Hiciv Edebiyatı Antolojisi [PDF]

  • 0 0 0
  • Suka dengan makalah ini dan mengunduhnya? Anda bisa menerbitkan file PDF Anda sendiri secara online secara gratis dalam beberapa menit saja! Sign Up
File loading please wait...

Table of contents :

Citation preview

h ilm î



HİINİ YÜCEBAŞ



yü ceb aş







HİCİV



EDEBİYATI



ANTOLOJİSİ



HİLMİ YÜCEBAŞ



HİCİV EDEBİYATI ANTOLOJİSİ 15 NCİ YÜZYILDAN YASSIADA HARAMİLERİNE KADAR, TÜ R K ŞAİRLERİNİN H İCİVLERİ, N Ü KTELERİ VE H Â TIRALARI...



Y eni ilâvelerle



İ K İ N C İ



S atış yeri



B A S I L I Ş



AKA K İTA BEV İ



Büyük M ilas Han No



107



İSTANBUL . 1961



HİCİV EDEBİYATIMIZA DAİR HİLMİ YÜCEBAŞ



Bu kitap, Türk san ’a t ve edebiyat kütüphanesinde, şimdiye k ad ar h er nedense edebiyat bilginlerim izse boş bırakılan «Hiciv» sah asını o b jek tif bir görüşle incelem ek. Divan, Tanzim at, Edebiya­ tı Cedide, F ecriâti ve son devirler edebiyatım n hicivci şairlerim toplu bir halde yeni ve m üstakbel nesillere sunm ak düşüncesiyle hazırlanm ıştır. Bu eserde h er hangi bir ilm i metodun takibi yerine, sadece uzak ve yakın asırlarda yaşamış, h er biri kendi âlem inde bize çe­ şitli hicivler bırakm ış heccav şairlerim izin h âtırala rı, nükteleri üzerinde durularak eserlerinden örn ekler verilm iştir. Edebiyatım ızda oldukça mühim b ir yer tu tan hiciv ve hezl, m eşrutiyetten sonra genişlem iştir. K ıym etli P rofesör Fuad K öprülü'nün dediği gibi «Devri Hamidide, yalnız Şair E şrefin büyük b ir kudretle Hükümetin tazyik a tın a rağm en m ahdut b ir şekilde yaşattığı bu vâdi, m atbuatın zincirleri kırılınca, tab iî genişleyecekti.» K itabın ismi bakım ından (Hicv) in Türk edebiyatındaki m ev­ kii üzeriride k ısaca duralım : Bu kelim e A rapçada(H ecv) şeklinde ise de Türkçeye (Hiciv) olarak girm iştir. Fren kler de (S a tire) der ler. Hiciv; (Medh) in zıddıdır. (M edhiye) tâ b iri altında m ütalea olunabilecek kasideler bir zatı, b ir binayı bir yeri, b ir vâkıayı n a ­ sıl h a k ik a tin üstüne çıkarak öğerse, (Hicviye) le r de yine gerçeği b ir yana atarak, öylece yerer. İk isin in de birleşik mümeyyiz vasfı (m übalâğa) dır. Aradaki fa rk m edhiyelerde m übalâğanın m edhedilenin lehine, hicviyelerde ise (m evsufun) m u hatabın aleyhine kullanılm asından ib arettir. Hiciv, h er zam an mevzuunu doğrudan doğruya ele almaz. Bazen konusu olan şahıs veya şeyin zatınd a m evcut olan güzel s ı­ fa tla rı «Selb ve nefyedip» o n ları zıddını isnad etm ek su retile doğ­ rudan doğruya vâki olm az d a m edheder görünerek zem meder ki buna eski edebiyat san atları tâbirlerin d en (T e’kidüzzemnı bim a yüşbihülmedih) yâni, m edhe benzetilerek yermeği pekleştirm e de­ nir.



— 4 — Hüseyin K âm i’n in bir sadrâzam hakkındaki hicviyesinden «K ap lan gibi e t eki eder Arslan gibi oynar poker Endişel m illetle hem ...» M ısralarında görüldüğü gibi... Medh şeklinde yapılan b ir hiciv daha. F a h r -i âlem sin ve İlkin, fâsı yok G evher-i kânsın ve likin râsı yok Dilerim Hak’tan bunu h er rûz-u şeb S an a b ir m erkeb vire kim bâsı yok Hicivci bazen de doğrudan doğruya mevzuu zemmetmez de onun yüksek sıfa tın ın icap ettird iği karşılığı, ednâ b ir vasfın k a r­ şılığı seklinde irad etm ekle h icvi tahakku k ettirir. Hoca sınıfından, fa k a t tam m ânasiyle fikir hürriyetine sahip olanlard an m eşhur şair H ayret efendiye; — Efendi B âlâ olmuş! Haberi verilince m erhum un: — B esbeter o lsu n !... cevabı gibi... O zam anlarda B âlâ rütbesi Vezirlikten evvelki m ertebe idi. Bu h aber karşılığında m utad cevab: «Allah daha âli etsin !» demek iken, H ocanın hem rütbeyi, hem de ona erişeni bir çırpıda tepetaklak edip «Besbeter olsun!» dem esi de beliğ b ir hicivdir. Ş a ir İbnürrum i’nin iğneli dilinden bıkan hüküm et reisi onu davet eylediği bir ziy afette zehirletiyor. Zeki Ş a ir zehirlendiğini anlayınca m eclisi terkederken Em ir ile araların d a şu konuşm a ge­ çiyor: Böyle birdenbire kalkıp nereye gidiyorsun? — Gönderdiğin yere... Bizim pedere selâm söyle... — Cehenneme uğrayacak d eğ ilim !... Ne ince karşılıklardır. ( A h r c t ^ dem iyor da zehirlendiğini an ­ ladığım vasıtalı beyan ile (Gönderdiğin yere) diyor. Ondan so n ra Em îrin (Babam da oradadır. Selâm söyle) siparişine karşı (B a b a n cehennem dedir, ben cennete ulaşıyorum) demeyip de (Cehennem e uğrayacak değilim ) tarzında cevap vermesi hicvin en acı ve en z a ­ rif şeklidir. Hiciv, hicivcinin edebiyat san atın ı kullan arak mevzuunu k ö­ tülüklerle teşhiridir. Bu gösteriş; h akik atin ifad esi olabileceği gibi, hakik atin zıddı olarak heccavm infialinden doğan yersiz zem ler ve h akaretler dahi olabilir. 1



- 5 — Merhum üstad T ah ir Nadi’nin kendisine ait olarak anlattığı şı fık ra la r (Hiciv) bahsinde en güzel açıklam adır: D iyanbakırda muallim bulunuyor ve oradaki m edresenin bir odasında oturuyordum. B ir kış gecesi nargilem i kurmuş, semaveri ateşlem iş, demlenmiş çayım ı İçmeğe hazırlanm ış iken ansızın Vali Arif P aşanın ağası gelip karşım a dikildi. — Paşa, dedi, seni istiyor! Keyfim k açtı. Buram buram kar yağarken rah atım ı bozmak, sıcak odamı bırakm ak istemedim. — Yarın gelirim ! dedim. G itti, b ir müddet sonra tek rar geldi. — Paşa, al gel, gelmezse zorla g etir buyurdu. Deyince, çaresiz giyindim, yola düzüldük ve paşanın huzuru­ n a vardık. P aşa ilim ve irfan sahibi bir zat idi. Mektupçusu İse tam m ânasiyle cahil ve kaba, fazla olarak da kendini âlim ve za­ rif sayan bir ham ervah hödük idi. Odadan içeri girdiğimde orada m em leketin eşrafı, ileri gelenler ve m em urların da bulunduklarını gördüm. P aşa ayağa kalk ın ca hepsi birden hürm et gösterm ekte acele ettiler. B a n a yer gösterildi; oturdum. P aşa: — Hoca, dedi, seni ne diye çağ ırttım biliyor musun? — Hayır, dedim, bilm iyorum ! — (Mektupçuyu göstererek) Bizim m ektupçu kendini pek beğe­ nir. Şunu bir güzel hicvet de bu huyundan vazgeçsin. Hadi göreyim seni! Vaziyeti kavradım . Şöylece b ir etrafım a baktım , herkes sus­ muş, ben ne söyleyeceğim diye dikkat kesilm işlerdi. Son ra m ektup­ çuyu süzdüm. O da hiddetini yenmiş, fa k a t kıpkırmızı kesilm iş, m ağrur ve sert bakışlarım bana dikm işti. D erhal cevap verdim : — Em redersiniz paşam ! Bu zatı hicvetm ek kolaydır. dedim. Ancak m üsaade buyurunuz da önce (hicv) in ne demek ol­ duğunu kısaca arzedeyim. Malûmu devletinizdir Hiciv; mevzuu olan şah ısta maddi ve m anevi ne k ad ar güzel­ likler ve iyilikler varsa onların hepsini de yok ederek, her birinin aksi olan ne kadar kötülükler ve m ünasebetsizlikler varsa onları isnad eylem ekten ibarettir, (Mektupçuyu göstererek) B en bu zata bütün dikkatim i üzerinde toplayarak bakıyorum. Onda maddî ve m anevi güzellik ve iyilik n am ın a hiç b ir şeyi göremiyorum ki bu nları teker teker selbedip de zıdlan olan çirkinlikleri ona isnad edebileyim. O radakiler son derece memnun, mektupçu u tancınd an büzül-



miiş ve üzülmüş idiler. P aşa —^ Hicvin bundan güzeli olamaz ve mektupçu daha mükemmel hicvedilemez. Dedi. Bu fık raya b ir şey ilâvesini gerekli bulmuyorum. Çünkü (Hicv) in m ahiyeti bundan daha güzel anlatılam az. Türk edebiyatındaki m edhiyeler, hicviyeler manzum olmak m u tattır. Ancak her manzum sözün edebiyattan m adut olm ası ik ­ tiza etm eyeceği gibi, h er medhiye ve hicviyenin de edebiyat çe rçe ­ vesi için e sokulm ası düşünülemez. Hele Divan şairlerim izin bir k ö ş­ kü, ıbir anı veya b ir ünlü zatı tasvir eden öyle bir takım k asid eleri vardır ki bunların olan ca kıym etleri Arapça ve Acemce seçkin lü ­ gatlerin kulağa hoş gelen terkipler halinde m ısralara y erleştiril­ miş bulunm asından ib arettir. Bunlar, m ânaca m übalâğanın kıvam ım taşırm ış, âd eta hayal ve vehim hududunu bile aşmış bulundukları için k u laklara nağm e halinde bir tesirleri olsa bile, m âna ve müedda bakım ından en k ü ­ çük bir değer taşım azlar. R enkli çocuk balon ları gibidirler, görü­ nüşleri cazip ve dolgun, fa k a t içleri kof, yükselir gibi gözükmeleri câlî ve m uvakkat, sukut edip sönm eleri ise serîdir. Bu kaide hicviyeler hakkınd a d a vârittir. H icviyelerin edebi­ y attan sayılm ası için, mümeyyiz vasfı olan (hiciv yani yermek, biçim sizlikleri açıklamalk) işin in sa n a t inceliğim i taşım ası lâzım gelir. Eöyle olu nca alelâde külhanbeyi küfürlerini, vezinli, kafiyeli olarak sıralayan nazım lar; hicvlyat değil, m ü stehcen ât nev’ind endir. İş te bundan dolayıdır k i Sürurî’nin H ezliyat’ım n çoğu. «Hicviyat» sayılm ayıp «M üstehcenât» ve «Manzum k üfriyat» ta n m ad uttur. Yine bu itib arla b ir çok ünlü hicivci şairlerin hicviyelerinden bir kısm ım , edebiyatın (Hiciv) nevinin dışına atrtıak m ecbu riyetin­ deyiz. Nitekim Nefî’nin, E şref’in ve benzerleri hiciv ü stad larım n pek san atlı, çok iğneli, gayet ince hicviyeleri karşısınd a k ab a ve çirkin manzum söğüntüleri d e görülm ektedir. M eselâ E şref’in istibd at devrini zemmeden şu k ıt’ası m uhakkak k i çok in ce b ir hicivdir: Bize zinciri esaret yakışır ziynet için, V atanın m ahvına zira ki bü tü n diş bileriz... Değil evrakı havadiste k ıra a t etm ek Levhi m ahfuzda hürriyeti görsek sileriz. B ir de şu na bakalım : Merhum T a h ir Nadi üstadım ızın, bir M aarif m üntesibi h akkınd ak i;



