Parti Değerlendirmeleri [1]
 975-7271-38-1 [PDF]

  • 0 0 0
  • Suka dengan makalah ini dan mengunduhnya? Anda bisa menerbitkan file PDF Anda sendiri secara online secara gratis dalam beberapa menit saja! Sign Up
File loading please wait...
Citation preview

Parti değerlendirmeleri-1



EKSEN YAYINCILIK



EKSEN B asım Yayın Ltd. Şti. Mollaşeref Mah., Turgut Özal Cad. Fatih/İ stanbul Tel: (2.12) 534 32 39 Fax: (212) 635 69 93



B askı tarihi: N isan. 2006 Baskı ISBN



:



I



: 975-7271 -38-1



Baskı- Cilt Step Ajans, 0212 446 88 46



Parti değerlendirmeleri·1



İÇİNDEKİLER Sunuş Türkiye Komünist İ şçi Partisi kuruldu! Yeni bir yılın başında dünya ve Türkiye Seçim ler ve parti taktiği Devirmeyen darbe güçlendirir E mperyalizm ve Balkanlar 'da emperyalist savaş Zorlu döneme örgütsel hazırlık Kürt harekethde son gelişmeler Yeni eylem dalgası Yeniden inşa süreci Ulucanlar katliamı ve ötesi B irinci yılında parti Emperyalist stratejilerin kıskacındaki Türkiye Dostun düşmanın önünde yükseklere çekilmiş bayrak Gelişmekte olan işçi hareketi ve 1 Mayıs Dönemin görev ve sorumlulukları Gençlik hareketi ve partinin güncel sorumlulukları Hücre saldırısını püskürtmenin sorunları ve sorumlulukları Siyasal durum ve devrimci görevler Hücre saldırısı ve yeni zindan direnişi Yeni bir yıla girerken Sarsıcı ve aydıntatıcı gelişmeler Düzenin krizi ve devrimci sınıf alternatifi



Geleceği kucaklamak için Dönemsel durum ve partinin sorumlulukları Düzen bekçileri hazırlanıyor S aldırı sonrası yeni dönem Emekçilere ve halkiara savaş i lanı Emperyalist savaşa karşı savaş! Zor dönem zorlu görevler Sınıf çalı şmasını n güncel sorunları Öncü işçi p latformları Sınıf çalışması ve kültür-sanat cephesi Geli şmeler ve güncel sorunlar Emperyal izmin kıskacında Ortadoğu Seçimler ve devrimci sınıf çizgisi Seçimler sonrası yeni dönem



Sunu ş



Burada iki kalınca kitap halinde sunduğumuz değerlen­ dirmeler büyük bir bölümüyle Türkiye Komünist İşçi Partisi Merkez Yayın Organı Ekim'in başyazılarından oluşmaktadır. Derleme başlangıçta yalnızca başyazılada sınırlı bir çerçeve­ de düşünülmüştü. Daha sonra belirli konulardaki (sınıf hare­ keti, kadın sorunu, kamu hareketi, kültür-sanat, ideolojik eği­ tim vb.) en temel bir ya da iki yazıyla desteklemenin amaca daha uygun düşeceği sonucuna varıldı. Bu, derlemenin hac­ mini doğal olarak biraz genişletti, fakat sonuçta daha güçlü ve amaca daha uygun bir bütün çıktı ortaya. Bu değerlendirmeler bir partiye ve bir döneme aittir. Döneme başlangıç olarak TKİP'nin kuruluş tarihi (Kasım 1998) ve bu çerçevede derlerneye başlangıç olarak da TK İP Kuruluş Bildirisi seçilmiştir. Bu öznel seçim derlemenin ama­ cına uygundur; amaç, devrimci bir partinin kuruluşundan bu yanaki temel siyasal değerlendirmelerini okura toplu olarak sunmaktır. Derleme bir döneme göre yapıldığı için aynı dönem içinde 7



çok değişik konulardaki metinler burada birarada yer almak­ tadır. Dünya ve Ortadoğu'daki siyasal gelişmelerden Türki­ ye'de siyasal süreçlerin çok yönlü seyrine, sınıf hareketinin sorunlarından gençli k ve kamu hareketine, Kürt sorunu ve hareketinden kadın sorununa, sendikalar sorunundan kültür­ sanat sorunlarına, hücre saldırısı ve zindan direnişinden dev­ rimci hareketteki tasfiyeci kan kaybına ve reformİst solun yeni yönelimlerine, n ihayet partinin örgütsel sorunlarından çalışma tarzına ve yayıniarına kadar, alabildiğine zengin b ir konu çeşitliliğinden oluşan b ir derlemedir bu. TKİP'n in kuruluş tarihi üzerinden seçilen bu döneme damgasını vuran olaylardan bazılarını burada rastgele s ıra­ lamak, bu derlernede ele alınan konuların önemine bir başka yönden ayrıca ışık tutmuş olacaktır. Dönem i n başlangıcı yaklaşık olarak Kürt hareketindeki köklü konum ve kimlik değiş imine denk geliyor. Devamında Ulucanlar katliamıyla startı verilen hücre saldırısı ve büyük zindan direnişi var. Cumhuriyet tarihinin en büyük ekonomik çöküntüsünü i şa­ retleyen Kasım 2000 ve Şubat 2001 krizleri aynı dönem için­ de bunları tamamlıyor. Bu aynı zamanda tahkim ve mezarda emeklilikten özelleştirmelere ve kölelik yasasına kadar i şçi sınıfı ve e�ekçilerin ekonomik ve sosyal kazanımiarına cum­ huriyet tarihinin en kapsamlı saldırılarından birinin yöneltil­ d iği bir dönemdir de. Ö te yandan Eylül 200 1 , dünyada İkiz Kuleler saldırısını ve dolayısıyla Amerikan emperyalizminin dünya halklarına karşı ilan ettiği yeni "haçlı seferi"ni i şaret­ liyor. Bunun devamında Afganistan ve Irak'a yönelik em­ peryalist savaşlar ve işgaller var. Bu aynı dönemde dünyada sermaye yönünden neo-l iberal saldırılar ile polis devletine geçiş uygu lamaları, işçi sınıfı, emekçiler ve ezilen halklar cephesinden ise yeni bir sosyal mücadeleler döneminin önemli yeni çıkışları var. Türkiye'de sınıf ve kitle hareketleri yönün­ den nispeten durgun geçen bu dönem, sol harekette tasfiyeci 8



kanama ve savrulmaların yeni boyutlar kazanmasına da tanık­ hk ediyor. Reformist sol üzerinden parlamentarizınin yeniden güç kazanması ve bunun burjuva düzen akımlarıyla ittifakları gündeme getirmesi, anti-emperyalist mücadele sorununun or­ ta sınıfa denk düşen burjuva milliyetçi eğilimler halinde yoz­ laştırılması, devrimci program ve ilkeler bir yana bırakılarak devrimi açıktan terketmiş Kürt hareketine kuyrukçuluk çizgi­ sinde ısrar, bunun dikkate değer göstergelerinden yalnızca birkaçı olarak sıralanabilir. Sınıf ve kitle hareketindeki dur­ gunluk ile Kürt hareketindeki teslimiyet ve tasfiye yönelimi, karşı yönden devletin son derece hesaplı ve kapsamlı ezıne ve tasfiye etme saldırısı ile de birieşinet, l'u aynı dönem geleneksel küçük-burjuva devrimci-demokrat harekette ye­ ni iç çözülmelere ve reformist safiara geçişlere tanıkl ık etti. Bu temel önemde olaylar listesi, aynı dönemdeki genel ve yerel seçimlerde geleneksel düzen partilerinin sandığa gö­ mülmesi ve dinci-Amerikancı AKP' nin siyaset sahnesinde belirgin biçimde güç kazanması, dizginsiz bir şovenizmin topluma egemen kılınmaya çalışılması ile devletin Kürt soru­ nundaki geleneksel politikasının çöküntüsü vb. olaylarla daha da uzatılabil ir. Burada okura iki kitap halinde sunduğumuz Parti De,�er­ lendirmeleri işte bütün bu konuları kapsıyor. bütün bu konu­ ları devrimci bir partinin bakışaçısından işleyen en temel metinlerden oluşuyor. Yine de bu son ifadede yanılgıya yolaça­ bilecek büyük bir eksiklik de var. Zira buraya alınmış değer­ lendirmeler yalnızca dolaysız olarak Parti adına ve Parti 'nin Merkez Yayın Organı üzerinden sunulmuş olanlardır. Oysa devrimci her parti gibi TKİP'nin siyasal değerlendirmelerinin de yeraltı basınıyla sınırlı olmadığını, dahası bugünün koşul­ larında yeraltı basınının bunun ancak küçük bir bölümünü tem­ sil ettiğini de biliyoruz. Buradan bakıldığında, bu derlemeler­ de sunulmuş değerlendirmeleri yalnızca daha kapsamlı bir 9



bütünün sınırlı bir parçası ol arak ele almak gerekir. Parti Değerlendirmeleri'ni izieyecek yeni kitaplar dizisi ile bu bütünü okurun kolay kullanımına sunmaya devam edeceğiz. Yazık ki Türkiye solunda süreli yayınlar üzerinden sunul­ muş değerlendirmeleri bir dönemin ardından kitaplaştıTarak böylece hem kalıcılaştırmak ve hem de okurun kolay kulla­ nımına sunmak alışkanl ığı fazlaca yok. Bu yola başvurul­ mamasının farklı nedenleri v ar kuşkusuz. Öncelikle bunun önemi yeterince gözetilmiyor. Her hafta ya da her ay çıkan bir yayında yeralan yazılara araya yıllar girdikçe okurun ulaşabilmesinin güçlükleri yeterince gözetilmiyor. Öte yan­ dan belki bundan da önemli olan, bu değerlendirmelere biz­ zat sahipleri tarafından duyulan belirgin güvensizliktir. Ara­ dan yıllar geçtikten sonra politik ağırlıklı değerlendirmeleri okurun karşısına dolaysız biçimde çıkarabilmek için bu değer­ lendirmelerin zamanında güçlü ve ayrıca da zamana dayanık­ lı olması gerekir. Oysa Türkiye, dönemsel siyasal değerlendir­ meleri bir yana bırakalım, 5 ya da 1 0 yıl gibi nispeten k ısa zaman dil imleri içinde bazı siyasal çevreler payına temel yaklaşımların, hatta programların bile eskitHebildiği bir ülke­ dir. Böyle olunca, süreli yayınlarda ortaya konulanların orada unuıulmaya terkedilmesi belirgin bir pol itik tercih olarak da kendini gösterebi liyor. Komünistler Türkiye soluna, süreli yayınlarda yeralan temel ve taktik değerlendirmelerin kitaplaştırılmak yoluyla y ıllar sonrasında okurun hizmetine dolaysız olarak sunul­ ması geleneğini getirdiler. Bu gelenek edinilmiş tutarlı bakış­ açısından, bunun ürünü değerlendirmelerin zamana olan da­ yanaklılığına duyulan güvenden ayrı düşünülemez kuşkusuz. Bu son yargı, burada okura sunulan değerlendirmelere bugü­ nün gözüyle bakışımızı da ortaya koymuş oluyor hal iyle. Nisan 2006



10



Devrim tarihimizde bir kilometre taşı:



Türkiye Komünist işçi Partisi kuruldu!



Devrim tarihimizde bir dönüm noktası oluşturacak olan devrimci adım atıldı. Komünistlerin işçi sınıfı n ın devrimci partisini inşa etmek için yıllardır harcadı kları zorlu ve inatçı ça ba l ar n ihayet başanya ulaştı. Türkiye Komünist İ şçi Partisi



kuruldu! Partimiz'in kuruluşu, parti inşa örgütümüz olan EKİ M'in mevcut tüm örgütlerinin genişçe temsil edildiği Kuruluş Kong­ resi'nde gerçekleşti. Kuruluş Kongremiz Partimiz'in temel teorik yaklaşımlarını, programını, tüzüğünü, taktiğini ve örgüt­ sel çizgisini tartı ş ı p karara bağlayarak Türkiye Komünist İşçi Partisi 'nin kuruluşunu ilan etti . Böy lee e, geçen yılın ikinci



yarısında



"Herşey parti için! Herşey parti kuruluş kongresi



için!" şiarl arını y ükselten komün i stler, işçilere, emekçitere ve devrimcilere verdikleri sözü yerine getirmiş oldul ar. Partimiz'in kuruluşu, insanlığı ve uygarl ı ğ ı tükenişe ve ll



yıkıma sürükleyen emperyalist-kapitalist dünya düzenine karşı kendi coğrafyamızdan yükseltilen militan bir mücadele çağ­ rıs ı dır. Parti miz'in kuruluşu, ony ıllardır yıkılınayı bekleyen Türkiye'nin kokuşmuş ve çeteleşm iş kapital ist sömürü dü­ zenine militan bir savaş ilanıdır. Partimiz'in kuruluşu, onyıl­ lardır bu topraklarda devrim ve sosyalizm davası uğruna kavga vermiş, emek harcamış, acı çekmiş, büyük y iğitlik örnekleri sergiiemiş dünün ve bugünün devrimci kuşaklarının yarattığı birikimin güvenceye alınmasıdır. Ve nihayet Partimiz'in kuru­ luşu, kapitalist sömürü düzenini tarihe gömecek ve bu uğurda tüm emekçitere önderlik edebilecek yetenekteki tek gerçek toplumsal güç olan işçi sınıfının devrimci önderlik ihtiyacının somut olarak karşılanmasıdır. Türkiye Komünist İşçi Partisi dünyada ve Türkiye'de zafer ve yenilgilerden oluşan zengin bir devrimci mirasın üzerinde yükselmektedir. Partimiz bu mi rası kararlılıkla savunmakta, kendisini onun bugünkü temsilcisi ve yarınlara taşıyıcısı say­ maktadır. Fakat öte yandan Partimiz bizzat bu aynı devrimci geçmi­ şin çok yönlü bir eleştirel değerlendirmesinin ürünü olmuştur. Zayıf, eksik ve kusurlu olan her noktada bu geçmişi devrim­ ci eleştiriye tabi tutmuş, ondan gelecekteki mücadeleler için gerekli dersleri ve sonuçları çıkarmaya çalışmış, bu temel üzerinde devrimci bir yenilenmenin i fadesi olmuştur. Dünyada ve Türkiye'de yıkıcı yenilgilerle sonuçlanan bir tarihi dönemle devrimci hesaplaşmanın ürünü olan Türkiye Komünist İşçi Partisi, bu konumu ve kimliği ile yeni dönemi kucaklama iddiasındadır. Yeni dönem, ikibi n l i yıllar, dünya­ da ve Türkiye'de yeni devrim dalgaianna sahne olacaktır. Bu salt devrimci iyimserliğe dayalı bir kehanet değildir. Dün­ ya ölçüsünde işçi sınıfının ve ezilen halk kitlelerinin yeni bir mücadele dönemine gird iklerinin, proleter hareketin ve halk isyanlarının yeni bir tarihi evresinin başladığının şimd iden 12



çok sayıda somut göstergesi mevcuttur. Partimiz'in kuruluşu bu yeni dönemin, geleceğin yeni devrimler dalgasının kendi coğrafyamızdan başarılı bir önderlikle kucaklanabilmesine bir ilk hazırlıktır. Partimiz komünist sıfatı taşımaktadır, o komünizmin par­ tisidir. N ihai hedefi, toplumun sınıfiara bölünmesine kesin bi r biçimde son vermektir. B öylece bu bölünmeden doğan her türlü toplumsal ve politik eşitsizliği tamamen ortadan kaldırmak, onun ürünü olan her türlü kötülüğü kökünden yoketmektir. Baskının, sömürünün, her biçimiyle köleliğin ilelebet yokedildiği evrensel bir toplum düzenine ulaşmaktır. Partimiz devrimci bir kimlik taşımaktadır: o devrimin, proletarya devriminin partisidir. Bugün Partim iz'in önündeki temel devrimci görev, burjuvazinin sınıf egemenliğinin yıkıl­ ması, iktidarın işçi sınıfı tarafından ele geçirilmesidir. Sırtını emperyalizme dayamış mevcut burjuva sınıf egemenl iği, bu­ gün toplumumuzun karşı karşıya bulunduğu tüm temel top­ lumsal ve siyasal sorunların gerçek kaynağıdır. Bu sorunları çözmek egemen burjuva sınıfı devirmekten, onun egemenlik aygıtı olan mevcut devlet iktidarını şiddete dayanan bir dev­ rimle yıkmaktan, yerine proletaryanın tüm emekçilerin deste­ ğine dayalı devrimci iktidarını kurmaktan geçmektedir. Emek­ ç ilerin sömürüden ve her türlü demokratik hak yoksunlu­ ğundan, ülkenin emperyalist kölelikten. mazlum Kürt halkının sömürgeci boyunduruktan kurtulabilmesinin biricik gerçek yolu buradan geçmektedir. Partim iz'in bugünkü devrimci stratejik çizgisinin esası budur. Partimiz işçilerin, işçi sınıfının partisidir. Partimiz'in işçi sınıfının temel ç ıkarları dışında bir çıkarı, temel amaçları dışında bir amacı yoktur. İ şçi sınıfı toplumumuzu bugünkü çürüme ve kokuşmadan muzaffer bir devrimle çekip çıkamıa yeteneğinde olan tek gerçek toplumsal güçtür. Devrimimiz ancak bu sınıfın önderliğinde başanya ulaşabil ir. Partimiz'in 13



temel tarihi misyonu bu doğrultuda işçi sınıfına yoi göstermek, ona bugünkü mücadelesinde önderl ik etmektir. Bunda başanlı olabilmek için işçi sınıfıyla et ve tırnak gibi kaynaşmak Parti­ miz'in en aci l görevidir. Bu tüm öteki emekçi katmanlara, toplumun tüm öteki ezilen kesi mlerine başarıyla önderli k edebilmenin de biricik maddi güvencesidir. Partimiz Türkiye'nin on yılları bulan devrimci teorik ve pratik birikiminin en ileri düzeyde özümsenmesinin ve onun devrimci temeller üzerinde ileriye doğru aşılmasının bir ürünü olmuştur. Bu konum ve kimliği ile Partimiz, proletarya dev­ rimi davasına ve sosyalizme samirniyetle inanan tüm devrim­ cilerin altında birleşebilecekleri bir b�yrak yükseltmiştir. Par­ timiz'in kuruluşu komünist olmak iddiasındaki tüm devrimci­ lere bu bayrak altında birleşme çağrısıdır. Bugünkü çürüme ve kokuşma mevcut düzenin tarihsel öm­ rünü çoktan doldurduğunun maddi bir itirafından başka bir şey değildir. Bu olgu yeni de değildir. Son 30 y ıldır bu ko­ kuşmuş düzen yıkılınayı bekliyor. Bu yıkılışı olanaklı kılacak olan devrimci dinamikler her seferinde ancak askeri darbelerle dizginlenebildi. Son 3 0 yılın devrim cephesinden kendini en yakıcı bir biçimde hissettiren temel zaafiyeti devrimci önderlik alanındaki boşluktu. Partimiz bugün bu boşluğu doldurmak iddiasında­ dır. Partimiz ideolojik çizgisini, bunun ürünü olan programını ve nihayet bu temel üzerinde bugüne dek sağladığı maddi­ örgütsel birikimini bu iddianın somut güvencesi saymaktadır. Partimiz sınıf bilinçli işçileri ve tüm samimi devrimcileri kendi saflarında birleşmeye, devrimci önderlik iddiasına omuz vermeye çağırmaktadır. Yaşasın proletarya devrimi! Yaşasın sosyalizm! Türkiye Komünist İşçi Partisi



Kasım '98 14



'99 vılına J!irerken...



