Parti Değerlendirmeleri [3] [PDF]

  • 0 0 0
  • Suka dengan makalah ini dan mengunduhnya? Anda bisa menerbitkan file PDF Anda sendiri secara online secara gratis dalam beberapa menit saja! Sign Up
File loading please wait...
Citation preview

Parti Değerlendirmeleri-3



EKSEN YAYINCILIK EKSEN Basım Yayın Ltd. Şti. Mollaşeref Mah., Turgut Özal Cad. Fatih/istanbul Tel: O 212 621 74 52 Fax: O 2 12 534 95 90



http://www.kizilbayrak.net



Baskı tarihi: Şubat 2009 Baskı ISBN



Step Ajans



Parti Değerlendirmeleri-3



iÇiNDEKiLER I. Bölüm



Kenya Komplosu'ndan İmralı'ya Şubat-Haziran 1999



1- Emperyalist komplolar Kürt halkının özgürlük istemini boğamaz! 2- Trajik gelişmeler ve paha biçilmez dersler



3- Kürt hareketi cephesinde son gelişmeler 4- Yargılayanlar yargılanmalıdır! 5- Teslimiyet ve yeni dönem 6- Ayrışma ve yeniden saflaşma dönemi 7- İd am kararının ötesi



8- Ayrışma ve yeniden saflaşma zorunluluğu 9- Verilen sınavlar ve bekleyen görevler



II. Bölüm



İmralı Savunmaları'nın eleştirisi Haziran-Temmuz 1999



1- İlk tepkiler üzerinden ön değinıneler 2- Emperyalist sisteme ve kapitalist düzene onay



3- PKK 'nin "devrimcilikten demokratlığa" dönüşüm ihtiyacı



4- Birliğin ya da "Türkiyelileşme"nin iki yolu 5- Bütünsel bir tasfiyeci platform



III. Bölüm



Ulu sal sorun ve İmralı çizgisi Kasım 1999-0cak 2000



1- Barış adı altında teslimiyet 2- Devrim kampından düzen kampına



3- "Düşük yoğunluklu demokrasi" 4- Aldatmaca ve gerçek 5- Savaş, barış ve devrim... 6- Çözümsüzlük "barış"ı ya da teslimiyet 7- Barış sorunu üzerine ek değinmeler 8- Kürt sorununun niteliği, kapsamı ve devrimci çözüm



9- Kürt sorununun niteliği, kapsamı ve devrimci çözüm (Devam)



IV. Bölüm



Teslimiyetçi çizginin iflası 1- Teslimiyetçi çizginin iflası 2- Son gelişmeler ve İımalı çizgisi



3 - KADEK'in feshi ve KONGRA-GEL oluşumu .. .



4- Zindan direnişi ve PKK ile ilişkiler



I. Bölüm



Dünya, Ortadoğu ve Türkiye



Ortadoğu'da daralan kiskaç ve büyüyen çat1şma



Emperyalizmin Ortadoğu'ya ardı arkası kesilmeyen müdaha­ leleri bugünün dünya politikasının temel gündemi olmayı sürdü­ rüyor. Bu gerçekte '90'lı yıllann başından beri böyledir. Sovyet­ ler Birliği dağıldıktan hemen sonra dünyanın tek süper gücü olarak hegemonyasım uzun süreli kılmak üzere işe koyulan Amerikan em­ peryalizmi buna Ortadoğu'dan ve daha somut olarak da Irak'tan başlamıştı, halen de oradan sürdünnektedir. Fakat Irak şu an için müdahale ve çatışmanın sıcak noktası olsa da gerçekte çatışma cep­ hesi giderek genişlemektedir. İran'a yönelik hazırlıklar, paralel bir ikinci cephenin açılınası anlamına geliyor. Filistin sorunundaki son gelişmeler ise yeni biçimiyle üçüncü bir cephenin açılmakta ol­ duğunu haber veriyor.



Irak batağına eklenecek yeni halim: İran Irak meselesi çözülmek bir yana giderek daha karmaşık bir hal alıyor. Direnişle başa çıkamayan emperyalistler çözümü halklan birbirine kırdırmakta, onlar arasında kapanması zor bölünme to­ humlan ekmekte buluyorlar. Şii-Süımi eksenli sahte kutuplaşma ve çatışma şu an Irak'ta gelişmelerin öne çıkan yönüdür. Irak halkla­ nnın mezhep ayrılıklan üzerinden birbirleriyle kanlı bıçaklı hale



9



gelmesi/getirilmesi, birleşik bir ulusal direniş olanağının da boşa çıkması anlamına gelecektir. Olaylar halen bu çizgide seyrediyor ve Irak'ın kendi içinden bunun önünü alacak herhangi bir altema­ tif de görümnüyor. Bu, bugünkü Irak direnişinin temel önemde yapısal zaafına da işaret ediyor. Emperyalizmin oyunlarını boşa çıkaracak ve her milliyetten ve kültürdenirak halklarını temel demokratik hakları­ nın tanınınası üzerinden kucaklayacak bir devrimci direniş strate­ jisi olmaksızın başanya ulaşmak mümkün olamaz. Bugünkü şek­ liyle direniş kuşkusuz emperyalizmi planianna büyük darbeler vurm aktadrr. Irak'ın ABD emperyalizmi için bir batağa dönüşmesi



bunun ifadesidir. Fakat bugünkü şekliyle direnişe, direnişin bun­ daki sorumluluğunun ne olup olmadığından bağımsız olarak, Irak halkları arasındaki ilişkilerin yıkıma uğraması süreci eşlik etmek­ tedir. Halihazırda emperyalizmin ve siyonizmin en büyük umudu budur. Onlar planlarını ve uygulamalarını bu çizgide götürüyorlar. Başarıyı hedefleyen bir direniş stratejisinin bu planlan boşa çıka­ racak bir çizgiye oturması mutlak bir zorunluluktur ve halihazrrda Irak'taki direnişin en büyük ihtiyacı da budur. Irak meselesi bu haldeyken (ve Afganistan meselesi de halen belirsizliğini koruyorken) şimdi gündemde artık bir de İran sorunu var. İran'a yönelik emperyalist kuşatma günden güne daraltılıyor. Irak krizinden farklı olarak batılı emperyalistler arasında İran ko­ nusunda bir görüş ayrılığı da bulunmuyor. Dahası emperyalistler İran krizini birlikte yönetmeyi ve gerektiğinde bu ülkeye yönelik bir emperyalist saldırıyı birlikte gerçekleştinneyi, Irak krizi süre­ cinde yara almış iç ilişkilerini onarınan m bir olanağı olarak da de­ ğerlendiriyorlar. Almanya ve Fransa'nın İran 'a yönelik saldırgan tutum ve açıklamaları bunu gösteriyor. Emperyalist cephede İran konusunda sorun bugün için daha çok Çin ve Rusya ile çıkıyor. Fakat ciddi çıkar çelişkilerinden kay­ naklanıyor olsalar bile sonuçta bunlar aşılmayacak cinsten sorun­ lar değil. Batılı emperyalist ittifak İran'a yönelik bir emperyalist



10



savaşta kararlılık gösteruse eğer, gerekli tavizleri koparmak ko­ şuluyla Çin ve Rusya bunun karşısına çıkınaktan sakınacaklardır. Bugünün emperyalist güç dengeleri içinde izieye geldikleri gerici pragmatist politikanın genel çerçevesinden hareketle bu kolay­ lıkla öngörülebilir. Bugün için batılı emperyalistleri İran'a karşı bir müdahaleden alıkoyacak temel etken yalnızca İran'ın kendi direnme gücü ve kap­ asitesi olabilir ancak. Irak'ta karşılaştıkları akibet doğal olarak emperyalistleri bu konuda daha ciddi bir biçimde düşünmeye it­ ınektedir. Onlar İran'ın gerek devlet gerekse halk olarak Irak'tan çok daha zorlu bir hedef olduğunun farkındadırlar. Fakat duyduk­ lan tüm kaygıtara rağmen İran'a müdahale giderek kaçmamaya­ caklan bir zorunluluk halini de almaktadır. Tümüyle haksız ve keyfi müdahalelerine karşı İran'ın göstennekte olduğu haklı ve ye­ rinde direnç onlara bu konuda başka bir çıkış bıralanayacak gibi görüıunektedir.



Ön e çıkan yeni cephe: Filistin '90'ların başında gündeme getirelen "barış süreci"yle birlikte bir ölçüde denetim altına alınan Filistin sorunu buna rağmen gün­ demdeki önemini korumayı sürdünnüştü. Yeni intifada'nın ardın­ dan emperyalizmin dayatınası köleci "barış süreci" fiilen boşa çıktığında ise sorun tüm kapsaını ve ağırlığıyla yeniden dünya gün­ deminin önplanına çıktı. O zamandan beri emperyalistler durumu yalnızca idare etmekle yetindiler. FKÖ'nün temsil ettiği Filistin yö­ netimi ise işin özünde bu ayın politikaya uyum sağlamanın ötesine geçmedi. Oysa siyonİstler bu arada boş dunnadılar; kendi hesap ve dayatınalarmı bir oldu bitti haline getinnek üzere sistemli biçimde çalıştılar. Böylece emperyalist uzlaştmna planı için de işi iyice zora solanuş oldular. Bu aynı süreç FKÖ'nün Filistin halkı içinde düne kadar tartış­ masız görünen itibanna ve desteğine büyük bir darbe vurdu ve son



II



seçimler üzerinden de açıkça teyit edildiği gibi, direnişçi bir odak olarak Haınas'ı öne çıkardı. Ne var ki Haınas Filistin halkının di­ renme geleneğinin bugünkü koşullarda öne çıkan temsilcisi olsa bile sorunun çözümünde tutarlı bir altematifin temsilcisi değildir. Filistin sorunu ancak Arap ve Yahudi halklarını birlikte ku­ caklayan birleşik Filistin hedefine dayalı devriınci-demokrat bir programla asgari bir çözüme kavuşturulabilir. FKÖ geçmişte, '70'li yıllarda böyle bir programa sahipti, emperyalist politikala­ rın etki alanına girdikten soma bunu terketti. Emperyalist-siyonİst oyunun bugünkü geçici bir halkası olan sözümona "iki devletli çö­ züın"e razı oldu. Filistin sorununda iki devletli çözüm (ki bu Fi­ listin payına gerçekte devlet olmayan bir uydurma devletçik anla­ mına gelmektedir), işin aslında tam bir çözümsüzlüktür ve sorunun ilelebet sürüp gitmesinden başka bir anlama gelmez. Bugünün Filistin sorunu yazık ki devriınci bir çözümden ala­ bildiğine uzaktır. Filistin'de ve İsrail'de işçi smtfına ve emekçitere dayanan devriınci akımlar güç kazanıp öne çıkınadlidan sürece de uzak kalacaktır. Fakat bu olmadtğL sürece Filistin sorunm1a bir çö­ züm de bulunamayacaktır. Emperyalistlerin sık sık bizzat siyo­ nİstler tarafından boşa çıkarılan "yol haritalan" gerçekleşse ve sonunda biçim olarak bir Filistin devleti kurulsa bile bu hiçbir bi­ çimde çözüm olmayacaktır. Emperyalistler ve siyonİstler tarafın­ dan bunun daha bugünden bir karikatür devlet olarak öngörülmesi bir yana, Filistin denilen tarihsel coğrafyayı Araplar ve Yahudiler arasında tarafları tatmin edecek şekilde bölüştürınenin bir olanağı da yoktur. Herşey bir yana, böyle bir bölüştürınenin hiçbir tarihsel ve kültürel temeli yoktur. İkinci emperyalist dünya savaşı samasında gerçekleşen yapay bölünme, o günün güç dengeleri içinde bir politik dayatinadan iba­ retti, nitekim o zamandan bu yana da arallkstz olarak savaş ve ça­ tışma konusu olmaktadır. Bu kendini bildi bileli o topraklarda ya­ şayan milyonlarca Filistinlinin bugünün İsrail'ini oluşturan alanlardan zorla sökülüp atılmasL ile gerçekleştiritmiş bir bölün-



12



medir. Yani bir işgal, terör, katliam ve kitlesel sürgün eyleminin ürünüdür. Öte yandan, siyonİstler bugün değil 1948'deki sınırlara, 1967'deki sınırlara bile razı değildirler ve siyonizın ayakta kaldıkça da razı olmayacaklardır. Onlann hedefi Filistin'in tümden gaspı­ du· ve ardından bunun da ötesine geçmektir. Bu durumda emper­ yalistlerin dayatmalan ve uzlaştınnalanyla sonuçta biçim olarak bir şekilde "iki devletli" bir durum gerçekleşse bile, bu hiçbir şeyi çöz­ müş olmayacaktır. Bugünkü çatışma bu yeni durumda da yeni bi­ çimler içinde sürecek ve muhtemelen çok geçmeden de yeni bir si­ yonist işgalle sonuçlanacaktır. Son gelişmeler emperyalistlerin yönlendirdiği çizgide bir çö­ zümü de gitgide olanaksız kılmaktadır. Zira siyonİstler tek taraflı dayatmalarla yeni topraklar gaspetmeye, Filistin halkının özgür­ lüğünü ve yaşam olanaklannı hepten boğmaya dayalı bir çizgide kararlılıkla ilerliyorlar. Filistin halkının buna yanıtı bugün için Haınas'ı öne çıkarmak olmuştur. Bu, direniş iradesine verilen des­ tek yönünden kuşkusuz bir anlam taşımaktadır. Fakat bunun öte­ sinde Hamas'ın başansı Filistin sorunundaki çözümsüzlüğün de­ rinleşmesinden



başka



bir



anlama gelmemektedir.