— 7 — Humkunuıı ölçüsünü bulmada fen âcizdir, Ceblinin debdebesi koskoca umman gibidir. Nazımları ne hoş, ne güzel hicivlerdir. Aym üstadın, yine d ev­ ri sabık M aarifçilerinden biri hakkındaki: ( ........ ) denilen safil-ü pespâyetebâr Kahbe sistemli teres, Türklük için mucibi âr Bulamazsın araşan beynini mikroskop ile İzzeti nefs-ii hamiyyet ile nam ûs-ü vekaar Nazmında da teres gibi m übtezel bir kelim enin tam yerine kullanılm asıyla ifadeye kuvvet verdiğini görüyor ve bu k tt’ayı ede­ b iy attan saym akta duraklamıyoruz. Hicivde bayağı ve hasis kelim e ve tâb irlerin kullanılm ası m u t­ lak olarak H asaset ifad e etmez. Âdi b ir tâ b ir; yerinde ku llan ılm ak­ la üslûba kıym et verir. Mesele kelim e ve tâb irin âdiliğinde değil­ dir, o bayağılığın ifadeye şiddet ve değer verecek yerde aşağ ılatm asındadır. Bunun ölçüsü sağlam zevktir. Zevki okşam ayan, y erin ­ de kullanılam am ış âdi tâ b irle r zatlarınd a m evcut bayağılığı nazm ın bütün m efhum una sirayet ettirirler. Nef’in in şiirleri ince m ân aları ih tiv a etm esine rağm en, birçok hicviyelerinde kaba, âdi küfürlerin, mübtezel m azm unların yer a l­ dığını görüyor, bunları gerek tasavvur, gerek tasv ir bakım ından fersude ve m übtezel saym akta tereddüt etm iyor ve söyleyenin edib olduğunda şüphe etmediğimiz kadar, böyle ta b ia t dışı doğurulmuş fik ir çocuklarını birer «veledi tabiî» ve çeşitlerini edebiyat dışında saym akta tereddüde düşemiyoruz. Görülüyor ki, hiciv; mevzuunda ne kadar seçkin güzel, m u te­ na v asıflar varsa o n ların hepsini kaldırıp yerine on ların zıddı olan «evsafı zemime» ve «tavsifatı m ekruha» yı koyarak m uhatabım kü ­ çültm ekten, onunla alay etm ekten, onda az buçuk da olsa m evcut kötülükleri şişirip büyütm ekten ib arettir. Ş a rtı ise, gerek lâfız, ge­ rek m ân a bakım ından nükte ve zarafet taşım asıdır. G erçi m izahın şa rtı da budur amma, lâ tife ve nükte libasına da bürünülmüş olsa hicivde zem ve kadh âdeta tem el unsurdur. B azı hicviyelerde (h i­ civ) ile (m izah) unsurlarının u stalıkla k irbirlerine karıştırılm ış bulunduğunu görürüz. Bu eserde eksiklerim iz ve h atalarım ız görülürse, - girişilen işin ehem m iyetini düşünerek okuyucularım ızın bizi bağışlıyacaklan n ı üm it ederim. İstan b u l: 11 Kasım 1954



Hilmi YÜCEBAŞ







3







HİCİV HÜRRİYETİ B ern ard Shaw, bir gün kızmış, mevcud partilerin oportünist olduğunu söyleyerek topuna birden sövmüş: — B u n ların arasın da hiç b ir fark yoktur, hepsi köpektir. Y al­ nız şu var k i m u halif olanları havlar, m uvafık olanları kuyruk sallar, demiş. M illiyet 6-3-196« Çetin ALTAN



K abataş sultanisi fârisi muallimi üstad Tahir Nadi Efendi Süs m ecm uası 29-3-1924



BU KİTA BIN İL K B A S K IS I ÜZERİNE



MATBUATIN DÜŞÜNCELERİ G erçekten de m u htelif üçyüz kudretli kalem den çıkm ış h iciv ­ leri toplu ve o b jek tif bir tarzda önümüze seren başka bir k itap b u ­ lunduğunu hatırlam ıyoruz; bulunm adığı da m u hakkaktır diyebili­ riz. Bu itib arla YÜCEBAŞ, yeni eseriyle edebiyatım ıza hakiki bir hizm ette bulunm uştur; teşekkür ve tebrike lâyıktır. V atan gazetesi: 27/12/1954



Sadun Galip SAVCI



★ YENİ B İR E SE R E saslı bir him m et, devamlı b ir gayret m ahsulü olduğu ilk b a ­ k ışta an laşılan «HİCİV E D E BİY A TI A N TO LO JİSİ» m ü ellifini te b ­ rik ederim. Hilmi YücebaŞ, bu eseriyle Türk edebiyatı tarih in e cid ­ dî bir hizm ette bulunmuştur. Z arif ve göz okşayıcı b ir kapak içinde yayınlanan bu eseri vücude getirm ek, tahm in ve tak d ir ediyorum ki, hiç te kolay o lm a­ m ıştır. Hilmi Yücebaş’ın bu n ları arayıp bulm aktaki ve b ir araya toplam aktaki sabır ve gayreti k arşısında h ayran olm am ak zordur. Him m etine ve gayretine teşekkür etm ek her fik ir adamı için b o rç­ tur. Türk Sesi gazetesi: 18/1/1955 Zeynel Besim SUN



★ HİCİV ED E B İY A TI AN TO LO JİSİ Son günlerde Hilmi Yücebaş yukarıdaki başlık altınd a 364 say falık bir k itap çıkarm ış bulunuyor. M üellif bu k itap ta. bizzat kendisinin de itira f ettiği gibi İlmî b ir m etod takip edecek y er­ de, Şeyh i’den Namdar Rahm i, Doğan Nâdi ve Bedii F aik ’a k adar bir çok hiciv şairlerim izin şiir, nükte ve fık raların ı b ir araya g eti­



— 10 — rerek değerlendirm ek istem iş. Yazdığı mukaddemede, edebiyat bil­ ginlerim izin hiciv sah asını ihm al ettiklerim ileriye sürerek h ayıf­ lanıyor. Hakkı var. Zira gerçekten, hiciv ve mizah, bizim en canlı iki özlü ta r a f imizdir. Bizim zekâmız, m iskinliklerden, itibarîliklerden ve z o rla­ m alardan tiksin en hür bir zekâdır. Biz böyle b ir zekâya sahip bu­ lunduğumuz içind ir k i «başka» la n n ı olduğu k adar kendi k en d i­ mizi de hicvetm eğe, alaya alm ağa bayılır, her ışıltılı zekâ oyunun­ dan hoşlanırız. Nükte yapmak endişesiyle en am ansız tehlikelere bile atıldığım ız vâkidir. San k i bizde, bütün dış tesirlere ve ezici kuvvetlere m eydan okuyan k üfürle k arışık keskin bir hiciv iptilâsı, gâh haşin, gâh yumuşak b ir nükte zevki var. İşte Hilmi Yücebaşın da yer yer işaret ettiği gibi, bu antolo jid eki bütün hiciv m uharrirlerim izin şiir ve fık raların a pervasız b ir çeşni, buruk ve se rt bir tad kazandıran bu hiciv ip tilâsı ve nükte zevkidir. Bunun içind ir ki onlar, içinde yaşadıkları devrin aksaklık­ ların ı deşmeden edemez, kaderim ize ilişm eden ferahlıyam azlar. Her birinin kullandığı söz, şakacı b ir tavırla vatan topraklarına ser­ pilen ve yeşermek için, fırsa t kollayan bir tohum dan farksızdır. A ra­ larınd aki büyük nüans fark ın a rağm en hem en hepsi, daim a gelece­ ğe yönelmeyi, tarihe biçim veren taşkın bir kuvvet kesilm eği ve yaşanm ış vak’ayı acı veya alaycı b ir dille kurcalam ayı derd ed inir­ ler: Sanırsınız ki facialı bir dünyanın bütün ağırlığı om uzlarındadır. Hepsi de, heyecanla istihza arasm da pervasızlıkla zerafet a ra ­ sında yuvarlanm ayı huy edinirler. N azarlnnda hiciv, günlük h ü r­ riyeti şah lan d ıran yıkıcı bir vasıta, fikrin patlayıcı gücünü dürtükleyen dinam ik b ir unsurdur. O nlar, bu unsur sayesindedir ki her şeyi ifra ta vardıran gazup ve m üstehzi bir âlem vücude getirm eğe çalışırlar. G ayeleri, düşünce hürriy eti hesabına cem iyetin dar kad ­ roların ı sarsm ak, realitey i a şın b ir tenkide tâb i tutm aktır. Böylece hiciv şairlerim iz ve genç m izah m uharrirlerim iz, hicvi ve m izahı haksızlığa çevrilen birer silâh halinde kullanm ağa can atar, hayatı, bir an olsun unutm am ağa dikkat ederler. Su n ’îliklerinin gizlediği dram atik ta ra f, sâdece yaşam a azabıdır. Zira o n ­ lar, eşyanın çevresini «aşkınlaştıran» b a tılı hiciv şairlerin in ve m izah m u h arrirlerin in aksine, plâstik bir realizm i hedef tu tarlar. B aşlıca kavgaları, şekil titizliğinin, «muhteva» daki tokluğu y u fk a laştıracağ ı düşünceyi derm ansızlaştırm asıdır. Bu sebepten bizimkilerde, b atılılard a olduğu gibi, ne sonlu bir dünyanın heT çeşit b elirtilerin i azım sayan b ir üstünlük vehmi, ne



