Müminlerin Emiri Hz. Ali [PDF]

  • 0 0 0
  • Suka dengan makalah ini dan mengunduhnya? Anda bisa menerbitkan file PDF Anda sendiri secara online secara gratis dalam beberapa menit saja! Sign Up
File loading please wait...
Citation preview

Mü’minlerin Emiri



Hz. Ali (A.M.) ABDÜLBAKİ GÖLPINARLI



D ER YAYINLARI İstanbul - 1990



DER YAYINEVİ Sahaflar Çarşısı, No. 1 Beyazıt—^İstanbul Tel.: 527 01 65 P.K. 109



Yöneten: İBRAHİM DERBEDER •



YAYIN No.: 69



Basıldığı yer: YAYLIM Matbaası Çatalçeşme Sk. No. 26 Cağaloğlu — İstanbul TeL:519 33 04



Gilt: TAN Mücellithanesi



SUNUŞ YıüaTca önce, Emir’ül-Mü’minîn Alî b. Ebû-Tâlib’in (A.M.) doğumundan ebedîlik âlemine göçüşüne dek, hayatlarım, kısa, fakat özlü bir hâlde yazmıştım; bu yazı, (iVatann gazetesinde tefrika edilmişti. AU dostla­ rı, bu kısa, fakat toplu, az, fakat öz tefrikanın bir ki­ tap hâlinde yayımlanmasını istediler. Bu diziyi, yeni­ den, baştan-sona kadar gözden geçirdim; gereken ekle­ meleri, düzeltmeleri yaptım; eser, yeniden yazıldı, yep­ yeni bir kitap oldu; Alî dostlarına. Ehlibeyt dostlarına sunulmak üzere hazırlandı. Dileğim, bu kitaptan sonra, Hz. Fâtıma (A.M.) ile İmâm Haşan ve Huseyn’in (A.M.) ve Huseyn soyundan gelen İmamların (AM .) hâl tercemelerini, seçme söz­ leriyle ayrı bir kitap hâlinde sunmaktır; ömrüm yeter mi, bilmem. Niyyet ve gayret kuldan, tevfıyk Allah’tan, lütuf ve şefâat, Hz. RasûH Ekrem’den (S.M.) ve Ehlibeytindendir (A.M.). Bu yolda sa’yedelim, sa’yimiz ola me’cûr. Bu yolda can verelim, cânımız ola meşkûr. Abdülbâki GÖLPINARLI 1 Sefer 1398 10 Ocak 1978



ÖN



SÖZ



İnsankır vordır; doğarlar, yaşoriar, ölürler, yaşayış sayfosında bir izleri bile kolmaz, zoman alanında bir söz­ leri bile söylenmez. Sanki doğmomışlordır, sanki yaşam a­ mışlardır. Bir yıldız aksa göz alır, bir kuş uçsa kanadının sesi duyulur, holbuki bunlardan ne bir ses kolır, ne bir nefes. Dünyâya gelmeselerdi hiçbir şey eksilmezdi, gel­ mişlerdir, yer yüzünde, hiçbir fazlalık olmamıştır. Halbuki insanlar vardır, ömürlerini sürüp bitiririer, fa­ kat zam an onkır için akar, düşünce onların hayatını örer, inanç onkıra bağlanır, düşmanlık onlara saldırır. Vakit olur Tannlaşıriar; zekâca çocuk insan oğlu, bunlar için masollar uydurur, kanar, kandırır. Kafaca zekî insan oğlu, bunlar için ordular toplar, ölür, öldürür. Fikir­ ce olgun insanoğlu, bunlar için incelemelere dalar, över övdürür, yerer, yerdirir. Bunların adlan toplumu sürükler, hâtırolan devletler kurar. Bunlor için kan dökülür, şan olınır. Bunlar için zul­ me göğüs gerilir, zulmedilir. Bir muhitte sevilmezken bir muhitte bunlara tapılır. Bunları birisi yererken öbürü ölesiye sever. Tarih, sanki bunların öz mallarıdır, övülüş, yeriliş öz hakları. Bunlar, gerçekten yaşamışlarsa, insanın çocukluk devrindeki yalonındon doğmamışlarsa şüphe yok ki normoJin üstündeki insanlardır; peygamberierdir, erenlerdir, âşıklardır, sevgi­ lilerdir.



Hz. ALİ ,(A.M.) İşte İslâm tarihinde Alî (A .M .) bunlann biridir, hattâ birincisidir. Doha Hz. Peygam ber (S .M .) sağken o, ölesiye sevilen, öldürülesiye yerilen bir er olmuştu. Daha kendisi hayattayken mabuduna candan inanan bu ere Ta n n de­ mek cesaretini bulanlar çıkmıştı. Adına yıllarca minberler­ de lânet edilirken o ad için can verenler vardı. «Y â Alî m eded» sözü, ümitsize ümit veriyor, hastaya şifa sunuyoiv kuvvet, kudret kaynağı oluyordu. Ümeyyeoğullarını bu ad yıktı, onların zulmünü, bu od sahibinin oğlu Mazlum Huseyn’in (A .M .) kanı boğdu. A b basoğulları saltanatını bu ad kurdu ve o İmparatorluğu, içten içe, gene bu ad çürüttü. Â l-i Büveyh'le Fâtımîler bu adla kuruldu, Safavîler bu adla belirdi, gelişti. Mezhepler­ den bahseden kitaplar bu adla doldu, İslâm tarihi bu adla yazıldı, tasavvuf bu oda dayandı, İslâm felsefesi bu addan hız aldı, tasavvufi şiir bu adı andı. İsyanları bu qd kopar­ dı, ötümü bu ad hiçe saydı, kalkan, « Y â AH m e d e d » dedi, düşen «Y â Alî meded» duydu. Efsâneler, Alî'nin Zü'l-fekaar’ını gökten indirdi. Dül­ dülünü göğe çıkardı, Bir taraflı ve tek görüşlü tarihler, onu olasıya yerdi, ölesiye sevdi. Fakat bugün Alî, artık tam amiyie tarafsız incelemenin, doğru görüşün konusu olma­ lıdır. Olmalıdır ama, doğrusunu söylemek gerekirse açık­ ça diyeceğiz ki bu iş, hâlâ yapılmadı. Ciddî geçinen yazar­ lar bile Ali'yi ya yalnız kahramanlıİc bakımından övmede, yahut siyasette bir aciz timsali hâlinde görmede. Hâlbuki Ali, kahramon o lduğu kadar fedakârdı. F e râ g a t sahibi ol­ duğu kadar doğruydu. Mücessem bir inanç olduğu kadar mütefekkirdi. Alev gibi yakan bu er, sırasında seher yeli gibi okşar, açar, akar su gibi yıkar, arıtırdı. Şiddeti kadar merhameti, gönül alçaklığı kadar vekcrı vardı. Ona bağlananlardan biri der ki .Hepimizden alçak gönüllüydü, öyleyken gene de ya­



Hz. ALÎ (AiM.) nında, başımızda yalın kılınç var sanırdık, ürkerek o tu ru rduk. Düşmanları bile üstünlüğünü inkâr edemezlerdi. Bil­ gisi sınırsızdı. Sözleriyse fesahate, belâgate örnekti. O gü­ zelim sözleri övenler. Tan rı sözünden aşağı, mahluk sö­ zünden yukarı demek zorunda kalmışlardı. Zulme baş eğmeyi şeref bilenler, bükemedikleri eli öpüp, başlarına koyanlar ne «Savaşın üstünü, zâlim pâdi­ şâha karşı doğruyu söylemektir» diyen Islâm Peygam be­ rinin sözünü anlarlar, ne Huseyn’in can verişindeki şerefi duyarlar. Tıpkı bunun gibi siyaseti dalavereden, yalandan, düzenden, zulümden ibaret sayanlar da elbette Ali'yi siV'oset bilmemekle, acizle töhmet altına almak istiyeceklerdir. Zamanına kadar bozulan toplumu düzene sokam amışso, bu, ancak onun hileye, düzene tenezzül etmeme­ sinden meydana gelmişti. Halbuki Ali'nin Mâlik’al-Eşter'e yazdığı emirnâme, onun tedbirde, idarede ne kadar olgun ve bilgin olduğunu gösteren en mühim bir vesikadır.



İşte biz, bu yazımızda önce Alî'nin, Peygamber'in za manındokî ve son>'aki hayatını, tam tarafsız bir görüşle belirteceğiz. Ondan sonra da onun bir çok cephelerini ger­ çek vesikalara ve kendi sözlerine dayanarak inceliyeceğiz. Herhalde okuyucularımıza, şimdiyedek bildiklerinden, duyduklarından fazla bir şeyler sunacağımızı sanıyoruz. Yazım ız, bir gerçeğin tarafsız hikâyesi, hâdiselerin gerçek aksi olacak. Yazılarımız, târihî roman değil, ancak târihî tefrikadır. Sayfa sayfa Alî'nin (A .M .) hayatı gözlere görü­ necek, yazı şekline bürünecekt.r.



1 ALÎ (A.M .) — Hicretten Önce —



E b û-Tâ lib oğlu E m îr'ül-M ü’minîn Alî (A .M .). O n iki İm âm 'm birincisidir. Babası, Hâşim oğlu Abdülmuttaiib'in, yâni Hz. Muham m ed'in (S.M .) ceddinin oğlu Ebû-Tâlib, an­ nesi, Hâşim oğlu Esed'in kızı Fâtım g’dır. E b û -Tâ lib ’in asıl adı, bâzılannco İmran'dır. Fakat bu rivayet, zayıftır. Adı', künyesidir diyenler de vardır (1). İmâm Alî (A .M .), kardeşleri Tâlib. Akıyl ve C o ’fer’den küçüktür. Ebü-Tâlib'in bu dört oğlunun her biri, öbürün­ den on yaş, böylece de ilk oğlu olan Tâlib, A lî’den otuz yaş büyüktür. Hepsinin de anneleri, Esed kızı Fâtım a’dır. Fâtıma, Hâşim oğullarından olup kendi boyundan bi­ rine varan ilk kadındır. Hz. Muhammed (S.M .) onu çok se­ verdi, ana derdi ona. Vetat ettiği zaman, kendi gömleğiyle sardırmış ve kabre bizzat kendisi yerleştirmiştir. Tâlib, müşrikler tarafından. Bedir savaşma katılmaya zorlanmış, fakat kabûl etmeyip şehirden çıkmış, bir daha da ondan bir haber alınmamıştır. E b ü -Tâ lib ’in soyu, diğer evlâdın­ dan yürümüştür. (1) C e m â le d d in A h m ed ib n -i Ali.vy - ib n -il-H ııse y n ib n -i A llyy - ib n - l M ü h c n n â ; T Jm d e lü t-tâlib fî e s n a b ı Â l-i E b i-T âlib , N ecef, 1918 - 1337, s. 4 - 5 .



12



Hz. ALİ (A.M.)



Alî (A.M.) Fil yılının otuzuncu senesi Recebinin ort üçüncü Cuma günü Mekke’de, bir çok tarihçilerin rivaye­ tine göre, Kâ’be'nin içinde doğm uştur (29.VII.599). Hz. İmam, doğduktan sonra onneieri Fâtıma, kendf babasının adı olan ve anlam bakımından arslan demek olan «E se d», bir rivayete göre de aynı mânaya gelen «Hayder» adını verdi. Hz. Peygamber (S.M .), A lî’nin doğumunu duyunca E b û-Tö lib ’in evine geldi, Alî'yi kucağına aldı, dilini, ağzına verip emzirdi. Adını sordu. Fâtıma, Esed koymak istiyo­ rum deyince Hazret-i Muhammed, hayır buyurdu, onur» adı A lî’dir. Fâtıma da bu qdı, hâtiften duymuştu. İsmini Alî koydular. Lâkapları, arslan mânâsına gelen «H a yd er», Allah’ın üstün arslanı anlamına gelen «Esedullâh-il-gaalib» ve T a n ­ rı rızasını kazanmış demek olan «M u rto za »jd ır. Hz. Pey­ gamber (S.M.) Tebük savaşına gidecekleri vakit, A lî’yi Medîne'de halîfe bırakmışlardı. Hz. Alî, Ey Allah'elçisi, be­ ni kadınlarla çocuklara mı halîfe bırakıyorsun diye spvaşa katılmak istediğini imâ edince Hz. Peygamber (S.M .) «R â 21 değil misin yâ Alî, sen, bana, Hârun, Müsâ'ya ne men­ ziledeyse o menziledesin, ancak benden sonra p eyg oTiber yok» buyurunca, Alî, râzı oldum, râzı oldum demişti. «M urtazâ» lâkabı, bu yüzden kaldı. Künyeleri, «E b ü ’l-Hasen» ve «E b ü ’t-Tü râ b » dır. A ra p larda âdet olduğu veçhile ilk oğullan olan İmam Hasan’ın adına nisbetle Hasan’ın babası anlamına gelen «E b ü ’l-H a­ sen» künyesiyle tanınmıştı. «E b ü ’t-T ü râ b », toprak babası demektir. Bu künyeyi, kendilerine. Hz. Peygamber verm iş­ ti. Bu yüzden, bu künyeyi çok severlerdi. Buhârî'nin tahriç ettiği bir hadîse göre bir gün Hz. Peygamber, kızı Fâtım a’nın eyine gelmiş, A lî’yi göreme­



Hz. ALİ (A.M.)



Î3



m iş, Amcanın oğlu nerde diye sormuştu. Hz. Fâtıma, bir­ birimize biraz len O 'ndanım » buyurduğunu, Cebrâîl'in, bu beyâna karşı «Ben de sîzdenim » dediğini tahric eder (II, 197). «K enzü’l-Um m âl» de, «Zü'l-Fekaar'dan başkg kılıç yok, Alî'den de başka er yok» diyenin Cebrâîl olduğu ve Alî'nin, bunu, Öm er'den sonraki Şûrâ'da bulunoniora söylediği bildiriVır (»V 154). Rivayet ederler ki: Ansardon bazıları, Hz. Alî'yi. Fâtıma'yı istemek hususunda teşvik ettiler. O da, Hz. Peygamber'in huzuruna gidip Fâtımo'yı istedi. Hazret râzı oldu ve «Yâ Alî. düğünde bir ziyafet gerek» buyurdu. Ubade oğlu So'd, bir koç kesti. Pişirdiler. Zifaf gecesi Hz. Peygamber, bir kabda at>dest aldı, sonra bir avuç su alıp A lî’nin ve Fâtıma'nın üstüne serpti. «Allah'ım » buyurdu. «Sen kutlu et onları ve soylarını.» Enes der ki; Ben, Hz. ' Peygamber'in yanındaydım. Kendisine vahiy geldi. Kendine gelince «Y â Enes» dedi, «Biliyor musun, Cebrâil, Arş sahibinden hangi emirle gel-



Hz. ALÎ (AJtf.)



27



diye bağır­ maktan boğazım kısıldı, fakat karşıma çıkon yok. Durup beklemekten usandım, meydanıma gelen bulunmuyor...» meâlinde bir recez okumaktaydı. Alî (A .M .) ayağa kalkıp, izin ver yâ Rasûkıllah da şuna karşı çıkayım, dedi. Hz. Peygamber, izin verdi, son­ ra, «Yakloş yâ A lî» buyurdu. Alî yaklaşınca kendi sarığını çözüp A lî’ye sardı. Bir rivâyette Zül-Fekaar adlı kılıcını o gün verdi, «A llah’ım» dedi, « O ’nu önünden, ardından, sa­ ğından, solundan, üstünden, altından, sen koru.» Alî, m ey­ dana gidince de ellerini kaldırıp «Yârabbi, Bedir günü ben­ den Ul:>eyde’yi. Uhud günü Ham za’yı aldın, bugün Alî'yi sen koru, Rabbim, beni tek bırakma ve sensin m irasçıla­ rın hayırlısı» (6) diye duâya koyuldu. Sonra ashâbına dö­ nüp. «M ücessem îman, mücessem şirke karşı çıktı» bu­ yurdu. Alî, meydana girip dönmede, dolaşmada ve «A cele etme, âciz olmamak şartiyle sesine ses verdim, meyda­ nına geldim. Hâlis niyetim var. can gözüm açık, kurtulup murâda ermeyi umuyorum, umuyorum ki ölülere ağlayan­ lar, sana da ağlarlar; umuyorum, öyle bir vuruş vururum sana ki dillere destan olur» meâlinde bir recez okudu. Am r, sen kimsin? dedi. Alî, «E b ü -Tâ llb oğlu Alî'yim » buyurdu. Am r. baban dostumdu, seni öldürmek istemem, dedi. Alî, «Fakat» dedi, «Sen gerçeğe uymadıkça ben, se­ ni öldürmeyi istiyorum.» Am r, «Kardeş oğlu» dedi, «S e ­ nin gibi bir kerem sâhibini öldürmek istemem, geriye dö­ nersen hayırlı olur sana.» Bu sözleri, Alî'yi öldürmek is­ temediğinden değil, korkusundan söylüyordu. Çünkü B ejdir'de, Uhud'da, A lî’nin kılıcınrgörm üştü, duym uşti'. Bir rivâyette, «Am canın oğlu korkmadı mı seni bana yollarken?



(6) XXI, 89.



32



Hz. ALÎ (A.M.)



Seni mızrağıma takar, kaldırırım do yerle gök arasında kalakalırsın: ne ölürsün, ne dirilirsin» dedi. Alî, «Am cam ın oğlu biliyor ki» buyurdu, «Sen beni öldürürsen ben, cen­ nete giderim, sen cehenneme gidersin; gene biliyor ki fcen seni öldürürsfem sen cehenneme gidersin, ben cen­ nete giderim.» Am r, «B u ne güzel pay ediş» dedi, «İkisin­ d e de sen kazanıyorsun.» Alî, «Y â A m r» dedi, «Bırak şu sözleri de beni dinle. Sen, benden üç şey isteyenin hâcetini revâ ederim derdin; şimdi benim senden bir dileğim va r.» Am r, söyle dedi, ^ lî, «Şehâdet et ki Allah birdir, yoktur ondan başka tapacak. Muham m ed de onun elçi­ sidir.» Am r, «Bırak bunu» dedi. Alî, «Peki» buyurdu. «Ö y ­ leyse şu orduyu geri çevir. Eğer Muhammed doğruysa, bu hareket, sizin için daha iyidir, gerçek değilse ^ a n a ne? H alk ne yaparsa yapsın.» Am r, «B unu da yapamam, ne ben geriye dönebilirim, n«î onları döndürürüm ; sonra ka­ dınlar, bana korktu derler, başlarına geçtiğim kavim de beni kınar; üçüncü dileğin nedir, onu söyle» dedi. Alî, «B en yayayım, sen atlısın, in attan» dedi. Am r, atından indi ve kılıcıyla zavallı hayvanın dört ayağını da kesti. Alî bunu görünce. «B u hdfeket, öyle bir hareket ki artık sa­ na yapacağım şeyden dolayı Araplardan hiçbir kimse beni yerm ez» buyurdu. Birbirlerine saldırdılar. Meydan, tozdan görünmez oldu. Bir müddet sonra Alî'nin «Allahu Ekb er» diye tekbir sesi duyuldu. Herkes anladı ki Alî, A m r'ı öldürdü. T o z açılınca Alî'nin, Artır'm göğsünde olduğunu, sa­ kalını tutup başım kesmek üzere bulunduğunu gördüler. Başını kesti ve kılıcından kan damlaya damlaya bir elin­ de baş, Hz. Peygamber'in huzuruna geldi. «Ben, Abdülmuttalib oğluyum ; ölüm, yiğit için kork­ maktan hayırlıdır» meâlindeki beyti okudu. A m r öldürülünce adamları dağıldı. Hendeği, ancak



Hz. ALI (A.M.)



33



Nevfel adlı birisi geçti. Alî, onu da A m r’a ulaştırdı. Alî, A m r’ın başını, Hz. Peygamberin önüne koyunca. Hazret, «B u gü n» buyurdular, «Biz onlarla savaşıyoruz, onlar bizinnle savaşamıyor.» Ve gene, «A lî’nin, hendek günü bir kılıç vuruşu, kıyâmete dek insanların, cinlerin ibâdetle­ rinden üstündür» buyurdu. Alî, Amr'ı öldürüp Hz. Peygam ber’in huzuruna gelin­ ce birisi, Araplar içinde öyle zırh yoktu, neden zırhını al­ madın dedi. Alî, amcamın oğlunun ayıbını açmaktan utan­ dım, buyurdu. Burada akla, Huseyn’in soyulması geliyor. Ne Tann'dan korktular, ne M uham m ed’den hayâ ettiler, Âşûrö günü, Huseyn’in zırhını, elbisesini tamamiyle soy­ dular, onu, ui^an bir halde topraklar üstünde bıraktılar. Libâsı bâdiyenin tozlan, hunûtu türâb; Senin bu hâletine döktü ins ü cin hûnâb. Kızkardeşi, A m r’ın ölümünü duyunca kim öldürdü di­ ye sordu. Ebü-Tâlib oğlu Alî dediler. «Kavminden yüce bir er tarafından öldürülmüş, bundan daha ziyade övünüle­ cek birşey olur mu? Ey Âm ir oğulları» dedi ve «A m r’ı öl­ dürenden başkası öldürseydi ona ebediyen ağlardım. Fa ­ kat öldürende hiç kınanacak nesne yok; Hâşim oğulların­ dan, yiğit bir er tarafından öldürülmüş. İkisi de arsldh, iki­ si de birbirine denk; saldırmışlar, birisi, öbürünü öldür­ müş» mealindeki beyitleri okudu. Em îr’ül-Mü'minîn Alî (A .M .), A m r’la karşılaşınca Amr, Alî’nin başına bir kılıç vurm uştu ki mübarek alnının üst kısmı yarılmıştı. Alî, A m r’ı yere yıkınca da Am r, çâresiz kalmış, A lî’nin yüzüne tükürmüştü. Hazret, bu harekete öfkelenmiş, fakat o anda kılıcını kınına sokup A m r’ın gö ğ­ sünden kalkmış, meydanda birkaç kere dolanmış, sonra F. : 3



34



Hz. ALÎ (A.M.)



gelip A m r’ın boşmı kesmişti. A lî’den bu hareketin sebebi sorulunca, «Amr*m yaptığına kızdım; o anda öldürseydim. cihâdıma kızgınlığım da karışacaktı; O ’nu öldürüşüm, sırl Allah râziiığı için olmayocakti; O ’nu kendi hâline bırak­ tım; meydanda birkaç kere dolandım; öfkem geçti; on­ dan sonra O'nu. sırf Allah rızâsı, din gayreti uğruna öl­ dürdüm » buyurdular. Süyûtî «E d -D ü rr’ül-M ensûr» unda, XXXIII. sûre-i celilenin, «Ve Allah, kâfir olanları, hiçbir hayra nâil olmadan, coşup köpüren öfkeleriyle geriye attı ve Allah, savaş için yetti inananlara ve Allah güçlüdür ve üstündür» meâlindeki 25. âyet-i kerîmesinin, Alî'nin (A.M .) Abdü Vedd oğ­ lu Am r'i öldürmesi üzerine indiğini İbn-i M es'ûd’don tahrîc eder; Zehebî de «M îzânü’l-İ'tidâl»de bunu kaydetmek­ tedir. Bu takdirde âyet-i kerîmedeki «Ve Allah, savaş için yetti inananlara» A lî’ye yardım ederek mealini vermekte­ dir (Fazâirül-H am se’den naklen; II; s. 323). § Kurayzaoğulları denen Yahudi boyu, Herıdek sava­ şında Kureyş'le bir olmuştu. Hz. Peygamber, savaştan dö­ nüp Medîne'ye gelir gelmez, onların üstüne gidileceğini bildirdi ve «H iç kimse ikindi namazını kılmasın, onların yurdunda kılacağız» diye nidâ ettirdi. Alî, sancağı aldı ve otuz kişiyle önden yürüdü. A lî’yi görünce pek ürktüler, birbirlerine, Am r'ı öldüren geldi dediler. Hz. Muhammed (S.fVI.) onları yirmi beş gün kuşattı. Muâz oğlu S a ’d’in vereceği hükme râzı olmalarını istedi. Teslim oldular. Sa’d, Hendek’de yaralanmıştı. Erkekleri öldürülecek, kadınları cariye olacak, malları üleştirilecek dedi. Hz. Peygamber, Tanrı'nın verdiği hükümle hükmet­ tin buyurdu. S a ’d, yarasının şiddetinden boyuna kan zâyi etmedeydi. Nihâyet vefât etti.



