105 67 49 MB
Turkish Pages 585 Year 1994
LnonJ
Yönetim İSAM, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi Bağlarbaşı, Kısıklı caddesi 7
Üsküdar - 81180 İstanbul
(0 216) 341 07 92 (4 hat) Fax : (0 216) 334 95 88 MODEM : (0 216) 343 31 09 Dağıtım ve Pazarlama DİVANTAŞ Diyanet Vakfı Neşriyat Pazarlama ve Ticaret A.Ş. Çobançeşme Sanayi caddesi 36
Yenibosna - 34530 İstanbul
Tel : (0 212)653 92 45 -46 (0 212)503 14 33
Fax : (0 212) 653 53 49
J D D EL
CİLT 10 DÛMETÜLCENDEL - ELBİSE
İstanbul 1994
©1994
Her hakkı mahfuzdur. Yazı ve fotoğraflar kaynak gösterilmeden kullanılamaz.
BASKI : Ali Rıza Başkan Güzel Sanatlar Matbaası A. Ş. Yenibosna/ İstanbul
TÜRKİYE DİYANET VAKFI
ANSİKLOPEDİSİ
Sahibi Türkiye Diyanet Vakfı
İdare Meclisi Dr. TAYYAR ALTI KULAÇ Prof.Dr. İSMAİL E. ERÜNSAL Prof.Dr. HAYREDDİN KARAMAN Prof.Dr. BEKİR TOPALOĞLU Prof.Dr. M. SAİMYEPREM
Genel Sekreter Süleyman N. AKÇEŞME
INCELEME HEYETI
Prof.Dr. Bekir TOPALOĞLU (Başkan) Dr. Ahmet ÖZEL (Başkan Yardımcısı) Prof.Dr. Ömer Faruk AKÜN Dr. Tayyar ALTIKULAÇ Nihat AZAMAT Doç.Dr. Mustafa ÇAĞRICI Sargon ERDEM Prof.Dr. İsmail E. ERÜNSAL Prof.Dr. Semavi EYİCE Prof.Dr. M. Yaşar KANDEMİR Prof.Dr. Hayreddin KARAMAN Prof.Dr. Mahmut KAYA Doç.Dr. Abdülkerim ÖZAYDIN Prof.Dr. Ahmet TOPALOĞLU Prof.Dr. Metin TUNCEL Doç.Dr. Mustafa UZUN
M a d d e Tesbit ve İç Kontrol
Fuat GÜNEL Kasım KIRBIYIK
TEKNİK REDAKSİYON SORUMLUSU Sekreter İmlâ
Prof.Dr. Ahmet TOPALOĞLU Doç.Dr. Metin YURDAGÜR Isa KAYAALP Doç.Dr. Mustafa ÖZKAN Doç.Dr. Muhammet YELTEN
Teknik Kontrol
Doç.Dr. Hasan AKSOY Dr. Azmi BİLGİN
Bibliyografya
Dr. Mehmet AYKAÇ İsmail ÖZBİLGİN Recep USLU
İndeksleme
Doç.Dr. Metin YURDAGÜR
YAYIN M Ü D Ü R L Ü Ğ Ü Dizgi
Ahmet YILMAZ (Müdür) Nedim GÜNEY (Şef) Süleyman ÖZEL Yılmaz SAMANCI
Tashih
Hüseyin Hilmi KURTULMUŞ (Şef) Mehmet GÜNYÜZLÜ Osman SEVİM Abdülkadir ŞENEL
Resimleme
Enis KARAKAYA / M . A . (Şef) Ahmet AKMAN Y.Doç.Dr. Hüsamettin AKSU Dr. Nebi BOZKURT Haluk KARGI / M . A.
Çizim BİLGİ İŞLEM SORUMLUSU Operatörler
Oğuz KALLEK Prof.Dr. M. Saim YEPREM Mustafa AFACAN Ender BOZTÜRK Meliha ÇETİNÖZ Mustafa DURSUN Hüseyin KARAER Sebile KURTULDU Coşkun YILDIRIMTÜRK
KÜTÜPHANE ve DOKÜMANTASYON SORUMLUSU KÜTÜPHANE ve DOKÜMANTASYON MÜDÜRLÜĞÜ Kütüphane
Prof.Dr. İsmail E. ERÜNSAL
Ayhan AYKUT (Müdür) Recep YILMAZ (Şef) Nuray FİLİZ Abdurrahman M. HACIİSMAİLOĞLU Nurdan SİPAHİ Nedret TOPÇU Çetin TÜYLÜ Mehmet YILMAZ Ali Yücel YÜRÜK
Satın Alma
Cemil Cahit CAN (Şef) Ekrem ARSLAN
Süreli Yayınlar ve M ü b a d e l e
Selahattin ÖZTÜRK (Şef) Ş. Bilal ÇAVUŞOĞLU
Dokümantasyon
M. Birol ÜLKER (Şef) Cemal TOKSOY
StPARlŞ ve TAKİP MÜDÜRLÜĞÜ
Ferman KARAÇAM (Müdür Vekili) Sabahattin YENİCE (Şef) Sabahattin AKAR Metin ALTINOK Hikmet UYSAL
MUHASEBE MÜDÜRLÜĞÜ
Erdal İŞCAN (Müdür) M. Akif AYDIN (Şef) Savaş DEMİRAY Bilal SALMAN Mehmet ŞEVİK
PERSONEL ve İDARİ İŞLER MÜDÜRLÜĞÜ
Yakup KAHRAMAN (Müdür) M. Hanefi DİLMAÇ Aysel YALÇIN
DAĞITIM ve PAZARLAMA
DİVANTAŞ Galip SARI (Genel Müdür) Behçet BEYAZITOĞLU (Malî ve İdarî İşler Müdürü) Abdurrahman TAŞKALE (Satın Alma ve Teknik İşler Müdürü)
MERKEZ İLİM ve REDAKSİYON HEYETLERİ ÜYELERİ Cemil AK PINAR (İlimler Tarihi)
Prof.Dr. Ethem Ruhi FIĞLALI (Kelâm ve Mezhepler Tarihi)
Doç.Dr. Abdülkerim ÖZAYDIN (İslâm Tarihi ve Medeniyeti)
Doç.Dr. Hasan AKSOY (Türk Dili ve Edebiyatı)
Fuat GÜNEL (Dinler Tarihi)
Prof.Dr. Abdülkadir ÖZCAN (Türk Tarihi ve Medeniyeti)
Prof.Dr. Ömer Faruk AKÜN (Türk Dili ve Edebiyatı)
Prof.Dr. Yusuf HALAÇOĞLU (Türk Tarihi ve Medeniyeti)
Dr. Azmi ÖZCAN (Türk Tarihi ve Medeniyeti)
Nurettin ALBAYRAK (Türk Dili ve Edebiyatı)
Doç.Dr. Ömer Faruk HARMAN (Dinler Tarihi)
Y.Doç.Dr. Nuri ÖZCAN (İslâm Sanatları/Mûsiki)
Dr. Tayyar ALTIKULAÇ (Tefsir)
Prof.Dr. Ekmeleddin İHSANOĞLU (İlimler Tarihi)
Dr. Ahmet ÖZEL (Fıkıh)
Prof.Dr. M. Akif AYDIN (Fıkıh)
Prof.Dr. Mehmet İPŞİRLİ (Türk Tarihi ve Medeniyeti)
Doç.Dr. Mustafa ÖZKAN (Türk Dili ve Edebiyatı)
Y.Doç.Dr. Halis AYHAN (İslâm Düşüncesi ve Ahlâk)
Dr. Cengiz KALLEK (Fıkıh)
Dr. Mehmet Ali SARI (Tefsir)
Dr. M e h m e t AYKAÇ (İslâm Tarihi ve Medeniyeti)
Prof.Dr. M. Yaşar KANDEMİR (Hadis)
Doç.Dr. Muhittin SERİN (İslâm Sanatları/Hat)
Nihat AZAMAT (Tasavvuf)
Doç.Dr. Mustafa KARA (Tasavvuf)
Prof.Dr. Ahmet TOPALOĞLU (Türk Dili ve Edebiyatı)
Doç.Dr. Ali BARDAKOĞLU (Fıkıh)
Prof.Dr. Hayreddin KARAMAN (Fıkıh)
Prof.Dr. Bekir TOPALOĞLU (Kelâm ve Mezhepler Tarihi)
Doç.Dr. Mustafa L. BİLGE (İslâm Ülkeleri Coğrafyası)
Prof.Dr. Mahmut KAYA (İlimler Tarihi, İslâm Düşüncesi ve Ahlâk)
Doç.Dr. Tevfik Rüştü TOPUZOĞLU (Arap Dili ve Edebiyatı)
Doç.Dr. İdris BOSTAN (İslâm Ülkeleri Coğrafyası) Dr. Ş. Tufan BUZPINAR (Türk Tarihi ve Medeniyeti) Doç.Dr. Mustafa ÇAĞRICI (İslâm Düşüncesi ve Ahlâk)
Doç.Dr. Hulusi KILIÇ (Arap Dili ve Edebiyatı) Dr. Ferhat KOCA (Fıkıh)
Prof.Dr. Metin TUNCEL (İslâm Ülkeleri Coğrafyası) Y.Doç.Dr. Zülfikar TÜCCAR (Arap Dili ve Edebiyatı) Prof.Dr. Günay TÜMER (Dinler Tarihi)
Doç.Dr. Feridun EM ECEN (Türk Tarihi ve Medeniyeti)
Rıza KURTULUŞ (İslâm Ülkeleri Coğrafyası, Fars Dili ve Edebiyatı)
Y.Doç.Dr. Abdullah UÇMAN (Türk Dili ve Edebiyatı)
Sargon ERDEM (İslâm Sanatları/Müteferrik)
Prof.Dr. Günay KUT (Türk Dili ve Edebiyatı)
Doç.Dr. Süleyman ULUDAĞ (Tasavvuf)
Y.Doç.Dr. M u h a m m e d EROĞLU (Tefsir)
Y.Doç.Dr. İlhan KUTLUER (İslâm Düşüncesi ve Ahlâk)
Doç.Dr. Mustafa UZUN (Türk Dili ve Edebiyatı)
Y.Doç.Dr. Özkan ERTUĞRUL (İslâm Sanatları/Mimari)
Prof.Dr. Cevdet KÜÇÜK (Türk Tarihi ve Medeniyeti)
Doç.Dr. Yusuf Şevki YAVUZ (Kelâm ve Mezhepler Tarihi)
Prof.Dr. İsmail E. ERÜNSAL (Türk Dili ve Edebiyatı)
Prof.Dr. M. Orhan O KAY (Türk Dili ve Edebiyatı)
Prof.Dr. Tahsin YAZICI (Fars Dili ve Edebiyatı)
Prof.Dr. Semavi EYİCE (İslâm Sanatları/Mimari)
Dr. Salim ÖĞÜT (Fıkıh)
Prof.Dr. M. Saim YEPREM (Kelâm ve Mezhepler Tarihi)
Prof.Dr. Mustafa FAYDA (İslâm Tarihi ve Medeniyeti)
Doç.Dr. Mustafa ÖZ (Kelâm ve Mezhepler Tarihi)
Doç.Dr. Metin YURDAGÜR (Kelâm ve Mezhepler Tarihi)
GENEL KISALTMALAR a.e. a.g.e. AK
Akk. Alm. a.mlf. Arm. Ar. aş.blc. AÜ a.y. AY b. BA bibi. bk. bl. bs. c. çz. d. der. DİE
DTCF
EAÜİF
ed. Ed. Fak. EÜ Evr. Far. fas. Fr. FY Gr. h.
Aynı eser Adı geçen eser Arazi Kanunnâmesi Akkadca Almanca Aynı müellif Ârâmîce Arapça Aşağıya bakınız Ankara Üniversitesi Aynı yer Arapça Yazmalar Bin, İbn Başbakanlık Arşivi Bibliyografya Bakınız Bölüm Basım, baskı, tab' Cilt Çizim Doğum, doğumu Derleyen, derleme Devlet İstatistik Enstitüsü Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Erzurum Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Editör Edebiyat Fakültesi Erciyes Üniversitesi Evrak (Arşiv) Farsça Fasikül Fransızca Farsça Yazmalar Grekçe Hicrî
hak. haz. hk. hş. Hz. İbr. İng. İSAM
İÜ k. Kar. krş. Ks. Ktp. Lat. İv. m. md. m.ö. m.s. MS MÜ nr. nşr. Or. ö. Pr. rs. Rus. s. salt. s.nşr. St. str. Sum. SÜ sy. ŞŞT
Hakkında Hazırlayan Hüküm (Arşiv) Hicrîşemsî Hazreti İbrânîce İngilizce İslâm Araştırmaları Merkezi İstanbul Üniversitesi Kitap Karton (Arşiv) Karşılaştırınız Kısım (Arşiv) Kütüphane, kütüphanesi Latince Levha Milâdî Madde Milâttan önce Milâttan sonra Manuscript Marmara Üniversitesi Numara Neşreden (Tahkik eden) Oriental Ölümü, ö l ü m tarihi Paragraf Rûmî Resim Rusça Sayfa Saltanat yılları sadeleştirilmiş neşir Saint Satır Sumerce Selçuk Üniversitesi Sayı Şehinşahî Türkçe
tah. TBMM TC TDK Tİ EM TMK trc. TRT
ts. TSM TSMA
TSMK
TTK tür.yer. TY UÜ vb. vd. v.dğr.
VGMA
vr. yyk.bk. Zrf. —
... _ ... *
Tahminî Türkiye Büyük Millet Meclisi Türkiye Cumhuriyeti Türk Dil Kurumu Türk ve İslâm Eserleri Müzesi Türk Medenî Kanunu Tercüme, tercüme eden Türkiye Radyo ve Televizyon Kurumu Tarihsiz Topkapı Sarayı Müzesi Topkapı Sarayı Müzesi Arşivi Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi Türk Tarih Kurumu Türlü yerde, birçok yerde Türkçe Yazmalar Uludağ Üniversitesi Ve benzeri Ve devamı Ve diğerleri, diğer nâşir veya nâşirler Vakıflar Genel Müdürlüğü Arşivi Varak Yıl Yukarıya bakınız Zarf (Arşiv) .... baskısından ofset yayımı devam ediyor Ö n c e / sonra (yayım yeri) İki yerde yayımlanıyor M a d d e başı
BİBLİYOGRAFYA KISALTMALARI AA Aylık Ansiklopedi, l-V, istanbul 1944-50.
AAS Asları and African Jerusalem 1965 —
Studies,
AAS Brat. A s / a n and African Bratislava 1965 -
Abdürreızâk es-San'ânî, el-Musannef
Aksarâyî, Müsâmeretü 7 - ahbâr
E b ü Bekir A b d ü r r e z z â k b. H e m m â m b. Nâfî' es-San'ânî. el-Musannef [nşr. H a b f b ü r r a h m a n el-A'zamı), 1-X1, Beyrut 1971-75, 1403/1983.
Kerîmüddin el-Aksârâyî, Müsâmeretü'l-ahbâr ue müsâyeretü'l-ahyâr: Moğollar Zamanında Türkiye Selçukluları Tarihi (nşr. O s m a n Turan), Ankara 1944.
ABr. Studies,
Abbâdî, el-Fukahâ'ü'ş-Şâfl'iyye E b û Âsim M u h a m m e d b. Ahrıned el-Herevî el-Abbâdî. Tabakâtü'l-fukahâ 1 İ'ş-Şâfi c iyye (nşr. G . Vitestam), Leiden 1964.
Abbas b. İbrahim, el-İ'lâm A b b a s b. İbrahim. el-i clâm bi-men halle Merrâkuş ue Ağmât mine'l-a clâm (nşr. A b d ü l v e h h â b b. Mansûr], I X, Rabat 1974-83.
Abdülazîz el-Buhârî, Keşfü'l-esrâr Abdülazîz b. A h m e d b. M u h a m m e d el-Buhârî,
Keşfü'l-esrâr 'alâ üsuli'i-Pezdeuî, 1-1V, İstanbul 1308. '
Abdülhay el-Hasenî, Nüzhetü 'l-havâtır Nüzhetü'l-hauâtır ue behcetü'l-mesâmC ue'n-neuâzır {nşr. Ebü'l-Hasan Ali en-Nedvîl, 1-VUt, Haydarâbâd 1350-90/1931 -70.
Abdülhay el-Kettânî, Fihrisü'l-fehâris M u h a m m e d Abdülhay b. Abdülkebîr el-Kettânî,
Fihrisü'l-fehâris ue'l-eşbât ue mu ccernuirne câcirn ue'l-meşîhât ue'l-müselselât (nşr. ihsan Abbas), l-III, Fas 1347 — Beyrut 1 4 0 2 / 1 9 8 2 .
Abdülhay el-Kettânî, et- Terâtîbü 'l- idâriyye M u h a m m e d Abdülhay b. A b d ü l k e b î r el-Kettânî. et-Terâlîbü'l-idâriyye (Nizâmai hükümeti'n-nebeuiyye), 1-11, Rabat 1346 — Beyrut, ts. (Dâru l-Kitâbi'l-Arabll.
Abdülhay el-Kettânî, et- Terâtîbü 'l- idâriyye (Özel) M u h a m m e d Abdülhay b. Abdülkebîr el-Kettânî, et-Terâtîbü'l-idâriyye: Hz. Peygamberin Yönetiminde Sosyal Hayat ue Kurumlar ttrc. A h m e t Özel), 1-111, istanbul 1990-93.
Abdülkadir el-Bağdâdî, Hizânetü'l-edeb Abdülkadir b. Ö m e r el-Bağdâdî, Hizânetü'l-edeb ue lübbü lübâbi lisâni'l-'Arab (nşr. A b d ü s s e l â m M. Harfin), I-X1I, Kahire 1967-86.
Ana Britannica: Genel Kültür Ansiklopedisi, İstanbul 1986-90.
İsmail b. M u h a m m e d el-Aclûnî, Keşfü'l-hafâ 1 oe müzîlü'l-ilbâs 'âmme'ştehere mine' l-ehâdîş 'alâ elsineti'n-nâs (nşr. A h m e d el-Kalâş), I-II, Halep, ts. (Mektebetu t-Türâsi'l-İslâmî); Beyrut 1351-52.
Adıvar, İli m ve Din A b d ü l h a k A d n a n Adıvar, Tarih Boyunca ilim ue Din, istanbul 1944, 1969, 1987.
Türklerinde İlim
A b d ü l h a k A d n a n Adıvar, Osmanlı Türklerinde îlim, Paris 1939; istanbul 1943, 1970.
Adıvar, Osmanlı Türklerinde ilim (Kazancıgil) A b d ü l h a k A d n a n Adıvar, Osmanlı Türklerinde ilim (haz. Aykut Kazancıgil — Sevim Tekeli), istanbul 1982 (geliştirilmiş 4. bs.).
Ahbâr
Sadık Albayrak, Son Deuir Osmanlı Ulemâsı, l-V, istanbul 1980-81.
Ali Şîr Nevâî, Nesiyimü'l-mahabbe min şemâyimi'l-fütüuue (haz. Kemal Eraslan), İstanbul 1979.
Âlûsî, Rûfıu'l-me c ânf
Ahlwardt, Verzeichnis Wilhelm Ahlvrardt, Verzeichnis der Arabischen Handschriften der Königlichen Blbliothek zu Berlin, l-X, Berlin 1887-99.
Ahmed b. Hanbel, e/-ımaşÂr(Şihâbî)
isi
İbn Ebû Usaybia, c (Jyûnü'l-enbâ°
İbn Adî, el-Kâmil
İbn Arrâk,
The interpreter's Dictionary ofthe Bible, I-IV, New York-Nashville 1962.
Abdurrahman b. Ebû Hatim er-Râzî, el-Cerh ue't-ta cdîl, I-1X, Haydarâbâd 1371-73/1952-53.
Muvaffakuddin İbn Ebû Usaybia. c Uyûnul-enbâ :' fî tabakâti'l-etıbbâ 3 (nşr. Nizâr Rızâ), Beyrut 1965.
Ali b. Muhammed ei-Arrâk, Tenzîhü 'ş-şerfati'l-merfü ca c c ani'l-ehâdîşi'ş-şenî' :ati'l-mevzQ a (nşr. Abdulvehhâb Abdüliatîf — Abdullah M u h a m m e d es-Sadîk), MI, Kahire 1378, Kahire, ts. (Mektebetü'l-Kahire).
isiamic Culture, Haydarâbâd 1927 —
İbn Ebû Hatim, el-Cerh ve't-ta cdîl
M u h a m m e d Emîn b. Âbidîn, Reddul-muhtâr c ale'd-Dürriİ-muhtâr, 1-VI; c Hâşiyetü Kurreti uyûni'iahyâr iekmiletü'Reddi'l-muhtâr, Vİf-Vîir, Kahire 1386-89/1966-69.
Revue de l'Institut des Belles Lettres Arabes, Tunis 1937 —
Hitti, İslâm Tarihi
HM
İbn Âbidîn, Reddü 'l - muhtar {Kahi re)
IBLA
IC Himyerî,
M u h a m m e d Emîn b. Âbidîn. Mecmû. "atıl resâ 3ili İbn cÂbidîn, İstanbul 1325.
Tabakâtü'ş-ŞâfCiyye
Ebû Bekir b. Hidâyetullah el-Hüseynî, Tabakâtü'ş-Şâfi c iyye (nşr. Âdil Nüveyhiz), Beyrut 1979, 1402/1982.
Rızâ Kulı Han Hidâyet, Mecma cu 'ifuşahâ 3 (nşr. Müzâhir Musaffa), Tahran 1336 hş.
Hİfnî,
(Uludağ),
Ali b. Hasan b. Asâkir, Târîhu Medîneti Dımaşk (nşr. Neşât Gazzâvî — Sekîne eş-ŞihâbT v.dğr.), I-Vl, Dımaşk 1402-1404/1981-84.
İbn Emîru 1-Hâc, et-Takrîr İbn Emîrü'l-Hâc, et-Takrîr ue't-tahbîr, J-Jîl, Bulak 1316.
İbn Fazlullah el-Ömerî, Mesâlik İbn Fazlullah el-Ömerî, Mesâlikul-ebsâr fî memâliki'l-emsâr (nşr. Fuat Sezgin), (-XXVII, Frankfurt 1 4 0 8 / 1 9 8 8 (tıpkıbasım!.
İbn Fehd, Gâyetü'l-merâm, Abdülazîz b. Ömer el-Kureşî, Gâyetü'l-merâm bi-ahbâri saltanati'l-beledi'l-Harâm (nşr, Fehîm M u h a m m e d Şeltût), I — Mekke 1406/1986.
İbn Ferhûn, ed-Dîbâcü'l-müzheb İbn Ferhûn Burhâneddin İbrahim b. Ali b. M u h a m m e d . ed-Dîbâcü'l-müzheb fî ma crifeti c a yâni eulemâ 3i'l-mezheb (nşr. M u h a m m e d el-ÂhmedT Ebü'n-Nûr), 1-11, Kahire 1972.
İbn Habîb, el-Muhabber M u h a m m e d b. Habîb el-Hâşimî, el-Muhabber (nşr. İlse Lichtenstadter), Haydarâbâd 1 3 6 1 / 1 9 4 2 — Beyrut, ts. (Dârü'l-Âfâkf i-cedîde).
1-XI1I,
İbn Abdülber, el-İstfâb
İbn Abdülber en-Nemerî el-Kurtubî, el-İstfâb fî ma crifeti'l-aşhâb (İbn Hacer, el-İsâbe içinde), 1-iV, Kahire 1328.
İbn Abdülber, el-İstî câb (BicâvT) İbn Abdülber en-Nemerî el-Kurtubî. el-İstî câb fî ma crifeti'l-aşhâb (nsr. Ali M u h a m m e d el-BicâvT), I-IV, Kahire 1969.
İbn Abdülhakem, Fütûhu Mışr (Âmir) Abdurrahman b. Abdullah b. Abdülhakem, Fütûhu Mışr oe'l-Endelüs (nşr. Âbdüİmıın'im Âmir), Kahire 1960.
İbn Abdürabbih. el- cIkdü 'l-ferid Ebû Ömer Ahmed b. Muhammed b. Abdürabbih. el- cikdul-ferîd (nşr. Ahmed Emîn v.dğr.}, I-Vd, Kahire 1393/1973.
İbn Abdüşşekûr, Müsellemü's-şübüt Muhibbuliah b. Abdüşşekûr el-Bihârî. Müsellemü'ş-sübût fî uşûli'l-fıkh (Fevâtihu 'r-rahamOt ile Gazzâlî, el-Müstasfâ içinde), 1-11, Bulak 1324.
İbn Asâkir, Tebyînü kezibi'l-müfterî Ali b. Hasan b. Asâkir Tebyînü kezibi'l-müfterî fî mâ nüsibe İle'l-İmâm Ebi'l-Hasan el-Eş carî (nsr. M. Zâhid Kevserî), Dımaşk 1347 — Beyrut 1399/1979, 1404/1984.
