MEB İslam Ansiklopedisi 7 [7] [PDF]

  • Author / Uploaded
  • MEB
  • 0 0 0
  • Suka dengan makalah ini dan mengunduhnya? Anda bisa menerbitkan file PDF Anda sendiri secara online secara gratis dalam beberapa menit saja! Sign Up
File loading please wait...
Citation preview

İSLÂM ANSİKLOPEDİSİ İSLÂM ÂLEMİ TARİH, C O Ğ R A F Y A , E T N O G R A F Y A VE B İ Y O G R A F Y A L Ü G A T İ



MİLLÎ EĞİTİM BAKANLIĞININ KARARI ÜZERİNE İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ EDEBİYAT FAKÜLTESİNDE A. ADIVAR, R. ARAT, A. ATEŞ. C. BAYSUN, B. DARKOT T A R A F IN D A N L E Y D E N T A B ’I E S A S T U T U L A R A K T E L 'İ F T Â D İL , İK M Â L ve T E R C Ü M E S Û R E T İ Y L E



NEŞREDİLMİŞTİR



7 .



C



LA BBA Y



M



l L







T



M ESÂN İ



a



D E V L E T K İT A P L A R I



İSTANBUL M ÎL L Î E Ğ İT İM B A S IM E V İ



L A B B A Y .( L u b b a y , tamil. ilappay olup, rından geçen ve Büyük M enderes’in başlıca jarabï- kelim cs’nden muh'arref olduğu söylenil- kollarından biri olan Çürük-Sn 'nun eski adı m ektedir), h i n d m ü s l ü m a u l a r ı n d a n kullanılmak su retiyle, Laodicea ad Lycum di­ müteşekkil b i r s ı n ı f olup, aynı zamanda Co- ye diğerlerinden ayrılan bu şehrin ismi al-Bataaka ( skr. yavana „yunan, g a rb i“ ) adı ile ta ­ tâ n i'd e Lâzikiya F râeis ( — 'Pçjuyio.ç, F rigya nınmaktadır. Bunların yerli kadınlar ile evlen­ ’dan ) olarak geçm ekledir (O pus astronomicum, miş olan arap muhacirlerinden geld iği tahmin nşr. Nallino, U, 39; III, 237, nr. 116 ). Kadîm edilm ektedir; bugün elbiselerinin şekli ve ken­ beldenin ne zaman terkedilerek, D enizli ’nin dilerine has saç ve sakal kesm e âdetlerinden onun yerini ald ığı kat’î olarak bilinm iyor ise başka, onları yerli ahâliden a yırt eden bir ta ­ de, X lV . asrın ilk yarısında ( 7 3 2 '= 1332) rafları yoktur. Çoğu cenubî H in d istan ’ın şark buradan geçen İbn B a ttü ta ’ntn ziyaret e ttiği sahilinde oturan bu halkın s a y ı s u ş î ı ’de 401.703 şehrin Denizli olduğunda şüphe y o k tu r; zîra kadar idi. Bunların çoğu sünnî olup, şâfi'i bu seyyah, Y ın an ç Bey ’in hükümdar bulun­ m ezhebindendirler ; m erkezleri Ç â d ir V ali ya­ duğu şehre L âd ik denilm ekle berâber, buraya hut Miran Şâhib ( bk. C a zeitter o f the Tanö jj ismi verildiğini bild irir [ bk. mad. DE­ jore D istrict, s. 243 ) lekabı ile anılan evliyâları NİZLİ] ve esâsetı güzel bahçeleri ve bol akar­ Şah al-H am id 'A b d a l-Ç â d ir ( ölm. 1600 ) 'in suları ile m edhettiği beldenin tasviri şimdiki mezarının bulunduğu Kfagore ’dİr. Bunlar K ur- şehrinkine çok uyar. N asıl ki Lâzkiye adı, çok ’a n h Tam il diline tercümesinden okur ve arap dalıa sonraları bile, D enizli için ikinci bir harfleri kullan ırlar; çalışkan ve müteşebbis isim olarak kullanılm ıştır ( msl, bk. Çikannüinsanlar olup, daha çok balıkçılık ve ticâret mâ, s. 634 ). ile uğraşırlar. B i b l i y o g r a f y a ' . Bk, mad, DENİZLİ ; B i b l i y o g r a f y a ' . E. Thurston, Casfes ayrıca Hamd A llâh M ustavfi, N u zh a i al-kuand Tribes o f Southern India ( Madras, lüb ( Bombay tab. ), s. 162; =AH Yazdİ ( K al­ 1909 ), IV, 198 v.dd. ; K adir Husaİn Khân, kü le tab. ), II, 448 v. d .; G. le S tran ge, The S o u th Indian M usulm ans (M adras, 1910), L an ds o f the Easiern Calıphate, s. 145,153. s. 29 y. dd. ; M anual o f the A dm inistriation 2. K o n y a L S d i k ’ i. K o n y a ’nın 40 km, o f the Madras Presidency ( Madras, 1893 )", şimalinde, Konya vilâyetinin Kadınhanı kaza­ sının Saray-Önü nahiyesi içinde bir köy ( 1945 III, 437. ( T , W . A r n o l d .) L A B B A Y K A . [ Bk. TALBİYA, ] sayım ında nüfusu : 1.781 ) olup, K o n y a ’yı Eski­ L A B Î D . [ Bk. LEBÎD. ] ’ şehir ve A fyon -K arahisar üzerinden, Ege ve L A C C A D Î V E Ş . [ Bk. LAKKADİV ADALARI. ] Marmara bölgelerine bağlayan işlek yol bunun L Â D İ K . L Â D İÇ LÂ D fç, L âd I k , Anadolu yakınından geçer. Burası Ao.aÖ ıV.eta 13 K a ta x e 'nun m uhtelif bölgelerinde rastlanan b i r t a ­ uavpivr) ( Laodicea C o m b u sta ) ’ya tekabül k ı m m e s k û n y e r l e r i n a d ı . Bu adın eder ki, bir takım eski kaynaklarda L â d ik menşe’i L âzkiye ( b. bk., L âzikiya ) ile beıâber Sühta ( „yan ık“ ) şekline çevrilen bu im, ba­ kadîm Laodikeia ismine bağlanır. zılarının iddia etm iş oldukları gibi, zemin ta­ 1. L i k o s ( B ü y ü k M e n d e r e s ) L â d i k biatı ile alâkalı görünmemekte ( zîra civar­ ’i. Şim di yerine Denizli şehrinin geçmiş bulun­ daki orâz>, Kula çevresinde olduğu tarzda, volkanik olmayıp, daha ziyâde k ireçlid ir), duğu kadîm belde olup, harâbeleri bu şehrin 8 km. şimalinde, E skı-H isar isimli bir köyün muhtemel o larak, eski çağlarda işletilm iş yânında yükselm ektedir. E ski devirlerde civa­ olan mâden ( c i v a ) izâbe ocaklarından iştikak



L Â D İK , etm iş bulunm aktadır. Cthannüm â ( s . 616) hizm etini görm üştür. XVII. asır ortalarına burayı şahrab üzerinde, cami, hamam ve ban­ doğru ( 1057 = 1647 ) buradan geçen Evliyâ la n bulunan b ir kazâ m erkezi gibi gösterir. Ç eleb î 'nin' gen iş tasvirinden, kasabanın o E vliy a Ç e leb î ( Seyâhat-nâtne, II 390 ) ise, bu­ sırada mâmûr olduğu anlaşılır. Bu seyyaha ranın, kendi zamanında »celâli ve cem âli zul­ göre, Bayezıd II. A m asya valiliğinde iken, münden" b ir kasabacık hâline gelm iş bulun­ burada gü zel bir bahçe inşâ ettirm iş, valdesid uğun u-söyler. X IX . asırda buradan geçm iş ne vakıf tahsis e ttiği L âdik 'in halkını vergiden olan bâzı seyyahlar v e bunlardan faydalanan muâf kılm ış idi. Z iyareti sırasında, cenup ta ­ kaynaklar, bu arada E l, II, Leiden tab., mad. rafında, dört köşe ve köhne bir k aleciğ i bu­ LÂDHÎÇ ve Pauly-W issow a, Realencyclopaedie, lunan şehrin 17 m ahallesinde 3.020 kadar II, 721, buranın yeni admı da „Y o rg an Lâdik", kirem itli ev, 6 ’sı cuma câmii olmak üzere, 47 T e x ie r ’ye göre, gû yâ halkın başlıca meş- mihrap, Davud Paşa ’ nin yaptırm ış olduğu gûliyetinin „örtü “ , hah ve aba im âli olması k ârg ır bir bedesten, 400 dükkân var idi. Lâdik şeklinde izah ederek, kaydetm işlerdir ki, gölünün etrafı da bir takım mâmûr köyler ile yanlış okunmuş olan kelimenin aslı Cihanniimâ donanmış bulunuyordu. D aha sonra Lâdik, 'da yazıld ığı gibi J-sY ' ¿ i ( „L âd ik yürükleri“ ) mevkiinin sapalığı neticesinde, nisbî bir g e ri­ ( veya L âzikiya-i Karam an ) olmak icâp eder. lem eye uğramış olmalıdır. XIX. asrın sonlarına B i b l i y o g r a f y ai İbn B ibi (n şr. doğru, nüfusu 1.560’ü geçmiyordu. Son yıllarda Houtsm a ), R ecueil d, textes rel. d, l ’hist, des bu nüfusun sayısında yavaş bir artm a kayde­ seldj., Ill, 23, 25 = ÎV , 8, 9 ; Cram er, A sia dilm iştir ( 1940 'ta s 3.8S4, 1950 ’de î 5.054 ). M inor, II, 33 ; W . J. Hamilton, Researches Cum huriyet devrinden evvel L âd ik kazası, in A s ia M in o r. . . , If, 193 ; Ch. T exier, A sie A m asya vilâyetin e bağlı iken, bu devirde İrti­ M ineure, s. 449 ; F, Sarre, R eise in K leinasien, batı Samsun vilâyetine nakledilm iştir. K azam a s. 25 ; W . M, Ram say ( Class. Review , XIX, 596 km.2 arazisi üzerinde. 23.300 nüfus vardır. 367 v. d d .); G . ie Stran ge, ayn. esr., s. B i b i i y o g r a f y a ı Evlİyâ Ç elebi, S e136,149. . yahat-n&me, II, 390 v.d. ; K âtib Ç eleb î, C i3. A m a s y a L â d i k 'i. A m asya şehrinin hannümâ, s. 625 ; H üseyin Hüsâmeddin, 40 km. şim alinde bulunan bir kasaba olup, Am asya tarihi, tür. yer. ; Ş. Sâm î, K â m Ss alşimdi Samsun vilâyetine bağlı bir kazanın mer­ a'lâm , V , 3963; V . C u inet, L a Turquie d ’A sie , I, 767 v.d. ; A . D. Mordtmann, A n a kezidir. A y rıca bunun 9 km. şarkında aynı ismi taşıyan bir gö l ve Samsun— A m asya demir-yolu iolîen. S k iz ze n an d R eisebriefe, s. 173— 174; üzerinde, kasabaya 16 km. bir yol ile birleşen W. J. Ham il ton, R esea rckes. , . , I; Mehmed bir istasyon vardır. Deniz seviyesinden 950 m. Cem âl, Anadolu, a. 204. yükseklikte bulunan kasabanın cenubundaki 4. Ç e k e r e k L â d i k ’i, Y o z g a t vilâ yeti­ tepelerden gelen akar-sular, kasabadan geçip, nin Ç ekerek kazası içinde, K adı-Şehri nahiye­ bahçeleri suladıktan sonra, şim ale ve şarka sine bağlı, 309 nüfuslu ( 1945 'te ) bir köy olup, doğru açılan ovaya iner ve L âdik gölünde sona Deveci dağlarının cenûp eteklerin de ve Zile erer. İlkbaharda, karların erim esi ile epeyce 'nin 28 km. cenubunda bulunur. K iepert gibi büyüyen bn ta tlı su gölü, fazla suyunu, Tersakan eski haritalarda adı geçm eyen bu m evkî T ür­ çayı vâsıtası ile, Y eşil ırm ağa boşaltır. Y az k iye ’nin büyük m ikyaslı yeni haritaları üze­ sonunda ise, sahası çok darlaşarak, kenarları rinde görülm ektedir. bataklık hâlini a lır kî, buralarda hasır imâline 5. N i k s a r L â d i k ’i, T o k a t vilâyetin in N ik­ elverişli sazlar bulunduğu gibi, gölde balık sar kazası içinde, kazâ m erkezinin 20 km, da boldur,-R uge ( R ealen cycl„ göst. yer.)'n in garbında, R. K ie p e r t’in Anadolu haritasında, kaydettiği gibi, M ithradates Eupator tarafın ­ K em er dağının şimâl eteğinde gösterilm iş dan bastırılm ış sikkeler vesilesi ile ismi bilinen nahiye m erkezi bir köydür ( 1945 ’ te nüfusu A ao Sixeia itovtw ij ’nin burası olması icâp eder 891 ). Buranın Laodikeia adlı eski bir İskân ise de, E. Honigmann ( E l, Leiden tab., Ill ) bunu yerine tekabül e ttiğ i de Jerphanion tarafından hiç zikretm eyerek, onun yerine A m asya şeh­ muhtemel görülm ektedir ( M F O B , 1 9 u , V , rine nazaran daha cenupta, bulunan başka bir 353 )• L âd ik ( a ş . bk. nr, 4 ) ’i bahis mevzüu etm ek­ Y u karıd a sayılanlardan başka E vliyâ Ç elebî, ted ir, Muhtemel olarak, Dânişm end-oğulları Osmanlı mülkünde, K onya ve A m asya L â d ik eli ile, XI. asrın ikinci yarısında fethedilm iş î e r i ile beraber, bir de Van eyâletinde Lâdik olan ve X IV. asır sonunda da, ilk d efa Yıldırım isimli bir y er bulunduğunu zikretm ekte ise de, Bayezld devrinde, osmanlı mülküne ilhak edilen bu yer muasır kaynaklarda tesb it edilem e­ Lâdik, A m asya valiliğin de bulunan şehzâdeler m iştir ( Seyahat-nâme, II, göst. yer,) zam anında imâr edilm iş v» onlara sayfiye ( BESİM D AR K O T.)



LAĞUAT -



LAHİC.



3



L A Ğ U A T . [ Bk. AGV A T. ] 1066/1067) buraya vâli olarak Zuray' b. alL A H İ C . [ Bk. LAHİC. ] 'A b b â s ( ölm. 485 = 1092/1093 ) ’ı göndermiş idi. L A H Î C . L A H İC , cenûbî A ra b ista n ’da A den L ah ic ile al-Şihr v e H azram avt hükümdarı İbn ’in şimâl-i garbisin de suya boi bir vâba içinde ’ Umar bilâhare ’A d en ’ i de zaptederek, kardeşi Mas iid ile burada hüküm sürdü. Her ne kadar kurulmuş, takriben 12.000 nüfuslu bir k a s a b a olup, aynı ismi taşıyan bir sultanlığın merkezidir. bunların halefleri Yem en ’in mühim bir kısm ı­ 1503’te Ludovico di Bartbenıa ve 18 10’da U. J. nı ele geçird iler ise de, sonraları hâkim iyet­ von Seetzen tarafından ziya ret edilen Lahic, leri, dâhili didişm eler yüzünden, zaafa uğradı X IX . asrın ilk yarışında, W e l'sted tarafından ve 1 1 5 2 ’de sultan al-Manşür ’ A d e n ’i za p tetti 400 kadar ev, 800 kadar kuru o t ve kamıştan ve 1 1 7 3 ’te, E yyû bî hükümdarı al-M alik al-Muyapılm a kulübeden m ürekkep bir topluluk gibi ’azzam T ü ran şih ’m istilâsın a kadar, buraya tasv ir edilm iş idi. Burası 1878 O sm anlı-rus hâkim oldu. Bundan sonra L a h ic ’in mukadde­ harbi esnasında ehem m iyet k a z a n d ı: o sırada ra tı ’A den ’inkine bağlı olarak devam etti. In giltere ’ A d en 'de yaşayan arapları ve Somali* Türatışsh 'ın 'A d en ’e vâli tâyin e ttiği malik îeri m uvakkaten oradan çıkartm ış idi. Bunlar al-Mas’ üd ’un halefi Sultan Nur al-D in ( 1233 Lahic 'e gidip, şehrin etrafın da binlerce kulü­ — 1249 ) Yem en ’de Rasüli hanedanını kurdu be inşa ederek, burayı büyüttüler. Lahic sokak­ ve A b b asi halifelerinin la fzî hâkim iyeti altın­ ları ekseriyetle dar ve eğri-büğrü olup, düz da hüküm sürdü. F akat 1249 'da halife ile ara­ damlı evlerin çoğu kerpiçtendin tç-kaicnm et­ sının açılm ası üzerine, onun tarafından gönde­ rafında da toprak bir sû r bulunur. E v yığın­ rilen al-M alik al-M uzaffar Şams ai-D in ’A d en larının yeknasakhğm ı, sultanin hındli mimar­ ve L ahic ’i zaptetti. al-M uzaffar 1251 'd e Lahic lar tarafından yapılm ış 4— 5 katlı sarayı İle sâde ve A byan 1 zeam et olarak kardeşleri Mufazzal yapılı e lm ile r az-çok ihlâl eder. Lahic nüfusu­ ve F â’i z ’ e verdi, 1294’te İbrahim b. Muzaffar nun büyük kısmını ycm enli arapiar teşk il eder. Lahic ’i ele geçirdi ise de, az sonra M uzaffar Bunlardan başka, Söm aliler, SavSljiliier, t i ­ 'in halefi D â û d ’a bırakm ak zorunda kaldı. câret ve küçük san’atlar ile m eşgul yabudiler, 1302 ’de L ahic zeam et olarak, Şerif ’ Itnâd albüyük ölçüde ticâret yapan bâzı müslüman D in Idris 'in eline geçti. 1454 ’te ’A den ve hin­ hindüler de vard ın Lahic 'in m evkii ’A den ile terlandı tâhirîler tarafından zaptedilerek, 1507 hinterlandı arasındaki kervan ticâreti bakımın­ 'ye kadar onların elinde kaldı. T âh irî ’A m ir dan ehemm iyetli olup, şeh ir ‘ A d e n ’e bir yol b. 'A b d al-Vahhâb ’m portekizlüerin tecâvüzün­ ve dar hatlı bir demir yolu ile bağlı bulunur. den korunmak üzere Memlûk hükümdarı KânNemli ve sulanm ış bir çukur ova mânasına süh al-G ü ri 'y e m ürâcaat etm esi neticesinde, gelen v e şehrin co ğ râ fî m evkiine iyi uyan La­ Husayn al-Mtışrif kumandasında K ızılden iz 'e hic ( L a h c ) kelim esi, ensâb m ütehassıslarınca gönderilen k u vv et Y em en 'in bir kısmını işgâi himyerİ Lahc b. V i ’il ile münâsebetti görünür etm ek suretiyle, yakın osm anlı istilâsına yol ve coğrafyacılar tarafından, Y e m en 'in 'A d en açmış oldu. 1538 'de Kul zum ( Süveyş ) kuman­ yakınlarında A byan arazisi içinde bir bölümü­ danı Hadım Süleym an P a şa 'n in idaresindeki ne izafe edilm ek suretiyle kullanılır. al-Ham- türk filosu 'A d e n 'i feth e tti ve bu havâli, türkdâni v e Y a k u t burayı Yem en Tihâm alerm de lerin Y e m e n ’i terked ecekleri 1635 tarihine olarak gö sterirler. kadar, O sm anlı im paratorluğuna tâb i kaldı. İslâm iyet Yem en ’e yayılınca, Lahic de bu Bunu tâkip eden devirde Yem en ’de imamlık m em leketin m ukadderatına iştira k e tti î Y e ­ iddiasında bulunanlar arasında didişm eler ol­ men ile berâber Em evîlerin ve A bbâsîlerh r du. ’A bdelilerin başında bulunan Lahic hane­ idaresini gördü. 203 (8 1 8 / 8 1 9 )’te halife Y e ­ danı kurucusu Fazl b. ‘ A li b. Fazl b. Şâlih b. men eyâletini taksim ederek, Mekke ile ’A den Salim imamlara karşı istiklâlin i ilân e tti ve arasında yer alan araziye ’ A b d A lla h b. Ziyâd L a h ic ’ İ kendine m erkez s e ç ti; 1735 'te ’A den 'i al-U m avİ’yi vâli tâyin e tti ki, Zabid şehrini ele geçirdi. Torunu A bm ed b. “A b d al-K arim ile t e ’sis eden bu vâlinin kurduğu Ziyâdi sülâlesi, İngiltere arasında, 1802 ’de S ir Home -Popham 293 (905/906 ) 'te m ezkûr şehrin K arm atîler ’in tavassutu ile, b ir ticâret anlaşm ası v e dost­ taralından işgâ l edilm esi bir tarafa bırakıla­ luk paktı im zalandı ise de, yeğeni ve halefi ca k olursa, bu havâlide 402 (1 0 1 1 / 1 0 1 2 ) Muhsin, kendi adam ları tarafından bir Hindistan tarihine kadar hüküm sürmüş idi. Daha sonra gem isinin yakılm ası üzerine, in gilizler İle mü­ onların yerine iktidarı ele alan habeşli köleler câdeleye g irişti ve 'A d e n ’i kaybetti. 23 kânun devrinde Lahic, ’A den , A byan , al-Şihr ve II. 1838 ’de im zâlanan ihzarı bir muâhedeye H azram avt ile berâber, B ani Ma’ nlann eline göre, ‘A d e n k a lesi in giiizlerde kalacak, fak at d ü ştü ; 439 ( 1047/1048 ) 'da ’ A d e n 'i zapt eden şehirde yaşayan arapiar hukuken L ahic sulta‘A ü b. Muhammed al-Sulayhi ( ölm. 459 — nma tâ b i bulunacaklar, sultan ayda 541 taler







LAHİC.



tazm inat alacaktı. 19 kânun II. 1S39 '^a >a ' LA H lC SULTANLARININ ŞECERESİ gilizler 'A d en 'i fi’ien işgal e ttiler. 19 haziran Fazl b. ‘A li b. Ş llih b. Salım 1839 ’da imzalanan bir muahede neticesinde ( 1 7 2 8 -1 7 4 2 ) S. B. H aines bâzı kabilelere tah sisat verm e­ ‘ . I _ ği ve sultan Muhsin ile haleflerine ayda 6 500 ‘A b d ai-Karim taler te’diye etmeği taahhüt ediyor, sultan . (1 7 4 2 — 1 7 5 3 ) İse ’ A d e n 'e gelip-giden kervanların emniyet ve intizâm ını te ’min etm eği üzerine alarak, A b d a l-H â d i Fazl A hm ed Ingiltere ile dostça münâsebette bulunmağı ( 1 7 5 3 — 1777) (1 7 7 7 — 1 7 9 2 ) ( 1 7 9 2 — 1827 ) kabâl ediyordu. A y rıc a , b ir harp vukuunda I iki ta ra f birbirine yardım da bulun acaklardı; Muhsin sultanın ‘A d e n ’e gelen teb esı, burada ika­ {1 8 2 7 — 1 8 47 ) m etleri sırasında, İngiliz kanunlarına tâbi ola­ cakları gibi, L a h ic ’ e gelen İngiliz teb’ası da A hm ed ‘ A li Fazl sultanın nizâmâtına ittib â e d ece k le rd i; sultana (1 8 4 7 -1 8 4 9 ) (1 8 4 3 — 1 8 6 0 ) (1 8 6 6 -? ) ve oğullarına â it eşyâ, giriş ve çıkışla, güm­ ‘İ l i F a il rük vergisinden muâf tutulacaktı. Bu anlaş­ | maya rağm en ‘A den 'in kaybına bir türlü ra­ (Sim. temmuz 1915 ) ‘A b d al-Karim zı olmayan sultan, in gilizlere karşı el altın­ ( 1 9 1 5 temmuzundan iiibâron ) dan harekete geçti, hattâ bir baskınla ‘A d en B i b l i y o g r a f y a : M ukaddasi ( B G A , 'i zaptetm ek bile is te d i; 1840’ta arapların bu III, 70, 85 ) ; Y a ku t, M d ca m ( nşr. W üsten­ şehre karşı hareketlerini destekledi, in güizlefe ld ) , I, 548; III, 244, 638; IV , 352, 434, rin L a h ic'd e k i mümessili Haşan H a t ib 'i k a tl­ 751; M arâşid al-ittila' (n şr. T. G . J. Juyne ttird i ve ancak m uvaffakiyetsizliğe uğrayınca boli ), III, 9 ; al-Bakri, Mu cam (n ş r. W üs­ bu düşmanca hareketlerden vazgeçm ek mecbüte n fe ld ), I, 202; II, 439; Hamdâni, Ş ifa riyetinde kaldı. 11 şubat 1843’te , sonra zo şu­ C a zira t al- arab (n şr. D. H. M üller ), L ei­ bat 1844 ’te ağırlaştırılm ış şartla r ih tivâ eden den, 1884— 1891, s. 52 v .d .; ‘A zim u d d in bir uzlaşma imzâ e tti; fak at 1846 'd ain giü zler A hm ed, D ie a u f Südarabien bezüglichen İle tek ra r m ücâdeleye g irişti. 1847 'd e ölünce, Angaben N asw än's im S’ams a l-u lü m (G M S , yerine geçen oğlu A hm ed, in gilizlere karşı X X I V ), s. 9 4; A . Sprenger, D ie P o stdostça hareket etm eği m enfaatine uygun saydı und Reiserouten des O rients ( Abh, K M, ise de, 1849 'da ona halef olan kardeşi ‘ A li te k ­ I1I/3 ), s. 109, 141, 145, 15 2 ; Badr al-İslâm ra r düşmanlık politikasına döndü. H er ne kadar M ı hammed b. İsm a il b. Muhammed al-K ib1849 senesinde G ast India Company kendisi ile si, a l-L a fö if a l-sin n iy a fi akbär al-m am älik bir muâhede imzaladı ise de, b ir m üddet sonra al-yam äniya ( V iyan a m illî kütüphanesinde, sultanın ‘A d en 'e erzak idhâlini men’etmesi Cod. G lase r 126, s. 4,6 v.dd., 1 2 ,1 4 ,1 9 ) ; A m in üzerine, s a v a ; tek ra r başladı ve 18 m art 1858 al-Rayhäni, M ulük al-arab, I, 338 v.d d .; S. ’’d e Şeh ‘O şm ân civarında yenilen sultan, uz­ W . Redhouse, T he pearl-strings a history laşma yoluna dönmek zorunda kaldı. Yem en ’i o f the Rasäliyy dynasty o f Yemen ( G M S , tekrar fethetm eğe teşebbüs eden türkler, 1873 IIl/ i, 2 ) , I ( Leiden, 1906), 130, 137 v.d., 'te bu havaliye doğru ilerileyince, in gilizler 238, 270, 283; II (L eiden , 1907), 12, 19 v.d., L a h ic 'ı ışgâl ettiler ve Bâbıâlî nezdiude te ­ 29, 35, 77, 242 ; C. Niebuhr, Beschreibung von şebbüse geçerek, türk kuvvetlerinin geri çe­ A rabien (K op en hagen , 17 72 ), s. 255; J. R. kilm esini sağladılar. Birinci cihan harbi sıra ­ W eDsted, Reisen in A rabien ( a lm ; tre. H alle, sında Yem en ’de imâm Y ahya b. Ham id al1842 ), II, 305 v.d., 3 11— 3x4; C . R itter, D ie D in ile iş-birliği yapan tü rk ku vvetleri 1915 Erdkunde von A sie n ( Berlin, 1846 ), VIII/I, haziranında ‘A d en etrafındaki İngiliz nufûz m m takasına doğru taarruza geçerek, Muhammed 7 ° 3 > 705 v. d d .; Noel D esvergers, A rabie ( l ’Univers, histoire et description de tous des N aşr kum andasında b ir aralık L ahic 'e kadar peuples, A ste, Paris, 1847, V ) , s. 21 (.‘A den ileriledi. Çarpışm a bu şehir civarında oldu. N e­ sultanının sarayının resmi vardır ) ;^ R . L. ticede ingilizler L ahic 'i boşaltm ak zorunda kal­ P layfair, H istory o f A rabia F e lix or Yemen dılar ve sultan ‘A li b. A bm ed kurşuna dizildi. ( Bombay, 1859 ), s. 178; G . W eil, G esch ich te H er ne kadar in gilizler bir m akabil taarruz ile, 21 temmuz 1 9 1 5 ’te L a h ic ’e tek rar girdiler der C h a lifen ( S tu ttg a rt, 186s ), V , 398; H. v. M altzan, R eise nach Südarabien ( Braunsch» ise de, 21 ağu sto sta buradan kovuldular ve Lahûe m ütâreke imzalanıncaya kadar ( 1918 w eig, 1873), s. 324— 349; R . Manzoni, E l sonbaharı ) türklerin işgali altında kaldı. i Yemen, tre anni nelP A rabia f e lic e . E scu r-



LAHİC sioni fa ite dal Settem bre 1877 al Marzo 1880 (R om a, 1884), s. 14— 16, 2 2 ,2 70 v.d. ( Lahic kalesinin resmi v a r d ır ) ; E. G la ­ ser, Tagebach ( 1 887) , II, 3b, 4b, 5*; O. Baumann, B esu ch von L a h a d j in Südara­ bien ( G lobus, 1895, L X V II, i — 6, üç resim i l e ) ; M. Hartmann, D ie M ekkabahn ( B e r ­ lin, 1908 ), s. 23 v .d .; F. Stuhlm ann, D er K am p f um A rabien zw ischen der Türkei u n d E nglan d ( H am bärgische Forschungen, Braunschw eig, 1916, 1, 64,72, u 1 v.d., 122,132— 140,17*— 19*); H andbooks prepared ander the D irection o f the historical seciion o f the Foreign O ffice No. 61, A rabia ( London, 1920), s. 71, 75, 88 v.d.; T he Statesm an’s Yearbook (1 9 2 1 yılı için, London, 1921 ), s. 96 ( 1927 yılı için ,London, 1927 ), s. 95; D. G . H ogarth, A rabia ( O xford , 1922 ), s. 127. — Lahic arazisinin haritaları için bk. G . S. Stevens, R eport an the country around Aden ( J R C S , 1873, XLIII, 2 9 5 ); G. U. Jule, A R ock-cut him yaritic inscription on Jabal J eh a f, in the A den H interlan d ( P roc. Soc. o f B iblica l A rchaeology, 1905, X XVII, 153— 1 5 5 ) ; Map show ing the new boundary o f the A den Protectorate ( C J . 1906, X X V 111, 632).



_



( A d o l f G r o h m a n n .)



L A H İ C A N . [ Bk. 1.ÂHÎCÂN.] L Â H Î C Â N . L Â H ÎC Â N , I. İra n ’ın G îlan eyâletinde Şaiid-R üd şarkında ve D u lfek dağı şimalinde, Çom H ala ( Purdesar ) çayı kenarın­ da ve Rân-i Kuh idâri bölgesinin şimdiki mer­ kezi olan Langarü kasabasının 12 km. yu karı­ sında bir ş e h i r olup, her ne kadar eski arap coğrafyacıları tarafından bilinm ezse, de, G îlan 'm en eski iskân m erkezlerinden olduğu mu­ hakkaktır. Efsânede,, kurucusu olarak, Lâhic b. Sam b. Nuh gösterilir. Y u karıda zik re d i­ len Safid-R üd öteden beri G îlan '1 iki kısma a y ır ırı eski çağda bunlar şarktaki A m ardoi ile garp taki Kadusioi adlı kavim ler arasında hudût teşkil e ttiğ i gibi, İslâm devrinde de şarktaki B iya-P iş ve garptaki Biya-Pas bölgelerini a yı­ rıyordu ve K âşan i ’yo gö re birincinin halkı alevî ( Zaydi ), ikincisininki ise sünnî (k an b e l i ) idi. B iy a -P iş 'te en eski hanedan Kavtum veya H avşum lar olup, bunun kurucusu ‘ A li nes­ linden N aşir al-H akk Haşan ‘U trüş ( ölm. 304 = 917 ) idi : Nâşirvand denilen nesli son­ radan iki dala ayrıldı ı Uleaytu zamanında hanedanın başında Sälük b. S ä lä r bulunuyor­ du ; G îlan ’da en kudretli sayılan L âhicân hü­ küm darına N av-Pâdişâh yahut Şâh-i N av de­ niliyordu. 706 (i3 0 7 ) ’ da, Uleaytu L â h ic â n ’a yak laştığı sırada, Nav-Pâdişâh ona itaa t etm ek şıirçtî ile, m evkiini muhafaza edebildi,



LÂHÎCÂN.



5



L âhicân, bilhassa B iya-P iş 'in K 5 r-K i y â de­ nilen hanedanına merkez olm akla tanîndı. Bu seyyıdler Rân-i Küh bölgesinde M alât köyün­ den gelm e idiler. 769 ( 1367/1368 ) ’a doğru, Nâ­ şirvand âılesinin ik i dalı arasında didişmeler olurken, Sayyid ‘A li b. Sayyid K iyâ B iya-P iş 'i, D aylam an’1 ve M lzan d a ra n ’m bâzı bölümlerini ele geçirdi. N işirv a cd le r 791 — 792 ( 1389— 1390 ) ‘de bir aralık tekrar iktidara döndüler; 908 ( 1502 ) ’de Biya-Pas ’ta Füman ’lı A m ir Hisâm al-D in 'in ku vvetleri şehri yağm aladılar. Bu türlü akınlar 910 ( 1504 ) ve 914 ( 1508 ) ’te tekrarlandı. Buna rağm en K ar-K iyâ hânedanı 10 0 0 (15 9 2 ) tarihine kadar iktidarda kaldı. Safevîlerin L âhicân Ele sıkı m ünâsebette bu­ lundukları bilinir. S afevî hânedanmın mâruf atası Şayh Ş a fi al-D in ’in p îrı Şayh İbrahim Zâlıİd ( Ölm. 714 = 1314 ) ’in türbesi, Lâhicân — Langarüd yolu üzerinde, Şayhânbar keyfinde­ dir. A k-K oyun lular tarafından kovalanan Şâh İsmâ'i! I., K âr-K iyâ Mirza ‘A l î ’ye İltica etmiş ve M avlânâ Şams al-Din L â h îci 'nin derslerin, den faydalanm ış idi ( E. Denison Ross, The early years o f Shah İsm ail, J R A S , 1895, s. 286 ). K â r-K iy â Hân A hm ed Hân zamanında (943— 975 = 1536/1537-1567/1568 ve 985 — 1000 = 1577— 1591/1592 ) bu m ünâsebetler bo­ zuldu. O sm anlılar ile gizlice temas e ttiğ i iddia olunan bu zât evvelâ Şâh Tahmâsp tarafından hapsettirildi ve sonra Şâh İsmâ‘il tarafından memleketinden kovularak, ömrünün sonunu İs­ ta n b u l’da geçird i (J . v. Hammer, G O R , II, 562, 57 h ). Ruslar, G îla n ’1 işgal ettikleri sırada (.1724— 1734 ), L â h ie â n ’da iki yerde tahkim at yaptılar. Bundan sonra artık hiç bir siyâsî rol oynamıyan Lâhicân, sâdece G îlan 'in gen iş ve zengin bir bölümünün m erkezi olarak, mahalli bir ehemmiyet muhafaza etti. XX. asrın başla­ rında, 2.260 evi ve 11.000 kadar nüfusu otan şehirde, eski hükümdar ailesine mensup bir çok fertlerin m ezarlalı bulunmaktadır. , B i b l i y o g r a f y a ı Y a k u t, IV ( L â h ic ) ; M ustavfi K azvin i, N uzkat al-liulüb ( nşr. G. le S tr a n g e ), s. 163; L âh icân 'ın Uleaytu tarafından zaptı hakkında bk. R aşid al-Din (D o m , A u szü g e aus mıtham, S ch riftsteU lern, Petersbourg, 1858, s. 138 — 152 ve Abu '1-Kâsim K âşânİ, T&rlh-i U leaytu (P aris, Bibi. Nat. yazm ., Su p p l. persan, 1 4 1 9 ); d’Ohsson, H is t. des M ongols, IV ,488— 497; Z ah ir al-D in M ar'aşi, T â rîh -i G îla n K tedâri­ kine başlanmasına sebep oldu, teşkil edilecek kuvvetlerin başına K arl V . ( C h arles Q u in t ) 'm gayr-ı meşrû oğlu Don Juan de A u stria ( Don Juan d 'A u trich e ) ’nın getirilm esi kararlaş­ tırıldı. Bu sırada acele hazırlanan bir filo.



4o



LEPANTO.



M arcaatonio Col on na kumandasında, E ge deni­ zinde bokuna bir nümayiş hareketinde butun­ du ( Zeller, Les Temps modernce, Paris, 1953, s. 63 ). D iğ er taraftan O sm anlı Hükümeti de, henüz Magosa muhasarası devam e ttiği bir zamanda, Venediklilerin yardımına mâni ol­ mak düşüncesi ile, donanmayı, henüz nok­ sanları tamam olmadan, cenkçi ve kürek­ çisindeki eksikliklere ehem m iyet vermeden ( !A ti, K a n h al-ahbâr, 457»'ya göre, 978 senesi „nevrûzundaki cuma günü“ , ihtimâl nevruzu tâkip eden cuma =»23 m art 157 i ) , İstanbul ’dan yola çıkardı. Donanmanın ku­ mandanı yeniçeri-ağalığından bu mevkie ge­ tirilen ve denizcilik ile alâkası olmıyan Müezzin-zâde AH Paşa { G üzelce A li P a ş a ) ve kara kuvvetlerinin başında da ikinci ve zîr Per­ tev Paşa bulunuyordu. H areketi esnâsında muhtelif büyüklükte 300 ’den fazla gemiden terekküp eden ve A kd en iz ’de ümerâ ve le­ vend gem ileri ile 400 parçayı bulan ( 'Â l i, göst. y er. ; Peçevî, T arik, İstanbul, 1283, I, 495 ) do­ nanma, K ıb rıs ’tak i türk kuvvetlerine yardım e ttik ten sonra, Rodos ’a ve oradan E ğriboz ’a gitm iş ve nihayet G irid sularında harekâta başlam ış idi. O sırada V en edik donanmasının b ir kısm ı, Sebastiano Ventero kumandasında K orfd 'da ve bir kısm ı da, Marco Q uirini ida­ resinde, G ir id ’de buluyordu. V enediklilerin K ıbrıs *a muhtemel bir hareketini önlemek için, serdara, V enedik donanmasını, adaları, Dalm açya ve A rn avu tlu k sahillerini vurmak üzere, sıkı talim at verilm iş idi ( böyle bir emirname hakkında bk. A hm ed R efik, Kıbrıs ve Tanas seferlerine âit resm î vesikalar, D a­ rülfünun edebiyat fa k ü ltesi mecmuası, İstan­ bul, 1926, V , sayı 1— 2 ; Peçevî, ayn. esr., 104 }. Q uirin i, gem ilerini em niyet altın a ald ığı için, onlara bir şey yapamayan v e C ezâ yir beyler beyi U luç A li P a ş a ’ nın 20 gem i iltih ak ı sa­ yesinde tak viy e edilm iş olan osmanlı donan­ ması, Suda civarına asker çıkarm ak ve Han­ ya 'ya taarruz etm ek gibi, hareketlerden sonra, Mora sularına gitm iş Çuha ( C e r îg o ), Zanta ve Kefalonya adalarını vurmuş (Ju rıen de la G ra viere, La guerre de Chypre et la bataille de Lepante, Paris, 1888, II, 8 ; Â lî, göst. y er.; P eçevî, göst. yer,), A d riy a tik ’ te geniş bir faâliy te başlam ış idi. Bu durum karşısında Veniero, K orfu ’da kalmanın vahim neticeler tevlid edeceğini anlıyarak, V enedik müdâfaasını boş bırakm ak tehlikesini göze alıp, 60 kadar g e ­ misi ile M essin a ’ya kaçtı ( 23 temmuz ). Türkler tam b ir hareket serh estîsi içinde Dalmaçya sahillerinde L esina, A n tiva ri, Ülkün (D ulcino ), Sopoto v.b. kalelerini, bu faâliyeti karadan des­ tekleyen A hm ed Paşa kuvvetlerinin yardımı



île ele geçird iler ( bk. bir de Seîânıkî, Ta­ rih, I, 107 ), Utuç A 1İ Paşa Zara ’ya kadar uzandığı gibi, K ara H oca da V en edik kör­ fezine doğru ileriledi. Venedik, büyük, bir deh­ şet içinde, şehri müdâfaa etm ek üzere, eski ge­ m ileri silâhlandırm ak, sâhilleri bataryalar_^le tahkim etm ek gibi, çârelere başvuruyor, d iğer taraftan Kapudan-ı derya, C a tta r o ’yu mulıâsara ediyordu. Raguza 'da m üttefiklerin İtal­ y a 'd a büyük kuvvetler topladığın ı Öğrenen U laç AH Paşa, osmanlı donanmasının bu kadar gen iş bir faaliyet sahasına yayılm a­ sını tehlikeli gördü. Kapdan Paşa ise, C attora muhasarasını kaldırm ak lüzumunu duyarak, C a stel-N u o vo 'ya çekildi ve 16 ağustosta oradan hareket ederek, Korfu 'ya taarruz e tti. A dada çok tah ribat yapm akla beraber, kale müdâfîSerinin çıkış h areketleri yüzünden kendi kavvetleri de epey zâyiât verd iği için bun- j dan da vazgeçm ek zorunda kaldı, Bu sırada, M sgosa ’ mn fethi haberi ile, hıristiyan donan­ masını, nerede bulursa, vurmak emrini alan kaptan-ı derya, pek boşuna yorduğu kuv­ vetlerine çeki-düzen verm ek üzere, Lepanto ya g itti v e E ğriboz beyi Salih Paşa-zâde Mehmed Bey, Mora ’dan cenkçi ve kürekçi toplam ağa me’ mSr edilerek, o gelinceye kadar da donanmanın burada yatm ası kararlaştın ld ı. D iğer taraftan m üttefikler, a ğ ır da olsa, hazırlıklarına devam ediyor, A go stin o Bârbarigo, Q uirini ile, G irid ’deki donanmayı İta ly a ’ya geçirm iş bulunuyor v e A m iral Jurıen de la G raviere ’in fikrine göre, b id a yette ikiye ayrılm ış bulunan V en ed ik donanmasını ayn -a y rı yakalayıp, imhâ etm ek fırsa tı tü rk îer tarafından kaçırılm ış oluyordu ( ayn, esr., II, 24 v.d.). Cenova v e Napoli ’den geçerek , *3 ağustosta M essin a’ya gelen Don Juan, C attaro muhasarası sırasında, m üttefikleri büyük bir teredd üt ve korku içinde bulmuş, İspanyol ve İtalyan askerlerinin ş id d e tli geçim sizliklerine şâhit olmuş, hattâ bir d efâ kendi de V en iero ’ya kızarak, dönüp gitm eğe kalkışm ış idî. İleri gelenler arasında yapılan görüşm elerde âde­ ta Philippe II. adına konuşan Don Luis de Requesens, donanmanın g ö z göre tehli­ keye atılm am ası gerektiğin i ileri sürüyor, papanın gücenmemesi, V e n e d ik ’ in yalnız bı­ rakılm am ası için, gû yâ muharebe edilecek­ miş gibi, Yunanistan câhillerine doğru bir gö steriş hareketi ile ik tifâ olunması münâsip görülüyordu ( A ntoine M aria G ratian i, H is­ toire de la guerre de Chypre, Paris, -1685, s, 236 v.d.). Don Juan 'm fik ri ise, doğrudandoğruya Tunus veya K ıb rıs üzerine gidilm esi idi ( Braudel, ayn. esr., s. 937 ). Bu toplanmış ku vvetlerin türkler ile kat’î çarpışmasına şîd-



LEPANTO. detle taraftar olan Venedik baş prov editör ’u Venİero, İspanyolların muharebe etm ek isteme* diklerini hissetmiş, bu tered d ü t ve ihtilâf, miit* tefik le r ( Venedik, Papalık, İspanya ve tabileri, M alta ve bâzı gönüllülerden mürekkep ) donan* ması K o rfu 'y a geldiği esnâda dahi devam et» miş, orada toplanan harp meclisinde P apalık kuv­ vetleri kumandanı Colonna 'nm bütün mevsim içinde geniş harekâtı yüzünden yıpranan türk kuvvetlerinin muharebe edesek tak atte bu­ lunmadığını ileri sürmesi üzerine, bir-az ya­ tışm ış ( G ratian i, s. 242 }, Veniero ’nun İsrarı m üttefikleri harbe sürüklem iştir ( Braudel, göst. yer.). Bu vekayi cereyan ederken, iki ta ra f birbirinin hakikî kuvvetini öğrenm eğe çalışm akta, türklerden K araca AH ve K ara H oca ism indeki denizciler ve m üttefiklerden ise, G il d'A n drada cür’etkârâne keşif hareket­ lerinde bulunmakta, fak at yapılan keşiflerde iki tarafın çok defa yan ıldığı anlaşılm aktadır. Sâlib Paşa-zâde Mehmed B ey 60 kadırgası ile dönünce, L epaato ’da serdar ve kapudan-ı deryadan başka, Uluç A li P aşa, Trablus bey­ lerbeyi C â fer Paşa, H ayreddin Paja-zâde Haşan Paşa gibi, büyük kumandanların, sancak bey­ lerinin ve bütün ileri gelenlerin iştîrâki ile, bir harp m eclisi toplandı ve bu m ecliste do­ nanmanın yorgun ve kuvvetten düşmüş oldu­ ğunu belirten Ultıç A ii Paşa, müstahkem Inebahtı boğazını geçem eyecek bir düşmana karşı çıkm ağı kat’ îyen doğru bulmadı. S erd a r Per­ tev Paşa ise, donanma İnebahtı 'ya gelirken, karşı tarafın hiç bir m ukabelesine rastlam a­ dan, aylarca dolaşıp, sefer mevsimi geçtikten sonra, levend gem ileri ile e traf beylerinin dö­ nüş müsâadesi istediklerini ve donanmada cenkçi ve kürekçinin yarıdan fazlasının, izinliizinsiz, dağıldığını göz önünde tutarak, (Jluç A lı Paşa 'nın fikrine iştirak e tti ise de, cesur ve m ütebevvir bir zat olan ve merkezden de düşman ile m utlaka muharebe edilmesi için em iı\ alan Müezzin-zâde „gayret-İ İslâm ve ırz-ı pâdişahî yok mudur, her sefineden beşeronar adam nâkıs olmakla ne lâzım gelür „m u­ kabelesinde bulununca, evhamlı ve korkak di­ y e adı çıkan bu ibtiyatkâr ve tecrübeli vezir, başından korkup, sustu ( A lî, ayn. esr., 457b ; SeSânikî, ayn. esr., s. 105 ). Jurien de la G ravıere, muharebede esir düşen türklerin şaha­ detine istinâd eden İtalyan kaynaklarına, bil­ hassa Girolam o Diedo 'ya inanarak, Uluç A li P a ş a ’ nın bu m ecliste muharebeye taraftar ol­ duğunu, aksi şayiayı hezim etten sonra yaydı­ ğını söylüyor ( ayn. esr., II, 103, not t ), Hasımlarına üstünlüğünü her bakımdan isbât et­ miş bir osmanh kumandanını kötülem ek tem a­ yülünde bulunan garplı m üelliflerin bu kabil



4*



iddiaları vârit olmasa gerektir. Lepanto v a k ’asmdan kurtulanlar arasında, harp meclisi müzâ­ kerelerine vâkıf ve bildiğini yüksek makamlara duyuracak pek çok adam bulunduğu muhak­ kaktır. D iğer bir mesele de bir müverrihin ( Hayrullah Efendi, Tarih, XII, 4 4 ) sadrâzam Sokullu Mehmed Paşa 'nm, ikinci vezir Per­ tev P a şa'n ın nufuzunu kırm ak için, mağlûp olacağını bildiği donanmayı muharebeye sevk husûsunda birbiri üstüne emirler gönderdi­ ğidir, A yn ı müverrih tarafından itira f edildi­ ği gibi, Selim II.'in tam itim adını kazanıp, devletin bütün işlerini ,,uhde-i istiklâlin e“ bı­ ra ktığ ı ve aleyhindeki sözlere kalak asmadığı ( ayn. mil., XII, 33 ) bir sadrâzamın, Pertev Paşa gibi, pek de ürküntü verm eyecek bir ikinci veziri çekem eyerek, devlete hiyânet edeceği düşünülemez. M eseleyi m erkezin cep­ hedeki kumandana vaziyeti Jâyıkı ile kav­ ramadan, müdâhalesi şeklinde vaz'etm ek g e ­ rektir. Uluç A li Paşa, eğer muharebe zarurî ise, onu açık denizde kabûl etmenin doğru olaca­ ğını, zira kara sularında cereyan eden m uhli rebelerde, bir gem i isâbet alınca, askerin ken­ din! sahile atacağını ileri sürdü; bu fikir ka­ bûl edilm eyince, kapudânelerin düşman tara­ fından farkplusm am ası için, gem ilerden fa­ nuslar ile bayrakların kaldırılm asını söyledi. M üezzin-zâde bunu da istihzâ ile karşılam ış, artık Uluç A li Paşa için susmaktan başka ya­ pacak bir şey kalmamış idi. Harp meclisi, m üttefikler ile muharebeye karar verdikten sonra, donanmadaki noksan, kale, cenkçile­ ri, hisar erleri ve azapları alm ak suretiyle, mümkün m ertebe giderilm eğe çalışıldı ( Selânikî, Tarih, s. 105 ). Bu sırada Don Juan da Korfu kalesindeki askerin büyük bir kısmı­ nı almış, türk donanmasının İnebahtı 'da bu­ lunduğunu öğrendikten sonra, 30 eylülde ada-; dan hareket ile Hulum iç koyuna girm iş, 3 teşrin I .’ de buradan kalkarak, muharebe­ nin cereyan edeceği sâhaya şimâl istikametin* den ilerilem eğe başlam ış idi. Bu sâba yunan denizinin, Itbake, Kefaionya ve Zanta adaları ile çevrili bir girintisi idi. Sah ile yakın kayalık* lardan m üteşekkil Curzolari = Echinae ada­ cıklarının yanından geçen m üttefikler donan­ masının m aksadı A spro-Potam os suyunun munsabında durmak idi. D iğer taı-aftan Müezzinzâde A li Paşa, osm snlı donanmasını İnebahtı boğazının iç tarafına Coîydon ( = G a ta !a ) li­ manına getirm iş ve bir gece burada kaldıktan sonra, 17 cem âziyelevvel 979 ( 7 teşrin II. 1571) pazar günü sabahın erken saatlerinde denize açılm ış idi. Haçlı donanması O xia adası İle sâhil arasından geçerken, evvelâ osmanlı do-



42



LEPANTO.



nanmasınm keşfe çıkan iki gemisini, sonra da tamâmını gördü. İspanyol generallerinden bâ* zısı Don Joan h Hıristiyan âleminin talibini teh­ likeye sokacak b ir muharebeden vazgeçirm ek isted i ise de o, bu sözleri dinlemeyerek, harp işaretini verdi, İki donanma karşı­ laşm ak üzere bulunduğu anda yekdiğeri­ nin kuvveti hakkında doğru bir fik re sahip değil idi. Kara Hoca 'm ı keşif gem ileri, müt­ tefiklerin yalnız sağ cenah gem ilerini’ seçe­ bilmiş, yüksek kayalıklar diğer gem ilerin .gö­ rünmesine mâni olmuş idi. Don J u a n ’ın gönderdiği Cecco Pisano ise, türk gem ilerinin hemen hepsini saym akla berâber, askerin ma­ neviyâtını bozmamak için, bundan yalnız Coionna ’yı haberdar etmiş idi ( J. de la G raviere, agn. esr., M, 145). Uluç A li Paşa çarpışma saatinin geldiğin i görünce, kapudan-ı deryaya haber gönderip, önce bir manevra yapmak, sonra düşmanı ya arkadan veya böğründen vurmak teklifin de bulundu, fak at kapudan-ı derya bu defa da in at e tti ve „pâdişâhın donanmasına kaçtı namın kom azam “ diyerek ( T u k fa t alktbâr, 93 ), donanmayı şimalden cenûba ve Y u ­ nanistan sahillerine m uvâzî, Skropha burnuna ( muharebeden sonra buna, türkler tarafından Kanlı-Burun adı v e rilm iştir) amut bir nizâma koydu. M üttefikler de Curzolari boğazından çıkarak, türk donanmasının karşısın da yer aldılar. Kaynaklarda, iki tarafın bu muharebeye sok­ tukları gemi ve askerin m ıkdarı hakkında ve­ rilen malûmat birbirini tutm am akla berâber, bu husûsta hakikate yakın bir fikir edinm ek mümkün oluyor. Osmanh donanması, hiç şüp­ hesiz, sefe r hidâyetindeki adedini muhafaza etm em iş, İstanbul 'dan hareketle İnebahtı 'ya geliş arasındaki aylar zarfında hayli tahavvüller geçirm iştir. Binâenaleyh, g e re k yerli, gerek yabancı kaynakların verdiği gemi sayısı üze­ rinde biraz durmak gerekir. M üttefiklerin al­ d ığ ı osmanh esirlerinin ifâdesine dayandığını bildiğim iz eski m üellifler ile ( bk. J. de la G ra ­ viere, II, 107 v.d .; bk. bir de G ratian i, s. 254) bizzat muharebeye iştirak eden ChevaHer de Rom egâs ( D aru, agn. esr., IV, 135, not 1 ve Charriere, IH, 189 ) 'm verdiği rakam larda dikkati çekecek farklar vardır. H am n er ( agn. esr., - y i, 423 ), faydalandığı kaynaklara uyarak, türk donanmasını 240 kadırga, 40 kalita, 20 kü­ çük gem iden mürekkep, 300 parça gösterm iş ise de, Tuh/at al-kibar 'm bâzı yazm alarında gemi (Ü n iv ersite kütüp., T Y . 6091, 40b; 2625, 6ı»; M üteferrika tab. 43a), bâzı yazmalarında ise, kadırga ( Ü niversite kütüp., 6118, 82b) ismi He kaydedilen türk sefinelerinin sayısı 180’ dır, A m iral j . de la G raviere bunu 275



olarak kabûl etm ekle berâber, ona göre, muha­ rebede faâl rol oynayan kadırgalar 208 ’den ibarettir. Bu husûsta gerçi daha bir çok tah­ minler mevcut ise de, F. Braudel ( agn. esr., s. 938) ’in >230 adedini doğru bulduğunu kayd ile m uhtelif tahm inlerdeki farkın bir az da küçük gem ileri donanmaya idhâl edip-etm emekten ileri geldiğin i söyleyelim . O sm anlı do­ nanmasındaki cenkçi askerin m ıkdarı hakkında serdediten mübâlegah rivâyetler üzerinde dur­ m ayarak ( msl. bk. P. - A , Farochon, Chypre et Lepante, P aris, s. 2 5 2 ’de 85.000), bu kuvvetin kürekçiler m usiessâ, 2,500 ’ü yen içeri olmak üzere, 25,000 kişiden ibâret bulunduğu sö yle­ niyor ( J. de la G raviâre, II, 10 7), Bu ihtilâf haçlı kuvvetleri hakkında da m evcuttur. İtal­ y a 'd a n gelirken p ek çok gem i ib tivâ e ttiğ i bilinen m üttefikler donanmasının 208 ( G ra ti­ ani 'de 243, R o m e ga s'ta 271 veya 285, K âtib Ç e le b i'd e 2 3 1), kadırga ve 6 büyük mavna ( g a le a z z a ) ile muharebeye gird iği garp mü­ elliflerinin ekseriyeti tarafından kabûl olun­ muştur, G ratian i, mıkdarını p ek çok tahmin e ttiğ i küçük gem ileri, askerin muhârebeden kaçması ihtimâlini bertaraf etm ek üzere, ge­ rid e bırakılm ış gö steriyor ( agn. esr., s. 256), H açlıların, italyanlar, tspanyollar ve alınanlar­ dan mürekkep, mubârip ku vveti, zikrettiğim iz m üelliflerde, 29.000, 37.00 ve 46.000 gibi, epey farklı rakam lar ile, ifâde edilm ektedir. Şurası­ nı hemen söylem ek lâzım dır k i, burada sayı değil, donanmaların harp tak ati bahis mevzuu­ dur ve bütün bir mevsim yorucu ve yıpratıcı muhârebeler veren- ve vesâiti noksan olan tü rk­ ler tâze ve tech izâtı mükemmel b ir kuvvet ile karşılaşm akta idiler. Don.anmay-ı hümâyûnun m erkez kesim ini kapudan-t derya Müezzİn-zâde A li Paşa ve serdar P ertev P aşa, s a ğ cenâhı İskenderiye beyi Mehmed B ey ( bu zâta garp kaynaklarında cenup rü zgârı mânasına Scirocco lekabı v e r ilir ; Pİrî R eis 'te hemen aynı mânaya gelen şuluk tâbiri vard ır k i, Mehmed Bey türk menbâlarında bu lekap ile anılm ak­ ta d ır ), sol cenahı C e zâ y ir beylerbeyî 'U iu ç A li Paşa idâre etm ekte, geride küçük bir ih­ tiyat filosu bulunmakta idi. Muhârebe nizâm ları türklerinkine benzeyen m üttefiklerde en ziyâ­ de takviye edilm iş kısım bizzat Don Juan 'ın idaresindeki merkez idi. Papalık kumandam Colonna, Venedik kumandam Veniero ’dan başka, daha bîr çokları burada bu’unuyor, sağ cenahlarına zamanının en mâhir âmirali diye şöhret alan eenovah G ian-A ndrea Doria ( Bar­ baros tarafından mağlûp edilen meşhûr A n d ­ rea Doria 'n ıc y e ğ e n id ir), sol cenahlarına Ve­ nedikli A go stin o Barbarigo ile b irlik te Marco Q uirini kumanda ediyordu. Ispanyol kumandam



LEPANTO. Santa-Cruz markisinin emri altında olup, o sı­ rada kenüz Curzolari boğazından geçm ekte bu­ lunan ihtiyat filosu merkezin gerisinde yer ala­ cak idi. M üttefiklerin yüzen kaleler hâlinde kazıkladıkları, 30 ’ar top ile mücehhez galeazza 'lar.-- donanmanın önünde ileriliyordu. Muha­ rebe hattının boyu tahminen 4 mil bir uzun­ lukta idi. Sabahleyin müsait esen rüzgâr 11 'de durduğundan, türk donanması kürek kullana­ rak ilerüem eğe başladı ( iki tarafın merkez ve cenahlarında kaçar gemi bulunduğu ve bunların kim ler tarafından idâre edildiği hak­ kında bk. j , de la G raviere, ayrı, esr., I I ) ve m avnalar top ateşi ile bir az sarsılm akla beraber, yürüyüşe devam etti. Osmanlı sağ cenâhı, hıris­ tiyan donanmasının sol müntehâsı ile kara ara­ sından bir türk çevirm e hareketine mâni olmak vazifesini üstüne alan hıristiyan sağ cenâhma taarruz etti. H attâ hidâyette bâzı küçük türk gem ileri sahil boyunca düşmanın gerisini çe­ virmeğe m uvaffak olmuş ve onlar için ciddî bir tehlike belirmiş idi. V a ziyeti kurtarmak üzere, bütün gayreti ile çalışan Barbarigo ölüm de­ recesinde yaralanıp, gem isi türklerin eline geçerken yardım a koşanlar sayesinde muha­ rebenin talihi pek ağır zâyıât babasına müt­ tefiklerden tarafa döndü ve Şutuk Mebmed Bey şeh it oldu. Deniz m uhârebelerine alışık olm ayan türk kara askerleri canlarına dü­ şerek, yakındaki sâhiii tutm ak üzere denize a tlıyo r, kimi boğulmak veya ateşe tutul­ mak suretiyle telef oluyor, kurtulanlar ise, m üttefiklerin karaya çıkardıkları ku vvetler ta­ rafından yakalanıp, fecî bir şekilde öldürü­ lüyordu ( J. de la G raviere, II, i 18 v .d .; osmanh askerinin karaya döküldüğü A natoloka civarındaki sâha için bk, Peçevî, ayn. esr., i, 497 ). Bu cenahta tem âsa başlarken, muhare­ benin, m erkez kesimine de y ayıld ığ ı, Müezzinzâde^ A li Paşa 'um doğrudan-doğruya Don J u a n ’ın kadırgasına rampa e ttiğ i, aynı za­ manda P ertev Paşa 'nm gem isi ile V eniero arasında çarpışm a başladığı görüldü. Kaptan Paşa baştardasını iki defa istilâ ettik leri hâlde püskürtülen ispanyollar fenâ bir vaziyete düş­ müş iken, E ğriboz beyi Mehmed B e y ’in gem isine gâlip gelen C o îo n n a’nın yardım a yetişm esi türk baştardasını iki taraftan tazyika mârûz bıraktı. M üttefik askerlerinin zırh lı ol­ m ası ve türklerin ok silâhlarına karşı arkebüzün çok bozulması yüzünden, başlarda tek ra r istilâya uğradı ve M üezzin-zâde A li Paşa, ge­ minin dümen yekesinin bulunduğu yere kadar çekilerek, çarpışa-çarpışa şehit düşerken ( bu şeh âdet hakkındaki m uhtelif rivayetler için bk. J. de la G raviere, II, 1Ş r ), diğer taraftan P ertev Paşa gem isi de mağlûp olmuş ve yaralı



43



olarak atladığı denizden Haşan Paşa-zâde Mahmud Bey tarafından kurtarılm ış idi. K apudan-ı derya ile serdarın uğradıkları bu akı­ betten sonra, sağ cenah ile m erkezde türk gem ilerinin şiddetli mukavem etine ( Kara Yu­ suf bu çarpışm ada dillere destan o lm u ştu r) rağm en, m üttefikler, pek ağır tele fa t vermek şartı ile, va ziyete hâkim oldular. Karşılaşm anın daha ilk ânından itibâren Do­ n a mütemâdiyen açılarak, esâs donanmadan uzaklaşıyordu ( onun bu hareketi Lepanto muhârebesinin bir meselesi hâlinde dâimâ bir münâkaşa mevzuu o lm u ştu r; j . de la G ravi­ ere, II, 198 v.dd.). K arşısında onun hareket­ lerini tâkip eden Uluç A li Paşa, m üttefiklerin m erkezi ile sağ cenahları arasında kâfî bir gedik açıldığını görür-görm ez, derhâl bir donüş hareketi yaparak bu gedikten taarruza geç­ ti, bir m alta kapudâhesi, bir papalık, bir Savua, iki Venedik gem isi, türk kadırgaları tara­ fından kuşatıldı ve bir kaçı söndürüldü. G edi­ ği kapatm ağa koşan Don Juan de Cardona 'ran gem isinde 500 kişiden ancak 50 ’si kurtu­ labilmiş, m üttefik baş-kumandanı, muharebenin kazanıldığını zannederken, bu tehlikeli vaziyeti görünce şaşırm ış idi. Kendisi ile Santa-Cruz m arkisi ve onları takiben diğer gem iler Ulıiç A li P aşa'dan tarafa yöneldiler. Uluç A li Paşa başa çıkam ayacağı kadar çok gemi ile harbi kabul etm edi; maharetli m anevralar yaparak, tahminen 30 gem i ile düşman donanmasından kurtulm ağa m uvaffak oldu. A rkasın d a suların enkaz hâlinde sürüklediği tahrip edilm iş 12 düşman gem isi ile mağlûp bir donanmanın bü­ tün hususiyetlerini gösteren muharebe sahasını bırakarak, A yam avra adası istikam etine yol al­ dı ; bulduğu daha başka gem iler ile birlikte, İnebahtı ’ ya çekildi, ö ğ le y e doğru başlayan mu­ harebe güneş batarken sona ermiş idi. Kâtib Ç elebi, A lî, D aru, Hammer, H auser, V ertot ( H istoire des Chevaliers de Sa in t Jean de Jerusalem , Paris, 1737, V , 14a v.d.) J. de la G raviere gibi m üelliflerde türklerin gem i kaybı; 13,30, 40 ve 44 karaya oturm uş, batm ış ve ya­ hut yanm ış; 60,90, 1x7, 130, 140, hattâ 190 m üttefikler eline geçm iş olarak, gösterilir ( si­ lâh zâyiâtı için bk. Hammer, ayn. esr., V I, 428; H auser, ayn. esr., 90 ); T ürk şehitleri, Müezzinzâde A li P aşa, Şuluk Mehmed Bey,-hersâne emini Mustafa B e y ; İnebahtı beyi Firclevs Bey ile 10 sancak beyi dâhil ao— 30.000 askerdir. J. de la G raviere, o devrin garp m üellifleri, Paruta, Sereno, Diedo, R osell, Caracciolo gibi müelliflerin bu m eselelere dâir rivayetlerini toplam ış ve b ir çok isim verm iştir ( ayn. esr., il, 218 v.dd.). Daru {ayn . esr., IV , 1 3 3 ) 'ya göre türk zâyiâtı fazla olmakla berâber, bir



44



LEPANTO.



deniz muharebesi için 30.000 şehit de miibâlegalıdır. P eçevî ( agn. esr., 1, 498 ) yap tığı he­ sap neticesinde telefatı 20 bin olarak tahmin et­ m ektedir. Braudei ( agn. esr., 939 )’in 3.000 de­ diği esirler (bunların arasında C â fer Paşa da v a r d ır ) hakkında eski kaynaklardan çıkarıl­ m ış malûmatı yine J. de la G r a viere verm ek­ tedir. Muezzin-zâde nin esir düşen oğulları 18 yaşındaki Ahm ed B ey ile 13 yaşındaki Mehmed Bey, h ırstiy a n edilm ek için, papaya- ve­ rilm ek üzere, Don Juan tarafından alıkonmuş, fak at Ahmed Bey Napoli de kahrından ölmüş­ tür, Seiânikî ( agn. esr., s. ıo 3 ) her ikisinin fidye mukabilinde kurtarılm asına dâir ferman çıktığını kayd ıd iyo r. S. A n g elo .şatosunda, hür­ riyetten başka her şeye sâhip olarak yaşadı­ ğını öğrendiğim iz (J . de la G raviére, II, 221) Mekmed Bey ’in akıbeti hakkında şimdilik bir şey bilm iyoruz. Bu muharebede türklerin 4— 5.000 kadar esir verdiği ve osmanlı donanma­ sında kürekçi olarak çalıştırılan, 14— 15.000 kadar hıristiyan esirinin m üttefikler tarafın ­ dan kurtarıldığı söylenilm ektedir ( Farochon, agn. esr,, s. 284 ; Braudei, agn. esr., s. 939). Bu esirler kendilerine Kaptan P a ş a ’ nın ne k a ­ dar insaniyetli davranm ış olduğu söylem ekte ittifa k etm işler idi ( J . de la G ra vié re , 11,422, not 1 ). Me’hazîarın farklı adetler ile ifâd e e ttiği ( ms. bk. V erto t, V , 142 v .d .; Farochon, s. 283 v .d .; J. de la G raviére, II, z io ) m üttefik zâyiâtına gelince, bunun 15 kadırga, 8.000 ölü (H am m er, VI, 429), 21.000 yaralı ( Braudei, gost. y e r ,) olduğunu, haçlı donanmasında, D o­ r i a ’nmki müstesna, hemen bütün gemilerin az-çok hasara uğradığını kabÛl etm ek mümkün­ dür ( J. de U G raviére, 11, 207 ). Muharebede 60 M alta şövalyesi ile İspanyol ve İtalyan zade­ ganından bir çoğu tele f olmuş, Don Q uijote müellifi meşhûr C ervan tes sol elini kaybet­ miştir. Don Juan, m uharebeyi tâkip eden fırtınalı g eceyi Pétala limanında geçirm ek sÛretıyie, donanmayı perişan olmaktan kurtardıktan son­ ra, ertesi sabah harp sahasını dolaştı. İki üç gün kadar kaldığı bu küçük limandan A ya M avra adasına giderek, orada, tutulacak yolun -tâyin i için bir meclis topladı. H açlılar o kadar zâyiâta ve tele fata uğram ışlardı ki, bu va ziyette Lepanto ’yu muhasara etm ek veya sefer esnasında hükümete karşı ayaklanm ış ( buna dâir 28 şevval 979 tarihli hüküm için bk. S a fve t, Sıngın donanma harbi üzerine bâzı vesikalar, T O M , II, 558 v.d.) bulunan Mora reayasını büs-bütün kışkırtarak, geniş b ir isyan çıkarm ak üzere, osmanlı salarında kalm ak mümkün değil idi. Esasen Philippe



H., donanmasını tehlikeye atm aktan çekin ­ diği için, Mora 'da em niyetli b ir liman zaptedilem ediği takdirde, İtalya 'ya dönülmesi husûsunda em ir verm iş idi. Don Jnan, A ya mavra adasındaki türk kalesini de alacak du­ rumda olmadığını anlayarak, K o r fu ’ya çe­ kildi (2 3 teşrin I .); oradan d a V en edik ve Papalık kumandanlarının İsrarına rağm en ay­ rılıp, kendi filosu ile, Mesina 'y a gittiğinden ( t teşrin I!.), Colonna için A n cö n a ’ ya, Veniero için de V enedik 'e dönmekten başka çâre kal­ madı ( J. de la G ravicre, .1!, 224 v .d .; Daru, IV , 136. v.d. j Braudei, s. 939). Uluç A li Paşa ise, muharebeden kurtardığı, ve şurada burada rastlayıp, berâberîne aldığı 42 ( İtalyan kaynaklarından naklen Hammer, VI, 432'd e : 8 7 ) kadırga, baştarda ve kalite ile şâban 979 ( kânun i. 1571 ) 'da İstan bu l’a dönmüş ve daha evvel bir adamı ile, v sk ’adan hükümeti haberdar etm iş idi ( Seiânikî, agn. esr., s. 107 .v.d. m üttefiklerden 2 gemi igtinâm edildiğine dâir bk. S p fvet,g ö s i.g e r .), Osmanlı donanmasının m ağlûbiyetini, hırlstiyan m illetler coşkun sevinç tezahürleri ile kütlarken, başta Selim H. olduğu hâlde Os­ m anlılık âlemi derin bir teessür içinde idi ve pâd'şah yem ekten içm ekten ^esilerek, tese lli­ yi ibâdette arıyordu. Mamafih sadrâzam Sokullu Mehmed Paşa ve şeyhülislâm Ebussu’ûd Efendi ile, lekabı K ı lıç ’a çevrilerek kaptan-ı d eryalığa tâyin edilen ( Seiân ikî, agn. esr., s, 107 ) Uluç A li Paşa gibi dirayetli zâtlar saye­ sinde, osmanlı hükümeti bütün im kânlarına baş-vurmuş ve yeni bir donanma hazırlamak için tersanelerini derhâl faa liyete getirm iştir. .Bu arada Haliç 'de, Tersâne civarında bulanan has bahçeden, gemi yapılacak yer ifrâz edil­ miş idi. Tekne inşâsının kolay, fak at teçh izi­ nin güç olduğunu söyleyen K ılıç A li P a şa ’ya sadrâzam ın, icâbında „cüm le donanmanın len­ gerlerin güm üşten, resenlerin ibrişimden, yel­ kenlerin atlastan yapm akta“ bn devletin zor­ luk çekm eyeceğini ve eğer hangi geminin „m ûtâd üzere âiâtın ve yelkenin yetiştirm ez isem, bu mmvâl üzre benden al" m ukabele­ sinde bulunduğu meşhurdur ( Peçevî, I, 498 ). V elhâsıl, bu büyük gayretin neticesi olarak, 120 gün içinde, m uhtelif cinsten 134 g e ­ mi yaptırılm ış ( Seiân ikî, s. 109; A lî, 458b 'd e : 200) ve bunun için hazînece para sı­ kıntısı çekilm ediği gibi, zenginlere m üracaat lüzumu da hâsıl olmamış idi ( Â lî, gSsi, g e r .; İstanbul tersanesinin faaliyeti hakkında bk, Ph. du Fresne-Canaye, Vogage da Levant, Paris, 1847, s. 112 v.d.). Bu h azırlıklar esna­ sında, İstanbul ’daki Venedik balyozu Mareantonio, Barbaro ile bir mülakatında, Sokullu



LEPANTO Mehmed Paşa 'mu K ıbrıs fethini kol kesm eğe, donanma mağlûp etm eği de sakal traçına benzeterek, kesilen kolun yerine gelm eyece­ ğini, fakat traştan sonra, sakalın daha gür Çıkacağını söylediği riv ay et edilir’ ( V enedik kaynaklarından naklen Hammer, ayn. esr., VI, 434, 531 ). Mah volana muâdil ve belki sayıca daha üstün olarak hazırlanan donanmanın serd arlığı da Kapudân-ı derya K ılı; A li Paşa ’ya verildi. Bu suretle evvelki seferlerin aksi­ ne, kapdanhk ile serdarlık aynı kimsenin uh­ desinde birleştirildikten sonra, 250 gemiden m ürekkep olan donanma 1572 baharında, A k ­ d e n iz 'e gönderildi (F erid u n Bey, Mur.şa'ât a ls a lâ tîn , İstanbul, 1275, 1, 562 v,d.). Halkın L epanto m ağlûbiyetine ve onun intikam ını ala­ cak donanmaya ne kadar ehemmiyet verd iği, bu hâdiselerin edebiyata geçm esinden anlaşı­ lıyor. Nitekim bildiğim ize göre, şâir B âlî 'nin üç kasidesinde, K ılıç A li Paşa ’ m a, Don Jusn ’a Kıztl-Elm a 'ya ve İspanya ’ya nasıl gemi alınacağı göstereceği ve onlara iyi bir ders vereceği, kahramanlık duyguları içinde, İfâde edilm ektedir ( Edirneli Bâİî, D iv a n , T Y , hu­



LERİDA.



45



’daki muharebeleri, İspanya ’ntn Fransa ve İn­ giltere ile münâsebâtını düşünmek mevkiinde bulunan Philippe II. hayâle kapılm amış, müşa­ virlerinin de fikrini alarak, osmanlı satvetini kırmanın kolay olm ayacağı neticesine varm ış idi. Türklerin müteakip senelerdeki g a rb i A k ­ d e n iz ’deki faaliyeti, T un us'un feth i, hu deniz muharebesinin p ek de mübâlega edilmemesi gerektiğin i isb â t eder. D iğ er taraftan m üttefiklerinden hayır gelm iyeceğini anlayan Venedik Cum huriyeti fran­ sız politikasına temayül ederek, C h arles 3X. 'm İstanbul elçisi M. de N o a ille s ’in tavassutu sayesinde, murahhaslarını ( balyos Marcantonio Barbaro ve AIoisio M oeen igo) osmanlı hü­ küm eti ile m üzâkereye me’zûn etm iş ve neti­ cede 7 m addelik bir sulh muâhedesi imzalan­ m ıştır ( 7 m art 1573). Bu muahede ile Vene­ dik K ıb rıs'ta n vazgeçiyor, Osmanlı devletine, sefer m asrafı olarak, 200.000 duka altını taz­ minat veriyor, Zanta adasının 500 dukalık ver­ gisini 3 misline çıkarıyordu, ( Hammer, ayn. esr., VI, 435 v.d.). T ürkler için bir galibiyet vesikası teşkil ettiğin i gördüğümüz bu muahe­ de, K ıbrıs seferinin b ir safhası olarak düşünül­ sûsî ). O sm anlı hükümetinin büyük bir donanma mesi gereken Lepanto muhârebesinin, netice hazırladığını ve 60 pişdar gem isinin, adalar­ üzerinde hiç bir te 'sir yapm adığını isbat bakı­ daki V en edik kolonilerini vurm ağa başladığı­ mından da, ayrı b ir ehem m iyet taşım aktadır, B i b l i y o g r a f g a ı M etinde zikredi­ nı öğrenip, İspanyolları Korfu ’ya çağıran, fa­ lenlerden başka, donanma hazırlıklarına ve kat kimsenin gelm ediğini görünce, M esîn a’ya harekâtına â it 50 arşiv vesikası için bk. İ. giden Venedikliler, orada buldukları 52 İspan­ H. Uzunçarşılı, ’ Kıbrıs fe th i ile Lepanto yol kadırgasını beraberlerine alarak, Çuha ( Inebahti ) mahârebesi sırasında tü rk devleti adası civarına g e ld iler; rastladıkları osman­ ile Venedik ve 'm ü ttefiklerin faâliyetine lı gem ileri ile muharebe etm eden ayrıldık­ dâir bâzı hazîne-i evrak kayıtları { T M, İs­ tan sonra, K o rfu ’ya varan Don Juan ’ın da­ tanbul, 1935, III) ; D. Jauna, H istoire ge­ veti üzerine geri döndüler. Biı defa 249 ge­ nerale des Roîaum es de Çhypre, de Jeru­ miden m ürekkep bir m üttefikler donanması salem et de l'E gypte (L eid e , 1742 ), IF, meydana geid i ve bu donanma Navarin 'e ta­ XXVI. k ita p ; A li H aydar Em ir, K ıltç A li Paşa arruz e ttiğ i sırada, osmanlı donanması ye­ * e Lepanto ( İstanbul, 1931 ) ; Fevzi Kurttişti. İki taraf arasında, guruba doğru cere­ cğlu, K ılıç A li Paşa ( İstanbul, 1935 ) ; Bellin, yan eden kısa bir topçu muharebesinden son­ D escription georg, du G o lf e de Venise (Paris, ra, m üttefikler g e ce karanlığından bilistifade 1 7 7 1 ) ! W ordsw orth, La G rece pittoresque uzaklaşırken, K ılıç A li Paşa, Karaca A li Bey et historiqae (Paris, 1841); D urand-Viel, Les ’in tâkip teklifin i kabfil etm ediği gibi, m aiye­ campagnes naval es de M. A lg et d'İbrahim tindeki askerin harbe alışkın olmadığı ve ( Paris, 1937 ), 1. ( M. CAVİO BAYSUN.) „kara görünür yerde cenk olm az“ kanâatini de L E R İ D A , kadîm ILERDA, arap. L â RİDA, şi­ muhafaza e ttiğ i için, K o ro n ’a ç e k ild i.’ Şark sularında daha fazla kalmak istem eyen ispan- malî Ispanya’da, Kataionya bölgesinde, Sara­ yoliar, Venediklileri kaderleri ile baş-başa bı­ gossa ile Barselona arasında, şimdi aynı isimli rakıp m em leketlerine döndüler ( Selânikî, ayn, vilâyete merkez olan şehir [ 1950 senesinde esr., s. 110; Peçevî, ayrı, esr., 1, 500; Solak- 52.850 nüfus]. Ebro nehri tâbii S e gre (arap . Vadi Ş i k a r ) suyu kenarında, deniz seviye­ zâde, Tarik, İstanbul, 1297, s. 593; Daru, ayn. sine göre, 140 m. irtifada bulunan Lerıda esr., IV , 137 v. dd.). Lepanto muharebesi, büyük ümitlere yol aç­ 'ntn A ragon ovası medhalinde ehem m iyetli bir m akla berâber, garp âleminin türklere karşı sevkülceyşî m evkii vardır. Şüphesiz İber menşe’Ii olan Lerida, 49 (m. S.) duyduğu aciz hissini hafifletm ekten başka, bir işe yaram adı. Nitekim o tarihlerde Flandres senesinde, C aesar tarafından Pompeius ile ara­



+6



LERİD A -



larında vukua gelen dâhüt harplerin birin ci, sinde, raptedildi. 546 senesinde burada bir konsii toplandı. Şehir, VIÜ. asrın ilk yarısında müslümanlar tarafından fethedildi. Görünüşe na­ zaran, bu andan itibaren Saragossa ’ nın mukad­ deratına iştirak e tti ve yukarı hudûdun ( al-şağr al-acl â ) başlıca istin at noktalarından biri oldu. Daha sonra Saragossa ’daki Bani Hüd müsta­ kil d e vle ti içinde kaldı. SulaymSn b, Hüd al-M ıısta'in b i'ilâ k ’in vefatında ( 1 04 6) vukua gelen arâzi taksim i iie oğlu Y û su f 'un hissesi­ ne düştü ise de, daha sonra Saragossa hüküm­ darı A hm ed al-M uktadir tarafından alındı. B i b l i y o g r a f ı / a ı a l-İd risi, Ş i f at alA n d a lu s ( nşr. D ozy ve de G oeje ), m etin s. 190, trc. s. 2 3 1; A b u ’ 1-Fidâ’, T a kv im albuldân, s. 180 v.d.; Y â k ü t, M u’cam al-baldün, VII, 3x3; Fağnan, E xtraits inédits relatifs au M aghreb, fih ris t; İbn İz â ri, al-Bayân al-m uğrib ( nşr. E. L évi-Provençal ), Paris, 1927, fih rist. ( E. L é v i -P r o v e n ç a l .) L E V Â T E . L E V A T A , Burt âlesine mensup b i r b e r b e r ! k a v m î g u r u b u olup, ilk ceddi genç Lava id i; L a v a ’nın babası La­ v a b. Z a h ik idi. İbn Haldün, İbn Hazm ’ın z ik re ttiğ i ve L evâtalerin , tıp k ı Saddarâta v e M azâtaler gibi, kıp tî olduklarını ileri süren bâzı berberi nesep âlim lerinin görüşünü redd­ etm ektedir. Başka m üelliflere göre, L avata1er, H avvâraler ve L am tâlar ile birlikte, Himyari aslından gelm işlerdir. H er ne olursa-olsun Lavâtelerm en eski ana vatanlarının A f ­ rika 'nın şimâl-i şarkî kısm ı olması muhte­ meldir. O nlara şim âlî M ısır ’da, İskenderiye ve K ah ire arasında, Mısır ’m cenubundaki vahalarda ve Ş a 'id ’de rastlanm akta idi. LavS­ taler Barka mm takasında göçebe hâlde yaşı­ yo rlard ı; M a g r ib ’de C abal L av ata (G abés ve Sfax 'ın cenubu ) ’yi işgal ediyorlardı ve muh­ temelen ) Corippus ’un llagnaten ( = berberice ilavâten ismi altında zik rettiğ i bu parça­ dır ; diğerleri B icâya ve T iaret ( T âh art ) ’in cenubunda oturm akta idiler v e Tbâzi» liğ'ı kabûl etm işlerdi. F a s ’ ta, L avâta ler Tâdlâ (Z an âralerin bir parçası ) ’da, F a s ’ ın ce­ nubunda ve Tanca ile A rz ila arasındaki ülke­ de yaşıyorlardı. B i b l i y o g r a f y a : al-İdrisi ve al-Bakri, fih ristler; İbn Haldün, K itâb al-¡bar (n ş r. de S la n e ), i, 149— 150; trc. I, 171, 231 — 236. ( G . S. COLIN.) L E V E N D . tâbirinin İtalyanca şarklı mâ­ nasına olan lavant'ıno 'dan alınmış olduğu­ nu C evd ed Paşa ( Tarih, I, 160 ) ile Mehmed Şükrü ( Esfâr-ı bahriye-i osmâniye, İstanbul, 1306, s. 151, 152) kaydetm işler ise de, J. v. Ham­ mer ( D evleti osmâniye tarihi, I, 212 ) bu keli­



LEVEND. menin „asker yazm a" mânasına gelen levée kelim esinden alınmış olduğunu beyân etmek­ tedir. X V . asruı ikinci yarısında Levend is­ minin İran ’da da kullanılm ış olduğu görülü­ yor. Sam M irza Tezkire ’ sinde A k-K oyunlu hükümdarı Sultan Y a 'k ü b (1478 — 1490) devri şâirlerinden Makbul i ’den bahsedilirken, onun Kum şehrinde oturup, levendler ile müsâhebet ederek, gazel-p erdazlıkta meşhûr olduğu beyân edilm ektedir Y in e aynı T e z k ir e ’ de Y a vu z Sultan Selim *in nev redifli farsça bir beytinde bu kelim e bulunduğundan, h vend k e­ lim esinin X V . asrın so n lan ile X VI. asrın baş­ larında da meşhûr v e müstamel olduğu anla­ şılm aktadır. B urhân-i k S tf ’da levend keli­ m esi, hulâsa olarak, „serseri, ayyaş, ahlâksız" mânalarına gelm ektedir. O sraanlılar, boyluboslu, yakışıklı, sihhatli yiğid e levend de­ m işlerdir. H âlâ d a bu vücuttaki insana „leven d g ib i" derler. L evend reislerine şah le v e n d ’ın m uhaffefi olarak, şeklev en d derler ki, bu tâbir edebiyatım ıza bile geçm iştir ( Nedim ’in k â fir redifli gazelin deki beyitlerden biri ). XVI. asrın sonlarında, K a fk a s y a ’daki gürcü prenslerinden Levend Han da meşhurdur ( Münşaât-ı M irza Vahîd, R agıb Paşa kütüp., nr. 1 2 1 1 ; Peçevî, Tarih, II, 42, 43 ). Bu kayıtlardan istid lal edil­ diğine göre, levend kelimesinin menşe’i İran ve y a diğer şark diyarları olmalıdır. D e n i z ( g e m i ) l e v e n d i e r i . L eyendler XVI. asırda, A kd en iz türk korsan gem ileri ile, faaliyette bulunan gözü-pek, güçlü kuvvetli denizcilerdir ( Mühimme defteri, sene 967, nr. .3, s. 473 ). Bu türk denizcilerinin 17 ’şer otraklı gem ileri ile, rum lar ile meskûn L tvadiya sa­ hillerini vurup, esir aldıklarını ve bunları E ğriboz adasında sattıkla rın ı görüyoruz ( aynı d efter, s. 545, sene 968 ). Bunların Osm anlı devleti hizmetine girm eleri, tarihî karinelere ve bâzı kayıtlara nazaran, Lepanto ( İnebahtı ) seferini m üteakiptir ( Mühimme defteri, nr. 10, s. 268 ve nr. 12, sene 979, s, 173 ). XVII, asırda donanmaya sâhil ahâlisinden lüzûmu hâlinde levend ismi iie tüfenkçi efrâdi ahm rdı. K â tib Ç e le b i’nin, eskîdenberi vilâ y etleri fetheden asker ( yâni donanma hizm etine bağlı topraklı sipâhîler ) dururken, „levend yazm ağa heves olunmaya" demesi bundan dolayıdır ( Tuhfat al-kibâr, İstanbul, 1329, s. 1 62 ) ; fak at daha sonraki tarihlerde levendier.’n, devamlı olarak, donanma hizmetinde bulundukları görülüyor. Donanmanın yaya tüfek çi askeri olan bu de­ niz levendlerinin, k ayıt ve kabûlieri için, eski nizâmnâme mÛcibince, bir kılıç veya mızrak v e yahut tüfenk veya tabancaları olurdu ( M. d’ Ohsson, T ableau général de VEm pire Otto­ man. Paris 1824, VH, 434.)



L.EVEND,



47



Donanma levendieri, tfirk ve rum levendieri Kalyon devrinde donanma levendlerinin za ­ olarak, ik i kısım id i, T ürk levendieri tım arlı b itleri kalyon levend ağaları olup, onların da olup, sahil m em leketlerindeki türklerden ve âmiri baş-ağa idi ( Mühimme defteri, 112; rum lar da adalardaki ram halkından alınırlardı. donanma kanunnâm esi). Bunlar evvelce kü rekli olan çekti rilerda ve K a r a l e v e n d i e r i . Osm anlılarda, do­ sonra da, X VII, asrın sonlarında, yelken ile nanma levendlerinden a yrı olarak, karada sa ­ hareket eden kalyonlarda hizm et görürlerdi. rıca, sekban ku vvetleri ile beraber, vezîr ve Leven dler ile kalyoncuları, XVIII. asrın sonla­ beylerbeyi m aiyetlerinde toplama^ bir sınıf rın a yakın zamana kadar, birbirlerine k a n ştır- süvari levendieri var idi. Bâzı m üellifler, do­ m am ahdır; fa k a t rum ievendîerin hıyanetleri nanma levendlerinin denizcilikten uzaklaştı­ görüldükten sonra, donanma levendieri ismi rıldıktan sonra, karada b a şıb o ş gezerek, e ş­ kaldırılarak, hepsine birden kalyoncu denil­ k ıy a lık ettiklerin i veya vâlilere kapılandık, m iştir ; çünkü levendler m uvazzaf dâim i bah­ iarınt söylüyor iseler de, donanma ievendriy e efradı olup, kalyoncular ise, donanmanın ieri kısm ında görüldüğü üzere, XVİII. asrın denize çıkışında alınmış olan m uvakkat taşralı sonlarında bile donanma levendlerinin bu­ d enizciler idi (B a h riy e defteri, ar. 5719, sene lunduğu mâlûm olduğundan, her ik i sınıf te1197, Başvekâlet arşivi, Kâm il K epeci tasnifi vendlerini birbirlerinden ayırm ak lâzımdır. ve Râşid, Tarih, II, 359 ). Zâten Silâhdar ( Tarih, I, 152, 188) onları X V II. asırda osmanh donanmasındaki ievend-gem i ve kara levendi olarak, iki sınıf hâ­ lerin çoğu Ç an akk ale v e havalisinden oldu­ linde zikretm iştir. Bundan başka karadaki ğundan, o taraflarda bulunan dağa ızâfetle serseri levendlere X VI. asrın ortalarında da bunlara Kazdağlı denilm ekte idi ( Ricaut, Etai rastgelm ekteyız ( M ühim m e defteri, nr. 3, s. 103, p reseni de VEmpire Ottoman, s. 494 ). Osm anh *83, 477 ve sene 966 ve 967.). Bu kayıtlar da donanması seferden döndükten sonra, gem iler­ deniz ve kara levendlerinin birbirlerinden ta ­ d eki İevendîerin yoklam ası yapılm ak üzere, mamen ayrı olduklarını gösterm ektedir. yoklamacı denilen me’mür istihdâm edilir ve Kara levendieri, bir vezîr veya beylerbe­ m evcut olmayanların m aaşları verilm ezdi ( Mü- yi m aiyetinde iseler, bunlara kapılı-levend hımme defteri, nr. 175, s. 131, şevvâl 1191 ). Le- denilirdi. Levendlerin mensup oldukları ve­ veııdlerin İstanbul ‘da oturan m aaşlılarına y erli zîr veya beylerbeyi azledilince, bunlar bîr leven d denilirdi. Bunlar 1131 ( 1 7 1 8 ) târihine yere kapılanıncaya kadar, başı-boş bir hâlde kadar, İstanbul 'd a hanlarda oturup, türlü Anadolu ’da dolaşarak, eşkiyâlık ederlerdi ki, edepsizlikleri sebebi ile, C e za y ir ocağından bunlara da ka p ısız-lev en d adı verilirdi. B ir yetişen kaptan-ı deryâ Süleym an Paşa, bunlara muharebe vukûunda, bu serseri levendler, İstanbul, . Ü sküdar, G ala ta, Beşiktaş, H asköy ulûfe ve tayin leri hükümet tarafından verilm ek ve E y û b ’da yerli levend kullukları yaptırarak, su retiyle, bâzan m uvakkat olarak, Anadolu zapt ve rapt altın a alm ış idi (R â ş id , IV , 39 a ). 'daki vâli veya beylerbeyilerin m aiyetlerinde Boğaziçi ‘nin Rumeli sırtların da bulunan le­ toplanıp, muharebeye giderlerdi. Bunlara mîrî vend kışlası, sonradan levend çiftliğ i adını levendât veya m îrîli siivâri levendât denilir­ alarak, Nİzâm-ı eedîd askeri için kullanıl­ di (R â şid , Tarih, V , 13 ve İzzî, Tarih, s. 38 ). mıştır. Paşaların m aiyetlerindeki kapulu levendâtın da, Bu deniz levendlerinin başlarında Barata uygunsuz hareketlerinden dolayı, 1131 ( 1 7 1 9 ) denilen kırm ızı başlık,arkaların da kollu beyaz 'de bir fetva alınmış ve süvari levendler ile sü­ göm lek olup, bunun üzerinde rengi kırm ızı ve vari sekbanların tamamen kaldırılm ası hükü­ kenarları siyah harçlı bir yelek ve bacakların­ m etçe tekarrür etm iştir. Bunların vezîr-i âzâm da mâvi renkte kısa bir şalvar v e ayaklarında kapısında bulunan ser-ç&şme ismindeki büyük da yemeni denilen hafif ayakkabı var id i; bel­ zabitlerinin vazifelerine son verilm iş ve .vezîr lerine sarı kuşak sararlardı ( M arsigli, U E ta t ve beylerbeyi kapılarındaki levendler ile-sekm ilitaire de l'Em pire Ottoman, trk, trc. Naz­ banlar da kaldırılarak, bunların gönüllü, fârts ın i Bey, s. 148). Rum İevendîerin ise baş­ ve azab sınıflarına geçebileceklerine dâir fer­ lıkları türk levendlerininkinden farklı i d i; manlar isdâr edilmiş idi. Fakat 1133 ( 1 7 2 3 ) bunların arkalarında sarı harçlı yeşil bir yelek, 'te, İra n ’ a ka rşı sefer açılm ası ve vâlilerin bacaklarında kısa şalvar, bellerinde ve başla­ cephede bulunmaları sebebi ile, levendler ve rında mavili beyazlı bir sarık var i d i; arkalarına sekbanlar fırsat bularak, şek avete başladılar. da kenarları ve dikiş yeri kırm ızı harç ile çev­ Bunun üzerine, 1139 ( 1 7 2 6 ) 'da, levendlerdcn rilm iş başlıklı bîr yağm urluk giyerler ve bel­ ve sekbanlardan elde edilenlerin katilleri emrlerinde bıçak taşırlard ı ( Mabraud Ş e vk e t Paşa, olundu ve yakalananlar öldürüldü ( Küçük Ç eOsmanh teşkilât ve kıyâfet-i askeriyesi, s. 91 ). lebî-zâde A sım , T arih, s. 404 — 406). Lâkia



48



LEVEND -



İren seferinin devam etm esi sebebi ile, vâlî ve beylerbeyiierin m aiyetlerinde yine kapulu levend bulundurmalarına ve m irî levend alın­ masına müsâade edildiğinden, bunlar yine meydana çıkm ışlardır. H attâ bâzı paşaların, m aiyetlerindeki levendlere güvenerek, azledildikleri hâlde hüküm ete karşı koydukları da görülmüştür ( İzzî, Tarih, s. 25 ). Bunların harplerde faydalarından 2İyâde maddî ve mâ­ nevi zararları olmuştur. 1158 ( s 745 ) ’de İran ser-askeri bulunan eski sadrâzam lardan Y e ­ ğen Mehmed Paşa, N âdir Han ku vvetlerin i1 sıkıştırıp, tam mağlûp edeceği sırada, 10,000 kadar olan bu mirîli, levendier, ser-askerin hastalığın ı haber alarak, kaçm ışlar ve bu hâl Ordunun d iğe r akşam ına da şirâyet e ttiğ in ­ den, osmanlı ordusu yenilm iştir. Bunun üze­ rine, bu firârî levendlerden yakalananların, aman verilm eyerek, idam edilmesi hakkında fetv a çıkarılarak, bir-çokları ortadan kaldırıl­ m ıştır ( Mühimme defteri, ur. 152, s, 66; İzzî, Tarih, s. 39). İran ile sulb yapıldık­ tan sonra, Anadolu valisi Hekim -oğlu ASİ Paşa levendlerin takiplerine roe'mûr edile­ rek, pek çoklarını öldürtmüş ve ocakları tekrar kaldırılm ıştır (ş e v v a l 1158 “ teşrin II. 1742). Levend ocağı, daha sonraki tarihlerde, mu-, hârebeler sebebi ile, tek ra r meydana çıkmtş ise de, yine şek av et v e serkeşlik leri devam etm iş ve 1189 ( 1 7 7 5 ) ’da bunların tamamen yok edilm esine Konya valisi Kuyucu Süleyman Paşa, A nadolu m üfettişi sıfatı ile, me’ mûr edi­ lerek, bîr-çoklarını ortadan kaldırm ış ise de, kendisinin ertesi sen e.vefatı sebebi ile, Ievendler yine meydanı boş bulm uşlardı; fak at bu de­ fa bukûm et, işi sıkı tuttuğundan, 1190 ( 1776) tarihli ferm an ile, bütün levendlerin katilleri k a t’î olarak em redilm iş ve her taraftan halk da, hüküm etle beraber olarak, bunların pek ço­ ğu ortadan kaldırılm ış v e içlerinden kaça­ bilen bir kısım , S u r iy e 'y e geçerek , S ayd a va­ lisi C ezzâ r A bm ed Paşa iie Şam vâlisi A zm zâde Mehmed P a şa ’ nın himayelerine sığınm ış­ lard ır (C e v d e t, T arih, II, 40— 4 2 ). Levendle­ rin mevcûdu asgarî 16000 kadar olup, kendi­ lerine iltihâk eden eşk iyâ ile beraber, bu mıkdar artardı. K apısız levendlerin kesretle bulun­ dukları yerler,VIII. asrın başlarında, Çorum , Zile, Bozok ve Bolu 'dan itibaren, Tokad 'a ka­ dar K adıbeli, Sarm aşık, D irekti, Ç en g el ve T o k a t ’tan T o za llı, "N ik sa r ve S iv a s 'a doğru Y ıld ız-İli ( Yeni-H an ) bölgeleri idi ( M ühim ­ me defteri, nr. 125, s. xto, 15 S ). Bâzan le­ ven dier ile süvari sekbanları bir gösterilm iş­ tir ( Mühimme defteri, nr, 110, s. 597; Râşid, Tarik, V , ,127 ). Kapılı levendlerin bölük-



LEVH.



başı, oda-başı, bayrakdar, çavuş ve soytarıdan mürekkep 5 sınıf olduklarını İzzî ( Tarih, s. 39 ) kaydetm ekte olup, bunlardan soytarının nefer olması muhtemeldir. Levendlerin başlarında levend külâhı denilen ortası geniş, dilimli kü­ lahları var i d i ; bunun üzerine sarık sararlardı. (İSM AİL H a k k i U z u n ç a r ş i l i .)



L E V H . L A V H ( A. ) , y a s s ı safiha, l e v h a . Birinci mânaya K a r’ an ( L İV , 13 ) 'da rastlan m ak tad ır; burada N u h ’un gem isine zât alvâfa denilm ektedir. İkinci mânada lavfy, üzerine yazı yazdan yassı bir şey, msl. kanun levhalarını ifâde etm ekte ( sûre VII, 142, 149, 153; bk. Lisân, III, 421 ) ve bunun cemi olarak alvâh şekli kullanılm aktadır. al-D avât va ’ l-tavfy tâbiri ( B u h ir i, T a fsîr a l-K u râ n , sûre IV, bâb 18 ) bizim «kâğıt kalem “ tâbirine tekabül eder. Mâ bayna ‘l-lavl}ayn «iki levha arasında bulunan“ tâbiri de, hadiste, bütün K ur'an ’ı ifâde için kullanılm ıştır (B u h a rı, T a fsir, sûre L 1X, bâb 4 ; Libâs, bâb 8 4 ) ; bk. mâ bayna 'l-daffatayn ( Buhâri, F aza il a l-K u r’ân, bâb 16 ). Bugünkü arapçada al-löh, m ekteplilerin t a ş t a h t a s ı n ı ifâde etm ektedir. • al-Lavh, K u r’ an, L X X X V , 22 ’de lavh .mah­ f u z adını alan levhayı ifâde eder. M ezkûr âyete göre, bu tâbir um um iyetle’ «iyi muhâfaza edilm iş“ levha mânasına gelir. F akat burada bu iki kelimenin nahiv bakımından birbiri ile alâkalı olduğu şüphelidir. F ilhakika m ahfuz™ olarak oku,nursa, kelime lavlv* ile d eğil, daha önceki K urana* kelim esine bağlanır ve te r­ cümesi de şöyle olmak icâp e d e r : «Belki, bu levhada muhâfaza edilm iş olan övülmüş Kur’an ’d ır“ ( bk. tefsirle r ). «Muhâfaza edil­ miş“ , her türlü değişikliğe k a rşı korunmuş mânasına gelm ektedir. Sûre X CV II, 1 'in tefsirin d e bir k ere daha levha bahis mevzûu o lm ak tad ır: «ona ( K u r’an '1 ) kadir gecesinde nâzil e ttik “ ; bu âyette, g e re k Peygam bere nâzil olan ilk vahye, gerek yedi k a t gö k te bulunan bn levhadan en a lt­ tak i kata nâzil olan K ur'an ’ a telm ih edilm ek­ tedir. Bu levha, K u r ’an ’ın aslı olm ak itibârı ile, Umm al-kitâb ’in aynıdır. A llah ın em irleri lavh üzerine kalam [ b. bk.] ile yazılm ıştır. O halde burada iki ayrı görüş v a r d ır: a. K u r 'a n ’ ın a s ı l m e t n i o l a n l e v h a . Bu görüşe, islâm iyetten Önce, mevsuk olmayan dinî eserlerde rastlanm aktadır. Jübile k ita ­ bında (III, 10 ), doğuran kadının tem izlenm e­ sine dâir kanunlar ( L âvililer, X I I ) İlâhî lev­ halarda yazılıdır, deniliyor. A y n ı şey, Jub., XII, 28 v.d. ’da m üsevî bayram ları ve Jub., X X X II, 15 ’te de öşür kanunu (L â v ilile r, X X V II) hakkında söylenm iştir. .



LEVH -



L E Y L Â İLE MECNÛN.



b. A t lalım em irlerini ihtiva eden levha ola­ rak latıfr’ a yine Jub. kitabında rastlam akta­ yız. Jub., V , J 3 ’ te y er yüzündeki bütün var­ lıklar hakkında İlâhî hükümler gö k teki lev h a ­ larda fa z ılıd ır , deniliyor. Enuh, bu levhaların muhtevasına dayanarak, gelecekten haber ve r­ m iştir ( Enuh kitabı, KCIII, 2 ; krş. L X X X 1 ; C Î 1I, 2 ; C V I, 19 ). D a ry a l, X, 21 ’de „H ak ika t kitabından “ bahsedilm ekte ve Danyal bunun muhtevasını, kehânet yolu ile, bilm ektedir. Bu fikirler, Babilonya 'ya has „kad er levhası“ fikrî ite alâkalıdır. Bütün banlardan şu netice ç ık ıy o r : mevsuk olmayan eski dinî eserlerde de, gö k teki bu levhalar bâzan vahyin ilk metni, bâzan da kad er levhası telâ kki olunm aktadır. Bu da, müslüman m üelliflerin eserlerindeki lavh ke­ limesinin iki ayri mânasını izah etm ektedir. B aşka y erler için bk. C h arles, T he Apocrypha and pseadepîgrapha o f the O ld Testam ent, fihrist, mad. „T a b lets“ . Bu iki görüşün, bu par­ çalardan hangisinde bulunduğunu kat’ ı olarak söylem ek mümkün değildir. . Lavh, tasavvu f v e felsefe eserlerinde, k â i­ nat sistemine sokulm uş, bâzan ‘a k l f d 'ü l , bâzan da nafs k u llİ yah ut amm a l-h ü ll olarak izah edilm iştir. • B i b l i y o g r a f y a ; Zikri geçen yerlere âit Kur’ an te fs irle ri; J .H o r o v ilz ,K oran ische Unterschungen ( Berlin-Leıpzig, 1926), a. 65 v .d .; T ahân avi, K a şşâ f is{ilâhât al-funün, II, 12 9 1 -12 9 3 . ( A . J. WENSINCK.) L E Y L Â H A N IM ( ? - 1847 ), X IX . asrın ilk yarısında şöhret kazanm ış b ir tü rk k a d ı n şâiridir. K azasker Morali- zâde Hâmİd Efendi 'nin kızı olan L eylâ Hanım 'm dayısı K eçeci-zâde İzzet M olla 'dan ders görmüş v e iik şiir zevkini de ondan alm ış olduğu söylenir. L ey lâ Hanım 'm doğum y ılı belli olm adığı gibi, h ayatı hakkında da pek az şey biliniyor. Bu cüm leden olm ak üzere, genç y a şta evlen­ diği,. fa k a t b ir hafta sonra, zamanının kadın­ ları -gib i, em ir altın da yaşayam ayacak kadar bür tabiatlı olduğundan, kocasını te rk e ttiğ i bi­ linm ektedir. Bu ayrılığa sebep olarak, kocası­ nın hoyratlığı gö sterild iği gibi, L eylâ Hanım 'm d ile düşmüş b ir ,,âlüfte-i zenân“ olm asına da aynı hoyratlığın sâik oldnğn ileri sürülür. S ic ill- i osmânî 'yo bakılırsa, L ey lâ Hanım güzel d eğil idi. F ak at yüzünün gü zel olmamasına karşılık, şiirlerinin gü zelliği ona „bülbül“ la­ kabını kazandırm ış idi. L eylâ Hanım, denil­ diğine gö re, h ayatı boyunca, şiir yazm ış ve zamanını eğlen celer ile geçirim iştir. L eylâ Hanım 'm divan edebiyatı üstatları yanında oldukça m ütevazı bir y er sahibidir. G azelle ri, şarkıları, m üstezâd, m ünâcat ve siâıff Ansiklopedi«!



49



m ersiyeleri içinde hafızalarda yer edecek kuv­ v e tte ancak bir k a ç beyti vardır. Şiirlerinin dili açık ve s id e d ir, yapm acıktan uzaktır. Divan şiiri hayranlarından Muallim Nâci L eylâ Ha­ nım için, — „e ş ’âr-ı ceyyidesi pek az İdi“ — dem ektedir. L eylâ hanım, şiirlerinde hislerine zaman-zaman coşkun ifâd eler buluyorsa da, bunlara hâkim olan tasavvuf m evzuundaki duy­ gularına, akıcı olm akla beraber, daha önceki şâirlerin kullanıp eskitm iş oldukları ifâde şe­ killerinden başka şekiller bulam am ıştır. Bilhas­ sa münâcât ve m ersiyeleri beğenilen L eylâ Ha­ nım 'ın basılm ış bir D ivan 'i vardır. Bu D ivan , talik y azı ile ilk olarak, 1844 'd e Bulak’ta basıl­ m ıştır. ikinci defa 1 8 5 1 ’te İsta n b u l’da „Takvimhâne-i  m ire“ de, üçüncü defa da 1883 ’te yine İstanbul ’da basılm ıştır. L ey lâ Hânım, 1847 y ılın d a ,. İstanbul 'da öl­ müştür. K endisi m evievî tarîkatin e mensup idi. Bundan dolayı, G ala ta m evtevî-hânesinin bah­ çesine defnedilm iştir. Bursalı T âh ir B e y 'o bakılırsa, irticalen şiir söylem ekte m ahir olup, bilhassa hazır cevaplığı ile meşhur idi. B i b l i y o g r a f y a ; F atin, T e z k ir e ( İs­ tanbul, 12 7 1), s. 363 v .d ,; Mehmed Zihnî, M aşâhir al-nisa (İsta n b u l, 1295), II, 195; A h m ed R ifat, L ugat-i tarihiye ve coğrafiye (İstan bul, 1300), V I, 154; M. Nâci, Esâm î (İstan bul, 1308), s. 271; Ahm ed Muhtar, Ş â ir hanım larım ız (İsta n b u l 1 3 u ) , s. 51 v .d .; M. Süreyya, S icill-io sm â n î, IV , 9 3 ; Ş. Sâm î, K âm üs a l-d lâ m , V I, 4060; Bursalı M. T âh ir, Oem anlt m ü ellifleri (İstan bu l, *343)» 406; İbrahim N ecm î, T a rik-i edebîyat dersleri (İsta n b u l, 1338), I, 262; K onstantinidi, I, 228 ve 276— 279; Smirnov, O brazcovîya proizvedeniya osm anskey literaiurt ( S t. P etersbou rg, 1903), s. 2 7 1 J Ham m er-Purgstall, G ibb ve Bcsm aeıyan ’ın Osm anlı şiiri tarihine dâir eserleri v.b. eser­ ler. B ir de bk. T h. Menzel, E I, III, 1 1 ; M. K em al İnal, Son asır türk şâirleri ( İstanbul, *938 ), V , 875— 879; İbrahim A tâcddin G övsa, T ürk m eşhurları ansiklopedisi (İs'tanbul, 1949 ), s. 229; Murad U raz, K a d ın şâir ve m uharrirlerim iz ( İstanbul, 1941 ). . ( V . G 0 NYOL.) L E Y L  İle M E CN Û N . L A Y L A v a M A C . NUN, İslâmî edebiyatlarda sık-sık ele-alınm ış olan b ir h i k â y e n i n i k i k a h r a m a n ı . Macnün ( „ d é li“ , b. bk.), eski arap a n a n e­ lerini toplayan bâzı arap dilcilerine gö re, 70 — £0 (6 9 0 — 700) yılları arasında ölmüş olan şâir K a y s b. al-Muîavvah a l- m ir i ’nin lekabı olup, i aşk yüzünden aklını kaybedince, kendisine ta ­ i kılm ış, sonraları adının yerini alm ıştır. L ayla i ise, bir riv ay e te göre, L ayla bint Mahdı b 4



L E Y L Â İLE M ECNÛN. Sa'd al-1A m irîya ’dir. Bunların başından geç­ sine mensup olan IÇays ( Macnûn ) iıe Layla, miş gibi anlatılan hikâyenin hemen hepsi, te­ kabilelerinin hayvanlarını otlatırken, birbirle­ sadüf edilen türlü şekilleri ile, Macnûn al­ rini sev erler; yaşlarının büyümesi veya aşk­ ' Â m iri ’ye â it olan v e y a ona isnâd edilen şiir­ larının meydana çıkması üzerine, L ayla çadır­ lerde zikrolunan küçiik va k ’aların, b ir takım da alıkonur ve K ays ’e gö sterilm ez; bunun üze­ tefsir ve ilâveler ile, bir dereceye, kadar, b irbi­ rine K ays 'de aşkın ilk ıztırabı başlar. K a y s ’in rin e bağlanm ası ve büyük b ir hikâye hâline ge­ babası L a y la 'y ı ister ise de, aşk sebebi ile dil­ tirilm esi sûretiyie meydana çıkm ış intibaını lere düştüğünden veya kızlarını rüsvâ e tti­ verm ektedir. Mamafih büyük neseb” âlîmi îbn ğinden, yahut başka bir bahâne ile, te k lif redd­ al-K albi ( ölm. *04 = 8 1 9 ) ile başka bir âlime edilir ve LaylS bir başkasına nişanlanır. Bu ( bk. A b u ’İ-Far&c al-tşfahaai, a l-A ğ û n ı3, II, 4 hâle m üteessir olan Macnûn, ızhraplanm ntn v.dd.) güre, bu hikâye amcasının kızını seven, te'siri ile, büs-bütün aklını kaybeder. O sıra­ fa k a t hâüui açıkça anlatm ak istem eyen Emevt- da kendisini görüp, muradına erdirm ek isteyen 1er âilesine mensup bir genç tarafından uydu­ Marvan b. al-FIakam ( 45—-65 = 675— 683 ) ’in rulmuş olup, Macnûn ’a isnâd edilen şiirler de vergi ( ş a d a k ü t) me’mûru 'O m a r b, ‘A b d al« Rahman İle yerine tâyin edilen N avfal b. Muona âittir, I. A r a p e d e b i y a t ı n d a . Menşe’i ne sâljik ’m teşebbüsleri boşa gider. Macnûn ’un ba­ oiursa-olsun, İV. ( X.) asırda bu hikâye, arap bası, duâ ile iyi olacağını ümit ederek, onu dil âlim leri tarafından, türlü şek iller ile, nakl­ M ekke ve Medine 'ye götürür ise de, Macnûn edilen tam bir halk hikâyesi hâlini almış bu­ aşkının artması için duâ eder v e çöllere kaçarak, vahşî hayvanlar ile birlikte yaşam ağa başlar. lunuyordu. A bu ’I-Farac al-Işfahâni ( Sim. 356 9Ğ7 ), H âlid b. C am ii ile H âlid b. Kuişüm adlı M acnûn’un L a y lS 'y a benzettiği ceylânı avcı­ ik i kimsenin bu hikâyeyi yazdıkların ı açıkça lardan kurtarm ası v. b. va k ’alar, bu sırada kaydettiği ( A ğ â n i3, II, 27 ) gibi, İbn al-Nadim vâkî olmuştur. Sonunda, L ay la, Macnûn 'u (e se rin i 377 = 987 'de y a zm ıştır) de, halk hi­ sevdiğinden, aşk ıztırap lan içinde ö lü r; Mac­ kâyeleri arasında, bir K i t âb M acnûn va L a y ­ nûn da ona ağıtlar söyleyerek ve aşkının acılarını la ’yı zikretm ek tedir ( Kitâb al-fihrist, K a ­ terennüm ederek, çöllerde dolaşır, nihayet bir hire, 1348, s. 425 ). Şim dilik arap edebiyatın­ gün ölüsü bulunur ( krş. b ir do M as'üdi, M urnc, da bn hikâyeye â it eski rivayetler olarak, za­ VII, 336— 360; İba Ş â k ir al-K utubi, Favât manı tâyin edilm eyen ve Macnûn ’un D iv â n '1 aî-vafaySt, K ahire, 1299, H, 136 v .d .j DSvûd gibi görünüyorsa da, aralara sokulan mensur al-A n tâk i, Tazyîn al-asvük, K ahire, ıy>z, I, küçük parçalar ile tam bir hikâye teşkil eden A bû B akr al-V âlibi ’nin D iv a n Macnûn Layla ( yazm a v e basm aları için bk. -G A L , I, 48; Sup p l,, 1, 82 ) ’sı ve îbn al-Mubarrad diye ta­ nınan CamSİ al-Din Y u su f b. H aşan al-Makdisi al-H anbali (ö lm . 909 = 1503/1504, krş. G A L , H, 108; Snppl., II 130 v.d ,)'n in N uzhat al-masâm ir f i ahhâr Macnûn B a n i ‘ Â m ir ( yegâne nüshası Topkapısarayı müzesi, A bm ed III. ku­ tup., nr. 2473 ) ’i ü e Şams al-Din‘ A li b. Tülün al-Sâlihi ( ölm, 953 *= 1546 ) ’nin Basf samı alm usâm ir f i af}bâr Macnûn B ani 'A m ir ’i vardır (b k . Fn’ âd Sayyid, F ih rist al-m ahtujai almuşavvara, Kahire, 1 9 5 4 , I, 430 b ) . A ncak bu rivayetler de, hattâ İran edebiyatında te ­ sadüf edilenlere n isbetle, oldukça yenidir. Bunlardan başka her hâlde yukarıda zikredi­ le n rivâyetlere dayanan, fak at kimin tarafın ­ dan toplandığı anlaşılam ayan K işşa Macnûn va Layla ( Bombay, 1880 ) ile l£işşa K ays b. al-Mulavval} a l-m a'rüf bi-M acnün Layla ( B ey­ rut, 1868 ) gib i basm alara tesadüf edilm ektedir. »T eferru a tta ki ayrılıklar bir tarafa bırakılırsa, Macnûn ile L a y la ’nin hikâyesi, esâs itibârı ile, şu unsurları ihtiva etm ektedir ( bk. A ğ S n i3, II, * ~ 9 5 ) ! N ecd ’de bulunan Bani ’A m ir kab ile­



5 4 ~ 7 3 )•



■ ■ _ Görülüyor ki, rivayetlerd eki ayrılıklara ra ğ ­ men, K ays ( Macnûn ) ile L aylâ ’m a m âcerâsı, tâbi’î bir şekilde başlam akta, içinde, cereyân et­ tiği çöl ve bedevî hayatına tam âm iyle uym ak­ tadır. Hikâyenin kahramanları da, tela k k i ba­ kımından, cem iyetlerinin a d am la rıd ır: Macnûn, mümkün oiduğu kadar, babasına ve kabilesinin kananlarına itaa t e d er; L aylS, aşkına rağm en, mecbûr olduğu itaat sebebinden, sevm ediği bir kimse ile evlen ir; L a y lS ’nin babası rü svâlık ve dedi-kodular karşısında, teredd üt etmeden, kızının ve bir gencin saadetini çiğn eyecek bir bedevidir. Bunların yanında Macnûn ile LaylS 'nin birini cinnete, diğerini ölüme sürükleyen derin aşkları, din ve kabile an’anelerinin ver­ diği iffe t hissi, acıklı n eticeler hazırlayan tam bir rûhî fâcia muharriki teşkil etm ektedir. Bu kad ar mükemmel hikâye unsurların» rağmen, LaylS ile Macnûn ’un arapça hikâyeleri insicam­ sız rivayetler topluluğu te’siriai yaratm aktadır. Bunun sebebini, hikâyenin arap edebiyatında k â fi derecede işlenmemiş olmasında değil, kü­ çük fıkralardan ıbâret ve va k’alar arasındaki m antıkî teselsüle o kadar ehemm iyet verini* yen arap telakkisinde aram ak lâzım dır.



LEYLÂ İLE MECNÛN. L ay la ile Macnûn ’un hikâyesi, arap edebi­ yatında, bir taraftan d a sflfîlere, A lla h a karşı duyulan aşkın, bir sevgilinin gü zelliği sayesin­ de uyanıp, sonra vâsıtanın ortadan kalkm ası veya unutulması ile, hakiki mevzuuna dönme­ sinin tam ve hakiki bir misâli olarak göründü. Bundan dolayı sû fîler, bu m acerayı kendi ta­ savvuf! m aceralarını bir tem sil ile ifâd e et­ mek için sık-sık zikred erler veya buna tel­ mihler yaparlar. Msi. büyük sû fî şâir İbn aîF âriz ( ölm. 632 = 1235 ), D ivân 'ında, bir çok defalar, Macnûn ’un memleketi olan Nacd ’ den ( tasavvufî o la r a k : „rezîletton ârî tabi’i cisim “ veya „ z â ti isim ler hazreti“ , bk, Raşid b. Ğ âlib, Şarh D îv â n İbn a l-F â r ii, Kahire, 1289, II, 39, 142 ), L aylä ’ l- A m i r iy a ’den ( „m utlak s e v g ili“ , göst. yer.), Um m Mâlik ( L a y la ’nin künyesi, aynı mânada, ayn, esr., II, 146 v.d.) v.b. ’dan bahsetm ektedir ( bk. bir de J. J. Kraçkovskiy, D ie Frühgeschichte der E rzählun g von M acnûn und L ailâ in der arabischen Literatur, alm. tre. H. R itter, Oriens, 1955, VIII, 1 — 50 ). Bundan başka son devir büyük arap şâir­ lerinden A h m ed Şevlfi (1863 — 19 3 2 ), bu m evzuu, A ğ â n i ’de bulunan şekli ila alarak, manzum bir dram hâline sokm uştur ( 1 9 3 1 ; etraflıca bir tah lili için bk. H, a l-F ih ü ri, T â rih al-adab al-'arabl, Beyrut, 1953, s, 1014



51



la n a ın verdiği bütün malzemeyi kullanmış, onları birbirini tâkip eden uzun bir hikâye hâline sokmuştur. Mamafih eserde çöl ve be­ d e v i bayatından sık-sık bahsedilm ekle bera­ ber, bir çok yerlerde vak’alar şehirde geçi­ yormuş gibi ta sv ir edilm iştir. Msl. L ay la ile Macnûn 'un aşkı h ayvanlan otlatırken değil, m ektepte başlam ıştır; babaları birer küçük hükümdar gibidir, N avfal de büyük bir hü­ kümdar vaziyetiudedir. M evzûda en mühim değişiklik L ayla 'ya ve hikâyenin sonuna mü­ teallik husûslarda yapılm ıştır. L ayla, İbn Sa­ lam ile evlenince, sonuna kadar, safiyetini mu­ hafaza etm iş, kendini seven İbn Salam aşkı yüzünden Ölmüştür. Laylâ, matemden sonra, Mecnûn ’u arayıp bulnr, fa k a t onun aşkı haki­ k i aşka inkılâp etm iş ve a rtık L a y lâ ’ya ih ti­ y âcı kalm am ıştır; böylece faydası kalmayan Leylâ aşkından ölür, Macnûn da onun meza­ rında can verir ve yanm a defnolunur. Tasav­ vu f te ’airi ile ilâve edilmiş olan bu son un­ surlar, görülüyor id, L ay lâ ile Macnûn ’un ma­ cerasına daha yü ksek bir gâye ilâve etm iştir. Nişâm i 'den sonra, bugüne kadar gelen en eski eser, türk asıllı A m i r H u s r a v ( ölm. 725 = 1 3 2 5 ) ’in M acnûn u L a y l i ’ sidir ( y a z ı­ lışı 698 = 1299 ). A m ir H usrav mevzûu belki N işim i ’den daha fazla değiştirm iştir. Msl. Macnüa doğunca, müneccimler onun, aşk se­ bebi ile, delireceğini haber v e rir le r ; L ayla v.dd.). II. İ r a n e d e b i y a t 1 n d a . Bu a cıklı hi­ ’nm kendisine verilm em esinin sebebi delir­ kâye, erken devirlerde, bütün İslâm ülkelerine, m esid ir; N avfal, L a y la 'y i M acnûn'a alama­ bu arada İran ’a yayılm ış olm alıdır. İran ede­ yınca, ona kendi kızını verir, sonunda ise, biyatında L ayla ile M acnûn’a dair ilk ka yıt­ Macnûn L a y lâ 'n in defnine yetişir ve üzerine lara msî. M inüçihrl (S im . 4 3 2 = 10 41) 'nin atılarak, can verir ve onunla beraber gömülür. D iv â n ( bk. nşr. M. D abtr S iy ik i, Tahran, A m ir H usrav 'in eserinde m evzâ, esâs itibâ­ 1326. h .ş ., s. 66, 108, 115 v.b.) '1 İle Baba Kühi-i rı ile, bir Hind şehzadesinin macerasına ben­ Ş irâzİ ( ölm. 1050 ) ‘nin D îv â n 'ında m a llan ­ zetilerek anlatılm ış, hikâyenin tasavvufa uy­ m aktadır. Bununla beraber, bu m acerayı mev- gun unsurlarına hemen hiç bir ehemmiyet zû alan v e . b ize kadar gelen en eski eser, verilm em iştir. Bununla beraber, A m ir H usrav meşhur Hamsa sahibi N ijâ m i-i G an cavi ( b. ’in eseri, kolay okunur, canlı ve parlak bi-r b k.} ölm. aş.-yk. 6 0 0 = 1204 ) ’n!n L a y tî u roman gibidir. Iran edebiyatında bu İki bü­ Macnûn m esnevisidir (y a z ılış ı 5 8 4 = 1 1 8 8 ) . yük üstad ı ‘A b d al-Rahm ân C im i ( b . b k .; N ifSm i, bu m evzûu kendi is te ğ i, ile değil, ölm. 898 = 1493 ) tâkip etti s o, H a/t avrang Şirvanşahlardan A h istân b. Minûçihr 'in isteği ’ inin altıncı kitabında, L aylâ ile Macnûn üzerine yazm ıştır ki, bu hâl, hikâyenin o za­ 'un hikâyesini anlattı. Ç âm î 'nin eseri bü­ manlar tanınmakla beraber, henüz yüksek bir tün arap rivayetlerin! ihtiva etm esi ve vak’aedebiyat mevzâu mâhiyetini almadığını g ö ste ­ la n n izahında arap hikâyesinde görülen te­ rebilir. Nizam i 'nin bu mevzûun zamanına ka­ lak k ile re daha çok sâd ık kalm ası He diğerle­ dar nazma sokulm adığını söylem esi d e ( bk. rinden a yn lır. Msl. ilk tanışm a, A ğ â n i ’de de Hamsa, Bombay, .1304, s. 8 ,7 v.d.) bunu te ’yit bulunan b ir riv ay ette olduğu üzere, b ir ziya­ edebilir. Nizami 'nin L a y lî u Macnûn 'u h ik â­ re t esaâstnda vâ k î olm uştur. C im i bu suret­ yenin tarihinde miihim bir m erhaledir; çünkü le hayvan otlatan kahram anlan ço k atel’Sde bundan sonra, bilhassa Iran v e türk edebi­ bir seviyeden kurtarm ış olduğu gibi, araya yatlarında, bu roevzûa d âir yazılan m esnevi­ mektep hikâyesi koyarak, onları çöl hayatın­ ler, hemen dâima a s ıl kaynaklara d eğil, bu dan uzaklaştırm am ıştır. C âm i, M acnûn’ un Akı­ esere dayanır. Ni?âm ı :eserinde, arap kaynak- beti hakkındaki meşhûr riv ayeti terketm ek



5*



LEYLÂ tL E MECNÛN.



süratiyle de, d iğer m üelliflerden a y r ılırî bfr bedevi Macnûn ’a sorar, onu ararken, çölde, kucağında bir ceyiân yavrusu bulunduğu hâl­ de, Ölmüş olduğunu görür. A yn ı şah ıs bunu L ayla ’ya bildirir, L ayla da Macnûn ’un meza­ rında ölür. C â m i ’nin eserini böyle bitirm esi, yâni Macnûn ’u L aylâ 'dan evvel öldürmesi hi­ kâyeye verm ek isted iğ i ve y a onun nazarında hikâyenin m âlik olduğu hususiyetle izah edil­ m elid ir: o, kahram anlarını çöl m uhiti içinde yetişm iş, son derecede iffetli iki şahıs olarak ele aim ış, fevkalâde olan aşklarına, daha başka fev k a lâd elik ler ilâve etm em iştir. C â m i, sû fî ol­ masına rağm en, başta v e Macnûn ’un ölümün­ den sonra koyduğu ve bir ek gibi duran par­ çalar çıkarılırsa, bu m acerayı tasavvuf! değil, fam mânası ile hakiki bir aşk mâcerası gibi tasvir etm iştir, denilebilir. İran edebiyatında yazılan L'aylî u M acnûn m esnevilerinin mühimlerinden biri de, yukarıda bahsedilm iş olan C â m i’nin yeğeni H a t i f i - i C â m i ( b. b k .; ölm, 927 = 1 521 ) 'nin eseridir. H âtifr, esâs itibârı ile, um um iyetle kabûl edil­ miş olan rivayeti nazma sokmuş, fa k a t buna bâzı fevkalâde unsurlar ve tesadüfler ilâve etm iştir. Msl. M acnûn'un keram etler g ö s­ term esi, L a y lâ ’ya âşık olan ve onu kendine alm ak isteyen N avfai ’in, Macnûn için hazır­ la ttığ ı zehir île ölm esi, ölümden sonra, bir hacılar k afilesi gelm esi ve M acnûn’un defn­ edilm esi. B ir de H a tifi Macnûn ’u gerçek bir deli d eğil, deli şeklinde görünen bir akıllı, en mükemmel aşka, A llahın aşkına ermiş bir şah siyet olarak tasv ir etm iştir. Bunlar ile be­ raber H a tifi, bu mevzûu en mâkul şekle sok­ muş olan san’atkâr tela k k i edilm ektedir. F arsça olarak yazılm ış olan d iğe r L ay lî a Macnûn mesnevilerinin m üellifleri, tarih sıra­ sı ile, şu n lard ır: i. Muhammed b .'A b d A llah K â t i b i (ö lm . aş.-yk. 839 = 1436; yegâne nüshası P etersbu rg ’d a d ır ; bk. Rieu, Çatal, a f Persian M ss. in the B riiish M aseum , II, 637 b ) î 2. M a k t a b i - î Ş ir â z i ( N îş â m i’nin taklidi olan eserini 895 = 1490’da y azm ıştır; bir nüshası Ü n iversite kütüp., nr. F Y . 114 2 ), 3. Ni?âm al-D in Şayi) A hm ed S a h a y 1 i ( Ölm. 907 = 1502, eserini 889 = 1484’te yazm ıştır; yegâne nüshası için bk. Sachau ve Ethâ, Cat. o f t h e . . . M ss. in ihe Bodleian Library, I, 639 ) î 4 - M i ş S 1 i-i K âşân i ( eserin y azılış ta ­ rihi 897 = 1492; yegâne nüshası için bk. İ . H adâ’ik, F ih rist-i Kitâbhâna-i M aclîs-l Ş û ­ ra-i M illi, Tahran, 1318— 1321 h. ş., s. 636 v .d .); K, S a v d a ’ i (ölm . 920 = 1514; eserinin htr jttüah._sı Cam brîdge kütüphanesinde bu­ lan m aktadır ) ; S. D arviş 'A l i G i l S n i ( L a y lİ u M acnûn ’u 963 = iŞS6 ’da, H aieb ’de, tamam­



lam ıştır; müellif yazısına benzeyen bir yazı ile yegâne nüshası Ü niversite kütüphanesi, nr. F Y . 838, bk. Fatm a Artkan, D erv iş M ehm ed A li G ilân î 'nin Leylâ ve M ecnûn m esnevisi, tez, İstanbul,, 1945, Ü n iversite kütüp., nr. 1016 ) ; 7. Mirza Ç asım G ünâbâdi K â s İ m i ( Ölm. 979 = 1571; bk. msl. Rieu, ayn, esr., II, 660 *>); 8. Şayh S a 'd al-D in R a h a ‘ i-i H vSfi (ölm . 983== 1 5 7 5 - 1 5 7 6 ) ; 9. Şeyh Ya'lfûb Ş a r f I K işm ıri (ö lm . 1 0 0 3 = 1 5 9 4 ; N iz a m i’yi ta k lit ederek yazdığı L a y ll u Macnûn m esnevisi Hamsa ’sinin üçüncü kitabı olup, gâlibâ te k olan nüshası için bk. Q . H aşir R adavî, ‘ A b d ­ ul- Muq ta d ir, Cat. o f the Persian M ss. in the Bûhâr Library, K alküte, 19*1, s. *71 ) ; l°- Rüh al-Am in M i r - C u m İ a İsfahanı ( ölm, 1047 = 1638, eseri için bk. msl, Rieu, II, 675 ) ; 11. H i n d u ( eserini 1055 = 1645— 1646 'dan önce y a zm ıştır; muhtemelen tek olan nüshası için bk. Sachan-Ethe, ayn. esr., 1, 686, nr. 1 1 0 1 ) ; 12. M ik r a va/S m üellifi mechûl bir L ay lâ ve Mâcnün m esnevisi olup, *A la m g ir ’e ithâf edil­ m iştir ) ; 13. M u 1 h a m ( X VII. asır başlarında yaşam ıştır, L a y lî u M acnûn 'undan parçalar için bk. Pertsch, D ie persischen H andsckrift e n . . . z» Cotha, nr. 9, 3 0 * ) ; .14. Muhammed Ş âd ik M üsavi N â m i (ö lm . 12 0 4 = 17 8 9 / i7 g o ; eserinin bir nüshası için bk. L, Becston, Çatal, o f the P ersia n. . . M ss. in (he Bodleian Library, part III t A ddition al Persian M ss., O xford, 1954, s, 42, nr. 2652 ), 15. tfall$:-i H a­ şanı ( müellif! meçhul bir L a y li u Macnûn, bk. Bession, ayn. esr., s, 43, nr. 3657) ; 16. L a y li u M acnûn (m ü ellifi mechûl, bk. Blochet, Çatal., ar. 19 6 3 ); 17. L a y li a M acnûn (G û râ n lehçesi ile manzum bir şekil, bk. Rieu, ayn, esr,, II, 7330), Bu eserlere, yazılm ış oldukları türlü kaynak­ lar vâsıtası ile, bilinen, fak at nüshalarına he­ nüz tesadüf etmemiş olduğumuz şu m üellifle­ rin L a y lî u M a cn û n ’la n da ilâve ed ilm elid ir: 1. K utb al-D in A m ir H âce Tüni U n s i (ö lm . 825 — 1422 ; H abib at-siyar, HI/lJI, 341, krş. A bdul M uqtadir, Çatal, o f t h e , . . Mss. at Bankipore, K alküte, 1910, II, 1 08) ; 2. A lı i-i M aşhadi (ö lm . aş.-yk. 927 = 15 2 1; Ni?.âmi ’ nin Hamsa ’sine nazire sö y le m iştir; bk. Nâva’i, M acâlis al-n a f a is, farsça trc. Sultân Mu­ hammed Fahri-i H a râ ti ve Hakim-Şaîı-Muhamrned K a zv in i, nşr. ‘ A . A . Hikm at, Tahran, 1323 h, ş., s. 19 i, bunlardan birinin L a y li a M acnûn olması çok m uh tem eldir) ; 3. H vâea H i z r-Ş S b A sta râ b â d i ( X V .— X V I. asır, bk, N avâ’i, ayn. esr., s. 38 ve 21 1 ; Blochet, Çatal., III, 4 4 7 ) ; 4. ‘İ m â d i L u ri ( X V . — X VI. asır, bk. N a v â 'i, a. 132 , 3 1 2 ) ; 5. M aviauâ Ş a r a f ( X V . - X V I . asır, bk. N a v â l, e. 187: Ham a



L E Y L Â İLE MECNÛN.



53



’ye bir nazire sö y le m iş tir); 6 . H i l â l i (ö lm , A g r a 'd a , 1868 ’de basılm ıştır, III, 293 v .d .); aş.-yk. 935 = 1529! bk. Sam M irza, T uhfa-i 4. Şâh M u Ş a m m e d ' A z i m ( m ütekarib S a m i, Tahran, 1314 b. ş., s. 9 2 ) ; 7. Karaâl bahri ile, I, 267 ) ; 5. M irza Mahdi, Hân 'Â ş i k al-D in Husayn aî-İşfahâni ¿ a m i r i ( ölm. ( I, 231 ) ; 6 . M u h a m m e d K adir ( eseri A g ­ 9 73 — 1565/1566, bk. K âtib Ç eleb i, K a ş f al- ra ’d a 1868 ’de basılm ıştır, I, 359 ) ; 7. M irza zunün, nşr. M. Şerefeddin Y a ltka ya v e R. Muhammed T a k i Hân H a v a s ( K ışsa-i M ec­ Bilge, İstanbul, 1943, II, 1571 v.d. ve a l-Z a rıa , nûn va L a y la ’sı bir-çok defalar basılm ıştır, VII, 2 6 1 ) ; 8. Muhammed Ş asim Hân Badah- I, 592) ; 8. V a li Muhammed N a z i r ( A g ra lı şâni M a v c i (öl m. 979 = 1571/1572; bk. olup, x86o’ta K a vn p u r’da basılmış olan Layla S a ch a u — Ethe, at/n. esr,, nr. 2360, 393, Ataş-kada va M acnün 'u 16 sahifelîk küçük b ir eserdir, 'den naklen ), 9. D a ra i r i-i İşfahâni ( ölm. H, 458 ). .­ aş.-yk. 9 9 0 = 1 5 8 2 ; bk. Sachatt— Ethe, fih­ IV . T ü r k e d e b i y a t ı n d a . L ey lâ ile ris t ) ; ¡o, Ş a n â ’ i Husayn (ö lm . 996 = Mecnûn hikâyesi türkler arasına çok eski­ 1588, bk. !A . Munzavî, F ik rist-i kitâbkâna-i den beri hem arapça, hem de farsça eserler . ih d a i-i Skay S c y y id M uham med M işk S i, İn­ ve şifahî riv âyetler ile girm iş olmalıdır. T ürk­ tişâr ât -2 D anişgSk-i Tahran, nr. 168, Tah­ çe yavaş-yavaş yüksek b ir edebî dil hâline ran, 1332, 11, 4 3 ) ; 11. Zayn al-D în Ş a:- gelince, daha X V . asırda,, birbirine çok yakın ‘ i d i-i H abüşâni ( X. = XVI. asır, bk. Mun- zam anlarda, bir taraftan şarkta 'A li Ş ır Nazavl, ayrı, esr., II, 4 2 ) ; 1 2 . ' Ab d i B ig Ş i- v â ’i, d iğer tarafta n garp ta Ş a h id i bu hikâye­ râzi N a v i d i (ö lm . 998 = 1590, bk. Tulı- yi manzum olarak yazdılar. Bunlardan az bir fa -i S a m i, s. 59, krş. al-Zariâ a, VII, 263 ) ; 13. m üddet sonra; tebrizli H akiri ( X V .— X VI. Hakİm Ş i f S ’ î ( X V I.— X V I!. asır, K a ş f al- asır, bk. M. E. R esul-zâde, A zerbaycan şâiri zunua, gösl. yer. ) ; 14. Malı.müd B ig S 3 1 i m N izâm î, A n kara, 1951, s. 3 56 ) aynı mevzuu Turkm âni ( X . = X V I. asır, bk. Şâ d ik i, Mac- kalem e alacaktır. Böylece bütün tü rk halkları ma al-kavvâşş, nşr. Bayyâm pür, T ebriz, 1327 tarafından söylenen ve benimsenen hikâye, lı.ş., s. i t i ) ; 15. H i d â y a t A l l â h R âzi edebiyattaki bu mevkiini son zamanlara ka­ ( X V I . a sır; bk. S achau— Ethâ, f i hr i s t ) ; 16. dar muhafaza etm iştir. Bu mevzuu manzum M ir Ma'şüm N â m i-i Ş a fav i ( X V I,— XVII, olarak anlatan 30 kadar şâirin bir kısm ı Mi­ a s ır ; eserine P a r î sürat adını verm iştir, bk. liâm i ’yi tâkip veya .tercüme etmiş ise de, NaC I P h „ II, 2 4 6 ); 17. Muhammed Ş a rif K â - vâ’i ile Fuzuli h ik âyeye hcmen-hemen ta m i­ ş i f - i Ş ir â z i (ölm . 10 6 0 = 16 5 0 , bk, msl. 'M. m iyle yeni birer rûh kazandırm ışlardır. N aheivâni, F ik rist-i kiiâbhâna-i davlafi-i Tar’A li Ş ir N avâî ( b . b k ,; ölm. 906 = 150 1), biyat-i T a briz, T ebriz, *329 h.ş,, s. 198 ) ; 18. eserini 888 ( 1 4 8 3 ) yılında yazm ıştır ki, bu T a c a 11 i :A li R izâ ( ölm. 1088 = 1667, bk. sırada dostu ‘A b d al-Rahmiîn Cam i henüz M unzayi, ayn. e s r .,II, 4 5 ) ; 19. Molla M u r â d kendi L ay li u M acnün 'unu yazm am ış idi. O b. M irza Can ( XI. = X V II. asır, bk, al-Z ari’ a, lıâıde N ava i eserinin malzemesini, arap riva­ VII, 262) ; 20. M irza Muhammed Hân N a ş i ­ y etleri ile beraber, ancak Nizam i v e A m ir fa i ( eserini 1229 = 18 14 'te y a z m ış tır ; G / P h ., H u sr a v ’in eserlerinden alm ış olabilir. Kendisi II, 2 4 6 ); 21. S ayyid Muhammed N a ş i r Hân eserinde, mevzu bakımından, bir yenilik yap­ B ahâdir ( 1 2 2 9 = ı 8 l 4 ’te yazm ıştır, bk. göst, m ayacağını, ancak Nizami ile H usrav tarafın­ yer.); 22. A b u ' 1-Barakât L â h ü r i ( bk. öl- dan yapılm ış olan işi güzelleştirm ekle iktifa Z a rı'a , VİI, 263) ; 23, H i d â y a t Tahrâni edeceğini söyler. Eserinde ise, gerçekten doğ( bk. a l-Zari'a, VH, 265 ). rudan-doğruya arap kaynaklarından istifâde III. U r d u e d e b i y a t ı n d a . L ayla ile edilmemiş olup, malzemesinin hemen tam i­ Macnün ’un hikâyesi Hindistan 'da Urdu dili m iyle Nizami ’den alındığı görülm ektedir. Bu­ ile da ÎI» 184 v.dd. 5 E. B ertels, A l i Ş ir N evâî, L eylâ ve M ecnûn ( tr c . M irza Bala, T M, İstanbul, 1951, X , 47— 64 ) ; M. G. H ilâl, Layla va Macnün f i ’l-adabayn a lta rabi ■va ’U fârieî, dirâsSt n a k d v a m akarana f i ‘l-hubb a lt u ş r i va ’l-hubb a l-şn fî ( K ahire, *9 5 4 ) î P e rte v N ailî B oratav, H a lk hikâyeleri va ha lk hikâyeciliği (A n k a r a , 1946), tür, yer., bk. fihrist, ( A h m ed A t e ş .)



55



L E Y L E . L A Y L A (A .) , g e c e . L aglat aU bara’a ve Laylat al-kadr için bk. m ad. RA* MAİÂN. ’ L E _ Y L E -L -A H Y E L ÎY E . L A Y L A 'l-A H Y A L İ Y A , arap k a d ı n ş â i r l e r i n d e n olup, 'U kayi b, K a’ b kabilesinden 'A b d A lla h b, R a h h a l ( a ) b. M u 'â v iy a ’nin kızıdır. Lekabı, babasının veya başka rivâyetlere göre, eedlerinden K a’b vsya Mu:âviya 'nin a i-A h yal ( „bir n evî atm aca“ ) lakabını taşım ış olmasından gelm ek ted ir; ihtimâl bu lekap bütün kabi­ lesi için mutâd olarak kullanılm akta idi ve kabilenin şânını anlatan şiirlerinde tesadüf edilen naknu ’l-ahailu. tâbiri ile ( A ğ ani, X, 80; ffam âsa, a. 7x1 ) buna işaret etm ek­ tedir. L ayla ekseriyâ kendi kabilesinden olan ve f o devirde bâzı örnekleri görüldüğü üze­ re, kendisini son derecede afif bir aşk ile seven ] Tavba b. Hum ayyir al-H afâci ile bir­ likte zikredilm ektedir. [ Tavba tarafından is­ tenildiği halde, Laylâ son derecede kıskanç olarak tasv ir edilen Savvâr b. A v fâ ile evlen» dirÜmİştir. Bu şahıs, başkaları ile görüşmesine mânı olmak için, Laylâ ’y ı kabileden uzakta oturttuğu gibi, ziyaretine geld iği takdirde, Tavba 'yi de, cezâya mâruz kalmaksızın, öldürebilmek müsâadesini aldı ]. Bununla berâber L aylâ, Tavba 'nin ölümü üzerine, son derece­ de te’sirli m ersiyeler yazm ıştır ki, bâzı parça­ ları Kitâb a l-A ğ a n l ’do muhafaza edilm iştir. Bundan başka halife O sm an 'm ölümü üze­ rine de bir m ersiye yazm ıştır. al-N âbiğa al» C a 'd i ’nin evvelâ zevcine, sonra kendisine kar­ şı yazmış olduğu hicviyelere aynı şid d etle ce­ vaplar vermiş v e onu uzun m üddet tâkip et­ tirm iştir. Mu’âviya, 'A b d al-M aük va Haceâc b. Y ûsuf İle görüşmelerinden sık-sık bahsolunur. İyice ihtiyarlam ış olduğu bir sırada Idaceâc b. Y ûsuf 'tan kendisini Horasan ’da vâli bulunan K utayba b. Müslim 'in yanm a gönder­ mesini ricâ etm iştir. [ L a y la ’l-A h y aliy a , bir riv ayete göre, bu Horasan seyahati sırasında, Küm is veya S a v a ’de ölm üştür]. Bnna göre, I, ( VII.) asrın ortası ile sonu arasında yaşa­ mış olmalıdır. [L a y la ’l-A h y aliy a , arap kadın şâirlerinin en büyüklerinden biri s a y ılır; bun­ lardan yalnız al-H ansâ’ [ b, bk.] 'nin ondan üstün olduğu iddia olnnur]. B i b l i y o g r a f y a ' . A ğSnI, X, 67— 84; İbn K utayba, K itâb al-şt r va ’l-şu ara ( nşr. de G oeje ), s. 269— 274; Ham âsa ( nşr. Freyte ğ ), * 7 °S M as'üdi, M arac ( P a r is tab.), III, 132 v.d.; V , 324, 389; krş. R ückert„# (ö lm . 4 .I. 1918 ), M atergalı dlga izaç. pere, hone v.b. Bilhassa B ah tiyâri şivesine âit hususi­ nareçii, III: Ç arlang ve H aftlan g B ah tiyâriy etle r şun lard ır: iki ünlü arasındaki m ’nin v leri lehçeleri ( Petersburg, 1922; 1883— olm ası: cave — câme ve ş ’nin zaman-zaman 1886 'da toplanm ış m etinler, B a h tiy âri dilis olması ( T ârîh-İ g u zld a , s. 537 v.d .): i s ö = rusça ve rn sça-bah tiyâri dili lû g a tç e le r i) ; İf ân [ bu ses husûsiyetlerinin bazılarının daha Iladank ( O . Mann, K urdisch -persisch F or­ Hamd A lla h M ustavfi tarafından bile müşahe­ schangen, Berlin, 1926, IH/l’in m ukaddime­ de edilmiş olm ası dikkate d e ğ e r; o Lurcada, sinde ), Rom askeviç 'in topladığı Mamâsani arapça kelim eler ile dolu olduğu hâlde ],â , ?, ğ , f ve Kühgelu i dil malzem eleri için bk. B u ll. ve k sesleri gibi, arapçaya mahsus seslerin bu­ lunmadığını s ö y le r ). K e l i m e l e r i n ş e k i l A ca d. de R ussie, 1919, s. 452. E d e b i y a t . Lur kabilelerinin ve bilhassa d e ğ i ş t i r m e l e r i : cem.- gel, -gel v e -e l ile teşkil edilir, msl. ânhâ = Sngel ( „on lar" ) ; ilgi Bahtiyar ilerin, zengin bir halk edebiyatları hâli eki -ra yerine -e, -ne k u lla n ılır: güne got v a r d ır: peri masalları ( Muhammed T a k i H ân = InrS g u ft ( „bunu söyledi" ) ; bugünkü zaman Ç ar-L an g ve H âcei İlhan i H aft-L an g g i b i ) eki farsçadaki m i- yerine /•; birinci şahıs çokluk kahramanlarının m aceralarını terennüm eden dastânî parçalar, aşk şiirleri, düğünlerde oku­ ekî fm ö (n ): îherlm ü (n ) = m ıherim („ s a tın a lıyo ru z" ). L urcada, um ûm iyetle mâlûm fiille­ nan şiirler ( vâstnak ) ven'nniler ( la la i ) v.b. rin gen iş zamanı bu zamanı mechûl fiil şeklin­ Bu parçalar ekseriya güzel v e derin h isler ile de tasrif eden ( fars lehçesi de d â h il) farsça doludur, K rş. O . Mann ve Jukovski ’nin topla­ lehçelerinin ekserisi ve kü rtçed e olduğu gibi d ığ ı parçalar ( sonuncu m üellif, farsça v e Bah­ d eğil, şahıs zam irleri yardım ı ile teşkil olunur tiy â ri lehçesinde ninniler için, Journal, M in. ( mâlûm ta s rif ş e k li). L ü g a t ç e : bugünkü Norodn. P ro v eşf., kânun II. 1889 'd a b ir m aka­ zaman ve geniş zaman köklerinden yapılan le neşretm iştir ) ; D. L . R. Lorim er v e E. O . kelim eler lurcada umûmiyetle farsçaya u y a r; Lorim er, Persian tales, London, 1919, s. 197— fak at bu dıide farsçada bulunmayan kök ve 3 5 1: Bakhtlarİ tales (y a ln ız tercü m eleri).



LURLAR. Luri lehçesi ile yerleşm iş edebi şekillerde eserler yazm ış şâirler de v a r d ır: Husayn-Kuli Hân H aft-L ang ( 1882 ’de öldürülmüş ), Nacmâ M amssani, D a ftari, F ay iz ( 1902 ’de hayatta idi ), İzadı ( Öim. 1905 ), ‘A li A ş ğ a r Han Nihâvan di ( k r ş . O . M aun ). Şayh ‘A li A k b a r Mu:ammam ’ın bir M irâc-nSm a-yi bafatiyâri ’si taç-basm ası ile, neşredilm iştir (T ah ran , 1314). M olla Z u lf ‘A li K urrâni ’nin b ir ğ a za l 'i Y. Marr tarafından neşredilm iştir ( Com ptes-rendu$ de T A cad. de l ’ U R S S , 1927, s. 55— 58). P . M a rr’a göre, ‘ Ommâm-i Sâm âni tarafından yazılm ış bir B ah tiyarı şâirler T a z k ir a 'sİ Sâlâr-i F âtih ’in kütüphanesinde bulunm aktadır. A hm edi-yi B ahtiyâri de buna benzer bir Taz­ kira yazm ıştır. K rş. bir de Romaskeviç, S ka zoçniki v P ersîi, s. 257. T a r i h . H üzistân ve Fars kabilelerinin hic­ retin ilk asırlarındaki A rap-İran m ücâdelele­ rine iştiraki hakkında bk. mad. KÜRTLER. H alifeler m emleketin, bilhassa Lur-i Küçak (b. bk.] 'in İşlerine doğrudan-doğruya müdâhale ediyorlardı. Lurların m ukadderatı Hüzistân, Ş irâz, İsfahan, Hamadün ve Z a g r o s ’ta hüküm sürmüş olan iranlı hanedanlara, Saffârîlere, Büveyhüere, K âkü yilere v e H asanvayhilere ve A b u ' 1-Ş a v k 'in âilesine mensup haleflerine [ bk. mad. KÜRTLER ] daha sıkı bîr sûrette bağlı idi. I z a c ’de basılm ış Büveyhî paraları vardır ( C o drin gto n ). 323 (935 ) yılında Buvayhi ordusu L u ristân ’ı kat’e tti ( S ü s — Şâpür-H vâ s t— K a rac). İdâre m erkezleri Sarm âc 'd a ( Bisütün 'un ce­ nubunda ) bulunan H asanvayhi kürtleri hâki­ m iyetlerini K arha havzasında genişlettiler. Ş â ­ p ür-H vâst ( — H urram âbâd ), 400 ( 1009 ) yılı­ na doğru, onların sâhalarına dâhil idi ( İbn alA ş lr , IX , 89; Tacârib al-amam, nşr. Am edroz, II, 2 9 1; III, 4 5 1). K âküyilerden G arşâsp, Şâ­ pür-H vâst ’ta 434 ( 1042 ) 'te Selçukluların mu­ hasarasına dayandı. Sonra bu son sülâleye mensup em irler şim âlî L uristân 'a y e rleştiler: Zangi b. Barsuk ailesi, Şâpür-H vâst 'ta ( 499 = x 10 5’ten ö n c e ) ; Hisâm al-Din A lpoğüş, Diz-i Mâliki 'de ( K arh a üzerinde 549 = 1 1 5 4 ’ten ev­ vel, bk. R âvan di, Râlıat al-şudâr, G M S , s. *85)- 547 il« 57° C “ S2 ve 117 4 /117 5 ) arasın­ da, L uristân ile H üzistân ’ın bir kısmının hâ­ kimi olarak, Hisâm al-D in Şuhla veya A k sari adlı b ir tü rk zikredilm ektedir. H urram âbâd civarında, bir dikili ta ş üzerindeki uzun bir k û fî ( ? ) kitâbe, okunmamış bir hâlde, durmak­ tad ır ( bk. de Bode, II, 298 ’deki s û r e t ; Rawlinson orada atabey Şucâ’ a l-D in 'in adını bul­ duğunu zannediyordu. F akat Gurzon 'a göre, daha eski bir tarihi, bilhassa 517 = 1123 tari­ hini taşım aktadır ).



87'



Bunlar ile beraber, L u ris tâ n ’a hâkim olmak veya sahasının bir kısm ını elde etmek için, dışa­ rıdan yapılan bütün teşebbüsler, inkişâfı atabey­ ler devletinin kurulmasını intaç eden sağlam dâ­ h ili kabile bünyesine oldukça az te sir e tti. Mem­ leketin dâhili bayatı için başlıca kaynak şimdi­ lik T â rîh -i g u z id a ( 730 = 1330) ’dir. B u d a Cam âl al-D in K âşân i ’nin Zabdat al-tavârîf} ’ine dayanır ( Preussische Staatsbibliothek 'te yalnız birinci cild i vardır, P ertscb, nr. 368 ). M açm a' al-ansâb ( 743 = 1342 'e doğru ) müs­ takil, fak at oldukça müphem şifahi an’naneye dayanır, Cihân-ârâ, muahhar olmasına ( müel­ lifi Ç â z i A hm ed 975 = 1567/1568 'te ölmüş­ tü r ) rağm en, neşredilm em iş bilgilerden fay­ dalanm ıştır. Şaraf-nâm a ( 1105 == 1696 ) ’nin menbnı Zubdat al-tavSrih yah ut daha ziyâde T â rih -i g a z i da ’nin iyi bir nüshasıdır. A rap coğrafyacılarının verd iği bilgileri tamamlayan bu kaynaklara göre, 300 ( 9 1 2 ) yılm a doğru L u ris tâ n ’da va ziyet şöyle id i: ŞÜller [ b. bk,] — arapîar moğul devrinden önce onları hiç zikretm ezler — Luristân 'm bir kısm ını ( „ y a r ıs ın ı" ) işgâl ediyorlardı. A sıl Şülistân vilâyetinin ( T â rih -i gu zid a , s. 537 ve 539, 13 ) Nacm al-D in A k b a r ( Macma' al-an­ sâb ’a göre, Nacm al-Din lekabı Şüllerde irsen k u lla n ılırd ı) adlı bir vâli var idi. H âlbuki Şüllere ( ihtimâl K ü h -G ilü la ra ) âit sâhalarda S a y f al-D in Mâkân adlı bir „ P iş v â “ var idi ki, ailesi Sâsâniler devrinden beri bu mem lekette tanınm akta id i; yine T â rih -i g u zid a nin Lur kabilelerinden say d ığ ı Rüzbihâni kabilesinden idi. L u ris tâ n ’ın g e ri kalan kısmı (Şü llerd en m ü sta k il) b ir L ur hükümdar âitesi tarafından idâre ediliyordu; bu aileye mensup olan Badr Büyük-Lur ’u, kardeşi Manşür da Kuçük-Lur ’u idaresi altında bulunduruyordu. Tarihleri k a t'i olarak belli değildir. B adr ’in halefi torunu N aşir al-D in Muhammed b. H a lil b. B adr ( Mac­ ma' al-ansâb’a göre, N a şir al-D in A vran g [ R a n g ] b. Muhammed b. H ilâl 'in y e ğ e n i) idi. N aşir al-D in Büyük-Lur atabey sülâlesini kur­ muş ve dışarıdan gelen kabilelere ( bk. yuka­ rıda etnoloji bölüm ü) dayanmış elan Faziavi kürt kabîleri tarafından tah ttan indirilm iştir. A yn ı F azlavüer, Şülleri yerlerinden attılar. M ezkûr B a d r ’in kardeşi M anşür jh a k k ın d a hiç bir şey bilinm em ektedir. Küçük-Lür kabi­ lesi doğrudan-doğruya halifelere bağlı idi ve şim âlde ise, m üstevlilerin iktidarı altın a g ir­ m ekte idi. Lur-i Küçak [ b. bk.] yerli atabey sülâlesinin kum cusu (580 ’e d o ğ r u ), rakibi Surhâb b. ‘ A y y â r ( ihtimâl ‘A yyâr/A n n az adını taşıyan A b u ’ 1-Şavk sülâlesine mensup bir ş a h ıs ) ’x bertaraf etm ek m ecbûrîyetinde I kaldı.



ss



LURLAR.



İki atabeyler sülâlesinin tarihi, m uharebe, S a fe v î hanedanının sonlarına doğru ( bk, k atil ve idam lar ile doludur, fa k a t dâhilde Fârs-nâm a-i N a ş ir i), 600 'den sonra Büyükm em leket daha ziyâde in kişâf hâlinde idi. L u r'a , hicret ederek gelm iş olan MamSsani ka­ A ta b e y le r köprü ve m edreseler yap tırıyorlar bile guruplarının eski Ş ü listâ n 'ı hangi şerait { İbn B a tt ü ta ), halka sâkin b ir h ayat te'min içinde işg â l e ttik le ri bilinm em ektedir [ bk. ediyorlardı ( k r ş . Târlf}-i g a zi da, s. SS0 )* “ i mad. ŞÜL \ atabeyin her birinin varid atı 1.000.000 dinara S a f e v î l e r d e n s o n r a . E fg a n lıla n n İsfa ­ yükselm iş idi, hâlbuki her biri moğul hazînesi­ han önünde görünmelerinin te v lit e ttiğ i ka rı­ ne 91.000 dinar veriyordu ( H am dallâh Mus- şıklık devrinden sonra Şâh ‘ A b b â s tarafından tâyin edilm iş olan Husayn Han neslinden L uris­ ta v fi, N a zh a t al-kula b, s. 70 ). M oğullar ile Tim urlular arasındaki fâsılada tân vâlîsi ‘ A lı Mardan Han F a y li, mühim bir rol atab eyler M uzaffarilere ba&lı idiler, Tim ur 788 oynadı. Adam larından s.o o o ’i ile, 1135 ( 1722 ) (1386) ve 79S (1393) ’te K üçük-Lurları tahrip ’te, idâre merkezinin müdâfaasına iştirak etti, e tti, fa k a t Büyük-Lur hâkimine daha mülâyim İran birliklerinin baş-kumandam bile oldu, fa ­ davrandı. 795 (13 9 3 )'te Tim ur, K ö h -G ilS ve kat d iğerleri ona itaa ti kabul etm ediler. 1725 Şülistân ’ ı baştanbaşa k a t’e tti. T im urlular [ bk. 'te O sm anlılar İran 'ı istilâ edince, ‘A li Mar­ mad. BAYKARA ] Luristân 'd a hâkim iyetlerini dan Han ( A hm ed Paşa tarafından işgâi edi­ kuvvetlen dirdiler. 837 (1433/1434)’de son Bü­ len ) Hurramâbâd ’1 terkedİp, H üzîstan ’a g i­ yük* Lur atabeyi ortadan kayboldu. derek, oradan B agdad ’a karşı bir şaşırtm a S a f e y î l e r d e v r i . Küçük-Lur hâkim leri, taarruzuna teşebbüs etti. B ahtiyâri memleke­ yaln ız başlarına vaziyetlerini m uhafaza ettiler tinden geçerek , Firüzân 'a k ad ar varm ış olan ve h a ttâ hâkim iyetlerini bir entrika ile, Puşt-i türkler, g e ri çekilm ek m ecbûriyetinde kaldılar K üh dağlarının garbında, yaylalara bile teşm il ( krş. vukuatı gözü ile görm üş olan 'A li H azin, ettiler. Şâh A b b is , Şâh-V erdi Han ’m idamın­ T â rih -i ahvâl, nşr. Belfour, London, 1831, s. dan sonra, yerine eski ailenin tâlî bir koluna 1 15, 134, 137, 148; H anw ay, T he revolutions mensup bir vâli tâyin e tti. Bu H usayn Han ’ ın o f Persia, II, 135, 159, 168, 238; Malcolm, H issâhip olduğu arâzi bir dereceye kadar tahdit ioire de Perse, II, 445; III, 3 5 ; de Bode, Tra­ v els, II, 281— 283; j . v. Hammer, G O R , IV , edilm iş idi. Büyük-Lur sülâlesinin ortadan kalkmasından 227). A yn ı devirde, E fgan ve Osm anlı istilâsın a sonra, ik tid a r bu kabileler birliğini teşkil eden kabilelerin reislerine geçti. Şâh Tahmasp za ­ m ukavemet eden, fa k a t ‘ A li M ardân F ayli ile manında, esâs A sta ra k i küçük kabilesinin re­ anlaşamıyan b ir çok B ah tiyâri hanları ( Kâsim isi T â c-m ir'e mahallî ulusların serdârı unva­ Han, Ş a fi I^an ) zikredilm ektedir, 1137 ( 172 4 ) nının verildiği görülüyor. T âe-m ir, vazifelerini 'de Muhammed H usayn Han B ah tiyâri kendi­ sûiistim âl ettiğinden, idâm edildi ve yerine ni şehzade Ş a fi M irza diye gö steren b îr müdM ir C ih an gir B ahtiyâri getirildi ( A sta ra k ile r deîyi hüküm dar olarak tanıdı. Bu saltan at Luristân ’a 600 yılından sonra gelm işlerdi, müddeîsinin ordugâhı K üh -G ilü 'da i d i ; o an­ Tarı/j-i g u z îd a ). C ih an gir, Küçük-Lur ’dan cak 1140 ( 1 7 2 7 ) 'ta yakalandı (H an w ay, II, Şâh Rustam ’in te'm inâtı ile, S a fev î hazînesine 168, 238; M ahdi Hân, T a rih -i cihângaşâ-yt yılda i o . o o o katır te’min etm eği taahhüt e t t i ; N â d iri, T ebriz, 1284, frns. trc. Jones, Lon­ 974 (1566/1567) Hemedan valisi, taahhütle­ don, 1770, s. XXVII). E fganlılar Bahtiyârim em rini hatırlatm ak üzere, ona gönderildi ( Ş a ra f- leketin e nufûz edememiş görünüyorlar. K ühnama, I, 48 ). Bu zamandan itibaren B ahtiyâri G ilü 'ya karşı 1724 'teki seferleri b ir m uvaffakikabilesi birinci plâna geçiyor ve umûraiyetle yetsizlik oldu { J. v. Hammer, II, 210; Malcolm, at/n. esr., 111, 20). 1140 (172 7 ) m uahedesi ile, kabile birliğine kendi adını veriyor. K üh -G ilü sahasına gelince, burası Luriar efganîı A şra f, başka garp eyâletleri arasın­ arasında yerleşm iş olan A fş a r türk kabilesi da, Luristân 'l da T ürkiye 'y e bıraktı. T ürkler ( „Şâh -seven “ ; b. bk.) tarafından idâre edildi. 1149 ( 1736) yılm a kadar (is m e n ) burayı el­ 988 ( 1580 ) 'e doğru, kendini Şâh İsm â'il II. lerinde tuttular. Bu tarihte N âdir Şâh eski va­ gibi gösteren bir yalancı derviş, bâzı A fşa r ziyeti yeniden te'sis e tti ( Hanway, II, 254, valilerini öldüren C â k î, C avân iki ve Bandâni ka­ 347 i J* v. Hammer, G O R , IV , 235, 317 ). f_ bileleri arasında bir-çok tarafta r kazandı. 1005 N âdir Şâh zamanında Bâbâ H an Çapuşlu ( 15 9 6 /15 9 7 )’te A fş a rla r kadar Lurların da ( Ç a v u ş lu ) Lnristân-i F a y li'y e beylerbeyi (âyin sebebiyet verd ikleri bu karışıklıklardan istifâ ­ olunda. D iğ er taraftan 'Â li Mardân II. F ayli, de eden F ars valisi A llâh-V erd i Han Küh- Nâdir tarafından, İstanbul ’da siyâsî müzâke­ G ilü ’yu doğrudan-doğruya kendi hâkim iyeti al­ relere girişm eğe me’mûr edildi. Nâdir Şâh, tına aldı ( T â rih ti ’ âlam-âra', s. 198, 358 ), I 1732 'de, orduları İle, Küh G:’İS 'yu bîr baştan



LURLAR.



89



bir başa k a t’ettı ve ( Şîraz saltanat m ü d d eîsi) 3 ,2 9 ; Malcolm, agn. esr., III, 247) ve bu onun Mahmüd Han Balüç orada mağlûp edildi (b u ­ kabileler arasındaki şöhretine fenâ te’sir etti. radaki A f şarlar uı, N âdir Şâh bu kabileden ol­ Kaçarların hüküm sürdükleri bir buçuk asır duğu için, Nâdir Şâh ’i desteklem iş olmalar! esnasında, Lur-B ahtiyâri m emleketi tamâmiyle lâ zım d ır). B a h tiyârilere karşı bir çok seferler tem sil edilm edi. X IX . asırdaki B ah tiyâri ta­ yapıldı, çünkü 'A li Murâd M am ivand ( Çahâr- rihinin hulâsası için bk. Curzon, Persia, bahis L ang ? ) adlı yeni bir reis gayr-i memnfin- X X I V . ö n c e ‘A l î Mardan Han ( y k . b k .)'m ları etrafında toplam ış idi. 173a ’de Baba kardeşinden gelen K unurzi ailesi ehemmiyet Han Çâpuşlu, ilk defa olarak, onun üzerine kazanm ış idi, fak at İsfahan va lisi Minuçihr gönderildi. 1149 ( 1735 ) ’ da, bizzat N âdir Şâh, Han Mu'tamid al-D avla ( asıl adı ile YenikoC âp alak ve Burburüd yolu ile, üzerine yürü­ Eopov, tifü sü Bir ermeni ), İihâni Muhammed dü, B ahtiyâri m em leketi bir çok cihetlerden T a k i H a n ’ın vazifesine, 1841 ’de, son verdi istilâ e d ild i; fak at esaslı darbe Şuturân-Küh ve kabile b irliği bir daha kendini toparlaya’ un az tanınan arazisi üzerinde indirildi. 'A li madı. 1850’ye doğru, Bahtiyârvand (y a h u t Murâd yakalandı ve idâm edildi. B a h tiy âri- Baydarvand ) ailesi ( kendilerinin P â p î . ka­ le r kısmen imhâ ve kısmen Câm ve L angar bilesinden bir çobanın neslinden olduklarını ( H orasan ’ da ) ’e sürüldü. A z sonra, bir Bah­ s ö y le rle r) H aft-L an g kabileleri arasında yük­ tiy âri birliği K andehar ’m hücumla zaptında seld i ve reisi Husayn K u lı Han ( „H aceı İItemayüz e tti ' ( M ahdi Han, agn. esr,, s. 116, h ân i“ ) ’ın şehzade Z ili a l-S u ltâ n ’ın emri ile, 134; dikkate d eğer co ğrâfi b ilg ile r ihtiva katline ( 1882 ) rağm en, se rv e t v e ehemm iye­ e d e r; tre. Jones, I, 185, II, 18; ‘A li H azin, s. tin i muhafaza e tti. B ahtiyâriîer, Muhammed 'A li Şâh K açar ’m tahttan indirilm esini ( 1509 ) 23I> 233; Malcolm, III, 96). H orasan ’a sürülmüş olan B ahtiyâriîer, Nâ­ in tâc eden Iran ihtilâlinde, mühim bir rol dir Şâh ölür-ölmez, geri döndüler ( T â rlh -l oynadılar. B ahtiyâri m emleketi ilh â n î ve ilb d d N adiriga, nşr. Mann, s. 26 ) v e hanedanı begi ’lerin idaresi altında, her zaman tam m ünkariz olunca, *A li Mardan Han ( iki Lu- bir m uhtariyete sahip idi. . K açarların m erkezî idâre kurm ak için sarfristân-i F ayii valisi ile ka rıştırm a m a k), he­ men-hemen hirinci derecede bir rol oynamak ettikleri cehdler, Kirm anşah 'ta ku dretli ve üzere idî. Bu zâ t 1163 ( 1730 ) ’te, K arim Han ga y retli şehzade Muhammed ‘A l i ’nin ida­ Zand ile birlikte, S a fevîler tâlî kollarına (Â l-i resinden beri ( XIX. asrın b a ş ı), eski L uris­ D âvüd ) mensup bir şahsı, İsm â'il III. adı ile, tân valileri ailesinin haklarının yalnız Puşt-i İsfahan ’da tah ta çıkardı. N âdir Şâh tarafın ­ Küh sahasına inhisar ettiğin i görm eleri bakı­ dan ihdâs edilmiş olan „vasî-huküm dar“ vazi­ mından, Luristân-i F ayli ( eski Lür-i Kûçak ) fesi kendisine verilecek gibi görünüyordu. 'de daha fazla m uvaffakiyet kazandı ( krş. mad. F a k a t K arim Han gâlip g e ld i; L akleri, K a l­ PUŞT-t KÖH ve Ç irikov, s. 227). Pİş-Küh bur ve Zangana kabilelerini ihtiva eden ‘ A li „Luristân“ eyâletini teşkil etti. Muhammed Mardan ku vvetleri 17 5 2 ’de mağlûp edildi; ‘A li M irza, askerleri ve topçusu ile, bu eyâ­ kend isi Bagdad ’a kaçtı ve orada bir katil ta ­ letten geçti. 1836 'da Ravvlinson, C üranilerrafından öldürüldü (k rş. M irza Şâdik, T â rih-i den m üteşekkil alayı ile, onu tâkip etti, Mig lti-g u şâ , Malcolm, frns. tr c „ III, 168 — 171 nüçihr-Han meşhûr seferinden sonra ( 1841), ’d e z ik re d ilir; J. v. Hammer, C O R , IV , 473, yeğeni H ûzistân valisi Sulaym ân Han Sahâm 4 77; R. S. Poole, The C oin s o f the Sh ah s o f al-D avla L uristân ’da âsâyişi te ’m ia e tti ve bu Persia, Loadon, 1887, s. XX XV ; Curzon, devirde bîr çok kâşifler, kargaşalık ile dolu H, 289). _ ‘ e yâ lette serbestçe seyahatler yaptılar. A sî B a h tiy ârile re mensup rakibini b ertaraf eden şehzade S a lar a l-D a v la ’nin aralarında zuhûr K arim Han [b . b k j ’ın kendisi, Lnristân-i etm esi ile, L u rla r arasında ve 'um ûm iyetle F ayli ’nin hemen yanındaki sahalara yerleşm iş İran 'ın garp tarafın da mühim kargaşalıklar olan Laklçrin Zand [ b. bk.] kabilesinden idi. basıl oldu ( 1903 'ten beri bir çok d e fa la r ). Zamanındaki nüfus h areketleri için bk. madd. İran devletinin cehd ve gayretlerin e rağmen, KÜRTLER ve LEK. 1200 ( 1785 ) ’de C a 'fa r Han 1 9 1 7 'y e k ad ar Luristân kapalı k a ld ı; bu ta ­ Zand, Şiraz ’a çekilm ek m ecbûriyetînde ka­ rih te yabancı müm essillerin iştiraki ile, bir çok lınca, Lurlar ile türklerin bir kısm ı İsfahan kervanlar Dİzfül ’den ve Burücird ’den geçti. ’da ‘ A li Murâd Zand ’in eski tarafta rla rı e t­ A y n ı devre doğru İran hükümeti N azar ‘A l i ­ rafında to p la n d ıla r; fa k a t şeh ir hemen A k a Han A m râ ’i ’ye Piş-küh vâiisi rütbesini verdi Muhammed K a ça r tarafından işgal edildi ve [ bk. mad. LAK]. Krş. Edm onds, G J , 1922. o ilk iş olarak B a h tiyârilere hücûm e tti ( 1A b d A n cak R iza Han ( sonra Şab R izâ P ah la­ ü -K a rim Ş ir â z i, T â rîh -i Zan diya , nşr. Beer, - y i ) ’ ın hükümeti eline almasından itibaren, Lur



LURLAR — LÛT.







ınenşe’li k abileler ile meskûn m ıntakalarda vaziyet esaslı bir şekilde d eğişti ve m erkezî hükümetin suitası cenöb-i garbî eyâletlerinin her tarafında kabûl edildi. B i b l i y o g r a f y a : Bk. madd. BAH t IYÂRÎ, KORTLER, LEK. B ahtiyârîlerin tarihi için bk. ’ A li IÇuli Hân Sardâr-i A s'a d , Târîk -i B ahtiyar} (Tahran, 1330; tarih, co ğ­ ra fy a, zamanındaki va ziyet, avnıpalıların se­ yahatnam elerinden tercüm e ). _



( V . M lN O R S K Y .)



L Û T . [B k . LÖT.J L Û T . L U T , Kitâb-ı m ukaddes ’te L o t. Lüt ’un İslâm kıssaların da ve K ur'a n ’da Kitâb-ı M ukaddes ve Aggada ’dakinden daha büyük bir ehemm iyeti vardır. Bu kolay izah edilebilir ; çünkü Lü$ ’un tarih i, günahkâr ( Kur'an ’da zikredilm eyen ) Sadüm şehrinin tarihi ile alâ­ kalı olup, Peygam ber nazarında, selefleri Hüd, Salih, Nuh, Şu'ayb ile birlikte, re zîle tle r ile mücâdele eden bir peygam ber idi. Peygam ber, kendisine düşmanları tarafından yalan cılık isnâd edilince, kendisinden evvel Nüh, ‘Â d , Şamüd, İbrahim ve L ü t kavİmlerinin de kendi peygam berlerini yalancılıkla itham etm iş ( K u r­ 'an, X XII, 4 3 ) olm alarını düşünerek, teselli buluyordu. Lüt kavm i ( kavrn L ü t, L , 13 ; ihvan L ü t ) umûmiyetle Şamüd ile Madyân arasından gösterilir. L ü f K ur’ an ’da mursal, A llahın resûlü (X X V I, 160; X X X V II, 13 3 ), ra sûl amin, gü venilir peygam ber (X X V I , 162 ), A llahın ilim ve hikmetinden nasipti ( XXI, 74 ) olarak zikredilir. İbrahim kendi kavm 'ne ih­ tarda bulunduğu zaman, L üt ona inanıyor ( XXIX, 2 5). LÜt m isâfİrperverliği kaldıran ( X V , 70 ), yabancılara saldıran, lÛtîlik yapan, o zamana ka d a r hiç bir kavm in yapm adığı vahşete sapan günahkârlara gönderiliyor. O n ­ lar, fazîletle yaşayanları süreceğiz diye, L ü t ’u teh d it ediyor ve s — »E ğer sen hakikati söy­ lüyorsan bizim üzerim ize A llah ın gazabını yağ d ır“ — diyorlar ( X X IX , 28 ). O vakit A llah cezâm eleklerin i gönderiyor, İb rah im ’in şefaati boşa çıkıyo r ( XI, 77, 78 ). M elekler Lü$ ’a g e ­ liyorlar. Lüt ’un kavm i, m isafirlerin iffetlerin e tecâvüz m aksadı ile, kendilerine teslim ed il­ mesini istiyorlar. L üt, kızlarını boş yere te k ­ lif ediyor ve sonunda kendini çaresiz hissedi­ yor. M elekler onu tese lli ediyor ve î —> »Biz sizi kurtarırız, yalnız hiç kimse dönüp bakma­ sın ; fak at zevcen bunu yap acaktır" — diyorlar. Şehrin altı-üstüne getiriliy o r ( XI, 84, X V , 74 ). A llah tarafından işâretlenm iş taşlar ( s i ­ c ili ) yağm ağa başlıyor, K ur'an ’da Lüt kıssasında başka bir isjm zikredilm iyor. H arâp olan şehre al-m u'tafika ( L1U, 54 ) denilm ektedir ki, bunun cem’i al-



m u ta fik â t ( I X , 771, L X IX , 9 ) olup, Kitâb-ı m ukaddes 'te Sadüm ’un tahribi hakkında kul­ lanılan ibrânîce mahpeka ’ya tekabül etm ek­ tedir. K u r'a n .m ûfessirleri K itâb-ı m ukaddes ’teki kıssayı çok iyi bilm ektedirler ( T ab ari, nşr. de G oeje, I, 346, 347 ). Bütün eksiklikleri tamam­ lanmış ve bütün isimler zikredilm iştir. S a ­ düm 'd a işlenen günâhları e tra flıca tasvir etm işlerdir. Sadüm 'un Nemrûd soyundan bir hükümdarı vardır. A h â li putlara tapm aktadır, Lü|, 40 y ıl onları doğru yola sokm ağa çalışı­ yor ( al-K isâ’ i ). O vakit A llah üç m eleği, C âb ra1il, M ikâ’il ve İsrafil ( al-K isâ’i ’ye göre, b ir de A zrâ ’ ı l ) ’i gönderiyor. İbrShim sadüm lular le­ bine şefaat istiy o r: — »İçinde 300 mü’minin de yaşadığı halkı imhâ mı etm ek istiyorsunuz 7“ — »H ayır“ —- »300,200,100 m ü .. . ? — „H ayır“ — „14 mü’mini mi ?“ — „H ayır.“ Bu rakam k a t ile ­ şiyor. İbrahim , L ü t 'un k a rısı d a mü’minler ara­ sındadır diye düşünerek, sükûnet buluyor. Lü^ d ö rt defa şehrin günahkârlığı hakkında şehâdet etm eden, m elekler Sadüm 'u tahrip edem iyeceklerdir. M elekler derhâl Lü{ ile karşılaşı­ yorlar. L üt şehrin günahkârlığı hakkında şehâdet ediyor. Bâzı m üelliflere gö re, onlar L ü t'u n kızı ile karşılaşm ışlardır. L ü t ’ un k ızı onları baba­ sının evine dâvet etm iştir. L ü t kendi adam ları­ na, bilhassa 40 yıldan beri kendine karşı koyan karısına susm alarını em rediyor ( a l- K is â 'i). F ak at Lü[ ’un karısı, evde m isafir bulunduğu­ nu açığa vurmak iç'n , mahsus evi aydın latı­ yor yahut dikkati çekm ek için tu z alm ağa çıkıyor ( bundan dolayı tuz k e s iliy o r ) veya sâdece şöyle d iy o r: — »Bize şim diye kadar görm ediğim derecede güzel yüzlü, nefis ko­ kular sürünmüş delikanlılar m isafir g e ld i“. H alk gen çlerin teslimini istiyor, L ü t kızlarını tek lif ediyor ise d e : — »Biz senin kızlarını istese idik, onların nerede bulunduğunu bilir­ d ik“ — diyorlar. L ül kap ıyı kapıyor, meleğin emri üzerine tekrar açıyor. C a b râ ’il, b ir kanat darbesi ile, içeri girm ek isteyen lerini kör ediyor. Hepsi birbirlerini eziyo r ve — »Kaçın, L ü t ’ un evi büyülü“ — diye bağırışıyorlar. Tahrip saa ti gelince, C abrâ’ it ( bazılarına göre,1 Mikâ’i l ) şehrin aliım -üstüne g e tiriy o r; onu havalara ka ld ırıyo r; öyle ki, gö k te m elekler Sadüm ho­ rozlarının ötmesini, köpeklerinin havlam asını duyuyorlar. G ökten taşlar ( s i c i l i ) y a ğ ıy o r ; taş­ ların üzerinde kime isabet edecekleri işaret­ lenm iştir. Lu( 'un karısı dönüp, teessü rle hal­ kına bakarken, kafasına bir taş isâb et ediyor, ölen lerin sa y ısı b ir riv ayete göre, 4.000 ( Şa’la b i ), bir rivâyete göre de, 4 m ilyondur { T a ­ b a ri, nşr. de G oeje, I, 342 ). H alkın hepsi de ölüyor, ancak içlerinden biri M ekke 'y e kaçıyor



LÛ T — LUT G Ö LÜ .



9*



ye kendi taşını ( s i c i l i ) Harara 'e g ö tü rü y o r; d âkaooa t; N e n g i; Pausanias, V , 7, * ) denilirdi. taş burada tam 40 gün, gö k ile yer arasında, G arp kaynaklarında bugün umûmiyetle kulla­ muallakta k a lıy o r ; sonunda düşüp, sahibini nılan „ ö lü den iz" ( M er M orte, M are Morto, D ead Sea, T o tes Meer ) adı eski o rta çağda öldürüyor ( Şa'iabi ). İslâm rivâyetlerin de bu kıssaya â it b er şe­ da kullanılm ış (J u stin ., X X X V I, 1 3 : mare yin adı ve izâhı v a r d ır : L ü t ismi l âfa ( „bağ­ mortum ) olup, bu ad m uâsır arap coğrafya­ lanm ak" ) 'dan g e lm ek ted ir; çünkü İbrahim 'in cılarına da al-Buhayra al-m ayyita şeklinde kalbi sev gi ile L ü t 'a bağlanm ıştır ( SaMabi ). geçm iştir, ö l ü deniz ism i, Tevrat 'ra ilk k ita ­ Lavaşa kelim esi d e L üt ’a iza fetle meydana bında ( T a k v în , X IX ) ta sv ir edilen â fet, âsî gelm iştir. Lü^ 'un karısının ismi H alsalta1 ya­ kavim lerin yaşadığı memleketin yere batıp, hut V â !ila, büyük kızının R iş ( ? ) , küçük kı­ bunlara âit şehirlerin ( Sodum ve Gumura ile zınınki de R ariya ( ? ; 'fa b a ri Z u ğar ( Y a ­ b e ra b e r) gö l altında kaybolm ası menkıbesi kut ) veya R avâya ( ? ; al-K isâ’i ) 'dîr. Y a l­ ile alâkalı görünür ve bu isim, gol çevresinin nız Sadüm değil, d ö rt şehir daha zikrediliyor çorak m anzarası, göl sularının hayattan mah­ k i, bunlar Kitûb-t m ukaddes ’teki 'A m öra, rum bulunması gibi hâdiseler ile de destek­ A dm ab, Şeba'im ve Ş o 'a r şehirleridir. Sa’ Iabi lenir. Şark kaynaklarında, göl daha ziyâde ’y e göre, Ş o 'a r „ L ü t 'a inandığı İçin" kurtul­ yukarıda sözü geçen kavim lere gönderilen p eygam ber L ü t ’un adı ile zikredilm ektedir: m uştur ( T ek v in , X IX , 20— 22 ). İslâm rivayetlerin in e sk i A ggada ( T ekvin , Bahr ( veya Buhayra ) L ü t. 2"evrat ’ta n aklet­ Rabba, X LİX , L ; Sanhedrin, 109b) ile pek tiği m enkıbeye K u r’an 'd a da sık-sık işâret az m üşterek noktası v a r d ır ; msl. İbrahim 'in edilm ekle berâber, burada gölün adına tesâbir takım mü’minlerîn masun kalacağın ı zann­ düf edilmez. G örünüşe bakılırsa, göle Lüt etm esi gibi. P irk e R . E lise r ( X X V ) 'in L ü f peygam berin ismi verildiğini ilk defa kayde­ 'un kızlarından daha müsâit b ir şekilde bahs­ den İslâm co ğrafyacısı »ranlı N aşir H usrav etm esi, M idraş H aggadol ( nşr. Schechter, s. ( V .— X I. asır ) 'dir. İslâm coğrafyacılarına göre 287 ) 'un Sadüm 'a gönderilen m eleklere Cab- ayrıca al-Buhayra al-m aljlüba ( ,,alt-üst olmuş râ’il ve R afâ’il adlarını verm esi, İslâm rivâ- g ö l“ ; A rz al-m aklüba denilen A r z Kavm L üt yetin in daha muahhar M id ra ş’a te ’sir etm iş ’ta bulunduğu iç in ) al-Buhayra al-muntina ( „fenâ kokan göl“ ) dedikleri gibi, Buhayrat olması icâp ettiğin i gösterm ektedir. B i b l i y o g r a f y a t K u r’an ’ da belli- Ş u ğ ar ( m evki is m i: Zu ğar ), Sodum v e Gumura başlı y e r le r i XI, 73— 91 i X V , 59— 6 1 ; XXI, gölü isim lerini de verirlerdi. Muntina ve Zuğar 71— 74; X X V I, 1 6 0 - 1 7 5 ; X XVII, 5 5 - 5 9 ; isim leri daha yakın bir devirde K âtib Çelebi X X IX , 2 5 - 3 4 ; L IV , 3 3 - 3 9 ; L X V 1, 10; T a ­ ( Cihannüm â ) tarafından zikredildiği gibi, Evbari (n ş r . de G oeje ), I, 266, 267, 321, 325 liyâ Ç e leb i ( Seyahatnâme, IX, 516 ), İbhamlı bir — 343) 341 ! İbn a l-A ş ir, T a rih al-K âm il, I, ifâde ile bahsettiği Lüt gölüne Sidrem ( Sid46— 48; Ş a 'la b i, K işa ş al-anbiya (K a h ire , din = Sodum ’dan tah rif edilm iş olacak ) ismi 1325), s. 65 — 6 7 ; al-K isâ’ i, K işaş al-anbiga verildiğini söylem ekte ve Zu ğar gölünü de (n şr. E isen b erg ), I, 145 — 149; G eig er, Was a y n gibi gösterm ektedir ( ayn. esr., IX , 519 ). hat M aham m ed. . . (19 0 2 2 ), s. 109, 124, L u t gölü, şarkta Moab ( at-K arak ) yaylası­ 129— 13 1 ; M, Grüubaum, Nette Beitrâge, s. nın alacalı kum taşlarından meydana gelen 132 — 14 1 ; H orovitz, Hebrezv Union C olleg e dik yamacı ve garpta, F ilis tin ’deki Yehûdiye A n n u a l ( 1925 tab.}, II, 152, 18 7; ayn. mil., yaylasının açık renkli kireç taşından m üteşek­ K o ran ische Untersüchungen ( 1926 tab.), s. kil cidarları arasında, şimalden cenûba doğru uzanan derin bir çukuru işgâl eder. Gölün 21. 20 » 4 5 » 4 9 » 5° v.d., 54, 136. ' ( B e r n h a r d H e l l e r .) şimâl-ceuûp istikam etindeki uzunluğu 80 km., L U T G Ö L Ü ( B a h r LÜT, ö lü - d e n iz ), F i­ âzâm î gen işliği ise, takriben orta kısmında, listin ’in şarkında, Ş a ri’ a nehrinin döküldü­ 16,2 km. ’dir. Cenûba doğru, gölün şark kena­ ğü g ö l . T evrat 'ta geçen „T u z denizi* is­ rına bitişen b ir yan m -ada ( al-Lisân „d il" ) mi zam anım ızda İsrail neşriyâtında yeni­ bu genişliği 4 km. 'y e kadar düşürür ve daha den kullanılm ağa başlam ıştır (Y a r a A m elah, cenupta, gölün esâs kütlesinden ayrılan bir 2 ıg(5G>viç klpvıj, Strabo, X V I, 7 6 3 ) ; gölün koy, yeniden 15 km. kadar bir genişlik kaza­ suyunda münhal tuzların fa zla lığ ı ile alâkalı nır. L ut golü yer-yüzünde sathı, deniz sevi­ olan bu isme karşılık, Yunan ve Roma kay­ yesine nazaran, en çukurda kalm ış, hâriç ce­ naklarında, gölün sathında toplanan z ift do- reyandan mahrum b îr g ö ld ü r; gölün sathı, layısı ile, „ A s fa lt gö lü " ( ‘A o ç a k v ttıç Xipı«ı: deniz seviyesine göre, vasati olarak, 392 ( bâzı Strabo, göst, yer.', Batlam yus, V , 1 5 , * ; haritalarda 394 veya 393 ) m. alçaktadır ve bu Lacas a sph altites; Plinius, II, 226; keza seviye, mevsimden-mevsime, bâzan 3— 4 m. ’yi



Ş2



LUT GÖLÜ.



bulan oynam alar kaydeder. A y rıca daha büyük zaman devirlerine uyan yükselm e ve alçal­ malar müşahede e d ilir ; nasıl ki, XIX . asrın ikinci yarısında, göl seviyesinde daha evvelki devreye nisbetle hissedilir bir yükselm e gö­ rülmüş İdi. Gölün derinliğine gelince, cenup­ taki koyda bu derinlik umûmiyetle 5 — 6 m .’yi geçm ediği hâlde, geri kalan kısmında birden­ bire a rtar ( vasati derinlik 146 m.) ve şimal­ de, Zarkâ vadisi munsabı hizalarında, hemen 400 m. ’ye kadar in er ( 399 ) ki, buna gore, gölün en çukur yeri deniz seviyesinden 790 m. ’den fazla b ir derinliktedir. G erçek te L ût gölü, F ilistin 'in şarkında uzanan ve al-G avr ( G hor ) ismi verilen, oluk şek illi, şim âl— eenûp istikam etti gen iş çukurun en derin yerini kaplam aktadır. Bıı çukur oluğun mihverini Ş a r i'a nehri tâkip eder ve şim alde T ab a riya gölü ( su seviyesi — 212 m.) de buna açılır. al-Ğ a vr çukuru, L û t golünün cenubunda da, aynı istikam eti tâkip eden ve V â d i '1- A raba ismi verilen ta b i’î oluk ile tem âdî eder ki, bunun zemini cenöba doğru yavaş-yavaş yük­ selerek, deniz seviyesi üzerinde, 240 m. irtifa a vardıktan sonra, tek rar alçalıp , 'A k a b a kör­ fezinde nihayete erer. L u t gölü çukuru, a l-G a vr ve V âdi 'l-‘A ra b a ile, arazi şekli bakımından olduğu kadar, men­ şe’ b irliği bakım ından da, bir bütün meydana getirm ektedir. Bu devam lı çukurlar dizisi, üçüncü zamanın ikinci yarısında vukûa gelm iş büyük ölçülü zemin h areketleri neticesinde teşekkül etm iş, şim âl— cenup istikam et!! ve birbirine m uvâzî yer kırıkları boyunca, şarkta ve garp tak i arâzi yükselirken, ortada kalan sâha derin bir şekilde çökmüştür. Gölün bu­ günkü seviyesi, bulunduğu sahada, şimalden cenöba doğru gittikçe kuraklaşan bir iklim altında ( y ıllık y ağ ış yekûnu, gö l üzerinde um ûm iyetle 100 mm. ’den az, kenar dağlarda ve şimâle doğru 200 mm. ’ den fazla ), 13 mm. *yi geçen çok şid d etli bir günlük tebahhur emsali ile, Şart a nehrinin vasati olarak gün­ de 6 milyon m3 hacm inde ge tird iğ i tahmin olunan su kütlesi arasındaki muvâzene ne­ ticesinde, az-çok sâbit kalm aktadır. H er ne kadar göle garptan ve bilhassa şarktan ol­ dukça uzun b ir takım vâdiler de açılm akta ise de, bu vadilerin zemininde ancak nâdir olarak, yağm ur sağnaklanndan sonra, b ir az su bulunabilm ektedir. L u t gölü çukurunun te ­ şekkülünden sonra, göl sahasının iklim devre­ lerinde vukûa gelm iş değişikliklere göre, şim­ dikine nazaran daha darlaşm ış ve daha g e ­ nişlemiş olduğuna hükmediliyor. Mamafih yakm dördüncü zamanın nemli-serin iklim dev­ resinde, daha bol su ile beslenen ve daha az



tebahhura mâruz kalan gölün yükselerek, bir aralık T abariya gölü ile birleşm iş olması muhtemel ise de, gerek cenupta V â d i ’!-*A ra ­ ba vâsıtası ile 'A k a b a körfezine, gerek şim al­ de Mare İbn ‘A m ir ( Esdrelon ovası, H a y fa ) üzerinden A kden iz ’e kavuşm uş olması pek mümkün sayılm ıyor. G öl suyunun fazla tuzlu­ luğu ve terkibinin açık denizlerdekinden fark­ lı oluşu, kısmen böyle bir durum ile, kısmen de akar-sularm , sellerin, bugünkü sıı seviyesi altında göle karışan ve b â zd a n sıcak olan menbâların civardaki arâzi içinden eritip ge­ tird iği münhal maddelerin tabiatı ile izah edilm ektedir. Filhakika L u t gölünün suyunda, işbâ derecesine yakın denilecek k a d a r fazla münhal madde bulunmakta olup, tuzluluk nisb eti binde 240 ’1 aşm akta ( açık denizlerde bin­ de 35— 3 7 ) ve suyun iz â fî kesafeti de 1,119 u bulm aktadır ( açık denizlerde va sati 1.025). Tuz­ luluğun bu yü ksek nisbeti, b a lık nev’inden canlılara Ş a ri'a nehri munsabı gibi, ta tlı suyun bol geld iği sahalar hâricinde, hemen-hemen rastlanm ayışını ve gölün içine dalma güçlüğünü izah eder ise de, suyun rü zg âr ile kolay-kolay dalgalanm ayacak kadar a ğ ır oluşu iddiası mübâlegalı görünm ektedir. G ölde münhal tuzların terkibi de açık denizlerdekinden pek farklı olup, en fa zla bulunan tuz, göl suyuna fenâ bir ta t ve yağlım sı bir hâl veren magnesium klorürü ( binde 102 ) olup, bunu sodium klorürü ( 79 ), kalsium ( 37 ) v e potasium ( 15 ) klorürleri ile sodium bromürü ( 5 ) tâkip etm ektedir. E vvvelce gölün suyuna bir takım şifâ’î bassalar atfedilirdi. Gölün dibinden va kit-vak it çıkarak, sathında biriken, sonra rüzgârın şevki ile kenar­ larda toplanan z ift ( a s f a lt ; k a fr al-yabüd ) de çok aranırdı, ilk çağdan beri istihsâlin e ehem­ m iyet verilen bu madde, haşerâttan korumak üzere, asma çubuklarına sürülür, ayrıca taba­ bette de kullanılırdı. K â tib Ç elebi, bâzı seneler gölün dibinden çıkan bu maddenin ( ham tr ) bala benzediğini ve asma çubuğuna sürüldüğünü söyler ( Cihannüm â, s. 555 ). E vvelce gö l üze­ rinde oldukça fa ’âl b ir şekîilde nakliyat yapı­ lır, Zuğar vahasının ( gölün cenup kıyısına yakın, şim diki G av r a l-Ş âfiya civ a r ın d a ) mahsûlleri gem iler ile taşınırdı. H açlılar za­ manında d a karşıdan-karşıya ask er ve yük n aklediliyordu. F ak at bunu tâk ip eden asır­ larda, göl ve civarı iktisâd ı ehemm iyetini tam âm iyle kaybetti. Bununla beraber, gö l k e ­ narında sulanabilen sahalarda toprağın verim i çok yüksek olup, sulama işlerinin gen işletil­ mesi ile, L u t gölü çevresinin mâmûr bir hâle gelebileceği anlaşılm aktadır. A kd en iz ile Lut gölü arasındaki seviye farkından ku dret istih ­ sâli husûsunda faydalanm ağı hedef tutan tasar-



Lu t



gölü



-



L u t f -à l i



beÿ



.



vu r henüz tatbik edilememiş ise de, golden Hermann Sch rötter, D as Totes Meer ( W ien­ brom ile potasium klorürü istih sâli için, 1930 L eip zig, 19 2 4 ); R. P. Barnabe-M eistermann, 'dan itibaren, sm âî teşebbüslere geçilm iştir. L u t G uide de Torte Sainte2 ( Paris, 1923 ). gölünde ilm î m âhiyette ilk araştırm a, XIX, _ _ (B esIm D a r k o t .) asrın ortalarına doğru, W . F. Lynch İ n idaresi L U T• b . Y A- H* Y A . ^ [B k . a b ü m Ih sr n af.)>* altındaki sefe r hey’eti tarafın dan yapılm ış, L U T F A L L [ Bk. l u t f - a U . ] _ bunu fransız ve İngiliz ilim adamlarının yap­ L U T F - A L t B E Y . L U T F -A L Î B E Y „ A z a r « tıkları araştırm alar tâkip etm iştir. b . A k a H a n B e g d ü .1 Ş â m l u İ s f a h a n ! ( 1 7 2 2 XVI. asrın başlarından itibaren, 400 seneyi ---178 1), daha çok aşağıda bahsedilecek olan geçen bir devre zarfında, Osm antı im parator­ şâirlere dâir tezkiresi ile şöh ret bulan İ r a n luğu hudutları içinde yer alan L u t golü, X X . ş â i r l e r i n d e n biridir, ö n c e le r i V âlih mah­ a sır başında, şarktan S uriye vilâ yeti ( K erek lasını kullandığı hâlde, sonradan N akhat ve daha sancağı ) v e garptan da K udüs m üstakil m uta­ sonra bundan da. vazgeçerek, A z a r mahlasını sa rrıflığ ı ile çevrilm iş bulunuyordu. 1918 se ­ alm ıştır ( A ğ a Buzurg al-Tahrâni, al-ZarVa ilâ nesi son baharından itibaren, çevresi İngiliz ta ş a n ıf al-şî a, Tahran, 1332 h, ş., 1X/J, 3 ), 20 k u vvetlleri tarafından işgal edilen gö l, bilâhare rebiülâhır 1134 ( 7 şubat 172 2 ) 'te İsfahan ’da M âverâ-i Ş e rî’a (Ü rd ü n ) ve F ilistin toprak­ doğdu. A slen O ğu z türkmen boylarından Beglarını birbirinden ayırdı. F ilis t in ’in taksim ini dili aşiretin e mensuptur. Kendisi, A taş-kada adlı ( 1948 ) tâkıp eden şim diki durumda ise , gölün tezkiresinde gerek ailesi, gerek mensup olduğu şark sâh illeri, eskisi gibi, Ürdün d evletin e â it tü rk oym ağı hakkında kısm en R aşid a l-D in ’in kalm akta, garp sahillerine gelince, Ş a rî’a nehri Cam i' al-tavârîh ( krş, nşr. Beresin, s. 6 — 7 munsabından E n gedi ( ‘ A y n C a d i ) vah ası y a ­ ve Farnk Süm er, B o zo klu O ğuz boylarına dâir, kınlarına kadar, bu d e v le t tarafından işgâl D T C D , XI, 78 v.d.) 'inde, kısmen de İsken­ edilm iş bulunmakta, buadan itibaren cenûba d er Münşi 'nin T â rih -i ‘ ölam-ârây-i ‘ A bbasî doğru İsrail devleti hudutları dâhilinde yer adlı eserinden faydalan arak, oldukça geniş alm aktadır. mâlfimat verm ektedir ( bk. II. Micmara, s. 370 . B i b l i g o g r a f g a : P au ly-W isso w a,£ e - v.d.). M üeliif, önce mensup olduğu oym ağa alencyclopâdie d. klass. A ltertam sw iss., IV , B egdili adının ne için verildiğini şu suretle 1276 ; C . R itter, Erdkande von A s ie n , s. 557 a n la tır: O ğuz H a n ’ın a ltı oğlundan üçüncüsü v.d., 750 v.d.; M. M ensburger, D as T ot es Meer olan İldeniz Han 'm d ö rt oğlundan üçüncüsü(P rogram m e, B rizen, 1907— Ï909, bütün eski nün adı B egdili Han idi (k rş . R aşid al-D in, v e s ik a la r ); başlıca arap kaynakları için bk. gost, yer.). Begdili H a n ’ın vücûda getird iğ i iB G A , I, 64 ; II, 123 v .d .; III, 178, 184 v.d. 5 oym ağa B egdili adı verildi. Bu oymak, ya V , 118 ; V I, 79 ; VII, 329, VIII, 73 v .d .; G azn eli Mahmud devrinde ( 387— 421 = 997— M as'udi, M nrac al-zahab (n ş r. Barbier de 1030 ) veya C engiz hâdisesi üzerine, d iğ e r türk M eynard ), I, 96; a l-td rïsl, Z D P V, VIII, kabileleri ile birlikte, İran 'a göç e ttiler. B eg­ 3*; Y a k u t, M a 'cam, I, $16; II, 934; D im aşki dili oym ağına mensup kabilenin bir kolu İran ( nşr. M ehren ), s. 108 ; A b u ’i-Fidâ’ ( nşr. R ei- ’da k a ld ı; d iğ e ri ise, L u tf ’ A li B ey ’in cedle. naud ), s. 108; İbn B aytar (tro . Şontheim er), rinin idaresinde, S u r iy e ’ye gidip yerleşti v e S tu ttg a rt, 1842, II, 309 v.d. ; N âşir-j H usrav kendilerine B egdili-i Şamlu adı verild i ( A taş(n şr. S c h e fe r ), s. 17 — 18 ; Q . le S tran ge, kada, göst. yer.). Sonraları Timur, Şam ve ha­ Palestin e under the M oslem s (İslâ m î ka y­ valisini işgâl edince, dil ve kavim daşlıklarını n aklar bir araya toplanm ıştır ), s. 64-’-6 7, ( iliy y e t) nazar-ı itibâra alarak, onları tek ra r 286— 292 ; yeni İlmî araştırm alar için bk. Türkistan 'a yerleştirm ek niyeti ile, İran ’a W . F. Lynch, Expedition to the D ea d Sea götürdü, F ak at Tim ur, Erdebil 'de S a f evi ta( 1848 ) ; Voyage d'exploration à la M er rîkatinin ileri gelenlerinden, Şeyh ’ A li SiyâhMorte par M. le D u c d e L uynes ( P aris, 1876, Pûş 'u ziya ret edince ( krş, W , H inz, U zun 3. cild ; L . L o rtet, G éologie ) ; M. Blancken- Haşan ve Ş ey h Cunayd, nşr. T T K , IV . seri, nr. horn, E nstehung and G eschichte des Taten S, s. 8 v.d .), Ş eyh , Tim ur’dan beraberinde g e tir­ Meeres { Z D P V, L eip zig, 1896 ) ; ayn. müll., d iği bu k abileyi s erb est bırakm ası için, şefâatte Noturœ issench. Sta d ien am Toten Meer bulundu, Tim ur, Şeyh ’A li Siyâij-P üş'u n bu an d im Jordantal ( Berlin, 1912 ) ; L. G au tier, arzusunu yerine getird i. Bunun üzerine bu A u to u r de la Mer M orte (G e n è v e , 1901 ) ; kab ile halkı da, bir teşekkü r borcu olarak, G . H ill, T he D ea d Sea ( Q uarterly Statem . o f bu tarihten itibâren, Safevİ tarîkatin e ve s i­ the Palestine E xplor, F u n d , London, I900, y â sî bir teşekkül hâline gelince de, S a fev î 1906, 1 9 1 0 ) ; F .-M . A b el, Une croisière devletine 2 50 y ıl kadar hizm ette bulundu autour de la M er M orte ( P a r is , 1 9 s i ) ; ( Ataş-kada, gSst. yer.). Müellifin verdiği bu



94



L U T F -A L İ



malûmat, Tim ur ’un S uriye 'den v e Anadolu ’dan götürdüğü ve sayıları on binleri ajan esirlerin ne m aksat ile toplatıld ığın ı izah ba­ kımından da mühimdir. F ilhakika başka ka y­ naklarda bu işin ne m aksat ile yap ıld ığı açıklanm am aktadır ( krş. W . H ınz, agn. esr., s. 9 ). Y in e bn arada, yaşadığı devirde m uhtelif d ev­ let hizm etlerinde bulunan d iğer akrabalarından da, bir kaç sa tır ile, bahsetm ektedir. Bunlar­ dan Mnhatnmed-Kuli Han adındaki dayısı Şâh Sultan Husayn-i Ş a favi ’nin ve zîr-i âzâm ı ( krş. Storey, I/II, 869 ) idi ve Şâh S u ltâ n Husayn ile b irlik te efganlılardan A ş r a f tarafından Öldürüldü ( Â taş-kada, s. 372 ). Rizâ K n li Han adındaki diğer dayısı ise, Şah Tahraasp II. ( >135— * ! 44) tarafından, elçilik ile, İstanbul 'a gönderildi ( cgn. esr., s. 373) ve daha önce aynı vazife ile gönderilen Lu{f ‘ A li B eg ’in amcası V a li Muhammed Han ile birıikte İran ’a döndü {göst. ger,). V a li Muhammed Han, bu elçiliği dı­ şında, Kirm an ve A zerbaycan valiliklerin de bu­ lundu ve N âdir Ş a h 'ın Tahm asp II.’1 saltanattan uzaklaştırdığı ta rih te ( 1 1 48 = 173 6 ) katledil­ di. K endisi aynı zamanda şâir idi. Şiirlerinde Manşür m ahlasını kullanıyordu ( Â taş-kada, s. 425). N âdir Ş âh zamanında (1 1 4 8 — 1160) da amcasının oğlu M ustafa Han, aynı vazife ile, İstanbul ’a gönderildi ( agn. esr., s. 382, s. 376 ’da amcası olarak tesb it edilm iştir ), L u tf ‘ A li B ey, soyu-sopu hakkında yukarı­ daki m âlûmatı verd ikten sonra, kendi tercürae-i hâlini a n la tır: Doğduğu y ıld a ( 1722 ) efganlılardan Kandehar vâlisi bulunan M ir V a y s ’in oğlu Mahmüd H a n ’ın İsfahan ’ı işgali üze­ rine, babası âile efradı ile b irlik te, Kum şeh­ rine hicret e tti. L u ff ‘A l i Han, 14 yaşm a ka­ dar, burada kaldı. Onun bu müddet içerisinde nasıl bir hayat ge çird iğ i ve nasıl bir tahsil gördüğü bilinm iyor. N âdir Şâh saltanata ge­ çince ( 1 1 4 8 = 1 7 3 6 ) , L u tf A li B e y ’in babası A k a H a n 'ı L âr ve F ars sahilleri valiliğine ( hâkim ) tâyin etti. L u tf ‘A li Bey, babası ile birlikte bu vilâyetlerin m erkezi ittih az edilen Şîraz 'a geldi ( A taş-kad a, s. 446 ). Babası 2 y ıl sonra Bandar ‘A b b â s 't a öldü. A m cası H a­ cı Muhammed Bey ile hacca g itti. Haccdan dönüşünde, M eşhed ’e uğrayıp, bir yıl kadar burada kaldı. N âdir Şâh Hindistan ve T ü rk is­ tan seferinden dönünce onunla b irlik le ( ş e v ­ val 1153 = kânun I. 1740 ) Lakziye dağlık böl­ gesi ( Cibâl-i L âzkiya ) seferine iştira k etti. Mâzenderan üzerinden A zerbaycan ’a kadar geldi. Dönüşte tek ra r ana vatanı olan Isfahan 'da yerleşti. Nâdir Ş â h ’m katlinden ( 1 1 60 = 1747 ) sonra, sıra ile, onun halefleri olan ‘ A li Şah (1 1 6 0 — 1161 = 1747 — 1748), İbrahim Şâh ( 1 1 6 1 - 1 1 6 3 = 1 7 4 8 - 1 7 5 0 ) , Şâh İsm â'ii III.



bey.



Ş a fav i ( l i 6 3 = 1749/1750), Şâh Sulaym an II; Ş a fav i ( aynı y ı l ) hizm etinde bulundu ( A taşkada, s, 4 47). M üellifin bu hükümdarların hizm etindeki vazifeleri hakkında p ek az şey bilinm ektedir. T ezkiresin de sâd ece b ir yerde ( s. 37® } »İbrahim M irza Irak ’a gelişinde, fa ­ kir, darugagî-i [ b. bk.] defter-i dîvan-ı âlâya me’mûr id i“ kaydı bulunm aktadır. Bu vazife­ de bulunduğu sırada, Kum ’d a ‘ A l i Ş â h ’m askerlerinden bir gurubun eline esir düştü; fa k a t İbrahim M irzâ tarafından kurtarıldı (  taş-kada, s. 378 ). ■ . • İr a n ’ın en karışık devirlerinde yetişen i ve ihtimal bu arada türlü fâcialara ş â b it olan L u tf 'A lt B ey, selâm eti ileri gelen âlim lerin, âriflerin sohbetine devamda ve tasavvufa in­ tisap etm ekte buldu (  taş-kada, s. 447 ). Fa­ k a t m üellifin ifâde e ttiği gibi, bu karışıklık­ lar yüzünden, uzun yıllar değil şiir yazm ak, okum ağa bile imkân bulamadı. H e r k e s kendi derdine düşmüş idi ( agn. esr., s. 367 ), D evlet hizmetini bırakıp, ilim ve san’a t bayatına han­ gi tarih te başladığı kesin o larak tâyin edile­ m iyo r; çünkü m üellif tarafından verilen bu tarih, m aalesef A taş-kad a ’nin m atbâ ve gö re­ bildiğim iz yazm a nüshalarında ( krş. Üniver­ site kütüp., nr. F Y . 499,. 188“ ; nr. F Y. 612, var. 639, 231®, Bom bay, 1299, s. 447) kaydedilm eden geçilm iştir. F a k a t hizm et et­ tiğ i hükümdarlardan sonuncusunun saltanat süresine bakarak, 1163 ( 1750 ) ’ten sonra, dev­ le t hizmetinden a yrıld ığı söylenebilir. K endi ifâdesine göre, yaradılıştan ş iir söylem eğe karşı bir istidadı olmasına rağm en, şiir tekni­ ğini bilmiyordu. Bunu, son zam anlarda »liya­ katsizlerin elinde gevşek b ir hâle gelen eski şü ri yeniden canlandırm ış olan" { ta ş-ka d a , s. 425 ) M ir Sayyid ‘A li M uştâk ’tan öğrendi. Bu sıralarda ise, aş.-yfe. 30 ile 40 yaşları arasında bulunuyordu. Bu arada M ir S a y­ yid ‘A li M uştâk ’tan başka d iğer b ir çok çağ­ daş şâirlerin sohbetlerinde de bulunduğu an­ la şılıyo r ( bk. agn. esr., s; 427, 368, 394, 395 v.d.). L u tf ‘ A li B eg, 60 yaşını geçm iş olduğa hâlde, 1195 ( 1 7 8 1 ) ’te öldü ( M acm a al-fuşatıâ’ , II, 73; krş, S torey, agn. esr., s. 870). Ölümü için kendisinin de çok takdir e tliğ i şâirlerden H âtif-i Isfahanı ve Şabâhi birer tarih düşürm üşlerdir ( bk. al-Z arı a, IX/I, 3). L u tf A li B e g ’in belli-başlı eserleri şunlar­ dır : 1. Âtaş-kada. Iran ’da Zand hanedanından Karim Han devrinde (1 1 6 3 — 1193 = 1750 — >779 ) yazılan (b k . II. Micmara, s. 369; krş. a l-Z a rıa , I, 4 ) ve 845 tarihine kadar eski ve ) eni Iran şâirlerinin tercüme-i hâlleri ile müel­ lifin bir kısım şiirlerini ibtivâ eden bu tezkire bilhassa yaşad ığı devrin İran tarihi için çok



LU TF — ALİ BEV. kıym etli malûmatı ihtiva etm ektedir ( bk. H. ayrıca bk; ayn, esr,, F Y . 612, 639). Müellifi Micmara ). Eserde tercüme»! hâllerinden bahs­ devrinde istinsah edildiği sanılan bir nüsha edilen şâirler, şu bölümler altında, alfabe sı­ da S â m a rrâ ’da Muljammed al-Tahrani isminde rasına konulmuştur : ı. M icm ara: eski şâirler. bir âlimin elinde imiş ( bk. Â ğ a Buzurg alBu da i ş a la , 3 ahgar ve .1 ju r û ğ ’ a ayrıl­ T ah rani, a l-Z a ria , I, 4 ). E ser, ilk defa Kal» m ıştır. Ş u la adını verd iği bölüm, hakikatte küte ’de (1249 = 1833 ) ve iki defa da Bom­ b ir vilâyete mensup olmayan tü rk ve türkten bay ( 1277 = 1860 v e 1299 = 1882 ) 'da basıl­ gayrı hüküm darlar, şehzadeler, ve em irlere, 3 m ıştır. E l 'da K ram ers tarafından yazılan LUTF ahgardan . birincisi İran, İkincisi Turan, üçÖn- ‘ A t i BEY m addesinde ve oradan naklen Storey cüsü Hindistan şâirlerine v e bir furuğ da kadın (a y n . esr., s. 872 ) 'de eserin türkçeye tercü­ şâirlere tahsis edilm iştir. II. Micmara ise, iki me edilip, h. 1259'd a İstan b u l’da basıldı­ Parlav ’a ayrılm ıştır. 1. P artav, efgan istilâsı ile ğına dâir verilen malûmatı ihtiyat iie karşıla­ onu takip eden hâdiseleri m uhtevi bir ön söz mak lâ zım d ır; çünkü bahsedilen bu teıcüm eiie başlayıp, yine alfabe sırası ile, ça ğd a ş şâ­ nin L u tf ‘A li B e y'İn eseri yerine, Fehîm Efen­ irlerin terçüm e-i hâllerin i, 2. P a rta v ise, mü­ d i tarafından yapılıp, aynı tarihte (125 9 ) $aellifin tercum e-i hâlini ve şiirlerinden seçm e­ fîn a t c l-şu a ra adı ile basılan D avlat-Şâh leri ihtiva etm ektedir. E serde bahsi geçen T azkira 'sinin tercüm esi olması mümkündür. ş â ir v e ediplerin tam bir listesi için bk. Ed. 2. Y û su f u Zulayhâ. M üellifin 1176 (176 2 / Sachau-H. E the, Catalogue a f the Persian, 1 7 6 3 ) ’da ikm âl e ttiğ i anlaşılan ( bk. A taş-ka­ T u rkish , H industani, and P u sh tu Manus­ da, Ü n iversite kütüp., nr. F Y . 499, 199 •>) cripts in the Bodleian Library, p art I. The 12.000 b eyit tutan ( a l-Z a rıa , göst. yer.) bu P ersia n Manuscripts, O xford , 1889, s. 261 v. m esnevinin büyük bir kısm ı A taş-kada 'nin so­ dd. A y rıc a bu şâir ve ediplerin isim leri, al­ nuna nakledilm iştir ( s. 447— 469 ). Bunun Cam i fabe sıra sı ile, adı geçen katalogun A . F. L. 'nin aynı adı taşıyan eserinin te ’siri ile ya­ Beeston tarafından hazırlanan üçüncü kısım ­ zılm ış olması çok muhtemeldir. Nitekim gerek d aki ( III. A d d itio n al P ersia n M anuscripts, m üellifin C am i 'nin san’atm a karşı gösterdiği O xford , 1954) umumî fih ristte gösterilm iştir. y ak ın lığı ifâde eden sözleri { Âtaş-kada, s. 449 ), M üellif eski şâirlere dâir malûmat verirken, g e re k hikâyenin m uhtelif bahislerine kaşlar­ daha çok D a vla t-Ş â h 'in T azkira ’sinden fay­ ken kullandığı ilk kelimenin, C âm i ’ninki ile dalanır ( bk. mal. s. 280,_ 284, k ış , D avlat-Şâh aynı oluşn ( k r ş . Câm i, Y û s u f u Zulayhâ, T azkira-i f u'arâ', nşr. Browne, s. 302 v. d,, Ü niversite kütüp., nr. F Y . 187, 2“, 10“ ; 202 v.d.). A ncak, bu malûmatı D avlat-Şâh 'tan A taş-kada, s. 447, 448 v.b.) ve bahislerin aş.» veya başka kaynaklardan alırken, hakikat ile yk. aynı sırayı takip etm esi gibi hususlar bağdaşam ıyan rivayetler hakkm dakî fik irleri­ böyle bir te'sirîn m eveûdiyeiini gösterecek ni de kayded er ( bk. msl. s. 284 }. Btf hususta m âhiyettedir. Bununla berâber eser, Câm i 'nin bâzan haklı olmakla berârer, bâzan da, msl. Na­ m esnevisinin tam bir taklidi sayılm adığı gibi, şir»! H usrav hakkında m âlûmat verirken, ona san’at bakımından da büyük bir d eğer taşımaz. atfedilen ve fa k a t sahte olduğu her bakımdan 3. D îv â n . 10.000 b eyit olan (b k . ‘A b d almeydanda olan ( bk. D lv â n -i mukaffa* öt-i Na- L a tif al-Ş ü stari, T u h fa t a l-â la m , s. 1 4 1 'den şir-i H usrav, Tahran, 1304— 1307, S a y yid H a­ naklen, a l-Z a ri a, göst. yer.) D iv â n ’ınm he­ san T aki-zâda 'nin Önsözü ) b ir risaleyi de, hiç men hepsi kâ sîd e, gazel ve terkib-i bendlerden bir fik ir beyân etmeden, eserine nakletm ekten m üteşekkildir ( a l-Z a rıa , IX/I, 3 ). Tam olarak kendini alam az ( A taş-kada, s. 202 v. d.). A taş- bir nüshası Bankipur ( K alkü te, III, nr. 400), kada ’nin eski şâirlerden bahseden kısm ında, diğer iki nüshası da Tahran 'da M elik kütüp­ en mühim taraf, daha ziyâde seçilen şiirlerde hanesinde ( bk. ayn. esr,, göst, yer.) bulunmak­ göze çarpar. Filhakika örnek olarak seçilen bu tadır. A y r ıc a sâdece gazellerini ihtivâ eden bir şiirler, diğer bir çok tezkirelerdekin den hem nüsha Râmpür ( bk. N a zir Ahm ed, s. 106 ) ve fazla, hemde farklıdır. Bununla berâber, bu par­ d iğe r b ir nüsha ise, Lahur 'd a ( bk. O C M, IV , çalar, İran edipleri tarafından beğenilmemek- 4 ağustos 1930, s. 67 ), 4. Gancînat-al-Halkk. ted ir ( bk. Blochet, Catalogue des m anuscripts S a d i ’nin Galistân '1 tarzında yazılm ış bir eser­ persons, II, 325). A taş-kada 'uin oldukça bol d ir ( bk. F ih rist-i K U âbhâna-i M aclis-i Ş urây-i yazma nüshaları v a r d ır : bk. S to rey, ayn. esr., M illi, Tahran, 1318/1321, h ş., s. 13 9 ). 5. D a fs. 871— 872. Burada zikredilen nüshalar dışın­ tar-i nuh asum an. Ç a ğd a şı bulunduğa şâirle­ da, K a çar hanedanından Fath ’A l i . Bâbâ rin tercüm e-i hallerine dâir mâlûmat ile şiir­ H a n .( 1212— 1 2 5 0 = 1797— 1834) adına-'istin ­ lerinden seçm eleri ihtivâ eder ( bk. g ö s t yer.). sah edilm iş gü zel bir nüshası da Ü n iversite L u tf 'A li B ey ’in Husayn ( veya Haşan ) ‘A li kütüphanesi 'nde bulunm aktadır (a r. F Y . 499; Bey adında b ir oğlu olduğu ve Şarar mahlası



LUTF-ALİ B E Y ile şiirler yazd ığı Mac ma' ul-fuşaha ( II, 262, krş. Rieu, S u p l., s. 118 ) ’da kaydedilm ektedir. B i b l i y o g r a f y a ’. R izâ-K uli Hân, M acmct' al-fuşahâ’, II, 73— 75? M uşljafi ( Ğulâm H am adân i), îkd -t Su r ayy â ( T azkira ) ’dan naklen, Bankipür, III, 219— 220; A hm ed 'A li Han, Mahzan a l-ğ a ra ib , nr. 235 ; Şuhaf-ı Ibrahim ( bk. W . Pertsçh, D ie H andschriften V erzeichniss der Koniglichen B ibliothek zuB erlin , fihrist? J R A S , 1848, s. i ğ i , 6 2 8 ); A hm ed B eg A h ta r, Tazkira-i A fftar ( Pertsch, ayn. esr,, s. 665, nr. 664 ) ; M. F â iil Hân R âvi, A ncum an -i hakan ( Rieu, SırppL, s. 86b ) ; M. Ş id d ik Haşan Hân, Şam '-i ancum an (B h o ­ pal, 1292/1293 = 1876 ), s. 65; 'A b d al-Razzâk D nnbuli, T a crîbai al-ahrSr ( Rieu, Snppl., ' s. 97 b, nr. 1 3 2 ); Browne, Persian literature, IV , 283 v.d._(frs. trc. R aşid Y âsim i, T â rih -i adabiyât-i Iran, Tahran, 1316 h. ş., ş. 1S5 — 191 ) ; C . A . Storey, Persian literatare, I/II, 868— 873; 'A b d a l-L a tif al-Şüstari, T u hfa t a l-â la m ( Bombay, 1263 ). (T A H S İN YAZIC I.)



L U T F - A L Î H A N . L U T F -'A L Î IdÂN, İran ’da Zand hanedanının son h ü k ü m d a r ı . 176 9’a doğru doğdu. K arim Hân Zand [b . bk.] ’in torunu ve C a 'fa r 'in oğlu idî, 1785 ’te ida­ reyi ele almış olan C a'far, Ç a ça r A ğ a Muhammed ’e karşı mücâdeleye devam etm iş, bunun tarafın dan Ş îraz ’a çekilm eğe zorlanarak, ora­ da 23 kânun H. 1789 ’da, zehirlenm ek suretiyle, ölmüş idi. Babasının hâkim iyetinin sonlarında, Luristan ve Kirm an ’m fethin e me’mûr edilmiş olan L utf ‘A li Han m uvaffakiyetler kazanmış ise de, C a ’far ’in Ölümünden sonraki ahvâl, onu, B ü ş i 'i ’nin arap hâkimi nezdinde melce’ ara­ mak üzere, Kirman ’daki ordusundan kaçm ağa m ecb û retti. B ü şi'i hâkiminin yardım ı ile, Lutf 'A li, Sayyid Murâd adında birinin kendini hükümdar ilân e ttiğ i payitahtı Şîraz ’1 ele g e ­ çirm eğe m uvaffak oldu. L u tf 'A l i , bilhassa ba­ basının n â zın olup, şehrin kalântar [ b. bk.] ’i bulunan H âcci İbrahim sayesinde, hükümdar­ lığını tanıtm ağa m uvaffak olmuştur. Tahta çıktıktan sonra, o zamana kadar kibarlığı ve cöm ertliği de cesareti derecesinde Öğülmüş olan genç hükümdarın şahsiyeti değişm işe ben­ ziyordu. Zalimane h areketleri ve m erham etsiz­ liği ’ H âcci İbrahim 'i Zandlerin menfaatini korumamağa ve onlara hiyânete şevketti. L utf ,'A li Han, A ğ a Muhammed H a n ’a karşı yürü­ düğü 1791 yılında, H âcci İbrahim Ş îr a z ’a hâ­ kim oldu v e L u tf ‘ A lî ’nin ku vvetlerini isyana teşvik e tti. L u tf 'A li sâhile doğru kaçtı ve toplam ağa m uvaffak olduğu küçük b ir ku vvet ile, boş yere Ş îraz *1 istirdada uğraştı. O za­ man bir kaç yıl m üddetle, çete harpleri vukû



tU T F İ PAŞÂ.



bulmuştur ki, L u tf 'A H bu savaşlarda K açar ’ a karşı p ek büyük bir g a y re t sarfetm iştir. L u lf 'A li bütün crnûbî İran ’ı dolaştı. B ir aralık T abas hâkiminden yardım gördü ve hattâ Y ezd ’i ' zap tetti. 17 9 4 ’te, N arraasir bölgesi reislerinden aldığı yardım ile, Kirm an 'l bile ele geçird i. Bu esnâda A ğ a Muhammed Han, büyük bir kuvvetle, K irm an 'ı m uhasaraya gel­ miş idi. D ört ay sonra şehir teslim o ld u ; L u tf 'A li Han yine, B a m ’a kadar çekilm eğe muvaf­ fak oldu ise de, orada hiyânetle, hasmına tes­ lim edilerek, gönderildiği Tahran ’da gözleri kör, vücûdu sak at edildi v e nihayet öldürüldü. M üteakiben K açar 'm Kirm an [ b. bk.] ’a karşı korkunç intikam hareketleri vukû buldu. Iran hükümdarları arasında son kahraman sıma olan L u tf ‘ A li Han ( B row n e), ihtimâl muasırlarından çoğunun sevgisini kazanmış bulunuyordu. A ğ a Muhammed Han ’m bile onun değerini açıkça itira f etm iş olm ası bunun de­ lilidir. F akat tarihi yeni K a çar hanedanı za­ manında yazılm ış olduğundan, Fars kaynakları onun hakkında fazla bir teveccüh gösterem ez­ lerdi. A vrupa kaynakları hâdiseleri daha doğru bir şekilde tasvir eder. Bununla beraber M İrza Muhammed 'A li Han gibi, daha yeni İran ta­ rihçileri ( D avra-i m uktaşar-i târ'ih-i Iran , Tahran, 1326, taş-b a sm .; bk. bir de Neupersisehe Konversationsgram m atik, H eidelberg, 1914, s. 229— 256 ) H â cci İbrahim ’in hıyane­ tini belirtm ekte tered d ü t etm iyorlar. Mamafih az sonra A ğ a Muhammed Han ’m ve ziri olan H âcci İbrahim S ir John Malcolm karşısında hareketini haklı ve mâzûr gösterm eğe ça­ lışm ıştır. B i b l i y o g r a f y a t T ârih-i Z a n d îya ( nşr. B eer ), Leiden, 1888; J. Malcolm, T he H istory o f P ersias (L o n d o n , 1829), II, 106 v .d d .; H. J. B rydges, T he D ynasty o f the K a djars ( London, 18 3 3 )j giriş, s. CXX v.d. ( m etin ; 'A b d al-R azzâk b. N acaf K u li ’nin M a 'âşîr-i sultâniya adlı tarihinin tercüm e­ sini ihtiva ed er ) ; D. G. Browne, A H istory o f Persian L iterature in M odern Tim es ( London, 1924 ), s. 142 v.d, ( J . H . K r a m e r s .)



L U T F İ P A Ş A . L U T F Î b . ' A b d a l -M u î n 'ABD A L - H a y Y (1488— 1563), O s m a n l ı s a d r â z a m l a r ı n d a n d ı r . N erede ve hangi ta ­ rihte doğduğu hakkında ne b izzat yazd ığı hâl tercüm esinde ( L û tfi P aşa, Tarih, İstanbul, 1341, s. 2. v. d d .; Âsaf-nâm e, İstanbul, 1326 ), ne de d iğer kaynaklarda sarih bilgi vardır. D evrine en yakın bir kaynak olan m üverrih A lî onun, selefi A y a s Paşa gibi, arnavut aslından oldu­ ğunu bildirm ektedir k i, böylece Bayezid II. 'in ilk devirlerin de A vlo n ya taraflarından devşir-



LÜ T F İ P A Ş A . ----------- ..«¡irff&İii/'-------- !— ------ _ -----



9? .



m e suretiyle g e tirild iğ i anlaşılm akta, karem-i ’nin sadrâzam L utfi Paşa 'dan ayrı b ir şahsiyet k a sta tahsil ve terbiye gördüğü, saray hiz­ olduğu açıkça görülm ektedir. Bu hususta te tm etlerinde bulunduğa bilinm ektedir. Tevâ- kik at yapan Tschudi ( D e r A safnâm e des L u tfi rîh-i û l-i Osm an ’m m ukaddimesinde hayatını P aseha, Türkîsche Bibliothek, Berlin, 1910, X II), anlatırken, çocukluğunda sarayda bulunduğu­ Köprülü-zâde Fuad Bey ( T M , I ) ve Babinger na v e bir hayli zaman tah sile çalıştığın a S a - ( D ie G eschichtşschreiber der Osmanen ) ’in de fe v î hükümdarı Şâh İs m â 'il’in D u lkadır beyi bunun farkına varam ayışlan nın , Â lî, Celâl-zâde :A İ 5 ’ al-D avla üzerine yürüm esi hâdisesinden ve P eçevî ’nin bu m eselede sarih mâlûmat yer­ ( 1508 ) itibâren vak’ a la n tâk ip edebilecek bir memelerinden, F erd î tarihine d e ihtimâl sâdece, seviyede bulunduğuna ve bu sırada da, çuha­ Harnmer vâsıtası ile vâ k ıf olmalarından ileri d a rlık gibi, en az 20 yaşında yapılabilecek geldiğin e hukmolunabilir. D iğ er taraftan İb­ b ir saray m e’m ûriyeyiti İfâ eylediğin e göre, rahim P aşa ( P argah ) ’nin sad âreti devrin.de L u tfi Paşa ’nin 1488 ’e doğru doğm uş olm ası ka- tanzim edilen v e O sm anlı imparatorluğunun bûl edilebilir. Y avu z Sultan Selim ’in cülûsun- e yâ let ve livalarının kim lerin uhdesinde bu­ da (1 5 12 ), 50 akçe m üteferrikalık iie, taşraya lunduğunu gösteren d e fterler bu husustaki ç ık tı. Sonra sırası ile çeşnigir-başı, kapueu- teredd ütleri k a tî olarak izâleye yarayacak başı v e m îr-alem lik vazifelerinde bulundu m âhiyettedir. Bunlara gö re, o 1524 sıraların­ ( Â saf-nâm e, s. 7 ). L û tfi P aşa 'nin bu hizm et­ da, emîr-i alem p âyesi ile, A y d ın livasına leri hangi tarih lerde y ap tığı bilinm iyor ise de, 503.000 akçeli b ir dirlikle m utasarrıf bulunu­ Çaldıran seferi esnâsm da ( 15 14 ) sol kol ulû- yor, aynı zamanda, d iğ e r m îr-i m iran Lûtfi feciler a ğası çavuş-başı o larak zikredilen L u tfi B ey ise, 10 yük akçe ile Ş a m ’ da va zife gö­ B ey ( k r ş . Feridun, M ünşaâi', H aydar Ç e leb i, rüyordu. Bundan anlaşılıyor k i, L utfi Paşa Rûz-nâm e, 1274, s. 396 v.d.) olm asına, kendi­ her hâlde Kanfinî Sultan Süleym an 'm cülu­ sinin bunlardan hiç bahsetm em esi sebebi ile, sunda, kendisinin z ik re ttiğ i, Kastam onu san­ p ek ihtimâl verilm ez. Bundan ik i sene sonra ca k beyliği ile Hvâya çıkm ış ve sonra da A y ­ ( rebiülevvel 922 = nisan 1 5 16 ) çakırcı-başı, dın ’a gelm iş idi. Onun daha Rodos muhâsaşâhincî-başı, kapucu-haşı gibi kapu balkı ara­ rası sırasında ( 1522 ) A y d ın sancak beyi ol­ sında tebeddüller yapılırken, E ğriboz sancağı­ duğunu, zaptından sonra, d iğer bâzı sancak na 200.000 akçe ile gönderilen L utfi A ğ a ( Fe­ beyleri ile birlikte, kalenin tam irine me’mûr ridun, Münşaâi, s. 475 ) 'nin da, bizim L û tfi edildiğini biliyoruz ( Feridun, M ünşaâi, s. 539 ). P aşa olması, aynı sebepten dolayı, pek müm­ L û tfi Paşa, b ir müddet sonra Y an ya sancak kün görünm em ektedir. T ezkireci S e b î’nin L û t­ b eyliğinde bulundu ( Topkapısarayı arşivi, D. fi P a ş a ’ya Y avu z Sultan Selim ’in terbiyesi ile 10057, 8303 ) k i, Â lî ve ondan naklen P eçevî yetiştirilm iş bir şah ıs olarak tanınması ve de bu sancağa m utasarrıf olduğunu bildirm ek­ onun nezdinde „çok itibârda“ olduğunu bil­ ted irler ( Â l î , K un h al-ahbâr, Ü niversite kü­ dirmesi { Sehî, T ezkire, s. 25 ), S e yy id Mura­ tüphanesi nüshası, var. 339; P eçevî, I, 21 ). da ’nin Nova ( Castelnuovo ) Fetih-nâm esi ’nde, L û tfi P a ş a ’nin bu vazifede iken V iy an a mu­ b ir münâsebetle, ondan „yâdigâr-ı Sultan S e­ hasarasına iştira k ile 8 s a fe r 936 ( 1 2 teşrin lim“ olarak bahsetmesi ( Ü n iversite kütüp., I. 1529) ’da, A vlo n ya sancak beyi Süleyman F eth -i kale-i N ova, T Y . 2475, var. 68; Mu­ B ey ile birlikte, kaleye hucûm e ttiğ i mâiûm kaddes M ayda, tez, 1947/1948, 68b ), Y a ­ olduğu g ib i (F erid u n ayn. esr., s. 57 3 ), çeri-, vuz Sultan Selim devrinde L u tfi Paşa 'nin başı Solak Haşan ’ın zeam eti hakkında sadrâ­ türlü hizm etler ile pâdişâhın hemen muhitin­ zam İbrahim P aşa ’ya, kapıcı Hamza 'nin gediği d e bulunduğuna bir delîi sayılabilir. Zâten ta ­ için, padişaha a riza gönderdiğini de biliyoruz rihinin m ukaddim esindeki kayıtlardan L û tfi ( Topkapı sarayı arşivi, E . 5866, 6435 )• Â lî ’nin P a ş a ’nin dâimâ pâdişâhın yanında bulunduğu işaret edip de isim lerini verm ediği, kendisinin anlaşılıyor. H aydar Ç e leb î Rûz-nâm e ’sinde g e ­ ise, hiç bahsetm ediği diğer bâzı sancaklarda da çen L û tfi ismindeki şahısların L u tfi P aşa zann­ bulunduktan sonra, 1533 ’te Karam an beyler bcedilm esi ( Uzunçarşılı, O sm anh iarihi, II, yiliğin e tâyin edildi ( F erd î, ayn. esr., A ya so f­ 537 )» S ic ill-i osm ânî m üellifinin de L u tfi P a­ ya kütüp., 3317, var. 146 ). O bu sıfatla Iraşa ’y ı iki defa Şam beyier-beyiliğinde gösterm e­ kayn seferinde Karam an eyâleti kuvvetlerini si, bu devirde, bu nâmda m evcut ümerâdan ik i sevk ve idare etm iş, T eb riz civarındaki hare­ z â t bulunduğunun farkın a varılm am ış olma­ ketlerd e artçı olarak va zife görmüş idi (2 6 sından ileri gelse gerektir. S ic ill- i osmânî rebiülevvel 941 = 5 teşrin I, 1534; Feridun, 'ye kaynak olduğu anlaşılan F erd î 'nin tarihi ayn, esr., I, 587 ). Y in e bu sefer esnasında Van ( A y a so fya kütüp., nr. 3317 ) d ikkatle incelen­ gölü civarındaki harekâtta d a mühim bir rol diği zaman, Şam beylerbeyini olan L u tfi Paşa 1" oynadığını, ezcüm le T atvan sahillerinde Miİslâm Ansiklopedisi



7



LUTFİ m ar Sinan 'a gem iler inşâ ettirerek, düşman hakkında malûmat topladığını biliyoruz ( S â 'i, T azkira t al-bunyan, İstanbul, 1315, s. 24 ). L u tfi P aşa, bir m üddet A nadolu beylerbeyli­ ğinde de bulunduktan sonra, evvelâ M ustafa P a ş a ’ nın yerine Rumeli beylerbeyliğine ( 1536), müteakiben de üçüncü vezirliğe getirild i ( J. v. Hammer, tre. A tâ , V , 197 ). 1537 ’de K orfu sefe­ ri esnasında, Barbaros H ayreddin Paşa ile bir­ likte ve donanma serdarı olarak, A kd en iz ha­ rekâtına me’ mûr oldu. 135 k ad ırg a ve b aşlar­ da olmak üzere, 280 gemi ile 20 m ayısta İs­ tanbul 'dan hareket e tti ( K âtib Ç eleb i, Tahfat td-kibâr, s. 49 ; L u tfi Paşa ’ nın 160 kadirga ile 10 m ayısta İstanbul ’dan h areketin i bildi­ ren Macon piskoposunun 2 tem m ûzda Roma ’ dan kardinal B e lla y 'a yazd ığı m ektup için bk, C h arrière, N égociation de la F ran ce dans le Levent, I, 332 ). Donanma A vlon ya önünde padişaha m ülâki olduktan sonra, B ar­ baros 'un 60 kadirga ile, zahire getireeek gem ilerin selâm etini te ’min için, İskenderiye tarafın a g ittiğ i sırada, Lutfİ Paşa İtalya sa­ hillerini vurm ağa gönderildi ki, bu akından o O tran to ve C a stro kalelerin i tahrip ederek, bir m ıkdar esir ile a vd et etti. Bu sırada onun el­ çilik ile V en edik ’e gönderdiği Gelibolu ter­ sanesi kethüdâsı Bostan Kethüda 'nın V en edik gem ileri tarafından esir edilmesi v e diğer bâzı sebepler neticesinde ( tafsilât için yk. bk.) V en ed ik 'e karşı harp açılmasına ve K or­ fu ’ nun muhasarasına karar verilince, Lutfi P a şa 25.000 kişi ve 30 toptan m ürekkep kara ordusunu adaya ihrâç e tti ( 25 ağustos 1537 ). İki hafta kadar devam eden ve A y a s Paşa ile ikinci ve zir M ustafa P a şa'n ın da katıldığı muhasara, L u tfi P a ş a ’nın fethin yakın oldu­ ğuna d â ir İsrarına ve B a rb a ro s’un da itira zı­ na rağm en, „b ir mücâhid kulumu bin böyle hisara değişm em “ diyen pâdişâh tarafından, 7 eylülde kaldırıldı ( A lî, ayn. esr., var. 269 ) v e üçüncü vezir, donanmanın bir kısm ı ile, İs­ tanbul 'a avd et etti. Döndükten sonra kısa bİT m üddet nekbete uğradığı ve bunun da K orfu harekâtının m uvaffakîyetsizlîğinden ile­ ri geldiği hakkında bir rivâyet var ise de ( j . v. Hammer, ayn. esr., s. 197 ), L u tfi Paşa bun­ dan sonra da vazifesini muhafaza etm iş, e r­ tesi sene M ustafa Paşa ’nın vefatı üzerine, ikinci vezirliğe tâyin edilm iştir ( m ayıs 1538 ). Buğdan seferine ikinci ve zir olarak iştirak eden ( ta fs ilâ t için bk. Celâl-zâde M ustafa, Tabakât al-m am âlik f i daracât al-m asâlik, Ü n iversite kütüp., nr. 5997, var. 241 ) Lntfi Paşa 'nın en mühim hizm eti, Prut nehri üzér.ndo bir köprü kurdurarak, ordunun kısa za­ manda. buradan geçm esini : mümkün kılması



pa sà .



idi ( Muhammed b. Muhammed, N ahbat altavârlh, s. 72; P eçevî, ayn. esr., s. 259). Taz­ kirat al-bunyân 'da anlatıldığına göre, o bu işte mimar Sinan ’■padişaha tanıtm ış ve köprünün kurulmasını ona havâle ettirm iş id i ( ayn. esr., s. 25 v.d.). L utfi Paşa ertesi sene, A y a s Paşa ’nın vefatında, sadrâzam olduğu va kit ( tem ­ muz 1539 ), ilk işi, o sırada inhilâl eden hassa mim arlığına, kabiliyetini p ek tak d ir e ttiğ i mi­ mar Sinan ’1 getirm ek sureti ile, kadirşinaslık gösterm iş oldu. L u tfi P a ş a ’ nın vezîr-i âzam lıktan azli tari­ hi olan m ayıs 1541 'e kadar iki seneye yakın iktidarı devrinde en mühim dâhili icraatı olarak „ulak“ âdetini kaldırm ası gösterilebi­ lir. Ö teden beri bu usûlün sancaklarda ve eyâletlerd e fenalıklarım gören sadrâzam , Tevârîk-i âl-i Osman 'ında bu m evzuu, bir çok m isâller zikrederek, uzun boylu anlatm ıştır ( s. 374 v.dd.). Bu hususta Y avuz Sultan S e ­ lim 'den bizzat dinlediği şik â y et yollu sözleri de nakleden L u tfi Paşa, bu usûlün kaldırıl­ masına karar ve rild iğ i zaman, İstanbul ’daki elçilerden kendi m em leketlerinde „ulak zul­ mü“ olup-olm adığının sorulduğunu ve onlar­ dan m enfî cevap alındığını ilâve etm ekte, sonradan Rüstem Paşa zam anında ulak hük­ müne avdetin, bu zulüm yoluna tek ra r dönen­ leri nasıl felâketlere uğrattığını, iddiasını t e ­ y it makamında ve halefinin 1553 ’teki azlini telmihen, bildirm ektedir ( ta fsilâ t için bk. ayn, esr.; Köprülü-zâde, ayn. esr., s. 135 v.d.). L u tfi P a ş a ’nın sadâreti zam anında halline m uvaffak olduğu en mühim hârici m eseleler, Venedikliler ile sulh akdi ve A vusturya müzâ­ kerelerini m aharet ile idaresi idi. İktidara g e ç ­ tikten bir-az sonra İstanbul 'a gelen V enedik el­ çisi Contarini, vuku bulan harplerde zaptedilm iş bâzı yerlerin iadesini talep e ttiğ i zaman, sadr­ âzam ona, müsâleha akdinin daha geniş bir sa ­ lâhiyet ve m e'zûnİyete m âlik olm akla te ’min edi­ lebileceğini hatırlatm ak maksadı ile, V en edik 'e dönmesini, ancak şehzade Bayezid ile Cihan­ g ir için son baharda ( 1539 ) yapılacak sün­ n et düğünlerinde hazır bulunmasını söylemiş idi. G erçi kararlaştırılm ış zamanda mûtad merasim , fak at eskilere nazaran daha kısa bir müddet ile icrâ edilen düğünlerde V en e­ dik 'i sâdece İstanbul 'daki balyos tem sil etti ise de ( bk. Celâl-zâde, ayn. esr., var. 280; J. v. Hammer, ayn. esr.), ertesi sene başında ( 1 5 4 0 ) yeni elçi Badoero İstan b u l’a gelerek, sadrâzam ve dîvân-ı hümâyûn âzası ile üç ay­ lık bir m üzâkereden sonra, Venedik için ol­ dukça ağır fedakârlıkları tazammun eden bir sulh akdine muvaffak olda ( mayıs 1540; ta f­ silât için bk. P . D aru, H istoire de la Republi-



LUTFİ P A Ş A . que de Venise, P aris, 1821, IV , 110 v.dd. ; J. v. Hammer, arjn. esr., V , 214 v.dd.). L u tfi Paşa, o sırad a Z â p o ly a i'm hizmetinden ayrılarak, Ferdinand ’ın tem silciliğine geçm iş olan A vu rtu rya elçisi L aczky ile iki devlet arasındaki ihtilaflı m eseleleri m üzâkereye başladıktan son­ ra, M acaristan ’da yeni bir vaziyet hâsıl olmuş, Ölen Zâpalyai 'm bütün m em leketlerine sâhip olmak isteyen Ferdinand yeni murahhası A ndronicus T ra n q u ilu s’u dîvân-ı hümâyûna gön­ dererek, L u tfi P a ş a ’yı kendi dâvası lehinde kazanm ağa çalışm ış idi. Sadrâzam vukû bulan görüşm elerde A vru p a ahvâline vâkıf bir dev­ le t adamı sıfa tı ile, L a c z k y ’ye sualler sormuş, A vu stu ry a ile İran arasındaki ittifa k müzâke­ releri hakkında da nükteli beyânda bulunmuş ve nihayet elçiye Osmanlı devleti hizmetine girm eği tek lif etm iş idi ( L aczky 'nin raporla­ rına atfen Hammer, ayn. esr., s. 221 ). Bu mü­ zâkereler neticesinde A vu stu rya ile harp ka­ rarını alan dıvân-ı hümâyûn toplantısında, her hâide, L utfi P a şa'n m büyük bir rolü oldu. D iğer taraftan fransız elçisi Cesar Canteimo 'nun Bâbıâli nezdindeki teşebbüsü üzerine, G a ­ la ta 'daki Saint-Bénoit kilisesinin katolik âyin­ lerine tah sis edilmesi bu sıralara rastlam ak­ tad ır ( krş. De Sain t-P riest, M émoires sur l ’A m ­ bassade de France en Turquie, Paris, 1877, s. 183 ). A vu stu rya ile harp kararının icrasına geçildiği ve Budin seferine çıkılacağı esnada L utfi Paşa birden-bire azledildi. Buna sebep, zevcesi olan pâdişâhın hem şiresi ve Yavuz S ultan Selim ’in k ızı Şah Sultan ile ara­ larında geçen se rt bir münâkaşadır, ö te d e n beri zevcesi ile geçim sizliğini nakleden  lî, bir kadına tatb ik ettird iği ga yr-i insani ceza­ nın, Şah Sultan tarafından ten kit edilmesi ve paşanın d a bu ten kide tahamm ülsüzlük gö s­ term esi üzerine, bu hâdisenin padişaha aksettirilm esi ile kendisinin azil, Şah Sa lta n ile ni­ kâhının feshedildiğini bild irir ( ayn. esr., var. 339 v. dd.). L u tfi Paşa ise, Asaf-nâm e 'de bu azli kendi arzusu ile tek aü t şeklinde ' göster­ m ektedir ( s. 9 ). Onun, dürüst ve iyi niyetli bir d evlet adamı sıfa tı ile, icraatında bâzı menfâatere darbe vurm ası ve böylece sarayda aleyhin­ de bir cephe teşekkül etm esinin de bu azilde dahli bulunmuş olacağı kabul edilebilir. Filha­ kika ve zir olduğu zaman, devlet işlerini pek fenâ bulduğunu söyleyen L u tfi Paşa idâri ve m âlî bir takım İslâhata girişm iş ve bu suretle, zahirî ihtişam ına rağm en, bozulm ağa başlayan imparatorluğun geniş kadroları -ve yüksek kadem eleri arasından irtikâp ve irtişa yı kal­ dırm ağa teşebbüs e ttiği için, bâzı aleyhdarlar kazanmış idi. Şubat 1 5 4 1 'de İsta n b u l’da is­ kele emini Süleym an ’a gÖnderttiği bir hüküm­



de, levend taifesinin aldıkları V enedik esirle­ rinin satılm ası ve itk-nâm eler ile serbest bı­ rakılanları hakkında iskelelerde sûistim âliere sebebiyet verild iği yolunda V enedik balyosu­ nun vâki şikâyetini haklı bulduğunu ve bu gibi hâllerin önlenmesi için, cezri tedbir alın­ masını em retm esi, L u tfi Paşa 'nın bu vâdide ne kadar titiz davrandığına bir m isâl teşkil etm ektedir ( şevvâl 947 tarihli bir hüküm için bk. Bibliothèque Nationale, M anuscrits Turcs, nr. 41, v a r 13 1/13 3 ). K ezâ m üsadere yolu ile yetim lerin hakkına tecâvü z edilmesini aslâ ca­ iz görm ediği için, sadâreti zamanında beytülm âle gelen paranın yedi sene : em ânet sure­ tiy le durmasını ve ancak veresesi çıkm adığı hâlde hazîneye alınması usûlünü koydurmuş id i ( Â saf-nâm e, s. 12 ). D iğ er taraftan bahriye işlerine çok ehem m iyet vermiş, denizcilik mevzuunda ayrı teşkilât yapmış ve bu husus­ tak i m asraflar için a y n bir emânet te'sîs et­ miş idi ( ayn. esr., s. 21 ), Bu m eselelerde daha Y avuz Sultan Selim zamanında bâzı tasavvur­ lara vâkıf olan Lutfi Paşa, kendi iktidarı dev­ rinde, Osm anlı devletinin, yükselmek için de­ nizlerde hâkim iyet te ’min etmesinin lüzumunu anlamış ve bu vâdide ga y re t sarfetm iştir. Onun vezirliği zamanında K orfu seferine serdar nasbedilm esinde bu işlerdeki vukuf ve tecrü­ besinin bir te ’siri olsa gerektir. L u tfi Paşa geçird iği uzun idâre hayatı bo­ yunca, devlet idaresinde bâzı tecrübeler edinmiş ve mâlûmat kazanmış, b irta k ım ıslâhat fikirle­ rine inanmış ve sadâreti devrinde de bunlara sâd ık kalm ağı bilm iş idi. Msl. her hangi bir me’mûrun bir te k kabahat sebebi ile azledilm eyerek, iptida ikaz ve ihtarda bulunul­ ması, narh işlerine itinâ edilerek, me’mûrIarın nüfuzlarını kötüye kullanmalarına ve ticâ ret yapm alarına mâni olunması, her sene tahakkuk edecek varidata göre, m asraf ihti­ yar edilmesi, yâni bir m âlî muvâzene kurul­ ması, asker m ıkdanm lüzumundan fazla ço­ ğaltm ayarak, k eyfiyet bakımından üstün as­ kerî bir kuvvetin elde tutulm ası, vezîr-i âza­ min her m eseleyi padişaha açık b îr şekilde anlatarak, h akik ati gizlem em esi gibi esaslar, onun icrââtında m üdâfaa ve haleflerine ta t­ bikim ehemmiyetle tavsiye e ttiğ i belli-başU fikirleri idi ( krş. ayn. esr.). L u tfi Paşa, sadâreti devrinde evlenerek, kı­ sa bir m üddet yaşadığı zevcesinden ( A lî, ayn. esr., var. 240 ) tefrik ve azledilince ( ayrıl­ ması meselesinde başka bir sebep için bk, B o issard 'ın kayd ım zikreden Tschudi, ayn. esr., s. X IV ) 200.000 akçe tekaüt haslan ile Dim etoka ’daki çiftliğine çekildi. Kendi bildirdi­ ğ i g ib i derhâl olmamakla beraber, ertesi se-



i 00



lU T F İ PAŞÂ.



ne İsta n b u l’a geld i ve hacc için müsâade ala­ ra k , H icaz ’a g itti ( tafsilât için ve 9 4 9 = 1547 ’da haccda bulunduğu hakkında bk. Şeyh G ülşen î menâkıbinden naklen Fuad Köprülü, ayn. esr., s. 130). L u tfi Paşa 'nın haccdan döndükten sonraki hayatı a rtık tamamen D im eto k a ’da geçti. Â lî, onun daha bâzı arzularının yerine getirildiğini söyler ise de, bunların nelerden ibaret bulun­ duğunu, b îr aralık yine İstanbul 'da yaşayıpyaşam adığm ı bilem iyoruz. V e fa tı tarihini ve mahallini, yine bu m üverrihe göre, tesb it ve kabûl ettiğim iz L u tfi Paşa, m ütebaki 20 se­ nelik hayatını tamamen te’lifâ ta hasretm iş görünm ektedir. Tevârîh-i âl-i O sm a n’ ınm mu­ kaddim esinde birer-birer sa y d ığ ı ( s . 3 v. dd.) ve K âtib Ç e leb i 'nın de bir kısmının mevcûdiyetîerin e işaret e ttiğ i bu türkçe ve arapça eser ve risaleler en ziyâde şer’î ilim lere ve bilhassa fıkıh v e kelâm a a ittir (b k . Tschudi, ayn. esr., s. X V v. d d .; Köprüiü-zâde, ayn. esr., Bursalı T âhir, Osm anlı m üellifleri, III, 132 v. dd.). T ürkçe yazdığı Tanhih a l-â k ilin va ta’k i d a l-ğ â filin adlı eseri d ö rt fasıldan mü­ rekkep olup, mukaddimesinde halkın çoğunun Ümmî olmasından ve İslâmî bilmemesinden do­ la yı, âkilleri tenbih ve gâfilleri de te ’k it mak­ sadı ile bunu yazdığını bayan etm ektedir (b k . Ü niversite kütüp,, T Y . 1930). L u tfi P aşa, gerek saraydaki tahsil v e terbi­ y e s i sırasında, g e re k tâyin e d ild iği me’muriy e t m ahallerinde muhitindeki âlim ve şâirler ile sıkı tem as ve münâsebeti neticesinde, müm­ kün olduğu kadar ilim ve mârİfet tahsiline çalışm ış, d iğer d e v le t adam larına nazaran, bu sahada m uayyen bir sev iy ey e yükselm iş idi. A lî ve P eçevî onun sa rf ve nahiv okuduğunu, ve fıkıh tan , K e n z , K a d û rî ve Manya al-muşa lli gibi kitapları gördüğünü söylem ekle berâber, kendi İlmî iktidarın a lüzGmundan fazla kıym et v e ehem m iyet verdiğini, m ağrur ve kendini beğenm iş bir adam olduğu cihetle, Ebussu’ud ve A şçı-zâd e gibi, devrinin mârûf âlim lerini şöhretleri nisbetinde İlmî ku dret­ leri olmamakla itham ettiğini bildirerek, İlmî hüviyeti hakkında bir fik ir verirler ( Âl î , ayn. esr.; P eçevî, I, 21) . A n ca k fa b a k â t al-mamâl;k müellifinin, paşanın azl ve nek­ bet devrinde yazd ığı eserinde, onun ilim ve iktid arı hakkında çok m edihlerde bulunması ( Celâl- zâde, ayn. esr., var, 241 ), Selıî ’nin söz­ leri ile b irlik te ( T ezkire, İstanbul, 1325, s. 25 v-d.) m ütâlea edilir ise, Â lî 'nin bu hususta bir az m übâlegaya kap ıld ığı kabûl olunabilir Köprülü-zâde, aynı m akale, s. 142 ). L u tfi Paşa, aynı zamanda şâir idi. F akat eserini Lutfi Paşa ’ mn ikbâl devrinde (945 — 1538 ) yazmış olan



Edirneli Sebî ’nin k a y d ettiği bir gazeli, istisna edilir ise, diğer tezkire sahipleri kendisinden bahis dahi etm em ektedirler. Tevârîh-i âl-i O s­ man ’daki manzum kısım larının ekserisin in de L u tfî Paşa ’nın olm adığı anlaşılm aktadır. L u tfi P a ş a ’y ı, daha ziyâde, y azd ığı Tevârîh-i âl-i Osman v e A saf-nâm e ’si ile, bir müverrih olarak, m ütâlea etm ek lâzım dır. A n cak Bayezid II. devrinin sonuna büyük bir kısm ı, eski anonim Tevârîh-i âl-i Osman ’larm iktibas ve istinsahından başka b ir şey olmayan, Y avuz Sultan Selim ve Kanûnî Sultan Süleym an de­ virleri, yâni kendi yaşadığı ve b izzat şahit ol­ duğu hâdiseleri de nisbeten basit ve ip tidâî bir tarih felsefesine göre yazıldığı anlaşılan L u tfi Paşa tarihi, bâzı ta ra fg ir mülâhazaları sebebi ile de, ih tiyatla kullanılm ası icâp eden bir kaynak m âhiyeti gösterm ektedir. H er meseleyi dinî zâviyeden m ütâlea etm esi, bâzan isim le­ rini saydığı eserlerden lâyıkı ile istifâde ede­ memiş olm ası, m nâsırlan hakkında kindarlık gösterm esi, müverrih olarak, L u tfi Paşa 'ya bü­ yük bir m evkî ve ehem m iyet verdirecek mâhi­ y e tte değil ise de, kendi ve zirlik ve sadrâzamlık devirlerine dâir verd iği malûmat, bilhassa imparatorluğun zayıf ve bozulm ağa yüz tutan taraflarını açıklayan yerleri, 961 tarihine kadarki hâdiseleri ihtiva eden eserine, yine husûsî bir kıym et atfına sebep teşkii etm ektedir. Ma­ car tarihçilerinden S zek fü G yula, tü rk müver­ rihleri hakkındaki m ütâleaları arasında, L u tfi Paşa ’yı, Kem âl-zâde ile birlik te, en büyük bir üstat olarak ta v sif eder ( T örök Törtenetirok, Budapeşte, 1916 ). Bilhassa üslûbunun sâdeliği ile, en sam im î düşünceleri ve id âre hayatın­ daki uzun tecrübelerinin neticelerini ihtiva eden A saf-nâm e büyük ve kıym etli bir tarihî vesika sayılabilir. L u tfi Paşa ’nın asırlarca A saf-nâm e m üellifi olarak tanınması da bu yüzden olsa gerektir. L u tfi Paşa 'nın 970 ( 1563 ) sıralarında Dim e to k a ’ da öldüğünü kaydeden  l î ’ye inanmak lâzım dır; çünkü A li Em îrî ’nin, Asaf-nâm e 'nin bâzı nüshaları üzerinde al-m adfan bibilâd al-Şâm ibaresinin görüldüğünü söylem esi ve bunu muhtemel gördüğünü imâ etm esi, mu­ asırı d iğer Lutfi P a ş a ’nın 938'de Şam beyler­ beyi iken ve fat ettiğin i ( Ferdî, ayn. esr., var. 142) bilmemesinden ileri gelm ektedir. Mezarının 1878 istilâsından önceki „L u tfi P aşa Müslim“ kariyesinde bulunması icâp eder. Dim etoka ka­ zasının, teşkilâttan sonra da, L u tfi Paşa adın­ da bir köyü var idi ( krş. Bâdı Ahm ed, R iyâz-ı belde-i Edirne, Bayezid umûmî kütüp., nr. 10393, III; D evâyih-i m ülhakât-ı Edirne, 208 ). Onun İstanbul 'da bir çeşme, Edirne 'de de bir mescid yap tırdığını biliyoruz ( H adıkat al-ca-



LUTFİ PA ŞA v â m i, I, 189; T . G ökbilgin , Edirne ve Paşa livası, İstanbul, 1952, s. 42 ). 3 Rebiülâhtr 948 = 27 temmuz 1541 tarihli vakıfnam esinde, ika­ met e ttiğ i D im etoka ’mn Müslim köyündeki m escid ve muallimhânesine 100.000 akçe ile Edirne ’de 20 dükkânı va k fe ttiğ i anlaşılm akta­ dır. Zevcesinin bâzı vakıfları için bk. T . G ökbilgîn, agn. esr., tür. yer., 15 5 6 ’da hasları ve Yanya ’daki köprüsü için bk. 467 ve 586 nr. 'lu T ap u defteri.



LÜBNAN.



»ol



tavâli, D ürzi v.b. gib i kavimİere A h i al-eabal, Cabaliyün ( „ d a ğ lıla r“ ) dem eleri bu isim ile ilgilidir, ihatada ’nin rivayetinde, K âbe ’nin yapısında Lübnan taşlann ın ın da kullanıldığı söylenm iştir ( bk. İbn al-Fakih, s. 19 ). Bu an'ane, arap coğrafyacılarının Lübnan T, H icaz ve N e c d 'i birbirinden ayıran ve S uriye ile A nadolu ’dan geçip, Karadeniz 'e ulaştığı farz» edilen uzun d a ğ silsilesinin bir cüz’ü sayma­ larını belki izah ed eb ilir; çünkü Medine ile (M . T a y y î b G ö k b î l g î n .) ile M ekke arasında bulunan C abai a l - A r c ’m L U X O R . [B k . a l - ü ç ş u r .] Şam ’ a kadar uzandığı v e Himş tarafından L Ü B N A N . L Ü B N A N , Suriye 'yi şarkî A k d e ­ Lübnan ’a e riştiğ i keyfiyetin de hepsi m üttefik­ niz kıyılarından ayıran dağ kütiesinin ( Cabal t ir ( m sl. bk. îbn al-Fakih, s. 25 î İbn Hurdazbeh, Lübnan ), bu dağ kütlesini ihtiva eden m e m ­ s. 172 ). Bu coğrafyacılar, L übnan ’ın cenup hu­ l e k e t i n ve bugün bu m em leketi içine alan dudu olarak, um ûm îyetle L aytân i ( Leontes, d e v l e t i n ( Lübnan cü m h û riyeti) i s m i . şim diki Kasım i y a ) nehrinin a şağı mecrasını C o ğ r a f y a . Ibrânîce Lsbânön, yunanca alırlar. Â d e t olduğu gibi, Lübnan bn nehir AifSavoç, latince Libanus, m uasır garp dillerin­ ve şim alde T arablus ile T artu s arasında de Liban, Lebanon, Libanon ve Libano tes­ denize dökülen Nahr a l-K ab ir ( eski Eleum iye edüen bu dağ hakkında arap co ğrafya­ therus ) arasında gö sterilird i ( aş. bk.). Şark­ cılarının fikri oldukça karışık, hattâ esrarlıdır. taki A nti-Lübnan kütlesinin sayısı az olan İba H urdazbeh, Nüh 'un gemisinin Lübnan nüfusu, umumiyetle şarkî Suriye şehirleri­ dağından kalkarak, C udî dağında durduğu nin te ’sİrinde kalm ış, hâlbuki vâdileri ile rivayetini k a y d ettiğ i gibi { K itâb al-m asâlik A kd en iz 'e doğru açılan ve yam açları üzerinde va 'l-m am âlik, nşr. de G oeje, B G A , 1889, denizin nemli havasından faydalanan Lübnan, s, 7 &), ibn al-Fakih al-Ham adâni de (b k . kadîm Fenike sahillerin deki m erkezlerin İkti­ Kitâb al-baldân, nşr. de G oeje, Leiden, 1885, sadî ve s iy â s î nufûzu altında yaşam ıştır. s. 123) bu dağı al- Ubbâd ve A b d al [ h. bk.] Lübnan Tn al-M ukaddasi tarafından tasv ir edi­ Tn ikam etgâhı olarak ta s v ir e d e r ( b k . s. 112; len ( bk, agn. esr., s. 188 ) çam orm anları, XIII. ayrıca bk. al-M ulfaddasi, A hsan al-takâsim , asırda henüz canlılığını m uhafaza ediyordu Leiden, 1877, s. 189). Bütün bu coğrafyacılar, ( bk. H. Lammens, Frère Grgpkon et le Liban Lübnan T şarkta ona m uvâzî ayrı bir dağ küt­ au X V « siècle, R O C , 1899, s. 1 4 ). Burada d e­ lesi olan A nti-Lübnan ’dan ayırm azlar ve bu mir mâdenlerine de rastgelinirdi k i, m üellifler kü tleye ayrı bir isim de verm ezler. A n ti-L ü b ­ istihsal edilen mâdenin M ısır ’a sevkedildiğin i nan ’m Baradâ [ b. bk.] vadisi şim âlindeki kıs­ yazarlar. İpek böceği yetiştirilm esi Lübnan’ da mına Cabal S a n ir denilir ve daha cenuptaki büyük bir sür’atle taammüm eylem iş olup, dağ kütlesine ise, H assan b. Ş â b it ’ten itibaren, ipek X V II, asra kadar L ü b n an ’ın başlıca ticâ­ C abal al-Şale (Hermon, bugünkü Cabal a l-Ş a y h ) re t maddelerinden biri sayılıyordu. İpek, bil­ ismi verilird i ( bk. tbn Hurdazbeh, agn. esr., hassa, K asravân nahiyesinden geliyordu. Bey­ s. 77 ), Eski co ğrafyacılar arasında, dağların ru t 'a gelen ip ekliler gibi, Sayda ’y a ve bu­ şim alde nereye kadar uzandığı hususunda da radan F ra n sa 'y a sevkolunanlar da, b ir Dürittifa k olm ayıp, bâzıları C abal al-Lukkâm z î nahiyesi olan Şü f ’ta imâl ediliyordu ( bk. ( Am anos ) ’ 1 d a buna katm ışlardı ( msl. bk. Ducousso, L ‘ Industrie de la soie en S y ­ İştah ri, Kitâb al-m asâlik va ’l-m am âlik, nşr. rie, s. 55— 56; Paul Masson, H istoire du com­ de G oeje, L eiden, 1870, s. $6; İbn H avkal, K itâb merce fran ça is dans le levant au dix-septièm e al-m asâlik v a 'l-m am âlik, L eiden, 1873, s< I0& siècle, s. 388 ). v.d.). A bu ’ 1-F idâ’ 'da da Caba! al-Şale, Cabal C ebel-i Lübnan, Suriye ’nin garbında, şarkî Lübnan ve C abal al-Lukkâm hakkında aynı A kd en iz kıyılarına m uvâzî olarak, ş im â l- ş imalûmata rastlanır ( bk. Takvim al-buldân, mâl-l şarkî, cenup— cenub-i garbî istikam etin­ nşr. Ch. Schier, D resden, 1846, s. 60). Suriye de, uzunluğu 170 km. ’yi ve âzam î genişliği 'yi, A kd en iz kıyılarına muvâzî olarak, Â si neh­ şim âle doğru 45 km. ’yi bulan bir d ağ kütle­ rinin aşağı mecrasından şim alî Filistin 'e kadar sidir. Daha ziyâde vadiler ile yarılm ış bir boydan-boya kesen silsileye, orta çağdan beri, yayla manzarasını gösteren şım âlî Filistin h alk arasında, müphem bîr şekilde, sâdece ( C a lila ) ’den, şimâlo doğru, irtifa tedricen C abal denilm esi, bu karışıklığı desteklem iştir. artarak, Nahr al-K âsim iya ( = L aytâni ) 'nin Müslüman vekayinâm ecilerinin N usayri, Mu- a çtığ ı yaım a vadiden ötedo 2.000 m. yi bulur.



102



LÜBNAN,



B e yru t— Şam caddesi, dağ kütlesini Lübnan geçidinde 1542 m. ’de aşar ve bunu Beyrut ’un şarkında yükselen C abal Sannin ( 2.600 m.) tâkip eder. Daha şim alde dağların genişliği ile beraber, irtifaı büs-bütün a rtarak, 2.900 m. ’ye varır ve en yüksek zirve ( Zahr al-Kuzib ) 3.066 m. ’yi bulur. F akat daha şim alde, d a ğ kütlesi Nahr al-K abir vâdisi üzerine birden-bire iner. Lübnan dağının bünyesi oldukça b a sittir: yapısında, esâs itibârı ile, ikinci ve üçüncü zamanın kumlu, k illi ve bilhassa kireçli arazisi hâkim olup, bütün bu arâzi, üçüncü za­ man sonuna doğru, boydan-boya kırılm ış, dağ kütlesini şarktan tah dit eden çukur bölge ( alB ika ) ve garp ta şimdi A kden iz ’in işgâl e ttiğ i sâh a alçalırken, aradaki kü tle hafifçe kubbeleşerek yükselm iştir. C ebel garp ta sâbil üzerine dik olarak iner ki, bunun denize doğru uzanan bâzı çıkın tı­ ları ve şimdi karaya bitişm iş ada parçaları, Sûr, B eyrut ve Trablus gib i kadîm liman şe­ hirlerine yerleşm e noktası hizmetini görm üş­ tür. Deniz ile onu yakından tâkip eden dağın yamacı arasında, pek ince bir şerit şeklinde uzanan yalı boyu, eski çağda Fenike m edeniye­ tinin kurulma sahası olm uştur. C e b el'in yalı boyu üzerinde uzanan ilk kısm ı, gerideki yük­ sek dağlardan inen dar vadiler ile yarılm ış, çalı­ lıklar ile kapalı, yazları çok sıcak ve kurak, bu sebepler ile iskâna ve geçilm eğe az elverişli ol­ duğundan, daha ziyâde, dağın iç kısmını deniz tarafından koruyan tabi’î bir engel rolünü oy­ nam ıştır. Bunun gerisinde uzanan daha yüksek kısma (2.000 m .'y e k a d a r), V u sü t ( „ o r t a k ı­ sım “ ) ismi verilir. Burada vadiler daha geniş, sırtla r daha düz, iklim daha nemli, kışın yağan yağm urlar bol, yazlar m ûtedil, nebatî örtü zen­ gindir. Bu sâha vaktiyle geniş ormanlar ile k a ­ palı bulunuyordu. Lübnan 'in meşhur sedr ( e r z ) ormanlarından şimdi Trablusşam 'in cenûb-i şar­ kîsinde, B şarra civarında, 1925 m. irtifada, bir n evî m illî park içinde, itinâ ile m uhafaza edil­ m ekte olan 350 kadar ağaç kalm ıştır, Sedr ( C edrus lib a n i) ağacı bugünkü Lübnan cürahûriyeti bayrağı üzerinde de tem sil edilm ek­ tedir. V u sü t bölgesinde, şimdi daha ziyâde insanların yetiştird iğ i ağaç, fidan ve mezrûâttan m ürekkep yeşil bir örtü göze çarp ar: başta dutluklar olmak üzere, zeytin, incir ve d iğe r çeşitli meyva ağaçları, ıhlamur ve çınar­ lar, arada bağlar, hububat ve sebze bahçeleri burada yer alır. Bu kısım, Lübnan 'm en mes­ kûn ve mâmur bölgesi olup, esâsen kalabalık olan yerli halka, yazın kıyı şehirlerinden, şarkî A kd en iz m em leketlerinden ve daha uzak yerlerden gelen ziyaretçiler katılır. V usüt böl­ gesinin daha gerisinde, dalgaların umumiyetle



2.000 m. 'yi aşan yüksek kısm ı uzanır ki, bu­ rada Curd adı verilen sath ı çıplak ve kuru, ıssız sırtla r y er alır. Bu bölgeye kışın bol olarak yağan kar, zirvelerden ancak hazîrana doğru çe k ilir; hattâ gö lgelik yerlerde bütün sene kalır. C ebel 'in yüksek kısmından, şark­ tak i çukura iniş birden-bire olur. al-Bikâ' ismi verilen bu çukur, oluk şeklinde olup, 8— 14 km. genişliğinde ve 120 km. uzunluğun­ dadır. D aha cenuptaki G a v r çukurundan bir eşik ile ayrılan bu çukur sâhanm zemini, Baaibek yakınlarına rastlayan orta kısmında ı . l 00m, yüksekliğinde olup, buradan itibâren şi­ male ve cenuba doğru 1.000 m. ’ye kadar alçalır ve menbâları birbirine çok yakın olan iki nehir tarafından tâkip edilir ki, banlardan şim aldeki N ahr a l- A s i , cenuptaki de Nahr al-L aytân i ’dir. al-Bika' ’ın şarkında, C abal-i Lübnan 'a tak­ riben muvâzî ikinci bir dağ kütlesi birden-bire yükselir. C o ğ râ fî eserlerde A ntı-Lübnan ismi ile tanınan bu dağlar gerçekte cenupta Cabal al-Şayh ( 2 760 m.) kütlesi ile, Çam 'dan Beyrut 'a giden yolun 1.250 m. irtifam da, bir eşik üzerinden aştığı ve Baradâ ırm ağının da geç­ tiğ i alçalma sahası şim âlinde daha başka dağ kütlelerinden meydana gelm ektedir. Bn sonun­ cular, cenup tarafında birbirine az-çok muvâzî v e sıkışık olduğu hâlde, şimâl-i şarkîye doğru yelpaze gibi birbirinden ayrılarak, Suriye çölü dâhilinde uzanan a yrı-a y n p arçalar teşkil ederler ki, garpta al-Bikâ' üzerinde birden yükselen ilk mühim sıra ( C abal a l-Ş a r k i) üzerinde en yüksek zirve 2.659 m. ’ye kadar çıkm aktadır. A n ti-L übn an ’a dâhil bütün dağ kütleleri, umumiyetle çıplak ise de, yükseklik­ leri dolayısı İle, oldukça fazla y ağ ışa mârûz bulunduğundan, suyu bol m enbâları beslerler ki, Şam vahasının gelişm esi bu sular sâyesindedir. T a r i h . îslâmdan evvelki devre â it şiirlerde Lübnan, nâdir olarak, zikredilir. Bu arada G assânîier sarayında bulunmuş olan al-Nâbiğa al-Zubyâni zikredilebilir. Müslüman şâirlerden :A b â Dahbal al-Cum ahi, al-N âbiğa al-Şaybâni ve ’A b d al-Rahmân b. Hassan gibilerinin Emevî saraylarını ziyâret etm elerinden sonra, bu isim daha sık geçm ektedir. 636 yılında, araplar tarafından Dimeşk eyâ­ letine bağlanan Lübnan 'ın ( bk. Y a'k ü b i, Kitâb al-buldân, nşr. de G oeje, Leiden, 1892, s. 327 ), küçük m illet gurupları için tabi'î bir sığın ak rolü oynadığı ve bu gurupların za­ manla, daha başka kaçakların katılm ası ile, büyüdüğü anlaşılıyor. Nitekim , arap m üellif­ lerinin C a rlcim a adını verdikleri Merdâîler ( MapBcuTcu), VII, esrin ikinci yarısından itibâren, İslâm âleminde zuhûr eden fırsa tla r­



LÜBNAN. dan faydalanm ak maksadı ile, Am anosiardan gelerek, Lübnan 'a yerleştiler. Konstantınos Porphyrogenetos ( de Them aiibas, nşr. Bounae, i 8 i ï , III, 96, 10 3) ile B alâzuri, ( F u tâ h al-buldan, nşr. de G oeje, Leiden, 1866, s. 159 v.d.) M erdâîleria ba havalide bulundukla­ rını kaydederler. ‘A b d al-Malik, M erdâîlere karşı yap tığı seferlerde, bu gurubu hi­ maye etmemesi iç'n, Justinianos II. ’a bir çok tâvizlerd e bulunmuştur. İbn al-Fakih ( ayn, esr,, s. 1 12 ) gîbi, al-M ukaddasi, bize arap hâ­ kim iyeti zamanında Lübnan hakkında malûmat verm ektedir. A y rıca Sufyân al-Şavri tarîkatin deki A b ü İshâk al-B alüti ile tem sil e ttiğ i guru­ ba dâir bâzı ka y ıtla r görm ekteyiz. XIII, asır sey­ yahlarından İbn Cubayr ( R ikla, nşr. W . W right, s. 289 ) ile X IV . asır arap coğrafyacısı A bu ’ 1-Fidâ’ ( ayn. esr., s. 1 30 ) ’da da, bu husûsta malûmat vardır ( ayrıca bk. İbn Battüta, Tufafat al-nuzzâr, trc. M. Şerif, İstanbul, 1335, I, 84 ). Lübnan ’ın asırlar boyunca m uhafaza edegelmiş bulunduğu yan-m üstakil vaziyeti buraya sığınm ış ve müslüm anlığm saf şekli dışında teşekkül etm iş bulunan M utavâli, D ürzi ve N usayri gibi cem aâtlerin başh-başlarm a geüşm elerine ve bâriz birer hususiyet kazanma­ larına hizm et e tti. A yrıca M aiki, Y a ’ kübi ve MârÛni gibi htristiyan cem âatler de burada y er alm ışlardı. Mârüni 1er, bilhassa Cubayl, Batrün ve K asravân 'da, M alki ve Y a 'k ü b iler ile birlikte zikrolunuyorlardı. Bu Martinilerin orta çağdan beri fran sızlar ile sıkı münâse­ b ette bulunmuş olmaları kuvvetle muhtemel­ dir ( René Ristelhueber, T raditions fran ça ises au Liban , P aris, 1918, s. 2 ). B ir mezhep mensûbu olarak ortaya çıkan, sonraları m illî b ir m âhiyet alan bu cem âatle­ rin elde ettik le ri m nhtâriyetin derecesi, Suri­ y e ’de arap v e türk nufûzunutt azalıp-çoğalm ası ile ilgilidir. Lübnan, 759/760 ’ta, vergilerin ağırlığına ka r­ şı silâha sarılan yerli balkın kıyâm ı ile, yeni­ den tarihî hâdiselere sahne olmuştur. Lübnan­ lılar, T ra b lu s-Ş a m ’da bîr bizans kuvvetinin bu­ lunmasından da istifâde ederek, Munaytira 'den kaçıp gelen dağlıların da iltihâkı ile, B ik â ’ ’1 zaptedip, B aalbek 'e karşı yürümüşlerdi. Bu hâdiseleri İbn ‘A s â k ir ( V , 341 ) ile Balâzuri ’nin eserlerinde ( s. 162 ) görüyoruz. A b b âsîler, bu ülkeleri m uhâfaza etm ek için, büyük g a y re t sarfetm iş ve bunda m uvaffak olmuşlar­ dır. A yn ı devirde Beyrut ’ta yaşayan al-A vza'i, bu sırada kullanılan cebir ve şiddeti ten ­ k it eder. Y a'k ü bi 'nin bildirdiğine göre { ayn, esr,, s. 327 ), bu ka rışıklık lar olurken, bîr ta­ kım bed eviler cenup ve şim alden L ü b n an ’a nufûz etm eğe çalışm ışlardır.



*03



Bu arap kabilelerinden Bani T ağ lib gibi, Tolun-oğuIIarı ile F âtım îler arasındaki fasıla­ dan istifâd e edenler, bu asırda Lübnan ’da hü­ küm sürm ekte idiler. İsim lere bakılacak olur­ sa, Y a ’kübi ’nin bu arap kabilelerine nisbetle kullandığı „b ed evi m uhacereti“ ( s. 324 ) tâbi­ rine hak verm ek icâp eder. Mamafih, N uşayrilerin kendi dağlarını ( C abal al-Summâk ) bu bedevi istilâsına kapam ış olduklarına dâir ka­ y ıtla r görm ekteyiz. C enupta L aytân i ’yi aşan bedevilerin, bu m em lekette „yam ani“— ,,Kmys‘. “ arapları arasındaki ih tilâfı yayd ık ları ve ş i’îlik propagandası da yap tıkları istid lâl edilebilir. H er m ezhebi cem âat, Şam, B agdad veya K ahire ’deki hükümdarların tâbiiyetini kabûl etm iş farzolunan küçük yerli hanedanların hükmü altında bulunuyordu ve bu yerlî reis­ ler, hükümet sürmek hakkım o hükümdarlar­ dan alırlardı. M erkez, almak imkânını bulursa, onlardan bâzı vergiler ve icâbında asker is­ terdi. Memlûk kaynaklarında bu gibi hallerin m isâllerine rastlanm aktadır. Şâlih b. Yahya ( Târify Bayrüt, nşr. Cheikho, B eyrut, »927, s. 77 ), 687 (1288 ) ’de, Memlûk hükümdarı IÇalâ vü n ’un C eb el ümerâsının elinden iktâlarınt aldığını kaydeder. Buna rağm en, Lübnan 'daki reisler, yakın şarkta birbirini tâkip eden idâreler, halifeler, Selçuklu sultanları, haçlılar, E yyûbüer, Memlûkler ve tü rk paşaları ara­ sında ve iktid ar kargaşalığı içinde işlerini hay­ re t verici bir mahâretle yürütm eğe imkân bul­ muşlardı. H açlılar C eb el ’i, Hişn a l-A k ra d ve Ş a (d f A rnun ( B e a u fo rt) gibi kaleler ile kuşatm ışlardı. İslâm hâkim iyeti sırasında böyle tahkim at ya­ pılmaması, Carâcim a gibi, M arünilerin şimalî Lübnan 'daki yüksek sahalara yerleşm elerini ve C ebel ’de esâsh bir rol oynayan bir hıristiyan cem âatinin gelişm esini kolaylaştırdı. IX. asrın sonuna doğru, H aleb taraflarından gelen Tanulj arapları, cenûbî Lübnan ’da kısmen araplaşm ış ve şi'İ itikadlarınm te’siri altında kalmağa baş­ lamış kavim ler arasında, kendilerine bir emirlik te ’min ettiler. Bu Tanühilerden Bani ’1-hlamrI1, Bani A b i ’ 1-Cayh ve bilâhare Garp E m irleri is­ mini alan Buhtürlar, evvelce hıristiyan olup, A b bâsîler tarafından İslâmiyet! kabule zorlanm ış, lardı. Bu em irliğin gelişm esi, XI. asırda Sayda ve B eyrut hıristiyan baronluklarının kurulma­ sı ile durdurulmuş oldu. Cubayl, Batrun hı­ ristiy an beylik leri ve T rablus kontluğu şimâlî Lübnan 'm hıristiyan kuvvetine dayanm akta idi. A ra p em irleri olan Buhtürların, raüslümanlar île franklar arasında, nasıl bir siyâ­ s e t tâkip e ttik le ri k a t’îy e tle mâlûm değildir. F ak at başka bir Lübnan kavm i olan D u rziieı bu bölgede a y rı bir cem âat teşkil ettiler.



104



LÜBNAN.



D ürzi adı, ilk defa olarak, XI. asrın ilk yarı­ sında, F atım î halifesi Hâkim bi-A m r A lla h zamanında geçer ( bk. M. C . Şehâbeddin T ekindağ, D ü r z i tarihine dâir notlar, Tarih der­ gisi, 1954, X, 147 ), F ak at bunlar, daha sonra, Lübnan ’1 ağmışlar ve K asravân dağlarında ve daha şonra d a Ş ü f bölgesinde yerleşm işler­ dir. Yahudi seyyahı T udelalı Rabbi Benjamin (Sim . 1 1 7 i ) , D urzilerin L übn an ’da bulunduk­ larım kaydeder. İbn Cubayr (ölm . 6 14 = 12 17 ), bize S uriye ’de, frank hâkim iyeti zamanında, müslümanlar ite hıristiyanlar arasında hudut olduğunu b elirttiğ i Lübnan hakkında malumat verm ektedir ( bk. ayn. esr., s. 257, 289 }. Ö y le anlaşılıyor ki, islâm -hırlstiyan ve islâm-moğul savaşları zamanında, Lübnan ’daki reisler, eski hukukunu te’y it edebilecek bir va ziye tte bulunan devletten, m aiyetlerini yer­ leştirm ek üzere, bir m ıkdar arâzi koparmağa m uvaffak olm uşlardır. ‘A k k â r, Kasravân ve C u rd bu arada sayılabilir. Bu cem âatleri, müs­ lüman kaynakları K a sra vâ n iya ve C u rd iya âsîleri olarak adlandırıyor. YEne aynı kaynak­ lar, Lübnan ’dan b ah settikleri sırada, bıristiyan unsurları isim leri ile zikretm ezler. Memlûkler, 129 3'te bu âsîlere mağlûp oldular ( bk. Baybars al-M anşüri, Zubdat al-fikra, Brit. Mus. nüshası ). 1304 ’te, T aki al-Dİn İbn T aym iya ’nin verd iği fe tv a ( sureti için bk. S ta ­ nislas Gayard, J A , 6. seri, X VIII, 158— 198) üzerine N usayri, M utavâli ve D urzilere karşı 1305 K asravân seferini yapan M em lûkler, bu sonuncuları ezerek, Lübnan 'ı ellerine geçir­ diler, Memlûkler, 706 ( 1306/1307 ) ’dan itibâren, Lübnan ’1 idareleri altına alm ışlardır. Evvelâ, B e y r u t’ un müdâfaasını Tanühilere bırakan Memlûkler, lübnanhlarm hâriç ile m ünâsebet­ lerini kesm ek ve muhtemel bir ayaklanm ayı önlemek için bir kısım türkm enleri, lübnanlıları göz önünde tutm ak üzere, K asravân dağlarında yerleştirdiler. M emlûk tarihlerinde sık-sık bahsi geçen „K asravân , türkm enleri" tâbirine, daha X V . asrın ilk yarısında yaşayan Şâlih b. Yahya 'nın eserinde tesadüf etm ekteyiz ( bk. ayn. esr., s. 33 ). Lübnan ’m sâhil kısım ları memlûkler tarafm an askerî bölge hâline getirildi ve bu­ nunla alâkalı sıkı nizam lar konuldu. Mamafih X IV . asırda, Hıristiyan donanmalarının İsken­ derun, :A k k â , Şür, Trablus ve S a y d a ’ya yap­ tıkları akınlar ve Memlûk ümerâsının birbir­ leri ile uğraşm aları yüzünden, lübnanlılar, bil­ hassa dürzîler, etrafa dağılan taraftarların ı toplayarak, eski kazalarını yeniden iskân et­ mek fırsatın ı buldular. Bu arada, G srb ve Şüf yeniden bir durzi nahiyesi ¿lmuş İdi. Nitekim, 144X 'de, bir D urzi — Mârüni hey’etinin, Roma



'ya giderek, papa tarafından kabul edildiğini gö­ rüyoruz ( bk. H. Lammens, L a Syrie, Beyrouth, 1921, II, 39, not 3 ). BöySece, XIII.— X V . asır­ larda, M em lûklere karşı vukuâ gelen isyanın ardından, o rta Lübnan Muta valilerinin ve " . t ^ T D urzilerinin şiddetle cezalandırılm ası, Mârünilerin N abr İbrahim cenubundaki bölgeleri, X V . asırdan itibâren, işgal etm elerini kolaylaştırdı, X V I. asır başında T an üh iler, 15 1 6 ’dan iti­ bâren, Suriye ’yi fetheden O sm anlılara itâa t ettiler ve dahilî geçim sizlikler ile zayıflam ış olduklarından, çok geçm eden iktidarı D u rzilerden Ma’ n-oğuIİarma [ bk. mad. DÜRZÎLER ] bırakm ak zorunda kald ılar ki, bunların en m eşhûrları Fahr al-Din II. 'dir. A vrup a dev­ letlerinin yardım ına güvenerek, sahası C e b e l’in dışına taşacak m üstakil bir devlet kurm ağı tasarlam ış olan Fahr at-Din, X V II. asrın ilk yarısında, Osmanlı devletinin başına ciddî bir gaile çıkardı ve ancak 1635 ten kil edile­ bildi. H alefleri zamanında, Lübnan ’da yine bâzı karışıklık lar oldu. 1660’ ta Şam valisi olan Köprülü Fâzıl Ahm ed Paşa, Cebel ’e kuvvet göndererek, âsîleri Kasravân ’da mağlûp etti. 1109 ( 1697/1698 ) ’da, Ma’n-oğullarmın son emıri Alım ed ölünce, Lübnan ’m ileri gelen ­ lerinden ekseriyetin teşebbüsü ve B âbıâlî ’nin m uvafakati ile, nüfuzları akrabaları olan ve Cabal al-Şayh 'in garp m âilesindeki V a d i alTaym ’den gelen Şihâb-oğullarına [ bk. mad, DÜRZÎLER] intikal etti. K a y s ve Yem en kol­ ları arasında uzayıp-giden ih tilâf T an üh ileri zay ıflattığı gibi, aynı ih tilâf D ü rzîlere de sira­ yet ederek, onları da iki fırk aya ayırm ış ve Cebel dâimî bir ihtilâf kaynağı hâline gel­ m iştir. Bilhassa Ma an-oğullarının Yem en ko­ lunu tutm alarına mukabil, Şihâbilerin K a y silere taraftar olması bu m ünâfereti çoğaltm ış­ tır. ŞihSb-oğullan zamanında, Lübnan 'da mey­ dana çıkan C an bulâti ve Y a zb a k i isminde iki fırk a, bunların yerine geçm iştir. F ahr al-Din ’in sukutu ile, O sm anlı hâkimi­ yeti, bilhassa Sayda valileri vâsıtası ile, Lüb­ nan 'da daha çok hissedilm eğe başlam ış ve böylelikle, asayişsizliği ve D urzi reislerinin tecâvüzlerini önlem eğe çalışan Şihâbilerin nufûzu zaafa uğram ış idi. Ma n-oğulları, zirâatin terak kisi için, şim alî Lübnan Hıristiyanlarının ce n û b îL ü b n cn ’a gelm elerini teşvik etm işlerdi; Şihâb-oğuiları da, bu yolda yürüyerek, Marün ilere yakınlık gösterdiler. 15 7 8 ’den itibâren L übn an ’a vâsıl olan hıristiyan m isyonerlerinin te ’sirinde kalan bu D urzi beylerinden bir kısmı, daha XVIII. asır ortalarında, Hıristiyanlığın, katolik mezhebini kabûl ettiler. Bu suretle Lüb­ nan ’da hırisliyanîarm m ıkdarı gittik çe artarak, hıristiyan vc müslümao unsuru arasında bir



LÜ BN AN . muvâzene teşekkül etm iş oldu. H attâ bu arada, birbirlerine yaklaşm a bile müşâbede ediliyordu. Şihâbiier, vafeit-vakit O sm anlı d evleti aley­ hin e faaliyetlerd e bulundular. E m irlikten a zl­ edilm iş olan M a n şü r’un, 1 7 7 1 'd e, A kden iz 'deki rns donanması kumandanı ile tem asları bu arada zikredilebilir.. Şihâbiier arasında en tanınm ış şah siyet em ir B a şır II.'d ir. Bunun zamanında hıristiyanlık C eb el 'de çok gelişti. E sasen: Hıristiyan olan B a ş ir ’in C e b e l'd e k i em areti, hıristiyanların bir galebesi şeklinde kabûl ediliyordu. Hemen söylem elidir ki, Başır 'in bilhassa k a fo lik Hıristiyan olan M elkî üme­ râsına istinadı, dürzî - pıeşâyihi tarafından hiç. bir zaman tasvib edilm em iştir. 1S26'da, Bey­ rut ’a, yunan korsanlarının baskını vesilesi ile, müslüman ahâlinin bıristîyan evlerini yağma­ ya kalkışm aları ( bu hususta bk. H aydar A h ­ med al-Şihâbi, T â rih , M ısır, 1900, IH, 1016; Şidyâk, A h b â r al-a'gân j l Cabal Lübnan, Beyrut, 1859, ş. 559) B eyrut h ıristiyan lan n dan büyük bir kısmının Lübnan 'a hicretine yol açm ıştır. B aşir, Fahr al-Din 'in düşüncesini tatbik s lhasm a çıkarm ağa uğraşarak, yarım asırlık bir müddet (1 7 8 9 — 1840 ) boyunca, büyük bir Lüb­ nan devleti kurm ağa çalıştı, icâp e ttik çe dev­ lete, bilhassa C ezzâ r A hm ed Paşa [ b. bk.] 'y a m üzaheret gösterir, fak at her defasında, 1810 'da V eh lıâbîlere karşı girişilen hareket sıra­ sında görüldüğü gibi, kendi m enfaatini göz önünde tutardı. B aşir, bir aralık, M ısır valisi Mehmed A li P a ş a ’ ya iltica etti. Memleketine dönünce, rakibi Şeyh Canbulât ’a karşı ha­ rekete geçip, onu mağlûp ve idâm e tti (1825 ). Mehmed A li isyâm nda em îr B aşir, m ısır­ lılara tarafta r oldu ve onlara yardım da bu­ lundu (1 8 3 2 ). O sm anlı d e vle ti D u rzilerin . emîr Başir 'e olan m uhâlefetinden istifâde etmek istedi. Bu yüzden D ayr al-Çam ar, Zahla ve Matn ’de, İslâm iyet ga yreti gü­ den D urziler ile B aşir taraftarı hıristiyanlar arasında vuruşmalar oldu. Bütün Durziler, D ayr al-iCam ar'de toplandılar. A n cak, M ısır ordusunun B ayt al-D in ile D ayr al-Kam ar 'i zaptı üzerine, m esele önlenebildi. E m îr Başir, 1840'ta memleketini yeniden terketm eğe mec­ bur oldu. Bu geçen müddet içinde, İbra­ him P a şa 'n ın sıkı idaresi bütün lübnaniıları memnûn etm em iş, C e b el ’de ayaklanm alar ol­ muş idi. Bunu tâkip eden 20 sen elik bir dev­ re içinde (18 4 0 — 1860), Lübnan doğrudandoğruya O sm anlı d e vle ti tarafından idâre edildi. Bu arada, başta. Fransa olduğa hâlde A vrup a devletlerinin teşvik e ttiğ i Mârüni — D ürzi unsurları arasında bir çok geçim siz­ likler oİdu. D evletin bti unsurlar arasında



âhenk te'-min etm ek için • sa rfe ttiğ i gayret, m ezkûr teşvikler yüzünden, boşa' g itti. İlk çatışm a 1841 'de vukûa geldi. Bunun ön­ lenmesine çalışırken, - ser-asker M ustafa Nu­ ri Paşa, İslâhat için, B e y r u t'a gönderildi. Nuri Paşa, L ü bn an 'ı, devletin tâyin edece­ ğ i bir me’m ûr v â sıta sı ile, id âre etm eğe teşebbüs etti ise de, A vru p a devletlerinin C eb el ’e bir bıristîyan vâli tâyini hususunda Bâbıâlî 'yi tazy ik etm eleri, bu teşebbüsü balta­ ladı. Bunun üzerine, Sayda eyâletine tâyin edilen E s'ad Muhlis Paşa 'nın teşebbüsü ile, Lübnan ’ın biri Mârüni, diğeri D ürzi birer kaymakam ile idâre edilen iki kazâya ayrılm a­ sı kararlaştırıldı. 1845 'te C e b e l'd e yeniden İsyân çıktı. Bâbıâlî, hâriciye n âzın Ş ekib Efen­ d i 'y i L ü b n an 'a gönderdi. Bu zât, karışıklık la­ r ı önlemek için, halkın silâhlarını toplatm ağa karar verdi. Bu teşebbüs, ecnebilerden teşvik gören cebelliier tarafından fena karşılandı. N ihayet 1846'd a , C e b e l'in m aiyetlerinde birer m uhtelit m eclis bulunan ik i kaymakam tarafın­ dan idâre edilmesi esâsının tatbikin e girİşiiebîld i ve n isbî bir sükûn hâsıl oldu. Bu arada C eb el hıristiyanları, M ârüniler, 1856 hatt-ı hümâyûnundan faydalanarak, teşkilatlan ­ dılar. 1860'ta, küçük bir çatışm a, mayıs ayı so ­ nunda büyük bir isyân hâlini aldı. D u rziler, Mâ­ rüni köylerini basarak, yağm a ve k ıta le giriş­ tiler. H âdise A vru p a 'ya aksedince, Fransa hü­ küm eti, in gilizleri de iknâ ederek, C ebel 'e 5.000 kişilik bir ku vvet çıkardı.- Bu ecnebî müdâha­ lesinden doğabilecek teh likeyi sezen Bâbıâlî, Lübnan meselesinin halline hâriciye n âzın Fuad P a ş a ’y ı, fevkalâde kom iser sıfa tı ile, me’mûr etti. Fuad Paşa, Lübnan hâdiselerinin arkasından, temm ûz ayı içinde, Şam 'd a vukûa gelen kargaşalığı da bastırarak, A vru p a dev­ letlerinin şid d etle ten kil edilmesini istedikleri D ürzi leri mâkul bir şekilde cezalandırıp, ya­ bancı kuvvetlerin f i ’iî müdâhalesini önledi. Lübnan ’m idâri va ziyeti, evvelce B eyrut 'ta, sonra İstanbul 'da yapılan m üzâkereler netice­ sinde, 9 haziran 1861 anlaşması ile, tesbit edildi. Bunun üzerine, ecnebî ku vvetler mem­ leketi tah liye edip çekildiler, Bn anlaşmaya . göre, Çebel-i Lübnan, Beyrut ( S a y d a ) ve Şam eyâletlerinden tamâmiyle ayrılarak, yerli olmayan, fa k a t devletin tebe asından bulu­ nan ve m e’mûriyeti büyük d e vletler tara ­ fından tasvib edilen bir hırîstiyan m utasarrı­ fın idaresi altın a konulacak, m uhtelif cemâ­ atlere mensup ikişer âzâdan bir idâre m eclisi kurulacak ve eski m ukataaiar yerine geçm ek üzere, bu m utasarrıflık dâhilinde teşkil edilen yedi kazânın her birinde, yine cem âatlerin seçtiğ i birer meclis bulunacak, em niyet ve



LÜBNAN. âsâyiş İşleri de m uhtelit bir zabıta kuvvetine nan ’ın en yü k sek silsilelerinin zirveler hattı­ verilecek idi. Bu esâsa göre, Cebel-i Lübnan ’ a na kadar uzanarak, al-Bikâ' 'ın hemen tamâ­ ilk olarak Dâvud Efendi ( P a ş a ) isminde bir mını, Baalbek ile berâber ihtivâ etm ekte, ce­ ermeni kato lik m utasarrıf tâyin edildi ve da­ nupta Sayda ve Sür havâlisinl içine alarak, ha sonra onun yerini Franko Paşa isim li bir A kden iz kıyısında Ra’s al-N âkür 'a kadar hıristıyan arap aldı. M üzâkereler sırasında, uzanmakta idi. Bugünkü Lübnan cüm hûriyeti F ra n sa ’nın ilk tek lifin e göre, Trablus, Bey­ arazisine tekabül eden ve mesahası 10.380 ru t v e Say da ’yı ihtiva etm esi istenen Cebel-i km 2. ’ na varan bu arâzi üzerinde, o sıralarda Lübnan m utasarrıflığı, tesbit edilen şekli İle, ( 1921/1922 ), 629.000 olarak teşbit edilen nüfuA kd en iz sâhilinde T rablus şehri cenübundan ş,un 275,000 müslüman ( 125.000 sünnî, 105,000 S ayda şehri şim aline kadar uzanm akla bera­ mü tevali veya ş i’î, 43.000 dürzî v.b.) idi v e buna ber, bu sahil şehirlerini ve B e y ru t'n içine al­ mukabil 330,000 Hıristiyan ( bunun 200.000 mıyor, 6.500 km 2, arâzi üzerinde, X X . asır baş­ kadarı M â rü n i), ayrıca 3.500 m ûsevî ve larında 400.000 ’e yakın nüfusu ihtİvâ ediyor­ 20.000 kadar ecnebi ihtivâ e ttiğ i tahmin olunu­ du. M utasarrıflığın m erkezi, cenübi Lübnan yordu. ’da D ayr al-iÇamar kasabası şarkında Bayt Fransız him âyesi, müteakip senelerde, ted­ al-D in idi. M utasarrıflar kışı B eyrut cenûbun- ricen gevşetild i. 1926 m ayısında, büyük Lüb­ da Ba"abda ’da geçirirlerdi. nan yerine, husûsî bir kanûn-i esâsiye ve İm tiyazlı idâre kurulduktan sonra, Birinci m uhtar idareye ve 45 âzâdan m ürekkep bir Cihan hatbine kadar geçen seneler, Lübnan m üm essiller m eclisine sâfaip olan Lübnan için, siikûn ve inkişâf yılları oldu. Bir taraf­ cüm hûriyeti kuruldu. 1936 'da Fransa ile Su­ tan Suriye ve M ısır gibi komşu m em leketler­ riye ve Lübnan arasında yapılan anlaşmalara den veya A vrup a ’dan gelen seyyahların bı­ göre, bu m em leketlerin birer m üstakil cümraktıkları para ve g e re k dış mem leketlere bûriyet hâline getirilerek , bu cum huriyetlerin, (M ısır, A m erika, Brezilya, A rja n tin ) hicret anlaşmaların M illetler Cem iyetinde tasdikından ederek, orada zengin olan lübnanlıların y a r­ üç sene sonra, tam istiklâllerin e kavuşacak­ dım ları sayesinde, m em leket büyük bir ümra­ ları kararlaştırıldı. İkinci cihan harbinin ba­ na k a v u ştu ; fak at aynı zamanda, tâbi olduğu şında, Fran sa'n m m ağlûbiyeti üzerine, 1941 se­ m uhtariyet idaresi yüzünden, yine bilhassa nesi yazında, Suriye ve Lübnan İngiliz kuv­ fransızların körüklediği ayrılma hareketleri vetleri tarafından işgâl olundu ve bu mem­ için başlıca faa liy et m erkezi rolünü de oynadı. leketlerin en yakın bir gelecekte istik lâle ka­ Birinci Cihan harbinde, A k d e n iz 'de iki bü­ vuşmaları İngiltere tarafından taahhüt edildi. yük devletin tehdidi altında bulunan Osm an­ Lübnan eümhûriyetinin tam istik lâli 1944 se­ lı devleti için, L ü bn an 'ın bu durumu çok teh ­ nesinde ilân edildi. 1950 senesinde, Lübnan ’ın likeli görünüyordu. Bu tehlikeyi önlemek üze­ nüfusu 1.250.000 civarında olarak tahm in edi­ re, Lübnan dâhiliye nezâretine bağlı ve ba­ liyordu ki, bu nüfus içinde hıristiyanlarm sa ­ şında müslüman bir m utasarrıf bulunan bir yısı müs'ümanlarınkini bir-az geçm ekte (360.000 müstakil m utasarrıflık hâline konuldu. Suriye Mârüni, 77.000 Ortodoks, 46.000 rura katolik, valiliği ile beraber, dördüncü ordu kumandan­ 2&000 ermeni gregoriyen, daha az olarak, er­ lığını üzerine almış bulunan Cem al Paşa 'nın m ini katolik, m uhtelif keldanî ve süryânî ce­ sevk ve idaresi ile, ecnebi tarafta rı olarak m âatleri ), müslümanlar arasında ekseriyeti bilinen bir kısım M ârüni ve D ürzi ileri g e ­ südhîler, geri kalanını şi’île r ile sayısı 80.000 lenleri, bir müddet, K udüs ’te ikam ete me’mûr civ&rında olan durziler teşkil ediyor, mûsevîedildi. A şırı ayrılm a taraftarları hakkında ka­ lerın sayısı ise 6.000’e varıyordu (1952 tah­ nunî tak ibat yaptırıldı ve suçlular cezâlandı- minine göre, nüfus 1.320.000 ). rıldı. Harbin ancak son safhasında ( teşrin 1. Lübnan cüm hûriyeti ile komşusu Suriye ara­ 1918 ), Lübnan İngiliz kuvvetlerinin eline g e ç­ sında, hidâyette kurulm ak isten ilen iş-hirliği, ti. 25 nisan 1920’de, San-Remo konferansında, geçen seneler İçinde, her zaman isten ild iği gibi S u riye ve L übn an ’ın Fransa mandası altına tah akkuk etmemiş, hattâ s iy â s î ve İktisadî konulması kararlaştırıldı. E rtesi yıl eylülünün ihtilâflar yüzünden bâzan aradaki hudutların birinci günü, Fransa cüm hûriyeti yüksek ko­ kapatıldığı bile ölmüş, Suriye başlıca tabi T miseri general G ouraud „B üyük Lübnan dev­ mahreçlerinin Lübnan ’a bırakılm ış olmasından, le ti“ nin kurulduğunu, B e y r u t’ta , merâsim ile, Lübnan ise, şark komşusunun va kit-vak it ileri ilân etti. M erkezi Beyrnt olan bu devlet, eski sürdüğü „B üyük S u riye“ tasavvurundan endî­ C ebel-i Lübnan m üstakil m utasarrıflığı arazi­ şe duymuştur. Bugün T ürkiye ve Lübnan cüm» sinden başka, şim âlde Trablusşam ile berâber hûriyetleri arasında çok iyi m ünâsebetler ku­ N ahr a l-K a b ir munsabına, şarkta A nti-L üb- rulm aktadır.



LÜBNAN B i b l i y o g r a f y a : M etinde adı geçen eserlerden başka bk. A n n a les de géographie, X X I IIe et X X I V e bibltogr, géogr. (19 13 — 19 14 ), nr. 1105; F i taksim Cabal Lübnan va Ifälat al-hukkâm f l k (B e rlin , nr. 4291 ); R. Dussaud, H istoire et religion des Nosairis (P a r is , 1900), s. X X IX , nr. 72 ; Ş ih ib al-D :n al-'U m ari, a l - T d r i f (M ısır, 1312 ), s. i ğ i v.d. ; M ufazzal b. Fazâ’il, H istoire des S u l­ tans M am lauks ( nşr. ve tre. E. Blochet, Pa­ ris, 1928 ), III, 23 ; M akrizi, a l-S u lû k ( nşr. M. M ustafâ Ziyada ), K ahire, 19 3 6 , 1, 3. kısım, s. 902 — 903; R. Jerom e Dandini, Voyage da M ont Liban ( tre. R. S. P., Paris, 1675 ) ; F ınd ıklık Mehmed A ğ a , Tarih ( İstanbul, 1928), I, 215 v .d ; E vliyâ Ç elebi, Seyûhatnâm e (İstan bu l, 1935 ), IX, 405 v .d .; Said Efendi, V asf-ı Cezz&r Paşa ( Ü niversite ku­ tup., nr. T Y . 6206 ) ; de la Roque, Voyage de Syrie et du Mont-Liban ( A m sterdam , 1723, I, 3 16 ; H enry L ig b l, Travels in Egypt, Nubia, H oly Land, M ound Libanon and C yp rus in the Year 1814 (L ondon , 1818 ), s. 225 ; d’A rvieu x, Mémoires ( P aris, 1835 )> II, 405— 430; A lb e r t V andal, Les voyages du M arquis de N ointel ( Paris, 1901 ) ; Niebuhr, Reisebeschreibung nach A rabien und än­ dern umliegenden Ländern ( Kopenhagen, 1774 »*778“ ), II) 450; Baron de T o tt, Mémoi­ res (Am stèrdam , 1784), IV , 126 ; V olney, Vo­ yage en Egypte et en S y rie pendant les an­ nées 1783,1784 et 1785 ( Paris, 1822 ), I, 464 ; Mi chaut* Pou joulat, Correspondance d'O rient ( P aris, 1835 ), VIS, 329 v. dd, ; G . Robinson, Voyage en Palestin e et en Syrie ( Paris, 1838), II, 25 v.d .; R. P. Laorty-H adji, La Syrie, L a P alestine et la Judée ( Paris, 1854 ), s. 40 v. d., 52 v. dd. ; A . de Lam artine, Voyage en O rient ( Paris, 1854 ), I, 183 v. dd.; C . H. Churchill, Mount Lebanon ( London, 1853, 3 e ild ) ; J. Lew is F arley, Two years in Syria ( London, 1859 ), s. 203 v. dd. ; Richard Edw ards, L a Syrie 1840-1862 (P a r is , 1862), s. 5!, 72 v. d d .; C evd et Paşa, Tarih (Istan bul, 1288), I, II, III, V , V II; A hm et L u tfi, Tarih ( İstanbul, 130& ), VII, 34, VIII, 102 v .d .; H. Lammens, L es Nosairis dans le Liban ( R O C , 1902); J, T. Par­ fit, A m ong the D ru zes o f Lebanon and Bashan (L ondon, 19 17 ), s. 33 v . d .; R. de G ontaut-Biron, Comment la France s'est installée en Syrie ( P aris, 1923 ) ; Q . W right, Mandates under the League o f Nations (C h ic a g o , 19 3 0 ); Charles-Roux, L es É chel­ les de Syrie et de Palestine au X V IIIe siècle ( P aris 1928 ), s. 29, 67 ; H. N. Howard, T he partition of. T urkey (N orm an, 1 9 3 1 );



LÜDD.



107



H. W . V . Tem perley, H istory o f the Peace Conferance ( London, 1924), V I ; S. B. H im adeh, Econom ie organisation o f Syria ( Beirut, I9 3 6 ); M inistère des A ffa ire s E t­ rangères ! Rapport à la Société des Nations sur la situation de la Syrie et du Liban, 1936 (P a r is , 1937), s. 201 v . d . ; A . H. Hourani, Syria and Lebanon ( London, 1946 ), s. 85 v .d . (M . C . Ş e h â b e d d în T e k în d a ğ .) L Ü D D . LU D D , F ilis tin ’de, Y a fa ’m a cenub i şarkîsinde bulunan ve A h d -i A tik ’te ismi Lod olarak ve yunan devrinde L ydd a olarak geçen b i r ş e h i r d i r . Roma çağında buraya verilm iş olan Diospolis yunan ismi tutunamamış, kadîm adı A cta , IX, 32 ’de bâkî kalm ıştır. Mi­ lâdın birinci asrında burası bir idâri böüim ( toparehia ) m erkezi idi ve b ir piskoposluk m erkezi hâlini alm akta gecikm edi. Bu mevkiin şöhreti, üzerinde bir kilise inşâ edilmiş olan Saint- G eor­ g e s ’ un mezarının burada bulunmasından ileri gelm iş olm alıdır. Bu şehir de, diğer bir çok Fi­ listin şehirleri g ib i,‘A m r b. a l- Â ş i tarafından fethedildi ve eski m erkez olmak doîayısı ile daha sonra halife V a lid ( 705 — 715 ) ’ın Filistin 'e vâli olarak gönderdiği kardeşi Sulayman ’ a Ramla şehri inşâ edilinceye kadar, m erkez hiz­ metini gördü ve bu şehrin inşâsından sonra inbitâta uğradı. X. asırda M ukaddesi muhteşem Saint-G eorges kilisesini ve ejderi öldürenin menkıbesine bağlanan müslüman efsânesini zikr­ eder ki, bu m enkıbeye göre, ‘İsa bir gün bu k i­ lisenin karşısında D accâl ’1 Öldürecektir. K ilise fâtım î halifesi Hâkim (996 — 1020) tarafından tahrip edildikten sonra, tekrar inşâ edildi iso de, 1099’ da haçlıların yaklaşm ası üzerine, müstumanlar tarafından yeniden yıkıldı. Bunlar da burada yalnız muhteşem mezarı buldular, H ı­ ristiyan devrinde Lydda yeniden bir piskopos­ luk merkezi oldu ve eski kilisenin enkazı y a ­ nında bir yenisi hemen yükseldi ise de, bu da Salâhaddin E yyûbî tarafından tahrip edildi. M oğullar zamanında 1271 ’de tam âm ıyla tahrip edilen şehir asırlar boyunca kalkınamadı. Eski kilise yerinde bir câmi yapıldı. ( H açlılar tara­ fından Lydda ismi verilen kasaba, Y a fa — Kudüs demir-yoiu üzerinde ve Ramla 'ye 3 km. kadar m esafede olup, 1950’de iki komşu kasabadan her birinin 12.000 nüfusu var idi ve L y d d a ’nın nüfusu içinde araplarm sayısı 1.200 'ü bulmu­ yordu]. B i b l i y o g r a f y a : P. Thomsen, Loca sa n d a , s. 56 ; Balâzuri ( nşr. do G oeje ), s. 138, 143; T abari, T ârih, 1, 2406 v.d.; İbn a l-A şır, K â m il (nşr. Tornberg), II, 388, 390 ; XII, 47, 587; B G A (n ş r. de G oeje), IH, 159, 176; V I, 795 VII, 328; Y â k ü t, Mu’ cam (n şr.



LÜDD , \ | . i



LÜ’LÜ’.



W ü sten feld ),'Il, 818; IV , 354; Robinson, PaN ür al-D in [ b. bk.] 'in kudret ve mahareti lastina, II, 263 v. dd. 5 Palestin e Exploration sayesinde nihayete ermiş olan karışıklık dev­ F and ( Mem oirs, II, 252, 267); Guêrin, Judée, resinde yaşam ış dikk ate değer bir şahsiyettir. I, 322 v,d. ; C . M aass, R év u e archéologique, B i b l i y o g r a f y a t Mad. ^H ALEB; K a ­ 3. seri, XIX, 233 v. dd. ( F . BüHL. ) m il al-Din, H istoire d ’A le p ( trc, Silv. de Sacy, Röhricht, B eiträge z u r G esch ich te L Ü K S O R . [ Bk. a l -u ç ş u r .] L Ü ’ L Ü ’ . L U ’L IF , 1. H alep hükümdarı Ş a y i der Kreuzzuge, Berlin, 18 7 4 , I, 243, 2 4 5 — al-D avla 'nin k ö l e s i ( m am lak ), oğlu Sa‘ d 2 5 1). (M L SOBERN HEIM .) a!-D avla v e torunu Sa:id al-D avla ’tıin m ü ş a ­ L Ü ’L Ü *. L U 'L U ’, B a d r a l - D I n A b u ' l - F a v i r i . S a 'id al-D avla ’nin katlinden sonra, ¿Ä ’l L a l - M a l I k a l - R a h î m , M u s u I a t a b e y i . L u’lu’, bunun oğullarının vasisi ve 394— 400 Zangilerden Nur al-D in A rslan Şah I .’in kö ­ (1003 — 1009 ) ’e kadar, Fâtım îlerin tâbiiyetin­ lesi olan Lu’lu’, bu hukümdarin yanında, büyük de, H aleb ’in m üstakil valisi oldu ( bk. mad. b ir nufûz sâhibi idi ve Nur al-D in ölüm dö­ HAMDÂNÎLER, bibliyografya ). şeğinde (607 = 12 10 /12 11), oğlu al-M alik al2. H alep Selçuklu sultam R izvân ’m badım Ç â h ir ‘İzz al-D in Mas'üd *u kendisine halef m û t e m e d i . Rizvân 'ın 507 ( 1123 ) ’de ölümün­ gösterdiği zaman, Lu’lu’ 'ü d evlet işlerini ted ­ de oğlu A lp A rslan a l-A b ra ş ( aslı »dilsiz“ vire me’mûr e t t i ; bu sırada N ür al-D in 'in demek olup, güç konuştuğu için, böyle adlan­ küçük oğlu ’ İmâd al-D in Zan gi Musul civarın­ dırılm ıştır ) 'in atabeyi oldu, İdâreyı Lu’lu’ ’e daki a l-'A k r ve Şüş kalelerini elinde tutuyor­ bırakan A lp A rslan , zulüm ve huşûneti ile, du. 6 15 rebiülevveli sonunda ( 1228 temmuz etrafı için teh lik eli bir hâl alınca, sûikaste n ih â y e ti) al-M alik al-Kahir, henüz sabî bulu­ kurban gitti. L u’lu’ bu sû ikastte m edhaldar nan oğlu N ür al-D in A rslan Şah ’1 kendine gibi görünür. Lu’Iu’ idareyi elinde sağlam ca halef v e Lu’lu’ ’ü nâıp tâyin e ttik te n sonra, tutabilm ek için, A lp A rsla n 'a halef olarak, öldü. ’ İmâd al-D in, bu yılın ramazan ayında onun kardeşi Sultân Ş â h ’ı tâyin e ttird i ki, ( 1 21 8 kânûn I.), al-‘ İm id iya kalesini e le g e ­ bu da ismen, 517 ( 1 1 2 3 ) ’ye kadar hüküm çirince, Lu’lu’ ona karşı bir ordu gönderdi, sürmüş idi. O devirde Suriye hemen-hemen a l-'îm â d iy a 'y i kuşatan Ltı’lu’ kuvvetlerinin ne­ tam bir karışıklık içinde idi [ bk, mad. HA­ tice alamadan dönmek zorunda kalm aları üze­ LEB ]. Lu'lu’, hükümranlığını korumak için, rine, al-H akkâriya 'nin ve al-Zavazân 'm diğer haçlılar, Suriye atabeyleri ve Selçuklu sulta­ kaleleri 'İmâd al-D in 'in hükmüne girdi. L u ’lu’, nı Mulmmmed arasında, kâh birine, kâh diğe­ ’ İmâd a l-D in 'in E rbii hükümdarı M uşaffar alrine yaklaşır gibi davranmak zorunda kaldı. D in ile ittifa k akdetm esi üzerine, E lcezîre 'nin Sultan Muhammed 'e kendiliğinden H aleb ’i büyük b ir kısm ına hâkim bulunan E yyûbîlerverm eği vaad ediyor, fak at aynı zamanda ona den Malik a l-A şraf ’e müracaat ile, yardım karşı, gizlice, D im eşk atabeyi T u gtigin [ b. bk.] istedi ve onun hâkim iyetini tanıdı. al-M alik ile Mardin sahibi İl-G âzî ’nin yardım larını ricâ a l-A şraf de icâbında Lu’lu’ ’e yardım a koşm ak ed iyo r; a yrıca bu sonuncuların fazla ku vvet­ için, N a sib in 'e bir ordu şev k e tti. 616 muhar­ lenm elerine meydan verm em ek ve onları za­ reminde ( 1219 n isan ), al- Afcr yakınında, Lu’lu' yıf düşürmek için, bunların hareketlerinden 'ün ku vvetleri tarafından m ağlûp edilen :îm âd haçlıları haberdar ediyordu. T ugtigin 'in süvâ- al-D in E rbil 'e kaçm ağa m ecbûr oldu. al-A şraf rilerinin yardım ı ile H a le b 'i m uhafaza etm e­ 'in ve halife al-N âşir ‘ın ga y re tle ri sâyesinde, ğe m uvaffak oldu. Bu süvarilerin ve kendi az sonra sulh tekarrür e tti ise de, esasen has­ kuvvetlerinin ücretlerini ödem ek için, istisnâ- talık lı bir bünyeye sâhip olan N ur al-D in o stz bütün vezirlerini ve H aleb zenginlerini sırada öldü ve yerine üç yaşlarında kadar bu­ tam mânası ile soydu. H ayatına kasdedilece- lunan kardeşi N âşir al-Din Muhmüd geçti. O ğinden çok. korktuğu için, kaleden hiç ayrıl­ zaman 'İm âd al-D in ve M uzaffar al-D in Musul mıyordu. Bununla berâber, 510 ( 1 1 1 7 ) yılın­ topraklarına akınlar yaptılar.. K endi büyük da, hazînelerini bir dostuna götürm ek ve ya­ oğlunu bir ordu ile, fran klara karşı yar­ hut ona emânet b ıraktığı parayı almak üzere, dım olmak üzere, a l-A ş r a f'e gönderm iş bu­ çıkm ak m eebûriyetinde olduğu bir yolculuk lunan Ln’lu’ de, a l-A ş ra f 'in N asibin 'deki esnasında, ansızın bastırıld ı ve refakatindeki kumandam A y b e g ’e m üracaat etti. A y b e g türk m üfrezesi tarafından katledildi. H azîne­ derhâl yola çıkarak, LuTuc * ile birleşti. sine el koyan bu m üfreze, H a le b ’i b ir baskın Lu’lu’ 20 receb 616 ( 1 teşrin I. 12 19 ) 'da ile zaptetm eği denedi ise de, m uhafızlar ta ­ Musul civarında m ağlûp edildi is e de, tarafrafından püskürtüldü ve aldığı ganîm eti iâde darlarını tek ra r toplam ağa m uvaffak olduğu etm eğe mecbur oldu. Lu’ lu’ S u r iy e 'd e haçlı­ için, M uşaffar al-Din çekildi. Sulh akdinden ların ilk



zam anlarında



hüküm



sürüp, ancak



sonra .’İmâd al-D in



K a v â ş I kalesini zap tetti.