Hz. ALİ (A.M.)



35



Esirler, Medine'ye getirildi. Dokuz yüz erkekti, Alî. onları öldürdü. § Hicretin altıncı yılı Şabanında S ö ’d oğulla.rı Bekr oğlu boyu. Hayber ychudileriyle birleştiler. Hz. Muhom med (S.M .) bir miktar askerle A lî’yi yolladı. Alî, Sa'd oğullon topluluğuna rastlamodı. Yalnız, bunlara ait beşyüz deveyle iki bin koyunu sürüp Medine’ye getirdi.



HUDEYBİYE BARIŞI , § Hicretin altıncı yılı Zilka'desinde Hz. Muhammed, bin beş yüz kadar ashapla umre yapmak için Mekke'ye hareket etti. Maksat, ancak ziyaret olduğu için yanların­ da birer kılıçlan vardı. Ok. yay, mızrak vesaire almamış­ lardı. Medînelilerin ehram.a girdikleri Zül-Huleyfe’de ehra­ ma girdiler. Hz. Peygamber, belki Kureyş muharebeye kal­ kışır diye civardaki Gıfâr, M uzeyne^ Cuheyne gibi bedevi boylarını da kendileriyle beraber umre yapmak üzere ça ğırdıysa da birer bahane bulup gelmediler. Kureyş'in ne halde olduğunu anlayıp haber vermek üzere birini yolla­ dı. Giden, Usfon denen yerde, gelip Kureyş'in savaşa ha­ zırlandığını ve Velîd oğlu Hâlid’in, ikiyüz atlıyla Gam îm denen yerde bulunduğunu haber verdi. Usfan’dan harekete geçilince Hz. Peygamber, sağ ta ­ rafı tutun buyurdu. Ashap, sağ taraftaki sarp yokuşa sar­ dı. Hâlid bunu görünce döndü. Halbuki o tepenin arkası, Mekke civarındaki Hudeybiyye denen yerdi. Hz. Peygam ­ ber ve ashabı, oraya inip susuz bir kuyunun yanına kon­ dular. Bu sırada A m r oğlu Süheyl, elçi olarak geldi. Ta v a ­ fın gelecek yı1a kalması, Müslümanlardan biri dinden dö­ ner de Mekke'ye giderse, M üslüm cnlar tarafından isten­ memesi, fakat MİBkkelilerden, yahut Kureyş'le dost olan boylardan biri, Müslüman olursa, Müslümonlara teslim edilmemesi gibi ağır şartlarla bir barış bağlandı. Ashap, bu şartları p>ek ağır buldular. Hele ziyarete müsaade edil­ memesi, pek canlarını sıktı. Halbuki Hz. Muhammed, mut-



Hz. ALI (A.M.)



37



laka Kâ'be’yi tavaf edeceklerini ontara haber vermiş, ru’yâsında gördüğünü söylemişti. Bunun için îtiraz edenler bile oldu do Peygamber, bu yıl demedim ki buyurdu. Sahâbenin çoğu, bu barışm ehemmiyetini anlamıyordu. Hal­ buki böyle yazılı bir barışla Kureyş, Hz. Muhommed'in, bir kudret olduğunu tasdik zorunda kalıyordu. Nüekim sonra­ dan birbiri ardınca bir çok olaylar, görünüşte aleyhte gibi okın bu barışın ne kadar doğru ve yerinde olduğunu gös­ terdi. Barış kâğıdını Hz. Alî yazıyordu. Besmeleyle başlıyocaktı. A m r oğlu Süheyl, buna itiraz etti, eskiden olduğu gibi Alkah’ım, senin adınla anlamına gelen «Bismikellâhümme» yazdırdı. Alî, muahedenin sonuna Allah elçisi Muhammed yazdı. Süheyl, Hz. Muhammed'e, senin Allah elçisi olduğunu tasdik etseydik bunlara lüzum kalır mıy­ dı diye İtiraz etti. Hz. Muhammed, Yâ Alî, buyurdu, Allah ■elçisi sözünü sil de Abdullah oğlu yaz dedi. Alî, yâ Rasûlallah, sana Allah'ın verdiği sıfatı ben silemem dedi. B u­ nun üzerine Hz. Peygamber, kendisi sildi ve A lî’ye «A b ­ dullah oğlu» diye yazdırdı. Neseî, «Hasâis»inde Hz. Rasûl-i Ekrem ’in, bu sırada Alî’ye, «Bu. senin de başına gelecek; sen de ilerde zorda kalocaksın, bu zora düşeceksin» buyurduklarını da bildi­ rir ki Hakemeyn olayında Em îr’ül-Mü'minin sözünü. Alî’­ nin adından sildirmişlerdir.



H A Y B E R 'D E A Ü (A .M .) § Hayber, Medîne'nin Şam tarafından, şehre dört ko­ naklık bir yerde büyük bir şehirdi. Hurmalıkları çoktu. Ka­ lesi pek sağlam olan bu şehirde, Yahudiler oturmada, Kureyş’le birlik olarak Müslümanlaro zarar vermedeydi. Hicretin yedinci yılında Hz. Muhammed, dört yüz ya ­ ya, iki yüz atlıyla Hayber'e gitti. Kaleyi o gün kuşattı. Fa ­ kat bir türlü fetih müyesser olmuyordu. Hz. Peygamber (S.M .), sancağı Ö m e r’e verip göndermiş, ertesi günü EbûBekr’e verip yollamış, fakat bir sonuç elde edilememişti. Alî. kuru göz ağrısından muztaripti. Hz. Peygamber (S. M.) «Yarın» dedi, «Sancağı öyle bir kişiye vereceğim ki Allah’ı ve Peygamberini sever, Allah ve Peygamberi de onu sever, döne-döne saldırır, hücum eder de kaçmaz. Tanrı, kaleyi onun elleriyle açmadıkça geri dönmez.» Ertesi sabah, herkes, huzurda toplandı. Hz. Peygam ­ ber, «Alî'yi çağırın» buyurdu. Alî gelince, «N en var» dedi. Gözlerim ağrıyor, başımda bir ağrı var dedi. Hazret, A lî'­ nin başını dizine koydu,, ağzının yârıyla gözlerini sıvazladı. «Allah’ım» buyurdu, «O nu sıcaktan da koru, soğuktan da.» Sonra sancağı verdi. Alf, sancağı alıp meydana girerek hünerler göster­ meye başlayınca karşısına Merhab çıktı. «Hayberi bildi­ ğin gibi beni de bil ki, ben, tecrübe görmüş bir silâh eri­ yim, kahraman bir yiğidim. Vuruşum öyle bir vuruştur kİ karşıma arslanlar çıksa onlor bile tutuşur, yanar» meâlinde bir recez okudu. AJî, onun recezine karşı buyurdu ki:



Hz. ALI (A.M:)



39



Benem ol merd-i meydân-ı şecâat kudret-i Bârî Anam ilhâm-ı Hak’la kıldı ismim Hoyder-i Saf-der. Elimde seyf-i sânm şöyle saldırdım mı a’dâya, Kıyametler kopar, saflar sınar, yer yer eser sarsar. Mekânım bîşe-i kahr-ı Hudâ şîr-i Jiyânım ben, Göründüm mü cihan lerzân olur gökler bile titrer. Çalınca Zül-Fekaar'ı kelle-i a'dâye berk-âsâ, Kazâ ahsentü der, şâpâşımı takdir eder ezber. Derken birbirlerine saldırdılar. Em îrü’l-Mü'minîn, M erhob'm başına öyle bir kılıç vurdu ki miğfer yarıldı, kı­ lıç başına değdi, baş yarıldı, dişlerine kadar kafasını iki­ ye böldü. Merhab şiddetle bir bağırdı ve atından Vere yı­ kıldı. Bağrışını duyonlor, ürküp kateye sığındılar, kapıyı örttüler. Alî, kaleye yaklaştığı sıralarda bir Yahudi, Alî'nin kal­ kanına vurdu, kalkan elinden yere düştü. Bunun üzerine kelenin hendeğini atlayıp kapıya sarıldı. Yerinden çıkarıp kalkan gibi kullandı. Kale teslim olunca fırlatıp attı. Hz. Peygamber'in kölesi Ebû-Râfi' der ki: Ben, yedi kişiyle be­ raber o kapıyı kaldırmak istedim, çalıştık, fakat yerinden bile kıpırdatamadık. § Hayber’den dönüşte Vâdi-i Kurö savaşında da alem, Alî'nin elindeydi. Z Â T Ü ’S -S E L Â S İL S A V A Ş IN D A A Ü



(A .M .)



Has'am boyundan Haris, beş yüz atlı toplamış, başka boylardan uyanlarla Medine'ye yönelmişti. Bunlar, savaş­ tan dönmemek, Hz. Muhammed'i (S.M .) ve Alî'yi (A.M .) öldürmek, Medine'yi ele geçirmek ve İslâmî yok etmek üzere Löt ve Uzzâ putları adına and içmişlerdi. Hz. Peyganrvber, bunlara karşı Alî'yi (A.M .) gönderdi. Maiyetinde­



40



Hz. ALÎ (A.M.)



kİ orduykı gece yol alıp gündüz dinlenen A lî (A .M .), bun­ ları karşılayıp savaşa girişti. Savaşta Hâris’i, onun am ca­ sının oğlunu, kölesini ve kölesinin kardeşini öldürdü. T u t­ saklar, iplerle bağlanıp elde edilen mallar ve silâhlarla Medîne’ye dönüldü. Tutsaklar, aynı zam anda, birbirleri­ ne de bağlanmış bir kaafiie hâlinde getirildiği için bu sa­ vaşa, zincirlerle, iplerle bağlanmışlar anlamına «Z â t’üsSelâsil» dendi. Kur'ân-ı M ecîd’in C. sûresi olan ve 11 âyet bulunan «Âdiyât — Soluya soluya koşanlar» sûresi, bu savaş dolayısiyle inmiştir. Hayber savaşından başka hiç­ bir savaşta, bu savaştaki kadar ganimet elde edilmemiş­ tir.



MEKKE'NİN FETHİN DE A Ü (A.M.) § Hicretin sekizinci yılı, Hz. Muhammed (S.M .) Mek­ ke’yi fethetmeyi kararlaştırdı. Ancak liazırlığına ait Kureyş'in hiçbir şey bilmemesini istiyordu. Ebû-Beltaa oğlu Hötıb. o sırodo Medine'ye gelmiş olan, fakat henüz Müelümonlığı kabûl etmemiş bulunan bir kadına bir miktar para ile bir mektup verdi, bilinmeyen yoldan Mekke'ye gi­ derek bu mektubu, Mekkelilere vermesini söyledi. Hz. Muhammed, bunu duyunca, Alî'yi çağırdı ve «Yo Afi» dedi, «Sahabemden biri, hazırlığımızı Mekkelilere bil­ dirmek için bir mektup yazdı, o kara kadınla gönderdi, mâruf yoldan gayri bir yolla Mekke'ye gitmekte. Kılıcını ol, ona ulaş, mektubu ele geçir, bana getir.» Sonra A v vâm oğlu Zübeyr'i çağırdı, onu da gönderdi. İkisi de kadına ulaştılar.. Önce Zübeyr sordu. Kadın inkör etti, yanında bir şey olmadığına dair yemin etti, ağ­ lamaya başladı. Zübeyr, Yâ Ebel-Hasen, bu kadında bir şey yok, dönelim dedi. Alî, Rpsûlullah, bunda mektup olduğurvu söyledi ve alıp getirmemi emretti, sen ise bunda bir şey yok diyorsun deyip kılıcını çekti, kadının üstüne yürüdü; •mektubu çıkarmazsan üstünü arayacağım, sonra du boynunu vuracağım dedi. Kadın, bunun üzerine saçlonm çözdü, örgünün arasından mektubu çıkardı. Ali, ka­ dını bıraktı, mektupla Medine'ye geldi, mektubu Hz. M u hammed'e teslim etti. Hz. Peygamljer, halkı mescide çağırttı. Herkes gelin­ ce namazdan sonra minbere çıktı, mektubu eline aldı ve «E y insanlar» dedi. «Ben. Ulu Allah'tan, bize ait haber­



42



Hz. ALÎ (A.M.)



lerin Mekkeliler tarafından duyulmamasını diledim. İçiniz­ den biri, bizim hazırlığımızı Mekkelilere bildirmek için mektup yazdı: mektubu yazan kimse ayağa kalksın. Kimse ayağa kalkmadı. Hz. Peygamber, tekrar. «M e k­ tubu yazan ayağa kalksın, yoksa-vahiy, onun aybını açar» buyurdu. Ebû-Beltaa oğlu Hâtıb ayağa kalktı, şiddetli yelde titreyen saman çöpü gibi titreyip sallanarak, «E y Allah elçisi» dedi, «Yazan benim; ancak Müslümanlıktan sonra münafıklık etmedim, inandıktan sonra şüpheye düş­ medim.» Hz. Peygamber, «Peki» buyurdu, «Öyleyse ne yüzden bu mektubu yazdın?» Hâtıb, «E y Allah elçisi» de­ di, «Mekke'de ehlim var, soyu sopu yok; başına bir musi­ bet gelir diye korktum, bu yüzden yazdım, dinde şüphe ettiğimden değil, Hz. Ömer, yâ Rasûlallah dedi, emret, şunu öldüreyim, çünkü bu, münâfıkın biri. Hz. Peygamber, «Hayır» buyurdu. «Bedir savaşında bulunanlardandır, A lkıh, onları belki bağışlar, yalnız mescitten çıkarın.» Sa­ habe arkasından iterek mescitten çıkarırlarken Hz. Peygamber'e recada bulundu, Hozret, «Ben affettim, Robbine istiğfar et ve bir daha böyle bir şey yapm a» dedi. § Hz. Peygam ber Hudeybiyye'de Kureyş'le on yıllık bir barış anlaşması bağlamıştı. Huzöa kabilesi, Hz. Peygamtıer’in, Benî-Bekr boyu da Kureyş’in amanına girmiş­ ti. Câhiliyye devrinde, bu iki boy arasında geçmiş vardı. Benî-Bekr’den bazı kimseler, Vetîr denen bir yerde pusu kurmuşİG^r, Huzöa erlerini k ırm ış la rd ı, Kureyş de onlara yardımda bulunmuştu. Huzâalılar, Hz. Peygamber’e gelip şikâyet etmişler, Hz. Peygamber de gazebe gelip kalk­ mış, ridâları yerde sürünerek,- Huzâa’ya yardım etmezsem yardım görmiyeyim buyurmuştu. Kureyş, yaptığına nâdim olmuş. Hz. Peygam ber’le ba­ rışı tazelemek için Ebû-SüfyOn'ı M edine’ye göndermişti.



Hz. ALÎ (A.M.)



43



Ebû-Süfyan, Hz. Peygdmber'le görüşüp barışı tazleme teklifinde bulunanca Hz. Peygamber, siz bir şey yaptınız mı diye sormuştu. Ebû-Süfyân, hayır deyince Hazret, biz barışı ne değiştirdik, ne de değiştiririz buyurmuştu. EbûSütyan, kızı ve Hz. Muhammed'In zevcesi Ümmü Habîbe’nin evine gitmiş, Hz. Muhammed'in yatağına oturmak üze­ reyken Üm m ü Habîbe, yatağı toplamıştı. Ebû-Süfyan, oturmıyayım mı diye mi lopluyorsun demiş. Hz. Ü m m ü Habibe, «E vet» buyurmuştu, «O , Rasûlulloh'ın yatağı, sen ise müşriksin, pissin.» Ebû-Süfyân, benden sonra sen şerre uğramışsın demiş. Hayır, bilâkis Allah beni Müslümanlığa hidâyet etti cevabını almıştı. Ebû-Süfyan, kızından da yüz bulamayınca şaşkın bir holde M ekke’ye dönmüştü. Hz. Peygamber, hazırlığını ta­ mamlamış, on bin kişiyle Medine'den çıkmıştı. Yolda N e cid'e gitmiş olan Ebû-Katâde de iki bin kişiyle gelip or­ duya katılmış, böylece İslâm ordusu, on iki bin kişi ol­ muştu. Bu sırada H z. Peyğamber'in amcaları Abbas, M ek­ ke’den çıkıp yolda orduya ulaştı ve muhacirlerin so­ nuncusu oldu. O rdu Mekke'ye yaklaşınca tepelere ya ­ yılanlar, Hz. Peyğamber'in emriyle ateşler yaktılar. On binden fazla ateş, Mekkelileri fena halde ürküttü. EbûSüfyan, ne oluyor diye Mekke’den çıkmıştı. A b ba s’a rast­ ladı. Abbas, gel dedi, seni Rasûlullah'a götüreyim de aman alayım. Yürüyüp beraberce Hz. Peyğamber’in huzuruna girdiler. Abbas, Ebû-Süfyan için aman dileyince Hazret, Tanrıdan başka bir tapacak mâbudun olmadığını bilir, tas­ dik edersen amandansın buyurdu. Ebû-Süfyan, babam anam fedâ olsun sana, eğer ondan başka bir tapacak ol­ saydı iş böyle mi olurdu dedi. Hazret, benim Tanrı elçisi olduğumu hâlâ anlamadın mı dedi. Ebû-Süfyan, bu hu­ susta henüz şüphem var dedi. Abbas, he yapiyorsun dedi,



44



Hz. ALÎ (A.M.)



Öldürülmeden tosdıyk et. Ebû-Süfyon, bunun üzerine şehâ det getirdi. Hz. Peygamber, Abbas'a, Ebû-Süfyan’la vâdî nin dar yerine git de Allah ordusunu seyretsin buyurdu Abbos, yâ Rasûlâllah dedi, övünmeyi sever, ona bir imti yaz ver. Hazret, Ebû-Süfyan'ın evine sığınan'am andadır kapısmı kapayıp evinde oturan amandadır, hareme sığı nan amandodır buyurdu. Abbas, Ebû-Süfyan’ı, emredilen yere götürdü. Boylor, kendilerine mahsus bayraklarla tekbir getirerek geçtikçe Ebü-Süfyan, A bbâs’c, bunlar kimler diye soruyor, aldığı cevap üzerine ya, onlarla işimiz yok diyor, yahut hayıf­ lanıyordu. Hz. Muham m ed, muhacirlerle, ansarla geçerken Abbös’a dönüp gerçekten de dedi, and olsun ki karde­ şinin oğlunun saltanatı pek büyük. Abbas, yazıklar olsun sana dedi, bu, peygamberliktir. Ebü-Süfyan, evet evet dedi. Hz. Peygamber, sancağı Uböde oğlu S a ’d ’e vermişti. O , «Bugün savaş günü; bugün kadınlar esir olocak» meâlinde bir beyit okumaya başlayınca Abbas duyup Hz. Peygamber'e haber verdi. Hz. Peygamber, bunun üzerine Alî'ye emretti, Alî, S a ’d ’cten bayrağı aldı, Mekke’ye girdi. Kâ’be’ye giren Hz. Muham m ed, duvarlardaki resim­ leri, bizzat elleriyle sildi, putları yere atıp kırdı. Kö'be üs­ tündeki putları da, Hz. A lî’yi om uzuna çıkararak söktür­ dü. kırdırdı. Hz. Muhammed. Mekkelileri, gidin, sizi özöd ettim bu­ yurarak affetti. Ancak bazı kişileri, adlarını bildirerek ne­ rede bulunurlarsa öldürülmelerini buyurmuştu. Bunlardan Nukayd oğlu Huvayris'le Sâre’yi, Alî öldürdü. § Sekizinci yılın Şevvalinde Velîd oğlu Hâlid, Cuzeyme boyunu îmana dövet etmek için gönderilmişti. Cuzeym e



Hz. ALI (A.M.)



45



câhillye devrinde Avf oğlu Abdurrahman'm babasiyle H âlid'in amcasını öldürmüştü. Hâiid, bu boyu, Müslümanlığı kabûl ettikleri halde tamamiyle teslim alıp silâhlarından tecrîd ettikten sonra erkeklerin ellerini bağlatarak askere dağıttı ve herkes, esirini öldürsün diye emir verdi. Hâlid'in boyu, esirlerini öldürdüler. Fakat muhâcirlerle ansar, bu kötü işi yapmadılar. Hz. Peygamber, bunu duyunca pek müteessir oldu ve Yârabbi buyurdu, ben, Hâlid'in işlediği işten beriyim. Sonra Hz. Alî’ye bir çok mal verip gönderdi. Alî, mallan dağıttı, râzı oldunuz mu, bir hakkınız kaldı mı diye sor­ du. Râzı olduk, hic bir hakkımız kalmadı dediler. Belki bilmediğiniz bir ziyamız vardır, bu da ona karşılık diye­ rek yânında kalan malı da, zerresine, habbesine kadar onlara dağıttı, gönüllerini hoşnûd ederek Medine'ye dön­ dü.



HUNEYN VE ALÎ § Mekke fethinden sonra Huneyn savaşı oldu. Bu sa­ vaşa Hz. Peygamber on bin kişiyle çıkmıştı, on iki bin di­ ye de rivayet edilmiştir. Huneyn’e, fecirden önce varıldı. Fakat müşrikler, daha önce varmışlar, pusu kurmuşlardı. Birden Müslümanlara saldırıp bozdular. Hz. Muham m ed’in yanında yalnız on kişi kaldı. Bunların dokuzu Hâşim oğullarındandı, onuncuları Ümmü Eym en’in oğlu Eymenj, di. Eymen şehit düştü, dokuzu sebât ettiler. Bunlardan Abdülmuttalib oğlu Abbas Hz. Rasûlullah'ın sağındaydı, oğlu FazI solundaydı. Hars oğlu Ebû-Süfyan (malûm Ebü-Süfyan değil) Hz. Peygam ber’in devesinin yularını tutmuştu. Alî, önünde savaşmadaydı, diğerleri de çevresindeydi. Abbâs'm sesi yüceydi. Hz. Muhammed, sahâbeyi çağırmasını emretti. Abbas, «E y Akabe’de bey'at eden sahabe, ey Râzılık ağacı altında bey’at eden sahabe» di­ ye bağırdı.. Bu bağrımı duyanlar, lebbeyke lebbeyk diye ses verdiler. Gece basmıştı, ortalık kapkaranlıktı. Âbbas, tekrar, ne oldu, Allah'la ettiğiniz ahd diye seslendi. Birer birer, Hz. Peygam ber’in yanına toplanmaya başladılar. Tam bu sırada Hevözin boyundan Cervel adlı birisi, Müslümanlara saldırdı. Bir deveye binmişti, elinde, uzun bir mızrağa bağlanmış siyah bir bayrak vardı. Halkın önün­ de yürümekte, önüne geleni öldürmekteydi. Müşrikler de arkasından geliyordu. Hz. Alî, Cervel’in önüne geçti, kılı­ cıyla devesinin sağrısına vurdu, deveyi yıktı, Cervel’i öl­ dürdü. Bunu gören müşrikler, bozguna uğradılar. Bu sıra­ da Hudayr oğlu Üseyd, Yâ Evs diye bağırarak mensup olduğu boyu çağırdı, Uböde oğlu S a ’d de yö Hazrec diye



Hz. ALÎ (A.M.)