İbn Battûta,
Seyahatnâme
M u h a m m e d b. Abdullah b. Battûta, Seyahatnâme (trc. Mehmed Şerîf), Mİ, İstanbul 1333-35.
İbn Beşküvâl, eş-Şıla Halef b. Abdülmelik b. Beşküvâl, Kitâbü ş-Şıla fî târîhi e 3 immeti Endelüs ue c u l e m â 3 i h i m ue muhaddişîhim ue fukahâ 3 ihim ve üdebâ 3ihim (nşr. İzzet el-Attâr), Kahire 1955.
İbn Bîbî, el-Eoâmirü 'l- calâ 3 iyye Nâsırüddin Hüseyin b. M u h a m m e d b. Bîbî, el-Euâmirü'l- calâ 3iyye fi'l - umûri 'T zAlâ 3 iyye (nşr. Adnan S. Erzi), Ankara 1956.
İbn Habîb,
el-Münemmak
Muhammed b. Habîb el-Hâşimî, Kitâbü'l-M ünemmak fî ahbâri Kureyş (nsr. Hurşîd Ahmed), Haydarâbâd 1 3 8 4 / 1 9 6 4 — Beyrut 1405/1985.
İbn Hacer, ed-Dürerü'l- Immine İbn Hacer el-Askalânî. ed-Dürerut-kâmine fî a cyâni'l-mi 3eti's-sâmine, l-IV, Haydarâbâd 1348-50/1929-31.
İbn Hacer, Fethu'l- bârî (H atîb) İbn Hacer el-Askalânî, Fethu'l-bârî bi-şerhi Şahîhi'l-Buhârî (nşr. M u h i b b ü d d i n el-Hatîb — M, Fuâd Abdülbâkî Kusay M u h i b b ü d d i n el-Hatîb), I-X1!1, Kahire 1407/1986-87.
İbn Hacer, el-İşâbe İbn Hacer el-Askalânî, el-İsâbe fî temyîzi's-sahâbe, Kahire 1328.
I-IV,
İbn Hacer, el-İşâbe (BicâvT) İbn Düreyd, el-İştikâk M u h a m m e d b. Hasan b. Düreyd, el-İştikâk (nşr. Abdüsselâm M. Hârûn), Kahire 1378/1958.
İbn Hacer el-Askalânî, el-İşâbe fî temyîzi'ş-şahâbe (nşr. Ali M u h a m m e d el-Bicâvî), {•VIK, Kahire 1390-92/1970-72.
İbn Hacer, Lisânü'l-Mlzân
İbn Hazm, el-Fasl (Umeyre)
İbn Kâdî Şütıbe. Tabakâtü'ş-Şâfi'iyye
İbn Kuteybe. "(Jyûnü'l-ahbâr (Tavîl)
İbn Hacer el-Askalânî, Lisânü'l-Mîzân, l-VII, Haydarâbâd 1329-31.
İbn Hazm Ebû M u h a m m e d Ali b. A h m e d ,
E b ü Bekir A h m e d b. M u h a m m e d b. Kâdî Şühbe, Tabakâtü'ş-Şâfi c iyye (nşr. Â b d ü l h a l î m Hân), 1-IV, Beyrut 1 4 0 7 / 1 9 8 7 .
A b d u r r a h m a n b. Müslim b. Kuteybe. c Kitâbü üyûni'l-ahbâr (nşr. Yûsuf Ali Tavîl M ü f î d M u h a m m e d Kumeyha), l-IV, Beyrut 1 4 0 6 / 1 9 8 6 .
İbn Kayyim ei-Cevziyye, t'lâmü'l-muoakkı'în
İbn Manzûr. Muhtasaru Târihi Dımaşk
ibn Kayyim el-Cevziyye, i clamü'l-muuakkı^în c an rabblT-'âlemîn (nşr. M. M u h y i d d i n A b d ü l h a m î d ) , 1-IV, Kahire 1 3 7 4 / 1 9 5 5 .
M u h a m m e d b. Mükerrem b. Manzûr, Muhtasaru Târîlji Dımaşk l'İbn cAsâkir (nşr. Rûhiyye en-Nehhâs — Riyâz A b d ü l h a m î d — M u h a m m e d Mutî 1 el-Hâfız v.dğr.), I-XXIX, D ı m a ş k 1404-1409/1984-88.
İbn Hacer. Tebstrü'l-müntebih İbn Hacer el-Askalânî, Tebstrü'l-müntebih bi-tahrîri'l-müştebih (nşr. Âli M u h a m m e d el-Bicâvî — M u h a m m e d Ali en-Neccâr), 1-IV, Kahire-Beyrut 1 3 8 6 / 1 9 6 7 .
îbn Hacer, Tehzîbü't-Tehztb İbn Hacer el-Askalânl, Tehzîbü't-Tehzîb, 1X11, Haydarâbâd 1325-27/1907-1909.
İbn Haldun, el- Iber A b d u r r a h m a n b. M u h a m m e d b. Haldun, Kitâbü't-'iber ue dîuânul-mübtede 3 ue'l-haber..., I-VII, Bulak 1284 — Beyrut 1 3 9 9 / 1 9 7 9 .
İbn Haldun, Mukaddime A b d u r r a h m a n b. M u h a m m e d b. H a l d û n , Mukaddimetü ibn Haldûn (nşr. Ali A b d ü l v â h i d Vâfî), I-III, Kahire 1401.
İbn Hallikân, Vefeyât ibn Hallikân Ebü'l-Abbas A h m e d b. M u h a m m e d , Vefeyâtü'l-a cyân ue enbâ 3ü ebna 3 i'z-zamân (nşr. ihsan Abbas), I-VIII, Beyrut 1968-72.
İbn Hallikân, Vefeyât
(Abdülhamîd)
İbn Hallikân Ebü'l-Abbas A h m e d b. M u h a m m e d , Vefeyâtü'Ta c yan ue enbâ 3ü ebna 3 i'z-zamân (nşr. M. M u h y i d d i n A b d ü l h a m î d l , l-VI, Kahire 1367-69/1948-50.
İbn Havkal, Şüretü'l-arz Ebü'l-Kasım b. Havkal en-Nasibi, Kitâbü Şûreti'iarz (nşr. I. H. Kramersl, Leiden 1938-39 — Frankfurt 1 4 1 3 / 1 9 9 2 .
İbn Hayr, Fehrese M u h a m m e d b. Hayr el-işbîlî, Fehrese mâ reuâhu can şüyühıh... (nşr. Franciscus Codera — J, Ribera Tarragol, Sarakosta 1893 — Kahire 1 3 8 2 / 1 9 6 3 .
ibn Hazm, Çembere İbn H a z m E b û M u h a m m e d Ali b. A h m e d , Cemheretü erısâbi'l-^Arab (nşr. A b d ü s s e l â m M u h a m m e d Hârûn), Kahire 1982 — Beyrut 1 4 0 3 / 1 9 8 3 .
İbn Hazm, Cevâmi c u's-slre E b û M u h a m m e d Ali b. A h m e d , CevâmCu's-sîre ue ftamsü resâ 3 ili uhrâ (nşr. İhsan A b b a s — N â s ı r ü d d i n Esed), Kahire 1956.
İbn Hazm, el-Fasl ibn Hazm E b û M u h a m m e d Ali b. A h m e d , el-Faşl fi'l-milel ue'l-ehvâ 3 ue'n-nihal, I-V, Kahire 1317-21 — ' Beyrut 1 4 0 6 / 1 9 8 6 .
el-Faşl fi'l-milel ue'l-ehuâ 3 ue'n-nihal (nşr. M. i b r â h i m Nasr — A b d u r r a h m a n Umeyre), I-V, Riyad - Cidde 1 4 0 2 / 1 9 8 2 .
İbn Hazm. el-Muhallâ ibn Hazm E b ü M u h a m m e d Ali b. A h m e d , el-Muhallâ (nşr. A h m e d M u h a m m e d Şâkir), I-XI, Kahire, ts. ( M e k t e b e t ü Dâri't-Türâs).
İbn Hibbân, Kitâbü'l - Mecrûhtn M u h a m m e d b. Hibbân, Kitâbü'l-Mecrûhîn mine'l-muhaddistn ue'd-du cafâ 3 ve'l-metrûkîn (nşr. M a h m u d i b r â h i m Zâyed), I-III, Halep 1395-96/1975-76.
İbn Hibbân, Meşâhîr M u h a m m e d b. Hibbân, c Kitâbü Meşâhîri ulemâ 3i'l-emşâr (nşr. M, Fleişchhammer), Wiesbaden 1959.
İbn Hibbân, eş-Şikât M u h a m m e d b. Hibbân, Kitâbus-Sikât, l-IX, Haydarâbâd 1393-99/1973-79.
İbn Hişâm,
es-Sîre
A b d ü l m e l i k b. Hişâm, es-Sîretü'n-nebeuiyye (nşr. Mustafa es-Sekkâ v.dğr.), I-IV, Kahire 1 3 5 5 / 1 9 3 6 .
İbn Hişâm, es-Sîre 2 A b d ü l m e l i k b. Hişâm, es-Sîretü'n-nebeuiyye (nşr. Mustafa es-Sekkâ v.dğr.), 1-IV, Kahire 1 3 7 5 / 1 9 5 5 .
İbn Hişâm, es-Sîre (Zekkâr) A b d ü l m e l i k b. Hişâm, es-Siretun-nebeuiyye (nşr. Süheyl Zekkâr), I-II, Beyrut 1 4 1 2 / 1 9 9 2 .
İbn Hurdâzbih, el-Mesâlik ue'l-memâlik Ubeydullah b. b. Hurdâzbih, ue'l-memâlik Leiden 1889,
Abdullah el-Mesâlik (nşr, M. I, d e Goeie), 1967.
İbn İshak, es-Sîre M u h a m m e d b. ishak, Sireti] ibn ishâk (nşr. M u h a m m e d Hamîdullah), Rabat 1967 — Konya 1 4 0 1 / 1 9 8 1 .
İbn İzârî, el-Beyârıü 'l-muğrib İbn İzârî el-Merrâküşî, eTBeyânü'l-muğrlb fî ahbâri'lEndelüs ve'l-Mağrib, I-II (nşr. Reinhard Dozy), Leiden 1848-51; III (nşr. E. Levi Provençal), Paris 1930; IV (nşr. İhsan Abbas), Beyrut 1983.
İbn Kemal, Tevârîh-i Âl-i Osmân Kemaipaşazâde Ahrned, Tevârîh-i Âl-i Osmân (nşr. Şerafettin Turan), I. Defter, Ankara 1970; II. Defter, Ankara 1983; VII. Defter, Ankara 1957.
İbn Kesir, el-Bidâye İsmail b. Ömer b. Kesîr, el-Bidâye ue'n-nihâye, I-XIV, Kahire 1351-58/1932-39.
İbn Kesir, Kısasü'l - enbiyâ' İsmail b. Ömer b. Kesîr, Kısasü'l-enbiya 3, l-II, Beyrut 1 4 0 2 / 1 9 8 2 .
İbn Kesîr, es-Stre İsmail b. Ömer b. Kesîr, es-Sîretü'n-nebeuiyye (nşr. Mustafa A b d ü l v â h i d ) , l-IV, Kahire 1964-66 — Beyrut 1 3 9 6 / 1 9 7 6 .
ibn Kesîr, Tefstrü 'l - Kur'ân İsmâil b. Ömer b. Kesîr, Tefsîrü 'l-Kur 3 âni'l- cazîm (nşr. M u h a m m e d İbrâhim el-Bennâ v.dğr.), 1-VI11, Kahire 1 3 9 0 / 1 9 7 1 .
İbn Kudâme, el-Muğnî M u v a f f a k u d d i n Abdullah b. A h m e d b. K u d â m e , el-Muğnî ( Ş e m s e d d i n İbn K u d â m e , eş-Şerhu'l-kebîr ile beraber), I-X1V, Beyrut 1392-93/1972-73.
İbn Kudâme el-Makdisî, c ülemâ'ü'l-hadîs M u h a m m e d b. A h m e d b. K u d â m e el-Makdisî, Tabakâtü culemâ 3 i'l-hadîş (nşr. Ekrem el-Bûşî — i b r a h i m ez-Zeybek), 1-İV, Beyrut 1 4 0 9 / 1 9 8 9 .
İbn Kuteybe, el-Ma'ârif(Sâvî) Abdullah b. Müslim b. Kuteybe, el-Ma'îrif (nşr. M u h a m m e d ismail es-Sâvî), Kahire 1 3 5 3 / 1 9 3 5 .
İbn Kuteybe, el-Ma'ârif( Ukkâşe) Abdullah b. Müslim b. Kuteybe, el-Ma'arif (nşr. Servet Ukkâşe), Kahire 1960.
İbn İzârî, el-Beyânü'l-muğrib (Kettânî)
İbn Kuteybe, eş-Şi'r oe'ş şu 'arS'
İbn izârî el-Merrâküşî, el-Beyânü'l-mugrib fi ahbâri'TEndelüs ue'l-Mağrib: Kısmü'l-Muuahhidîn (nşr. M. İbrâhim el-Kettânî — M u h a m m e d b. Tâvît — M u h a m m e d Zenîber — A b d ü l k â d i r Zimâme), Beyrut 1 4 0 6 / 1 9 8 5 .
Abdullah b. Müslim b. Kuteybe. eş-Şf c r ue'ş-şu c arâ 3 (nşr, A h m e d M u h a m m e d Şakır), i-II, Kahire, ts. (Dârü'l-Maârif).
İbn Kuteybe,
'üyünü'l-ahbâr
A b d u r r a h m a n b. Müslim b. Kuteybe, Kitâbü 'üyûni'l-ahbâr, 1-IV, Kahire 1343-49/1925-30.
ibn Mencûye. Ricalii Sahihi Müslim A h m e d b. Ali b. Mencûye el-isfahânî, Rieâlü Sahihi Müslim (nşr. A b d u l l a h el-Leysî), I-ll, Beyrut 1 4 0 7 / 1 9 8 7 .
ibn Miskeveyh, Tecâribü '1- ümem Ebü Ali A h m e d b. M u h a m m e d b. Miskeveyh, Kitâbü Teeâribi'l-ümem: The Eelipse of the Abbasid Caliphate (nşr. ve trc. H. F. Amedroz), I-VIl, Oxford 1920-21.
ibn Miskeveyh, Tehzlbü 'l-ahlâk A h m e d b. M u h a m m e d b. Miskeveyh, Tehzîbü'l-ahlâk ue tathîrü'l-a crâk (nşr" İbnü'l-Hatîb), Kahire 1398. '
İbn Rüşd, Tefstru Mâ
Ba'de't-tabi'a
M u h a m m e d b. A h m e d b. M u h a m m e d b. Rüşd el-Hafîd,
Tefsîru Mâ Ba'de't-tabfa (nşr. S. |. Maurice Bouyges), I-IV, Beyrut 1973-86.
İbn Sa'd, et-Tabakât M u h a m m e d b. Sa'd, et-Tabakâtü 7- kübrâ (nşr. ihsan Abbas), 1-IX, Beyrut 1 3 8 8 / 1 9 6 8 .
İbn Sa'd, et-Tabakât: el-mütemmim M u h a m m e d b. Sa'd, et-Tabakâtü'l-kübrâ: el-kısmü'l-mütemmim (nşr. Ziyâd M u h a m m e d Mansûr), Medine 1 4 0 3 / 1 9 8 3 .
İbn Saîd el-Mağribî, el-Muğrib Ali b. M û s â b. M u h a m m e d b. Saîd el-Mağribî, el-Muğrib fî hule'l-Mağrib (nşr. Şevki Dayf), 1-11, Kahire 1978-80.
ibn Seyyidünnâs, 'üyûnü'l-eser İbn Seyyidünnâs el-Ya'murî, c üyanü 'l-eşer fî fünûni'l-meğazî ve'ş-şemâ 3il ue's-siyer, i-il, Beyrut, ts. (Dârü'l-Ma'rife), Beyrut 1 4 0 2 / 1 9 8 2 .
İbn Sînâ, eş-Şifâ' Hüseyin b. Abdullah b. Sînâ, eş-Şifâ 3: el-ilâhiyyât (1) (nşr. G. C. Anawati — Saîd Zâyed), Tahran 1343.
İbn Şebbe, Târihu'l-Medineti'l-münevvere E b û Zeyd Ö m e r b. Şebbe, Târîhu'TMedineti'l-müneuuere: Ahbâru TMedîneti'n-nebeviyye (nşr. Fehi'm M u h a m m e d Şeltût), l-IV, Cidde 1 3 9 9 / 1 9 7 9 , 1402.
İbn Tabâtabâ bk. İbnû't-Tıktakâ.
Ebü'i-Mehâsin Y û s u f b. Tağrîberdî, en-flücümü'z-zâhlre fî mülâki Mısr ue'l-Kâhire, I-Xİ1, Kahire 1956; XIII (nşr. Fehîm M u h a m m e d Seltûtl. Kahire 1970; XIV (nşr. Cemâl Muhriz — Fehîm M u h a m m e d Şeltût), Kahire 1972; XV (nşr. ibrahim Ali Tarhan), Kahire 1972; XVI (nşr. C e m â l e d d i n eş-Şeyyâl — Fehîm M. Şeltût), Kahire 1972.
Takıyyüddin A h m e d b. Abdûlhalîm b. Teymiyye, Mecmû'atü'r-resâ' il ue'l-mesâ' il (nşr. M. Reşîd Rızâ), I-V, Beyrut 1 4 0 3 / 1 9 8 3 .
İbn Teymiyye. Mecmû 'u fetâüâ Takıyyüddin A h m e d b. Abdûlhalîm b. Teymiyye, Mecmû ' u fetâuS, l-XXXVII (nşr. Abdurrahman b. M u h a m m e d ) , Riyad 1381-86.
Buğyetü't-taleb
tbnü'l-Kâdî, Dürretü'l-hicâl
İbnü'n-Nedîm, el-Fihrist {Teceddüd)
A h m e d b. M u h a m m e d el-Kâdî, Dürretü'l-hicâl fî esmâ'i'r-ricâl: Zeylü Vefeyâti'l-a'yân (nşr. M u h a m m e d el-Ahmedî Ebü'n-Nür), l-III, Kahire 1 3 9 0 / 1 9 7 0 .
İbnü'n-Nedîm, el-Fihrist fî ahbâri'l'ulemâ' i'l-musannifin mine'l-kudemâ' ue'l-muhaddişîn ue esmâ'i kütübihim (nşr. Rızâ-Teceddüd), Tahran, ts.
İbnü'l-Kalânisi. Târîhu Dtmaşfe(Amedroz)
İbnü's-Salâh,
Hamza b. Esed ed-Dımaşkî, Zeylü Târîhi Dımaşk (nşr. H. F. Âmedrozj, Beyrut 1908.
İbnü'l-Esîr, el-Kâmil Ali b. M u h a m m e d b. Esîr, el-Kâmil fi't-târîh (nşr. C. 1. Tornberg), I-XIII, Leiden 1851-76 — Beyrut 1399/1979.
(Bennâ)
İbnü'l-Ezrak el-Fârikl. Târîhu Meyyâfârilân
İbnü'I-Arabî. el-Fütûhât Muhyiddin M u h a m m e d b. Ali el-Arabî, el-Fütühâtü'l-Mekkiyye fî ma'rifeti'l-esrâri'l-mâlikiyye ue'l-melekiyye (nşr. O s m a n Yahyâ — ibrahim MedkOr), I-IX, Kahire 1392-1405/1972-85.
İbnü'l-Bâziş, el-lknâ' Ahmed b. Ali b. Bâziş. Kitâbü'l-İknâ' fi'l-kırâ' âti's-seb^ Inşr. A b d ü l m e c î d Katâmiş), l-II, Dımaşk 1403.
İbnü'l-Cevzî, ed-Du 'afâ' A b d u r r a h m a n b. Ali b. Cevzî, Kitâbud-Du'afâ 3 ue'l-metrûkîn (nşr. Eb'ü'İ-Fidâ Abdullah el-Kâdî), I-III, Beyrut 1 4 0 6 / 1 9 8 6 .
Ahmed b. Yûsuf İbnü'l-Ezrak, Târîhu Meyyâfârikın ue Amid (nşr."Bedevî Abdüllatîf Avad), Kahire 1959; Beyrut 1974.
İbnü'l-Hatîb, el-lhâta Lisânüddin İbnü'l-Hatîb. ei-İhâta fî ahbâri Oırnâta (nşr. M u h a m m e d A b d u l l a h inân), l-IV, Kahire 1393-98/1973-78.
İbnü'l-Hümâm,
Fethu'l-kadîr
Kemâleddin M u h a m m e d b. Abdülvâhid b. H ü m â m , Fethu'l-kadîr, I-VII; lietâ' icü 'l-eflcâr fî keşfi'r-rumûz ue'l-esrâr, Vlll-X, Kahire 1389-92/1970-72.
İbnü'l-Hümâm, Fethu 7- kadir (Kahire)
el-Muntazam
A b d u r r a h m a n b. Ali b. Cevzî, el-Muntazam fî târihl'l-mülûk ue'l-ümem (nşr. F. Krenkow), I-X, Haydarâbâd 1357-59/1938-40.
Kemâleddin M u h a m m e d b. Abdülvâhid b. H ü m â m . Fethu'l-kadîr, l-VI; îietâ' icü'l-efkâr fî keşfi'r-rumûz ue'l-esrâr, VIİ-IX, Kahire 1319.
(Atâ) İbnü'l-Hümâm, et-Tahrîr ue'l-mülûk
İbnülemin, Hoş Sadâ İbnülemin M a h m ü d Kemal İnal, Hoş Sadâ, istanbul 1958.
İbnülemin, Son Asır Türk Şairleri ibnülemin M a h m ü d Kemal inal, Son Asır Türk Sairleri, I-XII, istanbul 1930-41.
İbnülemin, Son
Üsdü'l-ğâbe
İbnü'l-Esîr, üsdü'l-ğâbe
Hamza b. Esed ed-Dımaşkî, Târîhu Dımaşk (nşr. Süheyl Zekkâr), Dımaşk 1403/1983.
İbnü'l-Kıftî, İhbârü'l-'ulemâ'
Ali b. M u h a m m e d b. Esîr, üsdü'l-ğâbe fî ma'rifeti'ş-şahâbe (nşr. M u h a m m e d İbrâhim el-Bennâ v.dğr.), f-VII, Kahire 1390-93/1970-73.
Muhyiddin M u h a m m e d b. Ali el-Arabî, Fuşûşü'l-hikem ve husüsü'l-kelim (nşr. Ebü'l-Alâ el-Afîfî), Kahire 1946.
M u h a m m e d b. Ali b. Tabâtabâ, el-Fahrî fi'l-âdâbi's-sultâniyye ue'd-düueli'l-lslâmiyye, Beyrut, ts. (Dâru Sâdır).
Hişâm b. M u h a m m e d el-Kelbî, Kitâbul-Eşnâm (nşr. A h m e d Zeki Paşa, Putlar Kitabı, trc. Beyza Düşüngen) Ankara 1969.
Ali b. M u h a m m e d b. Esîr, Üsdü'l-ğâbe fî ma'rifeti's-sahâbe, l-V, Kahire 1285-87.
İbnü'I-Arabî, Fuşûş (Afffî)
İbnü'l-Kalânisi, Târîhu Dımaşk (Zekkâr)
ibnü'l-Kelbî, Kitâbü'l-Esnâm
Ali b. M u h a m m e d b. Esîr, el-Lübâb fî tehzîbi'l-Ensâb, l-III, Kahire 1357-69 — Beyrut, ts. (Dâru Sâdır)
İbnü'l-Esîr,
'ülûmü'l-hadîs
Osman b. Abdurrahman İ b n ü ' s - S a l â h . cU l û m u l-hadîs Inşr. Nûreddin ltr), Halep 1 3 8 6 / 1 9 6 6 ; Beyrut 1972; Dımaşk 1 4 0 4 / 1 9 8 4 .
İbnü't-Tıktakâ, el-Fahrt
Ebü'l-Hayr M u h a m m e d el-Cezerî, en-fieşr fil-kırâ 3âti'l-'aşr (nşr. Ali M u h a m m e d ed-Dabbâ'), l-II, Kahire, ts. IDârü'1 -Kütübi'I-ilmiyye).
Mübarek b. M u h a m m e d b. Esîr, en-îiihâye fîğarîbi'l-hadîş ue'l-eşer (nşr. M a h m ü d M u h a m m e d et-Tanâhî — Tâhir Ahmed ez-Zâvî), l-V, Kahire 1383-85/1963-65.
