Büyük Larousse Sözlük ve Ansiklopedisi (Cilt 20, Sant-Sor) [PDF]

  • 0 0 0
  • Suka dengan makalah ini dan mengunduhnya? Anda bisa menerbitkan file PDF Anda sendiri secara online secara gratis dalam beberapa menit saja! Sign Up
File loading please wait...
Citation preview

BUYUK



LAROUSSE • •



••



SOZLUK VE ANSİKLOPEDİSİ 20. CİLT Sapan — Sovyet S.C.B.



A M illiy e t



Interpress Basın ve Yayıncılık A.Ş. adına Hürrem FİLA



genel yayın yönetmeni Adnan BENK yayın kurulu Oya ADALI, Nilgün AKAR, Bedla AKARSU, Engin ALÇORA, Yasemin ALPMAN, Abt»as ALTUNKAŞ, Aydın ARIT, Selahattln BAĞDATLI, Mustafa BALEL, Mustafa BAYKA, Nezih COŞ, Güler DEĞİRMENCİ, Melek DENER, Turgut DEVECİ, Tamer ERDOĞAN, Sırrı ERİNÇ, Şenay ERKAN, Peyami ARMAN, Ayşegül EROL, Konur ERTOP, A.Fuat FİDAN, Tankut GÖKÇE, Öznur GÜNDOĞDU, Selahattln HİLAV, Rıfat İNSEL, Cenap KARAKAYA, M.N. KARAKÜÇÜK, Melih KIRAN BAĞLI, Gülsen KORALTÜRK, Güzide KOSİFOĞLU, Dilek KÖSEOĞLU, Cevdet KUDRET, Turgut KUT, Deniz MAZLUM, Günnur ORMANLAR, Tahir ÖZÇELİK, Süleyman ÖZÇİFTÇİ, Ufuk ÖZKOLÇAK, Isa ÖZTÜRK, Mehmet SERT, Kenan SOMER, ilhami SOYSAL, Beyhan Aziz TANER, Aksel TİBET, Erdoğan TOMAKÇIOĞLU, Teoman TUNÇDOĞAN, Hale ULUSOY, Doğan ÜLGENCİ, Mara YAKOVLEVSKİ, Aydın YALKUT, Mehmet YARAŞ, Ömür YARS, Tahsin YAZICI, Dilek YELKENCİ, Melih YÜRÜŞEN sorumlu yayın yönetmeni Aydın YALKUT araştırma Despina ÇİMROĞLU ve yardımcıları Betül GÜVENSOY, Nesrin OĞRAŞKAN, Mine ÖZDİLER, Servet SABAK, Hilda SETYAN, Semra BAL arşiv Sevil ÇELEBİCAN ve yardımcıları Nurgül KAYA, Cansel Çolak SAVAŞ teknik yönetmen Nazlı TURKSOY sayfa düzeni Ömer BARANİOĞLU ve yardımcısı Çağatay AKYOL harita Mansus TETİK ve yardımcıları Berrin BÜYÜKANIT, Ruhi DİLGİMEN, Seval ÖZLER, Ceyda SAKARYA düzelti Hayrettin KARA ve yardımcıları Zeynep ATAYMAN, Fatma AYDIN, Sait GÜRAY, Aydın KARAAHMETOĞLU, Gülsüm ÖZ, Sibel TÜRKMENOĞLU fotoğraf Muhlis HASA ve yardımcısı Sedal ANTAY sekreterler Funda ARSLAN, Halime DEMİR, Nil HEPER, Kadriye KÖMÜRCÜOĞLU, Lale KURUDAĞ, Belgin SOYCAN, Satı ŞİMŞEK dizgi Turgay ŞIK ve yardımcıları Leyla BİRBEN, Âdem ÇALIŞKAN, Betül FERİK, Hülya HASEL, Sakine KAYA kamera Gelişim Yayınları kamera servisi baskı: Milliyet Gazetecilik A.Ş.



Copyright: Librairie Larousse Copyright: Interpress Basın ve Yayıncılık A.Ş. Büyükdere Cad. Apa Ofset arkası Levent-İSTANBUL Tel: 169 66 80 (20 Hat)



BUYUK SÖZLÜK VE ANSİKLOPEDİSİ



Fransızca Grand Dictionnaire Encyclopédique Larousse (GDEL) temel alınarak hazırlanmıştır. BUYÜK LAROUSSE SÖZLÜK VE ANSİKLOPEDİSİ’nin bütün hakları saklıdır; adı belirtilmeden hiçbir alıntı yapılamaz. Librairie Larousse 1986 [S.P.A.D.E.M. et A.D.A.G.P.J



ve klavyeli çalgılar için kontrapunto tekni­ ğinde fantezilerin yorumlanması, beste­ lenmesi ve doğaçlanmasına ilişkin bir İn­ celeme yazdı: Libro llamado Arte de ta­ ñer Fantasía assí para tecla como para vihuela... (Valladolld, 1565). Sa n t a M a r ía c a p u a v e t e r e , İtalya’da kent, Campania’da (Caserta ili); 31 000 nüf. Pazar. Bu yeni kent, eski Ca­ pua’nın yerinde kurulmuştur; eski Capua’dan kalma, Hadrianus dönemine ait ge­ niş bir amfitiyatronun yıkıntıları. Mithra ta­ pınağı (II. yy). S a n ta M a ría d e H u e r ta , Castilla’da (Soria ili) Medlnaceli’nin 25 km K.-D.'sunda Citeaux rahipleri manastırı. XII. yy.’ın üçüncü çeyreğinde kurulan yapı, ispanya’da gelişen gotik mimarlığın tarihinde önemli bir rol oynadı. İber yarımadasın­ daki en güzel örnek olan yemekhanesi iki aşamada yapıldı: alçak bölümler (1215 -1223) ve hemen sonra üst bölümler. XII. - XVII. yy.'lar arasında başka yapılar ek­ lendi.



S a n t a M a r í a d İ l e u c a b u rn u , İtalya’da burun. Puglia’nın güney ucunda, Taranto körfezi ile Otranto kanalı arasın­ da. S a n ta M a ria M a g g lo ra , Roma’da ki­ lise. 352’ye doğru papa Llberius tarafın­ dan yaptırılan eski bazilikanın yerine Six­ tus III döneminde (432-440) yeni bir kili­ se yaptırıldı. Eugenius lll’ün bir revak, Ni­ colaus V’ln bir absida, Gregorius Xl’in bir çan kulesi ekleterek zenginleştirdikleri yapi XV. vy.'da ven'den e!den aeç'r«*di: son­ ra iki yanma b>rer caoelia eklendi (D. Fontana’nın 1586 da yaptığı Sistina capellası; F. Ponzlo’nun 1611'de yaptığı Borghe­ se capellası). Cepheyi Fuga yaptı (1743). Şahında V. yy. mozaikleri, absidada Torriti'nin yaptığı mozaikler XIII. yy.'dan kal­ madır, bölmeli tavanın Amerika’dan ilk ge­ len altınla yaldızlandığı sanılır. S A N T A M A R T A , Kolombiya'da kent, Magdalena yönetim bölgesinin merkezi, Antiller denizi kıyısında, sierra de Santa Marta1nın eteğinde; 177 922 nüf. 1525'te kurulan kent, iç kesimlere yayılma hare­ ketinin merkezi ve büyük bir muz lima­ nıydı; muz yetiştiriciliğinin gerilemesi Ih manın etkinliğini azalttı. —Sierra de Sam ta Marta, en yüksek doruğu Cristöbat Colön’dur (5 775 m).



S a n ta M a rla d a l F lo ra , Floransa'da katedral. Eski ve küçük S. Reparata katedrall'nin yerine, Santa María del Fiore’ ScaJa nln yapımını 1296'da, Arnolfo di Cambio başlattı. Katedralin yapımında aralarında Floransa'da Santa Maria del Fiore’nin Giotto, Andrea Pisano, F. Talenti ve Brusahnı ve koroyeri S a n t’A m b r o g g io , Yukarı Korsika'da nelleschl’nin de bulunduğu çok sayıda (Fransa) eğlence merkezi, Balagne kıyı usta art arda görev aldı. Çaprazsahın ka­ S a n t’A n g e lo İn F o rtn ls b a z ilik a s ı, şeridinde, Calvi İle Île-Rousse arasında. resini 45 m açıklıklı sekizgen bir kubbey­ İtalya’da (Campania), Capua’nın 5 km K. le örtme konusundaki teknik buluş BruS A N T A M O N İC A , ABD'de (Kaliforniya) -D.’sunda, aynı adlı kasabada anıt. Mon­ nelleschi’nlndlr. Bu kubbe, kalıp kurulma­ kent, Los Angeles’in B.'sında, Los Angete Casslno rahibi Desiderio (gelecekte pa­ dan inşa edilmişti (1418-1436) ve bir dizi les’in Büyük Okyanus kıyısındaki bir uy­ pa Victor III) tarafından 1072-1087 arasın­ yatık kemerle birleştirilmiş iki yüzeyden du kentidir; 88 300 nüf. Önemli sayfiye da yeniden yaptırıldı ve etkileyici duyar re­ oluşuyordu (biraz, yakındaki vaftlzhanenin merkezi ve sanayi kenti (hava ve uzay simleriyle bezendi. Kimi sanatçılar İstan­ 25 m açıklıklı kubbesi gibi). Mermerlerin araçları yapımı). bul’dan gelmişlerdi; İtalyan kökenli kimi çok renkliliği (beyaz, yeşil, kırmızı) anıtın sanatçılar da, farklı bir duyarlılık göster­ S A N T A N A DO LİV R A M E N T O , Bre dış yüzüne eşsiz bir görünüm kazandırır mekle birlikte bizans modellerini örnek al­ zilya’da (Rio Grande do Sul) kent, Urugu­ (batı cephesi XIX. yy. sonunda yapılmış dı. Absidada Yüce İsa; cephenin iç yü­ ay sınırında; 48 500 nüf. Ticaret merkezi bir eklemedir), iç hacim, latin haçı planlı zünde Son yargı; ana sahnın kuzeyinde (sığır). Et konserveleri. Sepicilik. Kereste. ve üç sahınlıdır (uzunluk 153 m, şahın ge­ Eski Ahit’ten, güneyinde Yeni Ahit’ten Yün. nişliği 38 m: Roma'daki San Pietro ve oluntular. Londra’daki St Paul’den sonra en geniş S A N T A N A M A R T IN E Z (Manuel), kilise); mimarlık tekniği açısından çok iyi İspanyol tenis oyuncusu (Madrid 1938). ■ S a n t’A n g e lo ş a to s u , Roma’da, Tevetanımlanmış olan, sade ve güçlü ayaklar­ re’nin sağ yakasında şato. Hadrianus ta­ Fransa Uluslararası karşılaşmaları1™ (1961 la uyum kazanan yapı, İtalyan gotik sana­ rafından mozole olarak yaptırıldı ve ve 1964) ve Wimbledon turnuvası’nı tının en büyük başarılarından biridir. İçin­ 139’da tamamlandı. Bu anıt, üzerinde üst (1966) kazandı. de yer alan çok sayıda sanat yapıtı ara­ üste İki silindir biçiminde iki yapı yükse­ S A N T A N D E R , Kolombiya’da yönetim sında, Ghiberti, Uccello ve Andrea del len dörtgen bir tabandan oluşuyordu. Cabölgesi, Doğu Cordillera'sında ve Mag­ Castagno’nun desenlerine göre oluşturul­ racalla’ya kadar imparatorların mezar yeri dalena vadisinde uzanır; 30 537 km2; 1 muş yuvarlak vitraylar, Uccello'nun John olarak kullandıkları yapı X. yy.’da kale iş511 392 nüf. Merkezi Bucaramanga. Hawkwood'u at üstünde gösteren resmi, L. Della Robbia'nın sırlı pişmiş topraktan S A N T A N D E R , ispanya 'da liman ve Santa Marla Maggiore kilisesi’nin sahnı Uruç'u, Mlchelangelo'nun yarım kalmış sayfiye kenti, il merkezi, Gaskonya kör­ (bir bölümü V. yy.'dan kalmadır) yapıtı Pietá sayılabilir. fezi kıyısında; 194 221 (1990). Eski kent 1334’te Giotto tarafından bugünkü cep­ 1941'de çıkan bir yangından büyük za­ henin sağında yapımına başlanan camrar gördü. XII. yy.'dan kalma bir yapının panile, İtalyan gotik sanatının bir başka kalıntıları üstünde yeniden kurulan gotik başyapıtıdır; alt bölümü, özellikle Andrea üslubunda katedral. Biri tarihöncesi ve Pisano'nun yontma madalyonlarıyla süs­ arkeoloji müzesi olmak üzere iki müze. lenmiştir. Nişlerdeki heykeller (azizler, Demir-çelik sanayisi. Bestn sanayisi. sibyllalar, peygamberler), Donatello’nun, Tersaneler. — Santander ili, 5 298 km2; Nannl di Banco'nun ve başka heykelcile­ 534 690 nüf. (1990). ilin büyük bölümü rin yapıtlarıdır (bu yapıtların asılları, kated­ Cantabrica sıradağlarının kuzey yamacı raldeki museo deH'Opera’ya kaldınlmıştır). üstünde uzanır. Kıyıda, küçük limanlar San Giovanni vaftizhanesl XI.-XII. yy.’larve sayfiye yerleri vardır; kırsal alanda dan kalma, roman üslubunda sekizgen dağlık bölgelerde kerestecilik, alçak bir yapıdır; yeşil ve beyaz mermerlerle alanlarda daha çok hayvancılık yapılır, ilde ayrıca maden kaynakları da vardır: kaplanmış ve yaldızlı bronzdan olağandışı üç çift kapıyla donatılmıştır. Bu kapılardan' kurşun, çinko, demir, kaya tuzu. güneyde olanı, Andrea Pisano’nun yapı­ tıdır (Aziz Vaftizci Yahya’nın yaşamını an­ --S A N T A N D E R (Francisco DE PAULA), kolombiyalı devlet adamı (Rosario de Cülatan 20 madalyon, 8 Erdem [1330-1336]). cuta 1792-Bogotâ 1840). 1819'da Bolivar Kuzey kapısı, ünlü 1402 yarışmasını kaza­ tarafından tuğgeneralliğe atandı ve onun nan Ghiberti tarafından yapılmıştır (incllYeni Granada seferine katıldı. Kolombiya ciler’I, Kilise doktorlarını ve Yeni Ahit’ten Cumhuriyeti (1819), ardından Büyük Ko­ sahneleri gösteren 28 madalyon [1403 lombiya (1821-1828) içindeki Yeni Grana­ -1424]); aynı heykelcinin yapıtı olan doğu da Başkan yardımcılığına getirildi. Fede­ kapısı Michelangelo’ya göre, Cennet’in ralist parti’yle birlikte, Bolivar'a karşı dü­ kapısı olmaya yaraşır niteliktedir (Eski zenlenen suikasta katıldı (1828), ölüm ce­ Ahit’in çeşitli bölümlerini sahneleyen 10 zasına çarptırıldı, cezası bağışlandı ve büyük kabartma, sibylla ve peygamber fi­ ABD’ye gitti. Büyük Kolombiya'nın dağıl­ gürleriyle dekoratif çerçeveler [1425 masından sonra sürgünden döndü ve Ye­ -1452]). Vaftizhane tonozunda XIII.-XIV. ni Granada Cumhurbaşkanlığına getirildi yy.’ların çok güzel mozaikleri vardır; yine (1833-1837). Sert bir yönetim kurdu, Boli­ vaftizhanede düzmece papa Johannes var yanlılannı baskı altına aldı, eğitim ve yö­ XXIII’ün Donatello ve Michelozzo’nun ya­ netimde reform yapmaya girişti. Çağdaş pıtı olan mezan, Donatello’nun ahşap Azi­ ze Meryem heykeli bulunur Kolombiya'nın kurucusu sayılmaktadır



general Santander Espinosa'nın yapıtındaki bir taşbaskıdan ayrıntı BibUÓthéque nationale, Paris



oradan da İngiltere'ye gitti; yunan bağım­ sızlığı için savaşırken öldü. S A N T A R O S A DE C A R A L , Kolombi­ ya’da (Risaralda yönetim bölgesi) kent, Manizales'in G.’inde; 74 200 nüf. Ticaret ve tanm merkezi. —Yakınında, gümüş, al­ tın ve cıva madenleri. S A N T A R O S A D E C O P Â N , Hon­ duras'ta kent, Copân yönetim bölgesinin merkezi; 31 821 nüf. Ticaret merkezi. Şeker rafinerisi. Puro imalatı. S A N T A T E C L A , Salvador’da kent N ueva San Salvador.



J . Bottin



Roma’da Sant’Angelo köprüsü (Bemini’nln öğrencilerince gerçekleştirilmiş heykellerle süslüdür) ve şatosu



Larousse



levinl görmeye başladı. 1379’da yıkıldı ve Bonifatius IX döneminde papaların eline geçti. Bonifatius yapıyı restore ettirdi. XV. ve XVI. yy.’larda genişletildi ve dekore edil­ di. 1527’de, Roma kuşatması sırasında Clemens VII buraya sığındı. Şatonun te­ pesinde, aziz MikâiF’in XVIII. yy.’da Pieter Verschaffelt’ln yeniden yaptığı bronz heykeli bulunur. S A N T A N T İM O , İtalya’da kent, Campania’da (Napoli ili), Aversa’nın G.’lnde uzanan ovada; 26 000 nüf. Meyve yetişti­ riciliği. S A N T ’ A .N TİO C O , İtalya'da ada. Sardinya’nın G.-B.'sında; 108,9 km2; 12 100 nüf. Metalürji ve kimya sanayileri. Üzüm bağları. Balıkçılık. S A N T A P O L A , ispanya'da (Alicante ili) kent, Akdeniz kıyısında; 12 000 nüf. Ba­ lıkçı Umanı. Sayfiye merkezi.



î Antoine Joseph Santerre Maurin’in bir taçbaskismdan ayrinti Bibliothèque nationale, Paris



S A N T A R E M , Portekiz'de kent, Ribatejo’da, yönetim bölümü merkezi, Tajo kıyısında; 20 034 nüf. Tarım ve turizm merkezi. Roman-gotik dönemiyle barok dönem arasından kalma birçok kilise. Arkeoloji müzesi. —SantarĞm yönetin; bölümü, 6 747 km2; 559 900 nüf. (1989). Portekiz'in en zengin tarım bölgelerin­ den birini kapsar.



S A N T A R E M , Brezilya’da (Parâ eyaleti) liman kenti, Amazon’un sağ kıyısında, Tapajös ile birleştiği yerin aşağısında; 199 OOO nüf. Amazon ulaşım ağında konak­ lama yeri ve ticaret (kereste, pirinç, kau­ çuk) merkezi. —Arkeol. Santaröm adı İ.S. 1200 ya da 1300 yıllarında Amazon bölgesinde orta­ ya çıkan kazıma bezekli ve noktalı bir se­ ramik türüyle dikkati çeken bir arkeolojik buluntu yerine verildi. Bu seramik, insan ya da hayvan biçiminde çıkıntıları bulunan çanaklar, küpler ve karma biçimli çeşitli kaplarla ayırt edilir. Bu vazolardan tören­ lerde kullanıldıkları sanılan bazılarının ayaklık biçiminde kaideleri vardır; bazıla­ rıysa karyatidler tarafından taşınmaktadır. Santaröm’de ayrıca heykelcikler ve sera­ mik pipolar ortaya çıkarıldı. S A N T A R E M (Manuel Francisco DE B a rro s e Sousa, —2. vikontu), portekizli siyaset adamı (Lizbon 1791-Parls 1856). Dom Miguel yanlısıydı, onun Başbakanı oldu. Kralın yenilgisinden sonra Fransa' ya sığındı ve kendini tarih ve tarihsel coğ­ rafya üzerine araştırmalara adadı. S A N T A R O S A , Santa Barbara takıma­ dasında ada, ABD’nin Büyük Okyanus kı­ yısı (Kaliforniya) açığında. S A N T A R O S A , Guatemala’nın güney-doğusunda yönetim bölgesi. Büyük Okyanus kıyısında; 2 955 km2; 256 850 nüf. (1989). Merkezi Cuilapa. S A N T A R O S A , ABD’de kent (Kalifor­ niya), San Francisco’nun kuzeyinde; 113 310 nüf. (1990). Tarım (üzüm bağları). S A N T A R O S A, Arjantin’de kent. Pampa ilinin merkezi, Bahia Blanca’nın K.-B’sında; 33 600 nüf. Demiryolu merkezi. Tarım ürünleri merkezi (tohum, hayvancılık). Mü­ ze. Üniversite. S A N T A R O S A , Bolivya’da (Santa Cruz yönetim bölgesi) yer, Santa Cruz’un K. -B.’sında. Doğal gaz yatağı. S A N T A R O S A (Santorre Annibale Di ROSSİ Di POMAROLO, —kontu), piemonteli siyaset adamı (Savlgllano 1783-Sphakterla, Yunanistan, 1825). La Spezia’nın tran­ sız kaymakamıydı (1812). 1815’ten sonra Savoia hanedanına ve Savunma bakanlı­ ğı yöneticiliğine getirildi. Liberal önder olarak, 1821 Piemonte devriml’ni yönetti ve Savunma bakanlığına getirildi. Beşli it­ tifak sonunda İtalya’dan kovulunca Paris’e, SantesCreus avludan (XIV. yy.) ve kiliseden (başlıca bölümlen XII.-XIII. yy.’lardan kalmadır) bir görünüm



S AN TAY A N A (George), İspanyol asıllı amerlkalı filozof (Madrid 1863-Roma 1952). 1889-1912 arasında Harvard üni­ versitesi'nde felsefe profesörü olan San­ tayana, Sonnets and other Verses (Sone­ ler ve öbür şiirler) [1894], The Sense ot Beauty (Güzellik duyusu) [1896], inter­ pretations of Poetry and Religion (Şiir ve dinin yorumları) [1900], The Life of Rea­ son (Aklın yaşamı) [5 cilt, 1905-06] adlı ki­ taplarını yayımladı. 1912’de Avrupa’ya yer­ leşti, burada Scepticism and Animal Fa­ ith (Kuşkuculuk ve hayvan sevgisi) [1923], The Realm of Essence (Özün yurdu) [1927], The Realm of Matter (Maddenin yurdu) [1930], Some Turns o f Thought in Modem Philosophy (Modern felsefenin dönüm noktalan) [1933], The Last Puritan (Son püriten) [1935], The Realm of Truth (Gerçekliğin yurdu) [1937], The Realm of Spirit (Tinin yurdu) [1940], Persons and Places (Kişiler ve yerler) [1944-1953], The idea of Christ in the gospels (incirlerde İsa düşüncesi) [1946], Dominations and Powers (Egemenlikler ve güçler) [1951] gi­ bi kitaplarını yayımladı. Santayana'ya gö­ re, gerçeklik olarak, duyularımızla algıla­ dığımız şeyi, yani maddeyi kabul etmeli­ yiz. Bilinç, yaşama yardım eder; ama hiç­ bir şeyin nedeni olamaz. Santayana’nın ahlak anlayışı, Arlstoteles’lnkıne bağlıdır: her ülkünün doğal bir temeli vardır. Us­ sal bir ahlak, filozoflar için yeterlidir. S a n t C u o a t D E L V A L L E S - SAN CUGAT DEL VALLES. S A N T E E , ABD'de (Güney Carolina) ır­ mak. Wateree ile Congaree’den oluşur. Marlon gölünden geçer ve bir delta oluş­ turarak Atlas okyanusu’na dökülür; yaklş 230 km. S A N T E E LE R , Kuzey Amerika Kızılde­ rilileri. Bizon kültür alanında yer alır ve Ocheti-Shakowin grubunun üç kolundan (Dakota, Nakota, Lakota) birini oluşturur­ lar. S A N T E L İA (Antonio), İtalyan mimar (Como 1888-Montefalcone yakınında, cephede, 1916) Mimarlık öğrenimini 1912’de Bologna'da tamamladı, çeşitli mi­ marların yanında çalıştı. Ünlü Citta Nuova projesini bir metinle birlikte 1914'te Mi­ lano'da, “ Nuove Tenderize” sergisi’nde sundu. Aynı metin, ağustos ayında Lacerba dergisinde Futurist mimarlığın mani­ festosu olarak yayımlandı. Sant’Ella'nın, ayrılıkçı Viyana okulu etkisindeki desen­ leri amerikan kentlerinin yaptığı atılım ve modern teknikler karşısında duyduğu hayranlığı gösterir, birkaç düzeyli birçok ulaşım alanları, dış geçişli ve dış asansör­ lü yüksek yapılar sunarlar. S A N T E R A M O İN C O L L E , İtalya'da kent, Puglia'da (Bari ili); 21 000 nüf. S A N T E R R E (Antoine Joseph), fransız siyaset adamı (Paris 1752 - ay. y. 1809). Saint-Antoine mahallesinde birahane İşle­ tirken (1772), Komün tarafından Paris Ulu­ sal savunma komutanlığına getirildi (ağus­ tos 1792), Meclis’te krallık ailesinin korun­ masını sağladı, ardından Temple'a götür­ dü. Generalliğe yükseltildi, Temple’ın ko­ runmasıyla görevlendirildi, kralı giyotine götüren birliğin komutanlığını yaptı, an­ cak, efsanenin tersine, trampetçilere kra­ lın sesini bastırmalarını emretmedi.



S a n ta s C ra u s , Katalonya'da, Aiguamurcia komünü’nde, Tarragona’nin 33 km K.'inde eski Cíteaux rahipleri manastırı. Tarihsel önem bakımından Poblet manastın'yla karşılaştınlabilir. Kilise (1175'e doğr. -1225'e doğr.), Cíteaux tarikatında yaygın olan bir plan tipine göre yapıldı. Yapımı­ na 1313’te başlanan avluda, İngiliz hey­ kelci Reinard Fonoll çalıştı. 1200 dolayla­ rından kalma rahipler kurulu salonu, ya­ pımına 1191’de başlanan geniş yatakha­ ne ve küçük bir krallık sarayı (XIV. yy.) baş­ lıca yapılar arasında yer alır. Kilisede, Ara­ gón kralları Büyük Pedro (öl. 1285) ile Ja­ ime ll’nin (öl. 1327) mezarları bulunur. S A N T FELJ u DE O U ÍX O L S , Ispan ya'da liman ve sayfiye kenti, Katalonya' da (Gerona ili), Akdeniz kıyısında; 15 500 nüf. Balıkçılık. Mantar ticareti. S A N T İ-, fr. centi; lat. centum, yüz' den, önüne geldiği birimi yüze bölen SI öneki (simgesi c) [örneğin, santi­ metre, santigram, santilitre vb., sim­ geleri, cm, cg, cl vb]. S A N T İ ya da S A N Z İO (Giovanni), İtal­ yan ressam (Colbordolo, Urbino yakının­ da, 1440’a doğr.-Urbirıo 1494), Raffaello’ nun babası. Madonna'ları (Fano, Urbino) ve Muştulama'sı (1490'a doğr., Brera), o dönemde Marche'de çalışmış olan Piero Della Francesca ve Melozzo da Forll gibi ressamlann etkisini taşır. G. da Montefeltro döneminin bir manzum kroniğini (Cronaca Rimata) kaleme aldı. Bu yapıtta, yüz­ yılın ünlü birkaç sanatçısından söz etmiş­ tir. S A N T İ ya da S A N Z İO (Raffaello) RAFFAELLO. S S A N T İA G O , Şili’nin başkenti; 5 134ı 000 nüf. (1991) [banliyöleriyle birlikte], 1541'de Pedro de Valdlvla tarafından, Büyük Okyanus’a 140 km mesafede Ar­ jantin’e doğru geçitler açan Aconcagua vadisinin kolu tarafından yarılan bir vadi­ de kurulan kent sömürge dönemi Şlll’sinin başkenti oldu. Bağımsızlıktan sonra da, kuzeydeki maden bölgesiyle güney­ deki tarım bölgesinin birleştiği yerde ol­ ması nedeniyle ağırlığını hissettirmeye de­ vam etti. Şili ulusu bu kent çevresinde bi­ çimlendi. Santiago, güçlü idari ve siyasal merkeziyetçilikten ve önemli bir kültür merkezi olmasından (üniversite, basın, ti­ yatro, müzeler) yararlanmasını bildi, ikti­ sadi rolü, kara ve demiryollarının, özellik­ le 1863'ten sonra, Valparafso limanına doğru kurulması üzerine güçlendi. Yaban­ cı kapitalizmle (özellikle ingllfc), genellikle geniş tarım ya da hayvancılık alanlarını elinde bulunduran, ulusal burjuvazi ara­ sındaki ittifak Santiago'da gerçekleşti. Bankalara, dışsatıma ya da perakende ti­ carete, sonra XIX. yy. sonundan başlaya­ rak sanayiye yapılan yatırımlar hızla ge­ lişti. Bu durum, Santiago'nun rakip kent­ ler olan Valparafso ile Concepclön’a kar­ şı üstünlük sağlamasına ve 1930'lu yıllar­ dan başlayarak kırsal göç ve yüksek do­ ğum oranı nedeniyle nüfusunun hızla art­ masına yol açtı: nüfusu 1875'te 150 000, 1920'de 580 000. 1952'de 1 400 000. 1960'ta 2 200 000, bugün de 5 milyon­ dan fazla (Şili nüfusunun % 40'a yakını ve sanayideki istihdamın % 70’i). Kent­ sel genişleme olgusu burada çok belir­ gindir (1970'te ulusal gelirin % 60'ı, hiz­ metler kesiminde çalışanların % 54'ü, banka mevduatının % 60’ı ve GSMH'nın % 46’sı [% 59’u sınai hâsıla], başkentte toplandı). Alçak ve yayılmış bir kent olması ve akdeniz iklimi nedeniyle Santiago su ve ye­ şil alan sorunuyla karşı karşıyadır. Cerro San Cristöbal’ın eteğindeki sömürge dö­ neminden kalma kent merkezi siyasal fa­ aliyetlerin, hizmet kBSİmlnin ve özellikle de ticaretin toplandığı bölgedir. Kentin, bir patio ya da dar bir sokağın iki yanında sa­



yıları durmadan artan kiralık evlerle (con­ ventillos) "köhneleşmesi" 1930’lu yıllar­ dan başlayarak hızlandı. Bununla birlikte kent merkezinde büyük binalar da yapıl­ dı. Ama varlıklı sınıf bu kesimi terk ede­ rek doğudaki Barrio Alto’ya yerleşti; bu semtin ucunda yeni bir ticaret merkezi oluştu. Sanayi mahalleleri çoğunlukla gü­ neydedir Gecekondular (callampas ya da poblaciones) elverişsiz bannma, hizmet­ lerin yetersizliği, işsizlik, yetersiz beslen­ me gibi sorunlarla kentin çevresinde ge­ niş bir alanı kaplarlar S A N T İA G O ya da S A N T İA G O DE l o s C a b a l l e r o s , Dominik Cumhurlyetl’nde kent, ¡I merkezi, Yaque del Norte vadisinde, Kuzey Cordillera’sının eteğinde; 308 400 nüf. (1986). Ticaret merkezi. Tekstil. Eczacılık ürünleri. Besin sanayisi. Tütün imalatı. — Santiago ili, 3 112 km2; 704 835 nüf. (1990). S A N T İA G O ya da S A N T İA G O DE V E R A G U A S , Panama Cumhuriyeti’nde kent, Veraguas ili'nin merkezi; 14 400 nüf. S A N T İA G O ya da S Â 0 T İA G O DO C A C E M , Portekiz'de (Setübal yönetim bölümü) kent, serra de Grândola'da; 6 000 nüf. Templlerler’den kalma hisar. S A N T İA G O -



SÂO TİAGO.



S A N T İA G O DE C O M P O S T E L A , Ispanya’da kent, Galicla’da (La Coruha ili), Monte Pedroşo’nun eteğindeki bir tepede; 82 400 nüf. Üniversite Tanm ürünleri pa­ zarı. Hacılara yönelik el sanallan. Sanatsal



Santiago açıdan olağanüstü ilgi çekici bir kenttir —Tar. ispanya havarisi aziz Yakup’un din Moneda meydanı yolunda can vermesinden sonra, kalıntı­ (sağda, Başkanlık sarayı) larının küçük bir kayığın içine konduğu ve bu kayığın Galicia’da karaya oturduğu, mezarının IX. yüzyılda burada, bir yıldızın (ıcampus stellae, "yıldız alanı” ) yardımıyle mucizemsl bir biçimde bulunduğu ileri sürülür. Mezarın yanında bir kent kuruldu. Iria Flavia piskoposluğu bu kente taşındı. IX. yy.'da bu kentte birkaç konsil toplan­ dı. X. yy.’da Normanlar ve Sarazenler kenti yakıp yıktılar, ilk büyük Reconquista atılımlarıyla birlikte yoğunluk kazanan hac yolculukları tüm Batı Avrupa'yı bu kente çekti. Birçok menzil barınağı, hastane ve efsané sitlyle (Roncevaux) donatılmış kla­ sik yollarla (Aachen-Paris-Oriéans-Bordeaux-Roncevaux ve Luzern-Chambéry -Montpellier-Jaca) ulaşılan kent, Ortaçağ' ın en sık ziyaret edilen yerlerinden biri du­ rumuna geldi. Kenti zenginleştiren haç Pireneler üzerinden, ispanya ve Fransa ara­ sında düşünsel bir köprü sağladı (chansons de geste, efsaneler, mimarlık ve süs­ leme üslupları). Üniversitesi 1504’te kuruldu. —Güz. sant. Compostela’nın önemnin XI. yy.’dan başlayarak gittikçe artması, XII. yy.’da başpiskoposluk düzeyine yükseltil­ mesi ve 1078-1130 arasında Toulouse'daki St-Sernin'e çok benzeyen, roman üslu­ bunda geniş bir katedral yapılmasıyla or­ taya çıktı. Çok güzel oymaiı taçkapılar (XII. Santiago de Compostela yy. başından kalma Kuyumcular kapısı ve ve katedralden (XI.-XVIII.yy.) Mateo Usta'nın 1188’lerde yaptığı Portico de la Gloria); gotik manastır avlusu; hazibir görünüm



Santiago de Compostela ne. Kentteki öteki anıtlar arasında, bir bö­ lümü XII. yy.'dan kalan başpiskoposluk sa­ rayı (müzeler) ve E. Egas’ın güzel krallık hastanesi (XVI. yy. başı) sayılabilir. Kente çok sayıda hacı gönderen ülkelerde pro­ testan Reform hareketlerinin güçlenip ge­ lişmesi, Compostela’nın bir hac yeri ola­ rak önemini yitirmesine yol açtı. Hacıları yeniden kente çekebilmek için, katedrale bağlı papazlar kumlu büyük inşaat ve şe­ hircilik çalışmalarını başlattılar. Böylece Compostela, İber yarımadasında barok üslubun başkenti oldu (katedralin churri­ gueresco üslubundaki cephesi, 1738).



10168



R . B u ss y -E x p b re r



S a n tia g o ta r ik a t ı , Castilla tarikatlannın en ünlüsü; 1170’e doğru, Santiago de Compostela'ya hacca gidenleri koruma altına almak için kuruldu. Bütün ispanya' ya yayıldı ve XV. yy.'da papanın onayıyla tahta bağlandı. 1907’de Alfonso XIII bu ör­ gütü yeniden düzenledi. Çaprazlama ta­ kılan nişanı kırmızı kurdelelidir. Portekiz' de 1725'te ihdas edilen bu nişan, bilim­ sel, edebi ve sanatsal başarı nişanı duru­ muna geldi. Dört sınıf. Mor kurdele 1843' te Brezilya'da da ihdas edildi. S A N T İA G O D E C U B A , Küba'da li man, aynı adlı ilin merkezi, ağzı 200 m genişliğinde bir koyun kıyısında; 397 024 nüf. (1989). Üniversite. 1514’te kurulan ve 1589’a kadar adanın merkezi olan bu güzel kentte, sömürge dönemine alt bir­ çok anıt vardır: katedral, şato, kiliseler. Besin sanayisi (şeker, rom, konserve). Tütün işleme tesisi. Makine yapımı. Çi­ mento fabrikası. Petrol rafinerisi. Santia­ go savaşı (3 temmuz 1898) IspanyolAmerikan savaşı'nın yazgısını belirledi.



odun toplayan kadın Avignon'da yapılmış ısanton



S A N T İA G O D E L E STERO , Arjantin' de kent, aynı adlı ilin merkezi, río Dulce kıyısında; 149 100 nüf. Ticaret ve turizm merkezi. Besin sanayisi. —Santiago del Estero ili, 135 254 km2; 652 300 nüf. S A N T İA R a. (fr. centıare'dan). A r’ın yüz­ de biri. (Bir santiar bir metrekare değerin­ dedir. Simgesi ca.) S A N T İ D İ T İT O , İtalyan ressam (Sansepolcro 1536-Floransa 1603). il Cigoli gi­ bi, Toscana klasikçiliğinin zariflik ve açık seçiklik idealine bağlanarak, manierismoculuğun ötesinde, biçimsel saflığı araştır­ dı (Azir'in dirilişi ve Muştulama, S. Maria Novella, Floransa). Aynı zamanda mimar­ dı. S A N T İG R A D a. (fr. centigrade'dan). 1. Açı birimi gradın yüzde biri (simgesi cgr). —2. CELSİUS DERECESİ'nin eşanlamlısı. (1948 yılında toplanan Ağırlıklar ve ölçü­ ler genel konferansı’ndan bu yana santigrad yerine Celsius derecesi kullanıl­ maktadır.) S A N T İG R A M a. (fr. centigramme). Gra­ mın yüzde biri (simgesi cg). S A N T İLİT R E a. Litrenin yüzde biri (sim­ gesi cl).



Santo Domingo limanından bir görünüş



S A N T İL L A N A ya da S A N T İL L A N A D E L M A R , ispanya'da (Santander ili)



kent, Gaskonya körfezi kıyısında; 3 900 nüf. İyi korunmuş eski konutlar ve antılar (XII.-XVIII. yy.), bu arada XII. yy.'dan kal­ ma (avlu dehlizi) roman üslubunda San­ ta Juliana kilisesi.



rona ili), Ter kıyısında; 4 200 nüf. Eski San Juan manastırı’nın roman üslubunda ki­ lisesi (tahtadan, çarmıhtan indirilen İsa tasviri [XIII. yy.’dan kalma]).



S A N T İM E T R E a. (fr. centimètre'den). Metrenin yüzde biri (simgesi cm).



(Logroho ili), Ebro’nun kolu (sağ kıyıdan) Glera'nın kıyısında; 5 200 nüf. Compostela yolu (calzada) üzerinde aziz Domin-’ go vakfı (XI. yy.’ın ikinci yarısı). XII. yy.’da yeniden yapılarak katedral haline getiril­ miş, XV-XVI. yy.’da büyütülmüş (XVIII. yy.’ dan kalma çan kulesi) kilisede, önemli ah­ şap yapıtlar (D. Forment'in yapıtı büyük mihrap arkalığı) vardır.



S A N T O A N D R E , Brezilya'da (Sâo Paulo eyaleti) kent, Sâo Paulo’nun banliyö­ S A N T İL L A N A (Ihigo LÖPEZ DE MENsünde sanayi merkezi; 557 000 nüf. Me­ DQZA, —markisi), İspanyol savaşçı ve yazar talürji. Kimya. Kauçuk. Otomobil sanayi­ (Carriön de los Condes 1398-Guadalajara si. Elektronik. Tekstil. Porselen. 1458). Castillalı Juan ll'nin hükümdarlık döneminde iç savaşlara katıldı. Granada’ S A N T O A N T A Ö , Cabo Verde takıma­ daki Mağribliler’le çarpıştı, Olmedo savadalarında (Rüzgâr adaları) yanardağ kö­ şı'ndan (1445) sonra Santillana markisi un­ kenli ada; 779 km2; 43 000 nüf. En yük­ vanını kazandı. Meraklı, bilgili, yunan-lasek doruğunda (Tope da Coröa) yüksek­ tin edebiyatı hayranıydı; castilla geleneği­ lik 1 979 m’yi bulur. Kahve, portakal, şe­ ni, transız işi alegori tutkusunuyComed/kerkamışı, tütün. Hayvancılık (at, sığır ve eta de Ponza) ve İtalyanlara öykünmeyi davar). uyumla birleştiren birçok aşk ve günlük yaşam şiiri bıraktı. İspanyolca ilk “ İtalyan B S A N T O D O M İN G O , 1936-1961 ara­ sı, Ciudad Trujillo, Dominik Cumhuriyebiçimi soneler"i yazdı. Düzyazı türünde, ti'nin başkenti, Haiti adasının güney kıyı­ özellikle ünlü kıtalanndan oluşan bir der­ sında; 1 600 000 nüf.; 1 477 km2 genişli­ leme olan Retranes que dicen la viejas ğindeki başkent yerleşme alanını kapsa­ tras el fuego adlı bir yapıt verdi. Yapıtları, yan ulusal yönetim bölgesinde 2 411 Ortaçağ ve Rönesans şiirleri arasında bir 895 nüf. (1990). 1496'da Kolomb ailesi­ geçiş sağladı. nin yurtluğu olarak kurulan kent, XVI. S A N T İM a. (fr. centime). 1. Birçok ülke­ yy.’dan Drake tarafından yağmalanışına de kullanılan para biriminin yüzde biri. (1586) kadar büyük bir refah içinde ya­ —2. Santimetrenin kısa söylenişi. —3. şadı (Antil adaları ve kıtadaki İspanyol Santim kaçırmamak bir işte çok dikkatli ol­ sömürgeciliğinin başlangıcı; tüm Antiller mak. || Santim oynamamak -> MİLİM* OY­ üzerinde yetkisi olan krallık mahkemesi). NAMAMAK. || Santimi santimine -* MİLİM'İ Olağanüstü bir nüfus artışından önce MİLİMİNE. başlayan uzun süreli bir gerileme, kentin 1930'da bir siklon sonucu kısmen yıkılı­ S A N T İM A M İN E , İspanyol Bask ülke­ şından sonra da devam etti. Bugün ülke sinde, Guernica y Luno (Vizcaya ili) yakı­ nüfusunun % 25’ine yakınını kapsayan nında mağara; burada madeleine kültü­ kent, Santo Domingo'nun hemen hemen rüne bağlanan resim ve oymalar bulun­ tek idari, ticari ve üniversite merkezidir; du (bizonlar ve atlar). Mağaranın giriş bö­ ayrıca pazarı sayesinde, tüketim sanayi­ lümünde gerçekleştirilen kazılarda aurigsi kolları da (kimi zaman tarımsal-besln nac kültürü, solutrée evresi, Yenitaş ve Bamaddeleri ve dokuma gibi yerel üretimle­ kırtaş dönemlerine ait aletler ele geçti. re bağlı olarak) gelişmiştir. S A N T İM A N T A L sıf. (fr. sentimental). S A N T O D O M İN G O , Venezuela’da ır­ Duygulu, duygusal. mak, Apure'nin kolu (sol kıyıdan). Andlar’ S A N T İM A N T A L İT E a. (fr. sentimenta­ la (MĞrida sıradağları) Llano'lar arasında lité). Duygululuk, duygusallık. bir geçiş yolu oluşturur. Hidroelektrik te­ S A N T İ M A N 1 A L İZ M a. (fr. sentimenta­ sisleri. lisme). Davranışlarına aşırı bir duyarlılıkla S A N T O D O M İN G O DE L A C A L Z A yön veren kimsenin tutumu. D A , ispanya’da kent, Castilla la Vieja’da



S A N T İM E T R E L İK sıf. Dalga boyu bir ve on santimetre arasında değişen rad­ yo dalgaları bölgesi ya da bu bölgeye ait her dalga için kullanılır. (Eşanl. ÇOKKISA DALGA.) S A N T İM O R O A N ya da S E N T İM O R Q A N a. (fr cerıtimorgan; lat. centesimus, yüzde bir, ve öz. a. Morgan'dan). Kalıtımbil. Crossing-over birimi. S A N T İP U R - ŞANTİPUR. S A N T İS , İsviçre'de dağ, Appenzell ve Sankt Gailen kantonları sınırında; 2 502 m. Meteoroloji gözlemevi. Bir teleferikle 2 473 m yükseltiye çıkılır. S A N T J O A N DE LE S A B A D E S S E S ya da Ş A N J U A N DE LA S A B A D E S AS , ispanya'da kent, Katalonya’da (GeStevens-A . A . A.



S A N T O D O M İN G O DE LO S C O LO ­ RADO S, Ekvador'da (Pichincha ili), kent, ûuito'nun B.’sında; 98 000 nüf. Büyük bir tarım bölgesinin ortasında. S A N T O D d M İN G O DE S i LOS - Sİ LOS. S A N T O K Y O D E N , japon yazar (Edo, bugün Tokyo, 1761-ayy 1816). Şare-bon (fuhuş dünyasını alaycı bir dille anlatan müstehcen tarz) ustası; hükümet sansü­ rünün baskısıyla, ileri yaşlarda özdeyişler­ le dolu "okuma kitabı" (yomi-hon) tarzı­ na yönelmek zorunda kaldı. a S A N T O N a. (fr. santon; provence dilin­ de santoun, küçük aziz’den). Provence1 ta (Fransa), Noel kreşlerini süsleyen piş­ miş topraktan heykelcik. S A N T O N a. (fr. centon; lat. cento, -onis, yamalı giysi’den). Ed. Çeşitli yazarlardan ya da aynı yazarın çeşitli yapıtlarından alınma parçalardan oluşan manzum ya da düzyazı metin. —ANSİKL. En eski santonlar arasında, H a sidius Geta'nın, Vergilius'un şiirlerinden oluşturduğu Medeia'sı yer alır. Yine Vergilius’tan yararlartarak Ausonius, Cento ■ Nuptialisi, Proba da Eski Ahit ile Yeni Ahit'in tarihi’ni yazdılar. Aelia Eudoxia, Zi­ yada ile Odysse/a'nın bazı bölümlerini bir araya getirerek, İsa'nın yaşamını yazdı. Santon türü, XVI. ve XVII. yy’larda, Ç. Bellenden (Cicero Princeps, 1608), Etienne Pleurre (Aeneis sacra), Raoul Fournier



santral (Cento Christianus), Morhof (Cento in chriftogoniam, 1657) ile yeniden canlan­ dı. Artık terk edilmiş olan bu edebi tür, yal­ nızca metinlerarası ilişkiler kuramı bakı­ mından bir değer taşımaktadır. Roman alanında, son bir örneği, Yak Rivais'nin les Demoiselles d'A (A’lı küçük hanımlar) [1979] adlı kitabıdır. S A N T O N İN a. (fr. santonine). Eczc. Horasani’den elde edilen solucan düşürücü madde (C,5H1S0 3 formülündeki santonin seskiterpen yapısında bir laktondur. Ba­ ğırsak kurtlarını felce uğratarak etki gös­ terir Zehirli olması nedeniyle tedavide kul­ lanılışı terk edilmiştir



tümsekleri), pankreasın ikincil boşaltım kanalına (Santorini kanalı) ve çatı temiği -prostat bezi toplardamarlarının oluşturdu­ ğu ağa (Santorini ağı) verilmiştir. S a n to r in i a ğ ı, erkekte prostatın önün­ de, kadında üretra çevresinde bulunan toplardamar ağı. Kamış ya da bızınn de­ rin sırt toplardamarını alır ve iç edep top­ lardamarıyla devam eder.



S A N T O N İY E N a. (fr. santonien; Saintonge'dan). Yerbil. SAİntonge KATl'nın eşanlamlısı.



S A N T O S , Brezilya’da (Sâo Paulo eyale­ ti) liman kenti, Sâo Vicente adasında; 425 000 nüf. Kentte güzel plajlar vardır: Gonzaga ve yakınında Sâo Vicente ile Guarujâ plajları. Uzun süre yalnızca kahve dış­ satım limanı olan kentte, besin (tahıl, et, balık, şeker, bira) ve demir-çelik başta ol­ mak üzere sanayi etkinlikleri gelişti. Pet­ rol rafinerisi.



S A N T O N L A R , toprakları eskiden bü­ yük Charentes’e tekabül eden kelt Galya halkı. Başlıca kenti Mediolanum Santonum (Saintes).



S A N T O S (Los), Panama Cumhuriye­ tinde il, Azuero yarımadasının güney­ doğu kesiminde; 3 867 km2; 76 604 nüf. (1990). Merkezi Las Tablas.



S anto O fld o m a h k e m e s i, 1478’de Ka­ S A N T O S (Joâo Caetano DOS), brezilyalı tiyatro oyuncusu (Rio de Janeiro 1808- ay. tolik Fernando ve isabel tarafından Sixtus y. 1863). Brezilya’da ulusal tiyatronun ku­ IV'ün onayı ile kurulan ve özellikle dönme rucusu olarak tanınır. Brezilya'nın ilk tra­ Yahudiler'i ve Mağribliler’i hedef alan jedi yazarı Gonçalves de Magalhâes gibi İspanyol Engizisyon* mahkemesi. Çoğun­ yerli oyun yazarlannın ortaya çıkmasını ve lukla şiddet kullanarak Katolik inanç birli­ tutunmasını sağladı. ğini kurtarmayı amaç edindi. Yargılama usulü, 29 eylül 1484 tarihli yönergeyle S A N T O S - DJALMÂ SANTOS. saptandı. İlk engizisyon mahkemesi baş­ kanı dominiken tarikatından Torquema- -S A N T O S D U M O N T , esk. Palmlra, Brezilya'da (Minas Gerais) kent, serra da da*'ydı. Santo Oficio mahkemesi, ispanMantiqueira’da, Juiz de Fora’nın K.-B.’sınya’nın işgal ya da fethettiği bütün ülkeler­ da; 40 500 nüf. Yeni adını burada doğan de kuruldu: Balear adaları (1490), Sardinhavacıdan almıştır. Ticaret merkezi. ya (1492), Sicilya (1503), daha sonra Felipe II döneminde Lombardia ve Hollanda’ S A N T O S -D U M O N T (Alberto), brezilya­ da (1522) ve Amerika'da (1547). 1808'de lı havacı ve pilot (Palmira, bugün Santos Joseph Bonaparte tarafından kaldırılan Dumont, 1873-Sâo Paolo 1932). Çok İspanyol Santo Oficio’su, Fernando VII ta­ genç yaşta Fransa’ya geldi, 1897’de bir­ rafından yeniden kuruldu (1814) ve özel­ kaç kez balonla uçtu. 1898'den 1905’e likle liberallere karşı kullanıldı. 1834’te kaldek, çok sayıda güdümlü balon modeli dınldı. Santo Oficio, 1557'den 1826'ya ka­ gerçekleştirerek bunların manevra gücü­ dar Portekiz’de de işlevini sürdürdü; baş­ nü artırmaya çalıştı. 1901'de güdümlü ba­ lıca kurbanları Yahudiler'di. lonlarından biriyle, istenen süre içinde Saint-Cloud ile Eiffel kulesi arasında gidip S A N T O R İN İ ya da T H İR A , Yunanis­ gelerek Deutsch de la Meurthe ödülü’nü tan’a bağlı Santorini takımadalarının baş­ aldı. Bu başarısından sonra havacılığın lıca adası; 76 km2; 7 750 nüf. Merkezi batı öncüsü sayıldı: "14 bis” adlı çiftkanatlı kıyısında bulunan Thira. Adadan puzolanuçağıyla Bagatelle’de, 23 ekim 1906’da lar ile ponza taşı dışsatımı yapılır. Başlıca 60 m'lik bir uçuş yaptı; bu ilk itmeli uçuş gelir kaynağı turizmdir. Arkeoloji müzesi. Avrupa’da resmen onaylandı ve Santos Havalimanı. -Dumont'a Deutsch-Archdeacon kupası’nı —Arkeol. Akrotiri’deki kent 1870’te Atina kazandırdı. 12 kasım’da, 220 m'yi 21 sn’de Fransız okulu tarafından bulundu. Kyklakatetti. 1909’dan başlayarak, modern hafif des uygarlığına ait bu önemli Tunç çağı uçakların öncüsü olan DemoiseHeter sa­ yerleşmesi, I.Û. 1500’e doğru bir yanar­ yesinde, uçuşlarının uzunluğunu ve süre­ dağ patlaması sonucu yıkıldı. Kalın bir kül sini artırdı. 1931'de Brezilya’ya döndü, bir katmanının altından, zarif bir mimarlık an­ yıl sonra intihar etti. layışını yansıtan, ortası aydınlıklı iki katlı ev­ ler ortaya çıkarıldı. Odaların t:, bölümü çok güzel duvar resimleriyle süslenmişti (kum zambaklarının yetiştiği bir plajda bir­ birlerini gagalayan kırlangıçlar; yaban ke­ çileri, özellikle de, Afrika kıyılarını betim­ lediği sanılan birkaç deniz yolculuğu sah­ nesi). Öbür buluntular, özellikle de sera­ mikler, günlük yaşama ilişkin ayrıntıları ke­ sinlikle saptamaya olanak verdi. I. binyıl’ da, Thira’ya-yerleşildi. Burada ortaya çı­ karılan arkaik sitede en eskileri geomet­ rik döneme ait olan birçok vazo ele geçi­ rildi. S A N T O R İN İ ya da T H İR A ta k ım a ­ d a la r ı, Kyklades adalarının güney kesi­ minde Yunanistan'a bağlı takımadalar. Santorini ile Thirasoia ve Kameni’den olu­ şur. Büyük bir halka biçimindeki bu takı­ madalar, İ.Ö. 1500’e doğru, deniz altında kalan geniş bir volkanik yapının patlaya­ rak parçalanması sonucunda meydana gelmiştir. Devam eden yanardağ etkinliği XVI. ve XVIII. yy.'da Karneni adalarının (iki ada) ve 1866'da da Afroessa adacığının oluşmasına yol açmıştır. S A N T O R İN İ (Gian Domenico), İtalyan hekim ve anatomici (Venedik 1681-ay.y. 1737). Adı bir kas demetine (Santorini gül­ me kası), aritenoit kıkırdakların ucundaki küçük kıkırdaksı boynuzlara (Santorini



S A N T R A a. (ing. çenter, merkez’den). Spor. 1. Takım oyunlarında, özellikle fut­ bolda, maç başlarken ve her golden son­ ra yapılan başlama vuruşu ve başlama vuruşunun yapıldığı merkez. —2. Santra çizgisi, üzerinde santra noktası ve santra yuvarlağı bulunan ve sahayı enlemesine tam ortadan ikiye ayıran çizgi. || Santra noktası, santra yapılırken topun konduğu merkez. || Santra sahası, santra noktası merkez alınarak 9,15 m uzaklıkta çizilen santra yuvarlağının belirlediği alan. || Sant­ ra yapma, futbolda karşılaşmanın başlan­ gıcında ve her golden sonra yapılan baş­ lama vuruşu. (Bk. ansikl. böl.) || Santra yu­ varlağı, santra sahasını belirleyen ve mer­ keze 9,5 metre uzaklıkta çizilen daire. —ANSİKL. Futbolda karşılaşma başlarken para atışı kura sonucu santrayı yapacak takım belirlenir ve hakemin başlama düdü­ ğüyle oyun başlar. Santra yapılırken, sant­ rayı yapacak takımın üç oyuncusu (santrafoı; soliç, sağiç) santra noktasının arka­ sında bulunur ve genelde santrafor topun rakip sahaya geçebilmesi için yanındaki arkadaşlanna pas verir Bu arada öteki oyun­ cular santra yuvarlağının dışında durmak zorundadır. Özellikle rakip takım, ancak başlama düdüğüyle santra sahasına gire­ bilir. Oyun her golden sonra, golü yiyen ta­ kım tarafından aynı kurallarla başlatılır.



.S A N T R A L a. (fr. centrale). Elektrotekn. Başka enerji biçimlerini (ısıl, nükleer, hid­ rolik, gelgit, jeotermal, güneş, rüzgâr) elektrik enerjisine dönüştürmek üzere bir araya getirilmiş donanımlardan oluşan iş­ letme. (Bk. ansikl. böl.) —Bayınd. Beton santralı, beton üretilen fabrika. (Mekanik yükleme araçlarıyla do­ natılmış betoniyerler ve her türlü gereç için otomatik doz aygıtları bir beton sant­ ralının başlıca öğeleridir. Böyle bir yön­ tem, bir yandan denetimi ve kullanımı ko­ laylaştırırken, bir yandan da, şantiyede beton üreten donanımlara göre malzeme kaybını büyük ölçüde azaltır.) —Elekt. Su santralı, hidroelektrik santral. —Gün. enerj. Güneş santralı, güneş ışı­ masının enerjisini elektriğe ya da meka­ nik işe çeviren donanım. (Bk. ansikl. böl. Elektrotekn.) —Havc Aerodinamik santral, aerodinamik ölçümleri gerçekleştirmeyi sağlayan bor­ da aygıtlarıyla donanımların tümü. (Aero­ dinamik santral, uçağın çeşitli hız, yükselti ve konum açısı ölçümlerini bir araya top­ lar; bunların tümü, aranan parametrele­ rin değerlerini bulmak için kullanılan çok belirgin koşullardaki basınç ölçümlerine indirgenir. Bu santral, ölçüm sonuçlarını, bağlı olduğu otomatik pilota iletir.) —Telekom. Telefon santralı -» t elefon . —ANSİKL. Elektrotekn. Bir elektrik santralı, doğada bulunan çeşitli enerji biçimlerini (rüzgâr, jeotermal, hidrolik, gelgit, nükle­ er, güneş ve ısıl) kullanan devindirici aygıtlann tahrik ettiği alternatif akım üreteç­ leri (çoğu kez alternatörler, kimi kez asenkron üreteçler) yardımıyla elektrik üretir. Günümüzde, büyük güçlü sınai donanım­ ların hemen tümü, hidrolik ve termik (kla­ sik ve nükleer) santrallardan oluşmakta­ dır. Tipi ne olursa olsun, her elektrik sant­ ralı, temel olarak bir enerji kaynağı, devin­ dirici bir aygıt, bir alternatör ve bir dönüş­ türme istasyonundan oluşur. Dönüştürme istasyonu, alternatörün ürettiği gerilimi, genel ulusal ya da uluslararası enterkonnekte şebekenin besleme* hatları için uy­ gun bir değere yükseltir. Elektrik santralı tipinin seçimi, 1 kilowatsaatlik enerjinin maliyetinde belirleyici rol oynayan ilk ku­ ruluş maliyetine olduğu kadar işletme ve bakım giderlerine de bağlıdır. Bir termik santralın kurulun giderleri, eşit güçteki bir hidrolik santrala oranla iki ya da üç kat daha düşüktür. Ancak, bir hidrolik santral için, uygulamada göz ar­ dı edilebilecek kadar küçük olan işletme giderleri, sürekli olarak pahalı bir yakıt ge­ rektiren bir termik santraldan oldukça yük­ sektir: amortismanların yüksek olmasına rağmen, hidrolik enerji, termik enerjiden daha ucuzdur. Günümüz teknik koşullannda, bir nükleer termik santralın kuruluş giderleri, bir hidroelektrik santralınkiyle hemen hemen aynıdır. Oysa, hidroelektrik santralın, yalnızca, göz ardı edilebilecek kadar küçük işletim giderleri olmasına kar­ şın, bir nükleer santralın bakım ve işletim giderleri, çok daha ucuza kurulan bir ter­ mik santralınkiyle hemen hemen aynıdır. Parçalanabilir yakıtın fiyatı, fosil yakıtlara oranla çok düşük olduğundan, nükleer enerjinin kilovvattsaati, termik enerjinin kilovvattsaatinden daha ucuzdur; nükleer santralların gelişmesi yalnız enerjilerinin uygun fiyatlı oluşundan değil, aynı zaman­ da, yakın gelecekte, hidroelektrik santral kurulabilecek alanların ve fosil yakıt (kö­ mür, petrol ve doğal gaz) kaynaklarının tü­ keneceği görüşünden de kaynaklanmak­ tadır. rüzgâr santralı Bu santrallarda, bedava ve tükenmez bir kaynak olan rüzgârların enerjisinden yararlanılır; ancak, rüzgârların dağınık ve düzensiz karakteri, sistemli bir işletimi fren­ ler. Bu nedenle, çoğu kez düşük güçlü olarvnjzgâr santralları, kırsal kesimlerde­ ki tarım.bölgeleri, özerk radyo istasyonla­ rı, fenerlör-ve işaret şamandıraları vb. gi«*r



10169



Alberto Santos-Dumont Antoinette Castambide'in yaptığı bir portreden ayrıntı özel kol.



santral bi özel alanlarda kullanılır. Gerçekte, bü­ yük rüzgâr motorları İçin, rüzgâr ancak belli bir hızdan sonra uygundur Elde edi­ lebilen enerji, yaklaşık olarak, rüzgâr hı­ zının küpüyle orantılıdır, 6 m/sn yani 21,6 km/sa’in altındaki hızlar için, rüzgâr ener­ jisinin göz ardı edilebilecek düzeyde ol­ duğu kabul edilir. Özel gereksinimler için, akümülatörlerle (enerjiyi depolamaya ya­ rayan) düzenlenen elektrik üretim tekniği, günümüzde nispeten kullanılsa da, gücü onlarca kilovatı geçen makinelerin üreti­ mini, uygun koşullarda düzenleme yolu henüz bulunamamıştır.



10170



jeoterm al santralı Bu santral türünde, doğrudan yeraltın­ dan gelen ve örneğin sıcak kaynaklarda ve fümerollerde açığa çıkan ısıl enerjiden



jeotermal alanlar ise VVairakei (Yeni-Zelanda, 150 MW), Cenro Prieto (Meksika, 75 MW), Japonya’da (120 MW) ve Salvador’ da (75 MW) birer işletmedir. hidroelektrik santral Bu santrallarda, bir hidrolik türbin’ i ça­ lıştırmak için, hareket halindeki bir su küt­ lesinin kinetik enerjisinden yararlanılır. Kış aylarında, elektrik enerjisi istemi maksi­ mumdur; bu dönemde, nehirlerde su çe­ kildiğinden, hidroelektrik enerji üretimi en düşük düzeye iner. Enerji isteminin yük­ sek, üretimin düşük olması nedeniyle kış mevsiminde elde edilecek enerji büyük önem taşır. Öte yandan hidroelektrik ener­ jinin değeri, geceleri gündüze pazar gün­ leri çalışma günlerine oranla daha düşük­ tür. Bir hidroelektrik santralın değeri yal-



birincil enerji kaynağı bedavadır; işletme ve bakım giderleri termik santrallannkinden çok daha azdır. Hidrolik bir donanı­ mın, işletme ekonomisi kuruluş giderleri­ ni karşıladığı ölçüde elverişli olduğu dü­ şünülür. Hidrolik santrallarda, çok çeşitli nitelik­ lerde ve maliyet fiyatları son derece de­ ğişken enerjiler elde edilir. Termik santrallarla karşılaştırma, her özel hal için yapıl­ malıdır; bunun için ortalama üretimi, mak­ simum gücü, minimum gücü ve coğrafi koşulları göz önüne almak gerekir. Hidro­ lik donanımlar için yapılan yatırımlann ve­ rimli hale gelmesi uzun vadelidir; belirli bir gücün elde edilebilmesi için bu donanım­ lara yapılacak yatınm, aynı güçteki termik santrala yapılacak harcamanın üç ya da dört katına ulaşır. Hidrolik sarıtrallar kullandıklar enerji rec!«nge bacası



B elledonne masifi



Flum et havuzuna doğru



basınçlı boru Longefan havuzu



G landon su prizi



F lum et h avuzu



Cheylas havuzu



C heylas elektrik üretim birimi



■Cheylas elektrik üretim birimi -C h ey la s havuzu 10 km elektrik üretim birimi beslem e devresinin kesiti



Arc-isèrè düzenlem esinin planı



B elledonne masifi



yeraltı galerisi



Arc-İsöre düzen lem esin in b oyuna profili



elektrik üretim birim inin kesiti elektrik üretim birim i y a Flum et h avuz suyuyla beslenerek türbin (enerji gereksiniminin maksimum olduğu saatlerde elektrik üretim i) y a d a C heylas havuz suyunu Flu m et h a vu zu n a b asarak (enerji gereksinim inin m inim um o lduğu saatlerde) pom pa işlevi yapar



isere’e d o ğ r^



elektrik hatlarının başlangıcı



kum an da ve işletme binaları hareketli portik (kuyu başına 1 tane) transform atör



genişleme havuzu



akış yönü vN vanaları



isère e karışm adan ö n ce C h eylas depolam a ve m odülasyon h avu zu n a doğru kaçak galerisi



C h eylas h avu z suyunun, enerji gereksinim inin m inim um old uğu saatlerde pom palanm ası (1 7 0 rn 3/sn)



eşeksenii çubuklar (1 5 ,5 KV)



2. n o .'lu grubun kuyusu



alternatör (2 7 0 M VA ) kaçak galerisi x (grup başına 2 tane)



pom pa dağıtm a borusu



•türbin



F lu m et h a v u z suyunun, en erji gereksiniminin m aksim um old uğu s a atle rd e türbinlenm esi (220 m 3/sn) küresel vana



E . O. F. b elgesine gäre



ARC (ISERE) ÜZERİNDEKİ CHEYLAS HİDROELEKTRİK SANTRALININ ŞEMASI toplam göç yıllık üretim



yararlanılır. "Yüksek enerjili" bir buhar ya­ tağı, sondajlarla işletilir. Kuru buhar doğ­ rudan, bir alternatöre bağlı bir türbine gönderilir sonra atmosfere atılır; büyük donanımlarda ise verimi önemli ölçüde ar­ tırmak için, türbin sonrasında buhar bir kondansöre gönderilir. Nemli buhaı; y e ğuşturmalı bir türbine gönderilmeden ön­ ce sıvı haldeki suyundan arındırılır, işleti­ len, kuru buharlı jeotermal alanlar Larderello (Toscana, güç 380 MW), The Geysers (Kaliforniya, 520 MW), nemli buharlı



nız üretilen enerji niceliğine değil, bu enerjinin niteliğine, yani zaman içindeki dağılımına da bağlıdır. Oysa, hidrolik santralın kurulacağı ye­ rin seçimini doğa belirler ve kimi zaman bu yer, kullanım merkezlerinden çok uzak olabilir. Dolayısıyla, enerji nakli nedeniy­ le, donanımın maliyet fiyatı oldukça artar ve genellikle bütün hallerde, kuruluş gi­ derleri, termik santrallara oranla daha yüksektir Buna karşın hidrolik santralın tükettiği



zervine göre üç grupta sınıflandınlır: akar­ su santralları, göl santralları ve eklüz santralları. Akarsu santrallan’nın, uygulamada hiçbir rezervi yoktur. Bunlar, suların yük: selme döneminde toplam güçlerini verir ve gereksinim fazlası suyu akıtır; kuraklık döneminde üretilen güç debi ile birlikte azalır ve kimi akarsularda, sulann çekilme siyle sıfıra dek düşer. Rhône ve Rhin üze rinde gerçekleştirilmiş bu tür akarsu santralları örnek gösterilebilir. Rhône üzerin­ deki Donzère santralı, ortalama debiye ol-



santral dukça yakın olan 1 500 m3/sn’lik bir de­ biyi kullanacak biçimde tasarlanmıştır. Rhône, normal su çekilmesinde dahi 400 m3/sn'lik bir debi sağladığından, santra­ lın gücü, yılda ortalama 1'e 4 oranında de­ ğişir. Rhin'de, ortalama debi 1 100 m3/sn ve sular çekildiğinde 300 m3/sn olduğun­ dan, santralın gücündeki değişim oranı hemen hemen aynıdır. Göl santralları, nehir debisinin belli bir bölümünü rezerv olarak tutabilen bir bi­ riktirme alanıyla beslenir. Tignes biriktirme alanıyla beslenen Brévières-Malgovert bütününde, isère'in ve daha küçük birkaç akarsuyun mayıs-eylül dönemi arasında verdiği 240 Mm3 su tümüyle depolanır Bu rezerv, kış mevsiminin kritik dönemi sıra­ sında, yaklaşık 1 200 saatte kullanılır. Bu tür donanımların kurulmasına uygun yer­ ler azdır; ayrıca göl santrallarının çoğun-



hidrotermal ya da denizısıl santral Henüz uygulamalı bir örneği bulunma­ yan bu santral türüyle, denizlerin ya da ok­ yanusların ısıl enerjisinden yararlanılabi­ lir. Ekvatoral ve tropikal bölgelerde ve de­ rin denizlerde, dip suları ile, Güneş'in et­ kisiyle sıcaklığı birkaç derece daha artan yüzey suları arasında, yeterli bir sıcaklık farkı vardır. Georges Claude, sıcak tropikal sular ile soğuk kutup sulan arasında bir ısıl alışve­ riş gerçekleştirilmesini önermiştir. gelgit santralı Bu santral türü, gelgitlerin enerjisinden yararlanarak elektrik enerjisi üretir. Gelgit­ ler ancak, yerel rezonans olayları nede-



kadardır. Bu nedenle türbinler, ılım nok­ tası ortalama büyük gelgit genliğinin yal­ nızca dörtte birine ve yarısına eşit genlik­ lerde çalışır. Genliğin 12 m'ye ulaştığı en elverişli bölgelerde, düşüş yüksekliği, ça­ lışıma saatlerinin büyük biı bölümünde, 3 ile 6 m arasında değişir. Gelgit sandalla­ rında kullanılan gruplar, ağır ve pahalı ma­ kinelerdir. Ayrıca, gelgit, her 12 saatte bir, büyük su hareketleri oluşturduğundan, bu gibi yerlere inşaat yapmak çok zor ve pahalıdır. Son olarak, eneıji insanoğlunun çalış­ ma koşullarına uygun olmayan bir ay-gûneş çevrimine göre üretilir. Bir gelgit sant­ ralı, bentle kapatılmış kcy ve deniz arasın­ daki gelgitten kaynaklanan düzey farkla­ rını kullanabilecek ve deponun doldurul­ duğu dönemlerde bile, enerji üretmek için iki yönlü bir türbin gibi çalışabilecek grup-



10171



ZENGİNLEŞTİRİLMİŞ URANYUMLU VE NORMAL BASINÇLI SULU(PWR) FESSENHEİM (YUKARI REN) NÜKLEER SANTRALININ ŞEMASI (1 VE 2 DİLİMLERİ) toplam güç I 780 megawatt (MW) yıllık üretim II milyar kWsa yıllık 8,61



zenginleştirilm iş uranyum lu bir nükleer termik santralın çalışm a ilkesi sasınçlandırıcı.



koruma



buhar devresi



alternator



reaktör binası



m akine dairesi



hareketli köprü



hareketli köprü yakıt binası



güvenlik supapları



a s ın ç ıı s u



soğutm a suyu pom palam a istasyonu



reaktör hatların başlangıcı



kızdırıcı



buhar



alternator buyuk Alsace kanalı



odası



yüksek basınçlı ısıtm a—



kondansör



türboalternatör grubunun ekseni gerçekte şekil düzlemine diktir; daha iy i görülebilm esi için bu düzleme çizilm iştir



birincil pom palar (3)



basınçlı su devresi



soğutm a suyu dolaşım galerileri



25 m



50 m



E.D.F.-C.N.R.S. belgesine göre



da, yıllık fazla su miktarının ancak küçük bir bölümü depolanabilmektedir. Eklûz santralları, depolama olanağı yıl­ lık fazla su miktarının % 5'inden düşük olan, ama nehrin en az birkaç saatlik or­ talama debisine denk düşen aöl sandal­ larıdır. Bunların mevsimlik ener|i dalgalan­ malarına katkısı azdır, ama günlük dalga­ lanma dönemlerinin atlatılmasında büyük önem taşır. Örneğin, saat 18 ile 20 ara­ sında tam güçle çalışabilmek için, gece saat 0 ile 2 arasında su depolayabilen bir donanımın yararı kolayca anlaşılır. Akarsu sandallarında, düşük su düşü­ mü altında ve düşük hızda çalışan, yük­ sek debili hidrolik türbinler kullanılır. Göl santrallarında büyük borularla beslenen, düşey ya da yatay eksenli hidrolik türbin­ ler bulunur. Her hidrolik santral şu bölüm­ lerden oluşur: bir su alma kulesi, bir taşı­ ma borusu ya da yük galerisi, bir vana odası, makine daireleri (türbinler ve alternatörler), bir kaçak borusu ya da galerisi ve bir dönüştürme postası. Uzun bir ga­ leri aracılığıyla, Loire havzasıyla beslenen ve kaçak suyunu Rhöne havzasına akıtan Montpezat santralı gibi kirnı hidrolik santrallar yeraltındadır. Son yıllarda, iki özel hidrolik santral tü­ rünün geliştirilmesine yönelik çalışmalar vardır: düşük debili akarsular üzerine ku­ rulan mikrosantrallar* ve enerji kullanımı­ nın minimum olduğu saatlerde, su pom­ palamak İçin elektrik enerjisi tüketen ve kullanımın maksimum olduğu saatlerde, türbin gibi çalışarak bu enerjiyi şebekeye geri veren pompalama santralları.



ATMOSFER SOĞUTMALI PWRTtPi BİR NÜKLEER SANTRALIN ÇALIŞMA ŞEMASI



niyle büyük bir değer aldıkları yerlerde kullanılabilir. Okyanusların ortasında bir metreyi geçmeyen gelgit yüksekliği, yer­ kürenin, bu enerjinin kullanımı için elve­ rişli ekonomik yerleşim alanlarını oluştu­ ran sayılı noktasında, büyük gelgitte, on­ larca metreyi aşar. Gelgitlerin ortalama yüksekliği çok dü­ şüktür ve genliklerini nitelemek için veri­ len geleneksel rakamlar, ılım noktasında­ ki ortalama büyük gelgite karşılık düşer. Bütün gelgitlerin ortalama genliği, ılım noktasındaki büyük gelgit genliğinin %70'idir ve ortalama küçük gelgit genli­ ği ise ancak °/o 45’lik bir düzeydedir. Öte yandan, türbinlerin çalıştığı saatlerde, ha­ vuz ile deniz arasındaki düzey farkı, med ile cezir arasındaki düzey farkının bir kesri



larla donatılmalıdır. Öte yandan bu grup­ lar, enerji gereksiniminin minimum olduğu saatlerde, koyda ek bir su rezervi oluştur­ mak için pompa olarak da çalışabilmelidir Bu tür ilk santral, Fransa'da, Rance ko­ yuna kurulmuştur. Başka bölgelerde de, iş alanlarıyla ilgilenmeden, yalnız üretim olanaklarını göz önüne alaraK, oenzer santraliarın kurulması tasarlanabilir: Kanada’da Fundy körfezi; Patagonya’nın G.-D. kıyısı; İngiltere’de Savern koyu; Fransa’da Mont-Saint-Mlchel körfezi; Baffin denizi ya da körfezi; Avustralya’nın kuzey kıyısı; Ko­ re; Hindistan'da Cambay körfezi; Meksi­ ka'da rıb Colorado'nun girişi. nükleer santral Bu santral tipi, aynı alana kurulmuş bir-



Bugey (Ain) nükleer santralının havadan görünüşü solda en eski reaktör (doğal uranyum-grafit -gaz türü), öbür dört reaktör PWR (basınçlı sulu reaktör) tipidir



nükleer santrallar genel adlandırma



UNGG



kullanılan yakıt



m etal b iç im in d e



yavaşlatıcı



g ra fit



o ksit b iç im in d e



o k s it b iç im in d e



Fransa



basınçlı



B üyü k B rita n ya



ağır su



basınçlı



ka rb o n d io ksit



d oğ al u ra n yu m g ra fit,



ze n g in le ş tirilm iş



h a fif su



u ra nyu m



BW R



z e n g in le ş tirilm iş



B ü yü k B rita nya



basınçlı



g ra fit



ze n g in le ş tirilm iş u ra nyu m CANDU



kullanıcı ülkeler



ka rb o n d io ksit



d oğ al u ra nyu m AGR



ısıtaşıyıcı



K an a da



ağır su g ra fit



n o rm a l su



n o rm a l su



n orm al



u ra nyu m



ka yn a r su



S SC B



3



A B D , Ja p o n ya , A lm a nya , Rusya,



ze n g in le ş tirilm iş u ra n yu m



n o rm a l su



basınçlı n o rm a l su



hızlı



o ksit b iç im in d e



yok



e rim iş so d yu m



n ö tro n la r (1)



d o ğ a l p lü to n yu m ve



B üyü k B ritanya,



u ra nyu m



A lm a nya



PWR



Fransa, İsveç Fransa, Rusya,



lelere ya da für*'lere ait reaktör* tiplerine göre sınıflandırılır. Çok sayıda tür incelen­ miş ama bunlardan ancak çok azı sınai olgunluğa erişmiştir. Tabloda, en yaygın nükleer santral türleri ve birkaç kullanıcı ülke belirtilmiştir. 1980 başında, dünyada, gücü 150 MW'ı aşan yaklaşık 200 elektrik üretim birimi vardı. Bunların ürettiği toplam enerji 120 000 MVV’tan büyüktü. Bunların yarıdan bi­ raz azı PWR türüne alt reaktörlerle, geri kalanı ise bir yandan BWR, öbür yandan başka türlere ait reaktörlerle besleniyor­ du. ( — ELE K TR O -N Ü KLE ER .) PWR türü bir santralın temel öğeleri, şe­ mada gösterilmiştir. Yaklaşık 150 barlık ba­ sınç altındaki suyu içeren birincil devre, reaktör kalbinde üretilen ısıyı, buhar üre­ tecine taşır, ikincil devre'nin suyu, yakla­ şık 70 barlık bir basınç altındadır. Bu su, buhar üretecinde buharlaşır ve genleşe­ rek mekanik enerji oluşturmak üzere tür­ bini besler. Kondansörde, yeniden sıvı ha­ le gelir. Bir üçüncül su devresi, kondansörü soğutarak bundan aldığı ısıyı çevre­ ye verir. Kuramsal nedenlerle bu ısı, reak­ törde üretilenin hemen hemen 2/3'üdür. Belli sayıda santralda, kondansör bir akar­ su ya da deniz suyuyla soğutulur. Bu so­ ğutma biçimi olanaklı olmadığında, üçün­ cül devrenin suyu, doğal çekişli bir soğut­ ma kulesine (120 ile 165 m yüksekliğin­ de, baca biçimli beton kule) gönderilir. Şe­ mada gösterilen işte bu çözümdür. Kondansörden gelen sıcak su, kule içinde do­ laşan havanın temasıyla, kısmen buhar­ laşarak soğur. Hava dolaşımının vantila­ törlerle sağlandığı, yüksekliği çok daha az başka bir soğutma kulesi türü de vardır. Hızlı nötronlu bir santralın birincil dev­ resinde, ısı taşıyıcı akışkan olarak sıvı sod­ yum kullanılır: üretilen ısıyı iyi soğuran bu akışkan nötronları fazla yavaşlatmaz. Dev­ reye 400 °C sıcaklıkta giren bu sodyum, 560 °C sıcaklıkta çıkar. İkincil bir devre­ de, ısısını etkin olmayan sodyuma verir. Bu devrenin üçlü bir rolü vardır: —buhar üreteci içindeki olası bir sodyum-su tepkimesi ürünlerinin kalbe ulaş­ masını önlemek; —böyle bir tepkime sırasında etkin sod­ yumun atılmasını engellemek; —bu tepkimeye bağlı bir basınç dalgası­ nın kalbe dek gelmesini önlemek. Bir üçüncü su-buhar devresi buhar üre­ tecini oluşturur. güneş santralı



(1) yavaşlatıcı o lm a ya n bu re a ktö rle re ü s tü re tke n re a ktö r d e den ir, ç ü n kü bun la r, k u lla n d ıkla rın d a n d a h a fa zla n ü kle e r ya kıt ü retir.



Boeign Corporation



çok birim'den (ya da dilim) oluşur. Her bi­ rimde, bir nükleer reaktör, bir törboalternatör grubu ve çeşitli yardımcı donanım­ lar bulunur Nükleer santrallarda, bir nük­ leer tepkime, yani örneğin uranyum 235 izotopu gibi ağır bir atom çekirdeğinin parçalanması sırasında açığa çıkan ısı kullanılarak elektrik üretilir Dolayısıyla bir nükleer santralın türbini, bir nükleer reak­ tör kalbinde oluşan parçalanmalardan kaynaklanan ısıyı kullanan bir nükleer kazan'm verdiği buharla beslenir. Kimi nük­ leer kazanlar, buharı doğrudan reaktör içinde üretilecek biçimde tasarlanmıştır (BWR tipi santrallar) ama çoğu kez reak­ törün ısısı, bir eşanjör içeren kapalı bir devrede dolaşan sıvı ya da gaz bir akış­ kan aracılığıyla çekilir. Eşanjör (burada bu­ har üreteci), akışkanın taşıdığı ısıyı, buhar­ laştırmak üzere, türbin devresinin suyuna aktarır. Nükleer santrallar genellikle, çeşitli aiAlbuquerque (Yeni Meksika) deneysel güneş santralının kulesi ve helyostaüarı (helyostatlar bilgisayarla yönlendirilir)



Güneş enerjisini, mekanik bir iş üret­ mek (bu, fiziksel olarak elektrik üretimine eşdeğerdir) amacıyla, ilk kez transız mü­ hendis Augustin Bernard Mouchot kullan­ dı. Geliştirdiği aygıt, 1878’de, Uluslarara­ sı Paris sergisi'nde tanıtıldı. Bu, yaklaşık 20 m2’lik konik bir güneş yoğunlaştırıcısının ekseni üzerine yerleştirilmiş bir kayna­ ta n ın beslediği bir buhar türbiniyle hare­ ket ettirilen bir baskı makinesiydi. Mouc­ hot, bir yıl sonra Cezayir’de aynı ilkeye gö­ re çalışan bir pompa kurdu. Buna koşut olarak, İsveç asıllı amerikalı mucit John Ericsson (1803-1889) 1868’de güneş mo­ torları üzerine bir tez yayımladı ve 1883’te, silindirsel-parabolik bir aynanın odak çiz­ gisi doğrultusunda yerleştirilmiş bir buhar kazanını kullanan bir güneş motoru ger­ çekleştirdi. Bu büyük öncülerin çalışma­ larından sonra, ikinci Dünya savaşı'nın so­ nuna dek, ancak tek tük önemsiz uygu­ lamaya tanık olundu. Modern güneş sant­ ralı türlerinin gelişimi için, 1950-1960'lı yıl­ ları ve özellikle 70’li yıllardaki petrol krizi­ ni beklemek gerekti. Temel olarak, farklı fiziksel ilkelere da­ yanan iki büyük güneş santralı kategorisi ayırt edilir: fotovoltaik santrallar ve termo­ dinamik (ya da helyotermodinamik) sant­ rallar. Fotovoltaik santrallarda, kimi yarı-iletken malzemelerde oluşan ve güneş ışıması­ nın fotonlarını doğrudan elektrik enerjisi­ ne dönüştüren fotovoltaik etkiden yarar-



alıcı güneş kazanı (56 m 3) ısıtaşıyıcı akışkanın (erim iş tuzlar) çıkış sıcaklığı: 4 5 0 ° C giriş sıcaklığı: 2 5 0 °C



beton kule (yükseklik: 8 0 m)



buhar üreteci



pom pa



turboalternatör grubu



elektrik hatlarının başlangıcı



transformatör



«



: ,r



...



'



steak akışkan depolam a tankı



E.D.F. belgesine göre



lanılır. ( -> FOTOPİL.) Helyotermodinamik santrallarda güneş ışımasının enerjisi önce ısıya dönüştürü­ lür ve daha sonra bu ısı bir alternatörle eş­ lenmiş termodinamik bir makineyi çalış­ tırmada kullanılır; ancak, sistemin alternatörie eşlenmesi zorunlu değildir; elektriğe değil de, özellikle bir pompayı çalıştırmak İçin mekanik işe gereksinim duyuluyorsa, termodinamik makinenin verdiği iş doğ­ rudan kullanılabilir Bu sarıtrallann, Carnot ilkesi uyarınca çok sınırlı bir verimi vardır. Helyotermodinamik santrallar, güneş ışımasını toplamak için kullanılan optik sis­ tem tipine göre, birçok kategoride sınıflan­ dırılabilir. Nitekim düzlemsel toplayıcılı santrallar, parabolik ya da silindirsel-parabolik yoğunlaştırıcı aynalı santrallar ve ku­ le santrallar ayırt edilir. • Düzlemsel toplayıcılı santrallar. Güneş ışınları etkisinde bulunan, düzlemsel siyah bir yüzey şiddetle ısınır. Bu olay, özellikle güneş enerjili su ısıtıcılarında (-* SU ısıTlCI’ SI) ve konutları ısıtmada (-» isitma) kullanılan, aynı zamanda kimi helyotermo-



dinamik santrallarda da yararlanılan düz­ lemsel güneş toplayıcılarının çalışma ilke­ sini açıklar. Bu tip toplayıcılann başlıca ya­ rarı, bir güvenirlik teminatı olan basitlikle­ ridir: soğurucu düzlemsel yüzey, Güneş’in gün boyunca yaptığı hareketi izlemek için yer değiştirmek zorunda değildir; sabit ko­ numda, yüzü güneye bakacak şekilde ve yatay düzlemle, genellikle sözkonusu böl­ genin enlemine eşit bir açı yapacak biçim­ de eğimli olarak yerleştirilir. Toplayıcının sabit olması, toplanan güneş enerjisinde bir yitime (yaklaşık % 20) neden olur: ger­ çekte güneş ışınları toplayıcıya en İyi gel­ me açısıyla (dik açı) değil, günün saati ve yılın dönemiyle değişen bir gelme açısıyla çarpar. Bu nedenle düzlemsel toplayıcı­ lar, yoğunlaştırıcı optik sistemlerle dona­ tılmış toplayıcılara oranla, doğrudan Gü­ neş’ten gelen ışınların (doğrudan güneş ışıması) olduğu kadar atmosferden yayınan ışınların da (yayınık ışıma) enerjisini toplama üstünlüğünü gösterir Bu kazanç, uygulamada, yukarıda söz edilen yitimi dengeler.



Düzlemsel toplayıcıların helyotermodi­ namik santrallarda kullanımını sınırlayan başka iki büyük sakınca daha vardır. Bi­ rincisi, bu tip toplayıcıda güneş enerjisi­ nin ısıya dönüşüm verimi görece düşük ve yaklaşık % 50 düzeyindedir. Carnot il­ kesi göz önüne alındığında, İkincisi ve en rahatsız edicisi, toplayıcının fazla yüksek olmayan sıcaklığıdır (70 °C düzeyinde). Bu koşullarda su, termodinamik makine­ de iş akışkanı olarak kullanılamaz. Normal basınç altında kaynama sıcaklığı 70 °C’ tan düşük olan bir akışkan (örneğin 65 °C ’ta buharlaşan ve bir buhar makinesi­ ni çalıştırabllen Freon) kullanmak gerekir. Donanımın toplam verimi % 1,5 düzeyin­ dedir ve bu da, maksimum güneşlenme (güneş ışınlarına dik yüzeyin m2’si başı­ na 1kW) altında 1kW’lık bir mekanik güç elde etmek için, yaklaşık 70 m2’lik topla­ yıcı kullanmak gerektiği anlamına gelir Bu düşük verime rağmen, 1970’li yıllarda, bir fransız şirketi Afrika’da ve Güney Ameri­ ka'da, düzlemsel toplayıcılı santrallara bağlı onlarca güneş enerjili pompayı hiz-



TARGASSONNE (DOĞU PİRENELER) KULELİ HELYOTERMODİNAMİK GÜNEŞ SANTRALININ ŞEMASI



FUEL-OIL’LI PORCHEVİLLE B TERMİK SANTRALININ ŞEMASI (4 GRUP) toplam güç 2 400 megawatt (MW) yıllık maksimum üretim 15 milyar kWsa yıllık yakıt tüketimi 3,5 Mt 2 no.’lu fuel-oil



E.D.F. belgesine göre fuel-oil’li bir termik santralın çalışm a ilkesi baca



baca (yükseklik: 2 20 m)



boyler üreteci kondansör



kızdırıcı ıtilatörü



buhar üreteci (kazan)



arakızdırıcı



hareketli köprü



ekonom izör dum anlar



zatrrşHŞ:'rhn ~~ t* c.^r_ m



hatların başlangıcı



iTtrmy



tû fB B a tB frra ta rtm r — t tü rb in le r. . , alternator . r



; ji



transform atör



hava ısıtıcısı üflem e vantilatörü



pom pa



yeniden çevrim vantilatörü brülörler (36) J alçak basınçlı ısıtma



T



yüksek basınçlı ısıtma kondansör



L L soğutm a suyu dolaşım galerileri



po m palam a İstasyonu



santral 10174



mete sokmuştur. Bu pompaların maksi­ mum gücü (maksimum güneşlenme altın­ daki güç) birkaç kilowatt düzeyindedir Bu konuda, küçük güneş santralları için, su pompalama işleminin, güneş enerjisini depolama işlevi pompalanan suyla sağ­ landığı ölçüde, özellikle yararlı bir uygu­ lama olduğu görülebilir. • Parabolik ya da silindirsel-parabolik yo­ ğunlaştırıcılı santrallar. Güneş sandalların­ da,termodinamik çevrimin verimini artır­ mak için, sıcak kaynağın sıcaklığını yük­ seltmek gerekir, bu da ancak, güneş ışı­ masını bir optik sistem yardımıyla bir ka­ zan üzerinde yoğunlaştırmakla olasıdır. İl­ ke olarak bu sistemde geçişli optik sistem­ ler (örneğin Fresnel mercekleri) kullanıla­ bilir ama maliyet ve boyut nedenleriyle, uygulamada, cam ya da parlak metalden yansıtıcı yüzeylerden yararlanılır. Gerçek­ ten kullanılan y yoğunlaştırma oranları 1 (düzlemsel toplayıcı) İle 1 000 (yüksek du­ yarlıklı parabolik toplayıcılar ya da kule santral) arasında değişen bir dizide yer alır. Kuramsâl olarak erişilebilir sıcak kay­ nak sıcaklıkları, yoğunlaştırma çarpanı 7 ile orantılı olarak artar. Ama olası en yük­ sek sıcaklık her zaman arzu edilmez. Kızılaltı ışımadan kaynaklanan ısı yitimleri, sıcaklığın 4. kuvvetiyle orantılı olarak ar­ tar. Bu koşullarda, yoğunlaştırma oranına bağlı bir optimal sıcaklık vardır. Bu sıcak­ lık 7=70 için yaklaşık 300 °C, 7=100 İçin 500 °C ve 7=1 000 için 900 °C’tır. Du­ rum böyleyken, tasarruf düşünceleri ve teknolojilerin kullanılabilirliği nedeniyle, çoğu kez, teknik açıdan optimal olmayan çözümler benimsenir. Parabolik bir yansıtıcı toplayıcı yüzeyin kullanımı, kuruluşun duyarlığına ve yapı­ nın sağlamlığına bağlı olarak, orta (200 -300) hatta yüksek (500-1 000) yoğunlaş­ tırma oranları elde etmeye olanak verir. Parabolik toplayıcı, sürekli olarak Güneş’e doğru yönelmesine olanak verecek, yön­ lendirilebilir bir çerçeveye bağlı olmalıdır. Bu çerçeve, "açık döngü” (Güneş doğ­ rultusundan sapmayı bildiren bir hata işa­ retini ortadan kaldırmak için kumanda edilen hareket) ya da “ kapalı döngü” (bir bilgisayar ya da bir mikroişlemciyle prog­ ramlanan hareket) halinde bir pilotajla, ya­ tay ve düşey bir eksen çevresinde hare­ ket edebilir. Çoğu kez iki pilotaj tipini bir­ leştirme yoluna gidilir: Güneş göründü­ ğünde “ açık döngü” ; Güneş bulutların ar­ kasında kaldığında "kapalı döngü” . Öte yandan çerçeve, dünyanın ekseni de ola­ bilir, yani kutuplardan geçen çizgiye ko­ şut bir eksenden oluşabilir. Bu durumda günlük hareket, eksen çevresinde ve sa­ at yönünde basit bir düzgün dönme ha­ reketidir (güney açısı hareketi). Aynanın eksene göre konumu, Güneş'in gökyü­ zünde başucu noktasındaki yüksekliğinin mevsimlik değişimlerini göz önüne almak için dönemsel olarak ayarlanmalıdır (yer ayarlaması). Mekanik nedenlerle, parabo­ lik toplayıcının yüzeyi yaklaşık 50 m2 ile sınırlı olmalıdır; bu da 40 kW'a yakın bir maksimum ısıl enerjiye ve 5 ile 10 kW’lik bir elektriksel (ya da mekanik) tepe gücü­ ne denk düşer. Fransa’da, Ulusal bilimsel araştırma merkezl’nin (C.N.R.S.) geliştirdiği THEK (Termo Helyo Elektrik Kilowatt) sistemi, bir parabolik toplayıcının kullanıldığı tipik bir örnektir. Marsilya’da kurulan THEK 1 ilkörneğinin sözde-parabolik (üçgen biçimli düzlemsel peteklerden oluşmuş, yaklaşık dönel paraboloit) bir toplayıcısı vardır. Top­ lama yüzeyi 50 m2 ve yoğunlaştırma ora­ nı 7=230’dur. Isıtaşıyıcı akışkan, doğru­ dan güneş ışımasının gücü 800 W/m2 ol­ duğunda, odak kazandan 323 °C'ta çı­ kan organik bir yağdır. Toplayıcı eteğinde kullanılabilen ısıl güç 28 kW'tir; bu da % 70’lik bir tümel ısıl verime denk düşer. Bu güç, bir alternatöre bağlı pistonlu bir mo­ toru besleyen bir buhar üretecine aktarı­ labilir. Buna rağmen, bu ısıl güç, toplayı­ cıya, yüksek verimli bir termodinamik ma­ kinenin bağlanabilmesi için yetersizdir.



Düşük güçlerde Carnot verimine oranla sapma, gerçekte özellikle büyüktür. Bu koşullarda, tek bir termik makineye belli sayıda toplayıcıyı bağlamak yararlı olabilir. Böylece "d a ğıtılm ış toplayıcılı santrallar" kavramına ulaşılır. Böylece, 10 THEK’lık bir birim, çevrim verimi yaklaşık % 20 olan, 50 kW’lık bir termodinamik makineyi besleyebilir. Buna karşın, içinde ısıtaşıyıcı akışkanın dolaştığı ısı boruları ağında ek yitimler ortaya çıkar. Bu koşul­ larda "dağıtılmış toplayıcılı santrallar”, bir­ kaç yüz kW'tan yüksek elektriksel güçler veremez. Silindirsel-parabolik toplayıcılar, dönel parabolik toplayıcılarınki kadar yüksek yo­ ğunlaştırma çarpanlarına ulaşma olana­ ğı vermez. Erişilebilir 7 değerleri, 20 ile 30 düzeyindedir. Bununla birlikte, silindirin ekseni boyunca yerleştirilen, iyi tasarlan­ mış Kazanlarla, 250 ile 300 °C arasında değişen sıcaklıklar elde edilebilir. Öte yan­ dan, silindirsel-parabolik toplayıcılar, "dünya ekseni” bir çerçevenin kullanımı­ na ve "dağıtılmış toplayıcılı santrallar” ın kurulmasına çok uygundur. Parabolik ya da silindirsel-parabolik top­ layıcıların, Güneş’e doğru yönelmelerin­ den bağımsız olan devingenlikleri, boyut­ larını sınırlayan bir etmendir. Bu sınırlama­ yı gidermek için Fransa’da ve ABD’de, özellikle yarıtropikal bölgeler için yararlı il­ ginç bir sistem geliştirilmiştir. Bu sistem, sabit bir toplayıcı ve hareketli bir kazan­ dan oluşur. Bu durumda, toplayıcı için en uygun geometrik biçim, bir küre kapağı biçimidir; bu toprağa gömülebilir ya da bir binanın çatısını oluşturabilir. Küresel top­ layıcının ışığı tek bir odakta değil de, oda­ ğa yakın bir çizgi üzerinde yoğunlaştıra­ bilmesi için hareketli kazanın uzun olma­ sı gerekir. Toplayıcının optimal çapı yak­ laşık 60 m olmalıdır, bu da 2 MW’lık bir maksimum ısıl güce ve 300 kW düzeyin­ de bir maksimum elektrik gücüne denk düşecektir. Bu tür bir santralın ilkörneği (çap 12 m), Marsilya'da kurulmuştur. • Kule santral. Dağılmış ya da sabit toplayıcılı helyotermodinamik santralların sağlayabilecekleri en yüksek elektrik gü­ cü birkaç yüz kW ile sınırlıdır Bundan çok fazla yüksek güçler elde edebilmek için, kule santrallar gibi çok daha farklı bir bi­ çimde tasarlanmış güneş santralları ge­ rekir. Kule santrallar bir merkez toplayıcı­ dan, bir kulenin tepesine yerleştirilmiş bir kazandan \e güneş ışınlarını merkez top­ layıcıya gönderen, geniş bir alana yayıl­ mış yüzlerce helyostattan (hareketli düz­ lem aynalar) oluşurlar. Bu şekilde tasar­ lanmış santralların hektaı larla ölçülen bü­ yük bir alan üzerine düşen enerjinin uzun bir ısı borusu şebekesine gerek olmadan bir merkezde toplanabilmesinin yanı sıra, çok yüksek bir yoğunlaştırma katsayısının (1 000 dolaylarında) elde edilebilmesi ne­ deniyle ısıtaşıyıcı akışkanın 800 °C gibi çok yüksek bir sıcaklığa eriştirilebilmesi gi­ bi İki ayrı avantajı vardır. Fransa’da, Güneş enerjisi komiserliği ve Fransa Elektrik kurumu tarafından yapıl­ mış THEMİS adlı bir kule santral bulun­ maktadır. Targassonne’da (Doğu Pireneler) yer alan bu santralda, 80 m yüksekli­ ğindeki bir kulenin 120° kuzeyine yerleş­ tirilmiş her biri 50 m2’lik (altazimutal yer­ leşimli) 200 adet helyostat vardır. Helyostatların her biri ayrı ayrı, 4 miliradyanlık bir duyarlıkla yönlendirilmektedir. Kazandan 430 °C'lık bir sıcaklığa erişmiş olarak çı­ kan ısıtaşıyıcı akışkan olarak bir ergimiş tuz karışımı (sodyum ve potasyum nitrat­ ları ve nitritleri) kullanılan bu santralın ter­ modinamik makinesini bir buhar türbi­ ni oluşturmaktadır. Santralın anma gücü 1 MW’tır THEMİS dışında, 1980’li yıllardan itiba­ ren deneme amacıyla dünyanın çeşitli ül­ kelerinde kule santrallar yapılmıştır. Bu santralların en büyüğü 1 720 helyostattan oluşan ve 10 MW'lık bir güç sağlayan Barstow'dakl (Kaliforniya) amerikan sant­ ralıdır. Kule santrallar, 10 ile 100 MW ara­



sındaki yöneylemsel donanımların yapımı­ na da iyi uyarlanmıştır, ileriye yönelik he­ saplamalar bu santralların 2000 yılına doğru elektrik tüketiminin en yüksek oldu­ ğu saatlerde kul,anılabilecek ekonomik verimliliğe erişebileceklerini göstermekte­ dir. Bu tip bir kullanımın hedeflenmesi, dikkatleri güneş enerjisinin depolanması sorunu üstünde yoğunlaştırmaktadır, çün­ kü elektrik tüketiminin en yüksek olduğu saatler (en azından Avrupa’da), güneşten en fazla enerji elde edilebilecek zaman di­ limine denk düşmemektedir. Bu durum­ da anma gücünde çalışan bir santralın ürettiği gücün hiç değilse birkaç saat bo­ yunca depolanması gerekmektedir. THE­ MİS bu yönde atılmış oldukça önemli bir adımı simgelemektedir: THEMİS’in 400 m2 hacmindeki iki sarnıcında 6001 erimiş tuz, dolayısıyla da santralın 6 saat çalış­ masını sağlayacak ısı depolanabllmektedir. Ancak bu tür depolama günlük olma­ nın ötesine geçememekte ve güneş ener­ jisinin kışın kullanılabilmesi sorununa çö­ züm getirememektedir. Bu soruna tatmin edici bir teknik çözüm bulunamaması du­ rumunda (mevslmlerarası depolama) hel­ yotermodinamik santrallar büyük bir ola­ sılıkla, yeterli güneş enerjisi bulunduğun­ da klasik elektrik santrallannın (barajlar, fo­ sil yakıtlı santrallar) yerine devreye girerek "enerji ekonomizörü” rolünü oynayacak­ lardır. Özellikle dağılmış toplayıcılı santralların kullanılabilecekleri bir diğer olası alan da yaz aylarında çok miktarda ısıya gereksinim gösteren sanayi dallarına (ör­ neğin tarımsal besin sanayisine) ısı sağ­ lanmasıdır. termik santral Klasik bir termik santral bir fosil yakıtın yanmasıyla elde edilen ısı enerjisini kul­ lanarak elektrik enerjisi üretir. Termik santrallar taban santralları ve dü­ zenleme santralları olmak üzere ikiye ay­ rılır. Taban santralları genellikle üretilen kö­ mürlerden kalan artıkları ya da "adi ürünleri"kullanırlar; bu santrallar genellikle kö­ mür madenlerinin yakınına kurulurlar. Yüksek fırınlardan elde edilen gazlan kul­ lanan ya da doğal gazla çalışan türleri de vardır. Düzenleme santrallannda sanayi kömü­ rü ya da ağır yağlar gibi daha nitelikli ya­ kıtlar kullanılır. Bu santrallar yeterli miktar­ da hidrolik enerjiyle beslenemeyen büyük tüketim merkezler,nin yakınına kurulurlar. Modern büyük termik santralların he­ men hemen heps nde elektrik üreteci ola­ rak buhar türbinıeri kullanılır. Dakikada 3 000 devirlik bir hızla dönen bu türbin­ lere bağlı alternatorlerin birim gücü günü­ müzde 600 MW’ı oulmaktadır Sargıları sı­ kıştırılmış hidrojenıe soğutulan bu alternatörlerin uçları arasında 10 ila 27 kV'luk bir gerilim bulunur. Buhar türbinlerini besle­ yen buharın sıcaklığı 565 °C, giriş arasın­ daki basıncı ise 150-200 bar arasındadır. Modern termik santrallar genellikle ay­ nı güçte birçok türDoalternatörden oluşur­ lar. Her türboalternatör, ek bölümleriyle birlikte tam bir özerklik içinde çalışabile­ cek bir dilim meydana getirir. Bu santra­ lın dilimlerinin ortak olarak depolanmış olan yakıtı kullanmak dışında birbirleriyle hiçbir ilişkisi yoktur. Üretilen akım iki çu­ buk takımına yöneltilir: bu takımlardan bi­ rincisi dilimin kendi ek bölümlerine, diğe­ ri ise elektrik enerjisini 220 ya da 400 kV’luk bir gerilimle genel enterkonekte şe­ bekeye ileten elei trik dağıtım istasyonu­ nun transformatöılerine bağlıdır. Dilimle­ rin diğer donanımları (yakıtın depolanma­ sı ve aktarılması, buharlaştırma grubu, makine salonu, elektrik dağıtım istasyonu) ileride daha önce var olan grupların ça­ lışmasına engel olmaksızın ya da temel öğelerini değiştirmeksizin dilim sayısının artırılabilmesi amacıyla mantıksal bir dü­ zene göre yerleştirilmişlerdir. Yardımcı ya da yedek santrallarda, mateimum güçlen 100 MW olan gaz tür­



San Yu binleri kullanılır. Bu türbinler hem görece daha az yer kaplarlar, hem de ürettikleri güç birimi başına düşen ağırlıktan çok kü­ çüktür. Dışandan santrala getirilmek zo­ runda olan yakıt bir kenara bırakılırsa, gaz türbinli bir santralın bütünüyle özerk oldu­ ğu söylenebilir. Bu santrallar suya gerek­ sinim göstermeden çalışırlar. Bir Diesel motorundan çok daha fazla yakıt tüketi­ yor olsalar da, yakıt olarak çok daha ucuz olan ağır yağlan kullanabilmeleri ve çok düşük bir bakım gideri gerektirmeleriyle bu olumsuzluklannı dengelerler. S A N T R A L C İ a Telekom. Fişli ya da tuş­ lu bir santralda, telefon bağlantılarını kur­ makla yükümlü görevli. Ş A N T R A L İT a (fr. centralite). Fişekç. Üredeki H atomlannın C jH s ve C6H6 kök­ leriyle omaölması sonunda oluşan ve kim­ yasal bakımdan jelatinleştirici bir grup maddeyi belirtmekte kullanılan genel ad. —A n s Ik l. Formülü /C ,h 5 N ^



C„H., c



\



2h 5



Q .H ,



olan normal santra/it, 73 °C'ta eriyen, kimi barut türlerinin bileşimine giren bir katıdır. S A N T R E sıf. (fr. centré; merkezlemek, ortalamak'tan). Pulc. Resmi, çerçevenin tam ortasına basılmış pul için kullanılır. S A N T R FO R a. (ing. çenter forward' dan). Spor. Futbolda, hücum hattının or­ tasında yer alan hücum oyuncusu. S A N T R H A F a (ing. çenter halt'tan). Spor. Futbolda bugünkü libero’nun önün­ de oynayan kesici görevi üstlenen savun­ ma oyuncusu. S A N T R İF Ü J a. (fr. centrifuge) -» MER­ KEZKAÇ. —Fiz. Santrifüj tamburu, bir merkezkaçlayıcıda, özellikle merkezkaçlarca işlemi­ ni gerçekleştiren kısmi düzenek. (Eşanl. MERKEZKAÇLAMA TAMBURU.) —Şek. san. Merkezkaç kuvvetiyle şekeri şerbetinden ayırmak için kullanılan ve ek­ seni etrafında çok hızlı dönen silindir ya da koni biçiminde bir sepetten oluşan ku­ rutucu. S A N T R İF Ü J L S M E a. Anal. kim. MERKEZKAÇLAMA’nın eşanlamlısı. S A N T R İF Ü J L E M E K g. f. Şek. san. Santrifüjleme yoluyla şekeri saflaştırmak. ♦ sa n trlfüjlen m ek edilg. f. Santrifüjle­ me işleminden geçmiş olmak. —Hidr. bağl. Santrifüjlenmiş beton, sant­ rifüjleme yoluyla elde edilmiş öğelerle önüretimli olarak yapılan boruların üreti­ minde kullanılan çok yüksek nitelikli be­ ton. (Bu işlemde beton, büyük bir hızla dönen, silindir biçiminde bir kalıp içine bir boruyla dökülür. Santrifüjlenmiş betonla yapılan borular, donatılı ya da donatışız olabilir; donatı kimi zaman çelik bir boru­ dan oluşur.) S A N T R İF Ü J L K N H E K LEMEK.



SANTRİFÛJ-



S A N T R İF Û J Ö R a. (fr. centrifugeur). Anal. kim. MERKEZKAÇLAYlci'nın eşan­ lamlısı. S A N T R İF Ü J Ü Z a. (fr. centrifugeuse). Havc. İvmenin canlılar üzerindeki biyolo­ jik ve fizyolojik etkilerini incelemek ama­ cıyla bir canlıya ivme etkisi uygulamaya yarayan makine. S A N T R İO L a. (fr. centride). Biyol. Sant­ rozomun ortasında yer alan ve kolay boyanabilen cisimcik. (Sentrid da denir.) S A N TR O AS İN E R af. (fr. centroadnaire). Santroasiner amfizem, bronş sonrası alan­ da meydana gelen amfizem. (Anatomik olarak salt küçük bronşlann hastalandığı



ve öteki solunum yapılarının [alveol kanal ve keseleri] sağlam kaldığı bir amfızem çeşididir Panasiner amfizem karşıtı olarak kullanılır.) [Eşanl. SANTROIOBÜLER AMFİ­ ZEM.]



Türk müziğinde ne zaman kullanılma­ ya başladığı bilinmiyor. XX. yy.’ın başlannda unutulmaya yüz tuttu. Günümüzde hiç­ bir klasik türk müziği topluluğunda san­ tur yer almaz.



S A N T R O LE S İT sıf. (fr. centrdödthe; lat. centrum, merkez, ve yun. lekithos, yumur­ ta sarısı’ndan). Biyol. İç vitellüsü bir hiyalin bölgesiyle çevrili olan böcek yumurta­ sına denir. (Bu yumurtanın yalnız çevre­ sel sitoplazmayı ilgilendiren bölütlenmesine "kısmi yüzeysel" bölütlenme denir.)



S A N T U R C E -A N T İO U O , İspanyada (Vizcaya ili) liman kenti, Bilbao’nun K. -B.’sında, Serantes dağının eteğinde; 53 900 nüf. Petrol rafinerisi. Termik santral. Balıkçılık. —Yakınında demir madenleri.



S A N T R O LO B Ü LE R sıf. (fr. centrdobulaire). Santrdobüler amfizem, santroasİNER* AMFİZEM'In eşanlamlısı. || S antrdo büler toplardamar, karaciğer lopçuklanrıdan çıkan ve birleşerek karadğerüstü top­ lardamarı oluşturan toplardamar dallannın her biri. ly a d a S E N T R O M E R a . (fr. centromöre; lat. centrum, merkez, ve yun. meros ya da meris, -idos, bölüm' den). Genet. Kromozomu, biri kısa, diğeri uzun olmak üzere iki kola ayıran ana bo­ ğumlanma. (Santromer hücre bölünmesi [mitoz, meyoz] sırasında önemli rol oynar. Kromozomun akromatik iğin bir lifine bağ­ landığı bölge burasıdır.) S A N T R O P L A Z M A ya da S EN TR O P L A Z M A a. (fr. centroplasme’dan; lat. centrum, merkez, ve plasma ya da plasls, biçim verme). Mavi suyosunlarında hücrenin orta kısmı. (Sınırlı bir çekirdek oluşturmayan çekirdek öğeleri burada bu­ lunur. Mavi suyosunlan [cyonophyceae] bu nedenle prokaryot sayılır.)



S A N T U R C U a. Santuri. S A N T U R İ sıf. ve a. Santur çalan müzikçi; santurcu. S AN TU R İ ETHEM EFENDİ HEM EFENDİ Santuri.



ET



S A N U D O (Marin), Venedikli tarihçi (Ve­ nedik 1466 - ay. y. 1536). Büyük konsey’ in üyesi, senatör, Cumhuriyet'in tarihçisi. Vite dei dogi adlı bir yapıt ile Dlari (Gün­ lük) [1496-1536] yazdı. S A N U D O D i N A S S O (Marco), Vene­ dikli yurttaş (öl. 1230), Doge Enrico Dandolo’nun yeğeni. Dördüncü haçlı seferi için donattığı donanmayla Naksos’u aldı (1205), ardından Kyklades’e boyun eğdir­ di ve latin imparatoru tarafından Ege ada­ larının dükü olarak tanındı (1207). Ailesi Naksos (Nasso) düklüğünü 1383’e kadar elinde tuttu. S A N V İC E N T E , Salvador’da kent, yönetim bölgesi merkezi, Aşağı Lempa'nın batı kolu kıyısında; 25 686 nüf. Ti­ caret ve tarım merkezi. Şeker rafinerisi. Tekstil. Hazırgiyim. —San Vicente yöne­ tim bölgesi, 1 184 km2; 220 630 nüf.



SAN TR O SFE R ya da SENTR O SFER B S a n V H a le k ilis e s i, Ravenna'da mer­ kezi planlı ünlü kilise. Banker Julianus’un a. (fr centrosphĞre; lat. centrum; merkez, bağışlarıyla, piskopos Ecclesius'un isteği ve yun. sphaira, küre’den). Biyol. Meyoüzerine inşa edildi (531’e doğr.). 547’de zun başlangıcında, çekirdeğin yakınında, aziz Massimlano tarafından kutsandı. Yük­ santrozomun farklılaşarak kendisini eşle­ sek bir kasnak üzerine yerleştirilmiş bir mesiyle meydana gelen kütle. kubbeyle örtülü sekizgen bir yapıdır. Mer­ S A N T R O Z O M ya da S E N T R O ZO M mer levhalarla kaplanmış büyük kâgir küt­ a. (fr. centrosome; lat. centrum, merkez, lelerle birbirinden ayrılan 7 eksedrayla ve yun. soma, -atos, vücut'tan). Kimi hüc­ merkezi mekâna açılan iki katlı geniş bir relerde sltoplazmanın içinde, çekirdeğin deambulatorium yapıyı çevreler. Bu kâgir yanında bulunan yuvarlak organit. kütleler, damarlı mermerden tek parçalı —ANSİKL. 1876'da Ed. Van Beneden’in sütunlar üzerindeki üç kemerle birbirine bulduğu santrozom değişmez bir hücre bağlanmıştır. Bu bütüne, batıda, güneye organiti değildir; tohumlu bitkilerde ve doğru hafifçe saptırılmış uzun bir narteks protozoanın bir kısmında bulunmaz. Işın­ ve doğuda çokgen bir absldayla yuvar­ lar halinde iplikçiklerin çıktığı bir sitoplazlak planlı iki oda eklenmiştir. İlk yapıdan ma kütlesi olan aster ile çevrilidir. Santro­ zom hücre bölünmesinde rol oynar ikiye Bk. resim sayfa 10162 bölünerek çoğalır; mitoz sırasında geliş­ mesinin en üst noktasına erişir, metafakalma mermer öğeler (sütunlar, sütun za kadar boyutlarını artırır ve sonra küçü­ başlıkları, kaplamalar) dışında, anıtta İuslür. tinianos ile imparatoriçe Theodora’yı ma­ iyetiyle birlikte betimlemesiyle ünlü zengin S A N T S A İ ya da S A N C A İ, canlı renk­ mozaik dekor (absida duvarında) bugün lerde sırlarla kaplı bir çin seramik tipini be­ de yerinde durmaktadır. İç dekorun zen­ lirten çince sözcük. (Yeşil, açık ve koyu sa­ ginliği, tuğla kâgir duvarlarla ve ince uzun rı, koyu mavi sırlar, beyaz bir astar üzeri­ iç orantıları olan anıtın kütleselliğiyle çe­ ne, ya gelişigüzel akıntılar ya da kazıma lişmektedir. motifleri dolduracak biçimde uygulanır. Kilisenin din şehidi Vitale kültüne mal Tanglar döneminde ortaya çıkan ve çok edilmesi, hâlâ tartışma konusudur: impa­ tutulan santsaller, Ming seramiğinin de en rator portrelerinin bulunması ve yapının belirleyici öbeklerinden biridir) İmparatorluk sarayının yakınında yer al­ S A N T U R a. Müz. İran, sonra da türk ması nedeniyle bu anıt, uzun süre, Ravenmüziğinde kullanılan, tellerine bir çift kü­ na'nın saray kilisesi olarak kabul edilmiştir. çük tokmakla vurularak çalınan çalgı. S A N V İT A L İA a. Arizona'dan Arjantin’e —AnsİKL. Ses kutusu (tekne) ikizkenar ya­ kadar geniş bir alanda dokuz türü yetişen, muk biçiminde olan santurun, teknenin kı­ karşıt yapraklı, kömeç çiçekli otsu bitki. sa kenarları arasına gerilen telleri maden­ (Sanvitalia procumbens, ortası kırmızı san dendir Biri ortada öbürü yanda olmak üze­ kömeçleri için yetiştirilir. Bileşikgiller famil­ re İki eşik vardır Her tel, eşiklerden birinin yası.) altından, öbürünün üstünden geçer Ka­ nunda olduğu gibi bir mandal sistemi bu­ S A N V U A R a. (fr. sans vorr’dan). Sanvulunmadığından, natürel sesler bir yanda, ar girmek, sanvuar görmek, sanvuar ar­ diyezdi ya da bemollü seslerse öbür yan­ tırmak, elindeki kâğıtlara bakmadan oyu­ da kalır. Teller, çoğunlukla çifttir. Ses alanı na katılmak. iki oktavı geçer Tellerin rezonansı, tokmak S A N Y O , gündoğusu anlamına gelen javurulduktan sonra epeyce sürdüğünden, ponca sözcük. Japonya'nın Çugoku böl­ icra sırasında sesler birbirine kanşır gesinde (Honşu adası) iç deniz kıyısında Santura benzer çalgılar, birçok doğu yoğun biçimde kentleşmiş ve sanayileş­ ve batı ülkesinde benzer ya da deği­ miş güney aklanını belirtir. şik adlar altında kullanılır: A lper’de Hackbreri, Romanya'da fambal, Macaristan'da S A N Y U , birmanyalı devlet adamı ve as­ cymbalum, Yunanistan’da santuri, Çin’de ker (Prome 1919). Tuğgeneral, Ne Vın’in yang çin. baş yardımcısı oldu, askerlikte (Genelkur-



10175



le birbirinden farklı grupları bir araya toplayan ve müslüman olmayan eski Afri­ ka halkı. S Â O LE O P O LD O , Brezilya'da (Rio Grande do Sul) kent, rio dos Sinos kıyısın­ da, Pörto Alegre’nln K.’inde; 104 000 nüf. Brezilya'da kurulan ilk alman kolonilerinden biridir (1824). Bir tanm bölgesinin merke­ zi. Deri ve ayakkabı sanayileri. Alüminyum­ dan kap kacak. Silah ve cephane S Â O LU IS ya da S Â O L U » DO M A ­ R A N H Â O , Brezilya'nın kuzey-doğu’sunda liman kenti, Maranhâo eyaletinin mer­ kezi; 450 000 nüf. 1612’de fransız La Ravardière’in kurduğu kent, Maranhâo pa­ muk işletmelerinin limanı oldu. Yönetim, ti­ caret ve sanayi (tanma dayalı besin sana­ yisi) merkezi. XVII. yy.'dan kalma katedral. S Â O M A N U E L (rio) ya da R İO DAS T R E S B A R R A S , Brezilya’da (Mato Grosso) ırmak, rio Tapajös'un ana kolla­ rından biri. Yukan çığınnın adı rio Paranatinga’ün.



G iraudon



San Vitale küte« İbrahim’in konukseverliğini (solda) ve ishak’ın kurban edilmesini betimleyen mozaik bizans sanatı, VI. yy.



may başkanı), siyasette (Devlet konseyi genel sekreteri, Başbakan birinci yardım­ cısı, Planlama bakanı, Maliye bakanı, Sa­ vunma bakanı) ve parti içinde ("Sosyaliz­ me giden birmanya yolu” adlı tek parti­ nin genel sekreterliğine getirildi) önemli görevler yaptıktan sonra, Ne Vin’in yeri­ ne Cumhurbaşkanı oldu (kasım 1981). 25 temmuz 1988'de istifa etti. S A N Z A a. Müz. Küçük bir ses kutusu üzerine tespit edilmiş, değişik boyda bir dizi bambu ya da metal dilden oluşan ve bir ucu serbest olan dilleri parmakla çe­ kilerek çalınan çalgı. (Başka birtakım ad­ lar altında [mbira, kisanzi, kote vb.] Zenci Afrika'da kullanılır.) S AN ZR TU a. (fr. sans atout'dan). İskam­ bil oyununda hiçbir rengin öteki renkler­ den üstün olmadığı, yani kozun belirtilme­ diği iyi bir eli bulunan oyuncunun yaptığı deklarasyon. S A N Z İN İA a. Madagaskar'da yaşayan yarı ağaççıl küçük boayılanları cinsi. (Bo­ agiller familyası.) S A N Z İO (Giovannl SANTİ) -> SANTİ. S A N Z İO (Raffaello) -



RAFFAELUD.



