"Nesimi, Niyazi" MEB İslam Ansiklopedisi C9 [9] [PDF]

  • 0 0 0
  • Suka dengan makalah ini dan mengunduhnya? Anda bisa menerbitkan file PDF Anda sendiri secara online secara gratis dalam beberapa menit saja! Sign Up
File loading please wait...
Citation preview

İSLÂM ANSİKLOPEDİSİ İ SLÂM ÂLEMİ TARİH, C O Ğ R A F Y A , E T N O G R A F Y A VE B İ Y O G R A F Y A LÜGATİ



MİLLİ EĞİTİM BAKANLIĞININ KARARI ÖZERİNE İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ EDEBİYAT FAKÜLTESİNDE A. ADIVAR R. ARAT A. A T EŞ 1. KAFESO ĞLU, T. YAZICI T A R A FIN D A N LEYD EN T A B ’I E S A S T U T U L A R A K T E L İF , T Â D İL , İK M Â L ve TERCÜ M E S Û R E T ÎY L E



n e ş r e d il m iş t ir



o. c ı ı . r NABA5 -



RÜZZÎK



D E V L E T K İT A P L A R I



İSTANBUL M İLLÎ EĞİTİM BASIM EVİ i 964



20Î>



NESÎB — NESİMİ.



Mesnevilerde tesadüf edilen bâzı tasvirî par­ çalar ile {ok mahdut sayıdaki gek-âvâz gazel* 1er bir tarafa bırakılırsa, divân şiirinin hârici âlem ve tabiata en fazla açılmış cephesini teş­ kil etmesi bakımından, nesihlerin husûsî bir ehemmiyeti vardır. Tabiatın veya hârici âle­ me âit başka bir mevzuun en etraflı şekilde ele alınışını bu parçalarda görmek mümkündür. Bâzan tercf-I bendlerin başında rastlanan tas­ virî kısımların kasidelerdeki neslb tarzının te’siri ile meydana geldiği söylenebilir. Bâzı şâir­ ler nesihlerinde her hangi bir mevsim, gece ve gündüz tasviri gibi, umûmî meyzûların dışına çıkarak bir coğrafî mevkii veya şehri anlat­ mak süreriyle, daha husûsî mevzûları ele al­ mışlardır ( msl. Nedim ’in İstanbul, FuzÛli 'nin Bagdad, Rûhî’ninŞam, Nef’i ’nin Edirne kasi­ deleri ile Fehîm'in Nil kasidem). Nedim, İb­ rahim Paşa hakkında yazdığı Hammâmige adı ile mârûf kasidesinin nesîbinde hamamda yı­ kanan bir güzelin tasvirini yaparak, çok husû­ sî bir mevzuu işlemiştir. . . . ■ Divân şiirinde gazel-i müzeyyel denilen ve küçük bir kasideyi andıran bir şekil vardır ki, Önce sevgili, aşk, sâkî ve bâde gibi mevzûlar üzerinde bir gazel tertip eden şâirin mahlası­ nı zikrettiği maktâ beyitinden sonra, zeyil mâ­ hiyetinde bir kaç beyit ilâve ederek, bu parçada.bir büyüğü medhetmesinden ibârettir. Ga­ zel-i müzeyyeün kasideden farkı beyit sayısı­ nın ı $ ’ten aşağı olması (zâten bunun için ga­ zel-i müzeyyel denilmiştir ) ile medhiye kısmı­ nın kısalığı ve fahriyeye yer verilmeyişidir. B i b l i g o g r a f y a ı Merinde gösterilen­ lerden başka bk. bir de Mehmed Mihrî, Fenn­ i bedî ( İstanbul, ts.), s. 5J ; Gibb, A Historg of Ottoman Poetrg ( London, 1900 ), I, 83—87 ( trk. trc. Osmanlı şiiri tarihi, İstan­ bul, 1943, I,, 77—80); Fuad Köprülü, T ark edebigatı tarihî (İstanbul, 1921), 2. kitap, s. 195—199; Calâl Humffî, Tarlh-i adabigât-i Iran (Tebriz, 1348), I, 69—73; Tahânavi, Kaşşaf iştilâhüt al-funän (Kalküle, . 1854—1862), 1— II, mad. taşbib, ¿a xa i) s A, ; F. Mehren, Die Rhetorik der Araber ( Wien, ■ 1853 )» s. 142—146; Rückert-Pertsch, Grammatik, Poetik und Rhetorik der Perser ( Gotha, 1874), s. 57—64; Kudäma b. Ca'far, Nakd al-şîr (İstanbul, 1302), s. 42— 46* İbn Raşik, al- Umda f l şinâ'at a l-şfr. . . ( Ka­ hire, 1374 ), 1, 225, 231 v.d.; II, 116—128} W. Ahlwardt, Ueber Poesie und Poetik der Araber (Gotha, 1856); G. von Grünebaum. Kritik und Dichtkunst. Studien sur arabische Litteraturgeschichte ( Wiesbaden, 1955 ) ; Şibli Nu'mini, Adabiyät-i manxSm-i Iran (frs. trc. Sayyid Muhammed Talf i ), Tahran,



