuvvetleri başkomutanlığına atandı; venezuelalı kralcıların bu ili istila girişimini önledi (1812-13). Hemen son­ ra ülkesine dönerek İspanyol sömürge yönetimine karşı bir “ ölüm-kalım savaşı” başlattı. Taguanes zaferinin (ağustos 1813) ardından, Caracas'ı ele geçirdi. Libertador (kurtarıcı) unvanını aldı ve 1814'te diktatörlüğü ilan edildi. Ancak, ül­ kenin iç kesimlerinde yaşayan Llanerolar, ispanya’dan Boves ve Morales'in de des­ teğiyle Caracas üzerine yürüdüler ve iç savaş, kibirli kreol aristokrasisine karşı bir toplumsal sınıf savaşına dönüştü. Cara­ cas düştü (temmuz 1814); Ispanya'dan destek kuvvetler geldi ve Bolivar Jamai­ ka’ya kaçmak zorunda kaldı. Bolivar orada, cumhuriyetçi yönetimler ve amerikan halkları arasında yapılacak bir ittifakla, bağımsız bir Amerika kurulma­ sını öngören Jamaika temel yasası'nı ka­ leme aldı. Haiti’de başkan Pâtion tarafın­ dan karşılandı; Venezuela’ya dönüş ha­ zırlıklarına başladı ve 1816 aralığında bu amacına ulaştı. Ancak, ülkenin doğusun­ da sıkışıp kaldı; orada küçük bir devlet kurarak, Angostura'yı başkent yaptı. Top­ ladığı kongrede, gelecekteki Büyük Ko­ lombiya devletinin temellerini attı; kendi­ si de bu devletin başkanı oldu. Pâezli Lla­ nerolar ile birleşti; İngiliz lejyonunu kuran gönüllüleri saflarına kabul etti ve 1819’da Yeni Granada'ya karşı büyük bir sefere girişti. Llano ovalarını ve And dağlarını aş­ tı. Boyacâ’da İspanyollar ı yendi, Bogo­ tâ ya girdi (ağustos 1819) ve kısa süre sonra, Venezuela ile Yeni Granada’nın Bolivar başkanlığında birleştiği ilan edil-



Henry Saint John Boifrıgbrake vikontu A.S. Balle'ın yaptığı sanılan bir tablodan ayrıntı National Portrait Gallery, Londra



Simön Bffifivar oymabaskı (1819, ayrıntı) Bibliotheçue nationale, Paris



B olivar aJdurgjfe 1774 (Villa Bella \ L G uajara : Mirir Jİ Goayaranjıerin.



RurrenaBaque



Titicaca



\



Loreto



D e s a g u a d e ro ^ P6rt3 ch uğ TîK ^^



» ^ ıM o n te ro "rV V a rn e s



^



\



» g



ıHuanurri'



t Etfade '^ C a b e z a s



\



B a fia d o s Pe



Izozog



Saiulşiiias||



‘yuyun*



S tuzları











— 'i—



Buerto j Şuârez//



Corur^bj



>J Charagua f ' e n te ağud o t______ va rn iri /



'acuj



BOLİVYA



JEOLOJİ VE BÜYÜK BİTKİ TOPLULUKLARI



eçyükselti eğrileri ; ?oo 5G0 1000 1500 ?00G



di. ispanya’daki 1820 liberal devrimi ile telce uğrayan venezuelalı m eşruiyetçiler Carabobo’da kesin bir yenilgiye uğratıl­ dılar (haziran 1821). Bolivar, bundan sonra, yardımcısı Sucre ile birlikte Ekvador'a yöneldi: Ouito alındı (haziran 1822) ve Büyük - K olom biya'ya bağlandı. Temmuz 1822’de, Guayaquil'de San Martın ile görüştü, bu görüşmeden sonra San Mar­ tın çekildi; Bolfvar Lima'ya girerek kendi­ ni Peru diktatörü ilan ettirdi (eylül 1823). Son meşruiyetçi ordular, Junfn'de Bolivar (ağustos 1824) ve Ayacucho’da yardım­ cısı Sucre (aralık 1824) tarafından yenil­ giye uğratıldı. Sucre, yukarı Peru’yu bir devlet haline getirdi, buraya Bolıvar’ın onuruna Bolivya adını verdi. Böylece Bolıvar üç cumhuriyetin (bugünün altı dev­ leti) cumhurbaşkanı olarak ününün doru­ ğuna ulaşmış bulunuyordu. Topladığı Panamâ kongresi, 1826 yazında yapıldı. Bu toplantıya, tüm Amerika ülkelerinden yal­ nızca Meksika, Guatemala, Kolombiya ve Peru katıldı.



üçüncü zamanda kıvrılmış dağeteği kuşağı yüzeyde kambrij yumöncesi temel yeni alüvyon tepeleri î % kumlu ova I , (çalılık) tropikal orman ■"! «• Z~-,



»J İ 4



K I : savan



A



başlıca yanardağlar



60° 0



200



] V



S 6 U V & R a. (öz. a. Simön B olivar'dan). Geniş ağızlı, kenarları geniş, yüksek şap­ ka (XIX. yy. başı). Sslftffflsr {Simön) nişanı -» KURTARICI ni­ şanı. B O L İV A R «topuğu, Venezuela’nın en yüksek noktası, Mânda cordillerasında; 5 007 m. 1B O L İV Y A , isp Bolivia, Güney Ameri­ ka’da devlet; 1 098 000 km2; 7 528 000 nüf. (1991). Yasal başkenti Sucre; siya­ sal (ve iktisadi) başkenti La Paz. Resmi dili İspanyolca.



kurak bölgede volkanik kayalar örtüsü kuvvetie yükselmiş ve yarılmış hercynia arazisi yeni tortullarla örtülmüş yüksek platolar



l 'H r *



Yeni devletin ayrılıkçı ve anarşist eği­ limleri, Bolıvar’ın kurduğu birliği etkileme­ ye başlamıştı. 1827’de, Peru Bolıvar’ın yetkilerini tanımadı ve Kolombiya’ya sa­ vaş açtı; Pdez, Venezuela’nın (1829), Fiores de Ekvador’un (1830) bağımsızlığını ilan etti. Bolivar, mayısta Bogoîâ’da istifa etti ve aralıkta da "denizi sürmeye kalkışmanın" umutsuzluğu içinde öldü. Napoiâon’a gizli bir hayranlık besleyen, hırslı ve inatçı bir adam olan Bolivar, üs­ tün nitelikli bir general, bir halk önderi ve bir devlet kurucusuydu; ama İstikrarlı ku­ rumlarca yönetilen, barışçı büyük bir İspanyol amerikan topluluğu kurma düşüçü gerçekleştiremedi.



‘ H 4 00 km



COĞRAFYA Bir kara devleti olan Bolivya, doğal çev­ re ve insanların yerleşmesi bakımından çelişen iki bölgeye ayrılır: Analar ve Oriente (ülkenin % 70’i, ama nüfusun ancak % 2 ’si). • D oğal çevre. Andlar’da iki sıradağ, bir yüksek platolar (Altiplano) dizisini iki yan­ dan kuşatır. D.’da (Real ve Apolobamba cordillera’ları), karlarla örtülü yanardağ­ ların yükseltileri 6 000 m ’yi aşar: Ancohuma, lllimani; ilampu. Derin vadiler ve kı­ rıklı havzalar (Cochabamba), Amazon’a bakan son derece sarp aklanları yarar. Burada bitki örtüsü katları iyice belirgin­ dir: hepyeşil ormanların ve tropikal ürün­ lerin (koka, kahve, şekerkamışı, turunç­ giller) yetiştiği kesimin yukarısında, 1 500 -2 700 m’ler arasında, bir ılıman iklim ka­ tı (Yunga) yer alır; bu katı, aşırı yağışların yozlaştırdığı, ağaçsı eğreiiiotlarından ve bambulardan oluşan bir sık orman izler.



Batı sıradağlarında, büyük yanardağlar (sajama), yanardağ kökenli çölsü yüksek platoların yanıbaşında yükselir. Altiplano (yüksek platolar bölgesi), kıvrımlı küçük dağ sıralarının ayırdığı bir dizi yüksek hav­ zadan oluşmuştur. Titicaca göiü havzası (3 800 m), ikinci ve Üçüncü Zam anlar­ dan kalma, göl ve ırmak tortularıyla örtü­ lüdür. Desaguadero, Titicaca gölünü P o opö gölüne bağladıktan sonra Uyuni tuz­ lu bataklığına dökülür. Tropikal iklim, ku­ raklığın (mayıstan kasıma kadar) ve yük­ seltinin (günlük sıcaklık farkları çok yük­ sektir, geceleri don olayı gözlenir) etkisiyle değişikliğe uğrar. Kuzey kesim 600 mm (La Paz’da yıllık sıcaklık ortalaması 9,8°C), güney kesimse ancak 200 mm yağış alır. 3 700 m ’nin üstündeki (soğuk puna katı) bozkır, yerini B.’da ve G.’ae tuzlu kabuklara ve llareta, tola kümeleri­ nin yer aldığı çöl tipi bir bitki örtüsüne bı­ rakır. Oriente, alçak (500 m ’nin altında) ve yağışlı bölgeleri içeren bir bütündür. K.’de Madre de Dios, Beni, Mamorâ ova­ larında hepyeşil ormanlar ile ağaçsı sa­ vanlar bir arada görülür; Güney Amerika’ nin kurak kesimine çapraz düşen yerde bulunan güney kesimdeyse (Chaco ova­ sı), iklim daha serin ve daha kurak, ege­ men bitki örtüsü de seyrek iğneyapraklı ormanıdır. • Nüfus. Altiplano’da ve yüksek vadiler­ de toplam nüfusun % 801 yaşar (bunun % 50’si aymara ve kiçua dili konuşan Kı­ zılderilileridir). En büyük nüfus yoğunluğu (yer yer km2’ye 100 kişiyi bulur) Titicaca gölü yakınında ve Yungaiar’dadır, Oriente’deyse nüfus hâlâ küçük öbekler ha­ linde toplanır tama burada nüfus yılda 7o 4 artmaktadır). Hızlı nüfus artışı (yılda % 2,7) doğum oranının son derece yüksek (%« 43) olmasının sonucudur; ülke nüfu­ sunun % 41 ’i 15 yaşından küçük, etkin nüfus ise toplam nüfusun ancak 1/3’i ka­ dardır. Güney Amerika daki en düşük yaşama düzeyi Bolivya’dadır. Erişkinlerin % 26’sı okuma yazma bilmez ve ortalama ömür kadınlar için 55, erkekler için 51 yıldır. Kentli nüfus oranı da oldukça düşüktür; 1990’da % 47. And dağlarında La Paz, Oruro, Sucre, Oriente’de de Santa Cruz, ülkenin başlıca kentleridir. s iktisat. Maden filizleri ile petrol ve do­ ğal gaz, dışsatımın % 90’ını oluşturur. 1952 de kapitalist şirketlerin yerini almış olan Com ibol (Corporaciön minera de Bolivia) ülkede çıkarılan kalayın (dışsatı­ mın % 401) % 70’ini sağlar. Yataklar do­ ğu sıradağlarındadır, Bolivya, kalay üre­ timinde dünyada üçüncü gelir, ama re­ zervler zayıf görünmektedir. Özel kesim, öteki maden filizlerini işletir: bizmut (ülke bu alanda dünyada İkincidir), bakır kur­ şun ve çinko, altın, gümüş. 1969’da bü­ tünüyle devletleştirilmiş olan güney-doğu (Camin) petrolü (maden dışsatımlarının % 30’u) Arica’dan yurt dışına satılır; Santa Cruz’da çıkarılan doğal gaz da Arjantin'e gönderilir. Brezilya kökenli sermaye yatı­ rımlarının, zengin El Mutun demir yatağı­ nın işletilmesini sağlaması beklenmekte­ dir. Tarım, gayri safi milli hâsılanın ancak % 17’sini karşılar, ama nüfusun yarısı hâ­ lâ bu kesimde çalışır. Tarım kesiminin bü­ yüme oranı düşük olduğundan, yurt dı­ şından besin maddeleri satın aimak zo­ runda kalınır. Toplam yüzölçümün ancak % 0,5’i işlenir (600 000 ha, kırsal kesim­ de oturan kişi başına 0,2 ha). 1952’deki toprak reformuyla 6 300 büyük çiftlik (5 milyon ha) ortadan kaldırılıp, 226 000 ai­ leye toprak verilmiş, ama büyük mülkiye­ tin Oriente’de yeniden ortaya çıkması engellenememiştir. Büyük çiftlikler hâlâ, ta­ rım işletmelerinin % 8 ’ini ve işlenen yü­ zeylerin % 9 5 ’ini kapsamaktadır. Altipla­ no da, uzun nadas dönemleriyle arpa, patates, quinoa yetiştirilir. Parsellerin kü­ çüklüğü gelirlerin artmasını önlerken, mo­ dernleşme ve ticarileşme, köylü sınıfı ara-



Bolivya sında günden güne artan farklılaşmalara yol açmaktadır. Pumcalarda hayvancılık (koyun, lama) önemlidir. Yungasların eko­ nomisi, La Paz ile tropikal iklimli dağeteğini, Cochabamba (buğday, mısır, sağ­ mal inek yetiştiriciliği) ile Oruro’yu, Sucre ile Potosı’yi birleştirerek, Altiplano tarımı­ nı tamamlar. Oriente'ye yerleşmenin ge­ liştirilmesi, gerek komşu ülkelerin hak id­ dialarını önlemek, gerek And sıradağla­ rındaki nüfus artışını hafifletmek açıların­ dan, gün geçtikçe bir zorunluluk halini al­ maktadır. Yerleşme, Cachabamba-Santa Cruz yolu boyunca ve Santa Cruz kenti çevresinde (pirinç, şekerkamışı, pamuk, meyve) Beni ırmağı kıyılarında (yaygın yöntemle sığır yetiştiriciliği, orman işletme­ ciliği, kauçuk ve ceviz üretimi) yoğunla­ şır. Yetersiz bir kendiliğinden yerleşme ile çoğunluğu yabancı sermayeli büyük şir­ ketlerin, devlet işletmelerinin ve ordunun yol açtığı bir yerleşme hareketi bir arada görülür. Nüfusu hızla artmakta olan Oriente’de (Santa Cruz ilinde 1920'de 20 000, 1990'da 1 237 000 nüf.) Brezil­ ya'nın etkisi son derece önemlidir. Sanayi, özellikle tüketim malları sana­ yisi, belli başlrkentlerde yerleşen yaban­ cı sermaye ile belirli ölçüde gelişmekte­ dir. Bu yetersiz nüfuslu ülkede, ulaşım so­ runu hâlâ temel sorunlardan biridir. Bir demiryolu hattı. Büyük okyanus limanla­ rına (Mataran!, Arica, Antofagasta) ayrı­ lan üç kolla, Altiplano’yu baştan sona aşar. İki büyük karayolu, Santa Cruz'u Sâo Paulo'ya ve Buenos Aires'e (Yacuiba üstünden) bağlar. Oriente'de Cachabamba - Santa Cruz karayolunu Brezilya' ya doğru uzatan ve La Paz'ı Trinidad'a bağlayan karayolları yapıldı. ■ TARİH Tarihöncesi'nden başlayarak önemli uygarlıkların geliştiği (Tiahuanaco [İ.Ö. 600 - İ.S. 1200], Collalar krallığı (XIII. - XV. yy.]) bugünkü Bolivya toprakları, Pachacütec (1438-1471) tarafından inka imparatorluğu’na katıldı. Günümüzde etnik grupların dağılımı (yüksek yaylada Aymaralar, vadilerde Kiçuaiar) ve yerli toplu­ mun temelini oluşturan köy toplulukları o tarihe dayanır, inka imparatorluğu’nun ispanyollar tarafından ele geçirilmesinden sonra kentler kuruldu: Paria (1535), Tupira (1536), Chuauisaca (bugün Sucre, 1539), Potosf (1545), La Paz (1548). Yu­ karı Peru’nun (Bolivya’nın o dönemdeki adı) görünümü, 1544'te Potosf de gümüş bulunmasıyla büyük ölçüde değişti. Po­ tosf, İspanyol imparatorluğu'nun ve dün­ yanın en zengin madencilik merkezi hali­ ne geldi: 1551 'de Charcas’ın audencia' sı olarak düzenlenen ve Perü valiliğine bağlanan bölge, Potosf madenlerinin du­ rumunu yaşadı: 1610-1620 yıllarına kadar gelişme, ardından sömürge döneminin sonuna kadar süren bir gerileme. XVIII. yy.'ın sonunda Yukarı Perü, İspanyol Amerikası'nda yerlilerin en kalabalık ol­ dukları bölgelerden biriydi (°/o 23'ü me­ tis, % 10’u criollo ve İspanyol, 1 500 000 kişi). Yerliler, köy topluluklarında yaşama­ larına, AvrupalIlar gibi büyük tarım işlet­ melerinde toprakla uğraşmalarına karşın haraç ve angarya (bu arada m ita) yüzün­ den eziliyorlardı. Tüpac Amaru li önder­ liğinde ayaklandılarsa da (1781) durum­ ları değişmedi. Charcas audencia'sı 1776’da yeniden Rıb de la Plata valiliği­ ne bağlandı, ama bağımsızlık savaşı sı­ rasında Peru’yu destekledi, Arjantinliler’ in birçok saldırısını püskürttü ve 1824'e kadar ispanya tahtına bağlı kaldı. 1825’te Bolfvar'ın Sucre komutasındaki birlikleri tarafından bağımsızlığa kavuşturuldu ve Bolivya Cumhuriyeti adını aldı. Bolivar cumhurbaşkanlığına, Sucre başkan yar­ dımcılığına (1825-1828) getirildi. Ama ba­ ğımsızlık, yerlilerden çok, büyük çiftlik (hacienda) sahiplerine yaradı: bunlar yerlileri toprak kölesi olarak kullanmaya devam ettiler. Diktatörlüğünü ilan eden general



Andrâs Santa Cruz (1828-1839) bir Bolivya-Perü konfederasyonu oluşturarak güçlü bir devlet kurmaya çalıştıysa da Yungay’da Şili birlikleri karşısında bozgu­ na uğradı (1839). Bolivya, bu olayın ar­ dından, nüfusunun azalması, madenler­ deki üretimin düşmesi ve ekonomisinin yalnızca tarım ürünlerine dayanması so­ nucunda uzun sürecek bir duraklama dö­ nemine girdi. Şiddet hareketlerinin ve si­ yasal istikrarsızlığın artması anarşi ve ka­ rışıklığın 1880'e kadar sürmesine neden oldu: acımasız caudillolar (1848-1855, Belzü; 1864-1871, Melgarejo; 1876 -1880, Daza), ülkeyi sürekli baskı altında tuttular. Bir süre için iktisadi yaşam canlandıysa da bundan yararlananlar spekü­ lasyonlara giren yabancılar oldu (1830 -1850, kinin; 1868-1878, guano ve nitrat; 1870-1890, gümüş). Ama bundan daha önemli bir olay, Melgarejo’nun 1866'dan başlayarak, yerli toplulukların toprakları­ nı bölüştürmeye kalkışması üzerine 1870 ve 1871 ayaklanmalarının başlamasıdır. Nitrat bölgeleri yüzünden Şili'ye açılan Pasifik savaşı'nda (1879-80) ülkenin güç­ süzlüğü iyice ortaya çıktı. Perü ile ittifak kuran Bolivya, Atacama ilini, Antofagas­ ta limanını (dolayısıyla denize açılan ka­ pısını) yitirdi. 1879 bozgunundan sonra başa geçen yönetimler döneminde siya­ sal yaşam az çok kararlılığa kavuştu (oy kullanma hakkı tanınanlar 20 000 kişi ka­ dardı). Muhafazakâr ve liberal partiler ku­ ruldu. Muhafazakârlar, 1899'a kadar ik­ tidarı ellerinde tuttular. 1898-99 iç sava­ şını liberaller kazanınca,_başkent Sucre' den La Paz'a aktarıldı. Ülkede pozitivist düşünceler yayıldı ve liberallerin iktidarı ele geçirmelerinden sonra kalay maden­ leri (1890'a doğru gümüş madenlerinin yerini aldılar) önem kazandı. Liberaller Şili ile 1904 barış antlaşması'nı imzaladılar, maden dışsatımını kolaylaştırmak için Aı ica-La Paz demiryolu hattını döşettiler, yabancı yatırımları desteklediler. Kalay üretimi üç kişinin elindeydi: bolivyaiı Si­ mön Patino ve Carios Aramayo; Avustur­ ya kökenli bir arjantinli olan Mauricio Hochschild. 1920’den başlayarak yönetim, liberal­ lerden, eski muhafazakârları, iş adamları ve kentlerdeki orta sınıfı birleştiren yeni bir partiye, Cumhuriyetçi parti'ye geçti. Bu dönemde maden üretimi en yüksek dü­ zeye ulaştı ve ABD'nin önemli yatırımla­ rının da yardımıyla petrol çıkarılmaya baş­ landı. 1929 bunalımı bu refaha büyük bir darbe indirdi ve modern madencilik kent­ leri ile hâlâ geleneksel yöntemlerle tarım yapan ülkenin geri kalan kesimi arasında­ ki çelişkiyi daha da artırdı. Paraguay ile yapılan Chaco savaşı'ndan (1932-1935) sonra Bolivya (1903 -04'te Brezilya'ya bırakmak zorunda kal­ dığı Acre gibi) Kuzey Chaco'yu, dolayı­ sıyla da Atlas okyanusu'na dökülen ır­ maklara ulaşma oianağını yitirdi. Devlet, yüz yıl içinde topraklarının yansını kaybet­ miş bulunuyordu. Ulusal gururun yaralanması ve çağdaş teknikten uzak kalmanın yol açtığı denge­ sizlikler, siyasal değişiklikleri gündeme getirdi. Chaço savaşı'ndan etkilenen genç subaylar (Josö David Toro, Germân Busch, daha sonra, 1943-1946 arasında Gualberto Villarroel), sırayla yönetimi ele geçirdiler ve oligarşiyle mücadeleye giriş­ tiler: 1937’de Standard Oil şirketinin uluslaştırılması, madenci sendikaların kurul­ ması, 1945'te toplanan yerliler kongresi bu savaşın kanıtlarıydı. Devrimci sol par­ ti (marxçı), Devrimci işçi partisi (troçkici), Bolivya sosyalist falanjı (İspanyol falanji ör­ nek alındı), özellikle de Movimiânto* Nacionalista Revolucionario (MNR) [Devrim­ ci ulusçu hareket] gibi yeni partiler kurul­ du. 1951 'de ABD’de kalay fiyatının dondu­ rulmasından doğan bunalım, 1952 nisan devrimiyle sonuçlandı: MNR partisi ve ön­ deri Victor Paz Estenssoro, madencilerin, köylülerin ve orta sınıfın desteğiyle iktida­



ra geldi. MNR, Paz Estenssoro'nun (1952-1956 ve 1960-1964) ve Hernân Siles Zuazo'nun (1956-1960) cumhurbaş­ kanlığında, 1964'e kadar iktidarda kaldı. Bu dönem boyunca, geleneksel düzeni yıkan reformlar yapıldı: yerlilerin gaspedilmiş toprakları bir tarım reformuyla geri verildi, angaryalar kaldırıldı; üç büyük ma­ den şirketi devletleştirildi, ordu dağıtılarak yerine işçi ve köylü milisleri kuruldt). ABD, reformlara karşı çıkmadı ve para yardımı­ nı sürdürdü. Reformlar ilk aşamada üre­ timde genel bir düşüşe ve hızla artan bir enflasyona neden olduğu için, ABD yar­ dımı iyice zorunlu hale geldi. 60’lı yılların başında MNR'nin birleştir­ diği güçler koalisyonu çözülmeye başla­ dı. Gün geçtikçe önemi artan ordu sonun­ da Paz Estenssoro'yu devirdi (1964). O tarihten sonra, sağ ya da sol eğilimli as­ keri hükümetler birbirini izledi. Köylü mi­ lislerin desteğinden güç alan general Barrientos (1964-1969) kentlerdeki muhale­ feti kırıp, Che Guevara’nın castrocu ge­ rillalarını ortadan kaldırdı, Guevara 1967’de öldürüldü. General Ovando Candıa’nın (1969-1970) ve general Torres'in (1970-71) kısa süreli yönetimlerin­ den sonra, albay Hugo Banzer Suârez or­ dunun en tutucu unsurlarının desteğiyle iktidarı ele geçirdi. 1978’de yapılan seçimler çeşitli yolsuz­ luklar yüzünden iptal edildi. Seçimleri ka­ zandığını ileri süren general Pereda Asbün’un komutasındaki subaylar yönetime el koydular. 1979 temmuzunda yapılan yeni seçimlerde, MNR’nin iki eski başkanının çevresinde toplanan iki ayrı koalis­ yon karşı karşıya geldi: Paz Estenssoro çevresinde sağ koalisyon; Siles Zuazo’ nun çevresinde ise sol koalisyon birleşti. Adayların ikisi de mutlak çoğunluğu elde edemedi ve kasım ayında yeni bir askeri darbe oldu, bir süre sonraysa, kısa ömür­ lü bir sivil hükümet kuruldu. 1980 hazira­ nında yapılan seçimlerde Siles Zuazo ye­ terli çoğunluğu sağlayamayınca, haziran ayında yeni bir darbeyle, general Luis Garcıa Meza iktidara geldi. Meza da 1981 ağustosunda devrildi ve yerine ge­ neral Celso Torrelio Villa geçti, ilerleyen iktisadi bunalım, dış borçların birikmesi, ordu içindeki huzursuzluk Torrelio'yu si­ villerle anlaşmaya itti. Askeri yönetim sı­ rasında yurt dışına kaçan siyasal parti ve sendika önderleri için af çıkarıldı. Torre­ lio istifa etti (temmuz 1982). iktidarı teslim alan cunta, genelkurmay başkanı gene­ ral Guido Vildoso Calderon'u devlet baş­ kanı seçti. 1980'de seçilen milletvekilleri yeniden göreve çağırıldı. Toplanan mec­ lisin seçtiği Hernan Siles Zuazo, cumhur­ başkanı oldu (5 ekim 1982). Başkan Siles iktisadi durumu düzelt­ mek için kemerleri sıkma programı uygu­ ladı: döviz alım-satımı denetim altına alın­ dı, döviz kurları bir süre için donduruldu, memur ücretleri indirildi. Bir koalisyon hü­ kümeti kuran Siles, sendikaların, kemer­ leri sıkma programına ve IMF önerilerine karşı çıkmaları, paranın hızla değer kay­ betmesi ve büyük boyutlara varan koka­ in kaçakçılığı gibi sorunlara çözüm bul­ mak zorundaydı. Önce ordu komutanla­ rını değiştirdi. Bir işkence merkezi gibi ça­ lışan Devlet soruşturma dairesi’ni kaldır­ dı. Kasım 1983’te % 60 oranında deva­ lüasyon yapıldı; petrol fiyatları % 200 ar­ tırıldı. Buna karşı Bolivya işçileri merkezi (BİM) konfederasyonu genel grev çağrı­ sında bulundu. Enflasyonun 1982’de % 297 iken, 1983'te % 328'e yükselmesi önlenemedi. Para değeri 1984 nisanında yeniden % 75 oranında düşürüldü. Dar­ be söylentileri de yönetimi sürekli baskı altında tutuyordu. Güvenlik güçlerinden bir grup başkan Siles’i kaçırdı. Ancak or­ du darbe girişimini desteklemeyince, ser­ best bırakıldı (30 haziran 1984). iktisadi siyasetin başarılı olamaması üzerine BİM ve meclis, erken seçime gi­ dilmesi için anlaşmaya vardı. Seçimlerde, dokuz bölgeden yedisinde seçimleri kaza-



1775



Bolivya nan Victor Paz Estenssoro başkan oldu (14 temmuz 1985). Adaylığını koyan ge­ neral Hugo Banzer, toplam daha çok oy aldığı halde, seçim sistemi nedeniyle baş­ kan seçilemedi. Paz Estenssoro'yu des­ tekleyen MNR, meclis seçimlerinde ço­ ğunluğu kazandı Başkanın değişmesi, iktisadi sorunlara çözüm getirmedi. Enflasyon rekor düze­ ye ulaştı (°/o 14 000). 1 853 000 peso bir dolara eşdeğerdeydi. Ulusal gelir °/o 2 azâidı (1985). Faiz oranları düşük kaldı­ ğından bankalardan mevduat çekildi. Ka­ raborsa canlandı. Enflasyonla mücadele için fiyat sübvansiyonları, denetimleri kal­ dırıldı. Kamu sektöründe ücretler dört ay süreyle donduruldu. Kamu iktisadi teşeb­ büslerinin yeniden düzenlenmesine baş­ landı. ABD'nin, koka bahçelerinde baş­ ka ürün yetiştirilmesi koşuluna bağladığı iktisadi yardım, koka üretiminin engelle­ nememesi nedeniyle, verilmedi. Bolivya'



1776



ENERJİ SAĞLAYAN ÜRÜNLER



EDEBİYAT Bolivya edebiyatı romantizmle birlikte özerkleşti. BolivyalI romantik yazarlar pek önemli değilse de, bunlar arasında iki şa­ iri, Maria Josefa Mujfa ve Ricardo Josö Bustamante’yi anmak gerekir, ilk özgün yapıt (Nataniei Aguirre’nin [1843-1888] Juan de la Rosa’sı), ancak 1885'te yayım­ lanabildi. Bu yapıtta, Cochabamba böl­ gesinin bağımsızlık savaşımı renkli bir dil­ le anlatılır. Ricardo Jaimes Freyre (1868 -1933),gelmiş geçmiş en büyük bolivyalı şairdir. Kusursuz dizeler kurmakta çok us­ ta olan Freyre, çağdaşlık akımının başlı­ ca temsilcilerinden biridir. Yunan sanatın­ dan etkilenmiş Franz Tamayo (1879 -1956)ve içtenci vurguları olan usta şair Gregorio Reynolds (1882-1948) da aynı akım içinde yer alır. Çağdaşçı sanat an­ layışı, töre romanlarıyla da beğenilen Ju­ an Francisco Bedregal (1883-1944), Ma-



TEKSTİL



tekstil iletişim motor makineleri donanımı



MADEN SANAYİSİ



KİMYASAL ÜRÜNLER



buğday,



,0İĞER ‘ MÜBADELELER



>n tarım makineleri



tarımsal! inorganik - ilaçlar d kimya ürünleri



pSjBlj]



tropikal sık orman



....... savan ovalarda göçebe yerleşmeler



^9



\ dökümhane -V f kalay



tropikal tarım (şekerkamışı, pirinç. pamuk



' \



*%>



n *



uçuculaştırma yoluyla ^ yeni kalay yoğunlaştırma H birimi [t rafineri P ♦ tungsten ^ antimon



'ovalar —



^



I pamuklu ■ ■ ■ ■ h a s s a ! kumaş V - v ç v v ^ a le t le r / / \ parça lastik X ^ wa



y/y



otobüs



maden filizlerini i islenle makineler?



maden filizlerini işleme makineleri madenleri işleme makineleri



Jarım makineleri, traktörler



gübre tarımsal ilâçlar



ÇEŞİTLİ İ$LENMİŞ EŞYALAR



basma kumaş



buğday unu misel ığtar -



(doğm. 1891) anıimalıdır. Şairlerde de ulusal temalara büyük ilgi gözlemlenir. Başlıca şairler: Octavio Campero Echazü (1900-1970), Antonio Avila Jimönez (1900-1965), Guillermo Viscarra Fabre (doğm. 1901) ve doğum yeri Santa Cruz’ un sözcüsü olan ve "Chaco savaşı’nın şairi" diye de tanınan Raül Otero Reich (doğm. 1905). Chaco savaşı, 1935’e doğru, birçok başka anlatıcıyı da etkilemiş, bu anlatıcıların etkisiyle son derece ger­ çekçi bir edebiyat doğmuştur. Bu ge;çekçi edebiyatın başlıca temsilcileri: Cfecar Cerruto (doğm. 1907), Augusto Guzmân (doğm. 1903), özellikle de sözkonusu sa­ vaşla ilgili bir dizi anlatıyı Sangre de meslizo adı altında toplayan, daha sonra Me­ tal del dlabloet'le kalay kralı Patino’nun yaşamını gözler önüne seren Augusto Cespedes (doğm. 1904). Yenilginin de­ rin izlerini taşıyan yazarlar, çağlarının so­ runlarını dile getirdiler; savaş anlatılarının



a



genel sanayi donanımı (küçük gazocakları, fırınlar, soğutma aygıtları, tulumbalar, aktarma aygıtları vb.)



kurşun, gümüş



maden yatakları



hayvancılık



0 * kalay f ▼ bakır



ıru ro



0 çinko - g,altın







kurşun



PERU



(



• antimon * tungsten



ı '.Morjteagudo



PARAGUAY Caracoles Colçuiri



. Ç l ARJANTİİ



A/into



İ H



*Llajjagua-



I



|



7



Y



^ T L a P aıca



)



t



And sıradağları bölgesi



d f f i i l i l i dağ ve yüksek it



hidrokarbon



M u ty n



işletme bölgesi *



Chaco \



Mörococala, um ,J2atavif



M a chacam arca'



a/Vta C ru z



plato



^



gg



P O t O S İ ^ » v ^ at achip a ,îıp a /



f



^



k



\w v j



vadilerde ticari tarım (kahve, bağ) # * » besin kültürleri 8 (tahıl, patates)



^



\



**



B



®



i#< 5 »«+.