— İ l ­ de h er çeşit küçüklükleri, yadırgayan bir nezaket ve m ükem m ellik kuşkusu var: Onlar, bazan en âdi kelim elere, en açık saçık şa k a ­ lara, en yaralayıcı nüktelere 'başvurm aktan çekinm ezler. B elirtm e­ yi diledikleri nokta, siyasî haksızlığın şa ta fa tlı yalanı ve beşerî fa ­ cianın saçm alığıdır. Bu bakım dan hiciv şairlerim izin ve genç mizah m u h arrirle­ rim izin hiciv ve m izahında, ne kozm ik tem aşada k a ra r k ılan bir aşkınlık, ne de varlık ve eşyanın kaderine nüfuz eden b ir derinlik var. Hemen hepsi, ya bir re jim i veya b ir şahsı yerer, haksızlıkları teşh ir etmeğe yeltenirler. Hemen hepsi de, nükteyi düşünceye yaslayam am aktan korkarlar. Çünkü em elleri, h icvi âdeta k a tıla ştır­ m ak ve Neyzen Tevfik’in dünyamızı farik alan d ıran «önü zulmet sonu zulmet» den ib aret iki «sonsuzun» karşısınd a gözyaşı yerine çığlığı veya kahkahayı seçm ektir. Bu heyecanla, yazılarını, ya çınlayan bir belâgatle veya tır ­ m alayıcı bir sâdelikle doldurur, sam im î olm aya savaşırlar. Öfkeli veya alaycı m izaçlarını dolu dizgin koştu rarak devrin m ü stebitle­ rine k a fa tu tm ağa azmederler. Hepsinde, günlük hâdiseleri kova­ lam aktan bıkm ayan bir aktu alite telâşı var. Hepsi de, övünm elerin boşluğunu gün ışığına kavuşturm ak iştiyakiyle çırpınır, şiddeti s e ­ ferb er ederek zulmü dünya yüzünden siliverm ek hasretiyle ya­ n arlar. İşte Hilmi Yücebaşın «Hiciv Edebiyatı A ntolojisi», k abalıkla inceliği, çığlıkla tebessümü atbaşı yürüten bü tü n bu hiciv - şa irle ­ rimizin, genç m izah m uharrirlerim izin realist hiciv ve m izahını gözlerimizin önüne seren faydalı bir eserdir... Yeni Sab ah : 10/1/1955



Nâzım KEMAL



★ Tl) E K ŞİİR İN D E HİCİV M asamın üstünde Avrupada basılm ış hissini veren bir güzel kitap duruyor. Boz nakışlı güzel k abın üstünde kartv izit gibi, çe r­ çeveli b ir kısım ve içinde şu sa tırla r: «Hiciv Edebiyatı A ntolojisi». Beş yüz sene içinde divan ve halk şairlerin in söylediği hicviyeler­ den ilk ak la gelenler bir arada bu k ita p ta yer alm ış. T ü rk edebiya­ tınd a hicve dair yazılmış çeşitli m akaleler ve fık ralar d a k ita b a ay­ rıca revnak verm iş... Türkiyede çıkan ilk m izah gazetesi L etâ if-i asâr'dır. Mizahı ve hicvi, b ir san at değeri ve fik ir kıym eti olduğu



— 12 — m üddetçe hoş görmek arifliğ in i gösteren devlet adam ları arada bir çıkm ış, ne faydaki ellerinde gazete kapam ak ve yazıcı ce zalan ­ dırm ak im kâm olan büyükler, çoğu zam an, m izahın inceliğini, h ic ­ vin değerini kavram am ışlar; bu cins yazıcıları en çok m eşhur ve m üessir yapan şeyin o n ları mağdur 'mevkiine koymak olduğunu bir türlü hesaba k atam am ışlard ır... Rivayet edilir k i: G enç Bayron eski Yunan m itolojisine ve t a ­ rihine duyduğu hayranlıkla, bu nlarla hiç bir ırk iştira k i olm ayan sadece on ların vaktiyle oturduğu top raklara yerleşip dillerini k o ­ nuşm akla vâris hale gelen yeni Y u n an lıların istik lâl savaşlarına katılm ak için İn giltered en gelmiş, b ir ara esir edilerek zam anın yaşlı ve görgülü O sm anlı paşalarınd an birinin huzuruna çık a rıl­ m ıştı. M aceraperest gençte sevinçten ve şevkten öteye geçen bir heyecan vardı: «Şim di ne eziyetler göreceğim, ne işkencelere u ğra­ yacağım. F ak at b ir kere kurtulup da m em leketim e döndüm mü nasıl m eşhur olacağım , alm m ın teri hakedilm iş büyük bir şöh ret!» Halbuki yaşlı ve görgülü vezir, bu delimsek genç adamın, bu güzel ve asîl oğlanın çenesini okşamış, «Sen bu idin demek, haydi se r­ bestçe git, annene de benden selâm söyle!» diyiverm işti. Ö teki ç ır­ pınıp duruyordu: B en sizin tarafın ızd an eziyetleri işkenceleri hak ettim . Ben Y unan istik lâli taraflısıyım ! Hem eli silâhlı b ir ta r a f ­ ta r...» Vezir, bu sözler üzerine yaptığı hareketin isabetine in a n ­ m ış; d ah a m üsam ahalı ve yumuşak davranm akla onu yeniverm iş ti!... Zam an zaman, Osm anlı saltan atın ın en dar görüşlü, en oto­ riter, R abbin ve Devletin hikm etinden sual olunmaz kaidesini k a ­ bule yanaşıverm iş k ara günlerinde bile, geniş görüşlü adam lar çık ­ mıştı. Ne çareki şark b u !... Fikirden, dâvadan ziyade, şah sî garez­ ler, kızgınlıklar, k ırg ın lıklar duruma hâkim ! Biz de ilk garp ölçü ­ sünde m anzum hiciv örneğini veren Ziya P aşa’m n «Z afer Nâme» si bile fikirden ziyade, h ınca dayanan b ir eser! Ne söverken, ne över­ ken umumî efk âra tercü m an olam ayan zavallı şark ş a ir i!... Şu son zam anlarda bile aynı berbad örneği b ir d aha görm edik m i: Sevgili O rhan Seyfi, çıtır çıtır türkçesiyle bize «gönülden sesler» dinleten hece şairim iz, m illî şef olduğu günlerde onun coşkun b ir meddahı iken, P aşa’ya artık m ahalle bak kallarının Jıile pervasız k üfür ede­ bildiği bir sırad a yetm iş yaşından so n ra in san ın sidiğini bile tu ta ­ m ayacağım m ısraa sokmak şeklinde hem m illî zevke, hem m illî terbiyeye, hem de kendi seçkin ve gelişmiş şiir zevkine ih a n et eden hicviyeler yazıvermedi m i? Ne çare, şark ta, zam anında k a fa tu ta ­ bilen. k a fa tutuşunu en ince ve değerli hicivlere koyabilen insan o



— 13 — k adar az ki! «Yok k i!» demeyi m illî gururumuza yediremiyoruz da ondan «az ki» deyip çıkıyoruz... Neyse bu uzun in celem e ve em ek m ahsulü k itap , bizi yeniden bu konuda derin d erin düşündürebiliyor ve b irbiri ard ına verdiği örneklerle bizi yüz y ıllar içinde ib re t­ le ve zevkle gezdiriveriyor, Görüyoruz k i «Divan edebiyatında İn sa ­ nî ve ahlâkî, zekâya d ayanan h akikî hiciv ve tenkid arasak, bu m aksadla bu edebiyatı b a şta n b a şa tarasak, elim ize noksan, eksik b ir m ecm uacık olsun geçer m i dersiniz? Ummuyorum! B u edebi­ y a tta hiciv, tah k ir ve terzild en başka b ir şey değildir. Vezin ve k a ­ fiye ile söylem enin d aniskasını biliyor o şairler. F a k a t buluşların hepsi de birbirinden bayağı. D ivan şairi, m en faatin e yardım edeni över, kızınca söver, adam â d z durum a düşünce d e d över!...» Halk edebiyatım ızdaki hicivler ise şairlerin b irbirin i su stu r­ m ak, yıldırmak, hiç değilse sindirm ek m aksadiyle ellerind e sa z la r­ la manzum atışm aları yüzünden m eydana gelm iş şeylerdir. Halk şairleri içinde zam an zam an A llaha bile, su ltan a bile k a fa tutup güzel ve açık, cesaretli ve san atlı hayk ıran ları olm uştur: Şu yalan dünyaya hoş olamadık Blrgün sıra gelip baş olamadık Şu sıska öküze eş olamadık Söylemeden âciz dilimiz bizim! Sen mi sen İstanbul paytahtımız Açılmıyor ikbalimiz bahtımız Yaşımız ellidir geçti vaktimiz Növbetin gözlüyor salimiz bizim Benim bu gidişe aklım ermiyor Fukara halini kimse görmüyor Padişah süksesi selâm vermiyor Kefensiz kalacak ölümüz bizim! Bu dörtlükleri birbiri ardından hem b ir m itralyöz heybeti, hem bir d an telâ zarifliği ile dizi diziveren Serd arî’n in d ah a şa ir hem şerisi R u hsatî, b ir yandan devlete, bir yandan A llaha k a fa tu ta n bir eda ile hicvin en güzel örneğini verebilm iştir: Tufanlar estirdin başımda H alâvet yoktur aşımda Kızlarımı genç yaşında Dul eyledin sabr eyledim



— 14 — Ateşe verdin üstümü Uzak eyledin dostumu Kendine soyup postumu Ş a l eyledin sabr eyledim 20. Asır: 13/1/1955



B eh çet Kem al ÇAĞLAR ★



HİCİV ED EBİYA TIM IZ VE B İR ANTOLOJİ Tem silcilerinin davranışları ister dar m ânada ferdiye, ister ge­ niş m ânad a sosyal’e bağlansın; yalnız kem m iyet bakım ından değil, keyfiyet bakım ından da gelişmiş bir Türk hiciv edebiyatı vardır. Onu kalp gelenekleri içinde fazla sıkışm ış, fazla donmuş bu labili­ riz, fa k a t cevhersiz olduğunu söyliyemeyiz. Üstad Y ahya K em al hakkında hem en bütün aydınlarım ızın, kendilerinin bile unutulduğunu zannettikleri düşünceleri, hüküm halindeki davranışlarını, gizlendikleri köşelerden birer birer çık a ra ­ rak, vesikalar şenliği halinde bir k itap la okuyupulanmızm huzuru­ na çıkarım Hilmi Yücebaş, bu se fe r yine sadece vesikaların d elâ­ letiyle Türk hicvinin üzerine eğilmiş. Oldukça hacim li k itabınd a Divan, Tanzim at, Edebiyat-ı Cedi­ de, F ecriâ ti ve son devrin belli ¡başlı ve sosyal b ir alâka kazanm ış hiciv ü stad ların ı eserleriyle b ir arad a buluyoruz. Yücebaş, Türk h ic ­ vinin İlmî tem ellere d ayanan b ir izahım yapıyor. O, sadece o b jek tif bir a raştırıcıd ır. Zengin m adenleri bulup çık aran ların sanayiciye yaptıkları p ah a biçilm ez yardım gibi, o, gelecek izahcıya kronolo­ jik , k ıyaslam alar yapmak im kânım sağlıyacak bir ru h lar madeni hâzinesi vermektedir. Bizce, Yücebaş, hicviyelerle alâk alı yorucu çalışm asından do­ layı, her türlü m ethiyeyi haketm iştir. Son S a a t



24/1/1955



Vecdi BÜRÜN ★



TÜ R K EDEBİYATINDA HİCİV Ko Vadis’te, zalim Neron tarafın d an öldürüleceğini hisseden Petronius, dostlarım m uhteşem b ir ziy afet so frası e tra fın a toplar, dilber kölesini de yanına alır, onu âzad eder ve sonra, d am arların ı