L Ö ’L Ü ’ — L Ö 'L Ü Ö . Lu’ lu’ yeniden al-A şraf 'ten yardım istem ek zo­ ’dır ve LuTu’a bu kelim eden iştik ak etm ekte­ runda kaldı. F ak at M u jaffar al-D in, aralarında dir. K a le, V a siS iev’e göre, Roma im paratorla­ İbn al-M aştûb ‘un da bulunduğu b ir çok em ir­ rından M a rç-A u re le ’in ölen zevcesi nâmına leri a l-A şraf 'ten ayrılarak, a l-A şraf ’in yolunu inşâ ettird iği Faustinopolı's şehrinin yerinde kesm ek için, D unaysir civarında toplanm ağa bulunuyordu [ bk, mad. KÜLEK ]. K adı A hm ed N ekîdî ’nin rivâyetinde ( bk. teşv ik ve iknâ e tti. Mamafih İbn al-Maştûb müstesna, bu em irler kısa zamanda fik ir de­ aUValad a l-şa fik, F âtih kütüp., nr. 1519, s. ğiştirdiler. Y aln ız İbn al-M aştûb, E r b il’e g it­ 128 v. d.), M a’den— L ü’lü ’ yolu üzerindeki K e r­ mek üzere yola çık tı ise de, evvelâ N asibin vansaray dağında olduğu zikrolunan Dakya'deki ku vvetler ve sonra da Sincâr hâkimi n o s ’ un mezarı bu eski şehir ile alâkadar mı­ Farruh Şah tarafından ik i kere m ağlûbiyete dır, bilmiyoruz. K ilik y a ’da, T arsus ’tan başlayıp, Pyîeae C iliuğratıldı v e Farruh Şah tarafın dan yakalana­ ra k , hapse atıld ı. S erb est bırakılır-bırakılm az, cieae ( K ü lek b o ğ a z ı) ’den geçerek, T yan e ( => etrafın a topladığı çapulcular ile, memleketin Tavana, şim diki Bor civarı ) ’y e varan yolun gen iş bir sahası üzerinde tahribâta k o y u ld u ; üzerinde, K ü lek boğazına hâkim bir yaylada bu­ Lu’lu’ 'ün ordusu tarafından mağlûp edilince, lunduğu için, Podandon ( bugünkü P o za n tı) T eli A 'f a r kalesine kaçtı. K ale kuşatıldığı 'dan b ir kaç mil ötede, eskiden beri bîr hu­ zaman Lu’ lu’ de M usul’dan gelm iş idi. 17 rebi- dut kalesi ve tarassut m evkii hizm etini gö r­ ülâhır 617 (2 1 temmûz 1220 ) ’ de kale teslim müştür. E ski Caena yakınında, K ülek boğazın­ oldu ve İbn al-M aştûb e sir edilerek, Musul ’a dan çıkan bu yol, iki kısma ayrılıyodu ; bir kol, gönderildi, a l-A şraf, M uşaffar al-D in ile sulh Lu’lu’a ’den geçerek, T yan e *ye gidiyordu, İkin­ yaptıktan sonra, Cudayda kalesini, N a s ib in ’i ci bir kol da, H erakle ( E r e ğ li) istikam etinde ve E lcezfre ’nin idâresin i Lu’ lu’ ’e v e r d i; mü­ olarak, garba uzanıyordu. T a r s u s ’ tan Lu’lu’a teakiben bunlara başka kaleler de ilâv e edildi. ’ye giden yolu ta s v ir eden İbn H urdâzbeh N aşir a l-D in ’in ölümünden ( 619 = 1222/1223, 'in ifâdesinden güzergâha gö re ( bk. aUM asâlik yahut başkalarına göre, ancak 631 = 1233/ va'U m am âlik, nşr, de G oeje, s. 100, 110 ), bir 1234 ) sonra L u’lu’, Musul atabeyi olarak, tanın­ çok m üellifler tarafından Hişn al-Şakâliba ile mış ve al-M alik a!-Rahim adını alm ıştır. Lu’­ birlikte zikredilen LuTu’a ’nin Podandon vâsı­ lu’ &3s( 1237/1238 ) ’te, E yyûbîlerden al-Şâlih tası ile, yekdiğerinden ayrılan birer m evki ol­ Nacm a f-D in ’e karşı b ir harbe sürüklendi. duğu anlaşılıyor. Nitekim, Y a'kubi (n şr. HouNacm al-D in ’in kendilerine H arran ve U r- tsm a, II, 573 ), LuTu’a ile T arsus arasında alf a ’y ı vererek, m aiyetine ald ığı H vârizm liler, Badandün ( = Podandon, Pozantı ) ’u gösterir. N asibin şehrini işgal ettiler. F ak at Lu’lu’ , LuTu’a ’nin m evkii ile meşgûl olan Ram say bir kaç sene sonra, burayı geri aldı. Lu’lu’, ( G eograpkical Journal, 1903, s, 401, 404) ilo Eyyûbîlerden, H alep hâkimi ai-Nâşir Y u su f ile G . le Stran ge ( The Landa o f tke Eastern de harp etm eğe mecbûr oldu ve 648 ( 1250/ Caliphate, s. 134, 135, 139, 15 0 ) bu mevkii 1 2 5 1 ) ’deki m ağlûbiyeti üzerine, N asibin , D ara şim diki Pozantı civarında aram ışlardır. Konstantinos Porphyrogenetos, m erkezi T y ­ y e Ç a rk i siy â’ haleblilerin eline g eçti. L u’lu’ 657 ( 1259 ) ‘de H ulagu [ b. bk.] ’nun hâkimiye­ ane olan küçük K apadokya ’nin hudutları tin i tanıdıktan sonra, 80 yaşın ı geçm iş olduğu içinde, d iğerleri ile birlikte, ffQOÛQiov kovkoü ’i kaydetm esine mukabil ( b k . d e Tkem atibus hâlde, öldü. B i b l i y o g r a f y a : İbn a l-A ş ir (n şr. e t . . . , nşr. Bonn, III, 19, 20— 22 ), bizanslt mü­ T orn berg ), XII, 193 v.d., 218— 227, 247,-268, e llifle r umumiyetle kaleyi T arsus yakınında 275, 289— 2 9 1; İbn Haldun, a l-îb a r , V , 268— gösterirler. A ra p m üverrihlerinde L ü ’lü’e adı 276; W eil, G esch. d, C halifen , III, 443,449, daha IX. asırdan itibaren geçm ektedir. Mas'ü469, 480; IV , 18; R ecu eil des histor. des di, LuTu’a ’nin N a k id a ( N iğde ) ’ye olan me­ croisades, H istor, Orient., I, 86, 90— 93, 98, sâfesin i 20 mil olarak kayded er (b k . al-T an115, 120, 12 8 ,13 8 ; II/ı, 127— 143, 15 3 ; !I/n, b lh va ’l-işrâ f, Kahire, 1357, s. 151 ), G ây e tle müstahkem olan kalenin, VIII. as­ 362, 373 v .d .; van Berchem ( Orient. Stadien, rın sonunda, Hişn al-Şakâliba gibi, b ir kısım Th. N ö ld ek e gew idm et, s. 197 v.dd.). islavlar ile iskân edildiği anlaşılıyor. H ârün al( k . V . Z e t t e r s H e n .) . L Ü ’L Ü E . LU LU ’A , evvelce B izaas ’in en R aşid zamanında, bu k a le için, m ücâdele edil­ ehem m iyetli k a l e l e r i n d e n b i r i iken, bu­ diği gibi, 217 (8 3 2 ) ’de Ma’mün, 100 gün müd­ gün U lu k ış la ’nın şarkında bulunan İhsan G azili detle, LuTu’a ’yi muhasara etmiş, zaptı gecikin­ ( Haşan G âzî ) isminde ehem m iyetsiz bir k ö y ­ ce, kalenin etrafın a ik i istihkâm inşa ettirm işd ü r . Rumca XoiAou, Lulum ve arapça Lu’lu a | tir. LuTu’a 'y i muhasara eden ordunun kuman­ (.»iiîcİ“ ) denilen bu kalenin hakikî adı H alala ; dam 'U cayf b. 'A n b asa ’nin rum lara esir dü;.-



' ilô



. ..-fît?.



LÜ’LÜÊ.



tüğünden bahseden bir çok bizans ve arap ka y­ naklarında, k aleye yardım a gelen Theophiios'un, istihkâm lardaki İslâm askerine mağlûp olduğu anlatılm akta ve mİİdâfîlerin, kaleyi ‘U c a y f’in delâlet ve tasavvutu ile, Ma’ mün ’a teslim e ttik ­ leri kaydolunm aktadır. Y a 'k ü b ı ile müellifi mechûl tarihin ( nşr. de G oeje ) bildirdiklerine göre, bu sırada kaleye müsiüman ahâli y er­ leştirilm iştir. Bununla berâber, islavlar ile bir kısım m aniheistlerin yerlerinde bırakıldıkları, arapça kaynaklardaki kayıtlard an anlaşılıyor. Kale, rum lar ile araplar arasında el d e ğ iştir­ miş ve bu yüzden de p ek çok tahribata uğra­ m ıştır. ÎX . asrın ikinci yan sın d a, Mihail III. zama­ nında, yeniden inşâ edilerek, isiâm larm geld i­ ğini ateş yakılarak m erkeze bildirm eğe me’mûr muhafızların ikam etine mahsus b ir tarassut kale­ si olarak kullanıldığı gibi, araplara da, yapacak­ ları taarruzlarda bir istin at noktası teşkil etm iş­ tir. T a b a ri, 245 ( 859 ) 'te , Sum aysat 'a taarruz eden rum lara mâni olan LuTu’alilerin Mihail 0 . 'i n kendilerini iknâ için gönderdiği patriki B alkâcur>& teslim ettiklerin i bildirir. D iğer taraftan, Konstantinos Porphyrogenetos, Basil 1. 'in 875— 878 seneleri arasında cereyan eden savaşlardan sonra, bir m aniheist kalesi olan Kc«apc«otA.a ile daim î tem âsta bulunan L ü ’lü’e 'yi istilâsını kaydeder. ibn a l-A g ir, islâm lardan yardım görm eyen Ş a k â lib a ’ nin, kaleyi rumlara teslim etm ek zorunda kaldıklarım anlatarak, bu sûretle, T arsus 'ta hosöle gelen heyecanı ta s v ir etm ektedir ( bk. al-Kâm il, nşr. T orn berg, VII, 2 14 ). İslâm kaynakları, Mağâriba askerinin 363 ( 973 ) 'te L a ’lu’a ’ye karşı g iriştiğ i bir taarruzdan ve bunun neticesinde kalenin Bâb a l-farâd is nahiyesinin yakılm asın­ dan bahsederler ( bk. İbn a l-A sir, ayn. esr., VIII, 471 )• ~ LuTu’a, A nn a Komnena 'mn bildirdiğine göre, K ilikya ‘ntn d iğe r kısım ları gibi, 110 8 'de im­ parator A lesio s Komnenos ile yapılan muahede gereğin ce, A n ta ly a prensliğine tâbî olmuştur ( bk. Alexiade, Paris, 194S1III, 133,22). Bu tarih­ ten itibaren, a rtık bizans tarihlerinde zikri geçmiyen kalenin ismine ermeni tarihlerinde, ezcüm le 1 1 9 5 'te N erses ’in eserinde tesâdüf ediyoruz ( bk. Rec. des Hist . des Crois., Doc. arm,, I, 558 ). Lu’lu'a için „harâbiyete yüz tntmuştur, kardeşlerim den Şâhinşâh onu yeniden iskân ile müstahkem hâle koydu“ diyen mü­ e llif gibi, diğer ermeni m üelliflerinin eserle­ rinde, dâim â „L u ’lu’a kontu“ olarak gösterilen Ş âhin şâh'ın, 1199 'da ktralhğını resmen ilân eden Levon I, 'un hâkim iyetini kabul etm iş olduğtf anlaşılıyor. 20 sene sonra, Levon 'un h astalığı esnasında, Gaban ( şim diki G eben ) 'ı



muhasara eden Konya Selçuklu "sultanı !îzz al-D in K a ykâ ’us I., m üellif N ersès 'in yeğeni K ostantin ile, yine aynı isim deki k ırâ liy e t na­ ibini esir alm ağa m uvaffak olarak, Héihoum ( bk. Table chronologique, y ıl 1218— 1219, D oc. arm., I, 484 ) ile Sëm pad ( Chronique, Doc, arm,, 1, 643 ) ’m bildirdiklerine göre, fidye m ukabilinde, kendisine terkedilen bir kısım kaleler gibi, Lu’lu’a 'y i de e le geçirm iştir. İbn V â şil 'in kaydı, ismi geçen m üelliflerin bildir­ diklerinden farklı olup, kalenin daha evvel zaptedüdiğini imâ etm ektedir ( bk. M ufarric al-kurüb, Molla Ç e leb i kütüp., nr. 119, 59* v.d.) Ermeni kaynaklarındaki bu haber ka­ leye â it so s kayıttır. A lish an , m oğulların A n a d o lu ’ya taarruzları esnasında, kalenin tekrar erm enilere ge çtiğ in i tahm in eder ise de, Şihâb al-D in al- O m ari ’deki kayıttan , moğul nâiblerinin em rindeki üç A nadolu gümüş mâdeninden biri olduğu anlaşılan LuTu’a mıntakasm ın ( bk. M asalık al-abşar, A yaso fya kütüp., nr. 3416, 98»), ne ermeni ve ne de Selçuklulara değil, doğrudan-doğruya moğutların idaresine gird iği tahmin olunabilir. M oğullarm kendi inhisarlarında tu ttu kları şâ­ ir mâden ocakları gibi, bir a sk eri ku vvet ile de takviye ettik leri Lu’lu’a kalesinin muhafızı Sâbik al-D in kendi adam ları idi (b k . İbn B ib i, nşr. H outsm a, IV , 3 14 ; A k s a râ y î, nşr. Osm an Turan, s. 107— 10 8). Bunun gibi X IV . asrın ilk yarısında, L u’iu’a ile C üm üşsâr ’a sâhip bulunduğunu, Şihâb at-Din a l-O m a ri ’den Öğ­ rendiğim iz Şucâ! al-D in U ğurlu da ya moğul idi veya onlara tarafd a rlık ediyordu. MoğuiIarm Lu’lu’a ’yi ikam etgâh olarak tercih et­ melerinde, Hamd A liâh K a zv in i ( bk. N uzhat al-fculüb, Fâtih kütüp., nr. 4518, 2 58 6 )'den anladığım ıza göre, otlakları ve a v ı bol olma­ sının da rolü olabilir. Lu’iu’a X V . asrın ilk yan sın d a henüz ehem­ m iyetini m uhâfaza ediyordu. E ğer fransız sey­ yahı Bertrandon de la Broquière 'in Gaban ’dan sonra, garp dağlarından geçerken, bir tep e üzerinde gördüğü kaleyi, Ch, S c h e fe r’in ikazına rağm en, L e v e olarak okum akta devam edersek, LuTu’a bu fransızm seyya h at tarihi olan 14 32'd e , Karam an-oğlu İbrahim B e y 'in hâkim iyetinde idi ; b ir rumun nezâretine tevdi edilmiş olan güm rüğünde seyyahtan iki duka talep olunmuş idi ( bk. Voyage d’ Outremer, nşr. Schefer, s. 104 ). 40 sene sonra ( 1472 ), O sm anlılar, F âtih Sultan Mehmed zam anında, Karam anlılar ile savaşa g iriştik leri esnada, şehzâde M ustafa ite G edik Ahm ed P aşa, LuTu’a 'y i m ubâsara etm işler ve top ateşine alışkın olmayan muhâfızlann teslim olmaları üzerine, k a leye os-



L O ’L Ô É . manii askeri yerleştirm işlerdir. Dursun Eey 'de, kalenin ism i, M emlâklii müellifi ‘A y n i'd e olduğu gibi, «jö şeklini alm ıştır ki, ’ A şik i, bu­ nun okunuşunu izah etm ek zorunda kalm ıştır. A yn ı senelerde bir V en edik seyyahının »una citâ fortissim a nominata L ula“ ifâdesi ile k a y d ettiğ i kalenin ( bk. A lish an , Sissouan, 1 1 8} g ittik çe m etruk kaldığı hakkında hiç izahat verm eyerek, N iğde 'nin kazalarından biri olduğunu söylem ekle iktifa eden K âtib Ç e le b i ’ nin ifâdesinden anlaşılıyor ( bk. Cihannümâ, s. 615 ). O sm anlı kaynaklarında yanlış bir im lâ ile geçen bu isim, Hammer ’e Loulghe



çeklinde intikal eim îçtir ( bk. H ist, de l ’Em ­ p ire Ottom an, Paris, 1836, H!, 14 2 — 143). B i b l i y o g r a f g a : L. Alishan, Sisscaan (frn s . trc.), Venise, 1899, s. 117 — 118; E. Honigmann, D ie O stgrenze des byzanti­ nischen Reiches ( Brüssel, 1935 ), s- 42, 44, 45) 47» bo, 68; A . A . V asiliev, B yzance ct les A rabes (B ru x elles, 1935), s. 117 v .d .; W. Brooks, T he Campaigne o f 716—718 from A rabic sources ( T h e Journal o f H e l­ lenic Studies, 1889, X IX , 32 ). (M . C . ÇEHÂBEDD 1N TEXlMCAÖ.)



M A ’ a i v A Y N A Y N . [ Bk, mA-ü L-A y k e y n .] M A 'A D . [ Bk. ROCÛ.] M A 'A D D . [ Bk. m a a d d .] M Â A D D . M A 'A D D , bâzı a r a p k a b i l e l e ­ r i n e ve umumiyetle kabul edilen bir an’aneye göre, Yem en kabilelerinin zıddına olarak, ş im â l î A r a b i s t a n menşe’li (Muzar ve R abı'a) kabilelere verilen m ü ş t e r e k b î r i s i m d i r . Ma'add adının kendisinde m evcut bulunan bu sözde-zıdlık fikrine eski şâirlerde sık-sık rastlan m aktad ır; şu kadar var ki, bundan bahseden şiirlerin m evsûkiyeti k a t’î değildir. Msl. İmru’ ’ 1-lÇays ( A hlıvardt, nr. 41, I, beyit 5 ) ’ın bir beyitinde M a'add tâbiri Tbâd, T a y y ve K inda 'yi, Nâbiğa ( A hlıvardt, nr. 18, beyit 1, 2 ) ’da da G a s s â n ’ı içine alıyor, fak at diğerlerini hâriç bırakıyor gibi görünüyor. A y n ı zaman­ d a an'anede, islâm dan önceki devirde, Ma'add ile Yem en arasındaki m uharebelere dâir ka­ y ıtla r vardır ( bk. Y âljüt, 11, 434; İbn Badrün, s. 104). Daha sonraki zamanlarda, Em evîler ile A b b â sîier devrindeki mücâde­ lele r sırasında, Ma'add ile şimalli araplar arasındaki m uhalefet kendini daha da bâriz bir şek ild e gö sterm iştir ( bk. G oldziher ’de zikredilen y e r le r ; bir de aş. bibliyo g ra fya ). H iç bir zaman Banı ile birlikte kullanılm a­ mış olmasına ve bizzat kelim enin şekline bakılırsa, M a'a d d ’ m m en şe’ de, umumiyetle »halk, halk güruhu“ için kullanılan ma’ şar gibi, m üşterek bir isim olduğu ve aynı mâna­ ya ge ld iğ i düşünülebilir. İbn D urayd, iştik a k ( s . 20 ) 'ta y ‘ d d »saym ak“ sözünden gel­ diğini ileri sürmüş ve daha başka izah şek il­ leri de bulm ağa çalışm ıştır. A rapların mûtad ensâp an ’anesi Ma'add kelim esini, muhtelif kabilelere adlarını veren bir ecdâd sülâlesine bir cedd ism i, daha doğrusu ilk arap ceddi 'A d n a n ’ ın oğtu olarak, idhâl etm iştir. Efsâne M a 'a d d ’ı, C urhum ilere mensup Mu'âna ile evli göstererek, M ekke tarihine bağlam aktadır. Bu evlenmeden Nizür da dünyaya gelm iştir. Bu



da m uhtelif kabilelere adlarını veren, Muzar, R abi'a ve ‘Îy â d ’ın babasıdır. Hist. anteisiamica (n ş r, Fleischer, s. 7 2 ) ’ya göre, Ma'add Nabukadonosor ile çağdaştır. B i b l i y o g r a f y a: T ab ari, 1, 671 v .d d .; M akdisi ( go zde-B alh i), nşr. H uart, IV, 101 v.d, Şim âlî ve cenûbf A ra b ista n arasında­ ki düşm anlığın menşe’ ve tarihi için bk. G oldziher, M uham medanische Siadien, I, 78 v.dd. j nesep şeceresi için bk. ayn. esr., s. 179. _ ( H. H. BRÂU.) M A 'A F İ R . [ B L MAÂFİR.] M A Â F İ R . M A 'A F İR , nesep âlim lerinin Y a 'fur b. M âlik b. al-H âriş b. Murra b. Udad b. Hum aysa' b. ‘A m r b. Y aşcib b. 'A r ib b. Zayd b. Kahlân b. Saba' 'y e bağlad ıkları ve Himyerîle r arasında say d ık ları b ir c e n û b î A r a ­ b i s t a n k a b i l e s i . T oprakları O sm anlı devle­ tinin Yem en v ilâ yeti arâzisi içinde T a 'iz z iy a 'y e tekabül etm ekte ve yukart-M a'âfir, aşağı Ma'â fir olm ak üzere, iki kısm a ayrılm akta idi. M a'âfirleri en iyi bilen H am dâni kabilelerin yaşadığı yerleri şöyle gösteriyor t 1. H am dâni kabilesinden a!-Zu 'l-Mugallis ailesinin idâresinde olan al-C uvva (bugün Cabat Şalv ile Caba! Badr arasındaki Sülj aiC u ’a ). A n cak bir m erdiven ile çıkılabilen ka­ le bunlara âit idi. D aha sonraları bu kale M a rrln ilere geçti. Bunlar Peygam berin mek­ tup gönderdiği Ham dSnilerin bir ¡şa yi’i olan ‘ U m ayr Z S M arrân ’ın ahfadıdır. 2. C abal Şab ir ile C a b a l Zahir ( bugün Cabal H a b a ş ) arasındaki boğazda ve C a b a ism indeki Kâ' ’da kâin C a b a ( bugün Sük Cabâ )} E, G lase r ( Tageback, H, I 5 b ) ’ e göre, Cabal Şabir 'in cenubundaki B ilâd A k riîz 'da, C a­ bal Ş a b r ile Cabal Sami' arasındadır. 1892 yılında G laser ’in gezd iği bu y er şimdi fakir bir koy halindedir. Burada, eski devrin deb­ debesini gösteren güzel d ö rt köşe mermer­ lerden yapılm ış büyük bir kuyu ( B ir S ahlüla ) bulunm aktadır; C abâ, eskiden iktidarda olan



M â f îr . al-Karandaların oturduğu M a'âfir bölgesinin c a Periplus maris ergthraei ( § 16, 22, 3 1 ) m erkezi id;. 3. Y ollu kum aştan elbiseler ya­ 'd e MaçgageTttç adı altında zikredilm iş bulupılan H a r a z a . 4. Ş u h a r a ( biıgun U/.zl» ■yiMu». marlcezi Moütia ( Muhâ ) ’dan, S a v v a ) , Maslama b. Y û su f al-H ayvâni ’y e gö­ yaya olarak, üç günlük m esafedeki ¿iaıin (S a v e ) re, Ma’âfirlerin sarayları burada i d i; al-Ham - şehri olan "CÛçavvoç XoJ.aıpoç ( Kulayb ) ’un hâki­ dâni de t k l î l ’in VIII. kitabında bunların ha­ m iyeti altında bulunmakta id i. F akat Batlam yus rabelerinden bahsetm ektedir. 5. ‘A z â z a ( bu­ V I, 7, 42 Zdtfg fSaöfteıov ’deki bu Save, C ­ gün " A z iz , C a b a l Şamadan 'ın şarkında ). 6. R itte r ( s . 7 7 i ) ’in ileri sürdüğü gibi, T a’İzz - a l - D u m a y r a . 7. B i r d â d ( İbn al-Mucâ- olmayıp, kitabedeki (Dip). S v m ’d ir ; burası vir, A . Sprenger, P o st- u. Reiserouten, s. 152 T a'izz ’in cenûb-i şarkîsinde olmalıdır. Svm 'de doğrusu b S y îed ir; yoksa, D. H. Müller "İn ad*, söphooİB, S a vv â Ma mnhâfaza edilm iştir ki, Hâmdâni ’nin Ş ifa tab ’ında s. 99, ıo *da gös­ K â’ C a b â ’nın şimâl-İ garbisindeki bir böl­ terd iği gibi, Yazdâd d e ğ ild ir ), E, G laser ge bu adı taşım aktadır v e m erkezi olan Y ef( Tagebuch, II, ı ş v ) 'e göre, B ird âd T a'izz ru s, T a ’izz ’den 7— 8 fersah uzaktadır. Ta'izis 'den üç fersah kadar bir m esafede C abziya ile Muhâ arası deve ile 3 günlük b ir mesafe 'nin şim alinde kâin olup, B ilâ d 'a bağlıdır ve olduğuna göre, bu, aynı zamanda, Periplus •Cabal Şabr ile C abal H abaş arasındadır. Fa­ maris ertjihraei ’de işâret edilen M uza ve Sa­ kat Birdâd bir m evkii değil, bir bö lgeyi ifâde ve arasındaki m esafeye tekabül etm ektedir. F akat m afrîtîierden Tyrannos yalnız, Ş â b i’i im­ etm ektedir. 8. a l - C i z l a . 9. a l - ’ A n s i y a y n ( al-’A şa ş d e ğ ii; bk. bir de al-'U şayş şek­ paratorluğunda b ir hükümdar sıfatı ile Ma cfir li, Ş ifa , II, 100 ). 10. C abal Şabir ( bugün Ş a b r ). ülkesini açıkça idâre etm iyor, aynı zamanda A fr ik a sahillerinde kâin olan ’AÇavftt ( aş.-yk. n . C a b a l Z a l ı i r ( bugün Cabal H a b a ş ). D em ek ki, M a'âfir 'in ülkeai V a d i H a rlz a S o m a li) ülkesine de hâkim bulunuyordu. Maile V a d i N ahla arasında id i ve H. v. M altzan ’ âfirler, daha önce A . v. K rem er ( Sage, s. X IV ) ’ m hudutlarını verdiği T a 'izziy s ’nin büyük bir 'in gö sterd iği gibi, Batlam yus ( V I, 7, 25 )’ ta kısm ını içine alm akta idi. F akat Ma’Sfirler ’ 0 |x-rçoîtaı ( H im yar ) ’m, kezâ 2 aiioaom .fi ve burada sıkışıp kalm ış değillerdir. Ç o k zaman, 'P aâ-îvaı ( Z a fâr ve Redâ’ ahâlisi ) 'nin komşusu bilhassa C abal Şabr İle Z a h ir ’de, başka ka- olarak zikredilen M a'D açitat ile bir olması bîlelere ( A z d , Saksak, al-Rakb, al-H avâşib, muhtemeldir. R. G laser ( S k iz ie , H, 28,141 v.d.) al-Karb, Bani M acid, V â k id ) mensup kim se­ sonradan Plinius ( Nat. Hist., V I, 158 ) ’tâki ler ile ih tİlzt hâlinde idiler. Cabal I^abaş’in A m phryleri ( P b r y a i) de Ma’ â firler ile aynı şarkında V a d i Zabâb ’daki al-M a'âfir kalesi saym ıştır ve netice olarak Strabö ( Geoğr., bugün hâlâ onların hâtırasını taşım aktadır. X V I, 77 6 } ’daki G arindae ve Larendanların Bu bölgenin b ir kısmının ( aşağı-M a’â fir ), si­ da al-K aranda hanedan ailesi olduğunu ite­ hirbazları ve büyücüleri dolayısı ile, adı fena­ ri sürmüştür. F akat bu iki tahmin de çok y a çıkm ış i d i; bura halkı a yrı bir lehçe konuş­ şüphelidir. Ma’â firlen n islâm iyetten sonraki m akta idi. M a'âfirler öteden beri dokumacı tarihi hakkında bir az daha bilgi sahibiyiz. olarak da şöhret kazanm ışlardır. E fsâneye G l. 424 kitabesinden öğrendiğim ize göre, göre, K a b e ’ye ilk olarak Tubba’ A s'a d Kâ- Savvâ şehrinden, Saba’ kıratları İlişarh, Yahmil’in örttüğü örtünün bir Ma’â fir kumaş! olma­ zib ve kardeşine bir elçi hey’eti giderek, sı icâp eder. Yin e efsâneye göre, Peygam berin Ma’âfirlerin onlara inkıyadını bildirm iş ve sulh cenazesi d e Ma’â fir kumaşına sarılm ıştır. Do­ istem işlerdir. O zamanlar, Savvâ, Ma’ â fir ve kum acılık yanında, Ma’â firler saraçlık da yap­ hükümdarı Şam ir Zü Raydan ile birlikte m akta id ile r; bunların yap tıkları e ğ e r ve se­ Saba’lılârın düşmanı olan H abaşâtların tarafı­ m erler A rabistan ’d a bu zanâatte en ileri ge­ nı tutm akta idi. H icretin 9. yılı ramazanında len kabilelerden biri olan hadram ûtlularınki ( m ilâdî 630 kânun I.) Ma’âfirler, Zü Ru’ ayuIer ve H am dânîler ile b irlik te islâm iyeti kakadar meşbûr idi. Ma’â fir kabilesinin taribî seyrini islâm iyet- bûl e ttiler ire Peygam berden, tâbi olacakları ten çok öncelere kadar çıkarm ak mümkündür. m ükellefiyetlere dâir, yazılı- bîr emir aldılar. Daha eski Ş â b i’-i kitabesi Gl; 1000 A , büyük Bu m ükellefiyetler içinde, Ma’â fir parası • i ’e Ş âbi imparatorluğunun kuruluşunu nakleden tam âyârli b îr 'dinar değerin de'olan baş-verŞ iiv a h ( m. ö. 500 'e doğru ) ’tak i muazzam gisinin, aynı zamanda, yukarıda bahsi geçen metin, üçüncü satırının başlarında, Ş â b i’i fati­ M a'âfir kumaşından yapılm ış giyecek eşyâ hi K ariba’il V a tâ r ’ın şehirlerini y a k t ığ ı. Ma- olarak da verilebileceği hususu kayda değer. ’âf.'r (VISPD) kabilesinden bahsetm ektedir. Daha sonraları Ma’â fir kabilesi M ıs ır ’a göç Dem ek, Ma’âfirlerin ülkesi bu im paratorluk e tm iş've orada, d iğer cenup arâpları ile birlik­ dâhilinde bulunm akta idi. Bupu milâdî I, acır­ te m em leket tarihinde mühim bir rol oyria!«Ua Aoatlclopedlıl



8



taA Â F İR -



M A A R R E T M A SR ÎN veya M IS R lR



m ıştır. Daha a!-Fus(ât ’m inşâsında, ‘ A t a r b. Mohammap2 (B e rlin , 1869), III, 440, not 1, 450 v .d .; ayn. mll., D ie alte Geographie a l - A ş 'tn yolların yapılmasını havale e ttiğ i r l . uJrens (B e rn , 1075 ), S. 75 v.d., 78, 183, mürâkîpter arasında bir Ma’nfiri d« u i ; *S,S> 3 10 v .d .; F. W üstenfeld, jDie Geogra­ l»U KuOUâ» aikiiate d e ğ e r; çünkü bu vazifeler, devam lı olarak, conûbî A rabistan kabilelerine phie u n d Verw altung von Ä gypten nach dem A rabischen des A b u 'l-Ä bbä s A hm ed mensup klanlara verilm ekte idi. Bütün d iğer ben ‘A li a l-C alcaschandi ( A bh. G es. d. Wiss. eenûbî A rabistan arapları ( Ş a d if, H avlan, M azbie, Ru'ayn, Saba’, V â ’iî, al-K ab ai, H adraG ott., 1879, X X V , 5 1 ) ; J. W ellhansen, mfit v.b.) gibi, M a'âfirlerin de kendi mahal­ S k izze n und Vorarbeiten ( Berlin, 1889), leri ( h ila f al-Ma' a fir ) var idi. 322 ( 934 ) ’de IV , 105, nr. i i v e s. 7, 191, nr. 142 ve s. adı geçen B irka t al-Ma’ SJir d e , Ma'sIJı-it.,-» 75 ; E . G laser, Tagebuch ( 1 8 9 2 ), I, 8a, hatırlatm aktadır. K abile bir çok yüksek şah­ 9«, lol>; II, 1887, 14a, 15“, 25«, 29 v.d., siyetler y e tiş tirm iş tir; al-M a'âfiri nisbesi34b; ayn. mH,, S k iz z e der Geographie un d ne yalnız M ısır ’ın m ahalli tarihinde değil, G esch ich te A rabiens ( München, 1889 ), 1, 23; aynı zamanda K a h ire ’de arap san’atı müze­ II (B e rlin , 1890), s. 28, 141 v .d d .; M. H art­ sindeki m ezar taşlarında ve arap papirüs­ mann, D er islam ische O rient, B erichte und lerinde de rastlam aktayız ( msl. V iyan a ’daForschungen, II, D ie arabische Frage ( Leip­ ki E rzherzog Rainer papirüs sergisinde, nr. z ig , 1909), s. 37, 154, 416 v.d., 466 v .d .; I. 646 ve 736). S trzygow ski, Ornamente altarabischer GrabB i b l i y o g r a f y a : K ita b e le r : G laser steine in Kairo ( Isl., 1 9 u , II, 325 v.dd.), 1000 A , bk. N. Rhodokanakis, A lisa bSİscke baştan sona kadar, al-M ağâfirî yerine, clTexte, I ( S B A k . W ien, 1927, C C V I, 22, 41, Ma’ â firî okum ak lâ zım d ır; S. Sperber, 120 ) ; G laser 424, bk. C . C o n ti Rossini, S u g li D ie Schreiben Muhammads an die Stam m e ffab aşât ( R R A L , V . seri, X V , 1906, s. A rabien s ( tez, Berlin, 1916 = M. S . O. S . 5 1 ) . — al-M ukaddasi ( B G A , 1 1 1 ,8 7 ) ; alA s., XIX, 76 v.d.). Y a 'k ü b i, Kitäb al-buldän ( B G A , VII, 318 ) ; ( A d o l f G r o h m a n n .) al-H am däni, Ş ifa t C a zirat a l-a ra b ( nşr. M A 'A R R A T M A Ş R Î N v e y a M İ Ş R Î N . [B k . D .H . M ü ller), Leiden, 1884— 1891, s. 54, MAARRET MASRÎN veya MISRİN.] . 67, 78, 99, 100, 125, 126, 134, 190, 201,204; M A ’A R R A T a l -N U 'M A N . [B k . m a a r r e t ayn. mll., I k lil, X ( Cod. Berol. G l. 22 ), s. ÜN-NÛMAN.] 2, i o ; VIII ( Cod. Strassburg, A r. S p itta M A A R R E T M A S R Î N veya M IS R ÎN . M A 16 ), s. 76, 10; Y â k ü t, M a ça m (n şr, W üs­ 'A R R Â T M A ŞR ıN veya M İŞRİN, H a le b ’e bağlı te n fe ld ), I, 590; II, 472, 886; III, 66, 367; b i r n a h i y e m e r k e z i . Bu isim M a'arrat IV , 590 v .d .; M aräsid al-itiila (nşr. T . G . J. N aşrin şeklinde de yazılm aktadır. Bunu Ma’ arrat Juynboll ), III, 118; al-B akri, M u ca m ( n ş r . K in n asrin ’in kısaltılm ış b ir şekli telâ k k i edenler W üstenfeld ), II, 552; C aläl a l-D ln 'A b d al- olmuş, ise de, bu görüş doğru d e ğild ir ( G . le RahmSn al-Su yü ti, Lubb al-lubäb f î tahrîr Stran ge, P a lestin e under the M oslem s, s. 497 ). al-ansäb ( nşr. P. J. V e th ), L eiden, 1840, I, VIII. asra â it S uriye yazm alarında, bu şehre 348 ; İbn H işâm , S ir a ( nşr. W üstenfeld ),• M e'arret M eşren de denildiği görülm ektedir 1 , 9 5 6 ; A b u Zarr, Ş a rk al-slra (n ş r. P. ( W right, Catalogue o f the S y r. M ss. in the B rS n n le), K ahire, 19 11, II, 445; al-K indi, Brit. Mas., s. 454b, y ıl m ilâdi 745; A g n e s K itäb al-vulät ( nşr. Rh. G u e s t ; G M S , Sm ith L ew is, T h e o ld syr. G ospels or E vanL eiden, 1912, XIX, 45, 283 ) ; al-I£alkaşandi, gelion da-mepharreshe ( London, 1910 ), azizeSuhl) a l-a 'ş 3 ( Kahire, 1914 ), III, 330 v.d., lere dâir hâl tercüm esi kü lliyâtında bir y az­ 332; A şim u d d in A hm ed, D ie a u f Südara­ ma. Bu kü lliyat, A n ta k y a kura ’sinde M e'ar­ bien bezüglichen Angaben NaHwan’s im ret Meşren şehrindeki Beş M ari Kânun ma­ Sams al-’ uläm ( G M S, Leiden, 1916, XXIV, nastırının keşişi Yöhanna tarafından meyda­ 73 ) ; C . R itter, D ie Erdkunde von A sien na getirilm iştir). (B e rlin , 1846), VIII/l, 71, 770 v .d .; A . A b u 'U bayda 16. yılda H aleb ile Ma’ arrat v. Krem er, Über die Südarabische Sage Maşrın arasında toplanm ış olan büyük bir (L e ip z ig , 1866), s. XIV, 3 t, 34, 84; F. bizans ordusunu yendi ; bunun üzerine, M a'ar­ W üstenfeld, R egister zu den geneal. T a­ ra t M aşrin de, H aleb gib i, aynı ş a rtla r ile bellen d. arab. Stäm m e u. Fam ilien ( G üttin ­ teslim oldu ( al-Balâzuri, Futüh, nşr. de G oegen , 1853 ), s. 277 ; A . Sprenger, Post- H. je, s, 14 9 ). H alife M utavakkil zamanında, Reiserouten d. Orients ( A b h . f . d. K unde d. aslen Ma’arrat al-Nn'mân civarındaki M a'râşâ Morgenlandes, L eip zig, 1864, III/lII, 1 5 2) ; a l-B u ra y d iy a ’den olan 'A m r b. H avbar ( krş. ®yn. mH., D a ş Leben un d die L eh re des Y ä k ü t, Mustarik, s. 400) bu şehre vâli tâyin



M A A R R E T MASRÎM veya M lS R ÎR al-D in (F r e y ta g , Selecta ex kistorta ffalebi , Paris, 1819, metin s. 24; trc.



olundu. K a m il



s. 18 ) 'A m r b. H avbar ’in Haleb kadısı AbEİ S a 'id 'U bayd b. C a n n id (ö lm . 231) aleyhin­ de yazdığı hicviyenin baş tarafın ı zikrediyor. N ikephoros Phokas Ma'ar ra t M aşrin şehrini 357 ( 968 ) ’de zap tetti ve 12.000 kişilik nüfu­ su B ilad al-Rüm ’a sürdürdü ( K a m il al-Din, F rey ta g, ZD M G, XI, 228). Bizanslılar ile K arğüya arasında 359 (969/970) yılı safer ayında yapılan mütârekeden sonra, şehir K arğu ya ’nİn idaresine geçti ( ayn. esr,, s. 232 ). 415 ( 1 0 2 4 ) ’te K itabilerin reisi Salih b. Mirdas H aleb üzerine yürüdüğü esnada, tarafta r­ larından Sulaym ân b. J a v k A bu M an şü r’ıı M a'arrat M aşrin üzerine yolladı. Bu sonuncusu şehri e le geçird i ve kumandanını e sir e tti ( J . J. M üller, Historia Merdasidarum, Bonn, 18.29, s < HS Rosen, Zapiski imp. akad. nauk. X L IV , 378). Ş im il ’in ölümünden az bir zaman önce ( 454 ), bizan slılar, bir takım ihânetler sâyesinde, şehre hâkim oldular ( K a­ m il al-D in , Müller, ayn, esr,, s. 52 ). Mahmüd, Baalbek üzerine yürürken [ bk. mad. HALEB ], amcası 'A tiy a , A n ta k y a baş-kumandanı ve bir bizans ordusu ile birlikte, M a'ar­ ra t M aşrin üzerine ileriledi, d ış m ahalleleri yak ıp -yıktı ve ahâlinin büyük bir kısmını kılıçtan geçirdi. 491 ’de A n ta k ya hüküm darı Y a ğ ı Basan, M a'arrat M a şrin ’de öldü. Bu şehir, aynı yılın zilhiccesinde veya 492; yılının mu­ harrem ayında, franklar tarafından: zaptedildi ( Hist, or. des. crois., III, 483). Franklar atRüc ’dan geçerek, şehre do ğru yürüdüler ve burayı müdâfaa edenleri öldürüp, camiin min­ berini parçaladılar ( ayn. esr., III, 579). Edessa ’lı Balduin esir edildikten sonra, 4 9 7 'de fran k lar a l-C a zr bölgesinde, a l-F ü 'a'd a, S a r­ ın in ’de ve M a'arrat M a şrin ’de halkın taarru­ zuna uğradılar ve kılıçtan geçirild iler ( ayn. esr., s. 592). 507 (n isan 1 1 1 4 ) yılında, Fâm iya, M a'arrat Nu'mân ve M a'arrat Maşrin ’e ( kelim e böyle ya zılm a k ta d ır) gelen İsmâilîlerden ( Kam a! al-D in ’de bâ(iniya ) m üteşekkil b ir ku vvet hıristiyanların paskalya yortu­ sunda Ş a y z a r ’e baskın yapm ağa ça lıştı ise de, Bani Munkiz tarafından püskürtüldü ( ayn. esr,, III, 548). Balduin II.'in 513 ’te yaklaş­ ması üzerine, Sarm in ve M a'arrat Maşrin şe­ hirleri teslim oldular ( ayn, esr,, III, 623 ), 514 ’te T uğtigin ile İlgâzî, frankları, çekildikleri M a'arrat M aşrin ’de kuşattılar. Balduin, onlara yardım etm ek üzere, harekete geçince, sulh anlaşması y a p ıld ı: bu anlaşm aya göre, Ma'arrat-M aşrin, K afartâb, al-C abal, al-Bâra ve başka müstahkem şeh irler hıristiyanlara terkedildi ( tbn 'a !-A g ir, Rec, kist. or. d. crois,, I, 332;



Kam a! al-Din, ayn. esr., III, 624 v.d.). Musul ’lu A ksungur, 520'de Sarm in, a l-F u a ve D i­ niş topraklarına girince, franklar onun karşı­ sında M a'arrat M aşrin sarnıçları ( ) ci­ varında karargâh ku rd u la r; erzakları tükeninceye kadar orada k a ld ıla r; sonra receb ortalarında g e ri çekilm eğe m ecbûr oldular ( ayn. esr., III, 653). A ta b e y 'Im âd al-D in Z enği 524 ’te al-A şârib v e M a'arrat M aşrin ’in dış mahallerine hücûm e tti ve o esnada Balduin II. 'in kızı ve Bohemund ’un dul karı­ sı A lice, A n t a k y a ’da babasına k a rş ı. ayaklan­ dı (a y n , esr,, III, 6 6 1). H alebli Savar (yahut A sv â r ) 527 'de al-C azr ’e ve Zardanâ kalesi­ ne karşı yağm a hareketine geçti ve frankları H arım civarında ga fil avladı, Ma’ arrat alNu'mân ile M a'arrat M aşrin topraklarına g ir­ di, sonra ganim etler ile H aleb ’e döndü ( ayn. esr., III, 667). Cem âziyelevvel 6 19 ’da al-Malik al-Zahir 'in oğlu al-M alik al-Şâlih, Şuğr, B akas, al-Rüc ve M a'arrat M aşrin ’i ele geçir­ di ve 5 y ıl sonra da bunları A yın tab, Râvandân ve Ziîb ile değişti ( Kam âl al-Din, trc. Blochet, R O L , V , 64, 72 ; A b u ’ 1-Fidâ’, A nn ales M uslem ici, nşr. R eiske, IV , H afniae, 1792, s. 3 12 ). Şehre yeni ça ğ seyyahları pek seyrek uğra­ m ışlardır. Jullien M a'arrat M aşrin 'in geniş bir ovada, susam tarlala rı ve zeytinlikler ortasında büyük b ir kö y olduğunu söylüyor. G a rre tt do civarın verim liliğini övüyor s — »Burada toprak görülmemiş derecede verim lidir, in cir ağaç­ la n sayısız derecede çoktur, yo llar bo­ yunca gül fidanları yetişm ektedir.“ Y akın za­ m anlarda şehrin adı çok zaman M a'arrit iiM işrin ( harf-i tarifle b ir lik te ) olarak yazıl­ m aktadır ; msl. J. B. L. J. Rousseau ( Descrip­ tion da P a ch a lik de H aleb, Fundgruben des Orients, W ien, 1814, IV, 11 ), Rİtter (E rd ka n d e, X V II, 15 76 ), G arre tt ( Publications o f an Am erican A rcka eol. Expedition to Syria, 1. kısım , New-York, 1914, s. 1 1 9 ) böyle yazm ak­ tadırlar. Bu şehri M a 'rr a t’ in şarkında kâin olan ve bâzan sâdece M a'arra denilen M a'arrat al-lhvân ( aynı zamanda M a'arrat at-A kvân da de­ nilm ektedir ) şehri ile karıştırm am ahdır ( msl. bk. S e iff M aarat; Z eitsch r. f . E rdk., 1873, VIII, 24 )• Ona göre, burası »külah şeklindeki beyaz damlı binalar ile gen iş, ıssız bir ovada kâin" büyük bir köydür, t H alebli a i-C ib rin i ( Ölm. 843 b.) ve İba. alŞihna (X I. asırda A b u ’l-Yumn al-Başrüni ta-' rafından n e şre d ilm iştir) ’ye göre, M a'arrat, M aşrin *in adı eskiden Z â t al-K uşar ( ZD M G ,. X X III, 182; İbn al-Şihna, nşr. Cheikho, Bey-, ru t, 1909,5.164 v.d. j Lammens, M F O B , 1906,.



lié



M À A R R E T M À SR ÎN veya RÎISRÏN -



M AÀR ET-ÜN -N Û M ÂN .



' Şehri, S u r iy e ’ de bulunan aynı adlı daha başka şehirlerden ayıran ek-isim Peygam berin sahabelerinden al-Nu'mân b. B aşir ’den gel­ pographie historique de la Syrie antique et m iştir kİ, Mu âviya zamanında bu havalinin valisi olan bu zâtın oğlu M a 'a rra ’d a ölmüş médiévale, P aris, »927, s. 213, not 4 ). _ B i b l i y o g r a f ya t aI-Îş(ahri { B G A , II, idi. Başka bir rivayete göre, bu isim, Tanüh a. Xl'J', ' B G A , l , 61 'in ilâvesi ) ; İbn Havlcal ailesinden al-Nu'mân b. ‘ A d i al-Sâti‘ ’den gé(ZÎG i 4 ,II, 1 1 8 ) ; al-M akdisï ( B G A , İli, 34, tjyordu. İbn B attüta ve H a lil al-Z âh iri ( nşr. al-Ma' arratayn, 156, M darrat K in n a s r in ); R avaisse, s. 49 ) ’ye göre, evvelce şehre Z â t İbn Hurdâzbİh ( B G A , V I, 7 5 ) ; Y a k u t, al-Kuşür, al-D im aşki 'y e göre ise, Z â t al-lÇaşM u cam (n ş r. W üstenfeld ), IV , 574; Ş a fi rayn denilm ekte idi ki, a l-C ibrin i ve İbn alal-D in, M arâşid al-iffila ( nşr. JuynboII ), Şihna bu adı yanlış o larak M a'arrat M aşrin III, »20 ; A b u '1-Fidâ' ( nşr. Reinaud ve de [ b. bk.] ’e izafe ederler. G erçek te biz, m evki­ Slane ), s. 231 ; İbn al-Şihna ( nşr. C h eikbo ), ine hâlen IÇai'ât in-Nu'mân [ b. bk.] ism i ve­ »909, s. »57, 165 ; G . le S tra n ge, P a lestin e un­ rilm ekte olan yaln ız b ir bisar (a ş : bk.) b ili­ der the M oslem s, s. 497 ; Gaudefroy-Dém om - yoruz. Daha eski olan Ma’a rra t H im ş ismi bynes, L a Syrie à l’ époque des Mam elouks çok daha evvel zikredilm ektedir ( al-B alâzu rî, ( Paris, 1923 ), s. »09, not 3 ; H . Deren- nşr. de G oeje, s. 131. A b u l ’ 1-Fidâ’, A n n a les bourg, Vie d’ Ousâma, s. 78; A lexan der M aslem ici, nşr. R eiske, Hafniae, 1789, I, 226 Drummond, T ravels through d ifferen t cities v.d.). Şehrin idârî bölgesi iptidâda H im ş cu n d o f Germ any, Italy, Greece and several parts ’ü dâhilinde bir ikilim te ş k il ediyordu ( ibn o f A sia ( London, 1754), s. 290 ( M artm ish- H urdâzbeh, B G A , V I, 75 ; krş. b ir d e K a lka rhia ) ; J. Berggren, Resor i Europa och şandi, Şublı al-a'şS, IV , 142, tre, G audefroyOsterländerne, II. kısım ( Stockholm , 1826 ), Demombynes, L a Syrie, s. 109 s gerçekte du­ ' s. 183 ( Maarrat Massrtn ) ; K arsten Nie­ rum bu eserde zamanına uym az b ir tarzd a buhr, Reisebeschreibung nach Arabien u, a» z ik red ilm ek ted ir). Himş kap ısı ( aş, bk.) dâ umliegenden Ländern (H am burg, 18 37), III, muhtemel olan bu vâktayı hatırlatm akta idii 100 ( Mäad Masrtn ) ; Thomson, Bibliotheca A n cak Hârün al-R aşid zamanında şehir ^ in sacra and theological review ( N ew -York, nasrin cund ’üne idhâl edildi ki, sonraları Hâ1848), V , 66$ ( Maanat [!] Nasrrim yahut leb buraya m erkez olm uştur ( G . le S tran ge, Musrim ), 671 ( Maarrat Musnîn [I]) ; Jullien, Palestina under the M oslem s, s. 36, 39 ). Sinai et Syrie (L ille, 1893, s. 284, Ma'arrat Y a 'k ü b i daha 278 (8 9 1/ 8 9 2 )’e doğru Bani Moucerin ) ; M elchior de V o gu é, La Syrie T anüh ’a şehrin halkı olarak zikreder. Bunla­ centrale ( Paris, 1861— 1867, tür. y er., M aar­ rın bölgesi S u r iy e ’de bilhassa M ârûnîler ile rat meçrin ) ; Rob. G arre t (Am erican A r- meskûn olan araziye dâhil bulunuyordu ( Masc haeol. Expedition to Syria, I. kısım , New­ ‘ üdi, K itâb al-tanhîh,' nşr. de G oeje, s. »53 ). ' Y o rk 1914, s. 1 1 9 ! Ma'arrit il-M işrîn) C iv ard a akar-su bulunm adığı için, halk yağ­ • ( E . H o n i g m a n n .) mur suyunu sarnıçlarda biriktirm ek zorunda M A A R R E T -O n -N Û M A N . M A 'A R R A T A t - idi. Bununla beraber şehı’r çevresi zeytin , in­ N tT M A N ( türk kaynaklarında M aarra ), şim alî cir, fıs tık ve bâdem ağaçlarından yana zengin S u r iy e ’de bâzan kısaca al-M a'arra denilen bir i d i; kadîm A rr a ’ da olduğu gibi, burada üzüm' ş e h i r olup, şâir A bu ’l-'A lâ ’ A hm ed al-M a'arri bağları da bulunuyordu. İbn C u bayr ’e göre) [ b. bk.] 'nin doğduğu yer olarak meşkûrdur, ai- şehir etrafın da uzanan bahçeler sahası ancak Sam 'ânî ( Kitdb al-ansâb, nşr. D. S. Margoliouth, iki günde geçilebilird i ve burası dünyanın en1 G M S , 1912, XIX, 5368, str. 4 ) 'y e göre, şehrin münbit ve en zengin m em leketlerinden biri âdına yapılan nisbet, Mdarnamî olup, M a'arrat idi. M a'arrat al-N u'm ân ’ ın cenubunda, sûrlar M aşrin ’den iştik ak eden Ma'arnasî ’den farklı dışında, bunlara yaslanm ış vaziyette, m ahallî bulunuyordu. Şehir, m uhtem el olarak kadîm A r- an’aneye göre, Nün ’un oğlu peygam ber Y ü şa ' ’a' ra ’nın yerinde kurulmuş id i.Y a‘kübi,M a'arrat al- atfedilen bir mezar var i d i ; bununla beraber, Nu'mân ’1 harabe hâlinde e sk i b ir şehir olarak Y a k u t ’a göre, onun asıl m ezarı Nabıiİus ci­ zikreder. N âşir-i H usrav, 438 ( 1047 ) ’de, şehrin varında bulunuyordu ( k r ş . G oldziher, Mahamsuru yakınında, üzerinde arapça olm ayan kitâ* medanische Traditionen über den grabesort beler y a z ılı b ir sütun bolmuş idi. İbn al-Şihna des Jpsua, Z D P V , II, 13— 17 ). M a'arrat alde şehir içinde gömülü olarak rastlanm ış eski N u'm ân’da 604 (1207/1208 ) tarihli b ir k ita ­ sütunlardan bahsetm ekte idi. V an Berchem besi bulunan Nabi A lla h Yüşa* câmiinih za»’ m edresede bir yunan kitabesinin bakiyeleri­ marnınızdaki ismi Yüşa* 'dan gelm ektedir ( van n e tesadüf etm iş idi ( Voyage, s. 203, n o t 1 ). Berchem, Voyage en Syrie, s. 202, n o t 4 ), " I, 240 ) idi. F ak at bu iddia, M a'arrat M aşrin ile M a'arrat al-Nu'man ’in birbirine ka rıştırıl­ masından ileri gelm iştir ( krş. Dussaud, To­



M A A R R E T - ü n -NÛ M AN. • 16 ( 6 3 7 ) yılında A b ü 'U bayda M a'arrat Zuhayr 1 M a'arrat al-Nu’ m ân ’da muhasara et­ Himş ’a gelince, şehir halkı onu karşılam ağa ti. N etiaed eZ u hayr teslim oldu v e F a m iy a kale­ çtktp, cizye ve harâc verm eği kâbul e ttiler ( al- sinde idâm edildi ; Ma’arra kalesi gâlipler Balâzuri, nşr. de G oeje, s. 131 ; C aetanî, A n - tarafından yağm alandı. S ayf al-D avla ’nin memn a li deli ’M a m , III, 794, § 284 ). lûkü Rammâh 386'da Ma’a r r a ’da Sa’ id alH alife O m ar II, 101 ’de M a'arrat al-Nu'mân D avla ’y e ka rşı isyân edince, bu sonuncusu yakınlarında al-Nakira ( N i x é ç t a i ) ’deki Sim e­ Lu’ iu' ile şehri muhâsara etm ek üzere yola on manastırına ( D ayr Sim 'ân ) defnedildi ( Ho­ çıktı ise de, Bengütigin ’in yaklaşm ası üzerine, nigmann, Z S, 1922, I, 1 7 ; Dussaud, Topogra­ H a le b ’e çekilm ek m ecburiyetinde kaldı ( Frey­ p hie historique de la Syrie, Paris, 1927, s. 184 tag, L ocm ani fahulae, s. 45, str. 6 ). 392 ’de v.d.). H alife al-Ma'mun tarafından 207 'de Su­ H aleb 'i ele geçirm iş olan Lu’lu’, ertesi sene riye valisi tâyin edilen ve babasına halef olan Ma’ arrat ai-Nu’tiıân arazisinde K a fr Rûm'a'yi ‘A b d A lla h b. T âhir, N aşr b. Şabis ’e karşı ve A rvSe 'daki kaleleri, rakiplerinin eline geç­ g iriştiğ i bir mücâdelede M a'arrat al-Nu’ mân memesi için, tahrip ettird i, 434 ’te Idanıdâni ’ m surlarını ve dnha bir-çok küçük kaleleri N âşir al-Davla, M irdâsilerden Mu’izz al-Davla yıktırdı ( Kamâl al-Din, bk. F reytag, Selecta ex Şim al 'e karşı yap tığı seferd e M a'arra ’yı ele historia Halebi, Paris, 1819, s. 20). 290 sene­ g e ç ird i; 452’de Şim al yeğen i M ahm üd'a kar­ sinde K arm atîler, başlarında Şâhib al-H âl ol- şı yürüdüğü sırada, şehirde 8 gün geçirdi. olduğu hâlde, Ma’arrat al-Nu'mân, Himş, Hama H alk bu ikam etten çok sıkın tı çekti ; zîra kış ve Salam iya havalisini tahrip ederek, bu şe­ şiddetli olduğu için, Ma’arralılar evlerine y er­ hirler halkının büyük bir kısm ını öldürüp, ka­ leştirilen araplardan fenâ muâmele görm üş­ dın ve çocukları esir aldılar. Necd ’den gelen lerdi. Mahmüd 4 5 7 ’de H a le b ’e girince, Ma­ Bani K ilâb, 325 ( 936/937 ) ’te Suriye ’ye gire­ 'a r r a ’y ı tü rk reislerinden H a ru n ’a verdi, Ha­ re k , Ma arra t a l-N u m â n ’a yaklaşm oa, buranın run, 458 ’de 1.000 kişilik bir kuvvet ile, şehre kumandanı Mu'âz b. Sa’id m evkii bilinmeyen girdi. H er ne kadar bunlar, gâ yet sıkı bir in­ a l-B u râğişi ’de karşılarına çık tı ise de, ordu­ zibata tâb i olarak, halka hiç b ir zarar verm e­ sunun büyük kısm ı ile, onlara esir düştü diler ise de, şehirliler, onların Mahmüd 'a yar­ ve neden sonra H aleb kumandanı K ilâbi- dım etm ek üzere buradan ayrılıp, gitm elerine lerden A bu ’I-’A b b â s Ahm ed b. S a 'id tarafın­ yine de memnun oldular, 462 senesinde, Bi­ dan kurtarıldı, 332 ’de, S a y f al-D avla ’nin am­ zans arâzisinden gelen türkler, Haleb üzerine ca sı’ al-Husayn b. Sa’ id b. Hamdan, A bu ’ 1- yürüyerek, Ma’a r r a ’dan d a geçtiler ve Suri­ 'A b b â s ’1 ve ICilâbi Y â n is’i H a le b ’den çıkarta­ y e ’yi ilk defa fenâ hâlde tahrip ettiler. 472 rak, Ma’arrat al-Nu'mân ’dan geçm ek suretiyle, ’d e türk em irlerinden Tutuş Ş a m ’dan şimalî y im ş ’a kadar onları tâkip etti, 333 ’te Mısır S u r iy e ’ye doğru bir sefer açtı ve d iğer bâzı valisi İhşid Sayf a l-D a v la ’ye karşı yürüyerek, şehirler, gibi M a'arra halkını da büyük bir M a'arrat al-Nu'mân ’1 ele geçird i. Buraya vâli para ödemeğe mecbur etti. 488’de oğlu Rizolarak tâyin e ttiği M u'âz b. S a 'id Çin n asrin vân, şehri ve buraya bağlı arâziyi Sokm an h. muharebesinde S a y f al-D avla tarafından öldü­ A rtu k ’a hediye . etti. Frenkler, A n ta kya ’nin rüldü. 357 ( 9 6 8 ) ’de im parator Nikephoros zaptından ( 491 ) az sonra Ma'arra üzerine Fhokas, şehri zaptederek, büyük câmii ve yürüdüler. T ali Mannas halkının ve şehirdeki, sûrlarının çok yerini yıktırdı. K arğüya, Haleb hıristiyanların kendilerine yardım etmesine ’de hükümeti ele geçird iğ i sırada, M a'arrat al- rağm en, buralardan kovuldular. 492 senesi ba­ Nu'mân valisi Zuhayr, Hamdâni S a 'd al-D avla şında, o sırada içinde büyük bir ordu bulunan ile ittifa k ederek ( 358 ), onunla beraber Man- şehri muhâsara ve zaptederek, hemen bütün b ic 'den H aleb üzerine yürüdü. Rum olan Turba- nüfusunu teşkil eden 20.000 erkek, kadın ve si, K arğüya 'nin yardım ına gelince, ötekiler al- çocuğu öldürdüler ( H ist. orient, des Croisades, H unaşira ve M a'arrat ai-Nu m â n ’a doğru çe­ III, 482 v.d.}. O sene Kudüs gibi M a'arrat alkildiler. im parator Nikephoros ile K arğüya Nu'mân da tamâmiyle yağm alandı, sûrları ve arasında akdedilen muahede { sâfer 359 ) mû- cam ileri yıkıldı. Franklar, daha muhâsara s ı­ cibince, M a'arrat al-Nu'mân K arğüya ’ye bırakıl­ rasında, şehir etrafın daki bahçeleri tahrip et­ dı. K im ş.’tan h arekete geçen Sa'd al-Davla, mişler iken, R iz v â n ’m yardım ına gelen Kita­ K a rğ ü y a ’yi tahtından Isk at ve esir: ettik ten b iler de bütün bu bölgenin erzakını tüket-: sonra ( 364 = 975 ), H aleb ’de istik lâl ilân! etm iş tiklerinden, m em leket tam bir k ıtlığa uğradı. olan ,Bakcür ■üzerine ' yürüdü ve Himş, civa­ F akat 496’da. R izvân, kayb ettiği kaleleri yeni- ! rındaki toprakları kendilerine verm ek ' sure- : deh g e ri alm ış bulunuyordu. 514 senesi so- • tfyle ittifa k ın ı t e ’min e ttiğ i Bani K ilâ b ’in niında, fran klar ile akdettiği bu muâhedeyö ' ârdıraı jle , B a k c û r’ un tarafım tutmuş çl&tM1 g ö re , M a'arrat.,’a l-N u'm ân-franklara kalıyordu..



118



MAARRET- ün-NÛMAN.



A n ca k 531 ( 1 1 3 7 ) ’de A ta b e g Zen gi, Ma'ar­ ra ’ yi geri aldı. H alk, frankların kendi ellerin­ den almış oldukları mülklerin iadesini ondan istedikleri zaman, bunlardan tasarruf senedleri talep etti. Bu senedîer kaybolmuş bulunduğu için k a y ıtla rı H aleb verg i dâiresindeki def­ terlerden ( Dafâtir dîvân Ijlalab ) arattı ve evvelce harâo ödem iş olanların isim lerine istinât ederek, hangi âilelerin evvelce arâzi sa­ hibi olduklarını buldurup, m ezkûr araziyi sa­ hiplerine iâde e tti ( İbn a l-A s ir, nşr. T ornberg, XI, 34 = Hist. or, des crois., I, 423; A b u l ’ 1Fidâ’, /IrcnoZes M uslem., nşr. R eiskc, IH, 470, V , 274). Z en gi, şebrin sûrlarını y er ile be­ raber etti. Kudüs kıralı Fulco, A n ta k y a 'd a bir isyanı bastırdığı sırada, türkmen k abileleri Ma’a rra t al-Nu’mân ve K a fartâ b arazisine g ir ­ diler ise de, franklar tarafından buradan çı­ kartıldılar. Bizans im paratoru loannis II. Komnenos, 532 ( 1138 ) 'd e M a'arrat al-Nu'mân arâzisine ka­ dar ileriledikten sonra, birden-bire Ş a y za r ( b. bk.] üzerine döndü ve burayı boşuna muhâsara e tti. 552 ( 1 1 5 7 / 1 1 5 8 ) senesinde bir zelzele Ma’arra 'd a büyük tabribât yaptı ( Kamâl al-D İn, trc. B locbet, R O L , III, 529 ). ■Şalâh al-D in 'in saltanatı sonlarında (587 = 1 1 9 1 ) M a'arrat al-Nu'mân, T akı a t-D in ’in Suriye ’deki topraklarına dâhil bulunuyordu H ist. orient. d, C rois., V , 4 ). Şalâh al-Din 'in oğulları arasında vukua gelen çarpışm alar sırasında Ma'arra ’nın adı da geçm ektedir. 589’da burası al-M alik al-Manşür N aşir al-Din Muhammed b, al-M alik al-M uşaffar b. T a k i al-D in 'O m ar 'in elinde bulunuyordu. Daha sonra zaman-zaman Hama ve H a le b ’e tâbî oldu. 595 ( 1(99 ) ’te, kapısındaki kitâbeden anlaşıldığına göre, Hama E yyûbî hükümdarı al-M alik al-M anşür Muhammed I. devrinde, burada bir ş â fi’î m edresesi inşâ edildi ( plânı için bk. Cresvveli, B I F A O , X X I, 13 ). Bu med­ rese, şebrin ula câm iinia d ö rt köşeli yüksek minaresini yapm ış olan mimarın eseridir. 596 ( 1 1 9 9 ) ’da İbn al-Mukaddam, Fâm iya ve K a ­ fartâb şehirlerine ve M a'arrat al-Nu'mân ara­ zisinde, 25 mülke sâhip bulunuyordu. 597 'de H aleb hükümdarı al-M alik al-Zâhir al-G âzi tarafından yağm alanm ış bulunan şehrin o s ı­ ralarda va k it-v ak it bu hükümdarın arâzisine dâ­ hil bulunması muhtemel görünüyor. 604 (120 7/ 1208 ) tarih li kitâbede de bu hükümdarın is­ mi vardır. Kendisi, 598 ’de Şam ’dan gelen alMatik al-’ Â d il ile bir muâha'de akdederek, bir kısım topraklarını bu sonuncunun m üttefiki olan I^şma em îri al-M alik al-M an şür'a terke tti. 619 ve 622 'ye doğru şeh ir, H am â em îri «1-M alik al-Nâşir ’ e ve bir a ralık da Şam ©mî-



ri al-M alik al-Mu'aşşam 'İsâ 'ya â it bulunu­ yordu ( Kam âl al-D in, trc. B lo ch e t,R O L , V , 65 ; M akrizi ve İbn V âşil, R O L , IX, 497 v.dd. ; A bu ’ 1-Fidâ’, .A nnales, M asi., nşr. R eiske, IV , 3 12 ). Bütün bu m ücâdeleler sırasında, M a'arrat alNu’mân ve Hamâ arâzisi Mâni' kum andasın­ daki arap çetesi tarafından tahribe uğradı { R O L , V , 6 8 ). S a y f al-D in =AIÎ b. ‘ A b İ 'A li al-H nzbâni ’nin tavsiyesi üzerine, Hama em îri al-Malik al-M uşaffar M a'arrat al-Nu'mân ka­ lesini inşâ ettird i ( 631 = 1233/1234 ). F akat 635 ’te H aleb em îri al-Matik al-N âşir şehri ve kısa bir muhasaradan sonra kaleyi ele geçir­ di. Fetih haberi H aleb ’e bir güvercin ile yol­ landı [ R O L , V , 100, 105; A bu ’1 Fidâ’, ayn. esr., IV, 404, 434, 596 ). C en giz Han ’m kov­ duğu H vârizm liler, F ırat ’ ı aşarak, 638 ’de Su­ riy e ’y e gird iler v e o sırada H aleb ’e tâbî olan M a'arra ’ya kadar geld iler. Bay bars *m 'A y n C â lü t civarında M oğulları mağlûp etm esi üzerine, H am â ’daki M oğul emî­ ri H usrav Şâh S u r iy e ’den ayrıldı v e bunu müteakip Sultan K utuz 658 ( 1259 ) ’de bu şe­ hir İle berâber B â rın ve daha evvel 23 sene H aleb ’e tâb î kalm ış olan M â'arra’y ı H am â ’nın eski em îri al-M alik al-Manşür ’a iâde etti. Bu tarihten itibaren M a'arra, bâzı k ısa fa­ sılalar hâricinde, H am a em irlerinin hükmünde kaldı. Bu suretle A b u ’ 1-Fidâ’, 710 ( 1 3 1 0 ) 'da sultandan Bârin ve M a'arrat al-Nu'mân ’1 iktâ’ olarak aldı ise de, bu sonuncu şehri, sul­ tanın emri ile, 7 1 3 ’ te H a le b 'e terketm ek meebûriyetinde k a ld ı; zîra kadastrolarda yapılan d eğişiklikler ve sultanın sık-sık verd iği hedi­ yeler yüzünden, tasarruf şartları çok karışık bir hâle gelm iş idi ( A bu ’İ-Fidâ’ , A n n a les M us­ lem, V , 274 v.dd.). 7 1 6 'da M ıs ır'a y a p tığ ı bir seyahat üzerine şehir ve kalesi kendisine iâde ve bu hususta bir iem lik-nâm e tanzim edildi ( ayn. esr., V , 302, 304 ) j fak at aynı sene so­ nunda şehri Muhammed b. 'İsâ 'y a terketm eğ e mecbûr oldu {a y n . esr., V , 3 10 ). Hamâ idârî bölgesi 742'd e kaldırılarak, bu­ rası eyâlet ( cund ) olmak üzere, M ısır vâliliğine bağlandı. Bu tarihten itibaren M a'arrat alNu'mân, sözü geçen e yâ let içinde, bir vilâ yet oldu ( Gaudefroy-Dem om bynes, La Syrie à l'époque des Mamelouks, 3.223, Kalljaşandi ’den naklen). Memlûkler devrinde, a l-R a v t a l-m îtâ r f î ahbâr al-aktür { al-K alkaşandi, K ahire, IV , 143 'd e zikredilm iştir ) ’ m yazdığın a göre, şehrin yedi kapısı var idi. M a'arra, güvercinler ile ya­ pılan M ısır postasının bir m erkezi idi ( al‘O m ari, Ta’ rîf, tre. R , Hartmann, Z D M C , LX X , 50 1; ab-Kalîjaşandi, IV , 393). Marc D âbik muharebesinden ( 9 2 2 = 1 5 1 6 ) sonra, şehir osmanlı hâkim iyeti altın a girdi.



M A A R R E T -O n -NÛM AN. Bandan bir asır sonra, 1616 ’ da D ella V a lle bu­ rada türk tâbiyetinde yerli bir emir bulmuş olduğu gibi, Pococke zamanında buranın ağa­ sı, hükümete vergi verm ek şartı ile, istiklâlini m uhâfaza ediyordu. T roilo şehirde, „birisi hayli eskim iş, öteki hâlâ epey tertip li ve her tarafı uzun ve gen iş kurşun levhalar ile kaplı ik i güzel ban“ bulmuş İdi. K âtib Ç elebi, M a'arrat ai-Nu'man ’1 Trablusşam eyâletini mü­ teakip kay ¿eylem ekle ve burası İçin „hâlen m üstakil bir san caktır“ dem ektedir ( Cihannûmâ, s. 59a ). Seetzen, M a'arrat al-Nu'mân ’1 Şam ( S u r iy e ) eyâletinin en şim âldeki şehri olarak zikretm ektedir. W alpole burada şehrin m utasarrıfına m isafir olmuş idi. Daha sonra­ ları M a'arrat al-N um ân H aleb livasın da bir kazâ oldu. Sachau ’un seyahati sırasında (1879), burada b ir kaymakam bulunmakta idi. XIX. asrın sonlarında nüfusu 5.900 olarak gösterilen M a'arrat al-Nu'm ân, osmanh hâkimiyetinin son senelerine kadar Haleb 'in bir kazası olarak kaldı ve cihan harbi sonunda— teşrin I. 1918— İngiliz kuvvetleri tarafından işgâl edilerek, bi­ lâhare fransızlara terkolundu ve S u riye cum­ huriyeti dâhilinde de H a le b ’e olan idâri bağ­ lılığın ı muhâfaza ettİ. Sachau, şehri sağlam yapılı 400 kadar ev ihtiva eden, bahçeleri iyi bir şekilde ekilm iş, hayatın sâkin ve rahat g e çtiğ i bir kasaba olarak ta sv ir e ttiğ i hâlde, van Berchen buradam „oldu kça sefil görünüşlü büyük b ir köy“ diye bahsetm ekte idi. Ma'ar­ ra t al-Nu'mân, Cabal RihS yaylasının şark ke­ narı eteğinde bulunan yeknesak manzaralı, fa ­ ka t toprağı münbit bir ova içinde kurulmuş olup, şimâl-i garbisinde orta çağ kalesinin ha­ rabelerine rastlanan yüksek bir tep e bulunur ( R. G arre t ve F. A . N orris, Amerzc. Archeol. Exp. to Syrie , I, 50 ve Princeton Exp. II. B. 3. kısım ’d a ; K a l'a t al-Nu'mân yanlış olarak, şehrin şimâl-i şarkisinde g ö s teriim iştir; ayrıca krş. van Berchem, Voyage, s. 202; E iie Smith, bk. C , R itter, E rdk., X V II, 1067 ve Sachau, Reise, s. 94). M a'arra *nın binaları arasında Ulu camiden başka, yukarıda sözü geçen şâfi’î med­ resesi ( inşâsı 595 ) zik re d eğer ki, her ikisi de dikk at çekici âbidelerdir. Osm anlı devrin­ den kalm a yapılar arasında bilhassa d ö rt kö­ şeli büyük bîr kervansaray zikred ileb ilir; bu­ nun cenup kenarında bulunan güzel cümle ka­ p ısı üzerinde 974 ( 1566/1567 } tarihli bir k i­ tabe görülm ektedir. Sykes, kaymakamın ken­ disine şehirde görülecek y e r olarak, gû yâ şâir A bu ’l-'A lâ ’ ’ om mezarını gösterdiğini söyler.



B i b l i y o g r a f y az a l- H vâ r iz m i, Kitâb sürat al-ari ( nşr, v. Mzik, Bibi. arab. Histor. und Ceogr., L eip zig, 1926 ), III, 20, nr, 282; al-B attân i, al-Zic al-şâbî (n şr.



119



Nallino ), 11, 40, nr. 138 ; III, 238 ; al-Baîâzu ri, Futüh ( nşr. de G o eje ), s. 131 ; al-lştahri (B G A , I, 6 ı) ;İ b n H avkal (B G A , II, 118); al-M ukaddasi (B G A , III, 30, 154); İbn Hurdâzbih ( B G A , V I, 7 5 al-Y a'kü b l ( B G A , V II, 324 ) ; al-M as'ûdl, T anbïh ( B G A , VIII, 153 ) ; ayn. mil., MzırÜc al-zakab ( P aris tab.), II, 406 ; Y a k u t, M u'cam ( nşr. Wülstenfeld ), IV , 574; Şafi al-D in, M arâşid al-iifila (n şr, Juynboll), III, 120; Dimaşki (n ş r. M ehren), s . 205 ; İbn B attü ta ( P aris tab. ), I, 143 ; alİd risi ( nşr. G ild em e iste r, Z D P V , VIII, 2 7 ) ; İbn C ubayr, R ih la (n şr. W r ig h t), s. 256 ; N âşir-i H usrav ( nşr. S ch efer ), s. 3 ; a l-C i an A b u ’I-Bakâ’ ( trc. Mme Devon­ shire, B I F A O , X X , 2 1 ) ; K am âl al-Din 'O m ar İbn al-'A dim , Zubdat al-halab f i târik ¡fa la b ( tür. yer., krş. mad. HALEB ve KEMÂLEDDİN ) ; A b u ’ 1-Fidâ’, Takvim al-buldân (n şr. Reinaud ve de Slan e); ayn, mil,, A n n a les M aslem ici (nşr. R eiske, Hafniae, 1789— 1794, tür. y e r .); İbn Şihna ( nşr. Cheikho ), tür. yer. ; Caetani, A n n a li d eli ‘Islâm , 111,794, §2 8 4 ; 796, §288 ; G. le S tran ge. Palestine under the M oslem s ( 1890 tab.), s. 495— 497; M. Hartmann ( Z D P V , XXIII, 125) = Z ettersteen , Beiträge z. G esch. der M am lükensultane ( Leiden, 1919 ), s, 240; G uadefroy-D em om hynes, La Syrie à l ’époque des M am elouks ( Paris, 1923 ), s. 109 ve tür. yer. ; Frantz Ferdinand v. Troilo, Reise-Beschreibung ( Dresden, 1676 ), s. 458 ; Rieh. Pococke, Beschreibung d. Morgen­ landes ( t r c . W indheim, Erlangen, 1754), II, 212; W . M. Thomson, B ibtioiheca Sacra ( 1848 tab.), V , 680 ; Burton-D rake, Unexplo­ re d S yria,U , 204; C hantre, L e Tour du Monde ( 1889 tab.), II, 2x6; R itter, Erdkunde, XVII, ïo6o v. d., 1065 v. dd., 1568— 1572; O . F. v. R ich ter, W allfahrten im O rient ( Berlin, 1822 ), s. 236 ; U. J. S eetzen , R eisen durch S y r ie n . . . ( 1854 tab. ), I, 8 ; Sachau, Reise in Syrien un d M esopot., s. 94 ; V ita l Cuinet, La Turquie d 'A s ie (P a r is , 1891), II, 215— 2 17; Jullien, S in a i et S yrie (L ille , 1893 ), s. 229 ; R. Oberhummer ve H. Zim­ merer, D u rch Syrien u n d Kleinasien (B e r . lin, 1899), s. 94; Publications o f an A m e­ rican A rchaeol. Exped, to Syria in 1899 — 1900 ( 1 9 1 4 ) , I, 11 9; (19 0 8 ), III, 277; ( t9°5 )j IV , 188, 212 ; M. Sykes, Dar-ul-islam ( London, 1904 ), s. 52 ; van B erch em ve Fatio, Voyage en Syrie ( 19 14 ), I, 201— 203; Dus­ saud, Topographie historique de la Syrie antique et m édiévale ( Paris, 1927 ), s. 187 — 194; Cresw ell ( B 1 F A O , 1922, XXI, 6, *2 v.d.). ( E . H o n ig m a n n .)



);



120



MA BAD -



MADAGASKAR.



.. M A 'B A D . [ Bk. m A b e d .] • 1 B i b l i y o g r a f y a : Ağanı (B u la k tab., M A 'B A R İ . [B k . m â b e r L] I, 19— 29, 107, 116 ; V , 36, 102; V I, 66; . M Â B E D . M A 'B A D , A b ü ' A b b â D M a ' b a d VII, 124, 188; VIII, 6, 86, 9 1 ; clğ.d aİ-farîd B. V a h b , Emevîlerİn başlangıçtaki m u g a n n i ( Kahire, 1887 1888 ), III, 187; İbn Haliikân, ye b e s t e c i l e r i n i n e n b ü y ü k l e r i n ­ Vafayât, II, 374; ai-Buhturi, Divân ( İstan­ d e n d i r . Medineli olup, Bani Mahzüm’dan V âbul, 1300), II, 160, 193, 218 ; A bü Tamroam, bişa ailesinden cA bd ai-Rahmân b. Katan (k rş. Divân ( Beyrut tab.), V , 103; al-M as'üdi, A ğ a n ı, I, 19 ) ’in mensuplarından idi.' Babası Murüc, V , 448. ( H. G . F a r m e r .) zencî olduğa için, Ma'bad m elez idi. G ençliğin­ M Â B E R İ. a l-M A 'B A R İ, Z a y n a l- D în , 985 d e muhasiplik etm ekte olup, sonradan S â i b ( * 5 11 ) V doğru, B icapür sultanı ‘A li A d il Şah H aşir, N aşit al-Fârisi ve C am iia [ b. bk.] ’den ( ölm. 987 = 1579 ) için, islâm iyetin 908— 985 mûsikî dersleri alarak, kendini m ûsikîye verdi ( 1498— 1578) arasında, M alab ar’da yayılm a­ ve çok geçm eden, şöhret kazandı, 'A b d al-Ma- sına, Portekizlilerin gelişine ve müslümanlara iik ( 65— 86 = 685— 705 ) zamanında, Mekke ’de yaptıkları zulümlere dâir kısa bir tarih kitabı, İbn Şatvân tarafından tertip edilen bir şarkı yazm ıştır. Tukfat al-mucâhidîn adı altında müsabakasında m ükâfat kazanm ıştır. a l-V a lid bugüne kadar muhâfaza edilmiş olan bu eser I. ( 8 6 — 9 6= 70 5— 7 1 5 ), Y a zid II. ( 1 0 1 — 10 5 = Brit, Mus., nr. 9 4 ’te ve India O ffice, nr. 714 720— 72 4 ), a l-V alid II. (1 2 5 — 126= 743— 744) ye 1044.5 yazm alar içinde, bir de Morley, 'in saraylarında şarkı söylem iştir ve bu hü­ Catalogue o f historical Mss., nr. 13 'te bu­ kümdarların İkincisi onu, emsali görülmemiş lunm aktadır ki, John Briggs, Fer isi. ta, His şekilde, taltif etm iştir. 107 ( 726 ) (ye doğru, tory o f the rise o f the Mahomedan power İbn Su rayc ’in ölümü üzerine, Ma'bad baş-hâ- in India ( London, 1829, IV , 531 v.dd.) 'da ııende oldu ve V alİd II. tah ta çık tığ ı zaman, bundan parçalar alınır ve M. 1. Rowlandson, yaşlanm ış olmasına rağm en, hükümdarın Şam Tohfut ub Mujahideen, an historical work fn Maki sarayına davet olundu. O rada büyük iti­ the Arabic language (London, O r. Transl. bâr gördü ve kendisine 12.000 altın ihsân Fund 1833) adı lie İngilizceye tercüm e etm iş edildi. A z bir zaman sonra, tek rar saraya olup, D. Lopez tarafından, şu ad ile, neşredil­ dönme emrini a ld ı; fak at oraya vardığı zaman, m iştir : Historia dos Portugueses no Malabar, çok hasta idi. Sarayda iken felce tu tu ld u ; bü­ por Zinadim, mauuşcripto arabe do secı.lo tün ihtimamlara rağm en, çok geçmeden, 125 X V I publicado e tradûzido, ( Lizbon, 1898 ). ■ ( 743) öldü. H alife ile .kardeşi al-Ğam r ( C . BROCKELMANN.) cenâze merasimine iştirak etm işler, M a'bad M A C A R R A . [ Bk. m e c e r re ,] . ’in talebelerinden m eşkûr muganniye S a lla ­ M A C D a l - D A V L A . [Bk. m e c d -O d -d e v le .1 ma al-K ass da, m ersiyelerinden birini oku­ M A C D A L -D ÎN , [ Bk, HİBAT ALLAH b . m u muştur. HAMMED.] , M a 'b a d ’in, hiç şüphesiz, „d ö rt büyük mu­ M A C D a l -M U L K . [ Bk. m e c d -ü l - mOl r .] ganni" arasında, d iğerleri hakkındaki kanâatler . M A C ÎD . [ Bk. m e c Îd .] . ne olursa-olsun, y e r alm akta ( A ğ a n ı, I, 98, . M A Ç N U N . [ Bk. m e c n û n .] , _ 1 51; II, 127 ) olduğu ileri sürülebilir. Medineli M A C R A . [B k . m e c r a .] bir şâir şö yle d em iştir: „T u v a y s ve ondan son­ M A C R I t Î. [Bk. m e c r ît î .] ra îbtt Surayc tegannîde tem ayüz etm ekte idi­ M A C U C . [B k . YÂCÜC v a MÂCÜC.] ler, fakat Ma b a d ’in yeri hepsinden üstündür." M A C U S . [Bk. m e c û s .] İshak al-M avşili [ b. bk,] d e : — „M a'bad mü­ M A C U S . [B k . MECÛSİLER.] . kemmel bir mugannî idi ve bestelerinde, bütün M A C Z U B . [ Bk. m e c z û p .] rakiplerine üstün bir hüner göze çarpm akta­ M A D A G A S K A R , Hind okyanusunda, A f ­ d ır“ — dem iştir, al-Buhturi [ b. bk.] ve A bü Tam- rika k ıt’asından Mozambik boğazı ( asgarî 392 mâm [ b, bk.] gibi şâirler, Ma'bad ’in arap mû­ km.) ile ayrılan büyük a d a . K apladığı sâha sikî tarihindeki değerini meydana koym uşlardır. itibârı ile, dünya adaları arasında, Yeni-G ine M a 'b a d ’in besteleri içinde en m eşhurlan »bej­ ve Borneo ’dan sonra, üçüncü ge lir ( 589.415 d e ler" ( m ııdun ) yahut „kaleler" ( huşun ) adlı km.2; M ad agask ar’ın birer cüz’ü sayılan Nosyedi şarkı ile M a'badat diye anılan d iğe r beş si-be ve Sainte-M arie adaları ile beraber, şarktdır. M a'bad ’in şöhretini, kâm il, tâmm bir 589.873 km .2 ), 11* 57' ve 25° 38’ cenup a rz­ beste üslûbu s a k il yahut „a ğ ır " denilen ik â â t la rı ile 43° 20’ ve 50° 30' şark tülleri a ra sın -. kullanmasına borçludur. İbn 'A ’işa, Malik at- da uzanan, şimâl-i şarkîye doğru bir a z sıvT â ’i [ b. bk.], Yûnus a ’-K âtib [ b. bk.] S iy a t, ^ j rilm ek suretiyle, kabaca beyzî b ir şekil gösSallam a al-Çass ve H abbâba, Ma'bad ’in talc- •: teren adanın şimâl ve cenup uçları ( A m brc belerinden idiler. . . ve St,-M arie burunları arasında en fazla: uzun-



MADAGASKAR. luğu 1.580 km., şark-garp istikam atinde vasa­ t i gen işliği 450 km. v e en fazla gen işliği 580 km. 'dir. A danın boydan-boya tekm il orta kısm ı, billûrî araziden mürekkep bir tem el Üzerinde genişleyen ve v a s a ti irtifâı l.co o m. bulan bir yayla teşk il eder v e yayla Üstünde, yüksekli­ ği ’2,000 m. aşan zirvelere rastlanır ki, banla­ rın en yü kseği şim âlde Tsaratanana dağıdır (2.880 m.). M erkezî yayla adanın şa rk sâhili üzerine kuvvetli bir m eyil ile iner ve bu sa­ hil boyunda ancak dar bir yalı ovası uzanır; buna mukabil garp sahiline doğru iniş daha ted ricî b ir şekilde olur ve dağ yam açları ile k ıyı arasında geniş bir yalı ovası kendine y er bulur. Topraklarının büyük kısm ı m edârî mıntaka dâhilinde bulunan M adagaskar ’ın deniz sevi­ yesine yakın yerlerinde sıcak bir i k l i m hü­ küm sürer ise de, yaylaya çıkıldıkça, irtifâ ite nisbetli olarak, sıcakların şiddeti azalır ve yüksek satıhlar üzerinde m ûtedil bir iklim hâkim olur. Y a ğ ı ş l a r ise, adanın şark yam açları üzerinde ve şim âlde bol olduğu hâlde, cenûb-i ga rb î köşesinde pek kıttır. Bu sebeple, adanın tab i’î nebat örtüsü yer-yer büyük farkla r gösterir. F azla nemli şark sa ­ h illeri boyunca ve yam açlar üzerinde kesif olan orman örtüsü, yayla sathında b ir dere­ ceye kadar aralanır ve garp sâhillerinde iyice seyrekleşir. .M a d a g a s k a r’ ın nüfusu 1948 sayım ında 4.149.200 olarak tesb it edilm iş olup, bunun ancak 56.000' kadarı avrupah ( 51.000 ’den faz­ lası fr a n s ız ) ve 17.000 kadarı da asyalı idi. M adagaskar ’m kendi nüfusuna gelince, asır­ lardan beri çeşitli ih tilâfla r yüzünden, epeyce karışık bir manzara arzetm ekle beraber, ada­ nın garbında yaşayan ve' A fr ik a 'n ın karşı sa­ hillerinden gelm iş bulunmaları muhtemel olan zenci Sakalavalar bir tarafa bırakılacak olursa, ekseriyetin M alay ırkından olduğu ve tttdonezya 'dan geldiği kabül edilebilir. M adagaska ’ın, A frik a 'ya nisbî y akınlığına rağm en, ilk defa milâddan 20 asır kadar evvel, Hind okyanusunun muntazam rüzgâlarından faydalanarak, bura­ lara kadar gelm iş bulunan batı İndonezya zen- . cirleri tarafından iskân -edildiği ve İndonezya menşe’li m alagaş dilinin ilk defa bu gemicikavim ler tarafından g e tirild iğ i tahmin ed il-' m ektedir. İndonezyalı' akını ilk ve orta çağda fasıla lı şekilde devam etmiş, ' sonuncu büyük göç X V I. asırda bitm iştir ki, Merina veya H ova İsmi verilen; bn son göçmen gurubu, ilk gelen ­ le r g ib i,!zenci değil, esm er veya zeytû n î sarı renkli M a'ay ırkına mensup idi.’ A dan m şark sahiline, çıkan, f a k a t , bu kıyıyı, yaşanmağa v e ’



121



gelişm eğe elverişli bulmayıp, m erkezî yaylaya tırmanan, bu yaylanın orta kısım larından ( ¡merina ), göçler, ticarî m ünâsebetler v.e muhârebeler île diğer bölgelerine yayılan H ovalar, eski sakinlerden daha müterneddin oldukları için, çabucak idâreci sınıf mevkiine geçm iş­ lerdir. İşte Malay asıllı nüfus arasında andriana ism i yerilen reisler sınıfının teşekkülü böyle olmuştur. Bunların bir basmak aşağısın­ da, din adam ları, askerler, me’m ûrlar ve tüc­ carlardan mürekkep, hur H ovalar geliyor, on­ ları ise, »şeref" m evkiindeki ■eski yerliler tâ*: kip ediyordu. Hovalar yayla bölgesine yayıl­ m akla kalm ayıp, daha sonraları kıyı bölgeleri­ ne, adanın garp sahillerine de inerek, oraları işletm eye teşebbüs etm işler ve bu sırada, yeni geldikleri bölgelerin yerli halk az-çok karışm ış­ lardır. M adagaskar nüfusunun kan karışıklığı bakkm da fikirleri tamamlamak için, buraya m uhtelif zamanlarda gelm iş olan hindlileri, h an lıları ve bilhassa arapları da hatırlam ak icâp eder. Bu sonuncular, bilhassa IX. asırda, doğrudan-doğruya A ra b ista n 'd a n yahut şarkî. A fr ik a dan gelm işler, adanın şimâl-i garbi ve cenûb-i şarkî kıyıların a yerleşm işler v e o r a larm zencî veya M algaş yerlileri ile karışm ışlar, M a d ag ask ar’a köle zencileri ve bunlar ile bsrâber ehlî hayvanları ( s ı ğ ı r ), çe şitli ekim­ leri v e zirâ at âletlerini de idhâi etm işlerdir, i Bugünkü vaziyette M adagaskar nüfusunun* 930.000 kadarını anim ist veya Iım stiyantaşm ış M erina veya H ovalar teşk il etm ektedir. İçle­ rinde reisler sınıfını meydana getiren andriana ’lar, fransız m üstem leke İdâresinin kurulması üzerine siyâsî iktid arı kaybetm iş olup, şimdi yavaş-yavaş H ovaların esâs kütlesi içinde eri­ m ektedir. A ç ık gözlü, işgüzar, çeşitli şartlara: intibak kabiliyeti fazla v e kazanca düşkün' olsn H ovalar, adının ik tisâd ı'h a y atın d a hâkim durumda bulunurlar. M adagaskar nüfusunun, sa y ı bakımından, en büyük kütlesini- ise, ye-rine göre, H ovalar veya A fr ik a asıllı Ban tular ile az veya çok karışm ış İndonezya menşe’lh M algaşlar meydana g e tirir ve bunların arasın­ da, yaşadıkları sahaya göre, çeşitli hayat ve m edeniyet seviyeleri görülür. Y a y la halkı olanı Betsileolar, T analalalar ve Sihanakalar, kom­ ş u la rı H ovalar gibi, faâl v e m uktedir 'ç if t ç i' :oldukları hâlde, şark kıyılarında y a ş a y a n 'k a -' b îleler ( B e tsım isa ra k a ), çok sıcak ve nemli bir iklim altında uyuşmuş gibidirler. B a tı' bölgelerinin yerlisi olan Sakâlavalara gelince, ■ büyük bir kısm ı müslüman olan bu zencî un­ surun nüfus sayısının 280.000-k a d a r. olduğu tahmin edilir. Bunlar garbın nisbeten az ya­ ğ ış lı'y ü k s e k ovalarında sığ ır yetiştirm ek ile uğraşırlar, ve -zirâatten p ek hoşlanm azlar ( ce-



««



MADAGASKAR.



nûb-i garbid e yaşayan M asikorolar müstesna ). Y in e bu guruba dâhil V ezo 'a r ise, balıkçılık ile geçinirler. G arp kıyıların da eski Bantu kö­ lelerin nesli olan ve iyi işçi sayılan Makoa veya M osombikilere rastlan ır ki, banlar da H ovalar ve araplar ile az-çok m elezleşm işlerd if. A dan ın şimâl-i garbisinde yaşayan A u talaotralar ile cenûb-i şarkîsinde yaşayan A n ta imoronaiar arap m elezi müslümanlar olup, Ma­ d agaskar yerlileri arasında zirâat, ticâret ba­ kımından, H ovalar gibi, en faal unsurları teş­ kil etm ektedirler. Din bakım ından M adagaskar yerlerinin ek­ seriy eti anim ist olup, ikinci cihan harbine ya­ kın sen elerde hıristiyanların sayısı, 450.000'i protesian v e 800,000 ’i kato lik olmak üzere, 1.250.000 kadar tahm in ediliyordu. Müslümanlara gelince, bunların yaşama sahaları Mada­ ga sk a r 'ın ga rp v e cenûb-i şarkîsine rastla­ m aktadır. G arp müslüm anları Sakalavaların büyük kısm ı tarafından meydana getirilm ekte, cenûb-i şarkî mSslütnanları ise, 1480 tarihine doğru buraya göç etm iş olan, araplaşm ış Ma­ lay ailelerinin nesli tarafından teşkil edilm ek­ tedir. Massignon, M a d ag ask ar’ın Cenûb-i şar­ kîsinde müsliimanhğm gerilem esine karşılık, garp sahilinde inkişâf hâlinde bulunduğunu kaydetm ekte, hıristiyanlığm gelişm e sahasında islâm iyetin m ukavemeti ile ancak adanın şi­ mâl-i garbîsİnde karşılaştığını söylem ektedir. M adagaskar ’daki müslümanlar sayısı 40.000 ile 846.000 arasında tahmin edilm ektedir. M as­ signon 200.000 sayısının doğru sayılabileceğini kaydeder ki, buna Kom or adası müslümanları dâhil değildir, M adagaskar adasında nüfus kesâfeti vasatı 7 olup, m erkezî yaylanın m üsait sahalarında bir-az artar. A d a nüfusunun ekseriyetini teşk il eden yerliler daha ziyâde köylerde yaşarlar. A danın m erkezi, yayla üzerin­ de, deniz seviyesine göre, irtifâı 1.200 m. 'den fazla olan Tananarive şehridir (183.000 nüfus, 21.000’i a vru p a lı). Başka şeh irler ara­ sında nüfusu 50.000 ’e varm ış bulunanı henüz yoktur. Bunların b aşlıcalan , adanın şark sâhilinde en mühim liman olan Tam atave ( 36.000 nüfus, 7.300 'ü avrupalı ), şimalde gü­ zel b ir koy kenarında D iego-Suarez ( 30.000 ) v e şipıâl-i garbid e Ma junga ( 38.000 ) ’dır. V a sco de Gam a ’nın Ü m it burnunu dolaşm a­ sından az sonra, avrupalılar M a d ag ask ar’ı ta ­ nım akta gecikm ediler. Daha X V . asrın sonunda Pedro de Coyilham , karşı sahilde Sofala [ b. bk,] ’da iken, şarkta büyük bir ada bulunduğunu öğrenip, Portekiz kıralı jo a o ’ya haber vermiş idi. A d a y a ilk çıkan P ortekizli gem ici 1500 senesinde D iego D iaz, başka bir rivâyete göre



ise, 1506’da Laurenzo A lm eid a olmuş, Porte­ k izliler X VI. asrın ilk yarısında m üteaddit d efalar M adagaskar’a uğram ışlardır. Bunlar­ dan sonra, aynı asrın sonlarında, hollandalı­ ların bir filosu ( Cornelius de Houtman, .1595 ) adanın ceuup v e şark sâhillerinde iki te ’sis kurmuş ise de, bunlar tutunam am ıştır. 1É07 ’de ve daha sonra 1645 ’ te gelen İngilîzler de ada­ ya ciddî bir şekilde yerleşm eğe teşebbüş et­ memişlerdi. Fransızların adayı ilk ziyaretleri XVI. asra kadar çıkar ise de, yerleşm e teşeb­ büsü 1638 ( F. Couche ) ve 1.642 ( C h evalier de P r o n is ) senelerinde olmuş, bu son tarihte adanın cenûbnnda Fort-Dauphîn üssü kurul­ muş, fa k a t buraya yerleşen fransızlar daha sonra Bourbon ( R eun ión ) adasına çekilm iş­ lerdir. X IX . asrın ilk yarısında, M auritlus ve Seychelle adalarına yerleşm iş olan ingilizler ile 18 15 'te Reunión adasına tekrar sâhip olan fransızlar arasında, M ad agask ar’a hâkim ol­ mak bakımından, rekabet başladı. Fransızlar 1840 ’ta M ayotte ve Nossi-be adalarına yerleş­ tiler. 1866 'da Hova kırallığıntn payitahtı olan Tananarive ’de bir konsolosluk kurdular, 1868 'de kıraliçe Ranavalo I. ’ya bir himaye mua­ hedesi imzâ ettird iler ise de, bu muahede ta t­ bik edilemedi. Bu sırada H ova sarayında İn­ g iliz nufûzo hâkim bulunuyor ve hattâ p rotes­ tan misyonerlerinin faaliyeti M a d a g a sk a r’da katoliklerinkini aşıyordu. A lfre d G randidier ’ nin büyük İlmî seyahati (18 6 5— 1870) saye­ sinde M adagaskar’ ı tanım ak fırsatın ı bulmuş olan fransızlar, nihâyet 1885 ’te adanın şima­ linde D iego-Suarez üssüne yerleştiler. O sene kıraliçeye imzâ e ttird ikleri him âye muahedesi yine yerine getirilm ediği için, 1895 'te Mada­ g a s k a r ’a kuvvet gönderdiler. 1 teşrin I. 1895 ’te Tananarive zaptedildi. K ıraliçe Ranavalo III. franstz himayesini kabûl e tti ( 18 kânûn II. 1896 ) ise de, bir isyanı bastırm ak vesilesi ile, 27 eylül 1896 ’da M adagaskar doğrudandoğruya fransız m üstemlekesi hâline konuldu ve başına bir umûmî vâli getirild i. Daha yakın senelerde, yerlilerin ve avrupalıların seçtik ­ leri b ir m eclis te ’sis edildiği gibi, M adagas­ k a r'd a n fran sız te şri’î m eclislerine seçilm iş âza gönderilm ektedir. M üstem leke idâresi devrinde, 1905 'te çabuk bastırılm ış bir isyan v e 1916 ’da H ova m illi­ yetçilerinin b ir ayaklanm a teşebbüsünden baş­ ka b ir hareket görülm em iş id i; bununla bera­ ber, bu sonuncular, iktid arı ellerinden alm ış olan fransızlara karşı kırgın idiler. İkinci cihan harbî içinde ¡aponlann A s y a 'daki yayılm a ha­ reketleri, M adagaskar ’da m illiyetçilik cere­ yanlarını genişletm eğe hizm et etti. Bu sırada İhçloııezya v e Birmanya ’yı istilâ etm iş bulu-



MADAGASKAR. nan Japonya ’um M adagaskar ’i da eie ge çire ­ rek. deniz yollarını tehdit etmesi ihtimâline karşı, İn giltere M adagaskar 'a ask er çık a rttı ve adadaki transız kuvvetlerinin m evzi’î m ukave­ metini çabuk kırarak, buraya y erleşti { «942— 1943 ). Harbin son senelerinde M adagaskar ’da, m üttefiklerin harp kudretine yardım eden ipti­ daî maddelerin bol olarak yetiştirilm esin e mu­ kabil, istihlâkin tahdidinden doğan bir takım hoşnutsuzlukların tohumu atıld ı. N ihayet 1947 senesi mart sonunda H ova ileri gelenlerinin et altından idâre ettikleri ormanlık sâhalar ve sâhi! kabileleri arasında büyük bir ayaklanma vukua geldi. A sîle r karakollara, istasyonlara, silâh depolarına ve çiftlik lere tecâvüz ederek, ellerine geçird ikleri avrupatıları ve fransızlara yardım eden yerlileri öldürdüler. A s k e r î ku v­ vetlerin gecikerek gelm esi yüzünden, bu isyan hareketi ancak 1948 senesi sonlarına doğru bastırılabildi.







dağdan çık tığ ı rivâyet edilirdi ; fak at ,-¿ 3' ( „K am er d a ğı“ } tâb iri ile izah ise, IX. asır­ dan daha evvellerin e â it id i; çünkü bunu arap coğrafyacılarının çoğunun ve bilhassa alHvârizm i 'nin örnek olarak ald ıkları BatEamyus un oqy\ os^rjvaïa tâbirinde buluyoruz. i£omr yahut K am ar ( ay ) d a ğı, şarkî A frik a ’dan bahsetm iş olan bütün müslüman coğraf­ yacılarında geçm ektedir. Bu dağın adının, IÇomr = M adagaskar adı ile ne kadar alâkalı olduğunu ileride göreceğiz. L e K 'oüen-lauen et le s anciennes naviga­ tions interocéaniques dans le s M ers du S u d ( J A , Ï919. XIII ve X IV ) adlı yazım da Komr un menşe’i a ra ştırılm ıştır t burada faydala­ nılan vesikalar sayesinde, bunun, K m er adı ve çin m etinlerindeki j=jf ^



K 'u n -lu n ile alâ­



kası olduğu görülmüş idi. Ç in kaynakları bizi şarkî A f r ik a ’ya kadar götürm ektedir; burada Ç a o Ju-kua ( 1225 ) 'daki Ç u fa n çe, Çow K ’iu fe i ( 1 1 7 8 } ’deki L in vıai tay ta 'dan iki ayrı kısmı kelim esi-kelim esine zikrederek, K ’un-lun ts’en -k’i kuo ( „ K ’ un-lun zengleri ülkesi )“ ’ nun m evkiini tâyin etm ektedir. Ona göre, bu ülke aş.-yk. 100 1. hacminde bir su kabı vazifesini görecek kadar büyük yaprak­ ları bulunan p’ en yahut arap. roh ’un bulun­ duğu büyük bir adaya ( = M adagaskar } çok yakındır M adagaskar 'in eski adı, bugünkü coğrafya eserlerin de, adanın şimâl-i garbisin ­ deki Komor adalarının ism inde yaşam aktadır. Râhip Luis Marİanno, Exploraçâo portugueza de M adagascar em 1613 ( B o l. Soc. Geogr., Lis­ sabon. 7. seri, 1887, s. 313— 356 ) ’te, m adagaskarhları Buqae (daha doğrusu B a k i) a dı ile anı­ yo r ki. buna daba sonraki seyah at kayıtlarında da rasttanm aktadır. Ş a rk î B antular A fr ik a ’nm bu büyük adasına B a k i veya, lo katif eki olan -ni ilâvesi ile, B a k în i adını verm işlerdir. B ü k i ke­ lim esi m adagaskarîılar dilinde V â ku a ke{,,kırallık, tâbî olanlar“ ) kelim esi ( telâffuzu vahvako, ile m ünâsebetlidir; bu sonuncu kelim e m alıallî dile uydurulmuş, Bantu 'daki ( ıvâ-Buki ) cemi şek lid ir: wa- < Bantu cemi ön eki via- + h ( Ma­ dagaskar dilinde iki vokal arasına gelm ekte­ dir ) + wake. Bu kök, arap coğrafyacılarının kullandıkları ikizleşm iş şek il ( v â kv âk yahut vakvâk, b. bk.) ile ve ses bakımından eski se ­ yahat kayıtların daki B itki, şarkî Bantu va-Büki ( „m adagaskarîılar ) ve B u k în i ite aynıdır. Bu İzah bana gö re J A { III, 1904, 496 v.d.) 'daki görüşe tercih edilebdir. Kanaatim ce, M adagas-'i kar dilindeki vâhüako şeklinde düzeltilm elidir ). Bunu icâp ettiren sebepler şunlardır : yukarıda adı geçen seyahat kayıtların da râhip Luis Marianno, Ma­ d a g a sk a r'm cenûb-i şarkîsinde bulunan ve Mitacassi, M aiacaci, M atacasi (y a h u t M atakasi) denilen bir kırallıktan bahsediyor. Üç yıl sonra, 16 16 ’da, aynı bölgede gezen râhip d’Alm eida da M atacassi isim li bir kırallık zikreder. Cauehe, seyahatnâm esinde ( Relations véritables et curieuses de l'isle de Madagascar et du B résil, nşr. M orisot, 1651, s. 10, 49, 99, 124, I27> 134} bâzılarm ın Madegache veya Mada­ gasse dedikleri bir eyâletten bahsediyor ve ahâlisine de Malegasse veya M allegasse ’1ar di­ yor. A yn ı zamanda, bütün ada ahâlisine şâmil olmak üzere, M adagascarois kelim esini kulla­ nıyor. F lacourt ( H istoire de la Grande isle M adagascar, 1661, s. 1 ) şöyle diyor ı ,,St. Lau­ rentius adasına co ğrafyacılar Madagaskar, halk M adecase, Batiamyus M enuthias, Plinius C e r n é . . . . , dem ekte iseler de, asıl adı Madeca­ s e 't ı r " Daha sonraki m üellifler, az veya çok, F laco u rt’ un eserinden ilhâm alm ışlardır; bu­ nun için burada onlardan bahsetm eğe iüzûm yoktur. Bu muhtelif bilgiler iki neticeye var­ m aktad ır: iki büyük lehçe (y â n i sadâlı diş sesi ( d ) lehçeleri ile akıcı ( l ) lehçeleri ) gu ­ rubuna tekabül eden Madagasi ve Malagaist. Bu sonuncu şekil, M adagaskar adasında, bâzan ıslık sesi ile malagasi, bâzan da Ön-damak p at­ layıcı sesi ile Malagaçi hâkim olmuştur. A y ­ rıca, bugünkü m üstamel dilde umumiyetle k ı­ saltılm ış olan G aşi ve hattâ G aşe kullanılm ak­ tadır. Bu m üşâhedeler M adagaskar adı ^için, Marco Polo ’nun nokta-i nazarını hakh g ö ste r­ m ektedir. 1M alagasi ( M adagasi ), M alagâşi ( M adagaşi) çift şekilleri karanlık kalm aktadır. D ilin mor­



folojisin e göre, ister sadâlı mada-gasİ şekli, is te r portekizlilerin ka yd ettiği sadâsız şekil olan m ada-kâsi bahis mevzuu olsun, bilinen hiç* bir şey hatırlatm ayan *mala veya mada-gûsi m ürekkep şekillerine tekabül eder. Bunun bir garbî İndonezya yahut bir Bantu kökü mü olduğu da bilinm emektedir. N e olursa-otsun, burada şark veya garp menşe’ü, e sk i vè yen i > dil ile izahı hâlen im kânsız olan yabancı bir kabile ismi bahis mevzuu olması da muhte­ meldir. A rap coğrafyacıları arasında K o m r -M a d a gaskar adası hakkında ilk defa, etraflı olarak, Ş a rif al-İdrisi ’nin K iiâ b nuzhat al-m uştâk f i ’ hitrâfc al-afâk ( 1 1 5 4 ) adlı eserinde bahs­ edilm iştir; bu müellif A fr ik a 'y a bağlı bu bü­ yük adayı, bâzan Zangler ülkesine bağlam ak­ tadır. al-Idrisi birinci iklimin yedinci bahsinde şöyle dem ektedir : „Zâbag = Sum atra adaları ahâlisi, büyük ve küçük gem iler ile, Zang ül­ kesine gitm ekte ve birbirlerinin dilinden anla­ dıkları nisbette, m allarını satm ak için, bunlar­ dan İstifâde etm ektedirler“ (y a zm . 2221, Bibi. N at., Paris, 2çr, str, 15 ). Bu satırlar, XII» asırda, yanlış olarak, Z ang ülkesi içinde gö s­ terilen M adagaskar ’a, Sum atra muhâcirlerimn daha önce gelip , yerleşm iş olduklarını ve Ma­ dagaskar dilinin menşe’i olan lisanlarını adaya soktuklarını gösterm ek bakımından, son derece mühimdir. A yn ı iklimin sekizinci bahsinde, M adagaskar, M aldive adalarından deniz yolu ile yedi guulük m esafede gösterilm ektedir. Hü­ küm darları M alay şehrinde oturm aktadır. Bu ada 4 aylık bir yürüyüş ile boydan-boya k a t’edilecek uzunluktadır. M aldive adalarından baş­ layıp, şim alde Ç in adalarının karşısında niha­ y et bulm aktadır. Sİcilyalı coğrafyacı Rogers, haritasından da anlaşılacağı gibi, M adagaskar, C eylan ve Sum atra 'nın bir kısmını muazzam bir ada olarak gösterm ektedir. Dokuzuncu bah­ sinde, Kom r M ahâraca ( = Sum atra ) ülkesi ta ­ cirlerinin A frik a ’nın şark sâhiline geldikleri ve halk tarafından iyi karşılandıkları v e onlar ile alış-verişte bulundukları y a zılıd ır ( bk. L . Ferrand, R elations de vogages, fih rist, mad. ÇOMR ve KOMOR ). Yak:üt 1224 'te tamamlanan Mu cam ( IV , 174 ) 'inde sâdece : — ,,al-Kom r, Zang denizinin ortasındaki adaları en büyüğüdür. Bir çok şe­ hirleri ve kıratlıkları vardır. Bunlar birbiri ile savaş halindedir. Sâhillerinde kehribar ve aU jçomarl ( aynen ) yaprağı bulunm aktadır. Bu güzel bir kokudur ; buna betel ( H ind asm ası ) yaprağı da derler. Bundan aynı zamanda mum da elde edilm ektedir“ — diyor. A y n ı müellifin KitSb al-m uştarik ( nşr. W üstenfeld, s. 358 ) ’inde M tt'cam ’ den alınma aynı b ilgiler bulun­



MADÂGÂSKAft. m aktad ır; fak at bu son metinde daha doğru o.'arak al-kom ri yaprağından bahsolunmalctadır. Daha çok İbn Sacid adı ile tanınan Abu ’ 1-H asan 'A li b. Sa‘ id al-M ağribi, G ırn ata ci­ varında 1208 yahut 12 1 4 ’te doğmuş ve 1286’da T u n u s’ ta ölmüştür. P aris m illî kütüphanesin­ de, 2334 numarada k ayıtlı bir yazm a hâlinde var. 1 — 1 1 7 ’d e umûmî coğrafyaya â it bir risale bulunm aktadır; risalenin adı „Ispanyalı ‘A li b. S a'İd al-M ağribi ’nin toplayıp, hu­ lâsa e ttiği, 7 iklim i içine alan { Batlam yus 'un ] co ğrafy a k itab ıd ır; buna tbn F â tim a ’nin kitabından ald ığı arz ve tû l dâirelerini ilâve etm iştir“ . 714 ( 1314/13*5 ) tarihini taşıyan bu yaznıa A bu T-Fidâ’ 'nm m ülkiyetinde bulunmuş idi. Bu yazm a bir kaç satır içinde son derece mühim bilgi ih tiva etm ektedir. Bu bilgi, hulâsa olarak, şunlardan ib â re tlir : „A d la rın ı, A frik a ’mn şarkında bulunan dağa verm iş olan IÇomrlar, çinliler ile kardeştirler. Başlangıçta arzın şark bölgelerinde, yâni A sy a k ıt’asında, Çinli­ le r ile beraber yaşam akta idiler. A raların a an­ laşm azlık girince, çinliler IÇomrSan adalara doğru kovdular. Bir ıhüddet sonra, adalara göçm üş olan îfom rlar arasında da anlaşm az­ lık b a ş-gö ste rd i; kıra! ile ailesi yine göçtü ve büyük IÇomr = M adagaskar adasına gitti ve kıral bu adanın Ç o m riya adlı şehrinde yerleşti. Büyük adaya göç eden bu Korurlar sayıca çoğaldılar ve adanın m uhtelif şehir­ lerine d a ğ ıld ıla r; fak at yeni anlaşm azlıklar yen i göçlere sebep oldu ve bir-çokları, kendi adlarını taşıyan dağ boyunca, cenupta meskûn toprakların başladığı yerd e, y erleştiler ( bk. G . Ferraud, R elations de voyages, II, 316 v.dd.)“ . Bu birbiri ardınca vukû bulan gö çleri, yeni co ğrafya bakımından ifâde edersek, aşağıdaki n eticeye v a r ır ız : çinliler ile akraba olan Korur­ lar, önceleri orta A s y a ’d a oturm akta olup, k ıt ’anm, çinlilere komşu olan iç bölgesin­ d e n . civar deniz m em leketlerine v e adalara göç- e ttile r ( I. de B arros, D a A sia , Decade II, kitap IX ; fasıl IV, 1777 tab., s. 352. Porte­ kizli tarihçi cavatıiarm kendilerinin aslen çinli olduklarını ileri sürdüklerini söylüyor ve sonra indonezya ’dan, daha doğrusu Sum atra 'dan (bk. G. Ferrand, Em pire sumatranais de Ç rlvijaya, J A , 1922, X X ) kendi adlarını taşıyan büyük adaya, Ifom r = M adagaskar adasına, oradan da Ç om r dağı ülkesine, yâni Nil ( = şarkî A f r i k a ) ’in kaynağını aldığı sanılan meşhur d a ğ bölgesine göç, etm işlerdir. O rta A sy a 'dan Ğ anj ötesi H indistan sâhıllerine yapılan ilk göç, m uhakkak ki, çok eski­ den vukna gelm iştir. M uhâeirlerin şarkî T ibet yaylalarından A s y a 'nin deniz bölgelerine yayıl­ maları, Birm anya ’dan H ind-i Ç ;nî 'ye hareket­



leri ile, İndonezya 'y ı aşm aları arasında bir-çok asırlar geçm iş olmalıdır. İbn S a ‘ id, XIII. asırda yaşam ış olduğuna göre, kendisinden binlerce y ıl önce geçm iş olan ve başka yerde izlerine rast­ lanmayan hâdiseleri nasıl bilebilir ? U zak şa rk tarihlerinde ve efsânelerinde bu hususta hiç bir malûmat yoktur. B ilgilerin e baş-vurduğum H indistan, H ind-i-Çinî ve Ç in m ütahassısları bu hâdiselere doğrudan-doğruyâ veya vâsıtalı olarak tem âs eden hiç b ir metne tesadüf e t­ mediklerini söylediler. N isbeten muahhar olan arapça bir metin dolayısı ile böyle bir mesele­ nin ortaya atılm ası beni hayrete düşürdü; buna tatm in edici bir cevap bulamıyorum. M adagas­ kar üzerindeki tetkiklerim neticesinde, îbn Sa‘ i d ’de bahsi geçen malûmatı şu şekilde te f­ sir etm iştim : A frik a ’mn bu büyük adasına sum atrahlar yerleşm işlerd ir; bunların ataları A s ­ ya ’dan gelm işlerdi. İbn Sa‘ id 'in söyledikleri de taraâmen buna uym aktadır, A rapça m etinler ile hâdiseler bir birine tevâfuk etm ektedir. Fakat inkâr kabûl etm ez uygunluk beklenmedik bir ş e y d ir; çünkü XIII. asırda bu bilgilerin nasıl ve nereden elde edilmiş olduğunu da bilmiyoruz. Relations de zend ; yeni kıyı lehçelerinde, gerek merkez ve şark daetıa, pehlevî dev, farsça d iv „fenalık peri-j lehçelerinde ve dolayısı ile şark î A fr ik a sâhit-



si, d e y “ ).



Ma



d a g a sk a r



Eski malg. Ran, msl. hanin-Rau vulan ,,A yRâhu tarafından yenm iş olan“ = a y tutulm ası; alin-Rau masuandru „güneş-Râhu tarafından karartılan “ = güneş tu tu lm a sı; malg. andrîan, andriâna „a sil, kıral sınıfın­ dan veya a sil“ < k a w i âryya < skr. arua v.b. 2. A y a d la rı: Hind takvim indeki ay isim lerine bütün Ma­ dagaskar kabilelerinin lehçelerinde rastlanm aktadır. F akat başlan gıçtaki sıralarını mu­ hafaza etm em işler ve msl, bir kabilede sene başında bulunan bir ay, diğerinde orta yerde veya sonda y er atm ıştır. D iğ er taraftan, sravana, â iv in a ve phâlguna, m alagaş cedvelle* rinde yer alm am aktadır; bunların yerine iki asara ( küçük ve b ü y ü k ), iki fisâ k a { küçük ve bü yü k ) ve bita ( ? ) adlı bir ay va rd ır: skr. pausa > malag. fauşa, fo ş a , fü şa , f a s a ; skr. mâgka > malag. m a k a ; . skr. caitra > malag. aşntri, asütrl, ş ü tr i; skr. vaiiâkhaJ> malag, fişa k a , f i s â k a , ş S k a ; skr. jya iştha > malag. tsihia , hiahia ; skr. 5 ş 5 d k a > m alag. aşara, a sara ; skr. bhâdrapada > malag. vatravatra ; skr, kârttlka > malag. hatslha,haşîha, haşîa; skr. m argaiirşa > malag. şirâ ( vala-şira „ ş ı­ ra a yı“ ) ; Bk. bir de skr. varsa „yağm ur m evsimi“ > m alg. vûratsa, vSratra ( faka-varatsa, fa hav â ra tra : „fırtın a m evsim i“ ). 1 3„ G ündelik kelim eler: Sk r koti „10 milyon“ > malay, keti „100.000“ > eski malag. hcii > yenı-malag. hetsi „100.000“ ; Skr. kaça „cam “ > malag, küça > eski-m alag. hStsa ; Skr. alâbu „k ab a k “ > malg. l&ba, batak tâba > m alg. tâ v u ; , Skr, megha „bulut“ > mega > eski-m alag. m ik a ; . S k r tâm büla „kâra-biber a ğ a cı“ > cava. tembula > eski-m alag. tam büru; ‘ Skr. tSla „ b ir çeşit hurma a ğa cı“ > batak a ta l; malag., cava, sudan, lontar > malag. dara „b ir nevî hurma a ğ a c ı"; Skr. upavâsa „oruç“ > malag. puw âsn > eski malag. afuçe „oruç tutm ak“ ; Skr. çatar „d ö rt“ > açe. çofo „bir nevî da­ ma oyunu“ > malg. katra; Skr. manıfapa „bayram münâsebeti ile y a ­ pılan sundurma" :> malg. m lndapa „m isafir ka* böl edilen binâ, paviyon“ > malag. ' lapa dûpa ile „kıral ikam etgâhı, saray, mahkeme, köy ortasında kurulan ve altında alış-veriş yapılan ça tı“ ; : Skr. tantra „kitap , sihirli risâ le “ > balinnai tantri „m asal, şahısları hayvan olan m asal“ > malg. tantûra „tarih , efsâne, masai“ ; .



.



S k r tamraka „b ak ır“ > m alg. tombağa, baü. barak „kırm ızı bakır“ =■matag. variihi,varahin, varahina', " Skr. Sringavera „zen cefil" > m alg. şakarivu ve seslerin y er değiştirm esi ile, sakaviru v.b. A ra p ça konuşan m üslüm anlann getirdiği İslâmlık M adagaskar ‘da bir çok izler bırak­ m ıştır ; bunların ilki ve en mühimi arap alfabesidir. Bu alfabeyi M adagaskar yazı- | sm a mâletmek nâzik ve güç bir iş olm akla berâber, m uvaffakiyetle başarılm ıştır. Malagaşçadakı b, d, /, h, l, m, a, r, s sesleri arapçadakı m ukabilleri ile y a z ıld ı; d yerine msl. ? kabul o lu n d u ; d iğer sesler için şu şekiller kabûl e d ild i: malag. g yerine ¿¿, gırtla k ta n te ­ lâffuz olunan n yerine £, bâzan da ng mü­ rekkep harf yerine de yine d r ve tr sesleri yerine j , bâzan j , tanvin ile birlikte ( msl. ant-



rendri „hurma a ğa cı“ j j l şeklinde



yazılır



ve



j ’ nin dr yahut tr olarak mı okunacağı yaln ti ibareden a n la şılm a k ta d ır) ; m alag. t yerine i ; (s yerine arapça û ; malag. v yerine }, fak at arapça d* aynı zam anda v okunm aktadır, msl. ¿Un j ram aiân > malag. ram avâ; z malag. z ola­ ra k okunan ^ ile: ^ zaza „küçük çocuk“ : dz sesi £ ve bugünkü arap-yeni malag. ’da da bâ­ zan > ile gösterilir. A ra p alfabesini kabûl e t­ miş ve p atlayıcı p ’yi yazm ak m ecburiyetini duymuş olan, sâmî ırkından olm ayan İslâmlaş­ mış m illetler m uhtelif işaret ve rem izler ku l­ lanm ışlardır: m alaylar bunu -i ile ; iran lılar ve onlara bakarak, Kom or takım -adalarınm bâzı müslüman ahâlisi y ; şa rk î A f r ik a ’nın suahilileri de y ile yazm aktadırlar. M adagas­ karlIlar umulmadık bir hâl çâresi bulmuşlar­ d ır : XVIII. asra kadar jn’yi ö , yâni üstünde am ûdî b ir iaşd'id bulunan bir o ile , daba son­ ra -i ile yazm ışlardır. M alayalann tersine, her harf harekelenm iştir; bu da, burada zikredil­ m eyecek kadar çok olan yazı farkların a ra ğ­ men, arap-m alagaş m etinlerinin okunm asını ko­ laylaştırm aktadır. A rap-m alagaş alfabesi eskiden oldukça geniş bir sahada kullanılm akla id i; bugün ise, ancak cenûb-i şarkî sahilinde kullanılır. Burada çok sayıda yerli halk tarafından XIX. asır sonla­ rına kadar kullanılıyordu. M a d ag ask ar'ın şimâl-i garbi ve garp müslüm anları daha ziyâde arap-komor veyahut arap-suahiü alfabesini ku l­ lanm aktadırlar Bu sonuncu alfabede tr sesi ö işâreti ile ve rilm iştir; fak at bu şekil yalnız Anjouan adasında kullanılm aktadır. Bu adanın lehçesinde g { fars. ve türk. p l gibi yazdan i sesi vardır. D iğer arapça harflere, yâni ¿t, r¿1



j



1J3 r* ve j ' y a M adagaskar dilinde,



Ma



d à



Ga



yalnız arapça olarak zikredilen kelim elerde, rastlan m aktadır ve s ıra ile a, h, k , d z , z , s, v, z ve k olarak okunm aktadır. A rap-m algaş yazm alarına şura-be „biiyiik y a zı", yâni mukaddes yazı denilm ektedir. E s­ kiden bunları elde etm ek gü ç idi. Bunları e l­ lerinde bulunduranlar, bu yazm alara b ir sır mâhiyeti verdiklerinden, yabancıların görm e­ sine râzı olm uyorlardı. 1890— 1894 arasında bunlardan bir kaç tanesini görm ek ve istinsah etm ek fırsatın ı buldum. P aris ’teki Bibliothè­ que Nationale ’de bunlardan on tane bulunmak­ tad ır ; bunların sekizi hakikî eski yazm alar­ dır. z, 3, 4. $ numaralı yazm aları Saint-G erm ain-des-Prés m anastırından kalm ad ır; 1820 ’de elde edilm iş olmasına rağm en, 6 numaralı yazm a da e s k id ir; 1595— 1620 arasın da bir avrupalı tarafından satırlar arasına yapılan latin ce tercüm esi sayesinde, 7 numaralı yaz­ ma, A vru p a 'ya X V I. asrın ikinci yarısında varm ış s a y ıla b ilir; yazılışı da bu tarihten ön­ ce o lm alıd ır; L a n g tè s ’in el-yazıst ile yazd ığı bir nota bakılırsa, 8 numaralı yazm a „Fransa 'ya 1742 de getirilm iş olm alıdır“ ; yan lış ola­ rak arap eserleri arasına konulm uş otan 5132 numaralı yazm a da, eski bir arap-m alagaş y az­ m asıdır. Duc de C oislin tarafından SaintG erm ain -des-Prés m anastırına verilm iş olan I numaralı eserd e renkli ve kaba bir şekilde yapıl­ mış insan, hayvan, ağaç tasvirleri bulunm akta olup, bir tek s a tıf yazı yoktur. N ih ayet 13 numaralı yazm a, dört yeni yazmanın köpyesi* dır. ı ve 13 numaralı yazm alar dışında bütün diğerleri katam İle, yerli k â ğıt üzerine, yine yerli mürekkep İle, yazılm ıştır. Flacourt, H is­ toire de la grande iste M adagascar ( s. 194 V. dd,, 1661 tab.) adiı eserinde bundan etraflı olarak bahsetm ektedir. Bu yazm aların muhte­ vaları çok d e ğ iş ik tir: gâ lib â bütün diğerleri­ nin Örnek a ld ıkları bîr şura-be tipi m evcut d eğild ir. M üellif veya müstensih, keyfî olarak ve karm a-karışık bir şekilde, bir çok K u r’an sûrelerin i, A llah a, m eleklere âit bitm ez-tüIcenmez isim ced velleri, sa tırla r arasında malgaşea tercüm eleri ile b irlik te, arapça dini me­ tinler ( bk. faksim ile, N E , 1904,X XX VIII, 457 ) ve arapça ve m algaşea lugatçeleri, büyük sa ­ yıd a sihirli duaları, tılısım lı d ö rt köşe şek il­ ler, form üller: seyyarelerin iyi veya kötü te'sirleri, burç işSretleri, kam erin m enzilleri, a y ­ la r ve günler, İslâm takvim indeki on iki ayın ( muharrem ayı m üzekker, safer ayı müennest i r . . . , bk. yazm a 2, 261») husûsiyetleri, mus­ ka numuneleri ( hirizi < arap. j/ - ) v.b, topla­ m ıştır. Burada, husûsî bir ehem m iyeti olan bir-kaç metne işaret etm ek g e re k tir ki, bunlardan bi­ lgilim Ansiklopedisi



sk a



S.



ri umulmadık bir m âhiyet taşım aktadır, 3 nu­ m aralı yazm ada M adagaskar ve H ollaoda dil­ lerinde 36 kelim elik bir lügatçe bulunmakta­ d ır ; her ik i lisan da arapça harfler ile yazıl­ m ıştır ( nşr. B T L V , 1908, L X l ). 5 numaralı yazm ada ( 8 5 * - 88=) L ayla için yazılm ış m alagaşca tercüm esi ile b irlik te arap­ ça bir şiir vardır ( bunun Macnûn ’un Lay­ la 'sı mı, yoksa arap edebiyatının her hangi bir L ayla 'sı mı olduğunu henüz tah kik edem e­ dim ). 8 numaralı yazm ada ( 52»— 56* ) arap­ ça bir tşutba v a r d ır; bunun adı „ . . k i ( 7 ) olup, A la d a a ra-lakatibu ( ra m alagaşeada harf-i ta riftir ) „h atibin duâsı“ şeklinde okunm akta­ dır. Ç ok fenâ yazılm ıştır. M alagaşların, kendile­ rine İslâmiyet! kabul ettiren araplardan aldıkla­ rı kelim eler çoktur ve bunlar, istisn asız, ad a ­ nın bütün kabilelerine girm iştir. Bunlar bil­ h a ssa: t. G ün isim lerid ir: alatsinagni, talata, alarubia, alakam isi, zum a, asabutsi, alahadi. A ra p ça harf-i tâ r if p azartesi, çarşam­ ba, perşem be, cum artesi ve pazarda alıkonmuş, salı ve cum ada a tılm ıştır. Burada gün isim leri M erina lehçesinde ve rilm iştir; d iğe r .lehçelerin şek illeri mûtad ses değişm elerini gösterm ek­ tedir. 2. Merina v e başka bir-kaç kabiledeki 12 ay ism i, arap ça on iki burcun ismini a lm ıştır: alahamadi, adauro, adizauza, asurutani, alahasati, asum bula, adim izana, atakaraba, alak a u si, adidzadi, adalu ve alahutsi k i, bunlar­ da şunları bulm aktayız: al-ham al, al-şaur, alca u zS ', al-sarutân, al-asad, al-sunbula, al-m izân, al-'akrab, a l-kavs, al-cadi, al-dalv ve al-hât. Birçok k abileler M erinalartn kullan­ dıkları bu isim leri bilmemekte ve bunun yerine yukarıda zikredilen Sanskrit m enşeli isimleri kullanm aktadırlar. 3. Fiaeourt ( H istoire, 1661, s. 174 } un kayd­ e ttiğ i ayın 28 gününe â it isim ler ( cenûb-i şarki m adagaskarhlarda eskiden bir sene 366 gün idi ) arapların 28 ay menzili adlarını hatır­ latm aktadır. al-Süsi ve d iğ e r m üelliflerin kul­ landıkları usûle göre, yâni 28 m erhaleyi 12 ile bölerek, bu m erhaleler her burç mtntakası arasında, müsavi şek ild e,taksim olunm aktadır. a i- Ş ik li: — „B ilin iz ki, burç işaretlerinin her birinin 2 V ş menzili v a rd ır“ — diyo r ( Muhammed al-M ukri, L es mansions lunaires d et A rabes, trc. ve izah M otylinski, C e za y ir, 1899, s. 68 ). f 1 4. Ş ik ili ( m uhtelif lehçelerdeki şek illeri Şİk ili, ş ik ’i di < f i k l = ş e k i l ) fa l san 'atidir, g a ­ y e s i mâlüm olmayanı araştırm ak ve ona karşı tedbir alm aktır. Bütün adada revâedadır, yal­ nız kabileden kabileye ufak fa rk la r g ö s te r ir;



9



MADAĞÂSKAft. umumiyetle kullanılan şekil olan sikidi, doğrudan-doğruya ' Um al-raml ’den çıkm aktadır ( k r ş . Şeyh Muhammel al-Zanâti, K itâh al-faşl f i usû l ‘ Um al-ram l, taş-basm. K alıire ). M adagaskar ’da ve diğer yerlerde kullanılan cedvellerin menşe’i olan £ayh al-Zanâti ’nin eedvelinde 16 şekil va rd ır:



11



1 • • •



it*







• • •











vî •











IX »



.







'



IV • • 0 •



• •



• m9



0 t.



XI



XII 9



«



XI V • • • * • •



XV • • • • •







:



• t



9 & 9



0



vm



0 9 9 9



9



9







*











0



9



«



XIII a



9 9 a 0 » vn ♦' •



9



X • •



*



e



nt *



*



,







0







V • • ♦ * •



1







t











*



• ** • •







XVÎ



■ 0 9



9 9 9



C edveldeki her şeklin husûsî bİr adı vardır ve âzâm î sekiz ( IV ) ve asgarî d ö rt { XIII ) olmak üzere, bir takım noktalardan m üteşek­ kildir. D ört şekilde 5 nokta { V , XII, X V , X V I ) ; altı şekilde 6 nokta ( I I, III, V I, X , XI, X I V ) ; d ö rt şek ild e de 7 nokta ( I , V il, VIII, IX ) vardır. H er şekil bir takım eşya ve var­ lıklara hü km etm ektedir; sorulacak suâle gö ­ re, la lc ı sorulan şey ile alâkalı şu veya bu şekil üzerinde bilhassa durm aktadır. Ş e k iller­ den her birinin tesiri burç, seyyare, gün, arap ayı ve tekabül e ttiğ i d ö rt unsurun birinden g e l­ m ektedir. A y rıca bu şekil bayırlı veya hayırsız, erkek veya dişi fâlib ( „fa la baktıran kim se“ ) yahut m aflüb ( „sorulan ş e y “ ) ’d u r ; şu veya bu şartlar altın d a az veya çok ku vvetli ve şeref­ lidir v e aynı zamanda sorulan şeyin ne kadar müddet için de gerçekleşeceğin i de gö ster­ m ektedir. C edvelin 16 şek li m uhtelif guruplara a y rıl­ m aktad ır; bunların her birinin a yrı isim leri v a rd ır: D a v â h il ( „¡çeri giren ler“ ), X I, II, X V . şek il­ lerdir. Falcının başlad ığı s ik id i 'de, bunlar çok sayıda olurlarsa, bu hayra alâm ettir ve fala baktıran istediğin e kavuşacaktır. D ava k il 'den biri, birinci şekilde bulunur ise, istenilen şey „içeri g ire r“ , yâni olur. H avâric ( „dışarı çıkan lar“ ), IH, X , XII. şe­ killer, S ik id i 'de bîr kaç defa yer alır ise, bu, şerre alâm ettir ve istenilen şey bulunmaya­ caktır. H avâric 'den bir tanesi ilk şekil olursa.



istenilen şey „d ışarı çıkar“ , yâni fala baktıran için kaybolm uş dem ektir. M unkalib ( „g eri dönenler“ ), IV , V , V I, IX, X IV, X VI. şekillerdir. Hâl ve şartlara göre, bâzan baytrlı, bâzan meş’ûmdurlar. M unkalib 'den bir tanesi ilk şekil olursa, fal şüpheli kalır. S abit ( „sa b it olanlar“ ) i, H, X , XI, XIII, X V. şekillerdir. H ayra alâm ettir ve fal baktı­ ran aradığını bulacaktır. M anâhis ( „m eş’ ûm olanlar“ ), HI, VII, VIII, XI. şekillerdir, İlk şek il bunlardan biri olur­ sa, fa l baktıran istediğini bulam ıyacak ve korktuğu başına gelecektir. A v tâ d ( „veted ler“ ), I, IV , VII, X . şekillerdir. Buradaki dört şek il aynı olursa, m uvaffakiyet elde edilmiş dem ektir. M â Y a li ’ al-avtâd ( „vetedlerden hemen son­ ra g e le n le r") II, V , VIII, X I., şekillerd ir. Bun­ daki şekil aynı olursa, arzu yerine gelebilir. Za yia t al-avtâd ( „vetedlerin sonu“ ), III, V I, IX, XII. şekillerdir. Bunlardaki d ö rt şekil aynı olursa, istenilen şey yoldadır veya gelm ek üze­ redir, yahut da fal biter-bitm ez istenilen şey yerine gelecektir. O n altı şekil, aynı zamanda, sek izerlik iki guruba ayrılm aktadır; bunlardan birine ş ik l al-fâlib („is te y e n in ş e k li" ) d e r le r ; bunlar, fal bakttranı tem sil eden sekiz ş e k ild ir; d iğeri ş ik l al-m aflüb ( „istenilenin şek li" ), yâni m atlûba cevap verecek olandır. S ik id i 'nin ilk şekli se­ k iz fâlib içinde ve yedinci de sekiz m aflüb İçinde olursa, bu tamamen hayra alâm ettir. Bil’akis birinci şekil maflüb, yedinci fâlib olur­ sa, o zaman felâketin Önüne geçm ek im kânsız olacaktır. A y n ı zam anda b ir de, falın 15. şek ­ linin fâlib mi, m aflüb mu olduğuna bakm ak lâzım dır; fâlib ise, b a yır ve m aflüb ise, şerdir. Bir hasta için s ik id i’ya baş-vurulursa, VIII, V I, V , X IV, IX, IV , XIII. şekillerin m evcûdiy eti ölümün yakın olduğuna alâm ettir. C edveldeki ilk d ö rt şek le büyüt al-agyâm denilm ektedir. B irk aç defa tekrarlanırsa, is te ­ nilen şeyin bir günde olacağına alâm ettir. Son­ raki dört şekle ( V — VIII.), bayat al-cum’ ât ( „haftaların e v i“ ) denilm ektedir ve b ir haf­ talık mühlet ifâde etm e k te d ir; d iğe r d ö rt şekil ( IX .— XIL) büyüt a l-fu k ü r ( „ayların e v i“ ), son dört şekil de ( XIII.— X V I.) büyüt al-stnin ( „senelerin e vi“ ) adım alm aktadır. G ünlerin evlerinden biri ilk d ö rt şekilden baş­ k a yeri işgâl ederse, m ühlet, ilk d ö rt yerden uzak olduğu nisbette, artm aktadır. Buna mu­ kabil, hafta, ay veya sene evlerinden biri, ken­ di sırasından önce gelirse, mühlet, ilk şekle yakın olduğu nisbette, azalır. ' I, III, V ve X şark istikam etini, VÎIT, XII, X IV ve X V garp istikam etini, II, IV , V I v»



K îA D Â Ğ Â S K Â â. V i l şim âii, IX, XI, XII ve X V I. da cenup isti­ kam etini gösterm ektedir. C ed velin 1 numaralı şek li al-kayyan yahut la h ik a adını alm aktadır. Bu isim lerin birincisi malag. diline alahizani şeklinde geçm iştir. „Fal baktıran" mânasına g e lm e k te d ir; burcu ba­ lık , seyyaresi m üşteri, günü perşenbe ve unsuru da denizdir. M ütekabil şekil on be­ şincidir. Saad et, erkek ve fâtib alâm etidir, yâni ia la baktıranı tem sil eden sek iz şekle dâhildir. A y ı zilhiccedir. S ik id i ’de on dör­ düncü yeri işgâl ederse, istenilen şey üç gün­ de olacak dem ektir. Saadet veya başarı yekû­ nu, birinci yeri işgâl ederse, artacak dem ektir. Ş ekil II ( Içabzat al-dâhila, malag. alakavsi), servet, mülk v e her çeşit mal ifâde eden şe­ kildir. Burcu kavis, seyyâresi güneş, günü pazar, unsuru âteştir. Mukabil şekil onuncudur. H ayırlıdır, dişi ve m atlüb ’dur, yâni iste­ nilen şeyi tem sil eden sek iz şekle dâhildir. A y ı cem âziyelevveldir. On dördüncü y e r işgâl ederse, fal baktıranın arzusu 55 günde yerine g e le c e k tir; beşinci yerde olursa, va ziyeti mü­ sa it d e m e k tir; dördüncüde ise, büyüklüğe alâ­ m ettir. Şekil III ( Içabzat al-hârica; malag. adaîu) âile, bilhassa erkek v e k ız kardeşlere âittİr. Burcu ra’s cavzah ir ( < frs. gavzahr „ejd er başı" ) ’d ir ; seyyâresi zuhâl, günü cum artesidir. Mü­ tekabil şekil üçüncü şekildir. Bedbaht, erkek v e tâlib ’dir. O n dördüncü yerde olursa, fal baktıranın isteği 150 günde yerine gelecek de­ m ektir. A zam î büyüklük noktasına dokuzuncuda, ku vvet noktasına da üçüncüde ulaşm akta­ dır. Mâdeni altındır. Ş ekil IV ( al-cama‘ a, m alag. dzama, zum a), m emleket, bahçe ve m ezarcıların şeklidir. Bur­ cu sünbüle, seyyâresi u tâ rit; günü çarşanbadır. Mütekabil şekli on dördüncüdür; unsuru kara topraktır. H âl v e şartlara ve maflüb 'a göre, iyi veya fenadır. A y i cemaziyülâhırdır. O n dördüncü yerde olursa, arzunun yerine gelm e mühleti 20, 55 veya 150 gündür. A ltın cı yerde büyük, beşinci ve onuncu yerde ise, ku vvetlidir. Mâdeni gümüştür. Şekil V ( al-kavsac < fars. küsac yahut al­ fa r a h ; malag. a d ik a sa d zi), çocukların v e ha­ bercilerin şeklidir. Burcu mizan, seyyâresi zühre, günü cumadır. M ütekabil şekil on İkin­ cidir. Unsuru cenup rü zgârıdır. Ne iyi, ne fen â d ır ; talih v e dişidir, ayı receptir. O n dör­ düncü yeri işgâl ederse, fa l baktıranın arzu­ su ertesi günü yerine gelecek dem ektir. On ikinci yerde büyük, dördüncü, sekizinci ve on birincide de kuvvetlidir. ■



kaybının, Hâc ve yelkenlilerin şeklidir. Burcu d e lü ; seyyâresi utârit, günü de cum artesidir. M ütekabil şekil yedinci şek ild ir; unsuru garp rüzgârıdır. H âl ve şartlara göre, İyi veya fenâ, tâlib veya m aflüb ’dur. A y ı zilk a d e d ir; dişi­ dir. On dördüncüde olursa, fal baktıranın ar­ zusu 15 gün içinde tahakkuk edecektir. Dokuzuncuda büyük, sekiz, on b ir ve on İkincide de kuvvetlidir. Mâdeni gümüştür. Ş ekil V ll ( an k i s > m alag. alikisi'), yatak, karı-koca, kadınlar v e cinsî münâsebetler ile alâkalıdır. Burcu cediy, seyyâresi zühâl, günü cum artesi ve unspru da topraktır. M ütekabil şekil altıncıdır. Hâl ve şartlara göre, meş’ûm, tülib veya matlüb, erkek veya dişidir. A y ı şevvâldir. On dördüncüde olduğu zaman, arzula­ nan şeyin tahakkuku 36 gün içinde olacaktır. İkincide, dokuzuncuda v e on İkincide büyük ve kuvvetlidir. Mâdeni gümüştür. Şekil VIII ( Içumrü > malag. alahumura, alaim u ra ), ölüm ve uzaklığa alâm ettir. Burcu hameldir, seyyâresi merih, günü salıdır. Müte­ kabil şekli on a ltın cı; unsuru ateştir. Meş’ûm, tülib ve erkektir. A y ı muharremdir. O n dör­ düncüde bulunursa, 21 günlük bir m üddet ifâde eder. Birincide büyük, dördüncüde de kuvvet­ lidir. Mâdeni demirdir. Şekil IX ( bayâz > malag. alibiava, adibidzad i ), ayrılık v e kefencilerin şeklidir. Burcu seretan, seyyâresi a y ve günü pazartesidir. Mütekabil şekli on üçüncüdür ve unsuru su­ dur. Ne hayıra, ne şerre alâm ettir; fakat hâl ve şartlara göre, bunlardan biri olabilir. Tâlib ve dişidir. A y ı eem âziyelâhırdır. On dördüncüde, fal baktıran 10 günde muradına erecek dem ektir. Dokuzuncuda büyük, on bi­ rincide de kuvvetlidir. Mâdeni bakırdır. Ş ekil X ( a aşra t al-hârica; malag. asura lahi),' ku vvet ve hükümdarların şeklidir. Burcu arş­ tan, seyyâresi güneş, günü pazar ve unsuru ateştir. E rkek, fâ lib ve çok hayra a lâ m e ttir;1 ayı zilkadedir. O n dördüncüde, 32 günlük bir m üddet ifâde eder. Onuncuda büyük, on üç ün­ cüde kuvvetlidir. Mâdeni altındır. ' Şekil X I ( »oşraf al-dâhila > malag. asurav a v i), şehirlerde ikamet, âile ocağına dönüş, dostluk ve ceninlerin şeklidir. Burcu sevr, sey­ yâresi zühre, günü cuma ve unsuru kara top­ raktır. Mütekabil şekil beşincidir. E rkek, ha­ yırlı, fâ lib ’dir. O n dördüncüde olursa, murad on ayda tahakkuk edecektir. Dördüncüde kuv­ vetli, on birincide büyüktür. Mâdeni bakırdır. ' Ş e k il XII ( 'utbat al-hârica >m aîag .k a rid za ), düşman, hîle ve tuzak şeklîdir. Burcu zayi al-cavzahır ( „ejd er k u y ru ğ u "), seyyaresi zühal, Şekil VI ( a l-şik â f 5 malag. alikula, al ukala ), günü cum artesidir. Mütekabil şekli üçüncüdür, hastaların, feryatların, savaşın, esirlerin, mal unsurları su ve topraktır. '



«33



M ADAGASKAR.



M eş’ûm, m a fiş i ve dişidir. On dördüncüde olanca, murad 66 günde tahakkuk edecek de­ m ektir. On İkincide büyük, on üçüncüde ku v­ vetlidir. Mâdeni demirdir. : - Ş e k il XIII ( tarik > malag. tarat) k i ), cenaze evinden m ezarlığa götüren yola delâlet eder. Burcu seretan, seyyaresi ay, günü pazartesidir. M ütekabil şekli dokuzuncu; unsuru sudur. U ğurlu, m afiüb ve dişidir. A y ı zilkadedir. On dördüncü olursa, fal baktıram n isteği 50 gün içinde tahakkuk edecek dem ektir. O n dördün­ cüde büyük, on beşincide kuvvetlidir. Mâdeni bakırdır. Şekil X IV ( içtim â' > malag. aditsim a, adiisimag }, âlim lerin, ilâçların, ilmin, silâhların ve doktorların şeklidir. Burcu cevzâ, seyyaresi utârit, günü çarşanbadır. M ütekabil şekli on dördüncüdür, unsuru rüzgârdır. İâlib, meş’um veya uğurlu, dişi veya erkektir. A y ı cem âziyelâhırdır. Kendi yeri olan on dördüncüde 6 ay­ lık bir mühleti ifâde eder. On dördüncüde bü­ yük, on beşincide kuvvetlidir. Mâdeni demirdir. Şekil X V ('ııtb a t a l-d â h ila > malag. alilıuts i ), hâkimin şeklidir. Burcu hût olup, seyyaresi müşteri, günü perşem be, unsura sudur. Müte­ kabil şekli birinci şekildir. U ğurlu, fâlib, erkek veya dişidir. A y ı şevvaldir. O n dördüncüde, 55 günlük bir mühlet, ifâde eder. Dördüncüde büyük, on yedıncide de ku vvetlidir. Mâdeni demirdir. Şekil X V I ( nafçî al-hadd > malag. k iza ), her şeyin sonudur ve s ik id i’ aia sonuncu şek­ lidir. Burca akrep, seyyâresi m erih, günü, salı ve unsuru sudur. M ütekabil şek li sekizincidir. Meş'ûm veya uğurlu, m ailüb, dişi veya erkek­ tir. .A y ı cevâ ziy elevv eld ir; on dördüncüde, 7 günlük b ir mühleti ifâde eder. Yirm i dördün­ cüde büyük, kendi yeri olan on altın cıda kuv­ vetlidir. Mâdeni bakırdır. . S ik id i ’ nin on a ltı şeklî ve M adagaskar ’ daki mânası bundan ibarettir. A ra p ça isminden de anlaşılacağı gibi, bu„ kum ( rami ) ilm i“ , önceleri kum üzerinde hatlar ve noktalar çizerek, tatbik olunurdu. ‘ Hm al-raml ’i ifâde için arap. zarb al-raml tâbiri kullanıl­ m aktadır. A fr ik a ’nın şark sâhilinde, Svah üi'de, aynı am eliye için, kubiga bao ( »küçük tahtaya vurm ak“ , bu da on şekli meydana getiren nok­ taların bir tahta levhaya yazıldığını ifâde e t­ m ektedir ) yahut arap. ram i ( „kum “ ) ’in bantu diline geçm iş şek li olan ram li tâbiri kullanıl­ m aktadır. D em ek önce kum, sonra tah ta levha ve nihayet, M adagaskar ’da olduğu gibi, kâ­ ğ ıt üzerine noktalar ve hatlar çizilm ektedir. D iğ er usûle göre, falcı kum, buğday ve bil­ hassa fa n a ( Plptadenia chrysostachgs, Bth.) ağacı tohumları kullanılm aktadır, ," v '.\



S ik id i yolu ile fala bakm ası istenilen m pisikidi, yâni falcı önce şu m ünâcâtta bulunur: — „Uyan, ey T a n rı; uyan da güneşi uykusundan uyandır 1 U yan, ey güneş, uyan da horozu uyandır! Uyan, ey horoz, uyan da insanı uyandır ( alum -behına )! Uyan, ey insan oğlu, uyan da s ik id t’yi uyandır! Yalan söylem esi, h atâya düş­ mesi, m askaralık yapm ası, abdalca şeyler söy­ lem esi, olur-olm az şeyler İle uğraşm ası İçin değil, fak at sırları çözm esi, dağların ötesindeki ormandaki şeyleri görm esi, h iç bir insan gö­ zünün görm ediği şey i görm esi için uyandır 1 Uzun saçlı m üslüm anlardan ( aynen I sil a mu be v u la ) gelen, yüksek dağlardan, Raburubuaka ’dan, T ap elaketsîkatsika’ dan Zafitsim aitu ( c e nûb-i şarkî kabilelerinden birinin cedd a d ı ) ’dan A ndriam bavitualahi ’den, R akelihuranana ’dan, lanakara ( İslâmlaşmış bir cenûb-i şarkî kabilesinin cedd adı ) 'dan, A ndriuoniSulanatra ’dan, Vazim aba ( adının da g ö ster­ diği gibi, A frik a menşeTi cüceler k a b ilesi; eski toprak sahipleri ) ’dan, A nakandriananahitra ’dan, R akelilavavulu ( „uzan saçlı küçük adam“ ) ’dan gelen san’atın adına kalk 1 K alk, çünkü sen burada sebepsiz bulunmu­ yorsun, çünkü pahalıya geliyorsun, masraf ka­ p ısı açıyorsun. Seni, kocaman hörgüçlü sem iz bir zebu in eği ve üzerinde toz toprak bulun­ mayan, yâni piyasada geçen para karşılığın da tuttuk. Uyan, çünkü sende hükümdarın güveni var ve sen halkın hükmünü ifâde ediyorsun. E ğer sen konuşabilen b ir sikid i, görebilen ve ( y a ln ız ) halkın gevezeliklerin i, sahibinin öl­ dürdüğü tavuğu, p azarda öldürülen ineği, ayaklara yapışan tozları nakleden, yâni her kesin bildiği şeyleri nakletm eyen b ir sikid i isen, buradaki Örtünün üzerinde uyan ( krş. A ntananarivo A n n u a l an d Madagscar Magazine, 1886, s. 221 ) ! “ Falcı hubûbat v.b. taneler ile fala bakıyorsa, bunlardan gelişi-güze! bir kaç tâne alır ve on­ ları ikişer-ikişer sayar. G eriye bir İki tâne kalır ki, bunları şeklin baş tarafın a koyar. Bu iş dört defa, t e k r a r la n ır b ö y le c e ilk şeklin' d ö rt sırası tamamlanmış olur. F alcı k â ğ ıt üzerinde fala bakıyorsa, %alam ( „kalem “ ) ile ortası n oktalı k avis çizer. Nokta ve baştaki ve sonundaki eğri hatların ( her biri nokta sayılm aktadır ) yekûnıi, falcının her ne kadar noktaları saym aksızm yapıyor gö ­ rünmesine rağmen, 1 4 ’ü açm am alıdır. Bundan sonra m pisikidi, aynı şekilde m üşterek mer­ kezli, üç münhanî daha çizer. Sonra noktalar ve h a tlar soldan sağ a ikişer-ikişerv. s a y ılır; ikişer noktalı gurupları şâkulî hatlar birbi­ rinden ayırır. Bunu m üteakip şâkulî h attan sonra, bir nokta addedilen son münhanî ya­



MADAGASKAR. hut bir nokta, bîr hat, yâni iki nokta kalır. H er hattın karşısına bu sonuncu veya sonun­ cular yazılır ve I, II, 111 ve IV. şekilleri mey­ dana g e tir ir i



'.t3 ’



• 1.a * 1 0 0 ( 0 o [ q o [ « İ ®oi $üta, Voyages ( trc. Paris, 1879 ) ; İbn Haldüa, Prolégomènes ; Mujjammed al-Şağir al-İfrâni, N uzkat al-hâdî ( arapça metin, taş-basm., Fas, 1307; Paris, 1888); frns. trc. O . Houdas (P aris, 1889); A bu ’1-Kâsim al-Zayyâni, al-Tarcum ân al-m tırib ( yaztn.}; O . Hoüdas ’ın L e Maroc de 1631 à 1812 (Paris, 1886) baş­ lığı altında tercüme ve n eşrettiği yazmadan p arçalar; Ahm ed b. ^ â lid al-N âşiri, Kitâb al-istilşşâ (K ah ire, 1312 = 1894,4 c ild ) ; F. cildin frns, trc. A . Graulle, G, S. Colin ve İsmail Hamet ( A rch iv es Marocaines, cild X X X , XXXI, X X X II; IV. cildin frns. trc. E. Fumey ( A rchives Marocaines, IX v e X ) ; Akensiîs, al-Cayş al-aram ram ( taş. basm., Fas, 1336 =■ 1918 ) ; al-H ulal al-bahiya ( yaz­ ma, müellifi mechûl, XX. asrın b aşlan = hicri X IV. a s ır ); E. Fumey, C hoix de Corres­ pondances marocaines ( Paris, 1903 ) ; M. Nehlil, Lettres chêrifiennes ( Paris, 1915 ) ; B. A v r u p a e s e r l e r i : D iego d e T o r rès, Relation de l ’origine et S u ccez de Ché­ ri f s (P aris, 16 3 7), s. 315— 320; Mouette, Relation de captivité, H istoire des Conquêtes de M ouley A rchy ( Paris, 1682 ), tur. yer. ; Marmol, L ’A friq u e (P a ris, 1667), tür. yer,; Pidou de St. Olon, Estai présent de l'empire de Maroc (P a ris , 1694), s. 58 v.dd. ve s. 153 v. dd. ; P. Dominique Busnot, H istoi­ re du règne de M ouley Ismael ( Rouen, 17 14 ), s. 35— 62; P. P. Jean de la Faye, D e­ nis M ackar v.b. Relation du voyage pour la rédemption des captifs aux roiaumes de maroc et d’A lg e r (P a ris , 1726), s. 146 v.d d .; Braithwaite, Histoire des révolutions de l ’empire de Maroc ( Am sterdam , 1731 ), s. 214; G eorg Host, E fter retninger om Marokos (Kopenhagen, 1779 ), s. 158— 17 1; L. S. de Chénier, Recherches historiques sur les Maures et histoire de l’empire de Maroc ( Pa­



MAHZEN ris, 1787), III, 161— 170, 226— 244, 39*~394> 4 8 0 -4 8 1; Voyagea d’A li Bey el A bbassi ( Paris, 1814 ), I, tiir. yer, ; Jacopo G râberg di Hemso, Specchio geográfico e statistico dell’ Empero d i Marocco ( Germa, 1834 ), s. 194— 2 )7 ;G a rcin de T assy, Mémoire sur les noms propres et les titres musulmans ( Paris, 1878 ), s. 38— 41 ; O sk ar Lenz, D ie M achzanyah in Marokko ( D eutsche Rundschau f . Geogr., 1882); Jules Erckmann, L e Ma­ roc moderne (P a r is , 1885); Henri de ta M artinière, L e Sultan du Maroc et son Gou­ vernement ( Rev. f r . de YEt, et des C o l, 1885, II, 282— 285 ) ; L. de Campou, Un em­ pire qui croule {Pari s, 1886); Ch. de Foucauld, Reconnaissance du Maroc ( Pa­ ris, 1888), tiir. y e r.; ayn. mil., L e S u l­ tan Mouley Haçen et le Makhzen Maro­ cain ( Paris, 1888 ) ; El. Reclus, Géogra­ phie universelle (P aris, 1890), X I; Leo A fricanus, Description de VAfrique ( n§r. Ch. S ch e fe r), Paris, 1897, II, tiir. yer.,; Rouard de Card, L es traités entre la France et le Maroc ( Paris, 1898 ) ; B udgeit Meakin, T he Moorish Empire (N ew -Y ork, 1899 ), s. 197— 236; Eugène Aubin, le Maroc d’au­ jou rd 'h u i ( Paris, 1904 }, s. 172— 256 ; F. W eis­ gerber, Trois mois de campagne 5 3 . 7 , 7 5 . 2 I 3 .



1X^ ayrı b a sk ı).



MAKAME.



*97



vurda doğruluk ve adalet üzere bulunmaları bildirilm ekte, kendilerine peygamber ve kitap gönderilen kavimlerden, bu kavimlerin bâzı yanlış hareketlerinden ve bu yüzden dûçâr ol­ dukları felâketlerden, mü’minlerin hıristiyanlara ve yahudilere karşı takınm aları gereken tavır­ dan bahsedilm ektedir. Sûrede sık-sık adalet ve doğruluk emreden, A lla h korkusu telkin eden hitaplara yer verilm iştir. Surenin nüzût tarihine gelince, m üfessirier ai-Fath sûresin­ den sonra nâzii olduğunu kaydederler ise de, bu ancak bâzı kısımları için vâriddir; zira muh­ telif zamanlarda nâzii olduğu anlaşılmaktadır. Nitekim sûrenin büyük kısm ı H udaybiya hâ­ diselerinden itibaren ( 6=28 baharı ), nüzule başlamış, bâzı kısımları fetih senesi ( 8= 630), bâzı âyetleri ise, vedâ haccı esnasında (1 0 = 632 ) nâzii olmuştur. Bildirilen günlerde bâzı âyetler, bu arada „size bugün dininizi ikmâl ettim “ ibaresini ihtiva eden üçüncü âyet vedâ haccında arefe günü nâzii olmuştur ki, bu âyet, ahkâm âyetlerinin en son nâzii olanıdır. Bazıla­ rına göre, bu sûre bir takım mensûh âyetleri de ihtiva eder. B i b l i y o g r a f y a : Tabari, al-T afsir (B u lak, 1321— 1330), V I, 27, V ll, 85; İbn Salama, al-Nâsijı va ’ 1-mansSh ( Kahire, 1315 ), hâşiyede, s. 186; al-V âhidi, Asbâb aln u ıü l (K a h ire, 13 15), s. 139— 159; al-Zamahşari, a l-K a şşâ f (B u lak, 1318), I, 402— 443; al-Bayzâvi, A n v â r a l-ta m il (İstanbul, 1317— 1320), II, 222— 279; nşr. H. O . Flei­ scher ( Leipzig. 1896 ) I, 246— 282; al-Nasafi, madârik al-tanz'il ( İstanbul, 1317— 1320 ), II, 222 v.dd., hâşiyede; al-Hâzin, Lubab al-ta’v it (İsta n b u l), 11, 222— 279; a!-Râzi, M afâtih al-ğâyb ( Kahire, 132 1), III, 351; FirüzâbSdi, Tanvir al-mikbâs min ta fsir İbn ‘Abbâs (a y n ı baskıda kenarda, aşa ğıd a ), s. 222 v .d d .; al-Suyuti, Itkân (K ah ire, 1286), I, 6 7; II, 230; Nöldeke, G eschichte des Qorans (L eip zig , 1909), 1,227 — 234; M. Vehbî, Hulâşat al-bayân f i tafsir al-K ur ân ( İstanbul, 1341 — 1343), V , t - 2 2 0 ; Hamdi Y azır, K ur an dili ( İstanbul, 1936 ), II, 1543 v. d d .; R. Blach eıe, L e Coran (P aris, 1947— 1951 ), III, 1110 v.dd., nr. 116. ( N İH A D Ç E T İN .) M A K A L L A . ( Bk. m u k a l l a .] M A K A M . [B k . M AKAM .] M A K A M . M A K Â M ( a .) , y e r , namaz ( şai ât ) kılman y e r . Makam İbrahim İçin bk. mad. KA^BE. M A K A M A , t Bk. M AKAM E.] M A K A M E . M AKÂM A ( A .) , a r a p e d e ­ b î n e s r i n d e b i r n e v’ i. Malçâma, eski arap dilinde, k a b i l e t o p ­ l a n t ı s ı mânasında kullanılırdı ye nadi 'njp



198



MAKAME.



bir m üteradifi idi ( msl. Labid, D îv ân , nr. 46, 10; Salama b. Candal, D iv â n , I, 4 = M u fa iia lig â t nşr. Thorbecke, nr. 20, 50, nşr. Lyall, nr. 122, 4; IJamâsa, s. 95, beyit 1 v .b .; bir de Hamazâni, Maka mat, 16, 5 ) [ İstanbul = Bayezid, 44), Bu kelime önceleri Em evî halife­ leri ile ilk devir A bbasî halifelerinin, dindar kimselerin ağzından dinî ve ahlâkî hikâyeler dinlemek için yaptıkları toplantıları göster­ mek üzere kullanılm ıştır; Hâlid b. Ş a fv â n 'ı yanma kabûl eden Hişâm böyle yapardı ( Kitâb al-ağâni, 1. tab,, II, 35, 2. tab., II, 33, ır v.dd.) j İbn K utayba, Kitâb 'uğun al-akbâr ’mm altıncı bahsi olan Mafyâmât (husûsî başlıklarda ma­ kam kelimesine miifred olarak tesadüf olun­ m aktad ır) al-zuhhâd 'inda 'l-hulafa va ’ l-mutâk adlı bahsinde (K öprü lü kütüp., nr. 1344, 212 b — 215 b ) , böyle toplantılardan bahsetmiş­ tir ve sonraları İbd 'A b d Rabbihi, ‘Ifyd al-far îd ( K ahire, 1305, I, 286 v.dd.) ’de ve al-Tortü şi, Sirâc al-m ulük ( Bulak, 1289, s. 32 v.dd.) ’te bu eserden istifâde etmişlerdir. Bu kelime o zaman daha geniş olan ş i f a h î h i k â y e mânasını a lm ak ta d ır; nitekim M as'udi, Murüc al-şahab (P a ris, V , 421, s ) ’de ve ihtimâl Câİfiz, K itâb al-buhalâ’ ( s . 2 18 , 13 ) ’da, buna şiir, ata-sözleri ve harp hikâyeleri tâbirleri ara­ sında, arap kültürünü teşkil eden unsurlardan biri olarak, tesadüf olunur. Fakat III. ( h.) asır­ da makama yavaş-yavaş bu yüksek mevkiden aşağı in e r; nihayet bir zamanlar sarayın imti­ yazı olan adib ’in edebî kültürünün halk ara­ sında yayıldığı nisbette, seçkin ve itinâlı bir dil ile ifâde edilmesi icâp eden b ir d i l e n c i hitâbesi mânasına gelm eğe başlar; Bayhaki, Kitâb al-mahâsin va ’l-m asâvî ( nşr, Schvvally, s. 623 v.dd.) ’de al-Câhi? ’den naklen, bu nevî bir hitabenin örneğini kaydetm iş idi. Dilenci hitâbeleri asıl edebî nev’in esâsını teşkil etm iş görün­ m ektedir ( bk. A . Mez, Abulfyâsim, S. XXIII/ IV ). Bu nevî, HamazSni [ b. bk.] tarafından, edebî bir şekil hâline getirilm iştir. Bu zât, kendisinin de dâhil olduğu ve islâmiyetin ilk zamanlarının, H u)ay’a gibi, hicâ' şâirle­ rinin mirasını toplamış olan bu serserî muhar­ rirlerin tam bir mümessilini yarattı. HamazSni 'nin en orijinal tarafı kahramanı A bu ’I-Fath al-İskandari ’nin her zaman değişen rolünün ekseriyâ çok ince ve güzel bir tarzda yaratıl­ ması ve şekil bakımından da, hikâyede muâsırları arasında mektup üslûbunda zâten hâkim bir mevkî almağa başlamış olan secili nesrin kullanılması .gibi görünmektedir. Kahramanın karşısında, ısâ b. Hişâm ’m şahsında, bir hi­ kayeci bulunmaktadır. H akikatta bu şahıs bâzan bizzat bu rolünde değil, 12. makama ’de olduğu gibi, bir hîlekâr rolünde görünür.



En zayıf mafyama ’lerden biri' olan 7. mafyâma ’de asıl kahraman hiç bir rol oynamaz. Bura­ da ’ İşma b. Badr al-Fazâri adlı biri, Zu ’ 1-Rumma için pek şerefli olmayan bir hikâyede, onun Farazdak ile bir karşılaşmasını anlatır. Bu tas­ laklardan sekizi, Margoliouth 'nun nazariyesine göre [ bk. mad. HAMAZÂNİ ], mafyâma ’lerin hep­ sinin ithaf edildiği velinim eti Sistân hükümdarı H alaf b. A h m e d ’i mübâîegalı bir şekilde medhetmeğe yarar. 1. mafyama, eski ve yeni şâ­ irler hakkında, 14. mafyama, nesir üstâdları aiC âhiş ile İbn al-Muljaffa1 hakkında olduğu gi­ bi, bâzan mafyâma şekli onun edebî m eseleler­ de sırf kendi fikirlerini anlatm asına y a r a r ; İskandari ’nin iştirak etm ediği 25. mafyâma 'de, m ûtezilîler aleyhindeki fikirlerini bir deliye bile söyletir. İskandari artık her yerde bir dolandırıcı gibi görünmez, 42. mafyâma ’de o kadar mütecâviz olmayan bir hayat felsefesi anlatır. 26. mafyâma ( Beyrut basmasında mev­ cut olmayan, Suriye mafyâma’s i ) v e 31, makâma ( Beyrut basmasında noksan olan, Ruşâfa mafyama's i) , cinsî argo ile dolandırıcı d i­ linin örneklerinden başka, bir şey gö sterm ez; bir atın tasviri için Sayf al-D avla tarafından tertip edilmiş bir müsabakadan bahseden ve Ahlvvardt tarafından ( C h a le f al-ahmar, s. 250 v.dd.) şerh ve neşredilmiş olan 30, mafyâma dahi yalnız lügat bakımından alâka çekicidir. Sonuncu 52. mafyâma ( Beyrut basm ası) bede­ vilerin hayatından alınmış bir hikâye olup, secîlî nesirden başka, asıl mafyâma 'le r ile müşte­ rek bir unsura sahip değildir v e tamâmiyle baş­ ka bir husûsiyet gösterir. Bir de İstanbul bas­ masında, bu mafyâma, ilâve olarak zeyle ko­ nulmuş olan diğer dokuz küçük hikâye ara­ sında bulanmakta olup, mulah adı ile göste­ rilm iştir. Y u karıda Hamazâni maddesinde zikredilm iş olan hüküm lehinde, yâni al-Ham azâni 'nin İbn D u ra yd ’ İn A rba'in ’inden mülhem olması le­ hinde, hiç bir muhakeme yürütem iyoruz; zîra bu eser bugüne kadar gelm iş değildir. Ne olursa-olsun, bilhassa şekil bakımından zengin olmayan arap edebiyatında pek mebzûl mah­ sûller verecek olan yeni bir edebî Örneğin ya­ ratılm ası şerefi al-Hamazâni ’ye aittir. Bize ka­ dar gelmiş olan ve daha H ariri ’nin bile yegâne bildiği parçaları meydana getiren 51 makama ’nin al-Hamazâni ’nin bütün eserlerinin takriben sekizde birini teşkil ettiğini anlatan rivayete inanmak lâzım gelirse, onun kabiliyetini hak­ kı ile takdir bile edemeyiz. Bununla berâber, muasırları ve halefleri onun gösterdiği yolu tâkıp edemediler. Muâsırlavındun yalnız bîrinin, S a y f al-Davla ’nin saray şâiri A bü N aşr A b d al-'A ziz b. Qm ar si-S a 'd i (ö lm . 405—



MAKAME. 939 ) n' n bir makama 'si bugüne kadar gelm iş­ tir ( A blw ardt, Verz. der ar. Handschr, Ber­ lin, nr. 8536 ) . A ncak b ir asır sonra, İbn Nâkiyâ ve al-H ariri onun yarattığı örneği ele aldılar. 15 zilkade 410 ( 14 mart 1020 ) 'da Bagdad *da doğmuş ve 4 muharrem 485 ( îo şubat 1092 ) 'te ölmüş olan A bu ’l-Kâsim ‘A bd A llah veya 'A b d al-Bâ^i Muhammed b. Husayn îbn Nâjfiyâ ’dan şiir ve lisaniyata dâir başka hiç bir eser bize kadar vâsıl olmamıştır. Bir İstanbul yazmasında ( Fâtih kütüp., nr, 4097 ; MO, VII, 112 ) bize kadar muhafaza edilmiş olan dokuz manâma ’sinde, kahramanların bir şahıs olmasından vazgeçtiği n isbette ve hikayeci ola­ rak muhtelif şahısları esere soktuğu derecede, al-Hamazâni tarafından yaratılm ış olan örneğe çok sıkı bir surette sâdık kalmamıştır ; bununla beraber onun için de esâs, iddiasız küçük hi­ kâyelerine verdiği, san’at ile dolu şekildir ( bk. CI. Huart, Les séances d’ibn Naqiga, J A , 10, seri, 1908, XI, 435— 454 ve nşr. O , Rescher, Beitrâge zur Maqâmen-Literatar, İstanbul, 1914, IV, 123 — 153). Makam nev’ine klâsik şeklini veren yalnız al-H ariri [ b. bk.] ’dir, fakat kahramanı otan al-!^âriş b. Hatnmâm tarafın­ dan anlatılan vak’alarm merkezine Sarüclu A b û Zayd ’i yerleştirm ek ve her san’atı yap­ mağa müstait ve her vaziyete intibak eden bir serseri edibin maceralarım parlak bir zekâ ve dilin kendisine verebileceği her türlü imkânları ile süslemek suretiyle, aynı zamanda mevzuu mü­ him bîr mıkdarda tahdit etmiştir. Ona eserinin ilhamını veren hakikî bir serseri mi idi ? Bu­ rada ancak bir efsâne bahis muvzuu olması da mümkündür; al-Subki, Tabakât al-şâfiîga , IV, 296, tıs ’de ve İbn Tağribirdi, 111, 23, 7 v.dd. ’de bir Basra serserisini, al-Mutahhar ( ibn T agrîbirdi al-M uzaffar ) b. Sallar ( krş. C. Dumas, Le héros des maqâmât de Hariri, Aboa Zeid de Serudj, A lg e r, 1917 ) ’1 zikrederler. Bununla beraber, doğru olabilecek şey, bu ef­ sâneye bağlı olan bilgidir. Buna göre, sözde bu serseri tarafından ilham edilmiş olan al-makâma al-harâmiga H ariri ’nin yazdığı ilk makama olmalıdır. Ne olursa-olsun, H ariri 'nin tahayyül ettiği edebî san 'atlar ( tahlili için bk. Crussard, Études sur les séances de H., Paris, 1923 ) sonraki m üellifler indinde muhtevânın verdiği alâkayı o kadar gölgeye attı ki, bu edebî nev'în yegâne mümeyyiz vasfı, bundan böyle çok muhtelif muhtevalar kabûl edebile­ cek şekil olarak kaldı. al-G azzâli { Öim. 505 = 1111 ) ve ’ A bd al-Karim al-Sam 'âni ( öim. 562 — 1167 ) ’nin al-Makâmât al-ulamâ’ bagna gadag al-hulafâ va ’l-umara ( A hlw ardt, Verz. der Hss. Berlin, nr. 8537,1 ) ve Makâmât al-ulamçf’ bagna şadaş al-umarâ' ( Kâtib Çelebî,



*99



nr. 12702 ) ’sında bu nev’in ilk hususiyetleri hâ­ len görülmektedir. F akat ispanyah A bu ’ 1-Tâhir Muhammed b. Y ûsuf al-A ştarküni { ölm. 538 = 1143 ’te Kurtııba 'da ), al-Makämät al-Sarakostiga ( İstanbul, Lâleli kütüp., nr. 1928, 1933 ) ’sinde H ariri 'nin örneğini daha yakından ta­ kip ediyor görünm ektedir; o da artık her keşçe kabûî edilmiş olan 50 sayısını muhâfaza etm eğe çalışm ıştır. Fakat al-Zamahşari ( ölm. 538 = 114 3) bütün bu an’aneleri terketm ekted ir; onun makama’ leri sırf ahlâkî mev’ızalardan ibârettir ve ekleri olan Navâbiğ al-kalim ile A ivâ k al-zahab gibi, bilhassa parlak bela­ g a t parçaları olarak, zevk vermek gâyesi ile, yazılm ıştır (K a h ire , 1313, 1325 ve trc. Ressher, Beiträge zur Makâmenliieratur, VI, G reifsw ald, 1913). Şihâb al-Din al-Suhravardi (ölm . 5 8 7 = 1191 ) 'nin yazdığı tasavvuf ıstılahlarından bahseden al-Makämät al-şüfiga ( bk. Caf. o f Mss. Brit, M us., nr. 1349,23) ’nin burada zikkredilm esinin yerinde olup-ol­ mayacağı suâli sorulabilir. Buna mukabil mü­ ellifi İbn al-Cavzi ( ölm. 597 = 1200 ) ’nin lügat bakımından bir şerhini de verdiği al-Makamat al-Cavzîga f i ’l-mdani al-va'ziya ( Leiden, nr. 426; Cam bridge, nr. 1098, Escurial, Derenbourg, nr. 542) şekli itibârı ile, H ariri 'nin misâline bağlı görünmektedir. H ıristiyan tâbip A bu ’1- A bbâs Y ahya b. Sa'id b Mâri ( ölm. 5 8 9 = 1193 ; bk. İbn a l-K ifti, s. 361, 4 ) ’nîn al-Makâmât al-masikiga ’si açıkça H ariri ’nin makama Merinin taklidi olarak görünüyor: yal­ nız bir kahramanı ve bir hikâyecisi vardır; fakat muhtevâsı ekseriya ilim ve teknik ile alâkalı olarak, muhtelif unsurlardan meydana getirilm iştir ( bk. Flügel, Verz. der Hss. Wien, nr. 384 ). 30 makama V n i baş-kadı Muhy al-D in A bü Hâmid Muhammed b. al-Kâsim al-Şahrazüri ( İbn Hallikan, Bulak, 1299, I, 597 ’de bahis mevzuu olan şahıs ile karıştırmamalıd ı r ) ’ye İthaf etmiş olan A b u 'I-'A la’ Ahmed b. A b i Bakr b. Ahmed al-Razi al-Hanafi gâlibâ VI. ( h.) asır müelliflerindendir. Zamanını tesbite yarayan yegâne telmih Şirvan hakanının zikridir ( 5 1 , 7 ) . Burada zikredilen unvanı 550 'ye doğru taşımış olan Minüçihr ( b. bk.] ’dir. O al-Hamazâni ile al-H ariri ’yi taklit etmek istiyor, fakat daha sâde bir dil kullanıyor. Onlar gibi kahramanı ile bir hikâyeciyi tak­ dim ediyor. Kendisi zengin nükteli tasvirleri sever ve bu münâsebetle ekseriya kabalığa d ü şe r; makama 'lerin bir çokları çifttir ve mütekabilen birbirlerini izah eder ( nşr. Reseher, Beiträge zur Maqämenliiterafur, IV, t — 115), VII. ( h.) asırda, h a r i r i ’nin makama ’lerinin ancak bir taklidi zikrolunabilir ki, bu al-Makämät al-Zaı/nabi^a ( bk. Brit. Mus.f qr



200



MAKAME.



669, 1403; İstanbul, Nûruosmâniye kütüp., nr. 4273) adını taşıyan ve Cuvayni ( bk. Târîh-i cahânguşâ, nşr. Mirza Muhammed, C M S , X V I/1, s. LU, not 2 ) ailesine ithaf edilmiş oian Şam s al-Din Ma add (M uham m ed) b. Naşr A llah b. Şayljal ’ın 672 ( 1 2 7 3 ) ’de y az­ d ığı 50 makama ihtiva eden eserdir; MısırSuriyelı şâir Muhammed b. A f if al-Din al-Tilimsâni al-Şâbb al-Zarif ( ölm. 688 = 1289 ) bu şekli, kısmen şehvetengiz bir muhtevâ ile, aşk şiirleri sahasına nakletm iştir ( Mafyâmât al-‘ uşşâfy, Paris tab-, nr. 3947 ; Faşâhat almasbûk f î malâhat al-mdşnk ve al-Mafyâma al-Hitiya va 'l-Şirâziya, Ahlwardt, Verz. Hss. Berlin, nr. 8594,4, 5 ). VIII. asırda bu taklit­ ler daha çoktur. 730 ( 1329 ) ’da Ahm ed b. Muhammed Mu azşam aî-Râzi, al-Mafyâmât al-im â aşara yi yazdı (basm a, Tunus, 1303;



ma, nr. 6 7 ’de bu şekli kelâm ted ris mevzûlarma tatbik e t t i ; a l-S u y ü ti’nin rakibi A h ­ med b. Muhammed al-Kastallani (ölm . 923 — 1517 ), Makâmât al-arifin, İstanbul, Köp­ rülü kütüp., nr. 7 8 4 )’inde aynı şeyi yapmıştır. Edebî inhitat asırlarında ( XI. ve XII. asırlar ) makama şekli en muhtelif m evzularda kulla­ nıldı. 1078 ( 1667 ) ’de Carnal al-Din A bu ’1-Fath b. 'A lavân al-Kabbani, Basra hâkimleri olan Husayn Paşa ile 'A li Paşa A frâsiy â b ’ın, İb­ rahim Paşa kumandasındaki bir türk ordusuna karşı, yaptıkları muhârebe hakkında yazm ış ve Zad al-musâfir adını verdiği şerhte bu makama 'yi izah etm iştir ( Brit. Muss., nr. 1405/6, basma, Bagdad, 1924; R. Mignon, History o f modern Bassorah, s. 269 — 286’da bundan istifâd e edil­ m iştir; bk. S t. H. Longrigg, Four Centuries o f modern Iraq, O xford, 1925, s. 328 ). Hem­ Les douze séances du Cheikh A, b. M. şehrisi 'A b d A lläh b. al-Husayn b. Märi alMoâddhem, nşr. M. Soliman al-Harairi, Pa­ Bağdâdi al-Suvaydi (ölm . 1174 = 1760) ve ris, 1282 [ 1 85 5 ] ) . B “ şekil dinî mevzular bunun oğlu Abu 1 -H ayr 'A b d al-Rahmân ( ölm. için de sık-sık kullanılm ıştır; msl. A bu ' 1- 1 2 0 0 = 1786), bir takım eski ve yeni ata-sozFath Muhammed b. Sayyıd al-N âs ( ölm. 734 lerini hoş ve eğlenceli bir tarzda birbirine b a ğ . lamak için, bu şekilden istifâde e ttiler ( Mafya— * 3 3 4 ) al-Mafyâmât al-'aliya f i ‘ l-karâmât al-caliya ( bk. Rosen, Notices sommaires des mat al-amşâl al-saira, Kahire, 1324 ve oğlunun mss. ar, du Musée Asiatique, Petesrburg, 1881, eseri, al-Makâma cami at al-amşâl ‘ azizat al­ nr. 146,10 ) 'sini, Peygam ber İle eshâbmı öğ- cınsa!, Berlin, nr. 8582/3). A bü Bakr b. Mulımek için, Şams al-Din Muijammed b. İbrahim sin Bâ büd a l- A la v i, 1128 ( 1 7 1 5 ) ’de, A b u al-Dimaşki ( ölm. 727 = 1327 ) al-Makamât al- ’ 1-Zafar al-Hind i al-Sayyâh adlı birinin Hınfalsafiya v a ’l-tarcamât al-şüfiya (C am brid­ d ista ’da geçen ve al-Nâşir b. Fattâh tara ­ ge, 1x02, 50 makama İhtiva eder ) 'sini tasav­ fından anlatılan 50 macerası şeklinde, bir vuf için ve Zayn al-D in ‘ Omar b. al-Vardi H ariri taklidi yazmıştır, Majba al-ulum Press 749 C *349 ) 'da al-Nabd ‘ ani ’l-vabd adlı, 'de 1264’te, al-Mafyâmât al-Hindiya ismi ile aynı yılda kendisinin de ölümüne sebep olanı neşredilm iştir ( bk. H îdayat Husain, Catalo­ vebâ hakkındaki makâme 'sini ( Ahlwardt, gue raisonne of the Buhâr Library, 1!, 459 ). Berlin, nr. 8550.3 ; şüphesiz al-Suyüti ’nin ve­ B izzat H ariri Rasâ'il al-siniya v a ’l-şinîya bâ hakkındaki eserlerine almış olduğu makama adlı iki risalesinden birinde, yalnız sin harfini ile aynı eserdir ) yine vaaz ve nasihat için yaz­ İhtivâ eden, diğerinde yalnız şin harfini ihtîvâ maktadır. Mekkeli 'A li b, Naşir al-H icâzi, al- eden kelimeleri kullanırken ( tıpkı daha evvel Mafyâmat al-Cavrïya va ’l-tuhfa aLMakkiya Simonid 'in bir muasırının sigma harfini ihtivâ ’sinde Memlûk sultanı Kânşuh a!-Gavri ( 906 — etmeyen yunanca bir şiir yazması g i b i ; bk. 9 2 2 = 15 0 0 -15 16 ; bk. Pertsch, Verz. der Hss. 'Xillamowitz, Kultur der Gegenwart, I/JII, 49) Cotha, nr. 2 7 7 3 )’yi övmek içi a, bu şekli ku l­ san'atiai sun’îlik ile bozm uştur; al-Hanafi 11in makama ’lerinde bu nevî taslaklar bulun­ landı. Tabi’î IX. asrın o kadar çok eser vermiş olan büyük müellifi al-SuyÜti ( b. bk.] de bu m aktadır; A bd A llah b. 'A b d A llâh al-İdşekli kullanmaktan geri kalm adı; an’aııevı kâvi (ölm . 1184 = 1770) o zaman al-Mafyâşekli tamâmiyle terkederek, ilmin en çeşitli mat al-îskandarhja v a ’l-iaşhîfi ya ’sini yazdı sahalarında, dinî ve gayr-i dinî şeyleri anlat­ kî, burada yalnız hareketleri ayrı olan eş ke­ mak için, msl. âbirette Peygamberin ebevey­ limeleri birbirlerine yaklaştırm ıştır ( bk. A h l­ ninin mukadderatından, türlü kokuların, çiçek­ wardt, Verz. Hss. Berlin, nr. 8581,2 ). 'Osman lerin ve meyvalarm evsâfından bahsetmek için, b. 'A li a l-O m ari a!-Mavşili ( ölm. 1184 = 1770 ) bu şekilden istifâde e tti; bunu galiz mevzular 'nin al-Mafyâmat al-ducayliya va ' l-mafyâla için de kullanmakta tereddüt etmedi. Muasırı al- Omariya ’sinin husÛsiyeti yalnızca geniş cenubî A rabistan zeydîlerinden İbrahim b. bir bilgi teşh irid ir; mevzuu esâs olarak, İslâm Muhammed al-H âdavi b. a l-V azir (Ölm. 914 fırkalarının sayılması ve kısaca hususiyetleri­ ■=1508) al-Makâmat al-nazariya va ‘l-fdki- nin gösterilm esidir ( nşr. Rescher, Beiträge het al-habariya ( Leiden, nr. 438 ; Brilj-Houts- zur Makämenlit., IV, 191 — 285; buradq bt|



MAKAME -



MÂKÂN.



201



san'atın daha sonraki .m ahsûlleri de buluna­ Lit. History o f Persia, II, 347 ). Hamid albilir D in tarzı pek taklit edilmiş görünmüyor.' Ma­ A rap edebiyatında pek revâcda olan üstünlük mafih Browne 'in elinde bulunan ( bk. Lit. kavgası mevzuları, Münazara ( bk. Steinschnei­ Hist., IV, 349) bir yazm aya göre, 15 şubat der, Rangstreitliteratur, S B Ak. Wien, 1908, 1917 'de ölmüş olan gazeteci A d ib al-Mamalik C L V , 4 ; Brockelmann, Melanges Derenbourg, s. bir makama ’ier mecmuası yazmıştır. 231 ; j4 s/a Major, I, 32 ), Y ûsuf b. Salim al-Hifni Ispanya ’da XIII. asrın başlarında yaşamış (Sim . 1178 = 1764 ) 'nin Makâmat al-muhâ- olan yahudı Rabbİ Jehüda ben Şelömö H srizi kama bayn al-mudâm va 'l-zuhür ( Ahlwardt, de H ariri ’nin makama ’lerini İbranî diline Verz. Berlin, nr. 8580) kında bu makama tercüme e tti ve onları örnek alarak, Sefer şeklini almıştır. Bu müellif aynı şekli al- tahkemoni adını verdiği aynı tarzda 50 tas­ Makâma al-H ifniya { B rit. Mus., nr. 1052, lak yazdı. Bunlarda Kitab-ı mukaddes 'ten çok 1 ) 'de kullanmış olduğu gibi, medih mevzula­ maharetle iktibaslar yaparak, H a r ir i’nin üs­ rında da bundan istifâde etm iştir, Bir giridli lûbunu taklid ediyordu ( bk. Uz,ine Harizii türk Ahm ed b. İbrahim al-Rasmi ( ölm, 1179 Macamae, nşr. P. de Lagarda, Gottingen, 1881 = 1783 ) de, bu şekilde eser yazmak için, ken­ yeni tab., Hannover, 1924 ). dini denedi (al-M urâdi, Silk al darar, I, 74 Nihâyet Nusaybin metropoliti olup, 1318’de v. dd. ’da onun al-Makâmat al-zul&Uya al-bi- Ölmüş olan ‘A b d işö ( Ebedyeşü ) 12 9 0 -12 91 şâriya'sin i zikretm ektedir). ’de, H ariri ’yi taklit ederek, dinî ve ahlâkî Nihayet XIX. asrın müellifleri de bu şekli mevzularda, süryânîce 50 manzume yazm ıştır; yaşatm ağı denediler. Beyrutlu hıristiyan Nâ- bunlar Henoch ve Elias adlarını taşıyan iki şif al-Y âzici (Sim . 18 71), Macmd al-bahrayn kısımdan ibarettir ve son derecede sun’î olan ’ inde, kendi tarafından şerhedilm iş 60 maka­ ifâde ve dilini 13 16 ’da yazdığı bir şerh ile ma hâlinde, H ariri ’nin çok muvaffak olmuş bizzat izah etm iştir ( ilk yarısı için bk. Parbir taklidini verdi ( basnı. Beyrut, 1856, 1872, daisa dha Edhen sell Paradisus Eden Car­ 1880, 1924 ); Şihâb al-Din Mahmüd al-Âlüsi mina aactore Mar Ebediso Soberisi, nşr. G ab­ (Sim . 1270 = 1853 ) ’nin 1237 ( 1 8 2 2 ) ’de ya­ riel Cardahi, Beyrut, 1889 ). zılm ış ve 1270 ( 1853) ’te neşredilmiş ( taşB i b i i y o g r a f y a : Madde içinde gös­ basm., Bagdad, 1273) olan makama ’leri da­ terilm iştir ( krş. b r de Şavki Zayf, al-Maha az m uvaffakiyet kazanmıştır. Mısırlı ‘A bd kâma (K a h ire, 19 5 4 )]. A llah Paşa al-Fikri (ölm . 1307 = 1890 ) ’hin _ ( C . BRO CKELM AN N.) ûi--4 şör al-Fikrİya ( Bulak, 1315 ) adlı külli­ M Â K A N . i Bk. MÂKÂN.} yâtında bir çok makama ’ier bulunm aktadır; M Â K Â N . M Â K A N b . K â k İ, A b u M a n ş u r , bunlardan biri, al-Makâmat al-Fikriya f i T ab eristan ’dakî alevî hükümdarların k u m a n ­ mamlakat al-bâ(inîya, Kahire ’de 1289’da ayrı d a n ı . Babası da aynı vazifede bulunmuştur. olarak da basılmıştır. D â i adı ile tanınan Sayyid A bü Muhammed A rapçada bu kadar sevilen bu şekil başka Haşan b. Kâsim 'm kaçışından sonra, tahta çı­ edebiyatlarda da bir takım taklitlerin yazıl­ kan ve Mâkân ’m dâmâdı olan Sayyid Abu ’ 1masına sebep olmuştur. Iran ’da bilhassa ese­ KSsim Ca far b. Sayyid Naşir, M âkan ’1 Cürrini 551 ( 1 1 5 6 ) ’de yazm ış olan Kadı Hamid cân ’a vâli tâyin etti. Sayyid A bu ’ 1-Kâstm 312 al-Din A bu Bakr b. Omar b. Mahmüd al-Bal- ( 9 2 4 ) ’de öldü, Yerine Sayyid Abu A li Mu­ hi (ölm . 559 = 1164 ) 'nin makama Meri ( Kâ- hammed b. Abu ’l-Husayn Ahmed geçti. Mâ­ tib Ç eleb i, nr. 12716) bilhassa rağbet ¿ürü­ kân onu tahttan indirdi ve daha emin bir ş e ­ yordu. A rüzi ÇdhSr majiâla ( nşr, Mirzâ Mu­ kilde mahbus tutulması maksadı ile, yeğeni hammed, s. 13, 11; trc. Browne, s, 25 ) 'sinde A li b. yu sa yn b. Kâkİ ’nin yanma göndererek, bu manâma ’leri Hamazânî ve H a r ir i'niııkiler kendi torusıu Sayyid Ssmâ il b. Abu ’İ-Kâsim ’1 ile miisSvî tutm akta idi. Eser, msl. gençler tahta çıkardı. A z zaman sonra, A bü ‘ Al i Mu­ ile ihtiyarlar, sünnîler İle şi’îler, tabip ile nü- hammed kaçmağa muvaffak oldu ve Mâkân cûm âlimleri arasında ayrı munâzarât da ihtiva ’a karşı ayaklanan A sfâ r b. Şirüye ( b. bk.] ile ed er ve bunlardan başka, içinde ilk bahar ve birleş!p, Cüreân 'a hâkim oldu. Mâkân bunlara son bahar, aşk ve delilik tasvirleri, nihâyet karşı savaşa girişti. Fakat yenilerek, Saı-i ya­ fıkhî ve tasavvufı münâkaşalar va rd ır; fak at kınlarındaki tepelere çekilmek zorunda kaldı. burada da esâs tamâmîyie şekle fedâ edilmiştir. Sayyid A bü ‘A li Muhammed 315 (927 ) ’te 23. veya 24. maka ma ’nin sırası ve adları Brit. ölünce, yerine kardeşi Sayyid A bü C a far Husayn Mus. yazması ( Rieu, Cat. Pers, M ss., nr. 747) geçti. Mâkân o zaman çekildiği dağlardan ind ; ile Tahran ve Cavnpur taş-basmalarmda bir- A bü Ca far kuvvetlerinin kumandanı A sfâ r ’1 b iflfrigd e p oldukça farklıdır ( bk. Browne, A bozguna uğratarak, Horasan ’a kaçmak zorunca



202



MÂKÂN -



MAKASSAR.



bıraktı ve D â 'i'y i T aberistan ’a vali tâyin etti. ( nşr. B. D orn), s. 175 v.dd.; H vgndnrr, Ha316 (9 2 8 )'da, R e y ’deki Sâmânî valisi Muhamb'ib al-siyar ( Tahran tab.), II, 145 v.dd. med b. Şa'lük, Dâ i 'yi ve Mâkân '1 Rey 'e çağı­ ( M. N azim ) rarak, burasını onlara teslim etti ve kendisi Ho­ M A K A R l. [Bk. MAHARİ.J rasan ’a çekildi. Dâ‘ i ’nin ve Mâkân ’m bulunma­ M A K A S S A R , îndonezya cumhuriyetine dâ­ dıkları sırada, A sfâ r Horasan ’dan gelip, Cür- hil Selebes ( Sutavesi } adasının cenûb-i garbî c â n ’ı ele geçird i; Dâ i ’yi bozguna uğratarak, sâbilinde mühim ş e h i r ve l i m a n . Son yarım öldürdü ve kendisi de Taberistan ’a vâlî oldu. asır içinde çok gelişmiş olan bu şehir yerliler Bundan sonra Rey üzerine yürüdü, Mâkân '1 arasında hâlâ eski ismi olan UcunPandang yendi ve onu kaçmak zorunda bıraktı. Fakat ( Cum pandang) adı ile tanınır. Buraya Ma­ az bir zaman sonra, Mâkân ile anlaşarak, kassar adını holandalılar, bu isimdeki kıratlık  m u l’ Ü ona verdi, M âkân ’m nufuzu ya- dolayısı ile, verm işlerdir. Makassar Felemenk vaş-yavaş C ü rcâ n 'a kadar yayıldı, hattâ 318 Hindistanı devrinde Selebes ( C eleb es) adası ve ( 9 3 0 ) 'de N işâp ü r’u bile ele geçirdi. Bu sıra­ mülhakatının idâri merkezi olduğu gibi, ehem­ larda Mardâvie A sfâ r ’a karşı ayaklanmış ve miyetli bir ticâret limanı idi. Nüfusu 1905 ’ te onu Kûhistan ’da Jabas ’e çekilmek zorunda 26.000 iken, 1930 ’da 86.000 'e yükselm iş bulu­ bırakmış idi. Mâkân N işip ü r'd a n gelerek, Mar- nuyordu. Son yıllarda nüfusu daha da artm ıştır. dâvİc üzerine yürüdü ve onu Rey 'e kaçmağa Şehrin daha evvel Viaadingen denilen orta mecbur etti. kısmı, Felemenk Hindistanı ticâret kumpan­ 319 ( 9 3 i ) ’da Mâkân, Am ir Naşr b. Ahmed yası zamanından kalma olup, holandatıların ’in isteği üzerine, Horasan 'ı tabiiye etti ve ve Çinlilerin ticâret müesseselerini ihtivâ et­ T ab eristan 'a döndü; fakat A s fâ r'in ölümün­ mekte idi. Holandalılar çekildikten sonra, Çin­ den sonra Rey ’e hâkim olan Mardâvie tara­ lilerin ticâret sâhasındaki hâkim iyetleri büs­ fından, buradan kovuldu. Mâkân, G ilân lı A bu bütün artm ıştır. 1 9 1 1 ’de doğrudan-doğruya Felem enk Hin' 1-Fazl ve Horasan ordusu kumandanı Ahmed b. Muhammed b. M uhtaç’ın yardımları ile, T a ­ distanı idaresi altına konulan ve eski büyük beristan 'ı yeniden almağa teşebbüs etti ise de, Makassar kıratlığının bakiyesini teşkil eden Mardâvie daha kuvvetli çıktı ve onu kaçmak Gova prensliği, Makassar ülkesinin m erkezî ve Horasan 'a sığınmak zorunda bıraktı. Bu­ kısmını meydana getirir. G eniş mânası ile nun üzerine emîr Naşr b. Ahmed Kirman eyâ­ M akassar halkının yaşadığı sâha, S e le b e s'in letinin idaresini ona verince, K irm an ’a gitti, cenûb-ı garbî yarım-adasıntn bütün cenup kısmı oradaki valiyi mağlup ederek, eyâletin idare­ ' ile Saleyer adasını ve daha bir takım adaları sini eline aldı. Fakat 323’te, M ardâvie’in öl­ ihtivâ eder. Cenûbî S e le b e s ’in geri kalan kıs­ dürüldüğünü haber alınca, Kirman ’dan döndü; mında, dilleri, âdet ve an’aneleri ile Makassaremîr Naşr b. Ahmed ’den Cüreân eyâletinin lara çok benzeyen Budgiler yaşar. Makassarlarm görünüşü cavalılardan pek İdaresini aldı, Mardâvie ’in kardeşi ve halefi olan V aşm gir 'den de eyâleti kendisine bırak­ farklı değildir. Boyları vasatın üstünde, beden masını istedi ve eyâlet kendisine verildi. Bun­ yapıları mütenâsip, hayat tarzları ve mesken­ dan sonra aralarında dostâne bir rabıta ku­ leri sâdedir. Toprakları hemen her yerde ve­ ruldu ve bu dostluğun kuvveti ile Mâkân rimli olduğu için, zirâatten iyi bir geçim te­ Buhârâ 'yı boyunduruk altından kurtardı. Bu­ min aderler. Ovalarda umûmiyetie pirinç, dağ­ nu Öğrenen emîr Naşr b. Ahm ed Horasan lık sahalarda bilhassa mısır ve ayrıca sebze ordusu kumandam Aljmed ’ i Mâkân ’a karşı eker ve hindistan-cevızİ toplarlar. H ayvan­ gönderdi. 7 ay süren ümitsiz bir muharebe­ cılığa da oldukça ehemmiyet verirler. Sanâyî den sonra yenilen Mâkân R e y ’e, V a şm gir'in yerliler tarafından evde yapılan tezgâh işle­ yanına, kaçmağa meebûr oldu. Ahmed onu rinden ibaret olup, az inkişâf etm iştir. A ltın ve oraya kadar kovaladı. Mâkân ’m ve Vaşm gir gümüş süs eşyası oldukça itinâ ile işlenir. Ma'in birleşik kuvvetlerini 21 rebiüfevvel 329 kassarların karakterleri hakkında ileri sürülen ( 25 kânûn I., 940 ) ’da İshâkâbâd ( Rey civa­ fikirler umûmiyetie mubâlegalı olup, bunlar rında ) ’da bozguna uğrattı. Mâkân, bir ok ile her ne kadar inzibata riâyet etmeği pek sev­ başından vurularak, öldürüldü ve kafası kesi­ mezler ise de, idare edilmeleri güç değildir. Zar oyunlarına ve horoz döğüşlerine fazla düş­ lip, Buhârâ ’ya gönderildi. B i b l i y o g r a f y a : Ibn M iskavayhi, Ta - künlük gösterirler. Evvelce m akassarlar arasın­ cârib al-amam ( nşr. Margoliouth ) , I, 275— , da üç zümre ayrılırdı. Prensler ile asiller, halk 297 ; Ibn a l-A ş ir ( nşr. Tornberg ), VHI, 140— ve esirler. Kölelik holandalılar zamanından beri muhtar arazide bile iigâ edilmiş bulpt)292; İbn tsfandiyâr ( G M S, II, 208 - 2 1 9 ) ; Sayyid £ahir al-Din, Târifı-i 'fabaristân maiçtşdjr,



MAKASSAR H alk umûmiyetle müslüman olup, “linin icap« Jarma oldukça sadâkatle riâyet etmekte ise de, içtim âi ve dini hayatta İslâmî olmayan bir ta­ kım te'sirlerin bâkî kaldığı göze çarpar. K öy­ lerde cin ve perilerin yeri telakki edilip, hu­ sûsî bir ziyârete sahne olan ve vazifelileri ta ­ rafından kurbanlar kesilen küçük binalar bulu­ nur. Umûmiyetle çok basit yapılı olan camiler harap bir hâlde bulunduğuna göre, halkın ta­ assubu da bahis mevzuu değildir. Müslüman­ ların en yüksek rûhânî reisi bulunan kali { < k â ii ) bir hükümdar ailesine mensup olup, evvelce huhümdar tarafından tâyin veya azlediiirdi. Bu reis bütün dinî hususların idaresi ile mükellef olduğu gibi, miras, nikâh ve talak iş­ lerine de bakardı. V aızlar, duâgûtar ve mual­ lim ler de ona tâbi idiler. İslâmiyet hakkında bilgileri umûmiyetle pek fazla olmayan bu din adamları başlıca gelirlerini sakka ( z a k â t) ve pitara (fitr a ) kaynaklarından sağladıkları gibi, müdâhale ettikleri her işte hediye kabûl eder­ ler ve miras taksiminde de muayyen bir hesaba göre tesbit olunan bir hare ( tjuke ) alırlardı. Makassar ’ın ve makassarlar memleketinin eski devirlerdeki tarihine dâir hiç bîr bilgimiz bulunmamaktadır. X VI. asır ortasında makas­ sarlar Macapahit Hind-Cava kırallığına tâbi idiler. Gova ve Tello hükümdar âilelerinin, eski devirler için efsâne mâhiyetinde olan m ahallî vekayinâmelerine göre, Gova kırallığı başlangıçta dokuz küçük bölümden mürekkep bulunuyordu. Bu bölümler bir hükümdarın elinde toplandıktan ve devletin toprakları g e ­ nişledikten sonra, G ova ’nın 6. hükümdarının ölümünde, memleket G ova ve Tello kırallıklarınına ayrıldı. Bununla beraber, iki devlet arasında sıkı münâsebetler eksilmemiş olmalı­ dır. A vrupalılar bunlara „M akassarlar kıratlığı» derlerdi. 1 5 1 2 ’ye doğru Sum atra malezyalılart, M akassar’da yerleşm ek müsâadesini aldılar ve belki daha o zamandan Selebes adasının cenûbuna müsiümanlığı soktular. Bununla bera­ ber, portekizIİler X VI. asrın ortalarında Sele{ıes ’e geldikleri zaman, adada, müslüman olmak üzere, ancak bir kaç ecnebi bulmuşlardı. Makassarların, umûmî olarak, bu yeni dini kabûl etm eleri X V 1L asrın başlarında olmuştur. Tunicallo (1565 — 1590) ’nun zamanında Ternat kı­ ralı Bâbullâh M akassar ’a gelm iş ve bir muahe­ de imzalayarak, aynı zamanda müsiümanlığı Selebes cenubuna yaym ağa teşebbüs etmiş idi. 1603 ’te Sultan ,‘A lâ al-D in, kardeşlerinden bi­ ri ile, müslüman oldu ve bundan sonra müs­ lümanlık G ova ve Tello ’da, bilhassa vâli Karaeng M otavayya 'nın - ga yreti ile, çabuk inki­ şâf etti. Bu inkişâfta, T e llo ’ya 1606’da gel­ miş bir köylü olan D ato-ri-Bandang’m ve



MAKDİŞU.



ÎO J



onun arkadaşları D ato-ri-Tiro ile Dato-Pa* tim ang 'ın isimleri de zikredilm ekte ve şim­ di bile bunların mezarları ziyaret olunmak­ tadır. XVII. asrın ilk yarısında Makassar kırallığı Selebes adasının hemen tamâmını, Flores, Sumbawa ve Lombok adaları ile Borneo ’nun şark sahilini hükmü altına alacak kadar bü­ yük bir gelişme göstermiş idi, Makassarların kuvvetinden bir hayli sıkıntı çekmiş olan şar­ kî H indistan Felemenk kumpanyası bunlar ile ancak 1637 ’de bir muahede imzalayabildi. Bu muahedeye göre, kumpanya serbestçe ticârette bulunmakla beraber, hiç bir mahalde yerleşemeyeeek idi. Fakat Makassar ile kumpanya Molük adalarında ihtilâfa düştükleri için, ara­ larında harp çıktı ve şehir yandı. 16Ğ0 muâhedesi ile hükümdar bir kısım topraklarım kaybetti. Portekizlilerin kırallık arazisinde ikametleri men’edildi ve kumpanya Makassar ’a yerleşip, burada ticârette bulunmak müsâadesini aldı. 1665 ’te muahedenin tatbikinde güçlük çıkın­ ca, kumpanya amirali Speelman, büyük bir filo ile, Selebes adasına gelip, M akassar’ın deniz kuvvetlerini tahrip e tti ve 1667 ’de hükümdarı bir muâbede imzalamağa mecbûr etti. 1669 'da tasdik edilen bu muâhede Makassar *ın Selebes üzerindeki hâkim iyetine son veriyordu. Bu­ nunla beraber, kumpanya ve daha sonra Holan­ da idaresi, mahallî hükümdarlar ile iyi geçi­ nemedi, 1856 'da, G ova prensinin idâresi al­ tında kalmak şartı ile, Tello, Holanda toprağı hâline konuldu. 1905 ’te Gova 'ya karşı bir sefer açıldı ve memleket 1 9 u ’den itibaren, doğru­ dan, doğruya Holanda idâresi altına konulup, Felemenk Hindistam İdâresinin sonuna kadar böyle kaldı. B i b l i y o g r a f y a - , Krş. El , mad. MAKASSAR. ( W. H. RASSERS,) M A K D İ Ş U . [ Bk. MAKDİşu.] M A K D İ Ş U . M A ÇD İŞU (in g. Makdishu, ital. Mogadiscio ), şarkî A frik a ’da, Hind O k­ yanusu kıyısında bir ş e h i r olup, İtalyan So­ mali sinin m erkezidir ( 1950'de nüfusu 72.000]. Muhtemel olarak cenûbî Arabistan menşe’ü sayılan bâzı harabeler bir tarafa bırakılacak olursa, Makdişü X. ( m. s.) asırda bir arap ko­ lonisi şeklinde ortaya çıkm aktadır. A raplar m uhtelif devirlerde ve A rabistan ’ın muhtelif bölgelerinden gelmişlerdir. Göçlerin en dikkat çekeni Basra körfezi kıyısındaki al-A h sa 'dan, muhtemel olarak, hilâfet ile K arm atîler ara­ sındaki mücâdele sırasında vukua gelm iştir. Bununla aynı zamanda iranlı bâzı zümreler de buraya gelm iş olm alıdırlar; şehirde hâ­ lâ rastlanan bâzı kitabeler Şîraz ve Nişâpür ’dan gelme İranlIların orta çağda burg-



*04



MAKDİŞÜ.



da yaşam ış olduklarım açıklam aktadır. Bu sı­ ralarda ecnebî tacirler, Makdişü 'yu her ta ­ raftan kuşatan göçebe kabilelere ( S ö m â li) ve vakit.vakit deniz cihetinden gelen tecâvüzlere karşı, siyâsî mânada, bir araya gelmek mec­ buriyetinde idiler. Bu sebeple sözü geçen X. asırda 39 küçük zümreden m üteşekkil bir bir­ lik kurulmuş idi ki, bunların on ikisi MuVri, on ikisi C id 'ati, altısı ‘A ijabi, altısı Ismâ'ili ve üçü 'A fifi adlı kabilelere mensup idiler, Bu şart­ lar altında ticâret inkişâf etti. Zamanla Mukri zümreleri şehirde, dinî bakımdan, bir üstünlük elde e ttile r ; bunlar almış oldukları ,,al-S\ahtân i“ nisbesi ile bir nevî 'ulam a' sülâlesi mey­ dana getirdiler ve birliğin kadılarının ancak kendileri arasından seçilmesini d;ğer kabile mensuplarına kabûl ettirdiler. XIII. asrın ikinci yarısında A bü Bakr b. Fahr al-Din Makdişü ’da irsî bir saltanat te ’sis etti ve bu hususta kendisine yardımı dokunan Mul^ri zümrelerine, şehir kadısının onlar ara­ sından seçileceği vaadinde bulundu. 1331 sene­ sinde, şeyh A bü Bakr b. 'O m a r ’in hükümdar­ lığı sırasında, Ibn Battûta Makdişü ’yu ziyâret etm iştir ki, Rıhla ’sinde şehrin mufassal bir tasvirine rastlanır. Bu sülâle devrinde, X IV. ve XV. asırlarda, Makdişü ümranının en yük­ sek mertebesine varm ış idi. Şehrin adı, Habe­ şistan kıralı Zare’a Y â'köb tarafından yazılan Mas raf a m ilâd kitabında, bu kıral ile müslümanlar arasında, 25 kânÛn I. 1445 ’te Gomut ’ta vukua gelen muharebe vesilesi ile, zikredil­ mektedir. X VI. asırda, M uşaffar sülâlesi Fahr al-Din sülâlesinin yerine geçti. Bununla beraber, şeh­ rin asıl ticârette bulunduğu sâhayı teşkil eden Vebi Şabelle ’de Makdişü ’ya müttefik ve dost başka bir devlet kurmuş bulunan Acurânlar, kendileri gibi Somali menşe’li H aviya göçebe­ leri tarafından mağlûp edilerek, topraklarını onlara bırakmak zorunda kaldılar. Bu suretle Makdişü kara cihetinde göçebe a şiretler tara­ fından tecrid edilmiş duruma düştü ve bu yüz­ den aönükleşmeğe başladı. P ortekizliler ile ingilizlerin Hind okyanusundaki hareketleri bu gerilem eğe daha fazla hız verdi. Vasco da Gama, Hindistan ’dan dönüşünde, 1499 ’da filosu ile şehre taarruz etti ise de, m uvaffak olamadı. T ristao da Cuncha da 1507 ’de şehrî ele ge­ çiremedi. 1532’de Makdişü, V a s c o ’ tıun oğlu olan ve buradan bir gemi atmağa gelen Dom Estevam da Gama tarafından ziyâret edildi. 1700 senesinin 5 kânûn I. ’uııda bir İngiliz filosu Makdişü önüne geldi is e de, karaya asker çıkartam ayıp, bir kaç gün sonra, şehirden ay­ rıldı. Portekizliler ile Omân imâmı arasında vukua gelen harpler sırasında, Makdişü ile



berâber, Somali sâhillerindeki diğer şehirler imâm Sêf b. Sultân (Sim , 1 1 1 6 = 1 7 0 4 ) asker­ leri tarafından işgal edildi ise de, çok geç­ meden, imâm askerlerine O m ân ’a çekilme emri verdî. Bu arada Makdişü sultanlığının sonu gelmiş ve iki mahalleye ( Hamar-Ven ve ŞangSni ) ayrılan şehir dâhüî muhârebeler sırasında ha­ rap olmağa yüz tutmuş idi. Söm âliler eski arap şehrine tedricî bir şekilde öyle sızmış idiler ki, Makdişü ’nun kabîle zümrelerinin arapça adları da Somali isim leri ile değiştirilm iş idi. Bunlardan », A k a b i“ — ,,rer Şeh“ olmuş, „C id 'a ti“ — „Şanşiya" ismini almış ve „ 'A f if i“ — „Gudm ane“ şekline geçmiş, hattâ Mukri ( İÇahtsni ) bile adını yine Sömâli menşeli „rer Fnk ih “ şekline çevirmiş idi. Fakat XVIII. asır­ da M akdişü’nun mübâlegah zenginliği ile cezbedilen Sömâli Darandotle bedevileri şehre te ­ câvüz ile burayı ele geçirdiler, ¡m âm unvâmnı taşıyan bedevî reisi karargâhını Şangâni ’de kurdu ve Kahtanilerin kadılık İnhisarları, şeh­ rin yeni hâkimleri tarafından da te ’yit edildi. XIX. A srın ilk yarısında Zancibâr sultanı Barğaş b. S a 'id Makdişü ’yu işgâl ederek, buraya bir vâii tâyin etti. 1889’da Zaneibâr sultanı şehri İtalya ’ya kiraladı ve 1906 ’da İtalya Sö­ mâli sâhilinde Zancibâr ’a â it bütün araziyi satın aldı. [ 1931 ’de şehrin nüfusu 30 000 kadar tahmin edilm ekte olup, bunlar arasında, ekse­ riyeti yerliler ( Sömâli ) ile berâber arap ve hindii tacirler, ayrıca eritreliler ve yahudiier de bulunmakta, İtalyanların sayısı 666 'dan ibaret kalm akta idi. İkinci cihan harbi sıra­ sında, Sömâli kolonisi ingiiizlcr tarafından işgâl ediidi ve harpten sonra koloninin idaresi, muvakkaten kaydı ile, yine İtalya 'ya bırakıldı ]. B i b l i g o g r a f g a : Y â k ü t ( nşr. W üs­ tenfeld ), I, 502; IV, 602; Ibn B attüta, Rihla ( Kahire, 1322 ), I, 190 ( nşr. D efrém ery ve Sanguinetti, II, 18 3 ); De Barros, D ecades da Asia ( Lisboa, 1777— 1778 ), Dek. I, kitap IV, fa il XI ve kitap VIII, fasıl I V ; De Castanhoso, D os feitos de Dom Christovam da Gama (n şr. E steves P e re ira ), Lisboa, 1898, S, XI ; Diego do Couto, D ecades da A sia (L isboa, 1778), Dek. IV , kitap VIII, fa­ sıl II ; G aspare Correa, Lendas da India (L isb o a , 18 58 -18 6 6 ), I/H, 678; IlI/lI, 458 ve 540; Guiilain, Docum ents sur Vhistoire, la géographie et le commerce de l'A friq u e Orientale ( Paris, >856 ), I ; C . Conti Rossi­ ni, Vasco da Cama, Pedralvarez Cabrai e Giovanni da Nova nella Cronica di Kiltvah ( A ttı de 3 * Congresso geografico Italia­ no, Firenze, 1899 ), H; ayn. mil., Stu d i su popolazioni dell’Etiopia ( R Ş O , V i, 367, no‘



M A R D IS!] * ) ; E. Cerulli, Iscrizioni e docttmenfi arabi p er la storla della Somalta ( R SÖ , XI, 1— 24.); ayn. m ll„ L e popolazioni della Somalta nella tradizione storica locale ( R R A L , VI. seri, c-!d II, fas. 3— 4, s. 150 — 1 7 2) ; ayn. mil., N uovi docam entî arabi per la storia Somaila ( R R A L , VI. seri, cild III, fas. 5— 6, s. 392 - 410). ( E n r ic o C e r u l l i . ) M A K İN . £Bk. m e k In .) M A K K A R Î . £ Bk. m a k k a r î .] M A K K A R Î . AL-MAKKARİ (1591 ? - 1632)



Abu ’ l - A bbâs Ahmed b. Mubammed b. a h ­ MED B. YAyYÂ AL-lLAMSANÎ AL-MÂLİkI ŞİHâB AL-DiN, m a g r i b l i e d i p ve t e r c İ i m e-i h â l m ü e l l i f i , Tiemsen [ b. bk.] ’de 1000 ( 1591/1592) senesine doğru doğmuş, cemâziyelâhır 1041 (kânûn II. 1632 ) ’de Kahire ’de ölmüştür. Aslen bugün C ezayir ’de Kosantin a eyâletinde, M sila ’nin 20 km. kadar cenûb-i şarkîsinde bulunan makkaraiı bir âlim­ ler ailesine mensup idi. Baba cihetinden cedlerinden biri, Muhammed b. Muhammed alM akkari F as baş-kadısı ve meşhûr âlim gırnatalı Lisân al-Din İbn al-H atib'in hocaların­ dan biri oldu. Kendisi, pek küçük yaşlarından itibaren, çok geniş bir tahsil gördü; esâs ho­ cası amcası A bu 'Osman Sa'id ( 10 3 0 = 1620/ 16 2 1’de T iem sen ’de Ölmüş, bunun hakkında bk. Ben Cheneb, ¡caza, § 1 0 3 )’dır. al-Makkari bundan sonra doğduğu şehri te rk e tti; Merâkeş ve F a s ’a gidip, 1022 ( 1 6 1 3 ) ’den 1027 ( 1 6 1 7 ) ’ye kadar, bu son şehirde büyük al-K araviyin camiinde imam oldu ve müftü tâyin edildi. Bundan sonra, haec etmek üzere, Hicaz 'a g it t i; sonra (1028 = 1618) K a h ire 'y e gelip, bir kaç ay kaldı ve orada evlendi. E rtesi sene K u d ü s'e g itti, sonra K a h ire ’ye döndü. 1037 ( 1627 ) yılında yeniden hacca g itti ve bu ha­ reketini sonraları bir çok defalar daha tek­ rarladı, Bu münâsebetle, Mekke ’ de olduğu gibi, Medine 'de de hadîs hakkında çok dik­ kati çeken dersler verdi. Bir defa daha Kudüs ve Şam 'da ikamet e t t i ; bu son şehirde, ulemâ­ dan Ahmed b. Şahin tarafından, Madrasa Cakmalfiya ’ye kabûl olundu. Bu şehirde de hadîs hakkmdaki dersleri çok ilgiyle tâkip olunuyor­ du. K a h ire 'y e döndü; kat’î olarak yerleşmek üzere Şam 'a gitm ek için hazırlanırken, has­ talandı ve Öldü. al-M akkari, şarktaki uzun ikametine rağmen, müslüman İspanya tarih ve hâl tercümesine dâir bilgi ve vesikalarının esâsını C ezayir ’de, bil­ hassa M erâkeş şehrinde, Sa’di sultanlarının kütüphânelerinde ( şimdi kısmen Eseorial 'de mu­ hafaza edilm ektedir; al-M akkari, başkaları ara­ sında, İbn M arzük’ un /l/nsnad’inin yegâne nüs­ hasından burada istifâde edilm iştir; krş Hes-



M À K K A R Î.



2Ô5



péris, V , 8— 9 ) toplam ıştır. Filhakika en bü­ yük eseri müslüman ispanya 'ya ve meşhûr, çeşitli sahalarda eser verm iş gırnatalı Lisân al-Din İbn a l-H atib ’e dâir uzun, müstakil bir eser olan N afh al-tib min ğusn al-Andalus al-ratîb va-zîkr •oazirihâ Lisân al-D in ibn alH a¡ib, M agrib ’de toplanmış malzemeye istina­ den, şarkta İbn Ş a h in ’in talebi üzerine yazıl­ mıştır. Burada çok geniş tarihî ve edebî bil­ giler, şiirler, risâleler toplanmış olup, bugün ekseriya zâyi olmuş bulunan eserlerden ikti­ baslar ihtiva eder. Bu hâl Naf h al -fi b 'e son derecede kıym et kazandırm akta olup, onu fe­ tih zamanından „recon qu ista"(„yeniden zapt") nın son günlerine kadar, müslüman İspanya hakkındaki birinci derecede kaynaklar mevki­ ine yükseltm ektedir. A yn ı zamanda bu son devir için şimdi elde bulunan arapça yegâne vesikadır. N afh al-tib birbirinden açıkça ayrılan iki kısımdan ibarettir : bir taraftan müslüman’ İs­ panya ’nın tarih ve edebiyatına dâi6 müstakil bir e se r; diğer taraftan îbn al-H atib hakkın­ da müstakil bîr eser. Birinci kısım şu bölüm­ lere a yrılır: 1. al-A n d a lu s’ün fizik î tavsifi; 2. al-Andalus ’ün araplar tarafından feth i ve valiler devri ; 3. Emevî halifeler ve mevzii hükümetler ( m ulûk a l-fa v a if ) tarihi ; 4. Kur­ tuba ’mu tasviri, tarihi, âbideleri ; 5. şarka seyâhat etmiş olan endülüslüler ; 6. al-Anda­ lus 'e seyâhat etmiş olan şarklılar ; 7. endülüsiülerin edebiyat tarihleri ile fik rî ve mâne­ vi meziyetlerinin umûmî izahı; 8. Ispanya’nın yeniden zaptı ve müslümanlarm oradan uzak­ laştırılm ası. İkinci kısma geiince, bu kısım şu bölümleri ihtivâ e d er: 1. İbn a l-H atib 'in şe­ ceresi ve cedlerinin hâl tercümesi ; 2. İbn al-H a!ib 'in hâl tercümesi ; 3. hocalarının hâl tercüm eleri; 4, îbn a l-H a tib ’in gönderdiği veya aldığı Fas ve G ırnata divanlarının secili mektupları ( m uh âiabât) ; 5. manzum ve mensûr eserlerinden bir seçm e; 6. eserlerinin tah­ lilî bir cedveli. Naf h al-tib, tam olarak, B u la k'ta 1279’da ve K a h ire ’de 1302 ve 1304'te ( 4 c ild ) basıl­ m ıştır. İlk kısmı A nalectes sar l'histoire et la littérature des Arabes d’Espagne ismi altında, R. Dozy, G. Dugat, L. Krehi ve W . W right tarafından, Leiden 'de 1855— 1861 'de basılmış­ tır. D, Pascual de Gayangos 1840’ta, The H istory o f the Muhammadan Dynasties in Spain adı ile, Naf h a l-tib ’ in ilk kısmının'müslüman Ispanya’ nın siyâsî tarihine müteallik bölümü­ nü, İngilizce olarak, neşretmiş idi. Fakat bu âbidevî eserin, bütün olarak, tenkitti bir ter­ cümesi henüz yapılmamıştır, al-Makkari ’nin başka mühim eserleri de vardır. Bunlar arasında meşhûr Kadı ‘ lyâz



fclAK KÀR Î ~ [ b. bk.] 'a tahsis edilmiş müstakil bir eser olan A zh â r al-riyâz f i akbâr a l-lfâ iî ’ ly â z ’a hu­ sûsî bir yer verm ek lâzımdır. 1322 'de, iki cild hâlinde T un us’ ta basılmıştır Brockelmann ile Ben Cheneb 'de eserinin tam listesi, yazm aları ile birlikle bulunmaktadır. B i b i i y o r a f y a : Muhammed Mayyâra, al-Durr al-şam in (K ah ire, 1306), s. 4 1; alV ü si, al-M uhâiarât (F a s , 13 17), s. 59; alH afâci, Rayhanat al-alibbâ’ ( Kahire, 1294}, s. 293; İbn Ma'şüm, S u lö fa t a l-a şr (K ah ire, 1324), s. 589; al-Muhibbi, H ulâşat al-aşar (K a h ire, 1284), i, 302; al-İfr£ai, Şafvat man intaşar (F a s , ts.), s. 7 1 ; al-JÇâdiri, N aşr al-Maşa ni (F a s, 1315), I, 157; W üs­ tenfeld, D ie Geschichtsschreiber der Araber (G ö ttin ge n , 1882), s. 265; Dugat, N etice sur al-M akkari ( A nalectes, baş tarafta ) ; R. Basset, N otice sommaire des manuscrits orientaux de deux bibliothèques de Lisbonne ( Lissabon, 1894 ), s. 24 v.dd. ; ayn. mil., Recherches bibliographiques sur ses sources de la Salouat el-A n fa s, s. 22, nr. 53 5 F. Pons Boigues, Ensayo biobibliografico, s. 417 ; Brockelmann, G A L , II, 296; Suppl., H, 407 v.d. ; Ben Cheneb, Icâza, § 102 ; Huart, L ût. ar., s. 374 î C arra de V aux, L es Penseurs de l'Islam , I, 158; E. Lévi-Provençal, Les H istoriens des Chorfa, s. 93 ve not 3.



( E. L évi -P r o v e n ç a l .) M A K K Î . [ Bk. MEKKİ.] M A K R Â N , [ Bk, MEKRÂN.] M A K R lZ Ï . [Bk. MAKRlzL) M A K R Î Z Î. a l-M A K R ÎZ Î (136 4 -144 2 ), Abu A hmed b. ’ A l î b. :A bd a l -K âdîr a l HUSAYNÎ TÂKİ AL-DIn, a r a p m ü v e r r i h i . 766 ( 1 3 6 4 ) ’da K a h ir e ’de dolm uştur. Hanefî mezhebinden îbn al-Şâ’iğ 'ın oğlu olup, babası onu kendi mezhebinde yetiştirm iştir. Fakat rüşte erince, şâfi’î mezhebine g eçti, hanefîlere karşı mücâdele etti ve hattâ zahirî mez­ hebi tem ayülleri gösterdi. Mesleğine Kahire 'de kadılık ile başladı ve al-Hâkim camiinde imamlık ve Mu’ayyadiya medresesinde hadîs m üderrisliği mevkilerine kadar yükseldi. 8 11 ( 1408 ) 'de, Kalânisiya ve Nür hastahânesi m üteveliîliği ve aynı zamanda al-A şrafiya ve al-Ikbâliya medreselerinde müderrislik va­ zifesi ile Ş a m 'a gönderildi. 10 yıl kadar son­ ra Kahire ’ye dönüp, orada alel’âde bir şahıs gibi yerleşti ve kendini tamâmiyle te ’lif işlerine verdi, 834 ( 1430 ) ’te yaptığı bir hacc ziyare­ tini müteakip, 5 yıl Mekke ’de yaşadı ; uzun bir hastalıktan sonra, 27 ramazan 845 ( 9 şu­ bat 1442 ) perşembe günü vefat etti. Eser yazmak husûsundaki çalışmalarının haıket noktasını, topografyaya mütemayil, ma­ l -A bbâs



M AKRIZİ. hallî Mısır tarihi teşkil eder-, alâkası, H abeşista­ n 'a kadar, komşu memleketlere yayıldı ve aynı zamanda medeniyet tarihi ile alâkalı m esele­ ler ile, msl. ölçüler ve sikke meselesi ile, meş­ gul oldu. al-Sahâvi 'nin mâkul ithamına göre, asıl müellifinin adını söylemeden, sâdece ken­ dine m âlettiği başlıca eseri olan al-Hitat, gerçekte çok geniş bir m ikyasta selefi alAvihadi ’n’n eserine istinât etm ektedir. Bu eserde, çok teferruatlı tarihi ve coğrafî bir girişten sonra, İskenderiye ile memleketin tasvirine başlayıp, Fustât ile K a h ire'n in to­ pografyasına dâir mebzûl bilgiler verir. Bu eserin kaynakları için bk. R. G uest ( J R A S, 1902, s. 103 v.dd). Bu eser a l-M a v aiz v a ’l - i tibâr f i zik r al-hifat ya ’l-a ş â r adını taşır. B u la k ’ta 1270’te büyük boyda iki cild hâlinde ve 1324— 1326'da K a h ire 'd e basılm ıştır. G . W iet tarafından da 4 cild hâlinde neşredilm iştir M IF A O , 1911— 1927, I— V ) ; tercüm eleri: M alfrizi, Histoire de l ’Egypte, trad. de l'arabe et accompagnée de notes hist, et géogr. (trc. E. Blochet), Paris, 1908 ; U. Bouriant ve P. Casanova, Description topographique et his­ torique de l ’Egypte ( M IF A O , 1893— 1920, I— V I ) ; bk. bir de T aki al-D in Ahm ed alM akrizi, Narratio de expeditionibus adversus Dimyatham ( nşr. H. A . Hamaker ), Am sterdam , 1824; M akrizi, G esckickte der Copten ( trc. F. W üstenfeld ), G öttingen, 1845 ; P. Ravaisse, Essai sur l’histoire et la topog­ raphie du Caire d ’après M. ( Paris, 1890 ) ; P, Casanova, Histoire et description de la citadelle du Caire d’après M. {ayn, esr,, Paris, 1894— 1897 ) ; al-Hi{at ’tan seçilmiş par­ çalar Ahm ed al-Hanafi tarafından al-Rcvia al-bakiya ( bk. Pertsch, Kat. A r , Hss. Gotha, nr. 1683 ) adı ile ve A bu ’l-Surür Muham­ med al-Bakri al-Şiddikİ tarafından 1054 ( 1644) 'te Ka t f al-azhâr min al-Hitat va ’l-âşar adı altında (L eid en , nr. 974; Paris, nr. 1765/ 1766; Petersburg, A sya müzesi, nr. 237; A h ­ med Taymür Paşa, { L a revue de l ’acad. ar., III, 334; krş. V oliers, Note sur un me. or. ubrèviè de M., Bull, de la soc. khêdiv. géogr., 3. seri, nr. 2, s. 131 — 139) toplanm ıştır. Bu asıl büyük eserine ilâve olarak, ilk önce bir Fâtım îler tarihi ( itti âz al-hunafa hi ahbâr al-a’imma va ’l-hulafa ilk olarak Gotha 'da bu­ lunan müellif hattı ile yegâne yazmasına is ti­ naden H. Bunz tarafından neşredilm iştir, 1908 [bu neşir Camâl al-Din al-Şalyal ’in notları ve tashihleri ile yeniden basılm ıştır, Kahire, 1948 ; eserin diğer bir yazma nüshası A hm ed III. kütüp.,nr. 3013'te bulunm aktadır) ile 5 7 7 -8 4 0 ( 1 1 8 1 — 1436) E yyû b îlerve M em lûkler( al-Sulük li-m a'rifat duval al-m ulûk, yazmaları



toAKRIZÎ.



it>1



için bk. G A L , II, 30 ; Q uatrem ère, ffM o ir e des della nascita di Mich. Amari, Palermo, 1910, sultans M am louks, 2 cild, Paris, 1837— 1844 ) II, 387— 394), T l emsen Ziy anîlerine ' ( Tarâcim tarihi yazdı. Bu son esere al-Sahâvi ( Muham* mulûk al-ğarb, Leiden, göst. ger., Dozy ’nin med b .‘ A bd al-Rahmân, 902=1497 ) al-T ibr al- faraziyesine göre, aslında Durar al- ufcüd’un masbûk f î zagl al-suluk ( neşir ve tashihi için bir parçası idi ), islâm sikke ve vezinlerine bk. A . Zeki Bey, Continuation de l'histoire des ( Nubzat al-uküd f i umur al-nukud, Kahire, M am louks de M. par E lS a k h a o u i, texte ar, 1298, nşr. O . G. Tychsen, Rostock, 1797; S. d ’après le ms. unique conservé à la bibl. de Sacy ’nin tercümesi : Traité des monnaies khèd., Rev. d ’Êg., BuSak, 1896/1897,11,111; nşr. musulmanes, Millin, Mag. encl., 1797, İI/IV, E. G aillardot, Kahire, 1897 ) adı ite ve Ibn 472; III/I, s. 38 v.dd. ; genişletilm iş ayrı T ağribirdi [ b. bk,] zeyiller yazm ıştır. al-Hi^af baskı, Paris, 1797; müellifi tarafından gözden ’a bir ilâve olarak, al-M akrizi tercüm e.i hâle geçirilm iş şekli : Şuzür al-'uküd f i zikr al-nudâir iki büyük eser yazm ağı kararlaştırdı ; fa­ kud, İstanbul ’da 1298 ’de, al-Nuküd al-lçadik a t bunlar tamamlanmadan kaldı ; çünkü al- ma va ’l-islâmiga adı altında, bir mecmua Makrizi ’nin tasviri çok geniş idi. M ısır ’da ya­ içinde, basılmıştır, t Bu risâle bir de, notlar şamış olan bütün hükümdar ve meşhur adamların ve tashihler ilâvesi ile, İbrahim A rtu k tara­ hâl tercümelerini, al-M ukaffâ’ adı ile, 80 cildde fından türkçeye çevrilm iştin Belleten, A nka­ toplamak istiyordu. F akat bunlardan ancak ra, 1953, XVII, 367— 391 ] ; Risâlat al-makâgîl kendi el yazısı 3 cildi (Leiden ’de, Cat, codd, va ’ l-mavâzîn al-şariga, nşr. O. G. Tychsen, ar., nr. 103z ve ihtimâl 1103) ve P a r is ’te ( nr. Rostock, 1800 ), m üteallik meseleleri ele al­ 2144) bugüne kadar muhâfaza edilmiş olan maktadır. C an f al-azhâr min al-ravi al-mitâr 16 cildini ikmâl edebildi; krş. Notices sur quel­ adlı bir umûmî coğrafya da yazm ıştır ( Ber­ ques mss. ar., Leiden, 1847, s. 8— 16; bir lin, nr. 6049 ; Kahire, V , 40 ). Bunun hangi parça için bk. van Vloten, Z D M G , LÎI, 224. eserden alındığı kat’î bir şekilde bilinmemek­ A lfa b e sırasına göre tertip etmek istediği mu­ te d ir; Paris, nr. 5 9 19 ’da al-İd risi'n in Nuzhat asırlarının hâl tercümesine âit D u r ar al- ukûd al-muştâk f i ’htirâk al-âfâk’ 1 gösterilm ekte­ al-farîda f î tarâcim al-d gün al-mufida adını d ir; Lévi-Provençal, Les Histoiriens de Chortaşıyan eseri de aynı şekilde tamamlanmamış fa, s. 361 ’de bu eseri Abu ‘A b d A llah Mubir hâlde kalm ıştır (I. cildin a lif harfinin bir hammed b. ‘A b d al-Mun'im al-yim ayari ’nin, parçası ve 'agn harfinin bir kısmı, müellifin K âtib Ç elebî, III, nr. 6598 ’de zikredilen ve el yazısı ile, G o ih a 'd a n r . 1771 ’de bulunmakta­ Fas ’ta K araviyin câmii kütüphânesinde bulun­ d ır ). Buna karşılık muhtelif tarihî meseleler ması icâp eden al-Ravz al-m i'târ f î habar hakkında bir çok müstakil risaleler yazm ıştır al-akfar’ ına benzetm ektedir. Daha küçük bâ­ ki, bunların ekserisi İki mecmua içinde ( Pa­ zı eserlerinde kendisine tamâmiyle yabancı ris, nr. 4657 ve Leiden, nr. 2408; bu son eild olan ilahiyat sahasına da girm iştir; 813 (1410) kısmen b izza t müellif tarafından yazılmış, k ıs­ ’te yazılmış olup, al-Bagân al-mufid f i ’l-fark men de gözden geçirilm iştir, bk. Dozy, No­ bagn al-tavlşid va ’l-talfyid ( müellif yazm., tices, s. 17 ) zamanımıza kadar muhâfaza edil­ Leiden, Amin, nr. 188’de muhâfaza edilmiş­ miştir. Bu müstakil risâlelerin en mühimleri tir ; bk, bir de Kahire, VII, 565 ) ile Tacrîd Em evî ve A b b asî tarihine ( al-N izâ' va ’l-ta- al-tavhid ( Paris ’te yazma mecmuada ) 'i ke­ hâşam fi-m â bagna Bani Umagga va Bani lâm sahasına ve Mekke 'de Peygamberin ailesi Hâşim , nşr. G. Vos, Leiden, 1888 ve Zikr ve ev eşyası hakkında vermiş olduğu dersler mâ varada f i Bani Umagga va Bani ’l-'A b- de ( İmta al-asmâ’ fi-m â l i ’l-nabi min al-habäs, W ien, nr. 1887 ; al-Durar al-m uti a' f i fada v a ’ l-matâ‘ , 6 cild hâlinde, G otha, 1830, târih al-davla al-isläm iga, Cam bridge, Pres­ İstanbul, Köprülü kütüp., nr, 1004 ) hadîs sâhasıton, s. 2 ), Mısır ’a hicret etmiş olan arap ka­ na aittir. Hayatının sonuna doğru, bu eseri ta­ bilelerine ( al-Bagân va 'l-ırâ b ‘amma bi-arz mamlamak için, kâinatın yaratılm asından baş­ M işr min al-arâb, nşr, W üstenfeld, G öttin ­ layıp, yeniden bir umûmî coğrafya ile arap gen, 1847) M e k k e ’de tesadüf ettiği hadra- kabilelerinin şecerelerini, meşhûr savaş gün­ mutlu hacıların verdikleri bilgilere göre, Had- lerini, Sâsânîlere kadar İran tarihini içine ala­ ramut coğrafyasına ( al-T urfa al-ğariba min cak al-Habar 'ani ’l-başar. adlı diğer bir esere ahbâr Vâdı H airam avt a l-a ciba, nşr. P. Nos- başlamağı kararlaştırdı ve 844 i 1 4 4 1 ) ’te hâlâ kovıy, Bonn, 1866 ), Habeşistan ’daki müslü­ buna çalışm akta idi ( ayrı-ayrı parçaları, müel­ man hükümdarlara ( al-llm äm bi-ahbâr man lif yazısı ile, İstanbul ’da A yasofya kütüp., nr. bi-ari al-Habaşa min m ulûk al-islâm, Kahire, 3362 ve Fâtih kütüp., nr. 4338 — 41 ’dedir ; diğer­ 1895, nşr. Fr. Th. Rink, Leiden, 1790, krş. I. leri istinsah edilmiş hâlde A yasofya, nr. 3363— Guidi, S til testo del ilm âm d ’al-M., Centenario 66 ’da ve Strassburg ’da bulunm aktadır; bk.



Ma k r î z î Nöldeke, Z D M G , XL, 306; krş. T. Taııer, Is­ lámico, I, 337 — 364). Z ikrettiği bu eserinden sonra, Makrizi ai-Zav al-sarî f i m d rifa t ahbâr tamim al-dari adlı eserine başladı ( bir Leiden mecmuasında ve bir de Leiden, nr. 1080 ve Brit. Mus., s. 669 ’da bulunmaktadır ). B i b l i g o g r a f y a i al-Suyü^i, ¡jlasn al­ mohazara, I, 32 1; de Sacy, Chrest. arabe2, I, 112 ; Hamaker, Spec, cat., s. 207; Wüstanfeld, G esckicktsckreiber, s. 482; Goldzıher, Zâhiriten, s. 196 — 202; G A L , 11, 47; SuppL, JI, 36 v.dd. ( C. B r o c k e l m a n n . ) M A K R U H . [ Bk. ŞARÎ’A.] M A K S .J Bk. MEKS.] M A K Ş U R A . [ Bk. m e s c İd .] M A K T A B . [B k . m e k t e p .] M A K U . [ Bk. m â k û .} M Â K Û . M A K U , İ r a n ’ı n A z e r b a y c a n b ö l g e s i n d e e s k i b i r h a n l ı k ve bu­ n u n m e r k e z i . Mâkû İra n ’ın şimâl-i garbi köşesinde yer alır ve garpta — Türkiye, şimal­ de — A ra s nehri mecrâsı ile hudutlanmak suretiyle, eenûbî K afkasya topraklarından ay­ rılır. Hanlığın şarktaki Hoy eyâleti ile olan hudutları oldukça vuzuhsuzdur. Hanların nufûzu en fazla olduğu devirde, toprakları ÇayPâra, Çaldıran ( IÇara- A ynı ) ve Eiend nahi­ yelerine kadar uzanıyordu. Memleketin toprakları tepeler ve mÜnbit vadilerden mürekkeptir. O rta kısımda Zangim âr ve A h ( A k ) - Ç a y havzaları arasında münferid Sokkar dağ kütlesi yükselir. B udağın yam açlarında ve garptaki hudut silsilesi bo­ yunca, sürüler için iyi otlaklar -bulunur. Mâkü 'nun sulanan arazisi gâ yet verimlidir. Memle­ ketin akar-suları A ra s nehrine sağdan kavuşur ki, bunların baştıcalan şunlardır: şimâl-i ga r­ bide aşağı K a ra -S u ; A ra s vadisi boyundaki ( T ürkiye ’y e â it ) „D il m ıntakasını“ cenuptan tâkip eder ve sağdan küçük A ğ rı dağının cenûb-i şarkîsinde Dam bat yaylasının sularını alır ki, Minorsky burada 1903 ’te, ermeni rivayetine göre, A rşakavan olarak teşhis edilen şehrin harâbelerinı bulmuş idi ( krş. Horenü Moses, III, 27 ve I, 30 ). Z angim ir ( Zanglbâr ) veya Mâkü çayı ( bunun üç kolu v a r d ır: biri T ürkiye hu­ dudu üzerinde eski A va cık hanlığından çıkan A va cık = A bacık suyu, İkincisi Çaldıran ova­ sının cenûb-i şarkî köşesinden T ığn ıt = ermen. Tlm ut ( „çam urlu“ ) ve üçüncüsü merkezî vazi­ yetteki Bebecik nahiyesinden d o ğ a r; kollar bir­ leştikten sonra, ırm ak Mâkû şehrinin bulun, duğu - boğazdan geçer ve zengin Zengi-Bazar nahiyesini sular. Burada ırm ak soldan Türkiye topraklarında Bayezid ’in şimalinden gelen S arıSu’yu alır ), A k -Ç a y ( hudut dağlarından doğar, kolları ile Sögm en-Ova nahiyesini s u la r; Ç ay-



M Á K ir. Pâra ovasından geçer ve Hoy ovasını sulayan Kot ur-Çayı İle birleşir ). Ş e h i r . Mâkü şehrinin coğrafî vaziyeti ol­ dukça gariptir. Şehir Zangim âr ırmağının geç­ tiği boğazda kurulmuştur. S a ğ sahildeki kaya­ lar, dik olarak, ırm ak üzerine in e r ; sol sakil­ dekiler de vâdi üzerinde 200 m. kadar yük­ selir. Kasaba yamaç üzerine bir anfi şeklinde yerleşmiştir. Kasabanın üzerinde ve kayaların eteğinde eski tahkimat harâbeleri ile bir menbâ görülür ve daha geride hemen-hemen şakulî olarak yükselen kayalar, 30— 60 m. yukarıda, bir çıkıntı teşkil eder. Bu suretle şehrin üs­ tünde, görünüşü insanı şaşırtan bir kaya küt­ lesi âdetâ muallakta durur. Monteith’in tah­ minine göre, kayanın teşkil e ttiğ i yarım kub- . benin yüksekliği 600 kadem, derinliği 800 ka­ dem ( ? ) , genişliği j.200 kadem ve kubbeyi meydana getiren tabakanın genişliği 200 ka­ demdir. Bu dev ölçülü gölgeliğin altına günpş ışığı gündüzleri ancak bir kaç saat girebilir. Bunun altında bir mağara vardır ki, vaktiyle buraya derme-çatma bir ahşap merdiven ile girilirdi. Daha sonraları, mağara zindan olarak kullanıldığı sırada, mahbustar buraya ip ile indirilirdi. N ü f u s . Mâkü ’nun nüfusu türkler ve kürk­ lerden mürekkeptir. Türkler ekseriyeti teşkil eder ve memleketten geçen akar-sular boyun­ daki köylerde yaşarlar. Bunlar Bayat, Pörnek v.b, türkmen aşiretlerinin kalıntılarıdır. Sokkar dağı eteğindeki Dâhiyenin ismi Kara-Koyuntu 'dur. Buranın halkı ( 26 köyde toplanm ış 900 kadar ev ) ahi-i haklç mezhebine mensuptur ( RM M , XL, 6 6 ) ki, bu hâl, Kara-Koyunlu türkmen hanedanına atfedilm iş bulunan râfızîiik iddiasının vâsıtalı bir delili sayılabilir ( Müneceim-başı, III, 15 3). Türkmen kabileleri arasındaki eski münâferet, Kara-Koyunluların şi’î komşularına verdikleri isimde bakîdir. Bunlara Ak-Koyunlu adını verirler (G o rd ­ levskiy, s. 9 ). M em leketteki kü rtler yarı göçebedir. Ceiâlî!er (bunların muhtemel cedleri hakkında krş. 5Âlam -ârâ, s. 539; 1017— 1018 se n e le ri) A ğ rı dağı eteklerinde yaşar ve yazın T ürkiye — İran hududu dağlarındaki otlaklara çıkarlar. B a zı­ ları Dambat bölgesindeki mağaralara yerleş­ mişlerdir. M ilânlar A ra s nehri ile Sokkar da­ ğı arasında yaşar ve yazı bu dağda geçirirler. K ara-’A y n i ( kürt. K a le n i) ’de Haydaranlular bulunur. Birinci cihan harbinden evvel Mâkü bölge­ sinde ancak 1.200 kadar ermeni var idi. Hanla­ rın saraylarında emniyetli müstahdemler bun­ lardan seçilirdi. Meşhûr ve heybetli S t. Thaddâus ( T badevos-A rakel — müslümantara göre, Kara*



ta K Ô . K ilise ) m anastın (yeniden inşâ tarihi 1247 bk. St. Martin, M ém oires sur l’Arm énie, II, 463 ) Bebecik nâhiyesindedir, Müatümanlar ara­ sında da burayı kutlu sayanlar vardır. G iriş ka­ pısında, Şah 'A bbâs ’m fermanı, uzun bir kita­ be şeklinde, yazılm ıştır. E vvelce M âkü ve Hoy ’un 14 köyü bu m anastıra âit olup, gelirleri ile onu beslerlerdi. Başka bir ermeni manastırı ( Sürp Stephanos = müslümanlara göre, Dani­ ya 1 peygam ber ) K otur-Ç ayı kavuşağıaın aşa­ ğılarında bulunur. Cabbârlu adlı küçük bir kö­ yün sakinleri yezididir. E s k i t a r i h , Mâkü bölgesinin en eski âbideleri Hald ( Vannik ) kırallığı çağına çı­ kar. Mâkü — Bâzirgân — Bayezid yolu üzerin­ de Sangar ’de kaya içinde oyulmuş olan oda, Ba­ yezid ’de ve Urmiye garbında bulunan diğer­ lerine benzer ( Minorskİy, K ela -şin , Zap., XXVI, 171 ). B ir H ald kitabesi, muhtemel olarak, A k Ç a y üzerinde, Bastâm 'dan gelm ektedir. K ıtâbe, A rg iş ti ( aş.-yk. m.ö. 680— 645 ) ’nin oğlu kıral Rusa II. ’ya a ittir ( krş. Sayce, A new Vannic inscription, J R A S , 1912, s. 107— 113; N. Y . M arr, Nadpis Rusı I I iz M âkü, Zap., 1921, X X V , 1 — 54 ). Bu kitabe, Van kırallarının hâkimiyetinin H oy bölgesine kadar yayıl­ mış olduğunu gösterm ek bakımından, ehem­ m iyetlidir. Bundan sonra Mâkü E rm en iye’ye dâhil ol­ du. Bölge Vaspurakan eyâletinin A rta z nahi­ yesine tekabül ediyordu. Horenli Moses ’e göre, nahiye Önce Şavarşan ismini taşırken, kıral A rta ş e s ’in bölgeye naklettiği A lanların eski vatanının hâtırasına uyarak, A rta z adını almış idi ( krş. O setya ’daki A d ro z ). Şavarşakan adı, A rtsrun i hükümdarlarının hâkim iyeti ile izah edilebilir. Bunlar arasında Şavarş ( Xşayârşan = Sé{j|r)ç = yeni fars. Siyâvuş ) adına çok rastlanırdı ( Marquart, Erânsahr, s. 4, 177 ). M arquart’ ıu A r t a z ’1 daha eski olan "AÇaça v.b. ( Strabo, X I, 14, 3 ) ile karşılaştırm ası doğru d eğild ir; zira A zara, A r ta x a ta ’mn yu­ karısında olup, burası da A rta z = Mâkü ara­ zisinin daha yukansm dadır. Sonraları A ra s ’*n şimalinde yerleşm iş bulunan Am atuni prens­ leri de A rta z ’da hüküm sürmüş olm alıdırlar ; zira kilise taksim atına göre, Mâkü bölgesi bunların ismini taşır : Am atuneac'-tan ( A dontz ’a göre ). Mâkü ve bunun şimalindeki Hac’iun ( — Ha» sun ) ’un isimierİ X. asırda yazılm ış olan Tho­ mas A rtsruni tarihinde ( kitap II, § 3 ), Sâsânî H usrav tarafından, 591 'de im parator Maurİkios 'a terkedilen arazinin hudutlarından bahs­ eden fıkrada zikrediliyor ( Brosset, C oll. kistor. arm., Petersburg, 1874, h 78 ). Mâkü bölgesinde sayısı çok olan ermeni âbideleri İslâm Ansiklopedisi



hakkında M inosrkiy’nin hanlığın eski çağına dâir tetk ik i görülm elidir; krş. bir de Hüb­ schmann, D ie Altarm . Ortsnamen, 1904, s. 344; A dontz, Arm enia v epoku Yustiniana, Peters­ burg, 1908, fihrist. Horenii Moses (I , 30; II, 4 9 ) ’in naklettiği bir rivayete göre, Tigran, medyaii A jd a h a k ’i mağlûp edince, neslini Masis ( A r a r a t ) etrafı­ na yerleştirdi. A ra p tarihçileri ( T ab ari, İbn a l- A ş ir ) ve coğrafyacıları, isminin eski gö­ rünmesine rağmen, Ermeniye 'nin bu bölgesini tanımamaktadırlar. Mâkü adını Mâh-küh ,,medler dağı“ şeklinde izah etm ek câzip görünür (fa rs . Mâlı ve ermen. Mar, eski İran. M âda'ye ç ık a r }. Bununla beraber Hamd A lla h Mustavfİ ’de geçen M âküya ( Mâköya ), sonunda başka bir unsurun daha bulunduğunu düşün­ dürür. İ s l â m d e v r i , ^iamd A llah ( N uzhat alkulûb, nşr, le Strange, s. 89 ) Mâküya 'yi, Nahçuvân tuman ’inin nahiyeleri arasında ilk ola­ rak sayan m üelliftir ( 740 = 1340) ı „Burası bir kaya yarığında bulunan bir k a led ir; köy bunun eteğindedir. ö ğ le vaktine kadar dağ bu köye şemsiye hizmetini görür. Hıristiyan keşişlerinin başı olan M arcanişâ burada oturur“. M â k ü ’yu x haziran 1404'te ziyaret eden ispanyalı sefir C lavijo burada az-çok müstakil yaşayan, prensleri Noradin ’in hükmü altında bir ermeni katolik nüfus bulmuş idi. Timur Mâkü 'yu alamamış olmakla beraber, bu Nora­ din, bir anlaşma ile, icâbında ona 20 suvâri verm eyi kabûl etm iş idi. Noradin ’in Omar Mirza ’nin sarayına götürülen oğlu orada müslümanhğı kabûl edince, kendisine Sorgatm ix ( Suyurğatm ış ) ismi verilmiş idi. Noradin baş­ ka bir oğlunu, piskopos yaptırm ak üzere, A v ­ rupa 'ya yollamak iştemiş idi. Clavijo Mâkü 'da ( en e l dicho lagar ) Dominik rahiplerinin bir m anastırı bulunduğunu sö yler ( Vida g hazahas, nşr. Sreznevskİy, Petersburg, 1881, s. 138— 162 ve 376). Clavijo şehrin doğru bir tasvirini yapm aktadır ( vadide bir kale, ya­ maçta sûrlar ile çevrili şehir, daha yukarıda kayada yontulmuş m erdivenler ile çıkılan ikin­ ci bir s û r). Tim ur 'un vefatında, Kara-Koyunlulardan K a­ ra Yusuf tekrar sahneye çıktı ve Mâkü onun 809 ( 1406 ) ’dan itibâren ele geçird iği ilk mev­ kilerden bîri oldu ( Şaraf-nam a, I, 376 ). Bu ta­ rihten itibâren memleketin türkleşmesi sür’atlendi. Yine Şaraf-nâm a (II, 295, 308 ) ’ye göre, 982 ( 1 3 7 4 ) ’de Osmanh hükümeti Mahmüdi kabilesinin reisi kürt ‘İvaş B e y ’i Nabçivan mülhakatından M âkü ’yu iranlılardan alıp, bu­ rada bir kale inşâsına me’mûr etti. Mâkü İvaz Bey ’e ocaklık olarak verildi.



14



İ1Ö



MÂKÛ.



1014 (1605 ) senesi yazında Şah 'A b b â s Hoy civarında bulunurken, Mahmüdi kürtleri onun nezdine gelmemişlerdi. Bunun üzerine, şah bu kabilenin bir kolunu İrak bölgesine naklettirdi. Kendisi de Mâkü üzerine yürüdü. Dağm ete­ ğindeki kale zaptedilip, Malımüdi aşiretinin mal ve mülkü yağm alandı ise de, yukarı kale ete geçirilem edi ('A la m -S râ , s. 479). Türkler de iranlılar da Mâkü 'nun mevkiiııe büyük bir ehemmiyet veriyorlardı. Murad IV. 1045 seferinde Kotur ve Mâkü ’nun ehemmi­ yetini bizzat yerinde müşahede ederek, 1048 ’de K ara Mustafa Paşa 'nın kanlılardan her iki ka­ lenin de yıktırılm asını istemesini em retti; haki­ katen 1049 ( 1639 ) muahedesine göre, k a n lı­ lar IÇotur, Mâkür ( oku : Mâkü ) ve Mağazberd kalelerini tahrip etmeği taahhüt ediyorlardı ( Na i mâ , Tarih, I, 686). Fakat Murad IV. Ölünce, iranlılar Kotur ’u ve Mâkü ’yu tekrar işgal e ttiler { Evliya Ç eleb i, Seyahai-nâme, ı v , m )■ _ t Bunu tâkip eden safha, kale üzerindeki ka. yaya hakkedilmiş İran kitabesinde yazılı ( Minorskiy, Drevnosti, s. 23 ) olup, burada kale­ nin, fesatçılara sığınak hizmeti gördüğü için, Şâh ’A bbâs tarafından yıktırılm asına emir verildiği yazılıdır (1052 ™ 1641/1642). "Abbâs ’m tarihinde bu v a k a hakkında hiç bir açıklam a yoktur ( Ki şas al-hâkâni, Paris, Bibi. N at., Sup. pers., ur. 227 ). Bununla be­ raber, 1052 ’de genç şahın sarayına bir os­ manlı elçi hey’etinin geld iği yazıldığına göre, o zamana kadar Iran ’ın sağlam tutm ağa çok çalıştığ ı kalenin tahribinin bu gelenler tara­ fından istenm iş ve kabûl ettirilm iş olması mümkündür. Evliya Çetebî ( II, 337 v. dd.) ki­ tabenin muhtevasına uymayacak şekilde, Mâ­ kü kalesini 1049 müsâlehasından sonra O s­ manlIların yıktırdıklarını ve aynı zamanda buradaki Mahmüdi beyini azlettiklerini iddia eylem ektedir. 1057 ( 1647 ) ’ye doğru Şüşik ( tran hudûdunda bir kale ) kürt beyi tiirklere karşı isyân etti. İranlılar bunun akmiarından şikâyet etmekle beraber, Mâkü ’ya 2.000 Mâzenderân askeri koymağa fırsat buldular. Osmanii hükümeti Şüşik ’e 72.000 kişilik bir or­ du gönderdi. Mağlûp olan Mustafa Bey Mâkü ’ya iltica etti. E vliya Ç elebi, âsînin iâde edil­ mesini istem ek üzere, Mâkü 'ya gönderilen pa­ şalara refakat etm iştir. Neticede başarı elde edildi. Erzurum valisi Mehmed Paşa iranlı m üzakerecileri iyi karşılamakla berâber, Mâkü kalesi İran kuvvetleri tarafından boşaltılm a­ dığı ve kale tahrip edilmediği takdirde, ken­ disinin Revan ve Nahçivan üzerine yürüyece­ ğini söyledi. Bunun sonunun nasıl geldiği bi­ linmiyor ise de, Mâkü 'nun 1639 ’da İran ’a âit



oluşunun kabûl edilmesine türklen n ciddî bir şekilde muarız olmadıkları anlaşılm aktadır. M â k ü ’yu 1747 ’ den 1923 ’e kadar idâre eden âile Bayat aşiretinden, daha doğrusu bu a şi­ retin Ş o k la r dağı etrafında yaşayan kolun­ dan, çıkm ış idi { B ayatlar hakkında bk, Fuad Köprülü, Oğaz antolojisine dâir tarihî notlar, TM , İstanbul, 1925, s. 16— 23), Bir rivayete göre, Bayatlardan Ahm ed Sultan H orasan ’ da Nâdir Şah 'm hizmetinde bulunuyordu; bu hü­ kümdarın Öldürülmesinden sonra, onun zevce­ lerinden birini ve hazînesinin bir. kısmını aşı­ rıp, M âkü 'ya döndü. Kendisi ve oğlu Husayn Han hakkında az şey bilinir. Ölümü 1835 ’e rastlayan bu sonuncusu gâlibâ seyyah Monteith ’i kabûl eden handır. Zend hânedanı dev­ rinde ve Kaçarlar devri başında A zerbaycan ’ m şimâl-i garbi bölgesinde iktidarın Dumbuli kürt hanları elinde bulunmuş olması muhtemel­ dir. Bunların karargâhları Hoy 'd a idi [ bk, mad. TEBRİZ.] Dumbulilerin çekilmesi ile meydan Bayatlara kalmış olmalıdır. Husayn Han ’m oğlu ‘A li Han (1 7 7 5 — 1865) m uhtelif seyyahlar (F ra ser, A bich, Flandin, Çirikov, Libutin ) ta­ rafından nufûzlu ve hukuku üzerinde titiz bir başbuğ olarak, sık-sık zikredilir. Bâb 1847 se­ nesinde, hazirandan kânûn 1. ’a k a d a r,‘ A li Han 'ın muhafazasında bulunduruldu ve ondan iyi muamele gördü. Bâb M âkü ’ya Cabal-i basit adını verm ekte ve bunu mahbusiyetinin daha zahmetli olduğu Cabal-i şa d id ( — Ç a h r ik ; bk. SALMÂS) ile karşılaştırm aktadır ( bk. Browne, A Traveller’s narrative, 1891, II, 16, 271— 277; Câni-Kâşâni, Nuktat al-ltSf, G M S , 1910, X V , 131 v.d.). 1853— 1856 harbi sırasın­ da ‘A li Han R u sy a ’y ı osmanlı toprakların­ dan ayıran arazisinde bitaraflığı m uhafaza etmiş bulunmaktan çok istifâde etti. O ğlu Teym ür Paşa Han ( 1820— 1895 ? ) da 1877/1878 harbinde aynı durumdan faydalandı. 1881 ’de Mâkü süvarileri başında olarak, Sa lm âs’ta görünmesi, şeyh "Ubayd A llah [ b. bk.] istilâsını çabucak sona erdirdi ve Teym ür Paşa A ze r­ baycan 'm kurtarıcısı telâkki e d ild i; hattâ halk tarafından kattdisine „Mâkü pâdişâhı“ unvanı verildi. O ğlu ve halefi Murtazâ-Kulı Han İkbâl alSaliana ( 1863— 1923) önce hanlığın tecridi ve genişletilm esi siyâsetini tâkip e tti ise de, faa­ liyetleri komşularım kuşkulandırdı. 1914 har­ binin başlarında, rusları memnun etmediğinden, T iflis ’te ikam ete mecbûr edildi. Bu arada Mâkü harp sahnesi olmuş idi. Rusların A ras üzerinde, Şah-Tahtı mevkiinden Bayezid 'e doğru uzattıkları dar hatlı demir-yolu üzerinde Mâkü faal bir konak yeri meydana getiriyordu. 1 9 1 7 ’de serdar memleketine dönerek, Rizs



Kî ÂKÛ Şâh Pahlavi ’nin İran tahtına çıkmasına kadar, orada kaldı ve bundan sonra fesatçılık ile ithâm ve 25 mihr 1302 (te şrin I, 1923) 'de tevkif edilerek, götürüldüğü T ebriz hapishâsinde öl­ dü. İranlı bir zabit M â k ü 'ya vali tâyin edildi ( Navbaht, Şâhinşâlı-i P a h la v i, Tahran, 1342, s. 112 ).



MAKULÂT.



E flâtu n ’ un cedel ve mantığında, mantık ile metafizik birbirinden ayrılm ış değil- idi, yâni aklın en yüksek mefhumları, ona göre, aynı zamanda varlığın en yüksek şekilleri idi. Bunlar „Sophiste“ (254 Df.) 'e göre, oluş, hareket, sukun, ayniyet ve gayriyettir ( bk. Enneades, V , t, 4; VI, 28 ve Usûluciyâ, nşr. Dıeterici, s. B i b l i y o g r a f y a t Moateith, Journal 108; bk. mad. ANNlYA). Fakat A risto, ilk o f a tour through Azerbidjan ( J R S S , 1833, olarak ( belki de buna fisagorcularm , keyfî III, 40 - 49 ) ; E. Smith ve Dwight, Missionary olarak, karşılıklı 10 mefhûmu bir araya ge­ Researches (London, 1834), s. 313; J. B. tirm eleri sâik o lm u ştu r), ana mefhumlar­ Fraser, Travels in Koordistan ( London, dan kat'î bir sistem vücûda getirm iştir. Bun­ 1840), II, 314— 321; C. R itter, Erdkunde, IX, da yunanca cümlelerin kullanılışının te’sirlerîni 916 — 924; E, Flandin, Voyage en Perse ( Pa­ görmek kabil ise de, o zaman tamamlanmış ris, 18 51), I; Lihutin, Russkiye v A ziat. olan bir gramerden alınmış değildir. H akikatte, T urtsii (P etersb u rg, 1863), s. 244— 250; Kategoryalardaki izah şekü noksandır ve son­ Çirikov, Putevoy ju rn a l (1875 ), s. 506— radan yapılan eklemeler ile de bozulmuştur; 508; M. Schachtachtinski, j4 us dem Leben fakat A r is t o ’nun M etafizik, F iz ik ve Ahlak eines orientalischen Kleinstaates an der ’ ındaki kullanılışa bakarak, bunu anlamak ve G renze Russlands ( D as A usland, S tuttgart, tamamlamak kabildir. Stoyacılar, ıstılah bakımından, ilâveler yap­ 1887, IX, 23— 2 6 ); H. Abieh, kaukasi­ schen Ländern (W ie n , 1896) I, 97— 112, makla beraber, kategoryaların m etafizik ba­ 121— 125; S.W ilson, Persian L ife and Customs kımdan ehemmiyeti üzerinde İsrarla durmuş­ (L ondon, 1896), s. 85— 89; A . İvanovskiy, lar ve onları varlığın dört nev’ine ircâ et­ V Makinskom hanstve { R ussk. vedomosti, m işlerdir. A r is t o ’ya göre, varlık, bir çok mâ­ 1897, hr. 314, 323, 3 2 5 ); ayn. mH., Po Za- nası olan bir şey id i; fak at stoyacıların vah­ k a v k a zy ü v 1893— J 894 (M ater. P o arheol. det felsefesine göre, varlık yahut şey ( ı£, şay ) K avkaza, 1911, VI, 68; Frangean, Atrapata- her şeyi ihtiva eden nevî mefhûmu olup, çe­ kan (Tiflis, 1905 ). s. 10— 27 : Mäkü, s. 27 — şitleri şunlardır: 1. mevzular ( bıtonsipevo) ; 43: Sirp-Thadew os; Minorskiy, Otpet po- 2, aslî keyfiyetler ( jtotd.) ; 3. arızî hareket ezdke v Makinskoye hansto v J 905 ( Mater, şekli (jttbç ’¿xvia) ; 4. izafetler = relata ’lar po izup< vostoka, Petersburg, 1909, s. 1 - 62); (arçöç t i îtws s%0Yia). M etafiziğin ehemmiyeti ayn. mlh, Drevnosti Mäku, s. x— 29 ( Vostoç. ve dörde icrâ üzerindeki bu İsrarlı duruş arap ■ sbornik, Petersburg, 1916, I I ); M. Philips mantığına te ’sir etm iştir ( aş. bk.), Kategoryalar nazariyesinin daha bâriz bir Price, A Journey through Azerbaijan, The Persian Society ( 1913 ), s. 13— 17; M akins­ şekilde basitleştirilm esi, yâni cevher ( cavhar ) koye hanstvo ( Noviy vostok, Moskova, 1922, ile araza ( ' a r a i ) inhisar ettirilm esi, kelâm I, 334— 3 4 4); V . A . G ordlevskiy, Kara-Ko- ilminde de kabûl ve bunlara bir de mekânda yunlu ( Makü n ah iyesi) (Itcv. obfp. obsledov, işgâl edilen yer ( fja y y iz) de ilâve edilmiştir. Azerbaycana, Baku, 1927, s. 5— 33). Yeni-Eflâtuncular, kategorya nazariyesinde _ _ ( V . M i n o r s k y .) ik t it lf yolunu tuttular. Eflâtun 'a uyarak, akıl M A K U L A T . ( Bk, m a k u i .â t .] âlemi ile hisler âlemi arasında bir tefrik yaptı­ M A K U L Â T . A L-M A K U LA T ( A.). Başlan­ lar. Eflâtun ’un yukarıda zikri geçen beş mefhu­ gıçta, umûmiyetle kâtiğüriyas yahut „on "ke­ mu akı! âlemine, A risto ’nun kategoryatarı ise, lim e“ (oZ /fiş) denilen makülat, müslüman hisler âlemine tatbik olundu ( tabiatiyle bu feylesoflarsa, A risto ’nun o n k a t e g o r i y a sonuncular beşe ircâ edilmiş ve Eflâtun ’un s ı n 1 ifâde etm ekte idi. A risto 'dan beri ka- mefhumlarından iştikak e ttirilm iştir; bk. En­ tegoryalar ( xoltt;yoqÎci ve JMmjYOjjetv, bu son neades, VI, fasıl 1— 3 ). tâbir dâha Eflâtun ’da m ünferit vaziyettedir ) Yenl-Eflâtuncuiarm (Porphyrios ve arap hükümler ve kaziyelerin ifâde ve beyânında mantığının kabûl e ttiğ i„K ategorya!ara giriş“ cinslere ( ysvrj, acnâs ) veya şekillere ( 0x9(10.1«, adlı eseri İle ) tekrar A ris to 'ya döndüklerini a şk â l) izafe olunurdu. Bu izâfe doğru hükmün görüyoruz. Yeni-Eflâtuncuların bu uzlaştırma vücûda, mevcûdun cinslerine ( acnâs al-rhav- gayretleri, bâzı islâm-sûfî kelâm cılarına te’sir c â d S t) tekabül ettiği için de yapılıyordu. Bu etmiş olabilir. Fakat, sonraki feylesofların ve itibârla, kategoryalar, sâdece mantıkta değil, kelâm cıların çoğu A ristocudur. aynı zamanda, izafet müstesna, felsefe ilimle­ Kategoryalar üzerinde süryânî ve arapça bir rinde de hakikî bir kıym eti hâiz idi. çok eserler ve şerhler yazılmış, yunancadan



İ li



M AKULÂt



tercüm eler yapılmıştır. En çok te’sir yapmış olan tercüme, İshâlf İbn Hunayn ( ölm. 298 == 910 veya 9 1 1 ) 'in tercümesidir. Onun ıstılah­ ları, Fârâbi 'den itibaren, felsefede hâkim olmuş id i; A risto şârihi İbn Ruşd bunları tamamen kabul etm iştir. Fakat milâdî XI. asırda, bun­ dan bâzı ayrılm alar vukua geldi ki, umûmiyetle Muhammed b. :A b d A llah b. Mukaffa* 'ın tercü­ mesi sebep olmuştur. Msl. çavkar yerine 'ayrı ( 1. maküla, bk. mad. :AYN ) ; v a i' yerine mşön ve nisba ( 7. m aküla; bk. C. A . Nallino, D el vocabolo araba N iş bak, R S O, 1920, VIII, 637— 646); lahtt (8. m aküla; bk. Y a ’ ljübi, nşr. Houtsma, 1, 145 ; Mas'üdi, M arüc, IV, 66 v .d .; İbn S i­ na, N acSt, Kahire, 1912 ,3 .3 3 9; Ğ azzâti, M aka, şid, Kahire, 1912, s. 99} yerine, d d a ve milka. Şarktaki makülât nazariyesi, A risto ’yu adımadım tâkip ederek, önce cümle tahliline ve ke­ limelerin, m üteradiflerin v.b. kullanılmasına dâir mülâhazalara girişir. Bütün, yâni burada cümle, her ne kadar A r is t o 'y a göre, varlık bakımından cüzü’den, yâni kelimeden, daha önce gelm ekte ise de, m akülât nazariyesi, cüm­ ledeki bağlantıları dışında alel’âde kelimeleri, daha doğrusu önce cevheri, yâni fâili ( mevzu ) yahut hâmili { substratum ) nazar-ı itibâre alm aktadır ki, bu hâmil ile m uhtelif şeyler beyân ed ilebilir; fak at kendisi beyân olunamadığı gibi, failde de mündemiç değildir. Kelimenin dar mânasında, birinci maküla hiç de bir malçülu ( tâbir } gibi görünmüyor, fak at kendi nefsinde sâdece dokuz arazî merküla ’yi değil, aynı zamanda nevî ve cins mef­ humlarının başlıca husûsiyetlerini de topla­ makta ve bu hususiyeti ile diğerlerinden a yrıl­ m aktadır. A risto, müşahhas bakımdan, derhâl kavrayacağım ız ferdî cevherden hareket et­ mektedir. Sonra, gittikçe artan bir tecrit sırası ile, maddeye, bedeni olana taallûk eden kemmiyet ( qu an tu m ); şekle müşabih olan (quale ) veya keyfiyet, bizteri münferit şeylerden ka­ bil olduğu kadar uzaklaştırabilen nisbet, izâfet gelm ektedir. Fasıl 4 'te m akülât, A risto 'nun düşüncesine uygun olan bu tertip ve sıraya göre, yer a lm ıştır; keyfiyetin nisbetten sonra ele alınmış olması (fa s ıl 7 — 8 ) yunan an’anesindeki hatâdan ileri gelm ektedir. Yukarıda zikr­ edilen dört mafçüla A risto sisteminde, bil­ hassa stoyacıların tenkidine göre, diğerlerin­ den daha evvel konulmuştur. Bundan dolayı Mas'üdi, M arüc, IV, 66 v.d., bunlara basitler ( basa i( ), diğerlerine de m ürekkebât, yâni ba­ site kabil-i ircâ, diyor. İhvan a l-Ş afâ ’ ( Bom­ bay tab., I/1V, 95 ) bunlara usul ( „kö kler“ ) demekte olup, Fârâbi ( A bkandlungen, nşr. Dietericî, s. 91 ) dört basit makata ’den bahset­ m ekte, fakat eğer metin doğru ise, nisbet y e ­



rine vaz’iyeti ( v a z , 7. maküla ) koymaktadır. 5.— 8. maküla ’¡er, daha önceki maküla ’ leri açıkça tâyin ve târif etm ektedir ki, bunlar daha az ehemm iyetlidir. Bunlar, m isâller ile, kısaca anlatılm akta ve hiç değilse muhafaza edilen metinde, 'daha derin bir şekilde tetkik olunmamakiadır. Y alnız son iki maküla, fiil ile in» fiâl üzerinde, bilhassa son kısımda, ihtimal daha büyük ehemmiyetleri dolayısı ile, husûsî şekilde durulmuştur. Şunu da kaydedelim ki, madde, şekil, kud­ ret, fiil ve hareket gibi, A risto felsefesinin esâs mefhumlarından bâzdan m a la la t arasına ko­ nulmamıştır. Daha önce işaret edildiği üzere, madde ile şekil, 2. ve 3. maküla ’ler ile alâka­ lıdır, H areket, bilhassa fiil ve infiale taallûk eder, fak at kudret ve fiil ile d iğe r bütün ma­ küla ’lere temas eder. Belki A risto 'nun varlı­ ğın kesret ve tenevvüünü belirtm eğe olan meyli, prensipler nazariyesinden ziyâde, ma­ küla 'ler nazariyesinde daha açıkça görünmek­ tedir, denilebilir. F ârâbi ’den itibâren, müslüman feylesufları, mantıkta A risto 'nun nazariyelerisi mümkün olduğu kadar sâdık şekilde tek ra r etm işlerdir. Fârâbi bir-çok büyük güçlüklerin pek âlâ fa r­ kında idi ( bk. bilhassa Abkandlungen, nşr. Dietericı, s. 84 v.dd.); İbn S in â, m aküla ’lerin m etafizik ve aynı zamanda rû hî ve zihnî vasıf­ ları üzerinde İsrar ile durmuş, bununla beraber m akülât ’1 ancak Ş ifâ ' ’sınm m antık kısmında ele almış idi. G azzâli bunları yalnız m etafizikte ( m akâsid) bahis mevzuu etm iştir. A r i s t o ’yu sadâkatle tâkip eden yalnız İbn Ruşd olmuştur. Daha Önce de söylenildiği gibi, makülât en yüksek umûmî mefhûmlar olarak ortaya konul­ muştur, Bu sebepten târif edilem ez; sâdece kıyâs yolu ile, yahut husûsiyetlerinden ( ’ İSıov, hâssa ) her hangi bîri ile tasvir ve m isâller ile izah etmek mümkün olabilir. Şimdi bunları s ı­ rası ile ele alalım. 1. Cavkar, oüöict, münferid cevher, msl. mu­ ayyen bir insan, muayyen bir at v.b, Önce bir hüküm ( mahmû!) olamaz ve bir mevzûda ( üıtonsipevov, mavzu ) mündemiç bulunamaz şeklinde menfî olarak tahdit e d ilir; 'sa y ı ba­ kımından bir ve aynı olmakla berâber nefsinde zıdlara yer verir şeklinde de, m üsbet olarak, tâyin olunur. Fakat münferit cevherin en baş­ ta gelen hususiyeti şudur ı onun hakkında ne­ v î ve cins mefhumları beyân edüebiEiir. Bu itibârla münferid cevherler başta gelm ekte­ dir. H er ne kadar A risto , nevî ve cinslere ikinci dereceden cevherler ( Ssözegaı oûaiaı, cavâhir şavânln) demekte ise d e ,b u ikinci nev’ın cevbere has vasfı taşıdığını isbât husu­ sunda hayli güçlük çekm ekte idi. Stoyacıların



MAKULÂT.



*13



tenkidinden sonra ikinci cevheri aslî keyfiyet kikatte bu makala diğerleri içinde kaydolun­ ( «oıov, kayf ; bk. 3, m a ka la } olarak teiâkkî maktadır. etmek mûtad oldu. F akat müsliiman feylesuf5. A yn , «ov, nerede, bizâtihî mekâna değil, lar A risto 'nun görüşünü tem sil etm ektedir. mekânda muayyen bir yere taallûk eder, fakat C evh er kelimesinin m etafizik mânası için ayn yerine, çok zaman, makân kullanılmakta­ bk. mad. CAVHAR. dır. A yn ı zamanda, a y n 'in müteradifi olarak, 2. Kamt Jtouov yahut, daha ender olarak, hayytz kelimesi de kullanılm akta ise de, bu kam iga, stoootrjç, „quantum“ v e kem iyet mü­ kelimenin ekseriya daha umûmî ve daha mü­ savi ve gayr-i müsâvî ’ ioov, dvtoov; müsavin, cerret mânası v a r d ır ; msl. sahasında, dâire­ ğagr müsavin) olarak tavsif edilebilecek şey­ sinde gibi. A tom ist kelâm cılara göre, gayr-i lere m ütealliktir; msl. iki veya üç m etre cism ini, yâni imtidâdı olmayan atomun hayytz ’i uzunluğunda olan bir şeye taallûk eder. Bu vardır. A yn ı şey, umûmiyetle, gayr-i cismânî makata iki çeşittir; munfasıl (öıoijjıımsvov, mnn- cevherler için de söylenilm ektedir. f a ş t l ) sayı ve söz gibi ( İ.o’ioç, kavi, ses ola­ 6. Mata, nové, ne zaman, msl. dün gibi, mu­ rak ) ve m uttasıl ( tfuvsy.sç, m a tia şil), yâni ayyen bir zaman hakkında bir sual sorm akta­ hat, satıh, cisim, zaman ve mekân ( A risto dır ve mekân ile ayn ’in münâsebeti ne ise, bu­ fiziğinde, bunlara hareketi de e k le r). Burada nun da zamanla münâsebeti odur; aynı za­ zaman ve mekân umûmî mânaları ile anlaşıl­ manda, mata yerine, zaman ’in da kullanıldığına malıdır, muayyen zaman ve mekân 5. ve 6. rastlam aktayız. m a la la 'lere girm ektedir. 7. Va z , Hstoûtti, v a ziy e t; msl. oturmuş ol­ . 3. Kay}, îtoı.dv, «oı6tqç, fakat ekseriya mü­ mak, ayakta olmak. cerret ka yfiya „quale“ ve benzeyen, benze­ 8. Laka, e^eıv, üzerinde taşım ak; msl. ayak­ meyen ojıoıov, dvopoıov ; şabih, gayr şabih ) kabı giym iş olmak, silâhlı olmak. ile ayırt edilen keyfiyet. Bu m a la la ’de, pek 9. ve 10. y a f a l ve yanfa’ il, jtoısıv ve atdo^eıv, kat’ı olmamakla beraber, şu 4 nevî va rd ır; a. yapar, yap ılır; msl. keser, yakar, kesilir, ya­ £lıç ve Sıo.ûsiîiç, m ilka ve hâl, itiyâd ve kılır. Mefhûm-mantık bakımından, A risto ’nun hâl. İtiyatlar, msl.; sağlam bir şekilde elde birbirinden ayırdığı bu iki nevî makala, ken­ edilen b ilgi ve fa z ile tle rd ir; hâller ise, sıcak, disinin de teslim e ttiğ i gibi, hakikatte bir çok soğuk, sağlık ve hastalıktır. Umûmiyetle, rû- hallerde tefrik edilememektedir. Hoca ile ta­ hî v e zihnî keyfiyetler; daha kolayca değişe­ lebeyi misâl olarak alırsak, birincisini faâl bilen rûhî ve zihnî hallerden hisbeten çok daha yah ut çok zaman faâl ve İkincisini de münfait .sağlam ve devam lıdır; b, 5 ıSva|Uç ve dSuvajua, yahut ekseriya münfail telakkî etmek gerekir. kuvva ve lâ-lfavva, tabi’î meyil, istid at ve is- F akat mesele bu kadar basit değildir. Hoca­ tid atsızlık lar ( bu husûsta bk. mad. ÇUVVA ) ; nın dûçâr olduğu bir çok şayler bir tarafa c, jta& qtixal jtoLâtrıtsç ve wifb|, kay fiy a t bırakılırsa, talebe hakikaten ders aldığı müd­ in fi'â liy a v e in fıâ lâ t, Bu husustaki izahlar detçe, tamamen münfail veya m üteessir olma­ karışık tır (b k . 9. ve 10. malçâla 'l e r ); d. yıp, hocası sayesinde faâl olma kabiliyetlerini «JgtjfMt ve4ioQ$% Şaki ve fjilka. Burada üçüncü geliştirm ektedir ( krş. A risto, F iz ik , III, 3, s. makala ile A risto 'nun şekil mefhûmu ( 81)80? 202, b, 11 ve D e anima, III, 2, s. 426, a, 2). ve (ji0Q$q m üteradiftirler) arasındaki yakınlık O n makala ’yi m alalat 'tan sonrakiler denilen meydana çıkm aktadır. diğer makala 'ler tâkip e d e r: tekabül, takaddüm 4. M a zâf atçaç t i ve izSfa. İzâfî ve izafet, teahhur v e beraberlik, hareket v e sükûnet. nisbet, 1 — 3. makala ’lerin m evcû d iyetin i‘ ge­ Burada tekabüle ( âvtıjcetpeva, m utakâbilât) rektirm ekte ve müşahhas münferid cevherden dâhil edilenler, A risto ’nun fikirlerine uygun­ mümkün m ertebe ayrılm aktadır. H er hangi bir dur. 4 Nevî tekabül zikredilm ektedir; 1. iza­ şey, her hangi bir bakımdan, daha büyük, daha fetler ( rel at a) , iki misli ve yarısı g ib i; zıtküçük, fazla veya eksik v. b. olarak mukayese lar, msl. iyi ve kötü g ib i; 2. mahrûmiyet ve edilebilir. A risto, M etafizik ( IV, 15, s. 1020, b, sahiplik, körlük ve görme hassasına sâhip ol­ 26 ) ’inde, esâs olarak, üç izafet nev’ini birbi­ mak g ib i; 3. tasdik ve inkâr ( mütenâkız zıdrinden ayırm aktadır: a. sayı n isbeti; b hâsıl la r ) ; krş. mad. ¿İDD, eden kuvvetin mahsûle, bilhassa failin münfaile B i b l i y o g r a f y a ’, S. Schüler, D ıe n isb e ti; c, ölçülenin ölçüye, eşyâmn bilgiye nis­ Übersefzung der Categorien des A ristoteles beti. Malfâlât ’ta izâhı müşkil olan çeşitli şeyler von Jacob von Edessa ( Erlangen, t e z ), de iiâ fa ’ye dâhil edilmiştir. Bu itibârla, mün­ Berlin, 1897; G. Furlani, Le categorie. . . di ferid cevher müstesnâ, bu m akala’ye şümulü Aristotele netla versión e siriaca di Giorgio delle N azioni ( Mem. R A L , VI. seri, V , 1, geniş olan makala nazarı ile bakmak gerektir. Fakat bu yalnız bir görünüşten ibarettir: ha­ Roma, 1933); J. Th. Zenker, A ristotelis



i »4



MAKULÂT -



Categoriae graece cutn versiane arabica Isaaci H oneini f i l i i ( Leipzig, 1846 ), A ug. Müller 'in, m etindeki düzeltm eleri için bk, C G A , 1887, s. 916, eserin arapça metninin tenkitli bir tab’ı için bk. M. Bouyges, A verroes Talkhiç Kitab al-M aqoulat. . , aveo une recension nouvelle du Kitab al-M aqoulat{Categories ) d’A risiote ( Bibi. A r . Scfıol., IV ), Beyrut, 1932 ; I. Madkour, L ’ Organon d 'A ristote dans le monde a ra b e. . . ( tez, Paris, >934 )ı bilhassa s. 75, 96. Yunanlıların maİfâlât bakkındakt nazariyelerine giriş olarak şunlar tavsiye edilebilir: A . Trendelenbnrg, G eschichte der Kategorienlehre, Berlin, 1846 ( krş. H. Bonitz, Über die Kategorien des A ristoteles, S B A k . 1Vien, 1853 ve O. A pelt, D ie Kategorienlehre des Aristoteles ( Bei tr. z. G esch. d. gr. Philosophie, Leipzig, 1 8 9 1 , 3 . 1 01 — 216). ( T j . DE BOER.) M A L . [B k . MAL.] M A L . M A L ( A.), eskiden m a ] , m ü l k ve s e r v e t mânasına gelm ekte olup, bedeviler arasında bilhassa deve, aynı zamanda arâzi, para ve her hâlde müşahhas malları ifâde etm ekte idi. Kelime, mâ ve li 'den meydana gelm ekte ve umûmî olarak, bir kimseye âit her hangi bir şeyi ifâde etm ektedir. Bu bir isim telakki edilmiş ve bundan kökünün üç harfinin İkincisi v olan bir fiil iştikak ettiril­ m iştir. Kelime, „para“ mânasında, mâl sâmit tâbirinde kullanılmaktadır ; buna mukabil, mal nâtik da köle ve davar mânasına gelm ektedir. Bu mefhumun tarifi hakkında A b u ' 1-Fazl C a‘ fa r b. *A li al-Dim aşki ( Kahire, 1318, s. 2 v.d.) 'nin, H. R itter ( Isl., 1916, VH, 1— 91 ) tara­ fından tetk ik ve büyük kısmı neşredilen, İşara ilâ mahasin al-ticâra adlı eserinin Önsözünde etraflı bilgi vardır. Bu eserde ve M afâtîk al‘ ulûm , s. 59 'da malların çeşitleri zikredilm iştir. M âl kelimesi aynı zamanda gördüğü muhtelif vazifeler ve kullanıldığı yerler bakımından, servet mânâsına da geldiği için, „v e rg i“ 'ye de delâlet edebilir. tsiâm iyetin para ve mala karşı olan vaziyeti, dinî sahada yazılan ilk eserlerden beri, münâ­ kaşa mevzuu olmuştur. G azzâli, hâkim olan bu ahlâkî ve dinî görüşü, İhyâ 'um ikinci kısmında, bilhassa 13. (R itte r, g ö st y e r .’de tahlil edil­ m iştir ) v e 14. ( trc. H. Bauer, Erlaubtes und verbotenes G ut s s Islam ische E thik, 1922, 111; krş. R. Hartmann, İsi., X I V ) kitapta, tem sil edilm ektedir. Servetin kazanıhşı, mu­ hafaza ve sarfedilm esi de, iktisadın ( tadbir a l-m a n zil) belli-başlı fasıllarından birini teşkil e d er; bu iktisat, yunânî ilim ler ile birlikte, islâm iyete intikal etmiş olan ve ahlâk, iktisat ve siy âse t bölümlerine ayrılan am elî felsefenin



MAL.



ikinci kısm ıdır. A risto ’nun Po litika adlı eseri arapçaya tercüm e edilmediğinden, bu husûsta yani-fisagorcu Ps.-Bryson 'dan tercüm e edilen iktisada âit eserden f aydalanılm ıştır ve bu eser islâmm iktisattan bahseden bütün eserleri üze­ rinde derin bir te 'sir yapm ıştır. Yunanca aslı kaybolan metin önce L. Cheikho tarafından M aşrik ( 1921, XIX ) 'ta , son zam anlarda da, M. Plessner ( bk. bibliyografya ) tarafından, yahudice, latince v e ayrıca almanca ter­ cümesi ile birlikte neşredilm iştir. Bizi burada alâkadar eden mâl faslı, Ps.-B ryson'un te'şirinde kalmış olan istâm m üellifleri tarafından bilhassa genişletilm iş ve buna dinî m âhiyette unsurlar ilâve edilmiştir. Bu hususta örnek eser olarak, al-Tüsi [ b. bk.] ’nin A hlâk-i N âşirİ ’si gö sterilebilir; Plessner, bu eserin iktisada âit kısmını tetk ik ve tercüme etm iştir. A risto 'nun Eth. Nie. adlı eserinde paranın menşe'i üzerindeki düşünceleri, islâm iyete yalnız Ps.Bryson vâsıtası ile değil, doğrudan-doğruya da geçm iştir; bu düşüncelere, ilk defa olarak, Miskavayh [ böyle !, bk. mad. İBN MİSKAVAYH ] ’in Tahzlb al-ahlâk 'ında ( msl. Kahire, 1322, s. } 8 ) rastlan ır; bk. NÂMÜS ve ZAHAB. M âl kelimesi, daha ilk zamandan İtibâren, riyâziyeye geçm iştir. Buna önce, miras bırakan kimsenin paylaşılacak malını ifâde etmek için, miras taksim i m eselelerinde rastianm aktadır. Daha sonraları kelimenin, umûmî oiarak, b 'r kesrin mechûlünü ifâde ettiğin i görüyoruz; bu mânada bu kelimenin yerini şay’ [ b. bk.]alm ıştır. İkinci dereceden muadelelerin mechûlünü ifâde­ de kullanılan bu kelime, umumiyetle, bu rakamın murabbaı mânasına gelm ektedir. 4. derece mâl al-mâl, 5. derece mâla kabin, yâni m ik'ab murabbaı admı alm aktadır. Bu mâna değişmesinin tarihî tem elleri için bk. J. Ruska, Z u r altesten arabischen Algebra und R echenkunst ( S B A k , H eid., Phit.-hist. Kl., 1917, nr. 2, bilhassa fasıl VI., bk. bir de fihrist, m â l). B i b l i y o g r a f y a - , Brockelmann, Grund­ riss, I, 2 91; H. R itter, E in arabisches Handbuch der H andelsw issenschaft ( U l., VH, i — 9 1 ; krş. bilhassa s. 45 ’te gösterilen arap lugatçiterinden alınan kısım lar; bir de Lisân al-‘ arab ve Dozy, mad.}; M. Plessner, D er oU ovopıx6ç des Neupythagoreers ‘Bry­ son und sein E in flu ss a u f die islam ische W issenschaft (1928 ); M erz, D ie E inführung der aristotelischen E th ik in die arabische Philosophie {Verhandlungen des X III. Intern. Orientalistenkongresses, s. 290 v. d d .); cebire âit izahlar için krş. bir de R uska ( göst. y e r .); al-Hvârizm i, M afâtîh ‘ a l-u lü m ( nşr. van V lo t e n ), 1895 tab., s. 59, 198 v.d. (b u son ! kısım Wiedemann tarafından tercüm e edil-



MAL -



MÂL EMÎR.



m iştir, Beiträge sur Geschickte der Natur­ wissenschaften, X IV = S B P M S EAg.., 1908, XL_), _ (M . P le s s n e r .} M A L A M İR . [B k . m â l EMİR.] M Â L E M ÎR . M Â L AM İR, aslında Mâi-i A m ir, L fi t i t a n d a n ’ da b i r t a k ı m h a r â b e l e r . Bunlar deniz seviyesinden tahminen t.020 m, yükseklikte bir yaylada, 49° 45' şark tülünde ve 3i ° 50'şim âl arzında, Şustar [ b . bk.] ’in şarkında 3— 4 günlük bir mesafede bulun­ m aktadır ; halifeler devrinde sâdece İzac ( bâzan A y z a c ) denilen, orta çağa âit şehirlerden birinin bulunduğu yerdir. Bugün rastlanan Mâl-i A m ir adı, ancak m oğullar zamanında kul­ lanılmış olm alıdır; bu ada, hiç değilse, ilk olarak X IV. asrın ilk yarısında İbn Battüta (II, 29 ) ’da, fakat arapça M il al-A m ir şekli ile rastlam aktayız. A bbâsîler devrinde îzae, H üzistan eyâletine bağlı bir idârî bölgenin m erkezi id i; bâzan bu merkez Ram(a)hurmuz ’a izâfetle isimlendirilmekte ve Semerkand topraklarındaki aynı adı taşıyan bir yerden a yırt etm ek için (b k . Y âkü t, L .4 16 , 417; II, 496), buraya, daha sarih olan Izac al-Ahvâz, yâni al-Ahvâz ’ın Izac ’i ( Hûzistân ) denilmek­ te; idi. ■ . ■... . . . . . . . Daha Sâsânîler zamanında, nufûz edilmesi hayli güç olan Izac bölgesinin muayyen bir istiklâli olduğu sanılmaktadır/ A rap lar hicre­ tin 17. yılında ( 638 ), ilk defa olarak, Hüzistân ’ ı istilâ ettikleri zaman, L a c hâkimi ile dostça bir anlaşma y ap tılar; buna göre, Izac hâkimi hükümranlığını niuhâfaza ediyordu ( bk. T ab a ri, I, 2553). Bu tarihten 11 yıl sonra (29 = 649), Basra valisi ‘ A b d A llâ h b. ‘Â m ir [ b . bk.], yeni elde edilen eyâlette, hükümdara karşı baş-gösteren bir ayaklanma neticesinde, b ir askerî sefere girişm ek zorunda kaldı ve bu m ünâsebetle İzac 'e kadar g itti ( bk. Balâzuri, tışr. de G oeje, s. 382 ve bir de mad. LÜLÎ). H alifeler devrinde Izac ’in pek bahsi geçme­ m ektedir. Em evî hâkimiyetinin son îo yılı içinde baş-gösteren kargaşalıklarda, sonradan halife olan A b u C a ’far al-Manşür ( krş. v. Vloten, ZD M G, L if, 214 ), ‘A li tarafdarı olan âsî ‘A b d A llah b. M u'Sviya [b . bk.] adına İ z a c ’i idâre etti. O devirde A bü C a far al-Manşür ’un İzac 'de muhtemelen yerli bir kadından bir çocuğu olm uştur; bu çocuk sonradan, al-Mahdi adı ile, halife olmuştur ( bk. Tabari, III, 527 ). G âiibâ al-Mahdi ’nin âilesi uzun zaman Izac ile münâsebet hâlinde_ kalm ıştır; zira Yâküt ( I, 4 1 ) al-Mahdi 'nin İzaci âile adını taşıyan ahfâdından bahsetm ektedir. Mâl_ A m ir adı alM ahdi devrinden, A bbâsîlerın İzac 'de mülk­ leri bulunduğu devirden gelm iş olabilir. Daha



*15



önce de bahsedildiği gibi, bu Izac adı ancak 500 yıl sonra arap kaynaklarında görüldüğüne göre, bu kaynağın Lür-i Buzurg ( b. bk. ; bü­ yük Lûr ) ’den, A tabey sülâlesine âit olduğu tahmin edilebilir; İzac bu sülâle zamanında en yüksek ikbâline erişmiştir. Menşe’ı Suriyeli kürtlerin reisine kadar çıkan bu hükümdar âilesine, ceddine izâfetle, F azlaviier yahut da, kudretinin asıl temelini atan Malik Hazârasp ’e nisbetle, H azâraspi sülâlesi de denilmektedir. Şarkî ve cenubî Lûristan 'a yayılan hükümran­ lığı tahminen 550 ( 1 1 5 5 ) yılına kadar çıkar; hükümet m erkezi o zaman İzac idi. Zamanzaman bu hükümdarların nufûzu şarkta —■ İsfahan yakınlarına ve cenupta — Basra kör­ fezine kadar yayılm ıştır. Bu hükümdarlar ha­ lifelerin yahut da onların yerini alan moğul hanlarının tâbiiyeti altında olup, zâten olduk­ ça da müstakil idiler. Bu sülâlenin 14 atabeyi arasında A^mad Nnşrat al-Din ( 696 — 730 veya 733 = 1226 — 1329 veya 1332 ) 'i zikretm ek ge­ rektir. İbn B a ttü ta ’ya göre, memleketi içinde 160 medrese yaptırm ıştır ki, bunların 44 ’5 İza c'd e bulunuyordu; kayaları deldirip, yollar açtırarak, kervanlar ile yapılan ticâreti de ge­ liştirm iştir. H alefi A frâsyâb II. zamanında, İbn B attüta bir müddet İzac ’de oturmuştur ; se­ yahat notlarında bu şehirdeki saray hayatına dâir alâka çekici tasvirler vardır. 827 ( 1424 ) ’de Tim urlular Fazlavi sülâlesinin hâkim iyeti­ ne son verdiler. Bu sülâle için bk. mad. LUR-İ KÖÇEK ; Justi, Iranisches Namenbuch ( Marburg, 1895 ), s. 460 ve E. de Zambaur,



Manuel de généal. et de chronol. pour l’hist. de l’Islam ( Hannover, 1927 ), s. 234. İzac ‘ in daha sonraki tarihine dâir hiç bir şey bilinmemektedir. Muhtemelen şehir, Fazlavi sülâlesinin sukutundan sonra, yavaş-yavaş terkedildi. Bugün şehrin harâbelerİ, tahminen 10 m. yükseklikte, büyük bir toprak yığını ile, bunun yakınında bulunan başka ufak harabe bakiyeleri hâlindedir ; bk. L ayard ( J R G S, 1846, XVI, 74 ve Layard, Early Âdventares in Persia , Susiana and Babylonia { London, 1887 ), I, 403 ve Jéquier, s. 134. ■ Bundan başka Büveyhî hükümdarlarının İzac ’de para bastırmış olduklarını da zikretm ek g e re k tir; krş. Lindberg, Les Monnaies cou-



fiques de Buy ides = Mém, de la Société des Antiquaires du Nord (P a r is , 1840— 1844), II, 269; bk. b ird e mad. LUR ve A tab eyler zama­ nında İgac 'de basılan paralar için de bk. mad. LUR-i BUZURG. İçinde müslüman ve Sâsânîlerin şehri olan I z a c ’İn bulunduğu basık Mal A m ir yaylası, buranın planını çizm iş olan Jéquier ( ayn. esr., s, 133 ) 'nin anlattığına göre, 6 km. geniş-



2IÖ



MÂL EMÎR.



liginde, en az 10 km. uzunluğundadır. Yayla şimâl-i garbiden cenûb-i şarkîye doğru y a y ılır ; deniz seviyesinden 1.020 m. yüksekliktedir ve dört bir yanında çıplak, az yüksek, fakat sarp dağlar ile çevrilidir. E traftaki bu dağ silsi­ lesinin en mühimi cenûb-i şarkîdedir ve ce­ nuptan daha uzaklarda bulunan M ungaşt dağ­ larına bağlanm ıştır ( krş. Raw!inson, J R C S, IX, 80 v .d .; de Bode, ayn. esr., XIII, 100; Layard, ayn. esr., X VI, 4 ve de Bode, Travels, II, 30) ki, bu dağlarda orta çağda mühim bir rol oynamış olan aynı addaki kale bulunmak­ tadır ( Mangaşt, Mankişt, M âncaşt; krş. bir de yk, mad. LUR-I BUZURG ). Mâl A m ir 'i şarktan ve şimâl-i şarkîden çev­ releyen dağ silsilelerinin adı Küh G eşm et 'tir. Jequier 'y e göre, yaylanın şimâl-i şarkî kıs­ mında, bataklıklarda kaybolan sun’î bir göl vardır, de Bode ( J R G S , XIII, 1 0 4 )’a göre, tam aksine, kendi zamanında bu yerde ŞattBend adı verilen, iki küçük göl var i d i ; bunlar, tıpkı bataklıklar v e yaylayı kat eden küçük dereler gibi, yazları kup-kuru idiler. Bu de­ relerin çoğu, Mâl A m ir yaylasının cenubun­ daki Deryâçe-i Bandan gölüne dökülm ektedir; bu gölün arka tarafında, H. Schindler ( bk. bibliyografya ) ’e göre, Tanavş dağlarının sarp yam açları yükselm ektedir. Y âkü t 'un tasvir e t­ tiği Fam al-Bavvâb havzası bu göl olmalıdır ( bk. G. le Strange, ayn. esr., s. 245; Sehvvarz, ayn. esr,, s. 337 ). Y aylayı şimâl-i şarkîden çevreleyen dağ sil­ silelerindeki tabi’î boğazlar içinde, arkeolojik bakımdan, en alâka çekici olanı Kül-i Fârâ ( bk, Jequier, ayn. esr., plan, s. 135) boğa­ zıdır. O . Mann 'a göre, Lur dilinde kal „küçük g e çit“ mânasına gelm ektedir; krş. yukarıda mad. LUR. Dİeulafoy ve Schindler, anlamamış olmaları ihtimâli bulunan bu kelime yerine, yanlışlıkla k a l a yahut küt ( = k a l e ) kelime­ sini koym uşlardır; W eissbach ( bk. s. 743, n o t) ’ ın kül 'ün mânası hakkında ileri sür­ düğü fikir bugün bir tarafa bırakılabilir. H. Schindler, Fârâ yerine Ferra ve Ferenc (fra n k , avru p a lı) 'i teklif etm ektedir; bu sonuncu şekil, sırf bu yaylada bulunan ka­ bartmalardaki erkek elbiselerine Lur halkınca verilen mânâya dayanmış olmalıdır. Daha eski seyyahlar { Layard, de B o d e ), Kül-i Fir avn olarak yazm aktadırlar; çünkü onlara mâlûmat veren Luriar, F ârâ kelimesini, Kur'an 'daki Fir avn ile aynı telâkkî etmiş olmalıdırlar. Mâl A m ir bölgesinde bulunan ve iranlılardan önceye ( E lâ m î) â it bir-çok heykellere Kül-i Fârâ ’da da rastianm akiadır. Bu vâdide, tam boğazın giriş kısmında, büyük bir dikili taş bulunm aktadır; bunun üzerinde, kabartma ola­



rak, büyük bir insan şekli, bir-çok küçük şahıs­ lar, 24 satırlık, iyi muhafaza edilmiş çivi hattı iie yazılı bir kitabe ile daha küçük 10 kitâbe vardır. Bu sonuncular oradaki kimselerin ad­ larını gösterm ektedir. Büyük kitâbeye bakı­ lırsa, bu taş Tahhihi 'nin oğlu Hanni adında biri tarafından diktirilm iştir. Bunun karşısında, boğazın diğer kısmında, muayyen bir mesafede kaya kümeleri ile duvarda başka kabartm alar ile birlikte beş adet yazılı levha vardır. Bu kabartma şekiller arasında 67 kişilik bir alay merâsimi üzerine dikkati çekm ektedir. Layard ’a göre, Kûl-i Fârâ 'da bulunan bütün kabart­ ma şekillerin sayısı 341 'dir. Kûl-i Fârâ boğazının karşı tarafında, Mâl Am ir yaylasını cenûb-İ garbiden çevreleyen dağ­ larda, bir çok kollara ayrılan Ş i k a f t a-i S a 1m î n ( = Salman m a ğarası) bulunmaktadır. Bu mağaraya karşı dinî bir saygı gösteren Bahtiyârilere göre, m ağara adını gûya İslâmiyet! ilk kabûi eden İranlı Salman al-Fârisi [ b. bk.] 'den alm ıştır [ bk. mad. MEDÂİN ]. R ivayete göre, bu zâtın m ezarı buradadır; fak at bugünkü sünnî ve şi’î an’aneye göre, Peygam berin bu sa­ habesinin mezarı al-Madâ’in ’ de bulunmakta­ dır. Şikafta-İ Salman ’da eiâmî devrine âit 4 ip tidaî kabartm a m ubİfaza edilm iştir ki, bunların ikisi mağaranın dışında ve ikisi için­ de bulunmaktadır. Bu kabartm aların altın­ da, tabi’î eb’adda, büyük bir şekil ile birlikte, 36 satırlık çivi hattı ile yazılm ış bir kitâbe vardır ki, bu da, yukarıda bahsi geçen Hanni ’den gelm ektedir. Mağaranın cenubundaki ufak meydanlıkta bir mescid harabesi görünm ekte­ dir ki, bunun daha eski bir mâbed yerinde ku­ rulmuş olması muhtemeldir. Mağaranın kena­ rından Mâl A m ir ovasına inen derelerden birinin vücut bulduğu bir kaynak fışkırm ak­ tadır. Kül-i Fârâ ve Şikafta-i Salman dışında, Mâl A m ir yaylası ile onun çok yakınlarında bulu­ nan eski ve orta çağlardan kalm a daha bir­ çok müslüman yapılarını zikretm ek gerekir. Msl. yaylanın cenûb-i garb î kısmında, Lurların Ş â h-S l i v a r dedikleri, bngün bir harâbe hâlinde bulunan bir Imâm~zâda ( „evliya me­ zarı“ ) ’nin yanı-başında, bir dağ silsilesinin ya­ macında, muhtemelen Elâm lar devrinden kal­ ma, üzerinde 6 resim ve yazısı silik bir kitâbe bulunan bir dikili-taş mevcuttur. Layard 'a gö­ re, halk arasında bu yere dâir bir çok riva­ yetler dolaşmaktadır. Şâh-Suvâr ’m bır-az şi­ malinde, K ü h v â denilen yerde, saray harâbeleri vardır. A k s i istikam ette, -ovanın ş i­ mâl-i şarkî kısmında, bir kayanın tepesinde, yerlilerin K a l ' a G a ş d u m ( „akrep kalesi“ ) dedikleri bir kale yükselm ektedir. Bunun ya­



MÂL EMÎR. kınlarındaki boğazın adı H o n g ’dur. Bu bo­ ğazda, kaya içinde, büyük boyda, zamanla ha­ rap olmuş, ihtimâl Şâpür I. zamanından kalma bir Sâsânî heykeli görülmektedir. Sâsânîler zamanından kalma kanalların ba­ kiyeleri, o zamanlar Mâl A m ir ’ in nisbi bir refah devresi geçirm iş olduğunu gösterm ekte­ dir. Ovanın cenûb-i garbisinde dar b ir yol Haliâcân ( de B o d e : Halegun ) 'a gitm ektedir. Bu civarda A tabeyler sülâlesi zamanından kalma harabeler bulunur; bunlar arasında bir atabey kalesi, bir atabey köprüsü, bir atabey pınarı var­ dır. Bir çok binâ bakiyeleri, bir orta çağ şehrine âİt olmalıdır. De Bode 'un zikrettiğ i Haşan Han ( 1 821 'e doğru, bu bölgede bulunan BahtiyüriÇ ahâr Lang kabilesinin r e is i) sarayının hara­ beleri daha yeni bir devre aittir. Bu bölgede, Hall Scan ve aynı zamanda Şah Ruban adı verilen ve muhtemelen, yukarıda bahsettiğim iz Deriyâça-İ Bandan ile ilgili bulunan küçük bir akar-su vardır; krş. Layard, / R C S , X V I, 74 ve Earlff A dven tures. . . , I, 403; de Bode, J R C S , XIII, 100 ve Travel s . . . , l, 404. Mâl A m ir'in şimâl-i ’ şarkîsinde R â h - i S u l t â n yahut C a d d a - i A t a b e k adı verilen büyük taşlar ile döşeli eski bir yo! a ş .- y k . 1.098 m. yükseklikteki S a r - i R â k ( Râc ) dağına doğru gitm e k ted ir; yol bir bo­ ğaza varmakta, oradan da bir kaç günlük mesafede bulunan Isfahan ’a kadar uzanmakta­ dır. Yukarıda atabeylerin yollara büyük bir ehemmiyet verdiklerini söylemiştik. Fakat bu dağ yolunun ilk plânı en eski çağa âit o lm alıdır; bu hususta bk. de Bode, J R C S , XIII, 102 v.dd, ve Travels . . . , II, 6 — 8, 35— 46. Msl. ona göre, Diodor ( XIX, * ı ) ’un zikrettiği Eumenes 'in geç­ miş olduğu „merdivenli yo l“ { lAijıay.oç xoü.r| } da „A ta b ey yolu“ olmalıdır. Nitekim Mâl A m ir civarında, başka yerlerde de taş döşemeli veya kayalar arasından oyulmuş eski yol bakiyele­ rine rastlanm aktadır [ bk. mad, LUR-I KÖÇEK ]. H alk bu yolları ve aynı zamanda her tarafta rastlanan kervan-saray harabelerini atabeylere mâl etm ektedirler. Sar-i Râk boğazı civarında, Mâl A m ir ’in 20 km. kadar şarkında, her sene Bahtiyar! ierin buluştuğu K a T a - i m a d r a s a adı verilen bir yer vardır. Burada Sâsânilere âit iki binanın harabesi bulunm aktadır; Unvala bunları etraflı bir şekilde tasvir etm ek­ tedir ( bk. Revue d ’A ssyriologie, 1928, X X V , 86 v.dd.). Schwarz ( ayn. esr., s. 3 4 0 )’a göre, K al a-i M adrasa, gösterilen m esafeler arasında farklar olmakla beraber, İbn Battüta ( H, 4t ) -’nın tasvir e ttiğ i H a l â f i h â n 'a tekabül •etmektedir. Unvala 'ya göre, aynı adı taşıyan v e aralarında eski bir sâsânî binâsı bulunan harabeler, Mascid-i Sulaymän ’m 40 km. kadar



217



cenub-i şarkisin dedir; Susan [ b . bk.] hara­ beleri ise, Mâl A m ir ’in 7 — 9km . şimâl-i şarki­ sindedir. O rta ça ğ arap coğrafyacıları, dünyâ hârika­ ları arasında, Ducayl ( K ü rü n ) ’den geçen meşhûr İzac taş-köprüsünü ( kantara ) de zikr­ ederlerdi. Köprüye aynı zamanda Kantara Hurrazâd da den ilirdi; rivayete göre, bu ad A h v â z ’da bu köprü ile b ir başkasını yaptıran A rd aşir I. ’in annesinin ( başka yerde rastlan­ mayan ) isminden gelm iştir ( bk. Schwarz, ayn. esr., s. 321 ). Farsça bir isim olan Hurzâd ’ın sâde erkek adı olduğunu biliyoruz; bk. Sch­ warz, ayn. esr,, s. 338, not 4 ve ju sti, Iranisches Namenhuch ( Marburg, 1895 ), s. 180h. IV. (X .) asırda bu İzac köprüsü, Büveyhî hükümdarı Rukn al-Davla ’nin veziri tarafından, 2 senede tâmir ettirildi, de Bode bunun, Hallâcân civa­ rında „A ta b ey ler köprüsü“ adı verilen köprü olduğunu sö ylü yor; fakat bu, daha ziyâde, RawIinson ( ayn. esr., s. 88 ) ve Schwarz ( ayn. esr., s. 339 ) ’ın dedikleri gibi, Kal‘a-Î Madrasa ‘nin şimâl-i şarkîsinde Kürün ’un küçük kollarından biri üzerinden geçen „E sk i köprü“ olsa gerek­ tir. „İzac köprüsü“ için bk. bir de Yâküt, I, 416; IV, 189 ve Schwarz, ayn. esr., s, 338 v.dd. Kül-İ Fârâ, Şikafta-İ Salman ’ın kabart­ ma şekil v e kitabelerini yaptıran hükümdar­ lar, yenİ-Eiâm devrinde yaşam ışlardır. Bu de­ vir Nabukodonosor I. ( 1146— 1123 ) ’un saltana­ tı ile, A su riye 'nin IX. asrın ilk yarısındaki zamana, yâni miiâddan ¡000 yıl öncelere, ra st­ lam aktadır. Binâ ve kitabeleri yaptıran kıral Hanni ( T a h h ih i’nin o ğ lu ) ile onun zikrettiği Şutur Nahhunte ( indada ’nın oğlu ) bütün Elâm ’da mı hüküm sürm üşlerdir; yoksa, bunlar sâ­ dece Mâl A mi r bölgesinde hüküm süren ma­ halli bir hanedan efradından mıdırlar, kat’î olarak kestirilem em ektedir. K itâbeler Efâm dilinde y a zılm ıştır; bununla beraber, Mâl A m ir ’de Babilonya dilinde kaleme alınmış mukave­ lelere rastlanm aktadır; bu hususta bk. aş. bibliyografya. de Bode 'un da yaptığı gibi, şunu da zikret­ mek gerekir ki, Susa ’ dan Persepolis 'e yaptığı seferde Büyük İskender ’in „Susa kapılarını“ gerisinde bıraktıktan sonra vardığı Umanların şehri çok zaman Mâl A m ir bölgesinde aran­ m ıştır; bk. de Bode, Travels . . . , II, 47 v .d .; Spiegel, Eranische Altertum skunde ( Leipzig, 1870 ), 1, 409 ve Kaerst ( Pauly-W issowa, Realenzykl. d. klass. Altertumsvıiss., I, T424 ). O rta çağın sonlarına doğru, aş.-yk. VII. ( XIII.) asrın başlarından itibaren, B a h t i y a ­ r ı [ b, bk.] L u r I a r Mâl A m ir topraklarına yerleştiler [ bk. mad. LUR ]; buldukları yeşil otlaklar sebebi ile kışı oralarda geçirirlerdi



MÂL EMÎR -



MALABAR.



r B i b l i y o g r a f y at B G A , tür. yer. ( bk. fih rist ) ; Yâlfüt, M uca m ( nşr. W üstenfeld ), I, 416 v.d. ; Hamd A llah M ustavfi, N uzhat al-kulüb ( G M S, XXIII, 7 0 ) ; İbn Battüta ( Paris tab.), II, 29— 42 ; G . le Stran ge, The Lands o f the Eastern Caliphate ( Cambridge,



Leyde ( Leiden, 1885 ), II ; yukarıda bahsi geçen eserinde W eissbach Mâl A m ir 'deki metinlerin transkripsiyonunu ve şerhini neşretm iştir ( ayn. esr., s. 748 — 752, 759 — 777, ayrıca levha I— I V ) ; G . Hüsing, Elam ische Stadien ( s= M V G , III, levha 7, Berlin, 1898, I 9 °5 )> s- 24 S ■F1- Schwarz, Iran im Mittelal­ s. 21— 34 ) ’de KSİ-i Fârâ ve Şikafta-i Salman ter nach den arab, Geographen ( Leipzig, kİtâbelerinin bir çok noktalarda W eissbach 1921 ), IV, 293, 335— 340} 441, not 5 ; 421, 'mkinden farklı bir transkripsiyonunu ver­ not 6} 439 v.d.; R itter, Erdkunde, IX, m iştir ( bk. bir de Hüsing, O L Z , 1906, IX, st. 15®— I 5 A Mâl A m ir ovası ve âbideleri 605 v.d.; 1908, XI, st. 337 v.d.). Bütün Mâl için, XIX. asırdan beri, avrupah kâşifler A m ir kitâbeleri, W eissbach 'ta bulunmayan sayesinde sarih bilgiye sahip bulunmaktayız; Şikafta-i Salman kİtâbelerinin p arçalan da bu ova hakkında 1841— 1889 devresi için bk. dâhil olmak üzere, Scheil tarafından neşre­ W eissbach, gSst. yer., (a ş . bk.), s. 743. Her dilm iştir; bk. Délégation en Perse, Mémoires ne kadar G . Rawlinson bizzat Mâl A m ir ’e (P a ris, 1901 ), III, 23— 26; transkripsiyon ve gitmemiş ise de, 1836’da o civarda kaldığı ve tercüm e için bk. nr. LXIII ve LXIV, s. zaman, Mâl A m ir harâbelerinin bahsini duy­ 102— X12. A yn ı eserde Scheil kabartmalarının muş idi ; edindiği malûmat için bk. J R G S , bir fotoğrafını, Şikafta-i Salman mağarasının IX, 82 v. dd. — Mâl A m ir ’in eski âbideleri bir manzarasını neşretm iştir, bk. levha 27— hakkında en değerli bilgiler, 1841 'de bura­ 33. O Mann, Luristan 'a y ap tığı seyahatte, y ı ziyaret etm iş olan L ayard ve C . A , de Bo­ Mâl A m ir 'i de gezm iş ve oradaki kitabelerin de ile XIX. asrın başlarında Jéquier tarafın­ kalıbını alm ıştır (_0 L Z , XI, 605 ) ; fakat dan verilm iştir. ; krş. A . H. Layard ( J R G S bunlara â it hiç b ir şey neşretm em iştir. Mâl 1846, XVI, 74— 81, 94 v.d.) ve Early A d A m ir 'deki m etinlerde görülen husûsî çivi ventur, in Persia, Susiana and Babylonia yazısı şekilleri için bk. W eissbach, ayn. esr., (L ondon, 1887 ), 1, 401— 411 ; II, 4, 7, 11 — 14; s. 752— 759 ve yazı örnekleri levha I V — V ; C . A . de Bode ( J R G S , 1843, XIII, 100 v.dd.) ayrıca transkripsiyon meselesi için bk. Hü­ ve Travels in Luristan and Arabistan (L o n ­ sing, Elam ische Studien, s. 15— 21 ; bir de don, 1845 ), I, 400 v.dd.; II, 1, 6 — 8, 25— 60, yazı levhası ; yine H üsing ( O L Z , 1904, VII, 102 v.dd.; Jéquier, Description du site de st. 437— 440. Mâl A m ir 'de Babylonya dilinde M âl-A m ir, Délégation en Perse, Mémoires yazılm ış m ukaveleler ihtiva eden çivi hattı (P a ris , 1901), III, 133 — 143 ( iki p la n ); bk. ile yazılm ış levhalar bulunmuştur. Sch eil, bir de bilhassa A . Houtum Schindler ( seya­ Délégation en Perse ( Mémoires, Paris tab,, hati 1877 'de, Zeitschr. d. Gesellsch. f . Erd­ V , 169 — 194, plan 19— 2 0 ’de bunlardan 16 kunde zu Berlin, 1879, X IV , s. 45 v.d.), mukavele, transkripsiyon ve tercüm eleri ile, Mâl A m ir âbidelerinin tasviri İçin bk. bir neşredilmiştir. ( M. STRECK.) de W eissbach, Neue Beiträge zur Kunde der M A L A B A R . Hindistan yarım-adasının gar­ susischen Inschriften = Abh. d. sächs. Ges. bında ( Dekken ) garbî G a t dağları ile Oman d. Wissensch. (1 8 9 4 ), X X X IV , 743 — 747 denizi ( Hind okyanosu ) arasında uzanan b:r (b ilh a ssa L a y a rd ’a dayan m aktadır) ve G. s â h ü b ö l g e s i . Her ne kadar bu isim, bâ­ Hüsing, D er Zagros und seine Völker ( = zı coğrâfî eserlerde yarım-adanın tekm il garp A O , IX, nr. 3— 4 ), Leipzig, 1908, s. 47— 57 kıyısı ( 8“— 22° şimâl arzları arası ) için kulla­ ( Jéquier 'ye dayanm aktadır ) ; bir de J. de nılmış ise de, gerçekte Malabar sâhili, 150 ar­ Morgan, M ission scientif. en Perse, IV : Re- zını ( Portekiz ’in G oa kolonisi ) şimâle doğ­ cherch. A rchéolog, (P a r is , 1896/1897), s. ru aşm aktadır ki, buradan daha cenupta kalan 176 v.d. : kıyı gerisinde G at dağlarının bol -yağmurlu Elâm kabartm aları ve çivi h attı ile ya­ ve sık ormanlık dik yam açları uzanır ve bu zılm ış kitabelerine gelince, bunların resim­ yam açlar üzerinde bâzı zirvelerin irtifâ ı 2,600 leri, kalıpları, neşir, okunuş ve izahları m. aşar. Y erliler arasında, Malayâlam ( „dağ­ 1893'e kadar olan bibliyografya için bk. lık m em leket" ) tesm iye edilen Malabar 'm W eissbach, ayn, esr., s. 745, 747 v.d. K ita ­ büyük kısmı aynı isimli bir idârî bölüm teş­ belerin ilk tab'ı için bk, Layard, Inscriptions kil eder ki, İngiltere hâkim iyeti sırasında, in the Caneiform Ckaracter ( London, 1851 ), Madras nahiyesi içinde, 14.775 km.2 arazi işlevha 31— 32, 3Ğ— 37. Bk. bir de A . H. Sayce, gâl eden bu bölüm 10° 40'— 12” 18' şimâl arz­ T he Inscriptions o f M al A m ir ( A ctes du ları üzerinde uzanmakta idi. Bunun daha ceSime Congrès Internat, des Orientalist, à nûbunda ise, H indistan ’m cenup müntehâsına



MALABAR kadar Koştn ve Travankor yerli devletlerinin toprağı yer alm aktadır. Malabar idâri bölü­ münün nüfusu 1921 'de 2.039.333 olup, bunun 1.004.327 'si müslüman idi (1931 ’ de nüfusu 3.000.000'dan fa z la ). Müslümanların ekserisi Mâpilla [ b. bk.] olup, bunların arkasından Labbaylar [ b. bk.) gelir. A yrıca Pathanlar ile sa­ hil şehirlerinde ( Cannanor ve K a lik u t) araplara da rastlanır. Müslümanlığın Malabar sahillerine, zama­ nının k a t’îy etle tesbit edilmesi mümkün ol­ mayan pek eski bir devirde girmesinin sebebi, A rabistan ile yapılan ticâret olsa gerektir, Hindû racalar tarafından teşvik gören müsiüman tâcirlar X V . asrın sonlarında garbî Hind sahilleri ticâretini tamâmiyle ellerine geçirm iş idiler ki, bu sırada porteklzliler bu denizlerde göründüler. A raplar sâhadan mücâdelesiz çekilm ediler ve X V I. asır ortalarına doğru ancak ehemmiyetsiz bir deniz ticâreti muhâfaza edebildiler. X V II. asırda Portekiz­ lilerin yerini ingilizler ve holandaiılar tuttu. 17 6 6 'da H aydar 'A li [ b. bk.) M alabar'1 kendi topraklarına ithâk etti ise de, idâresi güç olan bu araziyi, oğlu Tipü Sultân 1792’de ingilizlere bırakmak zorunda k a ld ı.. ( T. H.) M A L A C C A . [ Bk. m a l a k a .] M A L A Ğ A ( arap. MÂLAKA, nisbesi Müla­ k i ), Isp anya’nın cenûbunda, A kdeniz kıyısın­ da aynı isimli eyâletin m erkezi olan b ü y ü k ş e h i r . [1950 sayımına göre, nüfusu 276.222, eyâlet 7.285 km.2, nüfusu 750.115]. Malağa, üzerinde G ibralfaro ( İd ris i'd e ■Caba! Fâroh ) tepesi yükselen bir koyun kenarında yer alır. Şehir çok defa kuru olan, fakat yağmurlardan sonra sık-sık etrafa taşan Guadalmedina {Va­ di ’UMadîna ) ’nın rambla ( arap. ram fa, kumlu nehir y a t a ğ ı) 'si ile, şimâl ve cenup kısım la­ rına ayrılır. Şehrin garbında, sulama sâyesinde, nebatların gâyet feyizli bir şekilde geliş­ miş bulunduğu V ega veya Hoya de Malağa uzanır. Eski çağın M alaca’sına tekabül eden Mala­ ğ a , fen ikeliler tarafından te ’sis edilmiş olup, Roma hâkim iyeti altında, şimâlî A frika ’nın derin te ’sirinin izlerini uzun müddet taşımış­ tır. Limanı imparatorluk devrinde yarım-adanın en ehemmiyetli iskelelerinden sayılıyordu. Daha sonra burası bir piskoposluk merkezi oldu. 571 ’de, V isigot kıralı Leowigild tara­ fından, bizanslılardan alındı. 7 1 1 'de T â rik 'ın Ecija ’dan gönderdiği bir müslüman kuvvetinin eline geçti. Ç ok geçmeden büyük bir müslü­ man şehri hâline gelen M alağa, Reiyo ( lat. Regio ?) eyâletine merkez olan A rşizöna ( A rchîdona ) 'nın yerini aldı ve vâii A bu ’ 1-Hattâr al-Husâm b. Zirâr al-Kalbi zamanında bu­



MALAGA.