*1j ; \



PARAGUAY



* dem ir sanayisi tasarısı



j



O



£•



— —« ^ A R J A N T İN



< Y



t



demir filizi topaklama tesisi hadde makinesi topak yolu



petrol bir işletme programının hedefini oluşturan önemli gaz rezervleri bulunan bölge ham petrol gaz tasarı halinde gaz tasarı halinde petrokimya sanayisi



mnmçn jm m ' çubuk, profil ve kalay telleri



kereste



bakır



•OÜVYA'NIN İKTİSADI



kurşun



tungsten



demirsiz maden artıkları



gümüş



nın dışsatım gelirlerinin 1/3'ünü sağlayan kalayın uluslararası piyasa fiyatı, maliyeti­ nin 1/3'üne düştü (1985). Aynı yıl peso % 400 oranında devalüe edildi. 1986’da ko­ ka üretimi % 90 kısıtlandı. Kalay madenle­ rinin kapatılması üzerine 20 000 madenci protesto yürüyüşü yapınca sıkıyönetim ilan edildi. 1987'nin başında yeni para boliviano çıkarıldı (1 milyon peso eşde­ ğeri). “Kokain kralı” Roberto Gomez tu­ tuklandı (temmuz 1988), ama ABD'ye teslim edilmedi. 1989 seçimlerinde kimse çoğunluk sağlayamadı. Kongre Devrimci sol hareketi’nin başkanı Paz Zamora'yı cumhurbaşkanı seçti. Paz Zamora’nın partisi ile Hugo Banzer’in Milliyetçi de­ mokrasi hareketi partisi ortak hükümet kurdular. Gene sıkıyönetim ilan edildi. Mart 1991'de eski içişleri bakanı Gomez ABD’de kokain kaçakçılığından 30 yıla mahkum edildi. Kasım 1991’den önce teslim olacak uyuşturucu kaçakçılarının ABD’ye verilmeyeceğine dair bir kararna­ me çıkarıldı (temmuz 1991). Bolivya’nın denize çıkışı ve ilho limanının serbest böl­ ge yapılması için Peru ile anlaşma yapıldı (ocak 1992).



nuel Maria Pinto (1871-1938), Claudio Peharanda (1884-1924), Rafael Balliviân (doğm. 1898) ve özellikle Josö Eduardo Guerra’nın (1893-1943)hüzünlü şiirlerin­ de ya da Juan Capriles’in (1890-1953) sonelerinde canlılığını sürdürür. Kalabalık bir kızılderili nüfusunun yaşa­ dığı ülkenin önemli romancıları arasında indigenismo* akımının en parlak temsil­ cilerinden biri olan Alcides Arguedas (1879-1946) da vardır. Arguedas özellik­ le, Kızılderililerin sömürülmesin! sert bir dil le kınayan Raza de bronce adlı romanıy­ la tüm dünyada tanındı. Ülkesinin tarihi­ ne ilişkin çalışmalar da yapan Arguedas, Gabriel Renö Moreno (1836-1908) ile, bolivyalı tarihçilerin başında gelir. Bolivya gerçeğinden esinlenen öbür yazarlar ara­ sında, toplumsal ve siyasal bir yergi olan La candidatura de Rojas'ın yazarı Armando Chirveches (1883-1926), En /as tlerras de Potosı'de maden işçilerinin, Pâginas bârbaras'ta kauçuk toplayıcılarının yaşamlarını sergileyen Jaime Mendoza (1874-1939), tarihsel roman ve öykü ya­ zarı Abel Alarcön (1881-1954) ve genel­ likle fransızca yazan Adolfo Costa du Reis



yerini indigenismo’cu yapıtlar aldı. Anto­ nio Dıaz Villamil (1897-1948), Carlos Medinaceli (1899-1949), Juan B. Coimbra (doğm. 1895), büyük toprak sahipleri ta­ rafından tarlalarda ya da maden ocakla­ rında sömürülen Kızılderililerin savunucu­ luğunu yapan Alfredo Guillön Pinto (1895-1950) ile Jesüs Lara (doğm. 1898) bu doğrultuda ürün veren belli başlı ya­ zarlardır. Jesüs Lara, Nancahuazü adlı yapıtıyla, güncel gerilla savaşını edebiya­ ta ilk sokanlardan biridir. Madenlerin ulu­ sallaştırılmasının (1952) ve toprak refor­ munun (1953), toplumsal yapıda oluştur­ duğu değişiklikler, yazarların gerçeğe yaklaşım tarzını değiştirmediyse de, gü­ nümüz romancıları, yapıtlarının toplumsal bir bildiri taşıması konusundaki titizlikleri­ ni ve gerçekçi tutumlarını sürdürdüler. Raül Bothelo Gosâlvez’in (doğm. 1917) yapıtlarında bunu açıkça görürüz. Boliv­ ya romanı, Marcelo Ouiroga Santa Cruz ile, varoluşçu temalara yöneldi. Porfirio Dıaz Machicao (doğm. 1909), Roberto Leyton, Walter Montenegro, Gaston Suârez, Adolfo Caceres Romero düzyazının, ustaları arasında yer alırlar. Denemeci



bolluk Fernando Dıez de Medina (doğm. 1908) ve felsefeci Guillermo Francovich (doğm. 1901) de bu bağlamda anılmalıdır. Şair­ ler arasında, dinsel bir hava taşıyan Yo­ landa Bedregal (doğm. 1916), düzyazı­ larında olduğu-gibi şiirlerinde de doğu­ daki Santa Cruz ilini aşkla yansıtan EgriOue Kempf Mercado (doğm. 1920), Qscar Alfaro (1921-1963), Julio de la Vega (doğm. 1924), Alcira Cardona Torrico (doğm. 1926) ve daha genç Pedro Shimose (doğm. 1940), Alfonso Gumucio Dragön (doğm. 1950), Diego Torres (doğm. 1951) en önde gelen sanatçılar­ dır.



1777



Balkar dağlarından bir görünüm



ARKEOLOIİ Titicaca gölünün güneyinde bulunan yüksek yaylalarda, Peru kültür tarihine bağlı, Bolivya’nın en zengin arkeoloji böl­ gelerinden biri yer alır. Sitlerin en önem­ lisi, 600 ve 1200 yılları arasında, etkisini Bolivya sınırları ötesine kadar duyuran önemli bir uygarlığın beşiği olan Tiahuanaco'dur. Ülkenin güneyinde İ.Û. 6000 yıllarına doğru, Ayampitln tipinde taştan bir alet kullanan avcı-toplayıcı halklar yaşıyordu. Daha sonra, İ.Ö. 500’e doğr. Buraya çift­ çilik ve çömlekçilik yapan topluluklar yer­ leşti. Bu çağdaki en bilinen kültürlerden biri, daha çok kümbet evlerden oluşmuş köyler ve mezar höyükleriyle kendini gös­ teren Los TCımulos kültürüdür. Bu tümülüsler kat kat, küçük ya da 200 m çapın­ da, 6-8 m yüksekliğinde olabilirler, içle­ rinde çeşitli çanak-çömlek türlerine (gri çizgili ya da kabarık süslemeli) ve özellik­ le yetişkinlerin gömüldüğü büyük vazola­ ra rastlanır. Cilalı ve yontma taş işçiliği de çok gelişmişti; T biçiminde baltalar, lobut başları, pipolar, ince bir biçimde işlenmiş kaplar ve çoğu kez insan biçiminde, Tiahuanaco parçalarının üslubunu andıran heykeller. Bakır ve altın süs eşyaları da bu kültürün bazı evrelerine bağlanmak­ tadır. Bolivya’nın kuzey-doğu’su, Amazon havzasına bağlı alçak bir bölgedir. En önemli kazıların yapıldığı Mojolar’ın yaşa­ dığı bölgede, içinde renkli ve çizgili süs­ lemeleri olan çömlekler bulunan tûmülüs sitleri (çağımızın 500-1000 yılları) ortaya çıkarıldı. Çok sayıda rastlanan mezar va­ zolarının kimileri üç ayaklıdır. ■ B O L K A R d a ğ la rı, esk Bulgar dağla­ rı, Orta Toroslar’ın iç Anadolu'da, Ereğli ovası ile Akdeniz kıyıları arasında aşılması güç bir duvar gibi yükselen sıralarına ve­ rilen ad. G.-B.-K.-D. doğrultusunda, yaklş. 120 km boyunca uzanan dağlar, B.’da Taşeli platoları, D.'da tektonik kökenli uzun bir oluk biçimindeki Ecemiş korido­ ru ile sınırlıdır. B. kesiminde 1 500 - 2 000 m yükseklikteki platolar üzerinde birkaç yüz metre kadar yükselen kabartılarla başlayan Bolkar dağları, K.-D.’ya gidildik­ çe belirginleşen ve yükselen sıralar halin­ dedir. Kütlenin B. kesiminde 2 500 m'yi aşmayan yükselti (en yüksek yeri Yûğlük dağı, 2 474 m), orta kesimin iç bölümün­ deki Aydos dağında 3 430 m'ye ve K. -D. ucundaki Medetsiz tepesinde 3 524 m ’ye ulaşır. Yüksek kesimlerin, Dördün­ cü Zaman'da buzullarla işlenmesi sonu­ cu, dişli tepeler, sirkler, buzultaş setleri gi­ bi biçimler oluşmuştur. Sürekli kar sınırı­ na 3 500 m dolayında erişilen bu yüksek kesimin kimi kuytu yerlerinde, günümüz­ de de küçük buzullar ve kaya buzulları görülür. Kireçtaşlarının yaygın olması yü­ zünden, özellikle Taşeli platolarına doğ­ ru karst şekilleri görülür. Anadolu’da ayırtlanan tektonik birimlerden Torid’lerin bir kesimi olan Bolkar dağları, Paleozoyik bir çekirdek ile, Mezozoyik ve Tersiyer olu­ şuklarından ve ofiyolitik kayaçlardan mey­ dana gelir. Birkaç dağ oluşum dönemi geçirmiş ve bugünkü yükseltisine son epirojenik hareketlerle erişmiştir. Bindirme naplarından (örtülerinden) meydana ge­



len çok karmaşık bir yapısı vardır. Teme­ lini oluşturan Devon ve Permo-Karbon yaştaki kütlelerin, çoğu yerde daha yeni oluşukları örttüğü, bazı tektonik pencereler­ de ve küplerde açıkça görülür. Antikçağ' dan beri kullanılmalarına karşılık orman­ lar, ulaşılması güç kesimlerde hâlâ geniş alanlar kaplar. Bitki toplulukları, yükseltiy­ le değişen iklime uyarak, üst üste yer alan katlar oluşturmuştur. G. eteklerinde 600-700 m’ye kadar maki, onun üstünde 1 500 m'ye kadar yayvan ve iğne yap* raklılar, daha yükseklerdeyse 2 200-2 400 m’ye kadar çıkan karaçam, kızılçam, kök­ nar ve sedir ormanları yer alır. K, yamaç­ larında hızla iç Anadolu bozkırına geçilir. Akdeniz kıyıları ile iç Anadolu arasında ulaşımı engelleyen bir set oluşturan Bol­ kar dağlarını doğrudan aşan düzenli bir karayolu günümüzde de yoktur. Başlıca yollar, kütlenin çevresini dolanır; bunlar D.'da karayolunun ve demiryolunun bir ölçüde izlediği Ecemiş koridoru ile tarih­ sel Gülek geçidi (antik Pylae Cilicia, Kilikia kapıları) ile, B.’da dağları Sertavul ge­ çidiyle (1 630 m) aşan Karaman-Silifke yo­ ludur. Bolkarlar üzerinde eskiden beri gö­ çerlerin yaylakları ve G. aklanında, kıyı­ nın boğucu yaz sıcağından kurtulmak için çıkılan yayla yerleşmeleri (Çamlıyayla, Gözne, Güzeloluk) vardır.



BOLKÖW, Polonya’da (Wrocfaw voyvo­ dalığı), kent, VVattırzych’in K.-B.'sında; 4 500 nüf. Tatarlar (1241), Hus'çular (1428) ve OtuzYıl savaşları sırasında is­ veçliler tarafından alınan, Silezya’daki en eski şatolardan birinin yıkıntıları. BOLLANDCILAR a. (öz. a. Jean Bolla n d 'dan). XVII. yy.’dan bu yana, Açta Sanctorum adı verilen, azizlerin yaşamı­ na ilişkin derleme üzerine çalışan bir top­ luluğun üyeleri. (Boliandcıların çoğu cizvittir.) —ANSİKL Azizlerin yaşamlarına ilişkin öz­ gün belgelerin (eski Acfa ya da diğer kay­ naklar) ilk eleştirel derlemesini ve onların azizlik mertebesine eriştikleri günün tari­ hine göre sınıflandırmasını yapan, P. Rosvveyde'dir (1607). 1630'da yapıta devam etmekle görevlendirilen Bolland, tasarıyı değiştirdi ve bu girişimi genişletti. Anvers’de Godfried Henskens ve Daniel Van Papenbrock ile birlikte beş cilt yayım­ ladı (ocak ayı için iki cilt [1643], şubat ayı için üç cilt [1658]), mart ayı için üç cilt da­ ha hazırladı (1668). Yapıt ekim ayı üçün­ cü cildine dek sürdü (1770). Bunun yanı sıra bir azizler müzesi oluşturuldu. Siya­ sal olaylara bağlı çeşitli değişimler sonu­ cunda, Lâopold I, yapıtın yazımını Brük­ sel'de belçikalı cizvitlere verdi (1837). Ac­ fa Sanctorum dışında, 1882’den başlaya­ rak Analecta Bollandi dergisini ve 1886’dan başlayarak da çeşitli inceleme­ leri ve dizelgeleri içeren Subsidia hagiographica'yı yayımladılar. Elyazmalarının kaynakçaları B ibliotheca hagiographica Latina (1898-1902, yeni bas. 1949), Bib­ liotheca hagiographica Graeca'da (1909, yeni bas. 1958) ve Bibliotheca O rientalis' te (1910) yayımlandı. Yapıt, sürekli geliş­ tirilen bilimsel eleştiri yöntemleriyle geniş­ letilmektedir.



BO LLANM AK -> BOLLAŞMAK.



BOLLAŞMAK, BOLLANM AK gçz f 1. Bir şey sözkonusuysa, bol bulunmak, çoğalmak: Piyasada çay bollaşmış. Bu mevsim de balık bollaşır. —2. Bir giysi, giysinin bir bölümü, vb. sözkonusuysa, genişlemek; genişlemiş görünmek: Giye giye bollaşan ayakkabılar. Zayıflayınca eteğin beli bollaşmış. ♦ bollaştırmak, bollatmak ettirg f. 1. B ir giysiyi, b ir bölümünü, vb. bollaştır­ mak, bollatmak, onu, o bölümünü vb. ge­ nişletmek: Ayakkabılarım ı giyme, bollaştırrrsın. —2. B it şeyi bollaştırm ak, bollat­ mak, onu çoğaltmak.



BOLLAŞTIRMAK - BOLLAŞMAK. BOLLATE, İtalya’da kent, Lombardia’ da, Milano'nun kuzey-batı büyük banliyö­ sünde; 42 800 nüf. Dönüştürme metalür­ jisi. Plastik maddeler yapımı. BO LLATM AK -> BOLLAŞMAK. BO LLENE, Fransa'da kanton merkezi (Vaucluse); 13 981 nüf. (1992). Pazar. Sıcağa dayanıklı toprakların çıkarıldığı ocaklar. Metalürji. Elektronik. —K.’de, Rhöne’un kanallarından birinde büyük hidroelektrik santral.



BO LLİG EN, İsviçre'de (Bern kantonu) kent, Bern’in kuzey-doğu banliyösünde; 32 000 nüf. (1992). BOLLNÂS, İsveç'te kent, Ljusnan ırma­ ğı kıyısında, Gâvle'nin K.-K.-B.’sında; 17 000 nüf. Makine yapımı. Turizm (kış spor­ ları). BOLLUK a. 1. Parasal rahatlık, varlık: Bolluk içinde yaşamak. Bu antikaları bol­ luk günlerinde almıştı. Yaşamı bolluk için­ de geçti. —2. Bir şeydeki genişlik, fazla­ lık: Yakadaki bolluğu gidermek. —3. Bir şey bolluğu, o şeyden çok miktarda, çok sayıda bulunma durumu: Bu evde masa bolluğu var. Hediye bolluğu. Adam bol­ luğu. ■ —Ast-rofiz. Bir gökcisminin kimyasal bile­ şimine giren çeşitli elementlerin oranını belirleyen parametre. (-> ÇEKİROEKBİREŞİMİ.)



—Bot. Bolluk katsayısı, incelenen alanda­ ki bitki topluluğu üstünde yapılan çalışma­ larda her bir türün birey sayısında kayde­ dilen artış. (Beş bolluk kategorisi bulun­ duğu saptanmıştır.) —ikt. Kaynak kıtlığının son bulmasını be­ lirten durum. (Bk. ansikl. böl.) —Sey. oy. Bolluk oyunları, hayvanlardan ve bitkisel ürünlerden daha fazla verim al­ mak amacıyla, belirli dönemlerde oyna­ nan köy seyirlik oyunlarının genel adı. (Eşanl. BEREKET OYUNLARI.) [Bk. ansikl. b ö l] —Terz. Bir giysinin bol, geniş olma duru­ mu: Özelliği, eteklerinin bolluğuyla belir­ lenen b ir moda. —ANSİKL. ikt. 30’lu yıllarda, iktisadi bu­ nalımın sonucunda ortaya çıkan yoğun teknolojik gelişme ve satış güçlükleri, bol­ luk doktrini olarak anılan inancın doğma­ sına yol açtı. Bu doktrine göre, teknoloji öylesine bol ürün üretilmesine yol açmış­ tı ki, fiyat mekanizmasına ve masraflı mü­ badelelere dayanan geleneksel sistem, artık ne normal bir biçimde işleyebilirdi ne de ürünlerin sürümünü sağlayabilirdi; aşı-



Z atom sayısı Güneş sistemi ve kozmik ışınımdaki kimyasal elementlerin bollııku



Bologna ve podesta sarayından bir görünüm



rı üretim bunalımlarının ve bolluk içinde sefalet çelişkisinin ortaya çıkışı da bu yüz­ dendi. Etkinliğini yitiren kapitalist yöntem­ lerden farklı olarak, sürümsûz kalan me­ ta stoklarını, herkese gereksinimine göre bölüştürmeyi olanaklı kılacak olan yalnız­ ca dağıtıma yönelik yöntemler olabilirdi. Bu bolluk okulu, şiddetli eleştirilere uğra­ dı, çünkü arzın talebe uyumsuzluğunun belirlediği bazı özel durumları genelleştir­ mek eğilimini taşıyordu. Daha yakın zamanlarda, bolluk (ya da refah toplumu) terimi, J. K. Galbraith ta­ rafından, tüketim mallarında, farklı dere­ celerde de olsa, bir bolluk yaşayan gü­ nümüz gelişmiş toplumlarını nitelendir­ mek için yeniden kullanılmaya başlandı. (The Affluent Society, 1958). Bu amerikalı yazara göre, bolluk bir veridir: anlatılmaz, görülür. Bu anlayış çerçevesinde, refah terimi her şeyden önce bir imgedir: kalp­ ten gelen kanın beyne akması gibi, tüke­ tim mallarının bol miktarda piyasaya ak­ ması düşüncesini çağrıştırır. Bu imge, başka bir imgeyi daha gözlerde canlan­ dırır: toplumun ürünlere hücumu imgesi­ ni... Bu betimleme, Galbraith'e göre, üre­ tim gereksinimlerinin tatmini için yapılma­ makta, gereksinimler üretimin sürdürüle­ bilmesi için yaratılmaktadır. Gereksinim­ ler, gerçekte, üretimin bir sonucudur. Bu­ nu kanıtlamak için, Galbraith, insanın mut­ laka tatmin edilmesi gereken yaşamsal



gereksinimleriyle ikincil sayılabilecek ge­ reksinimleri arasında bir ayrım yapar. Ya­ şamsal gereksinimleri tatmine yarayan mallar, sıfıra yaklaşan bir marjinal fayda­ ya sahiptir, çünkü bolluk durumunda her­ kes bunları istediği miktarda elde edebi­ lir. İkinci tür gereksinimlerin tatminine ge­ lince, bunların marjinal faydasının hiç de daha yüksek olmadığını kabul etmek ge reklr. Ama eğer öyleyse, bunların üreti­ mi niçin sürdürülmektedir ? Galbraith’in bu soruya yanıtı açık ve kesindir; sanayi sistemini oluşturan firmalar, gereksinim­ leri tatmin etmek için değil, işlemeye de­ vam etmek için, yani varlıklarını sürdür­ mek için üretim yaparlar; bunun için de, yeni yeni gereksinimler yaratmak zorun­ dadırlar. Böylece, bolluk toplumu, daha çok, bir üreticiler toplumu olarak ortaya çıkar: bu toplum, büyük işletmelerin yöneticilerin­ den oluşan bir grubun egemenliği altın­ dadır. Bu grup, başına buyruk denilebi­ lecek biçimde, piyasanın durumunu, tat­ min edilecek gereksinimleri ve tüketicile­ rin sayısını saptar. (Üreticiler, krediye da­ yalı tüketimi özendirme yoluyla, ürettikle­ ri malların piyasada giderek daha çok sa­ yıda tüketici tarafından satın alınmasına olanak sağlarlar.) Nihayet, bu grup, üre­ timin önceliğini kabul ettirmekte çıkarı olan değerler sistemini belirler. Gereksi­ nimlerin yaratılması hem pasif (tüketimin artması öneriler yoluyla ya da birbirinden geri kalmama yarışıyla olabilir), hem de aktif (üreticiler reklamla gereksinim yara­ tırlar) bir süreçtir. —Sey. oy, Ekin ekme, hasat, hayvanla­ rın döllenmesi, doğum vb. üretime ilişkin özel gün ve durumlarda oynanan bolluk oyunlarının kökeni, bolluk (bereket) tören­ lerine dayanır. Bir anlamda kuttören ola­ rak da kabul edilen bolluk oyunları, çe­ şitli doğa olaylarına öykünülerek oluştu­ rulmuş anlamlı, ritmik, sözlü, türkülü ya da dramatik özellikler taşıyan oyunları içerir. Bu oyunlarla doğanın canlanacağına, ve­ rimin artacağına inanılır. Aynı amaca yö­ nelik, dramatik özellikler taşımayan uygu­ lamalar da vardır. (Bazı yörelerde ocak ayının üçüyle nisanın on dördü arasındaki günlerde kömbe adı verilen kaba çöre­ ğin pişirilmesi ve yüz koyun yavrulayıncaya değin her gece bir evde toplanılıp oyunlarla bu çöreklerin yenmesi gibi.) Anadolu’da çok yaygın bir gelenek olan bolluk oyunlarının, çok değişik türleri var­ dır. Koyun ve keçilerin doğurma zamanı olan nisan ayından elli gün önce, genel­ likle şubat ayı içerisinde oynanan ve Ana­ dolu folkloru içinde önemli bir yeri olan saya gezme; koyunların döllenme mev­ simi olan kasım ayından bir hafta önce düzenlenen koç katımı, ağustos ayında, harmanlar dövülürken oynanan cemalclk, bunlardan birkaçıdır, B O L M (Adolf), rus dansçı ve koregraf (Petersburg 1884 - Hollyvvood 1951). İmparatorluk tiyatro okulu'nda yetişti. Anna Pavlova ve Lydia Kyasht'a eşlik etti. Diaghilev ile tanıştı, 1909-1914 arasında onunla çalıştı. Prens Igor'daki "Poloveç danslarT'nda savaşçıların önderi ve Ateş kuşu’nda prens ivan rolleriyle kendini ka­ bul ettirdi. ABD'deki bir turnede sahne­ de kaza geçirdi, New York'a yerleşti. 1919’da Metropolitan opera'da bale yö­ neticisi oldu. 1924'te Chicago operası ile çalıştı, burada öncü bestecilerin yapıtla­ rından (Schönberg’in Plerrot lunaire1i, Tansman’ın la Tragâdie du violoncelle'I) esinlenerek baleler düzenledi. Orkestra müziği (Saint-Saöns'ın İskeletlerin dansı adlı yapıtı) eşliğinde ilk dans filmini ger­ çekleştirdi (1929). Daha sonra Hollyvvood’daçok sayıda koregrafi filmi yaptı. M. Fokine'in balelerini yeniden sahneye koy­ du (le Coq d'or, Petruşka). Müziğini Mosolov'un yaptığı Ballet möcanique"\ (1932) koregrafiledi. B O L O G N A , İtalya’da kent. Emilia'nın ve Bologna ilinin yönetim merkezi;



417 410 nüf. (1990). [Yerleşim bölgesin­ de 600 000'e yakın] •COĞRAFYA. Bologna'nın ulaşım açısın­ dan kavşak noktasında yer alması İtalya’ da büyük önem kazanmasına yol açmış­ tır. Via Emilia kenarında, Apennin dağla­ rının hemen yanında bulunan Bologna, Floransa'dan Venedik’e giden yolu de­ netlemektedir ve en önemli demiryolu ve karayolu kavşak yeridir. Bologna, yerel bankaları, gazetesi, üniversitesi ile gerçek bir bölgesel merkez olduğu kadar, orta büyüklükte işletmelerin (özellikle makine) ağır bastığı bir sanayi kenti ve tarihsel merkez kesimi onarım görmüş bir turizm merkezidir. —Bologna ili (3 702 km2; 940 000 nüf.) Apennin dağlarından Reno ır­ mağının suladığı Po ovasına kadar uzanır, il tarımsal açıdan yoğun biçimde değer­ lendirilmektedir. • TARİFİ. Bologna önceleri Felsina adın­ da bir etrüsk kasabasıydı. İ.Ö. IV. yy.'ın ortalarına doğru Boiler'in, İ.Û.190'da da Romalılar'ın eline geçti (Bononla latin ko­ lonisi). Ortaçağ’da cumhuriyet olan kent, imparatorlara kafa tuttu, 1088'de kurulan üniversitesiyle ün saldı. XV. yy.’da, Bentivoglio ailesinin egemenliği altına girdi. 1506'da, papa Julius II Bentivogliolar'ı tahtlarından indirdi. O zamandan başla­ yarak, 1797-1814 arasındaki fransız işgali döneminin dışında, Bologna, Kilise devletleri’nin bir parçası olarak kaldı. 1831, 1848 ve 1859’da, liberalizm yanlısı ayak­ lanmalar çıktı, ancak AvusturyalIlar tara­ fından bastırıldı. 1860’ta, kent Piemonte' ye bağlandı. Ortaçağ'da ve XI. yy.'ın ba­ şında, Bologna İtalya’nın en önemli sanat merkezlerinden biri oldu, • GÜZEL SANATLAR. Kentte, Ortaçağ ve Rönesans'tan kalma önemli yapılar bulunur: soylu evlerinin eğri kuleleri; be­ lediye, podesta, della Mercanza, Bevilacqua, Poggi (P. Tibaldi'nin yapıtı, bugün üniversite) sarayları...; S. Petronio bazili­ kası (XIV. - XVI. yy., i. della Ouercia'nın yaptığı taçkapı heykelleri), S. Stefano (Lombardia roman geleneğine göre ya­ pılmış küçük kiliseler topluluğu),S. Domenico (XIII. - XVIII. yy.; azizin Nicola Pisano tarafından yapımına başlanan meza­ rı), S. Francesco (XIII. yy. gotiği) gibi çok sayıda kilise. Giambologna'nın yaptığı Neptunus çeşmesi, A. Galli Bibiena'nın ti­ yatro binası. Kentin geçmişindeki Villanova, Etrüsk, Kelt ve Roma uygarlıklarının belgeleri olan tunç eşyalar, ilginç mezar taşları (küremsi ya da at nalı biçiminde), urna'lar, vb. içeren Museo Civlco. Özel­ likle XVII. yy. (Carracci’ler, G. Reni, il Domenichino, il Guercino, Albani) ve XVIII. yy. (G. M. Crespl) Bologna okulu ressam­ larının tablolarının yer aldığı Ulusal resim müzesi. Belediye modern sanat galerisi.



B o lo g n a a ka d em i» ) -» ACCADEMİA DELLE SCİENZE DELL’İSTİTUÎO Di BOLOG­ NA.



B o lo g n a o k u lu , XII. ve XIII. yy.'larda Bologna Üniversitesi'nde hukuk dersleri veren ve Roma hukukunu yenileştiren hu­ kukçular grubu. Açıklama (şerh) yöntemi­ ni (satır arası ya da sayfa kenarı açıkla­ maları) kullanarak iustinianos metinlerini incelediler. Bologna okulu'nun kurucusu olan irnerius, aralarında Montpellier oku­ lunu kuran Piacentino’nun (Placentinus) da bulunduğu ünlü öğrenciler yetiştirdi. Okul, XIII. yy.’da Acçursio ile en üstün dö­ nemini yaşadı. Etkisi İtalya ve G. Fransa'yı aşarak teamül hukukunun uygulandığı ül­ kelerde Roma hukuku ilkelerinin yerleş­ mesine yol açtı. B O LO G N A (Giovanni) -* GİAMBOLOGNA. B O LO G N E S E (II)



G r İMALDİ.



B O LO G N İN İ (Mauro), İtalyan film yönet­ meni (Pistoia 1922). Önce L. Zampa, son­ ra Y. Allögret ve J. Delannoy gibi yönet­ menlere yardımcılık yaptı. 1955'te O li İnnamorati ile yönetmen olarak adını duyur­ du. Ardından Giovanni Mariti (1957); Acı



B o lşo y tiya trosu nikâh (il Bell'Antonio), 1960; La Giornata baiorda (1960); büyük bir görsel başarı olan Toy b ir delikanlı (La Viaccia), 1961; Svevo'nun romanından uyarladığı Senilitâ (1962); Moravia’dan uyarladığı Agostino (1962); La Corruzione (1963); Güzel bir sonbahar (Un bellisşimo novembre), 1968; Metello (1970); Parisli fahişe (Bubu di Montparnasse), 1971; Per le antichescale(1974); Baba, oğ ulvege lin (L’Eredita Ferramonti), 1976; Kamelyalı kadın (La Signora delle camelie),1980 gibi ya­ pıtlar verdi. Zaman zaman gerçekleştirdi­ ği çok özentili yapmacıklı sahneler nede­ niyle, 1940’ların bazı İtalyan yönetmenle­ riyle ("kaligraflar") kıyaslandı ve yenibiçimci eğilimin önde gelen adlarından bi­ ri oldu.



BOLOMETRE a. (fr. bolomĞtre). ışiNIMÖLÇER'in eşanlamlısı.



BOLOMETRİK sıf. (fr. bolom âtrique). Gökbil. B ir yıldızın bolom etrik kadiri, bir yıldızın ışınımölçerle ölçülen kadiri. —ANSİKL. Bir yıldız ışınımının bir ışınımöl­ çerle kaydı, ısıl ışınım da dahil olmak üze­ re (kızılaltı), tayfın tüm ışımalarını içerir. Kadir için bu yolla elde edilen sonuçlar görsel, fotogörsel ve ışılelektrik gözlem­ lerin verdiği sonuçlardan farklıdır. Bolo­ metrik düzeltme, yıldızın bolometrik kadiri ile mutlak görsel kadiri arasındaki farktır ve yıldızın sıcaklığına bağlıdır: bu farkın mutlak değeri görünür tayf ötesinde bü­ yük ölçüde ışıyan çok sıcak ya da çok so­ ğuk yıldızlar için oldukça büyüktür. B O L O T N İK O V



(i van isayeviç), 1606-1607 rus köylü ayaklanmasının ön­ deri (öl. Kargopol, Arhangelsk bölgesi, 1608). Serf (holop) olan Bolotnikov, Kazaklar’a sığındı. Tatarlar'a tutsak düşüp Türkler’e köle olarak satılınca, kadırgalar­ da forsalık yaptı. Özgürlüğüne kavuştuk­ tan sonra, Venedik yoluyla Rusya’ya git­ ti. Putivl bölgesinde (Kiev’in 250 km K. -D.’sunda)ayaklanan köylülerinin başına geçti. Ayaklanan sertler ve "Düzmece" diye adlandırılan ve taht üzerinde hak id­ dia eden Dimitriy’in yandaşları olan, Tula ve Riyazan bölgesi mal sahipleriyle hiz­ metkârların da katıldığı bir orduyla Mos­ kova’ya doğru sefere çıktı (temmuz-ekim 1606). Ekimin sonundan aralığın başına kadar Moskova’yı kuşattılar. Ne var ki, Çar Vasiliy Şuyskiy’in birlikleri tarafından izlenen Bolotnikov, Kaluga’da ve sonra da Tula’da direndikten sonra, 1607 eki­ minde tutsak düştü ve Kargopol’a götü­ rüldü. Orada zindancıları tarafından su­ da boğuldu.



BOLOVEN p la to s u , Laos’un güney kesiminde bölge. Mekong ırmağı ile gü­ ney Annam dağlarının batı etekleri ara­ sında yer alır. Bazaltlı yüzey kayaçlarından oluşan bir tabak biçimindeki plato muson kuşağı içindedir ve çok yağış alır. Ormanlık kesimlerinde göçmen Halar yaşar. Çay işletmeleri. Baharat. Pa­ goda taşı. BOLSENA, İtalya’da, Lazio’da, Bolsena gölü güneyinde kasaba; 3 950 nüf. Messa d i Bolsena adındaki capellasıyla birlikte, roman kökenli S. Cristina kilisesi (XI. yy.). —İ.Ö. 265’teRomalılariarafından kurulan Volsinii Novi, V olsinii'nin yerini al­ dı. Bir etrüsk sitesi olan Volsinii'nin bir bö­ lümü günümüzde ortaya çıkarılmıştır (dik­ dörtgen taşlarla örülmüş kale bedeni, en eski mezarları İ.Ö. VII. yy.’a dek uzanan nekropolis ve tapınak). Şato’da (XIII. - XIV. yy.) bir arkeoloji müzesi vardır.



BOLSENA g ö lü , İtalya'da göl, Lazio’ da, Viterbo'nun K.’inde, Cimini dağlarında bir kraterin dibinde, 305 m yükseklikte. BOLSON a. (isp. bolsön, cep). Jeomorfol. Bir çöl bölgesinin iç akışlı çöküntüsü; içinde sellerin getirdiği artıklar ve suda çö­ zünmüş tuzlar toplanır. —ANSİKL. Bolson'un kenarlarında merke­ ze doğru gittikçe incelen gereçlerden oluşmuş alüvyonlu eğimler yer alır; mer­



kezde geçici bir göl oluşur ve buharlaş­ ma yüzünden tuz oranı gittikçe artar; ay­ rıca tuzlu killer, tuz ve alçıtaşı kırıkları çökelir. Tuz killeri ince lifler halinde çöktü­ rür ve topaklaştırır; böylece rüzgâr sürük-' lemesine elverişli bir duruma getirir. Rüz­ gâr süpürmesi denilen bu olay önemli öl­ çülere ulaştığında çanağın merkez kesi­ mi çevresinde tuzlu limon kumulları olu­ şur. Bu olaydan etkilenen bolsonlara sebha adı verilir.



BOLSWARD, Hollanda’da (Friesland ili) kent, Leeuvvarden’in G.-B.'sında; 9 400 nüf. Gotik üslubunda (XV. yy.’dan kalma ahşap koro yeri koltuklan) bir kilise, XVII. -XVIII. yy.’lardan kalma belediye konağı, eski evler.