Yeni bir y1hn baş1nda dünya ve Türkiye



yılını geride bıraktık. İkibinli yıllara yalnızca bir yıl kaldı. İnsanlık yeni bir yüzyıla, 21. yüzyıla giriyor. Biz Tür­ kiyeli komünistler gelmekte olan yüzyılı işçi sınıfının devrim­ ci partisinin kuru luşuyla, Türkiye Komünist İşçi Partisi 'nin ilanıyla karşılıyoruz. Ve biz, Türkiye devrimi için tarihi önem­ de gördüğümüz bu adımın yeni bir yüzyıla geçişle çakış­ masının sembolik olmaktan öteye bir anlamı olduğuna ina­ nıyoruz. Türkiye'de yeni temeller üzerinde bir komünist hareketin doğuşu, 12 Eylül askeri faşist darbesini i zleyen ağır ve her açıdan yıkıcı bir yenilginin sonrasına denk geldi . Bu yenil­ ginin yarattığı ağır tasfiyeci hava daha henüz dağılmamışken, bu kez uluslararası planda büyük bir gericilik dalgası baş­ gösterdi. Öylesine ki, komünist hareketimizin siyasal mücadele '98



·



15



alanına çıkışıyla bu uluslararası gericilik dalgasının başlan­ gıç startını oluşturan geli şmeler neredeyse üstüste düştü. Sovyetler Birliği'nde başlayan, tüm Doğu Avrupa'ya yayılan ve Sovyetler Birliği 'nin dağılmasıyla noktalanan bu olaylar zinciri, tüm dünyada devrim ve sosyalizme karşı tarihin gör­ düğü en büyük ideolojik, psikolojik ve siyasal haçlı seferine vesile oldu. Marks izm'e, sosyalizme, devrime dair herşey görülmemiş bir saldırı, karalama ve inkar kampanyasının hedefi haline geldi. Tarihi gerçekler tersyüz edildi. Gerici burjuva düşünce ve değerler kutsandı. Kapitali st düzenin ebediliği, dolayısıyla "tarihin sonu" ilan edildi. İ şte biz Türkiyeli komünistler, Partimiz'i, bir yenilgi sonra­ sının yıkıntı ortamında ve tarih i n bu en büyük uluslararası gericilik dalgasına göğüs gererek, inanç ve kararlılıkla adım adım inşa ettik. Gericilik dalgasının solu da sardığı, dünyada ve Türkiye'de irili-ufaklı bir dizi sol siyasal akımı tükettiği ya da "en az direnme çizgisi"ne ittiği, ihanete ya da kurulu düzenin icazeıine sürüklediği bir evrede, bizler, kendi coğraf­ yamızda, kom ünizmin ve devrimin partisini yaratma iradesi ve kararlılığını ortaya koyduk. Karalamalara ve inkara konu edilen devrimci geçmişin derslerinden en iyi biçimde öğren­ meyi bir an bile ihmal etmeksizin hep, geleceğe baktık, ge­ leceğin kaçınılmaz olarak kendini gösterecek yeni tarihi mü­ cadelerine hazırlandık. 7-8 yıl önce gerici emperyal ist propaganda kapitalizmin ebediliğini, aynı anlama gelmek üzere tarihin sonunu ilan ediyordu. Bugün borsa çökuntilleri ve bir dizi ülkede kapita­ list ekonominin iflası eşliğinde kapitalizmin karanlık geleceği tartışılıyor. 7-8 yıl önce gericilik dünyasının sağır edici propa­ ganda�ı eşliğinde "sosyalizmin iflası" tartışılıyordu, bugün gitgide genişleyen bir çerçevede kapitalizmin kaçınılmaz so­ nu tartışılıyor. Sosyalizm, işçi sınıfı ve emekçiler için yeniden güçlenen bir umut haline geliyor. 16



Kapitalist dünya: Her alanda istikrarsızlik Kapitalist-emperyalist dünya sistemine bugün çok boyutlu bir genel istikrarsızlık egemendir. Bu istikrarsızlığın temelinde kapitalizmin, onunla belirlenen emperyalist dünya sisteminin onulmaz çelişkileri yatmaktadır. İktisadi bunalım, borsalarda birbirini izleyen mali çöküntüler zinciri, tek tek ülke ekono­ milerinin iflası, emperyalistler arasında kızışan rekabet ve nüfuz mücadeleleri, bölgesel çatışmalar, bir dizi ülkede siya­ sal kargaşa, ve elbette, birçok ülkede işçi sınıfının ve emek­ çilerin günden güne büyüyen toplumsal muhalefeti... Bunlar kapitalist dünya sistemine egemen istikrarsızlığın ilk akla gelen güncel unsurlarıdır. Tüm bu sorunlar tablosu '90'1arın başındaki iddialarla çarpıcı tezatlar oluşturmaktadır. Dünya­ nın emperyalist efendilerine '90'1ı yılların başında egemen iyimser havadan bugün eser kalmamıştır.



O



zamanlar insan­



lığın gelecek perspektifini ve umudunu yoketmek için "tarihin sonu" propagandası pompalayanlar, bugün zincirleme olarak birbirini izleyen mali ve iktisadi çöküntülere bakıp kapitaliz­ min geleceğine ilişkin kaygıtara gömülüyorlar. İçinden geçmekte olduğumuz günlerin en önemli ulus­ lararası gelişmesi, geçen yılın yazında Uzak Asya'da .başlayan, ardından sırayla Japonya, Latin Amerika ve son olarak Rus­ ya'da yaşanan mali çöküntülerdir. Birbirinden beslenen bu mali çöküntüler, emperyalist küreselleşmenin biriktirdiği çeliş­ kilere ve sorunlara çarpıcı örneklerdir. Bu zincirleme geliş­ meler kapitalist dünya ekonomisini bekleyen genel bir çö­ küntünün de yeni işaretleridir. Benzer olaylar yıllardır farklı biçimlerde tekrarlanmakta, her yenisi kapsam ve yıkıcı etkileri bakımından kendinden öncekini aşmaktadır. Dünya kapitalizmi 25 yılı aşkın bir süredir genel iktisadi durgunlukta ifadesini bulan bir bunalım içindedir. Kapitaliz17



min tarihinde görülmemiş boyutlarda mali spekülasyona, bor­



sa oyunlarına yönelmek, uluslararası sermayenin bu bunalı­ ma



verdiği yanıt oldu. Çok uluslu tekeller ve bankalar buna­



lım koşullarında üretimden sağlayamadıklan aşırı kirları mali spekülasyonlarla sağlama yoluna gittiler. Öylesine ki, '70'1i yılların ortasında sermayenin yalnızca %I O'u spekülasyona yöneliyorken, bu oran '90'ların ortasında %95'i bulmuştur. Bu rakamlar dünya kapitalizmindeki asalaktaşmanın kazan­ dığı korkunç boyutlar konusunda herhangi bir yorumu gerek­ siz kılmaktadır. Fakat birbirini izleyen borsa çöküntüleri, uluslararası mali sermayenin iktisadi bunalıma çözüm alternatifi saydığı bu oyunun da sonuna gelinmektc olduğunu göstermektedir. Dün bir olanak, aşırı kar düzeyine bir çözüm olarak görülen şey, bugün krizi ağırlaştıran, dünya ölçüsünde genel bir iktisadi­ mali çöküntüyü hazırlayan etkene dönüşmüştür. Bu, borsa oyunlarına, mali spekülasyonlara dayalı "kumarhane kapita­ lizmi"nin, bu temel üzerinde yükselen emperyalist "küresel­ leşme"nin iflasından başka bir şey değildir. Ne var ki, bu iflasın faturasını dün olduğu gibi bugün de dünya çapında işçi sınıfı ve emekçi yığınlar, özellikle de bağımtı ülkelerin açlık, yoksulluk ve hastalıkla pençele­ şen geniş halk kitleleri ödüyorlar. Kriz ağırlaştıkça emekçitere yönelik iktisadi-sosyal saldırı da katmerleşiyor. Dünya çapındaki muazzam zenginlik biri­ kimine rağmen, kapitalist-emperyalist sistem yerkürenin dört bir yanında işsizlik, yoksulluk, açlık ve bunalım sonucu olan ölüm üretiyor. Servet-sefaJet kutuplaşması başdöndürücü bo­ yutlara ulaşmış durumda. Bu uçurum yalnızca bağımlı ülke­ lerin bünyesinde değil, emperyalist metropollerde de hızla büyüyor. Aynı kutuplaşma/gelir farkı uçurumu, sistemin em­ peryalist metropolleri ile bağımlı ülkeleri arasında da var. Özetle sistem çok boyutlu sosyal eşitsizlikleri, bunun ifadesi



18



toplumsal kutuplaşmayı, tarihinde görülmemiş boyutlara var­ dırmış durumda. Kapitalist dünya sisteminin temel çelişmelerinden biri olan emperyalistler arası çelişıneler de gittikçe keskinleşiyor. İktisa­ di bunalım emperyalist nüfuz mücadeleleri üzerinde şiddetlen­ dirici bir etkide bulunuyor. BM, NATO vb. uluslararası kuru­ luşlardaki iç sorunlar büyüyor. Emperyalistlerin çeşitli bölge­ ler ya da ülkeler üzerinde açık ya da örtülü nüfuz mücade­ leleri, özellikle Afrika önıeğinde görüldüğü gibi, gerici çatış­ malar için büyük kitlesel katliamlara, halkların y aşa m m da tamiri zor yıkımiara neden oluyor. Emperyalizmin artan sal­ dırganlığı, Balkar.!ar a NATO müdahalesi ve Ortadoğu'da süreklileşen ABD saldırganlığı, aym nüfuz mücadelelerinin doğrudan ya da dolaylı yansımalarıdır. İktisadi bunalımla içiçe kızışan emperyalistler arası rekabetin emperyalist ülkeler işçi sınıfına da günden güne ağırlaşan bir maliyeti var. İşsizlik, sürekli yok:)ullaşma, sosyal ve demokratik: hakların sistematik gaspı , halihazırda bu ülkelerde işçi s ınıfını n ödediği fatura oluyor. Kapitalizmin ağırlaşan küresel krizi ve onun işçilerin, emekçilerin ezilen halkların yaşamındaki yıkıcı etki l er i sos­ yalizmin bugün ne denli acil bir ihtiyaç haline geldiğinin de bir göstergesidir. "Ya barbarlık ya sosyalizm!" şiarı bugün dünya ölçüsünde her zamankinden daha güncel, daha anlam­ l ı , daha yaşamsaldır. B ugün dünya ölçüsünde sosyalizm mücadelelerinin henüz son derece zayıf olması olgusu bu gerçeği değiştirmemektedir. Bu nesnel zemin ve ihtiyaç ile öznel durum arasındaki bir uyumsuzluktur. Ama her zaman olduğu gibi burada da ihtiyaç keşfin anasıdır. Eğer sistemin genel gidişi kapitalist barbarlığa karşı sosyalizmi her zaman­ kinden daha çok bir ihtiyaç haline getirmişse, zaman söz­ konusu uyumsuzluğun azalması ve aşılması doğrultusunda işleyecektir. ,



·



,



19



'89 çöküşünün yıkıcı ve sersemletici etkisine rağmen, '90'1ı yıllar yaygın s ınıf ve halk hareketlerine sahne olabildi. Ko­ münistler olarak son yıl l arda birçok kez ifade ettiğimiz gibi, sınıf ve halk hareketlerindeki gelişmeler, dünya ölçüsünde devrimin ve sosyalizmin güçlerinin yeniden toparl anmasına ve giderek mücadele içindeki k itlelerle buluşmasına uygun bir maddi zemin, buna uygun bir politik ve moral atmosfer oluşturmaktadır.



Türkiye: Ağırlaşan kriz ve krizi yönetme manevralan Türkiye yeni bir yıla ağırlaşan bir ekonomik kri z tablo­ suyla giriyor. Tüm veri ler, bu krizin ' 99 y ı l ı içinde daha da ağırlaşacağını, yıkıcı etkisini asıl bundan sonra göstereceği­ ni ortaya koyuyor. Krizin faturası ise her zamanki gibi işçi sınıfına ve tüm öteki çalışan kesimlere ödetiliyor. Yüzbinlerce işçi bir anda sokağa atılıyor. Sürekli düşen ücretler, artan hayat pahalıl ığı, sonu gelmeyen hak gaspları, hayatı işçiler ve emekçiler için i y ice çekilmez hale getiriyor. Ağırlaşan krizle birlikte yeni bir "İMF reçetesi" de gün­ demde. Gerçekte hükümetler son 20 y ıldır kes intisiz olarak İ MF reçeteleri uyguluyorlar. Fakat krizin ağırlaştığı evrelerde toplu bir fatura olarak özel önlemler gündeme getiriliyor. Bugün bunların bir yenisi tartışılıyor ve en geç seçimler sonrasında gündeme getiril eceğine kesin gözüyle bakılıyor. İ şçi sınıfının sermayenin krizle birlikte şiddetleneo sal­ dırılarına ilk tepkileri, örgütsüzlük ve önderlik boşluğu orta­ mında, hızlll kırılmaya uğruyor. B ugün sendikalar devlet ve sermaye tarafından tamamen denetim altına al ı nmış durum­ dalar. Satılmış sendika bürokratları kelimenin tam anlamıyla sermayenin işçi sınıfı içindeki ajanları olarak iş görmektedir­ ler. Oynarlıkl arı rol yalnızca işçi sınıfını sermayeni n sonu 20



gelmez saldırısı karşısında eli-kolu bağlı tutmaktan ibaret de kalmıyor. Türk-İ ş ve D İ S K y önet i mleri, b irer MGK oluşumu olan "beşli inisiyatif' ve Ekonomik ve Sosyal Konsey aracılığı ile, artık işçi sınıfını devlet politikaları çerçevesinde yönlendirmek gibi daha aktif ve doğrudan görev ler de üstlenmiş bulunuyorlar. Sendika konfederasyonlarının sınıf hareketine ve genel toplumsal muhalefete karşı oynarlıkları bu karşı-devrimci rol, kriz i ç indeki sermaye düzeninin halihazırdaki en temel i mkanlarından biridir. Öte yandan, işçi sınıfına v e emekçilere yönelik toplam devrimci çalışma son i ki yıl içinde bugün en geri noktaya düşmüş durumda. Son altı ay içerisinde, özellikle de metal işçilerinin sendikal ihanete karşı patlayan öfkesinden bu ya­ na, sınıf hareketinin yaptığı çeşitli çıkışlara devrimci cephe­ den sözü edilebilir bir karşılık verilememesi, bu zayıflamanın bir yansımasıdır. Bugün devrimci hareket büyük bir güç erozyonu içi ndedir. Bunda yapısal zaaflarının kaçınılmaz son uçları ile devletin kesintis i z saldırıların ı n mahakkak ki temel önemde bir payı vardır. Bununla birlikte, son iki yıl üzerinden bak ı ldığında, ordunun yaptığı 28 Şubat çıkışının bunda özel bir rol oynadığı da bir gerçektir. Ordunun manev­ raları ve sistemi belli zaaf noktalarından restore etme girişim­ leri, toplumsal muhalefetin şaşırtılmasında ve saptırılmasında önemli bir başarı sağladı. Bu girişim, toplumsal muhalefeti dizginleyip saptırmak yoluyla, devrimci hareketin güçleneceği zemini alabildiğine daraltırken, reformisı solu önplana çıkaran bir ortam hazırladı. Komünistler. daha henüz 28 Şubat kararlarının açıklan­ madığı bir evrede, Sincan'daki tank gösterisiyle h ızla toplumun gündeminin ana ekseni haline getirilen "Refah-ordu gerginliği" üzerine değerlendirmelerinde, bu tehlikeye açıkça dikkat çek­ mişlerdi. Ekim'in 15 Şubat '97 tarihli başyazısı, ordu manev­ rasının iç politikadaki dört temel amacından ilkini şöyle ortaya 21



koymuştu: "'Refah-ordu gerginliği' nin iç politikadaki en önemli sonucu, ordunun siyasi yaşama yönelik kaba ve dolaysız müda­



halesinin meşrulaştmlmasıdır. Ve ordu bunu bu kez, toplumun ilerici kesimlerine sempatik görünebilecek ve toplumsal muha­ lefet saflarında zihinsel ve politik karışıklık/ara neden olabi­ lecek gerekçeler üzerinden yapmıştir. Ortaya, şeriat hevesli­ lerine karşı laikliğin, çağdaş değerlerin ve yaşam biçiminin tavizsiz bekçisi kılığında çıkmıştır. Bu konumda bir çıkışın, önemli bir güç kazanmış şeriatçı gericilik karşısında güçsüz, çaresiz ve tedirgin durumdaki kent orta sıniflarının ve küçük­ buıjuvazisinin, onların modern yaşam biçimini benimsemiş kesimlerinin sempatisini ve desteğini aldığı kesindir. Sosyal­ demokratlar, sendika bürokratlan ve



İP



türünden kemalist



reformisı akımlar ise, ordunun çıkışiarına açık ya da örtülü destekler vererek, benzer bir etkiyi işçi sım/ı ve emekçi kat­ manlar içine taşımaktadır/ar. "DolaylSiyla, ordu, iç politikada tekelci bu1juvazinin, dış politikada emperyalizmin ve siyonizmin çıkarlarını ve tercih­ lerini kollayan bir çıkış yaparken, bunu toplumsal muhalefeti yedeğine a/manm ve emekçileri şaşırtmanın bir olanağına da çevirebilmektedir. Bu olgunun önemi küçümsenemez ve mevcut ·oyun'un temel unsurlarından biri budur." ( Ekim,



sayı: 163, Güncel Gelişmeler ve Devrimci Görevler-4) B unun küçümsenemez bir manevra olduğunu aradan ge­ çen iki yıllık süreç bütün açıklığı ile gösterdi . Tahribatı toplumsal muhalefet kadar sol akımlar da yaşadılar. Bu ma­ · nevraları boşa çıkaracak olanak ve yeteneklerden yoksun olan devrimci akımlar hızla güç kaybederlerken, reformİst akımlar daha da sağa kaydılar, düzenle, onun şu veya bu akımıyla daha uyumlu hale geldiler. ÖDP'nin CHP' ye doğru yer de­ ğiştirmesi; EMEP'in Ö DP'den boşalan yere geçmesi; İP'in



ordunun gönüllü sivil uzantısı kemali st-şovenist bir kimliği övünç vesilesi haline getinnesi: SİP'in gericiliğe karşı müca­ deleyi orduya bırakmamale k ıl ıfı içinde 28 Şubat'ın etki sahasında politika yapma hevesi; KESK 'in düşürüldüğü utanç verici durum; tüm bunlar, son iki yılın solda yarattığı tahribata birer örnektir. Türkiye'nin siyasi yaşamında her zaman dolaysız bir güç



olan ordu, I 2 Eylül sonrasında ise burjuva siyaseti üzerinde tam bir vesayet kurmuş durumda. Türkiye'de burjuva siyaset sahnesinin ölü olduğunu, mevcut partilerin ve parlarnemonun ordunun iradesi ve tercihleri karşısında artık tümüyle işlev­ sizleştiğini, ya da yalnızca hiçbir inandırıcılığı kalmamış bir "parlamenter rej im " aksesuarı işlevi gördüğünü bil iyoruz. Bu olgularda bir yenilik yok, bunlar