Hamas,



gerici-dinci bir siyasal hareket olarak, her etnik kökenden, dinden ve mezhepten halkların demokratik ve laik temellerde kucaklan­ masına dayalı birleşik devriınci bir Filistin amaç ve hedefine ya­ pısal olarak yabancıdır. Öte yandan hiç değilse bugüııkü konu­ muyla emperyalistlerin dayattiklan bir uzlaşmaya da hazır değildir. Bu tablo Filistin sorunu cephesinde çözümsüzlük ve çatışma­ ların kontrolsüz olarak derinleşmesi demektir. Bunun anlamı bir yö­ nüyle, direniş iradesi kırılamayan Filistin halkının bunun karşılığı olarak ağır bedeller ödemeye devam etınesi olacaktır. Fakat bu aynı olgu öteki yanıyla da, emperyalizmin Ortadoğu'ya yönelik plan ve hesaplannın Filistin sorunu üzerinden karşı karşıya kaldığı handi­ kapiann büyümesi anlamına gelmektir. Filistin, bugünkü Irak ve yakın gelecekteki İran'ın yanısıra



13



Amerikan emperyalizminin savaş vennek zorunda kalacağı bir üçüncü cephe olmak yolundadır. Belki bu savaş bugüne kadar ol­ duğu gibi yine daha çok siyonİstler üzerinden dotaylı olarak sür­ dürülecektir, fakat politik sonuçları yönünden faturayı aynı za­ manda ABD emperyalizmi ödeyecektir. Üstelik politikadan çok militarİst zorbalıkla iş gören siyonİstlerden de çok çok daha fazla olarak. Bir dönem için önderliğinin teslimiyeti nedeniyle Ameri­ kan planiarına boyun eğmek zorunda kalan Filistin halkının her­ kesten çok daha iyi bildiği gibi, yarım asırdan beıidir tüm çektik­ lerinin gerisinde dolaysız olarak emperyalizm, özellikle de Amerikan emperyalizmi vardır. Emperyalizmin çok yönlü desteği olmaksızın siyonİst İsrail'in ayakta kalması olanaksızdır.



O rtadoğu'daki güncel direnişin anlamı ve sınırları Bugün emperyalizme karşı direnişin en önemli odağı olan Or­ tadoğu' da halkların büyük ölçüde dinci-gerici, daha sınırlı ölçüde de burjuva milliyetçi akımlarla başbaşa kalmış olmaları, bu halk­ Iann en büyük talihsizliğidir. Bu akımlar kuşkusuz halihazırda gösterilen direnişin bir parçası, bir dizi yerde önemli ölçüde de tem­ silcisidirler. Fakat konum ve stratejileriyle gerçekte halkların di­ renme enerjisini heba etmektedirler. Zira onlar yapısal olarak halk­ ları devrimci temeller üzerinde birleştirecek, birlik ve kardeşlik içinde özgürlüğe, bağımsızlığa ve refaha götürecek bir ideoloji, program ve stratejiden yoksundurlar. Irak direnişi bunun günümüzdeki aynasıdır. Direniş ortaya koyduğu savaşma kararlılığı ve kapasitesiyle övgüye değer olsa bile, aradan geçen üç yıl içinde tüm milliyetlerden ve mezhepler­ den halkın birleşik devrimci-demokratik direnişini geliştirebilecek hiçbir açılım yapamamıştır. Emperyalizmin oyunlarını boşa çı­ karmak üzere farklı dinlerden ve mezheplerden halkları demokra­ tik temeller üzerinde birleştirebitmek için devrimci-demokratik laik bir program olmazsa olmaz koşuldur. Farklı milliyetlerden halkları



14



birleştirebitmek ise ancak onların temel ulusal demokratik hakla­ nnın açıkça tanınması ile olanaklıdır. Dinci aknnlar ilkinden ve bur­ juva milliyetçi akımlar bu ikincisinden kategorik olarak yoksun­ durlar. Bugünkü duruma bakıldığında genellikle her iki akım her ikisinden de yoksundur. Oysa Ortadoğu gibi her dinden, milliyet­ ten, mezhepten, kültürden insan gruplannın bulunduğu bir coğ­ rafyada başarı için tutarlı bir demokratik anti-emperyalist program mutlak bir zorunluluktur. Bugün halklar arası ilişkileri tahrip eden ve onların emperyalist düşmaniarına karşı birleşmelerini zaafa uğratan her türden yapay ve sahte sorunu sorun olmaktan çıkar­ manın yolu kapsamlı bir demokrasi anlayışı olabilir ancak. Yakın geçmişte Talihan şahsında dinsel gericilik Afganistan'da iktidar idi ve bu, bu ülkede her türden demokrasinin boğulınası de­ mekti. Çeyrek asırdan beridir dinsel gericilik Mollalar şahsında İran'da iktidardır ve bu, bütün bu dönem boyunca her türden de­ mokratik hak ve özgürlüklerin boğulınası anlamına gelmiştir. Molla rejimi ne ezilen smıflar olarak işçi sınıfına ve emekçi!ere, ne ezilen ulus ve milliyetlere ve ne de ezilen cins olarak kadınlara her­ hangi bir demokratik hak ve özgürlük tanımaktadır. Tam tersine bunlaruı özgürlük taleplerini sistemli bir baskı ve terör politikası ile boğınaktadır. Bu iki rejim bugün direniş cephesi içindeki dinci akımların ya­ rın için hedefledikleri toplum düzenine de ışık tutmaktadır. Fakat örneğin Irak gibi bir ülkede buna dayalı bir kimlik ve programla başacıya ulaşmak ve iktidar ohnak şansı bile yoktur. Ya da bu şans ancak Irak'ın bölümnesi pahasına ve böylece yalnızca belirli bir parçası üzerinde vardır. Geçmişte, dünyadaki özgürlük ve bağımsızlık mücadelelerinin büyük ölçüde uluslararası devıimci akımın etkisi altında sürdüğü bir dönemde, burjuva kurtuluş hareketleri bile devriınci-demo­ kratik bir programla hareket ehnek eğilimi gösteriyorlardı. Öme­ ğin Ortadoğu'da bu türden en önemli hareket olan FKÖ, bir yan­ dan Filistin halkının özgürlüğü için kararlılıkla mücadele ederken,



15



öte yandan bunu Yahudileri de içerecek birleşik bir Filistin hede­ fine dayalı devrimci-demokratik çözüm programı üzerinden sür­ dürüyordu. Bundan dolayı da tüm ilerici-devıimci güçler ile dünya halklarının büyük destek ve sempatisini kazanıyordu. Bugün Or­ tadoğu' da direniş içinde yer alan özellikle dinci akımlardan gelen bir de böyle büyük bir handikap vardır. Bu aknnlar anti-emperya­ list olmaktan çok Batı karşıtıdırlar ve belirgin biçimde anti-semi­ tik eğilimiere sahiptirler. Bu özellikler, emperyalizmin bu zaafı et­ kili biçimde istismarıyla da birleşince, ilerici-devrimci güçler ile dünya halkları arasında ciddi kuşkulara ve mesafeli tutumlara ne­ den olmaktadır. Ortadoğu önümüzdeki onyıllar içinde dünyanın kaderinin be­ lirleneceği en önemli bölgelerden biridir. Bu bölgede halk muha­ lefetinin devrimci önderlikten bugünlcü yoksuniuğu bu açıdan bü­ yük bir talihsizliktir. Devriınci akımiann yeniden öne çıkması, emperyalizme etkili darbeler vurulabilmesinin, bu mücadelenin ile­ rici toplumsal hedeflerle birleştirilebilmesinin ve bunun genel dünya devrimci süreciyle de başanyla birleştirilebilmesinin zorunlu koşuludur. Yeniden diyoruz, zira son 20 yıl hariç 20. yüzyılın neredeyse ta­ mamında önplanda olan bu akımlardı. Dinsel akımlar ise dev­ r imci akıma karşı kısmen ya da tamemen emperyalizmin hizme­ tinde ya da dolaylı denetimi altında idiler. Gerek dünyada devrimci akımın genel gerilemesinin gerekse bizzat kendi öz yapısal zaaf­ larının ("milli cephe" adına kendi ulusal burjuvazilerinin kuyru­ ğuna takıhnak bunların başında geliyordu) sonucu olarak, ilerici­ devrimci akımlar son 20-25 yıl içinde Ortadoğu'da belirgin biçimde geri plana düştüler. Özellikle İran Devrimi'nin yarattığı sarsıntı ve müslüman halklar arasında yolaçtığı aldatıcı umutlar, dinci akımların daha da güç kazanmasına ve direniş içerisinde ilerici-deVIiınci aknnlarm o güne kadar tutınakta olduklan yeri dol­ dunnasına yolaçtı. Bu süreç halen de devam ediyor. Bir yandan bölgedeki devriınci



16



akımların hala da yenilenmiş temeller üzerinde yeni bir çıkış yapma yeteneği gösteremeınesi, öte yandan emperyalizmin "me­ deniyetler çatışması"na dayalı oyunlannın yolaçtığı geleneksel duygu ve düşüncelere uygun tepkiler, bugünkü koşullarda daha çok dinci-gerici akımları güçlendirmekte, onları öne çıkannaktadır. Fakat bu aynı zamanda sonu olmayan bir kısır döngüdür de. Çoğıı belirgin bir gerici yapıdaki dinci akımların Ortadoğıı halklarını em­ peryalistler ve gerici burjuva-feodal diktatörlükler karşısında bir yere götürebilıne şansları yoktıır. Geniş yığınlarını siyasal-kültü­ rel acıların yanısıra sosyal sefaletin de kasıp kavurduğıı Ortado­ ğıı'da özgürlük, bağımsızlık ve bunları tamamlaması gereken sos­ yal kurtuluş, ancak devrimci bir mecrada, sosyalizmi hedefleyen devriınci programlar temelinde ve akımlar önderliğinde olanaklı­ dır. Ortadoğıı halklarının bölgesel büyük bir uluslar ailesi olarak ge­ lecekteki büyük devrimci birliği ve kaynaşması da ancak bu tak­ dirde olanaklı olabilir.



Bölge halidarına karşı emperyalizmin hizmetinde Emperyalizmin kendi hesap ve planlan doğrultusm1da Ortadoğıı halklarına yönelttiği büyük saldında en lanetli rollerden birini de Türk burjuvazisi ve devleti üstlenmiş bulunmaktadır. Bu yeni de değildir; 60 yıllık geçmişi olan ve bugünkü koşullarda yeni bo­ yutlar kazanarak süren bir uşakça misyondur. Bugün sivil ya da asker buıjuvazi adına ülkeyi yönetenlerin tümü her ağızlarını açtıklarındaABD emperyalizminin BOP poli­ tikasının destekçiteri ve bir parçası olduklannı söylemeyi adeta ma­ rifet sayıyorlar. Yakın zamanda yenilenmiş bulunan devletin "Milli Güvenlik Siyaset Belgesi" bunu bir devlet politikası olarak yeni­ den teyid etıniş bulunuyor. Nitekim uygulama da tümüyle bu doğrultudadır. Başından iti­ baren Afganistan'da ve Kafkasya'da Amerikan emperyalizmi ile tam bir uyum içinde hareket edilmektedir. Afganistan'daki em-



17



peryalist işgal kuvvetlerinin komutanlığını iki dönem üstlenmek Türk devleti için halenABD'ye sadakati n bir ölçüsü olarak övünç konusu yapılabilmektedir. Tezkere kazasına rağmen Türkiye toprakları Irak'a yönelik sal­ dm için üs olarak kullanılmış, bunun böyle olduğu en üst düzeyde teyid edilmiştir. Türk burjuvazisi, karşılığında ihale kınntılan da kaparak, Irak'taki işgalin halen tam destekçidir ve gelişmelere bağlı olarak dolaysız askeri roller de üstleurneye eğilimlidir. Sün­ nileri siyasal süreçlere katmak adı altında direniş cephesini böl­ meye ve güçten düşürmeye yönelik çabalar, ABD'ye hizmet ve bağlılığın bir başka göstergesi olarak sunulmaktadır. Irak cephe­ sindeABD ile yaşanan tek sorun halen Kürt sorunu ve muhtemel bir Kürt devleti konusundadır. Fakat gelinen yerde bu,ABD ile iliş­ kileri gennek yerine uşaklık politika ve gayretlerini güçlendir­ mektir. Zira bu, bu alandaki sorunları kendi lehine hafifletmenin tek olanaklı yolu olarak görülmektedir. Aynı lanetli uşaklık çizgisinin yeni uygulama alanı İran olacak gibi görünmektedir.ABD emperyalizminin İran' ı uluslararası kıs­ kaca almak için kullandığı argümanlar, halen Türkiye'yi yöneten­ ler tarafından da aynen yinelenmektedir. Bu kuşkusuz boşuna de­ ğildir. Bu argümanlann "uluslararası camia" tarafından da paylaşılması durumu, ki bu BM'nin bu doğrultudaki muhtemel ka­ rarları anlamına gelecektir, Türkiye'nin işbirlikçi takımı için ABD'nin saldın ve savaş planiarına destek vermenin de siyasal, hu­ kuksal ve moral dayanağı işlevi görecektir. (Türkiye'yi yöneten­ lerin kendi içindeki çekişmeleri ve iktidara hakim olma gayretleri, taraflanABD emperyalizminin İran politikası ile daha uyumlu ha­ reket etme yarışına ayrıca yöneltecektir. Zira bu onlar için yaşanan iç çekİşınede ağırlık oluştunnanın ve üstünlük sağlamanın en kes­ tinne ve güvenli yollanndan biridir.) Türk buıjuvazisinin bölgede tümüyle emperyalizmin planianna ve çıkarlarına ayarlı politikasının öteki bir halkası ise Filistin so­ runudur. Siyonİst devletin bölgedeki baş müttefikinin Türk devleti