SAO a. Asya’nın tropikal bölgelerinde ve Okyanusya’da yetişen ve havayla temas edince koyulaşan oldukça ince dokulu, yarı ağır ve yarı sert bir odun veren ağaç. (Odunu yapı, doğrama, parke, karoseri, sandal, travers, kontrplak yapımında kul­ lanılır. Hopea cinsi; dipterocarpaceae fa­ milyası.) [Eşanl. MERAVAN ] S Â O B E R N A R D O DO C A M P O , Bre­ zilya’da kent, Sâo Paulo’nun büyük güney -güney-doğu banliyösünde; 430 000 nüf. Otomobil sanayisi. Kimya. S Â O C A E T O N O D O S U L , Brezil­ ya'da kent, Sâo Paulo yerleşme alanının güneyinde; 163 000 nüf. S Â O C A R L O S , Brezilya'nın güney ke­ siminde (Sâo Paulo eyaleti) kent. Ribeirâo Preto’nun G.’inde; 120 000 nüf. Besin sa­ nayisi. Tekstil. S Â O FR A N C İSCO , Brezilya’da ırmak; 2 624 km. Minas Gerais'ten (serra da Canastra) doğaı; başlıca (G.-G.B.-K.-K.D.) yö­ nünde özellikle Bahia eyaletinden geçer burada yarı çorak geniş Sertâo bölgesini akaçladıktan sonra Atlas okyanusu’na dö­ külür (Maçeiö’nun G.-B.'stnda). Buharlaş­ maya rağmen, bir tropikal bölge ırmağı olan Sâo Frandsco’nun ortalama bir debisi olması nedeniyle (ağzında 3 300 m3/sn) çevresinde sulama düzenine ve (aynı za­ manda çağlayanların sıklığı sayesinde) santral yapımına elverişlidir. Bu iki hedef,



Kuzey ile Güney arasında tarihi bir ulaşım ve bağlantı işlevinin yerini almıştır; göçmen­ lerin kuzeyden güneye geçiş yolu olması nedeniyle Sâo Francisco “ ulusal birlik ırmağı" gibi görülmüştür Dört büyük santraldan bir kısmı hizmete açılmıştır, bir kısmı da yapım halindedir; yukandan aşağıya doğru: Très Marias, Sobradinho, Paulo Afonso ve Xingo Toplam üretim kapasitesi 12 000 MW’a yaklaşarak Fransa'nın hidro­ elektrik üretimine eşit olacaktır Üretimin bü­ yük bölümü Nordeste kıyı kesimine doğru nakledilecektir. Sulama projeleri daha kü­ çük çaplı olmakla birlikte tamamlandığın­ da 600 000 ha araziyi (bugün 100 000 ha donatılmıştır) kapsayacaktır S Â O F R A N C İS C O DO S U L , Brezil­ ya'da (Santa Catarina) petrol limanı, Curitiba’nın G.-G.-D.’sunda; 14 300 nüf. S Â O G O N Ç A LO , Brezilya'da kent, Rio de Janeiro yerleşme alanında, Guanabara koyu kıyısında, Niteröi’nin K.’inde; 621 000 nüf. S Â O J O Â O D A B O A V İS T A , Brezil­ ya’da (Sâo Paulo) kent, Camplnas'ın K. -D.’sunda; 56 300 nüf. Tekstil ve besin sa­ nayileri. Deri işleme. Tarım makineleri. S Â O J O Â O D A M A D E İR A , Portekiz’ in (Aveiro yönetim bölümü) kent, Coimbra -Porto yolu üstünde; 12 000 nüf. Bıçkıevlerl. Ayakkabı. Şapkacılık. S Â O J O Â O D E L R E İ, Brezilya’da (Mi­ nas Gérais eyaleti) kent, Belo Florizonte’ nin G.’inde; 65 000 nüf. 1701’de altın ara­ yıcısı bandeirantes’ler tarafından kurulan kentte XVIII. yy.'dan kalma güzel kiliseler vardır. Bölgede maden (kasiterit) çıkarımı. S Â O J O Â O D E M E R İT İ, Brezilya'da kent, Rio de Janeiro yerleşme alanının kuzey-batı’sında; 402 000 nüf. S Â O JO R Q E , Portekiz’e bağlı Asor ta­ kımadalarının batı kesiminde volkanik ada; 238 km2; 12 800 nüf. Merkezi Velas. Sığır yetiştiriciliği (tereyağ ve peynir). Ta­ hıllar Şaraplar. S Â O JO S É DO R İO P R ETO , esk Rio Preto, Brezilya’da (Sâo Paulo eyaleti) kent, Ribeirâo Preto'nun K.-B.’sında; 193 000 nüf. Bir tarım bölgesinin (kahve pa­ muk, pirinç) ticaret merkezi. Besin sana­ yileri. S Â O J O S E DOS C A M P O S , Brezilya’ da (Sâo Paulo eyaleti) kent, Paralba do Sul vadisinde Sâo Paulo'nun K.-D.'sunda; 292 000 nüf. Tekstil (pamuk, suni ipek) sanayi­ leri. Otomobil yapımı. Fotoğraf gereçleri. Havacılık okulu ve uzay inceleme merkezi. S AO L A R, kökenleri ve yaşam biçimleriy­



S Â O M İO U E L , Asor takımadalannın en önemli adası; 747 km2; 149 800 nüf. Mer­ kezi Ponta Dalgada. İki dağlık kütleden oluşan bu volkanik ada çok verimlidir: se­ ralarda ananas yetiştiriciliği; çay, muz ve portakal işletmeleri, şarap, tütün. Turizm. S A O N A a d a s ı, Dominik Cumhuriyeti'nde (La Altagracia ili) ada, ilin güney kıyı­ sının 2 km açığında Uzunluğu 25 km, ge­ nişliği de yaklaşık 5 km’dir. S A Ô N E , Fransa’nın doğu kesiminde ır­ mak, Rhöne’un kolu (sağ kıyıdan); 480 km (havzası 30 000 krr^'ye yakın). Vioménil'de 396 m yükseltiden doğar. Vesoul' un ötesinde ovaya giren yavaş akıştı bir ırmaktır. Yağmur-okyanus rejimlidir. Loire, Sen ve Ren havzalanna bağlanan Saône üzerinde, Chalon'dan başlayarak önemli bir trafik vardır. S A Ô N E (Haute-), Fransa’da (FrancheComté bölgesi) département; 5 343 km2; 229 650 nüf. (1992). Merkezi Vesoul. S A Ö N E -E T -L O İR E , Fransa’da (Bour­ gogne bölgesi) département; 8 565 km2; 559 413 nüf. (1992). Merkezi Mâcon. S Â O N İC O L A U , Cabo Verde takıma­ dalarında (Rüzgâr adaları) volkanik ada; 388 km2; 16 300 nüf. S Â O P A U L O , Brezilya'da kent, aynı adlı eyaletin merkezi; 10 997 473 nüf. (1990); banliyöleriyle birlikte 15 280 375 nüf. (1990). Brezilya'nın en büyük kenti­ dir. Yerleşme alanı, Santo André, Sâo Bernardo, Sâo Caetano do Sul ve Diadema gibi önemli uydu kentleri içine alır. 1554’te, Sâo Paulo gününde, 800 m yükseltide, Tietê ve kollan tarafından akaçlanan bir havzada kurulan kent yönetim, ticaret ve üniversite merkezi olarak uzun süre yavaş bir şekilde gelişti. Nüfusu 1872’de ancak 26 400 kadardı. Sonra, kahve ekimiyle olağanüstü bir nüfus artı­ şı oldu; 1900'de 240 000 olan nüf.; 1920' de 579 000; 1940’ta 1 326 000; 1960’ta 3 825 000. Plantasyonlardan kaynaklanan zenginleşme ve avrupalı, sonra japon göçmenlerin akımı hem nüfus artışına hem de kentin sanayi tesisleriyle donan­ masına katkıda bulundu. Sâo Paulo bu­ gün Brezilya sanayisinde öncü bir yere sahiptir Kentte her tür sanayi vardır. XX. yy.’ın ilk yıllarırjda önce tekstil sanayisi or­ taya çıktı. Sanayi, Birinci Dünya savaşı sı­ rasında hızla yayıldı ve Sâo Paulo Güney Amerika'nın en büyük sanayi merkezi ol­ du (metalürji, makine, kimya ve elektrikli gereçler, otomobil montajı sanayileri, be­ sin sanayisi, yayıncılık). Küçük ve orta iş­ letmeler ağırlıktadır ancak Sâo Paulo, bü­ yük sanayi ile otomobil parçası sanayisi­ nin büyük bölümünü kapsayan üçgeni (Santo André, Sâo Bernardo, Sâo Caeta­ no) de içerir. Kent aynı zamanda önemli bir ticaret ve bankacılık merkezidir. Ekseni Sâo Bento sokağı olan bugünkü kent merkezi, Kuzey



Amerika kentlerinde olduğu gibi hizmet kesimin yönetim merkezlerini barındırır. Başlangıçta bu bölgede yoğunlaşan gök­ delenler, daha sonra çevre alanları halka­ lar şeklinde kapladı; ıssız ve kıraç bir böl­ gede kurulmuş olan Congonhas havali­ manı bugün kentle neredeyse birleşti. Bu olağanüstü büyüme, az çok rahat oturu­ labilir nitelikteki semtlerin sürekli biçimde çevreye doğru itilmesine yol açtı. Yerleş­ me alanı böylece tüm yönlerde (eşitsiz de olsa) gelişti. Brezilya’daki ulusal ve çokuluslu şirket­ lerin yönetim merkezleri çoğunlukla Sâo Paulo’dadır. Büyük Sâo Paulo, Brezilya gayn safi hâsılasının % 23,5’ini, sanayi is­ tihdamının üçte birini ve sanayi üretim de­ ğerinin % 42’sini karşılar. Rio de Janeiro ile Belo Horizonte bu bakımdan Sâo Paulo’yu çok geriden izlerler. Sâo Paulo aynı zamanda, Brezilya’nın gecekondulara ya da kent çevresinde sağlığa son derece elverişsiz barınakla­ rın oluşturduğu mahallelere sıkışan yığın­ lar ile asgari ücretin beş katından fazlası­ nı kazanan nüfusun % 15’i arasındaki çe­ lişkilerin en belirgin olduğu yerleşme ala­ nıdır. Uzun süre dış ekonomik güçlerce des­ teklenen Sâo Paulo (hizmet kesiminde önemli altyapı, bol ve vasıflı işgücü, ula­ şım olanaklan) bugün kentsel yenileme ile sanayide merkezden uzaklaşmanın yol açtığı ciddi sorunlarla karşı karşıyadır. Özellikle çevre kirliliği kent merkezinde da­ yanılmaz bir noktaya gelmiştir, ayrıca kent içi yer üstü ulaşım çok yavaştır. Bir metro­ nun yapılmış olması, kentin ulaşım soru­ nunu bütünüyle çözememiştir. Daha XIX. yy.’da çok canlı olan düşün yaşamı iyice gelişti: birkaç üniversite, bu arada U.S.R (Universidade de Sâo Pau­ lo), çeşitli tiyatro ve müzeler (zengin Museu de Arte), yılanlar üstüne araştırmala­ rıyla çok ünlü Butantâ enstitüsü vb. Brezilya’nın eşsiz metropolü Sâo Pau­ lo tüm bölgesel yaşamı ezme eğiliminde­ dir. Doğrudan etki alanı içinde Santos kı­ yı kesimi ile Atlas okyanusu kıyısındaki Guarujâ ve ilha Bela plajları yer alır. S A O P A U L O , Brezilya’nın G.-D.’sunda eyalet, ülkenin en kalabalık bölgesi, At­ las okyanusu kıyısında; 248 000 km2; 33 516 127 nüf. (1990). Merkezi Sâo Paulo. Eyaletin Atlas okyanusu cephesi alüv­ yonlardan oluşan ova şeridiyle kaplıdır. Ar­ kada serra do Mar sıraları yükselir Or­ mandaki ağaçlar büyük ölçüde tahrip edilmiştir. Daha ötede Parafba do Sul va­ disi ile Sâo Paulo kentinin bulunduğu Tietâ havzası, akaçlamanın B.’ya doğru yö­ neldiği yüksek toprakları yarar. Irmaklar, 400 km’den uzun hilal biçimindeki pürüz­ lü bir çöküntü alanına dökülür. Bu çökün­ tü alanı B.’da, kumtaşı ve bazalt katman­ larının art arda geldiği bir yamaçla sınırlıF. G o h ier



dır. Öteki yüzü Paraná vadisine doğru ha­ fifçe eğimli uzun platolardan oluşur. Bu­ rada tropikal bir iklim egemendir ve yer yer savanlarla kesilen, yapraklarını dök­ meyen bir orman örtüsü görülür. Kuzey ve güney kenarlarında daha kurak bir iklim, bozkır ya da savan gibi bitki örtüsü, bo­ dur ağaçlar ve çalılıklar vardır. Orta böl­ gede bazalt tepeleri üstünde, tropikal or­ manın yerini zengin tarım alanları (kahve, şekerkamışı, turunçgiller) almıştır. Eyalete yerleşme XVI. yy.'ın başında Portekizliler in Sâo Vicente’ye (Santos ya­ kınında) gelmeleri ve 1554'te Sao Paulo’ yu kuran oizvitlerin platoya ulaşmalarıyla başladı. Bu tarihte clzvitler Paraná vadi­ sine yerleşmiş olan misyonerlere ulaşmak İçin ülkeye girdiler. Cizvitlerin Brezilya’yla ilgili keşif çalışmaları, kızılderili avına ya da altın ve elmas aramaya çıkan bandeirante’ lerin seferleriyle tamamlandı, iktisadi faa­ liyetler uzun süre besin tarımı, birkaç şe­ kerkamışı ve ayva plantasyonu ve hayvan ticaretiyle sınırlı kaldı. Nüfus artışı 1870’li yıllara kadar çok az oldu. 1870’te kahve tarımının yol açtığı iktisadi devrim patlak verdi. Hayvan ticareti ya da şekerkamışı tarımıyla zenginleşmiş bazı Sâo Paulolular yeni tarımın önemini kavradılar. Yalnız­ ca verimli topraklar (bazaltların ayrışma­ sıyla oluşan toprak) aramakla yetinmedi­ ler, aynı zamanda demiryolu şirketleri kur­ dular ve göç hareketini örgütlediler. Kah­ ve tarımı, önce çöküntü alanında, daha sonra da kıyı kesimi ile hemen arkasındaki (Ribeirâo, Preto, Araraquara) verimli top­ rakları kapladı. Çoğunluğu İtalyan olmak üzere öteki İspanyol ve portekizli binlerce göçmen Santos’a geldi ve plantasyonlar­ da (fazendas) tarım işçisi olarak çalışma­ ya başladı. Yalnızca kahve yetiştiriciliğine dayanan tarım, eyaletin zenginleşmesini sağladı. 1872-1900 yılları arasında nüfus 837 000’den 2 282 000’e çıktı. Gelişme, Birinci Dünya savaşı’ndan sonra da sür­ dü; plantasyonların kapladığı batı plato­ larında demiryolları döşendi ve kentler ku­ ruldu (Bauru, Sâo José do Rio Preto, Marflia, Araçatuba, Presidente Prudente). 1930 bunalımı ve kahve fiyatlarının düş­ mesi ciddi sonuçlar doğurdu: kahve tarı­ mının gerilemesi (kısa süreli); yeni tarım ürünlerinin (pamuk, pirinç, şekerkamışı, yerfıstığı, turunçgiller) ortaya çıkması; hay­ vancılığın gelişmesi; çok büyük tarım alanlarının parçalanması ve toprak sahi­ bi ya da yarıcı gibi küçük işletmeci sınıfın doğması. Akdeniz kökenli göç hareketini Orta Avrupa’dan Balkanlar’dan, Japonya’ dan ve nihayet Brezilya’nın öteki eyaletle­ rinden gelen göçler izledi. Çoğu kez za­ rar verici eski tekniklerin yerini bugün da­ ha modern tarım teknikleri aldı. Günü­ müzde eyalet Brezilya tarım üretiminin ba­ şında gelir Don olayından çok etkilenen Paraná toprakları bırakıldıktan sonra Sâo



Vautier-de Nanxe



Paulo eyaletinde yoğun biçimde yeniden ortaya çıkan kahve tarımından başka çok çeşitli tarım etkinlikleri vardır: Sâo Paulo’ nun kuzey-batı’sında portakal bahçeleri; süt hayvancılığı; güneyden gelen ve ya­ kın bir tarihten beri başarıyla uygulanan modern soya ve buğday tarımı. Bunlara koşut olarak tarım ve veteriner okulları ve enstitüleri tarımda modernleşme çabası­ nı desteklemektedir. Kent yaşamında da büyük bir ilerleme gerçekleşti: nüfusun % 80,4’ü kentsel alanlarda yaşamaktadır. Eyalette, nüfusu 100 000’in üstünde 28 kent vardır; bun­ ların üçünün nüfusu 500 000’den çoktur. Brezilya’nın güneyindekilerle birlikte bu kentler, ülkenin örgütlü tek kentsel grup­ larıdır Sâo Paulo’dan başlayan sanayi fa­ aliyetleri büyük kara ve demir yolu eksen­ leri boyunca yayıldı. En önemlisi Rio’ya kadar giden "Via Dutra” dır. Kıyı kesimin­ de ise, Cubatâo’da petrokimya ve demir -çelik sanayileri gelişti. Metalürji ve kimya sanayileri Sâo José dos Campos, Campinas ve Sorocaba’da kuruldu. Tekstil ve ta­ rıma dayalı sanayisi Sâo Paulo’ya en uzak kentlerde toplandı. Sâo Paulo, bütünüyle kentleşmenin en gelişmiş olduğu eyalet­ tir; ayrıca hem enerjide (Brezilya’nın elek­ trik üretiminin °/o 35’i) hem de sanayileş­ mede (ülke sanayi istihdamının % 50’si) Brezilya gayri safi hâsılasının üçte birin­ den çoğunu temsil eder. S Â O P A U L O DE LO A N D A DA.



* LUAN­ i



Sâo Paulo’nun merkezinden bir görünüş



Sâo Paulo eyaletinde Assis ile Sorocaba arasındaki tarım alanlarından bir görünüm



Saoralar 10178



S A O R A L A R , Orissa'da (Hindistan) ka­ bile halkı. Sayıları 400 000’in üstündedir. Gerçek bir kültürel bütünlükleri olmayan Saoralar oriya ya da munda lehçelerini ko­ nuşurlar. Çoğunlukla çiftçi ve avcıdırlar. Hindu dinine bağlanır, içtenevlenmenin geçerli olduğu babasoylu bir toplum oluş­ tururlar. Mahabharata ile Ramayana'da sözü geçen ve Ptolemaios'un Sabrae’si oldukları sanılan Sabaralar'dan geldikle­ rini ileri sürerler. S Â O S ER A S TİÂ O , Brezilya kıyısında (Sâo Paulo eyaleti) ada. Balıkçılık ve şe­ kerkamışı. ilhabela kasabası küçük bir tu­ rizm merkezidir. — Karşısında, karada Sao Sebastiao petrol limanı kurulmuştur (20 200 nüf.). S A O T İA O O ya da S A N T İA G O , Cabo Verde takımadalarının (Rüzgâraltı adaları) başlıca adası; 991 km2; 145 957 nüf. Merkezi Praia, takımadaların baş­ kenti. Kahve, turunçgil üretimi. Balıkçılık. S Â O T İA O O DO C A C E M - SANTİA­ GO S Â O T O M É , Gine körfezinde ada; 836 km2; 81 000 nüf. Başlıca kenti Sâo Tomé. Bu volkanik adanın en yüksek noktası Sâo Tomé doruğu'dur (2 024 m). S A O T O M É E P R ÍN C IP E , Gine körfezinde takımada, Sâo Tomé ve Prin­ cipe adalarından oluşur. 1975'ten beri bağımsız bir devlettir; 964 km2; 120 000 nüf. (1988). Başkenti Sâo Tomé (35 000 nüf.). Başlıca gelir kaynakları kakao, kahve, palmiye yağı ve kopradır. — Tar. Bu İki ada 1471'de Joâo de Santárem ve Pédro Escobar tarafından keşfedildi. 1493'te Madelra'dan gelen ilk kolonlar şekerkamışını ve büyük plantas­ yonların işletilmesine yarayan köleliği getirdiler. 1800'de kahve, yüzyılın so­ nunda da kakao yetiştirilmeye başlandı. Adaların tarihi, köle ayaklanmaları (özel­ likle XVI. yy. ortalarında) ve melezler, Portekizli yöneticiler ve kilise yetkilileri arasındaki uzun mücadelelerle geçti. Kölelik ancak 1876'da kaldırıldı. Feodal melezler yavaş yavaş beyaz kolonlar ve bankalar yararına varlıklarını yitirdiler. 1953'te, yetkililer plantasyonlardaki işçi eylemlerini sert biçimde bastırdı. Sâo Tomé e Principe Kurtuluş hareketi, 1975'te bağımsızlıkla birlikte iktidara gel­ di. Plantasyonların millileştirilmesiyle toprakların % 90'ı devletin eline geçti. Başlangıçta bağlantısız bir politika izle­ yen ve kakao plantasyonlarının yeniden düzenlenmesi için Batıdan yardım gö­ ren Sâo Tomé e Principe Demokratik Cumhuriyeti, 1977den sonra ilerici ülke­ lere yaklaştı, ama Portekiz'le ilişkilerini koparmadı, bu arada iktidar Başkan Pintoda Costa’nın elinde toplandı. Cumhur­ başkanı Pinto da Costa, 1987'de Dünya bankası, IMF ve Afrika Kalkınma bankası'nın desteğiyle tarımsal üretimi artırma­ ya yönelik programları uygulamaya baş­ ladı. Ülkenin tek yasal partisi Kurtuluş hareketi demokratikleşme yönünde ka­ rarlar aldı (ekim 1987). Muhalif Ulusal di­ reniş cephesi'ne bağlı sağcı bir grubun darbe girişimi (1988) başarısızlıkla so­ nuçlandı. 1990’da çokpartili düzene ge­ çişi sağlayan yeni anayasa, referandum­ la onaylandı. 1991'de Miguel Trovoada başkan seçildi ve İlk çokpartili seçimler yapıldı. S Â O V İC E N T E , Cabo Verde takıma­ dalarında (Rüzgâr adaları) volkanik ada; 227 km2; 50 000 nüf. Besin maddeleri tarımı. Balıkçılık. S Â O V İC E N T E , Brezilya'da kent, Sâo Paulo eyaletinde, Santos’un güney banli­ yösünde; 194 000 nüf. Sayfiye yeri. S Â O V İC E N T E b u rn u , Portekiz'in gü­ ney kesiminde burun, Algarve’nin batı ucunda. • A R - p ıa . 1 . Canlılarda uçtaki bir organı vücudun bütününe bağlayan ince uzun kı­



sım. (Yengeçlerde, ıstakozlarda gözleri ba­ şa bağlayan, ekmek küfünde [mucor] sporkeselerini taşıyan saplar.) —2. Bitki­ lerde çiçek, meyve ve yaprak gibi parça­ ları gövdeye ya da dala bağlayan ince uzun kısım. —3. Bir aletin, bir kabın, bir silahın vb. kavramaya ve elde kullanma­ ya yarayan bölümü: Bıçağın, küreğin sa­ pı. Bir torbanın, valizin sapı. —4. Dikiş için iğneye geçirilen bir dikimlik iplik: iki sap ibrişim. —5. Dağınık ya da demet halin­ de biçilmiş ekin —6. Arp. Erkek. —7. Sap çekmek, biçilip demetlenmiş ekinle­ ri harmana taşımak. || Sap gibi, çok ince şeyler için kullanılır: Uzun boylu sap gibi boyunlu bir gençti. || Sapı silik, belli bir ki­ şiliği olmayan, başıboş gezip dolaşan, serseri: Bana değil de o sapı siliğe mi ina­ nıyorsun? || Sap yiyip saman sıçmak, çı­ karmak, bir olaya kızıp ağzına geleni söy­ leyivermek, ateş püskürmek (kaba). || Sa­ pına kadar, bir niteliğin en yüksek dere­ cede oluşunu vurgulamak için kullanılır: Sapma kadar mert ve dürüst bir adam­ dır. —Al. tak. Sap yuvası ya da deliği, bir alet­ te, birtakımda, içine sap takılan oyuk bö­ lüm. —Anat. Bir organı vücudun geri kalan kıs­ mına bağlayan ve içinden damar, sinir ve işlevsel kanallar geçen anatomik eleman. — Arabac. Sap arabası, a n g i ç u * a r a b a ' nın eşanlamlısı. —Bıçakç. Bir kesici aletin, ağızdan sonra gelen, namluya bitişik ya da namlunun içi­ ne giren ucu. —Bür. ger. Kalem sapı, ucunda madeni bir uç bulunan, yazı yazmaya ya da resim yapmaya yarayan.çubuk. —Çiçekç. Sap yaprağı, yapma çiçek ya­ pımında, sap üzerine dizilmek üzere ha­ zırlanan yapraklara verilen ad. —El sant. Sap iğnesi ya da sap işi, iğne­ yi, iplik hep üstte ya da altta kalacak bi­ çimde küçük aralıklarla kumaşa batırıp çekerek yapılan işleme. (Desen kenarla­ rına ya da çeşitli çiçek motiflerinin sapla­ rına uygulanır) || Fantezi sap iğnesi, yapıl­ dıktan sonra üzeri başka renkte bir iplik, sim vb. ile sarılarak bezenmiş sap iğnesi. || Portekiz usulü sap iğnesi, ipliği iğneye birkaç kez dolayarak yapılan sap iğnesi. —Esk. sil. Delici, vurucu ve kimi kesici si­ lahların elle tutulan, ahşap ya da metal­ den yapılmış sopa bölümü. || Sap kovanı, sapla silahın delici, kesici, vurucu işlevde­ ki bölümünü bağlayan silindir biçiminde metal parça. —Halk. hek. Kiraz sapı, kiraz ve vişne tür­ lerinin kurutulmuş meyve sapı. (Bk. ansikl. böl.) —Kilitç. Anahtar sapı, anahtarın, kilidi açarken elde tutulan bölümü. —Mantarbil. Şapkalı mantarlarda şapka­ yı taşıyan genellikle silindir biçimindeki kı­ sım. (Çoğunlukla paralel liflerden [hif] olu­ şur. Üzerinde, türleri ayırt etmeye yarayan renkli belirgin süsler bulunur.) (Bk. ansikl. b ö l] —Müz. Telli-yaylı ve telli-mızraplı çalgılar­ da teknenin uzantısı olan ya da ayrıca ta­ kılan, üzerinden tellerin geçtiği bölüm. (Ucunda burguluk yer alır. Kimi çalgılar­ da [çoğu Avrupa çalgısıdır], sapın üzeri, sert bir ağaçtan tuşla kaplanmıştır) [Eşanl. KOL]



—Oy. Bir bilardo istekasının kalın ucu. —Sepetç. Sepet örmek için kullanılan, uzunlamasına biçilmiş söğüt ya da hint hurması dalı. —Süslem. sant. Tezhipte çiçek sapına benzetilerek yapılan motif. —Tarım, mak. Sap değirmem, bitki sap­ larını ve artıklarını kırmaya yarayan ve kutu gibi bir kılıf içinde, yer hizasında, dikey bir eksen etrafında dönen (600-1 500 dev/dk) bir ya da üst üste birkaç helezondan ya da zincirden oluşan kırma makinesi. || Sap iletici, balya makinelerinde bulunan ve toplayıcıdan gelen sapları, samanı ya da otları pres kanalına iten, rotatif ya da pe­ riyodik hareketli parça. || Sap kaldırıcı bi­ çerdöverlerde bıçak taşıyıcıdaki par­



ların ucunda bulunan ve biçilen başak ve saplan kaldırmaya yarayan parça. || Sap kesici, bazı meyve ve sebzelerin sapını kesmeye yarayan ve genellikle döner bir kasnak ile bıçaklardan oluşan makine. || Sap yayıcı, bükülmez parmakları ya da esnek tırnakları olan ve biçerdöverin dö­ veninden sarsağına yönelik sap, saman ve başak akımını dönerek düzenleyen kasnak. —Zool. ve Bot. Bir organın bir yere sabit­ leşmesini sağlayan, her çeşit dar anato­ mik yapı (ince olduğunda sapçık adını alır). — A N S İK L. Halk hek. Kiraz çöpü de denen kiraz sapları 3-4 cm uzunluğunda esmer renkli çöplerdir. Özel bir kokusu ya da ta­ dı yoktur. Bileşiminde potasyum tuzları ve tanen vardır. Dekoksiyon halinde idrar ar­ tırıcı, peklik ve kuvvet verici olarak kulla­ nılır. —Mantarbil. Yastık mantarlarında hasat, sapı bükerek karpoforu ayırmakla gerçek­ leştirilir. Böyle yapılan toplamalarda sap tümüyle sağlam kalır ve beraberinde, te­ mizlenmesi gereken, yastık toprağından bir miktar sürükler. Bu durumda hasat "sap kesilmeksizin” yapılmıştır denir. Man­ tarlar "sapları kesilerek” de toplanabilir. Konserve yapımı için Hollanda'da çok yaygın olarak uygulanan mekanik hasat, sapı, özellikle düzgün biçimde yayılmış ör­ tü toprağı düzeyinde keser. Konservesi ya­ pılacak mantarın verimi kesilmesi gereken sap bölümü ile orantılıdır. SAP A sıf. (sapmak'tan sap-a) Her za­ man kullanılan yol üzerinde olmayan, ana­ yoldan uzakta: Sapa bir köy. Güzel yerdir ama yolu biraz sapadır. S A P A K a. (sapmak'lan sap-ak). Anayol­ dan ayrılan yol ya da otoyol: Beni Kadı­ köy sapağında indirir misiniz? S A P A K L IK a. Ortak ölçüden, kuraldan ayrılma; anomali. S AP A N a. 1. Esk. sil. iki kayış ile bunla­ rın ortasında bulunan esnek bir parçadan oluşan ve az ya da çok küresel cisimler atmada kullanılan fırlatma silahı. (Bk. an­ sikl. böl.) —2. Çocukların taş atmak için kullandıkları, iki ucuna lastik ve bu lastik­ lerin ortasına taş yerleştirmek için geniş­ çe bir meşin bağlanmış çatal. —Denize. Makara ve tornoların tablaları­ nı çevreleyen halat ya da demir çember. — Gemilerde yük alıp vermede kullanılan ve çeşitli biçimlerde yapılan basit halatla­ ra verilen genel ad. || Sapan cevizi — CE­ VİZ. | Sapan kanalı, makara ve tornolarda kullanılan sapanların kalınlığına göre makara ve torno tablalarında açılan oyuk. || Sapana vurmak, bir yükü vinçla kaldı­ rıp indirmek için sapanla donatmak. || B e sa sapanı, yelkenli gemilerde, ana seren­ leri bosa çemberi kullanmadan hamaylı­ sından asan zincir ya da halat sapan. || Branda sapanı, sağlam branda bezinden, kenarlan takviye edilerek yapılan, kolları halattan sapan. (Büyükbaş hayvanların ve geniş yüzeyli yüklerin gemiye bindirilip in­ dirilmesinde kullanılır.) || Çuval sapanı, çu­ vallı yükleri kaldırmada kullanılan ve belli uzunlukta bitkisel bir halatın iki çımasının birbirine eklenmesiyle yapılan sapan. || Fı­ çı sapanı, fıçı ve bidonları kaldırmada kul­ lanılan, çımaları kancalı, iki kollu halat ya da zincirden yapılmış sapan. || Filika sa­ panı, filikaları güverteye almada ya da de­ nize indirmede kullanılan, çımaları kanca­ lı, ikisi uzun, ikisi kısa dört kollu sapan. (Uzun kollar filikanın baş ve kıç mapaları­ na, kısa kollar ise alabandalardaki den­ ge mapalarına takılarak filika kaldırılır ya da indirilir.) || tTalat sapanı, bir halatın hal­ ka biçimine sokularak bir yumak kalın mürnel ya da filasayla sarılmasından ya da iki çımasının bir kolbastı dikişiyle bir­ birine eklenmesinden ya da camadan bağıvia düğümlenmesinden oluşan ve yük kaldırmada kullanılan halka. || Makara sa. makaraların tablalarını kuşatan, bo.. m piyan bağıyla bağlanmış ve dob-



lır. Ayrıca İzmit yöresindeki sanayi kuruluş­ lin tarafına kanca geçirilmiş izbiro. || Raları için gölden su pompalanır. Termik re­ dansalı sapan, içinde piyan bağıyla tut­ jim bakımından tipik bir ılıman bölge gö­ turulmuş bir kasa bulunan ve ağır yükleri lü özelliği gösterir ve yüzey suları ile dip kaldırmada kullanılan sapan. || Simit ya da suları, mevsimlik sıcaklık farklannın yol aç­ çevirme sapan, bir halat kolunun kendi tığı yoğunluk değişiklikleri nedeniyle dü­ çevresinde kanal yürütme işlemiyle sarıl­ şey doğrultuda yer değiştirir. Balıkçılık, kı­ masından meydana gelen ve bir mataf­ yılarında turistik kuruluşlar. yon halkasının dışına tanılan ya da bir kü­ reği çelik ıskarmoza tutturmada kullanılan S A P A N C A U H A K K I, türk asker ve si­ halka. yaset adamı (Sapanca 1882-1937). Rume­ —Taşoc. Bir taşı sapana vurmak, ocaktan li'de subayken girdiği gizli ittihat ve Terakki çıkarmak için onu bir halatın ucuna bağ­ cemiyeti'nin nüfuzlu üyelerinden biri du­ lamak. rumuna geldi, Teşkilatı mahsusa'da görev —Teknol. Uçlarına toka, metal bağlar vb. yaptı. Son Osmanlı meclisi mebusanı’nda asılabilen, çelik, kenevir ya da kimyasal İzmit mebusuydu. Bu meclisin dağıtılma­ tekstil ürünlerinden yapılmış bir tür kablo. sından sonra Ankara’da toplanan TBMM’ (Sapanlar, bir nesneyi, bir yükü yerden ye katılmadı. kaldırmak ve kren, köprülü kren, palan­ S A P A R IS IG İLLE R a. ince, uzun be­ ga gibi özel bir alet yardımıyla yükseltmek denli, küre biçiminde kafalı arılar familya­ için, bunları sarmaya ya da asmaya ya­ sı. (Karnı uzun, duyargaları bölütlü, kanat­ rar. Tokalardan biri ya da ikisi bir halka ya ları dardır. Bil. a. Cephidae; zarkanatlılar da bir kancayla donatılabilir.) || Sapana takımı.) vurmak, bir nesneyi, biı kaldırma aygıtıy­ la (kren, köprülü kren, palanga vb.) yer­ ■ S A P A R N A a. Tropikal bölgelerde Akde­ den yükseltmek için, bir sapan yardımıy­ niz kıyılarında, Orta Asya'da, Kuzey ve Or­ la çevresini sarmak. ta Amerika'da yetişen, tırmanıcı ağaççık —ANSİKL Esk. sil. Kullanan kişi sapanı iki ya da nadiren otsu bitki. (Smilax cinsi; 200 ucundan tutar ve kendi çevresinde dön­ tür; zambakgiller familyası.) dürür; hızın yeterli ve zamanın uygun ol­ — A N S İK L . Saparnaların yaprakları genel­ duğunu anladığında, kayışın uçlarından likle kışın dökülmez. Yapraksapı üzerinde birini bırakır ve cisim, merkezkaç kuvveti­ iki sülük bulunur Çiçekleri küçük, bireşeyli nin etkisiyle fırlar. Bu çok eski silaha, Anşemsiyeler halinde topludur. Erkek çiçek­ tikçağ halkları, Fenikeliler, ibraniler ve Ro­ lerde 6 erkekorgan, dişi çiçeklerde üç malılarda çok sık rastlanır; günümüzde gözlü bir yumurtalık bulunur. Saparnanın ise birçok Afrika ve Okyanusya kavimlebazı türleri (S. febrífuga, S. medica, S. orrinde kullanılmaktadır. Osmanlı piyadesi nata) terletici, idrar söktürücü ve güçlen­ de XV. yy.’a değin sapan kullanmıştır. Sa­ dirici olarak halk hekimliğinde kullanılır. pan genellikle bitkisel elyaftan ya da de­ Anadolu saparnası (S. excelsa) Anadolu' riden yapılır. da ve Balkanlarda yaygın olan bir bitki­ dir. Köklerinde saponin ve tanen bulunur. S A P A N B A LIĞ I ya da S A B A N B A U Ğ I Bunun körpe sürgünleri sebze olarak ye­ a. Ilık ve oldukça serin denizlerin 100-150 nir. Tohumlarının üzerindeki zar gıcır gibi m derinlikteki diplerinde yaşayan kıkırdaksakıza katılarak çiğnenir Çin saparnası (S. lıbalık. (Burnu kısa ve yuvarlak, kuyruğu china), Türkiye’de nadiren bulunan bir uzun ve çok bakışımsızdır. Etinden balıkdrogdur. Osmanlı imparatorluğu döne­ unu, A vitaminince zengin karaciğerinden minde romatizma ve gutta ağrı dindirici, ilaç yapımında yararlan lir. Bil. a. Alopias egzama ve frengide kan temizleyici ola­ vulpinus; boyu kuyruksuz 5 m’ye, kuyru­ rak kullanılırdı. Ózdikenli denilen sapı­ ğuyla birlikte 10 m'ye kadar; sapanbalının türünün (S. aspera) körpe sürgünleri ğıgiller familyası.) de Batı Anadolu'da sebze olarak kullanı­ ■ S A P A N C A , Marmara bölgesinde Salır. *karya İline bağlı ilçe; 25 167 nüf. (1990);1 SAPARTA ya da ZA P A RTA a. Ask. de­ 140 km2; 19 köy. Merkezi, Adapazarı’nın nize. 1. Gemi bordasındaki, top çıkarılan yaklaşık 14 km G.-B.'sırda Sapanca gö­ dört köşe boşluk, açıklık. —2. Bir gemi­ lünün G. kıyısında Sapanca, 14 124 nüf. nin bordasında sıralanmış topların tümü. (1990). Tahıl, baklagiller, meyve üretimi. —3. Bir bataryanın hep birden ateş etme­ Turizm. si, alabanda atışı. —4. Gemici dilinde, bir ■ S A P A N C A g A lfl, antik Sumonensls, üstün astını azarlaması. —5. Arg. Azar, Marmara bölgesinin D. kesiminde tatlısu tersleme. —6 . Sapartayı vermek, bir kim­ gölü; 47 km2. Samanlı dağlarının dik ya­ seyi paylamak, azarlamak, terslemek. || maçları ile Kocaeli platosunun G. kenarı Sapartayı yemek, paylanmak, azarlanıp arasında yer alır; K. Anadolu fay sistemi­ terslenmek. nin belirlediği tektonik bir çukurluğu dol­ S A P A S A Ğ LA M , S A P S A Ğ LA M sıf.. durur. Göl çanağı ile aynı çöküntü alanı­ be. (sağlam'dan pekiştirilerek). Bir şeyin, nın uzantısı olan İzmit körfezi arasında bir kimsenin sağlamlığını vurgulamak için yayvan vadilerle yanlmış hafif bir eşik var­ kullanılır: Bu sapasağlam koltuklan neden dır. Dördüncü Zaman’da ise, İzmit körfe­ değiştirmeye kalkıyorsun? Yüzlerce yıldır zinin uzantısı durumundaydı. Göl, D.'daki sapasağlam ayakta kalmış bir yapı. Sapa­ Adapazarı ovasından Sakarya nehrinin sağlam görünüyordu, meğerse çok has­ çökerttiği belirsiz doğal setlerle ayrılır. Yü­ taymış. zeyi deniz düzeyinden ortalama 30 m SAPATAR a. Tarım mak. Biçer-bağlar yüksektedir. Derinlik, özellikle K. ve G. kı­ hasat makinelerinde demetleri, bağlan­ yılan önünde hızla artar Çanağın yarıdan dıktan sonra makineden dışan (yere ya da çoğunda derinlik 50 rn’yi aşar; en derin tarım arabasına) fırlatan düzenek. yeri Sapanca'nın K.'inde çanağın orta kesimindedir (61 m). G. kıy.lan boyunca, Sa­ S A P Ç IK a. (sap'tan çık küçültme ekiy­ manlı dağlarından inen birçok sel karak­ le). Bot. Embriyon ekseninin yukan kısmı. terli derenin birikinti konilerinden oluşmuş (Embriyon büyüme başladığı zaman sa­ çakıllı bir piedmont ovası geniş bir şerit pı verecek olan bu kısım kökçükten son­ halinde uzanır. Bu birikinti konilerinin iler­ ra tohumdan çıkar. Sapçıkta şu kısımlar lemesi sonucunda, gölün B. kesimi büyük bulunur: çenekaltı [çeneklerde boyun] ve ölçüde daralmıştır. Göl, G.'deki bol yağış­ çeneküstü. Çenekaltı ya hiç büyümez [yer­ lı dağlık alandan inen seller, eriyen kar su­ altı çimlenme], ya da çok az büyür [yer­ ları ve göl dibindeki birçok kaynakla bes­ üstü çimlenme], çeneküstü uç tomurcu­ lenir. Bu nedenle, genellikle ilkbaharda ğunu [tomurcuk taslağı] taşır; bundan do­ (nisanda) düzeyi yükselip sonbahar başlayı bitkinin hemen hemen bütün yer üs­ lannda en düşük düzeye iner. Bu mevsim­ tündeki kısımlarını verir) lik düzey farkları çoğu kaz 75 cm kadar­ S A P Ç IK U sıf. Küçük bir sap ile taşınan dır; ama, bol yağışlı yıllarda 120 cm'yl bu­ organa denir (örneğin sapçıklı yaprak, yu­ lur ve göl alanı genişler Fazla suları, K. murtalık). -D. köşesinden çıkan ve Çark suyu adı ve­ S A P E K a. (malayca sapek). Eskiden rilen bir gideğenle Sakarya nehrine boşa­



Uzakdoğu'da kullanılan düşük değerli ba­ kır para.



Sapanca ve Sapanca göK) genel görünüm



S A P E L L İ a. Tropikal Afrika ormanların­ da yetişen ve Fildişi Kıyısı'nda abudikro adı verilen çok büyük ağaç. (Bil. a. Entandrophragma cylindricum; tespihağacıgiller familyası.) —ANSİKL. Sapelli, Fildişi Kıyısı’ndan Uganda'ya kadar sık ormanlarda dağınık olarak, yarı yarıya yaprak döken orman­ larda daha bol bulunur. Gövdesi dimdik, yapraklan kalın dalların ucunda yıldızımsı demetler halindedir. Sapelli kurak mev­ simde yaprak döken bir ağaçtır, mevyeleri puro biçiminde olur. İnce dokulu, yarı ağır, yarı sert, esmer-kırmızı, keskin sedir kokulu bir odun verir; odunu doğramacı­ lıkta ve ince marangozlukta kullanılır. S AP E R D A a. (yun. saperdes, tuzlu balık’tan). Kınkanatlıların tekeböceğigiller fa­ milyasına giren eski cins. (Günümüzde dağılmış olan bu cinsin üyeleri çoğunlukla tarım zararlılarıdır. Kavakoyan ya da bü­ yük kavak tekeböceği [Saperda carcha­ rías] ve küçük kavak tekeböceği [S. populnea] kavak ağacına saldırır, ağaçta dehlizler açar. Açtıkları dehlizlere zehirli gazlar püskürtülürek Saperdalaria müca­ dele edilir. Tekeböceğigiler familyası.) S A P IK sıf. ve a. 1. Cinsel dürtüleri nor­ mal olmayan davranışlarla ortaya çıkan kimse için kullanılır: Civarda görülen bir sapık dehşet saçıyor. —2. Tkz. Kaçık, de­ li. ♦ sıf. Doğru olarak kabul edilenden ay­ rılan; zararlı, yıkıcı: Sapık fikirler. —Psik. ve Psikan. Sapıklıkla ilgili. ♦ a. Psik. ve Psikan. Sapıklığa tutulmuş birey. S A P IK Ç A sıf. ve be. Bir sapıklığı göste­ ren, düşündüren şey, bu biçimde yapılan eylem İçin kullanılır: Sapıkça eğilimleri ol­ mak. Sapıkça davranmak. S A P IK L A Ş M A a. Sapıklaşmak eylemi. S A P IK L A Ş M A K gçz. f. Sapık davranış­ larda bulunmaya başlamak, sapıklık.eği­ limleri göstermek. S A P IK L IK a. 1. Zekâ ve hayalgücünü kullanarak kasten kötülük yapma eğilimi. (Bk. ansikl. böl. Psikan.) —2. Sapık bir et­ kiyle belirtilmiş niyetlere ters düşen ve ge­ nellikle zararlı sonuçları olan şeyin ayırtedici özelliği, — Psikan. ve Psik. Dürtüleri, karşı cinsten ve denk yaşta bir eş ile cinsel ilişkide bu­ lunma dışında doyuma ulaşan bireyin cin­ sel davranışı. (Bk. ansikl. böl.) —ANSİKL. Psikan. “ Sapıklık” terimi ahlak­ sal bir yargı içerir ve "sapık" terimi kişi­ nin iradesinden ve vicdanından bağımsız olgulara uygulanamaz. Sapıklık zaman zaman ve yalnızca be­ lirli bir girişime ilişkin olabilir ya da bazı varlıklar üzerinde kutuplaşır; her zaman ve mutlaka patolojik olmayabilir. Nitekim, normal sayılan bireylerin, herhangi bir tut­



çiçekli dal



sapıklık 10180



ışığın sapınçı (gökölçüm)



—Oftalmol. Normal göz sapınçları, göz kunun etkisinde sapıklık yaptıkları görü­ optik sisteminin yarattığı görüntü bozuk­ lebilir. Patolojik olarak tanımlanan yapısal sapıklık, ahlakdışılık, duygusuzluk, utan­ lukları. (Dalga uzunluğu ile birlikte göz or­ tamlarının ışığı kırma indislerindeki deği­ mazlık, tepkisellik, gaddarlık ve uyumsuz­ şiklikten ileri geldiği gibi [renk sapınçları] lukla belirginleşir. ışığın kırınım ve yayınımından da ileri ge­ —Psikan. ve Psik. Sapıklıklar, eskiden, yal­ lebilir [ geometrik sapınç].) [Eşanl. a b e ­ nızca ahlaksal ve dinsel görüş açısından rasyon] ele alınırdı. XIX. yy.'da, psikiyatrların cina­ yet davalarında bilirkişilik yapması yoluy ■ —Opt. Öptik bir sistemin verdiği görün­ tülerin kalitesini bozan hata. (Bk. ansikl. la, sapıklıklar marazi bir olay niteliği ka­ zandı. P Pinel 1802'de, hezeyansız bir de­ böl.) — A N S İK L . Genet. Meyoz sapınçları kalıt­ lilik saptayarak manevi delilik sorununu or­ sal olabilir ve bu takdirde organizmanın taya attı. Esquirol, içgüdüsel monomani tüm hücrelerini etkiler. Bu türlü sapınçlar leri tanımladı. XIX. yy. boyunca Krafft ortalama bin bebekten altısında görüle­ -Ebing ve Havelock Ellis, biyolojik öneğibilir. Zekâ geriliği ve doğuştan biçim bo­ lim bakımından titizlikle betimledikleri çok zukluğu bu türlü sapınçlardan ileri gelir. sayıda olgu saptadılar. E. Dupré'de (1912), Mitoz sapınçları yalnız bir hücre klonunu içgüdüsel sapıklıkları betimlemede aynı etkiler: kanser nedeni olabilir. yolu izledi. Üreme içgüdüsü (cinsel sapık­ Otozom sapınçları, sayı sapınçları ve lık). topluluk içgüdüsü (toplum karşıtı dav­ yapı sapınçları olarak ikiye ayrılır. ranışlar) ya da korunma içgüdüsü (intihar, Sayı sapınçları özellikle trizomi denen hasislik, müsriflik, koleksiyonculuk) bozuk­ üçlü sapınçlardır, bir kromozomun çift ola­ luklarını bir arada ele aldığı için, sapıklığı cak yerde üçlü olmasından ileri gelir Bu­ çok geniş bir kategori olarak ortaya koy­ nun en iyi bilineni trizomi 21’dir. (-* M O Ndu. Dupré'ye göre bu gruba belirli bir bir­ G O LİZ M .) Trizomi 18 daha seyrek görülür lik veren, toplumsal ve ahlaksal etkinliğin ve yüzle içorganlarla, cinsel organlarla il­ bozulmasıydı. Sapıklıkların toplumsal yü­ gili biçim bozukluklarına neden olur, da­ kümlülüklerin ve kuralların reddedilmesi ha ender olarak da ömrü kısaltır. Trizomi ile birlikte ortaya çıktığını söyleyen H. Ey 13 ağır biçim bozuklukları ve zekâ gerili­ de , ahlaksal etkenlerin önemini belirtmiş­ ği biçiminde ortaya çıkar. ti. Psikanalizle birlikte, sapıklıkların ince­ Yapı sapınçları kromozomların kırılma­ lenmesi, cinsel değişikliklerle olan ilişkileri sından doğar. üzerinde yoğunlaştı ve günümüzde, sa­ 1. birçok biçim bozukluğuna neden olan pıklık kavramı, cinsel sapıklıklarla sınırlan­ kromozom 18'in kopması ve "kedi çığlıdırıldı. Gerçekten de, "sapıklık" adı altın­ ğı"na neden olan kromozom 5 ’in kopma­ da, fetişizm, röntgencilik, teşhircilik, sadosı gibi kopmalar; 2. biçim bozuklukları mazoşizm, eşcinsellik, ölüsevicilik, çocuksendromlarına neden olan hatkavari kro­ sevicilik, hayvansevicilik, yaşlısevicilik vb. mozomlar; 3. aile içinde kuşaktan kuşa­ anlaşılmaktadır. Dolayısıyla sapıklığın ta­ ğa geçebilen ve monozomilere ya da trinımı, cinsel normalliğin ne olduğuna da­ zomilere neden olabilen translokasyonlar. yanmaktadır. Bu da, taşıdığı doğal erek Cinsel sapınçlar, daha çok sayı sapınç­ dolayısıyla haklı çıkarılan, farklı cinsler ara­ larıdır ve özellikle şu çeşitlerine rastlanır: sı cinsel birleşmedir Ne var ki, psikanali­ 1. Turner sendromu (45,X): kadın fenotizin gün ışığına çıkardığı görüş, yani cin­ pi, kısa boy, beden kusurları, erinlik yok­ sel içgüdü diye bir şey olmadığı görüşü, luğu, kısırlık, gelişmemiş yumurtalık;* bu tanımı çürütmektedir. 2. Klinefelter sendromu (47,XXY): erkek feBununla birlikte 1905'te S. Freud, ço­ notipi, erbezi atrofisi, anormal meme ge­ cuk cinselliğinin gelişmesi kuramını orta­ lişmesi, kısırlık; ya koyduğunda, genetik görüş açısından, bireyi karşı cinsten bir cinsellik nesnesi 3. XXX sendromu, zekâ geriliği ve kısırlık; 4. erkek yalancı erdişiliği, iç ve dış cinsel seçmeye götüren üremsel bir evrenin, Oiorganlarda belirsizlik ve erkek gonatlarıdipus kompleksinin çözülmesinden son­ nın varlığı ile belirgindir (46, XY, 46, XY/45 ra gerçekleştiği ileri sürülüyor gibiydi. Bu­ X vb. karyotipleri); na göre, çeşitli erojen bölgelere ve onla­ 5. gerçek erdişilikler, iç ve dış cinsel or­ ra özgü nesnelere denk düşen parçasal ganlarda belirsizlik ve hem erkek hem dişi dürtüler, çocuğa, "çok şekilli bir sapıklık gonatların varlığı belirgindir (çok sayıda eğilimi" yüklüyordu ve üremselliğin önce­ lik kazanarak cinselliği birleştirmediği öl­ anormal karyotip tipleri). Hayvanlarda da aynı tip sapınçlar bilin­ çüde çocuk, bir çokşekilli sapıktı. Yine ay­ mektedir: translokasyonlar, kopmalar, iki­ nı bakımdan, libidonun çakılması ile, da­ lenmeler. Bunlar laboratuvarlarda yeni ha önceki evrelerden herhangi birine her döllerin ya da ırkların doğmasına neden dönüş, bir sapıklık olarak betimleniyordu. olurlar Farede, sinekte, kobayda vb. transBu durum, fetişistlerde görülen, hadım lokasyonlardan meydana gelen “ işaretli" edilmenin yadsınması gibi tek başına bir kromozomlar bazı türlerin belirlenmesin­ marazi belirti olarak görülüyor ya da daha de, örneğin doku kültürlerinde olduğu gi­ önemli bir nevrozlu yapıyla ilinti içine giri­ bi, önemli rol oynarlar. yordu: histeriklerde oburluk ya da iştah­ —Gökölçm. Bir gökcisminin bir görünür sızlık ya da saplantılı hastalarda sadomadoğrultusu, bir de uzayda hareketsiz bir zoşist bileşim gibi. Yine psikanalize göre, yer gözlemcisine göre aldığı gerçek doğ­ sapıklık, cinsel dürtüyü özel bir nesne (ço­ rultusu vardır; bu iki doğrultu arasındaki cuk, hayvan, eşya) seçimiyle doyuma ayrım sapınçtan kaynaklanır. ulaştırdığı zaman, nevroza karşıt olarak, Sabit bir E yıldızı, c ışık hızına göre kü­ bastınm diye bir şey sözkonusu olmuyordu. çümsenmeyecek bir v öteleme hızıyla yer S A P IL M A K - SAPMAK. değiştiren bir O gözlemcisine, c ve v hız­ S A P IN Ç a. Özel bir görevin normal so­ ları üzerine kurulan bir koşutkenarın kö­ nucuna ulaşmasına engel olan sapkınlık; şegenini oluşturan bir E' doğrultusunda dalalet. görünür. Yıldızın OE' görünür doğrultusu —Genet. Kromozom sapıncı, kromozom ile gözlemcinin yer değiştirmesinin Ox sayısında ya da yapısında ortaya çıkan doğrultusunun uzayda yaptığı açı ¡ı ile ve anomali. Meyoz sırasında (meyoz ya da ışık ışınının sapması Aj* ile gösterilirse, gamet sapıncı) ya da mitoz sırasında (mi­ v sin |i v A |i = ------------- sin fi toz ya da soma sapıncı) ortaya çıkabilir. c c (Kromozom sapınçları, cinsel kromozom­ elde edilir. O halde(v, E)düzleminde ve larda meydana gelebileceği gibi [cinsel v yönünde bir sapma var demektir. sapınç) cinsel olmayan kromozomlarda • Yıllık sapınç. Yer Güneş çevresinde dö­ da meydana gelebilir [otozomi sapınçla­ nerken, Yer’deki gözlemcinin ortalama hızı rı].) [Bk. ansikl. böl.] ■ —Gökölçm. Yerdeki gözlemcinin, ışık hı­ zına göre küçümsenmeyecek bir hızla uzay içinde yer değiştirmesinden kaynak­ lanan optik olay. (Eşanl. ABERASYON.) [Bk. ansikl. böl.]



i 'idir. De­ 10000 1 mek ki - açısının ortalama değeri 10000 c radyandır.



30 km/sn, yani ışık hızının



Sapınç değişmezi denilen bu açı tam ola­ rak 2 0 ', 495 52'ye eşittir. Yıllık sapınç ne­ deniyle yıldızlar, uzayda, hemen hemen çembersel küçük elipsler çizer gibi görü­ nür ve uzaydaki Yer yörüngesine benze­ yen ve koşut olan yörüngeler üzerinde ha­ reket eder. Yıldızın uzaklığı ne olursa ol­ sun, bütün bu görünür yörüngeler aynı açı altında görülür. Ama yıldız. Yer yörün­ ge düzlemine (tutulum) yaklaştıkça bu yö­ rüngeler daha basık görünür. Yıldızların uzaydaki durumları ve Yer'in kendi yörün­ gesi üzerindeki konumu göz önüne alına­ rak yıldızların görünür konumlarında gün­ lük düzeltmeler yapılmalıdır Bu düzeltme­ lerin ifadesi oldukça karmaşıktır. • Günlük sapınç, Yer’in kendi çevresinde dönmesi nedeniyle uzayda yer değiştiren gözlemcinin hareketinden kaynaklanır. Yıl­ lık sapınca göre günlük sapınçta hız da­ ha düşüktür (ekvatorda 450 m/sn) ve en­ lemle birlikte azalarak kutupta sıfıra iner. Bununla ilgili düzeltmeler, genellikle yıldız­ ların koordinatlarına değil, gözlem sonuç­ larına eklenir —Opt. Optik bir sistemin verdiği görüntü ile nesne arasında kusursuz bir benzeşim olmaması ve kimi görüntülerin netlikten yoksun olmasına göre üç tip sapınç ayırt edilir: geometrik sapınçlar (küresel* sa­ pınç, koma*, astigmatlık* ve alan eğriliği*), renkser sapınçlar (konum ve büyüklük sa­ pınçları) ve camların heterojen yapıların­ dan, boyut farklılıklarından vb. kaynakla­ nan rastlantısal sapınçlar. Geometrik sapınçlar tümüyle monokromatik olan bir ışıkta bile ortaya çıkar; bun­ lar yalnızca optik sistemin yapısına bağlı­ dır. Bu sapınçlar, aynı ışık noktasından çı­ kan ışınların, aygıtın içinden geçtikten sonra aynı görüntü noktada çakışmalanndan kaynaklanır. Kromatik sapınçlar daha çok, görüntü­ lerin kırıcı ortamlardaki kırılma sonucun­ da oluştuğu mercek sistemlerinde görü­ lür. Bu ortamların kırılma indisi kullanılan ışınımların dalga boyuyla değişir (-* DA­ Ğ IL M A ); bu da her dalga boyu için özel bir odak uzaklığını gerektirir. Bu durumda, çokrenkli noktasal bir ışık kaynağının, op­ tik sistemin ekseni boyunca dağılmış bir dizi monokromatik görüntüsü vardır. Bu farklı demetlerin yoHarı, örneğin, kırmızı monokromatik görüntüden geçen bir ek­ ranla kesilirse, farklı renkteki görüntüler için sedeflenmiş çokrenkli bir yayınım çemberi biçiminde gözlemlenebilen bir ayar hatası ortaya çıkar. • Sapınçların düzeltilmesi. Kırılma indis­ leri farklı olan camlardan (flint ve crown) yapılmış yakınsak ve ıraksak mercekler bir arada kullanılarak kromatik sapınçlar dü­ zeltilebilir. Geometrik sapınçları düzelt­ mek için de benzer yöntemlerden yarar­ lanılır. Sayısal hesap tekniklerinin kullanı­ mıyla birlikte en uygun mercek sistemini seçmek çok kolaylaşmıştır. Elektronik optik sistemler'de (manye­ tik ya da elektrostatik mercekler) de astigmatlık, küresel ve kromatik sapınç hata­ ları bulunabilir. Yakınsak merceklerden ile­ ri gelen hataları dengeleyen ıraksak mer­ cekler bulunmadığından bu tip sapınçla­ rı optik sistemlerdekine benzer biçimde düzeltmek olanaksızdır.



V ,V ': m or ışınlar; R ,R ': kırmızı ışınlar v: m ora denk düşen odak r: kırm ızıya d enk düşen odak E: krom atik sapınç çem beri



kromatik (optik) sapınç v’den r’ye doğru yer değiştiren bir ekran üzerinde kırmızı ile mavi arasında değişen bir sedeflenmeyle birlikte beyaz bir yayınım lekesi gözlemlenir; kromatik sapınç çemberi bu lekenin en küçük çapına denk düşer



sapkınlık S A P IN Ç S IZ sıf. Opt. Sapınçsızlık özel­ liği olan optik bir sistem için kullanılır. S A P IN Ç S IZ U K a. Opt. Geometrik sapınçsızlık, optik bir aygıtın ekseninin ya­ kınında bulunan bir cisim için geometrik sapınç göstermeyen, yani aynı cisim nok­ tadan çıkan ışınların aynı görüntü nokta­ da çakışmasını sağlayan optik bir sistemin (ayna, mercek, objektif vb.) niteliği. (Eşanl. A P LA N E TİZ M .)



—ANSİKL. Renksemezlikten sonra, geo­ metrik sapınçsızlık iyi bir objektifte bulun­ ması gereken en önemli koşuldur. Aslın­ da bu koşul iki noktada toplanır: bir yan­ dan, aygıtın ekseni üzerindeki bir nokta­ dan çıkan ışınların eksenin tek bir nokta­ sına doğru yakınsaması (eksen üzerinde stigmatiklik ya da küresel sapıncın orta­ dan kaldırılması), öte yandan bu optik stigmatiklik niteliğinin eksene yakın nok­ talar için de korunması (komanın ortadan kaldınlması), yani Abba sinüsleri koşu­ lu. Bu iki koşul gerçekleştiğinde eksene dik düzlemin küçük bir parçasının görün­ tüsü çok yüksek niteliklidir. Özellikle mik­ roskop objektiflerinde bu koşulların yeri­ ne getirilmesi gerekir. Buna karşılık ekse­ nin bir noktası için yansıtıcı ya da kırıcı stigmatik yüzeyler sinüsler koşuluna uy­ maz. Bu yüzden, parabolik bir ayna, ek­ seni üzerinde yer alan bir yıldızın görün­ tüsünü oluşturmak için kusursuz bir araç­ tır; ancak yıldız eksenden biraz uzaklaşır­ sa görüntü hemen koma haline gelir. S A P IR S A P IR be. (yansıma söze.). Ye­ re düşen, dökülen şeylerin çıkardığı ses­ leri, eylemdeki sürekliliğini, şeylerin çok­ luğunu belirtir: Meyveler ağaçtan sapır sa­ pır dökülüyorlardı. Cephede sapır sapır dökülen binlerce asker. S A P IŞ a. Sapmak eylemi ya da biçimi. —Topruhbil. Belli bir grup ya da toplum­ sal sistemde geçerli olan kuralları eleşti­ ren, hiçe sayan bireyin ya da altgrubun dıiırumu. (Olumsuz bir tutum olarak görüldğğü için sapış, toplumsal normlarını, bü­ tünlüğünü ve birliğini eleştirdiği grup ta­ rafından baskı altına alınır. Bu grubun ço­ ğunluğu, sapış gösterenleri eleştirebilir, yasaklara çarpabilir ya da kişisel tepkile­ rin sonucu olduğunu ileri sürerek sapışın ciddi bir şey olmadığını kanıtlamaya çalı­ şabilir.) S A P IT IŞ a. Sapıtmak eylemi ya da biçi­ mi. S A P IT M A a. Sapıtmak eylemi. S A P IT M A K gçz. f. Tkz. 1. Bir kimseden söz ederken, ruhsal bir bunalıma düş­ mek, delirmek: Kadıncağız o olaydan sonra sapıttı. —2. Bir kimseden söz eder­ ken, akla mantığa sığmayan saçma sa­ pan sözler söylemek, davranışlarda bu­ lunmak; saçmalamak: Konuştukça sapı­ tıyorsun. —3. Bir kimseden söz ederken, söyleyeceği sözü, gideceği yolu vb. şaşır­ mak: Karanlık basınca yolumuzu sapıttık. —4. Bir şeyden söz ederken, iyi çalışma­ mak, İşlememek, işlevini tam yerine ge­ tirmemek: Bu TV de iyice sapıttı, bazen ses vermiyor, bazen görüntü. S A P İE H A , Litvanya grandükü Gedimin’in oğlu Narimund’un (1283-1384) so­ yundan gelen polonya prensliği ailesi. Serveti, Moskova'ya karşı yapılan savaş­ larda Litvanya’nın büyük hetmanı olarak sivrilen ve Litvanya'nın büyük şansölyesi olan Lev (1557-1633) tarafından yaratıldı. Zygmunt Vasa’yı Polonya tahtına oturtan partinin başkanı oldu. S a p la m a ü n iv e r s ite s i, Roma'da, XVI. yy.'dan 1935 sonuna kadar, merkezi aynı adlı sarayda bulunan üniversite. Sa­ ray, Devlet arşivleri merkezi’ne dönüştü­ rülmüş^ eski önemini yitiren üniversite, Roma Üniversitesi bünyesine katılmıştır. Borrominl'nln S. ivo alla Sapienza kilise­ si.



S A P İN a. Orm. san. Tomrukları şerit tes­ tereli bıçkı şaryosuna yüklemeye ve düz­ gün yerleştirmek için şaryo üzerinde dön­ dürmeye yarayan kancalı alet. S A P İN D A C EA E a. Üst yumurtalıklı, ayrı taçyapraklı çiçekli bitkiler familyası. (Sapindales takımının örnek tipi.) —ANSİKL. Sapindaceae familyasında 130 cinse ayrılan 1 000 kadar tür bulunur; bunlar genellikle hepyeşil tüysü yapraklı ağaçlar, çalılar, sarmaşıklar, ender olarak da otsu bitkiler halindedir. Çiçekler dört­ lü ya da beşli tiptedir; tacın iç kısmında çoğunlukla kıllar ya da pullar bulunur; yu­ murtalık iki, üç ya da dört meyve yaprak­ lıdır. Meyvesi kapsül ya da drupadır; to­ humlar albumensizdir ve çoğunlukla ince bir zarsı kanat taşır. Belli başlı cinsler: serjania, paullinia, allophylus, sapindus, talisia, nephelium, cupania, dodonaea, harpullia, aesculus, cardiospermun, koelreuteria, quillaja vb. S A P İN D A LE S a. Akçaağaçgiller, sapin­ daceae, staphyleaceae ve anacardiaceae familyalarında olduğu gibi çiçekleri ayrı taçyapraklı ve üst yumurtalıklı bitkiler ta­ kımı. S S A P İR (Edward), amerikalı dilbilimci (Lauenburg, Almanya, 1884 - New Ha­ ven, Connecticut, 1939). Yenidilbilgiciler geleneği içinde yetişmesine karşın, F. Boas'ın etkisiyle bu gelenekten sıyrılarak kendisini amerikalı Kızılderililer’in dillerini ve kültürlerini betimlemeye adadı. Ancak eşzamanlı ve biçimsel bir yöntemle ger­ çekleştirilebilecek olan bu betimlemenin özel koşulları Sapir’i daha 1925 yılında Saussure’ün ve Prag okulunun çalışmalanndan bağımsız olarak, sesbirlm lâvramını belirlemeye yöneltti. Aynı zamanda, oluşsal sınıflandırmaya göre değil, biçimsel yapıya ilişkin verilere (yapıbllgisi, türetme yolları, anlambilimsel kuruluş vb.) dayalı yeni bir dil tiplemesi önerdi. Sapir'in dil anlayışına göre (Sapir-Whorf varsayımı), “ du yulur gerçekliğin simgesel bir anlatımı" olan her dil, kendine özgü bir dünya görüşü içerir. Bu dünya görüşü, düşünceyi düzenleyip koşullandım; bu ne­ denle de düşünceden ayrılamaz. Bir bi­ reşim yapıtı olan Language (Dil) [1921], yerleşik tarihsel görüşler dışında, dil olgu­ larının dizgesel niteliği üzerinde durarak yeni bir dil bilimi kurmayı amaçlayan ilk denemelerden biridir. Chicago’da (1925 -1931), sonra Yale’de (1931’den ölümüne kadar) profesörlük yapan Sapir, yayımla­ dığı birçok yazıyla amerikan yapısalcılığı­ nın özgün bir öncüsü durumuna geldi. Bu yazıların bazıları, 1949'da Selected Wri­ tings in Language, Culture and Personality'de (Dil üstüne seçme yazılar, kültür ve kişilik) toplandı. S A P İU M a. İçyağı kıvamında katı bir yağ veren ağaç. (Bil. a. Sapium sebifera; süt­ leğengiller familyası.) S A P K E S E R a. Sapları ya da diğer ku­ ru ve sert bitkisel maddeleri (kuru ot, di­ kenli katırtırnağı, asma çubuğu vb.) ufak parçalar haline getirmeye yarayan ve ke­ sici organı çepeçevre bıçaklarla donatıl­ mış bir volandan oluşan makine. S A P K I a. Bir görevin, özellikle de fizyo­ lojik bir görevin ters bir yöne yönelmesi. S A P K IN sıf. 1. Dinsel bir sapkınlığı des­ tekleyen ya da yayan bir kimse için kulla­ nılır. —2. Belli bir toplulukta genellikle doğru ya da uygun sayılan görüşlere karşı görüşleri destekleyen ya da yayan bir kim­ se için kullanılır. —3. Sapkıya uğramış. —Biyol. Ardışık şiddetli uyanlma (birey) ya da bir değişimin (grup) sonucunda, bazı yönleriyle en yakınlarından bile farklı olan yaratığa ya da yaratık grubuna (tür, cins, takım vb.) denir. (Eşanl. ABERANT.) ♦ sıf. Sapkınlık çerçevesine giren, bir sapkınlık oluşturan bir şey için kullanılır: Sapkın bir öğreti. S A P K IN L IK a. Genellikle kabul edilen



kanılara, fikirlere aykırı düşen ve resmi öğ­ retiye sıkı sıkıya bağlı olanlarca yanlış ya da kabul edilmez sayılan kanı ya da fikir; bu kanı ve fikirlere uygun biçimde davran­ ma: Bilimsel bir sapkınlık. Sapkınlık için­ de dmak. —Anat. içorgan sapkınlığı, bazı içorganların organizmanın bakışım düzlemine gö­ re ters yönde bulunduğu gelişim anoma­ lisi. —isi. Kuran ve hadislerde belirtilen İslam ilkelerini benimsememe, tanımama ve bunlara aykırı bir inanç yolu tutma. (Bk. ansikl. böl.) —Katol. Katolik tanrıbilimine göre, inancın temel bir öğesi konusunda yanlış anlayış ya da magisterium tarafından tanımlanmış bir gerçeği bile bile yadsıma. —Protest. Hıristiyanlık öğretisinde ya da ahlakında yer alan öğelerden birinin, öte­ kilerin zararına abartılması. || Çoğunluktaki akımlara ve kurumlara aykırı gruplar oluş­ turma. — A N S İK L . İsi. Kuran’da sapkınlıktan dalâl diye ve bu sözcüğün türevleriyle söz edi­ lir; ayrıca bu kavram ve karşıtı hüdâ (hi­ dayet) geniş bir ölçüde ele alınır. Kuran’ daki ayetlere göre inkârcılar (kâfir), müna­ fıklar, Tanrı'ya ortak koşanlar (müşrik), za­ limler, Allah ve Hz. Peygamber'e karşı ge­ lenler, günah işleyenler (fasık, mücrim), tutkularına köle olanlar, Tanrı’ya giden yol üzerinde dikilerek insanları azdıranlar, Al­ lah ve Hz. Peygamber hakkında uydurma savlar ortaya atanlar, inananlara kin bes­ leyenler, sapkın sayılırlar. Bir başka ayet­ te de kader dışında kalan amentü ilkeleri sıralanarak bunlara inanmayanların sap­ kın oldukları belirtilir (IV, 136). Kuran'da ilke olarak hidayet gibi dalâ­ letin (sapkınlık) de Allah’tan olduğu, Al­ lah'ın sapkınlığa uğrattığı insanları hiç kimsenin doğru yola çekemeyeceği belir­ tilir (VII, 186; XXX, 8). Bununla birlikte, bu açıklamalar, Allah’ın haksız olarak insan­ ları sapkınlığa zorladığını değil, yalnızca ilke olarak O’nun gücünün ve iradesinin sonsuzluğunu gösterir. Çünkü "Allah, doğru yolu bulanları sapkınlığa zorlamaz" (IX, 115). “Allah insanlara hiçbir biçimde kötülük etmez; ancak insanlar kendileri­ ne kötülük ederler” (X, 44). Kuran, "H i­ dayete karşılık olarak sapkınlığı satın alanlar"dan söz ederek (II, 175) doğru yola gi­ renlerin kendi iyilikleri, yanlış yola sapanların da kendi zararları yönünde bir seçim­ de bulunduklarını belirtir (X, 108). Şu da var ki, “Allah doğru yolda olanları da sap­ kınları da çok iyi bilir" (XVI, 125). Şeytan ise insanların sapkınlığa kaymalarını ister (IV, 60); buna karşılık Allah “...kendisine inananları karanlıktan aydınlığa çıkarır" (II, 257). O’nun rahmetinden ancak sapkın­ lar umut keserler (XV, 65); O’na inanan­ lar ise “ Tanrım, bizi öfkeye uğramışların ve sapkınların yoluna değil, doğru yola, nimetler verdiğin kişilerin yoluna kavuş­ tur” (1, 7) diyerek yakarırlar. Müslümanlığın ilk dönemlerinde daha çok başka inançlar için sapkınlık terimi kullanıldı. Daha sonraki yıllarda çeşitli top­ lumsal ve siyasal gelişmeler sonucu İslam dininde bazı mezhep ve akımlar ortaya çı­ kınca, bu mezhep ve akımlar da müslümanların çoğunluğunu oluşturanlar (ehl-i sünnet) tarafından, Kuran ve hadislerin açık hükümlerine aykın görüşler ileri sür­ dükleri gerekçesiyle sapkın sayıldılar Ehl-i sünnet kelam bilginleri cebriye, kaderiye, mutezile, şia gibi bazı mezhepleri, özellikle de şianın gulat denilen aşırı rafızi kolları­ nı "bid'at ve dalâlet ehli” diye andılar. Ay­ rıca sünni fıkıh bilginleri de hanefi, şafii, maliki ve hanbeli mezheplerini hak mez­ hep sayarak şianın ilk üç halifeyi tanıma­ ma, geçici evlilik sözleşmesi (müt’a nikâ­ hı), çıplak ayak üzerini meshetme gibi ba­ zı görüş ve uygulamalarını sapkınlık say­ mışlardır. Bunlardan başka ibnül Cezvl, İbni Teymiye gibi selefçi bilginler başta ol­ mak üzere birçok kelamcı vefıkıhçı, hat­ ta Haris-i Muhasibi, Ebu Talip el-Mekki, Hucvlri, Gazali gibi ılımlı sufiler, tasavvuf­



10181



Edward Sapir



sapkınlık ta öngörülen yüksek amaçlara ulaştıkla­ rını öne sürerek artık şeriat kurallarına uy­ mak zorunda olmadıklarını öne süren ya da Tanrı hakkında İslam dininin temel inançlarıyla bağdaştırılması olanaksız gö­ rüşler öne sürüp sözler (şatahat) söyleye­ rek taşkın sufileri de sapkınlıkla suçlamış­ lardır. Bunun dışında İslam bilginleri Ku­ ran ve hadislerde açıkça yasaklanmış bu­ lunan büyücülük, üfürükçülük, falcılık, ba­ kıcılık, kâhinlik gibi uğraşları da sapkınlık saymışlardır.



10182



S A P L A M A a. Saplamak eylemi. —Cerr. Bir şırınga iğnesinin, ponksiyon trokarlarının ya da sondanın (idrar, mide vb.) iç çapına tıpatıp uyan madensel çu­ buk. —Kur. tar. OsmanlI imparatorluğu'nda çe­ şitli yerlerden devşirilen hırıstiyan çocuk­ lar devlet merkezine getirilirlerken arala­ rına karışan yabancılar (Bu gibiler titizlik­ le aranarak ortaya çıkarılırdı. Devşirme ni­ teliğini taşımadığı halde sonradan Yeniçeri ocağı'na girmiş kimselere de saplama de­ nirdi.) —Mak. san. İki parçayı birleştirmeye ya­ rayan, uçlarına diş açılmış metal çubuk. (Parçalardan birine, uçlarından biriyle vi­ dalanan ve boylu boyunca ikinci parça­ nın içinden geçen saplamanın öbür ucu­ na bir sıkma somunu takılır.) —Polim. Bir eşyanın içine plastik kalıpla­ ma sırasında gömülen ya da kalıplama­ dan sonra oturtulan, metal ya da başka bir malzemeden yapılmış parça. —Teknol. iki ya da birçok makine ya da çatkı parçasını, iki tesme taşı, betondan iki döşeme taşını, bir direği ve buna ta­ ban oluşturan bölümü vb. birleştirmeye yarayan metal ya da tahta parça. (Maran­ gozlukta kullanılan, kavela, silindir biçimli tahta bir saplamadır.) —Bir ya da iki ucu sivri biz. || Saplamayla bağlamak, tahta ya da taş parçaları, makine, motor vb. par­ çalarını saplamalarla birleştirmek. ♦ sıf. Ciltç. Saplama şiraze, kolonları for­ maların gelişi güzel yerlerinden alınan şi­ raze. (Kolonları formaların ortalarından alı­ nanlara da nişanlı şiraze denir.) S A P L A M A K g. f. 1. Bir şeyi (bir şeye, b ir yere) saplamak, sivri bir şeyi güçlü, hızlı bir itişle ya da vuruşla o şeye, oraya batırmak: Bıçağı masaya, ağaca sapla­ mak. —2. Kesici bir silahı bir kimsenin vü­ cuduna saplamak, onu hızla vücuda ba­ tırmak, sokmak: Süngüyü bir kimsenin karnına saplamak. Bıçağı düşmanın sır­ tına saplamak.



çnâJh g öm m e



saplamalar



♦ saplanmak dönş. f. ve edilg. f. 1. Sivri uçlu, sert bir şey sözkonusuysa, bir yere girmek, batmak: Bıçak hedef yerine ağa­ ca saplandı. Kalbine saplanan kurşun onu anında öldürmüş. —2. Bir acı, ağrı, sancı sözkonusuysa, kendini şiddetle du­ yurmak: Mideme bir ağrı saplandı. —3. Bir şeye saplanmak, onun içine girmek, gömülmek, o şeyin içinde olmak; batmak: Çamura saplanan otomobil. Kara saplan­ mak. —4. Bir şeye (soyut) saplanmak, sözkonusu bir kimse İsa o şeyden başka bir şey düşünemez duruma gelmek; bir şeyse, bir kimsenin zihnini, aklını sürekli meşgul ederek onda tedirginlik yaratmak: Bu fikre nasıl, nereden saplandın anlaya­ mıyorum. Körükörüne bir ideolojiye sap­ lanmak. Tek bir çözüm yoluna saplanma, başka yolları da dene. Kafama saplanan bu düşünceden bir türlü kurtulamıyo­ rum. S A P L A N IŞ a. Saplamak eylemi ya da biçimi. S A P L A N M A a. Saplanmak eylemi. —Deneys. ruhbil. Dereceler ya da değer­ lerle ilgili bir yargılar dizisine, bu yargılarin verilmesinde rol oynayacak bir refe­ rans değerinin, açıkça ya da örtük bir bi­ çimde, sokulmasıyla oluşan etki. (Bk. an­ sikl. böl.) —ANSİKL. Deneys. ruhbil. Saplanma, du­ yumsal ya da algısal hükümlerle ilgili la-



boratuvar deneylerinde her zaman göz­ lemlenen bir olaydır: örneğin, bir denek önce çok büyük bir ağırlığı kaldırıp, arka­ dan başka ağırlıklar kaldırırsa, sonraki ağırlıklar hakkındaki yargılarının ortalama­ sı, birinci ağırlık hakkındaki yargıya göre olur. Aynı olay, toplumsal yargılarda da gö­ rülür. SAPLAN M AK -



SAPLAMAK.



S A P L A N T I a. Herhangi bir zamanda bi­ lince çıkan ve bilinci kuşatan saçma ya da yersiz düşünce; sabit fikir, fikri sabit, ide­ fiks, obsesyon. Kişi, bu düşüncenin has­ talıklı ve yabancı bir şey olduğunu bilse bile etkisinden kurtulamaz: Bir saplantı­ dan kurtulmak. Onunla birlikte olmak dü­ şüncesi saplantı haline gelmişti. S A P L A N T I-İT K İ a. Psik. İTKİ-SAPLANTl'nın eşanlamlısı. S A P L A N T IL I sıf. Belli bir saplantısı olan kimse için kullanılır. —Psik. Saplantılı nevroz, en belirgin be­ lirtileri, zorlayıcı özellik taşıyan saplantılı düşünceler ve edimler olan ruhsal rahat­ sızlık. (Bk. ansikl. böl.) —ANSİKL. Psik. Saplantılı nevroza özgü savunma mekanizmalarının başlıcaları, yalıtım ve geriye dönük geçersizleştirmedir. Saplantılı kişinin anal karakterini mey­ dana getiren oluşumlar, kuşku, akılsallaştırma, aşırı titizlik ve ertelemeciliktir. Freud'a göre saplantılar, çocukluktaki bir cinsel yaşantıya (cinsel bir saldırının iz­ lediği bir baştan çıkarma) ilişkin kılık de­ ğiştirmiş serzenişlerdir. Bunlar, hastanın yaşam bütününden kopuk tasarımlar ve affektler olarak bastırma dışında yeniden ortaya çıkarlar. Düşünce düzeyinde, kuş­ ku, duraksama, belli bir düşünceye takıl­ ma; eylem düzeyinde ise, titizlik, kalıp dav­ ranışlar, aşırı sakınganlık, bunun örnekle­ ridir. Bunların doğurduğu kısıtlamalar, cin­ sel doyumdan kaçınmayı sağlar ve hem yasaklama hem de buyruk (tiksinti uyan­ dırmayan acımasız ya da müstehcen ha­ reketler) olarak etki gösterir. Saplantılı ki­ şinin davranışlarındaki iki yanlılık, bundan ileri gelir. S A P LA Y IŞ a. Saplamak eylemi ya da bi­ çimi. S A P U sıf. Sapı olan ya da sapı belli bir nitelikte olan: Kısa saplı çiçeklerden oluş­ turulmuş bir demet. —Bot. Bir sapı, gövdesi olan bitkiye de­ nir. (Karşt. SAPSIZ.) —Böcbil. Saplı karın, Apocrita alttakımından zarkanatlılarda olduğu gibi, çok dar bir bölümle göğüsten ayrılmış karın. —Der. hast. Deriye bir sapla bağlı deri ur­ larına denir. —Nörol. Saplı cisim, halkalısolucanlar ile eklembacaklıların serebrort gangliyonunda bulunan küçük nöronlar kümesi. (Saplı cismin bu hayvanların öğrenme süreçle­ riyle ilgili olduğu sanılmaktadır.) —Ormanc. Saplı meşe, palamutları uzun saplı olan meşe türü (Ouercus robur). —Tüt. Saplı tütün, ana damarının uzantı­ sıyla ana sapa bağlı olan tütün yaprağı­ na denir. ♦ a. Yörs. Uzunca bir sapı olan tas, ten­ cere vb. kap. S A P U sıf. (saplamak'tan). Bir şeye, bir yere saplı, oraya saplanmış olan şey için kullanılır: Tahtaya saplı bıçak. S A P U IŞ IN U L A R a. Zool. Fosil derisidikenll sınıfı. (Yassı bedenlerinde ışınsal bakışım izine rastlanmaz. Yassı gövdesi­ nin dibinde bir çeşit kuyruk bulunur. Üye­ leri Cambria ve Alt Silures'te yaşamış çok karışık bir sınıftır. Bil. a. Heterostelea.) S A P M A a. Sapmak eylemi. — Balis. Sapma giderme, mermi sapma­ sını düzeltmek için nişan aygıtının yerini yanal olarak değiştirme. (Topun atış düz­ lemi böylece mermi sapmasına karşıt yön­ deki nişan düzleminden ayrılmış bulunur.) || Mermi sapması, atış cetvelleriyle belir­



lenmiş, bir merminin düşüş noktası ile atış düzlemi arasındaki uzaklık. (Bk. ansikl. böl.) || Mermi yolu sapması, gerçek mer­ mi yolu ile kuramsal mermi yolu arasında­ ki hatalardan, aerolojik ve balistik neden­ lerden kaynaklanan fark. —Coğ. Bir akarsuyun, kıyılarının dışında yayılma hareketi ya da durumu. — Deniz huk. Deniz yoluyla yapılan taşı­ malarda navlun sözleşmesinde belirlen­ miş olan ya da varış limanına ulaşabilmek için en elverişli olan yoldan ayrılma. (Ya­ sa ve sözleşme kurallarına aykırı "sapma'; lardan dolayı kaptan, donatan ve taşıyan, yolculukla ilgili kişilere karşı sorumlu olur­ lar.) —Denizbil. Magnetik sapma, yerel magnetik alanda, toplam magnetik şiddetin ortalama değerine oranla görülen sapma. (Deniz altında, magnetik sapmalar çok şiddetlidir ve almaşmalı biçimde artı ve eksi olan, denizdibi sırtlarının eksenine oranla bakışımlı biçimde yerleşen birbiri­ ne koşut şeritler çizerler. Magnetik sapma­ lar, magnetizmanın terselme dönemleri sı­ rasında denizdibi kabuğunun kalınlığının arttığını gösteren belirtiler sayılır.) —Denize. Sapmayı tespit etmek, pusula­ nın arızi sapmalannı gözlemlemek İçin ge­ miyi 360°'llk bir alan içinde (rüzgâr gülü­ nün bütün doğrultularında) döndürerek, her konumda pusula iğnesinin karşılaştı­ ğı etkiyi ölçmek. || Arızi sapma, geminin metal kütlesinin pusula iğnesi üzerinde oluşturduğu etki. (Bk. ansikl. böl.) || Arızi sapma çizelgesi, pusulaların her rüzgâr kertesine göre saptanmış düzeltme ölçü­ sünü ve işaretlerini belirten çizelge || Arı­ zi sapma tespiti, Güneş'i ya da çok belir­ gin kimi noktaları izleyerek, değişik rota­ lara göre pusulanın arızi sapmasını belirplem ek işlemi. |j Doğal sapma, pusula iğ­ nesinin coğrafi meridyenle oluşturduğu B açı. (Bk. ansikl. böl.) || Posta sapması, bor­ da kaplamalarının eğriliği nedeniyle, ge­ minin baş ve kıçında boylam eksene gö­ re postaların konumunun değişmesi. || Ro­ tadan sapma, bir geminin, izlenen rota­ nın dışına çıkması. —Dilbil. Üslup sapması, önceden belir­ lenmiş bir kuralı çiğneyen söz edimi. (Üs­ lubu dilin gündelik ve sıradan kullanımı­ na oranla bir sapma olarak tanımlayanlar da olmuştur.) —Elektron, ve Tem. parç. Yüklü bir elek­ tron ya da parçacık demetinin, bir elek­ trik alanı ya da bir manyetik alan etkisiyle eğilmesi. —Fiz. Ölçü sapması, gözlemlenen bir bü­ yüklük ile, bunun kuramsal değeri arasın­ daki fark. (Eşanl. ANOMALİ.) —Genet. Genetik sapma, birbirini izleyen kuşaklar boyunca gerçekleşen genetik yapı evrimi. (Bk. ansikl. böl.) —Havc. Bir tenadın arkasında, hava ip­ çiklerinin akış doğrultusunun değişmesi. (Sapma, kaldırma kuvvetine ters doğrul­ tudadır.) || Bir hava taşıtının rota açısının, gidiş yönüne eğik doğrultuda esen bir rüzgârın etkisiyle gerçek kerterize göre değişmesi. (Rüzgâr karşıdan estiğinde yalnız uçağın hızını değiştirir. Eğik doğrul­ tuda esiyorsa rota açısının kerterize göre değişmesine neden olur Rüzgâr soldan esiyorsa sapmaya pozitif, sağdan esiyor­ sa negatif denir.) —Hidrol. Akaçlama sapması, eski yatağı­ nın, volkanik lav akışı, buzul birikimi, top­ rak kayması vb. nedenlerle tıkanması so­ nucu bir akarsuyun, bir eşiğin üstünden boşalarak yeni bir yataktan akması. (Bu ırmak, iki farklı havzayı birleştiren iki kolu bir süre besleyebilir. Kanada kalkanı üze­ rinde, akaçlamanın buzullaşma sonrası yeniden düzenlenmesinden doğan bu tip akarsu örnekleri bilinmektedir. Bunlar için de sapma terimi kullanılır.) —¡stat. Nicel bir özelliğin iki değeri ara­ sındaki mutlak fark. (Değerlerden biri arit­ metik ortalama ise ortalama SAPMA'dan söz edilir.) || Olası sapma, simetrik bir da­ ğılımda, gözlemlerin % 50’sini içeren, arit­ metik ortalamaya göre simetrik bir sapma.



—Jeofiz. Bazı jeofizik bulgularda, çoğun­ lukla yüzeysel tortul araziye bağlı jeolojik nedenlerden kaynaklanan önemli deği­ şim. (Eşanl. ANOMALİ.) || Manyetik sapma, bir yerin coğrafi boylamıyla manyetik ku­ zey arasındaki açı. —Jeomanyet. Manyetik sapma. Yer yüze­ yinin bir noktasında manyetik meridyen­ le coğrafi meridyen arasındaki açı. (Bk. ansikl. böl.) —Mak. san. Birbirine göre sapmış iki par­ çayı ayıran aralığın ölçüsü olan uzaklık ya da açı. —Meteorol. Bir meteoroloji öğesinin de­ ğerlerinin ortalamaya ya da normale gö­ re gösterdikleri pozitif ya da negatif fark. (Örneğin, 60° Kuzey paraleli boyunca or­ talama sıcaklık -0 ,9 “ C'tır. Bu paralel üzerinde yer alan Oslo, Leningrad ve Okhotsk'un ortalamaları ise sırasıyla, +5,1, +3,7 ve - 5,2 °C’tır. Bu durumda sözkonusu üç merkezin ısıl sapmalar'ı sırasıyla +6, +4,6 ve - 4,3 °C olur.) —Muhs. Önceden belirlenmiş maliyetle (ya da standart maliyet) gerçek maliyet arasındaki fark. (Sapmalar çözümlemesi, bütçe yönetiminin ve yönetim denetiminin temelidir.) —Oftalmol. Göz sapması, gözlerin görme eksenlerini hafifçe birbirinden ayıran bir­ leşik hareketi. (Şaşılıkta, ya da gözü ha­ reket ettirici kaslardan birindeki felçte ol­ duğu gibi patolojik sürekli bir sapma ola­ bilir) —Olasıl. Ortalama ikilenik sapma, STAN­ DART* SAPMA'nın eşanlamlısı. —Opt. Gelen bir ışının, kırılan ya da çı­ kan ışınla yaptığı açı. (Bir prizmanın ne­ den olduğu sapmanın kırılma indisiyle de­ ğişmesi ışığın renklere ayrışmasına yol açar.) —Orm. san. Lif sapması, küçük bir buda­ ğın bulunması yüzünden görünümün bo­ zulmasına ve ağacın kullanımdan alıkonmasına neden olabilen kusur. —Oto. KAMBER’in eşanlamlısı. —Ölçbil. Bir ölçü aletinde, hareketli ibre­ nin denge konumuna göre farkı. (Sapma, taksimat, açı birimi ya da ölçülen büyük­ lüğün birimi cinsinden gösterilir.) —Siber. Ayarlanan bir büyüklüğün değe­ ri ile bunun yörünge değeri arasındaki fark. (Bk. ansikl. böl.) || Kurulu rejimdeki sapma, bütün etki büyüklüklerinin, özel­ likle yönerge değerinin ve yükün değiş­ mez değerleri için gözlemlenen sapma. || Referans sapması, ayarlanan bir büyük­ lüğün değeri ile referans olarak seçilmiş değer arasındaki fark. —Telekom. Frekans sapması, belirli bir işa­ retle, frekans ya da faz olarak kiplenmiş bir salınımın ani frekans değeri ile taşıyıcı frekans değeri arasındaki fark. || Maksi­ mum frekans sapması, frekans ya da faz kiplemesinde, taşıyıcı frekans ile belirli bir işaretle kiplenmiş salınım frekansı arasın­ daki farkın en büyük değeri. —Yerbil. Jeokimyasal sapma, jeokimyasal b'r içeriğe göre ve daha genel olarak je­ okimyasal bir davranışa göre anormal oran. (Eşanl. JEOKİMYASAL a n o m a l ,.) —ANSİKL. Balis. Ateşli bir silahın namlu­ sundaki yivler, merminin kendi ekseni et­ rafında dönmesini sağlar; yalpa hareketi denilen bu olay, namludan çıkan mermi­ nin, hava direnci nedeniyle atış düzlemin­ den ayrılmasına yol açar. Bu durumda mermi yolu, yatay izdüşümü atış düzlemi yönüne dönük dışbükeyliği olan bir uzay eğridir. Mermi sapması, namlu yivleri yö­ nünde olur. P top, C düşüş noktası, PC' atış düzleminin izi ise, CC' sapma, C ' PC de sapma aç/s/’dır. —Denize. • Arızi sapma. Metal gemiler ile ağaç ya da manyetik malzemeden yapıl­ mış ancak mıknatıslanabilir birçok aygıt­ la (makine, bocurgat...) donatılmış gemi­ lerde, manyetik sapma etkilerinden (yer manyetik alanından kaynaklanan) daha farklı olan ve pusulanın manyetik donanı­ mından ileri gelen ek bir sapma görülür. "Arızi sapma" olarak adlandırılan bu sap­ manın iki bileşkesi vardır: geminin sert de­



mirlerinin manyetikliğinden (ilke olarak sü­ rekli mıknatıslara benzer) kaynaklanan de­ ğişmez bölüm ve mıknatıslanması, gemi­ nin yer manyetik alanı içindeki konumu­ na bağlı olan yumuşak demirlerin varlığın­ dan kaynaklanan değişken bölüm. 10° ’nin altındaki arızi sapma değerleri için pusulayı düzeltme* işlemiyle, yani belli sayıda rotaya göre arızi sapmayı hesap­ lamayla yetinilir. Tersi durumunda, yani arı­ zi sapma 10°'yi aştığında, mıknatıslarla ve denkleştirici yumuşak demir kütleleriyle saptırıcı alanlara karşıt alanlar oluşturmak için denkleştirme işlemi uygulanır. • Doğal sapma. Doğal sapma (DS), pu­ sula iğnesi üzerine bir yandan manyetik sapma'yla (MS), öte yandan arızi sapma'yla (a.s.) etkiyen sapmaların cebirsel toplamıdır. Yerküre yüzeyinde ve zaman içinde değişken olan manyetik sapma manyetik haritalarla izlenir. Gemi borda­ sındaki sert ve yumuşak demirlerin bile­ şik etkisinden kaynaklanan ve pusula dü­ zeltme işlemiyle kısmen sıfırlanan man­ yetik sapma, saptırıcı etkilerin kalanıdır. Rotaya göre doğal sapma, rüzgâr gülü­ nün tüm çevresinde 10’dan 10'a derece­ ler halinde düzenlenir Doğal sapma şu temel formülle göste­ rilir: DS=MS+ a.s. iğnenin kuzeyi coğra­ fi kuzeyin sağındaysa manyetik sapma (MS), K.-D., yani pozitif, tersi durumda K. -B., yani negatiftir; pusulanın kuzeyi man­ yetik kuzeyin sağına düşerse arızi sap­ ma (a.s.) pozitif, tersi durumda ise nega­ tif olur. doğal sapma (denizcilik)



gK mK pK MS



: : : : :



gerçek kuzey manyetik kuzey pusula kuzeyi manyetik sapma arızi sapma



gR mR pR xx'



: gerçek rota : manyetik rota : pusula rotası : arızi sapma yapmış geminin rotası



—Genet. Her döllenmede X birey gene­ tik varlığının sadece yarısını aktarır; ço­ cuklarının sayısı çok olursa bu varlığın bir kısmının aktarılamaması olasılığı vardır; yani bu kısım topluluk için kesin olarak kaybolmuş demektir. X’in lokuslarından birinde var olduğunu kabul ettiğimiz bir geni ele alalım; X’ten olan çocukların ne birincisine, ne İkincisine, ne de n'incisine ve son çocuğa o genin aktarılamaması olasılığı n olaylarının tümünün başlı başı­ na özerk olaylar olmasından ötürü ^ 1j 'dir; n sayısı ne kadar büyük olursa olsun bu olasılık hiçbir zaman sıfır değil dir. Toplumun tümü için, bir sonraki kuşa­ ğa aktarılmayan genetik varlık, temelde, bireylerin çocuk sayısının dağılımına bağ­ lıdır. Bu dağılımın bir Poisson yasasına gö­ re gerçekleştiği kabul edilirse, ki bu sonuç gözlemle elde edilen bilgilere çok yakın­ dır, rasgele alınan bir genin aktarılmama i 1 \ 2N olasılığı ^1 - — J ye eşittir. Burada N, ele alınan nüfusun gerçek sayısıdır ve N



top namlusunun yatay düzlemi



yüksek bir sayı ise bu rakam 0,37'ye ya­ kındır. Tek bir gen değil de, aynı a (i) alelini temsil eden genlerin tümü ele alınırsa, bu alelin p (i) frekansı, sadece aktarma rast­ lantılarından ötürü g kuşağından g +1 ku­ şağına doğru değişecektir; p (i, g) bilin­ diği takdirde, p (ı, g + 1) kuşkulu bir değiş­ kendir, bunun da p (i, g) olasılığına ve



bir mermi yolunun sapması



1 -



N



p l i . g )



x



(1 — p U , g ) ]



eşit bir değişkene sahip olduğu gösteri­ lebilir. Demek oluyor ki, bir kuşaktaki bir ale­ lin frekansı, bir önceki kuşaktaki frekans olasılığına bağlıdır, ama bu frekansın uzun vadede aşağı yukarı sabit kalacağı anla­ mına gelmez; küçük bir sapma işe karı­ şır da p (ı)’yi p '( i )= p { i)+ A p (/)’ye dö­ nüştürürse, aynı süreç sonraki kuşağın oluşu sırasında yeni baştan tekrarlanır; hiçbir güç, frekansı başlangıçtaki p (/) de­ ğerine döndürmek için işe karışmaz; her devrede, önceki durumlarla hiçbir ilişki kurmadan, sadece rastlantılar frekansın artıp azalmasında rol oynar. Genetik var­ lığın bu “ nedensiz" evrimine "genetik sapma" adı verilmiştir. Hiçbir sınıflama olmadan, sıklığın art­ ması ya da azalmasına yol açan bu sap­ manın, uzun vadede tanımlanabilen bir etkisi yokmuş gibi görünebilir; aslında bir daha geri gelemeyecek, bir alelin yok ol­ ması gibi bir olayın işe karışabileceğim göz önünde bulundurmak gerekir; rast­ lantıya bağlı dalgalanmalar, bir genin de­ ğerini 1/N gibi çok küçük bir değere indi­ rebilir, o zaman tehlike çok büyüktür, çün­ kü bu gen bir sonraki kuşağa aktarılmayabilir. Bir değişinim olmadığını kabul edersek bu kaybolma kesindir, geri dönü­ şü yoktur. Dalgalanmalar frekansı 1 değe­ rine de yaklaştırabilir, böylelikle o alele yal­ nız başına aktarılma şansı tanınmış olur, bu da öteki tüm alellerin bir kenara itilme­ sine yol açar; uzun sürede bütün durum­ larda göz önünde bulundurulan lokus sa­ dece bir alel tarafından işgal edilmiş olur: sonuç olarak sapmanın etkisi nüfusu ben­ zeş yapmaktır. Kuşaktan kuşağa Ap fre­ kans değişikliği ne kadar önemli olursa, yani daha önce belirtilen değişiklik değe­ rine göre, nüfus ne kadar az olursa, bu benzeş olma sürecinin hızı, o kadar bü­ yük olur. Benzeş yapma sürecini tanımlamanın bir başka yolu bireyler arasında yavaş ya­ vaş yerleşmekte olan akrabalıkların ince­ lenmesidir. Gerçekten uzun süre nüfusu sınırlı kalmış bir toplulukta, rasgele alınan iki kişinin akraba olma şansı büyüktür; ak­ rabalığın olmadığı hallerde atalarının ku­ ramsal sayısı, g ’inci kuşakta 2g ’dir, geç­ mişe doğru oldukça geri gidilirse, bu ra­ kam topluluğun gerçek sayısından daha büyüktür. Bu ortalama akrabalık ilişkisinin yoğun­ luğu, kan akrabalığı ortalama katsayısı a(g) ile ölçülebilir Bu katyısı g kuşağından herhangi iki kişide saptanan iki genin,



i = posta sapması açısı



sapma atalarından bir tanesindeki aynı genin iki kopyası olma olasılığı olarak tanımlanır.



10184



( — K AN BAĞ I.)



Bu katsayının a (g) = - \ - e - * n "



bağıntısına uygun olarak 1'e doğru kay­ dığı gösterilebilir. Burada N nüfusun sa­ bit olduğu varsayılan gerçek sayısıdır, g büyüdüğü zaman a(g) 1'e yönelir; sınıra varıldığında iki gen her zaman aynıdır; topluluk içinde tek bir alel kalmış olur ve topluluk genetik olarak benzeş d u r u m a gelir. Bununla beraber bu sonuç çeşitli varsayımlara bağlıdır; bunların içerisinde en önemlisi, ele alınan gruba yönelik her­ hangi bir göçün olmayışıdır; bir kuşağa ak­ tarılan genlerin m bölümü, bir önceki ku­ şaktan değil de bir dış kaynaktan gelme 1



i i çiçek



meyve



meyve kesiti



sapota (Achras sapota)



ise a (g) nln sınırı artık 1 d e ğ il-----------1 + 4mN olur; yani, demek oluyor ki, bir kuşak bo­ yu bir tek göçmenin araya girmesi bu sı­ nırı 0,2 'ye indirmektedir. —Jeomanyet. XV. yy. denizcileri, serbest bir biçimde asılmış mıknatıslı bir iğne ek­ seninin, bu yerin meridyeni doğrultusun­ da olmadığını fark etmişlerdi. Manyetik sapma, sapma pusulaları ya da manye­ tik teodolitlerle ölçülür. Yer’in aynı sapma derecesindeki noktalarını birleştiren çizgi­ lere ızogon çizgileri denir. Bu çizgiler, manyetik kutuplar adı verilen iki noktaya ulaşır. Doğu Brezilya'yı, Kuzey Amerika' yı kateden ve Eski Dünya'yı, Kuzey burnu ndan Basra körfezine kadar kesen bir çizgi boyunca sapma sıfırdır (bu çizgi 1663'te Paris’ten geçiyordu). Agonik çiz­ gi adı verilen bu çizgi Yer i iki bölüme ayı­ rır: birinde sapma Batı ya, diğerinde de Doğu ya doğrudur. Bütün izogon çizgile­ ri değişkendir. Zaten sapma kimi kez dö­ nemsel. kimi kez de düzensiz değişimler gösterir. Düzenli değişimler günlük, yıllık ve yüzyıllıktır. Günlük değişimler çok kü­ çüktür, altmışlı on dakika kadardır 1786'da Cassini tarafından bulunan yıllık değişimler bugün hâlâ iyi bilinmemekte­ dir. Yüzyıllık değişimler, sözkonusu yerin coğrafi konumuna göre gelişir. Türkiye'nin bütün bölgelerinde sapma daima Doğu' ya doğrudur (pusula iğnesinin kuzey ucu coğrafi Kuzey in Doğu suna yönelir); an­ cak sapmanın değeri, manyetik alan özel­ liklerine bağlı olarak bir bölgeden öteki­ ne değişir. Örneğin, 1980 yılında sapma Gemlik yakınlarında 2 ° 4 0 ', İstanbul'da ise 3° 16' ydı. Buna karşılık, sapma de­ ğerindeki değişiklik, bütün Türkiye’de he­ men hemen aynıdır (Doğu ya doğru yıl­ da 1' kadar artar). —Siber. Sapma, mutlak değer olarak ve ters işaretle, otomatik denetim sistemleri kuramında kullanılan hataya eşittir. Oto­ matik denetleme düzeneklerinin rolü, et­ kileyicilerle ayarlanan sisteme etkiyerek sapmayı azaltmaktır Kurulu rejimdeki sap­ ma. kuramsal olarak istendiği kadar kü­ çük bir değere ındırgenebılse de, dinamik relimdeki sapma için aynı şey sözkonusu değildir, çünkü bunun sürekli değişken olan değeri ayarlanan sistemin ve ayarlayıcının özelliklerine ve yanı sıra bunların etkisinde kaldıkları işaretlere ve tedirgin­ liklere bağlıdır. S A P M A C I sıt ve a. Bir partinin, bir ör­ gütün belirlediği siyasal çizgiden, temel ilkelerden ayrılan kışı için kullanılır. S A P M A C IL IK a. Sıyas. bil. Devletinin, partisinin ya da kurumunun temel İlkele­ rinden ya da siyasal çizgisinden uzakla­ şan kışının tutumu. ("Sapmacılık" teri­ mi, marxçı-leninci terimbillmden kaynak­ lanır.) S A P M A K gçz. f. 1. Bir yöne, bir yere sapmak, hareket halindeki bir kimseden, bir şeyden, bir ulaşım yolundan vb. söz ederken yönünü değiştirmek, yeni bir yön almak, yolunu değiştirmek: ilk sokaktan sağa sapınız. Sağdaki sokağa sapınız. Yol burada sola sapıyor. Pusulanın ibresi



manyetik bir alan nedeniyle sağa doğru saptı. —2. (Bir yönden)... kadar sapmak, hareket halindeki kurşun, ok vb. söz eder­ ken, belirtilen ölçüde yön değiştirmek, he­ deften uzaklaşmak: Kurşun 10 cm kadar sapmamış olsaydı, kurtulamazdı. Yörün­ gesinden sapan bir uydu. —3. Bir şeyden sapmak, bir şeye sapmak, bir kimseden söz ederken, doğru yoldan ayrılmak, kö­ tü ve yanlış bir yola girmek: Doğruluktan sapmak. Yalana, iftiraya sapmak —4. Bir düşünceden, bir davranışından söz eder­ ken. izlediöi çizoiden ayrılmak, amacpa bağlı kalmamak: ilkelerinden sapmak Es­ ki politik görüşlerinden saptı. —5. Bir şey­ den söz ederken, başka bir yere kaymak: Tartışma başka bir yöne saptı. —Balis. Bir mermiden söz ederken, atış düzleminden uzaklaşmak. —Gökbil. Düşey bir güneş saatinden söz ederken, meridyene dik düzlemden uzak­ laşmak. ♦ saptırmak ettirg. f. 1. Bir kimseyi, bir şeyi, bir yöne, bir yere saptırmak, yeni bir yön almasına yol açmak ya da bunu sağ­ lamak: Bizi yanlış yola saptırdı. —2. Bir kimseyi saptırmak, onun doğru yoldan ay­ rılmasına neden olmak: Parasızlık onu doğruluktan saptırdı. —3. Bir kimseyi bir düşünce, bir davranış çizgisinden saptır­ mak, izlediği çizgiden ayrılmasına neden olmak: Onu ilkelerinden saptıran neden­ ler var. —4. Bir şeyi saptırmak, onu baş­ ka bir yere kaydırmak: Konuşmayı saptır­ ma. —Coğ. Bir akarsuyu saptırmak, akarsu­ yun yatağını çevirmek. —Dy. Bir triya] garında, daha yavaş giden öndeki vagona çarpmaması için, bir va­ gonu ya bir hata sonucu ya da genellikle isteyerek önceden belirlenmiş yoldan baş­ ka bir yola doğru yöneltmek —Elektron, ve Tem. parç. Bir parçacıklar yörüngesinde, hızın doğrultusunu değişik liğe uğratmak. —Mak. san. Genellikle aynı düzlem üze­ rinde bulunan iki parçanın, çoğu kez bun­ ları aralayarak ya da hizalarını bozarak bir­ birine göre yerini değiştirmek. ♦ sapılmak edilg. f. Sapmak eylemi ya­ pılmak. ♦ saptırılmak edilg. f. Saptırmak eyle­ mini yaptırmak.



kiler âleminde çok yaygın olan, özellikle sabunotunda çok bulunan heterozitlerin genel adı. —ANSİKL. Saponınler genellikle renksiz ve biçimsiz, suda çözünen ve suda çö­ zündüğünde köpürerek yağ, karbür, reçi­ ne gibi çözünmeyen maddeleri emülsiyonlaştıran bileşiklerdir. Çamaşır tozları­ nın, şampuanların, tıraş sabunlarının, ateş söndürücü sıvıların vb. bileşimine girer. Saponinlerin hıdrolizlenmesi sonucu, ço­ ğunlukla billurlaşabilen bir sapogenının var" ava bir va da çoğu zaman birçok oz açığa çıkar S A P O N İT a. (fr. saponıde'den). Sabunc. Su karşısında pratik olarak daha kararlı olan anyonsal yüzey etkeni; oysa sabun aynı koşullarda tersinir bir hidroliz tepki­ mesi verebilir S A P O N İT a. (fr. saponite). Miner. Monoklinik sistemde yer alan beyazımsı, yu­ muşak, hidratlı doğal mangnezyum ve alüminyum silikat. (Eşanl. SABUN TAŞI.) SAP O T a. (fr. sapote; isp. zapote; nahuatl dilinde tzâpotiüan). Orta Amerika'da, Antiller'de ve Meksika’da yetişen ve arala­ rında botanik akrabalık bulunmayan çeşitli ağaçlardan elde edilen yenebilir etli sulu meyvelerin ortak adı. (Gerçek sapot, bir sapota ağacının [sapofaceae familyasın­ dan Lucuma mammosa ya da Calocarpum mammosum] meyvesidir; Colebrasapotu. Lucuma serpentaria’nın, beyaz sapot ya da "meksika elması” , sedefotugiller familyasından Casımıroa edulis'in kara sopot, abanozgiller familyasından Diospyros sapota'nın [D. ebeneaster] mey­ vesidir; nihayet, sapotilloya ve ebegümecigillerden Matisia cordala run. meyvesine de yanlış olarak "sapot” denir.) —A n sİkl Meksika ve Guatemala köken­ li olan ve beyaz sapot veren ağaç, 700 ila 2 000 m yükseltide iyi akaçlanmış, kaya­ lık ya da hafif toprakta yetiştirilir. Meyvesi, krem ya da sarı etli, sapotıllo gibi ağızda eriyen, sulu, 6 ila 12 cm çapında yuvar­ lak ya da oval bir drupadır. Çığ olarak ya da reçeli yapılarak tüketilir. Çekirdekleri­ nin hıpnotik ve narkotik özellikleri vardır. Kara sapot, Meksika, Guatemala ve Antil ormanları kökenli bol yapraklı 6 ila 8 m bo­ yunda bir ağaçtan elde edilir. Bu meyve, yumuşak, sulu, siyaha dönen esmer renk­ te etli, 5 ila 10 çekirdekli, 5 ila 12 cm ça­ pında küremsi yassı bir meyvedir. Meyve iyice olgunlaştığında etli kısmı çiğ yenir. Çoğunlukla çok şekerli ama az lezzetli­ dir.



S A P M A Ö LÇ E R a. Havc. 1. Yere göre sapmayı ölçmek için bir havataşıtında kul­ lanılan aygıt. —2. Araçları hedeflerine yö­ nelten özgüdücü bir sistemin, aracın yö­ nü ile hedefin yönü arasındaki sapmayı her an ölçen öğesi. t-jSAPOTA a. 1. Meksika ve Orta Amerika —Jeomanyet. Gauss'un icat ettiği ve ormanlarında yetişen ve tropikal ülkeler­ manyetik sapmayı ölçmeye yarayan pusu­ de meyveleri, odunu ve lateksı için yetiş­ la. (Eşanl. DEKLİNOMETRE.) tirilen ağaç. (Bil. a. Achras sapota; sapoS A P M A Z , Aksaray’ın merkez ilçesi taceae familyası.) —2. Yalancı sapota, Acıpınar bucağına bağlı köy; 752 nuf. gerçek sapotaya çok benzeyen ve onun (1990). Çevrede ¡an A. Todd tarafından gibi yenebilir meyve veren ağaç. (Bil. a. yapılan araştırmalarda, köyün G.-B.’ sınLucuma mammosa; sapotaceae familya­ da küçük bir höyük saptandı; yüzeyde sı.) [Bk. ansikl. böl ] Yenitaş döneminden olduğu sanılan ob—ANSİKL Sapota (Achras sapota), bütün sidyen aletler bulundu. tropikal ülkelerde yetiştirilen beyaz lateksli güzel bir ağaçtır. Boyu 20-25 metreye S A P O G E N İN a. (fr. sapogenine'den). ulaşır; yapraklan almaşıktır ve her yaprak­ Bıyokım. Saponinlerin hıaroiızlenmesınta yirmi ila otuz tane ikincil damar bulu­ den çıkan aglikonların genel adı. (Saponur. Çiçekler beyazdır ve yaprakların kol­ geninler oldukça homojen bir aile oluştu­ tuğundan çıkar. Meyveler grimsi renkte ve rur. iskeletleri sterollerden türer, ama ya­ limon büyüklüğündedir. Sapotillo denen nal zincirleri çeşitli işlevleri [alkol, keton, bu meyvenin sarı-kırmızı özü çok lezizdir, lakton vb.] taşır.) ama ne yazık ki ancak yetiştiği yerde tü­ S A P O J N İK O V (Aleksey Vasilyeviç), ketilebilir. Oldukça ince dokulu, sert ve rus kimyacı (Perm 1868 - Sen-Petersçok ağır esmer-kırmızı odunu yapı işlerin­ burg 1935). Nitroselulozla nitrolama ban­ de, kafes ve parke yapımında kullanılır. yosu arasındaki dengeler üzerine ilk in­ Ağacın kabuğuna ince yarıklar açıldığın­ da, poliizopren ile bir reçineden oluşan, celemeleri yaptı. % 25 ile 50 oranında çiklet zamkı içeren S A P O N A R O (Michele), İtalyan yazar ve çiklet yapımında kullanılan beyaz bir (San Cesario, Lecce, 1885 - Milano 1959). lateks sızar. Sapotalar tohumla, daldırma Verismocu romanlar (Peccato: sette meya da aşı yoluyla çoğaltılır. si di vita rustica, 1919) ve birkaç yaşamöySAPOTACEAE a. Büyük çoğunlukla küsü (Carducci, Leopardi vb.) yazdı. hepyeşil yapraklı, genellikle erdişi çiçekli S A P O N A Z a. (fr. saponase). LİPAZ'ın ve latekslı tropikal ağaç ya da ağaççıklar eşanlamlısı. familyası. (Çiçeklerde çanak aşağıda, taç boru biçiminde bitişik taçyapraklı, taçyapS A P O N İN a (fr. saponine). Biyokim. Bit­



saptama fak sayısı çanakyaprakların iki ya da dört katı, erkekorganlar da taçyaprakların iki katıdır, meyve hepsinde etli suludur.) —ANSİKL. Sapotaceas familyasında 600 kadar tür yer alır. Başlıca cinsleri şunlar­ dır: calocarpum, chrysophyllum, ecclinusa, manilkara, micropholis, pouteria, richardella, bumelia, mimusops, sideroxylon ve achras. Bu cinslerden birçoğunun meyveleri yenir: vitellaria, achras, chry­ sophyllum ve mimusops. Bu meyve ağaçlarının en çok'tanınanları şunlardır: Achras sapota ya da Sapota achras, Lucuma mammosa ya da Ca­ locarpum mammosum, Chrysophyllum caimito. Tropikal Afrika'da yetişen butyrospermum türlerinden katı yağlar (karite ya­ ğı ve illipe yağı) elde edilir; Fas’ın güne­ yinde yaygın olan argania türünün tohum­ larından sıvı bir yağ (argan yağı) çıkarılır. Birçok palaquium türü birinci kalite guttaperka verir, mimusops ve manilkara türle­ riyse, aktarma kayışlannın hazırlanmasında ve bazı toprak kaplama işlerinde kullanılan balata'yı verir. Achras lateksi, çikletin ana maddesi olan "çiklet zamkı”dır S A P O T İLLO a. (isp. zapotillo'dan). Sa­ pota ağacının (Achras sapota) grimsi ya da pas renginde ince kabuklu, 4 ila 10 cm çapında etli meyvesi. (Çok lezzetli, sarım­ tırak esmer meyve özü çiğ yenir. Sapotillonun şurubu da yapılır.)



ucunda ve Japon denizi'ne 25 km, lima­ nı Otaru’ya 50 km mesafede japon büyükkentleri içinde en modern (Nagoya ile birlikte) kentsel görünümü ortaya çıktı. Anakent (metropol) olma rolünü adanın tüm bölgelerine bağlantısını sağlayan ha­ va yoluyla çift yönlü demiryolu bağlantı­ sıyla yerine getirir; yeni Şinkansen demir­ yolu 1985'te Tokyo'ya gidişi 6 saate indir­ miştir. S A P R İN U S a. Ölü hayvanlann ya da pisliklerin üzerinde bulunan, bronz ya da metalik yeşil renkli kınkanatlı cinsi. (Kaplumbağaböceğigiller familyası.) SAPRCV) yun. sapros çürümüş, bazulmuş'tan, birçok terimin bileşimine giret S A P R O B İY O N T a. (fr. saprobiontetan). Bozunmakta olan organik maddelerde, artıklarla zengin dip çamurlannda, v b ya­ şayan hayvan ya da bitki. S A P R O F İT sıf. ve a. (fr. saprophyte). çûRÜKÇÜL'ün eşanlamlısı. S A P R O K S İL İK sıf. (fr. saproxylique). Mantar ve böceklerin saldınsı sonucunda odunun çürümesiyle ortaya çıkan ürünle­ re denir. (Saproksilik kompleksler, toprak faunasındaki omurgasız hayvanlarla do­ lu ve onlar sayesinde humuslaşan az ya da çok süngersi yapıda amorf kütlelerdir.)



ve tasmanit sapropelitler içinde sınıflandınlabilir.)



10185



S A P R O Z O İT a. (fr saprozoite). Asalbil. Çürümekte olan organik maddelerle ya­ ralarda ya da insanların ve hayvanların doğal boşluklannda yaşayan larva ya da protozoa. (Asalaklar canlılarda zararlı et­ ki yaptığı halde, saprozoitlerin etkisi fark­ lıdır. Bunlar bazı hallerde yararlı bile olur­ lar, örneğin bazı sinek larvaları yaraların üstünde yaşar ve onları sterilize ederler.) ! a. (fr saprozoonose). Asalbil. Konak olarak hem omurgalı bir hayvanda, hem hayvan olmayan bir or­ tamda (organik maddeler, toprak, bitkiler) gelişebilen ya da barınabilen asalaklar­ dan ileri gelen zoonoz. (Derinin larva migrans'ı bir saprozoonozdur.) S A P S A Ğ LA M -> SAPASAĞLAM. a. Bazı tarım bitkilerinin (patates, fasulye, bezelye, kolza vb.) yap­ rakları ile otsu saplarından oluşan artık­ lar. (Hasat zamanı ya da bitkinin kurutul­ ması sırasında sapsamandan söz edilir; hasat sonrasında, bu terim, bitkinin, to­ hum, yumru, kök gibi faydalı kısımları ay­ rıldıktan sonra geriye kalan kısmını ifade eder. Sapsaman evcil hayvanlar için yem olarak işe yarar.) S A P S A R I sıf. (sarı'dan pekiştirilerek).



S A P P A N a. (malayca sappang). Malez­ ya'da bakam odununun bir çeşidine veri­ len ad. (Erguvangiller familyası.) S A P P E R (Richard), alman tasarımcı (Münih 1922). Mühendislik ve grafikerlik öğreniminden sonra, 1956'da İtalya’ya yerleşti ve kuruluşlara yaptığı ürünlerinde yeni teknikler denedi. Özellikle bölmeler ve büro sistemleri (Molteni), büro sandal­ yeleri (Knoll) ve düşey ve yatay doğrultu­ da istenilen yönde çevrilebilen halojen lambası "Tizio” yu (Artemide) yarattı. S A P P H İR İN A a. (lat. sapphirus, gökyakut’tan). Akdeniz ve Atlas okyanusu’nda serbest ya da saipalara tutunarak yaşa­ yan kürekayaklı cinsi. (Erkeği oldukça canlı, mavi bir ışık yayar. Sapphirinidae fa­ milyasının örnek tipi.) S A P P H O , yunanlı kadın şair (Midilli,İ.Ö. VII. yy. sonu - ay. y. VI. yy. başı). Soylu bir ailenin kızıydı, Midilli'yi bölen siyasal sa­ vaşmalara karıştığı gerekçesiyle sürüldü ve Sicilya'ya gitti. Yurduna dönünce, ada­ daki genç kızların devam ettikleri bir şiir okulunun başına geçti. Eskiler onu, uzun­ lukları eşit olmayan ve birincisi 1 320, sekizincisi on şiir arasında bölünmüş 136 di­ zeden oluşan dokuz kitabıyla tanıyorlar­ dı. Bugün ancak 650 dizesi kalan şiirleri­ nin gerçek önemi tahmin edilememekte­ dir. Aşk ve güzellik şairiydi; yürekleri ok­ şayan tutkuyu övmenin, bedenleri solduruncaya kadar herkesi saran fizik isteği di­ le getirmenin ve ruhları kemiren kıskanç­ lığı açıklamanın hayran olunacak söyleyiş biçimlerini buldu. Patetik sınırına varan bu istekli ve ateşli şiirler, Antikçağ’da büyük bir başarı kazandı ve Theokritos ile Catullus, en güzel dizelerinden bazılarını yazar­ ken bu şiirlerden esinlendi; Racine de PhĞdre’i yazarken bu şiirleri anımsadı. İs­ kenderiye döneminde yapıtları, yapıtları üzerine birçok inceleme ve yorum yayım­ landı. Doğduğu adanın halk kaynağından aldığı birçok Epithalames ya da lirik dü­ ğün şiiri yazdı, safik kıta gibi yeni vezin ve ritimler yarattı. Somut bir dille yazarken, öncellerinden ender olarak esinlendi, ona göre duygu ve doğa arasında var olan gizli benzeşimleri duyurdu. S A P P O R O , Japonya'da kent, Hokkaido ilinin merkezi; 1 671 765 nuf. (1990). 1857'de kuruldu. 1869’da yeni ili değer­ lendirme çalışmaları için merkez olarak seçildi (resmi daireler, hastaneler, üni­ versite ve ünlü tarım enstitüsü), 1871'de K. Amerika'nın öncü kentlerinin planına göre gelişti. Geniş kent alanı (1 100 km2) üzerinde, sert iklim koşullarında (6 ay kış, ocak ortalaması: —5 °C), işlkari ovasının



Vautier-Decool



S A P R O LE O N İA a Bazı türleri balıkla­ rın üzerinde gelişen ve pulların üzerinde beyaz renkli bir çeşit "sakal” oluşturan su mantarı. (Siphomycetes sınıfı.) S A P R O LE O N İA LE S a. İki gametanjın kaynaşmasıyla oluşan yumurtalarla çoğa­ lan, genellikle suda yaşayan ilkel mantar­ lar takımı (Başlıca cinsi saprolegnia.) S A P R O LE O N İY O Z a. (fr. saprolögniose). Tatlısu balıklarında görülen asalak hastalığı. (Birhücreli mantarlardan Sapro­ legnia ferax'm yol açtığı bu hastalığa ya­ kalanan balığın bedeni beyaza çalan bir mukusla kaplanır.) S A P R O M Y Z A a. Çürümekte olan bitki­ ler üzerinde bol bulunan, sarı ya da kızıl, küçük sinek cinsi. (Lauxanlidae familyası.) S A P R O P E L a. (fr. sapropple; sap ro ve yun. pelos, çamur, balçık’tan). Bileşimin­ de yüksek oranda bozunma halinde or­ ganik madde bulunan ve hidrokarbonlar için gizil bir ana kayaç oluşturan balçık; çamur. S A P R O P E LİK sıf. (fr. sapropblique). Biyol. Sapropel içinde yaşayan yaratıklara denir. (Bu nitelik, özellikle gastrotricha gru­ buna özgüdür.) S A P R O P E L İT a. (fr. sapropĞlite). Petrogr. Baskın organik bileşenleri sulu or­ tamda üremiş sapropel kayaç; bütün du­ rumlarda, genellikle kolayca tanınan mik­ roskobik suyosunları içerir. (Bogheadlar



1. Çok sarı ya da her yanı sarı olan şey Sapporo'nun merkezinden bir görünüm için kullanılır: Sapsarı saçlar. —2. Sapsa­ rı kesilmek, sapsarı olmak, ansızın karşı­ laşılan kötü bir olay ya da dürüm karşısın­ da rengi çok sararmak: Mektubu okuyun­ ca rengi sapsarı oldu. S A P S IZ sıf. 1. Sapı olmayan. —2. Sap­ sız balta, koruyucusu, dayanağı olmayan kimse. || ipsiz sapsız -» İPSİZ. —Bot. Görünürde sapı olmayan bitkiye ve arada bir uzantısı olmadan doğrudan doğruya gövdeye ya da köke bağlanan organa denir. (Karşt. SAPLI.) [Aslında böy­ le bitkilerin sapı çok kısadır; bu durumda yapraklar, örneğin karahindiba ve sinirotunda olduğu gibi, kök boyundan çıkar ve rozet gibi yayılır.] —Patol. Sapsız ur, bir sapla ayrılmaksızın komşu kısımlara yayılmış olan ur. —Tüt. Sapsız tütün, orta damarıyla ve yap­ rak ayasının uzantısı ile doğrudan doğru­ ya sapa bitişmiş olan tütün yaprağına denir. S A P S İN E â la İL L E R a. Larvaları tahıl­ lara zarar verebilen bitkicil sinek familya­ sı. (Chlorops ve Oscinella gibi cinsleri kap­ sar. Bil. a. Chloropidae.) S A P T A M A a. Saptamak eylemi, sapta­ nan şey; tespit. —Elektroakust. Yerini saptama, bir kayıt ortamı üzerinde, belirli bir işaretin kayıtlı olduğu noktanın yerini aramaya dayanan işlem.



saptama onlara karar vermek; belirlemek: Buluş­ mak için uygun bir yer saptayalım. Bir tü­ zenin fırlatılma tarihini saptamak. —4. Bir şeyi, bir kimseyi saptamak, onların ayırtedici özelliklerini belirleyerek onlara ka­ rar vermek; belirlemek: Bir siyasetin he­ deflerini saptamak. Denekleri, deneklerin özelliklerini saptadınız mı? ♦ saptanmak edilg. t. 1« Sabit bir du­ ruma getirilmek. —2. Tanımlanmak, be­ lirlenmek, tespit edilmek.



10186



elektron tabancası



S A P T A N IM a. Saptanmak eylemi. S A P T A N IM C IL IK a. Biyol. YARATIMCILIK'ın eşanlamlısı.



yatay saptırm a bobinleri



S A P T A N IŞ a. Saptamak eylemi ya da biçimi.



düşey saptırm a bobinleri



S A P T A N M A a. Saptanmak eylemi. R TC belgesine göre



bir renkli televizyonda



sesûstü ticari nakliye uçağı Concorde'un iki türbojetinin jet saptıncıları



—Fizyol. Yer saptama, işitsel ya da gör­ sel bir duyumun yerini belirleme. —Genet. Cinsiyeti saptama, karşıt cinsiyetll yaratıkların ayırt edilmesi ve döllen­ mesi ile sonuçlanan hücresel ve hormonal genetik olayların tümü. (Saptama, döl­ lenme olur olmaz gerçekleşir, şöyle ki, meyoz sırasında hücrelerde cinsiyet kromo­ zomlarının eşit dağılması ve doğum sayı­ sının büyük çokluğu nedeniyle sonuç ola­ rak, kız ve erkek sayısı eşit bulunur.) —Siyas. bil. Seçim bölgelerini saptama, bir seçimde, seçim çevrelerinin sınırları­ nın ve buralar için öngörülen milletvekili sayısının belirlenmesi. (Genellikle yasay­ la yapılan bu saptama işi, temsil oranın­ daki olası eşitsizlikleri ortadan kaldırmak amacıyla, nüfus bakımından eşit seçim çevrelerinin belirlenmesini gerektirir; bu da sözkonusu yöntemin her seçim önce­ sinde yeniden ele alınıp düzenlenmesiy­ le olur.) [ - SEÇİM.] —Uz. havc. Saptama modeli (ya da ma­ keti), bir uzay aracının tamamının ya da bir bölümünün maketi; tasarımın geçerli­ liği kanıtlamada ve daha sonraki model­ leri gerçekleştirmek için referans olarak yararlanmada kullanılan bu maket, bütün deneylerden geçirilmez. S A P T A M A K g. f. 1. Bir şeyi (somut) sap­ tamak, onu sabit bir duruma getirmek. —2. Bir şeyi saptamak, bir araştırma, bir çözümleme sonunda yeterli açıklıkla onu ortaya koymak, tanımlamak, belirlemek, tespit etmek: Bir kazanın nedenlerini sa p tamak. Bir anketle okurun eğilimlerini sa p tamak. —3. B ir yer, bir tarih saptamak,



SAPTANM AK



SAPTAMAK.