ı2



Eylül sonrasını n



gerçekleri. Son iki yılda ortaya çıkan yeni olgu ise, ordunun kendi vesayetini toplumsal muhalefetin ve sol hareketin bir kesimini de kapsayacak tarzda genişletmesidir. Bu, ordunun d insel gericiliğe ve güya "devlete sızmış" çetelere karşı mücadele manevrasının bir başarısı oldu. Oysa gerek dinsel gericilik, gerekse çeteler burjuva düzen ad ına gerçek yönetici gücü oluşturan ordunun kendi öz ü rünleridir. Bunlar toplumsal m uhal efete ve devr i m c i gelişmelere karşı özel olarak geliştirilmiş, güçlendirilmiş, her yolla teşvik edilmiş ve bunlardan en iyi biçimden ya­ rarlanılmıştır. Fakat tam da kabul ve kontrol edilebilir sınırlar dışına çıktıkları bir noktada, düzenin genel çıkarları adına bunlara müdahale, bunları yeniden kabul ve kontrol edilebilir sınırlar içine çekmek bir ihtiyaç haline gelmiştir. Ve işin hazin tarafı, çeteleşmiş devletin omurgası ve kontrgerillanın beyni olarak ordunun, zorunlu hale gelmiş bu operasyonları bu kez solu ve toplumsal muhalefeti yedekleme manevrasıyla yerine getirmiş olması ve bundaki büyük başarısıdır. 23



Ordu ve irtica Türkiye'de devletin kontrgeril l a yapılanması ve bu ya­ pılanma içinde ordunun yerini bu ülkede yaşayan herkes bilir. Devlet çeteleşmiş bir aygıttır ve bu aygttın beyninde ve omur­ gasında ordu vardır. Devleti çetelerden temizleme adı altında yapılan, gerçekte Susurluk'la birlikte açığa çıkan ve başlangıçta devl et karşıtı kitle tepkisini ateşleyen gelişmelerin önünü almak, çete devletini temize ç ıkartmak operasyonudur. Dene­ tim dışına çıkmış ve bizzat devletin, onun omurgası olarak ordunun kendisi için bir sıkıntı kaynağı haline gelmiş üç­ beş mafyacı-tetikçi unsurun tasfiyesi, bu demagojik manevranın aracı olarak kullanılmıştır. Böyle yapılarak Genelkurmay denetimindeki kontgerilla yapılanması gözlerden g izlenmeye çalışılmıştır. Bu böyleyken, ordunun çetelere karşı mücadele etti ğ i, devleti çetelerden temizlediği iddiası tam bir maskaralıktır. Bu ciddiyetsiz ve gerçekte kimsenin inan madığı iddiayı bir yana koyalım. Ordunun reformİst solun bir kesimine inandırıcı gelen ve bu kesimleri cezbeden asıl icraatt, "irticaya karşı" mücadeledir. Buna karşı söylenebilecekleri ise, 28 Şubat'ı izleyen aylarda kaleme alınan "Ordu ve İrtica" başlıklı değer­ lendirmede yeterl i açıklıkta ve fazlasıyla zaten söylemiş bu­ lunuyoruz: "Türkiye' de sosyal mücadele/erin büyük bir sıçrama yapiiğı ve bu zeminde solun büyük bir güç kazandığı '60' ll yillardan beri, ordu ve dinsel gericilik, düzenin iki temel dayanağı ve silahı olarak öne çıkmış/ardır. Ordu' nun işlevi bellidir; alt smıflann sosyal mücadelelerini belli periyot/arta gündeme getirilen askeri darbelerle dizginlemek ve bunun ürünü olan devrimci birikimi ezmek. Ordunun emekçi sımf ve katmanların ileri kesimlerine karşı yaptı,�ım, düzenin bizzat besleyip destek­ ledi,�i dinsel gericilik aym sımf ve katmanların geri kesimleri



24



üzerinden farkit bir biçimde yapageldi. Ordu ileri kesimleri dizginleyip ezerken, dinsel gericilik aynr şeyi geri kesimleri aldatıp afyon/ayarak yaptı.



"'70' li yillardaki devrimci yükselişten büyük ürkünlü duyan sermaye düzeni, 1 2 Eylül' ün 01·dmdan dinsel gericili,�e si­ yasal ve kültürel cephede görülmemiş bir geniş alan açt1. Bugün 'irtica karşw' rolü oynayan ordu, 12 Eylül icraatıyla bu alan açma operasyonunun doğrudan p/anlaylctsl ve uygu­ lay/Clslydi. 'Türk-İslam sentezi' bu dönemde resmi ideolo­ ji haline getirildi, imam-hatip okulları, cami/er, Kur'an kursları vb., bu dönemde en büyük patlamayi yapll. Bizzat ordu Kürt halktnın özgürlük mücadelesine karşt dinsel ideolojiyi bir . silah olarak kullanma yoluna gitti. Ve en önemlisi. 12 Eylül'de süngü zoruyla uygulanan iktisadi ve sosyal politikalar y1,�ınlarr görülmemiş bir yoksulluğa, sosyal-kültürel y1kima siiriikle­ di. Her türlü ilerici Çikişın ve demokratik hakk1n boğuldu,qu. yığınların yoksullukla elele giden bir çaresizfiğe mahkum edildi,�i bu sosyal-kültürel ortam, dinsel gericili.�in palaz­ lanmastna son derece uygun bir zemin oluşturdu. ''Özetle, toplumsal gelişmeye pe devrime karş1 bir dal­ ga k1ran rolü oynas1n diye dinsel gericiliği düzen bizzat kendisi besledi; ordu ise ona her seferinde yol açt1, zemin düz/edi. Ne var ki bu toplam süreç, resmi dilde 'irtica' olarak nitelenen dinsel gericiliği kontrol edilebilir s1mrların öte­ sinde bir etki ve güce de kavuşturdu. 'İrtica'. y1,�tnlann geri kesimlerini dizginleyen ve düzene ba,�layan bir imkan o/mamn ötesine taşt1; genel toplum ve devlet düzenine kendi ruhunu ve rengini verme iddiasım uygulamaya geçirecek bir ge­ lişme düzeyine ve konuma u/aşt1. "Gelinen yerde dizginlenmesi, güç ve etkisinin t11palanmas1. düzen için kabul edilebilir Sl/1/rlar ve işlevler içine çekil­ mesi gerekiyor. Kurulu düzenin vurucu gücü ordu şimdi bunu yap1yor.



'Durumdan' Çikanlan 'vazife' budur.



25



(. .. ) "Bu siyasal oyunun



vahim



yam,



toplumsal muhalefeti



şaşırtmada ve etkisizleştirmede, dahası sosyal-demokratların ve hain sendika bürokratlarının marifetiyle bizzat generaliere yedeklenmesinde sağlanan görülmemiş kolaylıktaki haşarıdır. Neredeyse 30 yıldır dinsel gericiliği kullanarak ilerici top­ lumsal muhalefeti dizginleyenler, şimdi toplumsal muhale­ feti yedek/eyerek dinsel gericiliği dizginlemeye çalışıyorlar. "Türkiye'nin bugünkü tablosu gitgide ağırlaşan bir siya­ sal kriz tablosudur. Oysa böyle bir ortamda devrimci ha­ reket ve kitle hareketi kendi cephesinden son yılların en zayıf. dağınık ve etkisiz tablosunu sunmaktadır. Bu, generallerin oynadığı oyunun şu aşamadaki en büyük avantajtdtr."



(Ekim,



sayı:l 7 l , 15 Haziran '97, başyazı) Son iki yılın toplam tablosu, bu oyunun fazlasıyla tuttuğu­ nu ve en bunalımlı b ir dönem inde d üzene soluk aldırdığını göstermektedir.



Kürt hareketinin saplandığı çıkmaz Aynı dönem Kürt hareketinin de ciddi gerilemeler yaşadığı bir dönem oldu. Bu gerileme ilkin mücadele mevzilerinde, ikinci ve asıl olarak da izlenen siyasal çizgide kendini gösterdi. Kürt hareketi kendisini Türkiye 'deki işçi ve emekçi dinami­ ğiyle buluşturacak bir stratejik ç izgiye yönelmekten ısrar­ la geri duruşun sonuçlarını yaşıyor bugün. En dar anlamıyla bir ulusal i stemler ç i zgisine kayan ve kurulu düzen çerçe­ vesinde bir "siyasal çözüm"ü erken çözüm adına bir sapiantı haline getiren PKK, '80'Ii y ıllarda önünü açtığı, '90'1ı ilk yıllarda ileri bir noktaya taşıdığı özgürlük mücadelesini geli­ nen yerde bir ç ıkınaza saplamış durumda. Emperyali s t dünyanın ağırlığını kullanarak ulusal özgürlüğün kazamirlığına tarih henüz tanıkhk etmedi . Dünyada devrim dalgasının dibe 26



v urmuş olmasının verdi ğ i bir umutsuzlukla dev rimci çözü­ mü gerçekçi bulmayanlar ve "siyasal çözüm "ü dünya ve Türkiye koşullarında tek gerçekçi yol sayanlar, gerçekte sorunu tam bir belirsizliğe ve çözümsüzlüğe süri.lklemişlerdir. Kürt sorunu ya devrimle çözülür ya da Güney Kürdistan örneğinde olduğu gibi emperyalizmin ve bölge gericiliğinin politik hesap ve manevraları i ç i nde sürünür. Bu ikisi n in ortası yoktur. PKK'nin kendi deneyimi bile bunun ortasının olmadığını daha bugünden göstermekted ir. PKK 'nin devrimci ç izgide ısrarlı olduğu bir evrede top­ lumda bugünkü türden bir şovenizm cereyanı yaralılamadığı gibi, d üzen kamuoyun un hatırı sayılır bir kesimi bile "si­ yas al çözi.lm" tartışmalarını yapmak zorunda kalabiJiyordu . Oysa "siyasal çözüm" çizgisinin biricik stratej i haline geldiği bugün düzen cephesinde "sorun"un varlığı bile ağza alırunıyor. Düzen koro hal inde "terörizm" üzerine d izginsiz bir kam­ panya yürütüyor. Devrimci ç izgide yükseliş süri.lyorken Kürt sorunu kon usunda kendi içinde bölünenler, bugünkü refor­ misı uzlaşma platformu karşısında inkarcıl ıkta birleşiyorlar. Bu çarpıcı olgu da bir kez daha gösteriyor ki, temel top­ lumsal ya da siyasal bir sorunda nispi kazanımlar bile, ancak devrimde ısrarın yan ürünleri olarak elde edilebiliyorlar. Türkiye'nin tüm öteki toplumsal ve siyasal sorunları gibi Kürt sorunu da ancak i şçi sın ıfı önderliğinde Türk ve Kürt emekç i lerinin birleşik devrimci mücadelesiyle çözülebilir. Kürt özgürlük mücadelesinin 1 5 y ıllık zorlu deney imi, bu temel b i l i m sel gerçeği farklı bir düzeyde bir kez daha doğrulamıştır.



Sınıf hareketi ve çıkış olanakları Ordunun 28 Şubat süreciyle toplumu içine hapsettiği çar­ p ık tabloda henüz sembolik değerde de olsa ilk gedikleri 27



yine de sınıf hareketi bünyesinde yaşanan çıkışlar açtı. Eylül ayında metal i şiii ieri kendilerini periyodik olarak sermaye­ ye satan, böylece sefaJet ücretlerine mahkum eden Tük Metal çetesi şahsında satılmış sendikacı takımına karşı ayağa kalktı. Onu SEKA işç ilerinin özelleştirme saldırısına karşı kararl ı direnişi izledi. Son aylarda i se tekstil, metal ve deri işçi­ leri kriz bahanesiyle yaşanan geniş çaplı tensİkatlara karşı seslerin i yükselttiler. Sınıf hareketinin kendiliği nden kıpırdanışiarı olarak ortaya çıkan, basit, dar ve sınırlı gibi görünen bu tepkiler, bu tep­ kilerin yöneldiği soru nlar, gerçekte bugünkü çarpık çatışma tablosunu değiştirecek imkanl arı ve dinamizmi taşıyor içinde. İ şçi kitlelerini, onunla birlikte geniş emekçi halk katman­ larını burjuvaziyle, onun devletiyle, baskı aygıtlarıyla, bur­ j u vazinin hizmetindeki hain sendikacı takımıyla, burjuva­ zinin arkasındaki emperyalizmle çatışmaya sürükleyecek yakıcı ve acil sorunlar alan ıdır bu. Bu eylemlilik damarlarının geliştirilmesi, sırufı ve emekçi­ leri bugünkü sahte kutuplaşmaların figüranı olmaktan kur­ taracak gerçek bir olanaktır. Tarihi n her döneminde işçi sınıfı ve emekçilerin kendi en yakıcı sorunlan üzerinden gösterdiği eylemlilik; onların egemen sınıf ve onun devletiyle karşı karşıya gelmesine vesileler oluşturmuştur. Yeter ki, devrimci önderlik müdahalesi bu eyleml iliklerle pratikte buluşsun ve bunu, hoşnutsuzluk, öfke ve eylemi besleyen sorunların asıl kaynaklarına yöneltecek devrimci önderlik başarısıyla bir­ leştirebilsin. Partimiz, devrimci akımlar tablosunun bugünkü umut kırıcı manzarasına olduğu kadar, kendi maddi güç ve olanaklarının tüm



sınırlılığına da aldırmaksızm, Türkiye'nin bugünkü çarpık



tablosuna buradan yüklenmesini bilmeli ve başarma azmiy­ le hareket etmelidir. (Ekim, sayı: 200, Ocak 1 999, haşyazı) 28



Seçimler ve parti taktiği



Gündemde 1 8 Nisan'da birlikte yapılacak genel v e yerel seçimler var. Konu haftalardır parti basınımızda değişik yön­ leriyle irdeleniyor, değerlendirme ve teşhirlere konu ed ili­ yor. Kuruluşundan beri kesintisiz süren bir si yasal polis saldınsının hedefi olmasına ve bunun yarattığı güçlüklere rağmen, Partimiz de seçim döneminden en iyi biçimde ya­ rarlanabilmek için hazırlıklarına devam edi yor. Normal süresinden birbuçuk yıl önce yapılacak olan 1 8 Nisan genel seçimlerinin, parçalanmışlığı i le bir siyasal bu­ nalım öğesi olan parlamento bileşiminde ciddi bir değişiklik yapmasını kimse beklem iyor. Seçi mler bu tür bir beklenti­ nin değil, fakat göstermelik hal i yle bile herhangi bir işlev yerine getiremez duruma düşen parlamentodak i tıkanıklı ğın ürünü olarak gündeme geldi . 28 Şubat süreciyle siyasal yaşam 29



üzerinde kurdukları denetimi zaafa uğratabileceği kaygısıyla seçim kararını ertelernek için çabalayan generaller, bunun mümkün olmadığını görünce sonucu kabullenmek durumun­ da kaldılar. Şimdi bu zorunlu formalitenin bir an önce ve rej imin işleyişinde bir zaafıyet yaratmaksızın geride kalmasını bekliyorlar. Bu elbette edilgen bir bekleyiş değil . Tersine MGK üzerinden seç i mlere yönelik olarak saptadı kları po­ litikalara, hazırladıklan genelgelere başbakanlık mühürü basıp uygulamaya geçiyorlar. Bu arada Yargıtay Başsavcılığı, Ana­ yasa Mahkemesi , Yüksek Seç i m Kuru l u gibi sözde hukuk­ sal kuru mlar ile sermaye medyası , seçim döneminde de MGK'nın emir-komuta işleyişi içinde üzerlerine düşeni tam olarak yapıyorlar. Adına "derin devlet" denilen kontra rejiminin seçim dönemi önlemleri çerçevesinde üç amacı var. Bunlardan ilki, 28 Şubat sonrasında terbiye işlemine tabi tutulan d insel geri c i l i ğ i , seçim ler döne m inde kendini rejime kanıtlama psikozu içi­ ne sokmak, böyle bir sonuç elde etmektir. İkincisi, PKK l iderinin tutsak edilmesini de en iyi biçimde kullanarak, Kürt halk kitlelerinin HADEP şahsında ortaya koyduğu tutumu en geri bir noktaya çekmek, bu arada olanaklıysa HADEP ' i seçime sokmamaktır. Üçüncüsü ise, devrimci akımların seçim dönemi politizasyonundan devrimci amaçlarla yararlanmasını mümkün olduğu ölçüde engellemektir. MGK'nın başbakanlık mühürü basarak yayınladığı "irticai, bölücü ve yıkıcı faa­ liyetlerin engellenmesi"ne ilişki n genelge bu amaçları açı k v e veciz b i r biçimde oraya koymaktadır. İ lk amaca ulaşınada fazl a bir güçlük görünmüyor. Ge­ neraller bu alanda ciddi bir problem görmekten çok bunu kendi müdahalelerini meşrulaştırmanın, geni ş toplum kesim­ lerine sempatik göstermenin bir olanağı olarak k ullanıyorlar. Asıl hedef Kürt hareketi ile devrimci harekettir. Abdullah Öcalan'ın tutuklanıp Türkiye'ye getirilmesi faşist kontra re30



j imine bu alanda büyük avantajlar sağladı. Bu olay genel olarak 1 8 Nisan seçimlerine de ayrı bir zemin kazandırdı. Şimdi bir bütün olarak düzen cephesi bu olayın siyasal ve psikolojik avantajlarını azami ölçülerde kullanmaya çalışıyor. Bir yandan Türk işçi ve emekçilerini şovenizm ve "güçlü devlet" propagandasıyla sersemletmeye, öte yandan Kürt hareketinin kitle desteğinde moralsizlik ve çözülme yarat­ maya çalışıyor. Bu arada bu olaydan, seçim ortamını dev­ rimci ve yurtsever harekete karşı yoğun saldırılarla teröri ­ ze etmek için yararlanmaya çalışıyor. Son olarak da, "ta­ rihi zafer" olarak sunulan bu olay kullanılarak, 28 Şubat müdahalesi çerçevesi nde birlikte hükümet eden ve MGK ile en uyumlu çalışan iki partinin, ANAP ile DSP'nin, seçimlerden güçlü çıkması , dolayısıyla da seçim ertesinde kurulacak yeni hükümetin ana eksen i olması için çal ışıyor. Bu son nokta tekelci burjuvazinin 1 8 N isan seçimlerinden herşeye rağmen bekl�diği en önemli sonuçlardan biridir. Yeni bir parlamento, onun içinden çıkacak yeni bir hükümet yeni bir başlangıç olarak sunulacağı için, burjuvazi böyle bir fır­ sattan da en iyi biçimde yararlanma umudunda ve hazırlığın­ dadır. Yeni hükümet yeni bir İMF "istikrar paketi", dolayısıy­ la işçi sınıfına yeni bir büyük saldırı demektir. Seçimi he­ men izieyecek en önemli gelişme bu olacaktır. ***