BOLSWERT (Boetius Adamsz), hollandalı gravürcü (Bolsvvard, Friesland 1580 - Anvers 1633), Rubens’in yapıtlarına gö­ re en iyi gravürcülerden biridir. BOLŞEVİK sıf. ve a. (rusça söze.) 1. 1903 Brüksel kongresi’nde Lenin ve Plehanov tarafından savunulan tezin tarafta­ rı. —2. RSDİP'deki "katı", “ sol" hizbin üyeleri. (Bk. ansikl. böl.) —3. 1918’den sonra Sovyetler Birliği komünist partisi (Sovyetler Birliği komünist partisi [bolşevik] SBKP (B )) ve üyeleri için kullanıldı. —4. (kötüleyici anlamda) KOMÜNİST’in -eskimiş eşanlamlısı. (Özellikle batı ülkele­ rinde iki savaş arasında komünistlere kar­ şı olanlar tarafından kullanıldı.) —ANSİKL. 1898 martında dokuz militan­ dan oluşan bir grup Minsk’te toplanarak Rus sosyal demokrat işçi partisi’ni (RSDİP) kurdu. Bu parti, Petersburg, Moskova, Kiev ve Yekaterinoslav yerel ör­ gütlerini ve bir yıl önce kurularak bu yeni kuruluşa da önayak olan yahudi işçi par­ tisi Bund’u temsil ediyordu. Piyotr Struve’ nin kaleme aldığı bir bildiri yayımlandı. Bu bildiride devrim için iki aşama öngörülü­ yordu; burjuva devrimi ve proletarya dev­ rimi. Ne var ki kongreciler derhal tutuk­ landılar. Kısa bir süre sonra Martov ve Si­ birya’dan dönen Ulyanov, İsviçre’de "Emeğin kurtuluşu" grubundan olan Plehanov, Zasuliç ve Akselrod gibi ilk rus marxçılarla buluştular. Birlikte 1900’de Stuttgart’ta, bir kitle gazetesi olan iskra (Kıvılcım) ile 1901’de Ulyanov’un Lenin imzasıyla bir yazısının da yer aldığı Zaria (Şafak) adında kuramsal bir gazete çıkar­ dılar. Uç eğilim çarpışıyordu: narodnikler, legal marxçılar (Struve bunlardandı) ve ekonomistler. Bu eğilimler, özellikle de so­ nuncusu, Lenin’in Stuttgart’ta yayımlanan (1902) ilk dikkat çekici yapıtı Ne yapm a­ lı? ’da ağır biçimde eleştirildi. II. kongre Brüksel’de, sonra da Londra’da toplan­ dı (temmuz-ağustos 1903). iskra’cılar bu­ rada proletarya diktatörlüğü kavramını benimsettiler. Ancak RSDİP’e üye olma koşullarına ilişkin tüzük sorunları, birini Le­ nin ve Plehanov’un, diğerini Martov, Troçki ve Akselrod’un savunduğu iki gö­ rüş arasında bölünme yarattı. Tartışma­ lar sırasında Bund delegeleriyle ekono­ mistler kongreden ayrıldı. Bundan sonra çoğunluk sağlayan ("b o lşe vik") Lenin’in tezi kabul edildi. Tartışma konusu olan ve sonunda kabul edilen önerge, militanla­ rın "düzenli olarak işbirliği yapmalarım” değil, “ kişisel olarak katılmalarını" gerek­ tiriyordu. Çatışma temel bir soruna daya­ nıyordu. Gerçekten de, sözkonusu olan sosyal-demokrat partinin bir kulüp mü, yoksa profesyonel devrimcilerden oluşan, sağlam bir yapıya sahip ve merkezi bir ör­ güt mü olacağı sorunuydu. Menşeviklerle bolşevikler arasındaki bir polemik II. Enternasyonal içinde de sürüp gitti. Bu­ rada Rosa Luxemburg’un RSDİP’de be­ nimsenen önergedeki "aşırı merkeziyet­ çiliğin yaratacağı bürokratik tehlike” yi vurgulamasına karşılık, Lenin “ parti için­ de bilimse! demokrasiyi gerçekleştireme­ yiz. (...) Otokrasinin ezici baskıları altın­ dayken, seçim usulünü, demokrasiyi be­ nimsemek, Çarlığın örgütümüzü yok et­ mesine yardımcı olmaktan başka bir şey



değildir” dedi. Kaldı ki, "fraksiyon disiplini” (Fraktionzwang) denen aynı di­ siplin Alman sosyal demokrat partisi’nde de yürürlükteydi. Gizli öroüt, kent komi­ telerini kendi üyeleri arasından seçip ata­ yan taban komitelerine dayanıyordu. Moskova'da komisyonlar tarafından yö­ netilen fabrika kurulları vardı ve Mosko­ va komitesi, fabrika kurullarının temsilci­ lerinden oluşan özel bir meclis tarafından doğrudan seçiliyordu. Parti çalışması, belgelerin gizli basımı ile antimilitarist fa­ aliyete (askere alınacaklara yönelik pro­ paganda) dayanıyordu. 1905 devrimi sırasında sovyetlerin or­ taya çıkışı bolşeviklerle menşevikler ara­ sındaki ayrılıkları artırdı. 1914 savaşı II. Enternasyonalin fiilen parçalanmasına yol açtı. Zimmerwald konferansı’nda (1915), bolşevikler III. bir Enternasyonal kurulmasını ve burjuva savaşından, onu proleteryanın savaşına dönüştürmek için yararlanılmasını önerdiler (oysa aralarına Plehanov'un da katıldığı kimi menşevik­ ler, savaş ödeneklerinin kabulü için oy vermişlerdi). Partilerden ve sendikalardan bağımsız sovyetlerin ortaya çıktığı 1917 nisan devrimi, başlangıçta menşeviklerin tezlerine (bir burjuva devrimci rejimi pers­ pektifi) uygundu. Ama Ekim devrimi bolşeviklerin zaferiyle sonuçlandı.



1779



BOLŞEVİKLİK a. Bolşeviklerin kuramı, uygulamaları.



B o lş o y tiy a tro s u (Sen-Petersburg), rus imparatorluk tiyatrosu. 1783-1889 arasında imparatorluk balesi dansçıları burada temsiller verdi. Bina, 1783’te Kamennıy teatr adıyla açıldı. 1802'de yeni­ den yaptırılınca Bolşoy tiyatrosu adını al­ dı. Birçok kez yıkıldı ve yeniden yapıldı. 1880’e değin tüm resmi temsiller burada verildi. O tarihten başlayarak imparator­ luk balesi temsillerini yavaş yavaş Mariinski* tiyatrosu’nda vermeye başladı; 1889’da kesin biçimde oraya yerleşti. Ye­ nilenen Bolşoy tiyatrosu Sen-Petersburg müzik konservatuvarı’na dönüştü.



B o lşo y tiy a tro s u , Moskova'daki dev­ let opera ve bale binası (eski imparator­ luk tiyatrosu). Bugünkü tiyatronun bulun­ duğu yerde, 1776'da Znamenskiy tiyat­ rosu yapılmış ve bu bina 1780'de yana­ rak yıkılmıştı. Aynı yıl, aynı yerde Petrovski tiyatrosu yapıldı. Burada imparatorluk balesi dans topluluğu temsiller verdi. 1805’te yıkılan bu bina yeniden inşa edil­ di ve 1825 ocağında Yeni Büyük Petrovski tiyatrosu adıyla halka açıldı. 1853’te ya­ nan tiyatro, Katerino Albertoviç Kavos'un (1775-1840) projesine göre 1855’da ye­ niden yaptırıldı. —Koregr. Bolşoy tiyatrosu baie toplulu­ ğu, günümüzde, fransız (Didelot ve Petipa'nın ardılları) ve İtalyan (Blasis'in ve Cecchetti'nin izleyicileri) dans okullarının geleneği içinde yetişmiş 250'yi aşkın dansçıyı kapsar. Bolşoy balesi’nin reper-



B o lş o y tiyatrosu



Moskova



Bolşoy tiyatrosu



Ludwig Boltzmann gravür ressamı belli değil



B o lıı’dan bir görünüm



tuvarıyla, Kirovtopluluğununki hemen he­ tasının özlü sanatını ve kadın yüzlerinde­ men aynıdır: büyük romantik baleler (Giki çift anlamlı ifadeyi taklit etmeye çalış­ tıysa da genellikle kuru bir ressam olarak selle, Kuğu gölü, Uyuyan güzel) ve bun­ lara ek olarak Tunç süvari, Bahçesaray kaldı (la Madonna Casio, Louvre; Vaftizci Yahya, Brera). çeşmesi, Taş çiçeği, Kül kedisi, Teğmen Kije, Karmen-süiti, Spartacus, Anna KaBO LTZ (Hans), alman jeodezi uzmanı renina, Korkunç ivan gibi daha çağdaş (Elbing 1883 - Potsdam 1947). Özellikle yapıtlar. Topluluğun 1840'tan bu yana et­ açısal üçgenlemenin denkleştirilmesi ku­ kinlik gösteren dans okulunda klasik dan­ ramıyla ilgili çalışmalarıyla tanınır. sın yanı sıra, karakter dansları, halk dans­ ları, modern danslar, mim, kastanyet ko­ ^ B o l t z m a n n (Ludwig), avusturyalı fi­ nularında da öğretim yapılır, ayrıca genel zikçi ve bilim felsefecisi (Viyana 1844 kültür desleri verilir. Okulda eğitim süresi - Duino, Trieste yakınında, 1906). Graz 10 yıldır. (1869), Münih (1891), sonra Viyana (1895) üniversitelerinde fizik ve matema­ BOLT (Robert), İngiliz oyun yazarı tik dersleri verdi. Ağır bir hastalık geçirdi (Manchester 1924). "Arrti konformist" bir ve intihar etti. Boltzmann, gazların kine­ liberal olarak tanındı. Tarihsel oyunlarına tik kuramının yaratıcısıdır; bu kuramın sı­ sokaktaki adamın görüşlerini katmayı de­ nırları, onun ve onu izleyenlerin çalışma­ nedi (Her devrin adamı [A Man tor ali Selarıyla istatistiksel mekanik anlayışına ka­ asons], 1960; Vivat, vivat Regina, 1970). dar genişledi. En önemli başarılarından BOLTANSKİ (Christian), transız sanat­ biri, Clausius'un ve Maxwell’in araştırma­ çı (Paris 1944). Çocukluğunu (fotoğraflar, larına dayanarak, 1872’de, kapalı bir kap oelgeler, çeşitli eşyalar, hareketleri ve içindeki gazın hal ayırtedicisini gösteren geçmişi yeniden kurma), gelişigüzel se­ H fonksiyonunun tanımını yapmasıdır. çilmiş bireylerin günlük yaşantılarını (kul­ Bu, azalan bir fonksiyondu ve bu yönüy­ landıkları nesneler ya da kişisel eşyaları­ le farklı işarette bir entropiyi andırıyordu. nın dökümü) veya standartlaşmış bir kül­ Ama Boltzmann’ın en ilgi çekici katkı­ tür mirasının (fotoğraflar) kalıntılarını araş­ sı, bir gazın makroskopik hallerinin olası­ tırdı. Yapıtlarında tüm yaşamın, tekrarlar, lığı kavramını getirmesidir; bu olasılığı, saçmalık ve unutulmuşluk içinde eriyip sözkonusu gazın her haline denk düşen gittiğini kanıtlamaya çalışır. Essai de remikroskopik “ oluşumlan" sayısıyla ölçtü. constitution des quarante-six jours qui Böylece 1876’da, bir gazın entropisinin pröcĞdörent la m ort de Françoise Guinigösterimini ortaya koydu; bu gösterim, bir ou (1971) adlı bir film çevirdi. değişmez farkıyla gazın ve daha genel­ de bir sistemin hal olasılığının logaritma­ BOLTAŞLI, rumca Litrangomi, Kuzey sına eşdeğerdi. Loschmidt ve Zermelo bu Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nde, Gazi Mağugörüşlere şiddetle karşı çıktılar. Ortada bir sa ilçesine bağlı Mehmetçik bucağında paradoks bulunduğunu öne sürdüler; köy. Boltzmann’ın entropiyi açıklamasında BOLTİN (ivan Nikitiç), rus tarihçi (Jdamekanik süreçlerin tersinir olduğunu, oy­ novo, Alatır yönetim bölümü, 1735 - Pesa termodinamiğin ikinci ilkesinin, entrotersburg 1792). Annotations â l'histoire de pinin yalnızca artabileceğini ortaya koy­ la Russie antique et m oderne de M. Lecduğunu ve dolayısıyla bir sistemin evrimi­ lerc (fr. çev.) [M. Leclerc’in antik ve mo- ' nin tersinir olamayacağını söylüyorlardı. dern Rusya tarihi üzerine notlar; Bu tartışmalar Boltzmann’ı aşağıdaki te­ 1788-1794] adındaki çalışması ve prens mel düşünceye yöneltti: makroskopik sü­ Sçerbatov'un H istoire russe (fr. çev.) reçlerin tersinirliği olanaksız değildir; ama [Rusya tarihi; 1793-94] başlıklı yapıtına çok zayıf bir olasılık gösterir; tersinirlik ola­ getirdiği açıklamalar, onun tarihsel eleş­ sılığının çok zayıf oluşu da uygulamada­ tiri alanındaki dikkat çekici ustalığını gös­ ki tersinmezliği açıklar. terir. Görüngücü fiziği, makroskopik termo­ BOLTGN, Büyük Britanya’da (Lancadinamikte çok sayıda ve parlak deneyler­ shire) kent. Manchester'in K.-B.'sında; le doğrulayan araştırmacılar ve özellikle 154 000 nüf. Dokuma sanayisi. Elektrikli Ostwald, Boltzmann’ın “ atomculuk dü­ gereçler. Plastik ve mukavva yapımı. şüncesini yenilgiye uğrattı; böylece atom­ 1799'da, Samuel Crompton Jenny vargeculuk düşüncesi, yeni açıklamalar getir­ li'n i burada kurm uştu. mediği gerekçesiyle 1880’den sonra "b i­ lim dünyası"nın gözünden düştü. Bunun­ BOLTONYA a. (öz. a. B olton'dan). la birlikte Boltzmann'ın istatistiksel meka­ Amerika’nın kuzeyinde, doğu ve yarı tro­ nikle'ilgili düşünceleri, 1900’de Planck’ pikal Asya’da yetişen ve dikine büyüyen ın kuvantaları ve 1905’te Einstein’ın foto­ otsu bitki. (Boltonia asteroiae ve 0 . giasnu bulmasında en büyük etken oldu. tifolia Avrupa’da yıldızçiçeği gibi süs ola­ Özellikle, entropinin olasılıkçı gösterimini rak yetiştirilir. Bileşikgiller familyası.) açıklamak için, Boltzmann’ın öne sürdü­ BOLTRAFFİO (Giovanni Antonio), İtal­ ğü, aşağıdaki varsayım fiziğe önemli kat­ yan ressam (Milano 1467 - ay. y. 1516). kılar sağladı: her parçacık enerjisi yalnız­ Leonardo da Vinci’nin öğrencisiyken, us­ ca aynı nicelikte bir enerjinin tam katları olan kesikli değerler alır.



B o ltzm a n n d a ğ ılım ı, T sıcaklığında tutulan bir sistemde, bir E enerji halinin P(E) olasılığını veren aşağıdaki ifade: P(E) = Ae~E/kI bu ifadede A bir stan­ dartlaştırma değişmezi ve k Boltzmann değişmezidir. ( -* İSTATİSTİK* mekanik.) B o ltzm a n n d e ğ işm e zi, fiziğin temel değişmezi (simge k); klasik fizikte olduğu kadar, kuvantum fiziğinde de istatistik for­ müllerin kuruluşunda rol oynar. Bu değiş­ mez ideal gazlar değişmezinin, Avogadro sayısına bölümüne eşittir (k= R/N); SI birim sisteminde değeri, k = 1, 38 062 x 10' 23 JK_1 ’dir (jul bölü kelvin).[ -» GAZ­ LARIN KİNETİK kuramı, ENTROPİ.]



B o ltzm a n n fo rm ü lü , bir sistemin S entropisi ile belli bir makroskopik hal için bu sisteme duyarlı mikroskopik hallerin W sayısı arasındaki S = KlnW bağıntısı; bu­ rada k Boltzmann değişmezidir. Bu for­ mül istatistik mekanik ile klasik termodi­ namik arasında bir köprü.,kurar.



B o ltzm a n n İ s t a t is t iğ i, M a x w e ll -BOLTZMANN İSTATİSTİĞİ’nin eşanlamlısı. ' BO LU (14), Karadeniz bölgesinin B bölümünde il; 536 869 nüf. (1990); 11 051 km2; merkez ilçe dışında 14 ilçe; 4 bucak; 789 köy. Merkezi Bolu; 60 789 nüf. (1990). II topraklan Karadeniz kıyısında yaklş. 30 km uzunlukta dar bir kıyı şeridinden başlar; G.’e doğru genişleyerek iç Ana­ dolu bölgesinin sınırı yakınlarına kadar uzanır. Engebeliğin ana çizgilerini, kıyıya koşut olarak uzanan ve yükseltileri G.’e gidildikçe artan G.-B.-K.-D. doğrultulu dağ sıraları ile, bunların arasındaki vadi­ ler ve ovalar oluşturur. Başlıca dağ sıra­ ları, K.’den G.’e Akçakoca dağları (1 637 m), Bolu dağları (Çele doruğu, 1 980 m), Kapıorman ve Abant dağları (1 794 m) ile ilin G. sınırında geniş bir kütle halinde yükselen ve adını bir efsane kahramanın­ dan alan Köroğlu dağlarıdır (Köroğlu te­ pesi ya da öteki adıyla Aladağ doruğu, 2 400 m). Tektonik kökenli ovaların en ge­ nişleri Düzce ovası ile Bolu ovasıdır. K. Anadolu fay sistemini oluşturan kırıklar ili baştan başa kestiğinden Bolu sıcak kay­ naklar bakımından zengin olduğu gibi, bi­ rinci derece deprem alanıdır. Odağı il sı­ nırları içinde ya da yakınında olan birçok deprem (1902 Bolu, 1935 Adapazarı, 1944 Bolu ve Mudurnu, 1957 Abant dep­ remleri), zaman zaman önemli can ve mal kaybına yol açmıştır. Akarsu ağı da ço­ ğunlukla bu kırıklar sistemini izleyen ve yer yer dar boğazlarla dağları aşan ke­ simlerden oluşur. En önemli akarsular, Bolu ovasının sularını boşaltan ve Devrek çayının yukarı çığırını oluşturan Büyüksu ile Düzce ovasını akaçlayan Melen çayı­ dır. Başlıca göller, tektonik birer çukurda­ ki Çağa ve Melen gölleriyle, yer kayma­ larıyla oluşmuş Abant gölü ve Yedigöller’ dir. iklim ve bitki toplulukları yönünden Bolu, Karadeniz kıyıları ile iç Anadolu ara­ sında bir geçiş alanıdır. Yazlar sıcaktır; ancak iç kesimlere gidildikçe artan karasallığın ve yükseltinin etkisiyle kışın sıcak­ lık büyük ölçüde düşer (ocak ortalaması 0,2°C). Kıyıda, yılda 1 000 mm dolayın­ da olan yağışlar da aynı yönde, özellikle dağlar arasındaki çukurlarda belirgin ola­ rak azalır (Bolu’da yılda 602 mm). Bitki toplulukları ve bunları oluşturan türler K. -G. yönündeki değişiklikleri yansıtır. Kıyı­ ya yakın kesimlerde ve dağların K. ya­ maçlarında daha nemli koşullara uyan topluluklar (kıyıda yalancı maki; yamaç­ larda, altında orman güllerinin geliştiği kestane ve kayın ormanları; daha yüksek­ lerde özellikle köknar toplulukları) yaygın olduğu halde; iç kesimlerde daha düşük sıcaklıklara uyan meşe, sarıçam ve kara­ çam ormanları yer alır. Genellikle nemli bir iklime sahip olan Bolu, orman yönün­ den en zengin illerden biridir (toprakları­ nın yaklş. °/o 35’i). Türkiye ortalamasının altında nüfuslanmış olan ilde (nüfus yoğunluğu km2’ye 49 dolayında), nüfusun yıllık artış oranı da (%o 13) düşüktür. Halkın çoğunluğu kırsal yerleşmelerde yaşar (% 71). ilçe merkezleri de, Düzce, Gerede, Akçako­ ca dışında, birkaç bin nüfuslu küçiîk' ka­ sabalardır; bir kısmının nüfusu’ 19851990 sayımları arasında da artmamış, hatta azalmıştır (Kıbrısçık, Göynük, Men­ gen, Yığılca). Bu durum geçim darlığı ne­ deniyle başka illere yönelen iç göçler so­ nucudur. Halkın yaklş. % 70’i tarımla uğ­ raşır. En çok yetiştirilen ürünler tahıllar (buğday, mısır, arpa), tütün, şekerpanca­ rı, ayçiçeği, patates ve kenevir gibi ticari tarım bitkileridir. Önemli sayıda koyun, yaklaşık aynı sayılarda keçi (çoğunlukla tiftik keçisi) ve inek beslenir, ilin çok en­ gebeli kimi kesimlerinde hayvancılık, ta­ rımdan daha önemli bir uğraştır. Yayla­ cılık yaygındır. Geniş bir alanı kaplayan ormanlar, kırsal nüfusa iş alanı sağlayan önemli bir gelir kaynağıdır (il gelirinin yaklş. °/o 10 ’u orman ürünlerinden sağ­ lanır). Mengen, Düzce, Seben ve Göynük



Bolu dağı dolaylarında işletilen linyit, ilin başlıca yer­ altı kaynağıdır. Ayrıca il sınırları içinde demir, manganez, antimuan ve amyant yataklarının bulunduğu saptanmıştır. Se­ ben ve Mudurnu çevrelerinde mermer ocakları işletilir. En gelişmiş sanayi, orman ürünleri ve mobilya sanayi kollarıdır. Bo­ lu, doğal güzellikleri ve büyük kentlere ya­ kınlığı nedeniyle önemli bir turizm alanı­ dır. Abant gölü, Yedigöller ve kıyıda Ak­ çakoca plajları, turizm hareketinin yönel­ diği başlıca yörelerdir, ilde kayak sporu açısından da önemli tesisler bulunmakta­ dır (Kartalkaya kayak tesisleri, Sarıalan). B O L U , Bolu ilinin merkezi kent; K.-B. Anadolu'da, B. Karadeniz bölümünün iç kesiminde; 60 789 nüf. (1990); E 5 kara­ yolu üzerinde, Ankara'dan 192 km, İstan­ bul'dan 266 km uzaklıkta. •COĞRAFYA. Bolu, eski bir yerleşme ala­ nı olan aynı addaki ovanın (ortalama yük­ sekliği 700 m) ortasında, İzmit körfezi kı­ yılarından iç Anadolu’ya sokulan ve geç­ mişte kervanların izlediği doğal bir yol üzerinde yer alır. Bugün de bu yoldan Türkiye’nin en yoğun kara trafiği akar. Kentin çekirdeğini, ova tabanından 40-50 m kadar daha yüksek bir tepecik üzerin­ deki eski mahalleler meydana getirir. Bü­ yük ahşap evler, dar ve dolambaçlı so­ kaklar, eski çarşı bu kesimin özelliğini oluşturur. Tepenin çevresinde yeni ma­ halleler yer alır. Bu kesim zamanla D.'ya, G.'ye ve özellikle B.’ya doğru genişlemiş; buralar parkları, çocuk bahçesi ve yeni konutlarıyla modern bir görünüm kazan­ mıştır. E 5 karayolunun kent dışına alın­ masıyla yakın zamanlarda Bolu, tepenin K.’ine, karayoluna doğru da genişlemiş­ tir. XIX. yy.’da Kastamonu eyaletine bağlı bir sancağın merkezi olan kentin nüfusu 30 000'i buluyordu. Aynı yy. sonlarında ticaretin sönükleşmesiyle kentin etkinlik­ lerinde de gerileme oldu. Bu gerileme Kurtuluş savaşı sırasında da sürdü. Cum­ huriyet döneminde il merkezi olan Bolu' nun nüfusu 1955’e değin 10 000'in üze­ rine çıkamadı. Ancak bu tarihten sonra, yeni karayolu üzerindeki yük ve yolcu tra­ fiğinin artması ve kimi sanayi dallarının gelişmesi, kentin kalkınmasına yol açtı; 1945’te 7 214 olan nüfusu, 1965’te^21 700'e ulaştı, 1985’te 50 000, 1990’da 60 000’i aştı. Kentin birkaç km G.'indeki ılı­ calarda modern sağlık tesisleri vardır. • TARİH. Bolu (Bithynion ya da Bithynium), Roma yönetiminde gelişti ve impa­ rator Ciaudius döneminde (i.S. 41-İ.S. 54) Claudiopolis adını aldı. Hadrianus döne­ minde, imparatorun gözdesi Antinous'un doğum yeri olması dolayısıyla saygınlığı arttı; Claudiopolis adına ek olarak Hadrianopolis adıyla da anılmaya başlandı. Bi­ zans döneminde imparator Theodosios ll'nin (408-450) D. Bithynia’da kurduğu Honorias eyaletinin merkezi oldu. XIII. yy. sonları ile XIV. yy. başlarında türk akınlarına maruz kalan kent, Osman Gazi dö­ neminin sonlarına doğru Konur Alp tara­ fından fethedildi. (Kentin türk döneminde­ ki Bolu adının, Claudiopolis'in sonunda­ ki ‘polis’ ekinin, türkçe söyleyişe uydurul­ ması sonucu ortaya çıktığı sanılmaktadır). Timur istilası sonrasında, bir araCandaroğulları'nın eline geçen kent, Miırat II dö­ neminde kesin olarak osmanlı egemenli­ ğine girdi. Önce Anadolu, ardından Kas­ tamonu eyaletine bağlı bir sancak olarak yönetildi. 1867'deki yönetsel düzenleme­ de, mutasarrıflık oldu ve Kastamonu vi­ layetine bağlandı, ikinci meşrutiyetten sonra bağımsız mutasarrıflık yapıldı. Cumhuriyetten sonra vilayet oldu. • ARKEOLOJİ VE MİMARLIK. Antikçağ’ dan kalma en önemli kalıntı, kentin ilk yer­ leşim alanı olan Bithynion’dur. Kent mer­ kezinde yükselen Kargatepe, Hisartepe, Hıdırlıktepe ve Uğurlunaip tepesinden oluşan büyük höyüğün, bu ilk yerleşmey­ le ilişkili olduğu sanılmaktadır. Çevrede de mimarlık kalıntıları yardır. Hıdırlıktepe’ de bir mezar odası ortaya çıkarılmış, tiyat­



IDEVREK



1781 AKÇAKOCA KARASU, Kocaali Ortaköy



AD APAZAR I



Gügrfüşova



/^ ^ E N D E K



^y^uüzce



D



\



'



'AKYAZI



Karapürç



/^ölyaka c



I



f



Çavuşlar



i 1771 E lm acık d.



Güvem



Dokurcyp



* MUDURNU



CAKtUDtR^ •. L



^/P^çenek □



GÖYNÜK "n” 11983 K av a klı d.



KfZILCAH/ Çeltikçi, demiryolu —



K arlık d.



^ayırhan



SARICAKAYA



il merkezi



ilçe merkezi



bucak merkezi il sınırı ilçe sınırı O nüfuslarına göre yerleşm eler x



E S K İ Ş E H İ R eşyükselti eğrileri:



ro kalıntılarına rastlanmıştır. Bedri Yalman yönetiminde yürütülen araştırmalarda (1978), Hisartepe’de İ.Ö. VII. yy.’a, geç Hellenistik ve Bizans dönemlerine tarihlenen seramik parçaları, mimarlık bulun­ tuları ele geçmiş, Roma imparatoru Hadrianus’un sevgilisi Antinous için yaptırdı­ ğı tapınak olduğu sanılan bir yapı ortaya çıkarılmıştır. Hadrianus dönemi sikkeleri­ nin üzerindeki tapınağın bu yapı olduğu düşünülmektedir. Türk dönemi yapılarından olan Kadı ca­ m isi gösterişli dış mimarisi, minaresi, osmanlı kündekâri işçiliğinin güzel örnekle­ rinden biri olan ahşap kapı kanatlarıyla dikkati çeker. Bolu livası salnamesine gö­ re camiyi Demirtaş Paşazade Mehmet Bey yaptırmıştır. Klasik üslubuyla, XV. yy. sonu ya da XVI. yy. başlarına tarihlenir. Cami, medrese, hamam ve otuz dükkân­ dan oluşan Yıldırım Bayezit külliyesi'nden yalnızca hamam özgün biçimiyle günü­ müze ulaşmıştır. 1382’de ulu camiler pla­ nında yapılan camisi birkaç kez onarılmış­ tır. Saraçhane cam isi'nin yazıtında, 1750’de Silahtar Mustafa Paşa tarafından onartıldığı bildirilmektedir, iki katlı, kiremit çatıyla örtülü yapının ön cephesinde dük­ kânlar bulunur. Kentin önemli yapıların­ dan olan im aret cam isi Şemsi Ahmet Paşa'nın vakfıdır; XVII. yy.'da yaptırılmıştır. Dikey ve yatay tuğla dizileriyle bölmele­ re ayrılmış taş duvarlarıyla ilgi çeker. Bun­ ların dışında 1510/1511 ’de Musa Paşa’ nin yaptırdığı Ilıca camisi, geçiş dönemi özellikleri gösteren 1897 tarihli Tabaklar camisi, çini süslemeleri, minberinin ve mihrabının ince işçiliğiyle dikkati çeken K araköy Cuma cam isi (1562/1563) 1804/1805’te Serbevvab Hacı Abdullah Ağa’nın yaptırdığı ve iki bölümden oluşan Taşhan, çifte hamam planındaki, tek par­ ça taştan yontulmuş şadırvanı ve halvet bölümünün üstündeki mermer işlemeli penceresiyle ilgi çeken Orta hamam (1388/1389), gene çifte hamam planında­ ki Tabaklar hamamı (XVI. yy.) ve Sultan hamamı (XVI. yy.) sayılabilir.



Bolu ayaklanm ası, Kurtuluş savaşı sı­ rasında padişah ve hilafet yanlısı güçle­ rin Bolu, Hendek ve Düzce’de Kuvayı milliye'ye karşı ayaklanma hareketi (4 nisan 1920). ingilizler’in, İstanbul hükümetinin, Hürriyet ve itilaf fırkası’nın desteklediği gerici yerel güçler, kısa sürede Bolu ve Düzce’de 5 000 kişilik bir birlik oluşturup baskınlar düzenleyerek yöredeki ulusal birliklerin silahlarını ele geçirdiler. Ayak­ lanmayı bastırmak için Geyve'den gön­ derilen 24. Tümen Hendek köprüsünde puşuya düşürüldü. Komutan Mahmut



200 1000 2000



Bey ve kurmayları şehit edildi, tümen da­ ğıldı, silahlan ayaklanmacıların eline geçti. Giderek ciddileşen durum üzerine hare­ kete geçen Ali Fuat Paşa (Cebesoy) ko­ mutasındaki düzenli birlikler ve Çerkeş Ethem komutasındaki Kuvayı seyyare kuv­ vetleri Sapanca ve Adapazarı'nı ele ge­ çirdiler, sonra da hiçbir direnişle karşılaş­ m aksan girdikleri Düzce’de ayaklanma­ nın tüm elebaşılarını yakalayıp astılar (23 mayıs 1920). Refet (Bele) Bey komutasın­ daki birlikler de Bolu'ya (27 mayıs) ve Ge­ rede’ye (31 mayıs) girdiler. Buralarda ya­ kalanan ayaklanmacılar Hıyaneti Vatani­ ye kanunu'na göre divanıharp mahkeme­ lerinde yargılandı ve büyük çoğunluğu idam cezasına çarptırılarak asıldı. Ulusal güçlerin Boğazlıyan ayaklanmasını bas­ tırmak için yöreden ayrılmaları sonucu, padişah yanlıları ikinci kez başkaldırdılarsa da bu ayaklanma ilki kadar etkili olma­ dan ve yayılmadan kısa sürede kolaylık­ la bastırıldı.



Bolu Beyi, Köroğlu hikâyelerinden “ Köroğlu’nun zuhuru” ve "Bolu Beyi kolu"nun baş kişilerinden biri. Hikâyede, Köroğlu'nun babası olan seyisin gözüne Kır At yüzünden mil çektirdiği, Köroğlu'nun Çamlıbel’e çıkarak ondan öç aldığı anla­ tılır. ( -> Köroğlu hikâyesi.) Köroğlu’nun XVI. yy.’da Boiu yöresinde yaşamış, Ce­ lali ayaklanmasına katılmış olduğunu ka­ bul eden varsayıma göre, tarihsel bir ki­ şilik olarak Bolu Beyi, Murat II! dönemin­ de burada sancak beyi olan Mehmet Bey ya da Behram Bey'dir. Ancak Köroğlu hi­ kâyesinin örneğin Kazak, Özbek ya da Tacik çeşitlemelerinde, kahramanın orta­ ya çıkış serüveni değişik olduğu gibi. Bolu Bey motifi de yer almamakta­ dır. B O L U d a ğ ı, İstanbul-Ankara arasında, E 5 karayolu üzerinde, Düzce ovasından Bolu ovasına ulaşmak için çıkılan ünlü ram­ paya halk dilinde ve karayolu haritala­ rında verilen ad. Geçmişte, araçların dar ve tehlikeli dönemeçlerde zorlanarak tır­ mandıkları bu yokuş, aslında bir dağ ol­ mayıp, Anadolu platosunun bu kesimde Bk. resim sayla 1782



çok belirginleşen kenarıdır. Bugün geniş ve rahat bir yolla aşılan rampanın alt ve üst başlangıç noktalan arasında yaklş. 400 m kadar bir yükselti farkı vardır. Kış aylarında kar, buzlanma ve sis Bolu da­ ğında ulaşımı güçleştirir. Yamaçları, dağ güllerinin de görüldüğü ormanlarla kap­ lıdır; B.'ya doğru geniş bir görüş alanı



Bolu il haritası



Tunç çağ, Hitit, Demir çağ, Hellenistik, Roma ve Bizans dönemlerini kapsayan bir yerleşme saptandı. John Garstang hitit kenti Zippalanda’nın burada olabileceğini belirtti. B o lu sp o r, spor kulübü. Bolu gençlik ve Abantspor'un birleşmesiyle kuruldu (1965). 1967’de Türkiye ikinci ligine alın­ dı. Forması kırmızı-beyaz olan kulüp, 1969-1970 futbol mevsiminde Türkiye bi­ rinci ligine yükseldi. 1979 ve 1985'te 2. lige düştü, 1987'de 1. lige çıktı, 1992'de yeniden 2. lige düştü. Kulüp futbolun ya­ raşıra, basketbol ve voleybol gibi dallar­ da da faaliyet göstermektedir.



BO LV AD İN ,



Bolu dağından bir görünüm



olan üst kesiminde turistik tesisler yapılmıştır.