S A P TAY IC I sıf. Bir şeyi saptayan, sabit, sürekli duruma getiren. —Mant. Austin’e göre, uygulayıcı (performatif) önermelerin tersine, bir durumu be­ timleyen önermelere denir. (Saptayıcı önermeler doğruluk değeri taşır.) ♦ a. Tebeşir, boya, suluboya, kurşunka­ lemi çizim ve resimlerinin bozulmalarını önlemek için bütün kâğıt yüzeyine püs­ kürtücüyle sıkılan sakız ve alkol karışımı resim verniği. —Bağışıkbil ve Hematol. Antijen saptayı­ cı, bir antijen molekülünün yüzeyinde bu­ lunan ve yalnız bir antikor molekülüyle birleşebilen yapı. (Aynı molekül üzerinde öz­ günlükleri farklı olan birçok saptayıcı bu­ lunabilir.) S A P T IR IC I sıf. Sapmaya neden olan; saptıran. —Elektron, ve Tem. parç. Saptırmaya ya­ rayan bir şey için kullanılır. (Eşanl. DEFLEKTOR.) || Saptırıcı bobinler, bir manyetik alan etkisiyle benzer bir sapma oluşturan bo­ bin çifti. || Saptırıcı levhalar, yüklü parça­ cık demetlerinin kullanıldığı her aygıtta, aralarına bir gerilim uygulandığınj_ bu demetleri saptırmaya yarayan yatay ya da düşey levha çifti. ♦ Saptırma işlevi gören aygıt. B —Elektron. Katot ışınlı tüplerin boynuna yerleştirilen ve elektronları, düşey ve ya­ tay zaman tabanlarının testere dişi biçim­ li işaretlerine bağlı olarak, manyetik etkiyle saptırmaya yarayan bobinler bütünü. (Bk. ansikl. böl.) || iyon saptırıcısı, genellikle bir mıknatıstan oluşan ve flüorışıl ekrana çar­ parak bunu tahrip eden iyonları saptırma­ ya yarayan düzenek. (Bu düzenek olmaz­ sa, ekranın merkezi parlaklığını yitirir; bu noktada bir "iyon lekesi” nin oluştuğun­ dan söz edilir.) ■ —Havc. Jet saptırıcı, itme kuvvetinin yö­ nünü değiştirmek amacıyla gazların doğ­ rultusunu cteğiştiren düzenek. (Türbojetlerde, kaldırma kuvveti oluşturmada [dü­ şey kalkıştı uçaklar], uçakları sürmede ya da sapma ters konuma kadar geldiğinde, yerde frenlemede kullanılır.) || Levhalı saptıncı, deniz üzerindeki balonlara göreli bir güdülüriük sağlamak için havacı Hervé ta­ rafından yapılan ve bir panjurdaki gibi yönlendirilebilir bir dizi koşut levhadan oluşan düzenek. (Denize daldırılan bu ay­ gıt, kendisini balona bağlayan bir halatla levhalara belli bir eğim verir; böylece ba­ lonun ilerlemesini istenilen doğrultuda yönlendiren bir sapma elde edilir.) —Hldr pnöm. Bir akışın doğrultusunu de­ ğiştirmek için kullanılan organ. (Eşanl. DEFLEKTÔR, ÇELİCİ.) [Bk. ansikl. böl.] —Kâğ. san. SÜZME FOLYA'Sl'nın eşan­ lamlısı. —Kuyuc. Açılmakta olan bir sondaj kuyu­ sunu düşey doğrultudan saptırmayı sağ­ layan aygıt. —ANSİKL. Elektron. Saptırıcının çalışma il­ kesi elektronları, kuvvet çizgileri demet ek­ senine dik düzgün bir manyetik alanla saptırmaya dayanır. Bu yörünge, alanın değerine, dolayısıyla bobinlerden geçen akımın yeğinliğine bağlı olarak saptırıla-



billr. iki bobin çiftinden yararlanarak tüp ekranı tamamen "taranabilir"; tüpün ta­ banına dik iki bobin yatay saptırmayı ve yatay iki bobin düşey saptırmayı sağlar. Bu yatay ve düşey saptırma bobinleri, tes­ tere dişi dalga akımlarla beslenerek, spot tüm ekran yüzeyi üzerinde dolaştırılır. Mo­ dern bir saptırıcıda, tüpün boyun ile koni başlangıcı arasında kalan bölümüne da­ yanan yatay saptırma bobinleri, eyer bi­ çimindedir. Düşey saptırma bobinleri ise, ferrit bir simit üzerine sarılıdır. Üçrenkli tü­ pün (renkli televizyon) saptırıcısı daha da karmaşıktır ve yüksek güçte testere dişi bi­ çimli işaretler gerektirir. Bu sakıncayı ön­ lemek için simitsi bobinli saptırıcılar geliş­ tirilmiştir; bobinlerin düşük empedansı ne­ deniyle bunlar, düşük gerilim altında güç­ lü bir akım gerektirir; bu da, bir tristorla sağlanabilir. —Hldr. pnöm. Bir Pelton türbininde sap­ tırıcı, türbin yükünün önemli miktarda azalması durumunda, türbinin aşın hızlan­ masını önleyebilmek için, normal çalışma düzeninde türbin çarkına çarpan huzme­ nin yönünü ani olarak değiştirir. Saptırıcı debiyi değiştirmez: debi, koç darbelerini önleyebilmek İçin iğneyle düşürülür. S A P T IR IL M A a. Saptırılmak eylemi. S A P T IR IL M A K -



SAPMAK



S A P T IR M A a. Saptırmak eylemi —Ask. Bir silah kontrol ya da güdümlü mermi sistemine asıl hedeften başka, sah­ te hedefler göstermek üzere alınan önlem. —Bağışıkbil. Kompleman saptırma, KOMPLEMAN- TUTMA ya da SAPTIRMA TEPKİMESİ'nln eşanlamlısı. —Bilş Bir bilgisayarda, yürütülmekte olan bir programı terk etme, bu yürütülmekte olan programın verdiği özel bir komutun ya da öncelikli ya da yasak bir işlemin yü­ rütülmesinin istenmesi, bir kapasite aşımı, bir eşlik hatası gibi, makinenin algılayabi­ leceği anormal bir olayın ardından baş­ ka bir işlemi gerçekleştirmek İçin yapılır. —Elektron. Değişken elektriksel ya da manyetik alanlar aracılığıyla, bir katot tü­ pünün elektron demetini ya da demetle­ rini saptırmak eylemi; bunun amacı katot ışınlarının flüorışıl ekranı taramasıdır. —Etol. Saptırmak eylemi, bireyin o sıra­ daki durum ve davranışıyla doğrudan bağlantılı olmayan ve çatışma durumlannda ortaya çıkan, belirli bir amaca yönelik devimsel eylemlerin' tümü. (Bk. ansikl. böl.) —ida. huk. Yetki saptırması, bir yönetici­ nin kamusal yetkisini bu yetkinin veriliş amacı dışında kullanması. (Yetki saptırma­ sı hukuka aykırıdır.) —İkt. Saptırma etkisi, aralannda bir güm­ rük anlaşması yapan iki ülkenin artık birbirlerlyle ticaret yapmayı daha kârlı bula­ rak, daha önce kendilerine en fazla çıkar sağlayan bir üçüncü ülkeyle ticaret yap­ maktan vazgeçmeleri durumu. —Kuyuc. Açılmakta olan bir sondaj kuyu­ sunu düşey doğrultudan saptırmak işle­ mi. I Saptırma kaması, bir sondaj kuyu­ sunu saptırmayı sağlayan aygıt. —ANSİKL. Etol. Saptırma eylemi. 1947’de N. Tinbergen tarafından ortaya atılan bu deyim iki durum grubunu tanımlar: 1. Birey iki karşıt davranıştan birini benim­ seme olanağı arasında ikirciklidir: örneğin bir saldırganlık ilişkisinde rakibine saldır­ mak ya da kaçmak olanağı. Bu kararsız­ lık, martıgillerin bitkileri koparması ya da sihlldgillerin toprağı eşelemesi hareketle­ ri gibi hiç yeri olmayan bir hareketin ya­ pılmasıyla sonuçlanır. 2. Birey, uygun bir psikofizyolojik duruma rağmen, dış ortamdan, başlamış olduğu davranışın devamı için gerekli herhangi bir işaret almaz. Bu durum çiftleşme gös­ terileri sırasında meydana gelir: dişileri fiz­ yolojik olarak çiftleşmeye hazır olmayan kuşlarda sık sık tüylerin düzeltilmesi ha­ reketleri görülür (balıkçıl, horoz, vb). Sap­ tırma eylemleri törensel eylemlerdir.



Saraçhanebaşı S A P T IR M A K - SAPMAK. S A P U C A İA a. (portekizce sapucaia). Brezilya'da ve tropikal Amerika’da yetişen ağaç. (Lecythidaceae familyası.) —ANSİKL. Sapucaianın iki türü (Lecythis pisonıs ve L. grandiflcra) yapı işlerinde kullanılan bir odun verir; soymuğundan halat yapımında kullanılan elyaf ve mey­ vesinden yenebilir bir yağ elde edilir. “ Maymun tenceresi” de denen, 'Brezil­ ya cevizi” adıyla satılan ve uzunluğu 18 cm’ye varan meyveler (Brezilya Sapuca­ ia castanha adıyla bilinen) Lecythis ollaria türünden elde edilir. Gerçek “ Brezilya cevizi" ya da "Brezilya kestanesi” benzer, ama farklı bir tür olan bertholietia"'dac\ el­ de edilir. S AP Y O A a. Siyah bedenli, sarı ve kırmızı hareli karınlı zarkanatlı cinsi. (Larvası çe­ şitli zarkanatlıların yuvasında asalak yaşar ve orada bulduğu balla beslenir. Sapygidae familyasının örnek tipi.) S AR , SARRE sıf. (ar sürür’dan sarr, dişi, sarre). Esk. Sevindiren, sevinçli, sevindi­ rici: Peyam-ı sar (sevinçli haber). S A R a. (ar. şSr). Esk. Öç, intikam: Ahz-ı sar (öç alma, intikam alma). -S A R fars. sonek. (-sSr). Esk. Adların so­ nuna getirilerek yer adı yapar: çeşme-sar (çeşmeleri çok olan yer), kûh-sar (dağlık yer) vb. S A R A sıf. (fars. sara). Esk. Saf, halis, arı, katışıksız: Anber-i sara (hilesiz, katışıksız.) S A R A a. (ital. serare’den). Denize. Sara etmek, bir yelkeni seren üzerine çevire çe­ vire sıkıca sarmak. || Sara flok etme, yel­ kenli bir teknede, flok yelkenini çekildiği istiralya üzerine sararak toplama. S A R A a 1 .Beyindeki sinir hücrelerinin eş­ zamanlı olarak ani elektrik boşaltımından ileri gelen ve kesintili bilinç kaybının yanı sıra çırpınma nöbetleriyle belirginleşen ruhsal, devinsel hastalık. (Eşanl. EPİLEP­ Sİ; yöresel olarak halk arasında tutarak, tutarık, tutarga, yilbik de denir.) —2. Sa­ ra etmeni, sara nöbetine neden olan et­ men. (Beyin lezyonlarından başka daha birçok patolojik durum sara nöbetine ne­ den olabilir: örneğin, bazı metabolizma bozuklukları [hipoglisemi, hipokaliemi], al­ kolizm gibi zehirlenmeler, yüksek ateş, uy­ kusuzluk ve ensülin, pentametilentetrazol gibi ilaçlar.) || Sara odağı, sara nöbetlerini doğuran uyartıların başlangıç yeri olan beyin kodeksinin az ya da çok sınırlı böl­ gesi. (Burada eski bir lezyonun [travma, nedbe] ya da gelişmekte olan bir lezyo­ nun [ur] neden olduğu anormal elektrik etkinliği ortaya çıkar.) || Büyük sara, iske­ let kaslarının tümünü saran tonus klonus nöbetleriyle ortaya çıkan g e n le ş m iş iki büyük sara çeşidinden biri. J| Küçük sa­ ra, özellikle geçici bilinç kayıplarını, miyoklonili ve akinetik nöbetleri içeren, genel­ leşmiş saranın iki büyük çeşidinden biri. || Sürekli sara, art arda gelen ve çok kısa aralarla hastanın normal hale dönmesine olanak vermeyen sara nöbetleri dizisi. —ANSİKL. Nörol. Eşzamanlı, bakışımlı ve iki yanlı olarak beyinden ani elektrik bo­ şalması genel sara nöbetlerinin nedeni­ dir; beyindeki belirli bir bölgeden eşza­ manlı elektrik boşalımı ise kısmi sara nö­ betlerinin nedenidir. • Saranın klinik belirtileri. Genelleşmiş nö­ betlerde iki çeşit sara görülür: 1. Büyük sara, heıtıangıbir ön belirti gös­ termeden birdenbire başlayan genel çır­ pınmalarla belirgindir. Hasta bazen bir çığlık atarak düşer. Nöbet üç evre göste­ rir: tonus evresi hastanın bedeni kaskatı kesilir; gözler kayar, çeneler kilitlenir); klo­ nus evresi (bütün vücut ve baş her yön­ de şiddetle çırpınır); gevşeme evresi (çey­ rek saat ya da daha uzun bir süre sonra ortadan kalkan derin koma). Hasta hiçbir şey anımsamaz. Nöbet sırasında dilin ısı­ rılması ve altına kaçırma sık görülen olgu­ lardır; 2. Küçük sara, birçok biçimde ortaya çı­ kar: a) kendini kaybetme (en çok beş, on saniye ya da biraz daha fazla sürer; bu çeşit sara, çocuklara özgüdür; ergenlik



çağına gelindiğinde ortadan kalkar ya da yerini büyük saraya bırakır); b) miyokloniler (istemsiz, ama bilinçli, genellikle iki taraflı ve bakışımlı olarak kasların sarsıl­ ması); c) akinetik nöbet (duruş bilincinin ve kas gücünün ani yitiminden dolayı bir­ denbire düşüp yıkılma). Kısmi nöbetler, hiç değilse başlangıç­ ta, beynin belirli bir bölgesiyle ilgili etkin­ liklere bağlı belirtilerle belirgindir. Başlıca örneği “ Bravais-Jackson sarası" denilen kısmi devimsel saradır; parmaklarda ve ellerde kas titreşimleriyle başlar, ihtilaç be­ lirtileri ve titremeler kola, aynı taraftaki ya­ nağa ve bacağa yayılır. O zaman nöbet genelleşebilir ve hasta kendini kaybeder. Kısmi nöbetlerin semiolojisi, sara süreci­ nin başlama noktasına bağlı olduğundan çok değişiktir. Örneğin duyum, görme, işitme, koklama, vb. nöbetleri olabilir. Ba­ zı nöbetler ruhsal etkinliği baskı altına ala­ rak halüsinasyonlara neden olur, bilinç de­ ğişiklikleri ve otomatik etkinlik ortaya çıkar. Bu "psikomotor” nöbetlere, çıkış noktası şakak bölgesinde olduğu zaman rastla­ nır. Bundan başka bir de “ şakak sarası" vardır ki, bunda yukarıda sayılan belirti­ lerin yanı sıra koklama bozuklukları ve il­ gili beyin yarımküresi etkilendiği takdirde ayrıca konuşma bozuklukları görülür. • Saranın elektroansefalografideki belirti­ leri. Dinlenme halinde, yani normal du­ rumda beyin hücrelerinin zarı periyodik olarak kutupsuzlaşır, fakat bu kutupsuzlaşma eşzamansız gerçekleşir. Sara nöbetin­ de, bunun aksine elektrik boşalmaları bir grup nöronda eşzamanlı olarak ortaya çı­ kar ve elektroansefalogramdaki dalgalar anormal biçimde derin, kısa ve sivri olur Büyük ve küçük sara sırasında beynin tü­ müne ilişkin iki taraflı, bakışımlı, e^amanlı anormal dalgalar kaydedilir: büyük sara­ da sivri dalgalar; küçük sarada çok dü­ zenli biçimde saniyede 3-3,5 devre sıklığı ile bir hızlı sivri dalga, ardından bir yavaş dalga (diken-dalga). Kısmi sara nöbetleri sırasında bazen yerel anormal bir elektrik etkinliği, bazen de yaygın tek taraflı ya da iki taraflı elek­ trik etkinlikleri kaydedilir. Nöbetler arasında elektroansefalogra­ fide, sara tipi ya da saradan sorumlu lezyona bağlı tipte anomaliler görülür; EEG çok zaman da normaldir. • Saranın nedenleri. Belirtisel sara, büyük sara, küçük sara ya da kısmi sara olarak ortaya çıkar. Beynin organik bir hastalığıy­ la ilintilidir; kafatası-beyin travmaları ve özellikle doğum sırasında olan travmalar, beyin urları, beyin ve beyinzarı damar hastalıkları, beyin-beyinzan akut ya da sü­ reğen enfeksiyonları. Nedeni saptanamamış saralar, büyük ya da küçük sara biçiminde, bazen de iki­ si bir arada olarak görülür. Klinik ve laboratuvariarda yapılan araştırmalarda, beyin­ de hastalığa neden olabilecek herhangi bir lezyon saptanamazsa da doğum sırasın­ daki travma, dolaşım olayları, oksijensizlik halleri çok zaman sorumlu tutulabilir • Saranın tedavisi. Belirtisel saranın teda­ visi öncelikle sinir cerrahisi (nöroşirürji) kapsamına girer ve nedeni ortadan kal­ dırmayı amaçlar. Nedeni bilinmeyen sa­ raların tedavisi ilaçlarla yapılır. (-> ant İEPİLEPTİKLER.) istisnai olarak nöroşirurjiye başvurulabilir. —Vet. Saraya sadece köpeklerde rastla­ nır. O da birkaç türlü olur: sanrıların ön planda olduğu psikomotor nöbetler, bir­ denbire başlamalanyla, kasılmalarıyla çok zaman koma ve ölüm öncüsü olan sürekli sara. İnsan için önerilen tedaviler köpe­ ğe de uygulanabilir. S a r a ya da S A R A Y (prenses anlamı­ na gelen ibranice söze). İbrahim’in karı­ sı, ishak'ın annesi. El-Halil'de öldü, İbra­ him kendisini Makpeta’ mağarasına gömdürttü. Tevrat'ta Sara hakkında anlatılan­ lar, Torah’ın çeşitli eski belgelerindeki ka­ rışıklıktan kaynaklanan efsanelerle doludur. S A R A B U R İ, Tayland’da kent, il merke­ zi, Bangkok'un K.-D.'sunda; 25 000 nüf. Ticaret ve sanayi (besin sanayisi, tekstil,



kereste işleme) merkezi. —Saraburi ili, 3 576 km2; 452 300 nüf.



10187



S A R A C A N çoğl. a. (ar. serrâc'ın fars. çoğl. serrâcân'dan). Esk. Saraçlar. —Kur. tar. Saracam ıstabl-ı âmire Osman­ lIlarda ıstabl-ı âmire denilen saray ahınnda görev yapan saraçlar. S A R A C E N İ. Tar. coğ. Arabistan’ın kuze­ yinde kabile. Bizans imparatorlarına kar­ şı şiddetle direndikten sonra müslümanlığı benimsediler. Batılılar'ın daha sonra­ ları Araplar'a verdiği Sarazen adının bu kabileden geldiği ileri sürüldü. S AR AC ENİ (Cario), İtalyan ressam (\fenedik 1585'e doğr. - ay.y. 1620). Sanat yaşa­ mının büyük bir bölümünü Roma'da, il Caravaggio'nun yanında çalışarak geçirdi; us­ tasının sanatını içten, sıcak bir duyarlıkla ve hüzünlü bir lirizmle yorumladı (Mısır yolcu­ luğu sırasında mola, 1606, Frascati). Atöl­ yesinde pek çok fransız sanatçı yetişti (Guy François, J. Leclerc). Yaşamının son iki yı­ lını Venedik’te, çoğunluğu il Tintoretto'nun manierismocu geleneğine bağlı kalmış olan ressamlara il Caravaggio'nun üslubu­ nu tanıtmakla geçirdi. S A R A Ç a. (ar. serrâc'dan). 1. Koşum ve eyer takımları yapan ve/ ya da satan kim­ se. —2. Koşum ve eyer takımlarını süsle­ yen, işleyen, onaran kimse. —3. Deriden, muşambadan vb. bavul, çanta vb. yapan kimse —4. Saraç iğnesi, saraçların kul­ landığı ucu keskin, çeşitli kalınlıkta düz ya da eğri iğne, (ince derilerle bezleri dikme­ ye yarar) || Saraç tezgâhı, saraçların üze­ rinde çalıştığı kare biçimli, kenarlıklı ve ko­ lay taşınabilen masa. (Işığın geliş yönüne göre yerinin değiştirilebilmesi için kolay­ ca taşınabilecek biçimde yapılmıştır.) S A R A Ç (Tahsin), türk şair, çevirmen (Muş 1930 - İzmit 1989). Ankara Gazi eğitim enstitüsü fransızca bölümünü bi­ tirdi. Paris’te Sorbonne üniversitesi’nde transız dili ve edebiyatıyla sesbilgisi öğ­ renimi gördü (1953-1954; 1957-1959). Gazi eğitim enstitüsünde fransız dili ve edebiyatı öğretim görevlisi olarak çalıştı. 12 Mart 1971’den sonra siyasal görüşleri dolayısıyla iki kez gözaltına alındı ve ak­ landı. Fransızca öğretmenliğinden emek­ liye ayrıldı (1971). Fransız şiirinden yaptı­ ğı çevirilerle tanınır: Günümüz fransız şii­ ri (1963, TDK çeviri ödülü). Türk şair ve oyun yazarlarından (F. H. Dağlarca, O. Asena vd.) fransızcaya çevirileri de var­ dır. Fransızca-türkçe sözlüklü TDK ve Adam yayınları tarafından yayımlandı (1976-1985). Şiir kitapları: Bir ölümsüz yalnızlık (1965), Güneş kavgası (1968), Direnmeler (1973), Güvercin kasapları (1978), Bir sevgiyi görüntüleme (1980), Çıplak kayada çimlenmek (1990). S A R A Ç H A N E a. (ar. serrSc ve fars. hâ­ ne'den serrâc-ljâne). 1. Koşum ve eyer ta­ kımları yapılan ve satılan yer. —2. Deri­ den, muşambadan vb. eşya yapılan ve satılan yer. —A n s İk l . XIII. yy.'da, saraçların da öteki esnaf kuruluşları gibi ahilik sistemi içinde bir örgütleri vardı. İstanbul’da bezazistan çevresinde toplanan saraçlar, daha son­ ra bugünkü Fatih parkı ve kaymakamlık binası çevresinde yaptırılan (1475) saraç­ haneye taşındılar Fatih Sultan Mehmet, bir fermanla burası dışında saraç dükkânı açıl­ masını ve saraçlığa ilişkin eşya üretilmesi­ ni yasakladı. 1606’dan sonra Divanyolu, Uzunçarşı, Sipahipazan, Tavukpazarı'nda da saraç dükkânları açılmaya başladı. Sa­ raçhane, 1673’te tümüyle yandı. Daha son­ ra aynı yerde yeni bir saraçhane yaptırıldı. Yeni yapının duvarları kâgirdi ve dükkân­ lar iç kısımda bulunuyordu; ortada Saraç­ hane camisi ve Saraçlar loncası vardı. 1908'e değin canlılığını koruyan saraç­ hane, aynı yıl çıkan Fatih yangınında tü­ müyle ortadan kalktı. SARAÇHANEBAŞI, İstanbul’un Fatih ilçe­ sinde semt; İstanbul Belediye sarayı, İstan­ bul belediyesi Fatih tiyatrosu, Gazanferağa medresesi (bugün Karikatür ve mizah müze­ si), Bozdoğan (Vblens) kemeri bu kesimdedir.



Tahsin S « *



-ay. y. 1972). Jules Faure transız lisesi'ni bitirdi (1913). Birinci Dünya savaşı sonun­ da Tevhid-i efkâr gazetesine girdi, ikdam, Tercüman-ı hakikat, ileri, Anadolu gaze­ telerinde sekreterlik, yazı işleri müdürlü­ ğü vb. görevlerde bulundu. İstanbul’da fransızca Le Djin (1919), Parmakizi (1929), İzmir'de Resimli yurt ve Resimli cuma der­ gilerini çıkardı, yönetti. 1938’de İstanbul' da ilhami Safa ile birlikte yayımlamaya başladığı Yem sabah gazetesini 1948’de Safa Kılıçlıoğlu'na devretti.



Saraçhanebaşı mescidi istanbul



S a ra ç h a n e b a ş ı m e s c id i ya da M lm a ra y a » m e s c id i, İstanbul'un Fatih semtinde, Saraçhanebaşı’nda mescit; kes­ me taştan, tek kubbeli yapı, Mehmet II (Fa­ tih) dönemi mimarlarından Ayas Ağa’nın eseriydi. Haziresinde AyasAğa'nın mezarı vardı. 1956'da yol yapımında yıktırıldı. S A R A Ç LIK a. 1. Koşum takımlarının ya­ pımı, tamiri, süslenmesi işi; bu işle uğra­ şan küçük sanayi dalı. —2. Deriden, mu­ şambadan vb. bavul, çanta vb. yapma işi. — A N S İK L . Atın boyuna uygun olarak ya­ pılan koşum takımları, onun doğal hare­ ketlerini kolaylaştırmak ve onu her türlü ra­ hatsızlık, incinme ve zararlı çarpmalardan korumak zorundadır. Koşumculukta kul­ lanılan yağlı ve kromlanmış deriler, sepici bıçağıyla kesildikten ve tıraşlandıktan son­ ra ya mumlu İplik, biz ve ucu kütleştirilmiş iki iğne ya da sırım ve sırım iğnesiyle di­ kilir. Bütün büyük parçalar (boyunduruk, eyer), kıtıkla doldurulur. Saraçlık ayrıca ya­ tak takımı, çocuk arabası, av, spor, yolcu­ luk ve kamp gereçleri gibi ürünlerin yapı­ mıyla da uğraşır. S A R A Ç O Ğ L U , Konya'nın merkez ilçe­ si sınırları içinde mahalle.



Şükrü Saraçoğlu



G irolam o d i M a fo -s. i. p. a .



Giuseppe Saragat



S A R A Ç O Ğ LU (Mehmet Şükrü), türk si­ yaset adamı (Ödemiş 1887 - İstanbul 1953). İzmir idadisi’ni, İstanbul'da mülki­ ye mektebi'ni (1909) bitirdi. Bir süre öğ­ retmenlik yaptıktan sonra İsviçre'ye gide­ rek Cenevre Siyasal bilgiler fakültesi’nden mezun oldu (1918). Öğrenciliği sırasında Türk talebe cemiyeti’ni kurdu ve bu ce­ miyet adına yayımlanmasına öncülük et­ tiği fransızca dergide Mondros ateşkes antlaşması koşullarını eleştirdi. Türkiye’ye döndükten sonra Aydın'da kurulan gizli diteniş örgütlerine katılarak işgal kuvvetle­ rine karşı savaştı. 1923’te İzmir milletve­ kili olarak TBMM’ye girdi. Kısa bir süre Fethi Okyar hükümetinde Milli eğitim ba­ kanı (1925), ardından yunan hükümetiy­ le görüşmeler yapan Mübadele komisyo­ nu başkanı (1926) olarak görev yaptı. 1927'de, üçüncü ismet İnönü hükümetin­ de Maliye bakanı olarak yer aldı. Üç yıl kadar süren bu görevi sona erince, türk hükümeti adına ekonomik konularda te­ maslarda bulunmak üzere ABD’ye gön­ derildi. 1932'de Paris’te toplanan osmanlı borçlarının taksite bağlanmasına ilişkin görüşmelerde türk heyetinin başkanlığını yaptı ve 1933'te bu konudaki antlaşmayı imzaladı. 1933'ten başlayarak İnönü, Bayar. Saydam kabinelerinde Adalet ve Dış­ işleri bakanı olarak bulundu. Refik Saydam’ın ölümünden (1942) sonra Başba­ kanlığa getirildi. Bu tarihte genel seçim­ lerin İki dereceli olmasını hükme bağlayan yasanın çıkartılmasını sağladı. 1946'ya değin iki kez aynı görevi sürdürdü ve ken­ di isteğiyle Başbakanlıktan ayrıldı. 1948 -1950 arasında TBMM başkanlığı yapan Saraçoğlu, 1950 seçimlerinde yeniden milletvekili olamayınca siyasi yaşamdan çekildi. S A R A Ç O Ğ LU (A. Cemalettin, Cemal —denir), türk gazeteci (İstanbul 1893



in biyotipolojisinde, psişik süreçleri ağır­ laşmış, ayrıca itkisel mizaçlı ve şiddetli öf­ ke nöbetlerine kapılan kimseye denir. ♦



a. Ruhbil. Saralımsı kimse.



S a r a m a c c a , Surinam'da ırmak; adı ülkenin ortasındaki bir yönetim bölgesine (22 181 km2; 13 500 nüf.) verilmiştir. S A R A M E T a. (ar. şaramet). Esk. Yiğitlik. S A R A M S I sıf. Nörol. 1. Saraya benze­ yene denir. (Örneğin, ayaktaki titreme ya da [klonus] saramsı bir haldir ve pirami­ dal yoldaki bir hipertoniye bağlıdır.) —2. Sara nöbetine benzeyen, ama aynı ne­ denlere bağlı olmayan duruma denir.



S A R A Ç O Ğ L U (Rüşdü), türk ekono­ mist ve bankacı (Ankara 1948). Şükrü Saraçoğlu'nun torunudur. ODTÜ Ekono­ mi ve istatistik bölümünü bitirdi (1971), S A R A N a. (tesc. edil. a.). Polim. Özellik­ Minnesota Ûniversitesl'nde (ABD) dokto­ le elyaf halinde kullanılan, çeşitli vinil ve ra yaptı (1980). Uluslararası para fo­ viniliden klorür eşpolimerlerinin tescil edil­ nunda (IMF) ekonomist olarak çalıştı miş marka adı. (1979-1984). 1984'te yurda dönerek Merkez bankası'nda Araştırma, planla­ S A R A N (Beyhan), türk tiyatro oyuncusu (Gümüşhane 1938). Küçük yaşlarda Dev­ ma ve eğitim genel müdürü olarak görev let tiyatrosu çocuk oyunlarında sahneye aldı. 1986’da Merkez bankası başkan çıktı. 1957'den başlayarak Devlet, Adana yardımcısı, 1987’de Merkez bankası Şehir ve Mithatpaşa tiyatrolarında çalıştı. başkanı oldu. ANAP döneminde getirildi­ 1972'den sonra yeniden Devlet tiyatrosu' ği bu görevi, DYP-SHP koalisyon hükü­ na döndü. Cadı kazanı, Kral Lear, Hizmet­ meti döneminde de sürdürdü. çiler, Hırçın kız, ilk evlilik vb. oyunlarda ıS A R A O A T (Giuseppe), İtalyan devlet başrol oynadı. Yeryüzü cenneti'ndeki ro­ adamı (Torino 1898 - Roma 1988). 1922’ lüyle Ankara Sanatsevenler derneğı’nce den beri Sosyalist parti’nin militanıydı. Fa­ övgüye değer oyuncu seçildi; İlk evlilik' şizmin iktidara gelmesi üzerine sürgüne teki rolüyle Sanat kurumu en başarılı ka­ gitmek zorunda kaldı (1926). Nenni’yle dın oyuncu ödülü'nü aldı (1986). Birçok birlikte Toulouse’da Antifaşist toplanma koTV dizisini (Kadın ana, Şahin tepesi vb.) mitesi’nin kurulmasına katıldı (1941). Robaşarıyla seslendirdi. ma'ya dönünce (1943) Almanlar tarafın­ S A R A N D E ya da S A R A N D A , Arnadan hapsedildi, fakat kaçmayı başardı. vutluk'un güney kesiminde liman kenti; Devlet bakanı (1944), Paris büyükelçisi (1945-1946), Kurucu Meclis başkanı (1946 9 000 nüf. Balıkçılık. Besin sanayisi. -1947) oldu. Komünistlerden ayrılmak üze­ ■ S A R A N G İ a Hint müziğinde kullanılan re Nenni'yle ilişkilerini kopardı ve İtalyan yaylı bir çalgı. (Göğsü deridendir. Bağır­ sosyal demokrat partisi'ni kurdu (1947). saktan 3 ya da 4 melodi teli ve maden­ Hıristiyan demokratlarla işbirliği yaptı. den 11-15 ahenk teli vardır. Bağırsak tel­ 1947’den 1957'ye kadar birçok bakanlık leri tuştan 6-7 mm yüksektedir ve tırnak­ görevinde bulundu. Aldo Moro'nun baş­ larla yandan hafifçe itilerek çalınır. Şarkı­ kanlığındaki koalisyon hükümetinde Dışiş­ lara eşlik eder.) leri bakanı oldu (1963-64). Segni’nin isti­ S A R A N S K , Rusya Federasyonu’na fası üzerine İtalya Cumhurbaşkanı seçil­ bağlı Mordvln Özerk Cumhuriyetl'nin di (1964-1971). Yaşam boyu senatörlük gö­ başkenti, Orta Volga'nın batısında; 312 revine getirildi. 1975'ten beri Sosyal-de000 nüf. (1989). Makine ve elektrik sana­ mokrat parti'nin başkamdir. Socialismo e yisi. Kimya ve eczacılık ürünleri. Besin liberta (Sosyalizm ve özgürlük) [1944] ad­ sanayileri. lı bir kitabı vardır. Yazıları ve söylevleri 1965'de yayımlandı (Ouaranta anni di lotS A R A N Y O V O - * SEPTEMVRİ. ta p e rla democrazia [Demokrasi için kırk S a r a p İ s -> Serapis. yıl mücadele], 1925-1965]. S A R A P U L , Rusya Federasyonu'na S A R A G H R A R , Pakistan'da Hindu Kuş, bağlı Udmurt Özerk Cumhuriyeti'nde kütlesinde dağlık bütün, birkaç doruğu kent, Kama kıyısında, ijevsk'in G.-D.’sun7 000 m'yi aşar. Saraghrar l ’e (7 349 m) da; 110 000 nüf. (1989). Sanayi (makine ve kuzey doruğuna (7 040 m) F. Maraive elektrikli gereçler, kereste, besin). ni'nin yönetimindeki bir İtalyan dağcılık heyeti (F. Alletto, P. Consiglio, G. G. Castelli, C. A. Pinelli) tırmandı (1959). 1967'de Güney Saraghrar’a (7 303 m) Yamamoto’nun yönettiği bir japon heyeti (Saç ve Hara) ulaştı. SAR AH AT, -ti a. (ar. sarahat). Esk. 1. Anlaşılır olma durumu; açıklık. —2. Bir anlatımın açık, anlaşılır olma özelliği. —3. Sarahatle, açıklıkla. S A R A H A TE N be (ar şarahat'ten sa­ rahaten). Esk. Açık olarak, açık bir biçim­ de, açıktan açığa. S a r a je v o



*



saraybosna.



IS A R A K a. inş. Döşeme düzeyinde tera­ zilemek ve özellikle yağmur sularını uzak­ laştırmak için yapı yüzünde çıkıntılı olarak yapılan taş dizisi ya da silme. (Sarak ço­ ğu kez koruyucu işlevini yitirmiş ve bir be­ zeme öğesine dönüşmüştür.) S A R A K A a. (yun. sarkasmos, alay’dan). Arg. 1. Üstü kapalı alay; istihza. —2. Sa­ raka etmek, bir kimseyi alaya almak, onunla eğlenmek. || (Birini) sarakaya al­ mak, alaya almak.



S A R A R M A a. Sararmak eylemi. —Bot. Bitkilerin soğuğun ve nemin, kimi zaman da mantarların etkisiyle sarı bir renk alması. S A R A R M A K gçz. f. 1. Bir şeyden söz ederken, sarı bir renk almak; rengi sarı­ ya dönmek: Ekinler sararıyor. Yapraklar sarardı. —2. Bir kimseden, yüzünün ren­ ginden söz ederken, doğal rengi değiş­ mek, sarı bir renk almak: Korkudan, öf­ keden sararmak. Rengin sarardı, hasta mısın? —3. Renklerden, bir fotoğraftan söz ederken, silinmek, parlaklığını yitir­ mek; solmak: Fotoğraflar sararmış. Duvar kâğıtları güneşten sarardı. Sararan örtü­ ler, perdeler. —4. Sararıp solmak, rengi gittikçe daha çok solmak, canlılığını yitir­ mek: Çiçekler sararıp soldu. ♦ sarartm ak ettirg. f. Bir şeyi sarartmak, onun sararmasına neden olmak, rengini sarıya dönüştürmek: Kızgın güneş saçla­ rını sararttı. Sıcak rüzgâr ekinleri, yaprak­ ları sararttı.



S A R A LI sıf ve a. Sara hastalığı olan kim­ se için kullanılır.



S A R A R T M A a. Sarartmak eylemi. —Bes. san. Toplanırken kabuğu yeşil olan turunçgillere ve muz gibi meyvelere ol­ gunluk rengini vermek için yapılan işlem. || Sarartma odası, bu gibi meyvelere sa­ rartma işleminin uygulandığı yer.



S A R A L İM S I sıf. Ruhbil. E. Kretschmer’



SARARTM AK -



S A R A K A C I sıf. Arg. Alaycı, müstehzi.



SAR AR M AK.



saray S AR ASATE (Martín Melitón SARASATE y NavascuÉS, P ablo — denir), İspanyol ke­ mancı (Pamplona 1844 - Biarritz 1908). Pek çok besteci onun için besteler yaptı: Lalo (Ispanyol senfonisi), Bruch (Konçer­ to nP2, Iskoç fantezisi), Saint-Saëns (Concertstûck, Rondo capriccioso, "S i" minör konçerto). Sarasate'nin de halk temaları üzerine, İspanyol üslubunda besteleri var­ dır (Zigeunerweisen, Canción de gitanos, Jota aragonesa, Carmen fantezisi). S A R A S O T A , ABD'de (Florida) kent, Meksika körfezi kıyısında, Tampa’nın G.'inde; 55 655 nüf. Sayfiye yeri ve tica­ ret merkezi. Sebze ve meyve pazarı. Be­ sin sanayileri. Ringling Museum of Art'da primitiflerden, başlayarak avrupalı res­ samların yapıtlarından güzel bir resim koleksiyonu vardır (İtalyan okulu, Rubens’in kartonları vb.). S A R A S V A T İ. Mit. Hindistan’da, Bom­ bay’ın K.-B.’sında yeraltı ırmağı. Adı, Ve­ da döneminden beri bir tannça adıdır. Bü­ yük tanrılarla bir tutulan ve Brahmana’da söz ile (Vac) özdeşleştirilen tanrıça, Brah­ ma'nın kuşuna (hamsa) binmiş olarak canlandırıldı. Simgesi, belagat ve diğer sanatları temsil eden vina adlı bir çalgı­ dır. S A R A S V A T İ (Dayananda), hint milliyet­ çisi (Tankara, Gucerat, 1824 - Acmer, Racastan, 1883). Guceratlı brahman. 1875'te, hinduculukta reform yapılmasını ve Hindistan’ın kendine özgü yollardan ik­ tisadi ve kültürel gelişmesini savunan Ar­ ya Samac hareketini başlattı. S AR A T p. 1. Yörs. Büyük delikli kalbur. —2. Sarat gibi, delik deşik: Atılan kurşun­ larla sarat gibi olmuştu adam. S A R A R M A S P R IN G S ya da S A R A T O O A , ABD’de (New York) kaplıca mer­ kezi, Albarıy’nin K.'inde; 23 900 nüf. Hi­ podrom, atlı sporlar müzesi. Amerikalılar’ ın kuşattığı İngiliz general Burgoyne 17 ekim 1777'de burada teslim oldu. S A R A T O V , Rusya'da kent, Volga'nın sağ kıyısında; 905 000 nüf. (1989). Moskova-Taşkent demiryolunun ırmağı geçti­ ği yerde bir ulaşım kavşağı olan ve bir doğal gaz yatağı yakınında bulunan kentte, petrokimya sanayileri (sentetik el­ yaf), makine yapımı ve besin sanayileri gelişti. —Yakınında, Volga üstünde önemli hidroelektrik santral. —Tar. Kent, 1590'da Volga kıyılarındaki ti­ careti göçebelere karşı korumak amacıy­ la kuruldu. Stenka Razin (1670-71) ve Pugaçev (1774) ayaklanmalarına etkin ola­ rak katıldı. —Güz. sant. Eski Saratov’un merkezinde



şu yapılar bulunur: 1697'de rus barok üs­ sarmak eylemi. —2. Saravele incesi, yel­ ken sarmada kullanılan iplerin her biri. lubunda yapılan Troitsıy katedrali; Yekaterina II zamanından kalma klasik üslupta ■ S A R A Y a. (fars. seray, ev). 1. Bir devlet eski papaz okulu; 1815'te Stasov’un plan­ başkanının, bir hükümdarın oturduğu bü­ larına göre yapımına başlanan Aleksandr yük ve görkemli konut: Padişahın sarayı. -Nevskiy katedrali. Radişçev’in evinde rus — 2. Hükümdar ve yakın çevresi: Saray­ ressamları ve avrupa okullarının tablola­ dan haber almak. Saray tarafından hima­ rının yanı sıra fransız mobilyaları sergile­ ye edilmek, gözetilmek. —3. Kamu yara­ nir; arkeoloji müzesi (Tatar eski eserleri); rına hizmet vermeye yönelik büyük ve Çernışevskiy’in evi (yazann elyazmalan ve görkemli yapı: Belediye sarayı. Sergi sa­ kişisel eşyaları). rayı. — 4. Görkemli ve büyük konut: Villa­ S A R A V A K , Malaysia federasyonu'na sı, gerçek bir saraya benzedi. üye eyalet; 125 000 km2; 1 669 000 nüf. —Arkeol. Saray cephesi biçiminde süsle­ (1990). Merkezi Kuching. Borneo'nun ku­ me, eski Mısır'da, ilk sarayların dış duvar­ zeyinde yer alan Saravak, Güney Çin delarında yer alan girinti ve çıkıntıları taklit nizi’yle, G.’de ve D.'da Kalimantan'la, K.eden bezeme öğesi. (Eski İmparatorluk D.’da Sabahla sınırlıdır. döneminden başlayarak kullanıldı.) —Esk. eczc. Saray eczaneleri, İstanbul’ —Tar. Kıyı bölgeleri, Şrivicaya ve Macapadaki saraylarda, padişaha ve sarayda otu­ hit imparatorluklarının parçasıydı ve Songlar döneminden beri Çin'le ticari ilişkiler ranlara ait ilaçların hazırlandığı eczaneler. (Bk. ansikl. böl.) sürdürüyordu. Bu bölgeler müslümanlaş—Huk. Adliye sarayı, bir kentteki mahke­ tırılır ve malezyalılaştırılırken, çoğunlukla melerin bir araya toplandığı, kamuya ait Dayaklar’ın (özellikle İbanlar’ın) yaşadığı büyük bina. iç kesim, dış etkilere karşı daha az duyarlı —Kur. tar. Saray ağaları, Osmanlılar’da sa­ teldi. Saravak, XVI. yy.'dan bu yana Bruray halkına hizmet ve sarayı korumakla nei sultanlığı'nın bir bölümünü oluşturdu. görevli kimselere verilen ad. (Bunların çe­ İngiliz James Brooke, 1841'de, sultandan şitli rütbeleri vardı ve kapı ağası da deni­ Saravak (o zamanlar Kuching bölgesinin len darüssaade ağasının buyruğunda ça­ adıydı) racası unvanını aldı. Sultan, Sara­ lışırlardı. Hâzineye, kilere, büyük ve küçük vak' ı geri almak istediyse de Brooke’a ye­ odalara, valide sultanlara, şehzadelere nildi. Brooke, giderek egemenliğini sultan­ bakmak da görevleri arasındaydı. Bir gö­ lığın öteki bölümlerine de yaydı (1853, revleri de padişahın bir kız çocuğu doğ­ 1861). Bu yayılma, onun ölümünden son­ duğunda durumu yazılan bir hattı hüma­ ra yerine geçen yeğeni Charles Brooke yun ile sadrazama iletmekti.) || Saray aş­ tarafından da (1881, 1885, 1890, 1905) çıları, saray mutfağında (matbah-ı âmire) sürdürüldü ve sonunda Brunei, iki küçük çalışan görevliler. (Bunlar, aşçıbaşı, ocakiç kesimden ibaret kaldı. Ülkeyi kalkındır­ başı, kebapçı, tatlıcı, pilavcı, hamurcu, ba­ mak için çok sayıda getirtilen Çinliler, lıkçı, perhizi gibi adlar taşır, matbahın kar­ 1857'de ayaklandılar. 1872'de, yeniden şısındaki koğuşlarda yatarlardı.) || Saray Kuching adı verilen Saravak, 1888'de İn­ bostancıları, Osmanlılar’da padişahların giliz himayesine girdi. 1917’de Charles bahçe, bostan ve kayıklarına bakan saray Vyner Brooke, babasının ardından raca görevlileri. (Bostancı ocağı’na bağlıydılar. oldu. İkinci Dünya savaşı sırasında yıkıma Ocağın bir görevi de Marmara ve Boğaz­ ve japon işgaline (1941-1945) uğrayan ül­ içi kıyılarının güvenliğini sağlamaktı. Boskeyi, işgalden sonra Charles Vyner Bro­ tancıbaşının buyruğundaki görevliler bos­ oke, sömürge olarak Büyük Britanya’ya tancılar kethüdası, haseki ağa, hamlacıdevretti (1946). 1959’da ilk genel seçim­ başı, odabaşı, bostancı karakulağı, vezir ler yapıldı. Saravak, Londra'nın teşvikiy­ karakulağı ve baltacılar [dört kişi] idi.) || Sa­ le, Malaysia federasyonu’na katılmaya ka­ ray çıkmaları, içoğlanı ve acemilerin Yeni rar verdi ve burada, Sabah'la birlikte Sin­ gapur'un çinli halkına karşı bir denge saray, Galata, Edirne ve ibrahimpaşa sa­ oluşturdu (16 eylül 1963). Saravak’ın Ma­ raylarında gereken eğitimi görüp yetişe­ laysia federasyonu’na özel bir statüyle gir­ rek "çelebi” adını aldıktan sonra saray ve mesini hoş karşılamayan Endonezya, saray dışındaki görevlere atanmaları. (Pa­ "ihtilaf" çıkardı (1963-1966). dişahların tahta geçmelerinden sonra kı­ demli içoğlanlarının Enderun dışındaki S A R A V A N E , Laos’un güney kesimin­ görevlere atanmalarına büyük çıkma, ilk de yer, il merkezi, Mekong'un kolu (sol büyük çıkmadan sonra beş ya da yedi se­ kıyıdan) Se Done kıyısında; 2 500 nüf. — nede bir yapılan çıkmalara ise küçük çık­ Saravane ili, 18 360 km2; 187 515 nüf. ma denirdi.) || Saray kethüdası, OsmanlıSAR A V ELE a. (ital. serrare, sarmak ve lar'da bir saray görevlisi. (Kapı ağası ile Saray-ı cedit ağasından sonra gelirdi. Göve/e, yelken’den). Denize. 1. Bir yelkeni



10189



sarangi



Nemrud sarayı'nın (Irak) A. H. Layard’ın Monuments of Nineveh (Ninova anıtları) [1853] gravür



90



Topkapı sarayı (û ve İftariye'den genel görünüm İstanbul



revleri saray işleriyle, özellikle protokol ile uğraşmaktı. Padişahın eteğini bayramlar­ daki törenlerde ilk olarak bu görevli öper­ di.) || Saray peykleri, Osmanlılar’da padi­ şahın sefere çıkışında, cuma ve bayram namazlarındaki saltanat alaylarında en önde yürüyen görevliler. (Bunlar, solakla­ rın hemen önünde yer alır, fistanı andıran kısa bir giysi giyer, bu giysinin ucunu belle rine doladıkları kuşağa sıkıştırırlardı.) || Sa­ ray ustası, osmanlı saraylarındaki kalfalann başına verilen ad. (Kâhya kadın da de­ nirdi.) [Bk. ansikl. böl.] || Saray-ı âmire ağa­ sı, Osmanlılar’da dördüncü derecedeki iç ağasına verilen ad. (Arz sahibi Enderun ağaları arasında yer alırlardı. Saraya, bü­ yük, küçük ve has odalara bakıp gözet­ mek görevleri arasındaydı.) || iç halk, osmanlı saraylarından haremden ayrı olarak padişahın hizmetinde bulunan saray gö­ revlilerine topluca verilen ad. (Saray hal­ kı da denirdi.) —Mutf. Saray böreği -* bûr ek . || Saray francalası, OsmanlIlar döneminde şehza­ de ve sultanlar için özel olarak pişirilen ek­ mek. || Saray lokması -* lokm a . —Tar. Saraydı âmire, padişah sarayı. (Bu ad, önceleri yalnızca Beyazıt'ta bugünkü İstanbul Ünlversitesi'nln bulunduğu ke­ simdeki saray [Eski saray, Saray-ı atike, Saray-ı atik-i âmire] için, daha sonra tüm sultan sarayları için kullanıldı. Topkapı sarayı’na da Saray-ı cedit ya da Saray-ı ce­ d id i âmire deniyordu.) || Saray-ı âsafı, sad­ razam dairesi. || Saray-ı hümayun, padi­ şah sarayı. —fiyat. Saray tiyatrosu, batı ülkelerinde ol­ duğu gibi Asya ülkelerinin birçoğunda,’ halk tiyatrosu geleneğine karşı, saray men­ suplarının ve soyluların eğlenmesi için yap-' tınlan tiyatro ve bu tiyatroda verilen temsiller. —ANSİKL Arkeol ve Güz. sant. Başlangıç­ ta hükümdara özgü olan ve onun ölümün­ den sonra terk edilen eski Yakındoğu saraylan, dayanıksız gereçlerle yapılırdı. Da­ ha sonraları, yönetimin ihtiyaçlarını karşı­ layabilmek İçin büyütülen saraylar, merke­ zi yönetimin odağı durumuna geldiler. İ.Û. II. binyıl'ın başında kurulan Mari sa­ rayı 3,5 ha'dan geniş bir alanı kaplamak­ taydı. Eski Ugarit'te de (Res Şemra) İ.Û. II. binyıl'ın ikinci yarısında büyük bir sa­ ray vardı. Kutsal Kitap'ta Yahuda ve İsrail hükümdarlarının saraylarından sıkça söz edilir. Minos dönemi Girit sarayları zarif bir biçimde süslenmişti. Ancak, saray mimar­ lığında asıl gelişme Asur kralları zamanın­ da görüldü. Hursabad, Ninova, Til Barsip kalıntıları, bu sarayların görkemini yansı­ tır; Louvre müzesi'nde bu yapıları süsle­ yen heykellerden oluşan zengin bir kolek­ siyon vardır. Samiriye’de de bu tür krallık sarayları (İ.Ö. IX.-VIII. yy.) ortaya çıkarıl­ mıştır. Ahemeni kralları Sus’ta ve Persepolis' te muazzam saraylar inşa ettirdiler. Sütun kullanımı bu yapılarda görkemli kabul sa­ lonlarının (apadana) yapılmasına olanak verdi. Hüsrev l'in Ktesiphon'daki sarayının kalıntılan, sasani mimarlığının cesur tasa­



rımlarını gözler önüne serer. Anadolu'daki saray yapılarının İlk örne­ ği, bir kale saray görünümündeki Truva*' dır (ilk Tunç çağ). Beycesultan*'ın V. kat­ manında ortaya çıkarılan olağandışı bü­ yüklükteki sarayın (İ.Ö. 1850'ye doğr.) ye­ rel bir beye ait olduğu sanılmaktadır. Girit Minos sarayları ile hitit saraylarının özel­ liklerini taşıyan bu yapı, revaklı avlulu, bü­ yük salonlu, iki katlı, çok odalı gelişmiş mi­ marisiyle dikkati çeker. Asur ticaret kolo­ nileri çağından Acemhöyük* (Sarıkaya sa­ rayı, Hatipler sarayı), Küitepe" (Vrşama sa­ rayı) ve Karahöyük* sarayları bir avlu çev­ resinde yer alan salonlar ve odalardan oluşan anıtsal örneklerdir. Amik ovasında; ki Tel Açana*'da Vll._ katmanda ortaya çı­ karılan Yarim-Lim (İ.Ö. XVIII. yy.) ile IV. kat­ mandaki Nigmepa (İ.Ö. XV. yy.) sarayları, duvar süslemeleri, iki bölümlü odaları, yı­ kanma odalan, çokkatlılıklarıyla Girit Myke nai sarayları ile ilişkileri aydınlatır. Boğaz­ köy" ve Alacahöyük*'teki hitıt sarayları ba­ kışıksız düzenleri, bağımsız çokkatlı me­ kânlarıyla Mezopotamya saraylarından ayrılırlar. Geç Hit'ıt döneminde, K. Suriye’ nin etkisindeki saraylar, bir avlu çevresi­ ne yerleştirilmiş enine ana oda ve yan odalardan oluşur. Bit-hilani diye tanımla­ nan bu tür yapılara Zincirli", Sakçagöze", Kargamış" gibi merkezlerde rastlanmıştır. Bu sarayların ortak bezemeleri ortostatlardır. Değişik işlevde çeşitli bölümlerden meydana gelen urartu sarayları büyüklük­ leri, mimarileri, taş işçilikleriyle bu yapı tü­ rünün önemli örnekleridir (Giriktepe", Çavuştepe", Altıntepe", Adilcevaz" Kef ka­ lesi). Gordion*’da ortaya çıkarılan phrygia sarayı, kalenin ortasında yer alıyordu. Megaron planlı çeşitli bölümlerden oluşan saray, surlarla halkın oturduğu evlerden ayrılıyordu. Roma imparatorlarının Roma’da (Neron'un Domus aurea’sı dekorunun zen­ ginliğiyle ünlüydü), taşra kentlerinde (Diocletianus’un Spalato'daki [Split] sarayı) ve yazlık yerlerinde (Tivoli'deki villa Hadriana) yaptırdıkları saraylar, imparatorluk konutlarında yeni bir anlayış ortaya koy­ du. Saray, yönetimin merkezi olmaktan çıktı; banyoları, tiyatroları, stadyumları ve bahçeleriyle, hükümdarın keyfi için kurul­ muş küçük bir kent haline geldi, impara­ torluğun ikiye bölünmesiyle İstanbul ve Ravenna'da da saraylar inşa edildi. Vandallar tarafından yağmalanan Roma sa­ rayları birer yıkıntıya dönüştü. Buna kar­ şılık papalar Vatikan bahçelerinde kendi saraylarını yaptırmaya başladılar. Charlemagne, Roma'da papa Leo lll'ün sarayın­ da kaldı ve Aachen de, kendi sarayını bu yapının planlarına göre inşa ettirmeyi ta­ sarladı. Ortaçağ'da hüküm süren güvensizlik ortamı, sarayların tahkim edilmesini ge­ rektirdi. Bunlar kentlerin çevresinde inşa edildi ve birer kale işlevi gördüler (Paris' te Louvre). Rönesans döneminde, kral, prens ya da senyör sarayları, savunmaya yönelik İşlevini yitirdi (Besançon’da Granvelle sarayı; Luxembourg sarayı); öte yan­ dan, Ortaçağ yapıları aynı anlayışta elden geçirildi ya da büyütüldü (Louvre, Fonta­ inebleau sarayları; Bourgogne düklerinin Dijon'daki sarayı). Bu yeni yaklaşımın kö­ keni İtalya ve Antikçağ’a dayanıyordu. Ra ma’da, daha XV yy.'da birçok saray inşa edilmişti (Şansölyelik, Vatikan, Farnese sa­ rayı, Quirinale), Floransa (Medici, Pitti, Rucellai sarayları), Urbino (dukalık sarayı), Venedik, Mantova vb.'de de aynı durum sözkonusuydu. İngiltere'de, St James (Londra) ve Hampton Court sarayları ya­ pıldı; İspanya'da, Kari V’in Granada'daki sarayı ile Prado ve El Escorial, İtalyan mi­ marlığına çok şey borçludur. Klasik sanat anlayışının ürünü olan Versailles, barok üsluba doğru belli bir evrimle, Rusya (Le­ ningrad'da Petrodvorets sarayı ve Kışlık saray), Avusturya (Viyana'da Schönbrunn ve Belvedere) ve ispanya'da (la Granja) taklit edildi. İtalya ise, özellikle barok an­ layışa yöneldi (Roma'da Barberini, Doria



sarayları; Torino'da Carignano sarayı; Catania'da Blscari sarayı vb.). XIX. yy.'da Batı çoğu zaman eski hükümdar saraylarını yeniden elden geçirmekle ye­ tindi. Yeni saraylar daha çok adalet (Brüksel), siyaset (Londra'da Westmins­ ter) sarayları oldu; sergilere (sanayi, gü­ zel sanatlar), XX. yy.'da da uluslararası kurumlara tahsis edildi. • İslam ve türk sarayları. İslam dönemi­ nin İlk sarayları, Emeviler döneminde yaptırılan çöl kasırlarıdır. Kervanyollarının kavşak noktalarında yer alan, berki­ tilmiş duvarlarıyla şatoları andıran, otuz kadar çöl sarayının en önemlileri Kasrülhayr", Kuseyr" Amre, Kasrülmşatta" ya da Mşatta, Kasrü’.tuba'dır. Abbasiler dö­ neminden Ukhaydır" sarayı, Samerra* kentinin zengin bezemeli, görkemli sa­ rayları (Cevsak ül-Hakani, Balkuvara: Kasrülaşk) bir ölçüde Mezopotamya ve Sasani saraylarının geleneğini sürdür­ müştür. Ispanya'da, Kurtuba Emevlleri döneminden Medinet" üz-Zehra sarayı'nda Kurtuba camisi'nin çokayaklı pla­ nı uygulanmıştır, vapı zengin süslemele­ riyle de ilgi çeker. Mehdiye, Kahire ve Tunuz yarımadasında bulunan fatımi sa­ raylarından hiçbiri günümüze ulaşama­ mıştır. 1908'de Kalat Beni Hammad'da ortaya çıkarılan Darülbahr ve Kasr ülMenâr (X. yy.), bu dönemin saray mi­ marlığını aydınlatan örneklerdir. Darülbahr'dan büyük bir taht salonu, hamam­ lar ve büyük bir havuz kalmıştır. Kasr ulMenâr ise saraydan çok bir şato gibidir. Karahanlılar'ın yazlık merkezi Tirmiz' de ortaya çıkarılan büyük saray, dört ey­ vanla çevrili orta avlulu, kare planlıydı. Taçkapının karşısındaki eyvan taht salo­ nu biçimindeydi. Gazneli saraylarında haç biçimi dört eyvanla çevrili avlu şe­ masının daha gelişmiş örnekleriyle karşı­ laşılır (bu şema İran, Afganistan ve Tür­ kistan'da XIX. yy.'a değin uygulanmıştır). Leşker*-i Bazar Sarayı'nın uygur resim geleneğini sürdüren freskleri Ortaçağ İs­ lam sanatında az rastlanan örneklerdir. Büyük Selçuklu Imparatorluğu'nun Merv'deki elli odalı sarayı görkemli bir yapıydı. Burada da dört eyvanla çevrili avlu şeması uygulanmıştır. Musul ata­ beylerinden Bedrettin Lu'lu'nun yaptırdı­ ğı Karasaray'dan yalnızca yan yana üç tonozlu hol kalmıştır. ilhanlı saray m marlığına ilişkin hiçbir şey bilinmemektedir Timurlu dönemi sa­ rayları ise büyüklükleri, yaldızlı ve mavi çinileriyle ünlüycü (Keş kentinde Ti­ mur'un yaptırdığı saray). Eyyubiler ve Memluklar döneminde yaptırılan saraylar tümüyle ortadan kalk­ mıştır. Kahire iç kalesindeki KalaturRih'in on iki sütuna oturan büyük kubbeli bir tören salonu vardır. Ravda'da Nec­ mettin sarayı'nda kare planlı ana mekan galerilerle çevriliydi; K.'de ve G.'de İki derin eyvan bulunuyordu. Tarihçilerin övgüyle söz ettikleri Mağrib saraylarının yalnızca adları, bir bölü­ münün de yerleri bilinmektedir. Bu sana­ tın en görkemli örneği, Gırnata'daki (Granada) Elhamra* sarayı'dır. İsfahan'da Safeviler döneminde yaptı­ rılan ÂH kapı ve Çihil sütun (kırk sütun) sarayları doğaya açılan çok sayıda pen­ cere ve kapıları, ahemeni apadanalarını andıran çok sütunlu tâlârları (sundurma) ve duvar resimleriyle dikkati çeker. Şah Süleyman'ın yaptırdığı Heşt Bihlşt (sekiz cennet) sarayı ise', ortası fenerli bir kub­ beyle örtülü fıskiyeli avlu çevresine yer­ leştirilmiş mekânlardan oluşan ışınsal planıyla değişik şemadadır. Hint-Türk İmparatorluğu döneminde Ekber'in yaptırdığ1Divan-ı âm'ın cephesi­ nin, çifte sütunları bağlayan dilimli kemer­ leriyle görkemli bir görünüşü vardır. Ar-, dında, cayna mimarlığının etkisini yansı­ tan, yanlarda ince sütunlara oturan kub­ belerin yer aldığı iki köşk vardır. Dört eyvanlı planın uygu andığı, iki katlı, Cihan­ giri Mahal adıyla anılan sarayın dış cep-



helerinde Selçuklu, timurlu ve hint etkileri kaynaşmıştır. Şah Cihan'ın Delhi'deki sa­ rayından Divan-ı âm, Divan ı has ve imtiyaz-ı mahal bölümleri kalmıştır. Anadolu'da Büyük Selçuklu ve ilk bey­ likler döneminden günümüze ulaşan sa­ ray örneği yoktur. Ancak Diyarbakır'daki Artuklu* sarayı, dört eyvanlıydı. Selsebilli divanhanenin altın yaldızlı mozaik döşe­ mesi Anadolu'daki ilk örneklerdendir. Hasankeyf sarayı, Mardin'deki Firdevs köş­ kü artuklu mimarlığının günümüze ulaş­ mayan saraylandır Anadolu Selçuklu döneminin sarayları­ na ilişkin bilgiler yetersizdir, ancak kazılar­ da elde edilen buluntular bu yapıların zengin bezemeli olduğunu ortaya koy­ muştur. Dönemin en ünlü ve önemli örne­ ği Beyşehir gölü kıyısındaki Kubadâbâd* sarayı’dır. Kayseri yakınlarındaki Keykubadiye", Konya'daki Kılıçarslan* II köşkü (Alaettin köşkü), Kayseri'deki Hızırilyas* ve Haydarbey* köşkleri dönemin saray ve köşk mimarlığına verilebilecek örneklerdir. Anadolu Selçukluları'nı izleyen Beylik­ ler döneminde, beylik merkezlerinde de saraylar yaptırılmıştı. * Osmanlı döneminde gelişen saray mi­ marisinin ilk örneği Bursa’daydı. Orhan Bey'in Hisar’da inşa ettirdiği ve Beysarayı olarak anılan bu yapı Karamanoğlu Mehmet Bey’in işgali sırasında yıkıma uğ­ ramıştı. Hammer ve Texier'in verdikleri bil­ gilere göre bu saray bahçeler içinde yer alan köşklerden oluşuyordu. Şehzadele­ rin oturduğu Manisa sarayı da günümü­ ze ulaşamamış örneklerdendir. tu.,,.e’nin alınışından sonra Murat Tin yaptırdığı Edirne sarayı (Eski saray) da yıkılmıştır. Bayezit Tin (Yıldırım) inşa ettirdiği sarayın Selimiye camisi’nin yerinde olduğu sanıl-



zamların, vezirlerin yaptırdığı ünlü saray­ lar vardır (Silahtarmustafapaşa sarayı, Fazılahmetpaşa sarayı, Siyavuşpaşa sarayı vd.). İstanbul’da Sultanahmet meydanı'ndaki ishakpaşa* sarayı (bugün Türk ve İs­ lam eserleri müzesi) bu türün önemli ör­ neklerindendir. Anadolu’da merkezi yet­ kenin zayıflamaya başladığı, beylerin ege­ men olduğu XVII.-XVIII. yy.’larda, başkent istanbul’dakilere özenen saraylar yapıl­ mıştır. Bunlardan günümüze ulaşan en il­ ginç örnek Doğubayazıt’taki İshakpaşa* sarayı’dır (1665-1784). Topkapı sarayı'nın küçültülmüş bir örneği olan bu yapıda, geleneksel türk sarayları ile şato mimarisi kaynaşmış gibidir. İstanbul'da Topkapı sarayı'ndan sonra yaptırılan ahşap saraylardan hiçbir iz kal­ mamıştır (Sultanahmet camisi’nin yerinde­ ki Sokullu sarayı, Fenerbahçe sarayı, Ha­ liç'te Tersane sarayı, Üsküdar'da Şerefâbâd sarayı, Boğaziçi’nde Neşatâbâd sa­ rayı vb.). Selim III döneminde Boğaziçi’n­ deki Beşiktaş sahilsarayı, Haticesultan sa­ rayı, Çırağan sarayı onarılmış, yenilenmiş ya da genişletilmiştir. Abdülmecit ve Abdülaziz dönemlerinde batı seçmeciliği ile osmanlı geleneklerinin kaynaştırıldığı, Av­ rupa saraylarının anıtsal boyutlarına öze­ nen saraylar yaptırılmıştır. Bunların en önemlisi, Abdülmecit'in Garabet Amira Balyan ile Nkogos Balyan'a inşa ettirdiği Dolmabahçe* sarayı'dır (1848-1856). Kar­ maşık üslubuyla dikkati çeken bu yapıya karşılık, Abdülaziz döneminde Garabet Amira Balyan ile Sarkis Balyan’ın yenile­ diği Çırağan* sarayı (1863-1871), klasik üs­ luptadır, Batı etkileri yalnızca zengin be­ zemelerinde görülür. Aynı dönemde, İs­ tavroz sarayı’nın yerine, Sarkis Balyan'a yaptırılan (1865) Beylerbeyi* sarayı'nın



talardan birine içirilir, olumsuz bir tepki görülmezse, İkincisini padişah içer, üçüncüsü da ani bir gereksinimde kullanılmak üzere saklanırdı. — Kur. tar. Osmanlılar'da saray haremin­ deki cariyelerin en yüksek görevlisi olan saray ustası, bu göreve ■acemilik", ‘kü­ çük kalfalık" ve "oda kalfalığı' aşamala­ rından sonra gelebilirdi. Bu göreve ata­ nanlara özel mücevherler armağan edi­ lirdi. Saray ustaları, görevlerinin bir belir­ tisi olarak, sarayda dolaşırlarken ellerin­ de gümüş kaplı bir baston taşırlardı. Hünkâr dairesindeki gerekli eşyayı mü­ hürlemek amacıyla mühr-ü hümayunu sürekli yanlarında bulundururlardı. Padi­ şahın kadınlarının bağlı olduğu saray us­ tasının yardımcılarına hazinedar usta de­ nirdi. Saltanat ile birlikte saray ustalığı görevi de kalktı (1922). S A R A Y , Altınordu devletinin başkenti. Bu adı taşıyan iki kentten biri, Batu Han tarafından bugünkü Selitrennoye (Astrahan yakınında) yakınında kurulmuştur (1254). Eski Saray ya da Saray Batu ola­ rak anılan bu kent, Özbek Han dönemi­ ne (1312-1341) değin önemini korudu. Batu Han'ın kardeşi Berke Han'ın kurdu­ ğu (1260). Yeni Saray ya da Saray Ber­ ke, Tsarev (Volgograd yakınında) yakı­ nındaydı. Bu kent Özbek Han dönemin­ de büyük bir gelişme gösterdi. 1395'te iki kent de Timur tarafından tahrip edildi.



Beşiktaş sarayı M. Melling’in gravürü (1819) İstanbul maktadır. Bu iki yapı Mehmet I dönemin­ de genişletilmişti. Tunca nehri kıyısında yaptırılan Yeni saray (Saray-ı cedit), Topkapı’dan sonra osmanlı saraylarının en büyüğüydü. Murat II döneminde başla­ yan yapım Mehmet II (Fatih) zamanında tamamlanmıştır. Düzgün planlı avlular çevresinde, çoğunlukla iki katlı bağımsız yapılardan oluşan bu saray Babıhümayun, Alay meydanı, Babüssaade, Arz odası, Cihannüma kasrı, Kum kasrı, Ha­ rem ve Enderun gibi bölümlerden oluşu­ yordu. Bu saray da Topkapı sarayı gibi yüksek duvarlarla çevriliydi. Daha sonra­ ki padişahlar döneminde de kimi ekleme­ ler yapılmıştı. Edirne saraylarının parlak dönemi 1703'e değin sürmüş, 1828-1829 rus işgalinde yakılmış, 1869’da cephane­ lik olarak kullanılırken yanmıştır. Günümü­ ze ulaşamayan bir başka önemli osmanlı sarayı, İstanbul'un alınışından sonra Meh­ met ll'nin Beyazıt’ta, bugünkü İstanbul Üniversitesi'nin bulunduğu kesimde inşa ettirdiği Eski Saray'dır (Saray-ı atik). Sur­ larla çevrili bahçeler içinde yer alan ve XV.-XIX. yy.'lar arasında sürekli kullanılan Topkapı* sarayı (Saray-ı cedit) tüm dö­ nemlerin üsluplannı yansıtan bölümlerden ve çeşitli bağımsız yapılardan (Fatih köş­ kü, Çinili köşk, Revan köşkü, Murat III köş­ kü, Bağdat köşkü, Mecidiye kasrı vb.) oiuşmaktadır. Sultanların dışında sadra­



özellikle ön cephesi Batı üsluplarının et­ kilerini yansıtır. Fındıklı ile Salıpazarı ara­ sındaki Cemilesultan ve Müniresultan sa­ rayları (bugün Mimar Sinan üniversitesi) Garabet Amira Balyan’ın yapıtlarıdır. Topkapı sarayı gibi çeşitli köşklerden oluşan Yıldız* sarayı’nın Mabeyn denilen bölümü Garabet Amira Balyan’ın eseridir; Sarkis Balyan Abdülhamit II döneminde Şaie, Çadır, Malta köşklerini eklemiştir. — Esk. eczc. Saray eczanelerinden Topkapı sarayı'ndakinin adı Mabeyn-i hümuyun eczanesi'ydi. Burada daha çok sa­ ray mensuplarının ilaçları yapılıyordu. Padişah ve saray ileri gelenlerinin ilaçla­ rıysa Başlala kulesi'nde hekimbaşı oda­ sında hazırlanırdı. Yıldız sarayı'nda Gü­ vercinli köşk adı verilen binada Yıldız sa­ rayı eczanesi vardı. Bugün Resim ve heykel müzesi olarak kullanılan binanın karşısındaki yapıda da bir saray eczane­ si bulunuyordu. Padişaha ait ilaçlar yapı­ lırken hekimbaşı ve baş kimyager hazır bulunur, eczacıbaşı ve eczacıbaşının yardımcısı (eczacı-i sani) da çalışmalara nezaret ederdi. Üç tertip "olarak hazırla­ nan ilacın içinde bulunduğu kabın üzeri­ ni eczacıbaşı, kutusunu baş kimyager, ince beyaz bir kumaşa sarıldıktan sonra bağlanan kurdelenin boğum noktasını da hekimbaşı mühürlerdi. Üç tertipten biri padişah dairesindeki nazinedar us-



S A R A Y , Marmara bölgesinde Tekir­ dağ iline bağlı ilçe; 33 716 nüf. (1990); 610 km2; merkez bucağı dışında 1 bu­ cak, 21 köy. Merkezi, Tekirdağ'ın yakla­ şık 71 km K.-D.'sunda Saray, 13 038 nüf. (1990). Şekerpancarı, ayçiçeği, baklagiller, sebze, tahıl. Linyit yatakları. S A R A Y , Doğu Anadolu bölgesinde Van iline bağlı ilçe; 17 784 nüf. (1990); 23 köy. Merkezi, Van'ın 76 km D.'sunda Saray (esk. Mahmudi, Kasımpaşa), 2 863 nüf. (1990). S A R A Y - * Sara . S A R A Y A K P IN A R



♦ SlRPSlNDlĞı.



S A R A Y B O S N A , boşnakça Sarajevo, Bosna-Hersek Cumhuriyeti'nin başkenti; 525 980 nüf. (1991). Bosna'nın dağlar arasındaki havzasının (Bosna'nın iktisadi merkezi) güney-doğu ucundaki Saraybosna, dar Miljacka vadisinde yukarı ke­ simden aşağı kesimine doğru gelişti: ön­ ce, hisarın eteğindeki büyük pazar yeri (baş çarşı) çevresinde toplanan ve bir­ çok cami (Bey camisi, XVI. yy.) içeren türk kenti; sonra, 1878'de dama planına göre yapılmış avusturya-macaristan ken­ ti; nihayet, geniş modern kesimler (Alipasino Polje). El sanatları (deri, gümüş telkari, halı, bakır işleme) giderek önem kazanmış bir sanayinin (tekstil, besin, ilidza ve Vogosca banliyölerinde meta­ lürji) yanı sıra canlılığını korumaktadır. Başta Bosna-Hersek ulusal müzesi ol­ mak üzere çeşitli müzeler.



Dolmabahçe sarayı Mavi salon İstanbul



üstte SsnyfeMM'da sırp saldırısı; bombalanmış bir bina ve bir kızılhaç kamyonu (1992) altta Sarayfema’da Bey camisi (XVI. yy.) en altta Sarayfeataa'da Arşidük Franz-Ferdinand’ı öldüren Gavrilo Princip’in yakalanışı (28 haziran 1914)



W. Tausch- l'Illustration belg.



—Tar. Yaklaşık 5 bin yıllık bir geçmişi olan bu balkan kenti, roma ve bizans egemenliğinde uzun süre kaldıktan son­ ra, Bosna krallığı'nı ortadan kaldıran Fa­ tih Sultan Mehmet tarafından osmanlı topraklarına katıldı (1463). Adını, ilk Bos­ na beylerbeyi Ishak Bey'in Bosna ırmağı kıyısında yaptırdığı büyük saraydan (Bosna sarayı) alan kent (1471), Maca­ ristan'a giden yolların kesiştiği noktada bulunması nedeniyle kısa sürede gelişti. OsmanlI yönetiminde Bosna beylerbeyli­ ğinin merkez sancağı olarak bayındırılmasına özen gösterildi; Rumeli'nin bü­ yük kentleri arasında yer aldı. Birçok sırp ayaklanmasına karşın, 400 yılı aşkın bir süre Türkler'in elinde kalan Saraybosna'nın yönetimi Berlin* antlaşması (1878) gereğince, osmanlı toprağı sayılması ko­ şuluyla Avusturya'ya bırakıldı. Kent, İkin­ ci meşrutiyet'ten (1908) hemen sonra Avusturya-Macarlstan’ın, Bosna-Hersek'i kendi topraklarına kattığını resmen açık­ laması üzerine, osmanlı egemenliğiğinden çıktı. Avusturya-Macaristan veliahtı arşidük Franz-Ferdinand'ın burada Gav­ rilo Princip adlı bir sırp terörist tarafından öldürülmesi (28 haziran 1914) Birinci Dünya savaşı'nın çıkmasının nedenlerin­ den sayılır. Savaşın bitiminde (1918) Yu­ goslavya'ya verilen Saraybosna, BosnaHersek Cumhuriyeti'nin başkenti oldu. 1991 ekiminde, Bosna-Hersek parla­ mentosundaki Boşnak-Hırvat çoğunluğu­ nun bağımsızlık ilanından sonra başla­ yan iç savaş, Saraybosna'ya çok zarar verdi. Kendi başlarına bir 'Bosna-Hersek Sırp Cumhuriyeti' ilan eden bosnalı Sırplar, federal ordunun da yardımıyla Saray­ bosna'ya saldırdılar, kenti ele geçirmek için kuşatarak topa tuttular. Pek çok in­ san öldüğü gibi birçok mimari yapıt (ca­ mi, mescit, bedestan, türbe vb.) tahrip edildi. Nüfusun bir kısmı başka yerlere kaçtı. BM örgütü yıkımı önlemeye, halkı ve kenti korumaya çalıştı. —Mim. Saraybosna camileri, mescitleri,



zengin süslemek evleri, bedesteni, tür­ beleriyle Osmanlı dönemi görünümünü günümüzde de bir ölçüde korumaktadır. Gazi Isa Bey'in yaptırdığı (1458) Eski ca­ mi (Hünkâr camisi, Ebülfeth camisi) kent­ teki ilk osmanlı anıtlarındandır. 1565'te yenilenen camiye 1579'da bir kitaplık ek­ lenmiştir. Gazi Hüsrev Bey'in beylerbeyli­ ği döneminde kent çeşitli yapılarla do­ nanmıştır. Gazihüsrevbey (Begova) camisi'nln (1530) içi kalem işleriyle süslü­ dür. Gazi Hüsrev Bey'in türbesi (1542) caminin avlusundadır. 1536 tarihli Gazlhüsrevbey medresesi şadın/anlı bir avlu çevresine yerleştirilmiş odalardan ve bir dershaneden oluşmaktadır. Yirmi yedi dükkân ve kırk sekiz bölmeden meyda­ na gelen Gazihüsrevbey bedestenl'nin dört girişi vardır. Ortası havuzlu bir avlu çevresinde yer alan bölmelerden ve bir semahaneden oluşan Gazihüsrevbey hankâhı 1876'da onarılmıştır. Gazihüsrevbey hamamı'nın sıcaklık bölümlerin­ den biri üç, ötekisi dört halvet hücrelidir. 1537 tarihli Gazihüsrevbey kütüphane­ sinde birçok yazma eser vardır. Gazi Ali Paşa nın yaptırdığı (1560) tek kubbeli Alipaşa camisi, özellikle ince oymalı mer­ mer minberiyle dikkati çeker, Ferhatpaşa camisi de tek kubbelidir (1561). Sadra­ zam Rüstem Paşa'nın yaptırdığı (1551) Bursa bedesteni altı kubbeyle örtülüdür. S A R A Y B U R N U , İstanbul'da, Haliç ile Marmara denizi arasında kalan tarihi ya­ rımadanın ucunda yer alan burun. İstan­ bul'un çekirdeğini oluşturan Byzantion, i. Ö. VII. yy.'da Byzas önderliğindeki Me garalılar'ca burada kurulmuştu. Bizans döneminde Aziz Demetrios burnu olarak anılıyor, kenti koruyan, Marmara kıyısın­ daki surlar bu kesimden başlıyordu. Sarayburnu ile Ahırkapı arasında Manganoi* sarayı vardı. Birinci Dünya savaşı'ndan sonraki işgal günlerinde, yörede R. Demangel yönetiminde gerçekleştirilen ka­ zılarda (1921-1923) çeşitli bizans yapıla­ rının kalıntıları ve Gülhane* Meryemi ola­ rak adlandırılan heykel ortaya çıkarıldı. Osmanlı döneminde Sarayburnu saraya bağlı köşk ve kayıkhanelerle donanmıştı. Cumhuriyetin ilk yıllarında Krippel tara­ fından hazırlanan ilk Atatürk heykeli bu­ raya diktirildi (1926). Bugün sahil yolu ve demiryolu Sarayburnu'nun gerisinden geçer: Topkapı sarayı, Sarayburnu ve Alay köşkü arasındaki kesim, Gülhane parkı olarak düzenlenmiştir. S A R A Y C IK , Amasya'nın Gümüşhacı­ köy ilçesine bağlı bucak; 6 763 nüf. (1990); 12 köy. Merkezi Bacakoğlu, 370 nüf. (1990).



sardalya S A R A Y C IK , Ordu'nun merkez ilçesi merkez bucağına bağlı belde; 4 217 nüf. (1990). S A R A Y D O z O , Orta Karadeniz bölü­ münde Sinop iline bağlı ilçe; 9 065 nüf. (1990); 30 köy. Merkezi, Sinop'un 116 km güneyinde Saraydüzü (esk. Kızıloğlan), 1 591 nüf. (1990). S A R A Y K E N T , İç Anadolu bölgesin­ de Yozgat iline bağlı ilçe; 9 842 nüf. (1990); 8 köy. Merkez), Yozgat'ın 76 km doğusunda Saraykent (esk. Karamağara). 6 059 nüf. (1990). S a r a y k ö y , Ege bölgesinde Denizli iline bağlı ilçe; 32 890 nüf. (1990); 619 km2; merkez bucağı dışında 1 bucak, 25 köy. Merkezi. Denizli'nin 20 km K.B.'sında Sarayköy, 15 481 nüf. (1990). Tahıl, pamuk, tütün üretimi. Dokuma sa­ nayisi ve ticaret. S A R A Y K Ö Y , Yozgat'ın Yerköy ilçesi merkez bucağına bağlı köy; 1 795 nüf. (1990). Köyde 1749'da Ahmet Paşa tara­ fından yaptırılan Çapanoğlu camisi, Batı etkisindeki geç dönem bezemeleriyle dikkati çeker. S A R A Y L A R , Marmara bölgesinde Marmara adasının K.-D. kıyısında belde; 2 068 nüf. (1990). Antikçağ'dan beri İş­ letilen ocaklardan çıkarılan mermerlerin, pazarlanmak üzere yüklendiği liman. —Arkeol. Uman yapımı sırasında, Eski eserler ve müzeler genel müdürlüğü'nce Nuşin Asgari yönetiminde başlatılan ka­ zılarda (1971), çok sayıda lahdin bulundu­ ğu büyük bir nekropolis ortaya çıkarıldı, bugünkü limanın D.’sunda kalan büyük koylann içinde antik limanlar saptandı. 1979’dan sonra adanın K.’inde, D.-B. doğ­ rultusunda uzanan eski mermer ocaklannda sürdürülen araştırmalar da işlenme­ si bitmemiş korinthos düzeninde başlık­ lar, çok büyük bir sütun kasnağı (66 m3, 20 ton) bulundu. Köy içindeki temel kazı­ ları sırasında tamamlanmamış, 2,43 m yüksekliğinde zırhlı bir heykel ele geçti. Çevrede bulunan yapıtlar açık hava mü­ zesi olarak düzenlendi. S A R A Y LI sıf. ve a. 1. OsmanlI imparatorluğu'nda, padişah sarayında cariye olarak ya da başka bir görevle bulunan kadın için kullanılır. (Bk. ansikl. böl.) —2. Deli saraylı -» DELİ. —Esk. giy. Saraylı ferace, saraylı kadınla­ rın kullandığı değerli kumaşlardan yapıl­ mış ve bezenmiş ferace || Saraylı hotoz, saraylı kadınların kullandığı değerli ku­ maşlardan yapılmış hotoz. —Kur. tar. Osmanlılar'da padişahların saraylannda yaşayan ve yaşamış kadınlara verilen genel ad. (Bk. ansikl. böl.) —ANSİKL. Osmanlılar'ın kuruluşunu izle­ yen genişleme döneminde akın düzenle­ nen ya da alınan hıristiyan ülkelerinden ele geçirilen genç, güzel ve sağlıklı kızlar saraya cariye olarak getirilirdi. Bunlar ya hareme alınır ya da saray içindeki çeşitli hizmetlerde kullanılırlardı. Saray gelenek­ lerine göre yetiştirilip eğitilen kızlara kı­ dem ve önemlerine göre acemiler, cariyeler, şakirtler, ustalar ve gedikliler denir­ di. Padişahın beğeni ve ilgisini kazanan­ lar gözdelik ve ikballik yollarından geçe­ rek padişahın kadınlığına kadar yüksele­ bilirlerdi. Birçoğu da devletin üst düzey görevlilerinden biriyle evlendirilerek saray­ dan çerağ edilirlerdi, imparatorluğun du­ raklama devrini izleyen yıllarında saraya Kafkasya'daki Çerkez ve Gürcüler’den, son dönemlerde ise İzmit ve Adapazarı yöresine yerleşmiş Çerkezler'den cariye alınmaya başlandı. Evlenerek saraydan ayrılanlar "saraylı" unvanını korumayı sür­ dürürlerdi. Saraylı kadınların yaşmak, fe­ race başta olmak üzere özel giysileri var­ dı. Özellikle padişahlann sultan ve kadın­ ları kolalı yaşmak giyerlerdi. Abdülmecit dönemiyle (1839-1861) birlikte avrupalı ka­ dınlar gibi giyinen saraylılar da oldu. S AR A Y Ö N O , İç Anadolu bölgesinde



Konya İline bağlı ilçe; 34 850 nüf. (1990); 1 088 km ; 17 köy. Merkezi, Kon­ ya'nın yaklaşık 48 km K.'inde Sarayönıj, 10 721 nüf. (1990). Tahıl, şekerpancarı, üzüm. Cıva yatakları. SARAYPATt a. Güzel çiçekleri için ye­ tiştirilen süs bitkisi. (Bil. a Callistephus sinensis; bileşikgiller familyası.) —ANSİKL. Saraypatı 1731'e doğru Çin’ den Avrupa'ya getirilmiştir. Boyu, duruşu, erkenciliği, çiçeklerinin biçimi ile birbirle­ rinden farklı pek çok çeşidi vardır: çeşitli­ liği kasımpatılarınkine benzetilebilir. Çiçek­ leri yalın ya da katmerli, düzgün ışınlı, borucuklu, peteğimsi ya*da içten dışa ya da dıştan içe bükük karmakanşık olabilir. Çi­ çeklerinin rengi beyaz, mavi, kırmızı ya da sarıdır. Yetiştirmeye ve türlere göre çiçek­ leri temmuzdan kasıma kadar açar. S A R A Z E N a. (fr. sarrasin). Ortaçağ'da Batılılar’ın genellikle müslümanlara verdi­ ği ad. S A R A Z İN ya da S A R R A Z İN (Jacques), fransız heykelci (Noyon 1588 - Paris 1660). N. Guillain’in öğrencisiydi. On se­ kiz yıl kaldığı Roma’da \fouet ile birlikte ça­ lıştı ve bu sanatçının yeğeniyle evlendi. Paris’te, Louis X lll’ün başlıca heykelcile­ rinden biri oldu, Resim ve heykel akade­ misi kurucuları arasında yer aldı. Louvre' da (Horloge pavyonu'nun karyatidleri), Wideville çeşmesi’nde ve Maisons şatosu’nda çalıştı. Başyapıtları Bérulle kardi­ nalinin mezarı (Louvre ve Juilly'de) ile Condé prensi Henri de Bourbon'un kal­ binin konduğu anıttır (Chantilly müzesi). S A R S A N a. (fars. sar ve barí dan sar -barí). Esk. Deveci, deve sürücüsü. —Kur. tar. Osmanlılar'da padişahlann de­ velerine bakmakla görevli kimse (Bk. an­ sikl. böl.) s —ANSİKL. Bunlar, has ahırlara bağlı kış­ laklardaki develere bakarlardı. Develer, Anadolu'nun çeşitli yerlerinden sağlanır­ dı. Has ahırda birinci imrahora bağlı ola­ rak çalışan sarbarılardan dişi develere ba­ kanlara sarbanı made, erkek develere ba­ kanlara sarbanı ner denirdi. Deveciler ket­ hüdasının yönetiminde olan sarbanlar çe­ şitli bölüklere ayrılırdı ve her bölükte ye­ terince yardımcı deveci görev yapardı. S A R B A N B A Ş I a. Kur. tar. OsmanlIlar’ da "büyük imrahor"a bağlı olarak hizmet gören, padişahın develerine bakmakla görevli sarbanların başı. S A R B A N U K a. (ar. sSrbân'dan). Esk. Deve sürücülüğü. S A R B Ie W S K Í (Maciej Kazimierz), lat. Sarblavlus, polonyalı şair (Sarbiewo 1595 - Varşova 1640). Cizvit papazıydı, İtalya'ya yaptığı bir yolculuktan sonra, kral Wtadysiaw IV'ün vaizi oldu. Latince kale­ me aldığı yapıtları ona “ hıristiyan Horatius" lakabının verilmesine neden oldu (Lyricorum libri tres, 1625; Lyriconjm libri IV, 1631). Ayrıca şiir estetiği üzerine kitap­ ları vardır (De perfecta poesi, 1954; De virtutibus et vitiis carminis elegiaci, 1958). SARBOZ B a rc a -



ELMEĞE ya da ELEMYE. m in c ío .



S A R C E L L E S , Fransa'da kanton (ValJ d'Oise) merkezi, Paris'in kuzey banliyö­ sünde, Montmorency ormanının D.'sunda; 57 121 nüf. (1992). XII.-XVI. yy 'dan kalma kilise. 1956'dan sonra kurulan bü­ yük konut sitesi. S A R C İN A a. Stafilokoklara yakın, Gram pozitif çürükçül bakteri. (İkiye bölünürken üç boyutlu olarak öyle bölünür ki, öğeleri küp biçiminde kütleler halinde dü­ zenlenir.) S A R C O C E P H A LU S a. Asya, Afrika ve Avustralya'da yetişen ağaç ya da ağaççık. (Sierra Leone'de yetişen Sarcocephalus esculentus türü yerlilerin "şeftali” ya da "yabani incir" dedikleri yenebilir bir mey­ ve verir. Bazı sarcocephalus türlerinden



naudea ile boy ölçüşebilecek ilgi çekici keresteler elde edilir. Kökboyasıgiller fa­ milyası.)



10193



S A R C O C Y S TİS a. Gevişgetirenier, at ve domuz gibi bazı hayvanlann kas do­ kusunda asalak yaşayan serkosporidi. S A R C O M A S T İO O P H O R A a. Zool. RHİZOFLAGELLATA şubesinin eşanlamlısı. S A R C O P H A O A a. (fr. sarcophage, lat. sarcophagus, et yiyen’den). Az çok bozuk maz hayvansal maddeler üzerine özellikle de et ve hayvan leşleri üzerine larva pa­ ketlerini yumurtlayan, iri bedenli vivipar si­ nek cinsi. (Evlere de girer. Üyelerine "kır­ çıl etsineği" dendiği de olur. Mavisinekgiller familyası.) S AR C O P TİD A E a. Böcbil. UYUZBÛCEĞİLLER familyasının bilimsel adı. S A R C O P T İF O R H E S a. Trakeleri bu­ lunmayan, derisiyle soluyan akarlar alttakımı. (Actinotricha takımı.) —ANSİKL. Ancak mikroskopla görülebile­ cek kadar küçük bu hayvanlar, kısa ayaklı ve çok küçük duyu ayaklıdır. Ya organik maddelerle ya da asalak olarak beslenir­ ler. Dermatophagoides pteronyssinus (Tyroglyphldae familyası) evlerdeki tozlar, derimizden dökülen deri döküntüleri ara­ sında yaşar; solunumla örteneği insan burnundan içeri girdiğinde, “ toz alerjisi" adı verilen bir hastalığa yol açar. Acarus siro (uyuzböceğigiller familyası) "peynir kurdu” , "un kurdu" adıyla bilinir. Asalak türleri arasında, insanda urlara yol açan uyuzböceği (Sarcoptes scabiei) sayılabilir. S A R Ç (Ömer Celal), türk istatistikçi ve ik­ tisatçı (İstanbul 1901 - ay. y. 1988). Berlin Üniversitesi’ni bitirdi (1925). İstanbul Üni­ versitesi hukuk fakültesi’nde maliye ve ik­ tisat profesörü oldu (1933). 1936’da İkti­ sat fakültesi kurulunca dekanlığa seçildi. Ordinaryüs profesör oldu (1939). İstanbul Üniversitesi rektörlüğüne seçilince dekan­ lık görevinden ayrıldı (1949). İstatistik ens­ titüsü müdürlüğü (1952) ve New-York Colombia üniversitesi'nde konuk profesörlük yaptı (1954). 1972'de İstanbul iktisat fakül­ tesi istatistik ve tatbiki iktisat kürsüsü baş­ kanlığından emekliye ayrıldı, iktisat fakül­ tesi mecmuası ile çeşitli dergi ve gazete­ lerde makale ve araştırma yazılan yayım­ ladı. Başlıca yapıtları: Ziraat ve sanayi ti­ careti (1933), istatistik teorisi ve tekniği (1934), Türkiye ekonomisinin genel esas­ tan (1950), İstatistik I ve II (1962, 1963), Devlet planlama teşkilatının getir dağı­ lımı araştırması (1967), Gelir dağılımı, dışanda ve Türkiye'de ekonomik ve sos­ yal etüdier konferans heyeti (1970), Hanehalkı gelir ve tüketim harcamalan anketi (1984). S A R D d e v le tle r i -» Sard Inya krallığı ve SAVOİA devletleri. SARDALYA ya da SARDALYE a. (ita!. sardina ya da sardella'dan) 1. Sardalyagiller familyasından Sardina, Sardinella ve Sardinops cinslerine giren kemiklibalıklann ortak adı. —2. Sardalya gibi istif ol­ mak, bir yerde aşırı ölçüde kalabalık ve üst üste sıkışık durumda bulunmak: Oto­ büste sardalya gibi istif olmuştuk, güçlük­ le soluk alıyorduk. —ANSİKL. Sıcak ve ılık denizlerde ortasularda yaşayan sardalyalar mikrofaj besle­ nir, sürüler halinde göç ederler. Türkiye denizlerinde 4 sardalya türü yaşar: ateşbalığı* (Sardina pilchardus); kulaklı* sar­ dalya (Sardinella aurita); benekli sardal­ ya (S. maderensis; boyu 25 cm’ye kadar); lekeli sardalya (S. eba; boyu 25 cm'ye ka­ dar). Sardinops cinsi üyelerineyse Büyük ■ Okyanus’ta rastlanır. Sardalya Türkiye'de daha çok tuzlu, konserve ve taze olarak tüketilir. —Balıkç Türkiye'de sardalya daha çok ^ık­ la avlanır: tekneden dışan doğru uzatılmış bir ışık kaynağından yayılan ışığın çektiği sardalyalar tekne çevresine toplanır ve bu­ raya atılan çevirme ağlanyla yakalanır.



ordriyı (Sardna pkfıardusl



sardalyagilier 10194



■« SARDALYA. S A R S A N A a. (kataianca söze.). Gele­ neksel katalan ezgisi ve dansı. S A R D A N A P A LO S , Yunanlılar’a göre son Asur kralı. Med ve Babil kralları tara­ fından yenilgiye uğratıldı. Ninova'da ku­ şatılınca kendisini yakarak öldürdü. Bu ef­ sanede, gerçek kişilerle, özellikle de Şamaş-şuma-ukin İle benzerlikler görülür. SAR O C A a. Sardinyada bir milyonu aş­ kın kimse tarafından konuşulan roman di­ li. —A nsIkl. Tüm roman dilleri içinde, halk latincesine en yakın kalmış olan sardcadır. Buna karşın, sözlüğü katalancayla ispanyolcadan çok etkilenmiştir. 4 lehçe alanı ayırt edilir: kuzey-batıda sassari ve kuzey-doğuda gallura lehçeleri italyancaya daha yakındır; ortada logudoro lehçesi ve güneyde campidano lehçesi. Logudoro, en özgül lehçe sayılır; halk şiirinin kul­ landığı "sardo illustre"nin temeli bu leh­ çeye dayanır. SARDEONA -



SARDİNYA.



SARBEİSL Tat coğ. Lydia devletinin baş­ kenti; kalıntıları Manisa’nın Salihli ilçesin­ de, Izmir-Salihli karayolu üzerinde 2,5 km2'lik bir alanı kaplar, efsanelere konu olan Paktoios (bugün Sait) çayı, kentin or­ tasından geçer. Kazılar, yörede yerleşimin İ.Ö. 3000’lere değin indiğini ortaya koy­ muştur. Mykenai çanak çömlekleri ile öngeometrik seramikler (yaklş. İ.Ö, 1200 -900), Herodotos’un, Heraklesoğuliarı'nın Sardeis ' Sardeis'te bir hanedan kurdukları (İ.Ö. Artemis tapınağı (İ.Ö. III. yy.) 1185'e doğr) savını destekler. İ.Ö. 685'e



yy.), bunun yanında aynı tarihten bir sina­ doğru Gyges, bu hanedanlığın son kralı gog vardır. Hamamın D.'sunda bulunan Kandaules'e karşı ayaklanıp kenti ele ge­ ve arkeologlarca "Mermer avlu" olarak çirdi ve Mermnadlar hanedanını kurdu. adlandırılan mekân 1964-1973 arasında Bu hanedan döneminde Sardeis ülkeler­ restore edilmiştir İki kadı, görkemli ön cep­ arası ün kazandı, özellikle İ.Ö. 650-550 hedeki yazıtta Septimius Severus tarafın­ arasında kültür ve sanat merkezi elarak dan Caracalla, Geta ve Julia Domna'ya gelişti. Karun döneminde nüfusu 50 ÛOO’e adandığı bildirilmektedir (İ.S. 211). Palaulaştı. İ.Ö. 547'de Keyhüsrev I tarafından estranın B ’sındaki sinagogun, yaklaşık işgal edildi ve Persler döneminde satrap200-616 arasında kullanıldığı sanılmakta­ lık merkezi olarak önemini korudu. İonia dır. Burada ele geçen yüz kadar yunan­ ayaklanması sırasında (İ.Ö. 499) yakılıp yı­ ca ve ibranice yazıt, yahudi topluluğuna kılan kent, İ.Ö. 334'te satrap Mithrines ta­ ilişkin bilgi içerir. rafından Büyük İskender'e teslim edildi; Karayolunun G.'inde, gymnasiumun İ.Ö. 282'de Seleukos I tarafından ele ge­ karşısında, içinde birçok bronz eşya ele çirildi, Antiokhos III döneminde hellenisgeçtiğinden "Bronz evi” diye tanımlanan tik kentier planına göre yeniden kurulan bir bizans yapısı ortaya çıkarılmıştır. İ.S. Sardeis İ.Ö. 180’e doğru. Bergama krallı550’ye tarihlendirilen bu yapının yüksek ğı’na bağlandı; İ.Ö. 133'te Attalos lll’ün dereceli bir rahibe ait olduğu sanılmak­ vasiyetiyle Roma'ya bırakıldı. İ.S. 17'de tadır. Stadiumla tiyatronun karşısında bü­ geçirdiği büyük bir depremden sonra Ti­ yük bir bizans kilisesi vardır. (-» Kayn.) berius ve Claudius'un yardımlarıyla yeni­ den kuruldu. III. yy.’dan başlayarak bura­ SAR D E S S O S . Tar. coğ. Anadolu’nun da etkili bir yahudi topluluğu vardı ve ro­ K.-B.’sında kent; Stephanos Byzantios Troma gymnasiumunun yanında sinagogla­ as ya da Mysia bölgelerinde olduğunu bil­ rı bulunuyordu. Bizans döneminde pisko­ dirir. Yeri saptanamayan kentte Zeus’un ta­ posluk merkezi oldu. pınağı vardı. —Arkeol. 1854-1882'deki araştırmalardan S A R D IR M A K - SARMAK. sonra yörede ilk bilimsel kazılar Princeton Üniversitesi adına H. C. Butler yönetimin­ S A R D IR M A K gçz. f. Bir kimse sözkonude gerçekleştirildi (1910-1914). Bu kazılar­ suysa, sürekli olarak bir şeyi düşünmek, da kentin ünlü Artemis tapınağı ile bin ka­ yapmak; kafasını o şeye takmak: Bu işe dar lydia mezarı ortaya çıkarıldı (buluntu­ fena sardırdı, gece gündüz çalışıyor. Bir lar İstanbul, İzmir Arkeoloji müzeleriyle, meseleye sardırmak. New York Metropolitan müzesi’nde ve S A R D İ (Giuseppe), İsviçre asıllı İtalyan Princeton Üniversitesi'nin müzeslndedir). mimar (Morcote, Lugano yakınında, 1621 1958’de G. M. A. Hanfmann yönetimin­ ya da 1630 - Venedik 1699). Scamozzi’ de yeniden başlayan kazı ve onarım ça­ nin öğrencisiydi; özellikle Venedik’te S. lışmaları, günümüzde C. H. Greenewalt Maria degli Scalzi (1672-1680), S. Lazzayönetiminde sürdürülmektedir (1989) [bu­ ro dei Mendicanti (1673) ve S. Maria del luntular Manisa müzesi'ndedir]. Giglio (ya da Zobenlgo, 1678-1683) kilise­ Özellikle Şart çayının D. kıyısında ger­ lerinin cephelerini yaptı. S. Maria del Gigçekleştirilen kazılar, Lydia kentine ilişkin ay­ llo killsesi’nin cephesi, palladlocu bir şe­ dınlatıcı sonuçlar vermiştir. Lydia evlerine maya uygulanmış Venedik’e özgü olarak ait çeşitli hayvan, insan figürleri ve stilize süslemenin tipik bir örneğidir. bitki motifleriyle süslü, pişmiş topraktan duvar kaplama levhaları bulunmuştur. Ka­ S A R D İ (Giuseppe), Italyan mimar (Sant rayolunun Gündeki pazar yeri taş duvar­ Angelo in Vado, Urbino yakınında, 1680 larla çevrilidir; bunun çevresinde tek odalı - Roma 1753). Kendi kendini yetiştirdi. yapılar vardır. Lydia kalıntıları arasında İ.Ö. Borromini’nin üslubundan özgün biçim­ 600-547 arasında kullanılmış altın işleme de esinlenerek Roma'daki S. Lorenzo in Lucina vaftlzhanesi (1721) gibi küçük ya­ atölyeleri bulunmaktadır. Bu döneme iliş­ kin en çarpıcı kalıntılar, Bintepeler* mevpılar yaptı. Aynı kentte, S. Maria Maddakisindeki tümülüslerdir. Sari çayının B. kı­ lena in Campo Marzlo’nun cephesiyle yısında yüzlerce kaya mezarı vardır. Ça­ (1734’e doğr.) rokay üslubunun tek örne­ yın D. kıyısındaki basamaklı Piramit me­ ğini verdi. zar inşaat tekniğiyle Pasargard’daki Key­ S A R D İC A -* SERDİCA. hüsrev dönemi yapılarını andırdığından Persler döneminden olduğu sanılmakta­ - S A R D İN Y A , ital. Sardegna, İtalya'da ada ve bölge, Korsika'nın G.'inde; 24 dır. 089 km2; 1 664 373 nüf. (1991). Merkezi Sardels'in en ünlü anıtı, kentin İ.Ö. III. Cagliari. 4 ilden oluşur (Cagliari, Nuoro, yy.'da hellenleşmesi sırasında inşa edilen Oristano, Sassari). Artemis tapınağıdır. Bu yapı İ.Ö. V. yy.'dan beri burada yer aian basamaklı bir suna­ COĞRAFYA ğın yerine kurulmuştur. Bu sunak, Artemis ile birlikte büyük bir olasılıkla, Kybele’ye Sicilya’dan farklı olarak Sardinya nüfu­ aitti, ion düzenindeki tapınak üç yapım ev­ su daha azdır. 270 km uzunluğunda, 110 resi geçirmiştir. İ.Ö. 300'e tarihlendirilen ilk km genişliğinde büyük bir dörtgen olan tapınak 23 x67,52 m boyutlarındaydı; İki ve İtalyan adalarının 200 km batısında yer sırada altı sütunlu bir pronaos, altışar süalan adanın çok belirgin özellikleri vardır tunfu iki diziyle üç bölüme ayrılmış uzun Fiziksel coğrafya bakımından ada, bir­ bir cella ve iki sütunlu, dar bir opisthodoçok fayın sıralandığı, yer yer tortul örtüsüy­ mos'tan oluşuyordu. İ.Ö. 175-150 arasına le kaplı ve batıda yerini kalın volkanik bi­ tarihlendirilen ikinci yapım evresinde, ön rikimlere bırakan granitti tabanın bir par­ ve arkada sekizer, uzun yanlarda yirmişer çasıdır. Platoların ve dağların basık biçi­ sütunlu, pseudodipteros planındaydı, an­ mi (Gennargerıtu kütlesi) bir kütlesellik gö­ cak tamamlanamadı. Üçüncü evrede (İ.S. rünümü kazandırır. Ovalar (yüzölçümün 150) bir önceki evrenin eksikleri tamam­ % 18’i) geniş yer kaplamaz (başlıcası, landı, ayrıca tapınak cella'nın ortasından adanın güney-batı’sındakl Campidano ikiye ayrılarak D. yarısı Antoninus Pius'un ovası). Sardinya'da Akdeniz iklimi yüksel­ karısı Faustina l’e adandı. Tapınağın G. ti, rüzgârların sıklığı ve şiddeti, havadaki -D. köşesine IV. yy.'da bir kilise eklendi. nemlilik gibi nedenlerle değişikliğe uğra­ Akropolisin K.'indeki mermer kule An­ mıştır. Bunun sonucunda makinin ege­ tiokhos III dönemlndendir (İÖ. III. yy. ikinci men olduğp bir bitki görünümü ortaya çı­ yarısı). Akropolisin K, yamacındaki tiyat­ ro Hellenistlk dönemdendir (İ.Ö. III. yy.). kar. Sardinya, yüzyıllar boyu çeşitli sömür­ Yirmi bin kişilik yapı Roma döneminde geci akınlarla karşılaştı ve halkı, direnmek onarılmıştır. Bunun B.'sında stadium yer amacıyla iç kesimlere sığındı. İtalyan bir­ alır. liği Sardinya’nın yarı sömürge durumunu İ.S. 17'deki depremden sonra kentin ye­ değiştirmedi; bununla birlikte 1948'den niden kuruluşu sırasında, mermer döşe­ başlayarak önemli değişiklikler meydana li, sütunlu cadde yapılmıştır. Caddenin geldi. Nüfus artarken kıta italyası'na doğK.'inde yapay bir terasla desteklenen gymnasium-hamam kompleksi (İ.Ö. III. . ru göç hareketi de hızlandı. Çok sayıda



sardinyalı dağlık alanları terk ederek kıyı ovalarına ve kentlere geldi; kentlerin başlıcaları şu dört il merkezidir: Cagllari, Sassari, Nuoro ve Oristano. Tarım ve hayvancılık önemini korumak­ tadır. Ada, hayvancılığın karşılaştığı buna­ lıma rağmen, öncelikle büyük bir koyun yetiştirme bölgesidir (3 milyon baş, İtalya’ nın toplam hayvan sayısının üçte biri). Su­ lama çalışmalarından yararlanan tarım ta­ hıl üretimine, bağcılığa, meyve ve sebze yetiştiriciliğine dayanır. Mantarmeşesi öne­ mini korur. Sanayi gelişmiştir. Geleneksel madencilik faaliyetlerinin (kurşun, çinko) yanı sıra yeni sanayi merkezleri kurulmuş­ tur: Arbatax'da kâğıtçılık, Portovesme’de metalürji, Porto Torres ile Cagllari’de petroklmya, Nuoro’da kimya. Turizm, özellik­ le Gallura'da, kuzey-doğu’da, gösterişli Costa Smeralda’da (Porto Cervo) canlı bir gelişme gösterir. Ancak adanın iktisadi geriliği ortadan kalkmamıştır; bağımlılık durumu devam etmektedir. TARİH Dolmenlerden, dev mezarlarından, özellikle de 6 000 Nuraghi'den (İ.Û. 1400 -900) anlaşıldığı gibi, Sardinya Bakır ve özellikle Tunç çağında madenlerinin yardımıyle büyük bir refaha ulaştı. Adada metalürji sanayisinin Demir çağı başında geliştiği sanılır (doruk noktası İ.Ö 700’den sonra). İ.Ö. VII. yy.'da, madenlerin çekiciliğine kapılan Fenikeliler, kıyılarda ilk ticaret acentalarını kurdular. Bu ticaret acentalarının Tharros (Torre di San Giovanni) gibi en güçlüleri, Kartaca’nın bağlaşığı olma­ yı kabul ettiler, ancak onun egemenliği al­ tına girmediler. Buna karşılık, Kartaca, adadaki bütün Fenike kuruluşlarına (Sulcis [Sant’Antloco], Nora [Capo di Pula], Caralis [Cagliari]) egemenliğini kabul et­ tirmeyi başardı. Phokalalılar da Sardlnya'da (Olbia Terranova kolonisi) ve Korsika’da sömürge­ ler kurma girişiminde bulundular. Bu du­ rumdan kaygılanan Etrüskler ve Kartacalılar aralarında birleşerek yunanlı rakiple­ rini Alalia'da (Aleria) yendiler (535'e doğr). Vergiye bağlanan, Kartaca’ya ücretli as­ ker, buğday ve maden vermeye zorlanan Sardinyaiılaı; Kartacalılar’ınki gibi örgüt­ lenmiş bir kent ticaret oligarşisinin yöne­ timinde köklü bir kartaca etkisi altında kal­ dılar. O dönemde Kartaca’nın adadaki duru­ mu, Roma’nın adayla ticaret yapmasını



yasaklayan bir antlaşmayla (348’de yapıl­ dığı sanılır) sağlamlaştı, ama yerli ayaklan­ maları ve özellikle Sicilya Yunanlılarının ve Birinci Pön savaşı (İ.Ö. 259) sırasında Romalılar’ın saldırıları ile sarsılan bu ege­ menlik, paralı askerlerin ayaklanması (240) sonucunda ortadan kalktı; yerel hal­ kın kovduğu paralı askerler İtalya’ya sığı­ narak Roma’dan koruma istediler; Roma, tüccarlarını korumak bahanesiyle, rakibi­ ne Korsika ve Sardinya’nın kendisine bı­ rakılmasını kabul ettirdi (İ.Û. 238-237). Fa­ kat, ancak yedi yılda (İ.Û. 237-231) roma egemenliği altına sokulabilen Sardinya, daha sonra birçok ayaklanmalarla karıştı (İ.Ö. Ill.-ll. yy.); bunların en ünlülerinden bi­ ri olan ve Liguria savaşı’ndan (181) kay­ naklanan ayaklanma, Sempronius Gracchus tarafından bastırıldı (178). Merkezi ik­ tidara karşı savaşan asilerin barınağı du­ rumuna gelen ve birinci derecede önemli stratejik ve ekonomik bir konumda bulu­ nan (Roma’nın en önemli buğday ambar­ larından biriydi) Sardinya, İ.Ö. 49'da Sezar tarafından işgal edildi; ama, Augustus’un üç askeri koloni ve önemli bir ka­ rayolu ağı kurmasına karşın haydutların ci­ rit attığı bir yer olarak kaldı. Korsika'dan ayrılarak eski bir praetor tarafından yöne­ tilen bir senato eyaleti yapılan (İ.Û. 27-İ.S. 6) Sardinya, imparatorluk eyaleti durumu­ na getirildi, sonra gene Senato'nun yöne­ timine verildi (İ.S. 66-67), daha sonra ye­ niden imparatorluk eyaleti oldu (Korsika ile birleştirilerek, II. yy. sonu). Yönetimi procuratorlara bırakılan ada, hıristiyanlar ya da suçlular (madenlerde zorla çalıştı­ rılıyorlardı) için bir sürgün yeri oldu. Bü­ yük bölümüyle imparatorluk fiscus'u (mâ­ liyesi) yararına işletilen Sardinya, önce romalılaştı, sonra yavaş yavaş hıristiyanlığı benimsedi; ama piskopos Cagliarili Lucifero'nun koyu Ortodoksluğunun da gös­ terdiği gibi (IV. yy.) son derece yöreci kal­ dı. Vandallar tarafından işgal edilerek kral­ lığın ileri karakolu durumuna getirildi. Kı­ sa bir süre gene Romalılar’tn eline geçti (468), Doğu imparatoru tarafından Geiserich’e bırakıldı (476); Geiserich, denizaşı­ rı topraklarının (Balear adaları ve Korsika) valisini buraya yerleştirdi. Belisarios tara­ fından yeniden fethedilen (534) ada, ye­ ni Afrika preatorluğunun yedi eyaletinden biri oldu. Bizans işgali döneminde Sardinya'nın bir ölçüde kendi kaderine bırakıl­ ması, Roma kilisesi’nin burada durumu­ nu büyük ölçüde sağlamlaştırmasına ve Cassino dağından buraya keşişler yolla­ maya başlayan Büyük Gregorius'un etki­



siyle (VI.-VII. yy.’lar) adanın yönetim ve din alanlarında yeniden örgütlendlrilmesine olanak sağladı. Sardinya böylece Lombard istilasından kurtulduysa da 711'den 1016'ya kadar kıyılarının Sarazenler tara­ fından sürekli bir biçimde yağmalanma­ sını önleyemedi. • Cenova ile Pisa arasındaki rekabet (XI. -XIII. yy.'tar). Sardinyalılar kendilerini koru­ mak için ülkelerini veraset yoluyla işbaşı­ na gelen yargıçlar tarafından yönetilen dört bölgeye (giudicati [Cagllari, Arbórea, Logudoro, Gallura]) ayırdılar (IX. yy.); ay­ rıca, önce Sofu Louis’nin (IX. yy.), sonra Pisa ve Cenova’nın korumasını istediler. Pisa ve Cenova, XI. yy.'da müslümanları püskürttükten sonra, adayı ele geçirmek için birbirleriyle çekişmeye başladılar. So­ nunda, Pisa başpiskoposunu Sardinya olağanüstü temsilciliğine atayan papanın desteğiyle, Pisalılar ağır bastı. Cenovalılar adanın kuzeyine ve batısına yerleşir­ lerken, Pisalılar da güneyini ve doğusu­ nu denetimleri altına aldılar ve Gallura ve Logudoro’nun vârisi Adelasia’nın, Fede­ rico H’nin evlilikdışı oğlu Enzo ile evlenme­ siyle (1238) durumlarını güçlendirdiler; Enzo, Sardinya kralı ilan edildi (1240'a doğr.) ve ada kentleri özgürlüklerini kazan­ maya başladılar (Sassari’ye komün statü­ sü tanınması). Ancak, Cenovalılar İtalya' da Hohenstaufenler’in çökmesinden ya­ rarlanarak Pisalılar'ı Sardinya’dan kovdu­ lar (Meloria zaferi, 1284). Ama adada egemenliği ele geçirmek üzere oldukları bir sırada, papa Bonifacius VIII, Sardlnya’yı Aragón kralı Glacomo H'ye verdi. O da, 1323-1324’te adayı ele geçirdi. • Aragón ve İspanyol egemenliği (1322 -1708). Aragönlular, Sardinya’ya gerçek bir parlamento getirdiler (1355); fakat, ge­ nel bir ayaklanma patlayınca, bunu bas­ tırmak için adaya asker gönderdiler (1368). Böylece başlayan iç savaş yakla­ şık elli yıl sürdü. Bu arada Eleonora Ar­ bórea adanın temel yasası olan Carta de logu'yu (1392) ilan etti. 1420'de, Aragönlu Alfonso V, en sonunda Sassari'yi tes­ lim almayı başardı ve Sardinya’yı, sağlam bir feodal hiyerarşinin desteğiyle kendi otoritesi altında birleştirdi. 1478’de, ülke genel valiliğe dönüştürüldü. İtalya ile bağ­ ları koparılan ada, büyük ölçüde ispanyollaştırıldı; Felipe II, Sardinya ekonomi­ sini geliştirmeyi bile denedi. fakat, Sardin­ ya bir yandan coğrafi yalnızlığın, öbür yandan stratejik durumuyla İspanya'nın Batı Akdeniz'de egemenliğini sağlayan adada ne pahasına olursa olsun düzeni



Sardinya’nın kuzey Ur görünüm



umini yakınlarında Su Nurari’de kale (İ.Ö. XIII.-IX. yy.) ve Nuraghe döneminden kalma köy (İ.Ö. VIII. yy.’dan Roma dönemine kadar iskân edildi)



miğferli savaşçı Monti Arcosu'da (Uta) lulunan Nuraghe döneminden kalma bronz heykelcik (İ.Ö. VIII.-VII. yy.) müzesi, (



Eski Santa Trinité tk Saccargia manastın (XII. ve XIII. yy.)



korumak isteyen genel valilerin zorbalığı­ nın acısını çekti. • Savoia egemenliği (1718/1720-1860). Louis XIV’ün ye ispanya kralı Fellpe V'in düşmanı olan ingilizler, Sardlnya'yı ele ge­ çirdiler; bıuolay adanın Avusturya'ya geç­ mesine yol açtı, sonra Avusturya Rastatt (1714) antlaşması'yla adanın kendi mülkü olmasını Louis XIV’e kabul ettirdi. Londra antlaşması (1718) sırasında, imparator Kari VI, Savoia dükü Vlttorio Amedeo II' nin Sardinya ve bir krallık unvanı karşılı­ ğında Sicilya’yı kendisine bırakmasını sağladı. Yeni kralın 1720'de ele geçirdiği adanın yoksulluğuna karşın (latifundia’lann sultası, besin tarımının gerilemesi), Sa­ voia hükümdan, bu ada yardımıyla hukuki bakımdan Avrupa'nın en büyük prens­ leriyle eşit duruma geldi, devletleri de F. Valm actıino



- üs«;



... ,.ypv, "--v



'V -»



'



v ’ I >; s t ■: ' ; v -i • .



İTT-şü. ‘t . t . vr. s'



s i* VV-"



1861’e kadar “ Sardinya devletleri" adıy­ la anıldı. Ada. belli bir iktisadi refaha eriş­ mekle birlikte siyasi önemini tümüyle kay­ betti, çünkü artık çekirdeği Piemonte ve merkezi Torino olan bir devletin kenarda ve uzakta kalmış bir parçasından başka bir şey değildi. Bundan böyle kimi ola­ ğandışı durumlar dışında Sardinya’nın ta­ rihi, Savoia* sülalesi devletlerinin tarihiy­ le kanştı: hükümdarları feodaliteyi ortadan kaldırdılar (1835) ve adayı politik bakım­ dan Piemonte'ye bağladılar (1847-48). Ada daha sonra da İtalya krallığı'na katıl­ dı (1861). • İtalyan Sardinyası (1861'den bu yana). Sardinya’nın kendine özgü niteliği ve ikti­ sadi ve toplumsal geriliği nedeniyle İtal­ yan Kurucu meclisi adaya, bölgesel bir meclis tarafından atanan (ilk meclis seçim­ leri 8 mayıs 1949’da yapıldı) ayrı bir hü­ kümeti bulunan özerk bir bölge statüsü verdi (şubat 1948). GÜZEL SANATLAR



'



Sardinya'da, İ.Ö. XV.-X. yy. arasında, te­ pelerinde askeri amaçlarla yapılmış düz­ lükler bulunan koni biçimli taş kulelerle (nuraghi) ayırt edilen özgün bir uygarlık gelişti. Bu kale evlerden ve birçok mezar­ dan, özellikle Uta ve Abini’de, bronz hey­ kelcikler çıkarıldı: bugün Cagliari müzesl'nde korunan miğferli savaşçılar, okçu­ lar, güreşçiler, flütçüler; tilki, koç, geyik, öküz gibi üsluplaştırılmış hayvanlar. Bu büyük tunç uygarlığı, kalaycı zengin At­ las okyanusu bölgesiyle bağlantılıdır. Da­ ha sonraları, Sardinya sanatı, birbirini iz­ leyen işgalcilerin etkisi altında kaldı: Kartacalılar ve Romalılar (Cagliari amfitiyatrosu, Porto Torres kaplıcaları [?]), Pisalılar (XII. yy.'dan kalma Porto Torres katedrali ve Santa Trinitâ dİ Saccargia kilisesi), Aragönlular (XVI. yy. gotik üslubunda yapı­ lan ve daha sonra değişikliğe uğratılan Alghero katedrali). Adada, Rönesans, ba­ rok ve yeniklasik üsluplar da temsil edil­ miştir. S a rd in y a k o y u n u , Sardinya adası kö­ kenli koyun ırkı. (Küçük boylu, bol süt ve­ rimli, genellikle beyaz ince uzun yapağılıdır.) S A R D İN Y A k r a llığ ı, Batı Alpler'in her İki tarafına yayılmış olan Savoia sülalesi-



ne bağlı ve kıta AvrupasTnda yer alan devletlere Sardinya’nın katılmasıyla 1718 -1720’de kurulan krallık. SAR D O N ya da S A R D U N a. (yun. sardonion). Balıkç. Bazı ağlann üst ve alt ya­ kasına sıralanan, daha kalın iplerle örül­ müş sağlam gözler dizisi. S A R D O N İK S a. (lat. sardonyx). Miner. Beyaz ve turuncu-kırmızı renkli akik türü. S A R D O U (Victorien), transız tiyatro ya­ zarı (Paris 1831 - ay. y. 1908). Tip öğreni­ mini tiyatro yapıtları yazmak için yarıda bı­ raktı. Ancak ilk piyesi (la Taverne des étu­ diants, 1854) başarısızlığa uğradı. Bir ti­ yatro sanatçısı olan Mlle de Brécourt ile evlendikten sonra (1858) karısının da des­ teğiyle yeni yapıtlar verdi (les Premières Güney Sardinya'da işlenmiş döşemelik kumaş (XIX. yy, sonu-XX. yy. başı) Sarına müzesi (Sassari)



sargı Armes de Figaro [1859]; Les Pattes de mouche [1860]). Daha sonraki oyunları da halk tarafından büyük bir ilgiyle izlendi (/a Famille Benotton [1865]; la Tosça [1887]; Thermidor [1891]; Madame Sans-Gêne, [1893]). Yapıtlarındaki teknik ustalığın tar­ tışılması sözkonusu olmamakla birlikte, ta­ rihi piyesleri burjuva dramlarına göre çok daha inandırıcıdır. SAR D U A N a. (fr. sardane). Miner. Kahverenkli kalseduan türü. (Damarlı sarduan’ dan karneler ve çeşitli eşyalar yapılırdı.) S A R D U N - SARDON. S AR D U N Y A a. Güney Afrika ve Avust­ ralya kökenli, çokyıllık bitki. (Bil. a. pélar­ gonium; turnagagasıgiller familyası.) —ANSİKL. Güney Afrika kökenli olan sar­ dunyalar, düzensiz, iri ve küme halinde çi­ çekli bitkilerdir; çiçeğinde üst çanakyaprak bir mahmuz gibi uzundur. Sardunyalar ılıman iklimlerde salon ve sera çiçeği olarak yetiştirilir. Başlıca türle­ ri sardunya (Pélargonium zonale), çin sar­ dunyası (P. sinensis), gümüşi sardunya (P. argentium) ve sakız sardunyasıdır (P. peltatum). Bunların melezleştirilmesiyle elde edilmiş birçok çeşidi vardır. En çok yetiş­ tirilen iki çeşidi iri çiçekli sardunya ile ala­ ca yapraklı sardunyadır. Bu çiçekler salon­ ları olduğu gibi yazın balkon ve bahçeleri de süsler Bitki çabuk dallanır ve iri küme­ ler halinde biçimlenir Değişik renklerde bü­ yük, katmerli, gösterişli çiçekler açar. S AR D U N Y AG İLLE R - TURNAGAGASIGİLLER. S A R D U R İ, üç urartu kralının adı: Sard u rl I yaklş. ¡.Ô. 832/840-825/830), Urar­ tu devletinin gerçek kurucusu olarak ka­ bul edilir ve günümüze yazıtı ulaşmış ilk kraldır (Van kalesi'nin K.-B. eteğindeki Sarduri burcu). Asur dilindeki yazıtlarda Lutipri'nin oğlu ve Nairi ülkesinin büyük kralı olarak tanıtılır Tuşpa'yı (Van) kurdu ve baş­ kent yaptı. Asur kralı Salmanasar lll’ün saldırılarına başarıyla karşı koydu. —Sard u rl II (yaklş. I.Ö. 763/764-733/735), ba­ bası Argisti l’in siyasetini başarıyla uygu­ ladı ve onun zamanında Urartu devleti en parlak dönemini yaşadı (Van kalesi’nin K. -D.'sundaki Analı kız kaya anıtında bu kra­ lın dönemindeki olaylar anlatılır). Bayındır­ lık çalışmalarını sürdürdü, Sardurihinili’yi (Çavuştepe) kurdu, Kayalıdere (Varto) ka­ lesini yaptırdı. Aynca Irebuni kentinin du­ varlarında Sarduri ll'ye ait on iki yapım ya­ zıtı yer alır. Kummuh, Meliddu ve Gurgum krallarıyla yaptığı antlaşmalarla siyasal gü­ cünü pekiştirdi. Ancak Asur kraiı Tiglatpileser III ile Arpad’da (Halfeti yakınlarında) yapılan savaşta büyük bir yenilgiye uğra­ dı; savaş alanından kaçıp Tuşpa’ya sığın­ mak zorunda kaldı (İ.Ö. 743). —Sarduri III (yaklş İ.Ö. 645-635), Rusa il'nin oğludur. Asur kralı Asurbanipal’e armağanlar yol­ ladı, iskitler’le iyi geçinmeye çalıştı. Teişebaini'de (Karmir-Blur) ortaya çıkarılan tab­ letlerde toprak ve hayvan dağıtımıyla ilgili yeni yasalar çıkardığı yazılıdır. Burada ele geçen bir mühür baskı üzerindeki Sarduri’nin oğlu Sarduri diye belirtilen kişinin ay­ nı adı taşıyan dördüncü bir kral mı, yoksa bir prens mi olduğu çözümlenememiştir. S A R D U R İH İN İL İ. Tar. coğ. D. Anado­ lu'da urartu kenti; Sarduri II tarafından ku­ ruldu. Kalıntıları, Van’ın Gürpınar ilçesi merkez bucağına bağlı Çavuştepe* kö­ yünde yapılan kazılarda ortaya çıkarıldı. S A R D U S P A T E R , Sardinya'nın Kartaca kökenli büyük tanrısının latince adı. S A R D U Y (Severo), kübalı yazar (Camagüey 1937), 1961'de Paris’e yerleşti. Şiirler, eleştiriler ve denemeler (Escrito sobre un cuerpo, 1969; Barroco, 1975) yazdı. Çok sayıda imge ve eğretilemenin yer aldığı ra manlanyla bir yazı ustası olduğunu ortaya koydu (Cobra 1972; Maitreya, 1980). S a re k u lu s a l p a rk ı, İsveç’in kuzey -batı’sında (Norrbotten), 1909'da kurulan ulusal park; 1 940 km2’lik bir alanı kaplar.