— 18 — keserek h ayatın a son verir. V efakâr kölesi, âşık olduğu iyi kalplı efendisini takip eder. Petronius, bileğinden akan k an ın tesiriyle yavaş yavaş ru hlar âlem ine, dostlarının gözyaşları arasında, göç ederken, nükteciliğinden vaz geçmez ve Neron’a sunulm ak üzere dikte ettiği bir m ektupta hiciv edebiyatının şaheserlerinden b irin i yaratır: Neron’la bir hayli alay e ttik te n sonra, m üstebidi en hassas noktasından yaralar, onun bam teline basar: «Ne istersen yap, is ­ tersen R onıa’yı değil cihanı yak, fa k a t san ’a ta dokunm a!» der. K endisini dünyanın en büyük artisti sanan Neron, bu satırları okurken ifrit k esilir!... Dünya hiciv edebiyatında, Petronius gibi, ölürken bile iğ n e­ leyici nüktelerini sakınm ayan kim seler pek azdır. Zindanda, kelle­ sini cellâda teslim etm ek üzere, iken, elindeki kam ış kalem den dam layan sim siyah m ürekkebe bakarak, Arap Lalaya: «Mübarek teriniz damladı.» diyen Ş a ir Nef’i’yi, çoğumuz gibi ben de biliyordum. Fakat, ölüme giderken, bu ayarda h a ttâ P e t­ ronius’a bile taş çık artacak incelikte bir nükte yapıldığını, Hilmi Yücebaş’ın yayınladığı «Hiciv Edebiyatı A ntolojisi» nin daha ilk say faların d a öğrendim : «Şair, İbnü rru m î’nin iğneli dilinden bıkan hüküm et reisi onu davet ettiği b ir ziyafette zehirletti. Zeki şa ir zehirlendiğini a n la­ yınca m eclisi terkederken Em ir ile aralaıınd a şu konuşm a geçer: — Böyle birdenbire kalkıp nereye gidiyorsun? — Gönderdiğin yere. — Bizim, pedere selâm söyle. — Cehennem e uğrayacak değilim.» Hicvin şah ik asına u laşan bu hazırcevap şairin cesaretine h a y ­ ran olm am ak k ab il mi? Hilmi Yücebaş, k itabınd a hem en hem en bütün satirik edebi­ yatım ızın panoram asını vermiş. Biraz d aha kalburdan geçirip ele­ miş olsaydı da, bize yalnız balını verseydi, k anaatim ce d aha iyi olurdu. Zira, edebiyatın h er hangi b ir sah asınd a ¡bir a n to lo ji y a p ı­ lırken, bu sah ad a yazı yazanların hepsi, istisnasız, bu derlemeye girecek diye b ir k a n a a t yoktur. B u k itap ta, öyleleri var ki, bulunm asalar da olurdu, h a ttâ daha iyi olurdu. B una m ukabil, N ef’î ’nin, E ş re fin herkes tarafın d an henüz bilinm eyen bazı hicivlerini öğ. renm iş oluyoruz. Bizde h iciv denilince Nef’î ’den so n ra E ş r e fin ism i ak la gelir. Eşref, m izah sah asınd a Nasreddin Hoca gibi, hiciv kelim esinin âd eta m ü terad ifi olm uştur diyebiliriz. Bunun için, onun k a le m in ­ den veya ağzından çıkan o kadar çok iğneleyici söz vardır ki, bun-



— 16 — la n n bir kısm ının şaire sonradan izafe edilmiş olm aları bile m ü m ­ kündür. Türk edebiyatı hiciv bakım ından h ayli zengindir. Böyle bir derlem eyi m eydana getirdiği için, kendisine teşekkür borçluyuz. Yazım ı, E şra f’in bu k itap tan iktibas ettiğim bir fık rası ile b i­ tiriyorum : «K âm il P aşan ın m akam ına gelmediği ve m ektupçu Hayri B e ­ yin Valiye vekâlet ettiği bir gün, E şref’e gönderilm ek üzere bir ta h ­ rira t yazıldı. M ektupçu, b ir m uziplik olsun diye tezkerenin başın ­ daki «izzetlû efendim » sözünü kırm ızı kalem le çizerek şöyle dü­ z eltti: « R lf’atlı efendim ». Sonra, im zalıyarak E ş re fin kaym akam bulunduğu K ırk ağ aç’a yolladı. Ş a ir, tezkereyi alınca, bu silintiyi ve ilâveyi gördü. Alt ta ra fım okum adan, hem en şu m ısraı yazı­ verdi: Geldi duydum sizlere eyyamı İd, Hayri Bey çalsın, sen oyna K ürt Said.! İstanbul Ekspres



31/1/1955



Cevdet PERİN



★ HİCİV EDEBİYATI ANTOLOJİSİ E serlerinin delâletiyle şahsiyetini tanıdığım ız genç ve çalışkan araştırıcım ız Hilmi Yücebaş (Hiciv Edebiyatı A ntolojisi) adlı son eseriyle m illî kütüphanem izin önem li b ir boşluğunu doldurmuş, senelerdenberi hissedilen b ir ih tiyacı k arşılam ak için K ristof K olom b’un yum urtası gibi apansız o rtaya koyduğu bu eserine, bu çe­ şit edebiyatımız için birincilik m evkiini ihraz ettirm iş b u lu nm ak ­ tadır. M illetimiz yüzyıllar boyunca sayısız âlim, m ütefekkir, edip ve şair yetiştirdiği gibi bunlar arasında emsalsiz nüktecilerle h eccavlar da yetiştirm iştir. N asrettin Hoca, İn cili Çavuş, Haşm et ve Sururî gibi h azırce­ vaplıkta ölm eyen şö h retler ve halkım ızın ruhuna sinm iş sayısız kıym etlerim iz arasında Nesimi, Nef’î, Eşref, Neyzen Tevfik, Üskü­ d arlı T a lâ t, Hüseyin Kâm i, Hüseyin Su at, Süleym an Nazif, F ey le­ sof Rıza Tevfik ve h a ttâ Y ah ya K em al gibi y arattık ları şiir ve ede­ biyat nevileri arasında nükte ve hicve de yer ayırarak, ölmez bed ialar bırakıp geçmiş ve yaşam akta bulunmuş olan sayısız şa irle­ rimiz de vardır. Netekim büyük şairim iz Y ahya K em al’in dilden dile intik al



— 17 — eden ağır şakalarınd an illâllah dem iş olan rahm etli T a lâ t P aşa’nın bir gün B a b -ı âliden çıkarken k arşılaştığ ı şairim ize: — Canım Y ah ya K em al Beyciğim , gazetelerin bazılarım k ap a­ tabiliyoruz; fa k a t sizin gazeteyi n asıl kapatacağız? diye düşünüp duruyoruz. Dediğini, şairim izin de derhal: — K olayı var P aşam ; tab an can ız yanınızda değil m i?... Diye cevap verm iş olduğunu iyice hatırlıyorum . A ncak bu emsalsiz şairlerim izin çoğu hicivlerin i k itap h a lin ­ de in tişa r eden eserlerine alm adıklarından h er b iri b ire r kıym et olan ve devirlerinin hususiyetlerini tebarüz ettiren bu dilber par­ ça cık la r m aalesef özelliklerini koruyam am ışlordır. B u yüzden de ya kim lere ait oldukları anlaşılam am ış, veyahut bu n lara bazı kim ­ seler ta ra fın d an m üstehcen ibareler karıştırıld ığı için kıym etlerini ve dolayısiyle m eraklıları tarafın d an ezberlenm e şerefin i kaybedip gitm işlerdir. Bugüne kadar gelmiş ve h ay at boyunca gelecek nesillerim ize de in tik a l kud retini m u h afaza etm iş o lan hicviyelerini eserlerinde toplayabilen şairlerim izden an cak rah m etli Eşref, Neyzen Tevfik, Halil N ihat Boztepe, Fazıl Ahm et ve Namdar R ahm i K aratay gibi şu anda isim lerini hürm et ve rah m etle anm ak ta bulunduğumuz sayısı m ahdut kıym etli şairlerim izi hatırlayabiliyoruz. Ö teki şairlerim izin, herbiri ayrı ayrı b irer kıym et olan bediala n m aalesef ya m eraklıların d efterlerin d e veya gelip geçm iş olan gazete ve m ecm uaların sah ifeleri arasında gömülüp kalm ışlardır. Değerli araştırıcım ız Hilmi Yücebaş, kıym etli eserinde de ifad e etm iş olduğu gibi - cidden büyük b ir emek sarfed erek 15. Yüz­ yıldan bu güne k adar T ü rk hicvini o b jek tif b ir görüşle incelem iş ve 300 şairim izin hicivleıini, n ü k telerini ve h âtıralarım ih tiv a eden mükemm el bir eseri m eydana getirm ekle edebiyatım ızın bu k ıs­ m ına ait b in an ın ilk tem el taşın ı yerleştirm ek başarısını göster­ m iştir. İç i k ad ar dışı da zarif bir baskı ve k apakla işlenm iş olan bu değerli eseri büyük b ir haz ve istifad e ile okudum. Her sın ıf oku r­ larım ıza ve bilhassa Edebiyat öğrencilerim ize öğünerek tavsiye et m eyi bir vecibe sayıyorum. Yeni Adana



4/2/1955



Mehmet Behçet PERİM F: 2



«93» YİL ÖNCE :



T Ü R K İY E D E ÇIKAN İL K MİZAH GAZETESİ .



A •



*



A



A



( LETAIF-I ASAR) M emleketimizde çıkan ilk mizah gazetesi, m üstakil b ir m izah gazetesi olmayıp «Terakki» isim li gazetenin ilâve nüshalarıdır. 1868 de Ali R aşit ve Filip efend iler «Terakki» isim li gazeteyi kurm uşlardı. Arapça olarak çık an «Elcevaip» isim li b ir gazetedeki yazıyı ik tibas ettiğ i için kapatıldı. 1874 senesine kadar bir kaç de­ fa d ah a kapatılıp açılan günlük Terakki gazetesi, h aftad a b ir d e­ fa kad ın lara m ahsus ilâve sayısı ve b ir de yine h afta lık bir mizah ilâvesi çıkarm ıştır. B u ilâve mizah gazetesi ilk Türkçe m izah gazetemizdir. Bu m izah gazetesinin ismi «Letaifi Asar» dır. Selim Nüzhet G erçek «Türk G azeteciliği» isim li eserinde «Le­ ta ifi Asar» hakkında şunları yazm aktadır: «İptid aları içinde resim olmadığı gibi, m ündcrccatı da olduk­ ça saçm adır. M uharrirleri öteye beriye yaptıkları tarizler, neyi kas d ettikleri pek iyi anlaşılm ıyan sözlerle epeyce bir müddet gazeteyi doldurm aya çalıştılar. F ak at m uvaffak olam adıklarım kendileri de anlad ıklarından gazetenin gerek başbğında, gerek m ünderecatında değişiklik yapm ıya m ecbur oldular. Bunu gazete kendi itira f edi­ yor: «Vakıa bu âna kadar fen a değil idiyse de pek de iyi denecek derecede değildi. Bu defa külahı çıkarılıp günleri tebdil olundu. Ve tefevvuku in k âr olunmaz b ir h ale geldi.» Bu tefevvuk k â fi derecede değildi. G azete b ir m üddet daha oldukça sönük b ir tarzda n eşriy atına devam etti. B ir müddet daha sonra ise, L etaifi A sarın hacm i büyüdü. Tam b ir mizah gazetesi şeklini aldı. Ve şak a tarzınd a esaslı tenkid ler yapm ağa başladı. En son n üshalarında k arik atü rler de vardır. T erakk i’n in ip tidaları « T e­ rakki» sonraları «L etaifi Asar» ism i altın d a küçük k ıtad a in tişar eden b ir m izah serisi daha vardır. T erakk l’n in m uharrirleri arasında Hayrüddin imzasiyle yazı yazan K arski ism inde bir Lehli vardır. B n im za sahibinin bütün yazılan hürriyet telkini ile doludur. Ebüzziya Tevfik, Suphi Paşa



— 19 — zade Ayetullah bey, Kem al P aşa zade S a it bey ve İsm ail efendi is ­ minde b ir zât da m uharrirlik ed erlerd i» G azetenin tetk ik edilen kolleksiyonunda, gazete sahibinin Ali R aşit yerine sonradan M ustafa Ragıp olduğu görülm üştür.