1314; Z, Mu'taman, Ş fr u, adab-i /Srs'i ( Tah­ ran, 1332); Ethe Neupersische Literatür { Grundr. der İran, Philol., 1896—1904, II); J. Arbery, Çlassicat Persian Literatüre (Lon­ don, 1958 ); J. Rypka, Iranische Literatürge­ schichte ( Leipzig, 1959)} ' (Ö mer F aruk A k On.) NESÎBÎN. [Bk. NASİBİM.] NESİH. NASH (A.), n-s-h ’um. 1. m a a d a n olup, ıstılah olarak n( mukades bir metnin) İl­ gâsı“ manasına gelir. Bk. mad. KUR'AN, 3. NESÎM.NAŞÎM, Dayâ Şankar K a u l (1 81 1 —1843), Atîş ’in nezâreti altında şiir san’atini öğrenmiş olan K a ş m i r i P a n d i t, şöhreti 22 yaşında yazmış olduğu Gulsâr-l Naslm adlı manzûm eserden gelmektedir. Bu eser, Mir Ha­ şan 'in Sihr al-hayan 'ma çok benzemekte olup, ordu dilinde yazılmış manzfim eserler arasında, umfimiyetle, ikinci yeri almaktadır. Nasinı, bir de Binbir gece masallarını ordn diline çevirmiş­ tir; kendisi ordu dili kullanan büyük mesnevi müelliflerinden sayılmaktadır; aslen hindû olnp da,ordu dilinde yazan sayısı az müelliflerdendir. B i b l i g o g r a f g a ı T. Grahame Bai­ ley, Historg o f Urdu Literatüre (1932); Ram Babu Şaksenâ, Historg o f Urdu Literatüre (1927); Garcin de Tassy, Histoire de ta litterature hindoue et kindoustanie ( 1870). . (G. E. L eeson.) NESİMİ. NASÎMÎ, S ayy IÖ 'İ mâd a l -DIn, s û f î bi r t ü r k ş â i r i olup, hayatı hakkında pek az mâlfimat vardır, İbn Haear al-'Askalâni, InbS al-ğumr bl abnS al-umr adlı ese- rinde Fail Allah Hurüfi'den bahsederken, Ne» sîmî’yi de anar ve onun al-Malik a!-Mu‘ayyad Sayf al-Din zamanında, 821 (14 18 )'de, Ha» leb'de, derisi yüzülerek, öldürüldüğünü söyler. Latifi ( Tezkire, İstanbul, 1314, s. 332 v.d.l’ye göre, şâir Bagdad civârında Naslm adlı nâhiyede dünyaya geldiği için Nesimi mahlasını almıştır (bk. bir de Haşan Çelebi, Tezkire, Üniversite kütüp., nr. TY 2525). Kendisi şeyh Şibli’nin dervişlerinden olup, sonradan Fazl Al­ lah 'a intisap etmiştir; Anadolu'ya gelişi Sul­ tan Murad(her hâlde Hüdâvendigâr) zamanın­ dadır. Kardeşi Şah Handan »sırrı ifşa" etme­ mesini tenbih ettiği hâlde, Nesîmî, mesnevi tar­ zında bir şiir ile cevap vererek, buna taham­ mülü kalmadığım bildirmiştir. Şâirin hurûfi de­ ğil, nimetuliâhî olduğunu, fakat hurûf bilgisine vukfifu bulunduğunu, Latifi, Afanâfcib al-vSşL tin adlı tür kitaba atfen, bildiriyor ise de, bu tezkiresinin Nesimi hakkında verdiği malûmca itimat edilemez. Evvelâ Bagdad civârında bu­ gün Nesim adlı bir nâhiye bulunmadığı gibi, Mıi cam al-buldün 'da da bu isimde bir yerden bahsediimemekte ve Nesîmî mahlasının böyle