Kemâleddin Ebü'l-Kâsım Ömer İbnü'l-Adîm, Zübdetü'l-haleb min târîhi Haleb (nşr. S â m î ed-Dehhân), i-II, Dımaşk 1951-68.
İbnü'l-Cevzî, el-Muntazam
Ebü'! Hayr M u h a m m e d el-Cezerî, Gâyetü'n-nihâye fî tabakâti'l-kurrâ 3 (nşr, G, Bergstraesser), l-II, Kahire 1351-53/1932-35; Beyrut 1402/1982.
İbnü'l-Esîr, en-Nihâye
İbnü'l-Adîm. Zübdetü'l-haleb
Abdurrahman b. Ali b. Cevzî, el-Muntazam fî târîhi'iümem (nşr. M u h a m m e d Mustafa Abdülkadir Atâ), l-XVİII, Beyrut 1 4 1 2 / 1 9 9 2 .
İbnü'l-Cezerî, Gâyetü 'n - nihâye
İbnü'l-Esîr, el-Lübâb
Kemâleddin Ebü'i-Kâsım Ömer İbnü'l-Adîm, Buğyetü't-taleb fî târîhi Haleb: Selçuklularla İlgili Hallercümeleri (nşr. Ali Sevim), Ankara 1976.
Ibnü'l-Cevzî.
Abdurrahman b. Ali b. Cevzî, Zâdü'l-mesîr fî'ilmi't-tefsîr (nşr M u h a m m e d Züheyr eş-Şâvîş — Şuayb, Abdülkadir el-Arnaût), i-IX, Dımaşk 1384-88/1964-68.
İbnü'l-Cezerî, en-Neşr
ibn Teymiyye. Mecmû 'atü 'r-ıesâ' il
İbnü'l-Adîm.
Zâdü'l-mesîr
İbnü'l-Cevzî,
İbn Tağrîberdî, en-Nücûmü 'z-zâhire
Kemâleddin M u h a m m e d b. Abdülvâhid b. H ü m â m . et-Tahrîr (ibn Emîrü'1-Hâc, et-Takrîr ve't-tahbîr içinde), 1-IM, Bulak 1316.
İbnü'l-Cevzî, Telbtsü iblis
İbnü'l-imâd, Şezerât
A b d u r r a h m a n b. Ali b. Cevzî, Telbîsü iblîs (nşr. M u h a m m e d Münîr ed-Dımaşkî), Kahire 1368.
Abdülhay b. Ahmed İbnü'l-imâd, Şezerâtü'z-zeheb fî ahbâri men zeheb, I-V1II, Kahire 1350-51.
AÎl b. Yûsuf el - Kıftî, Kitâbü ihbâri'l-'ulemâ' biahbâri'l-hükemâ': Târîhu Kahire 1326, Kahire, ts."
İbnü'l-Kıftî. İhbârü'l-'ulemâ'
İbnülemin, Son l-hükemâ',
(Lippert)
Ali b. Yusuf el-Kıftî, Kitâbü ihbâri'l-'ulemâ' bi-ahbâri'l-hükemâ' : Târîhu'l-hükemâ' (nşr. I. Lippert), Leipzig 1903.
İbnü'l-Kıftî,
Hattatlar
İbnülemin M a h m ü d Kemal İnal, Son Hattatlar, İstanbul 1955.
İnbâhü'r-ruvât
Ali b. Yûsuf el-Kıftî, Inbâhü'r-ruuât calâ enbâ'i'n-nuhât (nşr. M u h a m m e d Ebüi-Fazl), I-IV, Kahire 1369-93/1950-73.
İbnü'l-Murtazâ, Tabakâtü'l-Mu' tezile A h m e d b. Yahyâ b. Murtazâ, Kitaba Tabakâti'l-Mu tezile Inşr. Susanna D. Wilzer), Wiesbaden 1961.
Ibnü'l-Mülakkın. Tabaltâtü'l-evliyâ' Ömer b. Ali İbnü'l-Mülakkın, Tabakâtü'l-euliyâ 3 (nşr. Nûreddin Şerîbe), Kahire 1393/1973.
Ibnü'n-Nedim, el-Fihrist İbnü'n-Nedîm, el-Fihrist fîahbâri'l'ulemâ'c'lmuşannifîn mine'l-kudemâ 3 ue'l-muhaddişîn ue esmâ'i kütübihim, Beyrut 1398/1978.
İbrahim Rifat Paşa, Mir'âtü 'l-Haremeyn ibrâhim Rifat Paşa, Mir 3âtü'l-Haremeyn eu er-Rahalâtü'l-Hicâziyye ve'l-hac ve meşâ'iruhü'd-dîn'ıyye, l-III, Kahire 1 3 4 4 / 1 9 2 5 .
İbşîhî. el-Müstetraf M u h a m m e d b. A h m e d el-İbşîhî, el-Müstetraf fî külli fennin müstezraf (nşr. M ü f î d M u h a m m e d Kumeyha), l-II, Kahire 1379; Beyrut 1 4 0 3 / 1 9 8 3 .
İclî, es-Silcât Ahmed b. Abdullah el-iclî, Târîhu'ş-şikât (nşr. A b d ü l m u ' t î E m î n Kal'acî), Beyrut 1 4 0 5 / 1 9 8 4 .
idrisi.
Şıfatü'l-Mağrib
M u h a m m e d b. Abdullah b. idrîs, Şıfatü'l-Mağrib ue arzü's-Sûdân ve Mışr ve'l-Endelüs: Description de l'Afrique et de TEspagne (nşr. ve trc. R. Dozy — M. |. d e Goeje), Leiden 1968.
İFM istanbul Üniversitesi iktisat Fakültesi Mecmuası, istanbul 1940 —
İbnü'n-Nedîm.
İlmiyye
ei-Fifırist(Flügel)
ilmiyye Salnamesi, İstanbul 1334.
İbnü'n-Nedîm, el-Fihrist fî ahbâri'l-' ulemâ 1 i'lmuşannifîn mine'l-kudemâ' ue'l-muhaddişîn ue esmâ'i kütübihim (nşr. G. Flügel), Leipzig 1872.
İbnü'n-Nedîm. el-Fihrist (Şüveymî) İbnü'n-Nedîm, el-Fihrist fî ahbâri'i' ulemâ' i'imuşannifîn mine'l-kudemâ' ue'l-muhaddişîn ue esmâ' i kütübihim (nşr. Mustafa eş-ŞûveymT), Tunus 1 4 0 5 / 1 9 8 5 .
Sadrıazamlar
İbnülemin M a h m ü d Kemal İnal, Osmanlı Deurinde Son Sadrıazamlar, l-IV, istanbul 1940-53.
el-lmâme
Salnamesi
ve's-siyâse
İbn Kuteybe [7], el-imâme ve's-siyâse (nşr. Tâhâ M u h a m m e d ez-Zeynî), I-II, Kahire 1 3 8 7 / 1 9 6 7 .
İsferâyînî, et- Tebsîr (Kevserî) Ebü'l-Muzaffer el-İsferâyînî. et-Tebşîr fi'd-dîn ue temyîziT-firkati'n-nâciye 'ani'l-firakı j-hâlikîn (nşr. M. Zâhid Kevserî), Kahire 1359.
İsnevı, Tabakatü'ş-Şâfi' iyye
JIMMA
A b d ü r r a h î m b. Hasan el-isnevT, Tabakâtü'ş-Şâfi c iyye (nşr. A b d u l l a h el-Cübürî), Bağdâd 1391/1970; Riyad 1 4 0 0 / 1 9 8 0 .
Journal institute of Mınority Affairs, L o n d o n 1979 -
JNES
İst.A
Journal of Near Eastern C h i c a g o 1942 -
istanbul Ansiklopedisi, İstanbul 1958-74.
KAM Müslim
Studies,
JPHS
İstanbul Vakıfları Tahrir Defteri 953 (1546) Tarihli (nşr. Ö . Lutli Barkan — E. Hakkı Ayverdil, İstanbul 1970.
İTED
Journal of the Pakistan Historical Society, Karachi 1953 -
JRAS Journal of the Royal Aslatic London 1833 -
Tetkikleri
Society,
Journal of the Royal Central Asian Society. sy. 19-55, London 1932-69 (krş. As.Af.).
İzâhu'l-meknün
JSS
Bağdatlı İsmail Paşa, izâhu'l-meknün fi'z-zeyl zalâ c Keşfız-zunûn an esâmi'l-kütüb ue'l-fünûn (nşr. Kilisli M u a l l i m Rifat — Şerefeddin Yaltkaya), l-II, istanbul 1945-47.
Journal of Semitic Studies, Manchester 1956 —
İzmirli, Yeni İlm-i Kelâm İsmail Hakkı İzmirli. Yeni ilm-i Kelâm, istanbul 1339-40 r./1341-43.
JA Journal Asiatlque, Paris 1822 -
Journal of Aslan African Studies, Leiden 1966 -
and
JAH History, -
Jahrbueh der Asiatischen Leipzig 1924 -
Kunst,
JAL Literatüre,
JAOS Journal of the A m e r i c a n Oriental Society, New Haven, Connecticut 1843 —
JAS ofAsian
Studies,
New York.
JASB Journal and Proceedings of the Asiatic Society of Bengal, Calcutta 1905 -
JCAS Journal of the Central Asian Society, 1-18, London 1914-31 (krş. fRCAS).
JE The Jeıvish Encyclopedia, New York 1902.
JESHO Journal of the Economic and Soclal History of the Orient, Leiden 1957 -
Kınalızâde, Tezkire Kınalızâde Hasan Celebi, Tezklretü'ş-şuarâ (nşr. ibrahim Kutluk), l-II, Ankara 1978-81.
Karatay, Farsça Yazmalar Fehmi E d h e m Karatay, Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi Farsça Yazmalar Katalogu. istanbul 1961.
Karatay, Türkçe Basmalar Fehmi E d h e m Karatay, istanbul Ûniüersitesi Kütüphanesi Türkçe Basmalar Alfabe Kataloğu, l-III, istanbul 1956.
Bedâ'i'
Cihannümâ
Kâtib Çelebi, Kâtib Çelebi, istanbul 1145.
Kâtib Çelebi, Fezleke Kâtib Çelebi, Fezieke-i Târîh. I-II, istanbul 1286-87.
Kays Âl-i Kays, el-îrûniyyûn ue'l-edebü'l- cArabî=* Irarıians and Arab Literatüre, l-lll, Tahran 1984-86.
Kehhâle, A' lâmü'n-nisâ'
M u h a m m e d b. Tayyib el-Kâdirî, Neşrü'l-meşânî c li-ehli'l-karni'l-hâdî aşer ue'ş-şânî (nşr. M u h a m m e d Haccî — A h m e d Tevfîk), 1-IV, Rabat 1397-1407/1977-86.
Ömer Rızâ Kehhâle, Mu zcemü'l-mü'e!lifîn: terâcimü musannifi l-kütübi'l- zArabiyye, I-XV, Dımaşk 1376-81/1957-61 — Beyrut, ts. IDâru ihyâi't-türâsii-Arabî).
Şubhu'l-a'şâ
Kalkaşendî, Şubhu'l-a cşâ (Şemseddin) A h m e d b. Ali el-Kaikaşendf, Subhu'l-a cşâ fî sınâ cati'l-inşâ\ l-IV, VII, X-X1V (nşr. M u h a m m e d Hüseyin Ş e m s e d d i n ) ; V (nşr. N e b î l Hâlid H a t i b i ; VI, VIII-1X (nşr. Yûsuf Ali Tavîl), Beyrut 1 4 0 7 / 1 9 8 7 .
Kindî, el-Vülât
ue'l-kudât{Guest)
Ebû Ömer M u h a m m e d b. Y û s u f el-Kindî, Kitâbü'l-Vülât ue Kitâbü'l-Kudat (nşr. R h u v o n Guest), Leiden - London 1912, 1964.
Kelâbâzî, Ricâlü
Vasfi Mahir Kocatürk, Büyük Türk Edebiyatı Ankara 1970.
Tarihi,
İbrahim Hakkı Konyalı, istanbul 1946.
Alanya,
Konyalı, İstanbul Âbideleri ibrahim Hakkı Konyalı, istanbul Âbideleri, İstanbul 1940.
Konyalı, İstanbul
Kehhâle, Mu 1 cemü'l-mü'
Kalkaşendî,
Ebü Ömer M u h a m m e d b. Yusuf el-Kindı, Kitâbü Vülâti Mısr, Beyrut 1 4 0 7 / 1 9 8 7 .
Konyalı, Alanya
Kays Âl-i Kays, el-Irâniyyûn
Kadiri, Neşrü'l-meşânî
A h m e d b. Ali el-Kalkaşendî. Subhu'l-a cşâ fîsınâ cati'i-inşâ 3, l-XV,'Kahire 1910-20.
Kindî, el-Vülât ve'l-kudât
Kocatürk. Türk Edebiyatı Tarihi
Ö m e r Rızâ Kehhâle, A c lâmü'n-nisâ 3 c fî âlemeyl'i cArab ue'l-islâm, I-IV, Beyrut 1 4 0 4 / 1 9 8 4 .
Me'âşirü'l-inâfe
Kindî, Resâ'il Y a ' k ü b b. ishak el-Kindî, Resâ'ilul-Kindî el-felsefiyye (nşr. M. A b d ü l h â d î E b û Rîde), Kahire 1950-53.
Cihannümâ,
iyâz b. M û s â b. İyâz, Tertîbul-medârik ue takrîbü'l-mesâlik li-ma crifeti a^lâmi mezhebi'l-İmâm Mâlik (nşr. A h m e d Bükeyr M a h m ü d ) , l-III, Beyrut 1387-88/1967-68.
Kalkaşendî,
(Özbek)
el-Kâmûsü'l-İslâmî
Ebü Bekir b. Mes'ûd el-Kâsânî, Beda 3 i c u'ş-şanâ 3 f fî tertîbi'ş-şerâ 2 i c. 1-V11, Kahire 1327-28.
A h m e d b. Ali el-Kalkaşendî, Me*âşirü'iinâfe fî me câlimi'l-hilâfe (nşr. Â b d ü s s e t t â r A h m e d Ferrâc), 1-111, Kuveyt 1964 — Beyrut 1980.
Kettânı, er-Risâletü'l-müstetrafe
A h m e d Atıyyetullah, el-Kâmüsü 1-İslâmî, Kahire 1 3 8 3 / 1 9 6 3 -
Kâsânî,
Kâdî İyâz, Tertlbil 'i-medârik
JAK
M u h a m m e d b. Ca'fer el-Kettânî, er-Risâletü 'l-müstetrafe (nşr. M u h a m m e d ei-Müntasır), Dımaşk 1383/1964.
Şemseddin Sâmi, Kâmüsü'l-a'lâm, I-VI, İstanbul 1306-16/1888-99.
Kâdf Abdülcebbâr b. A h m e d , el-Muğnî fî ebvâbi't-tevhîd ue 7- cadl (nşr. Tâhâ Hüseyin — İbrâhim Medkûr v.dğr.) !-XX, Kahire, ts. (eş-Şeriketu 1-Mısriyye), Kahire 1382-85/1962-65.
Kâdî Abdülcebbâr b. A h m e d , Şerhul-Oşûli'T hamse (nşr. A b d ü l k e r î m O s m a n ) , Kahire 1 3 8 4 / 1 9 6 5 .
Kettânı, er-Risâietü 'l-müstetrafe
M u h a m m e d b. Ca'fer el-Kettânî, Hadis Literatürü: er-Risâletü'l-müstetrafe ( d i p n o t ve ilâveleri ile trc. Yusuf Özbek), istanbul 1994.
Kadı Abdülcebbâr, el-Muğnî
Kâdî Abdülcebbâr, Şerhu'TUsüliT-hamse
Journal of African History, Cambridge 1960 -
Journal ofArabic Leiden 1970 -
Journal ofTurkish Studies/ Türklük Bilgisi Araştırmaları, Harvard, Massachussets 1977 —
Kâdl Abdülcebbâr b. A h m e d , el-Muhît bi't-teklîf (nşr. Ö m e r Seyyid A z m i — A h m e d Fuâd el-Ehvânî), Kahire, ts. (eş-Şeriketü'i-Mısriyye).
JAfr.H
Journal ofAsian Wiesbaden 1967
JTS
Kâdî Abdülcebbâr, el-Muhît
JAAS
Fîrûzâbâdî. Ebü't-Tâhir, el-Okyânusü'1-basît fî tercemeti'l-Kâmûsi'l-muhît (trc. Asım Efendi), l-III, İstanbul 1230-33; 1-IV, istanbul 1304-1305. Kâmûsü'!-a'!âm
JRCAS
istanbul Ûniüersitesi Edebiyat Fakültesi islâm Enstitüsü Dergisi, İstanbul 1953 -
Mecmuası,
Kamus Tercümesi
I-XI,
İstanbul Vakıfları Tahrir Defteri 953 (1546)
Journal
Kubbealtı Akademi İstanbul 1972 -
Sarayları
ibrahim Hakkı Konyalı, istanbul Âbidelerinden istanbul Sarayları, istanbul 1942.
Konyalı, Konya Tarihi
ellipn
İbrahim Hakkı Konyalı, Âbideleri ue Kitâbeleri ile Konya Tarihi, Konya 1964.
Konyalı, Mimar Koca Sinan'ın Eserleri ibrahim Hakkı Konyalı, Mimar Koca Sinan'ın Eserleri, istanbul 1950.
Sahihi'l-Buhârî
A h m e d b. M u h a m m e d el-Kelâbâzî, Ricâlü Şahîhi'l-Buhârî: el-Hidâye ue'l-irşâd fî ma crifeti ehli'ş-şikJât ue's-sedâd ellezîne ahrece lehümul-Buhârî fî Câmi cih Inşr. A b d u l l a h el-Leysî), 1 -II, Beyrut 1 4 0 7 / 1 9 8 7 .
Kelâbâzî, et-Ta'arruf M u h a m m e d b. İbrâhim el-Kelâbâzî, Kitâbut-Ta 'ar ruf 11-mezhebi ehli't-taşauuuf, Kahire 1960.
Keşfü'z-zunün Kâtib Çelebi, Keşfü'z-zunün c an esâmi'l-kütüb ue'l-fünûn (nşr. Kilisli Muallim Rifat — Şerefeddin Yaltkaya), l-ll, istanbul 1360-62/1941-43.
Koksal, İslâm Tarihi (Medine) M. Âsim Koksal, islâm Tarihi: Hz. Muhammed (a.s.) ve islâmiyet, Medine Devri, I-XI, istanbul 1987.
Koksal, İslâm Tarihi (Mekke) M. Asım Koksa), islâm Tarihi: Hz. Muhammed (a.s.) ue islâmiyet, Mekke Deuri, l-VII, istanbul 1987.
Köprülü, Araştırmalar Köprülüzâde M. Fuad, Türk Dili ue Edebiyatı Hakkında Araştırmalar, İstanbul 1934.
Köprülü, Edebiyat Araştırmaları / M. Fuad Köprülü, Edebiyat Araştırmaları /, Ankara 1966, 1987, 1989.
Köprülü, Edebiyat Araştırmaları II M. Fuad Köprülü, Edebiyat Araştırmaları 2 (nşr. Orhan F. Köprülü), istanbul 1989.
Köprülü, tik Mutasavvıflar Köprülüzâde M e h m e d Fuad, Türk Edebiyatında ilk Mutasavvıflar, istanbul 1919.
Latifi, Tezkire
Makrîzî, el-Hıtat
Mes'ûdî, et-Tenbîh
Latîfî. Tezkire-i Latîfî (nşr. A h m e d Cevdet), istanbul 1314.
A h m e d b. Ali el-Makrîzî. Kitâbü'i-Mevâ 'iz ve'l-i'tibâr bi-zikri'l-hıtat ue'l-âsâr, l-ll,~Bulak"l270.
Ali b. Hüseyin el-Mes'ûdî. et-Tenbîh ve'l-işrâf (nşr, M. I. d e Goeje), Leiden 1894 — Beyrut 1981.
Leknevî, el-Feüâ'idü'l-behiyye
Makrîzî,
M u h a m m e d Abdülhay el-Leknevî, el-Feuâ*idü'l-behiyye fî terâcimi 'l-Hanefiyye Inşr, M. Bedreddin E b ü Firâs), Kahire 1324.
A h m e d b. Ali el-Makrîzî. Kitâbü's-Sülük li-ma'rifeti düvell'l-mülük (nşr, M u h a m m e d Mustafa Ziyâde — Saîd A b d ü l f e t t â h Âşûr), 1-X1I, Kahire 1957-73.
A h m e d b. M u h a m m e d el-Meydânî, Mecma' u' l-emşâl (nşr, M u h a m m e d Muhyiddin Abdülhamîd), l-II, D ı m a ş k 1 3 9 3 / 1 9 7 2 .
Makrîzî, Kitâbü's-Sülük
Meydânî, Mecma 'u'l-emşâl (Ebü'l-Fazl)
Leknevî, er-Ref' ve't-tekmil
Kitâbü's-Sülük
Meydânî,
(Ziyâde)
M u h a m m e d Abdülhay el-Leknevî. er-Ref oe't-tekmîl fi'l-cerh ve't-ta'dîi (nşr. Abdülfettâh E b û G u d d e ) , Beyrut 1 4 0 7 / 1 9 8 7 .
Köprülü, Türk Edebiyatı Tarihi
A h m e d b. Ali el-Makrîzî, Kitâbü's-Sülük li-ma'rifeti düveli'l-müiük (nşr. M u h a m m e d Mustafa Ziyâde), l-II, Kahire 1939-58.
Levend, Divan
Malatî, et-Tenblh ve'r-red
Köprülüzâde M e h m e d Fuad, Türk Edebiyatı Tarihî, istanbul 1926,
Agâh Sırrı Levend. Divan Edebiyatı: Kelimeler ve Remizler, Mazmunlar ve Mefhumlar, istanbul 1943.
Köprülü, Türk Saz Şairleri M. Fuad Köprülü, Türk Saz Şairleri, istanbul 1940.
Kummî, Gülistârı-ı Hüner Kadı" A h m e d M ü n ş H K u m m î . Gülistân-ı Hüner (nşr. A. S. HânsSrî), Tahran 1352 hş.
Kureşî, el-Cevâhirü 'l - mudıyye Abdülkadir b. M u h a m m e d b. M u h a m m e d el-Kureşî, el-Ceuâhirü'l-mudıyye fî tabakalı l-Hanefiyye (nşr. A b d ü l f e t t â h M u h a m m e d el-Hulv), I-lll, Kahire 1393-99/1973-79.
Levend,
Edebiyatı
Gazavatnâmeler
Agâh Sırrı Levend, Gazavât-nameler ve Mihaloğlu Ali Bey'in Gazavât-namesi. Ankara 1956.
Levend, Türk Edebiyatı Tarihi A g â h Sırrı Levend, Türk Edebiyatı Tarihi, Ankara 1973.
Lisânü'l-'Arab M u h a m m e d b. Mükerrem b. Manzûr. Lisânü'l-'Arab, l-XV, Bulak 1299-1308 — Beyrut, ts. (Dâru Sâdır).
Lutfî, Târih Kurtubî, el-Câmı Ebû Abdullah M u h a m m e d b. A h m e d el-Kurtubî, el-Câmi' ii-ahkâml'l-Kur'ân (nşr. E b û ishak ibrâhim I, (-XX, Kahire 1386-87/1966-67.
Kuşeyrî, er-Risâle Abdülkerim b. Hevâzin el-Kuşeyrî, er-Risâletü 'l-Kuşeyriyye (nşr. A b d û l h a l î m M a h m ü d — M a h m ü d b. Şerîf), I-II, Kahire 1972-74.
Kuşeyrî, er-Risâle (Uludağ) Abdülkerim b. Hevâzîn el-Kuşeyrî, Kuşeyrî Risalesi: Tasauuuf ilmine Dair (trc. Süleyman Uludağ), istanbul 1980.
Küleynî, el-CJşül mine'l-Kâfî M u h a m m e d b. Ya'küb el-Küleynî, el-üsûl mine'l-Kâfî (nşr.'Ali Ekber el-Gaffârî), l-II, Beyrut 1401.
Kütübî, Fevâtü 7- Vefeyât M u h a m m e d b. Şâkir el-Kütübî, Feuâtü'l-Vefeyât ve'z-zeyli'aleyhâ (nşr. ihsan Abbas), l-V, Beyrut 1973-74.
Lâmiî, Nefehât Tercümesi A b d u r r a h m a n b. A h m e d el-Câmî, Nefehâtü 1-üns (trc. L â m i î Çelebi), istanbul 1289 — istanbul 1980.
A h m e d Lutfî, Târih, l-VIII, İstanbul 1290-1328; IX-XV (nşr. Münir Aktepel, Ankara 1984-92.
Edward VVİlliam i a n e . An Arabic-English Lexicon, I-Vlil, London 1863-93 — Beyrut 1980.