219



raya al-Urdunn arap cıın d ’ü gelip yerleşti ( 125 *= 742 ), Malağa İspanya Emevî hânedantnın kurucusu :A bd al-Rahmân I. al-Dâhil 'e, Alm uüecar ’da karaya çıkıp da, Elvira arâzlsi dâhilinde muzafferâne ilerilerken, hüsn-i kabûl gösterdi. Fakat IIL ( IX.) asrın ikinci yarısında Reiyo eyâleti, Malağa ile berâber, m illiyetçi cOm ar b. H afşü n ’un sebep olduğu kargaşalıklara yakından karıştı, Bununla be­ râber, tarih çi Ibn H ayyin 'ın ifâdesine göre, emir Muhammed b. ‘ A b d al-Rahmân b. Hakam zamanında, bu eyâlet, G aliçya ’ya karşı yapılan bir yaz seferinde { ş ai f a ) çok sayıda ( 2.600 ) süvari ile iştirak etmiş idi. Daha son­ ra âsînin, em ir ’A b d A llâh ’ı fazla endişeye düşürecek şekilde, faaliyette bulunması, Re;yo eyâletine büyük bîr sefer açılmasını gerektir­ di : 'A b d A llâ lı 'ın oğlu A ban ’ tn kumandasın­ daki bir ordu 291 ( 9 0 4 ) ’de harekete geçe­ rek, Ibn H a fşü n ’un kuvvetlerini ağır bir boz­ guna uğrattı. Üç sene sonra, aynı kumandan âsî M usâvir b. ‘ A bd al-Rahmân 'ın hâkim ol­ duğu M alağa 'yı muhâsara etm ek zorunda kal­ dı. ‘A b d A llâ h 'm devrinde Malağa 'ya 297 ( 909 ) ’ de yeniden kuvvet yollamak icâp etti. Büyük halife ’ A bd al-Rahmân III. tahta çı­ kınca, Ibn Hafşün ’un isyanım k a t’î olarak bastırmadan, rahata kavuşamadı. Saltanatının ilk yıllarında Reiyo eyâletine daha bir kaç defa kuvvet göndermek icâp etti. Bu sırada Malağa, eyâletin limanı olmakla berâber, he­ nüz eyâlet merkezi değil idi. A sayişin tamâmiy­ le yoluna girm esi ile, Malağa ’da Emevî hilâ­ feti nihâyetlendikten sonra bile devam etmiş olan uzun bir umrân devresi başladı. Eyâlet merkezi olan Malağa, m ulûk al-ja; v â 'if devrinde müstakil bir devlete pâyitaht oldu. Filhakika bütün İspanya müslümanlarına halife olmak iddiasından vazgeçm ek zorunda kalan yam m üdiler, Ispanya’nın cenûb-i şarkî­ sinde, merkezi Malağa olan küçük bir devlet hâlinde tutunabildiler. Bu sırada, aynı ailenin başka bir dalı da A lgecira s ( a l-C azira alH azrâ’ ) şehri etrafında başka bir küçük dev­ le t kurmuş idi. M alağa 'daki Ham mudi ler [ b. bk.) 449 ( 1057 ) a kadar bâkî kaldılar. Bu devre kadar, ismen onlara tâbî vaziyette bu­ lunan G ırnata 'nın Ziri kıralı Bâdis b. Habbüs bu tâbiiyetten kurtulup, devleti ele g e ­ çirmek kararını verdi ve buna kolayca mu­ vaffak olarak, son Hammüditeri A frika 'ya sürdü. O ğlu al-M uizz Malağa valisi tâyin edil­ di. Bâdis 466 ( 1073 ) ’da ölünce, devlet iki küçük oğlu, 'A b d A llâh ve Tamim, arasında taksim e d ild i; Malağa bu sonuncuya düştü. Bundan sonra şehir erkenden Murâbıtlar ve Muvabbidlerin eline geçti. 629 ( 1 2 3 2 ) ’da Mu-



2 20



MALAGA -



hammed I. b. İbn al-Ahm ar G ırnata ’da Naşri devletini kurunca, Malaga, bütün eyâleti ile beraber ve İspanya ’nts katolik kıralları za­ manına kadar, bu hanedanın elinde kaldı. Fer­ dinand ve lsabella 18 ağustos 1487 ’de, sıkı bir muhâsaradan sonra, M alaga’yı müslümanlardan aldılar. Müslüman İspanya ’nrn hemen bütün arap coğrafyacıları Malaga ’yı hayranlık ile tasvir ederler. İd risi ( XI. asır ), şehrin dış mahal­ lelerinden ikisini zikr ile, sularının tatlılığın ­ dan ve meyvalarının lezzetinden bahseder. İbn B attü ta XIV. asrın ikinci yarısında şehri aynı şekilde m edhederek, burada bütün İslâm' âle­ mine ihrâc edilen yaldızlı bir porselen imâl edildiğini söyler. N ihâyet İbn al-H atib, G ırnata kırallığm ı tasvir ederken, M alaga'dan sık-sık bahseder. H attâ risalelerinden birinin mevzu­ unu Malaga iie F a s ’taki S a lé ’nin mukayesesi teşkil eder ( Mufâhara Mâlaka v a -S a lâ ; arap, metin, Escurial ’deki iki yazmaya göre, M. J. Müller tarafından neşredilm iştir: Wettstreit zwischen Malaga und Sa lé ( bk. Beiträge zur G eschichte der westlichen A raber, s. 1— 13 ). Malaga ’da İslâm devrinden, sonradan büyük değişikliklere uğramamış çok eser kalmamıştır. E ski Ulu câmi, büyük kilise hâline konulmuş­ tur. dl-R avz a l-m îfâ r müellifine göre, bu câmiin beş hücresi, beş kapısı ( ikisi deniz tara­ fında, biri şark cephesinde: Büb a l-vâd i }, biri şim ald e: Bâb al-havha ) var idi. îç kale ( kaşba ) dâhilinde bulunan başka bir câmi, rivâyete gö­ re, hadîs âlimi y im şii M uâvİya b. Şâlih ( ölm. 158 = 775 } tarafından yaptırılm ış idi. Eski kalesine bugün de A l c a z a b a denilmekte, burada kem erli bir kapı ( A rco de Cristo ) ve bir kuleden ( Torre de la V e la ) başka, müs­ lüman izlerine pek rastlanmam aktadır. Bu ka­ le, çifte bir sûr vâsıtası ile, G ibralfaro tepesi üzerindeki başka bir kaleye bağlanmakta idi. Kale XHI. asır sonunda G ırn ata'n m Naşri hü­ kümdarları tarafından tâm ir edilm iş idi. Komşusu A lm ería ( al-Mariya ) 'dan daha kü­ çük olmakla berâber, Malaga İslâm devrinde de ehemmiyetli bir liman ve faâl bir bahrî inşaât merkezi idi. İsmi Atarazana şeklinde kal­ mış olan bu D ar al-şina'a şimdiki bir çarşının yerinde bulunuyordu ki, kapılarından biri Naşrilerin remzi olan 15 galiba illa ’ilâh ( „Allahtan başka gâlip olan yoktur“ ) kitâbesi ile hâlâ bakîdir. B i b l i y o g r a f t/a: a l-İd risi, Ş ifa t alA ndalus ( nşr. Dozy ve de G oeje ) s. 200— 204; v e 244 — 250; Yakut, Mu’ cam al-buldân (n şr. W ü sten feld ), mad. Mâlaka', Abu ' 1-Fidâ’, Takvim al-bnldân (nşr. Reinaud ve de S la n e ), s. 174 v .d .; E. Fagnan, Ex-



MALAKA. traits inédits relatifs au Maghreb, fih rist; İbn al-Ha^ib, M i'yâr al-ihtiyar ( Fas, 1325 ), s. 13 v.dd,; ayn. mil., ihata, tür. y e r .; alMakkari,_ N afh al-fib { A n a le d e s ), fih rist; İbn İzâ ri, al-Bayân al-muğrib ( nşr. D ozy ), II, fihrist ; ( nşr. Lcvi-Provençal, III, fih rist ); İbn 'A b d al-Munim al-Hirnyari, al-R avi almf t âr f î ' a c a i b al-akfâr, nr. 116 ; İbn Battü­ ta, Voyages ( nş. D efrém ery ve Sanguinetti ), fihrist ; F. J. Simonet, D escription del rezno de Granada ( Granada, 1872 ), s. 109— 120 ; F. G uillen R obles, Malaga musulmana ( Malaga, 1880 ) ; R. Dozy, H istoire des Musulmans d’Espagne, bilhassa cild III ve IV ; F. Codera, Estudios críticos de historia árabe española (Sa ra go ssa , 1903), s. 301— 322. ( E . L é v i -P r o v e n ç a l .) M A L Â H İM . [B k . m e l â Hİm.] M A L A İ K A . [B k . MELÂİKE.] M A L ’A K . [ Bk. MELEK.] M ALAKA, MALACCA veya MALAKKA malez. mëlaka, ( < skr. amlaka < bir nebat ismi: Phyllanthus pectinatus H ook fil., Euphorbiaceae ) aynı isimli yanm -adanin garp sâhilinde, 2° n ' 30” şimâl arzı ve 102° 15' şark tülünde bulunan b i r ş e h r i n ve bu şehir e t­ rafında yer alan b i r i d â r î b ö l ü m ü n is­ midir. Evvelce bu isim bütün yarım -ada için de kullanılırdı ; fak at İngilizce eserlerde bu­ raya şimdi Malay Península ( M alaya ) adı ve­ rilmektedir. M alaka'ntn mazisini alâkadar eden en eski kayda, Ç in ’in Mîng hanedanı (136 8 — 1643) tarihinin 325. kitabında tesadüf olunm aktadır ki, buna göre, 1403 senesinde buraya bir çin hey’eti gönderilmiş ve bunun üzerine, mahallî reisin hâkimiyeti, çok geçmeden, imparator tarafından tasdik olunmuştur. Bu tarihlerden evvel Siyam 'in memleket üzerinde bir nevî hâ­ kimiyet iddia etmiş olduğu tahmin ediliyor. Eski devre âit eserlerde iki defa zikri g e ç e r: bunlar­ dan biri eavahların tarihi olan Pararaton 'da, di­ ğeri de Siyam ’m tarihi olan K o} Mo#}hierabân ( Mondirapâla ) ’da bulunmaktadır. Sonuncu eserde Malaka, âşikâr bir şekilde, Siyam 'a tâbî gibi gösterilm ekte, fakat mukaddimede tahta 1435 ’* doğru çıkmış bir Siyam kiralın­ dan ( Param atraylokanitha ) bahsedilm ektedir. Bu mahalli, şüphesiz daha eski bir zamanda, zikreden kaynak M a-H uan'm Ying-yay Şenglan ’1 olup, 1409 'da buraya gelen bir Çin hey'etinden bahsetm ektedir. Bu vesikaya göre, M alaka'nın kıralı ve halkı İslâm dininin icap­ larına sıkı-sıkıya riâyet etm ekte idiler. Malay tarihçileri M alak a’nm inkişâfını Sin gapu r'u n sukutuna ( muhtemel olarak 1377 'ye doğru ) bağladıklarına göre, islâmiyetin M alaka ’da



MALAKA. resmî din olarak teessüsü bu iki tarih arasın­ da vukua gelm iş olsa gerektir. Hindistan ’t ve garbî A sy a ’yi eenûb-i şarkî A sy a adalarına, Ç in ’e ve Japonya’ya bağla­ yan ehemm iyetli yol üzerinde bulunması doyısı ile, Malaka X V . asırda yarım-ada üzerin­ deki devletlerin başında geliyordu. Malaka, çoğu şimalî ve cenûbî H indistan’dan, Basra körfezinden ve Kızıldeniz ’den gelen müslümanlardan mürekkep tacirler tarafından ziya­ ret edildi ve müstüman dininin bir intişar m erkezî oldu ki, bunun ilk m uvaffakiyetleri daha XII E. asır sona ermeden, Marco Polo ta ­ rafından Sum atra adasının şimâl-i şarkîsinde müşahede edilmiş idi. X V . asrın ortalarından sonra Malaka arazisi yarım-adanın şark sahi­ lindeki P ah an g’ın zaptı ile gen işledi; kırallık, bu müddet zarfında, yarım-adanın bütün orta ve cenup sahillerine, aş.-yk. 4* şimal arzına kadar, tasarruf etmek ve Sum atra adasının karşı sahillerine hâkim olmak imkânını buldu. Bu sıralarda Siyam, hiç bir m uvaffakiyet elde etmeksizin, müteaddit defalar M alaka’ya taar­ ruz etti. Daha başlangıçta, dâhili kargaşalık ve ida­ resizlik yüzünden, zaaf emmâreleri gösteren bu devletin inkişâfı, Portekizlilerin sahneye çıkm ası ile, birden sona erdi. 1 5 1 1 ’de Ma­ laka şehri ve civarı ile berâber, deniz hâki­ m iyeti portekİzliler eline geçti. V akit-vakit müsiüman komşularının ( bilhassa Sum atra şi­ malinde yeni Achin = A çe d evletin in ) taar­ ruzuna uğramalarına rağmen, portekİzliler 1641 'e kadar M alak a'yi ellerinde tuttular. Bu ta ­ rihte şehir, uzun bir muhasaradan sonra, bollandalılar eline g e ç t i 1795 ’te Malaka, 1818 ’e kadar O range prensi nâmına işgal ve bu ta ­ rihte Viyana muharebesinin bîr maddesi hük­ müne uyularak, Felem enk ’e iâde edildi ise de, 1824 ’te, k a t’ı olarak, İngiltere hâkimiyetine g e çti ve 1826’da, Penang ve Singapur ile be­ raber, bir idâre altında Ş ark î Hindistan Kum­ panyasına bağlandı. Hollanda hâkim iyeti sırasında, Malaka ticârî ehemm iyetini kaybetti. Şebir B a ta v ia 'y a hiç bir zaman esaslı şekilde rekabet edemedi ve sonunda, 1786 'da kurulmuş bulunan Penang ve 18 19 'da te ’sis edilen Singapur Malaka 'yi gölgede bıraktı. Daha yakın devirlerde Malaka şehri, yarım-adanın İktisadî bakım­ dan umûmî inkişâfından faydalandı. Bunun­ la berâber, birinci cihan harbi sonunda 30.671 ( 1921 ) nüfusu (b e şte bir kadarı müsiüman) ile İngiliz M a lak a ’sı içinde ancak beşinci geliyordu. Malaka arâzisinin tekm il nüfu­ su bu tarihte 153.522’yi buluyordu; bu nü­ fusun 83.635 'i hâlis matezyalı ( bu arada çok



sayıda Minang-Kabau ırkına mensup olanlar v a r d ır ), 2.777 adalı müsiüman ( Cav ah, Banc a r lı), 1.146 hindli müsiüman, 257 çinli müs­ lüman, 56 arap ki, hep birden 87.871 müslü­ man teşkil ediyordu. Bunlar şâfiî mezhebine mensup idiler. G eri kalan nüfusun 4/5 ’i çinli ve 1/5 kadarı hindli idi ( Malaka, 1942 senesi kânûn II.’unda japonlar tarafından işgal edile­ rek, 1945 senesi başlarına kadar onların elinde kaldı. İşgalden evvel ( 1941 ) Malaka arâzisi­ nin nüfusu 234.000 kadar tahmin edilm ekte olup, bunun 110.000 kadarı malezyak, 91.000’i çinli, 28.000’i hindli ve pakistanlı, 600 kadarı avrupalı idi. 1950 ’de Malaka şehrinin nüfusu 54.507 olup, idârî bölgesinin sahası 1.657 km.2, nüfusu da 258.508 olarak tesbit edil­ miştir. 1948’den beri Malaka bir idâre altında toptanmış bulunan Malaya 'nın bir ciiz’ünü teşkil etmektedir.] B i b l i y o g r a f y a ' . W . P, Groeneveldt, Notes on ihe Malay Archipelago and Ma­ lacca ( Verhandlnngen •van het Bataviaasck Genootschap van Kunsten en W etensckappen, 1879, X X X IX , 123 v. d .; ikinci tab. M iscellaneous Papers relating to Indo-China and the Indian Archipelago, 1887, 2. seri, I, 243 v.d.); R. O. W instedt, Malaya (L o n ­ don, 1923), s. 129 v .d .: R. j . W ilkinson, A History o f the Peninsular Malays ( Singa­ pore, 1923), s. 28 v. d d .; F. A . Swettenham, British Malaya ( London, 1907), s. 5— 7, 12 — 33, 56 - 62 ; T. J. Newbold, Politica l and Statistical A cco u n t o f the B ritish S ettle­ ments in the Straits o f M alacca ( London, 1839 ), I, 108 v. d. ( C . O. B l a g d e n .) M A L A K A , A s y a ’nın cenûb-i şarkîsinde K ra berzahı ( ıo° şimâl a r z ı) ile kıt'aya birleşerek, cenûbî Çin denizi ile Hind okyanusu arasında uzanan ve cenup ucunda, Singa­ pur adası yakınında, hatt-ı istivâya hemen bir derece kadar yaklaşan ( 1 ° 24' ) bir y a r ı m - a d a olup, ismini cenûb-i garbide kendisini Sumatra adasından ayıran, aynı isimli boğaz kıyısındaki M a l a k a [ b. bk.] şehrinden almaktadır. Bu­ nunla berâber buraya Malezya ( Malesia, Mala is ia ) veya ingilizlerin kullandıkları şekilde, Malay yarım -adası ( Malay P en insula) veya Malaya da denilir ki, bu isim ler memleke­ tin nüfusu arasında başta gelen malezyalılar [ b. bk.] veya malaylarjn adından gelmektedir. G erçekte Malezya, burada bahis mevzuu olan yarım-ada ile berâber, cenûb-i şarkî A sy a adalarını ( Malezya takım-adaları veya Cezâyir-i Hindiye = Insulinde ) da ihtiva eder. Yarım ­ adaya gelince, bunun şimâi kısmında nüfu­ sun ekseriyetini siyam iılar ve çinliler teşkil etm ekte ve m alezyalılar ise, ancak 7° şimâl



Ma LAKÂ. arzının cenubunda ekseriyet meydana getir­ mektedirler. Yarım adanın K ra berzahından itibaren cenapta 5° 45'— 6° 45' arzları arasından geçirilm iş bir hudut çizgisine kadar uzanan şimal kısmı, iki deniz arasında, tam im iyle Siyam ( Thailand = T a y la n d ) devletine âit bulunmakta, cenup kısmında ise, hâlen İngil­ tere 'y e bağlı olan Malaya birliği ( Federation of Malaya ) yer almaktadır. Yarım -adanın arazisi umûmiyetle tepelik bir manzara arzetm ekle beraber, orta kısmında irtifâı 2.400 m. 'yi aşan zirveler bulunmakta, ne­ hir ağızlarında kısmen geniş bataklıklar mey­ dana getiren ovalar, yer-yer içeriye doğru iyice sokulmaktadır. Sıcak ve nemli olan iklim beyaz ırkın devamlı yaşamasına elverişli değil ise de, g â y e t çeşitli bir nebatî örtünün geliş­ mesine ve zengin zer’iyâta müsaittir. Bu ara­ da pirinç, şeker kamışı, pamuk, tütün, biber, çay, kahve ( son zamanlarda hemen-hemen terkedilm iş ), kakao ve bilhassa yakın bir de­ virde Brezilya 'dan mem lekete idhâl edilmiş kauçuk sayılabilir. Ormanlarında hindistan­ cevizi, hind-meşesi, kâfur, sandal ve guta-perka ağaçları b u lu n u r;yer altında da çeşitli mâden­ lere rastlanır ki, bunların en ehemmiyetlisi kalaydır. T a r i h . Yarım-adanın eski tarihi karan­ lıklar içinde olup, m uhtelif m evkilerde yont­ ma ve cilâlı taş devirlerinden kalm a â let­ lere tesadüf edilmiştir. Memleketin, ilk olma­ makla beraber, eski sakinleri, şimdi umûm nüfusun yüzde birini bile bulmayan bir sayıda olup, şimalde umûmiyetle Semang tesmiye edilen, kıvırcık saçlı bir kaç bin negritodan, orta kısımlarda daha çok sayıda, dalgalı kum­ ral saçlı Sakaylardan ve cenupta ise, adalı tipin­ de, sık saçlı, ekseriyetle Yakun ismi verilen zümrelerden terekküp eder, ilk iki zümre ile üçüncü zümrenin bir kısmı, büyükçe bir nisbette, Mon-Khmer unsurları ihtiva eden diller konuşur­ lar ; Yakunların geri kalanı ise, bâzı ecnebî un­ surlar ile karışm ış Malezya lehçeleri kullanır­ lar. A ş.-yk. V, ( m. ö.) asra â it kitâbelere Kedah 'ta ve W ellesley eyâletinde ( Penang adasının karşısında) taşlar üzerinde rastlanm ıştır ki, bun­ lar, bir cenubî Hind yazısı kullanan buddhİstlerin buraya gelmiş olmalarına delâlet eder. A slın da takriben 8° şimal arzında Ligor ( Nakhon Sri Dhammarâj ) ’da bulunan 775 tarihli bir kİtâbe, daha önce, berzahın bâzı kısımlarının Sri Vijaya (Sum atra adası cenubunda Paleuıbang ) 'nın Saylendra hükümdarları tarafından işgal edilmiş olduğunu ortaya ko yar; bu hükümdarlar boğazlardan ve berzahtan geçen ticârî yollara, muhtemel olarak, hemen-bemen XII. asır sonuna kadar, hâkim bulunuyorlardı. Çin 'in Liang bâ-



nedam (502 — 556) tarihine â it bir kayda gö­ re ( kitap 54 ), berzah evvelce Mekong nehrinin aşağı mecrâsı v e munsabları etrafında yer tu t­ muş olan Funan devleti hâkimiyeti altına girm iş idi. C h aıya ( Jaiya, to° şimâi arzı civ arın d a ) ’da bulunan, muhtemel olarak, 1183 tarihli bir kitâbe, görünüşe bakılırsa, bunu yazdırm ış olan hükümdara atfettiğ i unvanı ile, Sum atra cenÛbundaki Malayu bölgesinin şimâl-i garbide S ri Vijaya 'ya bağlandığını ortaya koym akta, dır. 1230 tarihine âit başka bir Clıaiya kitâbesi Candrabhânu bölgesinin hükümdarı tarafından yaptırılm ış olup, bunun MahSvamsâ ya ve di­ ğer kaynaklara göre, „javaka", yâni malezyalı kuvvetler, ile iki defa (m uhtem el olarak, 1236 ve 1256 ’ya d o ğ ru ) Seylân 'a tecâvüz ettiği anlaşılmaktadır. Bütün bunlardan belli olduğuna göre, VIII. ve XIII. asırlar arasında, yarım .adada Sum atra malezyalılarınm hâkim iyeti kuvvet bulmuş idi. Bundan bir az sonra, fak at 1280 tarihinden evvel, Sukhotay ( Sukhodhaya ) Siyam ltları Malezya hâkimiyetine L ig o r'd a son verdiler ki, böyle­ likle Siyam nufuzunun cenuba doğru yayılm ası başlamış oldu. Cava 'nm Nâgarakreiâgama (1365 ) şiirinde, boğazın iki yakasında, şimâlde Kedah ve Say ( eski Patani devleti dâhilinde ) ’dan cenupta Singapur 'a kadar, bir takım m evkiler Cava ’daki Macapahit imparatorluğu­ na tâbî kabûl olunmaktadır. Y in e o asırda, fa­ kat eldeki vesikanın nâ-tamam oluşu yüzünden, tasrihi mümkün olmayan bir tarihte, arap harf­ leri ile yazılm ış en eski Malezya kitâbesi, İslâm dininin TrÖngganu 'da devlet dini olduğunu ortaya koyuyor. X V . asırda İslâm dini, o sıra­ da en kuvvetli devlet olarak Malaka [ b. bk.] ’ nın te ’siri altında, yarım-adaya yayılm akta idi ve şehrin ı j u ’ de portekizliler eline geç­ mesinden sonra, mahallî hânedan yanm -adanm cenup ucunda ( Johor ) ve komşu adalarda hüküm sürmeğe devam etti ve âilenin başka bir dalı da Pahang 'ı ele g e ç ird i; Perak ise, aynı sülâlenin büyük kardeş koluna mensup oldu­ ğunu iddia eden bir âilenin hâkimiyeti altına girdi. XVI. asırda yahut daha önceleri Sumat­ ra 'dan gelen Minangkabau muhâcirleri, Mala­ ka içerilerinde bir takım devletçikler kurdu­ lar ki, bunların hepsi de, en cenupta olan ve nazarî şekilde portekizİilerin tâbii sayılan Nanîng bir tarafa bırakılırsa, gerektiğinde johor ’a tâbiiyeti kabût ediyorlardı. XVII. asrın ilk yarısında A çinliler Kedeh, Perak, Johor ve daha başka yerlere tecâvüzde bulundular ve b ir m üddet Perak üzerinde hâkimiyet te ’sis ettiler. Bu sıı-ada şim âldeki devletler vakitvakit Siyam hâkimiyeti altına giriyorlardı; bu hâkimiyet, kuvvetini bâzan azaitıp-çoğalt-



MALAKA. inakla beraber, 18 2 1’de K e d a h ’m, 1Î32'de, k a t’î olarak, P a tan i’nin Siyam tarafından fethedilmesine kadar, hem en-hemen dışarıdaki bir siyâsî teşekküle tâbiiyet mâhiyetinde kat­ mış idi. M alaka’ya yerleşm iş olan hollandalılar (1641 — 1786), yarım-adadaki devletlerin dış ticâ­ retini bir dereceye kadar murakabeleri altına almakla beraber, bunların dâhili işlerine mü­ dâhale etmemişlerdi. XVIII. asırda Bugi kor­ sanları, yarım-adanm cenûbundaki Riau-Lingga adalarına yerleşerek, memleket üzerinde te’sirlerini hissettirm eğe başladılar ve son olarak da, yeni Selangor devleti başına zamanımıza kadar hüküm süren bir âile getirdiler. Ingil­ t e r e ’ nin nufûzu P e n an g’m kurulması (17 8 6 ), bunun arkasından Malaka şehrinin muvakkat işgali ( 1 7 9 5 - 1 8 1 8 ) ve k a t’I olarak ilhakı ( 1824), S in g a p u r’un te’ sisi ( 18 19) ile başla­ mış, üç müstemleke 1826 'da bir idâre altına toplanmış ve 1867 ’ de, Hindistan ’dan ayrıla­ rak, kırallığın müstem lekât idaresine bağlan­ mış idî. Başlangıçta yerli devletlerin dâhili işlerine müdâhale etmemek siyâseti tatbik edildi ise de, hükümdar sülâleleri arasındaki m ücâdeleler yüzünden, Perak, Sülangor ve Sungay-U jong ( NSgSri Sem biian'in bir k ısm ı)’da vukua gelen devamlı karışıklıklar ve âsâyişi bozan çeteler ile çinli mâdenciler arasındaki didişm eler ve ayrıca boğazlar sahasında kor­ sanlık v a k ’alarmın artması, 1874’te yeni bir idâre tarzının kurulmasına sebep oldu ve yer­ li devletler nezdine, salahiyetli İngiliz me’mûrları ( re s id e n t) gönderildi. 1895’ten iti­ baren Perak, Sfclangor, NSgöri Sembiian ve Pahang devletleri, İngiliz me’mûrlarının nezâ­ reti altinda, bir Malezya devletleri birliği meydana getirdiler. 1909’da Siyam, İngiliz tebeasım n hâriç ez-mem!eket hakkından isti­ fâde etmesine son verilm ek gibi bâzı im tiyaz­ lar karşılığında olarak, Pörlis, Kedah, Kışlatı­ lan ve T rön ggan u’yu İn giltere’ye bıraktı. İkinci cihan harbinden evvelki yıllarda, Mala­ ka yarım-adasının İngiltere ’ye ait toprakları, idâri bakımdan Üç kısma ayrılm ış bulunuyor­ du : 1. Boğazlar te ’sisâtı „S tra its Settlem ents“ ( Malaka boğazındaki Britanya te ’sisleri tâbi­ rinin kısaltılm ış şekli ) ismini taşıyan İngilte­ re kıraltık müstemlekesi, bu müstemleke: a, şimâi-İ garbide Penang-D indings-W ellesley, b. daha cenupta Malaka, c. yarım-adanm cenup ucunda Singapur olmak üzere, üç „ te ’sis“ ihtiva etm ekte idi. 2. Birleşmiş Malezya devletleri ( Federated Malay S ta te s ) : yarım-adanm garp tarafında Sslangor, Perak, NSgSrİ Sembiian (do­ kuz küçük devletten mürekkep topluluk ), şark tarafında Pahang sultanlıklarından meydana



gelm ekte olup, hepsi birden Kuala Lumpur şehrinde bulunan bir İngiliz ,,resident“ inin kontrolü altına konulmuş idi. 3. Binleşme­ miş Malezya devletleri ( Unfederated Malay S t a t e s ) s bunlar 1909 ’ da, Siyam tarafından İngiltere ’ye devredilen şimâldeki dört yerli devlet ile 19 14 ’te bunlara iltihâk etmiş bulu­ nan cenuptaki Johor devletinden mürekkep bulunuyordu. Bunların herbirinin başında yerli bir sultan ile müşavir ( coun cillor) unvanlı bir İngiliz me’ mûru var idi. İngiliz Malezyası ’nm en yüksek me’mûru olarak, boğazlar te'sisinin vâlisi ( go vern o r) yer atmakta, bu zât aynı zamanda yerli devletler nezdinde yüksek kom iser sıfatını hâiz bulunmakta idi. Malaka yarım-adasmm büyük Britanya ’ya âit kısımları 1942 senesi kânun II. 'unda Japon­ ların taarruzuna uğradı ve pek kısa bir za­ manda istilâ edilerek, 1945 senesine kadar, onların elinde kaldı. Japonların mağlûbiyetin­ den sonra, İngiltere hâkimiyetinin yeniden ku­ rulması yer-yer muhalefet ile karşılandı. İndonezya ve Birm anya’nın müstemleke olmaktan Çıkarak, müstakil birer d evlet hâline gelm iş ol­ maları da esasen nâzik bir durum yaratıyor­ du. Kısmen Japonların bıraktığı silâhlardan, kısmen de Ç in 'd e komünist bir devletin ku­ rulmasından sonra ondan yardım görerek, ha­ rekete geçen komünist çeteleri İngiliz Maiczyasında büyük bir huzursuzluk yarattılar. İn­ giltere bir taraftan komünistlere karşı sık ormanlık bir m em lekette gâyet güç bir şekil alan askerî hareketlere girişirken, bir taraf­ tan da memleketin siyâsî bünyesinde yerli halkın siyâsî haklarını genişleten değişiklikler yaptı. Bu arada, 1 şubat 1948 'den itibaren, eski birleşmiş ve birleşmemiş devletler ile Penang ve Malaoca müstem lekeleri ( Singa­ pur, 1946 senesi nisanından beri zâten bu idareden ayrılmış i d i ) yerine Malezya fed e­ rasyonu (F ederation of M alaya) isimli yeni bir birlik te s is ediid\ Bu birlik dâhilinde, bütün eski devletler ile beraber, Malaka ve Penang da yer almakta, ittihadın Kuala Lumpur şehrinde yerleşen federal teşkilâtı başında bir yüksek komiser mevcut olup, bunun yanında da iorâî ve teşri'î hey'etler teşkil edilmiş bulun­ m aktadır. Y e rli devletlerden her birisi dâhili işlerinde, kendi icrâî ve teşri'î müesseseler! ile beraber, tam bir muhtariyete sahip bulunmakta, federal teşkilât daha ziyâde memleket müdâ­ faası ve dış münâsebetler ile meşgul olmak­ tadır. „ Uzun zamandan beri insan göçlerine sahne olmuş bulunan Malaka yarım-adasının nüfusu içinde m alezyalılar sayısının şimdi yarıyı bul­ madığı kaydedilm eğe değer, 1950 nüfus tah­



M A l A k A.



D evletler ve m erkezleri!



Mesaha (k m .2 )



Johore ( Johore Bharu, 38.826 ) Ködah ( A lo r Star, 32.424 ) Kölantan ( K o ta Bharu, 22.765 ) M alacca ( Malacca 54.507 ) NögSri Sembilan ( Seremban, 35.274 ) Pahang ( Kuala Lipis, 5.204 ) Penang-W ellesley ( G eorge Town, 189.068 ) Perak (T a ip in g, 41.369) Pörlis ( K angar, 3.970 ) SSiangor (K u a la Lumpur, 175.961) TrSngganu ( Kuala TrSngganu, 27.006) M alezya



birliği



minine göre, M alezya birliğinin 5.200.00° ‘u I aşm ış nüfusunun 2,6 milyona yakını ( 49 % ) m alezyalı, 2 milyondan bir az fazlası ( 38 % ) (inli yarım milyondan fazlası hindli ve pâkistanlı olarak görülüyor ise de, ayrı bir idareye tâb î bulunan S in ga p u r’un 581 km 2, arazisi üzerinde, 1952 tahminine göre, 1.077.000 ’a varmış olan nüfusun (bunun ancak 32,000'i malezyalı, 80.000 'i hindli ve pâkistanlı, 1.500 kadarı avrupalı olmasına karşılık, 77 % 'sini teşkil eden 830.000 'i (in lid ir ) ilâvesi ile, Malaka yarım-adasmm 6,3 milyonu aşan nüfusu i(inde (inlilerin nisbeti 45 % 'e yükselmekte, malezyaiılarınki ise 43 % 'e düşmektedir. Daha evvelki nüfus tahminleri, bu nisbetlerin dâima (inliler lehine değişmiş olduğunu g ö s te r ir : 1921 'de yarım-ada nüfusu içinde m alezyalıların 49,2 % . olmasına karşılık (in liler 35 % 'i geç­ mez iken bu nisbetler 1931 'de 44,7 % ve 39 % olmuş, bundan 20 sene sonra ise, yukarıda görüldüğü gibi, (inlilerin nisbeti malezyalılarmkini açm ıştır. Böylelikle, nüfus sayısı bakı­ mından gittikçe daha az m alezyalı olan İngiliz malezyası, tabiî servetlerini işleten ve iktisa­ diyâtını ellerinde tutanlar bakımından daha da az malezyalıdır. Esasen, bilindiği gibi, bugünkü m alezyalıların çoğu da buraya başka yerlerden bilhassa Sum atra ve C ava ’dan — gelm işler­ dir. İkinci cihan harbinden evvelki yıllarda, .resmî istatistiklerin yerli ismi altında topladığı bütün bu malezyaltlardan bir yarısının mem­ lek et dışında doğmuş oldukları tahmin edili­ yordu. Çinlilerin M alaka yarım-adasına göçlerinin epeyce eski bir mazisi vardır. Ö nceleri bunlar kalay mâdenlerinde çalıştırılm ak üzere cenubî Ç in ’den, kendi sim sarları tarafından, toplanır getirtillrd i. Zirâat sabâsındaki gelişm eler, bil­ hassa kauçuk zirâatının genişlem esi yüzünden, XIX. asır sonlarından itibaren, (in li muhacir sayısı yıldan-yıla artarak, birinci cihan harbi­ nin sebep olduğu kısa bir duraklamadan son­



18.983 9.478 14.891 1.657 6.681 3 5 -79 °



1 036 20.668 803 8.183 3-°78



131-248



Nüfus (1950) 797 -9 4 2



589.200 464-313



258.508 288.548 263.868 473-227



1.018.603 74.887 764.282 233-171 5.226.549



ra, İngiltere hükümetinin yerlileri korumak maksadı ile, nisbî bir tahdid tedbîri aldığı 1928 'e kadar artm akta devam e tti v e hattâ bundan sonra da yüksek kaldı. Memleketin İk­ tisâdi gelişm esinde (inlilerin rolü eski Malezya valilerinden Lord Swettenham 'in „eğ e r Çinli­ lerin yardım ı olmasa idi, memleketin gelişmesi im kansızlaşırdı“ sözü ile canlandırılm ıştır. Böy. lece, (inlilerin varlığı, yakın yıllara kadar, Ma­ lezya için pek m üsbei bir vâkıa gibi sayılı­ yordu. Ç in liler en çeşitli i§ sahalarına yayıl­ mışlardı. İçlerinde çiftlik ve mâden işçilerin ­ den, mülk, ticâret filosu ve büyük mağaza sa ­ hipleri ile, her türlü hizmet ve me’m ûriyetlere girm iş olanlar var idi. Esâsen geldikleri Ç in vilâyetleri arasındaki ayrılıklar ve memlekete geliş tarihlerinin farklı oluşu gibi sebepler ile bunlar tecânüsten mahrum görünüyorlardı. Fa­ kat ikinci cihan harbinden sonra, Ç in 'd e garp­ lılara karşı cephe alm ış bir komünist devletin iktidara geçmesi, vaziyeti birden-bire değiş­ tirdi ve sıkı bir propagandanın tazyiki altında, o zamana kadar az-çok m uhafazakâr bir zih­ niyet taşımış bulunan servet sahibi (in li­ ler de sergüzeşt arayanların peşine takılm ak zorunda kaldılar: böylelikle, Singapur gibi nüfusunun ekseriyeti (inlilerden mürekkep olan bir şehirde, geniş bir m uhtariyet İdâresinin tatbikm a girişilm esine rağmen, 1955 'ten itiba­ ren gayet gergin bir durum hâsıl oldu. İktisadî bakımdan, Malaka yarım -adası çe­ şitli kaynaklara sâhip bulunmakla beraber, m emleket dış ticâret sahasına bilhassa büyük kalay ve kauçuk müstahsili olarak çıkm akta­ dır. Birinci cihan harbinden evvel, bir aralık dünya kalay istihsâlinin beşte dördünü tek başına te'min eden Malaka, şimdi bu derece rakipsiz değil ise de, yine baş müstahsil du­ rumunu muhâfaza eylem ektedir. Yarım -adanın orta kısmını işgal eden dağlık sahada ve bil­ hassa bu sâhanın garp tarafın da toplanan, tak­ riben yarısı P e ra k 'ın Kin ta bölgesinde elde



İ4ÂLÂKÂ edilen kalay cevherinin yıllık istihsâl mıkdarı son senelerde 55— 60.000 ton civarında olup, bu cevher Penang ve Singapur şehirlerinde kurulmuş fabrikalarda tasfiye edilmektedir. Malaka yarım-adasmın bir vakitler epeyce mü­ him olan altın mâdenleri şimdi yalnız Pahang 'da bir m iktar işletiliyor (senede 500— 600 kg.). İkinci cihan harbinden evvel, japontar yarım­ adanın muhtelif bölgelerinde, kendi ihtiyaçla­ rını karşılamak üzere bir mıkdar demir ve manganez istihsâl ederlerdi. Şimdi bu istihsâle kısmen devam edilmekte, ayrıca bir mıkdar tungsten de çıkartılm aktadır. Buna mukabil mâden kömürü istihsâli az olup, işletilebilir ha­ cimde petrol de mevcut değildir. Zirâat sahasında, başlıca gıda maddesi olan pirincin memleket ihtiyâcından yalnız yüzde kırkını karşılayacak bir m ıkdarda ( 500— 700 bin t o n ) ekilmesine, XIX. asrın sonlarına doğru Seylân 'dan getirilen kahve zirâati şimdi he­ men tamâmiyle terkedilm iş bulunmasına, Hin­ distan cevizi, ananas ve yağ hurması v. b. zer’iyâtm az-çok olduğu seviyede kalmasına kar­ şılık, kauçuk istihsâli büyük bir ehemmiyet kazanmıştır. Kauçuk veren hevea nebâtı 1877 'den itibaren memlekete idhit edilmiş ise de, ziraatin gerçekten başlaması 1890 'a rastlamış, istihsâl 19 10 'dan itibaren büyük gelişme kayd­ etmiş, bu tarihten 1920’ye kadar İstihsâl sa ­ hası dört misli genişlemiş, elde edilen kauçuk da 200.000 tona yükselmiş İdi. Birinci cihan harbinden sonra bir kaç defa düşük fiat buh­ ranları geçiren kauçuk istihsâli ikinci cihan harbine yakın senelerde 380.000 tona yüksel­ miş idi. O sıralarda Felemenk Hindistanı 'nın ( şimdiki Endonezya ) 300.000 tondan fazla bir istihsâl ile ikinci geldiği görülm ekte idi. İkinci cihan harbinden sonra Malaka yarım-adası ’nın kauçuk istihsâli 600.000 tonu aşmış, fakat bu sırada İndonezya istihsâlinin de 730000 tonu aşm ak suretiyle, birinci sıraya geçtiği görül­ müştür. B i b l i y o g r a f y a : W . P. Groeneveldt, Notes on the Malay Archipelago and M alac­ ca ( M iscellaneus Papers rela*. i o Indo-Chi71a. . . , 1887, 2. seri, I, 239 v.d.); W. W. Skeat ve C . O. Blagden, Pagan races o f the Ma­ lay Peninsula (London, 1906); F. A , Svvettenham, British Malaya (London, 1907); R. O . W instedt, Malaya ( London, 1923 ); ayn. mil., Malaya and its History (London, 19 4 9 ); L. R. W heeler, The Modern Malay (London, 1928) ; Ch. Robequain, L e monde Malais (P a ris, 1946), ingl. trc. E. D. Laborde, Malaya, Indonesia, Borneo and the Philippines ( London - New-York - To­ ronto, 1954 ). ( BESİM D a r k o t .) itfl&m Ansiklopedisi



M A LÂÎYÂ. M A L A T Y A . M A L A T Y A , şarkından Fırat nehri geçen geçen bir ovanın cenup kena­ rında, 38° 2 1' şimâl arzı ve 38° 19 ' şark tü­ lünde, deniz seviyesine nazaran 910— 950 m. irtifada ( demir yolu istasyonunun rakımı 912 m. ve şehrin yukarı bağları 950), 65.000 nü­ fuslu ş e h i r ve v i l â y e t m e r k e'z r olup, demir yolu ile bağlı bulunduğu en yakın iske­ leye (A k d e n iz sahilinde İskenderun) 370, kom­ şu şehirlerden E lâ z ığ ’a 254, S iv a s ’a 255 km. mesafede ve demir yolunun inşâsından evvel İstanbul ile başlıca irtibat vâsıtasını teşkil etmiş olan Karadeniz sahilindeki Samsnn iske­ lesine, araba yolu ile, 610 ( demir yolu ile 639 ). km. uzaklıktadır. M alatya, kendi ismini taşıyan ovanm bir ke-, narına yerleşm iş olup, bu ova cenuptan cenûb-i şarkî Toros dağlarının F ırat —Ceyhan vadileri arasında kalan geniş ve yüksek garp kismı ( Malatya d a ğ la rı) ile hudutianmakta, şehrin cenubunda bu kütleye dâhil Bey dağı ( 2.592 m.) yükselmektedir. Keban kasabasının yuka­ rılarında başiıca iki kolunun ( Murad ırmağı ve Kara-Su ) birleşmesi ile büyümüş bulunan ve bu kesimde geniş bir vâdi içinde akan F ı­ rat nehri, Malatya ovasının şark kenarını boy­ lamak suretiyle, ovayı kendi kavsi içinde ka­ lan dağlık bir sahadan ayırm aktadır. Malat­ y a —Diyarbekir demir yolu burada bir demir köprü ile,n eh ri aşm akta o.lup, bundan b ir a z yukarıda kadim yoltin sal ( birinci umûmî harp­ ten sonra ahşap bir köprü ) ile nehri geçtiği karşılıklı Pirot— İzoli m evkileri ve daha aşa­ ğılarda ise, M alatya— E lazığ şosesinin geçtiği tek kemerli 170 m. boyunda büyük, befoa köp­ rü ( Kömürban köprüsü } bulunur ve Fırat, bun­ dan sonra, Torosİarı bütün genişliği ile yarmak üzere, biç bir yolun takip etmediği dar boğaz­ lara dalar. Malatya ovası garptan ye şimalden A rapkir — A kça-D ağ arasındaki törele»- ve yay­ lalar sahası ile kuşatılır. O rta Toroslarm nssbeten az arızalı bir. kısmına tekabül eden bu sahadan ( Uzon-Yayla ) doğan T.ohma çayı, Gü­ rün ve Darende kasabaları,önünden geçen ,G ü ­ rün suyuna da alıp, derin b ir'vâd i içinde ak­ tıktan sonra, birden-bire Malatya ovasının garp kenarına varmakta ve garp — şark is.tikametli. vadisi ile, ovanın şimâi kısmını ( Yazıhan düzü ) cenupta k a !an asıl ovadan ayırıp, Sivas cadde­ sinin g e çt’ği mâruf Kırk-G öz .köprüsü altın­ dan akarak, nihayet şarkta Fırat ’in bir çok adalar ile bölünen geniş yatağına kavuşmak­ tadır. Hekim-Han civarından gelen ve mecra­ sının büyük kısmı eski M alatya—Sivas caddesi ve şimdiki demir yolu ile tâkip edilen KuruÇ ay ’da ovaya şimalden girm ekte ve Tohmâ vadisine takriben muvazi bir mecrada aktık15



ii A L A Î Y Â . tan sonra, onun bîr kaç km. şimalinde F ırat ’a dökülmektedir. Ovanın arzin î mihverini teşkil eden Tohma çayı, cenuptaki yüksek dağlardan nen ve bir kısmı Malatya bahçelerinin sulan­ masında büyük bir rol oynayan derelerin ( Sul­ tan suyu, Derm e suyu v.b.) çoğunun fazla su­ yunu F ırat ’a boşaltmağa vâsıta olur. Takriben 1,12a km.2 bir sâha işgal eden M alatya ovası, bir kenarı cenuptaki yüksek Toroslar kütlesi­ ne, ikinci bir kenarı şarkta F ırat vadisine, üçüncüsü de garpta A kça-D ağ— A ra b kir yayla­ larının kenarına dayanan bir müsellese benzeti­ lebilir. M alatya ovasının bilhassa sulanabilen kısımlarında toprağın verim liliği büyük olduğundan, bu ova dağlık bir bölgenin insan­ larını kendine cezbetmek suretiyle, büyük bir şehir için kuruluş çerçevesi meydana getirdiği gibi, kadîm çağlardan beri ehemmiyetini belli etm iş bir takım işlek yollara düğüm yeri teşkil eylem ektedir. G üzergâhları şarkî Anadolu ’nun avarız hususiyetlerine uyacak şekilde, tabiat tarafından tesbit edilmiş bulunan bu yollar­ dan biri, bütün Anadolu dağ sıralarının mu­ ayyen bir sâha üzerinde arzettiği nisbı ge­ çiş kolaylığından faydalanarak, Mezopotam­ y a ’ yı Samsun veya S in o p ’ta Karadeniz kı­ yılarına bağlıyordu. D iyarbekir ’den Harput 'a gelen yol Izoli 'de F ırat ’ı aşıp, Malatya ovasına varm akta, Tohma vadisini burada a t­ layıp, şimâl-i garbi istikam etinde Kuru-Çay vadisini boylamakta idi ki, H ititlerin payitahtı Hattusas ’ı bir taraftan Karadeniz kıyısına, diğer taraftan M alatya ovası üzerinden Mezo­ potamya ’ya bağlayan kadîm yol gibi, şimdiki D iy a rb e k ir— S iv a s — Samsun şosesi de bu eski güzergâhı, pek az fark ile, tâkip etm ek­ tedir. Bir takım ehemmiyetli yollar, bu ana caddeye M alatya ovasında düğümleniyorlardı ki, bunlardan birisi ovanın cenup kenarını şarktan garba tâkip ederek, A kça-D ağ ( = A r ga, kadîm A rka ) — Darende ( Taranta ) — G ü­ rün ( Gauraena ) — Pm ar-Başı ( A ziziye, A riara th ia ) üzerinden K a y s e ri'y e bağlanmakta idi. A sırlarca bakım sız kaldıktan sonra şimdi za­ manın ihtiyâcına uygun bir şekilde ibyâ edil­ mekte olan bu güzergâh, şarkî Anadolu 'nun büyük b ir kısm ını iç Anadolu 'ya bağlayan doğru yolu meydana getirm ektedir ( Malatya — K ayseri 380 km.). Ehemmiyeti bakımından bundan aşağı kalmayan başka bir yol da, Ma­ latya ile Maraş arasında, Torosların çok kesif ve kütievî göründükleri bir sâbada, akış ci­ hetleri farklı vadilerin tâkip ettiği tabi'î bir koridor boyunda uzanmakta, Sürgü ( Nokoiessos ) — İnekli ( A d a t t h a ) Üzerinden, iki şeh­ ri birb'rine bağlam akta idi ki, zamanımızda, şarkî A n ad o lu 'yu A kdeniz kıyılarına birleşti­



ren Malatya — Fevzi-Paşa demir yolu ile İs­ kenderun — Erzurum caddesi, hemen-hemen bu güzergâhı boylamaktadır. Bu ana cadde­ lerden başka, şimâl istikam etinde uzanan bir yol M alatya 'yı A rabkir ( 113 km.) ve Eğin ( 1 57 km.) üzerinden yukarı F ırat vâdisine bağlamakta, cenupta dağlar arasında açılmış başka bir yol ise, Adıyam an — Hısn-Mansur ( u z km.) üzerinden U r fa ’y a raptetm ek­ tedir. G eniş ovanın başlıca şehrinin cenuptaki yük­ sek dağlara yakın bir yerde kurulmuş olması sebepsiz olmayıp, böyle bir durumun, bilhassa su deposu hizmetini gören dağlardan çıkan suyu bol kaynaklar sayesinde, geniş sâhaların sulanması ile alâkalı bulunduğu aşikârdır. Bu­ gün Malatya çevresine hayat verici ana-damar rolünü oynayan Derme suyunun başlangıç nok­ tasını teşkil eden ve şehrin merkezine naza­ ran ız km. cenûb-i garbide bulunan PmarBaşı mevkiinden itibaren, şimâl-i şarkîye ve şarka doğru kâb genişleyip, kâh darlaşarak, eski Malatya ötelerine kadar uzanan 30 km. uzunluğunda, hemen-hemen inkıtâsız ağaçlık­ lardan ve bahçelerden mürekkep yeşillik şe­ ridi, mevcûdiyetini her şeyden evvel, Torosların beslediği akar-sulara borçludur. G erçek­ ten Malatya iklimi, suhûnet bakımından kışların şiddetli ve sürekli oluşu ( en soğuk ayın vasatî suh'ûneti — 146, son 22 sene içinde kaydedi­ len en düşük suhûnet — 25°! ), yazların sıcak geçmesi ( en sıcak ayın vasatî suhûneti -f-26’ 7, kaydedilen en yüksek suhûnet -j-4i°8 ) ile be­ raber yağışların fazla olmayışı ( yıllık ortala­ ma yağış mıkdarı 363 mm.) ve bilhassa nebat­ ların en fazla suya muhtaç bulundukları yaz mevsiminin pek kurak geçmesi ( haziran — eylül arasında düşen yağm ur m ıkdarı yıllık yağışın ancak 7 % 'si kadar ) ile kendini belli eder ve böyle bir iklim, topraktan iyi bir şekilde fay­ dalanmak bakımından, sulama işlerini zarûrî kılar. İşte bunun içindir ki, M alatya ovasında dağların eteğinden çıkan suların erişebildiği yere kadar hâkim olan kesif yeşillik örtüsü ile, sulanmayan sabaların, cılız otlaklar gibi, hemen-hemen ıssız boz-kır görünüşü arasında cezri bir tezat mevcuttur. İçinde M alatya şeh­ rinin ve komşu köylerin evlerinin âdetâ kayb­ olduğu bu yeşillik örtüsü ( kavak ağaçları, meyva bahçeleri, arada ta r la la r ) gerisinde yükselen dağların yamacında, bunların bün­ yesini teşkil eden kayaların kızıl veya yeşilimsi rengini gölgeleyen biç bir orman izİDe rastlan­ m az; ormanlar ilk çağdan beri, insanların te­ câvüzüne uğramış, bilhassa XIX, asırda Keban simli kurşun mâden cevherinin eritilm esi için tüketilmiştir.



M ALÀTYÀ. H i t i t ! e r d e v r i . M alatya (evresinin, çok eski devirlerden beri, iskân edilmiş olduğu muhakkaktır. Malatya orasında bu eski yerleş­ melerin bakiyeleri olan müteaddit sun'î tepe­ ler*. ( höyük ) rastlanıldığı gibi, civarda da bir takım m egalitik bakiyelere tesadüf edilm ekte­ dir { bu sonuncular hakkında bk. Jean Przyluski, L es monuments mégalithiques de Malatya, Rev. archéol., 1935, V I, 3— 7 }. Bu bakımdan dikkati çeken nokta, Malatya civarındaki en ehemmiyetli beşerî te’sisleria ovanın cenup kenarından pek uzaklaşmamış olması ve şehrin bu kenar boyunca bir kaç defa yer değiştirm ekle berâber, isminin bütün tarih devirlerinde bemen-hemen aynı olarak kalmış bulunmasıdır. Şehrin ilk mevzii olarak tesbit edilen yer, bugünkü M alatya’ nın 4 km, kadar ş'ımâl-i şarkîsinde bulunan Orduzu adlı bir koy ( 1950 'd e 2.269 nüfuslu ) arazisi dâhilinde A rslan Tepe adı verilen höyüktür. A ş.-yk. 180 X z jo m. eb’âdında olan bu b eyzî şekilli tepe, ova üze­ rinde 30 m. kadar yükselir. A ta tü r k ’ün müzâh are t i ile „So ciété des Etudes H ittites e t A sianiques“ tarafından, 1932, 1933 ve 1938 sene­ lerinde yapılm ış olan hafriyat, A rslan-Tepe ’ nin daha neolitik devrinde ( bunun tunç ve demir devirlerine tekaddüm eden eneolitik safhasın­ d a ) iskân edilmiş olduğunu gösteren izleri, bu arada AHşar ’da bulunanlara benzeyen si­ yah seramik parçalarını meydana çıkarm ıştır. İşte bu tepenin daha ziyâde üst kısımlarında yapılan hafriyat, XHL ( m. ö.) asra âit bir H itit sarayı ile daha sonra bir âsûr valisi tarafın­ dan inşa edilmiş başka saraya âit bakiyeler, heykeller ve kabartma resim ler meydana çıkart­ m ıştır. H ëy’et reisi L. Delaporte, bu H itit şeh­ rinin ilk bilinen ismini h ititçe ve çivi yazısı ile yazılm ış olarak, Maldiya { Maldija ) şeklin­ de tesb it ediyor. Bu isim âsfirî veya Urartu vesikalarında Milidya, Meltd, Melidi ve nihâyet M eliddu şekilleri ile geçm ektedir. A sırlarca sonra bu eski yerleşm eyi isiihlâf edecek olan Roma şehri M elita (bk. Plinius, Nat, k is t , VI, 8 ) ve Melitene ( MeXrtT)vq ) ismini almış ve bunun yerine de İslâm devrinin M alatya’sı geç­ m iştir ki, böylelikle kadîm Maldiya ile bugün­ kü Malatya arasında, 30 asırdan fazla bir müd­ det içinde, şehrin isminin gerçekten aynı kal­ mış olduğu anlaşılır. Ç o k eski bir mazisi olan bu ismin menşe'i ve mânası mechûl kalmakta, yalnız daha Hitit te’sisleri arasında Malazla ve Malitâ gibi isimlere rastlandığı dikkate çarpm aktadır. H itit şehrinin, muhtemel olarak, daha eski bir neolitik iskân yerini istihlâf etetmiş, ilk yerleşm e noktası olduğu anlaşılan A rslan-Tepe ’ye dikkati çeken ilk hâdise, öte­



den beri bu höyüğün toprağını tarlaları İçin gübre veya yapı malzemesi olarak kullanan yahut da arasında yapı taşı arayan köylüler­ den hirinin burada bulmuş olduğu A rslan avı sahnesini ihtiva eden kabartma bir resmin 1895 ’te Hogarth tarafından neşredilmiş olma­ sıdır. X X . asrın başlarına doğru L . Messer­ schmitt A rslan-Tepe ’de bulunan H itit sütunla­ rından bahsediyordu ( Corpus inscriptiorum Hetüticarum, M V A C , 1900, IV, 13:1906, V , 7 ). 1907 ’de Arslan-Tepe, Beyrut fransız üniversi­ tesinden râhip S. Ronzevalle, Harput ’tan H. H. R iggs ve A m e rik a ’nın Cornell üniversite­ sine mensup bir arkeoloji araştırm a hey’eti tarafından ziyâret edilerek, bâzı kabartma re­ sim ve heykellerin taslak ve fotoğrafları alın­ mış, çok daha yakın bir zamanda, 1928 senesi yazında da tepenin plânı H . von der Osten ta­ rafından çizilm iş idi (a rk eo lo ji araştırm aları bibliyografyası için bk. Louis Delaporte, Ma­ latya, Arslantepe, fas. L L a Porte des Lions, M im . de l’Inst. F r. d'A rcheoL de Stamboul, Paris, 1940, V ; bk. bir de H. v. d e r Osten, Explorations in H ittite Asia M inor 1927— 1918, T he Oriental Institute o f the University o f Chicago.) H itit devrine âit Malatya ’ nm tarihi, şehrin dâhil bulunduğu bölgede tesadüf olunan, bâ­ zd an üzerindeki hükümdar ve yer isimleri sa­ yesinde kısmen teşhis edilebilen ve şimdi ço­ ğu A n k a ra ’ nın Bedesten binasındaki Eti müzesinde muhâfaza olunan hitit yazılı hey­ keller sayesinde, bir dereceye kadar, aydın­ lanmış durumdadır. A nlaşıldığına göre, XII. asır başlarına kadar A n a d o lu ’nun Büyük Hi­ t it devletine tabî bulunan M alatya, adı geçen imparatorluğun m. ö. 119 2 ’ye doğru ortadan kaldırıldığı sırada, kukümdar hanedanına men­ sup bir şahsın kurduğu küçük bir devlete m erkez olmuştur. Bu devletin başına geçen ilk hükümdarlar, hükümdarlık sahalarının çok daralmış olmasına rağmen, kendilerini hâlâ Büyük H atti kıralı sayıyorlardı. B ir âsûr ve­ sikasında 1114 ( I l t 6 ) senesine doğru, hüküm­ dar Tiglat-Pilesar I. ’ın Milidia ( veya Melid ) üzerine yürüdüğü, halkını âsî ve kibirli olarak vasıflandırm akla berâber, onlara acıyıp, ken­ dilerinden rehin aldığı ve „büyük H a tti“ ’ye â it telâkkî edilen şehri vergiye bağlayarak, geri döndüğü yazılm aktadır. H. Bossert, Ma­ latya ve çevresinde ele geçmiş hiç bîr hiye­ roglif metninde „büyük H a tti“ tâbiri zikredil mediğine dayanarak, bunların 1114 ( m, ö.) tarihin­ den muahhar olduğu neticesine varmaktadır. Bu müellif 11 15 — 675 ( m. ö.) yılları arasında geçen takriben 440 yıllık müddet içinde, Malatya ’ dan 23 hükümdar adı tesbit etmek­



M A L A ÎY â . tedir. Bundan sonra M alatya ’nm bir müd­ det Kargam ış kıratlığına tâbi olduğa an­ laşılıyor. British Museum ’da saklı bir K arga­ m ı; kitabesinde, bu kitabenin müellifi bulunan Sasa kendisini aynı zamanda H itit yazısında „dana ayağı şehri“ olarak temsil edilen Ma­ latya 'nın da kıralı olarak gösterm ekte, bu va­ kıa 1889 'da miralay W ilso n ’ un Gürün yak ı­ nında bulduğu kaya kitabesi ile de destek­ lenmektedir. Bu kitabeyi yazdıran şah siyet kendisini „K argam ı; ve Dana ayağı şehrinin kahraman kiralının torunu“ olarak takdim eder. H. Bossert ( Z a r G esckichte Malatyas, A rch iv fu r Orientforschang, 1934, IX, 330 v.dd.), kita­ benin üslûbuna göre, M alatya ülkesinin bir Kargam ış kıralı tarafından zaptını X. asra koy­ m aktadır. IX. asırda âsûrlularm yeniden Ma­ latya üzerine yürüdüklerini görüyoruz. 853 { m. ö.) yılm a âit bir Kerkük taş-yazısı, Milidya ’nm hâkimi L alli ( L a lla ) ’nin Salm anasar ili. 'a verg i verdiğini anlatm akta, Salm anasar ’ın 844 ’te tekrar M alatya üzerine yürüyüp, şehri ver­ giye bağladığı, 835 ’te bu hedefe doğru bir sefere daha çık tığ ı anlaşılm aktadır. Van gölü havzasında kuvvetle tutunmuş olan Hald ( Urar­ tu ) devleti, asrın sonuna doğru, âsûrluları te­ lâşa düşürmeğe başlıyor. 804 ’e doğru Urartu kıralı Menua F ır a t ’ı aşıp, o sırada başında Sule-Havali ’nin bulunduğu şehri vergiye bağltyor. Bunu takiben, Malatya hâkiminin Hamât kıralı Z-k-r ( Zakir ) 'e karşı bir ittifaka dâhil olduğu biliniyor. Pognon 'un Haleb civarında ‘ A fis 'te bulduğu, adı geçen kirala âit bir kitâbede M -l-z ( son harfin okunuşu k a t’î d e ğ il) memleket adı ile geçen şehrin Ma­ latya olması muhtemel görülm ektedir. Malat­ ya, kısa süren bir istiklâl devresinden sonra, VIII. asır ortalarında Urartu kıralı A rg is ti I. ’nin hücûmuna ve Saha ’nın oğlu Hila-Ruvata zamanında Sardur III. ’un istilâsına uğruyor. 74 3 ’te M alatya hükümdarı Sulumeli (S u lu ­ m a l), adı geçen Sardur ’un tâbii olarak gö ­ rülm ektedir. 732 'de Sulumeli, M alatya üzerine yürüyen, fakat F ırat nehrini geçem eyerek, şe­ hirden vergi almakla iktifâ eden âsûr hüküm­ darı T iglat-P ilesar 111. 'ın hâkimiyeti altına giri­ yor. 722 ’ye doğru  sû r hükümdarı Sargon II., Gunzinanu’yu M a laty a ’nın başından kovarak, yerine Tarhunazi (T arhu n ) ’yi getiriyo r; fakat kendisine karşı bir isyan hareketini bahâne ederek, 710 'da Meliddu ’yu muhasara ve rapte­ diyor ve halkını şehirden çıkartıp, Tarhun ile beraber,  sû rî diyarına tehcir ediyor ve buraya Basra körfezi taraflarından esir aldığı halkı y er­ leştiriyor. H. Bossert, M alatya devletinin son yıllarında, 723 ( m. ö.) ’ten itibâren, artık Kommauu, daha sonra Kummuhu ismini aldığını



kaydetm ektedir. Sargon İle beraber Malatya başında askerî bir vâli bulunan bir âsûrtu şehrî hâline konuluyor, L. Delaparte, Sargon devrinde A rslan-Tepe 'de bir  sû r sarayı inşa edildiğini kaydetm ektedir. Bunu tâkip eden devirde m ıhallî sergerdelerin teşviki ile, küçük kalkınmalar olmuş ise de, âsûr devleti yıkılıncaya kadar bn hareketler ber halde başarı ile neticelenmemiş, H. Bos­ s e r t ’in belirttiği gibi, Malatya bölgesinde hey­ kel ve kabartma eserler ve kaya yazıları meydana getirilm em iştir. Malatya ’nın tarihî, bunu tâkip eden asırlarda karanlıklara dal­ maktadır. VII. asırda,  sû r devletinin y ı­ kılması sırasında, şehrin terkedilm iş olduğu ileri sürülmektedir. Bununla berâber, ilk Ma­ latya nın yerinin terkedilm esinden, halkın ova içindeki başka iskân yerlerine dağılm ış bu­ lunması mânasını çıkartm ak daha doğru olur. Ne olursa-olsun, milâdın ilk asrına doğru bir Roma askerî karargahı olarak yeniden kuru­ lacak olan şehrin hemen-hemen aynı ismi al­ mış bulanması, kadîm M alatya’nın hâtırası­ nın hiç bir zaman tamâmiyle unutulmadığını isbât eder. Strabo ( XII, 534, 537 ), Melitene ismi ile bir bölgeyi adlandırm akta, buranın bağlarında yetişen üzümlerden yapılma şarapla n öğm ekte, fakat burada bir şehrin mevcûdiyetine işaret etmemektedir. Fakat Plinius 'un kuruluşunu Semiramis ( bu efsânevî kıralıçenin ismi Malatya civarında Süryânî Mihail 'in zikrettiği Şamrin kalesinde belki bâkî kal­ m ıştır; bk. Chronigue, nşr. Chabot, III, 272) 'e atfettiğ i Melita, hiç değilse, kadîm şeh­ rin adının bekasına bir şahittir. Bu son isim, başka kaynaklarda rastlanmam akla berâber, H itit şehri harâp olduktan sonra, adının da berâber silinmediğini gösterm ek bakımından, bir kıym et taşır, Romalıların kurduğu şehre, daha ziyâde bölgenin adı olan, Melitene ismi­ nin verilmesi âdet olmuş ise de, İslâm hâki­ miyeti altında kullanılmağa başlanan ad yeni­ den kadîm isme yaklaşm ıştır. R o m a b e l d e s i , kuruluş mevkiinde, müteâkip asırlar boyunca oynamağa nâmzet bu­ lunduğu rol ile mütenâsip hiç b ir elverişli müdâfaa şartının mevcut görünm eyışi ile dik­ kati çeker. G erçekten kadîm H itit beldesinin 4 km. kadar şimalinde, bugünkü M alatya 'ya nisbetla 100 m. kadar alçakta ( eski Malatya .istasyonunun rakım ı 808 m.), müstakim hat ile, 10 km. şimâl-i şarkîde kalan F ıra t vadisi­ ne nazaran, 100 m. ’den fazla yüksekte ( Fırat demir yolu istasyonunun râkımı 698 m.) olan bu mevkî, eski kaynakların da işaret ettiği gibi, basık ve tam âm iyle açık bir yerdir. Bu­ na göre, onu kuranların, Toros kütlesinin geniş



MALATYA. şeddi önünde, şarktan gelen istilâ yollarının k i m i y e t i belirdi. Bununla berâber,X V I. as­ aştığı geçide yakın, suyıi bol, iâşe imkânları rın başlarında ( 1 5 1 6 ) Osmanlı devleti hudut­ müsait bir mabalde muvakkat bir askerî ka­ ları içine girinceye kadar, muhtelif nufûz mınrargâh te ’sisi ile İktifa etmiş olmaları muhte­ takaları arasında bîr intikal sahası olan çev­ meldir. Zamanla etrafında nüfus toplanmak resi ile berâber, yine sık-sık el değiştirdi ve suretiyle, bu karargâh şehirleşme istidadı gös­ bu tarihten itibâren de uzun asırlar zarfında terince, onu müdâfaa bakımından daha elverişli oynamış olduğu hudut şehri rolü nihayet bul­ bir yere taşımak külfetine katlanılacağı yerde, du. Malatya ’nın o zamana kadar sağlam tu­ doğrudan-doğruya bulunduğu yerde müstahkem tulan, tahrip edildiği zaman ilk fırsatta tamir bir şehir te’sis etmek ve bunun korunması için, edilen kaiesi de, artık kendi hâline bırakılarak, muhafız kuvvetlerinin çokluğu ile kalenin çifte harâp oldu, XVII, asra âit eserlerde, Cihansûr ve hendeğine ümit bağlamak yolunun ter­ niimâ ’da harâp olmağa yaklaştığı kayde­ cih edilmiş olduğu düşünülebilir ( bu hususta dilen kale, Evliya Ç elebî tarafından kuvvetli krş- A lî Tanoğlu, ayn. esr., s. 201 v. d.). bir yapı gibi gösterilm ekte ise de, memleket Malatya daha imparator T itus devrinde ( I. „iç el“ olduğundan, ancak 70 kadar neferi asrın ikinci yarısı ) bir Roma legionuna ( Legio bulunduğu ilâve olunmaktadır. A d ı geçen XH Fulminata ) karargâh oldu. Bu askerî kuv­ seyyah o kadar geniş bulmadığı sûrun çev­ vete verilmiş olan ve daha ziyâde cengâverlik resini 5.100 adım olarak kaydedip, şehrin vasıflarını belirtmesi lâzım gelen unvânın 32 mahalleye ( ayrıca 7 ermeni m ahallesi) imparator Marcus Aurelius zamanında, bunların bölünmüş, 5.265 evinden çoğunun kale dışında tamâmiyle hıristiyanlardan mürekkep olması b ağ ve bahçeler içine kurulmuş olduğunu, dış neticesinde, savaş meydanında düşmanlarının mahallelerin etrafında kale duvarı bulunma­ İlâhî bir müdâhale, gökten inen yıldırım ile makla berâber, geceleri kapanan kapıları mev­ imhâ edilmesi suretinde te’ vih olunduğu mâ- cut bulunduğunu söylüyor. Yine bütün eski eser­ lûmdur. Proeopius ( De aedif, III, 4, 2 ö ) ’e na­ lerde Malatya ’ nın 'bol kaynaklı dereler ile su­ zaran, Meiitene Trajanus ( 9 8— 1 1 7) devrinde lanan geniş bahçelerinden sitayiş ile bahse­ büyüyerek, şehir hâline geldi, yânı muhtemei dilm ekte ve yaz mevsiminde halkın umumiyet­ olarak, tahkimat ile korundu; Diocletianus le bahçelere göçtüğü bildirilm ektedir. Evliyâ (284 — 305) zamanında ehemmiyeti a r ttı; im­ Ç elebî, bahar gelince, bütün halkın 8 ay müd­ parator C onstance'ın yaptırdığı sûrlar 532 detle A spuzu bağlarına göç ederek, şehirde ’de imparator Justînianus tarafından tamam­ ancak dı;arıdan gelenlerin, bâzı tüccar ve hılandı ve şehir Ermeniye III, eyâletine merkez rrstiyanlarıU ve 300 kadar bekçinin kaldığını kaydeder. Cihan-niimâ ise, roeyva mevsiminde oldu. ■ ■\ Roma devrinde Malatya ’nin-ehemmiyeti im­ 3 — 4 ay bağlara göçen halktan bâzıiarının gün­ paratorluğun hudutları yakınında yer almış düzün şehre gelerek, ikindi vaktine kadar ka­ olması ile izah edilir; Bn durumda Malatya lıp, akşam üstü yine bağlara döndüklerini, gece I. — VII; ( ıh. s.) asırlar arasında, bilhassa Sâ- şehri 5— 10 bekçinin beklediğini yazar. Şehir sânî imparatorluğuna karşı bir hudut kalesi ve bağları hakkında verilen izahattan, zaman oldu; müteaddit hücumlara uğradı ve son ola­ geçtikçe, esasen mevkii az-çok bataklık ve ha­ rak, Justinian ’ın şehri tahkiminden henüz ya­ vası fena olan asıl M alatya ’nın ihmâl edile­ rım asır geçmemiş iken ( 575 son baharında ), rek, Aspuzu ve bağlarında devamlı bir yerleş­ M alatya civarında büyük zâyiâta uğramış bu­ meğe doğru temayül olduğu ve yazlıktaki ev­ lunan H usrav I. tarafından, intikam maksadı lerin derme-çatma y azlık meskenlerden mürek­ ile, yakıldı ( jeâ h d’Ephese, V I, 9 ; E. Stein, kep, basit bir sayfiye hâlini tedricen kaybetti­ Stadien z. Gesch. d, bysani. R eiches, Stuttgaı t, ğ i anlaşılm aktadır. Cihan-niimâ ’da şehir ile 1919, s. 66' v. dd., 83, not 9, ¿00). VII. asrın bağlar arasında 15 köy bulunduğu söylendi­ ortalarından itibâren Fırat boylarında Roma ğine göre, daha o sırada, bağlar kısmen de­ imparatorluğunun karşısına İslâm orduları çıktı. vamlı iskân sahası olmuş sayılabilirdi; Evliyâ Malatya asırlar boyunca elden-e!e g e çti; bir Çelebî Aspuzu bağlarında 600 kadar dükkân çok defalar tahrip edilmekle berâber, yeniden bulunduğunu kaydettikten sonra, burada şehir canlanmak suretiyle, serhadler üzerindeki ro­ dekinden daha mükemmel binaların mevcÛdîlünün ehemmiyetini belirtti. Abbasî hilâfetinin yetini bildiriyor. Eski Malatya XIX. asrm başla­ ve şarkî" Roriıa imparatorluğunun kuvvetten rında çok harâp bir hâle gelmiş idi. Halk se~ düştüğü’ çağlarda,- vakit-vakit bu ara bölgede nenin büyük kısmını geçirm ekte olduğu bağ­ kurulat?-geçici küçük devletlerin idâresine girdi. lara büs-bütün yerleşm ek temayülü srösteriyor, XI. asrın" ikinci yarısında Malatya çevresin­ oradaki evleri imâr ve şehirdekiler, ise. ihmâl de Dânişmendliler ve Selçuklular ile t ü r k " h â ­ ediyordu. {835 senesinde M datya ’yı z iy â re i1



230



MALATYA.



etmiş olan J. Brant şehri salgın hastalıklardan ve eşkiyâ tecâvüzlerinden perişan bir hâlde bul­ muş İdî. Eski M alatya ' d id belki de mukadder olan terkedilişi XIX. asrın ortalarına doğru vukûa gelen bir hâdise yüzünden, çabuklaştırıldı. Şöyle ki, 1838 senesi yazında şarkî Anadolu Maki kuvvetlere kumanda eden H afız Paşa, karargâhını Mezraa ( Elazığ ) Man Malatya ’ya nakletti. Burada askerleri barındıracak ev bu­ lunmadığı için, bunlar halkın bağlara göçmek suretiyle boş bıraktığı şehir evlerine yerleşti­ rildi, Hâfız Paşa kuvvetleri 1838/1839 kışında M alatya ’yı terketm edikleri için, bağ mevsimi sonunda şehre dönmeleri mûtad olan m alatyalı­ lar, kış mevsimini de Aspuzu bağlarında ge­ çirm ek zorunda kaldılar ve ertesi sene Hâfız Paşa kuvvetleri, m ısırlılar ile Nizip ’te savaş­ mak üzere, şehri terkedince, askerin ahşap akşamını yaktığı, kerpiç duvarlarını tahrip et­ tiğ i evler, eski sahipleri tarafından, bir daha im âr edilmedi ve bağlardan şehre dönülmedi; bundan sonra Malatya 'ya »eski şehir“ denildi ve M alatya adı yavaş-yavaş Aspuzu bağlarına intikal e t t i ; daha yakın zamanlarda ise »eski şehir“ yerine »eski M alatya“ adı kaim oldu. M alatya ’ nın yer değiştirm esi hâdisesine, o sırada Hâfız Paşa ’nın erkân-ı harbiyesİne mülhak bir zâbit ( sonradan m areşal) olan H. von M oltke şâhit olmuş idi. Moltke, 1838 martında Malatya ’yı ziyaret ettiği sırada, burayı »5.000 kadar kerpiç evden mürekkep büyük bir şehir“ olarak târif etm ekte, evlerin düz damları gibi, hamam ve câmi bakiyelerinin de aynı balçık ile sıvalı bulunduğunu, bu yüzden bütün şehrin esmer bir renk taşıdığını söyle­ m ekte idi. A yn ı senenin ağustosunda buraya tekrar geldiğinde, Malatya 'yi, içinde ne erkek, ne kadın, ne de çocuk bulunan ve yalnız asker­ lerin barındığı, tek bir kışla hâline gelen bir şe­ hir olarak bulmuş idi. Şehrin 12.000 nüfusu kışı bağlardaki evlerinde geçirm eğe meebûr tutul­ muş idi. 1839 senesi mayısında buradan geçen İngiliz seyyahı W . F. A insw orth, askerlerin terkettikleri şehirde, yarı harâp bir hâlde, ancak 500 kadar ev kaldığını söylüyordu. Bu hâdise­ nin vukuundan evvel esasen Malatya pek iyi bir durumda değil idi. Bir yaz mevsiminde, şehir halkının bağlara çekildiği sırada, buraya ge l­ miş olan Oh. Texier, kervansarayların ıssız, pazarların boş, evlerin yarı yıkık ve havanın kötü olduğunu söyledikten sonra, yakında M alatya'nın bir şehir olmaktan çıkacağı hük­ münü v e riy o r; bununla beraber, şehrin nüfu­ sunu, dağınık yaşadıklarından tahmini güç ol­ makla beraber, bîr kaç nizâmiye alayının da ilâvesi ile, 30 000 kadar gösteriyor, hıristiyanlarm mevcudunu, umumiyetle ermeni olmak



üzere, bu nüfusun üçte birine yakın olarak, kabûl ediyordu. XIX. asrın sonuna â it kaynaklar, „eski şeh­ rin“ nüfusunu en fazla 200— 300 hâne halkından ibaret gibi kaydederler. H attâ Wünsch 'ün tasvirinde, burada ancak bir kaç sefil kulübe, büyük, fa k a t yıkık bir han, iki câmi v e çepe­ çevre yıkık kuleleri ile, henüz oldukça iyi mu­ hafaza edilmiş sûrlardan başka bir şey yok idi. Şehrin sâkinlerinin çoğu tarafından terkedildikten bîr asırdan fazla müddet geçtiği zama­ nımızdaki durumuna gelince, bugün kısmen ot­ ların altında kalmış olan sûrları, bir taş ve top­ rak yığını hâlini almış kadîm mesken ve âbi­ deleri ile, eski M alatya 'nın bir harâbe man­ zarasını gösterm esi tabi’î ise de, bu harâbeler arasında, ekserisi tek katlı ve kerpiçten ya­ pılmış olsa bile, 3 mahalle hâlinde, 500 kadar evde 3.000 'i aşan nüfus yaşam akta, halk, başta kayısı otmak üzere, meyva, sebze, tütün, afyon ve hubÛbat yetiştirm ekle geçinm ekte, ayrıca burada bir de tuğla imalâthanesi bulunmakta­ dır. Bu sureti» eski Malatya ’nın, büyük bir şehir olduğu unutulmakla berâber, münbit topraklar üzerinde oldukça çok sayıda bir ziraî nüfus besleyecek, büyük bir kır yerleşmesi durumunda tutunduğu görülmektedir. E ski M alatya Maki âbideler, A . G abriel ta ­ rafından, tetkik edilmiş olup, metinlerin zik r­ ettiği ÖnÜ hendekli çifte sûrlar ancak se­ çilmekte, E vliyâ Ç elebî 'nin zik re ttiğ i dört kapının yeri yalnız tahmin edilm ekte, sûrlar, kısmen toprak ile örtülü taş yığınları hâlinde, şerhin iki kenarı düz, diğer iki kenarı az-çok intizamsız müstatil sahası etrafında, kısmen tâkip olunabilecektedir. Sûrların ku şattığı sa­ hanın ortasına doğru, eski M alatya’ nın en ehemmiyetli âbidesi olan Ulu câmi y er alm ak­ tadır. 33X50 m. eb’âdında müstatil şekilde olan, ortasında yine bu şekilde bir avlu, şarkta genişlikleri gayr-i müsâvî kemerli iki kanat ıhtivâ eden câmiin biri garpta, diğeri şark duvarının cenup müntehâsında iki kapısı olup, bunlardan birincisi üzerinde bulunan 645 ( 1 2 4 7 ) tarihli kitabe, binanın \zz al-Din K aykâvus b. Kayhusrav devrinde, Şihâb al-Din îlyas b. A b i B akr tarafından, Husrav isminde bir mimara yaptırılm ış oldu­ ğunu meydana koymaktadır. Şark kapısı üze­ rindeki 672 (12 7 3 /12 7 4 ) tarihli kitabe ise, bir tamire delâlet etm ektedir. A . G abriel ’in müşâhedelerine göre, câmiin eyvan kısmı, kub­ besi ve garp cephesi kısmen çini ile kaplı ol­ mak üzere, tuğla ile itinalı ve zarif bir şek il­ de inşâ edilmiş otup, cenahlardaki ve şark tarafındaki taş yapı sonradan, tamir maksadı ile, eklenmiş olacaktır. Ü st kısmı yıkılm ış olatj



MALATYA, üstüvânî tuğla minare de binanın en eski kı­ sımları ile aynı zamana âİt görünmektedir. Ulu camiin minberi sonradan A n k a ra 'y a nakledil­ m iştir ve binaya bugünkü heyeti veren şon esaslı tâm ir XIV. veya X V . asırlarda yapıl­ mış olmalıdır.  dile camiine ait b ir kitabe, bu binanın al-Malik al-A şraf maiyetinden Ha­ şan b . ‘ A bd A llah tarafından 775 (1373/1374) tarihinde yapıldığını gösterm ektedir. Osmanlı devrinden kalma binaların en ehemm iyetlisi Murad IV. Tn silâhdarı Mustafa Paşa ’nın yap­ tırm ış olduğu kervansaray olup, 68 X 76 m. Tik müstatil bir sâha ihtiva etmektedir. Yapının kemerli büyük salonu henüz olduğu gibi dur­ makta, yalnız avluyu kuşatan inşaat, kısmen yıkılm ış bulunmaktadır. Y e n i M a l a t y a . Osmanlı devrine âit he­ men bütün kaynaklarda bugünkü Malatya 'mn yerinde A spuzu ( değişik şekiller Aspuzan, Azbuzu, Aşpuzu, A spuzı ) bağlarından bahs­ edilmekte, bol sudan faydalanan bahçeleri öğülmektedir. G erçekte çıplak bir dağın ete­ ğinde ve boz-kır kenarında yekpare bir yeşil­ lik hâlinde uzanan Malatya bağları arasında, A sp uzu'dan başka, daha bir takım iskân nü­ veleri bulunuyordu ki, bunlar şimdi kısmen şehrin bünyesi İçine katılm ış olup, bir kısmı da dış mahalle durumunda bâkî kalm ıştır ki, bunlara misâl olarak, şehrin garbında Der­ me kanalı boyunca sıralanan Tecde, Barguzu, K ılayık, İsmet-Paşa ( 5.600 nüfuslu bir nahi­ ye m erkezi),. G ündüz-Bey ( yahut Kündü-Bey, 2.100 n üfuslu) köy ve kasabaları sayılabilir. XIX. asrın:ortalarına doğru M alatya'nın nü­ fusu; hakkında: çeşitli rakamlar verilm ekle be­ raber, bunlar arasında, v. M oltke'nin, eski şehri terkederek, kışı bağlarda geçirm ek zo­ runda kalanlara â it olmak üzere, ileri sürdüğü 12.000 sayısını doğruya yakın telâ kki etm ek mümkün ise de, bu sayı gerek A sp u zu 'd a, gerek buna yakın diğer bağlarda devamlı ola­ rak yaşayan bîr kaç bin kişiyi de ilâve et­ mek icâp eder. XIX. asrın ortalarında kavak v,e çeşitli meyva ağaçlarının yeşilliği içinde, şe­ hir evlerini uzaktan seçm ek âdetâ mümkün değil gibi idi. Her ev çitler ve boydan-boya ağaçlar ile kuşatılm ış bahçeler içine dağılmış bir hâlde idi. Nisbî bir iskân kesafetine an­ cak orta kısımda, Ulu camiin, çarşının, hanla­ rın ve hükümet konağının (sonradan yaptırıl­ mış ) bulunduğu sahada rastlanıyordu ve XIX. as-ın ikinci yarısında bile, birbirine bitişik bah­ çeler arasında elverişli yollar dahi yok id i; bu sebeple bir mahalleden ötekine ve çarşıya varmak için, bir çok yerlerden dolaşmak icâp ediyordu. A ncak daha sonraları, başlıca mahftllşlori şehrin merkeziıje bağlayacak yollar



231



açıldı. Bu sırada Malatya 'nın mihveri,.Beydağı 'nın eteğini tâkip eden şark-garp istikam etli bir cadde olup, bunun şark tarafına eski Malat­ ya üzerinden gelen Samsun — Sivas caddesi bir­ leşm ekte idi. M alatya uznn zaman bu mihver boyunda g e liş ti; ancak yakın zamanlarda, de­ mir yolunun inşâsından sonra garpta, şehrin merkezine 4 km. kadar bir mesafede bulunan istasyona doğru açılmış geniş cadde, Malatya 'ya yeni bir gelişm e mihveri oldu ve şehir son yıllarda bu istikam ete doğru uzandı. Malatya 'mn nüfusu, X X . asrın sonlarında 30.000 kadar tahmin edilm ekte ( 3.000 kadarı erm eni) ve birinci cihan harbine tekaddüm eden yıllarda ise, bu sayının 40.000’e yaklaş­ tığ ı kabul olunmakta idi. Bununla berâber, harp yıllarının a ğ ır mihneti, doğrudan-doğruya olmasa bile, M alatya ’yı da, Anadolu 'nun başka bir çok şehirleri gibi, iyice sarsmış idi. Bu yüz­ den, cumhuriyetin kurulmasını müteakip, yapı­ lan ilk sayımda (1927,), şehrin nüfusu ancak 20.700 olarak tesbit edilmiş idi. Bundan sonra, nüfus sayısında evvelâ yavaş, sonra gittikçe hızlanan bir artma kaydedildi. Bu sayı 1935 ’te 27.300, 1940’ta 36.300, 1945’te 41.500, 1950’de 49.100'e yükseldi ve son nüfus sayımının mu­ vakkat neticelerine göre de, 1955 'te 64.880 ’e vardı. Bu suretle, takriben bir çeyrek asır müddet içinde, nüfusunun üç misli artması ne­ ticesinde, M alatya Türkiye ’nin en hızla geliş­ miş şehirlerinden biri olmuştur. Bu gelişmenin sebepleri arasında, mevkiinin ehemmiyetine rağmen, sapa bir yerde kalm ış bulunan şehrin münâkale şartlarının düzelmesi (19 31 ’de Fevzı-P aşa— M alatya demir yolunun işletmeye açıl­ ması, 1937 ’de Malatya 'nın Sivas ’ta iç Anadolu demir yollarına bağlanm ası), çeşitli san’atların kurulması ( 1937 'de temeli atılmış olan büyük pamuklu dokuma fabrikası, bir tütün ve sigara fabrikası, un fabrikası, tuğla v e kirem it ima­ lâthaneleri, demir yolu tâm ir atölyesi v.b.), çeşitli zirâi mahsullerin değerleri iie satılması rol oynamaktadır. Bu sırada şehirde geniş cad­ deler, meydanlar, parklar a çıld ı; hükümet ko­ nağı ve belediye gibi müesseseler için, büyük binâlar, halk tarafından da bir çok iş ve ticâ­ ret evleri ile bahçeler içinde meskenler yaptırıl­ d ı; Pın ar-B aşı’ndan çıkan suyu bol kaynaktan faydalanılarak hem şehre iyi bir içme suyu, hem de elektrik kudreti te’min edildi, İdarî bakımdan, Malatya Osmanlı devletine ilhak edildikten sonra, önce Maraş eyâletine bağlı bir sancağın merkezi olmuş, bilâhare bağ­ lılığı Diyarbekir eyâletine tahvil edilmiş idi. XIX. asrın ikinci yan sında Mâmûretül’aziz vi­ lâyetine, bir sancak olarak, raptedildi, cümhâriyet deyrim)e işe, ayrı bjr vilâyet hâline kç-



MALATYA. mıidu. 1950 senesinde Malatya vilâyeti 19.918 km2. arâzİ üzerinde 481.386 nüfusu ihtiva et­ m ekte idi. 1954 senesinde vilâyetin cenup kiş­ ini, merkezi Adı-Yaroan olan, başka bir vilâyet teşkil etm ek üzere ayrıldı ( Adı-Yam an, Besni, Çelikhan, G erger, Kâhta kazaları ile, 1955 ’te 211.000 n ü fu s); buna göre, M alatya vilâyeti hâlen M alatya, A kça-D ağ, A rab kir, A rgavan , Darende, Doğanşehir, Hekimhan ve Pütürge kazalarına ayrılm akta ve 1955 sayımına göre, 342.000 nüfus ilıtivâ eylemektedir. B i b l i y a g r a f y a ı Pauly-W issowa, • Reälenzyclopädie f . ktass. Altertum sw iss., X V , I, 548 v .d .; C. R itter, D ie Erdkunde von A sien, X) tür. yer.', W . M. Ramsay, The H istorical Geogritphy 0f :>A sia Minor ( London, 1890 ), bk. fih ris t; Chapot, Fronilere d ’Eupkrate, s, 349 v. d .; Lehmann­ - Haupt, A rm enieneinst unrf/eizf, 1,486;Honig- mann. D ie Ostgrenze des■byzani. Reiches ( bk, mad. M etilen e ) ; K âtib Ç elebi, Cihannümâ ( nşr. İbrahim M üteferrika), s. 590, 598; Evliya Ç elebi, Seyâhat-nâme ( nşr. Mehmed C evd et), İstanbul, 1314, IV, 7 — 20; Helmuth v. M oltke, Briefe über Zustände und Begeben■ heilen in den T ürkei (1835— 1839, 7. tab., 1911, bk. fih rist; W. Ainsw orth, Travels and ■Researches in A sia Minor, Mesopotamia, ■ - Chalder and Arm enia (London, 1842 ), s. 157 v .d ., 247 v . d ; J. Braut, Journey Through a Part o f Arm enia { J R G S , 1836, VI, z u ) ; Charles T exier, A ste Mineure (P a ris, 1848 ), s. 586— 589; Dupre, Voyage en perse, I, 54 v .d .; B. Poujoulat, Voyage dans l'A sie Mineure ( Paris, 1860 ), I, 326 — 327; J. W ünsch, Der Beg D agh und Malatia - ( Mitteil, d, k. k. geogr. G esell., Wien, 1891 ); ■E. Naumann, Von Goldnen Horn zu den Quellen des Euphrat (M ünchen -Leipzig, *893), 256 v .d .; G . L. Bell, Am urath io . Am urath ( London, 1 9 1 t ,), s. 335 v. d.; V ita l Cuinet, La Turquie d ’A sie ( Paris, 1891), II, 369— 375; Mâmûret&l’a ziz vilâyetisâl-nâm esi (1310 h.), s. 73” 78; Ş- Sâmî, ifam üs aUa'lam (İsta n b u l, 13 16 ), VI, 440 v .d d .; Yorke, Geogr. Journal ( London, 1896 ), VIII, 325 V .d ; J. R. S. S terret, Ethnographical -Journey in A sia M inor ( Papers o f the Am erican Sch ool o f A thens, II, 3«); Ewald Banse, D ie Türkei ( Braunschweig, 1915 ), s. 224; A . Tanoğlu, Malatya dolaylarında ■coğrafî geziler ( T ürk coğrafya dergisi, A nkara, X943, II, 195— 212; 1944, IV — V , 61— 84); Belediyeler yıllığ ı (A n k a ra , 1949), İL 737— 747 J L. Delaporte, Malatia { Revue H ittiteet Asianique, 1932— 1934,11, 129— 154, 2 5 1 - 2 8 5 ) ; ayn. Oıll., Malatya, Ârslantepe



(P aris, 1940), I; Hrozny, Inscriptions hit­ tites hiéroglyphiques (193» tab.), III; P. N asler, l ’A sie Mineure et l ’A ssyrie aux VIIIe et V IIe siècles ( 1938 tab.); .Helmuth Th. Bossert, Das hetitische Panthéon ( A r ­ chive fu r Orientforschung, 1933— 1934, IX, 106 v.d. ) ; ayn. mil., Zur G eschichte Malatias {ayn. esr., 1933— 1934,IX, 330— 332 ); ayn.m il., Z u r Chronologie der Skulpturen won Ma­ latya ( A rchiv fu r Philosophie = F elsefe arkivi, İstanbul üniversit. edeb. fakültesi, 1947,11/1, s. 85— 1 0 1 ); ayn. mil., D ie Felsin­ schrift von Şira zi { A r ch. f . O rientf., 1955 X VII, 55 — 7 0 ); ayn. mil., D ie hierogliphenheiitische In sck rift von K ôtükale { L e M usèon, 1955, L X V 1II, 61— 91 ; ayn. mil., D ie spathethitische S te le aus Darende ( A r ch. f , Orientf., 1955 XVII, basılm akta ) ; Hadi Y ener, Keban madeni tarihçesi ve jeo lo jisi ( Mâden tetkik v e araştırma enstitüsü der­ gisi, sene 2, sayı 1,1937 ) ; E. Chaput, Voya­ ges G éologiques... (P a ris, 1936), s. 134 v.d.; A . G abriel, Voyages archéologiques dans ta Turquie orientale { Paris, 1940 ), I, 263 —275, 352-354



5 II, x c iv —xcvn.



( B esîm D a r k o t .) İ s l â m d e v r i . ‘ İyâz b. Ganim tarafından Şim şâ t’tan Malatya üzerine gönderilen Hab;b İbn Masiama al-Fikri şehri feth e tti ise de, bizanshlar burasını müslümaniardan tekrar geri aldılar. Mu'âviya, Suriye ve E le e z îr e ’ye vâli tâyin edilince, H abib b. Masiama ’yi tekrar bu­ raya gönderdi. H abib şehri 36 yılında hücûm ile zaptedip, buraya bir hudut süvari ku vveti yerleştirdi ve bir vâii tâyin etti. Mn'âviya, A n a ­ dolu seferi esnasında, bizzat M alatya’ya geldi ve şehrin muhafız kuvvetlerini çoğalttı ki, bu andan itibaren, burası Biiad al-R üm ’a karşı ya­ pılan yaz seferlerinin umûmî karargâhlarından biri rolünü oymağa başladı. H alîfe ’A b d al-Maiik ve !A bd A llah b. al-Zubayr zamanında halk şehrî terkedince, rumlar burayı ele geçirip, harâp ettiler. Bunlar çekildikten som a, ermeniler ve „nabatîler“ yâni imparatorPhilippikos ’un top­ raklarından kovduğu ârâmî dili konuşan köy­ lüler (b k . Nöldeke, Z D M G , X X V , 125 ) Ma­ la ty a ’ya ve bütün Ermenİye IV .’ye yerleştiler ( al-Balâzuri, nşr. de Goeje, s. 185 ; Süryânî Mihail, trc. Chabot, H, 482; Theophanes’e göre, erm enilerin,Philippikos tarafından, M alatya'ya yerleştirilm eleri 712 ( m. s . ) ’dedir. Şehrin nü­ fusu ziyâdesi ile arttı ve bunların dostluğu, Bizans ’a karşı mücâdeleleri sırasında ' araplar tarafından, arandı ( Süryânî Mihail, ğost. yer.). Halîfe O m ar kaçm akta olan Turanda ( şimdi­ ki D âren d e) halkını M alatya’ ya yerleştirdi ve Banİ 'A m ir b. Şa'şa’ a kabilesinden Ca’ vana b.



MALATYA.



al-H âriş'i buraya vâli tâyin etti. 123 (740/741) senesinde, Armeniakon eyâleti ( thema) generali A şkivaş kumandasında bir Bizans ordusu, Ma­ latya üzerine yürüyerek, şehir ei varını yağmala­ dı. Malatya halkı şehrin kapılarını kapatıp, alRuşâfa ’de bulunan Hişâm 'a bir haberci yolla­ dı ise de, az sonra, rumların çekildikleri haberi geldi. Hişâm habercinin yanına bir sü­ vari kuvveti k a t tı; daha sonra bizzat bizanslıİar üzerine yürüdü ve düşmanlar tarafından harap edilmiş olan şehir tamir edilinceye ka­ dar, Malatya önünde karargâh kurdiı ( Balâzuri, göst. yer. ; Süryâni Mihail, II, 506; Theophanes, nşr. de Boor, sene 743; Ps. Dionys., nşr. Chabot, sene 1051), 133 ( 750/751) senesinde imparator Konstantinos VI. Kopronymos, Ka* mah v e Malatya üzerine yürüdü. Halkın dâhi­ li harp hüküm süren E lcezîre ’den yardım ta ­ lep etmesi fayda vermedi. V aziyetten haber­ dar olan imparator bunlardan şehri boşaltma­ larını istedi. H alk evvelâ buna râzı olmadı ise de, muhasaradan bunaldığı için, nibâyet boyun eğdi ve taşıyabildiği yükü beraberinde götür­ mek suretiyle, Elcezîre 'ye çekildi. Bunun üze­ rine im parator şehri yer ile berâber etti ve burada yalnız harâp bir anbar binası kaldı, Hı’şn K alavziya ( K ^ au S td ç) şehri de tahrip edildi ve buranın nüfusu, Ermeniye ıV. ’nın d iğe r köylerim nki gibi, esir olarak götürüldü ( Balâguri, göst. yer.\ Süryânî Mihail, II, 518'; Baethgen, Abh. /. d. K un de d. Morgen!., VIII, 3, s. 54, 127; W eil, Gesch. d. Ckalifen, II, 15 ). 6 sene sonra ( h, 139) al-Manşür, bir yıl ev­ vel K o n stan tin ’in kumanda e ttiğ i 100.000 ki­ şilik b ir Bizans ordusunu mağlûp ederek, Malatya 'y ı geri almış bulunan' Ş â lih b. A li b. ‘A b d A lla h 'a yazdığı niektıipta şehri yeniden inşâ ve tahkim edeceğini bildirm ekte idi (sözü geçen muhârebe hakkında bk. G . W . F reytag, Selecta ex histor. Halebi, Paris, 1819, s. 62, not 58 ). Bunu müteâkip halîfe yeğeni imâm ‘ A b d al-Vahhâb b. İbrahim ’i Elcezîre ve bu bölgeye mülhak hudut arazisi ( al-şuğur ) valisi tâyin etti. 140 senesinde imâm refakatinde al-Hasan b. Çahtaba ve Horasan askerleri ve sonradan Suriye ve E lcezîre ’den gelenlerin iltihakı neticesinde! 70.000 kişiyi bulan bir kuv­ v e t ile buralara g e ld i; harap, şehrin önünde karargâhını kurarak, her taraftan getirttiği işçi ye duvarcılara M alatya’yı ihyâ ettirdi ve bir cârni ile berâber, hudut askerleri için, bü­ yük kışlalar yaptırdı. 6 ay sonra şehrin ih­ yâsı faâliyeti tamamlanmış bulunuyordu. Bü arada Hişn K alavziya de tâm ir edilmiş idi ( Batâzuri, göst, y er., Süryânî' Mihaiİ, II, 522; Ps. Dionys., nşr. Chabot, s. i>7; Y akut, M ucam, IV, 633 i W eil, Gesch. d. Chalifen, II,



ns



35 ). Şehirden 30 mil mesafede, hudut'üzerinde bir kale ile Nahr Kubâkib (Toiım a su yu ) üze­ rinde başka bir kale inşâ olundu. al-Manşür M alatya’ya 4.000 Elcezîre askeri yerleştirdi ve banlara mûtadın üstünde yük­ sek ücret ve geniş timar arâzısi verdi. E rtesi sene ( 14ı ) Muhammed b. İbrahim, şehri düşmanlardan korumak üzere, bir ordu iie Malatya ’ya gönderildi. Şehrin eski halkı, hiç değilse henüz hayatta olanlar, buraya döndüler. M alatya ’ya karşı bir Bizans hare­ keti Hârün al-Raşid tarafından püskürtüldü ( Balâzuri, göst. yer.). al-Ma’ mün zamanında halîfenin oğlu ‘A bbâs, Elcezîre valisi sıfatı ile, M a latya ’yı üss ittihâz ederek, bizanslılara karşı harekete geçti ( W e il, ayh. esr., II, 239). 222 (837 ) senesi yazında imparator Theophilos Ermeniye istikam etinde açtığı seferde, Ziba£ra ’dan geçerek, burayı yağma e tti ve yak­ tırdı ; dönüşte Malatya havalisinden geçerek, buraları da tahrip ettirdi ve halkı esir olarak götürdü (S ü ryâ n î Mihail, III, 89; M asü d i, Muritc, VII, 133 v. d.). T abari, Y a k ü b i ve di­ ğer arap kaynakları bu vak’ayı, yanlış olarak, 223 ( 838) tarihinde gösterm ektedirler ( bu mutâleaya mukabil bk. W eil, ayn. esr., II, 310, not 1 ; Bury, Hist. o f Eastern Roman Empire, ¿912, s. 260, i ; M arkwart, Handes Am scrya, İ914, XXVHI, 44, ı ). Sûrlar içinde bulunan ro­ malı esirleri iâde eden şehre, yaklaşmakta olan bir ordu korkusu ile, dokunmadı. Ertesi sene' sonuna doğru al-Mu taşim emîr A bu Sa­ id Muhammed b. Yusuf ’u bizanslılara karşı çıkarttı ise de, bu emîrin mücâdeleleri esaslı bir m uvaffakiyetle neticelenmedi. Malatya hal­ kı A fşin ’in ve em îr Om ar b. ‘ A bd A llah b. Marvân al-A lfta’ ’m kumandasında, erm emlerin ve 10,000 kadar türkün yardımı ile, imparator Theophilos ’un kuvvetlerini Dazimon kalesi ci­ varında mağlûp e tti ( al-Mas’üdi, B G A , VIII, 169; Muralt, Chronogr. Byz., s. 418, 7İ9 ; W eil, ayn. esr,, II, 312 ). Bununla berâber,"bizanslılar 841 senesinde a l-y a d a ş 'i, M araş’ı ve Malatya arazisini zaptettiler (Süryânî Mihail, III, I02 ). IX, asrın ortalarına doğru M alatya’ nın garp ve şimalindeki arazinin büyük kısmına da yerleşm iş bulunan Pavlikiyanlarm ( ar. alBaylikâni veya a l-B ayâlika; bu hususta bk. T er MkrEean, D ie Paalikianer, Leipzig, 1893, s. 116 v. dd.) Bizans ’a karşı isyan ettikleri strada, Malatya emîri ’Om ar b. ’A b d A llah al-A k ta’ ( "A jieq ” A ) onları himaye etti. Bunların reisleri olan Karbeas bu bölgede ’ Açyaoûv ( A rgavân ), Tephrike ( D ivriği ) ve Am ara ( Cuinet ’ye göre, Em îr-Köy ) kalele­ rini inşâ ettirdi, Bunu tâkip eden yıllarda mü­ câdeleler, taraflardan birinin veya diğerinin



234



MALATYA.



kısm î m uvaffakiyeti ile, devam e tti ( W eil, 320 'de Malatya ve Sum aysât 'tan Musul idamayn. esr., II, 362— 365 ). Neticede 'O m ar al- dâni emîri Naşir al-Davla ’nin amcası Sa‘ id alA k ta ’ ’ın 249 ( 863 ) senesi receb ayında A n a­ D avla tarafından koyulmuştur ( W eil, ayn. esr., dolu ¡(inde yap tığı bir akın sırasında bütün II, 639 ; Rosen, Zapiski imp. akad. nauk, X LIV , ordusu Marc al-U skuf *ta, Mihail III/in umûm 102 v.d., Çam âl al-Din b. Z âfir *e göre ). Bu­ kumandanı Petronas ( al-Batrunâs ) tarafından, nunla berâber, daha 934 ’te, bizashlara dost olan imhâ edildi (W e il, ayn. esr. II, 380; Toma- A bü H afş ve A bü T -A ş'aş 'm vefatından sonra, schek, Sasnn u. d . Quellengebiet des Tigris, S B Kurkuas ve Mleh, şimdi çift bir sûr ve su dolu A k . Wien, CXXXIII, A bh. IV, 1895, s. 23; bir hendek ile muhâfaza edilen şehrin önünde „Piskopos ovasının“ durumu husûsunda krş, yeniden göründüler. A çlıktan korkan şehir halkı le Strange, Eastern Caliph., s. 138). 871 se­ Malatya ’nın teslimi husfisunda bunlar ile müzâ­ nesinde im parator Basileios I. Tephrike ve Ta- . kereye giriştiği bir sırada, rumlar, bir harp hi­ ranton ( Darende ) üzerine yürüdü; Zibatra ve lesi ile, şimâl kapısından şehre girdiler ve burayı Sum aysât ’1 imbâ ederek, stçoç zoj Zaçvoüy. 19 mayıs 934 'te işgâl ettiler. Yapılan vaada ( Nahr al-Zarnük), şimdiki Çirmikli uyulmak suretiyle, halk, bir zarara uğramadan, suyu S v ü a tö KsçapLoıov satv ( Theophan, con- şehri terkedebildi. Bunu müteâkip, sûrlar y ı­ tinuat., Bonn tab., s. 268; Barhebraeus, Chron. kıldı ve bu suretle şehir her türlü tecâvüze ecel., nşr. Abbeloos-Lam y, I, 460 ’t a : K astrâ karşı muhafazasız bir hâle düştü ( Süryânî Mi­ Karâm is, şimdiki Çirm ikli, krş. Tomaschek, hail, III, 122 v.d .; İbn a l-A şir, VIII, z ı ıj R a m Beitr. z. alten Gesch. u. Geogr., Festschr. f . baud, L ’empire g rec au siècle, Paris, H . Kiepert, Berlin 1898, s. 141 ) 'de karargâhı 1870, s. 423, 1 ; Rosen, ayn. esr., s. 89 v.d .; kurdu. Bununla beraber, yeter derecede tah­ 106, 108 ). Müteâkip senelerde S a y f al-D avla kim edilmiş bulunan Malatya 'y ı ele geçirem e­ bir kaç defa Malatya arazisini istilâ etti. 350 di ( H ergenrother, Photius, II, 242; W eil, ayn. ( 961/962 ) 'de memlûkü N acâ’, H anzit 'a karşı esr., II, 471 ). Muhasara sırasında ordusu bü­ olan seferinde karşılaştığı malatyalı ‘A b d A l­ yük kayıplara uğradı ve imparator bile, az kal­ lah 't ve beraberindeki rumları kaçırttı ( F rey­ sın, esir olacak duruma düştü. Basilios 'un 268 tag, Z D M G , XI, 197; Rosen, ayn. esr., s. 88). ( 881/882 ) 'de M alatya'ya karşı tekrar sefer E rtesi yıl M alatya arazisini silâh ve ateş ile açıp.açm adığı bilinmiyor (W eil, ayn. esr., II, 475). 18 gün mütemadiyen tahrip etti ( F reytag, s. 304 ( 916/917 ) senesinde emîr Munis, Ma­ 204, 206 ). latya ’dan hareket ile, Kapadokya 'ya doğru im parator Nikephoros Suriye ve yukarı Elbir akın yaptı ( W eil, ayn. esr., II, 635 ) ; bu­ cezîre 'yi zaptedince, harap v e müdâfaasız şeh­ na benzer akınlar 3 10 ’da ve daha sonraki y ıl­ ri yeniden iskân etm ek istedi ise de, bizanslılar, larda da vukua geldi. Bizanslılar ancak 314 arap akınları korkusundan, buna râzı olmadı­ ( 926/927 ) yılında mukabil harekette bulunacak lar. Bunun üzerine, m üşavirleri Suriye ’den Y a ’bir duruma gelebildiler ve A tılg an Domesti- kübilerin getirilmesini tavsiye etti. O da bu kos Joannes Kurkuas ( İbn a l-A şir, nşr. Torn- şekilde hareket ederek, p atrik Mâr Yöhanberg, VIII, 221: aUD um istik Kurlfâş ; Süryânî nan S a rig tâ ’ya, eğer M a lta ty a ’yı, H anzit ’i Mihail, III, 122 v.d., 158: K y ria k o s) kumanda­ ve derbendleri ( xkeiaoöQctL ) yeniden nüfussında, Malatya arazisine girerek, şehrin surla­ landıracak olur ise, Y a'k übilerin artık tâkirına y ak laştılar; geçtikleri yerleri tahrip ede­ bâta uğramayacaklarını vaad e tti ( Süryâ­ rek, Şim şat ( A rsam osata ) 'a kadar ileriledi- nî Mihail, III, 130 v.d. ; Barhebraeus, Chron. ler ( Hamza al-fşfahâni, T â rih , nşr. G ottw aldt, ecel., nşr. Abbeloos-Lam y, I, 411 v.dd. ; Mark­ s. 20J ’e göre, 315 y ılın d a ; tercümede, yanlış wart, Handês Am sôrya, 1916, X X X , 121, not ). olarak, „in fin e s Samosatenos invaserea ). Şeh­ Bunun üzerine her taraftan gelenler oldu ( 969 rin emîri, oğlu A b u H afş ( ’Ajiöxouji) '1 ve ku­ tarihine doğru ) ; m anastırlar inşâ edildi ; ö y­ mandan A b u ’ 1-A ş'aş ( ’AjcoXacrd'fr ) 'ı Kurkuas le ki, 1100'e doğru M alatya ve civarında 53 nezdine göndererek, imparatora tâbiiyeti kabul kilise ve eli silâh tutabilecek 60.000 h ıristi­ eyledi ( Symeon M agister, Bonn, s. 741 ,y.d.; yan bulunduğu, bunlar arasında çok sayıda G eorg. Monach., nşr. Muralt, s. 834; Bonn neş­ m elkit de mevcut olduğu söylenir ( Michael rinde s. 908 ve Theophan. Coniin., Bonn neşrinde Tinnis ’in ifâdesi için bk. Renaudot, H ist. s. 416 ve G eorg. Kedren,, II, 310 v.d. 'da bu Patriarch. A lexan dr., Paris, 1713, s. 403; sonuncu isim, yanlış olarak, ’AaOookcid yazıl­ Barhebraeus, ayn. esr,, I, 424, not 1 ). G er­ m aktad ır). Ermeni aslından olan Kurkuas, ri- çekte imparator vaadini tutmadı. Tâkibata vâyete göre, bunun üzerine Malatya ve Sumay- tek rar, girişildi ve bu durum Y a ’ kûbiieri ted ­ sat havalisini ermeni reisi Mleh ( arap. Matih, ricen araplara yaklaştırdı (S ü ry â n î Mihail, bizans, M eîd aç) 'e vermiş ise de, bu sergerde llIı •}*> >4 7 ),



MALATYA. İbn a l-A şir ( al-KSm il, III, 65 ) ’e bakılırsa, bu sırada M alatya'nın 0 épa ’Aojısvıd«Oîv (A rroinyâkus ) 'a dâhil olması muhtemeldir. O na göre, bu eyâletin arâzisi İstanbul halicine ka­ dar uzanıyordu. İm parator Joannes Tzim iskes ( Şım ışkik ), N işi bin ’e karşı olan seferinde F ırat nehrini M alatya civarından 361 ( 972 ) senesi zilhicce ayında geçti (Y a h y a al-A n tâk i; Rosen, agn. esr., s. 183, n o tj Schlum berger, L ’épopèe byzantine, Paris, 1896, I, 255 ). İsyân eden Bardas Skleros 366 ( 976/977 ) ’da M alatya’yı ete geçirdi j şehri imparator nâmına idâre eden Strategos ’ u esir aldı ve kendisini basileus ilân e tti. Skleros, imparator Michael Burtzes ( al-Burcİ ) 'in kumandanı ile savaşırken, ya­ nında tanassur etm iş bir şeyh, malatyalı ‘Ubayd A llah al-M utanaşşir bulunuyordu ki, bunun 330 senesinde ismi geçen ‘A b d A llah olması muhtemeldir. Skleros bu 'U bayd A l­ lah ’1 magistros yaparak, kölelerinden biri olan ve basilikos ( uç beyi ) rütbesine yükselt­ tiği hadım K a n ta tiş (? ”A v 0 ıyç; ? ’ Aî.naTrıç ? ) ile beraber, A n ta k y a 'y a bu şehrin imparator tarafından nasbedümış valisi olan Patrikios K ulayb 'e karşı gönderdi. Kulayb bunlara, A n ­ tak ya ile beraber, ş u ğ ü r’u ve bütün „şark ı“ teslim etti. Kulayb kendisi ve ileri gelen antakyalılar, esir olarak, hep birden al-Kabâzuk ( Kapadokya ) ’a gönderildiler ( Rosen, agn. esr., s. 2 v.d. ve n o t; s. 81— 90; Schlumberger, agn. esr., I, 359, 362, 376 v.d.). Fakat Skleros A n ta k ya eşrafını hemen mem leketle­ rine iâde e tti ve Kulayb ’i Malatya basilikos ’u yap tı ( Rosen, g ö s t ger., ; Schiumberger, agn. esr., I, 386) ve 'U bayd A llah hemen impara­ to r Basiieios ’a döndü ( 977/978 ). Daha sonra Bardas Skleros 7 sene D icle ’nin M adida ada­ sında mahbus kalıp, neticede kaçmağa mu­ vaffak oldu ve bedevilerin yardımı ile, Ma­ latya 'ya gelip, şevval 376 ( m art 987 ) 'da basilikos Kulayb '1 hemen esir aldı ve yeni­ den kendisini basileus ilân etti ( Y ahya, trc. Rosen s. 22 5 Schlum berger I, 678 ). Bardas Skleros 'u hile ile esir almağa m uvaffak olan ve daha sonra imparatorluk makamına geç­ meği düşünen Bardas Phokas 14 eylül 987 ’de Malatya ’dan geçerek, Anadolu 'yu garp istikam etinde kat’e tti ( Schlum berger, I, 695 ). 399 ( 1008 ) ’ da Flamdâni A bu ’ 1-H aycâ’, Mirdâsi Manşür Lu’lu1 ’ün önünde M alatya 'ya kaçtı ve im parator tarafından, buraya basili­ kos tâyin edildi (R o se n , agn. esr., s. 5 1 ; Schlum berger, II, 442 ). M alatya 'nm Bizans hâkimiyetinde kaldığı de­ virde vukua gelen başlıca hâdiseler türklerin yaptıkları pkınlar çldu. Bunlar ilk defa şehir



m



arâzisine 1058 'de girdiler. Halk bunlardan kaçarak, civardaki dağlara sığın d ı; çoğu ora­ da açlıktan ve soğuktan öldü. 3.000 kişiden mürekkep olan türk ordusu, em ir A b u D inar 'in kumandası altında olarak, 10 gün müddet­ le M alatya şehrini yağm aladı ve çevresinde bir günlük mesâfe dahilindeki araziyi tahrip etti. T ürkler dönüşleri sırasında ermenilerin yaşadığı Sanasun ( ar. al-Sanâsana, şimdi Şâşü n ) bölgesi halkı tarafından pusuya düşürü­ lerek, tamâmiyle imha edildiler. Ermeniler bu hareketleri sırasında esir almış oldukları ma­ latyalılardan ve mültecilerden yardım gördü­ ler ( Süryânî Mihail, III, 158 v.d., bu müellifin yanlış tarih sırasına göre, bu hâdise 9 sene­ sinde yahut Konstantin IX. ’in ölüm senesin­ de, yâni 1050/1051 veya 1054/1055'te vukû bulmuş olm alıdır; Mathieu d’Edesse, trc. Dulaurier, s. 107 v. d.d., A ristakes Lastiverci ( bk. Tomaschek, Sasun u. das Quellengebiet des Tigris, S B A k . Wien, 1895, C X X X II 1, IV, 29 v.d.). Esirlerden kurtulabilen biri, sür­ yânî rahibi Joseph, bu hâdiseler üzerine üç Memre yazm ıştır. A yn ı suretle patrik Yöhannan X. bar Şüşân da, M alatya’ nın tahribi üzerine, dört Memre te ’lif etmiştir ( Baum­ stark, Gesch. d. syr. Lit., s. 291 v.d.). İmpara­ to r Isaak I. (10 5 7— 1059) devrinde türkler tekrar Malatya 'ya gird iler ve halkı esir ola­ rak, alıp götürdüler. Isaak 'm halefi olan Konstantinos X. Dukas ( 1059 — 1067 ) M a la ty a ’nın iki sür ve hendeğini yeniden inşâ ettirdi ( muh­ temel olarak, 1060 — 10 61’de ), Bu inşâya âit imparatorluk fermanı isdar edilince, İstan­ bul 'da oturm akta olan Malatya eşrafından ba­ zıları doğdukları şehre döndüler ve bunların d elâleti ile, Anadolu ve A ntakya ’dan b ir çok mimar ve işçi Malatya 'ya getirilebildi. Çok kısa bir zamanda — zira şehir inkitâsız su­ rette tehdit altında bulunuyordu — tahkimat ihyâ edildi ( Süryânî Mihail, III, 165 v. d.). Bu sırada Bizans jcaTeJt&vm 'u Krinotes, zevcesi ve çocukları ile berâber, katledildi ve şehir „artık sükûn ve âsâyişten mahrum kaldı“ ( Süryânî Mihail, göst. ger.). Bilhassa M alatya arâzisi üzerinde türklerin bu devam lı tecâvüzleri, a rtık bu topraklar üzerinde esaslı bir mukavemet ile karşılaşmı­ yordu. Zîra Malatya etrafında karargâh kur­ muş olan, aylıktan ve yiyecekten mahrum ka­ lan ordular, başı-bozuk kuvvetlerle berâber düşman üzerine yürümek için, F ırat 'ı geçmek­ ten imtinâ ettiler. Bu kuvvetler tek başlarına mücâdeleye girm ek mecburiyetinde kalarak, mağlûp edildiler ve nehri aşıp, Malatya 'ya sı­ ğındılar. T ürkler şehri muhâsara etmekten vaz­ geçip, Kayseri Üzerine yürüdüler ye burayı hü-



MÀLATYÀ. cum ile hemen zap tettiler ( Skyiitzes, gösf. ger.). 188; R ecueil h is t or. crois., I, 5,203; III, 522, Romanos IV. Diogenes 1068 'de türklere karşı 526; Mathieu d'Edesse, trofl Dulaurier, s. 230 ). harekete geçince, hudutları bir türk kumanda­ Bu suretle DSııİşmendliler iktidarı ele geçird i­ nı olan A fşin ( ’Aı|nvdhıoç ) 'in akıntarından ko­ ler. im parator A le x is 'in müdâhelesi üzerine rumak üzere, Göksün 'den M alatya 'ya bir ku­ Gümüş Tigin, beraberinde M alatya’ya ge tir­ mandan gönderdi ( B yz. Gesch., III, 720}; miş olduğu Bohem ond’un hürriyetini 1103 se­ G frö re r’in tahminine göre, bu kumandan bul­ nesi ilk baharında, 1.00.000 dinar mukabilinde, ga r Aiuisianos idi, Bonn tab., II, 6 71; Weil, iâde etti (S ü ryâ n î Mihail, III, 189; Röhricht, ayn, esr., III, 112, not 2 ) Gesch. d. Kgr. Jérusalem , s. 45 ). A yn ı sene, imparator siongojıakcitııç cpıAâıjsSüryânî M ihail’e göre, Tanuşman ( yâni Gü■toç Bça^dpıorı ( Sykletzes, ayn, esr., s. 681 ). müş-Tigin b. Dânişmend ( M alatya fethinden Anna Kommnena, nşr. R eifferscheid, 205 v. d .; 2 sene sonra ( 1103/1104 ) öldü ki, yerini Zonaras, nşr. Dındorf, IV , 209, arapça Filar- oğlu A gusian ( Yagt-Basan ? ) aldı, K ılıç A rsian dııs al-Rümi ) 'yi pİY“ $ öopiotıîtoç payesine 28 haziranda hemen Malatya ’ya taarruza ye­ yükseltti ( Tomaschek, Sasun, s. 30 ), Bu ser­ niden girişerek, şehrin şimâl-i şarkîsindeki mügerde, yanındaki ermeni kuvvetleri ile, Suriye devver kule önüne muhasara makineleri yer­ hudutları üzerinde kendisine geçici bir devlet leştirdi ve bir kaç şiddetli hücum üzerine, şe­ kurdu ve M a laty a ’ya Hetom oğlu Thoros hir kendisine teslim oldu. K ılıç A rslan I. Ma­ ( Theodoros) ’ u ermeni vali olarak, tâyin etti. latya ’da 2 eylül 1106 ’dan itibaren hüküm sür­ Şehre ııyspoveç olarak, T h o ro s'a halef olmak meğe başladı. Fakat bir sene sonra Hâbür üzere, ermeni Hareb, daha sonra Balatianos (Va- muharebesinde ölünce, en küçük oğlu T u ğ­ lentianus ? ) ve nihayet hîlekâr bir rum olan G ab­ rul A rslan Malatya 'da onun yerini aldı. Bu riel geçti (Sü ryân î Mihaİl, 111, 173 v. d . ; Mathİeu hükümdarın devrinde, vâlİ Pizmiş ’in katli şe ­ d'Edesse, nşr. Dulaurier, s. 211 v. d., yeni telaffuz hir için felâketler kaynağı yarattı. K ılıç şekli lie H a v ril). Bu adam, bizanslıların türkle­ A rslan 'm diğer oğulları arasındaki mücâdele­ re uzun müddet dayanamayacaklarını anlayarak, ler sırasında (bunlardan Mâs’ üd 1107 'ye doğ­ Malatya üzerindeki hâkimiyetini halifeye tasdik ru M alatya ’ya kaçmak m ecbûriyetinde kalmış­ ettirdi, ilk önce, türlü hilelere baş-vurarak, tır, bk. Rec. hist, or. crois., III, 534 ), Bohemond türk kuvvetlerini Malatya 'dan uzaklaştırdı Ceyhan nehrinin yukarı havzasındaki Elbistan ve daha sonra bu kuvvetler Malatya 'yı muha­ havalisini ve Malatya civarını hâkim iyeti a ltı­ sara edince, Sivas 'a hâkim olan Gümüş-Tigin na almağa muvaffak olmuş idi ( Süryânî Mihail, b. Dânişınend, bunlar ile Gabriel ’i barıştırdı 111, 195). Fakat 1 1 u ’ de M alatya sultanının ( Süryânî Mihail, 111, 179 ). Kılıç Arslan I. Ma­ atabeyi ( muhtemel olarak, Balak ), Ceyhan la ty a ’yı ilk defa 1100 senesinde muhâşara.etti üzerindeki araziyi ondan geri aldı. K ılıç A rs ­ ise de, kızı Morfia 'yı Urfa hükümdarı Baudou­ lan 'in dul zevcesi, kudretli emir Balak ile ev­ in İle evlendirmiş olan Gabriel 'in frankları lenmek üzere, 1 1 1 3 ’ te M a laty a ’dan ayrıldı yardıma dâvet etmesi üzerine, geri çekildi ( Süryânî Mihail, III, 200 ). Bir suvâri kuvveti (S ü ryân î Mihail, III, 187, 192; Guillaume de başında bulunan bir türk sergerdesi Tuğrul Tyr, XII, 4 ) ; daha sonra Gümüş-Tigin şehri A rslan ’a Hişn Ziyâd '1 satın almağı tek lif etti. tehdit edip, civarını yağmalayınca, A ntakya Fakat M alatya’nın genç hükümdarı bunu al­ hükümdarı Bohemond, yeğeni Riccardo del mak istediği zaman, kale hiç silâh kutlanılma­ Prineipato ve bir suvâri kuvveti ile harekete dan. Horasan sultanının oğlu tarafından ele g e ­ geçti İse de, Maraş civarında tuzağa düşürü­ çirildi. 15 mart 1 1 1 8 ’de Kemah emîri Mengülüp, esir alındı ve Niksar ( y a hut S iv a s ) 'a çek Malatya1 havalisini yağmaiadı;,bunun Üzerine gönderildi ( haziran 1100 ). O da buradan Urfa genç hükümdarın annesi U rfa'd ak i jo s c e lin ’den hâkimi Baudouin 'i yaıdım m a çağırdı. Bu sonun­ himaye talep etti (Süryânî Mihail, III, 204 ), E rte­ cusu Malatya 'yı muhasaradan kurtardı ve üç si s i ne Malatya sultanı Ceyhan üzerindeki arâgün müddetle Gümüş-Tigin 'i tâkip etti ise de, ziyı ve Elbistan ( Abulustayn ) havâlisini itâat ele geçiremedi. U rfa ’ya dönerken uğradığı Ma­ altına aldı. IÇati’â’ havalisi hibe suretiyle Malat­ latya ’yı G abriel kendisine teslim e t t i; o da, ya 'y a geçti ( Süryânî Mihail, İti, 205 ). Tuğrul şehri korumak için, buraya ¡0 suvâri bıraktı. Arslan, m uvaffakiyetlerini, K em ah ’a kadar Gümüş-Tigin 1100 senesi son baharında yi­ ilerileyen, al-Gnzi b. Dânişmand yardımı ile, ne M alatya önünde göründü. G eçen zaman zar­ bizanslılan mağlûp eden, Hişn Ziyâd ’t islirfında G abriel şehir halkına o kadar fenâ mu­ dâd ve Fırat üzerinde G erger ermenilertoi amele etm iş îdi ki, bunlar kendisini Gümüş- mağlûp eden emir B a la k ’a borçlu bulunuyüıT ig in ’e teslim ettiler. O da 18 eylül t ı o ı du ( Süryânî Mihail, göst. yer.). Balak, frank­ ’de Malatya ’ya girdi ( Süryânî Mihail, III, lara karşı büyük m uvaffâkiyetler de eldâ e*



Ma l a t y a . tikten sonra, Manbic önünde vefat edince, toprakları taksim edildi. M alatya sultanı Ma* sara ve G e r g e r’i ele geçirdi ve bu yüzden, Çok geçmeden, Hişn Ziyâd emîri SuSaymân. ile mücâdeleye girişti. Bu vesile ile Sivas hü­ kümdarı al G azi ile damadı Mas'üd, Malatya üzerine yürüyerek, şehri 13 haziran — 10 kâ­ nun I. 1124 arasında muhâsara ettiler. A ç ­ lıktan ve ana sultanın zulmünden çok sıkıntı çekmiş olan halk, kadının oğlu ve bütün ta ­ raftarları ile beraber şehri terketmesindeıı ve af-Gâzi ’nin Malatya ’ya girmesinden mem­ nun oldu (S ü ry â n î Mihail, III, 219 v .d .; Urfalı M atthias, s 315 ). Bu hükümdar devrinde Malatya ’ nın kavuştuğu sulh ve sükûnu boza­ cak bir hâdise olmadı. 1135.’te yerine geçen oğlu Malik Muhammed, az sonra Bizans im­ paratorunun yaklaştığını haber alarak, şehri terketti ( Süryânî Mihail, III, 237). Joannis II. Komnenos S u r iy e ’ye kadar İlerilediği sı­ rada, Konya sultanı Mas'üd, K ilik y a ’ya hü­ cum ederek, esir aldığı A dana halkını Ma­ l a t y a ’ya nakletti. 1139 ’da Malık Muhammed de, K ilikya üzerine yürüyerek, bizansl ılardan Bahgây ve Gabnüpert ( BcwS, KaırvifJ.Teıjtt, ermenice V ağa, G aban ; Süryânî Mihail, III, 248; Röhrioht, Gesch. d. Kgr. Jerus., S. 211, not 2 ) kalelerini aldı, İki yıl sonra da, Zibatra, ‘ A rk a ve E lb ista n ’a kadar ilerilemiş bulunan franklar ile mücâdeleye girişti, ve türiclere karşı yeniden sefere çıkan imparator Joannia ’in karşısında, Niksar civarında, har­ be teşebbüs etm eksizin, altı ay ordugâh kur­ da (S ü ry â n î Mihail, III, 249). ölümünden ( 6 kânun I. 114 3 ) sonra Zu ’l-Nûn ( süryânî kaynaklarda: DSnün, bk, Süryânî Mihail, III, 253 ve zeyil s. L V 1I ; Bizans kaynaklarında: AttSouvı}ç) onun yerini aldı. F akat .kardeşi 'A y n al-Davla ( Süryânî Mihail ’de yalnız Dav­ la ) ’nin taarruzuna uğradı, M alatya ’nın türk m uhafızları Buraydiya kapısını açarak, şehri ona teslim ettiier ( Süryânî Mihail, ili, 253 ). Konya sultanı Mas'üd, 'Â y n aî-Davla ’nın. ken­ disine itaat etm ek istememesi yüzünden, Ma­ la ty a ’yı muhâsara etti. Burayı önce 17 hazi­ ran — 14 eylül 1143 arasında, daha sonra 114 4 ’de kuşattı ise de, bir netice alamadı (S ü ry â n î Mihail, III, 254, 258 v.d .; Röhricht, ayn. esr., s, 226, not 5 )■ A yn al-Dav!a ’nin vefatında (1 2 haziran 1152) yerine henüz küçük yaşta olan Zu ’ 1-Karnayn geçti. Ö n­ celeri Zu ’ 1-Karnayn ‘İn annesi onun yerine saltanat sürdü ise de, genç hükümdarın ha­ yatına kasdetm ek istediği iç in ,. şehirden çı­ karıldı (S ü ry â n î Mihail, III, 305. v.d.). Mas­ 'üd, yeniden şehri ele geçirm ek istedi (2 4 temmûz 1152 ), fakat muvaffak olamadı. 1162



*3 ?



yılı teşrin I.'i içinde Zu ’i-Ç arn ayn 'in küçük yaştaki oğlu Naşir al-Din Muhammed ( Mahmüd ), babasının yerine-geçti İse de, sefahate iptllâsı sebebi ile, halkın gözünden düştüğü için, M alatya 'yt terketm ek zorunda kaldı ( 1 1 7 0) , Kardeşi A bu ’ 1-Kâşim (F a h r al-Din K âsim ; Süryânî Mihail, III, 33Ğ v.d.) onun yerine geçti, n 72 mayısında, henüz on beş yaşında İken, £îişn Ziyâd emîrinin kızı ile ev­ lendi ise de, düğün eğlenceleri sırasında a t­ tan düşerek, öldü (S ü ry â n î Mihail, İli, 343). Kendisinden daha küçük yaşta olan Faridün ( A frid û n ) onun yerine geçti ve A bu ’i-lfâ» t s im ’m almak istediği kız ile evlenmek mec­ buriyetinde kaldı. Oİup-bitenleri haber alan Kılıç A rslan İL, Malatya üzerine . yürüdü ise de, hadım Sa'd al-Din 'in idaresi altında top. lanan halkın mukavemeti karşısında, geri çe­ kilmek mecbûriyetinde kald ı; fakat Malatya civarından 30.000 kadar esir alıp götürdü (S ü ryâ n î Mihail, III, 346). 15 şubat 1 1 7 5 ’te Faridün, kardeşi Muhammed tarafından katl­ edildi. Muhammed, Hişn Ziyâd emîrinin koca­ sını terketmİş olan kızı ile anlaşarak, bir çok sergüzeştlerden sonra, gizlice Malatya ’ya gel­ m iş,id i (S ü ry â n î Mibaİl, 111,3 6 2 -3 6 4 }. Bu hâdiselerden sonra, Kılıç A rslan II. Malatya ’yı yeniden muhâsara ettiği sırada, halk Muham­ med 'den o kadar bîzâr idi kİ, kendisini em­ niyette hissetmeyen Muhammed, Hişn Z iy â d ’a çekilm eğe mecbur oldu. K ılıç A rslan , dört ay süren bir muhasaradan sonra, 25 teşrin I. 11 7 8 'd e .M a la ty a 'y a girdi (S ü ry â n î Mihail, III» 3 7 3 ). Şehrin iki sûrunu .118 1'de tâm ir et­ tirdi ( Süryânî Mihail, III, 388 ). Anadolu 'nun büyük bir kısmını 11 8 5 ’ ten beri harap etmiş olan Türkmenler Malatya topraklarına da hücûm ettiler ( Süryânî Mihail, IH, 402). Bir müddet sonra (S ü ry â n î M ihail'e göre, 1189, arap kaynaklarına göre 1 1 91 ) K ılıç A rslan, M alatya’yı oğlu M uizz al-D in K ayşar Ş â h 'a verdi ( Süryânî Mihail, İli, 407; .Rec. hist. or. croi., II, 56; III, 269 ), Daha sonra ise, şehri diğer oğlu Kutb al. Din Malik Şâh 'a terketm ek m ecbûriyetinde kaldı, fakat ŞalaJj al-Din nezdine giden M u izz al-Din (587 = 1191/1192), onun yardımı ile, Malatya üzerindeki hâkimi­ yetini muhafaza edebildi ( Rec. hist. or. crois, I, 57, 68 v. d .; III, 269; V , 44), ittifakım sağlamlaştırmak üzere, al-Malik a l - A d il ’in kızı ile evlen d i; Şaİâh al-Din ordusuna Tibnin ’de refâkat e tti ( Rec. hist. or. cro is, V , » 7 ), Tokat ( D ü k â t ) ’ta hüküm süren Rukn alD in Sulaym&n, 1200 yılı temmûzunda, Ma­ latya ’yı kardeşi Mu izz al-D in ’in elinden al­ dı ve onu kaçıp, kayınpederi al-Matik alA d il ’e sığınm ağa mecbur etti ( Barheb-



Ma L a raeus, Ckron Syrtac., nşr, Bedjan, s. 406; Rec. hist. or. crois., II, 71 ). Saläh a l-D in ’in oğlu olan ve baba mirasından elinde yalnız Suıpnysât kalmış bulunan al-M alik al-Zâhir M aîatya ve Konya 'y a hâkim olan Rukn al-D in 'e 1203 ’ te inkıyat etti. E rtesi yıl Rukn al-Dih, A n k a r a ’yı zaptetti ise de, bir kaç gün sonra öldü ( Barhebraeus, ayn. esr., s. 418 ). Yerine küçük oğlu K ılıç A rslan III. geçti İse de, tah­ ta çıkışından az sonra, Ğ iyâş al-D ia Kayhusrav I. ’in 1205 ’te vefatını müteâkip oğlu ‘ İzz alDin Kaykâvus hükümdar oldu. 1220 'de al-Malik aE-Aşraf ’e karşı açtığı sefer esnasında, Ma­ la tya 'd a tevorrüm ederek, dönüşünde bu has­ talık yüzünden vefat etti ( Barhebraeus, s. 437; Rec. kist. or. crois., II, 150 v.d .). H alefi ‘A la ’ al-Din Kaykubâd zamanında, 1231 'de, moğullar Hişn Z iy ld 'da, M alatya’ da ve Malatya civarında Fırat nehrine kadar ilerilediler (B a r ­ hebraeus, s. 463 ). 1232 ’de ‘ A la ’ al-Din, H iiât '1 al-Malik at- A şraf ’in elinden aldı. Ertesi yıl al-Malik al-Aşraf, kardeşi Mısır hükümdarı al­ Malik al-Kâmİ( ile berâber, Hişn Manşür ’u işgâl edince, :AİS’ ai-Din M alatya’da mevcudu 100.000' den fazla olan bir ordu toplayarak, Hişn Ziyâd ’1 zaptetti ( Barhebraeus, s. 467 ) ve er­ tesi sene al-Ruhâ ’yı muhasara etti. Taarruza uğramaktan korkan Harran halkı şehirlerinin anahtarını o sırada Malatya ’da bulunan hü­ kümdara gönderdi ( Barheberaus, s. 468; Kamäl al-Din, trc. Blochet, R O L , V , 88 }. Halefi Kayljusrav II. ( 1 23 7 — 1245), saltanatının ilk devrinde, hvârizmlileri topraklarından kovdu. Bunlar çekilirken, Malatya kumandanı ( sa-bafi ) Sayf al-Davla 'yi mağlûp ettiler; daha son­ ra ( Masara yahut M u^râ) civarında F ırat neh­ rini geçtiler (Barhebraeus, s. 4 71). 1241 yı­ lında Malatya emiri, mutaassıp bir pırın ( Pâpâ = Baba ) kumandası altında bulanan Türkmen kuvvetleri tarafından ağır bir bozguna uğra­ tıldı ( Barhebraeus, 474 ). Mogullann Köse-Dağı gâlibiyeti ( 1 243; Barhebraeus, s. 475) haberi M alatya’ya gelince, su-başı Raşid al-Din ile sarayın diğer me’mûrları, hükümdar hâzinesinin kapısını kırarak, buradaki serveti aralarında paylaşıp, H a leb ’e kaçtılar. Şehrin ileri gelen ailelerine mensup bir çok m alatyalı da bun­ ları tâkip etti ise de, Malatya 'ya bir günlük mesafede moğuliar tarafından, pusuya düşürü­ lerek, öldürüldüler veya esir edildiler. Şehrin müslüman ve hiristiyan halkı m etropolit Mär Dionysios A n gü r 'a beldenin müdâfaasını idâre etmek ricasında bulundular, iki ay süren sıkı bir muhâsaradan sonra, moğuliar çekildiler. 1244 senesinde moğullann reisi Isâvü r(yah ut N asâvür) Noyın, Malatya Önünde karargâh kurup, şehir civarını tahrip etti ise de, Raşid



t



VA .



al-Din'in kendisine kıymetli hediyeler takdim etmesi üzerine, buradan çekildi (Barhebraeus, s. 477 v. dd.). Selçuklu devletinin Hulagu tara­ fından taksimini müteâkip, önce 'İzz al-D in Malatya-’da hüküm sürdü, sonra tahtından indirilip, yerine kardeşi Rukn al-Din geçirildi. 6 4 9 (12 51— 52) senesi sonlarında ve 650 se­ nesi temmûzunda (1252 — 1253), Isâvü r'u n İdaresindeki moğuliar M alatya ’yı tekrar muhasara ederek, şehir civarını tahrip ey­ lediler ( Barhebraeus, s. 49ı ). 1257 'de İzz al-Din ’in, asker toplamak üzere, Malatya ha­ valisine gönderdiği T uğr H âfâ buraya kürtlerin reisi Şaraf al-Din Alım ed b. B ilâ s ’ı vâti tâyin edince, Rukn al-D in 'e sadâkat yemi­ ninde bulunmuş olan ve onu himaye eden moğui Baycu ’dan korkan m alatyalılar, Şaraf a l-D in ’e itâat etmekten istinkâf eylediler, tzz a l-D in ’in, ancak ikinci olarak gönderdiği Bah adur’u kabûl ettiler ise de, bu sonuncusu Baycu ’dan kaçtı ve ancak onun çekilmesi üzerine, M alatya’ya döndü. Fakat şehrin ka­ pıları kapatıldığı için, Malatya 'ya ancak mu­ hasara neticesinde, halkı açlığa uğratm ak suretyile, girebildi ( Barhebraeus, s. 489 v.d.). 1260’ ta, Hulagu muazzam ordusunu geçirm ek İçin, Fırat Üzerinde Malatya, K al'at al-Rüm, al-Bira ve K ark isiya civarında köprüler inşa ettirdi (B arhebraeus, s. 509). al-B ira'n în mı­ sırlı valisi Hİdar (H iz r ? ) 1282'de Malatya havâlisini tahrip e tti ( Barhebraeus, s. 546 ). Moğul hanı A baka (12 6 5 — 1282) Anadolu Selçuklu devletini yeniden iki yeğen arasında taksim etti, bunlardan M asüd 'un hissesine Erzincan, Sivas ve M alatya düştü. M alatya’da doğmuş olan iki büyük süryânî tarihçisi XII. ve XIII. asırlarda yaşam ışlardır ki, bunların vekayinâmeleri, şehrin tarihi busûsunda, başlıca kaynaklarımızı teşkil etm ektedir. Bunlardan birincisi M alatya’nın Kindasi aile­ sinden gelen keşiş Eliyâ 'ntn oğlu patrik Mihail I. (112 6 — 1199), İkincisi de Barhebraeus (1226— 1286; b. bk.) tesmiye edilen M afr'yân G regor A bu ' 1-Farae olup, bunun babası Ahrön isimli bir yahudi tabip iken, vaftiz edilerek, hıristiyanhğa geçmiş, 1243 'te hemşehrilerinin moğullardan korkup, şehirden alelacele kaçmalarına mâni olmuş idi ( Baumstark, Gesch. d. syr. Lit., s. 291 ). Mihail 'in başlıca kaynağım teş­ kil eden müellif lgnatios ( ölm. 1104 ) da Ma­ latya metropoliti idi ( Baumstark, ayn. esr., s. 29ı ). Selçuklu devletinin gittikçe zayıf düşmesi, 1300 yıllarına doğru, bilhassa Anadolu şarkın­ da, bir takım küçük türkmen ve ermeni dev­ letleri kurulmasına zemin hazırlamış idi. Abu*lFidâ’ 'ya göre, bu sırada milslümanlar ile hı-



ftîALAÏYÂ ristiyanlar M alatya ’da tam bir anlaşma hâ­ linde yaşıyorlardı ; şehir halkı büyük iktidara sâhip olan moğullarm tarafını tutm akta ve ci­ varda olup-biten hâdiseleri onlara haber ver­ m ekte idi. Moğullara karşı açtığ ı harp sıra­ sında sultan al-Malik al-Nâşir Dim aşk naibi S a y f al-Din Tonsuz kumandasında, büyük bir orduyn M alatya’ ya karşı sevketm eğe karar verdi ( 7 1 5 = 1 3 1 6 ) . Ordu Haleb, A yıntab, Hişn Manşûr ve Zibajra ’dan geçerek, Malat­ ya ’ya geldi ve 28 n isan da. şehrin önünde karargâh kurdu. Halk, baba ve büyük baba­ dan kalma hâkimlik vazifesini ifâ eden CamSİ al-Din al-H izr ’ı, şehrin cenûbundaki B 5 b al-Kâzi ’den Tonguz ’a yolladı. Tonguz, şehri teslim etm ek şartı ile, bunlara yardım ve emniyet taahhüt e tti ise de, askerlerinin şehri yağma ve tahrip etmesine mâni olamadı. E sirler ara­ sında moğuliardan lbn Kerboga ile Hişn A r ­ kana' sâhibi Şayh M indüda bulunmakta idi. N eticede şehrin en büyük kısmı yanıp, kül oldu. ( A bu ’ 1-Fidâ’, Annales Muslem., nşr. Reiske, V , 286— 292; İstanbul, 1286, IV , 77 v.d. ; bk. bir de trc. Rec. hist. or. crois,, I, 180; Weil, Gesch. d. Chalif, IV, 310 v.d,). Sultan Malatya arazisini yedi bölüm ihtiva eden bir hudut böl­ gesi hâline koydu ( H alil al-Zahiri, Zuhda, nşr. Ravaisse, s. 52 ). Şehrin çevresinde o sıra­ da 7 kale bulunuyordu: MSşâr veya Minşâr, Kümi, Kara-Hı’sar, Kadarbirt, K a la t A kça, K al'at Navhamâm ( ? ), K a l'a t al-Akrâd ( Ha­ lil, ayn. esr., Gaudefroy-Demombynes, L a S y ­ rie d l’époque des Mamelouks, s. 97, 1; 105 ). Bu devirden itibaren, Malatya uzun' müddet Memluk sultanlarının elinde kaldı. Ç ok uzak olan eyâlet, 791 ( 1 3 8 9 ) ’de Haleb ile berâber, büyük bir isyana mihrak o ld u ; bu eyâletlerin başında olan Mintâş ve Yelboga, Barkuk [ b. bk.] ’a karşı baş kaldırdılar. Bu sırada Ma­ latya ’da ve Elbistan havâlisinde Dulkadır [ b, bk.] türkmen kabilesi göründü ve M ısır tâ ­ biiyeti altında, M alatya’da «515 'e kadar hü­ küm sürdü. 794 ( 1391/1392 ) 'e doğru Bayezİd. 1. şehri fethetti. ışo o / ışo r 'e doğru şehir T i­ mur 'un eline geçti. K oç-H isar muharebesi ne­ ticesinde ( 1516 ) şehir Selim I. ’in eline geçti ve Dulkadır-oğullarının hâkimiyeti sona erdi. Bu zafer sultan Selim 'i Mısır ’a karşı sefer açmağa şevketti. B i b l i y o g r a f y a : a. Coğrafya için: al-Hvârizmi, Kitâb sürat al-arz (nşr. Mî.ik, Btbl. arab. H isior. u. Geogr., Leipzig, 1926, III, 25, nr, 3 6 6 ); al-Battani, Opus astro­ nom., (nşr. Naili no), II, 40; 111, 238 (nr. 143); at-İştahri (B G A , I, 62); lbn Havkal ( B G A , II, 12 0 ); lbn al-Fakih { B G A ,V , 114)» İBn Hnrdâzbih ( B G A , VI, 97, 108, 173 v.d.) ; îfu-



MALAZGİRf. dama ( B G A , V I, 233, 254); lbn Rusta (B G A , VII, 97, 107); al-Ya'lçSbî ( B G A , VII, 238, 3 6 2 ); al-M as'üdi, Kitâb al-tanbîh ( B G A , VIII, 52, 58, 169, 183, 18 9 ); a l-td risi (n şr. G ildem eister, Z D P V , VIII, 26 ) ; Yakut, M u'cam (nşr. W üstenfeld ), IV , 633 ; Şafi al-Din, M arâşid al-it(iliı ( nşr. Juynboll, III, 14 4 ); A bu ’1-Fidâ’ (n şr. Reinaud ), s. 235; Hamd A lla h al-M usiavfi (trc. G. le Strange, s. 98 v.d.; Çalkıaşandi, Subh al-a şa , (K ah ire tab., ) IV , 13ı v .d ., 228; trc. Gaudefroy.Dem om bynes, La Syrie à VEpoque des Mamelouks (P a ris, 1923), s. 97, 217; lbn al-Şihna, al-Durr al-muntahab f i tari h ffala b ( trc. A . v, Krem er, Denkschr. A kad. Wien, 1850, III, 42 v.d. ); G. le Strange, Palestine under the Moslems, s. 499— 500 ve fihrist ; ayn. m il., The Lands o f the Eastern Caliphate ( Cam bridge, 1905 ), s. 120; E. Rei­ tem eyer. D ie Städtegründungen der Araber im Islâm :.(München, 1912, s. 79 v.d,) ; Tasch­ ner, Bibi. Turque (1926 tab.), XXIII, 24, not 3 . - r h . T a r i h i ç i n : al-Baläzuri (nşr. de G oeje ), s. 184— 188, 190, 199; A bu ’ 1-Fidâ ( A nnales M uslem ici, nşr, Reiske, II, 4, 10 : V , 286 ) ; Michel le Syrien, Chronik ( nşr. ve trc. J.-B. Chabot ), fihrist, s. 50* ; Gregorius Barhebraeus, Chronicon Syriacum ( nşr. Bedjan ), Paris, 1890, tür. yer. ; lbn al-A şir, al-Käm il (nşr. Tornberg), fihrit, II, 813 ; Yah­ ya b, S a 'id al-Antäki ( nşr. Rosen ), »— 3,20. 49 ( = rusça trc. s. 1— 3, 22,51, Zapiski imper, akad. nauk, XLIV, 1883 ) ; lbn Bi­ bi, Houtsma, R ecueil de textes relatifs à l ’histoire des Seljoacides, IV, fihrist, s. 358. (E . H o n i n g m a n n .)



M A L A Y A . [ B k . m a l a k a .] M A L Ä Z G E R D . [ B k . M ALAZG İRT.) M A L A Z G İR T , şarkî Anadolu ’da Muş vi­ lâyetine bağlı b i r k a z a n ı n m e r k e z i olan ve kendi ismindeki ova dâhilinde, Murad suyu ( şarkî F ırat ) sol sâhüi yakınlarında, de­ niz seviyesine nazaran 1 500 m. irtifâda, 2.8Ï2 nüfuslu ( 1955 sayımı ) küçük bir kasaba olup, Muş— Kara-Köse yolu üzerinde, vilâyet merke­ zine 121 km. mesâfededir. r.514 km / arazi üze­ rinde yer alan, Kara-Hasan ve Nûreddin nâhiyelerini ihtiva eden kazanın nüfusu İse, 20.400 'e varmaktadır. W. Belek tarafından İleri sürülmüş bir nazariyeye göre, kasabanın ismi, bölgeye ermenilerin yerleşmesinden evvel Van gölü hav­ zasına hâkim olmuş ve buradan etrafa yayıl­ mış olan Urartuların kıralı Menuas ’ın adı ile alâkalıdır. Bu hükümdara âit bir kita­ beden anlaşıldığına göre, adı geçen kıral Menuahina { = M enuas’m ş e h ri) ıVm l' bir



toAİAZGİRf. şehir kurmuş idi. Belek, M alazgirt civarında Menuas 'a â it bir çok kitabelere rastlam ış ol­ duğuna göre, buranın, pek muhtemel olarak, onun kurduğu bu şehre tekabül ettiğini kabû! eder. ¿Şehrin eski ermenieede adı Manavazakert, Manavazkert, Manazkert olarak geçm ekte, bu şekiller daba sonra ( orta çağda ) Mandzgerd olmakta, Bizans kaynaklarına Mavt'lı.y.tset ve arap kaynaklarına ise Manâzcird suretinde in­ tikal etmiş bulunmaktadır. Manavazkert şekli­ nin, Manavaz ’a mensup mânasına olup da, bura­ ya yerleşm iş asî! bir âile adından geldiğine dâir bir halk iştikakı mevcuttur. Hübschmann, Ma­ nazkert şeklinin, çok uzun o'an Manavazakert 'ten kısaltılm ak suretiyle iştikakını muhtemel görmektedir. Eğer Belek 'in nazariyesi doğru İse, eski ermenieede Manavazkert ’İn daha ye­ ni bir halk iştikakı ile meydana geldiğini kabûi etmek icâp eder. Hübschm ann'm işaret e ttiği gibi -kert ( = -k'irta )’ ekini taşıyan şehir isimleri Parth devrinden daha eskiye çıkmayor göründüğüne göre, kıral Menuas ’m hâtırası­ nın bu nisbeten yeni devirde hâlâ yaşamakta olması lâzım gelir ise de, Aram gibi .başka bir Urartu kiralının adınm, hemen-heraen ta ­ rihî denilebilecek bir klasik ermeni an’anesinde yaşadığı hatırlanacak olursa, bu duru­ mun çözülmesinin imkânsız bir güçlük teşkil etm ediği anlaşılır. Şehrin, en eski ve en doğru arap imlâsı, n ile, M anâzcird’ dir. Şim diki ismin iştikak etti­ ği t harfli şekli daha sonra ortaya çıkm ıştır. n ile yazılm ış şekli msl. İştahri ’de, Y âkü t 'ta, Houtsma nın neşrettiği Rec. des textes rel. â l’hist. des Ssldjoacides ( H ) 'te, al-Nasayi ( nşr. Houdas ) 'de, Rahat al-şudUr ( C M S , yeni seri, II, 1 1 9} metninin bir variyantında ve J R A S ( «902, s. 797 ) 'de zikredilen metinde bulunur. I ile yazılm ış olan ve bütün yeni metinlerde mevcut bulunan şekiller ise, daba eski m üellif­ ler arasında at-Mukaddasi ’de, İbn a l-A ş ır 'de ve Rahat al-şudür ( naşirin esâs kabûl etmiş olduğu metin ) 'da, Cuvayni 'de ve N uzhat alkülah 'da görülür, -cird ve -gird ekleri de ya­ zılış tarzında münâvebe ed erler; bu değişiklik daha Y âlfüt ( Mu'cam, IV, 648 ) 'ta işaret edil­ miştir, M arquart ( Erânşahr, s. 162 ) tarafından Thomas A riruni 'den naklen zikredilen Manazav şekli için krş. Hübschmann, D ie alt­ armenischen Ortsnamen ( Indogerm. Forschun­ gen, X V f, 4SO). M alazgirt kazast avarız bakımından çeşitli görünüşte olup, kasabanın kurulmuş olduğu ovayı Van gölünden yüksek bir sönmüş yanar­ dağ olan Sübhan dağı ( irtifâı 4 434 m .; belkî Yakut, M ıicam , III, 168 "de zikredilen Sang-i Sa/id b u d u r ) ayırır. Onanın zemini hubübat



zirâatine elverişli olup, buğday ve arpadan başka, darı, mercimek ve no'hut e k ilir; halkın bir kısmı da, geçimini hayvancılıktan te’min eder. Üç mahalleden mürekkep olan kasaba, Murad nehrine dökülen Tuzla çayı kenarında kurulmuş olup, yol bakımından ehmmiyetli bir düğüm noktası teşkil ederdi. Cihannümâ ( s. 426 ) 'da M alazgirt ile Erzurum arası İki mer­ hale olarak gösterilir. Kasaba, aynı zamanda Sivas— Erciş yolu ve ayrıca Muş ve Bayezid 'e giden yollar üzerinde ehemmiyetli bir mev­ ki meydana getirirdi. Geçen asır seyyahlarının tasvirlerine göre, şehir yüksek ve burçları bu­ lunan bir sûr ile çevrili idi. Şehrin iç kalesi şarkta olup, volkanik siyah taşlar ile yapıl­ mıştır. V , ( XI.) asırda M alazgirt 'in üç katlı sûru var idi ve içme suyu bol idi ( Cedrenus, Bonn, II, 590 ). Belek, âsûr hükümdarı Tiglath-Pilesar I. ile Nairi m üttefik kıralları arasındaki meşhur muharebenin M alazgirt ovasında vukûa gelmiş bulunduğunu iddia eder ( Z D M G , LI, 560). F akat bu eski mâzide M alazgirt şehrinin mev­ cut olup-olmadığı bilinmemektedir. Şehrin Belek tarafından kabûl edildiği şekilde, Urartu kı­ ralı Menuas zamanında mevcut olmuş ve is­ mini ondan almış bulunması keyfiyeti, adı geçen hükümdarın bu mahalde eski bir kaleyi tâm ir ve yeni bir sarayı inşâ etmiş o ’duğunu bildiren bir kitâbe sayesinde muhtemel görül­ mektedir. . Bugünkü kasabanın civarı, Lehmann ve Belek tarafından, burada bulunduktan sırada keşfe­ dilmiş çivi yazılı kitabeler bakımından, pek zengindir. Bunlar burada Tİglath-Pilesar I. 'a âit b r âsûr kitabesi ile, Menuas ( aş.-yk. 800 m. ö. senelerine doğru ) ve A rg iş tis II. ( aş.-yk. 714 -6 9 0 ) 'İDkiieri de ihtiva eden m üteaddit Urartu kitabeleri buldular. Bu vesikalardan, Menuas ’m ovada sulama İşlerine, bir çok ka­ nallar inşâ ettirm ek suretiyle, büyük ehemmi­ yet verdiği anlaşılıyor. O rta çağda, Harkh ve Apahunikhnâhiyeleri hududu üzerinde yer alan Ma’âzgerd ( Manaz­ kert ) şehri bunlardan bâzan birine, bâzan öte­ kine tâbî sayılıyordu. Bu mahalle âit ermeni ve bizans kaynaklarındaki kayıtlar için krş. Hübschmaoh, oyn. esr., s 328, 330, 449 v.dd. M alazgirt, B agrat kıratlığının kuruluşundan itibaren, bu devlete tâbî o du ve Ahlat, Erciş ve Perkri ( Bargiri ? ) 'de olduğu gibi, burası da onlara tâbî bir âile tarafından idâre edil­ di. Bir arap ismi taşıyan bu âile, daha sonra ermeni kıratlarına tâbî olmaktan kurtuldu ise de, Bizans imparatorluğuna vergi vermek mecbûrİyetiüde kaldı ( Constani'ntıs Porphyrogemtus, D e admin, im p„ Bonn lab., s. 192 v. d.).



m a I A z g îr t .



Y a k u t M alazgirt kalkının ermeni ve bizanslı ( rvimi ) olduğun« zikreder. Bu şehirden gelm e A b u Naşr al-Maııâzi ( son ketime Malazgird ismi» nin nîsbesidir ) D iyarbekir MarvSni emirlerinin veziri oldu, ö lüm ü 437 {1045/1046) tarihine rastlayan bu zât aynı zamanda ehemmiyetli bir şâir i d i ; Yakut, bunun şiirlerinden iki parçayı zikretm ektedir ( Ma'cam, IV , 648 v. d.). Başka bir al-Manâzi için krş. J R A S , 1902, 788, not 1. M a lazgirt'! alâkadar eden siyâsî hâdiseler arasında, HamdSnilerin büyük hükümdarı Sayf al-D avla 'nin Ermeniye dâhilinde a çtığ ı büyük sefer ( 328 = 940 ) esnasında, M alâzgerd ve Sibalvark (S e v e re k ) 'in şm ûiİ’ i ‘ A b d al-Hamid 'in adı geçer { J R A S , 1902, s, 797 )• Malazgirt hanedanına âit Constantinus Porphyrogenitus 'un zikrettiği isimler arasında ’Aflaİ-y/tp/l adı geçm ekte olup, Sayf a i-D avla’nin çağdaşı olan zâtın bu olması mümkün değil ( zîra rumea me­ tinde zikredilen zât iki nesil evvel yaşam ıştır) ise de, m ezkûr aileye mensup olması icâp e d e r; M alazgirt sülâlelerinin nesep cedvelleri için krş. Bandurius, Antmadt/ersiones in Cortsf. Porph. L ib. de Adm inistr. Imp. ( nşr. Constantin, Bonn, III, 372). Sayf al-D avla ’nin ğulâm 'larından N acâ adlı biri, bu havalide A bu İ-V ard ’ in idâre e ttiğ i eyâleti ele geçirerek, efendisine karşı isyan e tti ki, zaptettiği şehirler arasında M alazgirt de zikrolunmaktadır ( îbn a l-A şir, nşr. Tornberg, VIII, 4 0 8 ); 359 (969/970) senesinde M alazgirt bizanslılar tarafından zaptedildi ( at/n. esr., VIII, 445 ) ise de, bunlar tarafından her hâlde 382 ( 992/993 ) 'den evvel yeniden kaydedilm iş olm alıdır; zîra bu yıl, onların muhasara ettikleri şehirler arasında A h la t ve Erciş ile beraber, M alazgirt de var idi. F ak at bizanslılar şehri ele geçireni ey erek, A b u ‘A li ai-Hasan b. Marvân ile on yıllik bir mütâreke akdedip, geri dönmek mecbûriyetinde kaldılar ( ayn. esr., IX, 67 ). 440 ( 1048/1049 ) 'ta M alazgirt 'in yine bizanslılar elinde bulunması icâp eder, zîra Tuğrul B e y 'in kardeşi İbrahim 'in Bizans devleti arazisi içinde yaptığı gazvenin sabasına M alazgirt arazisi de giriyordu ( ağa. esr., IX, 372 ). Yine M alazgirt'İn bizzat Tuğrul B ey tarafından kumanda edilen bir kuvvetin yap­ tığ ı muhasaraya mukavemet gös terdiğini bildi­ ren tbn a l-A şir ( IX, 4 1 1 ) 'den açıkça anlaşıldığı gibi, 446 ( 1054/1055 ) senesinde M alazgirt bizanshlarm elinde bulunmakta idi ( krş. bir de Cedrenus, Bonn tab., II, 590). Şehrin isminin bağlı bulunduğu en ehemmiyetli tarihî hâdise, A lp A rslan ile im parator Romanos Diogenes arasında 463 ( 1071 ) senesinde burada vukûa gelm iş olan büyük muhârebe olup, bunun neti­ cesinde, bütün Anadolu ’nun şark kısm ı, ebedi olarak, şarki Roma tarafından kaybedildi. l>Um Ansiklopedi«!



Bu tarihten sonra M alazgirt, tabi’i olarak, Selçukluların eline geçti. Burası 531 ( 1137 ) se­ nesinde MalikşSh tarafından biraderi Selçuk ’a, Erzurum ve A h lat arâzısinin bir kısm ı ile berâber, iktâ edildi ( Rec. de t e x t e s . nşr. Houtsma, II, 185 ). Daha sonra şehir T aki al-Din ‘ Om ar b. A yyü b tarafından boşuna muhasara edildi (587 = 11 9 1). VII. (X III.) asır başların­ da (601 = 1204/1205) M alazgirt civarı A ze r­ baycan taraflarından gelen göçebelerin akım­ larından zarar gördü (îb n al-A şir, X II,41,134). Yine bu asrın başlarında Ermeniye 'de vukûa ge­ len karışıhklar vesilesi ile, M alazgirt’in adı mü­ teaddit defalar zikredilm ektedir. 603 (1206/1207 ) 'te gâh Arm an 'in birinci memlûkü M alazgirt 'i ve daba sonra A h lat '1 ele geçirdi ; bu mem­ lûk aynı zamanda Erciş ve daha başka yer­ leri de idâre ediyordu. İsmi Balaban ( İlk he­ cenin harekelenme şekli şüpheli ) olan bu zâta Erzurum emiri M uğiş al-Din Tuğrul Şah b. K ılıç A rslan tarafından, M ısır hükümdarı a l­ Malik al-Avhad b. al-Malik a t-A d il 'e karşı yardım edildi. Daha sonra Balaban Erzurum 'dakı m üttefiki tarafından öldürtüldü İse de, bunun A h la t ve M alazgirt 'i ele geçirm e te­ şebbüsleri boşuna çıktı ( İbn a l-A ş ir, XII, 168 v.d., 180 v.d.). 632 ( 1226 ) 'de H vârizmşâhiardan C alâl al-Din b. ‘A la ’ al-D in Muhammed M alazgirt 'i işgâl e tti ; zîra al-Malik al-A şraf 'in A h la t 'taki navvâb '1 Husâm al-D in ‘A li 'ye karşı taarruzda bulunmak niyetinde idi. Fakat C alâl a l-D in ’in A h la t'a karşı olan teşebbüsü m uvaffakiyetle neticelenmediği gibi, kış da yaklaştığından (M a la z g ir t'e girişi 13 zilka­ de = 5 teşrin II. 623 ) ve aynı zamanda türkler kendi arazisine taarruzda bulunduklarından, geri çekilmek m ecbûriyetinde kaldı (İbn alA şir, XH, 301). Bununla beraber, Calâl al-Din 626 ( 1229) 'da A h lat ’ı ele geçirm eğe m uvaffak oldu ve bundan sonra M alazgirt 'I muhasara etti ; ön­ ce bizzat kuvvetlerinin başında bulundu, sonra yerine, maiyetinden birini bıraktı ise de, bu sefer kaleyi ele geçirem edi ( al-Nasavi, nşr. O. Houdas, metin s. 205, 208 ; trc. s. 342, 344,347 ). B i b l i y o g r a f y a ' . G. le Strange, The Lands o f the Eastern Calipkate, s. 115 v.d.; W . Belek ve C . F. Lehmann ( Verhandlungen der Berliner G esellscka ft fü r A nthro­ pologie . . . , 1898, s. 569, 572 v.d., 576 v.d.; ayn. mil., g ö s t yer. ( 1898 ), s. 478 ; C . F. Lehmann ( 1892 ), s. 478 ; Ritter, Erdkunde, IX, 989, 984 ; X , 326, 328, 355, 527, 647, 649, 659 v.d., 665 v.d., 754 ; Ş. Sâmî, K âm üs ald lâ m , s. 4388; E. Banse, D ie T ü rkei2, 210, 214( V , F. BUCHNER.) [ Bu madde B. DARKOT tarafından ikmâl edilm iştir j.



16



¿4 2



İİA L Â Z G İR T .



M a l a z g i r t m t t k â r e b e s i ( 26 ağustos 1071 ). Türk tarihinde yeni bir devrin başlan­ gıcı olan M alazgirt meydan muharebesi büyük Selçuklu sultanı A lp A rslan [ b. bk.] ile Bizans imparatoru Romanos Diogenes ( 1068— 1071 } arasında cereyan etmiştir. Yakın şarkta çeşitli sülâlelerin tahakkümüne son vererek, siyâsî birlik vücûda getirdikten ve Sünnîliğe aykırı cereyanları ortadan kaldır­ mak suretiyle, mezhep tefrikalarını giderdikten sonra, mazbut bir siyâsî teşekkül hâlinde ge­ lişm ekte bulunan Selçuklu devleti için, ilk fır­ satta zaptı zarûrî iki bölge var i d i: biri Fatımî halifelerinin ülkesi olan M ısır ve diğeri Bizans hâkimiyetindeki Anadolu. Birincisi şi’îlik pro­ pagandasının merkezi id i; Anadolu ise, zama­ nın telâkkileri icâbı başlıca faaliyet noktasını din uğrunda savaş teşkil eden Selçuklu fütu­ hatına açık bir sâha vasfını taşıyordu, Anadolu bilhassa türkler için, başka cihetlerden de cazip bir ülke idi. Uzak boz-ktrlardaki yurtlarından bir daha dönmemek üzere gelerek, Selçuklu hizmetine giren ve bu devletin şuurlu sevk ve idâresi altında Bizans sınırlarına yığılan, cen­ gâverlik hisleri islâmiyetin gazâ ve cihâd um­ deleri ile iyice gelişm iş türkmen kütlelerinin, üstelik yayla iklimi ve bol otlakları ile kendi ya­ şayışlarına son derecede elverişli hayat şartla­ rını hâiz Anadolu 'ya sâhip olmak istemeleri ka­ dar tâbi’î bir şey olamazdı. Anadolu, Selçuklular tarafından, asrın başlarında bir kere gözden ge­ çirilm iş, bilâhare Tuğrul Bey bu ülkeye uzanan yolların kilit noktalarını zorlamış idi. A lp A r s ­ lan 'm tahta çıkması ile garp fütuhatı daha esaslı bir şekilde ele alındı. A lp A rslan Azerbaycan ve Erran ’a yürüyerek, Bizans ’a bağlı ermeni, gürcü ve abhaz hükümdarlarını mağlûp etti ve Tiflis, A ni, Kars gibi, mühim sevkülceyş mer­ kezlerini ele geçirdi ki, boylece orta ve şimalî A n ad o lu 'ya doğru akınlar icrâsı hayli kolay­ laşmış oluyordu. Yine bu yıllarda sultanın em­ ri ite Küm üş-Tigin, A fşin , Ahmed Şah, Sâlâr-ı Horasan gibi, bey ve kumandanların idaresin­ deki türkmen boyları, Selçuklulara tâbiiyeti kabul etmiş küçük arap hükümetlerinin sıra­ landığı cenup hudutlarından Anadolu içlerine akmakta idi. İlk bakışta intizam sız çapulcu Çeteler tarafından m aksatsızca yapılmış gibi görünen bu akınlar hakikatte başı boş icrâ edilmediği ğibi, esâs gaye de sâdece zengin ganim et elde etmek değil idi. Sultandan emir alan Türkmenlerin hücûm noktaları gâ yet iyi tertiplenm iş, gidecekleri şehir ve kasabalar, uğ­ ra k mahalleri tesbit edilmiş idi. Tuğrul B e y 'in A lp A rslan ve daha sonra Sultan Melik Şah ’ m dikkatle ve İsrarla tatbik edegeldikleri akmların daha ziyâde ehemmiyetli sevkülceyş



yolları ile kalabalık Bizans kuvvetlerinin bu­ lunduğu kaleler civarında teksif edildiği, tah­ rip müfrezelerinin mümkün m ertebe az zayiat ile düşman askerî yığınaklarını tacize çalıştık­ ları ve iâşe depolarına, harp malzemelerine karşı fââliyet gösterdikleri, sultanın umûmî tâlimâtma aykırı hareket edenlerin ağır taki­ bata uğradıkları ve nihayet kendilerine yeni bir yurt kazanmak m ecburiyeti ile savaşan Türkmenlerin rûhî durumları bâzı tetkikçilerin gözünden kaçmış görünmektedir ( msl, J. Lau­ rent, Byzatice et leş Turcs, s. 99; R. G rousset, H istoire des Croisades, I, XXX v.d.). Sultanlar hassa orduları ile imparatorluğun başka cep­ helerinde meşgûl bulunurlarken, Türkm enler ve akıncılar, eski türk harp usûlüne uygun bir tarzda, düşman topraklarını tahrip etm ek, mu­ kavemet noktalarını hırpalamak, ahâliyi yıl­ dırmaktan ibaret, müstakbel istilâyı kolaylaş­ tırıcı vazifelerini yapıyorlardı. Küçük çapta, fak at fasılasız olarak, yıllarca süren hazırlık devresinin te k gayesi Anadolu 'yu koparmak ve onu türk yurdu hâline getirm ek idi. Böyiece 10 7 1'e takaddüm eden yıllarda, bîri dikkati çekm eyecek derecede ufak guruplar hâlinde görünmekle beraber, dalga-dalga ve tükenmez insan setleri ile arkası muntazaman beslenen Türkmen kütleleri ve diğeri de eski şa’şaasını artığı ile geçinmeğe mecbur bir heyûlâ, yâni Bizans imparatorluğu olmak üzere, iki kuvvet karşı-karşıya gelm iş idi. H âdiselerin inkişâfı bu iki kuvvetten birinin diğerini behemmahal yok etmesini zarûrî kılıyordu. Y a Bizans bütün şark sınırlan boyunca yükselen ve serpintile­ rini kendi İçinde hissettiği bu istilâ çığını eritip mahvedecek, yahut Anadolu üzerine gelen kuvvet oradaki devleti tamamen ezecekti. Ma­ lazgirt sahrası tarihin bn kat'î mücâdelesinin vukua geldiği yerdir. Bizans yaklaşan tehlikenin henüz farkında değil idi. 1067 'de imparator K ostaniinos X. Duk a s'ın ölümü ile, onun üç oğlu adına, yerine geçen imparatoriçe Eudoxia zamanında şarkî Roma dahilî karışıklıklar içinde bulunuyordu. Sarayda menfaat esâsına göre kurulan grupların yersiz müdâhaleleri yüzünden sarsılan impa­ ratorlukta ordu iyice ihmâle uğram ış, bilhassa eyâletlerdeki ve bu arada Anadolu 'daki aske­ rî birlikler parasız ve yiyecekstz bırakılm ış idi. Bunlar kendi ülkelerini yağm alıyorlar, halkı soyuyorlardı. 1067 'de Malatya 'ya kadar gelen A fşin idaresindeki türkmenlere karşı durama­ mışlar ve onun K appadokia'nın m erkezi K ay­ seri 'ye taarruzuna mâni olamamışlar, K ilikia taraflarında dolaşan türkmenler! püskürtmek üzere gönderilen general Nikephoros Botanıates kuvvetleri, muharebe etmeden, dağılm ış­



MALAZGİRT. lardı ( A ttaleiates, bk. Laurent, ayn. esr., s. 5 7 ). Türk tazyikinin artm ası imparatoriçeyi idarenin başına bir erkeği getirm eğe mecbûr e tti ve o kappadokiah asîS bir âileden oinp, Sardika dukalığı zamanında Peçeneklere karşı parlak m avaifakiyetler kazanan Romanos Dio­ g e n e s'i, bukûmet darbesi teşebbüsünden suç­ lu bulunmasına rağmen, kendisine koca se çti; böylece Diogenes ı kânun II, 1068 'de impa­ rato r ilân edildi, D iogen es'in cesareti, atıl­ ganlığı, askerî kabiliyeti, ölen imparatorun kardeşi Caesar Ioannes Dukas ile birlikte, Kostantinos X. 'un taçtan mahrum bırakılan oğullarının taraftarı feylesuf Mikhael Psellos dışında ( bk. Psellos, Chronograpkia, s. 159, 161 ), bütün muasır Bizans tarihçileri tarafın­ dan medhediimektedir. Fakat yine aynı kay­ naklarda belirtildiğine göre, Romanos mağrur, kendine güveni fazla, müdâhaneden hoşlanan bir adam idi. Memleketini sulha kavuşturmağı birinci birinci vazifesi sayan yeni imparator, tahta çıkışından iki ay kadar sonra, mart 1068 'de, franklardan, Uzlardan, makedonyalı­ lardan acele topladığı ordu ile, sefere çıktı. Mâliyenin bozukluğu dolayısı ile askerleri erzaksız ve silâhsız i d i ; fak at uzun zamandan beri ilk defa ordunun bir imparatorun bulunu­ şu kayda değer bir hâdise teşkil ediyordu, Di­ ogenes bu seferinde K ayseri— Sivas— D ivriği — Toroslar— H aleb yolunu takiben, eenûba inmiş, Menbic 'i zaptetm iş ve kış aylarında İstan­ bul ’a dönüşünde merasim ile karşılanmış idi. A ncak imparator bu dolaşma esnasında ne N iksar ’m türkler tarafından tahrip edilmesini, ne de onların A h la t üssünden hareket ile tâ E skişeh ir yakınlarında A m orion ’a kadar sokularak, bu meşhur şehri yağmalamalarını önleyememiş idî ( Zonaras, 104*1; Bar Hebraeus, I 3 19 ). Diogenes ertesi yıl 1069'daki ikinci seferinde Kayseri, Palu ve Sivas bölge­ lerinde harekâtta bulunmuş, fakat aldığı esir­ leri Öldürten imparatorun önünden muntazamaman gerileyen Türkmenlere karşı her hangi bir m uvaffakiyet elde edemeden, pâyitahtm a av­ det etm iş idi. Nitekim bu sene, Bizans orduları Anadolu 'da iken, bir akıncı gurubu K ayseri 'yi yağm aladığı gibi, diğer müfrezeler de, general rütbesi ile Malatya kumandanlığına tâyin edi­ len ermeni Philaretos 'u firara zorlayarak, im­ paratora iiticâya mecbûr etmiş, başka T ürk­ men akıncıları da memleketin ortasındaki Anatolik eyâletinin merkezi zengin ve nüfusça ka­ labalık Konya 'y i yağma ve tahrip etmişler ( Zonaras, 105a} ve K ilikia geçitleri Kataturias tartından tutulmasına rağmen, cenup yolu ile Haleb ’e ulaşmağa muvaffak olmuşlar­ dı. J070 'te tekrar muharebeye hazırlanan Di­



ogenes, saraydaki muhâliflerin te’siri ile, se­ ferden alıkondu. Y erin e yola çıkan şark orduları baş-kumandam Manuef Komnenos, Sivas civarında E r-Sagun tarafından mağ­ lûp ve berâberindekİ Nikephoros Melisse­ nos ile birlikte, esir edildi. Bizans kaynakla­ rında Khrysoskul ( bk. Bryennios, s. 508), er­ meni kaynaklarında G edric (b k . Urfalı Mate­ os, s. 16 2 ) diye anılan ve O ğuz Y ıva boyu­ nun başında bulunan bu türk kumandanı, Sel­ çuklu ailesinden olup, A lp A rslan 'm eniştesi idi ve saltanat dâvasına kalkıştığı için, sultanın emri ile emir A fşin tarafından, tâkip ediliyor­ du. E sir Manuel, nâzik durumunu farkettiği âsîyi Bizans 'a ilticaya iknâ ederek, onu İs­ tanbul 'a götürdü ve imparator tarafından bir m üttefik gibi karşılandı ( Zonaras, 1058; Bryennios, s. 508). A fşin bu münâsebet ile Phrykia bölgesine girmiş, Denizli yakınındaki Honas ( Khonae ) şehrini yağm alayıp, tahrip ettikten sonra, akınlarmı Marmara sahillerine kadar uzatmış idi ( A ttaleiates, bk. Laurent, s. 58; Sibt ibn al-C avzi, bk. İbn al-KalSuisi s- 101 ), İmparator Diogenes 'in faâl durumu­ na ve uzun cevelânlarına rağmen, Anadolu 'ya türk hücumları gittikçe artıyor ve daha ileri mıntakalara yayılıyordu. Mühim nokta, bütün bu hâdiseler boyunca teşebbüsün dâimâ türk­ ler elinde bulunması idi. Düşmanı imhâ etmek veya gerilere püskürtmek endişesi ile sefere çıkan Diogenes programını tamâmen tatbik edemiyor, beklenmedik yerlerde ansızın zuhfir eden akıncılar dolayısı ile sık-sık istikam et değiştirm eğe mecbûr kalıyordu. Anadolu 'nun yıpratıiması siyâsetini tahammülü aşan bir sabır ile tâkip eden Sultan A lp Arslan her gün bir az daha hedefine yaklaşmakta idi. Şüphe­ siz hâdiselerin zoru ile Romanos Diogenes türk meselesini kökünden halle karar verdi ve pek kalabalık bir ordu başında, türkleri Anadolu ’dan sürmek ve arkasından İran 'a yürüyerek, sultanın pâyitahtını zaptetm ek az­ mi ile, yola koyuldu ( 13 mart 1071 ). O sıralarda A lp A rslan Suriye seferine çık­ mış bulunuyordu. Görüldüğü üzere onun te­ mel siyâsetinden biri olan Fâtım îler ile mü­ câdele te'sirini hissettirm ekte ve Selçuklu devleti kuvvetini arttırdıkça, muhtelif İslâm ülkelerinde, eskiden olduğu gibi, A bbâsî hut­ besi İkame edilmekte ve Selçuklu sultanının sultası tanınmakta idi. 1070 senesinde Mekke emîri islâmiyetin iki büyük merkezinde, Mek­ ke ve Medine ’de, hutbeyi al-Kâ’im adma okutmağa başlamış idi. A ym yıl İçinde Mısır 'da iktid ar mücâdelesine girişen Hamdânîlerden Naşir al-Davla rakipleri A m ir al-Cuyüş Badr ol-Camali [ b. bk.] ile diğer ümerâya



fciA L A Z Û İR f. karşı A îp A rslan 'dan yardım istediği ve onu S u r iy e ’yi zapta teşvik e ttiği zaman (İbn al'A d im , 281b ), sultan ana siyâseti icâbı, he­ men harekete geçti, A zerbaycan 'dan cenûba inerken, şarkî A n a d o lu ’da ermeniler tarafın­ dan korunan Bizans 'in müstahkem kalesi Ma­ la z g ir t’i bir bücûmda z a p te tti; M eyyafârıkın, Â m id ve havâlisini tâbiiyetine aldı. Bizans elindeki U r fa ’yı uzun bir muhasaradan sonra, va kit geçirm emek maksadı ile, yoluna devam ederek, Haleb 'e indi. O rada kendisine ilk Bi­ zans elçisi mülâki oldu. Bar Hebraeus ( I, 320) 'un rivayetine göre, Anadolu 'da yürüyüş hâ­ linde bulunan imparator, M alazgirt ile A hlat ’a mukabil, M enbie'i Selçuklulara bırakmağı vaad ediyordu. Hâtbuki türk istilâ yol­ larının üzerinde bulunan bu iki kale, A n a ­ dolu lütuhâtı bakımından, fevkalâde mü­ him m evkiler idi. Sultan müsbet cevap ver­ medi. O zaman garbi Anadolu 'dan donen emir A fşin 'den aldığı, Bizans topraklarının hiç bir yerinde ciddi bir mukavemet unsurunun mevcut bulunmadığı meâlindeki rapor ken­ disini takviye etmiş idi. Haleb hâkimi Mirdâsîlerden Ma^mûd 'u huzûruna getirtip, ora­ dan Dimeşk 'a yürüdüğü sırada, imparator idâresindeki Bizans ordusunun şarkî A n a ­ dolu 'ya ilerilediğinî haber aiır-almaz, der­ hâl geri döndü ( 3 receb 463 = 7 nisan 1071; İbn al-tÇalânisi, s. 99 ) ; çünkü o zamana ka­ dar Bizans ile karşılaşm ak ihtiyâcını duyma­ yan ve daha ziyâde Anadolu 'nun fütûhât ba­ kımından olgunlaşmasını bekleyen sultan, ar­ tık imparatorluğun çıkarabileceği son ve en kalabalık ku vvet ile hesaplaşmak zaruretine kani olmuş idi. İm parator Diogenes uzun hazırlıklardan sonra, yüz bini aşan bir ordu ile, Anadolu k ıt’alarınm iltihâk mahalli olan Sakarya kıyı­ larına gelmiş, burada yeniden tertip ve tan­ zim ettiği ordusunda bâzı tensikat yapmış, ezcümle kendilerine güvenem ediği Nikhephoros Botaniates ve benzerleri gibi, d eğerli kuman­ danlar ile bir kısım askerini İstanbu l'a iâde etm iş idi. İmparatorluk ordusunun ağırlığını 3.000 araba taşıyor, bunları türlü muhasara âletleri tâkip ediyordu. Bunlar arasında, İslâm kaynaklarında etraflıca tasvir edildiği üzere, 1,200 kişi tarafından kullanılan muazzam bir mancınık bulunuyordu (Ibnal-C avzi,s. 261 ;‘ imâd al-Din, s. 40, S ib t, 255« ) ki, bütün alâm etler imparatorun kat’î netice almak maksadını gü t­ tüğünü ve mümkün olduğu takdirde, İran 'a ka­ dar üerilem eği tasarladığını gösterm ekte idi. S ivas 'a gelen Diogenes, A lp A rslan 'in Suriye 'den ayrıldığını öğrenince, bir harp meclisi akd­ ederek, yapılacak işleri görüştü. Onun gururunu



okşamakla menfaat umanlar Selçuklu devleti­ nin payitahtına yürümeği tek lif ediyorlar, fakat Nikhephoros Bryeanios ve Joseph Trakhaniotes gibi, tecrübeli ve ihtiyatlı kumandanlar ise, memlekette uzaklaşmanın tehlikeli olacağını, nihayet Erzurum ( Theodosiopolis ) 'a kadar gidilebileceğini, oralarda lüzumlu tedbirler alıp, sultanı oraya çekmenin, b attâ etrafın tahrip edilerek, hasım ordunun iâşesİni güçleştirm e­ nin münâsip olacağını bildiriyorlardı ( Bryennios, s. 511, L e Beau, XVH , 272). İmparator bu yerinde tavsiyeleri dinlemedi v e İran içine dalmak niyeti ile, E rzurum 'a geldi, kendisine olan güveni dolayısı ile, ordusunu parçalamağa başladı. Franklar ve Uzlardan 30.000 kadarını Trakhaniotes ile meşhur Norman şeflerinden Urselius kumandasında, geçilecek yolların em­ niyetini sağlamak vazifesi ile, A h la t 'a şevketti ( Bryennios, s. 512, Urfalı Mateos, s. 16 8 ); bir kısmını da, A bhazlara yardım bahanesi ile, fakat hakikatte ordusuna erzak te ’min etmek için, şimâle gönderdi. G eri kalan kuvvetleri ile M alazgirt 'e yürüdü. Y o ld a Erm enistan ve Elcezîre birlikiikleri kumandanı Basilakes Magistros m aiyetindekiler ile im paratora ilti­ hâk etmiş idi. O civardaki Bizans kumandanla­ rından Leon Debatanes, yazdığı bir mektup ile, imparatora sultanın, korkarak, Bagdad ’a doğru çekildiğini bildiriyor ve Basilakes de bu haberin doğruluğunu tasdik ediyordu. V akıa A lp A rslan Musul istikam etinde ilerilem iş i d i ; fak at bu onun Bizans ’tan çekindiğinden değil, muharebeye iyice hazırlık yapabilm ek ve Bitlis üzerinden M alazgirt 'e ulaşmak bakımından (İbn al-AzraJc, s. 99 ), o yolu daha sâlim te ­ lakki etmesinden ileri geliyordu. Diogenes nisbeten zayıf bir kuvvetin koru­ duğu M alazgirt 'i teslim olmağa mecbur edip, aman vermesine rağmen, müdâfîleri öldürttük­ ten ( 'İmâd al-Din, s. 38 ) sonra, nihâî zaferden emin bir hâlde, ordusundan ayırdığı diğer bir parçayı, Basilakes emrinde, A h la t civarında hücfima uğrayan k ıt’alarına yardım a gönderdi. Basilakes kuvvetleri iie sultanın öncüleri ara­ sında ilk çarpışma vukua geldi (2 4 ağustos çarşan ba). D im eşk'i zaptetmek üzere k â fi mıkdarda asker bırakau A lp A rslan, H aleb'd en ayrıl­ dıktan sonra, görüldüğü gibi, evvelâ şarka yönelmiş, icâp eden harp hazırlığını yaparak ve kuvvet tedârik ederek, şimâle dönmüş ve Diogenes 'in M alazgirt 'i tehdit ettiğin i haber alınca, yürüyüşünü hızlandırm ış idi. C eb rî yü­ rüyüş esnâstnda a t ve develerden çoğu ölmüş, bilhassa F ırat ’ı geçerken, ağırlıklardan bir kısmı harâp olmuş idi. Bu sür’a t ile fazla kuv­ vet taşımanın müşküliüğüne ilâveten, iâşe zor-



MALAZGİRT. luğumı da hesaba katan saltan, Tuğrul Bey zamanından beri hizmet gören yaşlı ve yorgun Irak-ı A cem kıt’alarm ı terhis ederek, az sayıda, fakat genç ve dinç bir ordu ile A h la t ’a ulaş­ tıktan ve veziri N işim al-M ulk’S, memleketin diğer mıntakalarında çıkm ası muhtemel her hangi bir karışıklığı önlemek ( A hbâr, a. 34; 'İmâd al-D in s. 37 ) veya harp sahasına tâze ku vvetler göndermek ( S ibt, 254*» ) üzere, ka­ rısı ve çocukları ile birlikte, H em edan’a yol­ ladıktan sonra, Bizans ordusunun durumunu öğrenmek maksadı ile, bir suvâri birliğini ile­ riye şevketm iş idi. BÖylece tiirk ordusunun öncüleri ile Bizans kuvvetleri arasında ilk te ­ mas vukua geldi ve çarpışma türk zaferi ile neticelendi { îbn a l-A d îm , 2858; Sih$, 254b; tbn al-A şir, VIII, 109 ). Türk süvarileri kendi­ lerini hâlâ A h lat garnizonuna bağlı, mahdut mıkdarda asker zanneden ve imparatora da öylece bildirilmiş olan Basilakes ’i mağlûp ve esir ettiler. Bu haber üzerine imparator tarafın­ dan hemen yardıma gönderilen Bryennios da yaralı hâlde çekilmeğe mecbûr oldu .( Zonaras, 106®; Bryennios, s. 314). İlk m uvaffakiyette ele geçirilen ganim et arasında kıym etli bir haç, büyük zafere alâmet sayılarak, B a g d a d ’a halifeye ulaştırılm ak üzere, Hemedan ’da bu­ lunan NîşSm al-M ulk’e gönderildi (tbn alC a v z i, s. 2 6 1; ‘ İmâd al-Dîn, s. 38; Sib|, 2548 ). Kaçan Bryennios’tan izahat alan Dlogenes M alazgirt’ten hareket ile A h la t ’a doğru ve M alazgirt'in 10— 12 km. yakınındaki Zahva ( İbn al-‘A d im , A hbâr *da: Zahra, İbn al-Cavzi ile Sibj: ’t a : Rahva ve Mateos ’ta i Dogh’adaph ) sahrasına geldiği zaman, bu vâdiye hâkim te­ pelerin sultanın müfrezeleri tarafından tutul­ duğunu gördü ve olduğu yerde karargâhını kurdu, O gün akşam karanlığından itibaren, türk okçuları Bizans ordusunu tâcize başlamış­ lar ve gece düşman karargâhına sokulan kü­ çük suvâri gurupları, mütemâdi hüeûmlan ile, onları takatsiz düşürmüşlerdi. 26 ağustos 1071 cuma ( 27 zilkâde 4Ğ3, tbn al-C avzi, s. 261; Sibt, 234», İbn al-K alânisi neşrinde s. 102; îbn a l-A d im , 2838; bk, bir de Bar Hebraeus, s. 321. Meydan muhârebesi gününü bâzı kaynaklar 19 ağustosta gö sterm işlerdir; bk. J. Laureni, agn, esr,, s. 43, not 10. 26 ağustos tarihinin doğruluğu hakkında bk. M. Halil Yınanç, Anadolu 'nun fe th i, s. 79, n o t ) sa­ bahı bir fersah ara ile m evzi almış bulunu­ yorlardı. M e y d a n m u h â r e b e s i . iki ordu ara­ sında sayıca fark büyük idi. Kappadokia, Phrykia ve Elcezıre kuvvetleri ile Rumeli eyâlet­ leri askerlerinden başka, ermenılerden, gür­ cülerden ve ücretli frank, norman, is’.av, Uz



*4S



ve Peçeneklerden mürekkep Diogenes ordusu, ekserisi piyade olmak üzere, 100.000’den aşağı değil idi ( İslâm kaynaklan her hâlde mübâlegalıd ır: İbn al-Kalânisi, 600.000; Sibt, 400.000; A hbâr, İbn al-A zrâk, ‘İmâd al-Din 300.000 ; İbn a l-A d im ve İbn a l-A sir 200.000 ), fak at insicamdan mahrum idi. K ütle muhâre­ besi yapan hu ordunun çeşitli zümreleri ara­ sında tam bir anlaşma olmadığı gibi, kuman­ danlar içinde de zafer ile alâkası olanların sa­ yısı az idi. Daha 26 ağustos gününün erken saatlerinde Peçenek ve U z kıt’alarından mü­ him bir kısım , kendi saflannı terkederek, soydaşları olan Selçuklular tarafına geçm işler ( Zonaras, lo6b ; Bryennios, s. 169 ) ve saltana Bizans ordusu hakkında kıymetli malûmat vermişlerdi. Diogenes yabancı askerlerin hiyânete devam edecekleri endişesi ile, evvelâ ordugâhında kalan Uz ve Peçenektere, »kendi usûllerine göre“ , sadâkat yemini ettird i ve dâımâ beraberinde taşıdığı „m üttefiki“ âsî türk kumandanı Khrysoskul ’u derhâl İstanbul 'a gönderdi ve önceden A h la t'a şevketm iş olduğunu gördüğümüz Trakfaaniotes ile frank Urselius ’un yanma dönmelerini emretti. Fakat bu iki kumandan, sultanın A h lat ’a bizzat gel­ diğini anladıkları zaman, kuvvetleri ile bir­ likte, F ırat 'a doğru çekilm iş bulunuyorlardı. Buna mukabil, 4.000 hasse askeri iie birlikte, yekûnu 13— 20 bin tahmin edilen sultan ordusu ( İbn al-Cavzi, 20.000; S ibt, İbn al-‘A dim ,. 4 Â&5 r, İbn a l-A şir, 13.000; ‘ İmâd al-Din, 14.000, İbn M unkız, 13.000. Yalnız İbn al-Kalânisi 400.000 gösteriyor ki, m ü bâlegalıdır) Süleyman Şah, M anşür,Gavharâyin, Porsuk, Bozan ve Sav-Tigin gibi, seçkin kumandanların idaresinde, meşak­ katlere tahammüllü ve çoğu boz-ktr muharebe üşülünce yetişm iş, ok atm akta mâhir ve her birinin ayrıca birer yedek a tı bulunan, serî manevra kabiliyetli suvârilerden mürekkep idi. Şüphesiz buna A rtu k Bey, T utak v e diğer Türkmen beylerinin emrinde, aynı derecede çetin ve akm larda iyice pişm iş Türkmen bir­ liklerini de ilâve etm ek lâzımdır. Zapt ve rapt altında hareket etmesini bilen türk birlikleri arasında münâferet de yok idi. M üşterek gaza fikri ve Anadolu ’yu ele geçirm ek gâyesi on­ ları birleştiren unsurlar olmuş idi. A nadolu 'ya yöneltilm iş tahrip ve yağm a seferleri deva­ mınsa dâimâ teşebbüsü ellerinde tutmuş olar türkier, son hesaplaşma saatlerinde de duruma tamamen hâkim bulunuyorlardı. A lp Arslan büyük muhârebeyi müslümanların mübarek gü nü cumaya tesadüf ettirm iş ve ordusunun maneviyâtını takviye için, A b b âsî halifesi vâsıtası ile, İslâm dünyasını âdetâ seferber "• hâle getirm iş idi. Bütün camilerde cuma hutb'



46



MALAZGİRT.



sinde okunmak üzere, al-Çâ'im 'in hazırlattığı duâ metni ( bk. Ahbâr, s. 33 v. d.) her tarafa gönderilmiş İdi. İki gün evvelki çarpışmada sul­ tanın imamı fakîh A bu Naşr Muhammed b. 'A b d al-Malik al-B uh ârt’nin zaferin mukadder olduğuna dâir tebşiri bütün orduya duyurul­ muştu. A lp A rslan , kat’î darbeden Önce, son bir sulh teşebbüsünde bulunda. Fakat kadı İbn al-Muhalbân ite emir Sav-Tigin reisliğinde gönderdiği hey’eti iyi karşılamayan impara­ tor ( Zonaras, ıo6b ), sultanın anlaşma isteğini onun korktuğu ve muharebeden kaçındığı şek­ linde tefsir ederek, müzâkerelere ancak Rey ’de başlanabileceğini söylemiş, hattâ Isfahan ’da kışlam ak ve hayvanlarını Hemedan 'a gön­ dermek niyetinde olduğunu da açıklam ış idi ( tbn al-A zrâk, s. 99, ‘İmâd al-Din, S. 39, Bar Hebraeus, s. 301, İbn a l-A şir, VIII, 109). Is­ lâm mücâhidi olmak sıfatı ile, sultanın böyle bir tek lifte bulunması tabi’î idi. A ncak alman red cevabı ordudaki savaş azminin artmasına yardım etti. Çatışm a saadetini cuma vaktine kadar tehir eden sultan, bep birlikte kılman namazı müteâkip, beyazlar giyinmiş ve kokular sürünmüş olarak, askerlere yap tığı hitâbede, şehit düşerse, vurulduğu yerde gömülmesini, o takdirde bilumûm erkân ve ümerânın oğlu veliahd Melikşah 'a tâbi olmalarını vasiyet ettikten sonra, muhârebeye bir hükümdar ola­ rak değil, nefer gibi katılarak, din ve devlet uğrunda dÖğüşeceğini, savaşmak istemeyenle­ rin çekilip-gitm ekte serbest olduklarını ilân e tti; kendisini, ordunun her hangi bir ferdin­ den farklı bulunmadığını gösterm ek üzere, atının kuyruğunu bizzat bağladı ve ön saflar­ da çarpışacağını belirtm ek maksadı ile de, ok ve yayını bırakarak, kılıç ve topuzunu aldı ( ‘İmâd al-Din, s, 40; Bar Hebraeus, s. 321; ibn a l-A g ir VIII, 109). Bu esnâda Bizans or­ dugâhında da dini merâsimler yapılıyor, ça­ dırlardan İlâhîler yükseliyor, ellerinde renkli bayraklar ve büyük haçlar ile saflar arasında dolaşan asîlzâdeier ve ordu papasları askeri teşcie gayret ediyorlardı ( Sib$, 250»). ö ğ ­ leden az sonra her ik i taraf muharebe niza­ mını almıştı. İmparator m erkezde kalmış, sol cenâhına Anadolu birliklerinin başında Kappadokiah A le a t e s ’i, sağ cenâhma Nikephoros Bryennios emrindeki Rumeli k ıt’alarını yer­ leştirmiş, C aesar loannes ’in oğlu Andronikos ’u geride, ihtiyat kuvvetlerin başında bı­ rakm ış idi (B ryen nios, s. 514; Mateos, 1Ğ9). Sultan ise, ordusunu dört kısma ayırdı. Bun­ lardan daha kalabalık ikisini muharebe saha­ sının yanlarındaki tepelerde gizlice pusuya yatırdı, düşmanın gerilerini tutm akla vazife­ lendirdiği üçüncü kısm ı da müsâit mahallerde



m evzilendirdi ve kendisi Diogenes ’in karşı­ sında mevkî aldı, ilk olarak türk merkez kuvvetleri, okçuların himâyesi altında, hü­ cuma geçti. Bu cüz’î kuvveti bir anda ezmek hevesine düşen Diogenes bütün ordusu ile mu­ kabil taarruza kalktı ve tedricen çekilmeğe başlayan türkleri tâkip etti ( Zonaras, 106 b; Bryennios, s. $15 ; 'İmâd al-D in, s. 40). A lp A rslan tarafından mahâret ile tatbik edilen sahte ric’at muvaffak olmuş ve ordugâhından hayli uzaklaşan imparator, akşama doğru pusu­ ların bulunduğu mahalle kadar gelip dayanmış idi. T ürk ordusuna umûmî hücüm emri verildiği zaman hatâsını anlayan imparator ric’ate ça­ lıştı ise de, Bizans ordusu cepheden, yanlardan ve düşman ordugâhı istikam etinde sarkan sü­ variler ile genden sarılmış ve dar bir çenber içine alınmış idi. İhtiyat kuvvetleri kumandanı Andronikos imparatorun faydasız çekilm e gay­ retini m aiyetindekilere bozgun şeklinde akset­ tirerek, firara teşebbüs etmiş ve bu ermeni kıt’alarmm da uzaklaşmasına sebep olmuş idi. K aranlık bastığı sıralarda Bizans ordusu tamâmen imhâ edilmiş bulunuyordu. Y aralı ola­ rak esir edilen Diogenes, erkân-ı harbiyesi ile birlikte, sultanın huzûruna getirildi. S ırf ta'biye bakımından Bizans mağlûbiyetinin sebepleri şüphesiz yalnız Uz ve Peçeneklerin sultana iltihakları ( A tta leia tes, bk. Laurent, s. 59; Mateos, s. 169 ) yahut ermenilerin kaç­ ması ( Süryânî Mikhael, s. 169 ) veya impara­ toru sevmeyen A n d ro n ik os’un muharebe mey­ danını terki (Bryennios, s. 514; Zonaras, 106b) değil idi. Pseilos ( Chronograpkia, s. 162), ’un kaydettiği üzere, D io gen es’in muhârebeyi idarede gösterdiği kabiliyetsizlik âmillerden biri olarak zikredilebilir ise de, asıl sebebi A lp A rslan ’ın dikkatli bir sevk ve idâre ile ta t­ bik e ttiğ i sahte rie'at, pusu ve uzak muhârebe esâsına dayanan, Bizanslılara tamâmiyle ya­ bancı, boz-kır muhârebe usûlünde ve türk or­ dusundaki m aneviyat yüksekliğinde aramak daha doğru olsa gerektir. Huzûra getirilen esirin im parator olduğu, gerek B a sila k es’in onu görür-gorm ez ağlaya­ rak, ayaklarına kapanmasından, gerekse elçi­ likle Bizans karargâhına gönderilmiş olanlar ile yüzleştirilmesinden anlaşılınca, A lp A rslan Diogenes ile uzun uzun konuştu. Kaynakları­ mızda m üttefikan belirtildiğine göre, sultan imparatorun sulh müzâkerelerini reddini ten ­ kit etm iş, Bizans ordusunun askerî hatâlarım saymış ve nihâyet ona, nasıl bir muamele bek­ lediğini sorm uş; D iogen es'in , ya öldürüleceği yahut zincire vurularak, İslâm ülkelerinde te ş­ hir edileceği veya, pek zayıf ihtimâl ile, a ffe ­ dilip, bir nâip, bir m üttefik sıfatı ile, memle­



MALAZGİRT. ketine gönderileceği cevabı üzerine, sultan onun ile dostluk kuracağını bildirmiş, mütea­ kiben onu teselli etmiş ve kendi yanma oturt­ muştur. BÖyiece türk sultanı merhamet, itidal ve insanlık hislerininin bir örneğini daha ver­ miş oluyordu ( Psellos, s. 164; Bryennios, s. 51 7; Zonaras, s. 106 b ,; Vardan, Türk fütuhat tarihi, s. 177 i Süryânî Mikhael, s. 170 ). A lp Arslan, kendisi ile bir ittifa k muâhedesi ak­ d ettiği Diogenes ’i, husûsi çadırda bir hüküm­ dar gibi misafir ettikten sonra, maiyetindeki­ ler ve diğer esir asılzâdeler ile birlikte, bir türk suvâri müfrezesinin muhafazasında, mem­ leketine iâde etti ( 3 eylül 1071; E. de Muralt, E ssai de chronographie, II, 20 ). Metni elde bulunmayan muâhedenin muhte­ lif kaynaklarda tesadüf edilen bâzı maddele­ rine göre, imparator, fidye olarak, bir buçuk milyon altın verecek, ayrıca her sene 360.000 altın ödeyecek ve Bizans imparatorluğu içinde mevcut bil’umûm müsiüman esirleri serbest bı­ rakacak, lüzumu ânında sultana askerî kuvvet gönderecek idi ( İbn al-Cavzi, s. 263; Sib{, 236», İbn a l-A d im , 28711; İbn al-IÇalânisi, s. 99; Bar Hebraeus, s, 323; İbn al-A şir, VIII, 110). A râ zi m eselesine gelince, sultan Malazgirt, U rfa, Menbic ve A ntakya ’nın mülhakatları ile birlikte, Selçuklulara terkini istem iş, tek ­ lifi kabul eden Diogenes, bu arâzi devrinin kendisi ancak tâcı muhafaza ettiği takdirde mümkün olacağına işaret etmiş idi. Bunun üzerine sultan icabında Diogenes 'e yardım vaadinde bulundu. A lp A rslan , müteakiben Kara-H anlılara karşı şarka hareket ederken, Bizans topraklarına giren Diogenes, İstanbul ’da Kostantinos Dukas 'ın oğlu Mikhael ’in impa­ rator ilân edildiğini öğrendi ve bilindiği gibi, im paratorluk salâhiyetleri alman Diogenes, Mikhael VII. orduları tarafından S iv a s 'ta ve A d a n a ’ da mağlûp edildi, yakalandı, gözleri oyuldu ve kapatıldığt manastırda iztİrap ve teessüründen öldü; böylece muahedeyi tatbik güçleşti. M üttefikinin öldürülmesi A lp Arslan '1 anlaşma hükümlerini silâh ile istihsâle şevk­ e tti ve haklı olarak, Kutalm ış.oğulları ile Türkmen beylerini bütün Anadolu 'yu işgâle me zûn kıldı. Muâsır Bizans tarihçisi Bryen­ nios ( s. 528 ) 'un türklerî sulhu bozmak ile suçlandırması her hâlde isabetli değildir. Bu­ nun yegâne m es’ûlü, D io gen es’ i ve onun ile alâkalı h er şeyi unutmak isteyen, gerçeği gör­ m ezlikten gelen Bizans olabilirdi. Çünkü baş­ tan beri anlattığım ız şartlar altında, Anadolu için yapılan meydan muhârebesinde, A lp A r s ­ lan gibi bir hükümdarın toprak talebinden fe­ ra g a t etmesi beklenemezdi. K ılıç hakkı olan anlaşmayı fesh değil, bil’akis mer’iyette ta t­



*47



mak için kuvvete müracaat m ecburiyetinde ka­ lınmış ise, bu gâtip taraftan beklenecek en tabi'î hareket sayılm ak lâzım gelir. Bu münâsebet ile belirtmek yerinde olur ki, A lp A rştan 'ın akıncıları başı boş bıraktığı, Bizans ile alâka­ lanmadığı iddiası ile, sultanın zaferi müteakip uzaklaşmasının buna delil gösterilm esi ve esa­ sen o zaman halifelik yanında, siyâsî teşek­ kül olarak, bir de Bizans imparatorluğunun bulunması düşüncesinin şark âleminin zihniye­ tinde yaşadığı, hattâ Anadolu ’nun fethinden sonra dahi, sultan Melikşah ’ın imparator A leksios ile dostluk kurabilm ek için, bütün Anadolu 'yu Bizans ’a terke hazır olduğu v.b. yolunda bâzı garplı tetkikçiler tarafından ile­ ri sürülen mütâlealara ( msl. C. Cahen, La Campagne de M antzikert, Byzaniion, IX, 639 — 6 4 1), büyük Selçuklu imparatorluğunun ger­ çek dinî ve askerî çehresi ve o devlet naza­ rında Anadolu ’nun taşıdığı ehemmiyet muvâcehesinde fazla bir kıym et verilemez. Sultan Melikşah 'm sulh teklifi m eselesi de Bizans tarihçisi Anna Komnene tarafından uydurul­ muş bir vakıadır (k rş . I. K afes oğlu, Sultan M elikşah devrinde büyük Selçu klu impara­ torluğa, s. 105, not 10). Neticeler. A lp A rslan 'm en büyük İslâm gâzî ve fatihleri payesine yükseltilme­ sinden, onun hakkında kasideler, medhiyeler yazılmasından ve emîrülmü'minîn olan halife tarafından kendisine tebrik ve teşekkür mek­ tubu gönderilmesinden antaşılacağı üzere, za­ manında bütün İslâm dünyasında derin akis­ ler uyandıran M alazgirt muharebesinin, neti­ celeri bakımından, ehemmiyeti ölçüsüzdür. Türk yurdu olarak Anadolu türklere onun hediyesidir. Y alnız bu netice, bir m illete yeni b ir vatan verme keyfiyeti, M alazgirt zaferini başka hiç bir m uvaffakiyet ile kıyaslanama­ yacak nisbette yükseltm ektedir. Tarih boyun­ ca türkler tarafından kazanılan yüzlerce mey­ dan muharebesinden bugün elde ne kaldığı düşünülür ise, M alazgirt 'in değeri iyice an­ laşılacaktır. M alazgirt, aynı zamanda, türk millî bünyesinde köklü değişikliklere yol aç­ mış ; zaferi tâkip eden yıllarda Anadolu 'yu vatan edinen türk boyları, İslâmî akideler ile birlikte, eski boz-kır yaşayış ve telâkkilerin­ den büs-bütün farklı tefekkürü, edebiyatı ve dünya görüşü ile, toprağa bağlı tâze bir ce­ m iyet hâline inkılâp etm iştir ki, bundan sonra, yerleşik medeniyet unsuru olarak, cihan tari­ hinde çok verim li ham leler yapmak imkânını kazanmıştır. A yrıca bilindiği üzere, haçlı se­ ferlerinin zuhurunda başlıca âmil olan Malaz­ g ir t'in devrimiz A vrupa medeniyetinin tees­ süsünde de, dolayıst ile, te'sirleri mevcuttur



MALAZGİRT -



MALDİV ADALARI.



( tafsilât için bk, İ. K afesoğlu, S elçu k lu tari­ bölgesi dâhilinde bîr i d â r i b ö l ü m olup, hinin meseleleri, Belleten, sayı, 76, s. 475-—480 ). 1.899 km 2, arâzi üzerinde uzanır [1941 ’de nüfusu T ürk tarihinin 10 71’de başlayıp, 1923’e 1.232.618 ’e varmakta ve bunun yarısından b ira z kadar devam eden 850 yıllık iftihara değer fazlasını (5 1 % ) müslümaniar ve geri kala­ devresine hakikî kaynak vazifesini gören Ma­ nını hindûlar (46 % ) teşkil etm ekte idi. 1947 la zgirt muharebesi, geniş te'sir ve şumâlii ile, 'den itibaren Mâlda şehri Hindistan ile şarkî tiirk tarihinde yeni bir devrin başlangıcı, bir Pakistan arasında taksim e uğramış ve kadîm dönüm noktasıdır. Malda şehri civarında kurulmuş idâre merkezi B i b l i y o g r a f y a\ İmâd al-D in al- olan English Bazar kasabası H in distan ’a bıra­ lşfahâni, Zubdat al-nuşra (tr k . trc. K ıvâ- kılm ıştır ]. Bu memleket evvelce iki merkezi müddin Burslan ), nşr. T T K , İstanbul, 1943, olan G aur [ b. bk.] veya Lahnavti ve Pandua s. 35— 4 1; Şadr al-Din al-Husayni, A kbâr şehirleri ile meşhur idi. Bu sonuncu şehirde al-davlat al-Salçü^iga (tr k . trc. Necâtî Bengâle 'nin müslüman hükümdarlarından kal­ Lûgal ), nşr. T T K , A nkara, 1943, s. 32— 3 7; ma müteaddit câmi ve daha başka binaların İbn a!-Kalânisi, Zayi târik D im aşk (n şr. harabeleri bulunmaktadır. B i b l i y o g r a f y a : Minhâc Sirâc, f a H. F. Am edroz), Beyrut, 1908, s. 98 v.d. ; bakâğ-i N aşiri ( trc. R averty, Bibi. Ind., Mikhael Psellos, Chronographie ( nşr. ve 1881 ) ; Ğulâm Husayn Salim , R iyâ i al-salâfrns. trc. E. Renauld ), Paris, 1928, II, fin ( Bibi. Ind., metin ve t r c .) ; M ohini C. 157, 159— 172; Nikephoros Bryennios (frn s. trc. Cousin, H istoire des empereurs Cons­ Mozamdâr, Brakmans o f G aur ( Bengâle di­ tantin D acas et Romain Diogène. H istoire linde, Kalküte, 1886 ) ; Hedges’s D iary ( nşr. Yule, H akluyt S o c ie ty ); H. Creighton, Ru­ de Constantinople, Paris, 1685,1li, 508— 524, ins o f Gaur (London, 1 8 1 7 ); Ravenshavv, 528) ; loannes Zonaras ( frns. trc. I. M illet de Gaur ( London, 1878 ) ; W. Franklin, N otes S.Am our, Chroniques ou annales, Lyon, 1560, on o ld Gaur 1810 ( J A S B, 1894 ) ; A rchaes. 1 0 4 a — 10 7b ) ; Urfali Mateos (frn s. trc. ological Reporis, X V ; Blochmann, Contri­ E, Dulaurier, Chronique de Matthieu d’Ebutions to the Geogr. o f Bengal ( J A S B , desse, Paris, 1858, s. 159— 170)5 Süryânî XLII— X L I V ); İlâhi Bahş, H u rşîd Cahan-nâMikhael ( frns. trc. J. — B. Chabot, Chro­ ma { J A S B , 1895 ) ; Bucbanan, Eastern ln nique de M ichel le Syrien, Paris, 1905, III, 165— 1 7 2 ) ; A b u ’l-Farac Ibn al-C avzi, aldia, Imperial Gazetteer o f India ve Statis­ tical A ccou n t o f Bengal, VII, bk. m ad.; Cen­ Muntazam ( Haydarâbàd, 1359 ), VIII, 256, 460 — 2645 İbn al-A zrak al-Fârik:i, Târih sus Repori fo r 1911, V /I— II. M ayyâfàrikln ( mevzû ile alâkalı bölüm için (H . B e v e r id g e .) bk. İbn al-Kalânîsı, s. 99 v.d.) ; İbn a l-A d im , M A L D İV A D A L A R I , Hind okyanusunda, T a rih al-Iialab ( Topkapısarayı, Ahm ed mercan kayalarından m üteşekkil t a k ı m ­ III., nr. 2925, 279 fa — 288 fa ) ; Bar Hebraeus,a d a l a r olup, H indistan 'm eenûb-i garbi­ A bu ’l-Farac tarihi ( trk. trc. ö . R. D oğ­ sinde, Seylan adasından 40o mil mesa­ rul, nşr. T T K , A nkara, 1945,1, 318— 3 2 4); fede, 0° 42' ve 7° 6 ' şimâl arzları ara­ İbn a l-A şir, al-Kâm il (M ısır, 1357 ),VIII, sında ve 73° şark tülü etrafında uzanmakladır. 107 — 112 ; Sibt İbn al-C avzi, M ir’ât al-za- Takım-adalar, 300 kadarı gayr-i meskûn mer­ mân, X II ( Topkapısarayı, A hm ed III, nr. can kayalarından ibaret olmak ve 17 ’si mes­ 2907, 252»— 257» ; bk. bir de İbn al- kûn bulunmak üzere, çok sayıda adadan mü­ K alân isi, s. 98— 105); Le Beau, Histoire rekkep olup [85.000 kadar nüfusu ihtivâ ed er: du Bas-Em pire (P a ris , 1780), XVH, 219— 1951], X IV. asırda İbn B attü ta adaları ziya­ 330» 235— 260, 266— 269, 27 4 " 297i 30* î J- ret etm iş ve burada bir seneden fazla kalmış Laurent, Byzance et les Turcs seldjaucides idi ( 1 3 4 3 — 1344). Seyyah „Z ibat al-Mahal“ dans l ’A sie occidentale ju sq u ’en 1081 (P aris, ismi ile ve acâıb-i âlemden biri olarak zik re t­ 1914 ), s. 37, 57— 00, 62 v.d., 75 v.d., 91, 94 tiği adaların sayısını 2.000 'e yakın olarak v . d . ; M. H. Yınanç, S elçuklular devri I. A n a ­ gösterm ekte, halkının tamâmiyle müslüman dolu ’ nun fe th i ( nşr. İstanbul üniversitesi), olduğunu, muhtelif kısımları ayrı valiler tara­ İstanbul, 1944, s. 57— 82; R. G rousset, fından idâre edilen adaların hepsine birden H istoire des Croisades ( Paris, 1948 ), I, IV verilen ismin hükümdara ikam et mahalli olan V . d , XXXII V . d . ( İBRAHİM KAFESOĞLU.) Mahal ( şimdiki Maie ) 'den geldiğini, evlerinin M A L A Z K ÎR T . [ Bk. M ALAZGİRT.] ahşap olduğunu, sokakların tem izliğini, para M A L D A . [B k . m a l d a . ] olarak bir nevî deniz kabuğunun kullanıl­ M A L D A . M A L D A ( aslında MÂLDAH veya dığını, adaları ziyareti sırasında burada bir MâLDAHA), ş a r k î B e n g i l e 1 nin Râcşâhi kadın hükümdarın hukûm sürdüğünü anlatmak-



MALDİV ADALARI tadır. A dalara ilk gelen avrııpajılar portekiz­ liler olup, bunlar 1518 'de burada bir ticâret merkezi kurdular. Maldiv adaları, Malabar sakillerinden gelen M âppilla ( Moplah ) kor­ san lan tarafından sık-sık hücuma mârûz ka­ lırdı. Unvanı „on iki bin ada sultanı" olan hükümdar 1645 ’te Seylan adasındaki Hollan­ dalIların himâyesi altına girdi ve bn tarihten itibaren, Maldiv adaları Seylan ile, siyâsî mâ­ nada, münâsebete geçti. A daların yerlileri müstüman olup, etnografya bakımından, üç zümre meydana g e tirirle r: 1. şim âldekiler, aralarında Hindistan ’dan gelm e dravid kanı nisbeti fazlad ır; 2. orta kısım dakiler, Male şehrinde ( 6.000 nüfus ) oturan sultanın doğrudan-doğruya hâkimiyeti altında olup, buraya gelen tacir ve m uhacirler yüzünden, az-çok sâm î bir vasıf elde etm işlerdir; 3. cenuptaki adaların yerlileri, orta kısım ile az temâs etmiş bulunduklarından, iptidaî vaziyetlerini daha fazla muhafaza etm ekte ve Seylan adasının „sin gali" köylülerine benzemektedirler. A dalı­ lar umûmiyetle sâkin, zekî ve çalışkan insan­ lar olup, kendilerine lüzumlu gıda maddele­ rini yetiştirirler, elbiselik kumaşlarını dokur ve hasırlarını örerler. Adaların başlıca ibrâe maddesi kurutulmuş Hindistan cevizi (kopra), deri ve kuru batıktır. Konuşulan dil, az. çok İslâm kültür muhitinin te'siri altında kalmış bir „sin galı“ lehçesi olup, adalılar arasında az-çok kolaylıkla arapça konuşanlar da bulu­ nur. [ Maldivadaları, 1933 senesi başından iti­ baren, Britanya m illetler topluluğu içinde bir cüm bûriyet teşkil etmektedir]. B i b l i y o g r a j y a: J. S. G ardiner, Maldive and Laccadive Archipelagoes ( Cam­ bridge, 1901— 1905 ); İbnB attüta, T u h fa t alnuzzâr f i ğ a ra ib al-amşar tıa 'a ca ib alasfâr (tr c . Mebmed Şerif ), İstanbul, 1335, s. ** 5 , 25 3 ! François Pyrard de la Val, Vo­ yage (P a ris , 16 7 9 ); F. C . Danver, The Portaguese in India (London, 18 9 4 ); F. W. H ockley, A S h ort A ccou n t to the People, H istory and Custom s o f the M aldive A rckipelago ( 1935 }. ( T . W . HAIG.) M A L E Z Y A L I L A R veya M A L A Y L A R . Bu makalede m alezyahların yalnız İslâmiyet bakı­ mından vaziyetleri üzerinde durulacak, etno­ grafya ve antropoloji meseleleri ile meşgul olun­ m ayacaktır. Bu noktada sâdece menşe’de Su­ matra ’nın merkezî kısmında, ezcümle Paiembang 'da yerleşmiş bulunan malezyalıların bu­ radan adanın şark ve şimâl kısımlarına yayıl­ dıkları, Malaka boğazı kıyılarına, bilhassa Malaka [ b. bk.] yanm -adasına geçtikleri, Bor­ neo adasında büyük nehirler boyunda ve daha şarka doğru iskân m erkezleri te sis ettikleri



MALEZYALILAR.



*49



söylenilebilir. M alezyaiılar geniş b ir şâhaya yayılmış bulunan Polinezya ( veya tndonezy a ) ırkına mensup olup, dilleri A frika ’um Madagaskar adasından Filipin (P h ilip pin e) adalarına, Malaka yarım-adasısdan büyük ok­ yanustaki en uzak Mikronezya ve Melanezya adalarına kadar konuşulmaktadır. Çoğu efsâne mâhiyetini taşıyan Malezya vekayiuâmeleri ve bâzı kitâbeler, Palem bang 'da hindûlaşmış bir Malezya devletinin m evcûdiyetini ve mütead­ d it defalar gem icilerin buradan komşu mem­ leketlere ve daha uzak ülkelere gittiğin i açık bir şekilde ortaya koyar. M alezyaiılar ken­ di dillerini ticâret yolları boyundaki muhtelif limanlara ve memleketlere yaymışlardır. Islâmıyetin hangi asırda hindûluğu buradan süpürüp-attığı bilinmemekle beraber, bu yeni din Malaka boğazı kıyılarında göründüğü sırada, malezyaiılar yanm -adaya yerleşmiş ve bunla­ rın dili ticârette ve siyâsî münâsebetlerde umûmî olarak kullanılan dil hâline gelm iş bu­ lunuyordu. M a l e z y a d i l i . Daba önceden bir çok S a ­ nskrit kelimeleri ile zenginleşmiş olan Malez­ ya dili, İslâmiyet sayesinde, muhtelit bir dil husûsiyeti arzeden bir lehçe hâlini aldı, Müs­ lümanlık cereyânı, bu dile Tamil menşe'H bir takım kelimeler, bir kısmı Dekkanı veya fârisî husûsiyeti almış, sayılm ayacak kadar fazla arap­ ça kelim eler, bazıları bindû hususiyetini taşıyan b ir çok fârisî kelimeler ve az sayıda hindustân î unsurlar getirdi. Malezya dili gayr-i mütecânis şekli ile, yeni dinin intişârına vâsıta olan bir dil mâhiyetini aldı. Daha önceden adaların en çok uğranılan limanlarına — her çeşitten yerliler, ecnebî tacirler, daba sonra da avrupalılar, yâni portekizli ve hollandalı elçi v e kaptanlar ile konuşup-anlaşabilmek için — en basit şekli ile sokulmuş idi. Malezya dili­ ne edebî vasfını İslâmiyet kazandırdı ve bu dil, sayısız arapça kitapların tercüme edildiği m utavassıt dil hâlini alınca, şekil bakımın­ dan, duruldu ve imlâsı muntazam bir şekilde tesbit edildi. K azandığı tecânüs sayesinde, edebiyata ve dinî âyinlere uygun dil oldu ve bir KOivfı gibi k a t'î manalı, kısa ifâdeler ve ta­ savvuf husûsunda olduğu kadar, tarih ve edebi­ y at İçin de, inkişâf etti. Şurası kayda değer ki, lisanların çoğunda duyulan ağız ile, evvelce bir müslüman sarayının ve bir hükümdar kütüpha­ nesinin bulunduğu Malaka şehrinde teşekkül eden kültürlü ve edebî dil arasında büyük bir fark mev­ cuttur. A çe ( A tjeb ) ’ye gelen arap ve bindû âlimleri, dinî meseleleri Malezya dili ile mü­ nâkaşa etmiş, hattâ bu dilde kitaplar yazmış­ lardır. Edebî şekil, zamanımıza kadar, olduğu gibi kalm ıştır. Edebî eserler eski tâbirler ile



MALEZYALILAR. yazılm akta, tekellüfsüz üslûp adaların muhtelif kısımlarında kullanılmaktadır. 8u üslûbun en bozulmamış şekillerine Johore 'da ve umûmiyetle Malaka yarım-adasında, Sum atra ’mn şark kıyısında, en değişik tarzlarına da C a v a 'd a ve daha şarktaki adalarda rastlanmaktadır. Molük adalarında ve bilhassa Ambon ( Am boyna ) ’da hıristiyan vaizleri de malezyaiıların dilini kul­ lanmışlardır. 8u sebep ile, sözü geçen dil, bu adalarda husûsî bir vasıf iktisap etmiştir. Lisaniyat bakımından ise, M alezya dilinin, bü­ tün Polinezya dilleri gibi, tasrifsız iltisâkî diller sınıfına dâhil olunduğunu hatırlatm ak kâfidir. Tasrif, dar bir şekilde, tahdide uğram ış olup, ekseriyetle iki heceden ibâret olan kelimeler Ön, ara ve son-ekler vâsıtası ile, başlıca sarf ve nahiv münâsebetleri hususunda bir çok kelimeler teşkiline müsaittir. Malezya dili nah­ vinde arap gram erinin te ’sirinden kalma bâzı izler mevcut bulunmakla beraber, netice ola­ rak, müsiümanlığın bu dilin ana vasıflarını büs-bütün değiştirm ediği, yalnız p ek büyük sayıda kelim eler ilâvesi süreliyle, onu zengin­ leştirdiği ve yazılı edebiyatına İslâmlığın ver­ diği bir hususiyet kazandırdığı söylenilebilir. E d e b i y a t . Islâmdan evvelki devre âit edebiyat hakkında hiç bir şey bilinmemek­ tedir. Hindu harfleri ile yazılı bâzı eski kitâbelerin imkân nisbetinde verdirteceği hük­ me göre, Malezya dili, K aviye benzer harfler ile yazılm ış ise de, edebiyatın bilinen en eski şekli arap harfleri iledir. En eski yazmalar, Cam bridge ve Oxford kütüphanelerinde mahfûz olup, XVI. asrın son senelerine ve XVH. asrın ilk on senelik devresine âit bulunuyor. X VI. asırda yazılmış edebiyatın varlığına y e ­ gâne taribî-cdebî delîl, XVII. asra âit bir vekayinâmede, Malaka şehrinde, burayı Porte­ kizlilerin almak istedikleri sırada ( 15 u ), bir hükümet kütüphanesi bulunduğunun kaydedil­ miş olmasıdır. Malezya edebiyatı, bugün kar­ şımıza çıktığı şekli ile, pek zayıf bir hususi­ yete mâliktir. Hemen bütün vekayinâmeler, hikâyeler ve şiirler arapça kelim eler ve cüm­ leler ile dolu ve İslâm nazariyesi ile yüklü ol­ duklarından, bir müslümanhk havası ile meşbû bulunurlar. G erçekte bâzı güldürücü hikâyeler, bir takım masallar, bu arada bir zaman çok rağbet görmüş fâre ve geyik hikâyesi ve bün­ yesinde az-çok hindû te s ir i sezilen bâzı ma­ hallî romanlar ve hakikî bir İslâm te'siri be­ lirtmeyen Cava dilinden aimmış bâzı eski hi­ kâyeler mevcut ise de, bütün bu eserlerin arap harfleri île yazılm ış olması, onları arapça kelim eler ile doldurup-taşırm akta ve böyle­ likle burada da İslâm zihniyetinin mevcut bu­ lunduğunu gösterm ektedir. Bu makalenin kısa­



lığı, ne büyük sanskritçe hamasî şiirlere kadar Çıkan edebî eserlerden, ne de hiç bir İslâmî te ’sir izi gösterm eyen hikâyelerden bahsetmeğe imkân verm ediği için, burada yalnız İslâmî vasıflar taşıyan Malezya edebiyatı bahis mev­ zuu olacaktır. G erçek İndonezya asıllı geyik masalı, İslâmî bakımdan, tâdile uğramıştır. A z-çok efsânevî ve yarı hayalî olan tarihî ya­ zılar hemen tamâmiyle mutlak bir şekilde islâm laştırılm ıştır. Bu zümreye dâhil eserler arasında Ssjerah M il ay a vekayinâmesi ve taklitleri, Kutavaringın, Kutay, A çe ve Pasay vekayinâmeleri sayılabilir. H ikâyat H ang Tuah, bir kısm ı tarihî olmakla berâber, büyük kısmı hayâlı olan bir romandır. Y a ­ bancı prens ve prenseslerden, bitm ez-tükenmez sergüzeştlerden bahseden bir çok ro­ manlar, Hindistan şarkında Malezya dilini okuyan âlemin büyük bir kısmına yayılm ıştır. Bütün bu halk kitaplarının isim len, avrupalı okuyucular için pek câzıp olmamakla berâber, Leiden, Batavia ve Londra kütüphanelerinin bütün Malezya yazmaları kataloglarında bu­ lunur. Bâzı hayâlı eserler farsçadan, arapçadan ve hindustânîden tercüme edilm iştir. Bun­ lardan bir kısmını Hitopadeça külliyâtına ka­ dar götürm ek, bir kısmını Tâti-nâma serisi­ ne bir üçüncusünü de Bahtiyar dâiresine bağ­ lamak mümkündür; istisnaî olarak da bâzı ecnebî müellifler Malezya dilinde yazm ışlar­ dır. Bir A çin kraliçesinin nufûzu altında çe­ şitli mevzûları ihtiva eden geniş bir vekayinâmo yazmış bulunan Racpo Nur ai-Din alRaniri [ b. bk.] gibi. G âyet çok sayıda metin­ lerde, eski peygam berlerden, Peygam ber Muhammed 'den, âlinden ve ashabından bahsedil­ m ektedir. Bu eserler, msl. A m ir Hamza ve Muhammed b. a l-H an a fiy a ’nin romanları, fâ­ risî menşelidirler. Tam âmiyle dinî mâhiyette olan eserler bu edebiyatın dışında kalır. Malezya edebiyatında şiir başka bir vasıf taşır. Fârisî te’sirlerinden büs-bütün kurtula­ mamış olmakla berâber, gerçek Malezya şiiri, puntun, yâni halk rubaileri olup, ilk iki mısrâ tabi'î bir hâdiseden veya mâlûm bir vak’adan bahseder ve âhenk bakımından, üçüncü ve dördüncü mısraa yol hazırlarken, bu sonuncu­ lar manzumenin ekseriyetle maddî aşka taal­ luk eden hakikî mânasını ihtiva eder. Di­ ğer nevi şa'ir ile temsil edilir ki, kafi­ yeli dört mısrâdan mürekkep k ıt’alardan te­ rekküp eder. Çok uzun ve yüklü olan bu ş i­ irlerden bâzıları C ava dilinden alınma olup, bir kısmı da mensûr romanların nazma çev­ rilmiş şekilleridir; bunlardan başka, tarihî vak’alar, aşk sahneleri, dinî meseleler, tasav* vufî bahisler v.b. bir çok ya'ir ’(ere mevzû ol­



MALEZYALILAR m aktadır ki, bunların unvanlarını şu katalog­ larda bulmak mümkündür: Leiden üniversite­ si kataloğu ( H. H. Juynboll ), buna Ph. S. van Ronkel tarafından yapılmış ilâve ; Batavia, Lahaye ve Bruxelles katalogları (a y n ı zâtlar tarafından ) j Londra ( R. A . S.) ve E. 1. H. ( India O ffice kütüphanesi ) katalogları ( H. N, van der Tunk ) tarafından. Husûsî edebi­ yat meseleleri Ph, S. van Ronkel tarafından ele alınm ıştır. M alezya 'ya ait bahis mevzuu eden m akaleler ve M alezya edebiyatı serisinin bâzı nüshaları, kayda değer çalışm aları İhti­ va eder. Daha geniş bir makale E ncycl. van N ederl.-ln dië ’nin Literatuur ( M aleische ) maddesinde yer alm aktadır. ( P h . s . v a n R o n k e l .) M A L H A M A . [ B k . m a l â h Im .}



M A L İ, g a r b î S u d a n 'da bir vakitler Mandingo devletine payitaht olmuş ve sonra ortadan kalkmış bulunan bir ş e h i r olup, bu­ raya verilm iş olan çeşitli isim ler ( Meli, Mâlli, Melle, Mani, Mane ), fransızlarm Malinké, ingiüzlerin Mandingo dedikleri bir kavmin ana yurtlarına verilen te k bir adın m uhtelif lehçe veya bölgelerde aldığı şekillerdir. A ra p m üelliflerinin bu şehri ifâde etmek üze­ re kullandıkları kelime, sâkinlerinin verdikleri isme uymamakta ve bu sonuncusu İd risi, İbn Haldun, İbn B attüta ve Leo A fricanus tarafından zikredilm em ekte idi. A ncak 1913 'te, az evvel Sudan 'da ele geçmiş bir arapça metnin ( Tâ­ r ih al-fattâk ) tercüm esi sayesindedir ki, Man­ dingo veya Mali devletinin iki payitahtı olmuş bulunduğu, bunlardan eskisinin Cariba ismini taşıdığı, daha sonra bunun yerine Niani adlı b ir başka şehrin geçtiği anlaşıldı ve bilâhare N iger vadisinde yapılan araştırm alar bu iki şehrin m evkiini tâyine imkân verdi. Birinci şeh ir N iger— Sankarani kavşağında, Mani veya Mali Tornbo ( = Mali harabeleri ) mevkiinde olup, burada yerlilerin evvelce kendi hüküm­ darlarına payitaht olmuş bulunduğunu ve bun­ ların mezarlarını ihtivâ ettiğin i kabûl eyledik­ leri çok eski ve ehemmiyetli bir şehrin izle­ rine rastlanm aktadır. İkinci şehre gelince, İbn Haldun 'un metnini istinsah edenin hatâsı yü­ zünden, bunun hakikî ismi, Tarifa al-faitâh 'm 19 13 ’te neşrine kadar, mechûl kalmış idi. Sözü geçen payitahtın Sankarani ırmağının sol sâhiiinde, şimdi aynı isimli bir iskân mevkii, nin ( Niani ) bulunduğu mahal yakınlarında, olduğu anlaşıldı. Cariba ’nin XL — XIII. asırlar boyunca Mandingoların K eita sülâlesine menşe’ olduğu şüphe götürm ez ise de, bu sülâle hakkında elde hiç bir bilgi yoktur. Nianİ hakkmdaki bilgiler bir de­ receye kadar daba vazıhtır. Şehrin Mandingo



MALt.



z5*



hükümdarı Suncata K eita ’ nin K irin a ’da Sösö hükümdarı Sumanguru K a n te 'y i 1235'te mağ­ lûp etmesinden bir az sonra, 1238’e doğru kurulduğu farzediliyordu. Bundan bir asır son­ ra, 1325'te büküm süren Gongo MüsS (yanlış olarak Kankan M ü sâ) 'nin, bir Mekke dönü­ şünde, Gırnata Mı bir âileye mensup al-Sâhili isimli bir arap şâirini sarayına dâvet ettiği ve bu ecnebîye Gao 'da taraçası mazgallı ve ehrâmî minareli bir eâmi y ap tırttığı mâlûmdur. Rivayete bakılırsa, şimdi garbı Sudan ’da çok yaygın bulunan ve menşe’i şimalî A frik a olan bu türlü camilerin ilki budur. 1352— 1353’te Gon­ go MüsS *nm kardeşi Sulayman K eyta ’nm dev­ rinde arap seyyahı İbn B attü ta bu şehre gel­ di. O sırada burası m ısırlı ve faslı hukuk erbibsnm, tarikat adamlarının, câmilerde Kur'an okuyan hafızların ve tüccarların yaşadığı, kâmilen müslümanlar ile meskûn bir baş şehir idi. Şehrin muhtelif mahallelerine dâir elde hiç bir bilgi bulunmamakla beraber, hüküm­ dar sarayı hakkında epeyce geniş tafsilât ve­ rilmektedir. Mali devletinin kudreti, X V. asrın başla­ rına kadar devam etti. Sudan ’1 X V I. asrın ilk yan sında ziyaret etmiş olan Leo A fri­ canus 'a göre, Niani 'de 6.000 kadar âile otur­ makta, şehrin sakinleri arasında bir çok san'atkâr ve tacirler yer alm akta idi. Bir çok câmiIer ve medreseler bulunmakla berâber, şehrin eski ihtişam ı artık kalmamış idi. 154.5 ’te Gao askıya ’sının kardeşi Dâ’üd, Niani üzerine yürüyerek, şehri işgâi edip, yedi gün müddetle askerlerine yağmalattı. XVII. asırda Bambara ve K aarta devletleri­ nin ortaya çıkm ası, Mandingo devletinin haş­ metinden son kalan izleri de silip-süpürdü. Son reisler Niani ’yi bırakıp, K angaba ’ya sığındılar. Portekizlilerin m üteaddit defalar N iani’ yi ziyâyet etmiş oldukları muhakkaktır. Bunların aşağı G am biat te'sislerinden memleket içine doğru yönelttikleri seferler hakkında bir şey bilm iyoruz; buna mukabil 1483 'te Eimına ( İn­ giliz! erin şimdiki Gotd Coast = „A îtın-Sâh ü“ m üstem lekeleri) ’dan Mandingo payitahtına gönderilen bir elçi hey’eti hakkında bir az bilgi sahibi bulunuyoruz. J0S0 de Barros ı4 sio ( ki­ tap 111. ’ta, bundan şu bir kaç kelime ile bahs­ etm ektedir: — „(K tra l Johann II ), Minas (Elmin a) kalesi yolu ile, Songo kıralı ve M u sa’nın torunu Mahmüd Ben Manzugul 'a bir elçi hey'eti yolladı. Mandingo ülkesi dediğim iz bu büyük memleketin en kalabalık şehri orasıdır“. XIX. asırda seyyah Barth Portekiz tarihçisi­ nin Songo ’sunun Niger nehri üzerindeki Songhoylar ülkesinin aynı olduğunu kabûl etmek istedi. Fakat Songo adı Mandingo payitahtına



2 ¡t



MALİ -



tatbik edilebilir mi ?. M. Delafosse bunu müm­ kün görmemekte, Gine körfezi sâhil halkı ara­ sında ve bütün Fanti ve A schanti memleket­ lerinde Mandingolar ülkesinin hâlâ Songo is­ mi ile tanındığına ve böylelikle Elm ina'daki Portekizlilerin bunu Mandıngo veya Ma­ li yerine kullanmış olduğuna işâret etm ek­ tedir. B i b l i y o g r a f y a i İbn Batiüta, Vo­ yage dans le Soudan ( tre. de Slane ), Paris, 1843; İbn Haldun, H istoire des Berbères ( tre. de Slane }, A lg e r 1852— 1856; Léon d ’A f­ ricain, Description de l'A friq u e tierce partie du Monde ( trc. Jean Temporal, nşr. Sehefer ), Paris, 1896— 1898; 'A b d al-Rahmân al-Sa'dï al-Tunbukti, Tarif} al-Südân ( trc. Houdas ), Paris, 1900; M. Delafosse, Haut-SênêgalNiger (P a ris, 19 1 2 ); J. Marquart, D ie Be­ ninsammlung des Reichsmuseums fu r VBlkerkunde in Leiden (L eîden, 19 1 3 ); bk. mad. M aili ; îbn Fazl A llah ‘ Umari ( tre. Gaudefroy-Demombynes ), s. 52 v. dd.



MÂLİK. ( ölm. 676 ) ’de, efsânevî çizgiler yine hâkim olmakla berâber, bunların yanında kıym etli bilgiler de bulunmaktadır. al-Suyuti (ölm . 9 1 ı ) , ekserisi şimdi elimizde bulunmayan, fa­ kat çoğu daha sonraki tarihlere âit ve ancak pek az itimâda şâyân olan al-Fâfilçi 'nin Musnad fcadiğ al-Muvattd' ’ı, A bu Nu ay m ’in Hilya ’si, H a tib al-Bağdâdi ’nin Kitâb al-mutiafal$ va 'l-muhtulaf’i, Kadı 'İ y â z ’ m Kitâb tariib al-madârik’i ve A bu ’1-Hasan a l-F ih r’in F a iS ’il Malik* i gibi, diğer kaynaklardan ve İbn Sa'd ’den alınmış olan ieferruâtlı toplama bilgiler verm ektedir. Pek çok mıkdardaki mu­ ahhar menâkıpler, msl. al-Zavâvi fnİn Manakib ’1 esaslı hiç bir kıym et taşımamaktadır, II. İ m â m



Mâlik'in



hayatı,



imâm M âlik'in tam adı A bu ‘ A b d A llah Mâlik b. A nas b, A b i ‘ A m ir b. ‘A m r b. al» Hâriş b. Gaymân b. Huşayl b, ‘ Am r b, alHâriş al-Aşbahi olup, BaniT ay m b. Murra ( Taym Ifurayş ) arasında sayılmakta olan Idu( H e n r i L a b o u r e t .) mayr koluna mensuptur. M A L İ K , [ B k , MELİK.] Doğum tarihi kat’î d eğild ir; 90 ile 97 yıl­ M A L İ K . [ Bk. MÂLİK.] ları arasında ileri sürülen tarihler, daha zi­ M Â L İ K . M Â LİK B. A n a s ( ? - 795 ) i s- yâde, takrîbî bir mâhiyet taşım aktadır. İbn 1 â m f a k î h i olup, m â l i k ! m e z h e b i ­ Sa'd 'de annesinin karnında 3 yıl ( İbn Kutayba, n i n kurucusudur. Kendisine sâdece „Medine s. 290 ’a göre, 2 yıldan fazla ) kaldığı riv â y e t. imâmı“ da denilmiştir. edilm ektedir; bu bir efsâneden ibaret olup, İbn Sa’d ’in metninde açıkça görüldüğü gibi, bu bir 2. İ m â m M â l i k ' i n h â l t e r c ü m e s i ­ gebeliğin uzunluğu hakkında, gûyâ Mâlik ’in söy­ ne d â i r k a y n a k l a r . lemiş olduğu bir sözün yanlış tefsirinden ileri İmâm Mâlik hakkında bildiğimiz en geniş gelm iştir. al-Tirm izi tarafından nakledilen bir ve en eski kaynak îbn Sa'd ( Öim. 230 ) ’in hadîse göre, bizzat Peygam ber, A bu H anifa Medine tâbîlerinin altıncı tabakasındaki nakli­ ile al~Şâfi‘İ gibi, onun da geleceğini önceden dir. V âlfidî ( öim. 207 ) ’ye kadar çıkan bu haber verm iştir. Büyük babası ile amcası Samnakil, yazma nüshalardaki bir noksanlık neti­ ‘âni tarafından, hadîs âlimleri arasında göste­ cesinde, kaybolmuş ise de, bilhassa T ab an rilm iştir; bÖylece İimî araştırm alarında hay­ ( III, 2519 v. dd.) 'de KitSb a l-u y u n ( Fragm, reti mûcip hiç bir husus yoktur. Kitâb al-Ağâhist, ar,, I, 297 v.d.) 'da, İbn H allikân 'da ve al- ni ’ye göre de, önce şarkıcı olmak istem iş ve Suyü fi ( s. 3, 6 v. dd., 12 v.d., 4 1,46 ) ’de bulunan ancak annesinin nasihati üzerine, çirkinliğin­ iktibaslar yardımı ile, büyük bir kısmı tekrar den dolayı, bu meslekten vazgeçm iş ve buna te’sis olunabilmektedir. Bundan dolayı İbn mukabil kendini tamâmiyle fıkha verm iş ol­ Kutayba ( ölm. 276 ) tarafından verilen kısaltıl­ malıdır (k rş . G oldziher, Muk. Siudten, II, 79, mış hal tercümesi k a y ıtla n ile F ih rist ( yazılış not 2 ). Bununla berâber bu hikâyede, bir fık ­ tarihi 377 ) ’te bulunan bir az daha teferru at­ ra husûsiyeti yanında, b ir zemmetme temâyülü lı kayıtların temeli de bu İbn Sa'd 'in nakli­ de bulmak kolaydır. Tahsili hakkında pek az dir. Tabari (ö lm . 3 to ) 'n in Z a y i al-m uzayyal malûmatımız vard ır; bununla berâber Medine ’inde bulunan İmâm Mâlik hakkındaki kısım da, ’de ra 'y ’İ yayan, bundan dolayı kendisine Raesâs itibârı ile, aynı kaynaktan gelm ektedir. b i'a t al-Ra’y adı verilen ve M â lik ’ in kendi­ Hâlbuki Tabari 'nin bu eserinde ve tarihinde sinden hadîsler n aklettiği meşhûr R abi'at b. bulunan daha kısa bilgiler başka yerlerden alın­ Farrüh ( ölm. 132 veya 143 ) 'tan fıkıh tahsil mıştır. al-Sam: ânı ( yazılışı 5 50 ’ye doğru ), başka ettiğine dâir bilgilerin, daha sonraki kaynak­ kaynaklar vâsıtası ile esâsen çok iyi bilinen bir larda bulunmasına rağmen, bus-bütün uydu­ vak’a hakkındaki efsânevî rivâyetten başka, rulmuş olması az muhtemeldir (k rş . G oldzi­ yeni bir şey getirm em ektedir; hâlbuki İbn her, ayn, esr,, s. 80). Muahhar kaynaklarda Hallikân (ölm . 6 7 2 ) ’ da ve bilhassa Navavı hocalarının mıkdarı nâmütenâhî çoğaltılm akta,



MÂLİiÎ. 300'ü tâbi an ’dan olmak üzere, 900 lıoca sayıl­ m aktadır. K ır a a t [b . bk;] ilmini ona N â ff b. A b i N uaym öğretm iş olmalıdır. al-Zuhri, îbn ‘Umar 'in mevlâsı N â fi',5A bu 'I-Zinâd Hişâm b. ‘Urva, Yahya b. Sa‘ îd, ‘A b d A lla h b. Dinar, Muhammed b. af-Munkadır, A bu ’ 1-Zubayr ve başkalarından hadîs rivâyet etm iştir; bununla beraber bu isnadlar adı geçen kimselerden her birinin yanında onun hadîs tahsil ettiğini isbat e tm e z; al-Suyüti ( s. 48 v. dd.) 95 şeyh­ lik bir liste vermektedir. İmâm Mâlik hemen butun hayatını Medine de ge çirm iştir; bu hususta elim izde krono­ loji bakımından kat’î olan delil, kendisinin ‘A li ailesine mensup hilâfet müddeîsi Mu­ hammed b. ‘A b d A llah 'ın 14 5 ’teki isyanı­ na karıştırılm ış olmasıdır ( buna mukabil M âlik ile İbn Hurmuz arasındaki aynı yıla âit sözde-münâsebetlere müteallik rivâyet tamâmiyle gayr-i mevsûk olduğu intibâım verm ek­ tedir ). Daha 1 4 4 yılında, halife al-Manşür, onu M ekke 'deki Hasanilero göndermiş ve hilâfet iddiası ile ithâm edilen Muhammed ve İbrahim b. ‘A b d A lla h kardeşleri istetm iş id i; bu ken­ disinin umûmî bir hürmet kazanmış olduğunu ve h iç olmazsa siyâset bakımından, hükümdara düşman olmayan bir vaziyet almış bulunduğu­ nu isbat e d e r; bir de iki kardeşin hapsedilmiş olan babaları ‘ A bd A lla h ’tan müsadere edilen m allar ile te’ min edilen varidatın kendisine verilm esi suretiyle, hizmetinin bedeli ödenmiş idi. V azifesi m uvaffakiyet ile neticelenmedi ve 1 4 5 yılında Muljammed, bîr el çabukluğu ile, Medine ’yi zaptedince, İmam Mâlik bir fetva­ sında, al-Manşür 'a ettiği bi’atin onu vicdânen b ir şeye mecbûr etmeyeceğini, çünkü bu bi’atin zorla alındığını ilân e tt i; bunun üzerine ihti­ yatı muhafaza eden şehir halkının bir çoğu Muhammed 'in tarafına geçti. M âlik ayak­ lanmaya, faâl olarak, iştirak etmeyip, evinde kaldı. Buna rağmen 147 yılında, hareketin muvaffakiyetsizliğe uğraması üzerine, Medine va­ lisi Ca far b. Suiaymân tarafından, kırbaç ile dövülmek suretiyle, cezalandırıldı; bunun ne­ ticesi olarak omuzunda bir sakatlık kaldı ki, bu şöhretinin artmasına yardım etm iştir. A bü H anifa 'nin hapiste mâruz kaldığı kötü muâmeleden bahsetmesi İmâm Mâlik ’in hayatın­ daki vak’a ile ilgili olsa gerektir. Daha sonra İmâm Mâlik hükümdar ile barışmış olm alıdır: 16 0 'ta , halife al-Mahdi, Mekke 'de Harem’de yapılacak inşaat vesilesi ile, onunla münâ­ kaşa ediyor ve ölüm yıh olan 179 'da ha­ life Hârün at-Raşid, haec münâsebeti ile g e ­ lip, onu görüyor. Bu vâkıa mevsuk telâkki olun abilir; buna karşılık Kitâb a l-uya n 'da yerilen teferruat daha o zamanda bir az men-



kıbevî b ir hususiyet gösterm ektedir v e A bü Nu’aym 'den naklen al-Suyüti ’de bulunan bil­ giler tamâmiyie hayâl mahsûlüdür. Halifenin ( İbn Sa‘d 'da — al-Manşür 'd u r; T abari 'nin muvâzî bir rivayetinde — al-Mahdi ve nihayet Abü Nu’aym 'den nakleden ve hayâli süsler ile süsle­ yen al-Suyüti ’de — al-Raşid 'dir ) al-Muvatta’ '1 resmen kabfil etmek istemesi ve bu niye­ tinden ancak M âlik'in itirazı ile vazgeçmesi hakkmdaki hikâyeyi açıkça efsâne sâhasına idhâl etmek icâp eder. İmâm M âlik, 179 ’da Medine 'de, kısa bir has­ talıktan sonra, ö ld ü ; 85 yaşında idi ve al-Bak:i‘ ’ de defnedildi. Şehrin vâlisl cA b d A llah b. Zay­ nab cenaze namazını kıldırdı. İbn Hallikân ’da Ca’far b. Ahm ed al-Sarrâc 'ın m ersiyesi vardır. Batanüni, al-Rihla al-H icâziya ( 2. tab., s. 256 karşısın da) ve İbrahim R if a t Paşa, Mir“ât al-Işaramayn ( I, 426 karşısında ) mezarı üze­ rinde inşâ edilen türbenin resmi vardır. Mûtâları, şüphesiz, ai-V âkîdi ’ye çıkan İbn 5 a‘ d ’da, İmâm Mâlik 'in dış görünüşü, âdetleri ve yaşayış tarzı hakkında oldukça vâzıh tefer­ ru at bulunmaktadır; fakat bunların mevsûk olmaları şüp helid ir; bir de ona isnâd edilen ve zamanla gittik çe sayıları artan sözler de bulunmaktadır, Mahakkak bir surette mevsuk olan az sayıdaki vakıalar da her zaman bol mıkdarda efsâneler ile örtülm üştür; daha önce en mühimleri gösterilm iş i d i ; diğerleri ai-Suyü^i ve al-Zavâvi 'de toplanmıştır. al-M uvaffa” 'ını rivâyet edenler ile en eski mezhep arkadaşları için bk. fasıl III ve V ; bu­ rada, bunlardan başka, onun hakkındaki riva­ yetleri nakletmiş olan en mühim âlimleri zikr­ etmemiz lâzımdır. Bunlar bilhassa ‘A b d A llâh b. ai-Mubârak, a l-A vzâ’i, îbn Curaye, Hammad b. Zayd, al-Layş b. Sa’d, İbn Salama, ai-Şâfi‘ i, Şu’ ba, al-Şavri, İb n ’ Ulayya, İbn ‘Uyayna, Yazıd b. ‘A bd A llâh ve şeyhleri al-Zuhri ve Y ah yâ b. S a 'id ’dir. al-Suyüti (s . ı8 v .d d .) çok mıkdarda hadîs âlimi saym aktadır, fak at bunlara kıy­ met vermek için ekseriya bir sebep yoktur. Mâ­ lik ile genç al-Şâfi’i ’nin görüşmesi hakkındaki gayr-i mevsûk rivayete de ( bk. Fragm, kist, ar,, I, 359; W üstenfeld, GStt. A bk., 1890, s. 34 ve 1891, s. 1 v.dd.) işaret etm ek lâzımdır. Bu arada iki imâm arasında mevcut olan münâ­ sebetlere dâir tasavvurun ne şekilde olduğu hakkında bir fik ir vermek istenm ektedir. III. İ m â m M â l i k ’ i n e s e r l e r i d i ğ e r kaynaklar.



ve



1. İmâm Mâlik ’in belü-başlı eseri Kitâb alm uvattd ’dır ki, Zayd b. ‘ A li ’nin Kitâb almacmiT ( Corpus J u r ls ) ’u istisna edilecek olursa, bugüne kadar gelmiş olan en eski müs­



¿5 4



MÂLİK.



lüman fıkıh kitabıdır. Bu eserin gayesi, Medi­ ne 'de ve Medine muhitinde yaygın bir hâlde bulunan sunna ’ce kabûl edilmiş olan icma' ’a göre, dinin kanun ve hukukunun, menâsîk ve amellerinin tam bîr tablosunu çizm ek ve icma' ve sunna 'den hareket ederek, henüz tesbit edilmemiş bulunan her şey için, nazarî bir k ıs­ tas verm ektir. İlk A bbâsîlerin şeri’ate hür­ met ve riâyet edilen bir devrinde, en iptidâi m eselelerde bile, derin olan fik ir ayrılıkları arasından „bastırılıp düzeltilm iş“ ( bu aş.-yk. al-M avafla kelimesinin mânasıdır ) bir yo! gös­ term ekte ayrı bir amelî fâide var İdi. İmâm Mâlik 'in H icaz 'daki dinî amellere bakarak, karşılamak istediği İşte bu ihtiyâç id i; Medine 'de örf hâline girm iş olan kanunu, sistem hâ­ line getirip, tedvin etm ek istiyordu. İmâm Mâlik, al-M uvatta’ ’ ını yazarken, muâstrları arasında bir istisnâ teşkil etm iyordu; al-Mâcaşün ( ölm. 164 ), alâkalı m eselelerdeki hadîsleri zikretm eden, Medine âlimlerinin müş­ terek fikri hakkında bir eser yazmış idi. A yn ı devirden, tamâmiyle al-Muvatia’ tarzında eser­ ler yazm ış olan bir çok medineli âlim zikredil­ m ektedir ( bk. Goldziher, ayn. esr., s. 219 v. d .); mâmafih bu eserler bugüne kadar kalmamıştır. al-M uvaftd 'm daha talihti olma­ sını açıkça izah eden sebep, m ûtedil fikri temsil etmesi ile alâkalıdır ( bk. fasıl I V ). İmâm Mâlik, al-Muvafâa' \ nakletm ekle, bize isler şifâhî olarak, isterse munâvala yolu ile tesbit edilmiş bir metin te'min etm em iştir; bü'akis eserinin muhtelif rivayetleri ( rivâya ) birbirlerinden çok uzaklaşm aktadır ( krş. Goîd» ziher, ayn. esr,, s, 222 ). Bu hâl, o zamanlar bu nevî metinlerin harfiyen sâdık istinsah edilmiş şekillerine az kıym et verilmesi ve bunları nakil işini üzerlerine alanların büyük bir serbestlik ile hareket etm eleri ( bk. G oldziher, ayn, esr,, s. 221 ) ve bir de İmâm Mâlik 'İn derslerine dâi­ ma aynı şekli vermemesi ile izah olunur. Fakat, hiç şüphesiz, menşe*i İmâm Mâlik 'e kadar gi­ den ve mevcut bütün me'hazlarda muhafaza edilmiş olduğu görülen muvatfa1 kelimesi Mâ­ lik 'in, kelimenin bugünkü mânasında bir „eser“ meydana getirm ek istediğine bir delîl teşkil e d er; M â lik ’i kendi „yazılarından“ konuştu­ ran rivayetler ise, daha ziyâde sonraki bir devrin şartlarını aksettirm ektedir. Daha muah­ har bir devirde, al-M uva^a’ , bir çok kim­ seler tarafından, bir m ecelle gibi telâkkî edildi ( bk. G oldziher, ayn. esr., s, 213, 265 v. d .; al-Suyüti, s. 4 7 ) ve eserin meydana gelm esi hakkında bir çok efsâneler bulunmak­ tad ır (a l-S u y ü ti, s. 42 v. dd.). Bütün olarak, al-M uvaita” m 15 rivayeti bi­ linm ektedir; bunların ikisi, bütün hâlinde,



muhafaza edilm iştir; hâlbuki aş.-yk. s tanesi İsp an ya’da III./IV. asırda tedris ediliyordu ( Goldziher, ayn. esr,, s. 222, ihtar 2 ve 4 ) ve 12 'sinden de âl-Rudâni ( ölm, 1094 ) istifâ ­ de etmiş idi ( Heffening, Fremdenreckt, s. 144, not 1 ). a. Yahya b. Yahya al-Maşmüdi { ölm. 234 ) tarafından rivâyet edilen şekil, sık-sık basıl­ mıştır, msl. Dehli, (2 Sachau, Reise in Syrien und Mesopotamien, Leipzig, 1883, s. 404) bu sûrların şimdi yalnız bâzı tem el taşları görül­ m ektedir. İbn ŞaddSd ’a göre, şehrin 6 kapısı var idi. Bunlardan en mühimleri şimâl-i garbid e— D iyarbekir yolunun girdiği Muş kapısı, şarkta— Nusaybin ve Savur yollarının çık tığ ı Savu r ka­ pısı idi. Sözü geçen D iyarbeki— Nusaybin yo­ lunun bir kısmını teşkil eden ana cadde, şehri garptan şarka nisbeten az bir meyil ile baştan-başa tâkip eder ve bu caddenin şımâl ve cenûbunda kireç taşı iie döşenmiş dar ve ekserisi fazla m eyilli, bâzan basamaklı, inti­ zam sız bir yol şebekesi boyunca binalar sıra­ lanır ; bunlar bâzan ahenkli kem erler üstünde, yolun bir tarafından diğer tarafın a geçer. Şehrin ortasına doğru ana caddenin etrafı Mardin çarşısının dükkânları ile kuşatılm ış bulunmakta ve çarşı bu caddenin cenûbundaki yan sokaklarda da devam etm ektedir. Şarkta gayr-ı muntazam bir meydanın etrafında vilâ­ yet, belediye ve kışla gibi, umûmî binalar sıralanm akta, câmi ve m edreseler muhtelif m ahallere dağılm ış bulunmaktadır. Ulu câmi şehrin ortasında, mülhakatı ile beraber, büyük mihveri şark— garp istikam etinde uzanan musta til bir sâha işgâl eder. Bu sâhanın cenup yarısını kaplayan camiin içi, üzerinde ıtiünkesir kavisli kem erler taşıyan iki sıra müstatii sütunlar ile boylu-boyuna aş.-yk. müsavi üç kısm a ayrılır. Camiin üç giriş kapısı basit tez­ y in a t ile süslenm iştir. Ulu camiin taş kubbesi, tepeye doğru birbirine yaklaşan şakulî dilim­ lidir. Câm iin inşâ tarihini kitâbelerden anla­ mak kolay değildir. Bir kitabe parçası câmiin daha V. ( XI. ) asırda, Selçuklu devrinde, mev­ cut olduğu ihtimâlini ortaya koyar. Kapıların bu devirden kalm ış olması muhtemeldir. 572 ( 1 17Ğ) tarihli bir kitabe, A rtuklu hükümdarı Ku$b alDin zamanında minârenin inşâ edildiğini bildi­ rir. Avlunun şimâl-i şarkî köşesinde yükselen minârenin kaidesi dört köşeli olup, bu devirden kalm ış olsa gerektir. Buna karşılık üzeri kavis şekilli süsler ile kaplı üstüvânî gövde ve dilim li sivri dam daha yakın bir zamanda y a ­ pılm ış olm alıdır. V a k tiy le Buckingham 'in Ulu iı l â ı a A n ıi(d o p » d I< l



camii eski bir kiliseden çevrilm e olarak zikr­ etmesi, mahallî bir hıristiyan rivayetinin tekrârı mâhiyetinde olup, A . G abriei binânın, bugünkü şekli ile, müslüman hâkimiyetinden evvele çıkam ayacağını ileri sürer. A rtuklu Nacm al-Din A lp ı ’ nın zevcesi ve Ifu^b al-Din ’in anneai S itti R avzaviya nâ­ mına inşâ edilmiş olan ve şehrin şark tara­ fında bulunan H atuniye m edresesi ile merke­ ze yakın bulunan Şehidiye m edresesi, inşâları VII. ( XIII;) asrın ortalarına rastlayan yapılar olmakla beraber, uğradıkları değişiklikler yüzünden, bugün tecânüsten mahrûm görü­ nür. Buna mukabil Sultan ‘İsa medrese­ si ismi verilen binâ, Mardin âbidelerinin en ehem m iyetlisi ve en iy i m châfaza edi­ lenidir. Câmi ve türbe gibi inşâat ile be­ raber, bir manzume teşkil eden ve gâ yet bü­ yük bir itinâ ile yapılm ış olan bu âbide, ka­ lenin şivi önünde, şehrin yukarı kısmında, yer alm akta, arazinin meyil ve ârızalarına güzel b ir şekilde intibak etm ekte ve muhtelif binâlar iki a y n seviyedeki ik i avlu etrafında ta k ­ sime uğram ış bulunmaktadır. Büyük kapısı üzerinde 787 ( 1385 ) tarihli bir kitabe taşıyan binâlar, A rtu k lu hükümdarı ‘İsa b. D âvüd ta ­ rafından İnşâ edilm iştir. M ardin'in ikinci bir mühim âbidesi, Sultan ‘ Isa medresesinde görülen unsurları başka bir şekilde toplamak şartı ile ih tiva eden ve Sul­ tan K işim m edresesi ismi ile tanınan yapıdır. Bu yapı şehrin garbında v e ' dışında bir tepe yamacına yerleşm iştir. A . G abriei, üzerinde bir inşâ tarihi bulunmayan bu eserin Sultan !l s l medresesine çök benzediğini görerek, bi­ nanın aynı mimarın eseri olmasını muhtemel addetm ekte, bunun A rtuklu devrine âit oldu­ ğunda şüphe bulunmadığını ileri sürm ektedir. H âlbuki mahallî an’aneye göre, medresenin A k-Koyunlu Kasim (893— 908 = 1487— 1502) tarafından inşâ edildiği kabûl ve medrese ya­ kınındaki sâde yapılı boş türbe de C ih an gir ’ e atfedilm ektedir. A . G a b rie i’e göre, A k Koyunlular X V . asrın başında Mardin ’e sahip olunca, burada natamam bir medrese bulmuş­ lar ( bu durum, her hangi bir tarih kitâbesînin yokluğunu izah edebilir ) ve gayr-ı muay­ yen bir tarihte bunu tamamlamışlardır. Şehirde mesken ve ticâret yeri olmak üzere yapılmış binâlar arasında, orta kısımda, müsta til bir avlu etrafında iki katlı bir yapı olan kervansaray (m uhtem elen X VII.— X V III.a s ır) ile iç kısımları harâp olmuş, yalnız dış tara­ fındaki dükkânları kullanılan kapalı -çarşı ( X VII. asırdan daha eski d e ğ il) sayılabilir. Ç oğu büyük b ir itinâ ile yapılm ış olan Mar­ din evlerinin inşâ tarzları, eskilere benzemek2Î



MARDİN — MÂRİB. le beraber, bugün mevcut olanlardan hiç bîri­ nin mazisinin çok eskilere çıkm adığı mu­ hakkaktır ( T. H.) ]. B i b l i y o g r a f yat İd risi ( t r c . Jaub e rt ), II, 142 ; İbn Cubayr ( G M S , V , 241 ) ; tbn BattüÇâ, II, t42— 14S ; A b u ' 1-Fidâ’, G é­ ographie ( trc. Reinaud ), Paris 1848, II/2, s. 55 — metin s. 279 ) ; E vliya Ç elebi, S e yahâtnâme, IV, 57— 60; The Travels o f Josaf a Barbara ( 1431 ) ve The Travels o f a Mer­ chant in Persia ( 1517 ), H a k l u y t S o e i e t y , 1873; P* della Valle, Viaggi ( Brigton, *843), I, 51$ (.seyyahın zevcesi aslen Mar­ din ’den idi ) ; Tavernier ( 1644 ), L es six voyages ( 1692 ), 1 , 1 8 7 ; Niebuhr (1 7 6 6 ), Reisebeschreibang (K op en hag, 1778 ), H, 391— 398 ve levha X L V ÍI; O livier ( 1795 ), Voyages ( Paris, sene 12 ), IV , 242; Dupré ( 1808 ), Voyage, I, 77 — 82 ; Mac Donald Kinneir, A Geogr. Memoir o f the Persian Em pire ( 1 8 1 3 ) , s. 264 v. d. ; Kinneir ( 18 14 ), Journey through A sta M inor (L o n ­ don, 1818 ), s. 433; Buckingham, T ravels in Mesopotamia ( London, 1827 ), s. 188— 194 ( şehrin umûmî bir manzarası ile ) ; South­ gate ( 1837 ), Narrative o f a Tour through A rm enia, II, 272 — 288; A insw orth (18 4 0 ), Travels and R esearches. . , (London, 1842 ), II, 1 14 — 116; Defrém ery, Observations sur deux points de Vhistoire des rois d 'A k h latk et de Mardiii ( J A , 1843); Southga­ te, Narrative o f a visit to the Syrian church o f Mesopotamia (1841 ), N ew-York, 1844, s, 21 5— 242; R itter, Erdkunde ( 1 844) , XI, 150— 153, 379— 397; Goldsm id, An over­ land Journey from Bagdad ( Trans. Bom ­ bay Geogr. Soc., 1868, XVIII, 29 ; bu mü­ ellife göre, M ard in ’in nüfusu, yarısı hıris­ tiyan olmak üzere, 22.000’d ir ) ; Çernik, Tecknische Studien-Expedition ( Peterm. M iti,, Ergangz. - H. ; X, 1875— 1876; X LV , 15— 1 8 ) ; Howortb, History o f the Mongols, III, 683— 686; Socin, Z u r Geogr, des Tur ' A hdîn ( Z D M G , 1881, X X X V, 23 7-2 6 9, harita 327— 415 ) ; Sachau, Reise in Syrien and Mesopotamien ( Leipzig, 1883 ), s. 404 — 407, 428; Cuinet, la Turquie d ’A sie, II, 494— 519; Tomilov, O ttet o poyezdke 1104, (P ete rsb u rg , 1907), I, 263— 267; Cbapot, L a fron tière de VEuphrate, de Pompée à la conquête arabe (P a ris, 1907), s. 312; Mark Sykes, The C a lip h ’s last Heritage ( London, 1915 ), fihrist; [ La Boullaye-LeG ouz, Les voyages et observations. . . ( Paris, l6 S3 )t a- 3 *3 v d.; M. O tter, Voyages en Turquie et en Perse (P a r is , 1748 ), s 267 ; J. B. Rousseau, D escription du P a cka lik de



Bagdad (P a r is , 18 0 9 ); B. Poujoulat, Voya­ ge dans l ’A sie Mineure, en M ésopotam ie. . . (P a ris, 1 84 1 ) ; H. Petermann, Reisen im Orient (L e ip z ig , 1861 ), II; E. Chaput, Vo­ yages d ’études géologiques et géomorphogèniques en Turquie ( Paris, 1936 )]. ( V . MlNORSKY.)



M A R E A . [ B k. MÂRYÂ.] M A R Ğ E L A N . [ Bk. m e rg In an .] M A R G ÏN A N Ï. [ Bk. MERGtNÂNÎ.] M A R lB . [ Bk. MÂRİB.) M A R İB . [ B k . MÀRiB.] M Â R lB . M A’ RÎB ( M â RİB ), A rabistan ’m cenûb-i garbî kısmında S e b a d e v l e t i n i n e s k i m e r k e z i ve bugün aynı isimdeki em irliğinin payitahtı. Son zamanlara kadar yalnız üç avrupalı sey­ yahın, T h. J. A rnaud ( 1843 ), J. H alévy ( 1869) ve E. G laser ( 1888 ) ’in, ziyaret etm iş olduğu eski Ma’rib şehri, Balak dağının şarkında uza­ nan ve binlerce sene muazzam bir balçık ta ­ bakası bırakarak, nebatların inkişâfına elverişli şartlar yaratan V â d i Zenne ( A za n a ) tarafın­ dan sulanan, deniz seviyesinden 1.160 m. yük­ seklikteki Seba ovasında bulunmaktadır. , A yn ı ismi taşıyan şim diki kasaba, şebrin eski duvarları içinde, çok eski büyük bir ha­ rabe bakiyesi üzerinde, Şan’S 'nın hemen-hemen şarkında, 15° 26' şimâl arzı ve 45° 16' şark tülünde ( G reen.) kâin olup, Kızıldenız ’den ve ‘A den körfezinden aş.-yk. 10 günlük m esafededir. Bu m üsait m evki sayesinde Mârib, A rabistan yarım-adasının cenûb-i garbf köşesinin esas kısmını teşkil eden ve m uhtelif devirlerde, H airam ut ve Mahra dâhil olmak üzere, ‘ Aden körfezinin şark hinterlandına da sahip olan Seba devletinin merkezi ol­ muş idi ( E. G laser, R eise nach Mârib, s. 18, 185 ). Bundan başka Mârib günlük İstihsâl eden bölgeler ile A kdeniz ( G aza-G azzr ) ’i birleştiren mühim kervan yolu üzerinde bulu­ nuyordu, Bu yol Şabvat ( S a b o t a ) ’ tan V adi Bayhân içinde, D arb Kohlân yakınında, Tumna‘ ( Thomna ) vâsıtası ile, Mİna C avf ’i içinden Mârib yolu ile V â d i Harib 'den geçerek, Nacrân 'a doğru ve oradan da Sirm âla, A ba alHadar, Hlabila, at-C ifâ’, Cabai Siru, Badr, Vâdi ' 1-H izib, Vâdi ’l-Zibayrı, V âdi ' 1-Fayz, Harace, Kotba, Banât Harb, Curaş, Tebâla, K ara al-Manâzil, Mekke, Y aşrib (al-M a d in a ), Fadak, Haybar. a l- Ö lâ 1, Taym â, A k ra ’ , Tabük, al-Hier, Ma^nâ, Madyan, s l-Haljl, Arâm , A zru h 'ta n P e tra 'y a ve oradan da G a z a 'y e doğru gidiyordu. Mârib, aynı zamanda, Nacrün üzerinden, Vâdi 'l-D a v â s ir’i tâkip eden yol ile, al-Yamâma, Basra körfezi sahilleri ve B abylonya’ya bağlanıyordu ( bk. A . Grohmann,



MÂRİB. Historisch-geographische Bermekungen zn Gl.



3*3



biri garba, diğeri cenûba bakar; bunlardan başka daha küçük bir çok kapı vardır. Eski şehir, muvasala bakımından, mühim bir dü­ bir kuyu ile büyük câmi ( Mascid Sulaymân ), ğüm noktası teşkil etm ekte olup, Hazramût, kasabanın dışında, kasaba ile eski şehrin R e d a , Yerim , Şam a, C avf, Şa'da, Nacrân ve kapısı arasında bulunmaktadır. 2. M a y . V adi ’l-Davâsir ile kolay irtibatlara sahiptir d â n U m m al-K i s, Burasım G laser, a t­ { E. G laser, R eise nack Mârib, s. 20 ), lasında ( Kartenbuch, s. 8 ) Umm B ilkis ile Şehrin, 1 m. kalınlığındaki eski duvarı­ aynı saym aktadır k i, muhtemelen müstah­ na bakıp, bugün Arnaud { Plan de la digae kem kasırlardan getirilm iş olan büyük harabe et de la v ille de Mareb, J A , 7. seri, 1874, III, yığınları ile cenûb-i şarkî köşede bulunmak­ 12 i ’nun zannettiği gibi, 2 değil, 8 kapısı bu­ tad ır. 3. C e n û b - i g a r b i m a h a l l e s i , muh­ lunduğunu tahmin edebiliriz. Bunlar kapı ol­ temel olarak, mâbed ve müstahkem kasırları ih­ duğu sanılan duvarda aşık oyuklar halindedir. tiva ediyordu. 4. Ş e h r i n ş i m â l - i g a r b i ­ Bu kapılara bugün Bâb a l- A k ir ( garba doğ­ s i n d e veya garbında bulunan kısmındaki g eru ), Bâb al-Hadd ( cenûb-i garbiye d o ğ r u ), n i ş , y u v a r l a k b i r s â h a ( M a y d â n ; eski sonra şarka ve oradan şimale doğru, duvar devirde de bunun üzerinde bir inşaat yapılmamış boyunca Bâb al-Naşr, Bâb A b a ’1-K.âr, Bâb al- olm alıdır ) ; şimdiki kasabaya kadar uzanmakta Mahram, Bâb al-D arb, Bâb al-Kibla, Bâb al- olup, bilhassa cenup tarafında sütün parçaları Macenna adları verilm ektedir. Bâb al-Naşr, ve başka harabeler ile çevrildiği açıkça görül­ Bâb al-Darb ve Bâb al-Hadd adlan yeni Mâ­ m ektedir ( E. G laser, R eise nach Mâreb, e. rib kasabasının kapılarının adlandır. Bununla 48 v.d., 73 ). Hâlâ harabelerin üzerinden 3— berâber, şimdiki Bâb al- Â k ir kapısına tekabül 4 kadem yükselen ve içlerinden 12— 15 adım­ e d e r; zira bu kapıdan eski şehir bir baştan lık bir uzunlukta olan biri tamâmiyle toprak Öteki başa geçildikten sonra, kasabaya Bâb al- üstünde yatan bu küçük satıhlı sütûnları Th. N a ş r ’dan girilir. Arnaud ( s. 12 } da kaydetm ektedir. Burası, şüp­ E ski şehir bugün içinden bir çok duvar ve hesiz, fransız seyyahın F. Fresnel ’e yolladığı sütun parçaları çıkan bir harabe yığın ı veya hulâsada ( / A , 4, seri, 1845, V , 326) bahsetti­ çok sayıda harabe hâlinde tepelerden ibârettir. ği „tâlim meydanı" olmalıdır. Bu yer her G la s e r ’in işaret ettiği gibi, hafriyat burada hâlde eskiden büyük yapılar ile çevrili i d i ; umulmadık şeyler meydana çıkarabilirdi. Bu bunlar bugün harabe halindedir ve sütün harabe yığınları arasında 4 ayrı bölge göze parçaları ile dolu tepeler teşkil etm ektedir. çarpar. G laser burada eski sebalıların mâbedleri mi, 1. Bugünkü şehrin b u l u n d u ğ u yoksa kıral ve iteri gelenlerin sarayları mı bu­ t e p e . Şark tarafında, takriben eski şehrin lunduğu meselesini muallakta bırakmaktadır. cenûb-i şa rk î köşesi içinde olup, üst-üste y ı­ Bilhassa M aydân ’m cenubunda, G laser ’iıı son­ ğılan süprüntülerden meydana geldiği sanılan raki an’anede meşhur olan müstahkem hüküm­ bu tepenin a lt tabakalarının hayli derinlerinde, dar kasrı Salhin olduğunu iddia ettiği muaz­ eski yapılara tesadüf olunmaktadır. G la s e r'e zam b ir yapının tem el duvarları hâlâ görüle­ göre, bunlar en eski devirlere âit şehirden kal­ bilmektedir, ma duvarlardır ve üzerleri Seba devrinin da­ 1 km.2 yakın bir sâhayı kaplayan ( Glaser ha yakın zamanlarına â it bakiyeler ile örtül­ ’in tahmini, karşılıklı iki kapının mesâfe­ müştür. Esasen Mârİb şehri veya hiç olmaz­ sini 1/4 fersah tahmin eden Th. Arnaud { J A , sa yapılarından bir çoğu m üteaddit defalar 7. seri, 1874, IH) ı t ] ’nun yaptığı şehir pla­ yıkılm ış olmalıdır. En üst tabaka, Seba k i­ nına uym aktadır ) e s k i ş e h i r tamâmiyle V âtabelerini ihtiva eden sayısız eski taşlar d i Zenne ’nin sol kıyısı üzerinde kurulmuş­ müstesnâ, tab i'î olarak, nisbeten daha sonraki tur. 1. m. kalınlığındaki hisar duvarının yal­ devre a ittir. G la se r'e göre, 600’den çok fazla nız yer-yer muhafaza edilmiş olan bakiyelerine nüfuslu olmayan kasaba, ekseriya bir kaç katlı göre hüküm verilecek olursa, şeh ir mâil zâvi80 kadar evden m üteşekkildir; bunlar, müsta- yeli ve muvâzî dılı’lı bir şekil meydana ge­ til bir zemin üzerine inşâ edilmiş olup, yukarı tirm iş olmalıdır. Şehir Vadi Zenne boyunca doğru çıkıldıkça daralm aktadır. A lt kısımlar uzanmakta, şark ve garp kısımları ise, cenuptaştan olup, geri kalan kısım ları killi çamur­ şimâl istikam eFnı tâkip etmekte idi.. Irmağın dandır. Yalnız emîrin kaleye benzeyen iki evi sahiline muvâzî olan cenup duvarı, ^şimâldcn tamâmiyle yo n tm a-faştan d ır. Birbirine b iti­ cenûba doğru aş.-yk. 6o° m eyletm ekte ve heşik veya ek duvarlar ile bağlanm ış evlerin men-hemen şark— şimâl-i şarkî istikam etinde duvarları kasabanın dış duvarlarını teşkil et­ devâm etm ektedir. Bu vazıyet yalnız E. G laser m ektedir. Kasabanın iki büyük kapısı v a r d ır ; ’in Reise nach Mârib ( s. 36 v. d., 48 ) adil ese­



418, 419, 1000 A B , s. 116 v.d.). Bugün de



İH



MÂRİB.



rinde ve Mârib ’e seyâhatine Sit notlarındaki tasvirlerinde değil, aynı zamanda korokilerinden ( S k iz ze n , nr. 5 1 ) de açıkça görülm ekte­ dir. Bu makalenin sonundaki M ârib ve civarı­ nın planlarına esâs olarak, bu krokileri aldım. G laser 'in tasviri, tabi'îdir ki, Mârib duvarla­ rının,. dairevî bir şekilde olduğuna larzeden Th. Arnaud ( J A , 7. seri, »874, III, 11 ) nun tasvir ve haritası, G laser ’in Karienbach ( s. 8 v. d.) 'undaki eski krokileri ve kânûn II. 1888 ’deki bilgilere göre yapılm ış ve E. G la ­ ser, I mecmuasına 4. yaprak olarak ilâve edilm iş olan eskî krokiler ile kat'î ve açık tezat halindedir. Duvarların aşağı taş ta ­ bakaları 1,5 m. uzunluğunda, 40 cm. yük­ sekliğinde ve 6o cm. genişliğinde kalıplar hâ­ linde harçtan ibarettir. Bu neviden 8— 10 harç kalıbı üzerine aynı büyüklükte, muntazam bîr şekilde yontulmuş mermerler konulmuş­ tur. Maalesef hemen tamâmiyle yıkılm ış olan şehir duvarları bir İstikamette değildir. Bâzı fasılalarda kaim zâviyeli çıkıntılar görünmek­ tedir. Bunları, daha önce zikredilm iş olan E. G laser ’in nr. 51 'indeki krokide ve seyahat notlarında, XI, 125 ’teki bir resimde görmek mümkündür. Bununla beraber, şehri dört kö­ şeli olarak tasvir eden seyâbat notlarında G laser, bu hususta : — „Şehrin duvarları bir murabba teşkil edecek şekilde inşâ edilmiş­ tir“ — d iy o r; hâlbuki krokiler ( nr. 5 1 ) daha ziyâde bir şiblı-i münhariî verm ektedir ki, bu­ nun kaidesi nehirden uzak bulunmakta, kısa olan muvâzî tarafı ise, nehir boyunca uzanmak­ tadır. Muntazam fasılalar ile çıkıntılar hâlinde konulmuş olan bu kaim zâviyeli yapıların A sû rî kaleleri sayesinde bildiğimiz ( müteaddit katlı, m azgallı kuleleri olan köşelerinin yakı­ nındaki kapıları ile aynı tarzda müstatil şekilli kale planı için krş. B. M elssner, Babylonien and A ssy rien . I. Kulturgesch. Bibliothek, H eidelberg, 1920, I, 297, A bb. 108 ), duvarları kuvvetlendirm ek gayesi ile yapılmış olması ve bâzı fasılalarda dışarı doğru ileriteyen kuleler teşkil etmesi muhtemeldir. Ş eh ir du­ varlarının kulelerinin bulunduğu Şirvâh kitâbesinden (G la s e r 1000) daha eski olan büyük kitabeden (G la se r 418— 4 19 ) de an­ laşılm aktadır. Bu kitabede ( str. 4 ) mechûl hükümdarın „M ârib cjı-p ^ ’ in iki kapısını in­ şâ ettird iği ve Mârib için Balak taşından kuleler y ap tırd ığı“ ( bk. N. Rhodokanakis, A ltsaböische Texte, I, ( V.d.) yazılıdır. Rhodokanakis, haklı olarak, onun Sebalı Mukarrib Sumuhu-'alaya Yanâf (SJ' 1'^pnoD |p ) in adı mâlûm olmayan oğlunun eserini devam ettirdiğini farzediyor. G laser 4 1 2 ( = Arnaud 41 )> 413 ( = Arnaud 4 2 ) , 414, 4 2 7 , 445, 500, |



510, 537, 589, 600, 634 ve ihtimâl bir de 751 ’e göre, bu şahıs A s ta r 'in emri ve yardım ı ile Mârib ( S n ö , ) 'i duvar ile çevirm iştir.“ Sum uhu-'alaya Y a n â f'm bu oğlunun M ârib'in kurucusu olduğu şüpheli ise de, şehrin kitabe­ ler vâsıtası ile tanıdığım ız en eski yapıcısı budnr. M ârib 'i kimin kurduğu da belli değildir. A rap şecere âlimlerinin zannettikleri gîbi, bu­ nun Yaşcub oğlu Saba’ olduğu iddiası da te ­ m elsiz olm alıdır ( bk. Y aku t, M uştarik, s. 239; A bu 'l-Fidâ', Historia anteislam ica, s. 114 v.d. ; A , v. Krem er, Über die südarabische Sage, s. 26 v.d. ; E. Osiander, Z D M G , X , 68 ). Şehir duvarlarının iyice tâmir edilm iş ol­ duğu, Seba tarihinin en eski devrine â it kitâbeli taşların ve kitabelerin, mânâsını nazara almaksızın, geüşi-güzel yapı malzemesi olarak kullanmış olmasından anlaşılm aktadır ( krş. Glaser, Reise nach Mârib, s. 48 v.d., 51, 74 ). Nitekim G laser 699 — 707 metinleri için hâl böyledir. A lt tabakalarda daha sonraki devirlere âit kitabeler bulunmadığına göre, tâm ir işinin sebalı Y id 'i- ’ilu Bayin, Sumuhu'a lay a Yanâf ve Yİs’ i-’amara V a ta r gibi, 3 „tnukarribin“ devrinden sonra yapıldığı neti­ cesi çıkarılabilir. Eski Seba dilindeki metnin ( Şirvâh ’ın şarkında, oraya az bir mesafede bulunan al-Maşcah ’tan gelm edir ), G laser 926 = 1350 -f- 1351 = 1736, bir az evvel zikredi­ len m etinler ile aynı devire â it olması icâp e d er; bunun ikinci satırında Mârib O 'IQ ) kapısına kadar bir yol yapıldığından bahs­ edilm ektedir ( bk. G laser, A ltjem enische N a ch­ richten, München, 1908, I, 98 v.d. ve N. Rhodokanakis, Fiatabaniscke T exte zar Bodenzutrtsckaft, II, 49 ve not 3, 54— 56 ). O ra ­ da zikredilen sebatı’ üç „m ukarribden“ Y iş ’ i'amara, N. Rhodokanakis 'in işaret e ttiğ i gibi, Y iş 'i-’amara V atar ile, Y id 'i-’ ilu Naşk fatihi Y id 'i-'ilu Bayin ile aynı şah ıslard ır; Sumuhu'alaya ise, ihtimâl Sumuhu-’alaya Yanâf ile aynı şahıstır. G laser ’in 926 kitabesi bunun dev­ rinde yazılm ış olmalıdır. Bundan başka Glaser, S k izze, I, 68 ’de Mârib şehrinin duvarlarından hissedilir derecede daha eski olduğunu ve şehrin, en eski duvar bakiyelerinde görülen inkişâf seviyesine erişmesine kadar hiç ol­ mazsa onlarca senenin geçtiğini farzetm ekte haklıdır. Bu. G laser, nr. 418— 4 1 9 'dan da­ ha eski olan G laser, nr. 302 kitabesinde müstakil Mârib hükümdarlarının zikredilm e­ sinden de anlaşılm aktadır, Şirvâh hüküm­ darları yanında bir de Mârib kıraliarını zikreden şâir ’ Alkarna Zu Cadan ( bk, D. H. Müller, Sabäische Denkm äler, s. 99 ), Seba tarihinin bu çok eski devrinden bir hâtıra



MÂRİB. muhafaza etmiş görünmektedir. Hamdâni 'ye göre ( İ k lıl, V III; D. H. Müller, Burgen u. SchlSsser, II, 959 v.d., 1038 v.d.), Mârib ’de S a i r i n , a 1- K a ş i b ve a i-H a c a r adlı üç kale var idi. K ıral ikam etgâhı ve B ilkis ’in sarayı olduğa bilhassa te ’y it edilen birincisi işin bk. mad. SALHİN. Bu kaleyi M ârib ’in neresinde aramak lâzım geldiği meselesine son derecede değişik cevaplar verilm iştir. D. H. Müller ( Burgen a, SchlSsser, II, 968) mev­ kii, Arnaud ’ya nazaran, eski bir hisara veril­ miş1 olması icâp eden ( J A , VII. seri, 3,1874, s. i z ) bugünkü Mârib kasabasının yerinde bulunduğunu zannediyor. G lase r ( Reise nach Mârib, s. 73 ), bil'akİs Salhin tem el duvarla­ rını Maydân ’ın cenubunda görmek kabil olan o muazzam yapıda aram aktadır. al-Ham dâni, Salhin münâsebeti ile ( B il k is ’ İn ) tahtının — K u r ’an, X X V II, 23 sâyesinde, İslâm âle­ minde meşhur olan 'arş kelimesini D. H. Müller böyle tercüme etm ektedir— a lt sütun­ larından bahseder. al-Hamdâni zamanında hâlâ ayakta bulunan bu sütunlar, devrilem eyeeek kadar toprağa gömülmüş idi. G laser ( Reise nach Mârib, s. 139), burada sütunları ile B il­ k is İ n Haram ’ i olduğunu farzediyor ve tasvi­ rin asıl şehrin kalesine m üteallik bulunduğunu kabûl ed iyo r; zîra hemen S a lh in ’den sonra bundan bahsedilm ektedir. Cnrcİ ZaydSn, Kitâb al-'arab Içabl al-islâm , s. 14 3 ’te burada Salhin kalesinin bahis mevzuu olduğunu farzediyor. Sprenger, P ost- u. Reiserouten, s. 140, B ilk is ’in tahtının hâlâ sağlam duran 20 kulaç yüksek­ liğinde taş sütunlar üzerine yerleştirilm iş olduğunu ve tem ellerin de sütûnlar ile aynı yükseklikte bulunması gerektiğini söylüyor ( bu k a y ıt Sperenger tarafından, yanlış olarak, B akri 'y e isnât olunur, fak at bu, muhtemel olarak, İbn al-M ucâvir’ den gelm ektedir). Cıhannümâ ( k r ş . Jomard, F. Mengin, Histoire d e -l’Egypte, s. 344) B i lk i s ’in tahtının Seba ( — M â rib ) da 28 kulaç yüksekliğinde sütunlar üzerine kurulmuş olduğunu iddia etm ektedir. Naşvân al-Him yari ( s . 50 ) ’ ye göre, Mârib ’de B ilk is kasrında bulunan ‘u r ş ’ ı tah t mânasına almak pek doğru olmaz. N a şv â n ’ın W ; ’ m taştan destekler üzerinde yapılm ış bir kasr olduğu hakkm daki sözlerinden ( s . 70) ve bu münâsebet ile zikredil m’ş olan A s'ad Tubba' 'in beytindeki ‘ arş kelimesinin B ilk is ’in kale­ sini kasdetm iş olmasından, bunun, daha başka bir çok parçalarda da tahttan ziyâde bir kale olduğunu düşünmemiz ve G laser ( R eise nach Mârib, s. 7 3 ) ile beraber onu eski şehrin cenûb-i şarkî köşesinde aramamız icâp eder. Bundan başka efsâne 1arş B ilkis adını başka m evkî adlarına da bağlam ıştır. A b u ’ 1-Rabi'



325



Sulaym ân b. al-Rayhân ( Yâküt, Mu1cam , 111, 6 4 0 )’ a göre, Z a m â r’dan bir günlük mesafede olup, üzerinde mermerden altı büyük sütunun bulunduğu bir yerdir. Eski Ş ir v ih harâbesinin başlıca sütunları bugün hâlâ bu ismi taşım ak­ tad ır ( J. H aiévy, Rapport, J A , V l . seri, 1872, XIX, 67 v. d. ; G laser, R eise nach M ârib, 's. 179 ). Buna karşılık a!-.Hamd5 ni ( ve al-Bakri, Mu cam, II, 502 ) ’nin zik re ttiğ i al-K aşib ve al-Hacar kalelerinin nerede olduğu meselesi halledilmiş değildir, Yâlfüt ( Mu cam, IV , 104 ) ’a göre, al-K aşib kıral Şarahbil b. Y a ljsu b ’un emri üzerine yapılm ıştır. Bu hükümdarın oraya koydurduğu bir bakır levha üzerinde şunlar yazılı idi j „Bu kasrı yaptıranlar Şavhal ve Sahar ’dır ; Seba ve Tihâma ’nin ve araplarmın kıralı Şarahbil b. Yahşub inşâsını onlara tevdî etm iş idi.“ Daha D. H. Müller ( Burgen u. Seklösser, 1039, II, not ı ) Şarahbil b. Y a h ş u b ’un Seba kitabelerindeki Îiişa ra h Yahzib ( G la ­ ser, nr. 424, 220; Bibliothèque Nationale, nr. 2 ) olduğunu ileri sürm ekte ve Şavbal ’i Seba dilindeki Şvb ’il, Sahar ( böyle okunmalı, I değil ) ’1 ay di olan Seba adı ile m ukayese etm ekte idi. Y â kü t ’ un bildirdiği kitâbe, ger­ çekten mevsuk musnad ile yazılm ış bir kita­ beye istinat etse idi, K a ş ib ’in m ilâdî I. asrın ilk yan sm d a inşâ edilmiş olması gerekirdi. L ekabı A . v. Krem er 'in neşrettiği al-Kaşida al-him yariya ’de de ( beyit 109 ) Yahzib okun­ ması icâp eden ve burada adı geçen Seba kiralının Bibliothèque Nationale, nr. 2. Seba kitabesinde [ bk. mad. SALHİN ] bilhassa Sal­ hin, Ğumdân ve Şirvâh kasırlarından bahset­ mesi ve al-IÇaşib’i zikretmemesi Y a k u t ’ta bulunan inşâ kitabesinin m evsûkiyeti aleyhin­ de yeter bir delil sayılmaz. Yapı, bu takdirde, Bibliothèque Nationale, nr. 2 kitabesinin ko­ nulduğu tarihten sonra yapılm ış olabilir. Fakat al-Hamdâni ( bk. Müller, Burgen u. Sckîösser, 11, 1039 ) ve Naşvân al-H im yari ( ayn, esr., aynı sahife, not t ’de m ezkûr ) 'nin yapı sâhibi olarak al-K aşib b. Zi H a zfa r’in adını ver­ meleri vaziyeti güçleştirm ektedir. G laser {Reise nach Mârib, s. 139) K a şib adının yapı kita­ belerinde sık-sık görünen k ş b veya mutavaat şekli olan h k ş b fiilinden geldiğini ve kıral unvanlarının him yerî hâkimiyetinin son dev­ rine âit bulunduğunu, o hâlde kiralın Şarah­ bil b. Y a fur ile aynı kimse olması icâp e tti­ ğini açıkça müdâfaa etm iştir; filhakika kabûl etmek lâzım dır ki, nnvân ve lekaplar bîr Seba ve Zü Raydan kiralına tamâmiyle yabancıdır ve blnnetice m usnad ile yazılm ış kitabeye de uydurma nazarı ile bakmak gerektir. Fakat bu al-Hamdâni ’nin kaydını, değersiz telâkki ederek, reddetmek için bir sebep teşkil etmez.



3 »6



MÂRİB.



F. Homme! ( Ethnologie a. Géographie d. alten Oriente, s. 666 »e not 3 ) H acar (bu kelime »şehir" mânasına gelm ektedir) kasrının, hara­ beleri üzerinde şimdiki Mârib kasabasının bu­ lunduğu büyük kasır, daha eski v e daha meş­ hur Salhin kasrının da daha küçük bir kasır olması ihtim âline işaret etm iştir. Buna bu ismin »yeni" mânasına geldiğini ileri süren YSİfüt ( I V , 104) ve Naşvân ( s . 86, K aşib kelim esi ) 'in izahlarını da ilâve edersek, alK a şib 'in, kasra verilen bir s ıfa t ( „yeni" ) olabileceği düşünülebilir ki, sonradan bunu, sanki üçüncü bir kasrın adı imiş gibi, al-Hacar 'den tefrik etm işlerdir, al-Bakri ( M u'cam , II, 503, 754 ) bu güçlüğü şöyle hallediyor : ona güre, ai-K aşib, Mârib kasırları arasında, son olarak, yaptırılm ış ve bu sebepten »yeni" diye anılmış olmalıdır. G arpta, büyük bir harâbe tepesi üzerinde kurulmuş olan kasabadan bir az mesafede, M a s c i d S u l a y m a n ( C ) bulunmaktadır. Bu­ gün M ârib 'in başlıca camiini teşkil eden ve A rnaud ( J A , 7. seri, 1874, IH, * 3 ) 'ya ğSre, yontma taştan, düz damlı, dört köşeli y e ­ ni bir yapı olan bu Mascid Sulaymân b. Dâvüd, şu bakımdan alâka çekm ektedir : E. G la­ ser ( R eise nach Mârib, s. 41, 73 v.d.) 'e göre, şim âl tarafında tam -iam ına B ilk is ’in ve ileri­ de bahsedilecek olan 'A m â'id 'in haremine tek ab ü l eden, tek taştan 7 veya 8 muazzam sütûna dayanm aktadır. G laser eskiden orada B iik is 'in haremine benzeyen bir mâbed bu­ lunduğunu farzetm ektedir. F. Hommel ( E th­ nologie ti, Géographie d. A lte n O rients, s. 664, 666 ) M ascid Sulaym ân 'in başlıca ilâhın mabedi olduğunu zannediyor. Bu mâbed, ona göre, Maydân 'in cenup tarafında bulunan ikinci mâbed ile — Arnaud ( Mârib 'İn planı ) 'y a göre, mahallî an’ane ’ye nazaran, eski bir mâbed burada bulunmakta idi — bir mâbedler gurubu teşkil ediyordu. F. Hommel ( agn. esr., s. 666 ) 'in ikinci mabedi Mascid Sulay­ mân ’ dan ayıran mesafenin z.000 m. olduğu hakkm daki iddiası m übâlegalıdtr ; çünkü şeh­ rin karşılıklı iki duvarı arasındaki mesâfe, G laser ve Arnaud 'ya göre, ancak 1 km. ka­ dardır. J. H alévy ( Rapport, J A , 6. seri, 1872, XIX, 96 ) 'nİn verd iği mâlûmata bakılırsa, bu mesâfenin daha da küçük olması gerekm ekte­ d ir ; çünkü o Mârİb harabelerinin kutrunu aş.-yk. 500 m. tahmin etm iş idi. Fakat bunun çok sathî bir tahmin olduğu ve pek ciddîye alınam ayacağı da m uhakkaktır. Şim alde ve garp ta, şehrin eski duvarlarının dişindi,- bir kısm ı ufkî, bir kısm ı şâkulî me­ zarlar ile dolu eski bir m e z a r l ı k bulun­ maktadır. U fk î olanların yukarı kısmında kü­



çük bir delik vardır. M ezarlığa eennat ( veya C irbat ) Ğ arra adı dir. Şüphesiz, sobalılara âit b ir ta şla n buradan gelm iş olm alıdır



bugün Meverilm ekte­ çok mezar ( G laser, nr.



436 . 574 » 575 » 5 8 î> 5 8 î» 6oS» 663, 665, 667, 683— 685, 748, 769, 773, 792 ). Bu taşlarda bâzan aşağı doğru yuvarlaklaşan d ö rt köşeli delikler vardır yahut içine ölünün yarım heykeli konulan ve Üzerine de kitâbe yerleştirilen mahrut şeklinde bir geçme ile m ücehhezdir. Bu mezar taşlarının ikisi üzerinde ( G laser, nr. 684, 745 ), G laser taşa yerleştirilm iş heykeli hâlâ yerli yerinde durur bir hâlde bulmuştur ( k rş , Reise nach Mârib, s. 75, 92; Tagebuch, XI, 59 ). Bu m ezar taşları âsûrlularm dikili taşlarını Örnek alm ış olm alıdır. Bâzan lahidIere de rastlanm aktadır. Bunlardan biri bugün büyük Mârib kuyusu önünde, hayvanlar için, su y alağı hizm etini görm ektedir ( R eise nach Mârib, s. 74). G laser, eski şehrin cenûb-i garbisinde, şeh­ rin duvarları dışında, hâlâ kısmen muhafaza edilmiş oian dikkate değer bir yapıya rastla­ m ıştır (e s k i Mârib şeh ri yakınlarının plânın­ da G ) ; bu yapı muhtemelen suların tevziine yarıyordu ki, şimâl cephesinde G laser 474 ( 1671) kitabesi vardır. Bu yapı şark-garp istikam etine müteveccih aynı hat üzerinde olan ve aralarında bir g e çit bulunan mu­ azzam iki duvardan m üteşekkildir. Bu geçidin şimâl medhalinin her ik i köşesi sivri olduğa hâlde, cenûb-i şarkidekiler yuvarlaktır. Şark­ ta bulunan duvarın şimâl cephesine konulmuş olan kitâbede Saba' mukarrib 'i K ariba-’ ilu 'nun oğlu Z im ri-'alaya V a t a r ’in ‘A s t a r mabedi haremi karşısında ( veya ön ü n d e) bir '&''£)» { f a y ş ) inşâ e ttird iği yazılıdır. Filhakika G la­ ser, bu yapının 300 adım uzağında, şimâl-i garbisinde veya garp — şim âl-i garbîsinde, yine eski şehrin duvarları hâricinde olm akla bera­ ber, buna çok yakın m esafede, bugün maal­ esef tamâmiyle çökmüş bir hâlde bulunan b ir harâbe bulmuştur. K endi planına göre, bunun bir mâbed olması m uhtem eldir; çünkü şim âl tarafında ( sağ taraftaki d u v a rla rd a ), içine put koym ağa mahsus d elikler bulunm aktadır ( R eise nach Mârib, s. 40; Tagebuch, XI, 4 7; eski Mârib şehrinin yakın civarlarının plânı üzerinde H ) . ' Bugünkü Mârib kasabasının cenup-cenûb-i şarkîsinde ( A ), takriben 5 km. bir m esafede, veya 50 dakikalık bir yolda, V a d i Zenne ile Vâdi ' 1-Falac arasında,H aram Bilmiş { D ) bu­ lunmaktadır ki, burayı Th. J. Arnaud 20 tem ­ muz 1843 ’te, E. G laser de 25 m art 1888 'te ziyâret etm iştir ( bk. J A , VII. seri, 1874, s. 14 v.d .; E. G laser, R eise nach Mârib, s. 41,



MÂRİB. 44 v-d., 73, 137, »41). G laser A rn a u d ’nun verdiği bilgileri esaslı noktalarından te ’y it etm iştin Harem k a t’-ı nakıs şeklinde büyük bir yapı olup, 87 m. uzunluğundaki büyük mibveri şimâl-i garbi — cenûb-i şarkî istika­ metini takip etm ektedir. 3,5 m. genişliğinde duvarları olan bu k a t -1 nakısın küçük mihve­ ri şimâl-i şarkîden cenûb-i garbiye doğru



3*7



uzanmakta olup, uzunluğu 77 m. *dır. Bu ya­ pı güzel, muntazam yontma taşlardan yapıl­ mış olup, şark cephesinde yerden saçağa ka­ dar Üst-üste konulmuş 31 taş tabakasından mü­ rekkeptir. Duvarın yüksekliği 9,5 m. Mir. Bu duvar yukarıda, birbirini kısa fasılalar ile tâkip eden yüksük şeklinde, İki sıra yontma taşlardan m üteşekkil bir çift pervaz ile nihâ-



E S K İ M A H YA B



Ş E H R İ C İV A R IN IN



A Y en! M arib kasabası, S



Umm



PLA N I



a l-K ıs, C Mnuoid



Sulaym&n, £> Harara B ilk ıs , E ‘Arnâ>îd 1 F al-M arvaş 'in şark— cenûb-i şarkîsindeki sü t& alar, G N e o ld uğ u te sb it edilemeyen eski bir bina, H Mâbed, J —K Mar­ ya şehrinin eski duvarları, L V ad i Zenne,



İse -



•- .■



T y e t bulur; boylece bundan bir nevî duvar saçağı hâsıl olur ki, Th. B e n t’in Habeşistan Ma Jehâ Ma bulduğu „kabartm a“ ( bk. Tb. Bent, The sacred City o f the Ethiopians, London, 1893, s. 141 ) ve D. Nielsen ( Hand­ buch der altarabischen Altertum skunde, s. 157, şekil 44 ) Meki Saba „kabartm asının“ te ­ pesini hatırlatır. A lt saçağın altında, 10— 15



cm. ara ile konulmuş olan ve aralıkları bi­ rer hava deliği hissini veren yontma ta ş di­ zisi göze çok güzel görünm ektedir. Saba­ hların Jehâ mabedi duyarlarında bu türlü tezyinata rastlanm aktadır ( bk. D eutsche A k sum -Expedition, U, 8o, şekil 16 5). Saçak bâzı yerlerde, bilhassa şark tarafında, hâlâ bozulmamış bir hâldedir. Ç a tıya âit biç bir şey



328



MÂRİB.



görülm em ektedir. F ak at G laser 'in talimin e ttiği gibi, bir çatı bulunduğu, k a t’î olarak, ileri sürülem ez; çünkü penceresiz yapı gün ışığı ile, tepeden de aydınlanmış olabilirdi. D uvar­ da iki kapı v a rd ır; büyüğü ( o ) küçük mihve­ rin şimâl-i şarkî ucunda, küçüğü ( b ) İse, büyük mihverin nihâyetinde, binanın şimâl-i gatb î tarafm dadır. Yapının m erkezinde, tam şimâl-i şarkî istikam etinde, bizzat duvarın k a t’-ı nakısı içinde dört sütunun yükseldiği hâlâ görülm ektedir. A slın da burada daha çok sütun bulunmakta id i ; öyle ki, asıl kapı ( a ) bir n evî sütunlu giriş teşkil ediyordu. Bunla­ rın şimâl-i şarkîsinde, 32 adım lık bir m esafe­ de, aynı şekilde cenûb-i şark î — şimâl-İ garbî istikam etinde uzayan bir hat üzerinde, 8 sütün daha yükselm ektedir. Bunlar menşur şeklinde, dört köşeli ve birleşik olup, 4,5 m. yüksekliktedir. B aşlıkları yoktur ve yukarı doğru Üzerine konulan sütün başını tutm ağa yarayan aş.-yk. 10 cm. uzunluğunda kenarları bulunan taş ayak şeklinde bir m ahrut ile nihayet bulur. Haremin eenûp — cenûb-i şarkî tarafında, duvarın hemen dışında, yan­ ları garptan şarka ve cenuptan şimale m üte­ veccih olan ve küçük bir murabba teşkil eden dört küçük sütün vardır ( c ). Bunlar, ihtimâl Aksum kıral tahtm ınkine ( Deutsche A ksu m Expedition, II, 63, şekil 13 9 ) benzeyen bir tah t gölgeliğinin sütunlarıdır. Yapının zemini, hiçbir zaman, tam âm lyle tesviye edilmemiş olm alıdır; çünkü orta yerinde ta b it bir kaya bulunmaktadır. Iç kısma doğru m aalesef du­ varlar hiç bir tarafta yol verm emektedir, ö y le ki, G laser içerisinin ne va ziyette olduğu hak­ kında bir neticeye varamamıştır. Bununla beraber, duvarların içinde bulmağı ümit e ttiğ i odalara rastlam adığını bilhassa kaydetm ekte­ dir. Buna karşılık duvarların dış tarafına ko­ nulmuş olan muhteşem kitabeler, bize yalnız binanın ne için yapıldığı (b u bir sabahların ay ilâhı olan A lm akah ’ın m âbedidir ) hususunda değil, aynı zamanda inşâ tarihi hakkında da tatm in edici bilgiler verm ektedir. Arnaud bu kitabelerden yalnız üçünün suretini çıkarabil­ miş i d i ; tesbii edebildiği diğer kitâbe, o kadar kum ile kaplanmış idi ki ( kum kitabeleri o günden beri daha da ö rtm ü ştü r), bunları yaz­ mağa muvaffak olamamış idi. En eski kitâbe ( G laser 484 ) yukarıda, şark cephesinden itibâren, 28. taş tabakası üzerinde bulunur. Bu kitabeye göre, A lm akah 'A v m mabedinin duvar­ ları Saba’ mukarrib % Sumuhu-'alaya ’nm oğlu Y id 'i-’ilu Zarih tarafından yaptırılm ıştır ( m et­ n in ‘son tab’ı için bk. N. Rhodokanakis, S tu ­ dien, II, 7 v. dd.). E. O siander daha önce Z D M G ( X , 70 ) ’de Haram B itkis ’in bir



Almakah mabedi olduğunu ileri sürmüş idi. G laser ( S k ieze, I, 68 ), diğer Saba’ kitabele­ rinde olduğu gibi, burada da zikredilen ‘ A vm hareminin, bu mâbedden başka bir şey olma­ dığı neticesini çıkarm ıştır. Buna göre, ilâh Almaljah ,,’A vm hâkim i" (gıtf | adını ta ­ şımaktadır. Haremin garp cephesinde, 14. taş dizisi üzerinde bulunan G laser 485 — A r­ naud 55 kitâbesi, Y id ’ i-’ ilu Zarih tarafından başlanmış olan bu mabedin Saba’ kıralı Sumu­ hu -alaya Zarih ’in oğlu ’llişariha tarafından ta ­ mamlandığını gösterm ektedir (krş. N. Rhodoka­ nakis, ayn. esr., II, 12 v. dd.). Şimâl cephesinde 13. ve 14. taş sıraları üzerine konulmuş olan G laser 481 — Arnaud 56 kitâbesi, bu kitâbedeu başlayarak, tâ tep ey e kadar duvarın üç Saba’ kiralının kumandanı v e mühim b ir nâzır olan Tuba’kartba tarafından tamamlandığını anlatır ( N. Rhodokanakis, Studien, II, 15 v. dd.). A yn ı mânada iki metin olan cenup cephesinde 13. taş sırası üzerindeki G laser 482 s= A rn aud 54 ile aynı yükseklikte şark cephesinde bulu­ nan G laser 483 = A rnaud 54 kitabeleri, bn kitâbe ite alâkalıdır. M ezkûr kitâbelerde, Sa­ ba’ ve Zü Raydan kıratları olan Zim ri-'alaya Bayin oğlu K ariba’ iln V a ta r Yuhan'im ile bunun oğlu Hâlik-’amara zamanlarında ( ihti­ mâl mabedin yukarı kısım ların dan ), duvarın yıkılm ış olan kısım larının tâm ırinden bahs­ edilm ektedir. G lase r ( Reise nach M ârib, s. 46 ) ’e göre, şimâl ve garp cephelerinde de kum­ lar altında başka kitabeler bulunduğu düşünü­ lür ise, haremin inşâ tarihinin bu suretle bitip-bitm ediği sorulabilir. Binanın cephe istikam eti d e alâkaya değer. Haremin küçük kapısı ( h ) şimdi yerinde Mascid Sulaymân ’m bulunduğu eski Mârib şehri mabedi tarafına bakm aktadır. K üçük mihverin im tidâdm da şimâl-i şarkîde al-Mikrâb denilen harâbe vardır ve G lase r iki ya­ pının bu tertibi ile kullanıldıkları husus ara­ sında bir a lâka bulunduğu neticesine varmıştır. Bundan başka her iki bina da V a d i Z e n n e ’y e m üteveccihtir. Şehrin eski duvarlarının cenup tarafında, hemen-hemen harem istikam etinde inşa edilmiş bir köprünün bakiyesi görülm ekte­ dir ki, mahallî an’aneye göre, hareme kadar ulaşmakta idi. Bu rivâyette her hangi b ir mübâiega olsa bile, Zenne vâdisi üzerine bir köprü yapılmış olması pek m uhtem eldir; zîra y a ğ ­ mur mevsimlerinde su muhakkak ovalara ta ­ şıyordu ve ihtimâl topraktan yapılm ış bir sedd, bu köprünün hareme kadar im tidâdını teşkil ediyordu; fak at artık bundan hiç bir iz görülm em ektedir. B ir mâbedin inşâsı için k a t’-ı nâkıs şekli ne kadar az kullanılmış olursa-olsun, eski A ra b is­



M ÂRtB.