47



bağırdı, her iki boy rt>ensupları da toplandılar, savaş şid­ detlendi. Hz. Muham m ed, bu hâli görünce devesinin özengilerlne basıp ayağa kalktı, kendisini Müslümanlaro gös­ terdi ve «Şim di tandır kızdı» buyurup «Ben Peygamberim, yalancı değil, ben Abdülmuttalib oğluyum » meâlindeki beyti inşâd buyurdu ve bir avuç taş alıp düşmanın üstüne attı. Alî, bu savaşta, müşriklerden kırk kişiyi öldürdü. § Hicretin dokuzuncu yılında Hz. Muhommed, Alî’yi Tâif'e gönderdi, ordaki meşhur puthaneyi yıktırdı ve putu kırdırdı. § Aynı yılda IX. sûre olan «Beröe» sûresi İnm iştir Hz. Peygamber, Hz. E bû-B ekr’i Mekke’ye göndermiş, arkadan Hz. Alî'yi yollamıştı. Alî, Hz. Peygam ber’in devesine bin­ miş, bu yıldan sonra müşriklerin hac etmemesini, çıplak tavaf edilmemesini, Kâ'be'ye, mü’minlerden başkasının girmemesini tebliğ etmiş ve Hz. Muham m ed’le muâhedesi olanlara, muâhede müddeti bitinceyedek dokunuimıyacağmı, şartlara riâyet edileceğini, aralarmda böyle bir muahede bulunmayanların, dört ay sonra tebliğ edilerı şartlara riâyet etmeleri gerektiğini bildirmiş ve sûrenin başından on, yahut on üç âyet okumuştur. § Hz. Alî, Cenâb-ı Peygam ber’in son gazvesi olan Tebük gazvesinde bulunmamıştır. Bunun sebebi de Hz. Peygam ber tarafından Medine'de Halife olarak bırakıl­ masıdır. Bizans İmparatoru Hırakl’ın Hz. Muhammed aleyhine bir ordu topladığı, Hristiyan Arapların da ona yardım et­ tikleri haber alınmıştı. Müslümarilar sıkıntıdaydı. Bu yüz­ den hazırlanan orduya, sıkıntı ordusu anlamına gelen «C e y şü 'l-U s ra » denildi. Ashap, kadınlar bile ziynet eşya­ larını vermek sureftyte büyük feragatte ve fedakârlıkta bulundu. Yirmi beş bin kişilik bir ordu hazırlandı, harekete



Hz. ALI (A.M.) geçildi. Bu seferde savaş olmadı, Hristiyanlann bir kıs­ mı, vergiye bağlandı, geriye dönüldü. Hz. Peygamber, savaşa çıkarken Allah'a hamdü se­ na etmiş ve halka şu hutbeyi o k u m u ştu : «E y insanla^ şüphe yok ki sözün en doğrusu, A llah'­ ın kitabıdır, lâfın en iyisi, Tan n 'd a n çekinme kelimesidir, şerîatlerin en hayırlısı İbrahim’in şeriatıdır, sünnetlerin en hayırlısı, Muham m ed'in sünnetidir, sözün en yücesi, T a n rı’yı anıştır, kıssaların en güzeli şu Kur’an’dır. işlerin ha­ yırlısı, ifrat ve tefrite sığmayan ortalama iştir, işlerin en kötüsü, bir osla dayanm adan icâd edilenidir. Hidâyetin en güzeli, Peygamber'in hidâyetidir. Ölüm ün en hayır­ lısı şehîd olarak ölmektir. Sapıklığın en körü, hidâyetten sonra sapmaktır. İşlerin en hayırlısı, faydolı olanıdır, hi­ dâyetin en hayırlısı, uyulan hidâyettir. Körlüğün en faz­ lası gönül körlüğüdür. Veren el, vermeyön elden hayırlı­ dır. A z da olsa, yeter de olsa verilen şey çok verilen, fa­ kat insanı oyalayıp hevâ ve hevesine uyduran, kibire, gu­ rura sevkedenden hayırlıdır. Mâzeretin en kötüsü, ölüm gelip çatınca getirilen mâzerettir. Nedâmetin kötüsü, kı­ yamet günü nâdim olmaktır. Dilin en büyük hatâsı yalan­ dır, zenginliğin en hayırlısı gönül zenginliğidir. Azığın en hayırlısı, Tan n 'd a n çekinmektir. Hikmetin başı. Tanrı kor­ kusudur, câhiliyye devrindeki işlerden uzaklaşmaktır. Sa r­ hoşluk, ateşin kucağına düşmektir. İçki, günahta kucak­ laşmak, buluşmaktır. Kadınlar, şeytanın ipleridir, gençlik, delilikten bir kısımdır. Kazancın en kötüsü, fâizle kazanç­ tır. Yenen şeylerin en fenâsı, yetim malını yemektir. Kut­ lu, o kişidir ki başkalarının halinden öğüt alır, kutsuz o ki­ şidir ki ana karnında kutsuzluk kazanır. Biriniz, alabildiği­ ne mala sahip olsa gene de iş, sonunda belli olur ve am el­ de bulunanların, sonuna bakılır; her gelecek, yakındır. İnanç sâhibine sövmek kötülüktür, m ü’minle savaş küfür­



Hz. ALİ (A.M.)



49



dür, Onun etini yemek (gıyabında aleyhinde bulunmak), Allah’a isyan etmektir: malı, kont gibi haramdır. Allah’a dayanana bu inanç yeter, dayanan üst olur, bağışlayanı Alfoh bağışlar, hiddetini yenene Allah ecir verir, musibe­ te uğrayan sabrederse, Tanrı, ona karşılığını verir.»



Hz. Muhammed. bu savaşa çıkarken münafıkların şer­ rini gidermek üzere Hz. Alî’yi, M edine’de, yerine halîfe bıraktı. Münafıklar, Alî'yi istemediğinden götürmedi gibi sözler söylediler. Alî, bu söylentileri duyunca silâhını al­ dı, Hz. Peygamber'te buluştu, sözlerini anlattı. Hazret, «Yolan söylemişler» buyurdu; «Dön, benim halifem ol, eh­ limin ve ehlinin arasında beni temsîl et, çünkü Medine ancak benimle ve seninle düzene girer; sen, Ehl-i beytim içinde ve hicret yurdumda benim halîfemsin; Müsâ'ya H a ­ run ne menziledeyse sen de bana o menziledesin, râzı değil misin? Ancak, benden sonra peygomber yok.» Alî, rözı oldum, rözı oldum dedi.



F. : 4



VİDÂ' HACCI § Hz. Muhammed, hicretin onuncu yılında hacca niyyet etti. Bu hac, Hz. Peygam ber’in son haccı olduğu için Vidâ’ Haccı anlamına «Ho'ccül-Vidâ'» diye anılır. Bu hacca yetmiş bin kişi katılmıştı. Doksan bin, hattâ yüz bin, yüz yirmi dört bin diyenler de olmuştur, ihtimâl, Medine’den yetmiş bin kişiyle çıkmışlar, yolda ve Mekke'de bu toplu­ luğa kotılanlarla bu kadar olmuşlardır. Bunlar arasında Alî ile gelenler de vardır. Çünkü Hz. Alî, zekât ve saire cibâyeti için Yemen'e gitmişti, yolda, hac kafilesine ka­ vuştu. Hz. Muhammed, arafe günü, bir hutbe okuyup hac törenini ashâbına bildirdi ve «E y insanlar» buyurdu, «Ben ancak beşerim, Rabbimin elçisinin geleceğini ve benim de onun dâvetine icâbet edeceğimi umuyorum. Ben, sizin içinizde iki büyük şey, iki paha biçilmez, iki ağır şey bıra­ kıyorum, bu iki şeyin birincisi A llah’ın kitabıdır, onda hi­ dâyet vardır. Allah'ın kitabiyle amel edin ve ona yapışın; İkincisi Ehlibeytim'dir; Ehlibeytim hakkında Al'ah adına öğüt veriyorum size.» Bu son cümleyi, üç kere tekrarlar dılar. Bu hadîs, Müslim ye M üsned’de Arkam oğlu Zeyd’den tahrîc edilir. Yine Ahmed ibn-i Hanbel’in; «Ben âızin aronızda iki büyük ve ağır şey bırakıyorum. Onları tutar, onlara sarılırsanız benden sonra ebediyyen sapıklığa düş­ mezsiniz. Onların biri, öbüründen daha büyüktür; ulu ve yüce Allah kitabı ki gökten yeryüzüne uzatılmış bir iptir ve soyum. Ehlibeytim: gerçekten de lütuf sâhibi ve herşeyi bilen Tanrı, bana haber verdi ki onlar, havuz kıyısın-



Hz. ALÎ (A.M.)



51



da bana kavuşuncayadek birbirlerinden ayrılmazlar, ar­ tık bakın, onlar, bana nasıl halef ve halife olurlar» buyur­ duğunu tahrîc etmiştir (7). Hz. Muhammed'in Vidâ’ Haccmda arafe günü, 632 yı­ lı Mart ayının 7. Cum a gününe rastlamıştı. Hacdan döner­ lerken, «E y Peygamber, Rabbinden sana indirileni tebliğ et, tebliğ hizmetini yapm azsan onun elçiliğini yapmamış o lursun...» meâlindeki âyet inmişti (8). Bunun üzerine, Mekke’yle Medîne arasında Cuhfe denilen yerde Hum denilen kuyunun yanma kondular. Bu kuyuya Hum kuyusu anlamına gelen «G adîru Hum » denirdi. Oraya, Zilhiccenin onsekizinci günü (16.111.632), öğleye yakın bir cağda kon­ dular. Kuyunun yanında ağaçlar vardı. Yükleri, ağaçların altına koydurdular, deve semerlerinden 'minberimsi bir şey yaptırdılar. Nam az için nidâ ettirdiler. İleri gidenler geri­ ye döndü, geride kalanlar ileriye geldi, herkes toplandı. Hz. Peygamber, minberin üstüne çıktı, A lî’yi de bera­ ber çıkardı. Halka öğütler verdi, sonra buyurdu ki: «E y insanlar, ben size Allah’ın kitabiyle Ehlibeytimi bırokıyorum, onlara yapışırsanız benden sonra ebediyyen



(7) B u h a d isi, T irnıi/.i ve Ncseî, C â b ir den , T irm izl, A rk an ı oijlu Z cyd’d cn , A hm ed, iki y o lla S a b it oğlu Ze.vd'den, T a b c râ iıi, K eb ir’in d e , g en e S a b it oğlu Z eyd’d e n ta h r ic e ttiğ i gibi llâ k im 'in IM üstcdrek'inde d e v a rd ır. K u r a n ’Ia E h lib e y fc te m essiik h u s u ­ su n d a k i h a d is ’in y iım i k ü s u r yolla b irço k sa h â b îd e n ta h r iç edildiği ve Hz. P eystam ber’iıı, b u h a d isi b ir k ere G a d iru H u m 'da, b ir k ere a r a f e h u tb e sin d e , b ir k ere T â if ’te n d ö n ü şü n d e , bir k ere M ed in e’de, m in b e rin d e ( S a v â ık -a l-M u h n k a ’d a B ab. IX 2. fa s lın so n la rı, s. 57. X I, s. 89)- ve h a s ta lığ ı e s n a s ın d a o d a s ın ­ d a ir â d b u y u rm u ş la rd ır (Scyyid A b d ü lh u sc y n Ş c re fe d d in : a l M u râ c a â t, 2. b asım , B a ğ d a d - 1946 - 1365, s. 20-23). (8) V, 67.



52



HZ. ALÎ (A.M.)



sapıklığa düşmezsiniz; bu ikisi, havuz kıyısında bana ula­ şıncaya, benimle buluşuncaya dek birbirinden ayrılmaz.» Sonra yüksek sesle, «E y insanlar» buyurdu, «Bilmez misiniz ki ben, inanlara, nefislerinden evlâyım ve bilmez misiniz ki her erkek mü'minin ve her kadın mü'minin nef­ sinden evlâyım ?» (9) Ashâbm hepsi birden evet ey Tanrı elçisi dedi. Bunun üzerine sağ elinin şehadet parmağını göğe kaldırıp üç kere, «Allah'ım şâhid ol. Allah'ım şâhid ol, Allah'ım şâhid ol» dediler. Sonra A lî’nin sağ elini, soğ eliyle tutup, her ikisinin koltuklarının beyazlığı görününceye kadar kaldı­ rarak, «Ben, kimin mevlösıysam bu Alî, onun mevlâsıdır. Allah'ım, onu seveni sev, ona düşman olgna düşman ol. , ona yardım edene yardım et, onu horlayanı horla, nereye yönelirse hakkı onunla bile kıl» buyurdular. Sonra inip iki rik'at namaz kıldılar. Güneş, zevâle gelmişti. Öğle namazı kılındı. Bir müd­ det çadırlarında dinlendiler. Bu sırada sahât)e Alî'yi teb­ rik etti, hattâ Hz. Öm er, kutlu olsun sana ey E b â-Tâ lib o ğ ­ lu, bugün benim ve kadın, erkek, her inananın mevlâsı ol­ dun, dedi. M E V LÂ N E D E M E K TİR ? y^ropça olan ve hadîs-i şerifte geçen «M e vlâ» sözü­ nün türkçedeki karşılığı «Rab, yâni besleyip yetiştiren, terbiye edip geliştiren, varabileceği olgunluğa eriştiren, amıca, amıcaoğlu, oğul, kızkardeş oğlu, sâhip ve mâlik, köle, birinin izini izleyen, ona uyup izinden giden, ortak, (9) Bu badi.s, K u r’â n - ı K e rim ’in, «P ey g am b er, in a n a n la ­ ra , n e fis le rin d e n ev lâd ır, o u la n n veliyy-i em rid irn m e alin d ek i â y e tin e d a y a n ır (X X X III, 6).



Hz. ALİ (A.M.)



53



ohitleşilen kişi, arkodaş, komşu, bir yere gelip konakkayan, ihsân eden, nimet veren, etendi, dost, yardımcı, bir işte tedbîr ve tosorruf, vilâyet sâlıibi» dir^ Kur’ân-ı M ecîd’de, II. sûre-i celilenin (Bokaro) 286. öyet-i kerîmesinde, tedbîr ve tasarruf sahibi, yardımcı, IH. sûre- icelîlenin (Âl-i İmran) 150. âyet-i kerîmesinde, yardımcı ve dost. VI. sûre-i celîlenin (E n ’âm) 62. âyet-i ke­ rîmesinde tasarruf sâhibi, VIII. sûre-i celîlenin (Enfâl) 40. âyet-i kerîmesinde, dost ve yardınrcı, IX. sûre-i celîlenin (Tevbe) 51. âyet-i kerîmesinde, yardımcı, X. sûre-i celîienin (Yûnus A,M .) 30. âyet-i kerîmesinde tedbîr ve tasar­ ruf sâhibi, XXII. sûre-i celîlenin (Hacc) 78. âyet-i kerîme­ sinde dost, XLV1I. sûre-i celîlenin (Muhamm ed S.M .) 11. âyet-i kerîmesinde yardımcı, LXVI. sûre-i celîlenin (To h rîm) 2. ve 4. âyet-i kerîmelerinde dost ve yardımcı anlamlarınadır ve Esmâ-i Husnö’dan, yâni Allahu Ta â lâ ’nın adlarındandır; 4. âyet-i kerîmede, Hz. Peygam ber’e (S.M ), Allah'ın, Cebrâil’in ve mü’minlerin en temizinin yardımcı olduğu bildirilmededir ki bu da, Süyûtî’nin « E ’d-D ürr'ülMensûr»undaki, «Kenzü’l-Um m âl»deki, «M e cm a ’uz-Zevâid» deki hadîslere nazaran E b û-Tâ lib oğlu A lî’dir (A.M . Fazöilü’l-Hamse; I, s. 271-272). IV, sûre-i celîlenin (Nisâ) 33. âyet-i kerîmesiyle XIX. sûre-i celîlenin (Meryem A .M .) 5. âyet-i kerîmesinde, mîrasçılar anlamına ve cem ’ sıygasıyla «m evâlî» diye geçer. XVI. sûre-i celîlenin (NahI) 76. âyet-i kerîmesinde, köle sâhibi anlamına «m evlâ», XXII. sûre-i celîlenin (Hacc) 13. öyet-i kerîmesinde, müşriklerin, kendilerine sâhip san­ dıkları mevhum mâbudlar, XXXIII. sûre-i celîlenin (Ahzâb) 5. âyet-i kerîmesinde gene cem ’ sıygasıyla ve köleler an­ lamına «m evâlî», XLIV. sûre-i celîlenin (Duhân) 41. âyet-i kerîmesinde dost anlamına «m evlâ» olarak geçmektedir. Hadîs-i şerifteki «m evlö» yı, Rab anlamına almamıza



54



Hz. ALÎ (A.M.)



İmkân yoktur; İslâm dîninde Rab, âlemlerin rabbi olan, şeriki, nazîri bulunmayan, noksan sıfatlardan münezzeh bulunan Allalıu Taâlâ'dır. Am ıca, amıca oğlu, oğul, kızkardeş oğlu, köle sâhibi, köle, ortak, komşu, arkadaş, ahiddaş, bir yere konaklayan, ihsân sâhibi. mîrasçı gibi anlamlara alamayız. Efendi, seven, dost, yardımcı gibi anlamlan iblâğ için, yâni, herhangi bir münâsebetle — ki bu münâsebet de hadîsin vürûdunda yo k tu r— bir veyö birkaç kişiye, rast-gele bir yerde söylenebilecek bir söz için o kadar kalabalıkta, o sıcakta, ileri girenleri geriye döndürüp, geri kalanları çağırıp, minber kurdurup Alî’yi yanlarına alarak bütün sahâbeye göstermelerine hiç de lüzum' yoktur; hele sahâbenin kutlaması, büsbütün an­ lamsızdır. Hadıs-i Şerîf, XXXIII. sûre-i celîlenin (Ahzâb) 6. âyet-i kerîmesinin mealini, yâni, Hz. Peygamber'in bütün ina­ nanlar üzerindeki vilâyetlerini, aynı sûrenin 36. âyet-i ke­ rîmesinde beyan buyurulduğu gibi, Allah ve Rasûlü, bir işe hükmedince, erkek, kadın, hiçbir İnananın, o işi dilediği gibi yapamayacağını hatırlatmaktadır ve V. sûre-i celîle­ nin 67. âyet-i kerîmesinde enriir buyurulanı, Alî’nin (A.M .), mü’minlerin veliyy-i emri, emîri, Hz. Peygamber’in (S.M .) vasıy ve halîfesi olduğunu i'lân ve ibjâğdır ancak. Nite­ kim bu olaydan sonra V. sûre-i celîlenin (Mâide), «Bugün dîninizi ikrhâl ettim sizin; nîmetimi tamamladım size; dîn olarak İslâm'ı seçip hoşnûd oldum, râzı oldum» âyet-i ke­ rîmesi nâzil olm uştur (El-M urâcaât'a bk. 206-214).



III Hz. M UH AM M ED ’in (S.M .) VEFATIN D AN ALÎ’nin(A.M.) H İLÂFETİN E KADAR Hz: Muhammed (S .M .), Vidâ' haccından dönünce ra­ hatsızlandı. Rebîulevvelin on ikinci Cum ua (5.Vİ.632). ya ­ hut Saferin yirmi sekizinci Pazartesi günü (25.V.632) ve^ fât ettiler (10) Hz. Peygamber'in vefatı duyulunca, ashap perişan bir hâle düştü. Fakat yerine, din ve dünya hükümlerini, Kur’ön ve hadise göre icra ve ümmetin işlerini tedbîr edecek olan zâtın geçmesi düşüncesi de derhal fikirlere hâkim oldu. Peygamber'in halifeliği hususunda üç reiy belirdi: H âşimoğulları, Hz. Peygamber'in, kendilerinden olduğunu düşünerek, halifeliğin, ancak kendilerine ait bulunduğu fikrini güttüler. Onlarca halifeliğe tabii namzet, Peygamber’in kardeşliği, amcasının oğlu, damadı ve torunlarının babası olan Hz. A lî’ydi. Ve esâsen Gadîru H um ’da bu, Hz. Peygamber tarafından da bildirilmişti. İkinci reiy, muhacirlerin re'yi idi. Onlarca Hz. M uham ­ med, Kureyş boyundan olduğu için Arap, halîfesiniri de o boydan olmasını ister, başka bir boyun hükmüne girm ez­ di. Üçüncü re'y ise Ansarın re'yiydi. Onlarca Hz. M u-



(10) R eb iu lcv v elin o n ik in ci g ü n ü . P a z a rte si o la ra k d a r i ­ v a y e t e d ilm iştir.



56



Hz. ALÎ (A.M.)



hammed Medine'ye göçm üş ve Medîneliler sâyesinde müslümanlık kurulmuştu. Halifelik de onların tabiî hak­ kıydı. Re'ylerdekl bu ihtilâf, Ansarın, Beni-Sâide sofasında toplonmaları üzerine çıkmıştı. Medİneliler, bilhassa iki bü­ yük boya mensuptu: Evs, Hazrec. Bu iki boy arasmda, C âhiliyye devrinde kavgalar olmuş, fakat Müslümanlıkton sonra bütün bunlar, unutulmuştu. Ancak şimdi, Ansar, gene ikiye bölünmüştü. Evs boyuna mensup olanlar, baş­ ları olan H udayr oğlu Üseyd’in halîfe olmasını istiyorlar, buna karşılık Hazrec boyuna mensup olanlar, Abâde oğlu S a ’d'in halifeliğini diliyorlardı. Sa'd, o sıralarda hastaydı. Sofaya yatak içinde getirmişlerdi. Gürültü, büyümek istîdâdını gösteriyordu. Bu sırada Hz. Ebû-Bekr, Peygamber’in vefatını duymuş. Yolda Hz. Öm er'in, heyecanından kılıcmı çekerek, kim Muhammed öldü derse onu öldürü­ rüm. O ölmedi, Rabbinin yanına gitti, tekrar gelecek ve bütün müşrikleri kırmadıkça ölmeyecek dediğini duymuş, «Sen de öleceksin, onlar da ölecekler» (11) meâlindeki öyeti okuyup hem onu, hem onun sözlerine kapılanları teskîn etmişti. Sonra da Hz. Peygamber'in evine gitmişti. Mugıyra, Ansarın topluluğunu görünce önce H z. Öm er'e koşup haber vermiş. Öm er. Hz. Peygamber'in evi­ ne gidip Hz. Ebü-Bekr'i alarak sofaya yönelmişlerdi; Yo l­ da Ebû Ubeyde'yi de alarak Benî-Söide sofasına geldiler. Hz. Muhammed'in Kureyş boyundan olduğunu, A ra b ’ın, ancak bu boydan seçilecek birisinin hükmü altına girece­ ğini söyliyerek Ansan teskine çalıştılar. Ansardan Münzif oğlu Huböb, bizden bir emir olsun, sizden bir emir dedi. Hz. Ömer, iki kılıç bir kına sığmaz dedi. Hubâb, ey Ansar, A rap kovmi sizin kılıçlarınızla Müslüman oldu, hokkınızı % 1) X X X IX , 3».