S a re k a t İs la m , 1911'de, Surakarta'da (Cava) kurulan ilk siyasal parti. Hem milli­ yetçi hem de dinci olan bu parti, Doğu Hindistan Hollandası’ndaki Cava halkını çin, arap ve hollanda egemenliğine karşı korumayı amaçlıyordu. Birinci Dünya sa­ vaşı ve özellikle de Rus devrimi hareketin içine Avrupa'da doğan yeni ideallerin ve yeni düşüncelerin girmesine yol açtı. Böylece partinin birliği sarsılmaya başladı ve ekim 1921'de toplanan 6.kongrede parti bölündü. Partinin radikal kanadı Endonez­ ya Komünist partisi’nden ve Komünist en­ ternasyonalden etkilendi. Dinci ve tutucu kanat ise yavaş yavaş çöktü. S A R E M A , estonya dilinde Saarema, İsveççe Ösel, Estonya’da ada, K.-B.' dan Riga körfezinin girişinde; 2 714 km2. Toprakaltı kireçli olan, buzultaşlarla kaplı bu adada hayvancılık yapılır. S A R E P TA ya da S A R E P H A . Tar. coğ. Fenike'de kent, Akdeniz kıyısında, Tir ve şaraplarıyla ünlü Sidon arasında. Günü­ müzde Serefend. Sarepta yıkıntıları, 1969 -1974 arasında bu kentte yapılan kazılar sonunda ortaya çıkarıldı. S AR F a. (ar. şart). 1. Harcama, masraf etme, tüketme. —2. Esk. Bir şeyi kullan­ ma, bir şeyle uğraşma, yorma: Sarf-ı zi­ hin. Sarf-ı mesai. —3. Esk. Çevirme dön­ dürme. —4. Sarf etmek, bir şeyi harca­ mak, tüketmek, kötü sözler söylemek: Ağır sözler sarf etmek. —Esk. Sarf-ı maharet, hüner gösterme, hünerini ortaya koyma. || Sarf-ı makderet, kudret, güç harcama. || Sarf-ı nazar -» SARFINAZAR. —Esk. dilbilg. Dilbilgisinin kelime yapısı ve çekim biçimlerini inceleyen bölümü; mor­ foloji. || Sarf konusunda yazılmış olan ki­ tap. || Sarf ü nahiv, dilbilgisi. —isi. huk. Nakdi, nakde satma, parayı pa­ rayla değişme. S A R F IN A Z A R b e (ar. şarf ve nazar'dan sarf-/ nazaı). 1. Esk. Sayılmasa da, bir ya­ na bırakılsa da. —2. (Bir şeyden) sarfına­ zar etmek, bir şeyi hesaba katmamak, göz önünde bulundurmamak; vazgeçmek. S A R F İ sıf. (ar. şarf ve -/’den şarfi). Esk. 1. Harcamayla, masrafla ilgili. —2. Dilbil­ gisiyle ilgili. SARFİYAT çoğl. a. (ar. şarfiyye’rim çoğl. şarfiyySt). 1. Harcamaların, masrafların tü­ mü: Yıllık elektrik sarfiyatı. —2. Esk. Tica­ ri defterin gider hanesi. —Esk. fizyol. Vücuttan çıkan salgılar. S A R F İY U N çoğl. a. (ar. şartı’nin çoğl. şarfiyyün). Esk. Gramerciler, gramer bil­ ginleri, gramerle uğraşanlar. S A R G A N S , İsviçre'de (Sankt Gailen kantonu) komün, Ren ovasında, Graubünden-Zürich yolu üstündeki geçide egemendir. 4 300 nüf. XIII ve XV. yy.’dan kalma şato (müze). S AR G A S S O d e n iz i, Kuzey Atlas okyanusu’nun batı kesiminde (Bermuda) sınır­ ları belirsiz deniz; burada sargasso deni­ len ve deniz üstünde yüzen bol miktarda siyah suyosunu vardır. Sıcaklık (20-25 °C) ve tuzluluk oranının (°/oo 36,5-37,25) yük­ sek olduğu bu bölgede akıntılar, saat yel­ kovanı yönünde büyük bir dönme hare­ keti gerçekleştirerek suyosunlannı yarı tra pikal cepheye doğru sürükler. Saragasso denizi faunası oldukça ge­ nel bir renk benzerliğiyle hatta antenlibalık*ta olduğu gibi beden eklentilerinin su­ yosunu dallarına benzemesi sayesinde avcı hayvanların gözünden saklanabilen yüzer soyusonları üstünde yaşar. Burada bulunan tek deniz böceği halobates*'tir S A R G A S S U M a. (Portekizce sargaço’ dan). Bütün denizlerde bulunan esmersuyosunu. —ANSİKL. Sargassumlar çok farklılaşmış büyük suyosunlarıdır. Bunlarda, kökleri andıran çengel gibi tutunucu ince dallı ip likçiklerden oluşan bir kısım; sonra, ya p rakları andıran yassı organların bağlandı­



ğı sapa benzer dallı silindirimsi kısımlar; nihayet, özelleşmiş küçük dallar üzerinde meyveye benzeyen (“ dönence üzümü” ) yüzer kesecikler halinde şişkinlikler bulu­ nur. Türlerin çoğu Avustralya ya da A m a rika kıyılarındaki kayalara tutunmuş olarak yaşar. Atlas okyanusu'nda bunlardan oluşmuş gerçek yüzen çayırlara rastlanır: ünlü Sargasso denizi böyle bir alandır.



10197



S A R G A T H O N . Tar. coğ. G.-D. A nad a lu'da kent; Nisibis (Nusaybin) yakınların­ da olduğu sanılmaktadır. S A R G E N T (John Singer), amerikalı res­ sam (Floransa 1856 - Londra 1925). Çocuk­ luğunda ailesiyle birlikte İtalya, Hollanda, ispanya’yı dolaştı. Paris'te öğrenim gördü ve geleneksel üslupta portreler yaptı (Ma­ dame Gautreau, 1884, Metropolitan Musa um, New York). Bununla birlikte yapıtlannda, arkadaşları Monet ve Whistler’in sana­ tına duyarlığından gelen bir ataklık ve us­ talık sezilir 1885'te Londra’ya yerleşti, to p lumu olduğu gibi sadelikle yansıttı, aynca daha özgür yapıtlar, özellikle de manzara­ lar çizdi. ABD’de duvar süslemeleri yaptı (Museum of Fine Arts, Boston). SA R G E S O N (Frank), yeni-zelandalı ya­ zar (Hamilton 1903 - Auckland 1982). Öy­ küleri (Collected Stories, 1964) ile tanın­ dı, günlük ya da pikaresk roman gibi tür­ leri denedikten sonra Yeni-Zelanda gerça ğini yansıtan romanlar (Conversation with My Uncle, 1936; The Hangover, 1967; Joy of the Worm, 1967) yazdı. S A R G I a. Bir şeyi özellikle de bir yarayı, sarmakta kullanılan uzun, dar ve ince şe­ rit. —Cerr. Pansumanı yerinde tutmak, bas­ kı sağlamak ya da vücudun herhangi bir kısmını oynamaz hale getirmek için kul­ lanılan şerit ya da bez. (Bk. ansikl. böl.) || Kasık fıtığı sargısı, fıtık deliğini tıkamaya yarayan, bir ya da iki yastık ve bu yastığı yerinde tutan bir zemberek ve kemerden yapılı aygıt. (Günümüzde fıtık yaşlılarda bi­ le cerrahi yolla tedavi edildiğinden bu ay­ gıtın kullanımı gittikçe azalmaktadır. Gö­ bek fıtığı sargısı ise sadece süt çocuğun­ da kullanılır.) —Elektrotekn. Elektrikli bir aygıtta ya da bir elektrik makinesinde, aynı devreyi oluş­ turan iletkenler kümesi. (Eşanl. BOBİNAJ.) Sargı yanı, BOBİN* YANI'nın eşanlamlısı. Binişik sargı, bir tambur indüvide, kısmi adımları ters yönlü olan sargı. (Doğru akım makinelerinde bu sargılar ya "basit paralel" ya da “ bileşik paralel" bağlıdır.) || Bir asenkron makinenin ya da bir trans­ formatörün birincil sargısı, şebeke akımıy­ la beslenen sargı. || Bir asenkron makine­ nin ikincil sargısı, şebekeye bağlı olmayan sargı. || Bir transformatörün ikincil sargısı, uçlarına bir kullanım devresi bağlanan sargı. j| Bir transformatörün üçüncül sar­ gısı, bir denkleştiriciye, bir indüktans b a binine ya da bir yardımcı devreye bağla­ nan ek sargı. || Dağılmış sargı, iletkenleri, her kutup için birçok oyuktan geçen sar­ gı. || Dalgalı sargı, bir tambur indüvide, kısmi adımları aynı yönde olan sargı. (Doğru akım makinelerinde bu sargılar ya seri ya da seri-paralel bağlıdır.) || Denkleş­ tirme sargısı, elektromanyetik bir makine ya da bir aygıtta kullanılan ve indüvininS geribesleme manyetik alan etkilerini zayıf­ latmaya yarayan yardımcı sargı. || Emdir­ me sargı, iletkenleri bir yalıtkanla kaplı ol­ salar bile (örneğin emaye tel), aralarında hava aralıkları kalacak biçimde bir bağ­ layıcıyla topraklaştırılmış sargı. || İndükleyici sargı, içinden bir uyarma akımı geçen sargı. || Komütasyon sargısı, kolektörlü bir makinede, komütasyon halindeki irkenler­ de ortaya çıkan elektromotor kuvvetleri yansızlaştırmaya yarayan sargı. || Sıkı sar­ gı, kutupları çıkıntılı ya da kutup başına bir oyuğu olan bir indükleyicinin sargısı. || Yarım sargı, bir makine sargısı bobinini oluşturan iki bölümden her biri. (Bir bo­ bin yanı ve bir bobin başından oluşur.) —Tar. Mısırlılar’ın mumyalan sardıkları b a



m eyve



sardunya



sargı yaz keten şerit. (Sargılarda yaşlar, özellikle de Yeni İmparatorluk döneminde Ölüler* kitabı’ndan cümleler bulunabiliyordu). —ANSİKL. Cerr Sargılar ilgili vücut bölge­ sine uyarlanır: kol, bacak ve bedende da­ iresel ya da eğik; kol ve bacakların göv­ deyle birleştiği yerlerde sarmal çapraz, başta kese biçiminde Olgulara göre katı sargılar (bezden), lastikli bürümcek sar­ dılar ya da daha iyi bastıran ve yerinde tutan lastikli yapışkan sargılar (örneğin burkulmalarda) kullanılır. Eşarplar kolları askıda tutmaya ve gerektiğinde bedene bağlamaya yarar. Beden sargıları göğsü sıkmaya (kaburga kınklarında) ya da laparotomiden sonra kann bağlamaya ya­ rar. T sargılan apışarası pansumanlarını yerinde tutar. —Tar. Antikçağ'da rahiplerin başını, tanrı heykellerini, sunakları ve kurbanların ba­ şını süsleyen ince uzun kumaş parçası. (Eski Yunanistan ve Roma’da insanların, anıtlarının süslenmesinde ve ayinlerde kullanılan şeritler dokunulmazlığın simge­ siydi. Genellikle yünden yapılan bu şerit­ ler, beyaz, mavi ya da erguvan1renginde olurdu.)



10198



S A R G IL A M A K g. f. Bir sargıyla sar­ mak.



L auros G iraudon



S A R O IU sıf. Bedenin sargıyla sarılmış bölümü için kullanılır: Sargılı kolunu kapı­ ya çarpmak. S A R O IU K a. Tüt. Puronun dış sargısını oluşturan tütün yaprağı.



Sargon II bir kurbanlık dağkeçisini taşırken Dur Şarukkln'de (Hursabâd) bulunan bir ortostattan ayrıntı alçıtaşı İ.Ö. VIII. yy. asur sanatı Louvre müzesi, Paris



S A R G IN (Nihat), türk siyaset adamı (İs­ tanbul 1927). istanbullipfakültesi'ndeöğ­ renci olduğu yıllarda Yüksek tahsil genç­ lik derneği'nde yönetim kurulu üyeliği ve başkanlık yaptı. Bu dernekçe yayımlanan Hür gençlik dergisini yönetti. Dergide Ko­ re savaşı'nı protesto eden bir bildirinin ya­ yımlanması (1950) üzerine bir yıl hapse mahkûm oldu. Cezasının bitiminde öğre­ nimini tamamlayarak iç hastalıklan uzmanı oldu. Türkiye İşçi partisi'nin kurulmasın­ dan sonra bu partinin merkez örgütünde çeşitli görevler üstlendi ve genel sekreter­ liğe getirildi (1965). Behice Boran, Sadun Aren vb. tarafından oluşturulan Emek gru­ bunda yer aldı. Mehmet AH Aybar grubu­ na muhalefet etti. 12 Mart 1971 askeri dar­ besini izleyen günlerde Türkiye Komünist partisi’ni kurmak savıyla yargılandıysa da aklandı. Daha sonra Türkiye İşçi partisi’ nin yeniden örgütlenmesinde görev aldı ve bu görevini genel sekreter olarak sür­ dürdü. 12 Eylül darbesinden sonra yurtdışına çıktı; TİP ve TKP'nln yurtdışında birleşme ve partiyi Türkiye'de kurma ka­ rarı almalarından sonra Haydar Kutlu (Nabi Yağcı) ile birlikte yurda döndü (1988); tutuklandı. Yargılanırken mayıs 1990'da tahliye edildi. Nisan 1991‘de Türk Ceza kanunu'nun ilgili maddeleri (141, 142) kaldırıldığından dava düştü. S A R G IN (Burhan), türk futbolcu (Anka­ ra 1929). Futbola başladığı Hacettepe kulubû’nde santrfor mevkisinde gösterdiği üstün yetenekle ünlendi ve "Canavar" la­ kabıyla anıldı. Hacettepe'den sonra Fe­ nerbahçe, Adalet ve yine Fenerbahçe ta­ kımında yer aldı, 8 kez milli oldu. 1954 Dünya kupası elemelerinde ispanya'ya karşı Türkiye’ye 1-0’lık galibiyeti getiren ve türk takımının finale kalmasını sağlayan golü attı. Futbolu 1957'de Fenerbahçe kulübü'nde bıraktı. S A R G IN (Muharrem), türk mühendis (Şereflikoçhisar 1936). İstanbul Teknik üni­ versitesi inşaat fakültesi'ni bitirdikten (1959) sonra Londra'da ve Kanada'da eği­ timini sürdürdü. 1969’dan başlayarak İmar ve iskân bakanlığı araştırma dairesi başkanı olarak çalıştı. Betonda gerilme deformasyon ilişkisi ve betonarme kesit­ leri analizi adlı yapıtıyla TÜBİTAK bilim ödülü’nü kazandı (1972). Ortadoğu teknik üniversitesi’ne öğretim üyesi oldu (1976). S A R G O N A k k a d lt ya da Ş A R R U -



« İ N , Akkad kralı (yaklş. İ.Ö. 2340-2284). Dünya tarihinde ilk kez. bir hanedan ve imparatorluk kuran kişilerden biridir; an­ cak yaşamına ilişkin bilgiler efsanelere da­ yanır. Uruk kralı Lugal-zagesi’yi yenen Sargon, tüm Aşağı Mezopotamya sitele­ rini egemenliği altına aldı. Sonra batıya yönelerek Mari’ye boyun eğdirdi, Ebla Imparatoriuğu'nu zayıflattı. Yaygın ve güç­ lü bir ticaret ağı kurabilmek amacıyla ül­ kesinin topraklarını Amanos ve Toros dağ­ larına değin genişletti, Subaru'yu (Yukarı Mezopotamya) ve Elam’ı yendi, Sus’a egemen oldu. Aşağı Mezopotamya tica­ retini Dilmun, Magan ve Meluhha gemi­ lerinin uğradığı Basra körfezine doğru yaydı. Mezopotamya’da ilk kez sürekli bir ordunun kurucusu da olduğu sanılan Sargon’un imparatorluğu (Mezopotamya ve Sus), yaşamının sonlarına doğru ayaklan­ malar yüzünden sarsıldı, ölümünden sonra yazılan Savaş kralı efsanesi'nüe Anadolu içlerine, Kappadokia'ya kadar seferler düzenlediği, puruşandalı tüccar­ ların ona başvurarak kendilerini koruma­ sını istedikleri bildirilmektedir. » S A R G O N I I ya da Ş A R R U K İN , Asur kralı (İ.Ö. 722/721-705). Bir ayaklanma sı­ rasında kaybolan önceli Salmanasar V'in kardeşi olduğunu öne sürdü ve Samiriye' nin ele geçirilmesini de (İ.Ö. 722/721) kendinfe mal etti. Asur egemenliğine karşı dü­ zenlenen ayaklanmalar sırasında tahta çıktı ve özellikle Kaideliler, Aramiler, Urartular ile Suriye ve Filistin'deki halklarla uğ­ raşmak zorunda kaldı. Başlangıçta Merodah Baladan ll’nin (Marduk-Apla-Iddin II) krallığını İlan ettiği Babil’i ele geçiremediyşe de Suriye’deki ayaklanmayı bastırdı (İ.Ö. 720). Hama kralının yönetimindeki bağlaşıkları Karkar’da (İ.Ö. 720), mısır or­ dusunun desteklediği Gazze kralını Raphia'da yenilgiye uğrattı. Bundan sonra Anadolu’ya yöneldi, Muşki kralı Mita'nın İ.Ö. 717’den beri kışkırttığı geç hitit dev­ letlerini, Fırat’tan Toroslar'a değin topraklanna kattı. Geç hitit kentlerini bir asur eya­ letine dönüştürdü ve başlarına asurlu va­ liler atadı. Muşkiler İ.Ö. 709’da boyun eğ­ mek zorunda kaldılar Anadolu’da ve İran’ da kendisine karşı entrikalara girişen Urartu kralı Rusa Tin üzerine üç sefer düzen­ ledi. Rusa I ile antlaşma imzalayan Tabal kralının üzerine bir ordu gönderdi, kral tut­ sak edilerek Asur’a getirildi (İ.Ö. 715). Bü­ yük bir orduyla urartu topraklarına gir­ di, kentler yakılıp yıkıldı (İ.Ö. 714) [Paris Louvre müzesi’ndeki tabletlerde bu sa­ vaşlara ilişkin ayrıntılı bilgi verilmektedir]. Medler'in topraklarını imparatorluğuna kattı ve İ.Ö. 710-709'da Babil’i ele geçirdi. Kıbrıs ve Dilmun krallarını haraca bağla­ dı. Sargon’un Dur Şarrukin'de (bugün Hursabâd) kurmayı tasarladığı sarayı ölü­ münden ancak bir yıl önce bitirlleblldi (İ.Ö. 713-706). Dur Şarrukin sarayı'nın kimi ka­ lıntıları XIX. yy. ortalarında Botta tarafın­ dan Paris'e götürüldü (Louvre müzesi). S A R H a. (ar. şarh). Esk. Yüksek yapı, köşk. S A R H , esk. Fort-Archambault, Çad' da kent, Orta Şari ilinin merkezi; 76 835 nüf. (1988). Ticaret. Tekstil sanayisi. S A R H O Ş sıf. ve a. (fars. ser, baş ve hoş. iyi; ser-höş’tan). 1. Alkollü bir içkiden nor­ mal ölçüyü aşacak kadar içerek kendini bilemez duruma gelmiş bir kimse İçin kul­ lanılır; esrik, mest. —2. Ed. Hoşa giden bir etkiyle kendinden geçmiş kimse için kullanılır: Aşk sarhoşu. —3. Bir kimseyi sarhoş etmek, onun sarhoş olmasına yol açmak: Suç ortakları içki vererek gardiya­ nı sarhoş ettiler. Üç kadeh rakı, beni sar­ hoş etti; onu coşkuya, yoğun heyecana sürüklemek; coşturmak, kendinden geçir­ mek: Başarıları onu sarhoş etti. |{ Sarhoş olmak, sarhoş bir duruma gelmek; sarhoşlamak: Her gece içip sarhoş oluyor. Sarhoş olan davetliler tartışmaya başladı­ lar. || Bir şeyden (soyut) sarhoş olmak, on­ dan aşırı derecede etkilenmek; kendin­ den geçmek: Mutluluktan sarhoş olmak.



—El sant. Sarhoş bacağı, art arda zikzak­ lar biçimindeki işleme iğnesi. (Daha çok kalın ipliklerle yapılır ve kenar süslemele­ rinde kullanılır.) [Girit iğnesi de denir.] —Nörol. Sarhoş yürüyüşü, bacakların ya­ na doğru yay çizerek düzensiz adım atı­ şıyla ve duruş poligonunun genişlemesiy­ le belirgin yürüyüş biçimi. (Alkol sarhoş­ luğunda ve beyincik sendromunda rast­ lanır.) ♦ be. Sarhoş olarak, alkol alarak: Eve sarhoş gelmek. S a rh o ş b a n ->



başbar



.



S a rh o ş g a rn i, Arthur Rimbaud’nun 1871'de yazdığı, Verlaine tarafından butèce dergisinde (1883), sonra da les Po­ ètes maudits'de (1884) yayımlanan şiiri. Kalıplara tam uymasa da biçimsel bakım­ dan geleneksel tekniğe bağlı olan bu şi­ irde Rimbaud, romantik temalardan pek uzaklaşmamakla birlikte kendine örnek almış olabileceği şairleri (Hugo, Vigny, Dierx) ya da anımsadığı varsayılan yazar­ ları (Jules Verne, le Magasin pittoresque) aşmış ve sonunda benliğin zaman ve uzamdaki yolculuğunu şiire, aktarmıştır. S A R H O Ş L A Ş M A K gçz. f. Sarhoş du­ ruma gelmek; sarhoş olmak. S A R H O Ş LU K a. 1. Fazla miktarda al­ kollü içki içmekten ileri gelen, duyu bozukluklan, hareket uyumsuzluklan, konuş­ ma bozuklukları ve bazen saldırganlıkla karışık mutluluk hali; esriklik. (Bk. ansikl. böl.) —2. Uyuşturucu psikotropların (barbütirik, özellikle eter) aşırı miktarda alın­ masından ileri gelen ve yukardakine ben­ zeyen hal. —3. Şiddetli bir duygunun, başdöndüren bir heyecanın neden oldu­ ğu mutlu coşkunluk: Zafer sarhoşluğu. —Spor hek. Derinlik sarhoşluğu, antren­ mansa ya da yorgun kişilerde, önlem al­ madan yapılan dalışlarda 30 metreden sonra ve çoğunlukla daha derinlerde meydana gelen aksaklık. (Bk. ansikl. böl.) —ANSİKL. İçkiler kısa sürede çok miktar­ da alınırsa sarhoşluk komaya kadar vara­ bilir (kişiye körkütük sarhoş denir). Bu du­ rumda kollaps ya da solunum bozukluğu yüzünden ölüm tehlikesi her zaman var­ dır. Bazen çocuklarda ya da kötü beslen­ miş kişilerde (özellikle süreğen alkolikler) nispeten hafif dozda alkol alındıktan son­ ra bile hipoglisemi koması meydana ge­ lebilir Yine nispeten az miktarda alınan al­ kolden sonra aşırı hareketlerle belirgin bir sarhoşluk ortaya çıkabilir, kişi yıkıcı bir öf­ keye kapılır, büyük bir kırıp dökme krizi­ ne tutulur, sonra derin bir uykuya dalar. —Huk. Sarhoşluk, Türk med. k.’nda tem­ yiz kudretini ortadan kaldıran nedenler­ den biri olarak görülür (md. 13). Yasaya göre, temyiz kudreti olmayanların mede­ ni hakları kullanma ehliyetleri de yoktur (md. 14). Türk cez. k. sarhoşluğu ceza eh­ liyeti açısından değerlendirir. Ceza kanu­ nu, kendi isteğiyle sarhoş hale gelen kişi­ lerin ceza ehliyetlerinin tam olduğunu, bu durumdaki kişilerin işleyecekleri suçlarda •ceza sorumluluklarının değişmeyeceğini öngörür. Buna karşılık, yasa kendi istek­ leri olmadan sarhoş edilenlerin ceza so­ rumluluklarının ya tümüyle ortadan kalka­ cağını ya da azalacağını belirtir Buna gö­ re, kendi isteği olmadan tam sarhoş hale gelen kişinin ceza sorumluluğu tümüyle ortadan kalkar. Bu durumdaki tam olma­ yan sarhoşluk ise ceza sorumluluğunu tü­ müyle ortadan kaldırmaz, ancak azaltır (Türk cez. k. md. 48). Sarhoşlukla ilgili başka bir düzenleme Türk cez. k.'nun 571. maddesinde yer alır. Bu madde hük­ müne göre, halka açık bir yerde rezalet çıkartacak ya'da halkın huzurunu boza­ cak derecede sarhoş olanlar, on beş gün­ den aşağı olmamak üzere hafif hapis ya da üç bin liradan aşağı olmamak üzere, hafif para cezasıyla cezalandırılır. —İsi. içkiyi yasaklayan İslam dininde do­ ğal olarak sarhoşluk da kabul edilemez bir durumdur. Sarhoş olanların cezalan­ dırılmaları gerektiği yolunda birçok hadis



Sarı Efe Edip vardır. Kuran'da da “ Ey iman edenler! Sarhoş iken dediğinizi bilmedikçe (sar­ hoşluğunuz geçmedikçe) namaza yaklaş­ mayın" (IV, 43) denir. —Spor hek. Derinlik sarhoşluğu. Dalgıç­ ta, alışılmamış bir mutluluk ya da bunun aksine bir korku, bir sıkıntı, esriklik ve da­ ha ileri derecesi, maskenin borusunu çı­ karıp atma gibi tehlikeli olabilecek garip davranışlar ortaya çıkabilir Bu bozukluk­ ları ortadan kaldırmak için birkaç metre yukarı çıkmak yeteıiidir. Aksi takdirde olup bitenlere önem verilmez, üzerinde durul­ mazsa, boğulma ya da basıncın hızla dü­ şürülmesine bağlı olarak acele su yüzü­ ne çıkmanın doğurduğu kazalar görüle­ bilir. Derinlik sarhoşluğu, uyuşturucu et­ kisi olan, su altındaki azotun kısmi basın­ cındaki yüksekliğe bağlıdır. Bununla be­ raber azotun rolünün tek olmadığı, buna oksijenin çırpındırıcı etkisinin ve karbon gazının uyuşturucu etkisinin eklendiği sa­ nılmaktadır. S A M sıf. 1. Rengi güneş ışığının ayrış­ ma tayfında yeşil ile turuncu arasında yer alan renkte olan şey için kullanılır: Sarı güller. Sarı saç. Elbisesi sarıydı. —2. Bir ad ya da sıfatla kullanıldığında, bu ren­ gin değişik tonlarını belirtir: Uçuksan, har­ dal sarısı, saman sarısı, altın sarısı, kanar­ ya sarısı. —3. Siyah ve beyaza karşıt ola­ rak, ortak özellikleri genellikle tenlerinin sarılığı olan (ancak bu tek ortak özellikle­ ri değildir) kimse, topluluk, kimi zaman da onların bulundukları bölge için kullanılır: Sarı ırk. —4. Soluk, solgun yüz için kulla­ nılır: Bugün ne kadar sarısın. —5. Sarı saçlı, beyaz tenli, sarışın kimse için kulla­ nılır: Sarı bir oğlan. —6 . Sarı çıyan, hain, içinden pazarlıklı, sarışın sinsi kimse || Sarı çizmeli Mehmet Ağa, nerede olduğu so­ rulan, ancak adresi ve kim olduğu belir­ lenmemiş bir kimse için kullanılır. || Sarı sı­ cak, Türidye'nin güney illerinde görülen yakıcı ve kavurucu sıcağa verilen ad. —Anat. Sarı bağlar, komşu omurların laminalarını birbirine bağlayan kalın bağlar. —Antropol. Diğer birçok özellikleri arasın­ da başlıca ortak özellikleri derilerinde sa­ rı ya da bakır rengi pigment bulunan ki­ şiler ya da topluluklar için kullanılır. (Karşt. BEYAZ, KARA.) —Ask. tar. Sarı bayrak bölüğü, kapıkulu süvari bölüklerinden İkincisine verilen ad. (Sarı bayrak taşıdıklarından bu adla anı­ lırlardı.) —Bine Sarı yağız, binicilikte kullanılan ku­ la (at). —El sant. Sarı elvan -» ARAP* YAZMASI. —Kuyumc. Sarı yakut, Ortaçağ mücev­ hercilerinin kullandığı, yalancı topaz da denen sarı kuvars. —Mlner. Sarı zırnık, ORPİMENT'in eşan­ lamlısı. —Oftalmol. Sarı benek ya da sarı leke, MAKULA'nın eşanlamlısı. —Spor. Sarı mayo, Fransa bisiklet turun­ da, geleneksel olarak (1919'dan başlaya­ rak) genel sıralamada birinci olan ve bu renk mayo giyen yarışmacı. —Tar. Sarı sendikalar, işçi sendikalarına karşı mücadele etmek amacıyla Montceau-Mines'de ve Creusot'da ortaya çıkan (1899 ve 1900) sendikal örgütler. (Sarı sen­ dikalar ulusal federasyonu, 1902‘de top­ lam 375 000 üyesi olan 439 sendikayı ça­ tısı altında topladığını ileri sürüyordu; amblemi, eskiden korsan gemilerinin di­ reklerini süsleyen sarı renkli bir meşe pa­ lamudu ile bir katırtırnağıydı.) ♦ a. 1. Sarı renk: Bu yıl duvarları sarıya boyayalım. —2. Bir şeyin sarı bölümü: Vcrmurtanın sarısı. —3. Trafik lambalarında hem yayalara hem taşıtlara yeşilden ön­ ce “ hazırlan” anlamında yanan ışık. —Biyol. Yumurta sarısı, kuş ve sürüngen yumurtalarının orta kısmı (vitellüs). [Sarı, yumurtanın yumurtalıkta hazırlanmış ye­ dek besinlerini oluşturur; yumurta akı ya da ovalbümin ise yumurta kanalında iler­ lerken döllenmiş yumurtanın etrafında bi­ rikir; yumurta sarısı kuru ağırlık üzerinden



üçte bir protein ve % 2'si kolesterol olmak üzere üçte iki lipitlerden oluşur. Sarı ren­ gi karotenimsi pigmentlerden ileri gelir.] (Bk. ansikl. böl.) —Boyarmad. Sarı renkli boyarmadde: Sa­ rı katmak. Sarı katmanı. (Bk. ansikl. böl.) —Camc. Gümüş sarısı, gümüş tuzlarıyla sarı okrun cam plaka üzerine çöktürülmesiyle elde edilen yüzey rengi. (Vitray es­ tetiğinin gelişmesini sağlayan gümüş sa­ rısı, XIV. yy.'ın başında önce Fransa'da, sonra İngiltere'de kullanıldı. Bu renk ge­ nellikle camın dış yüzeyine uygulanır.) —Dy. Yavaşlamayı bildiren işaretlerin ayırtedici rengi. —Metalürj. PİRİNÇ'in eşanlamlısı. —ANSİKL. Biyol. Sarı cisim, De Graaff folikülünün açılıp yumurtanın serbest hale gelmesinden sonra bu folikül yerine yu­ murtalıkta meydana gelmiş nedbe kütle­ si. (Sarı cisim yumurtalığın progesteron salgılayan bölümüdür. Yumurta döllendi­ ğinde, sarı cisim kadında 6. ayın sonuna kadar gelişmeye devam eder ve hemen hemen gebeliğin bütün süresince varlığını sürdürür. Yumurta döllenmemişse sarı ci­ sim emilerek kaybolur.) —Boyac. Sarı mineral pigmentler. En çok kullanılan sarı mineral pigmentler, doğal ya da yapay krom sarısı, çinko sarısı, sarı demir oksitler ile kadmiyum sarısıdır; ay­ rıca lacivert taşı sarısı ve doğal toprak bo­ yasının yanı sıra paslanmayı yavaşlatan özgül pigmentler olarak kurşun siyanamit ile kalsiyum plumbat da kullanılır. • Bitkisel sarı boyarmaddeler. Sarı kabuk­ lu meşe, muhabbet çiçeği ve kaşunun ye­ rine günümüzde daha çok bunlardan bi­ reşim yoluyla elde edilen organik boyar­ maddeler kullanılır. Ancak suluboya yapı­ mında hint reçinesinden hâlâ yararlanıl­ maktadır. • Renkli vernik yapımında kullanılan çö­ zünür organik boyarmaddeler. Organik çözücüler içinde çok az oranda bulunan organik boyarmaddelerin çoğu, koyu renkli çözeltiler verir; donuklaştırma gücü olmaması nedeniyle bu çözeltiler hem renkli vernik olarak (alkollü vernik) hem de flekso baskı mürekkeplerinin yapımında kullanılır. • Organik sarı pigmentler. Organik çözü­ cüler ile yağlarda çözünmeyen kimi orga­ nik boyarmaddeler de pigment olarak kul­ lanılır. • Sarı laklı pigmentler. Genellikle anorga­ nik bir taşıyıcı (örneğin alümin, baryum sülfat) üzerine tesbit edilerek pek çok boyarmaddeden, mürekkep üretiminde pig­ ment rolü oynayan sarı laklı pigmentler el­ de edilebilir. Sarı laklar giderek daha az kullanılmaktadır. —Boyarmad. Kinolein sarısı E 104 kod numarasıyla şekerleme, içit ve likör yapı­ mında besin boyarmaddesi olarak, pa­ tentli mavi V'le (E 131) karıştırıldığında par­ lak yeşil tonların elde edilmesinde kulla­ nılır. S turuncu-sansı ise E 110 kod numa­ rasıyla şekerlemelerde, pastalarda, içe­ ceklerde, şuruplarda, dondurmalarda, tat­ lılarda ve konservelerde boyarmadde ola­ rak işe yarar. S A M A B D U L L A H E F E N D İ, türk ta­ savvuf adamı, yazar, şair (İstanbul 1584 - ay. y. 1660). Babası Tunus ya da Ceza­ yir’den gelmiş bir mağrib şehzadesiydi. Annesi sadrazam Halil Paşa'nın (öl. 1630) yeğeniydi. Yetişmesi ve eğitimiyle ilgilenen Halil Paşa’nın yanında göreve başladı, iki kez reisülküttap (1627-1628, 1638) oldu; Anadolu ve cizye muhasebeciliklerinde bulundu. Son görevi mensuh mukataacılığıydı. Bayram! melamiliğe, celvetiliğe ve mevleviliğe bağlandı. Özellikle bayramilik ve türlü tasavvuf konuları üzerinde du­ ran yapıtlar kaleme aldı: Semerat ül fuad fi’l-mebde ve'l-maad (1624, bas. 1871, sa­ deleştirilmiş bas. 1967), Cevheret ül-bidaye ve dürret ün-nihaye (1639), Mirat ül -asfiya fi sıfat il-melamiyat il-ahfiya (1660). Düstur üt-inşa adlı yapıtında Bayezit ll'den Murat IV'e kadar gelen dönemin resmi ya­



zışmalarından (münşeat) örnekleri derle­ di. Bunlar arasında kazaskerliğinde kendi kaleminden çıkmış olanlar da bulunuyor­ du. Mehmet IV’e tahta geçişinin ilk yıldö­ nümünde sunduğu Nasihat ül-mülûkta (1649), devlet yönetimiyle ilgili öğütlere yer verdi. En ünlü yapıtı Mesnevi'nin 1. cildi­ nin aynntılı bir şerhi olan Cevahir-i bevahir -i Mesnevi'dıt (1631; bas. 1870-1871, 5 c). Bu yapıt, tasavvuf konularıyla ilgili çok zengin bilgileri kapsar. Abdi mahlasıyla yazdığı şiirleri de tasavvuf içeriklidir. Usta bir hattattı. Çiçekçilikle uğraşarak yeni zer­ rin ve lale türleri yetiştirmiş, İbrahim I ta­ rafından serşukûfeci (baş çiçekçi) ilan edil­ mişti (1642). [-» Kayn.] S A M A N A , türk kadın veli (Marmaris XVI. yy.'ın ilk yarısı). Efsaneye göre Yavuz Sultan Selim Rodos seferine (1522) çıkar­ ken Marmaris’e uğrayarak Sarı Ana’yı zi­ yaret edip hayır duasını aldı. Bu nedenle Ege bölgesinde Sarı Ana denizci ve ba­ lıkçıların evliyası sayılır. Marmaris’te bir te­ pe üzerindeki türbesini ziyaret eden ba­ lıkçılar, böylelikle kendilerini denize açıl­ mak için Sarı Ana’dan izin almış sayar ve bu davranışlarının kendilerine uğur ve be­ reket getireceğine inanırlar. S a rı b ü lb ü l, Ağrı ve çevresinde kadın­ lar tarafından oynanan ağır halay türü bir halk oyunu. (En az altı kişiyle ve genellik­ le davul zurna eşliğinde oynanır.) S A M Ç A M - ÇAM. S A R I Ç O BAN A LD A TA N a. Zool. Ku­ zey yarıkürenin hemen her yerine yayılan ve yaşadığı bölgeye bağlı olarak tüy ren­ gi farklı ırklara ayrılan çobanaldatan. (Türkiye’de 5 ırkı bulunur. Bil. a. Motacilla flava; kuyruksallayangiller familyası.) [Eşanl. DERE EŞASI.] S A R I D E N İZ , Büyük Okyanus'un batı kesiminde sığ deniz, Doğu Çin denizi’ne komşu, Kuzey Çin ile Kore arasında. K.'e doğru üç büyük körfezle (Kore, Liaodong ve Bohai) uzanır. Yüzölçümü 404 000 km2. Derinliği az (ortalama 44 m; en derin yeri 103 m), büyük oranda ırmak (Huang Hı, Yangzi Ciang, Huai) çamurlarıyla (ge­ niş alanlarda biriken bu çamurlar deniz sularının özgün rengini verir) dolan çok geniş bir tortul ovadır. İklim sert (kuzey rüzgârları estiğinde fırtınaların patlak ver­ diği sert kış mevsimi) ve yaşamaya elve­ rişsizdir (sık sık tayfunlarla kesintiye uğra­ yan yağışlı ve sıcak yaz mevsimi). Suları­ nın ısıl bir rejimi vardır kışın: 0-3°; yazın: 22-28 °C. Tuzluluksa mevsimlere ve böl­ gelere göre büyük farklılıklar gösterir. Akıntılar Kore kıyıları boyunca Kuroşio’dan gelen, hâlâ daha tuzlu suların (%o 30-33) katılması ve Çin önlerinde tuzluluğu azal­ mış (binde 20) ve yoğun biçimde toz yük­ lü bulanık suların ayrılmasıyla saat yelko­ vanına ters yönde ilerler. Gelgit olayı Ku­ zey körfezlerinde etkindir. Çok zengin ça­ murlu dipler Liaodong, Şandong ve Batı Kore körfezlerine açılan çok sayıdaki ria' da yer alan limanlardan gelen teknelerce değerlendirilir. Sarı Deniz, yoğun bir petrol arama bölgesidir. Çin ve Kore tica­ retinin önemli bir bölümü burada gerçek­ leşir. S A R I E f e EDİP) türk asker (öl. İzmir 1926). Harbiye’yi bitirdikten sonra jandar­ ma subayı olarak Balkanlar’da komiteci­ lerle savaştg çeşitli askeri görevlerde bu­ lundu. Kurtuluş savaşı sırasında İsmail Efe, Mestan Efe gibi Ödemiş yöresinde topladığı milis kuvvetlerine komuta etti, ay­ rıca Balıkesir dolaylarında Anzavur’la iş­ birliği yapan Gâvur Imam'ın asi kuvvetle­ rine karşı çarpıştı. Daha sonra Kocaeli böl­ gesindeki Kuvayı milliye süvarilerinden oluşan bir alayın komutanlığını yaptı. Mus­ tafa Kemal’e (Atatürk) düzenlenmek iste­ nen İzmir suikastının hazırlayıcılarından bi­ ri olarak istiklal mahkemesi'nde yargıla­ narak asıldı.



10199



sarı engerek S A K EN G ER E K a. Doğu Avrupa'da vb Orta Asya'da yaşayan çok zehirli, iri en­ gerek. (Bil. a. Vípera lebetina; engerek­ giller familyası; boyu 1,50 m.)



10200



S A K İ G A G A L I (M Ö K A R G A S I a. Av­ rasya'nın yüksek dağlannda yaşayan, san gagalı, kırmızı ayaklı karga. (Kuzguna benzer. Çok iyi uçar Böcek ve meyve yer. Anadolu’da rastlanan bireyleri göçmen ve gezicidir. Bil. a. Pyrrhocorax graculus; kar­ gagiller familyası.) S A B İ G A L İP P A Ş A Sarı.



GALİP PAŞA



m m H â l İ L f i -> HALİLE.



Murat Sanca



m m n A iu j a. Zooi. Sıcak ve oldukça ılık denizlerin 250-300 m derinliğe inen ka­ yalık ve taşlık diplerine yakın yerlerde ya­ şayan kemiklibalık. (Ağızlan oldukça bü­ yük bir bedenin ucundadır. Aiiçeneleri pulludur. Solungaç kapaklarının gerisinde dikene benzeyen 3 kemiksi çıkıntı vardır. 12-13 cm boyuna kadar olan gençlerine köstekbüken denir. Bil. a. Epinephslus guaza; hanigiller familyası, boyu 2 m’ye ka­ dar.) [Eşanl. ROKOS.j g & R I H A T M İ a. Doğu Hindistan ve Ku­ zey Çin kökenli lif bitkisi. (Bil. a. Abutilón; ebegümecigüler familyası.) [Abutilón cin­ sinin yaklaşık olarak 80 türü vardır; bun­ ların bazıları Avrupa’da ve Türkiye’de ken­ diliğinden yetişir (örneğin Abutilón avicennae Kuzey Anadolu'da bulunur). Öteki türler ip sanayisinde kullanılan elyafı ve tıbbi özellikleri için bütün sıcak bölgeler­ de yetiştirilir. (-> SİDA.) Bazı türleri 3 m yüksekliğe ulaşır. Başhcaları: Abutilón indicum; A. avicennae.] S A H İ İS P İM Ö S a. Kuşç. Batı ve Orta Avrupa’daki bütün dağların (2 000 m’ye kadar) kozalaklı ormanlarında bulunan küçük ötücükuş. (Bil. a. Serinus citrinella; ispinozgiller familyası; uzuniuğu 12 cm.) S A R I K A B U K U I İJ S Ş i a. Kenarları kıvrınîılı ova! yapraklı, kısa ve sapsız pa­ lamutlu, Pennsyivania ve Carolina kökenli meşe türü. (Bil. a. Ouercus tinctoria; ka­ yıngiller familyası.)



erkek sarıasma ve yavruları



S a rı fejrtaasa, Balıkesir ve çevresinde yaygın bir türkü ve bu türkü eşliğinde ka­ dın erkek birlikte oynanan bir halk oyunu. (Dört, aitı ya da sekiz çiftle oynanır. Oyu­ na kızlar önde olmak üzere iki sıra oluş­ turarak başlanır, türkü kızlar ve erkekler ta­ rafından karşılıklı olarak söylenir. Hareketli bir oyundur.) S A K İ K M a. Zool. Sıcak, ılık, az serin denizlerin en sığ kesimleriyle 75 m derin­ liğe kadar inen kıyı diplerinde yaşayan kemiklibalık. (Dibe bağımlıdır. Karın yüzge­ ci bir çekmen biçiminde blrlsşerek hay­ vanın dalgaların etkisiyle sürüklenmesini önler. Etçildir. Bil. a. Gobius amatus; kayabalığıglller familyası; boyu 10 cm’yl bu­ labilir.) S A R İ K A ¥ İ Ş a a y â i a. Zool. Sıcak ve ılık denizlerin 2-150 m derinlikteki diple­ rinde yaşayan kemiklibalık. (Çakıllı, kum­ lu çamurlu, bitkili diplere bağımlıdır Be­ deni yılanadır ve enine kesiti oldukça yu­ varlaktır. Karın yüzgeci çenenin altındadır. Sırt, kuyruk, kuyrukaltı yüzgeçleri birleşerek bedenin arka kesimini çevreler Beden ucundaki ağzı hafifçe aşağı meyillidir. Et­ çildir. Bil. a. Parophidion vassali; kayışbalığıgiüer familyası; boyu 25 cm’ye kadar.) S A R İ K I R E Z -> SARİ KÜRZ. M an k îs „ Artvin, Erzurum, Gümüşhane ve çevresinde yaygın bir türkü ve bu türkü eşliğinde oynanan bar türü bir halk oyu­ nu. (Türküde ve oyunda başka bir köye gelin gidecekken yağmur yüzünden evin­ den çıkarılamayan güzel bir kızın öyküsü anlatılır.)



Ragıp Sanca



S A B İ K Ö P E K B A L IĞ I a. Batı Atlas ok­ yanusumda yaşayan, sarı renkli köpekba­



lığı. (Acısulsra girer. Bil. a. Negaprion brevirostris; harharyasgiller familyası.)



S A R İ V E U fE a. Zool. İSKETE'nin eşan­ lamlısı.



S A B İ K â R S ya da S A R I KgBÜS; (Nu­ rettin), türk din adamı (Balıkesir ? - İstan­ bul 1522). Müderrislik yaptı. İstanbul ka­ dısı oldu (1511). Anadolu (1513) ve Rumeli (1515) kazaskerliklerine getirildi. Kelam ve fıkıhla ilgili yapıtları vardır. İstanbul’da Sarıgüzel semti, adını ondan aldı.



S a rı f s l e u iy k (Croisière jaune), André Citroën tarafından düzenlenen otomobil­ le Orta Asya yolculuğuna verilen ad. "Ka­ ra yolculuk” gibi G. M. Haardt ve L. Audouin-Dubreuil tarafından yönetilen bu yolculuk, 4 nisan 1931'de Beyrut’ta baş­ ladı. Deniz yüzbaşısı Point tarafından yö­ netilen ve R Teilhard de Chardln’in de yer aldığı bir ek grup aynı tarihte Çin'de, Pe­ kinin kuzey-batı'sında toplandı. Yalnızca iki otomobil ve at kervanlarıyla geçilen çok çetin merhalelerden sonra, birinci grup Gilgit’e ulaştı. Arabaların burada bırakıl­ ması gerekti. Karaburun ve Pamlr sınırla­ rı geçildikten sonra 8 ekimde Tien Şan dağlarının güneyinde, Şinciang bölgesin­ deki Aksu’da çin grubuyla birleşme sağ­ landı. Yeniden uzun ve çetin bir otomobil yolculuğu başladı. Huanghı menderesini izleyerek yol alan grup 12 şubat 1S32'de Pekin’e ulaştı.



U M M U K A L L İT a. Zool. Hemen he­ men bütün Avrupa'da, Önasya’da ve K. Asya'da kuluçkaya yatan ötücü kuş. (Baş­ ka kuşların seslerini taklit ettiğinden bu adla anılır. Göçmendir: kışı Afrika'da ya da Güney Asya'da geçirir. Böcekler ve mey­ velerle beslenir Bil. a. Hippolais icterina; ötleğengiller familyası.) S ars PAŞA Sarı.



paşa



-



M ustafa



SAHİ M m a. Zooi. ANGVANTİBO'ya bazen veriien ad. » A R I S A L T IK ya da S A L T IK , asıl adı M ehm et ya da Ş erif, savaşçı türk derviş (Horasan ? -B a b a d a ğ ı, D obruca, 1263’ten sonr.). Yaşamıyla ilgili bilgiler ef­ sanelere dayanır; Horasan’dan gelerek Hacı Bektaş’a bağlandığı, Rumeli’ye yer­ leşen ilk müslürnan türk topluluklarını yö­ nettiği anlatılır. Bu söylentilere göre 1263’te Babadağı (Dobruca) yöresinde ona bağlı Türkmenler’in sayısı 10-12 bin kadardı. Ölümünden sonra adına, Babadağı’ndan başka Ohri, Korfu, Edirne gibi merkezlerde de ziyaret yerleri oluştu. Babadağı’nda Bavezit ll’nin yaptırdığı türbe­ ye Kanuni Sultan Süleyman da geldi. Bu yörede onunla ilgiii efsaneleri derleyen Ebülhayr Rumi'nin Salîukname'sinde onun Battal Gazi soyundan geldiği, Ana­ dolu'da ve Rumeli’de İslamlığın yayılma­ sı için çalıştığı aniatıiır: (-* SALTUKNAME.) [-♦ Kayn.] ’ i çıkan çin isyanı. 184'te başladı. Tıpkı Vang Mang döneminde olduğu gibi, nedeni köylüle­ rin sefaletiydi. Hareketin fikir önderleri halk taoculuğunu savunuyorlardı, isyan kısa sürede bastırıldı. Kars, Ağrı, Bitlis, Muş ve çevresinde oynanan türkülü, halay türü bir halk oyunu. S A R I Ş E R İT Lİ K İR T E N K İL E M S İ a. Sri Lanka'da yaşayan ayaksız amfibyum. (Derisi pulludur. Gözleri iyi oluşmuştur Su yakınında yeraltı yuvalarına yumurtlar. Di­ şi, yumurtaların çevresini bedeniyle sarar. Bil. a. ichtyophis glutinosus; ayâksızkertenkelegiller [Celiiiidae] familyası.) S A K I U V G U R L A R , Çin’in Kansu böl­ gesinde kurulan bir türk devletinin adı. Kırgızlar'ın 845’ts ülkelerini ve başkent Kara Balasagun’u işgal etmeleri üzerine göç etmek zorunda kalan Uygurlar'dan bir bölümü, batıdaki Turfan yöresine gi­ derken, bir bölümü de doğuya doğru yol alarak Kansu'ya geldi. Buraya yerleşerek bir hanlık kuran (860) Uyguriar, önce Toharlar'la karışarak “ sarfadını aldılar; da­ ha sonra Doğu Türkistan’daki türk hakan­ lığına bağlandılar. 1028’ds Tangutlar’ın Kansu'yu zapt etmeleri üzerine Çin imparatorluğu'nun buyruğuna giren” Sarı Uygurfar, çok geçmeden mani dininden ay­ rılarak Çinlilerin dini olan buddhacılığı ka­ bul ettiler. S A R İ Y A L A N C IY U L A F a. Kireçli top­ raklarda yetişen yalancı yulaf çeşidi. (Bil. a. Avena [Trisetum] flavescens; buğday­ giller familyası.) r'S/se f K î E S İ i ’ a. Endonszya-Malezya ve Amerika'da yetişen bitki. (Bil. a. Gelsemium; loganiaceaa familyası.) [Sarı yase­ minin üç türü vardır; bunların birinden (Geisemium officinalis) çıkarılan alkaloit (gelsemin) hekimlikte ateş düşürücü ve si­ nir ağrılarını giderici olarak kullanılır. Gelsemium sempervirens Kuzey Amerika’da ve daha başka üiksierde süs bitkisi ola­ rak parklarda yetiştirilir.)



S a fi ïa ÿ fe a k , Sivas ve çevresinde bir kadın bir erkek tarafından oynanan karşı­ lama türü bir halk oyunu. Oyunda kadın yere çömelmiştir. Erkek onun çevresinde dönerek kur yapar. Kadının nazlanması üzerine bıçak ve kamayla onu korkutur, sonunda kadının gönlünü çelmeyi başa­ rır. S A R IA â lZ a. Zoci. Sıcak ve ılık deniz­ lerin 100-150 n>-derinllkteki kıyı diplerin­ de ya da dibe yakın yerde yaşayan kemiklibalık. (içi sarı renkli olan ağzı bedeninin ucundadır; çeneleri sivri dişlerle doludur. Bil. a. Argyrosomus regius ya da Sciaena aquilla; gölgebalığıgiller familyası; bo­ yu 2 m’ye kadar.) HâSSSÂUOĞLU (Sanlı), türk futbolcu (İs­ tanbul 1945). Futbola Beşiktaş genç takı­ mında başladı ve sağiç olarak başarılı ol­ du. 19 yaşında Beşiktaş A takımına geçti ve futbolu bırakıncaya (1973) kadar bu ta­ kımda oynadı; kaptanlık yaptı; 21 kez milli oldu. Futbolu bıraktıktan sonra bir süre Beşiktaş'ta, çeşitli Anadolu kulüplerinde antrenör olarak çalıştı. S A R IA L P (Ruhi), türk atlet ve yönetici (Manisa 1924). Atletizme Konya Kuleli lisssi’nde tek adım ve üç adım uzun atla­ ma dallarında başladı. Daha sonra İstan­ bul'a gelerek Fenerbahçe atletizm takımı­ na girdi. 1948’de üç adım uzun atlama­ da 15.07.5 m ile Türkiye rekoru kırdı. Aynı yıl Londra Olimpiyat oyunları'nda 15.02,5 m ile, 1950’de Brüksel’deki Avrupa Atle­ tizm şampiyonası’nda 14.54 ile yine üçün­ cü olarak bronz madalya kazandı. Ordulararası dünya şampiyonası'nda iki kez bi­ rinci geldi (1951, 1952). ABD’de uzay jim­ nastiği dalında lisansüstü eğitim gördü, spor konusunda çeşitli bilimsel araştır­ malarda bulundu. Türk milli olimpiyat ko­ mitesi ve Atletizm vakfı'nda etkin görev­ ler aidi. İstanbul Teknik Üniversitesi'nde öğretim görevlisi olarak çalışmaya de­ vam ediyor. ¡S A R IA S M A a. 1. Eski Dünya'nin tropi­ kal ve ılıman bölgelerinde yaşayan, erke­ ği sarı ve siyah, dişisi yeşilimsi tüylü ötü­ cükuş. (BU. a. Oriolus oriolus; sarıasmagiller familyası.) [Bk. ansikl. böl.] —2. Amerika sarıasması, icteridae familyasının bir cinsine giren kuşların ortak adı. —ANSİKL. Daha çok yükseklerdeki yay­ van yapraklı ormanlarda, su kıyısındaki kavaklıklarda bulunan bu kuş, kışı Doğu Afrika'da geçirir. Meyve ve böcekle bes­ lenir. Yuvasını dalların çatalları üzerinde yapar, 3 ya da 4 yavru yetiştirir; yavrular yuvadan çabuk ayrılır. Afrika, Endonezya -Malezya ve Avustralya'da benzer türlere rastlanır. Ü A H lA W A G iU L E R a . Eski Dünya’nın ormanlık bölgelerinde yaşayan ötücükuşlar familyası. (Tüyleri canlı renklerde olur. Meyve ve böcekle beslenirler. Çoğu göç­ mendir. Türkiye’de bulunan tek türü sarı­ asmadır. Bil. a. Oriolidae.)



sarık ■* ABDÜRRAHİM Efend İ Sarıbabazade. S A R IB A L IK a. Zool. Tatlısularda yaşa­ yan, yanları ve karnı sarı-beyaz kemiklibalık. (Bil. a. İdus jessus; sazangiller famil­ yası.) i a. Gözde retinanın ortasın­ da bulunan ve görüntünün net oluşması­ na yarayan san renkli nokta. (-* MAKULA) —Zool. Sarıbenek çukurcuğu, gündüzcü amniyonlu omurgalılarda, retina üzerinde, gözün görme ekseni hizasında bulunan ve "sarı leke” nin (macula lutea) ortasına denk gelen çukur nokta. (Bk. ansikl. böl.) —A nsİkl. Zool. Görme keskinliği, renk sapınçlarını azaltan ve ışık tayfındaki mavi -mor ışınları eleyen renk süzgeçleri saye­ sinde artırılabilir; en etkili çözüm sarı bir süzgeçtir. Gerçekten de gözün çeşitli kı­ sımlarında (kornea, mercek, retina) sarı pigmentler bulunur ve insanda, retinanın orta alanında, “ sarı leke"yi bunlar oluş­ turur. Gündüzcü hayvanlarda görme kes­ kinliği, orta alandaki fotoreseptör hücre­ lerin değişik dağılımı ve daha yoğun ol­ ması sayesinde de artar Ayrıca, bazı omurgalılarda, orta alanda çukur bir nok­ ta bulunur; bu noktadaki görme hücrele­ rinin her biri görme yolunun (“ görme si­ niri") ayrı bir aksonuna bağlanır, bu da görme keskinliğini artırır. S A R IB E Y L E R , Balıkesir'in Savaştepe ilçesinde bucak; 5 254 nüf. (1990): 10 köy. Merkezi Sarıbeyler, 3 477 nüf. (1990). S A R I B E Y Z A D E L E R , OsmanlI Imparatorluğu’ndâ. Divanı hümayun'a birçok çevirmen yetiştirmiş rum kökenli ailenin lakabı. S A R IB U Ğ D A Y , Amasya nın Merzifon ilçesine bağlı bucak; 9 483 nüf. (1990); 26 köy. Merkezi Sarıbuğday (esk. Türnük), 531 nüf. (1990). S A R IC A sıf. Rengi sarıya yakın, sarıyı andıran. —Bot. Uçuk sarı renkli mantarlara denir. ♦ a. 1. Zool. Halk arasında yabanarısına verilen ad. —2. Kur. tar. OsmanlIlar’ da XVII. yy.’da eyalet valiliği görevinde bu­ lunanların kapı halkını oluşturan bir aske­ ri sınıf. (Bk. ansikl. böl.) —ANSİKL. Kur. tar. Eyalet valilerinin hak­ sız yere görevden alınmalarına karşı bir önlem olarak valiler, dirliği kesilmiş sipa­ hileri ve ocaktan atılan kapıkulu askerle­ rini yanlarına alarak kapı halkını çoğaltma yolunu tuttular. Abdülhamit I tarafından kaldırılıncaya değin süregelen bu uygu­ lamada, doğrudan doğruya valilerin kendi özel askeri gibi hareket eden bu kişilere sanca ya da saruca denilmeye başlandı. Bölükler halinde örgütlenen sarıcaların başındaki komutan "başbölükbaşı” ola­ rak adlandırılırdı. Sarıcalar genellikle yine valilerin buyruğundaki sekban ve levent­ lerle birlikte hareket ederler, vali öldürül­ düğü ya da görevden alındığı zaman eş­ kıyalığa başlarlardı. Anadolu’da baş gös­ teren celali ayaklanmalarının birçoğunun başında da sancalıktan yetişme reisler yer almıştır. S A R IC A (Ragıp), türk hukukçu (İstan­ bul 1912 - ay. y. 1993). Galatasaray lisesi'ni (1931), İstanbul Hukuk fakültesi'ni (1937) bitirdi. Aynı fakültede idare huku­ ku asistanı (1937), doçenti (1943), profe­ sörü (1949) oldu. 1961 Anayasası'nın ha­ zırlık çalışmalarına katıldı. Kurucu Meclis'e Anayasa komisyonu üyesi olarak gir­ di. İstanbul Hukuk fakültesi idare hukuku kürsüsü başkanlığı görevinden emekli ol­ du (1982). Başlıca yapıtları: idari kaza; Yürütme organının düzenleme yetkisi. S A R IĞ A (Murat), türk hukukçu (İstanbul 1926 - İzmir 1983). Galatasaray lisesi’ni, İstanbul Hukuk fakültesi’ni (1851) bitirdi. Paris Hukuk fakültesi'nde doktora yaptı (1959). İstanbul Hukuk fakültesi’nde ka­ mu hukuku asistanı (1959), doçenti (1969), profesörü (1982) oldu. İstanbul Üniversi­



tesi siyasal bilimler fakûltesi’nin kuruluşu­ na katıldı (1979); bu fakültede siyasa! ta­ rih ve siyasa! düşünce tarihi dersleri okut­ tu. Türkiye İşçi partisi üyesi oldu (1684), partinin bilim ve araştırma kurulunda çaiıştı. 1980 askeri darbesinden sonra üni­ versitelerde yapılan tasfiyelerle görevin­ den uzaklaştırıldı (1983). Başlıca yapıtla­ rı: Faşizm (R. Aybay’la birlikte) [1962]. Fransız ihtilali (1970), Siyasi düşünce tari­ hi (1973), Kıbrıs sorunu (E. Teziç ve O. Eskiyurt’la birlikte [1975], Siyasal tarih (1980), ikinci Dünya savaşı'na giden yol (1982). 1 S A R IC A (Ayşegül), türk kadın piyanocu (İstanbul 1935). Altı yaşında piyanoya baş­ ladı. İstanbul Belediye tonservatuvarı’ nda Ferdi Statzer'in öğrencisi oldu. Daha son­ ra Paris konservatuvarı’nda Lucette Descaves ile piyano, Pierre Pasguier ile oda müziği, armoni ve kontrapunto çalıştı. Bir süre Marguerite bong'dan da ders aldı. 1959’da Marguerite Long-Jacques Thibaud yanşması’nda Paris kenti ödülü’nü kazandı. 1988’de Cumhurbaşkanlığı senfo­ ni orkestrasının solistleri arasına girdi. 1971' de “ devlet sanatçısı" unvanını aldı. Yurtiçinde ve yurtdışında sayısız konser ve re­ sitaller vererek dünya çapında ün kazandı. SfeBiiM s K E M A L -> KEMAL. S A R IC A K A Y A , Eskişehir'in B. Kara­ deniz bölümü sınırları içinde kalan kesi­ minde ilçe; 7 996 nüf. (1990); 8 köy (ilçe­ ye bağlı Mihalgazi bucağı 1987’de üçe oldu). Merkezi, Eskişehir'in yaklaşık 37 km kuzeyinde Sarıcakaya, 3 672 nüf. (1990). Sebze, meyve, tahıl üretimi. S A R IC A L A R , İçel’in Silifke ilçe merke­ zi yakınlarında arkeolojik yer ve höyük. Silifke-Mersin karayolunun kuzeyinde. David Henry French tarafından saptanan höyükte yapılan yüzey araştırmalarında, İlk Tunç çağından kalma astarlı, perdahlı çanak çömlekler bulundu (1963). S A R IC I a. Eiektrotekn. BOBİNÖZ'ün eşanlamlısı. S A R IC IK a. Zool. Sanasma’ya halk ara­ sında verilen ad. SA R IÇ A LI a. AMBERPARİS’in eşanlamlısı. S a n ç iç e k , Artvin ve çevresinde yaygın bir türkü ve bu türkü eşliğinde oynanan haik oyunu. Oyunda birbirine kur yapan iki gencin hareketleri canlandırılır. Genel­ likle bir kız bir erkek oyuncu tarafından oy­ nanmakla birlikte, birden çok çiftle oynan­ dığı da olur. Eşlik çalgıları, çoğunluMa tu­ lum ve akordiyondur S A M Ç İÇ E K P!ai® 8% D. Anadolu böl­ gesinin Yukarı Fırat bölümünde B.'da Yama dağı, D.’da Munzur dağları arasında yer alan engebeler; en yüksek yerinde 2 000 m'yi aşar (Harmancıktepe'de 2 147 m). * S A R ID A L (Mehmet Vehbi), türk bilim ve siyaset adamı (İstanbul 1886 - ay. y. 1869). İstanbul Hukuk mektebi'ni, Berlin Üniver­ sitesi felsefe fakültesi’ni bitirdi. Berlin'de kurulan Türkiye işçi ve çiftçi fırkası’na gir­ di. Mayıs 1919’da İstanbul'a döndü; Kur­ tuluş dergisinin müdürü oldu; Türkiye iş­ çi ve çiftçi sosyalist fırkası’nın (eviü! 1919) ilk başkanı seçildi. 1819’daki genel seçim­ lerde İstanbul’dan partinin adayı olduysa da kazanamadı. 1920 ara seçiminde İs­ tanbul milletvekili seçildiği ise, Meclisi mebusan’ın feshi nedeniyle 1923'te yapılan oy sayımında anlaşıldı. Aydınlık dergisin­ de çeşitli makaleleri yayımlandı. Türkiye Öğretmen dernekleri birliği geçici yöne­ tim kuruluna girdi (1925). İktisat vekili Ce­ lal Bey (Bayar) tarafından Ticaret genel müdürlüğüne atandı. Daha sonra İstan­ bul Yüksek iktisat ve ticaret okulu’nda, İs­ tanbul Hukuk fakültesi’nde iktisat dersle­ ri verdi; profesörlüğe yükseldi. TBMM’de İstanbul ve Niöds milletvekili olarak yer ai­ di (1943-1950). S A R IO A Z İ, İstanbul'un Ümraniye ilçe­ sine bağlı belde; 22 125 nüf. (1890). S A R IG Ö L , Artvin'in Yusufeli ilçesine



bağlı bucak; 6 822 nüf. (1990); 9 köy. Merkezi Taşkıran, 963 nüf. (1930).



10201



S A R IO Ö L , Ege bölgesinde Manisa ili­ ne bağlı ilçe; 34 682 nüf. (1930); 423 km2; 28 köy. Merkezi, Manisa'nın yakla­ şık 130 km G.-D.'sunda Sarıgöl, 10 677 nüf. (1990). Tahıl, tütün, pamuk, üzüm. S A R M Ö Z a. Kuzey kutup bölgelerinde yaşayan ve kışlamak için daha güneyde­ ki deniz kıyılarına va kıyı göllerine inen yabanördeği. (Bil. a. Bucephala clanguia; ördekgiller familyası.) S A R IB Ö Z R A U Ö I a. Zool. Sıcak ve ılık denizlerin 400 m derinliklerine tedai inen ” kıyı bölgelerinde orîasularda yaşayan kemlklibalık. (Hepçildir. Eti makbul değildir. Bil. a. Spondylosoma cantharus; Sparidae familyası; boyu 50 cm'yi bulabilir) S a n j S n l M m ü , Bizans döneminden lahiî; İstanbul'da, Fatih ilçesine bağlı Sa­ rıgöze! semtinde ortaya çıkarıldığından bu adla amlır. V. yy.'a tarihlendirllen yapıt ka­ liteli, saydamımsı bir mermerden yapılmış­ tır; uzun yüzlerinde İsa ile igili monogramlar, kısa yüzlerdeyse havari kabartmaları vardır (İstanbul Arkeoloji müzeleri). S A R IĞ IB U R M A a Muîf. Baklava yufka­ sıyla yapılan ve burma sarığı andırdığın­ dan bu adla anılan bir tür hamur tatlısı. (Burma tatlısı da denir.) —ANSİKL. Yağlanmış ve ortasına dövül­ müş badem vb. konmuş yufkalar oklava­ ya gevşekçe dolanır. Hafifçe büzülerek ok­ lavadan çıltarılır ve yuvarlayarak tepsiye yerleştirilir. Üzerine kızdırılmış sadeyağ gezdirildikten sonra fırında kızartılıp fazla yağı süzülür ve koyuca hazırlanmış ılık şu­ rup dökülür. S A R IH U M M A a. Ağır arboviroz. (Adını, her olguda bulunup sarılığa neden olan karaciğer bozukluğundan alır.) [Bk. ansikl. böl.] —ANSİKL. Sarıhumma, zaman zaman, az ya da çok önemli salgınların patlak verdi­ ği Tropikal Afrika'da ve Güney Amerika' nın kuzeyinde (Kolombiya ve Amazon havzası) hâlâ görülmektedir. Amaril virü­ sü insana çeşitli sivrisineklerle (özellikle Aedes aegypti) bulaşır. Hastalık, 3 ila 6 günlük bir kuluçka devresinden sonra ağır bir hepatonefrit ile kendini belli eder: titremeler, baş ve bel ağrıları, kusmalar, 38 °C ateş. Hastalık İki evrede gelişir: 1. kır­ mızı evre, ilk üç günü kapsar ve virüsün organizmaya yayılma süresine uyar: yay­ gın eritem, ateş, çeşitli ağrılar, sindirim bo­ zuklukları, kanama eğilimi (burun ve di­ şeti kanamaları); 2. sarı evre, sarılıkla be­ raber 4.-5. günlerde başlar. Sarılık deği­ şik yoğunluktadır. Sarılığa kanamalar, özel­ likle sindirim karışmaları eşlik eder. Bun­ dan sonra böbrek yetmezliği belirtileri belirginleşecektir: idrar miktarının azalması, idrarda büyük miktarda protein ve yavaş yavaş yükselen kan üresi. Bazı olgularda iyileşme, hiçbir iz bırakmadan kendi ken­ dine gerçekleşebilir. Çok zaman, 6.-7. gün­ lerde bir kanama şoku ya da karaciğer ko­ ması tablosu ile ölüm olabilir. Bugün için sarıhumma virüsüne karşı etkili hiçbir İlaç yoktur; bu nedenle aşılanma çok önem taşır. S A R IIR M A K -



HUANG Hl.



İsparta'nın Eğirdir ilçesi merkez bucağına bağiı belde; 3 454 nüf. (1990). Belediye. SAR IiS a. 1. Fes, külah, kavuk vb. baş­ lıkların üzerine sarılan İnce ve uzun kumaş parçası. (Destar, imame de denir.) [Bir. an­ sikl. böl.] —2. Sank teli, ALTINOLUK. || Bur­ ma s a r ı k burma. j| Civankaşı sank, üzerine sırmayla civankaşı motifi işlenmiş kumaştan yapılmış sarılı. | Cüneydi sarık, daha çok mevlevilerin kullandığı kafesi destar* denilen sarık biçimine, öteki tari­ katların verdiği ad. || Dolma sarık, katları gelişigüzel sarılmış sarık. || Mutatta sarık, üzerine sırma şerit dolanarak kullanılan sarık. (Öze! çü-terde giyilir, sarığın üzeri­



M. Vehbi Sandal



S nkm ş gemi görünüm Kars



ne 4-5 parmak eninde sırma şerit geçiri­ lerek yapılırdı.) || Tekne sarık, ulema sını­ fından olanların kullandığı, alttan üste doğru kalınlaştırılarak sarılan tekne görü­ nümlü sarık. —Kur. tar. Sarık alayı, OsmanlI devletinde padişah cuma alayına çıkmazdan önce yapılan tören. (Elli kadar hasodalı, başla­ rında başçavuşları olduğu halde padişa­ hın cuma namazını kılacağı camiye doğ­ ru önceden yola çıkarlardı. Padişahın bi­ ri sorguçlu, biri de sorguçsuz iki sarığını hasodalılardan ikisi şimşir değnekler üze­ rinde dönüşümlü olarak taşır ve bunları iki yana eğerek yol boyunca biriken halkı padişah adına selamlamış olurlardı.) || Sa­ rık odası, Topkapı sarayı'nda hünkâr sa­ rıklarının durduğu ve padişahların sarık sardıkları oda. (Sarıklar bu odada altın ve gümüş kaplama şimşir sarıklıklar üzerin­ de durur, padişahın sarığını burada sarıkçıbaşı sarardı.) [Revan odası da denir.] || Sarık sandalı, deniz gezintisine çıkan pa­ dişahın kavuğunun bulunduğu kayık. (Şa­ la sarılı olan padişahın kavuğunu saray görevlisi elinde tutar, kalabalığı bununla selamlar ve böylece padişahın kavuğu halka iltifat etmiş olurdu. Sarık sandalını 6 sandal izler, bunların her birinde saray ağalarından biri bulunurdu, içoğlanlarının bindiği yol açan 7 piştar sandalının ardın­ dan da padişahın içinde bulunduğu sal­ tanat kayığı gelirdi.) —ANSİKL. Sarık, genellikle tülbent, aba­ ni ya da şaldan yapılır. Sarılış biçimine gö­ re: dardağan, kâtibi*, perişani*, burma* sarık vb.; yapıldığı kumaşın türüne göre: civankaşı*, abani*, tülbent sarık vb. adlar alırdı. Ulema sınıfından olanlar, padişah, ve­ zirler ve öteki devlet görevlileri beyaz tül­ bent sarık sarar, tarikat mensupları beyaz tülbent yanında kırmızı, yeşil, siyah sarık­ lar da kullanırlardı. Sarığın sarılış biçimi ve rengi tarikatın simgesi sayılırdı. Asker­ ler ve halk tülbent, şal ya da abani kumaş­ tan sarık sararlardı. Bugün yalnızca gö­ rev başındayken imamlar sarık kullan­ maktadır. Bazı yerel giysilerin ve tamam­ layıcı öğesidir. S A R IK A M IŞ , D. Anadolu bölgesinde Kars iline bağlı ilçe; 61 818 nüf. (1990); 1 951 km2; merkez bucağı dışında 2 bu­ cak, 55 köy. Merkezi, Kars'ın yaklaşık 56 km. G.-B.'sında Sarıkamış, 21 743 nüf. (1990). Tahıl, baklagiller üretimi. S a n k a m ış h a re k â tı, Birinci Dünya savaşı'nda Kafkas cephesinde cereyan eden türk-rus savaşlarının 22 aralık 1914 ile 15 ocak 1915 arasındaki evresi. 1 Kasımdan başlayarak sınırı geçen rus kuvvetleri, Ha­ şan izzet Paşa’nın komutasındaki 3. Or­ du tarafından Pasinler’in doğusundaki Köprüköy'de durduruldu. Geri çekilmek zorunda kalan Ruslar, 18 km doğudaki Azap sırtlarında mevzilendiler. 16-17 ka­ sımda ileri harekâta girişen 3. Ordu bir­ likleri, elde ettikleri başarılara karşın Ruslar'ı Azap mevzilerinden atmayı başara­ madılar. Bir taarruzla Ruslar'ın doğu cep­



hesini çökertmek düşüncesinde olan baş­ komutan vekili ve Harbiye nazın Enver Pa­ şa, durumu incelemesi için miralay Hafız Hakkı Bey'i cepheye gönderdi. Ardından da kendisi alman yardımcısı Bronsaıt ile birlikte cepheye gitti. Taarruza yanaşmayan Haşan izzet Paşa'yı görevden alarak 3. Ordu'nun komu­ tasını bizzat üstlenen Enver Paşa, Hafız Hakkı Bey'i de X. Kolordu komutanlığına getirdi. Enver Paşa'nın planı, Sarıkamış -Erzurum arasında bulunan rus asıl kuv­ vetlerini bir kolordu (XI. Kolordu) ile sıkıştınrken, öteki iki kolordu ile Bardız (IX. Kol­ ordu) ve Oltu (XX. Kolordu) yönlerinde iler­ leyerek rus ordusunu gerisinden kuşatıp yok etmekti. 22 aralıkta X. Kolordu Narman bölgesindeki rus kuvvetlerini Oltu yö­ nüne attı; daha sonra Oltu batısında ikin­ ci kez yenerek etkisiz duruma getirdi. IX. Kolordu’nun baştaki 29. Tümeni ile 24 aralıkta Bardız'a varan Enver Paşa, 25 aralıkta geride kalan öteki birlikleri bekle­ meksizin Sarıkamış üzerine harekete geç­ ti. Bardız geçidini tutan rus kuvvetlerini gece yarısına kadar süren çarpışmalar so­ nunda Sarıkamış’a atan 29. Tümen, 26 aralık sabahı kendisine katılan 17. Tümen’ le birlikte Sarıkamış’a taarruza başladı, an­ cak taarruz gelişemedi ve durdu. Bu ara­ da Ruslar, Sarıkamış'ta önemli kuvvet top­ ladıklarından ertesi gün yapılan taarruz da başarılı olamadı. Sarıkamış’a bir an önce ulaşmak için cebri yürüyüşle Ailahuekber dağlarını aşan X. Kolordu, 28 aralık gü­ nü Sarıkamış doğusuna varmayı başardı. Böylece iki kolordu Sarıkamış'ta birleşti. Ancak IX. Kolordu Sarıkamış dağlarında, X. Kolordu da Allahüekber dağlarında çarpışmalar, soğuk ve açlık yüzünden eri­ miş, iki kolordunun muharip sayısı 10 000 kişiye inmişti. İki kolordunun 29 aralık öğ­ leden sonra başlayan taarruzu gece de sürdü; küçük bir kuvvet Sarıkamış'a gir­ diyse de geri çekilmek zorunda kaldı. 30 aralık günü yapılan taarruz da başarılı ola­ madı. Enver Paşa umudunu rus kuvvet­ lerine cepheden saldıran XI. Kolordu’ya bağlamıştı. Ancak, Sarıkamış'a 40 km uzaklıkta bulunan bu kolordu düşman üzerine gerekli baskıyı yapamıyordu. 4 ocak sabahı karşı taarruza geçen rus kuv­ vetleri Sarıkamış'ın kuzeyinde 25 km uzunluğundaki bir mevziyi tutan IX. ve X. kolorduların artıklarından 8 kat üstündü. 5 ocak sabahı Enver Paşa, XI. Kolordu’ nun hareketini hızlandırmak için, IX. ve X. kolorduları sağ cenah ordusu adıyla, ge­ neralliğe yükselttiği Hafız Hakkı’nın emri­ ne vererek cepheden ayrıldı. Aynı gün Hafız Hakkı Paşa çekilmeye karar verdi. IX. Kolordu, çekilmeye fırsat bulamadan komutanı İhsan Paşa ile birlikte Ruslar ta­ rafından tutsak edildi. X. Kolordu ise ge­ ce Bardız yönünde çekilmeye başladı. 6 ocakta Enver Paşa, X. Kolordu’nun Bardız'da toplanması, XI. Kolordu'nun da bu­ lunduğu mevziyi savunması için emir verdi. Şiddetli bir takip yapamayan rus ordusu Aras vadisinde eski mevzisini alır­ ken; Narman bölgesi X. Kolordu’nun elinde kaldı. 10 ocakta Enver Paşa, 3. Or­ du'nun komutanlığını doğrudan Hafız Hakkı Paşa'ya bırakarak İstanbul'a hare­ ket etti. Sarıkamış harekâtı'nın cüretli bir girişim olduğu genellikle kabul edilir. Ancak, bu cüretli plan uygulamaya konulurken ordu­ nun manevra yeteneği ve ikmal olanak­ larının dikkate alınmaması harekâtın fela­ ketle sonuçlanmasına yol açtı. Üç kolor­ dunun 90 000 olan mevcudu çarpışma­ lardan çok, soğuk ve açlıktan kırılarak ha­ rekât sonunda 12 000 kişiye düştü. Rus ordusunun kayıpları ise 40 000 kadardı. Sarıkamış bozgunundan sonra, Kafkas cephesindeki türk birlikleri hiçbir zaman eski gücüne ulaşamadı ve savaşın bu ev­ resi "Sarıkamış bozgunu" adıyla tarihe geçti. Enver Paşa ise cüretli ve acımasız ama bozguna yol açan komutanlığı ile "askeri kırdıran Enveri Paşa” diye halk türkülerine konu oldu ve eleştirildi.



S A R IK A M IŞ o v a s ı, D. Anadolu'nun Erzurum-Kars bölümünde ova. K.'de Al­ lahüekber dağları, G.'de Hacıhalil ve Du­ manlı dağları gibi yüksek volkanik dağlar arasında G.-B. -K.D. doğrultusunda uza­ nır. Tabanı Neojen çökelleri ve alüvyonla kaplıdır. Sularını, Arpaçay'ın kolu olan Kars çayı ile Aras ırmağına boşaltır. S A R IK A N A T a. Zool. Lüfer'in boyu 18 -25 cm arasında olan üyelerine verilen ad. S A R IK A N A T O R K İN O Z ya da S A R I­ K A N A T TO N a. Zool. Sıcak, ılık ve ol­ dukça serin denizlerde yaşayan kemiklibalık. (iki sırt yüzgecinden İkincisiyle kuyrukaltı yüzgeci orak biçimindedir. Etçildir, iktisadi değeri yüksektir. Bil. a. Thunnus [Neotuunnus] albacares; boyu 1,5 m’ye kadar.) S A R IK A V A K , İçel'in Mut ilçesine bağlı bucak; 4 451 nüf. (1990); 14 köy. Merkezi Kürkçü, 636 nüf. (1990). Ş A H İK A Y A , iç Anadolu bölgesinin Or­ ta Kızılırmak bölümünde Yozgat iline bağ­ lı ilçe; 44 857 nüf. (1990); 976 km2; mer­ kez bucağı dışında 1 bucak, 59 köy. Mer­ kezi, Yozgat'ın 81 km G.-D.'sunda Sarıkaya, 11 586 nüf. (1990). Tahıl, şekerpanca­ rı, üzüm, baklagiller. Hayvancılık. S A R IK Ç I a. Eskiden sarık için gerekli tülbent, abani, vb. satan ya da türlü sa­ rıkları bağlamakta usta olan kimse. S A R IK E M E R , Aydın'ın Söke ilçesi merkez bucağına bağlı belde; 8 499 nüf. (1990). Belediye. S A R IK E N T , Yozgat'ın Şefaatli ilçesi merkez bucağına bağlı belde; 2 913 nüf. (1990). Belediye. S A R IK IN a. Bitki patol. Epichloe typhina türü mantarın çeşitli buğdaygillerde At­ kuyruğu, domuzayrığı, balotu) neden ol­ duğu hastalık. (Üst yaprakların kınını par­ lak sarı bir yen kaplar.) S A R IK IZ a. 1. Arg. Esrar. —2. Halk ara­ sında ineğe verilen bir ad. S a n k u , Edremit körfezinin kuzeyindeki Kaz dağında yaşadığına ve ermiş oldu­ ğuna inanılan efsane kişisi. Türkmenler arasındaki yaygın efsaneye göre Sarıkız, Kan kalesinde savaşan Ali’ ye âşık olmuş bir kral kızı, ya da Selmanı Farisi’nin eşi veya Ali’ye âşık olduğu için onun eşi ve Muhammet'in kızı Fatıma’nın düşmanlığını kazanmış güzel bir kızdır. Bu nedenle babasına dağa çıkarıp kızını öl­ dürmesi için baskı yapılır. Baba kızının suçsuzluğuna inandığından onu bir kaz sürüsüyle dağa bırakıp kaçar. Bu tepede kimse birkaç günden fazla yaşayamazken Sarıkız yaşamını sürdürür Edremitliler her gece dağın tepesinde yanan ışıktan onun yaşadığını anlarlar. Günlerden bir gün ba­ bası kızını görmek için dağa tırmanırken yolunu kaybeder, bir ışık ona yol gösterip tepeye varmasını sağlar ve ışık tepede sil­ kinip Sarıkız olur. S A R IK IZ te p e s i -» KIRKLAR tepesi. S A R IK L I sıf. Başında sarığı olan, ba­ şına sarık sarmış olan kimse için kullanı­ lır. —Tasav. Sarıklı sikke, mevlevilerin giydiği, "destar” da denilen özel sarıklı başlık. (Bk. ansikl. böl.) ♦ a. Müslüman din adamı; hoca. —Kur. tar. Sarıklı alayı, Osmanlılar’da cu­ ma selamlıklarındaki törene başlarında­ ki sarıklarla katılan topluluk. (Bk. ansikl. böl.) —ANSİKL. Kur. tar. Sarıklı alayı on iki sa­ rıklı ve müezzin, kırk has ağa ile 40-50 ka­ dar hasekiden oluşurdu. Hasekilerin elle­ rinde şimşir bulunurdu. Sarıkçılar, “ Destar-ı hümayun" denilen padişahın sarığını sırayla taşırlardı. Bu sanğın değer­ li taşlardan yapılmış bir sorgucu vardı ve sarık selamlıkta toplanmış olan cemaate gösterilirdi. Bu tören Mahmut II dönemin­ de (1808-1839) kaldırıldı.



sarısabır —Tasav. Mevlevilerin giydiği başlığa sikke, buna sarılan özel sarığa da destar denirdi. Bu sarıkla sarılmış başlık sarıklı sikke, sanksız başlık ise dal sikke adını alır­ dı. Sarıklı sikke giyme tarikat büyüğü olan çelebinin "tekbirtendirme" denilen özel iz­ nine bağlıydı. Sarıklı sikkedeki sarığın, kul­ lananların tarikattaki derecelerine göre değişen çeşitli renkleri vardı. S A R IK O N A K , Bitlis'in merkez ilçesi­ ne bağlı bucak; 6 271 nüf. (1990); 22 köy. Merkezi Sarıkorıak, 451 nüf. (1990). S A R IK Ö K a. Boyacı sumağının doğal boyamacılıkta kullanılan ve sarı renk ve­ ren odunu. (— SUMAK.) —A n Sİk l . Sarıkök, her türlü kumaşın, özellikle çadırbezi ve askeri kumaşların boyanmasında kullanılırdı. Çeşitli madde­ lerle değişik renk verirdi. Alkalilerle kırmı­ zı, kalay tuzlarıyla kırmızımsı, şapla bula­ nık sarı, ferro sülfatla açık esmer renk el­ de edilirdi. S A R IK Ö Y , Balıkesir'in Gönen ilçesine bağlı bucak; 14 006 nüf. (1990); 18 köy. Merkezi Sarıköy, 5 544 nüf. (1990). S A R IK Ö Y -



YUNUSEMRE.



S A R IK U Y R U K a. Zool. Sıcak ve ılık de­ nizlerin kıyı bölgelerinde, 200 m derinli­ ğe inen kesimlerin üst ortasularında ya­ şayan kemiklibalık. (Kuyruğu sarıdır. Sırt yüzgecinin önünde 1, kuyrukaltı yüzgeci­ nin önünde 2 diken vardır. Etçildir. Bil. a. Seriola dumerilli; Carangidae familyası; boyu 1 m'ye kadar.) S A R IL A B İL İR sıf. Mat. çözlm. R" üze­ rinde tanımlı ve Lebesgue ölçüsüne gö­ re integrallenebilir gerçek ya da karma­ şık iki fonksiyon için kullanılır, öyle ki t ~ f(x -t)-g (t) R” nin hemen her noktasında integralienebilirdir. S A R IL A R , Nevşehir'in Avanos ilçesi Özkonak bucağına bağlı belde; 3 626 nüf. (1990). Belediye. S A R IL A Ş M A K gçz. f. Bengi sarıya dön­ mek, giderek sarı bir renk almak. S A R ILG A N sıf. Bot. 1. Yanındaki nesne­ lere ya da başka bitkilere tutunarak ya da sülükleriyle yapışarak sarılan bitkilere ya -3da bitki organlarına denir. —2. Sarılgan bitki, bükülgen sapıyla kendi kendine dikilemeyen ve ağaçların gövdesine ya da dallanna tutunarak tırmanan (tırmanıcı tür­ ler: asma, sarmaşık, akasma) ya da bir desteğe sarılarak büyüyen bitki. (Sarılma yönü özgül bir karakteristiktir: sarılgan bit­ kilerin büyük çoğunluğu desteklerine sol­ dan sağa [sarmaşık, fasulye], bazıları sağ­ dan sola [şerbetçiotu, hanımeli], geri ka­ lanı beriki ya da öteki yöne doğru sarılır. Ekvator ormanlarındaki sarılgan bitkiler çok fazla uzayabilir [100 m'den fazla]; bun­ ların saplan, yassılaşarak eksene göre bakışımlılığını kaybeder. Sanlgan bitkinin faz­ lalığı bunları taşıyan ağacın ölümüne yol açabilir.) S A R IL G A N L IK a. Sanlgan bitkilerin özelliği. S A R IL I sıf. 1. Renginde sarı renk hâkim olan ya da yer yer sarılık bulunan: Sarılı, kırmızılı bir elbise. —2. Giysisi sarı ya da sarı desenli olan: O değil, sarılı bayan söy­ ledi. S A R IU a. Sarılmak eylemi ya da biçimi. S A R IL I sıf. (Bir şeye) sarılı, (onunla) sa­ rılmış olan şey için kullanılır: Sarılı paket­ leri postalamak. Yaldızlı kâğıda sarılı bir paket. S A R IL IK a. Sarı olma durumu, sarı olan „ş e y in niteliği. ® — Bitki patol. Klorofil oranının yetersizliğin­ den dolayı, yaprakların sarımsı bir renk al­ masıyla belirgin bitki hastalığı. (Bk. ansikl. böl.) 1 Mikoplazma cinsinden mantarların yapraklarda neden olduğu sararma. —Patol. Derinin ve mukozaların bilirübin-



S A R IU Ş M A K -SARMAK. le dolarak sarı renk alması. (Eşanl. İKTER.) [Bk. ansikl. böl.] S A R IL M A a. Sarılmak eylemi. —Tıp. Kanamalı sarılık, sarılıkla kanama­ —Süslem. sant. Sarılma rumi — RUMİ. nın birlikte görüldüğü duruma denir. —Yet. Katır yavrusu hemolitik sanlığı, ge­ S A R IL M A K - SARMAK. beliği sırasında, etene yaralarına bağlı S A R IM a. 1. Sarmak eylemi, sarma. olarak vücudunda yavrusuna karşı anti­ —2. Bir şeyi bir kez saracak miktar. —3. kor oluşturmuş katır doğurucu bir kısra­ Elekt. ve Elektrotekn. Bir döngü oluşturan ğın ağız sütünde bulunan bir hemolizini iletkenler kümesi. yavrunun almasından ileri gelen hastalık. —Geom. Bir sarmalın, e parametresinin || Köpek teptospiroz sarılığı, KÖPEK 2 t uzunluklu bir değişim aralığına karşı­ LEPTOSPİROZU* 'nun eşanlamlısı. lık olan kısmı. || Bir helisin bir adım uzaklı­ —ANSİKL. Bitki patol. Sarılık bir eksiklik ğındaki iki koşut düzlem arasında kalan yüzünden (demir sarılığı), zehirlenme ne­ kısmı. (Bir helisin sarımları izometrik ise de deniyle (kalsiyum sarılığı) ya da bir asa­ bir sarmalınki öyle değildir.) lak enfeksiyonuna bağlı olarak ortaya çı­ —Mak. san. Bir helisel yayı oluşturan te­ kabilir. Kloroplastların sayıca azalması ya lin her bir dolanımı. da boyca küçülmesi, klorofilin tahribi ya —Metalürj. Sarım makinesi, metal bir teli da bireştirilememesi anlamına gelir. (çapı s 5 mm) üretim biriminden çıkar —Patol. Sarılık, kandaki bilirübin miktarı çıkmaz sıkı ve düzgün bir biçimde sarma­ 20 mg/I’yi aştığı zaman görünür hale ge­ ya yarayan bobinaj makinesi. lir. Bilirübinin başka bir maddeyle birleşik —Sine. Sıkı sarım, bir makarayı gerektir­ (karaciğer tarafından değişikliğe uğratıl­ meyecek biçimde sıkı sarılmış film. mış) olup olmadığına göre sarılıklar ser­ best bilirübinli ve bileşik bilirübinli olmak S A R IM P A Ş A (İbrahim) — İbrahim üzere ikiye ayrılır. Sarim Paşa . • Erişkinde ve çocuklarda sarılık. 1. Ser­ S A R IM A Z I, Adana'nın Ceyhan ilçesi best bilirübinli sarılık. Genellikle alyuvar­ merkez bucağına bağlı belde; 4 194 ların aşırı miktarda tahribi sözkonusudur. nüf. (1990). İdrar açık, dışkı koyu renklidir. Bazen ka­ raciğerde bir işlev bozukluğu sözkonusu­ S A R IM B E Y - SEPTEMVRİ. dur Yenidoğanda görülen sanlığın kayna­ S A R IM S A K — S a r m is a k ğını oluşturan bu hastalık erişkinde "Gil­ bert kolemisi" adını alır. 2. Birleşik bilirü­ S a rım s a k lı b a r a jı, Kayseri kentinin binli sarılık. Bir tıkanma sarılığıdır Ana saf­ 30 km doğusunda, Kızılırmak üzerinde ra yolunun bir koledok taşı ile tıkanmasın­ kurulu baraj. 1968'de işletmeye açıldı. dan ileri gelebileceği gibi bir virüsün ya Sulama amacıyla kurulan barajın gövde­ da zehirlenmenin neden olduğu bir hesi toprak dolgu tipinde, normal su kotun­ patitten de ileri gelebilir. Sirozlar ve bazı da (1 205 m) su toplama hacmi 31,90 hepatitler sırasında karma sarılıklar da gö­ milyon m3, göl alanı 2,44 km2, sulama rülebilir. alanı 6 400 ha'dır. • Yenidoğanda sarılık. 1. Serbest bilirübinli S A R IM S I sıf. Sarıya yakın, sarıya ça­ sarılık çoğu zaman, ilk on beş gün için­ lan; sarımtırak. ’ de, karaciğerin enzim etkinliğindeki bir bozukluğa bağlıdır. Anne ile dölüt arasın­ S A R IM T IR A K sıf. Sarımsı. daki kan uyuşmazlığında (Rhesus, A.B.O) S A R IN E H İR - H u a n g H i . ve Crigler Najjar sendromunda da görü­ lür. 2. Birleşik bilirübinli sarılık. Safra yol­ S A R IN M A a. Sarınmak eylemi. larındaki bir biçim bozukluğuna ya da ka­ S A R IN M A K - SARMAK. raciğer hücrelerindeki bir hastalığa (toksoplazmoz, frengi vb.) bağlıdır. S A R IO Ö L A N , İç Anadolu bölgesinde • Erken doğan çocukta sanlık. Çok zaman, Kayseri iline bağlı ilçe; 23 215 nüf. karaciğer hücrelerinin yeterince olgunlaş­ (1990); 660 km2; 20 köy. Merkezi, Kaymamasına ve glukuronik asit bağlama gü­ seri'nin yaklaşık 65 km K.-D.'sunda Sarıcündeki zayıflığa bağlı fizyolojik bir sanlık­ oğlan, 4 869 nüf. (1990). Tahıl (buğday), tır. Erken doğan çocukta çekirdeksel sarı­ şekerpancarı üretimi, bağcılık. Hayvan­ lığın büyük tehlike yaratabileceği göz önün­ cılık. Halıcılık. de bulundurulursa, başvurulacak tedavinin B S A R IS A B IR a. Yaprakları etli ve kırılgan önemi daha iyi anlaşılmış olur. olan, çoğu zaman rozet biçiminde gövde­ • Hayvanlarda. Hem kan kökenli sarılık­ yi saran ve acı bir özsu içeren bitki. (Bil. lar (hemolitik sarılık), hem karaciğer kö­ kenli sarılık görülür. Hemolitik sarılıklar, bir a. aloes; zambakgiller familyası.) —Eczc. Çeşitli sarısabır türlerinin yaprak­ zehirlenme (bakır sülfat, fenotiyazin vb.), larından (özellikle Barbados ve Cape kö­ bir enfeksiyon ya da zehirli bir enfeksiyon kenli A. vera, A. ferox, A. atricana, A. spi(bağırsak zehirlenmeleri), bir asalak bu­ cata) elde edilen ve güneşte ya da ısıtıla­ laşması (piroplazmoz) sırasında alyuvar­ rak yoğunlaştırılan özsu. Serbest ya da gli­ ların anormal derecede tahribinden ileri kozit halinde antrasen türevleri (aloeemogelir. Karaciğer kökenli sarılıklar nadiren din, aloin) uçucu yağ ve reçine içerir. Saf­ safra yollarının tıkanmasına bağlıdır; ço­ ra söktürücü ve yumuşatıcı olarak kulla­ ğu zaman, ya alelade ya da özgül bir en­ nılır. Yüksek dozlarda ishal yapar. Süt em­ feksiyonun (leptospiroz) yahut dış ya da ziren kadına verildiğinde süte geçer ve iç kökenli bir zehirlenmenin karaciğer hüc­ çocukta ishale neden olur. Koyu kahve­ relerinde yarattığı iltihaplı ya da yozlaşmalı rengi parlak ya da mat, özel kokulu bir lezyonun sonucudur. acımsı lezzetli parçalar ya da kütleler ha­ S A R IL IK L I sıf. Patol. Sarılık olmuş has­ linde olan bu madde suda kısmen, alkol­ taya ve yan belirtisi sarılık olan hastalığa de tamamen çözünür. Çiriş ve limon tu­ (çoğunlukla siroz) denir. zu ile karıştırılarak dölyatağına yerleşti­ rilip çocuk düşürmek için de kullanılmak­ S A R IL IK S IZ sıf. Belirtileri arasında sa­ tadır. rılık bulunmayan hastalığa denir. —ANSİKL. Bot. Sarısabırların, kimi türleri S A R IL IM a. Mat. çözlm. f ve g nin sarı­ küçük sapsız bitkiler, kimi türleriyse bü­ lım çarpımı, fv e g sarılabilir iki fonksiyon yük, ağaçsı dallı bitkiler halindedir. Yap­ olduğuna göre f . g ile gösterilen ve rakları her zaman kalın ve etlidir; çiçekle­ ri yeşilimsi sarı ya da koyu kırmızı olur ve basit ya da dallı bir çiçeksapı üzerinde bu­ f . g = i f{x - D . g t D . d t lunur. Sarısabırın birçok türü süs bitkisi JRn olarak yetiştirilir. Çoğu türleri tropikal ve biçiminde tanımlanan fonksiyon {f ile g inGüney Afrika ve Madagaskar kökenlidir. tegrallenebilirse f.g de integrallenebilirdir Ülkemizde güney-batı'da (Demre) Roma­ . işlemcisi değişmeli ve birleşmelidir) [Bİ­ lılar zamanından kalma yabanileşmiş A. vera yetişir. Çevrede zehirli bir bitki olarak LEŞİM ÇARPIMI ya da konvolüsyon da tanınır. denir.)



10203



Rhöne-Poulenc Agrochimie



J t,



sarısabır (Aloes artorescens)



f



sarısabır Adi sansabırın anayurdu Kuzey ve Do­ ğu Afrika'dır. Günümüzde Amerika'da, Antiller'de ve Akdeniz ülkelerinde yetiştiril­ mektedir. Birçok sarısabır türünün taze yapraklanndan midevi ve yumuşatıcı, acı ve reçine kıvamlı bir özsu elde edilir. Dört türünden (A. perfoliata, A. vuigaris, A. indica, A. angustifolia) hasır, kalın kumaş ve halat imalatında kullanılan çürümez örgü lifleri elde edilir.



10204



nüf. (1990). Belediye. Yakınında Sarıyar barajı bulunmaktadır. —Arkeol. Sakarya nehri kıyısında, Sarıyar baraj alanı içinde, ağızları taşlarla kapa­ tılmış küp mezarlar ortaya çıkarıldı (1952). Kılıç Kökten tarafından İlk Tunç çağa tarihlendirilen bu mezarlarda, hoker durumunda bir iskelet, çakmaktaşı parçalan,"küçük bir bakır iğne, içi dışı kır­ mızı boyalı el yapımı bir testi ele geçti,



- S A R IS A L K IM a. Yaprakları uzun saplı, S a n y a r b a r a jı v e h id r o e le k t r ik üç yaprahçıklı, yaprakçıkları basit, sivri uç­ s a n tr a lı, Ankara ilinin Nallıhan ilçesine lu, üst yüzü koyu yeşil, çıplak, alt yüzü da­ bağlı Sarıyar köyü yakınında, Sakarya ır­ ha açık renkli, yatık tüylü, çiçekleri uzun mağı üzerinde kurulu baraj ve hidroelekt­ salkım halinde toplu ve kelebek biçimin­ rik santralı. 1956’da elektrik enerjisi sağ­ de, meyvesi baklamsı, dalları bazı türle­ lamak amacıyla kuruldu. Gövdesi beton rinde dikenli ve gövdesi orta boylu olan ağırlıklı olan barajın normal su kotunda ağaç (Bil. a. laburnum ya da cytisus; bak­ (475 m) su toplama hacmi 1 900 milyon m3, göl alanı 83,83 km2,dir. 4 jeneratörle lagiller familyası.) —ANSİKL. Sarısalkımın tohumları alkaloit­ çalışan 160 MW gücündeki hidroelektrik ler (sitisin vb.) içerir. Eskiden astım ve boğ­ santralından ise yılda 400 milyon kWsa elektrik enerjisi elde edilir. maca tedavisinde kullanılırdı. Çok zehirli olduğundan dikkat edilmelidir. Doğada " ,S A R IY E R , Marmara bölgesinde İs­ fazla bulunmadığından zehirlenme olay­ tanbul iline bağlı ilçe, Avrupa yakasında­ ları nadirdir. Keçi gibi bazı hayvanlara ze­ dır; Beşiktaş, Kâğıthane, Şişli ve Eyüp il­ hir etkisi yapmaz, ama eti ve sütü zehirli çeleriyle sınırlıdır. 171 872 nüf. (1990); olur. Bitki Türkiye'de süs bitkisi olarak ye­ 146 km2; 9 köy. Merkezi, İstanbul boğazı tiştirilmektedir. kıyısındaki Sarıyer, 160 075 nüf. (1990). S A R IS U , antik Bathys, Eskişehir ova­ İstanbul Üniversitesi orman fakültesi. sında Porsuk ırmağına karışan akarsu. Sel Zengin doğal güzelliklere sahip olan rejimi gösterdiğinden taşkınlarını önle­ Sarıyer, plajları (Kumköy, Altınkum), or­ mek İçin çığırında düzenlemeler yapılmış­ manları (Belgrad ormanı), Bentler'i, güzel tır. ve şifalı suları (Çırçır, Hünkâr suyu, Kes­ tane suyu, Fındık suyu, Kocataş), kıyı kah­ S A R IS U , Ağrı 'nın Patnos ilçesine bağlı vehaneleri, balık lokantalarıyla ilgi çeken bucak; 12180 nüf. (1990); 22 köy. Merke­ bir dinlence merkezidir. Rumellkavağı yolu zi Sarısulesk. Aktepe), 691 nüf. (1990). üzerinde, boğaza hâkim Tellibaba türbe­ S A R IS U , Kazakistan'da ırmak; 671 km si ve mescidi günümüzde de önemini ko­ (havzası 81 600 km2). K.'den G.'ye doğ­ ruyan bir adak yeridir. Sarıyer-Kumköy ru Kazak bozkırlarını geçer, Çu'nun iç arasında yeşil alanlar, et lokantaları, kır deltası yakında kumlar içinde kaybolur. kahveleri vardır Nüfus artışıyla birlikte hızlı bir yapılaşmaya sahne olan İlçe merkezi, S A R IŞ a Sarmak eylemi ya da biçimi. özellikle 1985'ten sonra arap turistlerin çok rağbet ettikleri dinlence yerlerinden S A R IŞ A B A N , rumca Khrysupolls, biri olmuştur. Yunanistan'ın B. Trakya kesiminde kent. S A R IŞ IN sıf. ve a. Saçları, altın sarısı İle açık kestane sarısı bir renkte olan, beyaz tenli kimse için kullanılır: Sarışın bir kız. S A R IŞ IN L IK a Sarışın olma durumu, sarışın bir kimsenin niteliği. S A R IV E L İL E R , İç Anadolu bölgesin­ de Karaman İline bağlı ilçe; 17 241 nüf. (1990); 13 köy. Merkezi, Karaman'ın kuş uçuşu 68 km G.-B.'sında Sanveliler, 5 228 nüf. (1990).



» İli kadın (Benares'te, Hindistan)



S a r i y a h ş I, iç Anadolu bölgesinde Aksaray İline bağlı İlçe; 11 573 nüf. (1990); 7 köy. Merkezi, Aksaray'ın 72 km K.'inde Sarıyahşi, 5 996 nüf. (1990). S A R IY A K U P , Ordu'nun Çamaş ilçe­ sine bağlı belde iken ilçe merkeziyle birleşerek mahalle oldu.



Sarıyer genel görünüm İstanbul



S A R IY A P R A K a. Hindistan, Çin vb.' de yetişen epifit orkide. (Yaklaşık dok­ san tür. Bil. a. cirrhopetaium.) S A R IY A R , Ankara'nın Nallıhan ilçesi merkez bucağına bağlı belde; 1 887



S a n y a r g e n ç lik k u lü b ü , İstanbul1 da, özellikle futbol dalında etkinlik göste­ ren spor kulübü; 1923'te kuruldu. Forma rengi laclvert-beyaz olan kulüp, amatör dalda çeşitli şampiyonluklar kazandı, 1963‘te Türkiye ikinci ligi'ne alındı; 19831984 sezonunda Türkiye Birinci ligi'ne yükseldi. 1992 yılında Balkan kupası şampiyonu oldu. S A R IZ , İç Anadolu bölgesinde Kayseri iline bağlı ilçe; 19 255 nüf. (1990); 1 239 km2; 38 köy. Merkezi, Kayseri'nin 137 km güney-doğusunda Sarız, 3 935 nüf. (1990). Tahıl (buğday), baklagiller üreti­ mi. Yaylacılık biçiminde hayvancılık. S A R IZ A M B A K a. Çok canlı renklerde altı ila on iki çiçekli başaklar halinde hafif çiçekleri olan ve süsene benzeyen, so­ ğanlı süs bitkisi. (Güney Afrika'da 25 ka­ dar türü yetişen çokyıllık otsu bir bitki olan sarızambak, kesme çiçek ve saksı çiçeği elde etmek için yetiştirildiği gibi park ve bahçelerde de yetiştirilir. Bil. a. ixia; süsengiller familyası.) S A R İ, S A R İY E sıf. (ar. sa rı dişi, s a fi­ ye). Esk. Sara hastalığı ile ilgili, sara has­ talığına alt. ♦ sıf. ve a. Saralı. S A R İ a. (hindi dilinde söze.). Hiç dikiş ya da iğne kullanmadan vücuda sarılan, sabit boyutlarda (5,20 m x 1,12 m), kimi zaman sırmayla işlenmiş bir kumaştan (ipek ya da pamuklu) yapılan geleneksel hint kadın giysisi. (Renkler ve bezemeler bölgelere, haftanın günlerine, koşullara göre farklılık gösterir.) * ._ ı i ,. . . , r„ „ .... S A R I. Iran da kant, Mazsndaran ilinin mprkpzi Hazar merkezı, Hazar denizi'ne denizi ne dökülen dökülen Tecen lecen



S A R İF sıf. (ar. şarif). Esk. 1. Harcayan, sarf eden. —2. Değiştiren. S A R İO a. (tupi guarani dilinde söze ). Amerika'da yaşayan keseüsıçan. (Yavrula­ rını genellikle sırtında taşır Bil. a. Didelphys dorsigera; keselistçangiller famil­ yası.) S A R İH sıf. (ar. şarShat'ten sarih). 1. Açık, anlaşılır, belli. —2. Kuşku çeken hiçbir yö­ nü bulunmayan. —3. Saf, katışıksız, ha­ lis. —Esk. dllbilg. Sarih meful, belirtili nesne. S A R İH A N be. (ar. şarih'ten şarihan). Esk. Açıkça, açık seçik. S A R İK sıf. ve a. (ar. s/rjcaf’ten sarik). Esk. Hırsızlık yapan, çalan, hırsız. S A R İM , S A R İM E sıf. (ar. sarim, dişi, sa­ rime). Esk. Keskin, kesici: Seyf-i sarim (keskin kılıç). Süyuf-ı sarime (keskin kılıç­ lar). S A R İN a. (fr. sarin). Org. kim. Formülü CH3—POF—OCH (CHjJj olan bir metanfosfonik asit türevinin yaygın adı; kolinesterazın etkinliğini durdurduğundan savaş gazı olarak kullanılması düşünüldü. (İnsan için öldürücü alt sınır doz, kg başına 0,01 mg'dır.) S A R İN E , Saane’nin fransızca adı. S A R İP U T T A , Buddha Sakyamuni'nin dört gözde öğrencisinden biri. S A R İR a. (ar. şarir). Esk. Cızırtı, gıcırtı: Sarir-i hame (kalem cızırtısı). Sarir-ül-bab (kapı gıcırtısı). S A R İS S A a. (lat. sarissa; yun. sarisa' dan). Sil. Makedonya ordusunun askerleri tarafından kullanılmış uzun mızrak. (Uzun­ lukları [yaklaşık 6 m] nedeniyle, ordunun ilk beş sırası sarissalarla donatılır ve böylece sivri demir uçlardan bir perde oluş­ turulurdu.) S A R İV O N , Kuzey Kore'de kent, il mer­ kezi, Dedong halicinin G.-D.'sunda; 42 900 nüf. Demiryolu ve ticaret kavşağı. Sa­ nayi (makine, tekstil, besin sanayileri) mer­ kezi. S A R İY E - SARİ. S A R K , Channel adalarından biri, Guernsey'in D.’sunda; 5,2 km2; 580 nüf. iki bö­ lümden oluşur: dar ve yüksek Coupée kıstağıyla birleşen Büyük Sark (K.’de) ve Küçük Sark (G.'de). Adanın en yüksek noktası 114 m'dir. Turizm başlıca gelir kay­ nağıdır; bunu hayvancılık ve balıkçılık iz­ ler. S A R K A Ç a. Fizs. mekan. 1. Bir nokta ya da bir eksen çevresinde hareket eden ve ağırlığının etkisiyle salınan katı cisim. H —2. Çeşitli kuvvetlerin etkisiyle bir salınım hareketi yapan katı cisim. (Bk. ansikl. böl.) || Sarkaç hareketi, bir nokta ya da bir ek­ sen çevresinde dönmeye zorlanan bir katı cismin yaptığı salınım hareketi. —Balis. Balistik sarkaç, mermilerin hızını ölçmek için 1742'de İngiliz B. Bobins ta• rafından tasarlanan ve bir mile çelik çu­ buklarla asılmış kesik konisel bir hedef ta­ şıyan aygıt. (Alıcı mermiyi algıladığında, sarkaçta oluşan geri tepme açısından merminin hızı elde edilir.) —Elekt. Elektriksel sarkaç, ipek bir iple ya­ lıtkan bir desteğe asılı hafif bir mürver ya da mantar küreden oluşan ve bir cismin elektrik yükü taşıyıp taşımadığını anlamaya ve elektrik yükünün işaretini belirlemeye yarayan alet, p —Fişekç. Sarkaç havan, patlayıcıların gücünü saptamaya yarayan aygıt. (Sarkaç havan, çevresinde salınabileceğl yatay bir eksene sağladı kollarla asılmış bir havandan oluşur. Havanda, denenecek on gram ı 0 j or rıotioı/ım r^+ioFıiır f,i nnHnmn miin tadar patlatılır, sılındj bj patlayıcı gü||eyj f|riatlr ve bu ayn|patlama anda havan



ırmağının kıyısında; 44 500 nuf.



gerj ^



S Â R İ sıf. (ar. sirayet’ten sari ). 1. Bulaşan hastalık için kullanılır; bulaşıcı. —2. Başkalarını da etkileyen bir şey için kullanılır; bulaşıcı.



gücünü ölçmeye yarar.) || Sürtünme sarkacı, patlayıcıların kendi aralarındaki sürtünme duyarlıklarını karşılaştırmaya yarayan aygıt.



^



,epme



patlay,cının



deneysel olarak doğrulamıştır. Esnek sarkaç, sertliği k olan ve kütlesi gözardı edilebilir bir yaya bağlı m kütleli bir cisimdir. Bu sarkaç, denge konumun­ dan uzaklaştırılıp serbest bırakıldığında,



geri yarayan cetvel



—Havc. Sarkaç uçak, pilotun kanat takı­ mına göre boyuna ve yanlamasına yaptı­ ğı hareketle yönlendirilen ULM uçağı. (Bu hareket uçağın ağırlık merkezinin konu­ munu, böylece de dengesini değiştirir.) —Kardiyol. Sarkaç ritmi, dölüt kalbi ses­ lerinin, hepsi birbirine eşit olan ritmi. —Metalürj. Sarkaç vurma makinesi, vuru­ cu kütlesi bir eksen çevresinde dönen vurma makinesi. (Buna Charpy çekici de denir.) [Bk. ansikl. böl ] —Ölçbil. Tersinir sarkaç, yerçekiminden kaynaklanan ivmeleri duyarlı bir biçimde ölçmeyi sağlayan, iki askı bıçağıyla dona­ tılmış özel sarkaç. —Saatç. Sarkaçlı, guguklu saatler ile du­ var saatlerinde ayar organı. (Bu genellik­ le, bir düzlemde salınım yapan bir sarkaç­ tır; bununla birlikte burmalı bir sarkaç ve çok ender olarak da konik bir sarkaç ola­ bilir.) —ANSİKL. Fizs. mekan. Bileşik ya da ağır sarkaç, yatay bir D ekseni çevresinde ha­ reket eden ağır bir katı cisimdir. Cismin kütle merkezi G, kütlesi M, D ekseniyle G’den geçen düşey düzlemin yakışma noktası O, OG uzunluğu a ve ö c ile O' nun düşeyi arasındaki açı e olsun. Den­ ge konumundan (e = 0) uzaklaştırılan ci­ sim serbest bırakıldığında, bütün sürtün­ meler gözardı edilebilecek kadar küçük olduğu ölçüde, D çevresinde dönemsel bir hareketle salınır. Küçük genlikli hareketler için, geri ge­ tirme kuvvet çifti e ile orantılıdır ve e nin zaman içinde değişimi, dönemi T 9 / T” T° = 2’, V ^ olan hemen hemen sınüzoidal bir fonksi­ yondur; yukarıdaki bağıntıda I, cismin D’ye göre eylemsizlik momentini gösterir. To salınımların genliğinden bağımsızdır: bu salınımların eşsüreli olduklarından söz edilir. Daha büyük genlikler için hareket yine sinüzoidaldir ama dönem, aşağıdaki ba­ ğıntı uyarınca, maksimum genlik a ’ya [a radyan cinsinden] bağlıdır: t = t° ( i + S + - ) Son olarak, büyük genlikler için salınım sinüzoidal değil, yalnızca dönemseldir. Basit sarkaç, bir noktadan değişmez bir uzaklıkta kalmaya zorlanan maddesel bir noktadır. Uygulamada, / uzunluğunda ve kütlesi gözardı edilebilir esnemez bir ip ya da çubuk ucuna asılı, küçük boyutlu, m kütleli bir cisim, yaklaşık bir basit sarkaç modeli oluşturur. Bu sarkacın dönemi



T = 2ır y j—dir.Bu,dönemi kütleye bağlı ol­ mayan özel bir ağır sarkaç halidir. Konik sarkaç, başlangıç hız vektörü asıl­ ma noktasını içeren düşey düzlemde yer almayan bir basit sarkaçtır. Foucault sarkacı, bir Galilei işaretine gö­ re sabit bir düşey düzlemde salınan, ken­ di haline bırakılmış bir basit sarkaçtır. Yer' in kendi ekseni çevresindeki dönme ha­ reketiyle sürüklenen bir gözlemci, bu düz­ lemin zaman içinde Coriolis kuvvetlerinin etkisiyle, doğudan batıya doğru döndü­ ğünü görür: Foucault bu olayı, 1851’de, Pantheon’un kubbesine bir sarkaç asarak



olan, doğrusal, sinüzoidal bir hareket yap­ maya başlar. (— ARMONİK salıngaç.) Burulma sarkacı, bir ip (ya da ince bir çubuk) ucuna asılmış ve bunun düşey ek­ seni çevresinde burulma etkisiyle döne­ rek salınan ağır bir cisimden oluşan bir sistemdir. Geri getirme kuvvet çiftinin mo­ menti.A burulma açısı 0 ile orantılı oldu­ ğundan, sarkaç, dönemi T = 2’ \ c olan sinüzoidal bir hareket yapar; yukarı­ daki bağıntıda I, cismin dönme eksenine göre eylemsizlik momenti ve C ipin burul­ ma değişmezidir (.A=C0). Manyetik sarkaç, burulmasız bir ipin ucuna asılı ve Yer manyetik alanının ya da düzgün bir manyetik alanın etkisiyle ya­ tay bir düzlemde salınan mıknatıslanmış bir çubuktan oluşan bir sistemdir. Genliğin küçük değerleri için bu sarkaç, dönemi T = 2 ır J ----’ mB



olan sinüzoidal bir hareket yapar; yukarı­ daki bağıntıda I, mıknatısın salınım ekse­ nine göre eylemsizlik momenti, m mıkna­ tısın manyetik momenti ve B manyetik in­ düklemenin yatay bileşenidir. • Sarkacın uygulamaları. Sarkaç, Yer yü­ zeyinin herhangi bir noktasındaki yerçe­ kimi ivmesini belirlemek için kullanılabilir; ama daha çok, zaman ölçümünde ve özellikle saatlerin hareketini düzenleme­ de kullanılır; bu durumda, sarkacın den­ gelenmesi kaçınılmazdır: en basit denge­ leme, saat geri kaldığında uzunluğunu azaltmaya ve saat ileri gittiğinde uzunlu­ ğunu artırmaya dayanır. —Metalürj. Charpy tarafından tasarlana­ rak geliştirilen sarkaç vurma makinesi, ta­ şıyıcı kolları arasında bir sarkaç ya da bir çekicin salınım hareketi yaptığı bir gövde­ den oluşur. Çekicin yörüngesi üzerine çentikli bir çubuk biçiminde görünen kı­ rılacak örnek yerleştirilir. Çekiç düşünce ağzıyla çubuğun sırtına çarparak kırılma­ sına yol açar. Kırılma sırasında çekicin ki­ netik enerjisinin bir bölümü soğurulur; ge­ riye kalan bölümü, enerjinin tamamı tükeninceye dek çekicin yükselmesini sağlar. Sarkaç yükselme kursu sırasında bir sür­ güyü düşey bir ölçek önünde hareket et­ tirir; sürgünün konumu doğrudan çubu­ ğun kırılması için kullanılan enerji mikta­ rını gösterir. Daha sonra birim yüzey ba­ şına KC olarak ifade edilen iş hesaplanır S A R K E L . Tar. coğ. Don nehrinin ağzın­ da, sol kıyıda hazar kalesi. 833'te Bizans’ ın da yardımıyla, rus saldırılarına karşı koy­ mak ve Ruslar'a Yukarı Don ile Aşağı Volga yolunu kapamak üzere yapıldı. 965’te (ya da 963) Svyatoslav tarafından işgal edildi. Yörede, M. Artamonov yönetimin­ de gerçekleştirilen kazılarda sur ve kule kalıntılarının yanı sıra metal, kemik ve taş­ tan yapılmış çeşitli eşyalar, tarımla ilgili aletler bulundu. S A R K IK sıf. 1. Aşağı doğru uzanmış, sarkmış olan şey için kullanılır: Sarkık etek. —2. Gevşeyip eski canlılığını ve diriliğini yi­ tirmiş; salpa, sölpük: Sarkık derileri onu ol­ duğundan daha yaşlı gösteriyor. —Bot. Tepe kısmı yere doğru eğilmiş bit­ kilere ya da bitki organlarına denir. || Bü­ tünüyle tepetaklak duran yumurtacığa de­ nir. Bu durumdaki yumurtacığın bir yanın­ da dikiş denilen ip biçiminde kabarık bir çizgi oluşur. Yumurtacığın bu biçimi kapaktohumlu bitkilerin büyük bir kısmında görülür.) —Denize. Sarkık gemi, teknesi kemer bi­ çimini almış, yani başı ve kıçı, orta bölü­ müne göre daha aşağıda olan gemi.