3*9



tan 'm cenubunda bunun eşine rastlam ak müm­ amûd olarak yerleştirilm iştir. D evrilm iş 2 sü­ kündür. MsL F. Fresnel ( J A , IV. seri, VI, tun hâlâ yanda, harâp hâlde, toprak üzerinde 223 )> liaram B ilkis 'ten daha büyük bir yer yatm aktadır. Sütûnlarm başlıkları yok idi ve kaplayan ve aralarında b ir yarım k a t - ı nâkıs tamâmiyle ( y aram B ilkis ve şehrin dışındaki iie sıra-sıra sütunların hâlâ ayakta durduğu diğer harâbelerin yanında bulunan ) öteki bü­ Hariba ( Şirvâh ) ’nin muhteşem harabelerini yük sütûnlara benzem ekte idi. G laser yıkıl­ zikretm iştir. Arnaud 'ya göre, mabedin bu mış 2 sütunun döküntüleri üzerinde, her bir kat'-ı nâkıs şeklindeki tertip ve tanzimi Ha- sütunda bir tâne olmak üzere, 2 kitabe levy tarafından da tesbit edilmiş idi ( J A , VI. ( Glaser, 479 ve 480 = Arnaud 53 ) bulmuş­ seri, XIX, 67 v .d .; krş. bir de G laser, Reise tur. Bundan anlaşıldığına göre, burada ilâh nach M&rib, s. n o , 137; S k izze, I, 67 v.d.}. A lm akah ’a tahsis edilmiş bîr Bar’Sa mukad­ G laser, nr. 901— 903 kitâbelerine göre, inşaatı des haremi ({N12 | ¡O-yiü) veya başka bir ha­ yaptıran Saba’ m ukarrib’i Y i d i - ’ ilu Zarih rem var idi. Bu ismi, yalnız bu kitâbede de­ olup, bu şahıs ’Avm mabedi He yuvarlak al- ğil, aynı zamanda Osman. Muş., nr. 17 ( Z D M G , XXXIII, 486, nr. ı s, burada J. H. Mordtmaıın. Masâcid mabedini de inşa ettirm iştir. F. Hommel ( Eihnologie, s. 664 v.d.) bu ma­tnpbS’R I rv]ü |JX"U2 okum aktadır) ’de tesâdüf bedin yeni olan Haram B ilkıs adını nasıl aldı­ olunm aktadır; bundan başka bu yerin adı Halevy, nr. 43a, 48* ’de ve 534« ’te ğım gösterm eğe çalışm ıştır. Dâİmâ başlıca ilâhın zevcesine tahsis edilen ve içinde yeni yılın ilk ayında ilâh ile ilâhenin düğün merâsİmleri ve şenlikleri icra edilen sûrların dı­ şındaki A sû r ve Bâbil roâbedleri ile kıyâs eden Hommel, yaram B ilkıs 'i Almakah 'in düğün evi, zevcesi Harim at ’m haremi telâk­ ki, hattâ Haram isminin de bunun ile alâkalı olduğunu farzetm ektedir. D. H. Müller ( Bargen and Schlösser, II 972 v.d.) kendi eski mede­ niyetlerinin bakiyelerine dâir kitap yazan arap âlimlerinin Alm akah ilâh adını bozup, nasıl Yalm akah yaptıklarını ve sonra bu ismi efsâ­ nevî B ilk is 'e nasıl bağladıklarını v e bundan başka ilâhın Mahram ( mukaddes harem ) 'ini bir karam ( kadın o d a s ı) hâline getirdiklerini meydana koymuştur. F, Fresnel de B ilkis ismi­ nin Saba’ melikesinin hakikî adı olmadığını, bunun daha ziyâde Balkamah olduğunu ( İbn ’A b d Rabbihi, ‘ İk d al-farid ve İbn al-C avzi, Mir'ât al-zaman ’da b ö y le d ir) ve bu ismin al-Maljah 'tan geldiğini ileri sürerken ( J A , IV. seri, V I, 226 v .d ., . 234 v. dd.), aynı şe­ kilde düşünmüş idi. Şu Hâlde Saba’ melikesi sobalılar tarafından ilâhlaştırılm ış ve arap­ ların ¡sis 'i hâline gelmiş idi. Mârib 'in ce n u p -e en û b -i şarkîsinde ve A r ­ n au d 'ya göre, Haram B ilk is ’in 1/4 fersah şark - cenûb-i şarkîsinde (G la se r, Reise nach M&rib, s, 41 ’e göre, 5 sütunun hemen tam şarkında, ancak 1/4 fersah m esafede bulun­ m a k ta d ır), V âdi-Zen n e'nin karşı sahilinde, şehirden 1/2 saat, yâni 2,5 km. ( G laser S kiz­ ze, nr. 51 'e göre böyledir ) mesafede, ‘ Am â'id ( E ) denilen sütunlar bulunmaktadır. Beş sü­ tün hâlâ ayakta durm aktadır; aş.-yk. 8 — 9 m. yükseklikte, 82 cm. genişlikte ve 61 cm. kalınlığında olan bu sütunlar menşur şeklinde tek taştan olup, 4 köşelidir, m akta­ ları müstatil şeklindedir ve V âdi Z a n n e ’ye



(JK*Q£3 ]) görülm ektedir. G arpta, bemen-hemen bu sütunların yanında, ihtimâl bu haremin ba­ kiyelerine delâlet eden bir harabe yığını bulun­ m aktadır. Arnaud ( J A , VII. seri, 1874, III, 15 ) bunlara B i l k i s s ü t û n l a r ı adını verm ekte ve yüksekliklerini 28 karış tahmin etm ektedir. Arnaud, G laser ’in aksine olarak, sütunların m üstatil şeklinde başlıkları olduğuna dikkati çekiyor. Haram B ilk is planı altında bulunan resimde, başlığı basamaklı olan bir sütün gö­ rülmektedir ki, bu H abeşistan 'da Aksum ve Kohayto 'dakilere ( Deutsche Aksum-Expedition, nşr. D. Krencker, Berlin, 1913, II, 102, şekil 224 ve s. 11$, şekil 319 b ) tekabül edi­ yor. İki seyyahtan hangisinin haklı olduğunu söylemek gü çtür; çünkü G laser müşahedele­ rinde çok doğru olmak itiyadında idi. Diğer taraftan, ender olmakla berâber, cenubî A ra ­ b is ta n ’a bas olan bu şek li Arnaud 'nun icat etm iş olması ve resmînin tamâmiyle haya­ lî bulunması imkânsızdır. A ncak bir hâl tarzı olarak, Arnaud 'nun sütün ile bir bütün teşkil ettiğin i tasdik edem eyeceğini söylediği bu sü­ tün başlıklarının G laser zamanında, düştüğü­ nü kabûl etmek kalıyor. Arnaud 'ya göre, sütûnlar, kendi kalınlıklarına müsavi fasılalar ile, birbirinden ayrılm ıştır. Arnaud ( s. 16 ), her ne kadar sütunların biri üzerindeki kita­ beyi kopye etm iş ( A rnaud 53 = G laser, nr. 480 ) ise de, sütun dizisi yanında, yerdeki taş par­ çalarının eskiden sütunlara âit olduğunu farketm em iştir ( krş. E. G laser, Reise nach Mâ­ rib, s. 40 v.d., 141 ). G laser ’in Mârib civarında yaptığı teferruât ncv’inden sayısız keşifler, kurban mezbaha­ ları ve taşçıların çalışm a yerlerini v. b. burada tetkik edemeyiz. Buna karşılık bir yapı daha etraflı tetkik e d e ğ e r: bu büyüklükte şimdiye kadar tetk ik edilenleri aşan ve M ârib ’i mu­



330



M ARİB.



ahhar İslâm devirlerine kadar meşhur eden yapı, yâni İslâm an’anelerinin de S a d d Mârib veya Sa d d a l-'A ri m adı ile tanınan su sedleridir. V âdî Zenne burada asırlar boyunca, Balak dağı arasında kendisine bir geçit açmış ve kayaları iki kısma bölmüş İd i: Balak a l-lp b li ve B alak ai-Avsa^. Sebatılar bu gediği 770 adım uzunluğunda, arkasında suların toplanıp* biriktiği bir toprak sad ile kapamışlardı. G la­ ser ( Reise nach Mârib, s. 58 v.dd., 173 v. d.) 'in doğru olarak tavsif e ttiği ve tepesi Vadi 'nin bugünkü yatağından 7— 8 m. yüksek olan sed üzerinde keskin köşesi olan, ik i kenarı birbirine tnüsâvî müselles şeklinde, bir toprak yığınından başka bir şey değildir. İki sathın ufka nazaran meyli aş.-yk. 45°, kaidenin ge­ n işliği aş.-yk. 15 m .’d ir; şeddin asıl kaidesi ile yüksekliği tâyin ed ilem ez; çünkü burada oldukça yüksek kil tabakasının birikm iş olma­ sı muhtemeldir. Bununla beraber toprak şed ­ din kayalık bir zemine istin at ettiği farzolunabilir; zira iki B alak dağı arasındaki dar geçidin zemini hemen-hemen satıh ile aynı hizâda bulunmaktadır. Esâsen bu sağlam ze ­ min olm asa idi, şeddin yapılması imkânsız olurdu. Şeddin su ( g a r p ) tarafındaki sathı, tepesine kadar bir tanesi bile sökülem eyecek şekilde, harç ile birbirine tutturulmuş küçük, sivri, yontulmamış taşlar İle kaplıdır. Mârib 'in 1 V2 fersah garbında olan şeddin şimât ve ceaübunda iki muhkem bend yap ılm ıştır; cenuptakine M a r b a t a l - D i m m denilir. Cabal Balak al-A vsat şeddinin bulunduğu yerde, 95 adım uzunluğunda ve aş.-yk. 15, d s r yerlerin­ de ( o r ta d a ) ancak 8— 10 adım genişliğinde ayrı büyük bir kaya ( A ) vardır ki, ş a rk — şimâl-i şarkîye doğru küçük bir inhirâf ile, şimâi-i Şarkîye m üteveccihdir. Şimâl yüzü şarka mü­ teveccih olan başlıca kaya, ayrı duran kaya ile birlikte, böylece bu sonuncusunun cenûb-i garbî yan-sathm a doğru birbirine yaklaşan bir çift hat teşkil etm ektedir. Bununla berâber, iki kayanın yan-satıhları birbirleri ile birleşmez. Bnnlar 6 adım uzunluğunda ve 4 m. yüksekliğinde yontma taşlardan ya­ pılm ış bir duvarın ( C ) doldurduğu bir boş­ luk ile ayrılm ışlardır. Zâviyenin açıklığın ­ da, fak at iki tarafın şark nihâyetleri arasın­ da, a y n duran bir başka kaya kütlesi ( B ) bulunm aktadır ki, şimâl sathı yukarıda tasvir edilm iş olan serbest kayalar ile m uvâzî bir istikam ettedir ve cenup sathı esas kayaya ( C ) m uvâzî, fak at ona çok yakındır. Ü ç kayanın hepsinin ve bilhassa esas kaya ( C ) ile zikr­ edilm iş olan son orta kayanın ( B ) kenarları dik olmakla berâber, 4 m. ’den daha yüksek de­



ğildir. A y rı duran kaya ( A ) şimale doğru çok gayr-ı muntazam bir şekil alır, insan tamâmiyle sunî bir şekilde ayrılm ış bir kaya karşısında bulunduğunu zanneder; bununla berâber G laşer böyle düşünüyor; çünkü kaya­ nın bir zelzele neticesinde parçalanıp, ayrıl­ mış olması mümkündür. Ne olursa-olsun, bu tabi’ı olarak ayrılm ış bulunan kayaya insan eti değmiş gibidir. Büyük kayalık kütle ( A ), bü­ tün olarak, ırmağın bugünkü yatak seviyesin­ den 7— 8 m. yüksektir ve cenup sathı üzerin­ de kayaya kazılm ış iki kitâbe ( G iaser, nr. 513 ve 523) bulunmaktadır. Üç kayanın üzerinde yontma taştan muaz­ zam yapılar vardır veya var idi. Başlıca büyük binâ gâlibâ büyük kaya kütlesi ( / î ) üzerinde bulunuyordu. Bu binâ duvarları itinâ ile yon­ tulmuş ve birbiri üzerine oturtulup, karşılıktı küçük boşluklarına kurşun dökülerek, tuttu­ rulmuş olan taşlardan ib â re i olup, cenup tara­ fında zemini teşkil eden kayaları tâkip et­ m ektedir; binâenaleyh A rn au d'n un tersim et­ tiği gibi { J A , V B . seri, III, 6 4 'te D igue de M areb), tamâmiyle düz bir hat tâkip etmez. Bu yapının uzunluğu, düz hat olarak, 82 adım ( 63,5 m.) tu t a r ; gen işliği va satî olarak 6 adım ve yüksekliği cenÛb-i garbî ucunda aş.-yk. 4 m., şimâl-i şarkî ucunda bir az daha fa z la d ır; çünkü orada kaya kâfî derecede yüksek de­ ğildir. Um umiyetle büyük binanın çatı kapla­ ması ufkî olup, hafif bir seviye farkı ile, bâzan yükselm ekte, bâzan alçalraaktadır. Y ap ı­ nın cenûb-i garbî köşesi cenûb-i şarkîye doğ­ ru yuvarlak b ir kule teşkil eder ( a ) ; bu ku­ le bütün binânın çatısından aş.-yk. 1. m. yük­ sektir. Bütünü ile berâber, inşaât ve aynı za­ manda kule yukarı doğru daralm ayıp, amûdı olarak devam eder. Şim âl— şimâl-i ga rb î is­ tikam etini muhâfaza eden bend, gâlibâ, kule­ den şimâl-i garbiye doğru 9 adım uzunluğun­ da b ir duvara tam âm iyle uym akta idi. K aya­ nın şimâl-i şarkî nihâyetinin V a d i ’ye dönük tarafı üzerinde, ırm ağın yatağından ( cenup— cenûb-i garbî istik am etin d e) yapılara kadar giden ve kayalar içinde yontulmuş olan basa­ maklar vardır. B ir az önce tasv ir edilm iş olup, aynı zamanda amûdî bir kertik içinde çok dik basamakları bulunan kulenin hemen tam ce­ nubunda, başlıca kaya ( C ) üzerinde, garbadoğru yuvarlak, fak at d iğer cephelerinde müs­ takim olan, aynı derecede yüksek ikinci bir kule ( d ) yükselm ektedir. İki kule arasında daha evvel zikredilm iş olan, iki k a y ay ı birleş­ tiren örülmüş duvar ( c ) bulunm aktadır. D a­ ha önce gösterilm iş olduğu üzere, bu duvarın yüksek çatısı ırm ağın dibinden 7 — 9 m., ku­ lelerde 12— 13 m. yüksekliktedir. Bend, gâlibâ,



MÂRİB. yukarıda zikri geçen iltisak duvarından çok yüksek değil idi. Su hem iltisak duvarının üs* tünden, hem, pek muhtemel olarak, bugün kapanmış olan d elikler vâsıtası ile, duvarın altından akıp, Habâbiz kanalına gidiyor ve üzerinde büyük duvar yapısı bulunan kayanın altından, daha doğrusu arasından geçip, Rahab kanalına varıyordu. G erçekten hâlâ ayrı duran kayanın yuvarlak sathı görülebilen ka­ yalıklı kenarı ( e ) ile, alttan en küçük kaya kütlesine bağlıdır, ö y le ki, iki kanal birbirinMa r b a t



O



33»



den ayrılm ış bulunmaktadır. A yn ı şekilde es­ ki devirde suyun alttan, ancak son zamanlar­ da, kil ve kum birikmesi neticesinde, su se ­ viyesinin yükselmesi ile, duvarın üstünden ak­ mış olması mümkündür. Hâlâ yukarıda kalas tahtası deliklerini görmek kabildir. G arba doğru sarp kaya kütlesi şarktan ovaya kadar alçalır ve sırtının her tarafı üzerinde basa­ mak şeklinde çukurlar, bilhassa sarp yam aç­ larda, sütunlardan mürekkep bir korkuluk ile mücehhez imiş gibi, hâlâ ayakta duran sütun AL-DİMM



Kayalarda üzerinde k itabeler bulunan y erler: i G l. 5 1 3 ; 2. G l. 5 1 4 ; 3. G l. 5 2 3 ;



4. G l. 525. a Bütün yapının eu yüksek noktasını teşkil den ve d yüksekliğinde bir basam aklı olan kule. t Basam aklar. « K u le ile cetıûb-i g arb i kayalar araaınd ki bend, d T ıp k ı a gibi olan kule.



benzerî taşlar görülür. Şark ucunda, ovaya vardığı yerde, hayvanlar için su yalaklarına veya lahidlere benzeyen menşur şeklinde çu­ kurlar göze çarpar. Başlıea kaya üzerinde de buna benzer bâzı şeyler görülm ektedir. Basa­ mağa benzeyen bu çukurlar, belki yalnız çık­ mak değil, aynı zamanda suyun akmasını tan ­ zim etmek üzere, su seviyesini ölçmek için kullanılıyordu, iki kule, küçük kayanın bâzı duvar ve korkulukları müstesna, bıı su bendi-



nin diğer bütün yapıları gibi, tara ve mükem­ mel olarak, bugüne kadar kalm ıştır. Y ontul­ muş taşlar o suretle tanzim edilm iştir ki, çaprazlama konan uzun taşlar, muvâz? taş sıralarına fevkalâde bir »ağlandık verm iştir. Duvarın içi de bilhassa bu şekilde doldurul­ muştur. Bu tarz yanları çıplak bırakılm ış olan hemen bütün muazzam yapılarda görülür. Üst kısımda, bütün su bendi inşaatında bir­ birlerinden 10 cm. yüksekliğinde ve aş.-yk.



m A r îb .



332



io cm,2 maktam daki kurşun çubuklar ile bağ­ lanmış, yontma taşlar va rd ır; yontma taşın 4 — £ cm. derinliğinde husûsî bir surette açılan deliklerine kurşun çubukları yerleştiriliyor, alt­ taki yontma taşlar deliğin özerine tesbit edi­ liyordu. Sobalılar taştan su bendieri inşasında, yağmurdan bozulmasına mâni olm ak için, yal­ nız Sat kısım larda harç kullanmışlardır. Şim al bendi uç duvardan m üteşekkildir; en şimalde olanı ( a, 6 ) bir taraftan Balalj: aUivihli kayasına dayanmış olup, şimal-i şarkîye, hattâ ŞİMAL



şark— şimâl-i şarkîye m üteveccihtir. Butun ola­ rak 184 adım uzunluğu oluğunda ve en geniş yerinde 15 adım, fakat ortalama 11 adım ge­ nişliğinde ve aş.-yk, 5—-6 m. yüksekliğinde olan bu, duvar iki kısımdan m üteşekkildir; 70 adım uzunluğunda olan cenûb-î garbı kısmı ( a ) bîr az daha alçaktır ( Balak kayası tara­ fında tamâmiyle alçak tır ve şimâl-i şarkî kısmı ile birleştiği yerde aş,-yk. 4 m. yüksekliktedir ) ve üst kısmı tam âm iyle düzdür. 1 1 4 -âdım uzunluğunda ve garp nihâyetinde bir az bo-



k a PIU-SEDD î



G ■ *" C M İK Y A S ^ 7 l: 1 S 0 0



„ 10



O O a



20 30



aO



so adım



Mühim kitabelerin bulunduğu y e r le ri 1. G l, 554, 618 ; 2. G l, 5 5 1 ; 3 , G L 541. K ît â b e ie r .



alçak olan kısım . Suyu ancak 1 km. mesafede bulunan d S erb e st duran büyük ara duvar.



.



.



Daha



»sağı



Kulmuş olan şimâl-i şarkî kısmının ( b ) üstü tam âm iyle düz değildir ve cenup tarafına doğru duvar şeklinde örülmüş bîr nevî korku­ luk manzarası arzeder. Duvarın üstü, baştan­ başa, mükemmel bir harç tabakası ile kaplan­ m ıştır, . Bir az önce tasvir edilmiş olan 114 adım lık duvarın ( b ) cenöb-i garbı kısmının nihayetin­ den 11 adım m esafede hemen-hemen cenûb-î şarkîye doğru, eenûb-i şarkî istikam etinde 38 adım uzunluğunda ve şimâl-i garbı cephe­



Husu ’a götüren kanal



b



ve c île b irleşir.



sinde z ı adım genişliğinde bir duvar uzanmak­ tadır. Bn duvar, tamamen uzıin duvarın bo­ yundadır. Bugün bu duvar üzerinde m uhte­ melen Arnaud zamanında ve muhakkak olarak, H alevy zamanında mevcut olan, e m îr'A b d alRahmân tarafından yaptırılm ış, yeni bir haşn ( „ta ş e vH) vardır. İki duvar arasında, her birinden 4 adım m esafede, 18 adım uzunluğunda, 3 adım g e ­ nişliğinde ve yükseklikçe tam âm iyle diğerle- • rine benzeyen ve tam bir m üsiatii teşkil eden. •



MÂRİB. çıplak bir duvar yükselir. Şim al tarafı Hafifçe zarar görm üş bulunan bu duvar oldukça zayıf, iki yeni duvar ile conûb-ı şarki yapısına bağ­ lan m ıştır; böylece bedevilere a h ır vazifesini g ö re n e duvar ile çevrili b îr sâha tamâmiyle serbest b ırakılm ıştır; bu duvar cenub-i garbi nihâyetinde b ir az geride olan komşu iki yap ı ile karşılaşm akta v e biri cenûb-i şarki duvarı gibi, şimâl kenarından- aş.-yk. I m. mesafede, bugün kapanmış olan b ir gedik arzetm ektedir. Bu gedik aş.-yk, 50 cm. g e ­ nişlikte ve yine 50 cm, derinlikte, menşûr şeklinde olup, bugün duvar ile örülmüştür ve kalas tahtaları koym ağa mahsustur. Şimâl tarafından artık bu oyuk görülm em ektedir. Bu üç duvar, tamâmiyle cenup kıyısı' üzerin­ deki üç kaya gibi, iki kanalı teşkil ediyordu. Bu iki kanal hemen tamâmiyle şark istikam e­ tini tâk ip eden aynı büyük mecrâ içinde bir» leşerek, takriben 1 km. m esafede, suların tevziin e mahsus büyük bir yap ıya varmaktadır. Bu, asıl su şedd i ile aym yap ı v e üslûptaki ik i muvazi kanal arasından geçm ektedir; fak at birbirine barç ile tutturulm uş taşlardan ya­ pılm ış olan su yatağı, bilhassa cenup tarafın­ da, 7— 8 m. yüksekted ir. A s ıl su şeddi, bu kanalın duvarları kadar yüksek olup, şark tarafında 38 adım uzunluğundaki cenup duvarı ile birleşir. MabnS al-H aşrac ( a ş . bk.) ’in cenup — cenûb-i garbisinde eski bir su inşaatının bakiyeleri üze­ rinde kurulmuş yeni bir yapı olan Î ^ a ş n a 1a s f a 1 bulunmaktadır. Bu yapı, şimâl bendi münâsebeti ile, yukarıda bahsedilmiş olan bü­ yük su kemerinin son noktasını teşkil eder. Bu bemen-bemen tamâmen sed yapılarının yüksekIiğindedir ve etrafındaki sahalardan çok daha yüksektir. Bu yapı, suyu 8 m uhtelif istika­ m ete sevkeden, kısmen yontma taştan, kısmen de harçlı, âdi taşlardan yapılm ış müteaddit duvarlardan m üteşekkildir. Yüksek su yolu, şeddin şimâl bendine kadar, oldukça doğru olarak, garba doğru gitm ektedir. Su kem eri­ nin yatağı, mükemmel bir şekilde muhafaza edilm iş olmakla beraber, bir çok yerlerde rüz­ gârın savurduğu kum ile dolmuştur. Şüphesiz bütün M ârib ovasında buna benzer, suları te v z i eden bir çok yapılar bulunmuş olma­ sı icâp eder. G laser m uhtelif yerlerde su y o lla n izleri kaydetm iştir. H attâ V â d i Zen­ ne yatağı ortasında, şeddin az aşağısında, bir su bendine benzeyen, dikkate değer, ta ş ­ tan b ir yapı kaydetm iştir. Bize k a t’î bir bilgi verebilecek olan üzerindeki yegâne kitabe, m aalesef, senelerden beri kaybolmuş bulunu­ yor. Kanal, gâiibâ, suyu büyük tevzi m erkez­ lerinden küçük kanallara ( manâşi/ı ) sevk-



ed iyo r; bunlar da suyu doğrudan-doğruya hurm alıklara ve köylere götürüyordu. Bu manâşiA ’in ekserisi mik’ab . veya a lçak menşûr şeklinde olup, yüksekliği nâdiren s m. ve nzunluğu da 4— 5 m. 'yi bulmaktadır. Umûmiyetie bunların ortasında bâzan bir tarafı ta ş ile örülmüş bir büyük kanal çıkar. M anaşîh ’i büyük te v zî yerleri ve köyler ile birleştiren kanallardan biç bir şey kalm am ıştır. Dip kıs­ mı, ovanın diğer büyük bir kısm ı gibi, her yıl artan kumlar ile Örtülü çukurlar, yağmur sularının açtığı gedikler, eskiden o kadar in­ kişâf etm iş ve münbit olan Saba’ ovasına İşa­ ret eden şeylerin hepsi bunlardan İbarettir. ik i Balak; dağı arasında büyüğü su bendini teşkil eden sed ihtiyaçlara kâfi gelm em iş gi­ bi görünm ektedir. Bundan dolayı, büyük su bendinin şimalinde, Mârib ’in garbında, M a bn S a l - ^ a ş r a c adı verilen daha küçük bir su bendi inşâ edilm iştir. Bu bend, B alak ’ın şimâ! dağının, Cabal Haylan ’ m ve oraya bağ­ lanan Haşab tepelerinin sularını M ârib ova­ sına sevkeden ve M ârib kasabasının eteğinde V â d i Zenne ile birleşen V â d i ’ 1-Sâ’ila ( krş. G laser, R eise nach Mârib, s. 49 v .d .)’nin su­ larını tanzime yaram aktadır. Bu bend, çok gayr-ı muntazam istikam et tâkip eden, birbir­ lerine barç ile tutturulm uş olan, mesâmelı si­ yah taşlardan yapılan üç tabakalı üç duvar­ dan m üteşekkildir. Bu, inşaatın belki de muh­ te lif devirlerde yapıldığını gösterm ektedir. Bunlardan ırmağın yatağım kapatan birinci duvar ( A ), aş.-yk. Sâ’i l a ’nin sağ sahilinden başlar ve şark— şimâl-i şarkîye doğru 240 adım ileriler, orada 7 adım genişliğinde, 12 adım uzunluğunda ve aş.-yk. 5 m. yüksekliğinde olup, en uzun yerinde cenûb-i şarkîye müte­ veccih bulunan yontma taştan yapılmış men­ şûr şeklinde bir yapı ( a ) ile birleşir. Bu ya­ pıdan 2,6 m. de hemen tamâmiyle aynı, birin­ ciye muvâzî ikinci bir yontma taştan yapı ( b ) y ü k selir; bunun cenûb-i şarkîye doğra daha dar bir kısm ı ( c ) vardır ki, harçlı bir du­ var olup, 36 adım uzunluğundadır. Yontma taş­ tan iki yapı arasında bulunan sâha, ihtimâl, bir g e çit idi. H arçlı ikinci davar, arada ufak bir mesafe bırakarak, yontma taştan olan ikinci yapıdan itibaren şimâl-i garbiye doğru ile rile r; bir çok girinti-çıkıntılar yaparak, şi­ male doğru teveccüh eder ve sonunda şimâl-i garbiye doğru uzanıp, kayalar ile birleşir. Uzunluğu 268 adımı bulm aktadır; bunun ile yontma taştan ikinci yapının ( b ) arasındaki mesafe 10 adımdır. Yontma taştan ik in ci'y a ­ pının 21 adım şİmâl-i şarkîsinde, yontma taş­ tan diğer iki yapı ( d, e ) bulunmaktadır ki, bunlar şimâl-i şarkîye doğru geçit verm ekte­



MÂRÎB. d i r ; bu yapılardan yalnız cenuptaki kalm ıştın Banlar yukarıda işaret edilmiş olan 36 adım uzunluğundaki harçlı duvarın ( c ) cenûb-i şar­ k î nihayetine m üteveccihtir; ihtimâl orada birleşiyorlardı veya aralarında geçit bulunu­ yordu. İkincİ geçidin şimal hududunu teşkil eden yontma taş binadan ( nzak şarktaki tü rkler arasında istiklâl fikrin i yayan ve 10 günde bir çıkan M illî bayrak ( 1935 'te A y a z İshâkî tarafın ­ dan knrulmnş ve 9 y ıl devam e tm iş tir) ; T e n z İ n ’ de kommünizme karşı koyan Ş ark ûvâzt ( 1939 ) m ecm uası; J a p o n y a ’da T o ky o ’d a oradaki kazanlılar cem âati tarafından çıkarılan aylık Yapon muhbiri ( 1 9 3 1 'de baş­ lamış ve 1932 ’den itibâren Yangı yapon muhbiri adı ile devam etm iştir; 32. sayısı 1935 ’te ç ık m ış tır) mecmuası ile tlân-l ha­ kikat ( 1936 ) g a z e te s i; F i n l a n d i y a 'da Tampere 'de kurtuluş fikrini yayan aylık Tu­ ran ( 1 9 36 ) gazetesi ve H e l s i n k i ’de M ahalle haberleri ( 1955 ) neşredilm iştir. 3. A z e r b a y c a n



türkleri



A. G a z e t e l e r . Rusya elinde bulanan türk ülkelerinde türkler tarafından neşredilen ilk gazete BâkÛ 'da Hacı Zeytıelâbidin T akî



M A ÎB U A Î. tarafından kurulup, bir vakitler A li Merdan Topçıbaşı tarafından da idâre edilm iş olan rusça Kaspiy gazetesidir. Bu gazete İlk defa 1870’te başladıktan sonra, bir aralık durmuş ve ikinci defa 1903 ve üçüncü defa olarak da 1908 ’de tekrar çıkm ağa başlamış ve bütün Kafkasya müslümanlannın m enfaatleri için ça­ lışm ak suretiyle, müstakil millî A zerbaycan devrine kadar devam etm iştir. İlk türkçe ga ­ zete neşretmiş olmak şerefi de azerbaycan­ lılara aittir. 1875 'te Bakû ’da H aşan Melikzâde-Zerdâbî tarafından neşredilm iş olan bu haftalık E k in ci gazetesi, isminin de işaret ettiği gibi, bilhassa m üdafaasız durumda bu­ lunan köyleri rus me’murlarının kanunsuz ha­ reketlerine karşı korumuş, ¡ctim âî, iktisâdı ve bilhassa millî-medenî m eselelerde rehber­ lik etm iştir. O rta büyüklükte, 4 sahife olarak çıkan bu gazete 1877 ’de rus-türk harbi esnâsmda rus hükümeti tarafından kapatılm ış­ tır. 1879 ’da T iflis ’te O nsî kardeşler tarafın ­ dan Ziya ve K eşkül g a zete ve mecmuaların­ dan ( aş. bk.) sonra geçen uzun bir tavakkuf devresini müteâkip, 1903 ’te T iflis ’te Şahtahtİnskiy tarafından Şark-ı rus gazetesi kurul­ muştur. Başta haftada 3 defa ve 1904 'ten iti­ baren gündelik olarak çıkan bu gazete Kazan türkleri nezdinde pek çok y ayıld ığ ı gibi, yazı­ cıları arasında da bir çok Kazan türkleri bu­ lunmuştur. A zerbaycan ’ daki bu hazırlık devrinden son­ ra, asit gazetecilik rûhu ve matbuatın mef­ kure devresi 1904 ’te Bâkû 'da kurulan Hayat ga zetesi ile başlar. Zengin münderecâta sâhip ve iyi teşkilâtlandırılm ış olan bu gazete A li Merdan Topçıbaşı tarafından, A li Hüseyin-zâde'n in idaresinde ve A hm ed A ğa o ğ lu ile Hâşîm V ezir Bey ’lerin iştiraki ile neşredilmiştir. Bunun kapatılm ası üzerine, yerine Ahmed A ğaoğlu tarafından 1905 'te Bâkû ’da İrşâd ga zetesi çıkarılm ağa başlanm ıştır; bu sonun­ cusu da 1907'de kapatılm ış ve 1908’de tekrar intişâra başlamış ise de, idârî makamlarca faaliyetine tekrar son verilm iştir. T if lis ’te *9°5 *te Ziyâ-i K afkasiye ( Said Ü n s î) ile 1906 ’da Bakü ’da çıkân D âvet ( A . A şu rb e k ; bu gazete türk-ermeni münâferetini ortadan kaldırm ak için, her iki tarafın münevverle­ rinin iştirâki ile, türkçe-erm enice-rusça olarak çıkm ıştır ) ve işçi menfaatlerini gözeten, sos­ yalist Tekâm ül (1906— 1907; M. H a c ı) gaze­ teleri neşredilm iştir. 1907’de Ahm ed A ğaoğlu ’nun çıkardığı rusça Progress ( 1907, Bâkû ), A li Hüseyin-zâde tarafından, 1907 'de Bakû ’da neşredilen Tâze hayat ( 1908 ’de, pan-islâmcıIık fikirlerini yaymakla ithâm edilerek, kapa­ tılm ıştır ), 1907 ’de Bakû 'da Ahund-zâde ve İslâm Ansiklopepiti



arkadaşları tarafından haftada 2 defa çıkarılan Yoldaş ( kısa bîr müddet sonra işçiler arasında zararlı fikirleri yaym ası vesilesi ile kap atıl­ m ış tır ) gazeteleri vardır. Bunlara bir de Der­ bend ’de 1907 de çıkm ağa başlayan günlük rusça D erbentskiy vesin ik ( Hamid V ek ilî ) eklendi. 1908 'de Bâkû ’da A bm ed A ğaoğlu ’nun idâresinde, m ilyonerlerden M. M uhtar’m nâşirliğini üzerine aldığı, büyük hacimli, m illiyetçi, gün­ lük T erakki gazetesi neşredilm iştir. T erakki­ perver, millî, haftalık İstikbâl (H . A hundzâde) 1908’de G e n c e ’de çıkm ıştır. Tâze hayat ’m devam ı olarak, 1908 ’de Bâkû 'da günlük, millî İttifa k gazetesini görüyoruz ( H. V ezir tara­ fından idâre edilen ve şarkın dinî taassubuna karşı mücâdelede mühim yer alan bu gazete 1909’da hükümetin emri ile durdurulmuştur; 1910 ’da bir daha çıkm ış ise de, 1 9 1 1 ’de pan-İslâmcılık ithamı ile tek ra r kapatılm ıştır ). 1909 'da hepsi de Bâkû 'da olmak üzere, 3 gazete çıkm ıştır; rusça-türkçe haftalık Prikaspiyskaya jiz n ( M. S. A h u n d z â d e ), Sadû ( i t t i f a k ’m devamı olup, 1 9 1 1 ’de hükümetçe kapatılıncaya kadar, 395 sayısı ç ık m ıştır), H akikat ( A . H acib ek .ve A . K em âl; 1910’da kapatılıncaya kadar 160 sayısı çıkm ıştır ). 1910 'da iki yeni gazete çıkm ıştır s G üneş ( Ha k ik a t’in devamı olup, başta haftada 3 defa ve sonraları günlük olarak in tişâr etm iş ve 1911 'de kapatılm ıştır ) ve N ecât ( A . A şurbek, başta haftada bir, sonraları 3 d e fa ; aynı ismi taşıyan cem iyet tarafından çıkarılm ıştır). 1911 ’de çoğu B â k û ’da üçü rusça olmak üzere, 12 g a zete neşredilm iştir; Yeni hakikat ( G üneş ’in devam ı olup, 19 sayısı çık m ıştır; baş-muharriri O ruç O ruc-zâde 5 ay hapse ve 5 sene sürgüne gönderilm iştir ), H ilâl ( M îr-Hüseyin A bdullah tarafından çıkarılan bu gazetenin yalnız 3 sayısı basılmış ve bunun da ancak biri dağıtılab ilm iş tir), çık tığ ı sene İslamcılık ile itham edilerek kapatılan Mâlûm âi ( Hacı İbrahim Kasım ), haftalık Bâkû hayati, Mâlûmât 'ın devamı olan, haftalık Yeni irşâd ( Yusuf A h m e d ), haftalık H akikat-i efkâr, Sadâ-i vatan ( Hâşim V ezir tarafından, Sadâ ’nın d e v a m ı) ve H ak yola ( Dr. K a ra b e k ). 1 9 1 1 ’de B â k û ’da çıkan haftalık İş ık ga ­ zetesi kadınlara mahsus İlk g a zete olup, Sam aralı Hadice A li Sübhankul tarafından neşredilm iştir. Bu sene çıkan üç rusça gazeteden biri M aykop’ta Ahm ed Sâlih tara­ fından neşredilen günlük Maykopskaya jiz n ( 129, sayısından sonra k ap atılm ıştır), İkincisi G roznıy 'da Terskiy kray ( bâzan arapça ilâ­ veler de verm iştir) ve üçüncüsü G en ce'd e Yajnıy kavkazets ( Dr. A . A ğaoğlu tarafından çıkarılan ve türk, ermeni, gürcü m illiyetçileri­ 25



386



Ma t b u a t .



nin iştirak e ttiği bu gazete belii-başlt türk m uharrirlerini birleştirm iştir ). 1912 'de yalnız bir gazete, Sadâ-i vatan ’ ın devamı olan Sadâ-i hak gazetesi çıkm ıştır; resmî muharriri S. Tâhir olup, Haşini V ezir tarafından idâre edilen bu g a zete en çok yayılm ış gazete olmuş, baskı sayısı 8.000’ e kadar yükselm iştir ( 1913 'te ma­ hallî idâre tarafından kapatılm ıştır). 1 9 1 3 ’te Bâku ’da yalnız bir ikbâ l gazetesi neşredilm iştir ( A . H acıbek tarafından kurulup, Mehmed Emin Resûl-zâde idaresinde çıkm ış olan bu günlük gazete, millî gazetelerin en mühim­ lerinden olup, bir kaç defa kapatılm ış ve nihâyet 19 1 5 ’te büs-bütün durdurulm uştur). 1914 ’te Bâku 'da haftalık Basiret, Sadâ-i hak ’ ın devamı olup, H. V ezir tarafından çıkarılan haftalık Sadâ-i K a fk a z C *9*6 ’da hükümetçe kapatılıncaya kadar devam e t t i ), günlük ikdam ( N. K aragö z ); 1915 'te yine Bâkû 'da 4 gazete neşredilm iştir 1 Yeni ikdam , Kardaş kömeğt { K ars muhacirleri için çıkarılan bir günlük g a z e t e ), Yeni ikbâl ( ikbâ l 'in devamı olup, M. E. Resûl-zâde idaresinde çık m ıştır) ve A ç ık sö z ( K afkasya müslüman federalistlerinin nâşir-i efkârı olup, M. E. Resûl-zâde tarafın­ dan idâre edilm iştir ). 1916 'da haftalık Tâze haber ve 1 9 1 7 'de B â k û 'd a Bayrak-ı adâlet ( A d â le t fırkası tarafından, haftalık olarak neşredilm iş), Zahm et sadâsı (in kılâp çı sosya­ listlerin müslüman şûbesi tarafından, haftalık ) neşredilm iştir, 1918 'de yeni bir gazete çık ­ mamış ve 1919 'da m em leketteki siyâsî durumu gösteren adları ile şu ga zeteleri görüyoruz: A zerbaycan m illî hükümeti G ence 'de iken A zerbaycan adı ile, türkçe-rusça yarı resm î b ir g a zete neşredilm iştir, C . H acıbeyli ve Ş. R üstem beyli idaresinde çıkan bu gazete hü­ kümetin Bâkû 'ya geçm esi ile, rusça ve türkçe olmak üzere, iki gazete hâlinde çıkm ağa baş­ lamış ve türkçesi olan A zerbaycan hüküm etinin inkılâbı kom itesi ahbârı resm î gazete mâhiye­ tini alm ıştır. Him m et (ö n ce A stırhan 'da, sonra Bâkû ’da Himmet fırk ası g a z e te s i) ve K a fk az kommanast. 1920 y ılı m illî A zerbaycan için bir dönüm senesi olmuş ve bu arada çıkan gazete ve mecmuaların adlarında da izini gösterm iştir. Bu sene Bâkû 'da komünistlerin ga zetesi olan Fukarâ sadâsı ile hükümetin nâşir-i efkârı olan günlük Kom m anist ve H ak sadâsı, A z e r ­ baycan fakarâsı ve Yoldaş ga zeteleri çık­ m ıştır. A zerbaycan m illî hükümeti devrinde (1918 — 1930 ) Baku ’de neşredilmiş olan başlıca gazeteter şu n lard ır : A zerbaycan ( günlük siyâsî, m üstakil g a z e t e ), Azerbaycan hüküm eti ahbârı, Ittih âd ( İttihâd-ı İslâm fırkasının nâşir-i



e fk â r ı), II ( „ y ı l “ , A lırâ r fırk a s ı), Doğru yol ( sol sosyalistler ), H alkçı ( halkçı sosyalistler ), A l-Bayrak ( müstakil sosyalistler ), H a lk sözü ( müstakil m illiyetçiler ), Müsâvât ve istik lâ l (M ü sâvât fırk a s ı). B. M e c m u a l a r . A ze rb a ca n ’da neşredilen mecmuaları, 1917 — 1918 inkılâbına kadar, daha çok e d e b î ( millî, tarihî, siyâsî v.b.) ve m i z a h î olmak üzere, başlıca iki kısımda top­ lamak mümkündür. Daha evvelce de çıkm ış, mektep, tâlim ve terbiye m eseleleri ile ilgilen­ miş olan bir — iki mecmua müstesna, asıl ihtisas mecmuaları inkılâptan sonra başlar. A zerb ay­ can 'd a çıkan ilk türkçe mecmua 1879— 1884 arasında T iflis ’te C . Ü n sî 'nin n eşrettiği edebî Ziyâ mecmuasıdır. A yn ı nâşirler 1883— 1891 arasında haftalık K eşkül mecmuasını da neşretm işlerdir. Bu mecmuaya diğer türk boyla­ rından da bir çok yazıcılar iştirak etmiş ve başlıca türk şivelerinden başka, arapça ve farsça yazıların da bulunması mecmuanın bü­ tün türk-islâm muhitinde yayılm asını te ’min etm iştir. Türkçülükle itham edilen Said ve C elâl kardeşler, mecmanın kapatılmasını müteâkip, T ürkiye 'ye iltica etm ek m ecburiyetinde kalm ışlardır. Bundan sonra uzun bir müddet matbuata yeni bir isim eklenem em iştir. 1906 yılında mecmualar birden-bire çoğalıyor ve bunlar arasında m i z a h mecmuası olan Molla Nasreddin neşredilm eğe başlıyor. M irza Ç elil Mebmed K uli-zâde idaresinde çıkan bu meş­ hur mecmua, bir kaç defa toplattırılm ak üzere, 1916 yılm a kadar devam etm iştir. Son değiş­ melerden sonra Bâkû ’da tek rar intişâra baş­ lam ıştır. Bütün mecmuaların aş.-yk. 1/3 'ini teşkil eden ve Erivan 'da çıkan bir tânesi müstesna, hepsi de Bâkû 'da neşredilen diğer m i z a h mecmuaları şu n lard ır: B e h lû l ( 1907, bn mizaha bürünmüş edebî, ictim âî mecmua­ nın 5 sayısı çıkm ış ve b ir müddet tâtüden sonra, tek ra r b a şla m ıştır), Zenbâr ( 1909), Laylâ (19 0 9 ), M ir'ât (1 9 1 0 ) , A r z ( 1 9 1 0 ), G S l-i niyet ( 1912 ), Ş ip û r ( 1913 ), M ezeli (1 9 1 4 ) , T u tî { 1 9 1 4 ) , Baba-i em ir ( * 9 1 3 ) ve Erivan ’da çıkan haftalık L ek-lek ( 19 14 ). — E d e b î mecmualar arasında bilhassa şun­ lar zikre d e ğ e r: Bahâr (1 9 0 6 ), Rehber (1 9 0 6 ), Hakaytk ( 1906 ), Zeynelâbidin T akî tarafından neşir ve A li H üseyin-zâde tarafından idâre edilen, edebî, m illî F üyûzât ( 1906; 32 sa­ yısı çıkm ıştır), M azkar ( 1909 ), edebî, resim li Şikâb-i sâktb ( 1910, ertesi sene mecmua ka­ patılm ış ve tahrir heyeti h a p sed ilm iştir), Ye­ n i F üyâzât (1 9 1 0 ; A hm ed Kâm il tarafından çıkarılan bu mecmua pan-islâm cılık ithamı ile 1 9 u ’de kapatılm ıştır ), Ş elâ le ( 1913 ), D iri­ lik ( 1914, ertesi sene kapatılm ıştır ), M üznib



M ATBUAT. ( *9 *5 )> K urtuluş ( 1915, A ç ık söz gazetesi neşri olup, 15 günde bir çık m ıştır). Daha son­ raları bunlara G enç komünist ( 1920 ), M aârif ve medeniyet ( 1923 ), K ız ıl şark { 1923 ) ile A zerbaycan âlî İktisâdi şurasının ahbârı ( 1922 ) ve K o op era tif iş i mecmuaları ilâve edilm iştir. Bu arada 1910 'da Bâkû ’da çıkan rusça edebî, tarihî Vostok ile M o sko va’ da yüksek tahsil talebesi tarafından neşredilen aylık Bratskaya pom oşç ( 1 9 1 0 ) mecmuasına da işaret edilm elidir. Mektep ve çocukların tâlim ve terbiyesi ile ilgili, sayısı pek az olan mecmualardan 1906 ’da Bâkû ’da çıkan D ebistan ( A l i İskender C âfer, haftada 2 d e fa ) ile Bâkfi muallimlerinin iştiraki ile ı ç ı ı ’de neşr­ edilen M ekteb ( 1 5 günde b ir ; resim li) bu sahadaki neşriyatı teşkil eder, A zerbaycan millî hükümeti devrinde (1918 — 1920) B a k u ’da neşredilen şu mecmualar dik­ kate d e ğ e r: Evr&k-ı nefise ( s a n a t ) , Zahmet hayatı ve Kurtuluş yolu ( ko o p eratîfçiler), Medeniyet ( milliyetçi münevverler ). 1909— 1914 yılları arasında neşrine müsâa­ de edilmemiş yahut müsâade edilmiş olduğu hâlde neşrine imkân bulunmamış olan, Bâkû ’da, ikisi rusça olmak üzere, 8 gazete ile ikisi rusça, üçü T if lis ’te ve altısı B a k u ’da, cem'an 9 mecmua daha vardır. M illî hükümetin sukutu üzerine, memleketi terketm ek m ecbûriyetinde kalan münevverler tarafından m illî istiklâl fikri etrafında İlmî ve siyâsî neşriyat devam ettirilm iştir. Büyük bir kısmı M. E. Resul-zâde ’nin doğrudan-doğruya iştiraki veya rehberliği altında çıkm ış olan bü gazete ve mecmuaların başlıcaları şun lardır: Yeni K afkasya ( İstanbul, 1922— 1929), Â zerî türk (İstan bu l, 1927— 1929), Odlu yurd ( İ s ­ tanbul, 1929 — 1931 ), B ild ir iş ( haftalık gazele, İstanbul, 1 9 2 9 -1 9 3 1 ), İstiklâ l ( 10 günde 1 çıkan gazete, Berlin, 1932— 1934), Azerbaycan yurt bilgisi ( A . Câferoğlu, İstanbul, 1932 — 1934 yılları arasın da; 36 sayısı çıkm ıştır; 1954’te 37. sayısı intişâr e tm iştir), K urtuluş (B e riin , 1935— 1939), D ie B ejreiun g (B erlin , 1939 ), Yatan dileği ( Berlin, 1937 ), M illî ateş, ( Berlin, 1938 ). İkinci dünya harbi esnasında Berlin ’de Azerbaycan (19 4 2 — 1945; önceleri 15 günlük, sonraları haftalık olarak çıkm ıştır ) gazetesi ile B irlik ( ayl ı k 1944; 5 sayısı çık­ m ıştır ) ve Türk birliği ( 1955 ) mecmuaları neşredilm iştir. Bk bir de aş. IIL 4. K a f k a s y a



ve



şimâİÎ K a fk a s y a



A zerbaycan (yk. bk.) türkîeriuden başka, K a f­ kasya 'dakî türk ( Kumuk ) ve diğer müslüman kavim ler tarafından da bir çok gazete ve mec­



mualar neşredilmiştir. Bunların bir kısm ı ma­ hallî olduğu gibi, bir kısm ı da bütün K a f­ kasya'n ın müşterek meselelerine hasredil­ miştir. Bunlar arasında bilhassa şunlar zikre değer. D ağıstan türkieri tarafından TimurhanŞ u r a ’da 19 1 3 'te neşrine teşebbüs edilmiş olan K um uk ( M. Mirza M avaray ) gazetesi bâzı sebeplerden dolayı intişâr edememiş, fakat aynı şahıs tarafından 1917 ’de M ü. sâvât gazetesi ile aynı yılda edebî, tarihî haftalık Ttfng çolpan ( Z. Batır-M irzay, Bibula t) mecmuası ve 1923’te Mahaç-Kala 'da Z>ağıstan fu kara sı ( L. Savin ) gazetesi neşredil­ miştir. Memleket dışında çıkanlariardan bellibaşlı mecmualar şu n lard ır: İstanbul ’da K a f dağı ( 1 9 3 7 ) ; P a r is ’ te Nezavisim ıy K a f kaz ( 1930, ru s ç a ) ile H .Bam m at tarafından neşr­ edilen K âvkâz ( 1932, ru sça; 1938'de Zarya Kav kaza ve 1939 'da Berlin ’de Volya Kav kaza isimieri ile çıkm ıştır), V a r ş o v a ’da şim alî K af­ kasya mesele’eri ile meşgûl olan G ortsı Kav kaza ( 1928, rus.-trk.), aylık Şim âlî Kafkasya ( *9 34 , ru s .-trk ,), H ürriyet yolu ( 1935, rus.trk.), M illet bayrağı ( 1935, rus.-trk.), ileri (19 37, rus.-trk,), Ülkem iz (1937, ru s.-trk .), Yedi y ıld ız ( 1938, rus.-trk.), Çağırış ( 1938, rus.-trk.), M ünih’te A . Kantem ir tarafından Obyedinennıy K avkaz ( 1951, ru sça ), K avkaz ( 1952, rusça ) ve A . A vtor-H an tarafından neşrolunan Svobodm y K a ık a z ( 1952, rus. ) ve bunun türkçesi olan Serbest Kafkasya (■9 5 2)L. Massignon, Annuaire d. Mond . Musulm. Paris, 1955, s. 69 'a göre, şimâlî K afkasya ve Dağıstan 'da 1954 yılında şimâlî O set 'te t, A d ig e ’de 8, Çerkeş 'te 1, Dağıstan ’da 5 ’i m erkezde ve 30’u kazalarda olmak üzere 35 ( 9 dilde ) ve Kabarda ’da 1 7 ; G ürcistan ’da ( s, 7 4 ) T iflis ’te âzerîce E n i kuvvet ile başta Sabchota A bkazeti olmak üzere 10 Abhaz ve başta Sabchota A djara olm ak üzere, 6 A c a r ; Ermenistan 'da ( s. 76 ) Erivan ’da âzerîce Sovetan Ermenistün ile kürtçe Rey a Tüze gazete ve mecmuaları neşredilm iştir. 5.



Kırım



türkieri



A. G a z e t e l e r . Cenûb-i şarkî Avrupa boz-kıruıdan Karadeniz ’e sarkmış olan Kırım yarım adası güzel ve güzel olduğu ka d a rd a , tarihî mukadderat bakımından, türk vatanının hazin bir ülkesidir. Türk milletinin içtimâi ilim ler sahasında ismine sık-sık tesâdüf edilen İsmail G aspıralı bu ülkenin matbuat tarihi için de başta zikredilm esi lâzım gelen, nâdir bir şahsiyettir. B ir kaç yıl önce bir mecmua ( aş. bk.) ile neşriyat sâhasma giren İsmail Bey, 1883 ’te Bahçesaray ’da Tercüman ga2e-



388



M ATBUAT.



iesin i neşre başlam ıştır. Ö nce haftalık olarak tarafından, bütün dünya müstümanlan birliği çıkan bu gazete, 1903'ten sonra haftada 2— 3 ve bunun kongresini hazırlam ak üzere, arapça defa ve 1912 ’den itibâren ise, günlük olarak al-N ahia ( 3 sayısı ç ık m ış tır) mecmuası intişâr etm iştir. «918 yılına kadar, 35 yıl de­ neşredilmiştir. vam etm ek suretiyle, türk matbuatının nâdir 61 D o b r u c a türkleri nzun ömürlü gazetelerinden biri olmuştur. G azetenin baş muharriri İsmail G aspıralı Dobruca 18 79'da Berlin muahedesi ile Ro­ olup, kendisinin 1914 ’te ölümünden sonra, m anya’ya ilhak edildikten sonra, yeni ıdâreyi yerine mesâi arkadaşı Haşan Sabrı A yv a z türklere tanıtm ak ve benimsetmek maksadı ile, geçm iştir. Tercüm an gazetesi, yalnız bir 1888'd e türkçe-ru mence Dobruca gazetesi neşir vâsıtası değil, aynı zamanda bir fikir neşredilm iştir ( bk. Romulus Geişanu, Dobromenbaı olmuş ve b ir çok millî cereyan ve gea, B ukarest, 1928). ilk türkçe gazete ise, faaliyetler için, tam mânası ile, bir ilham kay­ 1896 yılında Şefik Bey 'in yardım ı ve M ustafa nağı vazifesini görm üştür. Onun „dilde, fikirde Râgıb Bey 'in e!-yazısı ite, İbrahim Temo tara­ ve işte birlik“ şiârı tiirklerin bütün maddî ve fından çıkarılan Hareket g a zetesid ir ( bk. manevî varlığını ihâta etm iş olduğu gibi, 35 Mehmed N iyâzî, H ak söz gazetesi, 14 ağustos yıllık neşriyat hayatı da bu m illiyetçi müte­ 1927), 1897 ’de Sadâkat ve 1898 'de Bükreş fekkirin kendi gâyesi yolunda sarfettiği gay­ ’ te Şark ( EbÛ Mukbil K e m â l) gazeteleri retin ancak bir cephesini teşkil eder. Onun çıkm ıştır. 1898’ de B ü k re ş’te o devrin baş­ tâlim ve tedriste ortaya koyduğu yeni usûl, vekilinin oğlu olan V asile Cogulniceanu'nun cedidcüik, millî yenilenmenin her sahasında idaresinde kısa bir müddet devam eden Sarehberlik etm iştir. Tercüman ’ın türklerin İç­ dâ-i m illet gazetesi neşredilm iştir ( bk. İb­ tim aî bünyesine, misline pek az tesadüf rahim Temo, Ittihad ve terakki cem iyeti­ edilir bir te’sırİ olmuştur. Kırım 'da çıkan ikin­ nin teşekkülü, 1939). 1931’de K ö sten ce ’de ci gazete Vatan hâdim i olup, Karasu-Ba- Kırım î-zâde A li Rızâ tarafından, Dobruca z a r 'd a , 1906 yılında çıkm ıştır (h aftad a 2 adlı bir gazete çıkarılm ış ise de, çok geçm e­ d efa ; başta R. Mehdi ve sonradan S. Çelebi den, kapatılm ıştır. 19O9’da Yâkub Hilmî tara ­ tarafından idare edilmiş ve 1908 ’de durdurul, fından, çok ra ğb et görmüş olan Çolpan gaze­ m u ştu r). A yn ı yılda Bahçesaray 'da İsmail tesi neşredilm iştir. 1909 'da İstanbul ’da bastı­ G aspıralı tarafından M illet gazetesi neşredil­ rılıp, Dobruca ’da dağıtılan, günlük Tonguç m iştir ( H. S. A yv a z ’tn baş muharrirliğinde ( Mirza Mehmed Said ), Dobruca sadâsı ( şâir çıkan bu gazete, 1 9 i7 ’de Kırım müslumanları ve muallim Mehmed N iyâzî idaresinde, Süley­ icrâ komitesinin nâşir-ı efkârı olmuş, haftada man Abdülham id tarafından neşredilmiş ve 5 defa intişâr e tm iş tir). A yn ı yılda K ırım geliri Dobruca türklerinin m aârifine sarfedilocağı ( A . H alim i, haftada 2 d e fa ), C olos m iştir ) ve T eşv ik gazeteleri in tişâr etm iştir. tatar (İbrahim Özenbaşh, h a fta lık ; M illet 19 14 'te C evd et K e m â l’in kurduğu ilk türk gazetesinin rusça k a rşılığıd ır ); 19 18 ’de M illet m atbaasında, Mehmed N iyâzî idaresinde, Işık işi ve bunun devamı olan A l-B ayrak ( milli gazetesi ile 1915 'te aylık M ekteb ve âile mec­ sosyalistlerin g a z e t e s i), Yeni dünya ( önce muası çıkm ıştır. 1919 ’da P azarcık şehrinde M oskova’ da müslüman işleri kom iserliği ta ­ müftü Halil Fehim teşebbüsü ile kurulan ikinci rafından çıkarılm ış, sonra Kırım 'a nakledil­ m atbaada günlük Dobruca gazetesi ( 1923 yı­ m iştir ), 1920 ’de Kırım müslüm anlart sadâsı lma kadar devam etm iştir ) ile aynı matbaada ( M üftizâde; V rangel devrinde intişâr etm iştir ) 1921 'de Hayat ve Tan mecmuaları da basıl­ ve 1922 ’de haftalık Yaş kuvvet gazeteleri mıştır. P a z a rcık 'ta 19 2 1 ’de haftalık Romanya neşredilm iştir. ( İsmail Zandalı ), 1922 ’de Haber ve S ilistire B. M e c m u a l a r . G azete ve mecmuaların'de 1925 't e Tuna ve 1929 ’da H a k söz gaze­ neşrine henüz müsâade edilm ediği bir devirde, teleri çıkm ıştır. İsmail G aspıralı tarafından, 1881 'de Bahçesaray 1930yılında P a zarcık’ta ayda iki defa çıkan ’da, ayrı risaleler hâlinde, Tonguç neşredilm iştir Em el mecmuası intişâra başlamış ve M üstecib ( daha sonraları, Neşriyât-ı îsm ailiye ve Şa fa k Fâzıl idâresİnde 1941 yılm a kadar devam e t­ isimleri altında bir kaç sayısı çıkm ıştır). 1906 m iştir. A yn ı yılda T ürk birliği ve 1932'de Y ıl­ 'd a Tercüman neşriyatından, biri kadınlara dırım gazeteleri çıkm ış ve ikinci cihan harbine mahsus, edebî mecmua oian  lem -i nisv&n kadar devam etm iştir, 1936 ’d a S ilistre ’de an­ (ayda 2 defa; 190; 'den itibâren Şefika G aspıralı cak bir kaç sayısı çıkm ış olan, türkçe-rumence tarafından idare ed ilm iştir), diğeri çocuklara Tuna ile Köstence ’ de Hamdı Nusret tarafın ­ mahsus  lem -i sıbyân ( ayda 2 defa ) mecmu­ dan H a lk (1 6 sayısı çıkm ıştır ) gazeteleri neşre­ aları çıkm ıştır. 1908’de K a h ire'd e İsmail Bey dilmiş ve 19 37’de bunları S ilis tre 'd e D e li or­



M ATBUAT. man ile Çardak gazeteleri tâkip etm iştir. 1938 ’de burada bir de ikinci -duaya harbinin başla­ rına kadar devam etm iş olan Bora mecmuası çıkm ıştır.



3S9



kend ’de çıkm ış olan haftalık Şöhret gazetesi de, gerek iştirak edenler, gerek' mevzular bakımından olsun, selefinin aynı olduğundan, 10. sayısından sonra kapatılm ıştır. Bu iki ga­ zete etrafında artık memleketin m ilî! ve içti­ 7. ö z b e k l e r mâi meselelerini lâyıkı ile ele alabilecek bir A. G a z e t e l e r . Türkistan ’da çıkan ilk muharrir topluluğu teşekkül etm iş bulunuyor­ türkçe gazete, rus umûm! valisi von Kauf­ du. A yn ı yılda Taşkend zenginlerinden Seyid mann ’ ın emri ve yardım ı ile, Taşkend ’de A zım b a y ’ın kurduğu Tüccâr (3 6 s a y ı) çık­ 1870'te neşredilmeğe başlam ış olan Tür­ m ıştır. 1908’de, Şöhret yerine, A zga (h aftad a kistan vilâgetining g eziti 'dır. Rus İdâresi­ 2 d e fa ) gazetesi ç ık a rıld ı; fakat bu da 6. nin yerleşmesine hizmet eden ve türklüğün sayısından sonra kapatıldı. Bundan sonra aleyhine çalışan bu gazetenin, türkçe olmak­ Türkistan 3 y ıl müddetle gazetesiz kalıyor ve tan başka, türk m atbuatı ile doğrudan-doğ- ancak 1912 ’de Buhârâ 'da, bilhassa medrese­ ruya bir ilgisi yoktur. Günlük emirleri tâkip liler arasında yenilik hareketlerini yaym ak için, etmek m ecburiyetinde bulunan me’mûrlar hâriç, farsça Buhûrâ-i şer if ( haftada 2 d e f a ) ve bu g a zete halk tarafından tutulmamıştır. G a ­ bir müddet sonra da bunun türkçesî olan zeteyi «870— 1884 yılları arasında eyâlette­ Taran ( haftada 2 defa ) gazeteleri neşredili­ ki me’mûrlardan biri ( Şahmerdan İbrahim ) yor. H er iki gazete 19 13 ’ te, Buhârâ em îriidâre etm iş ve 1884 'te ise, gazetenin idâresi nin ricası üzerine, rus s iy â s î mümessili tara­ türk-islâm düşmanı olarak tanınan misyoner fından kapatılıyor. 19 13 ’te Semerkand ’da, A stroum ov ’a verilm iştir. Bundan itibâren g a ­ yenilik hareketinin ileri gelenlerinden olan zete koyu rus propagandası vâsıtası olmuştur. müfti Mahmud Bihbûdî tarafından, Sem erkand 1905 inkılâbından sonra, bu tek neşir imkânın­ ( haftada 2 defa ) gazetesi ( 45 sayı ) çıka­ dan bâzı türk m ünevverleri de istifâde etm iş­ rılm ıştır. 1913 'te C ü m f al-okbâr ( Hokand,  b id Mahmud ), Yanga Sem erkand ( M. Bih­ lerdir. Türkistan m ünevverlerinden bir gurup 1905 bûdî ), a l-T u ccâ r al-Namangân { Is h a k ) ve 'te Münevver K a ri Abdürreşİd adına H arşid Fergansk. eho (  b id Mahmud ) gazetelerini isminde bir gazete için mürâcaatta bulunmuş neşir teşebbüsü akîm kalm ıştır. 19 14 'te biri ise de, im tiyaz sâhibinin rusça bilm ediği ba­ Hokand ’da Sadâ-i Fergana (  bid M ahmud; hane edilerek, bu mürâcaat reddolunmuştur. 123 sayısı ç ık m ıştır) ve diğeri T aşk en d 'd e Mahalli idâre bunu reddetm ekle beraber, kendi Sadâ-i Türkistan ( Ubeyduliah E sed u llah ; me’m ûrlanndaa olan b ir rusa, Orta A syam ng Münevver K ari rehberliği altında b ir çok ka­ umar güzârlığt geziti terakki adında, bir türkçe lem sâhiplerini toplamış olnp, 67 sayısı neşr­ gazete neşrine müsâade ile, Münevver K a r i'y e edilm iştir ) olmak üzere, iki gazete neşredil­ bu gazetede çalışma teklif edilm iştir. İ ş birliği miştir. 1915 ’te Hokand ’da T irik söz ile S e­ reddedilm iş ve gazete 8. sayısından sonra faâ- merkand 'da günlük Telgram haberleri ( H. liyetini tâ til etmiştir. Bunun üzerine gazetenin İbrahim; 30 sayısı çıkm ıştır) gazeteleri in ti­ adı T erakki şeklinde kısaltılarak, yüksek tahsil şâr etm iştir, 19 16 ’da H o kan d ’da avukat Şâtalebesinden İsmail Âbİd adına müsâade alın­ hi-Ahm ed tarafından, haftalık rusça Turkesmış ve 1906 Ma T aşk en d 'd e intişâra başla­ tanskiy krag ( aynı yılda rus sosyalistleri mıştır. Halk arasında çok rağbet gören bu tarafından Endican ’da neşredilen C olos Turilk gazete 20. sayısından sonra hükümetçe kestana gazetesi de mahallî meseleler ile ya­ kapatılm ış ve mes’ul müdürü de hapsedilmiş­ kından ilgilenm iştir ), Semerkand ’da Agenta tir, 1906 yılının ortalarına doğru, Münevver telgrafları ( 16 sayısı çıkm ıştır ) ve Taşkend K ari ile onun etrafında toplanm ış olanlar, ’de Şa rkî gazeteleri neşredilmiştir. 1917 inkılâbını m üteâkip, diğer tü rk ülke­ „ilm i, siyâsî, edebî, maâşî türkçe eerîde-i islâm iye“ olan H a rşid gazetesini neşretm işlerdir. lerinde olduğu gibi, T ü rk ista n ’da da gazete G azete kısa bir zamanda çok büyük bir te'sir ve mecmuaların sayısı çoğalm ıştır. Msl. S e­ gösterm iş ve ilk 4 sayısı taş-basm ası ile çıkan merkand ’da, Türkistan ’da müslüman merkezî bu gazete 10. sayısından Sonra hükümetçe şûrası ve türk adem-i m erkeziyet fırkasının kapatılm ıştır. İdarenin matbuat siyâsetini iyice nâşir-i efkârı olan T ürk ili, Zerefşan şirketi kavram ış' olan türkistanlılar bu defa gâfİl tarafından, Şah Mansur-oğlu. idâresinde çıkan avlanmamış ve her ihtimâle karşı Şöhret T elgraf haberleri (50 sayısı ç ık m ış tır); aynı ( A bdullah Ulan ), A zg a ( Ahmed Biktim ir ) ve şirk et tarafından, Şah Mehmed-zâde, Şah H a k’ kat ( Mecid Ç elil ) gazetelerine müsâade Mansur-oğlu ve bir de A bdürrauf ( şâir Fıtrat ) almış bulunuyorlardı. Böylece 1907 'de Taş­ idâresinde, o devrin mühim kalemlerini etra­



390



M ATBUAT.



fına toplam ış olan Hürriyet (8 7 sayısı çık­ m ıştır ) , Âzâd Semerkand, Taşkend ’de, Türkistan mîllî hükümetinin nâşir-i efkârı olnp, eski Türkistan vilâyeiining geziti ye­ rine, M ünevver K ari tarafından, memle­ ketin belli-başlı bütün yazıcılarını toplayan Nec&t ( haftalık, rusların eskiden beri yap­ makta devam ettik leri, türk kavimlerinin ayrı-ayrı birer m illet oldukları propagandasına karşı g a y et vâzıh bir şekilde cephe aimış ve bunların ancak aynı m illetin birer parçası ol­ duğu fikrini açıkça ileri sürm üştür ), terak k i­ perver Turan cem iyeti tarafından neşredilen Turan { haftada 2 defa, 20 sayısı çıkm ıştır), Türkistan m atbuatında husûsî bir y er işgâl edeu, başlangıçta Türkistan ’daki K azan türk­ lerinin merkezi tarafından neşredilen ve mühim siyâsî imzaları birleştiren, kazaneaözbekçe çıkan Ulug Türkistan, Şûrâ-i İslâm cem iyeti tarafından, m illet meclisi Seçimlerine hazırlık görm ek ve türk kavimlerini birbirine yaklaştırm ak gâyesî ile işe başlayan Şûrâ-i islûm ( A . B a tta l; ancak 2 sayısı çık m ıştır) ve bunun halefi olup, Türkistan m erkezî şû­ rası tarafından neşredilen kazanca-özbekçe Kingeş ( A . Zeki V elid i ve Münevver K a r i; 20 sayısı çıkm ıştır ) ; Nemengan ’da Fergana sahi/esi ( 40 sayısı çıkm ıştır ) ile sonra bunun yerini alan Fergana nidâsı ( 1 9 sayısı çıkm ış­ tır ) ; H o ka n d 'd a müsiüman dem okratlar tara­ fından, Nûr Muhammed idaresinde Ravnak al-islam ve G ayret kütüphanesinin neşri olan kazanca-özbekçe İl bayrağı ( aynı yılda M, Ç okay riyâsetinde Hokand 'da toplanm ış olan millî kongre Türkistan 'in m uhtariyetini ilân edince, muhtar hükümetin resmî gazetesi ol­ m uştur; haftada iki defa çıkan bu gazeteye bir çok m illiyetçi edip ve m uharrirler iştirak etmiş ve kapatılıneaya kadar 20 sayısı çık ­ m ıştır ) ve B uh ârâ'da Zere/şan gazeteleri neşredilmiştir. 19 18 ’de T ü rk ista n 'ın m uhtâriyeti üzerinde rus inkılapçıları ile anlaşmak için, M. Çokay tarafından, Taşkend 'de te’sis edilen rusça Svobodnıy Turkestan (d ah a sonraları Novıy Turkestan adı ile çık m ıştır) gazetesi mühim­ dir. Bundan başka mahallî idâre hey’etleri ta ­ rafından, Sem erkand ’da Mihnetkeşler tavışı, Iştirâkiyûn ve 19 19 ’da Sem erkand'da Fer­ gana ve Türk sözü gazeteleri neşredilmiştir. 1920 ’de Semerkand 'da T ürkistan ordusnnun siyâsî şubesi tarafından çıkarılan Türkistan fukarâsı ve Sadâ-i fukara, Buhârâ 'da Âzâd Buhârâ ( halk cümhûriyetinin resmî gazetesi ), Buhârâ ahbâ l ve T a şk en d ’de Tang, K ızıl bayrak ( Ulug Türkistan 'm devam ı olup, bu devrin en zengin ve ileri günlük ga zetelerin ­



den biri o lm u ştu r); 19 2 1’de Buhârâ 'da Ha­ ber çi, 1922 ’de T a ş k e n d ’de Türkistan, Hive 'de tnkılâb kuyaşı ve Yardem gazeteleri çık­ mıştır. 1923'te Taşkend *de Beynelmilel, K erki 'd e Ceyhyn ahbû/ı; 1924’te T aşk en d 'd e Yan­ gı yol ( Sâbire N ezir ), Ö zbekistan ’ m resm î ga zetesi olan K ızıl Özbekistan (O sm an Ho­ ca ), E n d ican ’da K ızıl kulu p ve K ızıl k ışla k ; 1925’te T aşk en d ’de Kanbeal dihkan, K ızıl yulduz ( haftalık, askerler için ) ve Çem kend ’de Dihkan tavışı ga zeteleri neşredilm iştir. B. M e c m u a l a r . Ö zbekçe neşredilm iş olan mecmualardan şunlar zikredilebilir. Ö z­ bek şivesinde çıkan ilk aylık mecmua 1DiAkan, 1915 'te T a şk en d ’de, T ürkistan vilâye­ tinde zirâat işlerine yardım cem iyeti tara­ fından çıkarılm ış olup, halkın hayâtı mese­ leleri ile yakından ilgilenm iştir. D i n î ve d i n î - m i l l î mevzûlarda Islâh ( Taşkend, 19 15 ; farsça-özbekee olup, 15 g ü n lü k tü r); Hürriyet (H okan d, 19 17; taş-basm ası, hafta­ lık ) ; al-îşlâl} ( Hokand, 19 17; fars.-özbek., taş-basm., 15 g ü n lü k ) ; Şûle-i inkilâb ( Se­ merkand, J917 ; fars.-özbek., haftalık ), Vahdeku (T aşk en d , 1918; fars.-özbek., h afta lık ), Izkârü 'l-hakk ( Taşkend, 1918, fars.-özbek,, haftalık ); e d e b î , İ l m î , t a r i h î ve kısmen s i y â s î mecmualardan m aârif işleri komiser­ liği tarafından özbek.-kazan. K ızıl yol ( T aş­ kend, 1921, haftalık), K ızıl Hârizm (H ive, 1922) Uçkun (B uhârâ, 1923, a y l ık }, Neşr-i maârif (Buhârâ, 1923, 15 günlük ), Mihnet şûrâsı ahbârt ( Buhârâ, 1923 ), Uşkun ( Moskova, 1923, özbek.kazan.), İnkilâb ( A şkâbâd, 1923 ), Yurt ( Ho­ kand, 1 9 1 7 ) ; t a l e b e l e r için Kingeş ( Ho­ kand, 19 1 7 ), K ızıl okuçı ( 1 9 2 3 ) ; ç o c u k 1 a r için Balalar yoldaşı (Sem erkan d , 1919 ; 3 sayısı ç ık m ış tır) ve m i z a h mecmualarından Tayak ( Semerkand, 19 2 0 ); bu sahanın en ileri bir nümûnesini teşkil eden Muştum ( T aş­ kend, 1923; haftalık ) ve Meşreb ( Semerkand, »924» *5 gü nlük). Türkistan ’da vukua gelm iş olan son değişik­ likler üzerine millî neşriyat durmuş ve mem­ leketin istiklâl dâvası ile umûmî m illî mese­ lelerin münâkaşası muhaceret guruplarına in­ tikal etm iştir. Bu gibi neşriyat dışarıda, bil­ hassa türkistanh gençlerin toplu hâlde bulun­ dukları m em leketlerde ( T ürkiye ve A lm anya ) yapılm ıştır. Msl. Berlin 'de tahsilde bulunan talebeler tarafından 1923 ’te Kömek ( Seyid A li, b ir sayısı çıkm ıştır ) adında daha çok ede­ bî olan bir mecmua neşredilm iştir. İstanbul ‘da 1927 ’de İlmî m evzûlar üzerinde duran Yeni Türkistan ( D r . Mecdeddin A hm ed ) mecmu­ aları çıkm ıştır, Berlin ’de 1929 ’da Mustafa Çokay idaresinde Yaş Türkistan ( ikinci dün- )



M ATBUAT. ya harbinin başlarına kadar devam e tm iş tir) ite 1942 'den itibaren V eli Kayyûm idaresinde M illi Türkistan ( son zamanlarda latin ve arap harfleri ile olmak üzere, ikisi türkçe, biri arapça ve biri de İngilizce olarak, dört seri hâlinde in tişâr etm iştir ) ; Pakistan 'da Karaşi ’de 1950’de a y lık Tercüman ( Azam H â şim î; 195* 'de Tercümân-ı efkâr adı ile devam et­ m iştir; taş-basm.) mecmuaları neşredilmiştir.



391



zakların m erkezî kom iserliği tarafından çıka­ rılan D urustuk-colu (h aftad a 2 d e fâ ), bir nevî resmî gazete olan, haftalık, rusça-kazakça Sa g ıs isterin baskaruçı kazak komîsariyetining haberleri, O re n b u rg ’da îngbek tavı, U çkun ( haftada z d e fa ), U ralsk 'te kazak askerî hey’eti tarafından Sahra tangı ( haftada 2 d e fa ), Sem ipalat ’ta K a za k tilt, Sibirya 'da K a za k sözü ( A . Bulat, haftalık ), 1920 'de Taşkend ’de Türkistan ordusu siyâsî kuvveti tarafından 8. K a z a k l a r Türkistan gedenleri, A k col, Omsk 'te Gedey A. G a z e t e l e r . K azak şivesinde ilk ga­sözü, gençler için haftalık Ingbekçil castar, zete 1906’da R. İbrahim tarafından ve kazak A stırhan ’da, İdil ve Hazer boyu kazaklarının münevverlerinin iştirâki ile, Petersburg 'da askerî hey’eti tarafından T ilçi ( N. M anay; neşredilen Sirke gazetesidir. G azete 1907 yılı­ haftalık ), »921 ’de Taşkend — K ızıl-Y ar 'da nın ortalarında hükümetçe kapatılm ıştır, ikinci Bostandık tavı, Alma- A ta 'da Gedey erki, gazete 19 0 7'de T r o y s k ’te, Sosnovskiy idare­ K ızıl-O rdu ’da C as kayrat, 1922 ’de O ren­ sinde Citpispay ile I. İmambay tarafından çı­ burg ’da Ingbekçil kazak, Taşkend ’de A çkarılan K a zak gazeti 'dır. H azırlık yılları nisbe- targa yardam ( bir g ü n lü k ). A lm a -A ta 'da ten uzun sürmüş olan bu gazatenin ancak bir T ilçi, 1923’te O re n b u rg ’da Örteng, Kustanay sayısı intişâr edebilm iştir. A yn ı yılda Omsk ’da A v ıl (h aftad a 2 d e fa ), 1824’te A lm a-A ta ’ ta m isyonerler cem iyeti tarafından neşredilen 'da Kenbagallar avazı ( ka zak.-taran çı) ve kazakça D ala gazetesinin de kazaklar arasın­ K ara-K alpaklar için 1924 'te Tört-K öl ’de Erkin da devam lı bir te s ir i olmamıştır. 1911 'de çı­ K ara-K alpak ( A ga yd ar ), 1925 'te Kızıl-O rdu kan Kazakistan gazetesinin ilk sayısı Han-Or- 'da E y el tengdigi, Tengdik, A k tü b e ’ de Gedey dası ’nda basılmış, sonra gazete U ralsk ’e nakle­ ve Kustanay ’da A v ıl castarı gazeteleri neşr­ dilm iştir. Resmen iki yıl devam etm iş olması­ edilm iştir. B. M e c m u a l a r . G azetelerde olduğu gibi, na rağmen, gazetenin ancak 3 sayısı çıkm ıştır. K azaklar tarafından neşredilen ilk ciddî gaze­ mecmualar da henüz kazakların büyük bir ek­ te olarak, 1 9 1 3 'te O re n b u rg ’da Ahm ed Bay- seriyetine hitap ederek, umûmî neşriyata pek tursun tarafından çıkarılan K a za k gazetesi tesadüf edilm em ektedir. Bu bir taraftan ka­ sayılabilir. Bir çok tanınmış muharrirleri etra­ zakların kısmen göçebe hayat tarzına bağlı fına toplamış olan bu gazete çok yayılm ış ve kalmış olmaları, d iğer taraftan bu türk kavmi okunmuştur. A yn ı yılda K ızıl-Y a r ( Petropav- içinde intibah devrinin pek kısa sürmüş ol­ lovsk ) 'da, bilhassa kazakların ruslar tarafın ması ile izah edilebilir. Bu kısa zaman için­ dan zaptedilm ekte olan topraklan ile yakından de bile kazakların ictim âî meselelerini vaz’ ilgilenen, kazanea-kazakça İşim dalası ( küçük ve halletm ekte büyük bir maharet gösteren eb'adda, haftada 3 d e fa ) gazetesi çıkm ıştır. şahsiyetler yetişm iş ve bir çok tarihî ve gün­ 1916 'da Taşkend ’de K. T a g a s tarafından, haf­ lük mevzûlar ortaya atılm ış bulunmaktadır. talık A la ş gazetesi ( 1917 yılının sonlarına doğ­ Kazakların mecmua sahasında en başarılı neş­ ru durdurulmuştur ) intişâr etm iştir. riya tı 1 9 u 'de T r o y s k ’te çıkan A y-K ap ( a y ­ 1917 inkılâbı kazaklarda da neşriyâtm sayı­ da 2 defa ) mecmuası ile başlamıştır. Mecmua sını çoğaltm ış ve memleketin bir çok yerle­ 1916 yılının ortalarına kadar devam etmiştir. rinde yeni gazete ve mecmualar neşredilmiştir. İnkılâp y ılla n içinde Taşkend *de Cas alaç Bu devirde intişâr eden m evkutelerin başlıca- ( 1 9 1 7 ) , O re n b u rg ’da her bakımdan zengin ları şun lardır: T aşk en d 'd e millî dem okratlar olan aylık K ız ıl Kazakistan ( 1921 ), genç edip tarafından, haftalık B irlik tavı ( M. Çokay ’ m ve muharrirler tarafından O re n b u rg ’da çıka­ s iy âsî rehberliği altında çıkm ış ve bir çok rılan Cas kazak ( 1923 ), Moskova 'da aylık m illiyetçileri toplam ıştır ), Sem ipalat ’ta hafta­ Temir ka zık ( 1923 ) ve K ızıl-O rdu ’ da Leninlık S a rı arka { R. M arsik ve H. A bbas ), Han- şil cas ( 1925 ) v .b . mecmualar neşredilmiştir. O rdası 'nda müslüman bürosu tarafından Oran L. Massignon, A nnuaire d. Mon. Masalman ( A . Mûsâ ), K ızıl-Y a r ’da millî sosyalistlerin (P a r is , 1955), s. 7 8 'e göre, 1653 yılı için haftalık Üç cü z ( K. T u g u s ) gazeteleri çık­ K a za k istan 'd a 268 mevkute mevcut olup, bu­ mıştır. 19 18 ’de O re n b u rg ’da sosyalistlerin nun 1 1 7 'si kazakça intişâr etm iştir. A ynı çıkardığı haftalık K azak manga ( N. Törekul ) eserde ( s . 88) 1952 yılında K ırgızistan ’da, ve K ızıl-Y a r *da haftalık Cas azamat gazeteleri başta K ız ıl Kırgızistan gazetesi olmak üzere, 'eşredilm iştir. 19 19 ’da Bükey-O rdası 'nda ka­ 96 mevkutenin neşredilm ekte olduğu kayıtlıdır.



M ATBUAT.



39*



nız burada çıkan ilk gazete değil, aynı zaman­ da uzun bir müddet için yegâne gazete olarak A. G a z e t e l e r . İlk türkmen gazetesi 1908 kalm ıştır. T ürk dünyasında intişâr eden mat­ ’de A şkâbâd ’da Seyyid Mehdi Kasım tarafın­ buata bigâne kalan şarkî Türkistan, bütün türk dan çıkarılm ış olan haftalık Macmaa-i mâverâ-i âlemini saran son inkılaptan da pek istifâde bahr-i Hazer ( 15 sayısı çık m ıştır) gazetesidir, edememiştir. 1919 'da İli 'de m illiyetçi münev­ ikinci olarak 1915 ’te aynı şehirde eyâlet idâ- verler tarafından çıkarılan Hür söz (H üseyin resi tarafından, önce tebliğler gazetesi şeklin­ ve Fâzıl Yunus ) gazetesi de bu durgunluk per­ de, sonraları bir gazete programı ile neşredil­ desini tamâmiyle ortadan kaldıramamış ye 1921 meğe başlam ış olan türkm.-fars.-rus. Zakasp. ’ de gazetenin çinliler tarafından kapatılm ası tuzemn. gazeta ( „H azer ötesi mahallî gazete“ ) ile bu ışık da sönmüştür. 1933 'te K âşgar 'da gazetesi çıkm ıştır. İnkılâptan sonra „şark memleketin istiklâlini ilân eden hükümetin katarında“ neşredilen kazan.-kazak.-özb.-fars. fikrini yayan Yengi hayat gazetesi m illiyetçi­ -türkm. K ızıl şark, 19 22 ’de resm î Türkmenis­ lerden Kutluk Şevki tarafından İdâre edilmiş tan, 1925 'te Hamyal ve Dayhan gazeteleri ve hükümetin sukutundan sonra da bir müddet devam etm iştir. A yn ı yılda T arbagatay vilâye­ çıkm ıştır. B. M e c m u a l a r . G azeteler gibi, türk­ tinin merkezi olan Ç ü g e ç e k ’ te Bizning taıraş men mecmualarının sayısı da pek az olup, ve A ksu ’da Aksa haberi ile 1934 'te İli 'de İli bunlar da inkılâptan sonraki devirde intişâr deryası ( Habib Yunus ) ve 1935 'te Urumcı 'da etm iştir. Bunlardan 1922 'de Taşkend ’de Hal- türk-uygur cem iyeti tarafından çıkarılan Yengi Murad Sihat Murad idaresinde çıkarılan aylık Şingcang gazeteleri neşredilmiş ise de, Şarkî Türkmen ili, 1923 ’te A şkâbâd ’da çıkan edebî, T ü rk ista n ’ın çin v e rus askerleri tarafından tarihî, aylık Yeş uygar ve 1925 'te aynı şehir­ işgali üzerine, hepsi de kapatılm ıştır. 1934’ten de Türkmenistan gazetesinin neşrettiği miza­ itibaren, eyâlet hükümeti tarafından neşredi­ hî Tokmak ( ayda 2 defa ) mecmuaları zikre­ len ve diğer vilâyet m erkezlerinde de aynı ismi taşıyan birer muâdili bulunan Şingcang dilebilir. L. Massignon Annuaire d. Mond. Musulm. gazetesinden başka, rus işgâli esnasında hiç bir (P a ris , 1955 ), s. 8 1 'e göre, 1936’da Türkm e­ gazeteye müsâade edilmemiştir. 1944 'te Ilı’de, şarkî Türkistan 'ın istiklâlim i nistan 'da 60 mevkute neşredilmiş olduğu ka­ ilân etmesini müteakip, hükümetin nâşir-i ef­ yıtlıdır. kârı olan  zâd şarkî Türkistan (1946 'da mil­ 10. Ş a r k î T ü r k i s t a n liyetçi çinliler ile yapılan anlaşmadan sonra, A. G a z e t e l e r . Şarkî Türkistan, rus, İn­gazete İnkilâbî şarkî Türkistan ismi ile de­ giliz ve çinliler arasında bir nufûz rekabeti vam etmiş, 1946 'da Urumcı 'da çıkan Erk ( mü­ sahası olmasına rağmen, buradaki türkler dürü îsa Yusuf, baş muharriri M. Emin Buğra), memleketin bu durumundan lâyıkı ile istifâde 1947 'de aynı şehirde intişâra başlayan Yalkın edememişler ve Çin ’in çok a ğır tazyiki al­ ( baş muharriri Kurban Kuday olup, çinliler ta ­ tında hareketsiz kalm ağa mecbur olmuşlardır. rafından şehid edilm iştir ), aynı yılda Urumcı Mîllî m ukadderatlarını kendi ellerinde bulun- 'da ancak bir kaç sayısı çıkabilen Uygan ( A b duramayan türkler, yeni hayat şartlarına uy­ dülahad M ahdum ) ve 1948 'de Urumcı 'da mak hususunda, oldukça geç kalm ışlar ve bu şarkî Türkistan eyâlet hükümeti reisi Mes’ud gecikm e, şüphesiz, tiirk kavimler! camiasının Sabrî ( çinliler elinde şehid düşmüştür ) tara­ millî bir bütün hâline gelm esine engel olmuş fından neşredilen türkçü ve m illiyetçi gazeteler ve onların ilerisi pek açık olmayan tehlikeli memleketin 1949 ’da kızıl çinliler tarafından bir duruma doğru sürüklenmelerini intâc istilâsı ile kapatılm ıştır. 1947— 1949 yılları ettirm iştir. Şarkî Türkistan ’da Çinlilerin bas­ arasında şarkî Türkistan 'ıtı m uhtelif şehir­ kısı kendini daha çok hissettirm iştir. V a k ­ lerinde M illî hayat, Halk ûvûzı, Küreş, K u tiyle türk medeniyetinin en belirli merkezle­ tatku v.b, isim ler altında gazeteler neşredil­ rinden biri olan bu ülke son zamanlarda türk m iştir. vatanının en karanlık bir kısmını teşkil e t­ B. M e c m u a 1 a r, 1933 'te K âşgar 'da ku­ rulan müstakil hükümet tarafından, Sûfî-zâde miştir. İH vilâyetinde Yengi-K ure şehrinde, 1910 idâresinde İstiklâl ( ancak bir kaç sayısı çıka­ 'da vilâyet idaresi tarafından, idârî maksatla bilm iştir ) İle 19 37'de U rum cı'da türk-uygur kısa bir müddet neşredilmiş olan İli vilâyeti- cem iyeti tarafından çıkarılan Yengi medeniyei ning geziti (Abdulkayyûm H ıfzî; çince ismi Bin- mecmuaları rus işgâli üzerine durdurulmuştur 1934’te U rum cı'da ruslar ile askerî vâii hua-Çu, taş-basma. haftada iki defa olup, 1 9 u ’de kapatı’ ıncaya kadar 74 Sayı çıkm ıştır, yal­ tarafından kurulup, Cihangirlere karşı cemi­ 9. T ü r k m e n l e r



M A TBU A T. yetince neşredilen Cihangirlikke karşı birlik safı mecmuası uzun müddet devam etm iştir. Şarkî T ü rk ista n ’ın istiklâlini müteakip, 1946 ’da Urumcı ’da Han tengri ( İbrahim Turdı ve Bulat K adiri idaresinde olup, 4 sayısı çıkm ışır ), A lla y ( İsa Yusuf A lp-T igin ve M. Emin Buğra idaresinde, ancak bir kaç sayısı çıkmış­ tır ) mecmuaları Türkistan ’da millî fik ir ve hareketlere rehberlik etm işlerdir. U rum cı’da 1 9 4 7 ’de bir de çın-rus dostluk cemiyetinin çıkardığı Ö rnek ( Nusret Şehidi ) ile 1 9 4 8 ’de İli 'de İttifa k mecmuaları neşredilmiştir. Şark î türkistan ile İlgili olup, memleket dışında neşredilen matbuattan şunlar zikredi­ leb ilir; 1927’de T aşk en t’ te, ahâliyi çinlilere karşı isyana teşvik maksadı ile, ruslar tara­ fından neşredilen Kurtuluş ile 1942— 1944 yıllarında L a n çu ’da çıkan Oran gazeteleri ve 1934’te N an kin ’de çıkan Ç in î Türkistan âvâzı ( îsa Y u su f idaresinde; 6. sayısından sonra, Türkistan isminden dolayı kapatılm ış­ tır ), 1935 te N an k in ’de neşredilen Tiyan-Şan ( İsa Yusuf idaresinde 7. sayısından sonra hükümetçe kap atılm ıştır), 1938’de yine Nan­ kin ’de, yaş uygurlar gurubu tarafından neşre­ dilen Kori ( M es’ud Sabrî ), 1943 ’te ChungK iug ’de İntişâra başlayıp, 1949 yılına kadar devam eden A lta y ( İsa Yusuf idaresinde, önce M. Emin Buğra, sonra ö tk ü r ve A bdul­ lah Tigin tarafından çıka rılm ıştır), 1944’te Taşkent 'de çıkan Şark hakikati ( Rûzî B a k î; 1950 yılma kadar devam etm iştir ), 1948 ’de N ankin’de neşredilen Tıyan-Şan (H acı Y âkub ), 19 5 3 'te Istanbul 'da çıkan Türkistan (M . Emin Buğra tarafından idâre edilmiş ve 4— 5 sayısı çıkm ıştır), 19 5 3 ’te K a h ir e ’de intişâra başlam ış olan Şavt a l-T u ık istâ n (İbrahim V â sılî ), 1955 ’te yine K ahire ’de çıkan A zö d Türkistan (M. Emin İslâm ) ve nihayet 1956 ’da A nkara ’da neşrine başlanan Türkistan sesi ( M. Emin Buğra ). B i b l i y o g r a f y a : İsmail Remi, Va­ kitli tatar matbuatı ( a l b u m) 1905—1925 (K a zan , 19 2 6 ); Toktam ışoğiu, Türk gaze­ teciliği ( Yaş Türkistan, 1932, sayı 28 v. d d .); C. Hacıbeyli, Azerbaycan m illî matbuatı­ nın başlangıcı ( İngilizce aslı için bk. A sia ­ tic Review, 1930 teşrin I. ve 1931 nisan ve temmûz; hulâsası için bk. Yaş Türk'stan 1931, sayı 23 ), H acıbeyli bu makatesinde A zerbaycan matbuatını 4 bölüm içinde top­ lam aktadır; 1. imtihan devri ( 1875 — 1905 ) ; siyâsî mefkure henüz teşekkül etmemiş, ictim âî hayata tem âs edilm ekle beraber, faaliyet daha çok muayyen m eseleler üzerin­ de tek sif edilm ektedir. 2. M efkure devri (1905 — 19 0 9 ); hakikî bir gazetecilik ruhu



393



başlamış olup, halk da kendi mukadderatını hissetm ektedir. 3. T icâret ve Sanayi ile ilgilenme devri ( 1910—-1917 ) ; 4. Tanzimat devri ( 1 918 — 19 2 0 ); siyâsî program ve mefkûrece m atbuat diğer medenî ülkeler matbuatı seviyesine yükselm iş bulunmakta­ dır. Ö zbek va kitli matbuatı tarihige mate­ riyallar ( Taşkent, J927) ; M üstecib Ülküsel, Dobruca ve türkler (K ö sten ce, 1940); L. Massignon, Annuaire du Monde M âstılman ( Paris, 1955 ), (R . R a h m e tİ A r a t . )



IH. İ R A N L I L A R İra n ’da matbuat Naşir al-Din Şah zamanın­ dan (1848— 1896) bir az evvel başlar. Bu m em lekette çıkmış olan ilk gazete A hbâr-i vaköyV adı verilebilecek ( üzerinde vazıh bir ad y o k tu r) bir gazete olup, 1253 ( 1837) y ı­ lında, Tahran ’da taş-basması ile neşredilmiş, bîr tarafı yazılı bir yapraktan ibârettir. İran ve başta T ürkiye olmak üzere, yabancı mem­ leketler hakkında haberler verm ektedir. Bunu, Naşir al-Din Şah zamanında, Râz-nSma-i v a k a y ı-i ittifâkiya tâkip etm iştir (1267== 1851). 1277 ( ı 8 6 ı ) ' d e Rüz-nam a-i davlat-i aliya-i İran, çok daha sonraları Jrân-i sultani ve İra n adlarını alarak devam eden bu gazete, haftada bir defa taş-basm ası ile çıkarılıyordu; müdürü M irza Cabbâr Tazkiraoi idi. Burada yalnız haberler verilir, bunların tefsiri mâhi­ yetinde veya başka mevzulara dâir yazılar neşredilmezdi. Bu sıralarda b ir V izârat-i inti­ ba St ( „neşriyat vekâleti“ ) ile d evlet gazete­ lerinin hazırlanıp, neşrine nezâret eden bir İd ara-i dâr a l-tib â a ai-mubâraka kuruldu. İran ( kuruluşu 1271 ; evvelâ taş-basması ile, sonra matbaa harfleri ile ), 'i lm i ( veya Rüz-nâma-î ilm i, 1293 = 1877, taş-basması ) ve M irrih ( 1296 = 1879, taş-basması ) bu idâre tarafından çıkarılır ve sırf devletin görüş­ lerine göre haberler veren birer resm î gazete mâhiyetini taşırlardı. İran ’da ıieri gelenler bu gazeteleri almağa mecbur tutuldukları gibi, her vilâyetin mülkî âmirinin vazifelerinden biri de bu gazeteleri dağıtm ak, sonra abone bedellerini toplayıp, m erkeze göndermek idi. Yine bu sıralarda, neşredilen yarı resm î M illatî ( veya Rûz-nâm a-i m illat-i saniya-i İran, kuruluşu, 1283 = 1867, taş-basması, a y lık ) ile İitila ( evvelâ matbaa harfleri ile, sonra taşbasması, kuruluşu 1295 = 1878) gazeteleri edebiyat tarihine âit bâzı araştırm alar ile bâzı edebî yazılar da neşretm işlerdir. tran 'da çıkan ilk resim li gazete, „n eşriyat vekâleti“ tara­ fından 1314 ( *896/1897 ) yılında neşredilen taş-basm ası ŞarSfat ’t i r ; ekseriya devletin ileri



394



M ATBUAT.



gelenlerinin portrelerinden ibaret olan ma­ haretli resim leri Muşavvir al-Mulk ’ün imzâsmı taşır. Mühim telakki edilebilecek ilk eyâlet gaze­ tesi 1289 ( 1 8 7 2 ) ’da F a r s ’ta çıkan Fars adlı taş-basması gazete olup, aynı zamanda çok güzel şiirler ihtiva ederdi. Bundan sonra Tebriz ’de, o zaman şehzade olan M uzaffar al-D in ( Şah ) 'in izni ile çıkan Tabriz ( kuruluşu, 1296 = 1879 ) gazetesini zikretm ek lâzım dır. A yn ı yılda İsfahan’ da çok uzun m üddet devam eden Farhang adlı bir gazetenin neşrine başlanmıştır. Bu devirde Iran hâricinde neşredilen farsça gazeteler bir çok bakımlardan İrandakilerden üstün idi. Bunların birincisi ve en mühimi İsta n b u l’da çıkan Aktar 'dir. 1292 (1 8 7 5 ) yılından başlayarak, 1313 (1895) yılm a kadar, bâzan haftalık, bâzan günlük, bâzan da haf­ tada iki olmak üzere, m atbaa harfleri ile neşredilen bu gazete Muhammed T âh ir T a b rizi ’nin idaresinde bulunuyordu ve yazı işlerini M irza Mahdi A h ta r ( ölm. Kadıköy, 1907) üzerine almış idi. A ktar İstanbul ’da neşredildiği için, İran Makilerden daha gen iş haber alma imkânlarına sâhip idi. Bundan başka yeni fikirlere ve A vrup a siyâsî cereyânlarm a daha yakın, İran ’dakİ istibdadın te ’sirierinden çok uzak bulunuyordu. Bunlardan dolayı İran 'da halkın dünya hâdiselerinden haberdar ol­ masına büyük hizmeti olduğu gibi, İran meş­ rûtiyetinin veya hiç olmazsa, fikirlerin bu cereyâua hazırlanmasında mühim rolü olmuş­ tur. Yin e İran hâricinde çıkm akla berâber, İra n ’ın fik rî hazırlığında büyük rol oynayan bir başka gazete, M irza Malkom Han Nâzim a l-D a v la ’nin 1 3 07 ( 1 89 0) yılında, L o n d ra ’da n eşrettiği Kanan ’dur. İsfahan C u lfa ’sıtıdan bir etmeninin oğlu olan Malkom Han, müs­ lüman olmuş ve A vrupa ’da tahsil görmüş idi. Londra ’da İran büyük elçisi olarak bulunur­ ken, şahsî bir meseleden dolayı, zamanının baş-vezîrine kızm ış ve Kanan 'u çıkarm ağa karar verm iştir. H aftalık olarak çıkarılmak istenilen Kanun, 15 sene kadar b ir zaman içinde, üzerlerinde tarih bulunmayan ancak 24 sayı çıkabilmiştir. M ünderecâtı A vrup a ka­ nunlarından p arça’ar ile, devrin büyük İran d evlet adamlarına çok şiddetli hücumları ih­ tiva eden yazılardan ibârettir. A ncak Malkom Han ’m makalelerini çok sâde ve mânalı bir üslûp ile yazmış olması, ona yeni farsça nesrin inkişâfında mübim bir m evkî kazandırmıştır. Kânun kadar olmamakla berâber, yine mübim sayılabilecek diğer bir gazete K a lk ü te ’de çıkan haftalık Ifabl al-matin 'dır. Bu ga ­ zete Mu’ayyad al-Mulk lekablı Sayyid C alâi al-D in al-Husayni tarafından, 1 3 u (1 8 9 3 )



yılında neşredilmeğe başlam ıştır. Um ûmiyetle orta boyda 24 sahile hâlinde matbaa harfleri ile basılan bu gazete, İran ’daki istibdat a ley ­ hinde ve İran halkını ten vir etmek maksadı ile çıkarılm ıştır. Bir aralık (1 5 0 7 — 1909) T ah ra n 'd a da intişâr etm iştir. Umûmî olarak denilebilir ki, İran matbuatının bu ilk devrinde, İstanbul ’da çıkan Ahtar baş­ ta olmak üzere, hâricde çıkan gazeteler bir tarafa bırakılacak olursa, m atbuat resm î veya y a n resm î çok mahdut sayıda gazetelerden ibârettir ve bunlar, kendi varlıklarının temsil e ttiğ i yenilikten başka, bir yenilik getirm iş değildir. N aşir al-Din Şah ’in şiddetli istibdat dev­ rini tâkip eden M uzaffar al-D in Şah devrin­ de ( 1896— 1907 ), bu hükümdarın kültürü yay­ mak ve d iğer hususlardaki şahsî tem âyüllerine ve hükümdarlığının sonlarına doğru meş­ rû tiyet fermanını verm esine rağmen, m atbuat daha evvelki devrin ka y ıtla n ile, sıkı-stkıya bağlı idi. Şahıslar tarafından çıkarılan ve sa­ yıları g ittik çe artan gazete ve mecmualar, «neşriyat vekâletinin“ müsâadesi ve sadrâza­ mın izni ile çıkabiliyordu. H er gazete, basıl­ madan evvel, münderecâtını «neşriyat vekili­ n e" gösterm eğe mecbur idi. Sadrâzam gazete ve mecmuaları kapamak veya bunların neşrıyâtını bir müddet için durdurmak salâhiyeti­ ne sâhip idi. Daha Önceleri husûsî hâllerde, husûsi kararlar ile tatbik edilen m atbuat san­ sürü bu devirde, çok sıkı ve çok daha umû­ mî bir şekilde tatb ik edilmiştir. Msl. A ta b ek iekabını almış olan Mirza ’ A li A ş ğ a r Han, dışarıda basılan gazetelerin İran 'd a uyandır­ dığı akislerden ve yap tığı te ’sirlerden kork­ tuğu için, f a b l al-m atln ile Mısır ’da çıkan ŞurayyS ( 'A li Muhammed Kâşâni tarafından, 1898 'de neşredilmeğe başlamış, haftalık siyâsî, edebî, İlmî ve ticarî bir gazete olup, sonraları T ah ra n 'd a ve daha sonra K â şâ n 'd a neşredil­ m iştir ) gazetelerinin İran 'a girm esine uzun müddet müsâade etmemiştir. ‘ A yn al-D avla de, sadâreti zamanında, dâhilde hürriyet taraftar­ lığı yapan gazeteleri sık-sık kapattığı gibi, gazetecileri de hapis ve nefyetm iş ve türlü taz­ yiklere mârûz bırakm ıştır. A yn ı zamanda msi. M ısır ’da çıkan Çihra-num â ( evvelâ İskenderi­ ye, sonra K a h ire ’de, 1904'ten itibaren ) adlı gazetenin İran ’a girmesi uzun zaman yasak edilmiştir. M atbuat için bu kadar müsâit olmayan şartlara rağmen, bütün dünyadaki fikir cere­ yanları İran 'da, pek az da olsa, akisler yapı­ yor, iranlı m ünevverler de yeni-yeni gazeteler çıkarm ağa çatışıyorlardı. Bu devirde te ’sis edilen gazetelerin en mühimmİ İı-an ’m ilk günlük ga­



MATBUAT. zetesi. olan Hıılâşat al-havâdiş ’tir. Tahran Maki Encümen-i maârif tarafından 1316 { 1898 ) ’da te ’sis edilen bu yarı resm î gazete haftada 5 defa çıkm akta idi ve matbaa harfleri ile basılıyordu. D iğer gazeteler arasında bilhassa şunlar zikred ileb ilir: Tarbigat, 1314 ( 1896 ) ’ te taş-basm ası olarak neşredilen ga zete, Zakâ' al-M ulk Furûği tarafından çıkarılm ış olup, İra n ’ın son büyük edip şâirlerinden olan bu zât, nesir üslûbunu d eğiştirerek , tabi’î ve gü­ zel bir gazete nesri meydana getirm eğe muvaf­ fak olm uştur; M azaffarî, Büşir ’ de 1319 (190 1) ’da Mirza !A Ii A k â y Şİrâzi tarafından neşre­ dilen haftalık, A taş-basm ası bir gazete olup, sahibine pahalıya mal olan hürriyetçi fikirleri sebebi ile, büyük bir rağbet kazanmış i d i ; Maca lla t al-islâm ( veya G aftağSg-i şafâ-hana-i İs fa h a n ) 1320 ( 1902/1903 ) ’de, İsfahan ’da, D â i al-İslâm lekaplı, S ayyid Muhammed :A li tarafından çıkarılan aylık dinî mecmua; N avrüz, Nâzim al-Islâm Kirm âni ’nin Tahran ’da 1320 ( 19 0 2 )’de çıkard ığı haftalık g a zete; A dab, A d ib al-Mamâlik tarafından 1322 ( 1904) ’de, evvelâ taş-basması, sonra hurufat ile neşr­ edilen haftalık gazete. Bu sırada K açar ha­ nedanının şântnı yükseltm ek gayesi ile neşr­ edilen bir Şö hin şâ hî gazetesi vardır ki, Ma­ lik al-M uvarrihin lekaplı 'A b d al-Husayn Han tarafından 1323 (1 9 0 5 ) yılında neşredilm eğe başlam ıştır. D evletin ileri gelenlerinin resim­ lerini basm ası ile de d iğer gazetelerden ay­ rılm akta idi. İran ’da m eşrûtiyete tekaddüm eden yıllarda, bilhassa 1903— 1906 senelerinde, istibdad aleyhdarları tarafından, hükümet ve saray mensupları aleyhinde Şab-nSma ( „gece gaze­ tesi“ ) adını verdikleri hurûfattan başka usûl­ ler ile basılm ış, bâzan el yazması hâlinde, ga­ z etele r neşredildi. M eşrûtiyetin ilânından sonra da devam eden Şab-nöma'ler, çabucak soysuzlaştı, şah sî kin ve düşmanlığın ifâde vâsıtası hâline geldikten sonra, ortadan kalktı. 1906 yılında, m eşrûtiyetin kurulması ile, hür­ riy e t havası esm eğe başlayınca, gerek Tahran ’da, gerek eyâletlerde, çok sayıda yeni gazeteler çıkm ağa başladı. Fakat eski nizam ve usûller henüz devam ediyordu. Bundan dolayı İran 'm m ünevver gençlerinden teşekkül eden Anou» man-İ gülistan ’m ele aldığı ilk meselelerden biri matbuat hürriyeti ve kanunu meselesi olmuştur. Bunların çalışması ile hazırlanan ve bugüne kadar tâdil edilmeden muhafaza edi­ len matbuat kanan u 1326 ( 1 9 0 8 ) ’ da kabul edildi. Mamafih bu kanun, gerçekten hür olmak isteyen siyâsî gazeteler için, çok kifâyetsiz



395



idi. Nitekim M asSvât gazetesi, kanununun kabulünü m üteakip, ilk sayısını sırf İlmî ve edebî yazılardan ibâret olmak üzere çıkarm ış­ tır. 23 haziran 1908 ’de bir hükümet darbesi ile m eşrûtiyetin kaldırılm ası, bilhassa m er­ kezde bulunan bütün hürriyet tarafta n gaze­ telerin dağılm asına sebep oldu. Böyle gazete­ lerin müdürleri ya öldürüldü veya memle­ ketten kaçmak, Türkiye, Hindistan, A vrupa m em leketleri veya M ısır 'da yaşamak mecbfiriyetinde kaldılar. Istibdâd-i sağır ( „küçük istibdat“ ) adı verilen ve b ir yıldan az fazla, bir müddet devam eden bu fasıladan sonra, meclisin yeniden kurulması ile, g a zetele r ye­ niden çıkm ağa başladı. Bu devirde kurulan gazetelerin en mühimleri şun lardır: Iran-i nav, A zerbaycan türklerinden Mehmed Emin Resûl-zâde ( öim. 1955 ) tarafından, 1909 'da Tahran 'da kurulmuş günlük bir gazete olup, ilk defa büyük eb ’adda, A vrupa gazeteleri gibi çıkm ış ve d iğe r İran gazetelerine örnek olmuştur (b k . R M M , 1909, IX, 342 v. dd.). M a clis, baş muharriri A d ib al-Mamâlik olup, İran m eşrûtiyet kahramanlarından M irza Mu­ hammed Şâdik Tabâtabâ’i ’nin idâresinde te ’sis edilm iş idi. Üzerinde rüz-nama-i azâd ( „hür gazete“ ) kaydı bulunan ilk gazete budur. 1324 (1 9 0 6 ) ’te çıkm ağa başlamış, matbaa harfleri ile basılm ıştır. Meclis müzakerelerini, m îllet vekillerinin adlarını zikrederek, neşre­ den ilk gazete budur. N idâ-i vatan, Macd alİslâm Kirm âni tarafından 1324 ( 1 9 0 6 ) ’te neşre başlanan haftalık gezete. Ş u bh -i şâdik, M urtazâ K u ii Han Mu’ayyad al-Mulk tarafın­ dan 1325 ( 1907 ) 'te, T a h ra n 'd a neşredilen, kısa ömürlü, fa k a t kıym etli bir gazete. Mujıâ• Icamât, aynı şahıs tarafından, aynı yılda te'sis edilm iştir. M asâvât, 1325 ( 1907) yılında, Sayyid Muhammed R ızâ Musâvât tarafından neşredilen haftalık bir gazete olup, bunun sebebi „küçük istibdad“ devrinde K afkasya ’ya kaçan Muhammed Rizâ M usâvât, gazetesini 1327 ( 1909 ) ’de T e b riz'd e, sonra yine Tahran 'da neşretm iştir, Şn r-i İsra fil, 1325 ( 1907 ) yılında T ah ran'da Mirza C ih an giri Hân Ş irâzi ile M irza Kasım Han T abrizİ tarafından neşr­ edilen bu haftalık siyâsî gazete bu devirde neşredilen en mühim gazete sayılm aktadır. Bilhassa Çara n d a parand ( „boş lâflar“ ) sütu­ nunda Dahtt imzası ile yazan ‘A li A kbar Dihhudâ, günlük hâdiselerden mülhem olarak, mizahî bir tarzd a yazdığı temsil, hikâye ve fıkratan ile, yeni farsça nesrin güzel örnek­ lerini yaratm ıştır. C ih an giri ’nin meclis bom­ bardımanında katlinden sanra, A vrup a 'ya ka­ çan ‘ A li A k b a r Dihhudâ, İsviçre ’d e Yverdon şehrinde, 1327 ( 1909) yılında, bu gazetenin



39&



MATBUA’l .



neşrine devam etm ek istemiş ise de, ancak 4 sayı çıkarabilm iştir. Bu devrin sayısı pek çok olan gazeteleri arasında bir de Mirza Rızâ Han Tabâtabâ’i tarafından 13 2 5(19 0 8 ) 'te çıkarılan T iyâtr 'ı zikretm ek icâp e d e r ; haftada 2 d efa neşredilen bu gazete, devrin bozukluklarını, hükümeti ve idare aksaklıkla­ rını, tiyatro şekline sokarak, ten kit etm iştir ve İran ’da çıkm ış olan gazetelerin en iyile­ rinden biri sayılır. İran 'da m izahî gazeteler de bu devirde çıkm ağa başlam ış sayılabilir. H er ne kadar Büşir ’de 1318 ( 1901/1902 ) 'de T ulu adlı taşbasma, resimli bir mizâh gazetesi çıkarılm ış ise de, ancak 1324 ( 1 9 0 6 ) 'te T if lis ’te A z e r­ baycan türkçesi ile çıkan ve İran 'da çok oku­ nan Molla Naşr al-D ln adlı m izahî gazete­ den sonra ve bunun te'sirinde olarak, İran ’da bir çok mizahî gazete çıkm ıştır. Bunlardan H aşarat al-ari ( Tebriz, *908), Kaş k ü l (1907, Tahran, 1909’dan itibâren İsfahan), C â rçi-i m illat (T ah ran , 1910), B u h ln l (T ahran , 1 91 1 ) ve Şayh Çağundar (T ahran, 1 9 u ) zikredilebilir. Bu devirde eyâletlerde de çok sayıda gaze­ teler kurulmuştur. Bunların başlıeaları şunlar­ dı r: T e b r iz ’de Râznâma-i milli (m eşrû tiyet­ ten sonra ilk gazete, haftalık, taş-basması ), iblâğ (19 0 6 ), Azâd ( 1907, haftalık, taş-bas­ ma ), Azarbâycân ( âzerî türkçesi ve farsça, 19 0 7); A y molla ’ ama (â z e r î türkçesi, 1908) v.b. ( bunlar arasında bir ermenîce gazete de v a r d ır ); R a ş t ’te Hoyr al-kalâm (1 9 0 7 ), Gülistan (1 9 0 7 ), Gilân (1 9 0 7 ), Nasîm-i şimal ( 1907, bilhassa çok güzel yeni üslûpta edebî yazılar ve şiirler ihtiva eder ), fjakikat ( 1908 ) v .b .; H e m e d a n ’da : A dl-i muzaffar ( 1906 ), Sa'âdat ( 1907 ), Akbâtân ( 1907 ), Ulfat ( 1907 ); İ s f a h a n ’da; ffakîkat ( 1907), İsfahan ( 1907 ), Ancuman-i Isfahan ( 1907 ), Zâyandarâd ( 1909, resim li, taş-basm a) v.b.; Ş i r a z ’da : Ancuman-i uhuvoat ( 1325 = 1908/1909 ), Nidâ-i İslâm ( 1325 ), D âr al-'ilm ( 1909 ) v .b .; M e ş h e d ’de . Başârai ( 1324 = 1906/1907 ), Nuvbahâr ( 1910, sonraları Tâza bahar, Malik a l-Ş u a râ ’ B a h ir ’m gazetesi olup, edebî ve bilhassa Rusya aleyhindeki yazıları ve şiirleri ile meşhûrdur ). Bunlardan başka tran ’in diğer şehirlerinde de bir takım gazeteler te’sis edilm iştir. İstanbul ’un bu devir İran m atbuatı için de husûsî bir ehemmiyeti vardır. İlk meşûtiyetin kaldırılm ası ile tran ’1 terketm eğe mecbûr kalan gazeleciler ile siyâset adamlarının bir kısm ı İstanbul 'a gelm iş olduğu gibi, burada neşredilen gazeteler de İran ’da m eşrûtiyet fikrinin devamına çok hizmet etm iştir. Bu



sırada İstanbu l’da çıkan ve İran ’ın fikrî ve ietimâî tarihinde mühim rolü olan gazeteler şunlardır: Şam s, 1908'de kurulmuş haftalık, mutedil gazete ; SurBş, 1909 'da neşredilmiş, haftalık siyâsî bir gazete olup, Husayn Deniş, M irza Y ahya D avlatâbâdi ile yukarıda ken­ disinden bahsedilmiş olan Ş â r-î İs r a fil mu­ harrirlerinden ‘A li A k b a r Dihhudâ ’nın yazı­ larını da ihtiva eder ( krş. Un Journal Persan â Constantinople, R M M , 1909, IX, 204 v.dd.); F ik r-i istikbâl, 1910 'da, gâlibâ bir tek sayısı çıkm ış olan bir g a z e te ; ŞaydS, 1 9 1 1 ’de ku­ rulmuş türkçe ve farsça, resim li, mizahî, iki haftada bir çıkan bir gazete olup, İraulı tale­ beler tarafından neşredilm ekte idi, karikatür­ leri ‘A b d al-Husayn Tâhir-zâda tarafından yapılıyordu. M eşrûtiyetten sonra, Rizâ Ş a h ’m Pehlevî hanedanını kurduğu 1926 yılına kadar, İran matbuatında büyük bir değişiklik görülmez. 1924 senesinde, T a h ra n ’da Karn~i bıstum gazetesinin müdürü meşhûr şâir M ir-zâda İşki ’nın siyâsî sebeplerden dolayı Öldürül­ mesi ( bk. 'A li A k b a r Salim i, Kulliyât-ı muşavvar-i ' I f ki , Tahran, 1331, s. 16 v. dd.), aynı sebepler ile Sitâra-i İran gazetesi mü­ dürü Şabâ ’nın dövülmesi, gazete müdürlerini korkutup, sindiren birer hâdise olması ba­ kımından, burada kaydedilm eğe değer. Bu sı­ ralarda kurulmuş olan Sitöra ( 1914 ), Bark (1 9 1 0 ), ‘j 4 şr-/ cadid, Kavkab-i Iran, Ira n , Şa fa k-i sark, Mayhan, Mard-i azâd, Badr ve diğer gazeteler, bilhassa birinci cihan harbi haberlerine geniş yer verdikleri gibi, İran ’da yeni olarak, haricî mühim vak'alar hakkında tefsirleri ihtivâ eden baş m akalelerde neşret­ tiler. tran halkının dünya ile irtibat ve alâka­ sını arttıran böyle yazılardan başka, bilhassa birinci cihan harbinden sonra, muayyen şahıs­ ların tarafdarlığını yaparak, birbirlerine karşı çok şiddetli ten kit y azılan da neşretm işlerdir. E yâletlerde de bir takım yeni ga zeteler ku­ rulmuştur kİ, bunlar arasında şunlar zikroiunabilir : T e b r iz ’de Sahand, 'A nkabüt, Tabriz; Raşt ’te F ik r-i canan, Parvariş v .b .; İsfahan ’ da Râh-i naeât, 'İrfa n , A k g a r ; Ş îr a z ’da Gülistan, A ş r -i Szâdi, îstahr, Taht-i Cam şid ve Bahâr-i âzüdî. Bu gazeteler daha ziyâde neşrettikleri edebî yazılar ve bilhassa yeni fikirler ile yazılm ış şiirler bakımından mü­ himdir. İran ’da kadınlar tarafından çıkarılan ve kadınlar ile alâkalı her türlü m eseleleri ken­ dine mevzû edinen gazete ve mecmualar ilk olarak bu devirde görünmeğe başlar. Bunlar henüz çok mutaassıp ve m uhafazakâr olan İran cem iyetinde olduça çekingen bir kadın



m atbuat.



cereyanım ancak dolayıst ile temsil ve mü­ dâfaa ediyorlardı. Başlıeaîarı şunlardır : D aniş (kuruluşu 1328 = 1910, T ah ra n 'd a, h afta lık ), Şu k ü fa (19 12 , Tahran, oldukça uzun bir m üddet devam etm iştir), Zabân-i zanân ( 1919 ’da İsfahan’da çıkmağa başlayarak, 1921 ’den itibaren T ah ra n ’da devam etm iş olup, sâhibi Şiddika D avlatâbadi i d i ), ' A lam -i nisvân ( bir muallimin nezâreti altında, Tahran 'daki Am erikan kolleji talebesi tarafından neşredilmiş, uzun ömürlü bir mecmua; krş. R E I , 1929, III, 178 v. d,). Bu devirde İran hâricinde neşredilen bir gazete Kava ( Berlin, 19x6 ) olup, buna çok fazla ehemmiyet verilm ektedir. 15 günde bir çıkm ası icâp ederken, ancak büyük fasılalar İle neşredilen bu gazete, ilk önce (1 9 16 — 1919 ) siyâsî mevzulara ehemm iyet verdiği ve alman tarafdarlığı yap tığı hâlde, 1920’ den sonra, siyâseti tamâmİyle terkederek, İran tarih ve edebiyatına dâir mühim bir kaç makale neşrettniştir ( bk. E. G. Browne, A literary History o f Persia, Cam bridge, 1930, IV, 483— 488 ), 1922’den itibâren, yine B e rlin ’de, bir de 1 rânşahr adlı İlmî ve edebî mecmua neşredil­ m iştir. İstanbul'da Rızâ T e v f i k ’ı n d e yazı yazdığı Pars adlı bir gazete neşredilm iştir ( 1921 ) ki, yarısı farsça, yarısı fransızca idi (k rş. R M M, 1921, X L IV ). Rizâ Şah ( 1 9 2 6 - 1 9 4 2 ) , yeni hanedanını kurarken, esasen dahilî siyâsete dâir mesele­ leri münâkaşa etmek husüsunda o kadar ce­ saretli olmayan gazetelerden muhâlif olanları, yavaş-yavaş susmağa mecbûr edildi. Bir zaman­ lar muhtelif yerlerde çıkacak gazetelerin sa­ yısı da tahdit edilmiş idi. İlk devirlerdeki örfî idâre bu işi oldukça kolaylaştırdı. Muvâ■fık oldukları için çıkabilen gazetelere gelince, valilerin bunlar Üzerinde mutlak bir hâkimiye­ ti var idi. Rizâ Şah İdâresinin memleketin te­ rakkisindeki m uvaffakiyetlerinin kısmen unut­ turduğu bu hususlar bir tarafa bırakılırsa, İran’daki matbuatın diğer m em leketler gibi İnkişâf ettiği mÜşâhede edilebilir. T a h ra n ’da çıkan gazeteler, hükümetten gördükleri yar­ dımın da te s ir i ile, bütün taşra gazetelerini bastırmış, onları çok geride bırakmıştır, O ku­ yucu sayısı da oldukça artm ıştır, Bu devrin en mühim gazetelerinden olan ¡¡trlS â t 13.000, İran 12 000 nüsha basacak kadar genişlem iş­ tir. Dâhiliye vekâletine bağlı bir İdâra-i rahnum ai-i nâmnigari ( „gazetecilik rehber­ liği müdürlüğü“ ) kurulmuş idi ki, bu dâirenin müdürü olan zât, bîtaraf bir müşahide göre ( R oger Lescot, Note s sur la presse iranienne, R C J, 1938, XII, 263 ), gazetecilere yardım için, onlara yazılacak mevzular bile verirdi.



H aberler, umûmİyetle, hâriciye vekâletine bağlı Pars ajansından alınırdı. Bu devir gaze­ teleri bilhassa öğretici vasfını taşır, siyâset ile değil, memleketin umümî kalkınma dâva­ ları ile meşgûl olur, en mühim mevzuları İktisadî meseleler, İran arkeolojisi, tarih, ede­ biyat, san'at ve İran ’ daki dil inkılâbı dolayısı ile, dil m eseleleridir; bu hususlarda hükümetin görüşünün aynı olan görüşlere sahiptirler. Bâzan da kadınların kapalı kal­ ması aleyhinde yazılar görülür, ilmi keşif ve terak kilere husûsî sütûnlar ayrılırdı. Haricî siyâset ile m eşgûl olunmaz, ancak İran 't alâkadar eden husûslarda, hükümet ile mutâbık olarak, hassas davrandırdı. Bu devrin en meşhur gazetesi yukarıda anılmış olan İtfilaât 'tır ki, İran 'in en büyük gazetecisi ve mühim siyâset adamlarından ’ Abbâs Mas udi tarafından, 1923 ’te kurutmuşrur. Bundan sonra çok eski bir mazisi olan İran gelir. D iğer gazeteler arasında şunlar zikredilebilir: Sîtâra-î cihan (kuruluşu 1307, bir sahifesi fra sızca ), K ü f i f ( 1301 h. ş., mü­ dürü Şukr A llah Ş a fâ ), bunlardan başka ( Le ) Joarnale Teheran ve Le messager de Tehe­ ran adlı iki fransızca g a zete ile, haftalık 2 ermenice gazete çıkardı. H er vilâ yette ise, merkez gazeteleri ile hiç bir bakımdan boy ölçüşem eyecek günlük, haftalık, hattâ aylık olmak üzere, bir veya m üteaddit gazete çıkar­ dı ( msl. T eb riz 'de 3, İsfahan 'da 5 gazete neşredilm ekte idi ). Bu devir mecmuaları ara­ sında bilhassa Mihragân (kuruluşu 1314 h. ş., haftalık, m ecm ua), Mihr ( 1 31 1 h.ş., aylık edebî, içtimâi ve ilmi mecmua ) ve Armağan ( son devrin tanınmış şâirlerinden Vahid D astgirdi tarafından, 1296 h. ş. = 1918 yı­ lında kurulmuş olup, uzun müddet devam e tm iştir; her yıl bir sayısı yerine eski veya yeni mühim b ir eser veren aylık edebî, ilmi b ir mecmuadır ) zikredilebilir. Bunlardan başka resmî veya yarı-resm î m üesseseler ta­ rafından m uhtelif mevzularda m üteaddit mec­ mualar çıkarıldığım ilâve etm ek lâzımdır. 1942 yılında, Rizâ Şah ’m, oğlu Muhammed R izâ Şah lehine, tahttan feragat etmek mec­ buriyetinde kalması üzerine, mahsus bulunan siyâsî mahkûmlar, bu arada bir çok gazeteci, gazete müdür ve sahipleri serbest bırakıldı. Bunlar ile eskiden gazetelerinin neşrinden sarf-ı nazar etmiş olan bâzı gazetelerin, msl. N acat-i İra n , ¡¡¡.dam ve Um m îd sahipleri, hürriyetin geldiğine kanî olarak, yeniden fa ­ aliyete başladılar ve sayısız gazete ve mec­ mualar çıkarıldı. Fakat uzun müddet devam eden hükümet istikrarsızlığı sebebi ile, baş­ vekiller hâlâ tâdil edilmeden duran eski nizam



39«



MATBUAT.



ve kaidelerden istifâdeden geri kalmadılar. H attâ bir defa l£ivâm al-Saltana 'mn baş­ vekilliği sırasında bütün gazeteler kapatılm ış, yalnız »neşriyat nmûm müdürlüğü“ tarafından, Afrbâr-i rüz adlı bir tek g a zete neşredilm iştir. G azeteler maârif vekâletine bağlı Şürâ-i ‘âli-i farhang ( »yüksek kültür h ey'eti“ ) ’in müsâa­ desi ve vekiller bey’etinin izni ile çıkabilir. Bu da ekseriyâ senelerce süren bir muâmeteyi icâp ettirir. G azete neşriyatı için başka ka­ yıtlar da yok değildir. Msl. baş makale mu­ harrirlerinin en az üniversite m e’zûnu ol­ m aları icâp e d e r; gazete çıkarm ak için 5.000 tum an, mecmua çıkarm ak için 1.500 tuman em niyet ekçesinin yatırılm ası v.b. lâzım dır. Bu şartlar içinde çıkan ve bilhassa son zamanlar­ da her hususta hükümet ile aynı fikirde gibi görünen gazeteler, yeni teknik imkânlardan istifâde ediyorlar ise de, baskıları o kadar çok değildir ve ekseriyâ şah sî m âhiyette neşir vâsıtalarıdır. En mühimleri ftfila 'ü i, Ittihüd-i m illî, Bâhtar-i im rüz, Sakar, Şüra, Dâd, R ü şan -fikr, C ihan , Nasim -i şim al ve bunlara yeni katılm ış olan Farm ân ’dır. E y âle t gaze­ teleri ehem m iyetlerini tam âm iyle kaybetm iştir. Bu devirde bir kısm ı resim li mecmua mâhiye­ tinde olan, h a fta lık v e aylık gazete ve mec­ mualar da neşredilm eğe başlanm ıştır. Bunlar arasında fa h râ n -i mızşavvar, ftfila ö t-i kaftagi, îttila â t-i mühâna ve H^ündanihâ ( 1940’tan beri haftada 2 defa, tanınmış genç İran şâirlerinin şiirlerini de neşretm ektedir ) zikrolunabilir. E debî ve İlmî m âhiyetteki mecmu­ alar arasında, M ihr ( M acid M uvakkar tarafın­ dan, ilk defa 1512 h. ş. ’de, sonra 1330 h, ş . ’de çıkarılm ağa başlamış olup, yeni İran edebiya­ tının en mühim şahsiyetlerinin yazı ve şiirle­ rini ihtivâ eder ), Sa kan (1322 h, ş,, aylık, büyük bir umûmî kültür mecmuası olup, pek mühim ve kıym etli yazılar neşreder), Yadigâr ( ‘ A bbâs İkbâl tarafından, 1323 = 1944 ’te çı­ karılm ış olup, uzun ömürlü olmam akla berâber, İran tarih ve edebiyat tarihi bakımından mühim makale ve araştırm alar n eşretm iştir; bunların bir fih risti için bk. Oriens, 1948, I, 139 v.d.), Yağma ( son devrin büyük şâirle­ rinden H abîb Y a ğ m l’i tarafından, 1949 'da ku­ rulmuş edebî, İlmî, ictimâî aylık m ecm ua), N aşrıya-i dânişkada-i adabiy&t-i Tabrîz ( 1948 ’den beri çıkm aktadır ), M acalla-i dâ­ nişkada-i adabiyâi-i Tahran ( 1953’ten b e r i), A m ü ziş a parvariş ( m aârif vekâletinin çıkar­ dığı eski b ir mecmua olup, münderecâtı zen­ gin olm akla berâber, gayr-i muayyen zaman­ larda çıkm aktadır ) zikredilm elidir. Bu devirde hakikî bir kadın mecmuası da çıkm ıştır ki, şi’ârı »bizim de bu evde bir hakkım ız var“



olan bu mecmua B îd â ri-i m 3 ( 1322 h .ş .) ’dır. ( bk. Safran macmuası, Tahran, *323 h. ş,. yıl 2, sayı 3, s. 233 v d.). B i b l i y o g r a f y a ı Metinde zikredilen­ lerden ve R M M ’m m üteaddit sayıların­ da bulunan İran m atbuatı hakkındaki not­ lar ve bunlardan yapılan iktibaslardan başka bk, E. G. Browne, H istory o f Persian Revolution (London, 1910), tür. y e r .; H. L. Rabino, La Presse persane depuis les origines ju sq u ’ à nos jours ( R M M , 1913, XXII, 287— 3 1 5 ) ; The Persian Press and Persian Revolution (L ondon, 1 9 1 9 ); L. Bouvat, La Presse à Téhéran en 1915 ( R M M ., 1915, X X X , 274 ) ; E. G. Browne, T he P ress and Poetry o f m odem Persia, P artly based on the m anuscript Work o f M. M. ‘ A l l Kh&n „ Tarbiyat“ o f Tabriz (C am b rid ge, 1 9 1 4 ); Kava, 1921, sayi 4,5. 15 v.d. ( 1915 ’ten sonra te'sis edilm iş farsça mecmua ve gazetelerin kısa bir listesi ) ; A li Nô-Rouze, Registre analytique annoté de la presse persane depuis la guerre ( R M M , 1925, LX , 35— 62; bura­ da 318 gazete ve mecmua hakkında bilgi v a r d ır ) ; E. G. Browne, A Literary History o f Persia ( Cam bridge, 1 924), IV , 468 v.dd. ( frs. trc. R. Yasim i ) 2. tab., Tahran, 1329 h. ş.), s. 334— 344; L. Massignon, A nn uaire du M onde Musulman3 (P a r is , 1930), s. 25 v.dd. ( müslüman m em leketlerindeki matbu­ ata dâir şehirlere göre tertip edilmiş liste ); R. Lescot, Notes sur la presse iranienne ( R E J, 1938), XII, 261— 277; Muhmmed Şadr H âşim i, Târîfr-i c a r a id u m acallât-l trâ n (İsfahan, 1327— 1332 h . ş.), 1 — IV ( 1944 ’e kadar çıkmış ve adları alfabe sıra­ sına göre tanzim edilmiş olan g a zete ve mecmualar hakktnda çok gen iş v e esâslı bilgileri ihtivâ e d e r ) ; Massignon, ayn, esr,, ( P aris, »954 ), s. 169. ( AH M ED A T E Ş .) IV .



E f g a n l il a r



Efganistan, coğrafî m evkii ve halkının temâyülleri sebebi ile, garp medeniyetinin iyi ve kötü te'sirlerine en çok mukavemet etm iş olan müslüman mem leketlerden biridir. Bu­ nun neticesi olarak, matbuat da oldukça geç başlamış ve çok yavaş bir inkişaf seyri tâkip etm iştir. İlk gazete Ş ir ‘ A li Han zamanın­ da, 1285 ( 1868 ) yılına doğru görülür. 1290 ( *873 ) yılında Carîda-i şams al-nihâr adlı haftalık bir gazete neşredilm iştir. Taş-basması olarak, »6 sahife hâlinde çıkan bu gazetede, haberlerden b aşka, edebî ve ictim âî yazılar da bulunuyordu. Oçüncü gazete yine taş-basm ası olarak, tek bir sayısı 1290 h. ş. ( 1912 ) ’de çık ­ mış olan Birâc al-ahbâr A fg a n ista n 'd ır. Bunu



MATBUAT. aynı yılda Sirâc al-ahbâr-i afğânîya adlı ayda iki defa, 16 sahıfe olarak çıkan gazete tâkıp etm iştir ( krş. Muhammed Şadr Hâşim î, Târih-i carâ’ıd va mucallâi-i İran, Tahran, 1329 h. ş., II, 32 v. d.). Bu gazetenin müessisi Mahmüd Tarzi ’dir ki, babası m ültecî olarak, osmaniı ül­ kesine gelm iş ve Abdölham id II. ’in gö ster­ m iş oluğu Şam şehrinde ikam et etm iş idi. Mah­ müd T a rzi bu şehirde doğmuş, burada ve İs­ tanbul'da tahsil görerek, T ürkiye vâsıtası ile garp dünyasındaki yeni fik ir cereyânlannı öğ­ renm iş idi. Kâbiİ 'd e te ’sis e ttiğ i gazetede bu yenilik ve m illiyetçilik fikirlerini yaym ağa ça­ tıştı. Efganlıların Nâmık K e m â l’i sayılan T a rzi 'nin gazetesi, bundan dolayı yeni efgan nesli üzerinde son derecede m üessir oldu. Sirâc al-ahbâr-i afğânîya tertip ve resim leri bakı­ mından tam âm iyle o zamanki tü rk mecmuala­ rına benzem ektedir; dili farsça olmakla bera­ ber, bâzı tâbirleri İran farsçasm dan ayrıdır (b k . A ze ri, La presse afgane, R M M, 1915, X X X , 55 v.dd ). 1297 ( h. ş. )'d e bir de Sirâc al-atfâl adlı g a zete neşredilm iştir. B öyiece başlayan Efganistan m atbuatı, mek­ teplerin azlığı yüzünden, oknr yazar mıkdannın son derecede mahdut olması sebebi ite, o kadar çok gelişem em iş görünm ektedir. A n ­ cak Mahmüd T arzi ’nin fikirlerinden mül­ hem olmuş görünen AmSn A llah H a n 'ın hukümdarlığt sırasında, bilhassa onun teşviki ile, bir takım yeni gazeteler daha neşredilm iştir. al-Ğâzî (kuruluşu 1 2 9 8 = 1 9 2 0 ) , Amân-i afğân ( 1 2 9 9 = 1 9 2 1 , 1 9 2 9 ’da Habîb al-islâm a dı­ nı alarak, devam e tm iştir), Sitâra-i afğân ( 1 2 9 9 = 1 9 2 1 ), A fğân ( 1 2 9 9 = 1 9 2 1 ), İblâğ ( 1 3 0 0 = 1 9 2 2 , parasız olarak d a ğ ıtılm ıştır), Ahbâr-i hakikat ( 1 3 0 3 = 1 9 2 5 ), Sarvat ( 1 3 0 6 = 1 9 2 8 ), Nasim-i sahar ( 1 3 0 6 = 1 9 2 8 ). Bu sı­ rada harbiye vekili olan m üstakbel hükümdar Muhammed N âdir Şah tarafından da, gerek K â b il’de, gerek taşra şehirlerinde, bâzı gaze­ te le r kurulm uştur: Ittihâd-i şark ( 1 2 9 9 = 1 9 2 0 , peştu dili ile ), litik â d ( 1 3 0 0 = 1 9 2 2 , H a n â b â d ’da) ve Islâh (1 3 0 8 = 1 9 3 0 } . E fganis­ tan 'in d iğer büyük şehirlerinde de şahıslar tarafından kurulmuş g a zetele r neşredilm iştir. Ittifâk-i İslâm ( 1 2 9 9 = 1 9 2 1 , H e r a t ’ta, bir aralık Faryâd adını alm ıştır). Btdâr = Rahbar-i İslâm ( 1300 = 1922, Mazâr-ı Ş a r i f 't e ) , fa la '-i afğân — Mu'ayyid al-islâm (1300 = 1922 'de Kandehar ’da, peştû dilinde). Âmân A lla h Han 'in ilk saltanat yıllarında iki hanım tarafından çıkarılan ve kısa ömürlü olan İrşâd al-nisvân ( 1299 = 1921 ) adlı kadın gazetesini de burada zikretm ek lâzımdır. A m an A llah Han 'in memleketini terketm esi ile ( 1929 ) neticelenen irticâ hareketleri de



399



m atbuattan istifâd e etm iştir. 1928/1929 yılları arasında çıkan Dokurğan ve Gayrât-i İslâm bunlardandır; C a lâ lâ b â d ’da al-lmân (1307 = 1929) adlı bir gazete çıkm ış olduğu gibi, 1309 ( 1 9 3 0 ) 'da da al-Falâh adlı bir mecmua neşr­ edilm iştir. Muhammed Nâdir Han idâreyi eline aldıktan sonra, gerilik mümessilerine müsa­ maha etm ekle berâber, kendisi tarafından kurulmuş olan gazeteler neşriyatlarına devam e ttik leri gibi, bir takım yeni ga zeteler de ku­ rulm uştur: Navrâz (130 7 = 1929), Carîda-i maktab (1308 = 1930 ), Ittihâd-i afğân ( 1307 = 1929 ). Muhammed Nâdir Şâh, m atbuatın inki­ şâfını desteklem ek üzere, bir nevî akademi olan Encümen-i edebîyi kurmuştur (1309 = 1931 ). O ğlu şim diki hükümdar Muhammed Zahir Han zamanında Paştu Talnah adını alan ( *336 = 1938 ) bu müessesenin neşriyat kolu aynı yılda Z iri adlı, haftalık bir mecmua çı­ kararak, peştû dilinin yayılm asına ve Efganis­ tan 'm resm î dili hâline gelm esine çalışma­ ğa başladı. Bu müessesenin 1 3 1 0 (19 3 2 ) yılın­ dan beri farsça olarak çıkard ığı, nefîs bir şekilde basılm ış 60 — 100 sahifelik, aylık Ka­ bul mecmuasında, g ittik çe artan m ikyasta peştû dilinde yazılm ış makale ve şiirle r neşre­ dildi. N ihâyet encümen bir de Salnâma-î Kâbul adlı bir yıllık çıkarm akla mükellef idi ve bu vazifesini yerine getirm iştir. Re­ simli olup, umûmî m âhiyetteki bilgileri de ihtivâ eden bu sâinâmeler, Efganistan '1 tanı­ mak için, cidden faydalı birer eser mâhiyetindedir. Efganistan 'da bunlardan başka şu mecmu­ a lar da çıkm ıştır veya çıkm aktadır: M d a rif-i ma’ â r if ( kuruluşu 1298 = 1920); Macmû'a-i ardüy-i afğân (130 0 = 192 2 , sonraları M acm ua-i ‘ askarî adını alm ıştır), Â y în a -i ’ irfan ( 1303 = 1925 ve bir fâsıladan sonra, 1 3 1 0 = 1 9 3 2 , çok mühim edebî ve tarihî yazılar ihtivâ e d e r ), Macm vfa-î şihhîya ( 1306 = 1928, bir fasıla­ dan sonra 1310 = 1933'teyen id en ç ık t ı) , Iktiş â d ( 1 3 1 0 = 1931 ),H a r â t( 1311 = 1933, H erat şehrinde neşredilen ebedî mecmua) ve P a ştâ ( 1311 = 1932 ). Bu listeyi 1320 ( 1942 ) yılında »Efganistan tarih cem iyetinin reisi olan A h ­ med ’ A li Kahzâd tarafından kurulmuş olan A r ­ yana adlı, aylık mecmua ile tamamlamak lâ­ zımdır. Efganistan'ın edebiyat tarih, arkeoloji, coğrafya, halkiyat ve güzel san’atiarına dâir çok kıym etli yazıları ihtivâ eden bu mecmua şimdi Muhammed H aydar Yopal tarafından n eşir ve idâre edilm ektedir. Bugünkü E fganis­ tan edebiyatının en mühim şahsiyetlerinin de eserleri bu mecmuada neşredilm ekte ise de, mecmua, baskısı bakımından, Kâbul mecmuası­ na nazaran, bir ilerilem e manzarası gösterm e­



400



Ma t b u



mekle beraber, muhteva bakımından ondan çok daha mühim ve kıym etlidir. Efganistan Tn bugünkü en mühim gazeteleri Islâh ( peştû dilinde ), A n îs ( {arşça ), S a tü ri ( haftada 2 defa, farsça ) 'dır, Bu kısa hulâsa gösterm ektedir ki, m atbuat Efganistan ’da, memleketin nüfus ve imkânlarına kıyas edile­ cek olursa, oldukça geri bir hâlde bulunmak­ tadır. Bâzı Efganistan gazete ve mecmuaları, teknik ve dil bakımlarından, zamanımızda bek­ lenebilecek bîr olgunluk m ertebesine yüksel­ m iştir; fak at kemmiyet bakımından çok daha fazla inkişâf ettirilm eğe, hiç olmazsa, böyle bir inkişâf için gerekli zeminin hazırlanmasına muhtaç bulunmaktadır. B i b l i y o g r a f y a ' . R M M ( 1915 ), XXX, 55 — 6 4 ; (1 9 2 1 ) , X LI 1 I, 292 v. d. ; (1 9 2 9 ) X LV , 360 ; R E J ( 1929 ), III, 191 ; L. M assignon, Annuaire du Monde Musulman3 ( Paris, 1930), s. 60, 62 v. d.; H. Massé, Académie af gane ve La presse en Afganistan ( R E I s l., 1939. s. 180 v. dd., 196 v. dd. ) ; Salnâma-i Kabul ( 1312 h. ş.), s. 172 ( 1316 b. ş. ), s. 160.



( A hmed A t e ş .) V.



H İN D İSTAN V E P Â K İS T A N



Hindistan ’da müslüman matbuatının bir ta­ rihçesi henüz yazılmış değildir. Bu hnsnsta ve bilhassa h i n d u s t â n î matbuatı için, Hindis­ tan hükümetinin muhtelif resmî neşriyatında ve G arcin de Tassy 'nin yazılarında bu tarih için istifâde edilebilecek malzeme bulunmaktadır. En mühim gazeteler Hindistan ’da müslümanlarm ekseriyeti tarafından anlaşılan o r d u dilinde intişâr etm iştir. F akat bunların da mühim bir kısm ı çok kısa sürmüş ve pek az sayıda yayılm ış bulunmaktadır. En eski gaze­ telerden olup, son zamanlara kadar intişâr eden *Alïgarh Institude Gazette, 1866 ’da Sayyid Ahm ed Han tarafından, haftalık olarak te'sis edilm iştir. 1898 ’de ölümüne kadar, Hin­ distan ’da İslâm fikrinin en mühim şahsiyetle­ rinden olan Ahımed H a n ’ın burada, siyâset, ictim âî İslâhat ve bilhassa A lig a rh Collège ile ilgili tâlim ve terbiye meselelerine dâir, bir çok ciddî m akaleleri yer alm ıştır. Bundan başka haftalık Vatan ile al-Başir gazeteleri de çok tesirli bir şekilde İslâm düşüncesine tercüman olmaktadır. VaŞan ( 1,800 nüsha ) gazetesi Lâhûr *da, M avlavi İnşâ’ A llah tara ­ fından neşredilm ekte olup, T ürkiye ile İngil­ tere arasındaki dostluk bağlarının kuvvetlen­ mesi için gösterdiği faaliyet ile temayüz et­ miştir. E tâ v e ’de çıkan al-Başir ( 1.050 nüsha) ise, M âvlavi B aşır al-D in tarafından neşredil­ m ekte olup, her türlü İslâmî hareketleri des­ tekler. H aftalık bir gazete olan Zamîndar



at



.



son zamanlarda çok liyakatli bir g a z e tlc io la n Zafar A li Han tarafından te’sis edilmiştir. Va{an ile Zam îndar ’ın günlük tabıları da vardır. K ud retli ve ciddî bir gazeteci olan Münşi Mabbhb Alam tarafından neşredilen ve en çok yayılm ış gazeteler arasında yer alan günlük Paysa ahfbâr ( 1.01ı nüsha, haftalık tabı 8.377 nüsha ) etrafında bir çok neşriyat toplanmış bulunmaktadır. D iğer haftalık ga­ zeteler arasında daha şunlar vardır : Muradib â d ’da Nayyar-i a’ zam, G orakhp ür’da M aşrık ve Badâ’ûn ’da Z a 'l-Karnayn. Ordu dilinin edebî dil olarak kullanıldığı şim alî Hindistan ’da yahut memleketin başka yerlerinde bu dilde intişâr eden bütün gazeteleri burada saymak imkânsızdır. Ordu dilinde msh Haydarâ b â d ’da 7, M ad ras’ta 8, merkez eyâletlerde 3 ve Bombay 'da 2 gazete neşredilm ektedir; fakat bunların çoğu çok mahdut sahada yayılm ak­ tadır ( msl. Kalküte ’de Dar al-saltanat, 400 ve A rrah 'ta Star o f India ise, 657 nüsha basılır ). H indistan 'da müslüman münevverlerin çoğu o r d u diline vâkıf olm akla beraber, ayrı eyâ­ letlerdeki müslümanların ana dillerinde de gazeteler mevcuttur. Bunlardan en mühimleri şunlardır: G u c a r S t ı dilinde Al}bâr~i İslâm (B om bay, günlük, 1.000 n ü sh a ) ve Palitical Bhom iyo ( Ahm edâbâd, haftalık, 1.500 n üsha); M a r â t h i dilinde V içü ri ( K ârvâr [ Kânaza ], ayda 3 defa, 450 n ü sh a ); S i n d i dilinde A ftâ b -i S in d ( Sukkur, haftalık, 500 nüsha ) ve al-Haklç (S u k k u r, haftalık, t.400 n ü sh a ); T a m i l dilinde Liva al-islâm (M adras, hafta­ lık, 650 nüsha) ve Muhammadiyamitran (N orth A rco t, haftalık, 400 nüsha ); M a l a y a l a r ı n dilinde Malabar İslam ( Cochin S tate, haftalık, 600 nüsha ) ve Muhammadîya darpanam ( Travancore S tate, aylık 1.000 nüsha ). Bunlar yanında yalnız müslümanların men­ faatlerine hizmet edecek olan bir İngilizce gazete çıkarm ak için de uğraşılm ıştır. İngilize bilen müslümanların nisbeten az olması ve maddî imkânların kifayetsizliği, uzun müddet bunun tahakkukuna mâni olmuştur. Bu gâye ile kurulan başlıca İngilizce g a zetele r şunlar­ d ır: The Punjah Observer (Lâhûr ), T he Mos­ lem Chronicle (K a lk ü te ), T he Com rade ( K a l­ küte ) ve The Mahammadan ( M adras ). Hindistan ’da intişâr eden en mühim farsça gazete [fabl al-rnatln ( K alküte, haftalık, 1.000 n üsha) gazetesidir. A rap dilinde ( çok defa ordu diline yapılan tercüm eler ile ) gazeteler neşrine teşebbüs edilm iş ise de, ra ğb e t ve yardım görm edikleri için, bunda p ek muvaf­ fak olunamamış ve çıkanlar da pek kısa müd­ d et tutunabilmiştir. Böyle bir gazete için bk. msl, a l-R iy â i ( Luknov ).



MATBUAT. G azeteler yanında, o r d u dilinde intişâr eden d iğer m evkuteler de zikre değer. Mü­ him mecmualardan biri T ahzib al-ahlök olup, 1870’te Sayyid Ahm ed Han tarafından kurul­ muş ve 1876 yılına kadar haftalık olarak neşr­ edilm iştir. O yıl ’ A ligarh C ollege ’in kurulması A ^m ed Han ’in bütün zamanını alm ış olduğun­ dan, kendisinin mecmua ile m eşgûl olmağa vak­ ti kalm am ıştır. 5 y ıl sonra mecmua tek rar çı­ kartılarak, daha iki buçuk y ıl devam etmiştir. 1894 ’ten itibaren, yeni bir serinin neşrine baş­ lamış ise de, bu da ancak 3 yıl devam etm iş­ tir. T ahzib aUaklâk mecmuası Sayyid Ahm ed H an tarafından te’sis edilm iş olan, açık fikirli bir İslâm medresesinin nâşir-i efkârıdır. Ma­ kalelerin mühim bir kısm ı kendisi tarafından yazılm ış olup, islâmın, orta çağ dünya görüşü ve hayat telâkkisinden kurtularak, aslî şekli­ ni alması ve İlmî inkişâf ile bağdaşmasının t e ’mini gayesini gütm üştür. T ahzib al-afjlak ’in m uhâlifleri tarafından kurulan ve eskilik taraftarı olan Cavnpur ’da intişâr eden ¡şa'at al-sunna, N âr al-âfâk ve N u r al-anvâr ve bir de A m ritsar ’da çıkan A h i al-kadtş mec­ muaları zikredilm elidir. Eski medreselere ted­ ric î bir şekilde yeni ilim leri sokm ak gâyesini güden N advat al-ulam â cemiyetinin fikrini yayan al-N adva ( Luknow, aylık, 625 nüsha ) zikre şayandır. Bu dinî m evkutelerin hepsi de ordu dilinde olup, A h m ediya [ b. bk,] ta­ rafından neşredilen The Review o f Religions ( Çâdiyân, aylık, 800 n ü sh a ) mecmuası ise, İngilizce çıkm aktadır. Son zamanlarda bâzı o r d u mecmuaları A v ­ rupa mecmualarını örnek tutm ağa başlamışlar­ dır. Bu mecmualar yalnız İslâmî mevzûiara münhasır kalmayıp, müslümanları ilgilendiren başka mevzûiara da y er verm ektedirler; böy­ le mecmualar için bk. msl. Şalâff-i ‘Smm ( Dehli ), Mahzan { Dehli, aylık, 4.000 nüsha ) ve The Aligarh Monthly ( 500 nüsha). Ordu dilinde İslâm kadınlarına mahsus iki mecmua ç ık m ak ta d ır: Tahzib al-nisvön ( Lâhûr, haf­ talık , 240 nüsha ) ve Hatân ( 'A lig a rh , aylık, 450 nüsha ). £ H indistan, Pâkistan v. b, matbuatının son durumu hakkında buraya etraflı mâlûmâtın eklenmesine imkân hâsıl olmamıştır. B il­ hassa P a k is ta n ’da müslümanlara âit matbu­ atın, gerek ehemmiyet, gerek sayı bakım ın­ dan, yukarıda zikredilenleri k a i-k a t geçmiş olduğunda şüphe yoktur. Bu hususta bir fikir edinmek üzere bk. L. Massignon, Annuaire da Monde Musulman* ( P aris, 1955 ), s. 141. P a k is ta n ’da, 1931 yılında, 398 gazete neşre­ dilm ekte olup, bunlardan o r d u dilinde 316, İngilizce 44, bengâle dilinde 22, gucarâtî diİslâm A nsiklopedisi



46 i



linde 8, sindî dilinde 6 ve peştu dilinde 2 gazete intişâr ediyordu ].



(M . Hartm an n .) V I.



İNDONEZYA VE SİNGAPUR.



İndonezya ’da neşredilen



matbuat için



bk.



Regeeringsalmanok voor Nederlandsch Indie. Bu hususta bâzı mâlumat Revue da Monde Masulm. { bilhassa VII, 485 v. dd.) ’ da bulu­ nur. Prof. Snouck H urgronje ’nin malûmatına dayanarak, buna daha şunlar ilâve edilebilir. Bandung 'da, Raden Mas Tirtâadisnryâ idare­ sinde, günlük Medan priyayi ( „İndonezya me’mûrlarmın güreş meydanı“ ). Bâzı husûslarda bunun zıddı olan Kaummuda ( „gen çler“ genç türklere benzer bir mâna ifâde etm ekted ir) gazetesi de günlük olup, Bandung 'd a A . H. W ignja di Sastra idaresinde intişâr eder. Su­ rakarta 'da haftada 2 defa çıkan Darmakanda g azetesi, bir cavalının yardım ı ile, çinlİ The T jie T jay tarafından neşredilir; ismi sanskritçeden gelm e olup, „iy i haberler“ demektir. Solo 'da çıkan Sarutama gazetesi de bunun gibi eski bir isim ( „ iy i ok“ ) taşım aktadır ve Badi Utama ( „a sîl g a y re t“ ; krş. Revue du Monde Masulm., VIII, 415 v.b.) 'nin faâliyetine muhalif olan „S a rik a t İslam“ tarafından neşr­ edilir. Darmakanda yanında, en iyi g a zete ­ lerden biri 1910 yılından itibâren Padang 'da Datu Sutan Maharadja ve Sutan Mohamad Salim idâresî altında çıkan Utasan Melayu ( „M alezya elçisi“ ) gazetesi teşkil eder. Pa­ dang 'da bir de al-Munir mecmuası neşredil­ mektedir, [ L. Massignon, Annuaire da Monde Musul­ man, Paris 1955» s. 13 ’e göre, İndoneziya 'da 1951 yılında, 69 mevkute intişâr etm ekte idi. Umûmî baskı sayısı 400.000 nüsha tutan İndo­ nezya dilindeki neşriyatın başlıcalart Cakarta 'da olup, şunlardan ib â re ttir: Abâdî ( m ¡İsla­ man fırkasının nâşir-i efkârı, S. T asrif idare­ sinde ), İndonezya Raya ( m üstakil bir gazete olup, M, Lubis idaresindedir), Merdeka ( müs­ takil, S, M. D iah idaresinde ), Pedoman ( sos­ yalist gazetesi, R. A n v a r idaresinde ), Pemandangan ( müsiümanların gazetesi olup, A . Bafagih tarafından idâre e d ilir ). A vrupalılar tarafından neşredilen 10 m evkûteden ( 86.000 nüsha ) bilhassa Hollanda dilinde çıkan Nietıwosgier ile Java Bode gazeteleri mühimdir. B ir de 50.000 nüsha tutan 6 çince gazete mev­ cuttur ]. -■ > S i n g a p u r ’da arada-strada, avrupalılara karşı cephe alm ış olan bâzı arapça gaze­ tele r intişâr etm iştir. M alezya dilinde çıkan al-lmâm için bk. R M M, II, 398 v. dd. Naratja ( „te ra zi“ ) gazetesi de aynı gayeye 26



Ma



tb ü a î



hizm et etm ektedir. Malezya dilinde çıkan di­ ğ e r g a zetele r ş a n la rd ır: Ulusan Melayu haf­ tada 3 d e f â ) ; Tamang Pengtakman v.b. Y u ­ karıda zikredilen arapça gazetelerin malûm olanlar» şun lardır: al-Eslah (a f-/ şfn $ ; 1900, h a fta lık ), al-Vatan ( 1910; 15 günde bi r ) ve al-Hüsâm ( 1900, haftalık ). [ 1951 ’de Singapur ’da müslümanlar tarafından Malaya Tribüne ile The votce o f İslam gazeteleri neşredil­ m ekte idi ( bk, L. M assgion, A nn. d. Monde M asulm an, Paris, 1955, s. 122 )). ( M . H a r t m a n n .)



VII. Ç İN MÜSLÜMANLARI. Ç in müsiümanlart hakkında, m aalesef, pek az malûmata sahip bulunuyoruz. Islâm nüfu­ sun sayısı, muhtelif çin eyâletlerine yayılışı, oradaki müslümanların içtim âi ve İktisâdi durumları hakkında tatm in edici bilgim iz ol­ m adığı gibi, bunların m ektepleri, İlmî ve dinî faâliyetleri ve bilhassa m atbuatları hak­ kında da biç bir şey bilinmemektedir. Bu hususta Islâm ansiklopedisi 'nin Leiden tab’ ında M artin Hartmann tarafından zikredilen bir gazete ile bir mecmua dışında bugün de daha ileri bir durumda bulunmuyoruz. Bu bahis mevzuu olan g a zete Pekin 'de neşredil­ miş olan günlük Cheng tsung ai kuo pao ( İslâm gazetesi „V atan s e v g is i" ) gazetesi olup, „küçük m atbuat" gurubuna dâhil idi ve İslâmî hususiyeti de ancak pek mahdut bâzı dış şekillere inhisar ettirilm iş idi. „H alk dilinde“ ( sa hoa ) çıkan yegâne gazete olduğu ve her keşçe kolaylıkla anlaşıldığı için, Pekin 'de gayr-i müslimler tarafından da okunmuştur. J ap o n ya’da tahsilde bulunan talebeler tarafın­ dan neşredilen htîlşâz al-istâm ( çin, H sing hui pien ) mecmuasının ilk sayısının münderecâtı husûsunda Broomhall, İslam in China ( London, 1910, s, 283 v.dd.) ’da verilen ma­ lûm at Islâm ansiklopedisi 'nin Leiden tab ’ına [ bk. mad. CARÎDA, V I ] da alınm ıştır. — Çin müslumanları tarafından son zam anlarda neşr­ edilm iş olan şu mecmualar z ik re d ile b ilir: Yueh-Hva ( Cheng-Ta İslâm muallim m ektebi müdürü Hoca Abdurrahm an M a-Sung-Ting tarafından, Pekin ’de 1925 'te aylık olarak neşr­ edilm eğe başlamış v e 1949'da m ektep ve mecmua çin komünist idâresince kapatılm ıştır), Çin İslâm gençleri ilim cem iyeti mecmuası ( 1932 ’de Nankin ’de, aylık olarak, İstanbul üniversitesi edebiyat fakültesi me’zunlarından Celâleddin Van-Zin-Şan tarafından neşredilmiş ve 1937 ’de şehrin japonlar tarafından işgâli üzerine durdurulmuştur ), Çin İslâm cem iyeti mecmuası ( cem iyetin reisi O m ar Pai-ChungH si tarafından, 15 günlük olmak üzere, Nan­



-



m atgara



.



k in ’de 1934 'te neşredilm iştir; bir müddet C h u n g-K in g’de intişâr eden mecmua, sonra Taipei ( F o r m o z a )’e taşınm ıştır ) ve Ta- Ckueh ( A l i Gao-W en-Yuan tarafın dan ). N an k in ’de çıkarılm ağa başlamış ise de, bu Japonların gelmesi üzerine faaliyetini tâtil etm iştir ). ( R. R. A .) M A T G A R A . [ Bk. m a t g a r a .] M A T G A R A . M A T G A R A , büyük Butr ko­ lundan bir b e r b e r î a ş î r e t i ; Zanâtaların ecdadı ve Matm âta, Küm ya, Lamaya, Şaddina, M adyüna, M ağhila v.b, kardeşleri olup, bunlar ile birlikte Bani Fatin kavm î grubunu teşkil ederler. Bu grubun diğer kolları gibi, Ma{ğaralar da, hiç şüphesiz, Trablus asıllıdırlar. Mamafih bunların al-Bakri ve İbn Haldun ’ un tanıdığı en şarktaki kısm ı, A kden iz kenarın­ da Milyâna ve Tenes arasından O ncda ( T âbahrit lim a n ı) 'nin şimâüne kadar olan dağ­ lık bölgede yaşayan kabîledir. Bu bölgenin garp kısmından olanlar Küm yalar ile bir bir­ lik hâlinde yaşam akta idiler. Bunların yaşa­ dıkları silsile Nadrüma ’dan p ek uzak olma­ yan bir yerde başlam akta olup, Tâvunt müs­ tahkem m evkii bunların arâzisinde bulunuyordu. Bunlardan üç gurup, hiç olm azsa VIII- asır­ dan itibâren, garbi M agrib 'e varm ışlar ve ora­ da mühim bir kü tle teşkil etm işlerdir: 1. F a s 'ta ve T âzâ ovasındaki M atğaralar; al-B akri V a d i F as menbaının bunların arazi­ sinde olduğunu söyler. Leo A fricanus bunların Sük al-H am is'in F a s ’ın 15 mil garbında bu­ lunduklarını zikreder. 2. İbn H aldun'un F a s'ın cenub-ı şarkîsird e ( Kibla ) gösterdiği ve Leo A fricanus ’a göre, T âzâ 'dan 5 mil ( cenupta ? ) uzayan Cabal M atgara ’ daki orta A tla s M a d a r a la r ı; burası şimdi A y t V âray alarm işgal e ttiği dağlık arâzi olmalıdır. Bu sonuncuların mühim bir gurubu olan A y t Cellidâsan al-Bakri ’nin C e ­ z a y ir'd e Tenes yakınında bir M atgara gurubu olarak zikrettiği Bani G aliidâsan’a tekabül eder. A yrıca bugün A y t V ârSyn lar arasında eski M atgara nin kardeşleri M ağilaları temsil eden bir takım İmgilen unsurlarına tesâdüf edilir. al-Bakri zamanında ( V . — XI. a sır ) b e r i k i Matğara gurubu garp ta Z a v lg a , Tâdlâ ve Fâzâzlar ile komşu bulunuyordu. 3. Sieilm âssa civarındaki S ah ra vâhalarında ve esas ahâlisini teşkil ettikleri bu şehirde, bundan başka F ig ig civarında, T u v â t'ta , T âm antit 'te ve Vallan ( Ouallen ) ’a kadar olan yerlerde oturan M ad aralar. (r A rap fütuhatının başlangıcından itibâren, M a d arala r, İbn Haldun tarafından, dallardan yapılmış kulübelerde ( haşâş ) oturan yerleşik züm reler olarak, tasv ir olunurlar. Sahra Mat-



Kî A T



û



A R À



-



M A T M Â T A .



¿arala n müstahkem köylerde ( Içuşür ) oturur­ bedler inşa edildi, 10 17 ’de Gazneli Mahmüd la r ve hurma yetiştirirlerdi, Leo A fricanus [ b. bk.] şehri zabtederek, bütün m âbedlerl zamanında orta A tla s M atğaraları aş.-yk, 50 yıktırdı. Bundan sonra M athurâ'daki mâbedbüyük mahal iskân etm ekte İdiler. Bani Fâtin îeri tahrip ettiren Dehli sultanı Sİkander Lügurubuna dâhil d iğer a şiretler gibi, Matğara- d i ’ nin devrine ( 1488 — 1516 ) gelineeye kadar, lar da arap fütuhatına iştirâk ederek, bu ara­ buranın ismi hiç geçm ez. Ş eh ir mukaddes da büyük kayıplara uğram ışlardı. İslâmiyet! mahalli ziyâret eden ve şimdi harâbelerinİ kabulden sonra, bunların bîr çokları Ispanya­ gördüğümüz 4 mabedin İnşâsına izin veren ’ya giderek, orada yerleşm işlerdir. Neticede A k b a r devrinde bemen-hemen yeniden kurul­ bunlar da, Matmâ^alar gibi, şu friya akidelerini du. 1669 ’da A vran gzib , C ihan gir zamanında in­ kabûi e ttiler. Bunların reislerinden biri olan şa edilm iş büyük bir mabedi tahrip ettirip, Mat­ M aysara F as ’ta Barağvâtaların râfızîliklerin e hura ismini Islamabad olarak, değiştirdi ise de, yol açan meşhur 740 isyanını çıkarm ıştır. b ir çok bind şehirlerinin müsiüman isimleri Bundan başka râ fıziliğ i kabûi eden bu a şiret­ gibi, biı yeni ad da eski ismin yerini tutmadı. ler arasında Ma(mâta ve orta A tla s Matğara- A v ra n g z ib 'in ölümü İle Hind-türk devleti­ la n ile, A y t Vârâyn 'm şarki bir kolu olan nin inhilalinden sonra Mathura, Dehii ile A g­ Bani A b i N aşr ( bugünkü A y t, Bû-Nşar ) ’a . ra arasındaki bölgenin uğradığı siyâsî karışık­ tesâdüf olunmaktadır. lıktan sıkıntı çekti ve bilinmeyen bir tarihte . İ d r is ’in zuhurunda M atğara reisi Bablül, Ç atların, Marâthâların ve nihayet ingilizlerin evvelâ Bagdad halifesi Hârün al-Raşid 'e ta­ eline geçti. ra ftar olduğunu ilân etmiş, fak at sonradan Şim di Hindistan Tn birleşik eyâletleri ( Ut­ yenî hânedan tarafına geçm iştir. Bunun neti­ ta r P ra d esh ) içinde yer alan M atburâ şehri cesinde orta A tla s M atğaraları X VII. asra nüfusunun 1 9 2 1 ’de dörtte birinden fazlası kadar siyâsi bir rol oynamamış görünmekle ($6.666 nüfusun 13.47$’i ) müsiüman idi. (Bu beraber, hiç olmazsa istiklâllerini mnhâfaza nüfus 19si ’de ıo$-773’e varmış bulunuyor.] etm işlerdir. XVII. asırdan itibâren bunlar böl­ Bugünkü şehrin ortasında, ı6$9 'da A vran gzib gelerinden, görünüşe göre, cenuptan gelen 'in Matburâ valisi tâyin etm iş olduğu ‘ A bd m utaarrızlar tarafından kovulmuşlardır. Nad- al-Nabi Han tarafından 16 6 1'de inşa edilmiş rüma civarındaki sahil M adaraların a gelince, olan câmi yükselm ektedir. bunlar Muvahhîdler hanedanının yardım cısı B i b l i y o g r a f y a : Eiliot-Dowson, His­ olan K Sm yalar ile ittifa k ederek, siyâsi bir tory o f India , II, 44; IV, 447; Vin­ ehemm iyet kazanmışlardır. Bu sırada bunlar cent A . Smith, Akbar ( O xford, 19 17 ), T âvunt kalesini inşa etmişler ve bir az sonra fih ris t; F. S. Growse, Mathura, a District M arinilerin tarafını iltizâm eylem işlerdir. Bu Memoir (3 . tab., A Jlahâbid, 18 8 3 ); D. L. suretle kendilerini imhâ eden Tlemsen hâkimi Drake-Brockm an, Muttra ( District Gazet­ meşhur Y ağm urâsan 'in düşmanlığını kazandı­ teers of the United Provinces o f Agra and lar, Oudh, A llahabad, 1911, V I I ) ; al-'U tb l, TaMatğara yazılışı yerine, İbn Haldun Mairîh-i Yamlni; Muh. Kâsim F irişta, Gulşan-i Ibrâkimi ( Bombay, 1832 ) ; N işim ğara kullanm aktadır. Y en i Fas metinlerinde Madğara şekline de tesâdüf olunmaktadır. al-Din A^med, faba^ât-i A k b a ri ; A b d alB i b l i y o g r a f y a : al-Bakri ve al-İdK âdir B ad âu n i, Muntahab al-tavârih (nşr. r is i, fih ristler; İbn Haldun, K itâb al-ibar ve tre. Ranking ) ; M ulli : Abd al-Ham id Lahavri, PâdifSh-nâma ; Musta'idd Han, Ma’S( tr e . de Siane ), 1, 2 3 7— 241 ; Leo A fric a ­ nus, Description de l’Afrique ( nşr. Sehefer ), sir-i 'Alamgiri ( Bibi. îndica})\ Navvâb İb­ rahim Han, Târîk-z İbrahim Hân ( tre. Elliot II, 54, 342 ;_III, 7 1 , 225( G - S . C o l i n .) M A T H U R A . f M A T H U R A .] ve Dowson, History o f India }. M A T H U R A . M A T H U R A ( bâzı ing. hari­ ( T . W . H a i g .) talarında M U TT R A ), şimalî Hindistan ’da 27’ M A T ÎN . [ Bk. A l l a h .] 3 1' şimâl arzı ve 77“ 4 1' şark tülünde, A gra M A T L A '. (B k . M A T Â L İ'.] M A T M A T A . [B k . M ATM ÂTA.] ’mu şimalinde bulunan bir ş e h r i n ve aynı isimli bir i d â r i b ö l ü m ü n a d ı , Buddhism M A T M Â T A . M A T M Â T A , büyük Butr ko­ devrinde mevkiinin ehemmiyeti o çağdan ka­ lundan, Madğara, Küm ya, Lamaya, Şaddina, lan ve burada meydana çıkartılan bir çok ki- Madyüna, M ağila v.b. kardeşi bir b e r b e r i tâbe ve oyma yazılardan anlaşılm aktadır. Hind a ş i r e t i . Bunlar, diğer bütün Butrlar gibi, tarihinin daha yakın bir devrinde, K rlşna 'nın muhtemelen menşe’leri Trablus olan Bani F i ­ doğduğu şehir telakki edilmesi sebebi ile, mu­ tin grubunu teşkil etm ekte idi. M atm italar kaddes bir y e r oldu ve burada muhteşem ıriâ- hakkında başlıca kaynağımızı al-Bakri ye İbn



404



MAT m A t A -



Haldun teşkil eder. Bunlarda da, ekseri B utr kabilelerinde olduğu gibi, üç esas gurup göze çarpar : 1. Şark! M agrib ’de, ilk vatanlarına yakın olan bir yerde oturanlar, yâni cenâb! Tunus 'ta G âbes 'in aş.-yk. 40 km. cenûb-i garbisin­ deki bugünkü M atmâtalar. 2. M erkezî M agrib 'de, evvelâ Mindâs ’m şîmâl-i şarkîsinde Sersu yaylalarında yerleşm iş olanlar. Bunlar bir müddet sonra, Zanâta Ba­ ni Tücin tarafından, yerlerinden kovulduktan sonra, V â n şa ris ( bugünkü Quarsénis ) dağına kaçmışlardır. 3. F as 'a kadar nufûz etm iş kollar. IV. ( X ) asırdan beri bunlara bugünkü Kabdânaler ülkesinde (M e iiila ’nın cenûb-ı şarkîsin d e) ve yukarı Muluya vadisinde A m askür civa­ rında rastlaşm aktadır. İbn Haldun, bunlardan başka, F âs ile Şufrüy arasındaki kendi adları ite anılan silsilede yaşayan bir küçük zümre­ den de bahsediyor. Hiç şüphesiz, bunlar da evvelce Tâza ovasında oturuyorlardı ; çünkü Fas ile Tâza arasında m evcut bulunan bir yer bugün bile bunların adını taşım aktadır. Nihây et garp kısmını teşkil eden T âm asn â’daki M atm âtalar al-İdrîsi 'de zikredilm ektedir. M atm âtalar İslâm devrinin ilk asırlarında mühim bir rol oynadılar. M erkezî M agrib Matm âtaları ebâdî akidelerini kabûi etm işlerdi. Şanhâca ve Zanâtalarm bunların üzerindeki hâkimiyeti sona erince, bir çoğu İsp anya’ya gitti. M atm âta berberîlerinin en meşhur siması, İbn Haldun ’un sık-sık baş-vurduğu meşhûr berberi nesep çi si SSbilf b. Sulaymân ’dır. B i b t i g o g r a f g a: al-Bakri ve al-İdrısi, fih ristler; İbn Haldun, H istoire des Berbères ( trc. de Slane ), 1, 246 v. dd. ( G . S. C O L I N .) M A T N . [B k . m e t İN.] M A T R A H . [M ATRAH .] M A T R A H . M A T R A H , A ra b ista n ’ın şark sahilinde, “Oman körfezi kıyısında, Masijat şehrinin 3,5 km. garbında bulunan bir ş e h i r . 14,000 kadar nüfusu olan bu yer, dahilî A ra ­ bistan ile ticârette bulunan kervanların hare­ k et noktası ve O m ân ’ın, M a sk at'ta n sonra, en ehem m iyetli ticâret m erkezidir. Şehrin ci­ varı çok güzel ve münbit olup, limanı iyi ve girilm esi kolay ise de, fırtınaya karşı muhâfazalı değildir. Buradan gemi ile M askat 'a bir saatte gidilebilir. E vvelce burada Omân sul­ tanının gemi inşa kızakları ve oldukça faâ] iplik ve dokuma sanayii var idi. Portekizlilerin Omân körfezine hâkim oldukları devirden kalma b 'r hisar hâlâ m evcuttur, W ellsted 'e gere, şehrin nüfusu evvelce 20.000 'i bulmak­ ta idi, ■



MÂTÜRÎDÎ. B i b i i g o g r a f g o : C. Niebuhr, Beschreibang von Arabien ( Kopenhagen, 1772), s. 2 9 7 ); C. R itter, Erdkunde von A sien ( Berlin, 1846 ), VIII/I, 518 v .d d .; A . Sprenger, D ie alte Ceograpkie Arabiens ( Bern, 1873 ) s. 106 ; Th. Bent, Southern A rabia ( London, 1900 ), s. 68 v .d ; M uscat, Report f o r the gear 1912 — 1913 on the Trade o f M uscat, Ed, at the Foreign O ffice and the Board o f Trade (L ondon , 19 13 ), s. 3 v.d. (n r. 5198, A n u a l Series, Diplom atic and Consu­ lar Reports ). ( A . GROHMANN.) M Â T U R İD İ. [ Bk. MÂTÜRİDİ. ] M Â T Ü R Î D Î. M Â TU R İD İ < ? — 9 44 1, A b u M a n ş ü r M u h a m m e d b. M uham m edb. M ahm ud a l - H a n a f î ‘ A la m a l- H u d â a l - M u t a k a ll I m AL-MÂTURİDI AL-SAM ARKANDÎ, kelâm da, A §'a ri ’ninki ile birlikte, sünnî müslümanlığı mey­ dana getiren m â t ü r i d î k o l u n u n r e i s i . H er iki kol aynı derecede sünni olmakla bera­ ber al-M âturidi adını kaldırm ak v e bütün râfız île r karşısında islâm iyetin müdafii olarak, alA ş'a ri 'yi başta tutm ak hususunda devamlı bir tem ayül var id i; ancak M âverâünnehr’d e - MSturid i mezhebi her zaman hâkim idi ve hâlâ öy led ır ve ahi al-sunna va ’1-camB a ’u n fikirle­ rini tem sil eder. al-M âturidi ’nin hayatı hakkın­ da hemen-hemen hiç bir şey bilinm em ektedir; Sem erkand ’da 333 ( 944 ) yılında vefat etm iştir ve kendinden bir az önce, 330 ( 941 ) ’a doğru ölmüş olan a l-A ş:ari ’nin muasırı i d i ; hâlbuki bir d iğer m uâsın olan al-Tahâvi, M ıs ır’da 331 'de vefat etm iştir. H er üçü de m ûteziiîlerin ehl-i sünneye mensup müslümanlara hücûm etmek için kullandıkları m antıkî deliller ile sünnîliği müdâfaa eden ve çok çabuk yayılm ış olması İcâp eden cereyanı tem sil ediyorlardı. . M âturid veya M aturit Sem erkand 'in bir nahiyesidir ( mahall, ka rg a ). C o ğ ra fî mev­ cudiyeti ve A bü Manşür al-M âturidi ile mü­ nâsebeti al-Sam!ân i'n in al-A n sâb ( 498b, str. 4 5 krş. bir de Barthold, Turkestan down to the Mongol invasion, G M S , yeni se­ rî, V , 90, not 9 ve 10 ve burada zikredi­ len rusça e s e rle r) 'ındaki M âturiti madde­ sinden anlaşılm aktadır. H anefîlere dâir fabakât kitapları onun üstadlarının adlarını verm ek­ tedir, fak at bu isim ler bizim için hiç bir şey ifâde etm iyor ( bk. İbn Kutlu-Boga, nşr. Flügel, nr. 173 ve Flügel, H anefiten, s. 274, 293, 395, 298,313). al-Sayyid a!-Murta 4 â, İfrgâ* (II, 5 — 1 4 ) üzerine yazdığı şerhin «ç’ ude bulunan, Mâturidi 'ye dâir küçük rısâlesinde, onun hak­ kında her ikisi kısa ( cala ' 1-ih tisS r) iki hâl tercümesinden başka bir şey bulamadığından şikâ yet eder. H attâ Y â ljü t'u n Mu cam 'inde, ne ona,,ne de M âturid 'e dâir bir .kayıt vardır



MÂTÜRÎd L



405



tbn Haldun, kalâm ’ m menşe' ve tarihi hak- fa k ü ltesi mecm., sayı 23, İstanbul, 1932, kındaki denemesinde ( M ukaddim e, trc. de Sla- s. 7 v.d.) bahsederken, b ir münâsebet ile, ne, III, 55 v.d d .; nşr. Q uatrem ere, III, 38 v.dd.), al-M âturidi ’ y i ve eserlerini zikretm ektedir. ona hiç y er vermemekte, yalnız A şa 'a ri ile Burada fazla olarak şu eserleri sayılm ıştır: bnnun taraftarlarından bahsetm ektedir, ,,aî- I, R a d d tahzib al-cadal l i ’l-K a 'b i; î . R add A ş ‘ari 'nin sünnî hasmı A b« H anifa 'dir“ diyen kitâb al-Kd'bt f i va id al-fussak J 3. R add alİbn Hazm ( ölm. 456 «= 1046; F işn l, Kahire, u şü l al-hamsa li-A b i ’ Omar al-B âhilî; 4. 1320, II, t u ), al-M âturidi 'ye hiç işâret etmez. R add kitâb al-imâmat li b a 'i al-uşul r a v â fii; A yn ı şekilde al-Şahrastâni ( ölm. 548 = 1153 ; 5 ve 6. al-R add ‘ ala 'l-karâm ita, iki kitap M ılal, trc. Haarbrücker, I, 159; metin için bk. olup, birincide esâsları, İkincide fürû’ u redd­ ibn blazm, I, 188, h a şiye), A bu H anifa ’nin etm iştir; 7. Ma’ haz al-şarây'V ve 8. al-Cadal düşüncelerini nakleder, fak at M âturidi Men ( fıkıh usûlüne dâir iki kitap ). bahsetmez. A bu H an ifa'n in m ürciîlere mü­ Bugün mevcut olan eserlerinin ( krş. Bro­ tem ayil olduğunu, talebelerine ehl-i sünnet- ckelmann, G A L , I, 195 v e Sappl., I, 346 v.d.) m ürciîleri denildiğini söyler ki, bu şüphesiz başında Ta’v ılâ t a l-K a râ n gelir ki, İstanbul'da Sünnîlikten çıkm ış bir m ürciîlik şekli mâna­ m üteaddit nüshaları bulunmaktadır ( msl. Nûsına gelm ektedir. al-Sayyid al-Murtazâ ( ayn. ruosmâniye kütüp., nr. 122— 125; Köprülü küesr„ s. 13) da m ûtezilîlerin Abu Hanifa 'nin ken­ tüp., nr. 47— 48 ) ve Abü Bakr Muhammed b, dilerinden olduğunu İddia etn iklerin i, bir k i­ Ajjm ed al-Samarkandi tarafından şerhediimiştap yazm ış olduğunu kabûl etm ediklerini, tir ( bunun n üshaları: Veliyüddİn Efendi kü­ çünkü bunun kendi akidelerine tam im iyle zıt tüp,, nr. 4236; Hamidiye kütüp., nr. 176; Selim olduğunu söyler. Bedihî olarak hakikat şudur A ğ a kütüp., nr. 140 v.b.). C a m b rid ge’de (A d d . k i, A bü H anifa (Sim. 150 = 767) m ûtezilîlerin 3632 ) bir nüshası bulunan Kitâb al-ta vh îd 'i, usûllerini kabûl eden ve imânın kuvvetlendiril­ kendisine isnât edilen bir Risâla f i 't- aka id mesi için bunlardan delil çıkaran ilk şahsiyet ile birlikte, T ü rkiye 'de, husûsî ellerde bulunan idi. B ir de başlangıçtan beri o kadar yüksek iki nüshasına istinaden, Y usuf Ziya Yörükân bir mevkie sâhip olmuş idi ki, ona râ fızî demek tarafından b astırılm ıştır: tslâm akaidine dâir im kânsız idi. Bu va ziyet M âturidi kolunda eski metinler, 1. Ebû M ansûr M âturidi'nin da devam etm iştir. ‘ ik i eseri t T evh id kitabı ve A k a id risâlesi Bütün bunlar kalâm ’ m bir ıstılah hâlini al­ ( A nka ra üniversitesi, ilâ h iya t fa k ü ltesi nşr. masından önce ve fik h ’ta hem kelâm ve hem 5, İstanbul, 1953). Burada şunu da kaydet­ fıkıh mânasına geldiği, ancak kelâm „büyük fı­ mek icâp eder, ki G A L , Suppl. ( I, 364, kıh“ al-fikh al-akbar [ bk. mad, KALÂM ] denil­ nr. 4 ) Ma M akâlât 'inin Köprülü kütüphâdiği bir devirde vukûa gelm iştir. A b ü H anifa nesİnde ( nr. 856) bir nüshası mevcut gi­ ’nin eserlerinden biri al-F ikh al-akbar adını ta ­ bi gösterilir ise de, bu eser al-M âturidi ’ye şıyordu ve elim izde al-MSturidi ’ye isnât edilen â it değildir. Bir de K a y se ri’de Râşid Efendi bir şerhi vardır ( Haydarâbâd, 1321 ) ; bu ona kütüphânesinde bulunan ( nr. 497/53 ) ve alisnât edilen basılm ış yegâne eser olup, Mâ­ Mâturidi ’ye isnât edilen Kitâb tafsir al-asma tu rid i ’nin eserlerine dâir elim izde bulunan ve va ’I- şifât, gerçekte !A b d al-Kâhir al-Bağdâdi tam âm iyle birbirine benzeyen iki üsted e ( al- ’ nin eseridir ( bk. Y. Z. Yörükân, Kitâb . . . , Sayyid al-M urtazâ, s. 5 ; İbn Kntlu-Boga, s. İlâh. fa k. derg., I— II, 104 v .d d .)]. Tercüme-i 43 ) m evcut değildir. Bu listelerde şu eserler hâl m üellifleri bu eserlerden büyük bir sitayiş z ik re d ilir: I. K itâb a t-ia vh ıd; z, K itâb al- ile bahsederler. Eserlerinin adları bilhassa m a kâ lâ f; 3. Kitâb radd ava il al-adilla li ’l- m ûtezile aleyhinde ten kitleri ihtivâ ettikleri K a 'b i; 4. K itâb bagân vakm al-m ti ta z ila ; 5. faraziyesinİ ileri sürmek imkânını verir ( alK itâb ta’v ilâ t a l-K a râ n . [ Bunlardan ayrı, da­ K a ’bi için bk. H orten, Philosophische Systeme, ha fazla mıkdarda e ser İhtiva e ttiği gibi, daha f ih r is t ). Filhakika al-Fifçh al-akbar şerhinin çok mevsûk olan bir liste A bu ’ 1-Ma’in May­ yalnız bîr yazm a nüshasında bu eser al-Mâtu­ mun b. Muhammed al-N asafi (ölm . 5 0 8 = 1 1 1 4 ) rid i 'y e isn ât olunmaktadır. [ D iğerleri de, 'nin Tabşirat al-adilla ’sinde bulunm aktadır adlarından anlaşılacağı üzere, râfızîler ile kar( bk. Muhammed b. T âvit at-Tanci, A bu M ansûr m atîlerin reddi için yazılm ıştır ]. al-M âtürîdî, ilâh iyat fa k ü ltesi dergisi, 1955, A bü H an ifa'n in kurduğu mezhebin nasıl IV /ı — n, z v.dd. bilhassa s. 8— 10 ). Bu zât olup da al-M âturidi ’nin mezhebi olarak tanın­ fi’Iî sıfatlar meselesinin tarihinden ( bu parça, d ığ ı bilinmiyor. al-M âturidi 'ye verilen al-Mubaşka bir kaynaktan alınarak, M. Şerefeddı'n takallim sıfatı, fıkıh ilminde mütehassıs olan­ „Y a ltk a y a “ tarafından türkçeye çevrilm iş id i; lara ( fu ka hâ ’ ) karşı, kendisinin A bü Hanifa bk. T ü rk kelâm cıları, D ârülfünûn ilâhiyat mezhebinin kelâmcısı olduğu mânasına gele­



406



MÂTÜRÎDÎ ~ MÂ-Ol -AYNEYN.



bilir. F akat bunu kabûl veya reddetm ek husûsundaki iki temâyül hâlâ devam etm ektedir. Talebelerinden biri olan al-N asafi ’nin, bir eş’arî olan al-Taftazani 'nin şerhi ile genişle­ tilm iş ‘ A lfâ ’i d ’i el-Ezher m edresesinde son iki yılın kelâma â it müfredat program ını ihtiva eden kitabı teşkil eder ve bu kitaba M ıs ır’da son derecede itim at edilir. Bununla beraber, M ısır m üftîsi ve islâm iyati yeniden canlandırıp, islâh eden rahm etli M uhammed!A bdü, Beyrut ’ta verdimi bir seri konferansta ( Risâlat altavhïd : E xposé de la religion musulmane, tra­ duite de l ’arabe. . . trc. B. Michel ve Moustafa ‘A b d el Razik, Paris, 1925 ), İslâm kelâmının inkişâfı ve aldığı son vaziyet hakkında görüş­ lerini bildird iği zaman, al-M âturidi ’ye hiç bir telm ihte bulunmadan, bizzat kendini Mâturidi olarak gösterm iş idi. İki mezhep arasındaki farklar on üç olarak gösterilir, ( fak at msl. Şayh-zâda, Nazm al-farâ'id ve ca ni al-fava id f i bayan al-masa il allati valf a f ik a '1-ik tilS f bayna 'l-m aiurldïya va 'l- a ş a r îy a fi 'l- aka id (K a h ire, 1317 } ’inde 40 mesele saym aktadır ( krş. bir de Abu *1Hasan b. ‘ A b d al-Muhsin, al-Raviat al-bakiy a fim â valf a bayna 'l-aş' ariya va ’l-mâturidiya, Haydarâbâd, 1322 ) ve K âzi-zada, M umayyizât mazhab al-m&turtdîya ' ani 'l-mazâhib al-ğayrlya ( Berlin, 2492 ). Bununla be­ raber, gâlibâ bu ayrılıklar yalnız A bu ’ 1-Ha­ şan a l-A ş'a ri ile al-M âturidi arasında olma­ yıp, muahhar taraftarları arasındaki ayrılık­ lardır ]. Fİkrî Hususlardaki ( m a'navi ) farklar 6, ifâde ( la fz i ) husûsundakiler ise, 7 ad ettir bu a yrılıklar hakkında daha fazla bilgi için bk. al-Sayyid al-M urtazâ, s. S v. dd. ve A b u ’Uzba, al-Ravza al-bahiya, Haydürâbâd, 1904). Bunlar G oldziher ( Vorlesungen, s. 1 10 v. dd.) ve H orten ( P kilosophische Systèm e, s. 53» v. dd.) tarafından tetk ik edilm iştir. Bu ayrılık­ ların ehem m iyetsiz olduğu sık-sık söylenir ise de, hiç de öyle değildir. A bu H a n ifa ’nin ah­ lâk bakımından aldığı vaziyet burada, fıkhın­ da olduğu kadar açıktır, al-A ş’ ari Allahın irâdesini mutlak olarak muhafaza etmek isti­ yordu. Ne olursa-olsun yapabilirdi ve bir şey A lla h istediği için „iy i" idi. Binnetice öteki dünyadaki m ükâfat ve cezâlarm ahlâkî hiç bir „tem eli“ yok idi. Fakat A bu Hanifa ve on­ dan sonra al-M âturidi ve taraftarları, insanın m ükâfatiandırıldığı ve cezalandırıldığı amel­ lerine m üteallik bir cüz’î irâdesi ( ihtiyarı ) olduğunu ,,kabûl eder. M ukadderat ile eüz’î irâde arasında bu esaslı mübâyeneti izah için bir teşebbüs yapılmaz ; bunlar tamâmiyle mutezâd oldukları hâlde, müsâvî vak’alar imiş gibi, yan-yana beyân edilm ektedir. K ezâ Abu



H anifa kütü işlerin A llahın irâdesi ile vukûa geldiğini ( zîra başka türlü hâsıl olmaları im kânsız olurdu ), kabûl e ttiğ i hâlde, bunla­ rın A llahın, „m em nuniyeti" ( rizvân ) için vu­ kua geldiğini sö yleyecek kadar ileri gitm ez ve sonra, mâtüridîler „m ağ firet te’minâtını“ kabûl ederler, hâlbuki e ş ’arîler bunu redd­ ederler. Bir mâtüridînin „m uhakkak ( hakkan ) m üm inim " demesi mümkündür, fak at bir eş'a rî ancak „A lla h isterse, mü'minim“ diyebi­ lir. Bununla berâber, m âtüridîiik, bu esâstı ayrılık sebebi ile, A ş ari mezhebinin beşerî ve ahlâkî hissine derin bir surette nufûz et­ m iştir ve hattâ son devrin kendi m ezhepleri­ ne tamâmiyle inanmış e ş’arîleri, az veya çok yüksek bir derecede, birer m âtüridîdirler. B i b l i y o g r a f y a ' , Makale içinde gös­ terilm iştir. Fakat krş. mad, K E L Â M ; [ Mu­ hammed b. T â v it at-T anci, gSst. yer, s, 8, not 1 'deki kaynaklar ]. ( D . B . M a c d o n a l d .)



[ Bu makale AH M ED A T E Ş tarafından tâdil ve ikmâl edilm iştir], M Â U N . [Bk._M ÂÛ N .] M Â Û N . AL-M A ÜN, Kur'an 'da CVII. sûre­ nin a d ı; burada 7. âyete göre, ma Sn keli­ mesi zakât mânasına gelm ektedir. M Â -Ü L -A Y N E Y N . MÂ al -’AYNA Y N al ŞİNGÎTİ, XIX. asrın sonları ve XX. asrın baş­ larında M a v r i t a n y a ’d a yaşam ış olan m e şh û r b ir r e i s i n en m â r u f i e k a b ı ; harfiyen „iki gözün suyu" mânasına gelen bu lekabın bir kaç izah şekli var ise de, bunların en mâkulü, gâlibâ, fcurrat al-‘ ayn gibi, sâdece güzel b ir tâbir telâ kki edilm esidir. Muhammed M ustafâ Mâ' al-:A ynayn memle­ ketinde büyük b ir şöhreti olan bir m urâbıt reisinin 12. oğlu id i; babası Muhammed Fâzit b. Ma’mün, XVIII. asrın sonlarında V alâta ’de dünyaya gelm iş olup, ŞingiJ şehrinin cenûb-i şarkîsinde al-H avz bölgesindeki m ağribî G alâgima kabîlesinin reisi i d i ; din î reis al-Muhtâr al-K unti [ b. bk.] ’nin idâre e ttiğ i fâ z iliy a İle bozuştuktan sonra, kâd iriya [ b. bk.] ’ye bağlı yeni bir ihvan cem iyeti kurdu ve buna, kendi adına izâfeten, fâziliy a ismini verdi, Muhammed F âzil 1869 ’da ölünce, Mâ’ a l-'A ynayn, al-H avz bölgesini terk e tti ve dinî tah­ silini tamamlamak maksadı ile, Ş in g iç ’a g itti ( bu mâmûr m ağribî m erkezi hakkında bk. aslen oralı olup, K ahire ’de yerleşm ’ş bulunan Ahmed b. al-Am in al-Şin gı{i, al-Vasî{ f i tarâcim udabâ’ Ş in g îf, Kahire, 1329 = 1 9 u ). Mâ’ al-'A ynayn Önce, bir kaç yıl A d râ r[ b. bk.) ’da oturdu, sonra da daha şimale S â k iy at alhamrâ’ bölgesine g itti ve 1884 ’ten itibaren de burada kaldı. Bugün İspanya ’ya â it Rio



MÂ- ü l -AYNEYN . d e O r o ’ nun şimâ! kısmım teşkil eden bütün bu bölge adam Öldürme ve eşkıyalık vak’alarına sahne olm akta idi, Mâ’ al-cA yn ayn orada asayişi te ’mine ve toprağı yeniden verim li hâle getirm eğe muvaffak o ld u ; bir çok yerle­ re hurma a ğa çlan d ik tir tti; bir taraftan Şing i t v e S e n e g a l'e , diğer taraftan F a s ’a doğru kervan ile ticâreti teşv ik etti. O rada müstemirren Şm âra mevkiinde kaldı ve sonraları V â d i Tarzâvü üzerinde m ağribî üslûbunda kendine bir kaşba yaptırdı. Şimâlı A frik a 'da Sahra m em leketlerinin bugünkü dinî reisterinin çoğu gibi, o da aynı zamanda ticârî ve siyâsî faâ liy ette bulundu ve murâbıt akidele­ rini yaym ağa çalıştı. Ç o k geçmeden, kendine F a s ’ta, elbiselerinin rengi dolayısı ile, „m âvi adam lar“ diye meşhâr olan, çok sayıda tarafdar toplam ağa m uvaffak oldu. „M âvi adamla­ rın“ üzerinde mâvi bir hant ca llöb a ’si, mâvi b ir bornuz ve başlarında da mâvi sarık var idi. Bunlara, reislerinin adına izâfetle, ‘aynıya de­ dikleri gibi, şnâgla ( sanâkita ) „şin gitliler“ de denilm ekte idi. Mâ’ al- A ynayn kısa zamanda, Fas sultanla­ r ı ile devamlı münâsebetler kurm ağa başladı. Daha M a v lly ‘A b d al-Rahman b. Hişâm ( 1*38 — 1276 = 1822— 1859 ) zamanında, hacca gider­ ken, F a s ’ta kalmış idi. Sonradan ve bilhassa M avlay al-I^asan ( 1290— 1 3 1 1 = 1877— 1894 ) devrinde, muayyen zamanlarda M erâkeş ve F a s ’a gitm ekte ve köle te ’min etmesi de ( aynı zamanda esir ticâreti de yapm akta idi ) sultan tarafından gâ y et iyi karşılanm akta idi. G enç M a v lly :A b d al-1A z iz [ b, bk.] 1311 (1894) 'de tah ta çıktığı zaman, Mâ’ al-‘ A yn ayn ona biat e tti ve 1896 'da M erâkeş ’e onu görm eğe g itti. Sultan cenuptaki payitahtında, tarîkati için bir zaviye yaptırm ak üzere, ona bir yer hibe e tti ve maiyeti ile birlikte kendisini Fas rın limanı M ogador'dan Rio de O r o ’nun limanı olan T a r fâ 'y a göndermek üzere, bir gem i kirâladı, Ş m lra 'n in merkezine bir yol ile bağlı olan bir küçük liman, bu devirden itibâren ehemm iyet kazan d ı: alman gem ileri, İspanyol ve yunan yelkenlileri, F as 'ta yükle­ d ikleri eşyâları, ehemmiyetli harp silâhı ve mühimmattan ibâret hamulelerini buraya taşı­ yorlardı. Bu mühimmat ve silâhlar, fransızla­ rın Senegal hudutlarında yayılm asına mâni olmak maksadı ile, taraftarların ı teçhiz etmek v e m agribli kabilelerin silahlandırılm ası için Mâ’ al-’ A ynayn 'e gönderiliyordu. Filhakika bir çok yıldan beri, M â’ al-’ A ynayn te'siri altında tuttuğu bu büyük ülkede, franstzlarm Mavritanya 'y a "d o ğ ru nufûzlarını genişletm ek siyâ­ setine karşı düşmanca bir hava yaratm akta idi. T icikca yakınlarında, 12 mayıs »905 ’te



407



seyyah X avier Coppolani 'nin öldürülmesinden sonra, 1906'da F ra n sa ’y ı T â g a n t’ı işgale zor­ layan yabancılara karşı düşmanca hareketler de büyük ölçüde Mâ’ al-‘A ynayn tarafından tertiplenm ekte idi. Bu hâdiselerden sonra, Mâ’ a l-A y n a y n , ken­ disine tâbî m agribli büyük kabilelerin reisle­ rini bir araya topladıktan sonra, onlar ile bir­ lik te Fas şehrine gitti v e Mavritanya ’da fransızlara karşı Fas 'tn ittifak ve yardımını te ’mine ça’ıştı. M avlly ’A b d al-’A z iz tarafın­ dan iyî karşılandı ve A d r â r ’m m ah zan mü­ messili sıfatı İle, sultanın yeğenlerinden Mav15y İdris ’i vekil olarak bırakmağa muvaffak oldn. A yn ı zamanda, Süs ’tan al-Sâkiyat alhamra’ bölgesine kadar bütün sahrâlı muha­ ripleri etrafına toplayıp, cihâda çağırabilm ek için, T İznit 'teki içaşba 'da yerleşmesine müsâ­ ade edildi. M avtây ‘A b d al-’A z iz Mâ’ al-’A y ­ nayn ’in tasavvurları üzerine kurduğu ümitle­ rinde hayal sukutuna uğradı. Oujda ( Ucda ) ve Chaouıa ( Ş âviya ) bölgelerinin fransızlar tarafından işgali üzerine, M â’ a l-'A y n a y n 'i bu işten uzaklaştırdı. O kendi memleketinde de m uvaffak olam adı; A d râ r seferinden sonra, m em leketteki nufûzu azaldı ; — m iralay Gouraud ’nun idaresindeki fransız ku vvetleri bu sefer esnasında M â’ al- A ynayn ’i bozguna uğrattı. Bununla beraber, Mâ’ al-’A ynayn eski mül­ kü üzerindeki nufûzuna tekrar kavuşmak ümi­ dini hâlâ tamâmen kaybetm iş değil idi. Üm it­ lerini daha da ileriye götürerek, 1910 mayı­ sında kendisini s u l t a n ilân etm ekte ve ale­ vî hükümdarları tarafından kâfirlere satıldığı iddiası ile, Fas ’1 geri almak hususunda teşeb­ büslere girişm ekte tereddüt etmedi. Etrafına A n ti-A tia s ve Süs ’un bütün kabileleri ile ken­ di tarafdarlarını toplayarak, M erâkeş 'e gitti ve oradan, orta A tla s yolu ile, Fas şehri üze­ rine ânî bir lıücûm yapmak istedi. Fakat kuv­ vetleri T âd lâ { b. bk.] civarında 23 haziran 19 10 'da, general M oin ier’nin kuvvetleri tara­ fından, bozguna uğratıldı. Mâ’ al-1A yn ayn kaç­ maktan ve" Süs a sığınm aktan başka çâre bu­ lam adı; orada ber kes onu terk e tti ve yaşa­ mak için, köleleri ile sürülerini satm ak mecbûriyetinde kaldı. T iz n it ’teki k a şb a ’sına, çe­ kildi ve orada 17 şevval 1328 (28 teşrin I. 1910 ) 'de öldü. İki sene sonra, Mâ’ al-’A ynayn ’in oğlu A h ­ med al-Hiba de kendisini sultan ilân etmeğe çalıştı. M ebdîlik iddiası ile T izn it 'ten hareket ederek, M erâkeş ’e g itti ve orada kendisini Mahdi ilân e ttird i; askerleri şehri yakıp-yıktılar. Fakat 29 ağustosta H iba m iralay Mang i n ’in kuvvetleri tarafından B e n g u érir’de boz­



408



MÂ-O l -AYN E YN -



guna u ğ ra tıld ı; M angin’in kuvvetleri, S id iBÜ -Osm an 'da yapılan ikinci bir savaştan son­ ra , aynı yılın 7 eylülünde M erâkeş’ e girdi, F a s 'ta , gizli ve açık, sayısız taraftarları olan Mâ’ a l-A y n a y n bu m em lekette hakikî bir riya zet ehli ve büyük bir d :n âlimi olarak şöhret bırakm ış idi. — „Saçları kesik, yüzü ör­ tülü idi ; yalnız cuma günleri, camiye gitmek üzere, sokağa çıkardı. Mâ* al*‘A yn ayn son de­ rece kanaatkar bir hayat sürüyor, ağzına süt, hurma ve koyun etinden başka bir şey koymayordu. Bir edip olarak, dine, tasavvufa, hey’ete, nücûme dâir bir çok eserler ile derûnî murakabe, m etafizik nazariyeier, elkim yâya dâir muhtelif risâleler yazardı. Babası ve kar­ deşleri gibi, o da çevresinde, tilm izleri vâsıtası ile, hârıkulâde şeyler yaptığına, keram et sâhibi olduğuna dâir rivayetlerin yayılm asını se. viyordu. Böyleoe Fas ’ta olduğu gibi, S egu iet 'te de nufûz ve itibârını son derece a r ttır d ı. . . " ( E . Riehet, La Mauritanie, Paris, 1920, s. 126 v.d. ). Mâ’ a l-A y n a y n 'in yukarıda bahsi geçen he­ men bütün eserlerinin F a s 'ta kendi hesabına taş basm aları yapılmış idi, Murâbıt akidesi u ğ ­ randaki propagandası için, geniş ölçüde yaz­ dığı eserleri şunlardır : 1. A dab al-mufcalata ma*a 'l-yatim ( M u fid al-samı kenarında, nr. 20), 1321 ; 2. al-Akdas ‘ ala ’l-anfas ( İm im alHaramayn, Varakât 'tn ş e r h i), 1320; 3. D a lîl a l-rifâ k ‘ ala şams al-ittifâk ( 3 cîld ), »321 ; 4. D îv â n ( tasavvufî şiirlerden m ürekkep), 1316; 5. Cavâb al-m uhakkika f î ahbâr al-hirka, 1302; 6. Kitâb fâ tik al-ratk. 'ala râtilç al-fatk, 1296 ( 2. tab „ 1309 ) ; 7. H idâyat al-mubtadi'in Mordtmann ( Z D M G, VHI, XII, X IX , X X X III); S B Bagr. A h , 1871; D om ( Mélanges Asiatiques, I— IH, VI, VIII ) ; Thomas ( J R A S, *849,1852, 18 7i ). Daha yeni devirler için bk. Lane-Poole ve R. Stuart-P oole katalogları ; M arkov, Inven­ tarmg katalog', Zambaur ( Numism . Zeitschr., X L VII, 136 ) ; R, Vosm er, Sbornik Ermitaja, III, 119— 132 ( r u s ç a ) . ( R . V a sm e r.) M A Z H A B . [ Bk. FIKIH. ] M A Z H A R . ( Bk. MAZHAR. ] M A Z H A R . M A Z H A R ( 1 6 9 9 ? - 1 7 8 0 ) , MÎRZÄ ŞAMS AL-DI n HABIb ALLÄH veya MİRZÂ CÄN-CÄNÄN, ordu ve fars dillerinde şiirleri bulunan b ir ş â i r ve m u t a s a v v ı f . A slen türk olup, î i i i ( 1699/1700 ) veya 1113 (1 7 0 1 / 1702 ) ’te Mâlva ’da K âlâ-B âğ ’da doğdu. Ba­ bası M irza Cân, A vran gzib ’in sarayında mansıbdâr idi. A vran gzib , M irza Cân 'ın bir oğlu olduğunu duyunca, babasının ismine izâfeten, çocuğa Câu-Cânân adının verilm esini söyledi. Sonradan babası kendisine M irza Şam s aîDin H abib A llä h adını verdi ise de, o daha çok A v r a n g z ib ’in verdiği ad ile tanındı ve Maşhar ismini de mahlas olarak aldı. Ömrü­ nün büyük kısmım Dehli ’de geçirdi. Nihâyet mutaassıp bir şı’î tarafından atılan bir kur­ şun ile, 10 muharrem 1195 ( 6 kânûn H. 1780) ’te hayata gözlerini kapadı. Mazhar, Sayyid M ir Muhammed Badâ’üni vâsıtası ile, nakşbendî ve Muhammed ‘Â b id Sunâmi vâsıtası İle de kadiri tarîkatin e intisâp etm iş ise de, daha çok nakşbendî olarak tanınmış ve bunun bir kolu olan Şam siya-i M aşhariya tarikatını kurmuştur.



M AZH AR Maşhar 'm ordu dilinde yazdığı şiirler, kemm iyet itibârı ile az olmakla berâber, ordu şiirinin gelişm esi üzerindeki te’siri büyüktür ( Storey, I, 2. kıs,, s. 1033 ). Farsça eserleri şanlardır : 1. D îv a n , bin beyitten mürekkep olup, 1267 ( *851 ) 'de K alküte 'de, 1271 ( 1855 ) ’ de C avn p ur'da, 1272 ( 1855/1856 ) ’de Mad­ ras 'ta ve 1922 'de Lâhur 'da olmak üzere, 4 defa basılm ıştır ( dünya kütüphanelerindeki yazma nüshaları için bk. Storey, göst. yer. ). s. Harita-ı cavâhir, eski ve yeni şâirlerin şiir­ lerinden seçilm iş beyitleri ve ayrıca bâzı ru­ baileri ih tiva eden müntehabat mâhiyetinde bir e se r olup, D îvân ’1 ile birlik te, 1855 ve 1922 'de basılm ıştır. 3, Maktübât. T asavvufî m evzûdaki mektuplarını ihtiva eden bu eser, Muhammed Na'im A lla h Bahrâ’ici tarafından toplanıp, tertip edilmiştir. Henüz basılmamış olan bu eserin bir nüshası Hindistan ’da A li­ ga rh İslâm üniversitesi kütüphânesinde bu­ lunm aktadır ( bk. F ih ristti nasah-i ¡çalamî, A ligarh , 1930, s. 53, nr. 13, s. x8, nr„ 12 ). B i b l i y o g r a f y a ' . Muh. Na'im A llah Bahra’ici, Bişârât-i Mazhariya dar faza'il-i haiarât-i farika-i Mucaddidîya (y a zm .); Gulâm ‘A li Dihlavi, Makâmât-i Mazkari (D elh i, 1309 = 18 9 2 ); Bindrâban Das Hoşgü, Safina-i Hoşgü ( yazm.) ; M ir Muh. T â ­ k i, Nikâi al-fa'ara' (A vran gâ b â d , 1920); Gulâm 'A li A zâd, Sarv-i  zâ d ( Lâhur, 1913 ) î H ayrat, Makâlât-i şd'arâ’ (R am pür, 1228 = 181 3) ; Lahmi Narâyan A vrangâbâdi, Cul-i ranci ; ‘ A li İbrahim Han, Galzâr-i İbrâhim î ( Bankipür, 1 2 2 0 = 1 8 0 6 ) ; Gulâm Hamadâni Mushaf i, 'l%d-i şurayyci (A v r a n ­ gâbSd, ts.) ; ‘A li İbrahim Han, Şufauf-i İb­ rahim! ( yazm., Berlin, nr. 663 ) ; A bü *fâlib Han T abrizi, Hulâsat al-afkâr ( yazm., m üelliflerin listesi için bk. Cat. Bodleian, s. 302— 315, nr. 4 4 8 ); A hm ed 'A li Han, Mahzan al-ğarâ'ib ( bk. Caf. Bodleian, s. 317— 396, nr. 2693); K udrat A lla h K a d iri, Macmu' a-i nağz ( Lahur, 1933 ), II, 198 v. dd.; Gulâm Muhy al-D in, Tabakât-t suhan ( y a z m , Berlin, nr. Ğ70, 2. tabaka ) ; Husayn K uli Han ‘ A ?im âbâdi, N iftar-i 'iş k ( yazm ,); Muh. K udrat A llah Han, Natâ’ ic al-afkâr (M adras, 18 43); ‘A lî K abir, Hâzin al-şu‘arâ' ( yazm .) ; Sprenger, A Catalogue o f the A rabie, Persian and Hindüstânî Ma-



MÂZİN.



4*7



biographical dictianary { bk. m ad.. JA N J A N A N ) ; Rahman 'A li, Tazkira-i ' ulam â’-i H in d ( Luknov, 1894), s. 226; Saksena, History o f Urdu literatüre, s. 49 v. d d .; T. Grahame Bailey, History o f Urdu lite­ ratüre , s . 46; Supplem ent to the catalogue o f the Persian Manuscripts in the Oriental public library at Banldpare, I, 214 v .d .; Oriental College Magazin, XVIII, sayı ı ,s . * 7 “ 4 3 ! A zâd, Â b-i ftayât ( Lâhûr, 1 9 1 3 ) , s . 1 3 7 — 148; Ş ifta, C u lşan -i bilfâr, 142b v. d. ; Karim al-Din, T â rih -i ş u a r â ‘-i Ur­ du (D elh i, 1848), s. 105 v. d d ,; Rieu, Cat. Persian Mss. Br. Mas., I, 363»; C. A . S to rey, Persian literatüre, I, 2. kısım, s. 1033 v.d. ' ( M. H i d a y e t H o s a in .) [ B u m a d d e T A H SİN Y A Z IC I



t a r a fın d a n



ik ­



m â l e d ilm iş t ir ].



M A Z H İC . [ B k . M EZH fc.] M A Z İN . [ B k . MÂZİN.] M Â Z İN . M ÂZİN, A ra b ista n ’ın bütün büyük kavm t birliklerinde rastlanan bir takım a r a p k a b i l e l e r i n i n a d ı olup, bu husus A ğ â n i VIII, 141 ( = Y â l t ü t , Irşâd, II, 382 v .d .)'d e geçen bir fıkradan anlaşılm aktadır. Buna güre, halife al-V âşik kendisini ziyarete gelen dil âlim i A b ü ‘Osm an al-Mâzini 'y e Tamim, K ays, Rabi’a ve Yem en mâzinlerinden hangisine mensup olduğunu sormuş. Bunlardan birincisi Mazin b. M âlik b. ‘ A m r b. Tam im ( W üsten­ feld, Geneal. Tabellen, L 12 ), İkincisi Mazin b. Manşur ( D 10 ) veya Mazin b. Fazâra ( H 13 ) ; üçüneüsü Mazin b. Şaybân b. Zuhl ( C 19 ), sonuncusu ise H a zra c ’in (1 9 , 2 4 ) tâli kolu olan Mâzin b. al-N accâr ’dır. Fakat bunlardan başka daha bir çok kabile ve a şiretler de bu adı taşım aktadır. İbn al-K albi ’nin Camharat al-ansâb 'ında en az 70 Mazın sayılm aktadır ki, bunların mâruf olanları şun lardır: Mâzin b. S a'd b. Zabba ( İbn Kutayba, Kitâb al-m aârif, nşr. W üstenfeld, s. 36, daha doğrusu, Camhara, Brit. Mus., yazma, A dd. * 3 * 97 » H 44 : Mâzin b .'A b d Manât b. Bakr b. S a ‘d b. Z abba; Ta bbellen ’de y o k tu r ); Mâzin b. Şa‘ şa‘a b. Mu’âviya b, Bakr b. Havâzın (İbn K utayba, s. 42; Tabellen, M 1 4 ) ; Mâzin b. Rayş b. Ğ atafSn ( H 1 0) ; Mâzin b. R ab i'a b, Zubayd veya Mâzin Mazhic ( 7 , 1 8) ; Mâzin b. al-A zd ( 1 1 , 11) . Mâzin adını taşıyan kabilelerin çokluğa ve arap nuseripts o f the Libraries o f King o f Oudh ülkesinin her tarafına dağılm ış olması, bun­ ( K alküte, ' 1854 ), s. 256 ; Gulâm Sarvar, ların sonradan parçalanm ış bir tek kabile Hazinat al-aşfiyü (L ah u r, 1284), 1, 784— teşkil ettiği faraziyesini imkânsız kılm akta 787 ; M. Garcin de T assy, Histoire de la ve M âzin ’in bir has isimden ziyâde, bir cins littérature hindouie et hindoustanie ( P a­ isim olduğu zannını uyandırmaktadır. Mazana mânasına geldiğine ris, 1870), II, 297 — 300; Had&'ilç al-lfanafi- fiilinin „uzaklaşm ak“ ya (L u kn o v, 1891), s. 453; Beat e, Oriental bakılırsa, Mâzin ’in başlangıçta „muhâcir“



428



M ÂZıN.



dem ek olduğu, sonradan daha geniş bir mânada kendi kabilesinden ayrılıp, başka bir yabancı kabîle İle birleşen bütün zümrelere teşmil edildiği düşünülebilir. Bu iştikak da, hemen bütün arap kabîle adlarında olduğu gibi, bir faraziyeden öteye geçmemektedir, Elde bulunan kaynaklarda Mazin adını taşı­ yan bir çok kabilelere dâir coğrâfî ve ta ­ rihî malûmat bulunmaktadır. Bu kabilelerden hiçbiri mensup olduğu kabîle gurubundan daha büyük bir ehemmiyet kazanmamıştır. Medine Hazraclerinin oldukça ehemmiyetli bir züm­ resi olan Mazin b. al-Nacoâr ( islâmiyetin ilk zamanındaki rolleri için bk. Caetani, Annaîi deli 'İslam , I-1I, fih ris t) ve Zubyân kabilesine mensup oldukları iç:n, D âhis ve ai-Gabrâ’ ( bk. mad. Z U B Y Â N ve A ğ a n ı, X V I, 27 ) harp­ lerine iştirak etmiş olan Mazin b. Fazâra hak­ kında b iraz mâlûmat sih ib i bulunuyoruz. Birinci asrın sonlarında kendisi de b ir zubysnî olan şâir Ibn Mayyâda ( A ğ ani, II, 90, 102 ) bun­ lar hakkında çok şiddetli hicivler yazm ıştır. Dil âlimi A bu Osman 'm mensup olduğu Ma­ zin b. Şaybân 1>. Zuhl ’e gelince, bu makalenin başındaki fıkradan Öğrenildiği üzere, bunların lehçelerinde m ( kelime başında ? ) sesi, b şek­ linde telâffuz edilm ekte idi ( ma'smuke yerine, ba'sm ake „adın ne ?“ ) ve bu hususiyet diğer R abi'a lehçelerine p ek uymamaktadır. Nihayet bîr de Mazin b. al-A zd vardır ki, şecerelerine dayanan an’aneye göre, şimale doğru göç ederek, Gassân £ b. bk, ] adını almışlar ve bu ad ile şöhret bulmuşlardır. Mazin b. Mâlik b. 'A m r b. Tamim gurubu hakkında ise, elde oldukça geniş mâlûmat vardır. Tam im oğullarına [ b. bk. ] etrafında mûtad olmayan bir zenginlik ile inkişâf eden efsânede Mazin 'in amcası olan :A bd Şam s b. Sa'd b. Zayd Manât b. T am im ’in a l-A n b a r b. A m r b. Tamim ( bk. al-M ufazzal b. Salama, al-Fâhir, nşr. Storey, s. 233 ve n o t ) 'e karşı giriştiğ i mücâdele büyük bir yer tutm aktadır. Mazın kabilesi mensup olduğu ve Nacd ’in şimal-i garbı ucunda beraber oturduğu büyük A m r b. Tamim topluluğundan hiç ayrılmadı. M erkezi Zü K âr yakınında bulunan Safari ku­ yusu civarında idi ( N a k a iz , nşr. Bevan, s. 48, satır 17 'nîn n o tu ; Y aku t, 111, 9 5; B akri, s. 724, 1, 787 v .d .) ; başlıca tâlî kolları şunlar­ d ır: Bani Hurküş, Huzâ’ i, Rizâm, A nm âr, Zabina, Uşâşa, Ra’lân. Câhiliye devrinde Mazin­ ler kendi ana kabilelerini tâkip e ttiler ve bun­ ların yaptıkları harplere iştirâk ettiler. D iğer Tamim kabileleri ile beraber, münâvebe ile, :Ukâ? panayırında Iıâkim vazifesini deruhte ttile r ( Nafcö’ iz, s. 438 ). islâm iyetin zuhûru sıraşında, başlarında aynı zamanda şâir ola­



rak da tanınan Muj}ârik b. Şihâb ( bk. bilhas­ sa aî-Câhiz, Bayan, II, 171; al-K âli, A m a li, HI, 50 i Ibn Hacar, Işâba, Kahire, 1325, VI, 156) bulunuyordu, İslâmiyetin harâretli bir taraldarı olmamakla beraber, aslâ öteki T a ­ mim kabileleri ile beraber, Ridda ( H 1 1 ) 'ya iştirâk etmediler. Kadın peygam ber Sacâh [ b. bk.] 'ın kendilerine gönderdiği elçileri kabul etm ediler ve bunlardan Tağliblerden alH uzayl b. 'im râ n ’ı h a p settiler; bu şahıs, inti­ kam almak için, halife ‘Oşmân ’ın katlinden sonraki kargaşalık zamanını (3 5 = 656) bek­ ledi. Bu vaziyetten istifâde edip, Safari ülke­ sini tahrip etti ise de, M azinler cesâretle karşı koyarak, onu öldürdüler ve kuyuya a ttı­ lar (T a b a r î, I, 1911, 19*5; krş. A ğ ani, XIX, 145 v.d.; tercüm esi için bk. Caetani, A n n a li d e li‘Islâm, X, 352 v.d .; bu sonunucusunda Sa­ fari muharebesi Ridda hareketlerinden müsta­ kil olarak görülm ektedir). Daha sonra, M azinler d iğer Tam im ler gibi, toplu halde Horasan ’da yerleştiler ve orta A sya fütûhatına İştirâk ettiler. O rada temâyüz eden Mazinler arasında şunlar sa y ıla b ilir: yu­ karıda adı geçen eski reisin oğlu Şihâb b, Muhârik ( T abari, I, 2569, 2 70 7); 102 ( 7 2 0) ’de, Yazid b. al-Muhallab ’in bozguna uğrama­ sından sonra, bu ailenin bütün fertlerini öl­ dürmüş olan H ilâl b. al-A hvaz ( T abari, II, 1912 v .d .); İran kumandanı R utbil ’i öldüren Um ayr b. Sinan ( Ibn ai-K albi, Nasab aUhayl, s- 30, 3— 4. satırlara âit n o tla r ); Em evîlere karşı ayaklandıkları sırada A b b a si ordusunun Içavvâd'ları arasında da M azin ’e mensup bir çok kim selere rastlanm akla beraber, pek azım­ sanmayacak bir m ık darda Mâzi H âricîler sa ­ fına g e ç t i: A zrakilerin her kesi yıldırm ış olan reisi İfatari b. al-Fucâ'a [ b. bk.] da Mâzinlerin KSbiya b. Hurljüş boyuna mensup idi. Tam im şâirleri içinde pek azı mâzinlerdend ir: H ilâl b. ai-A s ar, Em evîler devrinde ( A ğ âni, II, 186 ); Mâlik b. al-Rayb, HaccSc ’ın mu­ asırı haydut-şâir ( A ğ ân i, XIX, 162— 169; Ibn Kutayba, al-Şi r «a ’l-şd’arâ\ nşr. de G oeje, s. 205 v. dd, v. b ); Ztıhayr b. 'U rva ai-Sakb (.4 g a n î, X iX , 156: ondan kalan pek az beyit ekseriya babası ’ Urva b. Calham ve 'A b d al-Rahmân b. K assan b. Ş â b it ’e isnat edil­ mektedir. K rş. M ufazzaliyât, nşr. Lyatl, s. 249, not y ). Nihayet arap dilcilerinin en tanınmış olan iki üstadı da M âzinlere m ensuptur: A b u 'A m r b. a l-'A lâ ’ ( ölm. 154; b. bk.) ve al-Nazr b. Şumayl ( şecereleri için bk. Tabellen, L ). B i b l i y o g r a f y a : W üstenfeld, R e ­ gister z. d. genealog. Tabellen, s. 291; Ibn i£utayba, Kitâb al-ma' arif ( nşr. W üstenfeld ), s. 3 6 - 4 2 ; İbn Durayd, Kitâb al-iştifyâk



M ÂZİN



M ÂZYÂR.



'tan geçen Bâbul ırmağının şark kaynağında ) olmak ihtim âli vardır. K ârin-vandler Bâvandi M u s., y a z m -, A d d . 23 297, 908— 9 2 “ v e tü r. ispahbad* lerine (m e rk e z i: F ir r im ) kıyasla yer. _ ( G . L E V î D E L L A V lD A .) daha aşağı bir durumda bulunuyorlardı. Zahir M A Z M U N . [ B k . MAZMÛN.] al-D in ( s , 167 ve 3 2 1) tarafından verilen I£âM A Z M Û N . MAZMUN, şer’î kanunların rin şeceresi hayâlidir. Bilinen ilk Kârini, arapzaman [ b. bk. „k e fa le t“ ] kısmında bir ıstılah lara karşı mahalli reisler ( Bâvandi Şarvin, Miolup, aşağıdaki tâbirlerde tesadüf e d ilir; m ai- yândurüd ’ lu Mâşmuğân V atâş, Pâdüspân Şah­ m ü n 'a n h a „borçlu“, m aim ün laku veya' alay hi riy â r b. Pâdüspan ) birliğini ayaklandıran ve „alacaklı“, m aim ün ( b ih i) „ödenmesi gereken halife al-Mahdi ’nin gönderdiği kumandanları şey “. Bütün diğer m ukavelelerde bulunması ( önce Salim Farğâni, sonra F ira şa ) m ağlûp "eden icâp eder hükümler, âkidler ile mukavele'erin Vindâd-Hurm uz idi ( [bn İsfendiyâr, s. 128; Za­ mevzuu bakımından, kefalet mukavelesi için hir al-Din, s. 155— 159). Vindâd-Hurmuz hali­ de câridir. fenin oğlu al-H âdi ’ye tâb i olmağa ve B a g d a d ’a B i b l i y o g r a f y a : T afsilat için bk. onunla birlikte gitm eğe mecbur oldu. Sonra he­ fıkıh kitaplarının ilgili bâbları ile bir de men memleketinin dağlarına kaçarak, orada Sachau, Makammed. R echt, s. 385 v.d d .: Ha­ müstakil bir vaziyet aldı ( ayn. esr., s. 160 ). lil, M uhtasar ( trc. Santillana ), 11. 249 v .d d .; İbn al-Fakih (s . 304 ) ’e göre, Bindâd Hurmuz Tornauvv, Moslem. R echt, s. 139 v. d d .; van Hârün al-Raşid ’in yanma g e ld i; halife onu Ho­ den B erg, Principes da droit musulmans rasan ispahbad ’İ nasbetti. al-Ma’mün zama­ ( trc. France de T e r s a n t), A lg e r , 1896, s, nında öldü ve yerine oğlu Kârin ( Bâvandi Şahriyâr ’m çağdaşı ) geçti. İbn İsfandiyar ( s. 101 v.d. 2. Fıkıh eserlerinde borçlar hukukuna âıt145 ) ’a göre, bizanslılara karşı açılan sefere mes’elelere temâs eden kısım larda, m aim ün, iştirâk etm iştir; fak at bu halefi için gösteri­ tekeffül edilen, yâni ödenmesi taahhüt edilen len tarihe uymamaktadır. Z a h ir al-D in ( s . 321 ) ’e göre, M â z y â r şey mânasına gelir. Buna mümasil olarak, m ukavelelere âit mes’eierde zaman hukuk b. K â r i n 30 sene hüküm sürmüştür ( 194 — dilinde daha geniş bir mânada m es'ûliyet, 224=809— 8 3 9 ); fak at aynı m üellif ( s . 167) yerine koyma m ükellefiyeti mânasını ifâde ( zalimane I ) İdâresinin 7 yıl ( 21 7 — 224) de­ etm ektedir. Bu yerine koyma m ükellefiyeti, vam ettiğini söylüyor. T abari (İH, 1015 ) 201 gerek bir cismin birbirine benzerini ( m is i), senesinde T a b e rista n ’da 'A b d A llah b. Huryâni aynı vasıf ve mıkdarda ( şifatvn va- dâzbah (aynen t ) ’in fütuhatından bahseder. v a zn zn ), msl. ölçüsü, a ğırlığı ve sayısı Bu fütuhattan sonra, Bâvandi Şahriyâr dağdan ( mavzün va m akîl va m a'dü d) tâyin olu­ inmek m ecburiyetinde kalm ış ve Mâzyâr b. îiinabilen ( m işlîyât ) bir başka cismi, gerekse rin de Ma’mün 'un yanına gönderilmiştir. Daha ölçülüp-tartılamayan cinsten olan, muayyen sonraki kaynaklara göre, Şahriyâr b, Şarvin b ir husûsiyete sâhip ve dolayısı ile ‘ayn M âzyâr’ın topraklarını elinden almıştır. Mâz­ vasfını hâiz cisimler bahis mevzuu olduğu yâr amca-zâdesi Vındâ Ummid b. Vindâd-aszaman, cismin değerine müsâvî bir değer p a n ’m yanma sığındı ise de, Ş a h riy â r’a tes­ lim edildi. Bununla berâber Mâzyâr, kaçmağa ( Ifîma ) ifâde etmekten ibârettir. muvaffak olarak, Ma'mün ’a iltica etti. Müs­ ( O . S p î e s .) M A Z R A ’A . [ Bk. ELÂZiz.] lüman olup, Muhammed adını aldı. Şahriyâr ’ın Ölümünden sonra (210 = 825 ; Tabarİ, IH, 1093) M A Z Y A D Î . [ Bk. m e z y e d îl e r .] M A Z Y A R . [ Bk. M âzyA r.] _ M âzyâr tekrar Taberistan ’a döndü. Şâpür b. M  Z Y A R . M A Z Y  R ( Balâzuri Mâyazdi- Şahriyâr ’i öldürdü ve dağlık bölgeyi hükmü yâr < *Mâh-yazd-y&r şeklini verm ektedir ), T a ­ altına aldı (T a b a ri, göst. yer.). [ İbnal-Falfih b e rista n ’daki I f â r i n i h ü k ü m d a r l a r ı ­ ’İn eserinde „M âzyâr ’ın haince öldürdüğü n ı n s o n u n c u s u ve halife al-Mu’taşim 'a Şarvin b. Ş a h riy â r’ın oğlu“ ’na dâir .bilgi karşı ayaklananların reisi. gâlibâ Şâpür hakkındadır; M âzyâr, işlediği M e a ş e ’l e r İ . Kârin-van,d hanedanının,Hus- cinâyete dâir şüpheleri bertaraf etmek için, rav A nü şİrvân ’ın T ab eristan ’a yerleştird iği K â­ Firrim 'de bir câmİ yaptırm ış idi ]. Mâzyâr rin b. S ü h râ ’nın soyundan olduğu ve F a rid in 'u n arap kumandanı Müsâ h. Hafş b.—'Um ar b. kurtarıcısı, efsâne kahramanı demirci K ava ’nin al*'A lâ’ 'ın Şarvin dağını ele geçirm esine yar­ neslinden geldiği söylenir. Hânedânın irsî ma­ dım etti ve Ma’mün da onu, ispahbad ( Balâzuri, likânesi „Kârin d a ğı“ ( yahut Vindâd-Hurmuz ) s. 229; İbn al-Falcİh, s. 309) rütbesi He, Tabe­ idi { T ab ari, İH, »295 ). Bu bölgenin merkezi­ ristan, Rüyan ve D unbâvand’ e vâli tâyin etti. nin Lapüra ( krş. Lafür, daha ileride Bârfurüş Bu sırada ( Y a ’kübi, Târih, II, 582) Mâzyâr ( n şr.



W ü s t e n f e ld ), s.



1 2 4 — 12 6 ,



171,



2 x1,



2 5 8 ; İb n a l - K a lb i , Com harat al-ansâb, B r it .



43 d



MÂZYÂR.



„ C i l C ila n , ispakbag ispahbâzan BişvârHurŞüd { Patİşvâr-carşâlı olarak okum alı), Muhammed b. Kârin, M u v â ll (aynen !) >Imfr al-m a'm inin ( yâni mavlâ yerine „m ütte­ fik “ ) unvanı ile ölünüyordu. Müsâ b. Hafş ölünce Mâzyâr, onun oğlu Muhammed b. Müsâ ’ya hiç ehemm iyet vermedi. Bâvandiler ve koyu müslümanİar M âzyâr’ ı B a g d a d ’a şikâyet ettiler. Fakat al-Ma’mün bizanshlara karşı sefere gittiğinden (2 1 6 — 218 s e fe ri? ), M âzyâr kendini her türlü murâkebeden kurtulmuş hissediyordu. Kendince Muhammed b. M u sa’yı, A li ailesinden olanlar İle birlikte, entrika çevirm ekle suçlandırdı ve bunun üzerine Am ut’ü kuşattı. Şehir 8 ayda teslim oldu. Mâzyâr düşmanlarını idâm ettirdi ve Muhammed b. Mûsâ da dâhi! olmak üzere, bütün ileri gelenleri önce Rüd-bast sonra Hurmuz-âbâd 'daki kale­ sinde hapsettirdi. T ab a ri'n in dediğine göre (IH, 1289— 1292 ) burası galiba T ala r vadisinde Uranı ( Arum ) ’m yukarı kısmında, Am ul ve Sâri ’den 8 fersah mesafede bulunmaktadır [ bk. mad. MÂZENDERÂN J. al-M u'taşim ’m saltanatının (2 18 — 227) 6. senesinde Mâzyâr açıktan-açığa mücâdeleye girişti ( Balâzuri, s. 229: kafara v a -ğa dara ), Horasan vâlisİ T abiri !A bd A llah halifeye M âzyâr’ın „kötülüklerini, zulmünü ve irtidâdınt“ önceden haber vermiş idi. al-Mu taşim 'm elçisi geldiği zaman, M âzyâr sözlerine ehemmiyet verm ek istem edi. İbn ısfaııdiyâr ( s. 152 ), onu hattâ „Bâbak, M azdak taraftarları ile mecûsilere im tiyazlar verm ek ve camileri tahrip ettirerek, İslâmiyet izlerini yok etm ek“ için emirler verm iş olmakla suçlandırır. M â z y â r ’m t a s a v v u r l a r ı . Kendine aleyhdar olan kaynaklardan M â zy â r’ın tasav­ vurlarını bulup-çıkarmak güçtür. Fakat Tabari (III, 1268— 1303 ) ’nîn 224 yılı vukuatı arasında gö sterd iği çağdaş eserler mühim ve dikkate değer bilgiler ihtivâ etm ektedir. M âzyâr’ın nufûz ve hâkimiyetinin genişlem esi ( Bâvandi Şâpür ’un öldürülmesinden ve Şarvin dağının işgâlinden s o n r a ) T ah in ler ile arasının açıl­ masına sebep oldu ve M âzyâr onlara (¡arâc verm ekten imtina etti. Şunu da kaydetm ek gerektir ki, M âzyâr Tn „Horasan ispahbad ’i“ unvanı T âh irilerin hoşuna gitmemiş olmalıdır ( bu rivâyete Y a kü bı, B C A , VII, 276 ’da rastlanmaktadır ). D iğer taraftan Bâbak ’e karşı kazandığı zaferden sonra, m uvaffakiyetinin en ^yüksek noktasına erişmiş olan meşhûr A fşin , H o rasa n ’ı ele geçirm eğe uğraşıyordu. A.lttan-alta M â zy â r'ı hasımlarına karşı muka­ vemete teşvik ve T a b a r İ’ye göre (III, 1296), onun asil iranlı olarak, hislerini tahrik ediyordu ( yastam ilııhu b i ’l-dahkanaV). M illiyet bakı­



mından M âzyâr, sonraki kaynakların arap or­ dularını kılıçtan geçirm ekle suçlandırdıkları büyük babası Vindâd-H urm uz’u hatırlatm ak­ tadır. P e k az tanınmış bir tek şehri (Ista h ri, s. 206; a l-A sa h m â r? ) olan „dağdan“ inince, Mâzyâr aralarında a ra p la rile arapların himâye ettiği abnâ' 'm bulunduğu büyük »ova“ şehir­ leri halkına iyi bir göz ile bakmamış olmalıdır. Toprak sahipleri, pek tabi’îdir ki, ona düşman idi. Mâzyâr, onları zayıf düşürmek ve hattâ yok etm ek için köylü sınıfına dayandı. Ken­ disinin çok zâlimâne davrandığı muhakkak­ tır ; zîra 10 asır sonra Z a h ir al-Din, s. 167: „filan M âzyâr'ın bile yapm adığı kadar adâietsizlik e tti“ darb-ı meselini zikretm ek­ tedir. Doğrudan-doğruya mücâdeleye g iriştik ­ ten sonra ( muhtemelen 224 senesinden Önce. Balâzuri ile Tabari bu mücâdelenin sonunu anlatm aktadırlar ), M âzyâr başa geçip, rehine­ ler alarak, derhâl haraç kesmeğe kalktı. Sâri bölgesindeki SurJjâstân 'da bulunan kumanda­ nın hareket tarzı ayrı bir husüsiyet gö sterir; bu kumandan bütün S â ri halkını Am ul 'e gön­ derip, bir kaleye h a p se ttird i; Am ul halkına gelince, bunlardan 20 000 kadarını Hurmuzâbâd ( yk. bk.) dağına şevketti. S â ri, Am ul ve T a m iş a ’mn sûrları „davul ve zurna sesleri“ içinde y er ile bir edildi. M âzyâr, çiftçilere efendilerine saldırıp, mal­ larını yağma etm ek emrini vermiş idî ( Tabari, III, 1269). Daha sonraki kısım da (III, 1270) gâlibâ bir emlâk ve arâzi tahriri için emir verildiği ( amara an yamsaka ’l-b a la d ) ve gelirinin 30 % üzerinden, götürü olarak, kirâlandığm a işâret edilm ektedir. Surhâstân ’a gelince, en cesur 260 asili ( abna ’l-ku v v â d ) topladı ve „ abnâ’ 'ın arap ve A b b âsîlere ta ­ raftar olduklarını“ bahâne ederek, onları öl­ dürülmek üzere, köylülere teslim e tti ve emri yerine getirildi. Ç iftçilere, „m ülk sahiplerinin evlerini ve karılarını size verdim “ diyerek, onla­ rı bütün tnahbus mülk sahiplerini öldürmeğe teş­ vik e tti İse de, bu sefer köylüler onun sözüne uymadılar. Sonraki kaynaklar M âzyâr 'ı, n o tâd üzere, irtidat ile ithâm ederler ( İbn İsfandtyâr, s. 150, Am ul kadısından naklen, yeniden Zerdüştî kemerini kuşandı sözünü zikretm ektedir, Balâzuri, s. 229 ) ve İbn Fakih (s. 309 ) Mâzyâr ’ın „imândan ayrıldığını ve ihânet e ttiğ in i“ söylerler ise de, bu nokta T a b a r i’de daha müphemdir: burada bu husus sâdece A fş in 'e karşı yapılan itham lar liste­ sinde görülm ektedir (III, 1 3 u , trc, Browne, Liter. Hist, o f Persia, I, 334). M âzyâr 'in murahhaslarına yazdığı m ektupta {ayn .esr,, IH, 1381 ), halife hakkındaki ifâde tarzı, şek­ len de olsa, hürm etkârdır. Fakat söylenenlere



MÂ 2 YÂ R -



MECD-üd-DeVLE.



inanmak câiz ise, m üellifler Taberistan 'da Hurramıya [ b. bk.] veya. Mtıhammira [ b. bk.] 'ye ( yâni Bâbek tarafdarları ) bağlı bir M&zyârîya fırkasından bahsetm ektedirler, bk. alBağdâdi ( Sim. 449 h. ) Fark bdyn al-F irak ; s. 251 v. d., T âh ir al-İsfarâ'iııi (Sim . 4 5 1), Tabşir f i 'l-din [ bunun için bk. Flügel, Bâbek, Z D M G , 1869, s. 533] ve S a m â n i, G M S , X X , 501=. M â ı y â r ’u s o n a , 'A b d A lla h b. Tâbir, amcası H aşan b. Husayn 1 Hayyân b. Çabala ile birlikte, Curcân tarafında savaşm ak üzere, M âzyâr ’a karşı yolladı. Hayyân b. Çabala, 4.000 süvari ile, Çüm is ’ ten Cİbâl al-Şarvin ( = Savâdküh ?, bk. MÂZENDEIÎÂN ) ’e doğru hareket etti. H alife al-Mu'taşim da, aynı zaman­ da Muhammed b. İbrahim idaresinde, büyük ku vvetler şevketti. Bu kumandan, Şalamba ve Ruzbar ’dan geçerek, Rüyan ( garbî Taberis­ tan ) 'a girdi ( Tabar i , III, 1264). A b u ’I-Sâe, L ariz ve Dunbâvand yolu ile ilerilerken, „Dunbâvand hâkim i“ Manşür b. Haşan da Rey tarafın­ da çarpışm akta idi. A ra p la r M âzyâr 'a karşı kin ve rekabet hislerini maharetle istism ar etliler. Ö nce yeğeni îfârin b. Şahriyâr ( ŞarvinSavâdküh dağındaki m üm essili) Hayyân ta ­ rafına geçti, S â ri ’ye kadar ilerledi ve Mâzy âr 'ın kardeşi K übyâr ile müzâkerelere gi­ rişti. Bu sırada Tam işa cephesini işgâl eden Surhâstân ordusu dağıldı ve Haşan b. Idusayn ’in İlerilemesine imkân hasıl oldu. Mâzyâr ’ın yerine geçmek vaadini alan Kühyâr Haşan 'a tâbî oldu. M âzyâr, etrafını arap birliklerinin sardığını ve adamlarının ihânet ettiğin i görün­ ce, gâlibâ bütün cesaretini kaybetti. Kendisine aman vereceğini vaad eden Kühyâr ’«n sözüne inandı ve onun ile birlikte Haşan *m yanına g itti ( Tabari, III, 2288 v. dd., hâdiseyi gözü ile gören biri tarafından nakledilen hazin hikâ­ ye ). Fakat Haşan onun selâmına bile mukabele etmedi. M âzyâr, Muhammed b. İbrahim ’e tes­ lim edilerek, Sâm arrâ ’ya gönderildi. Orada A fşin ile yüzleştirildi ve gâlibâ onu ele verdi. H alife, 400 kırbaç vurdurtarak, onu öldürttü ve cesedi Bâbek ’in cesedi yanında teşhir edil­ di { 224 «= 839 ). K ühyâr 'ın ihâneti kendisi için meş’um o ld u : M âzyâr hizmetindeki deylem lilere kumanda elden aroca-zâdesi Şahriyâr b . Mâşmugân ta ­ rafından haincesine öldürüldü. Surhâstân, T a ­ mişa bozgunundan sonra, askerlerinin ihanetine u ğ ra d ı; M âzyâr 'ın diğer kumandanı al-Durri ( Rüyan tarafında Muhammed b. İbrahim ’e karşı savaşıyordu ), Daylam 'e gitm eğe teşeb­ büs ettiği sırada, öldü ( T ab ari, III, 1300). B i b l i y o g r a f y a ! Y a 'k ü b i ( nşr. Houtsm a ), I, 514; II, 582; B alâzuri, s. 229; Ta-



bari, III, 1268 — 1303, râvîler arasında Mu­ hammed b. Hafş al-Şakafi ai-Tabari ( gâli­ bâ arap vâlisi Müsâ b. H afş ’ in a k ra b a sı) ve M âzyâr’m kâtibi olan ‘A li b. Sahi Rabban „hıristiyan “ [ Firdavs al-hîkma müellifi, nşr. Ş id d ik i, Berlin, 1928 ] var idi, bk. F ih ­ rist ( nşr. F lü g e l), s. 299; T abari sonraki vak'aları hulâsa etm iştir : Kitäb a l-u y u n ( nşr. de Jon g— de G oeje ), s. 399— 405; ibn Miskavayh, (n şr. de G o e je ), V I, 502 — 516, 522— 525; tbn al-Aşir,_VI, 351 — 359, 3 6 2 - 3 6 4 , 366 v.b. Bk. bir de İbn Rusta, s. 276; tbn al-Fakih, s. 304, 305 v.d., 309 v .d .: M as'üdi, B G A , VII, 13 7 ; Yäküt, II, 608; III, 284, 490, 506; İbn îsfandiyâr ( tre. Brovne), s. 14— 154: Zahir afDin, bk. fihrist ( bu son iki mahallî kaynakta Tabari ’ den istifâde edilm em iştir ve sonuna doğru muhayyel bilgiler ile iktifâ e d ilir ), W eil, Gesch. d. C kalifen, 11, 321 — 325; Justi, Iran. N a m e n b u c h s. 201 v. d. ( bibliyograf­ ya ) ; M arquart, Er&nşahr, s. 334. ( V . M in o r s k y .) M E C D -ü d -D E V L E . A b ü T â l î b R u s t a m b.



M ACD



a l-D A V L A ,



F ah r a l - D a v l a , B ü-



veyhî h ü k ü m d a r l a r d a n d ı r . Babası Fahr al-Davla [ b. bk.] ’nin ölümünden sonra, umûmî kanâate göre, 4 ve diğer bir iddiaya göı-e de, 11 ( bk. İbn al-A gir, al-K âm il, IX, 48 İse, 379 = 989/990’da doğmuş olduğunu ileri sürüyor ki, yukarıkt iddialara uymamak­ tad ır ) yaşında, annesinin niyabeti altında, tahta çıkm ıştır. Daha 388 ( 998 ) yılında K â ­ bus b. V aşm gir Curcân ve Taberistan eyâlet­ lerini zapt ve sulh yolu ile, M âzenderân'ı da ilhak etmiş, daha sonraları Gilân ’1 da hük­ mü altına alm ış idi. 397 ( 1006/1007 ) ’de Macd al-Davla, vezîr al-H atır A b ü ’A li b. ‘A li al-îfâsim 'm yardı­ mı ile, iktidarı annesinin elinden alm ağa te­ şebbüs etti ise de, kardeşi Şams al-Davla [ b. bk.] ve kürt kabilelerinin reisi Badr b. H a­ san vay h tarafından esir e d ild i; bunun neti­ cesinde Şams al-D avla iktidarı eline geçirdi; fak at saltanatı uzun sürmedi. Bir sene sonra Macd al-Davla serbest bırakılıp, tek ra r hü­ kümdarlığa getirildi ve kardeşi de idâresi altındaki H em edan’a çekildi. 405 ( 1 0 1 5 ) 'te Şams al-D avla, Rey şehrini zaptetm eğe mu­ vaffak o ld u ; annesi Sayyida ile Maed al-Davla kaçmak meebûriyetinde kaldılar ise de, çok geçmeden, geri döndüler; çünkü orduda çı­ kan isyân dolayısı ile, Şams al-D avla onları tâkip edememiş ve şehri geri verm eğe mecbûr kalm ıştır. Bunun üzerine Sayyida, 419 ( 1028/1029 ) 'da ölümüne kadar, idâreyi elin­ de tuttu. Macd ai-Davla ise, büyük bir alâka gösterdiği İlmî ve edebî tetkik ler dışında,



4J2



taECD-Ö D-D EVLE -



M ECD- ü l -MÜLK.



devlet işlerine hiç alâka gösterm iyordu. Bu etti, m üstevfî U stâz A li yi, gözlerine mil sebepten, Sayyida ’nin ölümünden sonra, karı­ çektirerek, kör etti ve kendisi tekrar müs­ şıklıklar çıktı. 420 ( 1029 ) senesi başlarında tevfî olur-olmaz, Mu’ ayyad al-Mulk aleyhine sultan Mahmüd b. Sebük-Tigtn [ b, bk.] Irak ’a faâliyete geçti ve Zubayda Hatun ’un yardtmı karşı harbe girişti. Macd ai-Davla sultana ile, onu azl ve tevkif ettirerek, yerine kardeşi mektup yazarak, ordusunda isyan hareketleri Fahr al-Mulk A bu ’ 1-M u zaffar‘i getirtm eğe baş-gösterm ek üzere bulunduğundan şikâyet muvaffak oldu Yeni vezîr ise, kifayetsiz idi edince, suttan Rey 'e karşı büyük bir kuv­ ve Nişâm al-Mulk ’ün oğlu olmaktan başka vet gönderdi ve kumandana Macd al-Davla 'yi bir hasleti yok idi. Berkyaruk 'un da ■gençlik tevkif etmesini emretti. Sultanın kuvvetleri gö- ve tecrübesizliğinden faydalanan Macd al-Mulk rünür-gorünmez, Macd al-Davla teslim oldu kısa zamanda bütün idareyi eline aldı. Bu ve oğlu A bu Dtılaf ile birlikte, esir edildi. hâl, Berkyaruk ’un Belh, Tirm iz ve Horasan Bunun üzerine, bizzat sultan Rey üzerine bölgesinde hâkim dorumda bulunan amcası yürüyerek, şehri zaptetti. Macd a l-D a v la ’yi A rslan A rgun ile arasının düzelmesine mâni oldu. Işgâl ettiği toprakların kendisine veril­ zincire vurdurup, Horasan 'a gönderdi. B i b l i y o g r a f y a ; İbn a l-A şir, al-Kâ- mesine mukabil, saltanat dâvasından vazgeçe­ mil ( nşr. Tornberg ), IX, bk. fih ris t; A bu ’ 1- ceğini söyleyen A rslan A rgu n , Macd al-Mulk Fidâ’ , j4 nna/es (n şr. R e isk e ), II, 598, 616; yüzünden, müzâkereyi keserek, açıktan-açığa Hamd A lla h Mustavfi, Târih-i guzid a ( nşr. cephe almış idi D iğer taraftan Macd al-M ulk’ e Brow ne), I, 390, 426— 429; W üken, Gesch. kin besleyen Mu'ayyad al-Mulk de hapisten d. Sultane aus d, Geschl. Bujeh nach Mir- kurtulup, bir müddet gizlendikten sonra, Irak chond, fasıl Xf l ; W eil, Gesch. d. Chalifen, emîri Üner ’in yanma gitm iş ve onun İsfahan ’da hayli çoğalan bâtınîler ile mücâdelesini III, 57 v. dd., 65, ( K. V . Z e t t e r s t £ e n . ) M E C D -ü l-M Ü L K . M A C D a l-M U L K , A bu desteklem iş idi. Selçuklu devleti bakımından ’L-FAZL AS'AD B. MUHAMMED AL-BARÄViSTÄNi tehlikeli olan bâtınîlİğin yayılm asından ş i’î AL-KUMMÎ ( 1049— 1099), büyük Selçuklu sul­ temâyüllü Macd al-Mulk mes'ûl tutuluyordu. tanı M elikşah’ın son yıllarında m üstevfî (m âliye Üner sultandan Macd al-Mulk ’ü istedi. A la ­ nâzın ) Şaraf al-Mulk ’ün nâibi idi. 485 (1092) ’e mayınca, isyan e tti ve öldürüldü Mu’ayyad doğru, vezîr Nizâm al-Mulk ’ü istirkap eden Tâe al-Mulk bu defa Gence ’ye giderek, Malik Mual-Mulk, A bu 'l-G anâ’im ile iş birliği yaparak, hammed b. Malikşâh ’ı kardeşi B erkyaruk ’a veziri devirm eğe çalışm ış ve Nizâm al-M u lk’ün karşı tahrik etti. Kendisini sultan ilân eden azli ile birlikte vazifesinden uzaklaştırılan G iyâş ai-Dİn Muhammed, Mu’ayyad al-Mulk Şaraf al-Mulk ’Ün yerine, müstevfî olmuştur. ile birlikte Isfahan ’a yürüdü, Berkyaruk çekil­ Devrin şâirlerinden A bu ' 1-Ma âli Nahhâs, meğe mecbur oldu. Mu’ayyad al-Mulk, Muham„büyük divândaki“ değişiklik dolayısı ile, sul­ med ’i Macd al-Mulk aleyhine teşvik etm ekte tana hitaben yazdığı meşhur k ıt’asında Macd iken, Berkyaruk ’un büyük em irlerinden Bor­ al-Mulk 'ten hayır gelm eyeceğini söyler ( bk. suk ’un bâtınîler tarafından katledilm esi, bu Rahat al-şudur, s. 136). A b ü T âh ir Hâtu- emîrin oğulları Zangi ve A k-B öri ile d iğer nî ’nin de onun hakkında bir hicviyesi vardır em irlerin cinayetin müsebbibi saydıkları Macd (Rahat al-sudür, göst. yer.). Filhakika m âliye al-M ulk’e karşı harekete geçm elerine sebep sâhasmdaki iktidarı, dindarlık ve hayırsever­ oldu. Bunlar Berkyaruk 'tan ayrıldılar ve sul­ liği medih v e senâ edilen Macd al-Mulk ’ün tandan Macd al-M ulk’ün kendilerine teslim ini (b k . Zubdat al-nuşra, s, 6 1; al-Kam il, VIII, istediler. Berkyaruk hidâyette verm ek istemedi 192 ), Melikşah öldükten sonra Selçuklu tah­ ise de, devamlı tazyik dolayısı ile kurtuluş tında vukûa gelen kardeş kavgalarında menfî imkânı göremeyen Macd al-Mulk ’ün rızâsı rol oynadığı görülüyor. Macd ai-Mulk haris üzerine, öidürülmemesi ve sâdece bir kalede id i ; önceleri bir köşeye çekilerek, iç mücâdele­ hapsedilmesi şartı ile, m üstevfîyi em irlere tes­ ye karışm ayışinın ve Suriye meliki Tutuş ile lim etti. Fakat Macd al-Mulk, şarta riâyet Sultan Berkyaruk arasında cereyan eden savaşa, edeceklerine dâir yemin etm iş olan ümerâ ta ­ vezîr Mu’ayyad al-Mulk A b ü B a k r'U b a y d A l- rafından, derhâl ve parçalanm ak suretiyle, öl­ lâb ’ m dâvetine rağmen, katılm ayışının sebebi, dürüldü ( 492 = 1099 ). ölüm ünde 51 yaşında Mu’ayyad ai-Mulk ’ün, vaktiyle muhalefet ettiği idi. Kaynaklarda umumiyetle al-Kummi nisbesi Nizâm --al-Mulk ’ün oğlu olması, Berkyaruk 'un ile zikredilen Macd al-Mulk bâzan al-B arâvisNizâm' al-Mulk ’ün adamları tarafından tahta tâni diye gö sterilm iştir- ( Zubdat a l-n u şra , s. 6 1 ) . Barâvastân ise, Kum civarında bir çıkarılm ış bulunmasında aranmalıdır. Macd al-Mulk az sonra, Berkyaruk ’ un annesi köydür. al-Kâmil ’de geçen al-Balasâni nisbesi, Zubayda Hatun vâsıtası ile, sultana nufûz Barâvistâni ’den bozulmuş olsa gerektir.



taĞD-üL-MÛLK — MECELLE. B i b l i y o g r a f y a : 'İmSd al-D in alM ecelle, şekil bakımından da, diğer medenî İşfahâni, Zubdat al-nuşra ( trk. trc. Kıvâ- kanunlardan farklıdır. Bütün fer’î meselelere müddin Burslan, Irak ve Harasan S e lçu k lu ­ tatbik edilecek umûmî maddeleri yoktur. Mu­ ları tarihi, nşr. T T K , A nkara, 1943, s. 61, kaddimeyi teşkil eden vecîzemsi küllî kaide­ 64, 86— 89 ) î al-Râvandi, Raffat al-şudar ler vâkıa umûmî m âhiyette ise de, tatbik kıy­ (n ş r. M. İkbal, G M S , N S, Leiden, 1921, metleri azdır. Bu kaideler muayyen hâdiseleri s. »36, 139, 145 ) ; T arik-i âl-i S elçu k (n şr. doğrudan-doğruya halletm ek için d eğildir ve F. Uzluk ), A nkara, 1951 ( metin s. 20 v. dd.,tek başlarına tatbik olunamazlar. Bunlar Metrc. s. 12 v.d,); İba al- A şir, al-Kâm il (M ısır, c e lle ’ nîn m uhtelif kitaplarındaki kaidelerin 1357 h 488, 490, 492 yılları ve k a y ii; Y akut, mûcip sebepleri şeklinde v e hâkime arzedilen Mu'cam ( M ısır, 1323 ), I, 103; İ. Kafesoğlu, meselelerin hallinde, m uhtelif maddelerin hâ­ Saltan M elikşak devrinde büyük Selçuklu diselere tatbikında ona rehberlik edecek man­ imparatorluğu (İstanbul, 1953 ), s. 147, tık düstûrları halindedir. Bu kaidelerin aşıt­ 201 — 203, 20$. (İBRAHİM KAFESOĞLU.) ları, „h ilâfiyât ilmi“ müessisi Dabbüsi ’den mül­ M E C E L L E - M A C A L L A , aslında hikmet ya­ hem olan hanefî mezhebi fakîhlerİnden tbn zılı sahife olup, bâzı lügat m ütehassıslarına Nucaym ’e aittir. Bu zâtın A şbâ h va l ’-naza'ir göre, bu kelim e her kitap için de kullanılabi­ adlı eserinde toplanmış bulunan bu kaidelerin lir. Dar manada Mecelle Osmanlı imparator­ benzerlerinden bir çoğunu Kazan ulemâsından luğunda 1868 tarihinden 1926 tarihine kadar, Müsâ Cârullâh Big tercüm e ederek, Kazan medenî kanun olarak, merT bulunan ve Me- 'da bastırdığı I(avd‘id-l fik k ly a adlı eserine celle-i ahkâm-ı adliye adını taşıyan kanuna koymuştur. Bu eserde 201 kaide vardır. Zâten delâlet eder. M ecelle İslâm hukukunun ilk ka­ M ecelle mazbatası da kaidelerin kısmen İbn nunlaştırılm ış olan bir kısmıdır. Nucaym 'den iktibas edildiğini hissettirm ekte­ Sadrâzam A li Paşa 'm ı lâyihasından da an­ dir. M ecelle ’nin muhtelif kitapları başka-başlaşıldığı üzere, fransız medenî kanununun ka­ ka zamanlarda, a y n -a y n neşredilip, yürürlüğe bulü tekarrür etm iş iken, C evdet Paşa 'nın konulmuştur; mukaddimesi ile ,,bey'“ bahsini gayreti ile, fıkha dayanan bu kanun kabûi ihtiva eden ilk kitabı 1870 ’te ve 16. sonuncu olunmuştur. İslâm hukuk âlimlerinin re’y ve kitabı olan JÇaiE ise, 1877 ’de neşredilm iştir. ictihadlarının bir araya toplanması için, bu M ecelle, medenî kanun vazifesini görmüş ol­ tarihe kadar İslâm âleminde büyük bir teşeb­ makla berâber, medenî hukukun bütün hüküm­ lerini ihtiva etmediğinden, diğer A vrup a me­ büs yapılmamış idi. M ecelle ,,def’-i mefâsidin celb-i menâfiden“ denî kanunlarına benzemez. 1851 madde olan evlâ olduğu tem eli ile ahlâka dayanmakta ve bu eser bir mukaddime ile 16 kitaptan mü­ ,,celb-i menâfim def-ı mefâside“ tekaddümü- rekkeptir. Bunlar, sırası ile, Bey’, İcâre, Kene istin at eden ve menfaati esâs tutan garp fâlet, Havale, Rehin, Emânât, Hibe, G asp, Hahukukundan ayrılm aktadır. Buna göre, Mecel­ eir, İkrah, Şüf'a, Şirket, V ekâlet, Sulh ve îble emr-i vâkîlerİ kabulden çekinm ekte, garp râ , İkrar, Dâva, Beyyine ve K aza kitapların­ hukuku ise, kazanılan menfaati heder etme­ dan ibarettir. mek için, bunu mümkün olduğu kadar muhâMuasır medenî hukukun şahıs, âiie, miras faza ya çalışm aktadır. M e c e lle ’de zaman aşı­ hukukları, aynî haklar ve borçlar hukuku gibi mının bir m ülkiyet sebebi olarak kabul olun­ taksim ine M ecelle 'de tesadüf olunmaz. Esasen maması da bundan dolayıdır. N itekim kadim âile hukuku ile miras hukuku buraya alınma­ Roma hukukundan esâslı a yrılığı da bundan mıştır. D iğerlerinde de insicam olmadığı gibi, ileri gelm ektedir. Msl. borçlunun vâdesi ge l­ m uhtelif meseleler de bir kitapta toplanmış­ miş kuvvetli veya zayıf borçlarından hangisi­ tır. Kanun tanziminde tutulm ası mûtad olan ' ne âit olacağı tasrih olunmaksızın, vâkî olan yoldan ziyâde, bu eserde fıkıh kitapları tas­ te ’diyelerinde, borçludan sorularak, alınacak nifi nazara alınm ıştır. Msl. Emânât kitabında cevaba göre, hukukî vaziyetin tesbit olunaca­ hem vedia ve hem ariyet hakkında hükümler; ğını kabûl eden M e ce lle ’ye karşı muâsır hu­ H acir, İkrah, Şüf’a kitaplarında da, şahsa ta­ kuk te’minatsız en zayıf borca hamlini ihtiyar allûk eden hacir hükümlerinin yanında, irâde etm ekte ve bu suretle alacaklıyı himaye eder unsuruna taallûk eden ıkrâh ve şahıs ile hiç görünerek, onu borç verm eğe sevketm ede bir alâkası olmayıp, aynî haklara ve mülkiye­ umûm için m enfaat mülâhaza eylem ektedir. te m üteallik şüf’a hükümleri vardır. Ş irket ki­ Hulâsa M ecelle, bugünkü iktisâd ı ve ticarî tabında şirket, akid şirketi ve mülk şirketi münâsebetlere hâkim olan esâslardan ziyâde, olmak üzere, ikiye ayrılm ış ve böylece hem muayyen bir ahlak kaidesine baş-vurmakla şirket akdine ve hem de m üşterek m ülkiyete iktifâ etm ektedir. ve hattâ devlet ve cem iyete mahsus mal­ Islâm Ansiklopedisi



28



434



MECELLE.



lar üzerinde fertlerin hâiz oldukları haklara, intifalara â it hükümler toplanm ıştır. Mec e lle ’nin son 4 kitabı, medenî hukuktan z i­ yâde, hukuk usûlü muhâkemelerine âit hü­ kümleri ihtivâ eder. İkrâr kitabında hukuk dâvalarında mühim bir delîl olan ik ra ra ; dâva kitabında dâvanın şartlarına, d e f’a, husûmete, mürûr-ı zam ana; Beyyineler kitâbında şehâdete, karine, yazılı deliller, yemin, zilyedliğin delîl bakımından durumu, m uhtelif beyyinelerin taâruzunda birinin diğerine tercihi için tâkip edilecek usûllere ve nihâyet Kazâ k ita ­ bında hâkim lik vasıf ve şartlarına, hâkimlerin muhakemeleri ne suretle idâre edeceklerine, hükme ve tahkime dâir kaideler vardır. G ö ­ rülüyor ki, medenî kanunlarda bulunan ve medenî hukukun mühim bir kısmını teşkil eden evlenme, boşanma, nafaka ve nesep gibi, âile hukukuna, miras, vasiyete ve vakfa taal­ lûk eden hükümler bu eserde mevcut değildir. G ayr-i menkullerden ancak mülk mâhiyetinde olanlara tem âs eder, toprağın d iğe r nevilerine mahsus hükümler ise, daha evvel neşredilmiş bulunan arâzi kanunu hükümlerine tâbîdir. Garp medenî kanunlarında bütün akidlerin umûmî nazariyesi m âhiyetinde hükümler bu­ lunduğu ve artık bunlar her akidde tekrar edilmediği hâlde, burada bu m âhiyette bir kısım olm adığı için, her kitapta bahis mevzuu olan akdin yapılışına, teşekkülüne, irâde un­ suruna ve buna benzer noktalara â it hususlar tekrar edilm ektedir. İkrâh gibi, doğrudan-doğrüya irâde unsuruna â it, akidlerin teşekkülüne mâni olan bu mesele, akitlerin başına konu­ lacak yerde, hiçbir münâsebeti olmayan ve doğrudan-doğruya aynî haklara, mülkiyete taalluk eden Ş ü f a kitabında y er alm ıştır. M ecelle 'nin m uhtelif kitaplarında ve muh­ te lif akidler vesilesi ile koyduğu hükümlerde dâimâ kendi adâlet ve hakkaniyet ölçüsü dâ­ hilinde bir muvâzene kurmak ve haksız bir m enfaat te’minine y e r verm emek temâyülü sezilir. A y n ı zamanda her meseleyi teferruâtına kadar tanzim ederek, ihtilâflara indî ve k e y fî olabilecek takdirlere y e r bırakmaz ve netice itibârı ile hâkim lere pek az takdir h akkı tanır. İşte bu yüzden, M ecelle 'de garp medenî kanunlarında görülmeyen teferruata âit hükümler vardır ve bunlar te fsiri mâhi­ yette olmayıp, âm ir hüküm lerdir; yâni taraf­ lar bunun hilâfına mukavele yapamazlar. M e c e lle 'nin m ülkiyet hakkmdaki görüşü bu hakkı kabûl etm iş olan devletlerdeki medenî kanunlarının aynıdır. 1192. maddesine göre, mâlikin tasarruf hakkı m utlaktır; ancak baş­ kasına âit aynî bir hakkın bulunuşu bu mutlak tasarruf hakkını tak yit eder; fak at muâsır



hukukun son zamanlarda, şümûl bakımından, kabûl e ttiğ i takyitlere tesâdüf edilmez. M ecelle komşuluk münâsebetlerine ve huku­ kuna büyük bir ehemmiyet verm iş ve bu mü­ nâsebetleri tanzim edecek esaslı kaideler koy­ muştur. Şirket-i ibâha denilen müessesede çok mütekâmil hükümlere rastlanır. Bu şirket, madde üzerinde iştirâki gerektiren bir şirket olmayıp, istifâdede iştirâk mânasına kullanılır. M ecelle 'nin üslûbu ile hükümlerindeki açık­ lık ve kat’îy e t ona kanunlar arasında iyi bir yer verm iştir ve arap m em leketleri ve arap âlim leri tarafından da iyi karşılanm ıştır. Hanefî fıkhından m uktebes bir medenî ka­ nun vücûda getirm ek için, Calâ! al-D in Davvâni 'nin D a f‘-i m azâlim adlı eserinden mül­ hem olarak, şer’ı mahkemelerin yanı-başmda nizâmiye mahkemelerinin bulunmasında bir mahzur görmeyen C evd et Paşa 'nin muârızları İle olan mücâdelesi şöyle hulâsa olunabilir: başta Fransa elçisi olmak üzere, muarızları 1804 tarih li transız medenî kanununun kabu­ lüne taraftar id iler; ticâret n âzın Kabûlî Paşa transız Code ciuil 'ini türkçeyee tercüme ettire­ rek, tasd ik için, meclis-i vükelâya getirm iş idi. Bu husûsun m üzâkeresi için havass-ı vükelâ­ dan mürekkep encümende Fuad P a şa 'n in söy­ lediği nutuktan, Şirvânî-zâde Rüşdi Paşa ile C evdet Paşa tarafından gösterilen delilleri dinledikten sonra, fıkıh kitaplarından muame­ lâta dâir, zaman icaplarına uygun olan mese­ leleri toplayarak, M ecelle-i ahkâm-ı adliye nâmı ile, bir kitap kaleme alınmak üzere, C evd et Paşa 'nin reisliği altında, memleketin değerli âlimlerinden m üteşekkil bir ilim cemi­ y eti kurulmasına karar verilm iştir. İşte M ecelle cem iyeti diye meşhûr olan ilim cem iyeti budur. C evd et Paşa M ecelle 'nin ehemmiyetinden bahsederken, bunun bütün nizâm î mahkeme­ lerde tatb ik edildiğini, K ıbrıs ’ta bile ingilizler tarafından m er’î tutulduğunu, Bulgaristan emâretinin teşekkülünde bulgariarm , önce M e c e lle ’ yi kendi lisanlarına tercüm e ederek, kanunlarınu esâs olarak aldıklarını söylem iştir. M ecelle 'nin mukaddimesi ile birinci kitabı olan Bey’ 1286'da, 2. kitabı o lan îcâre 1286 'da, 3. kitabı olan K e fâ let 1287 'de hazırlanmış ve ertesi senenin muharreminde irâdesi alın­ m ıştır. Yine bu sene M ecelle 'nin 4. kitabı olan H avâle hazırlanmış ise de, bu bâbdaki cem iyet m azbatası epeyce çetin müzâkerelere mârûz kalm ıştır. Bu mazbatanın sadâret ma­ kamına takdim inden 8 gün sonra, Divân-ı ahkâm-ı adliye nezâretinden azlolunan C evd et P a ş a ’nin cem iyetten uzaklaştırılm ış bulun­ ması yüzünden, çalışm alar aksam ış ve bn kitap ancak senenin sonlarına doğru pâdişa-



MECELLE. hm tasdikm a sunulmuştur. 1287 senesi şev» valinde M e c e lle 'nin 5. kitabı olan Rehin ha­ zırlanıp, sadaret makamına gönderilmiştir. C evd et Paşa, azledilmeden önce, bu kitap oldukça hazırlanmış ve yazdığı müsvedde­ ler kısmen tebyiz edilmiş idi. Yalnız re ­ hinin son bahisleri olan akdin hükümlerin­ de bir eksiklik kalıp-kalm adığtnı hakkı ile te t­ kike va kit kalmadan reislikten ayrılm ası üze­ rine, fıkıhta rehinin en büyük hükmü sayılan, merhûnun telefi hâlinde, borcun sukuta uğraya­ cağının tasrihi unutulmuştur. C evd et Paşa 'mu azlinden sonra, zayıf bir su rette teşekkül eden cemiyetin, 6. kitabı olarak hazırladığı Vedia, evvelki kitaplara uygun düşmediğinden, her taraftan yapılan itirazlar ve tenkitler üzerine, C evd et Paşa ’yı tekrar iş başına getirm ek zarûreti hâsıl olmuş ve bnnun yerine vedia me­ selelerini de bir bâb hâlinde ihtiva eylem ek üzere, Emânât kitabı yazılm ıştır. 1289 yılı başlangıcında 7. kitap olan H ibe ve 8. kitap olan G asp ve Itlâf neşredilm iştir. Bu kitap­ ların baskı işleri ile uğraşıldığı sırada, Mah­ mud Nedim P a ş a ‘nin sâdâret makamına gel­ mesi üzerine, C evd et Paşa tekrar cem iyet ba­ şından alınarak, arzusu hilâfına, Maraş valili­ ğine gönderilm iş ve bu yüzden yine bu îş ya­ rım kalm ıştır. Maraş vilâyetinin ilgâsı üzerine, İstanbul ’a donen C evd et Paşa, sadrâzam Mid­ hat Paşa tarafından, M e ce lle 'nin tamamlanma­ sına me'mûr edildiğinden, H acir, İk rlh , Şüf'a adlı 9. kitap kaleme alınm ıştır. Midhat Paşa 'nin bu işe karşı gösterdiği husûsî alâka dolayısı ile, toplantı yeri Bâb-ı fetvâdan Bâbıâliye nakledilm iş olması yüzünden, C evd et Paşa kendisini daha serbest bir m uhitte bul­ muş ve bu devrede hazırlanan kitapları, ilk devredekiler gibi, mûcip sebeplere dayanmak ve asrın yenilik bakımından olan icapları göz önüne alınmak suretiyle, kaleme alınmıştır. 9. ve 10. kitaplar, ihtiva ettikleri hükümler bakımından, şok zengindir. Bunlar Bâbıâlî vâsıtası ile değil, Şeyhülislâm Turşucu-zâde Ahm ed Muhtar Efendi vâsıtası ile, doğrudandoğruya padişaha sunularak, tasdik ettirilm iş ve keyfiyet Bâbıâlîye meşihat dâiresi tarafın ­ dan bildirilm iştir. Şeyhülislâmın eski an'anede mevcut bulunan bu salâhiyetini 1293 kanun-i esâsîsî dahi te ’yit etm iştir. M eşrûtiyetin ikinci defa ilânından sonra da bu kanunun esaslı surette değiştiri­ len maddelerinden biri olan 29. maddenin son fıkrasında da „Şeyhülislâm muhtâc-ı müzâkere olmayan mevaddı doğrudan-doğruya arzeder“ — kayd ı vardır. Şeyhülislâmın yazılı olmayan hükümlerde imamların kavillerinden biri yerine diğerini koymak için ,,im!m-ı müslimîne"



43â



yapacağı arzın müzâkereye muhtaç b ir keyfi­ y et sayılm ayacağı da aşikârdır. 1291 senesinde 10. kitap olan Ş irk et bastı­ rılm ış ve 11. kitap olan V ek âlet ve 12. kitap olan Sulh ve lb r â ’ya âit çalışm alar bitirilm iş­ tir. A kşeh irli Haşan Fehmi Efendi ’nin yeniden şeyhülislâm olması üzerine, kitapların Bâbıâlî vâsıtası ile arzı usulüne dönülmüş ise de, bu 12. kitaba âit mazbata sadârete takdim olun­ madan, C evd et Paşa 'mn ânî olarak Yanya vali­ liğine tâyin olunması sebebi ile, çalışm aları yine yüz-üstü kalm ıştır. Mamafih Y a n y a ’ya gittikten sonra da C evd et P aşa, gayr-i resm î olarak, bu cemiyetin işleri İle uğraşmıştır. Hâlbuki ikinci defa maârif nazırlığına tâyin olunduktan sonra, bu husustaki çalışm alarını az-çok gevşetm iştir. Mâmafıh adliye nazırlığına ikinci defa gelen C evd et Paşa 'nin M ecelle 'de bırakılan noksanı nezârete ilâve olunan ticâret mahkemeleri dolayısı ile, pek yakından hissetmesi ve usûl-i muhakemenin esaslı ve sâlim kaidelere raptınin âcil bir ihtiyaç hâlini alması üzerine, huknk muhakemesi usûlüne â it hükümleri de ih­ tiva edecek olan M ecelle çalışm aları hızlanmış ve bu sırada cem iyetçe tamamlanan ve 13. kitap olan İkrâr ’1, adliye nâzın unvanı ile, im­ zalam ıştır. 14. kitap olan D âva 1293 ’te irâde­ ye sunulmuştur ve bunu 15. kitap olan Beyyinât ve müteakiben 16. ve sonuncu olan K a­ za kitabı tâkip etm iştir. Bundan sonra cemi­ y et kasâm e m eselesi ile uğraşmış, mahkeme­ lerce tatb ikatta p ek çok güçlüklere sebebiyet veren bu güç iş de irâdeye sunulan bir mü­ zekkere ile sağlam esasa bağlanmıştır. Sultan Abdüiham id 11. ’in günden güne ar­ tan vehmi, cem iyete iştirâk edenlerin sayısı ne kadar az olursa-olsun, her toplantıyı endi­ şe ile karşılam ası yüzünden, çalışm aları felce uğratm ış ve mecellenin 16. kitabından sonraki kitapların takdiminden vazgeçilm iştir. M e c e lle 'nin ayrı kitaplarının hazırlanması­ na iştirâk eden zâtlar hakkında bk. E. Mar­ din, M edenî hu ku k cephesinden A hm ed Cev­ det Paşa ( İstanbul, 1946 ). C evd et Paşa, 1303 ( h.) tarihinde 5. defa adliye nazırlığına gelince, mecelle işleri ile yeniden uğraşm ağa imkân bulmuş ise de, es­ ki arkadaşlarından yalnız K arin -A batlı Öm er Hilmi Efendi kalmış ve yeniden âzâ tâyin edilenler ile cem iyet eski tecânüsünü kaybet­ miştir. N ihâyet bâb-ı fetvadaki İctimâlar A bdülhamid II. ’in vehmini arttırdığından, C evdet Paşa 'ya yapılan itaptan ve sadrâzam Said Pa­ şa'n in pâdişâhın arzusuna uygun mütâleası alındıktan sonra, 26 cem âziyelevvel 1306 tarihli irâde ile cem iyet ilgâ olunmuş ve M ecelle me­ sâisi resmen nihâyet bulmuştur.



436



M ECELLE — MECERRE.



M ecelle kalem e alınış bakımından bir şâheser olmakla beraber, kanunlaştırma ve hü­ kümler bakımından, haklı bir takım itirazlara ve ten kitlere mârnz kalm ıştır. Halkın ih tiyaç­ larına gen iş sahada turlu şüphe ve tereddüdü önlemek ve zamanın değişm esini göz önüne almak gerekirken, kanun tedvininde dar bir çerçeve içinde banefî mezhebi hükümleri ile iktifa cihetine gidilm iştir. Belki bunun sebebi hazırlanışı zamanında C e vd e t P aşa'n ın karşı­ laştığı güçlüklerdir. H ulâsa iç siyâset endîşe­ si ile çekingen davranıldığm dan, m âlikî mez­ hebindeki alacağın temliki ve borcun nakli gibi, Roma hukukunda bile bulunmayan v e ilk olarak, tedvini alman medenî kanununda yer alan hükümlerden faydalanm ak imkânı hâsıl olmam ıştır. Menkûl malın kabzından evvel bey'ine cevâz gösterm eyen hanefî fıkhına uy­ gun olarak yazılan madde M ecelle'xnn büyük noksanlarından birini teşkil etm ektedir. Mem­ lek ete şeref veren, İslâm âleminde sev gi ve hürmet uyandıran bu âbideyi siyâsî m aksat­ lar ile tahribe çalışanlar M e c e lle ’ye karşı bu noktadan taarruza geçm işlerdir. H âlbuki böy­ le bir satışa cevâz gösteren diğer m ezhepler­ den hükümler almak mümkün idi. C em iyeti teşkil eden zevâtın berâberce çalışm aları mahsûlü olan M ece lle 'yi C evd et Paşa tarafından te 'lif edilmiş bir eser olarak gösterm ek, doğru değildir. C e v d e t P aşa'nın meseleleri toplayıp-tertiplem ede, tercüm e ve tahrirde, kitapları bâblara bölme ve sırayı tâyin ve tertip te, hattâ tabı, tashih ve neşirde büyük himmeti geçm iştir. Mecelle muhtelif yabancı dillere de tercüme edilm iştir. M ecelle 1926 senesinde İsviçre kanunların­ dan İktibas edilen medenî kanun ile borçlar kanununun kabûlüne kadar, T ürkiye 'de yü­ rürlükte kalm ıştır. B i b l i y o g r a f y a ' . Ahm ed C evdet Pa­ şa, T ezâkir ( İstanbul, Belediye kütüp, \ mat­ bu kısm ı için bk. Tezâkire-i Cevdet, nşr. C. Baysun ), A nkara, 1953; ayn. mil., Mârûzâi', Sıddık Sâmî Onar, M ecelle ( Law in the M iddle East, W ashington, 1955, I, 292— 308 ) ; Ebui’ulâ Mardin, Medenî hukuk cep­ hesinden A hm ed Cevdet Paşa ( İstanbul, 19 4 6 ); H. V eld et V elidedeoğlu, K anunlaş­ tırma hareketleri ve tanzim at ( Tanzimat, İstanbul, 1940, s. 139 — 209 ). ( E b Ol ' ü l A Ma r d İn .) M E C E R R E . a l -M A C A R R A , S a m a n - y o 1 u ( harekete müsait yol, cadde veya y er }. İ s i m . Her hâlde yunan, y a h o lfa ç ( al-Dâ'irat al-labaniya veya al-Darb al-labanı „sü t gibi görünen dâire veya yol“ ) 'tan gelm iş ol­ malıdır. D iğer ad lan için bk. T arty al-halib



( „ s ü t yolu", sü t rengine benzediği için ), Ta­ rty al-labbSna ( „ s ü t bulunan yerin yolu“ ve bundan mecâz ile Umm al-sam a, göğü sü t ile besleyen „gö k anası“ ), T a rik al-tibn ( „sa­ man yolu“ ) ve D arb veya. D arlb al-tabbana ( „saman bulunan yerin yolu“ ). Farsça muka­ billeri için bk. K âhkaşân ( „saman-çeken“ ), Kuhkangân veya R âh-i kâhkaşân ( „samançekenin yolu“ ) ve türkçe Saman ağrısı ( „saman hırsızı“ ). Saman ile alâkalı isimlerin yunan ve­ ya şark tasavvurlarının hangisi ile ilgili ol­ duğu açık olarak bilinm emektedir. Gundel ( göst. yer.) banun şarktan geld iği fikrinde­ dir. Saman-yolu şarkta Petrus veya azîze ( V e ­ nüs, Zühre ) ’nin kaybettikleri ve sonra, Tanrı tarafından takdis edilerek, gö ğe uçmuş olan ot, saman ve undur, T ürkçede buna bir de H acılar yola denilm ektedir. D iğ er arapça adları için bk. Bab al-sama" ( „gö k kapısı“ ) ve at-Şarc veya al-A şrac ( „ y a ­ rık “ , Saman-yolunun, arasından parlak göğün göründüğü b ir yarık, delik gibi tasavvur edil­ mesi ile ilgili olm alıdır), b ir de Umm al-nucSm ( „yıld ızlar anası“ , çünkü göğün hiç bir kısmında yıldızlar buradaki kadar çok değil­ d ir ). G ökte, orada uyuz olduğundan ( Carbat al-nucâm } bahsedilir. Kazan türklerinde buna Kaz-yolu, A lta y ka­ vim ler inde ise, Çığ-yolu denilm ektedir. D ikkate alınması lâzım gelen terkiplerden biri de N ahr al-macarra şeklidir. Saman-yo­ lunun bir nehir gibi tasavvur edildiği ‘A b d alRahmân al~Şüfi ’nin burçlar hakkındaki eserin­ de, a l-B irü n i’nın Kitâb al-tafhim (sonlarına doğru ) ’i ile kronolojisinde ( metin, s. 345; trc, s. 348 ), al-Kazvini ’nin kosm ografyasında ( metin, 1, 37 ; trc. s. 18 ) ve diğer bîr çok mü­ elliflerde açıkça görülm ektedir. Buralarda Y a y burcu veya Kamerin 20. menzilini teşkil eden 8 yıldız ( bunlara al-Na'â'im „tavus kuşları“ d e n iliy o r) târif edilm ektedir. Bu yıldızların Saman-yolunda bulunan dördüne al-Na'Sm alvâ rid ( „suya giden tavus“ ) ismi v e riliy o r; diğer dördü Saman-yolunun kenarında olup, bunlar al-Na‘ âm al-şâdir ( „sudan gelen ta ­ vus“ ) adı île zikrediliyor (krş. L. ideler, ayn. esr., s. 184 ve H yde, Ulug Beg's Tabulae, Oxford, s. 23 ), S a m a n - y o l u n u n ve buradaki yıldızlar ile bunların m u f a s s a l b i r t a s v i r i BatIamyus 'un al-Macasfi ( kit. VIII, fas. 2 ) 'sinde verilm iştir; bu husûstaki malûmatı müslüman mütercimler buradan almışlardır, M üellifler bundan farklı bir şekilde istifâde etmişlerdir. Msl. a l-T ü si, al-M acns(î ’ nin kendi tertibinde bu tasviri, Batlam yus 'ta olduğu gibi, mufassal olarak v e rm iştir; tesb it ettiğim e göre, al-Hac-



MECERRE. câ c 'ın tercümesinden istifâde etm em iştir, tim Sln 5 ise, Ş i f â ’da, al-M acasfi n in k ısa bir hu­ lâsasını yapmış olduğu hâlde, böyle bir tasviri verm em iştir; bu m üellif cedveller busûsunda da aynı şekilde hareket etm iştir. Saman-yolunun etraflı tetkikini Batlam yus 'ta Saman-yolunun da yerleştirildiği gök küresi­ nin yapısı hakkındaki kısmı tâkip eder. Bu kısım, başka yerlerde de tesadüf ettiğim iz gibi, îbn S in â tarafından aynen alınmıştır. Zikri geçen bir çok gök kürelerinin bâzılarmda Saman-yolunun da tasvir edilmiş bulun­ ması pek muhtemeldir. M evcut kürelerde buna tesadüf edilmediği görülüyor { krş. H. Schnell, D ie K agel mit dem S c h e m e l). Batlamyus 'ta olduğu gibi, bütün Saman-yolunun mufassal ve müstakil bir tasvirine arap eserlerinde tesadüf edemedim ( bk. al-M arzüki, Kitâb a la zm in a IV, 272 v. dd.; B urckhardt, R eleen in Arabien, s. 480— 607; Burton, A Pilgrim age to E l Medinah and M eccah ( 1855 )» U> 1 v .d d .; W avell, A Modern P ilgrim in M ecca ( 1912 ), s. 72 v. d d .; al-Batanüni, al-Rifıla al-H icâzlya (K a h ire, 2. tab., 1329), s. 236 v .d d . — K ub â ' h a k k ı n d a krş. B G A , I, 28; III, 8 3 ;Y â k ü t, M a'cam, IV, 23 v .d .; Burckhardt, Reisen in Arabien, s. 54, 558— 56 1; Burton, A Pilgrimage, II, 195— 223. — Wellhausen, S k izze n und Vorarbeiten, IV, 1 v.dd. ( Me­ dina vor dem Islam, D ie Gemeindeordnung Mahammeds ) ; W ensinck, Mohammed en de Joden te Medina (19 0 8 ), s. 9 v .d d .; H irschfeld, E ssa i sur l ’histoire des J a ifs de Médine ( R E J , VII, 167— 193; X, 10— 3 1 ) ; D. S. Margoliouth, 77 ie Relations bet­ ween A rabs and Israelites prior to the R ise o f Islam (1924 ), s. 57 v. dd. — M u a h h a r t a r i h i i ç i n krş. Musil, Zur Zeitgeschichte non Arabien ( 1 9 1 8 ) ; R. Hartmann, D ie Wahkabiten { Z D M G , yeni seri, 111, 176 v .d d .). ( F r . *)UHL.) M E D İ N E T -O z -Z Â H fR E . M A D İN A T a l ­ Z AH İR A , meşhur âmirî hâcibi al-Manşür [ b. bk.] 'un 368 ( 978/979 ) ’ de Kurtuba ’da kur­ duğu hükümet m akam . D evlet işlerini Kurtu­ ba ’daki halife sarayında ve Madinat a!-Zabrâ' 'da görm ek istemeyen al-Manşür, gerek kendi sarayını, gerek büyük saray erkânının konak­ larını içine alan bir şehir yaptırm ağa karar verdi. ‘ Bu şehir, K urtuba 'dan bir az uzakta, G uadalquivir [ b. bk.] ’in şimalinde kuruldu. Ma­ dinat at-Zâhira 'nin yeri tesbit edilemediğinden, arap tarihçilerinin verdikleri mühim mâlûmat



472



MEDİNET-OZ-ZAHİRE -



ile ik tifa etm ek m ecburiyetindeyiz. H iç bir arap coğrafyacısı bu şehir hakkında bilgi verm em iş­ tir. İbn Hazm ’m Tavk al-hamâma (nşr. Pétrof, Leiden, 1914, s. 104 ) adlı eserinin bir yerinde verd iği bilgiye göre, bu şehir K u rtu b a ’nm şarkında id i; fak at İspanyol arkeologları, Kurr tu b a ’nın eenub-ı garbi kısmında olduğunu zannetm ektedirler. D iğer taraftan Madinat al- i Zâhira ile al- A m iriy a ’yi birbirine karıştırm am alıdır. Bu sonuncusu bir munya, yâni şehir sûr­ ları dışındaki bir köşk olup, al-Manşür ’a Emevî hükümdarlarından biri tarafından hediye edil­ miştir. G âlıbâ köşkün yeri de tesb it edilmiştir. İbn İz&ri 'ye göre, M adinat al-Zahira ’nin büyük kısmı iki yılda tamamlanmış ve alManşür da buraya 370 (980/981)'te yerleşm iş­ tir. Buraya muhtelif hükümet dâirelerini ve hazîneyi getirm iş, sarayın etrafındaki toprak­ ları saray adamlarına dağıtm ıştır. Öyle ki, çok geçmeden, Em evî halifelerinin şehri olan Ma­ dinat al-Zahrâ', hemen-hemen terkedilip, ıssız­ laşmış, tacirler de Madinat a l-Z âh ira 'ye g ele­ rek, ticârete başlam ıştır; burası, kuruluşundan bir kaç yıl sonra, büyük bir şehir hâlini almış idi. al-M anşür’dan sonra, burası, oğlu ve halefi ‘A b d al-Malik 'İn hükümet makarrı oldu ve bu emîr kendine ayrı bir saray yaptırdı. Ölümün­ de, Sancho! diye tanınan kardeşi :A b d al-Rahmân da buraya yerleşti ise de, çok geçmeden, Muhammed b. HişSm b. ‘ A bd al-Cabbâr alMahdi [ b.bk.] tarafından mağlûp edildi. Bu gâsıp ‘A m iri şehrini işgâl ile oradaki bütün hazîneleri eline geçirdi. Ü ç gün şehri baştan­ başa yağma ettirdi. Yağm adan sonra da şehrin tamamen yakılıp-yıkılm asm t em retti ( cemâziyelâhır 399==kânûn II. 1009). B i b l i y o g r a f y a : İbn ‘İzâri, al-Bayân al-m uğrib ( nşr. D o z y ), II, 294 v.dd., (trc. Fagnan), s. 457 v .d d ,; III ( nşr. E. L éviP ro ve n çal), fih rist, bilhassa s. 61 — 66; alM akkari, N a fh al-fib ( A n a le c ie s ), I, 380; al-N uvayri, Nihâyat al-arab, ( H isioire d’E s ­ p a g n e ; nşr. v e İspanyol, trc. M. Gaspar Remiro, R evista del Centro de Estadios Historíeos de Granáda, 1916, V I, 44 v .d .); R. Dozy, H istoire des Musulmans d ’Espagne, III, 179 i R. Velázquez Bosco, Medina A zz a h ra y A lam iriya (M adrid, 1912 ),s . 20 v.d d .; G . Marçais, Manuel d’art musulmán ( Paris, 1926), I, s. 248. ( E. L e v i- P r o v e n ç a l.) M E D İN E T -O Z -Z E H R Â . M A D İN A T ALZ A H R A “, K urtuba Emevî halifelerinin eski hükümet m erkezi olup, bugün harabeleri G uadalquivir [ b. bk.] vadisine hâkim Marena Sierra ’nm son çıkıntılarından biri üzerinde, Córdoba la Vieja adı verilen yerde, Kurtuba ı’nn 8 km. garbında bulunmaktadır.



M EDINET-Üz-ZEHK A . Magrib arap tarihçileri hükümdarlık merke­ zi olan bu şehrin kuruluşuna, refaha erdiği devreye ve inkırâzm a sebep olan hususlara dâir bir çok bilgi verm ektedirler. Şehrin ku­ rulmasına büyük halife ‘A b d al-Rahmân III. al-Nâşir [b .b k .] tarafından karar verilm iş ve bu halife zamanında, 325 ( 936 ) yılının ilk gün­ lerinde, şehrin tem elleri atılm ıştır. Vekayinâmecilerin rivayetine gö re, al-Nâşir câriyelerinden birinin bıraktığı kü lliyetli bir parayı, L é ­ on ve N avarre kırailıklarında harp esiri olarak bulunan İspanyol müslümanlarını kurtarm ak için, bir fidye-i necât olarak, kullanm ak iste ­ miş. Bu m aksatla gönderilen elçiler fidye-i ne­ cât verecek hiç b ir esir bulamayınca, halifenin nedimesi al-Zahrâ' bu para ile bir şehir kur­ masını ve buna kendi adını vermesini halifeye telkin etm iş. Bu hikâye, biç değil ise, bir çok noktalarında şüphesiz ki asılsızdır. Halifenin sarayı etrafında genişleyen şehrin inşâsı bir çok seneler (ta rih çile re göre, 13— 40 sene I sürdü. Her gün, d iğer malzeme hâriç, beş yüz yontulmuş taş kullanılm akta idi. Lüzûmtu mermerler bilhassa İfrik iy a ’ den getirtiliyordu. İbn İzâri ’ye göre, en aşağı 4 313 sütun kul­ lanılm ıştır. A yn ı m üellife bakılırsa, inşaâtı bizzat veliahd ai-Hakam idâre etm ekte idi. Di­ ğer taraftan, baş mimarın adının Maslama b. ‘A b d A llah olduğu da bilinm ektedir. M adinat al-Zahrâ’ 'nm inşasında en az 10.000 işçi çalıştırılm ıştır. Şehrin plânında, arâzinin çok roâil durnmu göz önüne alınmış­ tır ve İd risi, bu meyilli arâziden nasıl faydalanıidığını açıkça izah etm iştir. Şehir, üç k a t olarak, kurulmuştur. Ü st kısım da saray ve sa ­ raya bağlı yapılar, orta kısım da bahçeler, alt kısım da da husûsî yapılar ve hüyük câmi bu­ lunmakta idi. K iliseden muhavvel camiin karşısında ve G u ad alq u ivir’e hâkim bir m evkide bulunan K urtuba ’daki halife sarayını dar bulan ‘A b d al-Rahmân, bütün saray erkânı ile birlikte, M adinat al-Zahrâ’ ’ya taşındı v e bu şehir onun en çok sevdiği yer oldu. H alefleri al-Hakam II. ve Hişâm II. saltanatları m üddeiince en ziyâde burada oturdular ve al-N âşir ’m şehrini daha da gü zelleştirdiler. Bununla beraber, Ma­ d in at al-Zahrâ’, ‘A m iri hâciblerinin makarrı olan ai-M adinat al-Zâhira [ b. bk.] b ir rakip şehir hâlinde ortaya çık tığ ı andan itibaren gözden düşmüş olmalıdır. a t-N a şir’ in şehri, K urtuba ’ya karşı isyân eden ücretli berberí as­ kerler tarafından, bir çok defalar yağm a edildi. Şehrin nihâî inkırazı 401 ( 1 0 1 0 ) yılındadır. B ir buçuk asır sonra, id risi zamanında, şehrin yalnız surları ve sarayın harabeleri kalmış idi. Pek az sayıda ahâli buralarda hâlâ yaşam akta idi.



MEDİNET-ÜZ-ZEÂHR Madinat al-Zahrâ’ ’um harabeleri, esaslı bir şektide, 19 10 ’dan itibaren İspanyol arkeologu R, Velazquez Bosco idaresindeki bîr hey’et ta­ rafından, bulunmuş ve bu tarihten itibâren bu­ rada hafriyat başlamıştır. Ö nce şehrin yukarı kısmı ile orta kısmını birbirinden ayıran çifte kale duvarı ile sarayın bâzı kısım ları ve bir çok oymalı taşlar meydana çıkarılm ıştır. B i b l i y o g r a f y a ' , al-İdrisi, Ş i f at alA ndalus ( nşr, Dozy ve de Goeje ), metin, s. 312 , trc., s. 263 ; Ihn’ H ârıfil-BaySn al-muğrib (n şr. Dozy ), II, *25— 231 (trc. Fagnan ),s. 347, 356 ; III ( nşr. E. Lévi-Provençal ), Paris, 1 9 2 8 , fih rist; lbn H avkal, B G A , II, 77; îbn Haldun, ’ /bar ( Bulak tab. ), IV , 144 ; İbn Hallikân ( trc. de Slane), III, 1 88 ; İbn al-A ş ir, K â m il— A nnales du Maghreb et de l’Espagne ( tr c . F agnan ), s. 381, 410; al-N uvayri, Nihâyat al-arab ( nşr. ve trc. M. G asp ar R em iro), Granada, 1 9 1 6 , fih rist ; Abu İ-Mahâsin, al-NacSm al-zâhira ( kısmî trc. Fagnan, Rec. de Constantine, 1906), s. 317; al-M akkari, N afh aUtlb ( A n a lectes ), 1> 343 v. dd. ; E. Fagnan, Extraits inédits relatifs au Maghreb ( C ezayir, 1924 ), fihrist ; R. Dozy, H istoire des Musulm ans d'Espagne, IU, 92 v.d. ; A . Gonzalez Palencia, Historia de la España musulmana ( Barcelona-Buenos A ire s, 1925 ), s. 146 v. d. ; R. Velázquez Bosco, M edina A zza h ra y A lam iriya ( Madrid, 19 1 2 ); ayn.m il., Excavaciones en Medina A zakara ( M adrid, 1924 ) ; R. Jiménez, R. Casiej&n, F. Hernández, E. Ruiz ve J. M. de Navascués, Excavaciones en Medina Azzahra ( Córdoba ), ( Madrid, Ï9Z4 ) ; G . Marçais, Manuel d>art musulman ( Paris, 2926 ), I, 243 v.dd. ( E . LÊVI-PROVENÇAL.) MEDRESE, M A D R A S A (A.), »derse çalışı­ lan, ders okunan y er" demek olup, sonraları um&miyetle cam iler ile birlikte bulunan tahsil müessesesi ve nihayet, bütün dereceleri ile, mek­ tep mânasına gelm iştir. Islâm âleminde, ilk devirlerde mescid ( „cam i" ) doğrudan-doğruy a bir tahsil müessesesi vazifesini de gördüğü gibi, sonraları meydana getirilen m edreseler, yer ve faâliyet bakımından, m escidlere çok sıkı bir şekilde bağlı bulunuyordu. Bundan dolayı medrese ile mescid birbirine muvâzî olarak inkişâf etm iştir. Bk. mad. M E SC İD , M E D Y E N Ş U A Y B . M A D Y A N Ş U 'A Y B , A kabe körfezinin şark sâhiiinde bir ş e b i r . Bu İsim, A k d -i atik ’ten ( LXX : MaStcqt, Mdöittv, Josephus i MaSuyuítat, r¡ Maôi/qvT) j(cí>(ja ) bildi­ ğim iz Madyanİ kabilesine bağlanm aktadır; fa ­ kat kabîienin gerçek vatanını tâyin busûsunda bu isimden istifâ d e ' etmek pek mümkün de­ ğild ir; çünkü bu şehir, daha sonra M adyanilerin



M ED YEN Ş U A Y B .



473



yerleştikleri bir yer de olmuş olabilir ve umSm iyetle, böyle göçebe kabilelerin asıl yurdunu tesbit etm ek güçtür. A h d -i atik ’te, Madyan adlı bir şehir zikredilm em ektedir ( Mülök-i evvel, 18, Xi ’de „M a'on“ okumak g e r e k tir ). Buna karşılık, Josephus ( Archäologie, II, 1 1 , 1 ) Maöıavr), E ritre denizi sahilinde bir şehir olarak bilm ektedir, Eusebios ( O nom ast, nşr. L agarde, s. 276) da bunu tanımaktadır. Batlamyus ( V i, 7,27 )’ ta bir sâhil şehri olarak zikr­ edilmekte ve adı M oSıava yahut MoSouva olarak geçm ektedir; fakat, bir başka yerde, MftSıapa adı altında, memleket içlerinde şe­ hir olarak anılmaktadır. Bu isim farkı, şehrin o zamanki vaziyeti ile izah edilebilir. Peygam ­ ber zamanında, Madyan şehrinin adı yalnız bir defa, o da, Peygamberin oraya Zayd b. Hârişa kumandasında bir kuvvet göndermesi münâ­ sebeti ile, bir de bölge keşişlerinden bahseden şâir K uşayyir ( ölm. 723, bk. YS^üt ) 'in Muhammed b. a l-H an a fiya ’nin A y l a ’ya yaptığı seya­ hat hikâyelerinde, istitrâten, geçm ektedir. C oğrafyacılarda, bu şehir, bir sâbil şehri olarak ve T a b ü k ’tan a ltı günlük bir mesafede görülür. Madyan, A yla ’dan Medine 'ye giden hacıların tâkip ettikleri yol üzerinde ikinci konak yeri idi ve M ekke ’ye bağlı mevkiler arasında yer alıyordu. IX. asırda, Y a'kübi, Madyan ’in akar ve menbâ suları, bahçeleri, hurmalıkları bol bir bölgede bulunduğundan ve m uhtelit nüfusundan bahsetm ektedir, İştahri, Madyan *m, Tabük 'ten daha büyük olduğunu söylem ekte ve şahsî hâtıralarına dayanarak, Müsâ 'nın orada Şu'ayb ( aş. bk.) 'ın sürüsünü suladığı ve o devirde bir evin altında gizli bu­ lunan kaynaktan bahsetm ektedir. Sonradan, bu şehir yavaş-yavaş rağbetten düşmüştür. XII. asırda, İd risi, bu şehirden, gelir kaynak­ ları olmayan b ir ticâret şehri olarak bahseder; A bu ’I-Fidâ’ ’ya göre, X IV . asırda, harâbe hâ­ linde bulunmakta idi. Bu şehir, ancak son devirlerde, Rüppell, Burton ve Musii tarafından yeniden ziyaret edilm iştir. A rapların mezar çukurlarına atfen M a g â’ i r Ş u ’ a y b de­ dikleri büyük harâbeier, sahilde kâin Maknâ ’dan tahminen 28 km. bir mesâfede, 28° 28' şimâl arzında, akar-suları, hurm alıkları ile meşhûr al-Bad’ vâdİsİnin cenup kısmında bulunmaktadır. Burton *a göre, 29° 28' ve 27° 40' şimâl arz derecesi arasında bulunan bütün ülkeye A r i M a d y a n denilm ektedir, K ur’ an 'da, A h d -i atîk ile münâsebetdar olarak, bir çok defalar, Madyan 'den, bir kavım olarak bahsedilm ektedir. Msl. önce, Musa 'nın yanlarında kaldığı günlere dâir - parçalarda ( Kur'an, X X , 42, XXVIII, 21 v.dd., 45 ) ki, bun­ larda kayın babasının A h d -i a itk 'te : Jithro )



474



M ED YEN Ş U A Y B -



henüz adı m eçhuldür; ayrıea, peygam berlere â it kalıplaşmış bir rivayete güre, Madyanler, Şu'ayb peygam bere inanmadıkları için, cezâya çarpılm ışlardır (K ar’an, V II, 83— 9 1; X I,85— 98; X X IX , 35 v.d.). Sonradan bu Şu'ayb ’ın Müsâ ’nın kayın-babası olduğu ileri sürülmüş ise de, A h d -i atik ’te buna dâir hiç bir k ayıt yoktur. Belki de hakikatte, aslında Şu’ayb ’m Madyan ile hiç bir münâsebeti yok idi. E ski sûre­ lerde ( K a r ’an, X V , 78; X X V I, 176 v .d .; X XXVIII, 12; L, 1 3 ) onun düşmanları Madyanilerden değil, ashâb al-ayka ( „orman eshâbı“ ) ’den bahsedilm ektedir. B i b i i y o g r a f y at L evy, R E J, L IV , 45 v . d d . ( Josephus h a k k ın d a ); İbn Hişâm { nşr. W üstenfeld ), s. 9 9 4 ; İbn al-A ş ir, Kâ­ mil ( nşr, Tornberg ), IV , 2 0 8 ; al-Bakrı (n şr. W üstenfeld ), s, 5 16 v. d .; B C A , I, 1 2 , 2 0 ; III, 1 5 5 — 1 7 8 ; V I, 12 9 , 190, 2 4 8 ; VII, 3 4 1 ; Y aku t, Ma’ cam ( nşr. W üstenfeld ), III, 5 5 7 ; IV, 4 5 1 v.d .; Abu ’I-Fidâ’, T ak­ vim (n şr. Reinaud ve de S la n e ), s, 86; îd r is i ( tre. Jaubert ), I, 142 , 328, 3 3 3 ; Rüppell, R eise in Nubien ( 1829 ), s. 2 19 v.d., 3 8 7 ; ayn. mil., Reise nach Abgssinien, ( 1 8 3 8 ), I, 1 4 9 ; Burton, The G old Mines o f Midian ( 1878 ), s. 3 3 1 ; ayn. mil., T he L an d o f Midian revisited ( 1879 )> bilhassa II, 184 v. d d .; J' R G S ( 1879 ) , s. 1 v. d d . ; bilhassa I, 21 v. d .; Musil, Im nSrdlicken H ed jâ z ( 1 9 1 1 ), s. 1 1 ; Nöldeke, E ncyclo­ paedia Biblica, st. 3079 v. dd. ( FE. B ü H L.) M E H D E V İL E R . M A H D A V Î, Benares civa­ rında C a v n p u r l u S a y y i d M u h a m m e t ! M a h d i ( 8 4 7— 9 1 0 = 1 4 4 3 — 1504 ) 'nin mürîdleri olup, şeyhlerinin geleceği bildirilm iş olan Mahdi [ b. bk.] olduğunu ileri sürüyorlardı, Sayyid Muhammed, vaazları ile, Ahm edâbâd [ b. bk.] ve G ucarât 'ın başka yerlerinde ken­ dine bir çok tarafd ar topladı. Mürîdleri onun m ucizeler gösterm ek, ölüleri diriltm ek, kör ve dilsizleri v.b. iyileştirm ek kudretine inanı­ yorlardı, Muayyen bir zaman serbestçe inanç­ larını yaym alarına ve yeni tarafdar toplayarak, çoğalmalarına müsâade edilmiş İse de, G uca­ rât sultanı M uzaffar I. ( 1 5 1 3 — 1526 ) zamanınmnda şiddetli takibata mâruz kaldılar ve ara­ larından bir çokları, işkence ile, öldürüldü. A vran gzeb de, 1645 ’ te Ahm edâbâd valisi iken, onlara çok zulmetti. Bu işkenceler sonunda M ahdaviier, bugün ihtiyatlı davranmakta, takiya [ b. bk.] ile kendilerini sünnî müslüman tanıtm ağa çalışm akşadırlar. Sayıları kat’î ola­ rak bilinmemekle berâber, küçük topluluklar hâlinde, G ucarât 'ın hemen h er tarafında, Bom bay ’da, Sind 'd e, Dekknn £ b. bk.] ’de bunlara rastlanm aktadır, Sayyid Muhammed ’in



MEHDÎ.



sonuncu imam ve m ahdi olduğuna inanmak­ tad ırlar ve dinî düşmanlarının rivayetine göre, onun gelişinden sonra, ne günahlarından do­ layı pişm anlık duym uşlar,. ne de ölülerinin ruhuna duâ etm işlerdir. Düğün v e cenaze­ lerde kendilerine has bâzı merasim ler yapar­ lar. Düşmanları onlara gayr m ahdi ( “ gelecek mehdiye inanmayan“ ) derler. M ahdaviier de bu tâbiri, daha önce görünen bu mehdiye inanmayanlar için kullanırlar. B i b l i y o g r a f y a : Sikandar b. Mu­ hammed, M ira i-i Ş ikan d a ri ( Bombay, 1891 ), s. 136— 138 ( îngî. tre. Fazlullah Lutfuilah Faridi, s. 90 v .d ,) ; Â ’ln -i A kbari (tre . H. Blochm ann), Kalküte, 1873, giriş, s. IV — V ; Ca far Şa rif, Qanoon-e-lslam , 2. tab., ( Madras, 1863 ), s. 171 v.d. ( nşr. de Crooke ), O xford, 1921, s. 208 v.d .; G azeiteer o f the Bombay Presidency ( Bombay, 1899 ), IX, 2. kısım, s. 62 v. d d .; H astings’ E n cyc­ lopaedia o f Religion and Ethics, V I, 189 ( G oldziher, mad. Gayr Mahdi)-, Goldziher, Vorlesangen Sber den Islam ( H eidelberg, 1910 ), s. 268 v.d. ( T. W . A e N O L D .) M E H D Î. [ Bk. İBN T Û M E R T .] M E H D İ. [ Bk. M UHAM MED A tfM E D ,] M EH D İ. a l-M A H D İ ( A.), harfiyen »ken­ disine rehberlik edilen“ demek olup, bütün istikam etler ( hudâ ) A llahtan geldiği için, k e­ lime nihayet k e n d i s i n e A l l a h t a r a ­ f ı n d a n y o l g ö s t e r i l e n , yâni husûsî ve şahsî bir tarzda A llah ın hidâyetine nâil olan mânasını a lm ıştır; çünkü A llah , İslâmiyetin bilâ-vâsıta ulûhiyyetçiliğinde, dünya­ daki bütün varlık ve eşyanın, gerek insan ak­ lı ile, gerek süflî hayvanlarda sevk-i tab iî­ ler ile, kendi-kendilerini tanım alarına ve var­ lıkları ile bekaları için zarurî olan her şeyi bilmelerine rehberlik eder ( L isân, X X , 228 ). A llahın adlarından biri al-H âdi ( „rehber“ ) ’d ir ( K a r’an, XXII, 53 ; X X V , 3 3 ) ve İlâhî istikam et fikri K u r’an 'da bir çok defalar zikredilm iştir. M uhtelif tezahürlerinin İzahı İçin bk. Bayzâvi, K a r’an, I, 5 'in tefsiri ( nşr. Fleischer, I, 8, satır 21 v .d d .); al-R âğib al-İşfahfini, M ufradât (K a h ire, 1324), s. 560; G azzâli, al-M akşad al-asna ( Kahire, 1324 ), s. 80, F ak at ga rip tir ki, mahdi kelim esi ( I. vezinden ism-i mef’u l ) ancak 4 defa görün­ mektedir. K a r’an dilinde, iktadâ (V III. vezin, dar mânada »kendisi İçin yol gösterilmesini kabûl e tti“ ), yarı-meehûl veya mutâvaat gibi kullanılm ıştır, Böyiece A llahın kendisine reh­ berlik ettiği insan sâdece »rehberlik edilen“ bir kimse değil, fakat Atlabın gösterdiği is­ tikam ette kendi-kendine hareket eden insan­ dır.