Bolu la m ln o v a lif le vh a s a n a y ii m ü e s se se sl (SEKA), Bolu'da kurulu, dekor kâğıdı, lamine ve lif levha üreten SEKA'ya bağlı kuruluş. 1959’da, Sümerbank'a bağlı bir işletme olarak kuruldu. 1962’de lif levha birimi, 1966’da lamine levha birimi, 1983’te dekor kâğıdı baskı birimi üretime geçti. 1983'te SEKA’ya bağlandı. Yılda 14 000 ton sümerlit, 1,8 milyon m2 sümermika, 22 milyon m2 de­ kor kâğıdı üretim kapasitesi olan işletme­ de, çalışan sayısı 365 kişidir (1991).



B olu m üze si, Bolu ve çevresindeki ta­ rihsel buluntuların ve etnografyaya ilişkin yapıtların sergilenmesi amacıyla kuruldu (1975). Daha sonra müzeyi de kapsayan bir kültür sitesi oluşturuldu (1977); müze yeniden düzenlenerek ziyarete açıldı (1981). Alt kat salonunda çeşitli etnografik yapıtlar ve bir vitrin içinde geleneksel Bolu odası sergilenmektedir. Üst katta ise Phrygia, Lydia, Hellenistik, Roma ve Bi­ zans dönemlerinden seramikler, altın süs eşyası, camdan koku şişeleri, bronz kap­ lar, sikkeler, heykelcikler, mermer büstler ve küçük buluntular bulunmaktadır. BOLU ovası, Karadeniz bölgesinin B. Karadeniz bölümünün iç kesiminde, adı­ nı ortasında kurulmuş olan Bolu kentin­ den alan ova. K. Anadolu fay sistemine bağlı kırıklar boyunca meydana gelmiş bir çöküntü alanıdır; tabanı kenarlarda neojen tortuları, orta kesimlerde alüvyonlarla kaplıdır. G.-B.'dan (750 m) K.-D.’ya doğ­ ru eğimli olan ovanın G. kenarındaki biı kırık boyunca, üzerinde kaplıca tesisleri kurulmuş bulunan sıcak su kaynakları vardır. Yükseltileri 2 000 m’ye yaklaşan, ormanlarla kaplı dağlarla çevrili olan Bo­ lu ovasının sularını, ovanın uzun ekseni boyunca K.-D'ya doğru akan ve Büyüksu da denilen Bolu suyu boşaltır. Ova, E 5 karayolunun da izlediği doğal bir yol ve çeşitli ürünlerin yetiştirildiği bir tarım ala­ nıdır.



BOLU-İLGAZ d a ğ la n , Karadeniz böl­ gesinde, B. Karadeniz bölümünün iç ke­ siminde, Köroğlu dağlarına koşut olarak G.-B.-K.-D. doğrultusunda, Devrez, Ge­ rede ve Mudurnu çayları vadilerinin K.’inde uzanan dağların tümüne, kimi coğraf­ yacılar tarafından verilen ad. K. Anadolu fay sistemine bağlı kırıklarla parçalanmış olan bu dağlar tek bir sıra oluşturmazlar. Gerede-Soğanlı çayının çizdiği yay.n B.'sında kalan kesimine Bolu dağlan de­ nir; Burada yükselti 2 000 m'yi aşmaz (Bolu K.'inde Çeledoruğu 1 980 m, Ka­ rabük’ün G.-B.’sında Keltepe 1 999 m). Biraz daha G.'de, ayrı ve daha yüksek olan D. kesimi, İlgaz dağlan (2 587 m) adıyla tanınır. B o lu s -A kte p e höyüğü, Tokat'ın 29 km G.’inde, Sıvas-Tokat yolu yakınında höyük. Kılıç Kökten'in (1947) ve Birsel Öz™ n,m ri97R1 vaDtığı araştırmalarda ilk



Ege bölgesinin Içbatı Anadolu bölümünde, Afyonkarahisar iline bağlı ilçe; 68 438 nüf. (1990); 1 108 km2; 14 köy. Merkezi, Afyonkarahisar’ın 61 km D.'sundaki Bolvadin, 44 969 nüf. (1990) • TARİH. Kentin, Bizans dönemindeki adı Polybotos'tu. Haçlı seferleri’nden zarar gördü. Murat I döneminde osmanlı top­ raklarına katıldı. İstarrbul-Bağdat ticaret yolu üzerinde önemli bir uğrak yeri olan kent, 1604’te Tavil Halil ayaklanmasına sahne oldu. Kurtuluş savaşı sırasında, 2 nisan 1921 'de, Yunanlılar'ca işgal edildi; ikinci İnönü zaferinden sonra boşaltıldı. 20 ağustos 1921 'de ikinci kez işgal edi­ len Bolvadin 24 eylül 1921’de kurtarıldı; Büyük taarruz (ağustos 1922) hazırlığın­ da önemli karargâh yerlerinden biriydi. • MİMARLIK. Rüstem Paşa, dönemin hassa mimarı olan Mimar Sinan’a Bolva­ din’de bir cami, çeşme, hamam ve köp­ rü yaptırmıştır. Akarçay üzerindeki roma köprüsü de bu dönemde onarılmış ve yir­ mi iki göz eklenmiştir. Rüstempaşa cami­ si Abdülmecit döneminde onarılmış, da­ ha sonra genişletmek amacıyla yıktırılıp yeniden yaptırılmıştır. Bu sırada çeşme de yıkılmış, yalnızca yazıtı kalmıştır. Rüs­ tem Paşa vakfı olan hamam değişik pla­ nıyla dikkati çeker. Burada asıl hamam bölümü altı köşelidir; soğukluk, odalar ve soyunma yerleri öne alınmış, kurnalar ke­ merler içine yerleştirilmiştir. Mimar Si­ nan’a bağlanan yapıların listelerinin bu­ lunduğu kaynaklarda yalnızca Rüstempa­ şa camisi’nin adına rastlanır, köprü ve ha­ mamdan söz edilmez.



BO LYAİ (Farkas), macar matematikçi (Bolya, bugün Buia, Sibiu yakınında, 1775 - Marosvâsârhely, bugün Tîrgu -Mureş, 1856). Gauss'un okul arkadaşıy­ dı; sonra onunla mektuplaştı. Eukleides koşutları koyutunu tanıtlamak için birçok girişimde bulundu ve Tentamen juventutem studiosam in elementa matheseos purae introducendi'yi yayımladı (1832).— İstihkâm subayı olan oğlu J4NOS (Kolozsvâr, bugün Cluj, 1802 - Marosvâsâr­ hely 1860), Tentamen'ın ilk cildi için ek bir bölüm yayımladı ve burada koşutlar belitini içermeyen bir geometri kurdu. Jânos'un "mutlak geometri” si “ hiperbolik geometri"ye denktir; ilkeleri Gauss tara­ fından 1792'den beri bilinen bu geomet­ ri, bir doğru dışındaki bir noktada bu doğ­ ruya, sonsuz sayıda koşutun varlığı var­ sayımına dayanır.



BOLYEROİNAE a. Boagiller familyası­ nın küçük bir altfamilyası (Mauritius ada­ sı açıklarındaki adacıklarda yalnızca bir­ kaç üyesi kalmıştır. Yarı ağaççıl olan Bolyerginae altfamilyası, keçilerin doğal ya­ şam çevrelerine verdiği zarar nedeniyle yok olmaktadır. BO LZANO, alm. Bozen, İtalya’da kent, Alto-Adige'de il merkezi, isarco ırmağı kı­ yısında, isarco'nun Adige ırmağına ka­ vuştuğu yerde; 100 707 nüf. (1990). İsviç­ re ve Avusturya’ya giden ulaşım yollarının kavşak yeri ve bir turizm merkezi olan Bolzano, aynı zamanda da bir sanayi kenti­ dir: alüminyum ve magnezyum metalürji­ si, özel çelik üretimi. — Bolzano ili (7 400 km2; 438 009 nüf. [1990]) halkının büyük bölümünün ana dili almancadır. İl, Yukarı A diae ve Yukarı isarco AİDİeri’nde uzanan



bir turizm bölgesidir. Önemli hidroelektrik kaynakları. Meyve yetiştiriciliği. Bağcılık. —Tar. Erken Ortaçağ'da, Bolzano (Bauzanum) Lombard krallığı’na dahildi ve önemini, İtalya’yı Almanya'ya bağlayan yola hâkim olmasına borçluydu. 1027'de bir markgraflığın merkezi olan Bolzano, imparator Konrad II tarafından Trento pis­ koposuna verildi. Bu bankacı ve sarraf kenti, 1531 'de Avusturya'ya bağlandı, ar­ dından 1810 ile 1815 yılları arasında İtal­ ya’daki Napolâon krallığı'nın bir parçası oldu. Sonraları Avusturya’ya geri verildi ve 1918’den bu yana yeniden İtalya’ya bağlandı. 1970'te İtalyan bölge reformu çerçevesi içinde geniş bir özerkliğe ka­ vuştu.



BOLZANO (Bernhard), İtalyan asıllı çek filozof, mantıkçı ve matematikçi (Prag 1781 - ay. y. 1848). Katolik rahibiydi. 1805'ten başlayarak, Prag Üniversitesi'n­ de din felsefesi dersleri verdi. Akılcılıkla suçlandığından, 1820'de kürsüsünden ayrılmak zorunda kaldı. Özellikle, VV/'ssenschaftiehre (Bilim kuramı) [1837] adlı yapıtıyla tanınmıştır. Bolzano, bu yapıtın­ da, “ kendinde önermeler” (S atzansich) öğretisini açıklar ve modern anlambilimin bazı temel kavramlarını tanımlar. Die Paradoxen des Unendlichen (Sonsuzun pa­ radoksları) adlı yapıtı ise, küme kavramı­ nı temel olarak alır. Bolzano'nun mantık felsefesi, Husserl’in görüngübilimi (fenomenolojisi) üzerinde etkili olmuştur. B olza n o -W e ie rstra ss te o re m i. Topol. Tıkızımsı bir uzayın (kardinali İR ninkinden büyük ya da ona eşit) her sonsuz parçasının en az bir yığılma noktasının ol­ duğunu ifade eden teorem. Metrik bir uzay için, bütün sonsuz dizilerden yakın­ sak bir dizi çıkarılabileceğini söylemek, bu teoreme eşdeğer bir ifadedir.



BOM a. (yansıma söze.). 1. Arg. Yalan, uydurma söz. —2. Bir iskambil oyunu. —3. Arg. Bom atmak, yalan söylemek, al­ datmak. ♦ ünl. Patlama sesi: Tabanca “bom" diye patladı. BO M A, Zaire'de kent, Zaire ırmağının halici kıyısında, Matadi'nin aşağı kesimin­ de; 90 000 nüf. Irmak limanı ve Mayombe demiryolunun varış noktası (Tshela -Boma). Ticaret (kereste, yağ bitkileri, meyve) ve sanayi (besin sanayisi, sabun fabrikası) merkezi.



BOMARZO, İtalya'da komün, Lazıo’da (Viterbo lii), Cimino dağının yamaçların­ da; 2 000 nüf. Orsini sarayı ve dev bo­ yutlu garip heykeller (XVI. yy.'dan kalma) bulunan canavarlar parkı. BOMBA a. (ital. bomba). 1. Patlayıcı ya da yanıcı maddeyle dolu, bir ateşleme düzeniyle donatılmış tahrip mermisi. (Bk. ansikl. böl. Sil.) — 2. Elle yerleştirilen ya da atılan herhangi bir patlayıcı: Bombalı bir saldırı. —3. Büyük varil ya da fıçı. —4. Bomba gibi, gösterişli, çekici, alımlı kadın; sağlıklı, güçlü kimse; dersine ya da sına­ va çok iyi hazırlanıYıış öğrenci; ansızın or­ taya çıkarak hayret uyandıran, çarpıcı, şa­ şırtıcı bir olay, haber vb. için kullanılır. || Bomba gibi patlamak, sözkonusu bir kimseyse, birden öfkelenerek bağırıp çağır­ mak; bir olay, bir haberse, birdenbire or­ taya çıkarak herkesi şaşkınlık içinde bırak­ mak. || Bomba patlatmak, çalmak, aşır­ mak (arg.). —Ask. Ordonat sınıfı subay ve astsubay­ ların yaka işareti olarak taktıkları siyah ze­ min üzerinde ateşlenmiş bombayı göste­ ren metal simge. || Bomba uzmanı, cep­ hane ve mühimmat konusunda geniş bil­ gisi olan kişi. —Balıkç. Bomba ile balık avı, su içinde bomba patlatarak yapılan kaçak balık avı. (Şok dalgası balıkları öldürür, ancak ölen balıkların büyük bölümü ele geçmeden ziyan olur.) —Fişekç. Cezayir bombası, bir bilya ya d a c a k ılta s ın ın ü z e r i n e n ı'ım fıe fı ılm in e t c e r.



plldlkten sonra ince bir kâğıda sarılarak elde edilen fişek. (Duvara ya da sert top­ rağa fırlatıldığında tok bir ses çıkarır.) |j Fi­ şek bombası, kalın kartondan yapılmış içi boş küre. (Mermi yolunun tepesinde, alevli dolgularını dağıtarak patlar.) |j Ma­ nometren bomba, bir manometreyle do­ natılmış, çok kalın çeperli, metal ğeney tü­ pü. (Tüp içinde imla fıakkı patlatılır ve pat­ lama basıncı manometreyle ölçülür.) [Bk. ansikl. böl ] —Kim. Isıölçer bombası, yanma ısılarını ölçmek için ısıölçümde kullanılan geçirim­ siz, kapalı metal kap. (Eşanl. KALORİMET­ RE BOMBASI.) —Sil. Nötron bombası, enerjisinin temel bölümünü nötron biçiminde çok büyük hızla yayan küçük termonükleer bomba (güçlendirilmiş ışımalı bomba da denir). || Nükleer bomba, patlama gücünü nük­ leer enerjiden alan bomba. (Bk. ansikl. böl. || Yörünge bombası, sürekli bir teh­ dit oluşturmak amacıyla yörüngeye yerleştirilen ve yeryüzünden, bir gemiden ya da bir denizaltından verilecek komut­ la yörüngeden çıkan nükleer bomba. (1967'de yapılan ve uzayın barışçıl amaç­ larla kullanımıyla ilgili antlaşma, bu silahı yasaklar.) —Tıp. Kobalt bombası, kanserli urların te­ davisi için, kalın çeperli kurşun bir kapta bulunan radyoaktif kobaltın yaydığı ışınları kullanan aygıt. —Yerbil. Volkanik bomba, bir yanardağ tarafından havaya püskürtülen ve yere katılaşmış olarak düşen lav parçalan. (Başlıca bomba çeşitleri şunlardır: İğ bi­ çimli bombalar, erimiş halde püskürürler ve ayırtedici biçimlerini havada dönerek alırlar; ekmek kabuğu biçimli bombalar, daha ağdalıdır ve soğumadan kaynakla­ nan büzülme yüzünden çatlaklar içerirler.) — ANSİKL. Ask. El bombaları, XV. yy.’dan başlayarak kent surlarını ve kaleleri (Casalmaggiore, 1427) savunmak için kulla­ nılmaya başlandı; o dönemde bomba piş­ miş topraktan yapılmış güllelerdi; bunla­ rın içine barut dolduruluyor ve ateşleme­ yi sağlamak için bir fitil takılıyordu. Vine aynı dönemde bazı piyade erleri bu sila­ hı kullanmak için eğitildi: humbaracılar. Bomba kullanımı XVIII. yy.'a değin çok yaygınlaştı (Namur kuşatmasında Vauban 20 000 el bombası kullandı); daha sonra kuşatma savaşlarının son bulmasıy­ la geriledi. Tahkimatın ve patlayıcıların ge­ lişimi nedeniyle XIX, yy.’dan sonra bu bombalar yeniden önem kazandı (Sivas­ topol, 1855; Rus-Japon savaşı, 1904-05; Birinci Dünya savaşı, 1914-1918). Günü­ müzde el bombası, şa,,., ,mın temel si­ lahlarından biridir. Bir gövde (patlayıcı kimyasal ya da özel bir karışım dolduru­ lan, az çok kalın metal kapsül) ve küçük bir pimle kilitlenen patlama süresi uzun ya da kısa bir fünyeden oluşur. Çeşitli hedef­ lere (zırhlılar, açıktaki piyade erleri, gös­ tericiler vb.) karşı kullanmak ya da özel savaş koşullarındaki (hücum, sokak ça­ tışması, sığınakların temizlenmesi vb.) et­ kisini artırmak için el bombası aşağıdaki tiplere ayrılır: taarruz (OF) [patlayıcı etki], tatbikat ve eğitim bombalan; kimyasal bombalar; savunma (DF) [parçalı ya da kurşunlarla dolu çelik kapsül], tanksavar (çukur imla haklı), yangın (termi) ve sis (fosfor) bombaları, gözyaşartıcı bomba­ lar (O-CB karışımı); işaret ya da aydınlat­ ma bombaları (özel piroteknik karışım­ lar). Tüfek bombası, 1945’ten sonra el bom­ basından çok farklı bir biçim almıştır; göv­ desi ve kanatçıklarıyla daha çok bir ha­ van mermisini andırır. Tüfeğin namlu ağ­ zına yerleştirilen bir manşonla (sabit ya da uyarlanabilir) ateşlenir ve çekirdeksiz bir fişeğin gaz şokuyla itilir. Silaha bağlanan bir alidatla bomba yolu ayarlanır ve be­ lirlenen erime ulaşması kolaylaştırılır. Ge­ rek el, gerek tüfek bombalarının atış ya da muharebe eğitimleri için eğitim bom­ baları da vardır. Gövde ve ağırlık özellik­ leri bakımından gerçek bombalara ben-



W—



em niyet m andalı kanatçık



kanatçık



kuyruk ta p a n -



p a tla yıcı ------lltllll yu v a rla k b o m b a (X V III. y y . )



em niyet teli



il-



— I|



e m niyet teli — I 11 irtibat halkası |



gövdesi



asma çengeli



kanatçıktı b o m b a (1 9 1 4 -1 9 1 8 )



b aş tapası



y a va ş la tılm ış b o m b a , 185 k g . Fran a a



uçağın yörüngesi: bomba hedefe çarptığı anda uçak 600 m uzakta olacaktır.



serbeat düşmen bomba, 453 kg. Ingiltere







-% y -



y ü ze ye yekin uçuşta atış: hedefe 300 m uzaklıkta ve 50 m yükseklikte



yavaşlatıcı



paraşütün açılışı



ça rp m a : tapa beton tabakayı geçer ve a z bir gecikm eyle bom bayı patlatır



zerler, ama gövdesi ince saçtan ya da plastikten yapılır ve patlayıcı maddesi çok zayıftır ya da gerçek değildir (alçı). Su bombaları, iki dünya savaşında da çok kullanıldı; ayarlanabilen hidrostatik bir fünye ile patlatılır. Başlangıçta geminin kı­ çından teker teker bırakılan bu bomba­ lar, günümüzde üçer, dörder ya da altışarlık demetler biçiminde ve.asdik tipi arama-tarama aygıtlarınca saptanan yan­ kı uyarınca fırlatılır. Birkaç tolex (tolitin ge­ liştirilmiş türü) patlayıcısının aynı anda pat­ laması, hedeflenen denizaltının tahribin­ de büyük bir isabet sağlar. —Fişekç. Manometreli bomba bir tek de­ neyde, hem patlama ısısını hem de pat­ lamadan kaynaklanan basıncı ölçme ola­ nağı verir, ilk manometreli bombayı 1870’e doğru Noble yaptı; 1882'de Vieille bu aygıtı patlama sırasında bir crusherin ezilmesini döner bir tamburun üzerine kaydedebilen bir uçla donatarak geliştirdi. —Sil Bombalar XVI. yy.'da Almanya'da (Aire'in Kari V tarafından bombalanması) ve XVII. yy.'da Fransa’da ortaya çıktı. Bunlar daha çok ağırlıkları, gürültüleri ve patlayıcı yüküyle etkili olan ve toplarla fır­ latılan küre biçiminde mermilerdi. Başlan­ gıçta barut hakkı atıştan önce tutuşturu­ lan bir fitille ateşleniyordu; daha sonra atışla birlikte tutuşan, yanma süreci belli bir ağaç fünye kullanıldı. Birinci Dünya savaşı'nda, kanatçıklarla donatılmış ve si­ perden piyade havanlarıyla dikey olarak zayıf bir ilk hızla fırlatılan, ince çeperli, yük­ sek güçte mermilere de "bom ba" adı ve­ rildi. O günden bu yana bu terim hemen hemen yalnızca uçaktan atılan mermiler için kullanılmaktadır. Uçak bombalarında, ince çeperli bir gövde, kanatçıklar (mer­ mi yolunun kararlılığını sağlar), fünye (ateşleme zamanını belirler) ve gerek ka­ nat ya da gövde altına, gerek bomba böl­ mesine yerleştirilmelerini sağlayan bir askı düzeni vardır. 1960-1970 arasında n ü k l e e r u ç a k bombaları'nın boyutları büyük ölçüde kü­ çüldü (bir megatonluk bomba bir tondan az çeker). Üstelik g ü c ü a y a r l a n a b ilir b o m ­



girmeli (plet tahribi İçin) "D urandal", 188 kg



b a l a r ' ın ortaya çıkışı, hedeflere göre kul­



lanım değişiklikleri doğurdu. Bu ayarla­ ma, gerek uçuş halindeyken (bombanın içinde, elektronik sistem ateşleme sırası­ nı değiştirme), gerek kalkıştan önce (par­ çalanabilir maddeyi içeren başlığı değiş­ tirme) yapılabilir. Taktik alanda, nükleer bomba, savaş uçaklarının silahıdır. Fran­ sa’da, taktik hava kuvvetlerine bağlı uçak­ lar, 10-15 kt gücünde, AN 52 bombala­ rıyla donatılmıştır, Ûte yandan s e r b e s t d ü ş m e k , yani k o n v a n s iy o n e l u ç a k b o m b a l a r ı da vardır ve bunlar kullanılacakları hedeflere göre ad­ landırılır. En önemlileri zırhlı araçlara, pe r-' sonele karşı kullanılan bombalar ve yan­ gın bombalarıdır (fosfor ve napalm). Cluster bombası (parça tesirli bomba) patla­ dığında belirli sayıda ayrı tipte güdümlü mermi (İngiliz Hunting firmasınca üretilen modelde 147) fırlatan bir dış çeperden oluşur ve çok etkili bir sonuç sağlar. İlk kez Vietnam’da kullanılan a l ç a k b a s ı n ç b o m b a s ı (Fuel Air Explosive) belirli bir böl­ gede hava basıncını büyük oranda artır­ ma özelliği taşır; bu bomba Vietnam'da tahkim edilmiş karargâhlar, havaalanları, köprü, gemi gibi hedeflere karşı kullanıl­ dı. En büyük gelişme havaalanı pistleri­ ne karşı kullanılan bombalarda görüldü. Fransız yapımı Matra Durantal ve İngiliz yapımı 1217 tipi bombalar, bu silahların en karmaşıkları arasında yer alır. Matra Durandal paraşütle yavaşlar ve toprakla belli bir açı yaptığında, barutla çalışan bir iticiyle hızını artırır. 1217 ise patladığında gecikmeli mayınlar saçarak çevrede yol açtığı hasarı temizleme ve onarım çalış­ malarını engeller. Günümüz hava kuvvet­ leri, ağırlıkları ve boyalarıyla her tür gö­ reve uyarlanan çeşitli bombalar kullanır. (Büyük Britanya'da 454 ve 245 kg'lık; ABD’de 1362, 908, 408 ve 227 kg'lık; Fransa'da 400, 250 ve 125 kg'lık bom­ balar.) Ayrıca, Vietnam savaşında l a s e r y a da t e le v iz y o n ile bomba güdüm sis­ temleri ortaya çıktı. Bu silahlara karadaki bir gözcü tarafından yönetilen ya da uçakta taşınan bir laser yansıtıcısının yay­ dığı ışık demetine duyarlı bir optik aygıt



f



parça tealrtl bom be.,118 kg. Ingiltere



sektirmesi? açı, iticinin ateşlenmesi



m » ?



i



değişik tip bom balar



bom ba ■j 7 8 4



ordonat sınıfı yaka işareti



ve bir televizyon kamerasıyla donatılmış bir başlık takılmıştı. Bu bombanın ucuz ol­ masına rağmen, mürettebatın yaşamını güvenceye almak için hava kuvvetleri yet­ kilileri, savaş alanında kullanmak üzere, gittikçe "stand off" roketlerini (güvenlik uzaklığından yani 30 km'den atılan) ter­ cih ederler. Öte yandan stratejik bombar­ dıman uçaklarında benzer gelişmeler gö­ rüldü; bu uçaklarda kullanılan konvansiyohel ve nükleer bombalar ABD hava kuvvetlerinde yerini, SRAM' ve ALCM* güdümlü füzelerine bıraktı. Nükleer bombalar arasında şunlar sa­ yılabilir: parçalanma bombası ya da atom bombası (A bombası), atom çekirdeğinin parçalanma tepkimelerine başvurur (par­ çalanabilir üç ana madde uranyum 233, uranyum 235 ve plütonyum 239'dur); güç katkılı bom balar, parçalanma bom­ balarının bir türüdür, ama parçalanma tepkimelerini uyarmak için bir miktar kay­ naşabilir madde taşır; termonükleer bom­ balar ya da hidrojen bom balan (H bom­ bası), enerjileri büyük oranda kaynaşma tepkimelerinden alır (kaynaşabilir madde­ leri, hidrojenin, helyumun ve lityumun izo­ topları oluşturur.) Parçalanma bombası, nükleer madde­ ler, kimyasal patlayıcılar, elektrik ve me­ kanik düzeneklerden oluşan çok karma­ şık bir bütündür; kimyasal patlayıcılar nükleer yükü birleştirmeye yarar; elektrik Ve mekanik düzenekler ise kullanımdan önce güvenliği, ateşleme konumuna ge­ çişi, kimyasal patlayıcının ateşlenmesini ve nükleer tepkimelerin başlamasını sağ­ lar. Atom çekirdeğinin parçalanmasıyla elde edilen enerji, boyutlarına göre birkaç ton ile yüzlerce kiloton T.N.T.’nin vereceği enerjiye eşdeğerdir. Bu alanın sınırları mutlak değildir; ama bunu parçalanabi­ lir kütle enerji oranı, kullanım güvenliği ve enerji dağılımı belirler. Güç katkılı bomba, daha küçük hacim­ lerde ve daha az nükleer yükle parçalan­ ma bombası kadar enerji verir. Termonükleer bomba, çok daha kar-



maşa hafif alaşımdan gövde gri döküm gövde kapsül -



savunma el bombası tanksavar tütek bombası



bombası -----------------



PF1 tapası



L E E R . )



Bom ba, Ömer Seyfettin’in hikâyesi, ilkin, Genç kalemler dergisinde yayımlandı (1909); yazarın ölümünden sonraki bir ki­ tabına ad oldu (1938). Hikâye, Balkan savaşı'ndan önceki yıllarda, Makedonya’ da, bulgar çetecilerin uyguladıkları şiddet ve zulüm üzerine kurulmuştur: Eski çetecilerden Boris, Türkiye'de II, Meşrutiyet ilan edildikten sonra, silahını bırakıp köyün öğretmeniyle evlenir; hu­ zurlu bir yaşam için Amerika’ya göç et­ meye karar verir. Boris'in evde olmadığı bir gece, eski arkadaşları evi basar, pa­ ralarını alır, karısını oynatır, bomba oldu­ ğunu söyledikleri bir paket bırakırlar. Ka­ dın, paketi açar, içinden Boris'in kesik ba­ şı çıkar. Bomba hikâyesi ulusal kurtuluş hareketi iddiasıyla eyleme geçen bulgar çetecile­ rinin gerçek yüzlerini ortaya çıkarmayı amaçlar.



ateşleme butonu



taarruz el bombası



maşıktır. Çünkü enerjisini açığa çıkarma­ sı için kaynaşabilir maddeyi ısıtan parça­ lanma bombası içerir. Bu bombanın ener­ jisi, parçalanma bombası gibi kritik küt­ leyle sınırlı değildir ve parçalanma bom­ basından bin kat büyük olabilir. Sınırlama­ lar daha çok askeri öneme, ağırlığa ve hacme bağlıdır. 1939 yılında Collöge de France’ın üyeleri (Frâdâric Joliot-Curie, Hans Halban, Lew Kovvarski ve Francis Perrin) "patlayıcı maddelerde gelişme" adı altın­ da bir bröve aldılar ve brövede bir atom bombasının fiziksel ilkelerini betimlediler. 1940’ta ABD’de,bu bombayı yapmak için ilk çalışmalar başladı. 1942’den son­ ra araştırmalar, Yeni Meksika ve Los Alamos eyaletleri laboratuvarlarında çok gizli tutularak, aşırı ölçüde yoğunlaştırıldı. Ote yandan parçalanabilir nükleer maddele­ rin hazırlanmasına girişildi. Önce elektro­ manyetik yöntemle uranyum 235 hazır­ landı; aynı maddenin manyetik alanda hızlandırılmış izotoplarının yörüngeleri farklıydı. Ardından uranyumun gaz halin­ deki bir bileşiğinin gözenekli bir çeperde yayınmasına başvuruldu (Oak Ridge fab­ rikası); bu işlemde izotoplara göre yayın­ ma hızı değişiyordu. Her iki yöntemde de uranyumun iki temel izotopu arasındaki kütle farkının (235/238) çok az olmasın­ dan yararlanıldı. Kısa süre önce bulunan plütonyum ise nükleer reaktörlerde (Hanford ve Savannah River) hazırlanmıştı.ilk atom bombası 16 temmuz 1945’te Alamogordo (Yeni Meksika) çölünde denen­ di. 6 ve 9 ağustos 1945’te Hiroşima ve Nagasakı'ye iki atom bombası atıldı; böy­ lece bir tek bombardıman uçağı Tokyo ve Dresden’de kimyasal patlayıcılarla yapı­ lan yoğun bombardımanların tümüne eş­ değer bir yıkıma yol açıyordu (Hiroşima' da 70 000 ölü ve 80 000 yaralı, Nagasaki’de 40 000 ölü ve 20 000 yaralı), ilk ter­ monükleer bomba ise, ABD’de 1 kasım 1952’de Enivvetok'da denendi. ( -> N Ü K ­



başlık



BOMBAATAR a. Bomba atan aygıt. kaplama patlayıcı gövde patlayıcı bomba gövdesi



arka tapa



mermi yatağı



ateşleme î mekanizması i dengeleyici



J



c ■&



kovan



1 kanatçık -j



tırnak



(Bk. ansikl. böl.) —Ask. denize. Denizaltı bombalarını bir geminin kıçından fırlatmaya yarayan ay­ gıt. (iki dünya savaşında da kullanılan bombaatarların yerini bugün modem ge­ milerde havanlar, roketatarlar ve füzeatarlar almıştır.) — A N S İ K L . Bombaatarlar siper savaşları­ nın doğurduğu bir silahtır ve tek kişinin kullandığı bir havan türüdür. Başlangıç­ ta bir yayla, pnömatik etkiyle ya da ba­ rutla çalışan bombaatarlar, daha sonra hafif havan (Fransa, Japonya, İngiltere) ya da tüfek namlusuna takılan bir aygıt bi­ çimini aldı. 1945'ten sonra 22 mm'lik manşon, antipersonel bombayı kavisli bi­ çimde ya da delici tanksavar mermisini doğrudan atma olanağını verdi. (-* b o m ­ b a .) Manşon yerinden çıkarılabilir (ame­ rikan tüfekleri) ya da sabittir (MAS 36-53 ya da MAS 49-56 transız tüfekleri). ABD' de bir süre önce, piyade tüfeğine takıla­ bilen ya da helikoptere yerleştirilen ve bir



kişinin kullandığı bir bombaatar geliştiril­ di. Deniz kuvvetlerinde bombaatar, denizaltısavar bomba demetlerini fırlatmaya ya­ rar; bu silahların ilk örnekleri, ikinci Dün­ ya savaşı’nda Royal Navy tarafından ya­ pılan “ spuide" ve herisson’dur. Daha sonra havanlarla ve denizaltısavar silah sistemleriyle geliştirilmiştir.



BOMBACI a. 1. Bomba yapan, taşıyan ya da bombayı hedefe atan kimse. —2 . Patlayıcı maddeyle avlanan balıkçı.



BOM BACIBÖCEK a. Brachynus, Aptinus cinsi üyelerine ve benzeri kınkanat­ lı böceklere verilen genel ad. (Anuslarından asit bir sıvı püskürtürken hafif bir pat­ lama sesi çıkardıklarından bu adla anılır­ lar.) B O M B A C İ (Alessio), İtalyan doğubilimci (Castroreale, Sicilya 1914-Roma 1979). Hukuk öğrenimi gördü. Napoli Şarkiyat enstitüsü'ne girdi; Ettore Rossi’den türkçe öğrenip diploma aldı (1935). Aynı ens­ titünün türkoloji bölümünde doçent (1940) ve yardımcı profesör olarak (1954) türk dili ve edebiyatı dersleri verdi. Roma Üniversitesi’nde türk dili okuttu. 1955 -1957 yıllarında Orta ve Uzakdoğu İtalyan enstitüsü’nün Gazne’deki kazılarına katıl­ dı. Venedik arşivlerindeki tezhipli tuğra­ lar, Kutatgu bilig, ortaoyunu ve göktürkçe konuları ile ilgili çalışmalarda bulundu. En önemli yapıtı: Storia della letteratura turca (Türk edebiyatı tarihi) [1956],



BO M BALAM AK g. f. Bir hedefi bom­ balamak, o hedefe bombalı saldırı düzen­ lemek; oraya bomba atmak: Düşman üs­ sünü bombalamak. ♦ bom balanm ak edilg. f. Bombala­ mak eylemine konu olmak: Kahvelerin bombalandığı yıllarda ben çocuktum. ♦ b o m balatm ak ettirg. f. Bir hedefi bombalatmak, oranın bombalanmasını sağlamak.



BOM BALANM AK -



BO M B ALA M A K.



BOM BALATM AK -



BO M B ALA M A K.