—Mim. Sarkık kilittaşı, sivri kemerli çap­ raz tonozda, kaburgaların altından sarkan ve oymalı, kimi zaman kafesli bir sarkıtma gibi bezenen kilittaşı. (Alevli gotik ve Rö­ nesans'ın ilk evresi.) —Zootekn. Sarkık meme, inekte karından aşağıya doğru oldukça uzamış meme bi­ çimine denir. S A R K IK G E R D A N LIG İLLE R a. Yeni -Zelanda ormanlarında yaşayan, meyvecil ve böcekçil, gagasında iki etçik bulu­ nan ötücükuş familyası. (Bil. a. Callaeidae.) S A R K IK L IK a. Sarkık olma durumu. S A R K IK M E Y V E a. Anayurdu Şili olan, kırmızı ya da sarı çiçekli, tımanıcı ve dibi odunsu bitki. (Bil. a. Eccremocarpus scaber; acemborusugiller familyası.)



burubna nrtaçı



S A R K IN T I a. 1. Aşağı doğru uzanan, sarkan şey. —2. Sataşma, takılma. —3. Sarkıntı olmak, bir kimseye sataşmak, ta­ kılmak. S A R K IN T IL IK a. 1. Bir kimseye sataş­ ma, laf atma, takılma. —2. Sarkıntılık et­ mek, bir kimseye, özellikle de kızlara ve kadınlara laf atmak, sataşmak. —Cez. huk. Belirli bir kişiye şehvet duy­ gusuyla yöneltilmiş, söz ve davranışlarla yapılan saldırı. (Sarkıntılık, Türk cez. k.'nun 421. maddesinde düzenlenmiş bir suçtur. Bu suçla, yasa koyucu, ırza tecavüz ve tasaddi derecesine varmayan davranışları cezalandırmak istemiştir. Sarkıntılık suçu­ nun cezası altı aydan iki yıla kadar hapis­ tir. Kovuşturma, kişisel dava yoluyla yapı­ lır.) S A R K IT a. Jeomorfol. Mağaraların tava­ nında oluşan kireçli çökel. (Bk. ansikl. böl.) —Mim. Sarkıtları ya da buz parçalarını an­ dıran bezeme. —ANSİKL. Jeomorfol. Kireçtaşlarından oluşmuş arazilerde karbondioksit yüklü yağmur suları toprağın içine girerek kire­ ci çözündürür. Daha sonra, mağara boş­ luklarına ulaşan su çoğunlukla buharlaşır ya da içindeki karbondioksit açığa çıkar. Bu durumda içerdiği çözünmüş kireç çökelir. Böylece, genellikle sarkıtlar ve dikit­ ler diye bildiğimiz kireçli birikintiler oluşur. Bunlara genel olarak damlataşı denir. Sar­ kıtlar kumaş kıvrımı ya da sap gibi biçim­ ler alırlar. Kimi kez içerdikleri biraz kil ya da limon bunları renklendirir. Aldıkları bi­ çimler suyun düşme koşullarına (damla­ ların iriliği, damlamanın sıklığı) ve mağa­ radaki mikroiklime bağlıdır



OG = a ağırlık: Mg geri getirme kuvvet çifti: - M ga sin e dönm e hareketinin denklem i: 19" + M g a sin 9 - 0 e’nın küçük değerleri için sin 9 - 8



bileşik sarkaç



S A R K IT M A a. Sarkıtmak eylemi. —Mim. Bir tonozda sarkık kilittaşı. (Gotik mimarlıkta sarkıtmalar bir tonozun kabur­ galarından sarkan kilittaşlarıdır. Bunlar ge­ nellikle canlı renklere boyanır; yapraklar ya da alegorik figürlerle bezenir.) S —Mim. ve Süslem. sant. Aşağıya dökü­ len çiçek ya da meyve demetleri biçimin­ de bezeme. S A R K IT M A K ->



SARKM AK.



S A R K İN İT a. (fr. sarkinite). Miner. Monoklinik sistemde yer alan hidratlı doğal manganez arsenat. S A R K İS (Elias), lübnanlı devlet adamı (Şebanye 1924 - Paris 1985). Lübnan Bankası genel müdürüyken (1967-1976), mayıs 1976'da Cumhurbaşkanlığına seçil­ di. Savaş yüzünden yakılıp yıkılan ülkenin yönetiminde fiili bir gücü olmamakla bir­ likte, Suriye (1978 ve 1981) ve İsrail (1982) müdahaleleri karşısında Lübnan devleti­ nin meşruluğunun simgesi oldu. Eylül 1982’de yerini Emin Cemayel'e bıraktı. S A R K İS , soyadı Zabunyan, türk res­ sam (İstanbul 1938). Devlet güzel sanat­ lar akademisi’ni bitirdikten (1959) sonra bir süre Ankara'da çalıştı. 1964'te Paris'e yer­ leşti. 1967'de katıldığı Paris bienali'nde re­ sim büyük ödülünü kazandı. Cenevre, Mi­ lano, Köln, Berlin, New York vb. merkez­ lerde açtığı kişisel sergilerle geniş ün ka-



sarkıtma yaldızlı ahşap XVII. yy.’ın İkinci yarısı (Paris'te Lauzun konağı'nın bir odası)



zandı. 1963-1967 arası daha çok kolaj -boya tekniğiyle çalışmayı yeğlerken, 1970'ten sonra kavramsal ve saldırgan bir sanat anlayışını benimsedi. Ağaç, tel, kat­ ran, metal levhalar, teyp bantları gibi her çeşit malzemeden yararlanarak meydana getirdiği yapıtlarında görselin yanı sıra işit­ sel ve hareketli anlatım yollarını denedi ve bu tur yapıtlarını içeren Yüzyılların sonu yCızyıllann başı adlı sergisini Paris Art mo­ derne müzesi'nde açtı (1984). S A R K İS Z E K İ, asıl adı Sarkis Nurlu yan, ermeni kökenli türk halk şairi (Sun­ gurlu 1842 - ay. y. 1881). ilköğrenimini er­ meni okulunda tamamladı. Babası Nurlu Çorbacı tarafından Müderris Ömer Efen­ di medresesi’ne gönderildi. Öğrenimini bitirdikten sonra, sandık eminliğine atan­ dı (1864). Tahrirat kâtipliği, mahkeme üye­ liğinde bulundu. Bir ara üyelikten alındıy­ sa da yeniden eski görevine döndü. Zeki mahlasıyla yazdığı türkçe şiirlerinden, bektaşiliğe ve hurufiliğe bağlı olduğu an­ laşılıyor. Bazı şiirleri basılmıştır. Bağlama çalmakta ustaydı. (-» Kayn.) S A R K M A a. Sarkmak eylemi. —Anat. Bir organın ya da hareketli bir anatomik kısmın dışa çıkması. —Kad. doğ. Kordon sarkması, doğumda, su kesesinin yırtılmasından sonra göbek kordonunun dölütün önüne geçerek aşa­ ğı inmesi. (Kordon sarkması, kordonun çocuğun başıyla annenin leğen kemiği arasına sıkışması ve dolayısıyla çocuğa giden kanın aniden kesilmesi tehlikesini doğurur. Hemen sezaryen ameliyatına başvurulsa bile çocuğun ölme tehlikesi vardır.) —Patol. Taşıyıcı kas ve bağ elemanlarının gevşemesi sonucu bir organın aşağıya in­ mesi ya da düşmesi. (Eşanl. PTOZ.) || Ge­ nel sarkma, karın içi organlarının tümünün düşmesi. || Mide sarkması -» MİDE1 d ü ­ şüklüğü . , —ANSİKL. içorganların (özellikle böbrek, mide, kalınbağırsak, hatta karaciğer) sarkmasının birçok nedeni olabilir. Başlıcaları arasında karın duvarının taşıyıcı gücünün yetersizliği (özellikle doğum yapmış kadında) ve zayıflama sayılabi­ lir. Sarkmalar korselerle tedavi edilebi­ lir, bazen de cerrahi tespitlere başvur­ mak gerekebilir. S A R K M A K gçz. f. 1. Bir yerden sark­ mak, bir yerden aşağı doğru uzanmak: Pencereden sarkmak yasaktır. Pencere­ den sarkarak kapıyı kimin çaldığını gör­ meye çalışıyordu. —2. Bir yerden (bir ye­ re) sarkmak, asılmış, takılmış olduğu yük­ sekçe bir yerden, yere doğru uzanmak: Tavandan sıra sıra muz hevenkleri sarkı­ yordu. Eteğinden bir iplik sarkıyor. —3. Yumuşak, pörsük, şekilsiz olmak (özellik­ le deriden söz ederken): Yanakları sark­ mıştı. Derileri sarkmak. Göğsü sarkmak. —4. Bir giysiden, bir kumaştan söz eder­ ken, aşağı inmek, bütünüyle aynı uzun­ lukta olmak: Eteğinin sol tarafı sarkıyor. —5. Dudağı sarkmak, somurtmak. —6 . Televizyon ya da radyo programı sözkonusuysa, (özellikle canlı yayınlarda) önce­ den belirlenen zamanın dışına taşmak, uzamak. —7. Bir yere sarkmak, oraya gi­ derken, yolunu oraya kadar uzatmak; as­ keri bir güç sözkonusuysa, oraya saldır­ mak: Nehrin üst başından geçip kente sarktık. —Denize. Bir gemiden söz ederken, avar­ ya, eskime ya da yanlış yükleme nedeniy­ le kemer biçiminde eğilmek. —Matbaac. Bir dizgiden ya da karakterin kendisinden söz ederken, aynı yükseklik­ teki başka harflerle yapılan dizgiye oran­ la daha fazla satır tutmak. ♦ sarkıtm ak ettirg. f. 1. Bir şeyi (bir yer­ den, bir yere) sarkıtmak, onun (oraya, ora­ dan) sarkmasını sağlamak: Kovayı kuyu­ ya sarkıtmak. Sepeti balkondan aşağıya sarkıtmak. —2. Dudak sarkıtmak -* DU­ DAK. —3. Arg. Asmak, darağacına çek­ mek.



—Denize. Demir sarkıtmak, derin sularda (15 kulaçtan fazla) demirleyecek gemiden, derinliğe uygun demir zincirini loçadan denize ayboci etmek. S A R K O İD O Z a (fr. sarcoîdose). Birçok organda ya da dokuda görülen peynirleş­ memiş tüberküloz granülomuna benzer dokusal bir lezyonla belirgin, nedeni be­ lirsiz hastalık. (Eşanl. BESNİER-BOECK -SCHAUMANN HASTALIĞI. İYİCİL LENFOGRANÜLOMATOZ.) —ANSİKL. Sarkoidoz genel bir hastalıktır. En sık görülen yerleşme yerleri bezler, mediyastin, akciğer ve deridir. Kemikler­ de, eklemlerde (el ve ayak parmakları) gözde, karaciğerde ve dalakta da görü­ lebilir. Deriden ya da bezlerden alınan bi­ yopsi, karaciğer ponksiyon biyopsisi ve özellikle Kveim* deri içi tepkimesi teşhis olanağı verir. Genellikle gittikçe geriler ve prognozu çoğu zaman iyidir. S A R K O İT a (fr. sareoide'den). Der. hast. Sarkoidozun deri lezyonu. —ANSİKL. Sarkoitlerln dokusal görünü­ mü, çoğunluğu epitelyumsu hücrelerin oluşturduğu tüberkülozumsu bir dolgun­ luk görünümüyle aynıdır. Klinik muayene­ de sarkoitler çoğu zaman düğüm biçimin­ de görünür: küçük ya da büyük düğüm­ ler halinde dağınık deri sarkoitleri; Darier -Roussy derialtı sarkoitleri. Bazen burun üstünde yanaklarda, kulaklarda ve el sır­ tında morumsu plaklar meydana getirir (bunlara lupus per [nio] denir). S A R K O LİT a. (fr. sareotite). Miner. Kır­ mızı renkli, sodyumlu, doğal alüminyum ve kalsiyum silikat. (Kuvadratik sistemde yer alan sarkolit Vezüv'de bulunur.) S A R K O M a. (fr. sareome; lat. sarcoma, -af/s; yun. sarkoma, -atos'tan). Patol. Kö­ tücül bağdokusu uru. —ANSİKL. Patol. Sarkomlar şu çeşitlere ayrılır: 1. adi bağdokusu sarkomları: fibrosarkomlar, miksosarkomlar ve türevleri: osteosarkom, kondrosarkom, liposarkom, miyosarkom (rabdomiyosarkom ya da leiyomiyosarkom); 2. endotelyum ve seroza sarkomlan: anjiyosarkom, endotelyom, mezotelyom; 3. kan ve lenf yapıcı doku­ ların sarkomları: Hodgkin dışı B ve T hüc­ reli kötücül lenfomlar; çocukta ve genç erişkinde görülen ve henüz bu gruba bağlanamayan Ewing sarkomu; 4. dölütsel sarkomlar; özellikle yaşamın ilk beş yı­ lında görülen çok farklılaşmış urlar. —Yet. Sticker sarkomu, köpekte çiftleşme sırasında bulaşan, dişi ve erkekte dış cin­ siyet organlarında yerleşen zührevi bir ur­ dur. Hastalık, büyük bir olasılıkla, ur hüc­ relerinin bir hayvandan diğerine grefi yo­ luyla taşınmaktadır. Elektrik tedavisi mü­ kemmel sonuçlar vermektedir SARKOM ATOZ a. (fr. sareomatose). Pa­ tol. Birçok sarkomun bir arada bulunma­ sıyla belirgin hastalık. S AR K O M E R a. (fr. sareomöre). Nörobiyol. iki Z çizgisi arasında kalan kas lifi bölütü. —ANSİKL. Sarkomer, çizgili kasın kasılabi­ len morfolojik ve işlevsel birimidir; bir kas lifi tamamen, birbirlerinden sarkozomla ayrılan, sıralanmış sarkomerlerden oluşur Her sarkomer birbirinden bir (anlzotrop ya da koyu) A şeridiyle ayrılan iki İ şeridi (izo­ top ya da açık) içerir. Elektron mikroskopuyla yapılan İncelemeler i şeridinde in­ ce aktln ve A şeridinde kalın miyozin lifle­ rinin bulunduğunu göstermiştir. Kasılma sırasında ince ve kalın ipliklerin birbirine geçmesinden dolayı kas kasılması sırasın­ da sarkomerler kısalır, bu nedenle şerit­ ler bir kısalır, bir kaybolur. S A R K O M İK S O M a. (fr. sarcomyxome). Patol. Kötücül bağdokusu uru. Dölüt dö­ nemindeki bağdokusunu anımsatan bol miktarda sümüksü bir maddeyle birbirin­ den ayrılmış yıldızsı hücrelerden oluşur. (Eşanl. MİKSOSARKOM, KÖTÜCÜL MİKSOM.)



S A R K O P L A Z M A a. (fr. sareoplasme' dan). Nörobiyol. Kas lifinde, ince liflerin, mitokondrilerin ve retikulumun dışında kalan hücre İçeriği. (Eşanl. MİYOPLAZMA) —ANSİKL. Sarkoplazma, kas hücresini dolduran ve ince lifleri saran akışkan bir maddedir. Kas kasılmasının denetiminde rol oynar, çünkü bu kasılmayı sarkoplazmanın kalsiyum iyonu yoğunluğu denet­ ler. Öte yandan, her hücrenin hlyaloplazmasında olduğu gibi, kas hücrelerinin metabolizma alış verişleri de sarkoplazma içinde gerçekleşir. S A R K O P S İT a. (fr. sareopside). Miner. Monoklinik sistemde yer alan fluorlu do­ ğal demir, manganez ve kalsiyum fos­ fat. S AR K O S E L a. (fr. sarcocèle; yun. sarkokele'den). Patol. Nedeni ne olursa ol­ sun, erbezinde ya da epididimde meyda­ na gelen şişlik. S A R K O S İN a. (fr. sareosine'den). Org. kim. Formülü CH3—NH—CH2—C 0 2H olan, kreatlnln suyla ayrıştırılması sonun­ da elde edilen N-metllgllslnin (ya da N -metilglikokol) yaygın adı. S A R K O S P O R İD İLE R a. Memelilerin, sürüngenlerin ve kuşların kaslarında asa­ lak yaşayan ve çekirdeklerini çoğaltarak büyüyüp uzun kistler meydana getiren sporlu protistler altsınıfı. (Pek iyi bilinme­ yen birçok türü İçeren sarcocystis cinsi, tek başına bu altsınıfı oluşturur.) S A R K O S P O R İD İY O Z a (fr. sareospo ridiose'dan). Gevişgetirenlerde, atta ve domuzda kaslara ya da bağdokusuna sarkosporidilerin (sporolular) yerleşmesi^ le belirgin asalak hastalığı. (Sarkosporidiyozlar klinik önemi olmayan hastalıklar­ dır.) S AR KO ZO M a. (fr. sareosome). 1. Biyol. Sürekli çalışan (kalp) ya da uzun süre de­ vinen (böceklerin kanatları) kas hücrele­ rinde rastlanan, solunum enzimleri bakı­ mından zengin, çok büyük mitokondri. —2. Nörobiyol. Kas lifi iplikçiklerini dan­ tel bir yen gibi çevreleyen zarsı kanalcık­ lar ağı. (Bk. ansikl. böl.) —A ns İkl . Nörobiyol. Sarkozomun kas ka­ sılmasının denetiminde önemli işlevi var­ dır: dinlenme halindeyken kalsiyum iyon­ larını depolar ve mlyolem İle onun yatay borucuklarıyla taşınan elektrik uyarısının etkisiyle bu iyonları salıverebilir: böylece, sarkoplazma içinde iyonlaşmış kalsiyum oranının artmasıyla kasılma başlar. Son­ ra sarkozom kalsiyumu yeniden sarkoplazmanın içine pompalar ve kasılma me­ kanizmalarını durdurur: bu da kasın gev­ şemesidir. S A R K Ö Z İ (György), macar şair (Buda­ peşte 1899 - ay. y. 1945). “ Halkçı" yazar­ ların dergisi Vâlasz'\rı (Yanıt) yazı işleri müdürüğünü yaptı, Katolik eğilimli şiirler (Po­ èmes [fr. çev], 1947) yazdı. Goethe, Petrarca ve Thomas Mann’dan çevirileri var­ dır. S a rk u y s a n e l e k t r o l i t i k b a k ır s a ­ n a y ii v e t i c a r e t a ş , metal ana sana­ yisinin elektrolitik bakır üretimi dalında et­ kinlik gösteren sanayi kuruluşu. 1972'de 100 milyon TL sermaye ile kurulan şirket, 1975'te üretime geçti. Merkezi İstan­ bul'da, tesisleri ise Kocaeli'dedir (Geb­ ze). 3 000‘i aşkın ortaklı, halka açık bir anonim şirket olan kuruluşta, şirket serma­ yesinin % 10'undan fazlasına sahip ortak yoktur Sermayeye katılımı olan bazı şirket­ ler şunlardır: Karadeniz Bakır işletmeleri aş, Rabak elektrolitik bakır mamulleri aş, Demisaş döküm emaye mamulleri sana­ yi aş, Sarda dağıtım ve ticaret aş, Bektaş bakır emaye kablo sanayi ve ticaret aş. Sarkuysan, özellikle kablo, transformatör ve emaye bobin teli üreten fabrikalarda kullanılan elektronik bakır teller üretmek­ te ve üretim için gerekli olan blister bakırı Karadeniz Bakır işletmeleri'nden, yetme­



yen bölümünü İse çeşitli ülkelerden dışa­ lım yoluyla sağlamaktadır. Sarkuysan, Türkiye'nin İhtiyacı olan elektrolitik bakır üretiminin % 65'lni karşılayabilecek kapa­ sitededir ve bu sektördeki payı % 40 ora­ nındadır. Ülkemizde iki ayrı teknoloji ile oksijenli ve oksijensiz bakır üreten tek ku­ ruluştur. 1992'de kayıtlı sermayesi 200 milyar TL, ödenmiş sermayesi 75,6 milyar TL olmuştur. Personeli 418 kişidir. S A R L A T -L A -C A N É D A , esk. Şarlat, Fransa'da (Dordogne) arrondissement merkezi, Cüze kıyısında, kara Périgord' da; 10 648 nüf. (1992). S A R L İY E a. Musul’un Güney bölgesin­ de yaşayan bir topluluk tarafından benim­ senmiş, bağımsız bir mezhep. —ANSİKL. Mezhebin herhangi bir tek tannlı dinle bağlantısı yoktur. Mezhep bağımlılan, türkçe, farsça ve yöredeki öteki et­ nik dilleri konuşurlar. Adları, müslüman adlandır. Cennetten para karşılığında yer satın alınabileceğine inanırlar. Bu neden­ le, papaz ve imam niteliğindeki din önder­ leri, özellikle hasat zamanları köyleri do­ laşarak makbuz karşılığında cemaatten para ve mal toplarlar. Sarliler, bu makbuzlan ölülerinin yanına gömer ve ölülerinin, bunları göstererek cennetin bekçisi Rıd­ van aracılığı ile cennette kendilerine iyi bir yer ayırtabileceklerlne inanırlar. Bu mez­ hepte Allah, peygamber, cennet ve ce­ hennem İnancı bulunmakla birlikte İbadet yoktur; her kameri yılda bir kez kutladık­ ları bayramları vardır. S A R M A a. Sarmak eylemi. —El sant. ipliklerin yan yana sıralanarak desen yüzeyini örtmesini sağlayacak bi­ çimde yapılan işleme. (İşlenecek kısma tersten batırılarak yüze alınan iğne, dese­ nin öteki kenarından kumaşa batırılır ve ilk ipliğin hemen dibinden yüze çıkarılır; aynı işlem sürdürülerek desen yüzeyi dol­ durulur. Alttaki kumaşın görünmemesi için iğnenin sık aralıklarla batırılması gerekir. Eski türk işlemelerinde sık görülen sarma işi, beyaz işin de temel işleme iğnelerindendir.) [Sarma işi de denir.] |[D olgu sar­ ma, desenin içini ve kenarlarını oyulgama dikişiyle işledikten sonra yapılan sarma. (Bu biçimde yapılan sarma daha kabarık ve dolgun durur.) || Yarma sarma, işlene­ cek desen yüzeyini bölümlere ayırıp ayrı ayrı sararak yapılan sarma işi. (Daha çok geniş yüzeyli desenlere uygulanır.) —Foto, ve Sine. Bir kamerada ya da bir fotoğraf makinesinde filmin olağan akışı dışında bir yanda toplanması. —Mad. oc. Galeri tavanının altına gelecek biçimde demir direkler ya da ağaç dikme­ ler üzerinde açılmış yuvalara arına dik ya da koşut olarak yerleştirilen metal ya da ağaç tahkimat öğesi. (Kazı şantiyelerinde, tavanı konsol olarak taşıyabilmek İçin ek­ lemli sarmalar [art arda bağlanabilen ve kazı annına dik olan sarmalar] ve teleskopik sarmalar [yürüyen tahkimatın ön sar­ malan] kullanılır.) — Mak. san. İki parçanın göreli hareke­ tinin, aralarındaki sürtünmenin artması nedeniyle durması; bu durumda, hare­ ket nedeni ortadan kalkmamışsa, kilitlen­ meyi artıran bir biçim değiştirme olu­ şur. —Mutf. Yaprak dolmasının öteki adı. (Yap­ rak sarması da denir.) || Yassıltılmış eti, sebze, lop yumurta vb. üzerine sararak hazırlanan biçimine verilen ad. |] İlkbahar sarması, ince doğranmış deniz ürünleri­ ni, tavuğu, soğan, soya, salata, nane yap­ rağını vb. pirinç galetasına sararak hazır­ lanıp mayhoş bir sosla soğuk olarak ye­ nen yemek. (Vietnam mutfağı.) —Spor. Her tür güreşte yapılan bir oyun. (Yerde uygulanır. Üstteki güreşçi ayağını alttaki rakibinin ayaklan arasına sokarak onu sırtüstü çevirmeye çalışır. Tek ayakla yapılana tek sarma, iki ayakla yapılana çift sarma denir.) || Sarmadan çevirme, sarma takılan güreşçinin rakibine uyguladığı kar­ şı oyun. (Oyuncunun sarma yönündeki



kolunu, rakibin aynı yöndeki kolunun iç ta­ rafından geçirip ensesinden tutarak ters tarafa çevirmesine dayanır.) || Sarmadan dönme, sarma takılan yerdeki güreşçinin, rakibin sarma ile aynı yöndeki kolunu be­ linden geçirip yakalayarak, ayağının da yardımıyla üste çıkması. || Sarmadan kalk­ mak, sarma takılan güreşçinin rakibinin aynı yöndeki ayağını sağ eliyle, sağ elini de sol eliyle tutup dizini yere dayayarak kalkması. || Sarmayı sökmek, sarma takı­ lan güreşçinin rakibinin sarma taktığı aya­ ğını yakalayarak sarmadan kurtulması. —Teknol. Birbirine sürtünen iki metal yü­ zey arasında, bunların birinden kopan metal parçacıkların öbürünü az çok de­ rin biçimde çizerek, ısınmaya, sonra da yüzeylerin birbirine kaynamasına neden olması şeklinde ortaya çıkan mekanik ka­ za. (Sarma bir yağlama hatasından ya da çalışma sırasında genleşmeyle sıkışmaya neden olan yetersiz bir aralıktan kaynak­ lanır.) —Tekst. Çapraz sarma düzeneği, levende sarma sırasında, levende ya da kılavuz si­ lindire gelgit hareketi veren düzenek. (Çapraz sarma düzeneği, çözgü levendi­ nin, kılavuz silindirinin ve tarağın karşılıklı hareket etmesini sağlayan bir dizi dişliden oluşur.) || Levende sarma makinesi, çöz­ güyü düzenli olarak tam ende ve iplik sık­ lığında dokuma levendine saran makine. || Masura sarma, atkı ipliğini masura üze­ rine aktarma. || Tambura sarma, bir kuma­ şı ölçme işleminden sonra tambur ya da ruloya sararak top yapma. —Tüt. Puroların dışını tütün yaprağıyla kaplama işlemi. || Sigara sarma aleti, si­ garaları elde sarmaya yarayan alet. —Yerbil. Ters sürüklenmenin etkisiyle bir alt birimin, sürüklenmiş bir birimin alnını örtmesi. ♦ sıf. Sarılarak yapılan: Sarma yay. Sar­ ma çarşaf. —Ed. Sarma uyak, dörtlüklerden oluşan şiirlerde kullanılan bir uyak biçimi; birin­ ciyle dördüncü, İkinciyle üçüncü dizeler kendi aralarında uyaklıdır: abba. (Ûrn. “ Her şey yerli yerinde" şiiri, A. H. Tanpınar.) —Saraç. Sarma dikiş, saraçların sırımla, her atkının ortasından bir sarma yaparak gerçekleştirdikleri dikiş. —Spor. Sarma burgu, serbest ve yağlı gü­ reşte yerde uygulanan oyun. (Bir ayağı alt­ taki rakibin bacağının iç tarafından sokup dolamak ve çevirerek rakibi tuş yapmak esasına dayanır.) —Süslem. sant. Sarma dal, tezhipte kul­ lanılan, birbirine dolanmış stilize çiçek ve dallardan oluşan bezeme. S A R M A K g. f. 1. Bir şeyi (bir şeye, çev­ resine) sarmak, onu bir şeyin çevresine ya da kendi çevresine dolamak: Kesilen par­ mağına yara bandı sarmak. Kırılan kolu sarmak. Şu yünü sarar mısın?—2. Bir şe­ yi, bir kimseyi (bir şeye) sarmak, onu bir şeyle kaplamak, tümüyle örtmek: Bir he­ diyeyi ipek kâğıda sarmak. Bir çocuğu battaniyeye sarmak. —3. Bir yeri, bir kim­ seyi, bir topluluğu (çevresini) sarmak, ora­ nın, onun, o topluluğun çevresini kuşat­ mak, orayı, onu, onları çember altına al­ mak: Polis olay yerini sardı. Çocuklar se­ vinçle öğretmenin çevresini sardı. Gaze­ teciler yarışmada büyük başarı gösteren ekibimizin çevresini sardı. —4 . Bir yeri sarmak, orada askeri bir kuşatmayı ger­ çekleştirmek: Kenti saran düşman birlik­ leri. —5. Bir yeri, bir kimsenin bedenini (bir bölümünü) sarmak, orada yayılmak, her tarafını kaplamak: Bu çirkin yapılar bü­ tün kenti sardı. Bahçeyi ayrık otları sardı. Yüzünü ergenlik sivilceleri sardı. —6. Bir yeri sarmak, bir olgudan söz ederken, orayı bütünüyle etkisi altına almak; kap­ lamak: Yangın koskoca binayı birkaç da­ kikada sardı. Ortalığı kopkoyu bir sis sar­ mıştı. —7. Bir kimseyi sarmak, onu kolla­ rının arasına almak; kollarını, onun bede­ nine sımsıkı dolamak: Yavrusunu sevgiy­ le saran anne. —8. Bir şey sarmak, onu



yuvarlamak, silindir biçiminde dolamak: Yaprak dolması sannak. Sigara sarmak. —9. Bir kimseyi sarmak, bir etkinlikten, bir şeyden söz ederken, o kimsenin hoşuna gitmek, onu etkilemek, etkisi altına almak, ilgisini çekmek: Bu oyun beni sardı. Bu film beni hiç sarmadı. — 10. Bir işi, bir kimseyi bir kimseye (başına) sarmak, ge­ nellikle zor, ağır bir işi ona yüklemek, onu sıkıcı, katlanılmaz bir kimseyle ilgilenmek zorunda bırakmak: Bu sınav işini başıma sen sardın. Bu çocuğu başıma onlar sar­ dı. —11. Bir kimseyi (içini, kalbini), bir ye­ ri sarmak, bir duygudan söz ederken, o kimseyi yoğun biçimde etkisi altına almak, orada etkisini yoğun biçimde duyurmak: Bütün kenti bir merak sardı. — 12. (Bir kimseyi) sarıp sarmalamak, her yanını iyi­ ce ve sıkı biçimde sarmak: Bebeği sarıp sarmaladıktan sonra yerine yatırdı. ¡| Ba­ şını sarmak, başını örtmek. —Ballkç. — DOLAMAK. —Denize. Bir yelkeni sarmak, bir yelkeni istinga halatlarıyla seren üzerine topla­ mak. —Tekst. Bir ipliği, bir taşımalık (bobin, ağaç ya da karton boru) üzerine dolamak. ■S» gçz. f. 1. Bir yere, bir şeye sarmak, bir bitkiden söz ederken, dikey bir yüze­ ye tırmanmak: Sarmaşık duvara sarıyor. —2. Bir kimseye sarmak, ona sözle sal­ dırıda bulunmak, onunla uğraşmak, onu tedirgin etmek. —3. Taşıt sözkonusuysa, daha yükseğe çıkmak, tırmanmak. sardırm ak ettlrg. f. Sarılmasını sağ­ lamak, sarılmasına yol açmak. —Denize. Halat sardırmak, manevra sıra­ sında, dikkatsizlik ya da unutkanlık sonu­ cu denizde kalan halatın, dönmekte olan pervaneye dolaşmasına neden olmak. saniışm ak işt. f. iki ya da daha çok kimseden söz ederken, birbirine sanlmak. ♦ sanim ak dönşl. f. 1. Bir kimseye (boy­ nuna, koluna, beline vb.), bir şeye sarıl­ mak, o kimseye, o şeye sımsıkı tutunmak; onu kollarının arasına almak, kollarının arasında tutmak: Küçük oğlan annesinin eteğine sımsıkı sarılmıştı. Denize düşen yı­ lana sarılır (atasözü). Arkadaşına sevgiy­ le sarılmak. —2. Bir şeye sarılmak, onu hemen kullanmak üzere aceleyle eline al­ mak: Olayı protesto etmek için kâğıda ka­ leme sarılmak. İşgal güçlerine direnmek için silaha sarılmak. —3. Bir şeye (soyut) sarılmak, bir etkinliğe, bir işe, bir şeye bü­ yük bir istekle, coşkuyla katılmak, güçlük­ lere karşın ona tutunmak: Hayata dört el­ le sarılmak. Derslerine sanlmak. —4. Bir kimseye (soyut) sanlmak, ona büyük bir güvenle bağlanmak. —5. Bir yere, bir şe­ ye sarılmak, yılan, sarmaşık vb. sözkonu­ suysa, bir yere, bir şeyin üzerine dolan­ mak. sanlm ak edilg. f. 1. Kaplanmak, ör­ tülmek: Kırık kolu sarıldı. Güzel bir kâğı­ da sarılan hediye kutusu. —2. Kuşatıl­ mak, çember altına alınmak: Düşman bir­ likleri sarıldı. —3. Yuvarlanmak, silindir bi­ çiminde dolanmak: O gün hep birlikte yaprak dolması sarıldı. Uç saatte sarılan dolmalar on dakikada bitmişti. •■sarınmak dönşl. f. Bir şeye sarınmak, onu kendi üstüne sarmak, onunla örtün­ mek; bürünmek. S A R M A L sıf. Birbiri üzerinde dolana do­ lana giden halkalar biçiminde olan. —Astroflz. Sarmal gökada, parlak yıldız­ ları ve bulutsuları, merkezi bir çekirdek çevresinde yer alan sarmal biçimli kollar içinde dağılmış gökada. —Bot. Sarmal konum, bir sap üzerinde art arda gelen iki yaprak arasındaki ay­ rım açısının sap çevresinin beşte ikisine eşit olduğu yaprak dizilişi. || Sarmal tomur­ cuk, çiçek parçalarının ikisi dışta, ikisi iç­ te ve her birinin bir kenarı dışta, öteki ke­ narı içte olan tomurcuk. —Cerr. Sarmal kırık, doku bütünlüğünün sarmal biçimde bozulduğu kırık tipi. (Sar­ mal kırıklar yalnız uzun kemiklerde, özel-



sarmal lıkle bacakta, uzun eksen çevresinde bu­ rulma [kayak kazası, ray arasına sıkışan ayak, vb.) sonucunda meydana gelir. Sabitleştirilmeleri zordur ve genellikle bir osteosentezi gerektirir.) —Mim. Sarmal merdiven, döner merdi­ ven. —Nöroanat. Sarmal gangliyon, CORTj GANGLİYONU'nun eşanlamlısı. —SCıslem. sant. ve Güz. sant. Sarmal be­ zek, başlık kıvrımı, kıvrıkdal, kavisli oyma gibi, kendi üstünde dolanan çizgilerle ni­ telenen süsleme motifi. (Bk. ansikl. böl.) —Teknol. Sarmal boru, boğumlu hafif plastik malzemeden yapılan ve çoğunluk­ la taşıtların havalandırma kanallarında kul­ lanılan boru.



10208



Fermai sarmalı (A, — A2=A2-A 3)



♦ a. Bot. Yaprak sarmalı, bir sap üze­ rinde ardışık yaprak bağlanma yerleri bir­ leştirilerek elde edilen geometrik eğri. (Plantefol'a göre, sapın tepe sürgendokusu, yaprakları yalnız bir tek sarmala göre değil, birçok sarmala göre dağıtır.) —Cerr. Sarımların biçiminden ötürü bir­ çok sargı tipine verilen ad 1 —Geom. Değişmez bir O noktasından olan p uzaklığı 0 = ([Ox), (OM)) ile aynı



Gafta sarmalı



Poinsot sarmak



zamanda artan ya da azalan bir M nokta sının çizdiği düzlem eğri,burada[Ox)değişmez bir yarıdoğrudur. (Başka deyişle, p, 0 nın tekdüze bir fonksiyonudur.) [Eşanl. S PİRA L.) (Bk. ansikl. böl.) )| Adını biçimin­ den alan özel sonsuz eğri kolu. —ikt. Bir iktisadi olayın başka bir ya da bir dizi iktisadi olaya yol açtığı ve bu son­ raki olayların da birincisi üzerinde ters tep­ kide bulunduğu ve bunun böylece sürüp gittiği süreç. —Opt. Airy sarmalı, çapraz iki turmalin arasında aynı kalınlıkta ancak ters dönme­ li iki kuvars lamı gözlendiğinde ortaya çı­ kan dönmeli polarma olayı. — A N S İK L . Geom. Kutupsal koordinatlar­ daki denklemleriyle birlikte başlıca sar­ mallar şunlardır: Arkhimedes* sarmalı (p = a -eı.Fermat sarmalı(p = a ■Ve),Galileı sarmalı (p = 1 - a ■e2) ve Poinsot sarmalı (p = 1 /c h a ■0) . H iperbolik sarmallar (p = a/n, denklemi y = a olan doğru bu­ nun bir sonuşmazıdır), logaritmik sar­ mallar (p = a ”) ve sinüzoidal sarmallar (p" = a “ -cos «e, olup kelebek eğrisi (a = 2) ve yürek eğrisi (a = 1/2) vb. bunun özel halleridir. Borazan eğrisine (p - a /V e) ve Cornu sarmalına da (optikte, kırınım kuramında ortaya çıkar) değinilebilir, Cor­ nu sarmalı s türünden (eğrisel apsis) parametrik denklemleriyle ve integraller bi­ çiminde tanımlanır: x - |



NpetMik sarnıal u rs M tti- (ı)



o



cos u 2 - d u ,



y =



f



sin u 2 - d u ;



'o



R eğrilik yarıçapı 1/2s ye eşittir. Logaritmik sarmal adını Bernouııı ver­ miştir, bu mezarının üzerine, eadem mutata resurgo (değiştirilmiş olsa da, ben ay­ nını yeniden yaparım) sözüyle birlikte ka­ zılmıştır, çünkü bu sarmalın O merkezli, u açılı ve k oranlı her benzerlik için değiş­ meme gibi ilginç özelliği bulunmaktadır, öyle ki a“ = k eşitliği gerçeklenir,bunun denklemi p = a9 biçimiyle bilinmektedir. Bir başka biçimi, m =cotg V bir değişmez olmak üzere p = em# dır; bu denklem, lo­ garitmik sarmalın herhangi bir M nokta­ sındaki teğetin OM yarıçap vektörüyle de-



ğişmez bir V açısı yaptığını yansıtmakta­ dır. V nin ölçüsü (73° ye çok yakındır), $ türünden 1



exp



r c o tg



denkleminin çözümüdür, burada t altın sayı'dır. Bu sarmalların noktaları bir ABFE, FCGI, GDHJ,..., kare dizisi yardımıyla da çizilebilir, bu kare dizisi, kenarları oranı t olan ABCD, EFCD, GDEI benzer dik­ dörtgen dizisinden elde edilmişlerdir. Lo­ garitmik sarmala pek çok kez yaklaşık bi­ çimde doğada (salyangozlar, çiçekler vh) ve mimarlıkta rastlanır. —Süslem. sant. ve Güz. sant. Asma dal­ larından esinlenen kıvrıkdallı sarmal be­ zekler, Antikçağ'dan beri büyük rağbet gördü ve Ortaçağ'da da kullanıldı; XVI. yy.’da, yapraklarla oluşturulan sarmal be­ zekler, antik modellerin taklidinde yeniden canlılık ve zenginlik kazandı. Barok sanat ve rokay üslubu, eğriler ve karşı eğriler bi­ çiminde ters yönlü sarmal bezeklere ayrı­ calıklı bir yer verdiler. S A R M A L A M A K g. f. “ Üzerini iyice ört­ mek, sıkıca sarmak" anlamında sarıp sar­ malamak deyiminde geçer. ♦ sarmalanmak edilg. f. Sarmalamak eylemine konu olmak. S A R M A L A N M A K ->



S AR M A LA M A K .



S A R M A L H O R T U M a. Kelebeklerde, hayvan dinlenme halindeyken kıvrılmış duran hortum. S A R M A L IM S I sıf. Sarmala benzeyen. —Bot. Sarmalımsı çiçek dizilişi, ardışık çi­ çekli dalların her zaman ana eksenin ay­ nı tarafından çıkması biçiminde çiçek du­ rumu. S A R M A L İA ya da S A R M A L İU S , Tar. coğ. Ptolemaios'a göre Anadolu'da (Galatia bölgesi), Ankara'yı (Ankyra) Tavium’a bağlayan yolun kenarında kent. Anderson, bu kentin Ankara'nın doğu­ sundaki Sungur'da olabileceğini söyler. Ramsay ise kentin Köprüköy köprüsü ya­ kınında bulunduğunu ileri sürmüştür. S A R M A N a (sarıdan sart-man ya da sarmaktan sar man). Sarı tüylü kedi, sıf. Azman, iri, kocaman. S a m u m fm m a s a lla rı (les Contes du chat perché), Marcel Aymé'nin yapıtı (1934). 1950'de yayımlanan ikinci kitap ve 1958'de çıkan üçüncü kitapla dizi tamam­ lanmıştır Bu masalların kahramanları olan hayvanlar insanlar gibi konuşurlar: insan gibi gururlu ve saflardır. Verdikleri "dersler" genellikle buruktur: ayaklanmış ve yeniden kümese dönmek zorunda kal­ mış olan kümes hayvanları “ kendi sahi­ binin midesine inmekten daha büyük bir mutluluk olmadığına.inanırlar". S A R M A Ş D O LA Ş be. 1. Birbirine iyice kenetlenmiş, sarılmış, kucaklaşmış olarak: Sarmaş dolaş yürüyen iki sevgili. —2. Sar­ maş dolaş olmak, birbirine iyice ve sıkı­ ca sarılarak kucaklaşmak. S A R M A Ş IK a. 1. Ağaçların gövdeleri­ ne ve duvarlara sarılan ya da yerde top­ raklara yayılan sarılgan ve tırmanıcı bitki­ lerin genel adı. —2. Orman sarmaşığı, hepyeşil yapraklı sarılgan bitki. (Bil. a. Helogaritmik sarmal (kareler, sarmalın kutbuna yaklaşır) fise “SPra««* (D



logaritmik swmal



Ördek ye Panter Rdand Topor'un Smen’m ımallan’mn yeniden basımı için yaptığı resimleme [Flammarion yayınevi, 1977) dera helix; sarmaşıkgiller familyası.) [Bk. ansikl. böl.) || Tarla sarmaşığı ya da kuzu sarmaşığı ya da çit sarmaşığı, dünyanın her tarafında, özellikle Akdeniz havzasın­ da yaygın, tırmanıcı, çokyıllık otsu ya da yarı çalımsı iki bitki cinsine (convolvulus ve Oplystegia) verilen ad. (Sarmaşıkgiller familyası.) [Bk. ansikl. böl.) —Geom Sarmaşık eğrisi. Düzlemin OP=MQ eşitliğini gerçekleyen P noktala­ rının geometrik yeri olan r eğrisi, burada O değişmez bir noktadır, M bir 6 eğrisi­ ni, Q değişmez bir D doğrusunu çizmek­ tedir, öyle ki, O, R M, Q doğrusal nokta­ lardır. (r, e nin O ya ve D doğrusuna gö­ re sarmaşık eğrisidir.) [Eğriye, bir yer sar­ maşığı yaprağının çevresiyle olan benzer­ liğinden dolayı bu ad verilmiştir.) || Dik sar­ maşık eğrisi ya da Diokles sarmaşığı, Galata BANKERLE­ Rİ.)



bk su samtçmm kesiti



S A R R A FA N çoğl. a. (ar. şarra f m fars. çoğl. şarrsfân). Esk. Sarraflar. S A R R A F İY E a. (ar. sarraf ve -/yye'den şarrSiyye). ikt. tar. Tanzimat'tan önce, sar­ raflardan alınan borç paralar için ödenen bir tür faiz. (Hükümetin, Galata bankerle­ rinden borç olarak aldığı paraların resülmal [anapara] ve faizleri “ sarrafiye", “ akçabaşı” , “ güzeşte” , "senelik nema” gibi adlar altında ödenirdi. Akçabaşı, resülmal; sarrafiye de çoğunlukla faiz, kimi ke­ re de komisyon anlamına gelirdi.) —Tic. SARRAFLlK’ın eşanlamlısı. sıf. Esk. 1. Sarraflıkla ilgili, sarraflığa ilişkin. —2 . ilanat-ı sarrafiye, sarraflıkla il­ gili duyurular, ilanlar.



Saroyan



sarraflık i a. Tic. 1. Sarrafın işi, mes­ leği. —2. Sarrafın altın bozma, değiştirme işlemi için aldığı fark. (Eşanl. SARRAFİYE.)



10212



Larousse



general Sarrail Calderé’nin bir guvaşından ayrıntı Ordu müzesi, Paris



Ervin-M arton



rumia uğraşmak ve Hitler'in Rheinland is­ tilasına karşı koymak zorunda kaldı. Dev­ let bakanlığı (1937-38), içişleri bakanlığı (1938-1940), Milli eğitim bakanlığı yaptı (mart-haziran 1940), Almanlar tarafından tutuklandı ve toplama kampına gönderildi (1944-45). Assemblée de l'Union françai­ se (Fransız birliği meclisi) başkanlığına ge­ tirildi (1951), ortak devletlerle yapılan Pau konferansı'na başkanlık etti (1950).



SARRE (Friedrich), alman ıslam sanatı ta­ rihçisi (Berlin 1865 - ay. y. 1945). Anadolu, Mezopotamya, İran'da sanat tarihi incele­ meleri yaptı. Samerra (Irak) kazılarını, Ber­ lin müzesi'nin İslam sanatı bölümünü yö­ netti (1905-1931). Başlıca yapıttan: iranische Felsreliefs (İran taşkabartmaları, E. Herzfield'le, 1910), Denkmäler Persischer Bau­ kunst (İran mimarlığı anıtları, 1910), Die Kunst des Alten Persiens (Eski iranlilar'da sanat, 1920), Die Keramik von Samarra (Samerra seramiği, 1925).



. (Maurice), fransız general (Carcassonne 1856 - Paris 1929). Sairrt-Cyr’de okudu, Afrika'da hizmet gördü (1877) ve Légion étrangèrée girdi (1882). Savunma bakanı general André'nin yaverliğine getiril­ di (1900), Saint-Maixent okulu'nun komutan­ lığını yaptı (1901), ardından Savunma ba­ kanlığı piyade müdürlüğüne atançjı (1907 B S A R R A U TE (Nathalie). fransız kadın ya­ -1911). 1908'de tuğgeneralliğe 1911’de tüm­ zar (İvanovo, Rusya, 1900). Daha TropisS A R R E B O U R G , Fransa’da arrondis­ mes''deki (1939) [İkinci basımı, 1957] kısa generalliğe yükseldi, Châlons'daki 6 kolor­ sement (Moselle) merkezi, Sarre kıyısın­ metinlerde, "doğuş halindeki duyumlar"ı dunun, ardından III. ordunun, yani Verdun da, Saverne'in B.'sında; 14 523 nüf. yakalamaya çalışarak bilimsel öğretileştirordusunun başına geçti, bu orduyla Mar(1992). Sanayi merkezi (camcılık, ayak­ meye ve geleneksel romana karşı çıktı. Sarne'da Joffre'un durumunu düzeltmesini kabı, makine yapımı, sütçülük). raute’un tropismes’i "fiziksel ya da kimya­ sağladı. Doğu ordusu başkomutanı olarak sal etkenlerin neden olduğu hareket ve (1915), Selanik müstahkem mevkiini örgüt­ S A R R E G U E M İN E S , Fransa’da ar­ yönlenme tepkimeleri"dir, yani başka bir ledi ve Manastır1! Bulgarlar'ın elinden aldı rondissement (Moselle) merkezi, Sarre deyişle gerçek hayatı oluşturan bütün ilk­ (1916). Yunanistan kralı Konstanhnos l'i taht­ kıyısında, 23 684 nüf. (1992). Sanayi sel ya da refleks hareketlerdir Bu tanım çer­ tan indirdikten (1917) sonra Fransa'ya dön­ merkezi (1778'de kurulan fayans imalat­ çevesinde beli belirsiz olan şeyler temel bir dü. Suriye'de Cumhuriyet yüksek komiser­ hanesi, taşıt lastiği, makine ve elektrikli nitelik kazanır, buna karşılık, yaşamın ve liğine Levant ordusu başkomutanlığına ge­ gereçler yapımı, basımevi, mobilya). klasik romanın geniş çaplı örgütlenmeleri tirildi (1924), bir yıl sonra Fransa'ya geri S A R R E LO Ü ÎS , Saarîouis'nin fransızca birer yan olgu gibi görünür Roman düze­ çağrıldı ve görevden çekildi. adı. yindeki bu devrimin en önemli sonuçların­ S A R R A S A N İ (Hans von S1DSCH, — de­ dan biri de "kişilik'’in ve psikolojinin ölü­ S AR R U S (Pierre), fransız matematikçi nir), alman sanatçı ve sirk yöneticisi (1872 müdür (Portrait" d'un inconnu, 1949-50; (Saint-Affrique 1798 - ay. y. 1861). Çok bi­ -1934). İki dünya savaşı arasının en güzel Martereau, 1953). Gerek Kuşku" çağı (l'Ère linmeyenli sayısal denklemlerin çözümü sirklerinden birini yönetti. Yapısıyla olduğu du soupçon) [1956] gibi incelemeleriyle, (1832) ve kuyrukluyıldızlann yörüngelerinin kadar gösterileriyle de eşsiz bir görkemi gerek Planétarium (1959) ve les Fruits d'Or belirlenmesi (1843) konularında kitaplar olan bu sirk, 17 metre çapındaki arenası, (1963) gibi, günlük eşyalar ve dilin yaban­ yazdı. Ayrıca, 3. basamaktan determinant­ bol ışıkları, dansçıları ve hayvanlariyla her lığı ortasında bunalmış roman kişilerinin ları hesaplamak için basit bir kural buldu numarayı bir revü gösterisine dönüştürü­ gerçek bir iletişim kurmaya çabaladıkları ve değişimler hesabında temel yardımcı te­ yordu. romanlanrıda yazar, kendiliğinden yeni ra oremi kanıtladı. mana bağlanır Romanı derinden besleyen t a. Kuzey Amerika'nın ba­ t k u ra lı. Ceb. Üçüncü (ya da ikin­ ve yer yer yüzeye vuran yergi, hem sosyal taklık bölgelerinde yetişen böcekçil çokyıllık ci) basamaktan bir determinantı, bu deter­ türedilerin "sağlam meşin koltuklari'ına, ot. (Bil. a. sarracenia; sarraceniaceae fa­ minantın farklı bütün satır ve sütun eleman­ hem de kendini beğenmişlikten gözü dün­ milyasının örnek tipi.) ları çarpımlarının toplamı olarak hesapla­ yayı görmeyen bir aydınlar öbeğinin “ ah­ —ANSİKL. Sarrasenyalar kalın köksaplı bit­ maya olanak veren pratik kural; çarpımdaki kam kesme’lerine yöneliktir, iki radyo diyakilerdir; köksaptan rozet biçiminde yayılan iki eleman asal köşegen ya da buna koşut loğu denemesinden sonra (le Silence, hareli yapraklar çıkar; türlere göre parlak bir doğru üzerinde ise her bir çarpıma + 1964; le Mensonge, 1966), Sarraute Vous kırmızı ya da beyaz olan yapraklar uzun ve işareti verilir, çarpımın iki elemanı asal ol­ les entendez (1972) ve Disent les imbéci­ dar boru biçiminde kıvrıktır: sırt yanındaki mayan köşegen ya da buna koşut bir doğ­ les (1976) ¡le romana dönmüş ve "tropisbir yaprak lobunun (kapakçık) olduğu yer­ ru üzerinde ise çarpıma - işareti veri­ mes” i bir bakıma La Bruyère'in "karakterde az ya da çok geniş bir açıklık bulunur lir. ler"ine dönüştüren yergiciliği de elden bı­ Bu dağarcıklar su doludur ve böcekler bu­ rakmamıştır. Bu yapıtlarda yazann üzerin­ rada boğulurlar Tek tek, büyük ve sarkık de durduğu, insanlardaki, kurumlardaki olan çiçekler, beşli tipte çok sayıda erkeksahteliktir Ne var ki, bu konuya daha "yaorganlıdır ve şemsiye biçiminde çok geliş­ kın"a giderek değil, "daha önce"ye döne­ miş bir tepeciğe sahiptir Meyvesi çok to­ aei + b fg +- d h c i e f rek, yani insanlığın bireylere ayrışmasın-ı humlu bir kapçıktır Sarrasenyalar güzel - ceg - b d i - fha. dan önceki döneme dönerek yaklaşıra renkli, damarlı, tulumsu yapraklarıyla çok Burada insan psişizmi, insanın kendisin­ güzel görünen süs bitkileridir Birçok me­ de değil, insanlar arasında, insan türü­ lez çeşitleri de üretilmiştir nün temel bunalımlarıyla toplum baskıla-ı ı, mach * SAYlSI'nın eşanrının birbirinden ayırt edilemeyecek ka­ ■ S a m ıs z in c iri. Geom. Eklemleme eksen­ lamlısı. dar birbirine karıştığı çelişkili bir “nolerinin üçer üçer koşut ya da kesişen oldu­ man's land’ de saptanabilir (l'Usage de ğu on katı cisimden oluşan kapalı zincir. S A R R A U T (Albert), fransız siyaset adala parole, 1980; Enfance, 1983). Sarrau-' nni;(Bordeaux 1872 - Paris 1962). Türkiye’ SAR S A K srf. ve a. 1. Yaşlılık, hastalık, za­ te'un ayrıca tiyatro oyunları (Elle est là,1 de büyükelçilik yaptı (1925), ardından içiş­ yıflık vb. bir nedenle bedeni titrer, gibi sar­ 1980; Pour un oui ou pour un non, 1982) leri (1926-1928 ve 1934-35) ve Donanma sılan kimse; bu kimsenin bedeni, yürüyü­ vardır. Son yapıtları: Enfance (1983), Pa­ (1930) bakanlıklarına getirildi, iki kez (ekim şü vb. için kullanılır. —2. Sarsak sarsak, ir/ Valéry et l'enfant d'éléphant (1985),. -kasım 1933 ve ocak-haziran 1936) hükü­ sarsak sursak, sarsakça, sarsılarak. Tu ne t'aimes pas (1989). metin başına geçti, fabrika işgallerine yol —Tarım mak. Biçerdöverin arkasına yerleş­ açan grevlerle ağırlaşan bir toplumsal dutirilen, salınımlı bir hareketle çalışarak dö­ S A R R A Z , İsviçre’de (Vaud kantonu) verden çıkan sap ve samanla karışık tana komün, Lozan’ın K.-B.'sında; 1 210 nüf. leri ayıklamaya yarayan elek. Derebeylik şatosu, günümüzde müze, z z ijth XIV. yy.'dan kalma St-Antolne capellası. S A R S A K DOĞAN a. Zool. KERKENEZ’ in eşanlamlısı. S A R R A Z İN (Jacques) - * Sarazín .



X' X



X X



Albert Sarraut



Sarrus zincirinden üç örnek Birinci halde (üstte), a, e, I, b nin eklemleri üç koşut eksen etrafında yapılmıştır, a, c, d, b eksenleri de aynı şekilde ama ona dik bir doğrultudadır, ikinci halde (ortada), a, e, t, b eklemleri O da kesişen üç eksen etrafında yapılmıştır; aynı şekilde, a, c, d, b P de kesişen üç eksen etrafında eklemlenmiştir. Üçüncü halde (altta), a, c, d, b koşut eksenler boyunca eklemlenmiştir, oysa a, e, i, b P de kesişen eksenler boyunca eklemlenmiştir.



S A R S A K L IK a. Sarsak olma durumu, sarsak bir kimsenin niteliği.



~D 3> S A R R E , alm. Saar, Fransa ile Alman­ ya arasında ırmak, Moselle'in kolu (sağ kıyıdan). Sarre blanche (Beyaz Sarre) ve Sarre rouge'dan (Kırmızı Sarre) oluşur ve Donon kütlesinden doğar; 246 km. K.’e doğru (Sarrebourg ve Sarreguemines'den geçerek) Saarbrücken^ kadar akar; daha aşağıda K.-B.'ya yönelir ve çığırı giderek daha derinlere gömülür. Aşağı çığırı derin bir vadiden geçerek dik kenarlı büklümler çizer. Saarbrücken antiklinal yarığı madenkömürü çıkarımını kolaylaştırmıştır. Sarre, içinden geçtiği sanayi bölgesinin hidroelektrik enerji ek­ senlerinden biridir. Ancak ırmak üstün­ deki ulaşım daha çok Almanya'da yay­ gın ve yoğundur. S A R R E , Saarland’ın fransızca adı.



S A R S A LA M A K g. f. Bir kimseyi, bir şe­ yi sarsalamak, yinelenen bir hareketle sars­ mak. SARSAR a. (ar. şarşaı). Esk. Şiddetli ve gürültülü esen soğuk rüzgâr. S AR S FİELD (Patrick), Lucan kontu, İr­ landalI general (Lucan, Dublin yakınında, 1650’ye doğr - Huy 1693). James ll'nin or­ dusunda görev aldı, 1688'de ona bağlılı­ ğını sürdürdü. Parlak bir jacobite önder ol­ duğunu gösterdi, ancak gözüpek başarı­ larına karşın 1691'de teslim olmak zorun­ da kaldı ve Fransa'ya sığındı. Louis XIV’ ün ordulannda savaştı, Landen savaşı’nda ölümcül biçimde yaralandı. S A R S IC I sıf. Bir kimseyj -allak bullak eden şey için kullanılır: Sarsıcı bir film. Sarsıcı gerçekler.



Sartre S A R S IK sıf. 1. Sarsılmış. —2. Sarsak. S AR SH JŞ a Sarsılmak eylemi ya da bi­ çimi. S A R S ILM A a Sarsılmak eylemi. —Kâğ. san. Liflerin, biçimlenmekte olan kâğıt yaprağında düzgün biçimde dağıl­ masını kolaylaştırmak için, frekansı ve ye­ ğinliği ayarlanmış salınımlar ileten bir dü­ zeneğin etkisiyle kâğıt makinesi eleğinin enine yer değiştirmesi. S A R S ILM A K -



SARSMAK.



S A R S ILM A K LIK a. Fels. Epikurosçulara ve stoacılara göre mutluluğun temeli olan mutlak ruh dinginliği. S A R S IM a Sarsmak eylemi; sarsma. S A R S IN T I a 1. Bir cismi etkileyen, özel­ likle de bir çarpma ani bir güç boşalma­ sı, kesintili bir hareket vb. sonucu oluşan sallanma çalkalanma sıçrama Vbf çok bo­ zuk, sarsıntıların nedeni bu. Uçağın sarsın­ tıyla yükseklik kaybetmesi yolculara korkulu anlar yaşattı. —2. Deprem: Son yıllann en büyük sarsıntısı. (Genellikle yersarsıntısı bi­ çiminde kullanılır.) —3. Deprem anındaki yer hareketlerinden, deprem dalgalanrıdan her biri: İkinci sarsıntıda koca bina yerle bir oldu. —4. Bir hastalığın ya da dayanılmaz bir olayın fiziksel ya da ruhsal denge üze­ rinde yarattığı derin ve sürekli etki: Hasta­ lığın sarsıntısını bir türlü attatamamak. —5. Bir topluluğu etkileyen karışıklık; siyasal, ik­ tisadi, toplumsal güçlükler: Ekonomik sar­ sıntı. Mali sarsıntı içinde olan bir kuruluş. —Dy. Düşey sarsıntı, bir demiryolu taşıtın­ da, düşey salınımlardan kaynaklanan ve ardışık iki ya da üç sıçrama biçiminde or­ taya çıkan kesikli tedirginlik hareketi. —Hidr prıöm. Türbomakinelerin kimi ça­ lışma rejimlerinde görülen v b akışkanın akı­ şında, debinin ve basıncın dönemsel salınımlar yapmasıyla belirginleşen olay. —Jeofiz. Yer sarsıntısı, OEPREM'in eşan­ lamlısı. —Nörobiyol. Kas sarsıntısı, yüzeylerine uy­ gulanan bir elektrik şoku ya da eşzamanlı bir sinir akımı ile uyarılan çizgili kaslarda gözlenen, evresel fâzlı liflere özgü kaçak kasılma. —Oto Bozuk zeminli bir yolda ilerleyen bir arabada meydana gelen sçrama, zıplama —Patol. Bir organın doğrudan bir darbey­ le ya da uzaktan bir etkiyle saısılması. || Be­ yin sarsıntısı, bir kafatası travması sonucun­ da beyinde belirgin geçici işlev bozukluğu. (Beyin sarsıntısı komaya neden olabilir, ama odaksal bir lezyonu gösteren hiçbir belirti olmaz. Evrimi her zaman iyicildir.) —Yerbil. Sismik, tellürik sarsıntı, bir yer sar­ sıntısı sırasında toprağın salınımlarının her biri. S A R S IN T ILI sıf. 1. Sarsılan, sallanan bir şey için kullanılır —2. Kalıcı olmayan, iyi­ ce oturmamış, düzensizlik gösteren bir şey için kullanılır S A R S IN T IS IZ sıf. 1. Sarsıntısı olmayan; sarsılmayan. —2. Güvenlik içinde olan; gü­ venil, düzenli. SAR SIŞ a Sarsmak eylemi ya da biçimi. S AR S M A a Sarsmak eylemi. —Hidr. bağl. Kalıba sarsma hareketleri uy­ gulayarak betonu sıkıştırmak işlemi. || Sars­ ma beton, fabrikada, kusursuz bir biçim­ de kalıplanan ve kalıp içinde titreşimler uy­ gulanarak sıkıştınlan beton. —Metalürj. Çıkartmasını kolaylaştırmak üzere bir döküm modeli ya da maça kutu­ suna uygulanan düşük gemlikli hareket. —Tip Hippokrates sarsması, göğüs ya da mide içindeki sıvılan harekete geçirerek bir çalkantı sesi çıkartacak biçimde hastayı sil­ keleyerek muayene etme yöntemi. S A R S M A K g. f. 1. Bir kimseyi, bir şeyi sarsmak, birdenbire ve birbirini izleyen ke­ sik darbelerle karşıt yönlere hareket ettir­ mek, sallamak; yerinden oynamasına, sallarmasına neden dmak: Onu kendine gel­ mesi için kollanndan tutmuş, durmadan sarsıyordu. Masayı sarsma, sular döküle­



S AR TİY E a Denize. Babafingo cunda­ cek. Gemiyi sarsan dalgalar. —2. Bir kim­ sından alınıp gurcata kollarından geçirile­ seyi sarsmak, onun fiziksel ve / ya da ruh­ rek fişeklik çemberine bağlanan halatlar. sal dengesini bozmak: Bu hastalık onu çok sarstı, kendine gelmesi uzun zaman ala­ SAR TO (Andrea DEL) -> A n d r e a DEL cak. Acı haber, onu çok sarsmıştı. S a r to . —3. Bir şeyi (soyut) sarsmak, doğruluğun­ S ARTORİT a (fr sartorite; alman yerbi­ dan kuşku duyar duruma getirmek: Bu ba­ limci W. Sartorius'un [1809-1876] adından). şarısızlık kendine duyduğu güveni sarstı. Miner Monoklinik sistemde yer alan Hiçbir şey özgürlüğe duyduğum inancı P b A s ^ formülündeki doğal kurşun arsesarsamaz. Bu olay, ona olan saygımı çok nosüifür. sarstı. —4. Bir şeyi (soyut) sarsmak onun eski gücünü, sağlamlığını yitirmesine yol ■ SAR TR E (Jean-Paul), fransız yazar ve fi­ açmak: Bu aramızdaki dostluğu sarsar, iki lozof (Paris 1905 - ay. y. 1980). Deniz su­ ülke arasındaki ilişkileri sarsan diplomatik bayı olan babası 1906’da öldü. Annesi bir skandal. —5. Bir kurumu, bir etkinliği Anne-Marie Schweitzer, akrabalarının yar­ vb. sarsmak, gücünü, sağlamlığını yitirme­ dımıyla, oğlunu tek başına yetiştirdi. Annesi sine neden olmak: Rüşvet olayına bazı ba1917'de yeniden evlenince, Sartre'ı La Rokanlann adının kanşması hükümeti sarstı. chelle'e götürdü. Sartre 1920'de Paris’e Gösteriler yönetimi sarsıyor. Ekonomiyi kö­ döndü ve orta öğrenimini tamamladı. Ço­ künden sarsan bir bunalım. cukluğu sırasında yaşadığı olayları 1964'te —Patol. Sarsıntı yaratmak. [| Birini sarsmak, yazdığı SözcüHpr (les Mots) adlı kitapta an­ birine ruhsal şok yapmak, şiddetli bir he­ lattı. 1924'te l'Ecole normale supérieures yecan geçirtmek: Bu korkunç haber onu kabul edildi. Sartre burada okurken Simo­ çok sarstı. ne de Beauvoir’la tanıştı; 1929'da ikisi de felsefe öğretmenliği sınavını kazandılar. ♦ sarsılmak edilg. f. 1. Yerinden oyna­ Sartre, askerlik görevini yaptıktan sonra mak, sallanmak, silkelenmek: Deprem böl­ 1931’de Havre’da, sonra da Paris’te felse­ gesi dün yine sarsıldı. —2. Fiziksel ya da fe öğretmenliğine atandı. 1944’te öğret­ ruhsal dengesi bozulmak: Oğlunu kaybe­ menlikten ayrıldı ve 1945’te les Temps m e dince çok sarsıldı. —3. Bir şeyden (soyut) söz ederken, kuşkulu bir duruma gelmek; dernes dergisini kurdu. Sarire’ın felsefesi, görüngübilimsel bir eski gücü, sağlamlığı kalmamak: İnançlaidealizmden yola çıkarak bir praksis mad­ n sarsılmak. O olaydan sonra ona olan gü­ deciliğine varır, izlediği bu felsefi yolu, ede­ venim sarsıldı. bi yapıtlarından ve siyasal etkinliğinden S AR T a. (esk. türkç. tacir anlamında ayırmak olanaksızdır söze.). Orta Asya Türkleri'nin, bu bölgede­ Sartre, felsefesine klasik dünya ve ben ki kentlerde yaşayan ve genellikle ticaretle ilişkileri görüşünün husserlci bir eleştirisiy­ uğraşan İran kökenli, ama türkleşmiş halk le başlar. Ego'nun aşkınlığı (La Transcen­ ile göçebelerle alışveriş yapan Iranlılar'a dance de l’ego) [1936] adlı yapıtıyla, yönelverdikleri ad. mişliğin aynı zamanda olumsuzluk da ol­ —ANSİKL. “ Şart'' adı, Radlov sözlüğüne duğunu ileri sürerek, bilincin bir şeyin bi­ bakılırsa, Moğollar'ın egemenliği dönemin­ linci olduğu yolundaki husserlci düşünce­ de öteki Asya kavimlerini, özellikle müslüye ağırlık verir. Dolayısıyla bilinci nesnele­ man ulusları belirlemek için ortak bir terim rinden kurtararak ve bilinci dünyanın kuru­ olarak kullanılırken, XVII. yy.'da Özbekler cu ilkesi olarak ele alarak, Husseri'i aşmak bunu kendileri dışında kalan topluluklar gerekir Sartre'a göre, transsendental özne, özellikle Kırgızlar gibi göçertonar olan halk­ bir bilinç verisi olmadığı gibi, bilincin konu lar için kullandılar Kazaklar ise tam tersi­ edindiği bir düşünce nesnesi de değildir. ne türkçe ya da farsça konuşmalanna bak­ L'imagination (imgelem) [1936] ve l'imagimaksızın, tüm yerleşik topluluklara “ sari" naire'üe (imgelemsel) [1940], imgenin yö­ derlerdi. Tatarlar da Orta Asya'nın köylü hal­ nelimse! niteliği üzerinde durarak imgeyi bir kını ve kendileri dışındaki türkçe konuşan şey olarak değil de, bir edim olarak ele alır kentlileşmiş topluluklan, Türkmenler ise As­ İmgelemsel bilincin başlıca ayırtedici özel­ ya’nın Tacikler dışında kalan türkleşmiş liği olumsuzluğudur Bestece yönelmişliğin halklarını bu adla anarlardı. radikalleştirilmesi, yaşantı görüngübiliminin S A R T H E , Fransa'nın batı kesiminde ır­ bir özgürlük varoluşçuluğuna doğru aşıl­ mak, Maine'in ana kollanndan biri; 285 km masını sağlar. Bilinç dünyaya iki biçimde (havzası 8 000 km2'den büyük). Mortabakabilir: algı olarak dünyayı kendi gerçek­ gne'ın K.'inde Perche tepelerinden doğan liği içinde, imgelem olarak da, kendi gerırmak, Angers'in biraz yukarısında Mayençeksizliği içinde ele alır Bu sav, Esquisse ne'e kavuşur. d'une théorie des émotions (Bir heyecan­ lar kuramının taslağı) [1939] adlı yapıtta da­ S A R T H E , Fransa'da (Pays de la Loire ha da geliştirilir: Sartre'a göre tutku, Freud’ bölgesi) departement; 6 206 km2; 513 un tersine, dürtü değil, yönelimsel bilinçtir. 654 nüf. (1992). Merkezi Le Mans. Bulantı* (la Nausée) [1938], Duvar" (le Tanm gelirlerinin dörte üçünü hayvancı­ Mur) ve Hürriyet yolları (les Chemins de la lıktan sağlayan Sarthe'ta işletme alanlan 10 liberté) [1945-1949] gibi yapıtlar bu bilinç -40 ha arasında değişir Sarihe kendi kay­ ve özgürlük kuramı çerçevesinde yazılmış­ nakları ve çeşitli katkılar (merkeziyetçilikten tır Bu yapıtlardaki kişiler, Bulantı'daki Rouzaklaşma) sayesinde zengin bir sanayi quentin ya da Bir önderin çocukluğu'ndapotansiyeline sahip olmuştur (dökümevle ki (l’Enfance d'un chef) [Duvar] Fleurier gi­ ri, pompalar, süteMeri, bıçkıevleri, demiryo­ bi, bir başına kalmış yapayalnız karşı kah­ lu gereçleri, traktörler, elektronik, silah, ka­ ramanlardır. Buna göre roman ve hikâye­ uçuk, iç çamaşırı basımevi). nin işi, bir özü ve özellikle seçkin burjuva S A R T İ (Giuseppe), İtalyan besteci (Faenaydının özünü ortaya koymaktır. Sartre ro­ za 1729 - Berlin 1802). Kopenhag’a yerle manlarında “ şeylerin kendine” dönerek, şerek İtalyan operasının başına geçti ve sa­ Husseri'i izler Bunların hepsi, l'Être et le rayın müzik yöneticiliğini yaptı (1753 Néant'da (Varlık ve hiçlik) [1943] kavram-1775). Sonra İtalya’ya döndü, Cherubini' sallaştınlmıştır Bu yapıt, fenomenin, kendin­ ye ders verdi ve Giulb Sabino (1781) ve Fra den başka hiçbir şeye gönderme yapma­ i due litiganti (1782) adlı operaları bestele dığı düşüncesine dayanan ve bir artdündi; bu son operası Viyana’da büyük öfke ya yanılmasını kesinlikle reddeden "bir göuyandırdı. Mozart’ın Don Giovanni adlı rüngübilim denemesi” dir Böylece bulantı operasında bu yapıtın adı geçer. Sarti da, varlığa ilişkin bir varlıkbilim-öncesi sezgi 1784'te Petersburg'da Paisiello’nun yerine haline gelir. Sartre sistemini, varlığın say­ Yekaterina ll’nin capella yöneticiliğine g e damsızlığı olarak gördüğü kendinde var­ tirildi. Orada özellikle rusça oratoryolar ya­ lık ile hiçleme gücü olarak ele aldığı kendi zarak (orkestrada çan çalgısından ve top için varlık kavramlarına dayandırır Bilincin seslerinden de yararlandı) müzik yaşamı­ kendi için varlığını sürekli bir aşkınlık ola­ nı canlandırmaya çalıştı. 1787-1791 arasın­ rak görür ve aşılan şey de ortada bulunan da Potemkin prensinin hizmetine girdi. Son varlığın "olgusallığfdır Demek ki bilinç, ta­ yıllarındaysa öğrenci yetiştirmeye ağırlık mamen özerktir ve özgürlüğün özünü de bilincin bu edimi belirler Öyleyse, "varoluş verdi.



10213



Lau re d e D ecker-G am m a



Nathalie Sarraute



Sartre özden önce gelir” sözü, insan varlığını ön­ ceden belirleyen herhangi bir Tanrı ya da insan doğası olmadığı anlamına gelir Yani insan, özgürlüğe mahkûmdur ve “ kendi­ ni ne yapmışsa ancak odur". Özgürlüğün variıkbilimsel temelini, kendiiçin’in zamarv sal yapısı sağlar Kötü niyet, olgusallıkta aşkmlığın varlığını ileri sürerek özgürlük­ ten, yani, özgürlüğün içerdiği bunalım duygusundan kaçan İnsanın tutumudur. Bir varlığın ne olduğu o varlığın kendisi olmadıkça bilinemez; varlık, onu tanıyan özne o varlığın kendisi olmadığı için ken­ di olduğu gibidir. Demek ki gerçek, an­ cak insansı bir gerçek olmaya mahkûm­ dur Dolayısıyla bilgi ya da söylemin ta­ mamlanması diye bir şey sözkonusu ola­ maz. Bütünselleştirim, bir aldatmaca ol­ maktan kurtulamaz, çünkü Tanrı’dan baş­ ka bir şey olmayan bir kendiiçin kendinde varlık düşüncesi, bir çelişmedir. Bilinç, var­ lığın varolduğuna kanıtsa, dolayısıyla Tann'nın varolmadığıha da kanıttır Ama, olum­ suzluğundan başka, bilinç aynı zamanda bedenseldir. Öznelliklerarası sorunu da kendini burada gösterir, başkası, kendiiçinin dünyasında, bir başka bedenleşmiş kendi için olarak ortaya çıkar Bakış, baş­ kasının aşkınlığını açığa vurur ve çatışma, başkasıyla ilişkiyi bir yapıya kavuşturur. Beden, hem biricik ruhsal nesne, hem de dünyadaki durumun temelidir. Öyleyse, kendiiçin beden, ancak başkası için be-



10214



G. Freund



Jean-Paul Sartre ve Simone de Beauvoir (1967’de)



den dolayımıyla bilinebilir; çünkü kendiiçin, başkasının bedenini de, kendi bede­ nini de aynı zamanda kavrar, demek ki o aynı zamanda hem özne, hem de nesne­ dir. Öznelliklerarası sorunu böylece, "ce­ hennem başkalarıdır" formülünün dile ge­ tirdiği bir "kapatma" kuramına varır. De­ nilebilir ki Sartre'ın tiyatrosu (Sinekler [les Mouches], 1943; Gizli oturum [Huis clos], 1944; Saygılı yosma [la Putain respectu­ euse], 1946; Kirli eller [les Mains sales], 1948; Şeytan ve yüce Tanrı [le Diable et la Bon Dieu], 1951; Nekrassov (1955), Al­ tona mahkûmları [les Séquestrés d ’Altona], 1959), bütünüyle bu kuramın bir uy­ gulamasıdır. Gerçekten de bu tiyatroda, olanaksız bir öznelliklerarası İlişkiden kay­ naklanan bir trajediyi ve kendisiyle diya­ lektik değil de, dairesel bir ilişki içinde ol­ duğumuz başkasının bakışı karşısındaki ezilmişliği buluruz. l ’Être et le Néant'da sergilenen varlıkbillm, bir ahlak anlayışı ta­ sarısıyla tamamlanır ve Freudcu bllinçdışının yerine, belli bir durumdaki kişinin var­ oluşsa! psikanalizi ele alınarak praksisle il­ gili buyruklardan birtakım görüngübillmsel sonuçlar çıkarılır Sartre’ın felsefesi, Var­ oluşçulukla (L’existentialisme est un hu­ manisme) [1945-46] başlıklı konferansın ve Cahiers pour une morale’de (Bir ah­ lak için defterler [1983’te yayımlandı] gö­ rüldüğü gibi, Sartre’ın felsefesi descartesçı istenççiliği yeniden etkinleştiren idea­ list bir hümanizmdir. Bu öndayanakların tümü, sartrecı edebiyat görüşünü de et­ kiler (Edebiyat nedir? [Quest-ce que la lit­ térature?], 1947). Bûtünselleştlrlm olanak­ sızlığından, edebiyat yapıtının kendi üze­



rine kapalı bir bütün oluşturamayacağı or­ taya çıkar. Bununla birlikte yazar, her ne kadar kendi çağını seçemezse de, ken­ dini o çağın bir insanı olarak seçebilir; Baudelaire (1947) adlı yapıtta savunulan tez de budur. 1952’deki Saint Genet, co­ médien et martyr incelemesi, varoluşsal bir davranış psikanalizine eklemlenen bir ahlak kitabıdır: “ Deha bir yetenek değil­ dir, umutsuz bir durumda keşfedilen bir kurtuluş yoludur." Ahlaksal istek, toplum­ sal bir kuramdan ayrılamaz. Varoluşçulu­ ğu, "Çağımızın aşılması olanaksız felse­ fesi" olarak kabul ettiği marxçilik ile bağ­ daştırmaya çalıştığı Critique* de ta raison dialectique’in (Diyalektik aklın eleştirisi) [1960j anlamı da budur. Sartre bu yapıt­ ta, tarihsel bir antropoloji kurmaya girişir. L’Être et le Néant’da bilincin bir etkinlik kuramını öneren Sartre, Flaubert üzerin­ deki incelemesinde {l’idiot de la famille [Ailenin delisi], 1971-72) bir edilgenlik ku­ ramını ortaya koyar. Bu yapıt Sartre'ın dü­ şüncesini bütün boyutlarıyla yansıtması bakımından önemlidir, çünkü hem yaşamöyküsel bir roman, hem tarihte özgür­ lüğü ele alan toplumbilimsel bir inceleme ve varoluşçuluğun antropolojik yönünü vurgulayan bir felsefi yapıttır. Sartre’ın felsefesindeki kaypaklık mili­ tan davranışlarında da görülür. 1966’da Sartre, B. Russell’ın isteği üzerine, Vietnam savaşı üzerine bir soruşturma komisyonu olan "Russell mahkemesi"ne üye olmayı kabul etti. Bu savaşa karşı birçok protes­ to mitingine katıldı, mayıs 1968 itirazını destekledi ve "Prag ilkbaharından yana cephe aldı. 70’li yıllarda, fransız maocu hareketler içinde savaşım verdi. Bu dö­ nemde, sırasıyla la Cause du peuple (Hal­ kın davası) gazetesinin, Tout! (En önemli­ si!) dergisinin yönetimini üstlendi, 1973'te günlük Libération (Kurtuluş) gazetesinin çıkarılmasına katkıda bulundu ve bu ga­ zetenin ilk yöneticiliğini yaptı. 1974’te, her ikisi de maocu militan olan Ph. Gavi ve P Victor ile yaptığı bir dizi görüşmeyi On a raison de se révolter (Başkaldırmakta hak­ lılar) başlığıyla yayımladı. Ölünceye kadar Sartre, birçok görüşme yaptı, birçok tavır koydu, iki de filme, A. Astruc ve M. Contat'ın Sartre par lui-même (Kendi görüşüy­ le Sartre) [1976] adlı filmleriyle Josée Da­ yan ve Malka Rybowska’nin Simon de Beauvoir (1978) adlı filmlerine katıldı. De­ nemeleri. m a ile le ri vb., 1947-1976 ara­ sında Situations (Durumlar) adıyla yayım­ lanan 10 cilt içinde toplandı. Ölümünden sonra, les Carnets de la drôle de guerre (nov. 1939 - mars 1940) [Tuhaf savaşa ilişkin notlar (kasım 1939 - mart 1940)] ve Vérité et Existance [Gerçek ve varo­ luş] adlı yapıtları ve başta Simone de Beauvoir'a gönderdiği mektuplar olmak üzere, çeşitli mektupları yayımlandı (Lett­ res au Castor et à quelques autres [Castor'a ve başka bazı kimselere mektup­ lar], 2 cilt, 1983). S A R U B ATU BEY, Savcı Bey de de nir, bazı kaynaklarda adı Saru Bay, Saru Yattı, Saru Batu, Saru Bal, Saru Tay olarak da geçer, OsmanlI devletinin kurucusu Osman Bey’in kardeşi (öl. Ka­ racabey yakınları, Bursa, 1288). OsmanlI devletinin kuruluş öncesi verdiği tüm sa­ vaşlara katılarak Osman Bey'e yardımcı oldu. BizanslI general Flanos'un komuta­ sındaki orduyla Bursa yakınlarında Karacahisar ile İnegöl tekfurlarına karşı yapı­ lan savaşta Erice’de öldü. Öldüğü yerde­ ki bir çam ağacının dibine gömüldü. Bu ağaca adakta bulunup mum yakmak ge­ lenekleşti ve ağaca Kandilli ağaç adı ve­ rildi. S A R U C A P A Ş A , türk denizci (XIV. yy.). Yaşamı hakkında fazla bilgi yoktur. 1390'da Anadolu beylerbeyliğine getiril­ diği ve Gelibolu’da liman ve tersane yap­ makla görevlendirildiği bilinmektedir. Alt­ mış parçadan oluşan bir donanmayla Sa­ kız ve Eğriboz adalarıyla, Yunanistan’ın bazı limanlarına da baskınlar düzenledi.



S A R U C A P A Ş A , türk vezir (öl. Gelibo­ lu 1454). Rum asıllı bir devşirmeydi. Mu­ rat ll'nin saltanatı zamanında vezir ve Edir­ ne muhafızı oldu. Mehmet ll’nin tahttan ayrılıp Manisa’ya dönmesinden sonra onun lalalığına getirildi. Mehmet ll'nin ikin­ ci kez padişah olması üzerine de görevi­ ni Divanı hümayun'da sürdürdü. İstanbul kuşatması sırasında ordunun sol kanadı­ na komuta etmesine karşın, kentin ele ge­ çirilmesinden sonra gözden düştü. Geli­ bolu’ya giderek yaşamının son yılını ora­ da geçirdi. S A R U H A N , Ege bölgesinin orta kesi­ minde tarihi yöre; Anadolu beyliklerinden Saruhanoğulları’nın egemenlik alanı. Coğrafya bakımdan, Gediz havzasının or­ ta ve aşağı çığırını kapsar ve antik Lydla' nın verimli topraklan ile ünlü çekirdeğini oluşturur Osmanlı imparatoriuğu’nun son dönemlerinde Aydın vilayetine bağlı ve merkezi Manisa olan sancağın adıydı. S A R U H A N B EY , Anadolu’da Saruhanoğulları beyliği'nin kurucusu (öl. 1345). Harizm'den gelen atalan Anadolu Selçukluları’nın hizmetine girdi. Saruhan Bey, bir türk birliğinin başına geçerek Manisa ve çevresini aldı; bazı Ege adalarını vergiye bağladı (1313). Önceleri BizanslIlar ile dost geçindiyse de, bizans donanması­ nın, haçlı donanmasının da yardımıyla Aydınoğlu Umur Bey'in donanmasını yakıp İzmir’i ele geçirmesi üzerine (1344) Bi­ zanslIlarla bozuştu. Aydınoğlu Umur Bey'in kuvvetleriyle oğlu Süleyman Bey komutasındaki bir orduyu Rumeli’ye gön­ derdi. Amacı Bizans’ı ele geçirmekti. Er­ tesi yıl ölünce bunu başaramadı. Öldü­ ğünde Anadolu'da 20 kale ile 15 kent, Sa­ ruhan beyliği’nin egemenliğindeydi ve beyliğin ordusu 10 000 kişiyi bulmuştu. S A R U H A N L I, Ege bölgesinde Mani­ sa iline bağlı ilçe; 73 888 nüf. (1990); 898 km2; merkez bucağı dışında 1 bu­ cak, 43 köy. Merkezi, Manisa'nın 18 km K.-K.-D.'sunda Saruhanlı, 12 977 nüf. (1990). Tahıl, pamuk, tütün, zeytin, mey­ ve üretimi. Çırçır fabrikası, tekstil. S A R U H A N -M E N T E Ş E k ü t le s i MENDERES kütlesi. S A R U H A N O â U L L A R I, Batı Anado­ lu'da, merkezi Manisa olarak kurulan türkmen beyliği (1302-1410). Beyliğin ve sü­ lalenin kurucusu olan Saruhan Bey, Germiyanoğulları'na bağlı bir uç beyi olarak (1302), yönetimindeki türkmen oymağının başında eski Lydia ülkesinde fetihlere gi­ rişti. Manisa’yı ele geçirerek (1313) bağım­ sızlığını duyurduktan ve beyliğinin merke­ zini buraya taşıdıktan sonra sınırlarını de­ nize doğru genişletti. Böylece batıda İz­ mir körfezine, doğuda Alaşehir’in batısı­ na, kuzeyde Bergama’ya ve güneyde de Nif (Kemalpaşa), Turgutlu, Kemaliye’ye ka­ dar uzanan bir alanı egemenliği altına alan Saruhan Bey, kıyıya da ulaşınca güç­ lü bir donanma kurarak Foça, Sakız, Naksos, Midilli kıyılarını vurmaya başladı; bir süre sonra da buralarda yaşayan Rumlar’ la Cenevizliler'i yıllık haraca bağladı. Do­ nanmasıyla Ege adalanna ve Mora yanmadasına seferler düzenleyen Saruhan Bey, Osmanlılar'a karşı BizanslIlar ve Aydınoğulları ile birleşmesi sonucu Gelibo­ lu'yu da basarak yağmaladı. İmparator Andronikos lll’ün ölümü üzerine (1341) bi­ zans tahtında hak iddia eden Kantakuzenos’a yardım konusunda Aydınoğlu Umur Bey’le anlaşmaya vardı. Ancak, Aydınoğulları donanması İzmir'i işgal eden Haç­ lılar tarafından yakılınca,kendisi denizden, Umur Bey.de karadan Rumeli’ye geçip burada Kantakuzenos ile birleştiler Bu se­ fer sırasında (1345) büyük oğlu şehit dü­ şen Saruhan Bey de aynı yıl içinde ölün­ ce, küçük oğlu ilyas Bey ardılı oldu, ilyas Bey döneminde (13451362) Saruhanlılar, damadı Orhan Gazi ile anlaşan Kantakuzenos'a karşı Bizans imparatoriçesi Anna' nın yanında Osmanlılar’a karşı savaştılar. Ancak, Osmanlılar’ın giderek güçlenme-



Sasaniler leri ve Rumeli'de fetihlere girişmeleri Saruhanlılar'ın gaza yollarını kapatınca, bu kez de müttefikleri imparatoriçenin toprak­ larına saldırıp yağmalamaya başladılar. Bi­ zans tahtını Orhan Gazi'nin yardımıyla ele geçiren Kantakuzenos, yine Osmanlılar sayesinde saruhanlı atanlarını bir ölçüde engellemeyi başardı. Kantakuzenos'u de­ virerek yerine geçen imparator loannes Palaiologos V, tuzağa düşürdüğü Saruhanoğlu llyas Bey'i tutsak aldı (1356). İlyas Bey'in eşi, imparatora ödediği büyük bir fidye karşılığında kocasını tutsaklıktan kurtardı, llyas Bey'in ölümünden sonra ye­ rine geçen oğlu Ishak Bey (1362-1388), Osmanlılar'la dostça ilişkiler kurdu; Sırpsındığı* (1364) ve Çirmen* (1371) sa­ vaşlarına yardımcı kuvvetler göndererek Murat l'in yanında yer aldı; osmanlı -karaman çekişmesinde Karamanoğulları' na karşı Osmanlılar'ı destekledi. Ishak Bey'in ölümü üzerine Hızırşah ve Orhan adlı iki oğlu arasında taht kavgası başla­ dı. Bu kavgada üstün gelen Hızırşah, bey­ liğin başına geçerken (1388), Orhan da kaçıp Osmanlılar'a sığındr. Hızırşah, Karamanoğulları’nın Osmarinlar'a karşı oluş­ turduğu Anadolu'beylikleri arasındaki it­ tifaka katılınca,'Saruhanoğulları'nın üze­ rine yürüyen Yıldırım Bayezit, Manisa'yı ele geçirerek beyliği kendi egemenlik sı­ nırı içine aldı (1390). Bu arada, Hızırşah canını kurtarıp Karamanoğulları'na sığınır­ ken, İznik'te gözaltında bulunan Orhan da bir yolunu bularak Timur’un yanına kaçtı. Ankara savaşı'na (1402) Yıldırım Bayezit' le birlikte katılan saruhan askerleri, son­ radan Timur'un yanında gördükleri ken­ di beyleri Orhan’ın tarafına geçtiler. Savaşı kazanan ve Anadolu beyliklerini yeniden canlandıran Timur, Saruhanoğulları'nın başına, yardımını gördüğü Orhan Bey'i getirdi. Timur Anadolu’dan ayrıldıktan sonra Karamanoğulları'nın desteğiyle Or­ han Bey'in üzerine yürüyen Hızırşah, kar­ deşini öldürerek Saruhanoğulları beyliği' ne İkinci kez egemen oldu (1403). Fetret* devri'nde osmanlı şehzadeleri arasında­ ki taht kavgasında önce Süleyman Çele­ bi, sonra da Isa Çelebi ve yardımcısı Izmiroğlu Cüneyt Bey’in yanında yer aldı. Ancak, bunları yenilgiye uğratan Çelebi Mehmet, hızla Manisa üzerine yürüyerek durumdan henüz habersiz olan Hızırşah’ı yıkandığı hamamda kıstırıp öldürttü (1410). Böylece, osmanlı topraklarına ka­ tılan Saruhanoğulları beyliği ortadan kalk­ tı. (-» Kayn.) —Mim. Saruhanoğulları'nın merkezleri Manisa ve çevresinde yoğunlaşan mimari anıtları, Beylikler döneminin önemli yapıt­ larıdır. Ishak Bey'in medrese ve türbeyle birlikte külliye oluşturan Ulu caml’si (1376), önemli gelişmeleri yansıtır: revaklı avlu bu­ rada küçük boyutlarda yeniden ortaya çı­ kar. Ayrıca iki sütun ve dört paye ile se­ kizgen bir şemaya oturan, enine üç şahın genişliğindeki mihrap önü kubbesi, mer­ kezi ve geniş bir mekân elde etme yolun­ da, B. Anadolu'da gözlenen bir gelişme­ dir (bu şema Artuklular'ın Silvan ve Kızıl­ tepe Ulu camilerinde uygulanan planın bir aşaması olarak nitelendirilir). [-> MANİSA.] Camiden ayrı tasarlanan ve son cemaat yerini de içine alan revaklı avlu, osmanlı mimarlığında başarıyla uygulanmıştır (Edirne Uçşerefeli cami). Caminin B.'sına eklenmiş olan medrese, iki katlı, tek eyvanlı bakışıksız planıyla dönemin medre­ se mimarlığına örnek oluşturur. Avlunun solunda, Ishak Bey'in kare planlı, küresel bingili kubbeyle örtülü türbesi yer alır. Külliyenin miman Emet bin Osman'ın bir baş­ ka yapısı, Kemalpaşa'daki (esk. Nlf) Emet camisi’dir. 1362 tarihli Ilyasbey mescidi, yazıtı olan ilk saruhanlı yapısı olması açı­ sından önemlidir. Kare planlı ana mekân tonoz bingili bir kubbeyle örtülmüştür; önünde yanları kapalı, iki kubbeli son ce­ maat yeri vardır. Manisa'daki Revaksultan türbesi, içten tonoz bingili kubbe, dıştan piramit çatıyla örtülü bir yapıdır. Manisa ve çevresindeki öteki saruhanlı anıtları be­



lirli bir yenilik taşımazlar.



sonra, Romalılar'a karşı savaşımla geçti. Daha sonra Behram IV döneminde (388 Hindistan’ın geliştirilmesi -399), sürekli bir çekişme konusu olan Ba­ amacıyla Gandhi tarafından başlatılan ve tı ve Kuzey-batı Iran sorunu, Romalılarla Vinoba Bhave tarafından sürdürülen ha­ bir paylaşım yoluyla çözüldü. YEZDİGİRD reket. “ Bütünsel gelişme" karşılığındaki I (399-420) hıristiyanlar karşısında hoşgö­ bu terim İnsanın hem maddi, hem mane­ rülü davrandı. Behram V (420-438), ilkin vi gereksinimleri bakımından eksiksiz ge­ hıristiyanlara karşı sert davrandıysa da, lişmesi anlamına gelir. sonradan Romalılar kendisini tapma öz­ S A R Z A N A , İtalya'da kent, Liguria'da(La gürlüğünü kabul etmek zorunda bıraktı. Spezla ili), Magra kıyısında; 19 200 nüf. YEZDİGİRD II dönerini (438-457), Akhunlar Ortaçağdan kalma kale Bir bölümü XIII. tehlikesiyle geçti. Oğlu PİRUZ (459-484), yy.'da yapılmış katedral (sanat eserleri). Akhunlar'la savaşırken öldü. Buna karşı­ Ulaşım kavşağı. Tarım merkezi. lık KAVAD (488-531), soyluları yola getir­ mek için Akhunlar’a dayandı. HÜSREV I , SCANDİNAVİAN* AIRLINES SYSTEM' (531-579), Hunlar'ın krallığını yıktı, lustinlİn kısaltması. anos'un imparatorluğuna saldırdı ve YeS A R A U Y , Batı Anadolu'da yaşamış men'i egemenliği altına aldı. HÜSREV II bir türkmen beyi (öl. 1308). Başına geçti­ (591-628), bu yayılma siyasetini sürdüre­ ği türkmen birlikleriyle Efes, Tire Birgl'yi rek Bosporos'a ve Mısır'a kadar gitti; Healarak buralara egemen oldu. Menteşe rakieios l'in başarılı karşı saldırısı, Hüsrev' beyinin kızı ile evlendi. Aydınoğlu Mehmet in öldürülmesiyle sonuçlandı. HOsrev'den Bey ile giriştiği bir savaşta öldürüldü. sonra Sasaniler, gerilemeye başladılar. Hanedanın son kralı YEZDİGİRD III (632 R ARAFRA a. (isp. sasafras'dan). Odunu -651), eyaletlerinin müslüman Araplar ta­ ve yaprakları aromalı olan, ikievcikli, Ku­ rafından fethedilmesi üzerine Merv'e sı­ zey Amerika ağacı. (Bil. a. sassafras. def­ ğındı ve orada öldürüldü. Böylece Iran, negiller familyası.) özerkliğiyle birlikte kendi ulusal dini olan —ANSİKL. Sarı sasafra ya da tıbbi sasafmezdekiliği de yitirdi. ratSassafras albidum ya da offidnale) Ka­ nada ve Florida'da yetişir Hafif ve güzel san ■ -G ü z . sant. Sasaniler dönemi boyunca, batılı akımlara karşı bir tepki görüldü. Helrenkteki odunu, ince marangozlukta ve allenizm geriledi. Sasaniler dönemi, her macigo ticari adı altında hafif tekneler, par­ alanda bir incelik ve gelişme dönemi ol­ maklıklar, traversler yapmakta kullanılır du. Ayırtedici özelliği anıtsal üslup olan bu Odunu ve kökü damıtılmayla, % 80 safrol sanatın en güzel örneklerinden biri Şapur içeren ve parfümcülükte kullanılan ve es­ l'in Dicle kıyılarındaki Ktesiphon'daki sa­ kiden kan temizleyici ve terletici olarak işe rayıdır. Bu saraydan günümüze dört katlı yarayan bir özsu verir. Kurutulan ve toz ha­ tuğla bir cephe ile tonozlu çok geniş bir line getirilen yaprakları İçecekler, dişma1 salona açılan aynı yükseklikte ve 25 m ge­ cunları ve çikletler için çeşni ve koku verici nişliğinde bir kemer kalmıştır. Sarayın ya­ olarak kullanılır. Başka defnegiller de yay­ pımında büyük bir gözü peklikle uygula­ gın olarak “ sasafra" adıyla tanınır, nitekim nan teknik çok büyük açıklıklı kirişler ge­ bunlar arasında, odunu çürümeyen Orinorektiren çok sütunlu ahemeni apadaco sasafrası bir Ocofea cymbanjm'dur Ko­ na'Tannda kullanılan tekniğin tam tersidir. lombiya'da Bursera simaruba'ya da (burSasaniler’den önceki dönemlerin kerpiç seraceae) "sasafra" adı verilir. köylü evlerinde tonozun bilinen bir öğe ol­ S A R A L L I, İzmir'in Çiğli ilçesi merkez duğu sanılmaktadır. Bu tonoz, köşelerde bucağına bağlı belde; 3 715 nüf. (1990). yer alan koni biçimli küçük tonozlarla el­ B e le d iy e ^ ______ de ediliyor, ardından duvara eğrisel bir bi­ çim verilerek kubbe biçiminde bir örtüy­ S A R A N , İslam dünyasında dilencilik, le yapı tamamlanıyordu. Sasaniler bu yön­ hokkabazlık, hayvan oynatıcılığı ve dolan­ temi tuğla ve taş yapılarda da benimse­ dırıcılık gibi işler yaparak muhtelif ülkele­ mişlerdi. Nitekim kubbesi küresel bingiler ri dolaşan ve halk tarafından küçümsenen üzerine oturtulmuş olan Firuzabad sarabir insan topluluğunun piri olup yandaş­ yt'nın kalıntıları bunu doğrulamaktadır. larına Beni Sasan adı verilir. Böylece sasani mimarlığı sekizgen planlı S A R A N , Sasani hanedanının kurucusu ve yetkin tonozlu İslam dönemi mimarlı­ olan Ardaşlr l’in dedesi (II. yy.), istahr’da ğını haber vermekteydi. hüküm süren Bazrengi ailesinden bir ka­ Ateşe tapma ayini tapınaklarda yapıl­ dınla evlendi. Aynı yerdeki Anahita (Ve­ maktaydı, bunlardan biri, Bişapur'da R. nüs) tapınağı'nın başına geçti, ölümün­ Ghirshman tarafından ortaya çıkarıldı. Bu den sonra yerini oğlu Babek aldı. tapınak, içinde bir ateş sunağı bulunan ve anıtsal bir kapı sundurmasından girilen S a s a n . MU. Iran mitolojisinde hükümdar. kare bir salondan oluşuyordu. Heykel sa­ Behmen'in oğlu. Babası, kızı Cihrzad'la natı, özellikle kaya İçine oyulmuş alçakkaevlenince Nişapur'a gitti. Kentin ileri ge­ bartmalarda yoğunlaşmıştı. Kirmanşah lenlerinden birinin kızıyla evlendi. Bu ev­ yakınındaki Tak-ı Bostan'da, sasani krallilikten doğan oğluna da Sasan adı veril­ di. S A S A N D R A , Fildişi kıyısında liman ken­ ti, yönetim bölgesi merkezi, Sasandra ha­ lici kıyısında, 8 400 nüf. Kereste, muz ve kahve dışsatımı. Besin sanayileri. —Sa­ sandra yönetim bölgesi, 27 700 km2; 192 000 nüf. S A S A N İL E R , İ.S. 224-226 ve 651 ara­ sında İran'da, Mezopotamya'dan Slndhu' ya (indus) kadar uzanan, fars kökenli bir imparatorluk kuran iranlı ulusal hanedan. Adını bilinmeyen bir tanrı olan Sasan'dan alır. ARDAŞİRI, Arsaki Artaban IV’ü uzaklaş­ tırarak Sasaniler hanedanının ilk pers kralı durumuna geldi (226’ya doğr. -241). Oğ­ lu Şapur I (241-272), babasının fetih siya­ setini sürdürdü, bu arada Roma impara­ toru Valerianus’la 70 000 lejyonerini de tutsak etti. BEHRAM II (276-293) dönemin­ de Romalılar, Mezopotamya'yı ve batı ve Kuzey-batı İran’ı geri aldılar. NERSİ'yi (293 -302) yenen Romalılar, Gürcistan'a kadar girdiler. ŞAPUR H'nin hükümdarlığı (310 -379), bir saray kavgaları döneminden



10215



Sasaniler’in sanatı kral Nersi’nin tanrıça Analia'dan Nakş-i Rüstem’deki bir kaya kabartmasından ayrıntı İ.S. III. yy. sonu



Jay üretimine (10 Mt), arpa (2 Mt), yulaf, kolza, keten, ayçiçeği ve yemlik bitki üre­ timi eklenir; kasaplık sığır ve domuz ye­ tiştiriciliği yapılır. Maden çıkarma sanayileri tortul bölge­ de 1960’tan sonra büyük ölçüde gelişti: petrol (15 Mt; Kanada’da ikinci sırada), do­ ğal gaz, kömür, potas. Kentte yaşayan nüfus ancak 1970'ten sonra kırsal nüfusu geride bıraktı ve bu­ gün % 58’e ulaştı. Başlıca kentler: Regi­ na, Prince Albert, Moose Jaw. Etnik bile­ şimi bakımdan Kanada’nın en karışık ili Saskatchewan’dir: Yeni KanadalIlar (ne İn­ giliz ne de fransız kökenli) toplam nüfusun dörtte birine yakın bölümünü oluşturur. —Tar. 1750’de bölgede ilk karakollar ku­ ruldu. 1774’te Hudson körfezi şirketi böl­ geye yerleşti. 1885’te tamamlanan ve bir­ çok göçmeni çeken demiryolunun yapı­ mı, Saskatchewan'in gelişerek 1 eylül 1905’te eyalet durumuna gelmesini sağ­ ladı.



Sasaram Şir Şah'ın anıtkabri (1540)



lar kayalara ve oyuklara dev kabartmalar yaptırmışlardı. Örneğin bir mağaranın di­ binde, büyük bir olasılıkla İ.Ö. V. yy.'dan kalma ve bir kralı at üstünde gösteren bü­ yük bir kabartma göze çarparken, çevre­ deki panolarda aynı kral vahşi hayvan av­ lamaktadır. Heykel, son derece hareketi veçokalçakkabartma biçimindedir; atlar yatay olarak ve uçarcasına dört nala git­ mektedirler; başlıca kişi olan tanrılaştırıl­ mış kral, dev boyutlarda betimlenmiştir. Aynı üslupta kabartmalar, Nakş-i Rüstem’ de de yapılmıştır. Mühürcülük, ortası de­ linmiş ve üzerine sahibinin portresi ya da genellikle fantastik hayvanlar oyulmuş ya­ rımküre biçiminde birçok mühürle kendi­ ni gösterir. Gümüş işlerine ve kuyumcu­ luğa çok değer verilir. Bibliothèque nationale'in Madalyalar bölümünde çok gü­ zel sasani kupaları sergilenir. Bunlardan “ Süleyman’ın kupası” denilen bir kupa som altındandır; renkli yarısaydam kakma madalyonlarla süslenmiş olan bu kupanın ortasında, necef taşına oyulmuş, taht üze­ rinde bir kral görülür. Som gümüşten 30 cm çapında bir kupada, atıyla dörtnala gi­ den bir kralın katıldığı bir yabandomuzu ve geyik avı sahnesi canlandırılır. Hayvan başı görünümlü ıtıyton ve üsluplaştırılmış hayvan motifleriyle süslü gümüş içki ibri­ ği öteki ayırtedici biçimlerdir. Hayvan bi­ çimlerini seçen bu sanat anlayışı, kumaş­ lara da uygulanmıştır: bakışım kaygısıyla ve başı-sonu olmayan bezeme arayışıyla, geometri ya da çiçek motifleriyle çerçe­ velenmiş av sahneleri ve fantastik hayvan­ lar. BizanslI, kipti ve roman sanatçılar, sa­ sani İkonografisinden büyük ölçüde etki­ lenmişlerdir.



Saskatchewan'da tarım ■ S A S A R A M , Hindistan'da (Bihar) kent, alanından görünüm Varanasi'nin D.-G.-D.'sunda; 48 200 nüf.



Bir adanın ortasında yükselen anıtsal bir yapıt olan Şir Şah’ın anıtkabri (1540) se­ kizgen planlıdır ve temel biçimlerin yalın­ lığını ikincil çizgilerin fantezisiyle (sayısız köşk) birleştirir. S A S A E K â L S * Arkeol. Artvin yakınında buluntu yeri; 1932’de buradaki bir mağa­ rada, İ.Û. II. binyıl'dan olduğu sanılan çe­ şitli bronz eşyalar, baltalar, bir çapa ele geçti. S A S E B 9 , Japonya’da (Nagasaki ili) kent, Kyuşu adasının batı kıyısı ile Omu­ ra koyu kıyısında; 244 693 nüf. (1990). Tersaneler. Askeri üs. S A S IR K A t M R İ E îrs s s ij Doğu Karakurum’da doruk, Şyok büklümünde, Hin­ distan topraklarında; 7 672 m. ilk kez Y. C. Khanna yönetimindeki bir sınır polisi ekibi doruğa tırmandı: doruğa Dava Norbu, Da Tenzing, Nima Tenzing ve Thondup ulaştılar (1973). S A S I sıf. 1. Küf ve çürük kokusu yayan şey için kullanılır. —2. Kokuşmuş, çürü­ müş şey için kullanılır. -—3. Sası sası kok­ mak, genellikle yiyeceklerden söz eder­ ken, "bozulmak, çürümek" anlamında kullanılır. S A S IM A K gçz. f. Bir yiyecek vb. sözkonusuvsa, çürüyerek kokmak; kokuşmak. S A S K A T C H E W A N , Kanada'nın orta kesiminde ırmak, Alberta, Saskatchewan ve Manitoba illerinden geçerek Winnipeg gölüne dökülür. Kayalık dağlar'dan doğan iki ana koldan oluşur: Güney Saska­ tchewan (880 km) ve Kuzey Saskatche­ wan (1 220 km); bu iki kol Prince Albert kentinin D.’sunda birleşir Hidroelektrik te­ sisleri.



S A S K A T O O N , Kanada'da (Saskatc­ hewan) kent, Güney Saskatchewan kıyı­ sında; 177 641 nüf. (1986). Üniversite. Önemli bir tarım bölgesinin ticaret mer­ kezi. Besin sanayileri. Kereste sanayisi. —Yakınında, potas yatağı. Western De­ velopment Museum (tarih müzesi). 8& S €H JS U ItO , Güney Afrika'da yer (Orange serbest bölgesi), Transvaal yakı­ nında, Johannesburg’un G.'inde; 30 000 nüf. Kimya sanayisi merkezi. S & S 0 H , Batman'ın Doğu Anadolu böl­ gesi sınırları İçinde kalan kesiminde ilçe; 32 413 nüf. (1990); 754 km2; Merkez bu­ cağı dışında 1 bucak 28 köy. Merkezi, Slirt'in yaklaşık 139 km K.-B.'sında Sa­ son (esk. KabUcevaz), 6 041 nüf. (1990). Tütün üretimi, arıcılık. S A R S A R !, İtalya’da kent, Sardinya'da II merkezi, adanın kuzey-batısındakl ge­ niş bir ovada; 119 717 nüf. (1990). Üni­ versite. Büyük bölümüyle XV. yy.'a ait ka­ tedral. Müze. Ticaret. —Yakınlarında çin­ ko ve kurşun madenleri. — Sassari ili, 7 520 km2; 451 898 nüf. (1989). Sardinya'nın tüm kuzey kesimini kaplar ve bü­ yük bölümü dağlıktır. Hayvancılık önemli değildir, buna karşılık turizm ve sanayi etkinlikleri (Porto Torres) gelişmektedir. —Tar. Daha önceleri Tathari denilen kent, dört Sardinya yargıçlığından birinin (Logudoro ya da Torres) merkezi durumuna geldi. Birbiri ardından PisaveCenova'nın egemenliği altına girdi (XI.-XIII. yy.), 1236'da komün oldu. Aragönlu Jaime II tarafından fethedildi (1325), ispanya'ya karşı birkaç kez ayaklandıysa da 1420'de boyun eğdi. Başpiskoposluk yapıldı (1441), 1527'de fransız-ispanyol çatışma­ sı sırasında Fransızlar tarafından yakılıp yı­ kıldı, XVI. ve XVII. yy.'larda Berberlerde yağmalandı.



SASSARİ LE H Ç ES İ a. Sassari yöresin­ « S A S K A T C H E W A N , Kanada'nın Prai­ de konuşulan sardinya dili lehçesi. rie bölgesinde il; 652 000 km2; 1 000 300 nüf. (1990). Merkezi Regina. İlin üç­ R S A S S E T T A (Stefano Di GIovannİ, — te birini kaplayan kuzey kesimi Kanada denir), İtalyan ressam (Siena 1400'e doğr kalkanının içinde kalır (billurlu kayalar, - ay. y. 1450). XIV. yy.'ın zarif buluşlarına çok engebeli yer biçimi). Tortul yapılı gü­ ve temiz dindarlığına bağlı kalan Siena ney kesimi, aralarında yükselti farkı olan atölyelerinde yetişti; Floransa resminde iki düzlüğü kaplar, iklirn çok sert kışlarla Masollno ve Masaccio ile görülen yenilik­ ayırt edilir: Reglna ve Saskatoon'da beş leri de özümledi. "Uluslararası gotik" du­ ayın sıcaklık ortalaması sıfırın altındadır, yarlığını yansıtan uyumlu bir kompozisyon ocak ayı ortalaması İse -1 6 -1 7 °C ara­ olan Linaioli çokkanatlısı'ndıan (bugün sında değişir (mutlak minimum: —49 parçalanmıştır) sonra, Madonna della Ne­ °C). Kar kalınlığı 1 m'yi bulur. Yağışların ve sunakarkalığı (1432, Pitti sarayı, Floran­ en yüksek olduğu zaman, birkaç sıcak sa), dekorun perspektif düzenlenmesin­ dalgasıyla gelen ve kısa geçen yaz mev­ de, Siena sanatında o güne dek görülme­ simidir (iki üç aylık ortalama 15 °C'ın üs­ yen bir yetkinlik ortaya koyar. San Dome­ tündedir). G.'den K.'e doğru yarı çöl, kı­ nico çokkanatlisı (Cortona), Aziz Antonisa, yüksek, sonra ağaçlı çayırlar, karışık us’un yaşamı dizisi (1438’ya doğr.), Aziz orman, ardından kuzey ormanı birbirini Francesco sunakarkalığı (1444, Borgo izler. Çayırın altında oluşan topraklar tarı­ San Sepolcro için yapılmıştır; bugün Flo­ ma elverişli olan topraklardır. Saskatchewan'a yerleşim XX. yy.'in ilk yirmi yılında ransa, Londra, Louvre, Chantilly, Berlin'e gerçekleşti; toprağın işlenmesi yalnızca dağılmıştır), zariflikle belli bir plastik gü­ buğday üretimine dayanıyordu. Saskatc­ cü bağdaştırır. Bu yepyeni uyum sayesin­ hewan daima büyük bir tarım bölgesi ol­ de, Sassetta’nın sanatı, XV. yy. Siena res­ du; ilk sırayı almaya devam eden buğmine egemen olmuştur.



S A S S E T T İ (Filippo), İtalyan yazar (Flo­ ransa 1540 - Goa 1588). Flümanist tüccar, 1880'de yayımlanan Óorrispóndere adlı yapıtı Flindistan üzerine büyüleyici bir rö­ ■ portaj niteliğindedir. S A S S N İT Z , Almanya'nın Mecklenburg -Vorpommern eyaletinde liman kenti, Rü­ gen adasında; 14 000 nüf. Balıkları tüke­ time hazırlama. Tebeşir çıkarımı ve işle­ me tesisi. Sayfiye merkezi. S A S S O FE R R A TO (Giovan Battista Sa lv í , II —denir), İtalyan ressam (Sassoferrato 1609 - Roma 1685). Domenichino’ nun öğrencisi oldu. Perugino'yu, Raffaello’yu kopya etti; güzel gölge ışık oyunla­ rıyla dolu ağırbaşlı dinsel tablolar gerçek­ leştirdi (Rosario Madonnası, 1643, S. Sa­ bina kilisesi, Roma; Nativitas, Capodimonte müzesi, Napoli). Özel müşterileri İçin, dingin bir hava yansıtan Meryem tas­ virleri yaptı. Klasik, vaktinden önce ''ingresçi'1 olan üslubu, o döneme ege­ men olan barok dekorlarla çelişir. S A S S O -F İO R A N O KÜUTÖRÛ a. İtal­ ya'da Orta Yenitaş döneminin kültür evre­ si; adını bu kültüre rastlanan İki kalıntı ye­ rinden alır: Cerveteri (Lazlo) yakınındaki Sasso ve Modena'nın (Emilia) G.-B.’sındaki Fiorano. Kazıma bezekli çanak çömle­ ğin görüldüğü bu kültür, mağaralarda ya da yuvarlak kulübelerde yaşayan insan topluluklarıyla ilişkilidir. S A S S O Ü T a. (fr. sassolite; İtalya'da, Pi­ sa yakınlanndaki Sasso yerleşim biriminin adından). Miner. Triklinik sistemde yer alan hidratlı doğal asit borik. (Toscana'da bu­ lunur.) S A S S O LU N O O , Batı Dolomitler'de kütle ve bu kütlenin en yüksek noktası (3 180 m). Dolomitlerin tırmanması en zor doruklarından biri olan bu doruğa ilk kez 1869'da P Grohmann, F. innerkofler ve R Salcher tırmandı. Kuzey yamacındaki en güzel yollan, G. Solda ve F. Bertoldi (1936) ile B. Esposito ve G. Butta (kuzey ayağı, 1940) açtı. S A S S O O N (Siegfried Lorraine), İngiliz şair (Brenchley, Kent, 1886 - Heytesbury, Wiltshire, 1967). Dostu Wilfred Ovven’ın ya­ pıtlarını yayımladı. Birinci Dünya savaşı sı­ rasında iki kez Fransa'da yaralandı. Özel­ likle barış yanlısı şiirleri (The Old Hunts­ man, 1917; Counter-attack, 1918; The Path to Peace, 1960) ile tanınır. S A S S U O I jO, İtalya'da komün, Emilia'da (Modena ili), Secchia kıyısında; 40 200 nüf. Este ailesinin sarayı (XVII. yy.'dan kal­ ma). Sanayi seramiği. S A S TR E (Alfonso), İspanyol yazar (Mad­ rid 1926), Yükseköğrenim gördüğü yıllar­ da Madrid'de yazar ve yönetmen olarak tiyatroyla İlgilendi ve Alfonso Paso ve Me­ dardo Fraile İle Yeni sanat deneme tiyat­ rosuna katıldı (1945). Uranio 235 (1947), Cargamento de sueños (1949) ve "Ger­ çekçi tiyatro grubu"nun bildirgesinden sonra, İspanyol tiyatrosundaki yenilik ha­ reketinin en önemli temsilcilerinden biri olarak tanındı (Escuadra hacia la muer­ te, 1953; La mordaza, 1954; La cornada, 1959). O zamandan başlayarak oyunların­ da (Ana Kleiber, 1956; Muerte en el bar­ rio, 1958; Guillermo Tell tiene los ojos tris­ tes, 1960), şiirlerinde (Decimos Paz) ve eleştirilerinde (La Revolución y la critica de la cultura, 1970) duru bir üslupla, insanoğlunun karşı karşıya kaldığı kaçınıl­ maz baskıyı dile getirdi. S A S U L (lancu), Boğdan gospodarı (öl. 1582). Babası Petru Rareş’in yerine gospodar oldu (1579). Polonya'ya karşı Habsburg hanedanının desteğini sağladı. Os­ manlIlar tarafından yetkileri ve hakları elin­ den alınınca Macaristan'a sığınmak iste­ diyse de Polonya kralı Istvan Bâthory ta­ rafından tutuklanarak İdam ettirildi. S A Ş İM İ a. (çiğ balık anlamında japonca söze.). İnce dilimler halinde kesilmiş,



soya ve yabanturpuyla hazırlanmış baha­ ratlı bir sosla sunulan japon çiğ balık ye­ meği. f AT ya da S A D a (ar. şad). Dllbilg. Arap abecesinin on dördüncü, osmanlı abece­ sinin yedinci harfidir. S A T «Saflara



İk İyaka dağlan.



S&TAK a. Eskiden türlü eşya ve öteberi­ nin satıldığı çarşı ya da pazaryerine veri­ len ad. SATA L A . Tar. coğ. Anadolu'da, Kappadokia bölgesinin K.-D.’sunda kent; Gü­ müşhane'nin Kelkit ilçesine bağlı Sadak köyünün yerindeydi. Kentin, ll.-lll. yy.’larda, Roma İmparatorluğu'nun Euphrates' ten (Fırat) Trapezos’a (Trabzon) uzanan D. sınırının K.’ini denetlemek amacıyla bura­ ya yerleştirilen XV. lejyonun gelişinden sonra kurulduğu sanılmaktadır (XV. lejyon, IV. yy.'da da buradaydı). 530’da, İranlIlar Satala surları önünde yenilgiye uğratıldı ve iustinianos I döneminde kentin surları berkitildi. SAYAN3I a. Baht'ın 1/100'i değerindeki Tayland parası. SATA R A , Hindistan'da kent, Maharaştra'da, Puna'nın G.'inde; 66 000 nüf. S A T A Ş ILM A K -



SATAŞMAK.



S ATA ŞK A N sıf. Önüne gelene sataşan, saldırgan yaradılışlı kimse için kullanılır. SATAŞM A a. 1. Sataşmak eylemi. —2. Sataşmak eylemini belirten söz ya da ya­ zı: Sataşma var, yanıtlamak istiyorum. SATAŞM AK gçz. f. 1. Bir kimseye sataş­ mak, onu, davranışlarıyla rahatsız etmek, ona çatmak, takılmak: Okulda arkadaşla­ rına sataşma, onlarla iyi geçin. —2. Bir kadına sataşmak, bir erkekten söz eder­ ken, bir kadına sarkıntılık etmek. —3. Esk. Bir kimseye sataşmak, ona rastlamak, onunla karşılaşmak: "B ir kez seferde gi­ derdim, bir yaşlı pire sataştım" (Münebbihü'r rakidin, XIV. yy.). «S* sataşılm ak edilg. f. (Bir kimseye) sa­ taşılmak, bir kimseden söz ederken, bir başkası tarafından rahatsız edilmek.



S cala



ki. (Bil. a. satureia; ballıbabagiller famil­ yası.) —Esk. bot. 1. Kekik, zater. —2. Sater-i berri, kekik otu. —ANSİKL. Saterin başlıca iki türü yaygın­ dır: adi sater ya da biryıllık sater (Sature­ ia hortensis) ve dağ sateri ya da çokyıllık sater (S. montana). Sapı dimdik, yaprak­ ları kısa ve şeritsidir. Çiçekler beyaz, mor ya da kırmızı olur. Hafif ve sıcak toprakla­ rı, güneş ışığını seven sater Akdeniz böl­ gelerinde yabani olarak yetişir ve bahçe­ lerde yetiştirilir. Yirmi santimetre kadar ol­ duklarında sapları toplanır ve kurutularak saklanır. Gaz söktürücü, terletici, iştah açı­ cı, İdrar söktürücü olarak kullanılırsa da asıl baharat diye yemeklere katılır Anado­ lu’da 14 kadar sater türü bulunur ve ba­ zıları kekik adıyla kullanılır: S. cuneifolia (dağ kekiği), S. spicigera (Trabzon kekiği), S. thymbra (Girit kekiği). S AT H A N -



SJSFAVAT çoğl. a. (ar. sajvsfln çoğl. safav®). Esk. Kahırlar, ezici kuvvetler.



8 A T H A S (Konstantinos), yunanlı tarihçi (Atina 1842, Paris 1914). Tip öğrenimini yarı­ da bırakarak tarih araştırmalarına yöneldi. 50 yıl kadar \fenedik*'te, Cenova, Pisa, Ho­ ransa, Paris Milano ve Napoli kütüphane ve arşivlerinden belge topladı. Çalışmala­ rından ötürü, 1878’de İtalya hükümeti ta­ rafından altın madalyayla ödüllendirildi. Başlıca yapıttan: Hellinika anekdota (Yunan anektodları, 1867), Khronikon anekdoton Galaksidiu i istoria Anfisis Nafpaktu (Yayım­ lanmamış Galaksldi tarihi ile Anfisa vb İnebahtı’nın tarihleri, 1867), Aleoelliniki philo logia 1453-1821 (Yeni yunan filolojisi 1453 -1821 [1868]), Turkokratumeni Hellas (Türk yönetiminde Yunanistan, 1869), istorikediatrive (Tarih denemeleri, 1870), Mesaioniki bbliothike (Ortaçağ kitaplığı, 7 ç 1872-1894), Monumenta historiae Hellenicae (Ytırıan ta­ rih anıtları, 8 c, 1880-1888). Biogmfikon d o kimion peri tu patıiarkhu leremiu II (Patrik Yeremya II hakkında bir deneme, 1870), Kritikon theatron (Girit tiyatrosu, 2 c, 1879).



SAT-CİT A M A N D A ya da SAC C İD AN A N S A , ikinci olmayan hindu okula (advaita) göre, brahman’ın sat (varlık), cit (bi­ linç) ve ananda (yüce mutluluk) olarak sanskritçe tanımı. SATEN a. (fr. satin; ar. zeytOni, eskiden ithal edildiği çin şehrinin ar. adı ZeyttJn' dan). Tekst. 1. Genellikle ipekli olan, an­ cak pamuk ya da yünden de dokunan düz ve parlak kumaş. —2. Saten armürü, kare biçimindeki raporu, birinci atkı için ilk ipliğin kaldırılıp, diğerlerinin İndiril­ mesiyle ve aynı işlemin her keresinde 1'den büyük bir atlama yaparak diğer bü­ tün atkılar için tekrarlanmasıyla elde edi­ len armür. (-> ARMÜR.) || Basit saten, ters yüzlü saten. || Çift yüzlü saten, ters yüzü olmayan saten. || Çin sateni, erkek giysi­ lerinde astar olarak kullanılan, pamuk ve yünden dokunmuş, parlak ve sağlam sa­ ten. || Janjanlı saten, atkı ipliğinin rengi çözgü ipliğininkinden farklı olan saten. || Lyon sateni, çapraz dokunuşu nedeniyle hafif bir matlık arz eden serj saten. || Türk sateni, tersi çapraz dokunmuş, yüzü par­ lak saten. || Yunan sateni, çözgüsü ipek­ ten, atkısı yünden dokunan kumaş. S ATE NU sM E a. Tekst. Bir kumaşı, ısıtıl­ mış metal silindirler arasından geçirerek, parlatmak İşlemi. SATSR a. (ar. sa’ ter). Çok aramalı olan yaprakları çeşni bahar olarak kullanılan biryıllık ya da çokyıllık çalı tipinde otsu bit­



M adem dada Neve sunakarkalığı Pitti sarayı, Floransa



SATET - SATİS.



SATAVAHANA - ANDHRA.



SATAY a. Malezya ve Endonezya'da odun kömüründe pişirilen çok baharatlı şiş et.



SüMtta Siena katedrali için 1432 yıllannda gerçekleştirilen



SATHEN.



SATH EN ya da S ATH AN be. (ar. sattı' tan sa(tıen). Esk. Dış yüzden, dış taraftan, yüzeysel olarak. SATH İ sıf. (at sattı ve -7den sathi). 1. Yü­ zeyle, bir şeyin dış yüzüyle ilgili olan; yü­ zeysel. ~ 2 . Bir şeyin derinine inmeyen, yüzeyde kalan şey için kullanılır; yüzeysel: Bu mesele hakkında sathi fikirleri var. Sat­ hi bir çalışma. S A T H İLE Ş M E a. Sathileşmek eylemi. S A T H İLE Ş M E K gçz. f. Yüzeysel bir du­ rum almak, yüzeysel duruma gelmek. ♦ sathileştirm ek ettirg. f. Bir şeyi sat­ hileştirmek, onu yüzeysel bir duruma ge­ tirmek, yüzeysel biçimde ele almak.



U sat



*>



sathileştirmek 10 P 1 8



S A T H İLE Ş T İR M E K - SATHİLEŞMEK.



S A T IL M A K -



S A T H İL İK a. Sathi olan bir şeyin duru­ mu; niteliği.



S a tA rm ş n iş a n lı (Prodanâ nevesta), B. Smetana’nın 3 perdelik opera-komlğl. Lib­ rettosunu K. Sabina'nın yazdığı yapıt ilk kez 1866'da Prag'da sahnelendi. Son bi­ çimiyle ilk kez 1870'te oynandı. Köy yaşa­ mını yansıtan opera, modern çek okulu­ nun başlangıcını belirtir. Yapıt, Türkiye'de İlk kez 1955-56 sezo­ nunda Ankara'da sahnelendi.