★ MİZAH GAZETELERİ DÜŞMANLIĞI Mizah gazetelerinden hüküm etin ürkm esinin b ir tarih çesi v a r­ dı. Teessüslerindenberi bu nlardan hüküm et çekiniyordu. Aşağıya koyduğumuz iki resm î vesika m izah gazeteleri hakkında, Azizin de, ne düşündüğünü gayet beliğ şekilde ifade etm esi hasebile m ühim dir. Bu vesikalardan birisi Azizin son günlerinde ve M ahm ut Ne ­ dim P aşanın m atbuatı kasıp kavurduğu ikinci sadaretinde neşro. lunm uştur. Mizah gazetelerine sansü r koyan bu ted birlerin ta r i­ hinden bir kaç ay sonra da sansürün bütün m atb u ata teşm il edil­ mek istendiğini evvelce görmüştük. V akit gazetesinin 14. II. K ânun 1876 ta rih li nüshasından: «M atbuat İd are-i behlyycsinden Ceride-i Havadis m a tb aası­ n a gönderilen ilân -ı resm idir: «Mizah gazetesinin tabı ve neşretm ekte oldukları resim lerin bir takım ı hüküm etin politikasına ve edyan ve m azahibe (1) ve e f­ radın namus ve haysiyetine ve ekseri âd ab-ı umumiyeye dokunur şeylerden ib aret olduğuna ve gazetelerin h er nevi m e n a fi-i âmme ye hizmet vazifesi ile mükellef bulunup, gazetecilik vezaifini mizah ve lâ tife zem ininde ifa etm eleri lâzım gelen m izah gazetelerinin ifayı vazifeye bedel bu m isillû resim lerle tah d iş-i ezhân (2) ve if. sad -ı ahlâk (3) eylem eleri bu veçhile şay an -ı tecviz (4) olam ıyacağına binaen fi m abât (5) mizah gazetelerile neşrolunacak resim ­ lerin zirlerine (6) ta h rir edilecek (7) ib areler ile beraber M atbuat İd aresin e irae olunm adıkça (8) ve idareden ü zerlerine «taboluna» diye işaret edilmedikçe neşrolunm aları ta h t-ı m em nuiyet-i k a tiy yeye (9) alınm ış olm ağın (10) ilâ n -ı keyfiyyete ip tidar olunur.. 17 Zilhicce 1292. 13 II. 1876. Diğeri de aşağıdadır. Ve B eşin ci M urad’ın ilk günlerine, Mü­ tercim Rüştü P aşanın, dördüncü sadaretinde ipka edildiği zam an ­ la ra rastlar. B u d a a rtık hüküm etçe m izah gazetesi için im tiyaz verilm iyeceğini bildirm ekle 'beraber m ev cu tlan d a şiddetle teh d it etm ektedir. M ütercim Rüştü P aşam n ıbu hususta M ahm ut Nedim’­ den âdeta ders aldığı görülm ektedir.



— 20 Vakit Gazetesinin 4 Ağustos 1876 - 12 Recep 1293 tarihli nüs­ hasından: «B ir vak itten beri H ayal Gazetesi, B a siret ve V akit gazeteleri sahibi im tiyazları aleyhinde bir takım m a k a lâ t-ı tezyifiyye (11) dercetm esinden dolayı B asiret ve V akit G azeteleri m ü dafaa etm ekte ve H ayal gazetesinin sah ib i im tiyazı idareye celbile o m isillû agra z -ı şahsiyeye (12) ve m ek alât-i k abih a ve m üstehcene (13) ile tesvid-i sa h a if (14) etm em esi bidd efeat (15) tembih ve ih ta r ed il­ miş ise de ısga (16) etm iyerek, m ezkûr gazetelerin sah ib i im tiyaz­ ları aleyhinde m uhilli nam us ve edep (17) m ak alât d ercin e devam ettiğin e ve mezkûr gazeteler tarafın d an d ahi bilm ukabele (18) m a k a lâ t-ı cevabiye-i tezyifiyye (19) yazıldığına ve bu h a lâ t-ı bî edebâneye (20) sebeb-i m ü stakil (21) Hayal gazetesi olduğuna ve vas ıta -i in tişa r-ı edeb-ü irfa n (22) olan ev rak-ı havadis (23) in böyle kanunen ve nizam en mem nu olan m ezem m et-i eşhas (24) ile iş ti­ gal etm eleri katiyyen caiz olm adığına m ebni mezkûr H ayâl gaze­ tesi bilkülliyye (25) fesih ve ilga (26) ve poitikaya m ahsus gazete­ ler ise sırf havadis neşrine m ünhasır olduğundan Zeydü Amri tez­ yif ile namus ve haysiyete dokunur şeyler dercettikleri ve sureti ifadelerinde zerre k ad ar ihm al-i elfaz (27) istim al ettik leri halde derhal ilga edileceği evrak-ı havadis sahibi im tiyazlarına ih ta r ve bundan böyle hezliyat ve m izaha dair varakpare (28) neşrine m esag (29) gösterilm eyeceği ilân olunur.» Bu resm î ilând a d ikkate çarp an bir cih et de; politikaya m a h ­ sus gazetelerin yalnız «havadis neşrine» mezun olm alarıdır. SERVER İSK İT «Türkiycdc M atbuat Rejimleri. S. 44» Terimler (1) Dinler ve mezhepler, (2) zihinleri bulandırmak, tırm ala­ mak; (3) ahlâkı bozm aları; (4) kabul olunabilir; (5) bundan son­ ra ; (6) altlarına; (7) yazılacak; (8) gösterilmedikçe; (9) kesin olarak yasak edilmiş; (10) alınm akla; (11) kötüleyici nıakaleleı; (12) şahsî garazlar. (13) kaba ve müstehcen makaleler. (14) sayfa karalamak. (15) bir kaç defalar. (16) kulak asılm ıyarak; (17) m a ­ kaleler yaznuya; (18) karşılık olarak; (19) cevap olarak verilen ycricl makaleler; (20) bu edebslzcesine haller; (21) başlıca sebeb; (22) irfan ve edebin yayılmasına vasıta olan; (23) gazeteler; (24) şahıs çekiştirmek; (25) tam am en; (26) yoketmek ve kaldırmak (27) kontrolsuz lâf; (28) gazete; (29) izin.



HİCİV ÜZERİNE DÜŞÜNCELER Hiciv, daima hürriyetsizlikten doğmuştur. Bu sebeple daima, haklı ve kuvvetli, daim a keskin ve sert, daim a küstah ve küfürbaz ve daim a k ısa ve acıdır. Hiciv kelepçelenem ez, zindana atılam az, öldürülemez. Hiciv, zâlim in hayasız su ratında, istibd atın n âm ert alnında açılm ış, derin kırbaç yarasıdır. Seyrinden iğrenm e ve iç sıkıntısı hissedersiniz. Dünyada hicvedilmeye hak kazanm anın korkunç h acaletin i hiç bir m akam ve hiç b ir kudret ödeyemez. Büyük im anlar ve büyük k an aatle r üzerinde in san ların alay etm esine, istihza etm esine ne din, ne ahlâk, h a tta ne de politika müsaade eder. ŞA İR E ŞR EF, — ki bugün unutulm uşa benziyor — Edebiyatı­ mızın, en büyük, en realist, en yam an hicivcilerinden biridir. Zakkum: 10-3—951 (TA KA)



★ HİCİV VE MİZAH ıl Hicivle mizah arasındaki fark ı inceden inceye tay in etm ek belki müşküldür. F a k a t n eb atla hayvanı birbirinden ayıran geniş h a tla ra benzeyen bazı v a sıfla n çizm ek mümkündür. Hiciv ve mizah b ir ta r a fta n b ir m izaç m eselesi olm akla b e ra ­ ber bu m izacın kökleri bir sosyetenin tarlasındad ır. Sosyete tıpkı toprağa, havaya, suya benzer b ir vazife görür. M izahın ve hicvin inkişafı h er devirde aynı olm am ıştır. Her devirde insanlığın h ay a­ tın a tekabül eden bir sa n a ta sahip olm uştur. F a k a t h er devirde insan m izah ve hicvi açık, bariz h a tla rla kullanam am ıştır. Mizah zekâsı yaşanan h ay atın gülünç ta ra fla rı keşfedildikten so n ra an cak faaliyete geçebilir. Y aşanan h ayatın gülünç ta r a fla r ı­ nı görmek için neşeli alaycı bir ferd in doğması k â fi değildir. Büyük istibdadlar daim a cü retlerini in san ruhundaki büyük im anlara, büyük k an aatlere istin a t ettird ik leri için d ir ki, sosyete içinde m izah ku laktan kulağa ve gizli cerey anlar halinde yaşar. Büyük kanaatlerin , insanların hüküm sürdüğü zam anlarda sosyete dogm atik bir takım kaidelere gönlünü verm iştir.. Cemiyet



— 22 — kendinin kaidelerinin h a ra re ti sayesinde yaşadığım sanır. Tenkid, kaidelere, bu kaide ister din, ister ahlâk, ister estetik, ister siya­ set olsun cü retle d il u zatm aktan doğar. Eğer h araretin i kaybeden b ir kaide cansızlaştığı anda in san ­ ların arasından çıkıp gitse idi m esele yoktu. D erhal eskinin yerini yeni alırdı. İm anın yerini im an, itikad ın yerini itik a t kaplardı. Denizle k aralar arasındaki muvazene gibi bir hâdise eğer in ­ san ruhlarında hüküm sürseydi. B ir im anın tenkid örsü altında ezilmesiyle onun bizleri te rketm esi arasında büyük zam an ve m ekân fark ı vardır. Bu zam an ve m ekân ayrılıkları insan ruhunu türlü, türlü iş­ leyen bir lâb oratuvar h alin e koyar. Zam an olur ki eskiyen itik a tla ra karşı hassasiyetim iz âdeta kaybolur, yerine d e yeni b ir hassasiyet, yeni b ir hâkim itik a t geç­ mez. Her şeyi alaycı ve lâk ay t bir gözle seyrederiz. B u alaycı gö­ zün gördüğü dünya yüzde yüz sevilen, yüzde yüz güzel olan b ir dün­ ya değildir. K arik atü rd ek i güzellik, çirkinlik bu görüşün m iyarıdır. Sevgi yerine alay hâkim olm uştur. Mizah bu devirlerde inkişaf eder. Y ani hassasiyetin, im anın yerini zekâya terk ettiğ i zam anlarda kuvvetli m izah hükmünü sü­ rer. M izahta tahribçiliği besleyen b ir ham le de vardır. Bu onun kahram an, y aratıcı ve k âşif cephesidir. Bu itib arla mizah eğlendirm e vasıtası değil bir yaratm a işidir. Hiciv m izahtan d aha kuvvetlidir. H attâ d enilebilir ki, hicvin ve m izahın hududunu ayıran en kuvvetli unsur m izahın sadece ze­ kâ ile işlenm esine m ukabil hicvin hem zekâ, hem de im andan kuv­ vet alm asıdır. Hicv eden adam san ’at hududu içind e k alm ak ş a r. tiyle bir ta ra fta n zekâsını kullanır. B u rad a zekâ sadece tah rib ci bir rol oynar. Fakat, bu n a m ukabil gizlediği, o rtay a koymadığı f a ­ k a t hissettird iği b ir ta r a fı da vardır: İm an! B ir şeye inanm ıyan adam hiciv yapamaz. Hiciv yaşanacak b ir h ayat tasavvuruna d ayanarak inkişaf eder. Mizah sadece zekâyı bir n o kta etrafın d a işaretler. F a k a t h i­ civde, olm ası lâzım gelen h ayatı m en fi şekilde an lata n b ir idealizm ve zekâ eseri göze çarpar. Meselâ bizde Ahmed Rasim m izaha, E şref hicve en güzel m i­ saldir. Fikir ve San ’a t: 1939 Sadri ERTEM