18



olması, Türkiye'nin ABD ve İsrail'le birlikte bölge halklarına karşı üçlü bir askeri ınihver oluşturmuş bulunması olgusu, bu ko­ nuda fazla sözü gereksiz kılmaktadır. Bunu, özellikle de bugünkü gerici-dinci AKP hükümeti eliyle, Filistin halkının acılarını pay­ laşma ikiyüzlülüğü ile birleştirıneye çalışsa da, inandırıcı olaına­ ınaktadır. Zira gerçek politika ve uygulama bütün açıklığı ile göz­ ler önündedir. Yakın zamanda Pakistan örneğinde görüldüğü gibi, Türk devleti artık alışılmış uygulamanın da ötesine geçerek İsrail hesabına diplomatik giıişiınlerde de bulunmaktadır. Türk buıjuvazisinin ve devletinin konumu, tutumu ve politikası bütün açıklığı ile ortadadır. Bu, bölge halklarına karşı emperya­ lizmin ve siyonizınin hizmetinde bir politikadır. Bu resmi devlet politikası aynı zamanda iktidarı ve muhalefeti ile tüm düzen par­ tilerinin de politikasıdır. Bunun tek bir istisnası bile yoktur. Tür­ kiye'niıı ikisi de hükümet uygulamalan üzerinden denenmiş gerici islami partileri, bunun bir istisnası olmadığını ayrıca somut olarak kanıtlamış da bulunmaktadır. Ne tarihsel, dinsel ve kültürel ne­ denler ve ne de oy aldıkları esas seçmen kitlesinin bu çerçevedeki hassasiyet leri, bu partileri Amerikancı dış politika çizgisinden bir nebze olsun ayırabilıniştir. Dahası AKP bugünün Türkiye'sindeki en Amerikancı partidir ve başında uluslararası siyonİst Lobiden li­ yakat madalyalan alınış biıi bulunmaktadır. Tüm kesimleriyle buıjuvazinin ve onun hizmetindeki düzen si­ yasetinin tersine, Türkiye'nin işçileri ve emekçileri Ortadoğu halk­ Larına içten ve samimi bir yakınlık duymakta, onların sonu gel­ meyen acılarını paylaşmakta, büyük bedeller ödeyerek ortaya koydukları direnişe derin bir yakınlık ve sempati duyınaktadırlar. Bu içgüdüsel ve bu nedenle esası yönünden kendiliğinden eğilim siyasal planda bilinçli ve sağlıklı ifadesini ilerici-devriınci akım­ lar şahsında bulmaktadır. Türkiye'nin devriıncileri onyıllardır em­ peryalizme ve buıjuva gericiliğine karşı yürüttükleri mücadeleyi, başından itibaren Ortadoğu halklannın emperyalizme ve siyo­ nizıne karşı verdikleri mücadeleye duydukları büyük yakınlık ve



19



destekle birleştirdiler. Bu çizgi geniş emekçi halk katınanianna egemen kendiliğinden duygu ve eğilimlerle devrimci bir mecrada buluşmayı başarabilse, bunun salt Türkiye için değil fakat Ortadoğu halklan için de önemli sonuçlan olacaktır. Kuşkusuz bugünkü durumumuzla bundan çok uzağız. Fakat içe dönük devrimci görevlerimiz bakımından olduğu kadar Ortadoğu halklanna karşı sorumluluklanmız bakımından da yapmamız gereken, ne edip edip bmıu başarabilmektir.



(Ekim, Sayı: 245, Mart 2006)



20



Yen i bir y1 lln baş1 nda dünya, Ortadoğu ve Türkiye



Kapitalist dünyada ağırlaşaral< süren sorunlar tablosu Kapitalist-emperyalist barbarlığın hükümranlığı altında büyük sorunlarla, emekçi kitleler ve mazlum halklar için çok yönlü acı­ lar ve yıkıınlarla dolu bir yılı daha geride bıraktık. Bu açıdan ge­ ride kalan yılın onu geride bırakan yıllardan esasa ilişkin bir farkı yok. Dizginsiz sömürü ve sosyal yıkım, büyüyen işsizlik ve artan yoksulluk, militarizm ve saldırganlık, emperyalist savaş ve işgal, mazlum halkların arasına nifak sokulması ve birbirine boğazlatıl­ maları, yaygınlaşan polis devleti uygulamaları, hemen her ülkede dozu artan baskı ve terör, ırkçılık ve şovenizm vb., vb... - tüm bun­ lar ve sayısız başka sorun, günümüz kapitalizminin (yıldan yıla ağırlaşıyor olmanın ötesinde) artık dünya ölçüsünde değişmez gö­ rünümleridir. Bu nedenle bütün bir yıl boyunca döne döne işlen­ miş tüm bu olgusal gerçekler üzerinde yeni yılı vesile ederek ye­ niden dunnanın bir gereği yok. Belki günden güne artan öneminden dolayı kapitalist yıkıcılığın daha özel bir alanına, artık kapitalist dünyanın bir kesiminde bile kaygıyla karşılanır hale gelen vahim boyutlardaki ekolojik sorunlara kısaca işaret edilebilir. Kapitalizmin yarattığı çok yönlü sorunlar gelinen yerde alışıl­ mış sosyal çerçeveyi aşmış, günden güne ağırlaşan ve giderek bü-



21



yük bir tehlikeye dönüşen doğasaVçevresel boyutlar da kazamnış­ tır. Kapitalizm bugün salt dünyanın emekçileri ve ezilen halklan için değil, bütün bir insanlık için, daha da ötesi, bugünkü denge­ sini milyarlarca yıllık evrimin sonucu olarak bulmuş olan bütün bir canlılar dünyası ve gezegenimizin bizzat kendisi için de büyük bir tehdit unsuru haline gelmiştir. O gelinen yerde insanlığı ve dün­ yaınızı kasıp kavuran, yokoluşla tehdit eden bir büyük veba salgını gibidir. Bu açıdan oluşturduğu tehdit, artık kapitalist dünyanın te­ mel kuruınianna ait raporlarda bile bir biçimde itiraf edilmektedir (ki geride kalan yılın dikkate değer olaylanndan biri de bu ol­ muştur). Fakat buna rağmen bu yönde kayda değer herhangi bir adım atılınaınakta, ciddi her hangi bir tedbir alınınamaktadır. Na­ sıl ki insani ve sosyal yıkım kapitalizmin urourunda değilse çev­ resel yıkım da urourunda değildir, olamaz da. O sınırsız kar hırsına ve dizginsiz bir kör piyasaya dayalı olarak işlemektedir. Bu işle­ yiş onun neden olduğu her türden yıkıcılığın temeli, temel meka­ nizmasıdır. Bu temel ortadan kaldınlınadan, bu mekanizma par­ çalanmadan, özel mülkiyete, kapitalist kara ve kör piyasaya dayalı toplumsal düzen tasfiye edilmeden bu sorunların, emekçilerden öteye bütün bir insanlık ve gezegenimiz için ürkütücü boyutlaı·da yıkıcı sonuçlar üreten gidişatın önüne de geçilemez. Bu çerçevede "ya barbarlık içinde yokoluş ya sosyalizm!" slo­ ganı, her yeni yılın ağırlaştırdığı çok yönlü sorunlar ve açığa çı­ kardığı ürkütücü gerçekler ışığında, gitgide daha da acil ve güncel bir anlam ve önem kazanmaktadır. Geride bıraktığımız yıl üzerin­ den bugün özellikle altı bir kez daha çizilmesi gereken en önemli gerçek budur.



Emekçiler ve halklar barbarlığa direnerek çduş yolu arıyor! Öte yandan, geride bıraktığımız yılın gelişmeleri, dünya emek­ çilerinin ve ezilen halklannın bu barbarlığa boyun eğıneyecekle­ rinin, şu veya bu biçimde ona direneceklerinin, ondan kurtulmanın



22



yolunu döne döne arayacaklannın yeni işaretlerini de ortaya koy­ muştur. Dünyanın her yerinde emekçiler neo-liberal sosyal yıkıma karşı seslerini gittikçe daha çok yükseltiyorlar, son yıllarda güç kazanan bu eğilim 2006 yılı boyunca da kendini gösterdi. Gösteriler, grev­ ler, genel grevler, çeşitli türden direnişler, yerine göre bir sektörün işçilerini (Bengladeş), yerine göre bütün bir kent halkım (Meksika), yerine göre geleceği konusunda kaygılı geniş gençlik kitlelerini (Fransa ve Yunanistan) kapsayan kitlesel yerel patlamalar, Ortaçağ artığı siyasal düzenleri siyasal ve sosyal değişime zorlayan silahlı direnişler (Nepal) vb., işçi sınıfının, emekçilerin ve ezilen halkla­ rın hoşnutsuzluğunu, mücadele ve değişim isteğini ortaya koyan tüm bu türden sosyal-siyasal hareketlilikler, 2006 yılı boyunca da ülkeden ülkeye yer değiştirerek sürdü. Emekçilerin ve halkların sosyal hareketliliği büyümesini ve ya­ yılmasını sürdürecek, her yeni yılın olaylar bilançosu bunu gittikçe daha açık biçimde ortaya koyuyor. Bu durumda gitgide daha çok önem kazanan ve yakıcı hale gelen asıl sorun, bu mücadelelerin devriınci bir kanala akabilmesi, devrimci bir programa ve önder­ liğe kavuşabilmesidir. Zayıflık halen bu alandadrr ve bu alanda dik­ kate değer yeni gelişmelerden sözetmek olanağı henüz yoktur. Halihazrrdaki hareketlilikler kurulu düzeni reformdan geçirme ni­ yetleri taşısalar da onu aşan devrimci perspektiflerden kesin ola­ rak yoksun olan akımların etki ve denetiminde gelişiyor. Halen emekçileıin ve halkların gelişen mücadelesinin karşı karşıya bu­ lunduğu en önemli sorun, hareketin geleceği bakımından aşılması hayati önemde olan temel zaafiyet noktası budur.



Ortadoğu'daki direnişin önemli başarısı Geride kalan yıl içinde emekçilerin ve halkların direnişi cep­ hesinde dolaysız politik etkileri ve sonuçları bakımından asıl önemli gelişmeler, Ortadoğu'da yaşananlar, Ortadoğu halklarının



23



emperyalizme ve siyonizıne yaşattıktan oldu. 2006 yılı,ABD em­ peryalizminin Ortadoğu'ya istediği türden bir yeni düzen venne stratejisinin çöküşünü kesinleştirdi ve siyonizınin yanın yüzyılı aşan "yenilınezlik" efsanesinin büyük bir darbe alınasına tanıklık etti. Irak direnişinin dünya jandannasıAmerika'ya ve Lübnan di­ renişinin siyonist savaş makinesi İ srail'e vurduğu darbeler, dünya ve bölge politikası bakımından yarattıktan önemli sonuçların öte­ sinde, dünya halkları için birer güç ve moral kaynağı oldular. Tüm sorunlu yapısına rağmen bölge direniş güçlerinin bunu ba­ şarınış olması, halkların direnme gücünü ve iradesini bir kez daha ortaya koydu. Bu direnişler, paranın gücünü ve en modem tekno­ lojiye dayalı savaş makinelerini her şeye ınuktedir sanan dünyanın küstah efendilerini sıkıntılara boğdu, gelecek konusunda kaygıtara sürükledi ve bu arada içlerindeki görüş aynhklannı da derinleştirdi. Geride kalan yılın emekçiler ve halklar payına asıl büyük ka­ zannnı hiç kuşkusuz Ortadoğu'daki direnişin bu önemli etki ve so­ nuçları olmuştur.



Emperyalizm ve siyonizmin halklan birbirine kırdırma llOiitikası Emperyalizm ve siyonizın gelinen yerde düşürüldükleri bu zor durumdan halkları birbirine kırdırınaya yönelik yeni plan ve oyun­ tarla sıyrılmaya çalışıyor. Filistin'de ve Lübnan'da körüklenen iç­ savaş ile Irak'ta halklar arası ilişkileri geri dönülmez ölçülerde tah­ rip etmeye yönelik oyunlar, bunun bir ürünü olarak kuralsız bir biçimde sıradan insan kırımına dönüşen boğazlaşınalar, buna yö­ nelik planlı bir çabanın ürünü ve göstergeleridir. Yılın son günle­ rinde buna bir de Somali üzerine oyunların yeni perdesi eklenmiştir ve çok geçmeden Sudan'ın eklenmesi de beklenmelidir. Amerikan emperyalizmi yerel sorunları kışkırtarak kendi çıkar ve hesapları doğrultusundaki müdahalelerinin bahanesi olarak kullanınayı ar­ tık değişmez bir yöntem haline getinniştir. Somali ve Sudan bunun



24



gündemdeki yeni ömekleridir. Saddam Hüseyin'in yılın son gününe ve İslam dünyası için kut­ sal bir bayramın arifesine denk getirilen idamı da aynı oyunun bir parçasıdır. Burada da bölge halklarına yönelik büyük bir oyun, çıp­ lak bir provokasyon vardır. Bu idam hiçbir biçimde basitçe em­ peryalizmin, bir dönem özel olarak kolladığı ve kullandığı bir eski diktatörü yokederek, kendi suçlarını örtme kaygısına indir­ genemez. Bu suçlar dünya halklan için hiçbir özel hukuksal ka­ nıtlama gerektinneyecek denli zaten açıktır, bu konudaki gerçeğin ayrıntılarını değilse de özünü hemen herkes uzun zamandan beri bilmektedir. Provakatif bir zamanlamadan öteye aynı nitelikte bir gösteriye de çevrilen idamın gerisinde, daha ince ve sinsi hesap­ lar var. Ö zel hesaplara dayalı bir gösteriye dönüştürülen bu olayla birlikte Irak halklannın arasına yeni bir zehirli kama sokulmuş, Irak halklarının emperyalist işgale karşı birlik oluşturma şanslan daha da zayıflatılmış, bundan da öteye, gelecekte birlikte yaşayabilme olanaklanna da yeni bir darbe vurulınuştur. Halkların onurunu hiçe sayarak ve direnme gücünü küçümse­ yerek giriştikleri maceranın bunaltıcı bir batağa dönüşmesi, em­ peryalistleri lrak'ı önce fiilen ve sonra da resmen bölerek işin içinden bir parça kolay sıyrılmaya yöneltmiş görünmektedir. Sad­ dam Hüsseyin'in idamı çerçevesinde ilk bakışta şaşırtıcı görünen pervasızlık da bu sinsi hesapların bir parçasıdır; ve bu çerçevede, son derece bilinçli ve soğukkanlı bir siyasal tercihin ürünüdür.