Hz. ALÎ (A.M.)



57



başkasına kaptırmayın diye bağırdı. Ömer, onu tekdir et­ ti, o, sert cevap verdi. Ebû-Ubeyde, Ey Ansar dedi, ilk ola­ rak bu dîne siz yardım ettiniz, sakın ilk bozgunculuk eden de siz olmayasınız, dedi. Zübeyr, Hz. A lî’nin halifeliğini istiyenlerdendi. Kılıcını çekmiş, Alî’ye bey'at edilmedikçe kılıcımı kınına sokmam diye bağırıyordu. Hz. Ö m e r’in işâretiyle üstüne hücum et­ tiler, kılıcını alıp kırdılar. Hazrec boyundan N u ’man oğlu Sa 'd ’in oğlu Beşîr, ey müslümanlar dedi, Hz. Muhammed Kureyş'tendir. kendi boyunun holîte olması daha lâyıktır. Hubâb, ey Beşîr dedi, sen amcanın oğluna hased ediyor­ sun. Beşîr, vallahi değil dedi, yalnız bu kavmin hakkına tecavüz etmeyi câiz görmüyorum. Ebû-Bekr, bu gürültünün önünü almak için Ö m er’le Ebû-Ubeyde'nin elini tutarak bu ikisinden birine bey’at edin dedi. Ömer, daha önce davranarak Eb û-B ekr’e bey'at etti, arkasından Ebû-Ubeyde de koştu, S a ’d ’in oğlu Beşîr’le Evs boyunun reîsi Üseyd de bey’at edince, bilhassa muhacirlerle Evsliler koşa koşa bey’at ettiler, hattâ Ubâde oğlu Sa’d, az kalsın ezilecekti. § Hz, Ebû-Bekr’in halifeliğini kabül etmiyenler olm uş­ tu. Sa'd ibn-i Ubode bunlardandı. Hz. Ömer, mutlaka S a ’dden bey'at alınmasını istemiş, fakat Kays b. Sa'd, o ölür de bey'at etmez, fakat oğulları, çoluğu çocuğu, so­ yu sopu da ölür, sonucu, Hazrec boyuyla Evs boyu ara­ sında savaş kopar, elinize geçen şeyi bozmayın. O. bir kişiden ibâret, bırakın onu demiş, Hz. Ebû-Bekr, onun öğütünü kabül etmişti. Sa'd, Şam ülkesindeki Havran'a gitmiş, orada öldürülmüştü. Cinler öldürdü diye bir riva­ yet çıkmış, iş bu süretle kapanmıştı. Zübeyr, Selmân, Mikdâd, Am m or, Ebû-Zer gibi bâzı sahâbe, Hz. Ali'nin halîfe olmasını istiyorlordı; Gadîru



68



Hz. ALI (A.M.)



Hum m 'da Hz. Peygamber'in, Allah'ın emriyle A lî’nin vilâ­ yetini iblâğı, onlarca reddedilemeyecek bir hüccetti. Hâşimoğuliorı, Alî'nin halifeliğinde ısrâr ediyordu. Abbas da bu fikirdeydi. Ebû-Süfyan'sa fırsatı ganimet biliyor, Medi­ ne’yi adamla doldurur, hakkını zorla alırım diye Alî'yi is­ yana teşvik ediyordu. Ali, metanetini hiç bozmamış, yer yer dinden dönenlere ve türeyen yalancı peygamberlere karşı durmak ve Müslümanlığı yıkımdan kurtarmak icabettiğini anlamış, Ebû-Süfyan’m teklifini şiddetle reddetmişti. Biz, müslümanların arasını açan, gönüller kıran, ay­ rılıklar yaratan, sonradan siyâsete de âlet olup dallanan, budaklanan bu hâdiseler hakkında tafsilât vermiyeceğiz. Tafsilât istiyenler, Taberî, İbn-i Kesir gibi tarih kitapla­ rına, Nehcü’l-Belâğa şerhine, hadis kitaplarına, İbn-i Kuteybe'nin «el-İmâmetü ves-Siyâse»sine baksınlar. Sevdi­ ğim, yanıp yakıldığım ulu Mevlânâ'm.



T^â berây-ı vasi kerden âmedim Nî berâ-yr fasi kerden âmedim, «Biz birleştirmek, uzlaştırmak için geldik, ayırmak, araya ayrılık sokmak için değil» buyurur; geçelim.



Yâni.



I



§ Ali. Hz. Fâtım a’nın vefâtına kadar, yâni Hz. Pey­ gamber'in vefatlarından yetmiş beş gün, yahut altı ay geçinceyedek Ebû-Bekr'e bey’at etmemiş. Hz. Fâtima’dan sonra bey’at ederek aradaki ayrılığı gidermiştir. A li’nin bu hareketi, Müslümanlığa bağlılığının ne de­ rece üstün olduğunu gösterir. § Ali. üç halîfe zamanında savaşlara katılmamakla ve bir memuriyet kabul etmeyip tam bir inzivâ hayatı ya­ şamakla beraber iktizâ ettikçe fikir yürütmüş, öğütler ver­ mişti. Onlar da sırası geldikçe Alî'ye müracaat etmişlerdi.



Hz. ALİ (A.M.>



59



Nitekim Hz. Öm er, İran harbine gidip gitmemek iıusûsunda Alî ile danışmıştı. Alî, Hz. Peygam ber’in bütün sa­ vaşlara katıldığını, orduyu bizzat sevk ve idare'ettiğini biliyordu. Fakat o vakit merkez çok yakındı, orduda Hz. Muham m ed'in bulunması, büyük bir manevî kuvvet sağlı­ yordu. Ordu bozulsa bile çeşitli ayrılıkların, aykırılıkların çıkması, nihayet boy rekabetlerine dayanabilirdi, halbuki inanç, bu rekabetleri yıkmıştı. Şimdiyse merkez, savaş yerinden çok uzaktı. Mümessilinin merkezden ayrılması ortaya çeşitli reylerin çıkmasına sebep olabilirdi. Para ve dünyâ, artık gözlere tatlı görünmeye başlamıştı. M üs­ lümanlığın ilk sadeliği, kaybolmak üzereydi. Alî, bütün bu düşüncelerle Ö m e r’e dedi k i : «Müslümanlığa yardım etmek, yahut onu aşağılat­ mak, ne sayıca çoklukladır, ne azlıkla. İslâm, Allah'ın meydana getirdiği bir dindir; Müslümanlar, Allah'ın hazır­ ladığı ve yardım ettiği bir ordudur. Sonucu, nereye vardıysa vardı, nasıl meydana gelmesi gerekse geldi. Allah, v a ’dini yerine getirir, ordusuna yardımcıdır, biz de onun va ’dini beklemekteyiz. Hüküm sâhibi ve emîr, boncuk dizi­ len ipe benzer, boncukları toplar, bir araya getirir. İp koptu mu boncuklar dağılır, bir daha onları bir araya ge­ tirmeye imkân yoktur. Arap, bugün, görünüşte azlıktır ama Müslümanlık sayesinde çokluktur, onlar, aynı inanç­ ta birleştiklerinden üstündür. Sen, değirmen taşının mili pl,' savaş değirmenini onlarla döndür. Kendin gitmeden savaş ateşini onlarla alevlendir. Çünkü sen, bizzat hur­ dan gittin mi, civardaki Araplar işi bozarlar, buyruktan ç ı­ karlar, buraları korumak, ordaki savaştan daha çetin olur. Ya,rın, karşıdaki düşman, seni görünce der k i : İşte Arapların kökü bu; onu yok ettiniz mi rahat eder­ siniz. Bu düşünce, seni yok etme hususunda hırslarını arttırır, tamahlarını ziyâdeleştirir.



60



Hz. ALİ (A.M.)



O çoğunluğun Müslümanlorla savaşa geleceklerini söylüyorsun ya, hic şüphe yok ki noksan sıfatlardan mü­ nezzeh olon Allah, onları aşağılatır, onun, dilemediğini g idermiye gücü yeter. Sayılarının çokluğunu söylüyorsun, biz, bundan önce sayıca çok olduğumuzdan savaşmadık, ancak Allah yardımıyla savaştık da üst okjuk.» (12) Gene Ömer, Romalılarla harbe gitmek husûsunda Hz. Atî ite müşaverede bulunmuştu. Alî demişti k i ; «Bu din ehlinin sınırlarını korumayı va'deden, düşn>ana görünmemesi gereken zayıflıklarını göstermemeyi tekeffül eyleyen Allah’a dayan; öyle bir m âbuddur o ki onlar sayıca azdı, üst olmalarına imkân yoktu; onla­ ra yardım etti. Karşı durmaları mümkün değildi. Pek az kişiydi Müslümaniar, kâfirleri men'etti. Diridir A l­ lah, ölümden münezzehtir. Düşmana bizzat gidersen att oldun mu, Müslümanlara, o sınırlarda sığınacak yer kalmaz, senden başka dönüp gelecekleri makam yoktur, hâlbuki sen de bulunmazsan, sığınakları bulunmaz. Düşm ana, tecrübeli bir kumandan gönder, onun maiye­ tinde savaş güçlüklerine katlanan ve buyruk tutan kişileri yolla. Allah onları üst ederse dilek yerine gelir; fakat iş aksi olursa sen, Müslümanların sığınacakları makam olur­ sun; bir daha ordu toplayabilir, moğlûbiyetin acısını çı­ karabilirsin.» (13) Hz. Osm an’ın halifeliği zamanında da ona öğütlerde bulunmuştu. Meselâ halkın şikayeti üzerine Hz. O sm an'­ ın yanına gitmiş, demişti k i : «Halk ardımda, beni, onlarla senin orando elçi ola­ rak gönderdiler. Fakat and olsun Allah’a, sana ne söyli(12) N chc’ül-B tlâ& a, T c h ra n , 1382, 1, s. 493 - 494. (13) NeJıc’ü l-B c lâg a , I, s. 474 - 475.



Hz. ALÎ (A.M.)



G1



yeceğimi bilmiyorum. Senin bilmediğini ben de bilmem, sano göstereceğim yoluysa sen de bilirsin, bilmediğimi­ zi bilirsin, senden ileri bir makamda değiliz ki sana haber verelim, hiçbir hükümde yalnız değildik ki onu tutalım da sana bildirelim. Gördüğüm üzü sen de gördün, ne duyduysak sen de duydun. Allah elçisiyle biz nasıl konuşup görüştüysek sen de konuşup görüştün. Ebû-Kuhâfe oğluy­ la (Ebû-Bekr) Hattâb oğlu (Öm er) doğrulukla harekete senden daha haklı değillerdi, çünkü sen yakınlık bakı­ mından Rasûlullah'a onlardan da yakınsın, hattâ onların nâil olmadıkları bir şerefe nâil oldun, onun dâmâdısın. Kendine acı da Allah'tan kork. Alloh'tan kork, çünkü kör değilsin ki gözünü açayım, bilgisiz değilsin ki öğreteyim. Zâten yollar apaçık, din alâmetleri besbelli meydanda. Bil ki Allah indinde kulların en üstünü, doğru yolu bulan ve halkı doğru yola hidâyet eden adâlet sâhibi imam (emir) dir; bilinen güzel âdetleri yayar, bilinmeyen, sonradan çıkma kötülükleri yok eder. İyilikler apâşikârdır, alâmet­ leri var. Kötülükler de apâşikârdır, onların da nişâneleri var. Allah indinde halkın en kötüsü, sapıklığa düşen ve halkı doğru yoldan saptıran imamdır; kabûl edilmiş iyilik­ leri yok eder de terkedilmiş kötülükleri diriltir. Gerçekten de Tan rı Elçisinden duydum, Tanrı ona ve soyuna rah­ metler etsin, diyordu ki: Çevreden İmam, kıyâmet günü gelir, fakat yanında ne yardımcısı bulunur, ne bir özür ge­ tireni. Cehenneme atılır, değirmen gibi döner durur orda, sonra da tâ dibinde hapsedilir. Allah'a and yererek söy­ lüyorum, bu ümmetin öldürülecek imâmı olma. Çünkü de­ miştir ki: Bu ümmette bir imam öldürülür de ondan sonra öldürülmek ve öldürmek işi kıyamete dek sürer gider. A r­ tık halka, işler şüpheli görünür, sınanmalar yapılır, doğ­ ruyla eğriyi görüp ayırd edemezler, dalgalanır dururlar, sıkıntılara uğrarlar. Bu kadar yaş yaşadıktan, gün gördük­ ten sonra yağma edilerek ele geçirilmiş ve Mervan'ın



62



Hz. ALÎ (A.M.)



elinde, düşmandan yağm a edilen ve dilenen vere sürülüp götürülen deveye dönme;» Osm an, bu öğütlere karşı, halka söyle de demişti. Onların gördükleri zulümleri bertaraf, edinceyedek bana mühlet versinler. Hazret, Medine'de olanlar için mühlet istemeğe ha­ cet yok; dışardakilere gelince onların mühleti oralara em - ■ rin varm cayadektir buyurmuştu (14). Görülüyor ki Hz. Alî’nin nazarında halifelikten üstün tek bir şey vardı: Müslümanlığın dağılmaması, M üslüman­ ların ayrılığa düşmemesi. O. bilhâssa buna çalışıyordu. Bunun için ne yapmak gerekse yapıyordu. İnandığı dînin yıkılmaması icih elin­ den gelen feragati, elinden gelen fedâkârlığı gösteriyor­ du. Hz. Muham m ed’in, «E y insanlar, ben sizin aranızda iki şey bırakıyorum, onlara yapişırsanız benden sonra ke­ sin olarak sapıklığa düşmezsiniz: Allah’ın kitabı ki gök­ ten yere uzatılmış bir iptir ve Soyum, Ehlibeytim. Bu ikisi, kıyâmete dek birbirinden ayrılm az» (15). «Bu Alî Kur'an’ladır, Kur’an Alî ile, kıyârnete dek ikisi birbirinden ayrıl­ m az» (16), «A lî bendendir, ben Alî’denim. Hakkımı ancak



(14) N eh c 'ü l-B clâ g a, I, s. S İ S - 524. (15)T irm izi ve Nesei, Hz. C â b ir'd c n ta b r ic etm işlerdİT . T jrm izî b iraz d eğ işik o la ra lı A rkam ojflu Z ey d ’d e n d e ta b r ic eder. K e n z -ü l-L 'm n ıâ rin 874. h a d isid ir. A bıned ib n -i U an b e l, iki yolla S a b it oğlu Z ey d 'd cn ta b r ic eder, l 'a b a r â n i’d e ve d iğ e r b a d is k ita p la r ın d a d a v a rd ır. (16) İb tı-i H a c c r: S a v â ık ’iU-M uıhrlka, b ab . IX , fası] II, s,



57.



Hz. ALÎ (A.M.)



63



ben edâ edebilirim, yahut Alî edâ edebilir» (17) gibi hadîsle­ ri, hele evvelce arzettiğimiz Gadîru Hum’daki hadîsi, halîfeliğine bir nass telâkki ediyordu. Nitekim halifeliği zamanmda, «Rasûlullch’m Gadîru Hum’da ne dediğini;.-onu gö­ züyle gören, kulağıyla duyan kalksın, Allah için söylesin, demişti. Aradan yirmibeş yıl geçmiş olduğu hâlde, içlerin­ de Bedir savaşında bulunan on iki kişi bulunduğu halde o mecliste bulunanlardan otuz sohabî ayağo kalkıp Gadir hadîsini söylemişlerdi. Yalnız Mâlik oğlu Enes’le iki kişi, Vidâ’ haccında bulundukları ve dönüşte bu hadîsi duyduk­ ları halde şehâdet etmemişler, halk da sonradan bunların ökıbetlerim, bu şehâdette bulunmayışlarına vermişler­ dir (18). Görülüyor ki bu bir inançtır. Alî, halîteliğin kendisine ait olduğunu iddia etmiskle beraber Müslümanlığın teh­ likeli durumunu görünce kanaatinde ancak Hz. Fâtima'nırt vefatına kadar ısrör etmiş, onun hâtınnı kırmamış, fa­ kat Hz. Fâtima'nın vefâtından sonra Müslüman birliğin! sağlamıştır. § Ebû-Bekr, halifeliği Hz. Ömer'e bırakmış, sahabe­ nin ileri gelervlerine bu yolda vasiyette bulunarak vefat etmişti. Ebû-Bekr’in halifeliğinde olduğu gibi Ömer’in halîfeliğlnde de ilk zamanlarda, bey’at etmiyenler olmuştu, Ali de bunların arasındaydı. Fakat pek az bir müddet sonra gene birlik te’min edilmişti. Ömer vurulup hayattan ümidini kesince halîfeük işini (17) İbn-i niâce: Sünen, Bâbu Fazâll’üs-Sahâbe, cüz I. 92. Tirmizi, Nescî ve Miisned’de de vardır. (18) Bu badis, Mü.>^ncd’de Arkam oğlu Zeyd’den tahric edil­ miştir.



64



Hz. ALI (A.M.)



Alî, Osman, Tolha, Zübeyr, Sa’d ve Avf oğlu Abdürrahman'dan ibaret olan ve bu suretle altı kişiden meydana ■gelen bir şûraya bırakmıştı. Ebû-Talhat-al-Ansâri'yi çağı­ rıp, ben gömülünce bunları bir eve topla, ansardan elli si­ lâhlıyla kapıda dur, bu işi acele bitirmelerini söyle; beşi birleşir, biri ayrı kalırsa boynunu vur; dördü birleşir, iki­ si muhalefet ederse ikisinin de kafasını kes; ücü birleşir, üçünün re’yi aykırı olursa Abdürrahman hangi taraftaysa o tarafa yardım et; diğer üçü, re'ylerinde ısrör ederlerse onları öldür; üç gün içinde hiçbir iş yapmazlarsa altısını da kes, işi Müslümanlara bırak, kendilerine içlerinden bi­ rini emîr tâyin etsinler demişti. Gene bu sıralarda, bu altı kişilik şûrayı tâyin etme 266.



Hz. ALÎ (A.M.)



69



ve Kûfelilerin birkaçı Muâviye’ye hücûm edjp sakalın­ dan tuttu. Bunun üzerine Muâviye, mes’eleyi Osman’a yazdı ve emriyle onları Humus’a sürdü. § Valilerin zulmü çoğalmakta, halkın sabrı tükenmek­ teydi. Hele bir yerin emîri, yoldan geçerken çavuşların halka, «Savulun» diye hakaret ederek yol açmaları pek oğır geliyor, bilhâssa Medîneliler, bundan pek güceniyor­ lardı. § Otuz dördüncü yılda Şam'dan Muâviye, Mısır’dan Ebî-Serh oğlu Sa’d oğlu Abdullah, Kûfe’den Âs oğlu Saîd, Basra’dan Âmir oğlu Abdullah, Medine’ye geldiler. Medi­ ne’de bir vâliler toplantısı oldu. Bu toplantıya Âs oğlu Amr'ı da aklilar. Âmir oğlu Abdullah, halkı savaşa sürmeli; bu suretle dedikodunun önü alınır, kimse birşey düşünemez, birşey söyleyemez dedi. Sa’d oğlu Abdullah, mal-müH< vererek halkı susturmalı diye re’yini bildirdi. Muâviye, ileri gelen­ leri, vâlilerin mes’ûliyet ve kefâleti altında bulundurmak suretiyle işin önüne geçmenin mümkün olabileceğini söy­ ledi. Yalnız Âs oğlu Amr, vâliler azledilmedikçe isyanın önüne geçilemiyeceğini bildirdi. Osman, halkı savaşa sürmek hakkında verilen re'yi kabûl etti, halkı bölük bölük savaşa sürmelerini emrede­ rek, valileri, bulundukları yere yolladı. Fakat Küfe’de isyon, başlamak üzereydi. Âs oğlu Saîd’in valiliğini isteme­ diler. Saîd geriye döndü ve Medine’ye geldi. İllerin ahvâ­ lini teftiş etmek üzere bâzı kimseler gönderildi. Bunlar ahvâli anlayıp geri gelince umumî hoşnutsuzluk olduğu­ nu bildirdiler. Bunun üzerine vâlilerin, Hac mevsiminde Mekke'de toplanması emredildi. § Bu sıralarda Medîneliler, Hz. Alî’ye gelip yolsuz­



70



Hz. ALÎ (A.M.)



lukları bir bir anlattılar. Hz. Alî, kalkıp Osman'ın yanına gitti. Ahvâli anlattı, işin sonunun kötü olacağını söyledi. Osman, yâ Alî dedi, halk da, biliyorum, senin dediğini di­ yor. Fakat sen benim yerimde olsaydın ben seni kınamazdım. Biliyorsun ki Ömer, yakınlığı yüzünden Mugıyra’yı vâü yapmıştı. Ben de meselâ Âmir oğlunu, akrabam o l­ duğundan vâli yaptım, niçin beni kınıyorsun? Alî, Ömer vâli yaptığının kulağını iyice burar, aley­ hinde bir şey söylenirse çağırır, soruşturur, doğruysa ce­ zalandırırdı. Sen bunu yapmıyorsun, akrabana karşı za­ yıfsın d3di. Osman, bilmiyor musun ki dedi, Muâviye'yi Ömer vâli yaptı. Alî, evet dedi, biliyorum; fdkat Muâviye, Ömer’den öylesine korkardı ki kölesi bile ondan öyle korkmazdı. Şimdiyse Muâviye, Osman'ın buyruğuyla d i­ ye birçok yolsuz işler yapıyor, sen de onları düzeltemiyor­ sun. Alî, bu sözleri söyleyip gittikten sonra Osman, Mes­ cide geldi, minbere çıktı. Ey insanlar dedi, herşeyin bir derdi, bir âfeti vardır, bu ümmetin âfeti de kınayan, ayıp­ layan kişilerdir. Ömer'in yaptıklarını kabûl ediyorsunuz, beni ayıplıyorsunuz. Fakat o başınıza bastı, ona itâat et­ tiniz. Ben mülâyim davrandım, sizi omuzuma aldım, size karşı, elimi, dilimi korudum, siz de cür’et buldunuz. And olsun Tanrı'ya, topluluğum daha üstündür, yardımcılarım daha çoktur; geliniz dedim mi gelirler, benimle uğraşma­ yın, valilerimi kınamayın. Mervan, aşağıdan kalkıp şiddetli bir lisanla söze ka­ rıştı. Osman, sus. söyleme demedim mi sana diye onu tekdir edip susturdu, minberden inip evine gitti. Hz. Os­ man’ın bu sözleri, hele Mervan'ın hareketi, halkı büsbü­ tün gücendirdi. § Hz. Osman, her tarafa mektuplar göndererek Me-



Hz. ALÎ (A.M.)