Ma'sûm Ali Şah, Tarâ'ik Ma'sûm Ali Sah, Tarâ'ikuî-hakâ'ik (nşr. M u h a m m e d Ca'fer Mahcub), l-III, Tahran 1339-45 hş.
Mâtürîdî, Kitâbü't-Tevhîd Ebû Mansûr M u h a m m e d el-Mâtüridî, Kitâbü't-Tevhîd (nşr, Fethullah Huleyf), Beyrut 1970 — istanbul 1979.
A b d u r r a h m a n Utbe. Ma "a 1-Mektebeti 1-'Arabiyye, Beyrut 1 4 0 4 / 1 9 8 4 .
Mahlüf, Şeceretü'n-nür
Mahmüd Şükrî el-Âlûsî, Bulüğu'l-ereb M a h m ü d Şükrî el-Âlûsî, Bulüğu'l-ereb fî ma'rifeli ahvâli'l-'Arab (nşr. M u h a m m e d Behçet el-Eserîl, MI), Kahire 1342.
Makdisî,
Ahsenü't-tekâsîm
M u h a m m e d b. A h m e d el-Makdisî, Ahsenü't-tekâsîm fî ma crifeti'l-ekâlîm (nşr. M. |. d e Goeje). Leiden 1877.
Makdisî, el-Bed 3 ve't-târîh M u t a h h a r b. Tâhir el-Makdisî, Kitâbul-Bed 3 oe'l-târîh (nşr. e l e m e n t Huart), f-Vl, Paris 1899-1919 — Bağdad, ts. (Mektebetu' l - M ü s e n n â ) .
A h m e d b. M u h a m m e d el-Makkarî. Nefhu't-tîb min ğusni'l-Endelüsi'r-ratîb (nşr. ihsan Abbas), I-VIII, Beyrut 1 3 8 8 / 1 9 6 8 .
A h m e d b. M u h a m m e d el-Meydânî, Mecma' u'l-emşâl (nşr. M u h a m m e d Ebü'l-Fazll, l-IV, Kahire 1977-79.
Mez, el-Hadâretü 'l-İslâmiyye A d a m Mez. el-Hadâretüî-islâmiyye fi'l- karni 'r-râbi 'il -hicrî Itrc. M u h a m m e d A b d ü l h â d î E b û Rîde), l-II, Kahire 1 3 6 0 / 1 9 4 1 , 1377/1957.
M. F. Abdülbâki, el-Mu'cem M u h a m m e d Fuâd Abdülbâki. el-Mu' cemü'l-müfehres li-elfâzi'l-Kur' âni'l-Kerîm. Kahire 1950.
MFOB Melanges de la Faculte Orientale de Beyrouth, Beyrouth 1906 -
MIDEO
Ebü'l-Hasan Ali b. M u h a m m e d el-Mâverdî, el-Ahkâmü's-sultâniyye, Beyrut 1 4 0 5 / 1 9 8 5 .
Melanges de Tlnstitut d'Etudes Orientales du Le Caire 1954 -
ME
MIFAO
Mecelletü't-Ezher, Kahire 1 3 5 5 / 1 9 3 6 , VII (FVi. ciltler NOrü'l-İslâm ismi ile yayımlanmıştır, Kahire 1349/1930 - 1354/1935).
Memoires publies par les membres de llnstitut Français d'Archeologie Orientale du Caire, Caire.
Taşköprizâde, Hadâiku'ş-Şekâik (trc. M e h m e d Mecdî Efendi, nşr, A b d ü l k a d i r Özcan), 1, istanbul 1989.
Mecelle Abduh M u h a m m e d b. M u h a m m e d M a h l ü f , Şeeeretü'h-nüri'z-zekiyye fî tabakâtiî-Mâlikiyye. i-II, Kahire 1349 — Beyrut, ts, (Dârü'l-Kitâbi'l-Arabîl,
(Abdülhamîd)
Mâverdî, el-Ahkâmü's-sultâniyye
Mecdî, Şekâik Tercümesi
Ma'a'l-Mektebe
Makkarî, Nefhu't-tîb Laııe. Lexicon
Muhammed b. A h m e d el-Malatî. et-Tenbîh ve'r-red Inşr, M u h a m m e d Z â h i d el-Kevserî), Beyrut 1 3 8 8 / 1 9 6 8 .
Mecma'u'l-emşâl
Mecelle-i Ahkâm-ı
Adliyye.
Miftâhu
Dominicain Caire,
künüzi's-sünne
Wensinck, Miftâhu künüzi's-sünne (trc. M. F. Abdülbâki), Lahor, ts. — Beyrut 1 4 0 3 / 1 9 8 3 .
Mir'ât-ı Hakikat (Miroğiul M a h m ü d Celâleddin Paşa. Mir'ât-ı Hakîkat: Târihî Hakîkatların Aynası (s. nşr. ismet Miroğlu), l-III, istanbul 1983.
Mecelle-i ümûr-ı Belediyye Osman Nuri [Ergin], Mecelle-i (Jmûr-ı Belediyye, l-V, istanbul 1330-38.
Mecmüa-i
Cevâmi'
Hacı ismâil Beyzâde Osman Bey, Mecmüa-i Cevâmi', istanbul 1304.
Mir'âtü'l-Haremeyn Eyüp Sabri Paşa, Mir atü 'l-Haremeyn (Mir'ât-ı Mekke-Mirat-ı MedîneMirat-ı Cezîretü î-Arab), l-III, istanbul 1301-1306.
Mîrhând, Ravzatü's-safâ'
MES Middle Eastern Studies,
London 1964 —
MESA Bulletin Middle East Studies Association Bulletin, New York 1967 -
Mes'ûdî, Mürücü'z-zeheb
(Abdülhamîd)
Ali b. Hüseyin el-Mes'üdî, Mürücü'z-zeheb ve me'âdinü'l-cevher (nşr, M. M u h y i d d i n A b d ü l h a m î d ) , l-İV, Kahire 1 3 6 7 / 1 9 4 8 — Beyrut 1384-85/1964-65.
Mes'ûdî, Mürücü'z-zeheb (Meynard) Ali b. Hüseyin el-Mes'ûdî, Mürücü'z-zeheb ue m e c â d i n u l - c e v h e r : Prairies d'Oritrc. ve nşr. Barbier d e Meynard), l-IX, Paris 1861-77.
Mîrhând M u h a m m e d , Ravzatü'ş-şafâ 1 fî sîret'T i enbiyâ" ue'l-mülük ve'i-hulefâ 3 (nşr. A b b a s Pervîz), 1-VII, Tahran 1338 h ş . / 1 9 5 9 .
Mizzî, Tehzîbü'i-Kemâl Y û s u f b. A b d u r r a h m a n el-Mizzî. Tehzîbü '1-Kemâi fî esmâ 3 ir-ricâl (nşr. Bessâr Avvâd Ma'rûf), l-XV, Beyrut 1 4 0 2 / 1 9 8 2 -
MK Millî Kültür (nsr. Kültür Bakanlığı), Ankara 1977 -
MM Musiki Mecmuası, istanbul 1948 -
MMİADm. Mecelletü Mecma 'i l- cilmiyyi'l'Arabî bi-Dımaşk, D ı m a ş k 1921-68."
MMLADm.
MÜİFD
Nefisi, Târîh-i Nazm u Neşr
Osmanlı
Mecelletü Mecma'i'l-luğati'T 'Arabiyye bi-Dımaşk, D ı m a ş k 1969 -
Marmara ûniüersitesi ilahiyat Fakültesi Dergisi, İstanbul 1983 -
Saîd-i Nefîsî, Târîh-i Nazm u Neşr der îrân ue der Zebân-ı Fârsî, l-IÎ, Tahran 1344 hş.
Bursalı M e h m e d Tâhir, Osmanlı Müellifleri, l-lll, İstanbul 1333-42 — Heppenheim, Bergstrasse 1971.
MMLAÛr.
Münâvî, Feyzü'l-kadîr
Mecelletü Mecma'l'l-luğati'l'Arabiyye el-ürdünî, A m m a n 1978 -
M u h a m m e d A b d ü r r a û f el-Münâvî, Feyzü'l-kadîr şerhu'TCâmi c i's-sağîr, I-VI, Kahire 1357 — Beyrut, ts'. ' (Dâtul-Ma'rife), 1 3 5 7 / 1 9 3 8 .
Nesefı, Tebşıratü'l-edille (Salame)
MMMA (Kahire) Mecelletü 'Arabiyye,
Ma c hedi'l-mahtCitâti'lKahire 1 3 7 5 / 1 9 5 5 -
MMMA (Küveyt) MeceUetü Ma'hedi'lmahtûtâti'l-'Arabiyye, Kuveyt'1376/1956 -
M u h a m m e d A b d ü r r a û f el-Münâvî, el-Kevâkibü'd-dürriyye fî terâcimi's-sâdeti'ş-şüfiyye (nşr. M a h m u d Hasan Rebî'), l-II, Kahire 1 3 5 7 / 1 9 3 8 .
Osmanischen
Neşri, Cihannümâ
Ömer Ferruh, Târîhu'l-edeb
(Taeschner)
Cihannümâ: Die Altosmanische Chronik des Mevlânâ Mehemmed Nesehrilnşt. Fr. Taeschner), 1-11, Leipzig 195.1-55.
Nevbahtî.
A h m e d Dede Müneccimbaşı, Câmi c ü'd-düuel (trc. A h m e d N e d î m :
Mitteilungen des Seminars für orientalische Sprache an der Friedrich-Wilhelms üniuersitât zu Berlin, Berlin 1898 -
Osmanlı Araştırmaları The Journal of Ottoman istanbul 1980 -
Münzirî, et-Tekmile
MTM Millî Tetebbülar istanbul 1915.
Mecmuası,
I-V,
MTÜA Mecelletü Târîhi'l^Arabiyye, Halep.
c
ulûmi'l-
el-Mu "cemii 'ş-şûfî S u â d el-Hakîm, el-Mu Ccemü ş-şûfî el-hikme fî hudûdi'l-kelime, Beyrut 1 4 0 1 / 1 9 8 1 .
Muhıbbî, Hulâşatü'l-eşer M u h a m m e d Emin el-Muhibbî, Hulâşatü'l-eşer fî (terâcimi) a cyâni'l-karni'l- hâdî caşer (nşr. Mustafa Vehbî), l-IV, Kahire 1284 — Beyrut, ts. (Dâru Sâdır).
Musavver
Dâiretü'l-maârif
Nevevî, Tehzîb
Pakalın M e h m e t Zeki Pakalın, Osmanlı Tarih Deyimleri ue Terimleri Sözlüğü, l-III, istanbul 1946-56.
Peçuylu İbrâhim, Târih
(Siyakı)
Hamdullah Müstevfî, fiüzhetü'l-kulûb (nşr. M u h a m m e d Debîr Siyâkî), Tahran 1336 hş.
Müstevfî, Nüzhetü'l-kulûb
(Strange)
Hamdullah Müstevfî, Nüzhetü'l-kulûb (nşr. G. Le Strange), Leiden 1915 — Tahran 1362.
Mv.F
Güzide
Alâeddin Ali el-Muttakî el-Hindî, Kenzü'l-'ummâl fî süneni'l-akuâl ue'i-ef'âl (nşr. Bekrî H a y y â n î — Safvetu s-Sekâ), I-XVI, Beyrut 1 3 9 9 / 1 9 7 9 ; 1405/1985.
el-Muo at£a= Mâlik b. Enes,
el-Muuatta'.
Mücâhid. Tefsir M ü c â h i d b. Cebr, Tefsîru Mücâhid (nşr. A b d u r r a h m a n Tâhir b. M u h a m m e d ) , l-ll, Doha 1976.
Siyâsetnâme
Târîh-i Peçeuç l-II, istanbul 1281-83 — İstanbul 1980.
Hasan b. Ali b. İshak et-Tûsî, Siyeru l-mülûk yâ Siyâsetnâme (nşr. M e h m e t Altay Köymen), Ankara 1976.
Pertsch, Gotha Wilhelm Pertsch, Die Arabischen Handschriften der Herzoglichen Bibllothek zu Gotha, I-V, Gotha 1878-92.
Nizâmülmülk, Siyâsetnâme (Bayburtlugil)
Pezdevî,
Nüveyhiz, Mu c cemû'l-müfessirîn Âdil Nüveyhiz, Mu'cemü'l-müfessirîn m i n sadri'l-islâm hatte'l-'asri'l-hâzır, Beyrut 1 4 0 3 / 1 9 8 3 .
el-Meusû atü'l-fıkhiyye, Küveyt 1 4 0 4 / 1 9 8 3 -
Meusû "al.ii 'l-fıkhi'l-islâmî c (Meusû catü Cemâl Abdinnâsır), l-XVI, Kahire 1386-1400.
Mv.Fs. el-Meusû catü'l-Filistîniyye, 1-IV, D ı m a ş k 1984.
MW The Moslem World, Hartford, Connecticut 1911 —
I—
Nüveyri, Tiihâyetü'l-ereb A h m e d b. A b d ü l v e h h â b en-Nüveyrî, Nihâyetul-ereb fî fünûni'l-edeb, 1-XVI1I, Kahire, ts_. 119231 (Vezâretü's-Sekafe ve'1-irşâd), XIX-XXVII (nşr. M u h a m m e d Ebü'1-Fazl — Ali M u h a m m e d el-Bicâvî -Hüseyin Nassâr v.dğr.), Kahire 1395-1405/1975-85.
M u s t a f a Naîmâ, Târih, 1-VI, İstanbul 1280 (çerçeveli), 1281-83.
Nebhânî, Kerâmâtü'l- evliyâ' Y û s u f b. İsmâil en-Nebhânî, Câmi cu kerâmâti'ieuliyâ 3 (nşr. ibrahim Utve İvaz), l-II, Kahire 1 3 8 1 / 1 9 6 2 .
RAA La Reuue de l'Academle D a m a s 1921-68.
Arabe,
RAAD Reuue de l'Academ'ıe Arabe de Damas, D a m a s 1969 —
Râgıb el-lsfahânî, el-Müfredât
OA
Hüseyin b. M u h a m m e d b. Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât fîğarîbi'l-Kur (nşr. M u h a m m e d Seyyid Kîlânî), Kahire 1 3 8 1 / 1 9 6 1 .
Orientalisches Arch'ıu, l-III, Leipzig 1910-13.
Râsanen, Versucfı
OArt Naîmâ, Târih
Kenzü'l-vüsül
Fahrü'l-İslâm Ali b. M u h a m m e d el-Pezdevî, Kenzü'l-uüşül (Abdülazîz el-Buhârî, Keşfü'Tesrâr içinde), 1-IV, İstanbul 1308.
c
Mv.Fİ
Muttaki ei-Hindî, Kerızü'l- cummâl
Nizâmülmülk,
Hasan b. Ali b. İshak et-Tûsî, Siyâsetnâme: Sîyerul-mülûk (trc. Nurettin Bayburtlugil), İstanbul 1981.
Müstevfî, Târîh-i Güzide (Nevâî)
Müslim Peoples
Hasan el-Mustafavî, et-Tahkîk fî kelimâti'l-Kur"âni'l-Kerîm, İ-VI, Tahran 1360 hş.
Öztuna, TMA
Yahyâ b. Şeref en-Nevevî, Tehzibü'l-esmâ 3 ue'l-luğât (nşr" F. Wüstenfeld), I-II, Göttingen 1242 ^ Beyrut, ts. (Dârü'l-Kütübi'l-ilmiyye).
Müstevfî, Nüzhetü'l-kulûh
Mûsikîsi
T. Yılmaz Öztuna, Türk Mûsikîsi Ansiklopedisi, Mİ, İstanbul 1969-76.
Müsned
Hamdullah Müstevfî, Târîh-i (nşr. Abdülhüseyn-i Nevâî), Tahran 1336-39 hş.
Mustafavî, et-Tahkik
Türk
A h m e d b. Hanbel, el-Müsned, 1-VI, Kahire 1313.
Ali Seydî — Ali Reşâd — M e h m e d İzzet — A. Feuillet. Musaüuer Dâiretü'l-maârif, I, İstanbul 1 3 3 2 / 1 9 1 3 ; II (1333).
Müslim Peoples (ed. Richard V. VVeekes), I-II, Westport-Connecticut 1984.
Yahyâ b. Şeref en-Nevevî, el-Mecmu : Şerhu'l-Mühezzeb, l-IX; Tekmiletus-Sübkî, X-XII; Tekmiletü Necîb el-Mutî'î, XI1I-XX, Beyrut, ts. (Dârü'l-Fikr).
A b d ü l a z î m b. Abdülkavî el-Münzirî, et-Tekmile li-uefeyâti'n-nakale (nşr. Beşşâr Avvâd Ma'rûf), l-IV, Beyrut 1 4 0 1 / 1 9 8 1 .
I-V,
Öztuna, BTMA Yılmaz Öztuna, Büyük Ansiklopedisi, I-II, Ankara 1990.
Nevevî. el-Mecmu Materiala Turcica, B o c h u m 1975 -
Özeğe, Katalog
ismail Hakkı Özkan, Türk Mûsikîsi Nazariyatı ue üsüllerı Kudüm Velueleleri, İstanbul 1984.
Fıraku'ş-Şî'a
İstanbul 1285.
MT
Ömer Ferruh, Târîhu'Tedebi'T'Arabî, I-VI, Beyrut 1981-84.
Özkan, TMNU
Hasan b. M û s â en-Nevbahtî, Kitâbü Firakı ş-Şî^a (nşr, H e l l m u t Ritter), İstanbul 1931.
SahSyifû'l-ahbSr), I-III,
Studies,
M. Seyfeddin Özeğe, Eski Harflerle Basılmış Türkçe Eserler Katalogu, istanbul 1971-80.
(Unat)
Neşrî M e h m e d , Kitâb-ı Cihan-Nümâ: Neşrî Tarihi (nşr. F. Reşit U n a t M e h m e t Altay Köymen), I-II, Ankara 1949-57.
Selâhaddin el-Müneccid, Mu ccemul-mahtütâti'l-matbû ca, l-V, Beyrut 1968".'
Müneccimbaşı, Sahâifü'i-ahbâr
MSOS
Osm.Ar.
Ebü'l-Muîn en-Nesefî, Tebşıratü'l-edille fi'l-kelâm (nşr. C l a u d e Salame), i-il, D ı m a ş k 1990-93.
Neşri. Cihannümâ
Mu'cem
Müneccid,
MOG Mitteilungen zur Geschichte, I-IV, W i e n 1921-22.
Münâvî, el-Keoâkib
Müellifleri
Oriental
Art, London 1955 -
Râşid. Târih
Orierıs Oriens: Milletlerarası Tetkikleri Cemiyeti Leiden 1948 -
Martti Râsanen, Versuch eines etymologischen Wörterbuchs der Türksprachen, Helsinki 1969.
Şark Mecmuası,
Oruç b. Âdil, Tevârîh-i Âl-i Osmân Oruç b. Âdil, Teuârîh-iÂl-i Osmân (nşr. Fr. Babinger), Hannover 1925.
Râşid M e h m e d Efendi, Târih, I-V, İstanbul 1282.
Rauf Yekta, Türk Musikisi R a u f Yekta Bey, Türk Musikisi (trc. O r h a n Nasuhioğlu), İstanbul 1986.
S.4
Seâlibî, Yetlmetü'd-dehr
Serahsî, el-Mebsüt
M u h a m m e d b. Ali er-Râvendî. Râhatü'ş-şudûr ue âyetü's-sürûr (nşr. M u h a m m e d İkbal), London 1921.
Celâl Esat Arseven, Sanat Ansiklopedisi, istanbul 1943-52.
Ebû Mansûr es-Seâlibî, Yetîmetü'd-dehr fî mehâsini ehli'l-^aşr Inşr, M ü f î d M u h a m m e d Kumeyha), l-V, Beyrut 1 4 0 3 / 1 9 8 3 .
Ş e m s ü l e i m m e es-Serahsî. el-Mebsût, l-XXX, Kahire 1324-31.
RE
A h m e d b. A b d u r r a h m a n es-Sââtl, el-Fethur-rabbânî li-tertîbi Müsnedi'l-imâm Ahmed b. Hanbel eş-Şeybânî ue ma ahû Kitâbü Bulûği'l-emânî..., I-XXIV, Beyrut, ts. (Dâru ihyâi't-türâsi'l-Arabî).
Ravendi,
Râhatü's-şudûr
l-V,
Sââtî. el-Fethu'r-rabbânî Pau!ys-Wissowa, Real-Encyclopâdie der Classischen Altertumsujlssenschaft, Stuttgart • M ü n c h e n 1894 -
REB Reuae des Etudes Paris 1943 -
Byzantines,
RE! Reuue des Etudes Paris 1927 -
lslamiques,
Sâbî, Rusûmü
dâri'l-hilâfe
Ebü'l-Hüseyin Hilâl b. Muhassin es-Sâbî, Rusûmü dâri'l-hilâfe (nşr. M î h â î l Avvâd), Beyrut 1 4 0 6 / 1 9 8 6 .
Sâbûnî, el-Bidâye A h m e d b. M a h m ü d es-Sâbûnî, el-Bidâye fî usûlü'd-dîn (nşr. Bekir Topaloğlu), Dımaşk 1399/1979.
Sadrüşşerîa, et-Tavzîh Sadrüşşerîa Ubeydullah b. Mes'ûd, et-Tauzîh fî halli ğauâmizi't-Tenkîh (Teftâzânî, et-Telvîh içinde), l-II, Kahire 1377/1957.'
Reşîd Rızâ, Tefstrü 'l-menâr M u h a m m e d Reşfd Rızâ, Tefstrü't-Kur' âni'l-hakîm: Tefsırü'l-menâr, I-XH— Kahire 1353-54 — Beyrut, ts. (Dârü'i-Ma'rife); Kahire 1373-80/1953-61.
Safâ, Edebiyyât Zebîhullah Safâ, Târîh-i Edebiyyât der Iran l-V, Tahran 1332-64 hş.
Safâ, Gene-i Sühan Zebîhullah Safâ, Genc-i l-III, Tahran 1969.
RH Reuue Historique, Paris 1876 -
Sühan,
Safedî, el-Vâfî Selâhaddin Halîl b. Aybeg es-Safedî,
RHC Occ. Reeueil des Historiens des Croisades: Historiens Oecidentaux (ed. A c a d e m i e d e s Inscriptions et Belles Lettres), l-V, Paris 184 M 906.
RHC Or. Reeueil des Historiens des Croisades: Historiens Orientacuc (ed. A c a d e m i e d e s Inscriptions et Belles Lettres), l-V, Paris 1841-1906.
Rieu. Catalogue P. Charles Rieu, Catalogue ofthe Turkish Manuscripts in the British Museum, London 1888.
Rieu. Catalogue of the Persian Manuscripts P. Charles Rieu, Catalogue ofthe Persian Manuscripts in the British Museum, l-lll, London 1879-83; Suppl., 1895.
RMM Reuue du monde musulman, sy. 1-66, Paris 1907-26.
Kitâbü'l-Vâfî bi'l-uefeyât (nşr. i h s a n A b b a s — Ş ü k r î Faysal), l-XXII, Wiesbaden 1401-1402/1981-82.
Sahnün, el-Müdevvene A b d ü s s e l â m b. Saîd et-Tenühî, el-Müdeuuenetü'l-kübrâ, i-Vl, Kahire 1324.
Sâî, Tezkiretü 'l-ebniye Sâî M u s t a f a Çelebi, Tezkiretü'l-ebniye, Mensur kısım, Bâb-ı Sânî, nr. 50 (nşr. Rıfkl Melüi Meriç, Mimar Sinan Hayatı, Eseri I: Mimar Sinan'ın Hayatına, Eserlerine Dair Metinler). Ankara 1965.
Sâid el-Endelüsi. Tabakâtü'l-ümem Ebü'l-Kâsım Sâid b. A h m e d el-Endelüsî, Tabakâtü'l-ümem, Kahire, ts. (Matbaatü M u h a m m e d M u h a m m e d Matar).
Sâkıb Dede, Sefine M u s t a f a Sâkıb Dede, Sefîne-i Nefîse-i Meuleuiyân, 1-111, Kahire 1283.
Stephan a n d Nandy Ronart. Concise Encyclopedia of Arabic Ciuilisation, A m s t e r d a m 1959.
George Sarton. Introduction to the History of Science, l-lll, London 1962; New York 1975.
Rycaut
SBFD
Paul Rycaut, The Present State of the Ottoman Empire, London 1972 — M e i s e n h e i m / G l a n , ts.
Siyasal Bilgiler Fakültesi Ankara.
J. Rypka, History of iranian Dordrecht 1968.
Literatüre,
A n n e m a r i e Schimmel, Mystical Dimensions of islam, North Carolina 1975.