BOMBALI sıf. Üzerinde bomba bulunan şey, bomba ile gerçekleştirilen eylem için kullanılır: Bombalı pankart. Bombalı sal­ dırı. BOMBARDE a. (fr. söze.). Müz. Şalemi ailesinin en pes sesli üyesi. — 16 ve 32 ayak ölçüsünde, trompet tipinde, ağaç­ tan ya da madenden yapılan dilli org ta­ kımı. (XVIII. yy.'da el klavyeli ve pedallı orglarda görülmeye başlayan bu takım, ana klavyenin dillerini güçlendirmeye ya­ rar. Özel bir klavyeye onun adı verildi.) — Bretagne (Fransa) köylerinde rastlanan il­ kel obua. BOMBARDIMAN a. Ask. havc. Uçak­ larla ya da toplarla atılan bombalarla ve ağır mermilerle ya da her tür güdümlü fü­ ze ve roketlerle bir hedefe yapılan saldıgrı. (Bk, ansikl. böl.) || Bombardıman uça­ ğı, kanadının ve gövdesinin altında ya da özel bölmelerde bomba taşıyan ve bom­ bardıman görevi üstlenen uçak. (Bk. an­ sikl, böl.) || Stratejik bombardıman, düş­ manın ekonomik gücünü yok etmeyi amaçlayan bombardıman. || Taktik bom­ bardıman, düşmanın silahlı kuvvetlerini yok etmeyi amaçlayan bombardıman. —Elektron. Katot bombardımanı, antika­ tot üstüne yönelen elektron akışı. —Teknol. Elektron bombardımanıyla iş­



leme, ELEKTRON* DEMETİYLE İŞLEME’nin eşanlamlısı. || Elektron bombardımanıyla kaynak yapma, ELEKTRON DEMETİYLE YAPMA'nın eşanlamlısı. —ANSİKL. Ask. havc. • H a v a b o m b a r d ı ­ m a n ı . İlk b om bardım an akınlarını 1915'ten sonra Fransızlar ve ingilizler, Al­ manya'daki boğucu gaz fabrikalarına, si­ lah sanayisi kuruluşlarına ve ulaşım yol­ larına karşı düzenledi. Ayrıca düşman ül­ kelerin sivil yerleşim bölgelerine karşı mi­ silleme yapıldı. Öte yandan Almanlar, kaynak'



amerikan ağır bombardıman uçağı Boeing B-29 Superfortress; 1944'te hizmete girdi; itme: 2 200 B.B.'ik 4 motor silah donatımı: 12 hafif makineli tüfek, 1 top ve 8 1bomba



amerikan ağır bombardıman uçağı Boeing B-17 F 1942’de hizmete girdi; itme: 1 200 B.B.'lik 4 motor silah donatımı: 13 hafif makineli tüfek ve 2,7 ile 101arası bomba 1917'de sistemli biçimde Londra'yı hedef alan gündüz, sonra gece bombardıma­ nına başladı. Aynı dönemde Ochey’de general Trenchard'ın emriyle, independerıl A ir Force adı altında stratejik bom­ bardıman alanında uzmanlaşmış ilk kuv­ vet oluşturuldu. 1918’de Müttefikler, bom­ bardıman uçaklarını kara birlikleriyle işbir­ liği halinde yoğun biçimde kullandı. 1919 ile 1939 yılları arasında birçok ku­ ramcı hava bombardımanının oynayabi­ leceği önemli rolü ortaya koydu (İtalya'da Douhet, ABD'de Mitchell, İngiltere'de Sykes ve Trenchard). Büyük güçlerin ço­ ğunun hemen benimsediği bu ilkeyi, ikin­ ci Dünya savaşı’ndan önce yalnızca ABD ve İngiltere uyguladı; nitekim bu iki ülke stratejik bombardıman filolarının çekir­ deklerini oluşturdu. Savaşın Avrupa dışı­ na taşmasını istemeyen Almanya ise, yal­ nızca kara kuvvetlerini desteklemek için bir hava bombardıman birliği kurmayı yeğledi. Bu destek anlayışına en uygun uçak Stuka idi (Sturzkamplflugzeug ya da pike savaş uçağı). Pike bombardıman ku­ ramına koşut olarak, Fransız hava kuvvetleri'nce benimsenen sektirme bombardı­ man düşüncesi gelişti. Luftvvaffe (Alman hava kuvvetleri), Blitzkrieg çerçevesinde



şaşırtıcı başarılar kazandıysa da, İngilte­ re'ye karşı stratejik bombardıman hare­ kâtına girişmek zorunda kaldığında tam bir başarısızlığa uğradı. İngiltere ise 1942’den başlayarak Royal Air Force ile alman kentlerine karşı gece saldırılarına başladı. Bombardıman hedeflerinin tam belirlenememesi ve duyarlı uçuş »sitem­ lerindeki eksiklikler, Bomber Command (RAF’ın hava bombardıman birliği) sorum­ lularını, geniş yerleşim alanlarını yoğun bombardımana tutma taktiğini benimse­ meye yöneltti (1942 mayısında Köln'e bin uçağın taktik akını); bu yönteme "area bombing" (bölge bombardımanı) adı ve­ rildi. Bu anlayış, çok daha gelişmiş yar­ dımcı uçuş aygıtlarının (Gee, Oboe ve H-2S)yapımınave radar tekniklerinin (ya­ kalama, yayın bozma) olağanüstü gelişi­ mine neden oldu. Öte yandan patlayıcı bombaların görece etkisizliği, ingilizler’i ve Amerikalılar’! gittikçe artan oranlarda yangın bombaları kullanmaya yöneltti (Hamburg, 1943; Dresden, 1945; Tokyo, 1944-45). Amerikan hava kuvvetleri’nin de savaşa girmesiyle işgal altındaki Av­ rupa ve Almanya gece gündüz kesiksiz saldırıya uğradı. RAF'ın tersine US Air Force gündüz bombardımanı taktikleriy­



le yetindi. Ama Amerikalılar, uğradıkları kayıplar nedeniyle 1943'ün ağustos ayın­ dan sonra bombardıman uçaklarını, uzun erimli av uçaklarıyla (P-38, P-47 ve P-51) desteklemek zorunda kaldı. 1945’te nük­ leer bomba kullanımıyla stratejik bombar­ dıman doruk noktasına ulaştı. Avrupa'ya yönelik hava saldırılarının en yoğun döneminde 1 335 000 kişi görev aldı ve 28 000 uçak kullanıldı. 2 700 000 ton bomba atıldı ve Almanya'da sivil halk­ tan 305 000 kişinin ölümüne 780 000 ki­ şinin yaralanmasına yol açtı. Müttefikler’ in 40 000 uçağı düştü ve 158 000 hava­ cısı öldü, yaralandı ya da kayboldu. Savaştan sonra nükleer bombaların tek taşıyıcısı ve atıcısı olan bombardıman uçakları, gerek Amerika Birleşik Devletleri’nde (1946’da Strategic A ir Command'm [Stratejik hava birlikleri komutan­ lığı] kurulması) ve gerek SSCB’de (1949'dan başlayarak güçlü bir bombar­ dıman uçağı filosu oluşturulması) olağan­ üstü bir gelişme gösterdi. Bununla birlik­ te 50'li yılların ortasından başlayarak kı­ talararası güdümlü balistik roketlerin (İCBM*) hizmete girişinin, klasik türdeki bombardıman uçaklarının geleceğini teh­ likeye düşürdüğü sanıldı. Ancak bu ka-



Bombardıman uçaklarının gelişimi



tarih



ad (ulus)



motor sayısı bölü B .B . sayısı ya da je t motoru sayısı bölü itm ekuvveti (kg)



h ız silah donatım ı



mürettebat



(km/sa)



yükselti tavanı (m )



1915 1917 1937



F a rm a n F -4 0 (Fr.) G o th a (A lm .) A m io t 1 4 3 (Fr.)



1939



B re g u e t 6 9 3 (Fr.)



2 /6 7 0



1939



H e in k e l H e-11 1 H 6 (Alm .)



2/1 100



1940



2/1 7 0 0



1941



N o rth -A m e ric a n B -2 5 M itch ell(A B D ) II-4 (S S C B )



1942



D o rn ie r D o -2 1 7 E 4 (A lm .)



2/1 6 0 0



1942



2 /2 0 0 0



1942



G le n n -M a rtin B -26 M a ra u d e r (A B D ) B o ein g B -1 7 Flyin g F o rtre ss (A B D ) C o n v a ir B -2 4 L ib erato r (A B D )



1942



D e H avillan d M o sq u ito 4 (iıig .)



2/1 6 9 0



1944



B o ein g B -2 9 S u p e rfo rtress (A B D ) C o n v a ir B -3 6 (A B D )



4 /2 2 0 0



1949 1953 1954



T u p o le v T u -2 0 0 (S S C B ) B o ein g B -5 2 G S trato fortress (A B D )



4 /6 8 0 0 8 /4 5 3 5



1955 1956 1956 1959 1 1960 3



S. O . 4 0 5 0 V a u to u r (Fr.) V ick ers V a lia n t (İn g .) B -5 8 (A B D ) B -7 0 (A B D ) [bor kö kenli kim y asal yakıt ku lla nan jet m otorları] D ass au lt M ira g e IV (Fr.)



2 /3 0 0 0 4 /3 7 6 5 4 /8 0 0 0 4/11 0 0 0



1942



1963 1974



T u p o le v T u -2 2 M B ack fire B (S S C B )



1 /1 1 0 2 /2 5 0 2 /8 0 0



2/1 100



4/1 2 0 0 4/1 2 0 0



6 /3 7 0 0



2 /7 0 0 0 2 /2 2 0 0 0



h afif b o m b a la r 2 6 0 0 kg b o m b a 2 4 m ak in eli tü fek, 5 8 0 0 kg b o m b a 3 m ak in eli tü fek, 2 1 top, 4 0 0 kg b o m b a 4 m ak in eli tü fek, 1 top 4 ya da 5 2 5 0 0 kg b o m b a 1 2 m ak in eli tü fek, 8 0 0 kg 6 bom ba 3 m ak in eli tü fe k , 2 0 0 0 kg 3 bom ba 4 m ak in eli tü fe k , 2 top, 4 3 0 0 0 kg b o m b a 11 m ak in eli tü fe k , 1 8 0 0 kg 6 y a d a 7 bom ba 13 m ak in eli tü fe k , 10 2 7 0 0 — 10 0 0 0 kg b o m b a 8 m ak in eli tü fek, 9 4 0 0 0 kg b o m b a 4 m ak in eli tü fek, 4 top y a d a 2 1 8 0 0 kg b o m b a 12 m ak in eli tü fe k , 1 top, 11 8 0 0 0 kg b o m b a 1 7 top, 4 0 0 0 — 15 3 8 0 0 0 kg b o m b a 4 5 0 0 kg b o m b a, h a v a d a n y e re roket h afif b o m b alar



9 ( + 9) 2



135 120 320



2 000 3 000 7 500



460



9 500



440



8 000



490



7 800



450



8 000



470



7 500



450



5 000



480



10 700



450



10 000



620



12 000



560



10 0 0 0



700



14 0 0 0



1 000 950



12 0 0 0 16 5 0 0



1 100 965 2 400 4 000



15 16 18 20



000 000 000 000



h a v a d a n yere R a s c a l roketi h a v a d a n y e re roket



3 3



7 2 5 7 kg ta a rru z yü kü



2



2 340



20 000



klasik, n ü k le e r v e te rm o n ü k le e r ? b o m b a la r v e A S -6 h av a d a n y e re g ü d ü m lü roketleri



2 450



19 000



della kanallı I m ı ı a l r ı M



bombırdımın uçağı



Dsssault MlragelV 191318 hizmete girdi ;ms! 7 t İtme kuvvetinde l türbo)et silah donatımı: 00 kllatonluk 1 atom bombası ya da 71dan çok taarruz yükü



altla amerikan SlritiglG Air Command'ın



ağır bombardıman uçağı



nılar d o ğ ru çıkm a d ı ve 7 0 ’H yılla rda n so n­ ra b o m b a rd ım a n u ç a k filoları, stra te jik ro­ ke tle rin k a ç ın ılm a ! b ir ta m a m la yıo ısı o la ­ ra k ka b u l e d ild i, P üzesa var ro ketlerin gelişim i, b e k le n m e d ik ko şullara u y a b ile n p i­ lottu u ç a kla rın ü s tü n lü k le rin i o rta y a k o y ­ d u , G ü n ü m ü z d e stra te jik b o m b a rd ım a n filosu ya n d a ş la n İle ro ke tle re d a y a n a n bir ta a rru z ku v v e tin i s a vu n a n la r a ra sın d a ki ta rtışm a lü rm e k te d ır. M u h a re b e a lan ına d o ğ ru d a n m ü d a h a ­ le e tm e ç e rç e v e s in d e ye ni b o m b a rd ım a n y ö n te m le ri g e liştirild i. B u n la rın en ü n lü sü L A B S ’t ır {L o w A l U lu d e B o m b in g System), B u y ö n te m e g ö re b o m b a rd ım a n u ç a ğ ı, y e rd e n -h a v a y a g ü d ü m lü tü z e le r­ d e n k u rtu lm a k İçin h e d e fin e a lç a k ta n ve yü k s e k b ir hızla ya klaşır, te rs e g e çiş m a ­ nevrası y a p a r v e y ü k s e lm e e v re s in d e b o m b a y ı atar, B o m b a n işa n alınan h e d e ­



Boeing B-52G 1964'te hizmete girdi İtme: 4 ,5 1 itme kuvvetinde 0 jet motoru silah donatımı: 4 ,5 1 bomba ve havadan yere güdümlü roket



fe ç a rp m a d a n ö n o e b ir ç e m b e r yayı ç i­ zer, • B om bardım an uçakları, B irinci D ü n ya s a v a s ın d a özel o la ra k b o m b a rd ım a n a m a s ıy la ta s a rla n m ış u ş a k la r a n sa k 1 0 1 6 'd a g ö re v e b a ş la y a b ild i: A lm a n la r1 ın F rlo d rlc n ıh â fe n ve Ö o th a adlı u ç a k la fi, 1 2 0 0 ile 2 0 0 0 kg a ğ ırlığ ın d a ki b o m ­ ba la rı 80O km u z a k lığ a ta şıya b iliyo rd u , K im i firm a la r 8 İle 7 te n a ğ ırlığ ın d a yararlı y ü k ta şıya b ile n ç e k m o te rlu d e v b o m b a r­ dım a n uşaklarının (ffle s e n flu g /e u a s n ) ya ­ p ım ın d a uzm a nlaştıla r, Ita ly a n la r 4 ö 0 ile 8 0 0 kg b o m b a a la h G a p ro n l G A -8 u ş a k ­ larını ya ptı, 1 0 1 7 'd e in g ıliz H a o le y P ag e 0/10O ve O /400 b o m b a rd ım a n uşakları 8 0 0 kg b o m b a y ü k ü y le ü s le rin d e n 3 0 0 km uzaklıkta h a rekâta ka iılablliyerd u, İkin­ ci D ü n y a s a v a ş ın d a n ö n o e ve sa vaş iü reaınee T ü rk h a v a k u v v e tle rin d e Beaufig h te r ve M e sk lto tip i hafif b o m b a rd ım a n uş a kla rı b u lu n u y o rd u , Bu u ş a kla rla alay ve b ö lü k d ü z e y in d e h a va birlikleri oluştu ru lm u ştu , ıkinel D ü n y a s a v a ş ın d a n s o n ­ ra ayrına B-28 (In v a d e r) flp ı u ç a k la rla b ir h a v a alayı ku ru ld u . S a v a şta n so n ra bu u ç a k la r ya va ş ya v a ş b o m b a rd ım a n g ö ­ re v le rin d e n alındı. Ç a rp ış m a la rd a ed in ile n de n e yim le r, İki sa vaş a ra sın d a ki d ö n e m d e h ü s u m y ö n ­ t e m le r in çe şitlenm e sine ne d e n oldu. Ya­ ta y u ç u ş b o m b a rd ım a n uç a kla rı ve özel İlkle sınırları ke sin lik le çizilm iş h e d e fle ri ta h rip e tm e ye elverişli p ik e b o m b a rd ım a n u ç a kla rı gelişti. B u n a k o ş u l o la ra k çeşitli g ö re v le r g ö z ö n ü n e a lın a ra k yeril ala n la r­ d a uzm a nlaşm ış b irç o k h a va birliğ i kurul-



sn altla dev rus b o m b a rd ım a n uçağı TupolevTu-20 Bison 1957'de hizmete girdi (amerikan av uçağı Gonvalr F-102 A Delta Dagger tarafından gözetlenirken) itme: 150 00B .B .'lik4törboprop silah donatnhı: 23 fnm 'llk 6 top ve 1 0 1bomba



du . Ö rn e ğ in g e n e ra l D o u h e t'ın h a va k ru ­ va zö rü k a v ra m ın d a n k a y n a k la n a n ve uzak b ö lg e le re sızm a h a re k â tla rın a yö n e ­ lik, yakıt ikm ali y a p m a d a n uzu n eüfe u ç a ­ bilen, a ğ ır silahlarla do natılm ış ve hızı g ö ­ re ce d ü şü k b o m b a rd ım a n uşakları yapıldı (A B D 'd e B o e in g B 17; A lm a n y a 'd a U fa l lo m b a r p ro g ra m ı ç e rç e v e s in d e Ju n k e rs Ju-68 v e D e m le r B e-19ı F ra n s a 'd a Am ıe t 143i P a rm a n 2 2 2 ve 223); ay rıe a etki aianı d a h a sinirli, b o m b a taşım a K apasi­ tesi d a h a d ü ş ü k o la n ve h a re k â t stratejisi ç e rç e v e s in d e ku lla n ıla n hızlı b o m b a rd ı­ m a n uş a kla rı g e liş il (a lm a n B o rn le r B o -71 ve H e ln k e f H e -1 11; se vye t T u p e le v 8 0 -2 ; Ingiliz B lenheim ve H a m p d e n ; fre n ­ siz U e 46 ve A m ie t 381), ö te y a n d a n ka­ nat takım ın ın altın da ha fif bir yü k taşıyan v e m u h a re b e a la n ın d a d e s te k g ö re v i ya ­ p a n ye ni tip b ir b o m b a rd ım a n ya da y a ­ kın « e s te k uça ğ ı (« İm a n H e lnkal H e-61, d u n k e r Ju -8 7 , H e n so h e l H s 123; so vye t M ve B-Z; transız B re g u e l 8 8 3 ) o rta ya çıktı. İkinci D ü n y a savaşı sıra sında g id e re k , d a lıa a ğ ır b o m b a rd ım a n uç a kla rı (Ingiliz La neaste r, H a lita * ve S tlrlln g; a m e rika n i - 1 7, 0 -2 4 ve 0 -2 8 ) ku llan ılm aya b a şla n ­ dı. A ynı d ö n e m d e u ç a k la rın sa vu n m a a ra çla rın ın (B o e in g B -29 S u p e rfo rtre s s' İn uzaktan ku m a n d a lı türeli) arttığı d a g ö ­ rü ld ü , R a d a rın ku llan ım ı u ç u ş g ü v e n liğ i ve b o m b a rd ım a n ın du ya rlığ ın ın İyileşm e­ sini sa ğladı. İkinci Dünya savaşı b itm e d e n ö n o e Jet motorunun ortaya çıkışı, b o m b a rd ım a n uçaklarına uygulanan teknolojiyi altüst et­ ti. Bu tarihte (1944) alman Arado 234 İlk uçuşunu yaparken, Amerikalılar yeni bir program hazırladılar; bu program uyarın­ ca 1947'de birden çok jet motoru olan dev bombardıman uçakları Kuşağı d o ğ ­ du. Bu uçakların en İlginci ilk uçuşunu 1950 martında gerçekleştiren B-47 Stratojet’tir (2 700 kg itme gücünde 6 jet mo­ toru, 8 700 kg'lık bomba yükü ve 1040 km/sa'lik hız). 50’li yılların başında, üç bü­ yük bombardıman uçağı programı uygu­ lamaya girdi: Ingiltere'de V sıralı bombar­ dıman uçakları, Sovyetler Birliği'nde Tupolev Tu-16 Badger ve Amerika Birleşik Devletlerinde B-47’nin yerini almak üze­ re geliştirilen B-52. Bu uçakların bazıları, örneğin sovyet Tu-16 ve İngiliz Valiant ye­ ni muharebe gereksinmelerine uyarlanan bir teknolojiye dayansa da İngiliz Short Sperrin ve amerikan YB-60 gibi diğerle­ ri, gerçekte kimi zorunluluklardan kaynak­ lanan ara çözümlerin örneklerini oluştu­ rur. Sesaltı bombardıman uçaklarının son kuşağı (Vulcan, Victor, Myasiscev Mya-4 Bison ve B-57 Intruder), 1945-1955 ara­ sındaki on yılda gelişen bir teknolojinin vardığı son noktayı gösterir. 50’li yılların sonuna doğru yerden ha­ vaya güdümlü füzelerin hizmete girme­ si, bombardıman uçaklarını alçaktan sız­ ma harekâtına zorladı. Ûte yandan bu uçakların artan performansları, yapımcı­ ları yeni aerodinamik çözümler aramaya yöneltti (ok kanat takımından delta kanat takımına geçiş). Buna koşut olarak, elek­ troniğin uçak sanayisinde kullanımı, uçuş sistemlerinin otomatikleşmesini sağladı. Ayrıca hem yüksekte sesüstü hızla hem de yere yakın ve yüksek sesaltı hızla uç­ ma zorunluğu 60'tı yılların sonuna doğru teknisyenlerin, delta kanatlı uçaklardan (fransız Mirage IV, amerikan B-58 Hustler ve XB-70 Valkyrie, Myasiscev M-50 Bounder ve Tupolev Tu-22 Blinder) de­ ğişken ok kanatlı uçaklara geçmelerine neden oldu. Bu türdeki ilk bombardıman uçağı olan FB-111, 70'li yılların kuşağını oluşturan uçakların yolunu açtı. Bu bom­ bardıman uçakları klasik ve nükleer silah­ ları taşıyacak niteliktedir; ayrıca savunma­ ları için çok gelişmiş elektronik karşı ön­ lem araçları, kızılaltı algılayıcılarıyla dona­ tılmıştır; öte yandan uçuş için eylemsizlik sistemleri ve engellerden kaçınma radar­ ları kullanırlar. Bu uçakların en belirgin ör­ nekleri 1974 yılında hizmete giren rus tu-



bom b ıko l polev Tu-22 Backfire ile amerikan B-1 uçaklarıdır. Günümüzün en ileri hava kuvvetlerine sahip ülkelerden biri olan ABD, çeşitli tip ve yetenekte bombardı­ man uçaklarına sahiptir: B58 "Hustler”, Boeing B52 "Stratofortress", B-1B, A7A Consair hafif bombardıman uçağı ve bu uçaktan türetilmiş A7B, A7, A7D uçakla­ rı. Ayrıca, B2 Northrop adlı 180 tonluk yeni bir bombardıman uçağı 1991’de hizmete girmiştir. Günümüzde I ürk hava kuvvetleri'nde bombardıman görevleri için F-5A.F-104G, F-104S, F-4E, RF-4E, RF-5A tipi av -bombardıman uçakları kullanılmaktadır.



1787



BO M BARDIMANCI a. Ask. havc. Bir bombardıman uçağında, nişan alma ve bomba atmayla görevli mürettebat.



BOMBARDON a. (fr. söze.). Bakırdan, pistonlu üflemeli kontrabas. (Armoni or­ kestralarının kullandığı en pes sesli çal­ gıdır.)



BOMBARTA a. (ital. bom barda). Başı ve kıçı yuvarlak, aynalıktı, iki direkli yel­ kenli tekne. BOMBASALAR a. Uçağa (bomba böl­ mesine, kanat ya da gövde altına) yerleş­ tirilen ve bomba atmaya yarayan aygıt ya da düzenek. BOMBAX a. Tropikal bölgelerde yetişen hızlı gelişmeli, beyaz ve yumuşak odunlu büyük ağaç. (Bombacaceae familya­ sının örnek tipi.) [Eşanl. KAPOK AĞACI ] —ANSİKL. Bombax ağaçlarının kökleri palet biçimindedir. Kapçık meyvelerinin içi pamuğumsu kısa ipliklerle doludur; bır. iplikler tohumdan değil meyve çeperin­ den çıkar. Elyafı pürüzsüz olan bu bitki­ sel pamuk (kapok), iplik yapımına uygun değildir, yalnızca kıtık olarak kullanılır. BO M BA Y, Hindistan’da kent, Hint ok­ yanusu kıyısında, Maharaştra’nın merke­ zi; 9 909 547 nüf. (1991). •COĞRAFYA. Eski Bombay kenti yedi küçük lav öbeğinin üzerinde kurulmuştu; bu öbeklerin zamanla birleşmesi sonucu, geniş ve derin bir su örtüsünü dışta bıra­ kan Bom bay C ity çekirdeği ortaya çıktı. K.’de Salsetta adası (adaların en genişi) kentin yakın çevresinde bir dizi yerleşme­ nin gelişmesine olanak sağladı ve bu yer­ leşmeler Bombay City ile birleşince K.’den G.'e doğru 25 km uzunluğundaki Büyük Bombay ortaya çıktı. Liman kenti olmanın sağladığı yararlar, Süveyş kana­ lının açılmasıyla Avrupa yolunun nispe­ ten kısalması ve Gatlar'ı aşan bir demir­ yolunun yapılması (1855-1870) sayesin­ de Bombay olağanüstü bir gelişme gös­ terdi. 1870’ ten sonra başlayan sanayideki gelişmenin temelinde, liman etkinlikleri, yörede hammadde kaynaklarının (pa­ muk) bulunması, hint pamuğunun değer kazanmasına yol açan Veraset savaşı, sermaye piyasasının gelişmesi ve hint burjuvazisinin gerçekleştirdiği yatırımlar vardır. Bugünkü birleşikkentte, kalabalık Bombay City çekirdeği, Marine Drive yük­ sek deniz cephesiyle (B.’da) liman arasın­ da (D.’da) uzanır. Konut semtleri Bom­ bay’ın B. kesimindedir (Malabar Hill). Nü­ fusun az olduğu adanın güney kesimi res­ mi dairelere ayrılmıştır; kuzeydeyse hal­ kın oturduğu mahalleler ve sanayi alan­ ları (Parel) bulunur. Salsetta kesiminde, tepeler ve bataklıklar arasında kalan yer­ lerde daha az nüfuslu kentsel çekirdek­ ler (Mahim, Bandra, Trombay, vb.), San­ ta Cruz havalimanı ve Juhu Beach sayfi­ ye merkezi yer alır. Karışık olan nüfus daha çok, marathe, gucarati ve urdu dillerini konuşan halklar­ dan oluşur. Etkin nüfusun °/o 40'tan faz­ lası sanayide, yaklaşık % 55'i hizmetler kesiminde çalışır. Bombay, Hindistan'ın en önemli limanıdır (yıllık trafik hacmi 17 Mt), ama artık yetersiz kalmaktadır ve ça­ murla dolma tehlikesiyle karşı karşıyadır. Dokuma (özellikle pamuk) ağırlıklı sana­



yinin diğer kolları arasında besin, kimya, makine (makine ve araç), sinema sana­ yisi, petrol rafinerisi, nükleer sanayi (Trambay) ve el sanatları sayılabilir. Hindistan’ın ikinci kentsel yerleşme alanı olan Bom­ bay, bölgesel bir anakent, bir ticaret ve finans alanı ve bir üniversite merkezidir. • TARİH. Bugünkü Bombay'ın bulundu­ ğu yerde ilk kentsel yerleşim XIII. yy.’da kuruldu. 1348’de Gucerat müslümanlarınca alınan kent, 1534’te Portekizliler'in eline geçti; Charles II ile Catherine of Braganza’nın evlilikleri sırasında İngiltere'nin egemenliğine girdi. Bu hükümdar, Bom­ bay'ı 1668'de, yılda 10 sterlinlik bir kira karşılığında Doğu Hindistan şirketi’ne bı­ raktı. Kentteki ilk gelişme, 1669-1677 ara­ sında valilik yapan Gerald Aungier zama­ nında görüldü. Bunun sonucunda Bom­ bay, Surat'ı gölgede bıraktı. 1773 Regulating Act’ı, Bombay’ın yönetimini Bengal genel valisinin denetimine bıraktı, bura­ daki İngiliz mal varlığı büyüdükçe kentin önemi de arttı. Central india Railway'ın kuruluşu (1864) ve Süveyş kanalının açı­ lışı (1869) sırasında gerçekten “ Hindis­ tan’ın kapısı” oldu. Hindistan Ulusal kongresi’nin ilk toplantısı 1885'te Bom­ bay’da yapıldı. Bağımsızlıktan bu yana (1937'ye kadar Sind’i de kapsayan) eski Bombay eyaleti, konuşulan dillere göre iki eyalete (Gucerat ve Maharaştra) bölün­ müştür.



B o m b a y fe n o tlp i. Hematol. Hintli bir ailede keşfedilen ve içinde A, B, H mad­ deleri bulunmayan ender alyuvar çeşidi. (Bu alyuvarları taşıyan kişilerde A ya da B genleri olsa bile H maddesi bulunma­ dığı takdirde bu genlerle ilgili karakterler ortaya çıkamaz.)



BOM BAY H İG H ya da BO M BAY KABARTISI, Hindistan’da hidrokarbon yatağı, Umman denizi’nde, Bombay'ın K.-B.'sında.



BOMBAZEN a. (fr. bombasiri). Tekst. 1. Önceleri Como bölgesinda, sonra Fran­ sa’da birkaç ilde dokunan ipek kumaş. —2. Pamuk ipliğinden dimi örgüde do­ kunan kumaş. (Eşanl. PAZEN.) —3. Ters yüzü olmayan füten.



BOMBELENME a. Camc. Cam yapra­ ğının kenarlarda hafif dalgalar oluşturan biçim değişimi.



BOMBELEYİCİ a. Kinci ve kıiıfçıların kullandıkları el aleti. Ucu, yuvarlatılmış si­ lindir biçiminde şimşirden ya da ucunda kızdırılabilir bir bilyenin bulunduğu made­ ni borudan yapılmıştır. Karton ya da de­ riye sürtülerek, sürtülen bölümün çukur­ laşmasını ve böylelikle, ters yüzeyde, bir şişkinliğin oluşmasını sağlar.



BOMBELİ sıf. Kabarık, şişkin: Bom beli cam.



BOM BELLİ (Raffaele), İtalyan matema­ tikçi ve mühendis (Borgo Panigale, Bo­ logna yakınında, 1526 - 1572). Toscana'da Chiana vadisini kurutma çalış­ malarında görev aldı ve bir cebir kitabı yayımladı (1572). Bu yapıt, sona eren Rö­ nesans cebirinin sistemli ve mantıksal in­ celemesi üzerineydi. Bcobelli matemati­ ğe birçok katkıda bulundu, köklerin yak­ laşık değerlerini bulmak için sürekli kesir­ leri kullandı, bilinmeyenin kuvvetleri için bir simgeler sistemi ve karmaşık sayıların hesap kurallarını geliştirdi. BOMBERG (Daniel), hollandalı basım­ cı (Anvers [?] - Venedik 1549). 1511’de Venedik’e yerleşti ve kendini değerli ibranice yapıtlar basmaya adadı: Bibbia rabbinica (1518; 2. baskı, 1525), haham isaac Nathan'ın Concordance hĞbraique (fr. çev.) [1521 ] ve Babyl Talmud (11 cilt, formalar halinde). BOM BETOKA ko yu , Madagaskar’ın kuzey-batı kıyısında koy, Mozambik bo­ ğazında. Betsiboka ırmağının döküldü­ ğü Bombetoka koyunun girişinde Mahajanga yer alır.



BOMBİDAE a (lat bombus; yun. bom­ boş, boğuk ses, vızıldamadan), iğneli zarkanatlı böcek oymağı. (Bir familya soneki taşımasına karşın Bombidae, yabanarısı ve Psithyres cinsi üyeleri gibi zarkanatlıları içeren bir oymaktır. Üyeleri yer­ kürenin ılıman ya da soğuk bölgelerinde yaşar. Arıgiller familyası.)



kinlik. —Ayakkc. Çelik bombe, iş emniyet ayak­ kabısının yapımı sırasında gerek saya ucu ile astar arasına, gerekse saya ucu­ nun üstüne yerleştirilen ve ayak parmak­ larını ezilmeye karşı koruyan çelik parça. —Marokene. Bombe vermek, bir bavu­ la, kılıfa ve maroken bir eşyanın yüzeyi­ ne hafif bir kabarıklık vermek.



BOMBİERİ (Enrico), İtalyan matematikçi (Milano 1940). Bombieri’nin çalışmaları çok değişik alanlarda olsa bile adı sayı­ lar kuramının bir teoremiyle birlikte anılır. Bu teorem a ve b nin aralarında asal ol­ duğu, a x + b aritmetik dizisindeki asal sayı dağılımının bir taiıminini kendinden önce­ kilerden daha kesin bir biçimde verir. (Lejeune-Dirichlet [1837] analitik yöntem­ leriyle sözkonusu dizinin sonsuz asal sa­ yısı olduğunu göstermişti.) Bombieri Fields madalyasını almıştır (1974).



BOMBELEME a. Camc. Cam yaprak­



BO M BİKOL ya da BOMBİŞİN a (fr



larını fırında bükme işlemi.



bom bykol ya da bombyeine). ipekböcç.



BOMBE a. (fr. bombâ). Kabarıklık, şiş­



Modern B o m b a y ’dan bir görünüm



V



bombikol Erkeği çekmek için dişi ipekböceği kele­ beğinin koku bezlerince salgılanan etkin madde.



1788



BOM BİNA ya da BOMBİNATOR a (lat. bombus, boğuk ses'ten). Ezgili hay­ kırışlar çıkaran kurbağa cinsi. (Tehlike anında, bir yandan kötü kokulu ve yakıcı bir sıvı salgılarken bir yandan da kıpkır­ mızı ya da sapsarı karnını gösterir, ikisi Asya’da, ikisi Avrupa'da yaşayan dört tü­ rü bilinir. Avrupa'daki türleri: kırmızı ka­ rınlı tekerdilli kurbağa [Bombina bombina] ve sarı karınlı tekerdilli kurbağa [B. variegata], Tekerdillikurbağagiller familyası.) BOMBİSİN — BOMBİKOL. BOMBOK sıf. ve be. (boktan pekiştiri­ lerek). Kaba. Bir şeyin, bir kimsenin, bir durumun, bir eylemin çok kötü, berbat ol­ duğunu vurgulamak için kullanılır: Bom­ bok b ir araba. Bom bok b ir hayat. Bom­ bok yaşamak.



BOMBOŞ sıf. ve be. (boştan pekiştiri­ lerek). Boş olarak nitelenen bir şeyin, bir yerin, bir kimsenin, bir eylemin bu niteli­ ğini daha da vurgulamak için kullanılır: Bomboş b ir otobüs. Bomboş b ir hayat. Önümüzde bomboş b ir ova uzanıyordu. Sen gittikten sonra ev bom boş kaldı. Bomboş oturmak.



BOMBOT a. (ing. bum boat). Denize. Li­ manlarda gemilere çeşitli eşya ve gereç taşımada kullanılan küçük tekne.



BOMBYCİDAE a. İPEKBÖCEĞİGİLLER familyasının bilimsel adı.