MEHDİ. Edward Pococke 'un Porta Mo sia { 1655 tab., II, 263 ) ’inde X VI numaralı işarette, „yol gösteren “ mânası ile verd iği al-muhdt şek li­ nin doğruluğunu isbat edecek aslî bir kaynak gâlibâ mevcut d eğild ir; krş. Lane, Lexicon, s. 3042 =, not. Margoliouth ( ileride zikredi­ len makale, s. 337 ®)» bu kelimenin „veren “ mânasına gelebileceğini tahmin etm ekte ve Mahdi 'niu pek büyük servetler verdiğini an­ latan an'anelere ( aş. bk.) atfetm ekted ir; fak at bu vasıf için gâlibâ şarkta en küçük bir te'yit kaydı mevcut değildir. Şu da var ki, bu an'anelerde kullanılan fiil o 'f ö ’dır. F ak at mahdi olan veya al-mahdi başka bîr durumda bulunm aktadır; ona mutlak bir su­ rette yol gösterilm ektedir. K elim e geçm işte, bâzı kim seler için, gelecekte de kıyam et ile alâkalı bir şahsiyet için kullanılm aktadır. Ni­ tekim Lisân ( X X , 229. str. 9, aş.), ilk dört halife münâsebeti ile, bir an’aneye istin at ederek, „doğru yolu tâkip eden ve kendi­ lerine yol gösterilen halifelerin sünnetlerin­ den“ ( sunnatu ‘l-hulafâ al-râşidin al-mahdiyîn ) bahseder ve sonra kelimenin, bilhassa isim olarak, Peygamberin geleceğini haber verdiği mahdi için kullanıldığını bildirir. Mahdi tâbi­ rinin, kıyam et ile alâkalı olm ayarak, tarihî şah­ siyetler için kullanılmasının başka bir çok mi­ sâlleri vardır. G oldzih er ( Vorlesungen, s. 267, V , not 12, 1 ) bunların bir kısmını topla­ m ıştır: böylece C a rir ( Nakâid, nşr. Bevan, nr. 104, beyit 29 ) bunu İbrahim peygam ber için ve Hassan b. Şâbît {D ivân, Tunus tab., 24,4 ) Peygam ber için kullanıyor; bk. bir de İbn Sa'd ( XI , 9 4 ,9 ). E kseriya sünnıler, bilhas­ sa 'A l i 'y i diğer üç halifeden ayırm ak için, onun hakkında kullan ıyorlar; nitekim Usd al-ğâba ( I V , 31, 9 ) 'de ona hâdiyan makdiyaa denilir ve Sulaymân b. Şurad Husayn ’e, ölümünden sonra, „M ahdi oğlu M ahdi“ der ( fa b a r i, Târih, nşr. de G oeje, Leiden, II, $46, 11 ). Farazdak ile C a rir, bu kelimeyi, bir şeref unvânı olarak, Em evî halifeleri için de kullanırlar. Bu kelime Emevîlerden 'O m ar II. için her kes tarafından kullanılırken, gâlibâ bir şeref unvânından fazla bir mâna ifâde ediyordu ; filhakika 'O m ar tam bir mucaddid [ b. bk.] olarak, bilhassa A llahın rehberliğine mazhar olmuş telakki ediliyordu. Daha son­ raki devirlerde mucaddid ’lerîn birincisi olup, bunların 8. ve sonuncusu, iki telakkiye göre, ya Peygam ber neslinden M ahdi, ya ‘ İsa ( alMasîfy al-muhtadi ) olacaktır ; krş. mad. İSÂ. Bütün mucaddid meselesi ve onun alMahdi ile münâsebeti için bk. G oldziher, Zur Charakteristik . . . us-Suyûfi’s, S B Ak. Wien, L X X X , 10 v. dd.). İslâmî telakkilere göre, in­



475



sanlar dâimâ imândan uzaklaşırlar ve onların yeniden imâna getirilm eleri lâzım dır ve dünya­ nın sona ereceği zamanda bu hâdise vuköa g e ­ lecektir. İnsanlar tamâmiyie dinsiz olacak ve A llah onları kendi hâllerine terkedecektir. Kâbe kaybolacak, K u p a n nüshaları alel'âde k â ğıt hâline g elecek ve sözleri insanların hâ­ tıralarından silinecektir, insanlar yalnız şiir ve şarkı okuyacaklar. O zaman dünyanın sonu gelecektir. M ahdi tâbiri, buna benzer, fakat daha yük­ sek bir mânada olarak, İbn a l-T a'âvizi ( D îvân, nşr. M argoliouth, s. 103, s, 6 ) tarafından, A b ­ basî halifesi al-N âşir ( 573— 622 h.) için kulla­ nılm ıştır : o m ahdi ’d ir ve b ir kıyam et mahdi 'si aramağa lüzûm yoktur. Daha dar, fak at iştikakına daha uygun bir mânada olarak, ih­ tida etm iş olanlar iç in d e kullanılm ıştır; A llah onlara rehberlik ederek, iy i yolu gösterm iştir. İsiâm iyetı kabul edenler için, tü rkler daha kur'anî bir tâb ir olan m uh tadi'yi kullanırlar; bu iki kelime arasındaki fark için yk. bk. G oldziher ( s. 268 ) bunun misâllerini zikret­ m ektedir. Vine daha yüksek bir mânada olmak üzere, bu tâbir, çok erken zamanlarda, ‘A li *nin Fâtima ’den başka bir zevcesinden olan oğlu Muhammed b. al-H anafiya için kullanıl­ m ıştır. Husayn ’in K erbelâ 'd a ölmesinden sonra, M uhtar b. A b i ‘ Ubayd bu Muhammed 'i kendini hilâfete nam zet ilân etm eğe teşvik etti ve ona „V a şi ( a l-V a şi ) ’nin oğlu M ahdi“ adını v e r d i; buradaki V a şi, Peygam berin hal­ kın idaresini ‘A li ’ye va siy et ettiğin i kaböl edenler tarafından, onun İçin kullanılan bir tâbirdir ( T ab a ri, T â rih , II, 534 ). Bu hâdise H aşan ve Husayn 'in, yâni ‘ A li ’nin Peygamberin kızı Fâtim a 'den doğan iki oğlunun, ölümünden sonra vukûa gelm iştir v e imamlığa geçme bakımından, şi'îlerin görüşlerinden başka gö­ rü şler bulunduğunu gösterir. Bu Muhammed, Peygam ber ile aynı kandan olduğu için değil de, ‘ A li ’nin oğlu olması sıfatı ile vâris idi. G âlibâ böylece kendine zorla verilen bu mev­ kii bizzat reddetm iş i d i ; fakat o, istemeye­ rek, K aysân iler fırkasının kurucusu olmuştur. Bunlar onun ölmez olarak bulunduğu Razvâ dağından geri gelm esini bekliyorlardı. Bu iddia şâir K u şayyir ( ölm. 105 = 723 ) ve Sayyid al-H im yari (ölm . 173 — 789; A ğ ani, VIII, 32; krş. M as'üdi, Paris tab., V , 180 v. dd.) tara­ fından müdâfaa edilm iştir. Böylece Muhammed, 12 imamh şi’îlerin gizli imâmı gibi, bir mah­ d i muntazar ( „beklenen m ahdi“ ) hâline geldi. K aysan iya ’akideleri için bk. Şahrastâni, alM ilal va ’l-nihal, İbn Hazm haşiyesindeki tab., I, 196 ; Muhammed 'in rakibi M uhtar, he­ men şi’îleşen M uhtâriya fıkrasını kurdu ve



MEHDÎ. H usayn b. ‘A li 'yi destekledi ( Şahrastân i, s. 197), Bütün bu vak'alar o devirdeki dinî-siyâsî fırkaların son derecede seyyâl olduğunu gös­ term ek bakımından alâka çekicidir. Bir de umû­ mi bir şeref mânası taşıyan mahdi tâbirinin nasıl husûsi bir mâna aldığını ve hattâ son günlerde İlâhî kanunları yeniden te ’sis edecek şahsa delâlet eden b ir has isim olduğunu gös­ term ektedir. On iki imaoılı şi’îlerin dönmesini ( r ac a ) bekledikleri gizli imâma da ş i’île r al-Mahdi adını verirler. Fakat bunun durumu sünnîler tarafından beklenen m üstakbel islâhatçınınkinden tamâmiyle başkadır. Sünnîliğin esâsı müslümanların kendi-kendini idâre etm esi ge­ rek tiği ve hakikat ve yakîne bizzat kendi cehdi ile erişebileceği fikrinden ibâı-ettir. Her hangi bir anda liyâkatli âlim ler ( al-muciak i d ) 3 usulü, K u r’an, sunna ve Mgâs 'ı islâmiyetin her hangi bir meselesine tatbik edip, o hususta ittifa k ederler ise ( icma ), bu nokta emin olarak tesbit edilmiş olur ve bütün müslümanlar bunu imânlarının bir kısm ı olarak kabûl etm eğe mecbûrdurlar. H atâ İşlemez, reh­ ber mevkiini alan mutlak bir mahdi fikri, neti­ cede son sünnî kelâm cıların reddettikleri taklid [ b. bk.] 'i telkin etm ektedir. Sünnî müslümanEık, G o ld zih e r’in gösterm iş oluduğu gibi, kim olursa-olsun, bir beşer üstada körü-körüne ita­ at fikrine karşı bir isyândır. îsâ 'ya bile mucaddid vasfı ile muhtadi denilm ektedir ki, bu tâbir yanılm azlık mânasında çok daha az kuv­ vetlidir. Bununla beraber, kütleler mutlak bir m ucaddid istediler ve bir m ahdi ’ ye itikat, küt­ leler arasında, kuvvetli idi ve hâlâ da öyledir. M ahdi, yâni İsa, imânı yeniden kurmak ve idâre etmek için geldiği zaman, birbirini tâkip eden m üctehidler nesillerinin elde e ttiği İslâ­ m iyet icmâmı yeniden kuracak ve tatbik ede­ cektir. Böylece miislümanlar yalnız kendikendileri istikam etini tâyin etmiyor, fakat aynı zamanda Peygam ber vâsıtası İle gelen vah­ yin son ve yanılmaz tefsircisi oluyorlar. Di­ ğer taraftan şi’îler ne halkta, ne de kendi m üctehidlerinde böyle bir kudret g ö rü rle r; K u r’an, sunna ve kit/as ile hiç bir yakîne erişilemez. Yakîn ancak hatâ ve günaha karşı A lla h tarafından korunan ( ma'şüm ) ve vazi­ fesi insanlara islâmiyeti tefsir etm ek olan öğretm e ( ta'lim , krş. G oldziher, Streitschrift des G a za li gegen die Bâtinîya-Sekte, ) ile elde edilebilir. Şi 'a müctehidleri bunun vâ­ sıtalarıdır. G izli imam geri geldiği zaman, İlâhî bir hak ile, kendisi şahsen idâreyi ete alacaktır. Buna mahdi denilir, fak at tâbirin sünnîlerdeki mânasından bir az farktı bir mâ­ nası vardır. Hatâ ve günaha karşı korunma



( 'işm a ; krş. mad. İSMET ), mfi’tezile sistemin­ den alınarak, sunnî müslümanlığa Fahr al-D in al-Râzi (Ölm. 606 — 1209; bk. bir de G oldzi­ her ( f s / ., 111,238 — 245 ) tarafından sokulmuş gö­ rülm ektedir, fakat burada fik ir dar bir şekilde Peygam berlere tahsis edilm iştir. Hiç bir halef ( ha lifa ) bundan istifâde edemez ve m ahdi ’yi bekleyen sünnîler için Mahdi münhasıran P ey­ gamberin son bir halifesidir. M ahdi -alünü oy­ namak için ‘Isa ’yı bekleyen bu sünnîiere göre, o kendi resûllüğü olan bir peygam ber olarak geri gelm iyecek tir; bu o zaman bir dönüş ( rac a ) değil, fakat sâdece bir „in iş" ( n u z ü l) olacak ve Peygam ber şeri'atine göre, insanları idâre edecektir [ bk. mad. ÎSÂ.]. Bü­ tün ş î’a fıkraları, imamlarının bu hususiye­ tinde m üttefik olduklarından, bunun hakkında daha fazla geniş tafsilât verm ek luzûmsuzdur [ bk. mad. ş i’A,]. D iğer mühim bir nokta da, ş ifle r i mahdi hususunda sünnîlerden ayırm a k tad ır; mehdîlik meselesi, şi’î itikadının esâ sî bir kıs­ mını teşkil e ttiği hâlde, sünnî itikadında öyle değildir. Her sünnî müslüman, kıyâm et bakkm daki düşüncelerinin bir noktası olarak, dini yeniden kuracak bir kimse olacağını ka­ bûl eder, fakat buna Mahdi denileceğini kabûl etm ez. İki Şahik 'in hiç birinde, hem Müslim 'inkinde, hem Buhâri ’ ninkinde Mah­ di bahis mevzuu edilmez. A yn ı şekilde sün­ nî kelâm âlim leri bundan bahsetm ezler, al­ i c i ’nin M a v â k if’ i onun hakkında olduğu gibi, kıyâm et saati alâm etleri { aşrâf a l­ sa'a ; krş. mad. £ÎYÂMA) hakkında bir şey ihtiva etm ez. al-N asafi, 'A Içâ 'id 'inde yalnız al-Daccâl f b. bk.]'den ve ‘ İs a ’ nın inmesinden bahseder; T a fta z ln i, şerhinde 10 kıyâm et alâmeti sayar, fak at mahdi 'yi zikretm ez. Biz­ zat Ğ azzâli, halka inme temâyülü olan bir kelâm âlimi olduğu hâlde, ihya ’sının kıyâm etten bahseden son kitabında, alâm etler hakkın­ da hiç bir bilgi verm ez ve haccdan bahseden kitabında ( 1334 tab., I, 218; Sayyid M urtazâ, ith a f, IV, 279), al-D accâl 'in çıkmasına, Isa 'nin gökten inmesine ve al-Daccâl ’i öldürme­ sine hafif bir telmih v a rd ır; metinde de, şerhte de Mahdi bahis mevzuu olm am aktadır. Bu parçada G azzâli 'nin yegâne hedefi, yu­ karıda söylenildiği gibi, bütün insanların imân­ larını bırakacaklarını tebârüz ettirm ektir. Müslümanlar m ahdi itikadının bir .m ihver ve mahreki olmasını, sağlam eseslara dayan­ masını, candan arzu ediyorlardı. Bunlar g it­ tikçe artan karanlıklar, siyâsî, ictim âî, ah­ lâkî ve dini tereddütler içinde, kıyâm etten evvel bin yıllık devirde gelecek bir kurta­ rıcı ve yeniden nizam kurucu bir kimsenin



M EHDİ zuhuru fikrine bağlandılar. Bu inanç soru­ la n ekseriya daha eski rivayetlerin inkişâf ettirilm iş ve açıklanmış şekilleri olup, çok mevsûk surette, isbât edilmiş bulunan ve sıksık ‘ O sm an ’ın katlinden sonraki dâhili harp­ le r sırasında kabileler ile hâned anlar arasında mevcut eski düşmanlık hikâyelerini aksettiren daha muahhar bir çok rivayetlerde ifâde edil­ miş bulunmaktadır. Bundan dolayı bunlar ara­ sında tarihî vak’alar ve kaybolmuş, fak at kıyam ete dâir tasvirin karışıklığına ilâve edilecek, yalnız bir isim de olsa, izler bırakmış olan fırk ala r bulunmaktadır. Bunlar al-Şa'râni ( ölm. 973 = 1565 ; Brockelmann, II, 335 ) ’nin M uhtasar (K a h ire , 1 3 2 4 )’! ile bildiğim iz A b u *Abd A llah al-Kurtubi (ö lm , 671 = 1272; Brockelmann, G A L , I, 4 1 5 ) ’nin Tazkira 'sı ve çok daha muahhar bir muharrir olan Haşan al-!İdvİ al-H am zivi ( öim. 1303 = 1886; Bro­ ckelmann, II, 486 ) 'nin Maşârik al-anvâr ( mü­ teaddit tabıları vardır ) ’1 gibi, ahlâkî gayeler ile yazılm ış daha yeni eserlerde toplanmıştır. F akat bu inanç için ileri sürülen mûtâlar, en açık şekilde, İbn Haldun ( Ölm. 808 = 1406 ) tarafından Mukaddima ( nşr. Q uatrem ere, II, 142 v. dd.; Bulak, 1274,s. 151 v.dd.j trc. de Slane, II, 158 v.d d .)'sin d e verilm iştir: „F â tim a ’nîn nesli, onun hakkında insanların düşündükleri ve bu meseleyi saran karanlığın aydınlanması faslı. Muhtelif devirlerde İslâm halklarının hepsi ( a l-kâ ffa ) arasında umûmiyetle kabul edil­ m iştir ( maşhür ) ki, zamanın sonunda, kıyâmette, Peygam ber ailesinden ( m in ahi alb a y t) imâna ( d in ) yardım edecek ve adâleti m uzaffer kılacak bir kimsenin, zarûrî olarak, zuhûr etmesi icâp ed er; müslümanlar onu ta­ kip edeceklerdir. O müslüman ülkelerinde hâ­ kim olacak ve kendisine al-Mahdi denilecek­ tir, M evsuk ( a U şa h ilı) hadîsler ile tesbit edilmiş olan kıyâm et gününün diğer alâm et­ leri ( aşrât al-sa a ) ile al-Daccâl ’in zuhuru ondan sonra vukua gelecektir. Isa, onun zu­ hurundan sonra, gökten İnecek ve al-D accâl ’i öldürecektir, yahut onunla aynı zamanda inip, Öldürülmesine yardım edecektir. ‘ Isa, Mahdi ’yi imâmı olarak kabûl edecektir. Bu fikri des­ teklem ek için, bâzı muhaddîslerin rivayet et­ tikleri hadîslere dayanılır; fakat başkaları bunu münâkaşa etm işler ve hattâ muhtelif nakiller ile, aksini ileri sürmüşlerdir. Son sü­ itler Fâtiroa ’nin bu neslinin varlığını isbat etm ek için, başka bir yol ve başka bir usul kabul etm işlerdir. O nlar, bunun için, usûlleri­ nin esâsı olan tasavvufî k a ş f'e istinat ederler." Burada İbn Haldun zamanındaki halk tema­ yülünün çok doğru bir hulâsası vardır ve şüp­ hesiz İbn Haldun ’ un buna karşı hiç bir te­



4 ??



veccühü yok idi. Kendisi İslahatçı m ahdi ile alâkalı 24 hadîsi uzun-uzadtya nakledip, 6 de­ ğişik şekli ilâve ve hepsinin m evsûkiyetini münâkaşa eder. Bu hadîslerin yalnız 1 4 'ün­ de isiâhçıya m ahdi denilm iştir. Al>med b. H an bal’in M u sn u J ’inde, A bu Dâ’ ü d ’un S u ­ n a n ’inde, T irm u z i’nm S a h ih ’inde ve İbn Mâca 'nin Sunan 'inde bulunan mahdi hakkın­ da hadîslere dâir bilgiler için bk. Wensınck, Handbook o f Earlg Muhammadan Tradition, mad. M A H D l; al-Bağavi, M aşâbih al-sunna (K a h ire , 13 18 ), H, 134 ve M işkât al-M aşâbık ( Dehli, 1327), s. 399— 401. Bununla berâber, bütün bu mecmualarda, İbn Haldun ’un zikr­ e ttiğ i hadîslerin ancak bir kısmı vardır. D iğ er taraftan, al-Çurtubi 'nin Tazkira ’sinde (K a h ire , 1324, s. 117— 1 21 ) de şüphesiz İbn Haldun 'un ilâve etmek tenezzülünde bulun­ madığı mebzûl tafsilât bulunm aktadır; krş. onun Massa şehrine son telm ihi, s. 173, str. 7. T azkira ’de msl. Peygam ber İspanya ’nin fethi ile yeniden kaybedilm esini açıkça zikretm ekte­ dir. al-Kur{ubî 617 ( 1 2 7 2 ) 'de, G ırn ata Nuşayril erinin ilk yıllarında, bu devletin İspanya ’ntn müslümanlara kalm ış yegâne parçası ol­ duğu zamanda ölmüştür. al-Ç urtu bi ile çevre­ sinde bulunanlar bir islâhcı ve Mahdi ihti­ yâcını kuvvetle hissediyorlardı ve o zaman onun geleceğine dâir tafsilâtlı hadîsler mey­ dana çıktı. Bu vaziyet, vazifesi yalnız al-Dacc â l’i öldürm eğe inhisâr eden ‘ İsa 'dan daha faâi ve daha ku vvetli bir İslâm kahramanı istiyordu ve Peygam berin sünnî M agrib ’de bile o kadar ku vvetli bulunan ve m ahdi 'yi yetiştirecek olan nesline bağlılık da bu hissi kuvvetlendirm eğe yardım etmiş olabilir, alKurtubi ’nin mahdi 'sinin, Suriye 'den veya Ho­ rasan ’dan gelm esi icâp eden iik mahdi ’lerin aksine, M agrib 'den gelm esi icâp ederdi. O M agrib 'd e deniz kıyısında olup, Massa deni­ len C a b a l’in b ir yerinden ge lece k tir; orada ve ikinci defa olarak da, M ekke 'de ona sadâ­ k a t yemini edecekler. Burada hadîs A bu D 5 ’üd tarafından verilen ve İbn Haldun tarafın­ dan zikredilen ( s. 14S, aş. bk. ) daha eski bir hadîse ulaşm akta ve onu izah etmek­ tedir. Bu hadîslerde Kalb kabilesine karşı bir gazadan ve Kalb ganimetinden bahsolunur ve bu hadîs bÖylece kabileler arasındaki ilk düşmanlıklara bağlanır. Bn M agrib m a h d i’si Kalb tarafından desteklenen al-Sufyân i 'y î de öldürecektir. Burada Em evîlerin M arvâni ko­ lunun amcazâ-deleri Sufyânilerin yerini' nasıl aldığını anlatan tarihin teferruatına girm eğe imkân yoktur. Fakat Mu Sviya II.’nin kendi irâ­ desi ile tahttan feragat etmesine ve ânı ölümüne, Marvân b. Hakam 'in onun yerini almasına ve



Me h d î . Mu'âviya II.'nin defni esnasında V aiid b. Utba yılına çıkarılan istikbâle dâir haberler veren b. A b i Sufyân ’ın ânî ölüm veya katline ( tu ina bir eserde, bu hadîsten istifâde edilm iştir. Bu va sakata mayyitan, M as'üdi, P aris tab., V , 170 ) hadîs, burada gen işletilerek, kıyam et tasviri bağlı esrâr dolayısı ile, gâlibâ Em evîler ara­ içine sokulmuş ve sonunda al-Sufyâni. Mahdi sında da bir imâmı fırkası teşekkül etm iştir tarafından, öldürülmüştür. Y ü z y ıl sonra, al( K avi al-um aviya min al-im âm iya; Gaz- K urtubi bunu daha da gen işletiyor ve ai-Sufzâli, nşr. G oldziber, Streitschrift, arapça me­ yânİ 'ye Muhammed b. ‘U rva adını veriyor. alSufyâni hakkında diğer tafsilât için bk. G oldtin, s. 1 4 ) ; bununla beraber bu V a lid , Tabari 'nin rivayetinde, sonraları hayatta görün­ ziher, S treitschrift, s. 52, not 1 ; Snouck Hurm ektedir. Ağartı (X V I, 88) 'deki H âlid b. gronje, D er M ahdi ( Verspreide Ceschriften, Y a zid hikâyesi, bu fırk ayı kuran ilk kim se­ I, 1 55) ; de G oeje, Frag. kist, ar., II, 526; nin kendisi olduğuna dâir rivâyeti ihtiva eder Van Vİoten, Recherckes sur la domin. ar., s. ( Vazet a habar al-Sufyân i va kabbaruhu va ara­ 6 1 ; Lammens, L e C a lifat de Yazid, I, 1 7 ; da an yakana li ’l-nâs f i k i ta'aman. Mamafih Mo’ âztıiya I I ou le dernter des Sofiânides, bu da reddedilmiş olup, bu fırkaya daha eski s. 43. bir menşe’ isnât edilm iştir. A bbâsîlerin İkti­ Bu islâhçı hakkındakı hadîs rivayetlerini darı ele geçirdikleri sıradaki dahilî harpte, teferrüâtı ile burada gösterm ek mümkün ol­ „beyazlardan“ , yâni ısyân etm iş Emevîterden m ayacağı aşikârdır; fakat başlıca şekilleri biri „zikredilm esi mûtad olan Sufyâni ’nin" ( va- ve devirlere göre, husûsiyetleri gösterilebilir. külü kâza ’l-S u fy ü n i ’lla zı kâna yuzkaru, T a­ Bunların hemen hepsi bizzat Peygamberin barİ, T â rik , K ahire tab., IX, 138; 132 yılı vu­ ağzından, az bir kısım da 'A li'd e n nakl­ k u a tı; İbn a l-A şir, Kâm il, Kahire, 1301, V , edilm ektedir. Dünyanın ancak bir günü kal­ 207 ) haklarını elde etm ek hedefini güdüyor­ mış olsa, A llah bu islâhçı gelinceye kadar, bu du, Görünüşe göre, Sufyâniler, bütün fır­ günü uzatacaktır; dünya kaybolm ayacak, kı­ kaların yap tığı gibi, hadîslere dayanarak, yam et o andan önce kopm ayacaktır. islâhçı M arvânilere ve sonraları A bbâsîiere kar­ evimin ehlinden ( min ahi bayti ), benim üm­ şı, imâmîlerin sinsi usûlleri ile, haklarını is­ metimden ( min ummatî ), Fâtima ’ nin çocukla­ tem ekte devam ettiler. Bunların teferruatı rından ( min valad Fâtim a ) o la ca k tır; adı son derecede ka ra n lık tır; zîra bu islâm iyetin benim edim, babasının adı benim babamın son fırkalarından biri idi ve bir isimden ve adı olacaktır. A hlâkça ( hu lk ) Peygam bere ben­ son devrin bütün sünnî ve şi'î müslümanları- zeyecek, fakat dış görünüş ( halk ) bakımından nin umûmî nefreti altında ezilm iş bir isimden değil. Bu sözler ‘A li 'nin ağzından rivayet başka bir şey bırakm am ıştır. D aha eski bir edilm iştir. Başı çıplak ve burnu kartal burnu devir, T ahari ( ®lm. 224 = 838 ) 'nin K ur ’an, ve çıkıntılı olacaktır. Dünyayı kötülük ve te­ X X X IV , 50 ( cüz XXII, s. 63, a ş . ) T a fsir câvüz ve dinsizlik ile dolmuş b u la cak ; bir adam ’inde zikrettiğ i bir hadîste in’ikâs etm ektedir. — „A llah , A llah 1“ — dedi mi, öldürülecektir. Peygamber şark ile garp arasında çıkacak bir O dünyayı adalet ve hakkaniyet ile dolduracak­ fitneden bahsediyordu. Sonra al-Sufyâni 'nin tır ; insanlar A llah a ( al-Ifaklç ) avdet edinceye „kuru vadiden“ ( a l-V âd i-Y S b is; başkaca meç­ kadar, onları öldürecektir. Müslümanlar onun hul; Y a k u t 'ta IV , 1000 „ Y â b is ’in vâdİsi“ var­ şeri’atını tâkip ederek, benzerini asla görm edik­ dır ki, bir insanın isminden gelm ek ted ir; al- leri bir refâha erişeceklerdir; yer bütün m eyve­ Su fyân i'n in kıyam ette bu yerden geleceği söy­ lerini verecek ve gökler yağmurlarını boşaltacak, lenir), isyanlarından birinde veya „vakti gelince“ bu zamanda gümüş para ayaklar altına atılacak ( f i fa v rih i z â l i k ) gelm esi uzun gelir. Gön­ ve hesap edilm eyecektir; bir kimse her kalktığı dereceği ordulardan ve Bani 'l-’ A bbâs ’tan 300 zaman, — „e y Mehdî, bana ver 1“ — diyecek, o d a reis öldürmek suretiyle yapacağı tahribat­ — „ A li“ — cevabını verecek ve elbisesine adamın tan, nihayet ona karşı C abrâ’ ii 'in gönderile­ taşıyabileceği her şeyi önüne dökecektir. Bunun ceğinden ve C a b râ ’il ’in onu öldüreceğinden Müslim ’in Sa h ih 'inde bulunan şu hadîsin, haklı uzun-uzun bahsedilir. Böylece T abari ’ye göre, veya haksız, bir tefsiri olduğu ileri sürülm üştür: bunun zuhûru kıyam etle alâkalı d eğildir ve — „Ümmetim kaybolm ağa yaklaşınca, saymakmahdi ile dünyanın sonu geleceği hakkında bu­ sızın servetler saçan bir halife ge lece k tir“ . rada hiç b ir işâret yoktur. Fakat Muhyi 'l-D in Kıyâm ete yakın günlerde gelecek ve parası İbn al-’A ra b i tarafından Mukâzarat al-abrâr bol ve eli açık olan bu halife ile alâkalı bilgi­ 'ma dercedilm iş olup, tarih î ve nücûmî bakım­ ler için bk. W ensinck, Handbook o f Tradi­ dan, Richard ^iartman tarafından Eine isla- tion, s. ıoo'>. F akat Müslim ve Buharı 'd e ol­ misehe A pokalypse aas der K reuzzugzeit ’ta duğu gibi, bu hadîste de mahdi bahis mevzuu bütün teferrü âtı ile tetk ik ve aş.-yk. 576 ( 1180 ) değildir. Y in e ; Mahdi, bizim evim izden, Pey­



MEHDİ. gamberin ev ehlindendir. A lla h onu beklen­ medik bir şekilde ve ansızın gönderecektir ( ? y u şlih u 'ilâ h a f i laylat™ ), S, 7,9 sene hüküm sürecektir. Onun bir karışıklık (fita n ) devrinde geleceğin e dâir m üteaddit işaretler vardır. Bu fitn e o şekilde olacak ki, bunları yatıştırm ak için gökten bir ses 'alacak ve — »Sizin emîriniz şu ve şudur“ — d iyecektir ( İbn Haldun, s. 162 ). Bu alaylı bir tefsire benzem ektedir, fakat bu sâd e b ir vaaz gibi zikrediliyor. İlk rivayet­ lerde, şarktan ( ai-m aşrik; Hurâaân ), nehrin ( A m u-D erya) ötesinden g e le c e k tir; daha mu­ ahhar bir zamanda ( msl. K ur(ubi ve İbn Idaldün, s. 171 — 176 ) M agrib ’in vâsî ve bilinmiyen topraklarından gelecektir. A çık ça A bbâsîlerin ‘A li tarafdarlarını desteklem elerini te ’min gâyesi ile uydurulmuş olan A bbâsıler hakkm daki ilk siyah bayraklar ( râgât s â d ) hadîsi Mahdi ’den bahsetm ez ( İbn Haldun, s. 153), fak at şüphesiz daha muahhar olan bir şekilde, „zîra o A llahın halifesi, alMahdi 'd ir“ sözleri ilâve edilm iştir ( İbn Haldun, s. 159 ). Ç o k şâyân-ı dikkat bir şekil olması ve K urtubi ’nin sonraları onu kulla­ nıp genişletm esi sebebi ile, uzun bir hadîsi, tam olarak, zikretm ek kabildir ( İbn Haldun, s. 148 ) : »Bir halifenin ölümünde bir nizâ çı­ kacaktır v e medineli bir adam, M ekke 'ye doğru kaçarak, oradan gidecektir. O zaman Mekke sâkînleri ona g e lecek ler ve ( ihtimâl bir isyân çıkarıp), istem ediği hâlde, onu tâkip ederek, Rukn ile Mafcâm arasında ona sadâ­ kat yemini edeceklerdir ve ona karşı ( v e y a : »ona doğru“ , i l â ) Suriye ’den gelen bir ordu gönderilecek, fak at bu ordu, M ekke ile Medine arasında, çölün (al-bagdâ’ ) kumları tarafın ­ dan yutulacaktır. H alk bunu görünce, Suriye abdal ( »abdallar* veya »asîller* ) 'i ve İrak ‘ aşâ’ib ( „arkadaş“ veya „ta ra fd a r", bk. Lane, s, 2059 b ) ’i, sadâkat yemini etm ek üzere, ona gidecekler. Bundan sonra, anne tarafından cedleri Kath’den olan K ureyşli bir adam çıka­ cak, o da onlara karşı, onları yenecek olan bir ordu gönderecektir ve buna Kalb seferi ( ba'g ) denilecektir. A h 1 Kalb ganimetine iştirâk et­ meyenler nk kadar me’yus o lacak! S ervetleri taksim edecek ve kavmİ üzerinde Peygam ber­ lerinin sunna ’sine göre hüküm sürüp, İslâmiyet kaidesine tabî olacak. Yedi veya dokuz yıl hü­ küm sürecek, sonra ölecek ve müslümanlar ona duâ edecekler“ . Bu hadîs şüphesiz ‘A li tarafdarlarınm ilk düşmanlıklarının bir aksidir; kıyâm et ile alâkası yoktur ve Mahdi ’yi zikret­ mez. Fakat ab d al ve çölde ( al-bagdâ’ ) orduyu yutan yer fikirleri kıyam etten bahseden diğer bir hadîste ( s. 156,161 ) yeniden meydana çıkar ve M agrib'den gelecek M a h d i’den bahseden



4?9



al-IÇurJubi 'nin hadîsine dâhil edilir. Belki gâ ­ yesi A b b âsîler ile ‘ A li tarafdarlarını anlaştır­ mak olan b ir hadîste, yeniden, müslümanlar »Tamim kabilesinden bir gene adama dönme­ ğ e “ teşvik ediliyor ( 'alagkum bi l ’-fata ’l-ta­ m im i ) ; zîra şarktan gelecektir ve Mahdi 'nin alemdarı olacaktır ( İbn Haldun, s. 162 ). Fakat şu da bellidir k i, Mahdi inancı geç olarak meydana çıkm ıştır ve her zaman kabul edilmiş değildir. Bunun gibi al-D accâl inancı da kıya­ mete dâir gerek halk telâkkisinde, gerek ulemâ telakkisin de değişm ez bir hâlde kalm aktadır; fakat bir hadîs bu Mahdi inancının daha ziyâ­ de kendisine inançtan değil de, imândan gel­ diğini isbata çatışır, al-D accâl ’i inkâr eden kim se dini terketm iştir ( İbn Haldun, s. 144 ). D iğer taraftan bir Mahdi çıkm ayacağını, yalnız ‘ İs a ’nın ineceğini gösteren bir „hadîs vardır. Mahdi müdâfîleri bu hadîsin ‘İs a ’dan başka kimsenin beşikte (m ahdi K ar1an, III, 4 1 ) aslâ konuşmamış olduğu mânasına geldiğini söyle­ yerek, meseleyi değiştirm ek istem işlerdir (İbn Haldun, s, 163; K urtubi, s. 118 ). Bu makalede istifâd e edilen hiç bir hadîs nıecmûasında zikre­ dilm eyen ve başka bir »İslahatçı“ olan al-Kahtâni hakkında bk. mad. K A H T  N ve Snouck Hurgronje, D er Mehdi, s. 12 ( Verspr, Gesch., 1, 156) Sonraları, ileriledikçe, bilgi menbâlarımız daha çok halk rivâyetlerİne dayanıyor ve kıyâmet mehdisine olan inancı daha çok sâbitleşm iş buluyoruz. B ir de müslümanlar gerek kendi hükümdarları, gerek müslüman olmayan efendileri tarafından kendilerini ne kadar tecâvüze uğramış ve tezlîl edilmiş hisset­ m işler ise, hakikî islâm iyeti yeniden kuracak ve bütün dünyayı İslâmiyet için fethedecek olan bu son şahsın çıktığın ı görm ek arzuları o kadar ku vvetli olmuştur. B ir mehdî ihtiyâcı hissedilmiş olduğundan, her zaman mehdiler zuhûr etmiş ve İslâm iyet onların bayrakları altında silâha sarılm ıştır. Bu ayaklanmaların burada bir tarihini verm ek imkânsızdır. Bu m ehdiler hakkında tafsilât için bk. H asting’s, Encgclopedia o f Religion and Ethics, VIII, 336 — 340 (M argoliouth'un yazdığı mad. M ahdi) ve Goldziher, Vorlestungen, s . 231, 268, 291. Südân mehdisi için bk. bilhassa Snouck Hurgronje, Verspr, G eschr., I, 147— ı8 t 'd e ye­ niden basılmış olan D er M ehdî makalesi. Bu m akale islâm iyetteki bir „islâhatçı“ fikrinin menşe' ve tarihine dâir esaslı bir münâkaşayı ihtivâ e d er; bk, bir de ileride mad. MUHAMMED A H M ED . i B i b l i g o g r a f g a : Makale içinde gös­ terilm iştir. Hiç şüphesiz, en mühim üç ma­ kale Snouck Hurgronje, G oldziher ve Mar­ goliouth 'nunkilerdir. ( D. B. M a C d O N A L D .)



MEHDİ. M E H D İ.



al



-M A H D İ,



A bö ‘ A bd



A llah



A b b a s î h a l i f e s i . Babası halife ai-Manşür idi. A d ı Umm M ü sâ biat alManşür b. ‘A b d A lla h olan annesi eski Himyerî hükümdarları ailesine mensup i d i ; Horasan va­ lis i 'A b d al-Cabbâr b, ‘A b d al-Rahman [ b. bk.] isyan edince, halife ona karşı oğlu Muhammed al-Mahdi 'yi, bir orda ile birlikte, gö n d erd i; fak at asıl kumandan Hazım b. Huzayma idi. ‘A b d al-Cabbâr *m hapsedilmesinden sonra, al-M ahdi, babasının emri üzerine, Tabaristân ’a karşı bir sefe r açtı ve bu memleket itâate mecbur kaldı ( krş. mad. DÂBÖYA). 144 ( 761/762 ) 'de Irak-ı A cem ’e döndü ve A bu ’ 1'A b b â s al-Şaffâh 'm kızı R ayta ile evlendi. M üteakip senelerde, bilhassa al-Rayy şehrinde ikam et etti. ‘ İsa b. Müsâ [ b. bk.} uzun zaman­ dan beri veliahd tâyin edilmiş i d i ; fakat alManşSr ’ un telkinlerine kapılarak, al-Mahdi lehine tah t üzerindeki haklarından feragat e t­ ti ve zilhicce 158 ( teşrin I. 775 ) 'de, al-Manşür un ölümünden sonra, al-Mahdi halife oldu. Hilm ve cöm etliği ite kendini çok sevdirmiş id i; bununla beraber, kendisine bir kaç zâlimâne hareket isnat edilir. Msl. basit bir şüphe üzerine vezîr A b u ‘Ubayd A llah M uâviya b. ‘ U b a y d A llah [ b. b k .]’ın oğlunu idâm ettird i ve g a z a b ın a u ğ r a y a n b ir d iğer vezîr, Y a'k ü b b. D â v ü d , o kadar karanlık bir zindana atılm ış ki, b u r a d a gözleri kör olmuş. 160 ( 776/777 ) ’ta her zaman ayaklanm alara sahne olan Ho­ rasan ’da bir isyan çık tı ; fakat âsîlerin reisi Y ûsuf b. İbrahim mağlûp edilerek, hapse a tıl­ dı ; halife sonra onu zalimane bir şekilde idâm ettird i. Bİzanslılara karşı seferlere de al-Mahdi zamanında devam edildi. Her iki hasım, mü­ tekabil akınlar ile, birbirlerine mümkün oldu­ ğu kadar fazla ziyan verm ek istiy o rd u ; fakat her defasında yeniden zaptedilen yerlerin de­ vamlı surette ilhâkı bahis mevzuu değil idi. Umûmiyet itibârı ile müslümanlar daha ka­ zançlı idiler ve harbin ilk zamanlarında A nka­ r a ’ya kadar ilerilediler, fak at o zaman Michael Lachanodrakon, bir bizans ordusu ile, onlara karşı yürüdü, az bir müddet sonra, yeniden inşâ edilen al-Hadaş [ b. bk.] kalesini yıktırdı ve Suriye hudûduna kadar memleketi tahrip e tti (16 2 = 778/779). E rtesi yıl, al-Mahdi bizanslılara karşı büyük bir sefer hazırladı; oğlu Hârün da sefere iştirâk e tti ve 165 ( 782 ) t e Hârün, halifenin gözdesi, m üstakbel vezîr al-Rabi‘ b. Yûnus ile berâber, ikinci defa ola­ rak, sefere çıkıyordu. Müslümanlar bu defa~ K aradeniz boğazına kadar ilerilediler ve imparatoriçe İrene, bir muâhede ile, üç yıl müd­ detle düşmanlığın kesilm esini ve her yıl harâc verm eği kabule mecbur oldu. F akat ramazan M ütfAM MED,



168 ( mart — nisan 785 ) 'de muâhede bizanslılar tarafından bozuldu ve hiç bir muharebeden: kot'î bir netice alınmaksızın çarpışmalar alMahdi ’nin ölümüne kadar devam etti. Muta­ assıp fırkacı al-Mul;anna' onun devrinde zuhûr etm iştir ; bu şahıs halifenin ordularına pek çok güçlükler çıkardı ve K aşş mıntakasmda bulu­ nan bir kalede uzun zaman muhâsara edildi ; sonunda 163 ( 779/780 ) ’te, canlı olarak düş­ manlarının eline düşmemek için, kendi-kendini zehirledi; çünkü mülhitler ve bilhassa hakikî olsun veya olmasın z in d ik '1ar umûmîyetle en şiddetli cezâlara çarptırılırdı. al-Mahdi, sulh zamanlarında, imparatorluğunun inkişâfı için çok ça lıştı; yeni yollar yaptırdı ve postayı islâh etti. Bu devirde ticâret ve sanayi her zamankinden daha çok inkişâf etm iş idi. Bü­ tün bunlara rağmen, aynı zamanda göz önünde bulundurulması icâp eden ve g ittik çe meş'ûm bir hal alan isrâf temayülü hâsıl olmuş­ tur. D evlet varidatının lüzumsuz debdebeye sarfedilntek üzere alınması al-Mahdi ile başlad ı; bu debdebe halefleri zamanında, A b ­ basî halifeliğinin sukutuna derin bir surette müessir oldu. H alife yavaş-yavaş maiyetinin ve bilhassa hâcibi al R abi‘ b. Yûnus ile kendisine iki oğlu, Müsâ ve Hârün ’u veren ve eski bir câriye olan zevcesi al-Hayzurân ’ın hâkim iyeti altına girdi. Daha 160 ( 7 7 6 ) 'ta İsa b. Müsâ [ b. bk.] değil de, M u sa'ya al-H âdi ismi iîe, bir veliahd için icâp eden itibar gösteriliyordu ve a ltı yıl sonra al-M ahdi, en küçük oğlu Hârün 'u alH âdi 'nin halefi olarak ilân etti. Fakat al-Hayzurân Hârün 'u tercih ettiğinden ve Bermekiler de al-H ayzurân ’1 desteklediğinden, halife tahta çıkış sırasını Hürün lehinde d e ğ iştir­ meğe karar v e rd i; o zaman C u rcâ n ’ da bulu­ nan al-H âdi buna muvafakat etmedi. al-Mahdi, kendisi ile şahsen görüşmek için, yanm a g it­ mek üzere yola çıktı ; fak at 22 muharrem 169 ( 4 ağustos 783 ) 'da M âsabazrn 'da, 43 yaşında, vefat etti. Hükümdar olarak, hiç şüphesiz A b ­ basî sülâlesinin en iyi halifelerinden biri idi. B i b l i y o g r a f y a : İbn K utayba, al­ Ma â rif (n şr. W iislenfeld ), s. . 192 v. d.; Ya'feübi ( nşr. Houtsma ), II, 409 v.dd., 470— 487; Balâzuri (n şr. de G oeje ), bk. fih rist; al-Mubarrad, al-Kâm il { nşr. W righ t ), s. 268, 389, 419, 512, 547, 7 ” 738; T ab arı, III, 133 v. dd., 451— 544; M a sü d i, M arne (P a r is tab.), V I, 224— 260; IX , 44, 51, 65 v.d. ; a l-A ğ ö n i, bk. Guidi, Tables alphabé­ tiques', İbn a l-A s ir ( nşr. Tornberg ), V , 385 v .d d .; V I, 8 "v.dd.; İbn'al-TUftakâ, alF a h rî (n ş r. Derenbourg ), s. 242— 258; Mu­ hammed b. Şâkir ; Favât al-vafayât, H, 225;



4$ t ibn Haldun, a l-¡b ar, 111, 204 v.d d .; W ell, senede yapılan b ir İngiliz— İtalyan anlaşmasına Gesch. d. C halifen , II, 36, 64, 94 v .d d .; göre, bir İngiliz kolu H o b ya'd an hareket ede­ Müller, D er Islam im Morgen- u n d Abend­ cek i d i ; d iğer bir İngiliz kolu Berbera 'dan, land, I, 477 v. d .; Muir, T he Caliphate, H abeş birliklerinden m üteşekkil üçüncü bir its R ise, D eclin e and F a il ( 3 . t a b .,), kol da H arar'd an hareket edecek idi. İngiliz a. 446 v .d d ., 469— 474; Brooks, Byzantines ku vvetleri gen eral M anning’în emrine verildi, an d  ra bs in tke Tim e o f the early Abba- fak at birinci kol pusuya düştü ve 17 nisan sids ( The E ng lish H istorical Review, X V , 1903 'te Mahdi tarafından Gumburi 'de mağ­ 728 v. d d .); G . le Stran ge, Baghdad during lûp e d ild i; ikinci kol 22 nisan 1903 'te Daratke A bbasid Caliphate, bk. fih ris t; ayn. tola 'da kanlı bir mücâdelede ağır kayıplara ■mil., The Lands o f the Eastcrn Caliphate, u ğ ra d ı; yalnız H abeş kolu Şabella vadisindeki O gaden birliklerine karşı bir akın yaptı, g tür. yer. ( K. V . Z E T T E R S T E E N .) M E H D Î. a l-M A H D İ (1860 ? - 1 9 2 0 ),M u - kânun II. 1904'te dördüncü bir Britanya kuv­ veti Mahdi 'yi Cidbâli 'de, ayrıca 21 nisan 1904 H AM M ED B . 'A B D A L L A H H A S S A N A I -M A H D I , İtalyan ingîlizlerin „th e Mad Mullah“ dedikleri meşhur ’te Hind okyanusu kıyılarında îlig 'de ■ S o m a l i m e h d i s i . K endisi O ga d en 'in Bah topraklarına yap tığı yeni bir çıkarmadan son­ G eri kabilesinin R er Hamar kotuna mensup ra, mağlûp e tti. Bu sırada Sayyid Muhammed idi. i86o yılm a doğru doğdu ve gençliğinden Şâlih, Britanya ve İtalya devletlerinin isteği itibaren kendini dini ve tasavvuf! tetkiklere üzerine, Somali 'nin en nufûzlu münevverlerine verdi. 1895 'te hacca g itti ve M ekke 'de kaldığı birer mektup gö n d erd i; bu mektupta Mahdi ’nin Sâlih iya tarikatının nizamlarına aykırı sırada Sayyid Muhammed Şaüh [ b. bk.] ile ta­ nışarak, onun hararetli bir müridi oldu. Somali hareket e ttiği ve bu yüzden Sâlihiya ’nin 'y e döndükten sonra, Önce Zülbahanta kabilesi sâd ık tarafdarlarının lânetine müstahak ol­ arazisinde yerleşti. Sâlihiya tarîkati lehinde duğu bildirildi. İngiliz zaferleri, dâhildeki ku vvetli bir propagandaya girişti ve Somali topraklar dâim î bir işgal altında tutulmadı­ müslümanlarını daha sıkı bir takvâ içinde hayat ğından, isyâm önlemeğa kâfî gelm edi. Bunun sürm eğe teşvik e tti. Çok bilgili ve güzel konuşan üzerine İngiliz ve italyanlar Mahdi iie an­ bir kim se olduğu gibi, İrticalen mâhirâne şiirler laşm a yaptılar. Buna göre, Mahdi Nügal söylediğinden ( eskiden Somali bedevileri ara­ vadisinin İtalya 'ya âit kısmı ile tlıg ’de oturacak sında fikirlerini yaymanın en İyi yolu bu idi ),■ idi. Mahdi 5 mart 1905 'te hu şartları kabûl İngiliz Som alisi’ nde Zülbahanta ve Habeşistan etti ve va lâkinna ’l-ku n şil ¡¡a r ife h a li ( „fa ­ 'daki yurttaşları olan O gadeüler arasında ko­ kat konsolos benim hâlimi bilir“ } maddesini layca tarafd ar kazandı. Elindeki nufûz sayesin­ ilâve etti. Bu k a y ıt A v r u p a ’da konsolosa kar­ de İngiliz müstemleke idâresi ile münâsebetler şı tam bir itim at mânasına alındı ise de, So­ te ’sis e tti. İngiliz İdâre adamları, bâzan bedevi mali ’de başka türlü tefsir olundu. Buna göre, birlikleri arasındaki ayaklanm aları yatıştırm ak Mahdi bir sû fî olduğundan, geçici siyâsî için, onun tavassutuna baş-vurm ağa başladı­ şartlar dâhilinde k â firler ile akdettiği anlaş­ lar. Bununla berâber, bu zât 1899'd a birden­ malara riâyete mecbfir değil idi. N ihayet Mah­ bire Britanya hukfimoti ile olan vaziyetini di kânun II. 1908 'de İngiliz ve italyahiara kar­ değiştirerek, ona karşı açıkça cephe aldı. 1899 şı akm lara ve çapul hareketlerine başladı. Fa­ 'da taraftarlarını Bura'o ’da topladı, kendisi­ kat ingilizler ona karşı mühim hiç b ir ku vvet nin mehdî olduğunu ilân e tti, te inanmayan­ göndermediler ; hattâ kendi müstemlekelerinin lara karşı mukaddes cihâd açtı. O gadenler iç kısmından çekildiler. Mahdi tarafdariaarasında isyântn daha da genişlem esini Önle­ rm a karşı yapılan seferlerde kullanılmak- üze­ mek maksadı ile, H abeşler tarafından Mahdi re, develi bir birlik gö n d erild i; fak at çetin ve ’ye karşı knvvet gönderildi ise de, bu kuvve­ başarılı b ir çok seferlerden sonra, develi kuv­ tin reisi olan Grâzm âç Bânti, O gadenlerin bir vetler 9 ağustos 19 13 'te D ulm adöba’da ezici kolu olan Rer ’A lilere karşı giriştiği şiddetli bir düşman kuvveti ile karşılaştı ve k ıt’anın bir çapul ve akın hareketinden sonra, H arar 'a kumandanı muharebede öldürüldü. Bu sırada döndü. 1901'de Swayne kumandasındaki İngiliz italyanlar, büyük askeri harekâta girişmeden, kuvvetleri M ahdi'yİ İtalya Somalisi 'nin şimal iyi bir siyâset sayesinde, hemen bütün Somali hudutlarına kadar püskürttü ve onn 16 teto- ’yi işgal etm işlerdi; böylece S o m ali’nin şima­ mûz 1901 'de Farzizzin 'de mağlûp etti. İkinci linde iki sultanı da ( Macerten ve Hobya su!» bir İngiliz kuvveti 6 teşrin I. 1902 'de Eriğo t a n la r ı) itâat altına aldılar. Bundan başka sul­ savaşında yeniden bir m uvaffakiyet kazandı. tanın kuvvetlerini de, Mahdi *ye karşı kullan­ 1903 'te Mahdi 'ye karşı, üç kol hâlinde, büyük mak üzere, teşkilâtlan dırdılar ve böylece müs­ bir ku vvet gönderilm esine karar verildi. A ynı tem lekelerinin şimâl hududunun müdâfaasını İşlâm A n sik lo p ed i» !



31



4S i



.



M EHDİ



da t e ’min ettiler. Bu sırada Somali yardımcı ku vvetleri tarafından bilhassa' Maildi ’nin Şabella vadisinin şimalinde bulunan tarafdarlarına karşı ve N G gâl’e doğru bir takım seferlere başlandı. Nügâl 'de Cirriban ve Gar'ad. Hobya sultam tarafından işgâl olunmuş idi. Birinci cihan harbi sırasında v u k û a gelen bu hareket­ ler Maiıdi ’nin kuvvetlerini zayıflatm akla kal­ mayıp, şok geniş bir bölge özerindeki siyâsî n u fû z u n u da kaybetm esine sebep oluyordu. B u bölge halkı İtalya ile muslihâne bir şekilde anlaşıyor ve Mahdi 'y i kendi topraklarında mü­ dâfaa vaziyetinde kalm ağa zorlayordu. Bununla beraber birinci cihan harbinin sonunda İngiliz hükümeti Mahdi 'ye Berbera 'dan hücum ve onu mağlûp etm eğe, kat’î olarak, karar verdi. K â­ nun II. — m art 1920 ’de Mahdi ’ nin müdâfaa kuvvetleri, ingilizler tarafından topa tutulduk­ tan sonra, İngiliz ordusu Mahdi 'nln son ordu­ gâhının kurulu bulunduğu Taleh ’e doğru ileriletli. Deve birlikleri ile Somali yardım kuvvet­ lerinin şiddetli tâkibine uğrayan Mahdi O gad e n ’e, oradan da Karanla kabilesinin toprak­ larına kaçtı ve 23 teşrin II. 1920’de öldü. Mahdi 'nin hayatı Somali zihniyetini tetkik bakımından dikkate değer. M ücâdeleye Önce Şâlihiya tarîkatin e mensup bir kimse olarak b aşlad ı; sonra gittikçe artan şöhreti onun ce­ saretini a rttırd ı ve neticede, propagandasını sert dinî bir temele dayadıktan sonra, müşterek dîn bağlarını kabile bağlarına hâkim kilm ak suretiyle, bütün Somali ahâlisinin başına geçm ek istedi. A sırlık savaş ve kan dâvaları ite bir­ birine düşman olan kabileler arasında islâmiyetin bir kardeşlik bağı telâkkî olunduğu So­ mali bölgesinde böyle bir hareketi idare et­ menin tek çâresi de bu idi. Bu sebepten Muhammed b. ‘A b d A lla h H assan, meşhûr bir şiirinde, A ra b ista n Şâlih ileri ile aralarında­ ki münâsebetleri îm â e d erek : — „B en seccad e­ mi bu denizin üstüne, kardeş olmayan müslü­ manları birleştirm ek için, sermedim mi ?“ — de­ miştir. Y in e bu sebepten tarafdarlannın kendi kabile isim lerini bırakıp, kendisine sâdece „d erviş'1 demelerini istiyordu. B ir mektupta kendisine, „O gaden Bah G eri Muhammed 'A b d A lla h “ diye hitap ettikleri için, kızmış görün­ müş i d i ; çünkü ’A k il b. A b i T âlib ’in soyundan gelen Somali menşe’ine telmihen [ bk. mad. SO M A L İ ] imzasına a l-H S ş i m i nisbesini ilâve etm ekte idi. Bundan başka, kabileler arasından kur’a ile seçtiğ i askerler yerine, yeni bir isim ile, hu­ sûsî ordular topladı, msl. H abar G idirlerden H agattu ( „tırm alayıcılar" ), Mikâhillerden Zügadlar ( Zügat „silâh a tıcı" mânasına gellek ted îr ), Zülbahantalar arasından IÇayysd* ’



la n seçti. F ak at bu tedbirli hareketi sonuna kadar devam ettirem edi. Isâk kabilesinin bü­ yük bir kısmının, Isâklar ile Dârpdlar arasın­ daki eski rekabet hissini tâzeleyen düşmanlı­ ğı Muhammed Salih 'in şüphesiz a ğ ır b ir dar­ be teşkil eden mektubu ( b i r şahıs daha önce onu tamamen Ş alih ilere istinât etm eğe zor­ lamak suretiyle üzerine K â d iriy a ’nin düşman­ lığını celbetm iş idi ), kendisini terketm elerinden korktuğu askerlerine . ganim et te'mini zarureti, bütün bu hususlar ve ayrıca kendi ta ­ biatı Mahdi ’nin Somali ülkesinin mehdisi ola­ ra k kazanmış olduğu dinî nufûzn kırdı. Mah­ di yavaş-yavaş bir kabile reisi, çeşitli un­ surlardan meydana gelm iş ve dolayısı ile, So­ mali ö rf ve âdet hukukunda yeri olan savaş topluluklarını andıran büyük D a ra viş kabile-' sinin kudretli, reisi oldu. Şurası açıktır- ki, Mahdi kendisini böyle telâkkî etm eğe ( yâni, »bütün müslümanlann ana, baba bir kardeşi" olmaktan ziyâde, Somali kabilesinin reisi say­ mağa ) başlayınca, gerek kendisini, gerek tarafdarlarını, m illî hususiyetlerinden doğan temâyüllerini arttırm aktan alıkoym ak güç idi. Bu sebepten, işi yavaş-yavaş, düşman kabile­ lere hakaret dolu şiirler yazm ak veya onlara bir takım gülünç adlar takmak ve yahut da bütün akm lara ayrı-ayrı isim ler koym ak (m sl. Dulmadöba muharebesine „K em ikleri çatırça tır kıran akın" adı verilm iştir ; krş. A yyâm al-arab ) suretiyle meydan okum ağa kadar gö­ tü rd ü ; S o m ali’y e bas o an’anevî çeteciliğe baş-vuruldn. N etice olarak, kabileler arasındaki eski re­ kabetleri ortadan kaldırm ak ve avrupahları m em leketten kovm ak maksadı ile, Somali bal­ kını birleştirm ek için, ı'slâmiyetten faydalan­ mak hususunda Mahdi ’nin sarfettiğı gayretler, gerek A vrup a ordularının kuvveti, gerek So­ mali balkının, e sk i kabile teşkilâtları ve örf ve âdet hukukları lehine gösterdikleri düş­ künlük yüzünden, boşa çıktı. B i b l i y o g r a f y a : M. Mac N eil!, In pursuit o f the M a d M ullah ( London, 1902 ); J. W. Jennings, W ith the A byssinians in Som aliland ( London, 1905 ) ; İtalyan yeşil k ita b ı; Som alia Italiana Settentrionale, XXII. L egislatura, 1904— 1906 kism. ( R o ­ ma, 1906 ); İngiliz yeşil k ita b ı: Correspon­ dence relating to affairs in Som aliland ( C D 7066), London, 1913 ¡D o u g las Jardine, T he Mad M ullah o f So m alilan d ( London, 1923 )•



M EH D Î. b.



. ( E n r ic o C e r u l l l ) al



- M A H D İ , M u h a m m e d b . H Iş â m



’ A bd a l -C a b b â r b . ‘ A bd a l -R a ^ m â n a l -



A b u 'l - V a l îd , E n d ü l ü s E m e v î l e r i n i n 11. h a l i f e s i olup, İki defa ik ti­ N â ş İR



k E H D İ.



dara geçmiştir. Birincisinde Hişam H. al-Mu’ayyad 'in halefi olmuş, İkincisinde XI. ( m,s.) asrın başlarında, müslüman Ispanya'nın ber tarafında küçük müstakil devletlerin ( ma­ la k a l-ta v â 'if) teessüsünden az evvel vukû bulan umûmî isyan sırasında Sulayman b. Hakam al-Musta‘in [b . bk.)'in yerine geç­ miştir. al-M anşür'un oğlu olan ve Sancbol diye anılan ‘A b d al-Rahmân, kardeşi 'A b d al-Malik a i-M u zaffar’in yerine geçer-geçm ez, bir çok aşırı hareketlerde bulundu ve kendini meşrû vâris tâyin ettirm ek için, halifenin za­ afından istifâd e etm esini bildi. Bu karar der­ hâl ailenin böyle saltanattan uzaklaştırılm ış olan bir çok mensuplarının infialine sebep ol­ du. A ralarından 'A b d al-Rahmân III. al-Nâşir 'in torunu olan ve Kurtuba halkı arasında çok tarafdarı bulunan Muhammed b. Hişam b. ‘A bd a l-C a b b â r’ı bir isyan hareketinin ba­ şına geçirdiler. İsyanın çıkarılacağı günü tesbit için, gizli bir toplantı yapıldı. Babasını ve kardeşini tem silen, G alicia hıristiyanlarm a karşı, isyanı tabrik için, bizzat Sanchol 'un idare e ttiği bir ordudan istifâde edildi. 16 cem âziyelâhır 399 ( 1 5 şubat 10 0 9 )'da Muhammed b. Hişam, kendisine sâdık kalan az m iktarda tarafdarları ile, halîfenin bulunduğu Kurtuba sarayına hücûm etti. Sarayı ele g e ­ çirdi ve gereken tedbirleri alm akta gecikm e­ di. Hişâm ’1 istifa ya icbâr ve kendisini balîfe ilân etti. K urtuba ’nın bütün aşağı halk taba­ kası silâh altın a alındı ve 'A m in lerin kurdu­ ğu Mad inat al-ZShir a [ b . b k .]’ yi yağm a et­ m eğe g i t t i Şehirde bulunan bütün servet­ ler, bu arada muazzam bir hazîne ele geçi­ rilerek, yeni halifeye getirildi. H alife, ‘A m iri iktidarın ı ebediyen ortadan kaldırm ak mak­ sadı ile, büyük hâcib al-Manşür 'un ancak bir kaç sene önce kurmuş olduğu şehrin her tarafını yaktırıp , tahrip ettirdi. A yn ı zaman­ da al-Mahdi lekabını almış olan Muhammed b. H işam , ‘A b d al-Rahmân Sanchol tarafın­ dan hazırlanan m ukabil hareketi Önlemek için, ted b irler aldı.. K urtuba 'd a olup-bitenleri v e M adinat al-Zâhira'nin tahribini Öğrenen hâcip büyük b ir endişe içinde, geldi. K a l’a t Rabâh ( C alatrava ) ’ta ordugâh kurdu ve büyük kıs­ mı berberi olan askerlerinin sadâkatini te’ min etm eğe ça lıştı. Ç o k geçm eden, berberi asker­ lerin kendini terk ettiklerini gördü ve yeni tarafdarlar bulmak ümidi ile, K urtuba 'ya doğ­ ru yola çıktı. F akat dönüşte S ierra Morena ’da, b ir m anastırda, al-Mahdi ’nin adamları tarafından yakalanarak, cem âziyelâhır 399 ( m art 1009) sonunda öldürüldü. C esed i Kurtu b a ’ da çarmıha gerildi. •



4§3



al-Mahdi iktidarı ele geçirince, ordusundaki berberi reisleri ile birlikte, Em evî sülâlesine mensup akrabaları ile birleşm ekte gecikmedi. Ç ok geçmeden, düşmanları ona karşı bir isyan hazırladılar. Berberîler başlarına Emevîlerden al-R aşid unvanım verdikleri Hişam b. Sulayman b. al-N âşir adında bir halifelik müddeîsini ge­ çirdiler, K urtuba 'yt kuşattılar. al-Mahdi bir çıkış hareketi yaparak, berberîleri bozguna uğ­ ra ttı ve al-Raşid katledildi. Bunun üzerine, berberîler Emevîlerden Sulayman b. H akam ’i hü­ kümdar seçtiler. A yn ı zamanda Sancho G arcez ile kastiiyalılara mürâeaat ettiler. al-Mah­ di 'nin bütün gayretlerine rağmen, Kurtuba 'nm muhasara çenberi git-gıde daha ziyâde daraldı. Bunun üzerine al-Mahdi bizzat ken­ disinin iktidardan düşürdüğü ve sonra öldü diye ilân etm eğe çalıştığı Hişâm II. al-Mu’ayyad ’i halifeliğe getirdi ise de, bu hiç bir fa y ­ da vermedi, i ğ rebiyülevvel 400 ( 7 teşrin II. 1009 ) ’de halîfe sarayı muhâsara edenlerin eli­ ne geçti, al-Mahdi saklanmaktan başka bir çâre bulamadı. Berberîlerden halifelik iddia eden Sulaym an 'a K u rtu b a ’da bîat edildi ve kendisine M uşta'in b i ’İlâh unvam verildi. E r­ tesi ay al-Mahdi Kurtnba 'dan gizlice kaçarak, T u le y tu la 'y a gitti. O rada halk tarafından iyi karşılandı. Bunun üzerine, Katalanlar (//ranc ) ile birleşerek, şevval 400 ( mayıs-hazîran 1010 ) ’de Knrtuba üzerine yürüdü. Şehir alın­ dı ve al-Mahdi ’nin bütün K nrtuba berberîlerini kanlı bir tazyik altına sokan ikinci salta­ natı başladı. Payitah tta vatandaşlarına yapı­ lan zulüm ler karşısında, Sulayman al-Musta'in ’in ordusundaki berberîler şehri muhasa­ raya koştular. Yakınlarının ihanetine uğrayan al-Mahdi, muhâsara esnasında, 8 zilhicce 400 (2 3 temmuz 1010 ) ’de K u rtu b a ’ daki hali­ fe sarayında, ‘Â m iri köleler tarafından, öl­ dürüldü. İlk saltanatı 9 ay, İkincisi 2 ay sür­ müştür. B i b l i y o g r a f y a t İbn ‘ İzâri, at-Bayan al-muğrib ( nşr. Levi-Provençal ), Paris, 1928, III ( burada çok m ufassal malûmat var­ dır ) ; al-Nuvayri, Kitâb nihâyat al-arab ( nşr. ve ispan. trc. M. G aspar Remiro ), Granada, 1916, fih ris t; *Abd al-V âlıid al-Marrâkuşi, Kitâb al-m ucib ( nşr. D ozy ), s. 28 v.d., trc. Fagnan, s. 34 v. d d .; İbn Haldun, Kitâb al'ibar ( Bulak ), IV , 149 v. d d .; İbn al-A şir, Kâm il ( A n n ales da Maghreb et de VEspagne, trc. Fagnan, f ih r is t ) ; al-M akkari, N afh al-tib, s. 278 v .d .; İbn al-A bbâr, alH u lla t al-siyara ( D ozy, N otices. . . , s. 159 v. d .) ; R. D ozy, H istoire des M asulm ant ■d’Espagne, IH, 271— 300. (E - L e v i -P r o v e n ç a t ,.)



484



M E H D Î. a l -MAHDİ ‘ Ub a y d A l l â h , i I k F a t ı m î h a l i f e s i (2 9 7— 322 = 909— 934) olup, menşe’i karanlıktır. Sa‘ id ismi ile de ta ­ nınm ıştır ve Ismâ’ili reislerinden biri olan meş­ hur iranlı şi’î ‘A b d A lla h b. Maymun al-Kaddâh ( „gaipten haber veren “ ) 'in torunn ol­ duğu sanılm aktadır; fak at o, Fâtim a vâsıtası ile, Peygam berin hakîkî torunu olduğunu iddia ederdi. Bazıları onun on ikinci imam ’ın kardeşi olduğu faraziyesinİ iteri sürerler, başkalarına göre, garip „g iz li“ imâm ’lardan birinin oğlu idi. Â n î olarak iktidara geçm esi, imamlık hakkındaki sûfî telâkkisi ile alâkalı halifeliğin münâkaşalı m eşruiyeti meselesinde, şi’î gay­ retinin ansızın galeyana gelm esi ve beklenen bir mehdinin [ b. bk,] zuhûr etmesi ile aynı zamana tesadüf eder. ısm â’ili propagandası, A rabistan ’da K arm atî ilhâdı İle birlikte, o zaman en yüksek noktasına varmış idi. Bu devrin tarihi içinde, bu kadar ga y re tli ş i’îlerin bâtınî akideleri ile rem zî tefsirlerinden, şe ’nİyet içinde kendi siyâsî gâyeleri için, ne şekilde istifâde ettiklerini tesbit etm ek kabil­ dir. Şim alî A frik a Fâtım îlerin yükselmesinin k a t'î safhalarına şâhid oldu. Buna ilk başlayan ihtim âl kendini M ahdi 'nin m übeşşiri ilân eden A b u ‘A b d A lla h a l- Ş ii [ b. bk.] adlı bir d a i olmuştur. Bu zât ihtirasla dolu olan ve ken­ disinde eşsiz bir teşk ilâ t deha ve mahâreti bulunan bir ihtilâlci idi. Fakat hilekârlığı ve iktidara düşkünlüğü nihayet onu mahva sü­ rükledi. Bununla beraber, ‘Ubayd A llah tahtı ile nnvânını ona borçlu idi. A bu sA b d A llah a l-Ş i‘ i, şim alî A fr ik a 'n ın berber kabileleri arasında fitne tohumları atarken, ‘ Ubayd A l ­ lah, ailesi ile beraber, Suriye ’nin şîmâlindeki Salam iya'd en Ç a y ra v â n ’a doğru yoluna de­ vam ediyordu ( 902 m. s. ). T âcir kıyafetinde M ıs ır’ı geçerken, müvesvis bir vâlinin eline düştü ve az kaldı hapse atılacak idi. İhtimâl yolculuğu sırasında isabet ile seçilm iş şahıs­ ların bozuk ahlâkından istifâd e etm iştir; fa­ kat sonunda, oğlu İle birlikte, A b b âsî tarafdarı olan Bani Midrar tarafından Sicilmâsa ’de bir zindana atıldı. Bu sırada, kendi gaye­ sine kazanmış olduğu Bani Kıtam a berberîlerinin yardım ı ile, baş-kumandanı onun nâmına hâricde harekâta devâm ediyordu, Sicilmâsa ’ye muzafferâne girişi ‘ Ubayd A lla h 'ın kur­ tarılm asını — asıl mahbusun şehrin teslim in­ den evvel öldürüldüğü de iddia edilm ektedir — ve müslümanlarm hakikî reisi al-Mahdi ’nin, m üm inlerin emîri ilân edilmesini te’ min etti. 29 rebiülâhır 297 ( 15 kânûn II, 9 10 ) İde Mahdi ile oğlu muzafferâne R a c a d a ’ye girerlerken, A ğ la b i hükümdarı Z iyâdat A lla h devrilm iş ve M ısır ’a nefyedilmiş idi.



. ‘Ubayd A llah, iktidara geçtikten sonra, Ül­ kesinin hudutlarını genişletm ek siyâsetini ta­ kip etti. Yalnız her taraftan düşmanlar ile çevrilm iş değil idi, kendi karargâhında bile hâin m üttefikler ve şüpheli tarafdarlar bulu­ nuyordu. K endisini zindandan çıkaranlar, onun kendilerine hâkim bir va ziyete geldiğini he­ men gördüler. Kendisi ile tarafdarlarının ileri gelenleri arasında hâsıl olan kin ve nefret, söylendiğine göre, böyle İlâhî bir şahıstan bektenen m ucizeleri gösterm ekten âciz, oldu­ ğunu farketm elerinden hâsıl olan hayâl kı­ rıklığından m ütevellit idi. A bu ‘A b d A liâh, bir mâdun rolü oynamağa mecbur oldu ve bunun üzerine, yerleşik olmayan berberi kabi­ leler arasında fitn e tohumları saçm ağa baş­ ladı. F akat Mahdi vaziyeti karşılayacak kud­ re te sâbip idi. Mahdi 'nin mânevi haklarının bedihî delillerini sormak için gelen bir hey’etin başında bulunan bir K itâm a berberî şey­ hinin başı kesiliverdi. A z b ir müddet son. ra, 'U bayd A llah, A b ü ‘A b d A llah ile kardeşi A bu ' 1- A b b â s ’ı bir tuzağa düşürdü ve onları k a tlettird i ( 298 a s 9 1ı ). A bu ‘A b d A liâh 'ın d iğer kardeşi A bu Z â k i, idâm emrini ihtiva eden bir mektup ile, Kayravân ’a gönderildi. E ski tarafdarlarına karşı böyle hareketlerini haklı gösterm ek için bizzat Mahdi „şeytan o nlan dalâlete sürükledi ve ben kılıç ile te ­ m izledim " diyordu. K arg aşalık lar birbirini ta­ kip e tti, fakat Mahdi 'nin halka karşı cür’etli hareket tarzı ve bir de şahsî cesareti,'m anevî meziyetlere delâlet etm ese de, felâ k e ti önledi ve Fâtım î hanedanının dünyevî iktidarını s a ğ ­ lam bir şekilde te'sis etti. ‘ Ubayd A llâh 'ın haricî siyâseti Bani Kİtâma 'den Hassan b. Kulayb 'i, Fatım î dâvasını yok­ lamak üzere, Sicilya valisi tâyin ederek, oraya gönderdi. Trablusgarp ’tak i H uvâra ve La vata kabileleri mağlûp edildi, bu sırada Mahdi 'nin ku vvetleri Tiharet ’te Muhammed b. H azar ’i hezimete uğrattı. Fakat A bu ‘A b d A llâ h ’ın ölümünden sonra, Mahdi 'ye karşı memnuni­ yetsizlik gösteren Bani Kitâm a, vahşî hare­ ket tarzlarına aslâ tahammül edemeyen ve eski düşmanları olan K ayravân halkı ta ­ rafından, 912 nisanında taarruza uğratıldı. O zaman umûmî bir K itâm a isyanı patlak ver­ d i; Kadü isimli yeni bir mehdi ilân e d ild i; fakat bunlar müdhiş bir muharebeden sonra, hezimete uğratıldılar. Trabiuslular da berber­ ler İle b ir muhârebede ( 300- h .), aynı şekilde,, kandırıldı. Fakat bu devrenin en mühim hâdi­ seleri M ısır'a karşı hücûmlar olmuştur. Mahdi ’nin oğlu A bu ' 1-Kâsim orduların başında g i t t i;. bu sırada Hubasa idaresinde bir donanma faa­ liyette idi. Trablus şehri, Barka, sonra İsken­



MEHDÎ — MEHDÎ I T*N . deriye, 302 ( 914 ) 'de zaptedildi. F a k a t muzaf­ fe r ordular, F u stât dışında M ısır ordusunun kumandanı hadım Munis tarafından durdurul­ du. İkinci bir ordu, birincinin yaptıklarını tek ­ rarladı (9 1 6 — 9 1 7 ) : deltayı tahrip e tt i; Fayyüm 'u y ıktı, fakat bir defa daha eski K ahire .'de durduruldu; 80 gemi ihtiva eden donan­ ma R a şid 'd e , gemi m ıkdarı daha az, fak at daha kuvvetli olan halifenin donanması tarafından tahrip edildi. Fâtım iler bir defa daha çekil­ mek m ecbûriyetinde kaldılar. Bununla beraber, Mahdi 'nin ülkesi Mısır hudutlarından Fas 'tâki Id risi beyliği hudutlarına kadar uzanıyordu. Donanmaları bütün A k d e n iz ’de d eh şet saçı­ yordu. Malta, Sicilya, Sardenya v e Balear t e ­ sirini hissediyordu ; emri ile bütün E n d ü lü s’te gizli me'mûrları dolaşıyordu. S ic ily a ’da bir aglebî şehzadesi olan Ahm ed b. Z iyâdat A llah lehine çıkan bir isyan bu adadaki iktidarını sarstı, fakat idaresi şiddetli ve merhametsiz olmasına rağmen, umumiyetle kuvvetli ve emin idi. 926 yılında merkezini Tunns sahilinde te'sis ettiği ve kendi adından alınarak, al-M ahdiya ( b. bk, ; F ro issart’daki „ A f rica“ ) ismi verilen yeni şehre nakletti. Bu şeh ir kendisinden aş. yk. 26 km. mesafede bulunan K ayravân 'm ye­ rine, p ayitaht oldu. Şehir 303 ( 916 ) ’ te denize uzanan bir yarım-ada, C a z ir a t al-Fâr üzerinde kurulmuş idi. Kuvvetle tahkim edilerek, etrafı yüksek ve geniş bir sed ile çevrildi. Muazzam ağırlıkta kapıları var idi ; saray ve kışla içeride bulunuyordu. O radaki tab i’î liman 100 harp gemisini barındırabilecek şekilde islâh edildi. Kara tarafında tacirler ile umûmiyetle halka tahsis edilmiş olan Zavila k e n a r . mahallesi uzanıyordu. 'U bayd A llah, 25 yıllık hükümdar­ lıktan sonra 14 rebiülevvel 322 (4 m art 934) 'de 63 yaşında öldü ; oğlu A bu ’1-Çâsim , al-K â’im bi-Am ri ’İlâh lekabı ile,' yerine geçti. B i b l i y o g r a f y a : W eil, G eschichte der C ka lifen , II, 579 v.dd. ; O ’L eary, H isi. o f the Fatim îd K halifate, fihrist ; Nicholson, Es­ tablishment o f the F atim id D ynasty : C . Huart, H istoire des Arabes, I, 333 v.dd. 5 LanePoole, Egypt in the M iddle A g es, 8.95— 97; ayn, mil., Mohammedan D ynasties, s. 70; Ch. Sch efer, Sefer Nam eh de N asiri K hosrau, s. 105, 120; 1. Hamet, H istoire du Magreb, s. 25— 34; E. Fagnan, Extrait» inédits rela tifs au Maghreb, s. 7.7 ; H. C . K ay, 'Om arah’s H istory o f Yaman, s. 192 v.d d .; Muir, Caliphate, s. 562 v. dd. ; Dozy, H istoire des m usulmans d’Espagne, bk. fih rist; Yâljüt, Mu cüm, 1, 400, 456; II, 798, 961; IV , 694; A bu ’I-Mahâsin b. T agribird i, al-N ucüm . . , (n şr. W-. P op p er), s. 4, 112; de G oeje, B G A , VIH, 334; 'A b d a l-L stif, Relation de VFgqpie



( t r c . de S a c y ), s. 523 ; al-M as'ûdi, M urüc al-zahab, VI, 194; VIII, 246; İbn H allikân, D id . biogr. ( t r c . de S la n e ), I, 231, n o t; III, 388 ; IV, 51 ; M akrizi, H ist, de F Egypte (trc . Blochet ) , s . 72 ; H. Bunz, Fatim idengeschichte von al-M akrlzï, s. 31 v.dd.; İbn a l-A şir, K â ­ m il, II, 284 ; İbn Haldün, H id . des Berbères ( nşr. de Slane ), I, 441 v.dd. ; S u yü ti, Hist, o f the C aliphs ( trc. J arrett ) , s. 2, 23, 398 v.d d .; A rch iv es marocaines, XVI, 453 v.dd.; X X X , 155, 246, 263 ; XXX I, 51, 58 ; al-Balhi, L ivre de la Création ( nşr. ve trc. Cl. Hua rt ) , I I , 163 ; al-Birüni, Chronology o f A n ­ cient N ations { tre, S a ch a u ), s. 48; C . Zaydân, T â rik al-tamaddun ( Kahire, 1922 ) , IV, 211 v.dd. (tre . D. S. Margoliouth, G M S , 1907, IV, 274, 280 ) ; ayn. mil., On Mahdis and M ahdiism ( Proceed, o f the British Acad., 1916, VII, 13 ) ; ayn. mil., E clip se o f the A b b a sid Caliphate, I, 167; 181, I I , 254 ; A , M üller, D er Islam im Morgen- und Abend­ la nd , I, 596 v.dd.; Becker, B e iträ g e . zu r G esch. Ä gypten s, I , 2 v.dd. ; Zambanr, Gé­ néalogie et Chronologie, I, 94 ; E. G . Browne, L it. H ist, o f Persia, I, 359, 409 ; II, 197 ; Q uatrem ère, Mémoires h id . sur la dynastie des Fatim ides ( J A , 1836, II, 1 1 7 ) ; P. C a ­ sanova, La D octrine secrète des Fatim ides ( B I F A O XVIII, 129, 148, 15 0 ); de G oeje, L es Carmathes du Bahrein, s. 6 v.dd. ; ibn İyyas, T â rih Misr, s. 44— 48, 59, 67— 70. :



, ”



.



U . W a l k e r .) .



M EH D Î H A N . M AH Dİ H A N , MİRZA MuHAMMED B. M ü HAMMED N A Ş İR



A S T A R Â B Â p î,



İran hükümdarlarından Nâdir Ş a h ’in m ü n ş i ve v a k ’ a n ü v i s i . Mahlası K avkab olup ( bk. Storey, Persian literature, I, 322; A b ü T älib Hân İsfahanı, H ulâşat ai-afkär ’dan naklen Catalogue o f the Persian . . . manuscripts in Bodleian Library, 1, 310, nr. 232 ; Durra-i nädira, s. 340 ), doğum ve ölüm tarihleri belli değildir. A d ı da bir çok eserlerde ( bk. E thé, C a t a lo g u e ..., I, 155, nr. 412; M irzä Mabdi Han, The- M abani ’l-lughat, nşr. E, Denison Ross, C alcutta, 1910, naşirin önsözü, s. V I; J. Eckmann, M irza M ehdis D arstellung . . . , s. 156; M irza Mahdi Muhammed H an, Sang lâh, nşr. Besim A ta la y, İstanbul, 1950, naşirin ön sözü, s. 4 ) Hind-türk im paratorluğuna dâir bir tarihî eser yazmış olan N iz â m al-Din Muhammed H adi b. Muhammed al-Husayni al-Ş afavi (b k . Storey, ayn. esr., I , 54, 51 9) 'nin ismi ile karıştırılm ıştır. M üellif, aş.-yk. N âdir Şâb ve ona tekaddüm eden devrin tarihine tah sis ettiği T â rih-i Cihângaşây-i N â d iri (T ahran, 1296 ) ile çagataycanm grame­ rine tobsîs eHiği M abâni’ l-lufra ( nşr. B e sim



486



MEHDÎ H A N .



A ta la y, İstanbul, 1950, s. 4 ) adlı eserinde adı geçen hükümdarın yanındaki vazifelerinden bahsettiği hâlde, resmî vazifeleri dışında, hü­ kümdar ile olan münâsebetlerine ve ondan önce veya sonra başından geçenlere dâir hemenhemcn hiç denecek kadar az mâlûmat verir. İran tarihinin en karışık bir devrinde gelen bu hükümdar, İran 'ın şark ve garp hudutları arasında âdetâ mekik dokurken, Maildi Han da onunla birlikte idi. Bu arada kendisine va k’anüvislik, emirlerin zaptı, halkı ilgilendi­ ren isteklerin hükümdara arzı ve fermanların yazılm ası gib i vazifeler verilm iş idi ( Sang-lâh, s. 4 ). Bu vazifeleri dışında, Nâdir Şâh tara­ fından İncil 'i farsçaya tercüm eye me’mûr edilen rom ve ermeni râhiplerinin tercüm e işle­ rine de yardım ediyor ( bk. J A , 1911, X. seri, XVII, 329 ) ve Çağatayca— farsça lügatini hazırlıyordu ( Sang-lâh, g S s t ger.). Mahdi Han 'in Nâdir Şâh 'm hizm etine hangi ta­ rihte g ird iği belli olmamakla beraber, bu hükümdarın katline kadar (1160 /174 7), va zi­ felerine devam e ttiğ i anlaşılıyor. Osm anlılar ile N âdir Şâh arasında stk-sık vukû bulan harplere son veren bir anlaşmayı müteâkip, 10 muharrem 1160 (2 3 kânun I. 1 7 4 7 ) 'ta N âdir Şâh tarafından, elçilik vazifesi ile, İsfa­ han 'dan İstanbul ’a gönderilm iş idi. L u tf-'A li Bey A za r 'in amcası M ustafâ Han da berâberinde idi. Osmaniı pâdişâhına gönderilen hediyeler ile M ustafâ Han 'a bizzat kendisi tarafından kalem e alınan mektup da Mahdi Han 'a teslim edildi (C ih ân -gaşây N âdiri, Bombay, 1265; krş. L u tf-'A li Bey A z a r, Ataş-gada, Bom­ bay, 1299, s. 376 ), Müellif bu seyahatini ta ­ mamlayıp-tamamlamadığına dâir herh an gi bir işarette bulunmuyorsa da, Bagdad 'dan geri döndüğü ( bk. H alâs at al-afkâr 'dan naklen Catalague o f Persian m anuscript in Bodleian Lihrary, I, 310, nr. 233 ) ve bu seyâbatİn ta ­ mamlanmasına N âdir Şâh 'ın öldürülmesinin mâni olduğu görülüyor ( krş. Ataş-gada, s. 382 ). M ustafâ Han ile birlikte, O sm anlı— İran hudfiduna gelen Mahdi Han ye arkadaşları, burada İran 'a gid ecek olan osmanlı elçileri ile 16 cem âzîyelâhır 1160(26 haziran 1747) 'ta mübadele edildiler ve bu ayın yirm i yedisinde ( 7 tem­ muz ) büyük bir merasim ile Bagdad 'da karşı­ landılar. Burada fazla kalm ayıp, Meşhed 'i ziyârete g ittile r ( İzzî, Tarih, s. 124 a ). Meşhed 'den döndükleri zaman, Nâdir Şâh ’ın katli ile İran 'da karşılıklar çıktığından, Bagdad 'da ikamete me'mûr e d ild ile r; m asrafları da hükümet tara­ fından te ’min olundu ( İzzî, s. 136; H âcibî, Tercüm e-i T â rlh -i N âdiri, E s’ad Efendi kütüp., nr. 2179, 260 b v. d.). Ataş-gada müellifi, am cası Mustafâ Han 'm İran ’a döndüğün­



den bahsettiği hâlde, Mahdi H an 'ın buradan geri dönüp dönmediğine dâir herhangi bir işâre tte bulunmamaktadır. Muhammed ‘A li Tarbiyat ise, M ahdi Han ’ın kendi ceddi olduğunu kaydettikten ( Danişm andan-i Azarbâycân, s. 12 2 ) sonra, h. 1160 'ta B a g d a d ’dan Tebriz 'e geldiğini ve bir müddet sonra burada öldü­ ğünü söylem ektedir ( ibn Y û su f Ş ir â z i, Fih rU t-i Kitâh-hSna-i Madrasa-i :A lî- i Sipahsâlâr, Tahran, 1318 h, ş., s. 269). Fakat müellifin Sang-lâh adlı lügatini 1173 ( 1760) ’te tamam­ ladığına bakılırsa ( bk. M ab ani 'l-luğa, ön söz, s. V — V I ), bu tarihten sonra öldüğü anla­ şılır. Mahdi Han 'ın tah sil hayatına dâir fazla bir şey bilinmemekle beraber, eserlerinden dev­ rinin bir çok ilimlerine ve bu arada farsçadan başka, arapça ve şark türkçesine ve büyük bir ihtim âl ile garp türkçesine de tam mânâsı ile vâkıf ve ayrıca „hikm et-i tabiiye“ ile de meşgul olduğu anlaşılm aktadır. Büyük bir dilci ve farsça nesirde üstad olarak tanınan Mahdi Han 'm Kavkab mahlasını kullandığına bakı­ larak, şiir yazdığı tahmin edilirse de, şimdiye kadar şiirlerini toplayan bir mecmuaya ra st­ lanmamıştır. Mahdi Han ’m elde bulunan eserleri şun lardır: 1. T â rih -i cihânguşây-i N âdiri, aslında sâ ­ dece N âdir Şâh devri vukuatını ihtiva etmek üzere kalem e alınan bu eser, ayrıca baş tara­ fında Sultân Husayn Ş a favi devri ile sonunda yine safevîlerden 'A li ve İbrahim Şâh devir­ lerindeki vukuatı da, m uhtasar bir şekilde, içine alır. Eserde bilhassa Nâdir Şâh ’ın hayatı da, aş-yk. bütün teferruatı ile, doğumundan ölümüne kadar, anlatılır. Eser, İran tarihi için olduğu kadar, osmanli tarihi bakımından da büyük bir ehemmiyet ta ş ır; ihtivâ ettiği de­ vir de iranlılar ile Osm anhlar arasında A z e r­ baycan ve Bagdad bölgelerinde yapılan sa­ vaşlar, hemen-hemen bütün teferru atı ile, tesbit edilmiş ve siyâsî münâsebetler de, oldukça tarafsız bir ifâde ile, anlatılm ıştır. E ser, bu devir vnkuâtını kısmen ihtivâ eden diğer farsça tarihlerden de farklıdır. A y rıca avrupahlardan H U tory o f Nadir Shah adlı eserin m üellifi Jam es F raser ile Jonas H anw ay’in anlattıklarını da tam am lam aktadır. Başka bir hnsûsiyeti de, dolayısı ile, İran’ daki bir çok türk kabilelerinin isim lerini ve hicri tarihler dışında, türk takvim ine gö re de, y ıl adlarım ihtivâ etmesidir. E ser, dil bakımından, Darra-i Nâdira ’y e nisbetle daha sâde olm akla berâber, yine de yeknesak tasvirler, a ş ın m edihler ve yıllardan beri kullanıla gelen sıkıcı teşbih­ lerden kurtulmuş değildir. Yazm a nüsha­ ları için bk. Storey, s. 322 v.dd. ve s. 1283.



MEHDÎ H AN .



487



İlki, 1264’te olmak özere, bir çok defalar, 3. İnşâ' veya Manşa'ât, daha çok müellifin T ebriz, Tahran, C alcu tta, Bombay v e L a­ vazifesi icâbı türlü vesileler ile, benzerlerinde hore ’da basılm ıştır ( bk. Storey, göst. yer. ve görüldüğü gibi, süslü bîr üslupla yazdığı resmî Edhem Fehmi K aratay, ün iversite kiitüphâ- mâhiyetteki mektup ve- vesikaları ihtİvâ eden nesi f arşça basmalar kataloğu, İstanbul, 1949, ve İran tarihi için olduğu kadar, osmanlı tarihi s. 127 ). W . Jones tarafından farnsızcaya için de, mühim olan bu eser, h.’ 1269 ’da, Tebriz ( H istoire de Nadir Chah, London, 1770 ), yine ’de basılmıştır. 4. T örih -i ruzâna-î N âdir Ş â h , isminden aynı m üellif tarafından İngilizceye ( The H istory o f lif e o f N adir S ch a k , London, N âdir ŞSfı vukuatını günü-gününe tesbit ettiği 1773 ), T. H. Gadebucsh tarafından almancaya anlaşılan bu eserin bir nüshasına rastlanmamış­ ( G esch ich ie des N adir Schah, G reifsıvald, tır ( İbn Y usuf Ş ir â z i, F ih rist-i Kitâb-kâna-i * 7 7 3 ), G u ffar A . Syed tarafından tek ra r İn­ M aclis-i ŞSrây-i M illî, Tahran, 1318— 1321 gilizceye ( Translation o f Jehan Kushai Nadiri, h. ş., s. 100; ayn. mil., F ih rist-i Kitâb-/fâna-i Ahmadabâd, 1908 ) tercüm e edilm iştir. Bunlar­ Madrasa-i A li- i Sipaksâlâr, Tahran, 1315 h. dan başka, biri orduca ve üçü m aça olmak öze­ ş., II, 269 ). re, dört tercüm esi daha vardır ( bk. Storey, 5. Sang-lâh, Nâdir Şah devrinde yazmağa ayn. e sr .; A . A . Semenov, U kazatel persidskoy başladığı ve 1172 ’ye doğru ( krş. T he Mabâni literatarı po istorii uzbekov v Sredney A z il, ’ l-lughat, s. V — VI ) bitird iği bu eser, daha Taşken t, 1926, s. 14 ). ziyâde A lİ-Ş îr Nevâî 'nin eserlerinin anlaşıla­ Mahdi Han 'm bu eseri, Mehmed Paşa b, bilm esi için tertip edilm iş bir lü g at kita­ Yâkub P a şa 'n ın emri ile, Hâcıbî isminde biri bıdır. Müellif izah e ttiğ i kelimelerin güç­ tarafından, 1x65 ( 1751/1752 ) ’te türkçeye te r­ lüğü sebebi ile eserine Sang-lâh ( „ta şlık “ ) cüme edilm iştir. Bu tercümede müellifin üslû­ adını verm iştir. M üellif, eserini, önce bu sâbuna oldukça sâdık kalınmış, ayrıca Osmanlı- hada yazılm ış olan diğer eserleri görüp, dik­ İran münâsebetleri anlatılırken, Mahdi Han* m katti bir tenkide tâb i tuttuktan sonra, y az­ eserinde olduğu gibi, sâdece iran lılar değil, m ağa başlam ıştır ki, bunların bir listesini Osm anlılar tarafından girişilen teşebbüsler ve verm ektedir. Mabâni ’l-tuğa adlı ilk kısmı yazılan mektup veya sulhnâmeter de ilâve edil­ hâriç, x. çagatayca-farsça lügat, 2. N e v â î’nin miştir. Bundan başka mütercim, Mahdi Han ’ m eserlerindeki anlaşılması zor farsça ve arapça eserine beş yıllık vukuâtı da ilâve etmiştir. kelim e ve tâbirlerin izahı olmak üzere, iki Bu tercümenin hâlen bilinen tek nüshası, Su- bölüme ayrılm aktadır. Ç ağatayca için çok mü­ leymâniye kütüphanesi 'nde ( Es’ad Efendi him olan bu eser, henüz basılmamış olup, kütüp., nr. 2 179 ) bulunmaktadır (ta v s ifi için nüshaları da mahduttur. Müellif hattından bk. İstanbul kütüphâneleri tarih-coğrafyayaz­ istinsah edilm iş bir nüshası Tahran 'da K itâbmaları ka ta log la n , seri 1, sayı 1, s. 3x4 v. d.) hâna-i Şûrây-i M illi’dedir ( bk. İbn Yusuf 2. D urra-i N adir a veya N â d iri, tarihçi Ş irâ zi, ay ti, esr., s. 99 v.d.). D iğer üç nüsha­ V a ş ş â f’m son derece süslü üslûbunu takliden sından birincisi Londra 'da ( bk, Rieu, Cafokaleme alınan bu eser, muhtevâ bakımından logue o f Turkish Ms., London, 1887, s. 264 aş-yk. evvelkinin, tamâmen aynıdır. A radaki v.dd.), İkincisi Bodleian kütüphânesinde (b k . fark, birincisinde m uhtelif hâdiselerden bahse­ Ed. Sachau-H. Ethe, Catalogue o f the Persian, dilirken, daha fazla açıklayıcı tafsilâta girişil­ T urkish, H in d u sta n i... manuscripts in the miş olmasıdır. D urra-i Nâdira, matbû ve bâzı Bodleian Library, O xford, 1889, P a rt I, s. yazm a nüshalarındaki metin arasına ve sahife 1020, nr. 1760 ), üçüncüsü de yine aynı şehirde kenarlarına ilâve edilen b ir çok kelim e ve tâ­ R A S 'de bulunmaktadır. Sang-lâh, İran 'da birlerin izahı olmadan anlaşılm az bir halde­ K açar hanedanına mensup Naşir al-D in Şah dir ( bk. Durra-i Nâdira, Bombay, 1270; E. BIo- zamanında ( 1848 — 1869 ) hekim -başılık eden chet, Catalogue des manuscripts p ersa n s . . . , ve daha çok Hakim IÇubli diye tanınan ( M. P aris, 1905— 1912, i, 302, nr. 488), Eserin ‘A li T arbiyat, s. 122 ) H oy ’!u Muhammed b. muhtelif nüshaları için bk, Storey, ayn. esr., !A b d al-Şabür tarafından Hulâşa-i ‘ A b b a sî adı s. 324 ve 1283. Mahdi H a n ’ın bu eseri ilk defa ile m uştakkatı, m isâlleri ve tek rarlan atılmak 1271 ( Bombay ) ’de olmak üzere, bir çok defa­ sureti ile, ihtisar edilm iştir ( Fihrist-i Kitâblar tab’edilm iştir ( bk. Storey, göst. y e r .). Son hâna-i Madrasa-i Sipahsâlâr, II, 173 v.dd,). olarak N âdir Ş a h adı ile ihtisar edilmiş ve Seng-lâlı 'm meçhul bir kimse tarafından ya­ T a h ra n 'd a 1324 ( h . ş. ) ’ te basılm ıştır. A yrıca pılm ış Kitâb-i zadn adlı bir muhtasarı daha Sayyid A hm ed Şâh tarafından yapılan ve vardır ( bk. E. Biochet, Cat., II, Suppl.,8. 125. D urrat al-tâc adını taşıyan bir de şerhi var­ nr. 1000; ayn. mil., Cat. des manuscrits Persans dır ( Jullundur, 1907 ). Paris, 19x2, H, 223 ). A li Ş îr Nevâî ’nin ese*



4&8



MEHDÎ HAN -



MEHDİ U-DÎNİ 'LLAH,



M evcut eserlerine göre, Mahdi Han ’m üslû­ lerine dâir M akâ lid -i t ar k î ya adı ile d iğer b ir lügat kitabı tertip etm iş olan F ath - A li bunu sâde, orta ve son derece süslü olmak Sapanla, eserinin sonunda, Mahdi Han ’in üzere, üçe ayırm ak mümkündür. Bu üç çeşit S a n g -lâ h ’ta anlaşılm a/ olarak kabûl ettiği üslûbundan birincisine Sang-lâh mukaddimesi bâzı kelim eleri terefime ve şerhetm iştir, Fath ile lügatin kendisi, İkincisine Cihânguşây-i ‘ A li Sapan h ı’nun eserinin bir nüshası Tahran N âdiri adlı tarihi ve üçüncüsiine de Durra-i ’da M elik kütüphânesinde bulunmaktadır ( bk. N âdira ile M unşa’ât ’1 misâl olarak gösterile­ F ih rist-i Kiiâbhâna-i M a clis. . . , s. 100 ). bilir. Fakat mevzu icâbı sâde bir üslûp ile 6, Mabâni ’Ulağa, bâzan m üstakillen, bâzan yazmak mecburiyetinde kaldığı Sang-lâh hâriç, Sang-lâh ’m mevcut nüshalarında, onun mu­ diğer eserlerinde .umumiyetle musanna üslûp kaddimesi gibi görünen ve hakikatte ondan daha çok hâkimdir. . B i b l i y o g r a f y a ' . Metinde geçenler­ sonra yazılan ( B. A ta la y , s. 7 ve krş. s. 3 ) bu den başka b k .‘ A li-K u li Han, R iy â i a l-şd arâ ’ eser, çagataycaya dâir bir gram er kitabıdır. Müellif F irâği ismindeki b ir müellifin, türkçenin ( bk. Ivanov, Concise deseriptive catalogae m azbut bir dil olm adığı hakkm daki iddiasına o f the Persian M anascripts in the Carzon, karşı, türkçenin arap ve fars d illerin d en . daha C ollection, Caleutta, 1926, s. 57 ) s A bu T âlib mazbut bir dil olduğunu söyledikten sonra, Hân İşfahani, H alâşat al-afkâr ( bk. Cata­ logue o f , the P e r s ia n ... manascripts in eserinde tâkip e ttiğ i usul hakkında malûmat Bodleian Library, I, 310, nr. 232) 5 Şayh verir ( bk. ayn. esr., s. 7 v. d. ). Burada tâkip edilen usul, bugünkü gram er anlayışına, tam A hm ed ‘ A li Han Sandilavi, M ahzan almânası ile, uymamakla berâber, çagataycaya ■ğarâ’tb ( ayn. esr., s. 375, nr. 2390 ); Schefer, dâir mühim esaslara işaret edilm iştir. Eserin Çkreslom athie persane ( Paris, 1885 ) , II, yukarıda bahsedilen Sang-lâh nüshalarının 235 { G eiger-Kuhn, Cr. I Ph., II, 562 ; P a v et de ihtivâ e ttiği yazm aları dışında, hâlen bilinen C ourteiile, D ict, turc-orlental { Paris, 1870), mukaddime, s. I V — V ; W. Ivanov, Concise üç nüshası vardır. Bunların biri Süleym âniye deseriptive catalogae o f the Persian manasc kütüphanesinde ( Bagdadlı Vehbî kitapları, nr, 1189 — 1922 ), biri Tahran 'da Madrasa-i Sipahr ip ts ... (C a le u tta , 1924), s. 30, nr. 94 ve sâlâr kütüphânesinde ( F ihrist, II, 268— 269 ) . s.. 173, nr. 400; H. M asse, Mahdi K h in , E l , III, 122 a — b ; Sam oyloviç, Persidskiy tarolup, üçüncüsii Denison Ross tarafından satın kolog X V III. veka M irza M ehdi fla n ( Izalınan nüshadır. Eser ilk defa, E. Denison vestiya obşçeştva obsletfovaniya i izuçeniya Ross tarafından, Kalküte ’de ( 1910 ) Bibliotheca Azerbaycana, 5, Bâkû, 1927); J. Thury, A Indtca neşriyâtı arasında ( New Series, nr. 1225) közepazsiai törSk nyev ismertatesei ( 1906 ); neşredilm iştir ( bu neşirde rastlanan bâzı ha­ ayn. mil., Behcetii ’l-lağat ( 1903 ). tâlar için bk. C l. H uârt, J A , 1911, X. seri, ( T a h s in Y a z ic i .) X VII, 328 v. d.). Son olarak, Besim A ta la y ta ­ M E H D İ Li-DÎNİ »L L A H . a l-M A H D Î l I ­ rafından, Bagdadlı V eh b i Efendi kitapları Z'aydi arasındaki nüsha, faksim ile su reti ile, Sang-lâh DİN A L L A H A y MED, Y e m e n adı altında basılm ıştır ( nşr. T D K , II, 31, İs­ i m â m 1 a r ı n ı n bir çoğunun u n v â n 1 ve tanbul, 1950 ). M. A li T arbiyat ’in sözüne göre, a d ı . Y e m e n ’de Zaydiya [ h. b k .]’nin kuru­ eser bir defa da T ebriz ’de neşredilm iştir. Bu cusu al-H âdi Y ahya 'nın ölümünden aş -yk. eseri ayrıca, Şayh Muhammed Şâtih Işfahâni, İk i buçuk asır sonra, 532— 566 ( H 34— 1170 ) ihtisar etm ek sureti ile, A l tamğâ-i N a şiri arasında, doğrudan-doğruya onun neslinden adlı türkçe-farsça lügatinin mukaddimesine gelen İmâm al-M utavakkil ‘ala ’İlâh Ahm ed nakletm iş ve bu k ısım d a Tahran veya T ebriz b. SulaymŞn, Şa'da, Nacrân ve bir de, bir müd­ ’de neşredilm iştir ( bk. Rieu, ayn. esr., s. 266 ). det için, Zabid ye Şan'â ’yı tek ra r ele geçi­ Mabâni ’Ulağa ’ nın muhtevası hakkında en son rerek, d evleti al-H âdi zamanındaki hâlin­ te tk ik J. Eckmann tarafından yapılm ıştır ( bk. de ihyâ e tti. B ir nesil sonra, 593 ’ten 614 M irza M ehdis D a rsiellâ n g der tschagata - ’e kadar ( 1197— 1217.), hiç olmazsa Şa‘d a ’den ischen Sprache, A n a lecta Orientalia memoriae Z a m ir ’a giden dağlık bölge al-Manşür bi A le xa n d ri Csoma de KörSs dicata, edende ’İlâh ‘AJld A lla h b. Hamza tarafından yeniden öperi praefait L . Ligeti, Budapestini, 1942 alındı. Bu zât al-H âdi ’nin neslinden değil i d i ; fakat t»r Rassi idi, yâni Yem en Zaydiya ’sinin — 1947, s. 156— 222). 7. Zavâhir aUfabi’Iya, hikmet-i tabiîyeye âit mânevi kurucusu olan a l-H â d i’n'n büyük ba­ küçük bir risâle olup, basılm ıştır .( Edwards, bası al-Kâsim b. T a b â ta b â ’nın neslinden idi. A Catalogae o f the Persian p rinted books al-Manşür iki defa Şan’â 'y a gireb ild i;, H azar in the British Masettm, London, 1922, s. . Zaydileri, yâni N u k ta viler tarafından da :mâm olarak ta n ın d ı; fak at daha ölümünden 5 ° î )*



MEHDÎ Ll-DlNl TLLAH. evvel, son Yemen Eyyûbı hükümdarı olan al­ Malik al-M as'ud, ona yalnız Kavkabân memle­ ketini bırakmış idi. Ölümünden sonra, oğulları kaybedilmiş olan araziyi yem den zaptetm e­ ğe k a lk ıştıla r; cenupta ilk teşebbüse girişen Muhammed ‘İzz al-Din, sonra Ahm ed al-Mutavakkil oldu. Hâlbuki Şa'da bölgesinde alHadi, neslinden olup, onun adı olan al-H âdi Y a h ya b. al-Muhsin ismini taşıyan bir şahıs kendi hesabına yeniden kısm î bir imamlık te's ’s e tti, lmâmlığı yeniden kurmağa çalışan ve, Z ayd iler arasında erkenden tesadüf edilen res­ mî al-M ahdi li-Din A llah Ahm ed unvanını ta­ şıyan kim seler arasında şunları zikretm ek lâ­ zım dır:



489



bîlerine karşı aynı sıralarda yaptıkları sûikasd iie çok sıkı bir münâsebeti olm alıdır; fa­ kat Şan’â’ 'daki hükümetini müstakil bir hâle getirm ek isteyen A sad al-Din oürmün muhar­ riki olmakla ithâm edildi, A sad al-Dİn, Nür a l-D in ’in oğlu ve halefi al-Muşaffar Yusuf zamanında, faaliyetlerine devam e tti; bir çok defalar isyân e tti ve barıştı. Bâzan imâmın ta­ raf darı oluyor, bâzan da onun aleyhinde entri­ kalar çeviriyordu. Bu sırada m üteveffâ imâ­ mın oğlu ve Bani ifan ıza ’nın reisi olan A iımed ile beraber yapılacak bir sefere girişm ek üzere ittifa k etm iş olan al-Mahdi, 648 cemâziyelevvel (tem m uz 1250^ başında Şan‘a” yı z a p te tti; B irâş kalesini işgal eden A sad ala. a l -M a h d î l I-D İ n A l l a h , A h m e d b . a l -D in ’den endîşe etm iş ise de, hâkim iyetini ce­ nupta Zam âr ’a kadar uzatabilm iştir. Fakat H u s a y n b. Ahm ed b. al-Kâsım b. ‘A b d A lla h b. al-Kasim b. A hm ed b. İsmâ'il A b u T-Bara- fethin üzerinden bir sene geçmemiş idi ki, alkât. Şeceresi hakkında m evcut olan ihtilâf Mahdi Şan‘â” yı terketm ek m ecburiyetinde İsm a il A b u ’l-B a ra k â t’tan doğrudan-doğruya kaldı. A sad al-D in gerçi Birâş kalesini ona İsma il al-D ibâc (k r ş . Zambaur, levha B ) 'a satm ış idi. F ak at bu satış münâsebeti ile araları geçilm esi vâkıası ile izah olunabilirdi. H a lifa t ka t’i bir surette açıldı. A sad al-Din bir defa al-JÇur'ân ( bk, bibliyografya ) 'in unvanında daha al-M uzaffar 'in tarafına g e ç t i; bu da ve müellif ismi yerinde de vaziyet b ö y led ir; imâmı öldürmek için, gâlibâ fedaîler gönder­ bizzat kendisi şeceresinin al-M anşur’unki ile miş olan ( S ira , bk. bibliyografya, 237a) al-Kâsim b. İbrahim 'de birleştiğini bilhassa halife al-Musta‘şim tarafından kendine Yemen s ö y le r; buna nazaran, onun R assi olması icâp üzerinde hükümranlık hakkı verdirdi. Fakat ederdi. H üküm darlığı 10 yıl sürmüştür. Bu sı­ âkıbeti bütün Zaydilerin akıbeti gib i oldu: rada Yem en k ıtlık ve tâûtt felâketlerine uğ­ onu yıkanlar dışarıdaki düşmanları değil, ramış idi. Bu saltanatı onun büyük bir bizzat Z ayd iler olmuştur. En kudretli ve en hükümdar olduğunu veya gerçek ve sağ­ gayretli yardım cısı Şeyh A hm ed al-Raşşâş lam bir iktidara sahip bulunduğunu isbat ede­ ile arası açıldı. RasüHlerin yardım ı ile Şams cek m âhiyette değil i d î ; fak at cenûbî A rabis­ al-D in 652 ( 1 2 5 4 ) ’de e sk i pâyitah t-olan Ş a '­ tan ’da vaziyetin nasıl olduğu hakkında bize da 'de kendini Zaydi imâmı ilân e t t ir d i; alaçık bir fik ir verm ektedir. Tahta çıkm ak için Mahdi ’nin elinde o zaman hükümdarlığının muayyen bir nizam olmadığından v e neticeyi başlangıcında mâlik olduğu yerlerden başka yalnız m uvaffakiyet tâyin ettiğinden, ‘ A li aile­ yerler kalmadı. Ertesi yıl bir Z aydi meclisi sinden bir kimse akrabaları arasında ken­ onu, vazifesini yapmağa liyâkatsiz ilân ederek, dini zorla kabûl ettirm eğe ve bemen-hemen tahttan indirdi. E ski m uharebelerinde mâlik m üttefik kuvvetlerini hârici düşmanlara tanıt­ olduğu 10.000 piyade ile b ir kaç yüz süvari­ mağa m uvaffak olduğu • nisbette, iktid arı ele den, şimdi ancak 2.000 piyade, ile 300 süvari­ alıyordu. 646 (1248 ) ’da, Ş a n â ’nm şirtıâl-i g a r­ si kalıyordu; fak at bu ask erler-de, Ş a n â ’dabisindeki dağlık Hazür bölgesinde bulunan Sula ki V a d i Hârid ’e muvâzî olarak, şimâl-i garbi­ müstahkem mevkiinde A hm ed kendini imâm y e doğru akan V adi Şuvâba yanında yapılan İlân ettird i ve gerçekte bunu Bani H am za'nın, ka t’î muharebede onu ie rk e ttile r. K endisi 42 yâni m üteveffâ imâm al-M anşur’un ailesinin yaşında öldürüldü; başı m ızrağa takılarak, do­ m uvafakati ve ilk Rasüli sultanı al-Malik laştırıld ı ve en nihâyet V a d i Şuvâba ’ye birle­ al-Manşur N ur al-Din ‘O m ar b. ‘ Al? b. Rasül şen V â d i Zü Bin ( Zcnebân ) ’de, cesedi ile 'ün amca-zâdesi A sad al-Din Muhammed b. al- birlikte, defnedildi. Bu âkıbete rağm en, me­ H asan ’m teveccühü sâyesinde yapm ış idi. Fa­ zarı Zaydiler için, bir hacc yeri olm uştur; k a t N ur al-D in tarafından mağlûp ve Şula burada m ûcizeler zuhûr etm ektedir ve bâl ’de muhâsara e d ild i; 647 ( 1250 ) ’den itibâren, tercüm esini yazan zât onun hakkında „Allahın kendisini yeniden terketm iş olan Bani Hamza ve mü’minlerin emîrî yolunda şehtd“ demekte­ 'ya karşı muharebelere devam e tti. Bizzat dir ve umumiyetle daha hayatta iken gösterdiği kendi mamlük ’leri tarafından Zab i d ’de katl­ bir çok mûcize nakledilm ektedir. 656 ( 1258 ) edilm iş olan N ur al-D in ’in ölümü onu kur­ başında k a tli, hasmı son A bbasî halifesi alta rd ı; bu hâdisenin memlûklerin Mısır Eyyû- Mu'taşim ’m katli üe "ynı yıldadır. Menkıbede



490



MEHDİ LI-DÎNİ 'LLAH.



anlatıldığına göre, katli haberini Bagdad ’a götüren elçi yolda iken, aynı günde halifenin de katli haberini öğrenm iştir. al-M ahdi D a v a ( bk. bibliyografsa ) ’sinde Zaydilerin umumiyetle kutlandıkları delilleri hadîsler ve K ur'an 'ın ıııûtad hakimane âyetle­ ri ile oldukça basit bir şekilde izah etm iş ve bunu Zaydilerin ve kendinin dâvâsı lehinde bir n evî umûmî dâvet hâline getirm iş ise de, H a li fa adlı eserini şah sî dâvâsının heyecanlı b ir m üdâfaası olarak kalem e alm ıştır. Burada hükümdarlık hakkının alınmasına itiraz et­ m ekte v e hasım larına kendine karşı etm iş ol­ dukları sadâkat yeminini hatırlatm aktadır. Bu yeminin Muhammed ’in peygam ber olarak kabul edildiği hakkında Em evîler tarafından edilen yemin kadar az samimî olduğunu, söy­ lem ektedir. al-M utavakkil unvanım alm ış ve Rasülilerin hâkim iyetini tanımış olan Şams al-Din Ahm ed ’in karşısına A b u Muhammed al-Haşan b. al-Vahhâs, yeni bir imâm olarak, çık tı ve bir buçuk asır vaziyet olduğu gibi kaldı. Tatimma ’de, al-Mahdi A hm ed b. a!-Husayn ile aşağıda zikredilen Ahm ed b. Yahya arasında geçen devirde kendilerini imâm olarak kabûl ettirebilen ve sonuncusu.al-Nâşir Şalah al-Din Muhammed b. ‘A li olan 9 şahıs sayılm aktadır. b. a l - M a h d Î l I-D Î n A l l â h A ^ m e d b. Y a h ­ y a B, A L -M U R T A İÂ b . Ahm ed b. al-M urtazâ b. al-M ufazzal b. Manşör b, M ııfaizal b- al-Haecâc b . ‘A li b. Yahya b. al-Kâsim b. Y u su f alDâ‘ i b. Y ah ya al-Manşür b. A hm ed al-Naşir. Zikredilen son şahıs Y ahya al-H âdi ’nin oğlu ve ikinci halefidir. al-N âşir Şalakı al-D in ’in ölü­ münden sonra, ‘A b d A llâ h b. Haşan al-Davvâri adlı b ir kadı, bâzı tarafdarları ile, alN âair Şalah a l-D İn ’in yetişm em iş çocukla­ rı için çalıştı. F ak at kaybolm ak üzere bu­ lunan idâre birliğini yeniden kurm ağa uğ­ raşan ulemâ, Şan‘â 'da Camâl al-Din cami­ inde uç tah t müddeîsini, ‘A l i b. A b i l-F a z â ’il, sonra al-N âşir b. Ahm ed b. Muhammed ve nihâyet A hm ed b. Y ah ya b. al-M urtazâ 'y ı mahdut bir seçime tabî tutarak, aralarında kimin imâm olacağına bunlar karar verecek­ lerdi. İçlerinden en genci olan Ahm ed b. Yahya seçildi. Mukavemetine rağmen, Ahmed b. Y ah ya yapılan seçimi ve „onun gibi, bütün İlmî m eselelerin incelik ve teferruâtın ı bilen bir kimsenin, dünyevî işleri de İdâre etm ekten âciz olm adığını“ kabule mec­ bur oldu. Kendisine iyi n iyet ve yardım gösterileceği vaad edildi ( Tatimma, 72»). Fakat imâm ilân edildiği gece, kadı al-D avvâri de namzedinin tanınmasını te'm in etti (793 — *3 9 * so n u ). Ahm ed b. Yahya derhâl



tarafdarları ile şehri terketti ve dağa, Hamdânilerin bir kolu olan Bani Şihâb 'ın yanı­ na çekildi ve A nis ’te de tanındı. Bilhas­ sa eski imâmın oğlu al-H âdi b. al-Mu’ayyad ile İbn A b i 'i-F azâ’il 'den yardım gördü. Sadâkat yemini alm ak üzere gelm esi için Ş a d a 'd e n de dâvet edildi. Fakat düşman­ larının ânî baskınına uğradı ve muhârebe ile abdest ve namazına fasıla verm ek istemedi­ ğinden, kendinin ve adamlarının sağ bırakıla­ cağı vaadi üzerine, silâhlarını testim e tti. Bu vaade rağmen, ona o kadar tarafdar olan Tatimma 'nin söylediğine göre, adamlarından 80 kişi öldürüldü; kendisi de Şan â 'ya gön­ derilip, 7 y ıl ve 3 a y (7 9 4 — 801 h.) orada mahbus tutuldu. Mııhâfızlarının yardım ı ile ha­ pisten çıktı ve „memleketin içinde hoyratça oradan-oraya nakledilm esine rağm en“ , .daha 40 yıl kendini tamâmiyle ilme v e rd i; Z afâr 'da, Y e m e n ’i tahrip eden ve bir çok büyükler ile beraber, hasmı imâm ‘A li b. Şalah a l-D in 'i de götürm üş olan tâ'undan öldü (840 = 1437 sonu). Tatim m a'ye göre (7 5 a ), İbn alM urtazâ 775 ( 1373 ) 't e Z a m â r’da doğmuş idi; başka kaynaklara göre ( bk. Rieu, B ritish Museum, Sappl,, nr. 365 ), 764 ( 1363) 'te A n is 'te doğmuş idi. İbn al-M urtazâ'nin imâm seçilm esi hatâ teşkil etm iş id î; çünkü bu va zife için gerekli idârî ve askerî m eziyetlere sahip değil idi. F akat onun başka m eziyetleri var i d i : çok ihtimamlı bir terbiye görmüş olup, genç yaşından itibaren, tahsil ve tetkiklerden derin bir zevk a lıy o rd u ; kelâm ve fıkha dâir ve nasihat yollu m üteaddit eserler yazm ış olduğu gibi, şiirler, gram er ve mantıka dâir eserler de kaleme al­ m ıştır. Kendisine kâğıt ve mürekkep te’min eden hapishâne muhafızlarının yardım ları saye­ sindedir ki, bizzat şerhettiği a l-A zh â r f i fik h al-a'imma al-afhâr ( yazm., Berlin, nr. 4 9 19) 'ı te’lif edebilm iştir. En değerli eseri, yine kendisinin şerh ettiği fıkha ve kelâma dâir umumî vasıfta al-Bahr al-zahhâr ( yazm., Berlin, nr. 4894— 4907 ) 'dır. Bu, hîç olm azsa, muhtevası zengin ve iyi tanzim edilm iş bir toplam adır; bir de g iriş kısm ında dinler hakkmdaki m ukayeseli araştırm a ile dikkatim izi çekm eğe lâ y ık tır ; zîra bir çok noktalarda din­ ler arasındaki farkları A ş ’arı veya Şahrastâni ’den başka türlü görm ektedir. al-Mahdi A hm ed b. Y a h y a ’dan aş.-yk. 80 yıl sonra, 922 ( 1 5 1 6 ) 'den itibâren, türkler Yem en 'i işgale başlam ışlar ve sonraları k ıs­ men orayı ellerinde tutmuşlar.dı ( krş. Kutb al-Din al-M akki, al-Bar£ al-Y a m ân î f l 'l-fath al- O şm â n î: de Sacy, N E , IV, 412 — 504 ve A , R u tgers, H istoria Jemanae



M EHDİ Lt-DÎNİ ’L L A H sub Hasano Pascha, Leiden, 1838). A ş.-yk. jooo (h.) yılına doğru, al-H âdi 'nin 17. ne­ silden torunu olan al-Manşür bİ ’ İlâh al-Kâsim b. Muhammed, bugünkü Ş a n 'â 'd a imâm lığını kurdu ( bk, A . S. Tritton, The R ise o f the Imams o f Sanaa, O xford, 1925). İlk once oğlu Muhammed al-Mu‘ayyad ona halef oldu. Daha Muhammed 'in hâkim iyeti sırasında, fa­ kat bilhassa 1054 ( 1644 ) 'te Vukua gelen ölü­ münden sonra, al-Küsim ’m d iğer bir oğlu olan halefi İsm â'il p ek çok sayıdaki kardeşi ve ye­ ğenlerine rağmen, m eşakkatle iktidara geç­ meğe m uvaffak olduğu zaman, al-Kâsim ’m sonradan imâm olan bir torunu al-Mahdi Ii-Din A llâ h temayüz etm iştir.



MEHDİLER.



49*



Yahya b. A b i ' 1-Kasim al-Hamzi, S ıra t al imâm al-M ahdi li-D in A llâ h ( yazm., B er­ lin, nr. 9741, A hm ed b. al-Husayn 'in mua­ sırı ) ; al-H azraci, a l-U k ü d al-lu’la 'ly a ( nşr. Muhammed ‘A sa l, trc. Redhouse, G M S, III), IV, 94 v. dd., 118 v. d d .; H. C. Kay, Yaman, its early m ediaeval history ( Lon­ don, 1892), s. 319 v. dd. — b. için bk. 30 eserinin üstesi hakkında A hlw ardt, Verzeichnis d. arab. H andschriften, nr. 4950, X V .— al-Bafyr al-zahhâr 'in mukaddimesin­ den çıkarılm ış : T. W. A rnold, A l M u'tazilah ( Leipzig, 1902 ) ; M. Horten, D ie philoso­ phischen Problem e der spehdativen Théo­ logie im İslam ( Bonn, 1910 ). ■ — c, için bk, alc. b I-M a h d î l I-D în A l l a h A h m e d b . a l - Muhibbi, T â rih halâşat al-aşar f i dyâ n ai­ H A Ş A N B. A L - K a S İ M , babası imâm olmamış, learn al-hâdi ’ aşar (K a h ire , 1284), I, 180 fak at türklere karşı muhârebelerde temayüz v.d. ; F . W üstenfeld, Yemen im X L ( X V II.) etm iş idi. Ü stelik bir âlim idi. 1049 'da, A h ­ Jakrhandert ( G öttingen, 1884), s. 71 v.dd. med d a ğlık V uşab bölgesinde b ir teşebbüste -— a ve b için bk. İmâ d al-Din Y ah ya b. 'A li bulundu. 1051 'd e netice elde edemeden, Zaal-Hasani al-K âsim i, Tatimmat al-ifâda f i m â r’ı muhâsara etti. 1053 'te, aile efradının târih al-dim m a al-sâda (yazm ., Berlin, nr. bir çoğu ile berâber, hacca g itti. İsmâ‘il ikti­ 9665 ) ; Brocketmann, G A L , I, 318,6,404, 12 ; dara geçer-geçm ez, başka bir amca-zâdesi ile, H, 187, 6. — a ve c için bk. Lane-Poole, The Şan'a’ üzerine yürüdü. İmâm ile barışarak, Sula Mohammedan D ynasties ( 1894 ), s, 102 v.d, 5 ’de ve Cabal Vuşâb 'da olduğu gibi, muhtelif E. de Zambaur, M anuel de généalogie et yerlerde savaşlar yaptı. 1070’te İsm â'il adına de chronologie ( Hannover, 1927), s. 123. H azram av t'ı z a p te tti; Z ayd iler buraya tah t ( R . S t r o t h m a n n .) kavgaları sonunda çağırılm ışlardı. 1087 ( 1676 ) M E H D İL E R . AL-M AHDİ, Y e m en ’de Za’de, İsmâ'il ’in ölümü üzerine, imâm olunca, am- bid şehrinde hüküm sürmüş bir h a n e d a n ca-zâdelerİnden biri, al-Kâsim b. Muhammed olup, kurucusu 'A li b, Mahdi [ b. bk.] 554 al-Mu’ayyad, kendisine karşı düşmanlık gö ste­ ( 115 9 ) yılına doğru, Z a b id 'in fethinden az za­ rerek, imâm unvanını a ld ı; o bilhassa cenûbun man sonra ölünce, sülâlenin onun şahsında uzak bölgelerinde Tihâma 'ye doğru yerlerde ve toplanmış olan kudreti ve nufûzu bilhassa, Z a b id 'd e tanınıyordu. Hem şerîf, hem âlim ler­ oğulları M ahdi, ‘A b d al-Nabi’ ve ‘A b d A llâh den m üteşekkil bir Zaydi meclisi yeniden top­ 'ın birbirleri ile anlaşamamaları yüzünden, cid­ landı ve A lım ed bu meclis tarafından kendi­ d î bir şekilde tehlikeye düştü. İktidarın baş­ ni meşrû imam olarak tan ıttırm akta güçlük langıçta Mahdi 'nin eline mi geçtiği ( ‘Omâra, çekti. H asım iarı ve diğer em irler İstiklâllerini bk. bibliyografya, K a y, s. 129 ) veya ‘A bd almuhâfaza etmiş olduklarından, m utlak bir N abi’ ile birlikte mİ hüküm sürdüğü ( Hazıdâre kurulmadı ise de, hiç olmazsa hüküm­ ra ci, bk. K a y, s. 294 ), idâreye Mahdi ’nin, darlığı devrinde m em lekette sükûn var idi. Fa­ diğerinin de askerî birliklere mi hâkim ol­ kat Ahm ed, 1092 ( 16 8 1) 'de ilk türk fâtih ve duğu husûsn, açık olarak, bilinememektedir. kumandanı Haşan Paşa 'nin Şibâm yakınlarında Şu var ki, beyiiğin dışında yapılan savaş­ inşâ ettirm iş olduğu al-G irâs 'ta öldü. Hiç bir larda Mahdi 'nin 556 ve 557 ’de L â h ic ’i, 558 'de iktidarı olmayan oğlu al-M utavakkil A hm ed ’in de Canad ’i zaptettiği zikredilm ektedir. Mah­ kısa hâkim iyetinden ( 1097 = 1686’ya k a d a r) d i, 558 'e doğru veya 559 'un başında ( m. s. sonra yeni âile kavgaları çıktı. Bu K âsim iler 116 3 ) Z a b id 'd e ölünce, ‘A bd al-N abi’ tek sülâlesinin muahhar imamları arasında resm î başına iktidarı eline aldı. 'A b d al-N abi’, her al-Mahdi lı-Din A llâ h unvânını taşıyan diğer ne kadar m uvakkat bir zaman için, 'A b d A l­ b ir imâm daha v a r d ın Alım ed b. al-Çİusayn b. lâh tarafından İktidardan uzaklaştırıldı ise de, al-Kâsım ( 1221 = 1806 ’dan itibâren ). m evkiini tek ra r eie geçirm eğe m uvaffak oldu B i b l i y o g r a f y a : a için bk. al-Mahdi ve sürekti, harpler sırasında Yem en ile baba­ li-D in A llâ h Ahm ed b. al-Husayn 'in e se rle ri; sının hazînelerini muhâfaza edebildi. H âki­ D a va ( yazm ,, Berlin, nr. İ0282 ) ; H a lifa t m iyet ve nufûzu T ih â m a ’den Zu ' 1-Kaîa dağlık a l-K ur‘ân f i nukat min ahkâm ahi a lla m a n bölgesine, Camad ve T a'izz ’in cenubundaki şe­ (yazm ., Berlin, nr. * 1 7 5, 2) ; Şaraf al-Din hirlere kadar uzanıyordu. ‘ A bd al-N abi’, yaz­



49*



MEHDİLER — MEHDİYE.



dığı kasideler ile, kendi zaferlerini övüyordu. bulamıyan büyük gem iler için, son devirlerde 560 ( 1164/1165 ) yılında Sulaym ânüerin Hasani M ahdiya'de liman te’sisleri yapılm ıştır. koluna mensup olan Ganim b. Y ahya 'nm oğlu al-Mahdiya mevkiinin Hannon tarafından V. ve halefi V a h h â s ’a karşı elde e ttiğ i zaferine asırda ( m. ö.) Fas 'in A tla s okyanusu sahille­ de böyle kasideler yazm ıştır. M e k k e ’den ko ­ rinde kurulmuş ilk Fenike te ’sislerinden biri vulan Vahhâs, Zafâr ve T a i z z ’i çevreleyen olan Thym iateria ’nın yerinde bulunduğu umu­ d ağlık bölgede bir hükümdarlık sülâlesi kurmuş m iyetle kabûl ediliyor. Bu te'sisin daha son­ idi. 'A b d al-N abi' 568 ( 1172/1173 ) ’de Aden ’i raki saf âh atı hakkında hiç bir şey bilinme­ kuşatınca, buradaki Z u ra y'iler [b k . mad. mekte, Vâdİ Sabü munsabında al-Ma'möra adlı BENÜ 'L-KEREM ] Hamdâniier ile kendilerinin bir şeh ir,H alk („munsap“ ) al-Ma'müra veya Halk m üttefiki olan Yâm kabilelerinin de katıldığı Sabü ancak hicretin IV. asrında (m. s. X. asır), büyük, birlikte bir dayanak buldular. Zuray ile ­ arap m üellifleri tarafından zikrolunm aktadır. rin başlarında Hamdâniierden Şan'a'/lı 'A l i b. Vekâyinâm eci Abu. ’ 1-Kâsim aî-Zayyâni [ b. bk.] Hâtim var idi. 'A b d al-Nabi’ 569 ’d a büyük bir ’y e göre, yeni şehrin kurulması, Fas 'ın ok­ bozguna uğratıldı ; ayrıca daha cenupta T a'izz yanusa komşu bölgesinde XV asır sonların­ civarında, bir defa daha mağlûp oldıi. ‘A li b. da birleşen Bani İfren [ b. bk.] ’in kısa ömürlü Hatim , muhârebeyi Tihâma içlerine kadar hükümdar sülâlesine atfedilir. XII. asrın götürem edi; çünkü bedeviler onun . peşinden ikinci yarısında Muvahhidlerden ‘ A b d algitm ek istem ediler. Buna rağm en, 'A b d al- Mu’min tersanelerinden ( D ü r al-şin aa ) birini N abi’ A d en ’i muhasaradan vazgeçm ek mecbu­ burada kurmuş idî. Daha sonra ve X VI. asra riyetin de kaldı. Zabid ’e dönmekle kuvvetli bir kadar, al-Ma'müra,’nin hayatı sönük g e ç ti; düşmanın ve dolayısı ile ölümün Önüne atılmış burası b â zı A vrupa gem ilerinin memleket mah­ oluyordu. G erçekten aynı yı! kardeşi Şatâh al- sûlleri aldıkları küçük bir mübâdele merkezi D in tarafından gönderilep Eyyûbİlerden Tü- durumunda kaldı. rânşâh, Sulay mâni 1er den M ahdi’ ye karşı g iri­ H ıristiyanların İberya 'dan F as 'a doğru taar­ şilen savaşta ölen V a h h â s’m kardeşi al-Kâsim ruz hareketleri sırasında al-Ma'müra, onların ’m kumandasındası altında, Yem en 'e girm iş idi. ilk hedeflerinden biri oldu; 24 haziran 1515 Türanşâh, 9 şevval 569 ( 1 4 m ayıs 1174 )'d a ’te kuvvetli bir . Portekiz donanması V âdİ Sa­ başlayıp, iki gün süren bir hücûm neticesinde, bü munsabında. dem irledi ve buradan kara­ Zabid 'i zap tetti. ‘A b d al-N abi’ ile A hm ed ve ya çıkan 8.000 k işilik bir ku vvet, şeh ri mücâ­ Yahya adındaki iki kardeşi h apsedildiler; 9 ay deleye girişm eden, zap tetti. P o rtekizliler alsonra Türanşâh Yem en 'in dağlık bölgesin­ Ma'müra 'ye ku vvetle yerleştiler ve burada hâlâ deki bir sefer esnasında, Ibb ’in garbında Zn izleri kalan tahkim at yap tılar ise de, uzun Cibla ’de iken, Tihâma 'de karışıklıklar oldu­ m üddet tutunamadılar. Müs)umanlar, aynı sene ğunu duyunca, üç kardeşi de öldürttü. sonunda bunları kanlı zâyiâta uğratarak, şe­ B i b l i g o g r a f g a t C . T h , Johannsen, hirden kovdular, H istoric Jemanae ( Bonn, 1828 ),s . 144 v.dd. ; al-Ma’ müra, XVI. asrın sonunda, İngiliz kap­ H. C . K ay, .yaman, its sarig mediaeval kis- tanı Hainwaring ’ in etrafında toplanarak, A tla s torg ( London, 1892), s. 192 v. dd., 294; A bu '1- okyanusunun bütün kıyılarına korku salan avFİdâ’, A n n a les ( nşr. A d ler ), III, 566 v.d.; İV, rupah korsanların bir sığm ağı olmak suretiyle, 8 ; Lane-Poole, The Mohammedan Dgnasties tek ra r tarihte yer aldı. Bu hal daha öneey 1610 ( W estm inster, 1894 ), s. 96; E. de Zambaur, 'da bir az da şim alde bulunan Lar&che [ bk. mad. M anuel de généalogie et chronologie ( Han­ AL-'ARÂ’ İŞ] ’i işgal etm iş bulunan İspanya 'nın nover, 1927 ), s. 118 ; başlıca k a y n a k : ai- o zamanki S a 'd i Fas hükümdarı M avlây Zaydâh H azraci, al-K ifâya va ’l-İlâ m ( yazma nüs­ ile m üzâkereye giriştik ten sonra, 1614 ağusto­ hası, Leiden, nr. 805 ). sunda al-M a'm üra’ye asker çıkartm ası ile sona ( R. STROTHMANN.) erdi. Şehir işgâl edildikten sonra, İspanya M E H D İY E . al-MAHDİYA, eskiden a l - donanması buraya 1.500 k işilik bir ku v­ M A ' m u r A , F as’ta bir m e v k i olup, A tla s O k ­ vet bırakıp, çekildi ve buraya San Miguel de yanusu kıyısında, V ad i Sabü (S eb o u ) munsabııı- Ultram ar adı verildi. da, vadiye hâkim bir kaya çıkıntısı üzerinde ku­ al-Ma'müra İspanyolların işgâlinde kaldığı rulmuştur. Ğ arb ovasının cenup ucunda ve Salé 67 sene içinde müs!umanların, bilhassa at( Salâ ) ’nin 32 km. şimâl-i şarkîsinde bulunan 'A y y âşi b. Sala ’nın teşviki ile, hıristi yani arı bu mevkiin coğrâfî vaziyeti çok ehemm iyetli­ sahilin m uhtelif noktalarından söküp atm ak dir. Munsaptan girerek, doğru çizği ile 10 km. üzere toplanmış ,,din fed aîleri“ ( m acühidün ) içeride bulunan K énitra (arap. al-Kunaytira ’nin şiddetli taarruzlarına hedef oldu. Başlıca „küçük köprü“ ) iskelesine ulaşmak imkânını taarruzlar 1628. 1630 ve 164^ senelerine



KlÊHblYË. rastlar. 16 8 1(10 9 2 h .)'d e 'A ia v i hükümdarı Mavlây İsma il [ b. bk.] şehri muhâsara ederek, nihayet e le geçirdi. Hükümdar o zamaitt bu­ raya al-M ahdiya adım verdi ve al-Ma'müra adı artık Salé ile V a d i Sabü ’nun aşağı mecrası arasında uzanan büyük mantar meşesi ormanı için kullanılm ak üzere kaldı. Şu nokta da kayd­ edilm elidir ki, daha evvel ve kısa bir müddet zarfında F as 'ta Muvahhidî halifesi *A b d alMu’ min tarafından, V a d i Salâ munsabında ve cenup sahilinde { şimdiki V ad Bü-R egreg ), m üstakbel Ribâç al-Fath ( şim diki R abat ; b. b k .)’in köşelerinden' birinde kurulmuş küçük bir askerî şehir al-M ahdiya ismini taşım akta idi. al-M ahdiya 1 9 1 1 'de fransız kuvvetleri ta ­ rafından işgâl edildi. al-Mahdiya 'de kısa portekiz işgali, İspan­ yol hâkim iyeti ve müslümanlar tarafından ni­ hâî surette geri alınması devrinden oldukça mühim bakiyeler bulunur. İç kale ( kaşba ) etrafında devam lı bir sür ve bir hendek var­ dır. Sûrun iki kapısı olup, hunhardan âbi­ devî m âhiyette olan ve arapça ik i kitâbe ih­ tiva eden birisi XVII. asırdan kalma bir Fas yapısıdır ; İspanyol işgâlinden kalan diğeri denize inen dik yam aca açılm ış dar bir kapı­ dan ibârettir. Sûrun dahilinde bir kaç kulübe, küçük bir câm i, müslüman valisinin XVIII. asra â it sarayının harâbesi bnlunur. İç kalenin eteği ile V a d i Sabü kıyısı arasında 200 m. uzunluğunda v e aş.-yk. 40 un ’g enişliğinde „bîr birinden tam âm iyle. ayrı ve her biri çift duvar İle kuşatılm ış mürabbâ bölmelerden ibâret in şaat" görülür. H ububat anbarlan 'ol­ duğu muhakkak olan bu yapılar, uzun zaman zannedildiği gibi, Fenike devrinden kalm a ol­ mayıp, XVII, asrın sonundan daha evvellere çıkm asa gerektir. :. . B i b l i y o g r a f g a i Yakın çağ arap vekayinâm ecileri ( al-Zayyâni, al-K âdiri, alN âşiri, al-Salâvi v. b.), tür. yer. 5 H. de C a s­ tries, L es sources inédites de l ’histoire da Maroc, bk. fihrist mad, El-Mamora ; Villes et Tribas du Maroc ( Publication de la M ission scientifique d u Maroc ) , Rabat et sa région, /, L es v ille s avant la conquête (P a r is , 1918 ), s. 268— 279 ; R. Montagne, N otes sur la kasbah de Mehdiga ( Hespèris , 1 9 2 1 , 1, 93— 97 ). ( E. L é v i -P r o v e n ç a l .) M E H D İY E . A L-M A H D İYA , Tunus ülkesi­ nin şark sâhilinde, orta ça ğ A vrupa tarihçi­ lerinin „ A frik a şehri" dedikleri belde olup, [ 1946 sayımına göre, nüfusu 9.251 ’dir ]. Bu şe­ hir Sus ( Sousse ) ile Sfax arasında, A frik a burnu ile nihâyeilenen ve karaya „b ir elin bilek ile birleşmesi gibi" dar bir berzah vâsıtası ile birleşen, 1.500 m .‘den fazla bir uzunlukta,



49İ



500 m. ’den daha geniş küçük bir yarım-ada üzerine kurulmuştur. Şehrin m evkii yerinde şüp­ hesiz bir Fenike te ’sisi ve ismi tesb it edilemeyen b ir Roma iskân yeri m evcut idi. Bugünkü is­ mi, 300 ( 912 ) ’de Fatım î hanedanının mârûz kalacağı tehlikeleri önceden görerek, burayı kurup, tahkim eden şi’î m ehdisi 'U bayd Allah 'tan gelm ektedir. Bâzı h u rd a n hâlâ ayakta d u r a n . moloz taşından bir sûr k ıy ıy ı tâkip etm ekte idi. CenÛba doğru sûrlar limanı ko­ rum akta olup, insan eli ile kayaların oyulma­ sı neticesinde kazılm ış bulunan bu Fenike devrinden kalm a limana gem iler iki yanında iki kuvvetli burcun bulunduğu büyük bir ka­ pının altından geçerek, girerlerdi. Gemilerin inşâ edildiği tersâne bir az daha ötede, yanm-adamn ucuna doğru y er alıyordu. Berzah tarafında çok gen iş olan, d ö rt köşe veya dâi­ re vî burçlar ihtivâ eden sûrun Önünde bir ikinci duvar bulunmakta idi. Sûrun bu kıs­ mındaki kapı bâlâ mevcuttur. D ışarıya doğru iki çıkıntı arasında yer alan bu kapıdan 44 m. uzunluğunda b ir kem er altın a girilir ( a l-skîf a al-kalflS’ ). Yarım -adanın en yüksek nok­ tasında, Mahdi sarayının muhtemel yerini işgâl eden b ir türk kalesi bulunmaktadır. Bunun önün­ de, garba doğru, Mahdi 'nin oğlu al-K â’ im 'in sarayının bulunmuş olması mümkündür. Deni­ ze yakın b ir yerde inşâ edilm iş olan bir bü­ yük câmi de Fâtım îlerin eseri olup, bundan bir takım ehemm iyetli bakiyeler, bu arada âbidevî b ir kem er kalm ıştır. Bunun, yakının­ da bir hesap dâiresi ( dar al-muhâsabât) var idi. Yarım -adanın dışında Z a v ila ( kadîm Zel­ la ? ) uzanıyordu ki, bunun mevkii hâlâ bilin­ m ekte ve burada cam parçalan gibi çeşitli bakiyelere rastlanm aktadır. Mahdi ‘ Ubayd A llah, 308 ( 921 ) 'de Kayravân yakınındaki RakkSda 'yi bırakıp, at-Mahd iy a 'y a gelince, büyük bir devlet merkezi olan şehir inkişâf etti. İbn ‘ k â r i burası için, Berberistan ’ m en zengin şehridir, der. 'U bayd A ilâh 'ın oğlu al-K â’im beş aydan fazla bir müddetle ( kânun il.— eylül 945 ) burada, Tavzer 'den h areket ederek, bütün İfri^iya 'ye hâkim olmnş bir hâricî sergerdesi olan Abu Y a zid , „eşekti adam " tarafından muhâsara altın a alınmış idi. al-M ahdiya ablukasının ne­ ticelenm emesi âsînin bozguna uğrayışının ilk işareti oldu. Tehlikeye düşen Fâtım îlere sığı­ nak vazifesini görmüş olan al-M ahdiya, bir asırdan fazla b ir zaman sonra, - H ilâli istilâsı sırasında, bu sefer onlarm serkeş tabileri Zirilere melce’ teşkil etti. 449 ( 1057 ) 'd a Z iri al-M u'izz Kayravan ’ı terkedip, al-M ahdiya’ye geldi. G erek o, gerek halefleri, kaybettik­ leri kaleleri tekrar ele geçirm ek teşebbüsüne



4$4



M E H b ÎY È -



buradan giriştiler ve faaliyetlerini denize doğru da yönelttiler. Korsanlık maksadı ile teçhiz edilen al-M ahdiya, bundan sonra ve yeni çağ­ lara kadar Tunus ülkesinin korsanlık bakımın­ dan en faâl m erkezi hâline gelm iş idi. Müs­ lüman denizcilerinin akutları, sahil şehirle­ rine karşı Sicilya Normanlarmın, pisalılarm, Cenevizlilerin mukabelede bulunmalarını intâc etti. 1087 'de al-M ahdiya hıristiyan müt­ tefiklerin eline düştü; 114 8 'de Normanlar burayı tek ra r ele geçirdiler ve daha sonra Muvahhidlerden 'A b d al-Mu’min ’in İfrikiya fü­ tuhatı sırasında, karadan ve denizden abluka edildiler. Müslümanlar tarafından geri alındık­ tan sonra, şeh ir 1180’de tekrar hıristiyanlar tarafından zapt ve yağm a edildi. Bunun üzeri­ ne Sicilya kıralı Guillaume ile bir sulh muahe­ desi imzalandı. Normanlar şehir ile ticârete girişm ek imkânını buldular. M urâbıt em irle­ rinden Bani Ğ aniya [b. bk.] 'nin çok zarar v e ­ ren seferleri sırasında al-Mahdiya, bir zaman için sergüzeştçi ’ A b d al-Karim al-R agrâgi ’nin eline geçti ve :A b d al-Karim burada halife un­ vanı aldı. Bu karışıklık lar üzerine İfrikiya 'ye Bani I^afş 'tan Muvahhidler hanedanına men­ sup bir vâli tâyin edildi. Bu andan itibâren, alM ahdiya H afşi devletinin başlıca şehirleri arasına girdi. İdârenin başına umÜmiyetleTunus hükümdarının oğullarından biri getiriliyordu. al-Mahdiya korsanlarının devamlı faâliyetleri, »390 'da, cenovalıların yeniden bir sefer kuvveti göndermelerine sebep oldu. Fransa kıralı C h arles V I. da kadırgalarını ve şövalye­ lerini, F roissart 'm tâbiri ile, „bu son derece müstahkem A uffrique şehrine karşı“ göndererek, onları destekledi, al-Mahdiya mukavemet etti ise de, hıristiyanlara bir vergi ödemek mecbu­ riyetinde kaldı, 1539 'da Tunus 'un K arl V. tarafından zaptını müteakip, şehre bir Is­ panyol muhafız ku vveti yerleştirildi. Ertesi sene T urgut Reis al-Mahdiya 'yi baskın ile ele geçirdi. A ndrea Doria donanması tarafından esir edilip, sonra salıverilen Turgut, alM ah d iya’ye yerleşti. 8 eylül 1550 'de Doria, şiddetli bir muhasaradan sonra, şehri zaptetti, K arl V . şehrin muhâfazasını M alta şöval­ yelerine tek lif e tti ise de, bunların isteksiz­ liği üzerine, kalenin yıktırılm ası için emir verdi. al-M ahdiya, tekrar müslümanlar tara­ fından istirdat ve tâmir edilerek, XIX. asra kadar 900 seneye yakın bir zaman boyun­ ca, hıristiyan tacirlere korku salan bir korsan yuvası hâlinde kaldı. Şim di burası balıkçılık ve yağhanelerinin hâsılâtı ile geçinen küçük ve sâkîn bir şehirdir. ' B i b l i y o g r a f s a t al-B ak fi, D escrip­ tion de l'A friq u e septentrionale (n şr. ve trc.



MEHİR.



S la n e ), A lg ier, 1911— 1913, metin s. 29— 30, tre, s. 65— 68; İbn Havkal (nşr. de G oeje, B G A , H, 48 ; trc. de Slane, J A , 1842, 1, 172 ) ; îd risi ( nşr. ve trc. D ozy ve de G oeje ), metin, s. 109, trc. s. 127 v.d. ; al-Ticânı, Rihla ( trc. Rousseau, J A , 1853, I, 337 v.dd. ); tbn ‘ îz ir i , Bayan ( nşr. D ozy ), 1, 170; ( trc. Fağnan, I, * 3 7 ) ; tbn a l-A ş ir, K âm il ( nşr. Tornberg ), VIII, 70 ( trc. Fagnan, A nn ales da Maghreb, s. 70) ; M akrizi, M ukaffa ( buIâsa trc. Fagnan, Centenario di M. A m a r i . . , , s. 4 3 ); al-M arrâkuşi, Hist. des Atmohades (n şr. D o zy ), s. 163 ( t r c . Fagnan, s. 196)} Froissart, Chroniques ( nşr. Buchon ), III, '79 v. d. ; Marmo! C aravajai, Description général de A frica ( G ranada, 1573 ), kitap 3, var. 3Ğ9 v.d. ( t r c , P errot d ’A blancourt, II, 502 v.d. ) ; Leo A fricanus ( nşr. Ramusio ), V e ­ nedik, 1837, s. 123 v .d .; Mas L atrie, Traités de p a ix (P a r is , 1868), tür. y e r ; de Sm et, Makdia (T un is, 19 1 3 ); G. Marçais, M anuel d ’art musulman ( Paris, 1926 ), I, 106 v. dd., 117, u s , 130 v.d d . ( G . Ma r ç a i s . ) M E H E D A K . [ B k . M E H D İY E .] M E H İR - M A H R (A.), ibrân. mohar, süryân. mahra „nikâh esnasında erkek tarafından kadına verilen a ğ ı r l ı k “ , aslında' „b ed e l“ olup, bir de bir mukaveleye İstinat etmeksizin, „d o stlu k“, „h ed iye“ mânasına gelen s a d ü ÿ ’in m üteradifidir ; müslümanlıkta nikâh kıyılırken, erkeğin, kadına verm eğe mecbûr olduğu ve kadının m ülkiyetine giren h e d i y e . 1. C âhiliye devrinde irap lard a mahr, evliliğin meşrü ve m ûteber olması için, esaslı bir şa rt id i; ancak b ir mahr verildiği takdirde evlenme m ûteber olurdu, Mahr ’siz evlenme ayıp sayılm akta ve kadın bir oda­ lık tela k k i edilm ekte idi. ‘A n ta r hikâye­ sinde m ehirsiz evlenmeğe mecbûr tutulan ve böyle b ir evlenm eği şerefsizlik sayarak, reddeden arap kadınlarına rastlanm aktadır. Y alnız gâlipler, bir m ehir verm eksizin, m ağ­ lûp e ttik le ri kimselerin kızları ile evlenirlerdi. lslâmdan evvelki devirde, mehir v a li ’ye, yâni genç kızı velâyeti ( vilâ ) altında bu­ lunduran babasına, kardeşine ve y a akrabâsına verilirdi. Burada evlenmenin önceleri bir satın alma m âhiyeti taşıd ığı daha açıkça görülm ek­ tedir. C âhiliye devrinde nişanlanan kız, mehir olarak, hiç bir şey almıyordu. Nişan esnasında kıza ekseriyâ sadak verilirdi ; mehir ise, kızın bedeli olarak, v a li ’ye verilirdi. Fakat Peygam berden az evvelki devirde me­ hir, hiç olmazsa kısmen, gâlibâ kadına ve ril­ mekte idi. K u r’an ’a göre, bu âdet cârî idi, Mahr ve sa d a k ’m birleşmesi, aslında „bedel“ de­ mek olan mahr 'in bu mânasının zayıflamasın-



ÜEHİĞ. ve zamanla kaybolm asına sebep oldu. Hiç şüphe yo ktu r ki, m ebir aslında bir „b ed e l“ idi. H aki­ k a tte satın alma muamelesi, uzun bir tek â ­ mülden sonra, alei’âde bir merasim mâhiye­ tini aldı. Müslümanların evlenme hukukundaki hükümlerde satın alma akdine dayanan eski evlenmelere â it izler açıkça görülm ektedir. z. Peygam ber, araplann evlenmeğe â it eski muamelelerini ele atarak, onları bir çok bakım­ dan geliştirdi. K ur'an ’da, kadının satın alın­ ması fikri ile sa tış bedeli olarak mahr y er alm am aktadır; fak at kadının isteyebileceği bir bedel ve b ir m ükâfat tela kkî olunmaktadır. Boylece meşru bir birleşm ede, K ur’an, bir dü­ ğün hediyesine lüzûm gösterm ektedir s — „ V e sâhip olduğunuz kadınlara, m ükâfat olarak, b ir düğün hediyesi (a y n e n : fa r'iia „ b ir mül­ kiyetin tem liki“ ) veriniz ( IV , a8 ) ve bir d e : — ,,Ve kadınlara ¡nehrinizi kendiliğinizden ve­ riniz“ ( IV , 3 ) ; krş. b i r d e IV, 29, 38 i V , 7 ; LX, 10. Mehir kadının kendi m alıdır; bu sebeple evlenme nihâyet bulsa bile, kadın onu mubâfaza eder. „B ir kimse karısını boşayıp, onun yerine bir başkasını almak isterse, evvelkine vaktiyle vermiş olduğu ağırlıktan hiç bir şeyi geri almamalıdır.“ E ğer erkek, evlenme neti­ celenmeden, karısından ayrılırsa,- kadına ağır­ lığın yarısını bırakmak m ecburiyetindedir ( krş. K u r’an, H, 23/ v.d.). . İslâmiyetin başlangıcına kadar kadın, ko­ casının. ölümünden sonra, onun- terekesine dâhil bir mülk addedilm ekte idi. V â ris, sâdece m üteveffânın kendine miras b ıraktığı izdivâcı devam ettiriyordu. Ölen kardeşin karısı ile olan böyle evlenm eler ( lev ira t) A h d -i atik ’te zikredilm ektedir. Peygam ber zamanında cârî olan bu âdet ortadan kaldırıldı ( K u r’an IV, 23 ) — s „S ize e y mü’minler, kadınlara, arzu­ ları hilâfına, m iras yolu ile, sâhip olmanıza cevaz yoktur.“ 3, Mehir hakkında pek çok h a d î s vardır ve bunlar fıkıh âlimlerinin eserlerinde yer alan telâkkilere yol açm ıştır. Bütün hadîs­ lerden mehirin evlilik mukavelesinin esâs kıs­ mını teşkil e ttiğ i neticesi çıkm aktadır. Buhâri 'deki bir ha.dîse göre, mehir meşrû bir evlen­ menin zarurî şa rtıd ır: „M ehirsiz her evlenme hükümsüz ve bâtıldır“. Bu hadîs, bu kadar kat’ î şek li ile mevsuk olmasa bile, diğer bir çok hadîsler de gösteriyor ki, mehir, büyük kıym eti bulunmayan bir şey olsa da, evlenme için elzem idi. Msl, İhn Mâca ve Buhâri ’nin zikrettikleri hadîslere göre, Peygam ber bir ev­ lenmede, mehir olarak, bir çift ayakkabı ver­ meğe müsâade etm iş ise de, bir demir yü­ züğü dahi bulunmayan bir fakir adamın ka rı­



495



sına mebir yerine Kur’an öğretm esini kabûl etm iştir. Bâzı hadîsler mehrin çok d eğerli veya pek değersiz olmaması lâzım geldiğini gösteriyor, H adîslerden Peygam ber zamanında, mehir ola­ rak, bâzı hâllerde neler verildiğini de anlı­ yoruz; msl. ‘A b d al-Rahmân b. ‘A v f ’ln mehri bir dirhem altın, A b u Hurayra ’ninki 10 âklya ve bir sahan, Şahal b. Sa'd ’ inki de bir demir yüzük idi. . Hadîslerde ekseriya, K u r’an ’da da mevcut olan hükümlere göre, evlilikten sonra vukû bulan boşanma hâlinde kadın bütün mehri muhâfaza etm ek hakkına sahiptir. 4. Fıkıh eserlerine göre, evlenme erkek ile kadının velîleri arasında akdedilen bir mu­ kaveledir ( ‘ a k d ). Bu mukavelenin ehemmiyetli bir noktası, erkeğin müstakbel zevcesine öde­ meği vaadettiği mahr veya sadak idi. Mehirsiz evlenme hükümsüzdür. Fıkıh âlimleri mehrin mâhiyeti- üzerinde m üttefik değillerdir. Bazı­ ları mehri aş.-yk. satın alma bedeli ( msl. Ha­ lil : mahr — satm alma b e d e li) yahut kadına tasarruf ve ondan isten ildiği gibi istifâde hak­ kı dolayısı ile ( 'i v a i ), satış mukavelelerinde ödenen bedele muâdil bir bedel saymaktadırlar. H âlbuki diğer bâzı fıkıh âlim leri mehırde bir rem iz, kadına karşı bir saygı nişanesi veya onun için mâlî bir te ’minat görürler. Kelimenin fıkh î mânası ile bir mal ( m â l) telâkkî olunan her ş e y mehir olarak verilebi­ lir ve dolayısı ile nakledilebilir ve b ir muka­ vele mevzuu olabilir. Mehir kadına K ur’an öğretm ek veya onu hacca göndermek' gibi, bir taahhütten veya bir şeyi te ’minden ibâret ola­ bilir ise de, bu hususta fikirlerde ayrılık var­ dır. Nikâh kıyıld ığı sırada veya az sonra, bir defada veya tak sitle ödenebilir. T aksitle ödendiği takdirde, kadına yarısının veya üçte ikisinin zifaftan önce, peşin olarak, geri kala­ nının da sonra verilm esi tavsiye edilmektedir. Kadın, mehrin bir kısmının kendisine tesli­ minden önce, zifaftan imtina edebilir. İki türlü mehir v a r d ır : а. Mahr musammâ „belirtilm iş m ebir“, be­ deli mukavelenin akdi sırasında tam olarak tesbit ed ilir: б. Mahr al-m işl, erkek tarafından, kadının ser­ veti, nufÛz ve m eziyetlerine göre verilen bir he­ diye olup, bedeli bir rakam İle tesbit edilmemiş­ tir. Bu mehir mukavele esnâsında kat’î mıkdarın tesbit edilm ediği bütün hâller için de carîdir. Mehir kadının malı o lu r; kadın onu istediği gibi tasarruf etmek hakkına sâhiptir. Sonradan bâzı eşyaların mehre dâhil olup-olmadtğı husûsunda anlaşmazlık olursa, kocadan yemin talep edilir.



496



MEHİR -



MEHMED t



Mehrin mıkdarı Iıakkmda şeri’atte asgarî ve âzami bir had tesbit edilmiş ise de, fiiliyatta muhtelif mezheplerde bir takım tahditler ko­ nulm uştur; hanefı ve şâfi’île r asgarî had ola­ ra k ıo- dirhem, m âlikîler de 3 dirhem tesbit etm işlerdir. Bu fark muhtelif mezheplerin hâ­ kim olduğu m em leketlerin ik tisâd î durumuna bağlıdır. E rkek kadını boşarken, zifa f vâkî olmuş ise, mehrin ödenmesi lâzımdır. A n cak erkek, zifaftan önce, evlenm ekten va zgeçeb ilir; o vakit kadına mehrin yarısını verm ekle mü­ kelleftir. [ Mehir, bir de, müddete bağlı olup-oltnamasm a göre, m a'accal ve mu‘ accal olmak üzere, ikiye ayrılır. Mahr-i m a'accal ’de, müddet (acal) tâyin edilmiş ise, kadın bu müddetin bitmesinden önce mehri isteyem ez. Müddet tâyin edilmiş değilse, mehir, Örf ve âdete göre, ya boşanma ile veya karı-kocadan birinin ölümü ile m a'ac­ cal olur. M ahr-i ma'accal 'de, kadm onü der­ hâl isteyebilir ve mehiri alıncaya kadar da, kocasını kocalık haklarından men’e d e b ilir; hattâ dilerse, onu tekederek, ana-babasınm yanma gidebilir. Mehİrİn tamamen veya kıs­ men m a'accal olması hâlinde ise, kadın, mahr-i m a'accal almadım diye, kocasını ko­ calık haklarından men’edemez, Bir mehirin kısmen tâcîli şart koşulduğu hâlde, m a'accal mıkdar beyân olunmaz ise, örf ve âdete bakı­ lır, yâni kadının hâline v e mehrin bütününe nazaran, m üteâref olan kısım hakkında mahr-i m a'accal hükümleri tatb ik o lu n u r; fak at meh­ rin tamâmen ta’cıli şart koşulmuş ise, ö rf ve âdete bakılmaz, mehrin tamâmı m a'accal olur. Islâmda, ileride her hangi bir anlaşmazlığı önlemek maksadı ile, m ehiri akid esnâsında isimlendirm ek ve tâyin etm ek sünnettir. A k id esnâsında mehir tâyin edilmez veya isimlen­ dirme m uteber olmazsa, mahr al-m isl lâzım gelir. Mehrin tamâmen veya kısmen te’cıli câiz olduğu gibi, tâcîli de mümkündür. M ehir tesm iye edilen şeyin mâlfim ve mütekâvvim olması lâzımdır. Bu itibârla, bu va sıflan hâiz olmayan bir şey tesm iye edilirse, akid mûteber, tesm iye ise hükümsüz olur. Msl. denizde balık, uçan kuş, domuz tesm iye edilerek, yapı­ lan nikâhta ahid muteber, tesm iye hükümsüzdür. Mehir deve, koyun, sığ ır gibi, ehlî bir hay­ van olabileceği gibi, para veya paradan sayılan her hangi bir şey, paraya tahvili mümkün bir m enfaat de olabilir. Yalnız hür olan kocanın hizmeti mehir olamaz (b k . Ö m er Nasûbî Bil­ men, H u kuk-ı islâmıge ve istılâhât'-ı fık h ig e ka­ musu (İstan bul, *950), II, 1 2 1 — 1 5 6 ; Mahmud Esat, Kitâb al-nikâh ( İstanbul, 1328), s.



77- 96 )].



B ib liy o g r a fy a : W. Robertson Sm ith, Kinship and Marriage in early A ra ­ bia (Cam bridge, 1885; krş. The Nöldeke, Z D M G , 1886, X L, 148 v .d .); W elhausen, D ie E k e bei den Arabern ( N O W G a it., 1893, s. 431 v.dd. ) ; G . Jacob, A ltarabisches Beduinenleben (2. tab., Berlin, 1897 ). — H a ­ d î s l e r için bk. Wensinck, Handbook o f early Muham. Tradition ( Leiden, 1927 ), s. 145 v.d. — F ı k h a dâir eserlerde nikâh ve sadak veya mahr fasılları. Bk. bir de Juynboil, H andbuck de s İslam. Gesetzes, s. 181 v.dd.; Sachau, Muham. R echi, a. 34 v .d d . ; Santillana, Istituzioni d i diritto M usulm anu M alichita (R om a, 1926), s. 1Ğ8 v.d d .; van den Berg, Prİncipes du droit musulman ( frns. tre. de T e rs â n t), A lgier, 1896, s. 75; H alil, M uhtaşar ( trc. Santillana), Milano, 1919, H , 39 v. d d .; Tornauw, Moslem R ech t ( Leipzig, *855), s. 74 v. dd. ( O. S p ies.) M EH M ED I.. Ç e le b î S u l t a n M ehm ed (? — 142* j, O s m a n l i p â d i ş â h ı olup, muhtelif kaynakların tetkikinden anlaşıldığına göre, Bayezid I. ’in 2. veya 3. oğludur. Doğum senesini ekseri tarihler ( Tâc al-tavârih; K unh al-ah6 a r ; Solak-zâde, T a rih i R a vza t al-ahrâr; Hayrullah Efendi, T arihi G ül şen-i m aârif; Habar-i şalııh ) 781 ( 1379 ), IJadidi 775 ( 1373 ) ve Ş ak ö 'ik tercüm esi 777 ( 1375 ), A m asya tarihi 788 ( 1386 ), J. v. Hammer 790 ( 1388 ), Takvim altavürii} ve G üldeste 792 ( 1390 ), H aşt-bahişt ve N eşrî 793 ( 13 9 1) olarak gösteriyorlar. S ic ill-i osmânî 781 ye 791 seneleri olmak üzere, iki ri­ vayeti kaydetm ektedir. Şaha 'i f al-akbâr ise Sü­ leyman, Mustafa ve İsâ Ç elebî ’ lerden küçük olup, 781 tarihine doğru olam ayacağını ve M ir’ât-ı kâinat ’ta, Süleym an, Mûsâ ve îsâ Ç elebî ’ferden sonra doğduğunu ve bir riv ayette de B â y e z id ’in ikinci oğlu olduğunu bildiriyor ve Dukas ( Bonn tab., s. 70 v.d.) Bayezid ’in üçüncü oğlu olduğunu zikrediyor.' Behiştî ( hu­ sûsî nüsha, s. 32 ve 33 ) ile Tâc al-tavârih ( I, 223) I s a ’nın Mehmed Ç e le b î’den büyük ol­ duğunu yazıyor. Büyük oğlu Murad II. 806 ( 1403) ’da doğduğuna göre, doğumu hakkında 790 ile 793 tarihleri vârİt değildir. V alid esi D evlet Hatun b. 'A b d A llah 'ın 825 ( 1422) tarihli vakfiyesine gö re ( Haremeyn defteri, V a k ıflar umfim müdürlüğü, nr, 13, s. 58 ), şim­ diye kadar zannedildiği gibi, Germ iyan hü­ kümdarı Süleyman Şah 'm kızının oğlu olm a-' d ığı anlaşılıyor. Ç e leb î Mehmed ’in ö iy â ş al-D in adım taşı­ dığı bâzı sikkeler ile kitâbelerde ve arap mü­ verrihlerinin tarihlerinde görülm ektedir ( bk. Halîl Edhem, M eskûkât-ı osm ân iye ; A lî , îsâ ' Ç elebî sikkeleri , T T E M , sene 15, s. 105 ve T okat



MEHMED 1. ’ta Hamza B ey mescidi k ita b e s i; İ. H. Uzunçarşılı, K itabeler, s. 21 ve Edirne ’de eski câtni. T . G ökbilgin, Edirne ve Paşa livası, s. 196 ve B u r s a ’da Y e şil câm i: V akıflar dergisi, II, 439 kitabeleri ve îbn T ağribardi, al-Nucüm al-zühira, s. 550 ve Kitab al-sülük, A yaso fya kütiip., nr. 3376 ) ve Kitâb sirat al-Sa l la n M alik alZâhir Çakm ak ( Topkapısarayı, Ahm ed III, kiitüp., nr. 292, s. 296 ). A rap ve Bizans tarihçileri Ç elebi Mehmed ’e k irişçi lekabm ı verm ektedirler ( îbn T ağribardi al-M anhal al-şSfi, Nûruosmâniye kütüp., nr. 3429, var. 249 ve al-N ucüm al-zahira, s. 550 ve V a ciz al-kalâm , Zehebî zeyli, Köprülü kü­ tüp., nr. 1189, s. 89 ve Sina at al-inşa, Bibi. N at., arapça yazm., nr. 4439, s. 128 'de „Sultan Ç eleb i diye mâruf ve K irişçi lekabı ile mülekkab Mehmed Bey“ iki unvan ile beraber ve Makr iz i, A ya so fya nüshası, nr. 3376 ’da 813, 814,818 ve 819 vekayii arasında ve Phrantzes, Bonn tab., s. 87 ve Chalkokondyles, frns. trc., Paris, 1632, s. 85 ). A rap müverrihleri hükümdar olmadan evvel kiriş ile boğulm ak istenmiş olduğunu ve Bizans tarihçileri de kardeşlerinden korkarak, yay ya­ pan bir kirişçinin yanında çırak olarak bulun­ masından dolayı bu lekabın verilm iş olduğunu yazıyorlar. Sonradan bir çok garp müverrihleri de Ç elebi Mehmedi 'i K iri lekabı ile zikretm iş­ lerdir ( Gibbons, trk. trc. Râgıb Hulüsî, s. 26, n o t ). Bu lekabın doğrusunun onun mücâde­ leleri dolayısı ile „gü reşçi“ demek olduğu ve yukarıda gösterildiği gibi, bir Iekabının da Sultan Ç elebi veya Ç elebi Sultan olduğu an­ laşılm aktadır ( bu hususta bk. Tahrir def­ teri, nr. 453, s. 50; Neşri, Tarih, nşr. T T K , s. 350). Sivas ve havalisi hükümdarı Kadı Burhan al-Din Ahm ed, 783 ( 1 3 8 1 ) 'te rakibi olan A m asya emîri Hacı Şâhgeldi P a ş a ’yı öldür­ dükten sonra, topraklarını almak istedi ise de, Hacı Şâhgeldi ’nın oğlu Em ir Ahm ed, Kadı Burhan al-D in ile uzun zaman mücâdele ede­ rek, A m a s y a ’yı müdâfaa etm iş idi. Bu mücâ­ dele esnasında ve aş.-yk. 793 ( 1391 ) 'te K asta­ monu ve Osm ancık taraflarını zapteden Bayezid I, C anik ve havalisindeki Türkmen beyle­ rini nufûzu altına aldığı sırada, A m asya emîri Ahm ed de kendisine başka bir yerden sancak verilm ek suretiyle, A m asya ’yı Osm anlı hü­ kümdarına tek lif etm iş, bunun üzerine Bayezıd, oğullarından Ç elebi Mehmed ’i 30.000 ki­ şilik bir ku vvet ile A m asya üzerine gönderdi­ ğinden, K a d ı Burhan al-Din ’in çekilm esi ile, Ç eleb i Mehmed, A m asya 'ya girm iş ve ilk ba­ şarılı hizmetinden dolayı, A m asya sancak bey­ liğine tâyin olunmuştur (7 9 4 1 = 1 3 9 1 ; Bagm a razm , s. 418— 422). U ltm A n ıik lv p e d iıi



497



Ç e leb i Mehmed, Bayezid I. ile Tim ur ara­ sında vukua gelen A n k ara muhârebesinde ( 805 s s 1402 ), Osm anlı ordusunun ihtiyat kuv­ vetleri kumandanlığında bulunmuş ( Tâc altavârih, I, 169 ’da Ç elebi Mehmed 'i muhare­ bede ilk hücfima mârûz kalacak olan öncü kuv­ vetleri kumandanı gösterm esi yanlıştır. Bu muhârebede kendisi, Osmanlı ordusunun artçı kumandanı i d i; bk. Gibbons, s. 226) ve muha­ rebenin kaybedilmesi üzerine, zorlukla Am asya tarafına kaçm ak istem iş, fak at Sinop hüküm­ darı Candar-oğlu İsfendiyar B ey 'in kız karde­ şinin oğlu Y ahya Bey tarafından yolu kesilmiş ise de, Ç eleb i Mehmed bunu mağlûp ederek, Tosya 'ya kaçırm ış ve ileri geçiş tehlikeli gö­ rüldüğünden, Bolu taraflarına çekilm iştir. Ç e­ lebi Mehmed, burada câsusları vâsıtası ile, mu­ harebeden sonraki durumu öğrenerek, Bursa ta­ raflarına gitm ek istedi ise de, m aiyeti beyleri bu hareketin teh likeli olduğunu söylediklerin­ den ve o sırada A m asya ’dan gelen bir hey’etin de kendisini dâvet etmesinden dolayı o tarafa g i t t i ; çünkü A m asya Tim ur ’un maiyetinde bulunmuş olan K ara D e v le tşa h ’a verilm iş ise de, halk bunu istem eyip, Ç eleb i M ehm ed’i dâvet etmişlerdi. K a ra D evletşah 'in A m asya hâricinde bulu­ nan kuvvetlerinden ekserisinin çapulda oldukla-? rmı haber alan Ç eleb i Mehmed, yanında aş.yk. 1.000 kişilik bir ku vvet bulunan K a ra D ev­ letşah ’1 baskın ile öldürerek, A m asya ’ya girdi ( 805 = 1403 ). Bu ilk başarıdan sonra Canik ve havâlisi türk meni eri beylerinden Kubad-oğlu A li Bey, Ç eleb i Mehmed ’in iktâı olan N ik s a r’ı muhasara ettiğin den, Ç eleb i Mehmed, hemen o tarafa giderek, A li B ey 'i mağlûp edip, Taşan-oğluna ilticaya mecbur ettikten başka, Kubad-oğluna â it bir kaleyi de zap tetti. Bun­ dan sonra, T o kat bölgesinde en kuvvetli türkmen beyi olan İnal-oğlu İbrahim Bey, etrafı sindirip, aynı zamanda Ç eleb i Mehmed ’i de teh­ d it ettiğinden, o ânî bir baskın ile İnal-oğlu 'nu da mağlûp edip, bu havaliye de hâkim oldu. Bunlardan başka, G özler-oğlu ve Köpek-oğlu Haşan kuvvetleri de, birer-birer ber-taraf edildi. Birbirini tâkip eden bu vak'alardan sonra S i­ v a s ’ta idareyi ele almış olan Kadı Burhan alDin A hm ed ’in dâmâdı Hacı Bey-oğlu Mezıd Bey 'in de, üzerine gönderilen Bayezid Paşa kuv­ vetlerine mağlûp olarak, teslim olması üzerine, Ç e leb i Mehmed Rûmiye-i sugrâ denilen Sivas, T o ka t ve A m asya m m takasına tamamen hâkim oldu ( 1403 ). Bu tarihte Tim ur henüz garbi Anadolu 'da bulunmakta idi. Tarihlere göre, Ç e­ lebi Mehmed 'in faaliyetini haber alan Timur, ona hem henüz hayatta bulunan babası ve hem de kendi tarafından mektup gön derdi; bunda



32



49§



M e h m e d



şehzadeye yemin ile te ’minât veriyor ve ya­ nına dâvet ediyordu. Ç e leb i Mehmed aldığı m ektuplar üzerine Tim ur ’ ün yanına hareket e tti ise de, Osm ancık 'a geld iği zaman karşı­ sına Isfen d iyar'm yeğeni Yalı yâ B ey ç ık tı; Yahya ’y i mağlûp ederek, Murtaza-âbâd ( Mürted-O va ) m evkiine gelince, bu defa da o ha­ vali türkmenlerinden Savcı-oğlu A li Bey ’in kuvvetleri ile karşılaştı ve A li Bey 'i de boz­ guna uğratıp, A nkara 'ya kaçırdı. Bundan sonra, beraberinde bulunan Tim ur ’un elçisine bir ziyâ fet vererek, va ziyeti olduğu gibi T im u r’a anlatm asını ricâ e tti ve elçi olarak da, ağır hediyeler ile, kendi hocası S û fî Bayezid ’i, T im u r’un elçisi ile beraber gön derdi; kendisi de A m asya 'ya döndü. Tim ur Ç e leb i Mehmed ’in m azeretini kabûl edip, kendisine elindeki yerlerin hükümdarlı­ ğını verd i ve al damgalı berât ve hükümdar­ lık alâm eti olarak, taç, kem er ve hırka gön­ derdi ; Ç e leb i Mehmed bu suretle Tim ur 'un yüksek hâkim iyetini kabûl edip, daha sonra Tim ur ile m üşterek sikke kestirdi. A n k ara m uhârebesinde O sm anlı devletini parçalayan Tim ur, Rumeli 'y e kaçan Em ir Süleym an ile kardeşleri İsâ, Mehmed ve Mûsâ Ç e leb î ’lere kendi yüksek hâkim iyetini tan ıt­ mak üzere, Rumeli, B alıkesir, Bursa, A m as­ ya, T o kat, S iv as ve havâlisi hükümdarlık­ larını verm iş idi. Tim ur 'un avdetini müte­ akip , Ç eleb î Mehmed Bursa ’y ı Mûsâ Ç elebî 'den alan îsâ Ç e leb î 'ye m ürâcaat ile Anadolu 'nun aralarında taksim ini tek lif etm iş ise de, Isâ ulu kardeş olduğunu İleri sürerek, bu teklifi reddetm iş ( B ehiştî, s. 32 v.d.), bunun üzerine, Mehmed Ç eleb î ile Isâ Ç eleb î arasında Bursa ’nın garbındaki Ulubad mevkiinde vukua gelen muharebede îsâ mağlûp ve kumandanı olan Sarı Tim ur-Taş Paşa ( A nkara muhârebesinde esir düşerek, sonra serb est bırakılm ış i d i ) ile Ç e ­ leb î M ehm ed'in hizm etinde bulunan meşhûr tne B ey su-başı m aktfil düşmüşlerdir. Bunun üzerine, Bursa 'ya giren Ç e leb î Mehmed, orada hükümdarlığını ilân e tti ve burada da, T i­ mur ile m üşterek olarak, 806 ( 14 0 4 )'d a sikke kestirdi. Bundan sonra babası Bayezid I ’in G er­ in iy an-oğlu Y âku b B ey yanında bulunan cese­ dini istey erek , câmiinin yanına d efn etti ( T ac al-tavârîhf I, 226 ve Behiştî, s. 35 ve Müneecim-başı, III, 3 16 ). M ağlûp olan Isâ Ç elebî, Y alova yolu ile, Bizans imparatorunun yanına kaçm ış idi. Em îr Süleyman ’ m bunu im paratordan istem esi üzerine, E dirne ’ye gönderildi. Em îr Süleyman, îsâ 'y ı mühim b ir ku vvet ile Anadolu 'ya yol­ ladı. Isâ Bursa 'yı almak istedi ise de, hal­ kın m ukavemeti ile karşılaştığından, şeh ri yaktı



l



ve Ç eleb î Mehmed ile yap tığı ikinci muhârebede de mağlûp olarak, Kastam onu 'ya Isfendiyar B e y'in yanına k a ç tı; onunla anlaşarak, bera­ berce A nkara ’ yı zaptetm ek üzere geldiler ise de, muharebe m uvaffakiyetsızlik ile neticelendi v e Ç e leb î Mehmed ’e mağlûp olarak, Kastam o­ nu tarafına kaçtılar. Isâ Ç eleb î bir m üddet sonra, gizlice hududu geçip, Bursa ve M ihalıç taraflarında faaliyete başladığından, Ç eleb î Mehmed 'in 10.000 kişilik bir ku vvet ile gelm ekte olduğunu haber alınca, garbî Anadolu 'd a A ydın-oğlu Cüneyd Bey ’in yanına kaçtı ve o vâsıta ile Saruhan ve Men­ teşe hükümdarları ile anlaşarak, tâlihini bir kere daha denedi ise de, Ç eleb î Mehmed bunları mağlûp ettiğinden, Isâ Ç elebî Karaman-oğluna ilticâ e tti (608 = 1405 ). Bu va ziye t üzerine, A ydın-oğlu ile Menteşe-oğlu Ç e leb î Mehmed ’in yüksek hâkimiyetini kabûle mecbûr oldular; Saruhan-oğlu H ızırŞah B ey de Manisa ’ya yapılan bir baskın ile yakalanarak, katlolundu ( H ızır Şah 'm vefa­ tını Ahm ed Tevhid, T O E M , sene 2, s. 618 ve H alîl Edhem, D ü vel-i islâm iye, s. 277, Müneccim-Başı ’ya uyarak, 813 = 1419 tarihinde gösteriyorlar ise de, bu hâdise Em îr Süley­ man 'in 1406 'da A nadolu 'y a geçm esinden ev­ vel olduğu için, vekayî ile tetâbuk etm iyor ). Bu m uvaffakiyetten sonra G erm iyan-oğlu Y â ­ kub Bey, Ç e leb î Mehmed 'in yü ksek hâkimiye­ tini tanıdığı gibi, Karaman-oğlu da onunla dost kalm ağı taahhüt ettiğinden, îsâ Ç e le b î'y i memleketten çıkarm ağı kabûl e tt i; îsâ Ç e le ­ bî ’nin bir ara Eskişehir taraflarına geldiğini haber aldığından, hamamda yakalanıp, boğul­ duktan sonra, cesedi Bursa ’da Murad Hüdâvendigâr türbesine ve yahut babasının yanına defnedildi ( Tâc al-tavârih, I, 235; G üldeste-i riyûz-l ir fâ n ; G azzî-zâde babasının yanına defnedildiğini yazm aktadır). Ç îsâ 'dan sonra Ç eleb î Mehmed Anadolu 'da yalnız başıpa kalm ış i d i ; Ç eleb î Mehmed ’in kuvvetlenm esinden endîşe eden Em îr Süley­ man, A n a d o lu ’ya geçerek, B u rs a ’ya geld i; Ç e ­ lebî Mehmed karşı koyamayarak, A m asy a 'y a çe­ kildi. E m îr Süleyman A nkara üzerine geld i ve vezîr-i âzam Ç an darlı.zâde A ti P a ş a ’nm hileli mektubu ile orasını elde e tti ve bu suretle Ç e ­ lebî Mehmed 'in nufûz sahası daraldı ( (403 ), Ba­ yezid I. 'in küçük oğlu Mûsâ Ç eleb î, îsâ Ç e le ­ bî ’y e mağlûp olduktan sonra, Karaman-oğlunun yanm a kaçmış olup, orada bulunuyordu. Emîr Süleyman Karam an-oğlunaM ûsâ Ç eleb î 'yi k a t’îyen kendi ülkesine göndermemesini bildirerek, söz aldıktan sonra, B u rs a ’ ya geldi ve mûtâdı üzere sefâhate daldı, E m îr Sü leym an 'ın bu durumunu fırsa t bilen Ç e leb î Mehmed, Bursa



Me H m e 5 t 'ya bir baskın yapmak istedi ise de, bu teşeb­ dın-oğlu Cüneyd Bey ’i de beraberine, alarak büsü haber alındı ve vezir-i âzam A li Paşa ( D ukas, s. 88 ), acele Rumeli ’ ye geçti ve W isrân ile mukabeleye karar verild’. Y en i­ Cüneyd ’i Ohri sancak beyliğine tâyin e t t i ; şehir civarında iki taraf kuvvetleri k a r ş ıla ş tı; bu suretle kardeşini Rumeli 'ye geçm eğe mec­ fakat vezîr-i âzamin hileli b ir mektubuna ka­ bûr eden Ç e leb î Mehrned Bursa 'ya geldi, nan Ç e leb i Mehrned, muharebe etmeden, A m as­ ilk defa Emîr Süleyman kuvvetlerine mağlûp ya 'ya ç e k ild i; çünkü A li Paşa Ç e leb î 'nin or­ olan Mûsâ Ç eleb î E flâk ’e kaçmış { Malcrizi, dusunda bulunan şarâb-dâr İlyâs ’ı gizlice elde 813 senesi vak’a la r ı) ve kardeşinin ahvâlini edip, Em ir Süleyman tarafına geçmesini te ’min tahkik ederek, E m îr Süleym an ’ ın gafletinden eylem iş ve Ç e leb î Mehrned ’e de ümerâsının istifâde ederek, hazırlandıktan sonra, Emîr Süleyman tarafına iltihak ederek, kendisini de Süleyman 'dan yüz çeviren bâzı ümerânın da yakalayıp, biraderine teslim edeceklerini ha­ el altından yardımları ile Edirne 'ye yapmış ber vermiş olduğundan, Ç e leb î Mehrned te ­ olduğu bir baskın neticesinde şehri işgal et­ reddüde düşmüş, m aiyetindekiler, A nkara me­ miş ve Bizans ’a kaçmış olan Emîr Süley­ selesi gibi, bunun da Çandarlı-zâde tarafından man, yolda yakalanarak, katlolunmuştur. Bu tertip edilm iş bir hîle olduğunu söylemişler suretle Rumeli kıt'asına hükümdar olan Mû­ ise de, o sırada şarab-dâr İly a s ’m Em ir S ü ­ sâ Ç elebî, Edirne ’de hükümdarlığını ilân ede­ leyman tarafına geçiverm esi üzerine, A li P a­ rek, nâmına para kestirm iş ve Ç eleb î Mehşa 'mn sözünün doğru olduğuna İnanan Ç elebî m ed ’e verdiği sözü tutam am ıştır ( 8 1 3 = 1410). Mehrned derhâl A m asya ’ya çekilm iş ve idare­ Ö yle anlaşılıyor ki, Ç e leb î Mehrned, Anadolu sinde kalan yerler E m îr Süleyman kuvvetleri 'da serbest ve hâkim kalm ak için, Mûsâ Ç elebî 'nin R u m eli’de hükümdarlığını kabûl etmek tarafından yağm alanm ıştır ( 1406 ). Em îr Süleyman bundan sonra Karaman- m ecburiyetinde kalm ıştır. Kaynaklarım ız son­ oğluna âit Sivrihisar ’1 ( Osm anlılara âit iken, radan bunun Mûsâ Ç elebî ’nin yüksek hâkimiye­ Tim ur tarafından Karaman-oğluna verm iş idi ) tini tanıyacağına dâir söz verd iği şekline sok­ muhasara ettiğinden Karaman hükümdarı ile muşlardır. Mûsâ Ç elebî kardeşinin Anadolu araları açıldı ve Evrenos Bey, akıncıları 'da ku vvetli olduğunu bildiğinden, o tarafla ile, A k s a r a y ’a kadar Karaman ülkesi vurul­ hiç alâkadar olmadı ve bn suretle osmanlı du. Em îr Süleyman bundan sonra aynı se­ Ülkeleri ikiye ayrılm ış oldu. Mûsâ Ç e leb î çok nede garbî Anadolu ya geldi ve orada bu- cevval ve babası gibi sert idi; kardeşi Emîr lundnğu sırada vezîr-i âzam Çandarlı-zâde Süleyman 'm kumandanlarına güvenemeyerek, A li Paşa ve fat e tti { receb 809 = kânun 1. 1406 ) çoğunu d e ğ iştird i; büyük âlîm ve m ütefekkir A ydın-oğlu Cüneyd ile Menteşe-oğlu İlyas Sim avna kadısı oğlu Şeyh Bedreddin Mahmud 'u Bey Emîr Süleyman 'm hâkimiyetini kabule kazasker ve Mihal-oğlu Mehrned ’i beylerbeyi mecbur oldular. Bunun üzerine Em îr Süley­ yaptı. Hemen faâliyete geçip, Emîr S üleym an 'a man ’a karşı Ç elebî Mehrned ile Karaman-oğ- yardım ederek, m ağlûbiyetine sebep olan sırp lu Mehrned Bey arasında Kırşehir civarın­ prensinden intikam aldı. V idin ’de isyân eden da Cem ale kalesinde ( Tâc al-tavârih ) 812 bulgar prensini yola getirdi ve Emîr Süleyman 'm , R u m eli’ye geçerken, imparatora ter ket­ ( 14 0 9 )'de bir görüşme oldu { T avârih-i mulû k-i kurün-ı m âih Ç elebî Mehrned dört miş olduğu yerlerin bir kısmını ve bu arada seneden beri A n a d o lu ’da bulunan Emîr Sü­ T esaiya 'yi geri aldı, imparatorun üç senelik leyman ’1 Rumeli tarafına geçm eğe mecbûr vergisini almak üzere, Çandarlı-zâde İbrahim etm ek için, K aram an 'o ğ lu ’nun yanında bu­ Paşa ’yı İstanbul ’a yolladı. İmparator, Mûsâ lunan küçük kardeşi Mûsâ Ç e le b î’yi g e ­’nin şiddetinden korkarak, ona karşı saltanat tirtti ve onun Rumeli tarafına geçmesi ka­ davası ile Em îr Süleyman ’ın kendi yanında rarlaştırıldı. Mûsâ, muvaffak olursa, Çelebî rehin olarak bulunmakta olan Orhan adındaki Mehrned 'e bağlı kalacağına ve onun adına oğlunu Selânik ’ten T esaiya taraflarına gönder­ para kestirip, hutbe okutturacağına dâir, ye­ di ise de, Mûsâ Ç eleb î bunların derneğini da­ minli te ’minat verdi ve Candar-oğlu îsfendiyar ğ ıttı ve Orhan Ç elebî de Selanik kalesine kaçtı. Bey ile de anlaşarak, Sinop ’tan bir gemi Mûsâ Ç elebî bunu müteakip 814 ( l 4 l l ) ’ te, ile, E flâk tarafına geçirildi { 1409, krş. msl, İstanbul’u muhasara e tti ( Clıalkokondyles, Dukas, Bonn tab., s. 87; T âc al-tavârlh, 1, s. 84 ve ondan naklen J. v. Hammer, II, 103 ve 247» diğer kaynaklarda da birbirine uyma­ M a^rizi, 814 vekayii ). T elâşa düşen imparator yan teferru ata rastlanm aktadır ). Mûsâ Ç elebî, Manuel, yanında bulunmakta olan ÇandarlıE flâk tarafına geçtikten sonra, faaliyete baş­ zâde İbrahim P a ş a ’ nin tavsiyesi ile, Çelebî ladı. D ört aydan beri A ya slu g 'da bulunmakta Mehrned ’i Rumeli 'ye geçm ek üzere dâvet e t t i; olan Emîr Süîeyman bunu haber alınca, A y ­ bunun üzerine Ç eleb î Mehrned G ebze kadısı



560



MEHMED !.



Fazlullâh ’ ■ elçi olarak imparatora yolladı. Ç eleb î Mehmed, muvaffak olursa, evvelce İm­ paratora verilip, Mûsâ Ç elebi tarafından istir­ dat olunan yerleri Manuel ’ e iadeyi kabûl etti ve gönderilen bizans gem ileri ve on beş bin kişilik bir kü vetle A nadolu-K avağı tarafından Rumeli yakasına geçirildi ( A ş ık Paşa-zâde, s. S4 ) ve kendisi de Ü sküdar ’ a gelerek, impa­ rator ile görüştü ( krş. Dukas, s. 95 ve ondan naklen HayruIIah Efendi, V I, 68 v.d .); şâyed Ç e leb i Mebmed m uvaffak olamaz ise, impara­ tor kendisini şehre almağı taahhüt ediyordu. Ç elebi Mehmed gelişinin dördüncü günü Is­ tanbul ’dan ayrılarak, bütün kuvvetleri ile, Ç atalca ’ nın şimâi-i garbisindeki Inceğiz mev­ kiinde 14 şaban (te şrin I. 1411 ) ’da Mûsâ Ç e ­ lebi ile yapm ış olduğa muharebede ilk önce gâlip geldi ise de, sonradan mağlûp o ld u ; atı vuruldu ve kendisi iki yerinden yaralanarak, İstanbul ’a kaçtı ve hemen imparatorun gem i­ leri ile A nadolu tarafına geçerek, B u rs a ’ya geldi (B e h iş tî, s. 44; Â lî, V , 167; B ahcat altavârîh, s. 320 ve Tâo aUtavarih, I, 260). Mûsâ Ç elebi, m uvaffakiyetleri İle beraber, ümerâsına karşı p ek sert olduğundan, Rumeli beyleri kendisini terketm ek için fırsa t kollu­ yorlardı. Ç e leb i Mehmed 815 ( 1 4 x 2 ) ’te İstan­ bul ’a yakın bir mahalde, Mûsâ Ç e leb i ile ikinci defa yaptığı muharebede de m uvaffak olamadı ( Phrantzes, s, 87 ve M akrizi. Osmanlı tarihleri Ç eleb i ’nin bu ikinci mağlûbiyetinden bahsetmezler ). Mûsâ Ç elebi aleyhine hareket etmek isteyen Rumeli beyleri Ç eleb i Mehmed ile mektup­ laşarak, b ir plân tertip ettiler ve ona göre, Ç elebi Mehmed üçüncü defa Rumeli 'ye geçe­ rek, kuvvetlerinin bir kısmını Karadeniz sa­ hiline civar olan yerlerden ve diğer kıs­ mını da orta koldan harekete geçirdi. V ize civârındaki muharebede Mûsâ Ç eleb i ’nin ku­ mandanı K ara H alil mağlûp oldu ve Mûsâ ’nın bir kısım kuvvetleri de Ç e leb i Mehmed tarafına geçti. E d irn e ’ ye gelen Ç elebi Meh­ med ’e şehir teslim olm ad ı; halk kim gâlip ge­ lir ise, şehri ona teslim edeceklerini söyledik­ lerinden, Ç e leb i Mehmed bu mütâleayı kabûl edip, Zağra taraflarına yürüdü; Filibe civarın­ da Mûsâ Ç elebi 'ye yetişti ise de, m uharebe et­ meyerek, plân mucibince, m üttefiki olan sırp despotu Lazareviç ile kendisine iltihak edecek olan ümerâdan Üsküp sancak beyi Paşa Y iğ it, Barak Bey, T ırhala beyi Sinan B ey ve Evrenuz Bey ile birleşm ek üzere, N iş tarafına gitti ve sonra hepsi birlikte, Tuna ’ya doğru çekil­ mekte olan Mûsâ Ç elebi üzerine yürüdüler. S ofya ’nın cenubunda, Sam akov kasabası civârındaki Çamuriu-Derbend mevkiinde vukua



| gelen muharebede Mûsâ Ç e leb i fevkalâde cesâret ile çarpıştı ise de, zâten az olan kuv­ vetleri bozuldu ve kendisi, yaralı olarak ka­ çarken, atı ile bir çeltik arığına d ü ş tü ; ken­ disini .tâkip edenler tarafından yakalanarak, boğuidu ve cesedi Bursa ’ya nakledilip, babasmın türbesine defnedildi. Ölümü hakkında  şık Paşa-zâde, Neşri, Behiştî,  lî ve Dukas başka-başka rivayetler naklederler ( 8 1 6 = 1 0 temmûz 1413 ). Osmanlı tarihlerine göre, imparatorun ya­ nında bulnnan Emîr Süleym an ’m oğlu Orhan Çelebi, Ç elebi Mehmed ile yapılan anlaşma gereğince, hndud dışı edilm iş idi. Orhan Ç e ­ lebi, yanındaki adamları ile, E flâk tarafına sığınm ağa giderken, Karin-âbâd civarındaki akıncılar bunun etrafına toplanm ışlar ise de. Çelebi Mehmed bunların kuvvetlerini mağlûp ettiğinden, Orhan Ç elebi ’yİ yakalam ış ve göz­ lerine mil çektikten sonra, kendisine G eyve A k h is a r'ın ı dirlik olarak verip, onu Bursa ’da oturtm uştur (  ş ık Paşa-zâde, N eşri, Be­ hiştî ve Tâc al-tâvarik ). Feridun B ey M ünşeat ’ında Tim ur ’un oğlu Şahruh tarafından Ç eleb i Mehmed 'e gönde­ rilmiş olan zilhicce 818 (şu b a t 14x6) tarihli nâmesinde Şahruh, Mûsâ Ç eleb i ’ nin katlinden dolayı, Ç eleb i Mehmed ’i muâhaze etm iş ve Ç elebi de hüküm darlığın şirk et kabul etm eye­ ceğini ve bu hâlin düşmanlara . fırsat vererek, bu yüzden Selanik ’in elden çıkm ış olduğunu cevâben bildirm iştir ( Münşeat, I, 143 ). Şahruh 'un bu muâhezesiuin sebebi O sm anlılann T im ur 'un yüksek hâkimiyetini kabûl etm iş olmaları idi. . Ç elebi Mehmed, Edirne ’de bütün devletin hükümdarı olduğunu ilân e y le d i; Mûsâ 'nın bey­ lerbeyi Mihal-oğlu ’nu tev k if ederek, Tokat ka­ zaskeri Bedreddîn Mahmud ’ u, fazl ve kemâline hürmeten, ayda 1.000 akçe maaş ile, İznik ’te ika­ mete me’mûr eyledi. Kendisinin cülusunu tebrik için gelen imparatorun ve civar prensler ile V e­ nediklilerin elçilerini kabûl ederek, onlara sulh içinde yaşayacağı hakkında te'm inat verdikten sonra, hemen Anadolu ’ya geçti. Ç eleb i Mehmed, son Rumeli 'ye geçişi sırasında, Bursa muhâfızlığında tokatlı Hacı İvaz Paşa bulnnuyordu. H iç bir zaman ahdine riâyet etmeyen Karaman-oğlu Mehmed Bey 813 ( 1410 ) ’te evvelâ Ç eleb i Meh­ m e d ’ in m üttefiki ve M akrizi ’nin kaydına göre, kendi dâmâdı olan G erm iyan-oğlu Yâkub B ey ’in arazisine taarruz ederek, bir kısım yerlerini elde etm iş ve ertesi sene de tekm il Germ iyan m em leketlerini işgâ l ettikten başka, bu beyli­ ğin m erkezi olan K ütahya 'yı yakm ış v e Ç elebi 'nin üçüncü defa Rumeli 'de Mûsâ ile u ğraştığı sırada da gelip. Bursa 'yı muhasara etm iş idi.



MEHMED I. Bu muhasara 30— 32 gün sürmüştür. Bu sırada, M ûsâ’nın cenazesinin geldiğini haber alınca, bizzat gidip gördükten sonra, muhasarayı kal­ dırıp, şehre ateş v e r d i; dayısı Bayezid I. 'in kabrine de hakaret ettikten sonra, geldiği Gerroiyan Üzerinden dönmeğe cesâret edemediğin­ den, Kirm asti ve İsparta yolundan memleke­ tine avdet etm iş idi. Ç elebi Mehmed, A n ado­ lu’ya geçer-geçm ez, iptida Aydın-oğlu Cüneyd Bey üzerine yürüdü { Dukas, s. 103, 108, 115 ). Cüneyd Bey Rumeli ’deki saltanat mücâde’esi esnasında, Ohri 'den Kaçarak, A ydın iline gel­ miş, A yaslu g 'u muhasara edip, oradaki sancak beyini öldürdükten sonra, şehri zaptetm iş idi. Ç elebi Mehmed işgal e ttiğ i yerleri derhal tahliye etmesini Cüneyd ’e bildirm iş ise de, cevap alamadığından, Ç an darlı, Menemen, K a­ yacık ve N if kalelerini aldıktan sonra, İz m ir’i muhasara etm iştir; fak at Cüneyd, ailesini İz­ mir ’de bırakarak, savuşmuş olduğundan, ken­ disinden bezmiş oian Rodos şövalyeleri ve M idilli, Sakız ve Menteşe donanmalarının da yardım ları ile, İzmir zaptoiunduktan sonra, sur­ ları yıktırılm ıştır. Ç e leb î Mehmed aynı zamanda İzmir körfe­ zinde, Cüneyd ’in müsâadesi ile, Rodos şöval­ yelerinin yaptırm akta oldukları kaleyi de yık­ tırm ış, şövalyelerin itiraz ve tehditlerine ehem­ m iyet verm eyerek, onlara kendisinin yüksek hâkim iyeti altında bulunan Menteşe ilinden Haiikarnas ( Bodrum ) ’ta Petronion kalesini yapmağa müsâade etm iştir. Çelebi Mehmed, C ü n e y d ’in annesinin ricası üzerine, onu affet­ miş ise de, Anadolu ’da değil, Rumeli ’de N iğbolu sancak beyliğini verip, A ydın sancak beyliğine de bulgar kiralının müslüman olan oğlu A leksan d r ( Süleym an ) ’1 tâyin eylem iş­ tir ( 816 = 1413 ). Ege sahillerinin elde edil­ mesi üzerine, C eneviz müstemlekeleri, yâni Foça, Midilli ve Sakız beylikleri de Osmanlı nufuzu altına girm iştir. Ç e leb î Mehmed bundan sonra B u rsa ’ ya gelerek, 817 ( ı ş ı ş ) ’de Karaman seferini yap­ m ıştır; ordusunda İsfendiyar B e y ’in oğlu Ka­ sım B e y ’in kumandasında Candar-oğulları kuv­ veti de var id i ; güzergâhındaki erzak ve le­ vazımı Germiyan-oğlu Yâkub B ey tedârik et­ miş idî. A k şeh ir'd e n başlayarak, Sa'id ili, Beyşehri, Seyd işebri, Otluk-H isarı ve Hamid ilinden bâzı yerleri aldıktan sonra, Karamanoğlu Mehmed Bey ’i mağlûp etti. Karamanoğlu canını zor kurtarıp, kaçabilmiş idi ( alN ııcüm al* zahir a ve KitSb al-sulnk, 817 vekay i i ) Bunu müteakip Ç eleb î Mehmed Konya 'yı muhâsara e tti ise de, pek şiddetli yağm ur ne­ ticesinde ordusuna sel bastığından, şehri ala­ madı ve Karaman-oğlu ile sulh akdederek,



döndü ( Behiştî, s. 50 ve Tüc aî-tavârlh, I, 278 ve T arihî takvim , Nûruosmâniye kütüp. nüshası, nr. 3080 ve Takvim ler, nşr. Osman T uran,s. 56). Osm anlı kaynaklarına göre, Ç elebî Mehmed, Karaman seferinden sonra, Canik taraflarına g it­ miş ise de, bu sırada Karaman-oğlu 'nun elinden çıkardığı yerleri istirdada kalktığının haber alınması üzerine, tekrar o tarafa dönmüştür. Ç e­ lebî Mehmed Konya ovasında, Karaman-oğlu ordusunu bozguna uğrattığından, Mehmed Bey Konya 'ya oğlu Mustafa Bey ’i bırakıp, Taş-Iii taraflarına kaçmış ve Konya muhâsara olunmuştur. Bu muhâsara esnâsında pâdişâh hastalanmış ve Bayezid Paşa 'nın tedbiri ile, Karaman-oğlu Mehmed Bey affolunarak, veri­ len te'm inât üzerine, osmanlı ordusuna ge­ lip, iyi kabûl görm üş ve kaledeki oğlu da itaat etm iş ve evvelki muâhede üzerine an­ laşmağa varılm ıştır { H oşt Bahişt, M akrizi, 818 = 1415 vekayii). Muâhede şartlarından bi­ risi de, Karaman-oğlunun icâbında osmanlı ordusuna asker göndermesi idi ki, bunu E f­ lâk seferinde yapm ıştır. B ir kısım osmanJı tarihlerinin, Ç eleb î Mehmed İn a ğ ır has­ talığından bahis ile, ölecek olarsa, osmanlı saltanatını elde etmek üzere, Bayezid P a ş a ’nın tedbiri ite, Karaman-oğlu 'nun iğfâl edilerek, oğlu ile beraber yakalandıkları hakkmdaki rivayetinin hiç bir kıym eti yoktur. Yıldırım Bayezid zamanında osmanlı hâ­ kim iyetini kabûl etm iş olan Eflâk prensi Mircea, A n k ara muharebesinden sonra, şehzâdeler arasındaki mücâdele münâsebeti ile, Mflsâ Ç elebî zamanında vergisini vermemiş ve ona yardım etmiş idi. Bu sırada M ircea'nın karşısına Dan isminde bir rakip çıkm ış ve osmanjı hükü­ metine mürâcaat ederek, yardım istem iş, Mir­ cea da macar kıralı ve alman imparatoru Sigismond *a baş-vurmuş ve macarlar da ona yardım etm işlerdi; Ç elebî Mehmed bizzat sefere çıkıp, yeni yap tırdığı Yer-KÖğü kalesine kadar gelmiş, E flâk topraklarında iki taraf arasında yapılan muhârebe Dan gâlip gelmiş, macar kumandam da maktul düştüğünden, Mircea aman dilem iş­ tir. Ü ç yıllık vergisini verdiği gibi, oğlu­ nu da rehin olarak gönderm iş idi. Btı sıra­ da Transil va n ay a ’ya giren osmanlı akıncı­ ları bâzı m uvaffakiyetler elde etm işlerdir. 819 ( 14 16 ) Eflâk seferinde osmanlı ordusunda Candar ve Karaman-oğullarının gönderdik­ leri yardımcı kuvvetler de var îdi. Eflâk m eselesi halledilmekle beraber, m acarlar ile mütekabil akıncı muhârebeleri devam etti; hattâ bizzat sefere çıkan Sigismond, Niş ile Niğbolu arasında, türkiere karşı bir muzafferiyet de kazandı ( 4 teşrin I. 1419 ). Çelebî Mehmed 'in Macaristan seferinden avdetten



MEHMED I. sonra, Edirne hâricinde avlanırken, attan dü­ şerek, b ir müddet hasta y attığı bilinm ektedir. Yıldırım Bayezid zamanında Gelibolu tersa­ nesinin yapılm ası ile inkişâfa başlayan osmaniı denizciliği henüz Venedikliler ile boy ölçüşe­ cek bir derecede değil idi. Ege denizinde veniklilere tâbi A ndros adası beyi olan Pietro Zeno osmaniı ticâret gemilerine düşman mua­ melesi yaptığından dolayı, 818 ( 1415 ) 'de G eli­ bolu tersânesinde hazırlanan 30 kadırga Çatı Bey kumandasında A kd en iz ’e çık tı ve Andros, Paros ve Milos adalarını vurup, bir hayli esir alarak, A ğrib o z adası sahilinde tesadüf ettiği bir kaç Venedik ticâret gem isini de zaptederek, Gelibolu 'ya döndü. E rtesi sene Venediklilerin Pietro Loredano kumandasında sevkettik leri donanma Lapseki önlerine g e ld i; venedik ami­ rali türkler taarruz etm edikçe, kendisinin taar­ ruz etmemesi hakkında senatodan k a t'î talim at almış idi. Bu talim at mucibince, tarziye iste­ yecek ve tevkif edilen tüccar gem ilerinin ia­ desini talep eyleyecekti. H er ik i donanma harp tertibatı aldığı sırada, V en edik am irali İstan­ bul tarafından gelm ekte olan bir M idilli gem i­ sini, türklere âit zannı ile, yakalam ak is te d i; fak at Midilli gem isinin osmaniı donanması ta­ rafına kaçması sebebi ile, bunu verm ek iste­ meyen osmaniı am irali müdâhale ettiğinden, bu suretle Marmara adası ile Gelibolu arasında bir muharebe vukû buldu ( Phrantzes, s. 89). Ç alı Bey şehid ve osmaniı donanması maği&p oldu ( 1 rebiiilâhır ve 29 m ayıs 1416 ). Y a ra ­ lanmış olan V en edik am irali ise, B ozca-A da ’ ya ç e k ild i; ertesi sene tek ra r gelerek, Lâpseki 'yi almak istedi ise de, muvaffak olamadı ve nihâyet im parator Manuel 'in tavassutu ile, sulh yapılarak, esirler tâde edildi ( Phrantzes, s. 89 ve Dukas, s. 109, 1 1 1 ; J.v, Hammer, tre. A tâ Bey, II, 125 >Fevzi Kurd-oğlu, Türk den iz muharebe­ leri., s. 103, 105 ). A n k ara muharebesinden sonra OsmanlIların eline geçm iş olan C andar beyliğine âit yerler Tim ur tarafından, Sinop hükümdarı İsfendiyar B e y 'e verilmiş idi. Saltan at m ücâdeleleri esnâsında İsfendiyar Bey 'in, îsâ Ç elebi ’ye yar­ dımdan dolayı, Ç eleb i Mehmed He arası açılm ış ise de, daha sonra, dostluk teessüs etm iş ve İsfediyar Bey, Karam an ve Eflâk seferlerinde oğlu Kasım B ey kumandasında Osm aniı ordusuna yardım cı ku vvet yollam ış idi. Osm aniı tarihlerine göre, E flâk seferiden dönül­ dükten sonra, Kasım Bey, babasının memleleketlu en mahs&ldar yerlerini sevdiği oğlu H ızır- Bey 'e verm ek arzusundan dolayı, gü­ cenerek, osmaniı hizm etinde kalm ış ve baba­ sının birâderine verm ek İstediği Kastamonu, G üre, Tosya, Çankırı ve K alecik taraflarının



kendisine verilm esi için, osmaniı hükümetinin tavassutunu ricâ etm iş idi. Bunun üzerine, Ç e­ lebi Mehmed tarafından İsfendiyar 'a bir nâme yollanmış ise de, Candar hükümdarı bu teklifi kabul etm ediğinden, osmaniı ku vvetleri hare­ kete geçerek, İsfendiyar ’1 Sinop ’ta muhasara etm iş ve nihâyet çaresiz kalan İsfendiyar Bey osmaniı hükümdarı adına hutbe okutuj},- s ;kke kestirm ek sureti ile, Osmaniı devletinin yüksek hâkimiyetini kabûl ettikten başka, osmaniı tarihlerinde görüldüğü üzere, Kastamonu İle Bakır-Gürest hâriç olarak, Tosya, Çankırı ve K alecik 'i, oğluna değil, padişaha verdiğini beyân ile, ulemâsından vâiz Mehmed ’i murah­ has olarak göndermiş ve bu suretle sulh akd­ edilmiştir. Makrizi 'nin beyânına göre, muha­ saram a kaldırılm asından sonra, İsfendiyar Bey Kastamonu ’ya dönmüş ve orada bütün camilerde Ç eleb i Mehmed nâmına hutbe okut­ tuğu hâlde, İsfendiyar'in veziri olan Hvândsülâr 'A li , kendi yaptırdığı câmiinde, İsfendiyar Bey adma hutbe okutmuştur. Bu hâdisenin E flâk seferini m üteâkıp, 819 { 1416 ) senesinde vukua geld iği bâzı müverrih­ lerin ifâde tarzından anlaşıldığı gibi ( Â şık Paşa-zâde, Hoca Sâdeddin, H ezârfen Hüseyin ve J. v. Hammer ), M akrizi de vak'anm aynı senenin şevvâl ayında (teşrin I. 1416) cereyân ettiğini yazıyor. Tarihî takvim ler 818, 820 ve Behiştî ise, 818 tarihinde gösterm ektedirler. K ara-Koyunlular ile Ak-Koyunlutar arasında devam etm ekte olan mücâdele sonraları Osman­ lIların şark hududuna kadar dayanmış idi. Kara-Koyunlu beyi K ara Y u su f, E rzin can 'ı, Ak-Koyunlulardan alarak, kendi adamı P îr Ö m er B e y 'e vermiş idi. P îr Ö m er kendi sahasını genişletmek üzere, şarkî Kara-H isar beyi Melek Ahm ed Bey 'in oğlu Haşan Bey 'i teh dit ederek, burasını almak istedi. Haşan Bey yardım istem ek için, A m asya valisi şehzâde Murad 'a bir hey'et gönderm iş ise de, yardım gelmeden evvel, Haşan Bey esir düşe­ rek, K ara-H isar elinden çıkm ıştır. Bundan baş­ ka, P îr Ö m er daha şimale yayılarak, K ara-H i­ sar Caniki 'ni ( biri Sivas 'a ve diğeri K araH isar 'a atfedilen iki C anik m ıntıkası vardır. Bunlardan Samsun, Çarşanba tarafları Sivas Caniki ’ne ve ordu taraftarı da K ara-H isar Caniki 'ne âit i d i ) ve A lp-A rslan-oğlu Haşan B ey de, Samsun şehri hâriç olarak, Sivas C an iki beyi C ü n e y d 'i öldürerek, Çarşanba taraflarını almış ve Candar-oğlu İsfendiyar Bey de müslüman Samsun 'u işgal ederek, oğlu Bafra beyi H ızır B ey ’e verm iştir. Bütün bu hâdiseler, vekayiin tetkik in e göre, 821— > 822 ( 1 41 8 — 14 19 ) senelerinde vukû bulmuş olm alıdm 1 .. .



MEHMED I. Sivas C an iki mıntakasında müslüman ve ceneviz Sam sun ’u olmak üzere, birbirine çok yakın iki Samsun v a r idi. Zikredilen hâdi­ selerden sonra, her ikisinin de alınmasına ka­ rar verilerek,. A m asya valisi şehzade Murad ’ m lalası Biçer-oğîu Hamza Bey evvelâ Ceneviz­ lilerin elindeki Samsun 'u zapta me’mûr e d ild i; bunu haber alan C eneviz kolonisi halkı, şehri yakarak, gemilerine binip, ayrıldılar ve bu su­ retle şehir elde e d ild i; bundan sonra müslü­ man Samsun 'u muhasara edilmiş ve muhafızı İsfendiyar-oğlu H ızır Bey mukavemet etm e­ yerek, bizzat seferde bulunan Ç elebi Mehmed 'e şehri teslim etm iştir. Ç elebi Mehmed, H ızır Bey ’e, biraderi Kasım gibi, kendisinin de os­ manlı devleti hizmetine girmesini tek lif et­ miş ise de, kardeşi ile bir arada bulunamaya­ cağını özür dileyerek, arzetm iş ve babasının yanma dönmüştür. H er iki Samsun 'un işgali tarihlerde başka-başka senelerde gösterilm iş ve Çelebi M ehm ed’in 818 ( 1415 ) ’de yarım kalan C anik seferi ile bu son sefe ri birbirine karıştı­ rılm ıştır ( B ehiştî, s. 51 ile Tarihî takvim , Nûrosmâniye kütüp., nr. 3080'de 8 1 8 = 1 4 1 5 ve Tarihî takvim ler, nşr. Osman Turan, T T K 'd e n birinde 820 ve diğerinde 821 ; Tâc al-tavürîf), I, 287 ve M r V û f- r kaina t, II, 342 'de ise, 822 ve T avâ rik-i kurûn-i mazi isimli takvim de ise, Sam sun ’ un zaptı receb 8 1 9 (a ğu sto s 141Ğ) olarak gösterilm iştir. V ekayün tetkikinden her iki Sam sun ’un zaptım a 819 — 822 ( 1 4 1 6 — 1419) seneleri arasında olduğu anlaşılıyor. Çelebî Mehmed devrinin hâdiseleri arasın­ da Şeyh Mahmud Bedreddin [ b. bk.] isyanı da ehemmiyetle göz önünde tutulması gere­ ken bir meseledir. Mûsâ Ç elebî zamanında Edirne 'de kazaskerliğe tâyin edilen ve Ç e le ­ bî M ehm ed’in cülusunu müteakip, 1.000 akçe aylık ile İzn ik’te ikamete me’mûr edilen bu mühim şahsiyet, gerek Edirne ve gerek İznik ’ te te ’lifât ile meşgûl oluyor, kendisini ziyarete gelenler ile de görüşerek, telkinatta bulunu­ yordu. K azaskerliği zamanında hem kethüdası ve hem de tarikatta halifesi olan Börklüce M ustafa, Ç eleb î Mehmed 'in cülusundan sonra, alevîler ile meskûn olan İzmir taraflarındaki Kara-Burun bölgesinde ve B örktuce’ye mensup Torlak Kem âl adında diğer bir şahıs da, Ma­ nisa havâlisinde faaliyet göstererek, bir is­ yan hazırlıyordu. Börklüce Mustafa 'nın ha­ rekâtının genişlemesi üzerine, Şeyh Badr aiDın, bir gün çocuklarını İznik 'te bırakarak, hacca gitm ek bahanesi ile, ansızın Sinop 'a, oradan K efe 'ye ( Behiştî, O ruç Bey ve Hayrultah Efendi ta r ih le r i) ve nihayet Mûsâ Ç e ­ lebî zamanında tanıştığı Eflâk prensinin yaınna y itti re / e v île r ile meskûn olan Deli­



orman taraflarına geçti. İlk İ3yân Kara-Burun 'da başlad ı; daha sonra Manisa havâlisinde kendini gösterdi ve az zamanda genişledi. Börklüce üzerine sevkedilen A yd ın beyi A le k ­ sandr kuvvetleri bozularak, A leksandr maktûl düştüğü gibi, Manisa sancak beyi Kara Timurtaş Paşa oğlu A lî B ey de bozguna u ğ ra d ı; Bunun üzerine A m asya valisi şehzade Mu­ rad ile Bayezid Paşa gönderilerek, isyân kanlı bir surette bastırıldı. Börklüce Mus­ tafa ( buna Dede Sultan da d en iliyo rd u ) yakalanarak, işkence ile katlolnndu; Manisa taraflarındaki T orlak Kemâl de aynı akıbete uğradı (B örklüce isyânı hakkında Dukas, s. ı t 2 — 115 'te malûmat vardır ). Bu isyân hareke­ tinden mes’ûl tutulan ve İzn ik 'te n Deli-Orman taraflarına kaçmakla bu husustaki faali­ y eti meydana çıkan Şeyh Bedreddin Mahmud, üzerine sevkedilen ku vvetlere mukavemet etm iyerek, yakalanıp Selanik taraflarına g it­ mekte olan pâdişâhın Serez 'de tevakkufu sırasında oraya getirildi ve durumu ulemâ tarafından tetk ik olunduktan sonra, cemiyet nizâmını bozm akla ithâm olunarak, Sâdeddin Taftazânî ’nın talebelerinde heratlı Molla Hay­ d a r'ın şer'an kanı halâ), fakat malt haramdır diye verdiği fetvâ üzerine, Serez pazarında i asıldı ve m alları vârislerine bırakıldı ( 823 rebiulevvel ve 1420 martından sonra ). Bu hâdise­ de alâkasından şüphe edilen Mihal-oğlu Meh­ med Bey de T okat kalesine hapsedildi. Bedr­ eddin ’in ölümü Ş a k a ik tercüm esi ile O ruç B ey tarihinde 820 ( 1 41 7 ), B ehiştî 'de 822 ( 14I9 ), Cihannüm â ile İA , İstanbul tab., mad. BEDREDDİN 'de 823 ( 1420) olarak gösteril­ mektedir. Şeyh Bedreddin menâkıbinde 27 şevval cıtmâ günü denilmiş, fakat senesi gö s­ terilm em iştir. Manükih 'de kaydedilen tarih mısraından 812 senesi çıkıyor. N eşri tarihi ile Nûruosmâniye kütüp., nr. 3080, Tarihî takvim hâriç olarak, ostnanlı tarihlerinde Düzme M ustafa denilen ve Y ıld ı­ rım B ayezid ’in oğullarından olan Mustafa Ç elebî A nkara muharebesinde ordunun mer­ kez kolunda bulunurken, mağlûbiyeti müteâkip arattırılm asına rağmen, ölü veya diri olarak bulunamamış ve sonra meydana çı­ karak, Tim ur 'un ölümünden sonra, Anadolu ’ya dönüp ( Enverî, Düstûrnöme, nşr. • M. H. Yınanç, s. 9 1 ), bir müddet Niğde 'de kal­ dıktan sonra, Kastamonu tarafına gelmiş, İsfendiyar Bey ile anlaştıktan sonra da, E f­ lâk tarafına geçm iştir ( Dukas , s. 117 ve Chalkokondyles, frns. tre., s. 97 ). Iorga ( I, 366 — 370 ) Mustafa Ç elebî *nîn adamların­ dan birinin 1415 ’te efend’sine yardım istemek üzere V e n e d ik 'e gittiğin i ve oradan başı gibi, diğer C elâlîler üzerine serd â r tâyin 21, 22 ). edildi (n isan 1603, Kapıcı-başt A b d u lla h ’ın 1602 senesi Anadolu 'da da çok sıkıntılı 15 katar devesini ve devecilerini emâneten geçti. Eşkıyanın başına geçen Deli Haşan, To­ alarak, mç’m ûriyeti mahalline acele hareket k a t'ta n Anadolu eyâletine teveccüh etmiş, etm esi hakkında 14 mavıs 1Ğ03 tarihli hüküm üzerine gönderilen yeni serdâr D iyarbekir için bk. Mühimme defteri, 73, sıra nr. 3 ). beylerbeyi ve zir H usrev Paşa, kendisine ilti­ A n ad o lu 'd a C elâli iskanlarının en fazla ya­ haka dâvet edilen Şam, H aleb ve Maraş eyâ­ yıldığı bu sırada, 1603 senesi başından itib a ­ letleri kuvvetlerinden hiç birinin gelmemesi ren, İstanbu l’da da ehem m iyetli hâdiseler ve neticesinde ( serdârın kendisine celbetm ek is ­ karışıklıklar vukua geldi. Sadrâzam ın Bel­ tediği Rüstem B e y 'e H arput sancağını tevcih grad ’da bulunduğu ve İstanbul 'daki askerin, ettirdiğine dâir temmuz 1602 tarihli vesika, vaziyeti iyi idâre edem ediğine hükm ettikleri Fekete, nr. 3805), S iv a s 'ta n ileri gidememiş, Saatçi Haşan Paşa 'yı kaym akam lıktan azil bunu fırsat bilen Deli Haşan da A n k ara'd an ile Y e d i-K u le 'd e hapsolunmasına sebep olduk­ sonra, Anadolu muhafazasında bulunan Hâfız ları ve G üzelce Muhmud Paşa 'nm bu mevkii Ahmed Paşa 'yı Kütahya kalesinde muhâsara işgâl e ttiği esnâda, 6 kânun II. 1603 ’te, sipâetm iş idi ( eşkiyâmn zararını defetm esi ve bu hîler padişahtan bir ayak divânı isteyerek, eyâletin muhafazasında bulunması hakkında celâli hareketleri ve memleket ahvâli hak­ kendisine gönderilen 3 zilhicce 1011 = 14 mayıs kında m ârûzatları bulunduğunu ve bu hu­ 1602 tarihli hüküm için bk. Mühimme defteri, susta kat'î ve m üessir tedbirler alınması 73, nr. 4 ; H âfız Ahm ed Paşa m aiyetine aşîret lüzumunu ileri sürdüler. Mehmed III. onla­ ve kabileleri ile iltihâk edip, yardım etmesi rın bu arzularını kabul ve yanında şeyhülislâm hususunda Mihrani hâkimine gönderilen 30 kâ­ Sun’ullah Efendi, kaymakam, sadreyn efendi­ nun I. 1602 tarihli ferman İçin bk. Fekete, nr, ler, diğer ulemâ ve divân erkânı olduğu hâlde, 3818 ). Bundan sonra celâlîler üzerine tâyin edi­ harem dâiresi kapısına çıktı. Sipâhîlerin re is­ len serdârların da bu işi tamâmiyle halledeme­ leri Hüseyin H alife, Poyraz Osman, Kâtib dikleri görüldü ; evvelâ G üzelce Mahmud Paşa Cezmî, Anadolu ’nun tamamen C elâlîler elinde ( kânÛn II. 1603 ), onun 20 gün sonra sadâret olduğunu, beş altı defa üzerlerine gönderilen kaym akam lığına getirilm esini müteakip, Cerrah serdârların bir iş görem ediklerini, „vükela-yi Mehmed Paşa ( 11 ramazan 1011 =■2$ şubat devletin ihm âli ve mahrem-i esrâr-ı saltanat 1603), daha sanra Ciğala-zâde Sinan Paşa ( 25 olanların iğfâ li“ sebebi ile, bu hâdiselerin ramazan = 9 mart, eşkiyâ tedibine me’mûren zuhûra geldiğini anlatarak, her birisinin ceza­ Konya ’da bulunan C iğala-zâde 'ye iltihâk etme­ sının verilmesinin „mühimmât-ı din ü devlet“ si hakkında ö z ü beylerbeyine fermân için bk. 'ten olduğunu bildirdiler. Saatçi Haşan P aşa, A li Em îrî tasnifi,M ehm ed III., nr. 15 ; Van muha­ huzûrda her meseleyi padişaha arzettığine fazası için 6.000 asker bırakıp,' mevcut maiyeti dâir telh islerin i göstererek, berâat e tti ve ile Karaman, A kşeh ir, Ilgın tarafların da olan dördüncü vezîr Tırnakçı H aşan P aşa, yeni­ eşkiyâm n te ’dibine me’mûr C iğala-zâd e’nin nez- çerilerin şefâatı ile affolundu ise de, H usrev dine gitm esi ve Anadolu beylerbeyi H âfız A h ­ Paşa gibi âciz bir adamı, s ırf tavâşîlerden med Paşa ile iş-birliği yapması husûsunda Revân olduğu için, serdâr yaptırdılar diyerek, kapıcısancak beyi S eyyid Mehmed Paşa ’ya yazılan başı G azanfer A ğ a iie dârüssaâde ağası O s­ 25 şubat 1603 tarih li hüküm için bk. Fekete, nr. man A ğ a 'y ı hemen orada idâm ettirdiler. 3820 ) C elâlîlere karşı serdarlıklara getirildiler. Betgrad 'da bulunan sadrâzam , İstanbul 'daki D iğ e r taraftan da, K ara-Y azıcı ’nm ölümünden bu ayaklanm adan kendisine bir zarar gelece­ itibâren, avenesinin ve bilhassa kethüdası ğini düşünerek, serdarhğa Lala Mehmed Paşa M ustafa ile kardeşi Haşan ’in aman dilem ele­ 'y ı bırakarak, derhal avdet e tti. Zorbaların rini te'mine gayret sarfedilm ekte idi ( bu eş- „serhad umurunda vâkî tak siri“ sebebi ile kiyâdan istim ali edeceklerin hudutlarda istih- sadrâzamın idamı için, müftîden aldıkları ve dâm olunacağı hakkında 28 haziran 1602 tarihin­ kazaskerlerin de im zâladıkları fetv ây ı G üzelce de serdâr H usrev Paşa 'ya gönderilen hatt-ı hü­ Mahmud Paşa bir telh is ile a rzettiği zaman, mâyûn için bk. F ekete, nr. 3921 ). Filhakika A f- bu vaziyetten daba evvel haberdâr olan Y e ­ yon-K ara-H isar 'da kışlayan Deli Haşan, kethü- mişçi Haşan Paşa ‘ntn aldığı tedbir neticesinde, dâsı Şahverdi 'yi İstanbul ‘a göndererek ve ara­ pâdişâh ; — ,,V ezîr-i âzamdan sudûr eyleyen cılar bularak kendini affa ve Bosna beylerbey­ umfir cümle benim m ârifetim ledir; cürmü zu­ liğine tâyin ettirm eğe muvaffak oldu ( ma r t hur ederse, ben hakkından g eleb ilirim ; benim 1603). C iğ a la -zâ d e ’den sonra ise, Anadolu ile vezirim arasına kul nice müdâhale eder



M



e



H M ë .d u t



karıştıklarına rızây-ı hümâyûnum yo ktu r"— diyerek, bu talebi reddetti. Haşan Paşa bun* dan sonra padişahtan, yeniçerilere hitaben, vezîr-i âzama müzaheret etm eleri ve zorbala­ rın hakkından gelm esine gayret gösterm eleri husûsunda, bir hatt-ı hümâyûn alm ağa muvaf­ fak olda ( tafsilât için bk. Naimâ, I, 297 v. dd. ve mad. H A ŞA N P A Ş A , Y E M İŞ Ç İ ). Sadr­ âzam zorbaları idâm ettirm iş ve basımlarına karşı galebe te’min eylem iş ise de, sonra­ dan yanlış hareketleri, gururu ve dostlarını dahi gücendirm esi neticesinde, sukutunu bizzat kendisi hazırlam ıştır. Pâdişâhın karışıklık za­ m anlarında iltica etmek üzere, valide sultanın tavsiyesi ile yap tırdığı Davud-Paşa yakınındaki sarayda bulunduğu bir sırada, son defa huzûra kabûl olunan Yem işçi Haşan Paşa bir kaç gün sonra azil ve m üteakiben idâm olundu ( 16 teşrin 1. 1603 ). Yen içeri ağalığından vezîr olan Kasım Paşa— kaymakam ve M ısır vâlisi Y avu z AIİ Paşa ( Malkoç )— sadrâzam oldu. 1603 senesi harp cephesi durumu fazla deği­ şiklik gösterm edi. Deli H aşan ku vvetleri, ser­ dâr L ala Mehmed P a ş a ’ ya iltihâk ettiler ise de, kardeşleri ile iş birliği yapan ve intizamsız bir hâlde bulunan bu kuvvetler ile birlikte, kalam ayacağını ileri sürerek, Kırım hanı mem­ leketine döndükten sonra ( 1 1 mayıs 1603), evvelce düşman eline geçm iş bulunan P e ş t e ’ye karşı girişilen teşebbüs ve hareket m uvaffaki­ yetli olm adı ve serdâr L ala Mehmed Paşa, Budin 'in müdâfaasını Rumeli beylerbeyi Mu­ rad Paşa ’ya ve Ö sek müdâfaasını da Bosna beylerbeyi D eli H a şan ’a bırakarak, son ba­ harda B elgrad 'a çekildi. Buna mukabil, bu sene zarfında, iranlılâr ile sulh (F erhad Paşa m üsâleh ası) bozuldu ve yeni bir harp başladı: T ebriz eyâletinde öteden beri mevcut ve yuka­ rıda zikredilen hnzûrsuzluk ve şikâyet mevzu­ ları, bu sırada Selm as ’taki kurt beylerinden G âzî B ey ’in b ir kısım arâzisinın, K arn ı-Yarık k alesi ve bölgesinin m irîye tahsis edilmesi, T eb ­ riz kulunun ocaklığı olması ve bu yüzden vukû bulan tecâvü zler sebebi ile isyan ederek, Şah A b b as [ bk. mad. A B B A S I .] ’a iltica etm esi Osmanlt— İran harbinin yeniden başlamasına sebep oldu. T ebriz beylerbeyi Zincir-Kıran A li Paşa G â z î B ey isyanını bastırm ak ile meşgûl oldu­ ğu sırada, T ebriz ’in boş olduğunu haber alan ve vaziyeti tamamen kendi lehinde gören şah, sür’a tle gelerek , kendisine iltih âk eden Erdebil hâkimi Zülfikar Han ile birlikte, Sûfiyân köyü civarında bir m uharebede,. Osm anlılart mağlûp e t t i ; A li Paşa 'y ı esir ve T ebriz '1 tes­ lim aldı ( 21 teşrin I. 1603 ). Bundan sonra, istihkâm ları zay ıf olması ile terkine mecburi­ y et hâsıl olan N ahcivan 'ı ele geçirdi ve Reİsiâm Ansiklopedisi



54 $



vân 'ı mubâsaraya başladı ki, bu eyâlet beyler­ beyi Şerif P a şa 'm a iş a n ile vaziyetten ha­ berdâr olan divân-ı hümâyûn, derhâl İran cep­ hesi serdârlığına Trabzon ’da menfî bulunan S a atçi Haşan Paşa 'yı me’mûr etti. Ç ok geç­ meden pâdişâhın vefatı vukû bulunca ( 18 rcceb 1012 = 22 kânun I. 1603 ), A vusturya cep­ hesinde olduğu gibî, İran harplerine de oğlu ve selefi A hm èd I. devrinde deyâm olundu ( tafsiiât için bk. Peçevî, II, 258 v.dd. j Naimâ, I, 327 v.dd.; bu harbe tekaddüm eden aylarda, yirmi seneden beri Osmanh memleketine ilhak olunmuş bulunan Mancil livâsını, G oril hâkimi Y o rgi ile ittifa k eden Rize ’de sâkin C â fer Paşa oğlu Ahm ed ’in bastığı ve tahrip e ttiği hakkın­ da Ç ıld ır vâlisinin 25 sefer 1012 = 5 ağustos 1603 tarihli arzı için bk. Fekete, nr. 4567 ). Osm anlı devletinin Mehmed 111, devrinde ya­ bancı devletler İle olan münâsebetine gelince, bunun gerek Fransa, İngiltere, Lehistan ve Venedik gibi garp devletleri, gerek Hindistan, Buhârâ gibi, şark m em leketleri ile umumiyetle dostâne bir şekilde olduğu söylenebilir. 1389 ’dan beri İstanbul ’da fransız elçisi bulunan De Brève ( François Savarı ), Mehmed III. ’in bütün saltanatı boyunca, Bâbıâlî nezdinde F ra n sa ’yı tem sil etmiş, E ğri seferinde bir müddet pâdi­ şâhın refakatinde bulunmuş, 1397 ’de Fransa ile Osm anlı devleti arasındaki dostluk muâhedesini yenilem eğe ve hattâ padişahtan Henri IV. *nin dâhildeki düşmanlarına karşı mücâdelesinde yardım vaadi almağa m uvaffak olmuş idi (krş. Saint-P riest, M ém oires sur l'ambassade de France en Turquie, Paris, 1877, s. aoı v.dd.). Bu elçi, B eyoğlu’ndaki fransisken râhiplerini iltizâm ve divân-ı hümâyûn tarafından Sakız katoliklerine karşı alınacak şiddetli tedbirleri bertaraf et­ miş ( J. v. Hammer, VII, 241 ), fransız ve fransız bayrağı altında gelen tüccar gemilerinden, ahidnâmeye muhalif olarak, güm rüklerde alman ver­ giler hakkında şikâyet ile beylerbeylerine, iskete nâzır ve eminlerine ferman göndertmİş ( 6 rama­ zan 1006 = 12 nisan 1398 ) ve Trabulus ’ta tev­ k if edilen fransız gemilerinin serbest bırakılma­ sı, bunlara hizmet tek lif olunmaması ve bedelleri ile alınacak ve güm rükleri verilecek olan baha­ rat, pamuk, pamuk ipliği, mazı, zamk, kuru iizüm ve sahtiyanın ihracına müsâade edilm esi hu­ sûsunda ricada bulunarak, bu bâbda Foça ve Sakız kadılıklarına emir verdirmiş idi ( Fekete, nr. 2396; A li Emirî, Mehmed III., nr. 290). Buna benzer bir emir de yine De B r è v e ’in teşebbüsü neticesinde ve C ezayir korsanlarının fransız gemilerine verdiği zararlar ile ilgili olarak, C ezayir beylerbeylerine gönderilmiş idi. Bu d e v i r d e I n g i l t e r e i l e olan m ü n â s e b e t l e r



d e d o stâ n e



id i. E ğ r i s e f e r in d e s o n u n a k a d a r 35



54-6



M e H m E d t:l.



pâdişâhın m aiyetinde bulunan elçi Barion, türkler tarafından sevilm esi ve Bâbıâlı nezdînd e nufuz ve itibâr sâbibi olması ( aynı zaman­ da Hoea Sâdeddin Efendi ve rum p atriğ i ite dost bulunuyordu ki, bu patriğin sonradan fesatçı h areketleri görülerek, Rodos adasına sürülen ve halefi patrik Rafael 'in şikâyet ve ihbarı üzerine hakkında Kudüs kadısı ile Ro­ dos sancağı beyi Memi Paşa 'ya j zilhicce i o h = 14 m ayıs 1603’te hükümler gönderilen, Mühimme defteri, 75, nr. 6, N ovaftos olması m uh tem eldir) sebebi ile, gerek İngiliz men­ faatlerini ve bu arada L evan t Company ’nin, gerek H ollanda ve zaman-zaman fransız men­ faatlerini koruyordu. Pâdişâh, şevval 1004 ( ha­ ziran 1 5 9 6 )'te kıraliçe E liza b e th ’e gönder­ diği nâme-i hümâyûnda „kadîm i dostluk ve ahd ü eman m u k tezasın ca.. . muavenet ve mu­ zaheret olunmak bâbmda ferm an" gönderdiği ve Isp an ya’ya karşı İngiliz, fransız m enfaat­ lerini koruyacağım bildirdiği gibi, B a rto n ’ un 1597 ’de İstanbul 'da ölümünden sonra, ona ha­ lef olan elçi H enry L e llo ’ nun tavassutu ile, İngiliz tacirlerin e bahşedilen müsâadeyi mutaşanım ın kıraliçe Elizabeth 'e 1601 ’de bir ahidnâme gönderm iş idi ( Feridun Bey, Münşaât, II, 473 v .d d .; A k d e s Nim et K urat, Tür i İngiliz m ünâsebetlerinin başlangtcı ve geliş­ m esi ( 1553— 1610 ), A n k ara, 1 95 3, 8. 8a v d., 202 v.d., tür. y e r .; J. v. Hammer, V II, 2 4 ı; İngiliz tebeasından S e la n ik ’te sâkin birisinin düşman gem ilerine mektup v e haber göndererek, osnıanlı gem ilerini gâ ret ettird iği hakkında S e­ lanik kadısına 5 safe r 1012 = 15 temmuz 1603 tarihli hukiim için bk. Mühimme defteri, 75, nr. 1 3 ,1 4 ) . Y in e bu devirde, V e n e d ik ’ten m üzâkere için murahhaslar, L eh istan ’dan el­ çiler geldiğini görüyoruz ( 29 safer 1007 — 1 teşrin 1. 1598 tarih li fermân ile 1010 tarihli arzıhâl için bk. F ekete, nr. 2504, 3571 ). 1597 ’de H in d ista n ’ dan Seyyid Mehmed adın­ da bir elçi gelm iş, bu elçi bâzı mühim sebep­ lerden dolayı İstanbul’d a alıkonularak, ailesi ve adam ları ile eşyası M ısır’a gönderilmiş, ertesi sene de ( m art 1598 ) bir Buhârâ elçisi İstan b u l'a gelm iş idi (k r ş . F ekete, nr. 2440; Mühimme defteri, 74, sıra nr. 358 ). Mehmed IU. devrinin mâlî ve İktisâdi duru­ mu, devam eden harpler ve kapı-kulu ocağı nizamlarının bozulması sebebi ile iyi değil idi ( C â fer Paşa ile Tebriz ’e gidip, Gürcistan se­ ferinde ve celâli hareketlerinde yararlıkları gö­ rülen yirmi baltacının mevcut teâmüle aykırı olarak yen içeriliğe alınması, doğancılara Mtırad 151. 'm tâyin ettiği ulûfeyi, bir a tıfet kabilindeti- devâm ettirm esi buna birer misâl gibi gösterilebilir. 1008 tarih li bir arz için



bk. Fekete, nr. 2658; Topkapı arşivi, nr. E. 2451; J. v. Hammer, V 1H, 37 v.d.), Peksim et para­ sı, nüzul bedeli v.b. gibî y e n i. vergiler ihdâs olunuyor, bâzen bunları vermemek için ayak­ lanmalar zuhûr ediyor, K ıb r ıs ’ tan her sene tahsil edilen „külli hazîneden" harpler esna­ sında bir akçe bile gelmiyordu. D iğer taraftan istihkakları aylardan beri verilmeyenlerin şikâ­ yetleri ( 16 aydan beri ulöfeler verilm ediğini bildiren hassa tabiplerine istihkaklarının an­ cak yarısının k â ğ ıt emininden verilm esi hak-. kındaki 10 haziran 1598 tarihli arzıhâl ve derkenarı için bk. Fekete, nr. 2470) görülü­ y o r ; İstanbul, G alata, H isar ve Ü sk ü d a r’daoturan rum, ermeni ve yahudilerin istihdâm ettikleri kul ve eâriyelerin üserâ maktûunun İstanbul gümrüğüne bağlanmasına mecbûriyet hâsıl oluyordu ( ta fs ilâ t için bk. Fekete, nr. 2503, 2567, 2619; Mühimme defteri, 74, nr. 194). Bu sebeple, evvelce olduğu gibi, bu devrede de sık*sık yeni para kesilmesi cihe­ tine gidildi. Mehmed 111. ’in cülusunda bir dirhem gümüşten, 8 olacak yerde, 12 akçe kesilm iş, bütün gayretlere rağmen, altın 220 akçeye kadar yükselmiş idi. 1597 ’de yapıl­ makta olan Sultan Murad türbesi için de ih­ tiyâç hissedildiği cihetle, üç yılda bir kere İstanbul ’da bakır akçe kesilm esine karar v e ­ rildiğini görüyoruz ( krş. Fekete, nr. 2314). Ertesi sene enderûndaki 300 yük akçelik gü­ müş ile gümüşlü eşya darphânede eritildi ve bir dirhem gümüşten 8 akçe kesilm ek sure­ tiy le, vaziyetin islâbı cihetine gidildi ise de, bu ıslâhât tam yapılam adı ve 1008 ’de ş’ /j’u bir dirhem gelen yeni âfeçe kesilm esi husûsunda Tokat mukataa m üfettişine emir verilm ek lüzûmn hâsıl oldu ( bu sıralarda sikke tashihi­ ne me’mûr T o kat kadısına ve Rum beylerbe­ yine darphâneyi, evvelce olduğu gibi, Sivas ’tan yine T o k a t’a nakletm eleri husûsunda fermân gönderildi. A li Emirî tasnifi, Mehmed İH. devri, nr. 257, 258 ). Bundan sonra da, es­ ki v e zuyuf akçe ile muâmele olunmayarak, yeni akçenin tedavülüne dâir fermanın tatbikında dikkat gösterm eleri alâkadarlara bildi­ rildi (10 10 tarih li b ir büküm için bk. F ek ete, nr. 3043; î. H. Uzunçârşılı, Osmanlt tarihi, A nkara, 1951, l l l / ı , 130 v.d.). M e h m e d III. t a b ' a n z a y ı f i r a d e l i v e s a f d i l



o lu p , f a z la c a t e s i r a lt ın d a k a l ır d ı. S â k in , h a ­ lim v e m ü t e r e d d it m iz a c ın ın , v a lid e S a f i y e S u lt a n ’m p â d iş â h ü z e r in d e ç o k m ü e s s ir o l­ m a s ın d a r o lü v a r id i. A y n ı z a m a n d a v e h im li i d i . 16 y a ş ı n d a k i b ü y ü k o ğ l u ş e h z â d e M a h ­ m u d ’u n , b î r ş e y h i n t e l k i n i i l e , k e n d i a l e y h i n ­ d e h â r iç ile m e k t u p la ş tığ ı h a b e r i a lın ıp , m e k ­ t u p la r ın k ız la r - a ğ a s ı v â s ıt a s ı ile e ld e e d ilm e s i



MEHMED «I. üzerine, şehzâdenin boğdurulması (2 7 zilh ic­ ce l o t ı = 7 haziran 160J ), diğer alâkalıların denize attırılm ağı onun vehmi hususunda bir delîi sayılabilir ( tafsilât için bk. Peçevî, II, 2 S 1; Naimâ, I, 351 ). H att-ı hüm âyûnları ara­ sında (T o p k a p ı arşivi, E. 704.3«) dikkate d eğer b ir tânesi onun gözdeleri için büyük m asraflar yap tığın ı gösterm eğe, hazîne kethüdâsı O sm an A ğ a 'n ın tuttuğu dört aylık bir m asraf d efteri de ( şâban — zilkade 1010 ---kânûn II. — nisan .1602 ) Mehmed III. ’ in sarfij'âtı hakkında bir fik ir verm eğe k âfid ir ( Topkapı a rşivi E. 4 7 7 1; Mehmed III.'e hizm et edenle­ rin aynı seneye â it tutulmuş d efteri için bk. aynı arşiv, D. 9603). Harem eyn evkafı m üfettişi M eviânâ Muhiddin ’e gönderdiği bir ferm andan öğrendiğim ize göre, Mehmed III. Şeyh V efâ türbesi yakınında bir medrese yap­ tırm ağı tasavvu r etm iş idi (T o p kapı arşivi, E. 11574 ). V âlid esi S afiye S u lta n 'a M ısır'd a M ennfiye 'd e Benî N asr nâhiyesinde geniş ara­ z ile r tem lik etm iş, N ahcivân ’da ve H a le b ’ de başm aklık hasları tahsis eylemiş idi ( Mısır 'daki emlâkin sonradan darüssaâde ağası O s­ man A ğ a 'y a tem lik edildiğine dâir 20 haziran 1597 tarihli temliknâme için bk. T opkapı ar­ şivi, E. 7787 i Nahcivân 'daki ve H a leb 'd ek i Bozkoyuniu, Y alvaç cem âatleri başm aklık hâs­ ları hakkındaki 1596 tarih li hükümler için bk. Mühimme defteri, 74, nr, 18 1,4 4 1 ). Meh­ med III. 'in A d n î mahlası ile şiir yazdığım R iyâzî ve N aim â'dan öğreniyoruz. Kendisi A y a s o fy a ’da Selim II. türbesinin yanındaki türbede medfûndur ( fjadılçat al-cavâm f, l, 6 v,d.). B i b l i y o g r a f g a \ Metinde zikredilenterden başka bk. Topkapısarayı arşivi, E. 5411 •— *, 2911 A , B, 7392, 9285 »— «, 5219 », 8, 7370; B aşvekâlet a rşivi, A li Em îrî tas­ nifi, Mehmed III. devri, nr. 13, 14, 16, 19, 20, *5, *7. 167. * 71 » 174 ) 180, 190, 191, 253, 3 2 1; Mühimme defteri, nr. 73, sıra nr. 5; F ek ete tasn ifi, nr. 4274, 2745, 228ü, 2540, 2621, 4635; A lî, Tarih-i OngSrâs, 1592— 1596 (T o p k a p ı sarayı, Revan köşkü, nr. 1302 ) ; Mehmed A v fî, Tarih-i  l-İ Osman, 1563— 1600 ( Ü niversite kütüp., nr. T. 2385 ) ; Mehmed C elâl, Sultan Mehmed-i Sâlis ( İstanbul, 1308 ); Sagredo, H istoire de VEmpire Otlaman (A m sterd am , 174 2), I— V I I ; Soranzo, Ottomanus şive de rebus tarcîcis liber continens descriptionem potaniiae Makom efis ///. ( 1 6 0 0 ); Zinkeisen, Geschi­ chte des Osm anischen Reiches in Europa (G o th a, 1856), I— V II; lorga, Geschichte des Osmanischen R eiches, III. ( M . TAYYÎB GÖKBİLGİN.)



MEHMED IV.



547



M EH M ED IV . M U H A M M ED IV ., A v c ı (1642 — 1693 ), O s m a n l ı p â d i ş â h ı ; Sultan İbra­ him ’in oğlu olup, annesi Hadıce Turban Sultan ’dır. 30 ramazan 1051 = 2 kânûn II. 1642 perşem­ be gecesi İstanbul 'da dünyaya gelm iştir. O sıra­ da Osmanlı hanedanında Sultan İbrahim 'den başka erkek bulunmadığı ve sülâlenin inkıta teh­ likesinden korkulduğu için, şehzadenin doğumu sevinçle karşılanm ış ve bütün m em lekette do­ nanma şenliği ( A bdî Paşa, Vekayinâme, Topkapı sarayı, Koğuşlar, nr. 915, 2 b 'y e göre, yedi gün — yedi gece, Naimâ, IV , İstanbul, 1280, IV , 7 'y e göre, üç g ü n — üç g e ce ) yapılması emroiunmuş idi. Bu doğuma söylenen tarihler arasında en çok Şânî 'nin Nurdur g eld i Mufıammed şulb-i İb ra h im ’den m ısraıdır ( s e ­ kiz beyitlik bir kıt anın son mısraı olan bu tarih için bk. A b d î Paşa, göst. yer. ; Eviiyâ Ç elebî, Seyahatname, I, 276, şehzâdeye babası tarafından önee Y usuf isminin konulduğunu, fa k a t bâzı yakınlarının ricası üzerine, Meh­ med 'e çevrildiğini kaydeder. Doğum gecesi duyulan bir zelzele ve bir kaç gün evve l Y e ­ niçeri kışlasının barut mahzeninde vukû bulan infilâkı müteakip çıkan yangın, bâtıl itikatlara inananlar nazarında, şehzâdenin tâlimine dâir müsait olmayan bir düşüncenin doğmasına se­ bebiyet verdi { J. v. Hammer, H istoire de VEmpire ottoman, Paris, 1837, X, 14, bk. bir de Naimâ, V , 7 ). Mehmed IV. 'in şehzadelik hayatında mühim bir hâdise olmak üzere, ba­ bası tarafından yapılan sert bir hareketi zikr­ etm ek lâzım dır. Ricaut ( Histoire des trois derniers em pereurs des T urcs, depuis 1623 ju s q u ’à 1677, Paris, 1682, II, 61 v. dd. ; bk. b ir de j . v. Hammer, ayn. esr„ X , 78 )’nun ihtiyat ile karşılanm ası gereken rivayeti doğ­ ru ise, kızlar ağası Sünbül-A ğa tarafından sa­ raya takdim olunan ve şehzâdeye süt-annetik ettirilen bir kadının çocuğuna ( bu çocuk daha sonra, annesi ve Sünbül A ğ a ile birlikte Mı­ sır 'a giderken, korsanların eline düşmüş ve dominiken keşişi olarak yetiştirilerek, Padre Ottom ano adı ve Mehmed IV. 'in kardeşi ol­ mak iddiası ile, Osm anlı devletinin aleyhine bir propaganda âleti hâlinde istihdam edil­ m iştir), kendi çocuğundan fazla muhabbet gösteren Sultan İbrahim, Turhan Sultan 'in hırçın sözlerine kızarak, oğlunu sarayın bah­ çesindeki havuza fırla ttı ve Mehmed IV. b1nında izini bütün ömrünce taşıyacağı bir yara aldı. Şehzade bir az büyüdükten sonra, diğer kard eşleri ile beraber, muallimliğine İmâm-ı sultân ı Şâmî Yusuf Efendi ve bu zâtın vefatı üzerine, Şâmî Hüseyin Efendi tâyin edilmiş, daha sonra onun azli ile aynı ismi taşıyan diğer biri getirilm iştir ( K ara Çeiebî-zâde Ab-



54®



MEHMED IV.



dülaziz, R a u ia t al-ahrâr, basılmamış kısım , Ü niversite kütüp., nr. T 3272, 21», 8a— b, 2Ğb ). Babasının saltanatı esnasında Mehmed, Osm an­ lı hanedanına mensup şehzadelerin tâbi tutuldu­ ğu terbiye usulüne uygun şartlar içinde yaşadı. Mehmed IV., çılgınca hareketleri yüzünden saltanat makamında kalması mümkün olmayan Sultan İbrahim [ b. bk. ], annesi Kösem Sultan [ b. bk. ] ’ m m uvafakati ile, hat'edilince, 18 reeeb 1058 ( 8 ağustos 1648 ) cum artesi günü ikindi vakti, 7 yaşında olduğu hâlde, Osm anl: tahtına çıkarıldı ( tafsilât için bk. A b d i Paşa, cır/n. esr., 2b, A bd ü lazziz Efendi, agn. esr., 23“ ; Meh­ med H alîfe, T arik-i gtlmânî, T O M , İstan­ bul, 1340, s. 23; K âtib Ç elebi, Fezleke, İs­ tanbul, 1284, II, 329; Naimâ, agn. esr., IV, 320 ). Bâbüssaâde önüne kurulan tah tta yeni padi­ şaha, başta şeyülislâm Abdurrahim Efendi olmak üzere, sadrâzam ve bütün vezirler ile ulemâ biat etmiş, ancak Mehmed IV. pek kü ­ çük yaşta bulunduğundan, kendisini ürküt­ memek İçîn, diğer zâtlar biate iştirakten men’ edilm iştir. Bu cülusa C e v rî Ç elebi 'nin



Cülâs-i hân Makammed eğledi asude dünyâ­ yı m ısraı tarih düşürülmüştür ( 26 receb gü­ nü Eyyûb Sultan câmiinde yapılan k ılıç kuşan­ ma merâsiminin tafsilâtı ve küçük hükümdarın kıyâfat ve şemaili hakkında bk. Nâîmâ, ayn. esr., IV , 328 v .d .; bk. bir de E vliya Ç elebi, Seyahainâme, İstanbul, 1314, I, 276 )• Cülûsu müteakip, devlet erkânını zor bir vaziyete düşüren mesele, hazînenin muzâyakası dolayısı ile, askere verilm esi gereken bahşiş için para bulmaması idi. Sadrâzam Sofu Meh­ med Paşa, Sultan İbrahim devrinin pek mâruf bir simâsı olup, büyük bir servet edinmiş bulunan C in ci H oca ( H üseyin E fe n d i) ’ya mürâcaat ederek, 200 kese istedi ise de, kayınatası K ara Çelebî-zâde Mahmud Efendi ’ye güvenen bu adam para verm ekten istinkâf e t t i ; bunun üzerine bütün serveti müsadere edile­ rek, ondan ve daha bâzı kim selerden alınan, paralar ile, cülûs bahşişi te'm in edildi ( Naimâ, ayn. esr., IV, 331 v .d ; E vliyâ Ç elebi, Seyâhatnâme, I, 275 ; Cinci Hoca, şâban ortalarına kadar mahpus tutulduktan sonra, idâm edil­ m iştir). Mehmed I V .’in ilk saltanat günle­ rinde saray halkından ve İbrahim ’den lutuf görenlerin, onu tekrar İclâs etmek üzere, fa­ aliyete geçtiklerini ve bu vaziyet karşısında hal’ işinde medhaii olanların sarayda pek kötü şartlar altında mahpus tutulan İbrahim ’i katlettirdiklerin i (28 receb = 3 a ğu sto s) bi­ liyoruz. Yakın adamlarının rİvâyetine göre, pâdişâh; babasının katline iştirak edenlerden 70 şahsın isimlerini d efter ettirip, saklam ıştır ( Naimâ, IV, 387 ). -



Pâdişâh küçük yaşta olunca, vezîr-İ âzamin devlet işlerini vekâlet île v e „istik lâ l" üzere yürüteceği kanâatinde bulanan Sofu Mehmed P a ş a ’nın da Kösem Sultan tarafından veri­ len bâzı emirleri yerine getirm em esi, saltanat tebeddülünün başlıca sebeplerinden biri rüş­ veti kaldırm ak olduğu hâlde, her işe müdâhele eden ocak ağalarının rüşvet kapısını büs-bütün açmaları, saraydan her 7 senede yapılan ç kmalara tedrici bir şekil verilm esi v e sipahi ulufelerinin geciktirilm esi İstanbul ’ da büyük bir buhrana sebebiyet verdi. „Yen i-C âm i ( Sul­ tan Ahm ed camii ) v a k ’a sı“ adı ile anılan vc günlerce süren bir ayaklanma oldu ve sipahi­ ler ile İç-oğlanlannâ karşı yeniçerilerin hücûmı, K oca Muslihuddin A ğ a ’nın gayreti saye­ sinde, galebe ile neticelendi ( K âtib Ç elebi, 11, 332 v.dd. ; Nâimâ, Tarih , IV, 344 v.dd,). Payi­ tah tta bu hâdiseler cereyân ederken, S iv a s ’ta İpşir M ustafa Paşa büyük bir ku vvet ile v a z i­ yete hâkim görünüyor, şurada-burada şakavet vak’aları oluyordu. Bu arada H aydar-oğlu, üze­ rine gönderilen Çavuş-zâde Mehmed P a ş a ’yı mağlûp etmiş, Karahisar ’t basm ış, tsparta balkından, yağm a etmemek k a rşılığı olarak, para almış idi. Bu azılı şakinin İsparta mütesel­ limi tarafından yakalanarak, İstanbul ’a gön­ derildiği ve burada idâm edildiği malumdur. ( K â tib Ç elebi, H, 339 ; Naimâ, IV , 367 v.d.). Bu sıralarda İbrahim zamanında başlayan G i­ rit harbi devâm ediyor. A kdeniz boğazı V e ­ nedik gemileri tarafından murakabe edili­ yordu. İstanbul ’daki Venedik elçisi Giovanni Soranzo, tÜrk donanmasının hazırlanıp, yo­ la çıkm asını men’edecek tedbirler almak ile meşgfil bulunduğu ve devletin askerî duru­ mu hakkında memleketine haberler gönderdiği anlaşıldığından, tev k if edilerek, Rum elirH isan ’na hapsedilmiş ve 70 kadar gem iden-m ürek­ kep donanma, kapudân-t deryâ Voynuk Atıraed Paşa kumandasında, A kdeniz 'e gönderilm iş idi. .24 rebiülâhır 1057 ( 7 mayıs 1649 ) ’da Ç an ak­ kale boğazından çıkıp, V en edik gem ilerine ta­ arruz ederek, onları uzaklaşm ağa mecbür e tt ik ­ ten sonra, Foça ’ya giden türk donanması orada G iacopo da Riva kumandasındaki Venedik filo­ sunun hücumuna uğradı. Yeniçerilerin muhare­ beye seyirci kalmaları yüzünden, ba;art elde edemeyen, fak at düşman gemilerine oldukça za­ yiat verdiren osmaah donanması Foça limanın­ dan çıktı; Rodos ’ta Tunus ve Mısır gem ileri ile birleşip, G i r i t ’e g itti (ta fs ilâ t i ç i a b k . K âtib Ç eleb î, ayn. esr., II, 344 v .d .; Naimâ, IV , 382 v.dd. ; Daru, Histoire de République de Venise, Paris, 1853, V , 38 v. d d .5 J. v, Hammer, ayn. esr., X, 219 ). Saray, donanmanın uğradığı bu mağlû­ biyeti, esasen hoşnut olmadığı Sofu Mehmed



MEHMED IV. Paşa ’nın ihmâline atfetm iş idi. Mehmed IV., yanında büyük validesi bulunduğu hâlde, sadr­ âzamı huzuruna çağırıp, ağır sözler ile hitap ettikten sonra,, sadâretten azlederek, yerine yeniçeri-ağası Kara Murad A ğ a ’y ı tâyin ey­ ledi ( 9 cem âziyetevvel 1059 — 21 m ayıs 1649) ve Sofu Mehmed Paşa öldürüldü. İstanbul 'd a sipahilerin tenkili Anadolu 'd a şiddetli bir akis uyandırmakta gecikmedi. Sipahilikten yetişerek, Niğde 'ye yerleşen ve tanıdığı nufûzlu şahsiyetler sayesinde mansıp alıp-satmaktan büyük bir servet te ’min eden Güreü Abdünnebî ( Gürcü Mehmed Paşa ile C â fer Paşa 'nın ka rd eşid ir) can korkusuna düştü ve avenesi ile, Konya üzerine y ü rü d ü ; Konya sipahilerinin ve yol kesici K atırcı-oğlu Mehmed 'in iltihâkı ile kuvveti artarak, yoldaş­ larının kanını dâvaya kalkıştı. Hükümetin gönderdiği Tavukçu Mehmed Paşa 'nın, bir şey yapamadan, İzmit 'ten avd et etm esi ve İstan­ bul 'un tehlikeye düşmesi üzerine, şehirdeki bütün askerler Ü sküdar’a gönderilm ek ve o havalide siperler kazdırılm ak sureti ile, mü­ dâfaa hazırlıklarına girişildi. İsyanı tenkile me’mûr edilen, fak at teenni gösteren Murad Paşa 'nın Abdünnebi ile eskiden dost olma­ sı, aralarında gizli bir anlaşma bulunduğu şâiasını ortaya çıkardı. Kara Murad Paşa çar­ pışmak niyetinde olmadığını, ancak şeyhül­ islâmın azlini istediğini söyleyen, kendisine ve adamı K azzâz Ahm ed ’e pâdişâh tarafından birer sancak verildiği takdirde, çekileceği anla­ şılan ve her hâlde Katırcı-oğlu gibi, bir hay­ dut olmayan Abdünnebî ile çarpışmak zorunda kaldı. İki taraf arasında Ü sküdar civarında Bulgurlu ’da vufeû bulan m uharebeyi Murad Paşa kazandı { çarşanba, 26 eem aziyelâhır 1059 = 17. temmuz 1Ğ49). Abbdünnebî, isteklerinin yerine getirilm ediğini ve boşuna müslüman kanı,dökülm em esi gerektiğin i söyleyerek, ça­ dırlarına bile uğramadan, çekilm iş ve bu va­ ziyet karşısında adamları da tamâmiyle peri­ şan olmuş idi (K â tib Ç eleb i, ayn. esr., II, 343 V. dd. î Naimâ, ayn. esr., IV , 388 v.dd. ; Abdi Paşa, ayn. esr., 6a— *>, 7» ). Murad Paşa devletin vaziyetini düzeltecek tedbirleri alamadı. A y ın ta b ’da Çom ar Bölükbaşı, etrafına topladığı levendler ile haydut­ luk ediyor, G irit ’teki sipahiler İstanbul ’ a adam lar gönderip, zahîresizlik v e parasız­ lık 'yüzünden çektikleri m üşkilâiı anlatm a­ ğa çalışıyor, Mfineccim-başı Hüseyin E fen­ di ’ nin te ’siri altında bulunan sadrâzam ise, yeniçeri ocağı ile geçınemiyordu. Devletin bü­ tün işlerine müdahale eden ağalar, Murad Pa­ şa 'dan gördükleri mukavemet karşısında, onun öldürülmesi için, tertib a t almışlardı. Bunun



S49



üzerine Murad Paşa, ocak ağalarını kasdederek, bir m em lekette 4 sadrâzam olam ayacağı­ nı ileri sürdü ve sadâretten çekildi ( 7 şâban 1060 = 5 ağustos 1650) ve yerine M elek A h­ med Paşa sadrâzam oldu. E vliya Ç elebi [ b. bk.] ’nin medih ve senâsına rağm en, silik bir şah­ siy e t olan M elek Ahm ed Paşa zamanında, hazî­ nenin zarûreti büs-bütün a rttığı gibi, ocak ağa­ larının tahakkümü de Önüne geçilmez bir hâl alm ış, Osm anlı donanması ise, Venediklilere Paros muharebesinde mağlûp olm uştur (1 0 temmuz 16 5 1; Daru, ayn. esr., IV , 4 2 ). He­ nüz devlet işleri ile alâkadar olacak bir yaş­ ta bulunmayan Mehmed IV. ‘in ileride mara zî bir m âhiyet alan avcılık iptilâsı bu sı­ ralarda başlar ( K ağıthane ’ de yapılan ilk av eğlencesinin tafsilâtı için bk. Naimâ, V , 43 v .d .). M utaassıp zümre ( K a d ı-zâ d eliler) ile tarik a t erbabı arasında öteden beri mevcut ihtilâfın şiddetlenm esi ve K adı-zâdelilerin en ileri geleni olup, Hoca Reyhan A ğ a 'nın büyük itim âdını kazanan Ü stüvânî Mehmed Efendi 'ye, pâdişah-şeyhi sıfatı île, hâss odada vaaz etti­ rilmesi aynı zamana tesadüf etm ektedir. Meh­ med IV. ’in fik rî terbiyesi üzerine Kadı-zâdelilerin küçük görülem eyecek bir te ’siri ol­ duğu anlaşılıyor. O cak ağalarının, parasızlığa çâre olmak üzere, terviç ettikleri usûl, yâni sağlam akçeyi, kendileri tarafından muhtelif yerlerde kestirilen veya piyasadan toplanan züyûf akçeye tebdil ile, askerin nlûfesini bu­ nunla verm ek yüzünden, İstanbul esnafının ayaklanıp, şeyhülislâm A bd ü laziz Efendi 'yi önlerine katarak, ağaların idamını istem ek üzere, saraya gelm esi, M elek Ahm ed Paşa 'nın azline ve Siyavuş Paşa ’nın sadârete getirilm e­ sine sebep oldu ( 4 ramazan = 21 ağu sto s). Bu hâdiseler cereyan ederken, dâimâ yeniçeri ocağını tutan büyük vâllde Kösem Saltan, karşısında valide Turhan S u lta n ’1 can düşmanı olarak görm üş ve rakibinden kurtulm ak için, Mehmed IV . T tahtından indirerek, yerine kardeşi Süleyman ’ı geçirm ek üzere, ağalar ile m üştereken harekete geçm ek istem iş ise de, neticede kendisi Turhan Sultan ’in adamları tarafından öldürülmüş ( 16 ramazan 1061 = 2 eylül 1651 ) ve her biri yakalanıp, idâm edilen yeniçeri ağalarının nufûzu nihayet bularak ( Naimâ, V , 105 v. d d .; K âtib Ç e leb i, II, 379 v.d d .; bk. mad. K Ö SE M SU L T A N ), bu defa ha­ rem ağalarının tahakkümü ve Turhan Sultan ’in saltanatı başlam ıştır ki, bu vaziyet Köprü­ lüler devrine kadar devam edecektir. Siyavnş Paşa, kıziar-ağası Süleyman A ğ a ile düştüğü ih tilâf neticesinde, azledildi. Ha­ lefi G ürcü Mehmed Paşa [ b, bk,) zamanında G irit’te ve Bosna hududunda Osm anlı-Venedik



55°



MEHMED IV.



muharebelerinin ve A n a d o lu ’da şakavetîn de­ vam ettiğini, devletin bilhassa donanma' iğleri­ ne ehemmiyet vererek, A kdeniz boğazının açıl­ ması hususunda gayret gösterdiğin i biliyoruz. Gürcü Mehmed Paşa sadâret makamında bellibaşlı bir m uvaffakiyet elde edememiş, onun ye­ rine valide sultan ile Mehmed IV . ’in çok itim at ettikleri Anadolu kazaskeri Mes ’ud Efendi 'nin tavsiyesi ile, Tarhuncu Ahm ed Paşa sadârete getirilm iştir ( 1 3 receb 1062 = 20 haziran 1632 ). ittihâz edeceği mâlî tedbirlere kimsenin müdâ­ hale etmemesi şartı ile, bu vazifeyi kabul eden Tarhuncu Ahm ed Paşa, gümrük, mutbah ve tersâne m asraflarını murâkabe ederek, sûistimâlin önüne geçm eğe çalıştı. S aray en nafiz bir şahsiyet olarak görünen Hoca-zâde Mes'ud Efendi 'nin re’yi ile hareket ediyordu. Fakat sadrâzam , şeyhülislâm E bâ Said E fen­ d i ’nin yardım ını te’min ederek, bu zatı işten uzaklaştırm ağa m uvaffak oldu. D iğ er taraftan Ebû Said Efendi ile İstabul 'dan mâzûl Esad Efendi arasında çıkan tatsız bir hâdise ulemâ­ nın ayaklanm asına sebebiyet verm iş, esnafın ve sipâhîlerin de karışm ak istedikleri ve ulemâ tarafından men’edilen isyana benzer bir hâdi­ se, şeyhülislâm lığa Bahâî E fe n d i’nin tâyini ile neticelenm iştir (1 2 ramazan 1062 = 17 ağustos 1652) ki, bu vâkıa d evlet idâresîndeki intizam sızlığın bir misâli olarak zikredi­ lebilir ( tafsilât için bk. A b d î Paşa, at/n, ger. ; F ezleke, H, 3 8 ı; Naimâ, V , 236 v.d.). S e lefi­ nin y ap tığı tevcİhâtı ibtâl etm ek isterken, sarayın muhalefeti ile karşılaşarak, buna bo­ yun eğen Tarhuncu A hm ed Paşa bütün rae’murlara şâmil „irsaliye“ adlı bir vergi tarhîttı, zeamet, has ve başm aklıkların kifayet edecek mıkdardan fazlasına m iriye bağladı. D evletin gelirini 700.000 kuruş arttırd ı. A y ­ rıca değirm enlere koyduğu resim de hazî­ neye senede 100.000 kuruş te ’min edecekti. Fakat Üsküdar halkının, bilhassa „sipah ta ife ­ sinin“ ayaklanm ası üzerine, değirm enlerden vergi atmak usûlünü geri bırakm ak m ecbûriyetinde kalmış, buna esâsen şeyhülislâm Ba­ hâî Efendi de m uvafakat etmemiş idi. A ld ığ ı daha başka kararlar ile halkın istihzâsını celbeden Ahm ed Paşa, Mehmed I V .’in talebi üzerine, devletin irâd ve m asrafını gösteren bir defter tanzim etm ekle m âruftur ( b u def­ terin metni için bk. Mehmed H alife, Tarih-ı gtlmânî, s. 30 — 34). H azînedeki büyük açığı sarâhatle gösteren bu defter hoşa g itm e d i; büs-hütün gözden düşüp, azil ve katlolunan bu zâtın yerine, kapudân-ı derya D ervîş Paşa [ b. bk.) tâyin olundu. D ervîş Paşa, mansıp satışından elde edilen para ile, mâlî işleri yo­ luna koyduğunu ve her İşin idaresini âit oldu­



ğu makama bırakm akla vaziyetin düzeleceğini zannediyordu. Bu sırada kapudân-ı derya Kara Murad Paşa kumandasındaki osmanlı donan­ masının Ç anakkale boğazı dışında V enedik donanması ile 6 saat süren bir muhârebede bulunduğunu ( 28 cemâzİyelâhır 1064 = 1.6 ma­ yıs 1654), bu muhârebede K ara Murad Paşa ’nin büyük bir gayretle çalıştığın ı, Venediklilere mühim zâyiât verdirdiğini, am iralleri Francesco Morosini 'nin maktûl düştüğünü biliyoruz ( bu muharebe ve onu tâkip eden D eğirm enlik muharebesinin tafsilâtı için bk. Naimâ, ayn. esr., V , 390 v. d d .; J. v. Hammer, ayn. esr., XI. 340 v. dd.). V ükelâ ve ilmiye ricalinin zulüm ve irtikâbı hakkındaki arîza üzerine, Ü sküdar sarayında Mehmed IV, ’in huzûrunda akdolunan ve netice vermeyen b ir içtim âi müteakip, D erviş Paşa hastalanarak, vazifesini yapam ayacak bir hâle geldi v e mühr-i hümâyûn H aleb beylerbeyi Ibşir M ustafa Paşa 'ya gönderildi. B ir celâli sergerdesinin sadârete getirilm esi ve kısa bir zaman sonra bir isyan neticesinde öldürülmesi, Osmanlı devletinin o devirde nasıl bir buhran geçirm ekte olduğunu gösterm eğe kifayet eder, ibşir Paşa *mn halefi olup, bu defa da istifa ile hizm etten ayrılan Murad Paşa ’dan sonra, sa ­ dârete Süleyman Paşa geçm iş ve bu zâtın, mâlî müzayakaya çâre olmak üzere, sikkeyi tağ şişe kalkışm ası, yeni bir isyanın çıkm asına sebe­ biyet verm iştir. Mühr-i hümâyûn G irit serdarı D eli Hüseyin Paşa ’ya gönderildiği sırada kay­ makam nasbedilen Zurnâzen M ustafa P a ş a ’nin tah riki ile isyan alevlendi, A t-M eydanı ’uda top­ lanan yeniçeri zorbaları, padişaha, bayram gecesi hâss odada eğlenmesine, daha doğrusu te’sirlerinden korktukları tç-ağaları İle tanışmasına mâni olacak kadar tahakküm lerini arttıran (N aim â, V , 409 v.d d .) saray ağalarının ta ­ hakkümünden şikâyet ederek, ele-başılarıntn Öldürülmesini istediler. Mehmed IV . bir müd­ det mukavemete çalıştı ise de, neticede kıziar-ağası Behram A ğ a ile daha bir kaçını ıdâm ettird iği gibi, o kadar himaye e ttiği Hoca Bilâl A ğ a ’yı dahi kurtaram adı. V a lid e Sultan ’ın musâhibesi Meleki Kadın ile kocası Şâban A ğ a da öldürülenler arasında idi. M aktûlierin cesetleri Sultan Ahm ed meydanındaki çınar ağacına asıldığından, bu hâdiseye ‘„ çınar vak’ası“ ve „ v a k a -i vakvâkiye“ denilmiştir (N aim â, V I, 139 v. d d .; Tarih-i g tlm â n î,s . 37 v. d d .; İsyanın nihayet bulması 8 cemâziyeievvel 1066 = 4 mart 1656). Bu vak’adan sonra, S iya vu j Paşa ’nin kısa sürea sadâretini takiben, Boynu-Yarah ( Boynu-Eğrî ) Mehmed Paşa ’nin sadrâzam olduğunu görüyoruz. D iğer taraftan Venedik harbi Osmanlı devletinin tâ-



MEHMED IV. mâmiyie aleyhinde bîr safhaya' girmiş, 1065 (1655 ) ’te kapudân-ı deryâ Surnâzen Mustafa Paşa Venedik donanması ile yaptığı bir mu­ harebeyi kaybetm iş ( Naimâ, V I, 102 v .d .; DarUj İV, 5 1 ; mamafih Venedikliler tarafından muhasara edilen Benefşe = Monemvasİa kale­ sini kurtardığı için, kendisine Erzurum bey­ lerbeyliği verilm iştir), daha sonra kapudân-ı deryâ Kenan Paşa kumandasındaki donanma { Naimâ ’ya göre, 79 ; Daru ’ya göre, 98 gemi­ den mürekkep ) A kdeniz bağazım abluka eden Lazaro Mocenigo ’ nutı idaresindeki Venedik do­ nanmasına mağlûp olmuştur. J. v. Hammer (ayn. esr., X, 393 ) bu hezimetin, Lepanto ’dan son­ ra, tiirkler için en büyük deniz m ağlûbiyeti olduğunu kaydeder. Bu hâdiseden sonra A k ­ deniz boğazının dışı artık tamamen V en edik ün hâkimiyeti altında kalm ış ve kısa bir zamanda, birbirini müteakip, düşman kuvvetleri, muhâfızı A hm ed Paşa 'nın lüzumlu tedbirleri almakta tekâsül göstermesinden istifâde ederek, Bozca­ A d a yi, bir az sonra Limni ’yi ele geçirip, bu­ ralardan kendisine üssîer ie ’mİn eylemiştir. Çanakkale boğazının tamamen kapanması yü­ zünden, İstanbul ’da eşyâ Batlarının yükselm e­ si, devlet ricâlinin şahsî menfaat hırsına düşe­ rek, memleket işlerinde ihmâl gösterm esi, Meh­ med IV. ’in ise, Üsküdar tarafında vaktini zevk ve sefâ içinde geçirm esi, balk arasında memnûniyetsizlik, heyeoan, hattâ n efret uyandırdı ye düşman donanmasının, boğazı geçerek, İs­ tanbul önlerine gelebileceği dalıi ihtimâl dâ­ hiline girdi. Sunulan şikâyetnâınelerden ne­ tice çıkm ıyor, sadrâzam aczinden şaşkın bir hâlde bulunuyor ve manasız tedbirlere baş-vuruyordu. Y a lı köşkünde, padişah huzurunda akdedilen m eşveret meclisi vaziyeti ıslâh ede­ cek tedbirler alamamış, hazînenin müzaya­ kasını giderm ek üzere, „im dadiye“ adı iie konulan vergiden ancak bir kaç yüz bin ku­ ruş te’ min edilebilm iş idi. İkinci m eşveret meclisinde Mehmed IV. bizzat sefere çıkmak arzusunu İzhâr e ttiği zaman, Boynu-yaralt Mehmed Paşa bunun ancak pâdişâh tarafın­ dan zo.ooo kese verilirse,, mümkün olacağını söyledi ve Mehmed IV. gazaba gelerek, mec­ lisi terketii. işte Köprülü Mehmed Paşa ’nın sadârete getirileceği ve Mehmed IV. ’in salta­ nat senelerinde yeni bir devrenin açılacağı sıralarda vaziyet bu m erkezde idi. D aha Gürcü Mehmed P a ş a ’ nın sadâreti es­ nasında mimar Kasım A ğ a tarafından Turhan Sultan ’a sadâret namzedi olarak tavsiye edi­ len Köprülü Mehmed Paşa, bu defa yine Ka­ sim A ğ a , Şâmî-zâde Mehmed Efendi v.b. 'nın delâleti ile ve bir takım şartlar kabul ettir­ mek suretiyle, Boynu-Yaralı Mehmed Paşa nın



55*



yerine, sadârete getirilince ( 26 zilkâde 1066 = 15 eylül 1656 cumâ ), işler büs-bütün değişti. Köprülü Mehmed Paşa [ b. bk.] mevkiini kuv­ vetlendirip, İstanbul 'daki asayişsizliği gid er­ miş, donanmayı takviye ettirm iş, Ç anakkale bo­ ğazında V enedik donanmasını mağlûp ederek, Bozca-A da ile Limni ’yi geri almış, daha sonra Erdel [ b. bk.] işlerini yola koymak üzere se­ fere çıkm ış ve Y a n o v a 'y ı zaptetm eğe ve A nado­ l u ’da A baza Haşan P a ş a ’nın çıkardığı geniş isyan hareketini söndürm eğe m uvaffak olmuş idi. Köprülü Mehmed Paşa 'nın sad âreti esna­ sında devlet işlerinin yoluna girdiğin i gören ve zamanı zevkine göre geçirm ek imkânını bulan Mehmed IV., bu değerli sadrâzamın ve­ fatında, onun tavsiyesi ile, yerine Köprülü-zâd e Fâzıl A hm ed Paşa [ b. bk.] 'yı sadârete tâ ­ yin etti. F âzıl A hm ed Paşa A vusturya ile harbe girişip, hu harbi U yvar fethi ve V aşvar mua­ hedesi ( 1664 ) ile neticelendirm iş, müteaki­ ben G irit ’e gidip, daha evvelki muhasarada ele geçirilem eyen Kandiye kalesini zapiederek ( 1669 ), Venedik harbine nihayet vermiştir. Fâzıl Ahm ed Paşa'n ın son seferini Lehis­ ta n 'a karşı yaptığın ı ve buna G irit seferi es­ nasında büyük av eğlenceleri ile Gümülcine, Siroz ve Selanik yolunu takıp ederek, bütün o havalide dolaşan, hattâ uzunca bir müddet Eğriboz 'da kalan (b u seyahatin başından sonuna kadar tafsilâtı için bk. A b d i Paşa, ayn, esr., 89“ — 105»; Süâhdar Mehmed A ğa, Tarih, I, 473 ve 654 v.d .; Râşid, Tarih, I, 151 v .d d ., 245 v.d d .) Mehmed I V .’in de iştirak ettiğini biliyoruz. Pâdişâh ordu ile yola çık­ mış ( 8 safer 1083 = 4 haziran cumartesi ), yağm ur ve çamur yüzünden, ordunun çektiği bütün m üşküâta katlanarak, Kameniçe kalesi önüne kadar gelm iş ve yüksek bir mahalle kurulu otağına inerek, kalenin topa tutulm a­ sını ve askerin yürüyüşlerini alâka ile tâkip etm iş idi ( A b d i Paşa, ayn. esr., ı ı 6 b — H7 a ). Pâdişâh 3 oem âziyelevvelde teslim olan kaleyi bir kaç gün sonra gezerek, oâmi hâline g e ti­ rilen 6 mâbedden birine kendi, diğer ikisine Vâlıde Sultan ile Haseki Sultan ’m adını verdi. Sefer esnâsmda kendisi harp sahalarını dola­ şıyor, palankaların zaptında hazır bulunuyor ve fethedilenleri ( msl. Buçaş ), kıyafet tebdil ederek, ziyaret ediyordu, Mehmed IV. 18 eylül 1672 'de Buçaş muahedesi akdolunduktan sonra, E d irn e ’ye müteveccihen hareket etti. Yolda kar ve yağmur doîayısı ile çok zahmet çek­ mekle beraber, hava müsait oldukça, sürgün avlarını tertip ettirm ekten geri kalmadı ( taf­ silât için bk, A b d i Paşa, ayn. esr., ıo ş a — 124b; Sılâhdar Mehmed A ğ a , ayn. esr., s. 567 v.dd,; Râşid, ayn. esr., I, 266 v.dd.).



MEHMED IV. Lehistan bu muahedeyi ağır bularak, ahkâ­ mına riâ yet etm eyip, 1084 = 1673 'te yeni bir sefer açıldığı zaman, Mehmed IV. buna da İştirak edip, İsakçt 'ya kadar g itti ve müsâleha şartları yerine getirild iği takdirde, taarruz edilm eyeceğine dâir kaleme aldırdığı nâme-i hümâyûnu M üteferrika Hüseyin A ğ a ile Leh kiralına gönderdi. Bu sırada lehlilerin Hotin üzerine büyük bir kuvvet sevkettikleri duyulmuş, yardım a gönderilen S ilistre beylerbeyi Hüse­ yin Paşa, Jan Sobieski ’y e mağlup olmuş, Eflak ve Boğdan voyvodalarının iltihâk e ttiğ i Leh ku vvetleri H o tin 'i ele geçirm iştir. K ış mevsi­ minin şid d etle hüküm sürmesi dolayıst ile, sefere devam imkânı katmadığından, pâdişâhın Baba-D ağı 'na çekildiğini ve sonra Hacı-oğlu Pazarcığı 'nda kışlam ağa karar verdiğini görü­ yoruz. Mehmed IV. 11 rebiülevvel 1084 ’ te kışlaktan çıkıp, bir az ilerilediği zaman, rusla­ rın kazaklara taarruz e ttiğ i duyularak, bu taarruzun önlenmesi Leh seferine tercih edildi ( Râşid, Tarih, I, 311 v. d. ). D iğ er taraftan Şam beylerbeyi Hüseyin Paşa Hotin kalesini istirdat etm iş idi. Bu defa A k su sahrâsına kadar ileriiediğini bildiğim iz Mehmed IV ., yine müteaddit palankaların zaptında hazır bu­ lunduktan sonra, 4 şaban 1084 'te Edirne 'ye dönmüştür. Harp nihayet Zuravna kalesi ci­ varında uzun çarpışm alardan sonra Lehistan kiralının kabûl e ttiğ i muâhede ile sona er­ di ( 19 şâban 10 8 6 = 2 7 teşrin I. 1676). Seferden daha evvel dönen ve hasta bulunan Fâzıl A hm ed Paşa 15 sene sadâretten sonra ve fat e ttiği zaman, Mehmed IV. bu makamı üçüncü vezir ve rİkâb-i hümâyûn kaymakamı Merzifonlu Kara M ustafa P asa [b . b k .]’ya tevcih eyledi. Köprülülerin idaresinden pek memnun bulunan pâdişâh, bu makama K öp­ rülü Mehmed P a ş a ’nın yetiştird iği ve dâmad edindiği bir şahsı getirm ekle, gerek devletin menfaatini ve- gerek kendi rahatım düşün­ müş idi. Kara M ustafa Paşa 'nın ilk zamanlarında K a ­ zak hetmanı Doroşenko 'nun ruslara iltihâkı ve Ukrayna nın istilâya uğraması bir osmanlı-rus harbine sebebiyet verdi. Çehrin seferi adı ve­ rilen harbe, Tuna nehrini geçm em ek şartı ile, Mehmed IV. d e iştirâ k e tti j fakat onun orduya katılm asında ciddî bir mâhiyet aramamak lâ­ zım geldiğini ve bunu seyahat ve avcılık için bir vesîle ittihaz ettiğin i belirtm ek gerektir. K ara Mustafa Paşa kamandasmdaki osmanlı ordusunun ruslar ile kanlı çarpışm alar yapa­ rak, tehlikeli günler geçird iği ve n ihayet Ç eh ­ rin kalesini feth ettiğ i sırada, Mehmed IV. S i­ listre ’de kalmış ve fethi müteâkip, devleti boşuna yoran ve rus ordusunu hezim ete uğ-



ratam adığı için, ehem m iyetsiz ve uzak bir ka­ lenin zaptından ibaret kalan bu seferden, 1089 senesinin son ayında, İstanbu l’a dönmüştür ( seferin tafsilâtı için bk. Râşid, at/n. esr., I, 345 v.d d .}- Silâhdar Mehmed A ğ a , agn. esr., 674 v, dd. ; J. v. Hammer, agn. esr., XII, kitap, 57 ; t. H. Uzunçarşılı, Osm anlı tarihi, III, 440 v.dd.). Fakat rusların harp faaliyetine devam ettikleri anlaşılınca, lo ç r ( 1680 ) ’de, yine pa­ dişahın iştiraki ile, sefe r açılması kararlaştı­ rılm ıştır. Bu sefer esnasında, Mehmed IV. E d irn e 'y e kadar g itti ise de, rus çarı, K ı­ rım hanı vâsıtası ile, sulh talebinde bulundu­ ğundan, 22 muharrem 1092 'den başlamak ve 20 sene sürm ek üzere, 12 m addelik bir muâ­ hede akdolundu ve sefere hacet kalmadı ( muâhede-nâmenin ahkâmı için bk. Râşid, agn. esr., I, 366 v.d. ; Silâhdar Mehmed A ğ a , agn. esr., I, 737 ). Yabancı devletler ile münâsebatta sert bir tav ır takınan K ara Mustafa Paşa 'nın aynı sene İçinde, mücâdele hâlinde bulunduğu Trabulus eyâletine âit bir kaç geminin ilticâsı ve transız amirali Duquesne 'in Sakız limanını topa tutm ası üzerine, elçi M. de G uilleragues ’ i şiddetle tehdit ettiğin i ve Fransa 'dan tazmi­ n at aldığım da kaydetm eliyiz ( A b d î Paşa, agn. esr., 1456 ; Silâhdar Mehmed A ğ a , agn. esr., I, 744 v.dd.; Râşid, agn. esr., 370; Com te de Saint-Prıest, M ém oires sar Vambassade de la F ran ce en Turquie, P aris, 1877, s. 232 v.d.). Mehmed IV. 'in Merzifonlu Kara Mustafa Paşa sadâretine müsadif devresinde, şüp­ hesiz, en mühim hâdise, O sm anlı devlet ni te­ melinden sarsacak ve onu eski satveti ile kı­ yâs edemeyeceğimiz bir zaafa düşürecek olan ikinci Viyana m uhasarasıdır. Macaristan ’ın alman imparatorluğuna tâb i olup, türk kaynak­ larında orta Macar denilen kısmının ahâlisi H absburgların tahakkümünden, vicdan hürri­ yetine riâyet eden Osman]ılarm muaveneti ile, kurtulabileceğini düşünüyor ve bu havâlide katolik-protestan mücâdelesi hüküm sürüyordu. Daha Köprülü-zâde F âzıl Ahm ed Paşa 'nın sadareti esnâstnda m acarlar O sm anlı devletine müteaddit m üracaatlarda butunmuşlar, fak at sadrâzam alman imparatorluğu ile akdettiği sulh muahedesini bozmak istememiş ve macar ileri gelenlerinden bîri olan Em erıc Tököly ’nin teklifini nazar-ı itibâra almamış idi. Hâlbuki K ara Mustafa Paşa şahsan haris olduğu kadar, Osm anlı devletini KanÛnî Sultan Süleym an devrinden daha azam etli bir vaziyete yük­ seltm ek arzusunda idi. • ^Sadrâzam T ököly ’nia yeni bir mürâcaatmı bu gayeye erişm ek için müsâit bir fırsat addederek, orta M acar kir ra h olarak kabûl e ttiği bu zâtı himâye al­ tına alıp, ona yardım e ttiğ i gibi, berat ve



MEHMED IV. ahidnâme de verdi. Alm an İmparatoru Leo­ pold I, ’ün, hitâmına bir sene kalan sulh muâhedesini yenilemek üzere gönderdiği elçi Com te de Caprara ’m a teklifi ehemmiyetle karşı­ lanmadı. Buna mukabil T o k ö ly ’nin murahhas­ larına büyük bir itibar gösterilerek, sefer hazırlıklarına- başlandı. Mehmed IV . böyle tehlikeli ve' neticesi meşkûk bir teşebbüse girişmek istemiyordu. Buna karşılık harbe k a tiy e n karar verm iş olan ve inadında dâimâ İsrar eden K ara Mustafa P a ş a ’nın hudut boy­ larından sahte şikâyetnam eler getirterek , pa­ dişah- nezdinde, alman im paratorluğu tarafın­ dan sulh şartlarına riâyetsizlik edildiğine dâir, kanâat uyandırmağa çalıştığı görüldü ( Silâhdar Mehmed A ğ a , agn, esr., I, 757; Râşid, Ta­ rik, 1, 387; ikin ci Vigana seferi hakkında, T O M , sene 3, s. 994 v.d d .,H a şa n E siri, M ir gär al-duval va misbâr al-m ilal ’den n ak len ). O sıralarda imparator Leopold I., siyâsî va­ ziyeti dofayısı ile, O sm anlılar ite harp etm ek­ ten çekiniyor ve sulh muâdedesinin tecdidi için, büyük bir gayret sarfediyordu. E lçi Caprara sefer kararlıklarının mûcip olduğu masraf karşitığı tazm inat ite birlikte, Y a n ık -K a le ’nin terkini isteyen sadrâzam ı iknâ edemeyeceğini anlayarak, şeyhülislâm A li E fen d i'd en — „A m an dileyene kılıç olur mu, üzerine sefer eâiz m idir“ — suâlini ye A li Efendi 'nin câiz olm ayacağı cevabını ihtiva eden bir fetva aldı ise de, bunun da hiç bir te ’siri görülmedi ( Silâhdar Mehmed A ğa, Tarih, I, 758). Osmanlı ordusunun A vrup a ortalarına doğru ilerileyeceği ka t'îy et kesbedince, imparator hıristiyan­ lık âlemini harekete getirm eğe çalıştı. Başta papalık olmak üzere, m üteaddit alman d evlet­ lerine ve V en edik cümhÛriyetine baş-vurdu. Papalık kendisine bu hususta elinden gelen bütün müzâhareti yapmış, d iğe r devletler ara­ sında tedâfüî ve taarruzî m âhiyette hakikî ittifakı ancak Lehistan kabûl etm iştir (3 1 mart 1683 ). M ehmed IV . istem ediği bu sefere mâni ol­ m ak için, k â fî bir irâde gösterem edi ve Kara M ustafa Paşa, serdar . tâyin ed ild iği orduyu alarak, yola çıktı. Pâdişâh tarafından YanıkK ale ’nin fethine me'tnûr edilen sadrâzamın gâyasi V iyan a ’yı muhasara etmek idi. A ncak bu gayenin tahakkuku için, bilhassa Y anıkK ale ’nin alınması ihtiyâta uygun olacak idi. Budin beylerbeyi İbrahim Paşa ve Kırım hanı Murad G iray ’ın müdâfaa ettikleri bu fikre rağ­ men, K ara Mustafa Paşa doğruca im parator­ luğun m erkezi üzerine gitm eği münâsip gör­ dü ve osmanlı ordusu 19 receb 1094. ( 14 tem ­ muz 1683 ) ’te Viyana önüne vardı. Mehmed IV. sadrâzamın bir telhisi ile öğrendiği b u . ha-



553



herden hiç memnun kalmadı. Fakat artık te­ şebbüsü geri bıraktırm ak zamanı geçtiğinden, devletin kaderini hâdiselerin seyrine terketm eğe mecbûr oldu. İmparatorun uzaklaşarak, mü­ dâfaasını von Stabrenberg ’e bıraktığı Viyana şehrinin m uhâsarası devam ederken, E ğri bey­ lerbeyi A b aza Haşan Paşa, Tököly ile, şimâlı Macaristan 'da faâliyette bulunmağa me'mûr edilm iştir; fak at üstün ku vvetler karşısında, çekilm eğe mecbûr kalm ış idi. Viyana gibi, üsslerden uzak ve iyi tahkim edilmiş bir şehrin muhâsarası, zahire ve mühimmat darlığı, as­ kerde bezginlik husûle getiriyo r ve sıkı bir hücum iie zaptı mümkün görülen bu şehre harben girip, yağm a ve tahriplere sebebiyet verm em ek için, K ara Mustafa Paşa şehrin teslim olmasını beklem eği tercih ediyordu. D iğer taraftan Lehistan kıralı da mühim bir ordu ile Viyana 'ya doğru yürüyordu. Osmanlı serdârı bu kuvvetleri küçümsemiş ve Kırım hanına, A baza Haşan Paşa ’ya yardım da bulun­ ması için, emir vermiş ise de, harp esnâsında aldıkları ganim etleri muhafaza kaygusuna dü­ şen Kırım askeri, pek cü z'î bir kısmı müstesnâ, bu emri yerine getirm em iş v e Hüseyin Paşa, yardım sızlık yüzünden, alman ku vvetle-' rine mağlûp olarak, şehid düşmüş idi. K ara Mustafa Paşa nihâyet vaziyetin vehâmetini kavrayarak, 26 ağustos günü V iy a n a ’ya umû­ mî hücûm yaptı ve bâzı m uvaffakiyetler elde e tti ise de, şehri düşüremedi. Bu esnâda alman ve leh ku vvetleri iki koi hâlinde birleşip, os­ manlı ordusunun K alen berg ’deki kısmının ge­ rilerine vardı. Bu vaziyet karşısında Kara M ustafa Paşa, m erkezde kendisi, sağ cenahta İbrahim Paşa ve sol cenahta K ara Mehmed Paşa olmak üzere, harp nizâmı a ld ı; fakat m utaarrızlar T u n a ’ yı geçtikten sonra dahi, Kırım hanı tarafından bunların arkaları çev­ rilem edi ve osmanlı ordusu çok tehlikeli bir duruma düştü. Nihâyet 20 ramazan ( 12 e y lü l) günü iki taraf arasında şiddetli bir çarpışma b aşlad ı; evvelâ İbrahim Paşa ’nin, sonra Sarı Hüseyin P a ş a ’nin ku vvetleri mağlûp oldu. Y e ­ rini terketm eyen sadrâzam b eş—-altı saat düş­ man ile harp e tti ise de, cenahların mağlûbi­ yeti bütün orduya sirâyet e tti;" düşman bir taraftan osmanlı ordugâhını işgal ederken, bir taraftan da Viyana ’ya girdi. Belki ölümü ara­ yarak, son dakikaya kadar savaşan sadrâzam silâhdarınm müdâhalesi ile, muharebe meyda­ nından ayrılıp, Yanık-K ale üzerinden Budin ’e doğru çekildi ve orada itidâlini ele alarak, he­ zim et hâlindeki orduyu tekrar nizâma koymağa çalıştı. Bu sefer esnâsında Belgrad a kadar gelen Mehmed IV. vaziyeti öğrenince, Edirne ’ye avdet etm iştir. '.



554



MEHMED IV.



Viyana bozguna bidayette Mehmed IV. 'in K ara Mustafa P a ş a 'y a karşı beslediği itimâdı sarsmamış, hattâ ona, kılıç ve kaftan gönder­ mek suretiyle, iltifa t gösterm iş idi ( Silâhdar Mehmed A ğ a , II, 97 ). Bir müddet önce V alid e Turhan S u lta n ’m ölümü ( 10 reeeb .1094 = 5 haziran 1683, Râşid, Tarih, I, 4 15 ; Silâhdar, II, 1 16 ) Mehmed IV. ’i tecrübeli yardım cısın­ dan mahrum etm iş ve her kes „devletin rükn-i âzami g itti“ d iye teessür içinde kalm ış idi. D iğer taraftan huşûneti ve inâdı yüzünden çok kim seleri kendisinden soğutan K ara Mus­ tafa Paşa 'nın iki büyük düşmanı, kızlar ağası Yusuf A ğ a ile Boşnak Sarı Süleym an A ğ a , ordunun bu görülmemiş hezimetini bulunmaz bir fırsat a d d ettiler; sadrâzam ı Mehmed IV. ’İn gözünden düşürecek ve onu m ahvedecek her türlü t ez vir ât a baş-vurup, bütün mes’ ûliyetin onda olduğuna pâdişâhı inandırdılar. Meh­ med IV. Belgrad 'dan gelen telhİsçi İsmail A ğ a ’yı Öldürttükten sonra, Kara Mustafa Paşa [ b. bk.] 'y ı azil ve B elgrad ’da İdâm ettirdi. K ara M ustafa Paşa ’nın azlinden evvel, Es­ tergon üzerine yürüyen alman ve leh ordu­ larına karşı Budini beylerbeyi K ara Mehmed Paşa kumandasında sevkedilen o rd u . öncü­ lerini yendiği düşman kuvvetlerine mağlûp olmuş ve sadrâzam B e lg ra d 'd a iken, Esterğon kalesi düşmüş idi; Kara Mustafa Paşa ’nın halefi Kara İbrahim Paşa bu hezimeti te­ lâfi edecek tedbirleri almaktan âciz bir adam idi ve harp sahasına gitm eğe cesâret edeme­ yerek, Macaristan serdarlığm a yeniçeri-ağası Bekri Mustafa P a ş a 'y ı gönderdi. Yeni serdar düşmanın V a ç önüne kadar gelmesine ve P eş­ t e ’yi zaptetm esine mâni olamadı ve Budin muhasaraya uğrayarak, civarında şiddetli mu­ harebeler cereyân e tti ( Budin ’in osmanlı kuvvetleri tarafından şiddetle müdâfaa edile­ rek ku rtarıldığı, daha sonra tek ra r muhasara­ ya uğrayarak, düşman eline geçtiği hakkında bk. mad. BU D İN ). Macaristan ’da Osmanlı dev­ letinin en mühim bir merkezi olan Budin ’in sukutunu diğer m evkilerin düşmesi tâkip etti. Bu acıklı vaziyet karşısında Mehmed IV. av eğlencelerine fasıla verm iyor, muhtelif oephelerdekî m uvaffakiyetsizlikler karşısında garip bir lâkayıtlık gösteriyordu. Viyana seferi ile başlayan bu hezimet bir takım âdi Ve câhil şahısların te ’siri altında kaldığını gördüğü­ müz Mehmed IV. ’in, şüphesiz, en karanlık senelerini teşkil eder. M acaristan ’da harekât bu şekilde cereyân ederken, alman imparato­ ru, yardım ı sayesinde m uvaffakiyet kazandığı Lehistan kiralına artık fazla ehemmiyet ver­ medi ve leh ordusu Kameniçe taraflarına hüiîSmla iktifâ etm eğe mecbür oldu, Bu kaleyi



ele geçirm ek ve oradan B o ğd a n ’a yürümek maksadını tâkip eden leh liler büyük b ir ba­ şarı gösterem ediler ve bu cephenin serdarı S a n Süleyman Paşa ile Kırım hanı Selim G i­ r a y 'a mağlûp oldular ( 1684 ) ; tek rar giriştik ­ leri taarruzlar da neticesiz kaldığından, geri çekildiler ( 1685 ). Leh ordusunun 1687 'de' Kameniçe 'y i zaptetm ek üzere giriştiğ i teşeb­ büs de akam ete uğradı. Osmanlı devletinin müşkil durumundan fay­ dalanmak ve XVII. asrın ortalarında terkettikleri G irit 'in intikamını alm ak isteyen V e­ nedik d evleti mukaddes ittifa k a iltihak (25 nisan 1684) ettikten sonra, karadan ve de­ nizden taarruza geçm iş idi ve ona papalık, İs­ panya, Cenova, Floransa ve M alta gem ileri de yardım ediyordu. V en edikliler, G irit ’i is­ tirdada tâk atleri olm adığı için, Ayam avrâ adası ile M o ra'ya saldırm ağı daha elverişli buldular ve m ezkûr adayı zaptettiler. Mora ’ da ve Yunanistan 'in bâzı yerlerinde isyân eden ahâlinin yardımından faydalanarak, Preveze 'yi kuşattılar. Mora serdarı Şâhİn Mus­ tafa Paşa bu kalenin imdâdma koştu ise de, m uvaffak olam adı; Preveze Venediklilerin eli­ ne geçti. D iğ er taraftan Ç etin e ve K ataro taraflarındaki taarruzları netice verm edi. Bâ­ zı kaleler ile birlikte, K ataro ancak 1687 'de sukut etm iştir. Bu harpte Venediklilerin en büyük m uvaffakiyeti M ora'nın zaptıdır. Kandiye müdafii Francesco Morosini 168$ 'te K o­ ron ’u kuşattı. Kalenin imdâdma koşan Halil ve onu müteakiben Siyavuş Paşa 'iar şehid oldular. Yardım sızlık yüzünden pek fenâ bir vaziyette bulunduğunu gördüğümüz Koron, 3 ay müdâfaadan sonra, düştü. Bundan sonra Morosini asker çıkarıp, Mora serdarı Musa­ hip M ustafa P a ş a 'y ı mağlûp etti. Navarin ci­ varında tsmaîl Paşa kumandasındaki osmanlı kuvveti de general Königsm arck ’a yenildi ve Modan bu kumandan tarafından zaptedildiği gibi, daha Sonra, başta A nabolı ol­ mak üzere, diğer Mora kaleleri Venediklilerin eline geçti. Mora ’dan sonra V enedik ku vvet­ leri orta Yunanistan ’a saldırm ağa başlaya­ rak, P atras, Korent, İnebahtı [ bk. mad, LEP A N T O } ve M izistre gibi, mühim kalelere ve bilhassa A t i n a ’ya hâkim oldular ( 1687 ). . Osmanlı toprakları bu suretle şimalden ve ce­ nuptan istilâya uğrarken, büyük bir mâlî buhran baş-gÖstermış, aynı zamanda Anadolu ’da A k kaş, Bölük-Başı Yeğen Osman ve Yâdigâr-oğiu gibi, âsîler türemiş İdi ( Silâhdar Mehmed A ğa, II, 243 v.d.). Mehmed IV, devlet'nin vaziyeti ile hiç alâkadar olmuyor, ava gece gidip, ge­ ce dönüyordu. Pâdişâhın bu alâkasızlığı her sınıf halk büzerinde çok fenâ bir te ’sir icra



MEHMED IV.