ŞATH İYAT çoğl. a. (ar. s a fin in çoğl. saRıiyyat). Esk. Yüzeysel olan, adi, basit olan şeyler. S A T H İY IN b e (ar. satfıiden sattıiyyen). Esk. 1. Dış yüzden, dıştan. —2. Üstün­ körü, derinleştirmeden. • A T I a. 1. Satmak işi, satış. —2. Satıya çıkarmak, bir şeyi satmaya karar vermek ve bunu İlgililere duyurmak. • A T I B E Y ya da S A TI IL - H U S R İ, arap eğitimci, siyasetçi ve eylemci (Sana, Yemen, 1880 - Bağdat, 1968). İstanbul' da Mûlkiye’yl bitirerek (1900) Yanya, Radoviç (Kosova) ve Rorlna'da (Manastır) Osmanlı devleti hizmetinde öğretmenlik, kaymakamlık yaptı. İkinci meşrutiyet'in ila­ nından sonra geldiği İstanbul’da Yüksek öğretmen okulu ile Darüşşafaka'nın mü­ dürlüğünde bulundu; pedagoji, sosyoloji okuttu. Türkçe ilk etnografya kitabını ya­ yımladı: llm-i akvam (1911). İmparatorlu­ ğun çöküş döneminde geriliğin nedenle­ rini, yurtseverliğin önemini, aydınların gö­ revini Vatan için (1913), Ümit ve azim (1913) gibi kitaplarında ele aldı. Envar-ı ulum, Tedrisat mecmuası adlı dergileri ya­ yımladı. Eğitim konuları üzerinde tartışma­ lara girişti; milliyetçilik, eğitim, kültür ko­ nularını bu dönemde etkili olan Ziya Gökalp'tan çok farklı biçimde değerlendiri­ yordu. Gökalp'ın Durkheim’dan kaynakla­ nan görüşlerine ("Eğitim, bireyin ulusal kültüre uyacak biçimde yetiştirilmesidir") karşılık, Spencer'a dayanan görüşleri (“ Eğitim bireydeki kişisel yeteneğin orta­ ya çıkarılmasıdır") savundu. Türkçülüğe karşılık osmanlı birliği anlayışına bağlan­ dı. Mütareke'de Türkiye’den ayrılarak Su­ riye ve Irak'taki kurtuluş hareketlerine ka­ tıldı. Arap milliyetçiliğini destekleyen ça­ lışmalarda bulundu. Arap halklarının bir tek ulus olduğunu öne sürdü. Suriye'de (1919-1920), Irak'ta (1920-1921) Eğitim ba­ kanı, profesör ve dekan (1921-1941) ola­ rak görev yaptı. Kahlre'de Arap araştırma­ ları yüksek enstitüsü müdürlüğüne geti­ rildi. Bu dönemde el-Bilad Cıl-Arabiye ve devlet ül-Osmaniye, Mahiyet Cıl-kavmiye gibi yapıtlan yayımlandı. Türk eğitimci Ne­ riman Hızır (Ayşe Abla), onun kardeşidir. (-* Kayn.) Kemal Satır



B A T I K A D IN - ÇIRPAN (Satı). S A T IC I sıf. ve a. 1. Malını satışa çıka­ ran kimse için kullanılır. —2. Bir malı sa­ tan, satışını yapan tüccar ya da firma için kullanılır: Buzdolabı satıcısı. —3. Bir tica­ rethanede satış yapan görevli; tezgâh­ tar. ♦ a. Sokaklarda dolaşarak malını satan kimse; seyyar satıcı. —Tic. Satıcı payı, bir satıcıya yaptığı sa­ tışlar üzerinden verilen kâr yüzdesi. S A T IC ILIK a. 1. Satıcı olma durumu; sa­ tıcının işi. —2. Küçük ölçüde ticaretle uğ­ raşma işi: Satıcılığa başlamak. S A T IH , -İhı a. (ar. safri). Bir şeyin dış yü­ zü, yüzeyi. —Esk. Sath-ı dahili, ayın alttan görünen yüzü. || Sath-ı derya, denizin üstü, yüze­ yi—Esk. mat. Yüzey. || Sath-ı canibi, yan yüz. S A T IL IK sıf. Satışa sunulan, satılacak olan şey için kullanılır: Satılık araba. ♦ a. Bir şeyi satılığa çıkarmak, bir malı satmak istediğini belirterek ortaya koy­ mak, satmak: Komşularına kızmış, bahçe­ y i satılığa çıkarmıştı. S A T IU Ş a. Satılmak eylemi ya da biçi­ mi. S A T ILM A a. Satılmak eylemi.



SATMAK.



S A T IM a. Satmak eylemi; satış: Ev alım satımıyla uğraşmak. S A T IM L IK a. Satıcının, mal sahibi adı­ na yaptığı satıştan aldığı yüzdelik; komis­ yon.



—Bilş. Program satırı, bir bilişim progra­ mında, bir deyim birimi, bir komut ya da bir bildiri oluşturan, genellikle en çok 72 alfasayısal karakterlik küma —Ceb. iki girişli bir tabloda, aynı bir ya­ tay üzerinde bulunan elemanların küme­ si. —Matbaac. Dizgi yöntemiyle önceden belirlenmiş bir uzunlukta yerleştirilmiş ka­ rakterler bütünü. || Satır boşluğu, bir diz­ gide, değeri bir metin satırının kaplayaca­ ğı en az yere eşit ara. || Sayfa başı satırı, sayfanın, sayfa numarasını gösteren İlk satırı. || Sayfa sonu satırı, sayfanın en al­ tında yer alan ve bazen yalnızca bölüm numarasını ya da işaretini İçeren satır. || Ta­ şırma satır, bir paragrafın sonunda, karı­ şıklığı önlemek amacıyla, bir önceki satı­ ra sıkıştırılması mümkün olan bir hece ya da üç ya da dört harfli sözcüğün alta ak­ tarılmasıyla oluşan satır. —TV. Televizyon ya da telekopide, yayım ya da alımda, bir görüntünün taranması sırasında çizilen, genellikle doğru parça­ sı biçimindeki eğri öğesi. || Satır atlama, satır satır yapılan bir tarama sözkonusu ol­ duğunda, çeşitli örülerin göreli konum bo­ zukluğundan kaynaklanan görüntü hata­ sı. || Satır frekansı, televizyonda, bir sani­ yede iletilen satır sayısı. (Her görüntüde­ ki satır sayısının görüntü frekansıyla çar­ pımına eşit olan bu sayı, Avrupa'da ge­ nellikle 15 625'tlr.) ♦ sıf. Ceb. Satır matris, (1,p) tipinden matris.



S ATIN a. (satmaktan sat-ın). 1. Bir şeyi satın almak, bir malı, ederini ödeyerek al­ mak. —2. Satın alma, satın almak eyle­ mi: Satın alma gücü. Satın alma komis­ yonu. —Ikt. Satın alma eğilimi, bir tüketicinin, bir ya da birden çok ürünü satın alma konu­ sunda gelecekteki davranışına ilişkin ka nısı. (Satın alma eğilimlerinin İncelenme­ si, ticarette izlenecek stratejinin temelini oluşturur.) —istat. Satın alma gücü, yürürlükteki dö­ nem gelirinin, satın alınmasını olanaklı kıl­ dığı mal ve hizmetlerin tümü. (Bk. ansikl. böl.) || Satın alma parkeleri yöntemi, İki ya da daha çok ülkede, her ülkedeki belirli mal ve hizmetlerin fiyatlarına dayanarak karşılaştırılan yaşam düzeylerini değerlen­ SATIR a. (ar. s a p ). 1. Kasapların et kes­ dirmeye yarayan yöntem. mek, kemikleri kırmak için kullandıkları —İşi. ikt. Satın alma emri, alıcı tarafından geniş ve keskin ağızlı demirden araç —2. mal sağlayan tüccara gönderilen sipariş Satır atmak, her şeyi kırıp geçirmek, her­ pusulası. || Satın alma fiyatı, peşin ya da kesi öldürmek. vadeli ödeme karşılığında edinilen bir hak —Ağ. yet. Budama satırı, kısa saplı, orta ya da bir malın bedeli. || Satın alma gru­ kalınlıkta dalları kesmeye yarayan geniş ve bu, birden fazla işletmenin alımlarını bir yassı ağızlı, düz ya da eğri uçlu, demir­ merkezden yönetmekle görevli ortak ör­ den alet. güt. || Satın alma günlük defteri, bir işlet­ meye mal sağlayan tüccarlardan alınan faturaların günü gününe geçirildiği yar­ dımcı yevmiye defteri. || Nihai satın alma fiyatı, taşıma, bir kez kullanılan ambalaj vb. gibi ikinci derecedeki giderler eklen­ dikten sonraki satın alma fiyatı. —ANSİKL. istat. Satın alma gücü. Satın al­ ma gücü, gelirlerle mal ve hizmetlerin fi­ yatlarına bağlıdır. Bu nedenle, istatlksel düzeyde, özellikle gelirin ölçülmesi sözkosatır nusu olduğu zaman, işe karışan iktisadi değişkenlerin ve öğelerin iyice belirlenme si yerinde olur: özellikle sosyal kesinti ve ■ S A T IR (Kemal), türk siyaset adamı ödemelerin, vergi ve harçların, çalışma (Adana 1911 - İstanbul 1991). İÜ Tıp fa­ süresinin ya da referans olarak alınan ana kültesini bitirdi (1936). Adana’da ser­ kitlenin evriminin hesaba katılıp katılma­ best doktor olarak çalıştığı sırada CHP il dığını belirtmek gerekir. Milli muhasebe­ örgütünde çeşitli görevler aldı. 1943’te milletvekili, 1949'da Ulaştırma bakanı ol­ de kullanılan blreşimsel bir kavram da, du. 1950 seçimlerini yitirince uzmanlık tüm ailelerin elindeki harcanabilir gelirin stajı yaptı, radyolog oldu. 1957'de yeni­ satın alma gücüdür. Bu gelirin, ücret ya den TBMM'ye girdi; partisinin merkez yö­ da ücret dışı kazançların (sosyal kesinti­ netim kurulu üyeliği ve genel sekreter ler çıkarıldıktan sonra kalan kazanç) yanı yardımcılığı yaptı. 1960'ta Kurucu meclis sıra, alınan bütün sosyal ödemeler (yaşlı­ üyesi, 1961'de CHP genel sekreteri se­ lık, hastalık, işsizlik vb. yardımları) içinde; çildi (1961-1966). Bu parti içinde 1972’ ödenen bütün vergiler (yerel vergiler de) ye değin sürdürdüğü aktif görevi sırasın­ dışındadır. Ama değerlendirmeler yine de da, İkinci İnönü koalisyon hükümetinde çok global ve gecikmeli olarak kalır. Da­ Devlet bakanlığı, Başbakan yardımcılığı ha dolaysız bir kavramsa saat başına or­ (1963-1965) yaptı. İsmet İnönü'nün CHP talama asgari ücretin (brüt ya da net, ya­ genel başkanlığından ayrılmasına yol ani sosyal kesintiler çıktıktan sonra kalan) çan beşinci olağanüstü kurultaydan son­ alım gücü ya da aylık ortalama asgari üc­ ra partiden istifa etti. Kendisiyle birlikte retin alım gücüdür (eğer çalışma süresi­ CHP'den ayrılan arkadaşlarıyla Cumhu­ nin evrimi hesaba katılmak isteniyorsa). riyetçi parti’yi (1972) kurdu, genel başkan S ATIR a. (ar. safr). 1. Yazılmış ya da ba­ oldu. Bir süre sonra bu parti Milliyetçi gü­ sılmış bir sayfa üzerinde yatay olarak sı­ ven partisi ile blrleşip (1973) Cumhuriyet­ ralanmış yazı dizisi: Her sayfada 25 satır çi güven partisi adını aldı ve Turhan Feyvar. Bu satırları size geleceğimi bildirmek zioğlu'nun başkan olduğu bu partide ge­ için yazıyorum. Satırların arasında boşluk nel başkan yardımcılığı görevini üstlendi. bırakmak. Bu kitaptan bir satır dahi oku­ 1973'te kurulan Nalm Talu hükümetinde madım. —2. Satır arası, bir yazıda ya da de bir süre Devlet bakanı ve Başbakan konuşmada söylenmeyen, ama ima edi­ yardımcısı (1973-1974) olarak yer aldı. len şey. || Satır başı -» SATIRBAŞl. || Satır 1974'te siyaseti bırakarak banka yönetim satır, yazıyı oluşturan satırların tümünü, ay­ kurullarında çalışmaya başladı. rı ayrı her satırı ele almak: Sayfayı satır sa­ S ATIR A R A S I a. Matbaac Tipo dizgide, tır okuyup düzeltti. || iki satır laf etmek -> satırları ayırmak için kullanılan, kalınlığı ya­ İKİ. || iki satır yazmak, okumak -» İKİ.



rım puntoyla altı punto arasında değişen metal levha. (Fotodizgide, satırarası bırak­ ma işlemi, fotoğraf filmi ya da kâğıdı, stan­ dart harf yüksekliğine oranla daha ileri alı­ narak yapılır.) S JT IR B A Ş I a. Bir yazıda öteki satırlara göre biraz içerden yazılarak paragraf baş­ langıcının belirtildiği yer. M T IR S M IR A srf. Özgün metinle çevi­ ri metnin yan yana iki sütunda yer aldığı ve her iki metindeki satırların birbirlerine denk düştüğü çeviriler için kullanılır. M l l Ş a . 1 . Satmak, bir malı parayla de­ ğiştirmek eylemi. —2. Satıcının belirli bir malı alıcıya devretme, alıcının da, bunun karşılığı olarak, belirli bir para ödeme yü­ kümlülüğü altına girdiği sözleşme. (Bk. ansikl. böl.) —3. Tamlayan olarak, satan kimsenin işini, mesleğini ya da bir firma­ da üretilen, satın alınan mallan piyasaya sunmakla görevli kimseleri, birimleri be­ lirtir: Bir şirketin satış etemanian. Kurulu­ şumuzun satış servisi. —4. Bir malın sa­ tılma olgusu (genellikle iyelik ya da çoğul ekiyle): Satıştanmız bugünlerde oldukça iyi. Satışlar giderek düşüyor. —5. Satış yapmak, satmak. || (Bir şeyi) satışa çıkar­ mak, satmak amacıyla ortaya koymak, bunu bildirmek. —Bank, ve Bors. Satış garantisi, bir hisse senedi ve tahvil emisyoncusuna, çıkara­ cağı hisse senedi ve tahvilleri satın alma ya da satma konusunda verilen güvence. —Basın. Bir yayın organının bir sayısının okuyucuya ulaşmış olan bölümünün top­ lam adedi. (Tek tek yapılan satışlarla abo­ ne sayısını kapsar.) —Huk. Açık artırmayla satış -* AÇIK* AR­ TIRMA. || Cebri icrayla satış - » İCRA* SATI­ ŞI. || Deneme ya da gözden geçirme ko­ şuluyla satış, alıcının satın alacağı malı, deneyerek ya da gözden geçirerek (mu­ ayene ederek), beğenmesi koşuluyla ya­ pılan satış (Bk. ansikl. böl.) || Mülkiyeti mu­ hafaza kaydıyla satış, satılan malın mülki­ yetinin, belirli bir koşulun gerçekleşmesi­ ne kadar; satıcıda kalması kadıyla yapı­ lan satış. (Bk. ansikl. böl.) || Örnek üzeri­ ne satış, alıcı ve satıcının daha önce an­ laştıkları bir örneğe uygun olarak yapılan satış. (Bk. ansikl. böl.) || Taksitle satış, satı­ lan malın hemen teslimi, satış bedelinin ise belirli aralıklarla ödenmesi esasına da­ yanan satış. (Bk. ansikl. böl.) || Taşınır (menkul) satışı, konusu taşınır eşya olan satış. (Bk. ansikl. böl.) || Taşınmaz (gayri­ menkul) satışı, konusu taşınmaz eşya olan satış. (Bk. ansikl. böl.) —İşi. ikt. Satış artırma etkinlikleri, bir işlet­ menin cirosunu (iş hacmini) artırma tek­ niği. (Reklam, satış kampanyaları, sergi­ ler, gösteriler; tüccarlara, işletmenin müş­ terilerine yardımlar v b ) || Satış ekibi, bir iş­ letmenin satışlarını artırmak için, müşte­ riyle ilişki kurmakla görevlendirdiği perso­ nelin tümü. || Satış karteli, ayrı bir tüzel ki­ şiliği olan ve müşterilerle ilişkilerde ortak­ larının yerine hareket eden satış kurumu. (Satış kartelinin ortaklan ürettikleri mallan piyasanın tümü ya da bir bölümü üzerin­ de satmak görevini ve hakkını-genellikle tek satıcılık biçiminde- kartele verirler; kar­ tel, satılan malların miktannı üyeleri ara­ sında bölüştürür; bütün mallar için aynı satış koşullan uygulanır. Çelik gibi bazı ürünlerde bu tür bir uygulama, kartele üye olan üreticiler arasında her türlü fiyat re­ kabetini ortadan kaldırır.) —Tic. Bir mal ya da hizmeti belli bir bedel karşılığında bir başkasına devretme. || Sa­ tış broşürü, bir mal ya da hizmeti alma gü­ cü bulunan alıcıların ilgisini çekmek için o mal ya da hizmetin niteliklerini belirtmek üzere hazırlanan küçük kitap. || Satış ku­ lübesi, gelip geçenlere gazete, dergi, si­ gara vb. malları satmak için yol kenarına kurulmuş küçük dükkân. || Satış sonrası hizmet, satılan bir malın onarım ve bakı­ mı yönünden alıcıya bir güvence vermek üzere satışın sonuçlanmasını izleyen bir dizi işlem; bu bakımı sağlamakla görevli bölüm. (Satış sonrası hizmet bölümü çok



değişken harcama yükümlülüklerini kar­ şılayabilir: örneğin, satılan malın yerleşti­ rileceği yerin donanımı, malı kullanan müşterilere gerekli bilgi ve eğitimin sağ­ lanması, malın bakım ve onarımı, revizyo­ nu, gerekli yedek parçaların sağlanması vb. gibi.) || Kapı kapı satış, belirli bir böl­ gedeki bütün binaların tüm katlarına uğ­ rayarak ya da yalnızca bazı adresleri se­ çerek özel kişilere evlerinde satış yapma­ yı amaçlayan bir satış tekniği. (Kapı kapı satış, olası alıcılar arasından bir ön seçim yapmak ve arkadan başka araçlarla bu ki­ şilerle yeniden ilişki kurmak amacıyla da kullanılabilir.) || Peşin satış, ticaret borsalarında, hemen teslim edilebilecek du­ rumdaki malların peşin para karşılığında satışı. |j Zincirleme satış, müşteri olabile­ cek kişilerden her birini gönüllü satıcı yap­ maya dayanan, yasa tarafından yasaklan­ mış, aldatıcı bir satış sistemi. (Bk. ansikl. böl.) —ANSİKL. Huk. Satış, iki tarafa (satıcı ve alıcı) borç yükleyen bir sözleşmedir. Bu sözleşmeyle satıcı, satılan eşyayı alıcıya teslim ve mülkiyetini ona geçirme borcu­ nu; alıcı da satış bedelini alıcıya ödemeyi yüklenmiş olur. Aksine bir örf ve âdet ku­ ralı yoksa ya da sözleşmede aksi kararlaştırılmamışsa, satıcı ve alıcı aynı zaman­ da borçlarını yerine getirmekle yükümlü­ dürler. Parayla değiştirilebilir, iktisadi de­ ğeri olan tüm maddi ve maddi olmayan varlıklar, satış sözleşmesinin konusu ola­ bilir. Buna karşılık iktisadi değeri bulunma­ yan ve devredilemeyen mal ve haklar sa­ tılamaz; bunlara ilişkin satış sözleşmeleri geçersizdir. Örneğin yurttaşlık hakkı, canlı bir insan organı Satılamaz. Satış sözleş­ mesinin bir öğesi de bunun belirli bir pa­ ra karşılığında yapılmış olmasıdır. Satış, bir eşyanın parayla yapılan değişimidir Satı­ şı, malın malla değişimi demek olan tram­ padan ayıran, para öğesidir Satış bedeli olan paranın belirli ya da belirlenebilir ni­ telikte olması gerekir. Alıcı kesin ısmarla­ mayı yapmış, ancak satış parası belirlen­ memişse, satış, ısmarlamanın yapıldığı gün ve yerdeki piyasa fiyatı üzerinden ya­ pılmış sayılır (Borçlar k. md. 209). Satış sözleşmesi, satılan eşyanın alıcıya devri ve bunun karşılığında alıcı tarafından satıcı­ ya belirli bir paranın ödenmesi konusun­ da anlaşma ile tamamlanır. Aksine bir söz­ leşme ya da örf ve âdet kuralı yoksa, sa­ tıcı ve alıcı yükümlülüklerini aynı zaman­ da yerine getirirler. Satılan malın alıcıya teslim edilmiş olması, satış bedelinin alın­ mış olduğunu gösterir; satıcı para almak­ sızın malı teslim ettiğini ileri sürerse, bu­ nu kanıtlaması gerekir. Ancak kimi satış sözleşmelerinde satılan malın hemen tes­ lim edileceği, satış bedelinin de daha son­ ra ödeneceği kararlaştırılabilir. Satış söz­ leşmesi kendiliğinden mülkiyet hakkını devretmez, sözleşme, yalnızca mülkiyeti devretme yükümlülüğü doğurur. Mülkiye­ tin satıcıdan alıcıya geçmesi için taşınır mallarda satılan malın alıcıya teslim edil­ mesi; taşınmaz mallarda ise tapu siciline alıcı adına tescil edilmesi gerekir Satış sözleşmesinin tamamlanması ile sözleş­ menin yerine getirilmesi arasındaki zaman içinde satılan malda meydana gelen ya­ rar ve hasarın kime ait olacağı, yasada özel olarak düzenlenmiştir. Durumun ge­ reğinden ya da özel koşullardan doğan istisnalar dışında, satılan şeyin yararı ve zararı, sözleşmenin yapıldığı andan baş­ layarak alıcıya geçer. Bununla birlikte, yal­ nız türüyle belirlenmiş olan satılanın ayırt edilmiş olması da gereklidir; eğer satılan eşya başka bir yere gönderilecekse satı­ cının, bu amaçla, satılan eşyanın üzerin­ den elini çekmiş olması da gerekir. Erte­ leyici koşula bağlı olarak yapılan satışlar­ da, satılan malın yarar ve zararı, ancak ko­ şulun gerçekleşmesi anından başlayarak alıcıya geçer (Borçlar k. md. 183). • Deneme ya da gözden geçirme (mua­ yene) koşuluyla satış. Bu tür satışta alıcı, satılan malı kabul edip etmemekte ser­ besttir Satılan mal alıcının eline geçmiş ol­



sa bile, onun tarafından kabul edilinceye kadar, satıcının mülkiyetinde kalır. Satın alı­ nacak eşyanın gözden geçirilmesi, s a ta ­ nın yanında yapılıyorsa, alıcı malı sözleş­ menin ya da örf ve âdetin belirlediği süre içinde kabul etmelidir; kabul etmezse sa­ tıcı serbest olur. Böyle bir süre konulma­ mışsa, satıcı uygun bir süre geçtikten son­ ra, satılan malı kabul veya reddetmesi için alıcıyı uyarabilir. Alıcı bu uyanya hemen cevap vermezse satıcı serbest olur (Borç­ lar k. md. 220). Satılan mal, gözden ge­ çirilmeksizin alıcıya teslim edilmişse, örf ve âdete ya da sözleşmeye göre gereken sü­ re içinde, böyle bir süre belirlenmemişse satıcının uyarısı sonunda, altçı satışı ka­ bul etmediğini bildirmez ya da satılan malı geri vermezse, satış yapılmış sayılır. Alıcı­ nın, herhangi bir ön koşul ileri sürmeksi­ zin, satış bedelinin tümünü ya da bir bö­ lümünü ödemesiyle veya satılan malı göz­ den geçirme dışında başka bir biçimde kullanmasıyla da satış yapılmış sayılır (Borçlar k. md. 221). • Mülkiyeti muhafaza kaydıyla satış Bu tür satışta satılan mal alıcıya teslim edildiği halde mülkiyet, belirli bir koşulun gerçek­ leşmesine kadar satıcıda kalır. Genellikle bu koşul, satış bedelinin tümünün öden­ mesidir. Koşul gerçekleşince alıcı mülki­ yet hakkını kazanır. Koşul gerçekleşmedi­ ği zaman da satıcı mal üzerindeki mülki­ yet hakkını ileri sürerek onu geri alır. Tak­ sitle satış yapan kimse, sattığı taşınır ma­ lın, mülkiyeti saklı tutma sözleşmesi uya­ rınca kendisine verilmesini isteyebilir. Bu­ nun için satıcının, malın kullanılmasından doğan eskime ve değer azalması için be­ lirli bir indirim yaparak kalan parayı geri vermesi gerekir (Türk med. k. md. 689). Mülkiyeti muhafaza kaydıyla yapılan satış­ lar, ancak taşınır malları satın alan kişinin ikametgâhının bulunduğu yerdeki noter tarafından onaylanarak özel kütüğüne kaydedilmekle geçerli olur (Türk med. k. md. 688). Mülkiyeti muhafaza kaydıyla sa­ tış, hayvan satışlarıyla taşınmaz mal satış­ larında uygulanmaz. • Örnek üzerine satış. Bu satış türünde sa­ tılan malın nitelikleri söz ya da yazıyla de­ ğil, örnek olarak alınan bir malla belirle­ nir. Örnek üzerine satışta satıcı, örnek ola­ rak alınan malda bulunan nitelikleri alıcı­ ya garantiler. Satılan malın örneğe uygun olması yeterlidir. Satıcı, ayrıca maldaki öte­ ki nitelikleri de garantileyebilir. Tarafların, satılan malın örnek alınan maldaki nitelik­ lerden bir kısmını taşımasını yeterli görme­ leri de mümkündür. Teslim edilen malda, örnek maldaki kusurlar varsa, alıcı bu ku­ surlara itiraz edemez. Ancak örnek ola­ rak alınan malda gizli kusurlar varsa alıcı bunlara itiraz edebilir. Bu tür satışta örnek olarak alınan mal alıcıya ya da üçüncü bir kişiye bırakılır. Örnek mal, satış sözleşme­ sinin yapılmasından önce saptanır ve sa­ tıcı bu örneğin niteliklerine uygun bir ma­ lı alıcıya teslim etmeyi üstlenir. • Taksitle satış. Taksitle satış, veresiye sa­ tışın bir türüdür. Bu tür satışta satılan ma­ lın bedeli ödenmeden alıcıya teslim edi­ lir. Satış bedeli belirli zaman aralıklan için­ de ödenir. Taşınır bir mal, satış bedeli tak­ sitle ödenmek koşuluyla satılarak teslim edilir ve alıcı taksitlerden birinin ödenme­ sinde temerrüde düşerse satıcı o taksitin ödenmesini isteyebileceği gibi, kendisi için bu hakkı saklı tutmuşsa, satılanın mül­ kiyetini geri isteyebilir ya da satışı boza­ bilir (Borçlar k. md. 222). Satılan malın mülkiyetini geri isteyen satıcı için, mülki­ yeti muhafaza kaydına ilişkin kurallar uy­ gulanır. Satıcı satışı bozarsa, alıcı ve satı­ cı birbirinden aldıklarını geri vermekle yü­ kümlü olurlar; satıcı uygun bir kira bedeli isteyebileceği gibi, satılan mal bozulmuş­ sa, tazminat da isteyebilir (Borçlar k. md. 223). Taksitlerden birinin ödenmemesi du­ rumunda satış bedelinin tümünün istene­ bileceği kararlaştırılmışsa, satıcının bun­ dan yararlanabilmesi, alıcının birbirini iz­ leyen iki taksiti ödemede temerrüt etme­ sine (direngen olmasına) ve bu iki taksit



satış 10220



Giraudon



Erik Satie Suzanne Valadon'un bir portresinden ayrıntı (1892)



Art modeme belediye müzesi Paris



pılacak kayıtla (tescille) olur. Tapuya kayıtlı toplamının satış bedelinin en az onda bi­ taşınmazların tapu sicil memuru tarafın­ ri tutarında olmasına bağlıdır (Borçlar k. md. 224). dan düzenlenmeyen bir satış sözleşme­ siyle satılması, şekil noksanı nedeniyle ge­ • Taşınır (ya da menkul) satışı. Taşınır sa­ çersizdir. tışı, arazi ya da tapu kütüğüne taşınmaz —Tic. Zincirleme satış, olası müşterilerden olarak kaydedilen haklardan başka her tür her birini gönüllü bir satıcı yapmaya da­ eşyanın satışıdır (Borçlar k. md. 184). Ta­ yanan bir yöntemdir. Genellikle, alıcıya, şınır satışına konu olabilecek mal ve hak­ içinde 3 ile 6 arasında kupon bulunan bir lar şöyle sıralanabilir: 1. bir yerden başka bir yere taşınabilen eşya; 2. mülk edinme­ karne verilir ve kuponları öteki 3 ile 6 kişi­ ye satması istenir. Bu öteki "ortaklar” da ye elverişli doğal kuvvetler (havagazı, kendi karnelerine sahip olunca, ilk alıcı elektrik vb.); 3. geçici bir süre İçin yapı­ kendisine vaat edilen malı bir ölçüde ucu­ lan baraka ve kulübe gibi hafif yapılar; 4. za almış olacaktır. Geometrik bir artışa da­ tapuya kayıtlı olmayan taşınmazların zilyet­ yan bu sistemde, on beşinci aşamaya ge­ liği; 5. gemi siciline kayıtlı olmayan gemi­ lindiğinde, yeryüzündeki insan sayısından ler; 6. alacak hakları, bir şirketteki ortak­ fazla kupon sahibi olması gerekir. Böylelık hakları, telif hakları vb. Kural olarak, ta­ ce, sistemin alıcılarda uyandırdığı umut tü­ şınır eşyanın satışı belirli bir şekle bağlı de­ müyle bir kuruntudan ibarettir, çünkü zin­ ğildir. Ancak taraflar, kendi aralarında be­ cirin bir noktada kopması kaçınılmazdır. lirli bir sözleşme şekli kararlaştırabilirler. Ta­ şınır satışında, aksine bir örf ve âdet ku­ S A T IY LQ A N O V (Toktagul) - TOKTAralı yoksa ya da sözleşmeyle başka türlü GUL (Satıylganov). kararlaştırılmamışsa, ölçme ya da tartma SATİ a. (sanskritçe söze.). 1. Dul kalan gibi teslim giderleri satıcıya, senet düzen­ kadının, sadakatim göstermek üzere ölen leme ve satılan şeyi teslim almak için ya­ kocasının yakıldığı odun yığını üzerinde pılan harcamalar ise alıcıya aittir (Borçlar kendini yaktırarak onu ölümde de izlemek k. md. 185). Aksine örf ve âdet kuralı yok­ zorunda kalmasına yol açan hindu gele­ sa ya da sözleşmeyle başka türlü kararneği. (Hindistan’da çok eski zamanlardan laştırılmamışsa, satılan eşyanın teslim ye­ beri uygulanan bu gelenek [daha İ.Ö. IV. rinden başka bir yere taşınması gerektiği yy.'da bundan söz edilmektedir], 1829’da zaman taşıma giderleri alıcıya düşer resmen yasaklandı, ancak, XIX. yy.'da da (Borçlar k. md. 186). Satıcı, satılan eşya­ uygulanmaktaydı. Bu kurban eylemi, ge­ yı alıcıya teslim ve mülkiyetini devretmekle nellikle çeşitli nedenlerden ötürü aile bas­ yükümlüdür. Bunun dışında satıcının, alı­ kısıyla ya da dul kadının kendini ömrünün cıya satılan malın elinden alınmaması ve geri kalan bölümünde toplum ve ailesi malın sakatlı olmaması için güvence ver­ içinde katlanmak zorunda kalacağı dış­ mesi gerekir (zapta karşı tekeffül ve ayı­ lanmış kişi durumundan kurtarmak iste­ ba karşı tekeffül borcu). Satışın yapıldığı diği için uygulanıyordu.) —2. Sati gelene­ zamanda var olan bir hak nedeniyle satı­ ğine göre kendini kurban eden dul kadın. lanın tümü ya da bir bölümü, üçüncü bir kişi tarafından alıcının elinden alınırsa, sa­ B S A T İE (Erik), fransız müzikçi (Honfleur tıcı, bundan dolayı alıcıya karşı sorumlu 1866 - Paris 1925). Yetişmesinde en bü­ olur (Borçlar k. md. 189). Satıcı, satılan eş­ yük pay, Paris konservatuvarı’nındır. Ama yada bulunduğunu belirttiği niteliklerin alıngan, fantezi düşkünü ve alaycı yara­ bulunmamasından ya da maddi veya hu­ dılışı dolayısıyla konservatuvardan uzak­ kuksal bir nedenle eşyanın değerini azal­ laştı. Chat noir kabaresinde ve Clou adlı tan veya ortadan kaldıran eksikliklerden kır lokantasında piyano çaldı. Dostluk kur­ sorumludur. Hayvan alım satımında ise, duğu Debussy tarafından yüreklendirildi. satıcı yazılı olarak garanti vermedikçe ve­ Le Piège de Méduse (1913) adlı lirik ko­ ya alıcıyı aldatmış olmadıkça güvence yü­ medisiyle dadacılığa ve Parade (1917) adlı kümü altına girmiş sayılmaz (Borçlar k. balesiyle gerçeküstücülüğe öncülük etti. md. 195). Alıcının borçları, satış bedelini Jean Cocteau’nun dostuydu, Altılar gruödemek ve kararlaştırılmış koşullara gö­ bu'nu korumaya çalıştı. Grubun kimi üye­ re kendisine sunulan malı teslim almaktır. leri (Auric, Milhaud, Poulenc) ona bağlı Aksine bir örf ve âdet kuralı yoksa ya da kaldı. "Ortaçağ’a özgü ve mistik” bir ya­ sözleşmede başka türlü kararlaştırılmalınlık isteğini yansıtan ilk yapıtları, piyano mışsa satılan malın hemen teslim alınması içindir: 4 Ogive (1886), 3 Sarabande gerekir (Borçlar k. md. 208). Alıcı kesin (1887), 3 Gymnopédie (1888), 3 Gnosolarak ısmarlamayı yapmış, ancak satış sienne (1890). Bu "naif” denemeleri ilginç bedelini belirlememişse satış ısmarlama­ bulan Debussy, Gym nopédie'lerden nın yapıldığı gün ve yerdeki piyasa fiyatı 2’sini orkestraladı ve Satie'ye, "biçim ko­ üzerinden yapılmış sayılır (Borçlar k. md. nusunda titiz davranmasını" öğütledi. Bu 209). Aksine bir sözleşme yoksa, satılan dönemde piyano için Armut biçiminde üç mal alıcıya verildiğinde, satıcı satış para­ parça (Trois Morceaux en forme de poire) sını istemeye hak kazanır. Satılan eşyanın [1890-1903] ve Soğuk parçalar’i (Pièces ancak satış bedeli ödendikten sonra ve­ froides) [1897] besteledi. Katolik ve sos­ ya ödenir ödenmez teslimi gereken du­ yalist olan Satie, bir ara sar Peladan’j n rorumlarda, alıcı ödemede temerrüt* eder­ sae crucis öğretisiyle ilgilendi ve "Eglise se satıcı herhangi bir işleme gereksinme métropolitaine de Jésus Conducteur” ü duymaksızın satış sözleşmesini bozabilir. kurdu (Yıldızların oğlu [le Fils des étoiles, Ancak bu durumu hemen alıcıya bildir­ 1891], 3 Rose-Croix çanları [3 Sonneries mek zorundadır. Satılan malın alıcıya tes­ de la Rose-Croix, 1892], Yoksullar missalimi yapılmışsa, satıcı, bozma hakkını açık­ si [Messe des pauvres, 1895]). Tekniğini ça saklı tutmuş olmadıkça, satış sözleş­ sağlam temellere oturtmak amacıyla 40 mesini bozarak, malı geri alamaz (Borç­ yaşındayken Schola cantorum'un kontralar k. md. 211). punto sınıfına yazılarak d ’indy ve Rous­ • Taşınmaz (ya da gayrimenkul) satışı. sel ile çalıştı (1905-1908). 1898'den ölümü­ Arazi ya da taşınmaz olarak tapu siciline ne değin oturduğu, Arcueil’deki gizli evin­ yazılan haklarla madenlerin satışını kap­ den uzaklaşmadı. 1923'ten başlayarak sar. Taşınır malların satışına ilişkin kural­ burada, Arcueil okulu'nu oluşturan “ tillar, kıyas yoluyla taşınmazlara da uygula­ miz” lerini (H. Cliquet-Pleyel, R. Désornır. Bununla birlikte taşınmazlara İlişkin mière, H. Sauguet, M. Jacob) kabul etti. özel kurallar da vardır. Taşınır malların sa­ Bu yıllarda sanatı yadsıdı, “ mobilya mü­ tışıyla taşınmaz malların satışı arasındaki ziği"™ denedi, "yinelemeli" ve "parçalan­ en önemli fark, satış sözleşmesinin şekli­ mış tekniği" kullanmaya başladı (René ne ilişkin olanıdır. Kural olarak, taşınırla­ Clair'in Entr’acte’ adlı filminin müziğiyle rın satışı belirli bir şekle bağlı değildir. Ta­ yorumlanan Picabia'nın Relâche’ adlı şınmazların satışı İse resmi şekilde yapı­ enstantaneci balesi, 1924). Yalnızlık ve se­ lır. Resmi şekilde yapılmayan taşınmaz falet içinde öldü. Daha önce adı geçen mallara İlişkin satış sözleşmesi, geçersiz­ yapıtları dışında, çok sayıda piyano parça­ dir. Resmi satış sözleşmesi tapu sicil me­ sı (Pörsük prelüdler [Préludes flasques], Sporlar ve Divertimentolar [Sports et Di­ murluğunda yapılır. Taşınmazın alıcıya vertissements], Sondan önceki düşün­ geçmesi, tapu kütüğüne onun adına ya­



celer [Avant-dernières pensées], Bürokra­ tik sonatina [Sonatine bureaucratique], 5 Noktürn [5 Nocturnes] vh), melodiler; Platon'dan esinlenerek bestelediği Sokrates adlı bir senfonik dramı (1918) ve kimi or­ kestralamaları (Birbirine bağlı üç küçük parça [Trois Petites Pièces montées], Alı­ şılmadık güzel [la Belle Excentrique]) var­ dır. "Ö ncü” Erik Satie'nin, kimi çağdaş­ ları üzerindeki etkisi, amerikalı besteci John Cage tarafından ortaya konmuştur. S A T İH B İN T İ R E B İA , islamöncesi (Cahiliye devri) Arabistan'da gelecekteki olaylardan haber verdiğine inanılan efsa­ nevi kadın. Adı, "Üzerine basılması nede­ niyle yere yapışmış ve organlarının zayıf­ lığı yüzünden yerden kalkamayan" anla­ mına gelir. Efsaneye göre, kemik ve kas­ lardan yoksun, başsız, insana benzeyen yüzü ise göğsünün odasındaydı. Hurma dallarından ve yapraklanndan yapılmış bir yatakta yatar, kızdığı ya da esinlendiği za­ manlarda birden şişip ayağa kalkardı. Şıkk üs-Saib adlı bir de benzeri vardı ve ikisi de kocası olmayan Tureyfa adlı bir ka­ dından dünyaya gelmişlerdi. Yine efsane­ ye göre, Tureyfa ölmeden önce ikisini de yanına çağırıp ağızlarına tükürerek onla­ ra sihirli güçler vermişti. Satih, gelecek hakkındaki haberleri, kendisine alışık bir ruhtan alıyordu. Bu ruh, bilgilerini Musa peygamberin Tur dağında Tanrı ile konuş­ masından edinmişti. Satih'in İslam dünya­ sındaki önemi, Hz. Muhammet'in gelece­ ğini ve İran'ın İslam imparatorluğu'na ka­ tılacağını önceden bildirmesinden kay­ naklanır. S ATİN E a. Tekst. Dış görünümü satene benzeyen, pamuk ve ipek karışımı ya da yalnız pamuklu kumaş. —Matbaac. Tipo baskı yöntemiyle basıl­ mış kâğıtlarda, sayfanın arka tarafına çı­ kan izin oluşturduğu kabarıklığı giderme­ ye yönelik işlem. (Özel bir titizlik gösteri­ len kitaplarda bu işlemin ciltlemeden ön­ ce yapılması sözkonusudur. Kâğıtlar düz mukavvalar arasına konur ve bir preste iyi­ ce sıkıştırılır.) S ATİR sıf. (ar. sefr’den satir). Esk. 1. Ör­ ten, kapatan, kaplayan. —2. Satir-ül-uyub, günahları bağışlayan, ayıpları örten; Tan­ rı. —Esk. anat. ve Bot. Lihaf-ı satir, kabuk, zar, deri. S ATİR a. (fr. satire). -* HİCİV. S a tlra e -



SATİRLER.



S a tire M é n lp p é e , Fransa'da Kutsal Birlik'i hedef alan ve sekizinci din savaş­ ları sırasında yayımlanan yergi yazısı. Pierre Le Roy, Pierre Pithou, Jacques Gillot, Florent Chrestien ile Jean Passerat, Gilles Durant ve Nicolas Rapin gibi şair­ ler tarafından kaleme alırian bu tür güldü­ rüler, Kutsal Birlik'in états généraux'sunu gülünçleştirmeyi ve Fransızlar'ın kralını küçük düşürmeyi amaçlıyordu. S A T İR İA S İS a. (fr. satyriasis). Psik. ve Seksol. Erkekte sürekli cinsel uyarılma du­ rumu. Bu durum, cinsel alandaki gerçek­ leştirmelerin sayısında bir ölçüsüzlüğe yol açar. (Çiftleşme gerçekleştirilemediği za­ man, yerini çılgınca bir mastürbasyon alır. Satiriasis genellikle, düşünsel bir güçsüz­ lük başlangıcıyla birlikte görülür.) S A T İR İK sıf. (fr. satirique). Satir, hiciv ni­ teliği taşıyan. S a tirlk o n , Petersburg’da yayımlanan haftalık rus yergi dergisi (1908-1914). Res­ sam A. A. Radakov, sonra da Averçenko tarafından yönetildi. Önceleri "küçük burjuva" gelenekleri eleştiren dergi No­ vo Satirikon (1914-1918) adıyla siyasal taş­ lama dergisine dönüştü. S a tirle r , Horatius'un iki kitapta bir ara­ ya getirilmiş on sekiz satirden oluşan ya­ pıtı. Mektuplarda birlikte Sermones (Ko­ nuşmalar) adı altında toplanan Satirler’ de Lucilius tarzında fıkralar, edebiyat ya da ahlak yazıları yer alır İ.Ö. 41 - İ.Ö. 35



satranç arasında kaleme alınmış birinci kitapta özellikle, Brindisi'ye yolculuk (1,5), can sı­ kıcı bir kimseyle karşılaşma (1,9) gibi, gün­ lük olayları içeren şiirler vardır. Aslında bu fıkralar, ahlaksal ve estetik fikirlerin öne sü­ rülmesi için birer bahanedir. I.Ö. 35 - I.Ö, 30 arasında yazılan II. kitapta, felsefi dü­ şünce daha da derinleşir ve Horatius, kur­ maca konuşmaların da yarclımıyla epikurosçu felsefenin büyük temalarını gelişti­ rir. Fıkra, konuşma ve iç dökme bölümle­ rinin serbest biçimleri sayesinde Satirler, Lucilius'un yarattığı türe yeni bir renk ge­ tirmiştir Bu yapıt, Horatius'un yapıtları için­ de modern duyarlığa en yakın olanıdır. S a tirle r , Persius’un yapıtı (İ.S. 52’ye doğr. - İ.S. 62). Şairin ölümünden sonra yayımlanan altı satirlik kitabı. Birinci satir edebiyatçıların gülünç yanlarını işlerken öbür beş satir felsefi konulara değinir: ger­ çek dindarlığın tanımı, tembelliğin, soylu­ ların kendini beğenmişliğinin, pintiliğineleştirisi, stoacı Cornutus'un öğretisine saygı. Kiniklerin diatribelerinden esinle­ nen Persius, çağdaşlannın ahlak düşkün­ lüklerine acımasız bir biçimde saldırır ve imparatorluk çevresini şiddetle eleştirir. Karşıtlıklarla dolu üslubu ve kapalılığına rağmen Persius'un Satirleri roma halkı ta­ rafından çok tutulmuştur.



bir malı sağlamak, o malı piyasaya sür­ mek: Ne satıyor? Bu kumaşlan kupon ola­ rak satıyoruz. —3. Bir şeyi, bir kimseyi (bir kimseye) satmak, para ya da bir üstünlük elde etme karşılığında vermek, devret­ mek; yasadışı nesne ya da insan ticareti yapmak: Düşmana askeri sırlan satmak. Uyuşturucu satmak. Kadın satmak. —4. Bir şeyi (bir kimseye) satmak, hiçbir ahla­ ki kaygı duymaksızın, o şeyi işleterek kâr sağlamak: Vücudunu satmak. Kendini satmak. —S. B ir şeyi (soyut) [b ir şey uğ­ runa] satmak, onu bir çıkar karşılığında gözden çıkarmak, feda örnek: Rahatlık uğruna özgürlüğünü satmak. —6. Bir kimseyi, bir grubu (bir kimseye, bir gru­ ba) satmak, o kimseye, o gruba ihanet et­ mek, özellikle para ya da bir çıkar karşılı­ ğında onları ele vermek: Eylem arkada­ şını polise satmak. Bizi düşmana sattı. —7. a. + satmak, kendinde olmayan bir şeyi var gibi göstermek, taslamak: Bilgi satmak. Caka satmak. —8. Arg. B ir kim­ seyi satmak, yanında olan bir kimseyi, bir yolunu bularak başından atmak; onu ek­ mek. —9. Satıp savmak, para için bütün malını elden çıkarmak: Babalanndan ka­ lan tarlaları da satıp savmışlar, sonunda beş parasız kalmışlardı. || Babasını, ana­ sını bile satar, hiçbir ahlak anlayışı yoktur, para için her türlü aşağılık duruma razı olabilir. ♦ satılm ak edilg. f. 1. Para karşılığın­ da başkasına verilmek; ticari bir işlem gör­ müş olmak: Bu daire kaça satıldı? Bu ürünler süpermarketlerde satılır. —2. Alı­ cısı kolay bulunmak, sürümü olmak: Bu mal satılmaz. —3. (Bir kimseye, bir gru­ ba) satılmak, para ya da çıkar karşılığın­ da gizlice karşı tarafa hizmet etmek. —4. Satılmış, para ya da çıkar karşılığında bir kimseye, bir gruba ihanet eden kimse için kullanılan aşağılama sözü. ♦ sattırm ak ettirg. f. (Bir kimseye) bir şeyi sattırmak, bir kimse aracılığıyla onun satılmasını sağlamak; bir kimse ya da bir şey sözkonusuysa, bir kimseyi, o şeyi sat­ mak zorunda bırakmak: Evi bir komisyon­ cuya verip sattırmak. Geçim sıkıntısı ona evini bile sattırdı.



S a tirle r , Juvenalis'in İ.S. 100 - İ.S. 128 yılları arasında yazılan ve beş bölüme ay­ rılmış 16 satirlik kitabı. Çeşitli konuları iş­ leyen satirler, çağın gerçeklerinden esin­ lenir: Juvenalis, soyluları (VIII) ya da ka­ dınları (VI) eleştirir, Roma'nın sıkıntılarını (İli) betimler ya da imparator Domitianus'u gülünç duruma düşürür (IV); son satirle­ rinde beylik ahlak konularını işler: dilek­ ler (X), eğitim (XIV) ve boş inançlar. Belagatin tüm yollarına başvurduğu Satirler, çarpıcı imgeler, sövgüler, abartılı deyişlerle doludur. Bununla birlikte belagat yerini çoğu kez, törelerdeki yozlaşmanın mah­ kûm edilmesinde ifadesini bulan içten bir öfkeye bırakır. Günlük yaşamında, yaban­ cıların, zengin hamilerin evlerinde baş kö­ şeyi elinden almak isteyen azatlıların teh­ didi altında bulunan Juvenalis'in, okuru­ nu kendi öfkesini paylaşmaya yönelten keskin ve çarpıcı bir üslubu vardır ve Ro- ■ SATO E İS A K U , japon siyaset adamı (Tabuse, Yamaguçi eyaleti, 1901 - Tokyo ma'ya özgü yaşam tarzını betimlediği bö­ 1975). Japon demiryolu sisteminin yöne lümler, tazeliğini şaşırtıcı biçimde bugün ticisiydi (1945), Liberal parti’ye girdi (1946), de korumaktadır. parti genel sekreterliğine yükselerek ç e S A T İS ya da SATET, mısır tanrıçası; şitli bakanlık görevlerinde bulunduktan Hnum ve Anukis’le birlikte Elephantine’ sonra, ağabeyi Başbakan Sato Kişi tara­ de tapılan üçlüyü, Neith ve Hnum'la bir­ fından Maliye bakanlığına getirildi (1958 likte de Esneh üçlüsünü oluşturuyordu. -1960). Ikeda hükümetinde Sanayi ve İç Satis, Yukarı Mısır tiarası ve antilop boy­ ticaret bakanlığı yaptı (1961-62). İktisadi nuzlarıyla temsil edilirdi. konularda ikeda ile anlaşmazlığa düşerek görevinden ayrıldı (1962-63), ardından SATL (ar. sati). Esk. 1. Tas, kova, leğen, Tokyo Olimpiyat oyunlan'nın örgütlenmesi bakraç. —2. Atları sulamada kullanılan sorumluluğuyla sandalyesiz bir bakanlığın kova, kap. başına geçti (1963-64). Kasım 1964 - tem­ S A T LE C , Hindistan ve Pakistan'da ır­ muz 1972 arasında Başbakanlık yaptı. mak, Pencab’ın beş ırmağının en güney­ 1974'te Nobel barış ödülü'nü kazandı. de olanı ve en uzunu; 1 600 km. Kaynağı SATO H A R U O , japon yazar (Şingu, VaTibet platosu üstünde Büyük Himalaya' kayama, 1892 - Tokyo 1964). Şairin klasiknın K.'indedir. Manasarovar gölünden (4 çilikle beslenen ve "yüzyılın hastalığı"nın 490 m yüksl.) çıkar, Reksas Tel gölünden (4 475 m) geçer, sonra derin boğazlarla için için kemirdiği şairin estetikçiliği ve aşırı duyarlığı düzyazılarında da görülür (Den. Büyük Himalaya’yı aşar. Genellikle B.'ya doğru akar. Sivalikleri aştıktan sonra Penen no yuutsu, 1918). cab ovalarında akar, Bias'a ulaşır, sonra s a to r k a r a s i, ilk olarak Pompei’de rast­ Çinab'la birleşerek (Pakistan toprakların­ lanan ve sator arepo tenet opera rotas da) Pancnad’ı oluşturur. Satlec yüz kilo­ sözcüklerinden oluşan Antikçağ sihirli for­ metre boyunca Hindistan-Pakistan sınırı­ mülü. Bir kare oluşturacak biçimde yer­ nı çizer. Sularının büyük bölümü Pencab’ leştirilen sözcükler her yönden okunabilın sulanmasında kullanılır. mektedir: S A T LIC A N a. (zatülcenp'ten). PLÖREZİ’ nin eşanlamlısı. S A T M A a. Satmak eylemi. S A T M A K g. f. 1. Bir şeyi (bir kimseye) [belli bir fiyata] satmak, o şeyin mülkiyeti­ ni belli bir fiyata, toplu bir para karşılığın­ da o kimseye devretmek: Motosikletini ba­ na yedi milyon liraya sattı. Daireyi kime sattılar? Evi çok pahalı satmışlar. —2. (Bir kimseye) bir şey (nitelik ya da fiyat belir­ ten tümleç +) satmak, müşterilerine belli



SATOR AREPO TENET OPERA ROTAS Ortaçağ’da hastalıklara ve özellikle yan­ gına karşı lanetleme aracı olarak kullanı­ lırdı. S Â TO R A LÜ AIM H ELY, Macaristan'da (Borsod-Abaüj-Zemplön yönetim bölgesi)



kent, Slovakya sınırında; 19 200 nüf. Eski anıtlar. Demiryolu merkezi.



10221



SATORİ a. (japonca söze.). Zen düşün­ menin ereği olan ruhsal uyanış. Zen dü­ şünce yandaşı bu ruhsal uyanışa, lotüs (zazen) durumunda oturup yoğunlaşarak ve birdenbire daha yüksek bir bilinç dü­ zeyine geçmek olanağı sağlayan bir şok yaratmaya yönelik çeşitli teknikler uygu­ layarak erişebilir. S A T P U R A d a ğ la n , Hindistan’da dağ­ lık kütle Dekkan platosunun kuzey sınınnda 300 km boyunca uzanır; yüksekliği yaklaşık 1 350 m. Yanardağ kökenli kayaçlarla kaplı gnayslardan oluşmuş kütle kınklarla kesilir Başlıca diklik Narbada çu­ kurun yanında yüteelir. Enine kınkiann aç­ tığı bir geçitten Bombay'ı Âgrâ'ya bağla­ yan demiryolu geçer. S A T R A N Ç a. 1. İki oyuncunun 64 kare­ ye aynlmış bir tahta üzerinde çeşitli de­ ğerleri olan 16'şar taşı karşılıklı oynatma­ larından oluşan oyun. (Bk. ansikl. böl.) —2. Bu oyunda kullanılan taşların tümü. —Ed. Türk halk edebiyatında aruz vezni­ nin "m üfteilün müfteilün müfteilün müfteilün” (----------------------------------) ka­ lıbıyla söylenmiş şiir. (ŞATRANÇ da denir.) [Bk. ansikl. böl.] —Sey. oy. İp cambazlannın sergilediği bir tür gösteri. (Bu gösteride iki cambaz ge­ rili tel üzerine çıkar, altlarına tek ayak üze­ rinde duran bir sandalye alarak satranç oynarlar.) —Süslem. sant. Satranç tahtası, üzerinde satranç oynanan, almaşık olarak siyah ve beyaz altmış dört kareye bölünmüş tah­ ta. (Bk. ansikl. böl.) || Bu dizilişi hatırlatan yüzey. || Satranç tahtası biçiminde, eşit ve bitişik kareler halinde dizilmiş ya da alma­ şık renkli eşit karelerden oluşmuş: Satranç tahtası gibi dikilmiş ağaçlar. —A n s İk l . Kökeni efsanelere dayanan sat­ ranç oyununun, K. B. Hindistan’da VI. yy.’da Çaturanga adını taşıyan piyade, sü­ vari (at), fil ve savaş arabalarının yer aldı­ ğı bir savaş oyunundan doğduğu söyle­ nir. VI. yy.’da İran'a da yayılan oyun, VII. yy.'da İran'ı fetheden Araplar tarafından öğrenildi ve geliştirildi. Oyun hamlelerinin cebirsel yazılışını bulan Araplar oyunun kuramının temelini attılar. Yüz yıl sonra oyun AvrupalIlar tarafından öğrenildi; soy­ lular tarafından benimsendi. Ispanya kralı Felipe II, İngiltere kraliçesi Elizabeth gibi hükümdarların oyunu sevdiği bilinir. Fe­ lipe II, ünlü satranç ustası Ruy Löpez'i destekledi. Savaşçıları simgeleyen taşla­ rın adları da zaman içinde değişti. İran' da subay anlamına gelen alfil giderek fil, fransızcada önce fol sonra fou, İngilizce­ de bishop (papaz) adını aldı; diyagram­ larda piskopos başlığıyla simgelendi. Ve­ zir, Doğu'da firz, ferzin, ferz adıyla anılır­ ken Batı’da, toplumun farklı yapısına ko­ şut olarak, cinsiyet değiştirdi, önce vier­ ge (bakire), sonra dame, kraliçe (İngilte­ re'de Queen) oldu. Eskiden tahtırevanlı fil­ ler ya da savaş arabaları biçiminde sim­ gelenen kalelere farsçada ruh (İngilizce­ de rook) deniliyordu. Hindistan'da, İran’ da, at olarak bilinen taş, Ortaçağ Avrupası'nda şövalye adını aldı. "Şah ve mat" ünlemi defarsça "kral öldü” anlamında­ ki şahmat’tan gelir. Satranç konusunda bilinen ilk yapıtlar XI. ya da XII. yy.'daki elyazmalan, problem der­ lemeleri, oyun kurallarıyla birlikte anekdot­ lardır. XIII. yy.’da Jacques de Cessoles, bir parçası satranç oyunundan alınacak ahlak dersine ayrılmış bir kitap yazdı. Bu kitap 1473'te basıldı. Cessoles’den sonra gelen başlıca yazarlar Lııcena (1497), Damiano (1512), satrancın ilk büyük kuramcısı sayı­ lan Ruy Löpez de Segura (1561), Gianutio (1597), Salvio (1604), Carrera (1617), yapıtı ancak 1656’da İngiltere'de ve ölümünden uzun bir süre sonra 1669'da Fransa’da yayımlanabilen Gioacchino Greco’dur Bertin’ den (1735), Stamma'dan (1737) sonra, ça­ ğının en güçlü satranççısı, fransız müzikçisi Philidor 1749'da Analyse du ¡eu des



Sato Eisaku



satranç 10222



XVI. yy.'da alman satranç takımı taşlar amber üzerine mine kakmalı satranç tahtası amber ve fildişinden yapılma



¿checs'ı (Satranç oyununun çözümleme­ si) yayımladı. • Kurallar. Satranç, 1 şah, 1 vezir, 2 fil, 2 at, 2 kale ve 8 piyon olmak üzere 16'şar taşı kullanarak oynanan bir savaş oyunu­ dur. Oyunun amacı rakip şahını ele geçir­ mektir. Şah rakip taşlardan birinin tehdidi altında bulunduğu zaman kış (ya da şah) durumundadır. Şah bu tehditten kurtula­ madığı, taşı alamadığı koşulda mat olur. Rakibin taşını doğrudan tehdit eden bir hamle yapan oyuncu “ şah" diyerek raki­ bini uyarmak zorundadır. Şah (ya da kış) uyarısıyla tehdit edilmediği halde, şahın gidebileceği bütün kareler rakip taşların denetimi altında bulunuyorsa ve şahın da hamle yapması zorunluysa oyun "p a t” , yani berabere olur. Şahın, korunabilmesi için, rok yapmaya hakkı vardır. Rok hare­ keti şahın, kanatlardaki kalelerden biriyle yer değiştirerek iki kare sağ (küçük ya da kısa rok) ya da sola (büyük ya da uzun rok) gitmesi, o yandaki kalenin de, şahın üzerinden aşırılarak onun yerleştiği kare­ nin öte yanındaki kareye geçirilmesidir. İki taşın bu hareketi tek hamle sayılır. Rok ya­ pabilmek için şahla rok yapan kale ara­ sında başka taş olmaması, şahın rok yap­ tığı yöndeki karelerin rakip taşların dene­ timinde bulunmaması, şah ve kalenin da­ ha önce hareket etmemiş olması, rok ta­ mamlandığı zaman da şah (kış) durumu­ na düşülmemesi gerekir. Piyonlar sekizin­ ci sıraya ulaştıkları zaman herhangi bir alete (vezir, kale, fil, at) dönüştürülebilir. Böylece tahtada iki, üç vezir, üçüncü bir , kale olabilir. Satranç tüm dünyada Ulus­ lararası satranç federasyonu'nun (FİDE) kabul ettiği kurallara göre oynanır. Oyunun başında taşlar resimde görül­ düğü gibi yerleştirilir; vezirler kendi renk­ lerindeki hanelerde yer alırlar. Beyaz (ya da açık renk) kare oyuncunun sağına ge­ lecek biçimde konulmuş tahta üzerinde gelişen oyun, şahın mat olması, taraflar­ dan birinin yenilgiyi kabul etmesi ya da belirli zaman süresi içinde belirli sayıda hamle yapamayan oyuncunun saatinde­ ki bayrağın düşmesiyle (örneğin iki saat içinde 40 hamle) sona erer. Beraberlik iki tarafın da yenici taşının kalmaması, aynı hamlelerin üç kez arka arkaya yinelenmesi, şahın pat durumunda kalması ya da 50 (belli durumlarda 100) hamle içinde taraf­ lardan birinin yenememesi halinde sözkonusu olur. • Taşların hareketi. Şah her yönde (ön, ar­ ka, çapraz) bir kare gidebilir. Vezir, yolu­ nun boş olması koşuluyla dikey, yatay ya da çapraz gidebilir. Kaleler, yine boş ka■eler boyunca, dikey ya da yatay gidebi­ lirler Fillerin hareketi aynı renk kareler üze­ rinde çaprazdır. Atlar bir hamlede bir adım kale, bir adım fil gibi iki kare gider, bir (L) çizerler At, öteki taşlardan farklı ola­ rak çevresindeki taşların üstünden atlaya­ bilir, bu taşların arkasındaki rakip taşları tehdit edebilir. Piyon, hep öne doğru, di­ key olarak ilerler; ancak ön çapraz kare deki taşları alabilir (sağ ya da sol). İkinci sıradaki yerinden ilk çıkışında iki kare gi­ debilir. Alan taş, alınan taşın karesine ge-



otranç oyunu taşiam tahta üzerinde üerieyişi



Ş S ■ M E HEE■■ fiia E■■H $ah



vezir (kraliçe)



fil



at



kale



piyon



oyunun başlangıcında taşların konumu tirilir. Taş almak zorunlu değildir. • Oyunun yazılışı. Satranç oyunu betim­ lenirken cebirsel, figürlü ya da İngiliz yön­ temi kullanılır. Cebirsel yazımda satranç tahtasının her karesi, dikeyler beyazın so­ lundan başlayarak a, b, c, d, e, f, g, h; ya­ taylar, beyazın önünden başlayarak siyah­ lara doğru 1, 2, 3, 4, 5, 6, 7, 8 olarak ta­ nımlanır. Hareketleri belirtmek için ham­ leyi yapan taşın (at: A, fil: F, kale: K, vezir: V, şah: Ş) simgesi yazıldıktan sonra bu ta­ şın kalktığı ve gittiği karelerin koordinatı verilir: A f1-f3 (ya da yalnız Af3). Piyonlar için simge yazılmaz. Kısa yazımda taşın salt gittiği kare belirtilir. Figürlü yazımda taşın simgesi yerine diyagramlardaki res­ mi konulur. İngiliz yönteminde tahtanın ka­ releri cebirsel koordinatlarla değil sıra ba­ şındaki taşlann adlarıyla anılır: P-QKt3 ve­ zir tarafındaki atın önündeki piyonun bir hamle öne çıktığını gösterir. Bu yazımda beyaz ve siyah taraf yatay sıraları kendi önlerinden başlayarak, ayrı ayrı belirtirler. Siyah şahın yanındaki filin oyun başında bulunduğu kare beyazın yazımına göre KB8, siyaha göre KBTdir. Dünya satranç birincileri 188Ç-1894 Wilhelm Steinltz (Avusturya) 1894-1921 Emanuel Lasker (Almanya) 1921-1927 José Capablanca (Küba) 1927-1935 Aleksandr Alehin (Fransa) 1935-1937 Max Euwe (Hollanda) 1937-1946 Aleksandr Alehin (Fransa) 1948-1957 Mihail Botvinnik (Rusya) 1957-1958 Vasiliy Smislov (Rusya) 1958-1960 Mihail Botvinnik (Rusya) 1960-1961 Mihail Tal (Rusya) 1961-1963 Mihail Botvinnik (Rusya) 1963-1969 Tigran Petrosyan (Rusya) 1969-1972 Boris Spaskiy (Rusya) 1972-1975 Robert (Bobby) Fisher (ABD) 1975-1985 Anatoliy Karpov (Rusya) 1985-1993 Gariy Kasparov (Rusya) • Türkiye’de satrancın geçmişi oldukça eskidir. Kütüphanelerde bulunan bazı el­ yazması kitaplar da bunu doğrulamakta­ dır. Kanuni Sultan Süleyman döneminde Seferihisarlı ismailoğlu Şaban tarafından derlenen elyazmasında, satrancın yarar­ ları anlatılmakta, tarihçesi verilmektedir. Kahire mevlevihanesi şeyhi Vanlı Dede ta­ rafından Mısır valisi Abdurrahman Paşa' ya gönderilen 1680 tarihli yazıda da sat­ rancın tarihçesinden söz edilmekte, il­ kin Hindistan'da ortaya çıktığı, buradan



İran’a ve İran'dan da Anadolu’ya yayıldı­ ğı anlatılmaktadır. Bugün Kraków müzesi'nde bulunan ve Sultan Ahmet III tara­ fından Polonya hükümdarına armağan edilmiş olan satranç takımı da, Osmanlı devletinde satrancın oldukça tutulan bir oyun olduğunu göstermektedir. Cumhurlyet'ten sonra, Türkiye'de sat­ ranca ilişkin en önemli adım, 1936'da Ankara, 1943’te İstanbul satranç kulüp­ lerinin kurulması oldu. 1954 yılında Tür­ kiye Satranç federasyonu kuruldu, an­ cak 1962 yılına değin çeşitli olanaksızlık­ lar yüzünden etkin bir çalışma yapama­ dı. Kuruluş, 1962 yılında 3512 sayılı kahun'un 10. maddesi uyarınca Fédération internationale d'Echec’e (Uluslararası satranç federasyonu) bağlandı, aynı yıl Türkiye ilk kez Varna'da yapılan 15. Dünya satranç şampiyonası'na katıldı. 1965 yılından başlayarak da Türkiye Fer­ di satranç şampiyonası düzenlenmeye başladı. Nisan 1991'de kurulan Satranç federasyonu, Gençlik ve spor genel mü­ dürlüğüne bağlı, devletin bir federasyo­ nu olarak faaliyet göstermektedir. Lise takımları arasında ilk yarışma İs­ tanbul'da, Nevzat Süer'in girişimi ve ba­ zı gazetelerin yardımıyla 1971 yılında gerçekleşti. 1972 yılında Hayat dergisi­ nin katkısıyla yapılan yarışma, 19731974’ ten başlayarak Cumhuriyet gaze­ tesi tarafından desteklendi. Gençlik ve spor bakanlığı liseler ve üniversiteler dü­ zeyinde bireysel yarışmalar düzenleme­ ye başladı (1982). Türk satranççıları Uluslararası satranç federasyonu'nun (FİDE) onayladığı tur­ nuvalarda yer aldılar: Nevzat Süer ve Il­ han Onat uluslararası usta, Turhan Yıl­ maz ve Suat Soylu FİDE ustası unvanla­ rını kazandılar. 1988’deki satranç olimpi­ yatında Suat Atalık birinci masada dün­ ya üçüncüsü oldu. Ayrıca Türkiye, takım halinde katıldığı olimpiyatlarda da kayda değer dereceler aldı: 1990'da 46. (Nori Sad), 1992’de 37. (Manilla). Türkiye satranç birincileri: 1966 - Seracettin Bilyap 1967 - ismet İbrahimoğlu/ Cavit Uzman 1968 - Nevzat Süer 1969 - Nevzat Süer/ Akdoğan Erözbek 1970 - ismet İbrahimoğlu/ Nevzat Süer 1971 - İsmet İbrahimoğlu 1972 - Ferit Boysan 1973 - Nevzat Süer 1974 - ilhan Onat 1975 - İlhan Onat 1976 - Feridun Öneyt Ali ipek 1977 - Ergun Gümrükçüoğlu 1978 - Turhan Yılmaz 1979 - Turhan Yılmaz 1980 - Ergun Gümrükçüoğlu / Ali ipek / Ateş Ülker 1981 - Suat Soylu 1982 - ilhan Onat 1983 - Adnan Şendur 1984 - Can Yurtseven 1985 - Ateş Ülker 1986 - Turhan Yılmaz 1987 - Suat Atalık 1988 - Suat Atalık 1989 - Turan Yılmaz 1990 - Cem Karadağ 1991 - Hakan Erdoğan 1992 - Hakan Han —Ed. Saz şairlerinin divan edebiyatı etki­ sinde kalmasıyla ortaya çıkan türlerden­ dir. Musammaf gazele benzer. Veznin iki eşit parçadan oluşması ve dize ortasında­ ki uyak dolayısıyla beyitler, dört dizeli bent­ lere (dörtlük) dönüşebilir Bu durumda di­ zeler 4+4 duraklı ya da duraksız sekizli hece ölçüsüne de uyar. Uyak biçimi ga­ zelde olduğu gibi aa, ba. ca vd.'dir: "Medhine meddah olalım hCısrev-i huban gü­ zele/ Vasfına sözler bulalım dinleye yârân güzele" vd. (Dertli). S a tra n ç (Checkmate), 1 prologla baş-



layan 1 perdelik bale. Konusunu ve mü­ ziğini Arthur Bliss, koregrafisini Ninette De Valois, dekor ve kostümlerini Edward MacKnight Kauffer hazırladı. İlk kez 1937'de Paris'te Vie Wells Ballet tarafından Champs -Êlysées tiyatrosu'nda sahnelendi. Aynı yıl Londra’da Sadler's Wells Theatre'da yine­ lendi. Başlıca rollerde June Brae, Pame­ la May, Harold Turner ve Robert Help­ mann dans ettiler. Aşk ve Ölüm'ün simge­ sel bir satranç oyununda karşı karşıya gel­ diği bu dramatik bale, N. De Valois’nın en iyi yapımlarından biridir. Kara Kraliçe (Black Queen) rolünün en iyi yorumcula­ rı arasında Beryl Grey, Maina Gielgud ve Natalia Makarova anılmalıdır. Satranç Türkiye'de ilk kez 1963-64 se­ zonunda Ankara Devlet opera ve balesi tarafından, yine De Valois'nın koregrafisiyle sahnelendi.



yy. başındaki geniş bir sağası niteliğindeki romanının (/e Jour du jugement [fr. çev.], 1978) yayımlanması Tomasi di Lampedusa’nın il Gattoperdo adlı kitabının çıkışındakine benzer bir olay oldu. S A T T IR M A K -■ SATMAK. S A T T L E R (Joseph), alman ressam ve desinatör (Schrobenhausen, Yukarı Bavyera, 1867 - Münih 1931). Yergi ve mizah gazetelerinde çalıştıktan (Pan'ın ilk sayı­ sının kapağı, 1895) sonra, çeşitli albüm­ ler çıkarttı, birçok kitap tasarladı ve resim­ ledi (Niebelungen, 1898-1904). S A T U K B U â R A H A N -> BUĞRAHAN. S A T U M A R E , Romanya'nın kuzey­ batısında kent, Satu Mare yönetim bölü­ münün merkezi, Pannonia ovasının kena­ rında; 136 881 nüf. (1989). Yönetim bölü­ mündeki sanayi üretiminin % 80'i kentte gerçekleştirilir (makine ve çeşitli araç ge­ reçler, ev araç gereçleri, besin sanayisi.) —Satu Mare yönetim bölümü, 4 405 km*; 421 465 nüf. (1989).



S A T R A P a. (fr. satrape; lat. satrapes; fars, hşatrapa). Antik. Persler'de bir satraplığın yöneticisi. —ANSİKL. Satrabın geniş bir bölgeye ya­ yılan önemli yetkileri vardı; ancak, kralın özel görevlilerinin ("kralın gözleri ve ku­ ü S a tu m , Apdlo* programının gereksi­ nimleri için geliştirilen amerikan uzay fırlakları") denetimi altındaydı. İ.Ö. V. yy.'da latıcıları ailesi. satrapların gücü arttı ve bu unvan baba­ Yalnız deneysel bir model olan 2 katlı dan oğula geçmeye başladı. Satrap ayak­ Satum 1 füzesi, itme gücü 85 tonluk 8 mo­ lanmalarının önüne geçmek amacıyla tor taşıyan itme gücü yüksek bir ilk kat ile kral, imparatorluğun batısındaki (yunanlı sıvı hidrojenli ikinci bir S-4 katını denemeparalı askerlerin toplanabildiği) satraplıkye yönelikti. 50 m yüksekliğindeki bu uzay ları parçaladı. aracının kalkış kütlesi ise 510 tondu. İlk atı­ S a tra p la h d i, Sidon'da (bugün Sayda), lışı 27 ekim 1961’de gerçekleşti. 1965'e kral mezarlığında bulunmuş lahit; 1887'de dek dokuz füze daha fırlatıldı. Osman Hamdi Bey'in gerçekleştirdiği ka­ Satürn 1-B, Apoilo uzay gemisinin par­ zılarda ortaya çıkarıldı. Paros adasının çalarını Yer'in alt yörüngesinde deneme­ mermerinden yapılmıştır. Kapağı beşik ça­ de kullanıldı. Yüksekliği 68 m, kütlesi ise tı biçimindedir. İçi, yalnızca bu lahitte gö­ 5901olan bu araç, Satürn 1’den S-4B ikin­ rülen, antropoit biçiminde oyulmuştur. I.Ö. ci katıyla ayrılıyordu ve 18 t'luk yararlı bir 430-420'ye tarihlendirilen bu lahdin bir yükü yörüngeye oturtabiliyordu. 1966 ile satraba ait olduğu ve üzerindeki kabart­ 1975 arasında, önce Apoilo programı, da­ maların da onun yaşamıyla ilgili olduğu ha sonra insanlı Skylab ve Apollo-Soyuz sanılmaktadır. Av ve ziyafet sahnelerinin, uçuşları için dokuz Satürn füzesi fırlatıldı. mızraklı askerlerin betimlendiği kabart­ Yüksekliği 110 m, kalkış kütlesi ise 2 700 malarda ion ile doğu üslubu kaynaşmış­ t olan ve kalkışta 3 400 t’luk itme gücüne tır. ulaşan (bugüne kadar yapılanların en güçlüsü olan, her biri 680 t'luk itme gü­ S A T R A P U K a. Antik. Bir satrabın yöne­ cünde 5 F-1 motoru) dev Satürn 5 füzesi, tim bölgesi. (Dara I döneminde Pers Yer yörüngesine 140 t'luk bir yük yerleşti­ imparatoriuğu'nda 20 satraplık vardı. Serebilecek ve eksiksiz Apoilo uzay gemisi­ lefkiler devletlerini 35 kadar satraplığa nin 45 tonunu Ay'a doğru fırlatabilecek ayırmışlardı; bunların yöneticilerinin resmi güçteydi, ilk olarak 9 kasım 1967'de fırla­ unvanı strategos'tu.) tılan bu füze toplam 13 kez kullanıldı ve son olarak 1973'te amerikan yörünge is­ SATSAN Q A, azizler topluluğu anlamına tasyonu Skylab'i uydulaştırdı. gelen ve özellikle hindularla buddhacıların büyük bir önem verdikleri manevi yol­ S A T U R N A LİA a. (lat. söze.; Saturnus’ da ilerlemiş kişiler topluluğunu belirten tan). Esk. Rom. Saturnus onuruna düzen­ sanskritçe sözcük. Manastırlarda satsanlenen şenlikler. (Bk. ansikl. böl.) ga, manastırda bütün kalanlar ve manas­ —ANSİKL, imparatorluk döneminde Satıra bütün katılanlar topluluğunu göste­ turnalia önem kazandı. Aralık sonunda rir. birkaç gün süren bu şenlikler sırasında, armağanlar verilir, dilekler dinlenir, esirle­ S A T S İV R İS İ, esk. Samdl dağı, D. Ana­ re tüm özgürlükler sağlanır, bunlar sahip­ dolu bölgesinin Hakkâri bölümünde, İkileriyle eşit bir duruma gelirdi. Kendileri­ yaka (esk. Sat) dağlarının en yüksek do­ ne hizmet edecek kimse bulamayan esir ruğu (3 711 m). sahipleri, yemek yemek ve söyleşmek için SA T S U M A a. (japonca söze.). Tatlımsı dost grupları oluştururdu. Macrobius'un lezzette bir mandalina çeşidi. (— MANDA­ Saturnalia adlı yapıtında bu tür bir toplan­ LİNA.) tıdan söz edilir. Saturnalia kış gündönümüyle ilişkiliydi; bu şenlikler karnavalın kö­ S AT S U M A, Kyuşu'nun güneyinde, XVI. keninde yer alır. yy.’dan beri faaliyet gösteren japon sera­ S A T U R N İA a Kelebek cinsi. (Tavuskemik fırınlarının ürettiği eşyaya verilen ad. lebeğigiller. Saturnidae familyası.) Burada çok çeşitli parçalar üretilir: eski —ANSİKL. Saturnia'\ar, iri, kızıl ve kahveparçalar, ya kuro-satsuma'lar gibi süslerenkli, gri hareli, her kanadının ortasında mesiz, sade tekrenkli ya da çizilmiş ve göz biçiminde kırmızı ve mavi bir leke bu­ kakma işlemeli siyah satsumalardır. Daha lunan güzel kelebeklerdir; çok güzel ye­ sonra rokoko tarzına yaklaşan gösterişli şil renkli tırtılları, mavi ya da kırmızı kabar­ parçalar da üretilmiştir. cıklıdır ve ipek kozaları örerler. Büyük taŞ A T TA (Sebastiano), İtalyan yazar (Nuvuskelebeğinin (Saturnia pyri) kanat açık­ oro, Sardinya, 1867 - ay. y. 1914). Sardin­ lığı 12 cm’yi bulur. Tırtılı, dişbudak, kara­ ya folklorundan esinlenmiş (Canti barbaağaç, armutağacı ve erikağacında yaşar. ricini, 1910; Canti del salto e della tanca, Aynı familyadan olan küçük tavuskelebe1924) halkçı şiirler yazdı. ğinin (Eudia pavonia) tırtılıysa, erikağacında, gürgende ve fundalıklarda bulunur. Ş A TTA (Giovanni Salvatore), İtalyan ya­ zar (Nuoro, Sardinya, 1902 - ay. y. 1975). S ATU R N İD A E a. Böcbil. TAVUSKELEBEÜnlü bir hukukçuydu, anıtsal bir yapıt olan ğ İGİller familyasının bilimsel adı. Commentario al codice d i procedura ciS A T U R N U S , Yunanlılar'ın Kronos'uyla w/e'yi (Hukuk yargılama usulü yasası) yaz­ dı. Doğduğu kentin XIX. yy. sonu ile XX. bir tutulan, eski İtalya ve roma tanrısı.



Photri



Bağcıların ve köylülerin tanrısıydı; İtalya' ya (Latium) yerleşti. Latium (Lazio), onun yönetiminde altın çağını yaşadı. Saturnus, Latium krallarının uzak atası sayılırdı. Forum'da, sütunlarından birkaçı günümüze ulaşan bir tapınağı vardı. Saturnalia* şen­ likleri dışında tanrının kültüyle ilgili göste­ riler pek enderdi. Buna karşılık Afrika'da Saturnus kültü halk arasında çok yaygın­ dı. Ancak Afrika'da tapılan Saturnus ger­ çekte bir Baal’dı. —ikonogr Saturnus genellikle geniş bir pe­ lerine sarınmış, elinde altın çağdaki verim­ li kılıcı rolünü anımsatan bir tırpan tutan çıp­ lak ve yaşlı bir adam olarak temsil edilir Ka­ natları ve kum saatiyle Zaman tanrısıdır XV. yy. ressam ve gravürcüleri onu bir zafer arabasında ayakta gösterirler Poussin’in İn­ san yaşamının dansı adlı tablosunda (Wal­ lace collection), kanatlı ve kithara çalarken betimlenmiştir. Goya Saturnus'u çocuklannı yerken resmetmiştir (Prado). Mevsimler iko­ nografisinde, Saturnus Kış’ı kişileştirir (Girardon, Versailles parkı). S a tu rn u s d iz e s i, Romalılar'ın ilk ve tek ulusal nazım tekniği. (Livius Andronicus’ un Scipio ailesi için kaleme aldıkları ve Naevius’un Poenicum bellum'u gibi bir­ takım yazıtlarda kullanılan bu dizenin ri­ tim duygusu Augustus döneminde anla­ şılmaz olmuş ve dizeye incomptus ve horridus gibi adlar verilmişti.) S A TÜ R N , Güneş sistemi'nin, Güneş'ten uzaklık sırasına göre altıncı,.kütle ve ha­ cim bakımından ise Jüpiter'den sonra ikinci gezegeni. 1980 ve 1981’de, önce 124 000 km'lik, sonra 101 000 km’lik bir uzaklıktan geçen iki amerikan Voyager sondası bu gezegenle ilgili bilgilerimizin artmasını sağladı. • Atmosfer. Jüpiter gibi Satürn'ün de yü­ zeyi katı değildir ve kalın bir atmosferle çevrilidir. Bileşim bakımından, Satürn'ün atmos-



Kennedy Space Center’da (Florida) paletli taşıma aracı üzerine yerleştirilmiş Satum 5 füzesi



Satürn'le ilgili başlıca veriler a y ırte d ic i fizik s e l ö z e llik le r



ekvatoral çap kutupsal çap basıklık Yer kütlesine oranla kütlesi ortalama yoğunluk ekvatordaki, çekim ivmesi kurtulma hızı yıldız dönme dönemi ekvatorun yörünge düzlemine eğimi albedo manyetik alanın yeğinliği



120 680 km (Yer’inkinin 9,4 katı) 108 000 km 0,105 95,2 0,69 Yer’inkinin 1,15 katı 35,41 km/sn 10 sa 14 dk - 10 sa 39 dk 26° 44’ 0,45 2.10~5 T (ekvatorda, bulut örtüsü düzeyinde)



a yırte d ic i yö rü n g e ö z e llik le ri



yörüngenin yarı büyük ekseni Güneş'e maksimum uzaklık Güneş’e minimum uzaklık Dışmerkezlik tutulum düzlemiyle eğimi yıldız dolanım dönemi ortalama yörünge hızı sinodal dolanım süresi Yer’e maksimum uzaklık Yer’e minimum uzaklık



1 429 400 000 km, yani 9,5547 ab 1 511 000 000 km 1 346 400 000 km 0,056 2° 30’ 29 yıl 167 g 9,64 km/sn 1 yıl 13 g 1 650 000 000 km 1 200 000 000 km



amonyağın varlığını ortaya çıkarmıştır. Sı­ caklık, bulutlann tepesinde -1 80 °C’tır. Jü­ piter gibi Satürn’ün de bir iç ısı kaynağı var­ dır; ama bu ısı kaynağı Jüpiter'de daha ye­ ğindir, çünkü Satürn’e göre Güneş'ten yak­ laşık üç kez fazla enerji alır. Atmosferdeki sıcaklıkların profili Jüpiter'inkiyle aynı tür­ den olmakla birlikte, Satürn’deki sıcaklıklar Güneş'ten daha uzak olduğu için daha dü­ şüktür. Atmosfer dolaşımı, tersyönlü doğu -batı yatay akımlanyla Jüpiter'inkine benzer Ama Jüpiter üzerindeki çok şiddetli rüzgâr­ ların, bulut kuşaktannın çevresinde gözlem­ lenmesine karşın, Satürn'de buna benzer bir ilişkiye rastlanmaz. Buna karşılık, rüzgâr­ ların hızı, enlem arttıkça yavaş yavaş aza­ lır. Jüpiter’dekinden 4-5 kaz daha güçlü rüzgârtann estiği ekvatorda, 1 800 km/sa'e eri­ şen hız, 40° enleme doğru hemen hemen sıfır olur Genellikle Satürn'de, Jüpiter'e gö­ re daha az konveksiyon hücresi gözlemle­ nir. Bununla birlikte, Jüpiter atmosferinde­ ki oluşumlara benzeyen burgaçsı oluşum­ lar Voyaget sondalarıyla ortaya çıkarılmış­ tır; aynı sondalar; kutup bölgelerinde ku­ tup ışıkları yayımlannı da gözlemlemiştir.



Satürn'ün uyduları



no.



XV



keşif y*,



Atlas 1980 8 27 1980 8 28 Janus Epimathaus Mlmas Enceladus Tetis Teleeto



X XI I II III XIII



1980 1980 1980 1966 1980 1789 1789 1684 1980



Kalypso



XIV



1980



Dlone Dione B Rea Titan Hiperion Japet Phoebe



• IV XII V VI VII VIII IX



1684 1980 1672 1655 1848 1671 1898



« i s t e 1961 ’de ameriten send® Voyager 2'nin 13,9 milyon ten



uzaktan aldığı Srtürn’Dn ve ItaM a m ın görüntüsü



keffedertiar



yıldız dolanım dönemi (gOn)



0,602 0,613 0,628 0,694 0,695 0,942 1,370 1,888 1,888



A. Dollfus (Fr.) D. Crulkshank (ABD) W. Harsche! (B.B.) W. Herschel (B.B.) J. D. Cassini (Fr.) D. Smith, H. Reitsema, S. Larson, J. Fountain (ABD) 1,888 D. Pascu, K. Seidelmann, W. Baum, D. Currle (ABD) J. D. Cassini (Fr.) 2,737 P. Laques, J. Lecacheux (Fr.) 2,739 J. D. Cassini (Fr.) 4,517 15,945 C. Huygens (Hol.) W. Bond (ABD) 21,276 J. D. Cassini (Fr.) 79,33 W. Pickering (ABD) 550,45



feri Jüpiter'inkiyle çok belirgin bir benzer­ lik gösterir. Özellikle hidrojen ve helyumdan oluşmuştur, ancak bunların bileşim oranı Jüpiter atmosferinde gözlemlenenden fark­ lıdır. Gerçekten de yapılan ölçümler helyu­ mun, kütle olarak Jüpiter atmosferinde % 17, Satürn'de ise °/o 11 olduğunu gösterir. Tayf çözümlemeler da, bulut bileşiminin bü­ yük bir bölümünü oluşturan metan ve



yörüngenin yarı büyük ekseni (km)



137 139 141 151 151 185 238 294



670 350 700 420 470 540 040 670



294 670 294 377 378 527 1 221 1 481 3 560 12 954



670 420 060 100 860 000 800 000



çap (km)



20 X 40 140 x 100 X 80 110 X 90 X 70 140 X 120 X 100 220 X 200 X 160 390 500 1050 34 X 28 X 26 34 X 22 X 22 1 120 36 X 32 X 30 1 530 5 150 410 X 280 X 220 1 460 220



• İç yapı. Satürn, iç yapı bakımından Jü­ piter'e benzemekle birlikte, çok yüksek hid­ rojen oranı, 0,69'u geçmeyen (birim olarak suyun yoğunluğu alındığında) daha zayıf bir ortalama yoğunluğa neden olur: Satürn bir okyanusa bırakılsaydı, su üzerinde ka­ lacaktı. Uzay araştırmalarından elde edilen verilerle bir iç yapı modeli tasarlanmıştır. Bu modele göre gezegenin büyük bir bölümü, önce, 30 000 km derinliğe kadar sıvı evre­ de, sonra da metal evrede bulunan bir hidrojen-helyum karışımından oluşur. Hid­ rojene göre daha ağır olan helyumun ya­ vaş yavaş derin bölgelere doğru göç et­ mesi, gezegenin, gözlemlerle ortaya çıka­ rılan ışınım fazlasını açıklayabilecek bir iç enerji kaynağı meydana getirir. Merkezde, yarıçapı yaklaşık 12 000 km, kütlesi ise Yer kütlesinin aşağı yukarı 25 katı olan bir çe­ kirdek bulunur; bu çekirdek, çevresi sıvı bir katmanla (su, metan, amonyak vb.) kaplı kayalık bir özden oluşur. • Manyetik alan. Satürn'ün 1979'da Pione­ er 11 sondasıyla ortaya çıkanlan ve Jüpiter ile Yer'de gözlemlenenin akslns ekseni, ge­ zegenin dönme ekseniyle hemen hemen çakışan bir dipolle gösterilen bir manyetik alanı vardır. Bu alanın ekvatordaki ve bu­ lutlar düzeyindeki yeğinliği yaklaşık 2-10-5 T'dir Manyetosfer*’inin boyutları Jüpiter'in manyetosferininkinin aşağı yukarı üç katı kadar olmakla birlikte, bu boyutlar, Güneş rüzgârının etkisiyle önemli dalgalanmala­ ra uğrar. • Halkalar. Satürn'ün en önemli özelliklerin­ den biri, gezegeni çevreleyen geniş halka sistemidir. Galilei, Scheiner, Riccioli, Gassen­ di vb. gökbilimciler gezegen üzerinde dür­ bünle yaptıkları ilk gözlemler sırasında bu



oluşumu sezinlemişlerse de, gerçek yapı­ sını ilk olarak 1655'de Huygens keşfetmiştir 70’li yıllann sonunda, Yer'den yapılan gözlemler, Satürn’ün ekvator düzlemi için­ d e kalınhklan 1 km’yi açmaksızın 300 000 km’ye dek yayılan ve keşfedilme sırasına göre büyük harflerle gösterilen yanm dü­ zine kadar halkanın tanınmasını sağladı. Ama 1980 vs 1981 'de \fcyager sondalarıyla alınan yüksek çözmeli fotoğraflar, bu halkalann her birinin eşmerkezli bir ince halkacıklar dizisi oluşturduğunu ortaya çıkar­ dı. Böylece toplam halka sayısı binlere ula­ şır. Bu halkalar, küçük uydular gibi, birbiri­ ne yakın yörüngeler üzerinde birbirinden bağımsız olarak dolanan, çok sayıda ‘'kirli'’ buz (tozlarla, mineral parçacıklarıyla v b ka­ rışmış buz) parçalarından oluşmuştur Bir­ birlerinden özellikle malzeme yoğunluğuyla ve içerdikleri cisimlerin boyutlanyla (birteç mikrometre ile birkaç metre arasında de­ ğişen) aynlırlar. Kabul edilen en genel açık­ lamaya göre sistemin kararlılığı Satürn'ün ve uydularının çekimiyle sağlanmaktadır. Yer'den gözlemlenen halkalar arasındaki bölümler, malzeme yoğunluğu belirgin bi­ çimde düşük olan bölgelere denk düşer Burada dolanan cisimler uzun süre bu böl­ gelerde barınamaz, çünkü dolanım dö­ nemleri, Satürn'ün temel uydulannın dola­ nım süreleriyle basit bir ilişki içindedir. Bu çekimsel rezonans olayı, Jüpiter’in etkisin­ deki küçük gezegenlerin halkasında göz­ lemlenen olaya benzer Kimilerine göre halkalar; etkisinde kakfiklan gelgitle parçalanan bir ya da daha çok sayıdaki büyük uydunun bölünmesiyle oluş­ muştur çünkü bunlar, Satürn’den, Roche limitinin altındaki bir uzaklıkta dolanmakta­ dır Kimilerine göre ise, halka, gezegenin oluşum artıklarıdır Ama bu İki süreç birleş­ tirilebilir ve iç halkaların bir parçalanma so­ nucunda, dış halkaların ise yakalanma ar­ tıklarından oluştuğu kabul edilebilir. Aynca, halkaları oluşturan bloklann boyutlarında gözlemlenen farklar, dış halkaların tümü­ nün aynı dönemde oluşmadığı İzlenimini uyandırır. Voyager sondalarıyla elde edilen yüksek çözmeli fotoğraflar; halkaların İçinde çok sa­ yıda düzensizlik (kalınlık ya da parlaklık de­ ğişimleri, malzeme dağılımındaki heterojen­ lik, manyetik alanla birlikte dönen, geçici uzun radyal yapılar vb.) bulunduğunu orta­ ya çıkarmıştır Günümüzde kuramdan dina­ mik süreçlerin karmaşıklığının belirtisi olan bu özellikleri açıklamaya çalışmaktadırlar. • Uydular Halkalardan başka, Satürn'ün çevresinde, önemli bir uydu ailesi bulunur Bunlann en büyüğü (çapı 5 000 km'nin üs­ tünde) olan Titan*’ın boyutlar yersel bir ge­ zegeninle kadardır; en küçüklerinin ise bo­ yutu onbeş-yirmi kilometreyi geçmez ve bunların yapısı, kuşkusuz halkaları oluştu­ ran en büyük blokların yapısından temel­ de bir farklılık göstermez. 1979’da, Satürn'ün üzerinden ilk uzay aracı uçana dek, ancak 9 uydunun varlığı kesin olarak biliniyordu; bu uydulara da yu­ nan mitolojisinden Titanlar’ın ve Devler'in adları verilmişti; bunlar, gezegene en ya­ kın olandan en uzak olana doğru şu şekil­ de sıralanır: Mimas*, Enceladus*, Tetis*, Dione*, Rea*, Titan*, Hiperion*, Japet* ve Phoebe*. 1966’da, fransız gökbilimci A, Dollfus tarafından ortaya çıkanlan ve Satürn' e Mimas'tan daha yakın olan Janus*'un varlığı hâlâ tartışılmaktadır. Son olarak, 1900’de amerikalı W. Pickering'in keşfetti­ ğini söylediği, ancak daha sonra hiç göz­ lemlenmeyen Temis’in adından artık söz edilmemektedir. 1979 ve 1980'de, halkaların kenarların­ dan göründüğü dönemde yapılan uzay uçuşları ve Yer'den gerçekleştirilen Satürn gözlemleri, bu gezegenin çevresinde sap­ tanan uydu sayısının çok artmasına yol açtı. Ayrıca Janus'un varlığı da doğrulanabildi, Ama hemen hemen aynı yörünge üzerin­ de dolanan bir başka küçük uydu da, Epimetheus, keşfedildi. Bu iki cismin yörünge hızları birbirine çok yakın olmakla birlikte, eşit değildir; böylece içteki uydu yavaş ya-



Saumur yan abartılı bir gerçekçilikle yazılmıştır. vaş dıştakini yakalar. Birbirlerine yaklaştık­ larında karşılıklı çekimleri bunlann açısal S M Y R İIİM a Afrika'da ve Güney Asya’ momentlerini değiştirir içteki uydunun açı­ dâ yerde yetişen orkide (Başlıca özelliği çi­ sal momenti artar ve bu uydu, yörünge hı­ çeğinin üst taçyaprağının, çiçeğin üstünde zının daha küçük olduğu daha “ yüksek" bir miğfer gibi durmasıdır. 100 kadar türün­ bir yörüngeye geçer; dıştaki uydunun mo­ den bazı örnekler: Satyıium carneum, S. menti ise azalır ve bu uydu yörünge hızı­ nepalense, S. sphaerocarpum) nın daha büyük olduğu daha "alçak” bir _________i a (yun. söze., lat. satyrus). yörüngeye geçer Böylece iki uydu yerleri­ Yun. mit. İnsan vücutlu, teke bacaklı, uzun ni değiştirmiş olur Bu durum, dört yılda bir ve sivri kulaklı, kıvnk boynuzlu ve kuyruk­ yinelenir. lu olarak temsil edilen, kır yan-tannsı. NymKalypso ve Telesto gibi, daha yakın ta­ pheler’in erkek kardeşleri olan satyraslar, rihte keşfedilen diğer uydulann kimilerine Dionysos kültüyle özdeşleştirildi; flüt çalar­ “ Lagrange" uydulan denir: bunlar/daha lardı ve köylüleri korkuttuklanna inanılırdı.) büyük bir uyduyla aynı yörüngeyi izler ve [Eşanl. SİLENOS.) (Bk. ansikl. böl.) onun 60° önünde ya da ardında, "Lagran­ —ANSİKL. ikonogt Eski Romalılar'ın fauna­ ge noktalan" (bu biçimlenmeyi ilk kez in­ sı gibi, yunan mitotojisindeki satyras da bir­ celeyen matematik? LagrangeTn adından) çok yerde temsil edildi (kabartmalar, vazo adı verilen, sistemin dinamik kararlılığı olan resimleri). Simgesi geyik postudur (nebris). noktalarında dolanırlar Son olarak kimi hal­ Heykel alanında, Praksiteles'in İçki boşal­ kaların kenannda, çekim alanlannın bu haltan safyros’uyla (Dresden, Palermo; Lond­ kalan sınır yıldızlann arasına hapsettiği dü­ ra) Periboetos adı verilen Dinlenen satyros' şünülen küçük uydular da saptanmıştır: bu u (Louvre; Torionia müzesi ve Roma’da Canedenle bu uydulara “çoban uydular" de­ pitolini) sayılabilir Resimde; satyroslann ve nilmektedir. nymphelerin dansları Tiziano, Annibale Öte yandan, Voyager uçuşlanyla elde Carracci, Van Poelenburgh, Rubens, Segedilen en önemli sonuçlardan biri, Satürn' hers, Jordaens, Van Dyck, Poussin'e esin ün uzun süreden beri tanınan, ama hak­ kaynağı oldu. Jordaens Köylü evindeki saty­ kında çok az şey bilinen (yörünge özellik­ ros temasını ele aldı. (~* bacchanaüa) leri dışında) ve Titan dışında, teleskoplar­ da hemen hemen bir nokta gibi görünen SATYRO S, İ.Û. IV. yy.'da yaşamış Paros uydularının fizyonomisini ortaya çıkarmak asıllı yunanlı mimar HaJikarnassos mausoolmuştur. leionu'nun yapımına katıldı. —Astral. Güneş ailesinden gezegen. (Gün­ düz üçüncü büyük üçgenin yöneticisi. Do- 8ı SATYRUS a. Kanatlan kahverengi, gri, kı­ zıl ve san hareli kelebek cinsi. (Tirtıllan buğ­ ğusal konumda Oğlak’ta, batışa! konum­ daygillerde yaşar. Başlıca türleri: İstanbul da Kova'da gökevindedir; yücelim hali Te­ çevresinde bile rastlanan Satyrus dree ve razi burcundadır Ptolemaios bu gezege­ S. statilınus; S. dryas; pas kuşaklı kelebek nin etkisini daha çok, Soğuk, bir ölçüde de adıyla bilinen S. semele Satyridae famil­ Kuru olarak niteler [yani Jüpiter'in tam ter­ yası.) si bir yapıdadır]; koruyucu, yoğunlaştırıcı ve engelleyici, hatta kısıtlayıcı ilkeyi temsil S a u c eAta, Duera vadisinde bir hidroelek­ eder; etkisini en yoğun biçimde kavuşum trik tesisin bulunduğu yer, İspanya-Portekiz konumunda gösterir.) sınırında. S ATVET a. (ar satvef). Esk. 1. Zorlu ve S A U C K E L (Fritz), alman siyaset adamı ezici güç. —2. Şiddet ve kuvvetle birinin (Hassfurt, Franken, 1894 - Nürnberg 1946). üzerine atılma. 1922’de nazi partisine girdi, 1927'de Thüringen gauleiter’liğine getirildi, mart 1942'de , "Halk efkârına hadim işgal edilen ülkelerden savaş salması ola­ siyasi türk gazetesidir" altbaşlığıyla, Mus­ rak alınan işgücünün Almanya’daki yöne­ tafa Hulusi tarafından Elazığ’da yayımlanan timiyle görevlendirildi, savaş suçlusu ola­ haftalık gazete (1923-1925). rak ölüm cezasına çarptırıldı ve idam edildi. S JTY A , doğruluk anlamına gelen ve ma­ S AU ER , Kuzey-batı Avrupa'da ırmak, M o nevi yola giren herkesin kabul etmesi ve selle’in kolu (sol kıyıdan); 170 km. Hautes uygulaması gereken beş yama ya da ev­ Fagnes'den (Belçika Lüksemburg'u) doğar rensel ahlak ilkesinden birini belirten sansEsch-sur-Sûre, Diekirch ve Echternach'tan kritçe sözcük. geçer, Trier'in yukarısında son bulur. SATYAORAHA, yalnızca doğruyla (sal­ S AU E R (Emil VON), alman piyanocu ya) yetinmeye ve kötülüğe salt kendi gü­ (Hamburg 1862 - Viyana 1942). Zamanı­ cüyle ve bir sevgi anlayışıyla direnmeye da­ nın en büyük piyano virtüoziarındandı. yanan tutumu belirten sanskritçe sözcük. 1901'de Viyana Krallık akademisi MeistersGandhi'nin felsefesinin temelini oluşturan chule für Klavierspiel'in yöneticiliğine geti­ bu tutum, şiddetsizcilik (ahimsa) kavramı­ rildi. 1917'de Dresden'e yerleşti ve orda öğ­ na sıkı sıkıya bağlıdır. rencilerine Liszt’in yöntemlerini öğretti. SATYRİDAE a. Genellikle koyu ya da kulamsı renkli olduğundan “esmerkelebekgiller" adıyla da bilinen kelebek familyası. (Bedenleri küçüktür: 30-50 mm. Kanatla­ rın altında, çcğunlukla, göz biçiminde le­ keler vardır. Orman kenarlarında bulunur­ lar. Pulkanatlılar takımı.)



SAU E R (Cari Ortwin), amerikalı coğrafya­ cı (Warrenton, Montana, 1889 - Berkeley 1975). Alman coğrafyacılann ve amerikalı sosyal antropologların etkisiyle, özgün bir coğrafya görüşü olan ve yörenin kültür ve tarih boyutlarına öncelik veren yörebilimi geliştirdi. 1923’te kurduğu ve ölümüne ka­ dar yönettiği Berkeley okulu, Güney-Batı ABD’nin, Latin Amerika’nın incelenmesi ve yayılma olgularının araştınlması ile ün ka­ zandı.



S a ty rik o n , Petronius'un romanı. Verro’ nun Saturae Menippae'sinden esinlenerek yazdığı kapsamlı romanın yalnızca iki kita­ bından bölümler kalmıştır İki soylu genç, Encolpius ile Ascyltus, gözdeleri Giton'la S A U E R L A N D , Almanya'da. Ruhr'un birlikte Güney İtalya kentlerini dolaşırlar ve G.-D.'sunda bölge, Rheinisches Schiebirçok traji-komik serüven yaşarlar. Roma­ fergebirge'nin kuzey kenarından oluşur. nın genel planını saptamak güçtür. Elimiz­ Birçok dik kenarlı vadiyle yarılmış ve üs­ deki paıçalann en uzunu, azatlı zengin Tritünde birkaç kalıntı engebenin (G.-D.'da malchio’nun verdiği bir ziyafeti anlatan Rothaargebirge) yükseldiği bir aşınma parçadır; bu parçada Trimalchio misafir­ yüzeyidir. Serin ve yağışlı iklimi ormanla­ lerinin gözünü kamaştırmak için tam bir rın gelişmesini kolaylaştırır ve çevre böl­ türedi gibi servetini sergiler, gülünç olur, geler için su toplanmasına (barajlar) ola­ ama zaman zaman da tam bir halk çocu­ nak verir. Tarım büyük ölçüde hayvancılı­ ğu gibi sağduyusunu kullanmayı bilir, Kar­ ğa dayanır: öte yandan yaz ve kış turiz­ maşık ve şaşırtıcı bir yapıt olan Satyrikon, mi gelişmektedir. Vadilerde hafif metalür­ aynı zamanda, Neron devrinin kibar çev­ ji sanayisi kurulmuştur. relerinde beğenilen edebiyat türlerinin in­ ce bir pastişi, imparatorluk törelerinin öz­ ■ S A U O U E T (Henri Poupard , Henri — denir), ,fransız besteci (Bordeaux 1901 gün ve hoş bir betimlemesi, İtalyan kent­ Paris 1989). 1923 yılında Arcueil okuluna lerinde halk çevreleri üzerine eşsiz bir ta­ katıldı; le Plumet du colonel (1924) adlı nıktır. Yapıtın tümü, kimi zaman, Petroni­ bir opera buffa ve les Roses (1924) adlı us'un alaycı kuşkuculuğunun izlerini taşı­



bale ilk sahne yapıtlandır. İkinci balesi Ked/"yi ilk kaz Diaghilev sahneletti. Ardından Parma manastın (1936), la Gageure imp­ révue (1942), les Caprices de Marianne (1954) adlı operalarla, Roland Petit va mar­ quis de Cuevas’ın topluluktan için tes F p rains (1945), Karşılaşma (1948), les Saisons (1951) adlı baleleri besteledi.



10225



SAUKLAR, Kuzey Amerika Prairiesi'nin Algonkin Kızılderilileri; özellikle Wisconsin eyâletinin kuzeydoğu'suyla illinois eyaleti­ nin kuzey-batı'sında yaşayan bu Kızılderi­ liler, avcılık (bizon) ve tanm ürünleriyle ge­ çinirler Kabile düzeni yan yarıya bir bölün­ meye dayanmakta, her bölüm kayınalma uygulanmasının genellik kazandığı dıştarv evli babasoylu klanlardan oluşmaktadır Dinsel ayinleri, yaratıcı bir tann (ManKu) ve ruhlarla dolu bir dünya inancına dayan­ maktadır. S A U L ya da Ş A U L , Havari Paulus*'un adının değişik Dir biçimi. S A U L (Peter), amerikalı ressam (San Fran­ cisco 1934). Pop art döneminde verdiği ya­ pıtları kaba ve eleştirel bir anlatımla ayırt edilir Çizgi roman ve karikatürü andıran (bi­ çimi bozulmuş insan figürleri, çiğ renkler) ve kışkırtıcı olmasını istediği resimlerinde; amerikan günlük yaşamındaki bozuklukla­ rın hiç birini bağışlamamıştır. 1965’ten iti­ baren, gerçeği acımasızca gözler önüne serme (Little Joe in Hanoi, 1968), saldır­ ganlık, özellikle de 70’li yıllarda, yerleşmiş değerlere saygı göstermeme (müzelerdeki başyapıttan n yeniden ele alınması: Night -watch, 1974-75) sanatının başlıca özellik­ leridir S A U L İE U , Fransa'da kanton (Cöted'Or) merkezi, Morvan dağlarının kena­ rında; 3 014 nüf. (1992). Tarım pazarı. Fi­ delikler. Makine yapımı. —Güz. sant.XÏÏ. yyTdan kalma sivrFtonoz­ lu eski bir manastır kilisesi olan Saint-Andoche, Cluny tipine bağlanır. Hayvanlann (baykuş, yabandomuzu, horoz) ve Kutsal Kitap'tan sahnelerin (Balaam'ın dişi eşeği, Mısır’a kaçış, şeytanın çölde İsa'yı yoldan çıkarmaya çalışması, dirilen İsa'nın azize Meryem'e görünmesi) canlandırıldığı ro­ man sütun başlıklan olağanüstü plastik gü­ zelliktedir



satyros btçtmjnde şamdan bronz roma sanatı, İ.S. I. yy.



Uusslmize, Napoli



S A U IT S A İN T E M A R İE , )‘de (Mi­ chigan) kent, Superior gölünü Huron gö­ lüne bağlayan Saint Marys ırmağı'nın sağ kıyısında, aynı adlı kanada kentinin karşı­ sında; 14 500 nüf. Irmak limanı. Turizm merkezi. S A U IT S A İN T E M A R İE , Kanada'da (Ontario) kent, Superior gölü ile Huron gölü arasında, Saint Marys ırmağı'nn sol kıyı­ sında ve kara ve demiryolu köprüsüyle bağlı olduğu Sault Sainte Marie'in (Michi­ gan, ABD) karşısında; 81 000 nüf. Bu eski kürk ticaret merkezinde hidroelektrik önem­ li sanayi tesislerinin kurulmasına olanak verdi: demir ve krom metalürjisi, kereste iş­ leme, kimya ve besin sanayileri. Aynı za­ manda bir turizm merkezidir. —Sault Sain­ te Marie kanalı ya da Soo Canal, Saint Marys ırmağının çağlayanlannı dolanarak büyük göllerdeki gemilerin Superior gölün­ den Huron gölüne geçmesine olanak verir



yandan görünüm



S ttp m d m



S A U L X , Fransa’da (Paris havzası) ırmak. Champagne ile Lorraine’in sınınnda, Marne’ın kolu (sağ kıyıdan); 126 km. S A U M A İS E (Claude), transız bilgin (Semur-en-Auxois 1588 - Spa 1653). Protestandı, Hollanda’ya yerleşti, Leiden’de ders verdi ve geniş kültürüyle uluslararası bir ün kazandı. Latince olarak kaleme alın­ mış çok sayıda kuramsal yapıt ya da pole­ mik kitabı yayımladı. S A U M A T R E g ö lc ü ğ ü , Haiti Cumhuriyeti’nde denizkulağı, Cul-deSac ovasında. Selle kütlesinin K.’inde; 168 km2. S A U M U R , Maine-et-Loire'da (Fransa) arrondissement merkezi, Saumurois’da, Loire kıyısında; 31 894 nüf. (1992). Tica­ ret, turizm. Sanayileşme (köpüklü şarap, mantar ve sebze, alüminyum ambalaj, kontrplak) kısmen Saumurois'daki tarım üretimine bağlıdır. Kent eski eserler bakı-



Henri Sauguet



(1981), Carmen (1983), El Dorado (1987), La Noche Oscura (1989), Ay, Carmela ( 1990) filmlerini gerçekleştirdi. S A U R İA S İS a. (yun. saura, kertenke­ le). Der. hast. Örteneklerin kullanması so­ nucu derinin, kertenkele gibi kabuk bağ­ lamasına neden olan iktlyoz çeşidi. S A U R İS C H İA a Paleont. SÜRÜNGENDİnozorlar takımının bilimsel adı. SAU R O K TO N O S a. (yun. söze.; yun. saura, kertenkele ve kteinein, öldürmek' ten). Yun. mit. Kertenkele öldüren (Apollon’un sıfatı).



yönetmenliğini Caitos S u n in in



yaptığı Cria C uem (1976) Aminden bir sahne



J.-L. Charm et



Horace Bénédct de Saussure



Voyages dans les Alpes (Alpler'de yolcu­ luk) [1779-1794, 4 cilt], Essais sur l ’hygro­ métrie (Nemölçümü üzerine denemeler) (1783). SAU S S U R E (Nicolas Théodore DE), is­ viçreli kimyacı ve doğabilimci (Cenevre 1767 - ay. y. 1845), Horace Bénédict’ln oğ­ lu. Cenevre'de mineraloji ve yerbilim pro­ fesörü oldu, fizyoloji alanında ilk kez deney­ sel yöntemi uyguladı. SAU S S U R E (Henri, Louis, Frédéric DE), İsviçreli doğabilimci (Öenevre 1829 - ay. y. 1905), Horace Bénédict'in torunu. Düzkanatlılar hakkındaki çalışmalanyla tanındı. Başlıca yapıtlan: Monographie des guêpes solitaires (Yalnız yaşayan yabananlan üstü­ ne monografi) [1852], Orthoptera nova Americana (Amerika düzkanattılan) (1861). Le muséum de Genève'e büyük bir böcek koleksiyonu bağışladı.



SAUR O PO O A a Saurischia öbeğinden dinozorlar alttakımı. (Üyeleri dev beden­ li, küçük kafalı, uzun boyunlu ve kuyruk­ lu, hemen hemen birbirine eşit bacaklı F ilm s M ollèm -J.-L. P as s a k kol. [dörtayaklıdırlar], dişleri bitkicll beslenme­ ye uyarlanmış hayvanlardır. Dev biçimleri mından zengindir: Saint-Pierre kiliseleri Jura devrinde ortaya çıkmıştır: Brontosa(XII.-XIII. yy.); XVI. yy. başından kalma Be­ urus cinsindekilerin boyu 25 m'yi geçiyor­ H SAU S S U R E (Ferdinand Œ), isviçreli dil­ bilimci (Cenevre 1857 - Vufflens-le-Châlediye sarayı ve eski evler. XIV. yy. sonun­ du; öbür dev biçimleri arasında Kuzey teau, Vaud kantonu, 1913), Henri de Sausda yeniden yapılan ve XIX. yy.'da restore Amerika'da bulunan Camarasaurus, Dip­ sure’ün oğlu, 1876'da, gelişim içindeki yeedilen şato, yöneticiler tarafından konut lodocus Bronlosauruslar, Avrupa ve As­ nidllbilgtciler okulunun karşılaştırmalı dilbil­ olarak kullanıldı. Bugün burada Belediye ya’da yaşamış Cet/osaurus'lar ve Brachigisi yöntemlerini yeniledikleri Leipzig’e müzesi vardır. osaurus’lar sayılabilir. Son yıllarda bulu­ sanskritçe öğrenmek için gitti. 1880’de bu­ —lar. Philippe de Mornay’nin, bu kentte nan ayak izleri, çok İri olmalarına karşın rada, l ’Emploi du génitif absolu en sans­ protestan bir tannblllm akademisi kuran suya girmediklerini ve karada yürüyebil­ krit (Sanskritçede salt tamlayan durumunun (1599) huguenot hükümeti döneminde dikleri™ göstermektedir.) kullanımı) üstüne doktora tezini savundu. Saumur, tüm Avrupa’da "İkinci Cenevre" S A U R G P S İO A E a. Günümüzde yaşa­ Ama daha örtoe, 1879'da yayımladığı Mé­ olarak ün kazandı. Güvenli bölge duru­ yan dörtayaklı omurgalılar sürüngenler ve moire sur le système primitif des voyelles muna geldi ve 1611’de Fransa Protestan kuşlarla fosil sürüngenlerin çoğunun or­ dans les langues indoeuropéennes (Hint kiliseleri genel kurulu burada toplandı. tak bir kökten geldiği İzlemini uyandıran -avrupa dillerindeki ilk ünlü sistemi üstüne Nantes fermanı'nın yürürlükten kaldınlmaterim. (Bütün bu hayvanların bazı ortak inceleme) adlı yapıtıyla üne kavuştu; filolo­ sı (1685), ardından akademinin kapatılma­ özellikleri vardır; tek bir artkafa çıkıntıları ji araştırmasının, sesçil bir betimlemeye de­ sı üzerine, kent nüfusu yarı yarıya azaldı. vardır; aort yayı sağdan çıkıntı yapar; leğil, incelenen dizgede yer alan öğeler ara­ S A U M U R O İS , Fransa'da Anjou' nun ğenkemiği kemerinin yapısı. Sauropsidae’ sındaki işlevsel bağıntılara dayanması ya­ (Maine-et-Lolre) güney kesiminde bölge, lerle memeli sürüngenleri ve memelileri pıta devrimci bir nitelik kazandırmıştır Bu Layon’dan Loire ve Vienne ırmaklarının içeren Theropsidae öbeği karşıtlaştırılır. anlayış, daha sonra Genel dilbilim ders­ kavşağına kadar uzanır. Burası, ormanlık Bu altbölümlenme sürüngenler sınıfı üye­ lerinde geliştirilen kuramsal kavramlann da lerinin farklı biçimde sınıflandırılmalarına (Gennes, Fontevrault) ve özellikle zengin habercisidir. bir tarım (üzüm bağları, çiçek ve sebze, neden olur.) 1880-18Ş1 arasında Saussure Paris’te mantar) bölgesidir Başlıca kenti Saumur. bulundu. Ecole pratique des hautes étuS A U R O P TE R V Û İA a. ikinci Zaman'da des'de M. Bréal'in karşılaştırmalı dilbilgisi S A U N A a. (fince söze.). 1. Özellikle so­ denizlerde yaşamış fosil sürüngenler ta­ derelerini izledi; 1881'den başlayarak da bu ğuk ülkelerde kullanılan, Finlandiya köken­ kımı. (Küçük kafalı, uzun boyunlu, kalın dersleri o vermeye başladı ve Paris Dilbi­ li buhar banyosu. (FİN ham am i da denir.) gövdeli, çıplak derili, yüzme organlarına lim derrıeği'nin çalışmalarına katıldı. 1891’ —2. Bu banyoların yapıldığı bina, -—3. Bu dönüşmüş beş parmaklı, ayaklı, büyük de Cenevre’ye geri döndü ve ölümüne ka­ banyoların yapılmasına yarayan aygıt. olasılıkla ¿çil hayvanlardı, iki alttakıma ay­ dar sanskritçe, karşılaştırmalı dilbilgisi ve —A nsIk l . Sauna, üzerinde gözenekli bü­ rılır: Nothosauria [Trias’ta karada yaşadı); son yıllarında {1907, 1908-1909 ve 1910 yük taşların ısıtıldığı bir aygıt bulunan ge­ plezyozorlar [bil. a. Plesiosauria; Jura ve -1911) genel dilbilim dereleri verdi. Saussure’ nişçe bir odadır. Taşlar kızgın hale geldi­ Kretase'de yaşadı].) ün İzleyicileri C. Bally Ile A. Séchehaye' ğinde üstlerine su dökülür, bu da bol mik­ S AU R O P U S a. Sütleğengiller familya­ nin öğrenci notlanna dayanarak hazırlayıp tarda buhar oluşmasına neden olur; oda­ sından ağaççık. (Yaklş. 15 tür; Sunda ada­ Saussure'ün adıyla 1916’da yayımladıkları nın sıcaklığı 60 ila 80 °C’a çıkar. Seans, larında ve Sri Lanka'da yetişir.) Genel dilbilim' dersleri (Cours de linguisti­ kayın ağacı dallarıyla hafif bir kamçılan­ que générale) bilginin üç öğretim yılı bo­ manın ardından buz gibi soğuk bir duşla S A U R O TH ER A a. Antiller'de yaşayan, yunca verdiği derslerin bir bireşimidir. Bu tamamlanır. Kurulandıktan sonra bir hav­ uzun gagalı, kat kat kuyruklu gugukkuşu kitabın etkisi biraz gecikmeli, ama çok bü­ luya sarınarak 15 ila 20 dakika dinlenilir. cinsi. (Gugukgiller familyası.) yük oldu: gerçekten de, yapıt yapısalcılığın Saunaya masaj da eklenebilir; bu, zinde­ S A U S H K İN (Yulyan Gleboviç) - SAUŞbaşlangıç noktasını düştürdü. lik veren çok yararlı bir yöntemdir. KİN. SAU SSU REA a. Avrupa, Asya ve Kuzey S A U R a. (ar, sa'r'dan sff’üı). Esk. Ocak, SAU S S U R E (Nicolas DE), isviçreli tarımAmerika’nın dağlık ya da yarı arktik bölge­ fırın. bilimcl (Cenevre 1709 - ay. y. 1790). Ta­ lerinde yetişen çokyıllık ot. (Almaşık yap­ S A U R A (Antonio), İspanyol ressam (Hu­ rım konusunda çok sayıda yapıt verdi: rakları tam ya da tüysü parçalıdır Mor ya esca 1930). önceleri gerçeküstücü, Manière de prm igner la vigne sans eng­ da mavimsi çiçekleri, yalancı şemsiye bi­ 1954'ten sonra da soyut anlatımcı anla­ rais (Asma çubuğunu daldırma yoluyla çiminde toplu ışınsal kümeçler halinde bu­ gûbresiz çoğaltma yöntemi) [17751, Essai yışta (1957'de El Paso grubu'nun oluştu­ lunur Bileşikgiller familyası.) rulmasına katıldı) çalışmalar yaptı. 60'lı yıl­ sur la taille de la vigne et sur la rosée (Bağ S A U Ş K İN ya da S A U S H K İN (Yul­ larda figüratif sanata bir ölçüde geri dön­ budaması ve çiy üzerine deneme) [1780], yan Gleboviç), rus coğrafyacı (Moskova dü. “ Biçimi bozulmuş” yüzler ve vücutlar Le Feu, principe de la fécondité des 1911). Moskova Üniversitesi'nde İktisadi ("Çarmıha geriliş", "Hayali portreler", plantes et de la fertilité de la terre (Sıcak­ coğrafya kürsüsü başkanı oldu, Rus coğ­ lık, bitkilerde döllenmenin ve toprakta ve­ "Kendi portreleri", "Üst üste bindirmeler" rafyasını bölge bilimiyle İlgili yeni akımla­ rimliliğin ilkesi) [1783], dizileri), şiddetli ve lirik bir devinim İçinde çoğu kez siyah beyaz olarak İşlenmiştir: ra açtı, bölgesel yaklaşımları modem an­ I S A U S S U R E (Horace Bénédict DE), is­ bunlar, Franco dönemi Ispanyası’nın ger­ layışla ele aldı ve bazı uzmanların fikirleri­ viçreli doğabilimci ve fizikçi (Conches, Ce­ çeğini çağrıştıran trajik görünümlerdir. ne karşıt olarak, V. A. Anuçin'in coğrafya nevre yakınında, 1740 - ay. y. 1799), bir Gerçekleştirdiği desen, kolaj ve montajla­ biliminin bütünlüğü savını destekledi. öncekinin oğlu. Özellikle Alpler’de, botarın jânı sıra Saura, şiir ve denemeler ka­ . nlk ve jeoloji gezileri yaptı. 1786'da mont leme almıştır. t a Fransa’da Sauternes yö­ Blanc'a İlk tırmanışı destekledi ve İkinci tır­ resinde yetişen ve bir mantarın (Botryüs dS A U R A (Carlos), İspanyol film yönetmeni manışı, 1787'de, aralarında Jacques Balnerea) etkisiyle aşırı dgunlaşan üzümler­ mat'ın da bulunduğu birçok kılavuzun eş­ (Huesca 1932), Antonio Saura'nın karde­ den elde edilen tatlı beyaz şarap. liğinde kendisi gerçekleştirdi. Birçok ma­ şi. Önce fotoğrafçılık yaptı, daha ilk film­ S A U T E T (Claude), transız film yönetme­ deni o keşfetti, yerkabuğunu oluşturan ta­ lerinde Luis Bufıuel'ln yetenekli bir izleyi­ ni (Montrouge 1924). Polisiye bir film (Clas­ bakaların ardışık düzeni hakkındaki ilk cisi olarak görüldü (Los Golfos, 1959; se tous risques, 1960) tüm ilgileri üzerinde kavramları ve onların başlangıçtaki konu­ Llanto po r un bandido, 1963; La Caza, topladı ve ardından on yıl boyunca Geor­ 1965), ardından francocu toplumun bi­ munu değiştirmiş olan nedenleri açıkla­ dı, Birtakım aletleri de o tasarladı: gökyü­ ges Franju (les 'feux sans visage 1959), linçli ve acımasız bir gözlemcisi olarak ta­ Marcel Ophuls (Peau de banane 1964), A. zünün rengi ile çeşitli yüksekliklerdeki ha­ nındı (El Jardín de las delicias 1970; Ana Cavalier (Mise à sac, 1967; la Chamade F. va saydamlığı arasında bir ilişki kurmaya y los lobos 1972; La prima Angélica, 1973; Sagan’ın yapıtından, 1968), J. Deray (Boryarayan nem, mavilik ve ses ölçme aygıt­ Cría Cuervos, 1976; Elisa vida mía, 1977; salino, 1970) için senaryocu, uyarlamacı ve ları; samanlı ve çivili elektrometre; ışınöl­ Mamá cumple cien años, 1979), Ayrıca diyalogcu olarak çalıştı. Yönetmen olarak çer; rüzgâr ölçer vb. Bilimsel meteoroloji­ Peppermint frappé (1967), la Madrigue­ şu filmleri gerçekleştirdi: Hayat bağlan (les nin İlk ilkelerini belirledi. Başlıca yapıtları: ra (1969), Kanlı düğün (Bodas de sangre)



savan Choses de la vie) [Louis-Delluc ödülü, 1970], Şeref yolu (Max et les ferrailleurs) [1971], Sen ve ben (César et Rosalie) [1972], Sen, ben ve diğerleri (Vincent, François, Paul et les autres) [1975], Basit bir hikâye (Une histoire simple) [1978], Un mauvais fils (1980), Garçon! (1983), Quelques Jours avec moi ( 1988) S a u tr a n tlk a , Buddha'nin sc/fra'larda nakledilen sözlerine öteki kitaplardakinden daha büyük bir önem veren eski bir buddhacı okulu belirten sanskritçe sözcük. Bü­ yük Taşıt (Mahayana) geleneğinin bu okulla başladığı kabul edilmektedir S a u ty kö p r ü mü . Eiektrotekn. Wheat­ stone köprüsü*ne benzeyen düzenek; dört direncin yerini, dört kondansatör ve galva­ nometrenin yerini bir elektrometre almıştır. (Bu aygıt, kondansatörlerin göreli sığaları­ nı ölçmeye yarar.) SAU V A Q E T (Jean), transız araştırmacı (Niort 1901 - Cambo 1950). E c d # pratique des hautes études’ün müdürlüğüne geti­ rildi, Collège d * France'ta ders verdi (1946), İslam üzerine çalışmalanyla tanın­ dı. Arkeolojiden ve arşiv belgelerinden ya­ rarlanarak müslüman Doğu’nun tarihini ye­ niledi. Bir Halep monografisi (1941) ve Int­ roduction à l ’histoire de l ’Orient musulman (Müslüman Doğu tarihine giriş) [1943] adın­ da önemli bir yapıt bıraktı. S A U V E , Fransa'da (Gironde) komün, Entre-deux-Mers'de; 1 155 nüf. (1992). Şarapçılık. SAUVETERRE E N D Ü S TR İS İ a. Sauıreterre ucu (bir ya da iki kenarı işlenerek sivritümiş dar ve küçük lama), birçok geo­ metrik mikrolit ve yuvarlak küçük kazıyıcı­ larla ayırt edilen mikrolitik endüstri evresi. (Paris havzasında, "montade evresi" ve son tardenois kültürü, sauveterre endüst­ risine yaklaşan özellikler gösterir) [Eşanl, S4UVETERYEN.] S AU VETER YEN sıf. ve a. (fr. sauveterrieri). Taıönc. SAUVETERRE ENDUSTRİSİ’nin eşanlamlısı. S AU V E U R (Joseph), fransız matematik­ çi ve fizikçi (La Flèche 1653 - Paris 1716). Altı yaşına kadar sağır ve dilsizdi, matema­ tiği hemen hemen hiç ders almadan öğ­ rendi, sonra birgün Paris'e gitti ve para ka­ zanmak için ders verdi (1670). Mme de La Sablière’in dikkatini çekerek 1680’de Dauphinefin soylu gençlerinin matematik öğret­ menliğini yapmakla görevlendirildi. 1686' da Collège de France’ta profesör oldu. Traité de fortification (Tahkimat üstüne in­ celeme) adlı yapıtındaki önerilerini uygula­ maya koymak üzere 1691 Mons kuşatma­ sında bulundu. 1699’da Bilimler akademisi' ne üye seçildi. Sauveur müzik akustiğinin yaratıcısıdır Düğüm ve karın kavramını ta­ sarlayarak durağan dalgalar olayını açık­ ladı ve vuru olayını buldu (1700). Ses bo­ rularını ve titreşen telleri inceledi, armonik­ lerin varlığını gözlemledi ve işitilebilir ses­ lerin sınıriannı hesapladı. Géométrie élé­ mentaire (Temel geometri) adlı kitabı yayım­ landı,Sasılık hesabıyla ilgilenerek elde et­ tiği sonuçlan şans oyunlarına uyguladı. SAUVtGNON a. 1. Özellikle Bordeaux ve Loire bağlannda yetiştirilen beyaz asma çe­ şidi. —2. Bu asmanın üzümlerinden yapı­ lan şarap. ÎÉ S A U V Y (Allred), fransız demograf ve iktisatçı (Villeneuve-de-la-Raho 1898 Paris 1990). Politeknik okulu mezunu. 1922'de Statistique générale de la Fran­ ce's girdi, sonra institut de conjoncture’ün müdürü (1937-1945) ve Nüfus ve aile yüksek danışma komitesi üyesi oldu. Kurtuluştan az sonra, Nüfus ve aile komi­ tesi genel sekreterliğine atandı. Demog­ rafik incelemeler milli enstitüsü'nde, 1945'ten 1962'ye kadar müdürlük, Col­ lège de France'ta profesörlük yapan A. Sauvy, fransız nüfusbilimcllerin en önde gelenidir. Olayların titiz istatistiksel göz­ lemine dayanan çalışmaları, aynı zaman­ da ona çağdaş fransız iktisatçılar arasın­ da özgün bir yer sağladı. Başlıca yapıtlaIrı: Richesse et population (Zenginlik ve



nüfus) [1943], Bien-être et population (Re­ fah ve nüfus) [1945], Théorie générale de la population (Genei nüfus kuramı) [2 cilt; 1954-1956], la Nature sociale (Sosyal tabi­ at) [1957], la Montée des jeunes (Gençle­ rin artışı) [1959], Malthus et les deux Marx (Malthus ve iki Marx) [1963], Histoire éco­ nomiquei de la France entre les deux guerres (İki savaş arasında Fransa iktisadi tarihi) [1965-1975], les Quatre Roues de la fortune (Servetin dört tekerleği) [1968], le Sodatisme en liberté (Özgür sosyalizm) [1970], Croissance zéro (Sıfır büyüme) [1973], la f i n des riches (Zenginlerin sonu) [1975], l'Economie du diable: chômage et inflation (iblisinekonomisi: işsizlik ve enflas­ yon) [1976], Eléments de démographie (Demografinin ilkeleri) [1977], S A U Z E D’O U L X , İtalya'da sayfiye ve kış sporlan merkezi, Piemonte'de (Torino ili), Dora Riparia’nın yukan vadisinde; 900 nüf. SAV a. 1. Bir olgu, bir eylem v b ile ilgili olarak ısrarla öne sürülen, savunulan görüş, düşünce; iddia: Bu savınız hiç de doğru görünmüyor. —2. Esk. Söz: "Çü aşkı galip oldu arttı sevda. / Ne sözde oldular ayruk ne savda" (Hurşid ü Ferahşad, XIV. yy.). —3. Esk. Haber —4. Esk. Kıssa, atasözü. —Dilbil. Bir sözcede önvarsayıma karşıt olarak yapılan önesürüm. (Konuşmacının söylediği şeydir.) —-Fela Bir çatışkı (kantçı tipte akılcı felse­ felerde) ya da diyalektik tipte bir çelişme nin (hegelci ve marxçi felsefelerde) birinci terimini oluşturan düşünce ya da önerme —Mant. Savı kanıtsama, tanıtlanması g e reken şeyi doğru varsaymaya dayanan kı­ sır akılyürütme S A V (Atila), türk hukukçu ve siyaset adamı (Ankara 1931). Ankara Hukuk fakültesi'ni bitirdi (1952). Türkiye Barolar birliği kurucuları arasında yer aldı ve ge­ nel sekreterliğini (1969-1971) yaptı. An­ kara barosu başkanı (1970), birinci Nihat Erim hükümetinde Çalışma, Enerji ve ta­ bii kaynaklar bakanı oldu; 1971 sonların­ da bu görevinden ayrıldı. 1980'de Türki­ ye Barolar birliği başkanlığına seçildi. SODEP’in kurucuları arasında yer aldı (1983) ve partinin genel sekreterliğine getirildi. SODEP’in HP ile birleşmesiyle oluşan SHP’de genel başkan yardımcısı oldu (1985). SHP parti meclisi üyeliğini 1992’ye kadar sürdürdü. CHP'ye geçti ve parti meclisi üyeliğine seçildi (1993). S A V A a. 1. Haber. —2. Müjde, muştu. S A V A a. Küçük örs. S A V A , Slovenya, Hırvatistan ve Sırbis­ tan’da ırmak, Tuna'nın kolu (sağ kıyı­ dan). Slovenya Alpleri'nden doğan Sava Dolinka ile Sava Bohinjka'üan oluşur, Hırvatistan ile Bosna-Hersek sınırını çiz­ dikten sonra Sırbistan’a girer; Tuna’ya kavuştuğu yerden itibaren 945 km (hav­ zası 95 720 km2). SAVA (aziz), Sırbistan metropoliti (1175 - Tirnovo 1235). Sırbistan prensi Istvan Nemanja'nın oğluydu, Aynaroz dağında pa­ paz oldu (1192). Sırp kilisesi'nin münferitli­ ğini İstanbul'a kabul ettirterek (1219) bu ki­ lisenin patriği durumuna geldi. Kiliseyle il­ gili ve biri de babasının yaşamı üzerine olan yapıtlar yazdı, sırp kültürüne büyük bir canlılık kazandırdı. SAVAR a. (ar. şavâb). Esk. 1. Doğruluk, dürüstlük. —2. Öoğru davranış, doğru dü­ şünce ♦ sıf. Esk. 1. Doğru, haklı, dürüst. —2. Sarvab-dide doğru bulunmuş, beğenilmiş, gözde || Savab-endiş, doğru düşünceye sahip olan. || Savab-nüma, doğruyu gös­ teren; doğru görünen. SAVACI a. Esk. 1, Kitap getirmemiş pey­ gamber —2. Haberci. —3. Müjde getiren kimse; müjdeci, muştucu. S a v a g e (Richard), İngiliz şair (Londra 1697 - Bristol 1743). Rivers kontu Richard Savage ile Macclesfield kontesinin evlilikdışı oğluydu, ilk olarak, başrolünü kendi­ sinin oynadığı Sir Thomas Overbury (1723)



adlı trajedisiyle daha sonra, yer yer özyaşamöyküsei izler taşıyan sert, yergili yapıt­ larıyla (The Bastard, 1728; The Wanderer, 1729) ünlendi.