BOMBYCİLLİDAE a. İPEKKUYRUKKUŞUGİLLER familyasının bilimsel adı.



ipekbezl ipekböceflinin boyuna kesiti



BOMBYLİİDAE a. Çoktüylü bedenli, uzun hortumlu ortoraf sinek familyası. (Üyeleri güneşli yerlerde çiçeklerin üstün­ de süzülerek hızla uçar ve çiçeklerin öz suyunu emer.) —ANSİKL •Bom byliidae familyasının bir­ çok cinsi, özellikle sıcak ve çorak bölge­ lere yayılır. Larvaları zarkanatlıların yuva­ sında, çekirgelerin yumurtladıkları yuva­ larda ve hatta bazı tırtılların bedenlerinde asalak yaşar. Başlıca cinsleri: Anthrax, Bombylus, Systoechus. BOMBYX a. (yun. bombyks, ipekböce­



bombyx (Bombyxmori)



ği, lat. bombyx). 1 . ipekböceğinin ve pulkanatlılar (kelebekler) takımından ipekböceğine benzeyen bazı türlerin cins adı. —2. Tırtılı bir bitkiye zarar veren çadırpervanesigillerin çeşitli türlerine verilen ad: ağaçsı bombyx ya da halka örücüsü (Maiacosoma neustria), meşe bombyx’i (Lasciocam per quercus), böğürtlen bombyx’i (M acrothylacia rubi), yonca bombyx’i (Lasiocam pa trifo lii), çam bom byx’i (Dendroiimus pini). —3. Başka ailelerden çeşitli pervanelere verilen ad: aylandız bombyx’i (Samia cynthia, Attacidae famil­ yası), çingene pervane, kırtırtılı ve uyum­ suz bombyx adıyla bilinen Lym antria disp a r (Liparidae familyası), yıldızlı bombyx (Orgya antiqua, Liparidae familyası), es­ mer kıçlı bombyx (Euproctis phaeorrhea, Liparidae familyası) vb.



BOMCU sıf. Arg. Yalancı kimse için kul­ lanılır.



BOME - B AU M E. BOME a. Seram. Sırça ve döküm çamu­ runun akışkanlığını ölçme birimi.



BOMHOERİT a. (fr. baumhauĞrite). Miner. Doğal kurşun tiyoarsenit. BOMİ HİLLS, Liberya'da yer, Monrovia’nın K.’inde. Demir filizi yatağı. BO M İLKAR, LÛ. 308’de iktidarı ele ge­ çirmeye kalkışan kartacalı general. Çar­ mıha gerildi. BO M İLKAR , İ.Ö. 215'te Annibal'e tak­ viye kuvveti getiren, İtalya ve Sicilya'ya yönelik çeşitli deniz harekâtını yöneten kartacalı amiral. BO M İLKAR , Jugurtha’nın hizmetinde görevli numidialı serüvenci. Jugurtha’nın



emriyle Roma’da, Masinissa’nın torunu genç Massiva’yı öldürdü. Afrika prokonsülü Metellus, Jugurtha’yı kendisine tes­ lim etmesi karşılığında ceza görmeyece­ ğine söz verdi. Ama bunu öğrenen Jugurtha Bomilkar'ı idam ettirdi (İ.Ö. 108).



BOM JESUS DA LA P A , esk Lapa, Brezilya’da (Bahia eyaleti) kent, Sâo Fran­ cisco ırmağı kıyısında; 12 000 nüf. Din­ sel ziyaret merkezi (mucizeler yarattığına inanılan mağara).



B o m p la n i, 1929'da Milano'da Valentino Bompiani tarafından kurulan İtalyan yayınevi. Edebiyat yapıtları, gençler için romanlar, sadeleştirilmiş bilimsel yapıtlar ve ansiklopedik yapıtlar yayımladı.



BOMVU RİDOE, Svaziland'da dağ kütlesi, Mbabane yakınında. Demir yata­ ğı; çıkartılan demir, maden bölgesine demiryoluyla bağlı Maputo’dan ihraç edilir. BON, japon ölüler bayramı. 13 ile 15 temmuz arasında kutlanır. Bu üç gün bo­ yunca ataların ruhlarının yeryüzüne dön­ düğüne inanılır; her aile, evindeki su­ nağa, ruhlar için birkaç yiyecek koymak zorundadır. 15 temmuz gecesi, yanar mumların dikildiği küçük sallar dere kıyı­ larına bırakılır, bu sırada, kırsal kesim hal­ kı meydanlarda el ele tutuşup halka ola­ rak bon-odori adlı dansı yaparlar.



tirilen tüketim mallarını pazarlayan bü­ yük mağazalar günlük yaşama girdi. Daha çok Beyoğlu bölgesinde yoğunlaşan bu mağazaların en önemli özellikleri, yabancı etiketli mallarıyla, çarpıcı reklamlarıyla, çe­ kici vitrinleriyle getirdikleri yenilikler oldu. Bonmarşelerde giyim ve ev eşyası, he­ diyelik eşya, kumaş, tuhafiye, oyuncak, av silahları, spor malzemeleri, müzik alet­ leri gibi çok çeşitli şeyler satılıyor. Bu' bonmarşelerden en ünlüleri şunlardı: ipekçi kardeşler'e ait Selanik bonmarşesi, Atlas kardeşler'e ait Au lion bonmarşesi,W. Paluka’ya ait Alman pazarı, Pygmalion bon­ marşesi, Lazaridis biraderler'e, Dilberzade kardeşler'e, Mustafa Şamlı ve mahdumlan’na ait bonmarşeler, Hugues ve Cie moda ve yenilikler mağazası.



BON A d i Savola, Milano düşesi (Avigliana 1449-Fossano 1503), Ludovico di Savoia'nın kızı. Milano dukası Galeazzo Maria Sforza ile evlendi (1468). Kocası­ nın ölümü üzerine (1476), duka ilan edi­ len oğlu Gian Galeazzo adına naipliği üst­ lendi. Ama kayınbiraderi Ludovico tara­ fından iktidardan uzaklaştırıldı (1480).



BON, Tibet’te buddhacılıktan önce var



BONACOLSİ, XII. yy. sonlarında adın­ dan söz ettirmeye başlayan ve 1276’dan 1328’e kadar Mantova'da zorbaca hü­ küm süren İtalyan aile. Gonzagalar bir ayaklanma başlatarak bunları devirdiler ve iktidarı ele geçirdiler.



olan ve onu etkileyen din. (Japoncada "b o n " terimi, brahmanı belirtir.)



BONAÇA a. (ital. bonaccia). Denize. Çok durgun deniz ve hava.



BON (Giovanni BUON ya da) [öl. 1442] ve oğlu BARTOLOMEO (öl. 1464), Vene­ dikli mimar ve heykelciler. Matteo Raverti ile C a'd’oro'da çalıştılar ve dukalık sa­ rayında Venedik gotik heykelciliğinin baş­ yapıtı sayılan Porta della Carta'yı yaptılar (1438-1443).



BON (Francesco Augusto), İtalyan yazar (Venedik 1788-Padova 1858). Goldoni üslubunda yazılmış altmışa yakın kome­ disi vardır. Bunların en başarılılarındaki kahraman, Ludro adında sevimli bir do­ landırıcıdır.



BON (Ferdinand Jean Jacques DE), fransız amiral (Saint-Servan 1861-Paris 1923). 1916’da deniz kuvvetleri kurmay başkanlığına getirildi; Müttefiklerarası de­ niz konseyi üyeliği yaptı. Versailles antlaşması’na denizle ilgili maddeler konulma­ sında büyük rolü oldu. 1919 ’da İstanbul’ daki fransız deniz kuvvetlerinin başına ge­ tirildi. Uluslararası VVashington konferan­ sımda (1921) fransız heyetine başkanlık etti ve özellikle, hafif savaş gemileriyle denizaltılara tonaj sınırlaması konmasına karşı çıktı. BON burn u , ar Vatan ül-Kıbli (EL-), Tunus’un kuzey-doğu’sunda yarımada. G.’de Grombalia çöküntüsüne egemen bu dağlık (cebel Ben ulid'de 637 m) böl­ ge, ağaç dikimi (zeytin, portakal) ve bah­ çe tarımı yapılan bir yerdir. Bon m arehâ (Au), Aristide Boucicaut (1810-1877) tarafından 1852’de kurulan ticari kuruluş. Satış alanında devrim nite­ liği taşıyan bazı yöntemlerin yardımıyla (kâr marjlarının sistemli bir biçimde düşü­ rülmesi ve hızlı sürüm) bu büyük mağa­ zanın cirosu, 1852’de 500 000 frank iken, 1860’ta 5 milyona yükseldi. Mektupla sa­ tış kataloğunu ilk kez 1867’de çıkardı. 1950’de “ Bon marehâ” iflas masasına gitmek zorunda kaldı. 1969'dan sonra, kuruluşun denetimini eline geçiren Agache-Willot grubu disiplinli bir toparlanma planı uyguladı. "Bon marehâ" şirketi, bu­ gün artık yalnızca Paris’te Sövres cadde­ sindeki 26 000 m2'lik mağazalarla, Caen’ daki bir mağazayı işletmektedir. BONMARŞE a. (fr. [Au] Bon m archb'nin adından), ■çeşitli ev, giyim ve süs eşyası satılan büyük mağaza. — ANSİKL.Istanbul’da, XIX. yy.'da, el imala­ tı ürünlerin ticaretini yapan geleneksel mes­ lek çarşılarının yanında, dış ülkelerden ge­



BO NA DEA, Faunus kültünden Roma tanrıçası.Kadınlar ve genç kızlar, yılda bir kez kutsal Aventinus ormanında Bona Dea’nın misterlerini kutlarlardı. Bona Dea, Fauna ile özdeşleştirildi. BONAİRE, Antiller denizi’nde Hollan­ da'ya bağlı ada (Rüzgâraltı adaları), Venezuela kıyısının açığında; 288 km2; 11 058 nüf. (1990). Yönetim merkezi Kralendijk. Petrol terminali. BONALD (Louis, —vikontu), fransız ya­ zar ve felsefeci (Monna şatosu, Millau ya­ kınında 1754 - ay. y. 1840). 1785'ten 1789’a kadar Millau'da belediye başkan­ lığı yaptıktan sonra, 1790'da Aveyron il meclisi başkanı oldu, ama 1791’de, din adamları sınıfına ilişkin düzenlemelerden sonra görevinden çekildi ve Fransa'dan ayrıldı. 1797’de geri döndü. 1810 ’da Üni­ versite konseyi üyesi oldu. Ancien Râgime monarşisinin ve dinin savunucusu olan aşırıcı grubun kuramcısı olarak tanı­ nan Bonald, kralın emriyle Fransız akademisi’ne girdi (1816). Yapıtları: ThĞorie du pouvoir politique et religieux (Siyasal ve dinsel iktidar ku­ ramı) [1796]; Essai anaiytique sur les lois naturelles de l'o rd re social (Toplum dü­ zeninin doğal yasaları üzerine çözümle­ me denemesi) [1800]; Du divorce (Boşan­ ma üzerine) [1801]; ta Legislation prim itive (ilkel yasalar) [1802]; les Recherches philosophiçues (Felsefe araştırmaları) [1818]; Du pouvoir et des devoirs dans la societĞ (Toplumda iktidar ve yükümlü­ lükler üzerine). Bonald'a göre insanın top­ lumsal özelliği, Rousseau’nun savundu­ ğu gibi bir sözleşmeden değil/insana di­ li bağışlayarak onu toplumsal bir varlık ya­ pan Tanrı’dan kaynaklanır. Ruhla beden nasıl birbirinden ayrılmazsa, dinsel top­ lum da sivil toplumdan ayrılmaz. Monar­ şi, Devrim sırasında kaybolmuş olan bu birliği, hükümdarla birey arasında yer alan kurumlar aracılığıyla yeniden sağla­ malıdır. Öte yandan, siyasal toplum dün■yevi özelliğinden ötürü, bütünüyle din adamlarının buyruğuna giremez; din adamlarının manevi önderi, yalnızca yer­ yüzünde İsa’nın temsilcisidir. Dolayısıyla Bonald teokratik bir yönetimi benimse­ mez. Bonald'ın düşünceleri, XIX. yy. mo­ narşisi düşüncesini ve özellikle meşruti­ yetçileri (Bonald 1830’da, Orlâans’lı bir hükümdarın tahta çıkmasını mahkûm et­ mişti) büyük ölçüde etkiledi.



■ BO NAM PAK, Chiapas (Meksika) dev­ letinde maya siti. Usumacinta'nın kolu Lacanjâ nehrinin yakınındadır. Yaxchilân' ın siyasal ve kültürel hegemonyası altın­ da olan bu yeni klasik dönem (i.S. 600 -950) merkezi, özellikle 1946’da bulunan duvar resimleriyle dikkati çeker. Bunları yapan sanatçılar şahane renkler yardı­ mıyla bir savaşın öyküsünü canlandırmış­ lardır.



BONANNO P isa n o , XII. yy.'ın ikinci yarısında yaşamış İtalyan mimar ve hey­ kelci. Pisa katedrali'nin güney taç kapısı­ na ve Monreale katedrali'nin ana taç ka­ pısına (1186) iki tunç kapı yaptı. Bu kapı­ lar aynı pitoresk ve anlatımcı sanatın ürünleridir. BONAÖ, Dominik Cumhuriyeti'nde kent -* MONSENOR NOUEL.



BONAPARTÇI sıf. ve a. 1. Bonaparte' ların yönetiminden, onların düşünce ve davranışlarından yana olan kişilere denir. (Napolöon I ve Napoleon III dönemlerin­ de iktidara gelen bonapartçılar, tam an­ lamıyla bir parti oluşturmamakla birlikte, III. Cumhuriyet’in başlarında, Rouher ve Halka çağrı komitesi öncülüğünde önem­ le bir siyasal grup oluşturdular, Meclis’teki üye sayılarını 104’e kadar çıkardılar. 1879'da imparatorluk genç vâris prensi­ nin trajik bir biçimde ölmesi, bonapartçıların hızını tamamen kesti.) —2. Bonapartçılığa bağlı kişi ya da parti için kulla­ nılır.



BONAPARTÇILIK a. 1. iktidarın Na­ polöon Bonaparte tarafından kurulan ha­ nedanın elinde bulunduğu dönemdeki yönetim biçimi. Bu sistemde iktidar bir yandan monarşik veraset ilkesine, öte yandan da her türlü egemenliğin kayna­ ğı olarak kabul edilen milletin verdiği yet­ kiye dayanır. —2. Genel oyla onaylanan plebisite dayalı otoriter hükümet biçimi. — ANSİKL. Marxçılara göre bonapartçılık burjuvazinin egemenliğinin, Marx’ın de­ yimiyle, "bazı parlamenter süslemelerle... bürokratik yapıya sahip bir askeri despotizmle" tamamlandığı bir yönetim biçimidir (Gotha programının eleştirisi); bu yönetimde üretim tarzı, proleter sınıfın sömürülmesini ağırlaştıran polis baskısı ne­ deniyle, antik çağlardaki köleci üretim tar­ zına benzer biçimler alır. Marx, 18 Brum aire adlı yapıtında bonapartçılığı krallık ve devrim'in birbiriyle çelişen mirasının, köylülerin bir bölümünün desteğine da­ yanarak, orta sınıf eliyle bir uzlaştırma is­ teği olarak değerlendirir, Marx’a göre bu, Louis Napolöon Bonaparte’ın 2 aralık 1851'de iktidarı ele geçirmesine yol aç­ mıştır. Troçki ise Stalin'i eleştirirken, devrim­ ler sonrasında kurulan tüm diktatörlükle­ ri, Napolöon l'in diktatörlüğü gibi Stalin dönemini de, bonapartçılık olarak nitelen­ dirir.



BONAPARTE ya da BUONAPARTE, Lombardia kökenli aile; üç kola ayrıldı, Bologna, Treviso ve Floransa’ya yerleş­ ti. imparator Napolöon bu sonuncu aile­ dendir. I.



NAPOLEON AİLESİ



BONAPARTE (Charles Marie). - BU­ ONAPARTE CARLO MARİA



B o n a p a r t e (Maria Letizia ram oüNO), Carlo Maria'nın karısı (Ajaccio 1750 -Roma 1836). Eski ve varlıklı bir korsikalı aileden geliyordu; on dört yaşında evlen­ di, 35 yaşında dul kaldı, on iki çocuğun­ dan dördünü küçük yaşta yitirdi. 1793’te Marsilya'ya, daha sonra, 1796’da Paris'e yerleşti, imparatorluk devrinde Madame M ere unvanını almasına (1805) karşılık, bir köşede mütevazi bir hayat sürdürdü. 1815’ten sonra Roma’ya yerleşti. II.



JOSEPH KOLU



BONAPARTE (Joseph), Napolöon l’in ağabeyi (Corte 1768 -Floransa 1844). Au­ tun koleji’nde burslu olarak okudu.



1788’de Korsika’da avukatlık yaptı. Paoli, halkı Fransa’ya karşı ayaklandırdığı zaman adayı terk etti. 1794’te Marsilya’da, zengin bir tacirin kızı olan Julie Clary (1771-1845) ile evlendi.Napolöon’un des­ teğiyle Korsika’ya görevli olarak gönde­ rildi (1796) ve Parma elçisi oldu (1797), daha sonra aynı görevle gönderildiği Roma’da, bir ayaklanma sırasında general Duphot onun kollarında öldü. Beşyüzler meclisi’nin üyesiydi, sonra istifa etti ve tam yetkili büyükelçi olarak atandı. Görüş­ melerine katıldığı Lunöville (1801) ve Amiens (1802) antlaşmalarını ve konkordato­ yu imzaladı (1801). imparatorluk ilan edi­ lince, imparator soyundan birinci prens olarak büyükseçici unvanını aldı (18 ma­ yıs 1804). Daha sonra sırasıyla, Napoli (1806-1808) ve ispanya (1808-1813) kralı oldu, istila sırasında, Fransa'ya geri dön­ dü, imparatorluk tümgenerali ve ulusal muhafızlarla Paris’te mevzilenen kuvvet­ lerin komutanı unvanlarını aldı. 30 mart 1814 ’te, imparatoriçe Marie-Louise’i izle­ yerek Blois'ya gitmek üzere başkenti terk etti. Prangins’e (İsviçre) çekilmişken, Yüz Gün sırasında Fransa’ya döndü ve impa­ ratorun yokluğunda bakanlar kuruluna başkanlık etti. Daha sonra, Survilliers kon­ tu adı altında Amerika Birleşik Devletleri'nde (1815-1832, sonra 1837-1839), İngiltere’de (1832-1837 ve 1839-1841), en sonunda da, Floransa’da yaşadı, iki kızı vardııZENAİ'DE (Paris 1801-Napoli 1854), 1822’de Lucien'in oğlu Charles ile evlendi; —CHARLOTTE (Paris 1802-Sarzana, İtalya, 1839), 1826’da Louis’nin oğlu Napolöon-Loyis ile evlendi. III. NAPOLEON KOLU -N A P O LE O N . IV.



LUCİEN KOLU



BONAPARTE (Lucien), Canlno pren­ si, Napolöon l’in ikinci kardeşi (Ajaccio 1775-Viterbo 1840), Öğrenimini Autun, Brienne ve Aix’te yaptı, 1789’da Korsika’ ya döndü ve orada devrimci düşüncele­ rin en ateşli savunucularından biri oldu. Paoli ile çatışınca, ailesiyle birlikte Provence’a kaçmak zorunda kaldı. 1794'te Christine Boyer ile evlendi. Liamone döpartement’ının temsilcisi olarak Beş Yüz­ ler meclisi'ne girdi; 18 Brumaire darbesi­ ni hazırladı ve bu meclisin başkanı olarak belirleyici bir rol oynadı; ağabeyinin bir yenilgiden kılpayı kurtulması, onun müda­ halesi sayesinde oldu. 1799’da içişleri ba­ kanlığına getirildi. 1800'de gözden dü­ şünce Madrid büyükelçisi olarak gönde­ rildiği ispanya’yı Fransa'ya yaklaştırdı. Carlos IV'ü Fransa’nın davasına kazan­ dırdı. imparatorun isteğine karşı çıkarak, sarraf Jouberthon'un dul karısı Alexandrine de Bleschamp ile evlendiği için onun­ la arası bozuldu; 1804'te Roma’ya çekil­ di. Amerika Birleşik Devletleri’ne gitmek isterken 1810’da Ingilizler'in eline düşün­ ce 1814 ’e kadar Roma'ya dönemedi. Roma'da anılarını (Mdmoires) yazdı. Yüz Gün sırasında Napolöon ile barıştı, ilk ka­ rısı Christine Boyer ile evliliğinden iki kızı oldu: CHARLOTTE (Saint-Maximin 1795 -Roma 1865), Roma’da 1815’te, prens Gabrielli ile evlendi; — CHRİSTİNE EGYPTA (Paris 1798-Roma 1847), 1818’de isveç­ li Arvid Posse ile, 1824’te de lord Dudley Stuart ile evlendi. —Lucien Bonaparte’ın, Alexandrine de Bleschamp ile olan ikinci evliliğinden dokuz çocuğu oldu; bunların en büyüğü Canlno prensi C h a r le s LUCİEN (Paris 1803 - ay. y, 1857), uzun sü­ re ABD’de yaşadı ve orada canlılar üze­ rine incelemeler yayımladı.



BONAPARTE (Pierre Napolöon), Luci­ en'in ikinci evliliğinden olan altıncı çocu­ ğu (Roma 1815-Versailles 1881). Romagna’da (1831), sonra Kolombiya'da savaş­ tı. 1848 meclisinde aşırı sol kanattan mil­ letvekili seçildi: 2 aralık 1851 hükümet darbesini kınadı ve siyasal yaşamdan çe­ kildi. 10 ocak 1870’te gazeteci Victor Noır’ı, basında çıkan bir polemik nedeniy­ le tabancayla öldürdü. Tours'da bulunan, yüce divan tarafından aklandı ve ingilte-



ş g J S



1789



ROLAND NAPOLEON'un (Paris 1858 - ay. y. 1924), coğrafya, etnografya ve bota­ nik üstüne çok sayıda çalışması vardır; ayrıca Coğrafya derneği ile Uluslararası antropoloji enstitüsü başkanlığı yaptı.



BONAPARTE (Marie), fransız psikana­ lizci (Saint-Cloud 1882-Saint-Tropez 1962); prens Roland Bonaparte'ın kızı, Yunanistan ve Danimarka prensi Georgi os'un karısıydı. Psikanaliz hareketinin ta­ rihinde çok büyük bir rol oynadı. Kişisel servetini bu uğurda harcadı. 1920’den başlayarak S. Freud tarafından psikana­ lizden geçirildi ve onun Paris’teki resmi temsilcisi oldu. Sociötö psychanalytique de Paris (1926) ile Revue française de psychanalyse’in (1927) kurucuları arasın­ da yer aldı. Freud ve ailesinin, nazilerden kaçıp Londra'ya yerleşmesine yardım et­ ti. Freud'un metinlerinin ilk çevirilerini yap­ tı. Ayrıca, E. Poe, sa vie, son oeuvre, Ğtude anaiytiçue (E. Poe, yaşamı, yapıt­ ları, psikanaliz incelemesi) [1931J, introduction â la thĞorie des instincts (İçgüdü­ ler kuramına giriş) [1934], Psychanalyse et anthropologie (1952) adlı yapıtlar ile ka­ dın cinselliği konusunda, aralarında Sexualitd de la fem m e'ın (Kadın cinselli­ ği) [1951] da bulunduğu birçok inceleme yazdı. V.



ELİSA KOLU



BONAPARTE (Maria-Anna, E lis a denir), Lucca ve Piombino prensesi, Toscana grandüşesi, Napolöon l'in kız karde­ şi (Ajaccio 1777-Trieste yakınında 1820). 1784’ten 1792'ye kadar Saint-Cyr krallık yurdunda eğitim gördü ve 1793’te Mar­ silya’ya ailesinin yanına gitti. KorsikalI bir kaptan olan Felice Baciocchi ile evlendi (1797). 1805‘te, kocasıyla birlikte Lucca ve Piombino prensliklerini elde etti; bu prenslikleri ustalık ve sertlikle yönetti, Na­ polöon, ödül olarak 1809'da ona Toscana grandüşesi unvanıyla birlikte, impara­ torlukla birleşen Toscana eyaletlerinin yö­ netimini de verdi. 1814'te, imparatorluk­ la tüm bağlarını koparan Elisa, eyaletleri­ nin yönetimini korumaya çalıştı, ama ba­ şaramadı, 1815'ten sonra Bologna’ya döndü, sonra Brünn’e yerleşti; burada AvusturyalIlar onu savaş tutsağı saydılar. Bununla birlikte Trieste yakınına çekilebil­ di. Beş çocuğundan biri C^merata kon­ tuyla evlenen NAPOLEONE E l İSA (1806-1869) öteki de FRfefftiC’tir (1810 - 1833).



bir savaş sahnesini gösteren duvar resmi maya sanatı, VIII. yy.



Bonaparte VI.



LOUİS KOLU



BONAPARTE (Louis), Hollanda kralı, Napolbon l’in üçüncü kardeşi (Ajaccio 1778 - Livorno 1846). Gençliğinde Napo­ leon tarafından yönetilen Louis, önce İtal­ ya sonra Mısır seferi sırasında Napoleon' un yaveri oldu. 1799’da dragon süvari al­ baylığına, 1804'te tuğgeneralliğe yüksel­ tildi ve aynı yıl imparatorluk başkomutan­ lığına getirildi. Josbphine'in kızı Hortense de Beauharnais ile istemeyerek evlendi (1802). Ağabeyi tarafından Hollanda tah­ tına oturtulan (1806) Louis, gerek "Grande Armâe"ye vermek istemediği asker ko­ nusunda, gerekse tebaasının çıkarlarını feda etmemek için hiçbir zaman ciddi ola­ rak uygulamak istemediği kıta ablukası konusunda, Napolâon ile sürekli olarak çatıştı. Uzun bir direnmeden sonra, Noordbrabant’ı ve Zeeland'ı (mart 1810) tran­ sız imparatorluğuna bıraktı, sonra tahttan feragat etmek zorunda kaldı (temmuz 1810). Avusturya'ya çekilen Louis Bona­ parte, 1814'te kısa bir süre Paris'te yaşa­ dı, ardından Roma'ya, sonra da Floransa'ya yerleşti; burada tarihsel eserler ve şiirler yazdı. Üç oğlu oldu: N apoleon C h a rle s (Paris 1802 - Lahey 1807), NAPOLEON LOUİS ve CHARLES LOUİS NAPO­ LEON (bk. sonraki madde).



Louis Bonaparte J.-B. VVicar'ın yapıtı (ayrıntı) VersaiHes şatosu



BONAPARTE, (Charles Louis Napole­ on) -» NAPOLBON III; —EUGENE LOUİS Napolhon, Napolbon lll’ün tek oğlu, Fransa imparatorluğu prensi (Paris 1856 -Ulundi, Zululand, 1879). Sarrebrück savaşı’na katıldı (2 ağustos 1870) ve ilk ye­ nilgilerden sonra İngiltere'ye imparatoriçenin yanına gitmek zorunda kaldı. Burada, Woolwich okulu’nda askeri eğitim gördü (1872-1875). 1873’te babasının ölümün­ den sonra resmen bonapartçı aday ("Napolöon IV” ) olan Napolâon 1878'de Zululand'deki İngiliz ordusunun kurmayında yer almak istedi; burada bir keşif sırasın­ da öldürüldü. VII. PAULİNE KOLU



Jeröme Bonaparte F.J. Kinson un yapıtı (ayrıntı) VersaiHes şatosu



K | § S î



BONAPARTE (Marie Paulette, Pauline —denir), Borghese prensesi, Guastalla düşesi, Napolbon l'in ikinci kız kardeşi (Ajaccio 1780 - Floransa 1825). 1793’te Korsika’dan ayrıldı ve ailesiyle birlikte Marsilya’ya yerleşti. 1797'de general Leclerc ile evlenerek onunla birlikte Saint -Domingue'e gitti ve oradan dul olarak döndü (aralık 1802). 1803’te romalı prens Camillo Borghese ile evlendi; kocası 1806’da Guastalla dükü oldu. Prenses, Guastalla dukalığını İtalya krallığı'na sattı, Paris ve Roma’da yaşamaya başladı. 1814’te Elbe adasında ağabeyi ile buluştu ve onun Murat ile anlaşmasını sağladı. 1815’te Roma'ya çekildi ve ağabeyiyle Saint Helena’ya gitmek istedi. Son yıllarını Floransa’da geçirdi. Canova, Praksiteles Aphroditesi adlı ünlü heykelini, onu model alarak yapmıştır. VIII. CAROLİNE KOLU



BONAPARTE (Marie-Annonciade, Caroline —denir), Napoli kraliçesi, Napolb­ on l'in üçüncü kız kardeşi (Ajaccio 1782 -Floransa 1839). Ailesiyle birlikte Marsil­ ya’ya yerleşti (1793) ve 1800'de general Murat ile evlendi. Önceleri, Kleve ve Berg düşesiyken (1806), imparatorun vâris bı­ rakmadan her an ölebileceğini hesapla­ yarak, bu durumda kocası ile birlikte onun yerine geçmeyi düşledi. Napoli kraliçesi olduktan sonra (1808), 1814'te tahtını ko­ ruyabilmek için uğraştı. Murat'yı Avustur­ ya ile birleşmeye zorladıysa da bu ihanet kendisini kurtaramadı. Kocasının korkunç ölümünden sonra önce Trieste’ye, sonra da Frohsdorf’a sığınarak Lipona (N apoli anagramı) kontesi adıyla yaşamını sürdürdü. IX. JERÛME KOLU VValter Bonatti (1958’de)



BONAPARTE (Jbröme), Napolbon l'in en küçük erkek kardeşi, VVestfalen kralı, Fransa mareşali (Ajaccio 1784 - Villegenis



[Massy], Seine-et-Oise, 1860). Juilly koleji’nde okudu, 1800'de deniz kuvvetlerine girdi. Saint-Domingue ve daha birçok sa­ vaşta yer aldı. 1803’te Antiller'de komu­ tanlık yaparken görevinden ayrılarak ABD'ye gitti ve orada, zengin bir baltimorelu tüccarın kızı olan Elizabeth Paterson ile evlendi (1803). Napolbon I, bu ev­ liliği hükümsüz saydı. Jbröme, 1805'te ka­ rısını terk etmeye razı oldu, yeniden de­ niz kuvvetlerine girdi, çeşitli görevlerde bulunduktan sonra tuğamiralliğe yüksel­ tildi. 1807'de Westfalen kralı ilan edildi ve VVürttembergli Katharina ile evlendi. Na­ polbon I, krallığını yönetirken gösterdiği hafiflikten dolayı onu suçladı. 1813’te kral­ lığını kaybeden Jbröme, Waterloo savaşı’nda kendini gösterdikten sonra, VVürttemberg'e, kayınpederinin yanına gitti ve onun tarafından 1816'da Montfort prensi yapıldı. Sırasıyla Trieste'de, Roma’da, Floransa'da yaşadıktan sonra Paris'e döndü (1847). Yeğeni Napolbon III tarafından sı­ rasıyla invalides valiliğine (1848), Fransa mareşalliğine (1850) ve Senato başkanlı­ ğına (1852) atandı. Elizabeth Paterson ile evliliğinden bir oğlu oldu: JERÛME (Cambervvell, Surrey kontluğu, İngiltere, 1805 -Baltimore, 1870). VVürttembergli Kathari­ na da ona üç çocuk verdi: JERÛME NA­ POLEON C harles , Montfort prensi (Trieste 1814 - Floransa 1847), VVürttemberg prensinin hizmetinde albaydı; sonra Mat h İlde ile Napole' on (aşağıda).



BONAPARTE (Mathilde Letizia VVİlhelmine), Jbröme Bonaparte’ın kızı (Trieste 1820-Paris 1904). Rus prensi Anatoliy Nikolayeviç ile evlendi (1840), dört yıl sonra ayrıldı. Paris'e yerleşti ve cumhurbaşkanı olan yeğenine 1852’den başlayarak sara­ yın işlerinde yardım etti. Açtığı salon 1870 öncesi ve sonrasında siyasal düşünce ay­ rımı gözetmeksizin, edebiyat ve sanat dünyasının başlıca buluşma merkezlerin­ den biriydi. BONAPARTE (Napolbon Joseph Char­ les Paul), prens Jbröme denir, Jeröme’ un oğlu (Trieste 1822 - Roma 1891). Çok genç yaşta yeğeni Louis Napolbon ile ya­ kın ilişkiler kurdu ve Ludwigsburg’da as­ keri eğitim gördü. II. Cumhuriyet meclis­ lerine milletvekili seçildi, aşırı solda yer al­ dı,kendisine"montagne prensi’lakabı ve­ rildi ve yeğeninin izlediği siyasete karşı sa­ vaşım verdi. Ancak, imparatorluğun ilan edilmesinden sonra, senato üyesi oldu, Kırım’da ordulara komutanlık etti, Cezayir ve Sömürgeler bakanı oldu (1858). 1859'da Vittorio Emanuele ll'nin kızı Clotilde ile evlendi. Napolbon lll'ün İtalya’ya ilişkin tasarılarını destekledi ve kayınpede­ rini yarımadanın birliğini eksiksiz biçimde gerçekleştirmesi için teşvik etti. 1860’tan başlayarak imparatorluğun siyasetine var gücüyle karşı koydu, işçilerin Londra sergisi’ne gönderilmelerini sağladı (1862) ve grev hakkı konusunda Tolain'i destekledi (1864). 1869’da, liberal bir siyasete dönül­ mesini savundu. Kilise’ye karşı olan dü­ şünceleri nedeniyle imparatorluk prensi öldüğünde bonapartçı partinin lideri ola­ madı; parti çoğunluğu oğlu Victor’un çev­ resinde toplandı. Evliliğinden üç çocuğu oldu: VİCTOR (Meudon ,1862-Brüksel 1926), 1886’da Fransa’dan kovuldu, Brük­ sel’e yerleşti ve 1910’da belçika prensesi Clbmentine ile evlendi. Babasının sağlı­ ğında, 1879'da imparatorluk tahtının vâ­ risi olarak seçildi; babasına şiddetle kar­ şı koydu. Clotilde (1912) ve Napolbon ha­ nedanının vârisi Louis’nin (Brüksel 1914) babasidır; —LOUİS (Meudon 1864 -Prangins 1932), önce İtalyan, sonra da rus ordusunda hizmet etti; meslek yaşa­ mını imparatorluk muhafız alayında tüm­ general olarak tamamladı. —LETİZİA (Pa­ ris 1866-Moncalieri şatosu, İtalya, 1926), 1888’de annesinin kardeşi Aosta dukası Savoialı Amedeo ile evlendi.