— 23 — TEN K İT, HİCİV VE DİVAN ED EBİYA Tİ Divan edebiyatında insan! ve ah lâk î, zekâya m ü stenit ve h a ­ kikî hiciv ve tenkid arasak, bu m ak satla bu edebiyatı baştanb aşa ta ra sa k elimize noksan, eksik ve çok küçük bir m ecm uacık geçer mi dersiniz? Ummuyorum. B u edebiyatta hiciv, ta h k ir ve terzilden başka birşey değildir. Buluş yok değildir. B u vâdide çok, pek çok yeni, yakası açılm adık buluşları vardır şairlerim izin. Vezin ve k a ­ fiyeli sövm enin d aniskasını bilir onlar. F a k a t buluşların hepsi de birbirinden bayağıdır. Bu çeşit buluşlarda adeta ibda kud retini gösterirler. Aynı zam anda bu h akaretler, şahisdir de. Şair, en faziletli bir adamı, h er hangi bir vesileyle rezil rüsvay eder. B u hususta nasıl bir örnek verelim , şaşırdık doğrusu. H icvettiğini, h ırisity an p atri­ ğinin donmuş ve tecessüm etm iş zartasın a benzeten şair, D ehân-u gabgab-u en fin c n lsbet p âk tir b a t k at diye başlıyor. İk in ci m ısraın ı yazamıyacağız, bilm eyenler bilenlere sorsunlar! Divan edebiyatında alay (m izah) da böyledir. Ş a ir söylenmez bir uzvunun rezilce m arifetlerin i sayıp döker ve bununla alay etm iş olur. B ir cem iyetin zevki, bu n larla terbiye edilirse elbette n ü k te­ leri, belden yukarıya çıkm az ve şak aları yüz k ızartır. Böyle n ü k te­ ler sarfım âdet edinen bu çeşit şak aları kanıksayan b ir topluluk d a elbette m enfaatin e yardım edeni över, kızınca söver ve âciz k alın ca da döver! B u bahsi fazla eşelemiyelim. Sözün kısası öyle över divan ş a i­ ri, böyle eğlenir ve böyle söver işte. (Divan edebiyatı beyanındadır, sah ife: 67-66 1945). Abdülbaki GÖLPINARLI



★ HİCVİYELERE DAİR M eşrutiyetten sonra Y eni Gazetede şair Eşref, _ G aliba «râd -ı kaza» başlığı altın d a k ıt’a lar yazardı. E n büyük kudretini hiciv yazm akta gösteren bu şairin bu k ıt’a la n yüzde yüz hiciv m iy ­ di? bilmiyorum. O rtada en geniş hürriyetlerden b iri bulunm asına, rah m etli E şrefin de usturuplu ağız bozm akta ü stad olm asına ra ğ ­ m en bu k ıt’alarda kendisine: — Edeb yahu!



24 D edirtecek b ir ta r a fı pek yoktu. Çünkü hiciv denilen şey, ku laktan kulağa okuncak, pek hu ­ susî d efterlere kaydedilen neviden olduğu zam an, pek yakın tam d ıklar arasında dilden dile, defterden deftere dolaşacak b ir cazibe taşıyor. İzm irde E şrefin m eclislerine devam etm işfe üstadın h izm etin ­ de bulunmuş zatlard an birisi h ay a tta ve İstanbulun basın âlem indedir: Hüseyin R ifat. B u zat, E şref h ay atta iken, h a ttâ oğlu M ustafa Ş â tim öteberi yazarken şiirden hoşlanıyordu belki ama, şiir ve hiciv yaızyor m uy­ du? bilem iyorum. Çünkü hiciv, edebî kaidelere, zekâ k u ralların a ve nükte icap ların a uygun o larak ağzı bozmak dem ektir. Mesleği icabı, h er şeyi en hassas terazilerle tartm ağ a alışm ış olan Hüseyin R ifat, kim yagerlik ve eczacılık ettiği zam an, öyle sanırım ki, İd râ k -i m aali bu küçük akla gerekmez, Z ira bu terazu bu k adar sıkleti çekmez. H ikm etini h atırlam ış, ölçü dışında hicivler yazmamıştı. Onun şairliğini geliştiren, on a ilh am veren «üzüm kızı» o l­ m uştur. B ir zam anlar, bilirsiniz, üstad bu ism i taşıyan b ir rakı ç ı­ karırdı. Onun h akkınd a yazdığı şu beyte bakınız: O kadar sâ f-ü elezdlr kİ rakım , İk i zıkkım lanırım , b ir satarım . B ir k aç gündür Hüseyin R ifat, vaktile E şref’in Yeni Gazetede yaptığım b ir İstan b u l gazetesinde yapm ağa başladı. F a k a t ku laktan kulağa fısıldanacak, d efterd en d eftere gizlice geçirilecek k adar cazibeli ( !) olm ayan bu efendice h icivler neye yarar? O nlar öyle k ıt’alar olm alı k i yazarken yazanı okurken oku­ yanı kızartm ali! B u hicivlerdeki efendice üslûp, hiç de o işi göremiyor. Halbu­ ki edebiyattaki kudreti, kim yagerlikte, seyrisefain m eclisi idare âzahğında ve dem okratlıktaki kudreti derecesinde yüksek olan şa irin o çeşit hicivleri de kulaktan kulağa dolaşm aktadır. Ufuk 23-6-946 N urettin ARTAM — II — Hiciv iyi bir şey midir, kötü şeyler m id ir? Bunu b ir tr a fa b ı­ rakacağım . B u türlü yazıların edebî nevilerden birisi olup olm adığı da bir yanda dursun. Ben, bu fıkram d a hiciv yazan ve yapanların n e karakterd e adam lar olduğu n o ktası üzerinde duracağım . Bizde hiciv vadisinde yazılmış eserlerin en eski ve en m eş­







28







huru Şeyhi’n in H arnam esini hesaba katm ıyorum N ef'ınuı S i. iıâm -ı K aza’sıdır. Hani bir gün okunurken okunduğu yere yıldırım düşünce bir şairin : Gökten nazire indi siham-ı kazası'na Nef’i diliyle uğradı Hakkın belâsına Dediği eser. Şair, bu k itabın d a kendi öz babasın a varıncaya kadar kim leri hicvetm ez! Nihayet ölümüne sebep de Bayram Paşaya karşı gösterdiği c e ­ lâd ettir ki bir cümlesi tavuk kümesinde boğulm asına sebep olm uş­ tur. Hiciv denilince h a tıra şa ir E şref gelm esin olmaz. O d a Su lta n Hâmid’le Şeyhülislâm K apısı ile, d ah a sonra İttih a tç ıla rla mısra, m ısra dövüşebilmek için ne zaruretleri, ne sefaletleri göze alm ıştı. K ah ire’de çektirdiği b ir resm i b ir dostuna hediye ederken bunu kendine benzetem ediğini, başk aların ın d a benzetem iyeceğini söyliyerek zaruret ve sefaletin i şu tek m ısraa sığdırır: Giydiğim gömlek em anet fes elin N ihayet Neyzen Tevfik’e gelelim. Onun da Allaha k ad ar dil uzatan h icivleri bedii k üfürlerd ir ve hepsi kudret ve otorite sahib i kim seler ve m akam lar aleyhindedir. B u şairler bunları yazarlarken m erdane bir cü ret ve cesaret gösterm işler, durum larının tehlikeye düşmesine, ekm eklerinin e l ­ lerinden alınm asına, h a ttâ yerlerinden, yurd lannd an olm ıya al dırm am ışlardır. Ziya P aşanın «Zafem am e» si de böyledir. Hazır hiciv mevzuu açılm ışken bunların üç m odem örneğin den de bahsedelim . B u n lar Fazıl Ahmed’in, Hüseyin K âm i’n in ve H alil Nihad’m bazı eserleridir. Hüseyin K âm i’nin İttih a tçıla ra , Fazıl Ahmed’in İtilâ fç ıla ra , H alil Nihad’ın gene zam anının ileri g e ­ lenlerine tak ılan p arçaların a m odern hivic dem ek istiyorum . F a ­ k a t bunların çoğunda edebî b ir renk, bediî b ir değer vardı. Bu arad a beğenm ediğim Hüseyin R ifa t’ın k ıta la rım bile ce­ sa re t gösterilerek yazılm ış p arçalar diye vasıflandırm ak m üm kün­ dür. Demek k i hicviye yazanlarda bulunm ası gereken vasıflar da vardır. H er hangi b ir adam çıkıp dün öptüğü ele bugün tü kürm e­ ğe k alkarsa, onda bu cesareti göremediğimiz için tiksiniriz. Eski heccavlar bu kadar düşkünlük gösterm ediklerinden dolayı. Ulus



14-1-951



Nurettin ARTAM



— 26 — HİCİV HAKKINDA Hicvin bu ad altın d a toplanan benzerlerinin, bir san at m a ­ teryaliyle işlenm iş olm aları, onları edebiyat çeşitleri araşm a sok­ muştur. Hiciv ve benzerleriyle komedi, mizah gibi seçkin ve açık ifade şekli taşıyan ve halk seviyesine inebilen bu edebiyat çeşitleri hem en h erkeste coşkun b ir yankı yaratm aktadır. B unlar h er sam i­ mî topluluklarda söylenir, okunur ve not edilir. H akikat böyle iken bu çeşit edebiyat eserlerinin yayınlandığı pek seyrek oluyor. «Müs­ tehcen», «galiz» ve «perde-birûn» hüküm leriyle bu gibi eserler a n ­ cak m ahrem defterlerde yer alm aktadır. B u eserlerin kaybolm a­ dıklarına ve ölm ediklerine bak ılacak olursa bunları saklıyan bir kültür zümresi var demektir. •+ >k * Hiciv edebiyatı, günlük hâdiselere cevap bulm ak bakım ından bunalm ış kap asiteleri aydınlattığından içsel ve sevilir b ir edebiyat nevidir. S a n a tın değerlenm esinde iki k a n a a t vardır: B irisi, onun m utlak bir sa n a t oluşu; diğeri, cem iyete o lan faydasıdır. İk i ayrı ekol tefekkürünü kasdeden bu aykırı anlam larda hiciv edebiyatı m üşterek bir mevki gösteriyor; hem b ir san at ve hem de b ir cem i­ yet faydası olduğunu bildiriyor. Evet, hiciv edebiyatında m oral m otifler azdır ve ib ret sü jeleri bir k ül teşkil etmez ama, onlardaki sam im iyete d ayanan sa n a t ve esprideki incelik onu hakkiyle an lıyan larca bize birçok şeyler duyurur ve k ıvançla okutturur. Hicivde m evcut bu fâ rik a la n n k a ­ litesi yükseldikçe eserlerin kaba zannedilen ta ra fla rı hazlı b ir duy­ gu içinde kaybolur, hâfızaya çabuk yerleşir ve san atın kuvveti onu h a ttâ bediî b ir hale sokar. F. UZCN