Schimmel, Tasavvufun Boyutları Rypka, 1LG J. Rypka. lranische Leipzig 1959.
Literaturgeschichte,
ed-Dav'ü'l-lâmı
A n n e m a r i e Schimmel. Tasauuufun Boyutları (trc. E n d e r Gürol), istanbul 1982.
Ş e m s ü l e i m m e es-Serahsî, el-üsûUnşr. Ebü'l-Vefâ el-Efgânî), l-II, Haydarâbâd 1372 — Beyrut 1973.
Serkis, Mu 'cem Y û s u f Elyân Serkîs, Mu'cemü '1-matbû câti'l-'Arabiyye ue'l-mu'arrebe, l-II, Kahire 1928-30.
Serrâc, el-Lüma' Ebû Nasr es-Serrâc, el-Lüma c (nşr. A b d û l h a l î m M a h m ü d — Tâhâ A b d ü l k a d i r Server), Kahire 1960.
Sehâvî, Fethu'l-muğîs M u h a m m e d b. A b d u r r a h m a n es-Sehâvî, Fethu'l-muğîs şerhu Elfiyeti'l-hadîs, l-III, Beyrut 1 4 0 3 / 1 9 8 3 .
Sehâvî, el-t'lân
bi't-tevbîh
M u h a m m e d b. A b d u r r a h m a n es-Sehâvî, el-i clân bl't-teubîh li-men zemme't-târîh (nşr, Fr. Rosenthal), Beyrut, ts. (Dârü'l-Kütübi'MImiyye).
Sertoğlu, Tarih Lügati M i d h a t Sertoğlu, Osmanlı Tarih Lügati, istanbul 1986.
Sezgin, GAS Fuat Sezgin. Geschichte des Arabischen Schrifttums, I-IX, Leiden 1967-84.
Sezgin, GAS (Ar.)
Tezkire-i Sehî, istanbul 1325.
Fuat Sezgin, Târîhu 't-türâsi'l-'Arabî, l-V, Riyad 1403-1404.
Sehî, Tezkire (Kut)
SF
Heşt Bihişt. The Tezkire by Sehî Beg, An Analysis of the First Biographical Work on Ottoman Poets with a Critical Edition Based on Ms. Süleymaniye Library, Ayasofya O. 3545 by Günay Kut. HarvardCambridge, Massachussets 1978.
Seruet-i Fünün, İstanbul 1891-1928; 1929-43 (yeni harf).
Sehî, Tezkire
Selânikî. Târih Selânikî Mustafa Efendi, Târih, istanbul 1281 — Freiburg 1970.
S/r. Studia
Iranica,
Paris.
Sicill-i Osmânî M e h m e d Süreyya, Sicill-i Osmânî, l-IV, istanbul 1308-15 — Heppenheim, Bergstrasse 1971.
Siiâhdar,
Nusretnâme
Selânikî Mustafa Efendi. Târih (nşr, M e h m e t ipşirli), I-II, istanbul 1989.
Silâhdar Fındıklık M e h m e d Ağa, Nusretnâme (haz. İsmet Parmaksızoğlu), l-III, istanbul 1966-69.
Selâvî, Kitâbü'l-İstiksâ
Silâhdar. Târih
Şehâbeddin A h m e d es-Selâvî, Kitâbü'i istikşâ li-ahbâri'ddüueli'l-mağribi'l-akşâ (nşr. Ca'fer en-Nâsırî — M u h a m m e d en-Nâsırî), İ-IX, Dârülbeyzâ 1954-56.
Silâhdar Fındıklılı M e h m e d Ağa, Târih (nşr. A h m e d Refik), i - II, istanbul 1928.
Sem'ânî, el-Ensâb Abdülkerim b. M u h a m m e d es-Sem'ânî, el-Ensâb, I-VI (nşr. A b d u r r a h m a n b. Yahyâ el-Yemânî), Haydarâbâd 1961-66; VI1-VII1 (nşr. M u h a m m e d Avvâme), D ı m a ş k 1976; IX (nşr, M u h a m m e d Avvâme — Riyâzî Murâd), D ı m a ş k 1979; X (nşr. A b d ü l f e t t â h M u h a m m e d el-Hulv), D ı m a ş k 1979.
Sem'ânî, el-Ensâb (Bârûdî) Abdülkerim b. M u h a m m e d es-Sem'ânî, el-Ensâb (nşr. A b d u l l a h Ö m e r el-Bârüdî), l-V, Beyrut 1 4 0 8 / 1 9 8 8 .
Dergisi,
Schimmel. Mystical Dimensions of islam
Rypka. HIL
Seftnetü'l-vüzerâ M e h m e d Hafîd, Sefînetu l-uüzerâ (nşr. ismet Parmaksızoğlu), istanbul 1952.
Selânikî, Tirih (İpşirli)
Sarton. Introduction
Ronart. CEAC
Sefînetü'r-rüesâ,
M u h a m m e d b. Abdurrahman es-Sehâvî, ed-Dau'ul-lâmi' liehli'l-karni'i-tâsi', l-XII, Kahire 1353-55.
Reuue des Etudes Sud-Est Europeennes, Bucarest 1963 -
Reşahât Tercümesi
A h m e d Resmî. istanbul 1269.
Sehâvî,
RESEE
Ali b. Hüseyin Vaiz Kâşifi. Reşahât-ı Aynü'l-hayât (trc. M. Şerif e!-Abbâsî), istanbul 1291.
Serahsî, el-üsûl
Seftnetü'r-rüesâ
Sem'ânî, et-Tahbîr Abdülkerim b. M u h a m m e d es-Sem'ânî. et-Tahbîr fl'l-mu' cemi'l-kebîr (nşr. Münîre Nâci Sâlim), l-II, Bağdad 1 3 9 5 / 1 9 7 5 .
SM Sırât-ı Müstakîm, istanbul 1906-11.
so Studia
Orientalia,
Helsinki 1925 -
Solakzâde. Târih Solakzâde Mehmed H e m d e m î , Târih, İstanbul 1297.
SR Sebîlürreşâd,
istanbul 1911-25.
STAD Sanat Tarihi Araştırmaları İstanbul 1987 -
Dergisi':
Steingass, Dictionary F. Steingass. Persian-English London 1892.
Dictionary,
SLI Studia
islamica,
Paris 1953 —
Semhûdî, Vefâ' ü'l-vefâ
Storey, Persian Literatüre
Ali b. Abdullah es-Semhûdî, Vefâ'ü'l-uefâ bi-ahbâri dâri'l-Mustafâ, l-II," Kahire 1326.
C. A. Storey, Persian Literatüre: A Bio-Bibliographical l-V, London 1927-92.
Survey,
STY istanbul Ûniüersitesi Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Yıllığı, istanbul 1964 -
Süyütî, Tabakâtü'l-huffâz (Ömer) Celâled_din es-Süyûtî, Tabaka tü 'l-huffâz (nşr. Âli M u h a m m e d Ömer), Kahire 1 3 9 3 / 1 9 7 3 .
Subhî, Târih Subhî M e h m e d , Târih, İstanbul 1198.
Suter, Die
Mathematiker
Heinrich Suter, Die Mathematiker und Astronomen der Araber und Ihre Werke, Leipzig 1900; New York 1972.
Suyolcuzâde,
Devhatü'l-küttâb
Suyolcuzâde M e h m e d Necîb, Deuhatul-küttâb (nşr. Kilisli Muallim Rifatl, istanbul 1942.
Sübkî,
Cem'u'l-ceuâmı
Tâceddin A b d ü l v e h h â b b. Ali es-Sübkî, Cem'u'l-cevâmf (Hâşiyetü'i- cAttâr içinde), I-II, Beyrut, ts. (Dârû'l-Kütübi'l-ilmiyye).
Sübkî, el-İbhâc
Süyütî, Târîhu'l-hulefâ' Celâleddin es-Süyûtî, Târîhu'l-hulefâ' (nsr. M. M u h y i d d i n A b d ü l h a m î d ) , Kahire 1371 / 1 9 5 2 , 1 3 8 9 / 1 9 6 9 .
Süyütî, Tedrîbü'r-râuî Celâleddin es-Süyûtî, Tedrîbü'r-râoî fî şerhi Takrîbi'n-üevevî (nşr. Â b d ü i v e h h â b Abdüllatîf), l-ll, Kahire 1 3 7 9 / 1 9 5 9 .
M u h a m m e d b. İdrîs eş-Şâfiî, er-Risâle (nşr. A h m e d M u h a m m e d Şâkir). Kahire 1 3 5 9 / 1 9 4 0 .
Şâfıî, el-Üm M u h a m m e d b. idrîs eş-Şâfiî, el-Üm, 1-V11, Bulak 1321 -26.
Ş â n î z â d e M e h m e d Atâullah Efendi, Târih, I-IV, İstanbul 1291.
Sübkî, Tabakât
A b d ü l v e h h â b b. A h m e d eş-Şa'rânî, et-Tabakâtü 'l-kübrâ, I-İI,'Kahire 1 3 7 3 / 1 9 5 4 .
Sübkî, Tabakât (Tanâhî) Tâceddin A b d ü l v e h h â b b. Ali es-Sübkî, Tabakâtü 'ş-Şâfi ciyyeti'l - kübrâ (nşr, M a h m û d M u h a m m e d et-Tanâhî — A b d ü l f e t t â h M u h a m m e d el-Hulv), I-X, Kahire 1383-96/1964-76.
Şânîzâde, Târih
Şa'rânî, et-Tabakât
Şâtıbî, el-İ'tisâm İbrâhim b. Mûsâ eş-Şâtıbî, el-i ctisâminşr. M. Reşîd Rızâ), Kahire 1332 — Kahire, ts. (el-Mektebetü't-Ticâriyyetüi-kübrâ).
Şâtıbî, el-Muvâfakât İbrâhim b. Mûsâ eş-Şâtıbî, el-Muvâfakât fî uşüli'ş-şerfa, I-IV, Kahire, ts. (el'-Mektebetü'tTicâriyyetu 1-kübrâl.
Süheylî, er-Raozü'l-ünüf
Şehristânî, el-Milel (Kîlânî)
A b d u r r a h m a n b. Abdullah es-Süheylî, er-Ravzüı'l-ünüf fî şerhi's-Sîreti'nnebeuiyye li'bni Hişâm (nşr. A b d u r r a h m a n el-Vekîl), l-VII, Kahire 1387-90/1967-70.
M u h a m m e d b. Abdülkerîm eş-Şehristânî, el-Milel ve'n-nihal (nşr. M. Seyyid kîlânî), l-II, Kahire 1381 / 1 9 6 1 .
Sülemî, Tabakât M u h a m m e d b. Hüseyin es-Sülemî, Tabakâtüş-şûfiyye (nşr. N ü r e d d i n Şerîbe), Kahire 1 3 8 9 / 1 9 6 9 .
Süyütî, Buğyetü'l-vu
Şehristânî, el-Milel (Vekîi) M u h a m m e d b. Abdülkerîm eş-Şehristânî, el-Milel ve'n-nihal (nşr. Abdülazîz M. el-Vekîl), l-l'll, Kahire 1 3 8 8 / 1 9 6 8 .
Şem'dânîzâde,
ât
Celâleddin es-Süyütî, Buğyetü'l-vu ât fî tabakâti'iluğavlyyîn ve'n-nuhât (nşr. M u h a m m e d Ebü'1-Fazl), I-1İ, Kahire 1 3 8 4 / 1 9 6 4 .
Süyütî, Hüsnü'l-muhâdara Celâleddin es-Süyûtî, Hüsnü'l-muhâdara fî (ahbârı) Mışr ve'TKâhire (nşr. M u h a m m e d Ebü'1-Fazl), I-II, Kahire 1 3 8 7 / 1 9 6 7 .
Süyütî, el-İtkân (Ebü'1-Fazl) Celâleddin es-Süyûtî, c el-İtkân fî ulûmi'l-Kur'ân (nşr. M u h a m m e d Ebü'1-Fazl), I-IV, Kahire 1 3 8 7 / 1 9 6 7 , 1405/1985.
Süyütî, Tabakâtü'l-huffâz (Lecne) Celâleddin es-Süyûtî, Tabakâtü'l-h uffâz (nşr. Lecne mine'I-ulemâ), Beyrut 1 4 0 3 / 1 9 8 3 .
M u h a m m e d b. Ali eş-Şevkânî, el-Bedrut-tâli'. I-II, Kahire 1348.
Şevkânî,
Müri't-teoârîh
(Aktepe)
Şem'dânî-Zâde Fındıklılı Süleyman Efendi Tarihi: Müri't-teuârîh (nşr. Münir Aktepe), I-IIl, istanbul 1976-81.
Şengel, İlâhîler Ali Rıza Şengel, Türk Mûsikîsi Klâsikleri: ilâhîler (nşr. Yusuf Ömürlü), 1-IV, istanbul 1979-82.
Şerhu'l- cAkideti't-Tahâviyye Ali b." Ebü'l-iz, Şerhu'l- cAkideti't-Tahâviyye (nşr. M. N â s ı r ü d d i n el-Elbânî), Kahire, ts. (Dârü'l-Fikri'l-Arabî).
Şeşen, Fihrisü
Derrü's-sehâbe
M u h a m m e d b. Ali eş-Şevkânî, Derrü's-sehâbe fî menâkıbi'l-karâbe ve'ş-şahâbe (nşr. Flüseyin b. A b d u l l a h el-Ömerî), Dımaşk 1404/1984.
Şevkânî, Fethu'l-kadîr M u h a m m e d b. Ali eş-Şevkânî, Fethu'l-kadîr: el-câmC beyne fenneyi'r-rivâye ve'd-dirâye c mln ilmi't-tefsîr, l-V, Kahire 1 3 8 3 / 1 9 6 4 .
Şevkânî, Şâfıî, er-Risâle
Takıyyüddin Ali b. A b d ü l k â f î es-Sübkî Tâceddin A b d ü l v e h h â b b. Ali es-Sübkî, el-İbhâc fî şerhi'l-Minhâc (nşr. Ş a b a n M u h a m m e d İsmail), l-lll, Kahire 1401-1402/1981-82.
Tâceddin A b d ü l v e h h â b b. Ali es-Sübkî. Tabakâtuş-Şâfi' iyyeti' i-kübrâ, I-Vl, Kahire 1323-24 — Beyrut, ts. (Dâru 1-Ma'rifel.
Şevkânî, el-Bedrü't-tâlı
İrşâdü'l-fuhül
M u h a m m e d b. Ali eş-Şevkânî, irşâdü'l-fühül ilâ tahkiki'l-hakkı min cilmi'TuşûL Beyrut, ts. (Dârü'l-Ma'rife).
Şevkânî, Neylü'l-eutâr M u h a m m e d b. Ali eş-Şevkânî, Heylü'l-evtâr şerhu Münteka'l-ahbâr min ehâdîşi seyyidi'l-ahyâr, 1-VIII, Kahire 1391 / 1 9 7 1 .
Şevki Dayf, Târîhu'l-edeb Târîhu 'l-edebi'T'Arabi I-VI, kahire, ts. (Daru 1-Maârif).
Kâmil M u s t a f a eş-Şeybî, eş-Şıla beyne't-taşavvuf ve't-teşeyyu , l-II, Bağdad 1964; Beyrut 1982.
Şeyhî, Vekâyiu'l-fuzalâ Şeyhî M e h m e d Efendi, Vekâyiu'l-fuzalâ (nşr. A b d ü l k â d i r Özcan), lll-IV, İstanbul 1989.
Şikârı Ahmed, Karaman Tarihi
Şîrâzî, el-Mühezzeb Ebû İshak ibrâhim eş-Şîrâzî, el-Mühezzeb fî fıkhi'l-imâm eş-Şâfı cî, I-II, Kahire 1379/1959-60.
Şerhu'l-Lüma c
E b û İshak İbrâhim eş-Şîrâzî, Şerhu'l-Lüma c (nşr'. A b d ü l m e c î d Türkî), l-ll, Beyrut 1 4 0 8 / 1 9 8 8 .
ŞM Mecmuası,
istanbul 1956 —
mahtütâti't-tıbbi'l-İslâmî
R a m a z a n Şeşen — Cemil Akpınar — Cevat izgi, Fihrisü mahtütâti'ttıbbi'l-İslâmî fî mektebâti Türkiyâ: Türkiye Kütüphaneleri islâmî Tıp Yazmaları (Arapça, Türkçe ve Farsça Katalogu) (ed. E k m e l e d d i n ihsanoğlu), İstanbul 1984.
TA
M u h a m m e d b. Cerîr et-Taberî, Târîhu'r-rusül ve'l-mülûk (nşr. M u h a m m e d Ebü'1-Fazl), 1-X1, Kahire 1960-70 — Beyrut, ts. (Dâru Süveydân).
Tâcü'l-'arüs M u h a m m e d M u r t a z â ez-Zebîdî, TâeuT carûs min ceuâhiri'lKâmûs-Şerhv'TKâmüs, I-X, Kahire 1306-1307.
Tanışık, İstanbul
Çeşmeleri
İbrahim Hilmi Tanışık, istanbul Çeşmeleri, I-II, istanbul 1943-45.
Seyyid Şerîf el-Cürcânî, Kitâbü't-Ta c rîfât, istanbul 1327; Beyrut 1 4 0 3 / 1 9 8 3 .
Taşköprizâde, Meozûâtü'l-ulüm Taşköprizâde İsâmeddin A h m e d Efendi, Meozûâtü'l-ulûm [Miftâhu's-sa'âdej (trc. K e m â l e d d i n M e h m e d Efendi), l-II, istanbul 1313.
Taşköprizâde, Miftâhu's-sa'âde
Taşköprizâde,
eş-Şekâ'ik
Taşköprizâde isâmeddin A h m e d Efendi, eş-Şekâ 3 iku'n-nu c mâniye c fî ulemâ'i'd-devleti'l-'Osmaniye (nşr. A h m e d S u b h i Furat), istanbul 1 4 0 5 / 1 9 8 5 .
Tanzimat'tan Cumhuriyete Türkiye Ansiklopedisi (haz. İletişim Yayınları), l-VI, İstanbul 1985.
İstanbul Kütüphaneleri TarihCoğrafya Yazmaları Katalogları /: Türkçe Tarih Yazmaları, I. fas. sy. 1-10, istanbul 1943-51.
TD istanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih İstanbul 1949 -
(Bulak)
M u h a m m e d b. Cerîr et-Taberî. CâmCu'l-beyân fî tefsîri'l-Kur~ Jân, I-XXX, Bulak 1323-29 — Beyrut 1406-1407/1986-87.
Dergisi,
TDA Türk Dünyası Araştırmaları, istanbul 1979 -
TDEA
Türk Ansiklopedisi, I-XXXII1, Ankara 1943-86.
Taberî, Cami'u'l-beyân
Taberî, Târfft (Ebul-Fazl)
TCYK
Muğni'l-muhtâc
Şemseddin M u h a m m e d b. A h m e d eş-Şirbînî, Muğni'l-muhtâc ilâ ma'rlfeti me'ânîelfâzi'l-Minhâc, I-IV, Kahire 1 9 5 8 ' — Dımaşk, ts. (Dârü'I-Fikr),
Şarkiyat
M u h a m m e d b. Cerîr et-Taberî, Târîhu'r-rusül ve'l-mülük ( n ş r . ' M . ) . d e Goeje), I-III, Leiden 1879-1901.
TCTA
Tabakâtü'l-fukahâ'
E b û İshak İbrâhim eş-Şîrâzî. Tabakatü'l-fukahâ' (nşr. i h s a n Abbas), Beyrut 1 4 0 1 / İ981.
Şirbînî,
Taberî, Târih (de Goeje)
Taşköprizâde İsâmeddin A h m e d Efendi, Miftâhu's-sa'âde ve mişbâhu's-siyâde (nşr. A b d ü l v e h h â b E b ü ' n - N û r — Kâmil Kâmil Bekrî), l-III, Kahire 1968.
Şikârîzâde A h m e d Efendi, Karaman Tarihi (haz. M e s u t Koman), Konya 1946.
Şîrâzî,
(Şâkir)
M u h a m m e d b. Cerîr et-Taberî, Câmi'u'l-beyân fî tefsîri'lKurbân (nşr. M a h m û d M u h a m m e d Şâkir — A h m e d M u h a m m e d Şâkir), I — Kahire 1955-60.
et-Ta crîfât
Şeybî, eş-Sıla
Şîrâzî,
Taberî, Câmi cu'l-beyân
Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi, İstanbul 1976 -
TDl. Türk Dili, Ankara 1951 -
Tebrizî.
Reyhânetü'l-edeb
M u h a m m e d AİI-yi Müderris-i Tebrîzî, Reyhânetuiedeb, l-IV, Tahran 1328-33 hş.
TKA
Ukaylî, ed-Du'afâ'
Türk Kültürü Araştırmaları, Ankara 1964 -
M u h a m m e d b. A m r b. Mûsâ, Kitâbü'd-Du'afâ' i'l-kebîr (nşr. A b d ü l m u ' t î E m î n Kal'acî), l-IV, Beyrut 1 4 0 4 / 1 9 8 4 .
TM Tecrid Tercemesi A h m e d ez-Zebîdî. Sahîh-i Buharı Muhtasarı Tecrid-i Sarîh Tercemesi ue Şerhi, l-lll (trc. A h m e d Naim); IV-XII (trc. Kâmil Miras), Ankara 1970.
istanbul Üniuersitesi Edebiyat Fakültesi Türkiyat Mecmuası, istanbul 1925 -
TOEM Târîh-i Osmânî Encümeni Mecmuası, istanbul 1910-23.
TED M, Sâdık Vicdânî, Tomar-ı Turuk-ı Aliyye'den Haluetiyye Silsilenâmesi, istanbul 1338-41.
Sa'deddin Mes'ûd b. Ömer et-Teftâzânî, Şerhu'l-'Akâ'id, istanbul 1315.
Teftâzânî,
Şerhu'l-Malâşıd
Sa'deddin Mes'ûd b. Ö m e r et-Teftâzânî, Şerhu'l-Makâstd, l-II, istanbul 1277.
Teftâzânî, et-Telvîh Sa'deddin Mes'ûd b. Ömer, et-Teluîh fî hakâ' İkı't-Tenkih, MI, Kahire 1 3 7 7 / 1 9 5 7 .
Tehânevî, Keşşaf M u h a m m e d Ali b. Ali et-Tehânevî, Keşşâfü ıstılâhâti'l-fünün, I-II, Kalkûta 1862 — İstanbul 1 4 0 4 / 1 9 8 4 .
VVensinck. el-Mu'cem
Ullmann, Die Natur und Geheimıvissenschaften
Tomar-Kâdiriyye
Uluçay, XVIII. ve XIX. Asırlarda
Tomar-Melâmîlik Melâmîlik,
Saruhan
M. Çağatay Uluçay, XVIII. ue XIX. Asırlarda Saruhan'da Eşkıyalık ue Halk Hareketleri, istanbul 1955.
Uzunçarşılı, Anadolu Beylikleri
Töre, İlâhîler Abdülkadir Töre. Türk Mûsikîsi Klâsiklerinden ilâhîler (nşr. Yusuf Ömürlü), V-VII, istanbul 1984-89.
ismail Hakkı Uzunçarşılı, Anadolu Beylikleri ue Akkoyunlu, Karakoyunlu Deuletleri, Ankara 1937, 1969.
TT
Uzunçarşılı, İlmiye Teşkilâtı
Tehzîbü'l-luğa
Tarih ue Toplum, istanbul 1984 —
Ebû M a n s û r el-Ezherî, Tehzîbü'l-luğa (nşr. A b d û s s e l â m M. H â r û n — M u h a m m e d Ali en-Neccâr), l-XV, Kahire 1384-87/1964-67.
ismail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Deuleti'nin ilmiye Teşkilâtı, Ankara 1965.
Türk Tarih Encümeni istanbul 1924-32.
Takiyyüddin b. Abdülkadir et-Temîmî. e£- Tabakâtü's-seniyye fî terâcimi'l-Hanefiyye (nşr. A b d ü l f e t t â h M u h a m m e d el-Hulv), İ-IIIRiyad 1 4 0 3 / 1 9 8 3 .
Teşrîfât-ı Kadîme Kadîme,
Dergisi,
TTK Belleten Türk Tarih Kurumu Ankara 1937 -
Belleten,
TTK Bildiriler Türk Tarih Kongresi, Kongreye Sunulan Biidiriler, Ankara.
TTOK Belleteni
istanbul 1979 -
TFA
ismail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Deuleti Teşkilâtından Kapukulu Ocakları, I-II, Ankara 1943.
ismail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Deuleti Teşkilâtına Ankara 1941.
Medhal,
Uzunçarşılı, Merkez-Bahriye ismail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Deuletinin Merkez ue Bahriye Teşkilâtı, Ankara 1948.
Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi ismail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, l-IV, Ankara 1947-59.