NESİM İ — N E S T Û R ÎL E ft bir mahalle nisbet dolayısı ile alınmadığı anla* yılmaktadır. Diğer taraftan G aybî Sun’ullah ( Sim. 1661 'den sonra ), Sokbet-nâme adlı ese­ rinde, Nesîmî'nin A nadolu'ya gelince, kendi­ sini Hacı Bayram Velî ( Sim. 8 33= 14 2 9 )’nin kabûl etmediğini anlatır ve şâirin başına gelenin de bu gönül kırgınlığından mütevellit olduğu­ nu belirtir. Refiî, Beşâret-nâme ( Oniv, kütüp., nr. T Y 3 1 0 , 113)»,beyit ıı) 'd e Nesîmî'nİn Mesih gibi çok seyahat ettiğini kaydetmiştir. Muhammed b. Râğib b. Mahmüd b, Hâşim al-Tabbâh al-Halabi ( I'lâm al-ntıbalâ' bi-târıh H alab alşahbü’, 111, 15 v.d,), Nesîmî'nİn 820—824 sene­ lerinde Haleb niyabetinde bulunan emir Y aşBeg zamanında, derisi yüzülmek sûretiyie, öl­ dürüldüğünü söylemekte, hattâ katline fetva veren ve idâmı için müzâkere ve yardımda bulunanların isimlerini bildirmektedir. R efli: ~ı,N esîraî elimden tutmasaydı, bilgisiz kalır­ dım“ dedikten sonra, onu —,,'imâd al-dın, f a i l- i Huda ve sirr-i M u rta ii“ — diyerek, medheder. ‘Jftıâd al-D in ’in asıl isim olmadığına ve sirr-i M urtaiâ terkibinin delâletine göre, Nesîmî ’nin Ali ismini taşımış bulunduğu hatıra gelebilir ( başka bir rivayet için bk, Osmanlt m üellif­ leri, II, 432). Nesîmî, A şık Çelebî ( Tezkire, Üniv. ¡kütüp., nr. T Y 2406; 166»)’ ye göre diyarbekirli, Rizâ-ffuli Han Hidâyat {R iy â i al‘aşikin, Tahran, 1305, s. 235) ’e göre de, şîrazlıdır. Hüseyin Baykara, Macülis al-u şşak:'ta Ne­ sîmî'nİn ölüm tarihini 837 (14 32) olarak göste­ rir. Bütün bu muhtelif rivâyetler arasında doğ­ ru.olan cihet adının ‘fmâd al-Din, mahlasının Nesîmî olduğu, H aleb’ de derisi yüzülerek öl­ dürüldüğüdür. Te’lif tarihi 8 11 olan Beşâretnâme ( ı i 3 b, beyit 9) Nesîmî *nin yıllarca zin­ danda, bağlı tutulduğunu söylüyor ve onu ,,şahid-i :aşk-i Fazl-i şu ’ S-calâl“ diye anıyor ki, bu da şâirin 8 11 ’den evvel öldürüldüğünü göster­ mektedir. Nesîmî bilhassa bektâşîler ile vahdet-i vü­ cût akidesini benimsıyen sufîler tarafından bü­ yük bir sûfî olarak kabûl edilmiş, hakkında bir çok menkıbeler meydana getirilmiştir. Bunlar arasında onun, yüzülen derisini sırtına alıp, Ha­ leb'İn 12 kapısından çıkarak, sırrolduğu men­ kıbesi de vardır. Nesîmî 'nîn D ivân ’ 1 basılmış (İstanbul, 1260, 1298 v.b.J ise de, bu baskılar bir çok yanlışlar ile doludur. Divân 'ın tenkitli bir tab’ına ihtiyaç vardır. Nesîmî divânının yaz­ maları için bk, İstanbul kitaplıkları türkçe y a t ­ ma divânlar katalogu, İstanbul, 1947, I, 13— ■17; Bursalr Tâhir, Osmanlt m üellifleri, II, ”432 : v. dd,}. Şiirde büyük bir kudret gösteren Nesîmî, ekseriya kendi akidesini telkine çalış­ makla beraber, lâdinî ve âşıkane gazeller de yazmıştır. Kendisinin ayrıca tuyuğları ve bir di­