Emperyalist plan ve oyunları bozabilmenin büyük önemi Emperyalizmin ve siyonizmin Ortadoğu'ya istedikleri yeni dü­ zeni veremeyecekleri artık anlaşılmıştır, bunu yineliyoruz. Halk­ lar, kendi aralarındaki ilişkilerin zaaflı ve direnişlerine önderlik eden güçlerin sorunlu olduğu bir aşamada bile bu kadarını başar­ mışlardır. Olayların bundan sonraki seyri, halkların bu ilk önemli başanlarını emperyalizme ve siyonizme daha kesin darbeler vur-



25



mak üzere kullanıp kullanamayacaklanna, kendilerini bölmeye, mezhep ve milliyet çatışmalan içinde boğaziatıp tüketıneye yöne­ lik oyunları boşa çıkartıp çıkartamayacakianna sıkı sıkıya bağlıdır. Girmiş bulunduğumuz 2007 yılının gelişmeleri bu açıdan kri­ tik bir önem taşımaktadır. İran'a yönelik olarak epey zamandır ha­ zırlıkları yapılan fakat geride kalan yıl içinde öyle sanıldığı kadar kolay olmadığı da artık açığa çıkmış bulunan emperyalist saldırı­ nın boşa çıkarılıp çıkarılamayacağı da bu gelişmelerin seyri ile ya­ kından ilgilidir. Emperyalizmin böl ve yönet politikalarının boşa çıkarılması bölge ölçüsünde direnişi güçlendirecek, güçlenen di­ reniş ise bu türden saldırılara karşı örülmüş en etkili ve caydırıcı barikat işlevi görecektir. Geride kalan yıl içerisindeki Lübnan di­ renişinin kendi sınırlı alanında açıkça kanıtladığı aym zamanda bu olmuştur. ABD'de yapılan son ara seçimlerde savaş ç etesinin büyük bir darbe alınası ve Rumsfeld'in feda edilmesi, büyük ölçüde Orda­ doğu direnişinin bir ürünü olmuştur. Bu aynı olgunun bir öteki gös­ tergesi, yılın sonuna doğru yayınlanan ve büyük tartışmalara yo­ laçan B aker-Hamilton Raporu'dur. Amerikan emperyalizminin Ortadoğu' da saplanmış bulunduğu batağı açıklıkla saptamış bulu­ nan bu rapor, Amerikan egemenlerinin bir bölümünün durumdan duyduğu kaygılan ve rahatsızlığı ortaya koyınakta, bataktan çıkı­ şın yollarını ve durumu en az kayıpla kurtarabilmenin çarelerini araştırınaktadır. Rapor bir bakıma, halen izlenmekte olan politi­ kanın tümden çökmesi duıumunda gündeme gelebilecek yeni po­ litikanın genel çerçevesini vennektedir. Duıuma göre ABD, bugün hedef tahtasına koyduğu devletlerle belli tavizler karşılığında uz­ laşabilecek, öte yandan bugünkü en önemli dayanaklanndan biri olan Güney Kürdistan Kürtlerini bir kez daha kurban edebilecek, karşılığında da doğal olarak Ortadoğu' daki konumunu koruya­ caktır. Rapor'dan belirgin biçimde yansıyan ve emperyalizmin asla özgürlük değil fakat her zaman egemenlik peşinde koştuğunu anlamazlıktan gelen Amerikancı Kürt çevrelerini haklı olarak kay-



26



gılandıran en önemli noktalar bunlardır. Özetle, 2006 yılı ABD emperyalizminin Ortadoğu' da bir batağa saplandığını kesinleştinniştir. Fakat aldığı önemli darbelere rağmen o yenilgiye uğratılmış olmaktan uzaktır. Bugünkü güç ilişkileri içe­ risinde ve direnişin bugünkü yapısı düşünüldüğünde, bu öyle ko­ lay da değildir. Saplandığı bataklıktan bir dizi manevra ile ve sı­ nırlı kayıptarla sıyrılması hala olanak dahilindedir. Mevcut direnişin zaaflı yapısı, aynı anlama gelmek üzere halklan emper­ yalizme ve gericiliğe karşı birleştirebilme yeteneğinde devrimci bir önderliğin yokluğu, bu alanda Amerikan emperyalizminin en bü­ yük şansıdır. Bu, halklan birbirine düşürmeyi, milliyet ve mezhep çatışma içinde tüketmeyi kolaylaştıran, bu arada İran'daki molla rejimi türünden gerici diktatörlüklere halkların anti-emperyalist anti-siyonİst muhalefetini yedekleme şansı veren hayati önemde bir zaaf alanıdır. Bu güçler tablosu içinde Amerikan emperyalizmini manevra yapma ve durumu en az kayıpla atıatma şansı hala da çok büyüktür. Baker-Hamilton raporunun anlamı kendi yönünden aynı zamanda budur. Siyonİst devlet faktörü önemli bir engel olmakla birlikte bu rapordaki politikalann gündeme getirilmesi, İran 'la so­ runların belli tavizlerle bir uzlaşmaya bağlanmasını ve böylece mevcut direniş odaklarının gemlenmesini ya da tecrit edilmesini önemli ölçüde kolaylaştıracaktır. Bütün bu açılardan 2007 yılı, tablonun daha çok netleşeceği bir yıl olacaktır.



Kendini resmen dünya jandarması ilan eden NATO Dünya olaylan çerçevesinde önemli bir başka gelişme, yıl m so­ nuna doğru gerçekleşen NATO toplantısında, bu emperyalist sal­ dm ve savaş örgütünün yeni misyonuna ilişkin olarak benimsenen yeni resmi stratejidir. Bilindiği gibi, hükümet ve devlet başkanla­ rının katılımıyla gerçekleşen Riga Zirvesi'nde, NATO resmen dünya polisi ilan edildi. Dünyanın her yeri, her bölgesi ve ülkesi



27



NATO için artık bir dolaysız taraf olma ve müdahale alanıdır. Be­ nimsenen "yeni konsept" çerçevesinde, bundan böyle bu saldırgan empeıyalist ittifak, emperyalist çıkarlannın ya da hesaplarının ge­ rektirdiği her durumda, şu veya bu bölgeye ya da ülkeye müdahale etme hakkını kendinde bulabilecektir. Bu iş sözümona dünya ba­ rışı ve güvenliği adına yapılacak ve bunun için her türlü bahane keyfi bir biçimde gerekçe olarak ileri sürülebilecektir. Y ıliardır ha­ zırlandığı söylenen ve son zirvede ilan edilen yeni "konsept"in özü esası budur. NATO 'nun dünya polisi misyonunu üstlenmesinde gerçekte bir yenilik yok, zira bu daha kuruluşunun 50. yılında ( 1999) yapılan Washington Zirvesi'nde ilan edilmişti. Kosova bahane edilerek Yu­ goslavya'ya karşı yürütülen emperyalist yıkım savaşı da bunun ilk önemli uygulaması olmuştu. Böylece NATO herhangi bir iç soruna dolaysız olarak müdahale edebileceğini, bu çerçevede gerekirse sa­ vaşa da girişebileceğini ve işgal gücü olarak hareket edebileceğini göstenniş oluyordu. Ardından Afganistan' da işgal gücü rolünü üstlenmek geldi. NATO bu ülkede halen işgalci bir savaş ve iç sa­ vaş gücü olarak bulunmaktadır ve "teröre karşı mücadele" adı al­ tında, gerçekte ise ortak emperyalist çıkarların gereği olarak, sis­ temli biçimde sivil katliamlara başvurmaktan geri durmamaktadır. Öyle görünüyor ki Afganistan'ı, özellikle de Irak'taki geliş­ melerin seyıine bağlı olarak, Ortadoğu' da üstlenilecek görevler iz­ leyecektir. Ortadoğu' da büyük bir yenilgi, sonuçta bunu ABD ya­ şayacak olsa bile, sistemin kendisi için büyük bir tehlike demektir ve batılı emperyalist güçlerin, dolayısıyla da N ATO'nun bm1a se­ yirci kahnası düşünüleınez. Afganistan'daki batak ile ABD'nin Irak perişan hğı, halen bu doğrultudaki eğiliınleıi gemlemekte, ABD'nin istemine ve baskısına rağınen NATO böyle bir savaşa dolaysız ola­ rak karışmaya cesaret edememektedir. Dolayısıyla bu tür bir mü­ dahale ihtimali, siyasal ve diplomatik manevraların ardından ge­ lebilecek zorunlu bir en son çare olabilir ancak. Şimdilik emperyalist müttefikler ABD 'nin saplandığı bataktan kendi çıkar-



28



ları doğrultusunda yararlanınaya, bu çerçevede bölgede daha çok siyasal ve diplomatik inisiyatif alınaya bakmakta ve bu arada kuş­ kusuz ABD'yi altan alta her yolla desteklemektedirler. Riga Zirvesi'nin kararlannda önemli olan yenilik, dünyanın her yerinin NATO için müdahale ve savaş alanı ilan edilmesi çerçe­ vesinde bir "acil müdahale gücü"nün kurumsal bir yapı olarak be­ nimsenmesidir. Tek başına dünya hakimiyeti hülyalannın aradan henüz I O yıl ancak geçmişken halklar tarafmdan boşa çıkarılmış ol­ ması, Amerikan emperyalizmini bir saldırı ve savaş örgütü olarak NATO'ya daha çok önem vennek zorunda bırakmıştır. Bu, so­ rumluluğa öteki emperyalist müttefıklerini kendi denetiminde da­ hil edebilmenin bir yolu ve kurumsal olanağıdır onun için. Fakat bunda bir parça olsun başarılı olabilmek için o, çözümü zor iç çe­ lişkilere ve sorunlara çözüm bulmak, bu çerçevede müttefikleıinin kabaran emperyalist iştahlarını kendi çıkarlanndan tavizler vere­ rek tatmin etmek zorundadır. Kritik önemde kararların oy birliği koşuluna, dolayısıyla her bir üyenin veto hakkına bağlanmış bu­ lunması, ABD için bu alanda özellikle önemli bir zorluk alanıdır. Yeni stratej inin ilan edildiği Riga Zirvesi'nden bir kez daha yan­ s ıyan gizlenemez sıkmtılar bunun daha şimdiden işaretlerini ver­ mektedir. Öte yandan dünya jandarınahğı rolüne N ATO'yu dünya ölçü­ sünde genişletmek politikası eşlik etmektedir. Bu çerçevede Orta­ doğu'dan, Kafkasya' dan, Asya'dan ve Avustralya'dan halen zaten fiilen bir biçimde NATO ile birlikte hareket eden yeni ülkelerle (ki bunların başında Ukrayı1a, Gürcistan, Avustralya, Japonya, Güney Kore ve İsrail gelmektedir) genişleme politikası gündemdedir. Fa­ kat bu denli genişletilmiş, dolayısıyla bağdaştınlması sanıldığı kadar kolay olmayan farklı emperyalist ve gerici çıkarı bir araya toplamaya yönelmiş bir örgüt için, bunun bir güç değil zaaf alanma dönüşeceği gerçeği de sorunun bir başka yönüdür. Bu konuda son bir nokta, Türk hükümeti ve generallerinin NATO politikalarına geleneksel tam uyumlarını son zirve ve onun



29



yeni kararları üzerinden de ortaya koymuş olmalarıdır. Türkiye'yi yönetenler Amerikan emperyalizminin ve NATO'nun sadık işbir­ likçileri olduklarını bu vesileyle de gösterdiler ve "yeni konsept" çerçevesinde gündeme getirilen "Acil Müdahale Gücü"ne hemen kalıcı askeri birlik verıneyi kabul ettiler. İç politikada birbirleriyle dalaşıp duran egemen sınıf kanatlannın emperyalizme ve NA­ TO'ya uşaklık sözkonusu olduğunda harfiyen anlaştıklarını da buna eklememiz gerekir. Türk burjuvazisinin ve onmı adına ülkeyi yönetenlerin bu tu­ tumunmı politik önemini, NATO'nmı aynı zamanda uluslararası bir iç savaş örgütü olduğu, hatta tüm tarihi boyunca fiili icraat yö­ nünden bu misyonunun daha b askın olduğu gerçeği ışığında de­ ğerlendirmek gerekir. "Süper N ATO" olarak da bilinen ve NA­ TO 'nun kirli savaş örgütü Gladio 'nun Türkiye uzantısı olan Kontrgerilla'nın özellikle son 40 yılda Türkiye toplumunda oyna­ dığı kirli rol iyi bilinmektedir. Daha az bilinen ise, tam da buna bağlı ol arak Türkiye'deki faşist askeri darbelerde NATO'nun oy­ nadığı çok önemli dolaysız roldür. 12 Eylül'ü Türk generalleri üze­ rinden tezgahiayan CİA'nın bunu dönemin başkanına "bizim oğ­ lan lar başardı" diye rapor ettiği iyi bilinir, ama darbenin Brüksel 'deki NATO karagahında anında kutlamalara konu edildiği pek fazlaca bilinmez ya da üzerinde fazlaca durulmaz. N ATO tüm tarihi boyunca Türkiye'deki iç sınıf mücadelele­ rinde dolaysız bir taraf olmuştur. Türkiye'nin işçileri, emekçileri ve devrimcileri bunu hep gözönünde bulundurmalı ve bu saldırgan suç örgütündeki gelişmelere her zaman bu gözle bakmalı, tüm ka­ natlarıyl a Türk buıjuvazisinin ve Türk generallerinin N ATO 'ya gösterdikleri büyük sadakati bu tarihsel ilişki üzerinden de değer­ lendinnelidirler.