10227



SAVAGE -> NİUE. SAVAK a. Coğ. Endonezya’da, yılda bir­ kaç kez ürün kaldırılmasına olanak veren, sulu, sürekli tarım. SAVAİİ, Polinazya'da ada, Samoa adala­ rından biri; 1 715 km2; 39 900 nüf. SAVAİK çoğl. a. (ar saüka’nın çoği. şavS’ik). Esk. Yıldırımlar. SAVAK a. Değirmen suyunun yönünü d e ğiştirmek amacıyla oluşturulmuş düzenek. —Bayınd. Üzerinden, bir kanalın, bir akar­ suyun, bir barajın vb. suları akan yapı. (Bk. ansikl. böl.) || Savak vanası, yukarı çığırda­ ki su düzleminin debisini ya da düzeyini ayarlamak için savağın en üst noktasına yerleştirilen vana. || Dolu savak, bir hazne nin, bir havuzun sularını belirti bir düzey­ den sonra dışarı akıtmaya yarayan boşalt­ ma organı. [I Fırtına savağı, aşağı çığırda kabul edilebilir en büyük hacmi aşan sulan dış ortama atan yapı. || Ölçüm savağı, üze rinden akan suyun debisini ölçmeye ola­ nak verecek uygun bir biçim verilmiş savak. —Elektron. Alan etkili tranzistorda, elektron akımının ulaştığı elektrot. (Savak, elektron tüpündeki anodun eşdeğeridir) —Esk. mim. OsmanlI su dağıtım şebeke­ lerinin merkezinde yer alan taş tekne (Sa­ vağa geien sular, lüleler aracılığıyla boru­ lara verilerek kentin çeşitli yörelerine dağı­ tılırdı.) —Su ür kül. Bir su örtüsünün yavaş yavaş boşaltılmasını ve alanın kurutulmasını sağ­ layan ve alan suyla doluyken, su düzeyini a d a y a ra k balıkların kaçmasını önleyen boşaltma düzeneği. —ANSİKL. Bayınd. Savaklar, yüksek bir kete ulaşan sıvıları boşaltmaya yarayabilecekleri gibi, doğal ya da yapay bir kanalda bir sı­ vının debisini ölçmeyi ya da sıvılann kanal­ lar arasında dağıtılmasını da sağlayabilirler Bir savağın üzerinden akan debinin, ge­ nellikle yukan çığır kotuna bağlı olarak de­ ğişmesi, son iki kullanıma olanak verir. Laboratuvarlarda, metal levhalardan olu­ şan ince cidarlı savaklar kullanılır Bu !evhaiann şevli olarak kesilmiş kenarı yatay olabileceği gibi, üçgen biçiminde kıvnlabili’r



Ferdinand de Saussure



S AV A K LA M A a. Bir gölde bir havuzda vb. biriken suları savaklar yardımıyla akıt­ ma. (Eşanl. DEŞARJ.) SAVALU, Benin’de yer, Abomey’in K.’ind e Çırçır fabrikası. SAVAMİ çoğl. a. (ar şavmafainin çoğl. sa­ vam/" ). Esk. ibadet yerleri, tapınaklar. SAVAN a. (fr. savane; isp sabana: tayno dilinde zavana’dan). Uzun bir kurak mev­ simi olan, terimin tam anlamıyla tropikal bölgeler gibi sıcak bölgelere özgü ve yük­ sek otların egemenliği ile belirgin bitkisel oluşum. (Burada otlar, küçük boylu otsu bit­ kiler ve genel olarak ağaç ve ağaççıklar da bulunur. Bitki topluluğunun yoğunluğuna göre azalan sırayla korulu savan, ağaçtı sa­ van, çalılı savan ve otlu savan gibi türlere ayrılır.) —ANSİKL. Savanların esas topluluğunu oluşturan buğdaygiller ve koksapiı bitkiler yüksek boyludur (bazen 2 m); bunların ara­ larında dipte kalan boşluklarda biryıllık kü­ çük otlar biter Ağaçlar savanın yüzeyinde dağınık olarak yer alır (baobab); kaim bir kabuk onları kurak mevsimin yangınların­ dan korur. Kurak mevsim ile yağışlı mev­ simlerin art arda geldiği bölgelerde, birin­ ci mevsim bitkilerin dinlenmesini sağlar, fa­ kat bu mevsim sona erer ermez otlar hızla gelişir ve topraktaki su rezervleri genellikle ağaçlann yaşayabilmesi için çok zayıf ka­ lır Savanın günümüzdeki genişliği, insar müdahalesi olmasaydı bulunacağı doğa coğrafi çerçeveden çok öteye geçmiştir: ot­ ların yanması, kurak mevsimin sonunda toprağa gübre niteliğindeki öğeleri yeniden geri verir, fakat yangın, eğreti bir denge içinde bulunduğu her ortamda onmanı teh­ dit eder. Böylece yeryüzünün nemli tropi­ kal iklimli bazı bölgelerinde (Venezuela,



A. F. P.



Alfred Sauvy



savan Guyanalaı; Trinidad, Veld) ormanla birlikte savan alanlan ardışık olarak yer alır Savan­ lar ekvator tarafından her zaman yeşil olan nemli ormanlarla sınırlanır; aksi yönde di­ kenli çalılığa kadar uzanır. Afrika'da, özel­ likle Kongo havzasında, Nijer ırmağı kıvnmı ile çevrilmiş iç bölgelerde ve göller böl­ gesinde geniş alanlar kaplar; Asya'da (Ara­ bistan'ın güneyi, Dekkan yarımadası) ve Avustralya'da kısıtlı alanlarda yer alır (ana­ karanın kuzey kıyısının sınırında, orman bölgesinin güneyinde bir şerit). Bundan başka, savan, tıpkı Brezilya'da, hatta Menezuela ve Guyanalar'da olduğu gibi Ameri­ ka anakarasında da çok gelişmiştir. Savan bölgelerinin egemen faunası hızla yer de­ ğiştirebilecek türlerden oluşur: zürafa, zeb­ ra ve bazı antiloplar gibi otçul hayvanlar; Avustralya'da keseliler; devekuşu ve toy gi­ bi koşucu kuşlar ve bütün bu hayvanlan avlayarak yaşayan büyük yırtıcı hayvanlar (Asya kaplanları, Afrika panterleri ve aslarv lan). Termit yuvalan da savanların ayrılmaz bir parçasıdır, kertenkeleler, yılanlar ve bö­ cekler de pek çoktur Savan bölgelerinde insanlar çoğunluk­ la hayvancılık yaparlar ama Afrika'da, Sahra'nın güneyinde olduğu gibi, aşiret çerçe­ vesinde yapılan geleneksel sığır yetiştirici­ liğinin ticari hiçbir yanı yoktur; bir gelir kay­ nağı olmaktan çok bir çeşit sermaye birik­ tirme biçimi ve bir zenginlik gösterisi sayı­ labilir. Buna karşılık, Güney Amerika, Avust­ ralya ve Güney Afrika’da yapılan büyük hayvan işletmeciliği büyük kaizanç kayna­ ğıdır. Afrika ve Hindistan’da savan bölge­ lerinde yaşayan çiftçiler en başta darı ol­ mak üzere yaygın tahıl tarımı yaparlar; bu­ na çoğunlukla bir ticari tarım da eklenir (Af­ rika'da yerfıstığı ve pamuk). Tarım savan­ da yangınla açılan tarlalarda yapılır, sonra tarlalar çok geçmeden uzun süre nadasa bırakılır. Savan ülkelerinde köyler su kaynaklannın yakınında sazdan yapılmış ku­ lübeler topluluğu halindedir. Kimi zaman birbirinden uzak tarlaların yanına, çoğun­ lukla geçici küçük evler ve basit barınak­ lar yapılır. Çiftçi, hayvan yetiştiricisi ya da avcı olsun, savan İnsanları tarla açmak, ku­ rak mevsimde sürülerini otlatmak (ateş geçtikten sonra yeni biten otlar) ya da sa­ dece avlarını yakalamak için otları yakma yöntemini kullanırlar. Oysa bu yangınların çoğalması bitki örtüsüne zarar vermekte, toprakların yozlaşmasına ve lateritleşmesine neden olmaktadır.



10228



Saving Vatthana



SAVAN a, Yörs. 1. Pamuk İpliğinden do­ kunmuş kalınca kilim, çul. —2. Eski kumaş parçalarından yapılan yaygı. • S A V A N O V A T T H A N A , Laos kral: . (Luang Prabang 1907 - ?). 1959'da Kral­ lık naibi oldu, aynı yıl babası Sisavang Vong ölünce, Setha Khatya adıyla yeri­ ne geçti. Uluslararası topluluğun, Laos'un tarafsızlığının tanınmasından yana bir müdahalede bulunmasını sağlamaya çalıştıysa da başaramadı; 3 aralık 1975' te tahttan çekilmek zorunda kaldı. 1977' de bir "yeniden eğitim merkezi’ ne gön­ derildi ve orada öldü. S A V A N K A L 0 K ; Tayland’ın kuzeyinde küçük kent, Song ve Ytıen sülaleleri zama­ nında en parlak dönemini yaşadı. Çinli se­ ramikçiler buraya yerleştiler ve büyük bö­ lümü dışarı satılan seladon ve "mavi ve beyaz" seramikler ürettiler SAVAN N A, ABD'de (Illinois) kent, Mississippi kıyısında, Dubuque’ûn G.-D.’sunda; 4 500 nüf. Nükleer santral. SAVAN N AH , ABD'nin G.-D.’sunda ırmak, Aîlas okyanusu’na dökülür; 505 km. Apalaş dağlarından doğar. Güney Carolina'yı Georgıa'dan ayırır ve Augusta ile Savannah'ı suladıktan sonra bir hailce dökülür. Hidroelektrik tesisleri.



SAVANNAH7 ABD'de (Georgia) li­ man kenti, Savannah ırmağı kıyısında; 137 560 nüf. (1990). Bir turizm ve sanayi (kâğıt hamuru, besin ve kimya, tersane­ ler, kömür dışsatımı) merkezidir, —-Tar 1733'te İngiliz James Oglethorpe (1696-1785) tarafından kurulmuştur. Ba­ ğımsızlık savaşı (Savannah savaşı. 1778



-79; 1782'ye kadar ıngiliz işgali) ve Ayniık savaşı sırasında (Sherman'm Savannah'tan Goidsboro'ya yürüyüşü, 1864-65) kent do­ laylan askeri harekât alanı durumuna geldi. S A V A N N A H C T , Lacs'ta kent, il mer­ kezi, Mékong kıyısında; 51 000 nüf. Be­ sin sanayisi. — Savannahet ili, 21 700 km2; 543 611 nüf. Se Bang Hieng'in alüvyonlu ovası ile Annam sıradağlarının arka yamacı üstünde uzamr. S t tfftN - M R K a Otsu bitki örtüsü arasın­ da yer yer ağaç topluluklarının bulunma­ sıyla belirgin, savan ile orman arası geçiş bitki örtüsü. SAVAR9H çoğl. a. (ar şânm'ın çoğl. sa­ vanm). Esk. Keskin kılıçlar. SAVANİİ? çcği. a. (ar. şârife'nin çoğl. sa­ van/). Esk. t . Değişiklikler, değişimler. —2. Savarif-i detir, öürrya üzerindeki değiş­ meler S A V A fdN a. (öz. a. Brillat-Savarin'den). Vanm daire şeklinde dökülen, piştikten son­ ra üzerine şeker şurubu gezdirilen, rom ya da likör ile kokulandırılan ve pasta krema­ sı, krem şantiy vb. ile süslenen, mayalı ha­ murdan yapılmış pasta. S m a r o n a , 1938 yılında türk hükümetin­ ce satın alınarak Cumhurbaşkanlığı hizme­ tine tahsis edilen 6 130 tonluk yat. Bir amerikalı tarafından verilen sipariş üzerine Hamburg’daki Blohm und Woss tersanesi'nde yapımına başlanan yat, 1931’de de­ nize indirildi. Alman teknolojisinin ve gemi mühendisliğinin en zarif ve mükemmel ör­ neklerinden biri sayılan tekne, dünyanın en büyük yatı olarak kabul ediliyordu. ABD hükümetinin çok yüksek bir vergi istemesi nedeniyle sahibi tarafından teslim alınma­ yarak satışa çıkarılan Savarona, 1 mart 1938’de Türkiye Cumhurlyeti'nin malı oldu ve kaptan Sait Özeğe tarafından Türkiye'ye getirilerek 1 haziranda Dolmabahçe önüne demirledi. O sıralarda sağlığı bozulmuş olan Atatürk Dolmabahçe sarayı’ndan ya­ ta çıkarak iki aya yakın bir süre bu gemide kaldı. Atatürk'ün ölümünden sonra da Cumhurbaşkanlığı hizmetinde kalan Sava­ rona, 1951'den sonra eğitim gemisi ola­ rak Deniz kuvvetleri'nce kullanıldı. 3 ekim 1979'da çıkan yangında önemli hasara uğrayan gemi, daha sonra hizmet dışı bı­ rakıldı. 1989'da türk ve japon firmalarının oluşturduğu bir ortaklığa, turistik amaçlı kullanım İçin 49 yıllığına kiralandı. Ona­ rım çalışmaları 30 nisan 1993'te biten ge­ mi, yeniden işletmeye alındı. SAVART a. (öz. a. Savart'dan). Akust. ve Müz. Müzik seslerinin yükseklik farkı biri­ mi. (İki sesin frekanslarının oranının onda­ lık logaritması 1/1 000 ise bunların arasın­ da 1 savardık bir yükseklik farkı bulunur. Bir oktav 301 savart'dır; oktavın on ikide biri olan bir tampere yarım-ton ise yaklaşık 25 savart değerindedir) «A V A N T (Félix), fransız fizikçi (Mézières 1791 - Paris 1841). önceleri askeri cerrah­ lık yaptı, Celsus’un De arte medica adlı in­ celemesini çevirdi: ancak tıbbı bırakarak akustikle ilgilenmeye başladı. Mémoire sur les instruments à cordes (Yaylı çalgılar üs­ tüne inceleme) adlı kitabını Biot’ya sundu ve bu yapıtı sayesinde Bilimler akademisi1 ne girdi (1827). Daha sonra Collège de Frarıce'ta fizik profesörü oldu. En ünlü bu­ luşları şunlardır: kendi adını taşıyan dişli çark, belli frekansta sesler üreten sistem. Ayrıca bir sesölçar ve bir polariskop ger­ çekleştirdi ve sıvı damariann oluşumunu in­ celedi. Biot* ile birlikte akımların yarattığı manyetik alanları ölçmeyi amaçlayan de­ neyler yaptı; iki bilim adamı 1820'de bu olayla ilgili temel yasayı ortaya koydular. SAVARY (François) -



BRÈVES.



SAVARY (Anne), Rovlgo dükü, fransız general (Marcq, Ardennes, 1774 ■ Pau 1833). Tümen komutanıydı (1805); Jena ve Wismar'da (1806) başarıyla hizmet etti ve Rostock'u ele geçirdi. Rovigo dükü unvanı­ nı aldıktan sonra imparatorun yaverliğine getirildi ve onunla birlikte Ispanya ve Alman­ ya'ya gitti (1809). Fouché'den sonra Asayiş



bakanı oldu (haziran 1810 - nisan 1814). SAVARY (Léon), fransızca yazan isviçreli yazar (Fleurier, Vaud kantonu, 1895-Boudry, Neuchâtel, 1968). Herkesin çekindiği bir eleştirmen ve polemikçiydi, en önemli ro­ manlarında (Au seuil de ia sacristie 1944) avdın ve dinsel çevreleri betimledi. SAVAŞ a 1. Devletler arasında silahlı ça­ tışma. (Savaş, devletler arasındaki karşılık­ lı ilişkiler bütününde olduğu kadar, onların üçüncü devletlerle ilişkilerinde de özel ku­ ralların uygulanmasını gerektirir Gerekçeli bir savaş bildirimi ya da ültimatom ile baş­ lar, çarpışmalara son veren bir ateşkesle ve ilke olarak, savaş durumuna son veren bir barış antlaşmasıyla biter.) [Bk. ansikl. böl. Ulusiarar, huk.] —2. Bu çatışmayı (müca­ deleyi) yönetme sanatı, (Savaş olgusunun toplumbilimsel incelemesi daha çok polemoloji terimiyle belirtilir) —3. Gruplar, ülke­ ler arasında kanlı bir çatışmaya dönüşme­ yen her tür mücadele: Ekonomik savaş. Propaganda savaşı. —4. insanlar arasın­ daki kavga, düşmanlık: Aralarında savaş eksik olmazdı. —5. Bir şeyi elde etmek, bir davayı savunmak, bir kötülüğü yenmek, bir güce karşı durmak vb için büyük bir di­ rençle sürdürülen eylemlerin tümü; sava­ şım, mücadele: Özgürlük savaşı. Alkolle sa­ vaş. insanın doğayla savaşı. Bir hastalıkla savaş. Enflasyonla savaş. —6. (Tamlayan olarak) silahlı mücadeleye yarayan; ona iliş­ kin: Savaş kıyafeti. Savaş gemisi. Savaş edebiyatı. Savaş tazminatı. —7. Savaş aç­ mak, savaş Han etmek, bir ya da birden çok devletle savaşmak için savaş durumu­ nun gerektirdiği koşullar içine girmek; olumsuz bir şeyi, bir durumu ortadan kal­ dırmak için uğraşmak, eylemde bulunmak: Cehalete, yoksulluğa savaş açmak. —Ask. Savaş durumu, bir ya da birden çok devlete savaş açan bir devletin içinde bu­ lunduğu durum. || Savaş meydanı, alanı, savaşın gerçekleştiği yer |j Savaşa girmek, savaşa başlamak. || Kutsal savaş dinsel amaçlarla yapılan savaş. I| Meydan savaşı - MEYDAN. || Nükleer, biyolojik, kimyasal savaş ya da kısaca NBC savaşı, nükleer, biyolojik ve kimyasal silahlann kullanıldığı savaş türü. || Soğuk savaş, iki hasım ülke arasındaki düşmanlıktan kaynaklanan, si­ lahlı çatışmaya varmaksızın uzun süre de­ vam eden uluslararası gerginlik (bu deyim 1948 "Prag darbesi"nden bu yana kulla­ nılmaktadır); iki kişi ya da grup arasında, şiddete başvurmaksızın sürdürülen düş­ manlık ya da gerginlik durumu. | Topyekûn savaş, XIX. yy.'da, pangermanizrn kuram­ cıları tarafından tasarlanan, ulusun tüm et­ kinliklerini kapsayan ve düşmanın yok edil­ mesini hedefleyen savaş türü. —Ask. havc Savaş uçağı, bir silah sistemiy­ le (toplar, makineli tüfekler, roketatarlar; gü­ dümlü mermiler) donatılan ve uçaklar ara­ sı çarpışmalarda ya da yerdeki hedeflere yapılan hücumlarda kullanılan uçak. —Oy, Savaş oyunu, tarihsel ya da hayali savaşları taklit eden, cryun kurallannın stra­ teji ve taktik ilkelerine göre belirlendiği top­ luluk oyunu. (Bk. ansiki. böl.) —Sey. oy. Savaş oyuncuları, osmanlı şen­ liklerinde gerçek ya da düşsel savaşları canlandıran oyuncular. (Bk. ansikl. böl,) —Tar. Savaş arabası, Antikçağ savaşların­ da kullanılan iki ya da dört tekerlekli, üstü açık araba. (Bk. ansikl. böl.) —-Tarım. Biyolojik savaş, insanlarca isten­ meyen canlılara (bitki asalakları, hastalık taşıyıcı böcekler; kemirgenler, vb) karşı on­ ların doğal avcılarından ya da asalakların­ dan, ya da doğrudan doğruya canlı orga­ nizmalara üretilen maddelerden yararla­ nılarak tarım bitkilerini savunma yöntemi. (Bk. ansikl. böl.) || Karma savaş, parasal açıdan zorluk yaratmayacak bir biçimde, kimyasal ve biyolojik savaşın beraber ve mantıklı kullanımıylâ, zararlıların çoğalma­ sını sınırlamayı amaçlayan savunma yön­ temi. (Bk. ansikl. böl.) —Ulusiarar. huk. Savaş suçu, savaş huku­ ku kurallarının çığnenmesiyle oluşan suç. (Bk. ansikl. böl.) |l Savaş tazminatı, bir sa­ vaştan sonra, maddi ve manevi zararlara karşılık olmak üzere, yenilen devletlerin ye­



savaş nen devletlere ödedikleri tazminat. —Uluslarar. huk. ve Anayas. huk. Savaş hali, bir ülkenin savaş içindeki durumu; sa­ vaş durumu. (Bk. ansikl. böl.) —Uluslara! huk. ve Ask. Savaş tutsağı, sa­ vaşta esir alınan asker kişi. (Düşman silahlı kuvvetlerine mensup olanlar ve silahlı ça­ tışmaya katılanlar dışında kalan kişiler tut­ sak alınamaz. Tutsak almanın amacı, bu ki­ şilerin yeniden savaşa kablmalannı önle­ mektir. Savaş tutsaklanna insanca davranılması konusunda uluslararası sözleşme­ ler yapılmıştır 1949 Cenevre sözleşmesi, savaş tutsaidannın haklarını ve tutsak alan devletin yükümlülüklerini aynnblı olarak be­ lirler) [Savaş esiri de denir.] —ANSİKL. Ask. tat Atın (ve arabanın) sa­ vaşta kullanılması (İ.Ö. XVIII. yy.) ve ateşli silahın ortaya çıkması (I.S. XIV. yy.) arasın­ da geçen üç binyıl boyunca savaş, şok ile hareketin, insan ile hayvan (at, fil) kas gü­ cünün bir araya getirilmeye çalışıldığı bir çarpışma niteliğindeydi. Siyasal ve toplum­ sal yapılarla birlikte çarpışma yöntemleri de gelişti (sayaş arabalan birliği, falanj, roma lejyonu, bizans okçusüvarileri, moğol hafif süvarileri). Savaş alanında ateşli silahlar ortaya çı­ kınca, karmaşık bir sorunla karşılaşıldı: şok, hareket v b ateş, savaşta nasıl bir araya ge­ tirilmeliydi? Ancak yüzyıllar boyunca ateş, -toplann ve kişisel silahlann, madenleri iş­ leme tekniğinin ilerlemesine bağlı olan ge­ lişmelerindeki yavaşlık göz önünde bulun­ durulursa-, bir yardımcı öğe olarak kaldı. Ateşin üstünlüğü, silahlar hızlı, isabetli ve uzağa ateş etmek gibi üç niteliği aynı an­ da bir araya getirebildikleri ve özellikle si­ lahlann tasanm ve üretimleri XIX. yy.'daki sanayi patlamasından yararlandıkları za­ man kendini gösterdi, iyice artan ateş gü­ cü, hareketi engelledi ve savaştan hareket­ siz ve kanlı bir karşılıklı çatışmaya dönüş­ türdü (Birinci Dünya savaşı). Ancak çağdaş savaşlann bir başka özelliği, yüz yılı aşkın bir süre önce ortaya çıktı. Fransız devrimi' nin eşiğinde; Guibert.tüm yurttaşlann ka­ tılması sağlanacak olursa savaşın nitelik de­ ğiştireceğini ileri sürmüştü. Devrim önder­ leri, "yeni savaşa yeni öğreti" gerektiğini anladılar Saint-Just, savaşma yöntemleriyle savaşımın siyasal içeriği arasındaki zorun­ lu uyumu açıklıkla ortaya koydu. Buna gö­ re; sonucu coşkun ve ateşli bir savaşanlar yığını belirtiyordu, çünkü bu yığın dinamik bir ideolojiden hız alıyordu. Fransız devrimi ve İmparatorluk savaşlan, ardından Birinci Dünya savaşı, sava­ şanların bütün kaymaklarını seferber etme­ lerine yol açtıkları için kitlesel savaşlar; bü­ tünsel savaşlar niteliğini taşıyorlardı. Birin­ ci Dünya savaşı'nda iktisat, maliye ve sa­ nayi gücü, insan yiyen, malzemeye doyma­ yan ve ateş güçleri birbirlerini etkisizleştir­ dikleri için sonuç alacak durumda olmayan bir savaşı sürdürmenin vazgeçilmez koşu­ lu durumuna geldi. Motor; kara kuvvetlerinin motorize olması ve makineleşmesi, deniz kuvvetlerinin ye­ ni olanaklarla donatılması ve hava kuvvet­ lerinin kurulmasıyla, harekete yeniden ön­ celik kazandırarak savaşlann görünümünü değiştirdi. Bunun üzerine; harekât aianlannın dünya çapında genişlemesi ve yalnız savaşanlara değil, tüm halka yönelik savaş riskleri ortaya çıktı. Halklann morali ve ikti­ sadi altyapı, silahlı kuvvetlerin yok edilme­ si kadar öncelik kazandı. Bir terör ve yığınsal öldürme silahı olan nükleer silahla birlikte ortaya çıkan mahşeri savaş görünümü üzerine; 1945’ten itibaren bu silahın kullanılmasından hep kaçınıldı ve nükleer silah, bir caydırma silahı olarak kal­ dı. Ancak yüksek derecede bilimsel bir ni­ telik taşıyan bu silah, savaşın hazırlanma­ sında teknik etkenin çok büyük önceliğini gözler önüne serdi ve askeri güçle iktisat, maliye ve sanayi gücünü her zamandan daha çok özdeşleştirdi. —Fels, Fransız devriml'ne kadar savaş, fel­ sefe açısından ancak iktidarı ele geçirme ve koruma aracı olarak düşünüldü, örne­ ğin Machlavelli şöyle der: "Öyleyse bir hükümdann savaş olgusundan ve askeri ör­



gütlenme ve disiplinden başka hiçbir ama­ cı, düşünülecek ve önemsenecek hiçbir şeyi olmamalıdır; çünkü kumanda edenle­ re özgü tek sanat budur ve öylesine güçlü bir sanattır ki, doğuştan hükümdarlann ik­ tidarda kalmalannı sağladığı gibi, çoğu kez sıradan insanlann da iktidarı ele geçimne lerine yarar; buna karşılık, hükümdarlann kendilerini askeriikten çok dünya zevkleri­ ne verdikleri zaman, devletlerini yitirdikleri görülmüştür" (Hükümdar, pl Principe], 14). Bu görüşe göre, yalnız amaç, yani iktidar önemlidir; savaş ve savaşan insanlar; araç­ tan başka bir şey değildit Bu görüşte, Rousseau'da da karşılaşılır; Rousseau da sava­ şı, yalnızca, insanlan alet gibi kullanarak bir devleti yıkma aracı olarak görür: "Demek ki savaş, insandan insana değil, devletten devlete bir ilişkidir ve bu ilişki içinde kişiler, insan hatta yurttaş olarak değil, asker ola­ rak; yurdun üyeleri olarak değil, savunu­ cuları olarak ve ancak bir rastlantı sonucu düşman durumuna gelirler" (Toplum söz­ leşmesi [Du contrat social], 1,4). D'Alambert'in düşüncesi daha da serttir Ona gö­ re, “siyasetin insanlan aldatma sanatı olma­ sı gibi, savaş sanatı da onları öldürme sa­ natıdır..” (Essai sur les éléments de philo­ sophie [Felsefe öğeleri üzerine deneme], 6). Bununla birlikte bu düşünceler aracılı­ ğıyla, felsefenin savaş ve siyaset arasında saptadığı bağ da görülmektedir Fransız devrimi'nin yol açtığı dönüşümler ve Na­ poléon savaşları, bu bağı daha da pekiş­ tirdi. Hegel'e göre savaş, yalnız iktidann alı­ nıp korunmasını sağlamakla kalmaz, aynı zamanda toplumsal bağlılığı da sürdürür. Gerçekten de hükümetin "düşünen somut tinin ta kendisi” olarak, bir toplumun tümü­ nü oluşturan parçaiarın bağlılığını ve birli­ ğini sağlamasına karşılık, servet ve refah edinimi bu bağlılığı tehlikeye düşürür. Bu durumda hükümet için savaş "birliğin da­ ğılıp gitmesini ve tinin yok olmasını önle­ mek olanağını sağlayan şeydir"; öyleki “ zevk, toplumsal birliğin dağılmasına yol açarken, savaş bu birliğin yeniden kurul­ masını sağlar" (Tinin görüngübilimi [Phé­ noménologie des geistes], 2,6, "Tin"). Savaş üzerine düşünme Clausewitz'le birlikte bütünselleştirici olmaya yöneldi. Clausewitz şöyle der: “ Savaş daha geniş çap­ ta bir düellodan başka bir şey değildir" (Savaş üzerine [Yom Kriege], 1.1). Bu dü­ ellonun amacı, "... başkasını kendi buyru­ ğu altına almaktır; asıl ve ilk niyeti ise, has­ ımı hiçbir direnişte bulunamayacak bir du­ ruma getirmek için yenmektir" (ay. ypt.). Bununla birlikte, başkasının kendi irademi­ ze bu uydurulması, siyasal bir ereğe yöne­ lik siyasal bir durumun sonucundan baş­ ka bir şey değildir; öyleyse savaş da "si­ yasetin başka araçlarla sürdürülmesi"nden başka bir şey değildir (ay ypt., 1,24), siya­ sete bağlanan savaş, bir sanat ya da bilim değil, bir "toplumsal varoluşun bir parça­ sı [...], büyük çıkarların kanla sonuca bağ­ lanan bir çatışmasıdır ve öteki çatışmalar­ dan yalnızca bu bakımdan aynim Savaşı bir çıkarlar çatışması olan ticarete benzetmek, herhangi bir sanata benzetmekten daha doğrudur; [.,.) (savaş) siyasete daha da çok benzer, çünkü siyaset de (...) büyük ölçü­ de bir ticaret olarak kabul edilebilir” (ay ypt-, 2,3). Marx ve Engels'i, özgün katkısını önemle belirttikleri ClausevvitzTn yapıtında asıl ilgi­ lendiren şey, kuşkusuz savaş, iktisat ve si­ yaset arasındaki bu ilişkidir Maoçılığa göre savaş devletler arasında yapılan ve belirli iktisadi ve siyasal hedeflere yönelik silahlı bir savaşımdır. Marx ve Engels, şöyle ya­ zarlar: "Rekabet savaşımının yürütülüp bir sonuca bağlanmasını, son aşamada sa­ vaşlar ve özellikle deniz savaşları sağladı" (Alman İdeolojisi [Deutsche Idéologie], 1). Engeiş şöyle der: "Eskiden yalnızca teca­ vüzlerin öcünü almak ya da yetersiz duru­ ma gelen bir toprağı genişletmek için ya­ pılan savaş, artık yalnızca soygun ereğiyle yapılmaya başlandı ve sürekli bir sanayi ko­ lu durumuna geldi" (Ailenin, özel mülkiye­ tin ve devletin kökeni [Der Ursprung der Familie des Privatei-gentums und der Staats], 9), Savaş üzerindeki marxçi düşünce, haklı



savaşları haksız savaşlardan ayıran Lenin'in ve özellikle Mao Zıdong’un tezleriyle sür­ dürüldü. Mao şöyle yazar: "Biz haklı sa­ vaşlardan yana ve haksız savaşlara karşı­ yız. Bütün devrimci savaşlar haklı ve bü­ tün karşı devrimci savaşlar haksızdır" (Çin devrimci sehaşında strateji sorunlar, 1 ara­ lık 1936). Ancak bu durum, maoçılığa gö­ re sonsuz bir biçimde sürmez; savaşlar ikti­ sadi ye siyasal sınıf sömürüsünden kaynak­ lanır; bundan ötürü: "insan toplumunun gelişmesi, sınıfların ve devletin ortadan kalkmasına yol açtığı zaman, savaşlar da ortadan katacaktır. [...] Bu dönem, insan­ lığın sonsuz banş dönemi olacaktır" (ay. ypt-)—Güz. sant. Savaş, Tarihöncesi dönemden başlayarak sanat yapıtlanna konu oldu. Es­ ki Mısır, Asuı; Yunanistan ve Roma’da ko­ nusunu savaştan alan yapıtlar üretildi. Ortaçağ'ın ve Rönesans’ın tezhipçileri, res­ sam ve heykelcileri de bu temayı işledi. Leonardo da Vınci’nin Anghiari, Michelangelo’nun da Cascina savaşı için Horansa senyörierinin siparişi üzerine yaptıklan eskizler Tiziano'nun Cadore savaşı (Dukalar sara­ yı, kayıp) ya da Rubens'in Amazonlar'ın sa­ vaşı (Münih pinakoteki) ünlüdür XVII. yy.’da Fransa'da savaş tablosu ayrı bir tür haline geldi; \ten der Meulen, Callot, Jean-Baptiste Martin, J. Parrocel bu türden yapıtlar ver­ diler XVIII. yy. için Charles Parrocel, Ca­ sanova, Loutherbourg, Pierre L’Enfant, Na­ poléon dönemi için de Louis David, Gros, Géricault’nun adları sayılabilir. Delacroix' nin Haçlılar’ın İstanbul'a girişi, Horace Vternet, Meissonnier, Détaillé, Rochegrosse'un tabldanndan da söz etmek gerekir. Dunoyer de Segonzac ve Luc Albert Moreau, Birinci Dünya savaşı'nı askerin gözüyle re­ simlediler; Verdun cehennemi, Otto Dix'in dehşet verici ofortlarıyla tasvir edildi. —Ikonogr Eskiler savaşı, miğferli, zırhlı, saçtan dağınık, elinde çevresini alevler için­ de bırakan bir meşale tutan Bellona ola­ rak canlandırmışlardır. Bruegel, savaş ale­ gorisi Dulle Griet (Anvers) için bu simgeyi kullandı. Gümrükçü Rousseau’nun Savaş’ı (ya da Anlaşmazlık) [1894 Bağımsızlar sa­ lonu] yabanıl çiğliğiyle benzer bir anlayış ortaya koyar. Le Brun, Versailles'daki Savaş salonu'nda Bellona imgesini kullandı. Cailot'nun (Savaşın sefaletleri) ve Goya'nın (Savaşın* felaketleri) tüyler ürpertici bir ger­ çekçilikteki gravür dizileri, zamanla alegp rik bir değer kazandı. Otto Dix’in 1914-1918' deki savaş meydanlarını ele aldığı gravür­ lerde, Goya'da olduğu gibi vahşet, çarpıcı bir düzeye ulaşır. Buna karşılık Gromaire, Savaş’ı (1925, Paris kenti Art moderne mü­ zesi), kıyameti bekleyen sessiz güç olarak, siperlerde oturmuş askerlerle yansıtır. Pi­ casso Guernica'yı gerçekleştirdi (1937); Vi­ etnam savaşı özellikle Fransa'da, Jeune* Peinture salonu sanatçılarının esin kayna­ ğı oldu. —Oy. Savaş oyunları 1959'da Amerika Bir­ leşik Devletleri'nde ortaya çıktı. Oyun kare ya da sekizgen biçiminde bölmelere ayrıl­ mış ve bir savaş alanı haritasını betimleyen bir tabla üzerinde, düşman orduları temsil eden piyonlar ve bir ya da birden çok zar­ la oynanır. Savaş oyunu, geçmişte yapılan savaşları incelemek ve geleceğin savaşla­ rına hazırlanmak için XIX. yy.'da askerler ta­ rafından geliştirilmiş olan kriegsplel'in sivil­ ler için hazırlanmış bir biçimidir ve amacı yalnızca hoşça vakit geçirtmektir. —Say. oy. Osmanlı şenliklerinde yalancı sa­ vaşlar, şenliğin önemli öğelerinden birini oluşturuyordu. Bu savaş oyunlarında kimi kez suda, kimi kez karada dekor olarak ha­ zırlanan kaleler ya da gemilerde, oyuncu­ lar iki gruba ayrılıyor; önceden hazırlanmış olaylar dizisine uygun olarak gerçek ya da düşsel bir savaşı canlandırıyorlardı. Savaş­ lar, genellikle OsmanlIlar ile hıristiyanlar ya da OsmanlIlar ile İranlIlar arasında geçiyor, Osmanlılar'ın zaferi, düşmanın tutsak alın­ ması ve kaleye bayrak dikilmesiyle sonuç­ lanıyordu. —lat İki tekerlekli savaş arabaları tarihte ilk kez Mezopotamya'da görüldü (İ.Ö. III. bin-



10229



yıl). Ur ve Kargamış'ta yapılan kazılarda kağnı tekerleği biçiminde iki ya da dört te­ kerlekli ağır savaş arabalannı betimleyen kabartmalar gün ışığına çıkarıldı. Bu arabalann tahtadan olan gövdeleri hayvan de­ rileriyle kaplıydı. İ.Ö. III. binyıl’ın ortaların­ da arabaların oku, daha öncesi dört teker­ lekli araçların düz okuna göre değişmeye başladı. Daha kolay yol alma ve daha bü­ yük hız elde etme amacıyla, bunlan çeken dört atın sırtına koşum kayışları takıldı. Bu gelişmeler sonunda Eski Dünya'nın tarihin­ de büyük önem taşıyan bir savaş aracı doğdu. ilk Mezopotamya savaş arabalarında bir mızrakçıyla bir sürücü bulunmasına karşın, aracın doğrudan savaşa katıldığı tartışma­ ya açıktır. Gerçekte savaş arabalar savaş alanlarına ivedilikle asker yetiştirmek için yapıldı. İ.Ö. 1435'te Mısırlılar tekerlekleri ispitli ve sandığı kavisli savaş arabaları ya­ parak bunlan ilk kez Mitanni halkına karşı giriştikleri savaşta ön saflarda kullandılar. Yüzyılın sonlarına doğru tekerlekleri dört ispitli hafif savaş arabaları tüm Ortadoğu’da kullanıldığı gibi, Girit'te ve Anadolu'da da yaygınlık kazandı. Anadolu'da Hititler'in Er­ ken İmparatorluk döneminde kullandıkları savaş arabaları çok hafif ağaçtan yapılır ve iki at tarafından çekilirdi. Hız ve manevra yeteneği yüksek olan bu arabalann her bi­ rinde ortada sürücü, bir yanda uzun mız­ rak ve yayla donatılmış vurucu, öte yanda saldıran düşmana kalkanla karşı koyan ko­ ruyucu olmak üzere üç savaşçı bulunurdu. Hititler savaş arabalarından genellikle düz alanlarda yapılan savaşlarda yararlanırlar­ dı. Hitit kralı Muvattalis Mısır firavunu Ramses ll’ye karşı giriştiği «adaş savaşı'nda or­ dusunu 3 500 savaş arabasıyla donatmış­ tı. Geç Hitit döneminde de savaş arabala­ rı imparatorluk döneminde olduğu gibi iki atlı ve iki tekerlekliydi ve yine her tekerle ğin altı ispiti vardı. Ancak, öncekinden d e ğişik olarak arabalarda biri sürücü, öteki de otaju olmak üzere iki savaşçı bulunurdu. Asur savaş arabalannın da Hititler'de oldu­ ğu gibi çok hafif ağaçtan yapılmış bir sae dığı, altı ispitli iki tekerleği, değişik biçim­ de arabaya koşulu üç ya da dört atı vardı. Urartu savaş arabaları da Asurlular’ınki gi­ bi iki tekerlekli olmakla birlikte at koşum ta­ kınılan çok süslüydü. Şang hanedanı dönemi mezariannda yapılan kazılardan çıkarılan tunç savaş ara­ bası levhaları ye at koşumları, araba yapı­ mının Çin’e İ.Ö. XIV. yy.’da girdiğini göste rir İ.Ö. VIII. yy.'da kullanıma giren yunan sa­ vaş arabalannın tekerlekleri dört ispitliydi ve tekerlekler sabit durumdaki arka dingile bağlıydı. Bu arabalar genellikle yalnızca or­ tadaki ikisinin koşum kayışlarıyla bağlı ol­ duğu dört at tarafından çekilirdi. Savaş ara­ balarını Batı Avrupa^ya ve Britanya adala­ rına Keltler tanıttı (İ.Ö. V. yy.). Kelt arabala­ rının gövde yapıları Yunanlılarinkinden ol­ dukça ağırdı. Kabartmalarla süslü araba sandığı ve oku, tekerlekler ve dingil bütü­ nüyle metaldi. Keltler bu yan yana dört atlı arabaları i.S. IV. yy.'a kadar kullandılar Arabalannı geliştirerek önceleri yalnız sa­ vaşlarda kullanan Romalılar, daha sonra bunları koşu alanlarında, araba yanşlarında kullanıma sokunca, arabacılık Roma' da daha da önem kazandı. Yanş amacıy­ la yapılan roma arabaları iki, üç ve dört at­ lı olduğu gibi, bazen on at koşumlu olan­ ları bile vardı, imparatorluk döneminde kö­ pekler ve devekuşlan tarafından çekilen ya­ rış arabalarına da rastlandı, imparatorluk parçalandıktan sonra Bizans diye de anı­ lan Doğu Roma’ya sıçrayan savaş araba­ ları yarışı merakı, bu devletin günlük yaşa­ mında kimi zaman ayaklanmalara bile ne­ den olacak kadar önemli bir yer tuttu. —Tarım. • Biyolojik savaş. Eski Çin’de turunçgil bahçelerini çeşitli zararlılardan ko­ rumak için karıncalar kullanılırdı. 1760'larda, çekirgelerle savaşmak İçin Hindistan' dan bir kuşun (Acridotheres trisis) Mauritius adasına sokulması gibi bazı göz kamaş­ tırıcı başanlar bir yana, bu tekniğin tam bir kabul görmesi için XIX. yy.’ın sonlannı bek­ lemek gerekti. Böcekbilimdeki ilertemelerden başka, bu devrimin temelinde iki ana etmen yatar:



ekonomik beklentilerin önemi (geniş çap­ ta endüstri bitkileri üretiminin başlaması) ve bazı zarartılann bir yerden başka yere ta­ şınmasını kolaylaştıran dünya ticaretindeki hızlı gelişme Bunlann doğal düşmanlannın bulunmadığı bölgelere girmesi bazı yerler­ de tanm bitkileri için gerçek bir afet oldu. Avustralya'da yaşayan bir kırmızböceği (İcerya purchaa) 1868'de Kaliforniya'ya so­ kulur sokulmaz turunçgil bahçelerini kısa sürede silip süpürdü. Dirençli asma çeşit­ leri üreterek, Avrupa bağlannı filoksera be­ lasından kurtaran amerikalı böcekbilimci C. V. Rlley, Avustralya’dan bu kırmızböceğinin çeşitli doğal düşmanlan™ getirtmiş ve bun­ lar arasından bir uğurböceğini (Novius cardinalis) seçerek yetiştirmiştir. Bu uğurböceklerinin çiftçilere dağıtılması, turunçgil bahçelerini kurtardı. 1874'te; bir başka uğur­ böceği, yaprak bitleriyle savaşmak için, In­ giltere'den Yeni-Zelanda’ya gönderildi. Birtakım dikkate değer başanlara rağ­ men, özellikle ikinci Dünya savaşı’ndan sonra, D.DT. gibi kısa sürede büyük başan kazanan pestisitlerin kullanım alanına gir­ mesi, biyoloji ve çevrebilim konusunda ye­ terli bilgiye sahip olunmaması nedeniyle bazı yanlış uygulamalann yapılması (bir za­ rarlının birbiriyle etkileşen düzinelerce düş­ manı olabilir), biyolojik savaşın gelişimini ya­ vaşlattı. Kimyasal maddelerin yaygın olarak kul­ lanılması sonucu, zararlılardan daha çok, onlann doğal düşmanlarının yok edilmesi sakıncası ortaya çıkınca 1960'lı yıllarda bi­ yolojik savaş yeniden ivme kazandı. Tüm dünya araştırmacılannın işbirliği yapması­ nı sağlamak amacıyla, Uluslararası biyolo­ jik savaş örgütü (U.B.S.Ö.) bu yıllarda ku­ ruldu. • Biyolojik savaşın değişik yöntemleri. 1. Asalak ya da avcı böcekleri salıverme Bu teknik korunacak alanlara, yalnız yeni or­ tama uyum sağlayarak çoğalabilen az sa­ yıda bireylerin sokulmasını öngörür Salıve­ rilecek organizmalar önceden laboratuvarda kütle halinde yetiştirilerek de kullanıla­ bilir ve bu takdirde, faydalı türlerin fabrika­ larda üretilmesi gerekir SSCB’de, milyon­ larca hektar tahıl ve pancar tarlası, bir fab­ rikanın günde milyonlarca ürettiği trikogramlar (trichogramma) kütle halinde salı­ verilerek korunmaktadır Aynı zarkanatiı bö­ cek Fransa'da, mısır güvesiyle savaşmak için sınai çapta üretilmektedir. Bir sinek de (Lixophaga diatraeae) tropikal bölgelerde, şekerkamışı delgi böceğine karşı aynı şe­ kilde kullanılmaktadır 2. Özüyle öldürücü savaş. Bir türün kendi­ ne karşı kullanılmasıdır Bunun için başlı­ ca 2 teknik kullanılır: —çiftleşme yetenekleri kaybolmayan, ama, ışınlamayla kısırlaştırtıp salıverilen erkekle­ rin yavaş yavaş doğal popülasyondaki üret­ ken erkeklerin yerini alması. —öldürücü gen taşıyıcı bireyler seçilerek bunlann hedef alınan popülasyona sokul­ ması. Birinci teknik, 1960’lı yıllarda Cura­ çao adasında, sığırlann derilerini delerek buraya yumurtalannı bırakan bir sinekle sa­ vaşmak için kullanılmıştır 3. Mikrobiyoloji yöntemleriyle savaş Zararlılan yok edecek mikroorganizmalann (bak­ teri, virüs, mantar) kullanılmasını öngörür. Tirtıllann açlıktan ölmesini sağlayan Bacil­ lus thuringiensis, ormanlarda çam keseli tırtıllanyla savaşmak için kullanılır Bu bakte­ ri, Kaliforniya'da sebze asalaklanna karşı da kullanılmaktadır. Tavşanlarda bir virüs has­ talığı olan miksomatoz, bu kemirgenle sa­ vaşmak için, Avustralya'ya sokulmuştur. 4. Feromonlann kullanımı. Böceklerin pek çoğunca salgılanan ve bireyler arasında uzaklan iletişim kurmayı sağladığı yakın za­ manda anlaşılan bu maddeler biyolojik sa­ vaş bağlamında yakından İncelenmektedir Örneğin, çok küçük miktarda feromon, ba­ zı böcek türlerinde, erkekleri, kilometreler­ ce uzaktan, yok edilecekleri tuzaklara çek­ meyi sağlar. 5. Belirli hastalıklara dirençli bitki çeşitleri­ nin seçilmesi. • Karma savaş Etki düzeyi, yalnız pestisit kullanımına bağlı etkilerle, yalnız biyolojik savaşa bağlı etkilerin toplamını aşar. Gele­ neksel kimyasal savaşta kullanılan miktar­



lardan daha küçük dozlarda uygulanan pestisitler sadece zararlı popülasyDnu güçsüzleştirmeyi sağlayarak onlann doğal ya da sonradan sokulmuş düşmanlarının et­ kinliğini artınr Gün geçtikçe gelişen bu sa­ vaş yöntemi, bozulmuş olan bitki sağlık ko­ şullarını düzeltmeyi başarmıştır. Tarım bit­ kileri zararlılannın evrimini çok iyi bilmeyi, ortak organizmalann en uygun çevrebilimi­ ni mükemmel olarak tanımayı gerektiren bu çok ileri teknik, kimyasal uygulama za­ manını saptamayı zorunlu kılar. —Uluslarar. huk. Savaş hukukunun temel kurallan, derlenmiş sözleşmelere (1899 ve 1907 Lahey sözleşmeleri) ya da özel söz­ leşmelere (Boğucu, zehirleyici gazlarla bakteriyolojik silahlann yasaklanmasına iliş­ kin 1925 Cenevre protokolü, Hasta ve yaralılann durumu hakkında 1929 Cenevre sözleşmesi, 1949 Cenevre sözleşmeleri, vb) dayanır. Bu kurallar savaşın, göreceli olarak, insancıllaştınlması amacını taşırlar, denebilir: en acımasız kabul edilen silah­ lann (nükleer silahlar dışında) yasaklanma­ sı, sivillerin korunması, savaş tutsaklarına kötü davranmama. ilke olarak, savaşan devletler arasında hukuki, diplomatik ve sözleşmelerle kurul­ muş ilişkiler kesilir (iki taraflı antlaşmalar so­ na erer); düşman devletin vatandaşları sınırdışı edilebilir, hapsedilebilir ya da onla­ nn mallarına elkonabilir. Savaşan devletle üçüncü devletler ara­ sındaki ilişkiler, tarafsızlık ilkesine dayanır. Üçüncü devlet savaşdışı kalmak istiyorsa tarafsızlığını belirtmeli ve buna uymalıdır. Tarafsız devlet, özellikle, savaşan devletler­ den biri ya da öteki tarafından savaş gü­ cünü artına sayılan mallan savaşan dev­ letlere satmamak zorundadır. • Savaş suçu. Savaş hukuku kurailannı çiğ­ neyenler hem kendi devletleri tarafından hem de savaşan karşı devlet tarafından cezalandınlabilirier Bu tür suçlar özellikle İkin­ ci Dünya savaşı sonrasında ABD, SSCB, İngiltere ve Fransa arasında yapılan 8 ağustos 1945 tarihli Londra sözleşmesi'nde ele alındı. Savaş suçuyla suçlandınlan al­ man ve japon yöneticiler Nümberg ve Tok­ yo mahkemelerinde yargılandılar ve ağır cezalara çarptınldılar —Uluslarar. huk. ve Anayas. huk. Savaş halinin tanınması, üçüncü bir devletin bir ülke içindeki çarpışan hükümet kuvvetle­ riyle isyancılar arasında tarafsız kalacağını belirten davranışıdır; böylelikle yönetime karşı ayaklanan taraf uluslararası bir statü kazanmış olur Bunun sonucu olarak, sa­ vaşan taraflar kimi güvencelerden ve sa­ vaş hukukuna dayanan kimi haklardan yarartanıriar. Savaş hali deyimi iç hukukta, bir hükü­ metin kendisine karşı ayaklanan bir gruba savaş yasalarını uygulayacağını belirtme­ siyle ortaya çıkan durum için de kullanılır S A V A Ş (Remzi), türk heykelci (Eşme 1947). Gazi eğitim enstitüsü resim-iş bölümü'nü bitirdikten (1969) sonra Paris'te Charpentier ve Collamarini atölyelerinde eğitim gördü (1970-1975). Yurt dışında ve Türkiye'de çeşitli karma sergilere ka­ tıldı, 1974’ten başlayarak kişisel sergiler açtı. Gazi üniversitesi eğitim fakültesi heykel ana sanat dalı eğretim üyeliği yaptı (1975-1985). 1985'te Hacettepe üniversitesi'ne geçerek eğitim fakültesi heykel ana sanat dalında öğretim üyeliği görevine başladı. Başlıca yapıtları: An­ kara Abdi İpekçi parkı'ndaki fıskiye kom­ pozisyonu (1979), Ankara Sakarya yaya alanı içinde yer alan Uçuş ve Çift adlı bronz kompozisyonlar (1980), Uluslara­ rası çocuk sağlığı merkezi'ndeki üçlü" geyik kompozisyonu (1980), Alanya'daki Atatürk barış ve özgürlük anıtı (1982). t l i f h a ç ı. Birinci Dünya savaşı'ndan başlayarak, kimi ülkelerde savaşa kablanlann gösterdikleri yarartıldann ya da yaptıktan hiz­ metlerin anısına verilen nişan. Kurdeleler üzerine savaşçının başanlannı belirten sim­ geler iliştirilmiştir: palmiye (ordu nişanı), yal­ dızlı gümüş yidız (koloıdu), gümüş yıkiz (tü­ men), bıpnz yıldız (tugay ya da alay). • BELÇİKA. Birinci Dünya savaşı haçı, 1915’te ihdas edildi. Beş dikey yeşil çizgili



savatlama kırmızı kurdele, ikinci Dünya savaşı haçı, 1941’de ihdas edildi. Üç yeşil çizgili kırmızı kurdele. • FRANSA. 1914-1918 ve 1939-1945 savaş haçları, sırasıyla 1915 ve 1939’da ihdas edildi. Kenarlar kırmızı şeritli kurdele; 1914 -1918 haçı beş kırmızı şeritli yeşil kurdele, öbürü iki yanında kırmızı iki şerit halinde birbirinden ayrılmış ve ortada koyu yeşil renkte dört şeride bölünmüş kurdele Dış harekât alanlan savaş haçı, 1921 'de ihdas edildi. Dikey üç şeritten oluşan kur­ deledir: ortadaki açık mavi şeridin iki ya­ nında, her birinin genişliği mavininkinin ya­ rısı kadar olan iki kırmızı şerit vardır. • HOLLANDA. 1940-1945 savaş haçı, ke­ nar şeridi yeşil olan portakal renginde kur­ dele • İTALYA. Savaş haçı, 1917'de ihdas edil­ di. İki beyaz şeritli mavi kurdele Askeri de­ ğerli savaş haçı, 1922'de ihdas edildi. Ma/i kurdele • LÜKSEMBURG. Savaş haçı, 1945’te ih­ das edildi. Ortasında üç san çizgi olan sa­ rı kenar şeritli mavi kurdele • PORTEKİZ. Savaş haçı, 1916’da ihdas edildi. Beş yeşil şeritli kırmızı kurdele • ROMANYA. Savaş haçı, 1918’de ihdas edildi. Mayi ve yeşil dikey şeritli kurdele. • YUNANİSTAN. Savaş haçları, 1917 ve 1941’de ihdas edildi, ilki kenar şeridi mavi, siyah kurdele; İkincisi, ortada dikey' mavi çizgili, kırmızı kurdele iiu v A jte (Vom Kıiega), Cari von Clausevvitz'in yapıtı (1816-1830 arasında ya­ zıldı ve 1832-1834 arasında yayımlandı). Bu yapıtta bir slratej olarak yazaı; savaşı ulus­ lar arasındaki siyasal ilişkinin teme! bir öğ e si durumuna göiren nedenleri ortaya koyar ve saldırı stratejisinden daha yüksek bir sa­ vaş biçimi olarak savunmaya öncelik verir S a va ş v e feanş (Voyna i Mir), Lav Tols­ toy'un romanı (1865-1869, basımı 1878). Napoléon savaşlarının (1805 ve 1812) pat­ lak verdiği dönemde rus aristokrasisi kay­ gısız ve başıboş yaşamaktadır. Yüzlerce ki­ şiyi kapsayan bu dev freske iki ailenin, Bolkonskiy ve Rsotovlar’ın hikâyesi de eklenir; bu iki aileye mensup roman kahramanları gerçek kişiliklerini korumakla birlikte ya­ şamlarının değiştiğini fark ederler (aldığı yara yüzünden ölmek üzereyken "hayatın gerçeği' 'ni keşfeden gururlu ve umutsuz prens Andrey, hiçbir şeyi dert etmeyen Nikolay, düşler dünyasında yaşayan dostu Pyotr Bezuhov, özellikle de benzersiz ka­ dın kahramanlar prenses Marya ve acı çekmeyi öğrenen coşkulu Nataşa). Küçük bir aynntıdan yaşama uzanmayı başaran, öngörülerinde epik bir genişliğe ulaşan Tolstoy'un dehası, kolaylıkla bir kutuptan öbürüne geçer ve tarihin herkesçe bilinen ve sahte bir tablosu yerine, general Kutuzov ya da Platon Karatayev gibi, kişiliğin­ de rus halkının gücünü toplayan, sade yü­ rekli vs alçakgönüllü insanların yaşadıkları savaş gerçeğini ortaya koyar. SAVAŞAN sıf. Başka bir ülkeyle savaş ha­ linde olan devlet için kullanılır: Savaşan devletler. • savaşanlar çoği. a. Savaş halinde olan ülkeler (Hukuksal statüleri tarafsızlar' ın karşıtıdır.) SAVAŞÇI sıf. Savaşa karşı eğilimi olan, tu­ tumuyla bu eğilimi gösteren; savaşlarda başarılı olan bir kimse bir ülke vb. için kul­ lanılır; cengâver: Savaşçı bir ulus •



a. Savaşa katılan kimse; muharip



S AV A Ş ÇILIK a. Savaşçı olan, savaşma­ yı bilen bir kimsenin, topluluğun niteliği. SAVAŞIM a. 1. Belli bir amaca ulaşmak için dirençle sürdürülen eylemlerin tümü; mücadele savaş: Sendikal haklar için ve rilen savaşım. Özgürlük savaşımı. —2. Sa­ vaşım vermek, bir amacı gerçekleştirmek, bir şeyi elde etmek için sürekli olarak uğ­ raşmak, çaba göstermek. —Fela ve Topbil. Sınıflar savaşımı, toplum­ sal sınıfları, ezenler ve ezilenler olarak İki



ten söz ederken, karşılıklı vuruşmak, savaş karşıt grupta karşı karşıya getiren çatışma yapmak; muharebe etmek: Bu iki devlet (Bk. ansikl. böl.) yıllarca savaştılar. Süngü süngüye savaş­ —ANSİKL Fels, ve Topbil. Sınıflar savaşımı. mak. —2. Bir şey, bir kimse için, bir şeye, 3 mart 1852'de Kari Marx, Weydemeyer'e bir kimseye karşı, bir şeyle bir kimseyle sa­ yazdığı bir mektupta şöyle diyordu: “ Çağ­ vaşmak, onlar İçin ya da onlara karşı vu­ daş toplumdaki sınıfların varlığını keşfetme ruşmak; savaş yapmak: Vatan için savaş­ onuru benim olmadığı gibi, bu sınıflann birmak, Sayıca üstün bir orduya karşı, bir or­ birieriyle giriştikleri savaşımı keşfetmenin duyla savaşmak. —3. Bir şeyle bir güçlük­ onuru da benim değildir. Burjuva tarihçi­ le savaşmak, ona son vermek, onu engel­ ler tarihsel gelişmeyi benden çok önce or­ lemek için büyük bir çaba göstermek: Bil­ taya koymuş ve burjuva iktisatçılar bu ge­ gisizlikle savaşmak. Uyuşturucuyla, hırsız­ lişmenin iktisadi anatomisini benden çok lıkla, kaçakçılıkla savaşmak. —4. Bir güç­ daha önce betimlemişlerdi," Ancak Marx le savaşmak, ona dayanmaya çalışmak: ve Engels sınıflar savaşımını tarihin temel Ölümle savaşmak. —5. Bir düşCınceyle bir öğelerinden biri durumuna getirdiler "Gü­ devletle bir kurumla vb. savaşmak, ona nümüze kadar her toplumun tarihi bir sı­ şiddette karşı koymak: Bir yönetimle onun nıflar savaşımı tarihidir [...]. Günümüze ka­ politikasıyla savaşmak. dar her toplum, görmüş olduğumuz gibi, ezen sınıflarla ezilen sınıfların karşıtlığına S A V A Ş M A Z U K a. Savaşa katılmayan, dayanıyordu [...]. Burjuvazi karşısında var­ ancak savaşan taraflardan birisine yakınlı­ lığını sürdüren bütün sınıflar içinde yalnız ğı nedeniyle tarafsızlıjttan da uzak bulunan proletarya devrimci bir sınıf oluşturur En bir ülkenin durumu, (ikinci Dünya savaşı sı­ özgül ürünü proletarya olan büyük sanayi rasında İtalya’nın Almanya’ya [1939-1940) karşısında öteki sınıflar çökmekte ve sönüp ya da ABD'nin Ingiltere'ye [1939-1941] karşı gitmektedirler Orta sınıf, küçük sanayici, durumu böyleydi.) küçük tüccar zanaatçı, çiftçi, hepsi de or­ S A V A Ş T E P E , Marmara bölgesinin G. ta sınıf olarak varlığını kurtarmak için var kesiminde Balıkesir iline bağlı ilçe; 24 gücüyle savaşmaktadır'' (Komünist parti 337 nüf. (1990); 425 km2; merkez buca­ manifestosu, 1). Öyleyse bu savaşıma giri­ ğı dışında 1 bucak, 42 köy. Merkezi, Ba­ şen üç sınıf vardı. Anti-Dûhringle (1, 9) En­ lıkesir'in 47 km G.-G.-B 'sında Savaşte­ gels, "feodal aristokrasi, burjuvazi ve pe, 10 053 nüf. (1990). Tahıl, şekerpan­ proletarya” olarak üç sınıf daha gösteriyor­ carı, tütün, elma üretimi. du. Marxçılar, bu metinlerden iki farklı an­ lam çıkardılar: savaşım ya toplumun sınıf­ B SAVAT a. Kuyuma Esas maddesi gümüş süttür olan siyah bir minenin, gümüş bir lara bölünmesinden doğuyor ya da sınıf­ levhanın önceden hazırlanmış bölümlerine lar savaşımdan kaynaklanıyordu. Lenin bu kakılmasıyla gerçekleştirilen süsleme tek­ soruna bir yanıt getirdi. Ona göre, sınıflar niği; bu yolla elde edilen süs eşyası. savaşımı "insan gruplan"nı tarihin her anın­ —ANSİKL. Her şeyden önce çizgilerin za­ da iki karşıt kampa ayınyordu, ama her sı­ rifliğini gözeten bir süsleme yöntemi olan nıf siyasal ereğine göre bu savaşım konu­ savatı Yunanlılar büyük bir olasılıkla biliyor­ sunda farldı bir bilinç taşıyordu. lardı; BizanslIlar da bu tekniği kullandılar. SAVAŞIMCSİ sıf. ve a. Herhangi bir alan­ Fransa'da Marsilya, daha VII, yy.’da bu alanda canlı bir merkezdi. Fransız keşiş da savaşım veren kimse için kullanılır; mü­ Théophile Traité des divers arts (Çeşitli sa­ cadeleci. natlar üzerine inceleme) adlı yapıtında (XII. t a f s ı M A e f l s r t (Los desastres de yy.) bu yöntemi ayrıntılı bir biçimde anlatır; la guerra ya da Fatales consecuencias de Louvre müzesi'nde de XIII. yy. sonlanna ait la sangrienta guerra en Espaha contra Busavatlı bir fibula vardır. XV. yy.'da savatla­ onaparte y otros caprichos enfáticos), Goma sanatı özellikle İtalya'da gelişti; Uffizi ya’nin, Fransıziar’ın Ispanya'yı işgal etme­ müzesi'nde bulunan, M. Finlguerra’nın Ba­ sinden esinlenerek yaptığı 82 oforduk dizi. r/ş öpücüğü adlı yapıtı, belki de tarama Goya'nın bu gravürleri, siyasal nedenlerle, gravürün İlk örneğidir; Paris'teki Biblio­ sanatçının ölümünden ancak 35 yıl sonra thèque nationale'de bu savatın, kakma ya­ ortaya çıkarılarak, 1863'te S. Fernando aka­ pılmadan önceki örneğinin kâğıt üzerine demisi tarafından basıldı. Bunlann gerçek­ bir baskısı bulunmaktadır Çoğu kuyumcu­ leştirilmesi yıllarca sürdü. Olaylara tanık lukta kullanılmak üzere yapılmış olan en olan Goya (Lo vi, Y esto también) halkla­ önemli savat İşleri arasında, XV. yy.'dan Polrın göçünü, talan, öldürme işkence sah­ laiolo'nun, C. Foppa’nın (il Caradosso); XVI. yy.’dan Modenalı Nicoletto'nun, B. Celllni, nelerini acımasız bir gerçekçilik ve keskin E. Delaune'un; XVII. yy.’dan Toutln, Jacqu­ bir dram anlayışıyla canlandırdı. ard, Christollien; Gédéon Légaré’nin yapıt­ SAVAŞIR (Ayşe), türk kadın klavsenci ve ları sayılabilir. piyanocu (Ankara 1937). Ankara Devlet İslam kuyumculuğunda üç tür savat var­ konservatuvan’nın piyano bölümünü bitir­ dır: düz savat, tırtıllı savat (perdaz) ve oy­ dikten (1955) sonra ABD'ye giderek Juillima savat (şikâf). Bu tür bezemeye özellik­ ard müzik okulu'na girdi, piyanonun yanı le Anadolu, Irak, İran, Türkistan ve Kafkas­ sıra klavsen de çalıştı. Klavsen öğretmeni ya'da rastlanır Wanda Lando>/vska idi. 1880’ta Ankara S A V A T , Diyarbakır'ın Lice İlçesine Devlet konservatuvarı'nda klavsen ve piya­ bağlı Kayacık bucağının merkezi; 800 no öğretmenliğine atanan sanatçı, 1967 nüf. (1990). -1969 arasında Amsîerdam'da oda müziği deneyimini artırdı. Yurtiçinde ve yurtdışında verdiği konser ya da resitallerle ünlen­ di. (Vildan Aşir), türk sporcu ve yönetici (Istanbul 1S03 - ay. y 1973). Hafız Aşir Efendi'nin oğlu. Galatasaray lisesi'ndel1 (öl. 1078 7) kont ve marki (erkek vftrfe bırakmadı)



T~ H l (öl. 1090)



kont ve marki; Je an ne (Cenevre kontu GéfokJ l ’in kızı) ile (?) e vlen d i ı



B erta (1051’e doğr. - 1087 ya da 1088), 1066’d a Heinrich IV (R am aklar’ın kralı, im pa ra to r [1084]) [öi. 1106] ile evlendi (vârisleri — Franken)



U m be rto II (ÖL 1103) kont «e marki (1060) 1090 a doğr. G isèle (B ourgogne ko ntu G uillaum e l ’in kızı)



Ve evtendi I A m e de o III (109S’e doğr. - 1148 ya d a 1149) kont v® rnaıld (1103); 1135’e doğr. M athllde (A lken v e G renoble kontu G uigu es lll’Un kızı) (öt 1145] İle evlendi



I A ziz U m be rto III (1136-1189) M a u rie nn e ko ntu ve İtalya’da m arki (1148 ya d a 1149) 1175’e doğr. B éatrice (V ienne v s M âcon kontu G érard l’in kızı) [öl. 1230) İte e vlendi



I Tom m a so I (1177’ye d o ğ r -1233) M aurienne (ya d a S avoia) kontu vs İtalya 'd a m a rki (1189) L o m ba rd ia 'da kral naibi (1226) Chambéry'yi satın aklı (1232) 1195'e doğr, B éatrice-M argueriie (C enevre kontu G uilla um e ¡’in kızı) [öl. 1257) İle e vlondl



S A V O İE , Fransa'da (Rhöne-Alpes böl­ gesi) département; 6 028 km2; 348 261 nüf. (1992). Merkezi Chambéry. 3 arron­ dissement (Albertville, Chambéry, SaintJean-de-Maurienne), 37 kanton ve 305 komünden oluşur. Yargı çevresi bakımın­ dan Chambéry ye bağlıdır. Hemen hemen bütünüyle dağlık olan Savoie, vadilerle (Arc, isère, Arly) birbirin­ den ayrılan kütlelerden oluşur. Bir ulaşım kavşağı, kentleşme ve sanayileşme (özel­ likle Maurienne’de) merkezidir Nüfus yo­ ğunluğu pek yüksek değilse de (ulusal or­ talamanın biraz üzerindedir) son yıllarda hızlı artmaktadır. Tarım kesiminde sığır ye­ tiştiriciliği ağır basmaktadır; bazı yörelerde bağcılık da yapılır. Ormancılık alanında ağaçlandırmaya önem verilmektedir (départementin % 30'u ağaçlandırılmıştır); sa­ nayileşme, hiç değilse başlangıçta gelişmiş hidroelektrik donanımlarından destek gör­ müştür Yaz ve özellikle de kış turizmi ge­ lişmektedir S A V O İE (Hauts-), Fransa’da (RhöneAlpes bölgesi) département; 4 388 km2; 568 286 nüf. (1992). Merkezi Annecy. 4 arrondissement (Annecy, Bonneville, Thonon-ies-Bains, Saint-Julien-en-Genevois), 33 kanton ve 292 komünden olu­ şur. Yargı çevresi yönünden Chambéry' ye bağlıdır. Haute-Savoie, vadilerle (Arve vadisi bü­ yük bir ulaşım eksenidir) kesilen yüksek dağ kütleleri kapsar. Yüzey şekillerinin çe­ tinliğine ve genellikle sert iklimine karşın dé-



laşık 1600’den ve XIX. yy.'dan kalma kated­ ral (sanat yapıtları); Sistina capellası (yaklş. 1480’den kalma; XVIII. yy. süslemeleri). G.'da Sangallo'nun yaptığı palazzo della Rovere ve başka anıtlar. Pinakotek (XVI. -XVIII. yy. cenova okulu; seramik eşyalar). Torino karayolu ile demiryolunun üstünde önemli bir ulaşım merkezi olan Savona, bir ticaret ve sanayi (petrol rafinerisi, makine ve elektrikli gereçler yapımı, tersaneler, be­ sin sanayileri) kentidir. —Savona ili, 1 544 km2; 296 700 nüf. Riviera di Ponente ile Liguria Apenninleri'nin bir böiümünü İçine alır. Turizm ve bahçe tarımı başlıca gelir kaynaklarıdır. —far Savona birliğin kafesiydi; 639’da Lombardlar tarafından yakılıp yıkıldı, IX. yy.'da piskoposluk yapıldı, Cenova'nın bir eklentisiyken, 1221’de bu siteden ayrılarak Cum­ huriyet kurdu, ancak 1251de yeniden onun egemenliği altına girdi. Daha sonra da birkaç kez Cenova egemenliğinden kur­ tulmaya girişti, ancak 1528'de liman Cenovalılar tarafından yakılıp yıkıldı. 1745'te İngilizler tarafından bombalandı, 1746’da bir kuşatma sonunda Piemonteliler'ln eline geçti. Liguria Cumhuriyeti'nin 1805'te Fran­ sa’ya katılmasından sonra, Montenotte departement'nn yönetim merkezi durumuna geldi. Papa Pius VII tutsaklığı sırasında (1809-1812) Savona'da kaldı. 1815 te Pie­ monte'ye geri verdi. —Seram. XVI. yy. sonundan İtibaren kent­ teki çeşitli atölyelerde yapılan Savona çini­ leri, ilk Nevers çinilerine de esin kaynağı ol­ muş çok özel bir üslupla yapılırdı. Ekim fa­ aliyetlerinin, kuşların, koşan hayvanların ya da kişilerin tasvir edildiği bu çiniler, yalnız­ ca mavi renk kullanılarak aydınlık ve akıcı bir şekilde İşlenmiş “ Rönesans" ya da "barok” tarzı tabak ve vazolarda görülür. Kenarlarına kentin silahlan, yıldız, fener, ba­ lık, küre figürleri işlenmiştir. XVIII. yy.'da ~ l R lip p o II (1207-1285) Lyon başpiskoposu (1246-1267), sonra B ou rg cgn e ko ntu (1267-1279), S avoia kontu (1268) 1267’de A lls da M öranie (B ourgogne kontesi) [öl. 1279] ile e vlendi (vâris bırakm adı)



P ie tro II (K ü çük C harlem agne) [1 2 0 3 'e doğr.-1268] S avoia kontu (1283) 1234 ya da 1236'ya doğr. A gnès (Fa u cign y senyörü [ya da baronu] A im on H’nin kızı ve mirasçısı) [öl. 1268] ile evlendi



A m edeo IV (1197-1253) S avoia kontu (1233); A osta v s C h ab la is dükü (1238) 1222’d e M a rguerite (B ourgogne dükü H u gues lil'ü n kızı) [öl. 1242) ile; S) 1 244'te C é cile des Baux (öi. 1275) ile evlendi



T om m aso II (1199-1259) M aurienne kontu (1233); P iem onte senyörü (1233), sonra kontu (1245); Flandre ve H âinaut kontu (1237-1244) Je an ne de C onstantiııopte (Flandre ve H ainaut kontesi) [öl. 1244) İle; d Fieschili B eatrice (papa in nocentius IV ’ ün yeğeni) [öl. 1283] ile evlendi



B onifacio l'O ria n d o (1244-1263) S avoia kontu a nnesinin ve amcasının naip liğ in d e S avoia kontu (1253) [evlenm edi]



B üyü k A m e de o V (1252 ya d a 1253-1323) S avoia kontu (1285); K utsal im p a ra to riuk p rensi (1313). ■ 1272'de Sibylle (B augö ve B re sse'ln bir bölü m ü n ün dam e'ı) [öl. 1294] ile; 1 1297 ya d a 1305'te M arle (B rabant dükü Jean l ’in kızı) [öl, 1337'den s o n r ] ile evlendi



Ö zg ü r Edoardo I (1284-1329) S avoia kontu (1323); 1307'do B lanche (B ourgogne dükü R obert ll'r.ln kızı) [öl. 1348] ile evlendi



dan ihdas edilen iki nişana verilen ad. Biri askeri niteliktedir ve 1815'te kurulmuştur (kırmızı bir düşey orta şeridi bulunan mavi kurdele), öbürü sivil niteliktedir ve 1831'de kurulmuştur (mavi bir düşey çizgiyle kesil­ miş beyaz kurdele). S A W tE , bugünkü Fransız Alplerl'nin ku­ zeyinde yer alan ve Savoie ile Haute-Savoie départementlaim kapsayan tarihsel bölge —Tar. Daha madeleine kültürü döneminde yerleşime açılan, öntarih döneminde Keltler'in ve Allobroglar’ın yaşadıkları Savoie, daha sonra I.Ö. 122-118 arasında Roma'nın işgaline uğradıysa da hemen barışa kavuşturulamadı. imparatorluk döneminde, son kabileler de Augustus'un egemenliği altına girdi. Roma barışı, Seyssel ve Annecy gi­ bi başlıca vadilerde kentlerin kurulmasına yol açtı. 443’ten başlayarak buraya yerle­ şen Burgundlar, aşağı yukarı Fransızlar’ın fethine (534) kadar ü lk ^ i ellerinde tuttular. 843’te Lotharingia'ya verilen Savoie, daha sonra Bourgogne Transjurane (888) ve ikin­ ci Bourgogne krallığı'yia birleşti (934-935); bunun üzerine iktidar, çeşitli soylu aileler arasında dağıldı. 1032-1038’de Savoie, Kut­ sal imparatorluk'la birleşirken, Umberto I' den başlayarak İlk Savoia kontları ortaya çıktılar Mülklerinin temelini Fransız Savoie'



partement'ın nüfus yoğunluğu ulusal orta­ lamanın üzerindedir ve nüfus hızla artmak­ tadır. Sanayi önemlidir: duyarlı makineler, tarıma dayalı besin sanayileri, kereste (dĞpartement'ın % 40'ı ormanla kaplıdır) sa­ nayileri. Tarımda hayvancılık (özellikle de süt havyancılığı) ağır basar. Bu dağlık dâpartementin temel gelir kaynakları turizm (dağ turizmi, Leman gölü kıyılarında kaplı­ ca turizmi), hayvancılık ve hidroelektriktir (sanayileşmede, hiç değilse başlangıçta, önemli rol oynadı). SAVOLDO (Glovan Gerolamo), rtalyan res­ sam (Brescia 1480/1485'e doğr, - Venedik? 1548'den sonr.). Foppa'nın yanında yetiştiği sanılır. Meslek yaşamının büyük bir bölü­ münü Venedik’te geçirdi. Giorgione, Tizlano (Tobiya ile melek, Borghese galerisi, Ro­ ma), Lotto'nun (çeşitli portreler) etkisi, sana­ tının özgün niteliğini bozmaz: soğuk renk­ lerle gümüşsü etkiler uyandırmaya daya­ nan ışıkçı arayışlar (Azize Meryem, National Gallery, Londra), manzaraların soluk renkle­ ri ya da gece aydınlatmaları (birçok Çoban­ ların tapınması tablosu), il Caravaggio’nun sanatının öncülerinden biri olmuştur. İtalya’da liman kenti, Liguria’ da il merkezi, Riviera di Ponente kıyısında, Altare geçidinin eteğinde; 73 000 nüf. Yak-



Banşçı A lm o ne (1291-1343) S avoia kontu (1329) 1 33 0'da iolanda (M on ferrato m arkisi Teodoro l ’in kızı) [öl. 1342] ite evtendi



A m e de o VI (Yeşil kont) B ianca [1334-13831 (1336-1387) S avoia kontu (1343); 1350'da F a ucign y'yi ve G aleazzo V isconti G ex ü lkesini (M ilano senyörü (1354/1355), [Galeazzo II; 1354[) sonra V au d [öl. 1378] ile ü lkesini (1359) e vlendi e lde etti; ke ndisine geçen top ra kla rd a yaşam boyu kral n aip liğ in e g etirild i (1365) 1355’te B onne (B ourbon dükü Pierre l ’in kızı) [öl. 1403] ile evtendi



I A m edeo VII (Kızıl kont) [1360-1391] S avoia kontu (1383): N ice kontlu ğu n u elde e lti (1388) 1 37 7'de B onne (B erry dükü Jean d e F rance'ın kızı) [öl. 1435] ile evtendi



I Barışçı A m e de o VIII (1383-1451) S avoia kontu (1391-1416), sonra dükü (1416-1440); Cenevre kontlu ğu n u elde e tti (1401); S avoia top ra kla rına kattığı P ie m on te ’n in (1418) ko ntu (1419); d üzm ece p ap a (Felix V) [1439-1449], sonra P apalık e lçisi; 1393 ya d a 1401'd e M arie (B ourgogne dükü A tak P hilip pe ’ in kızı) [öl. 1422] ile evlendi



Barışçı Amedeo VIII (1383-1451) Savoia kontu (1391-1416), sonra dükü (1416-1440); Cenevre kontluğunu elde etti (1401); Savoia topraklanna kattığı Piemonte’nin (1418) kontu (1419); düzmece papa (Felix V) [1439-1449), sonra Papalık elçisi; 1393 ya da 1401'de Marie (Bourgogne dükü Atak Philippe’in kızı) [öl. 1422] ile evlendi Luigi (1413-1465) Piemonte prensi (1431-1440); Savoia sülalesi devletleri’nin genel vekili (1434-1440), sonra Savoia dükü (1440) 1433’te Anne d’Antioche-Lusignan (Kıbrıs kralı Janus’un kızı) [öl. 1462] ile evlendi



r



Yurtsuz Filippo I (ya da II) [1438 ya da 1443-1497] Bresse kontu (1461), sonra Savoia dükü (1496) •!)1472'de Marguerite (Bourbon dükü Charles Tin kızı) [Öl. 1483] ile; 0>1485’te Bretagnelı Claudine (Penthièvre kontu) Jean II de Brosse'un kızı) [öl. 1513] ile evlendi



Amedeo IX (1435-1472) Piemonte prensi, sonra Savoia dükü (1465) 1452’de Yolande (Fransa kralı Charles Vll’nin kızı ve Savoia sülalesi devletleri’nin naibi [1468/1470] Louis Xl’in kız kardeşi) [öl. 1478] ile evlendi



T



Avcı Filiberto I (1465-1482) Savoia dükü (1472) [evlenmedi]



Savaşçı Carlo (1468-1490) Savoia dükü (1482) 1485’te Bianca (Monferrato markisi Guglielmo Vll’nin ya da VIH’in kızı) ile evlendi



I



Güzel Filiberto II (1480-1504) Savoia dükü (1497) 1501’de AvusturyalI Margherita (Romalılar’ın kralı Maximilian l’in kızı) [öl. 1530] ile evlendi (vâris bırakmadı)



B on a (1 449-1503) 1 468 'de Galeazzo



Maria S fo rza (Milano dükü) [öl. 1476] ile evlendi (vâris bırakmadı)



İyi C a rlo II (ya d a III) [1486-1553] S a vo ia d ü kü (1504-1536), s o n ra S a vo ia 'n ın ya sal d ü kü (1536) 1 52 1 ’d e B e a trice (P o rte kiz kralı M a n ue l l ’in kızı) [öl. 1538] ile e vlen d i D e m irba ş E m a nu ele F ilib e rto (1528-1588) S a vo ia 'n ın ya sal (1553-1559), sonra fiili (1559) d ü kü ; H o lla n d a va lis i (1555-1559); T o rin o ’yu d e v le tle rin in kesin b a şke n ti yaptı (1563) 1559’da k u z in i M a rg u e rite (B 8 rry d üşe si, F ra n sa kralı F ra n çois l ’ in kız») [öl. 1574] ile e vlen d i



Carlo (II) Giovanni Amedeo (1489-1496) annesinin naibeliğinde Savoia dükü (1490) [evlenmedi]



C a rlo -E m a n u e le I (1562-1630) S avo ia d ü k ü (1 5 80 -1600/1601-1630); B resse, B ug e y ve G ex ü lkesi karşılığın da S a lu zzo m a rk iliğ in i Fra n sa kralı H e nri iV ’e bıraktı (1601) , 1 58 5 ’te k u zin i C a te rin a (İsp an ya kralı F e lip e ll’ n in kızı) [öl. 1597] ile e vlen d i



Vittorio-Amedeo I (1587-1637) Savoia dükü (1630/1631) 1619’da, Christine (Fransa kralı Henri IV’ün kızı; Savoia sülalesi devletleri'nin naibesi [1637-1648/1663]) [öl. 1663] ile evlendi Francesco Giacinto (1632-1638) Savoia dükü (1637)



Carlo-Emanuele II (1634-1675) Savoia dükü (1638) " 1663’te kuzini Françoise-Madeleine (Orléans dükü Gaston de France’ın kızı) [öl. 1664] ile; (2 1665’te kuzini Maria-Giovanna (Nemours dükü Savoiale Carlo-Amedeo’nun kızı; Savoia sülalesi devletleri’nin naibesi [1675-1684]) [öl. 1724] ile evlendi



C a rig n a n o kolu T o m m a so F ra n cesco (1596-1656) C a rig n a n o p rensi 1 62 5 'te S oisson s ko n te si (1641) M a rie d e B o u rb o n (öl. 1692) ile e vlendi



E m a n u e le -F ilib e rto (1628-1709) C a rig n a n o p re nsi



I V itto rio -A m e d e o I



Vittorio-Amedeo II (1666-1732) Savoia dükü (1675-1690/1696-1703/ 1713-1718/1720); Savoia’nın yasal dükü (1690-1696 ve 1703-1713); Sicilya (1713-1718/1720), sonra Sardinya (1718/1720-1730) kralı u;1684’te kuzini Anne-Marie (Orléans dükü Philippe de France’ın kızı) [öl. 1728] ile; .¿/Cumianalı Anna-Teresa Canalis (öl. 1769) ile evlendi



(1690-1741) C a rig n a n o prensi



L uig i V itto rio



Carlo Emanuele III (1701-1773) Piemonte prensi (1715-1730), sonra Sardinya kralı (1730)



(1721-1778) C a rig n a n o p re nsi



Vittorio-Amedeo III (1726-1796) Piemonte prensi (1730-1773), sonra Sardinya kralı (1773) 1750’de Maria-Antonieta (İspanya kralı Felipe V'in kızı) [öl. 1785] ile evlendi



Vittorio-Amedeo II (1743-1780) Carignano prensi



T "



Cârlo-Emanuele IV (1751-1819) Piemonte prensi (1773-1796) sonra Sardinya kralı (1796-1802) 1775’te Clotilde (Fransa kralı Louis XVI’nın kız kardeşi) [öl. 1802] ile evlendi (vâris bırakmadı)



Vittorio-Emanuele I (1759-1824) Aosta dükü (1759-1802) sonra Sardinya kralı (1802-1821) 1789’da Maria-Teresa (Avusturya-Este arşidüşesi, Modena’nın yasal dükü Ferdinando’nun kızı) [öl. 1832] ile evlendi



C a rlo -F e lice (1765-1831) C e n e vre d ü kü (1765-1821), sonra S a rd in y a kralı (1821) 1 807’d e k u zin i C ris tin a (S icilya kralı F e rd in a n d o l l l ’ ün kızı) [öl. 1849] ile e vle n d i



C a rlo -A lb e rto (1798-1849) C a rig n a n o p re nsi (1800) kra l n a ib i (1821), so n ra S ardin ya kralı (1831) [1 8 4 9 ’d a ta h tta n çe kild i] 1 817’ de A vu stu rya a rşid ü şe si M a ria Te re sa (To sca na g ra n d ü kü F e rd in a n d o lll’ ün kızı) [öl. 1855] ile e vlen d i



Carlo Emanuele (1770-1800) Carignano prensi 1797’de Maria (Kurzeme dükü Saksonyalı Karl’ın kızı) [öl. 1851] ile evlendi



C a rlo -A lb e rto (1798-1849), C a rig n a n o p re n si (1800) kra l n a ib i (1821), so nra S a rd in ya kralı (1831) [18 4 9*d a ta h tta n çe kild i] 1 817’d e A vu stu rya a rşid ü şe si M a ria T e re sa (T o sca n a g ra n d ü kü F e rd in a n d o lll'ü n kızı) [öl. 1855] ile e vlen d i V itto rio -E m a n u e le II (1820-1878) P ie m o n te p re nsi (1831-1849), so nra S a rd in y a kralı (1849-1861), sonra İtalya kralı (1861); N ice ve S avo ia 'yı F ra n s a ’y a b ıraktı (1860) > 1842’d e ku zini A vu stu rya a rşid ü şe si A de la id e ile; 1 8 6 9 'd a M ira fio ri ve F o n ta n a fre d d a ko nte si R o sa V e rce lla n a (öl. 1885) ile e vlen d i i A o sta kolu C lo tild e (1843-1911) 1859’d a p re ns N apo lé o n B o n a p a rte (N ap oléo n lll'ü n kuzeni; M o n ca lie ri kontu (1870); tra nsız im p a ra to rlu k a ile sin in başı [1879]) [öl. 1891] ile e vlen d i



U m b e rto I (1844-1900) P ie m o n te p re nsi (1 849-1878) sonra İtalya kralı (1878) 18 6 8 'd e k u zin i p re n se s S avoialı (-C enovalı) M a rg h e rita ile e vlen d i



V itto rio -E m a n u e le III (1869-1947) N a po li p re nsi (1869-1900), so n ra İtalya kralı (1900; mayıs 1 94 6 ’da ta h tta n çekild i); E tyo p ya im p a ra to ru (1 9 36 -1941/1943) ve A rn a vu tlu k kralı (1939- 1943) 1 89 6 ’da E lena (C rn a G oralı p re nse s P e tro vic N jegos; C rn a G ora p re nsi, s o n ra kralı N ico la s l ’ in kızı) [öl. 1952] ile e vlen d i



U m b e rto II (1904-1983) P ie m o n te p re nsi (1904-1946); K ra llık g e n e l ve kili (1944-1946), so nra İtalya kralı (m ayıs-h a zira n 1946), s o n ra S a a rla n d ko ntu 1 93 0 ’d a M arie -Jo sö (B e lçika lıla r'm kralı A lb e rt l ’ in kızı) ile e vlen d i



A m e d e o I (1845-1890) A o sta d ü k ü (1845), İspa n ya ve H in t ada la rı kralı (1 8 70/1871-1873) - i8 6 7 'd e p re nse s M a ria V itto ria dal P ozzo d e lla C iste rn a (öl. 1876) ile; * 1 88 8 ’de ye ğ e n i L etizia (p re ns N apo lé o n B o n a p a rte ’ ın kızı) [öl. 1926] ile e vle n d i



E m a n u e le -F ilib e rto (1869-1931) P u g lia , sonra A o sta d ü kü (1890); A stu ria s p re nsi (1870-1873) 1 89 5 ’te H é lè ne (P a ris ko ntu Lou is-P h ilip p e d ’O rlé a n s ’ in kızı) [öl. 1951] ile e vle n d i



A m e d e o II (1898-1942) P u g lia , sonra A o sta dükü (1931); E tyo p va kral naibi (1 9 37 -1941/1942) & 19 2 7 'd e ku zini A nn e (G u ise dükü Je an d 'O rle a n s ’ ın kızı) ile e vlen d i



L uig i (1873-1933) A b ru zzi d ü kü (evle nm ed i)



A im o ne (1 9 0 0 4 948) S p o le to (1904), so nra A osta (1942) dükü ; H ırva tista n ’ ın ya sal kralı (T o m islav II) [1941-1943] 1 9 3 9 'd a E ire ne (Y u n a n ista n ve D a nim a rka pre nse si; Y u n a n lıla r’ ın kralı K o n sta n tin o s l ’ in kızı) [fil. 1974] ile e vlen d i



Giacomo Boselli, bazıları Marsilya'ya İhraç edilen çiniler yapmıştır.



Giroiamo Savonarola , Fta Bartoiomeo’nun ■ bir portresinden ayrıntı San Marco m a stın , ~



tS A V Ü K A R G U (Giroiamo), İtalyan vaiz (Ferrara 1452 - Floransa 1498). 1475'e doğru Bologna'da dominlkenlere katıldı, ateşliliği, katılığı ve karamsarlığıyla herke­ sin dikkatini çekti. Kilise'yi düzeltme isteği daha o zamandan belli olmaktaydı. Acıma­ sız konuşma yeteneği Siena'dan sonra Flo­ ransa (1482-1487), Ferrara, Brescia ve Cenova'da pek bir yankı uyandırmadı. Floransa’ya döndü (1490), San Marco manastırı prioreliğine getirildi (1491) ve birdenbire halkın saygısını kazandı. Olacağını bildir­ diği birçok olay, çok geçmeden gerçekleş­ ti. Ünüyle birlikte aşırılıkları da arttı. Sana­ ta ve her türlü kendini gösterme isteğine karşı çıktı. Lorenzo de Medici, onun aşırı­ lıklarını ve doğrudan saldırılarını bastırmak­ ta bir yarar görmedi. Savonarola, yeni bir Keyhüsrev geleceğini ve İtalya’yı baştan başa geçerek yeni bir düzene sokacağı­ nı bildiriyordu. Fransız istilası ve Charles Vlll’in görkemli bir biçimde Floransa'ya gi­ rişi bu tehdit dolu kehanetleri doğrular gi­ bi göründü. Senyörlük Savonarola'nın si­ yasete müdahalelerine ses çıkarmadı. Sonra ona akıl danışmaya, en sonra da buyruklarına uysalca boyun eğmeye baş­ ladı; birkaç yıl boyunca, keşiş gerçek bir "diktatörlük" kurdu (1494-1497). Savonarola'nın siyasal düşünceleri ahlak ve din reformu tasarılarından kaynaklanıyordu.



Uranlığa karşı olduğu için Mediciler'in ar­ dından gidiyor, patırtılı ve değişken halk meclislerine güvenmemekle birlikte, de­ mokratik bir hükümet istiyordu. Birkaç ay içinde anayasada, adalet işlerinde, vergi yöntemlerinde değişiklikler yaptı ve bir ge­ nel af ilan etti. Hiçbir muhalefetle karşılaş­ madan töre reformları yaptı (giyim refor­ mu, dindışı şenlik ve oyunların kaldırılma­ sı, tefecilikle savaş vb.), tabloları, elyazma­ larını ve değerii nesneleri yaktırdı. Kilise­ ler dolup taşmaya başladı. Ama sonun­ da kamuoyu ikiye ayrıldı. Arribbiati ("öf­ keliler"), Savonarola'nın yandaşları olan piagnoııi'ye ("sulugözlüler") karşı savaşı­ ma başladı. Tiran, işkence ve ölüm ceza­ sı gibi en sert yaptırımları bir tehdit aracı olarak kullandı ve kürsüden yeni felaket­ ler bildirmeyi sürdürdü. Papalık, Fransa kralının dostu konusunda bir kovuşturma­ ya girişmekten çekindi. Savonarola'ysa Kilise nin kendisine karşı da gittikçe daha gözüpek saldırılarda bulundu Charles VIII İtalya’dan ayrılınca Alexander VI açık­ lama istemek için keşişi Roma'ya çağırdı (1495), ardından vaaz vermesini yasakla­ dı. Savonarola buyruklara uymadı ve da­ ha da sertleşti; bunun üzerine papa, ken­ disini aforoz etti (1497). Tüm hıristiyanlara yazdığı bir mektupta Savonarola, Papa­ lıkta açıkça başkaldırdı ve Roma sarayını yargılamak üzere bir genel konsil toplan­ masını sağlamaya çalıştı. Bunun üzerine Floransa'daki saygınlığı azaldı; ona açık­ ça saldıran kimseler, fransiskenlerin arka­ sında toplandılar. Onlara karşı görevinin doğaüstü niteliğini ileri sürmekten başka bir şey yapamayan Savonarola, bunu ateş­ le kanıtlamak önerisinde bulunacak kadar da ileri gitti. Önerisinin kabul edilmesi üze­ rine sözünden dönerek ateşte kendini ta­ rikatından bir keşişle temsil ettirmeye ka­ rar verdi. Bunun üzerine halk çileden çıktı. Savonarola iki yandaşıyla birlikte hapse atıldı, ölüm cezasına çarptırıldı, asıldı ve yakıldı. Külleri Arnoya atıldı (1498).



miktarlarda savrulma eğilimi gösteren mo­ torlu bir taşıtın dinamik davranışı için kul­ lanılır.



S A V O N LİN N A , ısveççe Nystott, Finlan­ diya’da (Mikkeli ili), kent, Haapavesi, Poruvesi, Haukivesi ve Pihlajavesi gölleri arasın­ daki bir kıstağın kıyısında; 29 000 nüf. 1475’te Kyrönsalmi adacığında inşa edilen Olavinlinna müstahkem şatosunun eteğin­ de gelişen kent Finlandiya'nın en canlı tu­ rizm merkezidir Onarılan şato Kuzey Avru­ pa’nın en iyi korunmuş tarihi anıtlarından biridir. Bir fikir (üniversite), kültür (uluslara­ rası opera festivali) ve ılıca merkezi olan Savonlinnada aynı zamanda önemli sanayi tesisleri vardır: kereste sanayisi, metalürji ve demir-çelik, tersaneler, tekstil.



SAVSAM AK g. f. Savsaklamak, ihmal et­ mek.



SAVORGNAN DE B R A Z £ A - BRAZ­ ZA. SAVOV (Mihail), bulgar general (1858 - Saint-Vallier-de-Ttıiey, Alpes-Maritimes, 1928). Bulgar ordusunun yeniden kurulma­ sını sağladı, 1903’te Savunma bakanlığı­ na getirildi, Birinci Balkan savaşı sırasında bulgar silahlı kuvvetlerinin başına geçti (1912). SAVRUK sıf. (savurmak'tan savur-uk > savruk). 1. Dikkatini belli bir noktada yoğunlaştıramayan, aklını yaptığı işe vereme­ yen kimse için kullanılır; dağınık, dikkatsiz: Savruk bir genç. —2. Düzenli, derli toplu olmayan kimse için kullanılır: Ne savruk ço­ cuksun. odanda hiçbir şey yerli yerinde de­ ğil. —3. Dağınıklık, düzensizlik gösteren şey için kullanılır: Savruk bir yazı. S AV R U K LU K a. 1. Savruk bir kimsenin, özensiz yapılan bir şeyin niteliği. -~2. Sav­ ruk bir kimseye özgü davranış. S AVR U LM A a. Savrulmak eylemi. —Have. Yetersiz bir eğimle gerçekleştirilen dönüş. (Uçak merkezkaç kuvvetinin etkisiy­ le dışarıya doğru savrulur. Bu işlemin tersi kanat üzerinde kaymadır) || Uçağın bakı­ şım düzleminin yörüngeye göre bir açı oluşturduğu doğrusal uçuş (bu durum özellikle, stop etmiş bir yan motorla uçan uçakta görülür). S AV R U LM A K - SAVURMAK. S A V R U L M A S I! sıf. Oto. Bir viraja girdi­ ğinde, ön ve arka takımları yana doğru eşit



S AVR U K ç a y ı, Akdeniz bölgesinin Ada­ na bölümünde Ceyhan nehrinin kolu olan akarsu. Ceyhan ovasının K.’inde Dibek, da­ ğı ile Höbektepe'den inen kolların birleşme­ siyle oluşur; G.-B.’ya yönelerek Kadirliden geçer ve Ceyhan ovasında Ceyhan nehri­ ne kavuşur Sel rejimi gösterir; ortalama akı­ mı 8 m3/sn. ilkbahar yağmurlan ve eriyen kar suları ile beslendiği için nisanda en çok (27 m3/sn); eylülde en az (1,7 m3/sn) su ge­ çirir. Orta çığırında Kesiksu barajı. SAVRUNTU a. Savrulan şeyden geri ka­ lan kırıntı. SAVSA be. Yavaş, ağır, aheste, a. Sinsice dolaşma. SAVSACI sıf. ve a. Sinsi ve ahlaksız kim­ se için kullanılır. SAVSAK sıf. ve a. işlerini geciktirme, baş­ tan savma iş yapma alışkanlığında olan kimse için kullanılır; ihmalci, ihmalkâr. S A V S A K L A M A a. işleri geciktirme, umursamama, ihmal. SAV S A KLAM AK g f. Bir işi. bir şeyi sav­ saklamak. herhangi bir neden olmaksızın o işin yapılmasını geciktirmek, ihmal etmek; ona, gereken önemi göstermemek, umur­ samamak: Savsaklama da bitir artık şu yazı­ yı. işleri savsaklıyor, onu görevden alacaklar. ♦ savsaklanmak edilg. f. Bir işten, bir şeyden söz ederken, nedensiz olarak ge­ ciktirilmek, umursanmamak, ihmal edil­ mek. S A V 5A LA M A K g. f. Yöre: Savsaklamak. SAVSAKLANM AK



-



SAVSAKLAMAK.



S AVSAM A a. Savsamak eylemi. —Nöropsikol. Mekânsal savsama, bedenin yarısının cisimlerin yerini ve biçimini sap­ tama yeteneğini yitirmesi.



SAVT, SAVTİYE a. (ar. şavti, dişi, şavtiye) Esk. 1. Kamçı, kırbaç. —2. Kamçı ya da kırbaçla vurma, dövme. SAVT a. (ar. şavfl. Esk. 1. Ses, seda, hay­ kırış. —2. Çığlık.—3. Savt-ı bülend, yük­ sek ses. |j Savt-ı hazin, hüzünlü, acıklı ses. —Esk. dılbilg. Savt-ı zaferi, yuvarlak ünlü. || Savt-ı taklidi, ses taklidi, yansıma. SAVT a. Türk tekke müziğinde bir form, (Cami müziğindeki tespih formuna benzer. Güfte, birkaç cümle ya da dizeden oluşur ve aynı melodiyle sayısız kez yinelenir Savt okunurken dervişler zikir yaparlar. Bektaşiler, savt yerine gülbank terimini kullanır­ lar) SAVTİ, S AV TİYE , sıf. (ar. savt ve -/'den şavti, dişi, şavtiyye). Esk. Sesle ilgili, sese ait, —Esk. dilbilg. Ünlü. || Savti şedde, vurgu. SAVT!VAT çoğl. a. (ar. şavti den çoğl. şavtiyyaf). Esk. Fonetik, sesbilim. SAVTİYE -



SAVT.



SAVU ya da SAVOE, Endonezya’da ta­ kımada. G.’den Savu denizi'ni sınırlar; 50 000 nüf. Trepang avcılığı. Hindistance­ vizi, pamuk ve mısır yetiştiriciliği. — Savu denizi, Hint okyanusu'nun bir parçasıdır; D.'sunda Timor,B.’sında Sumba '/e K.’inde Flores bulunur. S A V U Ç B U LA K . Tar. coğ. İran'da İki böl­ ge. —Tâhran-Gazvin yolunun iki yanında, B'da Kerec ırmağına kadar uzanan bölge; K.’de bir dizi tepeyle Talekan’dan ayrılır Böl­ genin merkezi Yengi jmam’dır —İran Azerbaycanı’nda bölge ve bu bölgenin merkezi kent; Urmiye gölünün G.’indedir. Urartular' la Asurlular arasında çekişme alanı olan bölgeye ve burada yaşayan Mannailer üze­ rine, Menua ve Sargon II (İ.Û. 714) seferler düzenlediler Bizans imparatoru Herakleios l’in Hüsrev II Perviz’i izlerken (624) bu­ radan geçtiği sanılmaktadır XIII. yy.'da ti­ caret merkezi oiarak gelişti. XV. yy.'da Sey­ fettin adlı bir aşiret beyinin yönetiminde bir-



savunme leşen kabileler Mukri adını aldılar. Seyfet­ tin'in oğlu ve ardılı Sarim, Şah İsmail'in or­ dularını yendi (1506). Onun ölümünden sonra yeğeni Rüstem'in Şah Tahmasp’ın yönetimini tanıması üzerine bölge Rüstem’in oğulları arasında paylaştırıldı. Ka­ nuni Sultan Süleyman’ın desteğiyle Emire Bey I yönetimi ele geçirdi. Onu Safeviler’in yardımıyla Emire Bey II izledi; Şah Muhammet Hüdabende'nin hükümdarlı­ ğı sırasında çıkan karışıklıklarda Murat III, kendisini “ paşa" unvanıyla beylerbeyi ata­ dı. Ancak Mehmet III döneminde (15951603), Cafer Paşa'nın şikâyeti üzerine Ba­ ban, Musul ve Erbil sancakları Emire Bey'den alındı, Merage, yılda on beş hervar (yük) aitın verme koşuluyla Tebriz’e bağlandı. 1880'de şemdinanlı Ubeydullah'ın bölgeyi istilası, Savuçbulak sünnilerinin dinsel reisinin şiilere karşı savaş aç­ masına neden oldu ve bu olay özellikle Merage çevresinde katliamla sonuçlandı. Birinci Dünya savaşı sırasında tüm bölge türk-rus savaşlarına sahne oldu. S A V U L M A K gçz. t. 1. Bir şeyden sakı­ narak, çekinerek bulunduğu yerden uzak­ laşmak. —2. Savul, savulun!, “ çekil, yol ver" anlamında kullanılan bir buyurma sözü. S AV U N M A a. 1. Bir kimseyi, bir şeyi ko­ rumak için savaşım vermek; bir kimseyi, bir şeyi ya da kendini savunmak eylemi; müdafaa: Bir ülkenin savunması. Kimi hayvanların hiçbir savunma gücü yoktur. Mahkemede savunmasını kendisi yaptı. —2. Bir kimseyi, bir eylemi ya da bir dü­ şünceyi doğru, haklı göstermeyi amaçla­ yan yazı ya da konuşma; savunu, müdafaaname: Savunmasını yargıca sundu, iyi bir savunma. —Ask. Düşman tarafından yapılan her tür­ lü taarruza karşı eldeki tüm araç, gereç, silah ve usullerle karşı koyma. (Bk. ansikl. böl.) I Savunma bölgesi, bir birliğe düş­ man taarruzlarından koruması için verilen alan. —Savunmanın yapıldığı yer. || Sa­ vunma düzeni, bir müstahkem mevkinin, hassas bir bölgenin korunması için ger­ çekleştirilen savunma önlemlerinin tümü. | Savunma engelleri, düşmanın yoğun sa­ vunma ateşiyle karşılanacağı bölgede, geciktirilmesi ya da durdurulması için ya­ pılan doğal ya da yapay engeller || Savun­ ma harbi, savunma muharebeleri yapıla­ rak sürdürülen harp. || Savunma mevzisi, birbirini destekleyen savunma bölgeleri ya da tahkim edilmiş toprak parçaları siste­ mine göre hazırlanmış ve birliklerce işgal edilmiş bölge. || Savunma planı, savunma harekâtının yürütülmesi için hazırlanan, taktik tertiplenme (işgal) ile ateş destek planlarından oluşan ön hazırlık. || Hava sa­ vunması -» hava. || Oynak savunma, el­ de yeterli çevik kuvvet bulunması duru­ munda, beklenen düşman taarruzlarını karşılamak, taarruz eden kuvvetleri iste­ nilen araziye yöneltmek, ilerleyişini önle­ mek, taciz etmek ve düzenini bozmak için kuvvetin azını ilerde tertipleyerek, çoğu­ nu ise ihtiyatta tutarak yapılan savunma. (Amaç düşmanı, karşı taarruzlarla yok et­ mektir) —Etol. Ekolojik savunma, bazı hayvanla­ rın, özellikle böceklerin, saldırıya uğradık­ larında, dikilerek, şişerek, bütün ek organ­ larını yayarak, hacimlerini artırarak düş­ manlarını korkuttukları savunma yöntemi. (Örneğin, malachias cinsi kınkanatlılar ilk göğüs boşluğu halkasından ve karınların­ dan kırmızı kesecikler çıkartırlar. Bazı kuş­ larla bazı balıklar da benzer ürkütme yön­ temleri kullanırlar.) —Huk. Bir davada, iddianın reddedilme­ si; iddianın haklı olmadığının ileri sürülme­ si. (Eşanl. MÜDAFAA.) [Bk. ansikl. böl.] || Savunma dokunulmazlığı, bir davada ta­ rafların ya da vekillerinin iddia ve savun­ mayla ilgili açıklamalarından dolayı kovuş­ turma yapılamaması. (Savunmanın özgür bir biçimde yapılması amacıyla benim­ senmiş bir ilkedir.) || Savunmayı genişlet­ me yasağı, özel hukuk davalarında, da­



valının savunma nedenlerini genişletememesi ya da değiştirememesi. (Bk. ansikl. böl.) —Nörol. Savunma refleksi, paraplejili ya da kuadriplepli hastalarda görülen ve hem de­ ri, hem eklem tepkilerinin artmasıyla orta­ ya çıkan refleks. (Piramidal yolun iki yanlı kesikliği sırasında omuriliğin yukandaki si­ nir merkezlerinin denetiminden çıkarak kendi başına işlev görmesinin belirtisidir.) [Bk. ansikl. böl.] —Psikan. Katlanılmaz bir tasanmla karşıla­ şan öznenin, zihninde öbür düşüncelerle bağdaştıramayacağını anlaması üzerine bu tasarımı bastırması. (Bk. ansikl. böl.) —Savunm. Her tür koşulda ve her tür sal­ dırıya karşı, ülke topraklarının güvenliğini, bütünlüğünü ve halkın yaşamını koruma­ ya yönelik çalışmaların tümü; bu çalışma­ lardan sorumlu olan sivil ve askeri kuruluş­ lar. (MİLLİ savunma da denir.) [Bk. ansikl. böl.] || Kıyı savunması, amacı, ülke toprak­ larının kıyılannı gözetleyerek olası bir teh­ didi ortaya çıkarmak, düşmanın denizdeki kuşkulu etkinliklerini sivil ya da askeri yet­ kililere haber vererek ülke topraklan ve kı­ yılarına karşı denizden gelebilecek her tür saldırıyı engellemek olan savunma şekli. || NBC savunması -» NBC. || Sivil savunma -» SİVİL. || Topyekün savunma, diğer askeri savunma birlikleriyle ve sivil savunma ör­ gütüyle, stratejik nükleer güçlerin tesisleri­ ni koruma, düşman faaliyetlerini engelleme ve istila durumunda direnme hareketlerini düzenleme görevi olan savunma türü. —Sil. Savunma el bombası -* bomba. —Spor. Rakibin ataklanna karşı koyma. (Eşanl. DEFANS, MÜDAFAA.) || Savunma oyuncusu, GERİ* OVUNCUSU’nun eşanlam­ lısı. || Savunmada kalmak, hiç hücum yap­ madan bütün hatlarla savunma yapmak. || Savunmaya çekilmek, bir takımın, gol at­ tıktan sonra ya da kendince yeterli gördü­ ğü skoru korumak amacıyla hücumu dü­ şünmeden oyunu kendi yarı alanında ka­ bullenmek. || Savunma yapmak, savunma taktiğini uygulamak. —Tip. Doğal savunma yöntemleri, organiz­ manın mikroplardan, biyolojik ve fiziksel -kimyasal saldırılardan korunmak için sahip olduğu ve başvurduğu yöntemler || Kas sa­ vunması, bazı yerel iltihaplı hastalıklarda or­ taya çıkan kas kasılma ve sertliği. (Örneğin apandisitte kann kaslannda görülen savun­ ma sertliği.) —Zool. Savunma dişi, dişli memelilerde bu­ lunan ve besinleri tutmaktan başka görev­ ler yapan çok büyük dişlere (fillerin kesicidişleri, morsların ya da domuzların köpekdişleri) verilen ad. (Bu dişler, bu açıdan, et­ çil türlerin yırtıcı dişlerinden farklıdır; savun­ ma dişleri çoğu zaman düşmanlardan ko­ runmaya yarar.) —ANSİKL. Ask. Savunma önceleri, genel­ likle olanaksızlıklar yüzünden zorunlu ola­ rak benimsenen, ama kesin sonuca götür­ meyen geçici bir tavır olarak değerlendiri­ liyordu. Tek üstünlüğü, güçlendirilmiş sa­ vunma mevzilerini tahkim ederek ve mo­ dern silahların ateş gücünden olabildiğin­ ce yararlanarak, araziyi en az mevcutla iş­ gal edip kuvvet tasarrufu sağlamasıvdı. 1960’lardan sonra, oynak savunma gibi ye­ ni bir kavramın ortaya atılması, o zamana kadar fazlasıyla çizgisel tutulan bir savun­ ma anlayışının gözden geçirilmesini gerek­ tirdi. Oynak savunma aslında, belli bir de­ rinliği göz önünde tutarak sürdürülen bir çarpışma biçimini belirtir Bu tutumun ilk so­ nucu, belli bir arazinin düşmana terk edil­ mesidir. Sonraki aşamada, elde bulunan gücü olabildiğince koruyarak düşmana ka­ yıplar verdirip onu zayıf düşürmek; saldırı­ sını yavaşlatarak belli bir yöne kaydırmak; son olarak da, zaman kazanmak ve mev­ cut güçleri en verimli biçimde kullanarak bir karşı saldırı hazırlamaktır. —Huk. Savunmasız bir yargılama düşünü­ lemez. Davalıya savunma hakkı tanınma­ dan verilen her karar hukuk dışıdır Savun­ ma, yargılamanın adalete uygun olmasının ön koşuludur. Savunmasız bir yargılama, iddialar karar haline getirir. Bu nedenle Kim



çağdaş hjkuk sistemlerinde savunma hak­ kına ilişkin kurallara yer verilmiştir. 1982 Anayasası’nda savunma hakkıyla ilgili dü­ zenleme şöyledir: “ Herkes, meşru « « ta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mer­ cileri önünde davacı veya davalı olarak İd­ dia ve savunma hakkına sahiptir" (md. 36). Savunma hakkı, kişi özgürlüğünün en te­ mel güvencelerinden biridir. Davalı ya da sanık savunmasını kendisi yapabileceği gi­ bi avukat aracılığıyla da yapabilir Ceza yar­ gılamasında sanık, soruşturmanın her aşa­ masında avukatının yardımına başvurabilir Savunmayı genişletme yasağı. Davalı, davacıya verdiği cevap dilekçesinde tüm savunma nedenlerini birlikte bildirmek zo­ rundadır. Cevap dilekçesini davacıya teb­ liğ ettirdikten sonra, onun nzası olmadan, savunma nedenlerini genişletemez (Huk. ua muh. R. md. 202). Genişletme yasağı iddia için de geçeriidir; davacı, davalının nzası olmadan, davasını genişletemez ve­ ya niteliğini değiştiremez (Huk. ua muh. k. md. 85). Davalı, savunmasını dayandır­ dığı tüm olayları cevap dilekçesinde bil­ dirmek zorundadır; sonradan yeni olaylar ileri süremez. Genişletme yasağı defiier için de geçeriidir; davalı cevap dilekçesinde bil­ dirmediği delileri (örneğin zamanaşımı) da­ ha sonra ileri sürerse savunmasını geniş­ letmiş sayılır Savunmasını genişleten da­ valıya davacı itiraz edebilir Savunmayı ge­ nişletme yasağının iki önemli istisnası var­ dır: davacının rızası ve ıslah*. Davacının nzası açık ya da örtülü olabilir. Savunmayı genişleten davalıya itiraz etmeyen davacı bu genişletmeyi örtülü olarak kabul etmiş sayılır. —Nörol. Savunma refleksi. Bu refleksin en önemlisi, ayak başparmağının bükülmesi ya da ayak sırtının çimdiklenmesiyle orta­ ya çıkan üçlü geri çekilmedir (ayağın ba­ cağa, bacağın uyluğa ve uyluğun leğene doğru bükülmesi). Çok daha ender olarak uyarı tarafında ya da çapraz olarak kol ve bacakta bir uzama sözkonusu olabilir. —Psikan. Freud, her ruhsal kökenli hasta­ lıklar için tipik savunma mekanizmalannı or­ taya toydu (histeri için somatik dönüştür­ me, saplantısal nevroz için yalıtım, geriye etkili geçersizieştirme, tepkisel oluşumlar; fobi için affektin aktanlması; paranoya için yansıtma). Freud’un yapıtında, bastınmın özel bir yeri vardır; çünkü bastırım, bir yan­ dan bilinçdışını kurarken, öte yandan öte­ ki mekanizmaların kendisine göre uyarlan­ dığı başlıca savunma mekanizmasını oluş­ turur. Savunma süreçleri olarak kabul edi­ len bu dürtüsel oluşumlara gerçek kişiye dönüş, kendi karşıtına dönme ve .yüceltim eklenir Genel olarak savunma mekanizma­ ları, doyurulmalarının özne bakımından ça­ tışmak olduğu anlaşılan cinsel dürtülerin iç saldırılarından kaçınmak ve bunlardan tü­ reyen boğuntuyu etkisizleştirmek için ha­ rekete geçirilir Bu savunma araçlarının et­ keni ben'dir —Savunm. Yüzyıllar boyu göz önüne alı­ nan tek şey düşmanı baskı altına alabile­ cek yeterli sayıda ve güçte silahlı kuvvet­ lere sahip olmaktı. Daha sonra, savaş ol­ gusu değişti. Özellikle XVIII. yy.'ın sonun­ dan itibaren iki büyük değişiklik görüldü. Önce, Fransız devrimi'yle birlikte halkın savunmaya katılması önem kazandı. Son­ ra, ispanya (1812) ve Prusya'da (1813) ol­ duğu gibi “ kurtuluş savaşlan" çerçevesin­ de bir "halk savaşının" ortaya çıkması, manevi ve ekonomik zenginliklerin tümüy­ le seferber edilmesine dayanan bir tür sa­ vunma anlayışının doğmasını sağladı. So­ runun verilerini altüst eden atom çağı ise 1945'te başladı. Nükleer silahların yıkıcı gücü o kadar büyüktür ki, artık büyük kentlerin, hatta ulusların yaşamı sözlsonusudur. "Nükleer klüp" üyesi ülkeler için, savunma, büyük ölçüde, sürekli olarak geliştirilip hazır tutulan "caydırıcı” nükle­ er güçlerin varlığıyla özdeştir. Bu güçler, büyük bir bilim, teknik ve mali yarış için­ dedirler. Savunmaları da, ekonomik den­ gelerini bozmayacak bir dozda tutulan ya­ tırımları sayesinde her geçen gün ekono-



10237



savunma 10238



DÖKME DEMİRİN SAVURMA DÖKÜMÜ: SAVURMA DÖKÜM MAKİNESİNİN ÇALIŞMASI



mi ve araştırma çalışmalarıyla bütünleş­ mektedir. Bu durumda tüm savunma si­ yasetleri sürekli bir uyarlanmayı ve dev­ letin tüm sektörlerinin (diplomasi, ordu, ekonomi, teknoloji, istihbarat vb.) uyum­ lu bir biçimde çalışmasını gerektirir. Toplumların özgürlüğüne yönelik siyasi, ikti­ sadi ve ideolojik tehditler, gelişmemiş ül­ keler kadar, nükleer güce sahip ülkeler için de geçerlidir ve klasik anlamda as­ keri saldırılara yol açabilir. Nükleer silahın sağladığı bu görece bağımsızlık, 1945’ten beri bir türlü son bulmayan, Çinhindi, Or­ tadoğu ya da Afrika'daki büyük küçük bir­ çok çarpışmanın varlığından da anlaşıl­ maktadır. Nükleer güce sahip ülkelerin sa­ vunma sistemlerinde bile, nükleer olmayan tehditlere karşılık vermeyi, dış ülkelerde müdahalede bulunmayı ve ülke içinde gü­ venliği sağlamayı mümkün kılan klasik as­ keri güçleri vardır. Günümüzde çoğu ülke­ de, görevleri insanları ve mülklerini koru­ mak olan sivil savunma kuruluşları, savun­ ma sistemleriyle işbirliği içinde çalışır. Her ülkenin savunma düzeninde, seferberlik ve kuvvetlerin donatılması ile bunların kulla­ nımı arasında ayrım yapılır. Nükleer silahın kullanılması, ulusa karşı sorumlu olan De^ let başkanının kararına bağlıdır. S a v u n m a v e e k o n o m ik iş b ir liğ i a n tla ş m a s ı (SEİA), Türkiye ile ABD araPont-â-Mousson belgesine göre



savurma döküm makinesi döküm potası yüksek hızda dönen kokil kalıp sünek dökme dem ir soğutma suyu



______



cağını, Türk silahlı kuvvetleri'nin moder­ nizasyonu için gayret gösterileceğini ve Ortak savunma sanayisi yürütme komitesi'nin düzenli olarak toplanacağını bildir­ mesi üzerine, Dışişleri bakanı Vahit Halefoğlu'nun mutabakat mektubuyla, antlaş­ ma 1990 sonuna kadar uzatıldı ve 1990'dan itibaren birer yıl için uzatılma­ ya başladı. S AV U N M A K g. f. 1 .B ir kimseyi, bir şeyi, bir yeri savunmak, gerçek ya da olası her türlü saldırıya karşı savaşarak, dövüşerek ya da büyük bir özen göstererek onları ko­ rumak; müdafaa etmek: Ülkesini savun­ mak. Kazanmış olduğu hakları savunmak. —2. Bir kimseyi, bir şeyi (soyut) savunmak, gerçek ya da olası bir suçlama, bir eleştiri karşısında onlardan yana çıkmak, onları desteklemek: Avukat müvekkilini çok iyi sa­ vundu. Bir jüri önünde bir düşünceyi, bir tezi savunmak. MecUs'te yasa tasarısını sa­ vunmak. —3. Kendini savunmak, bir saldı­ rı ya da bir eleştiri karşısında direnmek ya da dövüşmek: Savun kendini. Artık kendini savunmak bile istemiyor — 4. Bir davayı, bir sanığı savunmak, savunmasını üstüne almak; mahkemede savunma yapmak. —Spor. Rakibin saldırılarına karşı koymak: Kaleyi korumak. || Renklerini, unvanını sa­ vunmak, takımının kazanması, unvanını ko­ ruması için yarışmak, ♦ savunulmak edilg. f. 1. Savaşarak ya da özen göstererek korunmak. —2. Des­ teklenmek: Savunulan değerler. S A V U N M A LIK sıf. Savunmaya yarar. S A V U N M A S IZ sıf. Karşısındakine dire­ necek fiziksel ya da tinsel olanaklardan yoksun kimse için kullanılır.



döküm kanalı



SAVUNU a. Savunma. SAVU N U C U sıf. ve a. Bir şeyi, bir kim­ seyi savunan kimse için kullanılır; müdafi:



—1tekercikler—



45 km K.'inde Savur, 6 244 nüf. (1990). Tahıl, üzüm, baklagiller. Hayvancılık. SAVURGAN sıf. Ölçüsüz, hesapsız para harcayan ya da bir şeyi boşa harcayan, is­ raf eden kimse ya da topluluk için kullanı­ lır; tutumsuz, müsrif. SAVURGANCA sıf., be Savurgan bir kim­ seye yakışan; savurgan bir biçimde: Savur­ ganca davranışlar. Savurganca yaşamak. S AV U R G A N LIK a. 1. Savurgan bir kim­ senin niteliği, harcama eğilimi, müsriflik: Bu savurganlık onu iflasa götürecek. —2. Bu niteliği ortaya koyan davranış: Savurganlık etmek. SAVU R M A a. Savurmak eylemi. ♦ sıf. Savrularak yapılan, i —Metalürj. Savurma döküm, dökümcülük­ te dökme demirden tüp, boru vb. gibi yu­ varlak, dönel parçalar elde etmekte ya da değişik biçimlerde düzgün ve sağlam ka­ lıplar hazırlamakta kullanılan döküm yön­ temi. (Bk. ansikl. böl.) || Savurma döküm yapmak, yuvarlak, dönel bir biçim elde et­ mek ya da sağlam ve homojen yapıda bir kalıp hazırlamak üzere merkezkaç kuvvet etkisinden yararlanarak bir metali dökmek. —ANSİKL. Metalürj. Savurma döküm yön­ teminde katılaşma sırasında sıvı bir me­ tal içinde, merkezkaç kuvvetle elde edilen bir basınçtan yararlanılır. 1. Klasik savurma döküm yöntemini Sensaud de Lavaud buldu; bu yöntemde kalı­ bın dönme ekseni, elde edilecek parçanın dönme ekseniyle çakışır. Belli miktarda er­ gitilmiş bir metal, dönmekte olan kokil bir kalıp içine eksenel oluktan akıtılır. Böylece metal, kokil kalıbın iç çeperi üzerinde silin­ dir biçiminde katılaşır; silindirin kalınlığı, ko­ kil kalıp içine yüklenen metalin kütlesiyle orantılıdır. Yatay savurma döküm yöntemi, genellikle pik boru ve tüp yapımında kul-



dökme demirden yapılacak bir botunun savurma döküm evreleri



borunun çıkışı, daha sonra ısıl işlem fırınına gönderilir



Pont-â-Mousson belgesine göre 1



savurma dökümün başlangıcı oluşum halindeki boru



3 borunun çıkarılması



- m



. . iL . d B i



Pont-â-Mousson



tavlama fırınına gönderilmeden önce dökme demirden hazırlanmış bit borunun savurma döküm makinesinden çıkarılışı (Pont-ö-Mousson fabrikası [Meurthe-et-Moselle]



sında, 11 aralık 1980'de yürürlüğe giren beş yıl süreli antlaşma. SEİA'nın öncüsü, ABD ile haziran 1954’ten sonra imzalanan çeşitli ikili antlaşmaları birleştiren 3 temmuz 1969 tarihli Savunma işbirliği antlaşması' dır Bu gizli antlaşma, 1974 Kıbrıs barış harekâtı’ndan sonra ABD’nin, antlaşma hü­ kümlerine aykırı olarak, Türkiye'ye silah am­ bargosu uygulaması üzerine (şubat 1975), ABD üslerinin kapatılması ve türk makam­ larına devredilmesiyle sona erdi. Ambar­ gonun 26 eylül 1978’de kaldırılmasından sonra başlayan görüşmeler sonucunda 29 mart 1980'de SEİA imzalandı. Hükümleri açıklanmayan antlaşmanın süresi doldu­ ğunda, ABD yönetiminin antlaşma hüküm­ lerini yerine getirmemesi, silah alımı için verdiği kredilerin faizlerini düşürmemesi, Yunanistan'la Türkiye'ye yapılan yardımlar­ da 7/10 oranını sürdürmesi, Kıbrıs konu­ sunda yabancı lobilerin etkisinde kalması gibi nedenlerle müzakereler başladı. ABD Dışişleri bakanı Shultz'un, 16 mart 1987 ta­ rihli bir mektupla, Türk silahlı kuvvetleri'nin güçlenmesine yardım edileceğini, terörizm­ le mücadelede Türkiye ile işbirliği yapıla-



Bir ilkenin savunucusu. Onun savunucuları. || Sitenin savunucuları (defensores civitatis) ya da halkın savunucuları (defensores p ie bis), site halkını valilerin, önemli kişilerin ve tahsildarların yolsuzluklarından korumak amacıyle 368'de Valentinianus tarafından getirilen ve Praetorium praefectusu tarafın­ dan atanan yüksek memurlar. (Bazı tarih­ çiler barbar akınları döneminde piskopos­ lara da bu unvanı vermişlerdi.) || İmanın sa­ vunuculan, ispanyada, 1825'te mutlakıyetçi gizli Concepción tarikatı üyelerinin aldı­ ğı ad; bunlar daha sonra tarikattan ayrıla­ rak, Engizisyon'un yeniden yürürlüğe kon­ ması yolunda çalıştılar. S AV U N U C U LU K a. Bir şeyi, bir kimse­ yi savunma olgusu. S A V U N U LM A K - SAVUNMAK. SAVUNUŞ a. Savunmak eylemi ya da bi­ çimi. S A V U R , Güneydoğu Anadolu bölge­ sinde Mardin iline bağlı ilçe; 35 832 nüf. (1990); 1 049 km2; merkez bucağı dışın­ da 1 bucak 39 köy. Merkezi, Mardin’in



lanılır Belli bir alaşım için, parçanın uzun­ luğu ve özellikle çapıyla orantılı olan dön­ me hızı, en çok kullanılan pik boru üreti­ minde (çapları yaklaşık 200-300 mm) daki­ kada 500 devire ulaşır Düşey savurma dö­ küm, alaşımın tüm yükseklik boyunca aynı kalınlıkta katılaşması ve tabanda birikerek kalınlık farklılaşmasına yol açmaması için, yüksekliği çapına göre daha düşük olan parçaların üretiminde kullanılır, iki metalli yatak yastıklannın taslaktan, kokil kalıbın so­ ğuma çeperini oluşturan çelik bir taşıyıcı (destek) üzerine, sürtünme önleyici alaşım­ ların düşey savurma dökümüyle elde edilir 2. Yan savurma döküm, kum ya da me­ talden hazırlanan, gerektiğinde maçalar­ la donatılan bir kalıp içinde düşey olarak kullanılır; bu yolla tamburlar, çarklar, dök­ me demirden ayna dişlileri, tekercikler, dişli takımları, bakır alaşımlarından perva­ neler, vb. gibi değişik biçimlerde ama ba­ kışımlı parçalar elde edilebilir. Erimiş ala­ şım üzerine uygulanan basınç birkaç ba­ ra ulaşabildiğinden, düzenli bir biçimi ol­ mayan, karmaşık parçalar için duyarlı ka­ lıplar hazırlanabilir.



saya S A V U R M A K g. f. 1. Bir şeyi (bir yere) savurmak, küçük parçacıklardan oluşan bir şeyi ya da şeyleri, bir yöne doğru, ge­ nellikle de havaya, fırlatarak dağıtmak, saçmak: Bir ölüyü yakıp küllerini havaya savurmak. —2. Bir şeyi, şeyleri savurmak, fırtına, rüzgâr vb. sözkonusuysa, şiddetle eserek onlan bulunduğu yerden kaldır­ mak, uçurmak, dağıtmak: Rüzgârın sa­ vurduğu yapraklar. — 3. Bir şeyi (bir yö­ ne) savurmak, fırlatmak, atmak: Taşı de­ nize doğru savurmak. —4. Bir şeyi savur­ mak, fırlatırcasına sallamak: Pala, kılıç sa­ vurmak. Kollannı savura savura yürümek. —S. B ir şeyi (genellikle sıvı) savurmak, havalanmasını sağlamak, kaynarken taş­ masını önlemek ya da onu soğutmak amacıyla alıp alıp kabına geri dökmek: Sütü savurarak soğutmak. Turşuyu savur­ mak. —6. Yalan, küfür, nükte vb. savur­ mak, söylemek, arka arkaya sıralamak: Palavra savurmak. —7. Bir şeyi, parayı, malı vb. savurmak, boşuna ve gereksiz yere harcamak, israf etmek: Paraları sa­ vurmak. Bütün elindekini, avucundakini savurdu. —Tanm. Taneyi samandan ayırmak için dövülmüş ekini havaya atarak rüzgârdan geçirmek. ♦ savrulm ak edilg. f. (savur-ul-mak > savrulmak). Savurmak eylemine konu ol­ mak. —Oto. Arkadan savrulmak, bîr otomobil­ den söz ederken, arka takımı, viraj girişin­ de virajın dışına doğru yanlamasına bir kayma eğilimi göstermek. (Bu olay, ara­ cın, viraj içine doğru yoldan çıkmasına yol açar.) ♦ savurtm ak ettirg. f. Savrulmasını sağ­ lamak; savrulmasına yol açmak. SAVURTM AK -



SAVURMAK.