SSS



temekte gecikm edi. Şurada burada »memle­ tövbe edip, tazılarını başka yerlere sürdürü­ k etler elden g itti ve şikârdan nice bir fera­ yor, beslediği atlardan has ahırda yalnız g a t etmez halktan utanmaz veya A llahtan da 100 adedini alıkoyarak, diğerlerini dağıtm ak, mı korkm az" gibi sözler alenen söylenmeğe fazla m asrafları kaldırm ak gibi tedbirler ile, başladı. İlmiye mensupları, şeyhler, ve ocak m evkiini muhafaza edeceğini sanıyordu ( S i ­ halkı pâdişâhın aleyhine dönmüş idi. Hacı lâh d ar Mehmed A ğ a , II, 280 v. d d .). Hâl­ E vhad. tekkesi şeyh i H üseyin Efendi de »na­ buki bu sırada ordu Edirne ’y e gelm iş i d i; sipa­ sihat kabûl etmeyen adamın ayağına var­ hi, silâh dar ve yeniçeri zorbaları sadrâza­ mak câiz değildir“ diyerek, Mehmed IV. ’in mın otağını kuşatarak, E d irn e 'd e kışlam ak vaaz için davet e ttiği câmie gitm ekten is- n iyetinde olm adıklarım , dâvalarını görmek tin k âf etti. D aveti kabûl eden diğer bir üzere, İstanbul 'a gitm ek istediklerini söylü­ şeyh, Himmet-zâde A bdullah E fendi ise, hü­ yorlardı. Mehmed IV . tam isyan hâlinde kümdar karşısında »bî-pervâ diline gele­ bulunan ordunun Edirne 'de kalm asını te'min ni“ söyledi. Bu zât Mehmed IV. *in ava g it­ etm eğe ç a lış tı; fak at buna m uvaffak olama­ mesini men'etmiyor, ancak her işin bir zamanı yınca, ordu ile berâber S ilivri ’ye gelm iş bulu­ olduğunu ileri sürüyordu. Pâdişâh bu sözlere nan S iya vu ş P aşa’ya gönderdiği bir hatt-ı hü­ aldırış etmemiş, hattâ şeyh daha konuşurken, mâyûn ( metni için bk, Silâhdar Mehmed A ğ a , 'ava gitm ek üzere; yola çıkarak, »gittiğim cami­ II, 2 9 1) ile bu hareketin kendisini hal’ için lerde vaaz olmasın“ emrini vermiş id i ( Silâhdar yapıldığını belirterek, yerine oğlu Mustafa 'nın Mehmed A ğ a , II, 245 v .d .; bk. bir de Uzun- iclâsını tav siye e tti. 1 muharrem 1099(7 teşrin çarşılı, Osmanli tarihi, A n kara, 1951, III, 494 II. 1687 ) günü Siyavuş Paşa ocak ağalarım ve v .d d .). Budin kalesinin sukutu sıralarına te­ zorbaları to p la d ı; Mehmed IV. ’in tahtından sadüf eden bu hareketi ile Mehmed IV. aley­ indirilerek yerine kardeşi Süleyman 'in geçi­ hindeki cereyâm bir k a t daha a rttırd ı; her rilmesine dâir, bir mahzar hazırlanarak, İstan­ hâlde tahtını kaybetm ek korkusuna düşmüş bul *a gönderildi. Sad âret kaymakamı Köpolacak ki, »şikârdan, -feragat“ ettiğin i söyle­ rulü-zâde Fâzıl M ustafa Paşa ( b. bk.] ertesi mek m ecbûriyetini duydu ( Silâhdar Mehmed gün ( 2 muharrem ) şeyhülislâm Debbâg-zâde A ğ a , II, 2 4 7 ); fak at ine yapsa, hakkında hü- Mehmed Efendi, N işancı İsmail Paşa, Rumeli sûle gelen nefretin önüne geçem eyecekti. kazaskeri Ebû Said-zâde Feyzullah, Anadolu ■ Osm anli ordusu, M uh aç’ta mağlûp olduk­ kazaskeri A bdurrahim -zâde Mehmed, İstanbul tan sonra, ulûfelerİnin verilm ediği bahânesi kadısı A n tâ k î Mustafa, nakîbüleşrâf Seyyid ile, sadrâzam ve serdar Süleyman P a ş a 'y a Feyzullah E fendi ' 1er başta olmak üzere, bütün . karşı ayaklanarak, Köprülü dâmâdı Siyavuş ulem âyı, sekban-başı v e ocak ihtiyarları gibi, Paşa ’yı sadârete getirdiğin i ilân e tti ve da­ ileri gelenleri A ya so fya camiine dâvet edip, ha ileri giderek; Mehmed IV ’i tahtından sabah namazından sonra mahzarı okuttu. H er indirmek karârını verdi. Bu isyan düşmanın kes hal’den doğacak n eticeleri düşünerek, hay­ işine yaram ış, henüz eline geçirem ediği yerleri re t ve tereddüt içinde idi. Bunun üzerine Fâzıl alarak, Belgrad yakınında Zemun taraflarına Mustafa Paşa, memleket düşman istilâsına kadar ilerilem iştir. Süleyman Paşa 'nın İstan­ uğrarken, sayd ve şikâ r ile m eşgul olup, b u l'a gelip, mühr-i hümâyûnu padişaha gönder­ b ir takım kötü niyetli adamların sözü ile iş­ mesi üzerine, sadâret kaym akam lığına tâyin lerini alt-üst eden, »bu derdin ilâcını görmeğe edilen R eeeb Paşa, sadrâzam olmak emeline kadir olanları“ etrafından uzaklaştıran bir pâ­ düştüğünden, Belgrad ’daki orduya, orada kal­ dişâhın şer'an hal’i hakkında şüpheleri olupması için, bir hatt-ı hümâyûn gönderildi ise de, olmadığını sordu, Hâzırûnun bu sözlere sükût asker hal’ini istediği bir insanın emrine itâat ile mukabelesi tasdik m âhiyetinde idi. Bunun etm eyerek, İstan b u l’a doğru yürümeğe baş- üzerine Mehmed IV. ’in hal’i ve kardeşi Süiadı. Mehmed . IV. daha . evvel şeyhülislâm •leyman ’ın iclâsı key fiy eti, haseki Mustafa A nkarâvî Mehmed Efendi ile haberleşerek, A ğ a vâsıtası ile, kapu-ağası Hacı İbrahim A ğ a şehzade. S ü leym an ’m ielâsım bir zarûret ola­ 'ya bildirilerek, sarayda gayet gizli tertibat . rak ifâde eden Siyavuş Paşa ’ yı sadrazam lığa alındı. Süleyman 11. [ b. b k .]’a bi’at edildikten getirm eğe mecbur oldu. A nkaravî Mehmed sonra, hayatına kastedileceğinden korkan MehEfendi ulemâ ile istişare etm iş ve saltanat teb­ med IV. kardeşlerini mahbus tuttuğu Şimşirdili meselesinde onların da aynı fikirde bu­ lik dâiresine, şehzâdeleri iie birlikte, naklolundu lunduğunu anlamış idi. Ne yapacağını şaşırmış ( Silâhdar Mehmed A ğ a , II, 295 ; R âşid, II, 3 ). bîr vaziyette bulunan Mehmed IV., eski sad râ­ Daha sonra Süleyman 11. 1689 ilk baharında zam. Süleyman P a ş a ’yı öldürtüp, başını askere ( h. 1100) macar seferine iştirak etm ek üzere, gönderiyor, avcılıktan tamamen vazgeçerek, İstanbul'dan hareket e ttiğ i zaman, beraber



MEHMED IV. götürdüğü barem-i hümâyûnu E d irn e'd e bırak­ mış, bu arada Mehmed IV. İle iki oğlu da Edirne sarayında mahbus tutularak ( Silâhdar Mehmed A ğ a , II, 436), son senelerini orada ge­ çirm iştir. Mehmed IV., 15 gün süren bir has­ talıktan sonra, 28 rebiülâhır 1104 ( 6 kânun II. 1693) isalı günü ve fat etti (S ilâ h d a r Meh­ med A ğ a , II, 690; ayrıca bk. Râşid, II, 204 v.d.). Cenazesi büyük merasim ile teçhiz ve tekfin edilerek, İstanbul ’a nakledildi ve 1 cem âziyelevvel perşenbe günü validesi Turhan S u lta n 'in ikmâl e ttird iğ i Y e n i'C im i‘in ya­ nındaki türbeye gömüldü. Mehmed IV . osmanlı tarihinin çok mühim b ir devrinde hüküm süren, fak at şah siyet iti­ bârı ile büyük d eğer taşımayan sim aların­ dan biridir. İlk seneleri Kösem ve müteâkıben Turhan Sultan 'larm vesayeti altında, karışık ve tehlikeli hâdiseler ile geçm iş, da­ ha sonra Köprülülerin sadâreti esnasında, imparatorluğun vaziyeti düzelm iş olmakla berâber, kendisi devlet işlerinden dâimâ uzak tutulm uştur. Mehmed I V .’in tahsiline lüzûmu kadar ihtimâm edilm ediği ve yarı câhil saray ağalarının dar muhiti içinde mahsûr tutulduğu ve hayatının şahsî zevklerinin ta t­ mini ile g e çtiğ i mâlûmdur. E trafındakiler daha ziyâde kadı-zâdetilere bağlı kimse­ lerden . teşekkül e ttiği için, Mehmed I V .'in onların kanâatini benimsediği görülüyor. Onu münevver kimselerden tecrit etm eği m enfaat­ lerine uygun bulan, yakınları, bir vesile zuhûrunda, şâirler tarafından kasîde sunulmak âde­ tinden bile ürküyor ve bu gibi hâllerde teberdariara, helvacılara ve has-ahır kullarına te ­ kerlem e söyleterek, pâdişâhın fik rî seviyesini düşürm ekten çekinm iyorlardı ( Naimâ, V , 271 ). Mehmed IV. Vânî Mehmed Efendi ’ye pek ziyâde itim âd eder, seferleri esnasında bile yanından ayırm adığı bu zâtın vaazlarını ve huzûr derslerini dinlem ekten zevk duyar ve dinî hisleri kuvvetli ' olduğundan, beş vakit namazı cem aat ile edâ etm eği tercih ederdi (N aim â, V , 212; Mehmed H alife, Tarih-i gılmânî, s. 96 ). Kendisinin bazan taassuba, daha doğrusu te ’sire kapılarak, kahvehâneleri ka­ patmak için emir, verdiği ( Topkapısarayı ar­ şivi, dosya nr. 7012, hatt-ı hüm âyûn), içkiyi yasak : edip, „hamr emânetini" lağvettiğ i, bâzı bid’atleri kaldırarak, İstanbul ’ an çalgıcı ve oyuncu kollarını küreğe koydurduğu da olmuş­ tur ( T arih-i gılm ânî, göst. ger.'). S evd iği şey­ lerden biri ecdadının tarihine ( msl. Çaldıran seferi, Belgrad ve Rodos fe tih le r i) ve P ey­ gamberin bayatına â it bahisleri okutmak idi. Kendi devrinin vekayiini de yakın adamların­ dan biri olan A b d î A ğ a ( Vekagi-nâme sahibi



A bdî Paşa ) ’ya günü-gününe ve bâzı vak’aları bizzat anlatmak suretiyle, tesbit ettirirdi ( A bdî . Paşa, agn, esr., 6 ıa ). Mehmed IV. tarihe av iptilâsı ile geçmiş bir osmanlı pâdişâhıdır. Çocukluğunda başladığı avcılığa tahttan indiritinceye kadar, g ittik çe artan bir ihtiras gösterdiğini bildiğimiz Meh­ med IV., İstanbul, Bursa, Edirne, Filibe, Y en i­ şehir v. b. havâlisinde yaptığı seyahatlerde ( banların bir kısmı seferlere iştirak vesilesi iled ir ) haftalarca devam eden pek masraflı ve külfetti sürek avlarını tertip ettirir ve m aiyetindekilerden başka, bölge balkını da çalıştırırdı. Msl. 10 73'te Filibe civarında ya­ pılan bîr av eğlencesinde 33.000 kişiye bir ormanı sürdürmüş id i ( A b d î Paşa, 86b Pâdişahm bu iptilâsı yaşı ileritedikçe artm ış v e bu da devleti idâre edenlerin, serbest kalmak bakıratndan, pek işine gelmiş, ancak bu onun devlet umÛrundan habersiz kalmasına sebep olmuştur. İkinci V iyana muhasarasını takip eden bozgun­ luk devrinde, V alid e Sultan ’nm ölümü ile her türlü müzâharetten mahrûm kaldığı yıllarda, bu bilgisizlik kendini tamâmiyle belli e tti. P â­ dişâh vaziyetin vahâmetini kavram aktan â c'z bir hâlde, yine haremdeki ağaların veya her nasılsa muhitine girm iş, değersiz kim selerin te ’siri al­ tında, hal' felâketi ile neticelenecek ip t ilâsına ölçüsüz bir cereyan verm iş ve son zamanlarda ald ığı tedbirlerden de hiç bir netice hâsıl olma­ m ıştır ( yk. bk.). Mehmed IV., fazla bir zekâ sa ­ hibi olmamakla beraber, iyi kalpli, etraftakileri servete garkedecek kadar cömert, ailesine bağlı idi ve kan dökmekten hoşlanmazdı. Kendisi için en büyük endîşe bir gün yerine geçecek iki kardeşi ( Süleym an II. ve Ahm ed II.) olmuş­ tur. Çekingen ve mahoûp bir hâli olduğu, sâ­ de giyinm eği tercih e ttiğ i, saray eğlencelerin­ den bile çabuk usandığı söylenir ( Eremiya Ç elebî Kömürciyan, Osm anlı pâdişâhlarının muhtasar tarihi, V en edik M ekıtarist manas­ tırı kütup., ermen. yazma, nr. 910 ). Sohbe­ tinden en hoşlandığı kimse Musâhib Kuloğlu M ustafa Paşa ( D e la Croix, Mémoires, Paris, 1684, II, 76; L e m iroir dé l ’Empire Ottoman, Paris, 1 6 7 7 ,!, 192 v .d .; Hezârfen Hüseyin Efendi, Tankih al-tavürih,^ husûsî nüsha, 1696 ) ve bir dereceye k ad ar A b d î P a­ şa idi. M e'haziar seferlerine bütün harem bal­ kını büyük bir tantana ile götürm ek İtiyadında ( Silâhdar Mehmed A ğ a , II, 437 ) bir z â t olan Mehmed IV. 'in şemâiiinden bahsederken, onu orta boylu, tıknaz, beyaz, fakat güneşten yanık çehreli, seyrek sakatlı ve ata çok bindiği için, kameti bir az öne mütemayil olarak tarif eder­ ler ( tafsilât için bk. L e m iroir. . . , 1, 190 v. dd.). Mehmed IV .'in haseki Emetullah Gülnûş ( S i -



MEHMED IV. Jâhdar Mehmed A ğ a , II, 298 ’d e ; Gülnâr ) ’tan dünyaya gelen oğullan M ustafa ile Ahmed osmanlı tahtına cülûs etm işlerdir. K ız ı Hadice Sultan, önce Musahip Mustafa P a şa'y a, sonra Morali H aşan Paşa ( sadrâzam ) ’ya tezvic edil­ miş idi ; bu sultandan torunları Haşan, V âsıf, A li ve A bdullah B e y le r d ir . D iğer kızı Fatma Sultan ’m ilk zevci T ırnakçı Ç erk eş İbrahim, ikinci zevci Topal Y u su f Paşa ’lardır. Rukiye ve Safiye Hanım sultanlar Mehméd İV. 'in Fatma Sultan ’dan torunlarıdır ( Mehmed Sü­ reyya, S icili-i osmûnî, 1, 31, 60, 102 ; IV, 66z ) ; Ümmf Sultan diye anılan, H adice ve Fatm a Hanım sultanların validesi olan Ümm Gülsüm Sultan adlı kızı Küçük Osman Paşa 'ya tezvic edilm iş idi ( Mebmed Süreyya, I, 20 v.d. ; III, 427 ). Mehmed IV. 'in küçük yaşta ölen ve birinin adı Bayezid olan daha başka çocukları da olmuştur { Mehmed Süreyya, I, 25 ; ayrıca bk. A . D. A lderson , The Structure o f the Ottoman Dynasty, O xford, 1956, levha X X X V III; göz­ deleri C i h an şah, D ürriye ve Nevruz için bk. Topkâptsarayt arşivi, dosya nr. 2011 ; A fife için bk. Silâhdar Mehmed A ğa , II, 298 ■ B i b l i y o g r a f y a ' . Metinde gösterilen me’haziardan başka, bk. Ricaut, H istoire de l ’état présent de l ’Empire Ottoman ( Paris, 1670 ){ Cantemir, Histoire de l ’Empire Otto­ man ( Paris, 1743 ), II ; de la Croix, A b ré­ gé chronologique de l ’histoire ottomane { Pa­ ris, 1748), II; Tavernîer, N ouvelle relation du Serrait du Grand Seigneur (P aris, i860); Journal de tout ce qui s’ est passé entre les impériaux et le T urcs durant la cam­ pagne de 1683 et 1684 (L e y d e n , 1684); d ’A rvieux, M émoires ( P aris, 1735 ), I — V I; [ D evize ]. H istoire de Mahomet I V ( Paris, 1688 ) ; Brusoni, Historia dell’ultim a guerra İra Veneziani e Turchi (V e n e d ik , 16 7 3 ); Pietro G arzoni, Istoria délia Republtca di Venezia in tempo della Sacra Lega ( V e ­ nedik, 1705 ) ; Ahmed Refik, Felâket seneleri . (Istanbul, 1332). ( M. C A VİD B a YSUN.) M EH M ED V . M UHAM M ED R a ş â d ( 1844 — 1918), O sm anlı pâdişâhı olup, 2 teşrin II. 1844 ’ te İstanbul ’da Çırağan sarayında dünya­ ya geldi. Sultan Abdülm ecid ’in oğludur. Mehmed V . saray geleneklerine göre terbiye edil­ miş idi. Kendisine, okuyup yazmadan başka, âdet olduğu üzere, arapça, farsça v e ’ şeriat ile alâkalı bâzı bilgiler d e Öğretilmiş İdi. Babastntn padişahlığı esnâsında rahat yaşamış, amcası A bdülaziz devrinde oldukça serbest bı­ rakılmış İdi. Abdüiham id I I , 'in hükümdarlığı esnâsında ise, sarayda hâriç ile tem astan mahrflm. bir hayat geçirm iştir. Abdüiham id I I .,



MEHMED V.



ss?



vehmi sebebi ile, onu tah tı için rakip gördü­ ğünden, adının bile söylenmesini istemezdi. Mehmed V . yumuşak tabiatlı idi. Abdülhamid İL devrinde katlanm ak zorunda kal­ dığı kapalı ve korkulu hayat onda her türlü teşebbüs kudretini körletm iş idi. Halim ve merhametli idi. Bir gün İstanbul 'da camileri dolaşırken, A ya so fya ’daki türbeleri ziya­ ret etmesi kendisine tek lif edildiği za­ man, bir çok kardeşini bir günde öldüren ada­ mın türbesini ziyâret etm eyeceğini bildirm iş idi ( bk. A li Fuad T ürk-geldi, Görüp işittiklerim , A n kara, 1949,3. 126), Büyük babası Sultan Mahm ud’ a da, çok kan döktüğünden dolayı, mu­ habbeti yo k idi. Dinî hisleri çok kuvvetli olup, Tanrıya edâ edilmemiş namaz borcu olmadığın­ dan inemnûn idi. Hiç bir şeye karşı büyük ihtira­ s ı yok idi. Yakınlarına haysiyeti ile ölmekten başka bir isteğ i bulunmadığını söylerdi. B oş va­ kitlerinde tarih m ütâlea etm eği severdi. En çok Mahmud Celâleddin Paşa 'u n M ir’ât-ı hakikat ’ini, C evd et P a ş a ’nın M âruzât ’ini ve Mustafa Paşa ’nın N atâyic al-vuku â t'ını okutur ve din­ lerdi. Saray âdetlerine v e teşrifat usûllerine son derecede bağlı, nâzik ve hatırşinas idi. Mehmed V .,3 1 mart va k’asım müteakip, A bdülhamid II .’in hal’edilm esi üzerine, 27 nisan 1909 salı günü pâdişâh ilân edildi. D evrin mü­ nevverleri onu m eşrûtiyetin ilk pâdişâhı ola­ rak, sevinç ile selâm ladılar. M utaassıplar ise, salı gününü meş’um saydıkları için, cülûsunun hem kendisi, hem de memleket için , hayırlı olm ayacağına inandıklarından m üteessir gö­ ründüler (b k . Mehmed Salâheddin, Bildikle-, rint, Kahire, 1334, s. 26 v .d .). Gerçekten yeni pâdişâhın devri birbirini tâkip eden buhranlar devri oldu. Mehmed V . kanûn-ı esâsı çerçevesinde hü­ kümdarlık etmeğe çalıştı. Bu kanuna dayanan veya dayanır görünen iktidarların tekliflerini, telkîn ettikleri surette yerine getirm eğe gay­ re t etti. Mehmed V .'ih hükümdarlığının ilk yıllarında, m eşrûtiyetin ilânı üzerine, bütün m em lekette meydana gelm iş olan buhran de­ vam etti. M eşrûtiyetin ilânını te ’min. etmiş olan İttihat ve T erak ki iktidara geçip, memleketi idâre etmek için hazırlanmamış idi. Halkın bü­ yük kısmı câhil olduğu cihetle,.ne hürriyetin, ne de m eşrûtiyetin gerçek mânasını ve medlûlünü biliyordu. Teşebbüs kabiliyetine mâlik, cür’etli, kurnaz, fakat menfaatçi kimseler, hürriyet ve m eşrûtiyet perdesi arkasında, şahsî emelle­ rİni tatmine giriştiler. İktidarı ellerinde tutan­ lar bu gibiler JSe iş-birliği yapntak zorunda kaldıklarından, memleketin hasretini çektiği istikrarlı ve âdil bir idâre kurtdaimadı.’ Mehmed V .’in 7 yıl süren hükümdarlığı esnasında



MEKMED V. to defa hükümet değişikliği vukû bulması da buna delil teşkil eder. T ev fik P a şa'd an Talât Paşa 'ya kadar gelen butun sadrâzam ların kur­ duğu hükümetlerin her biri buhranlı b ir devrede iş başına gelm iş ve bir buhran ile iktidardan ay­ rılm ıştır. Bütün bu buhranların ana kaynağını Osmanh imparatorluğunu parçalanm aktan kur­ tarm ak içiu kabûl edilm iş olan kanûn-ı esâsî ile idâre hakkında meydana gelm iş bulunan farklı görüş teşkil ediyordu. Türk olmayan topluluklar, müslüman olsun-hıristiyan olsun, kanûn-ı esâsî ile idârede ırk î husûsiyetlerini ve kültür im tiyazlarını devam ettirm ek ümi­ dinde idiler. H âlbuki İttihad ve T erak ki fır­ kasının öz tü rk olan aza lan , açıkça olmasa bile, türlü kavm î gurupları türkleştirm ek ve merkezî bir idâreye bağlam ak suretiyle idâre et­ mek tarafdarı idiler. Bu fark lı görüşler İttihat ve T e ra k k i'd e n hıristiyan ve türk olmayan un­ surlardan bir kısmının ayrılm asına sebep ol­ du. Bunlar parlam entoda İttihat v e T erak­ ki fırkasına karşı bir m uhalefet kurdukları gibi, ırkdaşları ve dindaşları nezdinde de osmanh idâresıne karşı propagandaya g irişti­ ler. Bunun neticesi olarak, im paratorlukta yer-yer isyanlar ve ayaklanm alar baş-gösterdL 1909 yılı nisanında da şarkî A nadolu 'da dağ­ lıların ayaklanm asını aynı yılda A d a n a 'd a er» menilerin sebep olduğu hâdiseler tâkip etti. Bu ayaklanma ve hâdiseler yatıştırıh rken , 1910 yılı baharında A rn avutluk isyanı başladı. A rn avutlar, Berlin muahedesini tâkip eden yıllardan beri, Balkanlarda teşekkül eden devletlere karşı kendilerini korumak için teşkilâtlanm ağa baş­ lam ışlardı. Abdülham id II. bu hareketi teşvik v e 'h im a y e ettikten başka, arnavutları impara­ torluğun idâresine geniş ölçüde iştirak ettirm ek suretiyle hanedana bağlılıklarını sağlam ak iste­ miş idi. Muhafız alayına münhasıran arnavutları ald ığı gibi, a sk erî ve m ülkî hizm etlerin yüksek kademelerine de arnavutları getirm iş idi. Meş­ rûtiyetin ilânını m üteâkip, Bosna ve H ersek 'in A vu stu rya tarafından resmen ilhak edilmesi ve B ulgaristan 'ın istiklâlini ilân etm esi, arna­ vutları, em niyetleri bakımından, endişeye dü­ şürmüş ve meb’usan meclisine seçilm iş olan beyleri vâsıtası ile, hükümetten m ektep ya­ pılmasını, arnavutça tedrisâta müsâade edil­ mesini, yol yapılm asını İstem eğe başlam ışlardı. Osm anlı hükümeti ise, A rn avutluk için mahallî idâre tedbirlerinin alınmasına lüzûm görmedi. H attâ arnavutları o vakte kadar m uâf oldukları vergileri verm eğe ve askerlik hizmeti yapmağa mecbur etti. C âhil ve çok hassas olan arnavutlar arasında hükümet aleyhine yapılan menfî pro­ pagandalar fena bir te ’sir husule getirm iş idi. Bunun üzerine, Kosova vilâyetinde silâhlı pro­



testo m itingleri tertip edildi. V a li MazharP a ş a ’nın kuvvet kullanması üzerine, m itingler isyan hâlini aldı. Mahmud Ş evket Paşa kumandusında gönderilen ku vvetler, aylarca süren mücâdeleden sonra, isyanı bastırm ağa muvaf­ fak oldular. A rnavutların ellerindeki silâhlar toplandı. F ak at arnavut beyleri, yabancı , pro­ pagandasına kapılarak, A rnavutluk 'un • muhtâriyeti için, halkı yeniden isyâna hazırlamağa başladılar. Mehmed V ,, bu hâdisenin osmanh birliği için yarattığ ı menfî te ’sirlerİ silmek ümidi ile, 1911 yılı yazında R u m eli’ye gidip, Selanik, M anastır, Osküp ve P r iş tin e ’yi ziya­ ret etti. Bu yerlerde büyük s ev g i tezahürleri ile karşılanm ası hüküm etten ziyâde pâdişâhın şahsına mâtûf idi. A rnavutluk hâdisesi olupbittiği sırada, arap mem leketlerinde de teh­ likeli hâdiseler belirm ekte idi. İttihat, ve T e ­ rakk i *nin nufûzu altında bulunan hükümet, bu m em leketlerin im tiyazlı durumlarına son ver­ mek istedi. Türkçenin resm î dil olarak kulla­ nılm ası, askerlik hizmetinin umumileştirilmesi, bace yollarının muhâfazası için, her yıl devlet hazînesinden bâzı arap mahmilerine verilm ek­ te olan paranın kesilm esi v . b., arap m illiyet­ çiliğinin daha bâriz bir şekil almasına sebep oldu. A ra p la r A rabistan için m uhtariyet esâ­ sına dayanan umûmî bir İslâhat planı istem e­ ğ e başladılar. Bu isteklerini ayaklanm alar ta ­ kip e tti. D evlet, arnavutlara karşı olduğu gibi, araplara karşı da ku vvet kullandı. Bu hâl, bü­ yük devletlerin Osm anlı toprakları üzerinde besledikleri em elleri gerçekleştirm eleri için, elverişli bir fırsa t teşkil ediyordu. İtalya bu fırsattan faydalanarak, Trablusgarp '1 istilâ v e ilhâk etm eğe kalkıştı. Bu d evlet 18S7 'de A lm anya v e A vu stu rya ile, 1890 'da Ingiltere ile, 1900’ de Fransa ile ve aynı tarih te R usya ile y ap tığı muâhedeler gere­ ğince, Trabulusgarp üzerinde hareket serbestîsi hakkını elde etm iş idi. M eşrûtiyetin ilânından sonra, O sm anh hükümetinin m erkeziyetçi ve tem sil edici bir siyâset tutturm ası İta ly a ’y ı en­ d îşeye düşürdüğünden, 28 eylül 1911 'de, T ra­ bulusgarp 'ta bu devlet, sulhçu yoldan giderek, yapmakta olduğu İktisâdî faaliyetlere engel olunduğunu bahâne edip, bir ultimatum ver­ di. İbrahim H akkı Paşa kabinesi bu istek kar­ şısında şaşkınlığa kapılarak ve bir çıkar yol bulamayarak, istifa edip, yerini Said Paşa kabi­ nesine te rk e tti. Said Paşa 'nın Hakkı Paşa 'ya üstünlüğü, hâdiseler karşısında daha soğuk­ kanlı olmasından ibâret idi. İtalya, 5 teşrin I. 1 9 u ’de T rabu lu sgarp 'a asker çıkarıp, bâzı k ıyı bölgelerini işgâl etti. Osm anh hükümeti bu hâdiseden önce, büyük bir g a fiet eseri olarak, Trabulusgarp Haki asker birliklerini Y e m en ’e



MEHMED V . gönderdiği ve donanmasının zayıf oluşa sebebi garistan ile Yunanistan, İm zâlâdıkları muahe­ ile, yenî askeri kuvvetler göndermeğe m uktedir deler ile, M akedonya’nın muhtâriyetirii te ’min bulunmadığı için, Tarabulusgarp ’ı kendi hâline etm eğe ve O sm anlı devleti ile harp çıktığı terk ettî. E n ver, M ustafa Kem âl ve daha bâzı takdirde, bu bölgeyi paylaşm ağa karar verdi­ değerli zabitler T rab u lu sgarp ’a gitm eğe, ora­ ler. İtalya 'mn Trablusgarp ’1 istilâsı ve arna­ daki zayıf k ıt'a la n ve aşiretleri teşkilâtlan dı­ vutların ikinci defa isyân etmesi ile meydana rıp, italyanlara karşı koym ağa m uvaffak ol­ gelen elverişli durumu fırsa t bilerek, Osmanlı hükümetinden M akedonya ’da İslâhat yapma­ dular. İtalya, turkleri sulha zorlamak maksadı ile, sını istediler ( 1 8 eylül 19 12 ). Bu isteklerine 1912 yılının kânûn II. — şubat aylarında K ız ıl­ müsbet cevap verilm eyeceğini zâten biliyor­ danız ile A kdeniz kıyılarında bâzı yerleri bom­ lardı. 30 eylülde seferberlik ilân ettiler. 8 bardıman e ttiğ i gibi, 16— 19 nisanda Çanakka­ teşrin I. 'de K arad ağ T ürkiye 'ye harp iiâo le boğazı önlerinde bir bahrî nümâyiş tertip etti, 14 teşrin I.'d e , Yunanistan, Sırbistan ve etti. Bu hareketlerin bir faydası görülmeyince, B ulgaristan O sm anlı hükümetine bir ultima­ 4 mayıstan itibaren, Rodos 'tan başlamak üzere, tum verip, Makedonya ’da İslâhat yapılmasını 12 adanın işgaline girişti. Osm anlı hükümeti, ve B alkanlarda osmanlı ordusunun, terhis edil­ İtalyanların Balkanları ve A d alar denizini harp mesini istediler. Bunu müteakip, harp ilân hâline getirm esinden endîşe e ttiği için, İtalya ettiler. ile 15 teşrin 1. 1912 ’de Lozan ( Otıchy ) muâhede* Osmanlı ordusu b ir harp kazanacak durum­ sini, im zâlayarak ve halife adına bir nâip gönder­ da değil idi. Abdülham id II. devrinde askere mek şartı ile, T ra b u lu sg arp '1 İta ly a ’ya bıraktı. atış yaptırılm adığı, askerî birliklere manev­ Osm anlı devleti bu sırada arnavutların ikinci ralar, harp oyunları gösterilm ediği, zâbit defa isyanı ile temelinden sarsılm ağa devam yetiştirilm ediği, değerli kumandanlara taham­ ediyordu. A rn avutlar hükümetin dâhil! siyâ­ mül edilm ediği için, bn ordu paslanmış ve setine şiddetle muhalefet ediyorlardı. Bu yüz­ küflenm iş idi, Kanûn-ı esasinin ilânından son­ den arnavut meb’uslar ile türk meb’uslar ara­ ra, ordunun zamanın ihtiyaçlarına uygun sında 1 9 1 1 'de parlamentoda şiddetli kavgalar bir şekle getirilm esine girişilm iş ise de, olmuş idi. 18 kânûn II. 19 12 ’de M eclis-i meb’û- aradan ancak 3. yıl geçm iş olduğu, askerlik sânın dağılm asını müteakip, yeni seçim ler için müddeti de 3 yıl sürdüğü için, bu müddet başlayan mücâdelede İttihat ve T erakkî ce­ zarfında ancak b ir sınıf ask er yetiştirm ek m iyeti arnavut beylerinin meb'us seçilmesini mümkün olmuş idi ( Baron von der G oltz, önlemek istedi. Hâlbuki arnavutlar bir nevî L a défaite de la Jeu ne Turquie, s. 19 derebeylik hayatı yaşam akta ve beylerine son v.d.). K aldı k i, m eşrûtiyet devrinde askerlerin derece bağlı bulunmakta idiler. Beylerin te ş­ siyâset ile uğraşm ası önlenemediği için, zabit­ vik i ile, bir. m illet meclisi teşkil edip, padişa­ ler ve askerlerde vatan m efkûresi, siyâsî fırka ha bir te lg ra f çekerek, hânedana bağlılıkları­ düşm anlıkları ve ihtirası ile, gölgelenm iş idi. nı bildirdiler. Fakat karşılık olarak, ittih atçı­ Karm a-karışık surette toplanan ve cepheye lara tarafd a r olan Said Paşa kabinesinin çe­ sevkedilen rediflerin, henüz silâh tutm ağa ve kilm esini ve A rn a v u tlu k ’a, eskiden M ısır'a ateş etm eğe m uktedir olm adıkları da görül­ verilm iş olduğu gibi, idârî m uhtariyet ve ril­ müş idi. Bundan başka, Balkan devletlerine mesini istediler. Bu isteğ e kuvvetle mukabele karşı taarruz veya müdâfaa husûsunda askerî edildi. Müslüman ve hırİstiyan arnavutlar bu bir plan da yok idi. Bu ordu ile düşmana karşı sefer birlikte türklere karşı savaştılar. I zafer kazanmanın mümkün olm adığına kuman­ ağustos 19 12 'de Ü s k ü p ’ü bile ele geçirm eğe danlardan çoğu ve bu arada birinci ordu m uvaffak oldular, İstanbul hükümeti, A rn a­ feriki A bdullah Paşa ile pâdişâhın husûsî dok­ vu tlu k isyanının Balkanlarda ihtilât yapma­ toru Cem il Paşa (T o p u zlu ) kanî idiler. Bu iki sından çekinerek, arnavut isteklerinden bâzı- zâtın harbi Önlemesi için, Sultan Mehmed Re­ larını kabûl etmek şartı ile, A rn avutluk için I şad nezdinde yaptıkları bir teşebbüs, pâdişâ­ hın harp aleyhdarı olmasına rağmen, muvaffa­ m uhtâriyet idaresi te ’sis etti. Balkan devletleri muhtar veya müstakil bir kiyetle neticelenmedi. H arp hareketleri Trakya ’da, Makedonya ve A rn avutluk ’a muhalif oldukları gibi, A rn a ­ vutluk ’ ta ve Makedonya 'da Osm anlı hüküme­ A rnavutluk ’ta cereyân etti. Bulgarlar 22 te ş­ tinin^ m eşrûtiyetin ilânını m üteâkîp, girişm iş rin I. ’de K ırk la rd ı muharebesini kazandıktan olduğu dahilî siyâsetine de muhalif idiler. sonra, 28 teşrin I. ile 3 teşrin II. arasında SüiBu m uhalefet bunların türkier aleyhine anlaş-, oğlu ve Pm ar-H isarı muharebelerini kazanarak. malarını kolaylaştırdı. 13 m art 1912 'de Bul­ Ç a talca üzerine yürüdüler. Sırp lar 28 teşr:r garistan ile Sırbistan, 29 mayıs 19 12 'de Bul­ I. ile 18 teşrin II. arasında Komanova mubâ-



m eh m ed



rebesini kazanıp, şimalî A rnavutluk ‘tan geçe­ rek, A d riya denizine çıktılar ve M an astır’a girdiler. Ytinan kuvvetleri Selanik ’i Tahsin Paşa 'dan m ütâreke ile almağa muvaffak oldu­ lar. Bu kat'î m ağlûbiyetler yanında Yanya, İşkodra ve Edirne kalelerindeki türk kuvvet­ leri şanlı müdâfaa muharebeleri verm ekte idi­ ler. Balkan harbinin bu neticesi ve bilhassa bulgarların Ç atalca önlerine gelm eleri İstan­ b u l’da dehşet husule getirdi. Ulemâ padişaha, sancak-ı şerifi alıp, bizzat harp meydanına gitmesini tavsiye etti. Pâdişâh ordunun p eri­ şan durumunun sancak-ı şerif ile düzelebile­ ceği kanâatine iştirâk etmedi. N eticede bir kabine değişikliği meydana geldi. Sadrâzam müşir A bm ed Muhtar Paşa istifa ederek, yerini İngiliz tarafdarı olmakla tanın­ mış Kâmil P a şa'y a bıraktı. Bulgarların Ç a tal­ ca. önlerinde durdurulması üzerine, Bulgaris­ tan ve Sırbistan 5 kânûn I, ’da Osmanlı dev'eti ile mütâreke imzaladılar. 17 kânun I. 'da büyük devletlerin aracılığı ile, sulh şartlarını tesbit etm ek üzere, Londra konferansı toplan­ dı. Büyük devletler, harbin başlangıcında, har­ bin neticesi ne olursa-olsun, hudut vaziyetle­ rinin olduğu gibi kalacağına dâir beyânatta bulunmuş olmalarına rağmen, Balkan devlet­ lerinin toprak kazançlarını muhâfaza etm ele­ rine tarafdar ç ık tıla r; Osmanlı devleti henüz kendisini müdâfaa etm ekte olan Edirne ’yi bulgarlara, A daları Y u n an istan ’a terketm ek istem ediği için, Londra konferansı inkıtaa uğ­ radı (6 . kânûn II, 1 9 1 i) . Fakat büyük devlet­ ler, müşterek bir nota verm ek suretiyle, İstan­ bul hükümetini konferans kararlarını kabûl etm eğe zorladılar. Sulh tarafdarı olmakta berâber, m es’ûliyetleu korkan Kâmil Paşa, M eclis-i meb’ûsân toplu bulunmadığı için, büyük bir m eşveret meclisi toplayarak, bu m eclisten.sulh yapılma­ sından başka çâre bulunmadığı yolunda it­ tifak iie, bir karar elde etti. Bu karar tatbik edilemedi. Başlarında Enver ve Tal ’at Bey 'in bu­ lunduğu İttihat ve T erakki 'ye mensup bir gurup Bâb-ı â lî’yi basarak, mukavemet etm eğe çalışan harbiye n âzın Nâzım P a ş a ’yı öidürüp, Kâmil P a ş a ’yı istifa etm eğe mecbur ve yerine Mahmud Şevket Paşa 'ntn sadrazamlığını te’min e tti ( 33 kânûn II. 1913). Bu hükümet darbes’nin sebebi bilhassa E d irn e ’yi düşmana bırakmamak iken, yeniden başlayan harpte Edirne ve İşkodra kaleleri düşmanlara teslim olduklarından, O s­ manlı hükümeti, tekrar toplanan Londra kon­ feransına iştirâk ederek, M idye— Enez hattının garbında kalan bütün topraklarını balkanlı m üttefiklere terketm ek, G irit üzerindeki hak­ larından feragat etm ek, A dalar ile Arnavutluk



V.



hakkında büyük devletlerin verecekleri karârı kabûl etmek şartı ile, Londra muâhedes’n! imzaladı { 30 mayıs 1913 ). M üttefik Balkan devletlerinin, OsmanlIlardan aldıkları toprakları paylaşam am aları yüzünden, aralarında yeni: bir Balkan harbi çıkmasından faydalanan türkler Edirne ’yi geri almağa ve devletin garp hududunu Midye — Enez hajtın:. dan Meriç hattına götürm eğe m uvaffak oldular. Bu durum, gerek Balkan devletlerinden her biri ile ayrı-ayn olarak m uahedeler iie, gerek bü­ yük devletlerin tasvibi ile kabûl edildiğinden. Balkan harbi O sn un h devleti için, k a t’î olarak, son bulmuş oldu. Balkan harbi, hükümetin âciz, ordunun son derecede zayıf, devletin m üttefiksiz bulunma­ sı hasebi ile, dış siyâsetinin te ’sirsiz, O sm an ­ lılık siyâsetinin de bâriz bir gâyeden mah­ rum olduğunu gösterm iş idi, Mahmud Şevket Paşa kabinesi bu ciheti idrâk ettiğinden,^ bü­ yük devletler ile olan ih tilâfı halletm eye ko­ yulmuş ve İng İtere ile m evcut Basra körfezi, anlaşmazlığını çözmek için, eski sadrâzam H akkı Paşa 'y ı Londra ’ya ve Fransa ile askı­ da bulunan borçlar meselesini görüşmek üze­ re, eski mâliye n âzın C âvid B e y 'i de P a r is ’e göndermiş idi. Fakat bu görüşm eler sırasında Mahmud Ş evket Paşa, ittih at ve T erak ki ’nin m uhalifleri tarafından tertip edilen bir sû i kast neticesinde, öldürüldü. Yeni kabine Said Halim P a ş a ’nin başkanlığında ve tamâmen ittihatçılardan olmak üzere kuruldu. Sûiksştın failleri asıldı ve muhâliflerden çoğıı İsten bul 'dan sürüldü. Bu suretle İttihat ve T erak­ k i fırkasının diktatörlüğü iç’n elverişli zemin hazırlanm ış oldu. İttihat ve T erak k i'n in başlı­ ca erkânı Talat, Enver ve Cem âl Paşa *lar idi. Bunlar, türk ve müslüman olmayaıi MakedönyB, halkının ayrılması ile, osmanlı nüfusunda İslam halkının kesâfetinin a rttığın ı, M ısır ve Hin­ distan müsiümanlarının Balkan harbi sırasın­ da Osm anlı devletine tarafdar bir vaziyet ta ­ kındıklarını dikkate alarak, dış siyâsette tek ­ rar pan-islâmizm prensibine geldiler. Fakat gerçekte İttihat ve T erakki erkâni, bu resmî prensip dışında, bir de turancıhk prensibine sahip idi. G erek pan-islâmizm, gerek turancılık vadisinde muvaffak olmak için, her şeyden önce devletin bünyesini kuvvetlendirm ek ve kuvvetli bir devletin dostluğunu kazanmak gerekirdi. Bu siyâset A lm an ya'n in da öteden beri tâkîp etm ekte olduğu şark siyâsetine uygun düşüyordu. ; 14 kânûn I. 1914’te osmanlı ordusunu İslah etmek üzere, alman imparatorunun müsâadesi ile, general Liman von Sanders, maiyetin.de 40 kişilik bir hey’et ile, İstanbul ’a g e ld i; ge-



MEHMED V , neral aynı zamanda merkezi İstanbul olan birinoi orduya kumanda edecek idi. R usya ve Fransa bu ikinci vazifeye itiraz ettiler. Bu­ nun üzerine, general ordu m üfettişliğine tâyin edilm ek suretiyle, mesele halledildi. Alman askerî hey’etinin İstanbul ’a gelm esinden Önce, am iral Limpus başkanlığında bir İngiliz hey’eti osmanlı bahriyesini, general Baumann başkan­ lığın da bir fransız hey’eti osmanlı jandarmasını tensik etm ekle vazifeli bulunuyordu. A lm anya, Balkan harbinden sonra, üçlü iti­ lâ f devletleri arasında tesânüdün arttığın ı ve bir harp hâlinde kendisinin bu devletlerin to p rak lan ile bir çenber işine alınmış olaca­ ğını görm ekte ve bu çenberi parçalamanın tek şartının Osm anlı dostluğunu kazanmak ol­ duğunu anlamakta idi. Bu sebep ile Alm anya İmparatoru T ürkiye *nin, başta ordu olmak üzere, diğer müesseselerinin de kuvvetli bir hâle getirilm esini arzu ediyordu. B irinci cihan harbi başladığı vakit Osmanlı devleti henüz Balkan harbinin menfî neticele­ rinin te ’siri altında bulunuyordu. Rusya ’nın İn­ giltere ve Fransa İle m üttefik olması ve Berlin muahedesinden beri İngiltere ile Fransa 'nın O s­ manlı imparatorluğu aleyhine siyâsetlerinin g e ­ lişmesi neticesi olarak, sadrâzam Said Halim Pa­ şa, gâ y et gizli tutulan görüşmelerinden sonra, 2 ağustos 19 14 ’te İstanbu l’daki alman elçisi ile Rusya ’ya karşı tedâfüî bir ittifa k yaptı. A vu s­ tu rya 'n ın da iltihak etm esi kararlaştırılan bu ittifaka göre, Rusya A lm anya veya A vusturya 'ya karşı harp a çtığı takdirde, O sm anlı devleti de kendisini Rusya ’ya karşı harp hâlinde saya­ cak idi. O sm anlı devleti harbin başlangıcında seferberlik İlân e ttiğ i gibi, bir taraftan da bita­ ra f olduğunu muharip devletlere resmen bildir­ di. 11 ağustos 1914 ’te A kdeniz ’de itilâf donan­ ması tarafından tâkip edilen Goeben ve Breslau adlı İki alman zırhlısının Çanakkale 'den geçip, türk sularına girm elerine müsâade edildi. Bun­ dan sonra Ç anakkale boğazı kapatıldı. İtilâf devletleri Osmanlı devletinin tarafsız kalmasını iltizam ettikleri, iki alman zırhlısının hükü­ metçe satın alınmış olduğu husûsundaki iza­ hatı kâfî gördükleri gibi, 7 eylülde, kapitü­ lasyonların ilgâ edildiğine dâir hükümet teb­ liğini de iyi karşılam ağa mütemayil oldukla­ rını gösterdiler. Bu esnâda Osmanlı kabinesi, harp lehinde ve aleyhinde olmak üzere, iki kısm a ayrılm ış idi. Harp tarafdarlarınm başında bulunan E nver Paşa derhal A lm an y a ’nın ya­ nında yer alınmasını lüzûmlu görm ekte, fakat en yakın arkadaşları bile bu hareketi henüz mevsimsiz saym akta idiler. 22 teşrin 1 1914 ’te amiral Suchon’un kumandasında, sözde ma­ nevra yapm ak için, Karadeniz 'e çıkan Goeben Ulâm Ansiklopedisi



( Y a v u z ) ile Breslau (M id illi)'in rus liman­ larından Odesa ile Sivastopol ’u bombardıman etmesi üzerine, Rusya ( 2 teşrin İL), İngiltere ve Fransa ( 5 teşrin II.) da Osmanlı devletine harp ilân ettiler. İngiltere aynı zamanda işgâl e t­ m ekte bulunduğu K ıb r ıs 'ı ilhak ve Mısır üzerinde himaye te'sis ettiğin i bildirdi. Rus limanlarının bombardımanı hâdisesi, sadrâza­ mın bile haberi olmadan, sâdece harbiye nâ­ z ın Enver Paşa ’nın mâlûmatı dâhilinde, al­ man amirali tarafından hazırlandığı için, kabi­ neden harp aleyhdarı nazırlar, başta mâliye nazırı Câvid Bey olmak üzere, istifa ettiler. Mehmed V ., halife sıfatı ile, cihad ilân ede­ rek, bütün müslümanları T ürkiye ile mütte­ fikleri olan Alm anya ve A vusturya 'mu düş­ manlarına karşı harbe dâvet etti, Bu tedbir ile Fransa, İngiltere ve R u sy a ’ nın hâkim iye­ tinde bulunan müstümanların isyân edeceği sanılıyordu. Cihad ilâm boşa gittikten başka, İngiltere ve Fransa harbin sonlarına doğru müslümanlardan birlikler teşkil edip, türklere karşı şevkettiler. Alm anya, üçlü îtilâfın sıkletinden kurtulmak için, türk kuvvetlerinin O desa üzerinden Uk­ rayna ’ya taarruz etmesini tek lif etti. Başku? mandan vekâletini de üzerine almış olan En­ ver Paşa ise, K afkas bölgesinde bir taarruzn muvafık buldu. 29 kânün i. ’da başlayan bu taarruzda türkler Sarıkam ış muharebesini ka­ zanmağa ve T ebriz ’i zaptetm eğe m uvaffak oldular ise de, kânün II. ayında gen iş ölçü­ de yapılan büyük taarruzu kaybettiklerin­ den, -Tebriz tek ra r ruslarm eline g eçti. Ni­ san 1915 ’te ruslar bu cephede, ermeni]eri de isyân ettirm ek suretiyle, karşı taarruza ge­ çerek, Erzurum, Trabzon, V an ve B itlis ’i al­ mağa muvaffak oldular. Bu arada Cem âl Paşa ’nın kumandasında Sina çölünü büyük bir ma­ haret ile geçen 29.000 kişilik bir türk kuvveti, M ıs ır’ı almak maksadı ile, 3 şubat 19 1 5 ’te Süveyş kanalına taarruz e tti ise de, ikmâl işlerinin güçlüğünden ve m uvaffakiyet için isyânlart hesaba katılm ış olan müslümanl.ann isyân etmemeleri yüzünden, bu taarruz netice vermedi, K afkas ve Süveyş üzerine yapılan bu türk taarruzları ile, A sya ve A frik a ’da da mühim cepheler açılmış ve ingilizler ile tu ş­ ların A vrupa 'da almanlara karşı kullanabi­ lecekleri büyük ku vvetleri bu taarruz böl­ gelerinde tesbit edilmiş idi. İtilâf devletleri, harbi zafere ulaştırm ak için, Çanak-K ale boğa­ zını ele geçirip, İstanbul 'u zaptetm eği karar­ laştırdılar. Bu m aksatla 16 m art 1915 ’te fren­ siz ve İngiliz zırhlılarının yaptıkları 'büyük taarruz m uvaffakİyetsîzliğe u ğ ra d ı; bunun üze­ rine, bu iki deylet 25 nisan 1915 ’ te Gelibolu 36



MEHMED V . — MEHMËD VI. yarım -adasına asker çıkardılar ise de, M ustafa türk milletinin umûmî tarih i, edebiyatı ve folk­ Kemâl kumandasındaki türk ku vvetleri ta ­ loru üzerinde araştırm alar yapılm ağa başlandı. rafından durduruldular [ bk. mad, A T A T Ü R K ]. Sultan Mehmed V . devri Osm anlı impara­ A ylarca süren muharebeden sonra, 5— 10 kânun torluğunun devamını sağlam ak husûsnnda ya­ II. 1916 ’da G elibolu ’ dan çekildiler. Serbest ka­ pılan soâ denemeyi teşkil eder. Bu devirde, lan türk kuvvetlerinden bir kısm ı M akedonya millî bir türk devleti kurulm ası gâ yesi ile g e ­ 'ya, Dobruca ve G aliçya 'ya gönderildi. 7 teş­ rekli mâlzemenin te’mini için, İlmî usuller île rin İL 1917 ’de, R u sy a 'd a çarlığın devrilm esi çalışılm ağa başlanmıştır. neticesi olarak, 3 m art 1918 ’de ruslar ile B i b l i y o g r a f y a ' . Y . H ikm et Bayur, B rest-Litovsk muahedesi im zâlanarak, 1878 T ürk inkılâbı tariki (A n k a r a , 1951— 1953), harbi sonunda rnslara terkedilm iş olan K ars, II — III, 1. kısım ; de la Jonquîère, H istoire de l ’Em pire Ottomane ( Paris, 1934 ) ; Colonel A rdahan ve Batum geri alındı. - Bu çök mühim hâdiseye rağmen, Osm anlı Lamouche, Histoire de la Turquie ( Paris, devleti ile m üttefiklerinin 1917 yılından iti*9 34 )! H arry N. Howard, T he Partition o f Turkey ( 1 9 3 1 ) ; The Memoirs o f Ism ail bâren durumu kötüleşm eğe başladı. Alm anla­ Kem al B ey ( London, 1920 ) ; Liman von rın garp cephesinde k a t'i bir zafer kazanma­ Sanders, C in q ans de Turquie ( P aris, 1923 ) ; ları ümidi kaybolmuş idi. İngiltere, Osm anlı Mémoires de l ’Am bassadeur Morgeniau', im paratorluğunu zayıflatm ak için, araplara Dukagjın-zade Basri Bey, L e M onde O ri­ istik lâl vâdederek, yardım etm eğe başlam ış idi. ental ( Paris, 1920 ) ; Mebmed Salâhaddin, Ş erif H üseyin, haziran 19(6 ’da H icaz ’da is­ B ild iklerim (K a h ire, 19 1 8 ); Baron von der yan ederek, türk kuvvetlerine taarruz etm iş ve G o ltz, La D éfa ite de la jeu n e Turquie ( P a­ kendisini H icaz kıralı ilân etm iş idi. Bu şart­ ris, 1 9 1 3 ); H enry N ivet, L a Croisade bal­ lar dâhilinde İngiliz ku vvetleri 1917 yılının kanique ( 1913) i A li Fuad Türkgeldi, Görüp başından itibaren, muhârebeyi İrak, Filistin ve işittiklerin ( A nkara, 1949 ) > Necmeddin Sâ­ Suriye cephesine intikal ettird iler ve çok fâik dık [ Sadak ], B eşinci Sultan M ehm ed. . . ’in ku vvetler ile dÖğüşmelerine rağm en, bir çok irtihâli ( Yeni mecmua, nr. 52 ) ; Rûşen E ş­ m uhârebelerde türkler tarafından mağlûp edil­ ref, i k i saltanat arasında (İstan bul, 1334). diler. F ak at H indistan ’dan getird ik leri kuv­ ( E n v e r Z İ y a K a r a l .) v e tle r ve arapların yardım ı sâyesinde, bu M EH M ED V I . M UHAM M ED V L ( 1861­ cephelerde şim ale doğru ilerilem eğe başladı­ lar. A rtık harbin Osmanlı im paratorluğu için 1926), VAHÎD AL-DİN, s o n O s m a n l ı h ü ­ kaybedilm ek üzere olduğu anlaşıldı. Bu sıra­ k ü m d a r ı olup, 14 kânûn II. 1861 ’de doğdu. da, 3 temmuz 1918 ’de Mehmed V., kısa bir Abdülm ecıd ’in oğludur. 3 temmuz 1918 ’de tah­ ta çıkm ıştır. H üküm darlığı esnasında daha çok h astalıktan sonra, Öldü. Sultan Mehmed V . ’in bütün hükümdarlık za­ Vahdeddin diye anılmıştır. A sa b î bünyeli, sert manı buhranlı ve felâketli geçmesine rağmen, mizaçlı, fak at hiddeti çabuk geçer ve taham­ tensikat ve teşkilât nâmına bir takım İslâhat müllü, çok kurnaz ve çabuk kavrayışlı idi. E t­ meydana getirildi. Sultan Mehmed V . hakikî rafına karşı son derecede nâzik davranırdı. Bu­ bir m eşrûtiyet hükümdarı gibi hareket etmek nunla beraber, ifra t derecede mütevehhim ve suretiyle, m eşrûtiyetin kökleşm esine gayret m ütereddit idi. Muntazam tahsil görmemiş idi. etti. Devrinde müesseselerin ve içtim âi haya­ Önceki padişahlardan farklı olarak, arapça ve tın, dinden mâdud gibi gösterilen te ’sirlerden faşça da Öğrenmemiş, buna karşılık fıkha me­ kurtarılm asına çalışıldı. Ordunun gen çleşti­ rak etm iş idi ( A li Fuad T ürkgeldi, Görüp rilip, asrî bir hâle getirilm esine ga y re t edil­ işittiklerim , s. 297 v d.). Mehmed V L tah ta çıktığı sırada, birinci di ve muvaffak olundu. T ah sil ve terbiye­ ye çok ehemmiyet verildi. K adınlar için bir cihan harbi sona ermek Üzere idi. G arp cep­ darülfünun açıldı. Millî tarih ile meşgul olmak hesinde alman orduları gerilem ekte idi. 15 üzere, Tarib-i osmân! encümeni kuruldu. O s­ eylülde Makedonya cephesinde bulgar ordu­ manlI padişahlarının değerli yadigârları bir ları da bozulmuş ve ric’ate başlam ış idi. 18 yere toplanm ak suretiyle, bir İslâm eserleri mü­ eylülde Filistin ’de başlayan İngiliz taarruzu zesi kuruldu. Osmanlı devrine âit tarihî eser­ karşısında türk kuvvetleri m ağlûbiyete uğra­ lerin muhafazası için, cem iyetler teşkil edildi. yarak ve müdâfaa muharebeleri vererek, Şam, Millî b ir iktisâdın kurulması hususunda başlıca Beyrut, Humus ve Haleb ’i ‘terkedip, bü engel olan kapitülasyonlar kaldırıldı. Kadının son şehrin şimaline çekilm iş idi ( 26 teşrin 1. ilk defa konferanslara iştirak etm esi ve bâzı 1918 ). Bu vaziyet karşısında A lm anya . ve birleşik devletleri me’m ûriyetlere tâyin edilmesi dolayısı ile, iç­ A vusturya 'nın A m erika timâ! hayat mâkul bir şekil iktisap etm eğe, cümhur reisi Vilson ’a müracaat ederek, mü



Me H m e D V i. târekeye tâlip olmaları, B u lgaristan ’ ın 30 ey­ İtilâ f devletleri, M ustafa Kemâl Paşa'n in lülde Selanik m ütârekesini imzalamağa raec- tahmin ettiği gibi, Mondros mütârekesinin hü­ bûr kalması üzerine, Osmanlı devleti de>mü-, kümlerini diledikleri gibî te fsir ve diledikleri târeke için teşebbüslere girişm iş idi. Mehmed gibi hareket etm eğe başladılar. İtilâf donanma­ VI., bu maksat ile T al'at Paşa kabinesini çekil­ ları ve orduları boğazları İşgâl ettikten başka, m eğe zorlayarak, yerine A hm ed İzzet Paşa İstanbul ’da da askerî bir idâre kurdular. Mem­ 'sın başkanlığında İttihat ve T erak ki fırkası lekette birden-bire türk düşmanı kesilen ekalli­ ile H ürriyet ve İtilâf fırkasının tem sil edildiği yetlerin de türklerin aleyhine türlü taşkınlıklar­ m uhtelit bir kabine kurulmasını te ’min etti, da bulunmalarına müsâade ettiler. Bu suretle İzzet Paşa, İsta n b u l’da esir bulunan İngiliz türkier tahkir edilmeğe ve zulüm görm eğe baş­ generali Townshend vâsıtası ile, İngiltere ’nin ladı. G aliplerin bu hareket tarzı Mehmed VE. ile A kdeniz donanması kumandanı amiral G alth- türk milleti üzerinde farklı te’sirler yapıyordu. rope ’a, mütâreke için, baş.vurdu. Am iralin Mehmed VL, itilâf devletlerince diğer mağ­ daveti üzerine bahriye nazırı Rauf Bey ’in baş­ lûp devletlerin hükümdarları gibi, harp suçlusu kanlığında bir bey’et Mondros 'a g itti. Pâdi­ sayılm aktan ve tahtını kaybetm ekten korktuğu şâh bu hey’ete Ferid P aşa'm n başkanlık etm e­ için, bu devletleri memnun edecek şekilde ha­ si hususunda İsrar gösterm iş ise de, hüküme­ reket etm eği, yâni m illî bir siyâset yerine, tin şiddetli muhalefeti karşısında, İsrarından hânedamn hukukunu göz önünde tutan bir si­ vazgeçm iş ve Rauf Bey hey’etinden bilhassa yâset tâkip etm eği muvafık görüyordu. Bunun hilâfetin, saltanatın ve osmanlı hanedanı hu­ İçin de, her şeyden önce, itilâf devletleri na­ zarında harp suçlusu olan İttihat ve T erakkî ’yi kukunun te ’mini istenm iştir. Osm anlı hey’eti, itilâ f devletleri tarafın­ bertaraf etm ek lâzım idi. Bu sebeble Enver, Taldan kararlaştırılıp, amiral G althrope 'a bil­ ’a t ve Cem âl Paşa 'ların İstanbul ’dan kaçma­ dirilm iş olan m ütâreke şartlarında esaslı hiç ları üzerine, ittihatçıların nufûzu zayıflam ış b ir değişiklik t e ’min edememiş ve mütareke olduğundan, itilâf devletleri donanmalarının metnini 30 teşrin I. 1918’de M ondros’ ta im­ İstanbul ’a gelmesinden iki gün önce, İzzet Pa­ zalam ıştır. Bu m ütâreke ile O sm anlı devle­ ş a ’yı kabinedeki ittih atçı nazırları tasfiye et­ ti boğazları açmağı ve istihkâm larını müt­ meğe z o rla d ı; İzzet Paşa 'nin, kanûn-i esâsiye tefiklere teslim etm eği, türk ordusunu derhâl aykırı olan bu müdâhaleyi protesto ederek, terhis ■etm eği, terh is edilen ku vvetlere âit istifa etmesini müteakip, Tevfik P a ş a ’yı sadr­ silâh , mühimmat, cephane ve nakil vâsıtalarını azam lığa getirdi ( 1 1 teşrin II. 1918). Meh­ m üttefiklerin emrine verm eği, Toros tünelleri med V i. kânûn-i esâsı dışına çıkmamağı esas manzûmesini, bütün dem ir yollarını, telsiz, olarak kabui etm iş olmasına rağmen, İstanbul telgraf ve kabloları m üttefik murakabesine 'dakı itilâf makamları kendisini karşılarında terketm eği ve bundan başka itilâf devletlerinin tek muhâtap tanıdıklarını bildirdiler. V erdik­ em niyetlerini teh dit edecek bir vaziyet h usûle leri emirler, kısa müddetle tahdit' edilmiş geld iği takdirde, her hangi bir noktayı işgâl olup, ültimatum mâhiyetinde idi. Bu sebep­ etm elerini kabûl ediyordu. Türkier, çok ağır le Mehmed VI. kendisini hâl-i esarette say­ şartlar ihtiva etmesine rağmen, mütârekeyi makta idi. Bu şartlar dâhilinde pâdişâh mu­ hakikî bir sulh devri başlayacağı ümidi ile kavem et gösterm eği veya ferâg at etm eği karşıladılar; Osmanlı imparatorluğunun parça­ düşünmeyerek, istenileni yerine getirm eğe lanmasını ve türk olmayan eyâletlerin ayrılm a­ başladı. Nitekim, itiiâ f devletleri makamları sını tevekkül ile kabûl ediyorlardı. Wilson 'un İttihat ve Terakkî 'nin seçtirm iş olduğu mec14 m addelik beyanatında, çoğunluğu türk olan lis-i meb’ûsâmn dağıtılm asını talep edince, topraklarda müstakil bir türk devletinin d e­ pâdişâh meclisi fesh etti ve yeni seçimlerin vam edeceği hususunda itilâf devletleri adına ancak sulhun imzalanmasını müteakip yapıla­ verilm iş olan te ’minâta güveniyorlardı. Yalnız cağını ilân ettirdi. Bundan sonra, aynı baskı Yıldırım orduları gurubu kumandanı Mustafa altında, nâzır ve sadrâzam değiştirm eğe baş­ Kemâl, sadrâzam ve erkân-ı harbiye-i umû­ ladı ve bu cümleden olarak, T evfik Paşa ka­ miye reisi İzzet Paşa 'ya mütârekenin müb- binesinin istifasın ı te’min e tti ve 4 mart 1919 hem veya türlü mânalara gelebilecek büküm­ 'da sadârete Dâmad Ferid Paşa 'yı getirdi. leri ihtiva ettiğin i, bunlar aydınlatılm adığı Yeni sadrâzam ittih atçı düşmanı id i; padişah takdirde itilâf devletlerinin memleketi dile­ gibi, galip devletlerin isteklerine boyun e ğ ­ dikleri gibi işgâl edebileceklerini hatırlattı. mek suretiyle, devletin devamının t e ’ıhin edîFakat bu teşebbüsü alâka ile karşılanm a­ iebileceğine inanıyordu. ,' ''"»V dıktan başka, Yıldırım orduları gurubu d ağı­ İtilâf devletleri pâdişâhın ve başla' Dâmâd tıldı. Ferid oimak üzere, nazırların tevekkül ile



MEHMED VI. her isteklerine m uvafakat ettiklerini görünce, türk m illetinin de bu m uvafakati tasvip ile karşılayacağını' sandılar.' Zâten m illetin bu sırada içinde bulunduğu maddi şartlar da son d erece vahim idi. M em lekette yiyecek, yaka­ . cak ve âsâyiş buhranı var idi. H alk uzun süren seferberlikten bîtap Ve tev ali eden muhârebe. lerden yorgun düşmüş id i; kendisinde harp ede­ cek tâk at kalmamış idi. Bu vaziyetten eesâret alan türk düşmanları ve yabancı matbuat harp esnasında itilâf devletleri arasında Osmanh im paratorluğunun ve bu arada baştan aşağı türk halkı ile meskûn toprakların taksim i hakkında yapıtmış olan muahede metinlerini açıklam aktan çekinmiyorlardı. Namusuna, şerefine, yurduna ve canına kasdedilm ekte olduğunu gören türkler, şartların ağırlığına ve kötülüğüne rağmen, mücâdeleye girm eğe başladığından, T ra k y a ’da ve Anadolu , ’da Müdâfaa-yı hukuk-t m illîye cem iyetleri kurulm ağa başlamış ve ordu birlikleri de bu cem iyetlere destek olmaktan çekinmemiş idi. T r a k y a ’da, yunanlılara karşı, T rakya Paşa-İli Müdâfaay-ı hukuk-ı osmâniye cemiyeti, garbî Anadolu ’da, yine yunanlılara karşı, Redd-İ ilhâk cem iyeti, şarkî Anadolu ’da ermeni teh­ likesine karşı Şarkî Anadolu müdâfaa-yı hu­ kuk cem iyeti, cenûb-ı garbî A n a d o lu ’da italyanlara ve cenubî Anadolu 'da fransıziara karşı da türlü isim ler ile mahallî v e millî müdâfaa teşekkü lleri meydana geldi. İtilâf devletleri millî müdâfaa rûhunun te­ zahürü olan bu teşekküllere hiç ehemmiyet verm eden hareket ettiler. Z3 kânûn I. 19 18 'de A dan a valisi Hâzım B ey mabeyne çek tiği bir telg ra fta fransızların bu bölgede bir ermeni cum huriyeti kurmak için çalıştıklarını bildiri­ yordu. 29 nisan 19 19 ’da italyanlar A a t a ly a ’yı işgal e ttiler. 13 m ayısta yunan ordusu, itilâf devletlerinin m uvafakati ile, İzmir ’ i işgâl etti. Bu hâdiseler ve bilhassa İzmir ’in işgali m em lekette büyük heyecan husule getirip, yer-yer protesto toplantılarının yapılmasına se­ bep oldu. Dâmad Ferid Paşa kabinesi istifâ etti ise de, kabine yine onun tarafından ve daha da uysal kim selerden mürekkep olmak üzere, ku­ ruldu. İzm ir’in işgalinden bir gün sonra, 16 ma­ y ıs 19 19 ’da, 9. ordu kıtaatı m üfettişliğine tâ ­ yin v e pâdişâh tarafından kabûl edilen [ bk. mad, ATATÜRK ] Mustafa Kemâl Paşa, İstanbul 'dan Samsuu 'a müteveccihen hareket ederek, bu şehre 19 m ayısta vardı. Karadeniz ordusu baş-kumandanı general Milne Mustafa Kemâl Paşa 'nın kalabalık bir m aiyet ile A nadolu 'da bulunmasının arzn edilm edikten başka, asker­ lik nokta-i nazarından dahi m esâis’ ne lüzum görm ediğini, binâenaleyh derhal maiyeti ile



birlikte İstanbnl 'a avdeti için emir verilmesini istedi ( bk. Harp tarihi vesikaları dergisi, I, 15 ). M ustafa Kem âl Paşa, bu emre uymadığı gibi, Rauf Bey, A li Fuad P aşa ve R efet Paşa i|e A m asya Ma mülâkat ederek ve Erzurum ’da bulunan Kâzım K arabekir P a ş a ’ nın da muva­ fakatini elde ettikten sonra, A am sya tamimini neşretti. Bu tâmim m illî hâkim iyetin ilk ve­ sikası olup, milletin içinde bulunduğu tehlikeye işâret ve onu teşkilâtlanm ağa dâvet etm ekte idî. Bundan sonra, İstanbul hükümeti Anadolu 'da millî harekâtın tim sâli hâline gelen M ustafa Kem âl 'e karşı şiddetli bir mücâdeleye girişti [ bk. mad. ATATÜRK ]. Onu azletm eğe kal­ kıştı, fak at M ustafa Kem âl, daha azil em­ rini tebellüğ etmeden önce, tne'mûr olduğu vazife İle askerlik mesleğinden istifâ etti. 23 temmuz 19 19 ’da Mustafa Kemâl'in? riya­ setinde toplanan Erzurum kongresinin millî hudutları tesbit etm esi, bu hudutlara vâki her türlü taarruz ve istilâlara karşı •mücâdeleyi kabûl etmesi, İstanbul hükümetinin bu mücâ­ deleyi sevk ve İdâre İmkân ve kudretinden mahrum bulunması hâlinde Anadolu ’da geçici bir hükümet kurulması yolundaki kararı pâ­ dişâhı ve hükümetini endîşeye düşürdü. Mustafa Kemâl Paşa 'nın ve Rauf B ey 'in tev k if edilm e­ leri için emir verildi ise de, bu emirleri yerine getirecek makam çıkm adı. İstanbul hükümeti S ivas kongresinin toplanmasına engel olamaym'ca, toplantı hâlinde iken, Harput valisi A li G âlib vâsıtası ile basılıp, âzasının tev k if edilmesine dâir verd iği em irler ve hazırladığı tedbîrler Mustafa Kemâl Paşa tarafından te ’sirsiz hâle getirildi. Kongre, 4 eylülden 11 eylüle kadar süren çalışm aları esnasında, Erzurum kongre­ sinde tesbît edilmiş olan kararları memleketin bütününe şâmil kıld ığ ı gibi, neticede birbirle­ rinden ayrı çalışm akta olan M üdâfaa-yı hukuk cem iyetleri, „Anadolu ve Rumeli müdâfaa-i hukuk cem iyeti“ adım taşıyan bir teşekkül hâline getirilerek, reisliğine Mustafa Kem âl, seçildi. M ustafa Kemâl millî mücâdeleyi boğ­ mak istiyen sadrâzam Dâmad Ferid Paşa hü­ kümetini istifaya zorlamak için, Anadolu ile İstanbul arasındaki her türlü muhabere ve m ünâkaleyi kesip, 11 eylülden 2 teşrin 1 .’* kadar A n a d o lu ’yu, Anadolu ve Rumeli müdâfaa-yı hukuk cem iyeti reisi sıfatı ile idâ­ re ederek, teşebbüsünde muvaffak oldu. D âmâd Ferid Paşa istifâ ederek, millî mü­ câdele tarafdarlarm ı ih tiva eden A li .R ı­ zâ Paşa kabinesi kurulda. Yeni kabine ikti­ darda kalmak için, A nadolu ile * anlaşmanın zarûrî olduğunu kavradığından, Mustafa Kemâl ile görüşmek üzere, Salih Paşa 'yi A m asya ’ya gönderdi (20 teşrin L 1919). G örüşm eler



MEHMED VI. sonunda verilen karâra göre, İstanbul hükü­ başka dağılm ış bulunan m eclis-i meb’ûsânı da meti millî teşkilâtı ve programını tanımağı ve resmen feshettiler. Bunu müteakip, itilâf dev­ Mectiş-i meb’ ûsâü’ı toplantıya çağırm ağı kabul letlerinin te ’mın e ttiğ i para ve vâsıtalar ile, Anadolu ’da millî teşkilâta karşı isyânlar ediyor, m illî teşkilât da buna karışılk kabine­ çıkartm ağa çalıştılar. Bütün bu çalışmalara ye müzaheret vaadediyordu. Meclis-i meb’ ûsân 12 kânûn II. 1920 ’de top­ rağmen, T ürkiye Büyük M illet m eclisi 23 nisan lanarak, Erzurum ve Sivas kongreleri tarafın­ 1920’de toplanarak, kendi adını taşıyan, bir dan tesbit edilmiş olan millet haklarını Mi- hükümet kurdu. Bu hükümet, A vrup a d evlet­ sâk-ı millî adını taşıyan bir program hâline lerine bir nota göndererek, kuruluşunu haber getirip, kabûl e t t i İtilâf devletleri kuvvetleri, verdi ve kundan böyle tü rk milleti adına tek bu durumdan memnûn olm adıkları için, A li muhâtap kendisi olduğunu bildird i.. T ürkiye Büyük M illet meclisinin kurulmasını Rızâ Paşa kabinesini istifa y a meobûr ettiler ( 3 mart). O ç gün sonra kurulan Salih Paşa, müteakip, O sm anlı hükümetinin iktidarı Istan-kabinesi de hoşlarına gitm edi. 16 m art gecesi, bul ve yakın civarına inhisar etti. K ald ı ki, sabaha karşı, İstanbul şehrini resmen işgâl İstanbul işgâl altında bulunduğu için, bu ikti­ altına alıp, memleketin hamiyetli tanınan mül­ dar da gerçekle itilâf devletlerinin emirlerini kî ve a sk erî me’mûr ve münevverlerinden bir tatbikten ibâret kalm akta idi. Mehmed VI., çoklarını tevkif edip, Malta 'ya götürdüler. millî mücâdeleyi akamete uğratm ak ümidi Meb’uslar meclisinin çalışm alarını da sekteye ile, M ustafa Kemâl ’in idâmı hakkında verilen uğrattıklarından, meclis, müddetsiz olarak, faâ- hükmü 24 mayıs 1920’ de tasd ik e tti ve on­ liyetini tâtil e tti. İşgâl kuvvetleri, bu hare­ dan sonra da kuvve-i inzibatiye veya hilâfet ketlerini, pâdişâhın hükümranlığını korumak ordusu adı ile, İzmit cephesinde m illî kuvvet­ maksadı ile ve ittih atçı eseri olarak kabûl lere karşı dövüşmek üzere, bir ordu kurdu ettikleri Anadolu 'daki m illî teşkilâta karşı ise de, bu teşebbüsler akam ete u ğ ra d ı; itilâf yapılm ış gibi ilân ettiler. Salih Paşa kabine­ devletlerinin yardım ına rağmen, a rtık Anado­ si, itilâ f' makamlarının m illî teşkilât aleyhin­ lu 'da ve Rumeli 'de ve tü rk m illeti nezdinde deki em irlerini yerine getirm ek istem edi­ her türlü nufûz ve itimâdı k ayb ettiği hâlde, ğinden, istifa etti. D evletin ileri gelenlerin­ Mehmed VI. 10 ağustos 1920 Sevres muahede­ den bâzı ■ kim seler Mehmed V I.'e Dâmad sini imzalamaktan çekinmedi. T ürk milletine Ferid P a ş a ’yi sadrazam lığa getirmemesini h ayat hakkı tanımayan, fak at osmanlı haneda­ ihtar e ttiler ise de, o, istediğini sadrâzam nının devâmmı te'min eder görünen bu muahede, yapm akta muhtar olduğunu, dilerse rum veya Mehmed VI. ’in maddî ve mânevî iktidarının ermeni patriğini veya haham-başıyı sadrazam ­ iflâs etm iş olduğunu gösteren yeni bir örnek lığa getirebileceğin i bildirdi (G ö rü p işittikle­ teşkil etti. Son ve büyük taarruz ite, Türkiye Büyük rim, s. 282). 4 nisanda, dördüncü defa olarak, Dâmâd Ferid Paşa kabinesi kuruldu. M illet meclisi ordularının, İzmir ’i alıp, düşmanı Mehmed VI. ’in bu suretle hareketi, İstanbul denize dökmeleri ve İtilâf devletlerinin Mu­ ’ un işgalinden önce, itilâf devletlerinin İstanbul danya mütârekesini imzalamağa mecbur olma­ ’ un türklere bırakılacağını ve saltanat hukuku­ ları ( 1 1 teşrin 1. 1922), Trakya fevkalâde nun gözetileceğini açıklam ış olmalarından ileri kom iserliğine tâyin edilen Refet Psşa ’nın geliyordu. H âlbuki mütârekenin imzalanmasın­ Türkiye Büyük Millet M eclisi kuvvetleri ba­ dan beri ortalıkta dolaşan şayialar bunun aksine şında İstanbul ’a gelm esi ( x8 teşrin I.), ve i d i ; pâdişâh, itilâf devletlerinin İstanbul ’u işgâl görülmemiş şekilde parlak törenler İle halk etm elerine rağm en, kendisine ve hanedanına tarafından karşılanması, Mehmed VI. ’in du­ karşı düşmanca bir harekette bulunmıyacakla- rumunu son derecede gü çleştiıdi. T ürk mil­ rina İnanıyordu. İstanbullun resmen işgali leti kurmuş olduğu yeni hükümeti ile pâdişahüzerine, M ustafa Kemâl P aşa, itilâf devletle­ sız ve halifesiz olarak ve hattâ sultan Meh­ rinin 6 asırlık Osmanlı devletine son vermiş med VI. ’in düşmanlar ile iş-bir!iği yapmasına olduklarını ifâde ederek, memleketi fevkalâde rağm en, vatanın selâm etini te’min etm iş ve salâhiyeti hâiz olmak üzere,- bir meclis seç­ milletin varlığını dünyaya kabûl ettirm iş idi. Bu hâdise, m illette büyük bir tahavvül meydana meğe dâvet etti. Mehmed VI. ve Dâmad Ferid Paşa, bn se­ getirm iş, saltanatın ve hilâfetin lüzûmu 1kal çimi önlemek veya hiç olmazsa gayr-i meşrû m adığma dâir bir kanâat hâsıl olmuş idi. Zâten hâle getirm ek için, şeyhülislâmdan bir fetvâ türk devletinin teşkilât-ı esâsiye kanununda alarak, Anadolu ’daki millî teşkilâta dâhil da hilâfet ve saltanata dâir her hangi bir hü­ kim seleri padişaha ve halifeye âsî gösterip, küm yok idi. Bununla beraber, İstanbul henüz katledilm eleri gerektiğin i ilân ettiler. Bundan işgâl altında bulunduğu için, T ürkiye Büyük



MEHMED VI. -



MEHMED ALİ PAŞA.



M illet m eclisi, saltanat hakkında infâz edem iyeceğı bir karar verm eğe mahal görmüyordu. Mehmed VI., T ürkiye Büyük M illet m eclisi ’nin kendisi hakkında sâhip olduğu tasavvur­ ları öğrenm ek İçin, R efet Paşa ile 29 teşrin l . ’de bir görüşme yaptı. R efet Paşa Türkiye Büyük M illet m eclisi ’nin ve hükümetinin bir şe’niyet olduğunu, dolayısı İle artık İstanbul ’daki hükümetin bir.mâna ifâde etm ediğini, bu hükümetin derhâl dağıtılm ası ve itilâf devletleri ile devam ettirilen münâsebetlerin kesilm esi hâlinde, T ü rkiye Büyük M illet meclisinin sa l­ tanat m üessesesı hakkında müiâyim kararlar vermesinin mümkün olduğunu, şahsî mütâlea olarak, beyân etti. Mehmed VI. m eşrâtî hüküm­ dar olduğunu belirterek, hükümeti dağıtam ıyacağm ı bildirdi. Bu sırada, itilâf devletleri­ nin Lausane sulh konferansına Türkiye Büyük M illet meclisi ile birlikte İstanbul hükümetini de dâvet etmeleri ve biı dâvetin İstanbul hü­ kümetince kabûl edilmesi, Türkiye Büyük Milletm eclisinde büyük asabiyet uyandırdı. Böyle bir hareketin ihânet sayılacağı v e itilâf dev­ letleri İstanbul hükümetini d âvette İsrar ettik­ leri takdirde, T ürkiye Büyük M illet meclisinin Lausane konferansına iştirâk' etm eyeceği ifâde edildi. Böyle bir hava içinde, Türkiye Büyük Mil­ let meclisi, saltanat m üessesesinin durumunu müzâkereye ğirişti. Mesele saltanat İle hilâfe­ tin ayrılm ası şeklinde ortaya konuldu. Muhafa­ zakâr m illetv ek ille ri Mehmed V L’ i f e d â edip, saltanatı kurtarmak tarafdarı idiler; fak at baş­ larında A ta tü r k ’ ün bulunduğu inkılâpçı zümre yeni türk ' devletinin kurulması ile beraber, saltanatın da fi’Ien kalkmış olduğuna, binâena­ leyh bu cihetin usiılü veçhile ifâde edilmesi icâp ettiğin i müdâfaa ettiler. Neticede 1 teşrin II. I922 ’de T ürkiye Büyük M illet meclisi hilâfet ile saltanatın ayrılm ış bulunduğuna ve salta­ natın tarihe karıştığına dâir bir kanun kabûl etti. Bu kanun, İstanbu l'daki hükümeti gayr-i meşrû bir durumda bıraktığından, R efet Paşa, itilâf devletleri kom iserlerine müracaat ede­ rek, İstanbu l’daki idâreye, T ürkiye Büyük Mil­ let Meclisi hükümeti adına elkoyduğunu bil­ dirdi. İtilâf devletleri, T ü r k iy e ’nin iç işlerine müdâhale etmemeğe karar verdiklerinden, sadr­ âzam T evfik Paşa hükümeti 4 teşrin İL ’de V abîdeddin 'e istifâsını verdi. Mehmed VI., yeni bir sadrâzam seçmemek ite, T ürkiye Büyük M illet Meclisinin irâdesine boyun eğm iş oldu. Türkiye Büyük M illet meclisi hilâfeti muhafaza etme­ ğe karar verm iş bulunduğu ve bir halife de seçmemiş olduğu için, Mehmed VI. halife ola­ rak kalabileceğini Bir aralık tahmin elti ise de, m atbuatta şahsı hakkında sert yazılar



yazılm ası, 10 teşrin II. ’de cumâ selâm lığın­ da yalnız bırakılm ası, m illî mücâdeleye aleyhdarlığt ile tanınmış Peyâm -ı sabah baş-muharriri A li K e m â l’in İz m it’e kaçırılm ası üze­ rine, emniyeti İçin endîşeye düştüğünde», 17 teşrin II.'d e general H arrin g to n ’un yardımı sa­ yesinde bir İngiliz zırhlısı ile, İstanbul ’dan kaçtı. Ertesi günü T ürkiye Büyük M illet meclisi Meh­ med VI. ’i halifelikten de ıskat ederek, yerine Abdülm ecid Efendi 'yi, büyük bir ekseriyet ile, halifeliğe seçti. Mehmed VI. evvelâ M a lta ’ya gitti. İngilizlerin yardımı ve araplann teveccühü ile hali­ feliği şahsında devam ettirebileceğin i sanıyor­ du. Melik Hüseyin 'İn daveti üzerine Mekke ’ye gidip, orada hilâfet ile saltanatın ayrılmasının şerîate aykırı olduğuna dâir İslâm âlemine bir beyanname neşretti. F akat bu beyannamenin hiç bir te ’siri görülmedi. Bundan sonra Meh­ med VI. Mekke ’yi terkedip, San Remo ’ya gi­ derek, orada yerleşti ve 16 mayıs 1926 'da öldü. B i b l i y o g r a f y a '. Jaeschke, T ü rk inkılâ­ bı tarihi kronolojisi 1918— 1923 ( t r k . trc. N. R. A k su ) , İstanbul, 1939 5 Tarih vesikaları ( İstanbul, 1941 ) , I ; Harp tarihi vesikaları der­ g isi ( A nkara, 1952 ), I ; Islâm A nsiklopedisi, mad. ATATÜRK ( İstanbul, 1949 ) ; Tarih I V ( nşr. T T K ), İstanbul, 1931 ; H arry N. Howard, T he partition o f Turkey ( 1931 ) ; Y . H. Bayur, Türkiye devletinin dış siyâseti (İstanbul, 1942 ) ; A li Fuad Türkgeldi, Görüp işittiklerim (A n k ara, X949) ; Maurice P e rn o t,L a Question turque (P a r is , 19 2 3 ); A li Fuad Cebesoy, M illî mücâdele hâtıraları ( İstanbul, 1953)1 A li Fuad Türkgeldi, M ondros ve Mudanya m ütârekeleri tarihi (A n k a r a , 1948); Paul G entizon, Mustapha Kem al ou F Orient en marche (Varis, 1929). ( E n v e r Z îy a K a r a l . ) M EH M ED A L İ P A Ş A . MUIdAMMED 'A L İ P A Ş A , K a V A L A L I (180 5— 1848), tanınmış M 1 s 1 r v â 1 i s i ve ve bir kaç yıi önce .( tem ­ muz 1952) Iskat edilen M ısır hükümdar h a ­ n e d a n ı n ı n k u r u c u s u . 176 9 ’da K avala ’da doğdu ( doğum tarihini 1770 olarak ve­ renler de vardır ; zamanında yapılan bir ma? dalyada başlangıcı 27 m ayıs 1770 olan 1184 h’crî senesinde K a v a la ’da doğduğu tasrih edilm ektedir; bk. G aston W iet¡ Mohammed A li et les beaux-arts, D â r a l-m a â rif, levha 1 ; K arim Ş â b it, Muhammed 'A lî, 9. 10 ). Bâz, eserlerde arnavut olduğu k ayıtlı ise de, M ısır hidiv hanedanı dâima türk olarak telakki edildiği gibi, hânedân ferd leri de kendile­ rinin türk soyundan geldiklerini söylerleı ( bk. al-A m ira Ş ivak âr, B itâdî, arap. trc. A . Murâd, s. 17 ). [M ehm ed A li âilesini yakındar



MEHMED ALİ PAŞA. tanıyan Mehmed A rif, 'Ihar aUhaşar f i 'l-karn al-şaliş ‘ aşar, İstanbul la b ., s. 30 v.d. ’da Meh­ med A li Paşa ’nın ecdadını Konya ’dan Kavala ’ya gelmiş olarak gö sterir ve bnnn bizzat İbra­ him P a ş a ’dan duyduğunu söyler. A yn ı müellif ( s . 13 ) İbrahim P a ş a 'y i Mehmed A li ’nin üvey oğlu zannedenlerin yanıldığını sö yler ve »İb­ rahim Paşa Mehmed A li P a şa'n m sulbı oğlu­ dur“ der ]. Mehmed A li K avala ’nm bekçibaşısı bulunan babası İbrahim A ğ a ’yı henüz küçük y a şta iken kaybetti ve K avala müte­ sellim i amcası Tosun A ğ a ’nın himayesine gir­ di, fak at bir müddet sonra Tosun A ğ a ’nın hü­ kümetin emri ile idâm edilmesi üzerine de, ha­ m isiz kaldı. Bu suretle genç yaşında, hayatın her türlü acılarını tadarak, olgunlaştı. Bu sıra­ larda K avala ’da tütün ticâreti ile iştig âl eden Léon adlı bir franstz tâcirine intisap ederek, önce onun postacısı, sonra da sim sarı oldu. 18 yaşlarına doğru askerliğe intisap ederek, büyük­ lerinin dikkatini çekm eğe başladı. Bu esnada K avala hâkiminin akrabasından dul ve zengin b ir kadın ile evlen di; bu suretle askerlik hiz­ metini yaparken, aynı zamanda, tütün ticâreti ile de uğraşm ak im kânını buldu. M ıs ır’ı işgâl eden Napoléon kuvvetlerini buradan çıkarm ak üzere, Osm anlıların, ingiUzlerİn de. yardımı ile, gönderdikleri ordu birlikleri arasında K avala hâkiminin hazıriad iğ ı ask erî bir k ıt’a var idi ; Mehmed A li de, bu k ıt’amn kumandan muâvini olarak, M ısır 'a geldi. Kumandan, sıhhî durumu dolayısı İle, mem leketine dönmek m ecbûriyetinde kalınca, Mehmed A li Kavala askerinin başı oldu. Bu ve sîle ile osmanlı ordusunun fransızlara karşı y ap tığı m ücâdeleyi gördü ve iki ordu arasın­ daki farkı anladı. Bu intibalar Mehmed AH 'yi A vrup a ilim ve tekniğine m eylettirirken, ken­ disine O sm anlı imparatorluğunun zaafım da gösterdi. BÖylece Mehmed A li ’nin imparator­ lu ğ a karşı olan bağlılık hisleri yavaş-yavaş azalm ağa başladı. Napoléon 'un M ısır seferi neticesinde köle­ menlerin en sebatlı ve irâdeli unsurları mah­ volmuş idi. Mehmed A li bu durumdan lâyıkı ile istifâde etmesini bildi. Kölem enleri Osm an­ lIlara, arnavutları kölemenlere karşı kışkırta­ ra k , meydana gelen kargaşalıkları kendi lehine kullandı; halkın muhabbetini kazandı. Zekâ ve kudreti sayesinde, çevirdiği entrikalar ile M ısır ’ın son valileri bulunan can düşmanı H usrev [ bk. mad. HUSREV P A Ş A ], T âhir, A !i ve Hurşid P a ş a ’la n bertaraf ettikten sonra, halk tarafından desteklendi ve M ıs ır’d a hemen-hemen m üstakil bir şekilde idareyi eline aldı. Bu vazıyet karşısında Bâb-ı âlî, muayyen vergisini verm ek ve H ic a z ’ı ellerine geçirm iş



567



bulunan Vehhâbîleri tenkit etmek şartı ile, Mehmed A li ’nin Mısır vâliliğini tasdik etmek m ecbûriyetinde kaldı ( 1805 ), B âbıâlî Mehmed A li ’nin kölemenlerden daha tehlikeli olduğunu çabuk anladı ; Selanik ve yahut G irit vâliliklerinden birinin tevcihi ile, onu M ısır’dan uzaklaştırm ak istedi (1 8 0 6 ); .fakat muvaffak olamadı v e hemen akabinde zuhür eden rus harbi ve bir çok dâhilî ve ha­ ric î gâileler, M ısır hâdiselerine daha cezrî bir şekilde müdâhale etmesine mâni oldu. K ısa b ir zaman sonra da çıkan bir fırsat, zâhiren de olsa, Mehmed A l i ’nin sâdık ve ka­ biliyetli bir bende olduğunu gösterdi. Mehmed A li kendisini hâricde tanıtan ve pâdişâh nezdinde kendisine büyük itib âr te ’min eden ilk askerî m uvaffakiyetini İskenderiye’yi işgâi eden in gilizlere karşı kazandı ( 1807 ). İngilizler, daha 1803 tarihinde, M ısır’dan çekilirlerken, kendileri ile anlaşan a l-A lfi B ey 1 beraberlerin­ de götürm üşlerdi. a l-A lfi, bir İngiliz harp gem isi ile, M ısır ’a döndü ( şubat 1804 ) ve İngiltere *nin yardım ı ile, M ısır ’da nufûzunn kuvvetlendirm e­ ğe, Mehmed AH aleyhine çalışarak, İngiliz istilâ­ sına zemin hazırlam ağa başladı. Bu sıralarda a l-A lfi ve ondan bir müddet evvel yine kuv­ v e tli bir kölemen beyi olan al-Bardisi öl-i müşler ise de, umûmî siyâsî durum ingilizlerin çok lehinde idi. Osm anlı imparatorluğu, M ısır ’a karşı yapılacak bir istilâyı durduracak halde olm adığı gibi, Napoléon d a Rusya— Prusya or­ dularına karşı çetin b ir harbe girişm iş bulu­ nuyordu ; kölem enler ile mücâdele hâlinde olan Mehmed AH ise, M ıs ır’da hâkimiyetini henüz tam mânası ile kuramamış idi ; ingilizler, mart, başından itibâren, M ısır sahillerini bir kaç defa yokladıktan sonra, amiral L e w is ’in idaresinde, bulunan donanma İskenderiye limanına girdi ( 17 mart ). Bu istilâ hareketinin yapılmasında büyük bir rolü bulunan İngiliz konsolosu Missett, İskenderiye muhafızı Emin A ğ a ( Bey ) ile anlaşmış idi. Bu yüzden, Bâbıâli ’nin ikazı üzerine, Mehmed A li tarafından gönderilen tak­ viye k ıt’aları muhafız tarafından redd ( Topkapısarayı arşivi, E. 1575 ) ve şehir sözde ka­ bul edilen bâzı şartlar ile teslim edildi ( z ı m a rt). G eneral F ra s e r’in kumandası altında bulunan kara kuvvetleri 6.000 kişiden ibaret idi ; ancak in gilizler kölemenlerin kendilerine iltih âk edeceklerini kuvvetle ümit ediyorlardı. Mehmed A li bu sırada a l-A lfi B e y ’in tarafdarlart ile m ücâdelede idi. İstilâ haberini alıralmaz, derhal kölemenler ile an la ştı; Şa’ i d ’in. idaresini, haracını te’diye etm ek şartı ile, onlâra terkederek, K a h ire ’ye döndü. K ölem enlerde bu pek kolay elde edilen m u o ffa k iy e t ile iktifa ederek, ingilizlerin tekliflerine icâbet etm ediler



MEHMED ALİ PAŞA. itj martta W aûcbope’ un kumandasında 1.400 ki­ şiden müteşekkil bir birlik, Reşid şehrini zap tet­ mek üzere, Harekete geçti. Fakat Reşİd muha­ fızı selântkii A li Bey 700 mevcutlu k ıt’asım ve Halkı müdâfaaya Hazırlamış idi. İngilizler A li Bey ’in hazırladığı pusulara düşerek, kumandanları da m aktuller arasında olduğu hâlde, 5— 600 ölü, yaralı ve esir vererek, İskenderiye 'y e ric’at ettiler. D iğ er taraftan, K ahire ’de bilhassa nak ib al-aşrâf Sayyid 'Umar Makram, halkı müdâfaaya teşvik etmek hususunda, Mehmed A li ’ye büyük yardım larda bulundu. al-A zhar ’de tedrisat tatil edilerek, halk ve talebe cihâd için hazırlandı, K ah ire tahkim edildi. G eneral Fraser, bu Hezimetten sonra, ikinci bir teşebbüste daha bulundu. G eneral S tu a rt ’1, büyük toplar ile m ücehhez 4.000 mevcutlu bir ku vvet ile, yeniden R eşid’ in zaptı İçin gönder­ di. Reşid teslim olmağı reddettiğinden, şid­ detle bombardıman edilmeğe başlandı ( 7 ni­ san). Fakat Kahire 'de müdâfaa tertibatını ikmâl eden Mehmed A li, kethüda Topuz-oğlu ’nun ku­ mandasında 4.000 piyade, 1.500 süvariden mü­ teşekkil bir kuvvet ile, R e ş id ’in im dadına ye­ tişti. Topuz-oğlu, ingilizleri al-Hammâd mev­ kiinde perişan etti (M ehm ed  li 'nin 27 sa ­ fer 1222— 6 mayıs 1807 tarihli takririnde İn­ giliz zayiatının, makiûl, mecrûh ve esir olmak üzere, ¿.685 kişiye bâliğ olduğu bildirilm ekte­ dir, Topkapısarayı arşivi, E. 1753 ). Stuart da, bu m ağlûbiyet üzerine, sür’atle İskenderiye ’ye çekilm ek m ecburiyetinde kaldı. Ümit edilen kö­ lemen yardım ı te ’min edilm ediği gibi, ingilizler de M ıs ır’a takviye kuvvetleri gönderem ediler; A vrup a ’da siyâsi vaziyet birden bire değişm iş, T ılsit muahedesi akdedilm iş idi (tem m ûz 1807 ). G eneral Fraser, bu durum karşısında, yeni kuv­ ve tler ile İskenderiye önlerine gelen Mehmed A li ile, M ısır 'ın tahliyesi, İngiliz esirlerinin lâdesi, ingilizleri tutmuş olan m ısırlıların affı v. b. şartı ile, 5 maddeli bir anlaşma akd etti ( 1 1 receb 1222 = 14 eylül 1807) ve hemen İsken­ d e r iy e ’den çekildi ( 1 9 eylül j. Bıı anlaşma, Osmanlı devleti in gilizler ile harp hâlinde olmasına rağm en, doğrudan-doğruya Mehmed A li ile yapılm ış idi. F akat Mehmed A li bu­ nunla kendisine şüpheli nazarlar ile bakan-Bâbıâ lî’den başka, ileride bütün em ellerine sed çekecek olan bir düşman daha kazandı. Bu­ nunla berâher, Bâbıâfî, bu başarıyı takdir eder gibi göründü. 1806 ’da İstanbul ’a rehine ola­ rak gönderilen oğlu İbrahim Bey ’i M ısır ’a iâde ettiği gtbi,:İskenderiye ve R eşid m uhafızlıkları­ nı da ilâveten kendisine tevcih etti. Mehmed A li bu zaferi ile, Mısır 'daki İngiliz emellerine kuv­ vetli bir darbe indirm iş ve Bâbıâlî 'nin isten i­ len anda azledilen bir valisi olmaktan çıkmış idi.



Mehmed A li, ingilizleri Mısır 'dan çekilm eğe icbâr ettikten sonra, Hicaz 'da V eh hâbîleri [b. bk,] tenkil etmek üzere, harekete geçti. Daha 1807'de Bâbıâlî İbrahim B e y ’i defterdar sıfatı ile iâde e,derken, bu mühim m eseleyi de kat’î olarak, M ehmed A l i'y e havale etti. F akat o, B âbıâlî'n in bütün İsrarlarına rağmen, bu işi cid­ dî b ir şekilde ancak M ıs ır’da nufüzunu iyi­ den-iyiye te'min ettikten sonra, ele aldı ( 1810 ). Mehmed A lı aleyhindeki dedi-koduları önle­ mek maksadı ile, bizzat pâdişaha hitaben y az­ d ığı ( bu hak kendisine verilm iş idi, Topkapısarayı arşivi, E. 860 ve mCif uf1arı ) arîzalarında büyük bir sadâkat ve ubûdiyet gösteriyordu ( Topkapısarayı arşivi, E. 3928 ) ; fak at bu se ­ feri, Bâbıâlî 'nin her türlü emirlerine münkad bir valisi sıfatı ile değil, m addî ve manevî ba­ kımdan, kendi nufüzunu yükseltm ek için yaptı. Elindeki bütün imkânları s a r fe ttı; mal ve can kaybına bakmadan, bu harbi kazanmağa var kuvveti ile çalıştı, Muhammed b. !A b d al-V ahhâb ile başlayan ( 1744) Vehhâbî meselesi, onların bu sırada Basra körfezini, Irak '1 ve hemen-hemen bütün arap yarım -adasm ı nufûzları altına almaları ve büyük arap a şiret­ lerini kendi taraflarına çekm eleri neticesi olarak, son derece tehlikeli bir şekil almış idi. İslâm âleminde a rtık hacc îfâ edilemiyor­ du. Mehmed A li, askerî kuvvetinden bir Za­ man mahrum kalacağı için, son bir ted­ bir olarak, M ısır ordusunun mukaddes bir va­ zifeyi îfâ etmek üzere, hareketi ve oğlu Tosun Ahmed Paşa ’ya ordu kumandanlığının tevcihi münâsebeti ile yapılan merasime dâvet e ttiğ i kölemen rüesâsını kalede kılıçtan geçird ikten sonra (470 kölemen beyi öldürülmüş i d i ), 7.000 piyade ve 3.000 seçme süvariden müte­ şekkil ordusunu harekete geçird i. Piyade k ıt’aları gem iler ile ( eylül ), süvariler de Ak&ba yolu ile, karadan harekete g eçtiler ( teşrin II.). Mehmed A li, hâricden kereste getirtm ek mec» bûriyetinde olmasına rağmen, kısa bir zamana zarfında ordusuna nakledecek donanmayı ha­ zırlam ış idi. R ivâyete göre, bu gem ilerin in­ şâsında lüzûmiu nakliyâtı yapm ak için, 18.000deve kullanmış idi. Mehmed A l i ’nin y ap tığı harplerin belki d e : en çetini olan bu savaş çok m uhtelif safhalar gösterdi. Yanbu: ’ un zaptı ve Bedr muharebesi (kânûn H.: 1812 ) kolaylıkla kazanıldı ise de, al-Şafra geçidinde ( Cudayda boğazı ) tahas­ sun eden Vefahâbîlere karşı girişilen ta a rru z : hezim et ile neticelendi. M ısır ordusu m evcû -' dunun yarısından fazlasını kaybetti. Fakat Mehmed A lî y ılm ad ı; H ic a z ’a yeni ku vvetler gö n d erd i; arap aşiretlerini kendi tarafına ■ celbefm ek için, çok para sarfettı. Uzun bir



MEHMED ALİ PAŞA. dinlenme devresinden sonra, h arekete geçen M ısır ordusu M ekke ’yi zap tetti ( kânfin II. 1813). Bu hâdise İslâm âleminde büyük akis­ ler uyandırdı. Mehmed A li'n in adı her tarafa yayıldı. Fakat bu yılın da başarısı bundan ibâret kaldı. Bu vaziyet Mehmed A li 'nin bu sefer için, büyük bir cid d iyet ve teenni ile hazırlanmasında ne kadar haklı oldu­ ğunu gösterdi. Bu durum karşısında, Meh­ med A li, bizzat Hicaz ’a giderek ( ağustos 1813), cezri tedbirler a ld ı; bu arada Mekke emîri Ş e rif G alib azledilerek, yerine Y ah ­ ya getirildi. B izzat yaptığı bâzı taarruzlar (K u n fu za , 14 mart 18 14 ) m uvaffak!yetsizlikle neticelendi ise de, Su Üd b. 'A b d al-‘ A z iz ’in ölümü (n isan 1814) Vehhâbîlerin azmini k ır­ dı. Kethüda Mehmed L â z-o ğ lu ’nun gönderdi­ ği yeni kuvvetler, Bass ve Taraba arasında toplanan Vehhâbîleri büyük bir m ağlûbiyete uğrattılar ( kânÛn II, 1815 ). Bu muharebe Vehhâbî seferinin en mühim va k’ası ve Meh­ med A li 'nin istikbâlini te ’min eden başlıca m uvaffakiyetlerinden biri oldu. A n ca k bu sı­ rada M ıs ır’da kethüda Laz-oğlu ile Bâbıâlî ’nin paşa unvanını tevcih ettiği L âtif Paşa 'nin aralan açıldığından, Mehmed A ti geri dönmek mecbûriyeiinde kaldı. Hemen akabin­ de de babasının yerine Vehhâbîlerin başına geçen ’A b d A U â h sulh talebinde bulundu ( e y ­ lül 18 15 ). Fakat Mehmed A l i ’nin şartları çok ağır olduğundan, müzâkerelerden bir netice alınamadı. Bu arada Tosun Paşa da Mısır 'a döndü (te şrin II. 1815) ve bir müddet sonra orada öldü, Vehhâbî seferinin ikinci hamlesi İbrahim Paşa [ b. bk.] 'nin kumandası altında olduğu hâlde başladı (5 eylül 1816 ). al-Rass muha­ sarasında oldukça ağır zayiat vermiş olmasına rağmen, ‘Unayza ve al-Şakrâ’ kasabalarını alarak, Vahhâbîlerin hükümet merkezi bulu­ nan al-Dar‘iya yolunu açtı ve a ltı ay kadar süren bir muhasaradan sonra, burasını da zaptederek, !A bd A llah b. S u 'ü d ’u esir e tti ( 9 — 10 eylül 1818 }. A b d A llah, bâzı Vahhâbî reisleri ile birlikte, önce M ısır'a, sonra İstanbul 'a gön­ derildi ve burada idâm edildi ( 37 şubat 1819). İbrahim Paşa, bu yeni alman yerlerde kâ­ fi m ıkdarda askerî kuvvet bıraktıktan sonra, M ısır'a döndü' ( 9 eylül 1819). Kendisine Hi­ caz ve H abeş valilikleri tevcih edilmek su­ retiyle taltif edildi ( bu yerler daha önce kar­ deşi Tosun ’a verilm iş i d i ). Bu harp netice itibârı ile Mehmed A li için, büyük bir mu­ vaffak iyet idi. K ızıideniz limanlarına giden ticâ ret yolları, kendi lehine olmak üzere, açıldı. Hacc yolu emniyet altına alındı. Mehmed A li bundan dolayı İslâm âleminde büyük bir



S69



şöhret ve itibâra nâil oldu. A vrupa ilk defa M ıs ır’ı mühim siyâsî bir unsur olarak dik­ kate aldı. Mehmed A li aynı zamanda ordu­ sunun yenileştirilm esine engel olabilecek bir. çok başı-bozuk askerinden de kurtuldu. Kızıldeniz tamâmiyle, Basra körfezi ise kısmen Mısır valisinin nufûzu altına girmiş oldu. Tabiatiyle bu durum Ingiltere 'yi Mehmed A li 'nin b ir kat daha düşmanı hâline getirdi,; Mehmed A li, Vehhâbî harpleri biter-bitmez, hemen sistem li bir şekilde Sudan 'in istilâsına girişti. Sudan Mehmed A li 'ye Vehhâbî harp­ lerinden çok daha kü lfetsiz bir lokma olabile­ cek, lüzumlu insan ve diğer maddî kaynaklar bakımından, onu esaslı hir şekilde d estekleye­ cek idi. Bundan başka, S u d a n ’ ın zaptı ile Nil vadisinin tevhidi te'min edilecek, cenupta top­ lanmağa başlayan son kölemen kuvvetlerini de yok etm ek kabil olacak İdî, A ltın ve elmas mâ­ denlerinin keşfi, köle ticâreti, sudanlılardan as­ ker te'm ini, Sudan ticâret yollarının ele geçi­ rilmesi bu fetih ile t ’emin edilecek m enfaatler­ den idi. Bu harekât osmanh pâdişâhının izin ve müsâadesi ile yapılm akta idi. Sudan ’m istilâsı iki koldan yapıldı. Mehmed A li ’nin üçüncü oğlu İsmail Paşa kumandasında asıl büyük kol Dunkala ( Dongola ) üzerinden cenuba, defterdar Mehmed B ey kumandasındaki diğer kol da doğrudan-doğruya Kördofan’a inecek idi. Ordunun yiyecek ve ağırlıkların ı nakletm ek üzere, riva­ yete göre, binlerce deve ve kayık hazırlanmış idi. O rduya Mehmed A li lehinde propaganda yapm ak üzere, din adamları, mâden ve bilhassa altın aramak için m ütehassıslar ve ecnebi zâbitlerî katılm ışlardı. İki kolun mevcûdu 10.000 kadar idi. O rdu 18— 20 temmuz 1820 tarihlerin­ de harekete geçti. Dunkala ’da kölemenlerin mukavemeti görülm edi; bunlar, Şandi hâkimi­ ne iltica etm ek istediler ise de, kabûl edilme­ diklerinden, Sudan kabileleri arasına dağıldılar. Bu suretle son kölemen bakiyeleri de yok edilmiş oldu, ilk; ciddî mukavemet al-Şaylpya kabilesinin merkezi olan K orti 'de başladı. Kabîle büyük bir mukavemet gösterdi, fakat sonunda ateşli silâhların faikıyeti karşısında münhezim oldu. Kaynaklarda bunların göster­ dikleri cesaretin dünyanın en iyi süvârisi bulu­ nan türkleri bile hayran bıraktığı zikrediliyor; M ısır ordusu, bundan sonra yürüyüşüne de­ vam ederek, sırası ile, Barbar ( 10 mart 18 2 1), Umm Durman ve bugünkü Hartum mevkiine vardı (28 m a y ıs ). Sennâr tarafr la n da zaptedildi (1 2 haziran ). B ir müddet sonra, İbrahim Paşa da, yardımcı- kuvvetler ile, buraya gönderildi (2 2 teşrin I. 18 2 1). Bi­ rinci kol ikiye a y r ıld ı; İbrahim Paşa, al-Dtnka bölgesini zap tettikten sonra- hastalığı da-



57«



MEHMED ALİ PAŞA.



iayısı ile, avdet e tti. İsmail Paşa da altın damarları bulunduğu tahmin edilen Fazögli bölgesini istilâ etti ( kânun II. 1822 ). İsmail Paşa, bir müddet sonra, askerin sebep olduğu bir isyân hareketini bastırm ak üzere, geri döndüğü zaman, daha önce tah kir etm iş ol­ duğu Şandi reisinin sûikasdine kurban gitti ( teşrin I.— II. 1822 ). Bu ihânetin müthiş bir şekilde intikamı alındı. D iğer kol da, D arfur sultanının kuvvetlerini mağlûp ederek, mer­ kezleri al-A byaz '1 istilâ etti. Yeni fethedilen bu muazzam sâhalar ,,Hukum dâr-ı Sudan“ unvanlı bir vâüye bırakıldı. Sür’ atle inkişâf ederek, mühim bir ticâret ve A frik a ’nın işlerine yapılan keşifler işin bir merkez hâline gelen Hartum, bu ülkenin aynı zamanda idârî merkezi oldu. Mehmed A ti ’nin son devirlerinde Sudan 7 m üdiriyete taksim edilmiş idi. Sudan 'ın ilhâkı ile, Mehmed A li ’nin nufûz sahası Basra körfezinden Libya çölüne, Sudan 'dan A kdeniz 'e kadar g e n işle d i; bu, A v r u p a ’nın yarısına muâdil bir sâha İdi. Burada zirâat şok geliştirild iği gibi, mâden aramağa da büyük bir ehemm iyet verildi. Bu­ raların M ısır ile muvâsalası esaslı b ir şekilde düzenlendi, posta işleri tanzim e d ild i; Hartum ’dan başka, Kasalâ ve Fâmka şehirleri de ku­ ruldu; S u d an 'ın iki mühim limanı Suvakin ve Muşavva' da Mehmed A li ’ nin idaresi altına girdi. Bu sıralarda Osm anlı devleti, yunan ih tilâ­ lini tenkil edemediğinden, isyân A kdeniz ve E ge denizi adalarına da sirâyet etm iş idi. Mehmed A li Bâbıâlî 'den A kdeniz rum korsanlarının takibi emrini aldı. Zâten bu yüzden M ısır ticâ­ reti de zarar görm eğe başlamış idi, 16 gemiden müteşekkil küşük bir filo İsmail Bey ’ in, 800 kişiden ibâret bir ku vvet de Topuz-oğlu 'nun kumandası altında olduğu hâlde, bu gâye İle, sefero şıktı. Rodos sularında bâzı tenkil ha­ reketlerinde bulunduktan sonra, Çanakkale bo­ ğazında osmanlı donanması ile tem âsa geçti ve G irit seferine hazırlanmak üzere, İsken­ d e riy e 'y e döndü (m a rt 1822). Filhakika bir müddet sonra, 5.000 kişiden m üteşekkil bir M ısır ku vveti G irit 'e sefer etti ( haziran 1822 ) ve buradaki isyân hareketini tam im iyle bastırdı. Mehmed A li bu başarılan üzerine, padişahtan Mora valiliğinin de ilâveten uhde­ sine tevcih edilmesi şartı ile, rum ihtilâlini bas­ tırması hususunda emir aldı. Bu gâ y e için ha­ zırlanan M ısır kuvvetleri, İbrahim Paşa kuman­ dası altında olduğu hâlde,' İskenderiye ’ den ay­ rıldı { 1 9 tommûz 1824). Bu kuvvetler G i r i t ’e g itti ve ancak 5 ay sonra Modon ’a çıktı ve isyan hareketini tenkile başladı. İbrahim P a şa ’nın bun­ dan sonraki kara harekâtı sür'atle inkişâf e t t i ;



Kalam ata, A rk a d y a ve Mora 'nın merkezi bulu­ nan Tripolitza (h a z ira n ) ve b ir az sonra da P atras zaptedildi. İbrahim Paşa, bundan son­ ra, Missolonghi 'nin muhasarasına yardım a g it­ ti ( şubat 1826 ). Burası da, Mısır ku vvetleri­ nin gelm esi üzerine, kısa bir muhasaradan sonra zaptedildi. Mora ihtilâli hemen-hemen sönmek üzere bulunduğu sırada, vazıyet yu­ nanlılar lehine gelişti. Bilhassa Rusya ve İn­ giltere meseleyi ciddî olarak ele aldı. D iğer taraftan Mehmed A li yunan ihtilâlinin söndü­ rülm esi ile te'min edeceği kazaneı düşünerek, oradaki kuvvetlerini ikmâl e ttiğ i sıralarda, İn­ giltere, Rusya ve Fransa Mora 'daki harekâtı durduracak bir anlaşmaya vardılar ve donan­ malarını Mora sularına gönderdiler. D evletle­ rin sağlamak istediği mütâreke tahakkuk edeme­ di ve üş devletin donanması N avarin 'de bulunan Osm anlı ve M ısır gem ilerini yaktılar ( tafsilât işin bk. mad. İBRAHİM P A Ş A ), Mehmed A li yu­ nanlıların neticede istiklâllerini kazanacaklarını ve Mora 'nın elden gideceğin i a n la d ı; Mo­ r a ’daki Mısır kuvvetlerinin ikmâlini de, do­ nanmasının yakılm ış olması dolayısı ile, te’min edemeyeceğini gördü. Bundan başka fransizların M o ra 'y a asker çıkarm aları ve İngiliz do­ nanmasının M ısır sahillerini abluka ve tehdit etmesi üzerine, rum ve M ısır esirlerinin kar­ şılıklı lâdesi, M o ra ’da m uhtelif m ıntakalarda 1.200 kişilik bir kuvvet bırakılm ası şartı ile, in gilizler ile anlaştı ve ordusunu çekm eği kabûl e tti ( 6 ağustos 1828 ). M ısır kuvvetleri bu anlaşmadan sonra, M o ra ’dan ayrılarak, 10 teşrin 1. tarihinde M ısır ’a döndü. Mehmed A li ’nin pek çok can kaybına, büyük m asraflara ve donanmasına mâl olan Mora seferinden G irit adasından başka bir ka­ zancı olm ad ı; fak at buna mukabil M ıs ır ’ın mânevi nufuzu arttı. Hemen-hemen m üstakil bir hükümdar gibi, B â b ıâ lî’ nin bir tavassutu olmadan, A vrupa d evletleri ile anlaştı. Bun­ dan başka Mısır ordusu yeni harp usul ve vâ­ sıtalarını tatbik etm ek imkânını buldu ve so­ nunda onu istiklâl hareketlerine teşvik eden en mühim hâdiselerden biri ' vukûa geldi. Mehmed A li, bu vaziyetin te ’siri ile, türk — rus harbinde yolun uzaklığını, donanmasının mahv­ olduğunu, M ısır ve Suriye 'de s â rî hastalık­ ların münteşir bulunduğunu bahane ederek, istenileu yardımı yapmadı. Kendini Osm anlı devletinden kuvvetli hissetm eğe ve istiklâlini sağlayacak m eseleler peşinde koşm ağa başladı. Fransa onu, İngiltere 'y e karşı, bir m üttefik olarak bağlam ak istiyordu. Mehmed A li 'ye kazançlı bir iş teklifinde bulunarak, kendi­ sine m üstakil b i r ' d e v le t reisi muâmelesi yaptı. Fransa, C e z a y ir ’de kırılan itibârının



MEHMED ALİ PA ŞA . intikamım alamamış, buradaki m enfaatlerini, Mora ihtilâli ve osmanh — rus harbi yüzün­ den, koruyamamış idi. Eski Fransa konsolosu D ro ve tti'n in tek lifi üzerine, Trabuîus, Tunus ve C ezayir ’in zaptı Mehmed A li ’ye h avile edilm ek istendi ( şubat 1829). Fakat Mehmed A li yapılan m üteaddit tekliflere karşı mukabil tek lifle r ileri sürdü; şimâlî A frik a meselesinde F ra n sa ’nın iştirakini küiliyen red d ettiği gibi, kendisine hediye olarak, 4 büyük harp gem isi verilm esini is te d i; anlaşma mümkün olamadı. V akıa Fransa, bu mesele için, Bâbıâlî ’den izin alacak id i; ancak Mehmed A li, sorulmadan bu m eseleyi B âbıâlî *ye bildirm ediği gibi, an­ laşma şartları da doğrudan-doğruya kendisine yapılmış idi. Mehmed A ii S u r iy e ’yi ele geçirm ek isti­ yordu ve 1830— 1831 yılları bunun için çok müsait îdi, Suriye, merkezden uzaklığı dolay ısı ile, yarı müstakil vâliler elinde bulunu­ yordu. Mehmed A li öteden beri bu durum­ dan, faydalanmasını bildi. Suriye menfaat mü­ câdelelerinde dâimâ rol oynadı (b k . Tarih •vesikaları dergisi, i. seri, 1, sayıdan ayrı baskı, s, 1 v. dd.). Mehmed A li, casusları vâsıta­ sı ile geniş ölçüde yap tırd ığı propagandalar sayesinde, bir çok tarafdar kazandı. Suriye şehirlerinin çoğu kendisini bir kurtarıcı ola­ rak bekliyordu. Zâten Mehmed A li, daha 1811 tarihlerinde, Suriye 'yi ilhâk etmek arzusu­ nu izhâr etmiş i d i ; bundan dolayı Vahhâbî seferinin Suriye ’ye karşı yapılacağı zannı hâ­ sıl olmuş idi. A vrupa Fransa 'da çıkan ve s ü r a tle muvaffak olarak, Belçika ve Polonya ’ya sirayet eden temmûz ihtilâli ( 1830) ile sıkıca bağlanmış idi. Bundan dolayı Mehmed A ti, A vrup a tarafından ciddî bir müdâhaleye mârûz kalm ayacağını biliyordu. Osmanlı dev­ letine gelince, m âliyesi bozuk, yeniçeri ocağını ilgâ etmiş, kurduğu yeni A sâkir-i mansûre-i muharamediyenin yetiştird iğ i ilk birlikler yu­ nan ih tilâli ve türk — rus harbi esnâsında erim iş, Navarin ’de donanmasını kaybetm iş i d i ; binâenaleyh Suriye ’yi istilâ için bir bahane bulmaktan başka yapacak bir şey kalmamış idi, F ilvâkî Mehmed A li, oğla İbrahim Paşa kumandasında olarak sev k ettiğ i ku vvetler ile Suriye ’yi istilâ ettirdi. Bu kuvvetler Beylân g e ­ çidinde A ğ a Hüseyin Paşa ’yı yendikten sonra Konya 'da „sadrâzam Reşid Mehmed Paşa ’yı d a mağlûp ve esir ettiler ve K ütahya ’ya ka­ d ar iierilediler ( hâdiselerin tatsilâtı için bk. mad. İBRAHİM P A Ş A ). Bu sırada büyük devletler, fi’Eî bir müdâhalede bulunmamakla beraber, siyâsî tazyiklerini a rt­ tırdılar. Fransa Baron Roussin 'i sırf bu me­ sele için, elçi olarak, T ü rk iy e 'y e gönderdiği



gibi, A vusturya Baron S tü rm er’i, İngiltere tecrübeli bir siyâset adamı olan Lord Ponsonby 'yi, Rusya da M uraviyev ’ten sonra Kont O rlov ’u, geniş salâhiyetler ile, T ürkiye ’de vazifelendirdiler. Mebrned A lî ’yi de tazyika b a şla d ıla r; fak at teşebbüs maddî yar­ dım vaadinde bulunan rusların elinde idi. Fil­ hakika Osmanlı devletinin talebi üzerine, zo şubat tarihinde rus donanması boğaza askerî bir kuvvet getirdi { bu askerî kuvvet şubat nisan ayları arasında olmak üzere, 3 kısım hâlinde g e ld i; mevcudu 13 — 14.000’e çıkarıldı ve Kont O rlov 'un kumandası altına v e rild i; M ısır kuvvetlerinin 6 temmuzda Anadolu ’dan çekildikleri haberi gelir-gelm ez, 10 temmûzda boğazı t e r k e t t î). Bu yeni va ziyet karşısında Mehmed A li, Osm anlı im paratorluğunu tamâmiyle yıkmak emelinden vazgeçti. Osm anlı bayrağından ay­ rı bir bayrak kullandığı g i b i . ( ’A b d al-Rahmân Z a k i, al- A la m al-m işrl, s. 1 2 ), artık kendisine bir milletin arzusu ile iktidara gel­ miş nazarı ile bakıyor ve taleplerini kendi adına değil, m illet adına yapıyordu. F ak at A v ­ rupa birinci derecede ihtilâfın halledilmesini ve rus müdâhalesinin kesilm esini istediğinden, sulh şartları ite o kadar alâkadar olm ad ı; bu yüzden Osm anlı devleti Mehmed AH ’nin ağır şartlarını, elçilerini ayağına gönderm ek sure­ tiyle, kabûl etm ek m ecbûriyetinde kaldı. Meh­ med A ii, osmanh me’mûrlarmı çok iyi karşı­ ladı ise de, onlara taleplerinde mağlûp düş­ man elçileri gibi muamele etti. Daha bir çok hâdiseler sonunda Kütahyada yapılan bir an­ laşma ile M ısır meselesinin birinci safhası O s­ manlı devletinin aleyhine neticelendi ( tafsilât için bk. mad. İBRAHİM P A Ş A ). A vrup a devletlerinin .siyâsî müdâhalesi onu bu fecî akıbetten kurtaram adığından, teşebbüs Rusya 'nın eline kaldı. Rusya da, bu buhrandan doğan meseleleri kendi emellerine uygun bîr şekilde hallederek, Osm anlı devleti İle Hünkâr iskelesi muâhedesini akdetti (8 temmuz ) ve A kden iz boğazının ecnebî harp gem ilerine karşı kapanmasını te ’min etti. İngütere v e Fransa büyük bir heyecana d ü ştü ler; donanmalarını Çanakkale boğazı önlerine gönderdiler. Fakat A vusturya ve Prusya tarafından desteklenen Rusya yalnız değil i d i; bundan dolayı Fransa ve İngiltere ’ nin bu muahede aleyhine çalışma­ ları bir netice verm ed i; bil’akis, d iğer üç dev­ leti daha sıkı olarak bir araya bağladı. Bunlar, ayrı-ayrı kendi aralarında anlaşarak, şark me­ selesinin istikbâlde alacağı vaziyetlere göre, hareketlerini Münchengrâtz muahedesi ile ( 18 e y lü l) tesbıt ettiler ( bk. D T C F dergisi, 1943, sayı 4, s. 31 v.d.). Böylece A vrupa dev­



57*



M EH M ED A L İ P A Ş A .



letlerinin şark meselesi etrafında M ısır me­ selesi dolayısı ile gurupiaşm aları, Kırım harbi sebeplerinin ilk tohumunu atm ış oldu. Kütahya anlaşması her iki tarafı da memnûıı etm edi ve bir m ütâreke hâlinde kaldı. A ltı yıl süren bu mütâreke devresinde, bilhassa İngiltere, R u sy a ’nın Hünkâr iskelesi muahe­ desi ile elde ettiği faydaları yok etm eğe, fi’lî bir müdâhalede bulunmak gayesi ile, yeni ih­ tilâflar çıkartm ağa çalıştı. Suriye halkını isya­ na teşvik ve tahrik e t t i ; Osmanlı devletini kışkırttı. Mabmud II. ve Mehmed A li, metbû ve tâbilikten çıkm ış, âdetâ ikî komşu düşman devlet reisi hâline gelmişlerdi. Sultan Mahmud, esaretten avdet eden Reşid Mehmed Paşa ’yı Sivas eyâleti m üşirliğine tâyin ederek, şarkta zahiren İslâhatta bulunmak, fak at hakikatte bir ordu hazırlamak üzere, vazifelendirdi. Bu zâtın ölümü üzerine, bu vazife H âfız Mehmed P a ş a ’ya havale edildi. Mamafih bu arada, Fransa ’nın tavassutu ile, kat’î bir anlaşmaya gidilm ek isten di; beylıkçi Sarım Efendi Mısır ’a gönderildi. Bahis mevzuu olan anlaşmanın esâsı, Suriye ’nin A k k â ’ya kadar kısımlarının Mehmed A li ’ye bırakılarak, diğer bölgelerinin Osm anlı devletine iadesinden ibaret id i; fakat Mehmed A li buna k a fiy e n yanaşm adı; bil’akıs Gülek boğazını tahkim e t t i ; vergilerini verm ekte ihmâl gösterdi.'- G erginliğin artması üzerine, istiklâlini ilân etmeğe karar verdi ve keyfiyeti M ıs ır’daki konsolosluklara resmen bildirdi ( m ayıs 1838 ), fakat reddedildi. Yine bu sıralarda Osm anlı devleti, İn giltere ile ülke­ sinde ticâret inhisarını lâğveden bir muahede akdetti {35 cem âziyelevvel 1254 «=»17 haziran 1838 ). Bu muahede, M ısır 'm bütün gelir kay­ naklarını tek elden idâre eden ve mâlî kud­ retini bu şekle istinat ettiren Mehmed A li ’nin iktisâd ı siyâsetine İngiltere tarafından vurulm ak istenilen bir darbe idi. Mehmad A li, Suriye meselesini halleder-etm ez, A rap yarım­ adası siyâsetine yeniden döndü. Bu faaliyetin­ de düşüncesinin neden ibaret olduğu hakkında k a t’î bir fik ir dermeyân edilemez ise de, onun her hareketini adım-adım tâkip eden İngiltere hâriciye n âzın Lord P alm ersto n ’a göre asıl gayesi, arapça konuşulan bütün ülkeleri içine alan bir arap devleti kurmak idi. Filhakika Mehmed A li burada hâkimiyetini Bahrayn ada­ larına kadar genişletti. Bu suretle A kdeniz tariki ile Hindistan ’a giden deniz yollarının ikinci kapısını da eline geçirdi; Ş a tt al-‘A ra b ’a bir donanma g ö n d erd i; Basra, Bagdad ve İran ile m ünâsebetler kurdu. Böyiece İngiliz— rus rekabet sahasında İngiltere aleyhine hesaba katılm ası icâp eden bir kuvvet hâline geldi. In giltere’nin Süveyş berzahında bir köprü-başı



elde etmek veyahut Süveyş — Kahire arasında bir demiryolu inşâ etm ek gibi arzuları Meh­ med A li tarafından şiddetle reddedildi. S üveyş kanalını açtırtm adı. Bu şüphe ve anlaşmazlı­ ğın bir neticesi olarak, A den, ingilİzler tara­ fından satın alınmak suretiyle, elde edildi (18 3 8 ). ' Paim ersion ’un idâre ettiği İngiliz siyâseti, Mehmed A li aleyhine faal bir şekil aldığı sırada, hudut boylarında gergin bir hava için­ de biribirini gözleyen iki râkip ordu nihayet Nizip mevkiinde karşılaştı. H. von M oltke ve arkadaşlarının da, m üşavir sıfatı ile bulun­ dukları, Hâfız Paşa kumandasındaki osmanlı ordusu mağlûp olarak, dağıldı (2 4 hazinin 1839 ). Nizip felâket haberini almadan, Mahmud H .’un irtihâii, Ahm ed Fevzi { F ir a r ı) Paşa ’ nın osmanlı donanmasını Mehmed A li ’ye tes­ lim etmesi, Osmanlı devletini ordusuz, donanmasız ve başsız bıraktı. Y erin e geçen Abdülm ecid [ b. bk.] henüz 16 yaşında bulunu­ yordu. Bu durum karşısında Bâbıâlî, A k if Efendi ’yi Mısır ’a gönderdi. Bu hususta sâdır olan fermanda, M ıs ır’ın verâseten kendisine verildiği zikredilm iş ise de, d iğer bö lgeler kâle alınmadığından, hiç bir neticeye varılamadı. Büyük devletlerin, konsoloslukları vâsıtası ile; osmanlı donanmasının iâdesi hakkında yaptık­ ları İsrarlı teşebbüsler de m uvaffakiyetsiz kaldı. Bu teh likeli vaziyet karşısında beklem eğe vakti olmayan Bâbıâli Mehmed A li ’nin istek ­ lerini hemen-hemen tamâmını kabül ederek, A k if E fe n d i’den sonra, Hacı Sâib E fe n d i’nin M ıs ır’a gönderilmesini nygun buldu; fakat meselenin nezâketini idrâk eden A vrupa dev­ letleri tarafından Rusya ’nın yeniden münferit bir müdâhelesine mahal verm emek için, Bâbıâlî ’nin, büyük devletlerin tavassutu olmadan, Mehmed A li ile hiç bir anlaşmaya varmaması kararlaştırıldı ( 27 temmuz 1839 ). Bu andan itibaren Mısır meselesi, Bâbıâlî ile âsî vâlisi arasında meydana gelen bir ih tilâf olmaktan çıkarak, beynelm ilel mühim siyâsî bir mesele hâline geldi. Palmerston, bu defa büyük bir azım ile, meseleyi ele aldı. Ö nce Fransa 'ya mürâcat ederek, Osmanlı devleti ile Mehmed A li arasındaki ihtilâfın ancak Mehmed A li 'nin elinden Suriye ve H icaz ’in alınması ile hallo­ lunabileceğin! ileri sü rd ü ; fak at F ransa, şid­ detle Mehmed A li ’yi iltizâm ettiğin den, bu hususta müşterek hareket teklifini reddetti. Bunun Üzerine Palm erston, hiç umulmadık bir şekilde, doğrudan-doğruya R u sy a 'y a müracaat etti ve bu hareketi ile M ısır meselesinin hal­ linde büyük bir maharet gösterm iş o ld u ; Fransa, Rusya ve Mehmed A li 'yi, siyâseten tam mânası ile mağlûp e t t i ; M ısır meselesi ile



M EH M ED A L İ P A Ş A .



husule gelen buhranı, Mehmed A li ve Boğaz­ lar meselesi olmak üzere, iki kısm a ayırdı. Birinci kısım da Mehmed A l i ’yi tutacak yalnız •F ransa v a r i d i ; Önce onu te c r it etti ve Fransa ı hâriç olmak üzere, İngiltere, Rusya, A vusturya ve Prusya 'dan m üteşekkil dört büyük devlet, ■ Osm anlı devleti murahhası ile ( önce Nuri Bey, sonra Şekib Ef.) anlaşarak, Mehmed A li 'ye M ısır ’m verâseten ve A k k â ’dan itibaren Su­ r i y e ’nîn de kayd-ı hayat şartı ile verilmesi, şim alî Suriye, A dana ve G irit ’in Osmanlı devletine iadesini te’min etm ek üzere, birinci Londra kongresini yaptı ( 15 temmûz 1840 ). K on gre şartları, Bâblâlî tarafından, hâriciye ■ müsteşarı R ifa t Bey vâsıtası ile, resmen Meh­ med A li ’ye b ild irild i; fak at Mehmed A li bun­ ları kabûl etmedi. Bunun üzerine İngiltere ve A vusturya donanmaları, Suriye sahillerini ab­ luka ederek, Sur, Sayda ve Mehmed A li'n in . son istinatgâhı olan A k k â 'yı zap tetti ( teşrin II. 1840). Beyrut civarında da Osmanlı ordusu, m ısırlıları mağlûp etti. Suriye halkı, Osmanlıiarı büyük bir sevinç içinde, karşıladı ve bütün kuvveti ile Mısır ordusuna karşı mücâdeleye başladı. Suriye baştan-başa Mtehmed A li aley­ hinde bir ihtilâl ocağı hâline geldi. Bir kaç . gruba ayrılmak m ecbûriyetinde kalan Mısır : ordusunun büyük bir kısmı, açlık, susuzluk ve Suriyelilerin takibi neticesinde, yok oldu, pek azı M ısır 'a dönebildi. Mehmed A li, bu vaziyet karşısında F ran sa’dan fı’lî bir yardımın gel­ meyeceğini a n la d ı; İskenderiye 'yi teh dit eden İngiliz donanmasının da tazyiki ite, Commodore C h arles Napier ile anlaşarak, Suriye 'yi ıâde etm ek şartı ile, Mısır ’m kendisine bırakılm a­ sına râzı oldu. Osmanlı devleti, kazanılan zaferlerin te’siri ile, bu anlaşmayı hükümsüz addederek, Mehmed A li 'yi Mısır valiliğinden d e azletm ek istedi' ise de, büyük devletler, böyle sert bir karârın F ra n sa 'y ı harbe sürük­ leyebileceği mülâhazası ile, Bâb-ı âlî 'yi bu fik.rİnden vazgeçirdiler. Bunun üzerine meclis-i vâlâ âzasından Mazlum Bey ve donanmayı tes­ lim almak üzere, Y âver Paşa, Mazlum Bey 'den : sonra da, daâvî nazırı Said Muhib Efendi M ısır 'a gönderildi. Mehmed A lı tamâmiyte inkıyat ve donanmayı teslim etti. Ma­ mafih Mehmed A li ile her husûsta derhal anlaşılamadı. K endisi M ıs ır’ın verâset şekli, verg i ve asker m ıkdarı, büyük rütbeli zâbitânm nasb ve terfii ve fermanın alenen okunması şartlarına itiraz etti. A vrupa devletleri, Meh­ med A li 'ye karşı yaptıkları tazy ik te daha ileriye gitm ek istem ediklerinden, Rcşid Paşa iktidardan düştü, Şekib Efendi ’ye de Londra kongresinden Mehmed A li 'nin itirâz e ttiğ i nokt a 'a r hakkında bir nota verildi ( ro mayıs 1841 ).



Böylece verâset meselesi, Bâblâlî *nin intiha­ bı ile değil, ailenin en yaşlı ferdinin iktidara geç­ mesi ve valiliğinin tasdiki için, bizzat İstanbul 'a gitm esi verginin Mısır umum gelirinin dörtte biri yerine, tesb it edilecek bir mıkdara inhisar ettirilm esi ve ancak m iralaya kadar terfi et­ tirm ek salâhiyetine sâhip olması şartı ile, k a t i olarak, anlaşmaya varıldı. Bunun ile M ısır mes­ elesinin tevlid e ttiğ i buhranın Osmanlı dev­ letini ve Mehmed A l i ’yi alâkadar eden birinci kısmı halledilmiş idi. D evletler hukuku bakı­ mından Osmanlı devleti, bu netice İle, Mısır meselesinden m uzaffer ç ık tı; Kütahya anlaş­ ması ile k aybettiği sahaları geri ald ı; islâmın mukaddes yerlerini tekrar eline g e ç ird i; Mısır yine bir osmanlı ülkesi o ld u ; fa k a t M ısır hakikatte yarı müstakil bir vaziyette idi. Fazla olarak, verâset haklarına sâhip bir de sülâleye mâlik olmuş idi. U zaklığı dolayısı ile, Osmanlı devleti içinde çıkacak bir buhrandan istifâde ederek, istiklâlini elde edebilirdi. Bununla bera­ ber Mehmed A li de A vrup a devletlerinin istek­ lerine râmoldu. M ısır 'ı verâseten aldı ise de, bunu ancak Suriye, H icaz ve G irit 1 terket' mek bahasına elde edebildi. O rdusu 18.000 kişiye indirildiğinden, cihangirlik em elleri de sona erdi, Mısır buhranından m ütevellit ikinci mesele­ de, yâni Boğazlar m eselesinde, Ingiltere 'nin rakibi, Rusya İdi. Palmerston bu sefer de F ra n sa ’ya güleryüz gösterdi ve R u sy a ’yı, iştirâk etm ediği takdirde, ya tecrit edilmiş bir vaziyette kalmak ve yahut A vrup a 'ya karşı harbetm ek şıklarından birini ; seçmek •durumuna düşürdü. Rusya da, F ra n sa ’nın akı­ betine uğramamak için, zâten müddeti bitmiş ve tecdidi, yeni siyâsî inkişaflar dolayısı ile, im­ kânsız olan Hünkâr İskelesi muahedesini fedâ etti ve Fransa dâhil, büyük devletler ile birlikte ikinci Londra kongresine katıldı. Bu suretle Bo­ ğazlar mukavelenamesi meydana geidi (13 tem ­ mûz 1841 ). Uzun bir çalışma mahsûlü olmadığı âşikâr olan bu mukavelenâmenın yalnız birinci maddesi devletler hukuku bakımından büyük bir ehemmiyeti hâiz i d i ; Osmanlı devleti, sulh içinde bulunduğu müddetçe, K aradeniz ve Çanakkale Boğazlarından hiç bir ecnebi harp gemisinin geçm esine müsâade etm iyecek, diğer taraftan büyük devletler de pâdişâhın bu hak­ kını tanıyacaklardı. Fakat bu muahede, mûtâd olduğu üzere, muayyen senelere inhisar e tti­ rilm iş değil i d i ; mukavelenin lâğvı ve yahut değiştirilm esi ancak arzû-yı umûmî ile tahak­ kuk ettirilebilecek idi, V âkıâ Osmanlı devleti, bunun ile ülkesinin çok mühim bir kısmında taarruzdan masûn kalm ış oluyordu; fakat mukavelenamenin müsait siyâsî vaziyetler te



574



M EH M ED A L İ P A Ş A .



haddüs edince, diğer muahedeler gibi feshi mümkün olm adığı gibi, Osm anlı devleti de A vrup a camiasına kabul edilişini ve Hünkâr İskelesi muahedesinden kurtuluşunu, bütün büyük devletlerin müdâhalesi bahasına t e ’min edebilm iş idi. Mehmed A li 'nin son y ılla n sükûn içinde g e ç t i; çalışm alarını m em leketin imârına hasr­ e tti ; hattâ b ir ara İstanbul 'a geldi ( 1846 ), K avala 'y ı ziya re t etti. H âlâ büyük emeller pe­ şinde koşuyordu. Bu sefer de sadrâzam olmak arzusunu izhâr e t t i ; nâzıkâne reddedildi. Mısır ’a avdetinde ateh g e tird i. M ısır vâliliğt res­ men oğlu İbrahim Paşa 'ya tevcih edildi ( 1264 şevvâl başları = 1848 ağustos sonu— eylül b a şı; Başvekâlet A rşivi, D efterci M ısr-t mektûm, nr. 15, s. 17 ). Bunun ölümü üzerine de ( 10 teşrin II. 1848), iktidar m evkiine Tosun Paşa 'ntn oğlu ve Mehmed A li 'nin tornnu A bbâs I. g e ­ tirildi. Mehmed A li, kısa bir müddet sonra, İskenderiye 'de öldü ( 13 ramazan »265 = 2 ağustos 18 4 9 ); nâşı K a h ire 'y e g e tirild i; va­ siyeti gereğin ce, kalede inşa ettird iği câmiin hazîresine defnedildi. Mehmed A li, siyâsî m uvaffakiyetlerini, hattâ kısmen M îsır 'in ictim âî ve İktisadî yükselişini, kurduğa modern ordu sâyesinde te ’min etti. Ordunun ihtiyâcını karşılam ak g â y esi ile, bir çok im âlâthâne kuruldu ve İlmî eserler te r­ cüme edildi. Mehmed A li modern ve mun­ tazam bir ordu kurm ağı, idâreyi eline aldı­ ğından beri düşünmüş idi. A n cak bu hususta g iriştiğ i bâzı teşebbüslerin, ayaklanm alara se­ bebiyet verdiğini görünce, b ir az beklem ek zarûretinde olduğunu anladı. İnzibatsız gayr-ı muntazam askerin zorbalıklarından istifâd e ederek, efkâr-ı umûmiyeyi muntazam askerin zarfiretine inandırdı ve ancak V ahhâbî harbi­ nin bitmesinden sonra, k a t'î olarak bu işe gi­ rişti ( 1820). H er şeyden evvel, bu gâye için lüzÛmiu zâbİt zümresini yetiştirm ek maksadı ile, A svan Ma ilk harbiye m ektebini açtırdı. Bn hususta fransız zabitlerinden, bilhassa müs­ lüman olduktan sonra Sulaymân Bâşâ alF iransâvi adı ile anılan Coional S e ve Men fa y . dalandı. Ö nce bu işe Mehmed A li 'nin ve onun teşviki ile memleket büyüklerinin verdikleri 1,000 kölemen ile başlandı; bir hamlede ve üç y ıl gibi kısa bir zaman içinde, M ısır ordu­ sunun ilk zâbit ihtiyâcı te’ min edildi. Mamafih gençleri askerî inzibata ve hıristiyan zabitlerin emir ve kumandası altında çalışm ağa a lıştır­ mak çok tehlikeli güçlükler meydana getirdi. Zirâatın -’sekteye uğramaması ve o ana kadar askerlik ile bir ü lfeti olmaması mülâhazası ile önceleri M ısır halkından asker alınmadı, asker­ ler Sudan halkından te ’min edildi. İsmail Paşa



’nin Sudan Man gönderdiği 20.000 k işi ile ilk muntazam birlikler teşkil edilerek ( A sâkir-i mansûre-i muhammediye teşkilâtında Mısır ordusunda kullanılan tâbir ve ıstıtâhların hemen-hemen aynını görm ekteyiz ), yeni yetişen zabitlerin emrine verildi ( 1823 ). F ak at sudan­ lılardan devşiriîen askerden iy i’ b ir netice alınamayınca, M ısır halkını askerliğe a lıştır­ mak icâp e tti Bu çok güç b ir iş idi. B ir çok bölgelerde bu yüzden ancak askerî kuvvetle bastırılabilen isyanlar çıktı. Fakat bu teşeb­ büse, İsrar ile, devam edildi ve neticede askerî terbiye umfimiyetle halkın yetişm esinde mühim bir rol oynadı; bilhassa kazanılan zaferlerden sonra, yeni nesle vatan ve m illet hisleri aşı­ landı ; fellâhlara, askerlik ile berâber, tedricen miliî bir gurur g e ld i; hükümet bile fellâh ke­ limesinin tahkir makamtnda kullanılmasını res­ men m en'etti. Bununla berâber, Mehmed A li hiç bir zaman ordudaki yüksek m evkileri m ısırlılara verm edi: bu m evkilere bilhassa türkleri getirdi. K ısa bir zaman içinde askerî m ektepler ç o ğ a ld ı; piyâde, süvari, topçu, bah­ riye ve erkân-ı harbîye m ektepleri, hattâ b ir de askerî muzıka okulu açıldı. M ısır ordusunun muhtaç olduğu her türlü silâh, teçh izat ve levazım ı, m emleket içinde hazırlam ak gâyesi ite, büyük askerî im alâthaneler te 'sis e d ild i: ayda 3— 4 top, yılda 36.000 tüfek ve 15.784 kantar barut imâl edilebiliyordu. 1839 'ün Mısır ordusunun mevcûdu 235.880 olup, Mısır, Sudan, H icaz, Suriye v.b. bölgelere taksim edilmiş bulunuyordu. İskenderiye, Reşid ve Dim­ yat gibi, mühim m evkiler esaslı bir şekilde tahkim edilm iş idi. Mehmed AH, M ısır donanmasının nüvesini, Vahhâbî harbî arefesinde, Bulak ’ta kurdu ( 1810). Sa rfettiği büyük gayretler sâyesinde meydana getirdiği küçük donanmadan bu harpte büyük faydalar te’min e tti. A kdeniz donanma­ sını kuvvetlendirm ek için de/Önceleri M arsilya ve T rieste tersln elerin e gem iler ısm arladı ; aynı zamanda fransız ve İtalyan bahrîye zâbitleri celbederek, onları efradın tâlim ve terbiyesi İle vezıfelendirdi. Besson isminde bir fransız bah­ riye zâbiti, zâten mevcut bulunan İskenderiye tersanesini isiâh ve ikmâle başladı { 1821). Da­ madı Muharrem Bey ’in riyasetinde, bahriye iş­ lerinin tedviri için, husûsî bir idâre kurdu, Na­ varin faciasından sonra, İskenderiye tersanesine daha büyük bir ehemmiyet verdi. C e risy adında tanınmış bir frensiz mühendisi, bu tersâneyi üç sene içinde modern bir hâle ifrâ g etti ( 18 31). Beş adet kızağı ve 8.000 amelesi bu­ lunan tersanede, pusula ve dürbüne varıncaya kadar, bütün donanma malzeme ve ihtiyaçlarını imâl eden mükemmel atölyeler v a r idi. LSzûmlu



MEÜMEb ALİ PAŞA. kerestenin kısm-ı âzami Anadolu ’dan te ’min ediliyordu. İnşâ edilen gem ilerin bazıları, H a­ leb, Şam, A k k â ve Humus gibi Suriye şehir ve limanlarının adını taşıyordu. Gem i kaptan­ larının çoğu tÜrk idi. Mehmed A li 'nin M ısır için yap tığı en büyük hizm etlerden biri de, biç şüphesiz, büyük sa ­ yıda ve her derecede a çtığı m ekteplerdir. Bu m ekteplerde A vrup a tedris usul ve program ­ ları da tatbik edildi. İlk yüksek mektep, kale­ de açılan Hendese mektebi idi (1 8 1 6 ). ihtiyaç artınca, A vru p a ’da yetişen unsurlar ile, Bulak 'ta Mühendîshâne te ’sis edildi ( 1834 ). Mısır ’m tarihi, iolkloru ve ietim âî durumu hakkında kıym etli bigüer veren Dr. C lo t B ey ’den isti­ fâde edilerek, Tıbbiye kuruldu ( 1 8 4 7 ) ; bu m ekteplere fransız hocalar da ge tirild i; ders­ ler fransızca veriliyor ve arapçaya tercüme ediliyordu. K ısa fasılalar ile eczacı, ebe, lisan, mâden, muhâsebe, san’a t, zirâat ve veteriner m ektepleri açıldı, Mektep sayısı artınca, ma­ arif idaresi genişletildi ve D ivân al-m adâris ( „m aarif vekâ leti" ) kuruldu ( 1837 ). Mehmed A li, 1813 tarihinden itibaren, A v r u p a ’ya, muh­ telif ilim şubelerinde yetişm ek üzere, talebe gönderm eğe başladı. İlk büyük kafile, 44 talebe olmak üzere, 1826 ’da F ran sa’ya gönde­ rilm iş idi ( JA, 1828 ağustos, s. 109). 1813— 1848 yılları arasında m uhtelif A vrup a memle­ ketlerine gönderilen talebe sayısı 339 'u bulmuş idi. D ivân al-m adâris’in 27 m addelik ilk ted­ risat esaslarını tesbit eden nizâmnâmesi ve 50 ilk mektep birden açmak İçin ittihaz e ttiği ka­ rarı, o devir için, çok büyük hâdiseler idi. Mehmed A li, M ısır ’1, devlet menfaatine olmak üzere, iktisâden yükseltm ek için, elin­ den geleni yaptı. Nil ’in Dimyat kolundan su alarak, Reşid koluna veren al-Fir'avniya ka­ nalını kapattı ( 1809 ), Eski İskenderiye kana­ lını, delta sâhastnı sulamak ve İskenderiye ile dâhili M ısır arasında irtibat t e ’min etmek üzere, açtırttı (2 4 kânûn II. 1820), bu kanala alMahmüdiya adı verildi. Sulam a işlerini tanzim İçin zirâat sahalarını muntazam küçük kanal şebekeleri ile Örttü. N il feyezanlarının zararlarını önlemek ve mu­ azzam su kütlelerini toplamak gayesi ile, bir çok sedler inşâ ettirdi. Ezcüm le A bu IÇir şed ­ dini yaptırdı. Bu suretle gayet münbit, geniş bir toprak sahası elde edildi. Son senelerine doğru, H ayriya barajının ( al-K an âtir al-H ayrly a ) inşâsına başlan dı; muazzam sahalar bu sâyedç yılda bir kaç defa mahsul verecek bir hâle geldi. Mehmed A H ’den önce Mısır arâzisi İslâmî kaidelere göre muâmele görmüş ve böyleee kölem enler arazinin mühim bir kısmına tesa­



S75



hup e tm işlerd i; geri kalan kısım da fellâhlara, mültezimlere ve evkafa â it idi. Fellâhlar, elle­ rindeki arâziyi verâseten elde edebiliyor ise de, bu husustaki h aklan, vergilerini ödemek mukabilinde, arâziden intifa etmekten ibâret idî. V ergile r m ültezimlere verilirdi. Mehmed A li, meşhur kale katliâmından sonra, kölemen­ lerin elinde bulanan M ısır arâzisinin büyük bir kısmına tesahup ederek, iltizâm usûlünü lağv­ etti. Memleketin âyân ve şeyhlerinden müte­ şekkil mültezimlere, iltizâmdan önce iktâ gibi almış oldukları A v s iy a ( A v S si } topraklarını, vergiden muaf olarak, kayd-ı hayat şa rtı ile, bı­ raktı ; ayrıca yıllık maaşlar ( a l-fa iz ) bağladı. V akıflara önce el sürm edi; fakat hâkimiyetini kuvvetlendirince, bunu da ele aldı ve vakıfların zarurî m asrafları hükümet tarafından görülmek üzere, bunları da devlete mâl e t t i ; m üte­ velli vazifesi gören şeyhlere m aaşlar bağ­ ladı. Bu suretle Mısır ’m hemen-hemen bütün arâzisi devletin malı oldu ve fellâhlara, 3— 5 feddan olmak üzere, tev zî edildi. A rtık vergiler doğrudan-doğruya hükümete teslim ediliyordu. Mamafih fellâhlar bu değişm e ile toprağın sâhibı olm adılar; ellerindeki arâziden, e sk i­ den olduğa g ibi, vergisini verdikleri müddetçe, in tifa hakkını hâiz idiler. Bu bakımdan fellâhlar zirâ at amelesi mesabesinde kaldılar. Kendile­ rine, ödünç olarak, hayvan, zirâat âletleri ve tohum verildi. H er fellâ h a verilecek arâzi mıkdarı ile her nevî zirâata tahsis edilecek arazi m ıkdarı hükümet tarafından, m e’mûrtar vâsıtası ile, te sb it edilirdi, Hasad zamanı hü­ küm et, fellâhtan inhisar usûlünün mevzuatına göre, tâyin edilen fiyat ile, mahsûlü satın alırdı. V az edilen bu arâzi nizâmının esası ferde mül­ kiyet hakkı tanımamak idi. Mültezimlerin elin­ den alınan haklar devlete mâl edilmiş idi. Ma­ mafih bir müddet sonra, tanınmış âyan ve sivil ve askeri büyük me’mûrlara ib’adiyat ( abâ’id ) adı altında büyük topraklar verildiği gibi, Mehmed A li 'nin ailesi efradına ve maiye­ tinin ileri gelenlerine, ç iftlik adı altında, daha büyük araziler de tevcih edildi. Bunlar vergiden muaf i di ; fakat arâziyi bizzat işletm ek ile mü kellef idiler ve ancak 1838'de icara verilebile­ ceği kabul edildi ve 1842 'den itibâren de mülk olarak verildi. Mehmed A li ’nin bu mevzuda yaptığı büyük işlerden biri ekilebilecek ara­ zinin hey’et-i umûmiyesinî mesaha ettirm iş olm asıdır ( 1813). A râ zi kısım ları, verim lerine göre, vergiye tâb i tutuldu. Fakat vergiler çok ağır idi. Bir çok fakir köylü vergisini verem62 old u ; zenginlerin fakirler yerine, zengin köyle­ rin de fakir köyler yerine vergi verm esi usûlü iyi bir netice hâsıl etmedi. Mâmafih bütün bun­ lara ve binlerce fellâhın askere alınmış olmasına



MEHMED ALİ PAŞA. rağm en, 1Ş21 ’de M ısır’da ekilen arazi sahası 2 milyon feddan iken, 1840 ’ta hemen-hemen ik i misline çıktı. Hububat zirâatinden başka ipekçiliğe de büyük bir ehemm iyet verildi. 2.000 fellâh ve Suriye 'den getirtilen usta işçi ile, kısa bir zamanda, m ilyonlarca dut ağacı yetiştirildi. 1832— 1833 yıllarında 12.000 okka ipek istih­ sâl edildi. Mehmed A li bilhassa pamuk zirâatinde büyük bir inkılap yaptı ( 1821 ). Pamuk cinsini İslah ve istihsâl m ıkdannı fevkalâde arttırarak, M ıs ır’ı pamuk istihsâl eden başlıca mem leketlerden biri hâline getirdi. Şeker ka­ mışı, zeytin, keten ve kenevir ekimine de ehemm iyet verildi. Mtsır, böylece zirâat ba­ kımından, büyük bir inkişâf kaydetti ise de, çiftçi zümresi bundan İstifâde edemedi. A ğ ır verg iler ve inhisarlar dolayısı ile mahsûlün çok ucuz bir fiyat ile satılm ası, köylüyü çok kere köyünü bile terke icbâr etti. Memleketin bütün mahsûlü devlet ambarlarında toplanıyor ve ihracat bizzat d evlet eli ile yapılıyordu. Bu usûl ile, hükümetin büyük kazançlar te ’min etmesine mukabil, halkın iktisâdı ve içtim âi Bâhalarda ilerilemesine sed çekilm iş oluyordu; çünkü ferdî gayret ve çalışkanlığın bir kıymeti kalm am ış idi. Şahsî servetler devletin eline geçti. İthalât ve ihracâtın fevkalâde artm ış olmasına rağm en, büyük bir tüccar sınıfı ye­ tişm edi. Mehmed A li inhisar sistem ini, zirâat ve ticâretten başka, büyük im alâthaneler ( fabri­ k a la r ) kurmak suretiyle sanayie de teşm il etti. Bu yüzden küçük san’ atlar körleşti. H al­ buki sayıları hiç de az olmayan ve senede 30.000 kese kazanç t e ’min eden bir halk küt­ lesi var id i; bunlar devlet fabrikalarında amele o ld u lar; m esâileri a rttı, fak at kazançları a z a ld ı; Bnlak 'ta bir çok imalâthane ku ruldu: pamuklu kumaş imâli için M alta fabrikası ( işçilerinin çoğu M alta ’dan getirilm iş idi ), çuha imalâthânesi, ayrıca keten kumaş ve fes imalâtha­ nesi açıldı. A vrup a ’dan bir çok mütehassıs celbedildiği gibi, teerübeli işçi yetiştirm ek gâyesi İle, muhtelif m em leketlere işçi gönde­ rildi. Âmme hizmetine mahsus bir çok büyük binâlar inşâ edildi. Bir çok hastahâne ve kü­ tüphaneden başka, kalede hükümet konağı olarak kullanılan Ç a s r al-Cavhara ve türk tarz-ı mimarîsine göre, kendi ismi ile anılan zarif câmii yaptırdı. Y in e kale civarında defterhâneyi ( a r ş iv ) inşa ettirerek, resm î vesaikin iyi b ir şekilde muhafaza edilmesini temin etti. İskenderiye ’de muazzam Ra’s al-Tın sarayını inşâ e ttird i; B u la k 'ta bir rasathane açtırdı. Müze açılm asına himmet ederek, âsâr-ı atîkanın M ısır ’dan dışarı çıkarılm asını



men’etti. Sıhhiye ve posta, işlerini tanzim ettird i. K ızıldeniz ve A k d e n iz ’de em niyet te'min edilerek, ticâ ret ve muvasala tapzim edildi, İskenderiye s ü r a t ile inkişâf e tti ve A frik a ’nın en mühim ticâret limanlarından biri hâline geldi. Üm it Burna 'nun k eşfi dolayısı ile cenûbî A frik a ’ya intikal eden A vru p a — Hindis­ tan deniz irtibatını yeniden M ıs ır'a çevirm ek ve Mısır ’ı, eskiden olduğu gibi, yine Şark ( Levant ) ticâretinin en mühim transit mer­ kezlerinden biri hâline getirm ek için, faaliye­ te geçti. Süveyş — K ahire araşm da tüccar kafile ve kervanları için yol yap tırdı, durak­ lar inşâ ettirdi. M emleket içinde em niyet ve asâyişi tam mânası ile te'sis etti. Mehmed AH, İngiliz Hindistan şirketi ile anlaşarak, A vru ­ p a ’ya gidecek posta ve yolcuların Mısır üze­ rinden geçm esini te’ min etti. Bütün bunları lâyıkı ile te ’min için D îvân al-murür ( Mü­ nakalât v e k â le ti) adında husûsî bir idare kurdu. Mısır ’da hayat seviyesi sü r’atle yük­ seld i; fakat ithâlât memleketin seviye ve ih­ tiyaçlarına göre yapılmadığından, sefahat a r t t ı; bir müddet sonra da ticâret muvâzenesi mem­ leketin aleyhine döndü. M ısır 'da Mehmed AH 'den önce kölem en­ ler ve m uhtelif sınıfları ile asıl halk kütlesi var idi. Kölem enler yavaş-yavaş, fakat sis­ tem li bir şekilde, yok edildi. Mehmed AH, kendi entrikaları ve halkın desteklediği ule­ mâ sınıfının arzusu ile, iktid ar mevkiine gelm iş idi. Mehmed A li tedricen m ısırlılaştı. Bu hâli bilhassa İbrahim Paşa ’da çok daha bâriz olarak görm ekteyiz. Mehmed A li ailesi bir hanedan hâline gelince, m ısıriılaşma bu âile içinde git-g id e a rttı. Osm anlı devletine karşı açılan harpler, Mısır ’a ve Mehmed A li âilesine osmanlı devletinden ayrı bir bünye verdi. Böylece Mısır müstakil bir hüviyet ka­ zandı. Mehmed AH önceleri, orduda büyük m e'm ûriyetlerde birinci derecede türk unsuru­ na dayanmış id i; fakat bunların yanında mı­ sırlı halk yavaş-yavaş rol oynamağa . başladı ve zamanla ordu ve idareye tam mânası ile katıldı. T edricen millî bir şuur doğdu; Mısır 'da açılan m ektepler ve bunların yetiştirdiği unsurlar, m emleket içindeki fark ve ih tilâfla­ rın giderilm esinde ve memleketin kalkınması hususunda Mehmed A l i ’nin en büyük yardım ­ cısı oldular. Osmanlı devletinde olduğu gibi, M ısır ’da da ulemâ sınıfının memleketin idâre ve siyâsetinde mühim rolü var idi. Mehmed A li bunların rol ve müdâhalelerini hiçe indirdi. Kendisine, iktidara gelm esinde ve M ısır 'in ingilizlere karşı müdâfaasında, büyük yardım­ larda bulunan nakîbüleşrâf Sayyid 'Umar



MEHMED ÂLİ PAŞA. Makram ’t bil« sürgüne gönderm ekten çekin­ idi. Y a ln ız 1842’de Cam ’iya al-hâkân iya adın­ medi. a l-A zh ar ’in rolü, yeni açılan m ektep­ da, büyük me’ mûrların muhakemesini yapmak lere ve A vrupa 'da tahsilini bitirenlere in ti­ üzere, yeni bir meclis te ’sis edildi. Bu mecli­ kal etti. al-A zhar ’in ıslâhı için hiç bir ted ­ sin yedi âzâst v ar idi. A y rıca ticâret dâvalarına bir ittih az etmedi j yaln ız bâzı seçkin talebe­ bakan Meclis al-tuccâr ( ticâ ret mahkemeleri ) lerini lisaniyat ve hukuk tahsil etmek üzere, ihdâs edildi. Em niyet-i umûmiye işleri »Mısır A v r u p a ’ya gönderdi. A r a p ç a ’ya ve m atbaacı­ zabiti“ denilen b ir şahsa verilm iş idi. Ç arşı­ lığ a büyük bir ehem m iyet verdi. Daha kendi ların kontrolü de al-M uhtaşib denilen bir devrinde M ısır ’da iyi b ir m ürettip ve musahhih me’mfirun mes’ûliyeti altında idi. Mehmed  li, hiç b ir zaman, m eşrutî b ir idâre için çalışma­ zümresi yetişm iş idi, Mehmed A li, devlet işlerini ted v ir etmek dı. M eclislerin verdikleri karar ve hâiz olduk­ için, divanlar ve m eclisler kurdn. Bu cümle­ ları salâhiyetlere rağm en, son söz Mehmed den olarak, K ahire ’de al-D ivân a l-'âli'yi te sis A li ’nin ve yahut kethüdâsının idi. Mehmed A li, 1 8 1 3 ’ten itibaren, ıd ârî taksi­ e tti. Bu divan Mehmed AH ’nin vekili mâhiye­ tinde olan ve aş.-yk. baş-vekil ve dâhiliye vekili matı da tanzim etm eğe başlad ı; sayılarını salâhiyetlerini nefsinde toplam ış bulunan »ket­ azaltıp, bunları esaslı bir şekilde merkeze hüda beyin ( paşa )“ riyaseti altında idi. Son­ bağladı. 1840 'ta, yeni idâri taksim at gereğince, raları al-D ivân al-hidıvi ( al-Mu'âvana ) adını Mısır yedi müdürlüğe ( m u d iriy a ) ayrılm ış da aldı. D evlet işleri önce burada müzâkere bulunuyordu. Her müdürlük m erkezlere, mer­ ve müşavere edilirdi. Zamanla devletin diğer kezler kısım lara, kısım lar da nâhiyelere ayrıl­ işlerini de ted v ir etmek için H arbiye nezâreti mış, müdürlükler müdürlerin ( bunlar dâimâ m âhiyetinde bulunan D ivân a l-eih ld iy a , ticâ­ türklerden tâyin e d ilirle rd i), m erkezler me’re t ve hârici meseleler için Divân al-tîcSra mûrların, kısım lar nazırların, nahiyeler de şayh va ’ 1-şu’ün al-hâricîya, Divân al-bahriya, D i­ al-balad ’lerin idâresine verilm iş idi. Bunların vân al-madâris, D ivân al-ahniya ( n â fıa ) ve yanında arâzi ve zirâat işleri ile meşgûl olan D ivân ahaşğâl (ç a lış m a ) v.b. gibi divanlar al-havâli, vergileri toplayan ve mâlî işlere ba­ da kuruldu. D evlet işlerinde tenfiz salâhiyeti­ kan al-şarrâf ve kadı nâibi m âhiyetinde bu­ ni hâiz olan bu divanların yanında, 1829 ’da lunan al-ma’zün ( a l-şâ h id ) gibi me’mûrlar âyan m eclisi m âhiyetinde Maclis al*maşvara var idi. Mehmed A li, M ısır ’ daki icrââtı ile XIX. asır ihdas e d ild i; istişârî m âhiyette olan bu mec­ liste bütün devlet işleri, memleketin bütün tarihinin mühim simalarından biri oldu. Bütün aksâmmın ihtiyaç ve durumları gözden geçiri­ icraatını hemen-hemen ümmî denecek bir lir ve hükümete tekliflerde bulunulurdu. İttihaz vaziyette yaptı ve ancak kırkından ( bir ri­ e ttiği çok müsbet ve ictim âî kararlara ra ğ ­ vayete göre, k ırk b eşin d en ) sonra okuma men, bu m eclisin ömrü pek uzun olmadı. D ev­ yazm ayı öğrenm eğe başladı. Y aşadığı devrin let işleri bîr az daha in kişâf edince, 1837 ’de siyâsî hâdiselerinden, hüküm sürdüğü ülke al-M aclis a l- â li kuruldu. A yn ı sene Sıyâ- ve halkın tabi’î şartlarından âzami derecede satnâma adı altında devlet nizâmlarını tes- faydalanmasını bildi. Başlangıçta ne Osm&nit bit eden umûmî bir teşkilât kanunu va z’ ve devletinden, ne de A vru p a tarafından ciddî devlet işleri yedi divana taksim edildi. Di­ bir m ukavemete rastlamadan, istediğini yap­ van reisleri her hafta Paşa ’ya divanları hak­ mak imkânını buldu. M ısır ’ın Nil ’in bîr kında b ir rapor, her ay bir icmâl ve her eseri olduğunu, halkın, ta b i’î şartların bir yıl da umûmî bir bütçe ( irad ve m a sra f) tan­ neticesi olarak, angaryaya alışkın bulundu­ zim etm ekle mükellef idiler. 1837 yılı sonların­ ğunu anladı. Bu yoldan giderek, çok sür’atli da üç meclis daha kuruldu. Bunların en mü­ ilerilem eleri mümkün kıldı. K ısa bir zaman­ himi al-M aclis ai-huşüşi i d i; vazifesi, devletin da M ısır vâridâtını 13.000 keseden 400,000 ehemmiyetti işleri ile meşgul olmak, kanûn ve keseye çıkardı ( T T E M , nr. 19 ( 96 ), s. 65 ). nizâm lar va z’etm ek idi. Bu meclisin de riyase­ Cesur ve zekî idi, azim ve irâde sahibi idi. tinde İbrahim Paşa bulunuyordu. al-M aclis al- Vahhabî harbinde ve S u r iy e ’ye taarruzunda ' umumi adını alan, Kahire ve İsken deriye’de bunu lâyıkı ile gösterdi. D evlet işleri ile, en bulunan diğer ikisi, bütün divan ve meclislerin küçük teferrüatına kadar, bizzat meşgûl olmak, reisleri ile dâire reis ve m üfettişlerinden te­ bütün idâri teşkilâtı kontrol etm ek isterdi. İmar rekküp ediyor, bu m eclisler, devlet işleri hak­ faaliyeti ve memlekete soktuğu A vru p a ilim kında kararlar ittihaz ve bunları al-M aclis al- ve tekniği ile M ısır ’da esaslı bir inkılâp mey­ husiîsi ’ye arzetm ek ile m uvazzaf bulunuyordu. dana g e tir d i; m azbut bir idâre sistem i kurdu, Kazâî teşk ilâ tta fazla bir yenilik yapılmadı. kanunlar ve nizamlar meydana getirdi. Bu ba­ al-Divân al-hidivi ’ye kazâî salâhiyet verilm iş kımdan Mehmed A li, aynı zamanda büyük bir İıtâm Antîklopedial



37



M EH M ËD A L İ P A Ş A .



d evlet adamı idi. A ilesi efrâdını, çocuklarını ve torunlarını âlei'âde birer fert gibi yetiştirdi. Ç o ­ ğunu, talebe grupları arasında, A vrupa 'ya tah­ sile gönderdi. Tosun, İbrahim ve İsmail Paşa '(ar ordularının baş-kumandanlığını yaptılar. O ğlu Said bilgili bir bahriye mühendisi idi. Fakat Mehmed A li, elde ettiği muazzam m uvaffaki­ yetlere rağmen, osmanlı devleti ve osmanlı tarihi bakımından, âsî validen başka bir şey değil idi. Sonra devrinde M ısır balkı da, bütün bu İslâhat ve inkılâplara rağmen, refaha erişmedi. Bir çok ağır yüklerin, hattâ zulmün altında inledi durdu. A ngarya kanûnî müeyyi­ deler ile tatbik ediliyordu ; halk şahsî hürriyet ve tasarruf hakkından hemen-hemen mahrûm idi. Mehmed A li bütün M ısır arazisine tesâlıup etmiş, ticâret ve sanayii inhisarı altına almış idi. Fakat Mehmed A li hakkında en bî-taraf hüküm, icrâât ve faaliyeti bir küll olarak alındığı ve n eticeleri M ısır bakımından mütâlea edildiği takdirde, verilebilir. K endisi M ısır devletinin müessisi olduğu gibi, M ıs ır’ın yeni tarihi de onun ile başlamaktadır. B i b l i y o g r a f y a ’. B aşvekâlet arşivi, H âriciye vekâleti arşivi (dosya nr. 614 ) ve Topkapı sarayı müzesi arşivindeki vesika­ lardan başka bk. bir de M acm u'ât al-farmânât al-şâfıâniya al-şâdira ilâ milat Misr va kid lv ikâ ( nşr. Haim Nahoum ), Kahire, I 9 3 3 >frus. hulâsa ; R ecueil de firm ana impéri­ aux Ottomans adressés aux valis et aux hèdives d'Egypte (K a h ire, 19 3 4 ); A s'ad Rustum, a l-U su l al- arabiya li-târih Sûriya f i 'a h d M uhammad 'A l i Bâşâ (B e y ru t, 1930 — *934 )l J* Deny, Som m aire des A rchives Turques du Caire ( Kahire, 1930 ) ; G. Douin, Une mission militaire française auprès de Mohamed A ly (K a h ire , 19 2 3 ); ayn. mil., L ’Egypte indépendante. Projet de 7SOI (K a ­ hire, 1924 ) ; ayn. mil., L ’Egypte de 1£02 à 1804 (K a h ire , 19 2 5 ); ayn. mil., Mohamed A ly , P acha du Caire ( 1805—1807 ), ( Kahire, 1926 ) ; ayn. mil., Mohamed A ly et l ’expédi­ tion d 'A lg e r ( 1829—1830 ), ( Kahire, 1930 ) ; G . Douin ve E. C . Faw tier Jones, L ’A n g ­ leterre et l ’Egypte, La Campagne de 1807, ( 1928 ) ; E. D riau lt, L ’expédition de Crète et de M orèe ( 1823—1828 ), ( K ahire, 1930 ) j ayn. ml!., L a form ation de l ’Em pire de M oham ed A ly de l'A ra b ie au Soudan ( 1814 — 1823 ), ( *927 ), J. Raymond, Les Wahabys, Docum ent inédit de 1806 ( Kahire, 1925 ) ; A li Fuad, M tsir vâlisi M ehm ed A li Paşa T T E M 19 ( 96 ) ; al-C abarti, 'A câ 'ib al-âsâr f i ’l-tarâcim va 'l-ahbâr (K a h ire , 1297), İH— IV ( frns. trc. M erveilles biographiques et historiques ou chroniques du Cheikh



A b d al-Rahman al-Cabarti, K ahire, 18 96); Hurüb İbrahim Başa al-M isrï f ï Sûriya va ’l-A n â io l (n şr. L ’ Abbé P. Carali, fihrist ve hâşiyeler A s'ad Rustıırn ), H eliopolis; C e v­ det Paşa, Tarih (Istan bu l, 1309), VII— XII: M üşakkarSt târiffïya (n şr. at-H uri Kostantin al-Bâşâ al-M uhlişi), B eyrut; L u tfi Efendi, Ta­ rih ( İstanbul, 1290 — 1328 ), I— VFII ; C lo t Bey, A perça général sur l'Egypte ( Bruxelles, 1840), 1— II { arap, trc. M. Mas’ûd, Lamha ‘âmma ilâ M işr, I— II); ayn. mil., Mémoires de A , B. C lo t Bey ( nşr. J. T agher ), Kahire, X949; N icolas Turc, Chronique d ’Egypte, 1198—1804 (n şr. ve frns, trc. G . W ie t), Kahire, 1950; Cadaivène ve E. Barrault, Histoire de la guerre de M éhêm ed A li contre la Porte Ottomane en Syrie et en A sieM ineure ( 1831— 1833 ), Paris, 1837; F. Mengin, H istoire de l ’Egypte sous le gou­ vernem ent de Mohammed A ly ou récit des événements politiques et m ilitaires qui ont eu lieu depuis le départ des Français ju s ­ qu'en 1823 ( Paris, 1823 ) ; ayn. mil., H istoire sommaire de l'Egypte sous le gouverne­ ment de Mohammad A ly ( 1823—1838 ), Paris, 18395 P . P . Thédénant ve Du vent, L ’Egypte sous M éhêm ed A li ou aperçu ra­ p ide de l ’administration civile ei militaire de ce pacha (P a ris, 1822) ; J. Plan at, H is­ toire de la régénération de l ’Egypte ( Paris, 1830); A . de Vauîabelle, H istoire moderne de l’Egypte ( 1801— 1834 ), H istoire scien­ tifique et m ilitaire de l ’expédition fra n ça is en Egypte (P a ris , 1830— 18 3 6 ); E. Gouin, L ’ Egypte aux X I X • siècle, Histoire m ilitaire et politique, anecdotique et pittoresque de Mèhémet A li, ibrahim Pacha, Solim an Pacha (P a ris , 18 4 7); F* P errier, L a Syrie sous le gouvernem ent de M êhêm ed-A li ju sq u ’en 1840 (P a r is , 18 4 2); H. von Moitke, B riefe über Zustânde und Begebenheiten in der Türkei, 1835—1839 (B erlin , 18 9 3 ); C . Na­ pier, The mar in Syria ( London, 184s ), I— II. Daha geniş bibliyografya için bk. Şinâsi A ltu n d ağ, K avalalt M ehm ed A li Paşa isyânı, (A n k a ra , 1945), I. k ısım ; ‘A b d ai-Raljmân a l-R â fii, T â rih al-harakât al-kavm iya, . . , (K a h ire, 1948), I ; ayn. mü., ' A ş r M uham• med ' A lt (2 . tab., Kahire, 19 4 7); ‘A b d alRahman Zaki, a l-T ârîh al-harbî l i ’ aşr Muhammed 'A l i B âşâ a l-kabir (M ısır, 1950); ayn. mil., al-C ayş al-m işri f i ‘ ahd Muhammed ' A li B âşâ al-kabir (M ısır, 1939 ) ; ‘A bd al-Munşlf Mahmüd Bâşâ, Muhammed 'A l î al-kabir ( Kahire, 1949) ; A . A hm ed ai-H itta, Târih al-zira şl-M işriya f i 'a h d Mulıamm ed ‘A li al-K ubir (M ıs ır, 19 5 0 ); daha ge-



MEHM&D A L İ P Â Ş Â -



niş bibliyografya için bk. Şinâsi A ltundağ, Kavalalı Mehmed A li Paşa isyânı, ı. kısım (A n kara, 1945 ). ( ŞİNÂSİ ALTUNDAĞ.) M EH M ED Ç E L E B İ. [ Bk. g a z â l Î.] M E H M E D E F E N D İ. M U HAM M ED EFENDİ, LÂLEZÂRÎ, Ş e y h , XVIII. asrın ilk yarısında yaşam ış, lâle m eraklısı bir zât olup, bu çiçeği yetiştirm ek için çok uğraştığından, kendisineLâl e z â r i denilmiştir. Babası, 1116 ( 1704/1705 ) 'da ve fat eden T efsîrî A hm ed Efendi *dir. Elde e ttiğ i lâle cinslerinin m ıkdarı 100 ’ü mütecâvizd ir ( Mehmed Remzî, Defier-i lâlezâr-i İs­ tanbul, M illet kütüp., A li Em îrî E fendi kita p ­ ları, tabiiye kısmı, nr. 157 ), Bunları daha ziyâde 1720 — 1726 seneleri arasında yetiştirm iş olup, bazılarının isim lerini sadrâzam Dâmâd İbra­ him Paşa koym uştur ( bk. Mehmed A şk î, Tak­ vim al-kibâr f i mi'yâr al-azhar, M illet kütüp., nr. 165, s, 59 v.d. }. L âleeiiikteki geniş bilgi­ si dolayısı ile, Ahm ed IH. tarafından 1725 tarih­ lerinde şûkûfeci-başılığa tâyin edildiğini gör­ düğümüz Mehmed Efendi, mütemâdiyen artan lâle fiatlarının tanzimi işine de me’mür ol­ muş idi. 2 eylül 1727 tarihli bir ferman ile, A hm ed İH. bütün şukûfecilerin, Şeyh Mehmed E fen di vâsıtası ile kullanılan narha uymalarını, aksi hâlde mallarının müsadere olunacağını, İstanbul kadısına bildirm iş idi ( bu fermanın sureti için bk. Küçük Ç elebî-zâde İsmail Âsim , Tarih , İstanbul, 1282, s. 415 v.d.; narh defteri ve lâle meselelerine dâir bibliyografya için bk. Münir A ktep e, Damad İbrahim Paşa devrinde lâle , Tarih dergisi, İstanbul, 1953/1954, sayı 7 — 9 ) . Mehmed Efendi 1149 (*73 6 /173 7) ta­ rihînde İstan bu l’da vefat e tti ve babasının esaslı su rette tâm ir ettirip, kendinin b ir min­ ber ilâve eylediği L âlezâr m escidi hazıresine defnolundu ( Hüseyin A yvansarâyî, hfadîlçat al-cavâmf, İstanbul, 1281, I, *90). Şeyh Mehmed Efendi Hemedan ve Nihâvend ’in zaptı sıralarında, lüleciliğe dâir M iza n alazkâr isimli bir risâle te 'lif etm iştir. Eser, mu­ kaddim e, iy i bir lâlenin hâiz olması lazım gelen zo vasıf, lâlenin ekilm esi ve toprağının husu­ siy etleri ve hâtime olmak üzere, 4 bahisten m üteşekkildir ( 15 varaklık bu yazmanın bir nüshası A tıf Efendi kütüp., nr. 2127 ’de ve d iğer nüshası M illet kütüp., A li Em îrî, tabiiye kısm ı, nr. 174 ’te bulunm aktadır). ( M . M ü n i r A k t e p e .)



M E H M E D E S ’ A D . [ Bk. ş e y h g â L İ b .] M E H M E D E S ’A D . [ Bk. e s ’ a d e f e n d L] M EH M ED H A L Î F E . M UHAM M ED H A L İF A , XVII. asır t ü r k m ü v e r r i h l e r i n ­ d e n d i r. Bosnalı olup, 1040 ( 1620/1631) se ­ nesi sıralarında İstan bu l’a gelm iş, G ürcü K o­ ca Kenan Paşa ’nın iç-oğlanı olarak, efendisi



M EH M ED H A L Î F E .



579



ile beraber, seferlere iştirak etm iştir. Erdel beyi G yörgy I. Rakoczi 'ye karşı tertip edilen sefere serdar tâyin edilen Kenan Paşa ’nın bu me’m ûriyetten azlini müteakip { 1637 ), İs­ tanbul ’a dönmüş ve muhtemelen Sultan İbra­ him devrinde saraya girerek, seferli odasında istihdam edilm iştir. EnderÜnda tefeyyüz ede­ rek, h a l i f e l i k m ertebesine yükselen mü­ verrihin hangi tarihe kadar yaşadığı mâîûm değildir. Mehmed Hatife, Murad IV. ’in cülusundan V a şvar muâhedesinin akdine kadar ( 1623— 1664 ), 43 senelik vekayit ihtiva eden tarihîne, harem-i hümâyunda vücûda ge tirild iği için, Tarih-t gılm ânî ismini verm iştir. İdrâk e ttiğ i dev­ rin vekayiini ihtiva eden bu eseri, Mehmed IV. 'in Üsküdar sayfiyesine taşındığı 10 şevvâl 1066 ( 1 ağustos 1656; Tarih-i gılm ânî, nşr. A h ­ med R efik, s. 7 'de sehven 1060 şeklinde basıl­ mış ise de, gerek Revan-Köşkü kütüp. nr. 1306’da, gerek nşr. Ahm ed R efik, s. 4 3 ’te, doğru olarak, k a y d e d ilm iştir) tarihinde yazma­ ğa karar veren müellif, pâdişâhın ikinci defa olarak, Edirne ’ye gidişi sırasında ( teşrin II. 1659 ) te’iife başlayıp, 1075 şabanı sonlarında ( 1 3 m art 1665) tamamlamıştır ( bk. Ahm ed Refik, ayn, esr,, s. 102 ). Üç bâb ve bir hatimeden terekküp eden Tarih-i gılm ânî husûsiyle Mehmed IV . ’in devri başlarındaki ocak ağalarının tegaliübS ve Ç ın ar vak’ası, S e yd î Ahm ed Paşa 'nın E rd el ve Fâzıl Ahmed Paşa ’nın U yvar se­ ferleri ile 1660 temmuzunda vukû bulan bü­ yük yangına â it eanlı tasvirleri, Tarhuncu A h ­ med P a ş a ’ nın, devletin m âlî vaziyetine dâir, pâdişaha takdim e ttiğ i d e fte r ite K öprülü Meh­ med Paşa 'nın A kd en iz boğazı sefe ri ve Haleb beylerbeyisi A li P aşa'n ın C elâlî A b a za Haşan Paşa ’nın katli hakkm daki mektuplarının su­ retlerini ibtivâ eder. D iğ er vekayî, müellifin ıttılâ ı nisbetinde, kayd ve tesbit edilm iştir. Hâtime, iktidar sahipleri için lüzûmtu rıfk ve mülâyemete, Mehmed IV. ’in husûsiyetleri ve halka merhametli muamelesine, harem-i hü­ mâyûn teşkilâtına ve müellif ile muâsır olup, enderûndan yetişm iş gü zîde zevata dâir malû­ matı ihtiva eder. T arik-i g dm â nî, T T E M , *340 ( 1924) yı­ lm a â it sayılarında (y e n i serî, cüz *— 6 ), mec­ muanın 10. ilâvesi olarak, Ahmed R efik tara­ fından bir mukaddime ile neşredilm iştir. Eser naşirin husûsî kütüphânesine âit eski bir yaz­ maya istinaden tab'ediim iş olup, neşirde Revan-Köşku kütüp., nr. 1306 ’daki yazma nüsha­ dan istifâde edilmemiş olduğu gibi, o asrın diğer kaynaklan ile de karşılaştınlm am ıştır.



M E tİM & D H A L Î F & Tarih-i gılm ânî müellifi ile muasır olup, harem-i hümâyûnda kahveci-başılık mevkiine yükselan Bosnalı Mehmed H alife b, Hüseyin de 1043— 1070 (1633/1634— 1659/1660) vekayiini ihtiva eden bir tarih yazm ıştır (y e gâ n e nüshası V iyan a m illî kütüp. 'de bulunan eserin muhtevâsı ve tavsifi için bk. G. FiÜgel, Kata­ log, H, 271, nr. 1068 ve ondan naklen F. Ba* binger, G O W, 209, nr. 1079 ). H er iki Mehmed H alîfe 'nin aynı şahıs olması ihtimâline dâir ( bk. Babinger, ayn. esr., s. 210; Th. Menzei, E l , mad. MUHAM MED B. H U SA YN ) şim dilik eli­ mizde kâfi delîl mevcut değildir. Bursalı Mehmed TShir 'in Sultan İbrahim devri ricâlinden Mehmed b. Hüseyin ’e atfettiğ i tercüm e ( Osm anh m üellifleri, İH, 142 'de "Ali b. Şihâb H am adâni’nia Zahirat al-m ulük adlı, 10 bâbt ibtivâ eden farsça sözde tarih kitabın­ dan, Bagdad vâlisi D erviş Mehmed Paşa nm emri ile Mehmed b. Hüseyin tarafından, iki bâb ilâvesi ile, türkçeye tercüme edilip, Tahfat al-Ma'mün ismi verildiği ifâde edilm iştir), her hâlde Sürûrî ( Muşlih al-D in Muştafa b. Şa ban, ölm. 9 6 9 = 1 5 6 2 ) ^ 0 â it olm alıdır ( bk. Kâtib Ç eleb i, K a ş f al-^unün, İstanbul, 1941, I, 824 ve ondan naklen Osm anh m üellifleri, II, 226 ). Z a h ira t al-m ulük ’ ün bir tarih kitabı değil, bir ahlâk kitabı olması da bu ihtim âli kuvvet­ lendirm ektedir ( Ka ş f öl-zunün ve Osmanh m ü e llifle r i*inde eserin m uhtevası verilm iştir). (B



M EH M ED P A Ş A ,



B



e k Ir



K



a lta ci



ü tükoğ lu



[ Bk.



.)



BA LTA CI



MEHMED P A Ş A .)



M E H M E D P A Ş A . MUHAMMED P A Ş A , — 1625), o s m a n h s a d r â z a m ­ l a r i n d a n d 1 r. Enderunda yetişerek , silâhdarltğa yükseldikten sonra, Şam beylerbeyliği ile saraydan çıkm ış ve bilâhare kubbe vezirliğine tâyin edilm işt r. Naimâ ( Tarih, İstanbul, 1280, II, 206 ) ’ nın gö sterd iği teşrifat sırasına ba­ kılırsa, 1031 ( 1 6 2 1 ) ’de altıncı vezir mev­ kiinde bulunduğu anlaşılan Ç e rk e ş Mehmed Paşa ’ya, Murad IV. ’m ilk zamanlarında K e­ mankeş A li Paşa ’nın idâmı üzerine, sadra­ zamlık tevcih edilm iş ve kendisi bu m evkii, istem eyerek, kabûl etm iştir ( 3 nisan 14 2 4 = 14 eem âziyelâhır 1033 ). Ç erkeş Mehmed Paşa o sırada Anadolu 'da isyan hâlinde bulunan Er­ zurum beyler-beyi A baza Mehmed Paşa 'yi ten­ kile ve sonra B a g d a d ’i manlılardan istirdada m e’mûr olan orduya serdar nasbedilerek, yola çık tığ ı zaman, A baza ’nın gönderdiği kuvvetler N iğde ’yi zaptetm iş ve Konya civarında K a ra ­ man beyler-beyi Köse Sefer P a ş a ’yı mağlûp etm iş bulunuyordu. Ordusu ile geldiği K on­ y a 'd a bir müddet kalan ve A baza ile muhâbere ederek, onu itâat altına alm ağa çalışan ÇERKEŞ ( ?



M EHM ED PÂ ŞA sadrâzam, bu teşebbüs akam ete uğrayınca, ileri hareketine devam etmiş, fak at Niğde ’yi ele geçirm eğe m uvaffak olam am ıştır. Ç erkeş Mehmed Paşa 3 eylülde ( 21 zilkade ) K ayseri civarındaki sahrada Karasu köprüsnün başına vardığı zaman, A baza kuvvetleri daha evvel S i­ vas ’ tan gelip, mevzi almış idi. İki tarafın öncü kuvvetleri arasında çarpışm alar başlarken, ye­ niçeriler, sadrâzam ile A b a z a ’nın anlaştığı ve m aksatlarının yeniçeriyi kırdırm ak olduğunu ileri sürerek, ayaklandılar. Ç erk eş Mehmed Paşa, orduda inzibatı t e ’mîne muvaffak olduğu gibi, ertesi gün topçu kuvvetinin de İştirâk ettiği kanlı muharebede âsîleri hezim ete uğ­ rattı. Sivas beylerbeyi olup, A baza ’ya tarafdar görünmek m ecbûriyetinde kalan T ayyar Meh­ med P a ş a ’nm âsîlere hücumu bu galebenin te ’minine yardım etti. Sadrâzam ın ordusunda silâhdarlar arasında bulunan K âtib Ç eleb î ( F e zlek e, İstanbul, 1287i II, 54 v.d.) bu muha­ rebe hakkında mühim tafsilât verir ve zafer akşamı K ayseri sahrasında donanma yapıldığını söyler. G alebeyi müteakip, kılıçtan kurtulan C eiâliler tâkip edilm ekle kalmamış, A baza Mehmed Paşa ’nın adamı olup, Niğde kalesinde bulunan ve efendisinin âtlesini S iv a s ’a götür­ mek üzere yola çıkan Çopur Bekir ’in ku vvet­ leri de tepelenerek, A baza ’nın zevcesi ve kızı esir edilmiştir. Ç erkeş Mehmed Paşa bir kaç gün kaldığı K ayseri sahrasından, Sivas yolu ile, Tercan 'a geld iği zaman, Erzurum 'a ’ sığm an A baza ’nm adam gönderip, aman diiedİği ve sefer mevsimi geçtiği cihetle, bunun kabulünü muvafık gören sadrâzamın, Erzurum kalesinde bir m iktar yeniçeri bulundurmak şartı ile, A b a z a ’y ı eski me’mÛriy etinde ibka eylediği ve nihayet kışlam ak üzere, T o k a t'a çekildiği malûmdur ( kânûn I. 1624 = rebiyülevvel 1034). Ç erkeş Mehmed Paşa T o k a t'ta hastalanarak, 27 kânûn II. 1625 ( 18 rebiülâhır 1034 ) 'te vefat etm iş ve nâşı muvakkaten im aret câmi civarı­ na ve daha sonra İstanbul ’a naklolunup, Bayezid câmii hazîresine gömülmüştür ( m ezar kita­ besinde bulunan ve Hâşimî tarafından tanzim edilen vefat tarihi için bk. A yvansarâyî Hü­ seyin, fîa d ik a t a l-cavâm t, İstanbul, 1281, I, 14). Tarihte bıraktığı en büyük hâtıra K ayseri muhârebesi olan Ç erkeş Mehmed Paşa, osmanlı sadrâzam ları içinde doğruluğa ve adalete ver­ diği kıym etle şöhret bulmuştur. Muasırları onu müdebbir, halım, cesür, vekarlı, zühd ve takvası zamanın şeyhlerinde bile bulunmayan bir zât olarak tan ıtırlar ( F ezleke, II, 71 ). Kendisini T o k a t’ta gören Peçevî İbrahim Efendi ( Tarih, İstanbul, 1283, II, 401 ) Mehmed Paşa ’nm rüşvetten ve haksız yere mansıp tevcihin­ den son derece kaçındığını, mâsum insanların



MEHMED PAŞA. aslâ kanma girm ediğini, velhâsıl em salsiz bir zât olduğunu sitâyişle kayd ettiği gibi, başta kendisini ,,pîr-i nûrânî“ diye vasıflandıran Naimâ ( II. 296 ) olduğu hâlde, muahhar mü­ ellifler de bu ihtiyar vezirin senasında m ütte­ fiktirler. B i b l i y o g r a f y a 1 Başlıca kaynaklar metin içinde gösterilm iştir. Bu hususta XVII. asrı ihtîvâ eden osmanlı tarihleri ile terâcım kitaplarında { msl. Solak-zâde Mehmed Hamevî, Tarih, İstanbul, ** 9 7 » s- 739 v .d .; Osm an-zâde T âib, H adi kat at-vazarâ', İs­ tanbul, 1271, s. 72 v .d ,; J. v. Hammer, H istoire de l ’Em pire Ottoman, (P a ris , *831, I X ) 'da mâlûmat vardır. Mehmed Süreyya ( S icill-i osmânî, IV , 150 ), m e’haz gösterm e­ den, Ç erk eş Mehmed Paşa ’nın, Şam vâliliğinden evvel, çuhadar olduğunu söyler. ( M. C A V İD B A Y S U N .) M EH M ED P A Ş A . M UHAM MED P A Ş A , DÂMAD,( ? — *6*9), XVII. asır osmanlı s a d r â z a m l a r ı n d a n d ı r . K âtib Ç eleb i ( F e z ­ leke, I, 287, 402 ) ’ye göre, İstanbul ’da, KaraGüm rük semtinde K ara Haşan isminde bir öküz nalbandının oğlu olduğundan, Ö küz lekabı ile de tanınmıştır. Kendisine Kara Meh­ med denildiği de riv ay e t edilm ektedir. 975 (1567/1568) ’te girdiği enderûnda yetişen Meh­ med Paşa, bir müddet sılâhdarhkta bulunduk­ tan sonra, zilh icce 1015 ( 1607 ) ’te çirağ edi­ lerek, vezâretle M ısır eyâletine tâyin edildi ( Sâfî, Zubdat al-iavSrih, V eliyüd din Efendi kütüp., nr. 2429, II, 64a, 108° v.d .; Müneccim -Başı, İstanbul, 1285, III, 5 6 1; Naimâ, İstanbul, 1280, I, 442; H ib rî, D efter-i ahbûr, Üniv. kütüp., nr. 2631, 786 ), kul taifesinin tegaltübü altın da bulunan M ısır’ın İslahına me’m ur oldu; 1016 ( 1607 ) 'da M ıs ır'a gidip , kul taifesinin va z’e ttiğ i tulba, ka lfa ve kuşüfiya vergilerinden m üşteki olan reâyânın ( Muhammed b. ‘A li al-İshâki, K itâb laiâ’i f al-akbar a l-a v v a l. . , , M ısır, *303,3. *82 ) vaziyeti­ ni düzeltm eğe çalıştı ve bu vergilerin kald ı­ rıldığını ilân e tti ( A b d at-K arim b. ‘A b d al-Rahmân, T â rih -i M lşr, Hekimoğlu A li Paşa kütüp., nr. 705, 296; S â fî, 1 ıo » ; K âtib Ç e ­ lebi, I, 316; Naimâ, II, 50). Mehmed Paşa’nın K ahire 'y e gelir-gelm ez, v e rg i husûsunda yapılan haksızlıkları önlemesi, reâyâ gibi, urbanı da sevindirm iş idi. Bu karar a sk erî guruplardan gönüllü, tüfekçi ve çerkes bölüklerinin m uhâlefeti ile karşılanmış, Meh­ med Paşa bunun üzerine vukû bulan bir ayaklanm ayı bastırm ağa muvaffak olmuştur ( S â f î, *116 ; Muhammed b. Y û su f al-H allâk, Tarifr M işr al-K âhlra, Üniv. kütüp., nr. 628, *066 v.d. y.b.).



S«*



Mehmed Paşa M ısır kulunu, sadrâzam Mu­ rad P aşa'nın Kalender-oğlu ile y ap tığı muha­ rebeye iştirak ettirm eğe m uvaffak olmuş, fa ­ kat bunlar, Murad Paşa 'dan aldıkları hüküm­ ler sayesinde, M ısır'd a tek ra r tegallübe baş­ layınca, onlar üe mücâdeleden çekinmemiş ve nihayet teslim olmalarını te’min eylem iştir (10 x7 = 1608). Mehmed P a ş a ’ya, bu isyanı tenkilden sonra K al-K ıran lekabı verildiği görülm ektedir ( bu isyanın tafsilâtı için bk. al-İshâki, s. 183; Muhammed b. Y u su f al-H allâk, * lo » ; K ara Çeiebî-zâde, R a vza t al-abrar, Bulak, 1248, s. 513; Naimâ, II, 58). M ısır ve Suriye ’de bir müddet imâr faâliyetlerinde bulunan Mehmed Paşa, M ısır hazînesini İstan­ bul ’a gönderdikten sonra, Ahmed L 'in tevec­ cüh ve iltifatın a mazhur olarak, Halil Paşa 'nın yerine, ikinci vezirlik ile birlikte, Kaptan-ı deryalığa nasbolundu ve pâdişâhın henüz 7 yaşında bulunan kızı G evher Han Sultan ’1 nikâhlanmak suretiyle, dâmad oldu ( 1020 = 16x2 ), Mehmed Paşa, kendisi ile aynı fikirde olan fransız sefirinin muhalefetine rağm en, hükü­ metin 6 hazîran 16 12 ’de Felemenk ile, Fransa ve İn g ilte re ’ye verilm iş im tiyazlar mâhiye­ tinde hükümler ihtivâ eden bir kapitülas­ yon muahedesi imzalamasından sonra ( j . v. Hammer, trc. A tâ , VIII, 142 v. d.), M alta ve Floransa gem ilerinin türk sah illerin e tecâ­ vüzü ve S ilifk e civarındaki A ğ a limanına taarruz etm eleri üzerine, 1021 ( 1 6 1 3 ) ’de 30 kadırga ile denize açıldı. Eğriboz ’dan 60 gemi alarak, hıristiyan devletleri ile teşrik-i m esâî eden Ma’n-oğlu Fahr al-D in II. [ b. bk.] 'i mağlûp ederek, onun, uhdesindeki malı verm esini te ’min etm iştir ( Sâfî, 174b — 175» v.d ). Mehmed Paşa 'nın azledilm esine sebep, kendi kuvvetinden a yırd ığı 10 kadırganın, S i­ sam adası civarında bir Floransa filosuna mağ­ lûp olması idi [ bk. mnd. AH M ED I.]. Topçular Kâtibi A bdüikadir 'e göre ( Tarih, Es'ad Efendi kütüp., T Y ., nr. 2151, 170»), Mehmed Paşa, bu azilden sonra, kaymakam olarak, İstanbul mu­ hafazasına tâyin olunmuş ise de, çok geçmeden 17 teşrin I. 1614 ( 1 0 2 3 ) ’te, Nasuh Paşa f b. bk.] ’nın idâm ı üzerine, tekrar sadrâzam olmuş ve selefinin uzaklaştırdığı kim seleri yeniden işi başına g e tirte re k ( Müneccim-başı, III, 635 v.d.), ordunun ıslâhına çalışm ıştır. İran ile akdolunan muahede mucibince, gönderilecek 20 0 yük ipe­ ğin gelmemesi ve osmanlı elçisi İncili Mustafa Çavuş ’tan haber alınamaması, Şah A bbâs I. (1 5 8 7 — 1628 ) 'm G ü rc ista n ’a asker şevketmesi üzerine, Ahm ed I., İran işinin halline sadrâzam Mehmed Paşa 'yi me’mûr etti (2 3 rebiülâhır 1 0 2 4 = 5 = 2 2 mayıs *615 ). Şaban ayı



MEHMED PAŞA. içinde H aleb 'e giden Mehmed Paşa, Sultan Selim eâmii muvakkit! Müneccim-başı D erviş T âlib Efendi ’nin telkini ile, o sene seferi te’hir e ttiği gibi, ordu Maraş, M alatya, Sivas ve Karaman taraflarında kışlam ak yüzünden, Şah A bbas 'a mukabil tedbir almak imkânı verilm iştir. Nitekim Şalı A bbas, divan-beyi A li-K u ii Han ’ı T ebriz 'e göndererek, G ence 'y i tahrip ettirm iş ve bir ih tiy a ti tedbir olmak üzere, beylerbeyi Ziyâd-oğiu K açar T T iflis ’e göndermiş idi ( bk. İskender B ey Türkman, -4 fem). İstanbul ile Üsküdar arasındaki münâkaleyi keserek, nakil vasıtalarını İstan­ bul tarafına alan Mehmed Paşa, yine b ir ihtiyâtî ted bir olmak üzere, acemi oğlanlarını şe­ hirden çık a rttığı gibi, kale kapılarını da kapat­ mış idi. Bâzı tarihçilere göre, Cem Gelibolu yolu ile, İstanbul’a gelecek idi. Bu arada Meh­ med Paşa 'nm rakipleri olan Bayezid 'in iki dâmâdının ordunun başında oynadıkları role işaret etmek icâp e d e r ; nitekim bunlar Meh­ med Paşa 'nın gönderdiği adamları tev k if et­ tikleri gibi, pâdişâhın öldüğü haberini de iş la ederek faaliyete geçtiler. Bunun üzerine, nizâ­ mı bozup, iskeleye dökülen yeniçeriler, arka­ daşları tarafından, İstanbul 'a geçirilm iştir. Mehmed Paşa bundan sonra etrafa yayı­ lan askerleri oyalamış, m uvaffak olamamış ise de, iskeleye inmiş ve askerin cebren geçti­ ğini öğrenerek, onları tehdit etm iştir. Bunda muvaffak olamayan Mehmed Paşa 'nm, evine çekilerek, cem âatine haber vermesi ve bunların kaçması yüzünden, yeniçeriler eski kinlerine binâen onu divanhanesinde yakalayıp, öldür­ düler ( B ehiştî, 211» J İdris B itlisi, A ti Emîrî, F Y , nr, 806, s. 330; Â lî, 105“ ). Bundan sonra, Fâtih 'in husûsî tabibi yahudi lacopo ( Yâkub Paşa ) ’yu öldüren yeniçeriler, yahudi mahallelerini yağm aladıkları gibi, Meh­ med Paşa ’nın bir mızrağın ucuna takılı başını da İstanbul sokaklarında gezdirm işlerdir { bk. K ıvâm î, s. 279 }. Karam ânî Mehmed Paşa, İs­ tanbul 'da Kum -Kapı yakınında bânisi olduğu Nişancı câmii ( inşâı 885 = 1480, Tâcî-zâde Sâdî Ç elebi, M ünşeât, nşr. N ecâtî Lugal-A dnan Erzı, İstanbul, 1956, s. 61 ) önündeki tü r­ bede medf undur ( A yvansarâyî, Hadîlşat al-ca­ va m ı, I, 209; J. v, Hammer, Constaniinopolis, Pesth, 1822, 1,-430, nr, 26). Bugün Nişanca mahallesi ismini alan m evki­ de m evcut câmiinin kıble kapısı karşısındaki yüksek mahalde, müzeyyen kabrinde yatan Mehmed Paşa 'nın bizzat şeyh A b u ’ 1-VafS’ tarafından yazılan mezar taşında al-şahîd lekabı açıkça okunm aktadır ( bk. E . H. A yverdi, F âtih devri mimârîsi, İstanbul, 1953, s. 428). Karam ânî Mehmed Paşa 'nın iki zevcesi var i d i; birincisi Musannifek lekaplı A la 1 alDin A li al-Bistâm i 'nin kızı idi. Bu zevce­ sinden olan Zeynelâbidin A lî Ç elebi ismindeki oğlundan vakıf kayıtlarında bahsolunmaktadır



P Â Ş A .



(M . T . GÖkbilgin, Edirne v e Paşa livası , İstanbul, 1952, s. 305) ki, bu zâtın oğlu alM avlâ M uşjafS b. *A li b. Mehmed Paşa alK aram âni, bilâhare, çok şöhret kazanm ıştır (ölm . 966 = 1558; bk. a l-Ş a lşa ik zeyli, İs­ tanbul, 1268, s, 15 v.d.). İkinci zevcesi A lâ iy e beyi K ılıç A rslan 'ın kızı S itti-Ş âh idi. Mehmed Paşa, S itti-Ş âh 'ın parası ile y ap tırd ığı eâmi ( Â şık Paşa-zâde, s. 199 ve 207 ) vakfiyesin­ de tevliyet, oğlu Zeynel’âbidin AH Ç e le b î’ ye, ondan sonra bu zevcesinden olan oğullarına geçecek idi ( bk. Başvekâlet arşivi, E vk af def­ teri, nr. 251, s. 264; krş. İ. H akkı Konya1!, Osmanlt tarihleri, İstanbul, 1949, I, nr. 4 ). Mehmed Süreyya ( S ic ill-i osmânî, II, III), Kara Çelebî-zâde ailesinin Mehmed Paşa 'dan gelm iş olduğunu tasrih eder ki, kendisinin Rum Mehmed Paşa ile karıştırılm ış olması çok muh­ tem eldir ( bk. A yvansarâyî, II, 195 ; İsmail Belîg , G üldeste-i rigâz-l irfa n , Bursa, 1302, s. 3 1 4 v.d.). Eserlerini umumiyetle Bayezid II. 'e ithaf eden m üellifler tarafından pek de sevilm eyerek, hiyânetine hükmedilen, fakat Fâtih devrinin pek mü­ him bir şah siyeti olan Karam ânî Mehmed Paşa 'nm ölümü büyük bir teessü r uyandırmamıştır. Bâzı kaynaklardan anlaşıldığına göre, Karamâ­ nî Mehmed Paşa bir takım hasletlere mâlik olduğundan, F âtih 'in çok takdirin i kazanmış idi. Mehmed Paşa bilhassa şâirlere ve ediplere çok alâka gösterm iş ve nâmına bir çok kasi­ delerin yazılm asına sebep olm uştur; nitekim Kabûlî „Nişancı Ç e leb i" nâmına kaside ve şiir­ lerini { bk. D îvan, nşr. I, H. Ertaylan, İstanbul, 1948, s. 193, 194 v.d,), Hâmidî, türkçe ve fars­ ça kasidelerini ( bk. D îvan, nşr. İ. H. Ertaylan, İstanbul, 1949, s. 293 v.d., 295, 296 v.d., 315 v.d.) onun nâmına yazm ışlardır. T ürk inşâ san’atm da mevkii olan ve muhte­ lif inşâ nümûneleri veren Mehmed Paşa ’nın mahlası N i ş â n i 'd ır ve Uzun Haşan ’a gön­ derdiği mektup ( Feridun Bey, M anşa’St al-se­ latîn , İstanbul, 1264, I, 271 v.d .; burada zikrolunan mektup umumiyetle Karam ânî Mehmed Paşa ’ ya atfolun uyor) zamanında çok şöhret kazanm ıştır ( L a tifi, T ezkire, İstanbul, 1314, s. 334 v.d .; Â lî, var. 135»). T ezkireler onun nesrini nazmından daha üstün bularak ( bk. Haşan Ç elebi, Tezkire, Üniv. kütiip., T. Y . nr. 2S25» 33 8 a ; Beyânî, T ezkire, Üniv. kütüp., T .Y . nr. 2568, 928), onu Mahmud Paşa [ b. bk.] ve T âcî-zâde ile m ukayese ederler. Haşan Çelebi ( 338 ®) ’nin, Mehmed Paşa ’ya naziresi vardır. M uhtelif münşaât mecmualarındaki ebyât ve m ektupları için bk. Tâcî-zâde Sâdî Ç elebi, Mnnşe&t, nşr. Necati Lûgal-Adnan Erzi, İstan­ bul, 1956, s, 57, 58, 59, 6 1 ; S a rı A bdullah



MËHMÈD P A ŞA . E fen di, M ünşeât, E s ’ad Efendi kütiıp., nr. 3 3 3 3 . 28“— 29b. N ihayet Karam ânî Mehmed P a ş a ’yı bir mü­ verrih olarak mütâlea etm ek lâzım dır. Onun arapça manzum şiirleri ile iki a d et risaleyi ihtivâ eden bir tarihi va rd ır: 1. R isâla f î tavârih al-salâtin al-oşm aniya, 2, Risâla f i tâ­ rih Saltan Muhammed b. M urâd Hân min âl ' Ögmân. Bunlardan birinci Osman I. ’dan Meh­ med I I . ( 1 4 3 1 ) ’e, İkincisi 14 5 1’ den 13 m art 1480 senesine kadar devam etm ektedir. B il­ hassa ikinci risalede 28 hâdiseyi sıralayan Karamanı Mehmed Paşa, fetihleri ve yapıları abcad hesabı ile tesbit eden 10 manzûm arapça tarih söylem iştir. İstanbul kütüphanelerindeki nüshalarından ( bk. A yaso fya kütüp., arap. yazm., nr. 3204 ; Â ş ir Efendi kütüp., nr. 234 ) en mükemmeli A yaso fya nüshasıdır. Tercüm e, leri için bk. Mükrimin H alil, M illi tarihim ize dâir eski bir vesika { T T E M, 1924, nr. 3 ( 8 0 ) , s. 144 v.d .); İ. H. Konyalı, I, nr. 4. B i b l i y o g r a f y a - , M etinde İsmi g e ­ çenlerden başka bk. bir de O ruç b. ‘A dil, T avârih-i âl-i 'O şm ân ( nşr. Fr. B abin ger), Hannover, 1925, s. 131; Sa’ d al-Din, Tâc altavârlf} (İstanbul, 1279), II, 2 v .d .; Yusuf Sinan Efendi, Tezkire-i halvetiye ) Es’ad Efendi kütüp., nr. 1372), i l » ; J. v. Ham­ mer, D evlet-i Osmâniye tarihi ( trc. Meh­ med A tâ ), IH, 241 v.d. ; Fr. Babinger, G O W , . s. 24 v.d. ; ayn. mil., Mehm ed II. le conqué­ rant ( Paris, 1934 ), s. 443, 489, 493, 493, 540, 364, 571, 578 v.d .; G O R , I, 281; M O G , IE, 242 v.d. ; Mehmed Paşa ’nın timar ve hasları hakkında bk. Başvekâlet arşivi, Tapu defteri, nr. 7, s. 26, 30, 32, 118, 362. ( M. C . Ş e h â b e d d j n T e k î n d a ğ .) M EH M ED P A Ş A . MUHAM MED P A Ş A , L A L A ( ? — 160Ğ ) XVE1. asır o s m a n l ı s a d r â z a m l a n n d a n d ı r . Peçuylu İbrahim ( Ta­ rih, İstanbul, 1283, II, 145, 248 ) ’e göre, Bos­ nalı Şâhin-oğhı ailesinden olup, Bosnatı Meh­ med Paşa diye meşhurdur ( krş. A lî, K unh al-ahbâr, Nûruosmâniye kütüp., nr. 3409, 439k ; Abdurrahman H ibrî, D efter-i ahbâr, Univ. kü­ tüp,, nr. T. 2631, 778; Evliyâ Ç elebî, VII, 197 ). K âtib Ç elebî, Sokollu Mehmed Paşa ile kara­ beti olduğunu söylediği gibî ( bk. F ezleke, İstanbul, 1286, I, 288; krş. Müneccim-başı, Şalfâ’i f al-ahbâr, İstanbul, 1283, I I I , 641 ), Hibri (a y n . esr., 77 b) ile MeŞmed b. Meh­ med ( bk, Nafybat al-iavârih va ’l-ahbâr, İs­ tanbul, 1276, a. 213 ) de, aynı iddia ile alâ­ kalı olarak, ondan, Sokollu ’ya denildiği gibi, T avil Mehmed Paşa diye bahsederler ( krş. Müneccim-Başı, ili, 641 ; Evliyâ Ç elebî, V li, 16 1; bk. bir de Peçuylu İbrahim, II, 333).



59*



Mehmed P a ş a ’nın evvelâ hangi m evkileri ışgâl ettiğin i sarih olarak bilmiyoruz. Bu hu­ susta K âtib Ç e leb î ( bk. F ezleke, I, 288 ) ’nin verdiği tafsilât, Müneccim-başı ( III, 641 ) ile H ibrî ( 778 ) de, bâzı küçük farklar ile, aynı esâsa dayanmaktadır. Bu m üelliflere göre, Mehmed Paşa, harem-i hassadan çıktıktan sonra, sırası ile, büyük mirâhûr v e yeniçeri ağası olmuştur. A ncak, K â tib Ç elebî ( F ez­ leke, I, 288 ) ’nin, Mehmed Paşa ’am rebiülâhır 990’da Saatçi Haşan Paşa yerine yeni­ çeri ağası olduğunu rivâyet etmesi yanlış ol­ malıdır. Yeniçeri ağalığının 990’ da değil, 999 ’ da olduğunda Müneccim-başı ( III, 641 ) ile Osman-zâde Tâib ( bk. H adikat al-vuzarâ’, s, 33 ) ittifak ediyorlar. Mehmed Paşa, yeniçeri ağası olarak, bir çok seferlere iştirak et­ miş ve büyük m uvaffakiyetler kazanm ıştır. N itekim , 1001 ( 1 5 9 2 ) seferi ile A vusturya harpleri başladıktan sonra, 4 mayıs 1394’te arşidük Mathias ’m Estergon ’u muhasarası ve imparator ordusunun T u n a ’yı geçerek, Raab (Y a n ık -K a le ) yakınında çadır kurduğu, ar­ şidük Maximilian 'ın İleri hareketi sırasında, Sinan Paşa 'nın İstanbul 'a müracaat edip, is­ tim dat etmesi üzerine, osmaniı tarihinde ük defa olmak üzere, yeniçeri ağası L ala Meh­ med A ğ a , 13.000 yeniçeri ile, Sinan P a ş a ’ nın maiyetine me’mûr oldu ( bk. Mehmed A v fî, Tarih-i osm ânî, Üniv. kütüp., nr. T. 2385, 160“ ; Peçuylu İbrahim, ayn. esr., H, 145; Naimâ, İstanbul, 1280, I, 93 }. Mehmed Paşa, yeniçeri ağası olarak, 1002 'd e sadrâzam Sinan Paşa ’nın M acaristan seferine iştirak etmiş ve büyük şecaat gösterm iştir. Buna rağmen, T ata kalesi muhasarasının ertesi günü (3 şevval 1002 ) azledilerek, yeniçeri ağa lığ ı Y e ­ mişçi Haşan ’a verildi ( bk. Peçuylu İbrahim, Iİ, 145; Selânikî, Tarih, Ü niversite kütüp., nr. T. 6027, 159b). Selânikî ( 1 5 9 b ) ’ye göre, L ala Mehmed A ğ a bu azilden sonra, Karaman beyler-beyliğine tâyin olunmuştur. Peçuylu İbrahim Efendi ( Iİ, 163 } 'ye göre, Lala Meh­ med Paşa, ertesi sene ( 1003 }, Anadolu beyler-beyiliğine te r fî etmiş, beyler-heyi ve Budin civarı muhafızı olmuştur. D iğer bir rivayete göre, Mehmed P a ş a ’ nm beyter-beyİ olması, Yanık-kale seferinden sonradır ( bk. H ibrî, 77b). 1395 'te, im parator Maximilian ordularının baş-kumandanı prens Mansfeld 'in Estergon 'u muhasarası sırasında, A lî ( 441* ) ’ye göre, Sinan Paşarzâde Mehmed P a ş a ’ nm hâricden yardım etmeği vaadetm esi üzerine, Meh­ med Paşa, Bolu sancak beyi Şem sî Paşa-zâde Mahmud Paşa ile birlikte, şehre girm iş ve savaşa iştirâk etm iştir ( bk. Topçular-Kâtibi | A bdülkadir Efendi, Tarik, E s’ad Efendi kü-



MEHMED PAŞÂ. tüp., nr. 2*51, 7b ; krş. Chalcondyİe, Con­ tinuation de l ’histoire des Turcs par A riu s Tkom as, P aris, 1622, 11,996, „Budin p aşası"). Mehmed Paşa ile aynı âiledeıı geldiği anlaşı­ lan E stergon beyi K ara A l i B ey şeh it olanca ( bk. Peçuylu İbrahim, II, 178; Continuatian, II, 993 ), onun yerine Mehmed Paşa geçm iştir (ta fs ilâ t için bk. Â lî, 441* v.d .; Selânikî, 2046, 207»; E stergon 'a yardım gönderilm esi hakkında yazılan hükümler için bk. Baş-vekâle t arşivi, M ukim m e defteri, nr. 73, s. 86). Bandan sonra, Mehmed Paşa 'nın, Şem sî Paşa-zâde Mahmud Paşa ’y ı Nâdasdy ve Palffy M iklos ’a göndererek, m üzâkereye giriştiği ve kâtibi Ahm ed Ç e leb î ile Peçuylu İb­ rahim Efendi, bn kumandanlara giderek, k a ­ dın ve çocuklar dâhil, bütün kale sâkinlerinin İmparatorun gem isi ile V işegrad 'a naklini te ’ min ettikten sonra, kendisi de yaralı olarak, kaleyi teslim e ttiği ( Topçular-K âtibi 'ne göre, 8«, 1004 saferinin sonlarında; Naimâ ’ya göre, I, 134, saferin başlarında ; krş. Continuatian, II, 1001 ), daha sonra, 40— 50 ad et gem i ile Budin 'e çekildiği görülüyor ( bk. Caniinuation, II, 1001; Naımâ, 1, 134; ayrıca bk, K â tib Ç elebî, F ezleke, I, 64 ). Harbin 4. senesinde ( 1005 — •596 ), sefere çıkm ağa karar veren Mehmed IIL, daha evvel Mehmed P a ş a 'y a gönderdiği fer­ manda, onun ö s e k köprüsü başında bulunma­ sını bildirm iş ve m ezkûr fermanda kendisine vezîr d iy e hitap edilm iştir ( bk. T opçular-K â­ tibi, 12®; krş. Â lî, 449a ; Peçuylu İbrahim, H, 19 3). Mehmed HI. ile birlikte, E ğri muha­ sarasına iştirak eden Mehmed Paşa, kaleyi şimalden tazy ik e ttiğ i gibî ( Peçuylu İbrahim, II, 193; T arih-i bilâd-ı Üngârüs, H âlet Efendi kütüp., nr. 623, 26b) osmanlı ordusunun 12 teşrin I. 1596’da kaleye girm esi üzerine, kalenin m uhafazasına me’mûr olarak (P eçu ylu İbrahim, II, 195; H a ş a n Bey-zâde, Tevârîh-i âl-i Osmân, Nûruosmâniye kütüp., nr. 3106, 509*; d iğ e r bir riv ây et için bk. Topçular K â ­ tibi, 26», 2 7 * ), büyük m uvaffakiyet göster­ miştir. Mehmed Paşa, Rumeli ordusunun ku­ mandanı sıfatı ile, H açova muharebesine iştirâk etm iş ve sağ cenahın başında savaşm ıştır. 1005 ( 1597 ) 'te, vezır-i âzam S a tırcı Mehmed Paşa ile birlikte, M acaristan seferine iştirâk eden Mehmed Paşa (H aşan Bey-zâde, 3218 v.d .; Peçuylu İbrahim, II, 207 v.d .; Topçular K âtibi, 47b ), pâdişâhın teveccüh ve iltifatına mazhar olarak, 1006 senesi zilhiccesinde, Ru­ meli beyler-beyi oldu (T o p çu la r K âtibi, 47b, 49®; H aşan Bey-zâde, 5216 ) ve V arad muha­ sarasında bulundu. Mehmed Paşa, sadrâzam İbrahim P a ş a ’nın m aiyetinde seferlere iştirâk etmiş ( bk. Mustafa



Sâfî, Zubdat al-tavârih, Veliyüddin Efendi kütüp., nr. 2428, 2S9b ; Topçular K âtibi, 62®) ve tahkik edemediğimiz bir rivayete göre ( bk. E vliya Ç eleb î, VII, 199 ), kethüdası A bdî A ğ a ’ yı göndererek, Papa kalesini aldık­ tan sonra, kendisine iltihak eden fransız kuv­ vetlerinin başında Bolondvar ve Lak palanka­ ları önünde görünmüş ve bu ik i mevkiin zap­ tını m üteâkip, K a n ije ’de orduya m ülâki ol­ muştur. Mehmed Paşa, m uhâsaraya iştirâk etm iş ve kale 44 gün devam eden bir savaş­ tan sonra, türk kuvvetlerine teslim olmuş idi ( »4 rebiülâhtr 1009 = 23 teşrin II. 1600). Mehmed Paşa, 1602 senesi ağustosunda ( mu­ harrem 1011 ), Rumeli ordusunun kumandanı ve Budin muhafızı sıfatı ile, İstolni-Belgrad muhasarasına iştirâk e tti ve 34 gün süren mu­ hasara sonunda, kale Mehmed Paşa 'nın g a y ­ reti sâyesinde, istirdat edildi ( Peçuylu İbrahim, II, 242 v.d.; Topçular K âtibi, 70*», krş. K â ­ tib Ç eleb î, I, 178 v .d .; Naimâ, I, 297 v.d.). Bundan sonra, avusturyalıların Budin ’i muha­ sara ederek, şehri sıkın tıya düşürmeleri yü­ zünden, beyler-beyi A li Paşa ile Budin kadısı H âbil E fe n d i’ nin sadrâzama müracaat edip, Mehmed Paşa ’yı bir m ıkdar kuvvet ile, şehirde bırakm asını tek lif etm eleri üzerine, sadrâzam 2.000 yeniçeri, cebeci ve topçu ile birlikte mü­ dâfaanın devamına Mehmed P a şa ’yı me’mûr etti ( teşrin II. 1602 ). Mehmed Paşa zaferle n eti­ celenen harekâtı idâre etm iş ve 10 rebiülâhırda ( 27 e y lü l) b ir huruç hareketine teşebbüs ederek, muhâsıriarı dağıtm ış, g e re k bu hurûc ve gerek havanın muhâlefeti arşidük Mathias '1 m uhasarayı re f’ ile ric’a te m ecbur etm iştir (P eçu ylu İbrahim, II, 250; K âtib Ç eleb î, I, 182; Naimâ, I, 292). Mehmed Paşa, Budin mü­ dâfaasındaki şecâatine mükâfat en, vezîr-i sâlisliğe terfî ve M acaristan serdarlığına tâyin olundu. Bu sırada Mehmed P aşa ile celâlî Deli H aşan arasında çıkan ihtilâf hakkında ma­ lûmatımız pek azdır. D eli H aşan, C e lâlî rei­ s i ile b irlik te hareket etm ek istem eyen Kırım hanı G âzî G iray IL (1 5 5 4 — 1608 ) 'ın, yapılan teşebbüslere rağm en ( Peçuylu İbra­ him, II, 271 ), Kırım 'a dönmesi üzerine (30 zilkade 1012 = 11 m ayıs 1603), ö s e k köprü­ sünde, bu senenin M acaristan seferini açmış olan Mehmed Paşa ’ ya iltihak etm iştir. Lala Mehmed Paşa, B udin 'in cenûbunda Erçîn ci­ varında, H am za-Bey palankasına geld iği zaman, Peşte 'ye hâkim bulunan düşman ordusu Çepel adasına köprü kurmuş v e T u n a ’y ı keserek, Budin 'e yardım edilmesine mâni olmuş idî. L ala Mehmed Paşa ile Deİi Haşan Peşte üze­ rine yürüdüler. A ncak m ezkûr adaya köprü



M EHM ED P A Ş A .



atmak için yapılan teşebbüs ilerılememiş ve D erviş Paşa kumandasında geçirilen ku vvet 4 safer 1012 ( 1 4 temmuz 16 0 3 )’de düşman ta­ rafından imhâ edilm iştir [ bk. mad. BUDİN ]. Bunun üzerine Budin 'in müdâfaasını Rumeli beyler-beyi Murad P a ş a 'y a ve Ö se k 'in müdâ­ faasını D eli H aşan 'a bırakan Mebmed Paşa, Anadolu askerine izin verm iş, kendisi de Bel­ grad ’a çekilm iştir. Macaristan işlerinin ehem­ m iyet kesbetm eğe başladığı sırada, Mehmed Paşa, 28 safer 1013 (2 6 temmuz 16 0 4 )'te, B elgrad 'da vefat eden sadrâzam Y avu z A li Paşa ’nm yerine, M acaristan 'daki zaferlerin âmili olması dolayısı ile, sadrâzam oldu ( Peçuylu İbrahim, II, 296; T opçular-Kâtibi, 1 0 4 b ; Ş i f i , Zubdat al-ta1« D a f'-i it ir â i- i R Sğib Paşa f i hakk al-fuşâş şayh al-akbar ( aynı kütüp., nr. 3 7 7 1 / 2 ) 'dır. A yrıca, 8 risalesini hâvî, A srSr al-cavâhir al-rükâniya f i m alla' anvâr al-zavâhir al-rayIşâniya adlı, bir mecmua, A şır Efendi kütüp., H afîd E fendi kitapları, nr. 12 4 ’ tedir. T âh ir Efendi ’nin risalelerinden görebildiklerim izin hemen hepsi 1787/1788 senelerinde t e l i f olun­ muştur. Zikredilen mecmuada onun bir de arapça şiiri bulunduğuna bakılırsa, kendisinin bu lisana vâkıf olduğu anlaşılır. B i b l i y o g r a f y a : Mehmed Tâhir, alDurrat a l-b a y iff, mukaddime ( Süleyman iye kütüp., H afîd Efendi kitapları, nr. 124, mec­ muanın birinci r is â ie s i), var. 16 ; ayn. mil., al-Kavkab al-durri, hatime, var. 31 ( ayn. kü­ tüp.); ayn. mil., M izan al-m ukim f i m d rifa t a l-kisiâs al-m ustakim , mukaddime kısmı ( Süieym âniye kütüp., E s’ad Efendi kitapları, nr. 1758) ; O sm anlı m üellifleri (İstanbul, *333 )> Iı 349 v.d .; H üseyin A yvansarâyî, H adikat al-cavüm i ( İstanbul, 1281 ), I, 190; Mehmed Süreyya, S ic ill-i osmânî ( İ s ­ tanbul, 1 3 u ) , ili, 243; Mehmed Tâhir, alYakut al-ftazra’, mukaddime ( Süieymâniye kütüp., H afîd Efendi kitapları, nr. 130, mec­ muanın ikinci risalesi ). (M . MONİR A k t e p e .) M EH M ED Z A ÎM . MUHAM MED Z A ’ ıM (15 3 2 — ?), bir t ü r k t a r i h ç i s i olup, hayatı hakkındaki bilgimiz sâdece eserinde kendisi tarafından verilen malûmata inhisar etm ektedir. Murad III. 'in tahta çıktığı 98a ( *574 ) yılında 43 yaşında olduğunu söyledi­ ğine göre, 939 ( 1532 ) yılında doğm uş olma­ lıdır. Henüz 11 yaşında iken, Lepanto san­



MEHMED ZAÎM cak-beyi Y ah ya Paşa-oğlu Mehmed B e y 'in kapıcı-başısı olan büyük kardeşi Pervane A ğ a iie birlikte, 950 ( 1543 ) seferine iştirak etmiş­ tir. İstolni-Befgrad ( Stuhlvveissenburg ) ’m zaptı üzerine, Ahm ed Bey 'in buraya sancak­ beyi tâyin edilmesinden sonra da, Pervane A ğ a ’nın onun hizmetinde bulunduğu ve Ahmed Bey 'in Stuhlvveissenburg kilisesinde vukua g e ­ len bir yağm acılık dolayısı ile, 95* ( 1545 ) ’de İstanbul’a çağırılm asına kadar, yanında kalmış olduğu tahmin edilebilir. 961 ( 1554 ) yılında Kanûnî Sultan Süleym an ’ın İran ’a Şâh Tahmâsp ’ a karşı seferi esnasında, Mehmed Zaîm, kâtip sıfatı ile, Suriye valisi Teke-oğlu Mehmed ’in hizm etinde bulunuyordu. Ertesi sene, sadrâzam Sokollu Mehmed Paşa 'nın divan kâtibi olmuş ve bu sıfat ile Sultan Selim II. ’in ölümü ve Mu­ rad III. ’ ın oulûsu dolayısı ile, D iyarbekir, H a­ leb ve Bagdad valilerine gönderilmiş olan resmî tezkireyi kaleme almıştır. 978 ( 15 7 0 )’ de tâyin edilerek, 987 ( *579 ) 'de Sokullu Mehmed P aşa'n m ölümüne kadar, kalmış olduğu bu me’mûriyetinde belki meşhur Feridun Ahmed Bey [ b. bk. ] ’in halefi olmuştur. Bu hususta daha fazla bir mâlûmata sâhip bulunmamakta­ yız. İsminin de delâlet e ttiğ i gibi, zeâm et sâhîbi olan Mehmed Zaîm, dostlarının ısrarı üzeri­ ne, kalem e almış olduğu eserini bir sene­ den daha az bir müddet içinde ( muharrem 985 = mart 1577— zilhicce 985 = şubat 1578) tamamlamıştır. Ölüm tarihi ve medfeni belli olmamakla berâber, kendisinin Selânik yakının­ daki K araferye ’de vakıfları olduğu malumdur. Eserinin ismi H um a-i cami' al-tavârih olup, Sokollu Mehmed Paşa ’ya ith âf edilm iştir. Firdavsi ve Tabari 'den başlayarak, anonim Tavârih-i salâ{in-i âl-i ’ O sm a n ’a kadar, is ­ tifâde e ttiği II tarih eseri zik re d er; bunlar arasında esâs me'hazını teşkil eden ve sahilelerce nakillerde bulunduğu Şukr Allah 'ın Bahcat al-tavârlh ’1 de vardır. Henüz basıl­ mamış olan bu eser bir ön-söz ile beş büyük kısımdan ( aksam, bunlar guruh 'a ve garSh da makâlât ’a bölünmektedir } teşekkül etmekte ve bir hatime ile nihayet bulmaktadır. Eserin münderecâtı hakkında Rieu v.b. malûmat v e r­ m ektedir. Eserin daha çok 5. kısmının 4. guruh ’ u ehemm iyetli olup, burada müellif 1543 ’ ten itıbâren, kendisinin bizzat şâhit olduğu vak’aları kaydetm ektedir. Müellifin hâl tercümesini de kendisine borçlu olduğumuz Thûry ( TürSk iörtenetirök, 1!, 364— 389 ) tarafından eserin Macaristan ile il­ gili p arçalan ele alınmış olup, bunlardan 1390— 1476 yıllarına âit olanlar kısmen ve 1521— 1566 yılları ise, tamamen, tercüme edil­ miştir. D aha az ehemmiyetli olan kışımlann-



MEHRE.



613



dan K abil ve evlâtları ile ilgili bir parça Diez ( Denkw ürdigkeiten von A sien, I, 212 v d.) tara­ fından ele alınmıştır. J. v. Hammer ( Sar les Origines russes, s. 61, 1 2 0 ) , türk boylan ile ilgili olup, 9. türk boyu olarak Rüs uruğunun zikredildiğı bir parçayı neşretm ıştir. Muahhar tarihçilerden İbrahim Peçevî, 1542 ’den sonraki v a k ’alar için, Mehmed Z a îm ’in eserinden is ti­ fâde etm iş ve iktibaslarda bulunmuştur. B i b l i y o g r a f y a ' . Babinger, G O W , s. 20, 98 v.d., 193 ( d iğer kaynaklar burada gösterilm iştir ) ; İstanbul kiitüpkâneleri tarik-coğrafya yazm aları kataloğu ( 1943 ), s. 100 v.d. ( W . BJÖRKMAN.) M E H R E . [ Bk. ELBİSTAN.] M E H R E . M A H R A , A rabistan 'm cenûb-i şarkîsinde, Hind okyanusu sahili ile kıyıların­ da K a’a y ti ( G e'etı ) ve Zafâr kavim terinin yaşadığı Hazramüt arasında bir ü l k e . Araplar ile son devir coğrafyacıları, eskiden bir şehir iken, şimdi bir ülke olan ( eski günlük ül kes i ) Zafâr [ b. bk.] ’1 Mahra ’ye dâhil addet­ m ekte idiler; öyle ki, Hazram üt ile 'Oman arasındaki ülke Mahra adı ile anılabilir ( bk. al-İşlahri, B C A , I, 12, 27; İbn H avkal, ayn. esr., II, 17 ; al-M ukaddasi, ayn. esr., III, 53; Y skü t, M ıicam , IV, 700; a l-ld risi [ nşr. Jaubert, Paris, 1836, I, 48 ]; İbn Haldun [ nşr. Kay, Yaman, London, 1892, s. 132 ] ) . Zafâr ’ın dâhil bulunduğu Mahra ülkesi, IV. (m . Ö.) asırda yunanlılarca mâlûm olm alıdır; Theophrast, H ist. Plan t., IX, 4, 2 ’de, bahârâtı elde edilen Saba’, H azram üt ve Katabân gibi, Arabistan bölgeleri arasında bir dördüncü mevkî olarak Map.d?.t ( JlaJ.ı) ’den bahsetmektedir. Burası tatmin edici bîr şekilde teşhis olunamadiği gibi, adt da izah edilememiştir. PaulyW issowa, Realencycl. der klass. A ltertum smiss., st. 1331 v.dd. ’daki S A B A ’ maddesinde ileri sürülen muhtelif izah tarzlarından ( Ma¡.ıdXı ’ nin Mıvaîoı { Mctıvaia ) ’den bozulmuş bir şekil olacağı faraziyesi yanlış olm alıdır ( Era­ tosthenes ’e atfen ); Strabo, X VI, 768 ’ de — bu İki müellif bir tek kaynak sayılm aktadır — bunu cenûbî A ra b ista n ’ın yukarıda sayılan üç kırallığı yanında zikretm ektedir. D iğer taraf­ tan Sprenger, Die alte Geographie Arabiens (B ern , 1875), S. 92 , 263 , 2 6 6 ’da lıiç bir İsbatta bulunmadan ve aynı zamanda Fr. Hommel, Ethnologie und Geographie des alten Orients (. München, 1926,3. 137; bk. I. v. Müller, H and­ buch der Altertum sw issenschaft, III. bölüm, 1. kısım, c. l ) ’te MdXi kelimesini Mahra ile bir addetm ektedirler. Her şeyden önce, nebâtatçı Theophrast'm A ra b is ta n ’ın bahârât istihsâl eden ülkelerine dâir verdiği tam bir listede, asıl günlük ülkesinin £ afsr 'ın, yahut daha ge-



6i4



MEHRE.



niş mânada Z afar Mahra ’ye dâhil olduğundan, Mahra 'nin zikredilmesini tab i’î olarak karşıla­ mak gerek idi. A yrıca, T h eop rast’ta bilinen üç ülke yanında, hiç bilinmeyen Mamali veya Ma­ li 'nin zikredilm iş olmasının bizi şaşırttığını inkâr edem eyiz; burası Saba’ , H azram üt ve Çatabân ile kıyaslanması gereken mühim bir ütke olmalıdır. Bu sebepten G laser ( S k izze der G eschichte und Geographîe Arabiens, Ber­ lin, 1890, II, 3, 35 v .d ., 40, 132, 153 v.dd., 217 ) ’in müdâfaası mümkün olmayan muhtelif izah denemeleri ( bk. R E, mad. SABA’, 1333 ) bir ta ­ rafa bırakılm alıdır. Mamali ’yi sâdece tarçın çıkan bir ülke diye zikrettiği düşünülür ise, T heophrast’ m yanlış anlaşıldığı gör ül ür ( bk. mad. SABA’ ve bu maddenin b ib liy o gra fy ası; buna Hommel, Ethnologie { = Grundriss ], 3. 317, not 2 de eklenm elidir ). Şimdi haklı olarak Mali ’nin Mahra 'yi ifâde e ttiği düşünülür ise, bu takdirde de Mahra ’nin nasıl olup, Mamali veya Mali adını aldığını bilmek g e ­ rekir ki, bu da az-çok bîr muamma olarak or­ taya çıkm aktadır. Mali ve Mahra kelim eleri­ nin İlk iki harfi aynı olduğuna göre, birinci şeklin üçüncü harfinin değiştirilm iş olduğunu düşünebiliriz; bize intikal eden isim de gâlibâ M ahra’nin yananca transkripsiyonunun izi sak ­ lıdır : MAPI ( < M A P A ) şekii yunan müstensihlerince tabi ’î olarak anlaşılmayan bu trans­ kripsiyonun, tahrife uğrayarak, MAM şek li­ ne girm iş yahut da bilgili bir müstensih ta ­ rafından birinci hecenin ikizleştirilm esi yolu ile değiştirilerek, MAM A a ! şeklini alm ış ol­ ması müm kündür; nitekim Ptolem aeus, VI, 7,5 'te bulunan M apâka «cop/rı, bu son şekil için, âlime bir hareket noktası vazifesini gö r­ müş olabilir. Bu faraziye ayrıca Theophrast 'ta dağlık bölgeye dâir olan tasv ir— kıfSttViOToç ve ö ç o ç in|srıköv m l öacru x a l vupopevov bu bölgede bulunm aktadırlar; ovaya inen ve g e ­ milerin sahilden gördükleri nehirler buradan çıkm aktadır — Periplus maris Erytkraei, § 29 ( bk. oçrj iııprıki m i mstotûSi] m t dttönoıta, § 32 ve muhtemelen Ç ara d a ğla rı) Z afâr ülke­ sindeki ktpavcûtocpoçoç öçem 'ı ve m ı Sûöflttioç 'un tasvirine gâyet iyi uymakta ve C arter ’in şu aşağıdaki ifâdesini de h a tırla t­ m aktad ır: „A rabistan ’m cenûb-ı şarkî sâhilînin hiç bir yerinde, günlük ülkesindeki ka­ dar, akar-su yoktur“, ifâdelerdeki bu inkâr kabûl etmez uygunluk, T h eop h ra st’m bahset­ tiği günlük ülkesinin Sebaiılar elinde bulunması vakıası ile bertaraf edilmiş değildir. Theoph­ rast 'm buranın hâkimleri ( KÜgtoı) olan Soba­ lıların idâresi altında olduğunu söylemekle be­ raber, burayı Saba’ , Hazramüt ve Katabân ’dan Şpnrşı zikretm iş olması bizi fu neticeye götü­



rüyor i bu günlük ülkesi, ana vatanlarından ol­ dukça uzaklarda bulunan sebalıların eline ya doğrudan-doğru veya fetih yolu ile, yahut da eskiden müstakil oian bir devletin bütün top­ raklarının istilâsı neticesinde geçm iş olabilir. Günlük ülkesinin tabı olduğu bu beylik, Saba’ 'mn rakibi eski Çatabân devleti olabileceği gibi, ( Katabân o devirde hâlâ m üstakil i d i ; fakat günlük ülkesine artık hâkim değil idî ; tahmi­ nen z asır sonra istiklâlini kaybederek, Saba’’ya tâbî olmuştur ), Idazramüt kıralltğı da ola­ bilirdi. Bu son devlet, günlük ülkesi ile birlik­ te, Iuba zamanında, y im y a riie r tarafından ida­ re edilen Saba’ kıratlığının bir parçası idi ( bk. Plinİus, Hist. A'of., XII, 52 v .d .; bk. mad. S A B A ’) ve günlük ülkesi, muhakkak ki, Periplus za­ manında, yâni milâdın ilk yıllarındaki Himyarile r devrinde, Saba’ devletinin parçalanm ağa başlamasından çok sonra ( o devirde Saba* daha büyük devlet vaziyetinde bulunuyordu) Hazram üt devletine tâbî idi. Hommel ( ayn. esr., s. 140 ve bilhassa 655 ) d e H azram ütlular ile Minalılar arasında sıkı bir kan râbıtası bulunduğuna ve hazramütlu minalıların baş­ langıçtan beri günlük ülkesini ellerine g e ­ çirmiş olduklarını, haklı olarak, ileri sürü­ yor ki, bu da coğrafî bakımdan g â y et tabi’î görünmektedir. Thephrast ’m kendi devrinde veya verdiği bilgilere kaynak teşkil eden ese­ rin yazıldığı devirde, muhtemelen A ndrosthenes ( bk. R E, mad. S A B A *, st. 1306 ) zamanında, günlük ülkesinin müstakil olmadığı, Saba’ ’ya tâbî bulunduğu, Saba1 'nin cenubî A rabistan ’da hükümran bir devlet olduğu ve zayıf kom­ şu beylikleri idaresinde bulundurduğu şeklinde­ ki ifâdesine karşı inandırıcı hiç bir delîl ileri sürülememiştir. Günlük ülkesi ancak miiâddan sonra müstakil olmuştur. Şirvâhnn kita­ belerinden ( G laser, nr. 1000 A ) sebalıların şark istikam etinde bayii ilerilere kadar sefer yaptıkları anlaşılm aktadır ( bk. Hommel, ayn. esr,, s. 658 v.d.). Theophrast ’ta metinde ( S a ç a ) tahkik edilemeyen değişiklik için bk. mad. SABA1 ( bu maddede verilen bibliyografyaya şunu da eklem ek lâzım dır; Hommel, ayn. esr., s 5 iğ v.d., 653 v.d., bir de 138 ). KatabSntıların günlük ülkesini ellerinde tuttukları faraziyesinı desteklem ek İçin, Katabân ’ın daha sonraları P lin iu s’taki ( V I , 153, G eb b a n ita e ’ye at f en) Gebban adını almış olduğunu düşünmek lü­ zumsuzdur ( bk. MA!In ; G la s e r’in günlük ül­ kesindeki Katabân hâkimiyeti hakkında, yanlış olarak, verdiği bilgiler için bk. bir de mad. ŞA­ FAK, nr. 4 ). Cenûbî Arabistan hükümdarlarının uzun unvanlarında geçen Yamanat tâbiri, Hom­ mel, Handbach der altarabischen AUertam skantfe ( nşr. D. Nielşen, Kopenba^-Psris-Leip-



M EHRE.



zig, 1927, s. 96, not 5 ) 'ye göre, „ihtimâl Hazram üt 'un cenup ülkesi“ , yâni „günlük sakilleri“ mânasına gelm ektedir; bu tâbiri, — unvanın başında gelen Saba’ , ¿ ü Raydan, y azra m ü t ülkelerine mukabil — çok sonraları bâlâ Y e ­ m en'e dâhil bulunan cenûbî A rabistan sahil­ leri olarak kabûl etmek icâp eder. Sprenger ( Daa Leben und d ie Lehre des Moffammad, Berlin, 1865, III, 437 ) ’in „yunan­ lılar M ehrîlere Sachalite derlerdi“ şeklîndeki notu hatâya yol açabilir ; Sachalite körfezi sâhil bölgesi, Periplus m üellifi ile Ptolemâus 'un dediğine göre, yalnız Mehre olmayıp, Mah­ ra 'nin şarkındaki bölge, bilhassa a l-Ş ih r ’in garp hudûdunu teşkil eden sahadır ; geniş mâ­ nası ile K a 'a yti ( bk. R E, mad. I O B A R I T A I ) ülkesi olan bu yer, dar mânada Zafâr ülkesi olarak anlaşılm alıdır; fakat G laser ( D te A bes­ sinier in Arabien und A frik a , München, 1895, s. 1 2 5 ) ’in temas ettiği Mahra, Zafâr bölgesine dâhil olabilir ( yk, bk.). Herodotos ( II, 73 : anka kuşunun hikâyesi ) 'tâki ê| 'A çapirıç tâbiri, açıkça söylenmemekle beraber, Mahra ( Hommet, ayn. esr., s. 138 ) ile ilgili olabilir. Plinius ( H ist. Nat., V I, 150 ) 'a göre, cenûbî A rabistan sahil­ leri yakınındaki bir adada bulunan sütunlar üzerindeki yazılar ( R E , mad. RHÎNNEA ) R itter ( Erdkande, Berlin, 1846, VIII, 1. kısım , XII, 290) 'in tahmin ettiği gibi „K ane yakınla­ rında yerleşm iş olan m ehrîlere“ değil, her hâlde minalılara ( veya N abatîlere ) âit idi. P e ­ ri plus, § 27, Plinius, VI, 7, 10 ’a göre, günlük ülkesine dâhil bulunan ve aynı zamanda P to ­ lemâus tarafından zikredilen Kavı) ticâret li­ manının vaziyeti, k a t’î olarak, tesbit edile­ memektedir. Son zamanlarda G laser, ayn. e$r., s. 175; C . Landberg, Arabica, Leiden, 1897, IV, 175 v.d. ; Etudes sur les dialectes de VA ra ­ bie M éridionale (H ad ram o u t), Leiden, 1901, I, 196’ ya ve onlardan önce gelm iş olan müellif­ lere ( bk . R E , mad. S A B A , 1330) dayanan bir çok âlim ler bu limanın muhtemelen Huşn alĞ urâb yanında, bulunduğunu ileri sürmüş­ lerdir ( N ielsen, Handbuch, s. 8 ) ; halbuki Spenger, Géographie, s. 82 v.d. bu limanın B â l-H â f'ta bulunduğunu söylüyor. Sprenger 'den itibâren evvelki görüş lehinde ve Spren­ ger 'in iddiası aleyhinde yeni bir delîl bu­ lunamamıştır. Periplus, § 27 ’deki tasv ir de Sprenger 'in iddiasını desteklem ektedir ; bu tas­ vire göre, K ane'n in karşı tarafında ve 120 stadlık bir m esafede 'Oqvscùv vfjtfoç ( kuş ada­ sı ) ve TQoéW-aç isimli, iki ıssız ada bulunmak­ tadır. S p re n g er’e göre, bu iki ada „Halany ve G ibus veya al-Sikka" adalarıdır ( şu şekilde yazılm alıdır : Hillâni yaveya Sahâ, Kanbüs, bk. Landberg, A rabica, IV, 66 ); bu iki adanın



zikredilip, bunların tam karşısında sahilden 110 yahut 130 stad uzakta bulunan B â l-H â f'1 dü­ şündürm ektedir ; C arter 'e göre, sahilden bir İngiliz mili mesafede bulunan Hişn al-Gurâb ile ilgili olmamalıdır, L an d b erg’ e göre, Kan­ büs adası, gâlibâ, öteden beri ıssız idh G laser 'in Ptolemâus 'a atfen Kane için verd iği ve yazm alarda m uhtelif olarak görünen mesafe­ ler, Hişn al-G urâb ( bilhassa, G laser, s. 216 'ya göre, Kane 'nin garbındaki Kane burnu­ nun muâdili olan Ra’s al-‘A ş id a ; fakat bu al’A şid a burnu Bâl-H âf y ak ın ların d ad ır) le­ hinde inandırıcı hiç bir delîl verm em ektedir ; fakat bu m esafeler aynı zamanda Bâl-Hâf ’ınkilere de uym aktadır. S p re n g er’in görüşle­ rinden haberi olmasına imkân bulunmayan H. v. Maltzan ( R eise nack Südarabien, Braunsch­ w eig, 1873, s- 22J v. dd. ) Hişn al-Gurâb ’daki küçük ( üçüncü ) kitabede görülen k-n( bk, Landberg, Arabica, IV, levha IX ; kendisi Cane şeklinde yazıyor ) üzerine dikkati çeki­ yor ve onu „Cane emporium“ 'a bağlıyor; J. H. Mordtmann, Z D M G ’de bu kelim eyi' K av t) (B u rç al-Ğurâb lim an ı) ile izah ediyor. K. Mlaker ( W Z K M, X927, X X X IV , 7 2 ) tarafından tam olarak tercüm e ve neşredilen kitâbe metninin şüpheli şeklinin Kavr] ismine tekabül e ttiği m üuâkaşasız kabûl edilse bile, bu Sprenger ( s . 83 ) ’in daha önce söylediği gibi, eski ticâret limanının bugünkü Hisn al-Gurâb kayalıklarının eteğinde bulunmuş ol­ duğunu isbat etmez. Şunu da unutmamak lâ­ zım dır ki, A rabistan ’m bir çok limanlarının a dlan , asırlar boyunca, bu limanlar civarında­ ki yerlere verilm iştir; msl. Zafâr f b. bk.] ve Mirbât. Kavt), Bâl-Haf olmuş olsa idi, Periplus ( § 29 ), K a n e ’den sonra daha büyük bir baş­ ka koyun ( ) bulunduğunu söyle­ mez, fakat onun şarkındaki B ir ‘A li limanını zikrederdi“ şeklinde, Landberg ( Arabica, IV , 76 ) tarafından ileri sürülen iddia da ak­ la yakın değildir. P erip lus cenûbî A rabistan ’m en mühim limanlarını zikretm ek ted ir; içe­ rilere doğru derinlemesine sokulan körfez ( 2axaXı/rii|ç) yanında, nisbeten küçük olan B îr ‘ Al i koyu pek alâ zikredilm eyebilirdi; çünkü '2ü.-/(îXîx-i\ç, ismi çok yaygın idi ( bk. R E, mad. I O B A R I T A I ) ve Periplus 'tâki sâhil bölgelerine dâir liste, İlmî bakımdan, tamam ve doğru olm adığı gibi, yer-yer yanlışları da ihtivâ ediyordu (msl . -M o c^ )- A yn ı zaman­ da eski çağdan beri cenûbî Arabistan sâhilindekİ bir çok yerlerde limanların vaziyet değiş­ tirm iş olduğuna da işaret etmek gerekir. Land­ berg ( ayn. esr., s. 65 ) al-Hişn al-Ğ urâb bur­ nunun eskiden şimdikine nazaran farklı bir vazi­ yette olması lâzım geldiğini söylem ektedir. 0 a -



6ı6



MEHRE.



çeleri eski görüşe tarafd ar olan M. Harimann, D ie arabische Frage ( D er islam ische Orieni, II), Berlin, 1909, s. 175, 371, daha sonra aynı eserin s. 418, 614 ’ünde Sprenger 'in görüşüne iştirak ettiğin i söylüyor. Şu var ki, bugün kitabedeki k-n- kelimesine bakarak ( Spren­ g e r ’in aksine ), o Komi ’y> Bâl-H âf ile bir te­ lâkki eden görüşü ber-taraf edemeyiz. Yalnız Sprenger tarafından kullanılan şekilden Bâly â f ( Bûl-H âf ) yanlıştır ( G laser ’in işaret ettiği imlâ * B â e l- H a ff, da yanlıştır, bk. Landberg, ILadramoût, s. 195 ) ; bâ kelimesi ibn ’in aynıdır. Bununla berâber, Sprenger bu isimde M a h ra ’nin ceddi ve K u z â a ’nın oğlu a l-H S f’m evlâtlarından birinin adı bulundu­ ğunu, haklı olarak, ileri sürm üştür ( al-Bakri, I, 19; T âc al-'arâs, III, 5 5 1 ; aş. bk.). A rap coğrafyacıları Hazram üt gibi, Mahra hakkın­ da da k a t’î bir şey bilm iyorlardı; muasır âlim ler bu ülkeler hakkında daha çok bilgi sâhibidirler. Ş i f at C azîrat al-arab ( nşr. D. H. Mü H er), Leiden, 1884, s. 45 ’te Mahra 'nin merkezi olarak a l-A s'â 'yi zikrediyor ki, Landberg ( fladram oût, s. 158 ), yazma ka y­ naklara atfen, a l-A şğa şeklinde yazıyo r; G la ­ ser ( A bessinier, s. 87 ) 'e göre, bu şehir, Damköt 'tan Râs Zarbat ‘A li 'ye giden bölgede, tahminen bugünkü Mahra sahilinin orta kıs­ mında olmalıdır. Sahife 53 ’te al-Ham dâni, da­ ha sonraları İbn al-M ucâvir ve başkalarının dedikleri gibi, mehrelilerin aynı zamanda Sokotrâ ’da oturduklarını söylüyor ( Sokotrâ 'nin melez ahâlisinin hıristiyanlaştırılm ası için bk. Y â k ü t, Mu'cam, III, 102; al-Mas’üdi, Marûc, III, 36 v .d .; daha fazla teferru at için bk. mad. S O K O T R Â ). Sahife 5 1 v .d .’da Mahra kabilele­ rinden ve mücâdelelerinden, s. 86 v.d. 'da H airamüt 'tan Mahra ’ye giden yoldan ve Hûd Pey­ gam berin mezarından bahsediyor. Hazram üt ile Mahra arasındaki hudutta bulunan bu mezar bugün hâlâ iki komşu ülke ahâlisi tara ­ fından sık-sık ziya ret edilm ektedir ( bu hu­ susta bir Hazram üt metni için bk. Landberg, Hadramoût, I, 432 v.d.). A ra p coğrafyacıları, msl. Y âkü t, M uştarik, s. 394, Mahra 'yi Y e ­ men ’e tâbi s a y ıy o rla r; Mihlâf Mahra ’ye dâir mâlûmat için bk. Yâküt, Mu'cam, IV, 700 ( Yâküt burada Mahra 'nin bir kabile adı olduğunu ve aslının Mallara olacağını sö y lü y o r; IV , 697 'de de M ahra’de bir Balad M aharât’tan bahsediyor ). Mahra bâzan Yemen ’in en uzak kısmında göste­ rilm ektedir; bk. Yâljüt, M ucam , I, 280; II, 510 ( = M uştarik, s. 166), III, 366; IV , 345, 495; M aştarik, s. 4 1 5 , A rap lar Mahra ülkesindeki bir N a c d ’Aen bahsetm ektedirler ( Y â ijü t,M ucam , I, 280; III, 6 8 ı; IV, 345, 495, 697; M uştarik, ¡5. 3 9 4 , 4 1 5 ; bk. bir de a’-bfukaddasi, aşn, esr.t



s. 98; al*Tabari, nşr. de G oeje, I, 1980 ). C arte r’de, zengin bir günlük bölgesi olarak, N acd ( yahut N acdi ) 'i z ik re d iy o r; burası sâhil böl­ gesinin şimalinde, aş.-yk. iki günlük bir me­ safede, C a rte r tarafından, birbirine çok ya­ kın olan arz ve iûl dâireleri tesb it edilen dağ­ lık bir bölgedir [ bk. Z A F Â R ]. al-Mas’üdi ( I, 333 ) ile Y âküt ( M ticam , IV , 387 ) ’un dedik­ lerine göre, m ehreliler aynı zamanda al-Şihr 'in sâhil bölgesinde de oturm aktadırlar; Mahra ülkesine al-Şihr adı verildiği de vâkîdir ( alİştahri, ayn. esr., s. 25 = İbn H avkal, ayrı, esr,, s. 32 v d.; bk. bir de al-Ham dâni, Ş ifa , s. 51 ve a l-A s a için bk. a l-B ak ri; Rom m el’in tasv iri için bk. A bu lfed a e A rabiae descriptio, GÖttingen, 1802, s. 32 v.d.). F akat al-Şihr tâbiri, sonraki ve bugünkü istim âline göre, yalnız asıl M ah ra’yi değil, aynı zamanda Zafâr ülkesini ve dolayısı ile de bilhassa günlük ülkesini ifâde etm ektedir; bu itibârla bugünkü bir çok âlim lerin Mahra ülkesi bildikleri »gün­ lük ülkesi sahilleri" için kullanılm aktadır ve aynı zamanda garpta Mahra hudûdunu teşkil eden Hazram üt ’un sâhîl bölgesinin de adıdır (b k . İbn Haldun, ayn, esr., s, 1 3 2 ); binâena­ leyh umümî olarak, Kam ar körfezi sâhillerinin, daha gen iş mânada ’A den ite ‘Omân arasın­ daki bütün sâbil bölgesinin adıdır. al-Iştahri ( s. 25 ) ve İbn f^avkal ( s. 32 ), hemen-hemen aynı kelim eler ile, aynı za­ manda al-Mas’üdi ( I, 333 v.d.), at-İdrisi ( I, 48, 150), A bu ' 1-Fidâ’ ( bk. Rommel, ayn. esr,, s. 33 ) ve İbn Haldun M ahra'yi hiç bir hurma ağacı yetişm eyen, zirâat yapılmayan, ahâ­ lisinin ekm eği bile bulunmayan bir çöl bölgesi olarak, tasv ir etm ektedir. C a rte r de, tıpkı arap m üellifleri gibi, günlük ülkesi ile bu ül­ kenin şark ve garbında uzanan, kasvetli ve ıssız manzarası arasındaki fark ı belirtiyor. Bent gibi, daha yeni âlimlerin tasvirleri C ar­ ter ’inkilere uymaktadır. A dlarını z ik re ttiğ i­ miz diğer m üelliflere göre, ahâlinin keçi ve bilhassa sür'atleri ile meşhur develerden başka şeyleri yoktur ( bu develerden aynı zamanda al-Hamdâni, s. 100, 201; İbn Hişâm, S ıra , nşr. W üstenfeld, s. 963; L isân al-arab, V II, 36; K â mâs, I, 455 ; Tâc al-'arâs, III, 551 ( mahrîya ve Lisân şu üç cemi şekillerini v e rir le r: mahâriyu, mahârin, m ahârâ; birinci şekil için bk. Ho­ w ell, Grammar, 1, 997,1000 ). Peygam berin Bedr gazvesinden sonra elde edilen ganim etler ara­ sından kendisi için seçtiği deve Mahra 'de satın alınmış idi. H alife SulaymSn b. ‘A b d al-Malik (7 1 4 — 7 1 7 ) Yemen valisini M ah ra’den deve alıp, kendisine gönderm ekle vazifelen­ dirm iş idi ( a l-K a zv in ij’ rîcâ ’ih, nşr. W üstenfeld, II, 41 ). İbp Havlraî ( bir dç İbn Haldun vç



MEHRE. a b îd ris i, I, 48 ) Mahra ahâlisinin gıdasının et, süt ve balıktan ibâret olduğuna ( al-M ukaddasi, s. 100 ), deve ve keçilerini de balık ile besle­ diklerini ilâve ed iyo r; Y a k u t, M u'cam, IV, 700 ’e göre, Mahra develerinin şöhretleri, ülkenin kendisinden değil, M ahra b. Haydan kabilesi reisinin adından gelm ektedir ( bk. al-Cavhari, bir de Lisân, Kâm üs ve T âc ile Rommel, s. 33 ). Landberg (Iffadramût, s. 87 ) ve başka m üellifle­ re göre, M ahra’nin yarış develeri, Bani Şubayh ( ‘ A den ’in şimâl-i şarkîsinde ) ve Ziyâb devele­ ridir. Landberg 'in düşündüğü gibi, bn şöhretin M ahralılerin cenûbî A rabistan 'tn büyük bir kısmını ellerinde tuttukları zamandan kalm ış olması muhtemeldir. Şu var ki, L. H irsch, Reisen in Süd-A rabien, M ahra-Land und Hadramut, Leiden, 1897, s. 77 ’de, o devirde al-Şihr ’de Matiye adı verilen „M ahra ’nin meş­ hur yarış develerinden“ bahsetm ektedir. Yu karıda bahsi geçen m üellifler ile al-Mukaddasi ( s . 9 8 ) bu ülkeden günlük ihrâc olunduğunu söylem ektedirler. al-İdrisi ( I, 48 ) ticâretin M ahraliler için bir geçim kaynağı olduğunu söylüyor. Ülkelerinin bâzı bölgeleri aynı zamanda ’ Omân ’a bağlı idi. 226 ( 840 ) ’ya doğru, Mahra, çok kısa bir zaman için, ‘ Omân ’a tâbî oldu. 618 ( h.) senesinde Mahra ile Sokotrâ 'yi dolaşmış olan İbn al-Mucâvir, Mahralilerin Zafâr 'm dağlık bölgelerinde, Sokotrâ [ b. bk.] adalarında, M aşira ’de otur­ duklarını yazıyor. Yem en ’in, Tihâm a ve Nacd olmak üzere, iki bölgeden ibâret olan taksimâtında, M ahra al-M ukaddasi ( s. 53, 70) ’ye göre, al-Şihr şehri ile birlikte, Nacd ’e tâbî bulunuyordu ( Sprenger, D ie Post- und R eiserouten des Orients, A bhandl. / . d. K unde des M orgenh, L eip zıg, 1864, IH/3, 109). Y â k ü t Mahra ( veya civarında ) ’de bulunan m uhtelif yerler zikretm ektedir ( msl. M u cam, I, 134, 280; II, I7S, 501 { = M uştarik, s. 166], 881; IİI, 366, 681, 6 9 i; IV, 345, 495 [ = Maştarik, s. 394 ]; Mahra ’den çıkan veya oraya giden yolların mesafeleri için bk. Y â k ü t, Mu cam, IV , 626, 700; al-İştahri, s. 27 v.d. ( = İbn H avkal, s. 17, 33 v .d .)— İbn Haldun ( s . 132 ) ’ a göre, eski zamanlarda, H azram üt ile al-Şihr ( M a h ra ) bir kıral tarafından idâre edilm ekte id i; buna mukabil al-Şihr eskiden, Mahralilerden önce_ve muhtemelen Hazram üt 'tan gelm iş olan ‘A d kavminin memleketi idi. H öd peygam bere ve ‘ A d kavmine dâir rivâyetlerde, su bakımından fak ir olan ve bu efsâ­ nevî kavmin komşusu bulunan Mahra de yer alm aktadır ( al-Tabarı, nşr. de G oeje, I, 233 v.d.). Mahra ülkesinin iç kısmına al-Ahkaf denm ektedir ( bk. Landberg, ffadram oût, s. ış7 ). R ivâyete göre ( bk. gl-M?s:üdi, III, 196,



617



271 v.b.) ‘ A d kavmi buraya yerleşmiş idi [bk. mad. VABÂR ]. Buna göre, Mahra 'ye ilk yer­ leşen Kahtânilerden Mâlik b. Himyar al-Şihr id i ; oğlu Ifuzâ'a onun yerine geçm iş i d i; bu­ nun idaresindeki topraklar Mahra 'ye inhisar etm ekte id i; K uzâ'a 'nm yerine oğlu al-H âf geçm iştir ki, onun da yerini torunu Mahra b. ^taydan b. ‘A m r alm ıştır ( Y âkü t, Mu cam, IV, 700; İbn Haldun, s. 132 v.b.). İslâm iyetih ilk yıllarında ( h. 12) Mahra baş kaldıran v e A bu Bakr ile kumandanları taafm dan aleyhinde savaş açılan ülkelere dâhil i d i ; bk. al-Tabari, I, 1881, 1929 ( Musaylima ’nin tâbiiyet altına alınması hakkında ), s. 1963, 1976 v.d. ( ‘ A rfaca 'nin Mahra ‘ye a çtığı s e f e r ), s. 1980 v.d, (M a h ra 'y e karşı ‘ İk rim a’nin başarı ile biten seferi ) ve bilhassa islâm iyetin düş­ manı olan ülkeler arasındaki anlaşm azlıklar M ahra ’nin fethini kolaylaştırm ıştır. Cenûbî A rabistan ’m d iğer arap kabileleri ile birlikte, a l-F u s |â t’a yerleşm iş olan M ahraliler (a lFusfâf ’ta H ifaf Mahra bunların adından g e lir ) de halife ‘O m ar zamanındaki büyük fetih savaşlarına katılm ışlardır ( F. W üstenfeld, D ie Geographie u. Verzoaltang von A gypten , I, A bh. K gl, G esell. d. wiss. zu, G o tt, 1879, X X V , 51 v . d .; al-Kalkaşandi, Şubh al-a'fS, K ah ire, 1914, III, 331 )• Yeni çağ seyyahları arasında bize Mahra hakkında ilk sahih b ilgi veren Fresnel olmuş­ tur. Fresnel 1837 ’de C idd e ’de, Hazram üt veya Mahra iâcirleri ile olan tem aslarında, hu ülke tarihini b ir az öğrenmiş ve bize Mahra 'nin m erkezi olan G işin ve hükmü şehrin sur­ ları dışına çıkm ayan hükümdarı hakkında bil­ gi verm iştir ( / A , 3. seri, 1838, V , 507 v.dd., V I, 529 v. dd.). Fresnel ’in ülkenin hudutları hakkında verd iği mâiûmat doğru değildir. 1834 'te B&b al-Mandeb ’den başlayarak, şarka doğ­ ru R as al-Hadd 'e kadar, cenûbî A rabistan sahillerinin gök ve deniz haritasını çizmeğe me’mûr edilmiş olan S. B. H a ın e s’ in verdiği topografyaya dâir mâlûmâta göre, Mahra ül­ kesi çok daha geniştir. O na göre ( Mem oir o f the S outh and East Coasts o f A rabia, J R Geogr. S , London, 1843, K V / ı, 104 v. dd.), önce M ahra nin garp hudûdunu teşkil eden, suları bol, toprakları M ahraliler tarafından iyi işlenmiş ve içerisinde hurmalıklar ile süslü b ir çok köy bulunan V a d i Masİle ’den bahsediyor. V âdinin şarkında bulunan Sehût şehrinden kısaca bahisle, önce bâzı tefe rru at üzerinde durarak, F resn el'in G işin hakkında verdiği malûmatı te'yit etm ektedir. Daha önce C , Niebuhr ( Beschreibung von A rabien, Kopenhagen, 1772, s. 287) „K eschin“ ’den müstakil ve aynı znm&nda Sokotrâ 'ya hâkim buluoan şeybtep



6ı 8



MEHRE.



bahsetmiş ve bir de limanın Bombay ’da ta- M sıvafa ile Mahra ’y i aynı telâkki ediyor ( bk. dığı bir ingilizin çizdiği taslağa göre yapılmış R E, mad. S A B A , 334 v. dd. ). 20, sahifede H azolan planını verm iştir ( levha, XVII ). Haines, ramüt ülkesini ( „arap-habeş imparatorluğunun daha önceki seyyahlar, G işin ’ i, en çok 300 sukutundan sonra“ ) çok geniş ( M irbât ’a kadar ) — 400 kadar nüfusu olan, fakir ve ticâreti olarak gösteriyor. Ptolem âus ’taki ’Im fiağttaı zayıf bir y er olarak gö sterm ek ted ir; ona göre, ’ın Mahra ülkesi d ağlık ahâlisi olacağına dâir G işin 'de evlerin çoğu sazdan yapılm ıştır ve olan iddiası için bk. R E, mad. Jobaritai. — kârg ir evler pek azdır. Bundan başka Haines, A rabistan 'a yap tığı seyahatte topladığı bilgi­ Mahra 'nin ahâlisi, kabile teşkilâtı, ö rf ve ye dayanarak, Mahra kabilelerinin 3 a yrı kola âdetleri, giyinişi ve islâm iyete karşı olan va­ bölünmüş olduğunu ( A bessinier, s. 87 ) söylü­ ziyeti hakkında bilgi verm ektedir ( bu hususta y o r: I. Şehrât yahut Z ayr kolu gibi, kendi söyledikleri Fresnel 'in verdiği bilgiye uymak­ tetkiklerine göre, R âs Nüs ( 55° 17 ' şark tülü, ta d ır ). O na göre, yalnız kabile reisleri İslâ­ Greenw.) ve başka m üelliflere göre, M aşira miyet! kabul etm ekte, halk ise, dinî ahkâma adasından Râs Zarbat ‘A li ( 53° 3' şark tülü ) karşı kayıtsız davranm akta ve namaz kılm a­ ’ye kadar uzanan sâhil bölgesine sâhiptir. 2. makta İdi. Haines, son olarak, Sehüt ’un şar­ Bugün Mahra denilen garp kolu ki, R âs Zarbat kından Zafâr ’a doğru Mahra 'nin şark hududuna ‘A li ile Sehüt arasındaki bölgeye sâhiptir. 3. kadar olan sâhil boyundaki çıkıntıları v e koy­ kol da S o k o ir i 'da oturm aktadır [ bk. mad. İBN ları sayıyor. Sâhil haritasını hazırlayan İngiliz A L -M U C Â V İR ]. L. H irsch, cenûb-ı g a rb i A ra ­ zabitleri bu sahilde pek az yere gitm işler ve bistan ’ın sâhil bölgeleri hakkında bize yeni ve ancak G işin körfezini lâyıkı ile tetkik edebil­ dikkate değer bir şey öğretm em ektedir. Mah­ m işlerdi; çünkü asıl vazifeleri bilhassa Mahra ra hakkında söyledikleri G işin (y a h u t G iş n ; 'nin garp sahilini ölçmekten ibaret idi. H. J. Kişin olarak y a z ılır; H irsch bâzan [ s . 48, 50, C a rte r 'in N otes on the Mahra tribe o f S o u ­ 52 v.d.] Kischin olarak y a z ıy o r; fih ristte Mahthern A rabia, with a vocabulary o f their lan­ ri telâffuza göre, „Kâschen“ yazılm aktadır ki, guage ( J R A S , Bombay, temmuz 1847, II, Jah n ’da (a ş . bk.) aynı şekilde yazılıd ır.)'d e k i 339 v. dd.) adlı eserinde M ahraliler hakkında (1 8 9 3 ) î o günlük ikam etinde elde e ttiğ i bil. dikkate değer bilgi vardır. M altzan ’da, Mah­ giye dayanm aktadır. Bu fak ir ve küçük şehir ra 'de y ap tığı dil tetkik leri ile alâkalı olarak, hakkında bize söyledikleri, kendisinden önce ahali hakkında kavm î bilgiler kaydetm ekte H ain es’in ve ondan sonra da Hein ile Bent ( A dolp h von Wrede’s Reise in Hadhramaut, ’in söylediklerinden farksızdır. Buna göre, bu Braunschweig, 1873, mukaddime [ tarihi, 1870], şehirde birbirinden uzakta, harâbe hâlinde s. 18 V, dd. ve 28 v. dd.) ise de, bu ülke hakkın­ toprak evler, bir çok yam alı çadır veya k a ­ da İngiliz deniz zabitlerinin verdikleri b ilgi­ mıştan kulübeler vardır. Birbirinden çok uzak­ den fazla bir şey söylem em ektedir. Edindiği ta olan bu çadırlar gelişi-güzel araziye serpil­ malûmata göre, R itter ( XII, 625 v. dd. ve 635 miş bulunmaktadır. Bedevilerin rızâsı olmak­ v. d d ,)’de zikredilenler hakikate oldukça uy­ sızın hiç bir iş görem eyen G işin, Sehüt ve gundur. Bununla beraber, Maltzan, V a d i Ma­ d iğer yerlerde ismen hükümran olan sultanın aile ’ nin şarkındaki sahilden Râs al-Hadd ’e, ikam etgâhı da berbad bir durumda bulunan dolayısı ile Mahra, Zafâr ve Omân 'a kadar toprak bir evdir. Hein ’e göre, iktidar mevolan bütün A rabistan bölgesine büyük ,,mec- kiindeki sultanın askerleri, bu toprak evlerin hûl bir bölge“ adını veriyor. Mahra ve G âra en iyilerinde oturm aktadır. G iş in ’ de mûtâd ( G ara olarak da y a z ılır ) isimleri iki ülkeyi usûlde ticâ ret olm adığı gibi, çarşı da yoktur. birbirinden a yırt etm ek için kullanılmakta En zarurî gıdâ maddeleri, p arayı kim se bil­ ise de, Maltzan (s . 28 ) 'a göre, „bunlar açık mediğinden, ancak mübadele usûlü ile, te ’min olarak birbirinden ayrılm ış değildir“ ; bu­ edilm ektedir. Hükümet konağından, ufak bir gün bu bölgelerde Mahraliler ile Karaların câmı görülm ektedir. Mahra ahâlisinin, uzun ( Zafâr 'in dağlık bölge ahâlisi } oturduğu ve zamandan beri büyük sünnî kitlesinden ayrıl­ dillerinin de karavi ( g r a v i ) yahut şhavrî, mış bulunması dolayısı İle, pek de müslüman aynı zamanda Ifakilî yahut bugünkü tâbiri sayılm ayacağını ileri süren Maltzan 'ın aksine, ile, fe k râ t olduğu malûmdur [ bk. mad. H irsch, Fresnel ve H aines ’in dediklerine uy­ ZAFÂR ]. F ak at Maltzan bu iki ahâlinin, orta gun olarak, hiç değilse', G işin ve S e h ü t'ta A rabistan araplarından, dil ve yaşam a tarzı mahralilerin, d iğer araplar gibi, müslüman ol­ bakımından tamamen ayrı olduğunu kabûl duklarını iddia etm ektedir. H irsch bunların ediyor. muntazaman namaz kıldıklarına şahit olmuştur. G laser ( S k iz z e , II, 26 ), yanlış olarak, S t- Bu birbirini tutmayan ifâdeleri te ’iif etm ek rşbo ( XVI. 7ÖŞ. E rato sth çpeş ngklşp ) '«Jaki içip. Hgînes ’in yukarıda vçrd iğ i ıpâlûmâtg



MEHRE. bakmak kâfidir. H irsch 'e gore, iktidardaki sultanlar veya şeyhler, Mahrali olmayıp, arap aslından gelm edirler. G işin sultanı, aynı za­ manda, Sokotrâ 'da da hüküm suren bir sülâleye mensuptur. Sokotrâ sâhilleri gibi, Mahra sâhilleri de Britanya hükümetinin hâ­ kim iyeti altındadır. H irsch ( s. 76 v.d. ve bk. h a rita ), G iş in ’in şarkında, sâhil boyundaki bâzı mahallerin adlarını zikretm ektedir. Th. Bent ( Southern A rabia, London, 1900, s. 280 ) gitm eğe m uvaffak olamadığı G iş in ’in kumlu ovası ile Z a f â r ’ın verim li sâhilleri arasındaki tezadı belirtm ektedir. Bent, ? a f â r ’a varmadan b ir az evvel (1894 — 1895 k ış ı), al-H âfa'de oturan vâli, Mahra kabilelerine karşı savaş aşm ış bulunmakta idi. Raysüt ’un garbındaki R ahyüt sâhil şehrinde, burayı Mahralilere kar­ şı müdâfaa eden ufak bir müstahkem kale bulunmakta idi. Bent Sokotrâ 'da oturan Mahraliler hakkında etraflı bilgi verm ektedir. Jahn { ilim ler akademisi, Südarabische Expe­ dition, W ien, 1902, III: D ie M ehri-Sprache in Süd a rabien), s. 1 ’d e : — „Mehri-Hasuwei ile D afâr arasında bulunan, araplarca Bilâ d Mahra denilen sâhil hattında konuşulan dil­ d ir“ — şeklindeki malûmat yanlıştır. Haşve! G iş in ’in şimâl-i şarkîsinde, 52° 9 ' şark tülün­ de, tahminen Mahra sahillerinin orta kıs­ mında bulunmaktadır. — Cenûbî A rabistan İlmî seferinin başlamış olduğu dil araştırm a­ larına Viyana A kadem isi tarafından devam etm ekle vazifelendirilen W. Hein 1902 ’de G i­ şin 'e varmış idi. O rada altm ış altı gün kal­ mış, fakat bu zamanın çoğunu mahpus olarak ge çird iğ i için, gereği gibi tetkiklerde buluna­ mamış ise de, bu ara civar sâhil ve iç b ö lge­ lere dâir istatistik v e topografya bilgileri toplayabilm iştir ( bk. E in Beitrag zu r Statis­ tik Südarabiens, M. Geogr. G esell,, W ien, 1903, s. 219 v.dd,). D. H. M ü ller’in cenûbî A rabistan seferine dair eserin IX, cildin­ deki mukaddime W . Hein 'İn { s. VHI, v.d.) seyâhatine dâir verdiği mâlÛmat ile başlamak­ tadır. Hein ’e göre, G işin, deniz boyunca, Râs Şirven'den Râs Derca 'ya kadar, aş.-yk. 7 km. derinlik ve 25 km. uzunlukta olan bölgenin adıdır. Şim alde, sâhile aş.-yk. 3 km. kadar bir mesâfede, sâhile m uvâzî bir tepeler dizisi bulunmaktadır. Mağlöl idârî bölgesindeki şu ­ ra tarlaları tam sah ildedir; bu bölgenin geri­ sinde Gişin ile sultanın oturduğu Rihbet idâ­ r î bolümü bulunmaktadır. Rihbet 'in şarkında ve Rihbet Satâla ( garp hudûdunda V â d i Gabüri vardır ) 'nin garbında en mühim idârî bölge olan Y en tü f yer almaktadır. Durüb daha içe­ rilerdedir ; burada büyük sultanların evleri bulynm aktadır. Hein, baş şehrin ciyayı hakkınca.



619



başka topografya bilgileri verm ek suretiyle, Hirsch 'in kaydettiği mâlÛmâtı tamamlamakta ve daha anlaşılır bir hâle getirm ektedir. Gişin aş.-yk. 175 km 2, bir sâha kaplam aktadır. Hein yerleşik ahâlinin 2.386 kişi olduğunu tesbit ediyor. Hirsch m erkez ve yakın civarının nüfu­ sunu 500 olarak hesaplamaktadır. Bütün bu araştırm alardan şu netice çıkıyor ki, Mahra ülkesi, bugün V â d i Masite 'den şar­ ka doğru R âs Zarbat :A li ’y e kadar, yâni 51° 1 3 '’den 53' 3' şarkî tülü ile ve ı6 ‘ 'den 17° 30' şimâl arzı arasında uzanmaktadır. M ehreliler, Hazram üt içinden geçen belli-başlı vâ di 'nin aşağı mecrâsına hâkim bulunmaktadırlar. Hiç bir avrupalı bugüne kadar şimâle doğru, memle­ ketin içlerine g irem em iştir; hâlbuki bu kısım, M ahralilerin ası! yurdu sayılm aktadır. Bu bölge arap coğrafyacılarınca da tamâmen mechûl İdi, Bugün al-Şihr sâhil bölgesinde (M a h ra ’den ’Omân 'a k a d a r ) hâlâ arapçadan ve sâmî dil­ lerinden esas itibârı ile a yrı olan, eski cenûbî A rabistan lehçeleri konuşulmaktadır. Umûmî olarak, Mahra ahâlisi pek arapça konuşmaz. al-İştahri ( s . 25 ) ve İbn Havkal ( s . 32 ) bu ahâlinin dilini eski Himyar dili ile bir tutan al-ld risi ( 1, 48, 1 5 0 ), ibn al-M ucavir [ bk. mad. ŞO çO TR Â ], A bu ' 1-Fidâ ( bk. Rommel, s. 33 ) v.b. Mahra ’de konuşulan dilin araplarca anla­ şılm adığını söylem işlerdir. ai-Ham dâni, Ş ifa , a, 1 34 ’te buna uydurma bir dil dem ekte ve alM as'üdi, I, 3 3 3 'te bu dil ile arapça arasındaki farkları belirtm ektedir. Fresnel, ilk önce, Hazra­ müt 'ta konuşulan dil hakkındaki eski mübhem bilgileri bir tarafa bırakarak, „Yemen içlerinde ve bilhassa Hazram üt ’a doğru“ Mahra ülke­ sine has b ir dit bulunduğunu ve bugüne ka­ dar bilinmeyen bu dilin arapçadan çok farklı olduğunu tesb it etm iştir. Y erlilerin elfkili de­ d ikleri bu dili onların ağzından öğrenm iş idi. F akat Fresnel ( No te sur la langue H him yarite, J A , 1838, 3. seri, V I, 79 v.dd.), bu ismi, yalnız m a h ri’ye veya mahrİ telakki ettiği dile değil, aynı zamanda cenûbî A rabistan 'in diğer leh­ çelerine ve him yari diline de verm iştir; himyer î ( v e y a Seba ) dilinin mehrî ile bir çok benzer tarafları bulunmakla beraber, bu fik ir Maltzan tarafından tenkit edilm iştir. R itter ( XII, 46 V.dd., 2 54 ) v.b., bilhassa Sprenger ( D as Le­ ben und die Lehre des Mohammad, III, 437 ), Fresnel ’in düştüğü hatâyı belirtm işlerdir. A s ­ lında bu hatâya S p ren g er'in istinat ettiği îbn Durayd (b k . W üstenfeld, Genealogiscke Tabellen, fihrist, s. 280) de düşmüş idi ( alİdrîsi için yk. bk.). Haines (y k . bk.) de Mahra ülkesi dilinin araplarca bilinmediğini söylüyor. Hommel ( Ethnologie, s, J53 ) 'in L an d b erg’den n aklettiği „arapların dediklerine göre, Hazra-



¿20



MEHRE.



m îlt’ an şimalindeki el-Ruba' el-H âli çölünde ’nin, „tam âm iyle doğru olan asıl hak [ i Jli ve günlük ülkesinin sahil bölgesindeki hedevî şekli yanında“ kullanılan bir şekil olduğu ta r­ kabileleri, arapların umumiyetle anlamadıkları zındaki düşüncesi, H irsch’ in ( s . 52 ) Sëhüt 'un bir dil konuşm aktadır“ tarzındaki ifâdeyi eski avrupalı âlimlerin m ahrî ’ye verd ikleri e h k ili ve yeni âlim ler kabul e tm ek ted ir; Hommel ’e adının bu ülkede bilinm ediği ve bunun sâdece göre, bu bölgede bugün de bir Mahra lehçesi „anlaşılm az“ mânasınag eldiği yollu iddiası ile konuşulsa idi, bu iddia açıkça izahını bulmuş teza t halindedir. Hommel ( s . 153 ) G la s e r ’in olurdu. M. v. Oppenheim ( Vom M itielm eer elinde „K arä . . . Mahri ve So ko tri lehçelerine zum Persiscken G olf, Berlin, 1900, II, 332) da dâir bir çok dikkate değer örnekler bulundu­ el-Ruba’ el-H âli ’de arapların anlamadığı bir dil ğunu“ söylüyor ise de bunlar neşredilmemiş konuşan insanlar yaşadığını duymuş v e bu bulanmaktadır. dilin mehrî olduğunu tahmin etm iştir. Fresnel G laser ( S k iz ze , II, 20, 96,181 v.d., 246,503 ; ’ den sonra, C a rte r [ yk. bk.} mahri ’yi tetkik A bessinier, s. 84 v.d. ve tür. y er ) ile Hommel etm iş ve Maltzan da, husûsî olarak, bu dil ( E thnologie, s. 12, 148, ■ 150 v.dd.), M altzan 'm üzerinde çalışm ıştır ( krş. Über den D ia lect cenûbî A rabistan ’m halk dillerine dâir, yu­ von Mahra, Z D M G, [ 1871 ] , XXV, 19Ğ v .d d , ; karıda bahsi geçen faraziyesîni ge liştirm işler­ D ialectische Studien über das Mehri, ayn. dir. Hommel ’e göre, Axum kitabeleri ile son­ mecm. [ 1873 ], XXVII, 225 v. d d . ; D ialect von raki G e e z dilindeki edebiyatı alfabesi olan Mahra, at/n. mecm., s. 252 v.dd.). O ilk olarak Habeş alfabesi, cenûbî A rabistan kitâbeleri bu dil ile arapça arasında, lügat ve gramer alfabesinin değişik bir şeklidir ; bu şekil ev­ bakımından, farklar bulunduğunu isbat etm iş­ velce m ehreliler tarafından kullan ılm ıştır; tir. Mahra ve p araların dillerini eh kili adı yine Hommel ’e göre, günlük ülkesinin sâhil altında topluyor ve bunu eski himyari ’nin bölgesi habeşler ile sâmî A m barların ana va­ yeni bir lehçesi olarak târif ediyor ve eh kili tanları İdi. Am hâr kelim esinin yazılışı ( Hom­ ’nin, bilinmeyen bir yol ile, ^imyari ’den gel­ mel, s. 152, not 2 ) bunun M ah ra’nîn cemi diğini söylüyor. E hkili ile Habeş dilinin ve şekli olduğunu ileri sürenlerin iddiasını redd­ bu dilin yeni şekilleri olan ge ez İle amahâr etm eğe kâfidir. Mahri ile habeş dili arasında arasındaki benzerliğine dikkati çekiyor ve benzerlikler bulunduğundan şüphe edilemez K u r’an dilinden ayrı olan „cenubî A rabistan (H om m el, s. 133). Kadîm çağda, cenûbî A ra ­ habeş“ dillerini mütecanis bir grup ta topluyor bistan kitâbelerinde H abaşat ( G laser ’deki ( bk. bir de Wrede's Reise, s. 30 v.dd.). Sprenger kitabeler için bk. S k iz ze , I, 25 v.dd. ve A b es­ ( Geographie, s. 268 ) ’e göre, H abeşistan sâ- sinier, s. 28 ) adı verilen kavm e mensup mîleri de Mahra m enşelid irler. kimselerin A rabistan 'd a yerleşm iş bulunduk­ Maltzan ’ın tetkik leri, bütün eksikliklerine ları Uranius ’ un Arabica ( p e tà to u s Saßcn'ous rağmen, başlangıç olarak, elzem idi. GEaser X a to p Ä ta i 'Aßacrr)voi ) 'sına atfen, Stephanus ( A bessinier, s. 87 ), ilk olarak, mehrî konuşu­ Byzantinus 'ta bahsi geçen 'AßaSiyvoi ’nin ve lan ülkeleri açıkça hudutlandırm ıştır. Fresnel, aynı zamanda Batlamyus V I, 7, 11 [ bk. ZAMaltzan ve G laser 'den hiç birine Mahra 'ye, ne FÂR ] ’deki "A ßiöoa «ô?u,ç’ in zik ri ile isbat de ZafSr ’a gitm em işler ise de, Fresnel Cidde ’de, edilmiş bulunmaktadır. G laser ( A bessinier, Maltzan İle G laser d e ’ Aden 'de bu iki şiveyi te t­ s. 88 ) Abasenoinin Hazram üt ’un şarkında, kik etm işlerdir (bk. G laser, A b essin ier,s. 184). yâni Mahra *de yerleşm iş oldukları neticesine G laser ( S k iz z e , II, 96 ), H azram üt’ un şarkın­ varm ıştır; hâlbuki daha önce ( S k iz z e , I, da ve Mahra ’nin garp bölgesinde H akililerin 26 ) Abasenoi ülkesi ile Mahra ve onun ö te­ ( yazılış için bk. Hommel, Ethnologie, s. 235 ve sindeki adalara kadar, y a ir a m ü t ’ un bütün bir de s. 178 v.d.) oturduğunu, konuştukları dile şark sahilinin anlaşılması gerektiğin i söyle­ şe/frât adı verildiğini, hâlbuki Hazram üt ’un miş idî. Kendisinden Önceki m üellifler gibi, garbinde konuşulan lehçenin e h k ili olmayıp, Abasenoi 'yi, habeşler ile bir sayarak, -4 4 a.se« mahrî olduğuna söylüyor. G laser ( A bessinier, kelimesine verdiği geniş mâna ( bk. J. H, s: 185 ) K aralar ile Flakilileri bir sayıyor ( Hom­ Mordtmann ve D. H. Müller, Sabäische D e n k ­ mel, s. 153 ’te ,,£ra [k ö y le r], arapçada, şehrât mäler, Wien, 1883, s. 40 ’ta kitabelerdeki adı verilen bir dil konuşan I^akili yerli kabilesi­ A hbaşân ’dan bahsedilm ektedir ) üzerinde du­ nin ism idir“ dem ekle, aynı şeyi yapm aktadır ). rulmağa değer. C. Conti Rossini ( S u g ti HaHaki 1i , G laser ( S k iz ze , II, 95 ) ’in Mahra ahâ­ başât R R A L, 1906, X V , 5a seri, 39 — 5 9 ) ce ­ lisine verdiği isimdir ki, Fresnel bunu o ülkede nûbî A rabistan ve Axum kitâbelerinde adı konuşulan dilin adı olarak almış ve kelime bu j geçen H abaşat ın anavatanının cenûb-i garbi şekli ile avropa eserlerine geçm iştir. Landberg I A rabistan 'da, daha doğrusu tahm inen LuhayArabica, Leiden, 1898, V , 1 5 3 ) ’in ehkili I ya İle Zabid arasında, San'â” ntn garp sahi’



MEHRË. ovası olduğunu isbat etm iştir. Rossini Uranius ’tak i ‘A ßaaiyvo i’nin haklı olarak, ’ Aßaaiyvoi 'nia bir kolu veya askerî bir kolonisi olduğunu söylüyor. G laser { Skizze , I, 27 ) 'd e Monumentum AduUtanum ( D . H. M üller, Epigra­



phische Denkmäler aus Abessinien, Denkschr. Ak. Wien, XLIII, s, 7 v.d.) 'da bahsi geçen SctActts ’nin Mahra ve Mahra açıklarındaki ada­ lar ile bir olduğunu söylem iştir ki, bu doğru değildir. Hem mahri 'nin çok yaygın olmasın­ dan (G la s e r, Skizze, s. 17 9 ), daha geniş Habaşa kıratlığının bulunduğu ve H abaşât kırat­ larının milâddan 100 yıl öncelerine doğru hâlâ Mahra ülkesinde yerleşm iş oldukları neti­ cesi çıkarılam az ( Hommel, Ethnologie, s. 151 ). Mahra dili ile yazılm ış m etinleri toplayıp, bunları esaslı b ir şekilde ilk defa tetk ik edenler D. H. M üller ile arkadaşları olmuştur. D. H. Müller, SüdarabischenE xpedition, W ien, 1902 'in IV . cildinde, Die Mehri- und SoqotriSprache ( I ) 'de, İlmî seferin emrine verilen İs­ veç gem isine ‘A d en v e S o k o tra ’dan alman yerlilerden duyduğu Incil 'e â it dualar, hikâye şiir ve a ta sözlerini neşretm iştir ; mahri diline gelince, bu hususta, Jahn 'a bu dili öğreten adamdan malûmat elde etmiştir. A yn ı külliyâtın III. cildinde, A . Jahn 'm metin ve lûgatçeleri ihtiva eden D ie Mehri-Sprache in Südarabien ( W ien , 19 0 2 )'i çıkm ıştır. Bu iki eser için bk. G laser 'in kısa yazısı : Zwei Wiener Pub­



likationen über den habaschitisch-pantischen Dialekt in Südarabien, Beilage der Münche­ ner Allgemeinen Zeitung, 1902, nr. 186 ve 187, 16 ve 18 ağustos ve L an d b erg'in ciddî v e etraflı tetkik i : Die Mehri- Sprache in Sü­



darabien , . . von A , Jahn u n d ... D . H. Müller, kritisch beleuchtet Leipzig, 1902 ( D. H. Müller, Soqotri-Texte, W ien, 1905 tarafından neşredilen cild II, külliyâtın VI. cildini teşkil e tm ekted ir). Y ukarıda adı geçen âlim, W . Hein, 1902 'de Gişin 'de, bir çok yerlinin yardım ı ile, mahri ve hadram î dillerine âit m üteaddit metinler toplam ıştır. K endisi G işin Me topladığı metin­ lere dayanan tetkikini tamamlayamadan öldü (1 9 0 3 ) ; D. H. Müller, bu tetk ik leri gözden geçirdikten sonra, külliyâtın IX, cildinde neşr­ e tti { M e h r i-und Hadrami-Texte , . W ien, 1909 ), Bu metinlerin bir kısmı da D. H. Müller tarafından . V iyana 'da 1907 Me Èhauri- Texte ( III ) cild VII Me neşredilm iş ve Şh avri ve Sokotri metinleri ile karşılaştırılm ıştır. M. Bittner ’in mahri dili gram eri hakkındaki tetkik leri ( bk. bibliyografga ) malzeme bakı­ mından çok kıym etlidir. Bugünkü cenûbî A r a ­ bistan lehçeleri, saba’ dili ile olan bâzı m üşterek noktalarına rağmen, Mina ve Saba’ kitâbelerin-



éii



deki cenûbî A rabistan dilinden geldiği ileri sü­ rülemez veya bu dilin bakiyesi olarak izah edi­ lemez ( Jahn, agn, esr., s. 1 ; bk. bir de mad. S O l f O T R Â ) , oisa-olsa bu lehçelerin bilhassa M ahri ve S o ko tri dillerinde, H om m el’in yap­ tığ ı gibi ( agn. esr., s. 152 ) „eskiden o ülke­ lerde ( Mahra ve Sokotrâ 'de ) konuşulan cenûbî A rabistan lehçelerinden gelm iş olabileceği“ söylenebilir, Maltzan bu izaha tarafdar idi. Bu­ na karşılık, G laser, m ahri ile sokotrinin es­ ki Pun arapçasının bakiyeleri olduğu veya



( Das Weihraachland un d Sokotra, Beilage der Münchener Allg. Zeit, 1899, nr. 120 ve 12 1,2 7— *9 m a yıs) bu lehçelerin habeş dili ile amhari gibi doğrudan-doğruya eski H abaşât dilinden geldiklerini söylem ekle çok ileri git­ miş oluyor ( bk. Hommel, agn. esr., s. 153, not t ve 4 ; bk. bir de N ielsen, Handbuch, s. 91). V o llers { Z A , XXII, 223 ) 'e göre, cenûbî A rabistan lehçelerinin menşe’i, ‘ Omân 'lıların gelip yerleştikleri devre kadar çık a r; göç eden A zd le r, islâm iyetin zuhurun dan pek az bir zaman önce, 'O m â n 'd an M ahra’ya gelm iş ve lehçeleri ile Mahra Ülkesinin diline te’sirde bu­ lunmuş olm alıdırlar. Bu faraziyede Z afâr an­ cak ‘Omân ’m hemen yakınındaki Z afâr ola­ bilir. M as'üdi, I, 333, mahralileri karışık bir kavim olarak tasv ir etm ektedir. G laser, Skizze, II, 188 ve 96, şark ve şimâl-i şarkî ahâlisinin mahra dili üzerine yaptıkları te’sirden de bahs­ ediyor ve haksız olarak „Mahra ülkesindeki arap dilinin bozukluğunu“ Part ve Hindû un­ surlara atfediyor. Şu var ki, bu faraziye ‘ Omân dili ile ona komşu olan Z afâr lehçesindeki ben­ zerliğ i izaha yaram aktadır. A rapçadan esaslı bir şekilde ayrılan mahrî diline gelince, bu dilin daha eski bir devreye çıkan derin te’sirlere mârûz kalmış olması muhtemeldir. C e­ nûbî A rabistan lehçelerinin unsurlarını islâ­ m iyetin zuhûrundan hemen önceki devre ka­ dar çıkarm ak doğru olmaz. M ahraliler, daha önce de tahmin edildiği gibi, sonraları gelen arap kabilelerinin kovduğu ve bu verim li top­ raklardan verim siz cenup topraklarına gitmek m ecbûriyetinde kalm ış olan bir kavmin bakiye­ leri olabilir. Zamanımızda bile, G laser ( Skizze, s. 187 ) ’in işâret ettiği üzere, mahra dilinin konuşulduğu sâha git-gide araplaşm aktadır; çünkü bu bölgelerde artık yabancı bir m illet hüküm sürmemekte ve burada bilhassa arap tacirleri bulunmaktadır. M ehreliler medeniyetçe çok geri bir durumdadırlar. Tarihte kayda değer bir rol de oynamamışlardır. , B i b l i g o g r a f g a : Metin içinde, bib­ liyografya bilgileri ile birlikte eserlerinden faydalanılan arap müellifleri ile avrupalı âlim ler ( Fresnel, H aines, C a rter, Maltzan.



62i



m



EHr E —



Sprenger, G laser, Hommel, Landberg, D. H. M üller, H irsch, Hein, Jahn ) zikredilm iştir. A y r ıc a şunları da zikretm ek lâzım dır t Hein, Vorläufiger B ericht über die Reise nach 'A d e n und C ischin ( A n z. A kad. Wien, 18 haziran 1902, X X X IX ; ayn. mll., Süda­ rabische Itinerarien ( M G G W, 1914, L V 1I, 3z v. dd.) »e dil hakkında Ewald, Ober die him yarische Sprache ( A . H oefer, Zeitsch rift fü r die W issenschaft der Sprache, Berlin, 1846, I, 311 v. dd.); bk. b ir d e M. Bittner, Stu dien zu r Laut- und Form enlehre der M ehrisprache in Südarabien, 1 — V ( S B A k . Wien, 1911— 1915, C L X 1I v. d d .); ayn. mll,, N eues M ehri-M aterial { W Z K M , X X IV , 70 v. d d .); bundan başka N. Rhodokanakis, Z u r Form enlehre des M ekri { S B A k . Wien, 1910, C L X V ) ; Jahn, Grammatik der M ehri-Sprache {ayn . esr., 1905, C L ) . ( J. T k a t s c h .) M E H R Î. M AHRİ ( MEHR! ), c e n u b î A r a ­ b i s t a n ' da M e h r e ü l k e s i n d e k o n u ­ ş u l a n d i l . Bu dil, Z a fâr'm şimâl-i şarkisin­ deki dağlarda konuşulan Şhavri ve S okotra ada­ s ı lehçesi ile birlikte, cenûbi sâm î dillerin müs­ tak il bir kolunu temsil eder. Mehri ile Saba', Minâ ve Hazram üt sâkinlerinin kitâbelerinde görülen bu kaybolmuş dilleri arasında münâse­ betleri, doğru olarak, tesbit etmek henüz müm­ kün olmamıştır. B izzat m ehri dili de cenübî A rabistan 'da konuşulan dil olarak, g ittik çe yayılan şimâl arapçasınm şiddetli tehdidi al­ tındadır. Mehre halkı, hemen ekseriyâ, iki dil­ lidir ve lehçeleri de, bilhassa, lügatçe bakımın­ dan, şim alî arapçanın kuvvetli te ’siri altında kalm ıştır. Msl. eski sayı isim lerinden yalnız 10 'a kadar olanları m uhafaza etm iştir; bundan yukarı sayıların hepsinin yerini şim alî A ra ­ bistan ’ da kullanılan kelim eler alm ıştır. Bu sebepten, şim alî arapçada da bulunan eski kelim eler İle sonradan bu dilden alınm ış olan­ ları birbirinden ayırm ak her zaman kolay değildir. F o n e t i k bakımından Mehrî dilinin ünsüz­ leri, esâs itibârı ile, arapça ve habeşçeninkilere tekabül eder. G ırtlak seslerinden Şhavri ’de hâlâ muhâfaza edilen ayn ’in Mehrî dilinde terkedil­ miş olduğunu kaydetm ek yerinde olur. A rtdamak sesleri arasında p atlayıcı k gâlibâ sadâlldır. ön-dam ak sesleri arasında, Şhavri leh­ çesinde muhâfaza edilen g, şim alî arapçada olduğu gibi, dâima c şeklinde telaffuz edilir. İslık sesleri bilhassa dikkate değer. En eski sâmî dilindeki s sesi muhâfaza edilmiş görün­ m ektedir; bununla berâber, bir çok kelim eler­ de, şimâl arapçasında olduğu üzere, eski sâmî î sesi İle karışm aktadır. Ken’ânî ve ârâmîde İ



m e



Hr î.



olduğu gibi, Ş h a v ri’de de muhâfaza edilen bu ses, hakikî mehrî kelim elerde, msl. him a „işit­ ti“ { mişma „kulak kık ırd ağı“ yan ın d a ) ve neha „unutm ak“ 'da olduğu gibi, kelim e başın­ da ve ortasında h şekline g irm iş; tey „küçük koç“ , here „baş“ misallerinde olduğu gibi, ke­ lime sonunda düşmüştür. F ak at h u d d „tıkam ak“ yanında, arapça sadid „doğru, düz“ ite akrabâ olan bir suda „b ir anlaşma yapmak, n aklet­ mek“ şekline rastladığım ız zaman, bunun başka lehçeden alınmış bir kelim e olduğunu kabûl etm ek icâp eder. Fakat bu s sesi libes „çe k ti“ kelim esinde ve 3. şah ıs müennes za­ miri se, sen v.b. rastlanır ki, bunların başka bir lehçeden alınmış olması muhtemel d e ğild ir; şu hâlde, bu kelim elerin ş > h fonetik kanu­ nunun bulunmadığı bir lehçeye â it olm aları icâp eder, ilk sâmî ş sesi, kendinden sonra ge­ len bir t sesi kendisi ile uyuşmuş ise, şiddet­ li telaffuz terkedİlse bile, müteaddî-lâzım Ön­ eki olan şa 'da olduğu gibi, muhâfaza edilm ek­ tedir. Bundan başka Jahn 'in „la teral“ olarak tavsif e ttiği ve Viyana m etinlerinde s ile ya­ zılm ış olan £in sesinde de ilk sâm îceye â it bir ses muhâfaza edilmiş gibi görünm ektedir; bu ses, iştik ak bakımından, arapçanın şîn 'ine, dolaytsı ile de ken’ânî ve eski ârâm î dillerinin s in sesine tekabül eder. Ses mahrecinin tamâmiyle aynı olup-olmadığı kat’î bir şekilde söylenem ez; bununla berâber, bu sesin „la teral“ olarak tas­ vir edilmesi, hiç şüphesiz, dilin kenarlarını kal­ dırarak telaffu z edildiğini gö sterir ki, bunu ken’ânî dil ile ârâmî için de kabûl etmek mümkündür. D iş sesleri arasında, d ile t yanın­ da, yerli kelimelerde olduğu gibi, başka dillerden alınmış kelim elerde de z ve s sızıcı sesleri de vardır. Bununla berâber, bu telaffuzun her iki gurubu, pek çok hâllerde terkedilm iştir. Msl. bu, işâret sıfat ve zam irlerindeki z sesinde her zaman görülür; şelâşem ıye „300“ yanın­ da, telâfin „30“ bulunmaktadır. Ser „arka“ kelimesinde, arapça aşar „ iz “ , kelim edeki ş yerine, bir s va rd ır; bu ihtimâl r t e s ir i ile ol­ m uştur; nitekim habeşçede olması lâzım g e ­ len *asar yerinde aşar kelim esinde de f var­ dır. sç sesi için de vaziyet a yn ıd ır; henüz izah edilmemiş olan şartlar altında bu sızıcı sesler ekseriyâ patlayıcı { olm aktadır. Msl, tohr „ ö ğ le “ , alay m „büyük“ == arap. zuhr ve ‘ a şım . Sadâlı i , arapçadaki telaffuzdan farklı olarak, yandan telâffuz edilir. Dudak seslerine gelince, sadâlı patlayıcı b sesi, arapçada olduğu gibi; sadâsız akıcı / sesine tekabül eder. A k ıc ı ses­ lerden olan n sesi g ırtla k ve Ön damak sesle­ rine yakın ve ekseriyâ arapçadakinden daha çok burundan telaffuz e d ilir; l ve r sesleri ünsüz­ lerden önce ekseriyâ kendi seslerini kaybeder ve



MEH r Î. öndeki ünlüler ile birleşir; msl. m atlğ „öldü­ rülmüş“ , < Itğ = k tl, yağdös „onu götürüyor < ğ d l ( benzeşmezlik ile lîat „gece “ hallet „her gece“ ). ¡earn > £ön „boynuz", kar s > kös „karın “ . Ünlülerin önüne ekseriya sızıcı ünsüzler ye­ rine, art-dam ak p atlayıcıları g e lir ; başka bir tâbir ile, hamza yerinde ekseriya ha bulunur. Habeşçede ve muhtemel olarak, İlk sâmî dil­ lerde olduğu üzere, kısa ünlülerin birbirlerine tekabül eden a ve e ’den ibaret iki şekli var­ d ır ; hâlbuki uzun ünlülerde ff'y a karşılık S ve t bulunmaktadır. Eski çift-ünlüler e ve ö şek­ linde kaynaşm ıştır. Bununla beraber, bu esâs ünlüler arapçaya nisbetle ünsüzlerin kuvvetti telaffuzu ile daha çok değişm ektedir. Bundan dolayı, a ile e arasındaki fark ekseriyâ silin­ m iştir. V urgu, kısa ünlülerin vurgusuz heceler ile birlikte kaybolmasına sebep oluyor ve bunları esâs hece içinde uzatıyor; bu şekilde a, bir g ırtla k sesi veya kuvvetli bir ses ile desteklenm iyorsa, ö ( ve bâzan i t ) olur, hâl­ buki komşu açık ünlüler ile e, i ( imâla ) olur. H ecelerde ünlülerin benzeşmesine sık*sık te­ sadüf olunur. G ırtlak seslerinden veya kuvvetli seslerden sonra, ilk uzun ünlüler au, ou ve ay, ey çift-ünlüleri hâline gelir. Bir uyuşmadan m ütevellit s e s d e ğ i ş m e­ s i hâdiseleri arasında, sadakların benzeşme­ lerine muvazi olarak, yumuşak ve s e rt ses­ leri birleştirm e temayülüne burada işâret etm ek yerinde olur ( Jahn, Grammatik, s. 8 ). Ş iir dilinde vâhar ( „ g e ç kalm ak“ ) şek­ linde kökü muhâfaza edilmiş olan arapça aharu ( „d iğ e r“ ) kelimesinin, 1} olarak görünen ke­ lim e başındaki sesin bir değiştirm esi ile, ğâ her şekline girm esi (k rş . m ğöre „bunun üzerine“ ; B itiner, Stadien, I, 15 'te aralarında bir benzetm e kurmağa ça lıştığ ı arapça ğ a y r ’i b ertaraf etm ek muvafık o la c a k tır ) buna isti­ n at eder. E kseriyâ n ’nîn benzeşmesi temayü­ lüne, arapçada olduğu gibi, fiil sistem ini mu­ hâfaza etme zarureti mâni olmaktadır. Bâzan vurgu sebebi ile ünlünün kaybolm ası kelim e­ lerin başında bir çıft-ses meydana getiriyor ise de, bu çîft-ses kelim elerin sonunda yeni bir hecenin teşekkülü ile sık-sık bertaraf edilm ektedir. Msl. a ri ( „ye r“ ) yanında are z ; iltizâm ! y id e le f ( : y ik te b ) 'te olduğu gibi, ünsüzlerin önünde, yif/akem ’ de olduğu gibi, g ırtla k ve yihabez, ya ğazel v.b. olduğu gibi, damak seterinden sonra, bu nevî heceler ke­ lim elerin içinde de teşekkül edebilir. Bilhassa sadâlı ünsüzlerin benzeşm ezliği ( şaneb „put“ < şanam, zabön < zaman „zaman“ ; Hein, s. 117, 25 ), *fadit > (ît, fayt „b ir“ olduğu gi­ bi, hece birleşm esi; lşatala > letöğ „öldürdü“ ,



*şamâ { t) > * h e m e t, hetem, hîtem „g ö k “ 'te olduğu gibi, şiddetli yer-d eğiştir meler tnehrî söz hazînesine kendi hususiyetini kazandır­ maktadır. Z a m i r . M ehrî dilinde çok eski şekiller muhâfaza edilm iştir. I. şahıs zam iri ko, hu ( Bittner, Stadien, III, 7 ’in ileri sürdüğü gibi ) akatca anâku ’nun kS 'su İle her hâlde birleş­ tirilm ez ; zîra k > h değişm esine m ehrîde aslâ tesadüf edilm ez; bu zamir ilk sâmî dilindeki ( yukarıda zikredüdİği üzere, kelime başındaki ünlüye sık-sık eklenen sızıcı ünsüz ile ) ’a ile mukayese edilmelidir. Bundan dolayı müfr. 2. şahıs zamiri ket, müzek, cem. tem, müen. ten, müfr. n 'n in benzeşmesi ile, başka sâmî dillerde bulunan ’an ön-ek hecesini muhâfaza etm iş ve cem ide bunu atm ış olması az m uhtem eldir; 2. şahıs zamirinin başında bulunan ses daha ziyâde birinci ve üçüncününki üzerinden tâli bir şekilde meydana gelm iş gibi görünmekte­ dir. I. şahıs nkâ ilk sâmî dilindeki *ni(ına’nun bozulmuş bir şeklidir. 3. şahıs, sâmî dillerde yegâne hâl olmak üzere, başında müzek. he, müen. se, cem. müzek, hem ve cem. müen. sen ilk farkı muhâfaza etm iştir ; buna karşılık, ün­ lüler vâsıtası ile elde edilen çift hususiyeti kaybetm iştir. B irleşik zamir şekillerinde, cenûbî A rabistan 'in bâzı lehçelerinde olduğu üzere, ş lj varide şibdit { Mütler, III, 1*3, 1 4 ) ve sokotrâ ağızında fibdeh ( „kara ciğer“ ; MÜİler, II, 227, nr. 2 ) , görüldüğü gibi, k i 'nin incel­ mesi ile, 2. şahıs müzek. k , müen. ş 'deki cin­ siyet farklılaşm asını kaydetm ek yerinde ola­ caktır. B irleşik zam irler yerine ilgi hâli eki ile ayrı zam irler de bulunabilir; msl. mâl di­ kti ( „malım“ ), hâr'avn lehet ( „kuzuların“ ). İ ş a r e t z a m i r l e r i n d e müfredde başta d ( x yerine ) vardır ve arapçada olduğu gibi, cinsiyetler tefrik e d ilir ; müzek. da, müen. di, m üşterek cem. la, m(e) ile genişleyerek, müzek. döm(e), müen. dim (e), cem. liöm(e') şekillerini meydana g e tirir; k ile, müzek, dek, müen. d ik , cem. liek veya her iki unsur ile birlikte, müzek. dâkem{e), müen. dikem (e), cem. liâkem (e) şekilleri ya p ılır; müstakil vurgundan mahrum esâs şekillerde her iki cins ekseriyâ de şeklinde birbirine karıştığı gibi, burada dekme ’de birleşir. Esâs şekil, cins farkı gözetm eksizin, da, de, di, cem. Az, le, li rabıt zamirlerinin işini de görür. S o r u z a ­ m i r i olarak, şahıslar için kullanılan mân ( „kim “ ) yanında, eşya için kullanılan he < 'ay ( „ne“ ) vardır. S a y ı i s i m l e r i n e gelince, daha yukarı­ da söylendiği üzere, mehrî yalnız ilk 10 *a ka­ dar olan sayılan muhâfaza etm iştir. „B ir“ had esas şekli ile, ancak belirsiz „b ir kim se“



624



MEHRÍ.



mânasına kullanılır ve diğer mânalarında ye­ rini rabt tâbiri * d h â d > {ad'a. bırakm ıştır; müenneste vahdet ismi ekleri ( aş. bk.) vardır. Bu, kıyâs ile, 4 ve 5 müstesna, diğer sayı isimlerine eklenir ki, şemenii ( „sekiz" ) keli­ mesi bu vetireye yardım etm ektedir i*fadît, hece düşmesi ile, tit, {oyt olur. 2 sayı ismi aslında ârâm îdeki srn ’ya tekabül eder ( 6er > habré „oğul" ’un bar ’a tekabül etm esi gibi ) ; ö ’dan gelen ö eki mücerred tesniye ekidir. 3 sayısı işin, kelime başında bulunan ses, Seba ve H abeş dillerinde olduğu gîbi, kelime sonundaki ses'n önünde benzeşmeme ile £ olmuş ve son ses de patlayıcı bir ses hâline gelm iştir : s e li t ; müennes şekli, l ’nîn terkin­ den sonra ( yk. bk.), kökün sonunda bulunan ş 'y i benzeşmeme İle / ’ye çevirmiş, böylelikle éafáit şekli hâsıl olmuştur. 4 sayısı, arba\ vurgusuz olan ilk hecesini kaybeder: rböt. 5 sayısı h şekline giren son sesini kaybeder; m üîekkerde ilk hamiş şekli ünlü benzeşmesi ile, ^himih şeklinden geçerek, kayme olur, müennesi ö ekini muhafaza eder ve kökteki ünlü bununla b en zeşir: ¡¡omö 6 ve 7 sayılarında kelime başında bulunan s sesi h o lu r; hâlbuki 6 sayısının sonundaki dş, arapçada olduğu gibi, karşılıklı benzeşme ile ff verir; hit} 7 sayısı, ses kanunlarına uygun olarak, höba', müen. hibeyi olur. 9 sayısı, vurgusuz olması sebebi ile, ün­ lüsü bulunmayan baştaki sesini k a y b ed e r; sa', müen. sayt, 3 ve 10 sayıları, ses kanunlarına uygun olarak, müzek. semöne, müen. şem enii ; müzek. ö£er, müen. asri t şekillerini alır. İ s i m l e r arasında ilk aslında tek heceli olanlar, şekilleri sebebi ile, her şeyden evvel dikkati ç e k e r ; hepsinde önde ha ( ha ) var­ d ır ; msl. ber ( yk. bk.) yanında habré „oğu l", bort ( „k ız " ) yanında habrît ’e bakılacak olur­ sa, bunun yeni şekil olması icâp eder ( fakat krş. B ittner, I, 28, s hama ( „su " ), yim ö („bu ­ gün" ) yanında, hayam, heyîim, kyüm ( „gün, g ü n e ş " ), lélet ( liei, kalîet, yk. bk.) „g ece" yanında ¡şallia. Binâenaleyh heyb ( „ b a b a " ) ve heyd ( „ e l " ) kelim elerinde ’b ve *d sesleri kâm ( „anne" ) misâline rağmen, h yerine ge­ len h ile doğrudan-doğruya bir araya getiri­ lemez ; fakat bu kelim elerde başka sâm î dil­ lerde kökü üçlü olan bâzı kelim elerin önün­ de bulunan ön heceyi bulmak icâp e d e r ; msl. here „b aş" — *rd‘ş, B ittn e r Ün seslerin yer-değiştirm esi ile izah e ttiğ i han öf „ruh ", hine „kap " — a rap. inâ, hanöb, cem. haniöb „büyükler, yaşlılar" = arap. nâb, cem. ’ anyâb „ih tiya r dişi deve, âile r e is i" ; hen id ( şhavrî : n i d ) „su tulumu" = ibran, nöd, akadca nada, bi hu-vödi „vâdide" ibaresinde ( Müller, III, 24,5 ) müteakip kelimenin başı ile ben­



zeşmiş olan bu ffu hecesi yalnız belirsiz harf-i târif vazifesini g ö rü r; bînnetice yukarıda zik r­ edilmiş olan kelimelerde bu harf-i târif mâna­ sını kaybetm iş ve köke dâhil bir kısım hâlini a lm ıştır; .bundan dolayı cem. ¡şaban şeklinde de bu edata tesadüf edilm ektedir. Bununla be­ raber, bu aslında, bugün de belirsiz zamir vazifesini gören sayt ismi ¡şad’ia aynı olmalı­ dır. H adid „am ca" haddit „h ala ", hitheyl „tilk i", ha 'mn ha hâline gelm iş olduğunu gösterir. A . Ember bu isim leri evvelinde h eki bulunan eski M ısır dilinin tâli kökleri ile mukayese etm ektedir ( Zeitschr. /. âg Sp r. u. A lt., L l, 118, 138; Seth e, ayn. esr., X LVII, 80, not 2, bu fikre m uarızdır ). D iğer şekiller arasında ismin tasg ir şekillerini zikredeceğiz. Bu bâzan arap. ¡çuvaytil ( Rhodokanakis, Z a r Form enlehre, s. S ) g ‘bi, keli­ menin dâhili değişm esi ile teşkil olunur; msl. iavafel „küçük ç o c u k " ; bâzan da aslı kutayl ( Rhodokanakıs, ayn. esr.) şeklindeki birleşm iş ünlülerin te s ir i altında, dâimâ en şeklinde bulunan Sn eki i l e : vukaten „kısa za m a n ". Kökünde kısa ünlü bulunan isim lerde, müen. at eki vurguyu kendi üzerine çeker ve o zaman ât, öt veya vâzıh ünlülerin te ’siri altında et gibi görünür; msl. rahmât „yağm ur" şo ğ fö t „yap rak", haciret „ h ü c r e " ; bu ek kökteki uzun ünlüden sonra vurgusuz k a lır : alamet „bayrak", fhay de t „gövde“ , cirid et „hutm a kerestesi" ve bilhassa arapçadan alınm ış k e ­ lim elerde b ö y led ir; hâlbuki hakikî m ehrî asıllı kelim elerde vurgusuz hecede ekseriya ünlü kaybolur ve böyle kapalı hâle gelen kok he­ cesinin ünlüsü k ısa ltılır; msl. ¡şaft ( ~ yemen dilinde h â f e ) „şehir, kasaba", sast „k u rt", ia y e jt „ z iy a fe t" ; aynı zamanda son ünsüzde benzeşme vukua g e lir : çiti ( bk. c i d ) „iy i" , ¡çanetl ( bk. kanan ) „küçük". A r tık arapça ve ârâm îcede nadiren müstakil olarak tesadüf olunan bir başka müenneslik eki i, sâm î dillerin çoğunda olduğu gibi, bura­ da alelade t eki ile bağlı olarak, dâimâ vur­ gulu b ir i t hâlinde görünm ektedir; nitekim islm-i fâı’I ve mef’ûllerde, müzek. öne eki ile münâvebe ederek, bizzat kökün içinde, tebröne, müen. tebrite, müştak köklerde, msl. mesâ/ire, müen. m esfireite, m eftekere, müen. m eftekerite, müzekkerden iştikak eden tabi’î müen. e < i edatını naklederek, msL kelbit „d işi köp ek", habrît „ k ız" , böl ’in müen. bâ lit „hanım ", ş e r i f ’ia müen. şr ifît „a sil kadın" kelim elerinde böyledir. V ahdet isim leri için b e i 'den teşkil edilmiş bizâyt „yum urta", Um ’den teşk ii edil­ miş lim it „lim on", 4e / ’ten teşkil edilmiş Sefît „sa ç " ( habezöt »ekm ek", naklet „hurm a ağa­ c ı n d a bulunan umumî ek yanında ) benzer bir



MEHRÎ. ek va rd ır; gerçekten burada, T igre ve T igrinâ dillerinde olduğu üzere, asıl mânalarında tam fiyet şeklini muhafaza eden ( bk. Rhodokanakİs, agn. esr., s. 6, 7 ) nisbet sıfatlarının müennes şekilleri bulunm aktadır, Tesniyeden ancak şru ( »iki" ) kelim esinde bir iz kalm ıştır; kendinden evvelki ç ift ünsüzün meydana getird iğ i bir ünlü değilse, ihtimâl şrU 'dan önce gelen kelim elerdeki i eki de kö yled ir; msl. karşı ş r 5 , arap. al- a şra g n i’den gelen ğaşeregen, ikindiyi ( ‘ a ş r ) takip eden zaman mânasına gelm ektedir; fenöven »Ön, önce“ örneğine uyarak, ğaşröven »ikindiden önce" teşkil edilm iştir. M üzekker sâlim c e m i eki olan in ( agn, e g n ), eklerden önce î, arapçadakinden daha çok kullanılm aktadır; nisbet sıfatlarının iğin ile yapılm ış cemileri kaynaşm ış İn şekli yanında, ham m aligîn, seggafigİn gibi, meslek isimlerinde görülm ekte­ dir ( bk. Rhodokanakİs, agn, esr,, s. 9 ). Mü­ ennes cemi eki olarak, et yanında, Bittner ’İn zan nettiği gibi, yeni arapçada, ibrânîde ve habeşçede yalnız zarflarda bulunan tenvini de­ ğil, fak at her hâlde baskısız hecede müzek­ ker cemi edâtını temsil eden ( bk. C . Broekelmann, Crundriss, I, 442 ) öten de bulunmak­ ta d ır; nasıl ki, müfred İt bir defa daha müzekkerlik eki e 'yi ( yk. bk.) yahut da, Rhodoka­ nakİs ( s. 8 ) 'in farzettiğ i gibi, akadca kullatân ( „bütün" } ’da olduğu üzere, d iğer cemi eki d n ’1 alır. M ü k e s s e r cem’in kullanılış ve inkişâfında m ebrî dili aş.-yk. arapça ile habeşçe arasında m utavassıt bir durumda bu­ lunmaktadır. H ususiyet olarak, arapçada da tesâdüf edildiği gibi, başka cem ilerden yeniden teşkil edilm iş olan bâzı cemi şekillerini kayd­ etm ek yerinde o la ca k tır; msl. sark ( »ağaç parçası" ), cem, ¿İrak, sonra serd g ik ve bu son şekilden gelen sergak ( Rhodokanakİs, s. II v.dd.). Ç ift cemiler, riahegn „rü zgârlar", zembin „ku yru klar" ve sekm in „ya y la r" şekilleri de İn m üzekker cemi ekinin ilhâkı ile meydana gelm ektedir. Bunlar karşısında riâht, zenöb, shdn, asıl cemi şekilleri m üfret olarak telakki edilm ektedir (Rhodokanakİs, s. 9 ) ; bunlar bir de baskılı heceden sonra ünlünün hazfı ile teşkil olunur; msl. kilebten »dişi köpekler", iıabanten „ k ız la r " ; mamafih Rhodokanakİs ( s. 15 ) bunun ân ekinden geldiğin i zannetm ektedir. İsim tasrifi, bâzt zarflardaki m ef’ûl-bih iz­ leri müstesnâ, hemen tam âm iyle kaybolmuş­ tur. İzafet sâdece iki kelimenin yan-yana ko­ nulması ilen en çok nisbet şekli ile, bâzan da bir nisbet eki ile ifâde olunur: msl. hebri tiv îi „koyun yavrusu" ( Hein, s. 3,17 ) yanında, celdeh de ğozeb hibre di baget „ineğin yavru­ su olan öküzün d erisi" ( Hein, s. 15, 16 ). Ulâtc Ansiklopedisi



625



B elirlilik ve belirsizlik aslâ gösterilm ez. Tenvln ancak bâzı zarflarda kalm ıştır. Msl. fen ö­ ven „Önde" ğayren „arkad a" m ğoren »daha sonra". M ehrîde Ön-edatlar ekseriyâ yeni meydana gelm iş şek iller olup, men’şeleri kısmen karan­ lık tır. E ski sâm î ön-edatlardan yaln ız bi ( ha, 6.) begn, bâd „sonra", le < ‘ alä ve ilâ, bir de min muhafaza ed ilm iştir; ka, ke „ ile " mânası alm ıştır, l i yerine, ha ve he kullanılm aktadır ki, B ittn er bunu *ild ’ mn ilk hecesine ircâ et­ mek istiy o r; fak at bu az muhtemeldir. D iğer ön-edaiların yerini mekân gösteren kelim eler, msl. /ene, fenöven „ön ce", ser ( asıl mânası „ iz " ) „arkad a" tevâl, iavâ „doğru" ( daha zi­ yâde, Bittner *in y ap tığı gibi, süryânî levâş ile değil, arapça valiga »yakın olmak" ile birleş­ tirilm esi gereken bir T-isim ), nfaali „altınd a" ( a s ıl mânası „ a lç a k y e r ? " , fak at sokotri dilin­ de n h eti Müller, III, 54, aş.) veya vücût kısımlarınının adları, msl. birek „içinde" (a s ıl mânası „kucakta" ; Christian ) ve tar,tagr „üze­ rinde" ( asıl mânası „ s ır t“ ). F i i l , mâlÛm ketöb „yazdı" lâzım libes „g i­ yinmiş id i" gibi görünen aslî kökten başka, mîibâlega şeklini terketm iş olan ve binnetice cehd gösteren sîga ile karışan bir kuvvetlen­ dirme şekli ve ha ön-eki ile muzârîde kuvvet­ lendirme şekli ile karışan bir müteaddî şeklini ( msl. hem roi „b ir hastaya bakm ak", ihbârî muzârî g ihem rol, iltizâm î giham rai, fak at haşalâk „çâre bulm ak", ibbârî muzârî gihaşolah ilti­ zâm! gihâşalafı ) birbirinden ayırm aktadır. Bir dereceli müteaddînin, aslî geçişsiz şekli gibi, ekseriyâ mechûl bir mânası vardır ve dâhili b ir dereceli m üteaddî olması yüzünden, ekse­ riyâ geçişsiz ile birleşir. Bütün bu şekilleri/* kelim e içine eklenen bir t ile yapılmış mutâv aat şekli v a rd ır; asıl şeklin mutavaatı iki türlü gö rü n ü r; evvelâ kaiieb veya kateteb yahut da asıl şeklin ünlülerinin benzeşmesi ile, msl, kietob, kuvvetlendirilm iş şekli ktöteb ve asıl şekilden bir dereceli müteaddî olan şağfü r „birinden af dilem ek", cehd gösteren siganm ki shâkem „dâvâ etm ek", şcedel „mücâ­ dele etmek". Burada mûtad bir şekil olarak saydığım ız ve bir vâkıayı sâdece bir vâkıa olarak göste­ ren bir m â z i y e bir e m i r sigası tekabül etm ekted ir; bu da mâlÛm için teber „kır", lâzım için lebös „g iy in ", kuvvetlendirm e söfe r „seyâh at e t", bir dereceli müteaddî hakieb „yazdır", m utavaat ktîteb, ktetöb, ktöteb, müteaddînin m utavaatı şağfar ve şhâkem . Ö n­ ekler yardımı ile, bu emirlerden gâİp emir ( Bittner ’de iltiz â m î) sîgası çık tırılır; msl. gitber „kırsın ", gilbös „giysin ", gtsöfer „seyâh at 40



626



MEHRÎ.



etsin“ , yihakteb „yazdırsın “ , yiktiteb, yiktetob yiktoteb, yişağfer ve yişhökem ; buna bir ha­ reketin devamını ifâdeye yarayan bir şekli daha ilâve etmek lâzım dır; bu şekil ekseriya m uzârî ile istikbâle münhasırdır. Bu, asıl şe­ kilde, kökün ikinci ünsüzünü iki defa telaffuz ettiren, fak at kuvvetlendirm ede olduğu gibi, bu ik i defa telaffuz yerine, yalnız ünlüyü uzatan b ir şekildir, yitöber „kırıyo r“ ve aynı şekilde b ir dereceli müteaddide yihaköteb, fakat kuv­ vetlendirm ede ve kısmen m utavaatta arapçadaki te’kide tekabül eden bir ek vard ır; msl. yisaferen „seyahat ediyor“ , m utavaat yiktetiben ve yiktâteben, bir dereceli müteaddînîn m utavaat şekli yişljâkemen. G eeçîşsiz şekilde gâib emir sîgası devam lı ( bir nevi ihbârî g i b i ) şekli ifâde etm eğe de y a ra r; geçişsiz ile bir dereceli müteaddînin ve m utavaatın zikredi­ len münâsebetleri sebebi ile, yalnız ihbârî için, bu teşkil yihaktöb ( yihaköteb yan ın da), yişağför ve yiktetob { < katteb ) ’da olduğu gibi, diğer sığalara da yayılm ıştır. M â z i yerine kullanılan şekilde, eğer fiil mâlûm ise, vurgu kökün ikinci ünsüzündedir; vurguyu kendi üzerine çeken müfred müen. 3. şahıs olan öf eki ( msl. teberöt ), isim lerde ol­ duğu üzere, bundan müstesnâdır. Cem i şeklin­ de 3. şahıs ekleri kaybolm uştur ve bunların yerine m üzekkerde yalnız zamirden gelen em geçm iştir. B ir ünsüz ile nilıâyetlenen ekler ünlülerini k a y b ed e r; kelime sonundaki çift Üusüz ancak cemi I. şahsın yumuşak n sesi önünde yeni bir hecenin teşekkülü ile ortadan kalkm ıştır ( tehö ren ). D iğ er ekler önünde kökteki ünlü kısalığını muhafaza eder. Habeşçede olduğu gibi, 2. şahıs ekinin başındaki ses t. şahıstakine ( -k ) b en zem iştir: ? şeklinde damaktan telaffuz edilen müfred müen. 2. şahsın ekinde hâl böyledir. G eçişsiz fiillerde, müen. müfred 3. şahıs müstesna, vurgu kökün birinci hecesi üzerindedir ; bu hecenin ünlüsü z. hecenin ünlüsü ile benzeşm iştir ( f / ic r ) , Kuv­ vetlendirm e şeklinde a 'nın ö hâlinde uzaması eksiz şekillerd e vukua gelir. E m i r d e , müfredde cinsiyet farkı, bir dere­ celi m üteaddide olduğu gibi, geçişli şeklin esâs gövdesinde kaybolmuştur. Fakat esâs gövdede kökün vurgulu z. hecesinin ünlüsü müen. İ eki ile benzeşm iştir; öyle ki, hu ekin kaybolmasından sonra da, müzek. tebör ile müen. tehir arasında hâlâ fark m evcu ttur; 'tehöm ve ftehîrn geçişs’z şekillerinde de löyledir. Birinci derecede müteaddînin, mutâ/aat hâlinde olduğu gibi, kuvvetlendirm e şeknin m utavaatında ve kuvvetlendirm e şeknde cin siyetler arasında fark aynı şekilde "■rgnlu ünlünün değişmesi ile ifâde edilmiş­



tir: müzek, so f er, müen. si fer, müzek. rdöbeh, müen. ntîbeh, müzek. şhülef, müen. şhoy'ef. Cemide cinsiyet müzek. -em, müen. -en ekleri ile birbirlerinden ayrılır. G eçişsiz aslî kökte de ünlünün değişm esi, bir de müfredden ce­ mle geçer, müzek. tebör em, müen. tebiren ve ktetöb kalıbında bulunan m utâvaatta, bu de­ ğişmenin garip aksi hâli ile, müzek. kteûbem ( İhbârî m uzârîde benzeşme İle yiktetibem, cem. yiktetibem ), müen. ktetöben olmuştur. A yn ı aksi hâl bir dereceli müteaddînin ma­ zisinde de görülür: 3. şahıs müzek. cem. haktibem, müen. haktöb. Emir, bütün sâm î dillerde kullanılan şahıs ön-eklerî ve müfred müen, 2, şahıs için i ve 2, ve 3. şahsın cem ileri ıçîn müzek, •em, müen. -en eklerinin yardım ı ile, muzârî-iltizâm î denilen şekli meydana getirir. Bu zümreye giren ihbârî sîgada cin siyet a y ­ rılıkları 2. şahısta dahilî ünlü müzek. feföber, müen. tetlber şeklinde değişm esi ile ifâde edilm iştir ve cemi eklerinde kısa ünlü yeni­ den yerine geçm iştir ( yiteberem v b . ). Mutâvaatın aslî gövdesinde siga lar birbirinden fa rk ­ lılaşm ış değildir, müfred 2. şahsın cinsiyeti, em irdeki gibi, ünlünün değişm esi ile, birbirin­ den a y r ılır; bu değişme cem. şekline de g e ­ çer ( müzek. tetbörem, müen. tetbîren ) ve bir aksi hâl alma ile 3. şahsa da geçer ( mü­ zek. yitblrem , müen. tetbören ). Kuvvetlendir­ me şeklinde cin siyet farkı yalnız m üfredde m evcuttur ( iltizâm î müzek. tesöfer, müen. tesifer, ihbârî müzek. tesâferen, müen. tesiferen ) ; eklerin önündeki ünlüler kısadır ve si­ ga ekleri cemi ekleri önünde silinir, bundan dolayı müen. 3. şahısta müfred ile cemi bir­ birinin ayn ıd ır: tesâferen, 1 s i m-f 1 İ l e r aslî gövdeler için mâlûmda tebröne, müen. tebrîte ( yk. bk,), mechûlde meth ı r ’den müştak gövdelerde, kuvvetlendirm e­ de mekâtebe, müen. mekatebîte, birinci dere­ cede müteaddide mehâtebe, müen. mehaktebit



634



MEKKE.



2.500 ’e kadar yükselirdi. Kervana katılan- du. „H er dinarı bir dinar getiren “ B adr k e r­ lar ( tâcir, rehber = d a lil ve m uhafızlar) vanı da aynı durumda idi. Bu parlak işten 100— 300 kişi., arasında değişirdi. Yağm acıla­ iki sene sonra, Peygamberin Medİna ’ye hicret rın { ş a l a k ) faaliyet gösterdiği geçitlerde etmiş olan eshâbı da aynı derecede kazançlı veya düşn.an bir kabilenin arazisinden geç­ bir iş yaptı. mek icâp e ttiği zaman, m uhafızlar takviye M e k k e ' n i n s e r v e t d u r u m u . Şimdi ediliyordu. Badr kervanı, bu hususta örnek paranın yaradılıştan idâreti olan m ekkeli ma­ olarak alınabilir. Y atırılan sermâyenin bu ka­ liyecilerin kasalarında yavaş-yavaş ne şekil­ dar yüksek bir meblâğa vardığı başka kervan de toplandığı anlaşılm aktadır. Bu da büyük bilmiyoruz. Sermâyenin en büyük kısmı, bü­ P lîn iu s’un „arapların her yıl Roma im parator­ yük Um ayya şirketi A bü Ohayha, yâni Abii luğundan, karşılığında hiç bir şey verm eksi­ Sa‘ id b. a l- A ş âilesi tarafından verilm iş idi. zin ( nihil invicem verdim entibus ), aldıkları Bu âile mudârebe şirketi ortaklarının y a tır­ milyonlarca gümüş sikkeyi hatırlatm asındaki dıkları hisselere kendi büyük İhtiyatlarını öfkeyi ( HUt. natura!,, V I, 28 ) izah etm ekte­ eklem iş İdi. Bunların 30.000 dinarına, diğer dir. Bu hnküm mübâiegalıdır. Bu tenkitten, Bani Um ayya aileleri 10.000 dinar daha ekledi­ M ekke kervanlarının yalnız kıym etli eşyâ ler. Şu hâlde Badr kervanı sermâyesinin 4/5 ’ü n aklettiğim , im paratorluğa nazaran, bilhassa Um ayya âilesine âit idi. Kafilenin ıdâre ve yük­ idhâl edici olduğu ve neticede mâlî muvâze­ sek nezâretinin neden bu teşebbüs ile şahsen nenin dâimâ kendi lehinde kaldığı hatırda tu­ alâkalı olan A bü S u fy ln 'a verilm iş olduğu tulmalıdır. H. W inek!er, M ekke 'nin m âlî kud­ retini daha iyi anlamak için, Zenobia ’ nın kolayca anlaşılm aktadır. Mekke kervanı önce deri ve post taşır, Palm yra 'smı göz önüne getirm em izi tavsiye bâzan da T a ’İf zabib (k u ru ü z ü m )'i, sonra ettiği zaman, Badr kervanına yalnız A b ü O hay­ kısmen Bani Sulayman mâden ocaklarından ha âilesinin 30.000 dinar yatırm ış olması, gelen altın ve gümüş külçeleri, A frik a 'd a n kendisine hak verdirm ektedir. Bani Mahzüm 'un altın tozu ( tibr ) naklederdi. M etinlerde çok serveti rakipleri Bani Um ayya ’nin servetinden defa kervanlara lalım a, yâni güzel koku geri kalmıyordu. Taym kabilesinden ‘A b d A llah yüklü kervan adı verilm ektedir. Bu kokular b. Cud'ân bir milyoner olm alıd ır; çünkü şâir arasında en kıym etli olanlar H icaz ’dan değil, onu kayser ile m ukayese ediyordu. Badr kerva­ cenûbî A rabistan ’dan, „günlük bölgesinden" nını teşkilatlandıranların belli-başlıları da mil­ yahut hattâ Hindistan ve A frik a 'dan geliyor­ yoner idi. Bunların yatırdıkları binlerce dinar, du. Bu maddelere, senâ-mekkî gibi, ilâçlar ve bütün servetleri değil idi. Serm âyelerinden di­ kokulu reçineler, az yer işgâl eden ve mede­ ğ e r kısım ları fâize veya m uhtelif işlere yatı­ nileşmiş m em leketler halkı tarafından yüksek rılm ış bulunuyordu. M ilyonerler arasında Bani fiy a t ile satın alınan eşyâlar da ilâve edilme­ Mahzüm ’ dan V a lid b- al-M uğira ile şâir O m ar lidir. b. A b i R abi'a ’nın babası ‘ A b d A lla h ’1 da zikr­ M ekke kervanları Yemen 'den hind mah­ edebiliriz. sûlleri, çin ipeklileri, 'A den adına telmihan Bu büyük serm âye sahiplerinden sonra, hâli‘ adanî denilen kıym etli kumaşlar getiriyorlar­ vakti yerinde m ekkeliler geliyordu. 8.000 di­ dı. A frika, altın tozundan başka, bilhassa fil­ narlık bir serm âyeye mâlik olan ‘A b d al-Rah­ dişi ve köle gönderiyordu. Mekke işçilerini ve man b. ‘A v f, al-Hâria b. ‘A m ir ve Um ayya b. ücretli askerlerini ( ahâhiş „lıabeşler" ) bunlar H alaf bunlardan idi. Son ikisi, sıra ile, Badr arasından te’min ediyorlardı. K ureyş pazarı kafilesine, birincisi 1.000, İkincisi 2.000 dinar Mısır ile Suriye ’den süs eşyası, A kdeniz âle­ yatırm ış idi. N ihâyet şehrin küçük servet sâmi sanâyiinin mahsûllerini, bilhassa pamuklu, hıpleri zümresini teşkil eden m ütevâzî tacir­ yünlü ve ipekli dokumaları, parlak erguvânî ler, m urabahacılar ve dükkâncılar sayılıyordu. renkte kumaşlar alıyordu. Boşrâ ve Şarât B ir çokları ticâretlerine dem ir işleri, doğra­ ( Suriye ) 'tan bedevilerin çok kıym et verd ik­ m acılık v.b. gibi, el sanayiini de ilâve ediyor­ leri silâhlar, hububat ve nebâtî yağlar g e tiri­ lardı. Bu sınıfın en iyi mümessili M üstakbel yordu. K ervanların seyri yavaş idi. F akat nakl­ halife A b ü Bakr olup, bir bazzaz ( manifatu­ edilen eşyâ, deri, mâden ve kokulu kökler racı ) idi ve İbn Cud'an gibi, asîl olmayan gibi, uzun yola tahammülü olan eşyalardan Taym kabilesine mensup bulunuyordu. Bu ka­ idi. M asraflar, hayvanların kirası, muhâfız mas­ bilede, msh A bü Bakr ’in kızı ‘Â ’işa gibi, bir raf ları,^mürûriyeler, nihâyet kabîi? reislerine çok teşebbüs sahibi kadınlar v e erkekler var verilen hediyelere inhisar ediyordu. Bu kadar İdi. A bü Bakr 'in gâlibâ 40.000 dirhem tutan tasarruflu bir teşkilât ile, kaynaklarda te’yit bir sermâyesi var idi, Peygam berin amcası ‘A b edilen yüzde-yüz kazanç mûtâd bir hâl alıyor­ baş da Mekke ’nin zengin sarrafları arasında



M EKKE. zikredilm ektedir. Fakat bu hususta açık bil­ gilere sahip değiliz. D iğer H âşim îler fakirlik derecesinde bir sıkıntı içinde yaşıyorlardı. Badr mağlûbiyetinden sonra esir düşen akra­ balarını kurtarmak için, muazzam fidyelerini hiç telâşlanmadan ödemiş olan mekkelilerin zengin kim seler olduklarında şüphe yoktur. Bu fedakârlıklardan sonra ( fidyeler kendilerine en az 200.000 dirhem mâl olmuş i d i ), m ekkeli reisler, öç alm ağa hazırlık yapmak için, ser­ m âyelerine dokunmadılar. Bunlar büyük ticârî muamelelerin muhtemel ziyanlarına alışkın zengin serm âye sâhiplerine has rahatlık, gönül hoşluğu ile bu hareketi yapmışlardı. Bu husus­ ta şu dikkate değer rıvâyet zikredilm ektedir. Bunlar küçük irâd sahiplerinin yatırdıkları mütevâzî paralara dokunm am ışlar; bu misâl, Mekke 'de „kuvvetlilerin“ {ahi al-lfuvvat, Vâkid i ), yâni asillerin buhranlı hâllerde, ne kadar iyi ve tesânütle hareket edebildiklerini gö ster­ mektedir. H icretten önce M ekke 'nin gemi ve limanları yok idi. Yabancı gem iler, nâdir olarak, boş bir kumsalın karşısındaki Ş u a y b a koyuna de­ mir atarlardı. Karaya oturan bir bizans gem i­ sinin ahşap kısmı Ka'be 'nin yapısında kullanıl­ mıştır. Bu iki geminin buraya geldiğini işitm e­ leri üzerine, H abeşistan 'm ilk müslüman muha­ cirleri Şu a y b a ’ye gitm iş olmalıdır. Mekke 'ye daha yakın olan metrûk Cidde sahilinden dalıa nâdir olarak, deniz yolculuğuna çık ılı­ yordu. ‘ Osman ’m halife olmasından sonra, Cidde Şu'ayba 'nin yerini aldı ve kureyşlilerin ana şehrinin limanı oldu. M edine’ye yerleşm iş olan Peygam ber m ekkeliler n Suriye ile irti­ batlarını kesince, mekkeli reisler deniz yolunu tutm ağı aslâ düşünmeden, Necd ’den geçm ek suretiyle, uzun ve sapa yolu tâkip etmeğe başladılar. Bir arap deniz ticâreti meydana getirm ek halife Mu âviya 'ye nasip olmuştur. 2, H i c r e t t e n



sonra



Hicretin ilk 8 senesini dolduran hâdiseleri ele alacak değiliz. Bunlar Peygam ber ile olan mücâdeleden ibarettir. Bu mücâdele ve fetih, M ek k e’ nin teslim i, buranın iktisâd ı refahı üzerine müessir olmuş ve büyük âileler, bir­ birleri arkasından, ıslâm iyetin m erkezi olan Medine 'ye hicret etm işlerdir. Bu vaziyet, karar­ gâhlarını anşâr arasında muhafaza eden ilk üç halîfe zamanında daha da ciddileşti. Ensâr arasındaki ‘ A li, k a t’î olarak, A rabistan ’1 terkedlp, K üfe 'de yerleşti. D evlet tarafından kendilerine büyük maaşlar bağlandığından, başlıca kureyşliler, e y â k t kumandan ve vali­ leri olarak, ticârete karşı alâka gösterm edi'er. A rtık H icaz kervanlarının veya panayır­



*3 5



larının sözü edilmez oldu. A ncak lıacc mev­ simlerinde Mekke yeniden canlanmakta ve hacıların başında halîfeyi görebilm ekte idi. Irak ’ın zaptı, garbî A rabistan ’m İktisâdi çö­ küşünü tamamladı. Hind ticâreti, Basra kör­ fezi ve F ırat vadisini tâkip edén eski yoluna döndü. O rta şarkın pazarları ile karadan doğrudan-doğruya irtib a t kuruldu. E m e v î l e r d e v r i . E m evi sülâlesinin İş başına gelm esi ile va ziyet düzeldi. Mu'âviya doğduğu şehre canlı bir alâka gösterdi. Bura­ da binâlar yaptırdı ve civarında zirâatı geliş­ tirdi ; kuyular kazdırdı. Suları tutmak İçin, sedier yaptırdı. H alefleri zamanında, bilhassa Mervânîlerden sonra, Mekke ’nin durumu de­ ğişti ve sahâbe evlâdının teşkil ettiği parlak cem iyet, şâir ve musikişinasları oraya çekti. Bir çokları fethedilen eyâletlerin id â resn d e zengin olduktan sonra, M ekke 'ye gelip, istirâhate çekiliyorlardı. Yabancı medeniyetler ile temâs onları inceltm iş ve muşkilpesend bir hâle getirm iş idi. Su ihtiyâcı Sarat dağ­ larından te ’min edilmek istenildi. Hâlİd alKasri [ b. bk.j ’ nin adı şehrin manzarasını de­ ğiştiren bu teşebbüse bağlı bulunmaktadır. Feyezan felâketine karşı halîfe Omar ve ‘O şmân mühendisler ceibedip, yüksek mahalle­ lerde sedler yaptırdılar. Bunlar sonra doldur­ ma ve küçük sedler ile K a ’be civarını sel­ lerden emin bir hâle getirm eğe çalıştılar. Em evî halîfeleri bu çalışm aları yen idea ele alıp, tamamladılar. Sellere karşı yeni bir ya­ tak kazdılar ve türlü seviyelerde yapılan yüksek sedler vâsıtası ile, bunların şiddeti­ ni kırm ak istediler. Büyük endişeleri K a’ be 'nin bulunduğu BathS‘ çukurunu korumak idi. O devrin su mühendislerinin bütün mahareti ne arâzi vaziyetinden doğan güçlükleri yen­ meğe, ne d e kış yağmurlarının, devamlı sağnakiann tahribatına mâni olmağa kâfi ge l­ di. Hiç bir mahreci olmayan Bathâ ’nin gayr-i tabi’î vaziyetinin daha da değiştirdiği arâziuin meyli karşısında m uvaffakiyetsizliğe uğradı­ lar. Bununla berâber, sayl ’in kenarında bulu­ nan evler yıkılmış, K a ’b e ’ ye yakın küçük so­ kaklar kaldırılm ış idî. Daha evvelki planın her değiştirilm esinde yeni binalar feda etmek lâ­ zım geldi. Bu yıkm alar nihâyet Mekke ’nin an’anevî manzarsını tebdil e tti ise de, burada sayl tahribat yapm akta devam etti. Sellere karşı bu çalışm alar ile birlikU K a ’ be ’yi içine alan dar avlu da genişletilme;’ ga y re t edildi. İstâmın dünya! ölçüsüdeki dı ram ana uygun olarak, K a’ be ’nin etrafının g< nişle t il mesi lâzım geliyordu. ‘ Omar tarafından başlanan ve V a lid I. tarafından tamamlanan istim lâkler ile bir meydan açıldı. Dehlizleri,



M E K K E. ortasında K a 'b e ’nin bulunduğu geniş bir avlu ile b ü yü k câm ün [ ınad. MESCİD-OL-HARÂM ] planı Em evî halîfesinin eseridir. H alîfe, buna tahakkuk ettirm ek için, M ısır ve Suriye mi­ marlarından istifâde etti. H icaz 'm idaresi Medine, Mekke v e f â ’if gibi, üç şeh ri olan ve İslâm dünyası için büyük bir ehemmiyeti bulunan hâkim ailenin bir ferdine verilebilirdi. Bunlar arasında Emevîlerden Sa‘ id b. a l- A ş ile müstakbel birer halîfe olan Marvân b. al-Hakam ve ‘ O m ar b. *Abd al-:A z iz zikr­ edilm ektedir. Emevî ailesine mensup b ir kim­ se bulunmadığı zaman, H accac ve Hâlid alK a sri gibi, kabiliyetleri denenmiş me’mürlardan biri seçildi- Bunlara once f â ’if ’in ıdâresi v e rild i; sonra bunlar M ek k e’ye nakledildiler. A ncak b ir çok denemelerden sonra, üç şehir kendilerine em ânet edildi. Fakat bu zamanda bile idare merkezi Medine ’de bulunuyordu ve bu şeh ir Em evîler zamanısda, siy âsî ehemmi­ yeti ve yeni İslâm eşraf sınıfının m akam ol­ ması dolayısı ile, Mekke 'y i gölgede b ıra k ­ mış idi. Y a zı d I. zamanında ’ A b d A lla h b. al-Zubayr [ b. bk.] 'in isyânı M ekke 'ye Suriyeli birliklerin gelm esine sebep oldu. ‘ A b d A llah umûmî ka­ rargâhını büyük câmiin avlusunda kurmuş idi. K aba hasırlar ile kaplı ahşap bir yapı iskelesi Ka'be 'yİ koruyordu. Fakat m ekkeli bir askerin dikkatsizliği yüzünden, bu yanıp kül oldu. îbn al-Zubayr mâbedi yeniden inşa ettirip , Hier [ b. bk.] 'i buna idhâl etti. H aecâc Zubayr 'i mağ­ lûp edince, K a ’be ’ ye eski genişliğini verd i ki, bu genişlik şim diye kadar değişm em iştir. 747 yılnda Y e m e n ’den gelen haricîler, b ir mukave­ m et ile karşılaşm adan, M ekk 'yi zaptettiler. A z sonra, M arvin IL ’m birlikleri tarafından m ağ­ lûp edildiler. 750’de Mekke, h alifelik ile bera­ ber, A b b âsî hâkm iyetine girdi., B i b l i g o g r a f g a : Mufassal bibliyo­ grafya için bk. H. Lammens, L a Mecque d la v eille de l ’hégire, B eyrut, 1924 ( — M F O B , IX, H. 3 ) ; şarkta ve garp ta ya­ zılm ış, Peygam berin hayatına dâir e se rle r; K itSb aUağâni, tür. yer., A zra k i v e Fâsi ( Chroniken der Stadt M ekka, nşr. W üstenfed, I, II ) ; îbn 'A bdrabbihi, al-’ îk d al-fa. rîd , II; Yâ küt, Mu' cam (n ş r. W üstenfeld ) ; B akri, Ma cam ( nşr, W üstenfeld ) ; B alâzuri, Futu!} al'buldân (n ş r. de G o e je ) ; Bu har i, S a h ih ; Burckhardt, Vogages en Arabie ( trc, E yries ), I— III ; Caetani, A n n a li deli ’ İslam ', C âljiz, Tria opuscula (n ş r. van Vloten ), s. 61 v.d. ; Gaudefroy-Dem om bynes, Le pèlerinage à la M ekke (Paris, 1923 ) ; H assan îbn Sabit, D ivân ( nşr. H irschfeld ) ; tbn Durayd, KitSb al-işt’kâlt ( nşr W Üsten-



feld ) ; îbn Hişâm, S ira t al-rasül ( nşr' W ü ste n fe ld ); îbn Sa:d, K itâb al-tabakât ( nşr. Sachau ) ; H. Lammens, a. Etudes sur le règne da ca life omaggade Mo'âvia Ier { M F O B , I— I I I ) ; b. Le ca lifa t de Y a zid ter { M F O B , V — VII ) ; c. Les chrétiens à la Mecque, à la v eille de Vhegtre ( B 1 F A O, X IV ); d. L es J u ifs à la v eille de Vhegire ( R echerches de science religieuse, VIII ) ; e. Fâft'ma et les f ille s de Mahomet ( Roma, 1912 ) ; f. L es AJtâbis et l ’organisation militaire de la M ecque au siècle de l’hégire { J A , 1916; g. L e culte des betgles et pro­ cessions religieaseschez les A rabes prêislamites ( B I F A O , X V II; h. L e Berceau de l’Is la m ; V A rabie occidentale à la veille de Vhegtre, Roma, 19 1 4 ); i. La cité arabe de T a if à la veille de l ’hegire ( M F O B , V i l l ) ; k. La république m archande de la Mecque vers Van C00 de notre ère B I F , 1 9 ( 0 ); Ibn Cubayr, Travels9 (n şr. de G oeje ), s. 74 v.d .? M addisi, Alşsan al-takSsîm ( B G A , I I I , 7 l — 7 9 ) ; Mas’üdi, M urüc al-zahab ( P a ­ ris,), III ; Snouck Hurgronje, M ekka, I ; Sprenger, D ie alte Géographie Arabiens ; T ab ari, A n n ales (n ş r. de G o e je ), I— II; Y a 'k ü b i, Historiae (n ş r. H outsm a), II; V â ktdi, Kitàb al-m agazi (n şr. K rem e r); W ellhausen, Reste arbischen H eidentum s2 ; K or’ ân, tür. y e r .; Ibn Hanbal, Masnad, 6 c ilt ; A bu Dâvüd, N asâ’i ve îbn M âca ’nin Sunna ’le r i; B ağavi, M aşöbik al-sunna. ( H . L a m m e n s .)