★ ALAY, ŞAKA, HİCİV Politika dedikoduları içine giren bir tenkidci, şakayı, h attâ öfkeli hicvi hoş görmeğe alışmalıdır. Kendinde tenkid etmek, alay etmek, şakaya ve hicve almak hakkını bulan, bir başkasına bu hakkı çok göremez. Alay, şaka veya hicvin azdıncı değil, uslandıncı bir tesiri vardır. Esneten kuru nasihat hatırdan ne kadar çabuk silinip gi­ derse, dokunaklı bir alay nüktesi insanın içine o kadar işler. Alay,



— 27 — şaka veya hiciv, ister istemez mübalâğa eder. Mübalâğa «kabalaş­ ma», «galizleşme» demek değildir. yerinde bir nüktenin, bin yum ruktan daha terbiyeci oldu­ ğunu kavrayabilseydik! H ayat durmadan küplere binmeğe değer mi? Somurtkan su­ rat, öz babanın da olsa çekilir şey mi? Dünyaya biraz da eğlenmeğe geldik. Dünya



23-3-952



Fallh Rıfkı ATAT



★ ŞİİRİMİZDE HİCİV Şiirim iz hicivde bir bakım a fazlasiyle yer bulm uştur. Hicivde nam salm ış birçok şairim iz vardır. B u n ların başında N ef’iler, E ş­ refler, Fikretler, Halil N ihatlar ilk ak la gelenler arasında say ıla­ bilir. Bu kadar bo l hicivci verm em ize rağm en, hicivde d ar bir şahıs ve his zaviyesinden görüş, en büyük kusurumuz olarak işa ret edi­ lebilir. Bununla beraber, Fik ret ve Halil N ihat şah ıslara bağlanan hi civ ananesini kökünden sarsacak k adar cesaretli ham leler yapm ış­ lar ve bunu eserlerinde aksettirebilm işlerdir. F ik retin şiirlerinde bütün devrinin sakatlıklarını, ç a rp ıklıklarını o lan ca aydınlığiyle, görebilirsiniz. Halil Nihadm aram ızdan ayrılm adan önce yayınla­ dığı «Ağaç Kasidesi» nde yaşadığımız devrin inkılâplarım ızla içiçe ifra ta k açan ta rafların ın iğnelenm esine şa h it olursunuz. Divan edebiyatının en dikkate değer sim alarından b iri ve h iç­ b ir kuvvetten yılm ıyacak kadar kud retli bir kelâm k ah ram an ı olan Nef’i, cesareti ve m ücadele mevzuları bir u çtan sosyale bağlı bu ­ lu nm akla beraber, hicvinin sık let merkezinde şah siy attan k u rtu la­ m am ıştır. Vezir Bayram Paşa ile kendi h ayatın a m al olacak kadar uğraşm ası onun bu davranışının açık bir delilidir. F a k a t, asıl üze­ rinde durulacak nokta, h a ttâ araların a Namık K em al ve İsm ail S a fa ’yı da alarak, hiciv yazmış bütün şairlerim izin m edenî ce sa re t­ leridir. B u medenî cesaret sayesinde yazdıklarını, köşede bucakta saklam am ışlar, her türlü vasıtaya başvurarak on lara geniş bir ya­ yılm a sahası kazandırm ağa çalışm ışlardır. B u türlü davranışları kim inin odunluklarda boyunlarının vurdurularak cesetlerin in de­ nize atılm asına, kim inin m enfalard a çürüm esine, kim inin de k en ­ dilerinden en fazla fayd alanılacak b ir zam anda bir köşeye atılarak paslanm asına sebep olmuştur.



— 28 — Aşın bir değersizlendirme h areketi için, hiciv d aha evvelki başka duygunun, yani a şın bir değerlendirm enin b ir aksülâm eli şeklinde görülebilir. Bunda fazla yanlışlık olm asa gerektir. Hücum adilen, eğer anorm al duyguların em rinde h areket edilmiyorsa, ya doğrudan doğruya veya dolayısiyle kendisinden zarar görülen şahis veya şeydir. B u rad a zarar görme hicivcinin yalnız kendi ben; bakmamdan m ühim değildir. M em leket veya zümre de zarar göre­ bilir ve hicivci de zarara uğrayabilir. Hicivci kendi z a ra rla n n ı bir .îosyaltarafa bırakarak topluluğun zararı uğrunda ayaklandığı ö l­ çüde sosyal olm ak vasfını kazanacaktır. Adlarını saydığımız ş a ir­ lerin hicivlerinde d erece derece sosyal hâdiseyi bulabiliriz. B az ıla ­ rında sosyal hâdiseye rastlam ak yolunda yapılacak izahlar belki biraz zorlam a gibi görülebilir. Ama on ların kendi benleri dışında hiçbir endişeleri bulunm adığı ileri sürülemez. Son günlerde yayınladığı «Hicivler» adlı kitab ıy la hececi şa ir­ lerden O rh an Sey fi de hicivciler arasına katılm ak gayretini gös­ term iş. K itab ın ın ruhunu, hicvin en iptidai m ânad a ta rif vesaiki, n a uygun bulduğumuzdan üzerinde duruyoruz. Nitekim tam am iyle politik bir m ahiyet taşıyan bu kitap, b ir ikisi m üstesna m uvafık basında bile kötü k arşılanm ıştır. Bunun sebebi de meydandadır. Şair O rhon, kendisini son devreye k ad ar m illetvekili seçi’emediği ve bundan da onu m es’ul tuttuğu için, ağır bir şekilde hicvetm ek­ tedir. D aha a ltı ay öncesine gelinceye k ad ar göklere çıkarılan bir zatın böyle bird enbire yerin dibine geçirilm esi, fizik kusurlarının ailesine bile teşm il edilerek o rtay a konulm ası, kökleşm iş b ir m in ­ n et duygusunun muayyen sebeplerle tersleşiverm esinden başka h iç ­ bir şey ifad e etmez. Şairin , meçhulümüz olm ıyan saiklerle kalem e aldığı «Hicivler», politik temayülü n e olu rsa olsun, hiciv edebiya­ tım ızda şahıs ve ben zaviyesine en fazla yapışık, sosyal vasıftan en fazla uzak, his köpürüşlerini aşam am ış b ir nüm une diye g öste­ rilecektir. H afta



Vecdi BÜRÜN



★ HİCİV Mİ? VOLTA MI? ZA FER -İ MUSANNA!... VE YENİ HECCAVLAR... Razı ölümler var ki, b ir m azhariyet, bir iy i talih eseri sayıla bilir. F a k at yine, öyle yaşam alar var ki, tam am en b ir ta lih sizlik eseri oluyor. Halkın n efret ve lân etin i, en yakın d o stlan n ih a n e­



— 29 — tini ve yüz çevirm esini görmeden ölüp gidivermek gerçekten bü ­ yük ta lih eseri... Görmeden bugünü vaktile ölenler gülsün... Gül gibi h â k -i m ezara dökülenler g ü lsü n!... diyen şair, bu m ısraları sanki bugün için söylem iştir. Gül gibi o l­ m asa da, h a ttâ h âke d e dökülmek nasip ve m üyesser olm asa, yine de ölmüş olm ak bir sa a d e t!... P olitik a h ayatında, ölmeden evvel ölmek bir fa c ia !... Bunun, uzaktan seyri bile acı... Hemen Allah kim senin başın a verm esin!.. «Felek gösterm esin b ir yerde â sâ r-ı izm ih lâl!...» C. H. P. n in b aşın a b ir izm ihlâl felâketi gelince bu m ısraın derin m ânâsım gözlerimizle gördük ve h â lâ da görüyoruz. Hem de n a sıl?... E n pısırık bendegân bile efend ilerine velinim etlerin e dil uzatabiliyor. O derecede ki, d üşm anlan bile m ebhut eyliyecek k a ­ d ar... Bizim krk yıllık hececi başı d a heccav olup çıktı. Bu n asıl o lu r?... dem eyiniz; bu dünyada olm az o lm az!... İh ti­ yaç ve zaruret insanı, durup d ururken, heccav da yapabilir... OThan S e y fi’ninki de böyle; lüzum una b in ae n ?... NEF’İDEN E ŞR E F E VE N EYZEN E KADAR... Hececi heccav oldu, diyoruz amma, oldu dem ekle olur mu h iç !... İk isi de (Hece) ile başlıyor am m a son ra tam am en a y n is ti­ k am etlere gidiyor... Ressam nasıl k arik atü rist olmazsa, b ir ş a ir de kolay kolay heccav olamaz. Hiciv, şiire benzemez, belâlı b ir iştir. K arik atü rist, hapsi göze alm ış; hicivci de kelleyi koltuğa almış adamdır. Çünkü hiciv ve karik atü r, in san lan n m addî ve m anevi v arlık la n n a zayıf, sakat, sivri ta r a fla n n a dokunur, b löfleri o rtay a koyar ve d aim a sahibi için acı olan gizli h akik atleri açıklar. Hiciv­ de tem el: Mazmundur. Hakikî b ir heccav, b ir m azm un yakaladığı zaman, onu ne pahasına olura olsun ku llan ır ve kend isini bu san at yolunda, hiç yoktan teh likelere atar. Bunu Eşref, ne güzel ifade etm iştir. «Eylemem hicv-i cdânı eylem ekten içtin ab Doğruyu söyler, gezer b ir şairim . Hoşça b ir mazmun bulunca E ş re f!... ^ Kendimi hlcveylemezsem kâfirim ...» Hicviyeci için asıl olan m enfaat, k in ve n efret değil, sadece mazmundur. Hakiki b ir heccav, b ir mazmun yakaladığı zam an onu.