BONARD (Louis Adolphe). fransız ami­ ral (Cherbourg 1805 - Amiens 1867). fl­ eole Polytechnigue'i bitirdikten sonra do­



nanmaya girdi. 1830’da Cezayir kentinin alınışı sırasında yararlıklar gösterdi. 1842’de Bruat ile birlikte Okyanusya'da savaştı. Guyana valiliğine (1853-1855), daha sonra Nam Phân’daki fransız kuv­ vetlerinin başkomutanlığına getirildi. Biân Hoa ve Paulo Condor'un alınışından son­ ra Annam imparatoru ile. Nam Phân'ı Fransa'ya bırakan Saigon antlaşması’nı (1862)imzaladı;bu bölgenin ilk valisi oldu.



BONARELLİ (Guidubaldo), İtalyan şair (Urbino 1563-Fano 1608). Kırsal yaşamı konu alan F iili d i Sciro (1607) adlı bir ko­ medi yazdı. BONAR LAW (Andrevv) -



LAW.



BONA SFORZA, milanolu prenses (Mi­ lano 1493 - Bari 1557), Milano dükü Gian Galeazzo Sforza ile Aragönlu isabel' in kızı. 1518’de Polonya kralı Zygmunt I ile evlendi; Zygmunt'un 1548'de ölümü üze­ rine 1555'te Polonya'dan ayrıldı.



BONASONE (Guilio), İtalyan ressam ve oymacı (Bologna 1510’a doğr. - Roma 1574’ten sonr.). Raffaello, Michelangelo, Giulio Romano, Primaticcio, Parmesano gi­ bi sanatçıların çalışmalarını örnek alan 350'yi aşkın estampın Bonasone tarafın­ dan yapıldığı sanılmaktadır. BONATTİ (VValter), italyan dağcı (Bergamo 1930). Savaş sonrasının en iyi dağcı­ larından biri olan Bonatti, Mont-Blanc dağ kütlesinin birçok tepesine ilk çıkışları ger­ çekleştirdi: Dru’nun G.-B. doruğuna (1955), Grand Angle doruğuna (üç ayrı yol izledi: 1957 ,1962,1963) tırmandı, ay­ rıca Grandes Jorasses'ın Walker tepesi­ ne kış mevsiminde çıktı (1963) ve Gasherbrum IV tepesinin fethine katıldı (1958). Cervin'in kuzey cephesine yapılan ilk çı­ kışı, kışın ve tek başına (1965) başardık­ tan sonra dağcılığı bıraktı. BONATZ (Paul), alman mimar (Solgne bei Metz 1877 - Stuttgart 1956). Berlin ve Münih teknik üniversitelerinde okudu (1896-1901). Stuttgart Teknik üniversitesin­ de profesör oldu (1908). İstanbul'da yap­ tırılacak Türk-Alman dostluk evi için açı­ lan proje yarışması nedeniyle Türkiye’ye geldi (1916). 1942’de Anıtkabir uluslarara­ sı proje yarışması'nda jüri üyesi oldu. Milli eğitim bakanlığı teknik ve mesleki öğre­ tim müsteşarlığı yapı bürosu'na danışman olarak atandı; Türkiye'nin çeşitli illerinde açılan sanat enstitülerinin projelerini ha­ zırladı. İstanbul Teknik üniversitesi mimar­ lık fakültesi’nde öğretim üyesi olarak gö­ rev aldı; düzenli bir mimarlık öğretiminin yerleşmesinde etkili oldu (1946-1954). Ça­ nakkale anıtı, İstanbul Radyoevi, İstanbul Adalet sarayı gibi proje yarışmalarında jüri üyeliği yaptı. 1940-1950 arasındaki ikinci ulusal mimarlık akımının destekleyicisi ve yönlendiricilerinden biriydi. Ankara'daki Saraçoğlu memur evleri mahallesi ve Milli kütüphane gibi yapılarında, geleneksel türk konut mimarlığının öğelerinden yarar­ landı. Şevki Balmumcu’nun başarılı bir uygulaması olan Ankara Sergievi'ni Dev­ let operası'na dönüştürürken de aynı mi­ marlık anlayışından yola çıktı. 1954'te Mi­ marlık fakültesi’ndeki görevinden ayrıla­ rak Almanya'ya döndü.



BONAVENTURE, Kanada’da (Quâbec) köy, Gaspâsie yarımadasında; 2 900 nüf. Balıkçılık. Sayfiye yeri. — Kanada'da (Quâbec) ada, Gaspâsie yarımadasının açıklarında, Perce'nin karşısında. Deniz kuşları rezervi.



BONAVİSTA, Newfoundland (Kanada) adasında kent, Bonavista koyu kıyısında; 4 300 nüf. Balıkçılık. BO N B O N a (fr söze.). Pişmiş şeker ve çikolatadan yapılan küçük şekerleme.



BONCHAMPS ya da BONCHAMP (Charles, —markisi), Vendâe ayaklanma­ sının önderi (Juvardeıl, Maine-et-Loire, 1760-Saint-Florent-le-Vieil 1793). Subay­ dı. Ayaklanan Veııdâe köylüleri tarafından önderliğe getirildi. Mauges’da Elbâe'nin



em ri altın da ko m u ta nlık yaptı ve b irç o k sa­ vaşa katıldı, 1? e k im I T İ İ 't e O he le t sa= v a ş ı'n d a ya ra la n d ı ve b in le rd e ou m h u rlyetçi m a h p u su n bağışlanm asını sa ğladık­ ta n se n rs , erte si g ü n ö ld ü ,



■ ON O OM M ONİ fiti MOMBB l u S (C arlo), d İ i . a m p e « ko ntu, İtalyan siya­ set a d a m ı (Terine 1804 -ay. y. 1806), H u ­ ku k ala n ın d a ki ça lışm alarıyla (in tm d u m ne alla m sıerm d a l d M ta tH u k u k b ilim in e g ir iş , 1848) ün kazandı, S iyasal a la n d a k i rolü, 1848 lib e ra l ve ulusal h a re ke tiyle ba şladı, O n o e b a ka n , so n ra m ee lls b a ş ­ ka n lığ ın a (1863-1886) se çild i, Italyan birliğ l'n ın m im a rla rın d a n b irid ir N o r a n ii'd a ki görevi Birasında ( 1 I İ İ ) , Öneeiikle Saveia sülalesi ta ra lın d a n b irlik s a ğ la n m a d ık ç a Italyan b a ğım sızlığı y o lu n d a k i tu m ç a b a ­ latın b o şu n a a ld e e e ğ in e liberallen ikn a et­ ti, P ıe m o n te ’ta fö s e a n a lı B ıo a s o ll'n ln gerçe kle ştird lö l Teseana H areketini b a ş la ta n ­ la rd a n biriyd i,



BONCOMBAONO d * « !« » * , İtalyan ya ya r (S lg na, 116Ö’e d e fle - Floransa 12BÖ'ye doğr;), Ü nlü re to rikş l (B o n e m pagnu», 1218), L İM İU I de m ala se n te tutis m seni» (1840) ad lı d in s e l b ir yapıt



yazdı,



B O N O D U R (P aul) - * P a u l -B o n o d u r (Jo s eph). b o n c u k a, 1, C am , sedef, taş, tahta, pla s tik g ib i çe şitli m a d d e le rd e n yapılan, ip e d ızile b ile o e k b iç im d e ortası d e lik, süs İçin ku llan ılan, d e ğ iş ik re n k ve b iç im le r­ d e ki k ü ç ü k cisim . — 2 * B on cu k Boncuk, b o n c u k g ib i yu va rla k yu varla k: ta n e tane.



Hasta b o n cu k b o n cu k terler döküyordu. |l B oncuk gibi, k ü e ü k ve m avi g ö z le r İçin kullanılır: Adam ın b o n cu k g ib i gözleri var­ dı. || B on cu k mavisi, yeşili a n d ıra n , yeşile ça la n m avi. || Boru boncuk, s ilin d ir b iç i­ m in d e ya d a köşeli, in c e ve u z u n c a b o n ­ cu k. (G iysileri B üsle m e k için ya pıla n işle ­ m e le rd e ve takı ya p ım ın d a kullanılır.) || G öz b o n cu ğ u ya d a nazar boncuğu, orta sın ­ d a g ö z ü sim g e le y e n b ir m o tif b u lu n a n , g e n e llik le m avi re n kte b o n c u k , (Bu b o n ­ c u ğ u takanın na zardan ko ru n a ca ğ ın a ina­ n ıld ığ ın d a n , öze llikle k ü ç ü k ço c u k la rın g iysilerin e tutturulur. G ü n ü m ü z d e takı, ç e ­ şitli aksesuar ve turistik eşya ya pım ınd a d a ku llan ılm aktadır,) |j K atır boncuğu, b ir tü r d e n iz k a b u ğ u n d a n ya p ıla n irice ve renkli b o n c u k . (İp e d iz ilip h a yva nla rın b o y n u n a ta kıld ığ ı g ib i, tu ris tik eşya ya p ım ın d a d â ku llan ılm aktadır.) |[ Rokaye boncuk, cam ya d a m e ta ld e n yapılm ış, se d e f renkli kü ­ ç ü k bo n cu k. (G iyim sü sle m e d e kullanılır)! Yuvarlak boncuk, c a m vb. m a d d e le rd e n yapılm ış, çe şitli b ü y ü k lü k te ve renkte, k ü ­ re b iç im li b o n c u k . (Ç e şitli sü s eşyası ya­ p ım ın d a ve g iyim s ü s le m e d e kullanılır,)



ra, (M a ka ra n ın alt b ö lö m ü n d ® b ir çıkıntı ve iki d e lik b u lu n u r: p a la n g a n ın vetası bu de likle rd e n g e çirile re k do natılır Bu d a p a ­ la n g a b e ş b ıra kıld ığ ın d a , m a ka ra n ın tu m ­ b a o la ra k v ü a s ın ın d a la şm asını önler,) - D e k m a D o k u m a te zg â h la rın d a g ü e o ç e rç e v e le rin e takılı g ü e ü te lle rin in ya d a İpten g ü c ü le rin o rta sın d a b u lu n a n , ç ö zg ü İp likle rinin g e ç irild iğ i ha lk a la ra verilen ad, (N İM d e d e n ir) - I I aant, B eneuk Iğnm ı, kısa ve inee d i­ kiş iğnesi, || B oncuk oyası, ip e dizilm iş tep» lu ifln e başı b ü y ü k lü ğ ü n d e k i b o n a u k la r ■tığ la ö rü le re k ya p ıla n eya, fte m e n ıls rin , tü lb e n tle rin ke n a rla rın a dikilir, g e le n e ks e l k e s im d e b a ş s ü s le m e d e d e kullanılır.) — Bak aant, M ahyaeılıkta, m in a re le rin şe­ re fe le ri arasına g e rile n kalın h a la tla r ü ze­ rin d e .bulunan ş im şird e n ha lkalara ve rile n a d (ü z e rin e yazı y a z ılın d ik in e g e rilm iş a n a halatlar, d o ğ ru d a n b o n c u k la ra b a ğ ­ lanır,) — M i r i n d i B on cu k tutkal, ** TUTKAL. — Palım . B on cu k m aklnm l, d ö k ü m to z la ­ rını k ü ç ü k b o n c u k b iç im in d e ta n e le r h a li­ n e e s tirm e y e y a ra y a n aygıt, (Tozların bu ş e k ild e ha zırlanm ası, fışkırtıcılar, en je ksi­ y o n la ka lıp la m a m a kin e le ri, h a d d e silin ­ d irle ri vb, g ib i p la s tik d ö n ü ş tü rm e m aki ne le rin in b e sle n m e s in i kolaylaştırır,) — Saate, Pandûi boncuğu, p a n d ü lü n dış u c u n u b a la n s ba skısına b a ğ la m a ya ya ra­ yan parça, (P a n d ü ! p a n d ü l b o n c u ğ u n u n üz e rin e ke netlenm iş, o tu rtu lm u ş , ya p ıştı­ rılm ış ya d a ç iv iy le tu ttu ru lm u ş olabilir,) r/i— Süslem . aant, Ç eşitli m a d d e le rd e n (tah­ ta, m etal, plastik, vb .) ya pıla n, yu va rla k, kare ya d a u zun biçim li, bir b a ştan bir b a ­ şa d e lin m iş k ü ç ü k to p a k ; ö z e llikle sü sle ­ m e İşlerind e ku lla n ılm a k üzere d iğ e r b o n ­ cu k la rla b irlikte ip liğ e dizilir: B on cu k p e r­



de. —Şekere. B oncuk pişim i, 105°C sıcaklık­ taki şeker şurubunu, bir kevgirin üzerine yayarak, küçük damlalar oluşmasını sağ­ layacak biçimde pişirmek. —Teks». İpliği, bobinlere düzgün biçimde sarmaya yarayan genellikte seramikten ip­ lik klavuzu, 1 G ü c ü boncuğu, GÜCÜ* Gözü nün eşanlamlısı, B O N C U K Ç U a. Boncuk yapan ve/ya da satan kimse. B O N C U K L A M A a. Petrökim. Tane bi­ çiminde katalizörler üretme. || Boncukiam a makinesi, tane biçiminde katalizörler üretmede kullanılan aygıt. B O N C U K L A N M A K gçz. f. Tar, çiğ, gözyaşı, su damlacıkları oluşmak. B O N C U K L A Ş M A K gçz. f. Ter, gözyaşı vb. sözkonusuysa. boncuk biçiminde or­ taya çıkmak.



—Denize. Yelkenli gemilerde kullanılan içi oyuk ağaç küre. (Trusa çemberinin bedeni bu kürenin içinden geçirilir ve yelkenin hisa ve mayna edilmesi sırasında trusa çemberinin direk üstünde kolayca kayma­ sını sağlar.) |j B on cu k torno, torsolom pa­ langası ile prasya ve kontra ıskotalarının donanımlarında kullanılan tek dilli maka­



B Ö N S E , isveçli a lla E n ü n lü üyeleri ş u n ­ lardır: KARi KNUT680N, İsveç kralı; — ÛU8TAP (1620-1667), h a zine nazırı ve Kari X l'ln ç o c u k lu ğ u sıra sın d a n a ip le r ko n se ­ yi üyesi. •O N D U K U . Fildişi Kıyısı’n d e kent va yâne tim m erkezi. G h a n a sınırı yakınında. H ayvancılık, -B o n d u k u yönetim b ö lg e ­ si, 3 8 7 2 3 kmü; 381 0Ö0 nüf, B O N D Y, F ra n s a 'd a k a n to n (S eine-S alnt -D e nls) m erkezi, P a ris'in D.-K.-Û, b a n liy ö ­ sünde, O uroq kanalı kıyısında; 44 337 nüf. O to m o b il sanayisi. BO N E a. (fr. bönnet). 1. E snek, kenarsız, başı iy ic e sa ran k ü ç ü k ba şlık. — 2 . B a n ­ yo ya parken ya d a yü zerken saçları ve ku­ lakları k o ru m a k için takılan ka u çu k b a ş ­ lık. B Ö N E -• ANNABA. B O N E L L İ (Franco Andrea), İtalyan do­ ğa bilimci (Ûuneo 1784-Torino 1830). Ön­ ce Torino Üniversitesi’nde profesörlük, sonra bu kentin müzesinin müdürlüğünü yaptı. Torino Bilimler akademisi üyesiydi. Özellikle böcekbilim üstüne yapıtlar ya­ yımladı: Specimen faunae subaipinae (Alpleraltı fauha’sından örnekler) [1807]; ayrıca kınkanatlılar ve ağılılar üzerine bir çalışması vardır.



B O N D (Michael), İngiliz yazar (Nevvbury, Berkshire, 1926).Snoopy tipinin Ingiltere' deki benzeri Paddington’un (A B ear calle d Paddington. 1960) yaratıcısı. B O N D (Edward), İngiliz oyun yazarı



B O N E L L İA a (öz a B onelli'den). De­



B O N D (VVİlliam Cranch), amerikalı gök­ bilimci (Portland, Maine, 1789-Cambridge, Massachusetts 1859), George Philipps’in babası. Harvard gözlemevin­ de müdürlük yaptı. Gökbilim dalında fo­ toğrafı ilk olarak kullanan bilgindir.



Etnografya müzesi:Ankara



B D N D A R Ç U K (8 e rö e y P ye d e re viç), ük ra y n slı sin e m a e y u n e u ıu v b film y ö n e t­ m em (ie lo z e r k a , O tü s a yakını 1920), Pu= stevkin'in e ğ re n e is ly d i; sin e m a o y u n c u ­ lu ğ u n a Ö B fa s ifflö v 'u n M oledâyâ Ğ v tfd lys film iyle başladı (1948), O yn adığı b irç o k film a ra sın d a öz e llikle 8, İa m e e n e v 1 un Papnaunm (1888) m 8, Y utkeyiç'ın Oth tlle 1s u y la (töse! d ik k a ti çe kti. İtalya’d a R o s ifillln l'n ln e m notta a R om a (1906) fil­ m in d e rol aldı, B udba Ç e lrm k a (1980) fil­ m iy le y ö n e tm e n liğ e g e ç ti: T b lıte y 'u n S a ­ vaş ve barış (v b yn a ı M ır) ro m anını d ö rt b ö lü m h a lin d e s in e m a ya uyarlad ı (1983 -1087), D a h a s o m a Wûterloo (1076), vs tanları İçin öldüler (Ö n l S rajalls za flo d l nu ) [1 0 7 4 ], Step (1 9 7 7 ) v b Borla Ğ odurto v ( 1988) film le rin i çe kti.



B O N E L Lİ (üuigi), İtalyan dilci, İslam araş­ tırmacısı ve türkolog (Brescia 1865 -Napoli 1947). Milano Universitesi’ni bitir­ di. Napoli Üniversitesi doğu dilleri enstltüsü'nde, türkçe ve fransızca profesörü ol­ du. Maltız dili üzerinde çalıştı. Osmanlıca belgeleri ve metinleri inceledi. Şeydi Ali Reis'in coğrafya yapıtı M u h iti konu edi­ nen bir çalışması yanında XIX. yy. sonun­ daki türk edebiyatı ile ilgili incelemeleri ya­ yımladı, Roma'daki Biblioteca Casanatense'de bulunan arapça, farsça ve türkçe elyazmaları kataloğunu hazırladı. Kuran’ı italyancaya çevirdi (1929). Yapıtları: Grammatica turca osmanti (Osmanlı türkçesinin grameri, 1890), Prim o corso di esercizi turehi (Türkçe öğrenenler için ilk alıştırma­ lar, 1905), II tureo parlato (Konuşulan türk­ çe, S, lasigian ile birlikte, 1910), Locuzioni proverbiali del tureo volgare (Türk halk dilinde atasözleri, “ Keleti Szemle" dergi­ si, c.1, 1900), t/o d del dialetto di Trebisonda (Trabzon ağzından kelimeler, "Keleti Szemle" dergisi, c.3, 1902), A ppunti gram m aticali e lessicali d i tureo volgare (Türk konuşma dilinin grameri ve kelime hâzinesi hakkında notlar, "Actes du XII8 Congrös des Orientalistes” , 1902), Lessico turco-itaiiano (Türkçe-italyanca sözlük, 1939).



B O N C U K LU sıf. Boncukla işli, boncuk­ la süslenmiş şey İçin kullanılır. B O N C U K O T U a. Çoğunlukla düz, yu­ muşak yapraklı çokyıllık otsu bitki (Çiçek­ leri dallı salkım biçimindedir ve her dal­ dan sapçıklı başakçıklar sarkar. Bazen bunlardan hazır giyim sanayisinde süs için kuru çiçek demetleri yapılır. Bil. a. me­ t a ; buğdaygiller familyası.) [Eşanl, İNCİOTU.]



b o n c u k lu gümüş küpe



(L o n d ra 1034), ir e e h t 'in ta n ım la d ığ ı " e p ik " tiy a tro n u n s n iyi a v ru p s lı tem slloiBidlr. Itk ayrım ı (B ite k M am , 1970), nü k­ le e r e n e rji (P m io n , 1071), çılg ın lık (The Faal, 1976) ve fe m in iz m le (T he Wotrmn, 1178) İlgili so ru n la rı işledi, D e ğ e r ve sınıf ça tışm aların ı yansıtan bilin ç çatışm alarını ta rih a d ın a ird e le d i, T iya tro o y u n u S a v e d (1908), In g ilte re 'd e s a n s ü rü n ya saklad ığ ı (1188 d e ka ld ırıldı) so n yapıttı,



B O N D (George Philipps), amerikalı gök­ bilimci (Dorchester, Massachusetts, 1825 -Cambridge, Massachusetts, 1865), William Cranch Bond’un oğlu. Satürn’ün "bürümcük halkası" denilen üçüncü hal­ kasını ve uydularından Hıperion’u buldu. Albedo kavramını ortaya attı.



belirlenmemiş



dişi bonellia



Ûmer Bongo (1960’ta)



na konmuş, tek derili iki küçük davuldan nizde yaşayan Echiuria öbeğinden kurt­ oluşur. ları içeren cins. (Belirgin özelliği cinsel çiftbiçimliliğidir.) ■BO NO O (Albert Bernard,sonra Ömer), —ANSİKL Bir kıvrım içinde saklanan, kügabonlu devlet adamı (Lewai, Franceremsi bedenli,dişi Bonellia'nin boyu 6-8 ville bölgesi, 1935). 1966’da haberleşme cm’dir; uzunluğu bir metreyi bulabilen ve bakanı, mart 1967'de cumhurbaşkanı yar­ hayvana mikroorganizmalarla beslenme dımcısı oldu. Cumhurbaşkanı M'Ba’ olanağı veren uzun bir hortumu vardır. Bı­ nin ölümüyle onun yerine geçti (kasım raktığı yumurtalar tabandaki herhangi bir 1967). içte ekonomiyi ön plana çıkartan yere yapışmışlarsa içinden dişiler, dişinin bir siyaset uyguladı, dışta da Batı ile sıkı üstüne ya da hortumuna yapışmışlarsa er­ ilişkiler kurdu. 1973, 1979 ve 1986’da ye­ kekler çıkar (cinsiyetin epigamik olarak niden cumhurbaşkanlığına seçildi. belirlenmesi). Kısa boylu olan erkeğin bo­ BONOO k ü tle s i ya da d a ğ la rı, Orta yu 2 mm’yi geçmez ve erkekte hiçbir üre­ Afrika Cumhuriyeti'nin K.-D.’sundaiütle; me aygıtı yoktur. Bondllia virıdis Akdeniz’ yaklş. 1 400 m. in kayalık kıyılarında yaşar.



BONER ya da BONERİUS (Ulrich), al­ man dominiken papaz. XIV. yy.’da Bern' de yaşadı. Bir masal derlemesi vardır (Der Edelstein, 1350'ye doğr.).



BONOOR, Ç ad’da kent, Mayö Kebbı nin yönetim merkezi, Logone ırmağı kıyı­ sında, N'Camena’nın G.’inde; 13 000 nüf. Pamuk daneleme. Pirinç tarımı.



BONO RANGE, Liberya'da sıradağ, BONET ya da BONNET (Thöophile), Monrovia'nın K.-K.-D.'sunda. Demir cev­ isviçreli hekim (Cenevre 1620 - ay. y. heri yatağı ve cevherin (demiryoluyla 1689). Patolojik anatominin kurucusu ola­ Monrovia'ya gönderilir) zenginleştirilmesi. rak kabul edilir. Sepulchretum anatomicum (1679) adlı kitabı Morgagni’ye esin ■ BONHEUR (Marie Rosalie, R o sa - de­ kaynağı oldu. nir), fransız ressam ve heykelci (Bordeaux 1822-By, Seine-et-Marne, 1899). Babası BONFİOLİ (Benedetto), İtalyan ressam Raymond Bonheur ile Cogniet’nın öğren­ (Perugia 1420'ye doğr. - ay y 1496). Canlı cisiydi; Nevers'de çift sürme (Fontaineve alay dolu bir anlatıcı olan Bonfigli, bleau şatosu) adlı tablosuyla 1849 Salo1453'ten başlayarak, Perugia’daki Palaznu'nda ilk madalyasını kazandı. Hayvan­ zo dei Priari’nin capellasını fresklerle do­ ları konu edinen resimleriyle Avrupa (özel­ nattı. likle İngiltere) ve Amerika'da büyük başarı BONFİLE (fr. bon file t’den). Sığırda, bel kazandı. Barbizon okulu üslubunu sade­ omurlarının ve kalça kemiğinin altında leştiren gerçekçi üslubu, yaşamının son omurganın iki yanında bulunan ince uzun yıllarında izlenimci akım doğrultusunda büyük bir kasla küçük iki kastan oluşan gelişti. gevrek et parçası. (Ünden arkaya doğru BONHEUR-DU-JOUR a (fr söze) kuyruk, orta ve baş olmak üzere üç bö­ lümden oluşur; bonfile ortası hayvan eti­ XVIII. yy.’da kadınların kullandığı küçük nin en gevrek parçasıdır.) mobilya. BONOARS (Jacques) fransız diplomat (Orlâans 1554-Paris 1612). 1587'den 1593'e kadar Henri IV’e askeri ve mali yar­ dım sağlamak için önce protestan alman prenslerinin ve Danimarka kralının yanın­ da, daha sonra İngiltere ve Hollanda’da görev yaptı. Kutsal Roma-Germen impa­ ratorluğu prenslerinin yanında bulunurken (1593-1610), Henri IV tarafından, Habsburglar’a karşı açılacak olan savaşın h a ­ zırlıklarını yapmakla görevlendirildi. 1611 'de, Haçlı seferleri üzerine kronikleri ve tarihsel belgeleri derleyerek Gesta Dei per Francos adı altında yayımladı.



Dietrich Bonhoeffeı



Rosa Bonheur Pireneler'de bir çoban Condb müzesi, Chantilly



BONOO a. (isp. bongö'dan).



Latin Amerika kökenli bir ritim çalgısı. Yan ya



BONHOMME (Lâon), fransız ressam (Paris 1870-Saint-Denis 1924). Gustave Moreau'nun öğrencisi, Rouault ve Lâon Bloy’un arkadaşıydı; çok canlı tonlar kul­ landığı suluboya ve yağlıboya resimlerin­ de ayaktakımı™ ve hayat kadınlarını işle­ di. BONİ a. (iyi bir şey anlamında lat. söze.). Öngörülen giderlerin ya da ayrılan fonla­ rın, sonuçta, harcanan tutarları aşması durumunda ortaya çıkan fazlalık. BONİ (Giacomo), İtalyan mimar ve arke­ olog (Venedik 1859 - Roma 1925). 1898’de Crispi'nin çağrısıyla forum kazı­ larını yönetmeye başladı ve bu çalışma­ sını büyük bir titizlikle ölümüne dek sür­ dürdü. BONİ (Nazi), burkina fasolu yazar ve si­ yaset adamı (Kudugu 1921). VVilliam -Ponty okulunun eski öğrencilerindendi. Önce “ Denizaşırı bağımsızlıkçılar"ın saf­ larında, daha sonra Maurice Yameogo' ya karşı çıkan "Afrika'nın ilerlemesi için halk hareketi” partisi'nin kurucuları ara­ sında yer alarak oldukça hareketli bir si­ yasal yaşam sürdü. Yameogo’nun iktida­ ra gelmesinden sonra Dakar’a kaçtı ve mosi krallıklarının romanlaştırılmış tarihi­ ni (CrĞpuscuie des tem ps anciens 1962) yazdı.



BONGHİ (Ruggero), İtalyan yazar ve si­ yaset adamı (Napoii 1826-Torre del Greco 1895). Edebi incelemeleri vardır: Perche la letteratura italiana non sia popolare in italia (İtalyan edebiyatı niçin İtalya’da tutulmuyor? [1855]; Manzoni e la lingua (Manzoni ve dil) [1893]. BONOO a. Sarmal boynuzlu, boğa anti­ lobuna benzeyen antilop. (Tropikal Afrika ormanlarının seyrek kesimlerinde yaşar. Bil. a. Taurotragus eurycerus; boynuzlu­ giller familyası, bovinae oymağı.)



ürünü olan iki yapıt yayımladı: Sanctorum com m ur\io (Azizler ’ in com m unio’ su) [1930] ve Akt undSein (Davranışlar ve Varlık) [1931], Şubat 1933'ten başlayarak radyoda alman halkının Führer’e verdiği toplu desteği eleştirdi; sonra III. Reich’ın ırkçı siyasetine şiddetle karşı çıktı. Lond­ ra’daki alman protestan topluluğunun ön­ deri oldu (1933-1935), Stettin (bugün Szczecin) yakınındaki Finkenvvalde semi­ nerinde geleceğin protestan papazlarını yetiştirmekle görevlendirildi. Tanrıbilimcilerden, insanı köleleştirmeye ve insanlık­ tan uzaklaştırmaya yönelik siyasetlere kar­ şı savaşımda etkili eylemlerde bulunma­ larını istedi. Kısa bir süre sonra yeraltına geçti; amiral Canaris'in karşı casusluk ser­ visi üyesi olarak yurt dışına yaptığı birçok yolculukta, müttefiklerin Hitler düşmanla­ rına karşı kesin yükümlülükler üstlenme­ lerini sağlamaya çalıştıysa da başarama­ dı. Bu arada yahudi gruplarını Almanya' dan çıkarmaya çalıştı ve 1949’da yayım­ lanan son yapıtı E thik'i (Ahlak) yazdı. 5 ni­ san 1943’te tutuklandı, iki yıl sonra Flossenbürg toplama kampında öldürüldü. Bonhoeffer, tanrıbilimci olarak bütünüyle dinden kopmuş bir dünyada İsa’nın ve hıristiyanın yoksunlaşması temasını işledi. Ölümünden sonra 1951’de yayımlanan VVİederstand und Ergebung (Cezaevin­ den mektuplar) dünya çapında yankı uyandırdı.



BONİCHİ (Bindo), İtalyan şair (Sienna bonheur-du-jour, Louis XVI dönemi, esk. Kraemer koleksiyonu.



1260'a doğr. - ay. y. 1338). D ölce stil nuovo’nun habercisi. 20 şarkısı ile otuza ya­ kın sonesi bugüne ulaşmıştır.



■ BONİERa (fr. bonnier). Eskiden Kuzey



Fransa ve Belçika’da kullanılan, değeri 64 ile 148 ar arasında değişen tahıl ölçü bi­ —ANSİKL. Tuvalet, yazı ve çalışma masa­ sı işlevini bir arada gören bonheur-du-jour rimi. | yaklaşık 1760’larda ortaya çıktı, "Gündüz RBONİFACİO, İtalya’da Güney Korsika İ mutluluğu" anlamına gelen adını çok tukantonunun yönetim merkezi. Denize | tulmasına borçludur. Üzerine bir rafın otur­ doğru çıkıntı yapan kireçtaşlı molastan bir tulduğu çekmeceli masadan oluşan yalıyarın üzerinde, Sardinya’nın karşısınbonheur-du-jour, yazı yazarken dayanılan dadır. Bonifacio ağızlan ile (ya da boğazı sürmeli bir kapakla donatılmıştır Ayaklığın ile) Sardinya'dan ayrılır; 3 015 nüf. Kemerli bir bölümünde bazen iki kanatlı dolap, ba­ geçitlerle birbirine bağlanan dar sokakçıkzen de ayakarası rafı bulunur. Çok kez ları, kiliseleri (gotik aragon üslubuyla ya­ kakmalı, Sâvres porseleninden levhalar, pılmış S. Domingo [XIII. ve XIV. yy.'da], S. altın kaplama ve oyma bronzlarla bezeli Francesco [XIV. yy.], bir Roma planı üs­ ince marangozluk işi bir mobilyadır. tüne yapılmış Santa Maria Maggiore) ve denize inen Aragön kralı merdiveniyle, ka­ ■ BONHOEFFER (Dietrich), alman pro­ yalar üstünde kurulmuş yukarı kentin çok testan tanrıbilimci (Breslau 1906-Flosgüzel bir görünümü vardır. Kale, yukarı senbürg toplama kampı 1945). Lutherci kentin B.’sında, dar bir plato üzerindedir. soylu bir ailedendi. Kari Barth’ın izleyicisi Marina limanı, kıyısında mağaralar bulu­ olan Bonhoeffer Berlin’de bir işçi mahal­ nan uzun bir deniz kolunun sonunda yer lesinin dini önderi oldu, toplumsal sorun­ alan bir balıkçılık ve yolcu (Sardinya'ya ların yarattığı yıkımların bilincine vardı. Ki­ doğru) limanıdır. lise üzerine yaptığı titiz bir incelemenin



—Tar. 828’de Pisalılar’ın kurduğu Bonifacio, 1187’den başlayarak Korsika’daki baş­ lıca Ceneviz kolonilerinden biri oldu. Kent 1420’de, ayaklanan korsikalı senyörlerin Cenevizliler’e karşı yardıma çağırdıkları Aragön kralı Alfonso V’in ünlü kuşatma­ sını destekledi.



BONİFACİO boğazı ya da ağızları, Korsika'yı Sardinya’dan ayıran deniz ko­ lu. Pertusato burnu ile Sardinya’daki Testa ve Falcona burunları arasındadır. Yak­ laşık 10 km’yi bulan genişliği, bir dizi kü­ çük ada (Cavallo, Lavezzi) ve mercan ka­ yalıklarıyla kesilir.



BONİFACİO DEL MONFERRATO * MONFERRATO sülalesi.



BONİFACİUS, romalı kont (öl. 432). Ho norius döneminde Afrika valisiydi. Gallt Placidia ve Valentinianus III yanlısıydı; Ae tius tarafından gözden düşürüldü, ama Afrika’daki komutanlığını bırakmayı red­ detti. Vandallar'ı çağırdı, sonra da istila­ larını durdurmaya çalıştı. Vandallar’ın kralı Geiserich tarafından yenilgiye uğratılan ve Afrika'dan kovulan Bonifacius, Galla Placidia'nın himayesini yeniden kazanarak Aetius'a karşı savaştı.