S A V U Ş M A a. Savuşmak eylemi. S A V U Ş M A K gçz. f. 1. Bir kimseden söz ederken, bir yerden gizlice, aceleyle dik­ kati çekmeden uzaklaşmak. —2. Savu­ şup gitmek, bir yerden, kimsenin dikkati­ ni çekmeden gizli olarak ayrılmak: Nere­ ye savuşup gittin, seni arıyorlar. ♦ savuşturm ak ettirg. f. Bir şeyi savuş­ turmak, ondan kurtulmak, onu atlatmak, geçiştirmek, savmak: Bir tehlikeyi, bir has­ talığı, b ir kavgayı savuşturmak. SAVUŞTURM AK -



SAVUŞMAK.



S A V U T a. Yörs. Yemek kabı. S A V U T a. ZlRH’ın eşanlamlısı. S A W A Q ya da SAYYAG a. (ar. şıySğat' tan şavvSğ, şayyâğ). Esk. kuyumc. Ku­ yumcu. | Savvag çarşısı, Osmanlf döne­ minde, Kapalıçarşı içindeki Kuyumcular çarşısı'na verilen ad. S A W A N (tel ÜS-) ya da S U V A N (tel ÜS-), Irak'ta, Dicle'nin doğu kıyısında, Samerra'nın 10 km güneyinde arkeolojik yet VI. binyıl'ın başından itibaren iskân edi­ len tel üs-Sawan'da, Samerra dönemi ola­ rak adlandırılan dönemin özelliklerini ta­ şıyan, karmaşık planlı, pişmemiş tuğladan dikkat çekici konutların yanı sıra, zengin buluntuların (kaymaktaşı heykelcikler) ele geçtiği birçok mezar ortaya çıkarıldı. SAW ATCH M O U N T A IN S , ABD’de (Colorado) sıradağlar, Güney Kayalık dağlar’ın kolu, D.'da Arkansas’ın yukarı vadi­ sine egemendir ve bu çöküntünün ötesin­ de Park Range’ın karşısında uzanır; Elbert dağı'nda 4 399 m. Laramie devrindeki kıvnmlanma sırasında oluşan, daha son­ ra aşınan, ardından yükselen bu sıradağ­ larda 3 500-4 000 m yükseklikte yüzeyle­ ri vardır Buzul aşındırmasının şiddeti bu­ rada keskin sırtlar, sivri tepeler ve sarp pi­ ramitler meydana getirmiştir. Süt hayvan­ cılığı ve turizm başlıca etkinliklerdir. SAW -GİN a. (ing. söze.). Tekşt. TESTERE­ Lİ ÇIRÇIR* MAKİNESİ'nin eşanlamlısı. S A M fİC K İ (Ludomir), polonyalı coğrafya­ cı (Viyana 1884 - Krakövv yakınında 1928).



Kraków Üniversitesi'nde coğrafya profe­ sörüydü (1916), özellikle Güney-doğu As­ ya, Doğu Afrika ve Balkan yarımadasın­ da birçok bilimsel gezi yaptı. Her şeyden önce morfolojiyle ilgilendiği için, W. M. Davis’in kuram ve yöntemini benimseyen ilk avrupalı coğrafyacılardan biri durumu­ na geldi.



araçlarla taşınarak say edebilirler. Kasıtlı ya da kasıtsız olarak bu vecibeyi yerine getirmeyenlerin, kefaret olarak kurban kesmeleri gerekir. SAY a. (tupi dilindeki sai’den). Zool. Baş­ lıklı* maymun’un başka bir adı.



SAY a. Yörs. 1. Büyük ve yassı taş. —2. Bazı yörelerde çocuk oyunlarında kulla­ S A X , belçikalı müzikçi ve çalgı yapımcı­ nılan kuka*ya verilen ad. sı aile. — CHARLES JOSEPH (Dinant 1791 SAY, Nijer’de kent, Nijer ırmağı kıyısın­ - Paris 1865), 1815’te çalgı yapımcılığını da, Niamey’in aşağısında; 5 000 nüf. Ya­ sürdürmek üzere Brüksel'e yerleşti. — kınında, maden cevheri oranı % 50-55 Oğlu ANTOİNE JOSEPH, Adolphe— denir olan demir cevheri yatağı (rezervlerinin bir (Dinant 1814 - Paris 1894), Brüksel Kral­ milyar tona yakın olduğu sanılır). Ucuz lık müzik okulu'nda klarinet öğrendi enerji kaynağının olmaması, yatağın uzak­ (1828). 1835'te babasının atölyelerinin ba­ lığı bu rezervlerin işletilmesini engellemekşına geçti; yeni üflemeli çalgılar üretmek için çalışmaya başladı. Bas klarinet imal -tedir. etmek için aldığı patent (1840 ve 1842) sa­ ■ S A Y (Jean-Baptiste), fransız iktisatçı yesinde, Brüksel Filarmoni derneği ve (Lyon 1767 - Paris 1832). Nantes fermaKrallık büyük armoni derneği’nin bas kla­ nı’nın yürürlükten kaldırılmasından sonra rinet siparişlerini aldı. 1841'de yeni kurul­ Cenevre’ye sığınmış nîmesli protestan bir muş olan Belçika krallığı'nın Ulusal serailenin oğludur 19 yaşında Croydon'da bir gisi’nde, imal ettiği bir saksofonu dinletti. İngiliz tacirin yanında staj yaptı. Fransa' (İcadının patentini ancak 1846’da alabil­ ya dönünce, bir sigortacının sekreteri, son­ di.) 1842’de Paris’e yerleşti ve 1843'te ra gazeteci oldu. 1788’de, Adam Smith’ kendi fabrikasını kurdu. Askeri müzikler in Milletlerin zenginliği (Wealth of Nations) için yeni çalgılar icat etti (bunlardan biri adlı yapıtını okuyunca iktisada merak sar­ saxhornlar ailesidir). H. Berlioz, onun icat­ dı. Tribunat (Danışma meclisi) üyesi oldu larını destekledi. Adolphe Sax 1847’de (1799-1804). 1803’te Traité d ’économie kendi konser salonunu hizmete açtı. 1857 politique (Politik iktisat incelemesi) adlı ya­ -1870 arasında, Paris konservatuvarı'nda pıtını yayımladı; Simple Exposition de la askeri öğrencilere ayrılmış sınıflarda sak­ manière dont se forment, se distribuent sofon öğretti. et se consomment les richesses (Servet­ lerin oluşum, dağılım ve tüketim tararan S A X H O R N a. (mucit Sax’in adıyla, basit açıklaması) altbaşlığını taşıyan bu "korno” anlamındaki aim. Horn'dan). Ko­ yapıt, uzun süre Fransa’da politik iktisat nik borulu, ağızlıklı ve pistonlu bakır üfle­ öğrenimine esin kaynağı oldu. Kitlesel şe­ meli çalgı. (1843’te icat edilen saxhorn, kilde tüketim vergileri kullanımına daya­ yumuşak tınısı ve kesin eklemlemesi do­ nan Bonaparte'ın mali politikasını destek­ layısıyla armoni orkestralarında kullanıldı. lemeyi reddettiği için Tribunat’dan uzak­ Yedi boy saxhorn vardır. Bunların toplam laştırılan J.-B. Say, 6 yıl süreyle (1807-1813) ses alanı, üç buçuk oktavı bulunur.) Auchy-lès-Hesdin’de (Pas-de-Calais) bir S A X ÍF R A Q A C E A E a. Bot. TAŞKIRANpamuk iplikhanesini yönetti. Restauration' GİLLER familyasının bilimsel adı. dan sonra yapıtının yeni bir baskısını ya­ yımladı; Athénée’de (1816), Conservatoire S AX ÍC A V A a. ikiçenetli yumuşakça cin­ des arts et métiers’de (1821) ve Collège si. (Bazı türlerinde blisus vardır. Saxicavide France’ta (1850) politik iktisat dersleri dae familyasının örnek tipi.) verdi. S A X ÍC O L A a. Eski Dünya’da yaşayan Politik iktisat konusunda ilk inceleme ki­ üyeleri küçük bedenli ötücükuş cinsi. (Si­ tabının yazarı olan Say, klasik* okulun nekkapangiller familyası.) iyimserlik akımına mensuptur; kuramları­ nı düzelttiği, daha açık, daha kesin bir ifa­ S A X O G R A M M A T IC U S , danjmarkal deye bürüdüğü Adam Smith'in bir vulgatarihçi (1150’ye doğr. - Roskilde 1220’ye rizatörü olarak görülür. İktisat bilimine ki­ doğr.). Başpiskopos Absalon tarafından şisel katkılarını üç noktada özetlemek latinee bir kronik yazmakla görevlendiril­ mümkündür: 1. değerin dayandığı ilke di. Sözlü geleneğin sağlayabildiği bütün emek değil, "fayda"dır; 2. makine gerçi anlatı ve hikâyelerini bu yapıtta bir araya geçici bir işsizlik yaratır, ama fiyatlann düş­ getirdi ve önemli eski şiir ve saga parça­ mesini sağlayarak üretimin genişlemesi­ ları bıraktı. Kendince krallık ve Kiliseyi yü­ ne yol açtığı için, işten çıkartılan işçilerin celtmeye yönelik bir tarihi, büyük bir can­ yeniden iş bulmalarına imkân verir; sana­ lılıkla anlattı. Gesta Danorum adlı yapıtı­ yileşmenin sınırı yoktur, ayrıca sanayileş­ nı, reformcu Christiern Pedersen yayım­ me tehlikesizdir, çünkü fiyat hareketleri tü­ ladı (1514). keticilerin isteklerinde meydana gelen de­ SAY - SA. ğişikliklerden müteşebbisleri zamanında haberdar ettiğinden, herhangi bir kısmi tı­ SAY a. (ar. sacy). Esk. 1. Çalışma, çaba­ kanma durumunda müteşebbisler üretim­ lama, emek harcama. —2. İş. —3. Say-i le tüketim arasında çarçabuk bir denge beliğ, emek harcayarak çalışma. kurabilirler; 3. ekonomide esas rol, ingj[iz —ikt. tar(Şayimiri, Osmanlı döneminde, liberallerinin sandıkları gibi kapitalistte, ya devlet adına alınan eşyalarla müteahhit­ da fiziyokratların iddia ettikleri gibi toprak lerin taahhüt bedellerinden indirilen bö­ sahibinde olmayıp, ” müteşebbiş"te (bu­ lüm. (Bu yönteme para sıkıntısı olduğu za­ nu ilk kez Say fark etmiştir) ve aynı dere­ man başvurulurdu. Ancak, alacakların­ cede olmamakla birlikte, işçide ve bilgin­ dan indirim yapılacağını önceden bilen dedir. J.-B. Say’ın diğer bir dikkate değer müteahhitler, fiyatları çok yüksek gösterir, yapıtı da Cours complet d'économie po­ devle) de bu yüzden zarar ederdi. Bu litique pratique (Uygulamalı politik iktisat yöntem, ikinci meşrutiyet’ten sonra kaldı­ dersleri) [1828-1830] adını taşır. rıldı.) —isi. Hac sırasında Mekke'de Mescidi Haram yakınında bulunan Safa ve Merve tepeleri arasında gidip gelme. (Bk. ansikl. böl.) —isi. huk. Kölenin kölelikten kurtulmak için gereken bedeli çalışarak kazanması. —ANSİKL. isi. Say etmeye Safa'dan baş­ lanır ve dört kez Merve’ye gidip, üç kez de Safa’ya gelerek tamamlanır. Say, hac ve umrenin vacipleri arasında yer alır. Sağlığı yerinde olanların "say” ı yürüyerek yapmaları gerekir; ancak herhangi bir ne­ denle buna olanak bulamayanlar çeşitli



10239



SAYA a. Ayakkabının, burun, yüz ve gamba bölümlerini oluşturan, astarlı ya da astarsız dikilmiş yüz parçalarının tümü. —2. Saya dikmek, bir savanın yüzünü ve gambalarını dikişle birleştirmek. SAYA a. Yörs. Folk. 1. Koyunların kuzu­ lama dönemine yakın sürü sahiplerini do­ laşarak yiyecek ve bahşiş toplayan çoban ya da derviş. —2. Saya bayramı, Anado­ lu’nun hayvancılıkla uğraşan yörelerinde koç katımından yüz gün sonra, genellikle şubat ayı içinde kutlanan geleneksel şen-



Laroun*



KİMİSAY



su girişi



uzaktan kumanda edilen röle (gündüz ve gece saatleri)



dağıtım çekmecesi



kanatçık (ayarlama) döner piston 1



2 ölçme kutusu



mıknatısı (ayarlama) şebeke bölm eler: A, dolan bölme; B. dolu bölme; C, boşalan bölme



odası her kutuda bir oda boşalırken öbürü dolar; çekmecelerin kaydırılması ölü noktaların oluşmasını önler



evlerde kulandan su sayacı



evlerde kullanılan gaz sayacı karşılaştırm a bobini



şebeke gerilimi



karşılaştırm a gerilim i hareket halindeki akışkanın verdiği işaret



manyetik su sayacı



dönemde saya bayramı kutlanır. Saya bayramında düzenlenen eğlenceler.yörelere göre farklılıklar göstermekle birlikte ana öğesini saya gezme oluşturur. Gece olduğunda çobanlar, çevresine toplanan gençler ve çocuklar çeşitli garip kılıklara girerler, saya türküleri söyleyerek ev ev do­ laşır, yiyecek ve bahşiş toplarlar. Saya bayramı, Anadolu'nun bazı yöre­ lerinde hıristiyanların 18 ocakta kutladık­ ları Epiphania yortusuna rastlar. Rum ortodokslarının o gün düzenledikleri haçı suya atma törenleri, saya törenleri gibi yo­ rumlanır; saya bayramının kış yarısına rastladığı yörelerde Anadolu halkı da o günden başlayarak havaların ısınacağına inanır (-* Kayn.) S A Y A B U R İ ya da S A Y A B O U R Y , Laos’da kent, il merkezi, Mekong ırmağı­ nın sağ kıyısında; 13 800 nüf. S A Y A C A T Ü R K , Ordu ilinin Çatalpınar ilçesi merkez bucağına bağlı köy; 3 456 nüf. (1990). SAYACI a. Ayakkc. Bir dikiş makinesiyle ayakkabı sayalarını diken usta.



SAYACI a. Folk. Saya bayramında ço­ lik. (Koyun yüzü, davar yüzü de denir.) banla birlikte saya gezme törenine katılan[Bk. ansikl. böl.] || Saya gezme, saya bay­ lara verilen ad. ramında çobanların değişik kılıklara girip S A Y A C ILIK a. Ayakkabılara saya hazır­ yanlarına topladıkları delikanlı ve çocuk­ larla tekerlemeler söyleyerek ya da küçük lama işi. seyirlik oyunlar sergileyerek ev ev dolaş­ âl SAYAÇ a. Ûlçbil. 1. Darbeleri saymaya maları töreni. (Saya bayramının ana öğe­ ya da kimi büyüklükleri (katedilen uzak­ lerinden birini oluşturur.) || Saya kutluğu, lık, tüketilen enerji vb.) ölçmeye yarayan Türkmenler arasında saya bayramına ve­ aygıt. (Bk. ansikl. böl.) —2. Ayarlı sayaç, rilen ad. || Saya türküleri, saya bayramı sı­ üzerindeki sayı önceden saptanmış bir rasında, saya gezmeye katılanların söyle­ değere ulaştığında bir makineyi durduran dikleri tekerlemeye benzer türküler. ya da bir işaret veren darbe sayacı. (Ön­ —Ed. Baştan sona düz tümcelerle söyle­ ceden bu değere ayarlanan sayaç, her nen, içinde şiir yer almayan halk hikâye­ darbede bir birim atar ve sıfır olunca du­ si. || Ayaklı saya, masallarda, halk hikâye­ rur.) || Devir sayacı -* DEVİR. lerinde yer yer görülen tekerleme biçimin­ —Bilş. Sıra sayacı, bir bilgisayarın merkezi de uyaklı düz söz. (Divan edebiyatındaki birimindeki özel kütük; bu kütük, komut­ lar belleğe sıralı olarak yerleştirilmişse, uyaklı düzyazıyı [secili nesir] andırır). otomatik olarak bir sonraki komutun ad­ —ANSİKL. Koç katıntından yüz gün son­ resini içeren bir sayaç görevi yapar. (Sıra ra kuzunun, anasının karnında Canlandı­ sayacının içeriği dallanma komutlarıyla ğına ve tüylerinin çıkmaya başladığına değiştirilir; bu komutlar kullanılmıyorsa, inanılır; genellikle şubat ayına rastlayan bu sayacın içeriği, her komuttan sonra bir bi­ döner pistonlu gaz sayacı (A ve B hacimleri, pistonun rim artar.) » zarfın değişmez yüzeyleriyle sınırlanmış okluğundan —Denizbil. ve Hidrol. Tanecik sayacı, tortam olarak belirgindir) tullann tanecik ölçümü incelemesinde kul-



lanılan aygıt; bir sıvıda asıltı halindeki ta­ neciklerin sayılmasını sağlar. —Teknol. Kısmi sayaç, bir donanımın bir bölümünü besleyen kollardan biri üzeri­ ne yerleştirilen ve bu kol üzerindeki aygıt­ ların tüketimini gösteren sayaç. —Tem. parç. İçinden geçen parçacıkları saymaya ve kimi durumlarda bunların hız­ larını ya da enerjilerini ölçmeye yarayan algılayıcı. (Bk. ansikl. böl.) —ANSİKL. Ölçbil. • Isı sayaçtan. Isı sayaç­ ları sıcak sulu ısıtma tesislerinde tüketilen enerji miktarını ölçmeye yarar. Klasik tip­ te bir ısı sayacında bulunan başlıca öğe­ ler şunlardır: bir sıcak su sayacı; ucu ka­ palı hazneleri, tesisin sırayla giriş ve çıkı­ şına yerleştirilen ve alıcı öğelere kılcal bo­ rularla bağlanan sıvı genleşmeli iki termo­ metre; ölçülen sıcaklıkların farkını veren bir mekanizma; sıcaklık farkıyla su hacmi­ nin çarpımını çevrimsel olarak gerçekleş­ tiren bir çarpma mekanizması; tüketilen ısı 'miktarını termi cinsinden doğrudan kay­ deden bir toplayıcı. Maliyeti düşürmek amacıyla evlerde kullanılmak üzere farklı sayaç tipleri geliş­ tirilmiştir. Daha az hassas olan bu sayaç­ lar, çoğunlukla tüketicilerin masraf payla­ rını hesaplamada kullanılır. Buhar sayaç­ ları, kazan dairelerinde, kazanların üzeri­ ne yerleştirilir; bunlar, debiyi göstererek çeşitli birimlerin çalışmasını ayarlama ko­ laylığı sağlar. Bu sayaçların çalışma ilkesi genellikle boru donanımına yerleştirilen bir diyaframın ya da bir lülenin iki yüzü arasındaki basınç düşmesini ölçmeye da­ yanır. Bu diferansiyel manometrelerin ve­ rilerini toplamak ve sonuçlarını uzağa ilet­ mek için mekanik olarak ya da elektrikle çalışan düzenekler tasarlanmıştır. • Su sayaçları. Başlıca tipleri şunlardır: volumetrik sayaçlar da basınç etkisiyle ha­ reket eden bir piston, suyu çıkış ağzına iter. Bu piston almaşık hareketli ya da sü­ rekli hareketli (döner piston) olabilir. Pis­ tonun her gidiş gelişi ya da her dönme hareketi belirli bir su miktarına denk dü­ şer. Daha az yer kaplayan ve ölü noktala­ rı bulunmayan döner pistonlu sayaçlar da­ ha çok kullanılır; hız sayaçları 'nda su, küçük bir türbine hızı kendi hızıyla, dolayısıyla debiyle oran-



Sayat Nova tılı bir dönme hareketi verir. Volümetrik sa­ yaçlardan daha az hassas olmalarına kar­ şılık hız sayaçları hem daha ucuzdur, hem de daha az yer kaplar; manyetik sayaçlar, genellikle büyük d e biler sözkonusu olduğunda ya da suyun içinde yabancı maddeler bulunduğunda kullanılır: suyun debisi çaplanmış bir bo­ runun içinden geçen suyun hızından ya­ rarlanılarak hesaplanır; suyun hızıysa su­ yun geçişiyle indüklenen bir manyetik ala­ nın ya da elektrik alanının değişmesinden hareketle saptanır. Yukarıda söz edilen ilk iki sayaç tipin­ de, hareketli parçalara bağlı değişik ibre­ ler bulunur. Aygıt tümüyle sıvı içindeyse ıslak sayaçlar'dan, ibreler sıvıdan yalıtıl­ mışsa kuru sayaçlar'dan söz edilir. Daha hassas olan ıslak sayaçlar yalnız duru sı­ vılarda kullanılabilir. Manyetik sayaçlar darbeleri kaydederler. Büyük hacimler ya da içinde çok miktarda yabancı madde bulunan sular (kanalizasyon boruları) söz­ konusu olduğunda debi, çaplanmış bir borudan geçen su katmanının yüksekli­ ğini ölçerek belirlenir; bu işlem elektrikli yoklayıcılarla, sesöteli debiölçerlerle, ba­ sınç ölçümüyle vb. gerçekleştirilir. (-* DEBİÖL jÇER.)



• Elektrik sayaçları. Bunlar bir elektriksel büyüklüğün zamana göre integralinin sonu­ cunu veren aygıtlardır. En çok kullanılan elektrik sayaçları bir P etkin gücünün söz­ konusu olduğu bir devredeki w . = f püt ■'O etkin enerji miktarını ölçen etkin enerji sa­ yaçlarıdır (vvattsaatölçerler); bunların ya­ nı sıra, bir i akımının geçtiği bir devreden geçen q = i i V O LÜ D E P R İM O M E TR E ) ler verdi. 1933 üniversite reformu sırasın­ • Kilometre sayaçları. Bu aygıtlar, bir taşı­ da, üniversiteden ayrıldı. 1944'te İstanbul tın katettiği yolu kilometre ve hektometre Teknik üniversitesi'ne jeoloji profesörü ola­ cinsinden gösterirler ve taşıtın transmis­ rak atandı. 1953'te aynı üniversitede ku­ yon miline bağlı olarak çalışırlar. Kilomet­ rulan Maden fakültesi'nin dekanlığını yap­ re sayaçlarının üzerine taşıtın hızını gös­ tı. 1954’te ordinaryüs profesör oldu. Türki­ teren bir "takimetre" yerleştirilir. ye'de jeolojinin, özellikle uygulamaya yö­ • Turnike sayaçları. Bu sayaçlar, sergi sa­ nelik mühendislik jeolojisinin, bir uzman­ lonlarında, fuarlarda vb. çok sık kullanılır. lık dalı olarak kurucularından sayılır. Baş­ Turnike sayaçları bir defada ancak bir ki­ lıca yapıtları: Madeniyat ve arziyat (1927), şiyi geçiren ve böylece ziyaretçileri sayan Mineraloji ve jeoloji (1932), İstanbul boğa­ bir tetik düzeniyle donatılmıştır. zı ve civarının jeoloji haritası 1:100 000 (ilk —Tem. parç. Parıldamak sayaçlar ve Çebaskı 1949). renkov sayaçları. Bu iki sayaç tipinde par­ çacıkların geçişi ışık yani foton yayımına ■ SAYAR (Zeki S.), türk mimar (İstanbul 1905). 1928'de bitirdiği Sanayii nefise neden olur. lşılçoğaltıcı‘ ların kullanımı bu mektebi'nde Vedat Bey (Tek) ve G. Monfotonlardan yola çıkarak birkaç nanosanigeri'nin öğrencisi oldu. Bir süre serbest yede, elektronik devrelerce sayılabilen ve mimar olarak çalıştı. Merkez bankası İs­ çözümlenebilen elektrik darbeleri elde et­ tanbul şubesi ile Mensucat santral fabri­ meye olanak verir. kalarında danışman mimar olarak görev Bir parıldayıctda, bir parçacık geçişin­ aldı (1942-1950). İstanbul Şehir meclisi de uyarılma ya da iyonlaşmayla enerji üyeliğine seçildi (1944) ve 1950’ye değin alan atom ya da moleküller bunu parıldaİmar ve bütçe komisyonu'rıda çalıştı. Türk malar biçiminde geri yayımlar. Bunun için yüksek mimarlar birliği'nin İstanbul şubesi uygun malzemeler, bir sıvı ya da saydam başkanlığını yaptı (1946-1949). Bu görevi plastik madde içinde dağıtılmış antrasen sırasında mimarların örgütlenmesi ve mi­ gibi organik maddeler ya da sodyum iyo­ marlar odasının kurulması çalışmalarında dür gibi iyonsal kristallerdir Ayrıca sayaçta etkin rol aidi. 1972'de türk mimarlığını ve ışığı sızdırmaz bir zarf ve gerektiğinde, güzel sanatlarını tanıtma çalışmaları ne­ tam yansıma ile fotonları ışılçoğaltıcının gi­ deniyle Güzel sanatlar akademisi tarafın­ riş penceresine doğru kılavuzlayan bir ışık dan onursal doktorluk payesi, 1981'de de yönelticisi bulunur. İyonsal kristaller ya da TMMOB Mimarlar odası'ncatürk mimar­ almaşmalı biçimde yerleştirilmiş parıldalığına katkıları nedeniyle onur plaketi veril­ yıcı ve kurşun levhaları bir kalorimetre di oluşturarak, soğurma yoluyla parçacıkla­ Zeki Sayar'ın türk mimarlığına en rın enerjisini ölçmeye yarar. önemli katkılarından biri, Abidin Mortaş Plastik parıldayıcı levhaları (kalınlıkları birkaç milimetre olan ve yanal boyutları ve Abdullah Ziya Kozanoğlu ile birlikte milimetreden bir metreye kadar değişebi­ çıkardıkları, bu alanda ilk türk dergisi len), içlerinden geçen parçacıkların geçi­ olan MimaTdır (1931-1934). 1942'den şini uzay ve zaman içinde saptamaya çok sonra yöneticiliğini tek başına üstlendiği uygundur. bu dergi, Arkitekt adıyla yayımını sürdür­ Çerenkov sayaçlarında ışık aynı adı ta­ dü (1935-1980). Bazı uygulamaları: İz­ şıyan etkiyle oluşur. Uyarısızlaşma ya da mir Çocuk hastanesi (1935-1936), Ege iyonlaşma süreçlerindekilerden çok daha bölgesi tarım ürünleri müzesi (1938), İs­ düşük enerjiler, yani foton üretimleri kul­ tanbul Merbank kooperatif evleri (1949lanılır. Eşikli sayaç en basit uyarlamadır: 1955), İstanbul llkyuva kooperatif evleri bu sistem ancak hızı Çerenkov etkisiyle (1952), İstanbul Ekemen tütün hanları ışık üretimi eşiğinden yüksek olan parça­ (1952) ile Fındıklı iş hanı (1956), Eskişe­ cıkları algılar. Kullanılan ortamlar, kırılma hir Köprübaşı iş hanı (1970) ve Kılıçoğlu indislerine göre seçilmiş katilar, sıvılar ya iş hanı (1974). da gazlardır. Daha geliştirilmiş sayaçlar belli hız aralığındaki parçacıkları seçme­ ■ S A Y A R (Abbas), türk romancı (Yozgat 1923). İÜ edebiyat fakültesi türk dili ve ye olanak verir. Hareket miktarları biliniyor­ edebiyatı bölümü'ndeki öğrenimini para­ sa kütleleri ortaya çıkarılabilir, yani tanın­ sızlıktan yarıda bıraktı. Gazete bayiliği, maları mümkün olur. Bu tip sayaçların en kitapçılık, matbaacılık, çiftçilik yaptı. önemli kullanım alanı budur. Yozgat'ta şiir kitaplarını (Gönül sandalı, • Geiger-Müller sayacı. Bu ilk gazlı sayaç Sereserpe, Neco'ya mektuplar, Gibi) fikri 1908’e dayanır. Çalışma ilkesi orantılı [1953] yayımladı; Bozlak (1959) adlı ay­ sayacınkiyle aynıdır. (-> ODA.) Bu sayaç ti­ lık dergiyi çıkardı. Uzun bir aradan son­ pi 8 ışımasını algılamaya çok elverişlidir. ra Yılkı atı (TRT 1970 Sanat ödülleri ya-ı S A Y A L A M A a Taşc ılık. Bir kesme ta­ rışması başarı ödülü) romanıyla dikkati şın yüzeyini dişengiyle işleme. (Sayala­ çekti. Orta Anadolu’nun doğasını, top­ rına, genellikle daha ince bir yontma ön­ lum ve insan gerçeklerini yansıttı: Çelo cesinde yapılan hazırlıktır.) (1972, TDK roman ödülü), Can şenliği (1974, Madaralı roman ödülü). Diğer ya­ S A Y A M A , Japonya'da kent, Honşu pıtları: Yorganımı sıkı sar (1977), Tarlaadasında, Tokyo'nun (Saitama ili) kuzey­ başı salkım saçak (1987), Anılarda yu­ batı banliyösünde; 157 307 nüf. (1990). mak yumak (1990), Noktalar (1991). Konut ve dinlenme (göl) merkezi. Yeşil çay işletmeleri. SAYAT NOVA (Harutyun SAYADYAN,S A Y A N d a ğ la n , Rusya Federasyodenir), ermeni şair (Sanahin, bugün Alanu’nda, Doğu Sibirya'nın güney kesimin­ verdi, 1712-Hagbat 1795). Mesleği doku­ de, Kaledonya çevriminde kıvrılmış sıra­ macılıktı. Anadilinden başka azeri türkçedağlar. Batı Sayan, güney-batıdan kuzey sini ve gürcüceyi biliyor bu dillerde şiir ya­ -doğuya doğru, güneydeki Tuba ile K.' zıyordu. Gürcistan kralı irakli H'nin saray de yer alan Minusinsk havzaları arasın­ şairi oldu. Kralın emriyle takdis edilerek



10241



Abbas Sayar



Sayat Nova 10242



İstepannos adını aldı (1759). Gözden dü­ şünce Hagbat manastırı’na çekildi ve Iranlılar'ın Kafkasya'ya saldınsında öldü rüldü. Günümüze ulaşan şiirlerinden 125'i azerice, 66'sı ermenice, 36'sı gürcücedir. Ermenice şiirlerinden bir bölümü (K.Ahverdyan yay., 1852), üç dildeki şiirlerinden seçmeler (1963) yayımlandı. Paradjanov' un Cvetgranata (Narın rengi) [1968] filmi onun yaşamını tonu edinir (-» Kayn.)



tarafından yeniden osmanlı topraklarına katıldı. XVIII. yy.’a kadar İpek yolu üzerin­ de olması nedeniyle kentin önemi arttı. Bu tarihlerde Osmanlı devletine başkaldıran Mısır valisi Mehmet Ali Paşa tarafından ele geçirilen kent. Birinci Dünya savaşı'ndan sonra İngilizler'e (1918) geçti; bir süre de Fransızlar'ın mandası altında kaldıktan sonra yeni kurulan Lübnan devletinin sı­ nırları içinde yer aldı (1941).



SAYCE (Archibald Henry), İngiliz dilbilim­ ci (Gloucester 1845-Bath 1933). Profesör olduğu Oxford’da, 1876’da Max Müller’ den sonra karşılaştırmalı dilbilgisi kürsü­ sünün başına geçti. Ortadoğu dilbilimi ve arkeolojisi, özellikle de asurbilim konula­ rında çok önemli yapıtlar verdi: Assyrian Grammar, for Comparative Purposes (Asur dilinin dilbilgisi, 1872), Elementary Grammar with Full Syllabary and Progres­ sive Reading Book of the Assyrian Lan­ guage (Asur dilinin temel dilbilgisi) [1875], Archaelogy of the Cuneiform Inscriptions (Çivi yazısı yazıtlar arkeolojisi) [1907], Ay­ nı zamanda İbrani (The Early History of the Hebrews) [İbraniler’in eski tarihi, 1897] ve hitit yazıtlarını inceledi. Ayrıca genel dil­ bilim alanında da bir yapıtı vardır: intro­ duction to the Science of Language (Dil bilimine giriş) [1879, 2 c].



S A Y D A , Cezayir'de kent, vilayet mer­ kezi, uved Sayda'nın vadisinde, Oran "causse''u ile Yüksek Ovalar ın birleştiği yerde, Tel Atlasları’nın sınırında; 62 100 nüf. Ticaret ve sanayi merkezi: madensuyu şişeleme, karton ve ambalaj, çi­ mento fabrikası, — Sayda vilayeti, 106 777 km2; 235 494 nüf. (1987).



SAYB a. (ar. şayd). Esk. 1. Av. —2, Av­ lanma, avlama. —3. Sayd etmek, sayd



S A Y D A d a lla r ı , Batı Cezayir'de dağ­ lık bölge, uved el-Habra ile uved et-Taht (Mina'nın kolu) vadileri arasında, K.'de Muaskar ovasında, G.'de şot eş-Şergi yük­ sek ovalarına egemendir; 1 180 m.



SAYDAM a. 1. Işığı kırarak geçiren ve arkasındaki cisimleri net olarak gösteren bir cisim için kullanılır; şeffaf. —2. Az çok ışık geçirici bir malzemeye denir: Saydam porselen. —3. Kolayca anlaşılabilen, bu­ lanık olmayan şey için kullanılır; net: Dü­ şünceleri saydam değil. —Bayınd. Saydam beton, içine, yüksekli-



sı, salgın hastalıkların önlenmesi, verem, cüzam ve sıtmayla savaş gibi temel sağ­ lık sorunlarının çözümlenmesine önem verdi. Atatürk'ün ölümünden (1938) son­ ra ikinci Bayar hükümetinde üç ay kadar İçişleri bakanlığında bulundu. CHP genel sekreterliği (1938-1939) yaptı ve 25 ocak 1939’da Başbakanlığa atandı. 3 nisan 1939’da on ikinci icra vekilleri heyetinde de Başbakan olarak yer aldı. İstanbul’da incelemeler yaptığı sırada öldü.



SAYDAM (Ergican), türk piyanocu (İs­ tanbul 1929). İstanbul Belediye tonservatuvarı'nı ve Hukuk fakültesi’™ bitirdi. 1954 -1959 arasında Münih Müzik akademisi'nde de öğrenim gördü. 1956’da Münih akademisi piyano ödülü’nü kazandı. 1959 -1972 arasında İstanbul Belediye tonservatuvarı'nda yüksek dönem öğretmenli­ ği yaptı. 1972-1983 arasında İstanbul radyosu'nun batı müziği yayınlarını yönetti. Birçok uluslararası piyano yarışmasının seçici kurulunda yer aldı. 1984'te Lilien­ feld Summer Academy'de piyano kursu verdi. Dünyanın pek çok ülkesinde verdi­ ği konser ya da resitallerle ünlendi. S AY D A M (Hülya), türk kadın piyanocu (İstanbul 1940). İstanbul Belediye tonservatuvarı’ndan sonra Münih Müzik akademisi'nde de öğrenim gördü. Yurda dö­ nünce bir süre Belediye tonservatuvarı' nın yüksek bölümünde ders verdi. Bir sü­ re de İstanbul Devlet opera ve balesi'nin orkestrasında çaldıktan sonra, İstanbul Devlet senfoni orkestrası’nın solistleri ara­ sına girdi. 1963'ten sonra, pek çok ülke­ de konserler ya da resitaller verdi, radyo ve TV programları yaptı; uluslararası fes­ tivallere katıldı.



SAYDAM KAYABAUĞI a. Zool. CAM KAYABALlĞı'nın eşanlamlısı.



SAYDAMLAŞMA a. Saydamlaşmak ey­ lemi.



SAYDAMLÂŞMAK gçz. f. 1. Bir şeyden ~Söz ederken, saydam bir duruma gelmek; şeffaflaşmak. —2. Bir sorundan, karışık bir durumdan söz ederken, belirgin, açık, anlaşılır bir duruma gelmek. - ♦ saydam laştırm ak ettirg. f. Saydam duruma getirmek; şeffaflaştırmak ya da açık, belirgin, anlaşılır kılmak. SAYDAMLAŞTIRMA a. Saydamlaştır­ Sayda'da deniz şatosu (XII. yy.)



eylemek, avlanmak. — 4. Sayd-efken, sayd-ger, avcı. || Saydgâh, saydgeh, av ye­ ri, avlak. —İkt. tar. Saydı rpahi istikrazı, deniz avla­ rının gelirinin karşılık gösterilerek Deut­ sche Bank’a yapılan borçlanma. (Bu borçlanma karşılığında, vilayetlerin saydiye resimlerinden sağlanan gelirler Düyu­ nu umumiye idaresi'ne devredilmişti.) || Saydı mahi resmi, deniz, göl ve akarsu­ larda avlanılan balıklar için alınan vergi. (1881 tarihli nizamnameye göre, bu vergi avlanan balıkların satış bedellerinin yüz­ de yirmisi oranında alınıyordu.) — İSİ. - AVCILIK.



ği genellikle duvar kalınlığına eşit, kalıp­ lanmış cam öğeler koyulan betonarme kâgir duvar. —Biyol. Saydam zar ya da bölge, yumur­ tayı saran zar. (Olgun yumurtada saydam zar herhangi bir noktasından ya da kapı­ cık denen yerinden bir, ama yalnız bir spermatozoidin girmesine izin verir [balık­ lar].) [Eşanl. VİTELLÛS ZARI ] —Crftalmol. Saydam tabaka, KORNEA'nın eşanlamlısı. —Saatç. Saydam kasalı saat, çark takımı­ nın, eşapmanın, vb„ çalışırken görülebil­ mesi için, baskıları, şasileri vb. saydam olarak yapılmış saat.



S AY D A , esk. S idon, Lübnan'da liman kenti, Akdeniz kıyısında; 70 000 nüf. Yanı başında Haçlılar şatosu'nun yükseldiği modern limanda küçük bir balıkçı filosu­ nu barındırabilir; kenti kuşatan turunçgil bahçelerinde üretilen meyveler, tahıl ve pamuk Lübnan'ın öbür limanlarına bura­ dan gönderilir. —Tar. Kent, Antikçağ'da Sidon* adını ta­ şıyordu. Araplar'ın eline geçtikten sonra Şam'ın bir limanı durumuna geldi (637). Haçlılar tarafından ele geçirilen kent (1100), önce Sagette ya da Sayette, ardın­ dan Seide adını aldı. Uzun yıllar bir dere­ beylik olarak yönetildikten sonra, Selahattin Eyyubi tarafından alındı (1187). Bir ara Moğollar'ca yakılıp yıkılan kent 1291’e ka­ dar şövalyelerin elinde kaldı ve bu tarihte de Memluklar’a geçti. XVI. yy.'da osmanlı egemenliğine giren Sayda, dürzi emiri Fahrettin'in XVII. yy.'da kısa süren ege­ menliğinin ardından Cezzar Ahmet Paşa



SAYD AM (Refik), tük doktor, siyaset ada­ mı (İstanbul 1881 - ay. y. 1942). Fatih as­ keri rüştiyesi’ni bitirdikten (1892) sonra As­ keri tıbbiye’den mezun oldu (1905). Bir sü­ re Gülhane askeri hastanesi’nde görev yaptı. Berlin Askeri tıp akademisi'nde uz­ manlık eğitimi gördü (1910-1912). Balkan ve Birinci Dünya savaşlarında askeri he­ kim olarak görevini sürdürdü. Mustafa Ke­ mal Paşa'nın (Atatürk) karargâhında Sağ­ lık dairesi reisi olarak Samsun'a çıkanlar arasında yer aldı (1919) ve Kurtuluş sava­ şı boyunca ülkenin sağlık sorunlarıyla il­ gilendi. İlk TBMM'ye Doğubayazıt'tan mil­ letvekili seçildi (1920-1942). Bir süre Milli savunma bakanlığı sağlık dairesi başkan­ lığı yaptı. 1921'den başlayarak Fevzi Pa­ şa (Çakmak) ve ismet İnönü hükümetle­ rinde aralıklı olarak beş kez Sağlık ve sos­ yal yardım bakanlığına getirildi. Bu süre içinde sağlık hizmetlerinin yaygınlaştırıl­ ması, yeni sağlık merkezlerinin kurulma­



mak eylemi.



SAYDAMLAŞTIRMAK -



SAYDAM



I.AŞMAK. S A Y D A M LIK a. 1. Saydam bir şeyin özelliği: Suyun saydamlığı. —2. Yarı say­ dam bir şeyin özelliği: Bir kâğıdın saydam­ lığı. —3. Gizlenmeyen, gizli kapaklı olma­ yan; açık, anlaşılır, bir şeyin özelliği. —Dilbil. Alıcının bildiriyi dolaysız biçimde kavraması amacıyla vericinin söyleminde­ ki kişisel öğeleri çıkardığı bir sözcenin özelliği. (Örneğin pedagojik söylemin du­ rumu böyledir.) —Fels. Hegel'de, aralarındaki gerçek ay­ rımların unutulması ya da ortadan kaldı­ rılmasıyla, totolojik bir biçimde tamamen örtüşen iki gerçeklik arasında varolan iliş­ ki. (Bu bakımdan, her zaman biçimcilik belirtisi olan saydamlık [alm. Durchsich-. tigkeit], saydamsızlık ve yoğunluk nede­ niyle tam bir bağlantı yokluğunu belirten "yabancılık” ın [Fremdheit] gerçek karşısavıdır; saydamlık ayrıca bir başka terim tarafından silinmeye göz yuman bir teri­ min silinmesini de belirtir. BcylĞce, “ kendi arasından ancak mutlakın geçmesine izin veren sonlunun saydarrilığı, sonunda bütünüyle yok olur" [Wissenschaft der Lo­ gik (Mantık-bilimi)r “ 0 z ” , 3, 1].) —Opt. Bir ortamırtr'bir ışık akışını iletme etmeniyle ayırt edilen özelliği. (Camlar ya da plastikler "renkli filtre” olarak kullanı­ labilir. Görünür ışımaları ışığı geçirmeyen ancak morötesi [örneğin Wood camı] ya da kızılaltı bölgede saydam olan filtreler de vardır. Buna karşılık, görünür ışıma böl­ gesinde saydam olan filtreler morötesi ve kızılaltı ışımaları soğurabilir.)



sayfalık —Verg. huk. Vergi saydamlığı, bir tüzel ki­ şiliğin, üyelerine vergi bağışıklığı sağlama­ ması durumu. (Tüzel kişilik, kurumlar ver­ gisinden istisna edilirken ortaklar ya da pay sahipleri tüzel kişilikten elde ettikleri gelir bölümü için gelir vergisine tabi olur­ lar.) S A Y D A M S IZ sıf. Saydam olmayan, ışı­ ğı geçirmeyen; mat. —Mant. Saydamsız bağlam, içindeki eşgöndermeli iki terimin yer değiştirmesiy­ le, bu terimlerin yer aldığı önermenin doğ­ ruluk değeri değişebilen bağlam. (Bk. ansikl. böl.) —A ns İkl . Saydamsız bağlamlar. Bu bağ­ lamlarda önemli olan, deyimlerin göndergeleri değil, anlamlarıdır. Örneğin "Wal­ ter Scott" ve "Waverley’ nin yazarı", göndergeleri aynı (iskoçyalı bir yazar) iki de­ yim olmakla birlikte, aynı anlamı taşıma­ makladırlar (Frege'nin terminolojisinde bir terimin anlamı, onun göndergesine götü­ ren yoldur). Saydam bağlamlar da deni­ len alışılmış bağlamlarda, eğer "Walter Scott” terimini içeren bir cümle doğruy­ sa, bu terimin yerine "Waverley'nin yaza­ rı" terimi geçirildiği zaman da doğru ka­ lır. Saydamsız bağlamlardaysa böyle ol­ maz. Russell'ın verdiği örneği ele alırsak (On Denoting, 1905), "George W. Scott' un, Waverley'nin yazarı olup olmadığını sordu" cümlesiyle "George W. Scott’un, Scott olup olmadığını sordu" cümlesinin aynı doğruluk koşullarına sahip olmadık­ ları açıktır. Dolaylı söylem, özdeş göndergelerin yerinekorıabilirliğinin sözkonusu olmadığı saydamsız bağlamlar için iyi bir örnektir. S A Y D A M S IZ L A Ş T IR M A a. Radyol. Muayene edilecek organın içine X ışınla­ rına saydam olmayan bir madde koyarak kontrastı artırmayı amaçlayan yöntem (sin­ dirim sistemi için baryumlu, damar ve böbrek sistemi için iyotlu madde vb.) S A Y D A M S IZ L IK a. Saydam olmama durumu. —Kâğ. san. Siyah arkalıklı bir tek yaprak kâğıttan yansıyan ışık miktannın, aynı kâ­ ğıdın arkasına standart bir beyaz fon (be­ yaz arkalıklı saydamsızlık) ya da aynı kâ­ ğıttan etkin saydamsızlıkta bir yığın (kâ­ ğıt arkalıklı saydamsızlık) yerleştirildiğinde yansıyan ışık miktarına oranının yüzde olarak ifadesi. (Opaklık da denir.) —Radyol. Radyolojik saydamsızlık, rönt­ gen filminde bir bölgenin anormal beyaz­ lık ile belirgin yoğunluk artışı. S A Y D A M S IZ U K Ö LÇ E R a Saydam görünüşlü cisimlerin ya da akışkanların (yıldızların fotoğraf klişeleri, radyografiler, vb.) saydamsızlık derecesini incelemeye yarayan ışıkölçüm aygıtı. S A Y D E LA N İ a. (ar. şaydele'den şaydelâni). Esk. Eczacı. ♦ sıf. Eczacılıkla ilgili: Fenn-i saydelani (eczacılık bilimi). SAYDELE a. (ar. şaydele). Esk. Eczacılık. S A Y D IR M A a. Saydırmak eylemi. S A Y D IR M A K -> SAYMAK. SAYE a. (fars. saye). 1. Esk. Gölge. —2. Koruma, esirgeme; yardım. —3. (Bu, şu, o) sayede, bu nedenle bu yüzden: Bu sayade işlerimiz iyi gidiyor. || Sayesinde, onun yardımıyla, bir şeyden ötürü, nede­ niyle: Havaların iyi gitmesi sayesinde ekin­ ler kendini topladı. || Sayesinde sayeban olmak, bir kimsenin yardımı ve aracılığıy­ la istenilen bir şeyi elde etmek. —Esk. Saye-bar, gölge yapmış, gölge sal­ mış. || Saye-ban, gölgelik, büyük çadır. || Sayedar, gölgeli, koruyan. || Saye-etgen, saye-fiken, saye-endaz, gölge veren, ko­ ruyan. || Sayegâh, gölgelik. || Saye-gûster, gölge eden, koruyan. || Saye-hah, korun­ mak isteyen, himaye bekleyen. || Saye-nişin, bir şeyin gölgesinde oturan, gölgesi­ ne sığınan, korunan. || Saye-perest, göl­ ge seven, gölge düşkünü; korunmayı se­



ven. || Saye-perver, gölgelendiren, koru­ yan. || Saye-puş, şemsiye, çardak. || Saye -rev, karanlıklarda dolaşan. || Saye-zar, göl­ gelik. || Saye-i bican, cansız gölge || Saye-/ feyz-i hamiyyet, hamiyet bolluğunun göl­ gesi. || Saye-i huda, Tanrı'nın gölgesi, ha­ life. || Saye-i medid. uzun gölge || Saye-i lutf-u kerem, iyilik ve bağışın gölgesi. |{ Saye-i şahane, padişahın koruyuculuğu. || Saye-nişin-i eman, güvenlik içinde bulu­ nan. —Kur. tar. Saye ocağı, Osmanlılar'da sa­ ray için koyun besleyen, kurbanlık koyun yetiştiren kuruluş. (Ocağın, Rami'nin öte­ sinde Küçükköy yakınlarında bir binası vardı. Çalışanlar, yeniçerileri andıran giy­ siler giyerlerdi, ikinci meşrutiyet'in ilanın­ dan (1908) sonra kapatılan ocak için, özellikleRumeli yöresinden koyun getirtilirdi.) SAYE A N D S ELE - FIENNES (William. baron). SAYEBAN a. (fars. saye ve -ban'dan sa­ yeban). Esk. 1. Gölgelik. (-* SAYVAN.) —2. Büyük çadır, otağ. —3. Koruyan, kol­ layan kimse. —4. Sayesinde sayeban ol­ mak -> SAYE. SAYEPUŞ a. (fars. saye ve puş'tan sayepüş, gölge veren). Esk. 1. Güneşlik, çar­ dak. —2. -> SAYVAN. SAY E R S (Dorothy), İngiliz kadın yazar (Oxford 1893-Witham, Essex, 1957). Oxford'dan mezun olan ilk kız öğrencilerden­ dir, edebiyat yaşamına polisiye romanlarla başladı: Whose Body? Bu yapıttaki de­ dektif lord Peter Wimsey tipini 1939'a ka­ dar birçok kez yeniden ele aldı. Koyu din­ darlığının yansıdığı The Mind of the Ma­ ker (1941) adlı yapıtının yanı sıra dinsel oyunlar da yazdı, Dante’nin Cehennem'ini (1945) ve Araf’ını (1949), Chanson de Rolancfı İngilizceye çevirdi, "bilinç akımı” tekniğine yakın bir teknikle romanlar yaz­ dı. SAYF a. (ar. şayf). Esk. Yaz mevsimi. —Ed. -* YAZ.’ SAYFA a. (ar. şahife'den). 1. Üzerine ya­ zı yazılan, basılan, resim çizilen bir kâğıt yaprağının (ön ve arka) iki yüzünden her biri: Uzun b ir roman, tam beş yüz sayfa. Defterinin bazı sayfalannı neden boş bı­ raktın? Gazetenin birinci sayfasında yer alan bir haber. Küçük ilanlar sayfası. —2. Bir kâğıt yaprağının ön ve arka yüzünden oluşmuş bütün: Bir kitabın sayfalarını çe­ virmek, yırtmak. —3. Bir kâğıt yaprağının, özellikle yazılı ya da basılı metne göre yü­ zeyi: Sayfanın sağ alt köşesine imza at­ mak. Sayfanın sağında boş yer bırakınız. — 4. Bir kâğıt yaprağı üstünde yazılmış yazı: Bu gece, on sayfa okudum. —5. Bir metnin uzunluğunu kestirmeye yarayan birim: Yazınız yirmi daktilo sayfasını geç­ memeli. —6. Bir kimsenin, bir grubun, bir ulusun vb. hayatında, kendinden daha öncesine ya da sonrasına göre ele alınan bir dönem, bir kesit: Bu diplomayla bir­ likte hayatında yeni b ir sayfa açılıyor. Bu darbe, demokrasi tarihimizin en karanlık sayfasıdır. —7. Sayfayı kapatmak, sözü edilen bir işi ya da konuyu geçmişte bı­ rakmak; artık onunla ilgilenmemek. —Esk. Sayfa-yı hafiye, boş sayfa. || Sayfa-yı mütelemmis, herhangi bir kimseye bir ye­ re götürmesi için verilen, içinde kendi ölüm emri bulunan mektup. || Sayfa-yı zemin, yeryüzü. || Sayfa-yı zer, güneş. —Bilş. Bir bilgisayarın merkezi belleğinde­ ki birkaç yüz ya da birkaç bin sekizli bi­ rim içeren bölge. || Bir programın, üzerin­ de uygulandığı bilgisayarın merkezi bel­ leğinin sayfa uzunluğuna eşit olan bölge­ si. —Matbaac. Sayfa bağlamak, bir gazete ya da dergi sayfasının basılmaya hazır du­ ruma getirilmesi. (Baskı tekniğinde daha çok tipo tekniğinin yaygın olduğu dönem­ de, kurşuna dökülen yazılar, başlıklar; de­ mir altlıklara yapıştırılan çinko klişeler say­



fa düzeninen göre sayfaya konulur, bu iş­ lem tamamlandıktan sonra sayfa düzeni­ nin bozulmamasını sağlamak için sayfa kenarları sicimle birkaç kez sarılarak say­ fa bağlanırdı. Deyim, bu işlem nedeniyle oluşmuş ve ofset, tifdruk vb. ileri teknik­ lerde de kullanılagelmiştir.) || Sayfa düze­ ni, bir iletişim sistemini oluşturan metni ve/ya da resim öğelerini yerleştirme tasa­ rımı ve düzenleme işlemi. (Eşanl. MİZAN­ PAJ.) [Sayfa tasarımı, yapıtın özüne en uy­ gun sayfa boyu düzeyinde, sayfanın iç oranları (metinler, resimler, kenarlar, boş­ luklar vb.), karakter seçimi, metin ve re­ simlerin yerleştirilmesinde kurulması ge­ reken denge konusunda araştırmalar ge­ rektirir. Malzemelerin, özellikle üzerine baskı yapılacak malzemelerin seçimi de, sayfa düzeni maketiyle somut bir duruma gelmiş olan tasarım çalışmasının bir bö­ lümünü oluşturabilir. Üretim, sayfa düze­ ni maketinden hareketle dizgi ve fotogravürün siparişi, baskı kalıplarının hazırlan­ ması biçiminde düzenlenir.] || Sayfa sek­ reteri, bir gazetede sayfa düzeniyle ve ya­ zı etkinliklerinin düzenlemesiyle görevli kimse. —Reklamc. Ek ilan sayfası, bir yayın or­ ganının sayfaları arasına yerleştirilen ve değişik forması, kâğıdı, rengi vb. bakımın­ dan, reklam mesajının metinlerden ayırt edilmesini sağlayan basılı ilan. || Reklam sayfaları, bir yayının başında ya da sonun­ da toplanan reklam içerikli bölüm.



10243 ;



SAYFA-EKR AN a. Bilş. Bir bilişim siste­ minin, kullanımcısını bilgilendirmek ya da sorgulamak için sunduğu, tüm görüntü­ leme ekranını kaplayan bilgiler kümesi. S A Y FALAM A a. Bilş. Sayfalara ayrılmış bir bellek kullanımına dayanan bilgisayar düzenleme tekniği. —ANSİKL. Bilş. Amacı bilgisayarın belle­ ğinin daha iyi kullanılması olan sayfalama işleminin gerçekleştirilebilmesi için, kulla­ nılan bilgisayarın yazılım ve donanımında belli ayırtedici özelliklerinin bulunması ge­ rekir. Sayfalama, bir programda kullanılan adreslerin (gizil adresler) değerlerini, programın bulunduğu bellek hücrelerinin gerçek adreslerinden ayırmaya dayanır. Bu ayırma İşlemi "sayfa” adı verilen ve birkaç yüz ya da birkaç bin sekizli birim­ den oluşan bloklar halinde yapılır Bellekte tutulan, işletim sistemi tarafından yöneti­ len ve düzene konulan tablolar, bir prog­ ram sayfası başlangıcının gizil adresi ile programın sistemce yerleştirildiği ya da yerleştirileceği fiziksel sayfanın gerçek ad­ resi arasında bir ilişki kurarlar. Bu tablo­ lar, dinamik bir adres çeviri sisteminin yar­ dımıyla her an fiziksel bir adresi gizil bir adrese karşılık getirebilmeyi sağlarlar. Böylece, sayfalama yoluyla adresleme ka­ pasitesi komutların adresleme kapasite­ sinden farklı bir belleğin adreslenmesi ola­ naklı olur (bir program uygulandığı fizik­ sel bellekten daha büyük bir adres alanı gerektirebilir). Sayfalama, programların fi­ ziksel belleğe tek parça halinde yüklen­ mesi zorunluluğunu ortadan kaldırır; prog­ ramın gizil alanı, art arda gelmek zorun­ da olmayan ve olsa olsa önceden yarar­ lanılmayan bellek bölgelerinin kullanılabi­ lirliğine göre dağıtılmış fiziksel sayfalara parçalar halinde yerleştirilebilir. Sayfala­ ma, belleğe belirli bir anda yalnızca ge­ rekli olan birkaç sayfanın yüklenmesine olanak tanıyarak belleğin dinamik olarak yönetilebilmesini sağlar. S AY F ALAM AK g. f. Bilş. Sayfalama tek­ niğini uygulamak. ♦ sayfalanm ak edilg. f. Bilş. Sayfa ha­ linde biçimlendirilmek. —Bilş. Sayfalanmış program ya da bellek, sayfalar halinde biçimlendirilmiş bir prog­ ram ya da bir bellek. S AY FALAN D IR M A K g. f. Basımevinde dizilen yazıları sayfa durumuna getirmek. S A Y F A L A N M A K - SAYFALAMAK. S A Y F A LIK sıf. Say. sıf. + sayfalık, belir­



Ergican Saydam



sayfalık tilen sayıda sayfayı içeren, belirtilen say­ faya sığacak ölçüde: Dört sayfalık bir ya­ zı. Yüz sayfalık bir kitap.



10244



SAYFİ sıf. (ar. şayf ve -/'den şayfi). Esk. Yazla ilgili, yaza ait. S A Y FİYE a. (ar. şayfi, yaza ait'ten şayfiyye). 1. Yazlık ev;'yazlık. —2. Sayfiyeye gitmek, yazlığa gitmek, yaz için bir eve ta­ şınmak.



Ahmet Adnan Saygun



SAYOI a. 1. Bir kimsenin önemsenme­ sinden, üstün görülmesinden kaynakla­ nan ve o kimseye, değerini belirtecek bi­ çimde davranılmasına yol açan duygu; bu duygunun belirtileri; hürmet: Saygı uyan­ dıran bir insan. Bir kimseye saygı göster­ mek. —2. Bazı şeyleri önemseme ve on­ ları zedelemekten çekinme isteği; hürmet: Özgürlüklere, yasalara, verilen bir söze duyulan saygı. —3. Kutsal sayılan bir şe­ yi yüceltme duygusu: Ölülere, bir kimse­ nin anısına saygı. —A. Saygı duruşu, top­ lantılarda ya da törenlerde hayatta olma­ yan bir kimseye karşı beslenilen saygıyı göstermek için hazır ol durumuna geçe­ rek sessizce bekleyiş. || Bir kimseye say­ gıda kusur etmemek, ona hiçbir zaman saygısız davranmamak. —Dilbil. Saygı çoğulu, bir kimseden söz ederken saygı belirtmek üzere kullanılan çoğul biçim. (Müdür bey geldiLER mi? SİZe minnettarım.) —Fels. Kant'ta, ahlak yasasından doğan ve başkasının insanlığını tıpkı kendi insan­ lığı gibi bir erek olarak görmeye yönelten olumlu ilke. (Kant şöyle yazar: "irademi­ zin belirleyici ilkesi olarak tasarlanması vic­ danımızda bizi küçük düşüren şey, olum­ lu ve belirleyici ilke olarak, kendiliğinden saygıyı doğurur. Buna göre ahlak yasası, öznel bakımdan da bir saygı nedenidir” [Pratik aklın eleştirisi (Kritik der praktischen Vernunft), 1, 1, 3].) ♦ saygılar çoğl. a. (Kalıp nezaket cüm­ lelerinde) saygı ifadesi: Bir kimseye say­ gılarını sunmak. Saygılar efendim! SAYG I (Fikret Mualla) - FİKRET MUAL_LA.



SAYGIDEĞER sıf. 1. Saygınlığı herkes­ çe kabul edilmiş bir kimse için kullanılır; muhterem: Annesi de babası da çok say­ gıdeğer insanlardır. —2. Sayın, muhterem (hitap sözcüğü olarak): Saygıdeğer mes­ lektaşlarım. SAYGILI sıf. 1. Başkalarına gereken say­ gıyı gösteren, nezaket kurallarına uyan bir kimse için kullanılır: Saygılı bir genç. —2. Bir kimseye (karşı) saygılı, ona saygı gös­ teren: Öğretmenlerine karşı saygılı bir öğ­ renci —3. Bir şeye saygılı, o şeye zarar vermemeyi isteyen, onun üzerine titreyen: Başkalarının özgürlüklerine saygılı bir in­ sandır. insan haklarına saygılı bir yönetim. —4. Saygı belirten bir şey için kullanılır: Saygılı bir ağırbaşlılık. SAYGIN sıf. 1. Başkalarınca önemse­ nen, herkes tarafından sayılan bir kimse için kullanılır; itibarlı: Saygın bir devlet adamı. Saygın ve köklü bir aile. —2. Baş­ kaları tarafından saygı görmeye hak ka­ zandıran bir şey için kullanılır; itibarlı: Say­ gın bir meslek. S A Y G IN L IK a. Saygın olan ya da öyle değerlendirilen bir kimsenin, bir şeyin ni­ teliği; prestij, itibar: Saygınlığını yitirmek. Saygınlık kazanmak. S AY G IS IZ sıf. Saygıdan yoksun bir kim­ se, onun tutumu için kullanılır: Saygısız bir insan. Saygısız bir davranış. S A Y G IS IZC A sıf. Saygısızlığı ortaya ko­ yan: Saygısızca bir söz, bir davranış. ♦ be. Saygısız bir kimseye yakışır biçim­ de: Saygısızca konuşmak, davranmak. S A Y G IS IZ L IK a. 1. Saygıdan yoksun­ luk, saygısız bir kimseye özgü tutum: Say­ gısızlığı hakarete kadar vardırmak. —2. Bir kimseye karşı bilinçli aldırışsızlık, onu umursamama, yok sayma; hürmetsizlik:



Üstlerinize karşı gösterdiğiniz bu saygısız­ lık bağışlanacak gibi değil. —3. (Bir şe­ ye, bir kimseye) saygısızlık etmek, o şe­ ye, o kimseye karşı saygısızca bir davra­ nışta bulunmak. ■ S A Y G U N (Ahmet Adnan), türk besteci ve folklor araştırmacısı (İzmir 1907 - İs­ tanbul 1991). ilk müzik derslerini İz­ mir'de İsmail Zühtü Kuşçuoğlu’dan aldı. Rossati'den piyano öğrenmeye başladı. Daha sonra Macar Tevfik Bey'in öğrenci­ si oldu. 1923'te kısa bir süre H. Saadet­ tin Arel ile armoni çalıştı. Bir yandan da kendi kendine kontrapunto öğrendi. 1925'te İzmir ilkokullarında müzik öğret­ menliğine atandı. 1926'da Ankara Musiki muallim mektebi'nde yapılan bir sınavda başarı göstererek İzmir lisesi öğretmenli­ ğine yükseldi. 1928'deki bir sınavı kaza­ narak devlet bursuyla Paris'e gönderildi. Schola cantorum'da Vincent d'lndy ve Eugène Borrel'in öğrencisi oldu. 1931'de yurda dönünce Musiki muallim mekte­ bi'nde armoni ve kontrapunto öğretmen­ liğine getirildi. 1934'te kısa bir süre Riyaseticumhur filarmoni orkestrası'nı yönetti. 1936'da İstanbul'a geçti, derslerine Be­ lediye konservatuvarı'nda devam etti. Aynı yıl Béla Bartök jle birlikte Anado­ lu'da inceleme gezisine _çıktı. 1939’da Halkevleri müfettişliğine atandı. 1940'ta Ses ve tel birliği'nin kurucuları arasında yer aldı. 1946'da Ankara Devlet konservatuvarı'nın kompozisyon ve modal mü­ zik bölümlerinin başına getirildi. 1947'de international Folk Music Council'in yöne­ tim kuruluna seçildi. 1971’de “Devlet sa­ natçısı" unvanını aldı. 1973'ten başlaya­ rak İstanbul Devlet konservatuvarı'nda ders verdi. 1985'te kendisine, YÖK tara­ fından profesör unvanı verildi. Geleneksel müzik birikimimizden hare­ ketle çoksesli türk sanat müziğini yaratma­ yı amaçlayan "Türk beşleri” nin en tanın­ mış iki üyesinden biri (öbürü Cemal Reşit Rey) olan Ahmet Adnan Saygun, temala­ rını daha çok halk müziğinden aldığı ya­ pıtlarında "modal çokseslilik" denebile­ cek bir üslup geliştirdi. Özellikle ilk dönem yapıtlarında izlenimci estetiğin etkisi sezilir. Besteleri: çalgı yapıtları: Divertimento (orkestra için, 1931), Ölüler (orkestra için süit, 1932), Süit (piyano için), Sezişler (2 klarinet için, 1932-1933), Klarinet, sakso­ fon, piyano ve vurma çalgılar için müzik, ina'nin kitabı (piyano için). Sonat (çello ve piyano için), Süit (orkestra için), Sonatina (piyano için), Bir orman masalı (orkestra süiti, 1939-1943), Sonat (keman ve piya­ no için), Sivas halayı (orkestra için, 1943), Anadoludan (piyano için, 1945), Kuartet, Piyano konçertosu (1952-1958), 1. Senfo­ ni (1953), 2. Senfoni (1960), Partita (çello için), Demet (piyano ve keman için), Ku­ artet II, Partita (keman için), Arp trio, 10 Etüt (piyano için), 3. Senfoni, Gılgamış (bale), Kuartet III, Keman könçertosu, Prelüd (piyano için), Nefesli çalgılar beşlisi, Aksak tartılar üzerine 15 parça, Dictum (yaylılar orkestrası için), 3 Prelüd (iki arp için), Küçük şeyler (piyano için), 4. Senfo­ ni, Trio (klarinet, obua ve piyano için), Ballad (2 piyano için), Ayin raksı (orkestra için), Aksak tartılar üzerine 10 taslak, Vi­ yola konçertosu, Concerto da camera, Bir zenci hikâyesi, Yoğun bakım, Üç ezgi (4 arp için). Vokal yapıtları: Ağıtlar (solist tenor ve er­ kekler korosu için), Manastır türküsü (ko­ ro ve orkestra için, 1933), Kızılırmak (sop­ rano ve orkestra için, 1933), Çoban arma­ ğanı (karma koro için, 1933), Özsoy’ ya da Feridun (opera, 1934), Duyuşlar (üç kadın sesi için), Taşbebek’ (opera, 1934), Masal (lied), Dağlardan ovalardan (koro için), Eski üslupta kantat, Geçen dakika­ larım (lied), Bir tutam kekik (karma koro için), Uç türkü (karma koro için), Yunus' Emre (oratoryo, 1946), Kerem' (opera, 1947-1952), Balladlar, 10 Halk türküsü (bas ve orkestra için), 4 Lied, Köroğlu' (opera, 1973), Ağıtlar, insan üzerine de­



yişler (5 lied), Atatürk' ve Anadolu'ya destan (1985). S A Y G U N (Hüseyin), Çengel Hüseyin denir, türk futbolcu (İstanbul 1920 - ay.y. 1993). Futbola Kadırga'da başladı, Beşik­ taş'ta yetişti. Solhaf mevkisinde inatçı sa­ vunma anlayışı ve enerjik oyunuyla ünlen­ di. 13 kez milli formayı giydi; Beşiktaş'ta 14 yıl, Vefa'da ise kısa bir süre oynadı. S A Y H A a. (ar. sayha). Esk. 1. Bağırma, nara atma, haykırma, çığlık. —2. Sayha -yı ümid, ümit haykırışı, ümit çığlığı. S A Y H U T , Yemen'de liman, uved Hadramut'un ağzında, Umman denizi kıyısın­ da. Balıkçılık (sardalya). SAYI a. 1. Canlı ya da cansız varlıkları saymaya, sayımını yapmaya, nesneleri sı­ nıflandırmaya, nicelikleri ölçmeye yarayan kavram: Sayı saymayı öğrenmek. —2. Bir birimi ya da birim dizisini niteleyen sem­ bol: Bir sayıyı romen rakamlanyla yazmak. Üç rakamlı bir sayı. —3. Aynı türden öğe­ lerin çokluğu, nicelik: Düşman sayı olarak bizden çok üstün. Bu önlemler hoşnutsuz­ ların sayısını artırabilir. O yıllarda okuyan insan sayısı birkaç bini aşmazdı. —4. Da­ ha büyük nicelik, toplam, sayı avantajı: Sayıyla yenmek —5. Süreli yayınların ay­ rı ayrı çıkan her bölümü, her fasikülü: Bu derginin son sayısı olağanüstüydü. — 6. Sıf. + sayıda, şu ya da bu çoklukta: Az, çok, belli sayıda okuyucu. —7. Sayım su­ yum yok, “ oyunun kurallarına uyulmadı­ ğı için kazanılan sayılar geçerli değil, ye­ niden başlamamız gerekir” anlamında oyun oynarken çocukların kullandığı söz. || Sayısını Allah bilir, bir şeyin sayılmakla bitmeyecek kadar çok olduğunu vurgu­ lamak için kullanılır || Bir şeyi (bir kimse­ ye) sayıyla vermek, onu verirken cömert olmamak. —Anayas. huk. Yetersayı, bir seçimin ka­ zanılması için gerekli en az oy sayısı. (Se­ çim yeter sayısı da denir.) —Arit. N , Z D , C R ya da C kümele rinden birinin elemanı ( N C Z C D C O C R C C kapsama bağıntısıyla birbiri için­ de bulunan kümeler). (Sayı sözcüğü özel­ likle ilköğretimde kullanılır, ama daha son­ ra çok belirsiz biçim alır ve doğal*, tam*, ondalık*, oransal*, gerçek* ya da karmaşık* sözcüklerinin tek başına, kimi kez de sonlarına "sayı” sözcüğünü ekle yerek kullanılması yeğlenir. |j "Altın sayı,



V5 + 1



altın oranı tanımlayan— - — ye eşit orandışı gerçek sayı. (Kimi kez kendine de al­ tın sayı denen öncekinin tersi olan V 5 -1 o = — - — sayısının sürekli kesirler ha­ linde açılımı [1, 1, 1, ...]dir, indirgenmişle.1



rı de



1



1



2



3



5



8



2



3



5



8



13



,... oransal sayı-



larıdır.) [Bk. ansikl. böl ] —Bilş. Bir sayılama sisteminde, tabandan daha küçük pozitif bir tamsayıyı göster­ mede kullanılan simge. (2 tabanında, bir sayı ancak "1” ve “ 0 ” değerlerini alabilir ve bir bitle gösterilir.) —Dilbil. Tekil ile çoğul, kimi dillerde de ikil arasındaki karşıtlığı belirtmeye yarayan dil­ bilgisel kategori. (Türkçede, dilbilgisel sayı kategorisi ikili bir sistemdir. Bir işaretin [-lar/-ler] yokluğu ile varlığı arasında ikili bir sistemdir ve konuşucu bu sistemi tekilliği ya da çoğulluğu belirtmek için kullanır.) || Sayı sıfatı, sayıya, sıraya, dağılıma ya da bir bütünü bölümlemeye ilişkin bir fikri açıklayan sıfat (asıl sayı sıfatı, sıra sayı sı­ fatı, üleştirme sayı sıfatı, kesir sayı sıfatı). [Bk. ansikl. böl.] —Dübilg. Sayı adı, asıl sayı sıfatı; daha ge­ nel anlamda bir sayıyı belirtmeye yarayan sözcük (asıl, sıra, kesir vb.). —Eczc. Bir majistral formülün sonuna, fransızca kısaltılmış şekli olan no. halinde eklenerek, bu formüle göre hazırlanacak ve verilecek birim ilaç miktarını göste-



sayı rir (örneğin, bir kapsül için, no. 30). —Geom. Sayılar geometrisi, sayılar kura­ mının, iç alanına ilişkin bilgilerin göz önü­ ne alındığı bir eğrinin, koordinatları tam­ sayı olan noktalara göre konumunu be­ lirlemeye çalışan bölümü. (Minkowski te­ oremi bu araştırmalardan doğmuştur.) —Kim. müh. Özgün sayı, kimya mühen­ disliğinde yasaların basit bir biçimde gös­ terilmesini sağlayan fiziksel büyüklüklerin boyutsuz oranı. (Sözkonusu sayılar, mo­ deller kuramında bir maket ya da sanayisel ilkörnek için, benzerlik koşullarını, de­ ğerlerinin eşitliğinde ifade etmeye yarayan Reynolds, Mach, Nusselt sayılarıdır.) —Kronol. Altın sayı, 19 yıl süren ay çevri­ mi; halk meclisi (ekklesia) takvimini düzen­ lemekte kullanıldı. (İ.Ö. V. yy.’da atinalı gökbilimci Meton tarafından ortaya atılan ve takvimin düzenlemesinde çok önemli bir yer tuttuğu düşünülen altın sayı, Yu­ nanlılar tarafından kamu yapılarının üze­ rine altın harflerle kazınıyordu.) —Küm. kur. Sıra sayısı. Şu koşulları ger­ çekleyen a kümesi: 1. x e y bağıntısı a üzerinde sıkı olan iyi sıralama bağıntısı­ dır; 2. a geçişli bir kümedir, yani x e a, x c a yı gerektirir. [ a nın bir sıra sayısı olduğunu göstermek için Or (a) yazılır.] (ORDİNAL de denir.) [Bk. ansikl. böl.] —Mak. san. Brauer sayısı, pompa yapımcılarının kullandığı ve n, =



n q 1/2 h



ile ta-



3/*



nımlanan sayı; burada n dev/dk cinsinden açısal hız, gv -m3/sn cinsinden debi ve H, m cinsinden manometrik yüksekliktir. || Camerer sayısı, hidrolik türbin yapımcılarının nP1/2



kullandığı ve n. = — — ile tanımlanan H n '4



sayı; burada n dev/dk cinsinden açısal hız, Pu, B.B. cinsinden türbinin yararlı-gücü ve H„ m cinsinden net yüksekliktir (Bu sayı, kullanılan türbine benzeybn ve 1 m’lik net bir düşüş yüksekliği altında 1 B.B.’lik bir güç veren hidrolik bir türbinin dakikadaki devir sayısına denk düşer.) —Mat. Sayılar koramı, aritmetiğin uzantı­ sı olan ve cebirsel geometri, analitik fonk­ siyonlar kuramı ve gruplar kuramı yardı­ mıyla, Diophantos denklemleri, Diophantös yaklaştırımları, asal sayılar, Waring sa­ nısı, Goldbach sanısı, orandışı sayılar, ce­ birsel ve üstün sayılarda ortaya çıkan ge­ leneksel problemleri çözmeye çalışan ma­ tematik dalı. (Bk. ansikl. böl.) —Oy. Her kâğıda verilen ve oyuna göre değişen değer birimi. || Oyun zarının her bir yüzündeki noktaların toplamı. || Her atıştan sonra elde edilen ve önceden be­ lirlenmiş bir toplama ulaşıldığında oyunu kazananı belirleyen puan. ]| Fiş’in eşan­ lamlısı. || Bir partide her oyuncunun kazan­ dığı puanların hesabı. || Bezikte as ve on­ lu. (Eşanl. BEZİK.) || Bazı kâğıt oyunların­ da örneğin bezikte, aynı renkteki bazı kâğıtlann oluşturdukları puan. |{ Sayı almak, aynı renk kâğıtta, rakibininkinden daha fazla sayı elde etmek. || Sayı kâğıdı, üs­ tünde surat bulunmayan ve belirttiği sayı değerinde olan iskambil kâğıdı. |j Bir sayı yapmak, bilardoda karambol yapmak. || Giriş sayıları, bazı iskambil oyunlarında oynamaya başlamadan önce kazanılan sayılar. —Petrokim. İNDİS'in eşanlamlısı. —Spor. (Teniste, masatenisinde, voleybol­ da) Oyun, set, maç sayısı, kazanma du­ rumunda oyunun, setin ya da maçın alın­ masını sağlayan servis atışı. —Tayfölç. Dalga sayısı, tayfgözlemde bir ışınımı nitelemek için kullanılan büyüklük. (Bu, 1 cm'deki dalga boylarının sayısı, ya­ ni santimetre cinsinden ifade edilen dal­ ga boyunun tersidir.) —ANSİKL. Arit. Altın sayı. Bu sayının kul­ lanımına ilişkin ilk örneklere, eski mısır sa­ nat eserlerinde rastlanır. Geometrik özel­ liklerinin esası Eukleides’in Stolkheia adlı yapıtında bulunmaktadır. Kitap II nin 11. önermesi a uzunluğun­



daki bir doğru parçasını orta ve yan ora­ nında böler: iki x ve a - x parçalarının oranı, bu parçalardan büyük olanın bütün x a parçaya oranı gibidir: =- . Çia- x x zimle a pozitif olmak üzere x2= (a -x ) a ikinci derece denkleminin pozitif kökü el­ de edilir ve bu da Eukleides'in yapıtların­ da bir ikinci derece denkleminin çözümü­ nün ilk örneğini oluşturmaktadır Kitap XIII te Eukleides (çember içine çizilmiş) düz­ gün beşgenleri incelemekte ve dışbükey beşgenin kenarının köşegenine oranının altın sayıya eşit olduğunu ortaya koymak­ tadır. Dışbükey beşgen, özellikle de yıldız biçimli beşgen, yetkin bir şekil, bir güzel­ lik ve ahenk simgesi olarak göz önüne alınmıştı. Dışbükey beşgenden Ortaçağ' ın başyapıtlarının çoğunun çiziminde ya­ rarlanılmıştır (kimi katedrallerin gülpencereleri, elyazmalarını süsleyen şekiller). Bi­ raz karmaşık olan pergelle çizim loncalar­ da sır olarak saklanmıştır. Fibonacci, Liber abbaci (1202) adlı yapıtta, bir tavşan üremesi problemini inceleyerek: 1, 2, 3, 5, 8,... dizisini işe karıştırdı; bunun için uı, u2 v e u „ = u„ - 1 + u„ - 2 bağıntısıyla ta­ nımlanmış geridönüşlü bir dizi oluşturdu. Fibonacci n sonsuza gittiğinde altın sayı­ ya yaklaşan un+ı/u„ oranını inceledi. Al­ tın sayıya ayrılmış ilk inceleme kitabı olan De divlna proportione (Tanrısal oran) 1509'da Venedik'te Luca Pacioli tarafın­ dan yayımlanmıştır. Leonardo da Vinci ta­ rafından resimlendirilen bu kitapta Paci­ oli, altın sayının geometrik, estetik, hatta gizemli özelliklerini incelemiştir. Pacioli bu­ rada loncaların sırlarını açığa çıkarır, "tan­ rısal" diye nitelendirdiği bu oranın gize­ mini çözmeye ve onu sağlam matematik temellere oturtmaya çalışır. Böylece altın sayı büyülü çekiciliğini yitirmiş, ama yine de büyük bir ilgi uyandırmayı sürdürmüş­ tür. (-* ALTIN ORAN*) —Dilbil. Asıl sayı sıfatları kategorisinde, sözce içinde özgül belirleyici işlevi gören yalın ya da bileşik (kuramsal olarak birden sonsuza dek giden belli sayıdaki birimle­ ri simgeleyen) biçimler toplanır: çocuk I BİR çocuk I ON İKİ çocuk. Bu birimler eş­ lik ettikleri sayılabilir adlarla gösterilen nes­ nelerin kesin sayısını gösterir. Sıra sayı sı­ fatlarıysa, asıl sayı sıfatlarına -inci, -inci, -ncu, -üncü soneklerinin katılmasıyla elde edilen türetme biçimlerdir; niteleme sıfat­ ları gibi kullanılırlar ve sıra belirtirler (ikin­ ci gün). Dağılımı belirten üleştirme sayı sı­ fatları asıl sayılara -er, -ar / -şar, -şer ekle­ rinin getirilmesiyle türetilen biçimlerdir (iki­ şer ikişer geldiler). Kesir sayı sıfatları ise bir bütünün bölümlerini belirtmek üzere, bütünün kaça bölündüğünü gösteren ilk sayıya eklenen -da (bulunma eki) ve bu parçalardan kaçının alındığını gösteren ikinci sayıyla oluşturulan bir öbek halin­ de kurulur (üçte iki). Bunlardan başka bir bütünü gösteren (bir düzine) adlar da var­ dır. —Küm. kur. Sıra sayılarının aritmetiği kar­ dinallerin aritmetiğine koşut olarak Cantor tarafından ortaya atılmıştır. Sonlu sıra sayılarının dizisi (bunlara kimi kez birinci sınıftan sıra sayıları denir) aşağıdaki biçim­ de kurulur: 0 = 0 , 1 = { 0 }, n + 1 = n u { n } = {0 ,1, ..., n } m e n ise tam olarak m < n elde edilir; bir sıra sayısı, kendinden sıkı küçük sıra sa­ yılarının kümesine eşittir. Bu son uyarıya dayanarak sonlu ötesi sıra sayılarıyla dizi sürdürülebilir: w =



n = { 0 , 1, 2



üstün sayıdır. Cebirsel ve üstün sayıların incelenmesi, Thue (1909), Siegel (1929), Dyson, K. F. Roth ve A. Ba­ ker tarafından açıklanan yeni yaklaştıran yöntemleri sağlamak için sürekli kesirle­ rin incelenmesini izlemiştir. Son üstünlük ölçütlerinde, H. Minkowski tarafından or­ taya atılan sayılar geometrisi (R. Salem, C. Pisot) ile sayıların analitik kuramı da kul­ lanılmıştır. Tek amaca yönelik olarak C. G. J. Jacobi’nin yararlandığı bu kuram, sonlu aritmetik dizilerin, N gibi, sonsuz sayıda asal sayı içermesi özelliğini tanıtlamak için Lejeune-Dirichlet tarafından geliştirildi (1837); bu özellik N. Shapiro tarafından karmaşık tamsayılarla genişletildi (1950). Yine bu kuram Goldbach sanısını, Waring sanısını tanıtlamada (G. H. Hardy, J. E. littlewood, i. M. Vinogradov), iki ardışık asal sayıyı ayıran aralığı incelemede (R Erdös, Turan, Procharz, H. ishikava, G. Ricci) kullanıldı, ama özellikle bu kuram x ten küçük asal sayıların sayısını göste­ ren x (x)dağılım fonksiyonunu inceleme-



BİR M İLYO N D AN BAŞLAYARAK SAYILARIN AD LAN D IR ILM ASI a m e rik a n s is te m i



ADI



million billion trillion quadrillion quintillion sextillion septillion octillion nonillion decillion undecillion duodecillion tredecillion quattuordecillion quindecillion sexdecillion septendecillion octodecillion novemdecillion vigintillion centillion



O N ’un KUVVETLERİ OLARAK DEĞERLERİ



106 109 1012 1015 10’ 8 1021 1024 1027 1030 1033 1036 1039 1042 10« 10«



105’ 1054 1057 1060 1063 10303



1 000’den SONRAKİ 0 LARIN DÖNEMİ



1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 100



ADI



milyon milyar bilyon trilyon katrilyon kentilyon sekstilyon septilyon oktilyon nonilyon desilyon undesilyon düodesilyon tredesilyon katordesilyon kendesilyon seksdesilyon septendesilyon oktodesilyon novemdesilyon vijintilyon santiiyon



MİLYON’UN KUVVETLİRİ



106



1



109 1012 1018







1024



1030 1036



1042 10« 1064



1060 1066 1072



1078 1084 1090 1096



10'02



10 1°8



10114 10 120



1060°



S A Y IB İLG E LİĞ İ a Giz. bil. Geleneksel ve kutsal sayılar bilimi. (Sayıbilgeliğine gö­ re sayılar, "metni ve kavramları Tanrı'da, İnsanda ve doğada olan doğruların ve ya­ saların özet çevirisi ya da özlü dilidir" [L. Cl. de Saint-Martin], çünkü Tanrı her şeyi ölçü, sayı ve ağırlık gözeterek yaratmış­ tır.) SAYO BO N C U Ğ U a. Abaktan türeyen, üzerinde boncuklar kayan çubuklardan oluşmuş ve aritmetik işlemlerini yapmaya yarayan düzenek. (Her çubuk genellikle bir ondalık basamağa karşılık gelmekte­ dir.) —ANSİKL. Sayı boncuğunun kullanılışı İ.Û. IX. yy. da Çin'de ortaya çıkmıştır. Hesap öğretilmesinde ilköğretimde bundan ya­ rarlanılmaktadır. Sayı boncuğu Uzakdo­ ğu'da yaygın biçimde kullanılmaktadır: bunun çincesi xuanban (hiuan-pan), japoncası soroban'dır. SAY IC A be. Sayı bakımından: Onlar sa­ yıca bizden çok üstündüler.



avrupa sistem i O N ’un KUVVETLERİ OLARAK DEĞERLERİ



ye olanak sağladı. G. F. B. Riemann, Dirichlet serilerinin özel hali f fonksiyonunu kullanarak, bu fonksiyonun sonsuzdaki eşdeğerinin x/Log x ile eşdeğerli olduğu­ nu tanıtladı (1860). L. Euler, A. M. Legendre ve C. F. Gauss bunun sanısına varmıştı, J. Hadamard ve de La Vallée Poussin bundan yararlanarak bunun ilk kesin ta­ nıtlamasını yaptı, bu tanıtlamayı E. G. Lan­ dau (1932) ve Errera (1955) yalınlaştırdı; A. Selberg ve Erdös ise 1948'de bunun doğrudan bir tanıtlamasını verdi. Asal sa­ yıların halka açık anahtar denen kriptografi* kodlarında kullanılması bunlara duyulan ilgiyi artırdı. Günümüzde, çok bü­ yük sayıların (Mersenne sayıları; 2n -1 , Fermât sayıları: 2Zn—1) asal olup olma­ dıkları, bilgisayarlar yardımıyla kısa süre­ de anlaşılabilmektedir. Bu konuda en ye­ ni çalışmalar, D. Slowinski, H. Nelson, L. Adleman, R. Rumely, H. W. Lenstra, H. Cohen tarafından yapılmıştır Bilgisayarlar­ dan özellikle, var olan bütün yöntemleri bi­ reşimli duruma getirmede ve algoritma­ lar kurmada yararlanılır; bu algoritmalar, sonlu sayıda işlem yapan testlerin art ar­ da gelişiyle, y2 = x3 + k gibi Diophantos denklemlerinin çözümünü (katsayıları tamsayı olan x ve y türünden polinom denklemlerin tamsayı çözümleri) ya da, bugün R. Tljdeman tarafindqp hemen he­ men çözüme kavuşturulmuş x P -y ‘>=1 Catalan sanısını verir.



2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 100



Açıklamalar: 1. çizelgedeki sayılarda bulunan sıfırların sayısı, 10 un kuvvetine (üssüne) eşittir. Örneğin nonilyon amerikan sisteminde 1030 olduğundan 30 sıfır; avrupa sisteminde lO ^o ldu ğ un da n 54 sıfır içerir; 2. avrupa sisteminde kuvvetler, milyarın dışında, 6 şar 6 şar artıyor ve milyon = 10® nın kuvveti o sayıya ad vermede kuianıiıyor. Örneğin nonilyon = 1054 = (106)9 milyon (kez) milyon olduğundan nonilyon, adını 2. sütundaki 9 dan (nonus latince dokuzuncu demektir) almaktadır, kısaca 54:6 = 9 ikinci sütundaki sayıyı verir; 3. amerikan sisteminde ise, sayının binde birinin, binin yani 10** ün kuvveti, sayının adını belirler. Örneğin nonillion = 1030 dur. 1030 : 103 = 1027= (103)9 da ad yine ikinci sütundaki 9 dan gelm ektedir; kısaca (30—3) : 3 = 9, ikinci sütunu verir. Bu sistemde kuvvetler 3 er 3 er artıyor.



SA Y IC I a. Vergi almak için hayvan sayı­ mı yapan kimse. —Kâğ. san. Yaprak sayıcı, ebat kâğıtla­ rından oluşan bir yığındaki yapraklan sa­ yarak yirmi beş, beş yüz ya da beş yü­ zün katları kadar yapraktan oluşan paket­ lere ayıran aygıt. S A Y IK L A M A a. Sayıklamak eylemi. S A Y IK LA M A K gçz. f. Bilinçsiz olarak ve genellikle anlamsız sözler söylemek: Yük­ sek ateşin etkisiyle bütün gece sayıkladı. Uykuda sayıklıyor. ♦ g.f. Bir şeyi, bir kimseyi sayıklamak, istenen, özlenen bir şeyi, bir kimseyi di­ linden düşürmemek, sürekli ondan söz et­ mek: Bütün kış güzel bir tatil sayıkladı. Bu çocuğu bırakıp bırakıp gitme, bütün gün seni sayıklıyor. S A Y IL A B İL İR sıf. Dilbil. Sayılabilir, yani tekil/çoğul karşıtlığı olan kişi ya da nesne adlarını belirtmek için kullanılır. (Karşt. SA­ YILAMAZ.) Sayılabilir adların önüne bir asıl sayı sıfatı gelebilir. —Küm. kur N doğal tamsayılar kümesi ile bijeksiyon haline getirilebilen bir küme için kullanılır. —ANSİKL. Küm. kur. Sayılabilir bir küme, elemanları sayılabilen, yani bir [a-ı, a2 , ■••) listesi biçimine konabilen bir kümedir Sez­ giden esinlediğimizin tersine, bütün kü­ meler bu biçimde sayılamaz. (— KÖŞEGENEL akıl yürütme.) Aşağıda, sayılabilir kü­ meler ( K 0 kardinalii) üzerine esaslı sonuç­



lar ifade edilmiştir: sayılabilir bir kümenin her parçası en fazla sayılabilirdir; her son­ suz kümenin sayılabilir bir altkümesi var­ dır (bu son sonuç seçim" betilinin tanıt­ lanmasını zorunlu kılar); en fazla sayılabi­ lir sayıdaki kümelerin en fazla sayılabilir birleşimi en fazla sayılabilirdir. S A Y IL A M A a. Sayılamak eylemi, işlemi. —Arit. Doğal tam sayıları, sonra da uzat­ mayla ondalıkları ve genişletmeyle gerçek sayıları yazmaya ve okumaya olanak sağ­ layan yöntem. (Bk. ansikl. böl.) —Mat. ve Mant. Sayılama simgeleri, sa­ yıları bir sayılama sisteminde gösterme­ ye yarayan simgeler (harfler, rakamlar vb.). —ANSİKL. Arit. • Çağdaş sayılama sistem­ leri. Günümüzde, 6ir sistem bir sayılama tabanının keyfi olarak seçimiyle (bu taban, rakam denilen, kullanılacak simgelerin sa­ yısına eşittir) ve kimi basamak kurallarıy­ la belirlenir. Seçilen a tabanı 1 den büyük bir doğal sayıdır ve bundan sonra a dan küçük ilk a tane sayıyı göstermek ve ad­ landırmak için değişik a işaret ve a ad seçmek gerekir, a = 10 olması halinde, yaygın biçimde kullanılan, kökeni hemen muhakkak ki parmak sayısı olan onluk ya da ondalık sayılama sistemi sözkonusu olur. Bu durumda kullanılan simgeler 0, 1, 2, 3, 4, 5, 6, 7, 8 ve 9 dur. Onluk sayılama sisteminde bir kümenin elemanlarını saymak için onluk kümeler, on tane onluk kümeden yüzlük kümeler, on tane yüzlük kümeden binlik kümeler, işlem sürdürülerek on binlik, yüz binlik, milyonluk vb. kümeler oluşturulur. Böylece onluk sayılama sistemi, biri öbürünün on katı olan sayılardan kümeler yapılarak elde edilir. Sağdan birinci rakam, sayılamada onluk kümeler yapıldıktan sonra ar­ tan onluk küme elemanının sayısını gös­ terir; bu, sayının birler basamağıdır. Sağ­ dan ikinci rakam, sayılamada yüzlük kü­ meler yapıldıktan sonra artan onluk küme elemanlarının sayısıdır; bu, sayının onlar basamağıdır. Sağdan üçüncü rakam yüz­ lük kümeler yapıldıktan sonra, artan yüz­ lük küme elemanı sayısıdır, bu, sayının yüzler basamağıdır vb. Her rakam hemen sağındakinin on ka­ tı bağıl değer taşır. Onluk sayılamada sağdan ilk üç raka­ mın oluşturduğu küme birler bölüğü'dür. Daha sonra gelen sağdan üç rakam bin­ ler bölüğü'nü oluşturur Sonra milyonlar, milyarlar vb. bölüğü gelir. Sayıların okunmasında en çok üç ra­ kamlı bir sayının okunmasını bilmek yeterlidir. Sonra bunların arkasından binler bölüğünde bin, milyonlar bölüğünde mil­ yon, milyarlar bölüğünde ise milyar vb. sözcüğünü eklemek gerekir. Böylece sa­ yı, rakamları sağdan üçer üçer ayırmak­ la okunur. Örneğin 238 760 459 sayısı: iki yüz otuz sekiz milyon, yedi yüz altmış bin, dört yüz elli dokuz diye okunur, a = 2 halinde, hesap makinelerinde, özel­ likle elektronik bilgisayarlarda, teknolojik nedenlerle kullanılan ikilik sayılama siste­ mi sözkonusu olur. Bu durumda kullanı­ lan rakamlar 0 ve 1 dir. Hesap makineleri 8 tabanlı ya da oktal sistemden yararla­ nırlar. a = 12 halinde, on ikilik sayılama sistemi sözkonusudur, kullanılan simgeler 0, 1, 2, ..., 9 rakamlarına a ve 8 eklenerek elde edilen on iki rakamdır. Bu sistem ticarette kullanılır (düzine ve grosa), a = 60 halinde, zaman ve açıları ölçme­ de kullanılan altmışlık sistem sözkonusu­ dur. Çok küçük bir taban seçimi sayıların ya­ zımında çarçabuk çok büyük sayıda ra­ kam kullanılmasına neden olur (2 tabanın­ da 9 sayısı 1 001 biçiminde yazılır). Pek büyük bir tabanın seçimi çok sayıda sim­ genin gerekliliğine neden olur. Doğal tamsayıların yazılı gösterimi, her doğal sayının bir tek biçimde, seçilen ta­ banın kuvvetlerinin doğrusal devşirimi bi­ çimine konacağı, niteliğine dayanır, dev­ şirimin katsayıları tabandan sıkı küçük do-



ğal sayılardır (bu doğal sayılar sıfır olabilir). Örneğin 10 tabanında: 1 789 = 1 x 103 + 7 x 102 + 8 x 10' + 9 x 10°. 9 u 2 tabanında yazmak için: 9 = 1 x2 3 + 0 x 2 2 + 0x2' + 1x2° elde edilir, buna göre 9 un 2 tabanında yazılışı: 1 001 dir. Herhangi bir a tabanında, her x sayısı x = b „ + b, a + i>2 a2 + ... + b„a" bi­ çiminde yazılabilir, burada bi ler a dan sı­ kı küçük doğal sayılardır ve b „ sıfır değil­ dir; bu durumda i_ ı_ ı_ taban a X = bn b n_1 ... b0 yazılır; genellikle karışıklık yaratmazsa ta­ ban gösterme işareti kaldırılır, buna göre * = bn b n -l - b0 dır. Aynı bir sayılama sisteminde x = b0 + b, a + b2 a2 + ... + bna" t« y=fc>o + b{a + b ia 2 + ... + b ^ a m ile yani x = b nö „_ 1 ... b0 ve y= b'mb^_-i ... bf, biçiminde verilmiş x ve y gibi iki sayı bu durumda karşılaştırılabilir. n < m ise, x < y dir. m < n ise, y < x tir. m = n ise, bu durumda t>, * b { olan en büyük /' tamsayısı aranır, x ve y de bu i sı­ rasının b, ve b/katsayısı ile aynı büyüklük sırasındadır. Sayıların okunuşu şöyle olur: örneğin bir kez a = 10 (on) tabanı ve ilk 10 sayı seçilir, sıfır, bir, iki dokuz, sonra on bir, on iki on dokuza kadar, iki on, iki on bir, iki on iki dokuz on dokuza kadar sürer, sonra tabanın karesi için bir ad ya­ ni yüz seçilir, sonra böylece tabanın kü­ püne yani bine kadar sürdürülür vb. Ama dillerin gelişimi, yirmi, otuz doksan vb. kesin sözcükler getirmiştir. Ayrıca birçok tabanın birlikte kullanılması, ek sözcükle­ rin seçimini önlemeyi olanaklı kılmıştır; ör­ neğin 10 un dördüncü ve beşinci kuvvet­ leri için on bin ve yüz bin denir. Bundan başka çeşitli dillerde yörelere göre deği­ şik adlandırmalara da rastlanır: Örneğin bin yüz yerine on bir yüzü yeğlerler. Bugün, 26 sözcük, 10'2 den küçük, bütün doğal sayıları adlandırmayı olanaklı kılar. Pratikte bu yeterlidir, çünkü çok bü­ yük sayılar için, 10 un kuvvetlerinin kulla­ nımı sistemli duruma gelmiştir. Doğal sayıların yazılmasını belirledikten sonra, daha sonraki aşama ondalıklara geçmektir. Üs olarak, negatif sayıların kul­ lanılması tamsayılar sistemini ondalıklara genişletmeye olanak vermiştir. Yeni bir simgenin alınması (bizde ve Avrupa’da virgül, Anglosaksonlar'da ve hesap ma­ kinelerinde nokta), pozitif üslü katsayıla­ rı, negatif üslü katsayılardan ayırmak için gerekli olmuştur. Örneğin 52,032 = 5 x 10' + 2 x 10° + 0 x 10“ ' + 3 x 10“ 2 + 2 X 1 0 "3. Sağda negatif üslü katsayılar dizisi ya da ondalık kısım bulunmaktadır (her katsayı­ ya bir ondalık denir) ve solda pozitif üslü katsayılar dizisi ya da tam kısım (bu sıfır elemanına indirgenebilir) bulunur. Şimdi bununla birlikte gösterim bir tek biçimde değildir, çünkü ondalık kısımda, daima di­ ziyi sıfırlarla sürdürmek olanaklıdır (52,032, 52,032 0 ya da 52,032 00 biçimin­ de yazılabilir vb.). Pratikte, onun kuvvet­ lerinin kullanılması yeğlenebilir; gerçekten bütün ondalık sayılar a-10P biçimine ko­ nabilir, burada a ile p bağıl tamsayılardır. Gerçek sayılara genişletme, sınırsız on­ dalıklar denen dizilerle, yani ondalık kıs­ mın katsayılar sayısı sonsuz olan dizilerle yapılır. Ama pratikte, böyle yazma biçim­ leri yararsızdır ve bunlar için, olanaklı ise oransal biçimde yazış (0,333... yerine - g - ) ya da zr, V2 vb. yazışlar yeğlenir. On tabanlı sistemde ondalık sayılar için kullanılan yöntem öbür tabanlara ge­ nişletilir. • Tarihçe, insanlar bir eşya koleksiyonuna



pek erken çağda, işaret ya da nesnelerden oluşan bir grup eşlik ettirmeyi bilmişlerdir: ormanda, kemik üzerinde ya da kumda işaretlenmiş çizgiler, çakıl yığını, el ya da baş işaretleri gibi. Böylece sümer çoban­ ları koyunlarının doğumunu, yitimini, satım ve alimim, sürünün her hayvanını bir kil zarf ya da küp içine konmuş kilden bir koniyle (calculi) göstererek tutarlardı. Aşağı Mezo­ potamya'da ilk kent yerleşimlerinin karma­ şık ekonomisi, daha düzenli bir sistem ge­ rektiriyordu: küp üzerine, calculilerle aynı işaretleri gösteren işaretler konuyordu. Bu işaretlerin var olma nedeni kalmadığından, bunlar azar azar ortadan kalktılar ve küp­ lerin yerini ilk sayısal tabletler aldı. Dolayı­ sıyla yazılı sayılamalar, hemen hemen I.Ö. 3300’e doğru Mezopotamya’da ve İ.Û. 3200'e doğru Mısır'da ilk yazı biçimleriyle aynı zamanda ortaya çıktı. Babil sayılama sistemi, 60 tan büyük sa­ yılar için bir basamak ilkesiyle, karışık (10 tabanı ve 60 tabanı) bir sistemdir Biri gös­ teren 1 ile 10 sayısını gösteren < den olu­ şan farklı ancak iki simge kullanılır. 1 sim­ gesi 2 den 9 a kadar sayılar için yinelenir ve 11 den 59 a kadar olan sayıları göster­ mek için 10 simgesiyle birlikte kullanılır. Örneğin 7 424 (= 2 x 3 600 + 3 x 60 + 44) sayısı



halef



S



a



1



bet



0



b.v



2



kaf



gim el



J



g



3



lamed



?



dalet



n



d



4



mem



D



he



n



h



5



nun



i



vav



1



w,v



6



samek



birler



onlar



binler



10 A



100 y



1!



20



200 ^



Ul



30 A







4 0 4



“ 1



50



1



I



Â



yüzler



y



300



1000 Jj ıı 2 000 1 3 0 00



0 0 500



y



5 000



6



şo ÜJ



600



"y



6 000



2 i.



70



700



S =



80



J| J iii"



8 00



i ,



7 000



""j



9 ÜL. 90 = : 900



-—l



15, X X F H A r =



1



a '



10



t'



100



p'



r



20



x'



200 7 '



2 000



,(3



3



r



30



X'



300



3000



ty



4



6'



40



V*



400



4000



,6



5



£'



50



v'



500



?'



5000



te



6



CT



60



V



600



X'



6 000



70



o'



700



Y



7 000



T,'



80



9



6'



90



4/



şin tav



n



50



sonda



D



s



60



7



ö



70



sonda nun



P.f



80



sonda fe



t



9



tsadi



s



90



sonda tsadi



S X



sonde mem □ Í *1



'+



500



m



600



n



700



p.f



800



S



900



İ



-t A %



10 -+-



100) + (8



400



kh



ra



9



+ (9



A



300



th



V III IX X L C D M



8 9 10 50 100 500 1000



s5



9h&



İbrani sayılanıası



1000



%



\



200



100



10) 2



I



1000



biçiminde yazılıyordu. 10 0 0 0



=



?



=



brahm i (I.Ö



III. yy.)



1^ u'



-1



7 4



a



M



C



d



t



«1







hindu (İ S. V yy )



devanagarı sanskrıtçe (Hint)



I



H / * O 'İ



H



V



A



o



Doğu Arapları'm n rakamları



I



J t T T S 7 $1 »



r



Batı A rapları’mn rakamları



binler



2



8



30 40



100



r



2 615



i ooo



7



I m



q



biçiminde yazı­



•yüzler '



onlar



fe



S



Attike sisteminin yerini gitgide, abece­ sel, toplamalı, basamaksız, yunan abecebirler



reş



— 7'yi, '= '19'u, ^ 3 4 0 'i yani, 17 x 20 + 0



8 0 0 0 iiix



labilir Eski Yunan'da iki sayılama sistemi kul­ lanılmıştır. 10 tabanlı attike sistemi dokuz simge İçermektedir: ilk dört rakam için I, II, III, HU simgeleri, sonra penta'nın (beş) T, deka’nın (on) A , hekaton'un (yüz) H, khilioi'nln (bin) X ve 10 000 için myrioi' nin (on bin) M baş harfleri. Öbür sayılar aşağıdaki dokuz simgenin devşirimlerini içermektedir: 50, A r =



kof



20



Mayalar'da, sayıların yazılması özellik­ le takvimlerde kullanılıyordu ve iki simge­ den meydana geliyordu: biri gösteren nokta ., beşi gösteren çizgi —. Bu, bir ba­ samak ilkesiyle sistemli biçimde sıfırı kul­ lanan karışık (5 tabanı ve 20 tabanı) bir sayılama sistemidir.



_



-



ayin



8



I II III IV V VI V II



1 2 3 4 5 6 7



Böylece 653 III nnnnn | | | , 321 245



F



10



kh



sinin 24 harfinden ve başka 3 işaretten oluşan onluk iyon sistemi aldı. ibraniler, Yunanistan’da kullanılmış ola­ na benzer abecesel bir sayılama sistemi kurmuşlardır (bk. üstteki tablo). Roma'da kullanılan sistem önceki sistem­ den açıkça daha yalındır; akılda tutulacak ancak dört V X, L, D simgeleri vardı, bu du­ rum, hemen hemen iki bin yıl edebiyatta, teolojik ve bilimsel literatürde ve ticarette bu sistemin alıkonmuş olmasını açıklayabilir:



9000



93 î < M \



7



X



Hiyeroglifik sayılama sistemi onluktur ve 10 un her kuvveti için özel bir simge kul­ lanır. Bu sistem ek bir ilkeyle düzenlenmiş­ tir, yani bir sayının yazılmasını oluşturan değişik simgelerin değeri, sıra işe karış­ madan toplanır.



lllll



z h



P 1 t? n 1



y



a



bir'i gösterir. Çinliler, geleneksel olarak 10 tabanlı bir sistem kullanıyorlardı, değişik simgeler 10’un değişik kuvvetlerini gösteriyordu (bk. sağdaki tablo). Her düşey grupta, tek basamaktaki her simge ardılıyla çarpılmış­ tır. Böylece 1 982



4 000



”1



5



n a



tet



11 111 < < 1111 biçiminde yazılır. Mısırlılar iki yazı sisteminden yararlanır­ lar, biri resimsel hiyeroglifik, öbürü papi­ rüs üzerine yazmaya daha yatkın işlek hieratik yazı:



T



zayin het



yüzler



o n la r



b irle r



,a



I



S ^ ^ < 4



b



8



2



XI yy. (apiceler)



ı



p



r i(o °



X II. yy .’ın rakamları



) 7 5 4 < < i ' U 9 0 X III yy.’ın rakamları



800 ÜJ '



8 0 0 0 ,T¡



900 7 V



9000



,6



1



2



3



4



5



6



bugünkü rakam lar



7



8



9



0



hindu sisteminin bugün "atap” rakamları denen rakamlara kadar



ğal sayılardır (bu doğal sayılar sıfır olabilir). Örneğin 10 tabanında: 1 789 = 1 X 103 + 7 x 102 + 8 x 101 + 9 x 10°. 9 u 2 tabanında yazmak için: 9 = 1 x 23 + 0 x 22 + 0 x 2 1 + 1 x 2 ° elde edilir, buna göre 9 un 2 tabanında yazılışı: 1 001 dlr. Herhangi bir a tabanında, her x sayısı x = + b. a + b2 a2 + ... + b„an bi/Ç lm inde yazılabilir, burada b, ler a dan sı­ kı küçük doğal sayılardır ve ö „ sıfır değil­ dir; bu durumda r — r ---------------- r — taban a x — bn b n_ı ... bQ yazılır; genellikle karışıklık yaratmazsa ta­ ban gösterme işareti kaldırılır, buna göre X = b „ b n _ , ... b0 dır. Aynı bir sayılama sisteminde x = 60 + 6, a + b2 a2 + ... + b „a " ve y=t>o +6,'a + b^a2 + ... +b^,am ile yani x = b nbn_,



b0 v e y = b ^ _ - ,



b{,



biçiminde verilmiş x ve y gibi iki sayı bu durumda karşılaştırılabilir. n < m ise, x < y dir. m < n ise, y < x tir. m - n ise, bu durumda b, * b ' olan en büyük i tamsayısı aranır, x ve y de bu i sı­ rasının bı ve b i katsayısı ile aynı büyüklük sırasındadır. Sayıların okunuşu şöyle olur: örneğin bir kez a = 10 (on) tabanı ve ilk 10 sayı seçilir, sıfır, bir, İki dokuz, sonra on bir, on iki, ..., on dokuza kadar, iki on, iki on bir, iki on iki, ..., dokuz on dokuza kadar sürer, sonra tabanın karesi için bir ad ya­ ni yüz seçilir, sonra böylece tabanın kü­ püne yani bine kadar sürdürülür vb. Ama dillerin gelişimi, yirmi, otuz doksan vb. kesin sözcükler getirmiştir. Ayrıca birçok tabanın birlikte kullanılması, ek sözcükle­ rin seçimini önlemeyi olanaklı kılmıştır; ön neğin 10 un dördüncü ve beşinci kuvvet­ leri için on bin ve yüz bin denir. Bundan başka çeşitli dillerde yörelere göre deği­ şik adlandırmalara da rastlanır: Örneğin bin yüz yerine on bir yüzü yeğlerler. Bugün, 26 sözcük, 1012 den küçük, bütün doğal sayıları adlandırmayı olanaklı kılar. Pratikte bu yeterlidir, çünkü çok bü­ yük sayılar için, 10 un kuvvetlerinin kulla­ nımı sistemli duruma gelmiştir. Doğal sayıların yazılmasını belirledikten sonra, daha sonraki aşama ondalıklara geçmektir. Üs olarak, negatif sayıların kul­ lanılması tamsayılar sistemini ondalıklara genişletmeye olanak vermiştir. Yeni bir simgenin alınması (bizde ve Avrupa'da virgül, Anglosaksonlar'da ve hesap ma­ kinelerinde nokta), pozitif üslü katsayıla­ rı, negatif üslü katsayılardan ayırmak için gerekli olmuştur. Örneğin 52,032 = 5 x 1 0 ’ + 2 x 1 0 ° + 0 x 1 0 “ ' + 3 x 1 0 -2 + 2 x 10~3. Sağda negatif üslü katsayılar dizisi ya da ondalık kısım bulunmaktadır (her katsayı­ ya bir ondalık denir) ve solda pozitif üslü katsayılar dizisi ya da tam kısım (bu sıfır elemanına indirgenebilir) bulunur. Şimdi bununla birlikte gösterim bir tek biçimde değildir, çünkü ondalık kısımda, daima di­ ziyi sıfırlarla sürdürmek olanaklıdır (52,032, 52,032 0 ya da 52,032 00 biçimin­ de yazılabilir vb.). Pratikte, onun kuvvet­ lerinin kullanılması yeğlenebilir; gerçekten bütün ondalık sayılar a-10P biçimine ko­ nabilir, burada a ile p bağıl tamsayılardır. Gerçek sayılara genişletme, sınırsız on­ dalıklar denen dizilerle yani ondalık kıs­ mın katsayılar sayısı sonsuz olan dizilerle yapılır. Ama pratikte, böyle yazma biçim­ leri yararsızdır ve bunlar için, olanaklı ise oransal biçimde yazış (0,333... yerine



pek erken çağda, işaret ya da nesnelerden oluşan bir grup eşlik ettirmeyi bilmişlerdir: ormanda, kemik üzerinde ya da kumda işaretlenmiş çizgiler, çakıl yığını, el ya da baş işaretleri gibi. Böylece sümer çoban­ ları koyunlarının doğumunu, yitimini, satım ve alimini, sürünün her hayvanını bir kil zarf ya da küp içine konmuş kilden bir koniyle (calculi) göstererek tutarlardı. Aşağı Mezo­ potamya'da ilk kent yerleşimlerinin karma­ şık ekonomisi, daha düzenli bir sistem ge­ rektiriyordu: küp üzerine, calculilerle aynı işaretleri gösteren işaretler konuyordu. Bu işaretlerin var olma nedeni kalmadığından, bunlar azar azar ortadan kalktılar ve küp­ lerin yerini ilk sayısal tabletler aldı. Dolayı­ sıyla yazılı sayılamalar, hemen hemen İ.Ö. 3300'e doğru Mezopotamya'da ve İ.Ö. 3200'e doğru Mısır'da ilk yazı biçimleriyle aynı zamanda ortaya çıktı. BabiI sayılama sistemi, 60 tan büyük sa­ yılar için bir basamak ilkesiyle, karışık (10 tabanı ve 60 tabanı) bir sistemdir Biri gös­ teren 1 ile 10 sayısını gösteren < den olu­ şan farklı ancak iki simge kullanılır. 1 sim­ gesi 2 den 9 a kadar sayılar için yinelenir ve 11 den 59 a kadar olan sayıları göster­ mek için 10 simgesiyle birlikte kullanılır. Örneğin 7 424 (= 2 x 3 600 + 3 x 60 + 44) sayısı



halef bet gimel dalet



birler



1



onlar



binler



I 10 A



yüzler



100 y



1000



Jj



2



İl



20 Â



200 y *



2 000 i



3



lll



30 A



300



3 000



4







40—



400 ! x



4 000



5



“ I



50 ”1



500



5 000



00 ü -l



600



70



700



80



8 00



6



'L



7 8 =



9