Türk burj uvazisi emperyalizmin ve siyonizmin safında 2006 yılının gelişmeleri, tüm temel güç ve kurumlanyl a Tür-



30



kiye'nin işbirlikçi egemen güçlerinin (işbirlikçi burjuvazinin ken­ disinden hükümete ve generaliere kadar) emperyalizmin ve siyo­ nizınin hizmetinde olduklannı bir kez daha bütün açıklığı ile gös­ terdi. Irak, Lübnan, Afganistan ve İran'la bağlantılı tüm önemli gelişmeler üzerinden bunu açıkça gördük. T ürkiye'yi kuşatan kriz coğrafyasında Amerikan emperyaliz­ mine tam hizmet, tüm kanatlarıyla işbirlikçi T ürk bmjuvazisinin, "Milli Güvenlik Siyaset Belgesi"ince saptanmış tartışma dışı ortak "milli politika"sıdu·. N itekim olaylar da bunu her aşamada doğru­ luyor. Geride kalan yılın bu açıdan kendine özgü bir farkı, iç da­ laşmaların bu politikaya yeni bir güç kazandırmış olmasıdır. Ge­ neraller ve AKP hükümeti, ABD emperyalizmini desteğini sağlayarak birbirlerine üstünlük sağlamak çabası çerçevesinde, Amerikan emperyalizmine ve siyonist İsrail'e yaranmakta adeta ya­ nştılar ve bu yarış halen sünnektedir. Uşaklık çizgisini derinleştiren bu etkeni, kendi yönünden Kürt sorununun yarattığı bunaltıcı etki tamamlamaktadır. Kürt halkının özgürlük ve eşitlik istemini boğma gerici hesapları ve umutlan, Türkiye'nin işbirlikçi rejimi için her konuda Amerikan emperya­ lizminin dümen suyunda hareket etmenin bir başka temel dinami­ ğine dönüşmüş durumda. ABD'nin kendi gerici hesapları ve çı­ karları umduklarının tam tersi gelişmelere yolaçıyor ve son yılların olaylan bunu sürekli kanıtlıyor olsa bile, Türkiye'yi yöneten iş­ birlikçi takımı bu politikadan sapmamakta, sapamamaktadır. On­ lar, çok yönlü nedenlere bağlı olarak, böyle bir güç ve iradeden ke­ sin olarak yoksundurlar. Amerikan emperyalizminin irak'ta çıkış yolu aramak zorunda kaldığı bir batağa saplanmış bulunması, gelinen yerde Türkiye'yi yönetenleri Güney'de bir Kürt devleti oluşumunu engelleme ko­ nusunda daha da umutlandınyor. Hesap ve umut basitçe şudur : Ba­ taktan çıkış arayışı, ABD'yi kendi bünyesinde Kürt sorunu barın­ dıran ülkelerin yardımını aramak, bu ise Kürt oluşumunu feda etmek sonucu yaratabilir. Baker-Hamiltan raporu Türk gericiliği



31



için bu türden umutların somut bir karşılığı ve tersinden Kürtler içinse ciddi riskierin göstergesi olmuştur. Bu tür bir gelişme,ABD payına, şimdiki İran, Suriye ve Filis­ tin politikalarında önemli değişiklikleri gerektiren bir yeni Orta­ doğu politikası çerçevesinde olanaklı olabilir ancak. Her ne kadar şimdiki yönetim buna istekli görünmüyorsa da olayların gidişi bu yönetimin politikalarını geri plana itebilir ve Amerikan emperya­ lizmi daha Bush çetesi fiilen işbaşındayken bile bu tür bir politika değişikliğini gündeme getirebilir. Bu ise, Türkiye'nin Kürt düşmanı işbirlikçilerinin umutlarının hiç değilse kısmen gerçekleşmesi, ABD emperyalizminin Kürt halkına üçüncü bir kez ihanet etmesi sonucuna yolaçabilir. Böyle olursa, işbirlikçi Kürt yönetiminin tüm geleceğiniAmerikan emperyalizmine ipotek etmesinin fatu­ rası da bir kez daha Kürt halkına ödetilmiş olur. Böyle olursa diyoruz, zira Türkiye'nin işbirlikçi egemenlerini yu lanndan sağlarnca tutmuşABD emperyalizmi onları Kürt hare­ ketiyle bir biçimde aynı cephede buluştunna hüneri de gösterebi­ lir. Bu, ayrı bir Kürt devleti ihtimalinin ortadan kaldırılması, buna karşılık olarak Kürtlerin ezdirilmemesi ve sınırlı bazı kazanımlara razı edilmesi biçiminde gerçekleşebilir. ABD'nin Türkiye'deki Kürt sorununu bazı sınırlı tavizlerle bir sonuca bağlamaya yöne­ lik politikasınaAKP ve DYP gibi partilerden kendine özgü biçimde gelen destek, olayların bu tür bir seyrinin de ihtimal dışı olmadı­ ğını gösteriyor. Fakat işlerin tam nasıl bir seyir alacağı ve bunun Kürtler için yaratacağı akibet, ABD'nin Irak'ta saplandığı batak­ tan çıkmak için hangi yolu tutacağına bağlıdrr.



Aldatıcı AB rüyasının çöküşü ve O rtadoğu'da yeni misyon Geride kalan yılın Türkiye'nin işbirlikçi düzeni bakımından en önemli gelişmelerinden biri, son 20 yılda kitleleri oyalamanın ve sahte gelecek hayalleriyle sersemletmenin etkili bir aracı olanAB rüyasının henüz resmen değilse de fiilen çökınesi oldu. Bu sonuç,



32



düzenin efendileri de dahil olayın içyüzünü yakından izleyen hiç kimse için gerçekte bir sürpriz değildir. Nitekim yakm zamanlarda güncellenen devletin "Milli Güvenlik Siyaset Belgesi" Türkiye' yi çevreleyen kriz bölgesinde ABD ile ilişkilere genişçe yer aymp Türkiye'nin dış politikasmı bu eksen üzerinden tanıınlarkenAB ile ilişkilerden yalnızca dil ucuyla bahsetmesi, bunun devlet katında resmen de kayda geçirilmesinden başka bir şey değildi. Dolayısıyla geride kalan yıl içindeki gelişmelerde yeni olan, bu­ nun giderek kitleler tarafından da anlaşılınaya başlanınası ve bu­ nun bilincinde olan ülke yönetiminAB hayalleri pompalaınakta hız kesmesi, giderek bu konuda daha açık davranması dır. Yıl içinde bu­ nun en önemli göstergelerinden biri, AB makyajı kapsaınındaki sözde demokratikleşme oyununun bir kenera bırakılarak yeni baskı ve terör yasalarının çıkarılması oldu. Senenin sonuna doğru Kıb­ rıs restleşmesi, sorunu daha belirgin biçimde su yüzüne çıkardı. Yeni yıla girerken başbakanın "Bizim için Irak AB'den daha önemli hale gelmiştir" demesi ise bu konuda adeta resmi bir itiraf olmuştur. Böyle bir açıklamanın kendineAB misyonu biçmiş bir hükümetin başındaınİ adamdan gelmesi, AB ile ilişkiler alanında gelinen yerin resmi düzeydeki algılanışını veciz biçimde ortaya koymuştur. "IrakAB' den daha önemli" hale gelmiştir vurgusunun gerisinde aynı zamanda Kürtlere yönelik kirli plan ve hesapların bir dışa vurumu olsa da, temelde bu açıklamayı,ABD güdümünde Or­ tadoğu 'da daha etkin roller üstlenmek olarak anlamak gerekir. Kürtlere yönelik hesaplar da yerini ve anlamını bunun içinde bulacaktır. Türk devletinin Güney Kürtlerine yönelik politikasının halihazırda iki önemli unsuru var. İlki bağımsız bir Kürt devleti­ nin engellenmesi ve ikincisi Kerkük'ün her halükarda Kürtlerin de­ netimine geçmesinin önüne geçilmesi. Irak'ta ve Irak'tan öteye Türkiye' yi çevreleyen ve Orta Asya' ya uzanan tüm kriz bölgele­ rindeABD emperyalizminin hizmetinde hareket etmenin karşılığı olarak Türk buıjuvazisinin ilk elden ABD 'den beklentisi bundan ibarettir. Bunlarm gerçekleşmesi durumunda Türkiye'deki Kürt so-



33



rununun ABD'nin uzun zamandır telkin edip durduğu ılıınlı ta­ vizlerle yatıştınlması da gündeme gelebilecektir. Böyle bir gelişme, Kürt hareketinin İ mralı'dan beri odaklandığı "barış" isteminin de bu sınırlar içinde nihayet karşılık bulması, işin aslında ise Türki­ ye'deki Kürt sorununa ilişkin Amerikan politikasının uygulan­ ınası olacaktır. MehmetAğarlar 'ı "düze indirme" söylemi üzerin­ den konuşturan da ABD'nin son zamanlarda bu doğrultuda bir ağırlık hissetİnnesi ve son "ateşkes" karannı bu doğrultuda cesa­ retlendirmiş olmasıdır. Yine de bu tek ihtimal değildir. Kürt sorununun nasıl bir hal ala­ cağı ve Kürt hareketinin hangi akibetle karşı karşıya kalacağı bi­ raz da Irak eksenli gelişmelerin Ortadoğu'da ortaya çıkarcağı yeni güç ilişkilerine ve oluşacak yeni dengelere bağlı olacaktır. Duruma göre AB D Kürtleri tümden feda edebilir ve Güney'deki Kürt dev­ leti oluşumu başta Türkiye olmak üzere bölge devletlerinin ortak müdahalesinin hedefi haline de gelebilir. Bölgedeki tüm devletleri çatışmanın içine çekebilecek bir İran savaşı da bir başka yönden pe­ kala benzer bir sonuca yolaçabilir. Bunlann tümü de ihtimal dahi­ lindedir. Ortadoğu'da asıl büyük olaylar bundan böyle yaşanacaktır. Bu açıdan birçok şey halen belirsizdir ve bu çerçevede 2007 yılı ger­ çekten de kritik öneındedir. Şimdiden kesin olan ise Türkiye'nin iş­ birlikçi rejiminin emperyalizmin ve siyonizmin safında daha etkin bir role hazırlandığıdır. Türkiye' nin iç politik yaşamı üzerinde de çok yönlü etkileri olacak bu gelişmelere her açıdan hazırlamnak dö­ nemin devriınci görevleri içinde apayrı bir yere ve öneme sahip­ tir.



(Ekim, Sayı: 246, Şubat 2007)



34



Sermaye düze n i n i n zor y111



Dünyada ve özellikle de Ortadoğu'daki yeni gelişmelerin Tür­ kiye ve Türk burjuvazisinin izlemekte olduğu dış politika çizgisi üzerindeki etkilerini, yanısıra AB ile ilişkilerin seyrini ayrıca ele almış bulunduğumuz için (Bkz. Yeni Bir Yılın Başında Dünya, Or­ tadoğu ve Türkiye) burada daha çok ekonomik ve siyasal cephede düzenin bugünkü durumu üzerinde duracağız. Bugünün Türkiye'sinin genel durumunu sennaye düzeni yö­ nünden en özlü ama aym ölçüde en kapsayıcı biçimde ifade eden kavram krizdir. Bu ekonomik, sosyal, siyasal ve kültürel yaşam alanlanm kapsayan, birarada kesen, çok yönlü ve çok boyutlu bir krizdir. Uzun yıllann ürünü ve uzantısı olan bu kriz güncel görü­ nümler içinde halen de sürmektedir ve ortada aşılabileceğine iliş­ kin herhangi bir belirti de görünmemektedir. Tersine, özellikle dış gelişmelerin de bunaltıcı etkisi altında, durum gitgide daha kar­ maşık, içinden daha zor çıkılır bir hal almaktadır.



35



Krizi yönetme b aşarısma rağmen elwnomide büyüyen sorunlar Ekonomideki kriz, dönemsel çöküntüleıin ötesinde, yapısal bir dizi sorunun ifadesi olarak uzmı yıllardan beridir ve halen de sürüyor. Emperyalizme aşırı bağımlı, tam da bu nedenle gelinen yerde yönetimini neredeyse tümden emperyalizmin finans kuru­ luşlarma teslim ehniş bulunan Türkiye kapitalizminin yapısal bir dizi sorunu var ve bu yapısal sorunlar üzerinden süreç yıllardan be­ ridir bıçak sırtında gidiyor. Kronik bütçe ve dış ticaret açıklan, ödendikçe büyüyen iç ve dış borçlar, yıllardır devlet bütçesinin ya­ rısını yutan ağır faiz yükü, adına "sıcak para girişi" denilen ulus­ lararası borsa spekülasyonlaruıa bağımlılık ve bunların vurguna da­ yalı oyunlan karşısmda tam bir çaresizlik, sürekli biçimde büyüyen bir işsizlikle birlikte emekçileri açlık sınırında çalıştırına zorunlu­ luğu vb., vb . . . - bütün bunlar Türkiye kapitalizmi için yapısal so­ runlardır ve krizin önemli göstergeleri arasındadır. Burjuvazi kro­ nikleşmiş bu sorunlara onyıllardan beridir herhangi bir çözüm üretemiyor. Ekonomi yapısal olarak bu sorunlarla içiçe yol alıyor ve bu sormıların yarathğı birikimlerin etkisi altında, devrevi ola­ rak çöküntülere uğruyor. Son ı O yılda üç kez ( 1 994, ı 999 ve 200ı 'de) olduğu gibi.