Türk parlamentosu başından itibaren güctürnlü bir kurum olarak doğdu ve bütün bir tarihi boyunca da öyle kaldı. Fakat güdümlü olması işlevsiz olması ile aynı şey demek değildi. Tersine, rej ime yığınlar nezdinde parlamenter bir görünüm kazandırması , "hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir" yanılsa­ masına bir inandırıcıl ık sağlaması , özell ikle çok partili dö­ nemde "demokras i c ilik" ve "milli irade" oyununa aksesuar oluştu'r ması bakımından hakim sınıf payına hayl i işlevsel d e oldu. 27 Mayıs darbesi ile birlikte "anayasa! bir kurum" 31



olarak MGK üzerinden ordu vesayetine alman hükümetler ve parlamento, buna rağmen, halkın yükselen topl umsal m uhalefetinin de basıncı alt ı nda, egemen sınıflar arası çe­ l işki ve çatışmaları bell i ölçülerde yansıtan kurumlardı. Ordu bunun yarattığı sorunları bilindiği gibi 12 Mart ve özell ikle l 2 Eyl ü l ' le aştı . 1 2 Eylül darbesi bu açıdan bir dönüm noktası oldu. Darbenin hedeflerinden biri de düzen içi çatlaklan onarmak, egemen sınıfın tüm gruplarını tek program/çizgi etrafında birleştirmekti . Darbeyi izleyen ilk "serbest seçim" sayılan '87 seçimleri, 12 Eylül ' ün bu çerçevede amacına ulaştığının, düzen partilerinin MGK-İ MF çizgisinde giderek tekleştiğinin,



birbirinden ayırdedilemez hale geldiklerinin i lk işaretlerini verdi. Yapısal iktisadi ve sosyal bunal ımın esneme olanaklarını en aza indirmi ş olması ile Kürt halkının özgürlük müca­ delesinin rejimin yerleşik dengelerinde yarattığı sarsıntı, MGK denetiminde bu aynı program etrafında tekleşmeyi hızlandırdı ve kolaylaştırdı. 20 Aralık '95 seçimlerine kadar bunun tek istisnası RP o l arak görünüyordu . Tüm temel d üzen politikalarına tam destek verdiği halde, halkın dini duygularını istismar ife sosyal demagojiyi kullanma yeteneği, y ine de bu partiye ayrı bir görünüm kazandırıyor ve onu parlamento­ da da aykırı bir konumda gösteriyordu. Ordunun 28 Şubat müdahalesiyle yaptığı operasyon bu sorunu da tümüyle değil se bile önemli ölçüde çözdü. Kürt halkına karşı k irli yoketme savaşını yönetiyor ve yürütüyor olma konumunu yıldan yıla siyasal yaşama daha dolaysız müdahale için bir araca çevire� ordu, 28 Ş ubat sonrasında RP ve onun isim değiştirmiş hali FP' y i de hizaya getirerek, böylece tabioyu tamamladı. Bu arada, dinsel gericiliğe, onun temsilcisi- olan partiye yönelik müdahalesini "laiklik" v e "çağdaş değerler" adına yaptığı i ç i n , siyasi yaşam üzerin32



de bu dolaysız ve kaba müdahalesini toplumun ilerici ke­ simleri nezdinde bile meşrulaştırmayı başardı. Gelinen yerde seçimler, siyasal partiler, parlamento ve hükümetler açısından mevcut tablo şöyledir: Bu kurumlar tarihlerinin en işlevsiz ve en itibarsız dönemini yaşamak­ tadırlar. Sıradan kitleler nezdinde bile büyük bir güvensizli­ ğin konusudurlar. Hiçbiri emekçiler için umut olarak görül­ memekle, yığınlar sorunlarının çözümü konusunda gerçek­ te bu kurumlardan fazla bir şey de beklememektedirler. Bu böyle olmakla birlikte, yine de geniş yığınlar bu ku­ rumların etki sahası dışına çıkmış da değiller. B unu ancak siyasal mücadele ve örgütlenme, bunlarla kazanılacak olan devrimci siyasal bilinç ve özgüven sağlayabiİir. Oysa işçi sınıfı ve öteki emekçi katmanların geniş kesimleri halihazırda bu konumdan uzaktırlar. Mevcut mücadeleler sınırlı kesimleri kapsamakta, darlıkları bir türlü aşamamakta, olduğu kada­ rıyla da sınıf ve emekçi hareketi, sendika bürokrasisi ve reformİstler tarafından düzen sınırları içinde tutulmaktadır. Sınıf ve emekçi hareketinin bu belirgin zayıflığından- dolayıdır ki, duydukları tüm güvensizliğe rağmen, işçiler ve emekçiler burjuva politika alanının, bunun kurumlannın dışına çıkama­ makta, ehven-i şer mantığı içinde sonuçta şu veya bu bur­ juva partisine en azından seçimlerde destek vermektedirler. Bu gerçeklik, komünistlerin seçim platformundan; yığınları aydınlatmak, onların düzene, devlete, bu arada kokuşmuş burjuva parlamenter kurumlara ilişkin yanılsamalarını kırmak, kitlelerin devrimci bilincini ve eylemini geliştirmek için etkin bir biçimde yararlanmak zorunluluğuna da açıklık getirmek­ tedir. ***



Bugünün Türkiye toplumu bir tezatlar tablosu sunmaktadır. R eji me sözde demokratik görüntü veren kurumları n itibarsıziaştığı ve işlevsizleştiği bir evre, burjuvazinin top33



tumsal hareketin önemli bir kesımini sendikal ihanet çete­ lerinin ve reformİst partilerin bir kesiminin de yardımıyla yedekteyerek yönetebildiği bir evre olabilmektedir. Tam da bu sayede, devlette çeteleşmenin, ekonomide mafyalaşmanın, bir bütün olarak düzende kokuşmanın dışavurduğu bir evre, saptırılmış çatışma eksenleriyle k itlelerin sersemletildiği, bu arada devletin restore edilmeye çalışıldığı bir evre olabil­ mektedir. Sermayenin yığınlara en kapsamlı iktisadi ve sosyal saldırılarını kesintisiz olarak yönelttiği, i şsizliğin, yoksul­ luğun, demokratik hak yoksunluğunun tepe noktasına çıktığı bir evre, sosyal çelişki ve çatışmaların burjuvazi tarafından ustalıkla dizginlendiği, yığınların şovenizm ve İrticaya karşıt­ lık üzerinden yedeklenebildiği bir evre olabilmektedir. Düzen cephesindeki tüm bunalıma ve yığınların yaşam koşullarındaki sürekli ağırlaşmaya, yığınların bundan kaynaklanan hoşnut­ suzluk ve arayışlarına rağmen, devrimci hareket son yılların en zayıf ve en dağınık manzarasını sunabilmektedir. Çoğaltılabilecek tüm bu tezadar tablosunun gerisinde bur­ juvazinin manevra yapma, yığınları zor ve ideoloji aygıtlarının birleşik gücüyle dizginleme yeteneği kadar, tersinden de, devrimci akımların düzenin açmazlarından ve yığınların hoşnutsuzluğundan yararlanarak devrimci çıkış yolu yarat­ madaki zayıflıkları var. Bu zayıflık bugün kendini seçim­ ler dönemi üzerinden de gösterebilmektedir. Kitlelerin po­ litik duyarlılığının nispeten arttığı bu fırsattan yararlanmak için devrimci akımlar arasında herhangi bir tutum ve dav­ ranış birliği yoktur. Birleşik bir davranış çizgisi ve pratiği geliştirememek, devrimci hareketimizin son yıllarda herkes tarafından kanıksanan bir gerçekliği olmuştur. Bu kanıksama içinde bulunduğumuz seçim döneminin de bir gerçekliğidir. Bu koşullarda Partimiz seçim dönemine kendi bağımsız devrimci sınıf platformuyla ve pratiğiyle girmektedir. Ko­ münistler sınıfın ve yığınların önüne kokuşmuş kapitalist



34



düzene karşı devrimi ve sosyalizmi savunan, bunu bir çıkış yolu olarak sunan, yığınların güncel politik-iktisadi istem­ lerini de bu çerçevede ele alan bir platformla çıkacaklardır. Bu platformun yığınlara taşınmasını kolaylaştırmak üzere bazı bölgelerde kendi bağımsız sosyalist sınıf adaylarına da­ yanacaklardır. Kendi bağımsız adaylannın olmadığı çalışma bölgelerinde ise, varsa eğer öteki bağımsız devrimci adayları destekleyecekler, fakat bu destek çabasını kendi bağımsız platformlarını, görüş ve şiarlarını kitlelere kolayca iletme­ nin bir olanağı olarak değerlendireceklerdir. Partimiz yığınları yalnız düzen partilerinin yanıl sama­ larından değil, kendini devrimci ya da sosyalist olarak sunan, gerçekte ise reformisı olan icazetçi sol partilerin yanılsama­ larından kurtarmak için de gerekli çabayı harcayacaktır. Bu çerçevede hiçbir sosyal-reformisı partinin adayları nı destek­ lemeyeceklerdir. Buna Kürt halkının büyük devrimci biri­ kimini "siyasal çözüm" çıkmazlarına saplayan politik plat­ formun tipik temsilcisi olan HADEP de dahildir. Komünistlerin 20 Aralık ' 95 seçimlerinde seçim çalış­ masına ilişkin olarak ortaya koyduğu aşağıdaki perspektif Partimiz'in gündemdeki seçimlere ve bu seçimlerden devrimci amaçlarla yararlanma sorununa bakışına bugün de ışık tut­ maktadır: "Komünistler seçimlere yığınlardan oy desteği talep etmek için değil, fakat düzenin ve onun sözde temsili kurumlarının bu vesileyle etkili bir teşhirini yapmak, yığınlar arasında temel ve taktik devrimci şiarlannı yaymak. seçim ortamını mücadelenin, devrimin ve sosyalizmin etkili bir propagan­ dası için kullanmak üzere katiiıyor/ar. Bunun toplum gene­ linde ne kadar güçlü ve etkili yapılabildiği ve yapılabileceği değildir sorun. Sorun, bugünkü güç ve olanaklan sonuna kadar kullanarak bu tür bir faaliyeti yürütebilmektir. Bu faaliyet içinde bağımsız kimliğini ve etkinliğini geliştirebil35



mektir. Bu ilkesel tutuma özen gösterilerek yürütülecek bir faaliyetten güçlenerek çıkabilmek ve bu güçle yarının yeni görevlerine daha etkili sarılabilmektir. "Bu çalışmayı yürütürken, devrimci mücadele platfor­ munda duran, reformisı hayalleri değil devrimci şiat·ları yayan, düzene ve devlete cepheden vuran her kişi, akım ve örgütle fiili bir dayanışma içinde olacağiz. Bu dayanışma ve işbirliğini 'HADEP çatısı 'yla değil, fakat açık bir devrimci tutum/o hareket edecek olan Kürt devrimcileriyle de geliştirebilmek için her türlü çabay1 harcayacağız. Düzen partilerini ve sahte sol alternatifleri teşhir ederken, devrimin ve sosyalizmin plat­ formuna dayalt bir çalışma yürüten bağ1msız devrimci adayları destekleyeceğiz . "Burada sözkonusu olanın oy desteğinden çok, devrim­ ci seçim çalışması olduğunu belirtmek bile gereksizdir. Po­ litik�da gerçekçilikse gerekli olan, komünistler ve devrim­ ciler güç ve etkinliklerini oy potansiyeliyle değil, fakat etkili bir teşhir ve propaganda çaltşmaslyla ortaya koyabilecek­ leri konusunda devrimci bir gerçekçilik/e hareket etmek zorun­ dadirlar. Devrimci güçler cephesi için seçimler bugün ancak bu açıdan bir işlev görebilmektedirler. " (Ekim , sayı: 1 34, 1



Aralık ;95) (Ekim , sayı : 201 , Şubat '99, başyazı)



36



Devirmeyen darbe güçlendirir!



Kuruluş kongresini izleyen haftalardan itibaren Partimiz bir dizi saldırıyla yüzyüze kaldı. Siyasi polis Partimiz'in kuruluşu ve ilanıyla yapılan büyük tarihi çıkışı bir saldırılar dizisiyle karşıladı. Bunu kurulu düzen bekçilerinin Partimiz'in kuruluşuyla atılan tarihi adımın politik anlamını isabetle değerlendirdiklerine bir gösterge sayıyoruz. Bu nedenle buna şaşırmıyoruz, tersine olağan bir davranış tarzı olarak değer­ lendiriyoruz. Saldırılara ve sorgularnalara ilişkin bilgiler gösteriyor ki, sınıf düşmanlarımız örgütsel varlığımızdan çok büyük moral gücümüzü, saflarımızdaki kökleşmiş özgüveni hedef alıyor­ lar. B una da şaşırmıyoruz, bunu da düşmanın bilincine, de­ neyimine ve değerlendirme isabetliliğine bir gösterge sayı­ yoruz. Birbirini izleyen iki yenilginin yarattığı güçsüzlük ve umutsuzluk atmosferinde biz yoktan komünist bir hare37



ket yarattık ve onu partiye büyüttille Geleneksel sol akımların son birkaç yıldır maddi ve moral açıdan geriledikleri, güç kaybettikleri bir evrede, biz parti inşa sürecimizi başarılı bir kuruluş kongresiyle taçlandırdık. Böylece en yüksek bir moral ve özgüven duygusuyla parti l i döneme adım attık. Elbette k i bu deneyimli ve bilinçli sınıf düşmanlarımızın dikkatini herkesten çok çekecek, onları fazlasıyla rahatsız edecekti. Elbette ki adına siyasi polis denilen ve düzenin bekçi köpekliğini yapan i şkenceci-katliamcı çete takımı harekete geçecekti. Ve elbette ki onlar örgütsel varlığımıza yönel irlerken bu alandaki bazı başarılarını bize karşı mo­ ral ve psikoloj i k bir saldırının zemini olarak kulJanacak­ lardı. Olanaklı olursa eğer bazı oyun ve provokasyonlada saflarımııda karışıklık yaratmayı da deneyeceklerdi. Bütün bunlara şaşırmıyoruz; bütün bunları olağan sayıyor, büyük bir sukünetle karşılıyoruz. Bu sukünetin gerisinde de bizim sınıf bil incimiz, ideolojik görüş keskinliğimiz, yük­ sek moral gücümüz ve kendimize duyduğumuz derin özgü­ ven duygusu var. Düşmanımızın bizi bu açıdan henüz ye­ terince tanımadığı anlaşılıyor. Ama tanıyacaklar, buna va­ k itleri olacak; karşılarında alışıldık türden bir hareket olmadığını görecekler, bunu yaşayarak öğrenecekler. İ şkenceci güruhun şefleri, "parti oldunuz da ne oldu, size aman vermeyeceğiz, sizi yaşatmayacağız" d iyorlarmış. Ser­ mayenin bu bekçi köpekleri , parti olmamızın ne demek olduğunu qa yaşayarak öğrenecekler. Parti olmamızın, henüz çok sınırlı olan fiziki bir örgütsel varlık demek değil, ama herşeyden önce geleceği kucaklayacak bir ideoloj ik-politik ve moral kimlik olduğunu, bunun ise yıkılmaz olduğunu, yaşayacak ve öğrenecek bu işkenceci çete takımı. Biz artık partiyiz; bizim artık bir adımız, bayrağımız, programımız, çizgimiz, değerler sistemimiz, geleceği kucaklama azmimiz ve işkenceci takımının bir kısmını şu günlerde ayrıca tanıma 38



olanağı bulduğu davada sarsılmaz kadrolanmız var. Bu bir kimlik, bir kültür, sarsılmaz bir moral kuvvet. geleceği k u­ caklama iradesi ve hırsı demektir. Bu doleunulamaz ve yılcı­ lamaz bir kuvvenir, bu partidir. Parti olmak herşeyden önce budur ve düzenin bütün bir saldırı ve şiddet aygıtının bu­ nun karşısında yapabileceği bir şey yoktur. Bu olduğu sü­ rece, aldığımız örgütsel darbeleri, yaşadığımız fiziki kayıpları kısa sürede misli ile telafi ederiz biz. Dahası yaşananların sağladığı paha biçilmez derslerle daha bilinçlenmiş, güçlen­ miş ve bilenmiş olarak . . . Bunu böylece ortaya koyup altını kahnca çizerken ne yediğimiz darbelerin önemini ve ne de buna yolaçan ken­ di zaaf ve yetersizliklerimizi küçümsüyoruz. Bu en buda­ laca bir davranış, daha da ötesi saldırıya konu olan kendi öz emeğimize karşı affedilmez bir sorumsuzluk olur. Yanı­ sıra, kendi zaaf ve yetersizliklerimizin yaşanan saldırılardaki belirleyici önemini görmezden gelmek, böylece yeni saldınlar için elverişli zemini süreklileştirmek olur. Parti kuruluş kongresi ön hazırl ı k tartışmaları1 kendi öz maddi emeğimize karşı gösterdiğimiz büyük hassasiyete, ona verdiğimiz öneme, bu çerçevede kendi zaaf ve yetersizlikle­ rimizin ifade ettiği büyük tehlikeden d uyduğumuz derin kaygıya tanıklık etmektedir. Örgütsel güvenlik sorunları ku­ ruluş kongresi ön hazırlık tartışmalarında ilk olarak ele alı­ nan, programdan da önce tartışılan konu olmuştur bizim için (Bkz.TKİP Kuruluş Kongresi Belgeleri/Örgütsel Güvenlik Sorunları). Bu da bir rastlantı değildir, tersine, açık bir değerlendirmenin, o günkü mevcut durumdan duyulan de­ rin kaygının, acil ve kesin bir müdahale için duyulan ihti­ yacın bir ifadesi ve göstergesidir. B una rağmen saldırıların önü kesilememişse bunun te­ melde birbirine bağlı iki nedeni vardır. B i rincisi, bu bilinç ve kaygı ileri kadroların tümünde ortaklaştırılamamıştır. İkin39



cisi, dolayısıyla bazı kadrolar Partimiz'in bu alanda kong­ rece belirlenen çizgisin i ve iradesini uygulamak yerine, eski anlayış ve al ışkanlıklarında ısrar etmişler, böylece partiyi kolay ve tahrip edici bir saldırıyla yüzyüze bırakmışlardır. Ortada düşmanın özel bir yeteneği ve bunun ürünü bir başarı yoktur. Düşman yalnızca akılalmaz hatalarımızı, kongre öncesi ve platformunda sert eleştirilere konu olan ve ke­ sin bir biçimde terkedilmesi talep edilen yanl ış anlayış ve alışkanlıklarımızı, bunun yarattığı açıkları ve boşlukları de­ ğerlendirmiştir. Bu anlamda düşman, gerçekte içimizdedir! Düşman , zaaflı anlayış ve uygulamalardır! Düşman, bun­ ları sürdürme anlayışı ve sorumsuzluluğudur! Ve bu ma­ sum görünüşlü ama sinsi düşman, şu son dönemde yaşa­ nanlardan sonra artık · daha kesin ve uzlaşmaz bir iç mü­ cadelenin konusu ve hedefi olmak durumundadır. Kongrey i hemen öneeleyen özel hazırlık sürecinde .gün­ deme alınan ilk konu tam da örgütsel güvenlik sorunları oldu. Konu en temel ve kritik noktalardan kongrede ayrıca tartışıldı. Son olarak kongreyi izleyen Merkez Komitesi top­ lantısının temel gündem maddelerinden biri olarak ve en somut bir biçimde ele alındı ve zayıf noktalar tartışılarak bazı somut kararlara konu edildi. Ekim' in bu sayısıyla birlikte konuya ilişkin tüm kongre tutanakları yayınlanmış bulun­ maktadır. Komisyon adına kongreye sunulan " Örgütsel Güvenlik Notları " ise önümüzdeki sayıda yayınlanacak (Sözü edilen metin yayınianmadı-R ed. ) . Tüm _bu kongre materya­ linin toplu içeriği, Partimiz adına ve kuruluş kongresi şahsın­ da söylenilebilecek herşeyin söylendiğini gösteriyor. Son saldırıların somut bilgisi ve ve bu bilginin Merkez Komi­ tesi tarafından yapılmakta olan değerlendirmesi, bu konu­ da durumun ve sorunların, görevlerin ve sorumlulukların ön­ den başarıyla değerlendirildiğini, söylenecek çok az yeni şeyin bulunduğunu gösteriyor. 40