71



dînelilerden haber aldım, vâliler, halka zulüm ediyorlar­ mış. Hac mevsiminde hepsini çağırdım. Kimin dâvası var­ sa gelsin. Benden ve memurlarımdan hakkını alsın dedi. Hac mevsiminde vâliler Mekke'ye geldiler. Osman da hacca gitti. Onlarla görüştü. Hepsi de söylenen sözlerin aslı olmadığını bildirdi. Fakat çâre bulmak hususunda re'yieri birbirini tutmadı. Osman, sözlerinizi duydum dedi, her işin girilecek bir kapısı var. Kapalı kapı galiba açıla­ cak. bu ümmet hakkında da korkulan şeyler meydana çı­ kacak. Tanrı sınırlarını aşmıyalım da o kapı açılınca kim­ senin aleyhinde söyleyecek bir sözü olmasın. Fitne değirmeni dönüyor, Osman onu döndürmeden ölürse ne mutlu. Allah da bilir ki ben. halkın hakkında ne hayırlıysa onu aramada kusur etmedim. Halkı yatıştı­ rın. haklarını verin. § Haçtan sonra völilerle Medine’ye dönen Hz. Os­ man, Alî ile Talha ve Zübeyr’i çağırdı. Muâviye de yanın­ daydı, Muâviye, Siz Hz. Peygamber’in sahâbesisiniz. hal­ kın hayırlılarısınız. Osman’ı bu makama siz getirdiniz. Gö­ rüyorsunuz ki ihtiyarladı, ömrü az kaldı. Bu işe sizden başka kimse tamah etmez, bekleyin sonunu, hem de çok beklemezsiniz gibi sözler söyledi. Alî. bu sözlere gücenip Muâviye’yi tekdîr etti, o da karşılık vermeye kalkıştı. Hz. Osman, durun dedi, size ahvâlimi anlatayım. Ben­ den önceki iki arkadaşım. Allah uğrunda nefislerine zul­ mettiler. akrabalarına bir şey vermediler. Hâlbuki Hz. Pey­ gamber. akrabasını görür gözetirdi. Ben de kavmimi, ayalleri çok, geçimleri az olduğundan korudum. Eğer bu iş hatâ ise söyleyin dedi. Onlar, evet dediler filâna şu ka­ dar bin, Mervan’a bu kadar bin verdin. Osman, bu para­ ları onlardan geri alırım dedi. Alî ve arkadaşları, bu söz­ den memnun olarak çıkıp gittiler.



72



Hz. ALİ (A.M.)



§ Muâviye, bu işleri hoş görmüyorum, benimle berâber gel, seni Şom'a götüreyim dediyse de Osrrian, Rasûlullah’m civarını hiçbir şeye değişmem deyip bunu kabûl etmedi. Muâviye, öyleyse, dedi, seni korumak üzere Medine’­ ye asker göndereyim .Osman bunu da kabûl etmedi ve Hz. Peygamber’in komşularına baskı yapamam dedi. Bunun üzerine Muâviye, mutlaka sana kıyarlar dedi. Osman da Tann’ya dayandım, O yeter bana ve O ne de güzel bir vekildir diye sözü kesti. § Küfe eşrafı Humus’tan memleketlerine gitmişlerdi. Ordan Haccetmek için yola çıktılar. Mısır ve Basra halkı da Hoc için hareket etmişti. Mısırlılardan^ '^Kûfeliierden, Basrohlardan yedişer, sekizer yüz kişi birleşerek Medine civarına ulaşmıştı. Mısırlılar, Hz. Alî’nin, Basralılar, Talha’nın, Kûfeiiler Zübeyr’in halifeliğini istiyorlardı. Ancak üç bölük de Osman'ın aleyhindeydi. İçlerinden iki kişi ayırıp Medine’ye yolladılar. Gelen­ ler, Alî, Talha ve Zübeyr’le görüştüler. Hacc için ve bâzı vâlileri azlettirmeyi reca etmek üzere geldik deyip Medine’­ ye girnrıek için izin istediler. Hz. Alî, Talha ve Zübeyr izin vermediler. Onlar da dönüp gittiler. Hz. Alî, Medine'yi korumak için Medîne dışında Ahcâr'uz-Zeyt denen yerde bir ordu tertip etmiş, kendisi de kılfcını kuşanarak oraya gitmişti. Mısırlılar tarafından gönderilenler, bu ordugâhta Hz. Alî'yi bulmuşkır, kendisine halifeliği teklif etmişler, fakat Hz. Ali tarafından şiddetle reddedilmişlerdi. Basralılar Talha'ya, Kûfeiiler Zübeyr’e aynı teklifi yapmışlar, aynı su­ rette reddedilmişlerdi. Bunlar, yerlerine çekilip gidince Medineliler, toplu­



Hz. ALÎ (A.M.)







luk ckığılmıştır ümidiyle dönüp Medîne'ye gelditer. Hâl­ buki onlar, bir müddet sonra kol kol yürüyüp tekbîr getirerek Medine’ye girdiler, Osman’m evini kuşattılar. Bir yandan da silâha sarılmayanlara birşey yapmıyacağız di­ ye tellâllar bağırttılar. Hz. Osman'ın araya koyduğu kişi­ lerin Sözlerini dinlemediler. Cuma günü Osman, mescitte taşlandı ve bayıldı. EbûVakkos oğlu Sa'd, Sâbit oğlu Zeyd ve Ebû-Hüreyre, bâzı kimselerle beraber savaşa niyetlendilerse de Osnianonlon men'etti ve evlerine gönderdi. Osman, evine gidince Alî, Talha’yla Zübeyr’i alıp Os­ man'ın yanma gitti. Yanında Mervan vardı. Mervan, Hz. Alî’yi görünce. Bu işi başımıza sen getirdin, bizi berbad et­ tin. Murâdına erersen and olsun Tanrıya, bütün dünyâ aleyhine döner diye söylendi. Bu sözü duyan Alî, Talha ve Zübeyr, gücenerek evden çıktılar. Ubeydullah oğlu Tal­ ha da Osman’a gidip şiddetli sözler söyledi ve vâlilerin azlini istedi, Hz. Âişe de, Osman’a bu hususta haber gön­ dermişti. Gene bu sıralarda Mervan, kapı önünde toplananları tahkir ederek halkı büsbütün galeyana getirmişti. Bâzılon gene Alî’ye başvurunca ne yapayım, bilmem buyur­ muştu, evime kapansam beni terkettin. Hakka riâyet et­ medin der, gidip söylesem kabul eder, fakat Mervan ge­ lir, l>enim sözümü tutturmaz, onu başka yere sevkeder. Sonra kalkıp Osman’ın yanına gitmiş, gene öğütler vermişti. Hattâ zevcesi Nâile bile, halk arasında Mervan'm nüfuzu yoktur, Alî’yi râzı et, bu gaaileden seni ancak o kurtarır demişti. § Halk, artık Osman’ı namaz kıkJırmak için Mescide de çıkarmamaya başlamıştı. Halka kim namaz kıldıracak diye Ali'ye başvurmuşlar. Hz. Alî, Hâlid ibn-i Zeyd’e söy­



74



Hz. ALİ (A.M.)



leyin, o namaz kıldırsın buyurmuştu. Bu sûretie birkaç gün Hz. EbiJ-Eyyûb'ül-Ansârî namaz kıidırmıştı. Bir riva­ yette bayram namazına kadar Hz. Alî'nin emriyle Huneyf oğlu Sehi’üi-Ansarî namaz kıldırmış, bayram namazını Hz. Alî kılmıştı. Bayramdan sonra da gene Hz. Alî namaz kıl­ dırmaktaydı. § Nihayet gene halk Hz. Alî'ye başvurmuş, Osman da ona haber göndermişti. Hz. Alî, muhâcirlerie ansardan otuz kişi alıp gelenlerle görüştü. Onlar da valiler azledildiği takdirde dağılıp gideceklerini söylediler. Osman da bunu kabûl etti. Mısır'a Ebij-Bekr oğlu Muhammed'i tâ ­ yin etti. Halk dağılıp yola düştü. § Mısırlılar, Ebû-Bekr oğlu Muhammed'le beraber memleketlerine giderlerken siyahî bir adamın ayrı yoldan aceleyle Mısır'a doğru gitmekte olduğunu gördüler. Şüp­ helenip hu adamı durdurdular. Nereye gittiğini ve kim olduğunu sordular. Adam Mısır'a gitmekte olduğunu söy­ ledi. Gâh Mervan'ın kölesiyim dedi, gâh Osman'ın köler siyim dedi. Mısırlılardan biri, Osman'ın kölesi olduğunu tanıdı. Üstünü aradılar. Birşey bulamadılar. Hâlbuki Mısır vâiisine mektup götürüyorum demiş. Muhammed, uâli be­ nim deyince de sana değil, eski vâliye götürüyorum gibi lâflar etmişti. Nihâyet yanındaki matrcya baktılar. İçi bom­ boştu. Matrayı yarınca içinden bir kâğıt çıktı. Mühürünü açtılar. İçinde, vâli gelince hemen öldürün mealinde bir yazı vardı. Bunu gören halk ve Muhammed, fena halde kızıp ge­ risin geri Medîne'ye döndüler. Medîneliler de bunu du­ yunca hiddetlendiler. Osman, yeminle te’mîn ederek ken­ disinin bu işten haberi olmadığını bildirdi. Bu kâğıdı, Mervan'ın yazdığı anlaşıldı. Hz. Alî, Mervan'ı azlederek halka teslim etmesini OsrrKin'a tavsiye etti. Fakat Osman, ne



Hz. ALİ (A.M.)



75



Hz. Alî'nin sözünü tutup Mervan'ı teslim etti, ne de hal­ kın istediği gibi halifelik makamından çekildi. Halk Osman'ın sarayını kuşatmıştı. Talha oğlu Muhammed, Zübeyr oğlu Abduiiah, sahabeden bâzı kim­ seler. halkın içeriye girmemesi için kapıyı korumak­ taydılar. Osman, dama çıkarak öğütler vermiş, Hz. Alî de ayak­ lanan halkı tekdir etmişse de bunların hiçbir faydası gö­ rülmemişti. Âsîler, içeri su taşıyanlara bile mâni olmaya başlamışlardı. Yalnız Hz. Peygamber'in bâzı zevceleriyle Hz. Alî ve ashaptan birkaç kişi, içeriye üç kırba su götürebilmişlerdi. Bu sırada Hz. Talha'nın, Mısır eşrafından biriyle gö­ rüşmesi âsîlere, onun da kendileriyle aynı fikirde bulun­ duğu düşüncesini vermiş, saraya saldırmışlardı. O sırada kapıda bulunan Mervan yaralanmıştı. Evi kuşatanlar, işi bir an önce bitirmek için bitişik eve girip evin duvarını delmeye koyulmuşlardı. Onlar bu işle uğraşırken bir kısmı da kapıyı zorluyor, bu sûretle kapıda bulunanları oyalıyordu. Nihâyet duvar delinmişti. İçeriye girenlerden EbûBekr oğlu Muhammed'e Kur'an okumakta olan Osman, baban bu hâlini görseydi ne derdi demiş, bu söz üzerine Muhammed, dışarı çıkmıştı. Fakat içeri girenlerden Gafıkıy, başına bir demir vurarak yere düşürmüş, Kinâne de hançerle şehîd etmişti. Bu sırada zevcesi Naile, zevcine çekilen bir kılıcı eliyle kavramış, iki parmağı kesilip düş­ müştü. § Hz. Osman, Hicretin otuz beşinci yılı zilhiccesinin on sekizinci ve muhasaranın dokuzuncu pazar günü şehid edilmişti (17-VI-656).



76



Hz. ALÎ (A.M.)



Hz. Alî. olayı duyar duymaz seraya koşmuş, sarayı kuşatanlarla kapıyı koruyanları şiddetle tekdir etmişti. Fa­ kat âsîler, artık gemi azıya almışlardı. Osman’ın defnine bile müsâade etmiyorlordı. Şehâdetinin tam yedinci Cumartesi günü yatsı vak­ ti İmâm Hasen, Mut'im oğlu Cübeyr, Huzeyfe oğlu Ebû Cihm, Zübeyr oğlu Abdurrahman. Hazzam oğlu Hakîm giz­ lice cenozeyi alıp evvelce satın alarak Bakî’ mezarlığına kattığı yere gömdüler.



Hz. ALÎ'NİN (A.M.) HALİFELİĞİ § Halifelik makamı yedi gün boş Icaldı. Söz ayağa düştü. Mısırlılar Hz. Alî'yi. Basralılar Hz. Talha'yı. Kûfeliler ise Hz. Zübeyr'i istiyorlardı. Her bölük, istediği kişiye ısrarla mürâcaat ediyor, fakat her üçü de halifeliği kabûl etmiyordu. •Ebû-Vakkas oğlu Sa’d’le Ömer oğlu Abdullah’a da müracaat etmişler, fakat halifeliği kabûl ettirememişlerdi. Ümeyye oğulları ve Mervan ise ortada görünmüyorlardı, hepsî de Şam’a kaçmışlardı. Muhâcirlerle Ansardon bir bölük halk Hz. Alî'nin ya­ nma gittiler. İçlerinde Talha’yla Zübeyr de vardı. Halka mutlaka bir imâm lâzım dediler. Hz. Alî, size ben imâm olmayı istemiyorum, kimi seçerseniz râzıyım dedi. Senden başka hiçbir kimseyi istemeyiz diye ısrâr ettiler. Birkaç kere gelip gittiler. Son gelişlerinde, bugün dediler, bu işe senden da­ ha lâyık ve müstahak hiçbir kimse yok. Müslümanlıkta en eski ve Rasülullah’a en yakın olan sensin. Hz. Alî, bırakın beni buyurdu, benim vezîr olmam, emir olmamdan hayırlıdır. Hayır dediler, imkânı yok. Bu­ nun üzerine iyi amma dedi, ben ancak Müslümanların râzılığıyla bunu kabûl ederim; bey’atin Mescidde olması ge­ rek. Bir rivayette halk, Alî'ye başvurup Müslümanlığın ba­ şına gelenleri görüyorsun, elini uzat, sana bey’at edelim dediler. Alî, beni bırakın, başkasını arayın. Önümüze öy-



78



Hz. ALÎ (A.M.)



tesine bir iş çıkacak ki akıllar almaz, gönüller dayanmaz renkleri var buyurdu. Allah aşkına yâ Alî dediler, düştü­ ğümüz derdi görmüyor musun? Müslümanlık ne hâlde, gör­ müyor musun? Fitne nasıl dalgalandı, görmüyor musun? Hz. Alî, bu daimî ısrar karşısında zorla halifeliği ka­ bul etti, ertesi günü Mescidde bey’at edilmesi kararlaştı­ rıldı. Tolho'ylo Zübeyr ortado yoktu. Onlar olmadıkça do bey’at tamam sayılmayabilirdi. Bu ,bakımdan bir miktar askerle Hakîm ibn-i Cebele'yi Zübeyr'e Eşter’i de Talha'ya gönderip her ikisini de getirttiler. Zilhiccenin yirmi beşinci günü (24-VI-656) sahâbe Mescidde toplandı. Hz. Alî minbere çıkıp dedi k i : «Dün bir kararla ayrılmıştık, ben de istemiyerek söz vermiştim. Siz bana bey’atte 'israr etmiştiniz. Bu iş sizin hakkınızdır, kimsenin onda hakkı yoktur.» Mesciddekiler, biz, dünkü kararımızda sabitiz deyin­ ce Hz. Alî, Yârabbi, şâhid ol buyurdu. İlk bey’ot eden Talha idi. Ondan sonra Ansör, onlardan sonra da halk bey'at etti. Talha’nın, Uhud savaşında aldığı yara yüzünden eli çolak kalmıştı. Ebü-Züeyb oğlu Habîb, önce onun bey'at ettiğini görünce bunu hayra yormamış, ilk bey’at eden el çolak, bu iş tamamlanmaz demişti. fTalha’yla Zübeyr’den sonra Mâlik’ül-Eşter bey’at et­ mişti. Ebû-Vakkas oğlu Sa’d’e, Hz. Alî, bey’at et demiş, o da halk bey’at etsin, ben de ederim demişti. Hz. Alî, peki buyurmuştu, bu hususta seni zorlamam. Hz. Ömer’in oğ­ lu Abdullah’a bey’at teklîf edildiği zaman o da aynı sözü söylemiş, Alî, buna dair bir kefil göster deyince de göste­ remem demişti. Eşter, bırak beni ey inanankjrın emîri de şunun boynunu vurayım deyince Hz. Alî, dokunma buyur­ muştu, ona ben kefilim. 7



Hz. ALÎ (A.M.)



79



Hz. Alî’ye bey’at etmiyenler şunlardı: Sabit oğlu Hassön, Mâlik oğlu Kâ’b, Muhalled oğlu Mesleme, Ebû-Saîd'ül-Hudrî, Mesleme oğlu Muhammed, Beşîr oğlu Nu’mân, Sabit oğlu Zeyd, Ebû-Vakkos oğlu Sa'd, Ömer oğlu Abdullah, Sinan oğlu Suhayb, Hadîc oğlu Râfi’, Vakş oğlu Seleme, Ubeyd oğlu Fudâle, Urve oğlu Kâ'b, Zeyd oğlu Üsâme, Selâm oğlu Abdullah, Maz'ûn oğlu Kudâme, Mugıyro, Vehbân, Ebû-Mes'ûd’ül-Ansârî. Bunların bey’at etmemelerinin sebebi, Alî’yi halifeli­ ğe lâyık görmemeleri değildi. Ancak öyle karışık bir zamando hiçbir tarafa uymaytp tarafsız kalmayı daha doğru bulmalarıydı. Zâten bunların bir kısmı, sonradan bey’at etmiş, etmeyenler arosında yaptığına nâdim olup eseflenenler çıkmıştı. Hz. Alî, bunlar hakkında, «Hakka katıl­ madılar, bâtıla da yardım etmediler» buyurmuştu. Hz. Alî’ye bey'at edildikten sonra M âlik’ül-Eşter, aya­ ğa kalkmış, yüksek bir sesle, ey insanlar demişti, bu, va­ silerin vasisi, peygamberlere ait bilgilerin vârisi, pek bü­ yük şeylerle sınanmış, zahmet ve meşakkatlere katlan­ mış bir zâttır. Tanrı kitabı, îmânına şehâdet eder. Tanrı elçisi, râzılık cennetiyle onu müjdeler. Üstünlükler, onda olgunlaşmış, toplanmıştıır; ilk Müslüman oluşunda ve bil­ gisinde sonra gelenlerin de bir şüphesi yoktur, evvel ge­ lenlerin de (22). Bey’at tamam olduktan sonra Hz. Alî, kalkıp Tann’yı övmüş, şu hutbeyi okumuştu : «Gerçekten ulu ve üstün Allah, doğru yolu gösteren bir kitap indirmiştir; o kitapta hayrı, şerri apaçık bildır(22) M nbanuned Rıza-1-Hakim; M&lik'ül-Eşter, 1365 - 1946, s. 52.



Tehran,



80



Hz. ALÎ (A.M.)



miştir. Hayrı yapın, şerri bırakın. Noksan sıfatlardan on olan Allah'ın farzlarını yerine getirin de cennete müstahak olun. Şüphe yok ki Allah, harâm olan şeyleri, kötü oldu­ ğundan haröm etmiş, bu sûretle bütün Müslümanlara, bir üstünlük vermiş, Müslümonların haklarını doğru özlü, doğ­ ru sözlü olmak ve Allah'ı bir bitmekle kuvvetlendirmiştir. Bil ki Müslüman; elinden, dilinden, öbür Müslümanların emîn oldukları kişidir; ancak haklı olduğu takdirde bir Müslümana, başka bir Müslümonın kanı helâldir. Şüphe yok, cehennem önünüzde, kıyâmet de yakın, Allah’a ula­ şacaksınız. Çekinin Allah'tan, şehirlerinde kötülük etme­ yin, kullarına fenalıkta bulunmayın ey Allah kullan. Ger­ çekten de siz yeryüzündeki alanlardan, hattâ hayvanlar­ dan bile sorumlusunuz. Allah’a itâat edin, ona isyan et­ meyin. Hayrı gördünüz mü. kabûl edin, şerri gördünüz mü, terkedin. Anm hâlinizi, yeryüzünde bir vakitler zayıf bir haldeydiniz, azlıktınız, Allah size bu yüceliği, bu ço­ ğunluğu verdi.» (23) § Hz. Alî, halifeliğinin ikinci günü bir hutbe okuyup buyurdu k i : «Bilin, duyun, Osman'ın şuna-buna bağışladığı top­ raklarla şuna-buna verdiğ malların hepsi de beyfül-mâle (devlet hâzinesi) âittir; çünkü hakkı hiçbir şey bozamaz. Hattâ aldığı kadınlarla temellük ettiği cariyelerden bul­ duğumu ehillerine veririm; zira adâletle iş yapamayan kişi zulümle hiç yapamaz.» (24) Osman, Ümeyyeoğullarıyla kendi adamlarına haraç olman yerlerden birçok yerler vermiş, paraca do birçok (23) Seyyid Muhsin Em înü’d-din'ül-H uscynî: A’yân'Uş-Şîa, m , 2. kısım, 1366 - 194-J, Daniaşk, s. 141. (24) Nehc’ül-Belâga, I, s. 51 - 52. A’yân, s. 103.



Hz. ALÎ (A.M.)



81



İhsanlarda bulunmuştu. Alî, bunların hepsini beyt’ül-möle aldı ve hiç kimseyi üst tutmaler yola çıkıp Zîkaar'da Hz. Alîye ulaştı. § Hz. Âyişe, Talha ve Zübeyr, Basra’ya giderlerken bir su başına gelmişlerdi. Ordaki köpekler, hep birden Hz. Âyişe’nin bindiği deveye saldırıp ürmeye, havlamaya baş­ ladı. Hz. Âyişe, bu suya ne suyıj derler diye sordu. Kılavuz, Hav'eb suyu deyince Hz. Peygamber’in sözünü hatırla­ yıp ağlamaya koyuldu, beni geri çevirin, burdan ileriye t>ir adım bile atmam dedi. Orda bir gün bir gece kaldılar. Hz. Âyişe, elleriyle dizlerine vurmaya başlamıştı. Zübeyr oğlu Abdullah, yanına gelerek kılavuz yalan söylemiş, bu suyun adı Hav’eb değil diye tesellîye çalıştı. Hattâ kırk ve bir rivâyette elti kişi getirdi, onlor bu su



Hz. ALÎ (A.M.)



99



Hov’eb suyu değil diye şehâdette bulundular. Bu şehâdet, Müslümanlıktaki ilk yalan şehâdetti. Hz. Âyişe, bu adam­ ların şehödetini duymakla beraber gene de geri dönmek istiyordu. Bu sefer Zübeyr oğlu Abdullah başka bir hîleye başvurdu. Bâzı kimseler koşarak, Alî, ordusuyla ye­ tişmek üzere diye bağırdılar. Bunun üzerine ordu kalkıp Basra'ya hareket etti. BASRA’DAKİ OLAYLAR Hz. Ay işe, Talha ve Zübeyr, Basra’ya yaklaşınca Hz. Alî tarafından Basra’da vâli olan Huneyf oğlu Osman’a haber gönderdiler. Basralıların bir kısmı Osman’a Itâat etmekte ve Hz. Alî’nin taratmı tutmaktaydı. Bir kısmıysa gelenlere taraftarlık etmekteydi. Basralıların ileri gelen­ lerinden bâzıları Talho ve Zûbeyr’le görüşüp siz Alî’ye bey’ot etmemiş miydiniz diye sordular. Onlar evet dediler, fa­ kat o vakit kılıç beşimizin üstündeydi. Vâli Huneyf oğlu Osman, onlarla görüşmek üzere Ebü'l-Esved’ad-Duelî’yi göndredi. Ebü'l-Esved, önce Hz. Âyişe’ye gidip ey Mü’minler Anası dedi, ne diye evinden çıktın da buralara geldin? Ayişe, Osman’ın kanını iste­ mek için geldim dedi. Ebü’l-Esved, Basra’da Osman'ın kaatillerinden kimse yok ki deyince Âyişe, evet dedi, bili­ yorum ama Osman’ın kanmı istemek için Basralılardan yardım istiyeceğim. Ebü’l-Esved, Osman’ın kanını istemek senden ziyâde Alî’ye düşer; çünkü her ikisi de Abdu Menâf oğullarıdır. Aynı zamanda sen kadınsın, savaş kadın­ lara cöiz değildir, onlor kan da istiyemezler dedi. Âyişe, Yâ Eb’el-Esved dedi, sanıyor musun ki benimle savaşa­ cak biri çıksın. Ebü’l-Esved, Vallahi dedi, seninle öyle bir savaşırım ki en hafifi, şiddetli bir savaş diye anılır. Eb'ül-Esved, Ayişe'den sonra Zübeyr'e gidip ey Ebâ-



JOO



Hz. ALÎ (A.M.)