Hüseyin Kâzım Kadri. Türk Lügati, i-ll, istanbul 1927-28; ill-IV, istanbul 1944-45.
Uzunçarşılı, Saray Teşkilâtı ismail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Deuleti'nin Saray Teşkilâtı, Ankara 1945.
Türkiye Maarif Tarihi
Türk Folklor Araştırmaları, istanbul 1949-79.
I-XIX,
TFAr. Türk Folkloru Araştırmaları (nşr. Kültür Bakanlığı), Ankara 1981 -
O s m a n [Nuri] Ergin. Türkiye Maarif Tarihi, I-V, istanbul 1939-43, 1977.
Türkiye Yazmaları Ankara 1979 -
TFAY Belleten
TV
Türk Folkloru Yıllığı Belleten,
Tarih Vesikaları, istanbul 1941 -61.
Araştırmaları Ankara 1975 -
Toplu
M u h a m m e d b. Ömer el-Vâkıdî, Kitâbü' l-Meğâzî
Kataloğu,
Vâsıf, Târih (ilgürei)
Türk Hukuk ue iktisat Tarihi Mecmuası, istanbul 1931-39.
Türk Yurdu, İstanbul 1911
-
TYDK
Tl l-IX,
TİD Ege üniuersitesi Edebiyat Fakültesi Tarih incelemeleri Dergisi, izmir 1983 -
İstanbul Kütüphaneleri Türkçe Yazma Diuanlar Kataloğu, I-IV, İstanbul 1947-76.
A h m e d Vâsıf Efendi, Mehâsinü 'l-âsâr ue hakâiku (nşr. M ü c t e b a ilgürei), istanbul 1978.
ÜDMİ islâmiyye,
'l-ahbâr
VD Vakıflar Dergisi, İstanbul/Ankara 1938 -
Vekî', Urdu Dâ'ire-i Ma'ârif-i Pencap 1964 —
YA Yurt Ansiklopedisi Türkiye il il: Dünü, Bugünü, Yarını, l-XI, istanbul 1981-84.
Yâfiî,
Mir'âtü'l-cenân
Abdullah b. Es'ad el-Yâfiî, Mir"âtü'l-cenân ue 'ibretul-yakzân fî ma'rifeti mâ yu'teberu min hauâdisi'z-zamân, l-IV, Haydarâbâd 1334-39, 1 3 9 0 / 1 9 7 0 .
Yâfiî, Mir'âtü'l-cenân
(Cubûrî)
Abdullah b. Es'ad el-Yâfiî, Mir'âtul-cenân ue 'ibretul-yakzân fî ma crlfeti hauâdisi'z-zamân Inşr, A b d u l l a h M u h a m m e d el-Cubûrî), I-, Beyrut 1 4 0 5 / 1 9 8 4 .
Yahyâ b. Maîn, et-Târîh Inşr, A h m e d M u h a m m e d Nur Seyf), l-IV, Mekke 1 3 9 9 / 1 9 7 9 .
Ya'kûbî, Kitâbü'l-Büldân
(Âyeti)
A h m e d b. İshak b. Ca'fer, Kitâbü'l-Büldân (trc. M u h a m m e d i b r â h i m Âyetî), Necef 1 9 5 7 ; Tahran 1964.
Ya'kûbî, Târih A h m e d b. İshak b. Ca'fer, Târîhu l-Ya'kûbî (nşr.'M. Th. Houtsma), 1-11, Leiden 1883 — Beyrut, ts. (Dâru Sâdır).
Yâküt,
Mu'cemü'l-büldân
Y â k ü t el-Hamevî. Mu'cemü'l-büldân, Beyrut 1957.
Yâküt,
l-V,
Mu'cemü'l-üdebâ'
Y â k ü t el-Hamevî, Mu'cemü'l-üdebâ 3 Inşr. A h m e d Ferîd Rifâî), l-XX Kahire 1355-57/1936-38 — Beyrut, ts. (Dâru İhyâi't-türâsi'l-Arabî).
YT Yeni
A h m e d Vâsıf Efendi, Târih, l-II, istanbul 1219.
TY
Wiener Zeitschrift für die Kunde des Morgeniandes, Wien 1887
(nşr. M, lones), l-III, London 1965-66.
Vâsıf, Târih
THİTM
Türâsul-insâniyye, Kahire 1971.
Vâkıdî. el-Meğazî
TÜYATOK
A. J. VVensinck v.dğr., el-Mu ccemü'l-müfehres li-elfâzi'l-hadîsi'n-nebeuî, İ-Vll, Leiden 1936-69, VIII: fehâris (haz. W. Raven -I. 1. Witkam), Leiden 1988.
Yahyâ b. Maîn, et-Târîh
Uzunçarşılı, Kapukulu Ocakları
Uzunçarşılı, Medhal
Türk Lügati
TF Türk Folkloru,
Belgeler,
Turing (Türkiye Turing ue Otomobil Kurumu) Belleteni, istanbul 1930 -
TEt.D Türk Etnografya Ankara 1956 -
Mecmuası,
TTK Belgeler Türk Tarih Kurumu Ankara 1964 -
Temîmî, et- Tabakâtü 's-serıiyye
Esad Efendi. Teşrîfât-ı istanbul, ts. — istanbul 1979.
TTEM
ifrîkıyye
WZKM Saruhan
M. Çağatay Uluçay, XVII. Asırda Saruhan'da Eşkıyalık ue Halk Hareketleri, istanbul 1941, 1944.
M. Sâdık Vicdânî. Tomar-ı Turuk-ı Aliyye'den Kâdiriyye Silsilenâmesi, istanbul 1338-40.
M. Sâdık Vicdânî, Tomar-ı Turuk-ı Aliyye: istanbul 1338-40.
Manfred Ullmann, Die Medizin im islam, Leiden 1970.
Uluçay, XVII. Asırda
Şerhu'l-'Akâ'id
Teftâzânî,
Ullmann, Die Medizin
Hasan b. M u h a m m e d el-Vezzân ez-Zeyyâtî. Vaşfü (trc. M u h a m m e d H u c c î — M u h a m m e d el-Ahdar), l-ll, Beyrut - Rabat 1983.
Manfred Ullmann. Die Natur und Geheimıuissenschaften im islam, Leiden 1972.
Tomar-Halvetiyye
istanbul Üniuersitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Enstitüsü Dergisi, istanbul 1970 -
Vezzân ez-Zeyyâtî, Vasfü Ifrikıyye
Ahbârü'l-kudât
M u h a m m e d b. Halef el-Vekî', Ahbârü'l-kudât, l-lîi, Beyrut, ts. (Âlemu l-kütüb).
Türk, istanbul 1932-41.
Yüksel, Osmanlı Mimârîsi V İ. Aydın Yüksel, Osmanlı Mi'mârîsinde II. Bâyezid-Yauuz Selim (886-926/1481-1520), istanbul 1983.
Deuri
Zâkir Şükrü, Mecmua-i Tekâyâ (Akbatui Zâkir Şükrî Efendi, Mecmûa-i Tekâyâ (nşr. Şinasi Akbatu), islâm Medeniyeti Mecmuası, IV/3-4; V / l - 2 , istanbul 1980-81.
Zâkir Şükrü, Mecmûa-i Tekâyâ (Tayşi)
Zehebî, A'lâmü 'n - nübelâ 3
Zehebî, Târîhu'l-İslâm:
Zâkir Şükrî Efendi, Die Istanbııler Derwisch-Konuente und ihre Scheiche: Mecmua-i Tekâyâ (nşr. M. Serhan Tayşi — K. Kreiser), Freiburg 1980.
M u h a m m e d b. A h m e d ez-Zehebî, c Siyeru a lâmi'n-nübelâ 3 (nşr. Ş u a y b el-Arnaût v.dğr.), 100(111, Beyrut 1401-1405/1981-85.
M u h a m m e d b. A h m e d ez-Zehebî, Târîhu l-İslâm: es-Sîretü'n-nebeuiyye; a.e.: el-Meğazî; a.e.: "Ahdü'l-hulefâ 3i'r-râşidîn; a.e.: sene... (nşr. Ö m e r A b d ü s s e l â m T e d m ü r î — B e ş ş â r A v v â d M a r u f v.dğr.), Beyrut 1 4 0 7 / 1 9 8 7 - .
Zambaur, Manuel E. d e Z a m b a u r , Manuel de geneologie et de chronologie pour l'Histoire de l'islam, Hannover 1927.
ZDMG Zeitschrift der Deutschen Morgenlândischen Gesellschaft, Leipzig/Wiesbaden 1 8 4 6 —
Zebîdî, clkd M u h a m m e d Murtazâ ez-Zebîdî, e Ikdü'l-cevheriş-şemîn (M. Tane! n ü s h a s ı fotokopisi), ÎSAM Ktp., nr. 4622.
Zehebî, el- cİber M u h a m m e d b. A h m e d ez-Zehebî, ei cİber fî haberi men ğaber (nşr. E b û H â c e r M u h a m m e d Saîd), l-V, Beyrut 1 4 0 5 / 1 9 8 5 .
Zehebî, Ma crifetü 'l-kurrâ* M u h a m m e d b. A h m e d ez-Zehebî, M a c rifetü 'l-kurrâ 3 i'l-k ibâ r a£e't- tabakât ue'l-âşâr (nşr. B e ş ş â r A v v â d Ma'rûf v.dğr.), I-II, Beyrut 1 4 0 4 / 1 9 8 4 .
c
Zehebî, M îzânü'l-iptidâi
M u h a m m e d Murtazâ ez-Zebîdî, İthâfu l-aşfiyâ 3 (M. Tancî nüshası fotokopisi), İSAM Ktp., nr. 4618.
M u h a m m e d b. A h m e d ez-Zehebî, Mîzânü'l-iptidâi fî nakdi'r- rical (nşr. Âli M u h a m m e d el-Bicâvî), I-IV, Kahire 1 3 8 2 / 1 9 6 3 .
Zebîdî, İthafa's-sâde
Zehebî, el-Muğnî
M u h a m m e d M u r t a z â ez-Zebîdî, İthâfu s-sâdeti'l-muttekîn bi-şerhi c esrârı İhya 3i ulûmi'd-dîn, I X, Kahire 1311.
M u h a m m e d b. A h m e d ez-Zehebî, eiMuğnt fi'd-du cafâ 3 (nşr. N ü r e d d i n Itr), I-II, Halep 1 3 9 1 / 1 9 7 1 .
Zebîdî,
İthâfü'l-aşfiyâ 3
— •••
Zehebî, Tezkire tü'l-h uffâz M u h a m m e d b. A h m e d ez-Zehebî, Tezkiretu l-huffâz, MV, Haydarâbâd'1375-77/1955-58.
Zemahşerî, el-Keşşâf M u h a m m e d b. Ö m e r ez-Zemahşerî, el-Keşşâf can hakâ 3ikı şauâmizi't-tenzîl ue uyûni'l-ekâuîl fî uücûhi't-te 3 uf/, MI, Bulak 1281.
Zemahşerî, el-Keşşâf [Beyrut.) M u h a m m e d b. Ömer ez-Zemahşerî, el-Keşşâf can hakâ 3ikı ğauâmizi't-tenzil c ve uyûni'l-ekâuîl fî uücûhi't-te 3oîl, 1-IV, Beyrut 1 3 6 6 / 1 9 4 7 (Zeylinde: 1- A h m e d M ü n î r el-İskenderî, el-İnşâf, 2- İbn Hacer, eJ-Kâffş-şâf, 3- M u h a m m e d el-Merzûkl, Haşiye. 4- M u h a m m e d el-Merzükî, Müşâhidül-İnşâf).
Zemahşerî, el-Keşşâf (Kahire) M u h a m m e d b. Ömer ez-Zemahşerî, el-Keşşâf zan hakâ'ikı ğavâmizı t-tenzil ue uyûni'l-ekâuü fî uücûhi't-te 3uîl, 1-IV, Kahire 1 3 8 7 / 1 9 6 8 — Beyrut, ts. (Dârü'l-Ma'rife).
Ziriklî, el-A c lâm Hayreddin ez-Ziriklî, el-A'lâm: Kâmûsü terâcim, I X, Kahire 1373-78/1954-59. Z i r i k l î , el-A c î â m ( F e t h u l l a h ) Hayreddin ez-Ziriklî, el-A clâm: Kâmûsü terâcim (nşr. Züheyr Fethullah), I-VIII, Beyrut 1984.
Zübeyd Ahmed, el-Âdâbü'l• cArabiyye Zübeyd A h m e d , el-Âdâbü'l-'Arabiyye fî şibhi'l-kârreti'l-Hindiyye (trc. A b d ü l m a k s û d M u h a m m e d Şalkâmî), MI Ibaskı yeri ve yılı yokj.
Zübeyrî, Iİesebü Kureyş M u s ' a b b. Abdullah ez-Zübeyrî, Nesebü Kureyş (nşr. E. Levi-Provençal), Kahire 1953, 1961, 1982.
Zühaylî,
el-Fıkhü'l-İslâmî
Vehbe ez-Zühaylî, el-Fıkhü'l-İslâmî ue edilletüh, l-VIIl, Dımaşk 1404/1984, 1405/1985.
DÛMETÜLCENDEL
r
sis edilmiş bir mabedin de bulunduğu Dûmetülcendel ve civarında İslâmiyet'in ortaya çıkışı sırasında Hıristiyanlığı benimsemiş olan Kelb, Tay ve Cedîle kabileleri mensupları oturmaktaydı.
DUMETULCENDEL
(
)
Kuzey Arabistan'da Hicaz-Suriye kervan yolu üzerinde bulunan eski bir ticaret merkezi.
J
Bugün Cevf adlı idarî bölgenin belli başlı yerleşim merkezlerinden biri olan Dûmetülcendel'in adını Hz. İsmâil'in oğlu Dûme'den (Dûm, Dûmân) aldığı rivayet edilir. Tihâme'de Hz. İsmâil'in çocukları çoğalınca Dûme Vâdissirhân yöresine gelmiş, burada bir kale inşa ettirmiştir ve taştan (cendel) yapılan kale "Dûmetü'l-cendel" adıyla anılagelmiştir. Bazı araştırmacılar ise şehrin adını burada yaşayan Cendel (Benî Cendel) adlı bir kabileden aldığını iddia ederler (Atlâl,X,
65).
Nabatîler'in başşehri Petra'nın 400 km. doğusunda bulunan Dûmetülcendel en parlak devrini Nabatîler ve Romalılar döneminde yaşamıştır. Şehir stratejik açıdan önemli bir mevkide bulunuyordu ve doğu ve kuzeydoğudan gelecek saldırılara karşı Kuzey Arabistan'ın yegâne kalesi durumundaydı. Ayrıca Yemen-Irak ve Vâdissirhân-Suriye kervan yollarının kesiştiği bir noktada yer aldığından eskiden önemli bir ticarî konuma sahip olan Dûmetülcendel'de Arabistan'ın en önemli panayırlarından biri kurulur ve her yıl rebîülevvel ayı boyunca faaliyetini sürdürürdü. Burada kurulan devletlerin güçlü oluşu ve komşu kabileler üzerinde otorite tesis etmeleri de şehrin önemini arttırıyordu. Ved adlı puta tah-
Sakaka Kalesi - D û m e t i ı l c c n d e l / r ı u u c ı A r a b i s t a n
'»ir
m m
T * '
f p t c
-
,
m & S *
Kaynaklarda Hz. Peygamber döneminde Dûmetülcendel'e üç askerî sefer düzenlendiği kaydedilmektedir. Bunların ilki, S. yılın Rebîülevvel ayında (Ağustos 626) bizzat Hz. Peygamber'in kumandasında yapılmıştır. Bu seferin sebebi, Dûmetülcendel'in hıristiyan hâkimi Ükeydir b. Abdülmelik'in bölgeden geçen Medine kervanlarına saldırması idi. Hz. Peygamber Fezâre ve Gatafân kabilelerine ait topraklardan geçerken bunların Mekkeli müşriklerle beraber Medine'ye saldırı düzenleme hazırlığı içinde olduklarını haber almış ve süratle geri dönmüştür. İkinci sefer, 6. yılın Şâban ayında (Aralık 627 - Ocak 628) Abdurrahman b. Avf kumandasında gerçekleştirilmiştir. Bu seferin sonunda hıristiyan Kelb kabilesi reisi Asbağ b. Amr el-Kelbî ve kabilesinden bazı kişiler müslüman olmuşlardır. Üçüncü sefer ise Tebük Gazvesi münasebetiyle yapılmıştır. Hz. Peygamber 9 (630) yılında Tebük'ten Hâlid b. Velîd kumandasında 400 kişilik bir askerî birliği Dûmetülcendel'e gönderdi. Hâlid Dûmetülcendel'deki kaleyi ele geçirdi ve Ükeydir'i esir alarak Medine'ye götürdü. Hz. Peygamber Ükeydir ile cizye ödemesi şartıyla bir antlaşma yapmış ve onun memleketine dönmesine izin vermiştir. Bazı kaynaklar ise Ükeydir'in müslüman olduğunu ve Hz. Peygamber'in kendisine bir ahidnâme* verdiğini kaydederler (Hamîdullah,
el-Veşâ'iku's-siyâsiyye,
s.
293-294). Bu son askerî hareketle Dûmetülcendel İslâm hâkimiyeti altına alındı. Fakat Ükeydir Hz. Peygamber'in vefatından sonra irtidad etti ve antlaşmayı bozarak hilâfet merkeziyle bağlarını kopardı. Bunun üzerine Hz. Ebû Bekir bölgeye önce İyâz b. Ganm kumandasında bir askerî birlik gönderdi; daha sonra da Hâlid b. Velîd'i ona yardım için Dûmetülcendel'e şevketti. Sonunda Ükeydir yakalanarak ölüm cezasına çarptırıldı ve Dûmetülcendel yeniden İslâm topraklarına katıldı. Sıffîn Savaşı'ndan sonra ortaya çıkan Hakem Vak'ası sebebiyle Ebû Mûsâ elEş'arî ile Amr b. Âs'ın Ezruh veya Dûme-
Omer Camii'nin kalıntıları Dûmetülcendel / Suudi Arabistan
tülcendel'de toplandıklarına dair rivayetler yanında önce Dûmetülcendel'de sonra Ezruh'ta olmak üzere iki defa bir araya geldikleri de kaydedilmektedir. İlk İslâm fetihleri sırasında büyük öneme sahip olan Dûmetülcendel, devlet merkezinin Emevîler devrinde Suriye'ye, Abbâsîler devrinde de Irak'a nakledilmesi ve ticaretin kendine başka yollar bulması sonucu bütün önemini kaybetmiştir. Ancak XVIII. yüzyılda başlatılan Vehhâbî hareketi sırasında Arabistan ile Suriye arasındaki sınırda yer alması sebebiyle yeniden önem kazanmaya başladı. Avrupalı araştırmacı ve seyyahlar da Cevf'ten geçen karayollarını tercih eder oldular. Osmanlı Devleti'nin son zamanlarında Dûmetülcendel'de otorite Vehhâbîler'in eline geçti. Bir ara Şemmer Emîri Talâl ile Ruvelâ kabileleri şeyhi Nûrî b. Şa'lân buraya hâkim oldular. Ancak 1921 yılında Abdülazîz b. Suûd Dûmetülcendel'i topraklarına kattı. Bundan kısa bir süre sonra Ürdün topraklarını güneye doğru genişletmek için teşebbüse geçti, fakat başarılı olamadı. Bu anlaşmazlık 19231924'te Küveyt'te toplanan kongrede de çözümlenemedi. Sonunda Suûdîler'le İngilizler arasında yapılan Hadde Antlaşması'yla Dûmetülcendel Necid'e bağlandı (2 Kasım 1925). Dûmetülcendel'deki en eski tarihî eserlerden biri Ömer Camii (Mescid-i Ömer) olup bugün harabe halindedir. Arkeologlar mimari planı hakkında bilgi edinmek için kazılar yapmaktadır. Yâküt Mu'cemü'l-büldâri da Dûme adını taşıyan iki yer daha zikretmektedir. Bunlardan biri Dımaşk yakınında, diğeri Hîre'dedir.
1 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
DÛMETÜLCENDEL Eserleri. Çalışma sahasıyla ilgili müs-
fi Özcan tarafından yapılan Türkçe ter-
I, 4 0 2 - 4 0 3 ; II, 5 6 0 - 5 6 2
takil kitapların yanı sıra çok sayıda ma-
cümesi de (İzmir 1987) Dunlop'un anılan
III, 1025-1030; İbn Hişâm, es-Sîre, I, 80; III, 224
kale, tercüme vb. ilmî yayınları da bulu-
neşrine dayanmaktadır. Onun üzerinde
IV, 169-170; İbn Sa'd. et-Tabakât,
nan Dunlop'un tarih konusundaki telif-
durduğu bir başka İslâm filozofu da Ted-
BİBLİYOGRAFYA: Vâkıdî, el-Meğâzî,
I, 288-289
II, 62, 89, 166; III, 129; İbn Habîb,
el-Muhab-
ber, s. 114, 262-263, 3 1 6 ; Belâzürî, Fütüh van), s. 72-75; İbn Düreyd,
(Rıd-
Cemheretü'l-luğa
(nşr. F. Krenkow v.dğr.), Haydarâbâd 1344
—
Bağdad, ts„ II, 3 0 1 ; Tehztbul-luğa,
XIV, 2 1 2 ;
Bekrî, Mu'cem,
Mu'cemü'l-
II, 564-565; Yâküt,
II, 4 8 5 - 4 8 9 ; Makrîzî,
büldân,
İmtâ'u'l-esmâ
Kahire 1941, s. 267, 4 6 3 - 4 6 7 ; Diyarbekrî, 7aII, 11,
rîhu'l-hamts, Peygamberi, berin
128;
Hamîdullah,
I, 5 6 4 - 5 7 5 ; a.mlf., Hz.
Savaşları,
s. 126, 129-130,
a.mlf., el-Vesa' iku's-siyâsiyye,
İslâm
Peygam136,
Beyrut
239; 1405/
1985, s. 293-294; M u h a m m e d Beyyûmî Mehrân, Dirâsât
fî
Riyad
târîhi'l-'Arabi'l-kadîm,
1400/1980, s. 4 8 7 - 4 9 0 ; Abdülazîz b. İbrâhim el-Ömerî, el-Hiref ve'ş-şınâ'ât
ri'r-Resûl
fi'l-Hicâz
fî 'aş-
Ibaskı yeri yok] 1985, s. 163; G. King,
The Historical
Mosçues
of Saudi
Lon-
Arabia,
don 1986, s. 117-120; a.mlf., " A M o s q u e A t t r ı b u t e d to 'Umar B. A l - K h a t t â b in D û m a t a l J a n d a l i n al-Jarf, S a u d i A r a b i a " , JRAS, (1978), s. 109-123; Abdülvehhâb
sy. 2
Muhammed
Ali el-Advânî, " e l - G a z a v â t ü ' n - n e b e v i y y e , s e nevâtühe'l-hicriyye v e y e " , el-Meurid,
şühûruhe'l-kameriy-
IX/4, Bağdad
1401/1981,
s.
5 4 2 ; Khaled Abdulaziz al-Dayel-Abdulaziz A l Shadukhi, " E x c a v a t i o n a t - D u m a t
al-Jaııdal",
X, Dumat al-Jandal 1986, s. 6 4 - 7 9 ; J.
Atlal,
Schleifer, "Cevf Sirhân", İA, III, 1 2 3 - 1 2 4 ;
L.
Veccia Vaglieri, " D ü m a t a l - D j a n d a l " , El 2 (İng.), II, 624-626.