O halde sorun nereden çıkıyor? Sorun, kongre şahsında ortaya konulmuş bulunan parti iradesi ve çizgisinin pratikte çiğnenmesinden çıkıyor. Sorun, düşünce ve davranış arasın­ daki büyük açıdan, bu alandaki akılalmaz sorumsuzluk ve tutarsızlıklardan çıkıyor. Sorun, kritik konumdaki bazı yol­ daşlarımızın pratikte örgütsel oportünizmin taş ıyıcıları ol­ malarından çıkıyor. Kongre sonrası kısa süreç buna tanıklık etmektedir; örgütsel güvenli�imiz için ciddi tehditler ve teh­ l ikeler oluşturan bu eğilimin hala altedilemediğini göster­ mektedir. Bu tutarsızlık Partimiz'in saflarında örgütsel oportüniz­ min hala bel li bir etki alanına sahip olduğı;nun bir göster­ gesidir. Ve bunun taşıyıcısı bazı kritik konumlardaki örgüt kadroları olduğu ölçüde sonuçta yarattığı tahribat da o denli büyük olabilmektedir. Kuruluş kongresinde, bu alandaki za­ afiyetin de açık bilinciyle, bu kritik noktaya döne döne dik­ kat çekilmiştir. Örgütsel güvenlik alanındaki sorunumuzun en başta ileri ve yönetici yoldaşların örnek, titiz, yolgösterici pratiği ile çözümlenebiteceğine işaret edilmiş, örneğin bu konuda şu denli açık v urgulamalar yapılmıştır: " ... bu hareketin başta en ileri kadroları olmak üzere, yukardan aşağı doğru hiyerarşi indikçe, örnek ve yolgösterici bir önderlik pratiği gereklidir. Doğru/ann temsilcisi herşeyden önce bu hareketin ileri kadroları olmalı ve onlar örnek pratikleriyle bu önerdikleri şeylerin örgüte hakim olmasını, onun yaşamını belirlemesini sağlayabilme/idirier. " " ... Eğer bir örgütün önerdiği davranış tarzını herşey­ den önce onun ileri kadroları temsil etmiyor/arsa, önder kadrolar kendi pratiklerinde bu konuda örnek bir tutum ser­ gi/emiyor/arsa, onu bütün örgüte maletmek zaten mümkün değildir. " (TKİP Kuruluş Kongresi Belgeleri/Örgütsel Gü­ venlik Sorunları, s.99-100). Bazı yoldaşlarımız, "cüret", "cesaret", "ataklık", "risk 41



alma" vb. masum, dahası pek çekici sözler ve gerekçeler­ le cilalayarak, örgüt güvenliği için ciddi riskler yaratan anla­ yış ve ahşkanlıkJarını kongre sonrası kısa dönemde de sürdü­ rebilmişlerdir. Son saldınların toplu incelemesi ve değerlen­ dirmesini sürdüren Partimiz, bu anlayışı yıkmak için daha kesin bir iç mücadele açmak kararlılığındadır.



"Örgütsel güvenlik sorunu devrimci bir örgüt için her zaman en temel sorunlardan biridir. Bu devrimci bir örgü­ tün karşısına maddi açıdan varlık-yokluk meselesi olarak çıkabilen bir sorundur. Siyasal mücadelede süreklilik esastır diyoruz; siyasal mücadelenin sürekliliği, ancak sürekliliği korunan bir örgütle sağlanabilir. Kurulu düzene karşı mücadele eden il/ega/ bir örgütün sürekliliğini koruması ise, örgütsel güvenliğe ilişkin sorunlarda gösterebildiği başarı ölçüsünde mümkündür." (age., s.l9) Yaşanan saldırıların, ortaya çıkan tahribatın ve buna karşı alınan zorunlu önlemlerin bugün için Partimiz'in siyasi faali­ yet kapasitesinde meydana getirdiği daralma, konuya i li ş­ kin tartışmaların açılış sözlerinde dile getirilen bu gerçeğin anlamını ve önem ini bir kez daha göstermiştir. Partimiz, kuruluşuna ilişkin tanıtım kampanyasını önden planlanan kap­ sam ve saptanan hedefler çerçevesinde yürütemediği gibi, seçim ve bahar dönemine etkin bir örgütsel çalışmayla girmeyi de başaramamıştır. B ir kez daha görülmüştür ki, siyasal fa­ aliyet ve mücadelenin sürekliliğinin temel önkoşulu ve güven­ cesi, tam da i llegalitenin gerekleri çerçevesinde sürekliliği korunan bir örgütsel varlıktır. Son saldırı ların ortaya çıkardığı gerçekler büyük ders­ lerle doludur. Partimiz k uruluş kongresinde gündeme geti­ rilen müdahaleyle başarılamayanı bu kez kesin bir biçim­ de başarmak kararl ılığındadır. Sorunun geçici ve yüzeysel tedbirlerle geçiştirilemeyecek denl i ciddi olduğu, parti saf­ Iarında köklü bir zihniyet ve davranış değişikliğinin m ut42



laka oturtulması gerektiği açık bir biçimde ortaya çıkmıştır. Son operasyonların her birinin nedenleri dikkatle incelen­ mekte, toplam olarak saldınyı kolaylaştıran ve tahribatı büyü­ ten nedenler üzerine değerlendirmeler yapılmaktadır, ki buna ilişkin sonuçlar partiye ayrıca sunulacaktır. Tüm bu nedenlerle Partimiz'in pratik çalışması bir süre daha sınırlanmış halde sürdürülecektir. Kuşkusuz bu geri­ ye doğru bir adımdır. Fakat ileriye doğru atılacak güçlü ve kalıcı adımların da zorunlu bir gereğidir. Kuruluş kongre­ sinde konuya ilişkin olarak gösterilen aşırı hassasiyete rağ­ men kongreyi izleyen dönemde ortaya çıkan sonuçlar, bu kez işi sıkı tutmamız gerektiğini, eksik müdahale ve yarım tedbirlerle yola devam edemeyeceğimizi göstermektedir. Kongre tartışmaları Partimiz'in bu alanda büyük bir de­ neyim birikimine sahip olduğunun somut bir göstergesidir. Bu materyal temeli üzerinde, bunu son saldırıların dersleri ve deneyimleri ile de birleştirerek, parti içerisinde ve çepe­ rinde yoğun ve sistematik bir eğitim faaliyeti yürütmek günün en acil ve önemli görevlerinden biridir. Bu sorun ve buna dayalı eğitim parti örgütlerinin değişmez gündem madde­ lerinden biri olmak durumundadır. Bunu siyasi poliste, zin­ danda ve mahkemelerde partili kimlik ve tutum üzerine bir eğitimle birleştirmek durumundayız. Son s aldırıların bu açıdan son derece yararlı sonuçları da olmuştur. Tüm bu konularda partinin ve partili kadroların duyarl ılığı artmış, partinin konuya ilişkin olarak ortaya koyduklarının çok yönlü olarak anlaşılması ve derinleme­ sine kavranması kolaylaşmış, illegalitenin ve iç illegalitenin gerekleri, kurallı ve disiplinli örgüt yaşamı, düşman karşısın­ da direnişçi militan kimlik vb. konular parti organ ve kad­ rolarının özel ilgi ve hassasiyet alanları haline gelmiştir. Partimiz bu avantajı en iyi biçimde değerlendirmeye çalışa­ caktır. 43



Son saldırılar, sorgulamalarda polisin ortaya koyduğu ve sergilediği oyunlar, polisin maddi varlığımız ötesinde asıl olarak moral gücümüzü ve özgüven duygumuzu hedef aldığını göstermektedir. Düşmanın esas yüklendiği nok­ ta bu olmuştur. Partiye ve davaya ihanet eden, alçalarak düşmana sığman ve bu nedenle Partimiz tarafından kesin bir tutunıla cezalandırılacak olan bir hainin Partimiz'e kara çalan iddia ve iftiraları da bu amaç çerçevesinde kullanılmaya çalışılmıştır. Tüm bunlara şaşırmamak gerektiğini yineliyoruz. Polis deneyimleri ışığında çok iyi biliyor ki, devrimci bir örgütün en büyük güç kaynağı, onun sahip olduğu moral, kendine ve davasına olan büyük güvenidir. Bu kırılmadığı müddetçe hiçbir fiziki saldırı devrimci bir örgütün ileriye doğru yürü­ yüşünü durduramaz. Partimiz bu açıdan fazlasıyla güçlü ve düşmanın buna yönelik çabalarını kolayca boşa çıkaracak kadar deneyimlidir. Partimiz düşmanın bu tür saldırıları altın­ da, onları göğüsteyerek ve paha biçilmez derslerini en iyi biçimde sindirerek geli şecek, güçlenecek ve çelikleşecek­ tir. (Ekim , sayı : 202 , Mart 1 999, başyazı) davranı ş tarzı



44



Yeni bir emvervalist saldırı ve savaşlar dönemi...



Emperyalizm ve Balkanlar'da emperyalist savaş



Başını ABD'nin çektiği emperyalist koalisyonunun savaş makinası NATO 'yu harekete geçirerek Yugoslavya'ya karşı başlattığı savaş haftalardır sürüyor. Haftalardır Yugoslavya'ya tonlarca bomba yağıyor. Ülkenin sanayi, iletişim ve ulaşım altyapısına büyük darbeler vuruldu. Yüzlerce sivil insan öldü, binlereesi yaralandı. Daha da vahim olanı, bu emperyalist müdahalenin bahanesi olarak kullanılan Arnavutlar başta ol­ mak üzere tüm Kosova halkı perişan edildi. NATO müda­ halesi ile birlikte yüzbinlerce Kosovalı yerinden yurdundan oldu. Emperyalist saldırıya sözde "insani" nedenler yarat­ mak, onu haklı göstermek için, bombalamaların ardından göç etmek zorunda kalan bu büyük insan yığınları sınırlarda kasten perişan halde bırakıldı. Yugoslavya ' ya bu haydutça saldırının, bir savaş maki­ nası olarak NATO'yu sıcak bir savaşta ilk kez kullanmanın ve Balkanlar'da emperyalist egemenliği pekiştirmenin öte45



sindeki nedenleri ve sonuçları, NATO ' nun 50. y ıl zirvesi ile daha açık hale geldi. Tüm bunlar başından itibaren basınımızda ayrıntılı ola­ rak değerlendirildi, tahlil ve teşhir edildi. Bunun da sağladığı kolaylıkla, burada ayrıntılara g irmeden, son geli şmelerden hareketle bazı temel sonuçları ifade etmek yoluna gideceğiz.



Emperyalizm, militarizm, saldırganlık ve savaş demektir Militarizm, saldırganlık ve savaş, emperyal izmin özün­ de vardır. Tüm bunların kendilerini giderek daha dizgin­ siz bir biçimde gösterecekleri bir tarihsel döneme girmiş bulunuyoruz. İ kinci emperyalist savaş sonrasında, Kore'de, Vietnam'da ve öteki Çin-Hindi ülkelerinde olduğu gibi zaman zaman doğrudan taraf olsalar da, daha çok bölgesel çatışma­ ları ve savaşları perde gerisinden kışkırtan emperyalistler, bundan böyle artık doğrudan kendi adiarına müdahale ve savaşlara girişeceklerini gösteriyorlar. Komünistler, yeni dönemin bu açak -eğilimini daha ' 90 yılı başında, daha orta­ da Körfez krizi ve savaşı yokken, daha Malta Zirvesi'nin de etkisiyle barış ve silahsızlanma üzerine yaygın bir aldatıcı cereyan varken, açıkça tespit ettiler. Ş imdi, ' 90' 1arın son­ unda, NATO etrafandaki emperyalist B atı ittifakı bunu yeni dönem NATO stratejisi olarak açıkça belirlemiş ve Yugos­ lavya'ya yönelik emperyalist saldırıyı da bunun bir ilk uy­ gulama örneği ilan etmiş bulunuyor. İ k i kutuplu dünyanın hassas dengeleri emperyalizmin özünde varolan bu eğilimlerin i belli ölçülerde gemleyebi­ liyordu. Varşova Paktı ve Sovyetler Birliği 'nin y ıkılışmdan beri bu dizginleyici etken ortadan kalkmış bulunmaktadır. Emperyalizm artık amaca ulaşmak için, iktisadi ve politik araçlar ile tehdit ve şantaj yöntemlerinin ötesinde, doğrudan 46



militarİst aygıtını kullanmakta, dolaysız saldırı ve sava�la sonuç almaya çalışmaktadır. Yeni dönemde bunun geniş çaplı bir ilk uygulama örneği Körfez savaşı oldu. Emperyalist koalisyon savaş makinasını harekete geçirerek Irak' ı yıkıma uğrattı ve ona tüm koşullarını dayattı. İ htiyaç duyuldukça aynı savaş makinası tekrar tek­ rar kullanılarak 8 yıldır Irak'a soluk aldırılmamaktadır. Aynı yöntem şimdi de Yugoslavya' ya uygulanıyor. Bal­ kanlar'ın işgalini meşrulaştırmak ve Yugoslavya 'ya boyun eğdirmek için savaş makinası NATO haftalardır canice bir saldırı savaşı yürütüyor. '90'Iarın başında Irak'a yapılan em­ peryalist müdahale ile '90'1ann sonunda Yugoslavya'ya yapılan müdahalenin arasındaki tek önemli fark, ilkinin BM bay­ rağı altında, bu ikincisinin ise NATO adına yürütülüyor ol­ masıdır. NATO bir emperyalist politik ittifak olmanın ötesinde aynı zamanda bir dolaysız savaş makinası olduğu için, bu fark sanıldığından da önemlidir.



Yugoslavya : Nüfuz ve paylaşım m ücadelelerinin trajik sahnesi Sovyetler Birliği ' nin yıkılışıyla birlikte ikinci dünya savaşı sonrası iki kutuplu dünyanın son bulması, yalnızca emper­ yalizmin saldın ve savaş eğiliminin değil , emperyalist dünyadaki iç bölünme ve nüfuz mücadelelerinin de önünü açtı. Bu mücadelenin açık-gizli biçimde sürdüğü temel alan­ lardan biri de Balkanlar oldu. ABD ve Alman emperyal iz­ mi, yerine göre anlaşarak yerine göre birbirlerini çelmeleye­ rek, .Balkan ülkelerini kendi nüfuz alanları haline getirmeye çalıştılar. Bu emperyalist egemenlik mücadelesinin en büyük kurbanı Yugoslavya oldu. '90' ların başından itibaren özel­ likle A l man emperyalizmi Yugoslavya 'yı parçalamak ve federal birlikten kopardığı her bir parçayı kendi denetimi47



ne almak için her türlü çabayı harcadı. Hırvatistan ve Sloven­ ya sözde bağımsızlıklarına böyle kavuştular. Ardından yüzbinlerce insanın ölümüne, daha fazlasının yaralanmasma, tüm bölgenin yakılıp yıkJlmasına, ve en kötüsü, on yıllarca kardeşlik içinde yaşamış halklar arasında kin ve nefret duvarlarının örülmesine neden olan "Bosna-Hersek trajedisi" geldi. Kendilerine bağlı işbirlikçi gerici güçler ara­ cılığıyla çatışmayı kışkırtan ve yaratan emperyalistler, çatı­ şan taraflar birbirini tükettikten sonra da hakem olarak orta­ ya çıktılar. Bosna 'yı kendi içinde küçücük etnik parçalara böldüler, halkları birbirlerinden ayırdılar ve "barış gücü" adı altında tüm Bosna'yı fiilen ve resmen işgal ve denetimleri altına aldılar. Bu durum yıllardır devam etmektedir. Bosna'dan sonra sıranın Kosov a ' ya geleceği, aynı oyu­ nun bu kez Kosova 'da tezgahlanacağı biliniyor ve bekle­ niyordu. '98 yılı boyunca tezgahianan kışkırtmalarla beklenen oyun sahneye kondu. Makedonya ve Amavutluk'a askeri kuv­ vetleriyle zaten yerleşmiş bulunan emperyalistler, Kosova 'ya da askeri olarak yerleşme koşulunu Yugoslavya'ya dayattılar. Dayatma reddedilince savaş makinası harekete geçirildi. Yugoslavya'ya karşı haftalardır sürdürülen emperyal ist saldırı savaş böyle başlatıldı.



Emperyalizm özgürlük değil egemenlik peşindedir Emperyali zm, her yerde ve her zaman, özgürlük değil fakat egemenli k peşindedir. Emperyali zmin karakterine iliş­ kin bu temel marksist tanım emperyal izmin tari hinden çıkartılmıştır ve emperyalizmin sonraki tüm tarihi tarafından olduğu gibi doğrulanmıştır. Emperyalizmin tüm tehdit, saldırı, işgal ve savaş girişimlerini sahtekarca "barış", "demokra­ si", "insani yardım" vb. argümanlara dayandırdığı bir dö48



nemde, bu temel marksist düşünceyi gözönünde bulundur­ mak her zamankinden çok gereklidir. Emperyalist savaş makinasıyla Balkanlar'a çullanmış em­ peryalistler bunu bir kez daha "barış", "Kosova Arnavutları'nın özgürlüğü", "etnik temizliğin durdurulması" vb. argüman­ larla gerekçelendiriyorlar. Bu büyük bir sahtekarlıktır. Varlığı bile kabul edilmeyen Kürt halkının özgürlük mücadelesi boğulsun d iye Türkiye'deki kirli savaşa yıllardır tam des­ tek verenlerin Kosova Arnavutları'nın ulusal özgürlüğü için savaşı göze aldıklarını iddia etmeleri tam bir utanmazlık ve ikiyüzlülük örneğidir.