— 30 — h e r ne pahasına olursa olsun k ullanır ve bunu bilhassa iktid arı elind e bulunduranlara y ö n eltir!... Edebiyat tarihim ize baktıkça görürüz ki, hiciv, (M erd-i Suh en ) lerin k â n olm uştur. H akikati sevenlerin, hür düşünen ve tok söyliyen in sanların işi olmuştur. Nef’iden tutunuz da, bugünkü Neyzen T evfik’e kadar bütün hicivcilerim iz tok sözlü, dik başlı er­ kek adam lardır. Bilm em ki, O rhan S e y fi’nin düşmüş, zebunlaşm ış bir iktid ara yön elttiği ve adına hicviyeler dediği hecelerden k aç tan esi n esille­ rin h âfızaların d a E şref’in k ıt’aları ile yanyana k ala b ilecek !... T e ­ m enni edelim k i E şref’in ruhu onun bu teşebbüsünden haberdar olm asın ... Eğer b ir duyarsa: Şuarâdan bulunup cy sövüşen m cş'areler, Terkedin âlem e karşı bu çocuk âd etin i... B ir d aha böyle sövüp saym anızı duydum mu, Alim allah cümlenizin................... !... diye bavlıyacağı m uhakkak. YEK VÜCUT VE İK İ O !... Hececinin (H icivler) inden E şref’in henüz h aberi yok. Şim d i­ lik kendisine talebe nev’inden bir genç sataşm ış... Hem nerede: C. H. P. nin baş düşmanı o lan K u d ret’te ... Hicivleri, münevverler ve halk beğenm ek şöyle dursun K udret bile n efre tle : «Tû San a!» diyiverdi. Y eni hicivci bir m ısra-ı berceste ile cevap verecek yerde ayni mazmun ile yani « T û !... S a n a oğlum !» diyerek b ir cevap verdi ve: «M ustafa K em al Paşa, kendisinin Anadolu için zararl» olacağına k an i olduğundan kabul etmedi. Ters geri İstan b u la yolladı. A ta­ tü rk ’ün M illî Mücadeleye kabul etm ediği O rhan S e y fi!... diye b ir şeyler söylüyorsun amma, o ben değilim. O sırad a ben n e A nkaraya geldim, ne gelmeye teşebbüs ettim , ne de, tabiî geri gönderil­ dim.» dedi. Yazı sahibi gençle arayı fazla açm am ak için de a ltta n alıp: «Türk edebiyatında hiç bu k itap k ad ar iftirasız, isnadsız, gaıezsiz, terbiyeli bir hiciv gördün m ü ?... B u n lara hiciv bile denmez, yavrum!» diyip işin içinden sıyrılm ağa baktı. O rhan Se y fi’nin, en doğru sözü bu son cüm lesidir! F a k a t asıl söylenmesi gereken şeyi söylemiyor. B en o değilim, o başkasıdır, diyip duruyor. O, o, o l... O kim y a h u !... Anadolu’dan geri gelen ik in in biri değil m i? İlâ h i O rhan Seyfi, vûcudünüzün



31 öteki başı değil mi? Bu kad arcık küçük nüansı bir genç n asıl te f­ rik etsin ? Ha Ali M ehmet, h a M ehmet A li!... Arada te k lif mi v ar?... H afta: Tozan BOZAN







ŞİİR KURBANLARI, EZA VE CEZA GÖREN ŞAİRLER OsmanlI tarihin in edebiyat cephesi de hayli kanlıdır. Bozan din, bazan siyaset vesile yapılarak, vani dinsiz veya m u h alif d e n i­ lerek zam an zaman şair k afası da kesilm iştir. Şair, güzellikleri te ­ neffüs ve terennüm eden san atk âr dem ektir. O nlar hurafelerden .grenirler, haksızlıklardan tiksinirler, h ayatı ve k âin a tı lekesiz bir s ö zellik içinde görmek isterler. H akları da yok değil. Çünkü hurafeler, beşerin en yüksek süiünü teşkil eden zekâya sürülmüş çam urlardır. Sezen bir dimağı, duygulu bir ruhu ancak iğrendirirler. Haksızlıklar, beşerî duygulu bir ruhu an cak iğrendirirler. H aksızlıklar, beşerî haysiyeti in citen uğursuz yumruklardır. Hak m efhum una saygı ve saygı gösterecek kadar yüksek yaratılm ış bir kalbe an cak bu lantı verirler. B u s e ­ beple şairlerin çirkin ve b â tıl fikirlere, hareketlere karşı feveran gösterm eleri gayet tabiîdir. F a k a t m üstebit idareler, çirkinlikten iğrenilm esine, n efret gösterilm esine de tah am m ü l edemezler. O ndan ötürü hurafeleri tezyif ve haksızlık yapanları ta h k ir etm ek isteyen şairler h er yerde ve her diyarda asırlarca mücrim sayıldı, şiddetle takip ve tâzip olundu. O sm anlılık devrinde h ayatı tehlikeye ilk düşen şair «Şeyhi» dir. O G erm eyanlı b ir hekimdi. İsm i S in an olup şiirde «Şeyhi» m a h ­ lasım kullanırdı. Cehlin ilm e, riyakârlığın doğru özlülüğe, y aban cı­ ların yerlilere tercih edildiğini görünce dayanam adı «H am am e» yi yazdı. Padişah b aşta olm ak üzere devrinin bü tü n büyüklerini eşek ­ likle ith am etti. F a k a t bu hicvini b itirir bitirm ez savuştu, kellesini koparılm aktan kurtardı. «Şeyhi» n in çağdaşı olan Türkm en İm ad ettin onun kadar m esut olam adı. Halepte K ölem en id aresine yakasını kaptırdı. N e­ sim i m ahlası ile ün alan bu filozof Türkm en, hayrı ve aşkı telkin



— 32 — ederdi. Ferdiyeti gösteren insan ruhunun cem iyeti ve külliyeti tem sil eden İlâh i ruh ile denize k arışan yağm ur tan eleri gibi im tizaç eylem esi lâzım geleceğini söylerdi. Bu telk in ler kü- * tü r sayıldı ve zavallı Nesiminin derisi yüzüldü. O sm anlI id aresinin ilk astığı şa ir «Figanı» ddr. O, K an u n i Su l­ ta n Süleym an devrinde şö h ret bu lan sanatkârlardan dı. F a rsça bir beyti b ir edebî m ecliste m ân alı su rette dile aldığından dolayı Sad ­ râzam İb rah im Paşaya hücum etm iş olm akla ith am ve b ir eşeğe ters 'bindirîlerekı İstan b u l sokaklarında teşh ir olunduktan son ra idam olundu. (*) Malûm olduğu üzere K an u nîn in veziri İbrah im paşa, Budapeş teden b irk aç tu n ç heykel getirip İstanbuld a yaptırdığı saray ın önü­ ne diktirm işti. F ig an în in o F arisî beyti okum ası ve belki teşrih e t­ m esi bu m ü nasebetle suç sayılm ıştır. F ig a n î’n in b aşın a gelen felâket şairleri hayli korkutm uş o la ­ cak k i yüz yıl k ad ar edebiyat sah asınd a kan döküldüğü görülmü­ yor. Dördüncü M uradın idareyi ele alm asile bu sükûn bozuluyor, şairlik âlem i yine k u rban lar vermeğe başlıyor. O zâlim Hünkârın öldürttüğü şairlerd en biri «M antıkî» dir. B u zat, hem şair, hem k a ­ dı idi. B ir ta ra fta n şiir, b ir ta r a fta n ilâm yazardı. Tıpkı Şeyh i gibi ceh lin ilm e hâkim olm asından m üteessir oldu. B eraber çalıştığ ı ve­ zirleri b ire r b irer hicve başladı. O m eyanda Şam V alisi bulunan b ir cah ili de hırpalam ıştı. Vali, şa ir kadıyı zehirletm ek istedi, o d a Halebe k a çtı ve bu ilticasın ı şu k ıt’a ile îsta n b u la bildirdi: Şâm ’da bilm ediler kıym etim i İltlo a ettim H aiebüşşehba’ya H arlerin ç ifte -i iz'acından İltic a ettim Öküz paşaya. H alepte ökü z lâk abile m eşhur M ehm et P aşa vali idi. B u se ­ beple M antıkî’n in k ıt’ası m an alı ve h ali de harap idi. Çünfcü yağ­ m urdan k açıp doluya tutulm uş bulunuyordu. N ihayet Dördüncü M urat işe k arıştı. Cehlin düşm anı, cah ilin düşm anı ve cehli h im a­ ye edenlerin düşm anı olan M antıkî'yi astırdı. F a k a t ölümü b ir hâdise te şk il eden şair, m eşhur «N eft» d:r (*) F ig an î’nin dile aldığı F a risî beyit şudur: Dü İbarhlm amed be deyri cihan Yeki pütşlken, yeki püt-nlşan. Bu bey ti şu su retle tercüm e etm işlerdir: Bir Halili evvel gelip etm işti esnamı şlkest, Sen Halilim şimdi geldin, halka ettin putperest!



— 33 — Türk edebiyatının en büyük üstad larınd an olan bu Erzurumlu (H asankale’li) d âhi de yukarıya ve aşağıya ateş püskürm ekten, cah il ve m ürtekip devletlilerin sığınd ıkları altın kalelere manzum yıldırım lar yağdırm aktan geri kalm ıyordu. Dördüncü M urat, uzun b ir m üddet onu okşadı, ih san larla ağzım kapam ak istedi, fa k a t zulmün zulm et y arattığı bir devirde de n u ra gem vurm ak m üm kün değildir. Nur, yayılm ak ve k aran lığ ı yırtm ak ister. Nef’î de padişa­ h ın cem ilelerini istih k ar etti, hak için bağırm aktan geri kalm adı ve bu uğurda ca n verdi. Nef’îyi padişahın iradesile öldüren Sadrâzam Bayram P a ­ şadır. C ellâtlık vazifesini yapan da Boynueğri M ehm et çavuştur. B u adam zavallı Nef’îyi yum ruklaya yumruklaya köm ürlüğe götü­ rüp boğdurmuştur. Faciayı zam anın dalkavuklan alkışladılar. B ayram Paşayı teb rik ettiler. Ancak 200 yıl sonrad ır ki başka bir şair, o şanlı, şö h ­ retli Ziya Paşa, zalim le mazlûmun kıym etlerin i şu b ey itte tesb it e tti: Bayram gibi bir bâri zemane Kıydı o yegânei cihane. F a k a t Ziya Paşa b ir gün kendine de kıyılacağını m enfalard a süründürüleceğim bilmiyordu! Tan



13-8-939



M. Turhan TAN



★ SİYASÎ ŞİİRE DAİR Genç ve m ütefekkir m u harrir Nâdir Nadi, bir fıkrasın d a siya­ sı şiirden bahsederken, b u n lan n az ömürlü şeyler olduğunu, kısa, b ah arın güzelliğini, bir k a ra n filin neşesini tasvir eden b ir iki be m&



I



| k a p a k k o m po z İ syo n u



*



I I



:



M a h m u t



C ü d a



* ŞAİRLER



'I



VE E D İ P L E R



HİLMİ YÜCEBAŞ’IN BASILMIŞ ESERLERİ: ★



% Edebiyatımızda A ta tü rk ..........................



3 q0



| NEYZEN TEVFİK VE ŞİİRLERİ (3. Basılış) 600 Büyük Mücâhit, Hüseyin C a h it......................................... 300 Filozof Rıza Tevfik (3.Basılış) ............................................ 300 Şair Eşref (2. Basılış) ............................ 300 Türk Mizahçıları (Nüktedanlar ve Şairler) ... .......... 400 Ahmet Rasim : Aşkları . H â tıra la rı................................. 200 Cemal Nadir ve K arik atü rleri........................ 200 Bütün Cepheleriyle YAHYA KEMAL (3. Basılış) ... 600 Reşat N u r i 350 Ercüment E k r e m .................................. 250 Ahmet H a şim 300 Namık K e m a l......................................... 400 Aka Gündüz.................................................. 300 Tevfik Fikret 400 Mehmet A k if .......................................... 500 Edebiyatımızda Mevlâna ...................................................... 300 | Karikatür Üstadlarımız CEM ve R A M İZ 300 Yedi Şairden H â tıra la r .......................................................... 500 ÖMER SEYFEDDİN (Hayatı, Hikâyeleri, Şiirleri) . 300 ŞAİR PADİŞAHLAR........................ 400 ÖMER HAYYAM ve R U B Â İL E R İ........................................ 400 Bu kitapta ayrıca bütün Türk şairlerinin 355 rubâisi vardır. ♦



Î 1



Hilmi Yücebaş’m, kütüphanelerinizi zengişleştirecek olan bu eserlerini kitabevimizden veya (İstan ­ bul — Posta Kutusu: 255) ten isteyiniz. AKA Kitabevi İstanbul, Büyük Milâs Han No: 107



|



I



H $ $ $