ı—ı İlli
AHMET GÜNER
DUNLOP, Douglas Morton (1909-1987) İslâm tarihi ve felsefesi alanındaki araştırmalarıyla tanınan İngiliz şarkiyatçısı. J
leri arasında The History
of the Jewish Khazars (Princeton 1954; New York 1967) yaygın bir üne sahiptir. İslâm, İbrânî ve Bizans kaynaklarına dayanarak kaleme aldığı bu eserinde Mûsevî Hazar Türkleri'nin tarihini oldukça ayrıntılı şekilde incelemiştir. Yahudi asıllı olmadığı özellikle belirtilen ( E J d V I I I , 562) Dunlop'un Türk tarihinin böyle özel bir alanına eğilmesinde, anılan kaynaklan değerlendirmesine i m k â n veren lisan bilgisi yanında hocası Zeki Velidi Togan'ın yönlendirmeleri de etkili olmuş görünmektedir. Nitekim bu eserinde başvurduğu ve Hazar Türkleri'yle ilgili b ö l ü m ü n ü n İngilizce tercümesini verdiği (s. 109-114) İbn Fazlan Seyahatnamesi Togan'ın doktora tezinin konusudur (ibn Fadlan's Reiseberichte, Leipzig 1939). Doğrudan İsl â m tarihi üzerine yaptığı araştırmalarda dikkatini genellikle ilgi çekici ayrıntılar üzerinde yoğunlaştırdığı görülen Dunlop için müslümanların gerek Avrupa gerekse Uzakdoğu ile olan ilişkileri ısrarlı bir inceleme konusu teşkil etmiştir. Dunlop'un bu konularda çok sayıda makalesi bulunmaktadır. Doğu Türkistan'ın müslümanlarca fethi ve Talaş Savaşı'yla ilgili bir eseri de Yûsuf Y a ' k ü b Meskûnî tarafından Fethu'l- cArab li'ş-Şîn ve ma'reketü Talaş evi't-Talah li-ğazvi bilâdi'ş-Şîn (Bağdat 1968) başlığıyla Arapça'ya çevrilmiştir (bk. Bibliyoğrâfyâ, I, 374).
bîrü'l-mütevahhid
ki Paisley kasabasında doğdu. Yüksek öğrenimini 0xford Üniversitesi'nde tamamladı (1932); daha sonra Glasgovv Üniversitesi'nde İbrânîce ve Arapça öğrenimi gördü (1934-1937). Bunu
takip
eden iki yıl boyunca Bonn Üniversitesi'nde ve özellikle o d ö n e m d e İslâmî İlimler Bölümü'nde hoca olan Zeki Velidi Togan'ın yanında İslâmiyat ve şarkiyat araştırmaları yaptı. Bir aralık Türkiye ve Suriye'ye seyahatlerde bulunduktan sonra Glasgovv Üniversitesi'ne tayin edildi (1939). Burada çalıştığı sürenin son iki yılında (1947-1948) yine bir İskoç üniversitesi olan St. Andrevvs'da Sâmî diller üzerine dersler verdi. 1950'den sonra Cambridge Üniversitesi'nde on iki yıl İslâm tarihi okuttu ve son olarak da Amerika Birleşik Devletleri'nin Columbia Üniversitesi'nde tarih profesörlüğü yaptı.
İslâm ilimleri ve medeniyeti konusunda Arabic
Science in the West (Karaçi 1958) ve Arab Civilizaüon to A.D. 1500 (London 1971) adlı kitaplarının yanı sıra aynı saha ile ilgili çeşitli makalelerin de yazarı olan Dunlop, Ebû Zeyd el-Belhî'nin öğrencisi İbn Ferîgûn'un ilimler tarihine dair Cevâmi cu'l- culûm adlı eserini hocası Zeki Velidi Togan için yayımlanan a n m a kitabında tanıtmıştır (Zeki Velidi Togan'a Armağan, s. 348-353). İsl â m felsefesi alanında Dunlop'un üzerinde en çok d u r d u ğ u ve hakkında eser verdiği kişi Fârâbî'dir. Bu filozoftan yaptığı tercümeler eleştirilse de (bk. Butterworth, s. 12) The Fusûl al-Madam of al-Fârâbi (Cambridge 1961) adlı tercüm e ve neşriyle yine onun m a n t ı ğ a dair bazı eserlerinin tercüme ve neşirleri (bk. Abdurrahman Badawi, 11, 485-486) Fârâbî araştırmalarına önemli katkılarda bulunmuştur. Fusûlü'l-medenî'nin Hani-
1945,
s. 61-81) İbn Bâcce'dir. İki incelemesini daha İbn Bâcce'ye ayıran (IQ, II, 100-116;
BSOAS, XIV, 463-477) Dunlop, Ebû Süleym a n es-Sicistânî'ye nisbet edilen Şjvâ-
nü'l-hikme
adlı koleksiyonla ilgili olarak
yaptığı The Muntakhab
Siwan al-Hikmah of Abû Sulaiman as-Sijistânî (The Hague 1979) başlıklı neşir dolayısıyla da konuyla ilgili eser veren uzmanlar tarafından kayda değer g ö r ü l m ü ş t ü r (bk. Kraemer, s. 3). Dunlop'un kitapları ve kırka yakın makalesinden başka Encyclopaedia of İslam (new edition) ve Encyclopaedia Iranica'da da birçok maddesi bulunmaktadır. Aristoteles'in Ethica Nicomachea'sının Arapça tercümesi (I-Vl. kitaplar) üzerine kaleme aldığı makale ise (Oriens, XV 119621, s. 18-34) kayıp bir metni ortaya çıkarmış olması bakımından ayrıca anılmaya değer bir çalışmadır. BİBLİYOGRAFYA: D. M. Dunlop, The History
of the Jeıvish
Kha-
zars, Princeton 1954, s. 109-114; a.mlf., " A r a b R e l a t i o n s w i t h T i b e t in the 8th a n d E a r l y 9th C e n t u r i e s A.D.", İTED, V (1973), s. 3 0 1 - 3 1 8 a.mlf., " T h e G a w a m i ' a l - u l û m of ibn F a r ı g ü n "
Zeki
Velidi
Togan'a
İstanbul 1950
Armağan,
55, s. 3 4 8 - 3 5 3 ; A. S. Fulton -
cond
Supplementary
ted Books
Catalogue
M. Lings,
of Arabic
in the British Museum,
Se
Prin-
London 1959,
s. 6 0 1 ; A b d u r r a h m a n
Badavvi, Histoire
philosophie
Paris 1972, II, 4 8 5 - 4 8 6 ;
en İslam,
S. H. Nasr, An Annotated
mic Science, Bibliyoğrâfyâ:
Bibliography
de
la
of Isla-
Tahran 1975, I, 12; Necîb el-Akl-
kî, el-Müsteşrikün,
İskoçya'nın Renfrevvshire bölgesinde-
adlı eserini tercü-
mesiyle birlikte neşrettiği (JRAS,
Kahire 1980, II, 139-140;
el-Vahdetü'l-'Arablyye
(1908-
1980), Beyrut 1983, f, 3 7 4 ; J. L. K r a e m e r . Humanism
in the Renaissance
of İslam,
Leiden
1986, s. 3 ; C. E. Buttervvorth, " T h e S t u d y of A r a b i c P h i l o s o p h y T o d a y " , MESA Bulletin,
XVII
(1983), s. 12; C. Roth, " H i s t o r i o g r a p h y " ,
EJd.,
VIII, 562.
r
L
m LASL
. İLHAN KUTLUER
DUPNtÇE Batı Bulgaristan'da bugünkü adı Stanke Dimitrov olan küçük bir şehir. Bulgaristan'ın batısında Struma (Ka-
rasu) nehrine karışan Dzerman nehrinin kenarında, Dupniçe ovasının güney ucunda, Sofya'dan Selânik'e uzanan karayolu ve demiryolu üzerinde yer alır. Buranın bir kasaba haline gelişi, Osmanlı hâkimiyeti d ö n e m i n d e XV. yüzyılın ikinci yarısında olmuştur. Osmanlılar zamanındaki adı olan Dupniçe Bulgarca Dupnit-
2 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
DUPNİÇE sa'dan gelir. Bu ad 1949-1950'de Marek, bu tarihten sonra ise Stanke Dimitrov şeklinde değiştirilmiştir. Osmanlı hâkimiyeti altında Köstendil sancağına bağlı bir kadılığın iktisadî ve idarî merkezi olması yanında bulunduğu bölgenin İslâmî merkezi haline gelmesiyle de önem kazanmıştır. Dupniçe hakkındaki ilk kayıtlara, bir köy olarak geçtiği, Sofya'da bulunan 144S tarihli bir Osmanlı tahrir defteri parçasında rastlanır. 1480 tarihli bir başka defter parçasında buranın artık bir idarî merkez haline geldiğini gösteren "nahiye-i Dupniçe" şeklinde kayıtlar mevcuttur. Dupniçe'nin kasaba oluşunda, muhtemelen Ahmed Bey tarafından yaptırılan külliye önemli rol oynamıştır. Üzerinde bir köprü inşa ettirilmiş olan nehrin kenarında geçit noktasının yakınında yaptırılan büyük kubbeli cami, h a m a m ve mektepten ibaret bu külliye vasıtasıyla kasabanın ana iskân nüvesi teşkil edilerek gelişme yönü belirlenmişti. Yeni kasabanın temelini oluşturan bu külliyenin inşa yeri, aynı zamanda Sofya-Selanik ana yolu ile önceleri önemli bir güzergâh olup daha sonraları Balkan savaşlarından beri önemini kaybetmiş olan Edirne-Filibe - Samakov- Köstendil - Üsküp yönünde Makedonya ve Arnavutluk'a uzanan yolun kavşak noktasında bulunuyordu. 1499'da burayı gören Alman şövalyesi Kölnlü Arnold van Harff, Tobinitsa adıyla andığı Dupniçe'yi güzel bir kasaba olarak tarif eder. Kasabanın nüfusu hakkında ayrıntılı kayıtlara XVI. yüzyıl başlarına ait bir tahrir defterinde rastlanır. Buna göre cemaat başlığı altında kaydedilen müslüman nüfus kırk iki hâne, hıristiyan nüfus ise 141 hâne idi (BA, MAD, nr. 170, vr. 99a b ). Müslüman nüfus içinde yer alan on hâne ihtida etmiş hıristiyanlardan oluşuyordu. Hâne sayısına göre kasabanın toplam nüfusu bu sıralarda 900-1000 kişi civarında olup bunun % 2 3 ' ü n ü müslüman nüfus teşkil ediyordu. 1S73 tarihli bir başka defterden kasabanın daha da geliştiği anlaşılmaktadır. Bu tarihte 120 hâne yirmi mücerred (bekâr) müslüman nüfusa karşılık 160 hâne kırk bir mücerred hıristiyan bulunuyordu. Bu rakamlara göre kasabanın nüfusu yaklaşık 1500-1600 civarında idi ve bunun % 43'ü müslüman nüfustan oluşuyordu. XVI. yüzyılın ikinci yarısında müslüman ve hıristiyan nüfusta görülen bu denge Osmanlı hâkimiyeti boyunca hemen hemen aynı kaldı.
1573'te Dupniçe'de Ahmed Bey'in yaptırdığı bir cami ile Mehmed Çelebi, Dizdar Hasan ve Turhan Çelebi mahalle mescidleri yer alıyordu. 998'de (1589-90) burayı ziyaret eden Âşık Mehmed, Dupniçe'yi kalesi bulunmayan, cuma namazı kılınabilecek bir cami ile bir hamamı olan küçük bir kasaba ve pazar yeri olarak belirtir. Ayrıca bu sırada kasabanın zenginlerinden birinin bir hamam inşa ettirmekte olduğundan da bahseder. Bu bilgi Kâtib Çelebi'nin eserinde de aynen yer alır. 1071'de (1660-61) buraya gelen Evliya Çelebi Dupniçe'de birkaç cami, medrese, mektep, hamam ve hanın bulunduğunu yazarsa da fazla ayrıntılı bilgi vermez. Ev sayısı hakkında verdiği rakam ise oldukça mübalağalıdır. Evliya Çelebi ayrıca biri Bektaşî dedesi Hüsam Dede'ye ait iki tekkenin varlığından da söz eder. XVIII. yüzyıl sonlarında Dupniçe, yarı bağımsız bir idare kuran Arnavut asıllı Voyvoda Süleyman Kargalıja'nın merkezi oldu. 1813'te ölen bu derebeyi, 100 yıl sonra dahi bölgede unutulmayacak kadar acı hâtıralar bırakmıştı. 1828'de kasabayı gören seyyah J. Hütz burada 6000 kişinin yaşadığını, bir cami ile birçok Rum Ortodoks kilisesinin yer aldığını belirtirken 1836'da Fransız coğrafyacı Ami Boue birçok küçük cami gördüğünü ifade eder. Kasabadaki u m u m a mahsus binalar hakkında daha ayrıntılı ve tamamlayıcı bir liste mahallî tarihçi Biserov tarafından verilmektedir. Biserov 1867'de Dupniçe'de 1432 ev, dört mahzen, üç hamam, on bir cami, iki imaret-medrese, yedi mektep, dokuz tekke, iki kilise ve bir sinagogun mevcut olduğunu belirtir. XVI. yüzyıl boyunca denizden 520 m. yükseklikteki Dupniçe ovasında ve Struma nehri boyunda Ahî-i Bâlâ, Ahî-i Zîr (şimdi Jahinovo), Baraklı (Barakovo), Göklemez (Usoika), Halidler (harap). Hamzabeyli (Zelen Dol), Hasanobası (harap), Karamanobası (harap). Resuller (Resilovo), Samurhanlı (Samoranovo), Sarılar (harap), Sendelobası (harap), Süleyman (harap) gibi Türkçe isimler taşıyan birçok müslüman köyü kurulmuştu. Defterlerde bu köyleri kuranların ve yerleşenlerin çoğunun askerî hizmetlerde kullanılan yörük grupları olduğu açık bir şekilde ifade edilir. Ayrıca bazılarının da Selânik yürüklerine bağlı bulundukları anlaşılmaktadır. Bunların Struma vadisini takip ederek Güney Makedonya yoluyla Dupniçe bölgesine gelip yerleştikleri tahmin edilmektedir.
XIX. yüzyıla kadar idarî durumunu koruyan Dupniçe kazası, 1860'taki eyalet düzenlemeleri sırasında bağlı bulunduğu eski Köstendil sancağı parçalanınca iki ana kısma ayrıldı. Kuzeydeki kısmın merkezi Dupniçe, güneydeki kısmın merkezi ise Cum'a-i Bâlâ (Gorna Dzumaja, 1950'de Blagoevgrad) oldu. Her iki kısım da Tuna vilâyetine bağlıydı. Bu vilâyete ait 1290 (1873-74) tarihli salnamede, kasabada ve bölgede yaşayanların sayıları hakkında ayrıntılı bilgi bulunmaktadır. Buna göre Dupniçe'de 660 hanede toplam 2906 müslüman, 583 hânede ise toplam 2836 gayri müslim nüfus yaşıyor, kazadaki elli dokuz köyde 20.314 kişi bulunuyor, bunun yalnızca 766'sını müslümanlar teşkil ediyordu. XVI. yüzyılda görülen çok sayıdaki yörük köyü bu sıralarda tamamıyla ortadan kalkmış durumdaydı. Dupniçe 1878'de yeni Bulgar devletine katıldı. Müslüman-Türk nüfusun hemen hemen tamamı Osmanlı topraklarına göç etti. Kasabadaki İslâmî binalar ihmal sebebiyle yirmi otuz yıl içinde ortadan kalktı. Müslüman ahalinin çekilmesiyle boşalan yerlere civardaki dağlarda yaşayan Bulgarlar yerleştirildi. Güney kesimdeki Cum'a-i Bâlâ kasabası 1912'ye kadar Osmanlı idaresinde kaldıktan sonra Bulgaristan'a terkedildi. Bugün Dupniçe, hiçbir modern özelliği olmayan kasvetli bir kasaba durumundadır. Sadece merkezde yer alan Ahmed Bey Camii bu kasvetli havayı yumuşatmaktadır. Bu cami XVI. yüzyıl işçiliğini hatırlatan mukarnas süslemeleri, büyük kubbesi, girişte üç kubbeli revakları ile dikkati çeker. XV. yüzyıldaki orijinal şeklinden sadece minaresi kalan cami, aslına uygun olarak bir sonraki yüzyılda yeniden inşa edilmiştir. Yakın zamanlarda dikkatlice restore edilen cami ve yanındaki türbe bugün bir sanat galerisi olarak kullanılmaktadır. Osmanlı hâkimiyetine girmeden önce Dupniçe bölgesinde çoğu Ortaçağ yapısı duvarları resimlerle süslü Saparevo-Banja, Bobosevo yakınında Struma üzerindeki Todor ve 1950'de tahrip edilen Marvodol gibi Bizans-Bulgar kiliseleri Osmanlı idaresi boyunca ayakta kalmış, ayrıca XV-XVI ve XVII. yüzyıllarda, bazıları Bulgar mahallî duvar resimlerinin en iyi örneklerine sahip birçok kilise ve manastırın inşasına da izin verilmiştir. Bilhassa II. Selim'in kızı ve Sokullu Mehmed Paşa'nın hanımı Esmihan Sultan'ın vakıf köyü Bobosevo'da bu tür duvar re-
3 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
DUPNİÇE lir. Meselâ m u h a r r e m d e Hz. Hüseyin ve
DURÂH L
r
J
n
DURAK
D u p n i ç e ' d e Osmanlı tas köprüsü iie A h m e d Bey KülliyeSofia 1932, s. 43)
L
m u n d a k i ilk örneklerin XVII. yüzyıldan itibaren görülmeye başlandığı ve zamanımıza kadar 500 civarında durak bestelendiği söylenmekteyse de bunlardan büyük bir kısmı u n u t u l d u ğ u n d a n Subhi J
L
Ezgi ancak otuz dokuz adedinin notasını yayımlayabilmiştir. Cumhuriyet dönem i n d e tekkelerin kapatılmasına (1925) r a ğ m e n bu f o r m yeni eserlerle hayati-
Türk dinî mûsikisinin tekke mûsikisine ait formlarından biri.
simlerinin en iyi örnekleri yer alır. 1573'renin en büyük yerleşme yeri durumun-
™ı
DURAK
t e Bobosevo en az 330 hâneye sahip, yö-
nu alan eserler seçilmiştir. Mevcut el yazması g ü f t e mecmuala-
(bk. TEZHİP).
r
ülâhir aylarında Hz. M u h a m m e d ' i n doğ u m u n u , zilkade ve zilhiccede h a c a ko-
nndaki kayıtlardan hareketle durak for-
Kur'ân-ı Kerîm'in hat ve tezhibinde âyetlerin sonlarındaki durak yerlerini belirtmek üzere nokta yerine geliştirilmiş geometrik kompozisyonlara veya stilize bitki motiflerine verilen ad
si'ni gösteren XX. yüzyıl baslarında çekilmiş bir f o t o ğ r a f (J. Petkov, Bulgarien,
Ehl-i beyt sevgisini, rebîülevvel ve rebî-
(bk. BEYTÜLMA'MÛR).
yetini bir m ü d d e t daha devam ettirmiştir. Bu d ö n e m d e bestelediği 108 adet J
daydı. Civarındaki Vukovo ve Pastuh köy-
durakla Hüseyin Sadettin Arel'in (ö. 1955) ayrı bir yeri vardır.
lerinde de Osmanlı d ö n e m i n d e yapılmış
Mevlevîlik dışındaki tarikatların hemen
Durak okunması özel bir üslûp ve ma-
birçok kilise mevcuttu. Ayrıca Dupniçe
hepsinde, zikrin birinci b ö l ü m ü n ü teşkil
haret ister. Bu sebeple dinî mûsiki icra-
kazasında, Aynaroz (Mount Athos) dışın-
eden kelime-i tevhidden sonra "ism-i
cısı olarak durak okumakla şöhret bul-
da Balkanlar'ın en büyük manastırı olan
celâl" zikrine geçilmeden önce verilen
m u ş mûsikişinaslar vardır. Bunlar arasın-
m e ş h u r Rila Manastırı bulunmakta olup
arada bir veya iki zâkir tarafından oku-
da M u t a f z â d e A h m e d Efendi (ö. 1883),
burası zengin kütüphanesiyle Bulgar ede-
nan, serbest olarak bestelenmiş Türkçe
Behlûl Efendi (ö. 1895) ve "Durakçı" la-
bî örneklerinin sergilendiği en seçkin
manzumelere durak denir. Bunlara, iki
kabı ile tanınan Hacı Nâfız Bey (ö. 1898)
merkezlerden biridir. Hatta Yıldırım Ba-
zikir arasındaki d u r m a sırasında okun-
en ünlüleridir. Durak aslında tekke mû-
yezid döneminden başlayan Osmanlı bel-
d u ğ u n d a n bu adın verildiği kabul edil-
sikisine ait bir f o r m olmakla
geleri de burada korunmaktadır. Bu ma-
mektedir. Durak güfteleri, dervişleri ism-i
vakfiyelerinde şart koşulduğu için bazı
beraber
nastır, 1830'larda eski Bulgar ve Bizans
celâl zikrine hazırlamak üzere daha çok
camilerde cuma namazından önce bir
sanatının çeşitli unsurları ile saf Osmanlı
Allah'ın yüceliği, kudreti, sıfatları gibi
veya iki kişi tarafından okunduğu da gö-
tarzının karışımı bir üslûpta yeniden ta-
konuları işleyen mutasavvıf şairlerin şi-
rülmüştür.
m i r edilmiştir. B ü t ü n bu binaların mev-
irlerinden seçilmiştir. Üslûp ve ritim ba-
cudiyeti, Osmanlı dinî siyasetinin bu böl-
kımından aralarında bir fark bulunma-
gedeki en önemli göstergesidir.
yan duraklar ve na'tlar sadece güftele-
Musikisi
rinin konuları ile birbirinden ayrılır. Du-
Durak,
rak güftelerinde çok defa dört mısralık
7 2 3 ; Karadeniz, Türk
manzumeler tercih edilmiş olup bunla-
Nuri Özcan, XVIII. Yüzyılda
BİBLİYOGRAFYA: BA, MAD,
nr. 170, vr. 9 9 a b ; T K , TD, nr. 85,
9 0 ; Â ş ı k M e h m e d , Menâzirul-
Süley-
avalim,
maniye Ktp., Hâlet Efendi, nr. 616, H, vr. Evliya
Çelebi, Seyahatname,
Hütz, Beschreibung
Rilskija
D. lhciev,
loto i segasno
pametnitsi
yan duraklarda arzu edilen yerlere "Hak dost, dost, âh, hû, yâ Hak" gibi lafzî te-
Dimitrov/Dup-
ot XVI vek do 1963 g.,
ot Kustendilski
fia 1 9 7 8 ; E. Floreva, Tsarkvata
Bobosevo,
Sofia
1978;
Dokumenti
za
Istorijeta
Taş
Narod,
Opsirni
Küstendilskiot
popisni Szandzak,
the
Turkish
Period,
108-111, 159-164; B. Rajkov v.dğr.,
Râkopisi Y
v Rilskija
Manastır, H
Her m a k a m d a n bestelenebılen durak-
^
D U R A K EVFERİ
n
Türk mûsikisi usullerinden.
^
Yirmi bir zamanlı ve sekiz vuruşlu bir
v
ğ u kanaati yaygınsa da müzikolog-bes-
büyük usuldür. İçerisinde Türk aksağı
lliya
Turski
S k o p j e 1983, Assen
in
F
NURI ÖZCAN
ların tarih boyunca usulsüz olarak bes-
od XVI vek
garia
görülmek-
S
telendiği ve serbest bir şekilde okundu-
Makedonskiot
Society
yerleştirildiği
" T a s a v v u f / T a r i k a t l a r M u s i k i s i " (röportaj: Etem
So-
Prorok
tür.yer.; Machiel Kiel. Art and
rennümlerin
sikisi L ü g a t i " , MM, sy. 218 (1966), s. 5 6 ; a.mlf.,
Archeolo-
M. Sokoloski,
defteri
Dinî
( d o k t o r a tezi, 1982), MÜ Sosyal Bilimler
Enstitüsü, s. 3 7 - 3 8 ; Halil Can, " D î n î T ü r k M u -
tedir.
Köprü-
Okrâg,
na
710;
Ruhi Üngör), a.e., sy. 295 (1974), s. 2 0 ; Paka-
leri, Ankara 1975, s. 156-157, rs. 9 4 ; T. Dremgiceski
Osmanlılarda
lın, I, 4 8 3 ; Öztuna, BTMA, I, 232-233.
Sofia 1935; A. M e d -
sizova — Nelcinova — 1. L. Slokosta,
II, 719-
s. 199,
yanını teşkil eder. Terennümü bulunma-
na
Sofia 1 9 6 9 ; Cevdet Çulpan, Türk
Musikîsi,
le okunur, üçüncü mısra ise eserin me-
Mina-
mu
İstanbul 1945; Ergun. Antoloji,
Severna
Dokumenti
Grad Stanke
i pokrainata
Türk
• Na't - Salât -
düncü mısralar birinci mısraın bestesiy-
Sofia 1 9 1 0 ; 1. Kepov,
Bobosevo,
zidiev, Istorijatana
nitsa,
Turskite
Temcit
Türkei,
der europâischen
Monastir,
Mûsikî
III, 6 0 - 6 3 ; a.mlf..
Klasiklerinden
rı farklı nağmelere sahiptir. İkinci ve dör-
(ed. D. I. Biserov), Sofia 1906, s.
Makedonija
rın da sadece birinci ve üçüncü mısrala-
Ezgi, Türk Musikisi,
J.
V, 5 6 7 - 5 6 8 ;
München 1828, s. 2 5 0 - 2 5 1 ; J. lvanov, 183-189;
22a;
BİBLİYOGRAFYA:
za
V/l,
of Bul1985, s.