Türkiye'de kriz atlatılmıyor, yalnızca yönetiliyor, olduğu ka­ darıyla başarı burada. İMF ve Dünya Bankası reçeteleri engelsizce uygulanabiliyorsa, emekçilerin se faletini derinleştirmek pahasına faiz ve dış borç ödeme çarkı döndürülebiliyorsa, devlet kuruluşlan haraç mezat satılıp borç çarkının dönüşü bir de bu yolla bir parça kolaylaştırılabiliyorsa, emekçilerin ücret artış talepleri engelsizce savuşturolabiliyor ve gerçek ücretler sistemle biçimde düşürüle­ biliyorsa, binlerce işçiyi sokağa atan tensikatlar kolayca gerçek­ leştirilebiliyorsa, sendikasızlaşma sürdürülebiliyor ve böyl ece emekçinin eli kolu bağlanabiliyorsa, bu durumda kriz ekonomisi de iyi kötü yönetilebiliyor demektir. Çok yönlü yapısal krize rağ-



36



men Türk buıjuvazisinin en önemli şansı ve başansı, çok farklı iın­ kanlan ve etkenleri birarada kullanarak kitleleri denetim altında tut­ ması ve böylece krizi yönetınesini bilınesidir. Kitlelerin istemleri dizginlenebildiği, bu sayede de İMF reçeteleri ve direktifleri en­ gelsizce uygulanabildiği ölçüde, çarklar şimdilik dönmektedir. Fa­ kat sorunlar da sürekli yeni boyutlar kazanınakta, mevcut gidişin her an rayından çıkmasına yönelik korkular ve kaygılar da günde güne büyüınektedir. 2006 yılı bu açıdan ilk belirtilerin açığa çıktığı bir yıl oldu ve



yeni yıla bu açıdan daha büyük kaygı ve korkularta giriliyor. Zira yeni yıl, birikmiş ekonomik ve mali sonıniann ötesinde, Türkiye'yi yönetenler için büyük siyasal gerilimiere de gebe bir yıldır. B unun AB, Kıbns, Güney'de Kürt devleti, Kerkük, bölgede Amerikan em­ peryalizmine doğrudan tetikçi lik ihtiyacı ve dayatınası gibi bir dizi içinden çıkılaınaz sorundan oluşan dış cephesi zaten kendi ha­ şma yeterince bunaltıc ıdır. Fakat içerde de durum hiç de daha ra­ hat değildir. Egemen sınıf bloku içinde ve devlet bünyesinde kı­ yasıya



bir







iktidar



mücadelesi



hüküm



sürmektedir.



Cuınhurbaşkanlığ1 seçimi ve genel seçimler yılı olan 2007 yılı, bun­ larla bağlantılı birikmiş sorunlar çerçevesinde, düzen içi dalaşına­ Iann sertleşmesine sahne olacaktır, bu genel bir beklentidir. Bunun borsada özünü ve özetini bulan kumarhane kapitalizmine muhte­ mel yıkıcı etkilerini iyi bilen işbirlikçi büyük burjuvazi çatışmayı dizginlemeye ve tarafları uzlaştınnaya şimdiden başlamış olsa bile bu çabanın öyle kolay sonuç vermeyeceği de ortadadır. Eko­ nomi tüm bu iç ve dış sorunlara karşı, düzen temsilcilerinin zarif ifadeleriyle, fazlasıyla "duyarlı", aynı anlama gelmek üzere aşırı "kınlgan"dır. Dış politikada Amerikan emperyalizmine mevcut kölece ba­ ğıınlılığın ve tam uyumun gerisinde aym zamanda dolaysız olarak ekonomik durum var. Bu tür bir uyumdan herhangi ciddi bir sapma, ekonomiyi bir anda 200 1 Şubatı'ndaki türden bir çöküntü ile yüz­ yüze bırakabilir. Bunu en iyi bilen de yine bizzat işbirlikçi büyük



37



buıjuvazinin kendisi ve onw1 hesabına Türkiye'yi yönetenlerdir. Bu nedenle tümü de ABD ile ilişkiler üzerinde titreınektedirler. Kendi aralannda birçok konuda görüş ayniıkiarına düşebildikleri halde bu konuda tam bir mutabakat halinde hareket etmektedirler. Bütün bunlar Türkiye ekonomisinin, emperyalist finans kuru­ luşlarına ve "sıcak para" girişi sağlayan borsa spekülasyonlanna aşırı ekonomik-finansal bağımlılığının ötesinde, siyasal etkeniere aşın bağımlılığını da gösteriyor ki, bu nokta ekonominin gidişatını anlamak bakımından özellikle önemlidir. Yakın yıllara ait bir parti metninde, kapitalist ekonominin siyasal etkeniere bu aşırı bağıın­ lılığına ilişkin olarak bugün de tüm önemini koruyan şu değerlen­ diıı.ne yapılmıştı: "Bugünün Türkiye'sinde ekonominin gidişatı ekonomik ol­ maktan çok siyasi nitelikteki şu iki temel etkene sıkı sıkıya bağlı­ dır. Bunlardan ilki, sınıf mücadelesinin seyridir. İşçi sınıfına ve emekçi katınanlara boyun eğdiıı.neyi ve ekonomik krizin ürettiği faturayı onlara döne döne ödetmeyi başaran burjuvazi, böylece bir parça soluklanabilınekte ve bu arada ucuz işçilik üzerinden düşük ınaliyete dayalı bir ihracat olanağı bulmaktadu·. Özelleştinne yağ­ ması, ardı arkası kesilmeyen vergiler ve geniş çaplı sosyal harcama kısıntıları üzerinden mali kaynak sağlamakta, böylece borç ve borç faizi ödeme kolaylıkları elde etmektedir. "Öteki temel etken ise, emperyalist devletler ve kuruluşlarla, özellikle de ABD emperyalizmi ve İMF ile ilişkilerin seyridir. iş­ birlikçi buıjuvazi içerde ve bölgede ABD emperyalizminin çıkar, ihtiyaç ve dayatmalanna yanıt veren bir politika izlediği ölçüde, karşılığını borç ödemelerinde kolaylıklar ve yeni kredi olanaklan olarak almakta, bu ise bir süreliğine bir öteki rahatlatıcı etken ol­ maktadır. "Fakat bu iki etken sorunlan çözınemekte, sadece durumu idare etme olanağı sağlamaktadır. Bu arada ekonomide bunalım ve yıkım üreten tüm yapı, ilişki ve dinamikler yerli yerinde kalmakta, sorunlar zaman içinde daha da ağırlaşınakta, böylece yeni ekono-



38



mik çöküntüterin koşulları olgunlaşmaktadır. Dahası var. Geçici ve aldatıcı bir rahatlama sağlayan bu iki etken bir arada, işçi ve emekçi hareketinin bugünkü zayıflığının sonucu olarak işe yara­ maktadır. Devrimci sınıf mücadelesinin belirgin zayıflığı buıju­ vaziye yalnızca sömürü ve yağınayı pervasızca ağırlaştınna olanağı verınekle kalmamakta, kredi olanağı ve kolaylıkları karşılığında emperyalizmin istem ve çıkarlan doğrultusunda hareket etmesini de kolaylaştınnaktadır. Güçlü bir sınıf ve emekçi kitle hareketi bu iki olanağın bu denli rahatça kullanılmasının sonu olacak, böyle bir gelişme karşısında ise ekonomik bunalım ağırlaşmakla kalmaya­ cak, ağır bir siyasal krizin de zemini haline gelecektir. . " ( Güncel .



Durum ve Devrimci Görevler, Ekim, Sayı: 233, Ocak 2004, Baş­ yazı. Bkz. Parti Değerlendirmeleri-2, Eksen Yayıncılık, s. 95-98) Türkiye ekonomisinin gidişatını ve bu çerçevede buıjuvazinin ekonomik krizi idare etıne başarısını ele alırken ekonomik ol­ maktan çok siyasal nitelikteki bu etkenleri her zaman önemle gö­ zönünden bulundurmak gerekir. Bu, özetle bıçak sırtında bir eko­ nomi demektir. Burjuvazinin kendisi ve temsilcileri bu aynı olguyu sık sık ekonominin "hassas dengeleıi" ya da "kınlganlığı" sözle­ riyle daha incelikli bir biçimde dile getirir dururlar. işçiyi ve emek­ çiyi açlık sınırında tutınak, sözü edilen "hassas denge"nin en temel gereklerinden biridir. İMF, Dünya Baııkası ve ikisinin gerisindeki ABD ile ilişkileri her zaman iyi tutınak, aynı "hassas denge"nin, aynı "kınlgan yapı"nın bir başka temel önemde gereğidir. Düzen içi siyasal dalaşmaları tadında tutmak, anlaşmazlıkları mümkün mertebe yatıştınnak ve uzlaştırmak, bir başka hassas denge koşu­ ludur vb. Bunlar başarılabildiği ölçüde, ekonomide işler bir dönem için de olsa iyi kötü idare ediliyor. Tekellerin kasaları do luyor, de­ vasa borç ve faiz yükü çevrilebiliyor, orduya ve öteki baskı aygıt­ Iarına önemli kaynaklar ayrılabiliyor vb. Fakat sonuçta ekonomi­ deki hiçbir temel ve yapısal soruna herhangi bir çözüm bulunamıyor, yalnızca işler idare ediliyor. Bugünün ekonomik tablosu bu açıdan yeteıince açıktır. Son hü-



39



kümet döneminde tüm cumhuriyet döneminin en büyük borç ödemleri yapılmıştır, fakat buna rağmen toplam dış borç yükü bu­ gün (Şubat 2007) itibariyle 2 1 O milyar doların üstüne çıkmıştır. Bu rakam 1 990' da 52 milyar ve 2000 yılında 1 1 8 milyar dolar idi. Bu, son 16 yılda dörde ve son 6 yılda neredeyse ikiye katıanan bir borç yükü demektir. Dış borç yükünün ülkenin yıllık ulusal gelirine (ka­ baca 360 milyar dolar) oranı üçte iki seviyesine tırmanmış du­ rumdadır. Bu bile başlı başına bir iflas tablosudur. Bu durum, on­ yıllardır süregelen ödendikçe büyüyen borç kuralının/çıkmazının ekonomide halen de aynen işlediğini gösteriyor. Bu kronik durumu büyüyen bütçe ve dış ticaret açıklarında da aynı şekilde görmek mümkün. Bu açıkların dış borçların yanısıra devasa boyutlarda iç borçlarla telafi edildiğini, bunun ise devlet bütçesinin yarısını bir kalemde yutan ağır bir faiz yükü anlamına geldiğini de ekleyelim (Toplam devlet borçlarının yıllık ulusal gelire oranı, resmi rakam­ lara göre, %65 seviyesine ulaşmış durumdadır). Sosyal sorunların ise sözünü bile etıniyoruz. Ortadaki tüm ba­ şarı, sosyal sorunların her alanda ve tüm boyularıyla ağırlaştırılınası pahasınadır demek, durumu anlatabilmek için bir bakıma yeterli­ dir. Türkiye 'de kriz ancak bu sayede ve bu temelde yönetilebil­ mektedir. Ekonominin çarkı tam da sosyal sorunlar ağırlaştınla­ bildiği ölçüde döndürülebilmektedir. Daha somut i fadelerle; emekçiyi kolayca işsizler ordusunun içine savurabiliyorsanız, ger­ çek ücretleri sürekli olarak düşürebiliyorsanız, fıyatları kolayca ar­ tırabiliyorsanız, vergi gelirlerinin %75 ' ni dolaylı vergilerden, yani emekçiyi düpedüz soyarak elde ediyorsanız, ç arkı zar zor da olsa döndürebiliyorsunuz demektir. Ama bütün bunlar işsizliğin büyü­ mesi, yoksulluğun ve sefaletin artması demektir; sosyal yıkım kapsamında sağlık ve eğitim hakkının gaspedilmesi, bunlara ait fonların borç ve faiz ödemelerine ya da örneğin silahlanmaya ve baskı aygıtiarına aktarılması, böylece bu vazgeçilemez temel ka­ musal hizmetlerin ticari kar alanlarına dönüştürülmesi demektir. Özetle sosyal sorunların her açıdan ağırlaşması ve elbette sosyal çe-



40



lişkilerin her bakımdan keskinleşınesi demektir. Türkiye'de ekonomik cephede işler halen böyle götürülüyor. Bu ise ekonominin yapısal sorunlarına bir çare olamadığı gibi sosyal sorunlan ve dolayısıyla krizi de zaman içerisinde yalnızca ağır­ laştırıyor. Çarkın bu biçimiyle iyi kötü dönmesini sağlayan, işçi sınıfı ve emekçi hareketinin bugün içinde bulunduğu durumdur, bunu önemle yineliyoruz. Sınıf ve kitle hareketindeki gerçek bir sıçrama tüm bu hassas dengeleri tepe takla etınedikçe, yapısal ekonomik krizin yıllardu· bu denli kolay yönetilebilmesini olanaklı kılan bu öldürücü ve çürütücü tıkanına noktası aşılınadıkça, işbirlikçi bur­ juvazi işleri böyle götünne başansını sürdünneye devam edecek­ tir. Bu elbette yeni dönemsel çöküntüleri engelleyeıneyecek, fakat fatura her zamanki biçimde emekçitere ödetilerek çarklar dön­ ıneye devam edecektir.