Devrimci ulusal kurtuluşçuluk ve gerici burjuva milliyetçilik Tıpkı büyük sosyalist Ekim Devrimi sonrasında olduğu gibi ikinci emperyalist savaş sonrası dönem de, dünya ölçü­ sünde emperyalizme ve sömürgeci l iğ i karşı büyük bir ulu­ sal kurtuluş savaşları d al gası meydana gel d i . S ovyetler Birliği'nin faşizme karşı kazandığı büyük tarihi zafer; Asya'da Çin halk devriminin yarattığı büyük devrimci sarsıntı; bir dizi ülkede "Halk Demokrasisi" rejimlerinin kurulması ve bir sosyal ist kampın oluşması; özetle dünya ölçüsünde dev­ rim ve sosyalizm akımının büyük bir güç kazanması, ezi­ len ve sömürge ulusların emperyalizme karşı kurtuluş mü­ cadelelerine muazzam bir ivme kazandırdı. 20. yüzyılın bü­ yük de'vritnci ulusal kurtuluş akımı ikinci savaş sonrasındaki bu büyük patlamasıyla emperyalizme büyük darbeler vur­ du ve klasik sömürgeciliği çökertti. Ulusal kurtuluş müca­



delelerinin bu büyük dalgası, ' 70 'lerin ortasında Ç in-Hin­ di halklarıyla Afrika halklarının birbirlerini izleyen zafer­ leriyle doruğuna ulaştı . '90'lı yıllar, 20. yüzyılın bitmekte olan şu son on yılı 49



ise, dünya ölçüsünde, özellikle de eski Sovyetler B irliği ve Doğu Avrupa topraklarında, yanısıra orta Afrika 'da, gerici milliyetçilik akımiarına ve bunlar arasındaki kanlı çatışma­ lara ve boğazlaşmalara sahne oldu. Bunun tam da, Sovyetler B irliği ve Doğu Avrupa'daki y ıkılışla birlikte dünya ölçü­ sünde devrim ve sosyalizm akımının büyük bir güç ve prestij kaybına uğradığı, ezilen sınıflar ve halklar arasında insanlık tarihinin gördüğü en birleştirici ve bütünleştirici ideal ve akım olan sosyalizmin geçici olarak bu gücünü kaybettiği bir tarihsel evreye denk: gelmesi elbette rastlantı değildir. Buradaki kısa sonuç şudur: 20. yüzyıl tarihinde, proletar­ ya önderliğindeki uluslararası sosyı;ılizm akımının büyük güç kazandığı ve devrimci gelişmeleri ivmelendirdiği tarihi dö­ nemler, dünyanın mazlum ulusları için de köleli kten kurtu­ larak özgürleşrnek ve kendi aralarında kaynaşmak dönemi olmuştur. Bu büyük tarihi akımın güç kaybettiği 20. yüzyı­ lın şu son dönemi ise, tersinden gelişmelerin önünü açmıştır. 20. yüzyılın birbirinin zıddı durumundaki bu büyük tarihsel deneyimleri, onların ihtiva ettiği paha biçilmez dersler, bu­ günün sorunlarına nasıl yaklaşılması, çözüm ve çıkışın nere­ de aran�ası gerektiği konusunda da büyük tarihi ve teorik açıklıklar sunmaktadır. Emperyalizme ve sömürgeciliğe karşı büyük ulusal kurtu­ luş mücadeleleri dalgası tarihin çarkını i leriye doğru hız­ landırmış, ezilen halklar arasındaki birlik, dayanışma ve sempatiyi besleyip güçlendirmiş, emperyalizme ise büyük darbeler vurarak onun teşhirini ve tecridini hızlandırmıştı . Vietnam halkının '60'lı ve '70'li yıllarda Amerikan emperya­ l i zmine karşı yürüttüğü kahramanca mücadelenin dünya çapında yarattığı derin sempati ve sarsıntı, bu olumlu et­ kinin ve sonuçların doruğu olmuştu. Oysa '90'h yılların gerici milliyetçi dalgası, içiçe ya da birbirine komşu olarak yaşayan halklar arasındaki birlik ve 50



kardeşlik bağlarını parçalamış, onlar arasında kin, düşmanlık ve nefret ilişkilerinin gelişmesine neden olmuştur. Bu ara­ da emperyalizm, halklar arasındaki bu bölünme ve çatışma­ ları bizzat körükleyip kışk ırtmakla kalmamış, bu gerici ve kısır kanlı çatışma ve düşmanlıklardan yararlanarak halklar üzerinde köleci egemenliğini ya yeniden kurmuş ya da varolanı daha da pekiştirmiştir. Emperyalizmin kuklası durumunda­ ki kendi gerici sınıf ve yönecilerinin aleti olan halklar, bir­ birleri karşısında emperyalizmin hakemliğine ve sözde ko­ rumacılığına sığınmışlardır. B öylece gerici milliyetçilik akımı, halkiara özgür bir u lusal varl ık ve kimlik kazandırmak bir yana, tersine, onların tümden köleleşmesinin, çağımızda her türlü u lusal baskı ve köleliğin gerçek kaynağı olan emper­ yali zmin hükümranl ığı alıma girmelerinin aracı olmuştur. '90'lı yıllardan itibaren Orta Afrika'da, Kafkaslar'da, Bal­ kanlar'da yaşanan trajik gel işmelere bunun ışığında bakmak gerekir. Gerici Sırp burjuva milliyeçiliği ile Hırvat ve Sloven milliyetçiliği karşılıklı birbirini besleyerek, emperyalizmin üzerine "böl ve yönet" işlemi yapacağı zemini olgunlaştırdı­ l ar. Bosna-Hersek'de en kaniısı yaşanan trajedi ler böylece birbirini izledi. Süreç gelinen yerde Balkanlar'ın bir kez daha "balkanlaşma"sına vardı. Kosova' daki Arnavutlar'ın haklı ulu­ sal istemlerine burjuva milliyetçi bir karakter kazandıran gerici akımlar, sorunun sözde çözümünü emperyalizme ve onun savaş aygıtı NATO'ya sığınınada buldular. Böylece, Kosova Arnavutları'na özgürlük kazandırmadıkları gibi, bütün Bal­ kanlar'ın bir savaş alanına dönmesinin, emperyalistlerin bir dizi Balkan ülkesini büyük askeri kuvvetlerle işgal etme­ sinin basit bir aracına ve vesilesine dönüştüler. Baskı altındaki ulusu ya da ulusal azınlığı özgürleştirmediği g ibi bölgedeki diğer halkların daha çok köleleştirilmesine vesile olan bu tür gerici mill iyetçi ulusal akımlar hiçbir biçimde desteklenmemeli, tersine, emperyalizmin uşaklan



ve piyonları olarak teşhir ve mahkum edilmelidirler. Aynı şekilde, emperyalistlerin mazlum ve güçsüz halkları birbi­ rine kırdırmak, sonra da hakem ya da kurtarıcı pozlarında sahneye çıkmak şeklindeki alçakça ve canice oyunları sis­ tematik bir biçimde teşhir edilmelidir. Ulusların köleliği, yaşadıkları sorunlar ve acılar, ulusal hak yoksunlukları emperyalizmin umurunda olmadığı gibi, çağımııda emperyalizm, bütün bu türden sorunların doğru­ dan ya da dolaylı olarak kaynağını oluşturan asıl güç duru­ mundadır. ABD emperyalizminin başını çektiği ittifak da, savaş makinası NATO'yu Yugoslavya'ya karşı harekete geçirip Bal­ kanlar'ı ateşe verirken, Kosova Arnavutları'nın u lusal hak­ ları değil fakat kendi egemenlik planlarını uygulamak peşin­ dedir.



NATO'nun Dü n ya ölçüs ün d e



yeni stratejisi: saJdarganlık ve savaş



Saldırgan NATO ittifakının 50. yıl zirvesinden bir ay önce başlatılan emperyalist savaşın gerçek nedenleri, bu zirvede kabul edilen yeni NATO stratejisi ile birlikte çok daha açık bir biçimde ortaya çıkmıştır. Bir gözlemcinin isabet­ le belirttiği gibi, sorun Kosova değil fakat NATO'nun yeni işlevidir. Balkanlar'a yöneltilmiş emperyalist müdahale ile Kosova sorununa değil, fakat NATO 'nun yeni stratejisine çözüm aranmıştır. Daha doğru ve tam bir ifade ile, zirve öncesindeki bu haydutça savaş pratiğinde, zirvede benim­ senecek yeni saldırı ve savaş stratejisinin bir ilk uygula­ ma örneği sergilenmiştir. NATO her zaman devrime ve sosyalizme, halkların öz­ gürlük ve bağımsızlık mücadelelerine karşı bir tehdit ve şantaj, saldırı ve savaş örgütüydü. Fakat o resmen bir "savunma" örgütü olarak tanımlanıyor, saldırgan ve emperyalist niteliği 52



resmi söylernde gizlenmeye çalışılıyordu. 50. yıl zirvesin­ de kabul edilen "yeni konsept"e göre, NATO artık resmen de bir saldırı ve savaş örgütüdür. B una göre, sadece ken­ disine üye olan ülkelerin sınırları alanında değil, fakat "alan dışında" da , demek oluyor ki dünyanın her yerinde ve her türlü babaneyi kullanarak, kendine karşıt ya da kendisi için tehlike saydığı her gelişmeye, akıma, ulusa ve devlete mü­ dahale etme hakkını kendinde görebilmektedir. Mevcut konjonktürden de yararlanılarak aykırı sesler çı­ k aran devletler, etnik çatışmalar vb. bu yeni "konsept"in hedefleri olarak gösterilmektedir. Gerçekte ise asıl ve temel stratejik hedef, her türlü ilerici ve devrimci akımlar ile işçi sınıfı ve halkların her türden devrimci çıkışıdır. Yeni NATO "konsept"i ile gerçekte 2 1 . yüzyılın devrim dalgaianna hazır­ lık yapılmaktadır. Kendi aralarında çelişkileri ve kutuplaş­ maları gitgide derinleşen ve bunu NATO zirvesine de yansıt­ maktan kendilerini alamayan emperyalistlerin N ATO çatısı altındaki mevcut birliği ne kadar sürdüreceklerinden bağımsız olarak bu böyledir. Bir başka ifadeyle, önemli olan, NATO ittifakı ayakta kaldıkça bu savaş makinasının dünya ölçü­ sünde ne amaçla kullanılacağının resmen de ilan edilmiş ol­ ması gerçeğidir. Etkinlik alanı sınırlamaları kaldırılan, bütün bir yeryüzü­ nü kendisi için etkinlik alanı o larak ilan eden NATO'nun, bugün için esas etkinlik alanının B al kanlar ve Ortadoğu olduğunu emperyalist şefler açıkça ifade ediyorlar. Nitekim bu iki alan NATO'da yeralan emperyalistlerin halihazırda fiili savaş ve işgal alanıdır. Ortadoğu 'da Irak, Balkanlar'da i se Yugoslavya, ABD emperyalizmi tarafından bu savaş ve iş­ galin bahaneleri olarak kullanılmışlardır. (İ lkinde Kuveyt, ikincisinde Kosova bu babanelere dolgu malzemesi sağlamıştır.) Türkiye bir NATO ülkesidir ve emperyalizmin bu iki hassas ç ıkarlar alanını birleştiren bir coğrafi konuma sahiptir. 53



Bu nedenle de NATO' nu n yeni stratejisi, Türkiye devrimi ve devrimcileri iyin apayrı bir anl am ve önem taşımaktadır.



NATO: Uluslararasi bir i ç savaş örgütü Yeni "konsept"e göre, NATO yalnızca· bir dış müdaha­ le aracı değil, aym zamanda artık bir uluslararası iç savaş örgütüdür. Zirve tartışmalarında devletlerin egeme n l i k hakların ın NATO için bir şey i fade etmediği, "ulusal ege­ menlik" kavramının artık uluslararası i lişkilerin dayandığı temel olmaktan çıktığı, NATO' nun uygun bahanesini bul­ duğunda ve kendi çıkarları gerektirdiğinde devletlerin ve uluslann yaşamına doğrudan müdahale edeceği, "yeni stratejik konsept" çerçevesinde açıkça dile getirilmiştir. Fakat dile getirilen daha da önemli bir nokta var. Belİi bir devletin sınırlan içerisindeki sorunlar karşısında ilgili devlet güç durumda ya da çaresiz kahrsa, NA TO duruma doğrudan müdahale etmeyi kendi yeni misyonu olarak tanımlamıştır. Buna göre, devrimci bir Kürt özgürlük mücadelesinin Kür­ distan 'da başarıyı zorlaması durumunda, ya da devrimci bir işçi sınıfı · ve halk hareketinin Türkiye 'deki rejimi zorlaması koşullarında, NATO bir iç savaş gücü olarak doğrudan devre­ ye girebilecektir. NATO'nun artık bir dünya polisi olacağı açıkça dile getiriliyor. Fakat burada devrimcilerin önemle gözetmesi gereken kritik nokta şudur: NATO bu polisliği devletler arası ilişkilere ve anlaşmazlıklara çeki-düzen verme girişimlerinin ötesinde, bizzat tek tek ülkelerdeki iç çatışmalara doğrudan müdahale etmeye girişerek de yapmak niyetindedir. Bu anlamda NATO, uluslararası konuma sahip bir iç savaş örgütü ve ordusu olarak çıkacaktır emekçilerin ve halkların karşısına. Daha çıkışında tek tek ü ye ülkelerde gladio, kontrgerilla vb. isimler altındaki özel iç savaş örgütlenmelerine 54



girişen NATO'nun kendine şimdi açıkça biçtiği bu yeni mis­ yon şaşırtıcı da de�ildir.



Saldırganlıkla birleşenterin iç çelişki ve çatışmaları büyüyor Gelgelim tarih diyalektik bir tarzda, sürekli çelişkiler ve karşıtlıklar üreterek seyreder. B ugün kendine yeni strate­ jik misyonlar tanımlayan emperyalist NATO ittifakı , biz­ zat bu yeni stratejinin saptandı�ı 50. yıl zirvesinde gittikçe derinleşen iç çekişme ve çatışmalarını gizleyememiştir. Bunlar NATO ile BM ilişkisinden sürmekte olan savaşa, NATO'nun kendi iç yönetiminden Avrupa'nın kendi birleşik askeri örgüt­ lenmesine (zirvede buna Avrupa Güvenlik ve Savunma Kim­ l iği denildi) kadar bir dizi alanda kendini gösterdi . Bu çekişme ve çatışmalar, bizzat ABD' nin davranış çiz­ gisiyle de tescil edilmektedir. Zirve öncesinde NATO'yu Bal­ kanlar'a askeri müdahaleye sürükleyen ABD, gerçekte böy­ lece emperyalist nüfuz ve rekabet mücadelesinde k�ndi po­ zisyonunu güçlendirmek, NATO zirvesinde de bunu tescil ettirmek hesabı içinde idi. Buradaki hedef ve hesap birden fazladır. Herşeyden önce, BM yerine NATO' nun karar ve irade­ sine göre hareket edilmesi, Güvenlik Konseyi 'nin Rusya ve Çin gibi iki daimi üyesini peşinen devre dışı bırakmak de­ mektir. Yugoslavya'ya yöneltilmiş savaş yalnızca bir ilk örnek olduğuna göre, bu davranış bundan sonraki uluslararası an­ Iaşmazlıklarda da bu iki devleti (elbetteki NATO üyesi ol­ mayan tüm öteki BM üyelerini) devre dışı tutma niyetini ortaya koymaktadır. İkinci olarak, ABD emperyalizmi, Avrupa 'nın göbeğindeki bir soruna savaş yoluyla müdahale ederek ve kendisine rakip konumdakı Avrupalı emperyalistleri bu doğrultuda ardından 55



sürükleyerek, onlar üzerindeki etki ve denetimini güçlen­ dirmi�tir. Onları kendi çizgisinde ve kendi çıkarları doğrul­



tusunda hareket etmek zorunda bırakmıştır. Ö ylesine ki, Fransız emperyalizmi, istemiye istemiye "geleneksel dostu" Sırhistan ' a yöneltilen y ıkıcı emperyalist savaşın içinde bul­ muştur kendini. Öte yandan, saldırı savaşının üssünü oluştu­ ran İ talya, ABD'nin yönettiği savaşın iradesiz bir bileşeni durumundadır. Alman emperyalizmi ise, ABD'nin hakim ini­ siyatifine rağmen, duru m konusunda daha rahat bir po­ zisyondadır; zira ikinci emperyal ist savaştan sonra ilk kez olarak dışarıya asker göndermenin ötesinde, bizzat bir em­ peryalist saldırı savaşı içerisinde yeralarak uluslararası mili­ tarisı girişimlerine böylece bir meşruluk sağlamıştır. AB üyesi devletler içinde bir tek İ ngiltere ABD'nin B alkanlar'daki bu son girişimiyle tam bir uyum ve çıkar birliği içerisin­ dedir. Ne de olsa o, bir dizi başka olayın da gösterdiği gibi, gerçekte ABD 'nin Avrupa 'daki kolu durumundadır. Ü çüncü olarak, Y ugoslavya ' y a karşı açılan savaş, Rus­ ya'nın Balkanlar' daki etkinliğine de bir darbe olmuştur. Rusya'nın önden tüm esip gürlemeleri ve savaşın ilk gün­ lerinde savurduğu kuru-sıkı tehditler olayların seyrini etki­ lememiştir. Emperyalist savaş başiatılıp sürdürüldüğü ölçüde bu, bu ülkenin artık dünya politikasında birinci dereceden bir rol oynayamayacağı doğrultusunda bir ilk mesaj olmuştur. Bilindiği gibi Rusya' nın artık bir süper devlet olmadığını, fakat yalnızca bölgesel bir güç olduğunu kendisine ve tüm dünyaya gösterip kabul ettirmek, ABD emperyalizminin yeni stratejisinin önemli bir unsurudur. Dördüncü olarak, ABD emperyalizmi (ve kuşkusuz onun­ la birlikte Avrupalı emperyalistler) Kosova sorununu ve Yugoslavya' ya açılan savaşı Balkanlar'a yerleşmenin, Balkan ülkelerini denetlemenin ve B alkan halklarına içerden hakim olmanın bir aracı olarak kullanmaktadırlar. ABD emperya56



lizmi Arnavutluk'u fiilen işgal etmiş durumdadır ve bu işgali kalıcılaştırmak niyetindedir. Aynı şekilde Makedonya, ABD ve öteki emperyalistlerin askeri i şgali altındadır. Bulgaris­ tan, Romanya, Çek Cumhuriyeti ve Macaristan 'ın hava sa­ haları emperyal i st askeri harekata açılmış durumdadır. Çek Cumhuriyeti ve Macaristan 'a emperyalist askeri güçlerin yerleşmesi gündemdedir. Kuşkusuz bu sonuncu nokta, emperyalistlerin işbirliği halinde Balkanlar' a yerleşmesi, en önemli noktadır. Zira bu, bölge halklarının kaderini ve bölgede devrim i n geleceğini hayati ölçülerde etkileyecek bir gelişmedir.



Dünya çapmda savaşa ve emperyalizme karşı büyüyen dalga Fakat tarihin diyalektiği asıl olarak kendini emperyalizmin Balkanlar'daki bu hoyratça ve canice eylemi karşısında dün­ ya ölçüsünde gelişmekte ve yayılmakla olan emperyalizm ve savaş karşıtı dalgada göstermektedir. Emperyalist müda­ hale ile birlikte Batı Avrupa'da, Doğu Avrupa'da, başta Yu­ nani stan ve Bulgaristan olmak üzere Balkanlar'da, Rusya 'da ve dü nyanın birçok başka bölgesinde, büyük savaş karşıtı gösteriler yaşandı ve yaşanmaktadır. V ietnam savaşından be­ ri dünyada ilk kez bu denli yaygın, güçlü ve belirli bir em­ peryalist saldırıya k i littenmiş anti-emperyalist k itle hareketi görülmektedir. Bunu yalnızca bir başlangıç, bundan böyle güçlenerek devam edecek olan büyük anti-emperyalist du­ yarlılık ve eylemin bir ilk işareti saymak gerekir. ABD em­ peryalizmi ve NATO meydanı boş bularak güç gösterisine girişmişler, fakat böylece kendi karşıtı güçleri dünya ölçüsün­ de harekete geçi rm işlerdi r. Bu arada emperyalist saldırı savaşı peçeleri yı rtınakta, gerçek kimlikleri de yerli yerine oturtmaktadır. Örneğin Al57



manya'da, hükümet partileri olan SPD ve Yeşiller'in bir em­ peryalist saldırı savaşını emperyalizmin has temsilcileri olarak yürütmeleri yüzlerindeki maskeleri düşürmüştür. Aynı şey Fransa'da ve İ tal ya'da hükümet ortağı olan sözde komü­ nist gerçekte revizyonist-reformisı partileri için de geçer­ lidir. Yine aynı şey, pek mill iyetçi geçinen, fakat İ ncirlik üzerinden Irak 'ın günübirlik bombalanmasına ses çıkarama­ yan, B alkanlar' a yönelik ·emperyalist müdahaleye ise hara­ retle destek veren Ecevit için de geçerlidir. Olaylar geri­ ci-şoven mill iyetçiliğin dünyada olduğu kadar Türkiye ' de de emperyalizme uşaklığın öteki yüzü olduğunu gitgide da­ ha açık gösterecektir. Emperyalist savaş Batı'nın sözde burju­ va demokrasinin ve özgür medyasının da gerçek yüzünü açı­ ğa çıkarmıştır. Emperyalistler ve onların hizmetindeki med­ ya organları , savaşın gerçek nedenlerini ve seyrine ilişkin gerçekleri Göbels'i aratmayan bir propaganda tarzıyla ters­ yüz etmek ve kendi halklarını aldatmak için her türlü sah­ tekarlığı ve rezill iği mübah saymaktadırlar. Balkanlar'a emperyalist müdahalenin en önemli sonuç­ larından biri de, Balkan halklarıyla türedi Balkan burjuvazisi­ nin ve onun hükümetlerinin taban tabana zıt tutumlar içerisin­ de giderek pirbirinden daha çok kopmasıdır. Balkan halkları (özellikle de Yunan, Bulgar ve Çek halkları) başından itiba­ ren emperyalist müdahaleye karşı çıkarlarken, yönetici sınıflar aldıkları sadakalar ve rüşvetlere karşılık olarak emperyalist saldırganlara destek ve hizmette kusur etmemişlerdir. Yöneti­ ci sınıflar ile emekçi halklar arasında savaşın şiddetlendirdiği bu kopma, devrimci açıdan önemli bir gelişmedir.