vân teşkil edecek miktarda farsça gazelleri mev­ cuttur. Bunlar üzerinde henüz İlmî bir tarzda durulmuş değildir. Nesîmî 'nin İran şâirlerini iyi bildiği anlaşılmakta ve bilhassa tasavvuf ede­ biyatında te’sirinin sürekli olduğa görülmekte­ dir. Bektâşîler Nesîmî ’yi 7 büyük İlâhî şâirden biri sayarlar. Onun geniş ölçüde bir te’sir icra ettiği, Menavino ve Ricaut gibi avrupalı sey­ yahlar tarafından da müşahede edilmiştir (F. Babinger, E l, mad. NESÎMÎ). Mukaddimat aU J^âlşü'ik adh türkçe mensûr eser Nesîm î'ye âit olarak tanınmaktadır. ( A bdölbA kî G û lp in a ru .) N E S R . AL-NASR, a k • b a b a. ö lü hayvan­ ları gagası ile parçalayıp, yemesinden dolayı bu adı almıştır. Rivayete göre, ölü hayvan etini, uçamayacak hâle gelinceye kadar, yemektedir; bin sene yaşadığı kabûl edilir. Gözleri o derece keskindir ki, avım 400 fersahtan görebilir; koku alma hassası da çok kuvvetlidir; fakat ıtriyat onun için o derece mühliktir ki, ölümüne sebep olmaktadır; uçuş husûsunda son derece daya­ nıklıdır; hayvan ve insan ölülerine saldırmak için orduları ve kervanları tâkip eder. Aynı şe­ kilde koyun sürülerini de havadan tâkip eder ; çünkü ölü doğan kuzuya çok düşkündür. Bu hu. sûsu Brehm te’yıt etm ektedir; ona göre, ak­ baba doğurmakta olan koyunlara hücûm eder. Yüksek kayalıklara yumurtlar ve rivayete gö­ re, kuluçkaya yatmaz, bu işi güneşe bırakır; fa­ kat yumurtalarının ve yavrularının yarasalar ta­ rafından kaçırılmasından çok korkar. Bu tehli­ keyi bertaraf etmek için, rivayete göre, onları çı­ nar yaprakları ile örter, ö d , beyin, et ve ke­ miklerinin tıpta kullanılışı eski çağ tıbbmdaki kullanılışına uygundur. ai-Nasr, aynı zamanda, eski bir arap ilâhının adıdır ( Weilhausen, Reste ar, Heİdentums, 2. tab., s. 23). B i b l i y o g r a f y a : Kazvİni (nşr. Wüsten­ feld), I, 424; Damirî, I! 476; îbn al-Baytâr, II. 37°* ( J - RusKA.) N E S T Â L ÎK . ( Bk. arabIstan O N E S T Û R İL E R . Birinci cihan harbinden ön­ ce Van (şarkî Anadolu), Musul (şimâlî Irak) ve Urmiye ( İran Azerbaycan! 'nin garp kısmı) ara­ sındaki dağlık hudut bölgesinde yaşamış olan hıristiyan aşiretler. Y a ş a m a s a h a l a r ı . Nestûrîlerin esâs yurt­ larını Büyük Zab ırmağının orta mecrâst bo­ yundaki sâha teşkil etmekte ve Tiyâri, Thüma, Thub, Cilü, Dizz, Url, Salabekan, Bâz v.b. gibi, dağlık Nestûrî aşiretleri burada yaşam akta idi. Layard ( N ineveh, !) bu bölge dâhilinde Büyük Zab suyunun şimâl-i şarkî—cenub-i garbî İsti­ kameti! mecrasının sa ğ tarafında bulunan Nes­ tûrî yurtlarım sayar ki, bunlar yukarı Tiyâri ( Çutnbi İle berâb er) ve aşağı Tiyâri 'nin en