Düzen içi iktidar çatışmasında zorlu yıl Türkiye'nin kapitalist düzeni siyasal planda da uzun yıllardan beridir aşılaınayan, ancak dinamikleri ve dolayısıyla mahiyeti de­ ğişmiş bulunan bir kriz yaşıyor. Bu halen çıkarlan karşıt sınıflar arasındaki zorlu sosyal ınücadelelerin ürünü bir siyasal kriz değil kuşkusuz, değişen dinamikler ve ınuhtevadan sözederken bu önemli noktayı vurgulamış oluyoruz. Alt sınıflardaki tarihsel ha­ reketlenınenin ürünü sosyal ınücadelelerin siyasal krizi yarattığı, beslediği ve derinleştiediği dönemler oldu yakın zaman Tür­ kiye'sinde. 1 960 ' lı, özellikle de 1 970'li yılların ikinci yarısında, Türkiye' de, yaygın sosyal ınücadelelerin devriınci bir kitle hare­ keti biçimini aldığı, böylece rejimi zora soktuğu, devlet işleyişini zaafa uğrattığı, hükümetleri etkisiz kıldığı, dolayısıyla buıjuvaziyi belli sınırlar içinde yönetemez duruma düşürdüğü döneml er ya­ şandı. O dönemler temel kriz etkeni, ilerici-devriınci akımların içinde önemli bir yer tuttuğu sosyal ınücadelelerdi ve gerici bur-



41



juva düzeninin kendi içi çelişkileri de bunun bir yan ürünü olarak depreşiyor, krizi derinleştiren bir etkide bulunuyordu. Fakat 1 2 Eylü l faşist darbesi ile toplumsal muhalefete ve dev­ rimci hareket vurulan ağır darbeden bu yana, Türkiye 'deki siyasal kriz d inamikleri arasında bu etken, sözü edilemeyecek denli tali plana düşmüş durumda. ' 90 'lı yıllar boyunca ve halen bunun tek istisnası, Kürt sorunu eksenli toplumsal-siyasal muhalefetir. Bugün devrimci çizgiden tümüyle kopmuş, düzen içi reformİst bir çizgiye oturmuş bir siyasal akım tarafından temsil ediliyor olsa da, Kürt so­ runu ve dolayısıyla hareketi, düzen için ciddi bir siyasal kriz etkeni olmayı sürdürmektedir. Fakat p aradoksal bir biçimde bu aynı so­ run, toplumun önemli bir kesiminin şovenizmle zehirlenınesini ko­ laylaştırarak, burjuva gericiliğine ekonomik ve siyasal krizi yö­ netme imkanı da vennektedir. 1 2 Eylül'ün düzlediği ekonomik, sosyal ve kültürel koşullarda serpilip palazlanan dinsel gericiliğin yanısıra, Kürt sorunu üzerinden kışkırtılan şovenizm, bugün bur­ juvazinin elinde, kitleleri denetim altında tutınanın, onlan ilerici sosyal mücadeleden ve siyasal bilinçlenmeden alıkoymanın, böy­ lece tüm zorluklara ve açmaziara rağmen toplumu nispeten kolay yönetebilmenin iki etkili silahı durumundadır. Dolayısıyla ileıici bir kriz dinamiği olarak Kürt sorununun/hareketinin oynadığı role buradan, bu çelişik etkileri üzerinden bakmak gerekmektedir. Yine de, yönetınekte gösterilen başan ne olursa olsun, düzen için siyasal boyutu ile de kriz bugünün açık bir olgusudur ve Kürt sorununun oluştıırduğu ağırlığın ötesinde, bunu esas nedeni düze­ nin kendi bünyesinden kaynaklanan sorunlardır. Siyasal kriz di­ namikleıi öncelikle rejimin iç işleyişinde ve buıjuvazinin farklı ke­ simleri arasındaki çıkar ve iktidar dalaşınalarında i fadesini bulmaktadır. 1 2 Eylül faşist darbesinin düzen siyasetine müdahalesinin önemli sonuçlarından biri, bunu kolaylaştıran ekonomik ve sosyal faktörlerin de etkisi altında, tüm düzen partilerinin aynı program ekseninde tekleşmesi ve böylece kitleler nezdinde inandırıcılıkla-



42



rım yitirmesi oldu. Bu uzun yıllar boyunca, oy desteği zayıf par­ tiler, parçalı bir parl amento bileşimi ve birbirini izleyen koalisyon hükümetleri şeklinde bir siyaset tablosu çıkardı ortaya. Düzen temsilcileri, özellikle de sermaye kuruluşları, aynı yıllar boyunca burjuva siyasetinin bir türlü aşamadığı bu krizden "siyasal istik­ rarsızlık" söylemiyle yakınıp durdular. Yakmdıkları sorun, ihtiyaç duydukları politikaları seri ve eksiksiz biçimde uygulayacak uyumlu ve güçlü hükümetlerin mevcut parlamenter işleyiş içeri­ sinde bir türlü çıkamamasıydı. 3 Kasım 2002 seçimlerinin ortaya çıkardığı yeni parlamento bi­



leşimi ve tek parti hükümeti bunun nihayet ve hiç değilse bir se­ ç im dönemi için aşılması anlamına geliyordu. Nitekim şu son 4 yıl­ lık hükümet İcraatı boyunca burjuvazi bu anlamda bir "siyasal istikrar"ın tüm sonuçlarından en iyi biçlinde yararlandı da. istenen her şey, AKP hükümeti ve parlamento tarafmdan tam olarak ve ge­ c ikıneksizin yerine getirildi, emekçitere yönelik çok yönlü saldı­ rılar pervasızca uygulandı. Mevcut hükümet, bu çerçevede işbir­ likçi burjuvazinin ve uluslararası serınayenin tam desteğini aldı ve işin bu yönü bakımından bu destek halen de sürüyor. Fakat bu aynı iınkanm bir de öteki yüzü vardı. Bir yönüyle bur­ juvazi için adeta bir nimet olan, yılların özlemini karşılayan bu ayı1ı parlamento bileşimi ve ona dayalı hükümet, bir başka yönden ve üstelik daha baştan, bir siyasal kriz etkeni oldu. Zira parlamentoda neredeyse anayasayı tek başına değiştiı·ebilecek üçte ikilik bir ço­ ğunluğa dayalı parti ile ona dayalı hükümet, gerici islamcı gele­ nekten geliyordu ve bu konumuyla rejimin oturmuş dengelerini zorlayacak bir ağırlık ve tehdit oluşturııyordu. Geride kalan dört yıl içinde buna ilişkin bir dizi siyasal dalgalanma yaşandı. Fakat içer­ den işbirlikçi burjuvazinin ve dışardan Amerikan empeıyalizıninin dengeleyici müdahaleleri ile; bu arada AKP'niı1, büyük burjuvaziye ve emperyalizme güven vennek kaygısı ve geleceğe yönelik he­ sapları çerçevesinde ifade uygunsa soluğunu tutınası sayesinde, bu­ nun rejimin işleyişini tıkayacak boyutlara dönüşmesi bugüne ka-



43



dar engellendi. Fakat bugüne kadar iyi kötü kontrol edilebilen bu ilişkiler, bu hassas dengeler siyaseti, gelinen yerde ve özellikle de ginniş bu­ lunduğumuz yıl içinde, yerini bir çatışmaya ve belki de hesaplaş­ ınaya bu·akacak gibi görüıunektedir. Cumhurbaşkanlığı seçimi ve yeni seçim yılı bunu belirgin bir kuvvetle zorlaınaktadrr. Yıllardu· işbirlikçi buıjuvaziye ve emperyalizme sadakatle hizınet edip gü­ ven venneye çalışan gerici islamcı parti, gelinen yerde bunun kar­ şılığuu almak istemekte; oysa kendilerini geleneksel olarak devletin sahibi ve düzenin bekçileri olarak gören güçler -başta ordu olmak üzere- buna direnmekte, bunun önünü ne edip edip almak iste­ mektedirler. Sorun ve çatışma buradan doğmakta, bunda ifadesini bu lmaktadır. Rej imin içten içe yaşadığı siyasal krizin bir yönü halen budur ve bu, 28 Şubat' a yolaçan özel evre dışta tutulursa, rej im için nis­ peten yeni, AKP hükümeti dönemiyle ilgili bir sorundur. Bir dizi noktada bunu da kesen ve dolaysız olarak içeren öteki yönü ise, egemen sınıfın farklı kesimleri arasındaki çıkar ve ikti­ dar dalaşıdır. Evet bu, çıplak bir çıkar ve bu çıkarlan kollamak, dev­ let katında kritik mevzileri elde tutmak ya da ele geçinnek çerçe­ vesinde, bir iktidar dalaşıdır. Cumhurbaşkanlığı seçimi ile yeni parlamentoyu ve dolayısıyla hükümeti çıkaracak yeni genel se­ çimlerin kritik önemi de buradadır. Daha önce başvurduğumuz parti değerlendinnesi bu konuya ilişkin olarak da halen tüm geçerliliğini koruyan özlü bir çerçeve sunmaktadır: "Sorunların bir de öteki cephesi var. Bu ikinci cephedeki so­ runlar AKP 'den değil burjuvazinin kendi iç bölünmesinden doğu­ yor. Buıjuvazinin en güçlü ve dışa en bağımlı kesimleri ile dışa ba­ ğunhlığa ilke olarak itirazı olmayan, ama emperyalist küreselleşme politikalannın ölçüsüz gerekleri karşısında sıkıntıya giren, iç pa­ zardaki ayncalıklannı yitiren kesimleri arasındaki bir bölünmedir bu. Bu kesimler AB sürecine uyumun sorunları, Kıbrıs ve kısmen 44



de Güney Kürdistan sorunu üzerinden bugün kendi aralarında gi­ derek daha çok dalaşmaktadırlar. "Buıjuvazinin en güçlü ve dışa en bağımlı kesimleri, kendi ko­ ımmlarından gelen olanaklann yanısıra, çatışma konusu sorunlarda emperyalist odaklada birlikte hareket etınenin avantajıarına da sahiptirler. Burjuvazinin iç pazara daha çok bağımlı ve küresel­ leşmenin gerekleri adına gündeme getirilen uygulaınalara daha az dayanıklı kesimleri ise, başta ordu olmak üzere devletten, yanısıra 'milli davalar ' ve 'ulusal çıkarlar' söylemiyle toplumun şove­ nizmle yoğrulınuş duyarlılıklanndan güç almaktadırlar. Gelenek­ sel düzen paıiileri ile 'düzen b ekçileri'nin aynı konulardaki du­ yarhhklan, bu kesimi ayrıca güçlendirmektedir. "Kıbrıs ve Kürt sorunu üzerinden yaşanan görüş ayrılıklarının temelinde bu var. Emperyalist buıjuvaziyle daha ileri düzeyde bü­ tünleşmeyi çıkarlarına uygun görenler, gelinen yerde Kıbrıs'ı bir yük saymakta ve bu yükten kurtulmak istemektedirler. Kürt soru­ ımnda ise içerde 'uyum yasaları' çerçevesinde belli düzeniemele­ rin yapılınasını isteınektedirler. Bu tutumun Güney Kürtleri'yle iliş­ kilere yansıması, çatışma yerine hamilik yolunun tercih edilmesi olmaktadır. "Milli politikalar' da ısrarı savunan öteki kesim ise, bugüne ka­ dar izlenegelen geleneksel gerici-şoven politikaların sürdüruhne­ sini istemektedir. Kürdistan ve Kıbrıs, onlar için kolayca feda edi­ lemeyecek kazanılmış egemenlik ve sömürü al anlarıdır. Karşılığında bir şey alamayacaklan gelişıneler karşısında bu ege­ menlik alanlarını yitirmeyi (Kıbrıs) ya da buna yolaçacak geliş­ melerin önünü açmayı (Kürt sorunu ve Güney Kürdistan'daki ge­ lişmeler karşısında esneklik) kabul etıneınekte, buna direnmektedirler. Öte yandan bu konular üzerinden direnmeyi po­ litik alanda güç ve etkinlik kazanmanın bir basamağı olarak de­ ğerlendirmektedirler. "Gelinen yerde AKP hükümeti ile ordu arasında yaşanacak so­ runlara temelde buradan bakmak gerekir. AKP, emperyalist odak-



45



ların, özellikle de ABD'nin desteği ile başa geldi ve bu desteği ko­ ruduğu sürece başta kalabileceğini düşünüyor. Bunu içte, büyük buıjuvazinin T Ü SİAD'da temsil edilen en güçlü kesimlerinin ha­ lihazırdaki desteğini korumak kaygısı tamamlıyor. Böylece, nor­ malde geleneksel konumu ve temsil ettiği burjuva kesimietin çı­ karları bunu gerektinnediği halde, AB 'ye uyum dayatınaları, Kıbns, kısmen Kürt sorunu vb. konularda emperyalist odakların ve TÜ SİAD ' ın tercihlerine uygun bir icraat izlemeye çalışıyor. Bu­ ııunla konumrum korumayı, güçlendinneyi ve orduyu dengele­ meyi, giderek iktidarda daha güçlü bir yer tutmayı umuyor. . . "



( Güncel Durum ve Devrimci Görevler, Ekim, Sayı: 233, Ocak 2004, Başyazı. Bkz. Parti Değerlendirmeleri-ı, Eksen Yayıncılık, s. 1 02-1 03) Görünüşe bakılırsa, daha önce sözünü ettiğimiz kriz etkeninden farklı olarak iç dalaşmaya dayalı bu ikinci sorunlar alanında belli bakımlardan farklı bir gelişme seyri yaşanıyor. AB politikasındaki iflas, buna bağlı olarak AB ile Kıbns konusundaki "milli" rest­ leşme, Kürt sorunu ve Güney Kürdistan sorununda halen yaygara yapan birleşik gerici koro, bütün bu konular üzerine sünnekte olan çatışmayı hafifletmiş görünmektedir. Gerçekte ise bu ancak kısmen doğrudur, esası yönünden ise yanıltıcıdır. AB ve buna bağlı olarak halen Kıbns sorunu eksenindeki gelişmeler, bmjuva­ zinin AB 'yi hararetle savunan kanad m ın tercihleri aşmıştır. Bu ko­ nudaki katı dayatmalar AB 'nin kendisinden gelmektedir ve buıju­ vazinin sözkonusu kanadı için fazlaca bir esneklik alanı bırakınamaktadır. Bu, seçim yılı ve dolayısıyla gerici-milliyetçi söylemlerie oy desteği kaygısı ile de birleşince, ilgili konularda gö­ rünürde benzeşen bugünkü tablo oluşmaktadır. Fakat bu tabloya aldanmamak gerekir. ilkin, çıkarlan AB ile bü­ tünleşmeye sıkı sıkıya bağlı bulunan, aynca topluma başka bir ge­ lecek ufku sunmak olanağından da yoksun olan işbirlikçi büyük buıjuvazi, şu an için bu konuda geri çekilmiş görünse de, kendi yö­ nünden AB hedefini öyle kolayca bir yana bırakmayacaktır. İkinci



46



ve daha da önemli olanı ise şudur: AB konusundaki umutların za­ yıflaması ABD 'ye daha sıkı bir bağlanınayı beraberinde getir­ mekte ve bu ise buıjuvaziyi kendi içinde tam da Kürt sorunu üze­ rinden



bölmeye



devam



etmektedir.