Abdillâh dedi, sen değil miydin Ebû-Bekr halîfe olunca kılıcını çekerek bu işte Ebû-Tâlib oğlundan başkasının hakkı yoktur diye bor bar bağıran? O sözün ne, bu hare­ ketin ne? Zübeyr, Osman’ın kanını istiyorum, dedi. Eb’ül-Esved, Taiha'yla da konuştu, onu da bu fikirde sâbit buldu, geldi, Huneyf oğlu Osman’a haber verdi. § Huneyf oğlu Osman, bir ordu kurup karşılarına var­ dı. Talha, Zübeyr ve Âyişe ayrı ayrı hitabelerde buluna­ rak halkı, Osman'ın kanını istemeye teşvik ettiler. Basralıların bir kısmı onlara hak vererek ordularına katıldı. Bu sırada Kudâme oğlu Câriye. Ey M ü’minler Anosı diye bağırdı, Osman’ın öldürülmesi, senin bu mel'un de­ veye binerek evinden çıkmandan daha ehvendir.. Tanrı, senin evinde oturmanı emretmiştir. Öyle olduğu hâlde sen perdeni yırttın, hürmetini giderdin. Seninle savaşı göze alan, seni öldürmeyi de göze alır. Kendi dileğinle geldiy­ sen dön. evine gti. cebren seni getirdilerse getirenler aleyhine bizden yardım iste. Sa’d oğullarından bir delikanlı da Taiha’yla Zübeyr’e görüyorum, ananız da yanınızda, bize kadınlarınızla be­ raber mi geldiniz dedi. Talha ve Zübeyr, hayır deyince si­ zinle bu işte hiçbir ilişiğim yok deyip helâllerinizi korudu­ nuz da ananızı beraber getirip tehlikeye attınız. Bu, insafsız­ lığın ta kendisirir. Onu çekerek getirdiniz, hürmetini gi­ derdiniz mealinde dört beyitlik bir şiir okudu. O gün ve ertesi gün, her iki taraf birbirine saldırdı, şiddetli bir savaş oldu, bir çok adam öldü, bir çokları ya­ ralandı. Sonucu Taiha’yla Zübeyr’in ne suretle bey'at et­ tiklerini Medînelilerden öğrenip gelmek üzere Suvr oğlu Kâ’b'ı Medine’ye göndermeyi kararlaştırdılar. Eğer cebren



Hz. ALİ (A.M.)



101



bey'ot etmişlerse Huneyf oğlu Osman, hükümeti onlara teslim edecekti. Rızâlarıyle bey’ot etmişlerse onlar, Bas­ ra’dan çekilip gideceklerdi. çK â’b, bir Cuma günü Medine’ye gelip mescide girdi, mes’eleyi halktan sordu. Önce herkes sustu, sonra Zeyd oğlu Üsâme, Talha ve Zübeyr, zorla bey’at etti dedi. Halk, bu söz üzerine onun üstüne hücum edip dövmeye baş­ ladı. Suhayb'la Ebû-Eyyûb’ül-Ansörî ve Mesleme oğlu Muhammed, onu zorla halkın elinden kurtarıp evirıe ulaştırdılar^ Hz. Alî, bu hâli duyup Huneyf oğlu Osman'a, and ol­ sun Allah’o kİ onlara topluluktan ayrılmak için cebrolunmodı, topluluğa uymaları için cebrolundu meâlinde bir mektup gönderdi. Yâni, onlara cebredildiği doğru bile olsa topluluktan ayrılmaları gibi kötü bir iş için cebredilmedi, muhâlefette bulunmamaları için cebredildi, hâlbuki bu da olmadı, onlar dileyerek bey’at ettiler demek istiyordu. Kâ’b Basra’ya gelip gördüklerini anlatınca Talha'yla Zübeyr, Huneyf oğlu Osman’ı çağırdılar. Fakat Osman, Hz. Alî'nin mektubuna dayanarak onlarla görüşmeye git­ medi. Bunun üzerine halkı topladılar, bir soğuk gecede yatsıdan sonra Basra mescidine giderek mescitte, Hz. Alî taraftarlarından kırk kişiyi öldürdüler. Huneyf oğlu Osman, henüz mescide gitmemişti. Hü­ kümet konağına asker gönderdiler. Asker, Osman’ı dövüp hapsederek hükümeti ele aldı. O sırada Kaysoğlu boyundan birisi, ey Muhâcirler de­ di, siz Müslümanlığa ilk icabet edenlerdensiniz, bu yüz­ den üstünlüğünüz, şerefiniz var. Halîfeler seçtiniz, seçer­ ken bize danışmadınız. Biz seçtiğiniz halîfelere itâot et­ tik. Seçtiğiniz halîfelerden birini öldürdünüz, Alî’yi halî-



102



Hz. ALİ (A.M.)



feliğe getirdiniz. Şimdi de tutuyor, bizi onunla savaşa zor­ luyorsunuz. Sebebi nedir ki onunla sovaşalım. Haksız bir iş mi yaptı ki sizinle birleşelim de aleyhine kalkalım? Bu sözü duyanlar, onun üstüne saldırdılarsa da kabi­ lesi onu kurtardı. Fakat ertesi gün onu ve onunla bera­ ber yetmiş kişiyi öldürdüler. Abd'ül-Kays kabilesi şeyhi olup yiğit bir adam olan ve boyu arasında büyük bir.saygıya mazhar bulunan Ce­ bele oğlu Hakîm, bu işleri duyup Huneyf oğlu Osman'a yar­ dım etmek için yediyüz elli kişiyle geldi, Zübeyr oğlu Ab­ dullah’la görüştü: Osman'ı bırakın, Hz. Alî gelinceyedek iki taraf da olduğu yerde ve bulunduğu ’halde kalsın dedi. Allah'tan korkmuyor musunuz haksız yere nasıl oluyor da bu kadar kân döküyorsunuz diye çıkıştı. Zübeyr oğlu Abdullah, biz Osmarı'ın kanı için kan döküyoruz deyince Hakîm dedi k i : — mıydı?



Osman'ı öldürenler sizin öldürdüğünüz adamlar



Abdullah, sen Alî'yi halifelikten azletmedikçe Huneyf oğlunu bırakmayız dedi. Bunun üzerine iki taraf savaşa girişti. Hakim ve adamlarından bir çoğu şehîd düştü. Re­ islerden yalnız Züheyr oğlu Harkus kurtulup mensup ol:duğu Sa'd oğulları boyuna sığındı. Sa'd oğulkırı bir yana çekilip Talha ve Zübeyr'e muhalefete devam etti, Abd'ülKays ve 'i^elîd oğlu Bekr boylan da Hz. Alî’nin yolunu göz­ lemeye koyuldu. Cemel, yâni deve ashabı (35) böylece Basra’da üst (35) Bu olaya kttçük Ccmel savaşı denir. Bu savaşla bun­ dan sonraki savaşa kUcük ve büyük Cemcl savaşı denmesinin sebebi, büyük savaşta, Âylşe’nin, Ya’Iâ’n ın satın aldığı Asker adı verilen erkek deveye binerek savaşa katıbnasıdır.



Hz. ALÎ (A.M.)



103



olup Hz. Ebû-Bekr'in oğlu Abdurrahman'ı mâliye işlerine memur ettiler. Küfe, Medine ve Yemâme’ye mektuplar yazdılar. Muâviye'ye de olup bitenleri haber verdiler. Muâviye, bu hallerden çok memnundu. Çünkü her iki taraf da birbirini kırarak zayıflıyor, böylece ekmeğine yağ sü­ rülmüş oluyordu. Cemel ashabı, Huneyf oğlu Osman’ı öldürmek istiyor­ du. Fakat kardeşi olup Medîne'de vâli bulunan Sehl'in, bu olay üzerine onlardan, Medîne'de bulunanları öldüre­ ceğinden korktular, sakalını, bıyığını, kaşlarını yolup bı­ raktılar. Osman, yola düşüp Zîkaar'da Hz. Alî'ye ulaştı, Ey Mü'minler Emîri dedi, senden sakallı olarak ayrıldım, seninle genç bir delikanlı olarak buluştum. Hz. Alî, Ecre nâil okiun buyurdu. § Evvelce de yazdığımız gibi Hz. Alî. daha Medîne’de iken, Medîne’liler, savaşa katılmak husûsunda tereddüde düşmüşlerdi. Hz. Alî, «İnsanların en cömerdi ve en cin f i­ kirlisi olan Talha, en yiğidi olan Zübeyr, en fazla saygı göreni Âyişe ve en zengini Ya'lâ ile sınanmadaydım. And olsun Allah’a, hakkımda söyleyecek kötü birşey bulama­ dılar. Müslümanların malından kendim için birşey alma­ dım, hevâ ve hevesime uymadım. Osman’a onlar, benden fazla îtiraz ediyorlardı, sonra bana bey’at ettiler, adâletimi ve hâksızlığımı denemeden bey'atlerinden döndüler. Ben Allah’ın hükmüne râzıyım. Gene de onları doğru yola çağıracağım. Kabûl ederlerse tevbeleri makbûldür. Etmez­ lerse onlara kilıcın yüzünü göstereceğim. Kılıç, doğruyla eğrinin arasını ayırır»buyurmuştu. Sahabeden Hanzale oğlu Ziyâd, Hz. Alî'nin yanına ge­ lerek Vallahi demişti, ben senden ayrılmam, her vakit se­ ninle birlikte ösîlerte savaşırım. Ebû-Katûdet'ül-Ansarî, Ey Mü’minler Emîri demişti.



Î04



Hz. ALI (A.M.)



Rasûlulloh, Allah ona rahmet etsin, bu kılıcı bana kuşattı, nice zamandır kınında durmada; onu, ümmetin arasına ay­ rılık salon bu zâlimlere sıyıracağım. Hz. Peygamber'in zev­ celerinden Hz. Ümmü Seleme gelip By Mü'minler Emîri demişti, kabûl etmiyeceğini biliyorum, yoksa ben de se­ ninle beraber gelirdim. Canımdan ziyade sevdiğim amca­ mın oğlunu sana getirdim, seninle beraber gitsin ve her yerde, senin uğrunda savaşsın. § Hz. Alî, Medine'den çıkarken Seleme oğlu Abdul­ lah, Ey Mü'minler Emîri demişti, Medine'den çıkma, çıkar­ san Vallahi buraya artık Müslümanlığın emareti girmez, yâni burası bir daha merkez olmaz. Halk, bu söz üzerine onun üstüne hücûm etmişler, onu sövmeye koyulmuşlar­ dı. Hz. Atî, Bırakın buyurmuştu: Hz. Muhammed'in ashâbından ne de güzel adam var. § Rebeze'de bulundukları sırada Ubeyd'üt-Töî oğlu Saîd, Toy boyundan bir toplulukla gelip Hz. Alîye katıldı. Hz, Alî, kırmızı donlu bir deveye binip yedeğinde kes­ tane dorusu bir kısrak olduğu hâlde Rebeze'den hareket etti. Maiyetinde dört bin kadar asker vardı. Sekiz yüzü Ansardandı. İçlerinde Bedir savaşında bulunanlardan da mevcuttu. \



§ Hz. Ayişe, Kûfe'de bulunan Suvhân oğlu Zeyd’e, Rasûlullah’ın sevgilisi, Mü'minler Anası Ayişe'den Hâlis oğlu Suvhân oğlu Zeyd'e. Mektubumu alınca kalk, bu iş­ te bize yardım et. Bunu yapmazsan halk Alî'ye uyar da hor hakıyr olur meâlinde bir mektup gönderdi. Zeyd, mek­ tubu alınca ona şu cevabı v e rd i: Suvhân oğlu Zeyd’den Âyişe'ye. Bu işten vazgeçer de evine dönersen o vakit hâlis oğlun olurum. Yok. dönmez de ısrör edersen seninle savaşacak ilk- kişi benim.



Hz. ALI (A.M.)



105-



Sonra dedi ki: Tanrı ocısın Mü'minler Anasına; Evin­ de oturması emredilmiş, o emri terkediyor da bize savaş emri veriyor, Kendisine emredilen şeyi bırakıyor, bize em­ redileni bize buyurmaya kalkışıyor. § Evvelce de söylediğimiz gibi Kûfe’de vâli olan Ebû Mûsâ. halkı, bu fitneye karışmamaya davet ediyordu. Bu sırada Zeyd, ona, Fırat’ı geriye çevir; eğer dönüp giderse sen de dediğini yopobilirsin. Anlamadığın işi bırak demiş ve ey insanlar, yürüyün, Mü’minler Emîrinin yanma gidin, gerçeği bulmuş olursunuz sözleriyle halkı savaşa teşvik etmişti. Yiğitlerden Ka’kaa do âlemi düzene sokacak bir hü­ kümet gerektir, mazlumun hakkı zâlimden böyle alınır. İş­ te Mü'minler Emîri, sizi ıslâha çağırıyor, icâbet edin ve hemen yanma gidin demişti. Bu sırada Tay boyundan Hâtem oğlu Adiyy de gelip biz Alî’ye bey’at ettik, o bizi büyük bir işe çağırıyor, biz de icâbet ediyoruz dedi. Eşraftan Amr oğlu Hind ds Mü’minler Emîri bizi ça­ ğırdı, bize adamlar gönderdi, hottâ Hz. Peygamber’in to­ runu Hasen de geldi, haydi kalkın, Emîrinizin dâvetine uyun, ona yardım edin dedi. Adiyy oğlu Hucr de o yolda sözler söyledi. Nihayet Mâlik'ül-Eşter'in gayretiyle Kûfeiiler, Hz. Alî'ye yardımda birleştiler. § Hz. Hasen, Ey halk, ben yarın yolo çıkacağım, ge­ lecekler benimle gelsin buyurdu. Ertesi günü İmâm Ha­ sen. Hz. Ammâr ve Mâlik'le dokuz bin kişi yola çıktı. Zîkoar’da Hz. Alî’ye ulaştılar. Hz. Alî, onlara Ey Küfe ehli, siz İran şahlariyle savaş­ tınız, onların topluluklarını dağıttınız, mirasları size kal­ dı. Şimdi de sizi dâvet ettim, birlikte gidelim de Basra’da­ ki kardeşlerimizi doğru yola çağıralım buyurdu.



CEMEL SAVAŞI Cemel savaşının bpşloması hokkmcta uydurma bir rivâyet de var; Sahabeden Ka’kaa’ b. Amr’it-Temîmî'yi Hz. Alî, işin savaşa dönüşmeden çözümlenmesi için Âyişe'ye gönder­ miş. Bu adam, Âyişe’ye, neden evini-barkını bırakıp çöl­ lere düştüğünü sormuş. Âyişe, Osman'ın kanını almak, onu öldürenlerin kısasını sağlamak, mü’minlerin işlerini düzene sokmak için bu işe giriştiğini söylemiş. Zübeyr ile Talha da aynı ağzı kullanmışlar. Ka’kaa'. Basralıların da, kendilerinden öldürülenlerin kanını isteyeceklerini, dağru hareketin, bu işi bırakıp uzlaşmak olduğunu, uzlaşılınca, Osman’ın aleyhinde bulunanların yalnız kalacaklarını, o vakit şeriat hükmünün yerine getirilebileceğini söylemiş. Âyişe’yle Talha ve Zübeyr, bu re'yi beyenip kabûl etmiş­ ler. Ka’koa’, Hz. Alî'ye gelip bunu haber vermiş. Alî, memnûn olup orduya, yarın sabah Basra'ya hareket edeceğiz, yalnız Osman’ın oleyhinde kalkınanlar, o işe karışanlar bizimle geimesin buyurmuş. İş bu kerteye gelince, Osman’ın aleyhine kıyöm eden­ leri bir düşüncedir, almış. İçlerinde bulunan ve İbnu Emet' is-Sevdâ (Kara halayığın oğlu) denen Abdullah b. Sebâ’, bu iş demiş, ancak savaşla düzelir, yoksa hepimiz yok oluruz. Onun re’yiyle, onun teşvikiyle, Osman’ın aleyhine kıyâm edenler, geceleyin, karşıdaki orduya saldırmışlar, .savaş böyle başlamış. Bunu rivâyet eden Seyf b. Ömer, yalanlar düzen, doğ­



Hz. ALÎ (A.M.)



lOV



mamış, yaşamamış adamlar, kurulmamış şehirler îcâd eden, söylenmemiş şiirler söyleten, akla gelmeyecek ef­ sâneler uyduran, olayları tahrif eden müdhiş bir yalancı­ dır, Abdullah b. Sebâ’ ve Ka’kca’ da bu adamın uydurdu­ ğu adamlardandır ve bu rivayetin ne aslı vardır, ne faslı (Murtazâ'l-Askerî'nin «Abdullah b. Seba’» adlt kitabının, oAbdullah b. Sabâ Masalı, Bir Yalancının Düzmeleri» adiyle türkçeye çevirimize; İst. Baha Mat. 1974; ve aynı müdekkık allâmenin «Hamsûne ve mieti Sdhâbiyyu Muhtalak» (Yaşatılan, fakat olmayan yüzelli sahâbî) adlı de­ ğerli ve muhalled eserine bk. I. kısım; II. basım, Bağdad 1389 H. 1969; s. 73-146). § Zîkaar'da Hz. Alî'nin. Küfeden bin kişi gelip ölünceyedek düşmanla savaşmak üzere bana bey'at edecek; ne b ir artık olacak, ne bir eksik dediği de rivayet edilmiştir. Abbâs oğlu Abdullah, âdetimdi demiş, gelenleri sayardım. Tam dokuz yüz doksan dokuz kişi geldi. Eyvah dedim, sö­ zü çıkmazsa. Derken uzun boylu, aba giyinmiş, zayıf bir kişi geldi, onunla gelenler bin oldu. Bu gelen zat, tâbiînin en büyüğü ve yücesi Üveys'ül-Karanî idi (36). Fakat doğru rivâyet Üveys'in, bu savaşta değil, Sıffîn savaşında gelip Hz. Alî’ye bey'at ettiği ve şehîd olduğudur. § Hz. Alî, Basra'ya hareket etti. Yolda Abd'ül-Kays bo­ yunun bulunduğu yere varınca onlar da orduya katıldılar. Beraberce Zaviye denen köye kondu, ordan Basra'ya yö­ neldi. Cemel ashabı da ileri vardılar, Ziyâd oğlu Ubeydullah'm köşkü yanında iki ordu karşılaştı. § Hz. Alî, daha önce yanındakilere şu emirleri ver­ mişti ; (36) Hz. Peyganıber’j görmeyen, fakat sahabeye ulaşanlara «TAblIn» denk.



108



Hz. ALİ (A.M.)



«Onlar savaşa başlamadan siz başlamayın. Hamdolsun Allah’a, hak sizinledir, sîzdedir. Savaşta yararlanan­ ları öldürmeyin. Onları bozguna uğrattınız mı, peşlerine düşüp kovalamayın. Kötülükte bulunmayın, ayıplarını ör­ tün. Evlere girmeyin, mallarından bir habbe bile almayın. Kadınlara dokunmayın, ırza sövmeyin. Kadınlar, sözce, öz­ ce, düşünce bakımından zayıf olurlar. Onlar müşrikken bile onlara dokunmamamız emredilirdi.» § Gene bu sırada Vöil oğlu Bekr'in boyu da Abd’ülKays boyuyla haberleşmişti. Geldiler, Hz. Alî’nin ordusu­ na katıldılar. § Basra şeyhlerinden Kays oğlu Ahnef, Hz. Osman’­ ın öldürüldüğü yıl hacca gitmişti. Medine'ye uğrayınca Hz. Osman’ın evinin kuşatıldığını görmüş, işin sonunu düşü­ nerek ayrı ayrı Hz. Âyişe’ye, Talha’ya, Zübeyr’e baş vu­ rarak, Osman’dan sonra kime bey’at edeyim diye sormuş, her üçünden de Alî'ye cevabını almıştı. Sonradan her üçü de Basra’ya gelip Ahnef’i Hz. Alî’­ nin aleyhine kıyâma çağırınca şaşırmış, onlara söyledik­ leri sözü hatırlatmıştı. Evet demişlerdi, evvelce öyle de­ miştik amma şimdi iş değişti, Alî, durumunu değiştirdi. Ahnef, vollahi, demişti ben Alî’ye bey’at ettim, bey’atimden dönmem; fakat mü’minler anasıyla da savaşa gi­ rişmem. Topluluktan çıkar, bir tarafa çekilirim. Öyle de yapmış, kendisine uyanlarla beraber Basra'ya iki saatlik bir yer olan Celcö’ya çekilmişti. Hz. Alî’nin geldiğini duyunca huzuruna vardı, bu ola­ yı anlattı, dilersen ey Mü’minler Emîri, senin orduna katı­ layım, uğrunda savaşa girişeyim, dilersen gene yerime gideyim, on bin kılıcı savaştan alıkoyayım, dedi. Hz. Alî, ikinci teklife râzı oldu, o da Temîm ve Sa'd



Hz. ALÎ (A.M.)