Türkiye: Emperyalist saldırganlık ve savaşın ileri karakolu Son olarak Türkiye'nin durumu var. Türk burjuvazisi Yu58



goslavya'ya yöneltilmiş emperyalist saldırıyı hararetli bir tarzda desteklemekle kalmıyor, kendi askeri kuvvetleri yle bu canice savaşın içerisinde bizzat yer de alıyor. Balkanlar'a yönelik emperyalist saldırı vesilesiyle bir kez daha görül­ müştür ki, Türk devleti, Türkiye'yi çevreleyen bölgelerde, yani Ortadoğu 'da, Kafkasya'da ve B alkanlar'da ABD em­ peryalizminin en sadık müttefiki ve onun emperyalist planla­ rının bir müdahale gücü durumundadır. Bu aşağılık rol, Türkiye halkına Kosovalı müslümanla­ ra yardım iddiası sahtekarlığıyla örtülmeye çalışılarak sunul­ maktadır. Bu sahtekarca iddiaya ileri sürenler, Kürdistan'da 20 milyon müslüman Kürdün v arlığını bile reddedenlerdir. ABD emperyalizminin İncirlik'ten kaldırdığı uçaklarla müslü­ man Irak halkının günübirlik bombatanmasııla seyirci ka­ lanlardır. Bu salıtekartığı ve ikiyüzlülüğü teşhir etmek, Türk burjuvazisinin ve hükümetinin, Balkanlar'da Kosovalı Arna­ vutlar için değil, fakat ABD emperyalizminin bölgedeki çı­ karları için savaş yürüttüğünü emekçilere anlatmak, günü­ müzdeki devrimci çalışmanın temel unsurlanndan biri ol­ mak durumundadır. Türk burjuvazisiyle ilgili bir başka nokta, 50. yıl zir­ vesinde ortaya çıkan gel işmelerdir. Avrupal ı emperyalist­ ler, ABD'nin inisiyatifini sınırlamak ve kendi etkinlik alan­ l arında daha hükümran davranmak üzere Avrupa Güvenlik ve Savunma Kimliği adı altında kendi birleşik askeri kuvvet­ lerini yaratmayı karar haline getirdiler. NATO ülkesi Tür­ kiye bu yeni emperyalist ol uşumun dışında bırakıldı. Bir kısım burjuva yazarlar bile bunu Türkiye'nin A vrupa'dan daha çok uzaklaştırılması, A B D emperyalizmine daha ağır bir biçimde rnahkum olması olarak yorumladılar. Bu çer ­ çevede Türkiye önümüzdeki dönemde, ABD emperyalizminin hizmetinde Ortadoğu, Kafkaslar ve İç Asya 'ya yönelik olarak daha etkin bir koçbaşı rolü üstlenecektir. 59



Sonuç olarak Türkiye, NATO bünyesinde ve ABD em­ peryalizmine bağımlılık ilişkileri çerçevesinde, kendini çev­ releyen bölgedeki ü lkelere ve halkiara karşı emperyalizmin bir ileri karakolu olma rolü oynayacaktır.



Emperyalizme karşı devrimci enternasyonalizm Bu aşağılık rolü boşa ç ıkarmak, bu stratejik amaç çer­ çevesinde tüm bölge halklarıyla, onların i lerici ve devrim­ ci güçleriyle en yakın ilişk i ve dayanışma içerisinde olmak, Türkiye Komünist İ şçi Partisi ' ni n emperyali st müdahale öncesinde gerçekleşen kuruluş kongresinin saptadığı temel önemde stratejik bir görevdir. B alkanlar'a emperyalist mü­ dahale ve bu müdahale içerisinde Türkiye 'nin üstlendiği aşağılık rol; Partimiz'in bu alandaki stratejik ve güncel gö­ revlerine apayrı bir anlam ve önem kazandırmıştır. Son ola1'ak şununla bağlamak istiyoruz. Partimiz'in kuru­ luş kongresi devrimimizin Türkiye'yi üç yandan kuşatan böl­ gelerdeki gelişmelerle hayati ilişkisini bütün açıklığıyla ve çok yönlü olarak saptamış bulunmaktadır. Son gelişmeler bu perspektifi . doğrulamakla kalmamış, buna i lişkin görev ve sorumluluklarımızı da çok daha yakıcı ve güncel hale getir­ miştir. Emperyalizmin uluslararası örgütlerinin her zamankin­ den çok şu veya bu ülkenin iç çatışmalarında doğrudan ta­ raf olmaya hazırlandıkları bir döneme giriyoruz. Böyle bir dönemde şu veya bu ülkedeki devrim mücadeleleri de ka­ derlerini her zamankinden çok daha güçlü bir biçimde ulus­ lararası ilişkilere, enternasyonal birlik ve dayanışmaya, dev­ rimin bölgesel ve uluslararası karakterine bağlamak zorun­ dadırlar (Ekim, sayı: 203 , Nisan '99, başyazı) 60



Zorlu döneme örgütsel haz1rhk



Ulusal ve uluslararası planda zorlu ve karmaşık bir döne­ me g irmiş bulunuyoruz. Yanıbaşımızda, Balkanlar'da bir emperyalist savaş sürüyor. Ekim 'in geçen sayısının başyazısı, bu savaş şahsında, dünya­ daki ve bölgedeki gelişmelerin devrimci sınıf mücadelele­ ri açısından anlamını ve önem ini temel noktalar üzerinden ortaya koymuş bulunuyor. Bu değerlendirmede yer alan "yeni bir emperyalist saldırı ve savaşlar dönemi"ne girmiş bulun­ duğumuz tespiti bile kendi başın a yeni dönemin anlamını ve kapsamını göstermeye yetiyor. B alkanlar, Ortadoğu ve Kafkaslar ile iç Asya, bugün emperyalist nüfuz mücadeleleri­ nin şiddetlendiği, bu çerçevede sayısız kışkırıma ve oyunların sahnelendiği ve fırsat bulundukça fiili emperyalist müdahale­ lerin, somutta dün Körfez'de ve bugün Balkanlar'da olduğu gibi empryalist saldırı savaşlarının gündeme getirildiği bir bölge. Türkiye bugünün dünyasının bu üç temel kriz bölgesi­ nin tam göbeğinde yeralan ve kendisi de kriz içinde debe­ lenen bir ülke. Bu konum, kendi iç kriz dinamiklerinden de öteye, Türkiye'yi nesnel olarak bu bölgesel krizin bir 61



parçası haline getiriyor. Daha da önemlisi, Türk burjuva­ zisi egemenliğindeki bir Türkiye, her zamankinden çok daha fazla olarak ABD emperyalizminin bu kriz bölgelerine müdahalesinin bir ileri karakolu işlevi görüyor. Bugün İ ncirlik Ü ssü emperyalizmin Türkiye'yi Ortadoğu halklarına yöne­ lik bir saldırı üssü olarak kullanması olgusunu simgeliyor. NATO'nun Yugoslavya'ya müdahalesi ise, Türk burjuvazisinin aynı uşakça rolü bu kez Balkan halklarına karşı üsttendiğini somut olarak gösterdi. Balkanlar'a fiilen yerleşen emperya­ listler, Türk askerini Balkanlar'da kendi amaçları doğrultusun­ da bir müdahale gücü ve Türkiye toprakların ı da bir em­ peryalist saldırı üssü olarak kullanıyorlar. Türk dış politikasının her alanda emperyalizmin çıkarla­ rına göre uyarlandığı bir dönemin içindeyiz. Bu bir emper­ yalist saldırı ve savaşlar dönemi olduğu ölçüde ise dıştaki bu uşaklığın ve maceracılığın gerisin geri iç politikadaki yansımaları da dolaysız olmaktadır. Dışardaki saldırganlığa paralel olarak içerde dizginsiz bir şovenizm ve bununla meş­ rulaştırılan azgın bir devlet terörü, rejimin bugünkü yöne­ limini belirleyen politikalar durumu ndadır. İ şçi sınıfı ve emekçiler şovenizm ile sersemletilmekte ve faşist devlet te­ rörüyle yıldırılıp teslim alınmay a çalışılmaktadır. B unun düzlediği zeminde ise tekelci sermayenin kriz politikaları, emekçiler için yoksulluğun ve işsizliğin ağırtaşması anlamına gelen İ MF reçeteleri hayata geçirilmektedir. 1 8 Nisan seçimleri şovenizmin Türkiye toplumunda nasıl da büyük bir güç ve etki alanı kazandığını somut olarak göstermi ş bulunmaktadır. Tekelci burj uvazi şimdi bunu emekçileri yıldırı p teslim alman ı n bir yeni olanağı olarak değerlendirmek çabasındadır. DSP-MHP eksenli hükümet bu çerçevede düşünülmüş ve özel bir ısrarla tezgahlanm ıştır. Bu hükümet, d ışarda emperyalizmin hizmetindeki bir sal­ dırganlığa, içerde ise şovenist histeriye ve faşist devlet terörüne



bugünkü koşullarda en uygun düşen hükümettir. Başta özel­ leştirme olmak üzere sermayenin ekonomik kriz politikalarını kararlılıkla hayata geçireceğini ise bu hükümet daha en baştan, daha protokol görüşmeleri safhasında açıklıkla ortaya koy­ muştur. B ütün bu gelişmeler ortamında son 1 Mayıs, kitle ha­ reketinin halihazı"rdaki zaafiyetini görmeye vesile olmuştur. İ şçilerin yerel planda herşeye rağmen sürmekte olan hak mü­ cadelelerini saymazsak, kitle mücadelesi bugün son yılların en geri noktasında bulunmaktadır. B unda toplumu saran şovenist histerinin ve onun oluşturduğu atmosferde kol ay­ ca uygulanan baskı ve terörün kuşkusuz özel bir rolü var. Kitleleri uyarmaya, örgütlerneye ve harekete geçirmeye yöne­ lik devrimci siyasal çabanın son birkaç yılda gitgide zayıf­ laması bunun bir başka neden idir. Devrimci siyasal faali­ yet bugün son yılların en geri noktasındadır. Seçimler gibi kritik önemde fırsatlar sunan bir nispi potitizasyon dönemin­ de bile devrimci akımların sözü edilebilir bir varlık göster­ memeleri, sol ya da sosyalizm adına meydanı neredeyse ta­ mamen icazetçi reformİ st akımlara bırakmaları bunun so­ mut bir göstergesidir. Nitekim bu gerçeklik son l May ıs kutlarnalarına da yansımış, devrimci ruh ve coşku açısından 12 Eylül sonrasının en zayıf l Mayıs 'ı yaşanmıştır. Kürt hareketinde ise gelişmeler doludizgin başaşağı git­ mektedir. Ö calan yakalandıktan sonraki gelişmeler, Kürt hareketinin "siyasal çözüm" çizgisini "barış" ve "uzlaşma" adı altında kurulu düzene bir teslimiyet çizgisine vardırdığını göstermektedir. Parti basınımızda seçimlere ilişkin olarak yeralan değerlendirmelerde, Ö calan çizgisi şahsında Kürt hareketinin devrimden artık tümüyle yüz çevirdiği açıklıkla tespit edilmiş bul unmaktadır. B unun yaratacağı sorunları, Kürt halk kitleleri üzerinde ve devrimci hareket saflarında bir dönem için yol açacağı moral ve maddi y ıkımı tahmin 63



etmek güç değil. ***



Temel unsurları v e ayrıntıları parti basınım ııda sürekli biçimde işlenmekte olan döneme il işkin bu siyasal tablo, ne türden zor ve karmaşık bir döneme girdiğiın İzin genel bir çerçevesini vermektedir. B u zorlu dönemi göğüslemek, bu dönemin görev ve sorumluluklarını parti olarak omuz­ lamak durumundayız. Bu bizim için bir sınanma, gerçek bir sınavdan geçme dönemidir. Partimiz'in farklı ve yeni olan konumu ve k imliği, dönemin bu zorlu görevleri içerisinde sınanacak ve güçlenecektir. Parti, öteki şeyler yanında öncelikle program, taktik ve örgüt demektir. Örgüt bir araçtır; ona anlam ve kuvvet veren ise program ve taktiktir, bunların ifadesi olan ideolojik-politik çizgidir. Ö rgüt, devrimci bir program temeli ü zerinde yükseldiği, sağlam bir ideolojik çizgiye dayandığı ve kuş­ kusuz döneme uygun düşen politikalara sahip olduğu ölçüde, bir anlam taşır ve bir araç olarak kendi işlevini başarıyla yerine getirir. Öte yandan, program ve pol itika da ancak bir örgütte cisimleştiği ölçüde gerçek anlamını ve işlevini bulur. Ne kadar doğru ve devrimci olurl arsa olsunlar maddi bir ör­ gütsel temele dayanmayan, onda bir kimliğe ve maddi bir çabaya dönüşerneyen program ve politikaların da herhangi bir anlamı, işlevi ve dolayısıyla geleceği olmaz, olamaz. Örgütsel alandaki sorun ve sorumluluklarımızı, dönemin zorlu ve karmaşık tablosu kadar, devrimci sınıf mücadele­ sinin bu temel gerçekleri ışığında kavramak zorundayız. Parti örgütümüzü geliştirmenin, güçlendirmenin ve pekiştirmenin sorunlarına da, aynı şekilde devrimci sınıf mücadelesinin ve dönemsel devrimci görevlerin gerekleri üzerinden bak­ mak durumundayız. ***



Kongreyi izleyen sistematik polis saldırısı, bunun yol­ açtığı tahribatlar ve yine bunun açığa çıkardığı zaaf ve ye­ tersizlikler, örgütsel alandaki sorun ve sorumluluklarımıza yeni boyutlar kazandırmıştır. Parti kongresinde yapılan yolaçıcı ve bağlayıcı değerlendirmeler ise yaşanan bu gelişmelerin ışığında apayrı bir anlam ve önem kazanmıştır. On yıllık bir hareket olarak örgütsel alanda büyük bir düşünce ve deneyim birikimine· sahibiz. Kongredeki değer­ lendirmelerin zenginliğini ve yolaçıcılığını da bu birikime borçluyuz. Kongre bütün bir partileşme sürecindeki deneyim birikimini toparlamakla kalmamış, bir yandan partili düzeyin gerekleri ve öte yandan ise dönemin ihtiyaçları üzerinden, yeni dönemin örgütsel perspektiflerini ortaya koymuştur. Ör­ gütsel süreçlerimizin ve sorunlarımızın temel başlıklar üze­ rinden ilk büyük genellemesi 3. Genel Konferansı'ınııda ya­ pılmıştı. Kendi tartışma ve değerlendirmelerinde 3. Genel Konferans'ın ortaya koyduğu örgütsel platformu hareket nok­ tası olarak ele alan Kuruluş Kongremiz, aynı zamanda bu platformu Partimiz için de bağlayıcı bir örgütsel platform olarak karara bağlamıştır. Parti Kurul uş Kongremiz'in önemli bir bölümü şimdi­ den devrimci kamuoyuna sunulmuş olan örgütsel değerlen­ dirmeleri zengin, çok yönlü ve geniş kapsamlıdır. Ortaya konulan perspektifler, tanımlanan görevler yeterince açık ve nettir. Bunlar öyle soyut ve genel yaklaşımlar da deği ldir. Tersine, genel yaklaşımlar hareket noktası olsa da tüm de­ ğerlendirme ve tartışmalar içinden geçmekte olduğumuz özel dönem, toplumsal ortam ve nihayet kendi somut gerçekliği­ miz üzerinden yapılmıştır. Kongreyi izleyen saldırı döne­ minin açığa çıkardığı gerçekler, yapılan değerlendirmelerin ve saptanan görevlerin hayati anlamını ve i şlevini çok daha somut olarak göstermiştir. Bu durumda bizim için tüm sorun, uygulama kararlılığı 65



ve tutarlı lığı sorunudur. Uygulamada tutarlılık ve karar! • '



..



da · elbette bir önderlik, sürekl i ve somut yönlendirme ve denetleme, yerinde ve zamanında müdahale ile bağlantılıdır. Merkezi ve yerel önderlikler bu konudaki sorumluluklarının bil incinde hareket etmek durumundadırlar. Kuruluş Kong­ remiz buna i lişkin sorunları ve sorumlulukları da yeterli açıklıkta ortaya koymuştur. Bu alandaki boşlukların ve za­ afların Kurul uş Kongresi'nin bağlayıcı iradesine rağmen sürmesinin nelere yolaçabileceğini ise kongreyi izleyen polis saldırıları somut olarak göstermiştir. Merkez Komitesi bu bedeli ağı r son deneyimin derslerini de gözten bir titizlik­ le hareket etmek kararlı lığmdadır. Örgütsel çizgimizi kararlılık ve tutarl ılıkla uygulamak ve örgütsel görevlerimizi başarıyla gerçekleştirebiirnek için, saflarımızda hala etkileri süren örgütsel oportünizmi, onun içimizdeki taşıyıcısı olan küçük-burjuvaziyi mutlaka yenme­ miz, altetmemiz gerekir. Küçük-burjuvazi tek tek bireyler şahsında değil, bizim toplam gerçekliğimizin organik bir öğe­ si olarak varl ığını sürdürmektedir. Sorunu bu çerçevede kav­ radığımız takdirde ve ölçüde, gerçektiğimizin bu olumsuz ve geçmişe ait yanına karşı daha başarılı v e sonuç alıcı bir mücadele yürütebiliriz. Küçük-burjuvazi bizim siyasal geçmişimizdir, sosyal kökenimizdir, oradan süregelen kültürümüzdür, devraldığı­ m ız mirasın etkileri kazınması gereken olumsuz yanıdır. Bu bir eği limdir, bir alışkanlıklar toplamıdır, bir anlayış ve zih­ n iyettir. B unun m utlaka yeni l mesi, yenilgiye uğratılması gerekir. Tek tek her kadro şahsında ve bir bütün olarak örgüt çapında. Örgütsel çizgimizi tutarl ılıkla uygulamanın önündeki te­ mel engel olan örgütsel oportünizme karşı mücadeleyi bu genel çerçeve ve bu temel noktalar üzerinden kavramak du­ rumundayız. Bizim için örgütsel inşa süreci, örgütsel opor66



tünizme karşı s istemat i k bir mücadele süreci de olmak zorunda. Başarılı bir örgütsel gelişmenin temel bir önkoşuludur bu. Şunu da ekieyeJim ki, içimizdeki düşman sayılması ge­ reken küçük-burj uvaziyi, onun temsil ettiği örgütsel opor­ tünizmi, devrimci iç örgütsel yaşamı oturtarak, etkili ve sis­ tematik bir politik çalışmayı süreklileştirerek, bu çaba içe­ risinde işçi sımıfı ve emekçilerle birleşip kaynaşarak, onla­ rın en iyi öğeleriyle parti örgütlerini sürekli besleyerek ye­ nip altedebil iriz. Kuruluş Kongresi'nin bütün bir örgütsel birikimi , buna tüzük tartışmaları ve örgütsel g üvenl ik sorunları üzerine tartışmalar da dahildir, yakında kitaplaştırılacaktır . Bu ki­ tap*, 3. Genel Konferans'ın Kongre tarafından bağlayıcı bir p latform olarak onaylanan metinleri ve Partileşme Süreci­ l ve Partileşme Süreci-2 başlıklı kitaplarımızia birlikte, tüm parti birimlerinde yeniden incelenmek d urumundadır. Ö r­ gütsel birikimimizi döne döne incelemek ve özümsemek. tüm parti kadrolarımız ve organlarımı z için ihmal edilemez bir sorumluluktur. (Ekim , sayı: 204 , Mayts 1 999, başyazt)



* TKİP Kuruluş Kongresi ' nin sözü edilen edilen örgütsel materyali 3 ayrı kitap halinde yaytnlandt : - Parti Tüzüğü Üzerine - Örgütsel Sorunlar - Örgütsel Güvenlik Sorunlan



67



Kürt hareketinde son gelismeler



Ayrişma ve yeniden saflaşma zorunluluğu



Abdullah Öcalan 'ın İmralı duruşmalarında ortaya koyduğu reformist tes l i mi yet platform u n u n ayrı n t ı l arına burada g i rmeyeceğiz. Bu parti basın ı m ı zd a halihazırda zaten yapıl m akta, geli şmeler ayr ı n tı l arıyla ele a l ı nmakta ve tartışılmaktadır. Bu nedenle biz burada kendimizi , Kürt hareketini Öcalan çizgisi şahsında bu noktaya getiren sürecin mantığım, ortaya çıkan yeni durumun anlamını ve başlamakla olan yeni dönemin niteliğini temel noktalar üzerinden ortaya koymakla sınırlayacağız.