Çünkü



Amerikan



emperyalizminin halihazırdaki Ortadoğu politikası, Türk buıjuva­ zisi ile Kürt güçlerini aynı cephede buluşturmayı gerektirınekte ve ABD bu çerçevede, Türkiye'ye Kürt sorunınıda ılıınlı ve uzlaşmaya dayalı bir çözüm empoze etmektedir. Bu, bir yandan Güney Kür­ distan hükümeti ile olumlu ilişkilere girilmesini ve öteki yandan içerdeki Kürt sorununun sınırlı bazı tavizlerle yatıştınhnasıın ge­ rektirmektedir. Çelişki ve potansiyel çatışma, bu politikaya zımnen yatanlar ile ona açıktan direnenler arasındadır. Taraflar için bu aynı zamanda önemli bir iç iktidar mücadelesi alanıdır. Her iki tarafın aynı ölçüde Amerikancı o lması ve onun desteğini iç dalaşmada ko­ numunu güçlendinnek için vazgeçilmez görmesi, bu çatışmayı daha da karmaşık hale getirınektedir. Aralanndaki fark, taraflardan birinin ABD desteğini her konuda ve dolayısıyla da gerektiğinde Kürt sorununda da onunla uyumlu davrananarak elde etıneye ça­ lışması, oysa öteki tarafın gösterilecek uyum karşılığında ABD' den Kürtlerin feda edilmesini beklemesidir. Sorunu siyasal planda daha da karmaşık hale getiren ise şudur: AKP ' nin mevcut icraatlanndan en iyi biçimde yararlanan işbirlikçi büyük burjuvazi, büyük bir bölümüyle onun örtülü şeriatçı özlem ve hedeflerinden rahatsızdır. Bu konuda generall erle ve CHP­ MHP-DYP gibi düzen partileri ile rejimin yapısı ve otunnuş den­ geleri konusunda aynı hassasiyetleri paylaşmaktadır. Fakat öte yandan bir bölümüyle, esas olarak da TÜ SİAD 'da temsil edilen en güçlü bölümüyle, ABD ' nin Kürt politikası konusunda AKP 'ye paralel bir tutum içindedir. Daha doğrusu bu doğrultuda AKP'yi bizzat teşvik etmekte ve cesaretlendirmektedir. Aynı şekilde siya­ sal cepheden buna son çıkışlanyla D YP meyletmekte, bu konuda (ama yalnızca bu konuda!) düzenin kudurgan bir şovenizınİ bay­ rak edinen gerici-faşist partiler blokundan bir ölçüde farklı dav-



47



ranmaktadır. Bütün bunlar çelişki ve çatışmaların, buna dayalı saflaşmaların grift yapısım göstermektedir. Bu grift ilişki ve safiaşmayı devletin zirvesini oluşturan kurumlar üzerinden de gönnek mümkün. Ör­ neğin, irticai eğilim ve hevesler karşısında devletin ve düzenin otur­ muş modem buıjuva yapısının korunması konusunda ordu ile aynı cephede olduğu tartışmasız olan MİT, ABD'nin Kürt politikası ko­ nusunda AKP 'ye benzer bir esneklik içindedir ve son çıkışıyla ona açıkça destek vermiş olmaktadır. MiT 'in kendi çıkışı üzerinden ortaya koyduğu yaklaşım, soru­ nun temel önemde bir başka boyutuna da bir kez daha ışık tut­ maktadır. Bu, Kürt sorunu üzerinden yaşanan bölünmenin basitçe bir iç iktidar savaşı olmanın ötesindeki anlamıdır. Burada buıju­ vazinin Türkiye 'deki Kürt sorununun üstesinden nasıl gelinebiie­ ceği konusundaki görüş ayrılığı çıkmaktadır karşımıza. Bir kesim bu konuda, Irak işgalinin ardından oluşan durumun artık kabul edil­ mesi ve sindirilınesini, bu çerçevede ABD ' nin bölgesel politika­ larıyla da uyumlu davramlarak Güney Kürdistan'a hamilik yapıl­ masını savunmakta; gelinen yerde tam da bu politikanın hem Türkiye Kürtleri üzerindeki kontrolü kolaylaştıracağını ve hem de bunu Güney Kürtlerine yayma o lanağı sağlayacağını düşünmek­ tedir. TÜ SİAD' ın başını çektiği bu eğiliıne devlet katından MİT destek vennekte, düzen partileri cephesinden ise AKP ve DYP ıneyletmektedir. Öteki bir kesim ise, Güney Kürdistan üzeıinden Kürtlerin dev­ letleşmesini meşrulaştırmanın Türkiye'deki Kürt sorununu daha da azdrracağını ve uzun vadede Türkiye Kürtlerinin kaybını getire­ ceğini düşünmekte; bu nedenle içerde olduğu kadar dışanda da Kürtlerin her türlü kazannnma karşı savaşılması gerektiğini, Or­ tadoğu politikasındaki açmazlarından da yararlanarak ABD ile uşakça işbirliğini Kürtlerin satılması ve ezilmesi koşuluna bağla­ mak gerektiğini savunmaktadır. Bu politikayı burjuvazi cephesin­ den AB konusunda temkinli ya da ona açıkça karşıt kesimler, dev-



48



let katında ordu ve cumhurbaşkanı, düzen partileıi cephesinden ise



C HP-MHP temsil e tmektedir. (Bu konu haklanda bkz. Ortadoğu 'da



Gelişmeler Ve Sermaye Düzeninin Büyüyen Açmaz/arı, Ekim, Sayı: 243, A ralık 2005. Parti Değerlendirmeleri-2, s. 3 78-390). Özetle, bu alanda da AB eksenli sorunlara benzer bir görüş ay­ nlığı ve çatışma ekseni ile yüzyüzeyiz. Ve yine bu tür bir görüş ay­ nlığı ve sa flaşma göstennektedir ki, düzen cephesindeki iç da iaş­ malar, kudurgan bir şovenizmin de bayraktarlığını yapan resmi laik cephenin genellikle sunmaya çalıştığının aksine, hiç de basitçe bir laiklik-İrtica çatışmasından ibaret değildir. Sonuçta girmiş bulunduğumuz yıl içinde bu çatışmanın önce alevleıunesi ve soma da bir süreliğine yeni bir dengeye otunnası m uh temel olduğu gibi, beklemnedik gelişmelerle kontrolden çık­ ması ve rejim içi hesaplaşmalara dönüşmesi de pekala olanak da­ hilindedir. Daha zayıf olan b u ikinci ihtiınalin önünü almak için bü­ yük b urjuvazinin en kodaman kesimleri şimdiden duruma müdahale e tmekte, taraflara telkinlerde bulunmakta, özellikle AKP'yi dizginleyerek cumhurbaşkanl ığı sorununu yumuşak bir bi­ çimde çözmeye ça lışmaktadırlar. B unda başanlı olurlarsa eğer bu krizi bitinnez , fakat işlerin kontrolden ç ıkınasma yolaçabilecek bir çatışmayı e ngeller veya şimdilik erteler. Öte yandan çatışmanın nasıl b ir biçim alacağı ve hangi sonuç­ ları doğuracağı yalnızca siyasal e tkeniere bağlı olmad ığı gibi yal­ nızca iç dinamiklere de bağlı de ğildir. Ömeğin ekonomide bek­ lenmedik bir ağır çöküntü, b ugünün e tk in taraflardan biri olan A KP 'nin so nunu getirebilir ve siyasal cep hede işler kendiliğinden farklı bir seyre o turabilir. Aynı şey farklı bir çerçevede, Amerikan empe ryal izminin Ortado ğu'daki macerasının alacağı yeni biç imin iç dengelere e tkisi bakımından da geçerlid ir. Amerikan emperya­ lizminin ömeğin Baker- Hamilton raporu eksenindeki muhtemel bir köklü po litika değişimi, beraberinde Kürtlerin feda edilmesini ge­ tirebilir ve bu da egemen sını f bünyesinde bu konuda halen ya­ şanmakta olan görüş ayrılıklarını kendiliğinden o rtadan kaldırabi-



49



lir. Ya da ABD'nin safında İran'a karşı bir savaşa katılmak orduya geniş bir inisiyatif ve etkili bir Amerikan desteği sağlayabilir. Bu­ nun ise iç dengeler üzerinde önemli sonuçlan olabilir. Bütün bu konularda dayanaksız spekülasyonlara düşmeksizin şimdiden kesin şeyler söylemek kolay değildir, bunu zorlamanın anlamı da yoktur. Önemli olan sorunlan, çatışma konularını, çatı­ şan taraflaru1 konum ve eğilimlerini bilmek ve bunlann ışığında ge­ lişmeleri dikkatlice izlemektir. ***



Bütün bu çatışma konulan buıjuva gericiliğinin gerici bir te­ ıneldeki iç bölünmesini anlatmaktadır. Dolayısıyla ileıici-dev­ riınci güçlerin bu çatışmamn şu veya bu boyutunda taraf olmalan, taraflardan birine yakmlık göstenneleri, hele hele destek vermeleri hiçbir biçimde düşünülemez. Düzenin bu gerici iç çatışmalarmdan ancak devriınci amaçlarla yararlanılabilinir. Bunun içinse bağım­ sız devriınci bir konumda bulunmak, bunun gerektirdiği bağımsız devriınci bir inisiyatifle hareket etmek, işçilere ve eınekçilere yö­ nelerek devriınci alternatifi kitleler içinde ete kemiğe büründünnek gerekir. Ve elbette, Kürt hareketi de içinde olmak üzere buıjuva ge­ riciliğin in iç çelişki ve çekişmeleri üzerinden politika yapan, bunu yaparken de taraflardan birinin yedeğine düşmekten kurtulamayan liberal ya da milliyetçi kanadarıyla reformİst akımlara karşı sürekli bir mücadele vermek gerekir. Daha önce yararlandığıınız parti değerlendirınesine bu açıdan da başvunnak istiyoruz : " ... düzen cephesinde büyüyen iç çatlak­ ların iki yönlü bir sonucu olabilir. Bunlardan ilki, burjuvazinin iç bütünlüğünün zayıflaması ve böylece toplumsal muhalefetin ge­ lişmesinin nispeten kolaylaşınasıdır. İkincisi ise, örneğin 28 Şubat sürecinde olduğu gibi, toplumsal muhalefetin bu iç çatışmada ta­ raflarca yedeklenınesidir. AB hayranı liberal sol ile ordu yalakası devletçi sol, her biri kendi cephesinden olmak üzere, bu konuda şimdiden çatışan tarafların hizınetindedirler." (Parti Değerlendir­ meleri-2, s. 1 04)



50



Bu değerlendirme bugün de aynen geçerlidir. Buna belki şunu da eklemek gerekir: ABD ve AB karşıtlığını Kürt sorununda zaman zaman tüm ka­ balığı ile kendini dışarı vuran incelikti bir şovenizınle birleştiren­ ler de var artık reformİst solda. Bunlar da işin aslında, milliyetçi duyarlılıklar maskesini takınarak kudurgan bir şovenizmden kendi gerici buıjuva çıkararı için yararlanmaya çalışan buıjuva kesimi­ nin yedeğinde hareket etmekte, onun soldaki yankıları olmakta­ dırl ar. AB ve ABD karşıtlığının bu milliyetçi, sosyal-şoven yoz­ laştırılışına karşı mücadele de günün önemli görevleri arasındadır. ABD'nin mazlum Kürt halkı üzerindeki kirli oyunlarının teşhirini, Kürt halkının tüm meşru ulusal haklarının ve bu çerçevedeki ka­ zanıınlarının açık ve kararlı bir savunusu ile birleştirmeyen her çaba, ikiyüzlü ve sinsi bir sosyal-şoven girişiın olarak şiddetle mah­ kum edilmelidir.



Kürt sorununun/hareketinin çelişik etl