BONİFACİUS (aziz) , Germanya’da ha­ vari (Kirton, Wessex, 675’e doğr. - Dokkum yakınında 754). Asıl adı VVYNFRİTH iken latince B onifacius âdını aldı, iki alanda etkinlik gösterdi: Germanya mis­ yonu ve frank kilisesinin yeniden düzen­ lenmesi. 716'da Friesland'da başlayan Germanya misyonu, Charles Martel'in desteğiyle Thüringen’de ve Hessen'de sürdü. 722’de Roma’da piskopos, 732’de başpiskopos oldu (yeri 746’da Mainz ola­ rak saptanacaktı). Papa, kral Carloman ve Pâpin’in görüş birliğiyle frank kilisesinin yeniden düzenlenmesi, bir dizi konsilde tasarlandı (742-747). Bonifacius, 753'te ye­ niden Friesland'da din yayıcılığına başla­ dı ve orada Frieslandlılar tarafından öldü­ rüldü. BONİFATİUS V I I I (Benedetto CaetaNi) [Anagni 1235’e doğr. - Roma 1303], 1294-1303 yılları arasında papa. Hukuk­ çu, 1281’de kardinal, 1290’da Fransa’da papalık elçisi oldu; Coelestinus V'in çe­ kilmesinden sonra, 24 aralık 1294’te onun yerine geçti. Güzel Philippe, din adamla­ rının, kamu giderlerinde, üstlerine düşen payı ödemelerini isteyince, 1294’ten baş­ layarak krala karşı şiddetli bir muhalefet oluşturuldu. Bununla birlikte bir uzlaşma sağlandı ve 1297'de Bonifatius VIII, Louis IX'a ermiş unvanı verdi. 1300 jübi­ lesi (jübilelerin ilki) papa açısından tam bir zaferdi. Bu fırsattan yararlanarak kesin bir dille papanın krallar üzerindeki üstünlüğü­ nü ilan etti. 1303’te Güzel Philippe’i afo­ roz etmeye kalkıştı. Kral, Nogaret’nin öğü­ düne uyarak konsile başvurdu ve bu ara­ da papanın yakalanıp getirilmesine karar verdi. Böylelikle Anagni seferi düzenlen­ di; bu sefer sırasında Bonifatius VlH’in ki­ şisel düşmanları olan Colonna’lar, papa­ ya çok saygısız davrandılar (eylül 1303). Anagni’liler tarafından kurtarılan papa Ro­ ma'ya döndü ve orada öldü. BONİFAZİO ya da BONİFACİO Calvo, cenovalı "troubadour” (1260'a doğr.) Provence diliyle on beş, portekizce olarak iki parçanın yazarıdır. BONİN a d a la rı, japonca Ogasavara, Büyük okyanus’ta japon adaları öbeği, Kyuşu’nun G.-D.'sunda. Tropikal iklim, muz ağaçlarının, ekmek ağaçlarının ve şekerkamışının ekimine olanak verir.— Takımadanın D.'sundaki Bonin adaları çukurunun derinliği 10 347 m'dir.



BONİNOTON (Richard Parkes), İngiliz ressam (Arnold, Nottingham yakınında, 1802 - Londra 1828). Calais’de Louis Francia'nın (1817), daha sonra Paris’te baron Gros'nun öğrencisi oldu; Normandiya’ya ve Venedik'e (1826) birçok yol­ culuk yaptı, Delacroix’yı İngiltere'ye gö­



türdü. Romantik akımı benimseyen Bonington, özellikle kullandığı renklerin can­ lılığı ve işçiliğindeki yalınlıkla dikkat çeker. Manzara tabloları (San Marco meydanı, Nottingham müzesi; VersaiHes parkı, Louvre), ayrıca küçük tarihi sahneler (Fran­ çois I ve Navarra kraliçesi, Wal!ace kolek­ siyonu) ve çok sayıda suluboya resim yaptı.



BONİNGTON (Christian), İngiliz dağcı (Londra 1934). Alpler’de gerçekleştirilen ilk büyük tırmanışlara katıldı: Freney mer­ kez tümseği (1961), Brouillard sırtında kı­ zıl tümsek (1965), Eiger'in kuzey yama­ cının en dik tepesi (1966). Özellikle Himalayalar’a yapılan birçok İngiliz seferini yö­ netmekle ün kazandı: Annapurna’nın gü­ ney yüzü (1970), Everest’in güney-batı yüzü (1975). B O N İN O (Luigi), İtalyan dansçı (Bra 1949). Meslek yaşamına 1965'te Torino’ da Susanna Eğri ile başladı. 1973'te Birgit Cullberg topluluğu’na girdi. 1977'de de, R. Petit yönetimindeki Marsilya kent balesine geçti; burada R. Petit’nin Deli­ kanlı ve ölüm adlı yapıtını yorumladı ve gene Petit’nin la Chauve-Souris (1979) adlı yapıtının prömiyerinde dans et­ ti.



BONİNO DA CAMPİONE -CAMPIONESİ.



B O N İV A R D (François DE), cenevreli milliyetçi (Seyssel 1493-Cenevre 1570). Saint-Victor manastırı başrahibiydi. Savoia dükü Carlo lll'e karşı Cenevre’nin ba­ ğımsızlığını savundu. Carlo III onu 1530'dan 1536'ya kadar Chillon şatosu­ na kapattı. Byron, Prisoner of Chillon ad­ lı şiiriyle, onun çektiği acıları ölümsüzleş­ tirdi.



B O N JlfR ûnl. (fr. bon, iyi, vejour, gün' den bonjur). “ Günaydın" anlamında kul­ lanılan fransızca sözcük. ♦ a. Giy. Siyah uzunca ceket, siyah üzerine dikine gri çizgili pantolon ve ye­ lekten oluşan erkek giyimi. (XIX. yy. so­ nu .ile XX. yy.’ın başında kullanılmıştır.) B O N K O W S K İ P A Ş A (Charles), Polon­ ya kökenli türk eczacı ve kimyacı (1841 - ay. y. 1905). Paris’te kimya öğrenimi gör­ dükten sonra İstanbul'da Mektebi tıbbiyei şahane (askeri tıbbiye) ameliyat-ı kim­ yeviye (analitik kimya) muallimliğine geti­ rildi (1865). Sociâtö de pharmacie de Constantinople’un (İstanbul eczacılar bir­ liği) kurucuları arasında yer aldı ve ilk yö­ netim kurulu başkanı oldu. Paris sergisi’nde görevlendirildi (1867). Viyana (1873), Paris (1887) ve Madrid (1888) Uluslarara­



sı sağlık konferanslarına, Osmanlı imparatorluğu'nun murahhas üyesi olarak ka­ tıldı. Paşa unvanını aldıktan (1893) sonra Umum sıhhiye müfettişliğine atandı. Son görevi, serkimyager-i hazret-i şehriyari-i dersaadet (İstanbul) ve bütün osmanlı il­ lerinin sıhhiye başmüfettişliği idi.Madensuları ve kaplıcalarla ilgili çalışmalarda bu­ lundu. Osmanlı imparatorluğu’nda kulla­ nılan ilaçlar ve besin maddeleri üzerindeki araştırmalarını Revue Mâdico-pharmaceutique’te yayımladı.



Bonifacio limanı



BONKÖR sıf. (fr. bon, iyi, ve coeur, kalb' den). Eliaçık, cömert kimse için kullanılır: Çok bonkör b ir adam.



BONKÖRLÜK a. Eliaçıklık, cömertlik. BONMARŞE a. (fr. Au Bon MarchĞ ad­ lı kurumdan). Çeşitli bölümlerinde giyim, süs eşyası, oyuncak, vb. satılan büyük mağaza. B O N N , Almanya’da kent, Ren ırmağı kıyısında; 283 700 nüf. (1989). Ren va­ disinin elverişli bir yerinde kurulmuş, taşra kenti görünüşünde bir turizm ve kültür (1786’da kurulmuş üniversite) merkezi olan Bonn’da sanayi (makine, besin ve seramik) pek gelişmemiştir. Kentte siyasal ve yönetimsel işlevler bü­ yük ölçüde ağır basar. Yeni bakanlıklar semti (Bundestag, bakanlıklar vb.) ken­ tin güneyinde kurulmuştur. Bad Godesberg’in (birçok elçiliğin bulunduğu kaplı­ ca merkezi) ve Beuel’in (ırmağın sağ kı­ yısında) kentle birleşmesi, Bonn’un yü­ zölçümünü 31 kmi>'den 141 km2'ye yük­ seltmiş, nüfusu da yaklaşık bir kat artır­ mıştır.



Richard Parkes Bonington Picardie kıyısından bir manzara (1826) Ferens Art Gallery Kingston upon HuII



a c . S ^ s Ş o



-n e



kS -ti



:--':t5İ86



•TARİH. Ubii sitesi, sonra Bonna ya da XVIII. yy.’da yapıldı. Castra Bonnensia adıyla roma kalesi olan kent, Alamanlar tarafından yıkıldı ve impa­ rator Julianus tarafından yeniden kurul­ du. XIII. yy.'dan başlayarak Köln seçiciprenslerinin merkezi olarak kullanıl­ dı. 1795’te Fransızlar tarafından işgal edil­ di, 1815’te Prusya'ya bırakıldı. 1946'da Kuzey Vestfalya Renanyası’nın, 1949'dan 1991’e kadar Almanya'nın başkenti oldu. • GÜZEL SANAILAH. XI. - XIII. yy. lardan kalma, Roma üslubunda ilgi çekici katedral (XII. yy.’dan kalma avlu). Köln seçiciprenslerinin barok üslubunda sarayı (XVII. yy. sonu-XVIII. yy. başında Enrico Zuccali tarafından yapıldı) ve yazlık konut­ ları olan yine barok üslupta Poppelsdorf şatosu (XVIII. yy.’da R.de Cottetarafından yapıldı); bu iki yapı günümüzde üniversi­ teye verilmiştir. Dinsel ziyaret yeri Kreuzberg kilisesi’ne bitişik, barok üslupta bir capella vardır (B. Neumann'ın yapıtı). Ren’in sağ kıyısındaki Beuel'de, üst üste iki sahınlı, Roma üslubunda Schvvarzrheindorf kilisesi (XII. yy., fresk tekniğiyle ya­ pılmış iç süsleme). Müzeler: RHEİNİSCHES LANDESMUSEum (Tarihöncesi’nden XIX. yy.’a kadar Rheinland sanatının panoraması), STÂDTİSCHES KUNSTMUSEUM (XX. yy. resim ve heykelleri); Beethoven'in doğduğu ev.



Bonn Belediye sarayı



■ BONNARD (Pierre), fransız ressam



Pierre Bonnard Günbatımında Saint-Tropez körfezi (1937) Toulouse - Lautrec müzesi, Albi



(Fontenay-aux-Roses 1867 - Le Cannet 1947). Hukuk fakültesini bitirdi, aynı dö­ nemde Julian akademisi'nde öğrenim gördü (burada Serusier, ibels ve Ranson ile tanıştı); daha sonra Güzel sanatlar akademisi’ne girdi (1888); Vuillard ve Roussel ile tanıştı. Bu arkadaşlarıyla birlikte nabi grubunu kurdu. 1889'da, France -Champagne için hazırladığı afiş taslağı-



m (bu çalışması, Toulouse-Lautrec'i 1891' de afişe yöneltti) sattıktan sonra, tüm çabasını resim üzerinde topladı. Vuillard ve Maurice Deniş ile paylaştıkları bir atölyede Lugne-Poe, Antoine ve Paul Fort’u da aralarına aldılar. 1893 ve 1894 te, nabilerin grup olarak katıldıkları Le Barc de Boutteville galerisi’ndekı Bağımsızlar sergisi’nde, daha sonra da Sonbahar sergisi'nde yer aldı. Afişini çizdiği Revue blanche'ta Feneon, Regnıer Jules Renard ve Tristan Bernard ile tanıştı. Taşbaskıiarı Vollard'ın dikkatini çekti; Vollard, Bonnard’ın Gravür ustaları albümünün hazır­ lanmasına katılmasını istedi, ilk iki özel sergisini 1896'da Durand-Ruel ve 1906’ da Bernheim galerilerinde açtı; Druet, 1924'te Bonnard için bir retrospektif ser­ gi düzenledi. Bonnard, ya Montmartre' ■daki atölyelerinde ya da Dauphine bölge­ sindeki Grand-Lemps'da (Terrasse’larda), Montval (Saint-Germain-en-Laye ya­ kınında), Triel, Medan, Vernouillet, Vernonnet (Eure), Arcachon, Deauville gibi küçük taşra kentlerinde çalışıyordu. 1909’da Manguin sayesinde Saint-Tro-



on yıldan çok süren nabi estetiği döne­ mi izledi: nötr renkler, basma kumaş üze­ rine düz renkler, kıvrıntılı çizgiler (Büyük­ anne ve tavuklar 1891, özel koleksiyon). Paris yaşamını ince bir duyarlılıkla göz­ lemledi (Omnibus, 1895; Paris bahçesi, 1896); 1899’dan sonra ev içi sahneleri­ ne (öğle yemekleri, süslenen kadınlar) ağırlık verdi. 1902'den başlayarak gitgi­ de daha aydınlık renk armonilerine, şiir­ sel, özgür ve yoğun bir lirizme, ayrıntılı gölgelere yöneldi (Kirazlı pasta, 1908). 1914'ten 1922’ye dek, geçirdiği ruhsal bunalıma koşut olarak plastik bir kesinlik kaygısına düştü (Cafe, 1914, Tate Gallery). Daha sonra yeniden resim yapma­ nın tadına vardı: manzaralar (Cezirde plaj, 1920), ev içi resimleri (Çannet'de yemek odası köşesi, musee national d'Art mo­ derne), çıplaklar (Ayna önündeki çıplak, 1933, musee d'Art moderne, Venedik; tüm sanat yaşamı boyunca süren bir te­ ma niteliğindedir) yaptı. Grafik çalışmaları (taşbaskı albümleri ya da kitap resimleri) olağanüstü niteliktedir. Kayınbiraderi müzikçi Claude Terrasse'ın Yaşamdan bildik



'



vs ı



Pierre Bonnard Clichy meydanı (1912) musee des Beaux-Arts, Besançon pez’yi keşfetti; buraya sık sık Signac ile birlikte gitti ve 1925’te bir süre için Cannet’ye yerleşti (1939’dan başlayarak bu­ rada yaşadı). Yaşamı boyunca çeşitli ül­ kelere yolculuklar yaptı (Belçika, Hollan­ da, 1906; İngiltere, 1907; İtalya ve Kuzey Afrika, 1908; Carnegie ödülü jürisine ka­ tıldığı ABD, 1926). Corot ve Pissarro’dan esinlenmiş ilk Dauphine manzaralarını



küçük sahneler ve Küçük solfej (1893), Verlaine’in Paralel (1900), Jules Renard’ ın Doğa tarihi (1904) ve Octave Mirbeau’ nun 628-E 8 adlı kitapları (1908) bunlar arasındadır. Son büyük yağlıboya yapıtı, Assy kilisesi için yaptığı Saint François de Sa/es’dir (1943-1945). -sBONNAT (Leon), fransız ressam ve koleksiyopcu (Bayonne 1833 - Monchy -Saint-Eloi, Oise, 1922). Madrid'de Federico Madrazo'nun ve Paris’te Cogniet’nin öğrencisiydi; Güzel sanatlar yüksekoku-” lu’nun müdürlüğünü yaptı (1905);Ribera’ ya öykünen bir üslupla resme başladı (Bir forsanın yerine geçen Aziz Vincent de Paul, St-Nicolas-du-Chardonnet), daha sonra ingres’ci bir gerçekçiliğe yöneldi ve III. Cumhuriyet'in resmi portre ressamı ol­ du (Thiers, Bayonne müzesi). 1857’deRoma’da tanıştığı Degas, Puvis de Chavannes ve Taine ile dost oldu. Bonnat değerli bir resim (Ribera, Greco, Goya, Van Dyck, Rubens, Constable, Lavvrence, Reynolds, ingres, Delacroix, vb.) ve Dürer’den ingres’e kadar tüm ustalardan ör­ nekler içeren bir desen koleksiyonuna sa­ hipti; bu koleksiyonu Bayonne müzesi’ne' bağışladı ve bu bağışlar müzenin çekir­ değini oluşturdu. b o n n e B a y , Kanada’da koy, Newfoundland adasının batı kesiminde, Gros Morne'un eteğinde.



BONNEFOY (Yves), fransız şair (Tours 1923). Şiiri yaşantıyla hayalin, biçimselle biçimseldışı’nın “ sonsuz savaşf’nı düzen­ leyen bir ■'lan olarak gördüğünü deneme­ lerinde (Un rğve fp.it â Mantoue, 1967) ve



bono rons de Paris (Paris çevresinin yeni flora­ sı) [1887]; Nouvelle Flöre p o u rla determ ination tacile des plantes (Bitkilerin ko­ lay belirlenmesi için yeni flora) [G. de Layensile, 1887]; Plantes des champs et des bois (Tarla ve orman bitkileri), [1887], peftfeFfore(Küçükflora) [1889]; Elements de botaniçue (Botaniköğeleri) [1889] ve özellikle Flöre com plete illustrbe (Resimli tüm flora) [1895-1935],



1795



B O N N İV E T (Guillaume GOUFFİER, —senyörü), fransız amirai (1488’e doğr. - Pavia 1525). Danışmanlığını yaptığı François i tarafından amiralliğe getirildi (1515); François l'in Kutsa! Roma Ger­ men imparatorluğu’na adaylığını destek­ lemek üzere Almanya’ya gönderildi (1519). Milano bölgesini 1523’te istila eden ordunun komutanıydı, Milano önün­ de yenildi (1524) ve çarpışarak geri çe­ kilmek zorunda kaldı. Pavia savaşı'nda öl­ dürüldü.



BONNY, Nijerya'da petrol limanı, Port Harcourt’un G.’inde.



BONNY ko yu , esk. Biafra koyu, Gi­ ne körfezinde koy, Nijerya'nın G.-D.'sun­ da.



BONO a. (ital. buono, isp. bono). Tic huk. Leon Bonnat Sanatın zaferi



Paris Belediye sarayı’nın tavanını süsleyen resim sanat eleştirilerinde (les Tombeaux de Raverıne, 1953) açıklar. Ona göre düzenli soyutlama yerini ölüm sezgisine bırakma­ lıdır. Güzellik, bir kıvranma, bir yıkım ve bir çiledir. Varolmanın boşunalığı aynı za­ manda bir yok etme zorunluluğudur; ev­ rensellik, sonsuzluk, öz diye bir şey yoktur. Geçerli olan tek şey çekingen bir kaçamaktır. Bize gerekli olan “ hiçliğin çi­ çeğe durduğunu" görmektir ve her ne kadar görebileceğimiz tek şey "giderek karanlığa gömülen"den başka bir şey olamazsa da, Yves Bonnefoy’un şiiri bu­ nu görmemize bize yardımcı olabilir (Du mouvement et de l'im m obilite de Douve, 1953; H ier regnant desert, 1958; Dans le leurre du seuil, 1975).



BONNER (Edmund), İngiliz kilise büyü­ ğü (1500 ? - öl. Londra 1569). Cromvvell tarafından Henry Vill'in hizmetine verildi. 1532-33'te kralın papaya karşı davasını şiddetle savundu. Cromvvell'in istediği gi­ bi yönlendirdiği Bonner 1540’ta Londra piskoposluğunu elde etti. Papalığa oldu­ ğu kadar Protestanlığa da karşıydı. Genç Edward VI'nın saltanatının başında yapılan reformları kabul etmedi ve 1549'dan 1553'e kadar hapsedildi. MaryTudor’un tahta geçmesiyle serbest bırakıldı. Protestanlara karşı girişilen korkunç kıyımları yö­ netti. Elızabeth’in tahta çıkışıyla yeniden güç duruma düştü ve hapiste öldü. BONNET (Theophile) -



BONET.



BONNET (Charles), isviçreli filozof ve doğabilimci (Cenevre 1720- Genthod, Cenevre yakınında, 1793). 1740’ta bitki bitlerinin partenogenezini keşfetti. Göz­ lemlerini Traite d'insectologie (Böcekbilim kitabı) [1745] adlı yapıtında açıkladı; De l'usage des feuilles (Yaprakların kullanı­ mı) adlı diğer bir yapıtında da botanik ala­ nındaki araştırmalarını topladı. 1762’de, les Considerations sur les corps organises’yi (Organik cisimler üzerine düşünce­ ler); 1764’te de, Malebranche ve Leibniz tarafından ileri sürülmüş olan, tohumların önceden var olması ve evrimi kuramını savunan Contemplation de la nature (Do­ ğayı seyretme) adlı yapıtlarını yayımladı. Bunlardan başka, Essai de psychoiogie (Ruhbilim üzerine deneme) [1754] ve Es­ sai analytique sur les facultes de l'âm e (Ruhun yetileri üzerine çözümleyici dene­ me) [1759] adlı iki yapıtı daha vardır. Bon-



net, bu yapıtlarında, özgün bir condilacçı olarak görünür.



BONNET (Ossian), fransız matematikçi (Montpellier 1819 - Paris 1892), Diferan­ siyel geometri üzerine incelemeler yazdı, jeodezik eğri ve bükülüm kavramlarını or­ taya attı ve bunların özelliklerini inceledi. Paris Fen fakültesi’nde gökbilim profesör­ lüğü yaptı (1878), Boylam bürosu’na (1883) ve Bilimler akademisi’ne üye se­ çildi (1862). BONNET (Georges), fransız siyaset adamı (Bassiiac, Dordogne, 1889-Paris 1973). 1924’ten başlayarak Radikal sos­ yalist parti’den milletvekili seçildi, 1925’ten sonra çeşitli bakanlık görevlerinde, özel­ likle maliye bakanlığında bulundu, daha sonra Daladier tarafından dışişleri bakan­ lığına getirildi (nisan 1938-eylül 1939). Ba­ rış yanlısıydı; 1938’de Daladier’nin imza­ ladığı Münih antlaşması’nı hazırladı. Da­ ha sonra, savaşı önlemek için özellikle Mussolini’nin müdahale etmesini sağla­ maya çalıştıysa da bu girişiminde başa­ rılı olamadı. 1944'te Radikal parti’den atıl­ dı; ama 1952’de partiye yeniden girerek Dordogne yöresinden milletvekili seçildi (1956-1967).



BONNEVAL



(C laude A lexandre, —kontu) vs H u m b a ra c i A h m e t Paşa.



BONNEVİLLE D AM , ABD'de hidroe­ lektrik tesisi. Washington ve Oregon eya­ letleri sınırında, Columbia ırmağının çığı­ rı üzerinde.



BONNİER (Gaston), fransız botanikçi (Paris 1853 - ay. y. 1922). Sorbonne’da botanik profesörlüğüne getirildi (1887), aynı yerde botanik araştırma iaboratuvarını, Fontainebleau'da bitki biyolojisi laboratuvarını (1889) kurdu, Bilimler akademi­ si’ne üye seçildi (1897). Bitkilerin işlevle­ rini (balözü bezinin rolü, likenlerin gerçek yapısı, bitkilerde gaz değişimi, vb.) ve bu işlevlerin organların biçim ve yapılarıyla ilişkisini (bitki yapısına iklimin ve çeşitli fak­ törlerin etkisi, türlerin coğrafi dağılımı, vb.) inceledi. Bonnier yeni bir tipte floralar ya­ yımladı; bunlar, kullanılan söz dağarcığı­ nın yalınlığı ve tüm türlerde temel karak­ terlerin betimiyle dikkati çeker. Başlıca ya­ pıtları: Flöre du nord de la France et de la Belgiçue (Kuzey Fransa ve Belçika’nın florası) [1887]; Nouvelle Flöre des envi-



Belirli bir para tutarının ödenmesi konu­ sunda kayıtsız şartsız bir taahhüdü içeren kambiyo senedi. (Eşanl. EMRE YAZILI SE­ NET.) [Bk. anbıkl. böl.] || Bono kırdırmak, bir bonoyu süresi dolmadan değerinden eksiğine paraya çevirmek. |j H atır bono­ su, bono borçlusunun gerçekte borçlu ol­ madığı, bonoda alacaklı gözüken kişiye kredi sağlamak için düzenlenmiş bono. —Bank. Kasa bonosu, bir işletme tarafın­ dan, ödünç veriien bir para karşılığında çıkarılan, belli bir süre sonunda ödenmesi gerekli emre ya da hamiline yazılı faizli bo­ no. (Bankalar bazen altı ay ile iki ya da beş yıl arasında değişen kasa bonoları çı­ karırlar.) —Kamu mal. Hazine bonoları (plasman bonoları), nakit gereksinimlerini karşılaya­ bilmek amacıyla, devlet tarafından kısa vadeli bir borçlanma karşılığında çıkarı­ lan tahviller. (Bk. ansikl. böl.) —ANSİKL Kamu mal. Türkiye’deki uygu­ lamada, hazine ya da plasman bonoları her yıl Bütçe yasası ile verilen yetkiye da­ yanılarak çıkartılan, en çok bir yıl vadeli borç senetleridir. 1986 Bütçe yasası’nın 34. maddesi, hazine bonolarının çeşitle­ rini, miktarını, satış yöntem ve ilkeleri ile koşullarını saptamaya, TC Merkez bankası’nın ilgili maddeleri saklı kalmak koşu­ luyla, Hazine ve dış ticaret müsteşarlığı’ nin bağlı olduğu bakanın yetkili olduğu­ nu belirtmektedir. Hazine bonolarının faiz ve bedelleri ile bunlarla ilgili ödemeler ve borçlanmaya ilişkin bütün işlemler her türlü vergi ve re­ simlerden bağışıktır. —Tic. huk. Türk Tic. k.’nun 688. madde­ sine göre bir bonoda şu kayıtların bulun­ ması gerekir: 1) senet metninde "bo no” ya da "emre muharrer senet" sözcükle­ ri, senet türkçeden başka bir dilde yazıl­ mışsa o dilde bono karşılığı olarak kulla­ nılan sözcük; 2) kayıtsız ve şartsız belirli bir parayı ödeme vaadi; 3) ödeme tarihi (vade); 4) ödeme yeri; 5) kim ya da kimin emrine ödenecekse onun (alacaklının) ad ve soyadı; 6) senedin düzenlenme tarihi ve yeri; 7) senedi düzenleyenin (borçlu­ nun) imzası. Bu kayıtlardan bazıları zorun­ lu, bazıları da yasaca varsayılan kayıtlar­ dır. Ödeme tarihi (vadesi) bulunmayan bono, görüldüğünde ödenmesi gereken bono sayılır. Yasa, ödeme yeri ve düzen­ lenme yeri konusunda da bazı varsayım­ lar getirmiştir: senedin düzenlendiği yer gösterilmemişse, düzenleyen kişinin (borçlunun) adının yanında yazılı yer dü­ zenlenme yeri sayılır. Bu da yoksa senet bono niteliğini taşımaz. Ödeme yeri gös­ terilmemişse, düzenlenme yeri ödeme ye­ ri sayılır (Türk Tic. k. md. 689). Ödeme ve



Yves Borınefoy



düzenlenme yerleriyle ödeme tarihine (vade) ilişkin bu varsayımların dışında, di­ ğer kayıtların bulunmaması senedin bo­ no niteliğini ortadan kaldırır. Zorunlu kayıtlan içermeyen senet emre yazılı öde­ me vaadi (Türk Te. k. md. 742) ya da adi senet olabilir, ama bono olamaz. Bir se­ nedin bono niteliğinde olmasının önemli sonuçlan vardır. Bono soyut bir borç açık­ lamasıdır; etinde bir bono bulunan kişi (hamil) alacağının hukuksal nedenini ka­ nıtlamak zorunda değildir. Bonoyu elin­ de bulunduran kişi, alacağını tahsil etmek için başvuracağı icra takibinde daha avantajlı bir durumdadır. Çok kullanılan bir senet türü olmasına rağmen Türk Tic. k. bonoya yalnızca dört madde ayırmış, daha az kullanılan poli­ çeyi ayrıntılı olarak düzenlemiştir. Ticaret k.'nda bonoya ilişkin sorunlar için poliçe­ ye göndermeler yapılmıştır. Bono, poliçe ve çek gibi emre yazılı senetlerden biri­ dir. Diğer emre yazılı senetler gibi bono da ciro ve teslim yoluyla devredilebilir. Bonoyu başka birine devreden kişi, ken­ disinden sonra ciro, ve teslim yoluyla bo­ noyu devralan kişilere karşı bono tutarını ödeme yükümlülüğü altına girmiş olur. Borçlu, ödeme tarihinde bonoyu öde­ mezse hamil * iki iş günü içinde noterden bir protesto gönderir. Protestonun gön­ derilmesi, hamile asıl borçlunun yanında bonoyu daha önce ciro etmiş olanlardan da ödemenin yapılmasını isteme olanağı verir. Bonoyu düzenleyen asıl borçlu ken­ disine protesto gönderilmese de bono tu­ tarını ödemek zorundadır. Bono vadesin­ de ödenmezse, alacaklı mahkemeye baş­ vurmak zorunda kalmadan, borçlu ya da borçlulara karşı doğrudan doğruya icra takibine girişebilir.



BONO (Emilio DE)-*DE BONO (Emilio). BONOBO a. Zaire'nin sol kıyısında ya­ şayan bir şempanze. (Bil. a. Pan paniscus; insansımaymungiller familyası.)



BONOMİ (ivanoe), İtalyan siyaset ada­ mı (Mantova 1873 - Roma 1951). Avanti! ve Critica sociale dergilerinde çalıştı. 1909’da Mantova’dan milletvekili seçildi. Libya savaşı'nı desteklediği için İtalyan Sosyalist partisi’nden atılınca, reformcu nitelikte sosyalist bir hareket oluşturdu. 1916 ile 1921 arasında birkaç kez bakan­ lık yaptı; 1921-1922'de başbakan oldu. Faşizme karşı güçsüz bir direnme göster­ di. 1924’te siyasal yaşamdan çekilerek kendini çağdaş tarih çalışmalarına verdi. 1942'den 1944’e kadar antifaşist hareke­ tin önderlerinden biriydi; Roma’nın kur­ tarılmasından sonra başbakan oldu (1944-1945), 1948’de de senato başkan­ lığına getirildi. BONONCİNİ, İtalyan besteci ailesi; ai­ leye atfedilen yapıtlardan .bazılarının, ai­ lenin hangi üyesi tarafından bestelendiği bilinmemektedir. —GİOVANNİ MARİA (Montecoronö, Modena ili, 1642 - Modena 1678). Modena sarayı’nda bestecilik yaptı, sonra Bologna'da şan öğretmeni oldu, daha sonra gene Modena'da şan öğretmenliği yaptı. Başlıca yapıtları: balettolar, sonatlar, senfoniler, madrigaller ve şarkılar, cantate per camera a voce so­ la (tek ses için oda kantatları). Ayrıca, Musico prattico (1673) adlı bir incelemesi vardır. —GİOVANNİ BATTİSTA (Modena 1670 - Viyana. 1747), öncekinin oğlu. Bo­ logna, Roma, Berlin, Paris ve Londra'da (1720-1727) yaşadı, Londra’da Hândel’e rakip oldu. Lotti'nin bir madrigalini kendi adıyla yayımlaması skandal yarattı; bu­ nun üzerine Bononcini Londra’dan ayrı­ larak A vrup a yolculu ğun a çıktı. Trattenimento'lar, konçertolar, senfoniler, duettolar ve 8 ses için missa'lar yazdı. — ANTONİO MARİA (Modena 1677 - ay. y. 1726), öncekinin kardeşi, genellikle M arc A ritonio diye anılır. Viyana sarayı’n­ da görev aldı (1704.1711), scora bazen Ftcma. bazen Modena'da çekeri. Daha r - n k n n p r a WA n r a t n r v n h p s t p l e r l i



İ l T rin n -



fo d i Camilla (1696) adlı operası, zengin orkestralamasıyla dikkati çeker. BONPLAND (Aimö GOUJAUD. Aimö — denir), fransız doğabilimci (La Rochelle 1773 - Santa Ana, Arjantin, 1858). Önce deniz kuvvetlerinde operatör*oldu; son­ ra Alexander von Homboldt ile Amerika’ ya Uzun bir bilimsel gezi yaptı (1799 -1804), çoğu bilinmeyen altı binden fazla bitki topladı. Malmaison'da idare müdür­ lüğü (1808) görevinde bulunduktan son­ ra, 1816’da Güney Amerika’ya döndü. Başlıca yapıtları: Les Plarıtes bquinoxiales recueillies au Mexique, â Cuba, dans les provinces de Caracas, de Cumana, aux Andes de Quito, sur les bords de l'O rdnoçue et des Amazones (Meksika ve Küba'dan, Caracas ve Cumana eya­ letlerinden, Ouito Andları’ndan, Orinoco ve Amazon kıyılarından toplanan ılımlı bölge bitkileri) [1805]; M onographie des mâlastomĞes (Melastomaseler monogra­ fisi) [1806]; A. von Humboldt ile birlikte yazdığı Voyage aux rögions Ğquinoxia!es du nouveau continent (Yeni kıtanın ılımlı bölgelerine seyahatler) [1815 ve sonrası]; Ndva Genera et Species plantarum (Ye­ ni bitki cins ve türleri) [1815]; MimosĞes et autres plantes IĞgumineuses du nou­ veau continent (Yeni kıtanın mimozaları ve başka baklagilleri) [1819], B O N P O R T İ (Francesco Antonio), İtal­ yan besteci (Trento 1672- Padova 1748). Innsbruck’da öğrenim gördükten sonra, Roma’da Pitoni ve Corelli ile çalıştı. 1700’de imparator Joseph l’in hizmetine girdi. Büyük bir buluş gücü ortaya koyan çalgı yapıtları, Bach’ın ilgisini çekti: oda sonatları (1698-1707), solo keman için invention’lar (1712); 4’lü konçertolar, konçertolar, motetler, arya ve baladlar.



denemelerinde (L'avventura novecentista, 1938) kuramını oluşturmaya çalıştığı "sihirli gerçekçilik” kavramını gerçeküstücü bir mizah anlayışıyla açıklar.



BONTEMPİ (Giovanni Andrea ANGELİNi, — denir), İtalyan besteci, şarkıcı ve müzik kuramcısı (Perugia 1624'e doğr. -ay. y. 1705). Roma’da Mazzocçhi'den ders aldı. Carissimi ve Frescobaldi ile, da­ ha sonra, Venedik'te Rovetta ve Cavalli ile Barberini’nin çevresine girdi. Dresden sarayı’na çağrıldı, burada ilk operası Paride'yi temsil ettirdi; bu operanın özelliği, recitativo'ların ortasında m ezz'aria'lara ya da arioso'lara yer verilmesiydi. Bontempi ayrıca, şan tarihi için büyük önem taşıyan kuramsal bir yapıt yazdı: Historia musica (1695).



■ ONTEMPS (Pierre), fransız heykelci (1507’ye doğr. - 1570'e doğr.). 1536’dan 1550'ye kadar Fontainebleau’da çalıştı; François Marchand ve Philibert Delorme ile birlikte, Saint-Denis’deki François l'in m ezan'nı gerçekleştirdi (1548-1559), İtal­ ya seferine ilişkin konuları içeren elli dört alçakkabartmayla birlikte veliahtın, Orlöans dükünün ve prenses Charlotte'un du­ acılarını da bu mezar için yaptı. Charles de Maigny’nin oturan heykeliyle (1556, Louvre), Hautes-Bruyöres manastırı için ısmarlanan François I anıtı da (bugün Saint-Denis’dedir) ona aittir. Bontemps, hakkında sapkınlık gerekçesiyle dava açı­ lınca, 1561-62 yıllarında Paris'ten ayrıl­ dı. = | |