Ö calan'an yeni platformu Kürt burjuvazisinin platformudur Öncelikle ve daha en baştan şunu belirtelim; İ mralı du­ ruşmalarında yaşanan gelişmeye salt Abdullah ÖCalan 'ın kişisel 68



tercihi olarak bakılamaz, bu sorunu fazlasıyla basitleştirmek olur. Abdullah Öcalan herhangi bir kişi değil , kendi şahsında bel l i bir sınıfın iradesini ve tercihini ortaya koyacak ko­ numda bir parti l ideri ve Kürt hareketinde çok önemli yeri olan bir politik şahsiyettir. Onun "demokratik çözüm" plat­ formu üzerinden yansıyan, son tahl ilde Kürt burjuvazisinin iradesi ve tercihidir. Abdullah Öcalan ' ın bir dizi teorik ve tarihsel açılım üzerinden ortaya koyduğu "demokratik çözüm" platformu, Kürt burjuvazisinin Kürt sorunu konusundaki ko­ numuna, tutumuna ve çıkarlarına uygun düşen bir çözüm platformudur. Kürt burju vazisi Türk burjuvazisi ile güçlü ve kopmaz iktisadi, sosyal, siyasal ve kültürel bağlara sahiptir. Buna rağmen Kürt alt sını fiarına dayalı bir ul usal uyanışın PKK önderliğindeki mücadele ile toplum gündemine oturması, zamanla bu sınıfı Kürt sorununda belli bir hassasiyete ve bu çerçevede politik bir tutuma itti. Bu hassasiyetİn ve politik tutumun şekillendiği dönem, aynı zamanda PKK 'nın yaşanan tıkanma ve açmazlar karşısında "siyasal çözüm" arayışına girdiği ve bu çerçevede genel olarak Kürt mülk sahibi sınttlan ile de birleşmeye çalıştığı dönemdir. Bu çakışma, Kürt bur­ juvazisinin kendini PKK önderliğindeki u lusal hareket bün­ yesinde ifade etmesini de kolaylaştırmış old u. K ürt burj uvazisinin Kürt u l usal sorununa i l işkin bu hassasiyeti, Kürt dilinin ve kültürel kimliğinin kabu l ü v e tanınması sınırlarının ötesinde değildi ve süreç boyunca da hep öyle kaldı. B u çerçevede Kürt burjuvazisi kurulu dü­ zen temel leri üzerinde ve emperyalist sistem içerisinde bir çözümden yana oldu. Bu onun sınıfsal konumunun en doğal gereği idi. Doğası gereği bu sınıfı n mevcut iktisadi-toplumsal düzene olduğu kadar emperyalizme bağımlıl ığa da en ufak bir itirazı yoktu . B ugün Abdu llah Öcalan, "demokratik çözüm" platfor69



mu adı altında, Kürt sorununu tam da dil ve kültürel kimliğin tanını p tanınmaması sınırları içerisinde ortaya koyuyor. Bu tutumla uyumlu olarak, mevcut iktisad i-toplumsal sisteme, bu sistem üzerinde yükselen sınıf egemenliğine ve bu ege­ menliğin dayandığı emperyalizme karşı da herhangi bir açık itiraz ortaya koymuyor. Dahası , ortaya koyduğu yeni plat­ forma dayalı bir çözümün, Türkiye'nin bugünkü iktisadi­ toplumsal düzenini düze çıkaracağını, T�rk burjuvazisini kendini çevreleyen bölgelerde l ider hal ine getireceğini, "Türklerle Kürtler'in birliği"ni sağlamış bir Türkiye'nin öteki parçalardaki Kürtler'in hamiliği rolünü de haklı olarak üst­ lenebileceğini söylüyor. B u arada döne döne, I 6. yüzyılda Kürt feodallerinin Osmanlı feodal sınıfıyla girdiği türden bir ilişkiyi, kendi "demokratik çözüm"ünün işlevine ve ya­ rarlarına bir tarihsel referans olarak gösterebiliyor. Bu, bu­ günün modern koşullarında, doğası gereği ancak Kürt bur­ juvazisi ile Türk burjuvazisi arasındaki ilişkilere dönük bir referans anlamı taşıyabilir. Hiç kuşku yok ki, bu çözüm ve bu hedef, bugünkü koşullarda, ancak Kürt burjuvazisi için ideal bir çözüm ve ideal bir hedef olabilir. Sonuç olarak Abdullah Öcalan, tümüyle bu sınıfın top­ lumsal konumuna, sınıf çıkarlarına ve eğilimlerine uygun düşen bir politik platform ortaya koymuştur. Komünistler bu platformu bir t� slimiyet platformu olarak nitelerken, ya­ şanan duruma PKK ' nın dün kU. devrimci konumu ve iddiası üzerinden bir tanım getirmiş oluyorlar. Teslimiyet, dünkü devrimci hedef ve idealler tümden bir yana itilerek, em­ peryalist sisteme ve Türkiye 'nin kapitalist düzenine dayalı bir çözüme geçmekte ifadesini bulmaktadır. "Saf değiştirme" dediğimiz tutum da ifadesini burada bulmaktadır. Yo!;,sa so­ runa Kürt burjuvazisinin konumu ve çıkarları üzerinden bakıldığında, sözkonusu olan elbette bir teslimiyet değil, fakat kendi çapında "uzlaşma"ya dayalı bir ı;:özüm platformudur. 70



Burjuvazi adına yapilan tercihin karş1smda emekçiler adma da bir tercih yapmanm tam zamaDidir Abdullah Öcalan tarihi nitelikte bir dönemeçte kesin bir tercih yapmış, safını yeniden tanımlamıştır. Şimdi tercih sırası, Kürt devrimcileri ve sosyalistleri ile devrimci ulusal kur­ tuluşla kendi sosyal kurtuluşlarının da bir ilk safhasını gören Kürt emekçilerindediL Ş imdi Kürt ulusunun çıkarları bir­ birine taban tabana zıt sosyal sınıflardan oluştuğunu gör­ menin, bel l i bir çözüm tarzının kaçınılmaz olarak belli bir sınıfın damgasını taşıyacağını hatıriamanın ve mevcut "de­ mokratik çözüm" platformunun bu açıdan hangi sınıfın top­ lumsal konumuna, sınıfsal çıkar ve tercihlerine uygun düştü­ ğünü doğru saptamanın tam zamanıdır. Gelişme sürecinin yıllar öncesinden ortaya çıkardığı tıka­ nıklık ve çözümsüzlük, "siyasal çözüm" arayışıyla dışavu­ rulmuştu. PKK bir yandan devrimci iddiasını korumaya ça­ l ışarak, öte yandan ise sistem ve düzenle uzlaşma araya­ rak, ara bir çözüm yolu bulmaya çalışıyordu. S üreç böyle bir ara çözüm yolunun mevcut olmadığını gösterdi. Abdul l ah Öcalan'ın "demokratik çözüm" platformu da bunun bir bakıma açık yürekli bir itirafı oldu. Öcalan, yılların çözümsüzlüğünü, mevcut uluslararası sistem ile Türkiye'nin kurulu düzenini kabul ederek, bu temel üzerinde Türk bur­ juvazisiyle anlaşmayı ve bütünleşmeyi kolaylaştıracak teo­ rik ve tarihsel açı lımlar yaparak aşma yolunu tutmuş bu­ l unuyor. Kürt hareketinin devrime ve sosyalizme gönül veren ve bu konumunu halen de koruyan kesimleri ise, bunun tam tersi bir açı lım yapmak sorumluluğu ile yüzyüzedirler. B u i s e , emperyalist sistemi aşmayı v e Türkiye ' nin kurulu top­ lumsal düzenini yıkmayı hedefleyen, bu çerçevede tüm mil­ l iyetlerden Türkiye işçi sınıfı ve emekçileriyle ortak bir 71



devrimci mücadele hattında bütünleşmeyi sağlayacak olan teorik ve tarihsel açılımlar yapmak sorumluluğu demektir. Öcalan önderliğindeki PKK y ıllar öncesinde karşı karşıya kaldığı "yol ayrımı"nda bunu yapmadığı içindir ki, süreç içinde buraya, bugünkü geri noktaya gelindi. Bunu yapma­ yanlar, sonuçta kaçınılmaz ol arak bunun tam tersini yapa­ caklardı ve öyle de yaptılar. Biz bunu olayların bugünkü açıklığı üzerinden değil, yıllar öncesinden, tam da bu "yol ayrımı"nın başında söyledik.



Yükselişten düşüşe hareketin ana gelişme evreleri Devrimci temeller üzerinde gel işen bir hareketi bugün­ kü noktaya getiren ve kendi bünyesinde temel önemde ta­ rihsel tercihlerle yüzyüze bı rakan sürecin çok yönlü bir değerlendirmesine burada girmemiz gerekmiyor. Başından itibaren ulusal soruna, bu çerçevede Kürt hareketinin ge­ l işme seyrine ve sorunlarına yakın ilgi gösteren, hareketin ana gelişme evrelerini gelişme sürecine paralel olarak adım adım çözümleyen Partimiz'in konuy a ilişkin değerlendirme ve tahl illeri bu bakımdan yeterli bir açıklığı da zaten sun­ maktadır. (Bu vesileyle, başta kendi parti kadrolarımız ve sempatizanlarımız olmak ü zere, tüm devrimcileri ve devrimci Kürt y urtseverl eri n i Parti m iz'in önemli bir bölümü ki taplaştırılmış bulunan bu birikimini bugünkü gelişmele­ rin ışığında yeniden incelemeye çağırıyoruz). Varılan son noktanın ışığında elbette ki sürece birçok yönüyle yeniden bakmak gereklidir, fakat bunun yeri burası değildir. Biz burada bazı temel noktaları ve kritik önemde dönemeçleri, Partimiz'in bugüne kadarki değerlendirmelerinden de yararlanarak, ha­ tırlatmakla yetineceğiz. PKK önderliğindeki ulusal hareketin en temel açmazla72



rıodan biri, Kürt sorununu çözecek topl umsal kuv vetleri Kürdistan coğrafyası ölçeğinde ele alması ve sorunu salt ulusal istemiere indirgemesiydi. Bu iki . yapısal zaaf birarada, bir yandan ulusal hareketi, sorunu gerçekten çözebilecek temel toplumsal güçlerin desteğinden yoksun bırakırken. öte yan­ dan sorun salt ulusal istemiere indirgendiği ölçüde onu kendi burjuvazisiyle birleşmeye götürüyordu. Hareketi Türkiye işçi ve emekçilerinden uzaklaştıran ve kendi burju vazisine yakın­ laştıran bu çizgi , tıkanıklığa ve çözümsüzlüğe yol açacak, sonuçta kaçınılmaz olarak emperyal izmle ve Türk burjuva­ zisiyle de uzlaşma arayışlarına varacaktı. Kürt sorunu ken­ dini Türkiye toplumunun bütününde göstere ,ı ı · • sorundu ve çözümünü de bu bütündeki sınıfsal güçler mevzilenmesi ve çatışması içerisinde bulabilirdi. Kürt hareketinin gelişim sürecinde henüz hiçbir önemli problemin görünmed iği bir aşamada toplanan EKİ M 1 . Genel Konferansı'nın (Mart ' 9 1 ) konuya i lişkin tarihsel ve pro­ gramatik değerlendirmesinde, bu temel gerçekleri ve bunun Kürt hareketini yakın gelecekte karşı karşıya bırakacağı temel açmazları bütün açıklığıyla ortaya koymaktadır. Örneğin bu değerlendirmelerde, Kürt hareketinin o güne kadarki başarılı gelişmesinin vardığı nokta, hareketin kendi sınırları içerisinde­ ki yetersizliğinin açığa çıkmasının da başlangıç noktası olarak tanımlanmaktadır. Kürt sorununun çözümünü Türkiye dev­ riminin genel sorunlarına bağlayan güçlü objektif zemini çö­ zümleyen sözkonusu değerlendirme, bizzat Kürt hareketi­ nin o günkü gel işme düzeyinin de bu bağı ortaya koyan açık veriler sunduğuna işaret etmektedir: "Kürt devrimci ulusal hareketinin bugün için kendi mec­ rasında gelişiyor olması, Türkiye ' nin ve Kürdistan ' m dev­ rimci dinamiklerini ve spreçlerini birbirine ba,�layan temel etkenleri geçersiz kılmadı,� ı gibi, tersine, aradaki bağı açı,�a çıkaran önemli bazı sonuçlar sergilemektedir. " 73



Bu verileri sıralayan değerlendirme, daha ileride şöyle devam etmektedir:



"Kendi mecrasında gelişen devrimci ulusal hareket, kendi özgücüyle bugün sorun_u çözüm gündemine sokmuş bulunuyor. Ama çözüm gündemine girmek ile çözüme kavuşmak arasında her zaman önemli bir mesafe vardır. Onlarca yıldır ken­ disini çözüm gündemine sakmuş bulunan, fakat hala çözü­ lemediği gibi, bugün trajik bir biçimde emperyalist politi­ kaların etki alanı haline gelen Güney Kürdistan' daki hare­ ketin deneyimi de bu gerçeği ortaya koymaktadır. Türkiye Kürdistanı' nda sorunun kendi öz devrimci birikimi ile çözüm gündemine girmiş olması, onun kendi sınırları içinde bi�' çözümünün son derece güç olduğunu, asıl çözümün sömürgeci Türk burjuvazisini bir sınıf olarak tasfiyeden geçtiğini gitgide daha açık gösterecektir. " (Kürt Ulusal Sorunu/1 , Eksen Ya­ yıncılık, s.62, 64-65) Aynı değerlendirmede, yukardaki bakışın bir uzantısı olarak, Kürt hareketinin geleceğinin Türkiye 'nin batısında devrimci bir işçi ve emekçi hareketinin gelişip gelişmemesine sıkı sıkıya bağlı bulunduğu; "Eğer işçi hareketi güçlene­ mezse, politik bir mecraya giremezse, devrimci ulusal ha­ rekete dofaylı ve dolaysız yeterli desteği sunamazsa, böyle bir durumda, devrimci ulusal hareketin ihtiyaç duyduğu kuvvet­ leri kendi mülk sahibi sınıftarla uzlaşarak yaratmak eğilimi" göstereceği, bunun ise onu olumsuz bir akıbetle yüzyüze bırakacağı dile getiriliyor. (s. 7 I ) EK İ M 1 . Genel Konferansı'nın bu değerlendirmeleııinden bir yıl sonra komünistler "Kürt Hareketi Yol Ayrımında" başl ıklı bir değerlendirme kaleme aldılar (Nisan ' 92 ) . Er­ ken tarihli bu değerlendirmede sonraki gelişmeler tarafından doğrulanan bir dizi kritik gözlemin yanısıra, hareketin ulaştığı kritik yol ayrımı da tüm açıklığıyla tespit ediliyoıı. Hare­ ketin "kendi olanaklarıyla ulaşmış bulunduğu mevcut dü-



zeyi aşmakta bugün artık zorlanır hale geldiği" ni; bu



zor­



lanma karşısında "gitgide daha çok sözü edilmeye başlanan 'siyasal çözüm"' arayışının, " Kürt sorununun kendi smırları içinde çözümünün son derece güç olduğunun (da) bir iti­ rafı " olduğunu; bu arayışın "Kürdistan' daki devrimci bi­ rikim için çok önemli ve tehlikeli bir riski" ifade ettiğini



belirten bu değerlendirme, bunun bir çizgi haline gelmesi­ nin "Kürt sorunu ile Türkiye devriminin kaderini birbirin­ den koparmak anlamına geleceği " ni vurguluyor ve gelip dayanılan yol ayrımını bütün açıklığıyla tespit ediyor: "Bugüne kadar devrimci bir temel üzerinde gelişen Kürt ulusal hareketinin bugün artık önemli bir dönüm noktasına geldiğinin ciddi belirtileri vardır. B u , hareketin ulaştığı bugünkü gelişme aşamasında objektif bir durum olarak çıkmaktadır ortaya. Bu yol ayrımında, ya kaderini Türki­ ye devriminin kaderiyle daha sıkı perçin/eyerek köklü ve kalıcı bir çözüm için devrimci bir mecrada derinleşmek, ya da 'siyasal çözüm' adı altında düzen içi kısmi bir çözüm­ le reformcu bir mecraya girmek alternatifleri vardır. " (aynı kitap, s. l 37- 1 3 8)



Bu değerlendirmeden bir yıl sonra, ' 93 Mart 'ında ise, bilindiği gibi ilk ateşkes gündeme geldi ve buna PKK-PSK Protokolü eşlik etti. Bu gelişmeyi değerlendiren komünist­ ler, yukanya aktardığımız "yol ayrımı"na işaret ederek, bunun ışığında yeni gelişmeyi şöyle değerlendirdiler: "(Gelişme­ ler) Kürt ulusal devrimci hareketinin ikinci yola doğru dümen kırdı