N ÎŞÂPÛ R Schwarz, Iran im M itteialter nach den ara­ bischen Geographen (1896 v. dd,}, fihrist; ( Leipzig, 1929 ), I — VII, 68 ; J. Mar quart { M arkwart), Erânsahr (Berlin, 1901, Ahk■ C. W. Gött., yeni seri, IÎI/II, 47, 49, 68 v. d., 74 v.d,, 293, 3 0 1 ) i ayn, mil., A Catalogue o f the provincial capitals o f Erânsahr ( nşr. von G. Messina S. j., Roma, 19 31, Analecta Orientalia, III, ¡2 v .d .) ; C. E. Yate, Khu­ rasan andSistSn ( Edinburg—London, 1900); G. le Strange, The Lands o f the Eastern Caliphate ( Cambridge, 1905, tekrar baskı, >93), s. 382 — 388, 429 v.d .; P . M. Sykes, A sixth journeg in Persia ( Geogr. Joarn., ■ 19 11, X X X V II); H. R. d’ Allemagne, Du Khorâsân aapays des Bakktiaris ( 1 91 1 ) ; W. Barthold, Turkestan down to the Mongol Invasion (2. tab., London, 1928, GMS, yeni seri, V ), umûmî fihrist, s. 502. ( E . H o n ig m



ann



.)



N İY A . [ Bk. N İ Y E T .] N İY A Z İ. [Bk._NlYÂZİ.] N İY Â Z Î. N İY A Zİ ( i 6 î 8—1694 ), t ü r k, sû f î ve ş â i r l e r i n d e n olup, halveti tarîkatinin n i y â z î y e veya m ı s r î y e şubesini kurmuştur; bu şûbe mensuplarınca pîr olarak tanınır; kendisine Niyâzî-i Mısrî de denilir. Asıl adı Mehmed olan Niyâzî 12 rebiüievvel 1027 (8 şubat 16 18 ) gecesi Malatya ’nın Soğanlı köyünde doğdu; babası bu köyün ileri gelen­ lerinden ve nakşbendîye mensfipfarmdan Atı Çelebi 'dir. Niyâzî, kardeşi Ahmed ile beraber, tahsile başladıktan sonra, halveti şeyhlerinden Matatyaİı H üseyin’e mürid oldu. Şeyh Hü­ seyin M alatya'dan ayrılınca, Ali Çelebi Niyazi 'nin nakşbendîye tarîkatine girmesini istedi ise de Niyâzî 1048 (1638 ) 'de Diyarbekir, Mardin, Bagdad ve Kerbetâ ’ya ve oralarda 4 sene ka­ dar kalıp, Mısır ’a gitti ve Şeyhûnîye ’de kâdirî tarîkatinden bir şeyhe intisap eylediği gibi, Câmr ai-A zhar’ de de tahsil gördü; şeyhine 4 yi! hizmet ettikten sonra, bir rüyâ üzerine, 1056 (16 4 6 )'da İstanbul’a gelip, Sokutlu Meh­ med Paşa medresesinde bir hücrede irşada baş­ ladı. Bu hücre yakın zamanlara kadar Niyâzî hücresi adı ile anılır ve ziyaret edilirdi. İstan­ bul ’dan Bursa ’ya gidip, orada Veled-i Enbi­ yâ eâmii kayyimi A li Dede'nin evinde ve Ulu câmi yakınındaki medresede oturan Niyâzî-i Mısrî, yine bir rüyâ üzerine, U şak'a giderek, halvetîyenin Elmalı ’Sı Yiğit-Başı Ahmed Efendi kolundan ve Ümmî Sinan halîfelerinden Şey' Mehmed’e ve bu sırada U şak'a gelen Ümnv Sinan "a intisap ve tecdîd-i bi’at e tti; Ümml Sinan ile Elmalı 'ya giderek, şeyhinin dergâ­ hında imamlık, hatiptik ve şeyhinin oğluna mu ■ allimlilcte bulundu; bir aralık İstanbul 'a bi İtUnı Ansiklopediği