109



oğullan boylariyle gidip tarafsız kaldı. Hz. Alî’nin bu ha­ reketi. ya ondan tamamiyle emîn olmadığı içindi, yahut onun tarafsız kalmak istediğini anlamıştı, onciandı, yahut da bu kuvveti, icap edince kullanmak üzere ihtiyat kuv­ veti olarak korumayı münasip gördüğündendi. § Hz. Alî, ordusuna. Ey Allah kulları dedi, bunlar be­ nim bey'atimden döndüler, völi olarak tâyin ettiğim Huneyf oğlu’nu dövdüler, hakkında pek kötü muamelede bu­ lundular, Cebele oğlu Hakîm’i ve deha bir çok temiz kişi­ leri öldürdüler: beni kim seviyorsa onlara ulaştırdılar. Hangi duvar dibindeyse, hangi tümsek altındaysa, beni seveni bulup şehîd ettiler, boyunlarını vurdular. Gönlü­ nüz sağlam, tıaklı olduğunuza emîn olarak bunlarla sa­ vaşın. § İki ordu karşılaşınca Zübeyr, bir ata binmiş oldu­ ğu halde meydana çıktı, Talha do saftan ayrılıp onun ya­ nına geldi. Hz. Alî. bunu görünce atını mahmızladı. yan­ larına vardı. Silâhlanıp adamlar toplamış, atlar topla­ mış, ordu kurmuş, savaşa çıkmışsınız amma Allah'a karşı bir özür buldunuz mu? Her türlü noksan sıfattan münez­ zeh olan Allah'tan çekinip, ipi iyice örüp büküp kuvvetli bir hâle getirdikten sonra çözen kişiye benzemeyin. Ben sizin din kardeşiniz değil miyim? Kanım size haram de­ ğil mi, kanınız bana haram değil mi? Benim kanımı size helâl edecek bir şey mi. bir sebep mi var? dedi. Talha dedi ki: Halkı Osman aleyhine kışkırttın. Hz. Alî, Allah da bilir ki buyurdu, ben Osman’ın öl­ dürülmesinden uzakım, Allah Osman’ı öldürenlere lânet etsin. Ey Talha. kendi haremini, evinde saklıyorsun, Rasûlullah'ın haremini buralara sürüklüyorsun- sen bana bey’at etmedin mi? Talha, ettim ama kılıç boynumdaydı dedi. Hz. Alî, Zü-



110



Hz. ALÎ (A.M.)



beyr'e dönüp Ey Zübeyr dedi, benden Osman’rn kanın» istiyorsun, halbuki onu âdeta sen öldürdün. Allah, onun hakkında en fazia şiddet göstereni bana musallat etti bu­ gün, Hatırlar mısın ey Zübeyr, bir gün Rasûlullah sana. Sen buyurmuştu Alî ile savaşacaksın, fakat zâlim olarak, ona zulmederek savoşacaksın. Zübeyr, birden vallahi böyle dedi; eğer bunu evvelce hatırlasaydım buralara gelmezdim; vallahi seninle ebedtyyen savaşmam, dedi. Hz. Alî bundan sonra ordusuna döndü. Zübeyr, adamlarmm yanına varıp Hz. Alî’nin sözlerini söyleyince Ayişe, peki dedi, şimdi ne yapacaksın? Zübeyr, çekilip gidece­ ğim dedi. Oğlu Abdullah, iki fitneyi dedi, bir yere gelir­ din; tam savaşa başlanacağı sırada savuşmok istiyorsun. Onun sözünden değil, bayraktarı altında toplanmış bulu­ nan yiğitlerden korktun. Zübeyr, savaşmamaya yemin et­ tim, ne yapabilirim dedi. Abdullah, keffâret ver de gene savaş dedi; hâsılı babasını kandırdı; o da kölesi Mekhûl’ü Ğzâd edip savaşa girişti (37). Orduda Kûfelilerin Mudar boyuna mensu0 olanlon, Bosralılann Mudar boyuna karşı, Kûfelilerin Rabîo boyu mensuplan Basralıların Rabîa boyu mensuplarına karşı (37) Keffâre, yapılan suça tevbeden sonra çekilen mâl! ya­ hut bedeni bir cezadır. Yemin eden yeminini bozarsa bir köle âzâd eder, yahut on yoksulp doyurur. ZUbeyr’in bu hareketi üzerine Süleyman-At-TemimI oflu Abdurrahm an, «Bugün ol­ duğu gibi ne kardeşin kardc



351



İMRÂN : 130, 202. İBRÂHİM (Mâ)iK'in Og!u) : 2!5. İBRAHİM (Peygam ber. A.M.) : 20. 329. îsA fPeygam berk. A.M.) ; 312. İSMÎA l (Peygam ber. A.M.) ;



th n EBİ-M U A Y T: 219. İb n EÎVIET’İS-SEVD.4' (Abdul­ lah b. Sabâ'a bk.). İb n KAMAİ : 29. İb n KULÛVEYH ; 298. İb n MÜLCEM (A bdürrahm â n a bk.). İb n NEBBAH ; 287. İb n TAKTAKIV ; 298.



20.



— K — K Â ’B (Basra Vali.si) : 114. KA’B (M âlikül-H azreci Oğ­ lu) ; 29, 79. 249. KA’B (Suur Oğlu) •. 100, 101. K A ’B (Urve Oğlu) ; 79. K Â ’B’ÜL-HEMDANÎ : 276. K A ’KAA’ ; 106. RANBEK (Hz. A lin in kölele­ ri) ; 302 KAKAZA (Kâ b ’ül-A nsâri O ğ­ lu) ; 278. KATAM : 284. 285. KAYS (Mek.5ûh Oğlu) : 203. —



MA’DÂN ; 231. MAARÎ (A kbalül-H em dâni Oğlu) : 187. UAUK (E bû -S aid 'ü l-H u d rin in babası) ; 29. MÂLİK (H abîbul-Y erbüi Oğ­ lu) ; 126. MÂLtK-ÜL-ESTER : 9, 68. 7B. 79, 95, 96. 97, 105, 115, 116. 117, .140. 154, 157, 179, 183. 184, 185, 187, 188, 189, 190, 193, 194, 195, 199, 201, 202,



KAYS (Sa d b. Ubâde Oğlu) ; 88. 94. 121. 131, 132, 133, 156. 179, 193. 239, 242. 262. KERBELÂ ŞEHİDLERİ ; h o . K ERİB (Sabbâh Oğlu) ; 203. KEYSAN : 200. KİNÂNE ; 247. 248. KUBAYSA : 90. KUDAİNIE : 79, 124. KUŞAM : 274, 279. KUTBÜDDİN SAÎD b. HİBETULLÂH’IR-RAVENDÎ : 290.



M







214, 215, 216. 217. 218, 220, 222, 227. 228. 232. 239. 242, 243. 245, 246. 247. 348. MANSÛR (Abbasî H alifesi) 298. MANŞUR : 233. MERHAB ; 38, 39. MERRET'ÜL-HEMDÂNİ : 166. MERVAN; 70, 71. 73. 74. 75, 77, 84. 85. 93, ll4 , 152, 214. AIESLEAIE : 79. 132, 242. M ESRU K : 166.



352



Hz. ALİ (Â.M.)



3IEVLÂNÂ (C elâleddin M uh am m ed) ; 58. MEVSEM ÜT-TEM M Ân ; 302, 303. M IKDÂP ; 57. 6G, 91. 170. 260. 273. 304. M l'KAL : 160. 182, 1C3 20'.', 275. M İS’Alî : 29. M İS’A R : 224. 255. MUÂVtYE (E bû-Süfyân O ğ­ lu) ; B ir çok yerde. MUÂVlYE (H âdic Oğlu) ; 2-Î2. 248. M l’ÂVİYE (N adr oğiu Ziyâd'ın K ardeşi) : 197. M tiÂZ (A bdullah Oğlu) : 93. M lîG IyR A ; 56, 70. 79, 90, 94. 298, MUHAMMEIJ (S.M.) ; Bir çok yerde. MUHARHVİED (Amr b. A sın oğlu) ; 13-î, 135. MITHAMRIED (İb n ’ül-H arıefiyye) : 94, 117, 197, 200. 201, 213, 239. 293. 295. MUHAMMED (Ca îer Oğlu! : 96, 133. anTUAMMED (Ebü-B ekr O.-lu) : 75. 96, 131, 133. 13i. 167, 176. 239, 241. 242, 247, 248, 343. MUHAMMED fEbû-HuzcyÎP (Oğlu) ; 120, 131, 136, 138. —



ABİGA OĞLIT (As oğlu A n r e bk.). NÂDİR ŞAH : 299. NÂFI’ (O sm ân’m kölesi) ; 243.



n



272. MUH.4MMED (Mesleme O ğ­ lu) : 101. MLHAMMEft (T alh a Oğlu) : 75. M I h a m m e d ü l -b â r i u (im âm . A.M.) ; 296, 314. 322. MVHAMMED'ÜT-TAKIV (İm âm . A.M.) ; 296. , M lüIN EF (Süleym an Oğlu) : 128, 162. j>Il;USİN (b. Ali. A.M.) : 330. M rK T A F İ (Abbasoğlu h aliîe ' .si) ; 298. Ml-RTAZÂ (An. A.M.) : 12. MÛS'Â (Peygam ber. A.M.) ; 12, 22, 23. 49. 306, 311. 317. MÛs A’L-KÂZIM (İm âm . A. M.) : 206. MİTC.4HİD : 319. M t’NEYYE : 228. MÜLCEMOĞLU (.^bdürralım an a bk.). MİİSÂFİR (A fifül-E zdi O ğ­ lu) ; 261. MÜSKE (A ttâb Oğlu) ; 130. IMÜSLİM : 813. MİTSLLM (Ukbe Oâ!u) ; 27G. MUSTAFÂ; 303. MUSTA’SIM (Abbasoğulları H alifesi) : 293. MtTSTAKSIR ■ fA bbasoğuilan Halifesi) : 298.



N



-



244. NAİLE ; 73. 75. 82, 138, 176. NA’SEL (III. H alîfe Osm$n>i verilen lâk ap ) ; 83.



Hz. ALI (A.M.) NU'MAN (Beşîr Oğlu) : 81, 138. NASR (M uzâhım Oğlu) : 141. NÂSIR Lİ-D ÎN ’İLLÂH (Abb aso ğ u llan H alîfesi) ; 298. NÂSIKÜDDİN ŞAH : 299. NEVFEL: 33.' NEVFEL (Huveyld Oğlu) : 25. —



353



NUH (Peygam ber. A.M.) ; 330. N r'M A N (M ukarrin Oğlu) : 91. NÛRTJLLAh ’İS-SÂFİ : 297. NÛR’ÜL-ARAB (Arab Hoca) : 297.



O







OSMAN (Huneyf Oğlu) : 88, 94, 99. 100, 101, 102, 103, 109, , la i.



ü N tK İ İMÂM (A.M.) : 11. OSMAN (III. H alife) : B ir çok yerde.



— O — 246, 266. 267, 277. 300. Ö^IER (Evs Oğlu) ; 232. ÖMER (Abdül Aziz Oğlu) : 307. Ö>1ER’ÜL-ATRAF ; 331.



ÖMER (II. H alife) ; 27, 38, 42, 52, 56, 57, 59, 60, 61. 63, 64, 65, 66, 67, 87, 91, 92, 96, 128, 138, 141, 168, 169, 171, 173. 175, 210. 229, 232, 234, 237,



~ PEYGAMBER



P —



(Hz., M uham —



KABI’ (H as’am Oğlu) ; 165. RADIY y (Şeyh. Seyyid) : 334. RAFA a : 200. REŞİD (H ârûn. Abbasî) : 298, 299.



med S.M ) ; Bir çok yerde.



R







RÂFI’ (Hadic Oğlu) : 79. RÂŞİD : 207. RÂŞİD (M uâviye’nin kölesi) : 272. '



— S — SA’D (Ebû-V akkas Oğlu) ; 64, 73, 77, 78, 79, 172, 178.



SA’D (Mes’ûd’tis-Sakafi Oğ< lu) : 182. F. : 23



354



Hz, ALÎ (A.M.)



SA’D (Muâz Oğlu) . 34. SA’D (Ubâde Oğlu) ; 44. 48. 56, 57, 64, 95. 239. SAFVAN : 129. SAFVAN (Huzeyfe Oğlu) : 91. SAFÎ (Şah. Safavî) ; 299. SAFIYYE (A bdülm uttalib K ı­ zı) ; 123. SATFİ (F esirüş-Ş eybânı O ğ­ lu) -. 257. SAGAANİ : 298. SAÎD (As Oğlu) :,.68, 34, 93, 94. SAÎD (Cubeyr Oğlu) ; 322, 325. SAÎD (Huseyn Oğlu) : 301. SAÎD (Huzeyfe Oğlu) ; 91. SAÎD (K ays’ül-H em dâni Oğ­ lu) : 191, 193, 194, 256. SAÎD (Ubeyd’-ü t-T â î Oğlu) ; 104. S Â L ^ (Firûz Oğlu) ; 189. SÂLİfl ^Şakıyk Oğlu) : 131, SARE : 44. SA’SAA (Sûhân Oğlu) 68 , 115, 186, 187, 289. 88 . SEBERET’Ü L-CtH EV N Î 89, 90. -



ŞEBES (Rub’i Oğlu) : 191. 192. 193, 194. ŞEBÎB : 274, 284, 285, 288. ŞURAYH (H ânî Oğlu) : 179, 182, 183, 235, 269, 302.



SEHL (H uneyf Oğlu) : 88. 103, 133, 195, 200, 277. SEHL (M ıhnef Oğlu) : 74, 156, 242. SELIVLÂN-I MUHAMMEDİ (F â ­ risi) : 30, 57. 91. 170, 210, 273. 304, 328. SELEME (Vakş Oğlu) ; 79. SEVVÂB : 28. SEYF b. ÖMER : 106. SIDDIYK-1 EKBER (Ali A. M.) : 23. SİNAN : 185. SİNÂN'İ;S-SAYDA v Î annesi : 259. ' SliHEYB (Sinan Oğlu) : 79, 101 .



SLHAYL (Amr Oğlu) ; 36, 37, 225, 228. 254. SüLEYM (M ıhnel Oğlu) ; BB, SÜLEYMAN (Surad'ül-H uzzâî Oğlu) 127, 128, 195. SUMEYYE (A m m âr’ın a n n e ­ leri) : 209. SURIEYYE OĞLU (A m naâra bk.). SUVEYD : 290. ş -



ŞEYBE (R abia Oğlu) : 16, 24, 25, 178, 322. . ŞURHABÎL ; 137, 193, 235. SEYBE (O sm ânül-A bdi Oğ­ lu) ; 273. 274.



— T — TA l IB (E bû-T âlib Oğlu) ; 11. TA LH A ; 64, 71. 72. 73, 77, 78.



82, 85, 87, 90, 93, 94, 95, 96, 98, 99, 100, 101, 103, 1D6,



Hz. ALÎ (A.M.)



355



TULAYHA: 88. TEMMAM ; 94. TU.4YMA (Adiyy Oğlu) : 25.



108, 109, 114, 115, 121, 122, 123, 127, 134, 141, 142. 144, 145. 173. 178, 197. TALHA (E bû-T alha Oğlu) : 28.



_



U — tâ b ın Oğlu) : 138, 139, 203, 229. 281. UBEYDULLAH (B abasm m lu Z iyâd'ın Oğlu) : 276. 324. UBEYDET ÜS-SEL1\L4NÎ : UKBE (E bi-M uayt Oğlu) ; UTBE (A bdüm enaf oğlu b ia’nın Oğlu) : 16, 24. UTBE : 158, 322. UM EYRE: 116



VBÂOE (S âm ıt Oğlu) : 173, 174. UBEVY (H alef Oğlu) ; 19. UBEYDE (A bdülm uttalib Oğlu H aris in Oğlu) : 25, 31, 148, 230, 322. UBEYDE (Ebû-Selem e O ğlu); 82. UBEYDULLAH : 228 UBEYDULLAH (Abbas Oğlu) ; 88, 90, 279. UBEYDULLAH (Öm er b. H at—



ÜMEYYE (H alef Oğlu) : 19. ÜMMÜ CEMİL ; 14, 152. ÜMMÜ EYMEN : 27, 46. ÜMMÜ HABİBE : 43, 81. ÜMMÜ HANÎ : 125. ÜMMÜ KÜLSÛM : 290, 291. 303. 330. ÜMMÜ SELEME : 85, 86. 104,



Û



193, oğ­ 277, 165. 251. Ra-







279, 307, 309. 310. ÜMMÜ ZURAYH’tL-ABDİ : 144. ÜSAm E (Zeyd O ğlu) : 79, 101. 104. ÜSEYD (H udayr Oğlu) : 48, 56. 57. ÜVES ÜL-KARANÎ : 228.



— V — V A H Şt; 213. VEHEB (Mes’ûd Oğlu) : 280. VEHBAN : İ9 . VELİD (H âlid Oğlu) : 36. VELÎD (M uâviye’n in dayısı) : 158. VELÎD (R abîa Oğlu) : 24, 25,



227. VELİD (M ugıyra Oğlu) : 20. VELİD (Ukbe Oğlu) : 239, 319, 322. VERDAN (Amr b. As’ın köle­ si) : 135, 184.



356



Hz. ALİ (A.M.)



— Y — YA’KUUBİ ; 298. YÂKUT : 298. YA’LÂ (M ünye Oğlu) ; 84, 85. 87, 88, 102, 103. YA’LÂ (Üm eyyet’üt-T em im i Oğlu) ; 228. YÂSIR ; 209. YEZÎD (H âris Oğlu) : 130. 132. YEZÎD (K ays Oğlu) : 159, 194,



224, 253. YEZİD (b. M uâviye) : 168, 192, 276. YEZÎD (Şecere Oğlu) ; 273, 281. YEZÎD’ÜL-ANSARÎ (Nuvayra Oğlu) ; 265. YÛSUF (Peygam ber. A.M.) : 329, 330.



«O»



Alekân Adlan — A — AHCÂR’UZ-ZEYT : 72. AKABE : 170. ANBAR : 182. ARAFÂT : 96.



ASKALAN ; 124. Â N E: 182. AYNEYN : 28.



_ BAĞBÂD ; 262. BAHREYN : 151. BASRA (.B asralılar) : 72, 84, 85, 86, 87, 88, 89, 96, 98, 99, 100, 101, 105, 107, 108, 111. 114, 115, IIG, 118, 119, 121,



B — 122, 125, 144, 14.5, 157, 162, 195, 200, 249, 250, 255, 256, 257, 277, 280. BİZANS : 47, 136. BEDİR : 24, 29, 331 BİZA N S: 47, 136,



—c — CELCÂ: 108. C E Z İR E : 274.



CUHA: 269. CUHFE : 51.



Hz. ALI (A.M.)



357



— D — DACNAV ; 21. 22. DİNEVER : 92.



DUMETÜLCENDUL : 235, 23G.



— E — EZRUH : 227, 236.



— F — FARS : 277.



F IR A T ; 169, 187, 191, 274, 289.



— G — GADİRV HUMM : 63, 304.



51, 55. 57



OAMÎM : 36 O A RRİY ; 295. 298.



— H — HABEŞ Ü L K ESİ, D İY A RI : 19. B E C E R . 151. 123, 209. H E M E D A N : 140, 162. HALİL D A ĞI ; 272, 273. H İC A Z (.H ic azh lar) ; 145. 168, HALVAN : 262. 231. 278. H A RBİTA : 242. H İN D İSTA N ; 299. HARÛRÂ : 253, 254. HUDEYBİYYE : 37, 170, 254. HAV’E B ; 86, 99. H U M U S ; 69, 72, 137. HAYBER : 38, 39, 40, 41, 310, HUNEYN : 46.



IRAK ( ,Ira k h la r) : 140, 196, 212, 219. 331.



İr.A N : 91, 105, 169.



179.



ISFAHAN : 162. 253.



İSTANBUL ; 138.



— K — KATKATANE : 251.'' K ERBELÂ ; 170, 277, 330.



KİRM AN : 277. KUBA : 21, 22.



358



Hz. ALİ (A.M.)



K U FE (.K û fe liler) ; 68. 69, 72. 77, 81, 84, 97, 98, 103, 104, 105, 121, 122. 124, 125, 127, 140, 155, 157, 166, 192, 195, 200, 232, 235, 246. 249, 251.



255, 256, 269, 270. 284, 285, 319, 320, KDLZÜM :



263. 264, 267, 268. 271. 276, 278, 280. 294. 298. 301, 302, 321. 244.



— M MASEBZAN ; 269. MEUÂYİN : 91. 259, 263 M EDİNE (.M ed ineliler) : 12, 18, 19, 21, '22, 24. 25, 34, 35, 36, 38, 39, 40, 42, 43, 45, 47, 49. 50, 51, 56, 58, Ö2, 66, G7, 69, 72, 73. 74. 82. 83. 84, 68. 90, 94, 96. 100, 103, 104. 111. 126, 129, 130. 13i, 140, 157, 161, 168, 170, 171, 177, 178, 200. 229, 246, 252, 275, 278, 279. 280, 294, 296, 313, 32i3. 326, 331.



— M EKKE (,M ekk eliIer; : 12, 18. 21, 22, 23, 36, 37, 4 i; 42, 43, 44, 46, 50, 51, 66, 69, 71, 81, 82, 83, 88, 93, 143. 168. 170, 202, 273, 278, 280. MENCİC : 183, M IS IR (.M ı.sırlılar) ; 69, 72, 74, 75, 77. 88. 124. 130, 131, 132, 133, 134, 136, 169, 2l4, 239, 242, 247, 249. M İSK E : 218. MUSUL : 275.



— N NECİD ; 43. NECEF ; 295, 296, 297, 299. NECRAN : 321. NEHREV.-VN : 255, 258,



RA KKA ; 183, 274. REBEZE : 67. 104, 246.



262, 284. N İFFA R : 271 NİŞAIİUR ; 130. NUHAYLE : 250, 268. NUSAYBİN : 274.



298,



260. —







R







REY : 92, 253, 278. RUHBE ; 125.



— S — s ABAT ; 182. SAFÂ : 170. SAFRA : 25.



SA’LEBİYYE ; 251. SEMA v E : 251. SEVR (M a ğ a ra sı) ; 19.



Hz. ALÎ (A.M.) SU K I EHVÂZ ; 265. SURİY E : 136.



S IF F IY N : 185. 202, 250, 253. StN D ; 276. S İR F : 82.



ŞAM : 57. 66. 68, 69. 72, 85, 88, 89, 90, 97, 132, 136, 137, 138, 139, 141, 154, 155, 160, 161, 169, 175, 76, 179, 183, 184. 186, 196, 199, 200, 201,



339



Ş 204, 211. 212. 213, 214, 215, 216, 218, 31, 247, 248. 251, 252, 257, 260, 262, 274, 298, 331. 336. ŞEH R İZU R : 268 ŞİRÂZ : 277.



81, 13b, 143, 173, 185. 203.



— T — TÂ ’İ F : 47. TEBÜ K : 47, 88.



TEDM ÜR : 251.



U







USFAN ; 36.



UHUD D A Ğ I ; 28. U R F A : 185.



— V — VÂD’İS -S İB Â ’ ; 111.



— Y — 280.



T E M A M E ; 103. YEMEN : 50. 84. 195, 209, 246.



— Z — ZÂVİYE ; 107.



ZİKAAR ; 96. 98, 103, 121, 271.



«O»



360



Hz. ALI (A.M.)



SOY ve BOY a d la n ABBÂS OĞULLARI : b. ABD ÜL-KAYS BOYU : 102, 108. 203. A BD ’Ü L-M U TTA LİB O Ğ U L­ LARI ; 14, 16, 17. 23. A l î BUVEYH : 5. Â M İR OĞULLARI : 21, 23. ANSÂR : 22, 56, 77, 95, 144, 149, 153, 157, 170. 200, 229. ANZE BOYU : 231. A V F OĞULLARI : 234. B Â H İLE BOYU : 1C6. B E K R OĞULL.4R1 : 42 BUC'EYLE OĞULLARI : 203, 269. CU ’DE OĞULLARI : 296. CUHEYNE : 36. CUZEYME : 44. D IR Â R BOYU : 177. EŞCA- BOYU : 284. EVS BOYU ; 46, 57. GASSÂN BOYU : 211, 213. G IF AR BOYU : 36. H Â ŞİM O Ğ U L L A R I: 11, 14, 16, 17, 25, 55, 58. 64, 153, 168, 169, 244. H A ZREC BOYU : 46, 57. HEMDAN BOYU ; 157, 202, 288. HEVÂZİN BOYU : 46. n iM Y E R B O Y U ; 175, 176, 203. H R İST İY A N , H R İST İY A N LAR : 47, 48, 136, 459. HUZÂA BOYU : 200, 202. H Ü ZEY L BOYU : 177. KA YSO ĞLU BOYU ; 101, 102.