3. A b b â s î l e r d e v r i n d e n ş e r i f ­ liğin kuruluşuna kadar ( 7 5 0 — 96*) Bu sırada islâm iyetin sık le t m erkezi her ne kadar Bagdad idi ise de, bu devrin manzarası, daha başlangıçta Em evî hâkim iyeti zamanın­ daki manzaranın aynı idi. H arem eyn, mûtâd olarak, A b b â s î ailesi mensupları veya onlara en yakın kim seler tarafından idâre edilm iştir ( D ie Chroniken der Stadt M akka, nşr. W üstenfeid, II, 181 v. dd.); bâzan M ekke ile T a ’if aynı zamanda hacc reisi olan b ir vâlinin ida­ resinde idi. H âlbuki Medine ’nin ayrı bir va­ lisi bulunyordu. Bununla berâber A rabistan, hicretin birinci asrından beri, ’A lî ailesine mensup bir çok kim selerin oturduğu yer idi ; bunlar imkân buldukları nisbette, hattâ silâh a mürâcaat e t­ mek suretiyle, kendi istifâdelerini te ’mine ça­ lışıyorlardı. Daha al-Manşür ( 136— 156 = 754— 774 ) garbî A rabistan ’ da bir çok güçlükler ile karşılaşm ış idi. ai-M ahdi (1 5 6 — 169 = 774— 785 ) ’nin hükümdarlığının sonlarına doğru Ha-



MEK.KF.



637



ganilerden biri, Husayn b. A li, sü r’atle hare* gibi, m üm essilleri de bunun için icap eden k et ederek, Medine ’yi de tahrip etti. Mekke vâsıtalara sâbip değil idiler. 916 yılından civarında Fahh yakınında, A bbâsîlerin hacc itibaren, karm atîler haec kervanlarının yo ­ reisi tarafından, adamlarının büyük bir kısmı lunu kapadılar, 930'da 1500 karm atî muha­ ile birlikte, imhâ edildi. Onan defnedildiği ribi ansızın Mekke 'ye bücûm edip, sâkinleri­ yere bugün al-Şuhadâ’ denilmektedir. K endi­ nin binlercesini boğazladılar ve H acer-Esved sine »Fahh şelıidi“ denilmesi manidardır ( T a­ ’1 B a h ra y n ’e götürdüler; bu gibi hareketler bari, III, 551 v .d .; Chron, Mekka. I, 435, 501 ile sünnî müslümanlığı yok etmekten ibâret v.d.). olan hedeflerine erişememiş olduklarını gör­ Harun al-Raşid yap tığı 9 bacc sırasında, Mek­ dükleri zaman, gayretleri azalm ağa başladı ke için, büyük yekûn tutan paralar sarfettı. ve hattâ 950 ’de H acer-Esved ’i geri getird i­ D iğer A bbâsîlerden de bu şekilde para sarfe- ler. M ekke için karm atî teh likesi ciddiyetini denler olmuştur. Bu israflar Mekke sâkinleri­ kaybetmiş idi. Sonraki yıllarda, Fâtım î hâki, nin mizaçları üzerine kötü te’sir yaptı. A rtık miyetinin şarka doğru yayılması ile birlikte, orada eski varlıklı ailelerin neslinden hemen Bagdad 'da Büveybilerin ve garbî A rabistan ­ hiç kimse klmamış ve halk başkalarının s ır­ ’da da ‘AH neslinden gelenlerin nüfuzları tından yaşam ağa ve m emnuniyetsizliğini kar­ a rttı. Bu devirden itibâren M ekke’deki ‘A li gaşalık çıkarm akla ifâde etm eğe alışm ış idi. ailesi mensupları, ş e r i f uuvânı ile anılmağa Siyâsî vaziyet de buna m üsait bulunuyordu. başladılar ve bu uuvânı o günden itibâren muhâfaza ettiler. ai-Ma’ mün zamanında (19 8 — 218 = 813— 833 ), yine ‘A li neslinden Husayn a l-A fta s ile 4. Ş e r i f l i ğ i n k u r u l u ş u n d a n İbrahim b. Müsâ hâkim iyetlerini Medine, M ek­ K a t â d a ’y e k a d a r ke ve Y e m e n ’e (T a b a r i, III, 198 v.d .; Chron. ( aş.-yk. 350— 598 = 960— 1200) M ekka, II, 238) kadar yayarak, ga rb î A ra b is­ tan ’da muhârebeler yaptılar ve K a ’be ’nin ha­ a. ‘ A li ailesinin M ü s â k o l u . Kaynak-, zînelerini soydular. Ma’m ün’ un bu aileden iki lar C a 'fa r *in Mekke ’yi zap tettiği y ıl hakkın­ şahsı, vâli olarak, M ekke 'nin başına getirm esi, da m üttefik d e ğild ir; tarih olarak 966, 967, :A ii neslinden olanların o zaman ne kadar 968 ve bir de 951 ile 961 arasındaki devir kudretli olduklarını isbat etm ektedir (T a b a r i, gösterilm ektedir ( Chron. M ekka, 205 v. dd.). III, 1039; Chron. M tkka, II, 191 v.d.), Mâ’ mûn Ondan önce de ‘A li âilesine mensup kim se­ 'un ölümünden sonra, A b b âsî hilâfetinin sukutu ler bu mukaddes yerlerde hüküm sürmüşler­ ile, islâm iyetin mübarek topraklan için ekse­ di. Bununla beraber, Mekke ’de H asaniieriu riya pahalılık veya k ıtlık ile birlikte görülen hâkim iyeti C a’ far ile b a şla r; H usaynilerin bir anarşi devresi başlar. M üteaddit hüküm­ yalnız Medine ’de hâkim olanlarına ş e r i f de­ dar ailesi mensuplarının hacda kendilerini nildiği hâlde, H asanilerin hepsine bilâ istisna ‘A ra fa t ’ta temsil ettirm eleri ve husûsî bay­ ş e r i f denilm ektedir. raklarını açtırm aları o zaman kaide hâline ge l­ Şerifliğin zuhûrü ve devamı geri kalan İs­ di. Bu vesilelerde mukaddes şehirde sık-sık lâm dünyâsına karşı, garbî A rabistan 'm si­ çarpışmalar oluyordu. H acc kervanlarının em­ yâsî ve dinî bakımdan, nisbı istiklâlini gös­ niyeti kâfi derecede te’min edilmiş değil idi. term ektedir. Şerifliğin kuruluşundan itibâren Bu devirde Tabristan ’da, y a s a n ı bir sülâ­ M ekke o zamana kadar Medine 'ntn mâlik ol­ lenin kurulması ile, ‘A li neslinden olanlar dâ­ duğu üstünlüğü ele geçirdi. vası son derece kuvvetlendi (T a b a ri, III, Bu devirde Mekke şerifliğinin, istiklâlini mu­ 1523— 1533, 1583 v.d. 1682— 1685, 1693 v,d., hâfaza etmek için, nasıl bir gayret sarfettiği1840, 1880, 1884 v. dd 1940 ). İki y a s a n ı 'nin, ni iki hâdise esaslı bir şekilde gösterir. 976 ( Chron. M ekka, I, 343 ; II, 10, 195, 239 v.d.), yılında M ekke.'de Fatım î halîfesi adına hutbe İsma il b. Yusuf ve kardeşi Mahammed 'in, okunması reddedildi. A z bir zaman sonra sahneye çıkm ası ile bu vak'alarm M ekke’de halîfe, Mısır ticâret yolunu keserek, şehri muakisleri hissed ild i; bunlar da, itiyat olduğu hâsara etti, Mekke halkı o zaman derhâl in­ Üzere, Medine ve C id d a ’yi tahrip ettiler ^ 2 5 1= kıyat etmek m ecbûriyetiade k a ld ı; zirâ Hicaz, erzak bakımından, M ısır 'a bağlı idi ( İbn al865/866 ). Karm atîlerin [ b. bk.j meydana çıkması, şe­ A ş ir , K âm il, VIII, 491; Chron. M ekka, H, rifliğin kuruluşuna tekaddüm eden yarım asır 246). Şeriflerin istiklâl hislerini gösteren ikinci boyunca, m em leketi daha da fecî bir duruma soktu (T a b a r i, III, 2124— 2130). B izzat kendi hâdise, A b u 'I-F u t ü h ( 348 — 432 = 994— toprakları içinde sıkıştırılan halîfeler, mukad­ 10 3 9 )’un 1011 senesinde, halîfe gibi hareket des bölgeyi faâl bir şekilde desteklem edikleri etm esidir ( Chron. M ekka, II, 207; İbn al-



Ki e k k e . A ş ir , Kâm il, IX, 23 3 , 3 1 7 ) . Önün M ıs ır’da ai-Hâkim ’in müihidâne bid'aileri yüzünden, bu şekilde hareket etmiş olması muhtemeldir. Bununla beraber, al-Hakim onun kudretini sı* m rlandırm ağa m uvaffak oldu. Ö yle ki, Abu ’l-Futüh sür’a tle Mekke ’ye dönmek mecbÛriyetinde k a ld ı; zirâ bu sırada akrabalarından biri burada iktidarı ele almış idi. Bu akra­ basını koğabitmek işin, al-Hakim ile barışmağa mecbûr oldu. A b u ’ l-Futüh ’un oğlu Ş u k r ( 432— 453 = 1 0 3 9 — 1 0 6 « ) ile Müsâ kolunun, yâni Musa b. ’ A b d A lla h b. Müsâ b. ‘A b d A lla h b. Haşan b. Haşan b. ‘A li b. A b i T âlib neslinden g e ­ lenlerin sülâlesi sona erer. Şukr, erkek evlat bırakmadan, ö ld ü ; bu va ziyet Hasani ailesi işinde, Mekke işin mütad fena neticeler do­ ğuran bir m ücâdeleye sebep oldu. Bani Şayba ( b. b k .; Ş eb iler ) ailesi, K a ’be ’deki bütün kıy­ metli mâdenlerden yapılmış eşyayı kendi evi­ ne taşıdığı zaman, Yem en meliki al-Şulayhi müdâhale etm eğe karar verdi ( Chron, M ekka, II, 208, 2 io v .d ,; İbn al-A gır, K âm il, IX, 422; X, *9, 38 ) ve şehirde âsâyişi yeniden te’sîs etti. Bir yabancının bu müdâhalesi H asanilere kendi aralarındaki bir harpten ziyâde taham­ mül edilmez geldi. Bundan dolayı, al-Şulayhi ’ye kendilerinden birini hükümdar olarak seşmesini ve şehri terketm esini tek lif ettiler. Bunun üzerine, al-Şulayhi A bü Hâşim Muhammed ( 455 — 4 8 7 = 1 0 6 3 — 10 9 4 )’! b ü y ü k ş e r i f tâyin etti. Onun ile Havâşim sülâlesi başlar. b. H a v â ş i m (4 5 5 — 5 9 8 = 1 0 6 3 — 1200), adını C a 'fa r ’in kardeşi ilk şerif A b ü Hâşim Muhammed ’den a lm ıştır; her ik i kardeş, Müaâ kolunun ceddi olan Müsâ II, ’nın 4. batın­ dan ahfâdı idi. A bü Hâşim hâkimiyetinin ilk yıllarında kendisinin tâyini yüzünden tahkir edildiklerini sayan Sulaym âniler ile fâsılasız savaşm ak m ecbûriyetinde kaldı. Bu Sulaym â­ n iler yukarıda bahsi geşen Müsâ II. ’nın bir kardeşi olan Sulaymân neslinden idiler. A b ü H âşim ’in hâkimiyetinin bir husûsiyeti de en yüksek hükümranlık mevkini, yâni hut­ bede zikredilm e im tiyâzını, Fatım î sultanı ile Selşuklu sultanı arasında en şok para verene hayâsızca tek lif etm esi, bir de azan ’ın resmi menâsikinde yap tığı değişikliktir ( Chron. M ekka, II, 253; tbn a l-A şir, IX, 4 1 ; X , 67). M ekke halkı hutbede, Fâtım îlerin yerine, ha­ lîfenin adının okunması neticesinde, Mısır ’dan yapılan idhâlâtın kesildiğini memnuni­ yetsizlik ile karşılıyordu. Hutbenin bir kaş defa daha değiştirilm esi üzerine, bu oyun­ dan bıkan Selşuklular, Mekke ’ye bir şok türkmen birlikleri gönderdiler.



Sultan ile şerif arasındaki anlaşm azlık Irak ’tan gelen hacıları da çok güç bir duruma düşürdü. Selçuklular zamanında bu bölge­ den gelen hacı kervanlarının sevk ve idaresi, ‘ A li ailesi mensuplarından, yavaş-yavaş türk me’mûr ve muhâriplerine geçm iş olduğundan, A bü Hâşim fırsat buldukça hacılara taar­ ruz etm ekte ve onları soym akta tereddüt etm edi ( Chron. M ekka, II, 254; İbn al-A sir, X , i 5 3 ). “ Haleflerinin hâkim iyeti sırasında da aynı şartlar devam e tti. M e k k e ’yi 1183 ve 1185 y ıl­ larında ziyâret etmiş olan ispanyalı seyyah İbn Cubayr bu hususta bir takım m isâller zikretm ektedir. Bununla berâber, Havâşim ar­ tık o zaman hareketlerinde tamâmiyle serbestiy e sahip d eğillerd i; zîra 10 seneden fazla bir zamandan beri E yyûbî devleti yalnız Mı­ sır ’ da Fâtım îlerin yerini alm ış değil i d i ; aynı zamanda bütün ön A sy a ’da iktid arı ele geçir­ mek üzere bulunuyordu. Cenûbî A rabistan ’a giderken, Mekke ’den geçen Şalâh al-Din 'in kardeşi şerifleri tam â­ m iyle bertaraf etmekten vazgeçm iş i d i ; fakat hacda şeref mevkii Eyyûbîlere â it idi ve hut­ bede, A b b asî halîfesi ile şeriften sonra, bu âile zikrediliyordu ( tbn C ubayr, s. 75, 95 ). K endisi bundan başka azan ’ın şi’î ( burada zeydî, çünkü şerifler o zamana kadar zeydî idi ) tarzında okunmasını 1186 ’da yasak e tti ( Chron. M ekka, II, 2 14 ), Şalâh al-D in adına sikke bastırdı ve şerifin muhâfız kuvvetlerini kanlı bir şekilde ten kil e tti. E yyûbî hâkimi­ yetinin nihâî neticesi olarak, şâfi’î mezhebi hâkim mezhep hâline geldi. Bununla berâber, büyük ku dret sahibi olan Şalâh a l-D in 'in mü­ dâhalesi ancak küçük Ölçüde bir takım İslâ­ hata meydan açtı ise de, umûmî va ziyet oldu­ ğu gibi kaldı. 5. K a t â d a ’d e n V e h h â b î l e r e ( aş.-yk. 1200— 1788 )



kadar



Bu sırada evvelkilerin hepsinden daha mü­ him n eticeler doğuran bir ihtilâl hazırlanıyor­ du. A yn ı zamanda Müsâ kolu ile Havâşim ’in de ceddi olan Müsâ ( yk. bk.) ’nın soyundan gelen K atâd a, emlâki ile berâber, iktidarını Yanbu’ 'dan Mekke ’ye kadar yavaş-yavaş ge­ nişletm iş ve şehirde kendine mühim sayıda taraftar sağlam ış idi. Bâzı kaynaklara göre, oğlu Hanzala M ekke ’ye karşı vurulacak kat’î darbe işin, orada her şeyi hazırladı. Başkala­ rına göre, bu zamanlarda M îrâc dolayısı ile yapılan merasim ile birli! ’ e, K a ’b e ’n it ı‘ A bd A llah b. Zubayr tarafından inşâsının tamam­ lanması münâsebeti ile icrâ edilen küçük bir amra işin bütün halkın şehirden çıkm ış o’



MEKKE. duğu bir anda, K atâda 27 recebde şehri zapt­ 1301 ) va ziyete hâkim olan kudretli bir şahsi­ etti. Ne olursa-olsun, şehrin IÇatada tarafın­ y et idi. Uzun süren saltanatı, K atid a-oğullarıdan zaptı, kabiliyetli ve irâde sahibi bir hü­ hib hâkimiyetinin tem ellerini sağlam laştırdı. Bununla beraber, bu asrın ilk yarısı, onun kümdarın sahneye çıkmasını ifâde etm ektedir ki, bu hükümdar, sonraki bütün şeriflerin ölümünden sonra, iktidar üzerinde hak iddia ceddi olmuştur. K atâda bir tek hedef tâkip eden m uhtelif kimseler, arasındaki didişmeler e t t i : topraklarını müstakil bir hâle getirm ek. ile geçm iştir. ‘ A o 1 S n 'm hâkim iyet devri Onun için bütün vâsıtalar meşrû i d i; bu hede­ ( 1346— 1375) de siyâsî karışıklıklar ile dolu­ fine erişemedi ise, bu H icaz 'm o zaman b ir d u r; öyle ki, Memlûk sultanının bir vesile ile çok m enfaatlerin birleştiği bir nokta olmasın­ bütün şerifleri ortadan kaldırm ağa yemin e tti­ ği rivayet edilir. ‘A clân 1361 'de oğlu ve velidan ileri gelm iştir, Ç atad a ilk önce bütün devletler ile bozuş­ ahd Ajjm ed ’i m üşterek nâip tâyin etmekle, tu ; Eyyûbîlerden al-Malik a l-Â d İl (5 4 0 — 615 siyâset bakımından, bir yenilik yaptı. Böylece ==1145— 1 2 1 8 ) ’in oğluna çok kaba bir şekilde ölümünden evve l veya sonra kardeşler arasında muâmele e tti ( Chron. M ekka, II, 263). Irak çıkacak kavgaları önliyeceğini ümit ediyordu, 'A clâ n ’ın hatırlatılm ağa d eğer bir tedbiri hacılarına karşı müdâhalesi ile halifeyi incitti. F akat halîfenin kızgınlığını teskine m uvaffak de zeydî müezzin ve imamlarına karşı yaptığı o ld u ; öyle ki, B a g d a d ’ a gönderdiği sefâret sert muâmeledir. Bu şeriflerin hâkim olan hey’eti hediyeler ile döndü. Bundan başka ha­ şâfiî mezhebine geçerek, cedierinin zeydî aki­ lîfe onu Bagdad 'a dâvet etti. Bununla berâ- delerini terkettiklerin i gösterm ektedir. ‘ A clâ n m oğul ve selefleri arasında hâkimi­ ber, bâzı rivayetlere göre, şerif Bagdad 'a ulaşmadan g e ri dönmüş ve bu m ünâsebetle yetini bütün H ic a z ’a yaym ağa, m enfaatlerini H ic a z ’ın „parlak infirad“ siyâsetini, nesir ile korumağa, kollam ağa ve aynı zamanda Mısır olduğu gibi, şiir ile de ifâde etm iştir (b k . hükümdarım uzakta tutm ağa m uvaffak olan Snouck Hurgronje, Q aiâdah’$ P o licy o f Splen­ H a ş a n (1:396— 1426) bilhassa zikre değer. F ak at 1425 'ten itibâren, hem kendisi, hem d id Isolation, bk. bibliyografya). R ivayete göre, d iğe r taraftan K a tâd a , Yem en 'de bir de selefleri bilhassa gümrük resimlerinin ta k ­ em irliğin kurulması münâsebeti ile, aslen Ha­ siminin kontrol altına alınmasını kabûl etmek san soyundan gelen bir imamı kuvvetle des­ m ecbûriyetinde kalm ışlardır. H aşan 'm devrinden itibâren esâs itibârı ile teklem iştir. al-‘A d il ’in bir torunu tarafından bu bölgenin yeniden İşgalinden sonra, Mısır, köle ve azadlı köleden m üteşekkil bir muhâfız Suriye ve cenûbî A rabistan Eyyûbîleri hut­ b irliği yanında, bir hükümdardan diğerine be de. halîfe ve şerif ile beraber, zikredildiler. geçen ücretli askerlerden m üteşekkil, munta­ K a tâ d a ’nin hayatı, oğlu H a şan ’m muhtemel zam bir ordu kurulmuş olduğunu görüyoruz. rakipleri ortadan kaldırm ak için, kendi âilesi Bununla berâber, şeriflerin hayat tarzları, içinde yaptığı bir katl-i âmda sona erdi ( C h ­ diğer şarklı hükümdarların yaşayışlarından ron, Mekka, H, 215, 263 v .d d .; İbn a l-A şir, çok ayrı olarak, sâde ve arap muhiti ile ahenkli Kâm il, XII, 262 v. d.), EyyÛbî şehzâde Mas'ûd kalm ıştır. M ısır sultanlarının tâbi'i sıfatı ile, onun gayretlerini hemen köstekledi ve Mekke şerif onlardan her y ıl bir fae£ i ‘ [ b. bk.] ile ’ nin idaresini kendi kumandanlarına verdi ise bir hil’a t alıyordu. Şeriflerin tahta çıkışları de, ölümünden sonra, iktid ar yeniden şeriflerin münâsebeti ile yapılan m erâsim ler hakkında eline g e ç t i; bunların toprakları Yem en hü­ Snouck Hurgronje, M ekka, I, 97 v.d. küm darları tarafından, bir dereceye kadar Haşan 'm babalarının hayatında şeriftik mev­ müstakil olarak, M ısır 'a karşı bir ileri kara­ kii için birbirleri ile mücâdele eden üç kol hâlinde bırakılm ış idi. oğlundan B a r a k â t ( I ) , sultan tarafından, XIII. asrın ortalarına doğru İslâm âlemi, çok m üşterek nâip olarak tanındı. Barakât ( I ) 20 mühim hâdiselerin ve şahısların sahneye çık­ y ıl sonra babasının selefi oldu ve kısa inkıtâması neticesinde, yeni bir manzara aldı, 1258 lar ile ölümüne ( 1455 ) kadar tutunabildi. 'de Bagdad 'in Hulagu tarafından alınması üze­ Bununla berâber, Sultanın, M ekke ’de bir emîr rine, halifelik sona erdi. Bundan böyle Irak kumandasında 50 türk süvarisinden m üteşekkil hacı kafilesinin artık en küçük siyâsî b ir ehem­ dâim î bir ku vvet bulundurması şeklinde tecellî m iyeti kalmadı. M ısır ’da hâkim iyet Eyyûbî- eden hâkim iyetini kabule mecbûr oldu. Bu terden Memlûklere geçti. Sultan Baybars em îr, türk hâkim iyeti zamanında ekseriyâ bü­ ( 658— 676 = 1260— 1277 )., çok geçm eden, İslâm yük bir ehemm iyet kazanmış olan sonraki âleminin en kudretli hükümdarı oldu. Mekke vâlilerin öncüsü telakkî edilebilir. 'nin idaresi şerife b ıra k ıld ı; çünkü şerîf A b u M ekke, Mısır ’da K ayıtb ay [ b. bk. ] 'ın salta­ Numayy XIII. asrın ikinci yarısında (125 4 — natı ile hemen-hemen aynı zamana tesadüf



MEKKE. eden Barakât I. 'ın oğlu Muhammed devrinde ( 1455— 1497 ) bir refah devri yaşadı ( Chron. M ekka, 11, 3 4 « v .d .; III, 230 v. dd.). M e k k e ’de yaptırılan bir çok âbideler K ayıtbay 'ın hâtıra­ sını burada devam lı yaşatm ıştır. Muhammed *in oğlu olup, M ıs ır’ da ümit ettiği d esteği bulmaksızın ( Chron. Mekka, I I , 342 v. d d .; 111, 243 v. dd.), yakınlarının mûtad düşmanlıklarına karşı zekâ ve cesaretle mücâdele etm ek mec­ buriyetinde kalan B arakât I I . ( 1 4 9 7 — « 5 2 $ ) zamanında, M ıs ır’ın Y avu z Sultan Selim tara­ fından zaptı ( 1517 ) neticesinde, İslâm âleminin siyâsî manzarası derin değişikliklere uğradı. H er ne kadar bu tarihten itibaren İstanbul, M ekke için, en az eskiden Bagdad 'm hâiz olduğu ehemm iyeti kazanmış v e tü rkler ile araplar pek anlaşamamış iseler de, M ekke önceleri şerif M u h a m m e d A b u N u m a y y ( 1526— 1566 ) ve Haşan ( 1566— 1601 ) zaman­ larında bir sükûnet devri geçirdi. Osm anlı him ayesinde şeriflerin toprakları şimalde — H aybar ’ e, cenupta — H ali 'y e ve şarkta N e c d ’e kadar genişleyebildi. Bununla be­ raber, m emleket M ısır ’a bağlı olm akta devam ediyordu, İstanbul 'da hükümet çok kudretli ise de, kendisini b er zaman ku vvet ile hissettirm eyordu. Bu tâbilik yalnız siyâsî olma­ yıp, aynı zamanda maddî ve dinî bir mâhiye­ ti hâiz idi. Hicaz, buğday ihtiyâcını te ’mİn bakımından, M ısır 'a tâbî olm akta devam edi­ yordu. Dinî ve ilmî m âhiyette te ’sisler os­ manlı pâdişâhlarının kuvvetle himayesinden fay dal anıyorlardı. Haşan ’ ın ölümü ile Mekke için yeniden ka­ rışıklık ve mücâdele devri başlar. Bu vaziyet tarihçilerin dilinde, A bü Numayy soyundan g e ­ lenlerin m uhtelif gurupları için, Z a m . . . eda­ tının fazla kullanılması ile tezâhür eder ¡bu n ­ lar, üstünlük için, birbirleri ile mücâdele e t­ mekte, ekseriyâ kendilerine hâs müstakil top­ raklara sâhîp bulunmakta idiler. Bİr yandan, büyük şeriflere karşı, bir dereceye kadar is­ tiklâllerin i muhafaza etm işler, bir yandan da bütün âileyi mahvolmaktan koruyan bir ka r­ şılıklı himaye nizâmına bağlı kalm ışlardır ( Snouck Hurgronje, M ekka, I, 112 v. dd,). Pâdişâhın gönderdiği m e’mûrlar ile olan ça­ tışmanın da karıştığı iktid ar için mücâdele, XVII. asırda ‘ A bâdila, Zavi Zayd ve Zavi Barakât arasında vukua geliyordu. Z a y d ( 1631 — 1666) her tedbiri münâkaşasız kabûi etmeyen kudretli bir kimse idi. Bu­ nunla berâber ehemmiyeti sebebi ile zikredil­ mesi yerinde olan bu tedbirlerden birine kar­ şı koyamadı. Sünnî türkler ile şi'î iranlılar arasındaki münâsebetlerin gerginliği, Sultan Murad IV. 'm bütün iranlılarm mübarek şe ­



hirden çıkarılm ası ve bir daha hacca gelm e­ lerine müsâade edilmemesi husûsundaki em­ rinin neticesi olarak, M ek k e’ye kadar yayıl­ mış idi. Ne şerifleri,n e de M ek k e’ nin yüksek sınıfların; bu tedbir memnûn etm ezdi; yalnız bu emir halkın servet sâhibi iranlıları soyma­ sına bir vesile teşkil etm iştir. T ürk vâlisi yurtlarına dönmelerini em retm iş ise de, şerif­ ler buna rağm en şiflerin, eskisi gibi, hacca iştirâk etm elerine ve şeh irde kalm alarına mü­ sâade ve yine türklerin Mekke ’ye girm elerini sık-sık men’ettik leri Z eyd îleri de himaye edi­ yorlardı. Mekke 'nin bandan sonra Vehhâbîlerin mey­ dana çıktıkları zamana kadarki tarihi, birbi­ rini tâkip eden şe rif âileleri Zavi Zayd, Z avi Barakât, Zavi Mas'üd ile bizzat şehirdeki ve­ ya hattâ Cidde ’deki me’mûrların ardı-ardına gelm eyen m ücâdeleleri şeklinde, hulâsa edile­ bilir. 6. V e h h â b î l e r d e v r i n d e n i t i b a r e n son g ü nlerin e kadar ş e r iflik v e k 1 r a 111 k Vehhâbîiik [ b. bk.] her ne kadar daha se­ leflerinin zamanında kendisini hissettirm iş ise de, bu hareketin bir sel gibi memleketine yaklaştığını ilk defa gören G â 1 i b ( 1788— 1813 ) olmuştur. Kendisi, teh likeyi atlatm ak için, bütün im kânlara baş-vurdu. K uvvetleri­ ni şimâl, şark ve cenfiba gönderdi, kardeşle­ rini, kayın birâderlerini muharebeye soktu. H er haccda M ısır ve Suriye hacı kafileleri reislerinden yardım istendi ise de, bir netice elde edilemedi. 1799 'da Ğ âlib ile Zar iya emıri arasında, Vehhâbîlerin mübarek makam­ lara serbestçe şartı ile, iki memleketin hudut­ larını tesb it eden bir anlaşma yapıldı ise de, anlaşm azlıklar ve geçim sizliklerin önü alına­ m adı; 1803 yılında emîr Mas'üd 'un kuvvetleri şehre yaklaştı. Ğ âlib C id d e ’ye doğru çekil­ diğinden, Mas'üd nisan ayında M e k k e ’ye gird i; bnrada halkı daha evvel onnn mezhebini kabûl ettiğini bildirm iş idi. Bütün türbeler ( kubba ) tahrip edildi, bütün sigara ağızlık ları ve mû­ sik î âletleri yakıldı, Peygam beri tebcil eden ibâreler ezândan çıkarıldı. Temmuzda Ğ âlib M ekke 'ye döndü ise de, kendini orada düşmanlar ile çevrilm iş hissetti. A ğn sto s ayında şehrin hakikî muhâsarası baş­ ladı ve bu bir k ıtlık ve vebâ devrinin baş­ langıcı oldu. E rtesi senenin şnbat ayında G âlib, m evkiini muhafaza etm ekle berâber, V ehhâbî hâkimiyetini kabûl mecbfir oldu. B âbıâlî bütün bn hâdiselere müdâhale etm e­ miş idi. A ncak V eh hâbîler 1807 ’de Suriye ve M ısır hacı kervanlarını, mühmelleri ile berâber,



İdEtekE. kovunca, Mehmed AH ’ye, M ısır işini tarnamlartamamlamaz, Hicaz 'ı işgal etm ek vazifesi ve­ rildi. Mehmed A li 1813 ’te M e k k e ’yi hücûm ile zap tetti. G âlıb, çok geçm eden, Mehmed A li ile oğlu Tosun *un kurdukları tuzağa düştü. Selânik *e gönderildi ve orada hayatının so­ nuna kadar { 1816 ) kaldı. Mehmed A li bu arada Ğ Slib ’in yeğen i Y a h ­ ya b. Sarür ( 1813— 1827 ) ’u şerif nasbetti. Vehhâbîlerin Mekke üzerindeki ilk hâkim iyetleri böytece nihâyetlendi. 1827 ’de Mehmed A li yeniden şeriflerin âile işlerine müdâhale etm eğe mecbûr oldu. A k ra b a ­ larından birinin intikamını alan YajjıyS’n ın m e m ûriyetinde kalm ası imkânsız bir hâle geldiğin­ den, nâip, Z avi Zaydileri bertaraf ederek, ’A bâd ila ’den M u h a m m e d b. ‘A v a (1827— 18 51) ’i onun yerine tâyin etti. Bu z â t ilk önce, mûtad üzere, akrabâları ile mücâdele e tti. Mehmed A li ’nin nâibi ile aralarında çıkan anlaşmazlık neticesinde, ikisi de Kahire ’ye ç a ğ m ld ı ( 1836 ). Ş erif 1840 ’a kadar orada k a ld ı; bu y ıl içinde, Bâbıâli ile Mehmed A li arasında yapılan bir an­ laşma neticesinde, H icaz tek ra r doğrudan-doğruya Bâbıâlî 'nin hâkim iyeti altm a girdi. Muham­ med b. ’ A vn eski mevkiine döndü. Bu tarihten itibaren Osm anlı hâkim iyeti, C idd e vâlisinin şahsında, yeniden tem sil edilm eğe başladı. Muhammed b. A vn ile vâli arasında sık-sık anlaşm azlıklar oluyordu. Bu münâsebet ile, onun Mehmed A li ile dostluğu kendisinin işine çok yaradı. Riyâz ’daki Vehhâbî melikine ve ’A s i r kabilelerine karşı yap tığı seferler ile, türklerin gözüne girdi. A y n ı zamanda Yemen ülkesine karşı baskınlar ile, bu bölgedeki O smanidarın hâkim iyetine zemin hazırladı. Bu sırada Zavi Zayd 'in reisi 'A b d al-M u |t a l i b ( 1851— 1856 ), İstanbul ’da sadrâzam ile dostluğundan istifâde ederek, Z avi Zayd 'in iktidâra getirilm esini te ’min e tti. Fakat A bd al-Muttalib, birbirini müteâkip münâsebette bulunduğu iki paşadan biri ile iyi geçinmeğe m uvaffak olamadı. 18 55‘te İstanbu l'da onu azletm eğe ve Muhammed b. 'A v n ’i yeniden çağırm ağa karar verildi. !A b d al-M uttalib ön­ ce emrin mevsûk olduğunu kabûl etm ek is­ tem edi; sonra köleliğin ilgâsı üzerine hâsıl olan türk aleyhdarı hareketten istifâde etti. Bununla berâber sonunda yerini Muhammed b, “A v n ’e bırakm ağa mecbûr o ld u ; bu zâtın iki yıl bile devam etm eyen ikinci şerifliği böylece başladı. Ölümünden ( mart 1858 ) sonra, yerine 'A b d A llah geçm iştir. H alk tarafından çok takdir edilen ' A b d A l l a h ( 1858 — 1877 ) ’in idaresi dâhilde nizam ve âsâyiş, hâricde de geniş ölçüde ehemmiyeti hâiz hâdiseter ile temayüz eder. Süveyş kanatslâm Ansiklopedisi



İmin açılm ası ( 1869 ), H icaz ’ın İstanbul ile doğrudan-doğruya münâsebet kurmasına yol açm ıştır. H icaz ile dünyanın geri kalan kısım ­ ları arasında te ’sis olunan telg ra f bağının da böyle bir ehemmiyeti var idi. Yem en ’in türkler tarafından fethi, A rabistan ’m im paratorluğa daha sıkı bir şekilde bağlanm asını te ’min etti. Büyük kardeşi y u s a y n 'in kısa süren şe­ rifliği (1 8 7 7 — 1880), kendisinin bir efganlı tarafından katli ile nihâyetlendi. Onun yerine ihtiyar ‘A b d al-Mu|(alib ( yk. bk.) İstanbul 'daki Zavi Zayd tarafından, halef olarak, gön­ derildi ( 1880— 1882). H er ne kadar halk bu ihtiyara evliya gözü ile baktı ise de, idaresi, çok geçmeden, o derece tazyik edici bir m âhiyet aldı k i, ileri gelen ler bir istida ile onun azlini istediler ( Snouck Hurgronje, M ekka, I, 204 v.dd.). Bu vak’a üzerine Osman Nuri Paşa, kuvvetlerin başında, ‘ A b â d ila ’nin yeniden şerifliğ e geti­ rilm esini te'min vazifesi İle, H icaz ’a gönde­ rildi. 'A b d al-M uttalib bir tuzağa düşürüldü ve hapsedildi, ölüm üne kadar ( 1886 ) Mekke 'deki evlerinden birinde göz hapsinde tutuldu. 1882 'de vâii tâyin edilen Osman Paşa ’A bâdila ’ye mensup dostu ’A b d A llah ’m şerif ola­ cağını umuyordu. Bununla berâber ’ A v n a 1R a f i k (1882 — 1905) şerif tâyin edildi ( r e s ­ mi için bk. Snouck Hurgronje, B ild er aus M e k k a \ V â li çok m uktedir ve âmme menfaa­ tine pek çok hizmette bulunmuş bir adam otdundan ve ‘A v n de çok münzevî yaşamasına rağmen, küçümsenmeyecek ve hattâ bir az zâlim bir insan bulunduğundan, ayrıca her ikisinin de kazâ hakkı ve kervan yollarının emniyetini te’min gibi salâhiyetleri yüzünden aralarında çatışmaların çıkması mukadder idi. Nibâyet Osman Paşa geri çağrıldı ( 1886 ). Y erin e vazifesinde ancak kısa bir müddet ka­ lan Cem âl Paşa getirildi ve bunun da yerine S afvet Paşa tâyin edildi. Y aln ız Ahm ed Râtıb Paşa A vn 'in yanında kalm ağa muvaffak oldu ve gerçekte bunun sebebi bir çok şeylere göz yumması ve bâzı maddî kazançlar ile iktifa etm esi idi. ’ A vn ’in ölümünden sonra, ona ha­ lef olarak, ‘A b d îlâh tâyin edildi ise de, İs­ tanbul 'dan yola çıkmadan önce öldü. Bunun üzerine ’A v n 'in yeğeni ’A l i (19 0 5— 1908) fiilen halef oldu. 1908 m eşrûtiyeti üzerine, Ahm ed R âtıb Paşa g ib i,‘ A li de çekilm ek mecbûriyetinde kaldı. Yine ’ A vn 'in başka bir yeğeni olan J d u s a y n ( 1908— 1916— 1924), son şerif olarak, iktidara geldi. T ürkiye 'nin harbe girm esi 1916 'da kendisini istik lâl ilânına şevketti. ö n c e arapların koruyucusu ( m angiz ), son­ ra (2 2 bazîran 19 16 ) H icaz veya arap kı41



642



MEKKE.



ralı ve nihayet h alifelik müddeîsi olarak, ik­ tidarını mümkün olduğu kadar genişletm eğe çalıştı. Ç o k geçm eden, Necd sultanı ‘A bd al'A z i î A l Sa'üd ’un, Vebhâbî cedleri gibi, arap işlerinde söz sâbibı olduğu meydana çıktı. 1924 ’te ku vvetleri T â ’if ( eylül ) ’i ve M ekke ( teşrin I.) ’yi zaptetti. Malik Husayn önce ' A kab a 'ye kaçtı ve oradan Kıbrıs ( mayıs 1925 ) ’a g itti. O ğlu ’ A li Cidde ’ye çekildi. İbn Sa’ üd, Medine ile birlik te, kan dökmemeğe ve büyük A vrup a devletleri ile bozuşmamağa gayret ederek, bu şehri bir sene muhasara etti. N ihayet her iki şehir teslim oldu ( kânûn 1. 1925 ), Kânûn IL 1926 ’da İbn Sa'üd H icaz kıralı ilân edildi ve resmen H icaz, Necd ve mülhakatı kıralı unvanını aldı. Şeriflerin hiç bir zaman sahip olmadıkları kadar geniş bir sâhayı ihti­ va eden ve A b b asî hâkimiyetinin nihayetin­ den beri A rabistan da aslâ görülmemiş dâhili bir kudreti bulunan siyâsî birlik böylece te ­ şekkül etti. Necd askerlerinin ( ihvan ) aynı zamanda ç ift­ çi olarak teşkilâtlandırılm ası, bedeviler ara­ sında askerî bir polis te ’essüs ederek, şiddetli bir idarenin kurulm ası ite, ihtimâl daha önce A ra b ista n 'd a hiç görülmemiş olan bir âsâyiş hâli tahakkuk ettirildi. Bu sayede bilhassa hacc seferleri için emin tem eller elde edildi. Melik Cidde 'de bulunan yabancı hükümet müm essilleri ile dostâne münâsebetler kurda. Muhtelif devletler buradaki konsoloslukları sefaret payesine yükselttiler ve muâhedeler akdettiler. Yeni inkişâfı ku vvetle teşvik ederek, mem­ leketin tabi’î fakirliğin e çâre bulmağa çalışıl­ maktadır, H acıların seyahatinde yeni vâsıtalar büyük bir ehemm iyet kazanmıştır. Memlekete zirâat âletleri idhâl edilm ekte, yağmur su’ arının m uhafazası İçin, sarnıçlar yapılm aktadır. Mâden araştırm aları ve Cidde limanında bir rıhtım inşâsı için planlar yapılm ıştır. Vehhâbîlik ( A rabistan ’da söylenildiği gibi, hanbelîlik ) bu devletin resmî m ezhebidir. Bu­ nunla berâber, XIX. asrın başlarındaki vaziyete nazaran, bu hususta daha ihtiyatlı davranılmaktadır. Evliyalara yapılan tâzım merasim leri itgâ e d ilm iştir; bununla berâber Peygam berin Me­ dine 'deki mezarı muhafaza olunmuştur. A rtık hacca mahmal [ b. bk.] gelmem ekte, K a ’be ’nin örtüleri her yıl Mekke 'de dokunmaktadır. Hacı kafilelerinin sayısı yeniden artm ıştır. Şiîierin de hacca iştirâkierine müsâade edilmek­ tedirler. Dinî ve İktisâdi hayatın merkezini öteden beri hacc l b. bk.J ve Mascid ai-Harâm [ b. bk.] j teşkil etm ektedir. M ek k e’nin islâmiyetin mer- I



kezi olması husûsiyeti balkının çok çeşitlili­ ğinde in'ikâs eder. A slen m ekkeli olan zümre yanında, bir çok arap unsurları vardır ( bun­ lar arasında bilhassa ku vvet ve kudretleri ile hadramûtlular diğerlerinden ayrılır ) ve bun­ dan başka müslüman dünyasının her tarafın­ dan gelen ve muhtelif sebepler ile m erkezde devam lı bir şekilde yerleşm iş olan yabancı züm reler de bulunur. Bilhassa indonezyalılart bunlar arasında zikretm ek yerinde olur ; bun­ ların M ekke ’de devamlı b ir şekilde oturma­ ları yalnız dinî sebeplere istinat eder. Köleler, bilhassa afrikaiılar, M ekke cem iye­ tinin hâlâ mühim bir unsurunu teşkil ederler. O dalık olarak, habeş câriyeler makbul sayılır. Fakat artık esir ticâretinin eski ehemmiyeti kalmamıştır. M eskenleri, yâni tasavvur edile­ bilecek her türlü mâlzemeden yapılm ış kulü­ beleri şehrin etrafında bulunan azadlılar bu köleler sınıfından çıkm aktadır. İşçiler XIX. asrın sonuna kadar, esnaf ce­ m iyetleri hâlinde teşkilâtlandırılm ış idi ; şim­ di de öyledir. Bu cem iyetler arasında kervan sürücülerinin ( m ntavoif, b. bk.) C id d e ’de ve Arabistan dışında mümessilleri vardır. A yn ı hâl evlerini yılın bir kısmında hacıla­ ra kiralamak üzere teşkilâtlanm ış otan bütün halk için de bir dereceye kadar doğrudur. 8. aydan itibaren şehirde on binlerce yabancı toplanır. Bunların sayıları 12. aya kadar ar­ tar ; muharrem ayında Mekke mûtad çehresi­ ni yeniden alır. Son asırlarda, ilk Vehhâbî devri müstesnâ, Mekke ’de evliya ziyaretleri dâimâ gelişm e hâlinde idi. Peygamberin, ailesinin, muhacir 'lerden ileri gelenlerin ve daha muahhar evliya­ nın hâtırasını yaşatan yerler çok idi ; buralarda bir çok havi ve m avlid merasimi yapılırdı. Vehhâbîler bunların bir çoğunu ilgâ ettiler. Melikin ikam etgâhı R iy â i 'da olmakla berâ­ ber. Mekke hükümet m erkezidir. Resm î Umm at-kurâ gazetesi haftada bir defa neşredilir. Bilhassa banbelî veya vehhâbî eserleri basan matbaalar da vardır, Mekke



şerifleri



cedveli



( aş.-yk. 9 6 i— 1916 ) a M ü s S - o ğ u i i a r ı ( aş.-yk. 961 — 1061 ) C a fa r . . . . aş.-yk. 961 — a ş-yk . 980 İsS . . . . . . . aş.-yk. 980— 994 A b u ’l - F u t ü h ........................... 994- 1 039 Ş u k r ............................................... 1039-1061 h. S u l a y m â n i veya Bani Abİ ' 1-Tayyib . { 1 0Ğ1 — 1 îc o ) r. H a v & ş i m ( 1063 - iîo o ) ti. K a t a d a v e h a l e f l e r i ( 1200 —1916 ) K a t a d a ..........................................120 0 -1221



MEKKE — MEKKÎ. O ğ u l l a r ı ..................... . . 1254’e kadar A bü Numayy I. . , . O ğu lları . . . . . • 1346'ya kadar ‘A c l â n ........................... ■ • 1 3 4 6 -1 3 7 5 O ğulları . . . . . Haşan I........................... B arakât I..................... Muhammed . . . . Barakât II..................... A bü Numayy II. , . H aşan II..................... O ğulları . . . . . Z a y d ........................... Sa‘d I................................ Zavi Barakât . . . S a ’d II........................... Zavi Barakât . ■, . Zavi Zayd . . . . S a r ü r ........................... G â l i b ........................... Y alıya b. Sarür . . Muhammed . . . . ‘A b d al-M uttalib . . . . . »851 — 1856 Muhammed . . . . ‘A b d A llâ h . . . . Husayn I ..................... ‘ A b d al-M uttaiib . . ‘A vn al-R afik . . . , . . 1882 — 1905 ‘ A bd İlâh . . . . . . . 1905 ‘ A l i ................................ Husayn II..................... ( ş e r i f ) 1908— 1916 ( k ır a ! ) 1917— 1924 B i b l i y o g r a f y a : D ie Chroniken der Stadt Mekka ( nşr. W üstenfeld ) , tur. y e r.; T abari ( n ş r . d e G o e j e ) , tixr.yer.', İbn al-A sir, Kâm il, tür. yer.; Aijm ed b. Zayni Dahlan, Huläsat abkaläm f i bayan umarä’ al-Balad altftaräm (K a h ire, 13 0 5 ); W üstenfeld, D ie Schertfe von Mekka im X I. ( X V II.) Jahrhundert { Ab h . G. W. Gott., 1885, X X X II); C. Snouck Hurgronje, M ekka (H aag, 1888— 1889)} b u ra d a 'A v n ’in hâkimiyetinin başına kadar olan malûmat bu esere d a y a n ır); ayn. mil., Een rector der M ekksansche Universiteit ( B T L V, s® reeks, It, 344 v.dd. = » Verspr. Geschr., III, 65 v.dd.); ayn. mil., Quidda n s P o licy o f Splendid Isolation o f the H ijâ z ( A Volume o f Oriental Studies presen­ ted to E, G, Browne, Cambridge, 1922, s. 439— 4 4 4 = Verspr. Geschr., Ill, 355— 362 ) ; ayn. mil., T he Revolt in Arabia (N ew -York, 1 9 1 7 = Verspr. G eschr., Ill, 311 v.dd.); ayn. . mil., Prins Faisal Bin A b d a l-A z iz al-Saoed ( Verspr. Geschr., V I , 465 v.dd.); j . L. Burckhardt, T ravels in Arabia (London, 1829 ), I, 170 v .d d .; A libey, Travels (London, 1816), bahis V I — X ; R. Burton, Personal







Narrative o f a Pilgrim age to E l M edinah and M eccah ( Leipzig, 1874 )> ^ > T. F . K e­ ane, S ix Months in M ecca { London, 18 8 1); H. St. J, B. Philby, T he Heart o f Arabia (L ondon 1922 ); ayn. mil., The Recent H is­ tory o f the H ija z ( London, 1925 ); ayn. mil., A rabia o f the Wahhabis ( London, 1928 ) ; A m in al-Rayhâni, T â rih N a cd ( Beyrut, 19 2 8 ); ayn. mil., M u lv k al- arab; Oriente Moderno, tür. yer. ( bilhassa V , 143 v. dd., 302 v. dd., 413 v. dd., 660 v. d d .; V I, 219 v. dd, v. b. A ra b ia kelim esi; m uahedeler: VI, 14 v .d d ., 42 v .d .; VII, 6 v.d., 474— 479; X, jo j v .d ., 122; esâs teşk ilâ t: V I, 530 v .d d .; tahta ç ık ış: V I, 101 v .d d ., krş. VII, 172 v.d.). ( A . J. W e n s in c k .) M E K K İ. a l-M A K K I, A b ö T a lI b MuhamMED B. ’A L İ B . ‘ A T İY A T A L -F İÂ R İŞ İ ( ? — 1006), meşhur İslam s û f î ve m u h a d d i s l e r i n d e n olup, aslen İran ’daki C ebel halkmdandır ( Muhammed b. T âb ir al-M ukaddasi, K iiâb alansâb, nşr. de Jong, Leiden, 1865, s. 153 ). Fakat Mekke’de yetiştiği için, kendisine Makki nisbesi verilm iştir. Başlangıçta vaktini daba çok riyâzat ve mücâhede ile geçirm iştir ( Y afı i, M ir'ât al-canân, II, 430 ). O kadar ki, bir ara yem ek yem eği bırakıp, ot yem ekle ik tifa ettiği ve neticede cildinin yeşerdiği rivayet edilir (İb n İmâd, Şazarât al-gahab, III, 120). ‘ A li b. A hm ed al-M aşişi, A b u Bakr al-Mufid 'den v.b. hadis dinledi ( H atib Bağdadi, T ârih, Kahire, 1931, III, 89). Daha sonra B a sr a ’ya geldi. Bu­ rada A bu ’ 1-Hasan b. Salim al-Başri ’nin fikir­ lerini benimsedi. Oradan da Bagdad a gitti. A yn ı zamanda kuvvetli bir vâiz olduğu için, halkı etrafına topladı. Fakat vaazı sırasında „m ahiûkatta bâlikten daha zarar vereni yok­ tu r“ şeklinde bir söz sarfetm esi üzerine, halk kendisini bid’alle ithâm ederek, vaazını terketti, O da bundan böyle vaazdan sakındı ( Târih B a g d a d ). Cem âziyelâhır 386 = mart 1006’da Bagdad 'da öldü ve Mâlikiya m ezarlığına gö­ müldü ( bk. İbn Hallikân, Vafayât al-dyân, l, 622). Kaynaklarda Abü T âlib al-Makki ’nin tasavvufa dâir bir çok eserleri olduğundan babsedilmekde ise de, hâlen mevcut en meş­ hur eseri K ü t al-kıılüb f i mu âmalat al-mafıbüb va v a şf ta rik al-murid ilâ makam altavhîd adlı kitabıdır. İsminden de anlaşılaca­ ğı üzere, tasavvufî m âhiyette olan bu eser 48 fasıldan ibaret olup, sâdece tasavvuf ile ilgili m eselelerden değil, aynı zamanda şeriat ile ilgili bir çok meselelerden de bahsetmek­ tedir. B u bakımdan fıkıh çerçevesine giren bir çok m eselelerin de eserde yer aldığı görülür. B u eserden anlaşılacağına göre, M akki hâlen I bilinen ve tasavvuf ile şeriat arasında bir



644



MEKKÎ — MEKNES. ■



köprü kurmağa çalışan sûfîlerin ilki sayılabi­ lir. Sûfiler arasında son derece büyük bir rağ­ bete m azbar olan bu eserin eski nüshaları V eliyüddİn ( nr. 1756— 57 ) ve Köprülü ( nr. 865 ), kütüphanelerinde bulunmaktadır. E ser iki cild hâlinde 1310 ( h .)'d a K a h ire ’ de basılm ıştır. A y rıc a Zayn al-Dia Muhammed b. H ataf al-Umav i (ö lm . 485 = 1092/93) tarafından al-V uşa l ila ’l-ğ a ra i al-matlüb min cavâhir kü t al-kalüb adı ile ihtisar edilm işdir ( K a ş f al-zanün, II, 13 6 1). K ü t al-kalâb 'un bâzı güç kısım ları, Muhammed bl İbrahim b. ’A bbâd al-Nafzi al-Rondi ( ölm. 791 h ) tarafından şerhedilm iştir { bk. H artw ig Derenbourg, Lee Manuscsits arabes de VEsCarial, P aris, 1903, II, fas. i , s. 30). Ğ azzâli de ihya a l-ulûm adlı eserini yazarken, K üt al-kalâb 'den geniş bir şekilde faydalanm ıştır. A b u T âlib al-M akki 'nin zikredilen bu iki eserinden başka, al-Bag&n al-şâ/î adlı bir eseri daha bilinm ekte ise de, bundan elim izde ancak Muhammed b. İbrahim al-Rondi tarafın ­ dan izah edilm iş olan bâzı parçalar m evcuttur. A y rıc a ilk meşhûr süfîlerden bahseden bir eseri daha olduğu kaydedilirse de ( bk. Nâma-i dünişv ıran, IV , 89 ), hâlen bir nüshasına rastlanm am ıştır. B i b l i y o g r a f y a s Metinde zikredi­ lenlerden başka bk. Sam 'âni, Kitâb al-ansSb ( Leiden, 19 12 ), 5 4 1 * ; İbn a l-A şir, IX , 90 v .d .; İbn T ağribird i, al-Nucüm al-zühira, IV , 17 5; Brockelmann, G A 1? , I, 2 17 ; Suppl., I, 359. ( TAHSİN YAZICI.) M E K N E S . M I k n â S ve M İK N a s a t a l - Z a y TÖN, frns. yazılışı önce Mekinez Miquenez, şimdi Meknâs ), Fas ülkesi ş e h i r l e r i n d e n biri olup, 5° 32' garp tûlÜ ve 33* 53' şimât arzında, vasatı olarak, 520 m. irtifâında, Ra­ bat şehrinin 130 km. şarkında ve Fas şehri­ nin 60 km. garbtndadır. 50 km. cenûbunda bulutlan orta A tla s İle Sebü arasındaki inti­ kal sâhastnın merkezini işgâl eder ve Zarhün dağ kütlesini ai-Hâceb yaylasından ayıran çu­ kur sâhanm garp ucuna hâkim bir m evkide yer alır. Rabat, Fas, T â filâ lt ve Merâkeş yolları birbirini burada keser. Şehrin iktisâdı bağlılığı zamanımızda K n itra ’ya yönelmiş bu­ lunm aktadır. Sıcaklık derecesinin 30° 'yi g eç­ mesi ve 5° 'den aşağı düştüğü pek görülm e­ diği gibi, y ağışlar da yıldan yıla büyük fark­ lar gösterm ez. Meknes ovasının hafif toprak­ ları, bilhassa büyük ölçüde tatb ik edilen su­ lama sâyesinde, Fas ülkesinin en zengin zi­ râat bölgeleri arasında sayılır. Şehrin nüfusu 1902 'de, Canal tarafından, 20.000 olarak tahmin edilmiş, bunun 9.000’i Bnâher ve 5.000’i mSsevî olarak gösterilm iş



■■■ — ;—



idi. 1926 ’da nüfus sayısı 30.000 { 19.000 müslü­ man ve 6.000 m ûsevî ) 'e yükselm iştir [1952 'de ise, pek büyük bir gelişm e kaydederek, 140.380 ( bunun 21.283'ü avrupah ) 'e çıkm ış; böyle­ likle Meknes Fas ülkesi şehirleri arasında ( Tunea hâriç ), nüfus sayısı bakımından, beşİnciliğe varm ıştır. F as ülkesinin yedi eyâle­ tinden biri oian Meknes eyâletinin m esahası 75,148 km.2 ve nüfusu ise, 873.400 ’dür (1952)]. Meknes ova üzerinde çıkıntı teşkil eden bir yamaç üstüne kurulmuştur. M avlây İsmâ’ i l ’iu kalesinin harabeleri yerli m ahallelerinin cenûb-i garbisinde uzanır ve kerpiçten bir sûr ile çevrilm iş olan Meknes Tn heybetli manza­ rasına bir genişlik katar. Şehrin sâh ası için­ de asıl m dina ancak V s kadar y er tutar. V a ­ di Bü F ek râ n 'm teşkil etm iş olduğu dar boğazın ötesinde kurulmuş olan avrupah ma­ halleleri gelişm e halindedir. SÖzü geçen bo­ ğaza hâkim durumda ve y eşil bir düzlük üze­ rinde bulunan yerli şehrin görünüşündeki hu­ susiyet dikkati çeker. Ç oğu bakım lı olan m dina evlerinin yapılışı sâdedir. San’a t de­ ğ e ri taşıyan m eskenlerin sayısı 15 T pek geç­ mez. Ekserisi sultanlardan Muhammed b. 'A b d al-Rahmân ve Mavlây H aşan zamanından kal­ madır. Şehrin dış m ahalleleri, daha ziyâde köy sokakları manzarasını arzeder. Ç a rşıla r { s a k ) Bü Tnâniya m edresesi ile Cami* alNaccârin arasında y e r a lır ve küçük dükkân­ ları b ir müddet evvel boyalı kepenkler ile süslünmiş olan K ay şa riy a [ b. bk.] çarşısı dı­ şında kayda d eğer bir husûsiyet arzetm ez. Meknes ’in m ûsevî mahallesi [ m ellâh, b. bk.] mdina ’ nin cenûbunda olup, M avlây Muham­ men! b. *Abd A llâ h zamanından beri bu mev­ kii işgâl etm ektedir. Y en i bir mellâf/., 1925 ’ten beri iskân edilm ek suretiyle, evvelkinin sahasını üç misline çıkartm ıştır. M eknes 'in m dina 'si, Fas şeh irleri arasında, yerlilere mahsus husûsiyetini en iyi muhâfaza etm iş olanıdır. Yakın vakte kadar bunun yalnız bir sokağı ( R u âm zin ) avrupaiılarm ticâre­ tine açık bulunuyordu. Şehrin en canlı mer­ kezi Hedim meydanıdır. M avlây İsmâ’il 'in yaptırm ış olduğu heybetli kaşba 'nin cenûb-İ şarkîde uzanan harabeleri zamanımızda karm a­ karışık bir enkaz yığın ı hâlinde olup, burada gü­ zel bir park şeklîne konmuş olan Canân b, ¡fa ll­ ına ile yerli unsurlar arasından zâbit y etiştir­ mek için kurulmuş olan mektebin yerleştiği D âr al-Bayzâ’ ayakta du rm aktad ır;-D âr al-Mahzen ise, sırasında Fas sultanının ikam eti için kul­ lanılır. inşasına X V II. asır sonunda başlanmış olan bu sarayın yapılması bir kaç safhada ta­ mamlanmıştır. Kadılar, H asani şorfa ve ileri g e ­ len me’mûrlar cuma ve kandil günlerinde, ibâ­







M EKNES. det için, Câm i: al-A hzar ’a giderler. Meknes ’te doğram acılar ve bilhassa daha İd risi tarafın­ dan zikredilm iş dokumacılar dışında, ehemmi­ yetli san’atiar yok gibidir. San’at eseri olarak, renkli işlem e ve boyalı tahta işleri sayılabilir. Başka yerlerde olduğu gibi, M eknes 'te de A vrup a sanayiinin rekabeti yerli san’atkârlar ( bilhassa elbiseciler, demirciler ve çömlekçi­ ler ) arasında zararlı olmuştur. Buna karşılık inşaat İşlerinde gittikçe artan bir gelişm e gö­ rülür, Şehrin dışında da köylülerin uğradıkları bâzı pazarlar vardır ; evvelce kabileler halkına ibret misâli olmak üzere, kesilm iş âsî başları­ nın kazıklar^ çakılarak teşhir edildiği sûr ka­ p ısı önünde kurulan Sök Bâb C d id gibi, M ekn es’te . yerlilere â it ehemmiyetli ticârethâneler yoktur; zîrâ şehrin ticarî te'sir sahası, beldenin civarından pek uzaklara kadar uzan­ maz, bolluk yılları hâricinde, buradan hiç bir şey ihrâe edilmez. Şehrin civarı daha X. asırda m eyvaları, bağ ve bahçeleri ile meşhûr idi. 4 veya 5 ’i hâlâ işlem ekte olan değirm enler bu devirden kalmıştır. Memleketin fransızlar ta ­ rafından işgâlinden sonra, buraya avrupalılar çok sayıda ve bilhassa C ezayir ülkesinden ge­ lerek, başta buğday olmak üzere, çeşitli ve yüksek hâsılatlı ekim ler ile geçinm eğe koyul­ m uşlardı. Bağların sahası artmış, zeytinlikler gelişm iştir. C ivard a petrolün izine tesâdüf edilm iş ve orta A tla s ’ta kurşun mâdeni bulun­ muştur. . B ir devlet şehri ( m ahzanlya) olan Meknes ’in idaresi bir başa ’ya tevdî edilm iş olup, bu zât eski kudretli devirlerinden kalma husûsî bir nizâmnâmeye tâbî olarak, msl. 1912 'y e kadar şehrin muhâfaza kuvvetini teşkil eden Bvâherlerin de paşasıdır. Hasani şorffi' ’mu nakîbi paşamnkinden ayrı bir kaza hakkına sahiptir. Fransız himâyesi kurulduktan sonra, Meknes orta A tla s bölgesine doğra yöneltilm iş askerî hareketlerin idâre edildiği geniş bir idâri bö­ lüme merkez seçilm iş idi. Şehrin zamanımıza doğru gittikçe artmış olan ehemmiyeti, Fas ülkesinin ortalarında ve mühim yolların düğüm noktası üzerinde bulunması ile izah edilebilir. Meknes ’in nüfusu birbirinden çok farklı un­ surlardan meydana gelm iştir: ş o r fa , Büaher, berberi- ve yahudiler. Şehrin geçmiş hayatında ehemmiyetli rol oynamış olan ve hâlâ bir takım im tiyazlara sahip bulunan ( msl. M avlây Idr i s ’in çok sayıda olan torunlarından yalnız Fas ve M ekn es’ te oturanlar Fas zâviyesinin îrâdına iştirâk e d e b ilirle r) İdrisi şorfa ile husûsî haklardan faydalanan Flasani şorfa", ekseriyetle darlık İçinde yaşayan bir nevî zâdegân sınıfını teşkil eder. Mavlây İsmâ’ il abîd. 'ierinin nesli oian Büâher ise, 19 12 'den



645



evvel, gürültücü ve az güvenilir bir zümre mey­ dana getirm ekte iken, bu tarihlerden sonra, hasırcılık, nalbandlık gibi işler ile uğraşm ağa başlam ıştır. E ski kalelerin veya devlete ( mah­ zen ) âit bahçelerin yakınındaki sem tler ve Mavlây Ismâ'il kaşba ’sının Bâb Mrâh mahalle­ sinde otururlar. Kuru saptar ile örtülü meskenleri A frik a karargâhlarını andırır. Bununla berâber, M ekn es’te sayıca üstün olan ve şehre hnsûsiyetini veren unsur berberîlerdir ( brâber ). Bu bakımdan da bilhassa dağlı berberîler dikkati çek er: şehre indikleri vakit kadınlan mdlna sokaklarında kısa etekliklerinin rengi, ayak­ larındaki meşin çizmeler ve geniş kenarlı şap­ kalar ile göze çarparlar. O va berberîlerî daha karışık bir hâldedirler ve bunun başlıca sebep­ leri arasında M avlây Muhammed b. A b d Allah 'in çığırını a çtığı ve haleflerinin geniş ölçüde tatbik e ttiği kabîlelelere yer değiştirm e siyâseti rol oynamış bulunmalıdır. Meknes halkı arasında zirâat işlerinden fırsat buldukları sırada, çalışıp, geçim lerini tamamlamak üzere, şehre gelen ve sonra dönen, istik rarsız bir kütle de bulunur. Bu türlü göçler hemen dâimâ cenup tarafın­ dan, bilhassa T â filâ lt ’tan (çöm lekçi, debbâğ, h a m a l), Süs ’tan ( bakkal ), T üât ’tan ( y a ğ c ı) F ig ig ve Dar’ a ’dan ( d u v a r c ı) gelir. Rifliler ve Cbâla unsurları en iyi zirâat işçilerini teş­ kil eder. Sayısı az olan F â sile r kumaş satı­ cılığı, eskicilik ve pabuç tâm irciliği yaparlar. Y ahudiler yerli nüfusun 1/4 kadarını meydana getirirler. Foucauld Meknes ’in yahudi mahal­ lesini ( meilâh ) Fas ’ mkinin yarısı kadar tah­ min etm ekte, Chenier ise, bunun mâmûrluğundan bahseylem ekte idi. Bu durum, sonra­ dan daha da gelişm iş idi. D i n î h a y a t . İdrisi ve Hasani şorfa ’nın m evcudiyeti, Mavlây İdris türbesinin yakınlığı ve ber sene onan müsem ( yazı arapçasında mavsim = mevsim, b. b k .) ’inin kullanması dolayısı ile, Meknes şerifi m erkezlerin en ehemm iyetlilerindendir. A yn ı zamanda berberilerin en İptidaî M urâbıt tarikat merkezlerinden birini teşkil eder. Fas ülkesinde zâyiyeleri bu­ lanan bütün tarikatlere Meknes 'te rastlanır. En fazla sâliki bulunan tarikatlar IÇâdiriya, T icâniya, bilhassa Hmâdşa ve en başta da, nüfusun yarısını kendisine çekmiş bulunan ‘ îsâva'd ir. M ekn es’in kendi himâyesi altında bulunduğu kabÛl edilen S id i Muhammed b. ’İs a ’nın kabba ( türbe ) 'si Mavlây Muhammed b. ‘A b d A l­ lah tarafından inşa ettirilm iş olup, Meknes bu tarîkatin merkezidir. Bu velî Meknes ’e X V. asrın sonunda geldi. D ersleri önce şiddetli bir mukavemet ile karşılanmış iken, sonraları bu mukavemeti o kadar cezrî bir şekilde ber­ taraf etti ki, şehrin valisi kendisine karşı



6+6



M E K N E S.



ted b ir almak isteyince, halk onu bimâye M ekn es’in yerinde bir kaç köy bulunuyordu. e tti. Ölm eden evvel, bir mülk alarak, burayı Bunların İd risi tarafından zikredilen Tacadari habüs şeklinde kabristan hâtine koydu. Şimdi ( Kifâb a l-istib şâ r’a göre, Tagrart } ’i teşkil de bu iş için kullanılan bu yerde bir çok din etm ek üzere, ne zaman bir araya toplandık­ adamları medfundur. M evlid ( m u lü d ) kandi­ ları ( belki X, asrıda ? ) söylenem ez. Muline rastlayan günde kutlanan onun müsem ’i, râbıtlar devrinde nüfusun sonralara nîsbetle senenin başlıca hâdisesi sayılır. H azırlık­ daha çok sayıda ve daha varlıklı olmuş bulun­ lar 40 gün evvelden başlar ve bayram a 10 gün ması muhtemel görünüyor. E trafı bir sûr ile kalınca, heyecanlı bir mâhiyet alır. Bir veya çevrilm iş olan Meknes, bahçeleri, ekilm iş ta r­ iki gün kala, Fas ülkesinin her tarafından, laları, câmii, hamamları ve beldeye su g e ti­ an’anevî yolları takip eden hey’ etler gelir. ren kanalları ile bir sayfiye şehri manzarasını Şayh al-Kâm il ’in nikaha sâbibi olan nesli almış idi. tarafından bunlar en geniş bir m isafirperver­ M uvahhidlerin taarruzuna karşı Miknâsa ’nin lik ile karşılanırlar. Bu ziyaret sırasında vukua mukavemeti şiddetli oldu. İbn Tüm art, 1120 gelen ölçüsüz h areketler bir kaç yerde tasvir / i 121 'de buradan geçerken, halka nasihatte edilm iştir. Meknes ’te daha başka kutlam a tö­ bulunmak istem iş, fak at iyi karşılanm am ış idi. renleri de yapılır. S i Bü Zekri — sütçülerin 20 sene sonra, ‘ A b d al-Mu’min M ekn es’ i ve Zarhünlu M avlây îd ris — debbâgtarm , do­ muhâsara e tti ise de, şehri ete geçirm ek ona kumacıların ve kasapların hamisidir ( Massig- nasip olm adı; muhâsaraya devam etm ek üze­ non ). H attâ Mavlây Ahm ed V a zz ln i adlı bir re, yerine Yahyâ b. Y a ğ m u r’u bırakarak, Fas zâta, daha hayatta iken, tazim edildiği malûm­ 'a döndü. Kirtâs, muhasaranın 7 y ıl sür­ dur. Y o l üzerinde sâde bir k ıyâ fet ile oturmak müş olduğunu iddia eder. Şehir H 5 0 'y e doğ­ itiyadında bulunan bu zâta, M avlây Y u su f ’un ru teslim oldu, yağm alandı, sûrları y ık ıld ı; arzusu üzerine, 1917 ’de elbise ve bir kabba ve­ servetinin bir kısmı müsadere edilip, canını rilm iş idi. O na hürmet edenler her gün bu kub­ kurtarm ak için şehrin teslim inden önce Mu. beye gelir, kendisinin sohbetinde bulunurlardı. vahhidiere sığınmış bulunan vali Y addar b. T a r i h . Bölgenin Roma istilâsı devrine ve U lgüt hâriç olmak üzere, bütün m üdâfileri bunu tâkip eden asırlara âit tarih î husûsunda idâm edildi. Tahribe uğrayan yerde veya bu­ hiç bir şey bilinm emektedir. Roma ’mn en ileri nun yanı başında Muvahhidlerin yap tırdıkları te'sisleri Zarhün ’un yam açlarına tutunm akta bir sûrun koruduğu Meknes çabuk kalkındı. ve bu suretle orta A tla s halkının yayılabilm esi A şırın sonunda şehir oldukça gelişm iş ve almümkün olan ovayı muhafaza attında bulundur­ N accarİn câmii tamamlanmış idi. Bu yapı za­ makta idi. manımızda M ekn es’in en eski binası olup, F as ülkesinin ilk İslâmlaşma safhasının bu 1756/1757 ’de Muharamed b. ‘ A b d A llâh ta­ halk arasına ne dereceye kadar nufûz e ttiğ i rafından tam ir ve şim diki minâre ilâve edil­ ve müslümanlığın kuvvetle yerleşm esi için, bir m iştir. Muvahhidler şeh re 7 km. m esâfede T aH ilâli istilâ dalgası lâzım gelip-gelm ediği de ce n n a ’dan su getirttiler. 118 2 ’den itibaren, bilinmiyor, Sâ’is ve Sebü havalisindeki berberî M ekn es’in 5 ayrı yerinde hutbe okunuyordu; kabileler, topraklarının verim liliklerinden fa y . şehrin 6 kapısı var idi. Bunu tâkip eden asırda Bani M arin [ b. bk.] dalandılar. B ir rivâyete göre, 917 'de bir yan­ gın yüzünden, oradaki bahçeler harap oldu. 'in entrikaları bölgeyi sarstı ve Muvahhidlerin Bu sıralardad ır ki, mem leket T âzâ ile Meknes düşmesine sebep olan m ücâdeleler çok şid­ arasında, bir Znâta kabilesi olan Miknâsa göç d e tli oldu. 11231/1232 ’de al-Ma’mün, Meknes sâhası oldu. Bunlar arasında, daha şarkta kal­ 'i teçhiz eden Bani F âzzâz v e M eklâta kabile­ mış olan Miknâsa Tâzâ ’dan a yırt edilm ek lerine karşı, harekete geçm ek zorunda kaldı. üzere, M iknâsa at-Zaytün ismi verilen bir 1236/1237 ’de al-Sa‘ id 'in oğlunun öldüğü sa­ zümre sağlam bir şekilde ovaya yerleşti, td risi- vaşta, M arinilerin m uvaffakiyeti netıeesinde, ler M iknâsa kabilesinin esâslı mukavemeti ite A b u B akr şehre gird i. Bu h â k im iy e t, azun karşılaştılar. Onu kendi karşılarında, müte- sürmedi ise de, Muvahhidlerin tek ra r birleş­ addid seferlere rağm en, mağlûp edemedikleri meleri sağlam olmadı. 1245/1246’da H a fşive neticede Em evîlerin sahneye çıkmatarına lerden A bü Z a k a riy â 1 ile birleşm iş olan şeh­ rin bir isyânı sırasında a l-S a ‘id ’in vâlisi öl­ vesile olan rakip ler rolünde buldular, t; K irfâ s ’ta hikâye edildiğine göre, bölgenin dürüldü. a l.S a ’id b ir kere daha gâlip g e le ­ bir valisi olan al-Mahdi b. Y u su f al-K ezâni, rek, Y a h y â b. ‘A b d al-H akk ’1 T âzâ ’ya kadar Yûsuf b. T âşfin ile birleştiğinden, kabile hal­ kaçmak zorunda bıraktı. M arin ilerin başbuğa kı tarafından öldürüldü ise de, şehirliler, kor­ 2 sene bekleyerek, Muvahhid valisinin ölü­ kularından, cinâyeti inkâr ettiler. O sırada münden sonra, M ekn es’e k a F î olarak girdi.



M EKN ES.



647



Meknes 'in ilk azam eti M erim ler devrine dürttü. İki sene sonra te k ra r gelince, kendisi rastlar. Bunlar, Rabat ve Fas 'ta olduğu gibi, hediyeler ile karşılandı. Seyyahlar o zamanki şehri 6— 8.000 evden mürekkep olarak tahmin M ekn es’i de süslediler. ;A bü Y û su f Fas C dıd ’den Meknes 'e geçti ve bir Içaşha ve eâmi ederler. Burası bütün bir bölgenin tek şebri inşâ ettird i ( 1276 ). A bu ’1-Hasan şehrin su­ idi. Sa’d ile r, ayrıca dikkatlerini de çekmemiş yunu te’ min e tti, Fas yolu üzerinde köprüler olan Meknes ile pek meşgul olmadılar. -^Memyaptırdı ve tamamlanması A bü İnan’a mü­ leketin âsâyişi yolunda ve Berberi kabileler yesser olmuş bulunan Madrasa cadida ’ye baş­ sükûn içinde olduğundan, M erâkeş— Tâdlâ yolu lattı. Bu sonuncu sultanili ismini taşıyan med­ üzerinde büyük bir faaliyet hüküm sürüyordu. rese, 1917 — 1922 arasında yapdan tamirlere Bu devirlerden itibaren Meknes, sultanın oğul­ rağmen, M ekn es’in en fazla dikkate lâyık larından birinin ikâm et yeri olarak gösteril­ binasını teşkil etm ektedir. ‘A ltâ rİn ve F ilâla m eğe başlandı. Bu mevki pek ehemmiyetli bir gibi, daha başka medreseler de M erin iler ta­ kumanda yeri sayılmıyordu. A frik a lı Leon, bunun gelirini Fas hükümdar nâıbininkinİn rafından yaptırıldı. Bu sırada siyâsi vaziyeti değiştirecek baş­ y arısı kadar gö sterir ki, hayret uyandırmak­ ka türlü bir tahavvüi vukua gelm ekte idi. tadır. Ahm ed al-Manşür devrinde, burada önce M arinilerin iktıdârı ele geçirm elerine yardım A b u ' 1-Hasan A li ve ikinci taksimde Zidân ve etmiş olan İdrisi ş orf a, onların meydana getir­ nihayet, babasının hayatinin son yıllarında, dikleri teşkilâttan kendi m enfaatlanna olarak, mahpus vaziyetinde Mavlây al-Şayh ikâmet etti. faydalanmağa hazırlanıyordu. Böylelikle XV. al-Manşür ’un ölümünü tâkip eden dâhili asrın sonlarına doğru tahakkuk etm iş olan Fas mücâdele devrinde Meknes, berberi kabilele­ 'ın birbirine nazaran fitlen m uhtâriyete sâhip rinin sebep oldukları karışıklıklar ve din adam­ kumandanlıklara taksimini sağlayacak hareketin larının entrikalarına sahne oldu, M avlây ‘A b d îtk adımları atıldı, M ek n es’te şorfa1 sayısı A llah, eşkıya hayâtı sürerek, hazân Menkes ’te çok idi. M ariniler zayıf düştükçe ve nufûzları bâzan da K aşr a l-K a b ir ’de otururdu. 16 19 ’da azaldıkça, reisler bunların arasından çıktı. kardeşi Muhammed tarafından, M eknes yakı­ Mavlây Zayyân ’m da adı tarihe geçm iştir. nında yenildi. a l-İfrln i, ertesi yıl, kendisine V a ttâ sile r, muhtemel olarak, yalnız bir defa, Ş a rif A m ğâr adını vermiş olan bir şahsın is ­ Mas’ üd b. al-Nâşir ’m Muhammed al-Borfugâli yanını zikreder. Bu kargaşalıklar arasında tarî'ye karşı isyân edip, M ekn es’te kendisine mel­ katierin ve bu arada bilhassa Dilâ'i tarikatının ce’ bulduğu sırada müdâhalede bulundular. Sul­ nufûzu artm akta idi. H attâ 1640— 1641 ’de Mu­ tan şebri muhasara ile ele geçirip, daha sonra hammed al-H âcc, Maylây Muhammed al-Şayh kendisine sadâkatten ayrılm ış olan kardeşi b. Zidân 'i mağlûp ederek, hükümdarlık salâ­ al-Nâşir al-K id d ld ’i yerleştirdi. hiyetini Fas ve M ekn es’ e kabûl ettirm eğe mu­ Meknes ’in kısa süren istik lâl yılları, mahak- vaffak oldu. Berberi kabileleri iie barıştı ve kak ki, pek parlak geçm em ekle berâber, başka M avlây ai-Raşid, A bu ’ A bd A llah a l-D ilâ i 'nin devirlerde ancak kargaşalığa veya bir başbu­ m üttefiki olan Bani M tir 'i kendi karşısında ğun elinde oyuncak olm ağa mahkûm kalmış buldu ve onlar ite 1668 'de tekrar çarpışmak bulunan şehrin tarihinde ayrı bir devre mey­ m ecburiyetinde kaldı. dana getirm iştir. X V I. asırda tarîkatlerîn g e ­ M avlâ al-R aşid ’in, kaşba ’sim tâm ir ettiği lişm esi M iknâsa halkı arasında müsâid bir ze ­ Meknes ile alâkalandığı anlaşılıyor. Mavlây İs­ min buldu. Fas ülkesinin daha başka yerle­ ma i l kendisini al-Maezüb türbesine defnetm ek rinde olduğu gibi, C azü liya tarikatı burada da suretiyle ölenin son arzularını yerine getirdi­ kuvvetle yer_ tuttu. B ir kaç sene sonra, Mu­ ğini iddia etti. Bununla berâber, M avlây alhammed b. ’Isa burada ders verm ekte idi. R aşid ’in M eknes 'e başlıca hediyesi Mavlây Böylelikle Meknes, S a 'd ile ri iyi karşılayacak İsma il 'dir. Bu zât, tahta çıkm adan evvel, bir m evki olarak belirdi. Muhammed al-Şayh Meknes Içaşba ’sında, servetini idâre ile uğra­ 1548 'de harekete geçtiği zaman, fazla zahmete şan bir mülk sahibi gibi, ikâm et ediyordu. P a­ uğramadan, şehre g ird i: rivâyete göre, Marini yitahtım seçerken, bu derece zengin bir mem­ al-Nâşir al-K aşri babası Ahmed Bü Zekri 'nin lekete olan sevgisi başlıca sebep gibi gö ste­ serbest bırakılmasına karştlık, şebri teslim et­ rilebilir. M avlây İsmâ’il, payitahtını kendi ar­ meğe râzı olmuş ve bu hususta ileri gelen ta ­ zusuna göre kurmak istedi ve isteğini de yerine rikat mensupları da esasen kendisine İsrarda getirdi. 50 yıl boyunca Meknes onun azametini bulunmuşlardı. Muhammed al-Şayh de, ik ti­ çerçeveleyen muhit ve ölçüsüz oyunlarına sahdarım kuvvetlendirm ek için, oldukça emin bir | ne hizmetini gördü. vol tâkip etti. Kendi aleyhinde beyanatta bu- | îik olarak, kendisine bir saray inşâ etm eği unan hatip A bu ’ 1-Hasan ’1 kamçı altında öl­ I düşündü ve tasavvurunu pek azam etli bir şe»



648



MEKNES.



kilde tatbika girişti. Ö nce sabayı tem izletti. rina mahsus kapalı bir yeri bulunuyordu. Şehrin şarkında Muvahhidlerin sûruna bitişik . Bunun karşısında h eri denilen b ir depo ve olan evler yıkıldı ve bunların sahipleri, enkazı bunun üstünde de 20 kısım ihtivâ eden ayrı bugün de köylerde H edim ismini muhafaza bir saray var idi. Saray ile ahır arasında iç eden meydana taşım ağa ve daha sonra, m dina y ü k s e k liğ i' 12 m. 'yi geçen ve Fas ülkesinin 'nin şimâl-i garbisinde, şerifin bir sûr ile bütün mahsûlünü ihtivâ edecek büyüklükte çe virttiği sah a üzerinde yeniden evlerini inşa olduğu iddia edilen bubûbat anbarı y e r alıyor­ etm eğe mecbûr tutuldular. Hükümdar kendi­ du. Bunun yanında da bir sulama havuzu ile sine tahsis e ttiğ i sâhayı şehirden duvarlar ile muhasara hâlinde kullanılmak üzere, ih tiy at ayırttı. Bu sâha üzerinde kendi sarayı ve ondan suyu ihtivâ eden sarnıçlar var idi. İDşaat bun­ daha ihtişam lı olarak, kadınlara mahsus olan lar ile kalm ayıp, şehrin cenûb-ı garbîsinde bir saray yükseldi. D ar K b ıra isimli bu ilk binâ Madinat al-Riyâz isimli bir sayfiye beldesi 1679 'da tamamlandı. Bu binâ anlaşılması müm­ kuruldu ki, devlet m e’mûrlarının burada birer kün olmayan bir plana göre, birbirini tâkip köşk yaptırm aları icâp ediyordu v e bizzat eden çeşm eler ile bezenmiş, zemini mermer M avlây Ism â'İl’in yap tırdığı câmi, medrese, döşeli, üstüne ikam et dâireleri inşa edilm iş hamam, fu n d a k ’iar ile hazîne eminlerinin mermer sütûnların teşkil e ttiğ i dehlizler ile ( umana' } dâireleri ve resm î terzi dükkânları kuşatılm ış bir dizi çiçekli riyâz 'dan mü­ da bulunuyordu. 1732/1733'te M a v lS y 'A b d rekkep bulunuyordu. Sultana âit olanın iki A llah, m uvaffakıyetsizlİk ile neticelenen bir odası, gözdelerininkinin kendisine â it olanlar­ Sus seferinden dönüşünde, M adinat al-R iyâz '1 dan daha büyük dörder odası var idi. Bu suretle hıristiyan kölelere yıktırdı. Şim di bütün bu dört zevcesi ve gözdelerinin ikâm et yerleri, te'sislerden, şebrin en gü zel ve en mütenâsip İhtişâmlı bir şekilde, tanzim edilmiş bulunu­ kapılarından biri otan ve 1667 'de yaptırılm ış yordu. S a yısı her m illetten beş yüze varmış bulunan Bâb al-^iamis kalm ıştır. olan odalıklar İse, bir koridor boyuna dizilm iş A sk erî kuvvetlere de yer ayrılm ış idi. Mekhücrelere yerleştirilm işlerdi. En sonunda, hep­ nes 'in garbında büyük bir t f a w 5 > ,‘ afcii/'ler ile sine â it yüksek zeminli bir salon v a r id i ki, bu­ aileleri tarafından iskân edildi. D âr al-Mahzen rada dem ir parm aklıklar arkasından bütün bah­ 'in şarkında, ¿İş 'i teşkil eden 130.000 kişilik çeler göz Önüne serilm iş bulunuyordu. Kabûl beş Içaşba, yavaş-yavaş büyük kaşha ile birleşti. merasimine mahsus köşkler de yine bu ölçüye 50 yıl süren düzensiz, fakat insan tâkati göre yapılm ış i d i ; bunlardan birinin içinde 40 üstünde b ir gayret sonunda, inşâat henüz salon m evcut id i: Hulâsa, sarayın 45 köşkü ve 20 tamamlanmış değil idi. Umûmî sûrlar, ancak kubbesi var idi. H ey’et-i umûmiye yirm i kapısı 173J/1732’de, M avlây ‘ A hd A llâ h tarafından bulunan m azgallı bir duvar ile kuşatılm ış idi. tamamlandı ve İsm a il devrine â it kapıların en Bu duvar şimâl-i şarkîde üç kadem eli olup, mükemmel nümûnesi olan ağır, n isbetsiz, fa­ üzerinde bir devriye yolu d a mevcut idi ve kat muhteşem Bâb Manşür ve ayrıca Bâb aldışardan olduğu gibi, içerden de korunma ter- Barda’in ve Bâb al-Nuar, bugün o inşaattan tibâtı dikkate alınm ış idi. Burçlar üzerine top­ kalma en güzel şâhidlerdir. Burada geçen lar ve havan topları yerleştirilm iş idi. ibâdete Manşür at-'Eulc adı, şüphesiz, dönme bir mu­ m üteallik hususlarda titiz olan hükümdar, sıkı hafızın ism idir. M avlây Ism S'il her işe bizzat bir nezâret altında bulunan kadınlar için, ayrı nezâret etm iş idi. Saltanatının ilk 24 senesinde b ir de cami yaptırm ış idi. 1672 'd e başka bir câmi üst-üste 12 ay Meknes ’te kalmamış olmakla inşâsına başlandı ki, bu mâbed Bâb ‘ İsi vâsıtası berâber, her seferin sonunda buraya gelirdi. ile, şehre açılıyordu. Sonunda, sarayın mül­ H ırs ve kudreti, istibdadı hükümetinin ihti­ hakatı ile berâber, dört camii oldu ki, bunlar­ yaçları, ordusu ve ailesi büyüdükçe, planlar dan ikisi, Câm i' al-AKzar ile ahırlar tarafın ­ kabarıyor, yapılmış işler yetersiz görülüyor, dan çok harap bir hâlde Câm i' al-Ruvâ, hâlâ her şey değiştiriliyor, yapılanlar bozulup, ye­ kullanılm aktadır. Cenûb-i şarkîde ve bil­ niden işe başlanıyordu. Böylelikle neticede hassa zeytin ağaçları dikilm iş bir bahçenin ortaya ihtişam lı ve ezici, aynı zamanda gayr-i sahası şimdiki m dina 'nın kapladığı yere mu­ mütecânis ve alacalı bir eser çıktı. âdil bulunuyordu. Daha ötede ahırlar yer alı­ Bütün m em leket bu eserin meydana g e tiril­ yordu. Sultan buraya ancak seçm e atlar koy- mesine yardım e tti. M avlây İsmâ'İİ, kendine dururdu ve bunların sayısı da 1.200 'e varm akta gerekli m addeleri nerede buldu ise, aldı. V o ­ id i.? A h ırla r 30 m etre aralıklı, iki sıra bir­ lubilis, Chella ve M erâkeş ’te ele geçenler bu­ birine muvâzî sütûnlu kemerlerden mürekkep raya getirild i. al-Badi‘ ’i, belki Sa’dilerin ese­ idi ve bunların ortasından bir sn akardı. H er rini kıskandığı, belki de sâdece mâizem esini hayvanın ayrı b ir bölmesi ve koşum takım la- kullanmağa ihtiyâç olduğu için, tahrip etti



'



M EKN ES. Ahm ed al-Manşür *u taklid ederek, o da Pisa ’j>a mermer ısmarladı. Tanca ’da bîr korsan gemisinin karaya oturduğa gün, Gumâra halkını, gemiden çıkartılacak topları, insan kuvveti ile, taşıyıp, kendisine getirm eğe zorladı. Ölünce, taşınmasına devam edilm ekte olan mermer sütunlar yol boylarında bırakıldı. G erekli işçi unsurlar da, buna benzer usûl­ ler ile, toplanmış idi. Sultan kabileleri muay­ yen iş günlerine mecbûr tutuyor, keyfine gö ­ re angarye yüklüyor, nazırlarını İş yerlerine gön d eriyo rd u ; fakat bilhassa M eknes ’ te top­ ladığı dönmeler ve bıristiyan esirter devamlı işçileri oluyordu. 1680 ’den itibaren, işlere da­ ha büyük bir hız verildi. Fas ülkesinin bütün bıristiyanları toplandı. F a s ’taki „trin itaîre" tarîkati sâiikleri de bunlara katıldılar. Sön vak’anüvisleri tarafından tesbit edildiğine gö­ re, bunların sayısı, mûtad olarak, 1.000 ’i geç­ memiş İdi. Sultan, binalar inşâ e ttiğ i gibi, para da biriktiriyordu. E sirleri satın almak üzere gelen avrupah elçileri, merâsim ile, kabûl ediyordu. H areketleri etrafına korku ve­ rirdi. Hükümdarın 600 çocuğu olmuş idi. Bun­ lar ve göze çarpan renkli elbiseler giyen zencî 'a b id ’leri de şehre korku salarlardı. Hükümdar ölünce, bütün eseri yere serildi. Kendisinin faaliyet sahnesinden çekilmesi ile, patlak veren karışıklıklara bakarak, zenci sü­ rülerini ve kuruluşundan beri kargaşalığa mahkûm olan memleketi nizâm ve âsâyiş için­ de tutabilen bu seksenlik insanın kudreti hakkında bir fik ir edinmek mümkün olur. O rta A tlasların göbeğindeki Zarhun ve A z rü kaşba 'la n Meknes 'İ şimalden ve cenuptan koruyordu. Sultan, pâyitabtını daha başka âfetlerden de korumağı biliyordu: bîr vebâ salgını patlak verdiği zaman, kölelerine, Fas 'tan gelen bütün yolcuları öldürmek emrini verm iş idi. Mavlây İsm i'il, kardeşi gibi, X V I. asır evliyasından S id i 'A b d al-Rahmân alMaczüb türbesine gömüldü. Oğullarından 1706 'd a T a rü d â n t'ta ölen âsî M avlây Muhammed ve daha sonra 1707 'de M avlây Zidân da Mav­ lây R aşid 'e iltihâk etm iş idi. 1859 ’da Mavlây ’ A b d al-Rahmân 'in kem ikleri de oraya defn­ edildi. ( M avlây IsmS’il ölünce, Büâher ve g îş asker­ leri arasında başlayan karışıklık 20 sene sürdü. M a v lâ y'A b d A llâh tahtını altı defa kaybedip, tekrar ele geçirdi. Fakat daha büyük bir teh­ like belirm ekte id i: ls m â 'il’in kaşba ’larındaki m uhafızlardan kurtulan ve silâhlanan berb erîler dağlardan İndiler. Sultanlar İçin me­ sele ehven-î şerrin seçilmesinde id i: 'ab i d 'leri dağıtm aktan vazgeçtiler ve bunları tabi’î olarak, berberîler ile karşı-karşıya getiren



649



mücâdelede daha ziyâde evvelkilere dayandı­ lar. Dahilî harp ova kabilelerine, Fas muha­ fızlarına ve bilhassa Udâya zümresine de ya­ yıldı. Saltan at davacıları bu mücâdeleyi körük­ lüyor, kabileleri yağm acılığa teşvik ediyor, ırk ve kabîle zıddiyetlerinde kendilerine tarafdar buluyor ve bunlardan cesaret alıyor­ lardı. Y avaş-yavaş Büâher zümresi sefalet içinde çöküntüye uğradı. Mavlây 'A b d A llah ile oğlu M avlây İ s m a il’in hazînelerini boş yere bunlar için harcadılar. Meknes şehri ba­ kımından asıl kötü olan durum, bütün karga­ şalıkların yağm a ile başlayıp, yağma ile bit­ mesi idi. Muhammed b. 'A b d A llâh, intizâm ve asa­ yişi hemen-hemen iâde edip, şehre eski aza­ metini geri verecek bir duruma ermiş idi. Meknes ’ e çok hizmet e t t i : ahırlara yakın bir yerde kendisine inşâ ettird iği tasannûsuz ve sevim li D âr al-Bayzâ' sarayı, kaşba dâhilinde Cam ı al-A n vâr kapısı, mdina ’de Câmi‘ alN a ceâ rin ’in minâresi, S id i Muhammed b. ‘Isâ türbesi ve müteaddit câmi ( al-Azhar, al-Bardâ'in , Bâb Mrâh, Berrim a ve S id i Bü 'O şm ân ) onun eseridir. Fas ülkelerinin bütün ca­ m ileri için, M avlây lsm â'il kütüpbânesinin 12.000 kitabını vakfeden ( h u bâ s) de o oldu. K abilelere karşı bir ayırıp-dağıtm a siyâseti tatb ik e tti; çok sayıda insan kütlelerine yer d e ğ iştirtti ve bir kaç te ’dıp hareketine girişti. Saltanatının sonunda, 1775 ’e doğru, tecâvüz­ leri tek ra r başlamtş olan berberîterin muvaf­ fakiyetlerine şâbid oldu. Ç o k geçm eden M avlây İsmâ il ’in eserinden ortada hiç b ir şey kalmadı. Hıristiyan cemâati M avlây Y azid devrinde „francıscain“ tarîkatini k a yb etti ve bizzat bıristiyan cem âati bu şeri­ fin se rt hareketlerine dayanamadı. 175$ zel­ zelesi cemâatin kilisesini, m anastırını, hastahânesini yıkm ış idi. Kaşba A g ü rây 'da toplan­ m ış bulnnan dönmeler yavaş-yavaş, kütle içinde eriyip, ortadan kalktılar. Berberîlerin sebep olduğu buhran 181 1 ’de yeniden Ön sa fa geçti. Fas yolu, dâim î surette kesilm iş bulunduğu için, sultanın Meknes ’ten çıkm ası b ir mesele oluyordu. Kaşba 'yı ihyaya ve F as yolunun köprülerini tâm ire teşebbüs etm iş ve M eknes ’i Büâher 'den tem izlem ek is­ tem iş bulunan M avlây Siim ân, nihayette Fas şehrine yerleşme kararm a vardı. Kabilelerin k u şattığı Meknes ’i artık yalnız sûrları koru­ yordu. Cenân b. H a lım a ’de bir türbe inşâ ettiren M avlây 'A b d al-Rahmân berberîlere yarı m uhtariyet verd i ve nihayet 'o fiîıf’leri dağıtarak, Meknes 'te kalanları her hangi bir resm î zümre vasfından da mahrûm e tti. O ğlu her türlü çatışmadan, itinâ ile, çekindi.



65°



M EK N E S — M EKRÁN.



■ ' MavISy al-Haşan, büyük sultanların an'anesine Meknès d’après les docum ents envoyés par dönerek, hüküm ve nufûzunu yeniden kabûl M. le Capitaine Em onet ve L a grande mos­ ettirdi. T ah ta çıkmasını m üteakip, Meknes *e quée de M eknès ( B ull, archéol. du Com. des ancak kabilelerin mukavemetine nihayet ver­ Travaux H ist., 1916 ve 1917 ); R icard, Pour dikten sonra, girebildi. 18 79 ’da Bani M tir ’e comprendre l'art musulman en A friq u e karşı sefe r açtı. Nün seferi esnasında 1887 du N ord et en Espagne ( 1924, Dâr al-Mah'd e Bani M gild m em leketini geçm ek için z e n ’in bir planını ihtivâ e d e r ) ; Foucauld, zorladı. Ölümü ile berberiler tek ra r is­ Reconnaissance au Maroc ( 1888 )f--^egontiklâllerine kavuştular. A n cak Mahzen ile zae, Voyages au Maroc (1 9 0 3 ) ; MaSsignon, bağlılıklarına son veren k a id ’lerini başla­ L e Maroc dans les prem ières années du rında muhafaza e ltiler. Mavlây ‘ A b d al-!A z iz X V D me siècle. Tableau d ’après Léon l ’A f ­ ’in tahttan inmesini müteakip, Meknes iktidarı ricain ( 1906 ) ; ayn. mil., Enquête sur les ele geçirm ek iddiasında bulunanların hepsine, corporations musulmanes d ’ artigans et de sırası ile, in kıyat etti, 1908 ‘de berberí yolu commerçants au Maroc ( 1 9 2 5 ) ; L e Cbaile T âd lâ ’dan gelen ‘ A bd ai-Hafi-/. ’1 hükümdar telier, N otes sur les villes et tribus du ilân eden, 1909 'da Ş a rif al-K attâni ’ye baş­ Maroc en 1890 (190 2); Brunei, Essai sur vuran, 1911 'de Mavlây Zayn ile birleşen burası la confrériereligieuse des ‘Aissâouâ au oldu. A yn ı sene general Moinier Meknes ’e Maroc ( 1 9 2 6 ) ; Bel, H istoire d ’un saint girdi ve 2 sene sonra, general Lyautey 'in sevk musulman vivant actuellement à M eknès ve idâresi ile, m iralay H enrys Bani M tir ( R H R , 1 9 1 7 ) : Lens, Derrière les vieux ülkesinde asayişi iâde etti. murs en ruines ( 1 9 2 2 ) ; ayn mil., P ra ti­ B i b l i y o g r a f s a : İSMÂ'ÎL ( M AVLÂY ) ques des harems marocains ( 1 9 2 5 ) ; A r ­ maddesinde zikredilen kaynaklardan başka, naud, Monographie de la région de M eknès a. a r a p k a y n a k l a r ı : al-B akri, İbn ( 1 9 1 4 ) ; Beaugé ve Joleaud, Etude, tec­ A b i Z ar’, İbn a l-A ş ir, a l-ld risi 'nin ve K itâb tonique de la région de M eknès ( B ull. a l-istibşâ r’ m neşir ve tercüm eleri; Houdas, S o c, C é o l. de France, 19 2 2 ); Mém orial du Monographie de M équinez ( J A , 1885 ) ; service géographique de l’armée. Description Leo A fricanus, D escription de l'A friq u e géométrique du Maroc.- Parallèle de M eknès ( nşr. Schefer ), 1897— 1898 ; al-K ab ir b. Z i( 1926 ). ( C . F u n c k -B r e n t a n o .) dân, H istoire de M eknès ( = Itk â f d'iâm al­ M E K R A N . M A K R A N , Belûcistan ’ın s â h i I nas bi-ahbâr hâdirat M iknâs, Rabat, 1929— b ö l g e s i olup, aş.-yk. $9°— 65e 3 5 ' şark tül­ 1930, i — H. leri arasında ve iç kısım da 27” şİmâl arzı­ b. A v r u p a k a y n a k l a r ı : Marmol nın b ir az ötesindeki Siyâhân dağ sırasına C aravajal, Descripción gênerai de A frica kadar uzanır. Yunanlılar bu memleketi G ed( *5 7 3 ) > M ouette, Relation de la capti­ rosia ismi ile tan ırlardı ve m em leket „b alık vité du S ieu r Mouette ( 1683 ) ; Mission yiyen ler“ ( ichthyophagi ) ile meskûn idi. historial de M arruecos, eser, por Fr. de San Memleketin bugünkü ismini yukarıki kelim e­ Juan de el Puerto ( 1 7 0 8 ) ; W indus, A nin farsça tercümesi olan m âhi-hurân 'dan journeg ta Mequinez ( 1 7 2 5 ) ; Busnot, çıkartm ak sâdece bir hayâl eseri olup, bu H istoire du règne de Mouley İsm ail (17 3 1); ismin menşe’i, daha muhtemel olarak, dravidHaringman, Tagebuch einer Reise nach ceye kadar çıkar, M arokko ( 1805 ) ; C astries ve Cenival, ıran efsânesine göre, iranlı Kayhusrav, mem­ Sources inédites de l ’histoire du M aroc, leketi turanlı A frSsîyâb ’dan aldı. Kuruş (Cyrus) Champion, Tanger, Fès, M eknès ( 1924, ve Sem iram is buradan geçtiler. 325 ( m. ö.) 'te W indus ’un Meknes kaşba ’sına âit tasvirinin İskender, Hindistan seferinden dönerken, bu fransızca tercümesini ihtivâ eder ) ; Périgny, m em leketten g eçti ve burası daha sonraları A u M aroc. Casablanca, Rabat, M eknès Sâsânîlerin hükmüne girdi ise de, bâzan Sind ( 1 9 1 9 ) ; Cénival, La m ission fran ciscaine havâlisindeki hindû devleti tarafından da zaptdu M aroc ( 1927 }; tCoehler, L a pénétration edildi. M em leket İslâm devletinin -.halîfeler chrétienne au Maroc. La mission franciscaine devri başındaki hızlı genişlem esi sırasında, ( 1914 ) ; ayn. mil., B r e f aperçu sur quelques araplar tarafından ilhâk olundu. Muhammed traits d ’histoire ayant trait aux captifs b. Kâsim 711 ( m. s.) ’de Makrân ’ 1 geçerek, chrétiens de M eknès ( Rev, de gêogr. maroc., S in d ’i istilâ e tti ve Sind nehrinin şarkında 1921 ) ; ayn. mil., Quelques p oints d ’histoire ilk müslüman devletini kurdu. Marco Polo 1290 sur les ca p tifs chrétiens de M eknès ( H ês- ’da burayı muhtemelen müslüman bir reisin p èris, 1928 ) ; Marçais, Manuel d’art m usul­ m üstakil idâresi altında H indistan 'm en garp man ( 1926— 1927 ); Satadin. L es portes de kısm ı olarak zikretm ektedir. Y erli kabileler,



M EK R Â N G içkilerin gelip de, onları H in distan ’dan kovuncaya kadar, m emleketi idâre e ttiler ise de, Iran hakiim darlan M akrân’ı Kirm an eyâleti­ nin gen iş sahası içinde y e r alan Belûcistan ’in bir kısm ı olarak sayarlardı. XVIII. asrm ortasında- K alât ’m Ahm edzay hanları memle­ kete hâkim oldular ve 1879 ’^a miralay Goîdsmid İran 'a âit olan Makran ile K alât ( Belû­ cistan ) hanına tâbi bulunan şarkî Makrân adasındaki hududu tah dit etti ise de, ingilizler eyâletin başlıca kabileleri olan G icki, Nü» şiravâni, Bizancan ve M irvâri kabileleri iie aralarında vukûa gelen mücâdeleleri y atıştır­ mak İçin, sık-sık müdâhale etm ek mecbûriyetini duym akta idiler. Memleketin çiftçileri beluçlardan mürekkep olup, ietim âî bakımdan daha aşağı bir seviyedeki kabileler, msl. ba­ lıkçılar, ayrı bir sınıf teşkil ederler. M em leketin iklimi, irtifâa göre, değişir. Sâbil civ a n dâimî olarak sıcak olmakla beraber, tahammül edilem eyecek bir hâlde değildir. Ş a rk î Makrân ’ a kendi ismini veren K ee 'de kışlar kurak ve soğuk, yazlar gâ yet sıcak ge­ çer. Daha yükseklerdeki Pancgür bölgesinde kışlar çok soğuk ve yazlar ise, az sıcak geçer. Bibliyografya'. İbn H urdâzbeh, K itâb al-m asâlik va 'Um amâlik', al-îş(ahri, Kitâb al-akâlim \ İbn H avkal, K itâb al-ma­ sâ lik va ’l-m a m â lik ; ai-Balâzurl, FutSh alba ld â n ; Cambridge H istory o f India, I ; Le Strange, T he L a n d s . . . , s, 329 v. d d .; P. Sykes, P ersia (O x fo rd , 1922), s. 59; bk. bsr d e m ad , BE LÛ CİSTAN , bibliyografya. ( T . W . H a i g .)



M E K S . M A K S (A .) , g ü m r ü k v e r g i s i , arapçaya yabancı dilden alınmış bir kelime olup, ârâm. m aksâ, ibrân. mekes v e âsûr. ra/isu 'dan gelm ektedir. Bundan bir fiil m-k-s I, II, III ve tah sildar mânasına gelen makkâs meydana getirilm iştir. A ra p an’anesine göre ( İbn S id a ), câhiliye devrinde bile maks adı verilen bir pazar-vergisi var i d i ; öyle ki, kelime arapçaya daha ilk zamanlarda girm iş bulunu­ yordu. Bu kelimeye, hicretin 1. yılının sonla­ rında arap papirüslerinde rastlanm aktadır. Bilhassa M ısır ’da maks kelimesinin tarihine âit safhalar B eeker tarafından tetkik edilm iş­ tir ; burada onun verdiği mâlumata dayanmak­ tayız. Eski fıkıh kitaplarında maks kelim esi 'aşr mânasında kullanılm aktadır; uşr tacirlerden alınan Vıo nisbetinde bir vergi olup, sonra­ dan gümrük resmi ile karıştırılm ıştır. A yrıca bu kitaplarda maks ’e karşı b ir m uhalefet gö ­ ze çarpm akta ise de, sonradan kanunî bir mâ­ hiyet verilm iştir. Bununla beraber, kelim e kötü bir mânada kullanılm ağa başlam ıştır; h adîste;



M EKS.



651



inna şâtıîba ‘t-m aksi f i ’l-nar ( „m aks tahsildarı cehenneme gidecektir“ ) denilm ektedir; G oldziher 'e göre, yahudicede „güm rükçü“ mefhûmu burada müessir olmuştur. Güm rük müessesesi İslâm memleketlerinde Em evîier devrinin baş­ larında veya ondan az bir zaman önce kurulmuş­ tur. Şeriat ahkâmı bütün İslâm dünyası için b ir güm rük sâhası istem esine rağmen, karada, ne­ hirlerde ve deniz kenarlarındaki eski gümrük sınırları olduğu gibi kaldı. Mısır, Suriye ve Mezopotamya ayrı birer gümrük bölgesi te ş­ kil etm ekte idi. Gümrük vergisinin mıkdarı, şeriatça, eşyanın değerinden ziyâde şahıslara göre, yâni vergiyi Ödeyen kimsenin dinine göre tâyin e d iliyo rd u ; fakat fi’lİyatta eşyaya bağlı kalınıyor ve mal sahibinin islâm iyete karşı olan durumu nazara alınmaksızın, rüchanlı ver­ g i tarifeleri tatbik ediliyordu. Gümrük tarife­ leri çok karışık ve derecelere ayrılm ış i d i ; vergiler zamanla derece-derece 'u şr 'den hums 'e kadar yükselm iştir. Mısır maks 1 ülkenin sınırında, al-‘A r iş ’te ve ‘A yzSb, al-Kuşayr, al-Tür ve Süveyş liman­ larında (savâhil) alınm akta id i; fak at F us lâf ’ ta, yâni hudutların içinde de v e Maks denilen bir yerde vergi ödemek gerekiyordu. Bu y er ismi, rivayete göre, eski bir Umm D unayn'in yerini alm ış ve sonradan Maks ( — Kahire 'd e gümrük istasy o n u ) iie bir olmuştur. Bütün hubûbat, satışa çıkarılm adan önce, buradan geçm ek mecbûriyetînde i d i ; hububatta muayyen bîr ölçü başına 2 dirhem ve ufak-tefek de mas­ raf ( lavafıik ) alınm akta idî. En eski devirde maks idâresi hakkında kat’î bilgimiz yoktur; bununla beraber hicretin birinci yılı sonların­ da papirüslerde ve kitaplarda şâhib maks M işr 'dan bahsedilm ektedir. M aks mefhûmu, bütün ufak resim ler, bilhas­ sa halkın adaletsiz olduğundan, nefret ettiği vergiler, yukarıda bahsi geçen kötü mânası üzerinde durulmak suretiyle, makus tâbiri ile ifâde edildi ve Fatım îier devrinde genişledi. Bu türlü tesâdüfî vergiler, islâm iyetin daha ilk asırlarında, geçici olarak, konuldu,. Bunları ilk olarak b ir sistem hâline sokan, her kesin korktuğu hazîne müdürü ve A hm ed b. Tolun ’un meşhûr düşmanı, A hm ed b. al-Mudabbir oldu. Y alnız toprak vergisini arttırm ak ve o tlak, balık avı ve soda inhisarı gibi, üç büyük inhisar te ’sİs etm ekle ( bunda romalılarm eski vergilerini ele a lıy o rd u ) kalm adı, aynı za­ manda ma’âvin ve m arâfik adı verilen ve hi­ lâ li, yâni kam erî senelere göre, ödenen vergiler arasına sokulan bir çok ufak vergiler de koydu ( mazâlim, himâyât, rimâyât, m ustâ’ca râ t). Bu türlü ufak-tefek mezâlim zamanla halk üzerindeki tazyikin belli-başlı şekli ve Mısır



¿5*



M EKS -



'in iktisâdı çöküşünün en mühim sebebi oldu; hiç bir şeyin vergi dışında kalm adığı, m u ía s ’ un zeamet olarak verildiği, „felâketin umûmî bir hâl a ld ığı" ( vâ 'amtnai a l-balvâ } Memlûkler zamanında bu mezâlim son mertebesine varmış idi. Her ne kadar bu ufak vergiler ( İnhi­ sarlar hâriç ) İslahatçı hükümdarlar tarafından dâimâ kaldırılm ış ise de, ibfâl al-m ukus ( di­ ğer tâbir ile radd, musâmahat, iskât, v a z , r a f ‘ al-m uküs ), denilebilir ki, bir hükümdarın bâriz meziyetlerinden biri sayılırdı. Msi. rivayete göre, A hm ed b. Tolun bu vergilerden bîr kaçını k a l­ dırm ıştır. Onun ardından Salâh al-Din, Baybars, Kalavun, oğulları H alil, Naşir Muhammed, A şraf Ş a bân, Barkük, Çakm ak da aynı şeyi yap­ mışlardır. Makrİzi ’de Şaiâh a l-D in ’in kaldır­ dığı m nğîîs *un uzun bir listesi va rd ır; I£alkaşandı ’de musâmahat tâbirine rastlanmaktad ı r ; bunlar vergileri kaldırm ak veya valiler tarafından Memlûk sultanlarına gönderilen ve ilân edilen vergileden ahâliyi affetm ek için yazılı buyuruklar id i; bunlarda oldukça e t­ raflı bükümler var i d i; diğer taraftan daha kısa emirnameler taş üzerine kazılırdı ve bu sonun­ cuları van Berchem ’in n eşrettiği kitabeler arasında görm ek kabildir. T abi'î, vergilerin kaldırılm asını iyi bir idâre usulünün alâm etleri olarak kabûl etm ek yanlıştır. Tam tersine, dâimâ tekrarlanan bu vergi kaldırm aları da bu ara, s&iistimâllerin yeniden başlamış oldu­ ğunu gösterir, M akrİzi ( I , m ) kıptîlere karşı o meşhur tenkidini şöyle bitiriyor : — „Bugün de vezirin m urakabesi altında olan, fakat devlete biç bir şey t e ’min etm eyen m u ía s v a r d ır ; bunlar şahsî m enfaatleri için, diledikleri gibi faydalanan kıp tilerden başkasına yaram ıyor". A yn ı devirde ve aynı yerde tahsil e d il­ meyen mukâs ’un sayısız çeşitleri arasında şunları sa y a b iliriz; e vler hamamlar, fırınlar, değirm enler ve bahçeler için h ilâ li v e rg ile r; Kahire ’de Cİza ’nin „huhûbat iskelesinde" ( sakil a l-ğ a lla ) alınan liman resimleri ve „tersân e" ( ş in â 'a } civarında, her gemiden a yrı alınan v e rg ile r; „eşyâ ve kervanlar" ( bada'i va kavâfil ), bilhassa develer, atlar, katırlar, boynuzlu hayvanlar, koyunlar, tavuk­ la r, köleler, et, balık, tuz, şeker, biber, yağ, sirke, bayır turpu, yün, ipek, bez pamuk, ke­ reste, toprak çanak-çömiek, kömür, halfa otu, saman, kına, üzüm ve yağ ezme âletleri ile deb» bâg malzemesi üzerinden alınan vergiler, koyun, hurma; keten için alman sim sarlık ( samsara ) v e r g is i; bir de rusâm al-vilâya denilen pazar, meyhane, umûmhâne v.b. vergiler. M uhafızlar esirlerin varını-yoğunu a lab ilirlerd i; zabitler askerlerinin topraklarında yiyip-içm e hakkına sâhip i d i ; köylüler efendileri nâmına angarye



M EKTEP. görürler ve onlara hediyeler verirlerdi ( barâtll, hadötjâ ) ; bâzı me’nıûrlar ( şâdd, muhtasib, m ubâşiıün, v u lö t )d a hediye kabûl ederlerdi; bir sefer esnasında, tacirler husûsî bir harp vergisi öderlerdi ve mirasın üçte biri devlete âit İdi; zafer elde edildiği haber verildiği ve bir de Nil yükseldiği zaman vergi alınır­ d ı; baş vergisi dışında, gim m i de ordunun iaşesine yardım etm eğe mecbur id i; merkad-i 'İ s a ’ya giden hacılar K u d ü s’te bir vergi öder­ lerd i; husûsî vergiler su bendlerinin bakımını te ’min ederdi. M ısır dışında da, pazar ve gümrük resmi olarak, m a k s’ten bahsedilm ektedir; msl, şimalî A frika 'da Cidde ( krş. Dozy, Suppl., II, 606 ) ’de İbn al-HSee ( III. 67 ) tarafından musâmahat m a zâlim ’den bahsedilm ekte ise de, m akus tâ ­ birini bu mânada kullanılmamaktadır. B i b l i y o g r a f y a i İbn Mammâti, K a ­ va tt in al-davâvln, s. 10— 26; M akrİzi, I, 88 v.dd., 104 - 111 ; 1!, 267 ; K alkaşandİ, III, 468 v.dd. ( — W üsteni eld, s, 169 v.d d .); XIII, 30 v. dd., 117 ; Becker, Papyri Schott-R einhardt, s. 51 v.dd. ; ayn. mil., BeitrSge zar G eschichte  gypiens, s. 140— 148; ayn. mil., E l, alm. II, 15 ; ayn. mil., Islam studien, I, 177, 267, 273 v.d. ; van Berehem ,M atériaux pour un Corpus Inscriptionum Arabicarum , I, 59, 560; II, 297, 332 v .d d ., 374, 3771, 384; Mez, Renaissance, s. m v .d d ., 1 1 7 ; H effening, Frem denreckt, s. 53 v. dd., 107 v. dd..; Bowen, 'A l i b. 'I s a , s. 124 ; W ensinck, Handbook, s. 228 ; Fagnan, A dditions, s. 165 ; Yâk:üt, Ma'cam al-buldân, IV, 6o6, mad. Maks ; İbn Fazl A llâh al-'O m ari, M asâlik al-absâr ( tre. Gaudefroy-Demombynes ), Paris, 1927, I, 170. (W . BJÔRKMAN.) M E K T E P . M A K T A B (A .) , asıl mânası „y a ­ zı yazma öğrenilen yer" olup, müslümaniarca bir çocuğun en önce K u r’an öğrenmesi lâzım geldiğinden, hakikatte „ K ur’an öğrenilen yer" mânasına gelm ektedir. M aktab( cem. makâtib ) kelimesi arapçada yalnız yazı dilinde mevcut­ tur. Bu şekli ile arap lehçelerinde görülmez. Konuşma dilinde, bilhassa K ahire ve Tunus ’ta, tercihan kattâb kelim esi kullanılır. K u ttâ b ’a orta çağda tbn al-Hâcc al-’A b d a ri ( bk. bibli­ yografya ) ’nin eserinde ra stlan ır; fak at F a s 'ta ve C e za y ir'd e kullanılmamaktadır. K u r’an mektebinin başka isim leri de vardır. C ezayir, Tlem sen, C ezayir T eli bölgesinin bâzı kasabalarında, Fas, R abat ve S a le 'de m sid ; Tanca, E l'a rîş, Konstantin, O ran, F as ve C eza yir Tellerinin bâzı kasabalarında cam a'i C ezayir bedevilerinde ş r t'a , Fas Cebâtalerinde : M immra ; Curcura kabilelerinde ; sim a'« m ert; Safi 'd e ; m ahiâr; Endülüs 'te : m ahazrai



Me k t e p . ( bu son şekil Senegal 'de bugün de kullanıl» m aktadır ). K a r’an mektebi m uhtelif yerlerde bulunmak­ tadır. A frik a göçebelerinde, köyün ortasına kurulan ve aynı zamanda cami vazifesini de gören bir çadır m ektep olarak kullanılır. Şe­ hirlerin bir çoğunda ise, alt k a tta ve çok defa karanlık, rutubetli ve havasız bir oda buna tah sis edilir. Kahire 'de K a r’an m ektebi umû­ mî bir binânın ü st kısmında, ekseriya bir çeş­ menin üstünde bulunur. Fas 'ta m sîd 'lerin çoğu, sokağa nazaran, daha yüksek b ir seviyededir. F as ve K ahire 'deki m ekteplerin mimarî tarzının • tetk ik e d eğer bir husûsiyeti vardır. Cephe, kapı ve umftmiyetle geniş olan pencereleri oy­ malı tah talar ile süslenm iştir. Kur'an mektebinin içinde ekseriya hiç tez­ yin at yoktur. Y ere hasırlar serilm iştir. Du­ varlar yerden 1,5— 2 m. yüksekliğe kadar, aynı cins hasır ile kaplıdır. T ahta veya taş bir ke­ revet hocaya kürsü vazifesini görür. Bir kö­ şede talebelerin taş-tahtalann ı yıkadıkları mhi denilen su dolu bir kap vardır. K ur'an m ektepleri şehrin m uhtelif mahalle­ lerine dağılm ıştır. Peygam ber çocukların ve delilerin camilerden uzaklaştırılm alarını iste­ diği için ( krş. M a d h a l), bu m ekteplere cami yakınlarında pek rastlanm az. Bunun aksine olarak, K ur'an m ekteplerine bâzı evliyanın hâ­ tırasına yapılan türbelerde veya tarikat mensup­ larının toplantı yeri olan tekkelerde ( zâviya ) rastlandığı nâdir değildir. M adhal 'e göre, bu m ekteplerin işlek sokaklarda yapılması câiz olup, tenhâ yerlerde ve sapa sokaklarda yapıl­ maması gerekm ektedir. K asabalarda K u r’an m ektebi câmi vazifesini gören binânın odala­ rından birinde bulunur. K u r’an mekteplerinin binaları hubus veya vak/ emvâlindendir. Bâzı zenginler evlerinin medhalinde, kendi çocuk­ ları ile komşu ve dostlarının çocukları için K u r’an m ektepleri açm aktadırlar. 3+3; 346, 357 ; D esparm ets, L ’arabe dialectal, période, s. 29 v.d. ; ayn, mil, L ’arabe dialectal, classe de cinquièm e, s. 193; D estaing, Etude sur le dialecte ber­ bère des A it Seghroucken, s. LXI ; Eidensehenk ve Cohen Solal, M ots usuels de la lan­ gue arabe, s. 4, 7, 8, 12 ; Hanoteau ve Letourneux, L a Kabglie, H , 107 v. dd. ; H ard ve Brunot, L ’enfant marocain, s, 65 v.dd. ; Houdas, L ’islamisme, s. 75 ; Ibn al-Hâoc a l-A b dari, Kitâb al-madhal, II, 93 v.dd. ; İbn H al­ dun, Prolégom ènes ( tre. de Slane ), II, 285 v.dd.; Lane, Sitten a. Cebràuche d. keutigen Egÿgter (tre . Z en k er), I, 50 v.dd. v e fasıl 27 ; Leo A fricanus ( nşr. Schefer ), II, 132 ; Lévi-Provençal, Textes arabes de VOaargha, s. 188, mad. Cama’ ; W . Marçals, L e dialecte arabe parlé à Tlemcen, s . 242; ayn. mil., Textes arabes de Tanger, s. 184, not 1 ve 2 ; ayn. mil. ve ‘Abderrahm ân G uiga, Textes arabes de Takrouna, s. 331, not 22; Masqueray, Formation des cités chez les sédentaires de l ’A u rès et de la Grande Kabglie, s. 230 v. d d ., 288 ; Michaux-Bellaire, Maroc ( Buisson, Nouveau dictionnaire pédagogi­ que, Mouliéras, L e Maroc inconnu, II, 49; R M M ( 1909 ), VII- 85 ; ( 1 9 u ), X V , 422 ve 452. { L. B r u n o t . ) T ü r k i y e ’de bu nevi m ekteplere S 1 b y a n m e k t e b i deailirdi. Cümhûrİyet devrine g e ­ linceye kadar, bu m ekteplere 4— 7 yaşların­ daki kız ve erkek çocuklar ( sa bi ) devam ederlerdi. Hemen her m ahallede bir tâne bu­ lunduğu için, bu m ekteplere, halk dilinde m a h a l l e m e k t e b i ve çoğu taştan yapıl­ mış olduğundan d a t a ş m e k t e p adı veri­ lirdi. Mehmed II. kendi adını taşıyan«,câmiin etrafında s e m â n i y e ile t e t i m m e med­ reselerini kurduğu zaman, bunların yanında bir de, öksüz ve yoksul çocukları okutmak için, bir s 1 b y a n m ektebi yaptırm ış idi. Türkçe vakfiyesinde dar al-ta'lîm ve arapça vakfiyesinde de mektep adı ile anıdan hu



Me k t e p .



müesseseye, sonradan maktab, tnıi allimljâna, maktabhâna gibi isim ler de verilm iştir, Sıbyan mektebleri padişahlar tarafından yak tırıld ığı gibi, valide sultanlar, büyük devlet memur­ ları ve iyilik-sever kim seler tarafından da kurulm akta idi. Belli bir teşkilâta ve müşte­ rek bir ted ris ve terbiye sistem ine bağlı ol­ mayan bu mektepler, husûsî vakıfların gelirleri ile ve btı vakıflarda konulmuş şartlara güre idare edilirdi. Sıbyan m ekteplerinin çoğu câmi veya m escidlerin yanında yapılırdı. ’ Pâdişâh m ektepleri çok zaman im aretlerin [ b. bk.] ya­ nında olduğu için, talebeler aş-ocağından para­ sız yemek yerlerdi. D iğer kim selerin yaptır­ dıkları m ektepler ise, bu türlü kolaylıklardan faydatanam adığı için, talebeye ayrıca yemek parası verilirdi. M eşrutiyete kadar ilk tahsil için devlet bütçesinde tahsisat bulunmamakta idi. Bu itibarla sıbyan m ektepleri, vakıfların geliri dışında, çocuklardan haftalık almak suretiyle işleyen, husûsî m âhiyette birer mek­ tep olarak devam etm işlerdi. Sıbyan m ektepleri, ekseriyetle, üstü kubbeli a ltı hasır döşeli geniş bir oda ile bunun yanı başında hoca ile kalfanın ( ha lifa ) oturdukları küçük bir odadan ibaret idi. Talebeler yerde, minder üstünde diz çökerek otururlardı. G erek talebenin, gerek hocanın önünde birer rahle bulunurdu. H oca bir sedirde otururdu. Bir tarafında falaka, bir tarafında deste-deste değnekler, bir köşede de 3— 4 arşın boyunda, uzaktaki çocukların başına indirmek üzere, ince uzun bir sırık bulunurdu. A y rıca çocukların giripçıktıkların ı tesbit etmek için hocanın görebi­ leceği bir yerde, duvarda asılı, bir tarafında geldi, öte tarfm da da g itti yazılı „geldi g it t i“ tahtası var idi. Bayezid il. ’ in kendi adını taşıyan camiin cenup tarafında yap tırdığı mektebin vakfiye­ sindeki „m ektephânede muallim ve halife olan­ lar tâlim-i kelâm -ı kadîm ve Kur’an-ı azîm ederler“ yollu ifâdeden anlaşıldığı üzere, sıbyan m ekteplerinin gâyesî, çocuklara K u r’an okumasını öğretm ek idi. Mehmed II, ve Baye­ zid II.'den sonra mektep yaptıranlar da bu gâyeye bağlı kalm ışlardır. Tanzim ata gelinceye kadar, sıbyan m ekteplerinde, arapça elifbe, Kur'an, tecv it ve ilm-i hâl okutmaktan ve namaz kılm a usûlü İle namazda okunacak âyet ve duâları ezberletm ekten öteye gidilemem iş­ tir, H er ne kadar, Mahmud I. 'un annesi ve Abdülham id 1. tarafından yaptırılan ( 1 7 8 1 ) sıbyan m ekteplerinde yazı, hattâ kitabet ders­ lerine de yer verilm iş ise de, bu teşebbüs umûmî bir m âhiyet alm am ıştır. Sıbyan mek­ teplerinde asırlarca „elifbe cüz'ü“ okutulmuş



t u r ; a d ı n a supara d a d e n i l e n v e t e r t i b i ' A l i ’y e iz â f e e d ile n b u a lf a b e , s ır f a r a p ç a m e t in ­ le r i o k u m a k g a y e s i g ö z Ö n ü n d e t u t u la r a k h a ­ z ır la n m ış o lu p , t a l e b e y e t ü r k ç e o k u n m a s ın ı ö ğ r e t e m e d î ğ i g i b i , d o ğ r u - d ü r ü s t K u r'a n o k u n ­ m a s ın ı d a ö ğ r e t e m e m e k t e id i. Mahmud II. tarafından 1824’te ısdar olunan „tâlim -ı sıbyan hakkm daki ferm an“ , her şey­ den evvel, dinî zaruretleri öğretm eği şart koş­ makta ve okuma prağramını şöyle tesb it e t­ m ekte i d i : m ektep hocaları m ekteplerde bu­ lunan çocukları bir güzel okutup, K u r’an tâlim edecekler, ondan sonra da, her bir çocuğun haysiyet ve istidadına göre, tecvit, ilm-i hâl gibi, risaleler okutm ak suretiyle, İslâm şartla­ rını ve din akidelerini öğretecekler idi. T snzimatın ilânından bir müddet önce ( 1838 ), umurnâfıa meclisince, m evcut m ektepleri bir düzene koymak gayesi ile, hazırlanan bir lâyiha ( bk. İhsan Sungu, T evkîd-i tedrisat, Belleten, nr. 7 — 8, s. 400 v.d.) sıbyan m ekteplerini, küçük v e büyük olmak üzere, ikiye ayırm akta ve bun­ ların ders program larını te s b it etm ekte idi. Buna göre, küçük mahalle m ektepleri, hece ve bir— iki hatim indirm ek suretiyle, K ur’an ö ğ­ retimine münhasır ka lacak ; camilerin yanın­ daki daha büyük m ekteplerde ( Sınıf-ı sânî ) ise, „mümkün m ertebe kulak dolgunluğu olmak için“ , t ü r k î inşa, Tuhfa, Nuf}ba, Subka-i şibyân gibi lügatler ve B i r g i v î 'nin a kait risâlesi v.b. gibi ahlak kitapları, h att ve kitâb et okutula­ cak idi. Sonradan bu lâyiha Dâr-i Şurây-ı Bâbıâlî 'de ve M eclis-i ahkâm-ı adliyece bâzı de­ ğişikliklere uğrayarak, K u r’an hatmi 3 veya 6 ’ya çıkarılm ış, ayrıca sa rf ve nahiv dersle­ rini de program lara koymuştur. İslâhata tâbî tutulan bu m ekteplere r ü ş d i y e adı veril­ miştir. 1846 t a r i h i n d e y a y ı n l a n a n b i r t â l i m a t n â m e ,



s ıb y a n m e k t e p le r in d e o k u n a c a k d e r s le r a r a s ın a h a r e k e li tü r k ç e , m u h ta s a r a h lâ k r is a le le r i, t ü r k ç e t e c v it , t ü r k ç e ilm - i h â l v e y a z ı d e r s le ­ r i n i i l â v e e t m i ş t i r . 1869 t a r i h l i m a â r i f - i u m û ­ m iy e n iz â m n â m e s i s ıb y a n m e k t e p le r in d e o k u ­ t u la c a k d e r s le r i ş ö y le t e s b i t e t m i ş t i r : e lif b e , Kur'an, t e c v i t v e a h l â k a d â i r r i s a l e l e r , i l m - i h â l, y a z ı, h e s a p , m u h t a s a r O s m a n lı t a r i h i, c o ğ ­ r a f y a v e f a y d a l ı b i l g i l e r i ( mâlûmât-ı nâfıa ). Sıbyan m ekteplerine yazı dersleri çok sonra konulduğu için, defter, k âğıt ve kalem gibi, mal­ zemeye uzun zaman ihtiyaç duyulmamıştır. Bu m ekteplerde, yazı malzemesi olarak, taş-tabta ile kaleme ancak tanzim attan sonra rastlıyo­ ruz. 1263 ( 1847/1848) tarihli çocukların tahsil ve terbiyelerinin nasıl olması lâzun geldiğine dâir, sıbyan m ektepleri hocalarına verilen tâlim altan anlaşıldığına göre, talebeye yazı öğ-



m e k t e p



retm ek için, padişah tarafından her mektebe lüzumu kadar taş-tahta ite ile d iv it verilm esi kararlaştırılm ıştır. T atb ik edilm ediği anlaşılan bu talim attan ıo kusur yıl sonra mâarif ne­ zâretinden sadârete yazılm ış olan bir tezki­ rede ( 1858 ), İstanbul ’da ve »bilâd-ı selâsede" mevcut 36 mektebin talebesine, hazîne tarafın­ dan, bir defaya mahsus olmak üzere, birer taş-tahta ve taş-kalem ile birer küçük divitin verileceği bildirilm iştir. Bu m ekteplere kâğıt çok daha sonra girm iş olsa gerektir. Sıbyan m ekteplerinde kullanılan k â ğıtla r arasında bil­ hassa »çifte aharlı" ( bk. C . E. A rseven , Sanat ansiklopedisi, İstanbul, 1943 ) bir çe şit yerli kâ­ ğ ıt zikre değer. Ö zerine yazılan karalam a ya­ zıları hoca gördükten sonra, bu kâğıtlar kara­ lam a-tahtası üzerinde sünger ve bol su ile yı­ kanır, m ürekkebi çıktıktan sonra korutulur, tahta üzerinde m ü h r e adı verilen deniz hay­ vanı kabuğa sürtülm ek sureti ile tek rar cilalanır ve böylece aynı kâğıt b ir çok defalar kullanı­ labilirdi. K ız ve erkek çocukların muhtelit olarak de­ vam ettikleri sıbyan m ektepleri bulunduğu gibi, yalnız kız ve yalnız erkek çocuklara mahsus olanları da vardı. Bâzı m uhtelit mek­ tep lerde kız v e erkek talebeler yan-yana, ba­ zılarında ise, ayrı-ayrı otururlardı. Y u karıda bahsi geçen 1847 tarihli sıbyan m ektepleri hocalarına dâir olan talim atta, muhtelit mek­ teplerde kız ve erkek talebenin yan-yana oturtulm ası terbiye usûllerine aykırı görül­ m ekte ve aralarında fazla sohbet, ülfet ve ihtilâtı önlemek maksadı ile, ' birbirlerinden ayrı oturtulm aları tavsiye olunmaktadır. Yine yukarıda bahsi geçen 1858 tarih li tezk ire ile, kız ve erkek talebeyi birbirinden ayırm ak ve buna bir başlangıç olmak üzere, Sultan-Ahm ed dâiresi dâhilinde bulunan 26 sıbyan m ekte­ bindeki k ız ve erkek talebenin ayrılm ası, ma­ ârif nezâretince, sadâretten istenilm ektedir. Sıbyan m ekteplerine başlama yaşı, kesin olarak, belli değildi. A n a d o lu ’da çocukları 4 yaşında mahalle mektebine başlatm ak âdet İdi. İstanbul ’ da ise, bu yaş 5— 6 arasında de­ ğişm ekte idi, Tanzim attan evvel, çocukların her hangi bir m eslek ve sanata başlatılmadan önce, mahalle m ekteplerinde K a r’ an okumağa v e ilm-i hâl öğrenm eğe mecbÛr tutulm aları hakkında ara-sıra ferm anlar çıkarılm akta idi. Bunlar arasında 1702’de şeyhülislâm Feyzuilah Efendi ’ye tebliğ edilen ferman ile 1240 ( 1824/1825 ) tarihinde İstanbul ve »bilâd-ı selâ se" kadılarına gönderilen ferman dikkate değer, Mahmud 11. ’un ısdar ettiği tâlim-i sıbyan hakkm daki bu sonuncu ferm an, para ka­ zanmak gâyesi ile çocuklarını 5— 6 yaşlarında U lûm A n sik lo p e d iğ i



.



m ektepten alarak, çıraklığa veren ana ve ba­ baları çocuklarım câhil bırakm akla suç'andırm akta ve çocukların bulûğa erm edikçe ve ilm-i hâl ite İslâm şartlarını lâyıkı ile öğren­ m edikçe, m ektepten alınıp, usta yanm a veril­ mesini yasak etm ektedir. Bu fermandan 22 yıl sonra ( 1846 ) yayınlanan bir tâlimatnâmede, ana-babaların rızası ile 5 ve daha aşağı ( yâni 4 ) yaşındaki çocukfarın sıbyan m ektep­ lerine verileceğini, 6 yaşını bitiren çocukları m ektebe verm eyenlerin cezalandırılacağını ve böyle çocukları tesb it için, me’m ûrlar tâyin olunduğunu okuyoruz. A yrıca 1868 'de teb liğ olunan resm î b ir beyan ile de kayıtsız ve şartsız her kesin 6 yaşındaki çocuğunu mek­ tebe verm eğe mecbur tutulduğunu görüyoruz. Bununla berâber, zaman-zaman konulan bu m ecbûriyet, msl. - g e lir noksanı ve ehliyetli hoca azlığı gibi sebepler yüzünden, tam olarak tatb ik edilememiştir. Sıbyan m ekteplerindeki tah sil müddetine gelince, bunun 1846 tarih li m ezkûr tâlim a tile 4 sene olarak tesb it edildiği görülüyor. 1869 tarihli maârif-i umûmiye nizâmnâmesi de, bu m üddeti 4 yıl olarak te sb it etm ekte v e mek­ tebe devam m ecburiyetinin, erkek çocuklar için 7, kız çocuklar için 6 yaşından başlayıp, 11 yaşm a kadar süreceğini, esas olarak, kabûl etm ektedir. Sıbyan mektekierinin hocaları, umûmiyetle medresede okumuş, çok zaman bir cim i veya mescidde imamlık veya müezzinlik yapan kim­ seler idi. K ız çocuklarına mahsus mekteplerin hocaları da, ekseriyâ ancak K ur’ an, Subha-i şibyân, Tuhfa-i Vahbi gibi, bâzı risâleleri okuyabilen, yaşlı birer kadın idi. Talebeleri çok olan büyük m ekteplerde, bacanın, bir kaç hatim indirmiş, istidatlı talebe arasından seç­ tiği kalfa bulunur idi. Bunun vazifesi, arkadaş­ larına takım -takım m üzâkerecilik, hocanın bu­ lunmadığı zam anlarda İntizamı muhâfaza v.b. hususlarda hocaya yardım etmekten ibaret idi. Mahmud II. zamanında sıbyan mektebi hocaları, medrese teşkilâtı içinde, husûsî bir tahsile tâbî tutulm akta idiler. A ncak bu tedbir uzun sür­ memiş ve tanzim ata kadar, sıbyan m ekteplerin­ de hocalık etmek İçin, sâdece m edresede okumuş olmak kâfi görülür olmuş idi. Tanzim at ile be­ râber, sıbyan mektebi hocalarının ehliyetleri üzerinde durulmağa başlanıyor. Yukarıda bahsi geçen 1838 tarihli lâyihada, hocaların umûmî durumları ile bilgi derecelerinin yoklanarak, bilgisiz ve ehliyetsizlerin tasviye olunacağı bil­ dirilm ektedir. 1862— 1867 yılları arasında, sıbyan m ekteplerine hoca yetiştirm ek üzere, İstan­ bul ’da »dar al-mu*aİlımin-i şibyân " adı ile, bir mektep açılıyor Y in e aynı yıllar içinde Istan42



6S8



MEKfEP.



bal 'da 36 m ektep örnek hâle getirilerek , mu­ allim lerine devletse yüzer kuruş maaş bağla­ nıyor, 1869 tarih li m aârii-i umûmiye nizâmnâ­ mesi de, sıbyan okullarına ancak »dar al-mu'allimini şibyân“ diplomasını elde edenlerin veya bu diplomayı almak için açılacak im ti­ hanları kazananların hoca tâyin olunabilecek­ leri esâsını koyuyor. Bütün bu teşebbüsler, ilk tahsilin, tanzim at ile birlikte, bütün şümulü ile d evlet tarafından ciddî bir şekilde ele alın­ mak zaruretinin kabul edilmiş olduğunu gös­ term ektedir. Sıbyan m ekteplerinin hususiyetlerinden biri, mektebe başlama şeklidir. Çocuk okuma çağı­ na gelince, mektebe merasim ile başlattırıh rdı. Bu merâsime ,,bed’-i besm ele cem iyeti“ , halk arasında da „âm în alayı“ denilirdi. Mek­ tebe başlatma, umumiyetle, kandil günlerine rastlatılırdı. Mevsim itibârı ile kandil yoksa, merâsimin pazartesi veya perşembe günleri yapılm asına dikkat edilirdi. Bu merasim aile­ nin vaziyetine göre değişirdi. Yoksu l bir ailenin çocuğu, anası veya babası veya velisi tarafından, en yakın m ektebe götürülür, bo­ canın eli öptürülür, „eti senin, kem iği be­ nim“ denilerek, bocaya teslim edilirdi, O r­ ta hâili bir âilenin çocuğu ise, giydirilipkuşatıhr, boynuna sırma işlemeli bir cüz ke­ sesi tak ılır ve yakın akrabası ile birlikte, m ektebe götürülür, bocanın eli öptürüldükten sonra, m ektepteki çocuklara birer-ikişer ku­ ruş, hoca ile kalfaya da uçlarına birer m eci­ diye bağlı birer yağ lık hediye edilirdi. Zen­ gin âilelerin çocuklarına gelince, bunların m ektebe başlatılm ası, âdetâ bir düğün havası içinde geçerdi. Sabahleyin mektebe başla­ yacak olan çocuk giyd irilir ve ekseriyâ bir m idilliye veya arabaya bindirilerek, dâvetliler ve m ektepten gelen ilâbici ve âm inciler ile bir­ lik te , alay hâlinde sokağa çıkılırdı. A layın önünde giden biri, atlas bir y a stık üstüne konmuş sırm alı cüz kesesi ile elifbeyi götü­ rür, onun ardı-sıra da bir başkası başının üstünde çocuğun m ektepte oturacağı atlas minder ile sedef ve bağa kakm alı rahleyi ta­ şırdı. Çocuğun arkasından ilâhiciler ve âmin­ ciler yürür, onların ardından m ektep çocukla­ rı, çocuğun babası, d âvetliler, hısım-akraba ve yakın dostlar giderdi. A la y önceden tesbit edilm iş olan yerlerden geçer, evliyâlar ziya­ ret olunur, bâzan da Eyyûb Sultan 'a gidilirdi. Y o l boyunca ilâhiciler İlâhi v e duâlar okur ve âminci çocuklar da „âm în“ d iye b ağırır­ lardı. Bu alaya „âm în alayı“ denilmesi bundan ileri gelm ektedir. A la y , devrini tam am ladık­ tan sonra, dönerek, çocuğun evinin kapısı önünde durur, orada da İlâhiler okunduk­



tan sonra, nihâyete erer ve dâvetliler müs­ tesna, diğerleri evlerine dönerlerdi. Çocuk evin sofasında oturan hocanın karşısındaki seccadeye veya mindere oturur, boynundaki cüz kesesinden elifbesini çıkarır, rahlesinin üzerine koyar, hoca da, başlangıç olmak üzere, bir-iki harf okuyup, ona tekrarlattırırdı. Sonra çocuk hocanın v e büyükleri­ nin elini öper ve bu şekilde ilk derse baş­ lamış olurdu. Bu son merasim ekseriyetle m ektepte yapılırdı. Sıbyan m ekteplerinde ahlâk ve İnzibat, ka­ bahatin nev’ine ve derecesine göre, msl. tenbellik ve yaram azlık gibi hâllerde, çocuğun minderinin Kocadan uzaklaştırılm ası, azarlama gibi m ân evi; söğme, döğme veya din î vazife­ lerin yapılmaması hallerinde ise kulak çekme, el veya değnek ile vurma ve nihâyet falakaya yatırm a gibi, oismânî cezâlar ile te'min edilirdi. Falaka, iki ucundan kalınca bir ip ile yahut zincirle bağlanmış, bir m etre kadar uzunlukta, kalın bir değnekten ibaret idi. Falakaya y a tırı­ lacak çocuğun önce ayakları değnek ile ip arasına sokulur, sonra değnek döndürülürdü. Böylece, ayakları değnek ile ip arasında iyice sık ıştı­ rıldıktan sonra, iki kuvvetli çocuk değneği iki ucundan yakalayıp, havaya kaldırır ve hoca da, sopası İle, kabahatli çocuğun tabanlarına vururdu. H er ne kadar 1*63 ( 184.7/1848 ) tarihli lâyiha ( yk. bk.) ile falaka ve bâzı hâllerde cevaz verilm ek suretiyle, dayak, esâs itibârı ile, m ekteplerde yasak edilm iş ise de, uzun yıllar bu yasak yerine getirilm em iştir. A bm ed Râsim sonradan ip tid âî adını atmış bulunan sıbyan m ekteplerindeki bu cezâlandırm a usû­ lünü, F alaka adlı eserinde, etraflı v e canlı bir şekilde anlatm ıştır. Çocuklara din terbiyesi yanında, zamanın icâplarına uygun m illî ve çağdaş bir terbiye verm e kaygusunun Tanzim at ve bilhassa meş­ rû tiy e t m aârifçilerine hâkim olması ile birlikte, sıbyan m ekteplerinin ehemm iyetlerini kaybede­ rek, yerlerini bu türlü kaygu ile açılan ilk m ekteplere terkettiğ in i görüyoruz. 187» yılında Selim Sâbit 'in Rehnümâ-t/t muallimindi sibyân adlı risâlesi ile usûl-i cedîde adı altında ortaya konulan tah sil program ının kabülü neticesinde, iki ayrı tip te ilk mektep ortaya çıkm ış oldu. Bunlar bu usûlün tatbik edildiği usfil-i cedîde veya iptidâiyye ve tatb ik edilm ediği usûl-i a tîk a veya sıbyan yahut mahalle m ektepleri idi. Usûl-i cedîde denilen sistem e ' bir tecrübe zemini olmak ve ileride yaygın bâie sokulmak üzere, Nûrnosmâniye camiinde bulunan ip ti­ dâî m ektebi 1872 ’de örnek m ektep hâline ge­ tiriliyor. 1297 ( 1879/1880 ) yılm a â lt D ev let sâl-nûmesi 'ne bakılırsa, İstanbul 'da 19 'u erkek,



m ektep







3 '8 kız çocuklara mahsus olmak üzere, 22 ip­ tidâi m ektebi açılm ış ve Sıbyan-mahalle-usûl-i atîka m ektepleri de, imkân oldukça, ip tid âi mektebi hâline sokulmuştur. Bu iptidâi mek­ tepler, İstanbul ’ dan başka bâzı ehemmiyetli m erkezlerde de açılmıştır. Böylece bir tarafta ders program ı sırf dinî olan husûsi m âhiyette sıbyan m ektepleri ya­ nında, tahsil m üddetleri 3 yıl olan ve talebe­ ye elifbâ, tecvit, ilm-i hâl, K a r’ an dışında, kıraat, hesap, yazı, kavâid, coğrafya ve tarih dersleri de okutan usûl-i cedide-iptidâi m ektep­ leri, arada çok değişiklik olmadan, 1908 'e kadar devam etm iştir. T ürk inkılâbının en önemli hareketi olmak özere, Türkiye ’de mektepmedrese ikiliğin i ortadan kaldıran 1924 ta ­ rihli „tevhid-î ted risat“ kanunu ile, mahallesıbyan m ektepleri de bütün ilim ve öğretim müesseseler! ile birlikte maârif vekâletine devrolunmuş ve 22 m art 1926 tarihli maârif teşki­ lât kanunu ile de tamâmen tarih e karışm ıştır. B i b l i y o g r a f y a : Mahmud C evad, M aârif-i umûmiye nezâreti tarihçe-i teşki­ lât ve icrââtı ( İstanbul, 1338 ), tür. y e r ; Nâfi A tu f [ Kansu ] , T ürkiye ’de m aârif ta­ rihi (İstan bul, 1931 ) , I, 8 v.d., 28, 29 v. dd,, 55— 86, 102 v.d ,; II, 11, 13 v.d .; O s­ man Ergin, Türkiye m aârif tarihi ( İstan­ bul, 1939), I, 68— 80; V , 1717 v .d .; A z iz B erker, Türkiye 'de ilk öğretim ( İstanbul, ı 94S), I, 3— 14, 27— 38, 6 5 -8 3 , 10 3 -1 5 8 ; M. Z. Pak alın, Osmanlt tarik deyimleri ve terim leri sözlüğü ( İstanbul, 1946 ) , s. 58 v .d . ; C evd et Paşa, Tezâkir, 1 — 12 ( nşr. T. T . K ; Haz. C . B a ysu n ), A nkara, 1953, s. 10 — 1 3 ; İ . H. Tonguç, İlk öğretim kavramı ( İs­ tanbul, 1946), î, 151— 159, 170— 174; İ. Sun­ gu, Tevhid-i tedrisat ( Belleten, nr. 7 — 8, s. 397— 431 ) ; Fuad Baymur, İlk okuma ve yaz­ ma öğretimi3 (İstanbul, 1954), s. 26— 66; M usâhib-zâde C elâl, Eski İstanbul yaşaytşları (İstanbul, 1946), s. 29— 35; Hay­ dar, M illî terbiye ( İstanbul, 1926 ), s. 9 v.d., 11 v.d d ,, 16 ; A rkadaş ( 1 941 ) , sayı 1— 171 M ektebe nasıl başladım. _ ( V e d a d G O n y o l .) M E L Â H İM . M A LA H İM (A .), müfr. mal­ hama, uzun ve karışık bir inkişâftan sonra, ister sâdece al-malâhim, is te r katub al-m alâ­ him , ister müfr. şekillerinde, „m ukadderat" mâ­ nasını alm ış bir tâbirdir. Bu kelime, daha de Saey tarafından, Chrestom athie arabe2, II, 298 — 302’de, İbn H aldun ’ un al-Mukaddima ’sinin m üteaddit parçalarına istinât ettirilerek, tam bir şekilde İzah edilm iştir. İbn Haldun burada al-m alâhim ’i şöyle tarif e d er: „D evletlerin değişm e ve hâdiseleri {hidşân al-dııval) hak­



m e l â h îm .



kında, manzum, mensûr veya recez ile yazıl­ mış pek çok eserler; bunların mühim bir mıkdarı halk arasında yayılm ış olup, b âzd an bütün hâlinde müslüman m illetler ( al-m illa ) arasın­ da vukua gelm iş olan değişm elerden, diğer­ leri bilhassa devletlerden bahseder ve meşhur kim selere isnat olunur". İbn Haldun ( metin için bk. Q uatrem ere, II, 192 a ş ,; trc. de Slane, II, 226 ) ’un fikrine göre, bu isnatların doğruluğunu isbât etmek güçtür. Bu kitapların en meşhuru al-C afr [ b. bk.] adı verilm iş ki­ tap tır. Halka â it işlere müteallik böyle Önce­ den haber verm eler, ihtimâl yahudi ve h ıristi­ yan mal ha ma kitapları ile sıkı bir şekilde münâsebetdardır ve muhtemelen bundan gel­ m ektedir. C id d î müverrihlerde olduğu gibi, halk hikâyelerinde de, böyle kitapların gizli b ir şekilde muhâfaza ve sülâle reislerinin, ke­ hânetler bulmak için, banlara baktıkları şeklin­ de pek çok hikâyeler mevcut olduğundan, bun­ ların Roma kâhin kadınlarının kitapları ile de tem âs noktaları vardır. Mahdi [ b. bk.] ve kıyâm et ( al-lşlydma [ b. b k .] ) hakkındaki halk a kideleri müslüman edebiyatının bu kolu ile çözülm ez bir şekilde bağlıdır. M alhama ’nin iştikakı ve mânalarının inki­ ş â fı çok karanlıktır. K u r an ’da bu kelim eye tesadüf olunm az; K u r’an ’da ancak müşahhas isim olan „ e t " mânasında lakm v e luhâm kökleri vardır. Bununla beraber, l-h-m kö­ künün, aynı menşe ’den ibrânîce kök gibi, gö­ rünüşe göre, çok ayrı, fak at eski olan iki mânası var id i: „g ıd a " ve „savaş". Bundan başka ibrânîcede gıdâ mânasına gelen kelim e, Ze(ıem „ekm ek" mânasına delâlet e ttiğ i hâlde, arapçadaki tam mukabilinin „ e t" mânasına gelm esi, belki ödünç alınmış bir kelimeden ziyâde, çok eski devirlerde meydana gelm iş bir mâna ayrıl­ ması fikrin i telkin etm ektedir ( bk. BrowneDri ver-Briggs, Hebrew Lexicon, s. 535 v.dd. ’da, m ukayeseli tetk ik ve kaynaklar ). E sk i arapçada, „bozgunla neticelenen k a f î savaş, tâkip ve k a til" mânaları muhakkak görünmektedir (mese­ lenin tetkik i için bk. Lisân, XXII, 9 v. dd., bk. burada verilen m isâllere şunlar ilâve edilmeli­ d ir : ¡damâsa, nşr. F rey ta g, s. 124, 728; T ufayî b. ‘A v f, D ivân , nşr. Krenkow, s. 39, str. 29; s. 1 5 ’te tercüme ve n o t). Lisân müellifi „karışm a, karışıklık" ( iştibâk, ihtilât ) ve sa­ vaş meydanında öldürülmüş insanların etlerinin tevlid e ttiği hayâl umûmî fikri içinde mâna­ ları birbirine bağlam ağa ( et, bir dokumanın enine boyuna iplikleri, sıkışık savaş, karışık­ lık ) çalışm aktadır. Fakat ibrânîcedeki mânası ile malhama için „savaş meydanı" mânası ile iktifa etm ek daha uygundur ; Lisân ( s . 10 ) ka­ tiller ile ve bilhassa fitn a 'de ( b i ’l-fitn a ) mu-



666



m elâh m



hârebe ve savaş fikrini yeniden ele atmakta­ d ır ; bu kelimenin peygam ber ve kıyam et ile alâkalı istim ali hakkında oradaki yegâne tel­ mihtir. Peygam ber hakkında „mafyama ’nin peygam beri“ vasfının kullanıldığı görülm ekte ve Lisân bu hususta iki izah verm ektedir: „k ılıç ile gönderilm iş Peygam ber“ ( d iğer bir hadîste olduğu üzere, 6a 'iştu bi ’ l-say f ) ; „b ir­ leştirm e v e iy i nizâm ( ta 'lif, salâh ) peygam ­ beri“ . . K u r 'a n 'A s bu dünyanın müstakbel tarihî hâdiseler ile alâkalı umûmî p ek az kehânet v a rd ır; fak at hadîste bunlara çok mıkdarda tesadüf olunur. H attâ her iki Şahit} ’te böyle m üstakbel Fitan ( bu, şüphesiz, en eski kulla­ nılan kelim edir ve Kur'an 'da sık-sık geçer ), bilhassa kıyâm et günü ile alâkalı olarak, hak­ kında ayrı bölüm ler vardır. al-Buhâri ( Bulak ) 'de Peygam ber, şöyle-şöyle felâketlerin ve şöyle-şoyle m usibetlerin geleceğini önceden haber verdiği ve bunları nasıl karşılam ak icâp e tti­ ğini bildirdiği zaman, çok açık konuşmaktadır. Müslim ( İstanbul, 13*9— 1333; VIII, 165— 210; W ensinck, H a n dbook’ta kitâb 5 2 ) 'de buna benzer mev’iza gâyesi ile söylenmiş, bir takım evvelden haber verm eler gö rü lm ekted ir; fakat bir de kıyâm et gününe kadar Peygam berin üm­ metinin başına gelecek şeylerin hepsini önceden söylediği fikri vardır. Bu hadîs İbn Haldun ( al-M ukaddim a, nşr. O uatrem ere, II, 182 v .d d ,; trc. de Slane, II, 212 v. dd.) ve daha muahhar, fa k a t o kadar şiddetli olmayan d iğer m üellif­ ler tarafından zikredilm iştir; bunlar Peygam ­ bere müstakbel İslâm dünyası için, isimler ihtivâ eden, tah ta çıkanların isimlerini ve isyân eden bütün reislerin kabilelerinin adlarını sonuna kadar ihtivâ eden bir sülâle tarihi isnat ederler. M alâhim tâbirinin bu kehânetler ile bağlı olarak kullanılmasına ilk önce, şiîlerin cafr akidesinde tesâdüf olunur. a l-F ih rist bunun iki misâlini verm ektedir. ‘A li b. Y a k tin ( ölm. 182 h .; s. 224, str. 22) b ir K itâ b min umur al-m al 5l}im ve Ism â'il b. Mihrân ( s . 223, str. 20} bir Kitab al-m alâhim yazm ıştır. F akat bu kullanış pek çabuk yayılm ış olmalıdır, alBağavi ’nin M aşabîk 'inde {K ah ire, 1318, II, 128 v .d d .) bu hadîsler tasnif edilm iştir ve bir bölümün adı Bâb al-malâhim (s. 130 — 133 ) ’dir. Bu hadîsler kıyâm et muhârebeleri hakkındadır; fak at bizzat mafyama tâbiri de ancak tfisân (s . 13 2 ,ortada) bölümünün başında, İstanbu l’un zaptı, al-D accâl ’in zuhûru ile alâkalı olan „m alham a“ , büyük „m afyam a“ gibi ibâreler de bulunmaktadır. M ifk S t al-maşâbfy ( Dehii, 1327, s. 396 v .d d .)'te metin a y n ıd ır; yalnız bu­ la d a hadîslerin alındığı mecmuaların adları



ilâve edilm iştir ki, bunlar da A b ü Dâvüd ye al-Tirm izi ’dir. A bü D âvüd ’da M alâhim hak­ kında husûsî bir bahis vard ır ( W ensinck, nr. 3 6 ). al-K urtu bi (ölm . 671 = 1272 ) 'nin Taşkira’ si gihi, terb iyevî gayeler ile yazılm ış bir eserde, a l-Ş a'râ n i’nin M uhtasar (K a h ir e , 1324, s. 113— 12 1) ’ında malâhim hakkındaki bölümler Mahdi hakkındaki bütün a kîd e ve tarihi ihti­ vâ etm e k te d ir; buna göre, Mahdi sayesinde Z am lra ( ? ) ’ya Şâltib al-M alâhim adlı bir me­ lek gönderilm iştir. İbn Haldun bu kehânetlerin aldığı son şe­ killeri hatırlatm aktadır. Peygam berin ağzın­ dan naklediliyorm uş gibi riv âyet edilen hadîs­ ler ilâve edilm iş ve bunların yerleri, münec­ cimlerin hesapları v e ‘A l i neslinden olanların m enfaatleri için sım iyâ ’ [ b. bk.| ilmini kulla­ nan vahdet-i vücûdcu süfîlerin tefekkü rleri ile, geniş bir şekilde değiştirilm iştir. Böyleee ( I ) sahih hadîs kitapları ile bunlara dayanan te r­ biyevî gâ yeler ile yazılm ış eserlerde kayde­ dilmiş olan m alâhim önceden haber verm eler ile ( I I ) ‘A li âiiesi mensuplarına çıkan ve bil­ hassa cafr tarafından tem sil edilen, gizli un­ vanlar ile nücûm ilmine dayanan malâhim ki­ tapları arasında çok açık bir tefrik yapmak lâzım dır; zîra C a 'fa r a !-Ş â d ik ’a isnat edilen ca fr yanında, A b b âsî hanedanının mukadde­ ratı nı tetkik eden ve İbn İshâ\’deki hadîsler. V a h y meleği olan C ibril 'in üç yerde ismi g e ­ çer (II, 91, 92; L X V 1, 4 ) ; bu husustaki haö îa to r iç i» b k . M n slim , Şahin ( İstanbul, 1 3 3 3 ,



66 ı



I, 109— m ; bk. bir de Wensinek, s, 59. K ur­ 'an, X X VI, 193— 19 5 'te C ib r il’in adı söy­ lenmemiş olup, ona „sâdık, emin rû h “ (aZ-röA a l-a m in ) denilm iştir; o vahyi Peygamberin Ifalb' ine, açık b ir arapça ile, indirmektedir. Kendisinin ismi zikredilm eksizin, başka tasv ir­ leri v a rd ır; yine K ur'an, LIII, S— 18 ve LXX XI, 19— 25 ’te Peygam bere b ir vahy esnâsında açıkça görünür. C ib ril, „ruhum uz“ ( rülyanâ ) şeklinde tavsif edilerek, Maryam 'e gönderil­ m iştir (X IX , 17 ). X VI, 104’te ona mukaddes rûh ( ruh al-kudus ) denilm ektedir ve onun vâ­ sıtası ile A lla h 'İ s a ’ya muzâhîr olmuştur (II, 84, 254; V , 109). M ikâ’ıl (b a ş k a bir şekli M ik â l) C ab râ’ il ile aynı derecede b ir melek olarak telâkkî e d ilm iştir; adının menşe'i hakkındaki her hâlde doğru olan uzun hikâye için bk. B ayzâvi, T a fs ir ( nşr. Fleischer, I, 74, ıs v.d d .); hadîslerde Cabrâ’ il ile berâber Peygam ­ bere görünür ve ona talim at v e rir; gülmez (W en sin ck , s. 1526 ); Peygam ber m elekler arasında bu ikisinin kendi vezirleri olduğunu söyler. K ıyâm ette sûr çalacak m elek olan İsrafil [b. b k .]’e gelince, K u r’a n ’da veya sahîh hadîslerde onun hakkında hiç bir ka­ y ıt yo ktu r; buna mukabil kıyâm ete dâir ri­ vayetlerde adı sık-sık geçer. K ur’an, XLIII, 47 ’de, cehennemde azap çekenler, cehennem muhâfızın ı: — „E y M âlik“ — diye çağırırlar. X C V r, 18 'de ise cehennem muhafızlarına al-sabâniya denilm ektedir. Başka yerlerde kullanılmayan bu kelim e „şid d etli darbeler“ ( Lisân, XVII, 5 3 ) mânasına o la ca k tır; zebanilerin sayısı 19 'dur ( K ur’an, L X X 1V , 30 ) ve bunların şey­ tan zannedilmemeleri için, melek oldukları tas­ rih edilm iştir; onlara „kab a, şid d etli“ ( ğ ilâ z , ş id â d ) denilm ektedir. M eleklerin başka bir züm resi, ( A lla h a ) „yakın olanlar“ { al-mu karrabân, IV, 170 ) d ı r ; bunlar, durmaksızın, gece gündüz, A lla b ı överler ( X X I, 2 0 ); B ayzâvi bunlara al- ala) dönüşte Bagdad 'a g itti ( 4 zilhicce 479 = 13 m art 1087 ). Bu, Melikşah 'ın h ilâfet m erkezini ilk ziyareti idi. H alife tarafından 17 muharrem 480 ( 23 nisan 1078 ) 'd e tertip edilen büyük kabul resminde al-M uktadi Melikşah 'a iki kılıç kuşattı ( Zubdat al-naşra, s. 81 v.d.). Bu esnâda G avharSyin ile Bozan tarafından, T er­ ken Hatun refâkatinde, im paratorluğun aza­ meti ile mütenâsip cihaz eşyâsı ile birlikte İsfahan ’a getirilen Melikşah 'm kızı, Mehmelek Hatun ’un halife al-M uktadi ile düğünü yapildi ( Zubdat al-nusra, s. 72; İbn al-A şir, 44> 59! R avzat al-şafâ, IV , 83 ). Melikşah *m H aleb ’e gelm esi ile karışık du­ rum düzelm iş, Sînâ çölüne kadar S uriye k ıt’ ası büyük Selçuklu imparatorluğunun Şam m elikliği şeklini almış idi. A n cak 482 ( 1090 ) 'den sonra, g ittik çe kuvvetlenen Fatım î hali­ feliği, Badr al-Camâi i'n in ga yretleri ile Suriye sâhil şehirlerini istirdâda kalkınca, T utuş sul­ tandan yardım istedi ve M elikşah Tn emri ile Bozan, A k-Su ngur v e T utuş, birlikte yeniden A k k â 'y a kadar ilerilediler. B urada üç kuman­ dan arasında çıkan ihtilâf Selçuklu baskısını hafifletti. Melikşah Bagdad 'a 1091 'deki ikinci gelişinde bütün ordu büyüklerinin hazır bulun­ duğu bir harp meclisi akdederek, a d lan geçen üç kumandana Fatım î hilâfetini ortadan kaldır­ malarını em retm iş idi. F akat sultanın ânî ölümü bunun gerçekleşm esine imkân verm edi ( tbn al-K alânisi, s. 120 v.d .; A h b ö r . . s. 4 9; İbn al-A şir, X , 73; İbn a l-A d im , Bağyat al-falab f î tâ rik H a l ab, Topkapı sarayı, A hm ed III. kütüp., nr. 2923, III, 270»). A lp A rsla n 'ın hâkim iyet altına ald ığı A b a ­ za ve G ürcü m em leketleri ile Şeddadîlerin idaresindeki E rrâ n 'd a vukua gelen iç müna­ zaalar ve gürcü kıralı G iorgi II. ’nin izhâr e ttiğ i itâatsizlik em areleri üzerine, Melikşah K arthili 'ye kadar giderek, âsâyişi te ’min et­ tikten sonra, G ence 'yi Şeddâdî em îr Fazlün 'dan aldı ve bütün K a fk a s y a 'y ı em îr SavT igin 'e tev d i e tti ( 1076 }. -E rrân ve havalisi Türkm enler tarafından bu sırada işgâl edilm iş­ tir. F ak at Sav-T igin ’in K n tayıs ’ta oturan, kıral G io rgi karşısında başarısızlığı, d iğer ta ­ raftan, mülkü elinden alınm ış olan eski A n i kıralı G a g ik ’in yeniden kıral olm ak teşebbüsü



MELİKŞAH. sultanı tekrar K a fk a s y a ’ya gitm eğe mecbur e tti ( Çam içyan, Erm eni tarihi, V en edik, 1785, II, 99Ğ ). Melikşah 471 ( 1078/1079 ) ’de, A ra s yolu ile G ürcistan ’a girerek, Sav-T igin ’in mev­ kiini sağlam laştırdı î fakat ayrılm ası üzerine, O ltu , Erzurum ve K ars şehirleri ile civarının, B izan s’ın şark hudut kumandanı G rigor Bakurian 'm tahakkümüne düşmesi ve G iorgi ’nin onu metbû tanımals mecbûriyetinde kalması, üçüncü bir Selçuklu seferini zarürî kıldı. SavTigin 'i geri çağıran Melikşah ’m sevkettiği emîr Ahm ed 1080’de gürcü kiralını mağ­ lûp ederek, K a r s ’ı aldığı gibi, O ltu ile E r­ zurum dâhil, Bakurian ’a bağlanmış mahalleri istird a t e tti; ayrıca em ir A bu Ya'kûb, emîr ’ İsa BÖri ve diğer türkmen reisleri ile bir­ likte, tâ K utayıs ’a kadar A cara, K arthili ve Ardanuç havâlisini, ertesi yıl da Karadeniz kıyılarına kadar uzanan Çoruh vadisini ele geçirdi. A nna Komnene (tre . Cousin, s. 247 v .d .)’ye göre, Trabzon da bu münâsebet ile türkiere intikal etmiş idi. Selçuklu tazyikinin artm ası üzerine, İsfahan ’a gelen G iorgi Me­ likşah ’1 ziyâret ile şahsan tâbiiyetini te'yit ettikten sonra, bir türk müfrezesi himayesinde, ülkesine gönderildi. Bunu VIII. asır sonla­ rından beri devam eden Korikoz sülâlesin­ den, K akheth kıralı A gasthan ’ m İsfahan 'da sadâkatini yenilem esi tâkip etti. 1084’te bu­ nun yerine geçen oğlu Kuirike tâbiiyetten ay­ rılm am ıştır. Melikşah Errân ve Kafkasya 'daki tâb i bölgeleri amcası Y â k ü ti ’nin oğlu, A zerbay­ can umûmî vâlist K utb al-Din Ismâ’ il 'e ver­ di. BÖylece A zerbaycan m elikliği teşekkül etti ( Ermeni Vardan, trk . trc. H. D. A ndreasyan, M üverrih Vardan, T ü rk fü tu h a t tarihi, İstan­ bul, Edebiyat fakültesi, Tarih sem ineri dergisi, sayı 2, İstanbul, 1937, s. 182; M. H. Yınanç, ayn, esr., s. 1 1 : v. dd.). G ence doğrudan-doğruya m erkeze bağlanmış ve 478 ( 1086 ) 'den itibaren bütün E rm en istan ’da M elikşah'in ka­ nunları hâkim olmuştur ( M atthieu, s. 196). A n i'd e k i ermeni patriği B a rseg h ’in, hem kilise m enfaatlerini korumak, hem de devam lı mücâ­ delelerden hırpalanmış olan halkın ıztıraplarını hafifletm ek ricası ile İsfahan ’1 ziyareti neticesinde, M elikşah o zaman sayısı 4 ’e yü k­ selm iş bulunan katolikosluğun tek bir makam­ da temerküzünü kabul ederek, kiliselerin ser­ best bırakılm ası ve hıristiyan halkın mükelle­ fiyetlerinin azaltılmasını ferman ile te 'y it ve bu hususları 1090'da Melik Kutb al-D in İ s m a il’e em retti (M atth ieu , s. 201, 204; Çamiçyan, III, 14 ). K avurd tarafından itaate alman ve onun ölümünden sonra, diğer m em leketleri ite bir­ lik te , Melikşah 'm yüksek hâkim iyeti altında



K avurd 'un oğullarına verilm iş olan Sîstan ’da yerli emirlerin münazaaları Horasan valilerinin tavassutu ile halledilirdi. 472 eemâziyelevvelinde ( temmûz 1086) yerli em irlerden A bu ’ t-A b b âs sultanın yanma gelm iş ve aldığı S îs­ tan em âretı menşûru ile Zerenc şehrinde otur­ muş idi. A z sonra yerine geçen Bahâ’ al-Davla H alaf de, menşûr almak için, merkeze gelm iş; fakat sultanın Mâveraünnehr ’de bulunmasın­ dan, m uvaffak olamamış ise de, bilâhare kendi­ sine İsmâ ililere karşı gönderilen Selçuklu ku­ mandanı emîr K ızıl-S arıg 'a yardım em redil­ miş, Bâtınîlerden zaptedilen Dere hisarında yerleştirilm iştir { Tâ rîh-l Sîstan , nrş. Malik a l-Ş u a râ Bahar, Tahran, 1314 ş., s, 3 8 3 -3 8 6 ). 483 ( 1090/1091 ) 'ten itibaren M elikşah’m tâ­ biiyetinde S îstan hâkimi olan A bu ’I-Fazl Naşr, bilhassa Sultan Sancar zamanında, muvaffaki­ yetleri ile şöhret kazanmıştır. Sultan Melikşah 'in Mâveraünnehr seferine zahirî sebep, Semerkand hanı Ahm ed b. Hizr ’in halka zulmetmesi dolayısı ile, Semerkand ’ın tanınmış şâfi’î fakîhlerinden A bu T âh ir b. ’A la k ’ in hacc vesilesi ile İsfahan 'a gelerek, yardım ricâ etm esidir. H akikatte bütün İslâm hükümetlerini nufûzu altına almak siyâsetini güden Melikşah, bu sebeple 480 yılının ilk günlerinde M âveraünnehr’e yürüdü ( bk, A . A t e ş .’ Om ar al-Râduyâni, Tarcum ân al-balâğa, İstanbul, 1949, mukaddime, s. 32, not 1 ). H o­ ra s a n ’dan aldığı takviye ku vvetleri ile C e y ­ h u n ’u geçerek, rastladığı bütün kale v e müs­ tahkem m evkileri, nihayet B u h ârâ'yi zap tetti; Sem erkand ’1 ku şattı ve A hm ed Han ’1 esir e tti ( İbn a l-A ş ir, X , 43; İbn Kalânisi, s. 119 ). Bilâhare İsfahan’a götürülen Ahm ed Han, akrabâsı ve sultanın zevcem Terken H atun 'un ricaları ile affedilerek, ülkesine iâde edil­ di. Bu sefer ile Karahalıların garp kolu Sel­ çuklu imparatorluğuna bağlanmış oldu. Me­ likşah oradan K â ş g a r ’a yöneldi. Taraz hâ­ kimi K ır H a n ’ı tâbiiyete aldı ( Zubdat, s. 89; A hbür, s. 50). Balasagun ile İspicab şehirleri vergi taahhüt ettiler. Sultan Özkend ’e vardığında, K âşgar hükümdarı Harun Boğra Han, ağır hediyeler ile, huzura gelerek, tâbiiyetini a rzetti ve memleketi kendisine bı­ rakıldı ( A h b ü r . . . , s. 45 ; İbn a l-A şir, X , 63 ). Bu suretle Karahaniıların İli ve K âşgar hava­ lisindeki şark kolu da, büyük Selçuklu impa­ ratorluğuna katılm ış oluyordu. Aynt senenin sonlarına doğru, sultan tarafından Semerkand ’a tâyin edilmiş olan ‘am id A bü Tâhir ile şehirdeki Ç ig ille r arasında çıkan ih tilâf yü­ zünden, Melikşah Mâveraünnehr ’e ikinci se­ ferini yaptı. Sem erkand ’a em îr Ü ner 'i tâyin ile onu A tb a ş kalesi sahibi Ya’ feûb T igin ’i



MELİKŞAH. tenkile me’mûr e tti. Ya'küb yakalanarak, hu- derhâl ve şiddetle tenkilini em retti. A lam ut ’u zûra getirildi. O sırada tâb i K â şga r hanını kuşatıp, sıkı tazyik altına alan Yoruntaş ’ ın esir ederek götüren T uğrul b. Y m al ’m tak i­ ansızın ölmesi ( 484 = 1091 ), bâtın î propagan­ bini Tâe al-Mulk A b ü ’1-G anâ’im ’e bırakan dasının kesafet kazanmasına yol açtığından, sultan Isfahan ’a döndü. sultan bu ,defa emir A rslan taş ile em îr K olSü r’atle gelişen imparatorluğun hakiki çeh­ taş '1, Haşan Şabbâh ile onun baş „d âîsi" Huresini kazanabilm esi için resm î hudutlar dışın­ sayn K â ’ini üzerine şevketti. H aşan Şabbâh 'ı da kaian ve İslâm âlemi bakımından emsâlsiz A la m u t’ta muhâsara eden A r s la n ta ş ’a yar­ değer taşıyan Hieaz bölgesinin İmparatorluğa dımcı olarak da em îr K ızıl-S a rıg gönderildi. katılm ası, bundan başka F âtım îler ile öteden Em îr K oltaş ise, Kûhistan 'da Husayn K â'in i ’yi berî siyâsî ihtilâf ve rekabet mevzuu olan kuşatm ış bulunuyordu (te şr in I. 1091). F akat Mekke ’deki hutbe meselesinin ve Medine 'ye bu sırada sultanın ölümü harekâtın y an d a kal­ hâkim iyetin de A b b âsî hilâfeti lehine k a t’î masına sebep oldu ( Tart ¡¡-i S istâ n , s. 386; şekilde halli gerekiyordu. Sultan Melikşah ibn a l-A ş ir, X , 13 1; Târİk-î cihânguşâ, I, 19; Bagdad ’ı ikinci ziyâretinde akd ettiği harp III, 202 v.d.). m eclisinde, yeni bir harp planı tanzim ederek, 20 senelik hükümdarlığı esnâsm da büyük yanında hazır bulunan T âc al-D avla Tutuş, Selçuklu imparatorluğunu K âşgar ’dan Boğa­ S a d al-D avla G avharayin, Kasim al-Davla ziçi ’ne, Kafkaslardan Yem en v e A den *e ka­ A k-Sungur ve Bozan T, S uriye ’nin sâhil bölge­ dar genişletm ek suretiyle, devrin en kuvvetli leri ile birlikte, H icaz ’m nuföz altına alınma­ bir siyâsî teşekkülü hâline getirm eğe muvaf­ sına ve henüz im paratorluğa bağlanmamış fak olan sultan M elikşah, imparatorluğun uzak olan Yem en ve A den k ıt’alannın fethine me'- hudutları boyunca, askerî harekât v e fütuhatın mûr e tti ( İbn K alân isi, s. 12 1; İbn a l-A ş ir, devam e ttiğ i ve kendisinin de gençliğin bütün X, 75 v.d,). G avharayin ’in talim atı ile, kala­ zindeliğini yaşadığı bir sırada, henüz 38 ya­ balık bir kuvvet başında yola çıkan emir şında iken, vefat e tti ( 16 şevvâl 485 = 20 teş­ T örşek, emir Çubuk ve emir Yarınkuş Mekke rin IL 1092; Zubdat, 3. 83; Af}bâr, s. 49; tbn ve Medine ’yi Selçuklulara bağladıktan ve a l-A ş ir, X , 78; ibn a l-C a vzi, al-Muntazam, hutbeyi al-M uktadi ile Melikşah adına çevir­ H aydarâbâd, 1359, IX , 64). 20 gün kadar ev­ dikten sonra, Yemen bölgesine indiler. T örşek vel tekrar B a g d a d ’a gelen sultanın, çık tığ ı av 'in çiçeğe yakalanarak, ölmesi ( İbn a l-A şir, esnasında, hastalanarak vnkûa geld iği söylenen X, 77 ) üzerine, kumandayı ele alan Yarınkuş, ölümünün ( İbn İÇalânisi, s. 12 1; İbn a l-A ş ir, m uvaffakiyetli bir sefer ile ( 485 = 1092 ), Y e ­ X, 78; S ib t İbn al-C avzi, XII, 78») sebebi her men Jden başka, Aden ve havâlisini de Selçuk­ hâlde tâ b i’î bir rahatsızlıktan ziyâde, bir kasd lu imparatorluğuna ilhak e tti ( Zubdat, s. 69; olsa gerektir. F ilhakika aslında „büyük d î­ vân" tarafından iktâ edilen araziden gelirini İbn al-A şir, X, 74 ). Sünnîlik — ş i’îlik dâvasında M elikşah 'm cid­ te ’min ederek geçinen ve devlet işlerine mü­ diyetle uğraşm ası icâp eden m eselelerden bi­ dâhalede bulunmayan halife al-M uktadi ile ri de im paratorluk dâhilinde Haşan Şabbâh dünyevî hâkim iyetin mümessili Melikşah ara­ 'tn bayraktarlığını yap tığı ve sonra İsmâ'İİi sındaki ihtilâfları, uzun tecrübesi ve derin [ b. bk.] devletinin kurulması ile neticelenen vukûfu sayesinde dâimâ bertaraf etm eğe mu­ g izli bâtınî faâ liy eti idi. Bir aralık M ıs ır’da vaffak olan vezîr Nişanı al-Mulk ’ün katli ( 15 a!-Mustanşir bi ’İlâh nezdinde bulunmuş olan, ramazan 4 83= 15 teşrin I. 1092 ), saltanat— hilâ­ fak at am ir al-cuyüş B ad r al-Cam aii ile geçi- fe t münâsebetlerindeki muvâzeneyi al-M uktadi nemediği için, İran ’a gelerek ( 1081 }, dağlık aleyhine bozmuş ve sultanın halifeyi Bagdad Taberistan bölgesi ahâlisi arasında ,,dâvet-i ’dan çıkarm ak teşebbüsü halife ve etrafındaki­ cedide" propagandasına girişen Haşan Şabbâh lerden mürekkep bir gayr-ı memnûn tabaka­ ( Târlk-i cihânguşa, nşr. M irza Muhammed Kaz- nın vücûda gelm esine sebep olmuş idi. D iğer v in i, C M S , Leiden, 1937, X V I, III, 146 v .d .; taraftan Melikşah ’ın diğer zevcesi Zubayda Zubdat, s. 62 ), bilhassa A lam ut kalesini ele Hatun ’dan doğan, veliahdliğe lâyık oğlu Berkgeçirdikten ( 6 receb 483 = 5 eylül 1090 ) sonra, yaruk yerine, kendi oğlu Ahm ed ’i veliabd yap­ başta Nizâmiye medreseleri gibi, Sünnîliği tak­ mak için gayret sarfeden Karahanh prensesi viyeye uıâtûf m üesseselerin kurucusu vezir Terken H atun'un bu hususta halife ile anlaş­ Nizâm al-Mulk olm ak üzere, devlet erkânı tara­ ması bu ikisini em ellerine mâni teşkil eden fından tâkip edilm ekte idi. Onun Alam ut ’ta çe­ Nizâm al-Mulk ’ü, H aşan Şabbâh ’ın iştiraki ile, tin bir m ukavem et yuvası meydana getird iği an­ ortadan kaldırdıktan sonra, sultanı öldürm eğe laşılınca, Melikşah Alam ut ve Rüdbar „m uktaı“ kadar varan bir iş-birliğine şevketm iş olduğu Y o ru n ta ş’a Haşan Şabbâh ve taraf darlarının anlaşılm aktadır. Nitekim sultanın hastalanarak



Me l İk ş a h -



Me u k . ö l -m u a z z a M.



öldüğünü kaydeden yakarıdaki kaynaklara mu* kabil, M ucm al al-tavârih y a ’l-kişaş (nşr. Malik aî-Şu'arâ Bakar, Takran, 1317 h. §., ş. 408 ), Târîh-i Bayhak ( nşr. A hm ad Bakmanyâr, Takran, 1317 k. 5., s. 76 ) gribi eserlerden başka, bilhassa gayr-i müslim ve hilâfetin manevî nufûzumran uzak m üellifler şüpheyi haklı çı­ karacak b ilgi verm ektedirler. Urfalı Matthieu ( s. 203 ), Ermeni Vardan ( s. 184 } ve Gencel! Kiragos ( Vekaginâme, Venedik, 1863, s. 60 ) M elikşah’m zehirlenerek öldürüldüğünü söy­ lem işlerdir. H attâ Bar Hebraeus ( 1, 334 ) sul­ tana zekir içiren adamın adını bile zikretm iş­ tir. M elikşah ’m nâşı, bilâhare İsfahan 'a nakl­ edilerek, kendi yaptırm ış olduğu m edresedeki muazzam türbesine gömülmüştür. Bagdad 'daki son harp meclisinde Magrib 'i dahi zaptetm ek teşebbüsünden ( Afyhâr, s. 49 ) bütün İslâm hükümetlerini bir elde toplamağı, böylece o zamanın telâkkisine göre, dünya hükümdarı olmağı tasarladığı görülen M elik­ şah, orta boylu, geniş omuzlu ve şişmanca îd i; toparlak bîr sakalın çevrelediği penbeye yakın beyaz yüzü çok güzel idi ( Râfıat al-şudür, s. 125 ). Büyük Selçuklu imparatorluğuna bağlı m uhtelif ülkelerde tâbi hükümdarlar, m elikler ve G azne hükümdarı, Süleymanşah gibi, sultan unvanını taşıyan hükümet reisleri bulunduğu için kendisine büyük sultan {al-sulfan al-a'zam, sultân al-Slam, şahînşâh-i a’ zam ) denilmiş, ömrü boyunca gayr-i mağlûp bir fâ tih olduğu cihetle, abu ’l-fa tk lekabını almış ve hükmü altındaki memleketlerde te'siş ve ihtimamla muhafaza ettiği adaletten dolayı al-sulfân al‘ âdil diye anılmış olan M elikşah, m ülkiyet ve kadın hukukuna dâir husûsî kanunlar çıkart­ m ıştır ( metni için bk. Muhammed b. Nizam al-H usaynî, a l-U r â ia , nşr. K . Süssheim, Mı­ sır, 1326, s. 69— 71 ). Müslümanlara olduğu kadar, d iğer dinlere mensup tabilerinin huku­ kuna riâyeti sebebi ile, İslâm m üellifleri gibi, yabancı kaynaklar da onun yüksek şahsiyet ve him âyekâriığm ı belirtm ekte m üttefiktirler ( bk. Zubdat, s. 68; A hbâr, s. 3 1; lbn al ş ir , X , 78; Tabakât-i N a şiri, nşr. 'A b d al-H ayy H abibi, Kâbil, 1328 h. ş., s. 300 v.d. ; M atthieu, s. 170; A nili Samuel, bk. M. Brosset, Collection d ’historiens Arm éniens, Petersburg, 1876, II, 4 51; S. Orbelian, H istoire d e l à Siou n i, trc. M. Brosset, Petersburg, 1864, s. 182 ; Gencel! Kiragos, s. 60 ). Zamanında memleketi hayli imâr edilm iş olan ( kitab e­ ler İçin bk. Répertoire chronologique d'êpigraphie arabe, L e Caire, 1936, V if, ), âlimleri ( Omar Hayyam , Muhammed b. Ahmed aî~ Ma'müri al-Bayhalfi, G ars al-Ni'ma, 'A b d alRahmân al-îşfahâni, K âşgarlı Mahmüd, A bd lil t ç i \a«klop*75a )> Kvârİzmlileri teşvik edince, İs m a il onun fenâ niyetlerinden şüphelenerek, Hlmş ve Kerek emirleri ile anlaştığı gibi, A kkâ frankların­ dan da yardım istedi ; A yyü b 'un ordusunu yen­ mek şartı ile onlara T abariya, 'A s y a lIn ve Kudüs ’ün mülkiyetini verdi ( bk. Chronique du templier de Tyr, Gestes, 3. kitap, s. 146; Mas-



L atrie, H ist. de l ’île de



Chypr.e, Paris,



1861,



333 v.d.; M ucir al-D in, 175“!)Uzak görüşlü bir siyâset, adamı pjan A yyü b, D im eşk 'i zapt ve hıristıyanlar ile m üttefikle­ rini ezmek için, yeni iktâlar vaadetm ek sure­ tiyle, Urfa civarında bulunan hvârizmlilerden istifâde etmek dirayetini gösterdi ( bk. Con iinuation de Guitlapm e de Tyr, Rec, des Hist, des Crois., P aris, 1859, II, 562). M üttefiklere karşı, kuvvetli bir ordu hazırladı ve öncü kuv­ vetlerin kumandasını memlûkü Rukn al-D in B a yb a rs’a verdi, 1244 baharında yolları üstün­ deki şehir ve kasabaları yağm alayan hvârizmliler, frankların elinde bulunan K u d ü s’ü zapte» derek (23 ağustos ), G azze 'de bekleyen A yyü b ’un ordusu ile birleştiler ( bk. C ontin uation. . . , gost.yer., II, 563 v.d .; Ckron, du tem p . de Tyr., Gestes, 145 ). İsmffii, A yyü b ile hvârizmlilerin İttifak ettiklerini ve hücuma hazırlandıklarını haber alınca, frank ve kıbrıslıların da k a tıl­ dığı ordusu ile ( bk. Continuaiur H istorıa Ream , L ’estoire de eracles empereur, R ec. H ist. Crois., II, 428; M as-Latrie, I, 336 ) D i­ meşk ’ten çıkarak, sür’atle G azze ’ye geldi ve bu m evkide k a t’î bir m ağlûbiyete uğradı ( teşrin I. 1244). A yyü b , frank ve Suriye kuvvetlerinin taarruz tehlikesinin artık or­ tadan kalktığını görünce, onlara karşı hare­ k ete karar verdi. H ıristıyanlar ile müşte­ reken hareket eden İsma il, Dim eşk önün­ de yeniden ağır bir m ağlûbiyete uğratılarak, frankların, bir çok ileri gelenleri esir alındı ve M ısır’a sevkolundu ( A b ü Şama, Zayi 'ala ’l-Ravzatayn, 174; Ckron. du tem plier de Tyr, Gestes, 146 ; Continuation . . . , 564 ; Cont i n a t u r . , . , 430). İsmâ’ il'in başlıca şehirleri ve bilhassa merkezi olan Dim eşk gibi,. Kudüs d e , A y y ü b ’un eline geçti ( 1 2 4 5 ) ; kendisi Baalbek, Buşrâ ve civarına çekildi. , B ir müddet sonra, Dimeşk 'ın yağm a edil­ mesine müsâade edilmediğinden ve kendileri­ ne ik t i olarak yalnız Filistin 'in bir kısm ı bı­ rakıldığından dolayı, hvârizmliter ile A yyü b 'un arası açıldı. Kendisini artık kuvvetli hiss­ eden A yy ü b Bilbis yolunu kapayınca, hvârizm liler başka . kuvvetler ile berâber, onu terkettiler; İsm â'il ’in tarafını tutarak, D im eşk’i geri almasına, yardım e ttiler (1 2 4 6 ). Lâkin, hvârizmlilerin cü r’etlerini pek iyi bilen A yyüb, onlar ile yalnız b a şın a . çarpışmağı tehlikeli, bularak, diğer A yyû bî m eliklerine mürâcaat' etti. Hvârizmlilerin tedhişine bir nihayet y e r­ mek için , o zamana kadar A yyü b tarafdarı, olmayan Haleb- ve Humus melikleri, onlara karşı kuvvet gönderd-ler, Bunu haber alan hvârizmÎifer. daha evvel davranarak, al-Şâlih İsm i il ve K erek meliki Dâvüd ile birlikte.



M E LİK -O s-SÂ LİH . A yyü b ’a ortadan kaldırm ak kararını verdiler. Lâkin A yySb, d iğer A yyû bî meliklerinin de yardımı ile, Marc a l-Ş n ffa r’de- hvârizmlileri mağlûp etti ( bk. îbn al-C avzi, IX, n6*> v.d., •bir kısım kaynaklarda Kaşab ) ; reisleri Berke Han maktul- düştü (b k . A b u Şama, s. 178; al-H azraci, 157b, Muhammed Berke Han b. D avlatşah hakkında bk. Van Berchem, C I A , K ah ire,-1922, s. 185 v. dd.). Bu hezim et üze­ rine, İsma il H a le b 'e k a çtı ve hâkiminin himâyesine sığındı ; Baalbek A yy ü b ’un eline geçti, oradaki oğulları ve zevceleri Kahire 'y e götürüldü ; Dâvüd da, K erek ’ten başka, bütün topraklarını kaybetti ve H a le b 'e sı­ ğındı. ... -. . Bu m uvaffakiyetten sonra, yeni elde e ttiği kaleleri her ihtimâle karşı tahkim ettiren A yy ü b , Suriye franklarını vurmak için, 645 ( 1247 ) ’ te Fahr at-D in İbn al-Şayh kumandası altında, bir ordu yolladı. Franklar mağlûbiyete uğratılarak, Aşkalan ve T abariya zaptedildi ( bk, İbn aî-’A m id, 251» v.d .; A bü Şama, s, 180; Chron. du tem plier de Tyr, Gestes, 146; Continuatur, 430; A m adi, Chronique, nşr, M as-Latrie, Paris, 1891, s, 198). S u riy e'd ek i franklardan gelecek tehlikeden kurtulan A y ­ yüb garp âleminden gelm ekte olan yeni bir tehlike ile karşılaşıyordu. Bir taraftan K u ­ düs ’ün sukutunu m üteakip husûle gelen akis­ ler, diğer taraftan Fransa kıralı Louis IX. 'nin A v ru p a 'd a giriştiğ i teşebbüsler, hıristiyan­ lık âlemini harekete getirm iş idi. Bu haçlı hareketi İle en ziyâde alâkadar olan Louis IX. olmuş ve bizzat harekete geçerek, 1248/1249 kişini K ıbrıs *ta geçirm iş idi. A yyü b daha 1243 -te Louis IX. 'nin sefere çıkacağını ve bu hu­ susta F ra n sa ’da hazırlıklar yapıldığını haber alarak, deniz kuvvetlerinin ve sâhil kalelerinin sür’atle hazırlanmasını emretm iş idi ve hıristiyanlar ile moğulların m üşterek bir hareket ihtim âllerini dâimâ göz önünde bulunduruyor­ du. Nitekim moğullar, Louis IX. K ıbrıs ’ta iken, onunla m üzâkerelere g iriştile r; Küyük H a n ’ın İran ’daki kumandanı İiçi-H atay m ezkûr han nâmına elçilerini gönderdi ( bk. A . Remusat, Mémoires sur les relations des princes chré­ tiens avec les emperours mongols , Mem, de VA cad. des Inscriptions et Belles-Lettres, nouv. ser., VI, 434 ; VH, 335, 445 ; ayrıca bk. d’Ohsson, H istoire des M ongols, II, 187 v.d. ; R ec. H ist, Crois., H, 569, not b ). Küyük Han, Louis IX. 'ye gönderdiği mektup ile ( sureti için bk..Vin­ cen t de Béauvais, M iroir hystorial, Paris, 1331, V ) Bagdad halifesi üzerine yürümek n iyetinde olduğunu bildirm iş ve E lcezîre müslümanlarınm halifenin yardımına koşmasına mâ­ ni olmak için, -non da M ısır F.yyûbî sultanh-



611



ğıhı işgâl etmesini istemiş olmalıdır ( krş. MasLatrie, I, 344 v.d.). al-Hazraci ( ı6 3 1> ),de A y y ü b ’ un teşebbüse geçerek, Louis IX. ’e Kudüs ’ü verm ek su­ retiyle sulh yapmak tasavvurundan bahseden mübhem bir kayıt vardır. M akrizi ( al-Sulük, I, 99« v.d.) de, Louİs IX. 'nin A yyü b 'a bir mektup göndererek, onu tehdit e ttiğ i ve A y ­ yüb ’un da kâtib al-inşâ kadı Bahâ' al- D in 'in kaleminden çıkm ış bir mektup ile, mukabe­ lede bulunduğu kayıtlıdır. Louis IX, Kıbrıs ’a çıktığı zaman, A yyü b S u r iy e ’de 1248/1249 kı­ şında devam eden Humus muhâsarası ile meşgûl idi. Kendisi Louis IX. 'nin ilk baharda M ısır 'a taarruz edeceğini zannettiğinden, Humus ’ın zaptını’düşünüyor ve böylece en büyük düşmanı H aleb emîri al-Malik al-N âşir Yûsuf II. ’u berta­ raf edeceğini umuyordu ( bk. A b u ’i-Farac, T â ­ rih muhtasar al-duval, Beyrut, 1890, s. 452 ; Joinville, H istoire de S t. Louis, nşr. M, N ata­ lis de W ailly, Paris, 1872, s. 63 v.d., 123 v.d.). A yyü b fransızların hüeûma hazırlandıklarını haber alınca, halifenin elçisi al-Şayh Nacm alD in b. al-Bâdir ve al-Malik al-Nâşir Yusuf 'un elçileri Kamâl al-D in İbn al-’A dim ve Mucâhid al-D in 'in tavassutu neticesinde mezkûr em ir ile sulh akdederek ( bk. al-H azraci, 16 5b v .d .; V incent de Beauvais, V , fasıl X C V ; Mas-Latrie, 1, 349; R. Grousset, Hist. des Crois., III, 4345 M akrizi, tre. Blochet, R O L , 1907, s. 198 v.d.), em ir Fahr al-D in b. alŞ a y h ’i D im ya t’a ve em îr Husâm a l-D in ’ i K ahire ’ye gönderdi. Bir az sonra A yyü b, hasta olmasına rağm en, franklara karşı sefere çıka­ cağı haberini yayarak, mahfe içinde ( b k İbn al-C avzi, IX, 1208; al-H azraci, 166«), Uşmüm Tanâh ’ a .geldi ve içinde Bani Kinâoa 'den mürekkep bir muhafız kuvveti bulunan Dim­ y a t ’1, her ihtim âle karşı, tekrar takviye ede­ rek, emîr S a y f al-D in al-Kaym ari 'y i, buraya gönderdi. L ouisIX . hazırlıklarını tamamladıktan sonra, D im yat önünde göründü ( 5 haziran 1249; bk. G estes, 147; M as-Latrie, 1, 333 ve not 2 ). . Sâhil civarında emîr S ayf al-Din al-f£aymari ve !İzz al-D in A ybek al-Turkm âni gibi emir­ lerin kumandasındaki memluk ordusu sahte bir ric’at hareketinde bulundu; D im y a t’1 müdâ­ faaya me’mûr Bani K in ân ad e geri çekilm eğe mecbur oldu ( bk. al-H azraci, ı68b v.d.). Louis IX., hiç bir mukavemet ile karşılaşmadan, 30.000 muhârip ile ilerileyerek, 6 haziranda Dim yat 'a girdi. al-Fuvati ( s. 240 ) 'ye göre, Dimyat 'ın zap tı haberi Manşüra 'da hasta yatan Ayyüb ’dan saklanm ıştır. Bununla berâber, tbn al-Cavzi ( I X , 121 «) ile A b u ’l-Farac ( s , 433), A yyül ’un, Dimyat 'tan kaçarak, huzûruna gelen emir



678



M ELİK-üS-SÂLİH .



lerden ekserisini idam ettirdiğini kaydeder­ ler. Louıs IX. ’nin esir olduğunu göremeyen A yyö b , 23 teşrin II. 1249 ( = 1 5 şâban 647) ’da, ihtimâl dizanteri neticesinde ( krş. Zahabi, A yaso fya kütüp., nr. 3013, 73 b ) öldü ( bk. alH azraei, ıĞ9k ; İbn a l-A m id , «52*; V incent de Beauvais, V ). A yy u b ’un cesedi bir müddet saklandıktan sonra (a l-H a zraei, 169b), 648 ( 1230) 'de, kendi ismini taşıyan medrese civarındaki türbeye gömüldü ( bk. M akrizi, 1, l O l » ) ,



A yyü b 'un birden-bire vefatı, İslâm muhi­ tinde büyük bir teessür uyandırm ıştır. Ha­ yatının en faal bir devrinde, henüz 44 yaşında ölen A yy ü b , orta çağ isiâm tarihinin büyük simâlarından biridir. G ayesi Mısır, F ilistin , S u ­ riye ve İrak ’ı da içine atan v e Şalâh • al-Din ile at-KSmil 'in hâkim iyetine benzer bir devlet vücûda getirm ek idi. D âhili ve hârici icrââtı ile, S uriye — Mısır Eyyûbî imparatorluğunun tem cilerini sağlam laştırm ıştır. A y rı bir memlûk sınıfı ( mamâlik bahriya, ğiîm ân atrâk ) teşkil etm ekle kendi kuvvetini sağlam laştırm ış ise de, bu teşekkül bilâhare sülâlesinin de inkıra­ zına sebep olmuştur. İbn a i-A m id (232® )’e göre, çok şeci ve cöm ert bir hükümdar olan A yyüb, dâimâ ih ti­ y atlı hareket eder ve en küçük tedbirleri bile almakta ihmâl gösterm ezdi. Bu yüzden devlet İdâresinin işlerini sıkı bir murâkabe altında bulundururdu; huzurunda kimsenin konuşmağa, hattâ oturm ağa cesaret edem ediği hakkında bâzı rivayetler m evcuttur ( bk. msl. İbn alC a v z i, IX , 1208, *2i*>). İmâr işlerini de bü­ y ük bir alâka ile tâkip eden A yyü b ’un, R av­ za v e K a yaş ’teki sarayı ile m edresesi, dev­ rinde meşhûr binalardan sayılıyordu. Devletin coğrâfî vaziyeti itib ârı ile, sâhil kalelerinin ehemm iyetini tak d ir eden A yyü b, İskenderiye ve D im y a t'1 tak viy e e ttiğ i gibi, Sâlihiye şeh­ rini b ir hudut kalesi olarak te’sis etm iş idi. A yyü b şu lekapları kullanm ıştır: al-Mucâhid, al-Murabit, al-M uşaffar al-Manşür, Nacm alDunyâ va ’ l-Din, Sultân al-İslâm, M alik aiMuslimin, Kami' al-H avâric. Bu Eekaplar kita­ belerinde görülm ekte olduğu gibi ( bk. A . G abriel, ayn. esr,, s. 325, nr. 77, 78: van Berchem, ayn. esr., nr. 33, 34 ), nâmına kale­ me alınan eserlerde de bunlara tesâdüf edil­ m ektedir ( bk. msl. İbn V a ril, Kitâb al-târih al-Şâlihî, F âtih kütüp., nr. 4224, var. 1 ). B i b l i y o g r a f y a ' . M etinde gösterilen, lerden başka bk. bir de Y â fi'i, Mir ât al­ çaltan (H aydarâbâd, 1338), IV , 69, 112, 116 ; A bu 1 -Fidâ’, al-M uhiaşttr (İstan bul, 1268), IH, 170 v.d., 188 v .d ,; N üvayri, Nihâyat al-arab f i futtan al-adab (F â zıl



Ahm ed Paşa kütüp., nr. 224, 213i» v.d., 225b v.d., 247b v .d .) ; M akrizi, H ifat (B u ­ lak, 1270), II, 198, 236; Sayyid ’A li alH ariri, Kitâb al-ahbâr al-s ani ya f i ’l-hurab al-şalîbîya (M ısır, 13 17 ), s. 242 v .d .; Mi­ chaud ve Peujoulat, N ouvelle collection les mémoires pour servir à l'histoire de F rance, ( i. seri ), 1, 339 v.d. ; E. A sse , L a F ran ce aux Croisades (P a ris , 1888), s. 121 v.d .; R. L. Devonshire, L 'E gypte m usulm ane ( Paris, 1926 ), s. 60 v.d. ; C l. Cahen, L a S yrie du nord ( Paris, 1940 ), s. 643 v.d. ; R, G rousset, L ’Em pire du Levant (P a r is , 1946), s. 266 v.d. ( M. C . ŞEHÂBEDDİN TEKtNDAĞ.) M E L İK -Ü S -S Â L İH . A L-M A LİK a l- Ş Â L İ H , H â c c i , S a l â h a l *d în ( 1375— 1412 ), türk M emlûklerinden son M ı s ı r ve S u r i y e s u l ­ t a n ı . ' Sultan Kalâvün [b . bk.] âilesinden al-Malik at-A şraf Şa’ bân [ b. bk.] ’m oğlu olup, Sultan al-M alik al-Manşür A l i ’nin 1381 (23 safer 783 ) ’de ölümü ve kendisini sultan ilân etm ek isteyen atab ey Barkük [ b. bk.] ’un, üme­ rânın m uhâlefeti ile karşılaşarak, bu teşebbüs­ ten vezgeçm esi üzerine, kendisi „al-M alik alŞalimi Şalâh al-D in” lekabt ile sultan olmuş­ tur ( bk. A y n i, 'I k d al-cuman f i tâ rih ahi al-zamân, Veliyüddİn Efendi kütüp., nr. 2393, XIX, 263 ). Buna rağmen, yeniden atabey seçi­ lerek, nufûzu eline alan Barlfük, bundan sonra, Memlûk sultan lığı içindeki nufuzunu sağlam laş­ tırm ak ve emirlerden gelebilecek muhalefete karşı hazır bulunmak maksadı ite, faâliyete giriş­ ti. Evvelâ halife al-M utavakkii ala’tlâh I. ’1 iknâ ederek, d iğe r em irleri kendi tarafına ç e k ti; sonra Hacci ’yi, küçüklüğünü ileri sürerek, hal’etti ( bk. ' A y n i, X IX , 278 v.d. ; M akrizi, alS u la k, Fâtih kütüp., 4379, 111, 110b; İbn alFurât, T ârih al-duval va 'l-m ulûk, nşr. Zurayk, B eyrut, 1936, IX, 1. kıs m., 89; İbn Dulfmâk, al-Cavhar al-şam in, A hm ed III. kütüp., nr. 2903, 84®). Bundan sonra, bîr müddet i£al'at al-Cabal 'de kalan H âcci, H aleb atabeyi Y il-B u ga al* Naşiri 'nin, M alatya nâibi M intaş ile birlikte M ısır 'a gelip, Barkük ’u hal’ ve tek lif olunan sultanlığı'reddetm esi üzerine, bu defa „al-M a­ lik al-Manşür” lekabı ile yeniden sultan oldu ( 791 — 1389, bk. İbn al-Furât, IX , 1. kısım, 93 v.d. ; M akrizi, III, 146; İbn Hacar, înba aliu m r , Veiiyüddin Efendi kütüp., nr. 2340, I, 105®). • .



Sultan al-Malik al-Manşür Hâcci 'nin İkinci saltanatı zamanında, Yil-Buga al-Nâşiri, Haleb askerleri ile türkmenlere dayanarak, Mintaş ile bilfîii saltanatı paylaştı. Lâkin Yil-Buga’nin ihtiras ve cür’etini pek iyi bilen Mintaş, onunla iş-birliği yapmağı tehlikeli buldu. İntikam



M ELİK- û s -SÂLİH .



679



M E L tK -O s -S Â L İH . A L-M A LİK a l-Ş Â L İH , almağa karar veren Yil-Bııga, bîr kısım ümerâ ile birlikte, bir suikasd hazırladı. Bunu haber İSMÂ'İL, ‘ İM Â D AL-DİN ( 120 2 — 1 2 5 1 ) , Eyyûbîalan Mintaş, daha evvel davranarak, Ytl-Buga lerden al-Matik a l-Â d il I, A bu Bakr ’in oğlu ’yı ilk fırsatta ortadan kaldırdı. Yil-Buga ’nın olup, 598 ( 1 0 2 2 ) ’de doğmuştur. Babasının şiddetli hareketlerinden esasen memnun ol­ m emleketi taksim inde kardeşleri arasında mayan H accı, hiç bir itirazda bulunmaksızın, onun adı geçmemektedir. Kendisinden ilk kendisine karşı daha iyi davranmış olan Min­ defa 623 (1226 ) ’te kardeşlerinden at-Malİk t a ş ’ın n a ib al-huküm a olmasını kabftl etti. al-Mu’aşşatn ‘ İsâ [ b. bk.] tarafında ve Buşrâ Mintaş bundan sonra, Memlûk sultanlığı için­ hâkimi olarak bahsedilm ektedir. Şahsî men­ deki nufûzunu sağlam laştırm ak ve K erek ka­ faa t v e hâkim iyet peşinde koşan İsmâ'ii, al­ lesinden çıkarak, yeniden fâaliyete girişen B ar­ M alik al-Mu'aşşam 'İ s a ’nın ölümü ve yeri­ kük ’tan gelebilecek teh likeye karşı hazır bu­ ne oğlu al-Malik al-Nâşir D a v u d ’un geçm e­ lunmak üzere, faaliyete geçti, Suriye 'de Bar- si üzerine, onun tarafını tuttu. 6 26 ( 1 2 2 9 ) kük ’a karşı sefere çıkarken, düşmanını bir âsi ’da Dim eşk 'i muhasara eden al-M alik aldurumunda gösterm ek için, halife ile Hâcci Kâmil 'e karşı onun yanında bulunduğu gibi, 'yi de beriberinde götürdü. . Lâkin Şalçhab ertesi sene kardeşi al-M alik al-A şraf Müsâ muharebesinde ( 792 == 1390 ) Mintaş mağlû­ [ b . b k .J ’nın yanında, al-M alik al-Am cad Bahb iyete uğrayarak, Dimeşk ’e çekilmeğe mecbur râmşâh ’a karşı Baalbek muhasarasında bu­ olduğu gibi, başta H âcci olmak üzere, halife lundu. 630 ( «231 ) ’da al-M alik al-KSmil ’in ma­ ve 4 mezhep kadıları Barkük ’un eline düştüler iyetinde, ‘Am id ’in zapt ve istilâsı ile netice­ (b k , İbn Dukmâk, 88»; İbn al-Şihna, Ravçat lenen savaşlara da büyük b ir gayretle iştirâk al-manâzir, Veliyüddin Ef. kütüp., nr. 2426, etti ( İbn V âşil, K iiâb al-târih a l-Ş â lih i, 233» ). 165* ). Bu arada H âcci ’ye tarafdar şâfi’î ka­ K ardeşi al-M alik al-A şraf M u sa’nın 635 dıların Barkut; 'a karşı fenâ n iyetler besle­ ( 1 2 3 7 ) ’te ölümü ve vasiyeti üzerine, Dimeşk m eleri ve ona muhalif olarak, aleyhinde ko­ İsm â 'ii'in hissesine düştü (İb n V âşil, 234b). nuşmağa kalkışm aları, kendilerinin öldürülmesi Lâkin İsmâ'ii 'in büyük ihtirasını ve eür’eile neticelendi. Bar|çü^ Ş a k h a b ’da halifeyi tini pek iyi bilen al-M alik al-Kâm il, Di­ iknâ ederek, saltanatı ele g e ç ir d i; sonra meşk 1 onda bırakm ağı tehlikeli b u ld u ; 4 y i c c i 'yi, kadılar ile berâber, Kahire 'ye ge­ ay sonra Dim eşk *i muhasara e tti ise de, tirerek, bi’at merasimini tekrarladı ( îbn al- ancak karşılığın da eski mülkü olan Buşrâ ’dan Furât, IX, 1. kısm., 200). başka Baalbek ve Bilfâ' ’ 1 verm ek suretiyle, Kendisine kalede bir ikam etgâh tahsis edi­ mezkûr şehri kendisine bırakm ağa mecbur len f^âcci, Barkük tarafından hürmetle mua­ edebildi (İb n V âşil, 235b v.d,, 237«; almele görmüş ve onun tarafından sık-sık zİyâ- H azracî, T ârih davlat al-akrâd va 'l-atrâk, edilmİştir. Etrafındakilere karşı çok haşin dav­ Hakim-oğlu A li Paşa kütüp-, nr. 695, 141b ). ranan H âcci ’nin, câriyelerinin feryat seslerini Bu aralarda Muhy al-D in İbn al-C avzi dışarıya duyurmamak için, çalgı çaldırmağa ’nin, halîfe al-Mustanşir bi ’ İlâh 'm elçisi ola­ başlaması üzerine, Barkük bu ziyâretlerine rak, oynadığı role de işaret etmek icâp eder. nihâyet verm iştir. Kendisini içkiye vermiş İsm â'ii bundan sonra B a alb e k 'e çekilm iş ise olan y S c e i, sarhoşluk ile, Bar|cülf ’a ağır ha­ de, çok geçmeden, al-Malik al-Şâlih Nacm karetlerde bulunmuştur. K endisi 814 ( 1412 ) ’te al-Din A yyü b [ b. bk.] 'un, oğlu al-M alik âl* Ölmüş ve böylece Kalavûn ailesi sona ermiştir. Muğiş Patlı al-D in O m a r’i D im eşk ’te bıra­ B i b l i y o g r a f y a : Metinde ismi ge­ karak, babasının tahtına geçm ek için, M ıs ır’a çenlerden başka bk. bir de ibn y a b ib al- doğru yola çıkm ası üzerine, Himş meliki alH alabi, D urrat al-aslök f l davlat al-atrâk Mucâhid Şirküh (1 1 8 5 — 1239) ile birleşerek, (z e y il, Hazîne kütüp., nr, 1459,11!, 4031» Dim eşk '1 muhasara etti ve 27 safer 637 (1240) v.d.}; İbn HaÇib al-N âşiriya, al-Durr al- ’de, esâsen kendisine tarafdar olan şehri zapt muntahab ( Lâleli kütüp., nr. 2036,1, 199» ile Muğiş al-Diu 'O m ar’i tev k if ettirdi ( Abu v.d .); İbn Haldun, a l-lba r, V , 492 v .d .; İbn Şâma, Zayi 'ala ’l-R aviatayn , Mısır, 1366, s. K â zi Şuhba, Z a y i , , . (B ib i. Nat., nr. 1598, I 169; al-H azraci, 147b, 149a ). Bu esuâda Mısır ’1 1, 272 v.d .); İbn T ağribirdi, al-Naeüm ( A ya- elde etm ek üzere, K erek hâkimi al-Malik sofya kütüp., nr. 3496, V , 163 ); ayn. mil., al-N âşir Dâvüd ile birleşen N««w M -D in A yal-M ankal a l-şâ fi ( Ahm ed III. kütüp., nr. yüb 'a karşı İsmâ'ii bir kuvvet hazırladı ise 3018, II, 272» — 273b ) ; ayn. mil., M avrid al- de, al-Favvâra "de kanlı bir m ağlûbiyete uğ■ la iâfa f i man valiya 'l-sal(ana va "l-hilâfa ;1 rayarak, çekilm eğe mecbûr oldu. Bu vak’a üzerine intikam almağa karar ve­ (F â tih kütüp., nr. 4505, 82“ v.d., 83b v d.). ren İsmâ'ii, bir müddet sonra, D im eşk’in şâfi ( M . C . Ş e h â d e d d i n T e k In d a ğ .)



6So



MELtK-Os-SALİH.



ve mâlikî ileri gelenlerinin itirazlarına rağmen! Ş a k if A rnün { Beaufort ), Tibnin ile Şafad Ji hıristiyanlara teslim edince ( A b u Şama, s. 170 ; Ph. de N evaire, Esioire de la Guerre, Gestes des Chiprois, nşr, Raynaud, Ceneve, 1887, 2. kitap, s. 121 ), al-M alik al-ŞSli^ Nacm al-Din A yyü b, fenâ niyetlerinden şüphelenerek, al-M alik al-Cavad Yunus ile bir anlaşma akdetti (638 = 1241). Bu anlaşmadan telâşa düşen Ism â'il, oğlu M ugis al-D in 'O m ar ile Husâm al-D in b. ‘A l i al-H adyâni ’yi serbest bırakm ak ve hutbeyi kendi nâmına okutmak üzere, Nacm al-D in A y y ü b ’a müracaat e tti İse de ( tbn al'A m id , Tarif}, L âleli kutup., nr. 2002, 245b ), onun kendisine karşı hvârizm lileri teşvik etti­ ğini öğrenince, Himş ve K erek m elikleri ile a n la ştığ ı gibi, A k k â franklarından da yardım istedi ; Nacm al-D in A yyü b ’un ordusunu yen­ m ek şartı ile, onlara T abariya, ‘A skalân ve K udüs 'ü bırakm ağı kabul e tti ( bk. Chronique du tem plier de Tÿr., G estes, III. kitap, s. 146; M ucir al-Din, ayn. esr., 175“ ). D im eşk ’in zaptı gâyesini güden Nacm alDin A y y ü b ’un kendilerine yeni iktâlar vaadedîlen hvârizm liler ile kendi aleyhine münâse­ betlerde ve hazırlıklarda bulunduğunu . bilen IsmâMl, bunları ortadan kaldırm ak üzere, ha­ rekete geçerek, frank ve kıbrıslılarm da ka­ tıld ığı kuvvetleri ile G azze ’ye geldi ise de, bu m evkide kat’î bir m ağlûbiyete uğradı (1 8 teşrin I. 1244), Bu şiddetli savaş, m ütte­ fik frank ve Suriye kuvvetlerinin mahvı ile neticelendi. H ıristiyanlar ile müştereken hare­ ket eden İsm a il, Dim eşk önünde de yeni bir m ağlûbiyete uğratıldı. Bu suretle lsm â'il 'in başlıca şehirleri,, bilhassa merkezi olan Dimeşk, Nacm al-Din A y y ü b ’un eline g eçti ( 1 2 4 5 ) ; İsm ail, Baalbek, Buşrâ ve civarına çekildi. Bir müddet sonra, D im eşk ’in yağm a edil­ mesine müsâade edilmediğinden ve kendilerine iktâ olarak yalnız Filistin 'in bir kısm ı bırakıl­ dığından, hvârizmliler ile Nacm al-D in A yyü b ’un arası açıldı. Hvgrizm liler İsm a il'in tara­ fını tutarak, onun Dimeşk ’i geri almasına yar­ dım e ttiler ( 1246 ). Lâkin hYârizmlilerin eür’etlerini pek iyi bilen Nacm al-D in A yyüb, onlar ile yalnız başına çarpışm ağı teh likeli bularak, d iğer E yyûbîiere m üracaat e tti. Bunu haber alan İsm a il, daha evvel davranarak, hvârizm liler ve K erek m eliki D iv ü d ile bir­ likte, Nacm al-D in A yyü b ’u ortadan kaldır­ mak kararım verdi. Lâkin Nacm al-Din A yyü b, Marc al-Şuffar ’de hvârizm liler ile birlikte hare­ ket eden İ s m a il’i mağlûp e tti ( bk. İbn alC a vzi, IX, 116“ v.d. ; al-H azraei, 157 b ). Bu .ezîm et üzerine, İsm a il H a le b ’e al-M alik alNâsir Y ûsuf II. ’ un yanma kaçtı ve bu melikin



himayesine sığın d ı; Baalbek Nacm al-D in A yyü b 'un eline geçti ; oradaki oğulları ve zevceleri K a h ire ’ye götürüldü. Bundan sonra H aleb hükümdarı Yusuf II. ’ un hizmetine giren İsma i l ’in, Memlûk emirlerine karşı fenâ n iyet­ ler beslemesi ve Turanşah [ b. bk.] ’m intika­ mını almak üzere, hükümdar ile birlikte, M ısır’a yürümeğe kalkışm ası, ‘A b b â a a 'd e A yb e k al-Turkm âni tarafından öldürülmesi ile neticelendi ( 10 zilkâde 648 ). B i b l i y o g r a f y a : İbn al-Fuva(i, a lH avadis al-câm f a ( nşr. M ustafa Ceirad ), Bagdad, 1 3 s i, s. 115 v .d .; A bu 'l-Fidâ,' alM uhtasar ( İstanbul, 1287 ), III, 171 v.d. ; N uyayri, Nihâyat al-arab ( Fâzıl Ahm ed Paşa kütüp., nr. 224, X XVII, 224b v.d., 243» v.d. ; Zahabi, Tarih al-islâm ( A yaso fya kütüp., nr. 3012,249b v.d-, 259 b ) ; H. Sanvaire, D escription de Dam as ( J A , 1894, s. 499, not 3 3 8 ); A m adi, Chronique (n ş r. MasL a trıe ), Paris, 1891, s. 186. ( M. C . ŞEHABEDDİN TEKİNDAĞ.) M E L İK -O s-S Â L İH . a l- M A L İ K a l- Ş Â L İ H , İSM AİL, ‘ İMÂD AL-DİN ( 1325— 1345 ), türk memlüklerinin [ b. bk.] 16 ’ sı ve al-M alik al-Nâşir M uham m ed'in tahta geçen 4. oğlu olup, kaynakların bildirdiklerine göre, biraderi al­ Malik al-Nâşir Şihâb al-D in A hm ed 'in, K e ­ rek 'e çekilerek, avdet etm eği reddetm esi üze­ rine, ,,al-M alik al-ŞSlih İm S d al-D in “ lekabı ile, sultan olmuştur ( 21 muharrem 743 ; bk. İbn H abib al*I^alabi, D urrat al-aslâk f i davlat al-atrâk, H azîne kütüp., nr. 1459, II, 250 b; İbn Durm ak, al-Cavhar al-şam în f i siy ar al-hutafa' va ’ 1-m ulâk va ’l-salü tin , Fâtih kütüp., nr. 4313, 69“ ; ‘A y n i, !îk d al-cum ân f i ta rih ahi al-zam an, Veliyüddin Efendi kütüp., nr. 2395, XIX, 68 ), H alife ve kadı­ ların da bi’at ettik leri İ s m a il’in seçilmesi, fazla dindar olm ası sebebi iledir. IÇuş 'ta bulunduğu sırada, haftada bir kaç gün oruç tutar, zamanını K u r’an okumakla geçirirdi. İbn Ş â k îr al-Kutubi ( ‘ Uyun al-tav 3 rif}, K ara-Ç elebî-zâde Hüsâmeddin Efendi kütüp., nr. 276, 2 7 9 b ) ’ye . göre, bu . hâdise müslümanUr için hayırlı olmuştur. Bi’at merasiminden sonra, cürmü olmayan hiç bir emîri tevkif ettirm e­ yeceğini vaad eden İs m a il, ilk iş olarak, K oson'un em irlerini hapisten çık a rttığ ı gibi, İskenderiye hapishanesinde bulunan Ümerâyı da serbest bıraktı (b k . ‘A y n i, XIX , 68). A y ­ nı zamanda Dulkadırlılardan [ b. bk.] K araca B e y in H aleb nâibi emîr S ayf al-D in Yil-Buğa al-Y ah yavi ile mücâdelesi ve Memlûkleri mağlûp etm esine rağm en, esirleri K a h ire 'y e göndererek, itizar etm esi üzerine, mazeretini kabûl edip, onu Elbistan naipliğine tâyinin t



MELİK-ÜS-SÂLÎH. dâîr bir ferman gönderdi. Bana rağmen, bütün kudret, kendisini tahta çıkarm ış olan nâ’ib alsaltana Şams al-D in A k-Snngur al-Sallâri ’nin elinde idi ( bk. İbn H abib al-Halabi, II, 25 l a ). M ezkûr emîrin İsrarı üzerine, kardeşi A hm ed ’in Kerek ve Şevbek bölgesinde kal­ masına müsâade ederek, onun hükümdarlık alâmetlerini göndermesini isteyen İsmâ’ ii, bir müddet sonra, A h m ed'in , kendisini öldürmek üzere, K erek arapları ile birlikte M ısır ’a yürü­ düğünü öğrenince, 17 rebiülevvelde emîr Husâm al-Din al-Başm akdâr’ın idaresinde K e ­ rek ’e asker göndererek, Ahm ed 1 tazyik etti ( bk, İbn Şâ k ir al-K ntubi, 2800 ). İsmâ’ ii halk üzerindeki nufûzunu kuvvetlendirecek ve Mı­ sır halkını kendi şahsına bağlayacak muhtelif tedbirler a ld ı; bozulan fülûsleri kaldırarak, üstünde kendi ismi yazılı yenilerini bastırmak suretiyle ( bk. ‘A yn i, XIX , 70 ), büyük şehir­ ler halkının ve tacirlerin teveccühünü kazandı Uzak şarkta ve Hindistan 'da halife ve sulta­ nın itibârına hiç bir halel gelmem iştir, Dehii ’ den Muhâmmed Tuğluk bir elçi hey’etı gön­ dererek ( 7 4 4 = 1 3 4 3 ), halifeden menşur iste­ miş ve sultana tâbî olmak arzusunu izhâr ile ulemâ ve fakîhler gönderilmesini ricâ etmiştir. Bu arzuları memnûniyetle yerine getirilm iş ve Rukn al-Din al-Ma!a|i bu işe me’mûr edilm iştir ( bk. M akrizi, al-Şulük, Fâtih kütüp., nr. 4388, V , 99»; elçinin Muhâmmed TuğlnSf tarafın­ dan karşılanışı hakkında bk.- Y . H. Bayur, 'Hindistan tarihi, A nkara, 1946, I, 327 ). Re­ ce b ayında, saltanatı ele geçirm ek ü z ere.ter­ tibat alan sultanın diğer kardeşi al-Malik Ra­ mazân, kendi adamları ile birlikte, bir îsyân h a zırla d ı; fak at K übbat al-Naşr ’da mağlûp olup, K e r e k ’e kaçmak istedi ise de, yakala­ narak, K a h ire ’de öldürüldü ( bk. İbn H abib al-H alabl, II, 251b; 'A y n î, XIX, 69). ‘ Bu sırada A h m e d ’i tekrar sultanlığa g e tir­ meğe karar veren Mısır nâibi A k-Sungür alSaün r gizlice teşebbüse geçti ( 744 — 1343 ). Bunu haber alan ism â'ii, daha evvel davrana­ rak, onunla birlikte hareket edenleri tev k if e t­ tird iğ i gibi, Ahm ed 1 de ilk fırsatta ortadan kaldırm ak kararını v e r d i; K erek 'e yeniden ku vvet göndererek, bu müstahkem mevkii ele geçirdi (22 safer 7 4 5 ) ; A h m e d 'i K a h ire ’ye getirterek, öldürttü ( İbn H abib al-H alabi, H, var. 261; İbn Ş â k ir al-K utubi, 286»), Bu suretle Memlûk sultanlığı için deki' nufûzunu t e ’min maksadı ile faâiiyeie girişen ismâ ii, birden-bire . hastalanarak, iki ay içinde öldü ( 745 == 1346 )- Henüz 20 yaşında bulunan sul-, tan, kendisinden sonra kardeşi Şa ban ’ı halef gösterm iş idi { İbn H abib al-H alab:, îl, 265b ), C esedi bir müddet saklandıktan sonra] vasi­



68 ı



yeti mûeibinoe, kardeşi al-Malik Şa'bân ta­ rafından, Manşüra ’de babasının türbesi ya­ nına gömüldü ( bk, 'A y n i, XIX, 74 ). İsma il ’in birden-bire ölmesi, halk arasında büyük bir teessür uyandırmış ve bir çok şâirler tara­ fından ona m ersiyeler yazılm ıştır ( bk. İbn T ağribirdi, al-Manhal a l-şa fi, Topkapı sarayı, A hm ed III. kütüp,, nr. 3018, I, 128b). Y akışıklı bir genç olan İsmâ'ii çok samimî bir müslüman idi. Ş eriat bükümlerine riâyet etm ekle kardeşleri arasında temayüz etm iş idi. al-Malik al-Manşür Kalavun ’un medrese­ sinde, 4 büyük sünnî mezhebine mensup ka­ dılar için dersler ihdas etm iş idi (b k . İbn Dukmak, 69«). ‘ ' Kal a t al-Cabal ’de bulunan babasının câmiini, Mekke ’de v.b. yerlerdeki dinî bina­ ları tâm ir ettirm iş ve bunlara vakıflar tah­ sis eylemiş idi ( bk. İbn T ağribird i, al-Manhal a h ş â fî, i, I29a ). ■ ( B i h l i g o g r a f y a ; Metinde ismi ge­ çenlerden başka bk. bir de M ufazzal b. alF a iâ ’il, al-Naho al-sadîd ( Bibi. Nat., arap. yazm;, nr. 4525, var. 240 v.d .); İbn Kagir, at-Bidâya ya ’l-nihâya ( M ısır t a b .), XIV, 209 — 216; Şa fad i, A 'yân a l-a şr ( A yasofya ' kütüp., nr, 2967), V , 19a; İbn T ağribirdi, ' al-Nacüm ( A yaso fya kütüp,, nr. 3496), IV , 379 v-d., nr* 3 4 9 7 » V , yar, i v.d .; ayn. mil., M avrid al-latafa f i man yallya 'l-saltana va 'l-h ilâ fa (F âliH kütüp., nr. 4505, 7&a v.d.). ” ' ' (M . C . Ş e h â b e d d İn T e k In d a ğ .) M E L İK -O s-S Â L ÎH . AL-M ALİK AL-ŞÂLİH , İs m â İ l , N ur a l -D în ( 1 1 6 2 - 1 1 8 1 ) , Z e n g î l e r s ü l â l e s i n d e n , Haleb hâkimi ( başta bîr de Şam hâkimi ) ; H aleb ve Şam atabeyi Nür al-D in [bî b k .]’in oğlu ve Zengi ’nih toru­ nu olup, 569 ( 1173 ) yılında, henüz 11 yaşında bir çocuk iken, babasının yerine tabta geçm iş­ tir. G erek Şam ve Haleb em irleri ve gerek Şalâh al-D în [ b. bk.] tarafından hiç bir itiraza uğramamış, hutbeler kendi nâmına okunduğu gibi, paralar da onun adına basılm ıştır. Y a l­ nız yeğeni Musul hâkimi Sayf al-Din Ğ âzi, Şalâh al-Din ’e karşı harekete geçm ek üzere olan Nür al-Din aleyhinde sefere hazırlanmış bulunuyordu ve bu durumdan istifâd e île alC a zira ’nin Nur al-D in ’e â it şehirlerini ele geçirm ek iste d i; frenkler de bu fırsattan fa y ­ dalanarak, Bâniyâs kalesine karşı harekete geçtiler. Bu tereddütlü vaziyette emirler Şa­ lâh al-Din ’ den yardım istem ek veya düşmanlar , ile anlaşmak şıklarından birini tercih etmek ] mçcb’û riyetinde kaldılar ve ikinci şık tercih edildi. Sayf ab Din G a z i ’nin zap tettiği şehir­ ] feri 'kendisine bıraktılar ve Franklara Şalâh



68 z:



MELİK-üs-SÂLİH.



a l-D in ’in M ıs ır’daki isyanı bastırm ış oldu­ ğunu ve Nur a l-D in 'd en a rtık korkm adığını ve onu boş yere kızdırm akta bir fayda bulm adiğim anlatm ağa (a lış tıla r; üstelik Frank. 1ar epey yüksek bir m eblâğ elde e ttiler. .Ğâzi ile yapılan muahede idarenin sık let m erkezini H aleb ’e nakletti ve îsm â i* orada emniyet altına alındı. D evletin idaresi m uktedir kim­ selerin eline geçti. Bundan dolayı nüfuzlarını kaybetm iş olan Şam emirleri Şal âl; al-Din 'i davet e ttiler. Franklara karşı bu kadar zayıf davranışa ve G âzi 'nin arzularına bu kadar boyun eğilmesine şok kızmış olan Şalâh al-Din, kendisini vaktin de yardıma çağırm adığı için, İsm â'il ’e sitem dolu bir m ektup yazdı. Eskiden N ur al-D in, çok zayıf düşen Bönlerden A b ak [ bk. mad. BöRİLER ] yerine, nasıl Şam 'a hâkim olm ak istem iş ise, bu defa Şalâh al-Din için de burada hakikî kuvveti elinde bulundurmak o kadar zarurî idi. O kendisini şim dilik ve res­ men İsmâ’i l ’in sâdık tâbi’i olarak gösterebi­ lirdi. Fakat Şam 'a gelince, kale kendisine tes­ lim edilm edi; İs m â 'il’in hadım -ağası Rayhân, ancak aylarca süren müzâkerelerden sonra, kaleyi teslim e tti. F ak at Şalâh al-Din ile İsma il arasında bir anlaşma yapılam adı; aksine olarak, halebdeküer gizlice franklar ile müzâ­ kerelerini devam ettirdiler. Şalâh al-Din ha­ rekete geçm eğe karar v e r d i; Hama ile Himş 'ı aldı ve cem âziyelâhır 570 (1 1 7 4 sonları ) ’te Haleb ’i m uhasaraya başladı. G âzi de, ism â'il ’in m üttefiki sıfatı ile, Küm üş-Tigin ’den yardım istedi. Onun gönderdiği kuvvetler, H aleb kuv­ vetleri ile birleşerek, Hamâ ’ya karşı yürüdü ve Şalâh al-Dİn kuvvetlerini geriden teh dit etti. T abi’î bir maharete sahip olduğu inkâr edilmez bir hakikat olan İsmâ’ il halkı, babasının yapmış olduğu iyiliklere mukabil, onun yetim oğlunu da ellerinden geldiği kadar müdâfaa etm eğe dâvet etti. IsmS'iI 'in sözlerinden beyecâna gelen H aleb halkı şehri gayret , ve cesaretle müdâfaa etti. Bütün S u r iy e ’de tek bir nümûne teşkil eden bu m uvaffakiyet ve istiklâl zihniyeti, bundan sonra da halebiilerin bârız vasıflarından birini teşkil etm iştir. H aleb kumandanı Küm üş-Tigin eesâreile çarpıştığı gibi, d iğer tedbirlere baş-vurmaktan da geri durmadı. Haşîşîlerİn [ b. bk,] reisi S in in 'dan meşhur fedaîlerini Şalâh a l-D in ’e karşı gön­ dermesini ricâ e tt i; yaln ız bunlar Şalâh alDin ’i öldürmeğe m uvaffak olamamışlardır. Küm üş-Tigin e sir olarak H a le b ’d e bulnnan Trablus hâkimi Kont Raym ond’u serbest bı­ rakmış ve onu Himş 'a karşı harekete g eç­ meğe iknâ etm iştir. Durumun teh likeli ol­ duğuna gören Şalâh al-Din, İsmâ'il ’in vâlist olarak Şam ’da kalm ak şartı ile, i^imş ve



Hamâ ’yı teslim e hazır olduğunu bildirdi. G âzi kardeşi ‘imâd al-D in Z engi II. 'nin geleceğini ümit ettiğinden, bu tek lif, bü­ yük bir tedbirsizlik eseri olarak, kabûl edil­ m edi; fak at kardeşi Şalâh al-D in ile olan dostluğunu bozm adı ve gelmedi, tki tarafın kuvvetleri Hamâ yakınlarında k a rşıla ştıla r; Şalâh al-D in düşm anlarını tam bir mağlûbi­ yete uğrattı ve bununla S u r iy e ’nin mukadde­ ratı tâyin edilmiş oldu. Kendisi bir daha H aleb önüne geldi ve şehri daha sıkı bir şekilde muhasara etti, İsmâ'il şevval 570 ( 1175 ) ’te sulh akdine mecbûr oldu. Şalâh al-D in Hamâ, Himş, Şam vo bir çok diğer mühim şeh irleri hâkim iyetine aldı. İsm â'il ise, Haleb ile iktifa etmek mecbÛriyetinde kaldı. Bu m uvaffakiyetin ehemmiyeti çok büyük olmuştur. Şalâh al-D in kendisini m üstakil Hân etti ve İsm â'il ’in adını hutbe ve sikkelerden çıkardı. Ç o k geçmeden, A b b asî halifesi al-M usta'zı ’nm elçisi Hamâ 'ya geldi ve Şalâh al-Din ’e mûtad hiPatierden başka, ayrıca M ısır ve Suriye için sul­ tanlık ( aî-sa lta n a ) menşurunu da tevdî etti. E rtesi sene ( 571 = 1175/1176 ) Şalâh al-D in ile Zengİ em irleri arasında çarpışm alar vukua geldi ve bunu müteâkip, aynı yılın zilh icce­ sinde Şalâh al-D in tekrar H aleb üzerine yü­ rüdü. G erek askerler ve g e re k ahâli şehri o kadar ga y re tle müdâfaa e ttile r ki, Şalâh alD in ’e geri çekilm ek ve nihâî bir salh akdet­ m ekten başka (57a = 1175) yapacak 5®y kalmadı. Daha önceki sulh şartları te’y it edildi. K ısa bir müddet sonra, Şalâh al-Din, küçük kız kardeşinin ricası üzerine, ’A z i z kalesini İs­ m a i l ’e iâde etti. O günden itibaren Şalâh al-D in ile İsm â'il arasında sulh te’min edilmiş oldu. Bâzı kaynak­ lara göre, Şalâh al-Din hatta İsm â'il 'in daha da kuvvetlenm esine yardım etm ek istem iş, yalnız memlûklerinin bunu tasvib etm em eleri üzerine, bu fikrinden vazgeçm iştir. İsm â'il gerçekten emin bir mülk olan H aleb ile iktifâ ed er gö­ rünmektedir. A sk e rî seferlerden 572 ( 1175 ) ’de de ahâlisinin «dağ şeyhi“ SinSn ile bir­ leşm ek isteyen C abal ( H aleb 'in cenubunda, bk. Y âkü t, Mu cam, nşr. W üstenfeîd, H, 21 ) bavâlisİne yapılan bir hareket ile kendisinden çoktan şüphe e ttiği K üm üş-T igin'den almak istediği idârim 'in muhasarası zikredilebilir. KÜmüş-Tigin mal ve mülkünü H aleb ’den çı­ karm ak ve idârim ’i teslim husûsunda F ranklar ile m üzâkereler yapmakla ithâm edildi. Bunun üzerine ism â'il ona esir ederek, kısa b ir müddet sonra, idâm ettird i ( 573 = 1176 ) ; fa k a t Frank­ la r Küm üş-Tigİn ile yapmış oldukları anlaşmaya dayanarak, 574 ’te ffârim önüne geld iler ve Şehri çok ağır bir şekilde tazyik e ttiler. Ricâ-



M ELİK-üs-SÂLİH ia n üzerine, İsm ail Hârim ahâlisine yardım gönderdi ve nihayet para ve teh dit ite, Frank­ ların, onu Şalâlj a l-D in 'e bırakarak, geri çe­ kilm elerini te ’min e tti ve şehri kendi eline geçirerek, oraya bir vâli tâyin etti. 576 ( X180/ 1181 ) ’da İsm â'ii ağır surette hastalandı. E v­ lenmemiş olduğundan, kendisinin vârisi yok id i; a l-G âzi de bir müddet ünce ölmüş bulu­ nuyordu. Onun için, kendisinde Şalâh al-D in ’e m ukavemet edebilecek bir k ab iliyet gördü­ ğü Musul hâkimi ‘İzz al-Din M as'ü d ’u halef tâyin etti. Ertesi yıl ( 577 = 1181 ) vefat etti. T ah ta çıktığı vakit İsmâ'ii o kadar genç idi k i, devletin b â zı kısımlarının elinden çıkmış olmasından mes’ûl tutulam az. Franklar ile an­ laşmak suretiyle tâkip e ttiğ i ayrılık siyâsetin ­ den ne kadar mes’ûl olduğunu tesbit etm ek im kânsızdır. H aleb hâkim iyetini sağlam bir şekilde elinde tutm uştur. İlk günden, daha çocuk iken, halkın sevgisine mazhar olmuş olm alıdır; halk kendisini her va kit büyük bir cesaretle müdâfaa etm iş ve ölünce de, içten gelen bir sam im iyet ile, mâtem tutm uştur. B i b l i y o g r a f y a ' . Mufassal kaynaklar için bk. R ecueil des H istoriens des Croisades, H istoriens orientaux, I, A b u ’ 1-Fidâ’ v e İbn a l-A ş ir, K a m il al-tavârih ; 11, İbn a l-A şir, H istoire des A iabecs} III, K am âl al-Din, B uğ yat al-talab f î tarifa ffala b ; ayn. mil., Zubdat al-Halab f î tarifa fafalab (tr c . Blochet ), Paris, 1900; bk. bîr de mad. Ş A LÂ H A L -D ÎN , haçlı seferlerin e dâir eserler. ( S O B E R N H E IM .)



M ELİK -üs-SÂLİH . A L -D ÎN .]



'



[B k .



şÂ L iy,



SALÂy '



M E LİK -üs-SÂ LİH . [Bk. SÂLltf, şam s ALDÏN]



M E LİK -üz-ZÂ H İR . a l -MALİK a l -ZÂHİR, GÂZİ ( 1 1 7 2 — 12 16 ), Şalâh al-D in A yyü b i [ b. bk.] ’nin ikinci oğlu olup, A bu ’1-Fidâ’ ( al-Mufataşar, İstanbul, 1286, III, 1 2 3 )'y a göre, 568 ( 1 1 7 2 ) ’de K a h ir e ’de doğm uştur. Lekabı al-M alik al-Zâhîr Ğ iyâg al-D in A b u ’ 1-Fatlı olan Ğ âzı, H a leb ’in saf er 579 (h azira n 1183) ’da Şalâh al-D in A yyü bi tarafından zap tı üze­ rine, henüz küçük bir çocuk iken, ism en H aleb valisi tâyin edilm iş ve bir müddet sonra burası amcası al-M alik a l-'Â d il 'e verilince, Dim eşk 'e gitm iştir ( bk. İbn a l-A şir, al-Kâm il, nşr. Tornberg, XI, 330 v.d.; İbn Şaddâd, a l- A lâ k al-faafîr a f î zik r umara’ al-Şam va ’L-Cazîra,Ayn.sofya kütüp., nr. 3084, var, 30; al-H azraci, Tâ­ rih davlat al-akrâd ya ’l-atrâk, Hakim-oğlu A li Paşa kütüp., nr. 695, 14 °). 3 y ıl sonra, Şalâh al-D in K u d ü s’ ü zaptedince, H a le b ’i, diğer bir kaç şehir ile birlikte, G âzi 'ye tev­ cih ederek, onu erm eniler ile haçlıların her



MELİK-ÜZ-ZÂHİR.



053



hangi bir hücûmuna karşı devletin şimâl hu­ dutlarının müdâfaası ile vazîfelendirm iştir, G âzi, zekâ v e kabiliyeti He, az zamanda kendini gösterdiği gibi, haçlılara karşı mücâ­ delede babası ile birlikte çarpışm ıştır. G âzi Sûr muhasarasına iştirak e tti ve cem âziyelâhır 584 ( ağustos 1188 ) ’te, babasının emri ile, ev­ velce hıristiyaniar tarafından zaptedilm iş olan Sarm in iya kalesini geri alıp, yüzlerce müslü­ man esirini ku rtard ı; 586 ( 1190 ) ’da, A k k â ve Y a fa için başlayan harplere de büyük bîr gayret ile iştirak e tti ( bk. İbn al-A şir, X I, 366; XII, 7, 34), İntikam almağa ka­ ra r veren Trablus kontu Bohemond IH. Friedrich Barbarossa ’nin ölümü üzerine, hiz­ metine giren almanlar ile birlikte, Haleb 'e karşı bir sefer hazırladı ise de, almanlar, kanlı bir m ağlûbiyete uğrayarak, çekilm eğe mecbûr oldular ( Cl. Caben, L a Syrie da Nord, P a­ ris, 1940, s. 433). Bu zaferin kazanılmasın­ da büyük bir hissesi olan Ğ âzı, babasının emri ile, Anadolu Selçuklularının darbelerine karşı koymaktan âciz kalan M alatya emîrine yardım etm ek üzere, harekete geçerek , Behesni ile Maraş kalelerini zap tetti ( 119! ). İbn Şaddâd ( a l-A 'lâ k a l-halîra, var. 213 ) 'a göre, A 'zâz da bu sırada alınarak, Gâzİ tarafından S ayf al-D in b. ‘A lam a l-D in ’e ik tâ edilm iştir. Şalâh a l-D in ’in 27 safer 589 ( 4 m art 1193) ’ da ölümü ve m em leketin kardeşleri arasında taksim i üzerine, H aleb, Harim, T eli Bâşir, A 'z â z , Barziya, Darb-sâk ve Manbic G âzi ’nin hissesine düştü (ib n a l-A ş ir, XII, 63; İbn Şaddâd, var. 213 v.d,; ayn. mil., S ir a i al-sulfân al-M alik al-Nâşir Şatafa a l-D în Yûsuf, nşr. A . Schultens, 1755, s. 6 1 ; ‘İmâd al-Din İşfahâni, K . a l-K u ssî f î fatfa al-K udsi, nşr. C. de Landberg, s. 460 v.d.). Ç o k geçmeden, Şalâh a l-D in ’in oğulları olan al-A fza l, a l-'A z iz ve al-M alik a l-A d il arasında taht İçin niza başlayınca, G azi önce ara-bulucu rolü oynadı. 590 ( 1193/1194 ) 'd a al-Malik al-1A z iz ’Oamân evvelâ al-A fzal ’a karşı yü­ rüdü; fakat G â z i ’nin ve E lcezîre ’deki amcası al-M alik al-:Â d i l ’in müdâhalesi ile, sulh yeni­ den teessüs etti. A nlaşm a mûcibince, Çabala ve L âzkiye de G âzi ’de kalacak idi ( bk. İbn a l-A şir, XII, 71 ). E rtesi sene al-M alik a l-'A ziz yeniden fütûhat hevesine düşünce, G âzi, al­ Malik al-A fzal ile b irleşti ve onu M ısır’a dönmeğe mecbûr e tti ve bîr anlaşmaya, varıldı. Bu yeni anlaşma mûcibince, Hama meliki al­ Malik al-Manşur gibi, Mardin m eliki al-A m ir ‘İzz al-Din, T eli Bâşir meliki emir, B adr al-Din Diiderem ve Y â rü k iy a memlûkleri ile birlikte, Ğ âzi ’nin m aiyetinde bulunacak idi. G âzi, bu emirlerin muhalefeti ile karşılaşınca, Badr al-



6 84



MELIK-üz-ZAHiR.



Din Dilderem île Yârükiya ’leri tevkif ettird iği gibi ( o teşrin II. 1203 ), aynı senede Lâzkiye gibi, T eli B â ş ir 'i de kuşatıp, bir müddet şid­ 'y i ele geçirm ek isteyen haçlı reislerinden detli tazyik ve bücûmlarda bulundu ise de, zapta birinin kumanda e ttiği kuvvetler ile muharebe m uvaffak ulamayarak, muhasarayı kaldırdı ve edip, gâlip geld i(bk .V ü leh ard o u in , fasıl 27 v. d.; al-M alik a l- A d il'in tavassutu üzerine, mezkûr Continuation de Guillaam e de Tyr, s. 246 v.d., emîr ile adamlarını a ffe tti ( İbn V âşil, K iiâ b 260; C l. Cahen, s. 593 ). Ğ âzi bu sırada Kial-târıh u l-Şâ lihi, Fâtıb kütüp., nr. 4224, 212*» ). likya ermeni kıralı Leon I . ’un, 1203'te yapıl­ İbn Şaddâd ( var, 344 ) ’a göre, D arbsâk bu mış seferin İntikamını alm ak üzere, 'Am ik: sırada alınarak, G azi tarafından memlûküemîr türkmenlerine hücum edip, D arb-sâk yakının­ ‘A lam a l-D in K ayşar al-Rümi 'y e iktâ edil­ da yeni bir kale inşâsına başladığını işitince, miştir. ' ■■ 602 (1 2 0 5 ) 'de frankların m üttefiki olan al-M alik al-A fzai 'in 592 ( 119 5 /119 6 )’de K iiikya ermeni kiralını eezâlandırm ak için, D im e şk ’ten vazgeçm esi ve M ıs ır’ı tevarüs Maymun al-K aşri kumandasında, b ir ordu etm iş olan al-M alik a l- A z iz 'in 27 muharrem gönderdi. Kendisi arkadan yetişerek ( nisan 595 (2 9 teşrin İL 1 1 9 8 )’te ölümü üzerine, 1206 ), L e o n ’a hücûm e tti ve A n ta k ya frank­ Ğ âzi, sülâleninin diğer mümessilleri ile bir­ larından yardım alarak, K iiikya hududuna likte, al-Malik a l-A d il 'in yüksek hâkimiyetini geldi. Burada Leon ile bir m ütâreke imza­ tanım ak m ecbûriyetinde kaldı. Buna rağmen, ladı. 8 sene mer’iyette kalacak olan bu mü­ D im eşk ’i tek rar ele geçimek için yap tığı te ­ târeke mucibince, Leon A n ta k ya ’ya taarruz şebbüslerinde al-Malik al-Afza! ’i d e ste k le d i; edem eyeceği gibi, D arb-Sâk civarındaki kaleyi 597 ( 1200/1201)‘de iki kardeş D İm eşk’i mu­ yıkacak ve Haleb civarına yap tığı taarruzdan hasara e ttile r ; fakat aralarında anlaşmazlık elde e ttiğ i ganim etleri iâde edecekti (İbn çıktığından, muhasara kaldırıldı ( İbn al-A sır, al-A şir; XII, 158 v.d .; İbn Şaddâd, var. XII, 105 v.d.). Bundan sonra G azi, Harran ve 337 ). 604 ( 1207 ) ’te frankların y im ş üzerine U rfa 'yı ele geçirm ek isteyen Musul emîri Nur hücumlarını haber alarak, kendi ordusu ile, al-Din A rslanşah ve Mardin hâkimi ile birlikte, bu şehrin meliki A sa d al-Din Ş ir k ü h ’un im­ bu tarihten evvel M ısır '1 elde etm iş olan al- dadına koştu ve şehri kurtardıktan sonra, :A dil ’e karşı yürüdü ise de, bu hükümdar gayretleri görülenlere ihsanlar d ağıtarak , geri tarafından sulha icbâr edildi { İbn a l-A şir, döndü. Ğ âzi,'M usul em îri Nur al-D in A rslan ­ XII, 110 v.d.). E rtesi sene al-M alik a l-Â d il şah ve Ğ iyâş al-Din Kayhusrav I. ile birlikte, H aleb ’i tehdit edince, G azi tek ra r boyun âl-M alik a l - A d i l ’e karşı da yürüdü; fakat ha­ eğm ek ve kendi mülkünün bâzı parçalarından lifenin tavassutu iie sulh yeniden teessüs e tti vazgeçm ek m ecbûriyetiyetinde kaldı ve al­ (606 = 1209; İbn a l-A ş ir, XII, 189 ). M alik a l-'Â d il iie Mardin melikini barıştırdı, Ğ âzi, eem âziyelâhtr 613 ( 1 2 1 6 ) ’ te v e fa t Şâban 599 ( nisan/mayıs 1203 ) 'da ai-Malik etm iştir, ölüm ünden önce, zevcesi 2 a‘ ifa Hatun al-A fzal 'i teh dit ile, karşılığında her hangi ( al-Malik al-'A dii 'in kızı olup, Ğ âzi ile 609 = bir fedakârlıkta-bulunm adan, K al at N acm ’i 1213/1214’da evlenm iştir: a l-A ‘ lâk al-hatirci, kendisine bırakmağa mecbür e tti (İbn al-A şir, var. 33 ) 'dan dünyaya gelen ve henüz 3 yaşında XII, 119 ; İbn Şaddâd, var. 365). İbn Vâşil bulunan oğlu al-M alik al»’A z iz Muhammed 'i, ( 2 i9 b ) ’a göre, Ğ âzi, D im e ş k ’ten İdam a’ya büyük kardeşini mahrum etm ek suretiyle, gelen al- Â d il ile kendisi için mühim men­ kendisine halef tâyin etm iştir ( İbn V âşil, faatler te’min eden bir anlaşma im zâlam ıştır. M ufarric al-karüb, Moiia Ç e leb i kütüp., nr. Ğ â z i’nin 599 (1 2 0 3 ) tarihli kitabesinde ( G . 119, 65*» v.d. 5 67» v.d.). G en ç beyin, atabeyi W iet, Une inscription de M alik Zâhir, Ball. sıfatı ile, idareyi Şihâb al-D in Tuğrul eline İnsi. F r, d ’A rch , Örient, X X X , 285 ) A yıntab, aldı. al-Malik a l- A d il ’in ikinci kızı Ğ âziya Behesni, Darb-Sâk, Hârim, Lâzkiye, Kal'at al- ( Ğ â z i ile 582 == j 18 6/1187'de evlenmiş id i), Muzik ve K al'at N aom ’in Haleb sultanlığına erkek e vlâ t bırakmadan, vefat etm iş bulunu­ dâhil olduğu görülüyor. yordu. . Bu arada Selçutulardan Rukn al-D in Sulay­ Hayatının en fâal ve saltanatının en parlak ın ân 'ın kardeşi oiup, Anadolu ’dan kaçarak, bir zamanında ölen Ğ âzi, o rta ça ğ İslâm tari­ H aleb ’ e gelmiş olan Ğ iyâş ai-D in Kayhusrav hinin mümtaz simâlarındandtr. S iy â sî haya­ E. ’in ziyâretini soğuk bir şekilde kabû! etti tının ilk zamanlarından başlayarak, nufözunu ( bk. İbn a l-A ş ir, XII, 13 1 ). Bundan sonra, bütün şim alî Suriye ’ye yaym ış, sultan; unbir m üddet yukarıda m ezkûr kalelerin tahkim vânını alan ilk E yyûbî meliki olmuş ( G . ve teçhizi ile meşgûl olan Ğ â z i, Trablus kontu W ıet, s, 2 8 1), al-*Adil *e karşı M eyyafârıkîn ’ ohemond III. île anlaşarak, Leon I. (118 7 — ve Konya Selçukluları ile ittifa k ı sâyesin» H 9 ) ’un A ntakya 'ya taarruzuna mâni olduğu de, kendisine müzâharet te’min etm iş, Ha-



MELİK-üz-ZAHİR leb ’1 tek başına M ısır ülkesine tefevvuk eden ku vvetli ve müreffeh bir devletin mer­ kezi yapm ış idi. Yeni baştan ten sik ve tev sî e ttiği idarenin intizâm ı sayesinde, devlet hâzinesi mâlî ihtiyaçları kolaylıkla karşılıyor* yordu. G azi tica rî münâsebetlerin inkişâfına da büyük bir ehemmiyet veriyo rd u ; anlaş­ malar ile, Haleb ’de dâimi bir ticâret mer­ kezi açmalarına müsâade edilen venediktiler { bilhassa 604 = 1207/1208 ’de P. Marignoni ile yapılan anlaşm a; bk. H eyd, H ist. du com­ merce du Levant, ' Leipzig, 1936, 1, 3 75) ve p izalılar ( R itter, Erkunde, X V II, 1641 ) ve H a le b ’deki latin kilisesinin himâyesi mak­ sadı ile kendisine mürâcaat eden papa innocent 111, ile dostça m ünâsebetleri, ticâret yolla­ rının tanzimi, t a c i r . sınıfının himâyesi bu in kişafta büyük birer âmil oluyordu. G azi, hükmü altında bulundurduğu yerlerin hâsılâtı, ezcümle Haleb ve L âzkiye gümrüklerinin ge­ liri sayesinde ( H eyd, I, 375 ve not 1 ), büyük bir servet edinmiş ve büyük bir ordu teşkiline m uvaffak olmuş idi. H aleb sultanlığının 280 kasabasının vergileri 3.000 süvarinin ihtiyâcını karşılıyordu ( Yakut, Mu cam al-buldän, II, 309). G azi, medrese ( Zahirîya m ed resesi) ve imâret gibi dini ve hayır müesseseler! kur­ mak, şehrin sûrlarını tâm ir ve türk memlûk* lerinin ( Zahiri ya ) ikam etine mahsus yeni ma­ halleler t e s is etm ek, şehre su getirtm ek ile m edhedildiği gibi, kendisinin katı yürekli ol­ duğu ve gâyesine varabilmek için her vâsıtaya baş-vurduğu kaydedilm ektedir (lb n a l-A ş ir, XII, 204 v.d. ;İ b n V âşil, M ufarric at-kurab, 6j>> v .d .; 67» v.d.). B i b l i g o g r a f g a i lbn Şaddâd, al-NavSdir al-sulfäniga ( Kahire, 1317 ), s. 309 v. d d .; lbn a l- A d i m, zubdat al-flalab ( trc. ' E. Blochet, Rev. de l’ orient L atin, 1898, s. 37 v .d .); İbn Hallikän, Vafagät al-a‘gän ( Bulak, 1299 ), II, 508 v.d .; Abu ’1-Farac, T ârih muh­ tasar al-duval (B e y ru t, 1890), s. 403; Nuv a y ri, Nihäyat al-arab ( Fâzıl Ahm ed Paşa kütüp , nr. 224 ), X X VII, i 8 i a, 195b; R ec. des H ist, des Crois. H ist, or., 1, III, IV , V ; W eil, G eschichte der C h alifen , III, 402, 406, 433 v. d . ; R, G rousset, Hist, des Croisades ( Pa­ ris, 1936 ), III, 247 v. d .; J. S auvaget, L es p erles choisies d ’Ibn ach-Ckihna ( Beyrut, 1933 )> s, *3 v-d .; S. Mazloum, L 'A n ­ cienne canalisation d ’eau d ’A le p , le QanSge ’ de H a ilSn ( Inst. F r. de Damas ), s. 10 v.d ; J. Sauvaget, A le p ( Paris, 1941)1 s - *3 * v.d., 141; Laurent, Peregrinatores m edii aevi qaatuor (L e ip z ig , 1864) s. 170 v.d. (1 2 1 1 yılında W iibrandus de O ldenbourg ’un seya­ h a t i ) ; van Berchem ve E. Fatio, Voyage en



MELÎLLÂ.



S yrie (K a h ire , 1914/1915 ), s. 181 v.d., 192 v.d., 229 v.d., 25 ı v,d. ■ ( M. C . Ş e h â b e d d İn T e k î n d a ö .)



M E L ÎL L A ( bugünkü arap çad a: M lİlya, berb e rîce d e : T â m lilt „b e y a z “, arap coğrafyacıla­ r ın d a : M alila ), şarkî Fas 'ta A kdeniz kıyısın­ da bir ş e h i r olup, Ü ç-Ç atal burnu (T re s Forcas, Troıs F o u reh es), arap coğrafyacıları­ na göre, Ra’ s H urk, bugün Ra’s Verk ile nihâyetlcnen G e lîy a yarım-adasının şark sahi­ linde; bir çıkıntı üzerine kurulmuştur, M eiilla, muhtemel olarak, eski çağın Rusadİr ’ine tekâbül e d e r ; krş. Rhyssadir oppidum et portas ( Plin., V , 18 ), Russadir colonia ( bk. A n ten in i itinerarium ). A frik a lı Leon buranın bir m üddet G otlara âit bulunmuş ve onlardan araplar tarafından alınmış olduğunu iddia eder ise de, şehrin eski tarihine dâir hiç bir şey bilinmez. Metiila ancak X. asrın başm da müslüman F a s ’ı tarihinde görünm ektedir. 930 senesine doğru İspanya emevî halifesi :A b d al-Rahmân al-Nâşir li-D in A lla h M eknes ’in meşhûr reisi olup, Muîûya havzası ve T aza havalisi üzerin­ de nufûz te’sis etm iş bulunan Müsâ b. A b i ’ 1’ A fiy a 'y i Fâtım îlere tarafdarlıktan ayırmağa muvaffak oldu. Bu sırada M eiilla ’yı ele geçi­ ren al-Nâşir, şehrin etrafını sûrlar ile kuşa­ tarak, burayı İfrikiya Fâtımîterine karşı bir mukavemet m erkezi ( m a 'k il) v e aynı zaman­ da İspanya ile kolayca irtibâtını te’ min edecek bir liman olarak kullanacak yeni m üttefikine verdi. Daha sonra şehir oğlu al-Büri b. Müsâ ’nın halefleri tarafından mâmur bir hâle ko­ nuldu ve en sonunda 1070 ’te Murâbıtlardan Yu su f b. T âşfin tarafından mağlûp edilip-dağıtılan Miknâsa kabilesinin inhitatına kadar, onların etinde bir istin at noktası olarak k a l­ dı. Bununla berâber M iknâsa kabilesi bura­ yı başlarındaki hanedanın M urâbıtlar tara­ fından nihâî m ağlûbiyete uğramasından evvel terketm ış olmalıdır kİ, al-B akri daha 1067 'de İspanya Hammüdi İd risiieri neslinden bi­ rinin M elilla ’ya çağın lıp , bölge halkı tarafın­ dan, hükümdar olarak tanındığını söyler. al-B akri ’pıa eserini yazdığı devirde ( »o68 ), M eiilla taş bir duvar İle kuşatılm ış olup, İçe­ ride gâyet sağlam bir iç kale, bir câmi, bir hamam ve çarşılar bulunuyordu. Şehrin halkı Şanbâca grubuna dâhil Battuya kabilesinden Bani V artad i ( veya Bani V a r t a r d â ) ’ye men­ sup idi. M eiilla ’nın limanından yalnız yazın faydalanılabilirdi j burası Siciim âsa 'yi, A ga rs if ( frns. G u e r c if) ve Muîûya vadisi üzerin­ den, A kdeniz kıyılarına bağlanan bir yolun nihâyetinde yer alıyordu. Burada ticârî faali­ yet ehemmiyetli olmalı i d i ; ihrâe edilen baş­



k E L İL L Â ~



lıca maddeler şüphesiz daha A frik a lı Leon tarafından zikredilm iş bulunan Bani S a 'id topraklarında dağdan çıkartılan demir cevhe­ ri ve Kabdâna ülkesinden gelen bal idi ki, bunlara doğrudan-dogruya limandan çıkarılan istiridyelerden alınma inciler de ilâve edilebi­ lir. al-B akri halkın, tacirleri tâbi tuttukları himayeden nasıl faydalandıklarını anlatır. Ş e­ hir civarında. M elilia ’dan başka, Kulu G äret isimli müstahkem mevkide yerleşm iş bulunan Bani V a rta d i, Matmâta ve A hi ECabdân kabi­ leleri ■„Beyaz-Tepe“ ( al-Kudyat al-Bayza ) 'nîn Marnisa 'si ve O ç-Ç atal burnu ile sona eren dağ kitlesinde yaşayan G assâsa zümre­ leri oturuyordu. O sırada bütün bu bölge m üstakil olup, ne Fas ve ne de N akür devle­ tine Cabal Hurk her hangi bir siyâsî bağ ile bağlı değil idi. Fakat 1 080 'de Murâbıt hükümdarı Y u su f b. T aşfin M e lilia 'y i ele geçird i ve çevresini Murâbıt devleti topraklarına ilhak etti. 114 1— 114* 'de Muvahhidlerin M urâbıtlar tarafından tâkip edildiği sırada, Tâmsâmân ’ dan harekete geçen bîr Muvahhid ku vveti M e lilia 'y ı muha­ sara neticesinde zapt ve yağm a e tti. 1272 'de M arini hükümdarı Ya'^üb M elilia *yı Muvahidlerden aldı. İbn Haldun bu şehri a rtık sâdece müstahkem bir mevki olarak zikretm ektedir. G erçekten üç defa elden-ele geçme yüzünden, şehrin tica rî ehemmiyetinin G e fiy a yarım-adası garp sahilinde bulunan başka liman ( G assâsa, başka bir isim ile al-K udyat al-Bayzâ’, liman haritaların d a: A îc u d ia ) yüzünden inhitata uğramış bulunması muhtemeldir. XIII. asırdan itibâren, Fas ve T âzâ ’nın A kden iz k ıyısı limanı olarak, bu son şehir ortaya çıkm akta, şarkî İspanya ve İtalya ( Cenova ve V e n e d ik ) ile olan siyâsî ve iktisâdı münâsebetler buradan yürütülm ekte iki. A frik a lı Leon şehir halkının 1490 'a doğru, ispanyoliar tarafından bir tecâvü z vukua ge­ leceğini öğrenerek, M elilia 'yı terkedip, Ba^tüya dağlarına sığındıklarını kayd ed er; V a ttâ si sultanı, onların bu korkakça kaçışlarını cezâlandırmak için, Melilia 'yı yaktırdı ve bu yüz­ den, ispanyoliar 1497 ’de buraya geldikleri zaman, hiç bir mukavemet ile karşılaşm adan, karaya çıktılar ve neticede terkedilm iş ve yan -yarıya harap bir şehir ele geçirdiler. Melilia *nın zaptı ispanyollara G assâsa limanına karadan hücûm etmek imkânını ve rd i; onlar da burayı 1506 nisanında zaptettiler. Faslılar burayı 1533 ’te geri aldılar ise de, Melilia ’nm tehlike yaratan yakınlığı bu mevkiin ehemmi­ yetini artık ortadan kaldırdı. Bölgenin ticârî faaliyeti daha garptaki al-Mazimma { ispan. A lkucem as, frns. A lb o u zem e) limanına kay-



k E L L Â r i.



mtş ve Fas 'in bu kısmındaki müslüman mu­ kavemetinin m erkezi de T âzütâ kalesi ol­ muş id i; bu kale M erînîlere tâbi Bani V a tt â s ’a ve daha sonra fi’len müstakil bir mücâhidin kurduğu küçük bir devlete m erkez vazifesini görmüş idi. M elilia İspanyolların eline geçtiksonra, müslümanlaf Ve bu arada bilhassa T âzütâ ve Mcân { A frik a lı L e o n ’d a : Meggeo ) ’da yerleşen mukaddes cibâd reisleri tarafın ­ dan, devam lı olarak, muhâsara edildi. H ıristi­ yanların eline geçen şehir, F a s 'ta ta h t dava­ cılarının ve müslüman asillerinin devlete karşı, bilhassa S a 'd i hanedanının ilk devirlerinde, melce’ ve himâye buldukları başlıca istinat yerlerinden biri oluyordu. 1549 ’da tahtından indirilm iş B adis „hüküm darı" V a ttâ s i A b u Hassün buraya sığın d ı; { g g o ’de Debdü „hü­ küm darı" M avlây ‘A m ar, ailesi ile berâber, buraya geldi. T ah t davacısı al-Nâşir b. Ğ âlib bi- ’İlâh, amcası Ahm ed al-Manşür ’a karşı, 1595 ’te burada sefere çıktı. Bundan sonra M elilia ’nm adı ancak mârûz kaldığı muhasaralar vesilesi ile geçm ektedir: 1687— 1693 ’te Mavlây Ism â 'il’in muhasaraları, 17 74 'te M avlây Muhammed b. ‘ A b d A lla h 'ın muhasarası, 1893’te İspanya — Fas muharebesi ( S ı d ı V aryâş h â d isesi). 1903'ten 1908'e ka­ dar M eliila havalisi Selân kalesine sığınmış tah t davacısı a l-C ilâ li al-Rügi ile saltan *Abd a l-'A ziz İ n kuvvetleri arasındaki çarpışm alara sahne oldu. Mağlûp olan ve yardım görmeyen âsîler İspanyol topraklarına sığınm ağa mecbûr ol­ dular. Daha yakın zam anlarda, 1921 'de aynı bölge R if emîri A b d al-K ari m ile ispanyoliar arasında kanlı m ücâdelelere sahne oldu ve ispanyoliar A n v âl ’da büyük bir bozguna uğ­ radılar. Zamanımızda Melilia, diğer dört mevki ( Aihucem as, Penon de V elez, C euta — Septe ve Chafarinas adaları ) ile berâber, doğrtidandoğruya, İspanya 'ya âit bölgelerden birini teşkil etm ekte ve [ 12 km*, arazi üzerinde, 81.182 nüfus ( 1951 ) ihtivâ eylem ektedir). Fas ülkesinin büyük kısm ı üzerinde fransız himâ­ yesi te'sis edilmeden evvel, M elilia serbest bir Uman ve F as 'ın büyük kısm ı için, A vrup a em­ tiasının transit m erkezi rolünü oynuyordu. Son­ raları bu ehemmiyetini büyük ölçüde kaybetti. B i b l i y o g r a f y a : al-Bakri, fih ris t; Léo A fricanus, D escription de l ’A frique ( nşr. Schefer ), II, 309 ; H. de C astries. Sources inédites de l ’histoire du M aroc, Espagne, I, s , I — X X V IH : M elilla au X V siècle. ( G e o r g e s S. C o lin .) M E L L A H . [ Bk. m el LAh .] M E L L Â H . M ELLA H , Fas ülkesi şehirlerin­ de m fisevîlerin ikam ete mecbûr tutuldukları



MELl A h mahalleye verilen isim. A h i al-zimma sıfa ­ tı ile, hükümetten husûsî bir himaye gör­ me hakları olduğundan, bunlara ekseriyetle şehir valisinin makamının bulunduğu iç-kale ( kasaba ) yakınında ayrı bir mahalle, otur­ ma yeri olarak, tah sis edilirdi. Bundan baş­ ka, hükümdarlar v e valiler, avrupahlar ile siyâsî münâsebetler bakımından becerikli vâ­ sıtalar rolünü oynayan v e kıym etli mâlî yar­ dımlarından çok defa faydalanılan yahudilerini el altın da bulundurmakta menfaat görürlerdi. Fas ’ın her şehrinde, hattâ büyük şehirlerde, mutlaka bir m ellâlf bulunduğu vâkî değildir: msl. T an ca 'd a yahudilerin bilhassa oturdukları bâzı mahalleler var ise de, bu mahalleler on­ lara mahsus olmayıp, orada müslümanlar da ikâm et ederler. R abat 'a gelince, buradaki m ellâk ancak 1808'de Sultan M a v liy Sulayman tarafından te’sis edilm iştir; daha evvel yahudiler, müslümanların da bulunduğu al-Buhayra ( halk arasın d a: El-Bhera ) mahallesinde topluca otururlardı. Idris II., 805 tarihine doğ­ ru, Fas şehrini te’sis edince, yeni payitahta akın eden m ûsevî m ültecileri ‘A d v a t al-K araviyin 'in şimâl tarafında ikam ete mecbur etti (B âb Hişn S a d ü n denilen kapıya kadar A ğlan ma­ hallesi ) ; F as ülkesinin ilk yahudi mahallesi ( ghetto ) bu olm alıdır ve şim diki Fondalt elihSdl ( „yahudi hanı“ ), muhtemel olarak, onun hâtırasını yaşatm aktadır. XIII. asrın sonunda M erînî hanedanı, kendisine yeni bir p âyitaht olmak üzere, „E ski-Fas“ ( F as al-D âli ) yanında „Y en i-F as" ( Fas a l-C a d id ) yahut „Beyaz-Şehîr" ( al-Mad'inat a l-B a y ia ') ’i kurdu. XIV. asrın ilk yansında, bunun hemen yanı-başında Himş şehri kurularak, önceleri buraya Merînîlerin muntazam askerî kuvvetlerinin bir cüz’ünü teş­ kil eden G uzz { O ğuz ) tirendazlarının yerleş­ tiği görülüyor. Bu kuvvetlerin lağvından sonra, Himş 1320 'ye doğru, hıristiyan milis askerlerine ikamet yeri oldu ki, bunlar 1 3 6 1 'de de burada bulunuyorlardı. Daha sonraları, muhtemel ola­ rak X V . asır başlarında, şüphesiz katl-i âmlar neticesinde, eski Fas yahudilerine Himş ’ a ge­ lip yerleşm eleri emredildi. Bu şehir al-Mallâh, yâni „tu zla “ isimli bir m evkide bulunuyordu ve yeni yahudi mahallesi bu ad ile tanındı. Böylelikle bir has isim, bir cins isim oldu ve m ûsevîlere tahsis edilen mahalleye delâlet e t­ mek üzere, Fas şehrinden ülkenin d iğer şehir­ lerine geçti. Şu hâlde Dozy tarafından Suplemeni ’da ileri sürülen iştikak tarzı ( al-mallâh < al-m ahalla „m ahalle“ ) müdâfaa edilemez. „Tozlu toprak, lânetleme yer“ veya „idâm edi­ len âsîlerin başlarını tuzlam ağa mecbur edilen yahudilerin m ahallesi“ gibi izah şekilleri için de aynı şey söylenebilir. Fas ülkesinde al-mal-



MELSEŸ.



68?



lâk yerine, söz arasında çok defa zıd manâlt olarak, al-m essûs ( yazı arapçasında al-masüs „tu zsuz“ ) kelim esi kullanılır. Bundan anlaşıldığı gibi, Fas şehrinin meUâfı '1 her bakımdan ülkenin en eski yahudi ma­ hallesidir v e uzun zaman da en ehemmiyetli yahudi mahallesi olarak kalm ıştır ; XI. asrın ortasında al-Bakri, F as şehrinin bütün Mağr i b ’de en çok yahudisi bulanan şehir olduğu­ nu söylem ektedir ki, bundan Fas, balad bilâ nâs ( „Fas, yâni insan denilmeğe lâyık ferd bulunmayan şeh 'r“ ) darb-ı m eseli doğmuş idi. Fakat 1063 'te Marrâkuş ( M erâkeş ) şeh­ rinin kurulması, cenûbî F as ülkesinde, A t ­ las bölgesi mûsevî halkının b irik tiği yeni bir yahudi merkezi meydana gelm esine sebep oldu. Bununla berâber el-M ellâh adı M erâkeş 'te an­ cak XVI. asrın ikinci yarısında ortaya çıkma­ ğ a başladı ( krş. E. Fagnan, E xtraits inédits relatifs au Maghreb, s. 405 ). Zamanımızda Merâkeş m ellâ h ’ı ile berâber Mogador yahudi şehri Fas ülkesinin en ehemmiyetli ik i yahudi merkezini teşkil etm ektedir. el-Mellafy tâbiri F as ülkesine mahsustur. Bu tâbir yalnız şehirlerde yahudilere tahsis edil­ miş mahalle için değil, münhasıran m ûsevıler ile meskûn küçük dağ köyleri için de kullanı­ lır. Yahudi m ahallelerine Tlemsen 'de derb elihüd ( yazı arapçast : darb al-yahüd ), (Cons­ tantin 'de eş-Şâra', C ezayir, Tunus ve garbî Trablus 'ta al-hâra denilir. Zamanımızda Fas ülkesindeki Mellâlf ’m iç idâresi hususunda krş. E . Aubin, L e Maroc d’aujoard’hu i (P a ris , 1904 ), s. 367— 372; J. Goulven, L es m ellaks de Rabat-Salé ( Paris, 1927 ), s. 99— 107; J eviish Encyclopedia, mad. Morocco, B i b l i y o g r a f y a : Gaudefroy-Demombynes, Marocain : M etlak ( J A , seri XI, 1914, III, 651— 6 58 ); W . Marçais, T extes arabes de Tanger, s. 466, 470. ( G e o r g e s S . C o l i n .) M E L S E Y . M A L S A Y , daha doğrusu M a’a l Ş Â Y Â , şim alî Irak 'ta eski Musul vilâyetinin Duhük kazâsı dâhilinde bulunan iki k ö y ü n a d 1 olup, bu köyler Musul şehrine aş.-yk. 66 km. mesafede, D icle nehrinin sol tabilerinden Duhük çayının ovaya girdiği yerde ( ârâmî di­ linde Ma:allşâ > Malşay „g iriş") bulunurlar. Van gölü cenubundaki dağlık bölgenin ka­ pısı durumunda olan Ma’ algâyâ boğazının eski çağda mühim bir rol oynaması mukadder idi. Bu ehemmiyet, M a'alşâyâ 'm a yarım saat kadar cenûbunda kaya üzerine yapılmış meşhûr ka­ bartmalar ile belli olmaktadır. Bu kabartma­ lar, aynı sahneyi dört defa tekrar etm ekte ve burada a ltısı ayakta, birer esatiri hayvan



M ËLSÈV üzerinde, birisi arslan sırtına konulmuş ve tahta oturmuş cem’an 7 ilâh önünde taabbüd vazi­ yetinde bulunan bir hükümdarı gösterm ektedir. Kabartm alar yanında hiç bir kitabe mevcut de­ ğildir. Bununla beraber, sözü geçen kabartm ala­ rın B iv iy â n ( Musul 'un 55 km. şimâl-i şarkîsin­ de, büyük Zâb ırmağının sağ tâbii olan Hazir suyu üzerinde ) 'da bunlara benzeyen ve Salm anassar II. ( m. ö. 860— 825 ) ve Sanherib (689 — 681 ) 'e â it olan kabartm alara mütena­ zır bulunmaları bakımından, Ma’alşâyâ M akile­ rin de Salm anassar IL devrinde hakkedilm iş olduktarına hukmedilmektedir. İlâh şekilleri, Â sâ rî ve H itit san’atla rı arasında bir hatt-ı vasi meydana getirm eleri bakımından, bilhassa dikkati çeker. N estürî hıristiyanlar nezdinde M a'allşâ, aynı zamanda Beş-Nuhâzre ismi verilen bir kilise taksim âtına ad verm iş idi. Ma‘alşâyâ ’daki bir nestürî piskoposu daha IV. asırda zikredilm ek­ tedir ( Hoffmann, göst. ger., a. 52, 210 ). 497,



MËM LÛK.



Lehmann-Haupt, Arm enien ( 1926), II/j, 369—375; Thureau Dangin, Les sculpíures rupestres de M altai ( R ev u e d ‘Assyriologie, 1924, XXI, 185— 1 9 7 ); M alşay’de çekilen yeni fotoğraflar sayesinde, m üellif ilâhları ve ve bunların bindikleri hayvanları şu sıra dâhilinde tesbit etm iştir: A ssu r ( b ir ejder ve boynuzlu bir arslan ), A ssu r 'un zevcesi Ninlil ( bir a rs la n ), Enlil ( boynuzlu bir arslan ), Sin ( bir ejder ), Şamaş (sem erli a t ), A dad ( boynuzlu bir arslan ve bir boğa ), İştar ( bir arslan ). Thureau Dangin ’e göre, kabartm alar San h erib 'e atfed ilebilir; mûtad olarak, H itit te’siri ile izah edilm iş olan binmiş İlâhlar motifine gelince, bunların misâllerine sümer-akad san’atm da rastlan­ ın aktad ır; krş. bir de Bechmann, F elsreliefs in A ssyrien { Bamian, Malthai and G ündük ), Verö/fentl. der Deutschen O rient-G esellsch. ( Berlin, 1927 ). ( V . MlNORSKY.) M E M F İS . [ Bk. MENFİS.) M E M L Û K . M A M LU K ( A . , cem. m am lakan S44ı 554. S?6. 585. 605, 962, 1063, 1074, 1092, 1265 yıllarında da buranın adı geçm ektedir ve m am ülik ), malaka „tem ellük etm ek“ fiilin­ ( Chabot, Sgnodicon Orientale, Paris, 1902, den, ism-İ mef’ûl olup, efendisinin temellükü fihrist ve Hoffmann, göst. ger,). VII. asırda, altında bulunan esire delâlet eder. Bu tâbirin Y a ’kübilerin metropolidi M ârüşa ’nin tâbîleri menşe'i, muhtemel olarak, K u r’an ’daki mâ arasında bir de Ma'allsâ piskoposu bulunu­ malakat aymânukum „ sa ğ ellerinizin sâhip yordu ( Labourt, L e christianisme dans l'em pire olduğu" dur ki, burada yapılmış olan îm â, cins perse, 1904, s. 240). Y akın zamana kadar bu­ ayırt etmeksizin, bütün esirlere şâmildir. Mam­ rada kısmen katolik kilisesine bağlı nestûrî- lük kelimesi, görünüşe bakılırsa, henüz esiri ler oturm akta idi, ifâde için husûsî bir ıstılah olm adığı bir sı­ B.alâzuri ( s . 3 3 1), Musul tevâbii arasında rada, K u r’an ’da yalnız bir defa ( sûre X V I, ‘ U tba b. Farkad tarafından 20 ( 64ı } senesin­ 77 ) 'abd m am lük ( „sahibinin tasarrufundaki de zaptedilm iş bir al-M a'alla ( agnen ) zikre­ esir “ ) ifâdesi içinde tesadüf olunur. H adîste der. Mu^addasİ ( s. 139, 145 v-d, ) M a'abâyâ abd mamlük aynı m ahiyette bulunmakta ( Dâcivarında bol mıkdarda kömür, meyva, tuzlan­ rim i, Sigar, bâb 34 ) .ise de, hadîs hakkındakî mış et ve kenevir bulunduğunu yazar ve bu eserlerde, mamlük te k olduğu zaman, hemenküçük şehri Musul 'dan al-H asaniya ( — Zahö, hemen sâdece ‘a b d ’ in müterâfidi bir ıstılahtır. küçük Hâbür üzerinde ; bk. M. Hartmann ve Esirlerden doğmuş bir esir ile hür ailelerden G. Bell ) 'y e giden yol üzerinde gösterir. Bu doğmuş bir esir arasındaki fark ‘ a b d ’a evvelki yolun kürtler tarafından iskân edijen memle­ hâlde kinn ( 'abda kinnirí), sonuncu hâlde ise ketler ile münâkale bakımından büyük ehem­ mamlaka { ‘ abd mam lakati" ) izâfe etmek miyetine îbn a î-A şir ( VIII, 521 ) tarafından da suretiyle tebarüz ettirilebilir. İşâret edilir. Yikıüt ( IV, 578 ) burayı küçük Şunu da ilâve etmek lâzım dır ki, m am lük bir belde ( halagd ) olarak zikreder ve bura­ tâbiri, ’a b d ’de olduğunun aksine, ne hadîste nın adı muahhar devirde geçen vukuat münâ­ ne de muhtemelen bütün arap edebiyatında, sebeti ile tekrarlanır. dinî bakımdan, zâhit mânasına gelm em iştir. B i b l i y o g r a f y a : Layard, Nineveh K ar’an, efendinin „sa ğ elinin sâhip olduğu and its remains, 1849, I, 231; Badger, The şeye" (s û r e IV, 40) karşı insaniyetli davran­ Nestorians ( London, 18 52 ),!, 174; V Place, masını emreder. H adis, bu hususta geniş mâN inive et VA ssyrie ( 1867 ), levha 45 ; lûmat verm ektedir. Peygam ber ölüm döşeğinde Hoffmann, Â u szü g e aus syrischen A kten „ şalât ve ellerinizin altındakilere ( dikk at et­ pers. M&rtyrer (18 8 0 ), s. 208 ve fih ris t; memizi tavsiye ederim )" sözlerini tekrar tek ­ P errot ve Chipiez, H istoire de l ’art dans rar söylem iştir ( Ahm ed b. Hanbal, Masnad, l’ antiquité ( 1884— 1890 ), II, 642 ; Luschan, III, 1 1 7 ; krş. 1, 78). „M am lük’üne lâzım geldi­ Ausgrabungen von S e n d jirli ( 1893 ), I, 23 ; ği şekilde muamele etmeyen kimse cennete G L. Bell, Am aratk (London, 1911 ), s. 284; girem iyecektir“ ( A hm ed b. Hanbal, I, 12 ),



M EM LÛK -



M EM LÛKLER.



„Mamlük ş a lâ t'ı edâ ederse, o senin kardeşin olur“ ( Ibn M âca, A dab, bâb ıo ) ; „M am lük bes­ lenmesini ve giydirilm esini isteyebilir“ ( Müs­ lim, A ğm an, hadîs 4 1 ). „A lla h ın r e s u lü ... ve kendinden yardım isteyen mamlûk 'ü koru­ mak için kullanıyordu“ ( İbn M âca, Zu kd, bâb 16 ) ; „A lla h a ve efendisine karşı vecîbelerini îfâ eden mamlûk iki misli mükâfat gö recektir“ ( B nhâri, 'tim , bâb 3 1 ) ; „ve m am fn k’ünü gün­ de 70 defa bile olsa yine affetm ek gerektir“ ( A hm ed b. Hanbal, II, ı ı ı ). Esirlerin şeriattaki m evkileri için bk, mad. ABD.



M a m l ü k adını taşıyan m ısırlı sülâle için bk. mad. MEMLÛKLER. Son olarak şuna işâret e t­ mek lâzım dır ki, bâzı çevrelerde m amlûk be­ yaz esir mânasına gelm ektedir. Bk. Fagnan, A d d itio n s aux lexiques arabes, m l k maddesi, ( A . J. W E N SIN C K .) M E M L Û K L E R , Mısır ve Suriye ’de huküm sürmüş bir s ü l â l e n i n a d ı d ı r . A . 1250’d e n I 5 i 7 ’y e k a d a r . Bu sülâ­ lenin tarihinden daha önce bu sülâle hüküm­ darları hakkındaki makalelerde bahsedilmiş idi. Bunların zamanlarına âit san’at, din ve iktisat ile alâkalı umûmî mes’eleler için bk. madd, MISIR ve ŞAM, Memlûkler, isimlerinin de gösterdiği üzere [ bk. mad. MEMLÛK ], hükümdar ve emirlerin muhafız birliklerine bağlı, eski köleler idi ; bunlar m eziyetleri ile kendilerini gösterm iş ve efendileri tarafından azâd edilm iş kim­ selerdi. Memlûkler, pek esâslı olm ayarak, b a h r i (6 4 8 — 7 9 2 = 12 5 0 — 1390) ve b u r ç i (7 8 4 — 922 = 1382 — 15x7 ) olmak üzere, ikiye ayrılırlar. Sultan Nacm al-D in A yyü b (b. bk., 637 — 647 — 1240— 1249 ) ’ un muhâfız birliğine „mam­ lük b a h ri“ denilirdi ; birlik Nil ( Bahr ) üze­ rindeki R avza adasında bir kışlada bulunmak­ ta idi. Bahri sultanları, üçü hâriç, hükümdar­ ların ahfadı arasından memlûkler tarafından seçilm işlerdir; m sİ. böylece B a yb a rs’ tan son­ ra, 2 oğlu ; Kalâvün ‘dan sonra da 2 oğlu, bir çok torunu v e torunlarının oğulları hükümdar olm uşlardır. Kalâvün ’un kurduğu ve Kahire kalesinde bulunan „burci m emlûkler“ için va­ z iyet böyle değil idi. H akikatte ilk „Burci memlûk“ sultanı olan Barkük: [ b. bk.] oğlunu kendine halef tâyin e tti ve diğer bir oğlu da, az bir zaman için, tah ta çıktı. F ak at bundan sonra, memlûk muhâfız birlikleri, irsiy et yo­ lu ile tah ta geçm eğe bir daha müsâade etm edi­ le r ; hiç bir hükümdarın halef olarak ilân edi­ len oğlu tah tta kalam adı ( t a h t ta 3 sene ka­ dar kalan al-Nâşir Muhammed II. ’i istisnâ etm ek ge re k tir ). M em lûkler hükümdar olarak her zaman en kabiliyetliyi değil, ekseriya en Ivlâm Ansiklopedisi



yaşlı kim seyi seçiy o rla rd ı; böylece bir nevî yaşa göre bir seçim usûlü meydana gelm iş idi. Tahta çıkan ilk memlûk Şaear al-D urr [ b. bk.] adlı câriyenin kocası ‘ İzz al-Din A y b a k alTurkm âni ( 648— 655 = 1250— 1257 ) olmuştur. Memlûkler idâresindeki en geniş yayılma devrinde, M ısır ’m hududu garpta — Barka 'ya kadar Libya çölüne, cenûpta — Maşşav’a 'ya kadar N u b ya ’ya ve şimalde — A k d e n iz’ e var­ makta id i; Suriye hudûtları, şarkta — Rakka ’dan geçerek, D ayr al-Zör ’a kadar, F ırat 'a, cenupta — A rabistan çöllerine ve şimalde de — Torosiara kadar uzanmakta idi. M ısır ve Suriye hudutları S in a 'd a birleşiyor ve Kızıldeniz ile birbirinden ayrılıyordu. Memlûk sul­ tanları, hemen dâimâ, M ekke ve Medine üze­ rinde hükümrân oldular. H attâ Sultan Kanşüh G avri [ b. bk.] 'nin bir müddet cenubî A rab is­ tan ’da askerî birlikleri bile bulunuyordu. Memlûk sultanlarının ilk işi imparatorluğu kuvvetlendirm ek oldu. Hulagu kumandasında­ ki en dehşetli düşmanlan olan moğulları S u r iy e ’de ‘A yn C âiüt [ b, b k .]'ta 658 ( 1 260) ’de bozguna uğrattılar. H açlılar Sultan Baybars, Kalâvün ve H alil tarafından imha edil­ diler; alevî ve ism â’ililerin bakiyeleri de Baybars tarafından zararsız hâle sokuldu. Memlüklerin hükümranlığı E yyûbîlere karşı, Baybars 'in Bagdad ’dan m oğullar tarafından ko­ vulan halifeyi Kahire ’ye celbederek, orada 659 ( 1 2 6 1 ) 'd a halifeliği yeniden te ’sis etme­ si, kendisini halife tarafından kısm î hüküm­ dar (Çasim al-davla) tâyin ettirm esi ve ni­ hayet resmen hükümdar ilân edilm esi saye­ sinde kuvvetlendi ve m eşruiyet kazandı. Mem­ lûk hâkimiyetinin sonuna kadar vaziyet böyle devam e tti. H er halife, hilâfet makamına g e l­ diği zaman, sultana bi’a t eder ve ona bütün haklarını devrederdi. H alife bütün nufûzunu kaybetti ve sultanın kuvvetsiz, parasız ve nufûzsuz bir gölgesi hâline geldi, Y aln ız arada bir, Hindistan 'daki bâzı sultânlar halifeden tevcih beratları istem ekte idiler [ bk. mad. M ELİK-ÛS-SÂLİH, “İMÂD A L -D ÎN İSM A İL .].



Hükümdarın salâhiyet v e nufûzu mutlak idi. Onun yanında bir divan bulunurdu. Burada, memlûklerin en yüksek reisleri, rütbelerine ( ilk memlûkler zamanından kalma merâtibe ) göre, hükümdarın sağında ve solunda yer a lırla rd ı; bunlar, hükümdarın mümessili ( nö'ib al-saliana, k ü jil absaltana, daha sonra­ ları yalnız hükümdarların bulunmadığı zaman muddetince tâyin ed ilm iştir) atabey vazifesini de gören amîr kabir, muhâfız birlikleri ku­ mandanı ( ra’s navbat al-nuv s< I0! ) ve bilâhare 26 cem âziyelevvelde ( z i temmûz 830) K u rra ( bugünkü Küre?, Koron ? ; krş. Honigmann, ayn. esr., s. 45; Vasiliev, göst, yer.) kalelerini feth ve tahrip et­ miştir. îbn A b i T âbir Tayfur, al-Ma’mün 'un bu husustaki zafer mektubunun 10 receb 215 ( 2 eylül 8 3 0 )'te B a g d a d ’da okunduğunu kaydet­ mektedir. A rap kaynakları ayrıca al-Ma’mûn ’un A ş n ls , U cayf b. Anbasa ve C a 'fa r al-H ayyât adlı kumandanları eli ile, Sundus(m evkii için bk. V asiliev, s. 102, not 2 ) ve Sinan (ayn. esr., s. 103} kalelerini de fethettirdiğini bildirm ektedirler. Ç ık ış noktası Tarsus addedilecek olursa, al-Ma’­ mün ’un bu suretle Bizans hududu içinde şimâl-i garbî istikam etinde 100 — 150 km. bir m esâfe k a t’e ttiği anlaşılıyor. al-Ma’mûn 17 receb 215 ( 9 eylül 8 3 0 )’te Bizans arazisini terkederek, tekrar Tarsus 'a ve burada bir kaç gün ikam etten sonra da, kışı geçirm ek üzere, Dimeşk ’e dönmüştür. H alîfenin bu seferine mavâzî olarak, oğlu A b b âs da M alatya bölgesin­ de harekâtta bulunmuştur. Fakat onun başarısı hakkında sarîh malûmat yo k tu r; kendisi Darb al-Hadas yolu ile ve aynı yılın ramazanında (te şrin 1.— teşrin II. 830) tekrar valisi bulun­ duğu sağar ’a dönmüştür. E rtesi yıl muhâsamâta bizanshlar başladı­ lar. Halifenin Dimeşk 'a çekilmiş olmasından istifâde eden Bizans imparatoru Theophilos, Torosları aşarak, M aş’ şa ve Tarsus civarına geldi. Karşısına çıkan müstüman kuvvetlerini bozarak, banlardan 2,000 kadarını kılıçtan ge­ çirdi. Theophanes Continuatus (s . 114 ) ’un Harşana bölgesinde müslümanlardan alındığına işa­ ret e ttiği 25.000 esiri ( hakikatte 7.000 kişi olup, bilâhare sulh için al-Ma’mün ’a iadeleri tek­ lif olunmuştur ) aslında Tarsns v e M aşişa böl­ gesinden alındığını tahmin etmek daha doğru olacaktır ; zîra şağür ve avâşim 'dan oldukça uzak bulunan bu bölgede ( Harşana ’nin mevkii için bk. Honigmann, ayn. esr., s. 49 ) böyle bir bozgun ile neticelenen bir savaş cereyân etmiş otsa idi, bunun akislerini arap kaynaklarında da görmek mümkün olurdu. H âlbuki Tarsus ve M aş'şa bölgesi baskınından başka, bu yıl için bizanslıların m uvaffakiyet kazandığı diğer



her hangi bir askerî harekete bu kaynaklarda bir imâ bite mevcut değildir. al-Ma’mün imparatorun İslâm topraklarına.bu taarruzunu haber alınca, harekete geçerek, 19 cemâzİyelevvel 216 ( 4 temmÛz 831 ) ’da A n a­ d o lu ’ya girdi, 831 seferi 28 eylüle kadar, hemen-hemen 3 ay devam etm iştir. K ülek bo­ ğazından geçen halîfe doğruca H erakleya C ybistra ( bugünkü Ereğli ) üzerine yürüdü. H a­ run al-Raşid tarafından 805 ’te zaptedilm iş, fakat kısa bir müddet sonra yeniden bizanslı­ ların eline düşmüş bulunan bu mühim kale al-Ma’mün ’a teslim oldu. al-Ma’mün bundan sonra oğlu ’A bbâs ile kardeşi A bu İshâk ( alMu ta ş im ) '1, ayn -ayrt kuvvetlerin başında, m uhtelif istikam etlere gönderdi. D iğer bir bir­ lik başında gönderilen Y ahya b. A kşam Tuvana ( bugünkü K ilise-H isar ) ’yı alarak, tah­ rip etti. A b ü İshâk aynı civarda C a rd iliy a ( ?, bk. Y âkü t, II, 865 ) adını taşıyan müstahkem kaleleri fethetti. Bizzat al-Ma’mün, yer-altı mahzen ve istihkâmlarını hâvî, arapların mafâm ir ( müfr. m afm ura) tesm iye ettikleri ( şim diki A ksaray ile N iğde arasında Melendiz dağ bölgesi ) mıntakada m uvaffakiyetli fetihketlerde bulundu. Halifenin oğlu 'A bbâs ’ın başarısı ise, daha fazta oldu. An^igü ( bunun Niğde ’den muharref olabileceği hakkında krş. V asiliev, ayn, esr., s. 113, n. 3 ) , H aşin ve al-Ahrab ( gost. y er. ; Honigmann, ayn. esr., s. 44 v.d.) kalelerini aldıktan sonra, karşısına çıkan im parator Theophilos ’u da m ağlûbiyete uğrattı. Muharebenin vukû bulduğu yer ma­ lûm değildir. A ncak evvelce 'A b b â s tarafından fethedilen kalelerin N iğde ve Tuvâna civarın­ da olduğu düşünülecek olursa, savaş yerinin bu bölgeden pek uzak olmadığı tahmin edile­ bilir. Theophilos bu m ağlûbiyetten sonra, gram er­ ci Yobannes ( 832 ’de İstanbul p atriği olmuş­ tur ) ’i elçilik ile al-Ma’m ün ’un yanına gönder­ miş, 100.000 dinar ödemek ve 7.000 müslüman esirini îâde etmek mukabilinde, al- Ma’mün 'un zap tettiği kaleleri geri vermesini ve 5 yıllık bir mütâreke yapılmasını tek lif etm iştir. H alife imparatorun bu teklifini kabul etmedi. Fakat mevsim ilerilediği ve k ış yaklaştığı için, sefe ­ rin devamını ertesi yıla bırakarak, evvelâ Kaysüm ’a geldi ve burada bir kaç gün kalıp, tarihçi patrik Tell-M ahreli D ion ysios'u kabûl ettikten sonra, Dimeşk ’a döndü. al-Ma’ mün ertesi yıl B izan s’ a gazâ etmeden, evvelce bahsetmiş olduğumuz Mısır isyanını bastırm ak üzere, 15 zilhicce 216 ( 23 kânûn II. 8 3 2 )’da Şam 'dan M ıs ır’a hareket etmiş, âsîleri tenkil ettikten sonra, 25 nisanda Şam 'a giderek, derhâl sefer hazırlıklarına başla-



ME’MÛN. iniştir. al-Ma’mün bu seferinde, hedef olarak, Lu’lu’a [ b. bk.] kalesini seçm iş ve bu kale uzan m üddet mukavemet etm iştir. Bu esnada yaklaşan imparator Theophilos 'un kuvvetleri A bbasî ordusu tarafından mağlûp edildiğinden, m üdâfîler, canlan bağışlanm ak şartı ile, tes­ lim oldular. al-Ma’mün sefer mevsiminin nihayet bulması üzerine, Lu’lu’a muhasarasının netice­ sini beklemeden ( k rş.B a lâ z u ri, F a iâ k, s. 180; bk. V asiliev, agn. esr., s. 117, not 4 ), Ş a m 'a dondu. Bu arada im parator sulh için bir defa daha halîfeye müracaat ile iki taraf esirleri­ nin mübadelesini tek lif etm iş ise de, redd ce­ vabı alm ıştır. al-Ma’m ün’un olum yılı olan 218 ( 833 ) ’de oğ!u ’A b b â s 'ı T u v ân a ’nın imârına me’mûr e t­ mesi ve oraya müslüman ahâli yerleştirilm esi halifenin bu seferleri fetih seferi olarak mütâlea ettiğin i gösterm ekte ve Y a kübi 'de bulunan bir ka yıt da bu husûsu te'yit etm ektedir. K arde­ şi A bu İshâk ’a, oğlu ’ A b b âs 'a ve Bagdad ’da yerine bırakmış olduğu İshâk b. İbrahim 'e bulundukları bölgelerden asker toplamaları hakkında verdiği emirler, onun daha bîiyük çapta harekâta girişm ek fikrinde olduğuna delâlet eder. Kendisine sulh için bir daha müracaat edip, ülkesinde mevcut bütün müs­ lüman esirlerin iadesini tek lif eden imparato­ ra, İslâmiyet, cizye veya kılıçtan birini tercih etmesi hakkm daki cevabı da, al-Ma’mün 'un Bizans 'a k a t’î bir darbe indireceğine emin bulunduğunun delilidir. al-Ma’mün 'un Anadolu şehirlerine arap be­ devilerini iskân gayesinin tahakkukuna ölümü mâni oldu. H alife, imparatorun elçisine redd cevabı verdiği al-Badandün ( P o z a n tı) suyu kenârındaki ordugâhında kısa ve ateşli bir hastalığı müteakip, 18 receb 218 ( 9 ağustos 833) 'de, 47 yaşında vefat etti, ölüm ünden evvel hilâfeti vasiyet e ttiğ i kardeşi A b ü İs­ hâk, belki de al-Ma’ m ün’un oğlu ’ A b b â s ’in hi­ lâfetini isteyen ordunun isyânından çekinerek, imârına başlanm ış olan J u v â n a ’nın tahribini emretm ek suretiyle, al-Ma’ mün 'un siyâsetini b ıraktığını gösterdikten sonra, sür’atle B ag­ dad ’a dönmeği m uvafık bulmuştur. Bütün bu yıpratıcı v e kanlı vukuata ra ğ­ men, hilâfeti zamanını İslâm imparatorluğunun en parlak devri olarak tarihe intikal ettirm iş bulunan ai-Ma’mün, İlmî faâ liy eti tâkip ve hi­ maye etm eğe zaman bulabilmiştir. al-Manşür zamanında başlayan, yunan eserlerinin süryânî tercümelerinden arapçaya çevrilm esi işi alMa’mün zamanında hızlanmış ve doğrudan-doğruya yunanca asıllanndan da bir çok eser arapçaya çevrilm iştir. Mahdi v e Hârün devrit.de daba ziyâde dil ve edebiyata inhisar



etm iş bulunan faâliyet, al-Ma’ mün ’un şahsi­ yetini belirten bir şekilde, müsbet ilim ler ve felse fe sahasına da geçm iş ve kültür tarihi bakımından g a y e t ehemmiyetli ve sürekli ne­ ticeler tevlid eden yeni düşüncelerin İslâm âlemine girm esini te ’min etm iştir. G ençlik ve ilk faâliyet devresi al-M a’mün'un hilâfetine rastlayan Hunayn b. İshâk, Y a ’ küb b. İshal; alKindi, Muhammed b. Müsâ al-H vârizm i, al’A llâ f v.b. tercüme ve te ’lif eserleri ile, müte­ akip devrin fese fe ve ilmine temel atm ışlardır. al-Ma’mün ’ un Bagdad 'da te'sis e ttiği Bayt alk i k m a , kütüphanesi ve rasathanesi ile, büyük bir ilim merkezi hâlinde faâliyet gösterm iş, Bag­ dad ve Şam ’da bu teşekküle mensup âlimlerin yaptıkları tetk ik at neticesinde, Ptolem aios 'un hey’et cedvelleri tashih ve tâdil edilmiş, bir derecelik tûl dâiresinin uzunluğu ölçülmüştür. İslâm ve arap tarihini tetkik bakımından mühim eserler kalem e alm ış bulunan A b d al­ Malik b. Hişâm, V âkid i, İbn Sa’ d, İbn ai-A zrak, ibn A b i Tâhir T ayfur, A bu T-Munzir Hi­ şâm b. al-K atbi ve A bu '1-Hasan al-Madâ ini gibi m üellifler de al-Ma'mün devrinde yaşamış ve himâye görm üşlerdir. Burada tebârüz e tti­ rilmesi ieâb eden nokta, halifenin ’A li âilesine karşı husûsî muhabbeti dolayısı ile, Em evî hanedanı, bilhassa Mu’â v iy a 'den en ufak bir müsamaha ile bahsetmenin men’edilmiş bulunması ve bu suretle muahhar bü­ yük m üelliflere me’haz teşkil eden eserlerin bîtaraflığına halel getirilm iş olmasıdır. Hayatının sonuna doğru al-Ma’mün İslâm İlâhiyâtm m inkişâfında geniş t e ’sirleri olan bir adım attı. Rebiülevvel 212 (h aziran 8 2 7 ) ’de Kur’arı 'm mahlûk olduğu nazariyesini kabule bütün tebeasını icbâr eden bir emir-nâme n eşretti. M âtezile [ b. bk.] görüşü bu suretle devlette resm iyet iktisap etti. al-Ma’mün 'un bu hareketinde, tercüm e edilen ynnan felse­ fe eserlerinin, bilhassa A risto mantığının, te’sirleri aranmalıdır. K ur’an 'm mahlûk addedilİşi büyük itirazlar ile karşılandı. al-Ma’mün ’un etrafını çeviren iranlılar ite ilim ve san’at sâhası birbirine çok bağlı bulunduğu, mâtezile ise, daha ziyâde bu muhitin fikirlerinden fay­ dalandığı cihetle, sünnîler Bagdad ’ ın ekseriyeti arap asıltı sekenesi arasında m ûtezileliğin doğrudan-doğruya İran mahsûlü olduğu propagan­ dası ile, git-gid e bu fikri yıkm ağa muvaffak oldular. al-Ma’mün ’un 218 ( mayıs 833 ) ’de bü­ tün kadı ve muhaddislerin bu fik re uymak bakımından imtihana tâbî tutulm aları hakkındaki emri ve kendisinin pek az sonra vukû bulan vefalını müteâkip, haleflerinin 237 ( 8 3 1 ) 'ye k -dar bu fikre sâdık kalm aları vaziyeti değiş­ tiremedi. al-Ma’mün ’un m ûtezileye iltihakını,



yoo



ME’MÛN.



hilâfetin çökmesini hazırlayan ve araplar ile iranlılar arasındaki uçurumu derinleştiren bir hareket olarak, kabûl etmek de mümkündür. B i b l i y o g r a f y a ; Metinde gösterilen­ lerden başka bk. bir de ibn K utayba, Kitâb al-ma’ â r if ( nşr. W üstenfeld ), s. 196 — 199 ; Y a 'k ü b i ( nşr. Houtsma ), II, 491, 500 — 509, 521, 528 — 575, 582; Balâzuri (n şr. de Goeje ), bk. fih rist; D inavari, Kitâb ahbâr al-tivâl ( nşr. V . G uirgass, s. 383 v.dd., 388 v.dd.; Altmed b. A li T abir Tayfur, Kitâb Bağdâd (n şr. K e lle r), VI, tür. yer, bilhassa 263 v.dd.; al-Mubarrad, al-Kâm il ( nşr. W right ), s. 171, 174, 241^558; Tabari, 111,647 v.dd., 764 — n 6 4 ;M a s'û d î, H/urüc(nşr. de Meynard ), V I, 283 v.dd.; VII, 101; VIII, 300 v.dd,; IX, 45, 51, 70; Mas udi, at-Tanbîh t>a ’l-iş râ f (K a h ire, 1938), s. 302 v . d . ; alA ğ ö n i ( bk. G uidi, Tables alphabétiques); İbn a l-A ş ir (n ş r. T o rn b e r g ) ; V I. 74 v.dd., 201 — 31 1 ; İbn al-Tüktakâ, al-Fahri (n şr. D eren bou rg), s. 297 — 316; Muhammed b. Şâkir, F a vS t al-vafayât, I, 239 v.d d .; İbn Haldun, a l-lb a r , III, 231 v.dd. ; W eil, Cesch ickte der Chalifen, II, 149 v.dd. ; A . Mül­ ler, D er Islam in Morgen- u n d Abendland, I, 498 v.dd.; Muir, The Caliphate, its rise, decline and fa ll ( 3. tab. ), s. 477 v.dd. ; G. ie Strange, Baghdad during the A bbasid C a­ liphate, s. 103— 195, 237, 306— 310; ayn. mil., The Lands o f the Eastern Caliphate, bk. fih ris t; Browne, A n A bridget transla­ tion o f the H istory o f Tabarisi 'in by Ibn Isfandiyâr, tür. yer. ; H u a r t, H istoire des A rabes, I, 299 v.dd.; II, 345, 363, 368; İsmail G âlib, M eskûkât-i kadîm e-i islâmiye kataloğa (İstanbul, 1312 ), II, 193 v.dd.; Ahm ed Farid R ifâ ’i , ‘ /lşr al-Ma mân (K ah ire, I927 )> 3 cild ; G . Gabrieli, La successione d i Harun ar-R ashid e la guerra fr a alA m in e al-Maman { R S O , 1929, XI, 341— 397; C . Brockelmann, C eschichte der isla ­ mischen Völker und Staaten ( München ve Berlin, 1939), s. 111 v. d. _ ( F İ K R E T IŞ I L T A N .)



M E’M Û N . a l - M A ’ M U N ( 1 1 8 5 -1 2 3 2 ) , A b u 'l - ‘ A l & ’ İ d r I s b. Y a 'k ö b a l- M a n ş u r b. Y u ­ s u f b. 'A b d a l - M u ’ MİN b . ' A l î , M u v a h h i d1 e r s ü l â l e s i n i n 9. h ü k ü m d a r ı olup, 581 ( 1185/1186 ) 'de Malaga 'da emîr A b u 'A b d A lla h İbn Mardaniş ( Martinez ) 'in kızı İspanyol prensesi Ş a fiy a 'den dünyaya gelm iştir. A rap tarihçileri, bir edip ve aynı zamanda dinî ve lâ-dinî ilim lere derin vukûfu olan bu hüküm­ darın m eziyetlerini öğerler. al-Ma’mün, Muvahhidler sülâlesinin taht mücâdeleleri ile çok sarsılm ış bulunduğu bir sırada, gayreti ve



çalışkanlığı sayesinde, muhakkak olan sukutu bir kaç sene daha geciktirm eğe muvaffak ol­ muştur. al-Ma’mün önce o devirde İspanya’da taht işgâl eden- kardeşinin nâibi idi. Bu hükümdar kastilyalı Ferdinand İli. ’ ın desteklediği âsî reis A bü Muhammed al-B ayyâsi 'yi hükmü altına alamayınca, yanm -adayı hemen terketm ek ve Fas 'a dönmek m ecburiyetinde kaldı ve çok g eç­ meden, tarafdarlarının ihânetine uğrayarak, 624 ( 1227 ) ’ te kendi yurdunda öldürüldü. Hemen bu va k’adan sonra Ma’mün ile yeğeni M u'taşim bi 'İlah unvanını alan ve yine Mu vah h idler sülâlesinden olan yeğeni Y ahya b. al-N aşir b. al-Manşür kendilerini hükümdar ilân e tti­ ler. T ah ta çıktığında al-Ma’ mün İspanya 'dan ayrılmadan, kendini ülkesinin büyük bir kıs­ mında tanıttı ve â sî al-Bayyâsi ’y i bertaraf etti. F akat birden-bire b ir isyân ç ık tı ve kud­ retli Bani Hüd âilesinden Muhammed b. Y u ­ suf Murcia şehrinde kendisini halife ilân etti. A yn ı zamanda Fas 'ta Y ahya al-Mu'taşim ’m nnfûzu artıyor ve tarafd a rla n da günden-güne çoğalıyordu. Kendisini Ispanya’d a zayıf hiss­ eden ve gözlerini A frik a 'ya çevirm ek zorun­ da kalan al-Ma’mûn K astilya kıralı ile ittifa k teşebbüsünde bulunmağa meebûr oldu. K ırai çok ağı:- şartlar ileri sürerek, al-Ma’mün 'a yardım etm eği kabul e t t i ; bu şartlar arasında hndut boyundaki 10 müslüman müstahkem mevkiinin kendisine teslim i, bir kilise inşası ve böylece M erâkeş ’te ibâdetin serb est ol­ ması v:.r idi. Buna karşılık al-M a’mün ücretli hıristiyan askerlerinden m üteşekkil 12.000 ki-, şilik bir k ıt’a aldı ve bunlar ile hemen Mag-r r ib ’ e gitti. Yolda al-M u'taşim ’ ın ordusunu mağlûp etti ve 627 ( 1230 ) ’de M erâkeş ’e girdi. Seleflerine karşı o kadar sâdık olan Muvahbidler mahzan ’inin bu sadakatsizliğine çok kızan al-Ma’mün, M erâ k eş’te şim diye ka­ dar bu sülâlede eşine rastlanmayan .bir karar verdi. Mehdî İbn Tüm art 'in hâtırasını te l’în ve onun hatâ ve günahtan sâlim ( Uşma ) ol­ madığını iddia e tti; kendisine ihânet e ttik le ­ rinden şüphelendiği bir çok şeyhleri de öl­ dürttü. al-Ma’mün 'un saltanatının kalan kıs­ mı M agrib ’de çıkan bir çok isyânları yatış­ tırm ağa çalışm akla geçti. Fakat rakibini bir türlü yola getirem edi. Septe şehrinin muhâsarası ile meşgul olan al-Ma’ mün, rakibinin Me­ r â k e ş ’i zaptederek, yağm aladığını duyunca, derhâl payitahta hareket e t t i ; fa k a t hastalana­ rak, 629 zilhiccesinin sonlarına doğru ( teşrin I. 1232 ), yolda V adi ’ i- ‘A b id geçidinde, öldü. B i b l i y o g r a f y a ; İbn A b i Zar’, R a v i al-kirtâş ( nşr. Tornberg ), A nn ales Regum Mauritaniac ( Upsala, 1843 )> s- 166— 169; ah



ME’MÛN H a l al al-m avşiya ( Tunus, 1329), s . 123 v .d d .; İbn Haldun, '¡bar ( nşr. de Slane ), I, 342 v. dd., trc. H istoire des Berberes, II, 233 — 237: al-N âşiri ai-Salâvi, al-tsUkşa (K a h ire tab.), II, 197— 200 ( tre. I. Hamet, A rchives Marocaines, Paris, 1927, XXXII, 213— 2 2 5 ); R. M illet, L es Almo/ıades ( P a ­ ris, 1923), s . 145— 150, ( E. L fcV i-P R O V E N Ç A L .) M E 'M Û N ÎL E R , M A’M ÖnI, b i r h ü k ü m d a r s ü l â l e s i n i n a d ı . IV. ( X .) asırda bugünkü H îv e ’nin şimalinde bulunan Cürcâniye memle­ keti Buhârâ 'ya tâbi idi ve Ma müni adını alan bir hükümdar sülâlesi tarafından idâre edili­ yordu. Şark tarihçileri, 382 ( 992 ) 'ye kadar bunlardan ba(işetmemektedir. Bu tarihte, riva­ yete göre, Cürcâniye hâkimi Mamün b. M alam med b- A li, K â şga r hükümdarı Buğra H a n ’ın Buhârâ 'yi muvakkaten işgali dolayısı ile, uzak­ laşmış bulunan Sânıânîierden A m ir Nuh b. Manşür 'a yardım etm 'ştir. 385 ( 995 ) 'te Ma mün, A bü A li Sim cüri 'ye ihanet ettiği için, cezalan­ dırmak maksadı ile Hvârizm hâkimi A bü A bd A llah 'a hücûm ederek, onu esir etti ve Hvârizm 'i ilhâk eyledi. Ma’mün 387 ( 997 ) 'de öldürüldü. Tahta oğlu A bu '1-Hasan 'A li çıktı ve G azneli Sultan Mahmud 'un kız kardeşlerinden biri ile evlendi, A bu '1-Hasan 399 ( 1008— 1009' 'a doğru öldü ve yerine kardeşi A bu 'I-'A bbâs Ma’ mün geçti. Abu ’t- A bbâs kardeşinin dul karısı İle, yâni Sultan Mahmud ’ un kız kardeşi ile, evlendi. Çok geçmeden, Sultan Mahmud ’a dehalet e t­ mekle, ordusunu galeyâna getirdi. O rdu ku­ mandanları ona karşı ayaklandılar ve 15 şev­ val 407 (16 mart ı oi 7)*de onu öldürüp, yerine oğullarından birini geçirdiler. Bu haberi alan Sultan Mahmud, kayın biraderinin öcünü almak maksadı ile, H vârİzm üzerine yürüdü. 5 safer 408 ( 3 haziran 1 0 1 7 ) ’de âsîleri H a zâ ra sp ’te yendi ve ele-başlarını Öldürttü. Hükümdar âilesînin bütün ferdleri esir edildi ve H orasan ’ a gönderildi. H vârizm bölgesi ilhâk edilm eyerek, Hvârizmşâh unvant ile, A ltun-Taş’m idare­ sine verildi. Fakat Sultan Mahmud G a z n e ’ye döndükten sonra, A bu ’1-A bbâs Ma’mün ’un ka­ yın babası Abü İshâk H vârizm ’e yerleşm eğe kalkıştı ise de, A ltu n-T sş tarafından mağlûp edildi.