N ÎYÂZÎ seyâhat yaptıktan sonra, 1065 ( 1654/1655 ) 'te kendisine Ümmî Sinan tarafından hilâfet ve­ rilmesini müteakip, U şak'a ve Kütahya'ya, Ümmî Sinan 'm ölümünden sonra tekrar Uşak’ a, oradan Bursa 'ya gidip, Hacı Mustafa adlı bi­ rini», İçiz;, ile evlendi; bir kız çocuğu dünyaya geldi. Abdal adlı bir tâcir N iyâzî'ye bir der­ gâh yaptırdı ve bu dergâh 1080 (16 6 9 /16 70 ) ’de merâsim ile açıldı. Sadrâzam Köprülü-zâ’de Fâzıl Ahmed Paşa 'nın dâveti üzerine, Edir* ne ’ye giden Niyâzî, fazla değer verdiği cefre dayanarak, bâzı sözler söylediğinden, 1083 ( *673 ) 'te Rodos ’a sürüldü; 9 ay sonra aff­ edilerek, Bursa'ya döndü. 1087 ( 16 7 6 ) ’de sü­ rüldüğü Limni adasında 1 1 03 ( 1 691 ) senesine kadar menfa hayatı geçirdikten sonra affedil­ di; Tablî-zâde dönüşüne nür-i mahi terkibini tarih düşürmüştür. Ahmed H. devrinde, türk ordusunun Avus­ turya üzerine hareketine karar verildiği za­ man, B u rsa’da oturan Niyâzî-i Mısrî, Allah rızâsı için, gazaya gideceğini bildirdi ve 1104 ( 1693 ) ’te mürîdlerinden 200 kişiyi etrafına topladı. N iyazi’ nin B ursa'd a Yeni-Kaplıca ci­ varındaki Bâdemli-Bahçe ’de çadır kurdurup, yola çıkmağa hazırlandığı duyulunca, mürîdleri çoğalan şeyhlerin hurûc dâvasına kalkıştıkları ve bu yüzden kan döküldüğü göz Önünde tutu­ larak, kendisine, Bursa’da hayır duâ ile meş­ gul olması için, hatt-ı hümâyûn gönderildi. Niyâzî-i Mısrî, bu emre kulak asmayarak. Tekfurdağı 'na kadar gittiği gibi, yapılan te’kîde de ehemmiyet vermemiş idi ( Silâhdar, Tarih, II, 704 ). Hâdiseyi duyan pâdişâhın, şeyhe mahsûs bir koçu araba, dervişler için de para gönderdi­ ğine ve onu Tekfurdağı’nda karşılattığına ba­ kılırsa, Niyâzî ’yi çok saydığı anlaşılır ( Râşid, Tarih, II, 216). Niyâzî-i Mısrî'nin Edirn e’ye yaklaşması ve pâdişâha iş başında bulunan bü­ tün hâinleri birer-birer haber vereceği şâyiası, pek çok kimselerin de şeyhi sabırsızlıkla bek­ lemeleri, devlet adamları arasında telâş uyan­ dırdı. Sadrâzam Bozok 'tu Mustafa Paşa Mısrî Efendi ’nin duasını almak isteyen ve sonra sefere çıkılmasını münâsip gören Ahmed II. 'i, bu zât geldiği takdirde büyük bir fitne zuhûr ede­ ceği yolundaki ilkaâtı ile fikrinden vazgeçirdi. Niyâzî 26 şevvâl 1104 (30 hazîran 1693) sah günü Edirne'ye gelip, vaaz etmek üzere Selimi­ ye câmiine indiği zaman, halk câmiin etrafını atmış, kalabalıktan içeriye girilemez olmuş idi Silâhdar, gost. g e r .). Bu durum karşısında adrazam, Mısrî Efendi eğer derhâl sürgün edilmezse, büyük bir karışıklık çıkacağını pa­ dişaha telhis ederek, şeyhin Limnî 'ye gönde­ rilmesi husûsunda bir ferman istihsâl etti. Şeyh Efendi, hemen tahtırevana bindirilip, Boğaz-H