K İ i\ . 4 \ E b o y u : 200. K İN D E BOYU : lO'J. K U REY Ş B O Y U : 16, 41, 55, 57, 115. 145. 149, 236. 237. KURAYZA BOYU : 34. LAHM BOYU : 199. M İZHAC BOYU : 209, 243, 246. ]>IUDAR BOYU : 110, 115. 200. M U HACİRİN, .MUHACİRLER : 22. 74. 77. 'J4, 95. 101. 144. 145. 151, 153, UrV. M I KAD OĞULLARI : 231. .^lUSTALAK OĞULLARI : 129. M UZEVNE OĞULLARI : 36. NAHA* OĞULLARI : 190. 216. NEZAR OĞULLARI : 157. RABİA B O Y U : 110, 200, 203.. KÂSJİB ÖĞULLARI : 231. REHÂ BOYU : 273. ROM ALILAR : 00. SAFAVİLER : 5. SA'D OĞULLARI : 100, 108, 120, 155, 177, 249. SEMÜD KAVMİ ; 2Öb. TA G LİB OĞULLARI : 274. TAY BOYU : 105. TEHAM E BOYU : 30. TEM İM O Ğ ULLA RI : 108. 249. ÜMEYYE OĞULLARI : 50, 64, 77, 80, 81, 04, 93, 168. 169, 178, 198. VÂİL OĞLU B E K R BOYU : 102, 108. Y AHUDİ, Y^AHUDİLER : 34, 35, 38, 39. ZÜ HRE O Ğ ULLA RI : 54.



BİBLİYOGRAFYA KUR’ÂN-I MECİD AHBÂS-I KUM NÎ (Hac, Ş eyh) ; S c fin e t’iil-B ılıâ r vc M o d in e f-



Ül-Hikcmi vo'l-Â sâr (N ecel-i Eşref; taşbas. 1355 H.). (Hâc. Şeyh) : M e lâ tiirııl-C in a n (T ehran; taçbas. 1359 H.). ABDITLLÂH-I !\1AM AKAA\İ (Hâc. 5eyh) . T cnU ıyh’ııl-M ak aal fi A hvâl’ir-R ic âl (Necef-i Eşref; taşbas. 1349 H.), AIİIİÜLBÂKIV K Ö LPINA RLI : K ıır â n -ı K erim vı- M câli (İst. Remzi K. \311 H. 1964). AHDİİLBÂKIV « (İL P IN A R L I ; Nehc ü]-Belâga Tercem esi ve fjerhi (İst. Y enişark M aârif K. 1972).



ABBÂS-I KUM NÎ



ABDÜLBÂKIV G Ö LPINA RLI : AlKİııllalı b. S aba M asalı. B ir Y a la n fin ın D üzineleri (Seyyid M u rtazâ'l-A skerînin «A bdul­



lah b. Sabâ' ve A sâtiru Uhrâ» k itab ın d an tercem e. İst. B ahâ M at. 1974). ,'VBDÜLBÂKIY Ü Ö LPIN A RLI : Sosyal A çıdan İslâm T â rih i (İst. İn k ılâp ve Aka K. 1975). ABDÜLVÂHİD'ÜL-ANSÂRÎ ; Advâ' ala H utûti M uhibbiddin’ila rid a; Boyrût - 1333 H. 1963. AHMED b. lîANBEL : M usned (K ahire - 1313 H. ve 1375 - 1376 H .). AHMED b. SEHL (Ebû-Zeyd-i Belhi) : E l-B ed 'u v c 't-T â rib (P a­



ris - 1911). A s i m AHMED (M ü tercim ) ; E l-llk y â n û s fi T e rc e m e fil-K a a n ıû s (B ulak - 1250). ALÎ b. HUSEYN (E b ü 'l-F e re c ) ; E l-A jraaiıi (Mısır - 1323 H .). ALÎ b. HUSEYN (E bü l-F e re e) ; M a k a a til'ü t-T â lib iy y în (K a h i­ re - 1323 H.). BAK ILLÂ N İ (E b ü -B e k r M u h a m m e d i : E 't-T e m h id .



362,



Hz. ALÎ (A.M.)



BELÂZÜKÎ (E b ü -C a ’fe r A hm ed b. Y a h y â ) : E n sâb 'U l-E şrâ f (M ı­ sır - 1959). BEY H A KIY (E b û -B e k r A hm ed b. H u seyn) ; S ü n e n ’U I-K übrâ M eclisû D â ir e fil-M a â r if ’in -N ızâm iy y e; H a y d a râ b â d - 1344 H .). B U H A RI (M u h am m ed b. İsm a il) : S a h ib (M ısır - 1327 H .). BU H A Rİ (M u h am m ed b. İsm a il) ; T â rih (H a y d a râ b a d - 1361 H .). CEM ÂLÜDPİN (A hm ed b. Ali b. H useyn b. Ali b. M u h e n n â ) ; L 'm d e fü t-T â lib fi E n sâb ı Âli E b i-T â lib (N ecef-i E şref - 1337 K. 191B. Âlu B a h ril- U lû m 'u n ta s h ih i ve h a şiy eleriy le ). CEV H ERİ (E b û -B e k r A hm ed b. A bdül Aziz) : E’s - S a k u le t ü ve F edek (İb n E bi’l-H a d îd ’d e n ). DÂREM İ (E b û -M u h a m m e d A b d u llah ) : Sünen (D am aşk ; İ 'tid â l M at. 1349 H .). DÂ REK UTN Î (E b u l-H a s a n Ali) ; S ü n en (D ehli - A n sârî M a t.). EB İ’L -F İD Â ’ (İm â d ü d d in İsm ail b. Ali) : E l-M u h la s a r fî A b b â r’il-B e şc r (M ısır, S a a d e t M a t.). EBÛ-DÂVÜD (S ü ley m an b. A ş'as) : M üsncd (H a y d a râ b â d 1321 H .). EBÛ-NUAYM (A hm ed b. A bdullah) : H ily a t’ü l-E v liy â ’ (M ısır: S a a d e t M at. 1351 H .). EM ÎN Î (Abd u l-H u sey n A hm ed. Şeyh. H ac.) ; E l-C iadiru fîl'K itâ b ı v o 's-S ü n n e ti ve’l-E d cb (T e h ra n - 1340 - 1372 H .). F A H R -I RÂZİ (F a h rü d d in M u h a m m e d ) : M e fâ tîh 'u l-G a y b (M ı­ sır vc İst. b a s ım la rı). HALEBİ (Ali b. B u rh â n e d d in ) : E’s-S iy rc l'ü l-H a le b iy y e (M ısır 1353 H .), HÂKİM (E b û -A b d u lla h M u h am m ed b. A b d u llah ) : E l-M ü ste d rik 'u s -S a lıîh a y n (H a y d a râ b â d - 1334 H ,). H A T İB -İ BAĞDADÎ (A hm ed b. Ali) : T â rîh u B a g d âd (M ısır; S a a d e t M at. 1349 H .). MEYTEM İ (N û rü d d in Ali) : M acm a’uz-Z ev âid (E l-K u d sî K. 1353). İb n ABD’Ü L -B İR R : E l-İs tiâ b (H a y d a râ b â d - 1336 H .). İb n ASA k İR : T â rih u M edlneli Daına.şk (D a m a şk : M acm a u lİlm i b asım ı). İb n BEDRAN (A b d ü lk aa d ir b. A hm ed b. B e d ra n ) : T ezh ib u T â lib i İb n A sâkir (I. B asım - D a m a şk ).



Hz. ALÎ (A.M.)



363



İb n DAYBA’ (V e cîh ü d d in . Ş e y b â n i) ; T e y sîr'ü l-V u sû l (M ısır 1346 H .) İ b n E B İ-B E K R (M u h am m ed b. Y ah y â ) : E ’t-T c ın h îd u ve’l-B ey an. İ b n E S İR (İz z ü d d in Ali b. M u h a m m e d ) : E l' K âm il n*t-T ârth, (K a h ire - 1348 - 1351 H .). İ b D E S İR (İz zü d d in Alî b. M u h a m m e d ) : U şd 'ü l-G a a b e (M ısr; V ehbiyye M at. 1285 H .). İ b n E B İ’L -İIA D İD (tz z ü d d in A b d ü lh am id b. H ib e tu lla h ) ; Ş crh u N e h e ’il-B e lâ p a ( îlk b asım ve E b ü l- F a d i İb ra h im basım ı; 1959 - 1963). İb n IIA CER (Ş ih â b ü d d in A h m ed b. A liyy'il-A skalânS) ; E l’ İsâb e fî T e m y îz 'is-S a h â b e (M ısır - 1336 H .). İb n H A CER (Ş ih â b ü d d in A h m ed b. A liy y 'u l-A sk alâ n i) : S avâık 'u I-M u h rık a (M ısır; M eym eniyye M at. 1312 H .). İb n H ACER (Ş ih â b ü d d in A hm ed b. Aliyy u l-A sk a iâ n i) : T phzib’üt-T clizih (H a y d a râ b â d ; M eclisu D â ire fil-M a â rif'in -N ız â m iy y e - 1325 H .). İb n HALDÜN (E bû-Z eyd A b d ü rra h m â n ) : T â rih 'n l-Ib c r vc Mu­ k addim e (M ısır - 1355 H .). İb n H İŞÂ M (M u h a m m e d b. A bdülm elik) : S iy re t’ün-N ebiyy (E z h e r; P ro f. M u h a m m e d M u h y id d in ta s h ih i ve hâ.şişeleriyle. K a h ir e - 1937). İb n K U LU Y E (M u h am m ed b. Ca fe r) ; K âm il'iiz-Z iy a re (Z iyârâ t). İb n K U TE Y B E (E b û -M u h a m m e d A b d u lla h b. M üslim ) : E lİm â m c tıı ve’s-S iy â se (E l-F ü tû h ‘u l-E d e b i M at. 1326 H.). İb n K E S İR (İm â d ü d d in E b ü 'l-F a d i) . E l-B id â y c tü ve'n-N iU âye (M ısır: S a a d e t M at. 1310 H .). İb n MÂCE (M u h am m ed b. Y ezîd) ; S ü n en (M uham m ed F u ad A b d ü lb âk ıy ta s h ih iy le ; K a h ire - 1373 H .). İ b n SA ’D (M u h a m m e d ) ; T a k a k a a t (B e y ru t - 1376 - 1377 H. ve L eiy d en b a sım ı). İb n ŞIH N E (A b d ü lg an i) : T â rîl.u , İ b n Ş ıh n c (K âm il H âm işin d e ). LUTFlTLI,.ÂH-l!S-SÂFİ ; M a a l'l-H a tib fi H u tû tıh 'il-A rid a (III. b a s ım ; K u m - 1389 H .). M ECLİSİ (M u h a m m e d B a k ır) ; B ıh â r ’ü l-E n v â r (T e h ra n - 1365 H. 1346 S .). M ES'Û D İ (Alî b. H u sey n ) ; M u rû c’ü z -Z e h e b (M ısır - 1346 H .).



364



Hz. ALÎ (A.M.)



M ÎR HOND (M uham m ed) : R av zat’u s-S afâ. MUHAMI\ÎED ABDUH : Ş ltHu N ehc'il-lîelâga (B eytül; M üessesfrü l-İlm iy y 'il-M atb û â t basım ı). MUHAMMED ALÎ 3ÎÜDERRİS : R cy lıânct’ül-Edcb (Tebriz; Ş a­ fak Mat. 1333 Ş.). MUHAMMED RIZA’L-HAKİM ; M âlik’u l-E şter (T eh ran - 1365> H. 1946). MUHIBBÜDDÎN'UL-HATÎB : E l-H ııtııfü l-A rîd a (1380 H.). MUHSİN (Em inüddîn. Seyyid) : AA’ân'iiş-Şîa. MURTAZA'L-ASKERİ (Seyyid) ; A bdullah b. Sabâ' vo E sâlîru Uhrâ (Bağdadı M enşûrâtu K ülliyyeti U sü rid -D in; III. Basım ; 1388 H. 1966). .^IURTAZA'L-ASKERİ (Seyyid) : H a m sû re vo niicti Sahâbiyyu nıu h talak d . Basım; B agdad - 1389 H. 1969. II. Basım ; Bey­ ru t - 1394 H. 1974). IMLRTAZÂ'L-nUSEYNİVVİL-FİRÛZÂBÂDÎ (Seyyid) F a d â ilÜl-Haıns('ti m iııe’s-S ıh â irıs-S itte (Necef-i Eşref - 1348 - 1383 H.). M ÜTTKIYY-İ KİNDİ (A iâüddin Ali) : K cnz’ül-L’m m âl fi Sün(în’il-Akvâli vp'I-Ef‘âl (H aydarâbâd - 1363 H.)! MÜ n Av İ (AbdürraiîD : F ry /'ııI-K a d îr (Mısır, M ustafâ M at. 1326 H.). MÜNÂVÎ (A bdürraûf) : KimıV/. u l-H ak aaık Cî Ahâdisi H ayr’U■lia lâ ık (Câm fuE-Sagıyr ham işin d e). MÜSLİM b. HACCÂC-I NİSÂBÛRİ : S ahih (İst M at A m ire 1331 H.). NASR b. -Mü ZAh İM ; K itâbu Sıffıyn (Mısır BasıiT'i). NESEİ (E bû-A bdürrahm an Alımed b. Suayb) ; H asâis (Mısır; E t-T ak ad riü m 'ü l-İlm iy y e Basım ı - 1348 H.). NESEİ (E bû-A bdürrahm an Ahm ed b. Şuayb) ; S ahih (Mısır; Meymeniyye Mat. 1312 H.). RÂ G IB-I ISFAHÂNİ : E’l-M nl'radât fi G arib il-K ıır'ân (M u­ ham m ed Seyyid-i G iy iâ n in in Ö nsözü ve haşiyeleriyle. T eh ­ ran , Ofset Baskı. M urtazaviyye M at.). SA’LEBİ (Ahmed b. M uham m ed) : A râis’n t-T ic â n H aydari M at. 1294).



(Bom bay;



Hz. ALI (A.M.)



3C5



SIBT b. EL-CEVZİ : T ezk iıet’ül-H avâss (Necef-i Eşref - 1369 H .), SÜBKÎ (T âcüddin b. Ali) : T a b a k a a t’üş-Şâfii.vye (1377 H. ve Leiden Basım ı). SÜLEyMÂN’ÜL-BELHÎ : y p n â b î’ııl-Mevcddc (İst. A hter Mat. 1310 H.). SÜREYYA (A vlunyalı) : F e tre t’ül-İslâm (İst. 1325). SÜ Y Û Iİ (C elâlüddin) : E)-Câm i’ıısi-Saeı.vr li Ahâdis’il-Beşîr'iııNezîr (M ısır; H ayriyye M at. 1321 H.). SÜYÜTÎ (C elâlüddin) : El-H a.sâis'iıl-K übrâ (H aydarâbâd - 1319 H.). SÜYÎITÎ (C elâlüddin) : E 'd -D ü rr’ül-Meıı.sûr (Mısır: M eymeniyye Mat. 1314 H.). SÜYÜTİ (C elâlüddin) ; T â rih ’ul-H ulelâ- (Mısır; 1315 H.). SÜY tîTÎ (C elâlüddin) : EI-Evâ». ŞEBLENC'Î (Şeyh M ü’m in) : N ûr'ul-A bsâr fi M anâkıbı Âli Bcyt’iI-M u h târ (M ısır; Meymeniyye M at. 1322 H.). ŞEREFÜDDİN (A bdülhuseyn il-Âmili. Seyyid) : El-M urif.aât (VI. B asım : N ecel-i Eşref 1383 H. 1963). ŞEREFÜDDÎN (A bdülhuseyn'il-Â m ilî. Seyyid) : E'n-N assu ve'lİctih âd (N ecef-i Eşref - 1354 H, 1964). TABARÎ (E bû-C a'fer M uham m ed b. Cerır) : Tefsir. Câm i’ulB eyân (Bulak - 1323 H.). TABARİ (E bû-C a’fer M uham m ed b. Cerir) ; Târîîrul-Ü m eıni ve’l-M ülûk (K ah ire - 1357 - 1358 H. ve Leiden Basım ı). TABARİ MUHIBBÜDDİN : E’r-R ıy âd ’un-N adıra (İttih â d u Mısri Mat. I. B asım ). TABARÎ MUHIBBÜDDİN : Z ah âir’u l-l'k b â (Kudsi K. 1356 H ). TABRASÎ (Şeyh Ebr.-Ali Fadi b. H aşan) : Mecma ııl-Beyan fi T efsîr’il-K u r’ân (Ş irk e fü l-M a â rif’il-İslâm iyye: T ehran - 1379 H. 1339 Ş. O fset B.). TİR M İZÎ (M uham m ed b. îsâ ) ; Sünen (Bulak - 1339 H.). VÂHIDÎ (E bü'l-H aşan Ali b. Ahmed) : Esbâb-ün-Niizûl (Mısır 1315 H.). VÂHİDİ (M uham m ed Nakıy. Hâc. Seyyid) : İn ây et'ü l-E ın ir T erceıne-i E l-G adîr (E l-G adiru fî'l-K itâb ı v e's-S üiıneti ve’lE deb’in I. c. in in farsçay a çevirisi; 2 cilt. T eh ran - 1340 Ş.).



366



Hz. ALİ (A.M.)



VÂKIDİ (E bû-A W ullah M uhanım ed b. Sa’d) ; T a b a k a a t’u s-S ah â b e ti vc’t-T â b iîn (H indistan B asım ı). ZA M A H ŞE ltl: EI-K eşsâf (M ısır: M u stafâ M at. 1354 H.). ZEBİDİ (Huseyn b. M übarek) : E’t-T e ç rid ’iis-SarSh li A bâdis’' îl-C âm j’ıs-S ab ih (Mısır - 1323 H.). 2EBÎH13LLÂ11UL-IMAHALLÂTİ (Şeyh) ; K eşf’ü l-B u n jâ n der zindc!;âni-i C en âb -ı O sm an b. A ffân (T eh ran - 1382). ZEHEBÎ (Şemfeüddîn M uham m ed b. Ahm ed) : M izân’ü l-İ’tidâl (Mısır; S aâd et M at. 1325 H.). ZEIIEBÎ (Şem süddîn M uham m ed b. Ahmed) ; T â rib 'u l-İslâ m ’ilK ebîr (K ahire - 1367 H.). ZÜBEYU b. BEKKÂR : E l-M u v allak ı> jât (İbn E bi’l-H adid den).



İÇİNDEKİLER Sablfe Sunuş ... 5 Önsbz ........... 7— 9 Hicretten önce ........... 11— IB Hicret ve Hicrcıien sonra 19— 22 AIJ, Hz. Rasûl İn kardeş) 22— 23 Bedir’dc Ali (A.M.) ... 24— 25 Hz. F&tıma - AU ........................ 26— 27 Uhud Savaşında Ali (A.M.) ... 29 Hendek Savaşında AU (A.M.) ................. 30— 35 Hudeybiyyc B a n ş ı..................................... 36— 37 3B— 39 Hayber’de Alt (A.M.) ................. .......... Z&fus-Selâsil Savaşında Ali (A.M.) ... ... 39— 40 Mekke'nin fethinde Ali (A.M.) ........................ 41— 45 ................. 46— 49 Huncyr. vc AU ... Vida' H£cC) ....................................... .......... 50— 52 Mevlâ ne demektir? ... ............................................ 52— 54 Hz. Muhammedln (S.M.) vefatından Ali'nin (A.M.) hilâfetine kadar ....................................... 55— 76 Hz Alinin (A.M.) halifeliği ........................ 77— 81 Pltne başlıyor ..................................... 82— 87 Ali, ilk iş olarak vâlileri değiştiriyor ................. 88— 92 Küçük Cemel savaşı .......... ..................................... 93— 99 Basra'daki olaylar .............................................. 99—105 Ceme] Savaşı .................................................................. 106—118 Umûmî afv .................................................................... 118—124 Hz. Ali Küfede ............................... 125—128 Ceme': Savaşı dolayışıyle birkaç söz .......... 128—130 Mısır'daki olaylar ........................................................... 130—134 As Oğlu Amr Muâviye’yle birleşiyor ........................ 134—138 Ömer’in oğlu Ubeydullah’m Şam’a gidişi ................. 138—139 Sıirıyn Savaşmm başlangıcı ... ............................... 140—143 Mektuplar ..................................................................... 143—154 Cerir'in dönüşü ............................................. .......... 154—17G İftiralar ........................................................................ 176—178 £on hazırlıklar ................................. ................. ' 179—180 Ali ordusunda ayrılık vc aykırılık ........................ 130—185 ................. ... ........ --- 385—18(> Hz. Ali geliyor .Susuzluk ............................... 137—191 Kötülüğe karşı İyilik ...................................... ... 191—192 Hz. AJl .Muâvıye ye tekrar öğül veriyor ................. 192—193 Hz. Ali tekrar uzlaşma yolları arıyor ........................ 194 Hz. Ali'nin askere verdiği emir ............................... 154—195



Bava; ba$l]yor ........................ . ....................... Savaş ...............J ...............................i ......................... Hz. Ali, Muâviye’yi savaşa çağırıyor .......... .......... Ammâr'm şehâdeti ......................................... ... ... Ammâr'ın «ehâdetl bir burhan oldu .......... Ammâr kimdir? ......... ..................................... .......... Ammâr'm şehâdetinden sonra ................................. Hâşim’in ş c h â d e ti.................................................. . ... Mushaf 1ar mızrak uçlarında .................................... Hz. Ali’nin ordusundaki kargaşalık .......... .......... Hz. Ali'nin adamları ................. ................. Hakemeyn ................... .......................................... Muâviye’nin mektubu ................. ................................ Sjulh andlaşması .......... ............. ........................ Andlaşma sureti ............................... ........................ Hâricîliğin zuhuru ... ................................................... Esirler ................... .................................................... Hz. Ali’nin Kûfe’ye dönüşü ................................ Hz. Hubâb ........... ..................................... Hakemeyn’in bir araya gelişleri ve yanlış karar ... Mısır ahvâli ... •... ....................................... .......... Mâlik’ül-Eşter ................ ................................( ........... Mısır'm İstilâsı ve Ebû-Bekr oğlu Muhammed’in şehâdeti ....................................................................... Basra, ahvâli .............. ... ......................... .......... .'Anbar’a ılgar ...................... .............................. .......... Hz. AlS ve kardeşi Akıyl ....................................... ... Hariciler ... ................................................ .. Nehrevan Savaşı .......... ............................................. Hz. Alî tekrar öğüt veriyor A' Nehrevan’dan sonra Haricîler Fars Ahvâli ....................................... ••• ••• İki Sehîd .................................................... ... Muâviye’nin Müslim'i göndermesi ................. Sind Savası ............................................... • Gösteri ................................................ .......... Ziyâd b. Ebih’in Fars valiliği ... ................. Hicrilin kırkıncı yılı ... .......... ................ Büsr’ün Hicaz ve Yemen’I talanı ................. Hz. Ali’nin şehâdeti ... ............... ;............... Hz. Ali’nin vasıyyeti .......... ... ... ... Mülcemoğlu'nun katli ...................................... Hz. Ali’nin kabri .............................................. Hz. Ali'nin bâzı menkıbeleri ................ Kur’ân-ı Kerinı’de ve Hadislerde Alî (A.M.) Ali (A.M.) nasıl bir zâttı? ................................ Hz. Emîr’ül-Mü’minin’den (A.M.) Vecizeler İndeks ............................................................... Bibliyografya ............................................. ...



195—196 196—294 204—205 205—207 207—208 209-210 211



211—218 218—219 219—221 221— 222



223 223—225 225-226 226—230 230—2S1



r2 233 234—235 235-239 239—245 246—247 247—249 249—250 250—253 252 253—260 261-264 264—268 268—270 270—272 272—275 275—276 276 276 277 278 278—281 282 291 291 295 295 296—299 300—303 304—328 329—333 334 345—360 3Ö1—366