B u s ü iâ le n in h ü k ü m d a r la r ı ilm i h im a y e e t ­ m e k i l e t a n ı n m ı ş l a r d ı r , H ey ’e t â l i m i A b ü Rayh â n a l - B i r û n i , t a b i p ve f e y l e s o f A b ü A l i b. S i n a ve A b u 'l*Hayr b . Hammâr v e r i y a z i y e c i A b ü N a ş r b . İ r a k , A b u ’ i - 'A b b â s M a ’m ü n ’ u n sarayında t o p l a n m ı ş l a r d ı . B u s ü l â l e , k a d ı A h m e d G a f f a r ı ’ n i n T ârifai gazi da v e T ârifai Cihdnârâ s ı n d a C ü z c â n â n h ü k ü m d a r la r ı F a r iğ u n ile r ile k a r ış t ır ılm ış t ır .



MENÂKiK B i b l i y o g r a f y a 1 al-’U tbi, Kitâb alYamlnİ ( Lahur tab.), s. 77 v. d., 94 v. dd., 106, 300 v. dd. ; A bu ’ 1-Fazl B ayhaki, Tarifai Mas udi (n şr. M orley), s. 834— 853; Nizâmı Sam arkand!, Çahâr makâla ( G M S, XI/I, 76—80,241— 244; İbn a !-A gir, Kâmil {nşr. T o rn b erg), IX, 93 v. d., 184 v. d.; E- de Zambaur, Manuel de généalogie et de chronologie ( Hannover, 1927), s. 205. _



( M u h a m m a d N a z i m .)



M E N Â F . MAN A F , araplarm eski i l â h l a ­ r ı n d a n biri olup, ona Kurayş ve HuzayI ka­ bileleri tarafından ibâdet edilirdi. Bu kabile­ lerde A bd Manâf adına rastlanm ası da bunu gösteriyor. Peygam berin şeceresi Mubammed b. 'A b d A lla h b. 'A b d al-M uttalib b. Haşini b. A b d Manâf olduğuna göre, cedlerinden biri bu adı taşım ış olm alıdır ; çünkü annesinin onu o devirde Mekke 'nin büyük ilâhı olan Manâf ’a nezrettiği söylenir. Bu rivayet ister doğru, ister yanlış olsun, benzerleri gibi, mâhiyeti karanlık kalan bu ilâ­ hı canlandırmaktan uzaktır, ibn al-K albi ona dâir fazla bir bilgisi olmadığını, yalnız kadın­ ların hayz müddetinde ondan uzak durmaları icâp ettiğin i söylüyor. Bu isme ne Kur’ an’ da, ne de hadîste rastlanm akiadır. Bu kelime bir çok sâmî dii’erde, »yüksek olmak“ mânasına gelen n-v-f kökün­ den m üştaktır. B i b l i y o g r a f y a : T abarı (n şr. de G oeje ), 1, 1091 v. dd. ; Wellhausen, Reste arab. Heidentams ( a. tab-), s. 56 v. dd. ( A . J. WENSINCK. ) M E N Â K IP . M A N Â K İB ( A., mfr. manka. ba) , lügat mânası »öğülecek iş, hareket ve m eziyetler“ dir. Hadîs mecmualarında Pey­ gamberin eshâbının tarihen sâbit m eziyetle­ rinden bahseden hadîslerin toplandığı fasılların isimlerinde ekseriya manâkib kelimesine tesâdüf edilir. Msl. al-Buhâri, al-Şahih ( Bulak, 13 12 ), V , 3 : Bâb manâkib al-muhâcirîn ; ayn. esr., V , 30 : Bâb manâkib al-anşâr. A yn ı mâ­ nada olarak, mühim tarihî şahsiyetlerin hal tercüm elerine dâir m üstakil eserlere de böyle isim ler verildiği gibi ( msl. ibn al-C avzi, Ma­ nâkib 'Umar ibn al-Hatfâb, bk. C A Z.2, I, 662, nr. 14 ), bir zümrenin msl. hulefâ-yt râşsdîııîn veya bir kabilenin öğülecek işlerinden bahsedilen eserlerin adlarında da bu kelimeye tesadüf olunur ( bk. msl. al-Fihrisi, Kahire, 1348, s. 153, 21 : İbn 'A bd a, Kitâb aşrâf Bakr va Tağ-



lib va fursânihîm ve ayyâmihim va manâkihihim, ayn. esr., s. 168,17 i halife at-Ma’mün. Risâlai f i huccc manâkib al-hulafâ’ ba'da ’ 1-rıabi ). H er hangi bir mezhebi kabûl etm iş olanla­ rın mezheblerittin kurucusunun adı, nesebi,



MENÂKîP devri, memleketi, hareket tarzı, m eziyetleri, söz ve düşüncesinin sıhhati, arkadaşları ve talebeleri hakkında bilgi sahibi olmak istem e­ leri gibi, tab î’î b ir ihtiyaç neticesinde (k rş . K âtib Ç elebi, K a ş f al-zunûn, nşr. M. Şerefeddin Y a ltk a ya ve R ifa t Bilge, İstanbul, 1943, II, 1836 ), bu sahada p ek şok mıkdarda eser­ ler meydana getirilm iştir. Bunların en mü­ himleri 4 büyük sünnî mezhebinin kurucula­ rına d âird ir; bunlar hakkında yazılan eser­ lerin çokluğu sırası ile, b aşla A b u H anifa ol­ mak üzere, al-Ş âfi'i, Ahmed b. Hanbal ve Mâlik ’in efsâne ve hârikulâdeye asla yer ver­ meyen ve yukarıda gösterilen hususları cevap­ landırmağa çatışan mükemmel denilebilecek hâl tercüm eleridir (bk . K a şf al-çunün, II, 1833— 1845) ve hemen hepsi arapçadır. Manâkib kelimesine, sûfiier arasında ta ri­ k a t kurucularının, velîlerin ve şeyhlerin hâl tercüm elerine dâir eserlerin adlarında da sıksık rastgelinir. F ak at bu gibi eserler hurâfeler, mûcİzeli hareketler ve hârikulâdelikler ile doludur. Bundan dolayı bu gib i eserlerde manâkib kelim esi halk arasındaki karâmat ( cem. ka râm a t) kelimesi ile hemen-hemen aynı olan bir mâna alm ıştır ve hattâ bâzan karâm at kelim esi birincinin yerini alm aktadır, bk. msî. F. Taeschner, Gulschehrıs M esnevi a u f A c h i Euran { A bh. fü r d. K unde des Margenlandes, XXX I, 3 ), W iesbaden, 1955, s. 12 : Karâm ât-i A h i Evrän.



T a s a v v u f ! f ik ir l e r i n İ s lâ m â le m in d e g e n iş b ir ş e k ild e y a y ılm a s ın d a n v e t a r îk a t le r in k u v ­ v e t le t e ş k ila t la n ıp , y e r le ş m e s in d e n s o n r a , y â ­ n i V . ( X I .) a s ır d a n it ib a r e n , n r a p ç a v e s o n r a ­ l a r ı f a r s ç a v e t ü r k ç e b ü y ü k b i r manâkib e d e ­ b iy a t ı m e y d a n a g e ld i. M u a y y e n b ir t a k ım e s a s la r a g ö r e , u m û m î b ir ta s n if e t â b î t u tu l­ m a s ı s o n d e r e c e g ü ç o la n m ü t e n e v v î ş e k ill e r a r z e d e n b u e s e r le r b u r a d a s a y ıla m ıy a c a k k a d a r ç o k tu r . B u n e v î f a r s ç a e s e r le r iç in b k . C . A . S t o r e y , Persian Literatüre, a Bio-bibliogra­ phical Survey, I, 2 ,3.923— 1066; t ü r k ç e e s e r ­ l e r i ç i n b k . İstanbul kütüp, tarîk ve coğrafya yazmaları katalogları, I , 6 k : Evliya tezkireleri ( İ s t a n b u l , 1946), s . 443— 571. E v l i y â manâkib ’ i n e d â i r e s e r l e r , b i r t a r i h m e n b a ı o la r a k , e k s e r iy â ş ü p h e ile k a r ş ıla n ­ m a k ta is e d e , b u n la r ın a s ıl t a r ih î k a y n a k la r ile m u k a y e s e le r i n e tic e s in d e , b ir t a k ım h u r â f a t v e h â r ik u lâ d e lik le r a r a s ın d a , g â y e t m e v ­ s u k b ilg ile r d e v e r d ik le r i g ö r ü lü r . B u n d a n b a ş k a b u g ib i e s e r le r d e , a s ıl t a r ih î k a y n a k la r ­ d a h e m e n h iç b a h s e d ilm e y e n , d e v r in iç t im â ! v e İ k t is â d i h a y a t ı ile ö rf v e â d e t le r in e d â ir b il g i le r e d e S a z a n ç o k m ık d a r d a t e s a d ü f o lu ­ n u r . N ih â y e t e d e b iy a t ia t if c le n n d c y e ı a la n



MENÂT. bâzı şahsiyetlerin halk nazarında nasıl telâkki edildiğini gösterm ek bakımından da, bu eser­ lere ayrıca bir kıym et vermek icâp eder. Bir de bu eserler din ve tasavvuf ruhiyatı bakı­ mından pek kıym etli bilgiler ile doludur. Elhâsıl, ciddî ve esaslı bir tarih î tenkide tâbî tutulmak şartı ile, m anâkib’e dâir eserlerden, tarih ve edebiyat tarihi kaynağı olarak, çok sem ereli bir şekilde istifâde etmek kabildir ( krş. M. F. Köprülü, Anadolu S elçu kîleri ta­ rihinin y erli kaynakları, Belleten, A nkara, 1943, sayı 27, s. 421 v.d. ve s. 421, not 2 ). Manâkib edebiyatı, orta çağın sonundan iti­ baren, Fas ’ta da husûsî bir gelişm e gö ster­ miştir. Bu devirde bu memleket dâhilindeki İslâmî yeniliklere iştirak eden şeyhlerin ekse­ risi hakkında, ölümlerinden sonra, bir veya bir kaç manâkib kitabı yazılm ıştır. Manâfyib ede­ biyatının magribli araplarm edebiyatında işgâl ettiği yer hakkında etraflı bir tetkik olarak bk. E. Lévi-Provençal, H istoriens des Chorfa, Essai sur la littérature historique et bio­ graphique au Maroc du XVIè™e au X X imli siècle (Paris, 1922 ), s. 44— 54 ve 220 v.d. ( bk. E. Lévi-Provençal, E l , mad. MANÂKİB). M anâkib kelim esi ( müfr. m ankabot), X. ( X VI.) asırdan itibâren, İran edebiyatında P ey­ gamber hakkında yazılan medih kasidelerine n a t denilmesine mukabil, başta 5A li olmak üzere, şi’îlerm 12 imâmı hakkında yazılmış olan m edhiyeler mânasına kullanılm aktadır ( farsça lugatlara geçmemiş gibi görünen bu mâna için bk. :U rfî, D ivân, Bombay, 1308, s. 52, 59, 83; 12 1 v.b.). Bu kelimenin na't mânasına kulla­ nıldığına da bâzan tesadüf ediliyor ( bk, msl. ’ U rfi, ayn. esr,, s . 10, 1 1 9 ; Früzsn far v.b. Kirâ’at-i fâ r is i a dustûr-i zabân. Tahran, 1335 h.



ş., s. 3 ) .



( A h m e d A t e ş .)



M E N Â R E . ( Bk. MİNARE.] M EN ÂT. M ANÂT, e s k i b î r a r a p i l a ­ h e s i . Mâhiyetini ancak isminden istidlâl et­ mek mümkündür; çünkü cemi hâlinde bulun­ ması muhakkak olan bu İsim ( manavât yeri­ ne ), ârâm. menâtâ, cem. menâvâtâ („p a rça , kısım “ ), ibrân. mânâ, cem. mânöt ve aynı za­ manda kader-ilâhı meni ( Jes = Eş’iyû, L X V , 11 ; krş. L X X ) ile münâsebetlidir. A rapçada buna tekabül eden manıya, cem. manâya ( „kısm et, kader, ölüm kaderi“ ) kelimesi mev­ cuttur, Buna göre, Manât bir kader ve bil­ hassa ölüm-kederi ilâhesi idi. M ekke ’ nin şimâlinde Medine yolu üzerinde Muşallal adı ve­ rilen bir tepenin yanında Çudayd ’deki Huzaylilerin bulunduğu yerde, onun siyah bir taştan ibaret olan mukaddes mahalli bulunu­ yordu. Fakat bir çok arap kabileleri, bilhas­ sa Yasrib 'deki A vs ve H azracler ona tap­



MENÂT makta idiler. Mekke 'de al-Lât ve al-'Uzzâ [ bk. madd.] ilaheler İle birlikte, çok itib ar­ da bulunuyordu (k rş . K u r’an, L 11I, j ç v. dd,). İbn al-K albi y e göre, Manât en eski put olup, diğer putlara tapılmastnda da ön ayak olmuştur ; zira Manât kelim esi ile vücûda getirilen te r­ kiplere, ilâhlar için kullanılan tâbirlerde hepsin­ den daha önce tesâdüf edilm ektedir. İbn Hişâm ( s. 145 ) 'daki şiirde bir başka telakkiye rastlı­ yoruz. Buna göre, Manât ile al-Lât ,/ U z z â ’nın iki kızıdır.“ A yrı bir ilâhe olarak, Manât ’a, al-H icr 'deki nabatî kitabelerinde rastlanmaktadır. Burada tyTOO ( ârâm. cem. şekli için yk. bk.) ekseriya D uşâra ile diğer ilahelerin yanında zikredilm ektedir. Bâzı m üellifler Ma­ nât ile büyük hacc [ b. bk.] arasında, bir münâ­ sebet te ’sis etm ektedirler; zira, rivayete göre, A v s ve H azracler de dâhil olmak üzere, bir çok kabilelerde, Manât 'in bulunduğu yerde ihram [ b. bk.} 'a girilirdi ; bayram sonunda saçlarm kesilip, ihram 'dan çıkılm ası da orada olurdu. Câhiliye devrinde Manât için yapılan merasim ile büyük hacc karıştırılm ış olabilir. İbn Hişâm ( s. 350 ; krş. Vakidi-W ellhausen, s. 350 ) ’deki bir rivayetten anlaşıldığına göre, Manât aynı zamanda bir ev ilâhesi idi. Mek­ ke 'nin zaptından sonra, Kudayd 'deki başlıca mâbedlerin tahribi, bâzılarına göre, A bu Sufyân, diğer bâzılarına göre, A li 'ye ve V âkidi ( ayn. esr.). İbn Sa d ( III/H, 15, 2 s ) ’e göre, A vslerden S a d b. Zayd 'e atfedilm ektedir. B i b l i y o g r a f y a : Y âkü t, Ma cam, IV, 652 v.dd, ; Wellhausen, Reste arabischen H eidentam s3, s. 25 — 29; İbn Hişâm, s. 55; J a b a r i , Târih ( nşr, de G oeje ), I, 1649; A zraki (n şr. W üstenfeld, Chron. d, Stadt M ekita, 1, 76,82, 154 ) ; Kar'an, LIH, 19 tefsirleri ; Nölkede ( Z D M G, XLI, 709); Buharı (nşr. Krehl ), III, l 6 î ; Jaussen ve Savignac, Mis­ sion archéologique, 1,491 ( fih rist ) ; Caskel, D as Sch iı ksa l in der attarabischen Poeste ( Morgenl. Texte und Forschangen, nşr. A. Ficher, I/5 ), ( FR. BUHL.) M E N Â Z İL . AL-M AN ÂZİL ( A ) , mir. atm anzil, tam olarak m anâzil al-lçamar, a y ı n k o n a k m a h a l l e r i . Nasıl güneşin burçlar mıntakasında bir senede k a t'e ttiği zahirî mah­ rekinde, güneşe bir senede, her biri 30 dere­ celik kavislerden mürekkep 12 durak mahalli tesb it edilm iş ise, ayın devri için de 28 burç üzerinde, her biri bir günlük yola tekabül et­ mek üzere, 13 'e r derecelik kavislerden mü­ rekkep, 28 durak yeri ayrılm ıştır. Bu durak yerlerinin, hava değişm eleri, bunların Önceden tâyini ve bu değişm eler ile ilgili senenin mahsöldar olup-olmaması, yâni çiftçi takvimi bakımından, bu menzillerin güneş ile berâber



MENÂZİL.



?°3



batışlarının ( ar. matı’, cem. anva ) çok büyük ehemm iyeti vardır. Bu hususta arâp şâirle­ rinde rastlanan kayıtlar için al-S£azvlnt 'deki şiirlere bakılabilir. A yın menzillerinin hindliler ve araplar nezdindeki ehemmiyeti hakkında bilhasssa M . Steinschneider 'in, arap, İbra­ nî ve son latin kaynaklarına istinâden yapılan esaslı araştırm aları vardır. A yın menzillerinin arapça isimleri ve bunların bulundukları büro­ la r şunlardır. 1. al-Şaratân, „iki işa ret“ , bir de al-aşrât; koçun boynuzları ( p y A r i e t is ), 2 al-Bufayn „küçük k a rın "; koçun karnı ( 8 8 3 q A r ie tis ). 3. al-Surayyâ „SÜreyyâ“ [ b. bk.]. 4. al-Dabarân, „Eldeberân“ ( a T an ri) ve Hyaden = A havât-i hamsa. 5. al-ffalç a, al-Cabbâr (O rio n )’ m başındaki üç küçük yıldız. 6. al-H ana, al-Z irr ve al-May sân yıldızları ( y | Geminorum ). 7. a l-Z ira , „arslan p en çesi"; C astor ve PolIuz ( a P Geminorum ). 8. al-Naşra, arslanm „burun y a rığ ı" veya yem lik ile eşek ( yengeç ). 9. a l-T a rf, yâni T a r f al-Asad, arslanm „gözü" ( | Can cri, % Leonis ). 10. al-Cabha, yâni Cabhat al-Asad „arslanm „aln ı" ( | y 13 tt Leonis ). ıx . al-Zubra, yâni Zubrat al-A sad „yele" ( arslanm ) ( 8 Leonis ). 12. al-Şarfa „hava değişikliği" ( p Leon is). 13. al-Savaa' „havlayanlar" veya köpekler ( P i) Y 5 e Virgin i s), 14. al-Sim ak „yüksek" veya Sim âk at-a‘ zal, silâhsız Sim âk ( a V irg . = Spica, krş. mad. A L -S İM Â K ) .



15. a l-ö a fr „örtü" ( (p ı x V irg in is). 16. al-Zubâna, yâni Zubânat al-'akrab „ak­ rebin kıskacı" ( e p L ib r a e ). 17. a l-lk ili ,,tâc", yâni akrebin başı, üç yıl­ dız ( p 8 k Librae ). 18. al-Kalb, akrebin „k alb i", A n ta re s (ot Scorp.). 19. al-Şavla akrebin „kuyruğu" veya kuyru­ ğunun ucu ( X. u Scorp ). 20. al-N a'S'im „d eve ku şları", K avis bur­ cundaki 8 yıldız ( y 8 s i ) f f ş t Ç S a g itt). 2t. al-Balda „şehir", K avis burcunda yıldız­ sız bir sâha. 22. Sa d al-zâbih „kesenin" veya „kurban kesenin saa d eti" ( a p Caprİc.). 23. S a 'd Bula‘ „yutanın saâdeti" ( v Aquar.). 24. S a 'd al-su'üd „en yüksek saad et" ( p | Aquar.). 25. Sa'd al-A fıbiya, „çad ırlar saâdeti" ( v l n t l A q u a r ).



MENÂZİL 26. al-Farğ al-avval, kovanın „on deliği“ ( a ß Pegasi ). 27. al-F arğ al-şani, kovanın „ a r t d eliği“ ( y Peg., a Androm.). 28. Batn a l-H ü t „balığın karnı“ , balık sure­ tinde bulunan bir çok yıldız ( en p arlağı ß Androm,). B i h l i y o g r a f ÿ a \ W . Jones, On the A ntiquity o f the Indian Zodiac ( A s. Re­ searches, II, 99); L. İdeler, Untersuchungen über den Ursprung and die Bedeutung der Sternnam en, s. 120, 148, kısmen s. 287 v.dd. ; a!-K azvin i, 'A c ä ’ib al-mahlüliât ( nşr. W üs­ tenfeld ), 1, 41— 52, trc. Ethé, Kosmographie, s. 87 — 106; M. Steinschneider, Über die Mond­ stationen ( Naxatra ) und das B uch A rcandam ( Z D M G, 1864, X V ili, 118 — 120) ; ayn. mli., Z u r G eschichte der Übersetzungen aus dem Indischen ins A rabische ( Z D M G , ■1870, XXIV, 359 ) ; H. Suter, Das Mathemati­ ker-Verzeichnis im Fihrist, s. 7 7 ; G . Ferrand, Bibi, des géographes arabes, I, 141 v.dd. ( J. RüSKA.) M E N B İC . M A N BİC ( B a r o b y k e , H i e ­ r a p o 1 İ s ), şimalî Suriye ’ de, Haleb ’in şımâl-i şarkîsin de, bu şehirden 10 fersah v e F ırat nehrinden aş.-yk. 3 fersah mesafede bulunan e s k i b i r ş e h i r . Miinbit bir ovada kâin olup, etrafı çifte sür ile çevrili idi. Şehrin ci­ varında hiç bir binâ yok idi ( Nâşir-i Husrav, nşr. Sch efer, s. 3 1 ) ; A bu ’ 1-Fidâ* orada bir çok kanal, meyva ağacı ve bilhassa ipek böceği yetiştirm eğe mahsus dut ağacı bulunduğuna söylüyor. Bununla beraber, K. R itter ( E rdkun­ de, X , 1057 v.dd.), daha önce, A r is t o ’da ipek böceği için kullanılan ßöpßvij kelimesinin Maubic „Bam byke“ ile bir münâsebeti olmadığını gö s­ term iş idi ; d iğe r taraftan, şarkta orta çağda pamuklu kumaş için kullanılan bombassino, bombagio kelimelerinin bundan iştikak ettiril­ diği sanılm aktadır; ihtimâl bu kelimeye, Frikya ’daki H ierapolis ( Pam uk-Kalesi ) 'te de rastlanm akiadır ( Süryânî Michael, nşr. Chabot, I, 148 ; Frikya ’da Mabbug ). A ra p la r Manbic ’de dokunan kumaşlara manbicâniya demekte idiler (Lam m ens, F ât ima, Roma, 1912, s. 7 1 ). Şehrin menşe’i hakkında Kamal al-D in b. at-'Adim şu izahatı verm ekledir: Husrav [ 1.], Suriye ’yi istilâ ettiği zaman, bu şehri kurdu ( hâlbuki hakikatte, şehir mevcut idi ve m. s. 540 yılında şehir, bir vergi vermek suretiyle, muhasaradan kurtulmuş idi ) ve ona Manbic adını verdi ; bir ateş mabedi yaptırdı ve A rd a şir b. Bâbak ailesinden Yazd ân yâr adında birini buraya vali tâyin e tti ( bk. İbn al-Şihna, al-Durr al-muntakab f i târik Halab, nşr. Sark is, Beyrut, 1909, s. 227 ). Menbicli Mah-



MENBİC. büb ( A g a p io s ) b. Kuştandın, X. asırda yaz­ dığı umûmî tarihînde, patrikler tarihinin so­ nunda Y a'k üb ’un oğlu L âvi ’nin doğumunun 31. yılında, melike Sam rin F ırat [ ! ] 'm şima­ linde bir şehirde k-y-v-s mabedi adına büyük bir mâbe'd yap tırdı ve içine 70 râhip n asb e tti; şehre Hieropolis (M ahbü b: ^ i f s s ", İbn alŞihna, s. 227: Lr-dy.ls} veya o - y ir .1 ), rahipler şehri adını v e rd i; bu Manbic a l- A t lk a şehri idi. K-y-v-s yerine, Kayvân okumak ge re k ir; bu mâbudun adına H ieropolis sikkeleri üzerinde de rastlanm aktadır ( W roth, Catalogue o f the Greek coins o f Galatia, Cappadoc. and Syria, British Mus., 1899, s. LIII) ve ermenistanli Epiphanios (n şr. Fi nek, s. 1 2 ) şöyle y azıyo r: „Erapölis üç şehirden m üteşekkildir; adına Mnpeçn denilm ektedir; içinde mâbud Kaynana heykeli bulunmaktadır.“ Bu sonuncu ismi, Preuschen ( Götiing. Gel. A n z ., CLX VII, 1905, II, 837, not 3 ) ile beraber, Kayvân olarak oku­ malıyız. Şehir gerçekte, gâlibâ âsûrîlerce de mâlûm idi ( Salm anassar ’da Nappigi veya Nampigi, bk. Kark-M onolith, Rev. 35; Johns, Assyr. Bibi., XVII, i l , 82; krş. b ird e çivi yazılı levhalarda Bambuki, Brit. Mas., K 1£0 , bk, Johns, Assyr. Deeds and Docum ents., nr. 773; Cheyne, Encycl. Bibi., bk. mad. C a rch em ish). K e­ lime, sâmî menşe'li ise, süryânîce mambog ( „kayn ak“ ) kelimesine bağlanabilir ( Nöldeke, Nachr. G G W, 1876, s. 5 — 8 ). H ierapolis ( p a ­ ralar üzerinde hep Hieropolis ) yanında, yunan­ lılarca, şehrin adı olarak, Bapfitixr) ( bâzan BavpÛKrı: Papyr. Oxyrh., 1915, X I, »97, stn. V , str. 100) kalesi deniliyordu; şehrin adı, sık-sık rastlanan MapjJoyaîos has isminde ve diğer benzer isim lerde, nabatî M anbogitâ ( bk. Pauly-W issowa, Realenz., zeyil, IV, 733 ) 'da bulunmaktadır, ö n c e K yrrhestike ’ye dâ­ hil olan ve sonra, her hâlde Constantins tara­ fından, S yria Euphratesia ’ nın idare merkezi hâline getirilen şehir, kadîm devir boyunca, A ta rg atis ibâdetinin m erkezi olarak, mühim bir rol oynamıştır. Bardaysan burada müşrik râhip A nüdüzbar ve oğlu Kuduz tarafından yetiştirilm iştir. H ıristiyanlığın galebesinden sonra, putperestliğin yerini mukaddes emânet­ lere karşı duyulan hayranlık almış ve bu Bam­ b y k e 'y e b ir ç o k dindar celbetm iş idi ( Gazzelt Prokopios, Panegyr., stn. 18; Migne, Pair, Gra­ ce, L X X X V il, 111, stn. 2817). Şehir aynı zaman­ da III, asırda ekseriyâ şarkta yapılan seferlere ve S u r iy e ’nin müdâfaasına tahsis edilen bir­ liklerin toplanma noktası olarak da b ir rol oynamıştır. Bizans devrinde, m onofizistlerin belli-başh m erkezlerin biri idi. R ivayete göre, Justinian şehrin civarından clan Theodor«



toËN ôià i!e Hierapolis ’te evlenmiştir. Bu şehir bİzans hâkimiyetinin sonunda Marünilerin müstahkem mevkii idi (Süryânî Michael, 11, 189, 4 12 ,5 11 ). î6 yılında A b u ‘Ubayda Flalab al-Sâcür üzerine yürüdü ve 'İyâz b. Gänim ’i M anbic’e şevketti. A hâli, A ntakya ahâlisi gribi, aynı şart­ lar altında, teslim oldu; A b u ’Ubayda şehrin Ünlerine gelince, anlaşma İmzalandı ( Balâzuri, nşr. de G oeje, s. 150; al-Y a'kü b i, nşr. Houtsma, II, 161 ; İbn al-Şihna, B eyrut tab., s. 228 ; Caetani, A n n a li deli’ Islâm , III, 792, § 281, s. 794, § 284, s. 797, § 290, s. 816, § 325 ). Y a zid I. devrinden önce, Manbic ’in bir dere­ ceye kadar m üstakil olduğu san ılıyor; msl. şehir halkı, halifelik dâhilinde ticâret yapmak için, 'O m ar 'den müsâade istem iştir ( Lammens, M F O B , VI, 437, not 1 }. Şehrin civarında ye­ menli ahâli ( Süryânî Michael, III, 47 ) ve bil­ hassa Bani T ağiib oturm akta idi ( Lammens, agn. esr,, s. 445, not 1 }. Y azid , Kinnasrin cand ’ünü teşkil edince, Manbic 'i bu askeri eyâle­ tin içine dâhil e tti ( at-Balâzuri, s. 132 ; Lam ­ mens, s. 437 v.dd.}. Hürün al-R aşid şehri bu eyâletten tekrar ayırarak, 786’da ‘ A vâşim [b . bk.] ile hem-hudut olan İdarî bölgenin merkezi yaptı ve 173 ’te ’ A b d al-M alik b. Şâlih b . ’ A l i ’y i vâlİ tâyin e t t i; bu zâ t şehirde bir çok inşâat yaptırm ıştır ( al-Balâzuri, göst. ger.), 131 ( 748 ) ’de şehir şiddetli bir zelzelede harâp oldu; bu esnada içinde ibâdet edilen Y a ’kûbi kilisesi yıkıldı ( sahte Dinoysius, trc. Chabot, s. 42; Süryânî Michael, II, 510; Baethgen, Abh. f . d. K unde d. Mor geni,, 1884, VIII/ıll, 126). H alîfe al-M utaşİm 'in kumandanı ’ U cayf b. ‘ A nbasa'nin İsyanına katılm ış olan kardeşi al-’A b b âs, 223 ( 838 ) ’te Manbic 'de, U sruşana'nin A f ş i n ’i olan h a y ­ dar b. K avuş tarafından, işkence ile katledildi ( J a b a r i, III, 1265; İbn a l-A g ir, nşr. T om berg, V I, 349; Süryânî Michael, III, io ! ; W eil, Gesch. d. C kalifen, II, 320 ). Suriye ’nin A h ­ med b. Tülün tarafından 264 (8 7 7 / 8 7 8 )’ te istilâsı ile, Manbic de M ısır hâkim iyetine g eç­ ti (İbn al-Şihna, s. 228). İm parator Konstantinos Porphyrogenetos ’a atfedilen Urfa 'nin eîkoiv â'/tc^goıcoirjroç 'u hakkındaki nutukta, ‘ İsa zamanında « a atg o v 'IsQarcôkscoç, ö t/rj pèv Sagar.iQvaiv t&cov,!; Mspßi# X systai ıryfj 6è tœ v Sügcov M aß o uz ( D e Imag, Edess., Migne, P a ir. G r., CXIII, stn. 432 ; daha İyisi bk, von Dobschütz, Christusbilder, Texte a. Unters, z. a ltchristl. L it., XVIII, 5***) civarında vukûa gelen bir mûcizeden bahsedilm ektedir : Kudüs ’ten dönüşte geceyi Manbic civarında, bir kirem ithânede geçiren A b g a r ’m elçisi ki­ rem itlerin altına, ‘ İ s a ’nın tasvirini saklam ış; ertesi gün, a teş gib i parlak bir ışık görüp,



İslâm Ansiklopepijıi



dehşete düşen şehir halkı bu kirem ithâneye koşmuşlar ve orada üzerinde kutsal tasvirin harikulade bir benzeri bulunan bir kirem it bulmuşlar ve o günden itibaren, bu kiremidi şehirlerinde itinâ ile saklam ışlardır. Hamdânîlerden S a 'id al-D avla, H a le b ’i al­ dıktan az bir müddet sonra (947 ), yeğeni şâir A b u F ir â s ’ı M anbic’e vâli tâyin etti ( D vorak, Abu Firâs, s. 75 ). Dom estıkos Ni­ kephoros Phocas, 962 ’de Suriye ’yi işgâl edin­ ce, şehir dışında avlanm akta olan A b ü Firâs, imparatorun yeğenlerinden ö jg a tijy o ç Büdrüs (T h e o d o ro s?, P e tro s?)tarafın d an esir e d ild i; önce H arşan a’ya, sonra da İstanbu l’a g e ti­ rildi ( Dvorak, s. 98 v .d .; W eil, III, ı j ). Abu Firâs İstanbul ’da annesine ve Manbic 'e olan hasretini aksettiren şiirler yazm ıştır ( Dvorak, s. 300, 302, 323 v.d.). İmparator olan Nike­ phoros 9Ğ6 yılında karargâhını Manbic önün­ de kurdu ve şehir halkından mukaddes kire­ midi ( al-kirm ida, yâni K eçapiSıov) isteyip, aldı ( Y ahya a l-A n tä k i, B ibi. Nat., anc. fa n d ar., nr. 737 A , 96»; tre. F reytag, Z D M G , XI, 212, Rosen tarafından tashih edilm iştir; Zapiski imp. akad. nauk., 1883, X LIV , 07— 08, not d.). Mepjter^e ’nin Hierapolis 'in arap­ ça adı olduğunu bilm edikleri açık olan ve bu şehrin F ilistin ’de ve y a Himş yakınında ol­ duğunu ileri süren bizanslı m üellifler, Nike­ phoros ’un Menbic ’i 968 'd e zap tettiği ve mu­ kaddes kirem it ile St. Jean B a p tiste ’in bir tutam saçını alıp götürdüğünü ( fak at bunu halefi yap m ıştır) yanlış olarak iddia etm ekte­ dirler ( Leon Diaconus, Bonn tab., IV , 10, s. 7 1 ; Skylitzes, II, 364; Zonaras, X V I, 25, s, 503; G lykas, Bonn tab., s. 569 v.b.). Bu iddia, ne Nikephoros 'un 968 ’de açtığı seferin geç­ tiği yerlere ( bk. v. Dobschütz, agn, esr., s. 172, not 15 Schlum berger, N icepkar. Phocas, s. 704 v, dd., not S ), ne de, zap tettiği yerlerin hududu hakkında Kamâl al»Din ’in verdiği bilgiye uyuyor ( F reytag, Z D M G, XI, 232). N ikephoros'un halefi J. Tzlm iskes 9 74 'te Manbic kalesini ( $goü(>ıov) zaptetti ve orada ’İ s a ’nın sandalları ile S t. Jean B aptiste'in kanlı saçlarını ele geçirerek, bunları birer mukaddes emânet olarak, B izan s’a götürdü (L eon Diaconus, X, 4, s, 165 ). 1025 ’te M irdâsîlerden Şâlib şehri zaptetti (J , J. Müller, Historia Merdasidarum ex Ha* lebensibus Cem aleddint annalibus e x cerpta, Bonn, 1819; Rosen, agn. esr., a. 68). Mahmüd ile ’A tıy a arasında yapılan anlaşmalar gere­ ğince [ bk. mad, HALAB], Manbic, 456 ve 457 'de ’A t iy a ’ye geçti ( Müller, agn. esri, s, 56 v.d.). 472 ( 1079/1080 ) 'de, Tâc. al-Davla Tu­ tuş şehri işgâl e tti ( Müller, s. 88 ). Roma iin45



MENBIC. paratoru D iogenes İV. şehri 1068 ’de, Sariye ye yap tığı bir sefer esnasında, zaptetti ve kalesini yeniden tahkim ettirdi (J. S k ylitzes, Bonn ta b „ II, 673, 675, 685 ; Michael A tta liates, Bonn tab., s. 108 v.d., m , 1 16; Zonaras, XVIII, »i, 26, Bonn, III, 691; Süryânî Michael, III, 168 ; Urhaylı Mattheos, trc. Dulaurier, s. 162; W eil, III, i 12; Kama! ai-Din, trc. Müller, ayn. esr., s. 63 v.d., burada Manbic ’in 70 sene bizanslıların elinde kalmış olduğu, yanlış olarak, ileri sürülm ektedir ). Manbic ile al-Ruhâ’, ancak 479 ( 1086 ) 'da Meiikşah tara­ fından bizanslıların elinden alındı. Meiikşah sonra, H aleb, Hama, Menbic ve L a z k iy a ’nin idaresini A k-Sunkur ’a devretm iştir ( Ibn alA s ir , X , 98; W eil, III, 131 ). Franklar 504 ( ı u o / n ı t ) ’te M anbic’i zapt, ve yağm a e ttile r ; B âlis ’e kadar ilerileyerek, burayı ateşe verdiler ( R öhricht, G esch. d. Kgr. Jerusalem , s. 88; W eil, III, 193; Süryânî M ich a el'e göre, III, 215, her hâlde yanlış olarak, 502 ’de ). F ak at Manbic 'i aynı senede k a yb ettiler ( A b u ' 1-F id i’, Târih, nşr. Reiske, III, 370). Baudouin IL 513 ( ı ı i 9 ) ’te H a­ le b ’in şarkındaki topraklara, Manbic ve alNukra ’ya kadar, bir akın yaptı ve ertesi yıl, Joscelin tarafdarlarından birinin Manbic ’de esir olarak, tutulduğunu, bu hususta ken­ disine tazm inat verilm ediğini bahane ede­ rek, al-Nuljra ve al-AIıaşş topraklarım yağma e tti ( R ecueil hist. or. crois., III, 623, 625 ). Nür al-D avla Balag, Manbic emîri Hassan alB a'aibakki 'y i iknâ ederek, yanına (ağırıp, onu Palu ’da esir ettiği zaman, Hassan ’m kardeşi 'Is a Manbic kalesini za p tetti ve Be­ la g de kaleyi muhâsara silâhları ile hücûm etti. F ak at ertesi gün B elag, mechûl bir şahıs {.Kamâl a l-D in ’e göre 'Isa, U rfalı M atth eos’a gö re de, güneşe tapan biri ) tarafından atılan bir okla, ağır surette yaralandı. 518 ( 1 1 2 4 ) 'de Hassan serbest bırakıldı ve M anbic'e geldi ( Ibn a l-A ş ir, X, 436; Süryânî Michael, III, 211 U rfalı Mattheos, trc. Dulaurier, s. 311 v .d .; Röhricht, ayn. esr,, s. 161 v.d,). 504'teki kısa süren işgalden sonra, haçlılar şehri artık bir daha ele geçirem ediler. H er ne kadar şehrin frank baş-piskoposları bulunduğunu ( bk. G uil­ laume de T y r, XIII, i î ; X V , 14; X VII, 17 ) ve bunlardan birinin, Franco ’nun 30 teşrin II. 1139 tarihli A n takya rûhânî meclisine iştirak ettiği­ ni Röhricht ( ayn. esr., s. 223 ) bildiriyorsa da, bunların Manbic 'de değil, Dulük ( D o lich e ) 'ta oturduklarını da biliyoruz ( Süryânî Mi­ chael, III, 19ı ). Guillame de T y r 'in eski fran­ sızca olarak yazılan metinde ( Paris tab., I, 489; II, 68, 167 ) baş-piskoposluk sâhası Geraple adı ile anılm aktadır ki, bu ismin, ekse-



riyâ bugünkü Cerâbulus ( Cerabis ) ile aynı olduğu kabül edilm ektedir ( Rey, L es colonies franques de Syrie, Paris, 1883, s. 315; bk. bir de Bischof, Aasland, 1873, s. 136 ). Fakat bu gerek ses ( Hogarth, A nn a ls o f A rcheol. and A ntkrop., Liverpool, 1909, II, 166, not, C erâ­ bulus = süry. Agropos, Eüçcostoç ) ve gerek tarihî sebeplerden dolayı mümkün değildir. A ta b e y İmâd al-Din Zengi 521 ( 1127/1128) senesinde, Manbic ve H işn -B izâ a şehirlerini zap tetti ve 17 cem âziyelâhır 522'de H a le b ’e girdi (R ecu eil hist. or. crois., I, 17, 380; 11/11, 69 ). imparator loannes II. Komnenos, Z en gi ’ye karşı a çtığı sefer esnasında ( II42 ) yalnız Bi­ za a ( riı'Çd ) 'yı zap tetti ve Manbic ( xb pépPsÇ ) 'in sâdece önünden geçti ; zîra N iketas ( Bonn tab., s. 37 ) ’m küçüm seyerek, ışâret e ttiğ i üzere, bu şehrin alınması kolay sayılm akta idi ve bir vadinin çöküntüsünde bulunuyor­ du ( (üç eünavayıâviötov xqi0sv jî a n i neöiov scsipevov ■uJMui'Çovtoç ) ; Haleb ve Ş a y za r muhâsaratarınm m uvaffakıyetsizliğe uğradığı dü­ şünülürse, bu izahın zorlam a ve yersiz olduğa meydana çıkar. A nn a Komnena ( Bonn tab., I, 3 Î 1 ) Ps|Jpf.î|Kütr|Ç (y â n i M anbic) v»ıv êiKavupiav àno Xt\ç, svsyxapsvîiç Xo^cov 'un Bizans 'in hizm etinde olduğunu söylem ektedir. A sıl şehre gelince, bizanslılar XI. asırdan itibaren artık ona sâhip değiller idi, H er hâlde yukarıda bahsi geçenin ahfadından olup, aynı adı taşıyan H assan adında bir Manbic em îri haçlılar ile yapılan savaşlarda, bilhassa 8 temmuz 1 1 5 1 'de T ali B â ş ir ’in zaptı sırasında, bir çok defalar yararlık göster­ m iştir (K a m â l al-Din, trc. Blochet, R O L, III, 526 v.d .; Röhricht, Gesck. d. Kgr. Jerus,, s, 197, 268, not 3, 281 ). Onun yerine oğlu Ğ âzi g eçti ( Kamâl al-Din, ayn. esr., s. 543 ). Ken­ disine M anbic’i iktâ olarak verm iş olan Nür a l-D in 'e karşı baş kaldırdı. Nür al-D in Man­ bic üzerine ask er gönderdi ; G a z i 'yi azletti ve yerine G a z i'n in kardeşi Ku(b al-D in İnal (K a m â l al-Din ’de : N iyâl, oku; Y ı n a i) ’ı g e ­ çirdi ( R O L , III, 543; R ecueil k i s t or. crois., II/ir, 241 ). Manbic 'de bir hanefî m edresesi yaptırm ış olan ( R O L , III, 544 ) ve çok sevilen bu emîr, 11 yıl hüküm sürdükten sonra, 572 ( 1176/1177 ) ’de Salalı al-D in tarafından azlolundu (R e cu eil, I, 46 v.d .; II/ıı, 241; IV , 132; Süryânî Michael, III, 366 ).-. Kamâl al-D in ’in verdiği mâlûmata göre ( R O L , IV, 147 ) Ğ ars al-D in Ç ılıç 572 yılında, tarafdarları ile bera­ ber, T alî H â lid ’den M anbic'e a l-D u vayk’in yanma g itti ; al-M alik al-N âşir buna şehri iktâ olarak vermiş idi ; fak at D uvayk 'in kim ol­ duğu bilinmemektedir. 5 7 7 ’de M an bic’de bu­ lunan ve al-M alik a l-N âşir'in yeğeni olan



togNBİd. Ta^i aI-D:'n 'O m ar, ‘ İzz a l-D in ’in H a leb ’e yürümesine mânı oldu; fak at bu teşebbü­ sünde m uvaffak olamadı ve Hama 'ya döndü ise de, kalk onu kabfil etm ek istem edi { R O L , IV, 15 6 ). ‘İmâd al-Dİn 578 ( 1182/1183) ’de Manbic ’e hücûm ile şehrin civarını tahrip e tti ( R O L , IV , 162). Şalâh al-D in kard e­ şi al-M alik al-‘ A d İI’i M anbic'e vâli tâyin e tti; bu zât şehre 579 (118 3 / 118 4 ) rama­ zanında vardı ( R ec. hist. or. crois., IV, 249 ) ; fak at, sanıldığına göre, umûmî karargâhta ka ld ı; zira 582 ( 1186/1187 ) 'de sultan Man­ b ic ’i ve diğer bâzı yerleri Talci a t-D in ’e verdi ( A b u ’I-Fidä’, A n n a l, M usi., IV , 72 ). İm parator Friedrich ’in ölümünden sonra, ‘A k kâ’ ’ya doğru yürüm ek isteyen almanlara Şa­ lâh a l-D in ’in 119 0 ’da gönderdiği reisler ara­ sında Manbic ’den Naşir al-Din b. Ta^i alD in de var idi ( Rec. hist, or. crois., IH, 165 )• 5 8 9 ( 1 1 9 3 ) ’da Hârim, Tali Bâgir, Manbic, ’A ’zâz ve diğer kaleler, Şalâh al-Din 'in üçün­ cü oğlu al-M alik al-Z âh ir G azi ’ye verildi ( Rec., Il/I, 76; Röhricht, G esch. d. K gr. Jerus,, s. 658). Bu zât 59ı ( 1 1 9 5 ) 'de Hama hâkimi al-M alik al-Manşür ’a âit olan Manbic ’i muhasara etmek gayesi ile, K in n asrin 'den Kara-H isar üzerine y ü rü d ü ; fak at bir çok en­ dîşe verici haberler yüzünden, alel’acele Şam 'a yöneldi ( R O L , IV, 209). S ayf al-Din T u ğ­ rul al-Zähiri 595 ( 1 1 9 9 ) ’te, Manbic üzerine yürüyen Hama kuvvetlerinin bir bölüğünü ge­ ri p ü sk ü rttü ; bir çok esir aldı ve onları al­ Malik al-Zâhir ’e getirdi. O da hepsini ser­ best bıraktı ( R O L, IV, 2 18 ). al-Malik al‘A d il ’in talebi üzerine, idama hâkimi 596 ( 1200 ) ’da, Bärin 'e karşılık olarak, sİzz al-Din İbrahim al-Mukadctam (W e il, G esch. d, Ckalif., III, 434, not 4 ) ’e Fâmiya, Manbic ve K a fartâ b şehirlerini verdi, ‘ tzz al-D in Fâm iya ’de öldüğünden, Manbic kardeşi Şams al-Din ‘A b d al-M alik’e katacak id i; fakat al-Malik al-Zâhir 597 ’de Manbic ve Ç a l’a t Nacm ’i onun etinden aldı ve kendisini esir e tt i; her iki şehri Hama hâkimi al-Malik al-Manşür ’a ve rd i; 588 ( 1192/1193 ) ’de al-Malik a l-A d il 'e karşı yardım etmesi şartı ile, M anbic’i kendisine tek lif etm iş ise de (R e c . kist, or, crois., 111, 2 9 S), al-Malik al-Manşür o zaman bu teklifi kabûl etm em iştir ( Röhricht, agn. esr., s. 685 ). Bunun özerine, al-Zâhir, düşman eline düşmemesi için, Manbic kalesini tahrip e tti ve korunma tertibatından mahrum kalan şehri 597 ( 1 2 0 1 ) ’ de ( R O L , IV , 222) iktâ olarak, al-H accâf 'a ve ertesi sene de ’İmâd al-D in b. S ayf al-Din ‘ A li b. Ahm ed al-Maştüb ’a verdi ( A bu ’!-Fidä’, agn. esr., IV , »95 ). Bununla beraber, az bir müddet sonra, al-



Zâhir Haleb emîri Mubâriz al-Din A k ç a ’ yı M anbic’i tek ra r mubâsara etmek üzere gön­ derdi ; fakat emîr al-Malik al-’ A d il ’in oğlu al-Malik al-Fâ’i z ’in yaklaşm ası üzerine, B ız a a ’ya çekildi. al-M alik al-Fâ’iz M anbic’e girdi, kaleyi tam ir ve tahkim ettirdi. Sonra Haleb askerleri muhârebeye yanaşm adıkları için, Nâbutus ’a, babası 'A d il ’in yanm a döndü ( R O L, IV , 223 ). A z bir müddet sonra, H aleb birlik­ leri tek ra r Manbic üzerine yürüdüler ise de, Ş a m ’da bulunan al-M alik al-Zâhir tarafından, geri çağırıtdılar. al-Zâhir sonradan, al-Fâ’iz ’in tarafını tuttukları için, Manbic halkını cezalan­ dırm ak maksadı ile, şehir üzerine y ü rü d ü ; fa­ k a t em irleri kendisini teskin e ttile r ; o da şehir halkını affederek, Manbic ’i 598 (1202 } ’de İbn al-M aştüb ’a ik tâ olarak verdi ( R O L, IV , 224 ). Selçuklu hükümdarı Kaykâvüs 615 (1218/1219) ’te Manbic üzerine yürüdü; kapılarını açan şehirde zabitlerinden Sârim al-D in al-Manbici ’yi vâli olarak bıraktı ve sûrlarını tamir e ttird i; fak at al-Malik a l-A ş r a f’in yaklaşm ası üzerine, şehri terketti ve bu esnada a ğır ka­ yıplara uğradı ( Rec. h is t or. crois., İI/I, 146; Kam âl al-D in, R O L , V , 57; A b u ’ 1-Fidâ’, A nn . Musl., IV, 266). H aleb Sultanı al-Malik al-Nâşir, türkmen istilâsına karşı korunmak maksadı ile, Selçuklu sultanı ile bir anlaşma yaptığı zaman, ona elçi olarak, Manbic kadısı Avihad al-Din 'i gönderdi ( R O L , V , 94 ). Har­ ran hâkimi al-Malik al-M uğiş 635 ( 1237/1238) 'te hvârizmlilerden kurtulm ak için, M anbic’e kaçıp, halasına sığınmak istedi ( R O L , V , 103 ). H vârizm liler, üç sene sonra, S u r iy e 'y i istilâ ettik leri vakit, bir Haleb ordusu onların üze­ rine yürüdü ise de, N ahr al-Zahab civarında hemen tamâmiyle imhâ edildi ( R O L , V I, 3 ). Bunun üzerine hvânzim liler Manbic üzerine yü­ rüdüler; şehir ahâlisi surların arkasına çıkmış ve davarların y ıkık yerlerini kapatm ışlardı. Ş ehir 21 rebiülâhır 638’de hücum i l e . zapted ild i; evler yakılıp-yıkıldı ve zengin hazîneler ganim et olarak, alındı ( R O L , VI, 6 ). .Hvârizm­ liler tardediidikten sonra, al-Malik al-Manşür M anbic’ e girdi ( R O L , VI, 17 ), Sultan Kalâvün ile Erm enistan kıralı Leon arasında, 1 rebiülâhır 684 ( 6 hazîran 1285 ) ’te yapılan anlaş­ mada, Manbic Mısır şehirleri arasında zikre­ dilm iştir ( M akrizi, nşr. Q uatrem ere, Hist. des Sultan s Mamlouks, II/I, 168; trc. s. 205 ). İbn al-Şıhna (B eyrut, 1909, s. 2 2 8 )’ ye göre, o zamana kadar sultanın divânına senede 510.000 dirhem vergi getirm ekte olan Manbic, 699 ( 1299 ) sonları ile 702 ( 1302 ) arasında Suriye 'yi istilâ eden m oğnllar tarafından tahrip ed ild i; burada hvârizm liler ile. moğuilar birbirine karıştırılm ış olabilir, A b u ' 1-F id â



)oâ



M É N B ic -



kendi zamanında şehir ve tahkimatın tamamen harâp hâlde bulunduğunu söylüyor. H a lil al> Zahiri ise, şehirden hiç bahsetm em ektedir. Bum buc ( yerliler böyle telâffu z etm ekte­ d irle r) harabeleri eski çağın B am byke’sini ziyâdesi ile hatırlatm aktadır. Euting, M. H art­ mann, Zeitsch. d. Gesellsch. f . Erkunde, Ber­ lin, XXIX, 525 ; Littm ann, Am eric. A rckaeol. Exped. io Syria, III, 171, not 3 ) şu kim seler tarafından gezilm iştir: Maundrel! ( 1699), Pococke ( 1737 ), Drummond ( 1747 ), Sachau ( 1879 ), Cumcmt ( 1907 ) ve H ogarth ( 1908 ). Şehrin etrafını geniş bir handekle çeviren, eski çağdan kalma ve orta çağda bir çok de­ falar tâm ir gören surları ( Ainsw orth, A per­ sonal narrative o f the Euphrates Expedition, >838 , I, 238 ) bâlâ, hemen tam bir şekilde, mu­ hafaza edilmiştir. B i b l i y o g r a f y a : al-Hv&Tİzmi, K itâb sn rat al-arz ( nşr. V. Mzik, Bibi. arab. H istor. u. Geogr., L eipzig, 1926, III, 20, nr. 27 î ) î al-Battâni, a l-Z ic al-şâbî (n şr. N ai­ line, Pabbl. del. R. Osservat di Brera in M ilano, X L ) , II, 41 ( nr. 1 5 4 ) ; III, 238; alİştahri { B G A , I, 62, 65, 67 ); îbn Havkal ( B G A , II, 120,125— 127); al-M akdisi ( B G A , III,54, 60, 154, 19 0 ); İbn al-Fakih { B G A , V , m , 1 1 5, 1 1 7 , 1 34 )j İbnH urdâzbih { B G A , VI, 75, 98, 117, 1 6 2 ) ; Çudâm a { B G A , V I, 228 v.d., 246, 254 ), İbn Rusta { B G A , VII, 83, 97, 1 0 7 ) ; Y a 'k û b î { B G A , VII, 3 6 3); al-M as'üdi, T anbih { B G A , VIII, 44, 152 ) ; ayn. mil., MurUc al-zahab ( nşr. Barbier de Meynard ), VI, 437, not 3 ; alİd risi ( nşr. G ildem eister, Z D P V, VIII, 2 6 ); A b u ’ I-Fidâ’, Takvim al-buldân ( nşr. Reinaud ), s. 271 ; ayn. mil.. A nnales Mustem. (n ş r. R e isk e ), III, 370, 430; IV, 24, 72, 108, 140, 266 ; N âşir-i Husrav, Safar-nam a ( nşr. S e h efe r), s. 3 1; İbn Cubayr (n şr. W r ig h t), s. 250; Y aku t, Mu cam (n şr. W üstenfeld ), IV, 654; Ş a fi ai-Din, M arâşid al-iftila’ ( n ş r . Juynboll), III, 153; Beschreibung von IJaleb ( Paris, ms. arab., nr. 1683, 79c ) ; tre. B lochet { R O L , III, 526, not 4 ) ; alT ab ari, T â rih , I, 959; II, 779, 1876; III, 47, 654, 694, H03, 1265; al-Balâzuri (n ş r. de G oeje ), s. 132, 150, 188, 191 ; İbn al-A şir (n ş r. T o rn b e rg ), F ih rist, II, 813; al-K alkaşandi, Şubh al-d'şâ (K a h ire tab.), IV , 127 ; ibn al-Şihna, al-D urr al-muntakab f i T ârih Halab (n şr. S e rk is ),' Beyrut, 1909, s. 191 v.d. j G . !e Strange, Palestine under the M oslem s (1890 tab.), s. 500 v.d .; ayn. mil., The Lands o f the Eastern Caliphate ( Cam b­ ridge, 1905), s. 107; Gaudefroy-Demombynes, La 6yrie à l'époque des Mamelouks ( Paris,



M EN Ô .



1923 ) , s. 92 ; H itzig, D rei Städte in Sgrien { Z D M G, 1854, VIII, 211 v. d d .; Nöldeke {N a chr. G G W., 1876, s. 5 — 8 ) ; MaundrelE, A Journey from A lep p o to J eru sa lem 8 ( O xford, 1740 ), s 153 [8. tab., London, 1810, s. 204]; Poeocke, Description o f the East ( London 1745 )> U / L 1 ^ 6 ; Drummont, Travels through differen t cities o f . . . A s i a . , . ( Lon­ don, 1754 ), s. 209, 289; Chesney, Expedition fo r the surveg o f the rivers Euphrates and Tigris (London, 1850), s. 510 ; Sacbau, Reise in Sgrien und M esopotam ien ( L eip­ zig, 1883 ) , s. 146— 15 2 ; H ogarth { A n n a ls o f A rcha eol. and Anthrop., Liverpool, 1909, II, 183— 1 9 6 ); C h abot { J A , seri IX, 1900, X V I, 277 ; Cum ont ( R H R , 1910, LXII, 119 — 1 2 2 ); ayn. mil., Etudes Syriennes ( Pa­ ris, 1917 ), s. 23— 26 ve fih rist, s. 358 ; Dussaud, Topographie historique d e là Syrie antique et m édiévale ( P aris, 1927 ), s. 474 v.d., 518. Bk. bir de mad. H ierapolis ( PaulyW issowa-Kroli, R E , Su p p l., IV , stn. 733— 742 )• ( E. H o n i g m a n n .) M EN D . M A N D ( ? ), araplarin Sind 'd e te sâdüf ettikleri h a l k olup, isminin yalnız -u» şekli k a f id ir : *MYD ( Mid, Mayd ), *MND ( Mand, Mund ) okunabilir. Mu’âviya zamanında ( 41— 60 ) R aşid b. 'A m r M endlere karşı bir sefer­ de ölmüştür ( Balâzuri, s. 433 ). al-Haceâe ’m valiliği esnasında, Daybul [ b. bk.] 'da bulunan bâzı Mendier, sonradan Y â k ü t ( C a zira t alY âkü t, Rubis ) adaları kıralı tarafından, mem­ leketlerine iâde edilen müslüman kadınları açık denizde esir alm ışlardı. Bu korsanlık ha­ reketi araplarm onlara karşı bir se fe r açma­ larına v e sile oldu {agn. e s r .,s. 435 ). 95 ( 7 1 4 ) ’ten sonra, Muhammed b, Kâsim , S urast ( ? ), „Mend, deniz korsanı“ ahâlisi {gakta'Una f i ’l-ba1}r ) ile bir sulh muâhedesi yap tı ( s. 440) ; bu yerin ismi Surâştra = K âthiâvâr '1 hatırlat­ m aktadır. Mu'taşim zamanında (2 1 8 — 2 2 7), Am rân b. Mûsâ Mendlere hücûm ile 3.000 kişiyi kılıçtan geçirdi ve belki de sulama iş­ lerini bozmak m aksadı ile „Mand bendini ( ka­ nal ? )“ ( S a k r al-M and ) yaptırdı. Bundan sonra “Am rân, mağlûp e ttiğ i Z u ]tlar ile be­ raber, M endlere karşı tekrar muharebeye g i­ rişti ; denizden bir kanal ( nahr ) kazdırarak, M enülerin alçak seviyeli topraklarını {batîha ) tuzlu su altın da bıraktı ( agn. esr., s. 445 ). Bu devirde Sandan ( Daman, Surat ( ? ) ’in eenûbunda, Elliot, I, 402 ) limanının hâkimi Muhammed b. F azl Mendlere karşı, 70 gem ilik bir deniz kuvveti ile, savaşa g irişti ( agn. esr,, s. 446 ). Coğrafyacılardan İbn H urdazbih ( s . 56 ve 6 2 ) In dus'tan şarka doğru, 4 günlük mesâ-



M EN D .



fede bulunan Maydleri ( ? ) zikrediyor v e on­ ların hırsız olduklarını söylüyor. 300 senesin­ den sonra Hindistan '1 gezen M as'üdi ( M urnc, I, 378) Manşüra ülkesinin, Sind Mendlerî ve başka halk kütleleri ile, devam lı barp hâlin­ de bulunduğunu söylüyor. B ir de Mas’ üdi, Tanbih, s. 5 5 ; îştahri, s. 176 ( = İbn H avkal, s. 231 ) 'da, Sind 'in k â fir halkı arasında Budha ve Mendleri zikrediyor. Bu sonuncular Muitân 'dan denize kadar indus kıyıla rı ( şatnt al-M ih rân) boyunca yaşam akta ve İndus ile Kâmuhul arasında uzanan çöldeki vâhaları işgal etm ekte idiler. İdrisi ( 5 4 8 = 1 1 3 4 ; trc, Jaubert, İ, 163 ) 'y e gö re, Mand ahâlisi Sind çölü hudutları boyunda oturuyor v e Mâmahal ( Kâmuhul ? ) hududuna kadar sürülerini o tlatı­ yordu. Bu kalabalık ahâlinin çok m ıkdarda binek hayvanları ve develeri var i d i; Dür ( doğru­ su: Rör, bk. mad, LÛLÎ ) 'a, hattâ bâzan Makrân 'a kadar akınlar yapıyorlardı. Bu son tafsilât g a r ip tir ; zira M endlerin İran ’a doğru sahala­ rını gen işlettiğini gö steriyor ise de, metne güvenmek pek doğru d e ğ ild ir; kelim eyi, muh­ temelen, Multân olarak okumak gerekm ektedir. Bundan sonra, mand ıstılahı İslâm eserle­ rinde kaybolm aktadır, Mendlerin yaşadığı yerin hudödunu tesb it etm ek bakımından, m evkii mühim olan „Çâm uhul" şehri bâzan H indistan ( İştahrİ, s. 1 7 6 ) ’da, bâzan Sind ve H indistan arasında ( İd risi ) gösterilm iş­ tir. İsmin şekli kat’î değildir ( Fam hal, Mâmhal, Am hal ), E lliot ( I, 363 ) onu A nhalvâra olarak kabul ediyor ( krş. al-B irüni, s. 100). Bu sonuncu şehir ( A nhilvâra, N ahrvâra, 746 'ya doğru kurulm uştur ), yeni kurulmuş Patan şehrinin aym dtr (şim a lî B aroda'da Sarasvati nehri üzerinde ), krş. T he Imperial Gazetteer, O xford, 1908, X X [ Cunningham, agn. esr., s. 290, „Mâmhal" 'i Um arkot 'ta gösteriyor ]. Her hâlde „Kâm uhul“ , al-M anşüra’nin cenûb-ı şarkîsinde ( = İndus üzerindeki Haydarâbâd, E lliot, I, 3 70 ) Mendlere â it mer’aların „hu­ dudu" olmalıdır. 520 ( 1 1 2 6 ) 'ye doğru farsça yazılm ış olan M acm il al-tavârlh 'in İslâm kaynakları arasında husûsî bir yeri vardır. Bu eser önce hindçe olarak tertip _ edilmiş, sonra A b u Ş â lih b. Şu'ayb b. Cam i ( 417 = 1028 ) tarafından arapçaya tercüme edilm iş, nihayet C ü rcâ n 'd a hâfız-ı kütüp olan A b u ’ 1-Hasan ‘A li b. Muhammed al-H alabi tarafından arapçadan farsçaya çevrilm iş bir kitaptan parçalar ih tivâ et­ m ektedir. Mâha-bhârata'nın hatalı bir hulâ­ sası olan bu kaynak Nuh 'un oğlu Ham 'ın neslinden gelen ve Sind ülkesinde bulunan iki kavim *Mayd ve Z u jtlara dâir b ir fasıl ile başlam aktadır. M aydler, Zuttları boyundu­



709



ruk altına alm ışlard ı; Z u ttla r Pahn ( veya Bahr ? ) nehri kıyıların a çekilm iş ve nehirden M aydlere hücûm etm işlerdi. N ihayet iki taraf harpten bitkin düşünce, kendilerine bir kıral tâyin etmesi için, k ıral Dahüşân b. Dahrân ( Duryodhana, DhrtarSştra ’nm oğlu ) 'a baş­ vurm ağa râzı oldular. Dahüşân onlara sonra­ dan kndretli bir kıral olan Bendrt ( Jayadr a th a ) ile evli bulunan k ız kardeşi Dusal ( Duççalâ ) 'ı gönderdi. Dahüşân, D usal *m ri­ cası ile, S in d 'd e yerleştirilm ek üzere, 30.000 brehmen gönderdi. Ü lkenin bir kısmı, C u rt ( Yudhişthira, DhrtarSştra 'nın büyük oğlu ) ’u prens olarak kabûl eden Z t f { t ! a r a veril­ di. M aydler ( M aydiyân ) de bir kısım toprak elde ettiler. Bk. Reinaud, Fragm enU arabes et persans re la tif â l’Inde, 1845, s. 2 v.d,, 25 v. dd. Burada Duççalâ 'nm, „İndus 'un suladığı mem­ leketlerin k ıra lı" Jayadratha ile evlenm iş oldu­ ğunu söyleyen Mâha-bhârata 'ya istinaden, M aydler ve Zuttların tarihini hind Etn’anesine bağlam ak teşebbüsüne rastlam aktayız ( trc. Fauche, P aris, 1863, 1, 290, beyit 274* ). A ncak asıl hind rivayetlerinde Mendler hakkında k a t'î hiç bir şey yoktur. B irüni ( nşr. Sachau, a. 150— 137, trc. I, 299— 3 0 3 ) ’de H indistan ahâ­ lisini sayan kaynaklardan biri olan Brhat-Sam hita (tr c . Kern, J R A S , 1871, s. 81— 8 6 ) 'da bir M ânzavyalılara ( H indistan 'm m erkezinde, şim al ve şimâl-i garbisinde g ö ste rile n ) rast­ lam aktayız. A rapça M and'in böyle b ir isim­ den gelm iş olması şüphelidir ( krş. K âthiâvâr kenarında bulunan şehrin is m i: M ândvi). D i­ ğ e r taraftan, Hindistan *ın m erkezinde, Mânzavya ’nin yanında M edhalar ism i zikrolunm aktadır ( a l-B irü n i: M ayza, orada sondaki a yalnız bir fa th a ’nın yardım ı ile belirtilm iştir ). Mayd/Mand meselesi E llio t ve Cunningham tarafından münâkaşa edilm iştir. E llio t ( Htstarg o f India, 1867, 1, 519 v. dd.), Medlerin Sind ve Jfodhpür hudutlarında ve aynı za­ manda cenupta M akrân ’ın küçük limanların­ da _( Gazbur, HormSri, Callar-Za i, ÇelmarZâ’ i k o lla n ) hâlâ mevcut olduklarını söyler. H attâ *Med ismi, ses benzerliği dolayısı ile, „M er" (A ravali-d ağların d a ve Kâthiavâr'da bu­ lunur) hâline gelm iştir. Elliot, Medlerin yahut onların kollarından birinin y er isimlerinde iz­ lerine rastlanan (M and-ar, Mand-hro v.b.) Mand ismini taşım ış bulunmalarının da müm­ kün olduğunu zannetmektedir. Cunningham ( Report 1863—1864 ), Z u ttlar ile »Mayd veya M andlerin" la tii ve Madrueni ile münâsebeti olduğunu ileri sürüyor ki, Piinius [ Hist. N a t, V I, fasıl XVIII ] bunların Am u-D erya ’nın ya­ kınında bulunduklarından bahsetm ekte ve „Meri



7 io



MEND -



veya M etleri" Pencâb hind-îskitlerinin ilk fatihleri olarak zikretm ektedir. Cunningham ( The ancient Geogr. a f India, 1871,3. 290— 294), Periph maris Ergihr, [ krş. Ptolamaus, V I I , I, § 63, M ıvaydea, hind-iskit sâhasınm şarkında ] 'daki M ıvaydça şehir isminde Mand isminin değişik bir şeklini aram aktadır; bu isim „Min İskitlerin şehri“= a r a p . Manhâbari ( Mancâbari ) = Thatha v.b. olmalıdır. Mandler m eselesi yeni ve husûsî bir tetkiki gerektirm ektedir. Burada bir tek kavim mi, yoksa iki ayrı „Mayd ve Mand" kavimleri mİ var idi ? Müslüman m üellifler bir tek kavimden bahseder görünm ektedirler. İndus ’un cenubun­ daki bölgenin isminde eski M and (k rş . Ptolemâus, VII, I, § 7 : Mandagara ) unsurunu görü­ yoruz. E. Forrer ( D ie în schriften and Spra­ chen des H atti-Reiches, Z D M G t 1922, LXXVI, 247) 'e göre, menşe’i tetkik edilince, onla­ rın 3000 ( m. ö.) civarında çivi kitabelerinde tesbit edilm iş olan ârtlerin en eski . ismi ( Manda ) ile münâsebetleri olup-olmadığı üze­ rinde durmak gerekir. E. M eyer ( Di e Volksştâmme Kîeinasiens, S B A k . B erlin , 1925, s, 244— 261; krş. bir de Gesck. d. Alterlum s, 11/ 1,2. tab., s. 35, not 3 ) 'e göre, „M anda“ ismi VII. ( m. ö.) asırda ön A s y a ’yı istilâ eden isk iiler için kullanılmış olup, bâzan iskitlarin yanlarında yerleştikleri M edlere de delâlet etm iştir. *MND ile Munda dilinin ( Mon-khmer dil aile­ sine dâhil ) ismini m ukayese etm ek tamâmiyle yanlıştır. Bu hususta krş. Przyluski, Un an ­ elen peuple da Penjah j les Udumbara ( J A , 1926, nr. t, s. 3 3 ) ; burada iddia edildiğine göre, hind-ârîlerin gelm esinden evvel „İndus y â d is i. . . Himâlâya bölgesinden denize kadar A vu stra lya-A sya halkı ile meskûn idi". A vu stra ly a-A sy a tabakasının ( yâni Munda tipinde­ ki d ille r ) te ’siri sanskritçede sadâlı seslerin muhâfaza edilmesini de izah etm ektedir.



M E N D E R E S.



doğru dönüp, Ç anakkale boğazının E g e denizi medhali önünde Knm -Kale yanında denize dö­ külen aş.-yk. 100 km. uzunluğunda bir akar­ sudur. Kadîm çağda kullanılmış olan Skaman­ dros (S k araa n d er) ismi daha o sıralard a bâ­ zan M eander ( Büyük M enderes ) ismi ile ka­ rıştırılm ış idi ( krş. Plinius, II, 87 ). M enderes çayı denize dökülmeden önce, şarktaki tep e­ lik sahâdan gelen ve Trova ( Ilion ) harabeleri önünden geçen Düm rek suyu ile birleşir ki, buna da eski çağda Sim ois ismi verilm ekte idi. Bu iki akar-suyun o zaman bile birbirine k a ­ rıştırıldığı, tda ( Kaz-D ağı ) ’dan doğan suya Homiros ’un Simois, Strabon 'un Skamandros ismi vermesinden anlaşılm aktadır. 2. K ü ç ü k M e n d e r e s , eski adı K aystros ( C a y s te r ), İzmir Boz dağları ile A yd ın dağları arasında uzanan geniş ovadan geçerek, K uş-A dası körfezinde E ge denizine dökülen 145 km. uzunluğunda bir ırm aktır. Havzasının kapladığı sâha ise, 3.140 km .2'dır. Küçük Menderes, adı geçen dağların şarkta birbirine yaklaşan im tidatları önünde y er al­ mış K eleş ( kadîm Koloe, şimdi K iraz ismi verilen kazâ merkezi kasaba ) ovasında, yam aç­ lardan inen derelerin birleşm esi ile m eydana ge­ lir ; cenûba doğru bir dirsek çizerek, tekrar garba dönüp, kendi adı ile anılan ovaya g ire r ki, şarktan garba 73 km. kadar uzunluğu olan bu ovanın genişliği bâzan 20 km. yaklaşm akta, bâzan da şim âl veya eenup kenarındaki dağ­ ların uzantıları arasında 10 km. 'den aşağıya düşm ektedir. Irmak umûmiyetle ovanın orta­ sını takip e d e r ; şimâl ve cenuptaki yam açlar­ dan kendisine ancak kısa boylu b ir takım akar­ sular karışır. Zem ini verim li ve kalın bir top­ rak tabakası ile örtülü olan bu ova ( eski çağ kaynaklarında Cilbianus Campus, K.ıî.fSt235/1236)’te H lot kütlesinin ayak­ kınlarının nesli olan ve an'anelerîne göre, hü­ kümdarlara saltanat tevcih edip, onları vesayet lanması, al-Raşid ’i M erâkeş ’ten kaçıp, Sicilaltında bulundurmak isteyen Muvahhid şeyhle­ m âsa’ye sığınmak m ecbûriyetinde bıraktı ve rinin mücâdele sahnesi oldu. at-Manşür ’un kar­ Yahya şehri yeniden ele geçirdi ise de, neti­ deşi A bu Muhatnmed 'A b d ai-V 5 hid boğula­ cede al-R aşid M erâkeş ’i istirdat e tti ve so­ rak, öldürüldü (e y lü l 621 = 12 2 4 ); halefi al- nunda Yahya katledildi. 1216 'dan ıtibâren ‘A d il sarayın bir havuzunda boğduruldu ( te ş­ memletin şark tarafından gelm iş bulunan rin I. 624 = 1227 ); Endülüs ’te a l- Â d il ’in kar­ M ariniler bu M uvahhidîlerden at-Sa‘ id devrin­ deşi A bu 'l-:Ulâ İdris al-Ma’mün hükümdar ilân de ( 1242— 1248 ) F as devletinin büyük k ıs­ edilince, Muvahhİdî şeyhleri onun yerine küçük mını ele geçirm eğe m uvaffak oldular. al-Sa:id yaştaki Y ah ya b. al-N âşir’i geçirdiler. Çok ’in halefi ‘Om ar al-M urtazâ ’nın toprakları, geçmeden, bütün mem leket kargaşalık içine 658 ( 1260) ’den itibâren, yalnız Umm Rabi‘ düştü. Sebatsız Muvahhidîlerin dağılmasından vâdisi cenûbunda M erâkeş arâzisinden ibaret korkan Yahya Tinmai ’e kaçtı ( nisan— mayıs kaldı. 660 ( 1261/1262 ) ’ta M arini A bü Y û su f 626 = 1228). K arışıklık içinde kalan M erâkeş’e, Y a'küb b. ‘A bd al-H akk G iü iz dağında karar­ nihâyet al-Ma’mün adında bir vâli tâyin olundu. gâh kurup, buradan M erâ k eş’i teh dit etti. Fakat 4 ay sonra Yahya, yeni kuvvetler ile Merâ- al-M urtazâ, çarpışm ak üzere, A bü Dabbüs keş ’e girip, al-Ma’mün 'un valisini idam ettir­ lekabını taşıyan amca-zâdesi Sayyid A bu ’ 1- Ula di ise de, şehirde ancak 7 gün kalabildikten fd ris 'i yolladı. A bü Y u su f bu çarpışma sıra­ sonra, memleketi eline almak için, E n dülüs’ten sında oğlu emîr 'A b d A llâ b ’ı kayb ettiği için, gelen al-Ma’mün ile savaşm ak üzere, G ill iz 'e cesareti kırılarak, M erâkeş ’e dâir tasavvurla­ gitm eğe mecbur oldu (ş u b a t 1230). Kastilya rından vazgeçip, receb 661 sonunda (1262 kıralı Ferdinand 111. bir takım m enfaatler haziran başı ) Fas şehrine döndü. T ek rar sulha kavuşulmuş olmasına rağmen, karşılığında, kendi emrine 12.000 kişilik suvâri vermiş idi ki, al-Ma’mün bunların yardım ı Muvahbidîler hükümdarının M arin ilere tâ­ ile, Y ah ya ve tarafdarlarını bozguna uğratıp, biiyet vergisi ödem ek m ecbûriyetinde kaldığı M erâkeş’ e girerek, burada yalnız şeyhlerin ve bu andan itibâren, hânedanın artık mahva âilelerinin yok edilmesi sureti ile değil, aynı mahkûm olduğu hissedilm ekle beraber, bu zamanda evvelki hükümdarlar devrindekinin akıbetin her şeyden evvel yine kendi eseri tamâmiyle aksine bir dinî veçhe takınm ak olması da mukadder idi. Bir yıl önce Merâ­ şeklinde, Muvahhidler aleyh darı bir siyâset ta­ keş 'i A bü Y û su f 'a karşı müdâfaa etm iş bulu­ kip etti. al-Ma’mün şehre gelir-gelm ez, kaşba nan, fak at şimdi amca-oğlu al-Murtazâ ’ nın camiinde minbere çıkarak, hutbe okuttu. İbn gözünden düşen A bü Dabbüs, bu sefe r Marini Tüm art ’e alenen lânette bulundu ve kendisin­ hükümdarının yanma kaçtı ve fütûhatı ara­ den evvel yapılan işlerin aksine olmak üzere, larında bölüşm ek şartı ile, a l-M u rta iâ'yı de­ bir kısmı KirtSs ile İbn Haldün tarafından virmek üzere, ondan yardım te ’min etti. Teşrin zikredilen, bir takım tedbirler alındığını b e­ I. 1266 ’da zafere erişen ve hükümdar ilân yân etti. Bu bid’atleri ile hoşutsuzluklar ya­ edilen A bü D a b b ü s’un Marini hükümdarına rattı ; öyle ki, İki y ıl sonra ( 1232 ) al-Ma’mün karşı olan vaadini unutması üzerine, A bü askerleri ite beraber Septe 'yi kuşatmakla Yûsuf Y a küb, bizzat bunu hatırlatm ak için, meşgul iken, Yahya M erâ k eş'i ele geçirip, onun üstüne yürüdü. M erâkeş 'i 1267 ’de kuşattı yağm a etti. al-Ma’ mün hemen pâyitahtının ise de, Tiemsen sultanı Yağm urasan ’ın bir imdadına koştu ise de, yotda öldü ( 1 7 teş­ tecâvüzü üzerine, Fas devletini korumak rin I. 629 = 1232 ). Dul zevcesi al-Habâb 14 mecbûriyetinde kalarak, muhâsaradan vazgeç­ yaşındaki oğlu al-Raşid ’i, hıristiyan m ilisler ti ; fakat sefer sona erince, tek ra r M erâkeş ’e kumandanının da dâhil olduğu askerî ku v­ geldi ve nihâyet 668 senesi muharreminde vetler başındakiler tarafından hükümdar ilân ( eylül 1269 ) şehre girdi. K iri& s 'a göre, „şeh­ ettirm eğe muvaffak oldu ve bu yardım­ re ve civardaki kabilelere aman verdi, ihsan­ larına karşılık, şehri ele geçirebilirler ise, larda bulundu ve m emleketi adalet yolunda yağm a etm elerine izin verdi. Fakat bu anlaş­ idâre ederek, yatıştırm a ve teşkilâtlandırm a mayı haber alan şehir halkı da, kapılarını ye­ maksadı ile, 7 ay burada kald ı“ . F akat Mari­ ni hükümdara açmadan evvel, kendi şartlarını ni hâkimiyetini kabûl etmek sureti ile, Merâ­ ileri sürdüler. Hükümdar bunlara aman verdi; keş 2,5 asır boyunca pâyitahtiık vasfını kayb­ hıristiyan general ile yanındakilere yağm a­ etmiş oldu: yeni hanedan Fas şehrinde yer­ dan bekledikleri kazancı kendi ödemek mec­ leşm iş idi. buriyetinde kaldı ki, bu bedel, IÇirtâs ’a göre, Sultanlar bilhassa XIII. asrın sonunda ve 500000 dinar tutuyordu. XIV. asrın ilk yarısında M erâkeş ’i ihmâl et-



MERÂKEŞ. metliler. Vekayinâm eciler, onların buraya sıksık geldiklerin i kayded erler ise de, şehrin büyük ümran devresi artık sona ermiş bulu* nüyordu; nüfus sayısı da azalm akta idi. Marın ifer arasında M e râ k eş'te oldukça ehemmi­ yetli inşâata ( bir cim i ve bir m e d re se ) t e ­ şebbüs eden yegâne hükümdar A bu ’l-Hasan A li olmuştur. Hükümdar m a k a m olmaktan çıkan, şehir ve bölgesi merkezin nufüzundan uzak kalm ış büyük bir şehir için gerekli olduğu şekilde kudretli valilerin idaresine ve­ rildi. 2 0 seneye yakın bir müddet içinde ( 668 — 6 8 7 = 1269— 1 2 8 8 } bu vazife İbn H aldun'un M arinilere sâdık bir reis diye kayd ettiği, aynı zamanda hükümdar ailesinin izdivaç yolu ile akrabası olan Muhammed b. ‘ A li b. Muhali i 'nin üzerinde kaldı. F akat 1 2 8 8 ’de Muham­ med b. A li ’ nin ihanetinden çekinen A bü Ya'ljûb Y û su f onu hapse attırıp , yerine hane­ danın sâdık adamı Muhammed İbn ‘A çtü alCanâti ’yi tâyin etti ve oğlu A b u 'Â m ir ’ İ de yanına verdi. A bu Y a '^ ü b ’un M erâkeş’ten ayrılm ası üzerinden 6 ay geçmemiş idi ki, genç A bü 'A m ir isyan ederek, vâli İbn ' A ttü ’nun teşviki ile hükümdarlığını iiân etti ( teşrin II, 1288 }. A bü Y a kıüb acele gelip, şehri bir kaç günlük muhâsaradan sonra geri aldı. Abü ‘Â m ir hazîneyi yağma ettikten sonra kaçtp, dağlardaki Maşnüdi kabileleri nezdinde sığın ­ mağa vakit bulabildi. Merâkeş 'iu idaresini hükümdar ailesinden bir şehzadeye tevdî etmek an'anesi uzun müd­ det devam etti. 1307 senesi mayıs sonlarına doğru Sultan A b ü Sab it Tiemsen sûrları önünde M erâkeş ve buraya tâbî arâzinİn İda­ resini yeğeni Y ûsuf b. Muhammed b. A b i ‘İyâz 'a tevdî etti. Daha sene sonunda isyana kalkışan Y û su f Merâkeş 'te vâli al-Hâcc Mas'ud ’a işkencede bulunduktan sonra, hüküm­ darlığın ı ilân etti. Sultanın ordıiları tarafın­ dan Umm R abis vadisi kenarında mağlûp edi­ len âsî, M erâkeş ’ten geçerken, şehri yağm a ettik ten sonra, dağlık bölgeye sığındı ( kânûn II. 1308 ). İltica e ttiği bir şeyh tarafından sul­ tana teslim edilen Y ûsuf b. A b i ‘ İy â i idâm edildi ve tarafdarlarından 600'ünün kesilen başları surların üzerine dikildi. A bü S a id ' O s­ man def’alarca M erâkeş'te ikam et etti. 720 ( 1320 ) 'de şehri ihyâ e tti. A bu ’ 1-Hasan dev­ rinde, önce M erâkeş 'te sükûn ve nisbî bir refah hüküm sürmüş o lm alıdır; fak at bu hü­ kümdar, H afşilere karşı mücâdelesinde sıkın­ tılı durama düşünce, karşısına kendi oğlu A bü ‘ İnan 'm çıktığını gördü. İbn Haldun, bu sıra­ da vukua gelen karışıklıklar yüzünden, Merâ­ keş ’in başlarında ‘ A b d A lla h al-Saksivi bula­ nan dağlı Maşmiîda kabilelerinin yağmasına



745



uğram ak tehlikesi ile karşılaştığını kaydeder. A bü 'İnan 'in hâkimiyetini sağlam laştırm ası bu teh likeyi uzaklaştırabildi. Baba ile oğul ara­ sındaki mücâdelenin son safhası M erâkeş ci­ varında cereyan etti. Safer 751 sonunda (m a ­ yıs 1330) mağlûp olan A b u ’l-I^asan, dağlık bölgede H intata emirlerine sığındı ve oğlunu kendine vâris tâyin ederek, onunla barıştığı sırada, orada hastalık neticesinde öldü (haziran *352 )•



X IV . asırda Hintata em îrleri bu bölgede çok ehemmiyetli rol oynadılar. Hemen-hemen yak­ laşılması im kânsız bir dağda M erâkeş *e hâkim vaziyette olan bu aşiretin reisleri, diğer Maşmüda kabileleri arasında nisbî bir istik­ lâle ve üstün b ir nufûza sâbip bulunuyorlardı. A b ü ‘İnan A bu ' 1-Hasan '1 kendi nezdinde alı­ koymuş olan emir ‘ A b d al- A z iz 'e fenâ mu­ amelede bulunmadı, onu kabilesi bjişmda bı­ raktı ; az sonra bu yere kardeşi ‘A m ir geç* ti. 1353 'te 'A m ir bütün maşmüda kabilele­ rinin reisi oldu ve A bü ‘İnan 'ın öz oğlu olan M erâkeş valisi al-Mu’tamid 'i hâkimiyeti altına aldı ve vakit geçirm eden, tam bir is ­ tiklâl elde etti. M arini hânedanmdan âsî iki hukümdar-zâdeyi Sultan A bü Salim ’in oğlu A bu ’ 1-Fazl ile Sultan A b ü ‘ A li nin oğlu ‘ Abd al-Rahm ân'ı kendi nazdîne kabûl ederek, bir müddet, rehine gibi, alıkoydu. M erâkeş’e vâli tâyin e ttird iği A bu ’ 1-F azl İle arası açılınca dağlara çekildi ve sultanın ordularına sene­ lerce mukavemet e t t i; sonunda ele geçirilerek, 1370 'te idâm olundu. Sultan ‘ A b d a l-'A ziz ’in vefatından sonra, A b ü Salim ’in oğlu saltanat müddeîsi A bn ’ 1‘A bbâs, kendi amca-oğlu ve_ keza saltanat m üddeîsi ’A b d al-Rahmân b. A b i Ifellüsen 'in yardımı ile, F âs şehrinde hükümdarlığı ele ge­ çirdi ve yardım cısına, hizm etlerine karşılık olmak üzere, M erâkeş 'in ve bölgesinin müsta* takil hükümetini bağışladı ( haziran 1374 }. Bu imparatorluğun tam mânası ile parçalanması demek idi. İki hükümdar, çok geçmeden, bir­ birleri üzerine yürüdüler ; sonra 1378 'd e bir anlaşma im zaladılar, iki sene sonra tekrar bir ihtilâf ve M erâkeş şehrinin iki ay müddetle boş y ere muhasara edilmesinden sonra, yeni bîr anlaşma vukûa geldi. A bu ’ 1- A bbas,. 784 cem âzİyelevvel ayında ( temmuz— ağustos 1382 ) nihayet M e râ k e ş'i ele geçirdi ve ‘A b d alRahman öldürüldü. 1384 ’te tâc ve tahtını kayb­ eden, Ğ ırn ata ’ ya sürgüne gönderilen A bu ' 1‘A bbSs 1387 ’de devletin i tekrar elde e tti v e oğlu al-M untaşir’1 M e râ k eş'e vâli yolladı ki, bu İbn H aldun ’un kaydettiği vak'alarm sonun­ cusudur. Onun şehâdetinden mahrum kaldığ» andan itibâren, M erâkeş'in tarihi husfisunda



74*



MERÂKEŞ.



bütün X V . asır zarfında inanılm ayacak derece­ de fak ir bir .durama düşüyoruz. M erâkeş ’i de ihtiva eden jen up bölgesi, görüşüne bakılırsa, hükümdar ailesine mensup valilerin idare e tti­ ği, büyük bir eyâlet olarak kaldı. Mübhemiyetten bir dereceye kadar âzâde tek bilgi b ir por­ tekizli tarihçi tarafından verilm ekte olup, S e p t e ’nin Portekizliler tarafından işgalini ta­ kip eden 3 sene zarfında ( 1415— 1418), Fas ülkesinin saltanat dâvâcıları arasında, mücâ­ dele sahnesi olduğunu ifâde eylem ektedir. A bü Sa’ id 'Ogmân Fas şehrinde hüküm sürerken, Merâkeş „K ira lı“ M avlây Bü 'A li, Marini ha­ nedanına mensup F âris adlı başka birisi ile mücâdele hâlinde idi. M erâkeş „kıratlığı“ veya „eyâleti“ , kendisini F as devletine birleştiren bağları henüz tamâmiyle koparmamış olmalı .id i; zîra Merâkeş vâlileri S e p te 'y i geri alma­ ğa teşebbüs eden ordulara kuvvet gönderiyorlarlardt. Fakat cenuplular F as ülkesi şimâlinde cihâda katılm aktan bıktılar ve adları, Porte­ kizlilere karşı çıkan lar arasında, artık görün­ mez oldu. M erâkeş ’in 1430 'dan itibâren, hu­ kuken değilse bile, fi'ilen istik lâle sahip oldu­ ğu anlaşılıyor ise de, ‘A m ir b. Muhammed ’in bir erkek kardeşinin soyundan gelen H intâta emirlerinin buraya ne zaman yerleştikleri, 50 seneye varan bir tahmin çerçevesi içinde, mechüi kalmaktadır. 150S'de portekizliler, A tla s okyanusu kıyısında Safi ’ye yerleşm ek husûsunda, m em lekette hüküm süren karışıklıktan faydalandılar; zîra H intâta emirlerinin nufûzu, merkezlerinin civarından pek ötelere uzanmamakta ve bunlar hıristiyanlarm tecâvüzüne karşı kabileleri korum aktan âciz vaziyete düş­ müş bulunmakta idiler. Daha 1512 'den itib â ­ ren, S a fi 'deki P o rtekiz vâlileri, nufûzlarını M erâkeş 'e komşu kabilelerin ( A vlâd Mti* ) sâhasına kadar uzatm ağa imkân buldular ve şehir, bölgenin defalarca mârûz kaldığı Porte­ kiz suvârileri ve bunlar ile m üttefik araplar tarafından yapılan akınlara hedef olmak kor­ kusu içinde yaşadı. Bu te ’sır altında, kalan Me­ râkeş „k ıra lı“ 1514 *te m üzâkerelere g irişti ise de, bu m üzâkerelerde kendisinin bir tâbiiyet vergisi ödemesi ve M erâkeş’te b ir Portekiz ka­ lesi inşâ edilm esi tek lifi ile karşılaştı. Bir an­ laşmaya varılamadı ise de, Merâkeş 'i ele ge­ çirm ek, portekizli harp adamlarının hayâlin­ den çıkmıyordu. Safi ve Azemmür vâlilerinin şehre karşı giriştik leri bir taarruz hareketi neticesiz kaldı {23 nisan 15 15 ). İşte bu karı­ şıklıkların v e ecnebî nufuzundaki genişleme tehlikesinin ^aksi te ’siri olarak, Süs ’ta Sa'di şerifleri ortaya çıktı. 1 5 1 3 ’te A tla s dağları­ nın şimâlinde meydana çıkan Ahm ed a l-A ’rac evvelâ bir cihâdın başına geçerek, bu sıfat ile



kendini mahallî' reislere, hattâ M erâkeş hü­ kümdarı a l-N âşir’a tanıttı, Daha IS14 nisanın­ da kendisinin M erâkeş’te hükümdarın yanında bulunduğu zikrediliyor. 1521 senesi sonunda a l-A ’rac, harp etm eksizin, M erâ k eş’e y e rle ş ti; kıtlıktan nüfusu seyrekleşm iş olan bu şehirde kendisine Bü Şentüf denilen hükümdar Mu­ hammed b. Naşir 'ın k ızı ile evlendi. Bu zât 1524'te damadının nufûzuna karşı baş kald ır­ mağa teşebbüs edince, al-A rac ile kard eşi Mu­ hammed al-Şayh o zamana kadar Bü Şentüf ’un elinde kalmış görünen kaşba ’yı ele geçird iler ve ertesi yıl ( 1525 ) da, öldürtm ek suretiyle, on­ dan kurtuldular. M erâkeş S a ’dilerin p âyitahtı oldu. Fas şehrindeki hükümdar A hm ed alV a ttâ si 1527 haziranında, şehri ele geçirm ek İçin, boşuna uğraştı. Burası 1554 senesinde, o zamana kadar Süs hükümdarı olan kardeşi Muhammed al-Şayh tarafından zaptedilinceye kadar, a l-A r a c ’in elinde kaldı. Muhammed alŞayh ’in 1557 ’de katlinden sonra, saltanatın Mavlây :A b d A llah a i-Ğ â lib 'e geçm esi için, a l-A ’ rac, 7 oğlu ve torunu ile beraber, Merâ­ k e ş 't e idâm edildi. X V I. asrın sonu M erâkeş için büyük bir ümran devresi olmuştur. ‘A b d A llah al-G âlib bir takım ehemm iyetli inşaâta teşebbüs e tti k i, bunlar arasında K aşba ’da saray ve erzak anbarları inşâsı, şehirde tbn Y ûsuf medresesi, al-Mvâsin câmii v.b. sayıla­ b ilir. Ahm ed al-Manşür, 1578 ile 1594 arasın­ da jfüşba ’daki meşhur al-Badi' sarayını inşâ etm ek suretiyle, kardeşinin başladığı işi ta ­ mamladı. Bir kaç senelik sükûn ve iy i idâre devri içinde, aynı zamanda Sudan fütûhatının ( 1391— 1392 ) te'min ettiği altın ile zengin olan hükümdar, hemen-hemen devam lı olarak, Me­ râkeş 'te oturmuş ve bu şehre, XII. asrın sonun­ dan beri unuttuğu, bir ümran ve ihtişâm te'min etm iştir. Fakat al-Manşür ’un ölümü, mü­ verrih al-İfrâni 'nin ifâdesine göre, „memede­ ki çocuğun saçlarını ağartacak“ bir kargaşa­ lık devrine yol açtı. al-M anşür’un oğlu A b ü Fâris M erâkeş'te hükümdar ilân edilirken, bir başka oğlu Zidân Fas şehrinde hükümdar seçilm iş idi. Bunların b ir üçüncü kardeşi olan al-Şayh ise, Fas şehrini ele geçirip, oğlu 'A b d A llah ’m kumandasında bir orduyu M erâkeş üzerine gönderdi ve bu ordu 22 kânûn 1 . 1606 ’da şehri zaptetti. F ak at önce Tiemsen ’e -Uticâ etmiş olan Zidân oradan, T â filâ it y o lu 'ıie , S ü s ’a geçip, birden-bire M erâkeş’ e gelerek, orada kendisini hükümdar ilân ettird i v e ‘ A b d A lla h b. al-Şayh ise, kuvvetleri ile beraber kaçarken, bahçeler arasında ( Cnân B e k k â r ) taarruza uğrayarak, tam bir bozguna uğratıl­ dı { 25 şubat 1607 ). A yn ı yılın teşrin I. ayın­ da 'A b d A llah tek rar taarruza geçip, ilk defa



MERÂKEŞ. Zidân 'ın kuvvetlerini V a d i T â filâ lt ’ta mağ­ lûp e tti ( 2 teşrin I. 1Ğ07 ). Râs al-'A yn ( Tâns ift suyu m en b aı) ’de ikinci bir defa çarpışa­ rak, şehri yeniden ele geçirdi v e bir takım idam lar ve işkenceler ile intikam aldı k i, bu­ nun üzerine G iliİz ’e sığınan bir kısım halk Ahm ed a l-A :rac ’in torııu-oğuUarından Muhammed 'i sultan ilân ettiler. ‘ A b d A lla h kaçmak m ecbûriyetinde kaldı (2 5 kânım II. 1608). H alkın bîr kısm ı tarafından davet edilen Zidân b ir kaç gün sonra payitahtına girdi. Müteakip senelerde Zidân ile kardeşi al-Şayh arasında­ ki mücâdelenin hedefi Fas şehrinin ele geçi­ rilm esi oldu. Burayı tek ra r ele geçirm e teşeb­ büsünde Zidân m uvaffak olamadı ve bundan sonra F as şehri tam bir kargaşalık içinde, M erâkeş devletinden ayrı kaldı. Bu hâdiseler sırasında T â filâ lt 'tan gelm e A b u M ahalli ad­ lı bir Murâbıt, taht müddetleri arasında halkı büyük ıztırab a düşüren m ücâdelelere son ver­ mek bahanesi ile, ortaya çık tı ( 1611 ) ise de, onun müdâhalesi durumun büs-bütün karış­ masına sebep oldu. A bü Mahalli M erâkeşJi zap tetti (2 0 mayıs 16 12 ). S a f i’y e sığınan Zid in S ü s ’ta kudretli bir M urâbıt olan Y ah ya b, ‘ A b d A lla h ’m yardım ı ile, payitahtını geri ald.ı; G illiz yakınında vukûa gelen bir muha­ rebeden sonra 30 teşrin II. 1613’ te şehre gir­ di. F ak at bu sefer Yahya, hırsını tahrik eden teşvikler neticesinde, daha evvel büyük yardtmlarda bulunduğu hükümdara karşı isyân e tti ( x 6 18 senesi sonu). Zidân tekrar S a fi'y e sığınm ak m ecbûriyetinde kaldı ise de, rakibinin tarafdarları arasında kendini gösteren geçim ­ sizliklerden faydalanarak, M erâkeş 'e dönmekte gecikm edi. Zidân ’ın oğlu ve halefi olan 'A b d al-M alik (. 1627— 1631 ), zulüm ve sefâhatten başka bir hâtıra bırakmadı ve 1631 mayısında öldürüldü. Kendisini öldüren mühtediler, halefi olan kardeşi a l-V a lid ’ i de 1636 'da ortadan kal­ dırdılar. Bunun yerine bir üçüncü kardeş olan Muhammed al-Şayh a l-A şğar g e çti ise de, elinde hiç bir nufûz kalmamış idi. Bununla berfiber 16 5 5'e kadar yerinde tutunabildi, fa k a t oğ­ lu 'A hm ed al-'A bbas, Şabbâna arap kabilesinin tam vesayeti altında kaldı ve onlar tarafından 1659'da öldürüldü ve yerine fÇarrum al-Hâec lekap h k a i d 'i ’ A bd al-Karim geçirildi. al-lfrâni onun i ç i n „ K e n d i s i bütün M erâkeş dev­ letini bukmü altına aldı ve teb’asına karşı övülecek bir tarzda muâmelede bulundu" — dem ektedir. O ğlu A b ü B akr onu tâkip e tti (1668 ) ise de, iktidarda ancak 2 ay, yâni Fas şehrine hâkim olduktan sonra, 31 temmfiz 1668 'd e M erâkeş ’i de zapteden Filâli sultanı al-Raşid buraya gelinceye kadar, kalabildi. Yeğeni Ahm ed b- M uhriz'in baş kaldırmast üzerine.



747



M erâkeş ’e gelen al-R aşid, A g d â l bahçesinde, bindiği atın ürkmesi üzerine bir portakal ağa­ cına çarparak başı yarılıp, öldü. M avlây Ismâ'il İn hüküm darlığını Merâkeş ’e kabul ettirm esi, yeğeni Ahm ed b. al-Muhriz 'in bu şehir tarafından tercih edilm esi yü­ zünden, kolay olmadı. îsm â'ii buraya 9 safer 1083 ( 4 hazîrau 1672 ) ’ te zorla girdi. İki sene süren ( mart 1675— haziran 1677 ) bir muha­ saradan sonra tsm â'il M erâkeş ’i yeniden işgal edip, yağm alattırdı. 1094 ( 1683 ) ’te buradan tek ra r geçerek, hâlâ isyânda devam eden A hm ed b. Muhrîz ile çarpışm ak üzere, S ü s ’a g itti. M erâkeş p âyitah t olmaktan çıkm ış idi. M avlây İs m a il a rtık buraya alâka göster­ m iyordu; hattâ Jçaşba sarayını tahrip e tti­ rerek, mâlzemesini M eknes ’teki inşâatında kullandı. 1114 (ş u b a t 1 7 0 3 )'te M avlây İsma­ i l ’in oğullarından Muhammed al-'A lim baba­ sına karşı isyân edip, M erâkeş ’i ele geçirerek, yağmaladı. K ardeşi Z id ân isyânı bastırm ağa me’mûr e d ild i; bu da şehrin yeniden yağma­ lanmasına sebep oldu. Mavlây İsm a il İn Ölümü ile kargaşalık ye­ niden baş-gösterdi. Bu sefe r bunun merkezi Meknes idi. 1738 'de 'o ö frf’ İer tarafından hü­ kümdar ilân edilen M avlây al-M ustazi, yine onlar tarafından, 1740’ ta indirilerek, yerine kardeşi ‘A b d A lla h geçirildi ve kendisi Me­ r â k e ş ’e sığındı. al-M ustazi, kaybettiği top­ rakları yeniden ele geçirm ek için, boşuna uğ­ raşırken, kard eşi al-N aşir, onun halifesi ola­ rak, 1745 ’e kadar M erâkeş ’te kaldı. Nihayet M erâkeş M avlây ‘ A b d A llah ’a teslim oldu ( 1746 ) ve o da buraya oğlu S id i Muhammed ’i halife olarak gönderdi. Sİdi Muhamm ed'in hükümet v e sonra saltanat devri ( 1757— 1790), M erâkeş tarihinin en mes’ut safhalarından biri­ ni teşkil eder. S id i Muhammed mûtad pâyi­ taht hâline getird iğ i M erâkeş’i yeni kaştan im âr e tti. Burada avrupalı elçileri ( msl. 1767 'de Com te d e Breugnon sefâret h e y 'e t i) hu­ zuruna kabûl e tti ve şehrin ticâretin i geliş­ tirdi. Uzun hükümdarlık devrinde âsâyiş, et­ rafına bir kaç kişi toplayıp, hazîneyi yağm a­ lamak için, saraya hücûm eden ‘O m ar adlı sözde bir murâbıtînin sebep olduğu karışıklık ile bir kere bozulur gibi oldu ise de, kendisi hemen tevkif ve İdâm edildi ( muhtelif kay­ naklara göre, 1766 ile 1772 arasın da). Sidi Muhammed b. ‘A b d a l-A llâ h ’m ölümünden sonra vaziyet senelerce çok karışık kaldı. Me­ râkeş halkı M avlây Y a z id ’e itâat yemininde bulundular (3 m ayıs 1790 ) ise de, kardeşi Mav­ lây Hişâm '1 karşılayıp, onu hükümdar tanıdı­ lar. Bu haberi alınca Y a zid , Sep te muhasara­ sını terkedip, M erâkeş’e girdi ve burada he-



748



MERÂKEŞ.



türlü zulmü İcradan çekinmedi ( 1752 ). 'A b d a ve D ukkala kütlelerinin desteklediği Hışâm M erâkeş üzerine yürüdü. Savaş sırasında ya­ ralanan Y a zid , bir kaç gün sonra, sarayda öldü ( şubat 1 792 ), M erâkeş Mavlây Hişam tarafına sâdık k a ld ı ise de, çok geçmeden, Rhâmna zümresi onu terkedip, kardeşi Mavlây Husayn ’i hükümdar ta n ıd ı; bn sonuncusu karargâhını £) göre, onun m aiyetine daha evvel gönderilen kuvveti de memlûk ordusu yekûnuna ilâve etm ek ve böylece bu ordunun sayı bakımından osmanlı kuvvetlerine, hiç değil ise, muâdil olduğunu kabûl etm ek gerekir. Yavuz Sultan Selim ordusunun mühim bir topçu kuvvetine m âlik butunduğunu belirtirken, kölemen süva­ rilerinin de şöhretlerine lâyık bir d eğer taşı­ dığın ı söylemek yerinde olur. Marc D âbik muharebesi 25 receb 922 (24 ağustos 1516) pazar günü güneşin doğmasını müteakip başladı. Hiiâl şeklinde bir terti­ be konulan osmanlı ordusunun merkezinde Yavuz Sultan Selim ve kapu-kulu yer almış, ön tarafa zincirler ile birbirine bağlı toplar yerleştirilm iş idi. Sağ kolda Anadolu beylerbeyisi Zeynel Paşa, Karam an beylerbeyi Husrev Paşa, Dulkadır-oğlu Şehsuvar-zâde A li ve Ramazan-oğlu Mahmud B e y ’ler; solda ise, Ru­ meli beylerbeyi Küçük Sinan Paşa, Rûmiye-i Sugrâ beylerbeyi ve D ıyarbekr beylerbeyi Bıyıklı Mehmed Paşa bulunuyordu. Kölemen ordusunun merkezinde beTâberinde A bbâsî ha48



MERC DÂBIK lifesı al-M utavakkil 'A la 'İlâh HI. Muhammed bulunduğu hâlde, Sultan IÇânşüh G avri v a rid i ; bu ordunun sağ ve sol kollarına kumanda edenler hakkında iki riv a y e t kaydedilm ektedir  lî ( göst. ser .) ile Hoca Sa'd al-D in ( ayn. esr., I, 3 34 )> sağ kolda H â’ir-Bay, solda S ib a y ’ı gö s­ terirler. İbn İyâs ise ( V , 67 ), bu kumandanla­ rın yerlerini değişik olarak kaydetm iştir. Bu ih tilâf türk kaynakları tarafından kölemen cenahlarının osmanlt Ordusuna göre tâyin edilmiş olmasından ileri gelebilir. Belü-başlı ümerâsının iştirak e ttiğ i bu muhârebede Kânşüh Ğ a v ri ’nin yanlış anlaşılan bir hare­ kette bulunduğu söylenir. Memlûklerin „eelbân“ ve „karânise“ gibi, 3 nevî askerden mürekkep olan ordularında, karâniseye itimâdı olmayan sultan bunları ön safa koym ak iste d i; eelbân kendilerinin geriye yerleştirilm elerini gözden düşme veya itim atsızlık nişanesi s a y d ıla r; sava­ şın k ızıştığ ı bir zamanda yerlerinden kım ılda­ madılar ki, bunu memlûk ordusunun mağlûbi­ yetinin başlıca âmillerinden biri olarak kabûl edenler vardır ( Süheylî, ayn . esr., 13a v.d .; J. v, Hammer, H istoire de l ’Em pire Ottoman, Paris, 1836, İV, 275; memlûk ordusunun bu m uhârebedeki aldığı nizam hakkında başka bir rivâyet için bk. Sagredo, ayrı, esr., II, 394 ). Muharebe, memlûk ordusunun iki cenahında osmanlt ateşinden mahfûz yerlerde bulunan süvarilerin hücûmu ile başladı ( ilk hareketin Sibay taraftndan yapıldığı hakkında bk. S a g ­ redo, II, 39$ ) ve bu hücûm osmanlı cenahla­ rını perişan etti (  l î , 19 la; Sa'd al-Dİn, II, 334; [bn İyâs, V , 96 ). Boğucu bir sıcakta eereyân eden bu muharebenin ilk safhasında Y avu z Sultan Selim lâzım gelen tedbirleri ala­ rak, sağ cenaha Küçük Sinan Paşa, sol cenâha da Yunus Paşa m aiyetinde yardımcı kuvvet şevketti (  lî, g Sst.yer.; Sa'd al-Din gSst.yer.; bk. bir de Şükri, Selim nâme, M erc D ûbık muhârebesi b a h s i) ve bu sayede muharebenin tâlihi osmanlı ordusunun lehine döndü. İkindiye kadar suren ve seferde bulunduğunu bildiğim iz K e ­ mâl Paşa zâde ( Tarih, Topkapı sarayı, H azî­ ne, nr. 1424, var. 81 v .d .) ’nin belirttiği gibi, pek kanlı olan çarpışmalar kölemen ordusunun tam bir hezimeti ile sona erdi ( J. v. Hammer, agn. esr., IV, 277 ’de muharebenin uzun ve kanlı olmadığını söylem esi hakikate uygun değildir ). Kölemen ordusunun bakiyesi, Yunus Paşa kuvvetleri tarafından tâkip edilmek şartı ile, Haleb 'e kaçtı ise de, orada da tutunamadı. Haieb ahâlisi, şehrin dışına çıkarak, Yavuz Sultan Selim 'i merasimle karşıladı. Osmanlı padişahı H aleb 'de berâberinde 4 sünnî mezhep kadısından üçü bulunan halifeyi kabûl ederek, kendisine iyi muamelede bulunduğunu (tbn İyâs,



MERC RÂHiT. V , 72 ), büyük camide okunan hutbede ise, ha­ tibin Sultan Selim I .'i o zamana kadar köle­ men sultanları hakkında kullanılan ffa d im alHaramayn a l-Şa rifoyn unvanı ile vasıflandır­ dığını görüyoruz (H am m er, IV , 280). Haleb 'den sonra Hama, Humus ve Şam da Osman­ lIlara teslim oldu. Bu arada S u r iy e ’deki ma­ hallî em irler de osmanlı hükümetine inkıyat ettiler. Memlûk ordusunun m ağlûbiyetinden sonra, Sultan Kânşüh G avri ’nin öldüğü malûm ise de, bu ölümün şekli hakkında Evliya Çelebî tarafından ( Seyahatnâme, X , 107 ) onun 7 se­ ne bir mektep hocası olduğunu, sonra öldü­ ğünü söylemesi gibi, bazısı hayâli, bir çok ri­ vayetler vardır. Osmanlı ordusunun memlûkleri perişan e ttiğ i sırada öldüğü hakkında çı­ kan riv ay eti tekzip için, o ta ğ ın d a :— „Ben ha­ yattayım “ — diye feryâd eden (S ü h e y lî, 14») ve her hâlde çok m üteessir bir hâlde bulunan bu ihtiyâr sultan, İbn İyâs ( ayn, esr., V , 68 ) ’a göre, ümerâsından birinin tavsiyesi ile kaç­ mak üzere, atına bindirilmiş, fak at derhâl nüzûl isâbet ederek, düşmüş ve ağzından kan boşanarak ölmüştür. Kemâl P a şa-zâ d e’ nin ifâ­ desi de, bâzı farklara rağmen, bu rivayeti tak­ viye etm ektedir. Şükrî •Selim nâme'de muha­ rebeden iki gün sonra, b ir gencin sultanı su kenarında bir seccade üstünde cansız bu­ larak, başını kestiğini ve seccadesini de atıp, osmanlı ordugâhına getirdiğini söyler ki, bu Hoca Sa'd al-Din Efendi ’nin babası Haşan Can 'dan n aklettiği rivayete az bir farkla uy­ gun bulunmaktadır ( Tâc al-tavSrih, II, 337 ). Kânşüh G avri ’ nin çölde firarı esnasında, din­ lenirken Öldüğü en mâkul rivâyetler arasın­ dadır. B i b l i y o g r a f y a ; Metinde gö steri­ lenlerden başka bk. L u tfi Paşa, Tarih ( İs­ tanbul, 1341 ), s. 248; İbrahim G ülşent menâkıbı ( husûsî nüsha ) ; muhtelif Selim -nâm e ’le r ; Lane-Poole, D ü v e l-i islâmiye ( trc. Halil Edhem ), İstanbul, 1927, 7 v. dd., 108; H alil Edhem, Mısır ’ tn son m em lûk sultam Tumanbay II. adına Ç o r lu ’da bulunan bir kitâbe ( İstanbul, 1935) • ayn. mil., M ısır fe th i mukaddemûtına d .'f mühim bir vesika { T T E M , İstanbul, 1927, X , 19 ( 9 6 ) ) ; Hüsnî, Mısır seferi ( t ü r k ordusunun, eski Seferlerinden iki imhâ m uharebesi: Çaldıran ve Ridâniye ), İstanbul, 1930, s. 79— 84, vazi­ yet planı 2 ve 3. ( M. C A V î d B a Y S U N .) M E R C R Â H I T . M A R C R Â H İT, Ş a m c İv a r ı n d a b i r o v a d ı r . I^imş istikam etinde Şam 'dan çıkınca, al-'U kâb ( „k a rta l“ ) boğazına ulaşmadan bir az evvel Marc ‘A zrâ köyüne varı­ lır. Bu köyün şarkında boş ve çıplak boz-kırlar



M ËRC R À H IT İle birlejen Marc Râhit ovası uzanmaktadır. Mu âviya II. ’nin ölümünden sonra, Em evîlerin mukadderâtmı tâyin eden bu ova ( B. Moritz ’in kayd ettiği K uiayfa yaylası d e ğ il) olmuştur. Şâir Râ: i bu mühim köye, yakınında bulun­ duğu Maro 'A z ra ismini verm iştir. O devirde yaşayan ve Em evî tarihine yakından vâkıf bu­ lunan A htal, muhârebenin al-’Ulcâb ile Râhit arasında, şâirler tarafından zikredilen (A ğ â n î, XVII, 112 ) geniş Marc ovasında cereyân e tti­ ğini söyler. C âbiya [ b. bk.] içtimâinin münâkaşaları Şam ’m cenûb-i şarkîsinde vukû bulurken, Zahhâk b, K ays [ b. bk.] kumandasında Yam aniler ile Em evîlere muârız K u zâ a la rm yardım e ttiği Ifaysi kuvvetleri toplanm akta idi. Bunların mecmuu, ihtimâl bir az kabartılm ış olarak, 30.000 tahmin edilm iştir. D iğer tarafta MarVân b. al-Hakam 'in kumandası altında ekse­ riyetin i Kalbler teşkil eden 8— 10.000 muhârip var idi. A nlaşıldığına göre, K ay si ler önce C â b iy a ’nin şimâlİnde Marc al-Şuffar [ b. bk.] 'de toplandılar. Bu m evkide vukûa gelen bir çarpışma aleyhlerine döndüğü için, şimale doğ­ ru çekilm ek zorunda kaldılar. Bu arada içinde asker bulunmayan Şam 'da, ânî bir hareket neticesinde, hazîne ve şehrin mühimmat depo­ ları Em evî tarafdarlarm m eline geçti. K aysiler, pâyitah t ile K a lb i ordusu arasında yakalan­ mamak için, C âb iya'd en ayrılıp, düşmanları tarafından yakından tâkip edilerek, geri çekil­ diler. Bu harekât 20 gün sürdü. Marc Râhit tepelerine varan ve düşmanları ‘Ukâb ile çöl arasında kendilerine yetişen K aysiler muhârebeyi kabûl ettiler. K albiler düşmanları ile aralarındaki büyük sayı farkını ne suretle te ­ lâfi etm işlerdi ? Mas’ udi, fazla tafsilât verm e­ den, Marvân 'm bir harp hiyiesinden bahset­ mektedir. 'lltd a î-farid müellifinin ileri sür­ düğüne göre, bu bir harp hiytesi değil, bir ihanet olmalıdır. Marc al-Şuffar 'de elde e t­ tik leri m üsâît durumdan faydalanan Em evîler Kaysiler) muvakkat yardımcılarından, yâni Ku­ za'alardan ayırm ak için, vakit bulmuşlar ve bundan şüphesiz istifâde etm işlerdir. Şam ’da ele geçirilen devlet hazînesi ile Z iy ld b. A b ih i âilesi tarafından Irak 'tan getirilen paralar bu işe yardım etm iştir, ¿ahhâk ’in ordugâhına yanılarak giren Suriyeli arapiar, İbn al-Zubayr galip geldiği takdirde, o zamana kadar imti­ yazlı olan vaziyetlerine ve Suriye kabileleri­ nin Sufyanilerden beri devam eden üstünlüğüne kadar zararlı olacağını anladılar. Bunların çe­ kilmesinin Marc Râhit muharebesine kat’î neti­ ceyi verdiğini ve Emevîlerin galebesini te ’min ettiğin i sanıyoruz. Sebepleri ne olursa-olsun, Marc Râhi^ muharebesi { 684 temmuz ortası )



M ËRC-üs-SÜ FFER. k a t’î bir zafer teşkil etmiştir. Muharebede K aysilerden 3.000 kişi öldüğü söylenir. Zah­ h â k ’in ölümü ric'atin başlangıç işareti olmuş ve bu ric’at belli-başlı K ays i reislerinin maktûl düştüğü bir felâket manzarası gösterm iş­ tir. Bu ric’a t yalnız içlerinde en mühim bir şahsiyet olan Zu far b. al-H âriş ’in kurtulmasını te’mİn etm iş idi. Marc Râhit ’ın hâtırası K aysilerin hafızasın­ da derin surette yer etti. Bu onları kütle hâlinde Em evî taraftarlığından ayırdı. İlk iki M arvâni halîfesi devrinde harp parolası „R â­ hit kurbanları için intikam ! “ oldu. H ayatta kalan reislerinin o tarihten itibâren yüzle­ rinin gülmediği söylenir, K aysiler ile eski ra­ kipleri K albiler arasındaki ayrılık büs-bütün derinleşti. K albilerin zafer terânelerine K ay­ silerin tehevvür feryatları cevap verirdi. K albi şâirleri Râhit günündeki zaferlerini Emevîlerinkinden daha mühim telâkki ettiler. Eserlerinde bu mevzuu büyük bir şevk ile, hâkimleri olma­ dan önce m innettarları bulunan M ervânîler hak­ kında, bürmetsiz bir lisan kullanmışlardır. Bu zafer, ihtiyar Marvân ’ın Şam ’da resm en hali­ feliğe yükselmesini ve sonra Sufyânilerin Ibn al-Zubayr 'e geçen eski toprakları üzerinde fütuhâtın başlamasını te'min etti. Em evî toprak­ larındaki vahîm karışıklıklar, K albi ve K aysi­ ler arasında kanlı savaşlara sebep oldu. Bu savaşlara evvelâ K u z â a kabilelerinin, sonra Yamani lerin, nihayet T ağlibilerin sürüklenmesi mukadder idi. Em evî âilesi efradının ana tara­ fından akrabâlıkları dolayısı ile iştirâk ede­ cekleri bu dâhili mücâdeleler Sufyânilerin arap kabileleri arasında yarım-yamaiak vücûda g e ­ tirdikleri anlaşm ayı yıkm ak suretiyle, Emevî sülâlesinin sukûiunu çabuklaştırdı. B i b l i y o g r a f y a t Yâküt, Afu cam (nşr. W üstenfeld ), II, 743 ; İH, 400, 6*5 ; A h tal, D îv â n ( nşr. S a lh a n i}, s. 23, 217, 224; İbn Sa’d, Tabakât { nşr. Sachau ), V , 29; Ya'kübi ( nşr. Houtsma ), II, 305 ; M as'üdi, Af araç ( Paris, 1869 ), V , 201 ; Ibn ‘Abdrabbihi, ‘ Ik d al~farld, H, 320 v.d. ; A ğ â n î, XVII, 111 ; XX, 124, 126; A bu Tammâm, Hama sa ( nşr. Frey­ ta g ), s. 658 ; Buhturi, Hamâsa ( nşr. Cheik h o ), nr. 375, 376, 377; al-Ku^âmi, D îvân ( nşr. J. Barth ), s, X v.d. ; Tabari, T ârih ( nşr. de G oeje ), II, 472 v.dd., 477,480, 482 v.d., 485 v.d., 643 ; W ellhausen, D as arab. R eich,s. 113 v.d. : Nöldeke ( Z D M C , 1901, s. 687 ) ; Lammens, L ’avènement des . Marvânides ef le ca lifa t de Marwân l«r ( Beyrut, 1927 ), s. 67— 75. ( H. L a m m en s .) M ERC-O s-SU FFER. M A R C AL-ŞU FFAR, Şam ’m 33 km. cenubunda bugünkü Tell Şakhab civarında bir s a h r a d ı r ; buradan



MERC-Ôs -SUFFËR. küçük V âdi ' A rrâm soyu geçer. Bu mevkî, birinci hicret asrının harp tarihinde, evvelâ S a riy e fütuhatına â it nakillerde, sonra Marvân ailesinin iktid a r mevkiine yükselm esi hâ­ disesinde zikredilm iştir. M evkiin ism i bâzan M arc Râhit [ b. bk.] ile k a rıştırılm ıştır; zira hicri birinci asır Suriye tarihi hakkında yalnız Irak vakayinâm ecilerine bağlı kalıyoruz. Şam havâlisinde „M arc* adının pek çok olduğunu unutan bu m üellifler birbirinden a yrı iki muhârebeyi b ir muhârebe olarak gösterm işlerdir ve onu, M arvân zamanı şâirlerinin çok sık bahsettikleri Marc Râhit sanmışlardır. H icrî 13 yılının sonunda Fihl ’de galebe çalan araplar, C avlan ’dan geçerek, Şam ’a var­ mak istediler. Em evîlerden H âlid b. S a i d ’in kumanda e ttiğ i bir k ıt ’a Marc a l-Ş u ffa r’de karargâh kurdu ve orada bizanslıları bozguna uğrattı. A ra p kumandanı şehid düştüğü gibi, k ıt’ası da büyük tele fât verdi. F akat takviye kuvvetlerinin gelm esi sâyesinde, araplann va­ ziyeti düzeldi. Bizanslıiar Şam ’a sığın dılar ve şeh ir araplar tarafından hemen muhâsara al­ tına alındı. M ayıs 684 ( 64 ) ’te Em evî tarafdarları, M uâviya II, [ b. bk.] "ye b ir halef seçm ek üzere, C âbiya [ b. bk.] ’de toplandılar. Muhâlif taraf olan Zaydilerİn reisi Şam vâlisi Zahhâk b. Kays [ b. bk.] da bu içtimaa çağırıldı. Zahhâk davete ic ib e t edeceğini vaadederek, büyük ku vvet­ ler ile Şam 'dan ç ık t ı; fakat C âbiya yolu üze­ rinde aş.-yk. yarı mesâfeye, Marc al-Şuffar sırtlarına vardığı zaman, hâdiselerin inkişâfını beklem eğe karar verdi Burası, su ve yem tedâri­ ki bakımından, dolayısı ile, bir ordunun karargâh kurmasına müsait idi. Mükemmel bir istikşaf mahalli olan bu m evkî, fazla olarak, C âbiya 'deki toplantıyı göz altında bulundurmağa elverişli ve Şam 'a giden yola da bâkim idi. Zahhâk bu­ rada Suriye Kaysileriuin Em evîlere karşı isyan tahşidâtm ı tamamladı. C â b iy a ’ de 40 gün mü­ zâkere ve münâkaşadan sonra, K albiler ile E m evî tarafdarları Marvân b. al-Hakam f b, bk.] ’ i h ilâfet makamına getird ile r; bundan sonra Şam üzerine yürürken, Marc al-Şuffar ’de bu­ lunan Zahhâk ile K aysilere taarruz ederek, onları mağlûp etm eğe muvaffak oldular. Bu sefer dolayısı ile Irak tarihçeleri ve onların müstensihleri yalnız Ş a m ’ ın şimalindeki Marc Râhi^ '1 kaydetm işler ve nihâî çarpışmanın orada vukfi bulduğunu söylem işlerdir. Bir çey­ rek asır K ay sİ ler ile K a lb iler arasında yalnız Marc R âhit savaşı bahis mevzuu olmuştur. H er iki taraf şâirlerinin bu savaşa verdikleri mübâlegalı ehemmiyet Marc al-Şuffar 'den baş­ layan daha evvelki m ücâdelelerin unutul­ masına yardım etm iş, mamafih bâzı metinler



onun ' hâtırasını muhafaza eylem iştir. Y â kü t ( Mu*cam, III, 400 ) bu mahalde . „M ervânîler devri şiir ve hikâyelerinde medbediten bir muharebenin“ cereyan ettiğin i söyler. Böyİece Em evîlerin ikinci koluna âit harplerin tari­ hinde Marc al-Şuffar, başka hiç bir vesile ile, zikredilm iş değildir. T ağlibilerd en şâir A h ta l ( D îvân , nşr. Salhani, s. 224, ı ) Bu mahalden bahsetm iştir. E m evî sarayına girip-çıkan ve o devrin adamı bulunan bu zât, kabilesinin başarılarını medhederken, onun M arc al-Şuf­ far 'den çok daha öncesine âit p ek çok mu­ vaffakiyetler kazandığını iddia eder. Mâlûm olduğu üzere, T ağ lib iler tam âm iyle tarafdar oldukları Em evîlerin safında harbetm işierdir ; binâenaleyh bu telmih bahsettiğim iz muhârebeden başkasına â it olamaz. Sonra al-A h tal ’in bu zaferi anlatış tarzı da küçük bir çarpışma­ nın bahis mevzuu olmadığını o rtaya koym ak­ tadır. Bu arada Şam 'da kalmış bulunan bir Emevî taraf darı bu şehri ele geçirdi. K a y sile r için Marc al-Şuffar 'de müdâfaa im kânsız idi. İşte o zaman Şam ile gâlip vaziyette bulunan K al­ b iler arasında katıp, yakalanm amak için, Zah­ hâk süratle Marc R â h it’a kadar çekildi ve orada çarpışıp, maktul düştü. 22 haziran 684 ’te C âbiya 'de Marvân b. a!-Hakam ’ in hilâfete seçildiği ilân edildi, Marc al-Şuffar muharebe­ sinin temmuzun ilk günlerinde vukû buldu­ ğunu kabûl etmek doğru görünüyor. [ Marc al-Şuffar al-M alik a l - A d i l ’in bir has­ talığ ı esnasında İkamet e ttiğ i mahall olarak tanındığı gibi ( H. Sauvaire, D escription de Damas d ’ A b d el-Baset, J A , 1894,1i, 109— 424), al-Malik a!-Şâlih evvelce hizmetinde bulunan hrim zm lileri 644 ( 1246 ) 'te burada mağlûp etmiş ( İbn a l-C a vzi, M ir’ât al-eamân, Feyzullah Efendi kutüp., nr. 1524. IX, nû*1 ), 703 ( 1î M erend'in m ayısında, irânlılar ile harbe tutuşup, haD abil 'e bağlı olduğunu söylem ekte, bahçelerini, sım larına büyük telefat verd irerek, gâlip gel­ mâmur kenar mahallelerini ve çarşının ortasın­ diler. D iza zap t ve sûrları tahrip edildi ( bk. daki cuma mescidini zikretm ektedir. A yn ı mü­ J. v. Hamiller, G O R ,2 IV, 2265 Çelebî-zâde ' ellif (s. 382) M erend'den M erâ ga ’ya kestirm e 'den naklen ). Merend, Chardin ( 1811 tab., I, 318 ) ’den iti­ bir yol ( T e b r iz ’in garbında bir yerde ? N ü r in ? üzerind en ) bulunduğunu söylüyor. Sonraları baren, avrupalı seyyahlar tarafından sık-sık Merend Tebriz [ b. bk.] ’in mukadderatına işti­ zikredilm iştir. K er Porter, Jaubert, Morier, rak etm ek mecburiyetinde kalm ıştır. Y a k u t O useley ve M on teith’in verdiği bilgiler R itter, ( IV ,503 ) 'a göre, şehir gürcüler ( k a r e ) tara­ Erdkunde, IX, 907 ’ de hulâsa edilm iştir. Me­ fından yağm a edilip, halkı götürüldükten sonra, rend 1906 'da yapılıp, 1915 'te dem ir yoluna inhitata başlamış idi. Bu, gürcü m üverrihleri­ çevrilm iş olan Tebriz — C ulfâ yolu üzerinde nin teferru atla bahsettiği 605 — 607 (1208— bulunduğu zamandan beri, büyük b ir ehem­ 1 2 1 0 ) 'ye doğru gürcülerin İr a n ’a yaydıkları m iyet kazanm ıştır. [ Bugün Merend 3. iımûmî vâlilik ( istân ) içinde, bir vilâ yet m erkezidir ; akını te’y it eden ku vvetli bir delildir. Merendli din âlim leri arasında Y â k ü t, daha dilleri türkçe, mezhepleri şi’î olan 13.000 nü­ 2 1 6 'da ölmüş olan biri ile 4 3 3 'te Ş a m ’da fusu vardır ; m eyvecilik ile meşhurdur ]. 2. A m u -D ery a ’m u şimalinde H u t a l b ö l ­ tahsilde bulunan bir diğerini zikreder. 624 ( 1226 ) ’te kâ fi müdâfaa tertib a tı olmayan g e s i n d e b i r ş e h i r ( bk. M ukaddasi, s. ( V. MlNORSKY.) Merend, A h lâ tlı Hâcİb ‘ A li al-A şrafi tara­ 49, 290 v.d.). M E R G İN A N . M A R Ğ İN Â N ( M a r ğ e l a n ), fından zaptedildi. Hvğrizmşâh tarafından vâti tâyin edilen Şaraf al-Mulk şehri geri aldı ve Türkistan 'da Fergana [ b. bk.] eyâletinde bir orada ziyâdesi ile kan döktü ( N asavi, nşr. ş e h i r d i r . ( IV. = X . asırda burasının ehem­ m iyetsiz bir mahal olduğu hakkında bk. B G A , Houdas, s. 166 ), Merend 'in yegâne tarihî âbidesi harabe hâ­ III, 272, ıt : sağıra ve müteâkip asırlardaki in­ linde eski câmi olup, burada 73i ( 1331, İl­ kişâfı için krş. Sam 'âni, Kitâb al-ansâb, C M S , hanlIlardan A b ü Sa’ i d ’in hükümdarlık zama­ XX, 522® : min m aşâhîr al-bilâd ; .Y âküt, IV, nı ) yılında yeniden inşa tarihini ihtiva eden, 500, s : min aşhar a l-b ila d ). Şehrin son za­ alçılı harçtan yapılm ış bir mihrâb görülmek­ manlarda da siyâsî bir ehemm iyete sâhip ol­ tedir ( Sarre, D enkm äler pers. Baukunst, m adığı an laşılıyo r; yalnız M ergin an'da İligBerlin, ıg to , s. 24 v .d .; levha X VII ve Hanlar [ b. bk.] devrinde bâzan sikkeler basıl­ H erzfeid, D ie Gum badh-i 'A lavigyan , Volume m ıştır ( bk. A . Murkov, Inventarnıy katalog . . . presented to E .G . Browne, 1922, s. 194 v.d. m usulm anskik monet imp. Erm itaja, s. 260, 265 'daki itira zla r). A yn ı devre doğru (13 4 0 ), ve 272 ). Babur ( metin, nşr. B everidge, 3« v.d.; Hamd ‘A lla h M ustavfi ( N uzhat al-kulüb, trc. R. Rahm eti A ra t, Vekayi, A nkara, 1943, s. 2 G M S , XXIII, 8 8 ) Merend vilâyetinde 60 v.d. Marginan 'm kısa bir tasvirini verm ektedir. kasaba olduğunu söylüyor. Şehrin sûrları O tarihlerde şehrin nüfusunu S a r t l a r [ b . bk.], ( bürü ) 8.000 adım ( gam ) uzunluğunda idi j fa ­ yâni bunun o zamanki mânası ile, t â c i k l e r k a t şehir bu mesâfenin ancak y an sın ı işgâl eder. [ b. bk.] teşkil ediyordu ; diğer ova mahalle­ T ü rk iy e — İran m uharebeleri sırasında. Me­ rinde olduğu gibi, burada da sonra Ö zbekler rend bir çok defalar zikredilm ektedir. E vliya I yerleşm iştir. Daha yeni ve belki de Özbekçe



MERGİNAN — MERGİNÂNÎ.



j6ı



M arğilân şekline 'A b d al-K arim Buharı ( nşr. Lak.), bir adı da F a r a 'ii al- Oşmânl (K â tib Schefer, s. 9 4) ’de rastlanm akta olup, rusça Ç eleb î, nr. 8989 ) 'd i r ; 4. iki fetvâ m ecm uası: Margelan şekli bundan ge lm ek ted ir; üzerinde K itâb al-tacnls va 'l-m azid (K u tl., Lak., Kâtib şehrin kurulduğu nehir M argelan-Say adını Ç elebî, nr. 2467 ; yazması için bk. Brockelmann, taşım aktadır. Eserlerde bugün de sık-sık Mar- G A L ) ve 5. Muktârât al-naviizîl ( Lak., ğinân veya Marğinân şekli kullanılm aktadır; K utl, 'da K itâb Muhtar macmu al-navâzil bk. msl. T örih-i Şâhrufjl, nşr. Pantusow, s. 195. adı a ltın a ; K âtib Ç eleb î, nr. « 5 8 6 'da Muhtar Margelan ruslar tarafından 8 — 4 0 eylül 1875 al-fatâvâ ismi ile, yazm aları: G A L 'd e ) ; 'te işg â l edilmiştir. 1877 'de, M argelan'dan aş.-yk. 6. M azi d f i fu r ü ‘ al-ifana f i ya ( K âtib Ç elebî, 12 km. daha yukarıda, F e rg a n a ’nın merkezi nr. 1 »838; burada nr. 4 'ün aynı î ); 7.al-Şayolarak, Yeni-M argelan şehri kurulmuş ve idâri bâni, al-Câm ı al-kabîr ’in şerhi ( K âtib Ç e ­ bakımdan eski Hokand ’m yerine geçm iş olup, lebi, II, 56 7 ) ; 8. Başlıca eseri Kudüri ’nin bu şehir 1907 'den sonra Skobelev ve son in­ M uhtasar 'm a ve Ş a y b a n i’nin al-Câm i' alkılâptan sonra da, Fergana adını atm ıştır. Eski Ş a ğ îr 'ine İstinaden yazılm ış bir fıkıh hü­ Merğinan şehri ipek sanâyiinden dolayı ehem­ lâsası olan Kitâb bidâyat al-mubtadt ( yaz­ miyet kazanmış i d i ; şehrin nüfusu 1897 ’ de malar için bk. G A L ) . Bu eser için bizzat 36490, 1 9 1 1 ’ de 46.780, [ 1936 'da 48.400 olup], kendisi 8 büyük cild tutan Kifayat al-muntaki bunun ancak 144 'ü rus idi. Şehrin pek de eski adlı büyük bir şerh yazm ıştır. F akat daha olmayan bir binası Iskender-Paşa ismi ile anıl­ bitirmeden, bu şerh kendisine çok uzun ve da­ makta ve büyük İskender’in türbesi telakki ğınık göründü ve daha kısa bir şerh yazmağa edilm ektedir ( V . Masalskiy, Turkestanskiy karar v e r d i ; bu ikinci şerh meşhur Hidâya kray, Petersburg, 1913, s. 705 v.d.). olup, sonraları mütemâdiyen şerhedilmiş ve ( W. B a r t h o l d . ) ona haşiyeler eklenmiştir. En mühim ve şerh M E R G İN  N Î. a l -M a RĞİNÂNÎ, h a n e f î hülâsaları aşağıdaki levhada g ö sterilm iştir:' m e z h e b i n d e n İki f a k î h a i l e s i n i n Bu şerh ve hülâsaların burada zikredilm e­ a d ı . Nisbeleri menşe’ ve faaliyet m erkezleri miş olan yazmaları ve basmaları ile Çok sayı­ olan F erga n a 'd a ki M arğin ân ’dan gelm ektedir. daki haşiye v e t â l i k a t ı için bk. Brockelmann, I. 1. en mühimleri meşhûr Hidâya ’nin mü­G A L , I , 376 v.d, ; H idâya yeniden 4 cild hâ­ ellifi B u r h a n a l -D î n A b u 'l -H a s a n ‘A l î linde, neşredilm iştir (K a h ire , 1326). ' b . A b î B a k r b . ‘A b d a l - C a l Î l a l -F a r ğ â n î B i b l i y o g r a f y a i al-K uraşi, al-CavâAL-M a RĞÎNÂNÎ 'dir. Bilgilerini o zaman İslâm hir al-m uzl a ( Haydarâbâd, 1332), I , 383, âleminde hâlâ mer'İ bir tahsil tarzı olan seyânr. 1058; 'A b d al-H ayy al-Laknavi, a l-F a v a id hatleri sırasında, iktisap etm iştir. Başlıca ho­ al-bahlya ( Kahire, 1324 ), s. 141 v.dd. { Kacaları Nacm al-Din A bu H afş ‘O m ar b. Muf a v i ’nin Tabakât ’ından ihtisar edilm iştir ) ; hsmmed b. Ahm ed al-N asafi ( öim, 537 = 1142/ İbn K utlu boğa, Tâc al-tarâcim ( nşr. Flü­ 1143 ), al-Şadr a!-Şahid Husâm al-D in 'O m ar g e l ), Leipzig, 1862, nr. .124; Brockelmann, b. *Abd a l- A z iz b. 'O m ar b. Mâzah ( ölm. G A L , I , 376 ve oradaki bibliyografya. 536-= 1141/İ142 ) ve al-Sarahsi ’nin talebesi Ç ocukları ve talebeleri şunlardır: olan A bü 'A m r 'Oşmân b. 'A lı al-Bay kandı *. 'İMÂD a l -D în a l -F a r ğ â n î . Burhan al( ölm. 554 = 11 57) idi. T irm ızi'n in eserindeki D in 'in oğlu. bk. Laknavi, s. 146. hadîsleri al-K uraşi, I, 239, nr. 679 'da zikredi­ 3.. 'O m a r N 1?âm â l - D Î n a l - F a r ğ â n î . Bunun len im âd ile Ziya’ al-Din A bü Muljammed iki eseri bilinm ektedir: 1. Favâ'id (K â tib ŞS'id b. A s’ ad 'd en ve b ir d e al-Hasan b . ‘A li Ç elebî, nr. 9305) ; 2. Cavâhir al-fikh, fa h â v i al-M arğinâni ( al-K uraşi, I, 198, nor. 487 ) ’den 'nin Muhtasar ile d iğe r eserlerden toplan­ dinlemiş idi. Bizzat kendisi, o zaman âdet mıştır ( K â t ib Ç eleb î, nr. 4291; yazmalar için olduğu üzere, okuduklarını kaydetm iştir, fakat bk, Brockelmann, G A L , I, 376, not. 2; Bu­ bu notlar muhafaza edilmemiştir. Ü stâdlanm radaki istifham işaretini silmek lâzım dır; krş., çok aşmış ve bu vaziyet memleketinde kabûi Çuraşİ, I, 394; L akn avi, s. 149). V edilm iştir. Kendisi doğduğu m em lekette 593 4. M u y a m m e d A b u ' l -F a t b C a l â l a l -D Î n ( 1 1 9 7 ) 'te ölmüştür. Eserlerinden aşağı dahi­ AL-FA R Ğ ÂN Î ; bk. Kutl., s. 137 ve Laknavi, s. lerin bir kısm ı yazma hâlinde mevcut olup, bir 182; K uraşi, II, 99, muhtemelen nr. 2 'nin kısmının m evcûdiyeti de kaynaklar vâsıtası aynıdır. ile bilinm ektedir: I. N aşr al-mazhab (K u r., 5. ‘ İm âd a l-D in ’in o ğ lu A BU 'L-FATH ZAYN Lak., K âtib Ç eleb î, nr. 13790’da al-mazâ- a l -D în A b d a l -R a h î m b . A b î B a k r ‘ İ m â d hib va r ise de, bu şekil muhakkak yanlıştır ); a l -D în b . ‘ A l î B u r h a n a l -D în b . a b î b â k r 2. K i t âb m anâsik al-hacc ( Kur., Lak., K âtib b , A b d a l - C a l İl a l -F a r ğ â n î a l -M a r ğ î n a n î . Çelebi nr. 12943); 3. K itâb f i ’l-fa r a iz ( Kur. Şâban 651 ( teşrin I, 1253 ) 'de Semerkand ’da



76 2



MERGİNÂNÎ — MERİDA.



B idSya Hidâya ( müellif şerhi ) Nihâya al-Sagnâki ş e r h i: ( te ’lifi 700=1300 )



Jnaya al-Babertı şerhi (ölm . 786— 1384)



K i faya al-Kurlâni şerhi ( V 1II= X IV . a sır )



Vikâya Malımüd b, Sadr al-Sari a t. ( VII.= X III. asır )



Şarh al-Vikaya Şadr al-Şarı a 1İ. şerhi ( ö l m . 717 = « 346) ( t el i f i 743 )



Nujfâya Şadr al-Şari‘a II. ihtisarı I Cam i' al-Ram üz ai-Kühistâni (ö lm . 9 S °= « S 43 )«



tamamladığı hukuk muhakemeleri usûlüne Roma imparatorluğu devrinde büyük bir ehem­ dâir al-F uşâl al- İm âdiya adlı tanınmış ese­ m iyet ve refah seviyesine kavuştu. Roma dev­ ri yazdı. Bk. K âtib Ç elebi, nr. 9094; Lak- rinden kalm a bir takım inşaat, o sırada yanavi, s. 93; Brockelmann, C A L, I, 382; yaz­ rım-ada içinde işgâl e ttiğ i mevkiin şâhidleri malar bu son yerde gösterilm iştir. olup, bunlar arasında 64 kem erli bir köprü, II. D iğer bir hanefî fakıhler ailesi, Marği- bir sirk, bir tiyatro ve meşhûr lo s M ilagros n ân 'd a, 68 yaşında olarak, 477 (= 10 8 4/10 8 5) su kem erleri sayılabilir ki, bu sonuncusunun 'de ölmüş olan 'A B D A L-‘A z Î Z B. 'A B D AL- tuğladan v e parça granitten yapılm ış 10 ke­ R a z z â k b. N a ş r b. C a ' f a r b . S u l a t m a n a l meri bâkî kalm ıştır. V izig o tla r zamanında Me­ MARĞİNÂnI 'den gelm ektedir. M üftı olarak tanı­ rida şehri Lusitania ’nın m erkezi olmuş idi ve nan 6 oğlundan bu arada A b u ’L-H A SA N ZAHİR Rodrigo de Toledo ’nun ifâdesine göre, kalesi pek AL-DÎN 'A L Î (ölm . 5 0 6 = H l2 / ît l3 ) zikredile­ sağlam i d i; bu durum Müsâ b. N uşayr [ b. bk.] cektir. O ğlu ve talebesi Z a h î r a l - D î n A L -H a - kumandasındaki müslüman fatihlerinin, Merida SAN B. ' A l ! A b u 'L-MAHÂSİN ’dir. Bunun 4 'yi ele geçirm ek için, bir az güçlük çektikle­ eseri bilinm ektedir: A kzîg a , F atSva, F a v â 'id ve rini izah eder. A rap kumandanı İspanya’da Şarüt, fakat yaln ız sonuncusunun bugün yaz­ karaya çıkınca (93 yılı ramazanı = haziran maları vardır. Meşhur Fahr al-D in Kâzihûn 71 2) , önce Medina-Sidonia ve C arm on a'yı, (ölm . 5 9 2 = 1 19 6 ) ile Burhan al-D in al-Mar- daha sonra da Sevilla 'y ı ele geçirdi. Oradan ğinâni ( bk. yk. 1 ) hocası idi. M erİda'yı kuşatm ağa giderek, bunun önünde B i b l i y o g r a f y a : Sam 'ani, Kitâb al- aylarca kaldı. F ak at 1 şevval 94 ( 30 haziran ansâb, 522 a ; K uraşi, nr. 387,850,1010; Lak- 7 1 3 ) ’te şehir teslim oldu. Müsâ b. Nuşayr n avi, s. 62,97, 12 1; Fiügel, Classen d .h a n a f. buradan Toledo istikam etinde ilerileyişine de­ Rechtsgelehrten ( Leipzig, 1860), s. 309; vam e tti. Brockelmann, C A L , l , 379. ( H E F F E N IN G .) A ra p vâlilerin idaresi altında M erida, gö­ M E R ÎD A . M ĞRIDA, M âRîdA ( A.) < lat. rünüşe bakılırsa, çok geçmeden, İspanyol veya Emerita ¡ İ s p a n y a ' n ı n c e n û b - i g a r b i ­ berberi asıllı bir takım âsîlere üss teşkil etti, s i n d e b i r ş e h i r o l u p , şimdiki Badajoz Yusuf al-Fihri 141 ( 7 5 8 ) ’ de burada 'A b d aleyâleti dâhilinde bir partido m erkezidir ve Rahmân al-Dahil tarafını tutana karşı bir is­ Guadiana nehrinin sağ sâhilinde, deniz sevi­ yan hareketine girişm eği denıdi. Daha sonra yesinden hemen 200 m. irtifad a bulunur. Z a­ 190 ( 805 ) ’da A şb a ğ b. :A b d A lla h b. Vânmanımızda oldukça ehemmiyetten düşmüş olan süs adlı bir berberi al-Hakanı 'e karşı burada şehir, M adrid— Badajoz dem iryolu üzerinde baş kaldırdı ve Kurtuba em îri onu itaa t a ltı­ bulunduğu gibi, şimâlde C âceres ve cenupta na alıncaya kadar, kendisine karşı 7 yıl üstS e v illa ’ya da demiryolu ile bağlıdır. üste yaz seferleri tertip etm ek mecburiyetinde Lusitania ’nın kadîm merkezi A ugusta Eme­ kaldı. 213 ( 8 2 8 ) 'te M erida'da başka bir isyan rita 23 ( m. ö.) yılında kuruldu ve bu şehir çıktı ve şehri 217 ’de muhasara etm ek iâz



MERİDA -



MERÎNÎLER.



g e ld i; aynı hâl 254 ( 8 6 8 ) 'te tekrarlandı. Em ir ‘ A b d A llah zamanında, arap ismi taşıyan hıristiyan, m illiyetçi reis !A bd al-Rahmân b. Marvân a l-C illiki ( G aliçyalı ) Merida 'da ka­ rargâh kurmuş idi. N ihayet ‘A b d al-Rahmân III- al-Nâşir zamanında şehir, k a t’î olarak, itaa t altına atındı; 316 C9 * 8 ) 'da kof id A h ­ med b. İlyâs ’a boyun eğdi. XI. asırdan itibaren M erida, Badajoz lehine, bilhassa bu şehir küçük A ftâ s i [ b. bk.] dev­ letine merkez olduktan sonra, ehemm iyetini kaybetti. XIII. asrın başlarına kadar müslümanlar elinde k a ld ı; 1228'de Leon kıralı A l ­ fonso tarafından zaptedildi ise de, eski ehem­ miyetini bir daha kazanamadı. Merida ’dan bahseden arap coğrafyacıları şehrin Roma harabelerini tafsilatlı bir şekilde anlatırlar ; te'sis kitabesi m uhafaza edilmiş olan müstüman kalesini de zikrederler. Bu kale 220 ( 835 ) tarihinde, vâli ‘A b d A llah b. Kulayb b, Şa’iaba tarafından, Emevî emîri ‘ A bd al-Rahmân II. ’ın emri üzerine, inşa e tti­ rilm iş idi. B i b l i y o g r a f y a - . Emevî Isp anya'sı­ nın arap tarihçileri ( A h b â r m acm ua, İbn ‘ İzâri, Bayan, îbn al-A şir, N uvayri, Makİcari, A na lecies, tür. yer.}; İd risi, D escrip ­ tion de VA friq u e et de VEspagne ( nşr. Dozy ve de G o eje), metin s. 175, 182, trc. s. 211, 220; Yakut, Mu cam al-buîdân (n şr. W üs­ tenfeld ), IV, 389 v.d. ; A bu 'I-Fidâ', Takvim al-buldân (n şr. Reinaud ve de S la n e ), 172 — 248; İbn 'A b d al-Mun‘ im al-H îm yari, alRavz al.m i (ör, nr. 1 1 7; E. Fagnan, E x ­ traits inédits relatifs au Maghreb ( A lger, 1924 ), fih rist ; Dozy, H istoire des M usul­ mans d ’Espagne, II, 37, 40, 62, 96; Recher­ ches kist. litt. Esp. ( 3 . tab.), I, 54 v. dd.; C odera, Inscripción arabe del C a stillo de Mêrida ( Bol. R . A ca d. H i s t Madrid, 1902, s. 138— 142 ) ; E. Lévi-Provençal, Inscriptions arabes d ’Espagne ( Leiden— Paris, 1931 ), nr. 39 v.d. _ ( L é v i - P r o v e n ç a l .) M E R İH , AL-MİRRİH, s e y y a r e l e r d e n b i r i , m a r s . İsmin iştikakı belli değildir. Merih küresi seyyare kürelerinin beşincisidir; onun içinde şems küresi, dışında da müş­ teri küresi bulunur ve kalınlığı Batlamyus ( X X , 376 ) ’a şöre, 998 mildir. D evir müd­ deti 1 sene, 10 ay ve 22 gün olarak tahmin edilm iştir. Merih, 9 devirden sonra, aş.-yk. 17 senede, gök yüzünde aynı yere tekrar gelm ek­ tedir. H areketi müstakim olduğu zaman, her burcda aş.-yk. 40 gün kalır ve her gün aş.-yk. 40® bir kavis k a t’eder. Yin e eski hey’etçilere göre, merih dünyadan bir buçuk defa büyük ¿imalıdır.



763



Müneccimler merihe al-nahs al-aşğar ( „kü­ çük uğursuzluk" ) adını v e rirle r; bu zuhal 'den sonra en fenâ seyyaredir ve en kötü neticeler, ihtilâller, katl-i âmlar, yangınlar v.b. bu sey­ yareye atfolunur. Bu seyyarenin te ’siri altında doğmuş olan insanların mizacı da onun te ’sirlerine uyar. B i b l i y o g r a f y a - . al-K azvini, 'A cS 'ib al-mahlülçât (n ş r, W ü ste n fe ld ), I, 26; A . Hauber, Planetenkinderbilder und Sternbilder ( Strassburg, 19 16 ), tür. y e r .; R a s a il IfyvSn a l-s a fa , III, IV. ( J. R ü S K A .) M E R ÎN ÎL E R . M ARÎNİ ( B a n î M arÎN ), uzak M agrib ( F a s ) 'd e XIII. asrın ortasından X V . asrın ortasına kadar saltanat sürmüş bir b e r b e r i s ü l â l e s i d i r . Bani M arin hakkında ilk mâlûmatımız onların büyük Sahrâ ’da F iguig ile T âfilâ lt [ b. bk.] ara­ sında göçebe hâlinde yaşadıklarını göster­ mektedir. Zenâtalardan olduklarını ileri sü­ ren diğer gu ru p L r gibi, XI. asrın ortalarına doğru, göçebe Bani HİİIİ kabileleri tarafından garba doğru sürülmüş bulundukları anlaşılıyor. Irk bakımından akrabaları olup, otlakları kendilerininkine komşu bulunan Bani ‘A bd al-Vâd gibi, 1 1 4 5 ’te Muvahhidîlerin orta Mag­ rib 'i zaptetm elerine karşı koym uşlar ve mağ­ lûp olmuşlardı. Bani ‘A b d al-V âd galiplerin hizmetine girdiği hâlde, Bani Marin çöle çekildi. M uvahhidîler imparatorluğunun zayıf­ laması kendilerine intikam almak fırsatını verdi. Mulüya vadisindeki mûtad göçleri esnâsında, büyük Muvahhidî kuvvetlerinin Ispan­ y a ’da meşgûl olması yüzünden, uzak Magrib 'in zayıf düştüğünü öğrenen Bani Marin, 613 ( 1 2 1 6 ) ’te şimâle doğru, çok kuvvetli bir akın yaptı. Bu 33 sene iç’nde birbirini tâkip edecek fütûhâtın ilk merhalesi oldu. Ertesi sene akın garp sahralarına yerleşm iş Bani Rİyâh araplarınm ezilmesi ve memleketin ilk vergiye tâbî tutulması şartı ile tekerrür etti. Hânedân mücâdelelerinin felce u ğ ra ttığ ı Muvahhidîler buna karşı ancak 27 sene sonra, ciddî olarak, harekete geçebildiler. Bani Marin halîfe alS a 'id ( 642 = 1244 ) ’in k ıt’aları tarafından mağlûp edildi. M ecburî bir duraklamadan sonra, fütfihâta emir A bu Yahya b. ‘A bd al-H akk tarafından daha tertipli bir şekilde başlandı. Bu zât kendine âit araziyi ailesine mensup zümrelere taksim etmek ve hizmetine yabancı ücretli askerler almak suretiyle, kuv­ vetini arttırm ağa ve şehirler ilhakına çalıştı. Bu neticeye varmak ve mevcut olmayan bir manevî kudret elde etm ek için, kendini Ifrikiya Muvahhidîleri H afşiler [ b. bk. ] 'in vekili gösteriyor ve bir de halkın tâziz e ttiğ i din adamlarının hâmisi ilân ediyordu. A b u Yahya



764



MERÎNÎLER.



bu sayede Meknes, Fas, T iz a ve Sale ’yi ele geçirdi. N ihayet Muvahhidîlerİn saltan at müddeisi A b u D a b b iîs’a e ttiğ i yardım , A b u Y a h ­ y a ’mu halefi A b u Y û su f Y a ’küb ’a M erâkeş ’in ilhakını kolaylaştırdı k i, bu hâdise fütfihâtın sonudur ( 669 = 1269). M uvahhidîler devletinin m erkez kısmını teş­ kil etm iş bulunan garp müslüman ülkelerinin bu bölgesine vâris olan Bani Mar in toprakları ellerinden aldıkları eski sahiplerinin an’anelerine, onların İspanya ve Berberistan bakkal­ daki tasavvurlarına da tevârüs edeceklerdi. İspanya, M urâbıiîler ve M uvahhidîler dev­ rinde olduğu gibi, m agribliler için de bir şebâdet toprağı idi. Sülâle oraya, sâdece, Magrib 'de m evcûdiyetleri hoş görülm eyen ve bir karışıklık unsuru teşk il etm esi muhtemel bu­ lunup, din fedâisi k ıt’aları vücûda getirecek olan evlâtların ı gönderm ekle kalm adı; sultan­ lardan çoğu, msl. cihâdın tek ra r başlamasını gâye edinen A b u Y û su f ve halefleri A b u Y a ’küb ile bu deniz aşırı seferlerin iflâs ettiğin i gören A b u ’ 1-Hasan, oraya bizzat çarpışm ağa g itti. A b ü Y usuf boğazı geçm ekle en çok kıym et verd iği ahdini ve aynı zamanda, K astilya kiralının taleplerine ve hakaretlerine tahammülden usanan G ırn ata ‘daki Bani ’ 1-A hm a r’ in de İsrarlı yardım isteklerini yerine getirm iş oluyordu. H ıristiyanlardan alınan ga­ nimetleri istirdat etm ek isteyen Don Ñuño de L ara Ispanya ’da bir kurtarıcı gibi karşılandı, fak at Ecija civarında kanlı bir hezimete uğradı ve tele f oldu ( 6 7 4 — 1275). Bani M arin 'in İspanya 'daki bu harplerinde hakikî muharebelerin pek az yap ıldığı, fak at htristiyanlara âit sahalara hemen h er gün akın edildiği kaydedilm ektedir. Müslümanlar mah­ sulâtı ve hayvan sürülerini götürürler veya tahrip ederler ve bir çok esir alarak, bunları M agrib 'd e köle gibi satarlardı. Fas ve G ırnata sultanları arasında, İsp an ya'ya asker ihrâcını müteâkıp soğuyan m ünâsebetler, yarım-adada ileride yapacağı harekât için, üss teşkil etmek üzere, A bu Y û su f ’un T arifa [ b.bk.] şehrine sâhip olmak arzusunu izh âr etm esi ile, açık­ tan* açığa düşmanca bir şek il aldı, İbn al-Ah10ar, kurtarıcısının tecâvüzlerinden korunmak için, K astilya kıralı A lfon so X. ’ya teveccüh etti. İspanya müslüman ve hıristiyanları ara­ sında Tiemsen sultanı Yağm urâsan ’m da ka­ tılm akta gecikm ediği bir anlaşma meydana geldi. Bu zât M agrip hükümdarının Endülüs ’e tekrar geçm esine mâni olmak veya bu hususta zorluk çıkarm ak vazifesini üstüne alm ış idi. Bu ittifa k hıristiyanları İspanya ’nın zaptı ( reconquista ) işinden alıkoym adı. 709 ( 1309 ) ’ da hıristiyanlar C e b elü ttâ rık '1 ele orcçirdüer



ve G ırnata hükümdarı M agrib sultanını tekrar dâvet etti. M arini hükümdarı A b u ' 1-Hasan oğlu ‘A bd al-M alik’i gönderdi v e o da CebeJüttârık '1 aldı ( 733 — 1333 ). ‘A b d ai-Maiik şehid düştüğünden, kendi idaresindeki büyük orduyu İfrikiya limanlarından te'm in e ttiğ i gem iler ile karşıya geçirerek, T arifa civarında karaya çıktı. Şehir hıristiyanların elinde idi, Abu ’ 1-Hasan bu şehri zaptetm ek istedi ise de, K astilya kıralı A lfo n so XI. ve Portekiz kıralı A lfonso IV. 'nun birleşik kuvvetleri tarafından, ağır bir bozguna uğratıldı. Bu 1340 felâketi ve K astilya kiralının E fcezîre ’yi zaptetm esi, M arin i sultanının cesâretini ta ­ mamen kırm ış idi. A r tık kendisi de, halefleri de İspanya 'da yeni hareketlere girişm eyecek­ lerdi. V aziyetin icapları Bani M arin 'e Hıristiyanlık aleyhine, vaktiyle Muvahhidîlerİn g iriştiğ i te­ şebbüse başlamak imkânını vermemekle be­ raber, onlar seleflerinin A fr ik a ’daki . gen iş im­ paratorluğunu ele geçirm eğe g a y re t ettiler ve buna, kısa bir müddet için, m uvaffak oldular. Malûmdur ki, bu imparatorluk Marini kırat­ lığından başka Tiemsen ’de 'A b d al-V âdtar ve Tunus ’ta H afşi [ b. bk.] devletlerin i mey­ dana getirm iştir. F as sultanlarının ihtirası ile en fazla tehdit edilen devlet Tiem sen idi. Bu iki komşu devletin akraba hânedanlan ara­ sında m üteaddit anlaşm azlık sebepleri var idi. Her iki zümrenin göçebelik zamanındaki eski rekabetlerine genişlem ek istiyen ilk hem-hndut devletin rekabeti inzimâm etm iş idi. ‘A b d alV âdlar garp ta toprak elde etm ek ümit­ lerini çabuk kaybettiler. İspanya 'ya geçm ek isteyen M arittiiere, görüldüğü üzere, güç­ lük çıkard ılar ise de, bu siy âse t p ek kısa bir zaman devam edebildi ve Tiem sen tam bir müdâfaaya geçm ek zorunda kaldı ve b ir çok defalar istilâya u ğ ra d ı; tlem senliler sûrlarına kapandılar. Bu suretle 698 ( 1299) 'den iti­ baren 8 sene 3 ay süren bir muhâsara başladı ve bu müddet esnâsında M arin iler şehrin hâriç ile ihtilâtını kesecek bir çok am eliyelerden başka, ileride al-Manşüra [ b. bk.] şehrini vücûda getirecek olan dâimi bir ordugâh kur­ dular. Bununla berâber Tiemsen çok sonra sukut edecek, 737 ( 1337 ) 'de onu A bu ’1-Hasan zaptedecek idi. Bu hükümdar ile oğlu A bü ‘İnan Tiemsen 'i 22 sene ellerinde tutm uşlardır. Sal­ tanat m üddetleri M arini devletinin parlak dev­ rini teşkil eden bu iki hükümdar için Tiemsen, İfrikiya ’y e doğru, ilk merhaleden ibaret idi. Muvahhidîler imparatorluğunu yeniden kur­ mak tasavvuru H afşiler devletinin ilhâkı ile tahakkuk edecek idi. H er birinin kendi İçin fayda ümit e ttiği bu devamlı münâsebetler, şark ve



M ERÎN ÎLEft garptaki iki devleti, yâni H afşiler ile M arinileri,- birleştiriyordu. M ısırlı al-'O m ari gibi, o asırda yaşam ış bir müşahide nazaran, yalnız M arıniler a sk e rî kuvvete m âlik bir devlet sa­ yılabilirdi. F ak at Muvahhidı halifeler soyundan gelen Bani Şan'a, A bu 'İnan ’ın sık-sık kullan­ d ığ ı a m ir al-m u'm ınin unvanına rağmen, Bani M arin ’in aslâ sâhip olm adığı bir mânevî nuf&za mâlik idi. Başlangıçtan beri Bani M arin ’in, Tunus hükümdarlarının vekili sıfatı ile, Magrib şehirlerini ilhak etm eleri ve H afşi sülâle­ sine mensup kadınlar ile evlenm eleri bu suretle izah edilmiş olur. D iğer taraftan H afşiler kız­ larını M arinilere verm ekten istin kâf etmemeğe mecbur oldukları kanaatinde idiler. K endile­ rini Tlemsen sultanlarının taarruzlarına karşı müdâfaa edebilecek olan Fas sultanlarını da gö ­ zetm işlerdir. Velhâsıl H afşiler M arinilerin orta M agrib ’e taarruz etm elerini, fakat oraya hâ­ kim olmamalarım istem işlerd ir; çünkü bu hâ­ kim iyet İfr ik iy a ’yi gâliplerin doğrudan-doğruya tecâvüzüne mârûz bırakacak idi. G erçek te bu hâdise 1347 ’de vukua geldi. A bu ’1-Hasan, Tunus tahtının gasbından ve sonra çtkan isyan­ lardan faydalanarak, İfrilçiya ’yi istilâ e tti ve o havalide, kendi topraklarında olduğu gibi, hâkimiyet sağlayacağı düşüncesine kapıldı. Fa­ kat burada vaziyet M agrib ’dekinden farklı bulunuyordu. İfrik iy a ’de araplar çok kuvvetli kalm ışlardı. A bu ' 1-Hasan onların yabancı bir hâkim iyete karşı birleşm iş kabileleri ile kar­ şılaştı ve Kayravân civarında müthiş bir boz­ guna uğradı (m uharrem 749 = nisan 1348). Bu felâket MariniEerİn M agrib ’deki m evkile­ rini de sarstı. A b u ’ 1-y a sa n ’ın oğlu A b u ’ İnan tarafından, İfrikiya 'yi tek rar ele geçirm ek teşebbüsü boşa gitti. M arini ihtiraslarının neticesiz kalmasına ra ğ­ men, bu son iki sultanın zamanı müslüman B erberistan tarihinin en parlak olan ve en çok ihtişam izleri bırakan bir devri olmaktan geri kalm am ıştır. Mariıı iler, bina yaptırm ak bakımından, çok faâl idiler. A b ü Yûsuf daha 1276 ’da, eski şeh­ rin garbından, kendisine resm î bir merkez olmak üzere, yeni Fas 'ı te’sis eylem iştir. Fakat tnşaât bilhassa X IV. asrın ilk yarısında pek çoğalm ıştır. Bu güne kadar kalanların çoğu bu d evreye â ittir. Bunlar, msl. al-Manşüra surları ve camii, Şella sûrları ve m ezarlığı, Fas ve Sale m edreseleri, Ttemsen civarında büyük velî S id i Bu Madyan ’in kabri etrafındaki m üteaddit bi­ nalar gibi yapılar, büyük bir san ’a t değerine m âliktir ve aynı zamanda Bani Marin 'in askerî ve dinî faâliyetinin birer şahididir. Tasavvuf şeklinde dindarlık o zamanlar M agrib ’de fikir hayatının hâkim vasfı idi. Bununla b^râher



Fas sarayına, 'A b d al-Rahmân İbn Haldun, İbn al-H atib ve İbn B a ttü ta gibi, edebiyatta ve dîn ile alâkalı olmayan ilim lerde şöhret kazanmış adam lar da devam ediyordu, İfr ik iy a ’ye yapılan teşebbüslerin başarısız­ lığı ve Kayravan felâketi Marini inhitâtm ın başlangıcı o larak kabûl edilebilir. Bu askerî m uvaffakiyetsizlikler neticesinde Magrib ’in bir kısmına yerleştirilm iş olan askerlerin çekilm esi lâzım geldi. Bilhassa Fas A tlasları geçitleri m üdâfaasız kaldığı için, İfrikiya ’den gelen haberlerin tahrik e ttiğ i Süs ve T âfiiâlt arapları arbedeci mizaçlarına göre harekete başladılar. V erg i veren kabileler vergilerini, a sk erî tehditlere rağmen, ancak çok fasılalı olarak ödüyorlardı. Bu İnhitat sebebine daha vahim bir âmil eklen d i; vezirlerin nuf&zu hudutsuz surette arttı. Hükümdar âilesi ile sihri m ünâsebetler peydâ eden me'mûriarın vücûda getird iğ i bir zâdegân sınıfı, me’mûriy etle ri babadan oğula intikal ettirerek ve ku vvetli züm relere dayanarak, hükümdar se­ çiminde başlıca m üessir olacak bir vaziyete geçtiler. Bunlar hükümdarları, vesayet altında tutabilm ek için, çocuklardan veya iktidarsız kim selerden seçiyorlardı. Sultan hükümet iş­ lerinde şahsî b ir rol oynamak arznsu göste­ rince, onu devirm ek veya öldürmekten çekin­ m iyorlardı. Msl. 762 ( 1 3 6 1 ) ’de A b ü Salim *in bir hıristiyan asker tarafından başı kesil­ di. Bîr ebleh olan halefi T âşfin tahtından İndirilerek, yerine A b ü Zayyân geçirildi ki, bu da boğulm uş ve b ir sarnıca atılm ış olarak bulundu. Bu saray isyanları içinde devletin birliği bozuldu. Sicilm âsa ’yi idâre eden emîrin Fas 'ta hüküm süren sultan ile mücâdele ettiği gö ­ rüldü. Meşrû hükümdarı nufûzu altında tutan vezirin de rakipleri var idi ve bunlar mem­ leketi aralarında taksim ettiler. M erâkeş Fas ’a karşı ayaklandı. B ir aralık sülâlenin ezelî düşmanı olan ve Tlemsen ’de hüküm süren 'A b d al-Vâdlar, bu vaziyetten faydalanarak, Y ağm u rasan ’ m taarruz siyâsetini ele almak istediler. Fakat Tlemsen bir dereceye kadar olsun başarı te’min edemeyecek kadar, kuv­ vetsiz düşmüş idi. Tlem sen, Fas siyâsetinin nufûzu altına girm iş bulunan orta Magrib arapları tarafından, geriden tehdit edilmekte idi. Su vay d araplanndan birinin şeyhine „Ma­ r in i sülâlesinin dostu ve hâmisi" deniliyordu. Bani M arin ’in, Tlem sen ’i te s irsiz bir hâlde tutm ak için, bir başka vâsıtaları daha var id i; bu da, ‘A b d al-V âd ailesinin saltanat müddeiieıine yardım etm ek idi. H âsılı M arin iler çok z a y ıf düşmüş olm akla beraber, toprakla­ rının büyük bir kısmı araplara geçm iş bulu



?66



MERÎNÎLER -



nan Bani A b d al-V âd daha fenâ bir vazi­ y e tte idi ve garptan taarruzlar başlayınca, bunlar m ukavemet edem ediler. 1389 'dan iti­ baren bütün Tlemson sultanları Fas ’m tâbi­ iyeti altında hüküm sürdüler. Bu esnada mühim hâdiseler M arinüerin dikkatini orta Magrib ’e {ekm iştir. 1401 ’de Kastilya kıralı Henri 111., müslüman korsanlar tarafından yapılan hareketlerin intikamını al­ mak için, Berberistan ’a asker çıkarıp, Tlemsen ’i tahrip etti. M agrib ’de büyük bir heye­ can uyandıran bu vak'a ve portekİzlilerin 818 ( 1 4 1 5 ) ' de S e p te 'y i zaptetm eleri dindar un­ surların şiddetli bir cidâl açmasına sebep olmuştur. Bu ânî teh like esnasında muntazam bir hükümetin yokluğuna eklenen d ış teh dit birbirini kovalayan karışıklıkların çıkmasına sebebiyet verdi ve bu karışıklık lar içinde sülâle sukut etti. Sultan A b u Sa’ i d ’in 8*3 ( 1420 ) ’te katlinden sonra, Bani Marin ’in yerine, Bani V a ttS s geçti, B i b l i g o g r a f y a l İbn Haldun, alMakaddima (n şr. Q uatrem ère); trc, deS lan e (N E , X VI — X X I ) ; ayn. mil., H istoire des Berbères ( nşr. de Slane ), II, trc. de Slane, IV ; Ibn A b i Z a r , Rave al-kirjSs ( A nnales regum Maaritaniae ), nşr. Tornberg, 2 cilt, Upsala, 1843; İbn al-Ahm ar, Ravzat alnisrin ( H istoire des B eni M erîn, nşr. ve trc. Ch. Bouali ve G . Marçaıs, Publications de la F aculté des Letters d’A lg er, Paris, 1917 ); E. Lévi-Provençal, D eu x nouveaux manuscrits le la R a v za t an-nisrin d ' Ibn al-A hm ar ( J A , 1923, II, 219 v.d d .); îbn Battüta, Voyages ( nşr. ve tre. D efrém ery ve Sanguinetti ), Paris, 1879, IV ; A d-dakh îrat as-sanîga ( Chronique anongme des M erinides, nşr. Ben Cheneb, Publ, de la F aculté des Lettres d ’A lg er, C ezayir, 1 9 2 1 ) ; al-Caznâ’i, Zahrat el~5s, traitant de la fondation de la v ille de F ès ( nşr. ve trc, A . Bel, Publication de la F aculté des Lettres d ’A lg er, Cezayir, 19 23);. İbn Marzuk, M usnad (H ist. dum erinide A b ü ’l-fîa sa n , nşr. ve trc. Lévi-Provençai, H esperis, 1 925) ; îbn Fazl A lla h al’ O m ari, M asâlik al-absâr ( trc. G uadefroyDemombynes ), Paris, 1927, l ; A . Bel, Ins­ criptions arabes de F ès (P a r is , 1919, J A , 1917— 19 19 ’dan ayrı b a s k ı) ; H. Basset ve Lévi-Provençal, Chella, Une nécropole meri­ mde (P a r is , 1923; Hesperis, 1922); A . Cour, Les derniers Mêrinides ( Bulletin de la Société de Géographie d’A lger, 1905 } ; ayn. mil., La Dynastie marocaine des BenS Va ¿{as ( C onstantine, 1917 ) ; G . M arçais, L es A rabes en Berbèrie du X I ¿me au X I V siècle ( Constant! ne-



MÉRKAB. Paris, 1 91 3) } ayn. mil. Manuel d ' ar t mu­ sulm án, L ’architecture ( Paris, 1927), II; V . ve G. Marçaıs, L es monamenst arabes de Tlem sen ( P aris, 1903 ) ; V an Berchem, T itreş - califien s d ’O ccident { J A , 1907, î, 245 v.dd.) Ch. T errasse, Médersas da Maroc ( Paris, t s .) ; H. T errasse, P ortes de l ’ârsenal de S a lé ( Hesperis, 1922), s. 357 v.dd,



( G eo r g es Ma r ç a is .) M E R K A B . A L-M A R K A B ( frank kaynakla­ rında Ma RGAT, Me r g h at UM ), Suriye sâhilinde Bâniyas civarında bir k a l e . A bü G âlib Humam b. al-Fazl al-Muhazzab al-M a'arrî ( bk. Yakut, Mu cam, nşr. W üstenfeld, IV, 500 ) 'nin vakayinamesine ve Usâma b. Munkiz ( A b u ' 1Fidâ’, nşr. Reinaud ve de Slane, s. 255 ) Tn Târih a l-kilâ ' va 7 -huşun ’una göre, 454 ( 1062 ) yılında müslSmanlar tarafından yaptırılm ıştır. al-Dim aşki ( nşr. Mehren, s. 208), yanlış olarak, bunun [ Hfirün al-] R a şid tarafından yaptırıldığını iddia etm ektedir ( van Berchem, Voy age, s. 304, not 7 ; burada G . le S tra ge, Palestine, s. 506 ’da R a ş id ; [ daha ziyâde Râşid ] al-D in ile münâsebeti! gösterilm esinin yanlış olduğuna işâret ed ilm iştir). Bununla berâber, kalenin eski devre â it inşa mâlzemesi ile yapıldığı hakkında verd iği malûmatın doğru olduğu sanılm aktadır. B izanslılar,K antakuzenos ’un kumandasında, al-M arkab kalesini ve d iğer kaleleri 1104 senesinde zap tettiler ( A nua Komnena, *A?.s|ıâç, nşr. R eiffersch eid , U, 138 : to te ’Aqyi)q 0 kchötqov [ — Ş â fişâ ] t ö v.a\oüpevov Maex«jtt.v [ = al-Markab ], t â Fcı[jctJ,ot [ = Cabala ] Kal a?A a t ı v â ) . H açlılar 511 ( 1117/1118 )'d e kaleye hütûm ettikleri zaman, burasın valisi bulunan İbn Muhriz, âilesi ile birlikte oturm ak şartı ile, kaleyi teslim etti ise de, franklar bir kaç gün sonra, onu kov­ dular ve al-M arkab'a karşılık at-Manika kale­ sini kendisine d evrettiler; a l-M arkab 'a da ermenileri yerleştirdiler. Kalenin franklar ta­ rafından tâyin edilen mâlûm ilk vâlisi, A n ­ takya prensinin mirahuru Raynaud Mansuer ’dır. 1170 senesindeki zelzeleden sonra alMarkablı Bertrand hasara uğradığı şüphe­ siz olan kaleyi, ihtimâl ŞalSh al-D in 'in teh­ ditlerinden korkarak, 1186 senesi şubatının birinci günü Malta şövalyelerine devretti. Şalâh al-Din, 118Ğ haziranında, eski devirler­ den beri ( Dussaud, Topogr,, s, 127, not 5 ) kalenin eteğinden geçen sahil yoluna hâkim olan ve bu yola bir yer-altı geçidini koruyan bir sûr ile bağlı bulunan burcun ( bugün Burç al-Şabi ) önünden kuvvetleri ile geçti ise de, ne al-M arkab’a, ne de T artü s [ b . b k .]’a taar­ ruz etti. Komnenos âilesi ahfâdmdan kıbrıslı prens îsaak ( vaıı Berchem, ayn. esr., s. 298



MERKAB. y .d , not 5 ’te gösterildiği gibi, im parator İsaak Komnenos d e ğ ild ir) 31 mayıs 1191 'de „arslan yürekli“ Richard tarafından esir edildi ve ölünceye kadar al-Markab 'da mahpus tutuldu ( Neophytos, Rectıeil hist, crois., hist, grecs, 1/11, 562, not 2, 489 : ev xaQtsXkip Kakounsuq) Mxç>cdbtJKp ). T oprakları Malta Saint Jean şö­ valyelerinin toprakları ile hem-budut olan haleblİ saltan al-Malik al-Zâhir G a z i 6ox (1204/ »205 ) ’de kaleye karşı kuvvet ş e v k e tt i; bu kuv­ vetler, reisleri maktul düştüğü sırada, sûrların kulelerini tahrip etm eğe m uvaffak oldular ise de, daha fazla bir şey yapamadan, geri dönmek m ecburiyetinde kaldılar. 623 ( 1231 ) ’te.v e 638 ( 1240/1241)'de Malta şövalyeleri Haleb sultanı Y û su f ile harp hâlinde idiler. W ilbrand d ’O ldenbu rg’un bu sağlam kale hakkındaki tam tasviri bu devre ( 1212 ) tesadüf etm ektedir. O ldukça yük­ sek bir tepe üzerinde bulunan ve iki sıra sûr ve bîr çok burçlar ile tahkim edilmiş olan kale, haç­ lıların kudret ve kuvvetinin çökm eğe başladığı devrin başlarında, maximum totius terras illius solacium telâkki ediliyordu; Bâniyas (Valenia) piskoposu, müslümanlardan korktuğu için, daha 1 2 1 2 ’de kaleye yerleşm iş İdi. Macaristan kı­ ralı A ndreas 12 17/12 18 ’de muhteşem bir me­ rasim ile karşılandığı kalenin bakımı için pa­ ra vakfetti { Röhrieht, Regesta Hierosolym ., s. 243, nr. 908 ). Malta şövalyelerinin büyük üstadı Hugo Revel bir mektubunda (1268 ), Baybars ile yapılan anlaşmalar sonunda şö­ valye teşkilâtının düştüğü utanç verici ve ümitsiz vaziyet dolay isi ile şikâyette bulunu­ yordu. Bu mektuba göre, teşkilât son kaleleri olan Cratum ve Margatum ( Hişn al- A k râ d ile al-Markab ) ’ u, ancak çok ağır vergiler karşılı­ ğında, elinde tutabilm ekte idi ( Röhrieht, J*?egesta Hieros, Additamentum, Oeniponti, 1904, s. 91, nr. 1358“ ). Hişn a l-A k râ d ’m sukutun­ dan sonra, Tem plier teşkilâtı ile Malta şöval­ yeleri, sultanın murahhası S a y fa l-D in Balaban al-D avâddâr al-Rûmi İle 669 ( 1 2 7 1 ) ’da yap­ tıkları bir anlaşma neticesinde, Antarsüs sahil bölgesinin yarısından, al-Markab ve B ân iyâs’tan vazgeçm ek mecburiyetinde k a ld ı; yeni kaleler yaptırm am ak taahhüdünde bulundu ( Mufazzal b. A bi T-Fazâ’il, nşr. Blochet, Patrol. Orient., XH, 536). Frankların düşüncesizce yaptıkları bir hücumdan ( teşrin I. 1279 ) sonra, Çalavün zamanında, Hİşn al-Akrâd valisi olan A m ir S ayf al-Din Balaban al-Tabbâhi 1281 yılı baş­ larında al-Markab üzerine kuvvet şevketti ise de, a ğ ır kayıplara uğratılarak, geri püskür­ tüldü (M u fazzal, agn. esr., X IV , 484; van Berchem, Voyage, s. 30«, not 5 ’te zikredilen kaynaklar ). 681 ( 1282 ) ’de İfalâvün ile Tem p­ lier şövalyeleri arasında yapılan anlaşmada,



al-Markab yarı-yarıya terkedilen bölgeler ara­ sında zikredilm ektedir ( Mufazzal, agn. esr., X IV , 445 ; van Berchem, agn. esr., s. 30a, not 2). Seyyah Burchardus de Monte Sion 1283'te s — „castrum Margaih fratrum hospitalis saneti J o h a n n is— “ dem ektedir; şehir o devirde hâlâ Valenia piskoposunun m akarn idi ( Peregrinatores, nşr. Laurent, s. 30,170 ). 10 safer 684 ( 17 m ayıs 1285 ) ’te, I£alSvün al-Markab önlerinde göründü ve muhasara âletleri gelir-gelm ez de hücuma başladı. 19 rebiülevvelde (2 5 m a y ıs ) emir F ahr al-Din Mulfri kaleyi teslim aldı. Deniz tarafından gelmesi muhtemel hücumlara karşı müdâfaa bakımından hâiz olduğu sevkülceyşî kıymeti dolayısı ile, sultan burayı tahrip ettirtm edi ve yeni teşkil edilen bir eyâlete bağladı. Bu eyâletin idâre merkezi, 688 senesinde Trablus ’un zaptına kadar, Hişn al-A krâd i di ; burası da, o devirde hal’â vâli S ayf al-Din Balaban Tabbâhi al-M an şüri’nin idâresi altında bulun­ m akta idi. Kalâvün, mahallinde bulanan bir kitabede görüldüğü üzere, ona kale tahkima­ tının tâmirini em retti ( v a n Berchem', Ins­ criptions de Sgrie, s. 71 v.d,). Kalenin zaptın­ da, o zaman daha 12 yaşlarında olan ve İlk defa olarak babası ile birlikte harp harekâtı­ na katılan A bu ’İ-Fidâ’ ile İbn V â ş il’ m vekayinâmesini devam ettiren tarihçi İbn ‘ Abd al-Rahim de hazır bulunmakta idi. Kalenin zaptına dâir en iyi tasvir Kalavun ’un T a srif al-aggâm va ’l-a ş a r bi-sîrat al-sultân al­ m alik al-M anşür adlı hâl tercüm esinde bu­ lunm aktadır ( P aris, arap. yzm ., nr. 1704, var. 149 v. dd-, nşr. ve trc. Van Berchem, Vogage, s. 310— 320). VIII. ( X IV .) asırda, al-M arkab Trablus eyâ­ letine bağlı idi ( :U m ari, T a 'r if, trc. R. H art­ mann, Z D M G , 1916, L X X , 36; H alil alZâbiri, Zubdat k a ş f al-m am âlik, nşr. Ravaisse, s. 48 ; ICalkaşandi, Şubh al-a'şâ, Kahire tab., IV , 145 v. dd.) ve kale o devirde devlet hapishanesi olarak kullanılıyordu ( van Ber­ chem, s. 305, not 2 ). Limanı 1193 ve 1299 tarihli vesikalarda zikredilm ektedir { Van Ber­ chem, s. 309, not 3 ) ; bu liman, muhtemelen, V âdi ‘ A yn al-Hraybe ( W a lp o le : al-M ina ) ’nin munsabında bulunmakta idi. al-Markab Nusayri dağ silsilesinin dış kolları üzerinde bulunduğu için, çok zaman, İsmâ’ili kalelerinden ( Kila al-D a'va ) sayılm ıştır. Msl. ’Um arı, agn, esr., bu kayıt Berlin ve G otha yazm alarında mev­ cut olup, diğerlerinde bulunmamaktadır; krş. Hartmann, Z D M G , L X X , 36, not 7 ). Seyyah­ ların kısaca anlattıklarına bakılır ise, XIX. asrın ortalarından sonra kale yıkılm ış olmalı­ dır. 1885 ’te, al-Markab kazası kaymakamının



M É R K A B — M e R KÊX-EFËN d L isted iği üzerine, idare m erkezi K al a t alMsrjeab ’dan Bâniyâs 'a naklolundu ( M. H art­ mann, Z D P V, XXII, s. »63, nr. 27 ). B i b l i y o g r a f y a ' . Y a k u t, Mvi’ cam ( nşr. W üstenfeld ), IV, 500; Ş a fi al-Dİn, M araş id al-itfilS’ ( nşr. Juynboll ), III, 82 ; al-Dimaşki ( nşr. Mebren ), s. 114, 208; A b u M-Fidâ’ ( nşr. Reinaud ), s. 255 ; İbn B attü ta ( nşr. D efrém ery-Sanguinetti ), I, 183 ; al-İdrisi ( nşr. G ildem eister ), Z D P V, VIII, 22 ; G . le Stran ge, Palestine under the Maslems, s. 504 v. dd. ; Gaudefroy-Demombynes, L a Syrie à l ’époque des Mamelouks (P a r is , 1923), s. 114, 227 î Jacques de V itr y ( H istoria Hierosolym itana, fasıl 32 v.d.}; Bongars, G esta D ei per Francos sine O rientalis historia ( Hannover, 16 11 ), I, 1068 v.d. ; Marino Sanuto, Liber secretoram fid eliu m crucis,. kitap III, kısım XII, bâb 19 ; kısım X IV, bâb 2 ; Bongars, agn. est., II, 229, 244; A m adi, C kronik von Zypern ( nşr. Mas L a trie ), Paris, 1891, s. 216; Korte, R eize naar Palestina (H aarlem , 17 76 ), II, 82 ; Pococke, Beschreibung des Morgenlan­ des, II, 291; Lyde, T he Anseriyeeh and Ism aelieeh (L on don , 1853), s. 230; J. L. Burckbardt, Reisen in Syrien Palestina n. d. Gegend des Berges S in a i ( nşr. Gesenius ), 1823,1, 2Ğ9; W alpole, Travels, III, 289 v. dd. ; ayn. mil., The A nsayrii and the Assassins, 1H> 57 , 385 ; W . M. Thomson, Bibliotkeca Sacra ( N ew -York, 1848 ), V , 255 ; E li Sm ith (R İtte r, Erdkunde, XVII, 917 ) ; Rey, Etude sur les monuments de l'architecture m ilitaire des Croisés en S y r ie . . . ( P aris, 1871 ), s. 19 v.dd., levha II v.d. ; ayn. ml!., L es Colonies fran ques en S yrie au X IIime et X IIR ™ siècles 1 1883), s. 120 v.d d ,; C h ester, P E F Q uaterly (18 8 8 ), s. 75 ; Dussaud, Voyage en Syrie ( Revue archêol., 1896, I, 318 — 325; 1897, I, 340 ) ; ayn. mil., Topographie histori­ que de la Syrie ( 1927 ), 127, 147 ve tür. y e r ; van Berchem, Inscriptions arabes de Syrie ( Kahire, 1897 ), s. 70 v.dd. ; van Berchem ve Fatio, Vayage en Syrie, 1913 ( M I F A O , XXXVII, 94 v. dd., 2 9 2 -3 2 0 ; II, 1914, M I F A O , XXXVIII, I, levha L X I I I - L X I X ). ( E . H on iqm an n .) M E R K E Z -E F E N D l ( 1 4 6 0 ? - 1552 ), İstan­ bul ’ da sûrlar dışında bir sem te ismini vermiş olan bir h a l v e t i ş e y h i d i r . A s ıl adı M u sa B, M u s t a f â b. K i l i ç B e y b. H a y d a r olup, lekabı Muşlih al-Din, künyesi A b u T ak i ve şöhreti M erkez-Efendi 'dir. Aslen Denizli ’nin Buldan ilçesine bağlı San-Mahmudlu köyündendir (M ahm ud Celâteddin Hulvî, L emezât, O n'versıte kütüp., T Y , nr. 1894,.



165b; A yvansarâyî, Hadikcti a l-ca vâ m i, İs­ tanbul, 1281, s. 257). Başka bir riv ayete göre, M erkez Efendi Uşak ’ta doğm uştur ( Y usuf Sinan Efendi, T ezkire-i halvetîye, E s’ad E fen ­ di kütüp., nr. 1372, 25®). 9 0 ’ıncı aşkın bîr yaşta öldüğüne bakılırsa, 865— 870 (14 6 0 — 1465} y ılla n arasında doğduğu tahmin edile­ bilir. İhtimâl ilk tahsilini memleketinde yap­ tıktan sonra, İstanbul ’a geldi. B ir rivayete göre ( Ş a k a ik tercümesi, s. 522; K unh al-ahbâr, Ü n iversite kütüp., T Y , nr. 5959, 379h ), burada H ızır Bey-zâde Velİyüddin ’in, di­ ğ e r bir rivayete göre ( T ezkire-i halvetîye, 25a; kem e zât, göst. y e r ), Veliynddin-oğlu Ahm ed Paşa ( b. bk.] ’nın talebesi oldu. Bir müddet sonra tarikat pirlerinden birine intisap etm ek üzere, medreseden a y r ıld ı; Karaman 'a veya A m a s y a ’ya g itti. Buralarda halveti tarîkatini tem sil eden H abib Karam anî ( ölm. 902 = 1497 ) ’ye bı’ a t etm ek isted i ise de, mezkûr şeyh tarafından kendisine sâdece Muşlih al-D in lekabı verilm ekle iktifâ edildi. Bandan sonra te k ra r İstanbul ’a geldi. E t-Yem ez şey» binin kızı ile evlenip, E t-Yem ez zâviyesinde riyazet ile m eşgul oldu. Bu arada Koea-Mustafa-Paşa ’daki b ir zaviyede tarikat faâüyetinde bulunan SünbSl Sinan ’a intisap etti. Sünbül Sinan ’ın yanında {ile çıkardıktan sonra, Kovacı-D ede diye şöhret bulan Sevindik Dede (ö lm . 900 = 1494/1495 ) ’nin zaviyesine şeyh tâyin edildi. Bir müddet sonra Kanunî Süley­ m an’ın annesinin isteğ i v e Sünbül Sinan ’ın tensibi üzerine, V âlid e Sultan Tn Manisa 'd a yaptırdığı im âretin yanındaki zaviyeye, şeyh olarak, gönderildi. T ezkire-i halvetîye ( 28b ) ve Lem ezât ( 466b ) 'ın ifâdesine gö­ re, M erkez Efendi Manisa ’ya g ittiğ i sıra­ da, Kanunî Süleym an da şehzade olarak orada bulunuyordu. Buna göre, onun 926 ( 1520) ’dan, yâni Kanunî 'nin tahta cülusundan önce, M anisa’ya gitm iş oiması icâp etm ektedir. A n ca k hâlen Kanunî 'nin annesine atfedilen V âüde Sultan câmiinin mevcut kitabesi 929 (1524/1525; bk. Rudolf M. R iefstahl, Cenûb-i garbi A nadolu ’da turk mimârîsi, trc, C e ım i Tâhir Berkin, İstanbul, 1941, s. 13 ) ve imârethâneninki ise, 946 ( [539/1540 ; bk. Nuri Yörükoğlu, Manisa bîmarhânesi, İstanbul, 1948, resim ler ve izahlar kısmı, s. I V ) tarihlerini taşım aktadır. E ğer bp kitâbeler doğru ise, M erkez Efendi'nın, hiç olmazsa, 929 (1524/1525) yılından sonra Manisa 'ya g ittiğ i anlaşılır. Bu arada S ic ill-i osmânî ’de ( IV, 363 ) ise, K a ­ nunî ’nın annesi yerine, Y avu z Sultan Selim 'in annesi Bezm-i Alem Sultan (?) 'ın adı geçm ekte ise de, doğru olmamalıdır. Yine bu arada bâzı kaynaklarda ( S icill-i osmânî; Osman



MERtCEE-EFENDİ Ş e vk i, Beş buçuk asırlık türk tabâbet ta­ rih i, İstanbul, 1 3 4 1 = 1 9 2 5 , s, 114 ) Merkez-Efendi, Manisa *da Bezm-i A lem Sultan ’ın bîmarhânesinde v e mesir denilen bir ma­ cunun mücidi bir tabip olarak gö steril­ m ektedir. M erkez Efendi, bu macunu icat ettikten sonra, her yıl nevruzda onu Sultan camiinden saçtırtırm ış. A n cak bugüne kadar devam ede-gel en bu âdetin M erkez E fen di ’ye âidiyeti şüphelidir. Filhakika, bilhassa kendi­ sini yakından tanıyan T ezkire-i halveiîge müellifinin ve daha önce Şajçâ’îk onun böyle bir hususiyetinden bahsetm eyişi bu şüpheyi kuvvetlendirm ektedir. Merkez Efendi 'nin yukarıda zikre dildiği üzere, 929 { 1524/1525 ) ’dan sonra Manisa ’ya g ittiğ i ve Sünbül Efendi ’nin ölümü üzerine ( 936 = 1529 ) İstanbul ’a geld iği kabûl edilir­ se, onun M anisa’da 4— 5 yıl kaldığı tahmin edİleb lir. Merkez Efendi, şeyhinin ölümünden bir hafta sonra, İstanbul ’a geldi ve muhâliflerine rağmen, çok geçmeden, şeyhinin yerine geçti. Burada bir taraftan dervişlerini yetiş­ tirm eğe çalışırken, diğer taraftan da A yasofya ve Fâtih camilerinde vaaz veriyordu! Bu arada o zaman tamamen boş bir arâzi. olan ve bugün türbe ve câmii bulunan bölgede gezinirken, yer altından akan bir su sesi duy­ d u ; mürîdierine yeri açtırdığında su ile dolu eski bir havuz bulundu. Bunun üzerine müridleri ve kendi gayreti ile burada bir câmİ ile bir hamam yaptırdı ( Tezkire-i halveiîge, 2 9 a ; E vliya Çelebi, 1, 372}. Sonradan L utfî Paşa [ b. b k .]’nm karısı Şâh Sultan bu cami ve zaviyeye vakıflar tâyin ettikten başka, yi­ ne Merkez Efendi adına Eyyûb 'de Bahariye civarında Şâh Sultan câmii adı ile tanınan bir câmi ile zaviye de inşâ ettirdi ( Lem ezâi 168 b ), Ösmanh m üellifleri ( I , 160) Merkez Efendi 'nin Şâh Sultan ile evlendiğine dâir verilen malûmat, mevcut kaynaklara göre, bir hakikat ifâde etmemektedir. Merkez Efendi *nin Kanunî Sultan Süleyman tarafından, askerin maneviyâtını takviye için, 943 C *S3 ^ ) *te vukû bulan Korfu seferine iştirâke davet edildiğine dâir bir rivayet var ise de ( bk, Lem ezâi, 167 a ) onun bu sâfere iştirak edip-etmediğı, kat’î olarak bi­ linm emektedir. Dinî ve tasavvufî bilgisi yanında, bütün hayvanlara karşı büyük bir hassasiyet gö ster­ mek, cemâat siz namaz kılmamak, vaaz sıra­ sında dâimâ gözlerini kapamak, g ittiği yer­ lerde m ektep çocuklarına dağıtm ak üzere, cebinde yemiş bulundurmak gibi, kendine has âdetleri de olan Merkez Efendi nihayet 959 ( t 5 SI/ I 5 S2 ) ’da hayata gözlerini kapadı. Cesiâot A atiklopcdisi



MERSİN.



nâze namazı Ebussuûd Efendi [ b. bk.] ta ­ rafından kılındıktan sonra, hâlen kendi câmii civarındaki türbesinin bulunduğu yere gö­ müldü. Türbesi ve bilhassa bulduğu kuyu, es­ kiden olduğu gibi, bugün de muhtelif dilek­ lerde bulunulmak üzere, halk tarafından ziya­ ret edilmektedir. Bayzâvi 'nin tefsirinin bir çok yerlerini ezbere bilen ve ihtimâl bundan dolayı devrin-, de iyi b ir m üfessır olarak tanınan M erkez E fe n d i’nin her hangi bir sahada bir eser yazdığına dâir, eski kaynaklarda malûmata rastlanmaz. Yalnız Osmanlı m ü e llifle ri’nde 3 gazelinin görüldüğünden bahsedilmekte ve bunlardan sâdece iki beyit nakledim ektedir. B i b l i g o g t a f y a : Taşköprü- zâde, Şa­ ka’i k a l-nu m ân iya ( trc. M e c d î), s. 522 v .d .; Y u su f Sinan Efendi, T ezkire-i halvetiye ( Esad Efendi kütüp., nr. 1372), 25a a— 33b; Ceiâleddin Mahmud H ulvî, Lem ezût Ü niversite kütüp., T Y , nr. 1894), s. 165 — 168; E vliyâ Ç elebî, Seyâhai-nâm e, I, 372; Â lî, K un h al-ahbar ( Ü niversite kütüp,, T Y , nr. 5959), 379b; A yvaosarâyî, H a d i kat al-cavam t, I, 257; Osm anlı m üellifleri, 1, 160; S ic ill-i osmânî, IV , 363; M illî mec­ mua (1 9 2 5 ), sayı 2, s. 34 v .d .) ; Tahsin Y azıcı, Fetihten sonra İsta n bul’da ilk hal­ veti şeyhleri ( İstanbul enstitüsü dergisi, İstanbul, 1956,11, 104 — 113 ). ( T A H S İN Y A Z I C I.)



M E R SİN , cenûbî A n a d o lu ’da v i i â y e t m e r k e z i b İ r ş e h i r v e l i m a n olup, 36° 49' şimâl arzı ve 34' 36' şark tülünde, A k d e ­ niz sahilinde, kendi ismini taşıyan körfez kena­ rında kurulmuş ve İyi bir yol ile T arsus (3 2 km.) ve A dana ( 69 km.) şehirlerine ve aynı güzergâh.’ tâkîp eden bir demir-yölu ile A na­ dolu derair-yolları şebekesine bağlanmış bulun­ m aktadır (51.000 nüfus). Şehir, Anadolu ’nun en kadîm iskân mevkîIerinden birine komşu, olmakla beraber, bu­ günkü Mersin memleketin en yeni kurulmuş beldelerinden biridir. M ers’n civarında varlığı tesbit edilmiş iskân mevkîierinden en eskisi, şehrin 3,5 km. kadar şimâi-i garbisinde, Soğuk-Su vadisinde Yüroük-Tepe ismi verilen höyüğe tekabül eder ki, I936"senesinden iti­ baren bölgede arkeoloji araştırm aları yapan Neilson hey'etine dâhil John G&râtang tarafın­ dan 1939— 1940 senelerinde ve 1946 ’dan sonra yapılan kazılar sayesinde, burada alt-neolitik devrinden itibaren yerleşilm iş, aş.-yk. 1450— 1200 ( m. ö.) seneleri arasında b ir h itit müs­ tahkem m evkii o'muş bir iskân yeri o rtaya ko nuldu. Daha sonraki asırlarda, sahilde müte­ addit şehirler, bu arada şimdiki Mersin 'iıı 7 49



MERSİN. km. cenûb-i garbisinde V iran-Şebir mevkiinde, oldukça ehemmiyetli bakiyelerine tesadüf edi­ len Soloi ( Pom peiopoiis) kurulmuş ise de, bunlardan hiç birisi, o sırada bölge m erkezi rolünü oynayan T arsus [ b. bk.] ile boy ölçüşememiş idi. Toros geçitlerinin Çukur-O va medhalinde ehemmiyetli bir mevkide kurulan ve bizzat tarik öncesi bir iskân mahalline komşu olan Tarsus, ön-limanının { Rhegm a ) gittikçe tıkanmasına rağmen, orta çağa kadar deniz ile olan münâsebetini muhafaza edebilmiş idi. XIX. asrın başlarına kadar gem iler Tarsus çayı munsabının garbında, sığ bir köy kenarında bulunan Yenİ-K öy önünde demirlerlerdi. H attâ İbrahim Paşa ’mu Külek boğazını tutm ak üze­ re, denizden sevkettiği kuvvetler buradan karaya çıkartılm ışlardı. Yine aynı şekilde, bir zamanlar, şimdiki Mersin ’in 14 km. şarkında bulunan Kazanlı köyü v e ayrıca bunun bir az garbında K ara-D uvar { kadîm Anchiale ) iske­ leleri de kullanılmış idi. Fakat buharlı gem i­ lerin su kesim leri, bu sığ sulara sokulmağa imkân verm ediğinden, adı geçen iskeleler kul­ lanılmaz oldu ve neticede, Seyhan nehri ve v Tarsus çayı gibi akar-suların getirdikleri alüv­ yonların yayılm a sahası dışında, Toroslarm yakınında feyezandan korunmuş bir mevkide bulunan Mersin köyü, T a r s u s ’un ve daha sonra bütün A dana ovasının, iç Anadolu ’nun bir kısmı ile, nihayet cenûb-i şarkî A nado­ lu ’nun iskelesi olmak mevkiine yükseldi ve şehir olarak gelişti. Mersin 'in ne zamandan beri mevcut olduğu hakkkında kat’î bir şey söylenemez ise de, 1671 senesinde, S ilifk e 'd e n T arsu s'a gitm ek üzere, sahil yolunu tâkîp eden Evliya Ç elebi ’nin kayıtlarından bu hususta bir fikir edinmek mümkün oluyor; seyyah M ezit-O ğlu köyünden sonra, at üzerinde Yumuk nehrini aştığın ı, sonra K ara Îsa-Oğlu köyünden geçtiğin i zikreder ki, bu köylerden birincisi ( M ezitli ) şimdiki M er­ sin ’in cenûb-i garbisinde, İkincisi ( '= Kara îsati veya Ü ş e li) Mersin ’in dış mahallelerinden geçen akar-su kenarında ve esâs itibârı ile göçebe bir türkm en kabilesinin kışlağının muhtemel yerleşm esi neticesinde, sahilden epeyce uzak­ larda bulunmakta, Yumuk nehrinin ise, Mersin yakınındaki tarih öncesi iskân mevkii Önünden geçen akar-su olması icâp etm ektedir. Bu tas­ vir, şim diki Mersin ’in yerinde az-çok ehemmi­ yetli bir iskân mahallinin bulunduğunu ileri sürm eğe imkan vermez. A yn ı seyyah, Silifke ta ­ rafından gelirken, A ta ta suyunu, Erdem -Oğiu ( = E rd em li) köyünü, G erdendir ( = G ilindire ) suyunu geçtikten sonra, bu sonuncuya yakın bir yerde, yâni şimdiki M ersin ’in 20— 25 km. cenûb-i garbisinde, rastlayıp, gecelediği dağ



eteğinde bağ ve bahçeli bir türkmen köyünün; adını „M ersin-O ğiu“ olarak verm ektedir ki, bu ifâde, civardaki diğer köyler gibi, menşe’de göçebe kışlağı olarak kurulmuş olan bir iskân mahallinin, ismini d e beraberinde taşıyarak, sonradan şimdiki şehrin yerine göç ettiğin i ta ­ savvur etm eğe imkân v e rir; aynı zamanda, garp kaynaklarında umumiyetle görüldüğünün"ak­ sine olarak, şehrin adının, bu civarda çok yetişen ve A kdeniz ikliminin tan ıtıcı bir ne­ batı olan mersin ağacına ( M yrtus ) izâfe edi­ lerek, yakın bir zamanda verilmiş olduğu iddi­ asının tem elsizliğini ortaya koyar. Her ne olursa-olsun, X IX . asrın ilk yıllarında, Mersin henüz bir köyden ibaret bulunuyordu. Tezler, kadîm Zephyrium ’ un yerine tekabül ettiğini söylediği bu köyün ( 1 8 3 6 ’ya doğru ) Tarsus 'un hakikî iskelesi hâline gelm iş bulunduğunu kaydeder. M eşrûtiyetten evvel neşredilmiş A dana salnamelerinde de M ersin'in 1237 ( 1 8 4 1 ) ' de henüz köy hâlinde olduğu tekrar­ lanmaktadır. Bununla beraber Th. Kotschy ’nin seyâhatinden anlaşılığı gibi, 18 55'ten sonra, Mersin A d an a ovasının a rtık . başlıca iskelesi olmuş îdi { Nene R eise ıtach Kleinasien, Pet, M iit., 1859), Muhtemel olarak, Toroslardan birer vâdi boyunca inen p atikaların ucunda bulunan bütün sahil köyleri gibi, Mersin 'in de ticârî faâliyeti daha önceleri hayvan sırtında getirilen odun ve kerestenin yelkenli gemilere yüklenmesinden ibaret kalıyordu. A dana oyasın­ da ziraî istihsâlin artm ası nisbetinde, Mersin ’in liman faâliyeti gelişti; Bu bakımdan, ilk ehem­ m iyetli hamle, A m erika dâhili harbi ( 1861— 1865 )-sırasında, başta İngiltere, olm ak üzere, A vrup a sanâyî m emleketlerinin piımuk ihtiyâ­ cını karşılam ak gayesi ile, im kân arzeden d i­ ğer bölgelerde olduğu gibi, A dan a ovasında da amerikan tohumlarının idhâli ile gelişen pamuk zirâati sayesinde, kaydedildi ve Mersin ( garp kaynaklarında bu sırada kaydedildiği gibi, Mersina } avrupah ticâret müesseselerİnin mümes­ silleri ve konsolosluklar bulunan bir ticâret merkezi o'mak istidâdını tedricî bir surette gösterdi. Buna muvâzî olan bir değişiklik, Mer­ sin ’ in İdârî durumunda da görülm ektedir. Daha evvel Adana eyâletinin Tarsus kazası hudutları içinde bir köyden ibaret olan Mersin, 1268 ( 1 8 5 2 ) ’de aynı kaza dâhilinde kurulan bir nâhiyeye merkez oluyor, 12 sene sonra ( 1281 = 1864) T a rs u s ’ tan ayrılarak, üç nâbiyeli bir kaza b ilin e konuluyor, nihayet 1305 ( 1888 ) senesinde Mersin sancak hâline g e ti­ rilip, Tarsus kazası bu sefer ona bağlanıyor. Bu son gelişm e, M ersin— A dan a demir-yolunun işletm eye açılması ile aynı zamana rastlar; filhakika kendisini A dana ’ya bağlayan arabs



yolu Mersin iskelesinin ihtiyâcını artık karşı- I layam adığı için, 1883 't e Bâbıâlî ’den im tiyazı alınıp, İngiliz, transız ve İstanbul bankacılarının iştirak e ttiği 165.000 İngiliz lirası serm ayeli bir şirket tarafından inşâ edilen 67 km. de* mir-yolu 1886 senesi ağustosunda işletmeye açılm ış bulunuyordu, Böylelikle Mersin, XIX, asrın sonlarına doğru, Çukur-O va ile beraber tekmil A dana vilâyetinin ve hattâ Külek bo­ ğazı yolu sayesinde, bir dereceye kadar da Konya, Niğde ve K ayseri havalisinin iskelesi mevkiine geçm iş idi ve Mersin 'in iktisâdı te ’sir sahasının birinci cihan harbi sırasında Toros ve Amanus tünellerinin açılması, cümhûriyet devrinde şarkî Anadolu demir-yollarının inşâsı ile, XX. asırda çok daha genişlem esi mukad­ der idi. XIX. asrın sonlarında Mersin limanının ticârî faaliyetinde kaydedilen, gelişm e, şehrin nüfu­ sunda ehemm iyetli bir artış suretinde, akis bıraktı. 1890 senelerinde, 10 yıl öncesine na­ zaran, 1/3 kadar bir artış ile, 9.000 olarak tahmin edilen bu nüfus ( C u in e t ’ye göre, 5.000 müslüman, 2.700 rum, gerisi ermeni-katolik v.b.), 20 sene sonra 20.000 'i aşmış bulunuyordu ( t2.ooo 'i müslüman olmak üzere, 22.000; Mehmed Cem âl, bk. bibliyografya'). Daha 1890 senesinde Mersin limanından yapılan ticâretin kıym eti ihrâcat bakımından 700.000 ( hububat, pamuk, susam, kereste, meyva v.b.), idhâiât bakımından ise, 400.000 altın liraya varmış, o sene limana girip-çıkan gem iler de 200.000 tonu aşmış idi, X X . asrın ilk senelerinde bu gelişm e devam ederek, limana girip-çıkan g e ­ miler 450.000 tonluk 400 vapura { ayrıca 15.000 tonluk yelken gemisi ) yükselmiş idi, Sâhilden bir mil kadar uzakta, cenup rüzgârlarına açık Jıir sahada demirleyen gem ilerin yükleme ve boşaltma işleri, iptidâi ahşap iskelelere ya­ naşan kayık ve m avnalar vâsıtası ile, yapılı­ yordu. , Birinci cihan harbinin sona ermesini müte­ akip Mersin transız işgali altına girdi ( 1 7 kânûn I. 1 91 8) ; işgal kuvvetleri 3 sene sonra A dana bölgesini boşaltırken, Mersin 'i de terkettiler ( 4 kânûn II. 1922). 1927 senesinde yapılan ilk umûmî nüfus sayımında M ersin ’in nüfusu 21.171 olarak tesbit edilmiş idi. Bu sayı önce tedricî bir şekilde arttı ( 1935 ’te 27.620, 1940'ta 30.007, 1945'te 33.148 ve 1950 'de 36.463 ) ve 1955 sayımının m uvakkat neti­ celerine göre, 51.250’ye yükseldi. G en iş bir koyun kenarında, haşmetli yekpare ve zirveleri aylarca kar ile örtülü Toros d ağ­ larının eteğinde, narenciye bahçelerinin kesif yeşilliği ile kuşatılm ış, beyaz kârgir evleri ile Mersin, A nadolu'n un A kdeniz kıyılarının en



güzel şehirlerinden bîridir. XIX. asrın sonla­ rında birbirini amûdî olarak kesen taş kaldı­ rımlı cadde ve sokaklar boyunda dizilmiş, düz damlı, kireç taşından yapılma veya üzeri sıvalı evleri, umumiyetle canlı bir ticâret faâliyetine sahne olan çarşıları ve geniş hanları ile oldukça muntazam bir plana göre kurulmuş olan Mersin, cüm hûriyet devrinde muhteşem binâlar ile süslenmiş, elektrik ışı­ ğına, içecek bol suya kavuşmuş, un, iplik, ne­ batî yağ, sabun ve kereste fabrikaları açılmış, şehrin nüfusu arttıkça, iskân sahası her İsti­ kam ette, bilhassa garpta, k ıyı boyunca uzan­ mış, bu tarafta yeni m ahalleler kendisine eklenmiş olup, ayrıca M ersin ’in şimdi deniz boyunda 2 km. uzunluğu aşan kesif iskân sa­ hası, bahçeler arasına serpilmiş münferit kü­ çük evler ile dağların eteğine doğru yayıl­ maktadır. Evvelce Mersin ’in havası, yakının­ daki bataklıklar yüzünden, yazın pek ağır sayılırdı. Bu bataklıkların kurutulması veya zarar verm eyecek hâle konulması sayesinde, sıtma tehlikesi bertaraf edilm iş ise dej sıcak ve nemli yaz aylarında halkın bir kısm ı To­ roslar üzerindeki yaylalara çıkm aktadır. Bu yaylaların en meşhûrları şehrin şimalinde Gözne {34 km.), şimâl-i garbisinde Fm dıkPınarı (44 km.) olup, m otorlu vâsıtalar ile gidilip-gelinen bu sayfiyelerde mersinlilerin yazlık evleri vardır. Mersin şehrinde yazlar pek sıcak ( temraûz— ağustos aylarının vasatî suhÛneti 27°,5— 28°, azamî suhûnet gölgede 40° ’yi a şa b ilir) olmakla beraber, bahar ayları çok lâ tif, kışlar ise, ılık (kânun II. ayının vasatî suhûueti 9°, son yıllarda kaydedilen en düşük sıcaklık — 6”,6 ) ve yağışlıd ır ( yıllık yağış vasatisi 615 mm., k ış aylarının yağış hissesi 53 % , son bahar 23 % , ilk bahar 19 %, yaz 5 % ). Bu şartlar altında Mersin civarında bahçe zirâati, bütün A kd en iz bölgesinde ol­ duğu gibi, geniş^ölçüde sulamaya ihtiyaç gös­ terir. Bilhassa son 25 sene içinde narenciye bahçeleri pek büyük ölçüde gelişm iş ve bu bahçelerden elde edilen „M ersin yafası“ ti­ pinde portakalların ticârî vasfı yükselm iştir. Mersin civarındaki bahçelerde aynı zamanda muz yetiştirilm ekte, yine son yıllarda turfanda sebze zirâatine de büyük ehemmiyet veril­ mektedir, Mersin hâlen Türkiye 'nın Akdeniz bölge­ sinde, nüfus bakımından, A d a n a ’dan sonra İkİtıci ve cenup kıyısı şehirleri arasında birinci gelm ekte ise de, komşu İskenderun’ un arzettiği sür’ atli büyüme ( 1950’de 22.872 nüfusa mukabil, 1955 'te 48.084 n ü fu s) karşısında, önümüzdeki yıllarda m utlaka bu sırayı mu­ hafaza edeceği söylenem ez. Bununla beraber



MERSİN Mersin, iktisâdı inkişâfını köstekleyen en bü­ yük eksikten kurtu'm ak üzere bulunuyor; Tür­ k iy e ’nin A kd en iz kıyılarında yapılacak liman yerinin tesbiti hususunda epeyce uzun sür­ müş bir tereddüt devresinden sonra, nihâyet 1954 senesi nisanında, Mersin limanının inşâsı b ir Hollanda şirketine ihale edilm iş ve o se­ nenin sonundan itibâren inşaata başlanmıştır. Şehrin şarkında yapılm akta olan liman, mecmû uzunluğu 4.900 m. bulan iki mendireğin fırtınalardan koruduğu 354 hektarlık geniş b ir sâha teşkil edecek ve burada 10.000 ton ve daha büyük hacimde 40 gem i ile 100 kü­ çük geminin barınması mümkün olacaktır. Lim an dâhilinde büyük vapurların doğrudandoğruya yanaşabileceği 8.300 m. uzunluğunda rıhtım lar, ticarî eşyâ antrepoları, hubûbat, canlı hayvan ve hayvani mahsûller, kereste, mâden, kömür ve petrol yükletm e, boşaltma ve depo etme te’sisleri ve tâm ir kızakları bulunacaktır. Bu inşaatın 1962 senesine kâdar tamamlanacağı tahmin ediliyor. Birinci cihan harbinden sonraki yıllarda, çok mahdut im­ kânlar dâhilinde, limana girip-çıkan gemilerin sâfî tonajı 443.000 (1932 ) — 756.000 ( 1 9 3 8 ) ton arasında^ oynamış, ikinci cihan harbi y ıl­ larında bu hacim bir aralık 200.000 tonun altına düşmüş ise de, bu sırada Mersin, komşu İskenderun ile berâber, T ürkiye ’yi okyanuslar aşırı memleketler ticâretine bağ­ layan yegâne kapı, rolünü oynamış ( 1944’te 245.000 sâfî t o n ), harpten sonra Mersin ’in liman faaliyeti tedricen artm ıştır ( 1952 'de 614000 tonluk 637 gemi S bu tonajın 66 % ’sı ecnebi bandıralı, 34 % ’ü türk ). A ynı yılda İskenderun limanının faaliyeti Mersin ’inkinin iki mislini ( 1.289 000 tonluk, 792 gemi ) bul­ duğuna göre, T ürkiye ’nin şarkî A kdeniz kı­ yılarında kurulacak asri teçhizatı hâiz lima­ nın Mersin 'de değil, İskenderun ’da kurulması fikri öteden beri ileri sürülmüş ise de, A d a ­ na ovasının henüz ilk safhalarında olan su işleri yoluna konulduktan sonra, buradan elde edilecek büyük hacimde zirâi ihrâc malları­ nın en yakın yoldan deniz kıyısına indirile­ rek, az m asraf ile, vapurlara yükletilmesi ba­ his mevzuu olunca, İskenderun ’un bn ihtiyâcı karşılayam ayacağı meydana çıkar. A y rıca iç Anadolu 'dan sevkedilecek zirâî-lıayvânî ihra­ cat mallarının da büyük hacmi göz Önüne alınacak olursa, Mersin limanının asri vâsı­ talar ile teçh iz edilmesinin k a t’î bir zarûret teşkil e ttiği anlaşılır. Mersin limanının t e s ir sahası ( zengin Adana ovası ile berâber A dana ve İç-El vilâyetlerini, iç Anadolu nun cenûb-i şarkî kısmını içine atan bir bölge ) ve ik iisâ d i faâliyetinin hususiyetleri ( büyük ölçü­



M ERSIYÊ. de zirâî-hayvânî mahsûller ihracâtı /karşısında İskenderun limanı gerek te sir sahası ( şarkî Anadolu ’nun bir kısm ı ile cenûb-i şarki A n a ­ dolu ), gerek farklı faaliyet şeklî ( ş a r k pet­ rollerinin ve ileride muhtemel olarak İran ve Irak petrollerinin tasfiye edilmesi, yüklenmesi ve çeşitli sanayi ) ayrı bir m âhiyet arzetm ekte ve birinin inkişafının diğerinin teçhizine engel olmaması gerektiği anlaşılm aktadır. İdâri bakımdan Mersin, önce tek kazalı ( Tarsus ) bir sancağın m erkezi iken, bu sancak cümhûriyet devrinde vilâyet hâline konulmuş, daha sonra Silifke (İ ç - E t ) vilâyetinin :de bir­ leştirilm esi ile sahası genişlem iş (şim d ik i hu­ dutları içinde 15.697 km .2 ) ve nüfusu 194a senesinde 257.700 iken, 19 5 5’te 372.900’« yük­ selm iştir. İç-El vilâyeti Anam ur burnu garbın­ dan Seyhan nehri munsabına kadar A kdeniz kıyılarını, Taş-EH yaylasının -büyük kısmını ve Bolkar dağlarının cenûba bakan eteklerini, Çukur-O va nın garp ucunu içine alm akta, Mersin, Tarsus, Erdem li, S ilifk e , Mut ve Gülnar kaza­ larına ayrılm aktadır. B i b i i y o ğ r a / y a : C . R itter, D ie E r i hande, IX : Kleinasien ( Berlin,. „1858 ) ; E. Reclus, N ouv elle géographie universelle ( Pa­ ris, 1884 ), IX, 654, 660 ; E vliyâ Ç ë leb î, S e ­ yahatname ( İstanbul, 1935 ), IX, 327 v.d. ; Léon de Laborde, Voyagé d ’A sie mineure, s. 349 v d. ; Beaufort, Caràm ania; Charles Texier, A sie Mineure ( Paris, 1863 ), s. 727 ; V . de Langlois, Voyage dans la C ilicie et dans les montagnes du Taurus (P aris, 1861 ), s. 243; Th. Kotschy, Reise in den cilicischen Taurus über Tarsus ( G otha, 1858 )!î R. Heberdey ve A . Willhetm, Reisen in K ilikien ( Denkschr, d. k. A kad. Wiss., pkil.-hist. Kl., X L I X ) ; V ital Cuinet, L a Turquie d 'A sie ( Paris, 1891), II, 18 v.d., 21 v.d., 50 v.d ; Franz X. Schaffer, Cilicia (P et,-M itt., Ergz., H. 141, 1903), s. 34 v.d.; Pauly-W issowa, Realencyclopaedie, mad. A nckiale, Soloi, Tarsos ; Ewald Banse, D ie T ürkei ( Braun­ schw eig, 1915 ), s. 177 ; Mehmed Cem âl, A n a ­ dolu ( İstanbul, 1337 h.), s.- 72 v .d .; Ş. Sâmî, KâmUs al-a lam (İstan bul, 1898), VI, 4260 v.d.; Belediyeler yıllığı ( A nkara, 1949 ), II, 812 — 820. .. ( BESİM DARKOT.) M E R S İY E . M A R Ş İY A ( A. cem. m arâsî ), bir ölünün hâtırasına arapça ( v e arap an’anesine göre, başka dillerde ) yazılan bir manzûmedir. Fransızeada Ve İngilizcede 6una karşı­ lık kullanılan élégie, elegy tâbirleri ekser hâllerde pek uygun gelm ez ; z îra böyle man zûmeler, bu adi taşıyan yunanca y e , latince manzumeler nev’inden oldukça ia yrıd ır; ’ faka 1 bunun kayda değer diğer bâzı istisnaları vardı 1



M ERSİYE ve meselâ gerçek élégie ( a ğ ı t ) ’nin ihtimal en güzel bîr örneği henüz neşredilmemiş olan Kitâb al-ihtiyâr ' ayn 'de muhafaza edilen Barra al-Kinâm ya adlı bir kadının manzumesidir. E ski araplarda, navlş [ b. bk.], yâni kadınların ağlam alarından sonra, aileden şiir kabiliyeti olan birinin, ölünün m eziyet ve asil hareketle­ rin i bir manzumede yâdetmesi âdet idi. Bu şiirler, esâs itibârı ile, alel’âdé kasid eler gibi t a ş b îb ,yâni aşktan bahseden bir g iriş ihtivâ etm ez ve bir çok hâllerde tarşV denilen ve sac' ’a benzeyen bir nevî iç kâfiye gibi, bâzı husûsî vasıflar arzeder ; bu, al-H ansâ’ ’m şiir­ lerini ele alan Rhodokanakis tarafından uzun b ir şekilde münâkaşa edilm iştir; fak at başka bir çok m ersiyeler de bulunmaktadır. B ir çok şiirler, eski arapların çok yaygın v e hattâ cihanşümûl olan kadercilik inanışını göz önün­ de bulundurarak, sakınılmaz bir kaderin elin­ den hiç bir şeyin kurtulam ıyacağını gö ster­ m ek için, şiirlerini tasvirler ile süslerler. A bu Zu a y b ’in uzun şiiri ( D îva n ; nr. ı ; M u fa iia lîy â t, nr. 126 ), bu hususta bir örnek teşkil etm ekted ir; burada, canlı 3 hayal, insanlar ve hayvanlar için ölümden kurtuluşun im­ kânsızlığını tasv ir eder. Bu an’ane arap şâ­ irleri tarafından, câhiliye devrinden son zaman­ lara kadar devam ettirilm iştir ve msl. Mısır devlet adamı Zağlü] Paşa ’nın ölümünün ilhâm e ttiği bir çok manzömeler bu şiirlerin hâlâ söylenm ekte olduğunu isbat eder. Irak ’ın son d evir şâirlerinin en mühimi olan al-Zahâvi ’nin D îvân ’1 Zağlül ’ün ölümü üzerine yazılmış bir çok m ersiyeleri ihtivâ eder. E ski devirlere gelince, bir. çok m ersiye şiirlöri muhafaza edil­ m iştir ve A bu Tam m âm ’ın Ham âsa 'sinden şim diye kadar, hemen bütün müntehabat kitaplarında m arâşî ’ye ayrılm ış bir kısım bulunmaktadır. Eski devir âlimlerinden bir çokları bu nevî edebiyat için ayrıca husûsî mecmualar da meydana getirm işlerdir; bu mecmualardan K üfe mektebine mensûp dilci tbn a l-A r â b i tarafından meydana getirilm iş olan biri bugüne kadar kalmış ve nâkıs bir yazmasına istinaden W. W right tarafından neşredilm iştir. Bu nevî şiirde en iyi eserleri veren şâir, bir kadın, al-Hansâ’ [ b. bk.] ol­ muştur. B i b l i y o g r a f y a : W. W right, Opus­ ’ cula A rabica (L eid e n , 1859), s. 97— 136; Rhodokanakis, al-Hansâ’ und ihre Trauer­ lieder ( Viyana, 1904 ) ; İbn al-Raş?^, ‘ Umda ( Kahire tab.), II, 117— 126; A bü TammSm, al-Buhturi ve ibn al-Şacari ’nin tfam âsa ’]erinde marâş'i bâbları. ( p. KRENKOW.) M E R T O L A , Mârtâla ve M irtâla ( A.), Por­ tekiz ’in cenubunda k ü ç ü k b i r ş e h i r olup,



M ERV.



773



Guadiana üzerinde ve bu nehrin «ıunsabının 35 km. içeri tarafında, Oeİra suyunun kavşak yerinde bulunur. Romalılar devrindeki M yriilis 'e tekabül eden bu mevkî, İslâm devrinde, epeyce büyük bir ehemm iyet kazanmış idi. Beja idâri bölümüne tâbî bulunuyor ve Yâfeut ’a göre, yarım-adanın bütün garp kısmında en müstahkem mevkii teşkil ediyordu. IX* as­ rın sonunda burası Badajoz ve Osconoba sin­ yorları ile ittifa k eden ve Kurtuba emîri ‘A bd A lla h ’a karşı gelen ;A bd al-Malik b. A b i ' 1Cavâd adlı bir reise karargâh oldu. B i b l i y o g r a f y a % İd risi, Description de l ’A frig a e et de l ’Espagne ( nşr. Dozy ve d eG o eje),m etin s. 175, 179; trc .s . 211, 217; Y aku t, Mu cam al-buldân ( nşr. W üstenfeld ), IV , 714; İbn İzâri, al-Bayân al-m uğrib, II, metin s. 140; trc. s. 223,



( E. L evi -P r o v e n ç a l .) M E R V . M ERV a l-Ş Â H İC A N , M u r ğ â b nehrinin aşağı kısm ında münbit b ir v â h a n ı n i d â r e ve k ü l t ü r m er­ k e z i ; arap coğrafyacıları zamanında, Murğâb ’ ın yukarı kısmında küçük bir şehir olan Merv al-Rüd ’dan ayırt edilmek üzere, bu isim ile adlandırılm ıştır. V . Jukovskiy ( R azvalinı starogo M erva) ile V . Barthold ( K istorii oroşeniya Tur kes­ tane, V , Murgab ) ’un araştırm aları sayesinde, Merv ’in tarihini, İran ve orta A sya ’hm diğer şehirlerininkine nisbetle,daha iyi biliyoruz. A şa ­ ğ ı Murğâb ’da tarihî hayatın hangi dev^e ka­ dar götürülebileceğini yalnız yazılı kaynaklar­ dan öğrenm ek kabil değildir. Bu hususta haf­ riy a t bizi bir az daha ileri götürebilir. Fakat bu hafriyâta henüz başlanmamış olduğuna göre, şim dilik m evcut şu mâlÛmat ile İktifâ etmek lâzım gelm ektedir. A bem enîler (m . ö. V I. — IV. asırlar ) devrinde îran devletine tâbî olan Murğâb bölgesi, toprağı oldukça işlenmiş bir sâha teşkil ediyordu. Kadîm m üelliflerde, Bü­ yük İskender seferlerinin ( 336 — 323 ) coğrafya ve tarihçilerinde, bu hususta daha fazla tafsi­ lât bulunmaktadır. Yunanlılar burada yalnız yerleşik bir ahâli bulmakla kalmamışlar, bil’akis zirâateilik sâhasında oldukça iierifem iş bir çiftçi sınıfı da bulmuşlardı. Murğâb vadisinin ahâlisi bu m üelliflere göre, üzüm bağlarına sâhip ol­ duğu gibi, şarap yapmasını da çok iyi biliyor­ du. Fakat burada henüz bir şehir yok idi. Merv şehrinin kuruluşu ancak A ntiochus I. ( m. ö. 280 — 261 ) zamanına isnat edilm ektedir. E kil­ miş arâziyi boz-kır göçebelerine karşı muha­ faza etmek için vücûda getirilen sûr da bu devre â it olmalıdır. Merv şehrinin kuruluşu tarihî hakkında şüphe edilecek bir cihet yok­ tu r; fakat bu hususu, k a t’î olarak, ancak arkç-



114



M£RV.



oloji halledebilir. Merv sahasında bulunan en eski binanın, yânî İç-kalenin kuruluşu hangi tarihe kadar çıkarılabilir ? MiEâddan bir kaç asır önce oldukça Herilemiş bir toprak me­ deniyetinin tesbit edilmiş olması, Murğâb vadi­ sinde bir sun’î sulama te ’sisinin bulunduğunu isbat eder. F akat Merv vahasının bu süratli in­ kişâfı yalnız bu hususa bağlı kalmamaktadır. Bu husus Partlar devrinde garbi A sy a ile Ç in ’i birbirine bağlayan ve Merv üzerinden geçen ker­ van yolu ile de ilgili bulunmaktadır. O zaman­ lar A s y a ’nın garbından kalkan kervanlar Merv 'den Be Ih 'e ve oradan da, Bedahşan 'in ştmâl kısmından geçerek, Dervaz üzerinden A lâ y ve K iş ğ a r ’a ve n ih iy e t Çin ’ e gidiyordu. Sâsânîler devrinde bu ticâret yolu şimale doğru kaydı. K ervanlar Merv 'den Çârcüy, Semerkand ve Yedi-Su bölgesine gidiyordu Merv o devirde yaln ız ticâret yolu üzerinde, bir emtia ambarı merkezi olarak, bir rol oynamakla kalmıyor, aynı zamanda el-sânayii sahasında zengin, büyük bir şehir durumunda bulunuyordu. Buranın araplar eline geçmesinden sonra ancak şehir hayatının teferruâtı hakkında kâfi derecede tarfhî malûmata sahip bulunmaktayız. A rap tarihçilerinin verdikleri malumat coğrafyaeılarınki ile mukayese edilmek suretiyle, Merv şehrinin gerek o günkü durumunu, g e ­ rek eski devirlerde nasıl olduğunu tasavvur etm ek mümkündür. G arbî ve O rta A sy a ’mn iktisâd ı hayatında Merv ’in oynadığı rolü an­ lamak için, ilk önce IV . ( X . ) asır arap co ğraf­ yacılarının sulama te'sisleri hakkında söylemiş oldukları şeyleri dikkat nazarına almak icâp eder. Merv vahasının suyu, mühim kısmını Murğâb üzerindeki bendin teşkil e ttiğ i, çok girift bir sulama şebekesi ile te'min ediliyordu. Su­ yun durumunu gösteren mikyas, o zamanki üçer santim aralıkla ( bir şg ra t ) daha küçük dere­ celerin işaret edilmiş olduğu büyük bir tahta levhadan ibaret idi. M erv vahasının iktisâdı bakımdan yüksel­ mesi IL— VIII. ( VII.— XIII.) asırlara kadar çıkarılabilir. IV. ( X .) asırda o rta A sy a 'nın İktisadî bünyesi, mübadele esâsına dayanan ticâretin sür’a ili inkişâfı ile temâyüz eder. M erv vâ hasında da, büyük ölçüde ham mad­ de istihsâline doğru bir genişleme vukûa geldi ve zahire ihtiyâcı K aşka-D erya ile Zerefşan vâdilerinden te'min edilm eğe başladı. A h â li daha çok ipek böceği yetiştirm ek ile meşgûl oluyordu. Moğülların gelmesinden kısa bir müddet önce, Merv şehrinin cenûb-i garbi­ sinde bulunan H arak'tu ipek böceğinin üretil­ mesini araştırm akla meşgûl olan ve al-Divekuş adı ile ıpşruf bir ,;ev“ bulunuyordu. H attâ



al-İşçahri Merv 'İn ham ipek ihrâc ettiğindenbabseder ( B G A , I, 263 ) . Buranın ipekli dokuma tezgâhlan meşhur idi. Merv vâhası ince pamukları ile de şöhret kazanmış idi ve al-tştahri ’ye göre, işlenmemiş veya kumaş hâlinde m uhtelif memleketlere ihrâc ediliyordu. Merv bölgesinde, kendilerine mühim m ıkdarda gelir b ir çok büyük arâzi sahipleri de bulunu­ yordu. al-Jabari ( H, 1952 v .d d .)'y e göre, II. ( VIII.) asırda bir çok köylerin sâhîbİ bulu­ nan şahıslara tesadüf ediliyordu. H ukukî ve­ sikalar bize kadar intikal etm ediği için, çift­ çilerin hayat şartları hakkında pek az malû­ mat vardır. F akat şu kadarı açıktır ki, çiftçi­ ler ile efendileri { dihkân ) arasında derebey­ lik münâsebetleri hüküm sürüyordu. Ç iftçiler arâzi vergisini arap fütuhatı zamanında istih­ sâl maddeleri ile, II.— IV. ( VIII.— X .) asırlar­ da ise, mal veya para ile ödüyorlardı. Bu ver­ ginin mıkdarı hakkında hiç bir kayda rastlan­ ın amaktadır. Böyle zengin bir bölgede meyda­ na gelen şehir, hiç şüphesiz, parlak bir istik ­ bâle namzet idi. Bir de şehrin büyük emtia anbariarından biri, garbî ve orta A sy a ile Moğulistan ve Çin ’e giden kervanların geçit yeri olduğu düşünülür ise, şehrin istihsâlinin, pazarlarının mühim ölçüde büyümüş ve arazi­ nin işlenmesinde büyük in kişâflar vücûda g e l­ miş olması kolaylıkla anlaşılır. Bugün eski Merv nahiyesinde { Türkm enistan 'd a ) Bayram‘ A li civarında eski şehirlerin bulunduğu üç ma­ hal daha belirm ektedir. 1. G aur-K al’a, İslâm ın ilk asrı ve Sâsâniler devrindeki M erv şehrine tekabül e d e r ; 2. Sultân Kal’ a, birincinin ga r­ bında, II.— VII. ( V III.-X III.) asırlarda kurulan şehir olup, burada medenî hayat VII. ( XIII.) asra kadar devam etm iştir ( şeh ir 1221 ’de moğu llar tarafından tahrip e d ilm iştir); nihayet 3. ‘ A b d ‘ AIIâh-Hân-Kal’a, İkincinin cenûbunda olup, 1409 yılında, Şâhruh tarafından yeniden inşâ edilm iştir. E vvelce çok meşhûr olan şehir ve civarından muhafaza edilenler aneak bu kadardır. M e rv 'in iç-kalesi, G aûr-K al’a sahasında bu­ lunan şehir ile aynı devre â it olup, şehirden daha önceki bir zamana kadar çıkm aktadır. Bu Gaür-İÇara’y e civarın en eski y erleşik mahalli ( ş a h ristân ) olarak bakılabilir. Şehir büyük bir arâzi sâhi binin ( dihfcân ) sarayı, yâni içkale etrafında teessüs etm iştir. İç-kalenin ken­ disi de, şüphesiz, bir derebeyinin ikam etgâhı­ nı teşkil etm iş olacaktır. Şahristân, kuruluşu A ntiochus I. ( m. ö. 280— 261 ) 'a isaât edilen Merv şehrinden daha eski olduğuna göre, içkalenin ilk sâkinlerinin buraya yerleşm e zama­ nı hakkında ancak hafriyat neticesinde bir fiiÎilijmftt elde edilçbilir,



MfcRV. A rap lar buraya geldikleri va kit şehrin gar­ bındaki dış-mah ailesini öyle büyümüş olarak buldular ki, onlara göre, bu kısım şehrin en mühim sem tini teşkil ediyordu. Bu kısma arap coğrafyacıları rabai ismini verm ektedirler. İlk Önce pazar yeri şahristân ’ın en uzak kenarın­ da, garp sûrları civarında «şehir kapısına“ ya­ kın bir yerde bulunuyor ve kısmen sûru aşa­ rak, R azik kanalına kadar uzanıyordu. Câmi de araplar tarafından şahristân ’ın merkezinde inşâ edildi ( B G A , III, 3 1 1 ) ve III. ( IX.) asır­ da al-Ma’ mün tarafından şâfi ilere verildi. II. ( VIII.) asrın başlarında, Abu Müslim zamanında şehir hayatının merkezi daha da garba, Maçan kanalı sah iline kadar yer değiştirdi. O zaman şehir yavaş-yavaş rabai sahası içine çekildi. Böylece II .-V I I. (V III.— XIII.) asırlarda Merv şehri artık G aü r-K al'a değil, bunun garbında bulunan ve Sultân-K al’a ismi ile anılan şe­ hir harabeleri sahasında bulunuyordu. Fakat şahristân ’m ehemm iyeti pek çabuk kaybol­ madı. Suitân-K al a 'da bulunan eski şehrin ba­ kiyelerinden, burasının şimalden cenûba doğru uzanan dört köşeli bir saha olup, büyük­ lüğü bakımından G aür-KaFa ’nınki kadar bir yer kapladığı anlaşılm aktadır.: Şehir bir çok burç ve kuleleri bulunan, kerpiçten, yüksek b ir sûr ile çevrilm iş idi. Sû r 1070— 1080 y ıl­ larında Selçuklu sultanı Malikşâb ’ın emri ile inşâ edilm iş olup, devrinin muhteşem âbidele­ rinden birini teşkil etm ektedir, A rap coğrafyacıları zamanında her iki şehir, kenar mahalleleri ile birlikte, b ir sûr içine alınm ış bulunuyordu. Sûrun bakiyeleri bugün hâlâ m evcuttur, A ntiochus I. ( m. ö. 280— 261) zamanında inşâ edilen sûrlara gelince, bunla­ rın bakiyesi IV. ( X .) asırda henüz mevcut olup, al-İşiah ri tarafından al-Rây ismi ile z ik r -. edilm iştir ( B G A , I, 260 ). M erv şehrinin ietimâî bünyesi, SuItSu-Kal'a m evkiinde bulunduğu zam an,.bütün garbî ve o rta A s y a ’nın ietimâî ve iktisâdı bayatında müşahede edildiği gibi, artık çok değişm iş bulunuyordu. Şehirlerin çoğalması, şehir hayâ­ tının inkişâfı, şeh irler ile boz-kır göçebeleri arasında istihsâl mübadelesi, başlangıçtaki süs eşyası inhisarından çıkm ış olan kervan ticâ­ retinin çok gelişm iş bir hâl alması, bütün ban­ la r cem iyette yeni-yeni sınıfların meydana gel­ miş olduğunu gösterir. II.— VII. ( VIII.— XIII. ) asırlarda, Merv şehrinin ilk sahipleri, „köşkle­ rinin“ VI. (XII.) asrın sonlarına kadar G aürK al a ’de bulunmuş olmasına rağm en, artık d ik ta n *Iar değil i d i ; bunların yerini daha çok zengin tâeirler ile me’mûrlar aristokrasisi aldı. Bunlar da bâlâ büyük arâzi aristokrasisine bağlı olm şkla berâber, servçtierirıj îç'm ip eden



7?5



şey artık çiftçilik değil, ticâret ve şehirdeki emlâk idi. A yn ı şekilde küçük san’atlarm duru­ munda da değişiklik vukua g e ld i; bunlar artık diA^ân’Iarın emrine tâbi olmaktan çıkm ışlar­ dı. BÖyle olmakla berâber, bir çokları III. ( IX .) asra kadar dikkâti ’lara vergi ver­ m ekte devam etm iştir. Hem topografya, hem mimarî bakımdan, şehrin manzarası değişmiş idi. Şahristân ( Gnur-HÇal'a ) ’da pazar şehrin ücrâ köşesinde ve kısmen dışında iken, rabai ( Sultân-Ç al'a ) ’da, şehir hayatı buraya nakle­ dilince, çarşı ve zanâat erbabının dükkânları şehrin merkez kısmında kaldı. Merv ( SultânK a f a ), V. (X I.) asırda, tam mânası ile şark husûsıyeti taşıyan bir ticâret şehri oluyor; cenuptan şimâle ve garptan şarka İki büyük, cadde şehir içinden geçiyo r; bunların kavşak noktasında, üstü kubbe iie kaplı olan m erkez pazar meydanı ( çarsa ) bulunuyor. Dükkânlar düz damlı olup, zanâat erbâbınm tezgâhları da orada bulunuyordu. Y a zılı kayaklarda yalnız sarraflar, kuyumcular ve debbâglar semtlerin­ den bahsedilmesine rağmen, dokumacılar, ba­ kırcılar, çöm lekçiler v.b. buralarda bulunuyor­ lardı. Burası yalntz ticâretin değil, aynı za­ manda İdârî v e dinî m üesseselerin de merkezi id i; saray, camiler, medrese ve d iğer mühim binalar hep burada bulunuyordu. Ç arsa ’nun şimâlinde, daha A b ü Müslim zamanında inşâ edilmiş olan büyük câmi, eğ er Y â k ü t ’un ver­ d iği mâlûmat doğru ise, m oğuilann hüeûmuna kadar bâkî kalm ış idi. Câm i her hâlde, bir çok defalar yeniden inşâ edilm iş olmalıdır. Y a k u t'a göre, büyük câmi yanında bir de Saltan Sencer 'in merkadi olan kubbeli bir türbe ile bir mescid bulunmakta ve bunlar birbirinden par­ m aklık ile ayrılm akta idi. Türbenin açık mâvi renkte olan kubbesi bir günlük mesafeden gözükürdü. Mescidi çevreleyen duvar içinde V I. ( XII.) asrın sonlarında inşâ edilen bir mescid daha var idi. Tuğladan, muhtemelen A bü Müslim tarafından inşâ edilen aş.-yk. 27,5 m. yüksekliğinde olup, bir kaç revakı bulunan, kubbeli bir binâ— al-İştahri 'ye göre, „idâre m erkezi" — Y âkü t zamanında artık yok idi. Bu bina A bü Müslim tarafından daha önce yap­ tırılm ış olan camiin çok yakınında bulunuyor­ du. Bu sırada şehrin etrafını çeviren büyük sûrdan başka, bir de şehrin mahallelerini bir­ birinden ayıran iç-sûrları da var idi. Şehir bir de kütüphaneleri ile m eşhûr idî. Merv ’in siyâsî ehemmiyeti çok büyük idi. Sâsânîler. zamanında burası Merv marzubân ’mm m erkezi bulunuyordu. 651 ( m. s.) yılında, şehrin araplar tarafından fethedildiği sene, son Sfisânî hükümdarı Y ezd agird III. şehrin çiyarıpda, R azik kökünde, bir degirpıend.



776



MERV.



öldürülmüştür. Tabari ( I, 2881, s ) ’ ye göre, çok revakları bulunan „idâre m erkezi“ ile bir bir hıristiyan ( bu bir nestûrî i d i ) piskopos ilgisi yok m udur? Merv eski zamanlarda, g e ­ naaşım Maçan kanalının aşağı kısm ında bu­ rek Sultân-K al:a surlarının içinde, gerek bun­ lunan PS-İ Baban ’a götürüp, orada defnet- ların dışında, bilhassa şehrin garp kenar ma­ miştir. Bu ve diğer bir çok v a k ’alar Maser- hallelerinde bir çok binalara sâhip bulunu­ cesân adını taşıyan meşhûr nestûrî manastı­ yordu. Bunlardan henüz hiç biri ciddî araştır­ rının { T abari, II, 1925, u ; YSljüt, II, 684, 11 ) malara tâbî tutulmamıştır. 1409 'da Şâhruh, Sultân-K al'a 'nın şimalinde bulunduğunu gös­ eskiden münbit bir vâha olan bu bölgeyi y e ­ term ektedir. 651 ’den sonra, T âh irîier devrine niden hayata kavuşturm ak için, g a y re t sarfetti. kadar, Merv halîfe naipliği m erkezi olarak H afi? A brü bu hususta bize mufassal malûmat k a ld ı; Mâyerâünnehr ’in fethine ve yeniden teş­ verm ektedir. Bend eski yerinde tek ra r inşâ edildi ve eski kanalları yeniden açıldı ise de, kilâtlandırılm asına buradan başlanmıştır. H. ( V 1H.) asrın ortasında Merv büyük birarazinin ancak bir kısmı sulanabildi. Merv ictim âî ve siyâsî Hareketin m erkezi oldu. Bu tekrar kuruldu, fak at suyun kâfî mıkdarda Sulhareketin başında Em evî sülâlesini tahtından tân»IÇara*ya gelmesini te ’min etmek mümkün kovarak, hâkimiyeti A b b âsîlere teslim etmiş olmadığından, eski yerinde te’sis edilemedi. Bu olan A bu Müslim bulunuyordu. Tâhirîier za­ devirde şehrin yeri eski 'A b d Allâh-Hân-K.al a manında ( III. = IX. asır ) Merv, İktisadî ehem­ ( kuruluşu halk rivayetinde, yanlış olarak, ‘A b d m iyetini kaybetm em ekle beraber, artık bir AUâh Han (1583— 1598 ) ’ a izafe edilm ektedir) siyâsî merkez değil i d i; yerini Nişâpür almış idi. 'ın bulunduğu yere tekabül eder ve şehrin M erkezi Buhârâ 'da bulunan Sâm ânîler zama­ sâlıası moğul devri Merv 'ininkinden daha küçük, nında da şehir henüz inkişâf devresinde idi. olup, aş.-yk. 300 kulaç murabbaı bir yer İşgâl Bu asrın ikinci yarısında, Sâm ânîlere karşı etm ektedir. Bu sebepten bu devrin Merv şeh­ yöneltilen ayaklanm alarda şehir kısmen tahribe rini, moğul devrinin şehri ile m ukayese etmek uğradı. ai-Mukaddasi, kendi zamanında ( IV. hiç bir şekilde doğru değildir. Daha sonra şe­ = X. asır ) rabaz ’ın dörtte birinin tamâmen hir ve vahası gittikçe harâbîye yüz tuttu. Satahrip edildiğini ve şehir nüfusunun çok azalm ış fevîler zamanında Iran hudutları içinde bulun­ duğu bâlde, şehir özbeklerin devam lı hücum­ olduğunu kaydediyor ( B G A , III, 3 u ) . Selçuklular zamanında ( V .— VI. = XI.— XII. larına mâruz kaldı ve bu hâl tabi atiyi e şehre a s ır la r ) M erv büyük bir gelişme devri yaşadı te ’sir etti. XVIII. asrın sonlarında Buhârâ emîve Sultan Sencer ( 1 1 1 8 — 1 1 57 ) burasını pâ- ri Şah M urad'm Murğâb bendini tahrip etm esi, y ita h t yaptı. 1153 yılında şehir O ğu zlar tara­ ve ahâliyi M erv'd en kovması ile, şehre son fından yağm alandı v e uzun bir müddet sonra, darbeyi indirm iş oldu. Bu tahripten bir müd-: ancak H vgrizm şâhlar devletine dâhil olunca, det sonra, her ne kadar bendin tekrar inşâsına kendisini toparlayabildi. 1221 yılında Merv ga y re t gösterdiler ise de, bîr netice alınamadı. moğullar tarafından tekrar tamâmiyie tahrip 1884 yılında Merv şehrî rus ordusu tarafın­ e d ild i; Murğâb bendi baştan-aşağı yer ile bir dan işgâl edildi ve 3 y ıl sonra ( 1887 ), sula­ edildi ve vaktiyle çok münbit olan vâha bir ma te'sislerinin tekrar kullanılabilecek hâle çöl hâline geldi. Bu tahrip büyük şehrin getirilm esi için, ciddî tedbirler alınmağa baş­ inkişâfına son verdi. Şehir eski ehemmiyetini ladı. M urğâb üzerinde, Hindükuş ve Sultânancak iki asır sonra tekrar elde edebildi. band olmak üzere, iki bend inşâ edildi. Fakat Şâhruh 1409 yılında, M urğâb sulama te'sısle- bu sulanmış arazinin civardaki türklerin (Öz­ rini ıslâh İle, şehrî yeniden kurmağı tecrübe, bek ve türkm enler ) istifâdesine bırakılm ası dü­ e tti. Bugün I I .- V I I . (V I I I .- X I I I .) a sır şeh­ şünülmedi. „M urğâb mülkü“ adı verilen bu top­ rinden, yukarıda zikredilen sûrdan başka, ne­ raklar 1910 yılında 16.000 hektar kadar bir sâha ler m uhâfaza edilebilm iştir ? Sultân-K al a 'da kaplam akta v e burada, başta pamuk olmak üze­ eski binaların bulunduğu arâzi tep ecikler ve re, m uhtelif zırâ î mahsûller yetiştirilm ekte idi.toprak yığınları ile kaplanm ıştır. H er taraf Bütün bu sâha Türkm enistan 'a dâhil bulun­ bütün veya k ırık tuğlalar ile âdı veya cilâlı makta ve eski hassa mülkü „Bayram " A li“ is­ çanak-çömlek parçaları ile doludur. Şehrin minde b ir devlet çiftliğ i hâlinde işletilm ekte­ ortasında, bu büyük mazinin şahidi olarak, dir. Hepsi 2.500 km.3 genişliğinde olan Merv Sultan Sencer ’in Y â k ü t 'ta zikredilen türbesi vahası Türkm enistan 'm en çok nüfuslu [ 1948 durm aktadır. VI. ( XII.) asrın en mükemmel ya­ 'de şehrin nüfusu 50.000] bir bölgesi olup, pılarından olan bu bina hakikaten, âlim lerin burada 1936 yılm da, 48.000 h ektarlık bir ara­ d ikkatle üzerinde durmalarına değer bir âbide­ zide pamuk ekilmiştir. dir. Burada bir mesele ile karşılaşıyoruz; bu B i b l i y o g r a f y a t V . A . Jukovskiy, b nanıjı,acfiba al-fştajjri 'ye göre, kubbe ve b>r Raçvalint sfaroyo Merva (M ateriahpo arheo*



MERV ■log, Rossii, ar- 6 ), Petersburg, 1894; W. Barthold, İT. istorii Merva ( Zap., XIX ) ; ayn. mil., K'. istorii oroşen. Tür kes tana, V , — Mur­ gab, Izd. G. U. Z. i Z. otdel zemeln. uluçfen iğ i ayn. mil,, Istoriko-geografiçesk!g obzor Irana ( Petersburg, 1903 ), s. «5— 32; ayn. mil.; Turkestan donan to the Mongol Inva­ sion ( G M S , N S , V ) , London, 1928; G. le Stran ge, The Lands o f the Eastern C a li­ phate ( Cam bridge, »905 ), fas. X X V I ll; Ernst ’ Cohn W in er, D ie Ruinen der SeldschakenStadi von M ere and das Mausoleum Sultan Sandsehars ( Jahrb. d. Asiat. K un st, 1925 )! B. N. Zasipkin, A rhitekturn ige pamgatniki srendneg A z ii, HI, M avzoley Sultana-Sanear a 4 Izd. sentralnih gosudarstv; masterskih ( Moskova, 1928 ). ( A . Y a k u b o v s k iy .) M E R V A N I. M AR V A N b. a l- H A K A M , E m evî sü lâ lesin in M ervânî kolu­ n u n c e d d i olup, M ekke veya T â ’if 'te, anlaşıldığına göre, hicretten evvel dünya­ ya gelm iştir. R ivayet onun doğum tarihini hicretten 2, 4 veya J sene evvel, gösterm ekle; kendisinden „sahabe“ unvanını refetm ek, baba­ sının sürüldüğü T â 'if ’e beraber gitm ek mecbu­ riyetin de kaldığından, Peygam berin meclisine devam etmesine maddeten imkân olmadığını gösterm ek gayesini hedef t u t a r ; bir garezkârlık eseri olarak da onu T a riz b. a l-T a riz diye tav­ sif eder. Büyük amcası Ogmân halîfe olunca, MarvSn ’ı kâtipliğine tâyin etti. Marvân bu sıfat ile ‘ Oşm ân adına d evleti idâre etm iş olm alıdır; „D âr günü“ ‘Oşm ân ’m sarayı muhasara edilir­ ken, ağır sû rette yaralanm ış ve sonra Camal v a k ’asına iştirak ederek, orada da yaralar alm ış­ tır. M ervân 'm sıhhati bütün ömrü boyunca bu yaraların te ’siri altında bulunacaktır. Mu âviya I. onu amca-zâdesi Sa‘id b. al-‘A ş [ b. bk.] ile, birbirini tâkiben, Medine ve H ica z ’ın idare­ sine me’mSr edecektir. Marvân bu vazifede eşine az rastlanan bir ehliyet gö sterd i; niha­ y e t azlolunarak, Mu’ âviya ’nin son senelerinde menkûp yaşadı. Husayn b. ‘A li Y a zid 'in hali­ feliğin i tanımak istem eyince, Marvân Medine 'de kendine halef olan V alid b. ‘ U tba 'ye, Hu­ sayn 'e karşı ku vvet kullanmak tavsiyesinde bulundu. Medinelilerin isyanı Marvân ’ın, bütün âilesi efradı ile birlikte, sürülmesine sebep oldu M edine’ ye Muslim b. ‘U k b a [ b . b k ,]’nin beraberinde döndü ve askerî harekâtında ona yardım etti. Y a z id I . ’in vefatında tekrar Me­ dine 'den kovulan Marvân Suriye 'y e yerleşerek, Mu’ aviya 11. 'nin' kısa süren halifeliği zamanın­ da orada kaldı. Bu halîfe ölünce, Emevîterin talihinden ümidini kesen Marvân, ' A bd A llah İbn al-Zubayr tarafını tutm ağa hazırlanırken, ‘ Ubayd A llah b. Ziyâd onu halifeliğe namzçt-



MLRVAN i.



777



' liğini koymak husûsünda iknâ etti. Câbiya ictimâmda halîfe seçilen Marvân, Marc Râhi$ [ b. b k .]’ta K aysilere kumanda eden Zahhâk b. K ays [ b. bk.] ’i mağlûp e t t i ; bütün Suri­ ye ’nin inkıyadı bu zaferin ilk neticesini deşkil eyledi. ’’ M arvân ’ın Halifeliği birbirini tâkip eden m uharebeler devri olarak hulâsa olunabi­ lir. K endisi Şam ’da idâreyi resmen ele al­ dıktan sonra, tek rar silâha sarılm ak zo­ runda kaldı ve onu ancak payitahtına dönüp, ve fat e ttiğ i zaman 'bıraktı. Başlıca endîşesi M ısır’ ı zaptetm ek i d i Kumandanları F ilistin ’ de İbn al-Z u b a y r’in taarruzunu re f’ederken, kısa b ir sefer M ısır 'id inkıyadını te ’mine kâfi geldi.- C âbiya 'de Y a zid I. ’in oğlu Hâlid ile Emevî 'A m r al-A şdak [ b. bk.] ’■ 1 h alîfe ö'arak kabül etm ek m ecbûriyetinde kalmış' idi. Marvân çetin müzâkerelerden sonra onları, kendi oğulları ‘A b d al-M alik ile Mısır vâliliğine tâyin ettiği ‘ A b d al-‘A z iz lehine, bertaraf etm eğe muvaf­ fak o ld u ; bu vak’aonun m âcerâh hayatının son başarısını teşkil eder. Yorgun düşen yetm işlik hükümdar Şam *da 27 ramazan 65 ( 7 mayıs 685) ’te vefat etti. Y a zid I. ’in zev cesi ve Sufyânilerden Hâlid ’in annesi olup, Marc Rab i t va k’asını müteakip evlenmiş olduğu kadın tarafından öldürüldüğü söylenir. Salta­ nat m üddeti, C â b iy a ’de halifeliğinin ilk ilânı veya Şam 'da daha tantanalı olarak ikinci ilânı ( bunun tarihinin k a t’î olarak tesbitı mümkün olmuyor ) esas tutulduğuna göre, 8 veya I i ay arasında değişir. K aç sene yaşadığı da mâlütn değildir. En azı 61, en çoğu 81 olarak verilen iki aded, rivayetin ne kadar kararsız olduğuna gösterm ektedir. M arvân ’m yaşı için bâzan ileri sürülen 63 sene ise, eski halîfelerin yaşını gösterm ek hususunda sık-sık tekrar edilen bir an’aneden başka bir şey değildir. M ezkur aded tersine hesap ile Marvân ’m h icrî 2' senesinde doğduğunu gösterir ki, bu ço k defa M arvân'ın doğum senesi olarak tek rar edilmiştir. Elim iz­ deki metinler tahta çık tığ ı sırada M arvân 'ı 60 'lık bir adam olan İbn al-Zubayr hakkında kullandıkları kahl ( „yaşlı adam“ ) yerine, Şagh kabir ( „ihtiyar adam“ ) olarak tavsif ederler. Şu hâlde her ik i rakip arasında epeyi bir yaş farkı bulunmak gerekir. O sırada M arvân ’ın yetm işini geçm iş olması mâkûl görünüyor^ Hayatının bir çok va k’aîar ile dolu olan son 5 senesi, iki defa sürgün edilm esi, Medine seferine iştiraki, sonra Suriye ve M ısır gibi, imparatorluğunun ik i'e y â le tin i tekrar ele g e ­ çirm ek için giriştiği harpler, gençliğinde aldığı a ğ ır yaralardan tamâmiyle şifâ bulmamış bu faâl ihtiyarın vücûdunu büs-bütün sarstı. Bu uzun boylu, kpru ve zayıf âdem rçîn ( ona bu husfigi-



7?â



MERVAN i. -



y e lle ri dolayısı ile fyayj bâfil lekabı verilm iştir) şarkta ilk zuhur edecek salgının kurbanı olmak mukadder görünüyordu. G erçekten 65 senesinde Irak Han gelen vebâ salgını S u r iy e ’ye sirayet e tti; evvelâ Marvân ’m zayıf selefi Mu âviya II.'y i ve akrabâları V alid b. 'U tba 'yi ve sonra da Marvân '1 götürdü. Marvân b. Hakam birinci derecede bir dev­ let adamı olduğunu isbat etm iştir. Mu âviya I. ’nin muasırı olan Marvân Sufyâniler devrinde biç de memnân olm adığı hâlde, parlak bir ikinai şah siyet rolü oynamak m ecbüriyetinde kaldı. E vvelce yegâne gayesin! teşkil eden h alifeliğe ar­ tık bu emelden vazgeçtiği bir zamanda ulaştı ; bu m evkie, kendi isteğinden ziyâde, etrafındakilerin gayreti ile yükseldi. Fakat bir kere zir­ veye vâsıl olunca, Mu'Sviya 'nin ihtirasından çekinmek ile beraber, çok takdir e ttiği karar İsâbetini ve teşebbüs fikrini tek rar nefsinde buldu. Yeni hükümdar saltanat makamını, Em evîlerin talihini muhakkak bir sukuttan kurtaracak ve bu sülâlenin kendi adı ile anı­ lan ikinci kolunun istikbâlini tem in e tam k ifâyet edecek bir müddet muhafaza etti. Bu işin kalan kısmını, tercih ettiği o ğ lu .'A b d al­ Malik tamamlayacak İdi. Daha başlangıçta bu oğlunun m eziyetini se2miş ve araplara has bir huşûnet, bir vicdânî endîşe kayıtsızlığı ile, onu bu müşkül iş için daha az hazırlıklı bir adam olan Y a zid I . ’in oğlu H a lid ’in yerine geçirm iş idi/ Bütün bunlar, Marvân ’m Emevî halîfeleri arasında mümtaz mevkiini belirtm eğe kâfidir. Islâm an’anelerinia kolayca benimse­ diği 'A li tarafdarı ile 'A b b a si tarihçilerinin kinini de izah eder. Marvân faâliyeti ve idare­ deki m ahareti bakımından, akrabâsı M u'Sviya’yi h a tırla tır; eğer o bu büyük m eziyetlere arap­ ların ftilm adını verip, çok tak d ir ettikleri h île ve sâfiyetin birleşmesinden m ürekkep bir vasfı, siyâsî zekânın bu çeşidini ilâve ede­ bilse idî, Mua* âviya ayarında bir adam olurdu. En tehlikeli şartlar içinde halîfe olan Marvân büyük bir metânet gösterm ek, isyanları bastır­ mak ve nihâyet saltanat ümidini kaybetmiş veya tah t üzerindeki hakları kendisi tarafın­ dan ellerinden alınmış olan yakınlarının ihti­ raslarına ve kinlerine karşı nefsini müdâfaa etm ek m ecburiyetinde kalmıştır. M arvân ’a bir az daha uzun ömür nasip olsa idi, büyüklük bakımından Mu âviya İle aynı ölçüde bir hü­ kümdar olabilirdi. B i b l i y o g r a f ı ; at al-Ktndi, Governors and Judges o f Egypt ( nşr. R. G u e s t ), s. 42— 48 ; ibn a l-A ş ir, Usd al-ğâba, 11, 34 ; IV, 348 v .d .; İbn 'A bdrabbihi, 1Ikd a l-farid, II, 321; ibn Sa'd, Tabakât (nşrv Sachau ), V , 31- 35?



lî; ? î - 8 f



ip'



17 ?:



X.



MERVAN II. 70 — 73*, XII, 72 v.dd.; XIII, 150— 154; XIV, 119 — 127; XVII, 68 v.d., m ; f a b a r ı (nşr. de G o eje), II, 16, 28, 67, 70, 81, 85 v.d., 10.7, . 1 6 4 v.d., 170 v.dd., 218 v.dd., 224, 397 v.d.. 405— 4 * ı, 417, 419 v.d., 472— 578, 592, 1182 v.dd.; Ya'kmbi (nşr. H outsm a), II, 304 v.dd.; İbn Kutayba, M d a rif (K a h ir e tab.), s. 120 v.d .; Weilhausen, D as arab. Reich, s. 114; Nöideke ( Z D M G , 1 901 , 3 . 688) ; H. Lammens, Etudes sur le règne da ca life omaiyade Mo'Swia, I, 28 v.d,, 34— 39, 4 i, 202, 240, 413, 416, 434; ayn. mil,, L e C alifat de Y a zid Ier, s. 62 v.d., 87 v.dd., 90, 95, 101, 104, 117 ; ayn. mil., M dâıoia ou le dernier des Sofiânides ( R S O, VII, 37— 40 ) ; ayn. mil,, L ’avènement des Marwânides et le califat de Marv&n ¡ er ( Beyrut, 1927 ), s. 1 - 1 4 7 { M F O B , XII, fas. 2 ). _ ( H . L a m m e n s .) M E R V A N II. M A R V A N b . M u h a m m e d b . M a RVÂN , Emevî halîfelerinin sonuncusu olup, künyesi ABU 'A B D AL-MALİK ’tir. Annesinin kürt aslından bir câriye olduğu riv ây et edilir, 73 — 91 (692 — 710 ) yılları arasında, Elcezîre ve Ermeniye vâlisi sıfatı ile, Bizans ’a ve K af­ kasya bölgesine karşı yapılan savaşları sevk ve idâre eden babası Muhammed b. Marvân gibi, o da şöhret ve istikbâlini devletin şimâl sınırlarında hazırlam ıştır. Doğum tarihi kat’î olarak belli değildir. A ncak 132 ( 750 ) 'de ölümü sırasında, 58, 62 veya 69 yaşında bulunduğu riv ây et edildiğine nazaran, 63 — 74 ( 682— 693 ) yılları arasında doğduğu anlaşılı­ yor. T ab a ri 'nin rivâyetine uyarak, halîfe Hişâ m ’ın kendisini 114 (732/733) yılında E r­ meniye ve A zerbaycan valiliğine tâyin etmesini siyâsî ve askerî hayatının başlangıcı saymak doğru olacaktır. Marvân, daha ziyâde askerî bakımdan mühim olan bu mevkide kaldığı 12 yıl içinde, büyük bir varlık gösterm iş ve 117 — *â3 ( 735— 7 4 i ) y ılla n arasında, her sene K afkasya bölgesinde bilhassa H azarlara karşı m uvaffakiyetli savaşlar yaparak, askerî bilgi ve mahâretini arttırm ıştır. Zaman ve ihtiyâcın İslâm ordularının kuruluş ve harp nizâmında yapılmasını gerektird iği değişikliğin biraz daha mukaddem bir m enşei olmasına rağmen, M arvân’a atfedilm esi onun askerî teşkilâtçı sıfatı ile ne kadar şöhret kazandığını göster­ m ektedir. H akikatte eli silâh tutan her arabın asker sayılarak, hazîneden maaş alması usûlü artık bir fayda sağlamıyordu. Em ir din­ leyen ve her istenilen yere giden askere ih­ tiyaç duyulduğunda, bunları ayrıca para ile toplamak gerekm ekte idi. Bilhassa dahilî sa­ vaşlarda husûsî Üareili askerlerin kullanılmas;n p



d g h g Y ê F 4 I. 7sam9|i»nç|a b a | t a n ıln » f idi-



m ervan



Ordudaki eski kabilelerin yerini hakikî k ıt’alar almağa ve kumandan vazifesi gören kabile reisleri yerine, meslekleri askerlik olan JfS'id *ler geçm eğe başlamış idi. Uzun saflar hâlin­ deki eski harp nizâmı da değişm iş, yerine karâdîs denilen, daha hareketli küçük birlikler konulmuş İdi. K arSdis 'in teşkili Marvân ’a affolunur. Marvân, kendisini Erm eniye ve Azerbaycan 'a vâli tâyin etmiş olan halîfe Hişâm 'm ölü­ münden sonra, onun yerini alan V a lid II, 'i tebrik etm iş ve mevkiini borçlu olduğu Hişâm hakkında ağır ithamlarda bulunmuş idi, V a lt d ’in öldürülmesi üzerine, onun yerine geçen Y a zid III. 'e bi’ati reddederek, Ermeni­ ye ’den Elcezîre üzerine yürüdü. Marvân ’ ın oğlu ‘A bd al-M alik, bu bölgede oturan Ç ays ( M uzar ) kabilelerinin, daha büyük babası Muhammed b. Marvân zamanından beri, ailesine bağlılıklarından faydalanarak, bütün bölgeyi eline geçirm iş bulunuyordu. F akat Marvân ’ın Elcezîre ’ye hareket ederken türklere karşı bölgeyi müdâfaa için Derbend ’de bırakm ış olduğu Sabit b. N uaym al-Cuzam i kuman­ dasındaki Suriye yem enlileri Y a zid III. ’den başkasına bi’at etmek İstemediklerinden, isyân ettiler. Marvân geri dönüp, bu yemen­ li k ıt’aları S u riy e 'y e götürm eği vaadederek, teskin e tti ve m aiyetinde bulunan K aysler ile birlikte, onları Harran ’a gö türdü; orada terhis ederek, S u riy e ’ye yolladı. K endisi ise, Y a zid III, ’e bİ'at ederek, Harran ’da kalmağı tercih etti. Bunda Y a z id ’İn kendisine bütün Elcezîre, Musul, Ermeniye ve A ze rb a y ca n ’ı terkettiğin i bildirmiş olmasının te ’sİTİ açıktır. Y a zid IH.’in, pek kısa süren bir hilâfetten sonra, 12 zilhicce 126 (2 5 eylül 7 4 4 ) ’da öl­ mesi üzerine, Marvân tekrar harekete geçti. H alifeliği ancak Suriye ’nîn cenubunda yemenli kabîlelerce kabûl edilen İbrahim b. a l-V a lid ’e bi’ati reddederek, Fırat ’ 1 geçti, Yusuf b. ‘Om ar b. Hubayra kumandasındaki Kinnasrin Kaysleri ve Himş ordugâhı kendisine katıldılar. Baatbek— Di meşk yolu üzerinde ‘A yn al-C arr mev­ kiinde, bilhassa Bizans cephesinde büyük as­ kerî şöhret kazanmış bulunan Sulaymân b. Hişâm b. ‘A b d al-Matik ’in kumandasındaki yemenli kabilelerden müteşekkil cenûbî Suriye ordusunu bozguna uğrattı, Sulaymân evvelâ Dim eşk 'e k a ç t ı; burada hapiste bulunan ve Marvân ’m namlarına hareket e ttiğ i zehabını kasden uyandırdığı V ajid II. 'in iki oğlunu İdâm ettird ikten sonra, halîfe İbrahim ile birlikte, devlet hazînesini de yanına alarak, Kelblerin merkezi 'olan Tadmur 'e çekilm eğe muvaffak oldu. Marvân bundan sonra Dimaşk 'e girerek^ 26 safer 127 ( 7 kâpûn I. 7 ^ ) 'de



ît.



IH



kendisine bi’a t ettird i. M arvân ’m halîfe olduk­ tan sonra kendisine evvelce düşmanlık ve rekabet etmiş olan akrabâlarına afiv ve müsa­ maha İle muamele ettiği, onun hattâ İbrahim ve Sulaym ân ’1 da yanına almış ve affetm iş olmasından bellidir. Buna karşılık Kalb ve Ç u z â a kabilelerini kendisine düşman e ttiğ i için, öteden beri kendi ailesine bağlı olan Kayslerin ikamet ettikleri bölgede oturmağı uygun görerek, y a rrâ n 'ı merkez seçti ve ora­ ya yerleşti. Fakat bu hareketi devletin mer­ kezi olmak vasıf ve üstünlüğünü kaybettik­ lerini anlayan Suriye 'nin ekseriyeti Yemen asıllı kabilelerinin isyanına sebep oldu. Başında evvelce zikrolunan gabi t b. Nu aym al-Cuzam i ’nin bulunmasından, F ilis tin ’de çık tığ ı anla­ şılan isyan ateşi bütün Suriye ’yi kapladı. O zamana kadar Marvân 'a tarafdar olmuş ve b ağlı kalmış olan Himş bile âsîlere katıldı. Fakat Marvân 'ın 2 şevval 127 ( 7 temmuz 745 ) ’de bu şehir önünde görünmesi Ş im ş halkının cesaretinin kırılm asına ve şehrin teslimine sebep oldu. Dim aşk ’1 kuşatan Y a z id b. Hâlid al-K asri de yenilip, gâ b ıt b. Nu aym ile birlikte öldürülünce, sükûnet bir müddet için yeniden teessüs etti. Bu arada M arvân'm iki oğlunu D im e şk ’te H işâm ’m kızları ile evlendirmiş olması onun Suriyelileri, bilhassa Yem en kabi­ lelerini kazanmağa çalıştığına delil teşkil, eder. Bu suretle Suriye ’ yi em niyete aldığını zanne­ den Marvân, henüz kendisine ıtâa t etm em iş olan Irak üzerine sev k ettiğ i Y a zid b. 'O m ar b. Hu­ bayra kumandasındaki orduya 10.000 Suriyeliyi de katmak hatasında bulunmuş ( 128 başları = 745 son baharı ), fakat bu kuvvetin asıl ordu ile birleşmeden, al-Ruşâfa 'de Sulaymân b. Hişâm 'a b i'a t edip, kendisine ihânet etmesi üzerine, Irak ’a karşı harekâtı geciktirip , bizzat Sulaymân 'm üzerine yürümüş ve onu K ’ nnasrln yakınında, H ufâf mevkiinde yenerek, firara meebûr etmek zorunda kalm ıştır. Sulaymân ’m evvelâ Himş ’a, sonra Tadm ur üzerinden Küfe 'ye kaçması üzerine, Marvân Himş '1 ikinci defa kuşatmış­ tır. 4,5 aydan fazla mukavemet eden şehir nihâyet teslim oldu. Suriye ’nin artık Marvân 'dan afiv ve mülâyemet beklem eğe hakkı kal­ mamış idi. Himş, Baalbek, Dimeşk, Kudüs ve . d iğer mühim Suriye şehirlerinin sûrları yıkıldı. 128 yazında ( 7 4 6 ) Suriye tamâmiyle itâat altına alınmış bulunuyordu. Marvân bundan sonra faâliyetini Irak üze­ rine y ö n e ltti; zîra burada va ziyet uzun müd­ detten beri çok karışık idi. Y a zid III. zama­ nında Irak vâliliğine getirilm iş olan 'A b d A llâ b b. 'O m ar b. ‘A b d a l-'A ziz [ b. bk.] Mar­ vân ’m halifeliğini kabûl etm ediği gibi, K üfe 'de baş kald;rap 'A M A llah b. Mu âviya [ b. bjç.]



MERVAN IL — MERVANİLER. de ayrı bir gâile teşkil etm ekte idi. Marvân, sulh ve sükûn getirm ek maksadı ile, Irak va­ liliğin e ııl-Nazr b. S a 'id al-Haraşt 'yi tâyin etmiş, fakat bu sefer de ‘A bd A lla h b. Omar ve al-N azr birbirleri ile savaşa başlamışlardı. Marvân ’m Suriye ihtilâlleri ile u ğraştığı bu sırada, meşhur bâricî reisi Şabib zamanından beri E lcezîre haricîlerinin mümessili vaziye­ tinde kalan Rabi‘a kabilelerine mensup Bakr Şeybanları yeniden harekete geçtiler. H alîfe seçtik leri S a 'id b. B a h d a l’in K ü fe 'y e yapılan sefe r esnasında ölmesi üzerine, Zahhâk b. Kay» al-Şaybanl haricilerce reis seçildi. Şehrizûr, Ermentye ve A zerbaycan hâricîleri de kendi­ sine katılınca, Zahhâk bu tehlike karşısında birleşen İbn ‘ O m ar ve a l-N a zr’ı mağlûp etti. 127 receb ( nisan 745 ) ayında K ü fe haricîlerin eline düştü. al-Nazr Suriye ’ye, Marvân 'in yanma k a ç t ı; !A b d A lla h b. ‘O m ar ise, Zahhâk tarafından, V â sit ’ta kuşatıldı. İbn ‘Omar, bir müddet sonra ( 745 ağustos başı ), teslim ola­ ra k Zahhâk 'a bi’a t etm iştir. Zahhâk, bir müd­ d et K ü fe ’de kaldıktan sonra, S uriye ’den ka­ çan K alb kabîlesi mensupları ile Sulaymân b. Hişâm 'ın da kendisine katılm ası ile kuvvet­ lenip, Musul 'u ele geçirm eğe m uvaffak oldu, Marvân S u r iy e ’y i itâat altına alırken, asıl dayanağı olan E lcezîre ’yi kaybetm ek tehlikesi ile karşt-karşıya kalm ış bulunmakta idi. Fakat devam etm ekte olan Himş muhasarasını bırak­ madı. Harran ’da bulunan oğlu 'A b d A llah ’1 şim dilik Zahhâk ile m ücâdele ve onun Musul 'dan garb a doğru daha ziyâde ilerilem esine mâni olm akla vazifelendirdi. Nusaybin 'e kadar gelen ‘ A bd A llâh b. Marvân burada Zahhâk tara­ fından mağlûp edilerek, kaleye çekilm eğe mecbfir edildi. Bu sırada ise, Marvân Himş '1 teslim alm ış olduğu için, bizzat Ral 446 ’ye nakledilen bir mareubân tara­ fından idâre edilmiş vilâyetlerin listesi ) ; bu devirde, bu idâreciierin en yüksek makamlar­ dan m üstakil olarak hareket ettik leri, mütâ­ reke ve muâhedeler akdettikleri görülür ¡bun ­ la r arap fütuhatından sonra da ekseriya mev­ kilerin i muhâfaza etm işlerdir. Sâsâniler hâki­ m iyeti altında mareubân '1ar bu derece müs­ tak il bir va ziyette bulunmamakta idiler ; on­ ların bâzan spâhbad 'lerin ( bk, Josua Stylites, nşr. W right, s. 6 1 ) emri altında kumandan olarak hizm et ettikleri görülm ektedir. Bu unvan yavaş-yavaş terkedilm iş olmakla beraber, müslüman İran ’da hâlâ kelimenin



787



„hudut eyâletleri m uhafızları" olan ilk mânası muhâfaza edilm ektedir. Bu kelim eyi müellif­ ler de ekseriyâ kullanm aktadırlar ( bk. S a 'd i, Bastan, nşr. G raf, s. 7 3 ). D iğ er taraftan, Sâsânîlerden sonra mareubân, değişik şekilleri ile birlikte müslümanlar ( araplarda bâzan alm arzubân) ve mecÛsîler arasında bir has isim olarak kullanıla-gelm iştir ( pehlevîce' y a z ­ ma müstensihlerinin isim leri için bk. bilhassa Justi, Iranisches Nam enbuch, mad. m A r z p â N .) B i b l i y o g r a f y a ' , A . Christensen, L ’Em pire des Sassanides ( Kopenhag, 1907), s. 43 v.d. ( J. H. K R A M E R S .) M E R Z Ö B A N . M A R ZU B A N B . R u s t a m , T a b e r i s t a n [ b . bk.] ’da Büvand sülâlesinden b ir h ü k ü m d a r olup, ahlâkî m âhiyette küçük hikâyeler v e m asallar ihtiva eden Mareubân-nâma adlı farsça mensur bir eserin asıl m üellifi addedilm ektedir. Bu eserin XIII. a sır edebî Iran dili ile yazılm ış iki metni bizce malûmdur. Bunlardan birinin müellifi Sa'd alD in ai-V arâvin i olup, eserini Ö zbek b. Muhammed İl-D eS iz’in vezîri ve I2IO ’dan 12 2 5'e kadar A zarbaycan atabeyi olan A b u ' 1-KSsim Rabib a l-D in ’e ithaf etm iştir. Buna göre, bu nüshanın 12 10 — 1225 yılları arasında yazılm ış olması muhtemeldir. D iğeri ise, Anadolu Sel­ çuklularından, 1192— 1204 yılları arasında hü­ küm sürmüş olan Rukn al-Din Sulaymân-Şâh ’m kâtibi, sonra da vezîri olan Muhammed G azi a l-M a la tya vi’ nin eseridir. R a v ia t al‘ ukâl adını taşıyan bu eser, gerek yazılış ve gerek muhteva bakımından, öteki Mareubânnâma ’den çok farklıdır. Sa’ d al-D in al-V arüvin i 'nin ön-sözünde asıl eserin Taberistan lisanı, eski pâ rsi lisanı ile, halk dilinde yazıldığına dâir malûmat vardır. Fakat bu kıym etli eser onun sayesinde 400 yıldan fazla zaman geçtikten sonra yen ileşti­ rilm iştir ( nşr. M irza Muhammed K azvin i, s. 6 ve 33 ). Birinci fasılda, v a i ı - i kitâb olarak, Kayüs sülâlesinden, Sâsânî hükümdarı A nuşirvân 'ın kardeşi Marzubân b. Ş arvin ’in adı geçm ektedir. R a v ia t a l-u k ü l 'de ise, aksine olarak, asıl eser Z iy ör i ler den K âbus b. Vaşm g İ r 'e atfedilm ekte olup, kaba bir üslûp ile yazıld ığı söylenilm ektedir. Bunun dışında İran edebiyatında bu eserin adı p ek geçmez. K â bâs-nâma ( tarihi 1082) müellifi, annesinin büyük annesinin Mareubân-nâma müellifi hü­ kümdar Marzubân b. Rustam b. Şarvin ’in kızı olduğunu söylüyor. Bundan başka İbn İsfaudİyâr, T â rih-i Tabaristân (ta rih i 1216 )'in da her bakımdan K a lila va Dim na 'den üstün bir eser diye tavsif ettiği- Marzubân-nama ’nin m üellifi olarak, isfakbad Marzubân b. Rustam b. Şarvin P arim 'den bahsetm ekte ve aynı



288



MERZÜBAN -



MESAHA.



müellifin Taberistan halk şiiri tarzında yazıl­ İsfandiyâr 'ın T ârih-i Tabaristân ’mdan başka mış N iki-nSm a adında bir divan da tertip hiç bir yerde bir malûmata rastlam ıyoruz, Bu­ ettiğin i ilâve etm ektedir ( trc. E . G . Browne, rada bahis mevzuu olan metin belki de daha A n abridged translation o f the H istory o fT a b a - eski bir farsça, belki de kardeşinin gördüğü ristân, Leiden, 1905, s. 86 ). Nihayet iranlı mu­ Hadây-nâm ak ( N öldeke, C eschichte des A rharrir R izâ-K uli Han, Farhang-i N aşiri 'de tachSîr i Pâpakân, G öttingen, 1879, s - 2 7 ) *>n Marzabân-nâma 'nin Rustam 'in oğlu Marzubân ve bir de, V is a Ram in gibi bir manzûmenin tarafından yazılm ış ve em îr Kâbiis Şams al- yazıldığı bir dilde kaleme alınm ıştır ki, bu M a'âlı ’ye ith af ( mansab ba ) edilmiş olduğunu metin XII, asır edebiyatçılarının zevkine artık sö ylü yor; aynı müellif Mac mâ' ol-fuşahâ ’da uygun gelm em ekte idi, dolay ısı İle Marzabân-nâma ’den bahsetmek­ Marzabân-nâma, British Museum ( Or. 6476) tedir.' 'daki bir yazma nüsha esâs tutularak ve aynı Bu noksan ve bâzan birbirini tutm ayan ma­ yerdeki d iğer iki yazma ile Paris M illî kütüp­ lûm at M İrzi Muhammed K a zvin i ’ye kitaba hanesindeki bir yazmadan ve Iran ’dan gönde­ adını veren şahsın K a y üs ’ un oğlu, Anuşirvân rilen diğer bir yazm a nüshadan faydalanılarak, ’in kardeşi, Bâv soyundan, T aberistan „hü­ M irza Muhammed Hân K azvlni tarafından, küm darı“ Rustam b. Şahriyâr b, Şarvin b. 1908 'de neşredilm iştir ( C M S , VII ) . Ch. Sch e­ Rustam b. Surhâb ’m oğlu Marzubân olduğunu fe r İn Chrestom aihie Persane ( P aris, 1885 ), tahmin ettirm ektedir. Bu şecere İbn Isfandiyâr s. 172 — 199 ’da Marzabân-nâma ’nin bâzı *m kitabına istin at etm ekte olup, M arzubân'1 parçaları neşredilmiş ve P aris nüshasından da Rustam b. Surhâb ( öim. 895 ) 'in oğlu farzeden faydalanılm ış idi, R a v ia t a l-u k â l, Leiden ( M. S ch efer ( Chrestom aihie persane, II, 194 ) 'in T h. Houtsma, E ine anbekannte Bearbeitung iddialarından akla daha uygun görünmektedir. des Marzubân-nâme, Z D M G , LH, 3 59 — 392) Büyük bir ihtim âl ile M arzubân'ın babası ol­ ve P a r is ’teki nüshalar ile tanıtılm ış olup, M. ması gereken Rustam b. Şahriyâr b. Şarvin ‘in Houtsma ile M irzâ Muhammed bunlardan tarihini yaln ız 355 ( 966 ) tarihli bir sikkeden örnekler verm işlerdir. Bunlardan başka aynı öğrenm ek mümkün olmuştur ( L. Rabino, Ma- eserin b ir de İbn ’A rabşâh 'in yazd ığı bir zandarân and Astardbâd, London, 1928, nüshası vardır. Bu nüsha Sa’d al-V arâvini 'nin C M S , N S , VII, 135 ). Buna göre, Marzubân eserinin türkçe tercümesine istin at etm ekte­ 1000 senesinde, yâni İran edebiyatının uyanma dir ; bu nüsha 1278 'de K ahire ’de, taş-basması devrinde, yaşam ış olmalıdır. olarak, basılm ıştır ( bk, V . Chauvin, B iblio­ Marzabân-nâma ’nin birinci faslında Marzu­ graphie des outrages ar abes, II, 1 1 1 ) . . bân, hüküm sürmekte olan hükümdarın ( muh­ B i b l i y o g r a f y a ı D ili hakkındaki ma­ temelen 8 sene hüküm süren DârS b. Rustam, lûmat Mİrzâ Muhammed Hân ’da neşrinin bk. Rabino, göst. yer.), münzevî bir hayat ya­ ön sözünde bir araya toplanm ıştır, Sch efer ’İn şamış ve „bu dünya için akıllıca nasihatler m ütâlealarını ( s . 1 9 4 — 2 1 1 ) ih tiyat kaydı ve faydalı tav siyeler“ ihtiva eden bir kitap ile karşılam ak g e re k ir; bk. bîr de H . E thâ, yazm ak müsâadesini isteyen kardeşi olarak N eupersische Litteratur ( C r . 1 Ph., II, 328 tasvir edilm ektedir. Bu hususta, hükümdar ve v. dd.) ve E. G. Browne, A Literary H istory vezîri ile kendisi arasında bir münâkaşa dolao f Persia, II, 115, 489. • yısı ile, bir çok fıkralar nakletm ektedir. D iğer ( J . H. K r a m e r s . ) . fasıllar aynı tarzda devam e d er; K a lîla va M E S A H A . M İSÂ H A (V/m al-m isâha, „ölç­ Dim na ve Bin bir gece masallarında olduğu me ilmi“ ), arapça yazan m üelliflere göre, gibi, masal ve fıkraların bir çoğu başka hikâ­ b ü y ü k l ü k l e r i mukayese il m i ve yelere eklenir. Mecmua aslında Iran edebiya­ u s û i 1 e r i d i r. G en iş mânası île, bu kelim e­ tına has bir tarz olup, arap edebiyatına da den bir ölçü gerektiren veya buna imkân çok te ’sir etm iştir. Muhtevâsı, mukayese usûl­ veren bütün büyüklüklerin ölçülmesi;^ esâs lerine göre tetkik edilm edikçe, bu tarzdaki mec­ itibârı ile uzunlukların, satıhların, hacimlerin, mualar ve İran halk hikâyeleri ile olan münâ­ ağırlıkların ve mıkdarların ölçülmesi anlaşıl, sebetleri hakkında ileri sürülen fikirlere şüp­ m aktad ır; bununla beraber arapça eserlerdeki he ile bakmak gerekecektir. Fıkraların bir misâha ilmi husûsiyle hendesî şeyler ile, kısmının Hind m enşeli olması çok muhtemel­ yâni m u s a t t a h vo m ü c e s s e m âdî dir. D iğer taraftan aslının fabari lehçesi ile h e n d e s e n i n m u h t e l i f ş e k i l l e r i n i n yazıldığı iddiasına da pek guvenm em elidir; u z u n l u k l a r ı n ı , s a t ı h l a r ı n ı v e h a ­ çünkü o takdirde her iki yeni nüshanın mü­ c i m l e r i n i h e s a p e t m e k için, kaideler elliflerinin de tabari lehçesini bildiklerini ka- tesbit etm ek gibi, esaslı hendesî şekillerin bÛl etmek gerekir ki, bu lehçe hakkında ibn ve ölçülerin târifi ile meşgûl olur. Şu hâlde



MESÂHA. misâha mefhûmu bugün, kelimenin en geniş mânası ile, ölçme ilmi (/en n-î m esâha) veya aynı zamanda İlmî ve teknik hendese ( mücer­ re t buutta bulunan dünyaya âit eşyanın ölçül­ mesi i l mi ) adını verdiğim iz sahanın yalnız bir kısmını içine alm ak tad ır; hususiyle keli­ menin dar mânası ile, Ölçme ilmini ( geodesia ) hâricde bırakır. H akikî mânası ile ölçme ilmi meseleleri arapça yazan müelliflerce, umûmî kaide olarak, husûsî risalelerin mevzuunu teşkil ediyordu. Şu hâlde arapça yazan müellifler, İlmî, ölçme ile tatbikî ölçme arasında, A risto ’dan beri yunanlılarda inkişâf ettirilm iş olan ve Heron ’ nn „M etrika“ ’sı ile „D ioptra“ ’smda en açık ifâdesini bulan aynı farkı tasdik ediyor­ lardı. Bizzat arapça yazmış müelliflerin mesâha mefhûmu hakkında verdikleri izahat çok farklıdır. Bâzı m üellifler buna çok geniş bir şümÛl verirler ( msl. al-Umavi : „misâha bili­ nen bir şey vâsıtası ile bilinmeyen bir şeyin keşfinden ibarettir. N etice, ölçülen büyüklü­ ğün Ölçü için kullanılan büyüklüğün, vâhid-i kıyâsî ile muhtevasını verir“ ), ekserisi bu­ nunla uzunlukların, satıhların ve hacimle­ rin ölçülmesini anlarlar. al-Şinşavri „ik i eş­ yanın birisi İle mutabakatı ( tatbik ) ile isbat“ demek olan bilâvasıta ölçü ile satıh ve ha­ cimlerin, muayyen düsturlara istinat edile­ rek, besap edilmesi otan vasıtalı ölçü ara­ sında, açık olarak, bir fark tesbit eder. Müs­ lümanların miras olarak almış oldukları eski kültürün „ta şıyıcıla rı" ve yayıcıları sıfatı ile bir rol oynadıkları bütün devir boyunca, ö l ç ü nazariyest üzerine risaleler bulmaktayız. Milâdî IX. asrın başlarında, eser yazmak husûsundaki çalışma ilk mebde’Serinden itibaren aş. yk. lûoo yıllarında islâmda riyaziye ilminin inhi­ tatına kadar, bu yazıların hedefleri, açıkça, arazi ölçülerini, inşaatçıların, harp mühendis­ lerinin v.b. ellerine mesleklerini ifâ etmek için zarurî olan vâsıtaları ve bir de nazarî esâs­ ları vermek idi. Mevzuu a n l a t ı ş t a r z ı n a göre, risaleleri 3 ayrı 2Ümreye ayırm ak mümkü ndür; a. T am âm iyle yeni düstûr mecmuası tar­ zında olanlar, mümkün olduğu kadar tek sif edilerek, yazılm ış olup, yalnız en çok tesadüf edilen hesap vetirelerini ve­ rir ve hiç bir misâl ihtiva etm ez ( msl. İbn al-Bannâ’ ’ın eseri ). b. Kullanılan hesap vetiresin i izaha yara­ yan misâller ile dolu olan lar; bu misaller İcâp ettirdikleri tam hesaplar ile birlikte bulunur ( msl. al-Bağdâdt ‘nin risalesi )e. Yalnız ve sâdece tamâmiyle halledilmiş bir takım m eseleler ihtiva edenler ve



789



binnetice bir nevî temrin kitabı mâhiye­ tinde olanlar ( msl. A bîî Bakr ’in eseri ). Bu risalelerin mevzuu a n l a t ı ş t a r z ı hakkında, şu noktaya dikkati çekeceğiz : tabi'î olarak, İslâm m üelliflerinde bugün kullan­ dığım ız mânada hesap düsturlarından bahs­ edilemez. Bilhassa şark müslümanları arasında hesap düsturları dili henüz tamâmiyle gayr-ı mevcut idi ve garp müslümanları arasında ise, ancak çok geç olarak ve o da s ırf cebir sâhasında inkişâf etm iştir. Ö lçüler için kaide­ ler ve hattâ ekseriya metinde bulunan mıkdarlar dâimâ sırf kelim eler ile ifâde edilmiştir. M isâha’ ya müteallik yazıların bilhassa en mühimlerinin m ü n d e r e c â t ı , umûmî bir kaide olarak, giriş, satıhlar ve cisimler ve bu satıhlar İle cisim lere âit en mühim uzunluk­ ların hesabı için kaideler ile arada-sırada tat­ bikat mes’elelerini ihtiva eder. A . G i r i ş . Bilhassa şu hususlara a it t ir : 1. Misâha ’um t â r ifî; 2. T etk ik edilecek hendesî şekillerin Hah, tasvir ve ta s n ifi; 3. En çok kullanılan ölçü vahid-i kıyâsîlerinin târif ve tasn ifi; /?. H e s a p k a i d e l e r i . . I. M ü s t e v î s a t ı h l a r ( buna dâhil olan uzun luklar); 1. D ört kenarlı satıhlar ( murabba, miistatil, main, şibh-i münharif, müttbarifî şekil, zâviye-i dâhileli dört kenarlılar ) ; 2. M üsellesler ( kenarları müsavi olanlar, iki kenarı ınüsâvî olanlar, üç kenarı bir­ birine mUsâvî olmayanlar, kaim zâviyeli, hadde zâviyeli ve münferie zâviyeli mü­ sellesler ). 3. Ç ok kenarlılar ( muntazam olanlar, mun­ tazam almayanlar, davul biçiminde olanlar [mufabbal], „girintili olanlar“ [m ucavvaf], „basamak biçiminde olanlar“ [madarrac]. „D avul biçiminde şek il“ ile „girin tili şe­ k il“ birbirine müsâvî iki şibh-i münharifin birleştirilm esi suretiyle meydana getirilir; öyle ki, birincilerde birbirine muvâzî olan kenarlardan küçük olanlar, İkincilerde ise, bu muvâzî kenarlardan uzun olanlar bir­ birinin yanma gelm iştir. Bunlar mütead­ d it çeşitlere ayrılm aktadır. „Basamak bi­ çiminde“ şekil, uzunlukları müsâvî, fakat genişlikleri muhtelif olan müteaddit müs­ tefitlerin iist-üste konulması ile meydana gelm iştir; bunların genişliğini ölçen mıkdarlar adedî tenâsüb ile artar. > Dâire, dâire parçalan ( yarım dâire, k ıt’a, kuttâ, dâire h a lk a sı) ve benzer satıhlar ( nal veya hilâl ( h ilâ li ] şekilleri*’-'beyzî ’ şekil, kara-haiile veya mercimek şekli )



79°



MESÂHA.



H iiâi şekli, m sıf kutru muhtelif, yeterleri müşterek iki dâire k ıt’asımn birbirinden çıkartılm ası ile elde edilir. B eyzî şekil ile kara-balile şekli birbirine müsâvî iki dâire kıt’asının birbirine ilâvesi suretiyle elde ed ilir; beyzî şekilde k ıt’a yarım dâireden daba küçüktür, kara-hallle şek­ linde ise, yarım dâireden daha büyüktür. Savasorda beyzî şeklin ( kat-ı n â k ıs ) sathını 1/4 ( a + b )2. a düstûru ile gös­ term ektedir. II. H a c i m l e r ( münhasıran buna dâhil elan m üstevîler, bilhassa satıhlar ve uzunluk­ lar ). 1. Menşurlar ( alei'âde kaim menşur ve mâif menşur, kaidesi dört köşe sütun, dört satıhtı sütun, mik’ab, üç satıhtı menşur, mâilen kesilm iş menşur, A bü B a k r ‘in Cremonalı G erhard tarafından yapılan tercüm esinde „corpus simİlis domui“ ) ; 2. O stü vâ n e; 3. Ehram ( kaim ve mâil ehram, nâkıs ehrâm ) ; 4. M ahrût ( kaim ve mâil mâhrût, nâkıs m ah ru t) ; 5. Küre ve küre k ıt ’al arı ( yarım küre, kıt’ a, kuttâ, mıntaka ) ; 6. Muntazam ve gayr-i muntazam hacim ler ( Eflâtun ’ un beş şekli ile A rşim ed ’in iki şekli, yalnız al-K âşî ’de esaslı bir tarzda ele a lın m ıştır); 7. D iğer hacimler [ Üstüvane şeklinde kubbe ( azâc ve tik â n ; bu son ikisi ancak uzunluk ile ayrılır ), kubbe ( kubba ) çatı şekli ( A bü Bakr ’de „corpus similis eaburi“ ), ik lîl ve kurs ( boş üstüvâne, basamak gibi ş e k il). C. T a t b i k m e s e l e l e r i . Bu m eseleler, umûmiyetle, aâdiren mesâha eserlerinde bulunur. Heron ve Euklid ’e çıkan yer ölçüsü meselelerine sık-sık tesâdüf olunur. Savasorda 'da d a ğ m eyilleri üzerinde, çukur­ larda ve tepelerde bulunan tarlalara ve d ağ­ ların yüksekliklerinin hesaplanmasına dâir bâzı m eseleler bulunm aktadır; al-Hanbali 'de ula­ şılamayan arazinin, kuyuların derinliğinin ve ırmakların genişliğinin ölçülmesi için meseleler vardır. D iğer m eseleler arasında, misâl olarak, bir ev veya b ir çatının inşâsı için lüzumlu olan taş ve kirem it m iktarını hesaplamağı, bir du­ varın ağırlığın ı tahmin etm eği zikredelim. Bununla berâber bahis mevzuu münderecâtm her mesâhaya dâir eserde tam âm iyie izah edilmiş bulunması icâp ettiği neticesine varılmamalıdır. M uhtelif mesâha eserleri, yeni henfese eserlerinde olduğu gibi, müellif.ermin hu*st istîdad ve temâyülleri sebebi ile mevzû-



ları seçm eleri bakımından, birbirlerinden ayrılır­ lar. Mevzuun çok tam bir şekilde tetk ik edil­ diği eserler ( msl. al-Hanbali ve al-K âşi ’nin e s e rle ri) yanında, ekseriyâ mevzuun bâzı kı­ sımlarını tetkik eden çok kısa eserler ( msl. m üstevî satıhların hesabı için kaideler veren Berlin, kütüp. nr. $934 ’teki müellifi mechûl e s e r ) veya hattâ ( al-Şinşavri ’nin risâlesi g i b i ) yalnız bir tek meseleyi tetk ik edenler bulunmaktadır. Ö lçüye dâir eserlerde, ancak müellifinin şu veya bu sahadaki husûsî b ilgi­ lerini veya araştırm alarının husûsî neticeleri­ ni gösterm ek için, az veya çok fazla izaha ’ da buluyoruz. Bu nevî husûsiyetler arasında msl. şunlar zik re d ileb ilir: m esâhaya dâir b ir eserde, mun­ tazam hacim ler ile bâzı yarı muntazam ha­ cimleri tetkik etmek için, Cam şid al-K âşi ’nin tamâmiyie yeni olarak gösterilen denemesi ( hesaba dâhil olan m ıkdarları altm ışta birlik kesirler ile beş haneye kadar devam ettirilen hesabı hakikî kıym etlerinden yüzde bir kadar farketm ekted ir) kâim zâviyeli şibh-i münharifler için al-Um avi ’nin verdiği s = Jfa b c d düstûru ve Heron ’un dâire k ıt’ası düstûrları­ nın m ükem m elleştirilm esi; al-Karhi ’nin kavis için d ü stû ru ; aynı müellif ile al-B ağdâdi ta ­ rafından kutru d olan n kenarlı bir çok-kenarlittin bir kenarı a olduğuna göre, d 2 = V 3 [ n ( « — ı ) - f - 6 ] a 2 düstûru (a y n ı düstûr Nemorarius ve Regiomontanus ’ta bulunmak­ tad ır ve bu sonuncu müellif tarafından hind» lilere isnâd e d ilm iştir; fakat bildiğim ize göre, şimdiye kadar neşredilm iş olan hind riyâziye eserlerinde bulunmamaktadır ) ; bundan başka A bu Bakr ile İbn Bannâ’ tarafından cebirin hendeseye tatbik edilmesi. Birincisi, satıh meselelerinin halli münâsebeti ile, al-Hvarizmi tarafından tefrik edilmiş 6 hâle göre, bi­ rinci ve ikinci dereceden m uâdeleleria kulla­ nılmasını gösterm ek için, bunları cebir ile halletm ek usûlünü k u lla n ır; İkincisi ise, me­ selelerin vaziyetindeki m uhtelif imkânları araş­ tırm ak için, terkipler nazariyesinden İstifâde eder. İ s t i ’â p h a c i m l e r i n i n h e s a b ı i ç i n k u l l a n ı l a n u s û l l e r yunanlılar ve mısır­ lılarda bulduklarımızın aynıdır. Tevarüs yolu ile nakledilmiş olup, hesap kaidelerinin doğrudan-doğruya alınmış olması bahis mevzuu ol­ madığı hâllerde, ölçü’e r’n eide edilmesi ta ­ mâmiyie istik râî ve tecrübîdir, Msl. al-K ar­ hi, kürelerin hacmi için, nasıl elde edildiğini söylem ediği d3 ( 1 1 / 1 4) 2 düstûru yanında, şu şekilde elde e ttiğ i d ' ( 28/45 ) düstûrunu zikr­ e d er: bal-mumuadan b ir mik’abın ağırlığını mik’ ap vâsıtası ile yapılmış ve kutru mik'abm



MESÂHA. bir kenarına müsavi olan yuvarlağın a ğırlığı ile mukayese eder. al-Bağdâdi hacmin ağırlık ve kesafet vâsıtası ile tâyini usûlünü tetkik e d er; al-K âşi, Heron tarafından zikredilen Arşim ed ’in suya batırma usûlünü bilm ektedir ; kavsin uzunluğunu bulmak için, ipliğin ölçül­ mesi ile yapılan doğrudan-doğruya ölçme usûlü, al-K arhi ve Bahâ’ al-D in tarafından, en emin usûl olarak tela kki edilmektedir. Böyle usûllerin takribi neticelere götürm ele­ rinin zarûrî olduğu bellidir ve amelî hende­ senin kendine has örneği olan takribi düstûr, çok uzun zamandan beri, doğru olmadığı açık­ ça görülmüş olduğu hâlde, ölçü hesaplarında müslümanlar tarafından kullanılm akta devam etm iştir. ibn Mammâti müselleslerin satıhları için müstamel düstûrlar olan 1/2 ( a - | ~ f > } X 3/4 e v e i/2 ( a b ) X 2/3 düsturları ve alBağdâdi de m ısırlılardan gelen dÖrt-kenarlılar için ı/z ( o - | - c ) X i/n ( h - j - e f ) düstû­ runu ten kit etm ektedirler, Bu kaidelerin devam etmesinin sebebini, bir taraftan bahis mevzuu düstûrların her za­ man amelî hayatta istifâde edilebilecek bir kıym ete sahip bulunmasında ve d iğer ta ­ raftan da, Ölçme ameüyelerini dâimâ az-çok bir meslek adamı sıfatı yapan ameiiyeciterin, rakamlarını rahat bir şekilde hesaplamak için yaptıkları gayrette, riyâzî doğruluktan sarf-ı nazar etmelerinde ve bilhassa cezirleri hesap­ lamaktan kendilerini kurtarabildikleri zaman­ larda, küçük hatâlardan endişe etmemelerin­ de aramak lâzımdır. Benzer sebepler dolayısı ile ve tarihî kullanışa uygun olarak, hemen bütün mesaha eserleri verdikleri düstûrların doğruluğunu gösteren İlmî hendesî isbatlardan mahrumdur. Y alnız Magrip ve Endülüs arapları zümresinden sayılm ası mümkün olan yalıudi Abraham Savasorda ’ nın eseri, büyük mıkdarda, m antıkî b ir şekilde devam e ttiril­ miş olan isbatlar ihtiva e d er; İbn al-Bannâ’ v e al-H anbali 'de arada-sırada eski riyaziye­ cilere ( bilhassa Euklid ’e ) a tıflar buluyoruz. G eri kalanlar için, şüphesiz, göz ile görmenin verdiği bedâhatle ( msl. ’ A b d al-’A z iz vâhid-i kiyâsî murabbâiardan teşkil edilm iş bir şebe­ ke içine m üstevî şekiller tersim eder ve bun­ ların içindeki murabbâlar ile parçalarını sa­ y a r ) yahut ameliyenin doğruluğunu isbat için, bilâ vâsıta hads veya hesaptan hâsıl olan, bundan başka sık-sık zarûrî hesapları tam i­ m iyle yapılmış örnek-m isâl vâsıtası ile izah edilen itminan ile iktifâ olunuyordu. Müslüman m üellifler bir de bilhassa aynı hesap kaidelerini muhtelif cebir düstûrları ile ifâde etm ek itiyadında idiler. Berlin kütüp.. nr. 5034 yazması, msl. kaim zâvi-



yeli müselles içindeki q hesabı için şu düstûrları



veter k ıt’asının v e r ir : q = 1/2



[ ü + ( c 2 — i 2 ) : a ] = 1/2 [ a - f - ( c +



6 )1



1/2



[0 + (c-f-6) :



6)(c — = 1/2



[ c 2 -f- (c2 — b2 ) ]: a. Bu farkların neticesi sıfır ve sâdece mâlûm hadler ite aranılan büyüklük arasında, mümkün olduğa kadar çeşitli mü. nâsebetler kurmak idi. Bu suretle am eliyeyi yapanın doğru düstûrlar arasından, verilen m ıkdarlara göre, uygun bir hesap için kolaylık gösteren şu veya bu düstûru seçm esi kabil oluyordu. Müslümanlardaki mesaha ilminin k a y n a k ­ l a r ı n ı yunanlılar ile hindlilerde aramak lâzımdır. Mesahaya dâir eserlerin muhtevâ ve şekilleri, bilhassa eski m üelliflerde, hemen yalnızca yunânîdir. H usûsiyle M ısır kaynak­ larından gelen aşıtlara dayanan Heron ’un eserlerini yeni şekillere sokanlar da gâlibâ müslüman mesâha eserlerine örnek-esâs vazi­ fesini görm üşlerdir, ö lç ü m ikyaslarına dâir kısımlar, arâzi ölçme am eliyesi hakkında me­ seleleri, şibh-i münharif düstûrunu, dört-kenarh şeklin üst kenarının husûsî adını ( ra’» al' ari f ) başa koymak âdeti ( çok mıkdarda me­ saha eserlerinde g ö rü lü r) M ısır 'dan gelir, alHvârizmi 'deki jt adedî kıym eti, bir dâire içinde çizilebilen dört-kenarlı şekillerin }[a b e d düs­ tûru, kavis, kutur ve ve ter tesm iyeleri, uzun­ lukların şekiller üzerinde hind rakam ları ile gösterilm esi, hendese meselelerinin halli için, cebirin kullanılması ( muadeleler, terkip ve tâdil kaidesi, terkip ler n a za riy esi) Hindis­ tan ’dan gelm ektedir. Fakat asıl üstâdlar yun an lılardır; müslüman m üellifler, umûmî bir tarzda, mesâha ilminde o zamana kadar varıl­ mış olan neticeleri geçmemişlerdir. Ölçme ihtiyaçları onlar için hiç bir yeni m esele vaz­ etmiyordu ; amelî hendese yeni devirde çok son zamanlara kadar, meselelerinin en büyük kısmı daha yunanlılar tarafından k a t’î bir şekilde halledilmiş bulunan, ip tidaî hendese olarak kalm ıştır. Mesâha eserlerinde, bir takım yep-yeni hesap kaideleri gösterilebilm esine rağmen, müslüman müelliflerin bu sahadaki hizm etleri, istik ra ile henüz bilinmeyen yeni vakıaları keşfederek, mevzuun genişletilm esinden ziyâde, bu ilmi yeni hesap ve öğretm e usûlleri ile zenginleştirm e­ lerinde ve her şeyden önce kadîm devirden kalmış olan mirasın muhafazasında ve onu garba nakletmelerindedir. Heron ’ un ölçüler hakkındaki görüş ve usûlü şimâl-i garbî A v r u p a ’da her ne kadar ilk önce romalı arâzi ölçücüler tarafından tanın­ mış ise de, kadîm şekilleri içinde donup-kai-



79 *



MESAHA — MESÂNÎ.



mı ş olan bu ilim koluna yeni bir hayat veren, b. T e t k i k l e r : 1. M. C u rtze, D er her şeyden ziyâde, müslüman kaynaklardır. Liber Embadoram des Abraham bar C h ijja A s ıl arapça eserler, latinee tercüm eleri île Savasorda in der Übersetzung des Plato garp ta istifâd e edilebilir bir hâle g e tirild i; von T iv o li (A bhdlg . z. Gesch. de math. Pİzalı Leonardo, şâheserlerini, uç asır klasik Wissensch., XII. cüz, 1902 ) ; 2. A . Hoccbeim, bir eser hâlinde kalm ış olán „practica geo ­ „ K â fi f i *l-jfisâb“ des A bâ Bekr al-Karchî, m étrica“ sıuı y a z d ı; bu Savasorda 'yı çok y a ­ 9. — 11. Programm d. höh. Gew erbeschule kından tâkip e tm ekted ir; o da „L iber embaM agdeburg, 1S7S— 1880; 3, A . Marre, L e dorum“ ile „L ib er mensurationis“ arasındaki messähat de Mohammed ben M ousse alhayrete şâyan benzerliklere bakılacak olursa, K h ârezm i ( A n n a li di Matematica, 1865, VII, çok muhtemel olarak, A b u Bakr ’e bağlana­ 269 v.d .); 4. G. H, F. Nesselmann, Essenz bilir. XVI. asrın son yıllarına kadar, dâimâ der R echenkunst von Mohammed Beha-edşekil bakımından olduğu kadar, esâs bakımın­ din ben A lhossain (Berlin, 1843); 5. Fr. Rosen, dan da aslî menbaı hatırlatan amelî hendese The A lgebra o f Moh. b. Musa (London, 1831); eserlerine tesadüf ediyoruz. 6. J. R uska, Z u r ältesten arabischen Algebra B i b l i y o g r a f y a : a. Y a z m a l a r . I. und Rechenkunst ( Sitzgs.-Ber. d. H eideiber­ l a t i n c e y e tercüm e edilmiş arapça ger A k a d .d . W issensch ), H eidelberg, 1917 ; e s e r l e r : 1. Liber in quo terrarum e i cor7. E. W iedem ann, Ober die Geometrie und porum continentur mensuraiiones Ababuchri A rithm etik nach den M afâtîh a l-U lû m , ( müellifi muhtemelen A bu Bakr, Sim, 1055; Beiträge z. Gesch. d. Naturzvissensch., X IV krş. S, Suter, D ie Matkem aiiker an d A stro­ ( S B P M S o z . Erlangen, 1908, X L ) ; 8. nomun der A r a b e r . . . , A bh. z. Cesch. d. ayn. mll., Über das Messen nach Ihn almath, W issensch., X L V , 10. cüz, 1900, nr. Haitam , Beiträge, XVJ 1 ( S B P M Soz. Erl., 224), Cam bridge Univ. Library, Mm., II, 1909, X L 1 ) ; 9, ayn. m ll, Über Vermessung 18, üş1»— 76*»; z, L iber Saydi abuothmi nach îbn M am m äü, Beiträge, XXI { S B P M (m ü ellifi ihtimâl Zayd A b u Osman, Sim. Soz, Erl., 1910, XLU )._ ( C. S c h irm e r.) 1052; Suter, nr, 222; ayn, esr., 76*»— 77a ); M E S Â N Î. ai-M A ŞÂ N İ (A .), m â n a s ı ş ü p ­ 3. Liber aderameti ( müellifi İhtimâl 'O m ar h e l i b i r t â b i r . Kur'an ’da iki yerde, bil­ al-ldadrarni, Sim. 1057, Suter, nr. 227; hassa X V , 87 ( „ v e biz sana m aşanı 'den yedi­ ayn, esr., 7 7 a — 77 b). sini ve ulu Kur'an '1 getird ik“ ) ve XXXIX, 24 II. A r a p ç a e s e r l e r : ı. İbtt Ciyâb( "A lla h sözün en güzelini, Tanrısından korkan­ ( 115 0 'ye doğru ), al-T a krib va ’l-taysir li ların tüylerini ürperten v e kendi kendine ben­ ifadat al-m abtadi b i-şin dat misâhat al-su- zeyen b ir kitabı, m aşâni, inzâl e tt i“ ) 'te geçer. tûh ( Escurial, eski nr. 924, yeni nr. 929, Kelimenin ikinci â yette bizzat K u r’an mâ­ var. ı* — 70 •>); 2. ‘ İmad al-D in al-Bağdâdi nasına, birincide İse, bil’akis K u r’ an 'a benzer ( ölm. 1336, S u ter, nr 494). F İ anvâ' al-ma- bir şeye delâlet eder görünmesi, bu tâbirin sâhât li-su{uh va ’ 1-macassamSt ( Berlin, nr. izahını güçleştirm ektedir. 5976 , * 7 * — 26®) } 3. tbn ai-Bannâ’ (Sim . T abari ( T a fsir, X IV, 32 v. d d .; krş. XXII, >339 / *34 °> Suter, nr. 399 ), R isSla f i *ilm 124 v.d.) 'de şu tefsirler bulunm aktadır: al-misâha ( Berlin, nr. 5945, var. 70*» — 73 « ); a. Mûsâ yedi m aşâni 'den altısını alm ış id i; 4. müellifi mechûl, RisSla 4alS a sa l ’ ilm al- kendisi „kanûn levhalarını" kırdığı zaman, bu misâha ( t e l i f tarihi 1358; Berlin, 5953, altının ikisi kayboldu. Yedi maşâni, yedi uzun 56b — 59a ) . j, müellifi mechûl, R isSla f i sûre, yâni II.— VII. sûreler ile hangisi oldu­ ‘i/m al-misâha ( Berlin, nr. 5954, 85b— ğunda ittifa k edilemeyen bir yedinci sûredir. 95b); 6. C am şid b, Mas'üd ai-Kâşi (Sim . Bu, bâzılarm a göre, X. veya tek bir sûre gibi 1436/1437; Suter, nr. 429), M iftâ k al-hussâb telâkki edilen VIII. ve IX. sûrelerdir. f i ‘ilm al-hisâb ( Berlin, nr. 5992, 27®— • b. Y ed i m aşâni altı âyetten mürekkep olan 48b); 7. Y a ’iş b. İbrahim al-Um avi ( 1490’a F a tih e sûresine delâlet e d er; bu altı âyete doğru, Suter, nr. 453), R a f al-işkâl f i birinci â ye t olm ası icâp eden başmala ilâve misâhat al-aşkâl ( Berlin, nr. 5949, 73a olunur. Buna m aşâni, yâni „te k ıa rla r“ denil­ “ 79 * ) ; S- İbn a!-Hanbali (o im . 1563; m iştir; çünkü namazda ( ş a lâ t) her rek’a tta Suter, nr. 464 ), M a h a il al-malâha f i ma­ tek ra r edilir. Bu izah X XX IX , 2 4 ’te m aşanı sa 'il al-misâha ( Paris, nr. 2474, Ia — kelimesinin hemem evvelinde bulunan mutaşâ5 3 “ )» 9* :A b d A llah Şin şavri (Sim . 1590/ bih ( „kendi kendisine benzeyen“ ) tâbirine 1591; Suter, nr. 4 7 * ), K u r rat a l-a y n f i dayanmaktadır. misâhat çar} al-kallatayn ( Berlin, nr. 5951, c. M aşâni umûmiyetle K u r’an ’a delâlet var. 1 — 12 ; G oth a, nr. 1078, I ve 1079). eder.



M ESÂNÎ.



793



H a d î s a, ( T irm izi, Tafsîr, sûre IX, İlmesine bağlar ve kelimenin anlaşılması için, hadîs i ; krş. Buhâri, Azan, bâh 106 ) ve b. Kur’ an XXXIX, 2 4 ’e istinât eder; bu sûredeki (B u h â ri, Tafsir, sûre I, bâb ı ; sûre X V , bâb âyet 24 m aşân i 'nin cezalar Sıakkmdaki hikâ­ 3; Faza il al-Kur an, bâb 9 ; T irm izi, Tafsir, yelerinin bir kısmım teşkii eder gibi görünm ek­ sûre XV, hadîs 3 4 ; Nasâ i, ¡ftitâfy, bâb 26) tedir. Bu görüş tarzı D. H. Müller ( Die Pro­ pheten in ihrer ıırsprünglichen Form, I, 43, mânaları arasında tereddüt etm ektedir. Maşâni ’«İn şeklini izah hususunda da itti- 46, not 2 ), H. Grimme ( Mohammed, 11,77), iak edilmiş değildir. al-B ayzâvi ( XXXI X, 24 N. Rhodokanakis ( W Z K M , X X V , 66 v . d . ) münâsebeti ile ) 'd e musannan, muşnan veya ve J. Horovitz ( Koraniscke Untersuckangen, maşnin. gibi müfred şekiller vardır. al-Zamah- s. 26 v . d ) tarafından kabul edilmiştir. Bu da şari maşnâ şeklini zikreder. Bu ikinci şekle X V, 87 âyeti nâzil olduğu zaman bu eezâiaı-a „ikişer-ikişeı-“ mânasında da tevzî sayı sıfatı dâir hikâyelerin 7 tanesinin mevcut bulun­ olarak, K u r’an ( IV, 3 ; XXXIV, 45 ; X X X V , 1 ) masını icâp ettirm elidir. Bu tâbirin Kur’an dışında kullanıldığının eski ve hadîste (B u h âri, Şaiâ t, bâb 84; Vitr, bâb ı t ; Tahaecıtd, bâb 10; Muslim, Masa/irin, bir te’yidine A bu ’l-A svad al-Du ali nin bir hadîs 1 4 5 - 1 4 8 ; T irm izi, ŞalSt, bâb 206 v.d ) şiirinde ( metin ve tercümesi için bk. Nöldeke, (esâdüf edilm ektedir. Bununla berâber ma­ Z D M G, XVIII, 236 v.d.; bu hususta bk. Beşanı için bu mâna çok tatmin edici olma­ van, J R A S , 1921, s- 584 v.d .; Horovitz, malıdır. ayn. esr.) tesadüf olunmaktadır. M iü n a ’yo A . G eig er ( Was hat Mohammed aus dem karşılık maşâni ’ye burada K ur’an 'ın" yedi Judenthume aufgenommenl, s. 57 v.d ), İbranî âyetli“ sûreleri denilmiştir ve mi'una’ye de mişnâ ( ârâmî. maşntşâ ) üzerine dikkati çek­ „yüz ayetli" sûreler denilmektedir. Bu kısım ­ miş idi. Ona göre, binnetice maşâni ile bütün ların ne ihtiva ettiğini doğru bir şekilde bil­ Kur'an '1 anlamak lâzımdır. Bu nazariye Nölde- miyoruz. N ihâyet G oidziher ile N ö ld ek e’nin ke-Sehwally ( Geschickte des Qorans, s. 1 14 v.d.) Kur’an hâricindeki rivayetlerde rastlanan ve tarafından tasvip edilmiştir. Bir de şu husûsa açıkça İbranî mişnâ ’ya göre teşkii edilmiş dikkat nazarı çekilebilir: mişnâ, kanunun ayrı bulunan bir masnât tâbirine işaret ettiklerini bîr maddesi mânasına geldiği gibi, bütün ka­ ( Z D M G , LXÎ, 866 v.dd.) de zikretm ek ieâp nun mânasına da gelir ve maşâni 'nin iki eder. B i b l i y o g r a f y a : Metinde zikredilen mânası ( ayrı bir âyet ve Kur'an ’ın bütünü ) eserlerden başka bk. bir de Th. Nöldeke, bundan iştik ak ettirileb ilir; bu iştikak Kuran Heue Beiirâge s. sem, Sprachzaissenschafi, kelimesinin benzer iki mânası ( ayrı vahy ve s. 2ö; Fahr al-D in at-R âzi, Mafâtih alvahylerin bütünü ) olması vakıasına da istinat ğayb, IV , 110 v.dd.; al-Suyüfi, îtkân, s. ettirilebilirdi. 124; Lisan al-arab, XVIII, u y v.dd.; Lane, Spreııger ( Das Leben und die Lehre des Lexicon, mad. maşnan. Mohammad, Berlin, 1861, I, 463 v.d.) kelime­ ( A . j . W E N SIN CK .) nin izahını İbranî şânâ ( „te k rar etm ek “ ) ke-