Slavjanski
Sofia 1986, ], MACHIEL KIEL
tekâr Subhi Ezgi bu eserlerin durak ev-
usulü bulunan yegâne iki usulden biri
feri usulüyle ölçüldüğü
kanaatindedir
olması da diğer bir özelliğidir. Başta bir
ve tesbit ettiği durakların notalarını da
Türk aksağı ile onu takip eden dört adet
bu şekilde yayımlamıştır (bk. bibi.).
sofyandan meydana gelmiş olup 21 / 4'-
Durak okurken ilâhilerde olduğu gibi
lük ikinci mertebesi kullanılmıştır. Bu
içinde bulunulan kameri ayın çeşitli özel-
usulle ölçüldüğü kabul edilen durak for-
liklerine uygun güfteli olanlarının seçil-
m u n d a k i eserler, usule dahil olmayan
mesine bilhassa dikkat edildiği nakledi-
ve altında genellikle "dost" s ö z ü n ü n yer
4 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
DÛRİ aldığı 4 / 4 ' l ü k bir not ile başlar. Nota
(Zehebî, A c lâmun-nübelâ',
XI, 543). Dûrî
hocası Kisârnin hem de kendisinden biz-
yazımında bu 4 / 4 ' l ü k notun başına usul
kıraat ilmini en eski kaynaklarından öğ-
zat kıraat öğrenmemiş olmasına rağmen
sayısı olarak 4 / 4 ve ardından da ölçü-
renebilmek için hiçbir fedakârlıktan çe-
Ebû Amr b. Alâ'nm iki râvisinden biri ola-
nün sayısı olan 2 1 / 4 ifadesi yazılır. Usu-
kinmemiş,
devrinin
rak tercih edilmesinin sebebi, hiç şüp-
lün şematik gösterilişi şöyledir:
tanınmış kurrâsından yedi kıraatin ta-
hesiz onun genel anlamda bu ilimdeki
mamını tahsil etmiş, şâz* kıraatleri de
ü s t ü n l ü ğ ü yanında, Ebû A m r ed-Dânî'-
î
r
te
te
j
j
düm 2-3-4
,
f
ke
düm 2-3-4
ir
ir
kâ 2
it5
ı
tek 2-3-4
tek 2-3-4
ulaşabildiği
kadar
öğrenmeyi ihmal etmemiştir (Yâküt, X,
nin de belirttiği gibi (et-Teysîr, s. 3), her
217).
iki imamın kıraatiyle ilgili rivayetine gü-
Dûrî m e ş h u r k ı r â a t - i seb'a* imam-
venilmesi ve buna bağlı olarak Ebû A m r
larından Kisâî'nin kıraatini bizzat kendi-
ve Kisâî kıraatlerinin bu rivayetle yaygın
sinden, Ebû A m r b. Alâ'nınkini bu kıra-
bir şekilde okunmasıdır. Dûrî, kıraatteki
Durak evferi t a m a m e n dinî mûsikiye
atin Ebû Amr'dan sonra ilk kaynakların-
senedinin yedi i m a m a doğrudan veya
ait bir usuldür. Durak, na't, mersiye, tev-
dan olan Yahya el-YezîdFden, Hamza ez-
en kısa yoldan ulaşması sebebiyle, ken-
şîh gibi formların bu usulle ölçüldüğü
Zeyyât'ın kıraatini yine ilk kaynaklardan
di çevresi dışındaki kıraat âlimleri tara-
sayılan Süleym b. îsâ'dan, Nâfi'inkini İs-
fından da başvurulan bir kaynak haline
neşreden bestekâr ve müzikolog Subhi
mâil b. Ca'fer el-Medenrden aldı. Âsım'ın
gelmiş, etrafında kıraat mütehassısları-
Ezgi'ye aittir. Subhi Ezgi'nin, tarih bo-
râvisi Ebû Bekir Şu'be b. Ayyâş'tan da
nın toplandığı bir üstat olarak şöhret
yunca usulsüz ve serbest olarak okun-
faydalandı. Ayrıca aslen Belhli olup Bağ-
yapmıştır. Ebü'l-Hasan A h m e d b. Yezîd
d u ğ u sözlü gelenek yoluyla bilinen bu
dat'a yerleştiği anlaşılan Şücâ' b. Nasr
el-Hulvânî,
formları d u r a k evferi usulü ile tesbiti-
el-Horasânî de bu ilimdeki hocalarından-
b. Abdûs, Ahmed b. Ferah, Hasan b. Beş-
nin, bunların z a m a n içinde bozulmasını
dır. Yâküt el-Hamevî, Dürî'nin kıraat ho-
şâr, Ömer b. M u h a m m e d el-Kâğıdî, Ka-
önlemek ve aslına en yakın bir şekilde
caları arasında Ebû A m r b. Alâ'yı zikret-
sım b. Zekeriyyâ el-Mutarriz ve daha
kanaati, notaya aldığı eserleri bu usulle
Ebü'z-Za'râ
Abdurrahman
icrasını s a ğ l a m a k düşüncesinden kay-
mekteyse de Dûrî Ebû Amr'ın vefat et-
pek çok kişi kendisinden faydalanmış-
naklandığını söylemek m ü m k ü n d ü r .
tiği 154 (771) yılı dolaylarında doğdu-
tır. Kıraatleri ilk defa toplayıp bunlarla
ğ u n a göre onun kıraatini bizzat kendi-
ilgili bir eser telif edenin Dûrî olduğu ile-
BİBLİYOGRAFYA : Ezgi, Türk Musikisi, kan.
TMNÜ,
II, 5 6 - 6 3 ; III, 6 0 - 6 3 ; Öz-
s. 6 5 1 ; Sadeddin
Heper,
"Türk
M u s i k i s i n d e U s u l l e r " , MM, sy. 345 (1978), s. 14; sy. 346 (1978), s. 15. S
sinden almış olması m ü m k ü n değildir.
ri sürülmüşse de bu iddiayı d o ğ r u l a m a k
Nitekim Dûrî, Ebû Amr'ın kıraatini tale-
m ü m k ü n olmadığı gibi böyle bir eseri
besi Yahyâ el-Yezîdî'den almıştır.
hakkında bilgi de yoktur. İbn Sa'd onun Kur'an ve tefsir âlimi olduğunu da be-
Dûrînin, gerek İbn Mücâhid'in (ö. 324/
İSMAIL H A K K I Ö Z K A N
F
DURAKÇINÂFİZ BEY
^
(bk. NÂFİZ BEY, Durakçı).
r
„
n
„
936) Kitûbü's-Seb
lirtmektedir.
V s ı n d a Kisâî kıraati-
nin râvileri arasında yer almasının, ge-
Dûrî, başta kıraat ilmindeki hocala-
rekse daha sonra telif edilen ve kırâat-i
rından İsmail b. Ca'fer olmak üzere Ebû
seb'a imamlarının râvilerini iki ile sınırla-
İsmâil el-Müeddib, Mervân b. Muâviye
yan kıraat kitaplarında (meselâ bk. Mek-
el-Fezârî, Yahyâ b. Ebû Kesîr, Süfyân b.
kî b. Ebû Tâlib, s. 175-194; Dânî, s. 3) hem
Uyeyne ve A h m e d b. Hanbel gibi âlim-
~ı
DURI
( jrjuJ» )
Ebû Ömer Hafs b. Ömer b. Abdilazîz el - Ezdî ed - Dûrî el - Bağdadî (ö. 2 4 8 / 8 6 2 [?])
L
Kıraat âlimi, kırâat-i seb'a imamlarından Ebû Amr ile Kisâî kıraatlerinin meşhur ikişer râvisinden biri.
D û r f n i n Millet Kütüphanesi'ndeki
bir mecmua
içinde bulunan
Kırâ^âtü'n-nebîadlı
eserinin ilk iki sayfası
-
•^Uj.j^jMjjlf^t.i.;,
(Feyzullah Efendi, nr. 5 0 6 / 9 , vr. 1 2 6 ' - 1 2 7 ' )
1
jjî
J
150 (767) yılından sonra Bağdat'ın doğ u s u n d a bir mahalle olan Dûr'da doğdu. Daha sonra Sâmerrâ'ya göç etti ve orada yaşadı. Kaynaklarda kıraat ilmini
(
,
ı
3
j
^
u
^
ı
j
„
ö ğ r e n m e k üzere muhitinin dışına çıktığından söz edildiğine ve faydalandığı
— • v - j t ^ j — *
hocalar daha çok Küfe, Basra ve Bağdat kurrâsı olduğuna göre özellikle bu yerlere seyahatler yapmış olmalıdır. Medine'nin m e ş h u r kıraat imamı Nâfi' b. Abdurrahman'dan
bahsederken,
zamanına yetiştim; 10 dirhem öğrenirdim"
> fol
param
olsaydı m u t l a k a ona gider, kıraatini bizzat kendisinden
fa—u,
"Nâfi'in
4U,—.-jçjj.jt-ji v
fa
ir^
'
o t e s j — t e j ^ ı h
r — — - — ' j k
-
demiştir
5 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
DÛRÎ verilmişken onun işlerinin çokluğu sebe-
lerden ve oğlu Ebû Ca'fer Muhammed'den hadis rivayet etmiş, kendisinden de
Cum'a Süheyl de Dûrî ile Hafs b. Süleym a n arasındaki kıraat ihtilâflarını Me-
biyle bu görev kendisine tevdi edilmiş-
akranı sayılan A h m e d b. Hanbel, Ebû Hatim er-Râzî, Ebû Zür'a er-Râzî, Fazl
vâzı'u'l-ihtilâf beyne rivâyetey Ebî c Ömer ed-Dûrî ve Hafş b. Süleyman adlı yüksek lisans tezinde ele almıştır (Mekke Ümmülkurrâ Üniversitesi, 1400/ 1980).
tir. Görevini lâyıkıyla yerine getirip hazır-
b. Şâzân gibi âlimler rivayette bulunmuşlardır. İbn Mâce onun rivayetlerine e s - S ü n e n ' i n d e yer vermiştir.
tesine karşılık hadis ilmindeki yeri üzerinde
değişik
değerlendirmeler
yapıl-
mıştır. Ebû Ali el-Ahvâzî ve Ukaylî ken-
İbn Sa'd, et-Tabakât,
VII, 3 6 4 ; İbn Ebû Ha-
ue't-ta' cdîl,
III, 183-184; İbn Hib-
tim, el-Cerh bân, eş-Şikât,
VIII, 2 0 0 ; İ b n ü ' n - N e d î m , el-Fih-
rist ( T e c e d d ü d ) , s. 39, 2 8 7 ; M e k k î b. Ebû Tâ-
disini sika* kabul ederken Dârekutnî za-
lib, et-Tebşıra fl'l-kırâ'âti's-seb'
yıf olduğunu söylemiş, Zehebî ise Dâre-
m e d G a v s en-Nedvî), B o m b a y 1 4 0 2 / 1 9 8 2 , s.
kutnî'nin bu ifade ile onun hadisleri ezberlemedeki yetersizliğine işaret ettiğini ileri s ü r m ü ş t ü r (A c
lâmü'n-nübelâXI,
543). Dûrî bir asra yaklaşan ö m r ü n ü n son-
(nşr. M u h a m -
Dûrî'nin g ü n ü m ü z e ulaştığı bilinen tek
Bundan
nın yanında divan kâtibi olarak görev yapmış ve onunla birlikte hemen b ü t ü n
I, 94;
ne göre, Sırbistan'ın kesin ilhakı ile so-
2 8 5 ; VIII, 2 0 3 - 2 0 4 ; İbnü'l-Bâziş, el-lknâ', Yâküt, Mu'cemul-üdebâ',
zânü'l-i'tidâl,
X, 2 1 6 - 2 1 8 ; ZeheXI, 5 4 1 - 5 4 3 ; a.mlf.. Mî-
I, 5 6 6 ; a.mlf.,
Ma'rifetü'l-kur-
bulunmuştur.
Bunların
nuçlanan bu sefer sırasında
ilki
Mahmud
Paşa Güvercinlik Kalesi'nin fethinin ar-
râ, Millet Ktp., Ali Emîrî, nr. 2500, vr. 6 4 « - 6 5 a ;
dından Tuna ile Sava nehri arasındaki
a.e. (Beşşâr), I, 191-192; Safedî, el-Vâfî,
Sirem bölgesine düzenlettiği akına onu
XIII,
yetü'n-nihâye,
(nşr. A h m e d I,
II, 4 0 8 ; Dâ-
lerde M a h m u d Paşa'nın emriyle birçok
I, 162-163; Sez-
h ü k ü m kaleme aldı. 1462 Eflak ve Mi-
I, 2 5 5 - 2 5 7 ; a.mlf., en-Neşr,
134; İbn Hacer, Tehzîbü't-Tehzîb, vûdî, Tabakâtü'l-müfessirîn, gin. GAS, I, 13; Kehhâle.
Mu'cemul-mü'elli-
fîn, IV, 6 9 ; el-Fihrisü'ş-şâmil: râ'ât,
"emîn" olarak göndermiştir. Daha sonra divan kâtibi sıfatıyla katıldığı sefer-
mahtûtâtü'l-kı-
dilli seferlerine iştirak etti, ganimetlerin dağıtımı sırasında kendisine de pay
A m m a n 1 4 0 7 / 1 9 8 7 , I, 418, 420.
verildi. Bir yıl sonra 1463 Bosna seferiS
TAYYAR ALTIKULAÇ
ne de katıldığı, bu savaşın cereyanı hakkında verdiği bilgilerden anlaşılmakta-
F
DURSUN BEY
n
(ö. 896/1491'den sonra) Fâtih Sultan Mehmed dönemine ait Târih-i Ebü'l-Feth adlı eseriyle tanınan Osmanlı tarihçisi.
dır. Fâtih Sultan M e h m e d ' i n
1464'teki
ikinci Bosna seferinde onun maiyeti arasında yer alan Dursun Bey'in bundan sonraki 1466-1467 Arnavutluk seferi, 1470 Eğriboz'un fethi, 1473'te Uzun Hasan üzerine yapılan sefer, 1476 Boğdan
Hayatı hakkında gerek yaşadığı devirde yazılmış olan tarihlerde, gerekse
Kur'an'daki
sonraki biyografik ve bibliyografik eser-
bazı kelimeleri bizzat Hz. Peygamber'in
lerde herhangi bir bilgi yoktur. Bu ko-
nasıl okuduğunu bildiren rivayetleri top-
nuda b u g ü n bilinenler daha ziyade ken-
eseri Kırâ'âtü'n-nebî'ûlr.
Seferi'ne katılmıştır.
1458 Sırbistan seferidir. Kendi ifadesi-
102-103; a.mlf., Nektul-himyân
A lâmü'n-nübelâ' da (XI, 543) ve Ma'riietü'l-kuııa da (I, 192) bir hata eseri olarak değerlendirmişse de Ma'rifetü'lkurıam daha sonra kendisi tarafından genişletilen yazma nüshasında (vr. 65 a ) hocası Hasan b. Ali'den senediyle birlikte öğrendiği bir hadise yer vererek bu senette adı geçenlerden Hâcib b. Erkin'in (ö. 306/918) "Bu hadisi ben 248'de Ebû Ömer ed-Dûrî'den duydum, o da aynı yıl öldü" ifadesine işaretle 248'de öldüğüne dair rivayetin doğruluğuna inandığını söylemiştir.
Belgrad
sonra on iki yıl süreyle M a h m u d Paşa'-
seferlerde
Zeki), Kahire 1329, s. 146; İbnü'l-Cezerî, Ga-
c
rak belirtilen Dursun Bey 1456 yılındaki
II, 284-
IIK 860) vefat etti. Zehebî, 2 4 8 ' d e (862) bk. İbn Hibbân, VIII, 200) yer alan rivayeti
1457). Aynı z a m a n d a yaya ve müsellem
175-194; Dânî, et-Teysîr (nşr. O t t o Pretezl), İs-
nakların çoğuna göre Şevval 246'da (Araö l d ü ğ ü n e dair bazı kaynaklarda (meselâ
önemli bir yere sahip olmuştur (1456-
tanbul 1930, s. 3; Hatîb, Târîhu Bağdad,
bî, A'lâmun-nübelâ',
larına doğru gözlerini kaybetti ve kay-
Mehmed'e
s u n m u ş ve böylece sultanın muhitinde
tahririni de yapan ve görevi "yazıcı" ola-
BİBLİYOGRAFYA:
Dûrî'nin kıraat ilmindeki kesin otori-
ladığı defteri Fâtih Sultan
seferi, 1478 İskenderiye (Arnavutluk) seferi gibi çeşitli seferlere iştirak ettiği anlaşılmaktaysa da bu seferlerde kimin himayesinde bulunduğu, hangi görevleri üstlendiği bilinmemektedir.
layan risale sûre sırasına göre tertip edil-
di eserine dayanmaktadır. Asıl adı Tûr-ı
İlk yedi yılını özetlediği 11. Bayezid dev-
miştir. Eserde bir veya birkaç örnekle
Sînâ olup bundan bozma Tursun Bey ve-
ri olaylarını anlatırken kendi hayatı ile
de olsa 114 sûrenin kırk dokuzuna yer
ya Dursun Bey şeklinde anılır. Halil İnal-
ilgili bazı bilgiler de veren Dursun Bey,
verilmiştir. Bilinen iki yazma nüshasın-
cık'ın Bursa kadı sicillerindeki kayıtlar-
bu sırada Kili ve Akkirman'ın fethi ha-
d a n biri Şam'da (Zâhiriyye Ktp., nr. 348,
dan tesbit ettiğine göre babası, 1. Murad
beri üzerine II. Bayezid için bir şiir yaz-
vr. 129a- 148b), sondan birkaç varak ek-
döneminin meşhur kumandanlarından Fî-
dığını belirtir. Defterdarlık yıllarının, ke-
sik olan diğeri ise İstanbul'da (Millet Ktp.,
ruz Bey'in (ö. 1421) oğlu, 1424'te Anado-
sin belli olmamakla beraber 1470-1480
Feyzullah Efendi, nr. 506/9, vr. 126a-139b)
lu beylerbeyiliğinde bulunmuş olan Ham-
tarihleri arasında kısa dönemler halin-
bulunmaktadır. Dûrî'nin ayrıca fıkha dair
za Bey'dir (WZKM, LXIX i 1977], s. 56-58).
de olması muhtemeldir. II. Bayezid'in sal-
es-Sünen'\ ile Me'ttefekat elfâzuhû ve me'ânîhi mine'l-Kur'ân, Eczâ'ü'lKur'ân ve Fezâ'ilü'l-Kur'ân adlı eserlerinin mevcut olduğu kaynaklarda zikredilmektedir. Osman b. Ömer en-Nâsîrî (ö. 848/1445), Dûrî ile Kâlûn arasındaki kıraat ihtilâflarının Hilâfü Kâlûn ve'd-Dûrî ve ed-Dürrü'n-nâzım li-rivâyeti Kâlûn ve'd-Dûri adlı eserlerinde (yazma nüshaları için bk. el-Fihrisü'şşâmil mahtûtâtü'l-kıra ' â t , I, 418, 420),
Bundan da onun önde gelen bir aileye
tanatı döneminde, yaklaşık kırk yıllık hiz-
m e n s u p olduğu anlaşılmaktadır. Dursun
meti sonrasında yaşlı bir devlet emekli-
Bey m u h t e m e l e n
si olarak Bursa'da yaşayan Dursun Bey
1426 civarında doğ-
muştur.
burada iken amcası Cebe Ali Bey'in va-
Eserinde yer alan bilgilere göre genç
kıf mütevelliliğinde b u l u n m u ş ve tari-
yaşta t i m a r sahibi olan Dursun Bey iyi
hini de bu sırada yazmaya başlamıştır.
bir tahsil g ö r m ü ş ve amcasının yanında
Eserinin telifine başladığı esnada altmış
yetişmiştir. Nitekim İstanbul'un fetihten
yaşlarında olan Dursun Bey'in ö l ü m ta-
sonraki iskânı sırasında dağıtılan emlâ-
rihi kesin olarak bilinmemekle birlikte
kin sayımı ve konulan vergiyi yazma işi
1491'den sonra uzun süre yaşamadığı
önce amcası Bursa Beyi Cebe Ali Bey'e
söylenebilir.
6 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
DURSUN FAKİH Dursun Bey'in bugün elde mevcut olan
tiği bu bilgiler esere bir tarihî coğrafya
BİBLİYOGRAFYA:
tek eseri, esas itibariyle Fâtih Sultan
niteliği kazandırmaktadır. Ayrıca bu bil-
Tursun Bey, Târîh-i
Mehmed'in gazâ ve fetihlerini ihtiva eden
giler Fâtih'in fetih siyaseti ve stratejisi
ve kendisi tarafından Târîh-i
hakkında da ipuçları vermektedir.
Ebü'l-Feth
adı verilen tarihidir. Fâtih Sultan Meh-
Dursun Bey'in eserinde bu devrin bir
m e d adına kaleme alınan eser, 8 4 8 ' d e
kısım hadiselerini ihmal ettiği görülmek-
(1444) Fâtih'in ilk cülusu ile başlayıp Ha-
tedir. Bu husus iki sebebe bağlanabilir.
dım Ali Paşa'nın 893'teki (1488) Memlûk
Birincisi, müellifin yazılı ve sözlü kaynak-
seferiyle sona ermekte, böylece kırk dört
lara başvurarak ve araştırarak bir ta-
yıllık olayları içine almaktadır. Ailesi, tah-
rih yazmaktan ziyade müşahedelerine ve
sili ve bulunduğu görevler sayesinde dev-
işittiklerine dayanmış olmasıdır. İkincisi
rinin tanınmış devlet ve ilim adamlarıy-
de olaylar karşısında ihtiyat yolunu seç-
la birlikte b u l u n m a imkânını elde eden
mesi ve devamlı zafer görmeye alışmış
Dursun Bey, devlet kademelerinde nâil
bir kimse olarak bazı başarısızlık ve ye-
olduğu mevkilerden dolayı m i n n e t bor-
nilgileri vermek istememesidir.
cunu ödemek üzere kendi arzusu ile eserini yazdığını belirtmektedir. Eserin yazılış tarihi hakkında açık bir
Târîh-i Ebü'l-Feth,
Ebü'l-Feth
(nşr.
Meh-
m e d Arif), TOEM ilâvesi, İstanbul 1330; a.e. (haz. Mertol Tulum), İstanbul 1977; İbn Kemal, Tevâ-
rîh-i Âl-i Osmân, hey, Tursun
Conqueror,
tür.yer.; H. İnalcık — R. Murp-
Beg,
The History
of Mehmed
the
C h i c a g o 1978; H. İnalcık, " T u r s u n
B e g , H i s t o r i a ı ı of M e h m e d t h e C o n q u e r o r ' s T i m e " , WZKM, LXIX (1977), s. 55-71. S
F
MERTOL TULUM
D U R S U N FAKİH
""
(ö. 726/1326'dan sonra) O s m a n Gazi adına ilk hutbeyi okuyan kadı, âlim ve şair.
dil ve üslûp özel-
likleri bakımından aynı d ö n e m d e yazı-
Hayatı hakkında kaynaklarda fazla bil-
lan Âşıkpaşazâde, Oruç ve Neşrî tarihle-
gi bulunmayan Dursun Fakih Karamanlı
kayıt b u l u n m a m a k l a birlikte devlet er-
rine hiç benzemez. Bu tarihlerde görü-
olup Şeyh Edebâli'nin (ö. 726/1326) da-
kânının mansıpları ve bunlar için kul-
len kısa cümleler, süssüz kuru ifadeler
madı ve Osman Gazi'nin
lanılan unvanlardan hareketle 902'den
yerine Dursun Bey'in eserinde Farsça ve
Şeyh Edebâli'den tefsir, hadis ve fıkıh okudu-, ona mürid oldu ve seyrü sülûkü-
bacanağıdır.
(1496) önce yazılmış olabileceğini ileri
Arapça sentaksa uygun uzun cümlele-
s ü r m e k m ü m k ü n d ü r . Eser önsöz, giriş
re, tasvirler sırasında bol bol sıfatlara
nü onun yanında tamamladı. Osman Ga-
ve asıl metin kısmı olmak üzere üç ana
rastlanır. Müellif Arapça ve Farsça ke-
zi ile birlikte savaşlara katılır ve gazile-
b ö l ü m d e n oluşmaktadır. Müellif önsöz-
lime ve şekillere yer vermekle birlikte
re imamlık yapardı. Karacahisar'ın (bu-
de eserin telif sebebini anlatır. Girişte
Türkçe'yi hiçbir z a m a n ihmal etmemiş-
gün Eskişehir'in merkez ilçesi merkez bu-
özellikle padişah ve saltanat
kurumu
tir. Bu b a k ı m d a n onun eseriyle Kemal-
cağına bağlı bir köy olan Karacaşehir) fet-
hakkında bilgiler verip yorumlar yapar
paşazâde'nin eseri arasında büyük bir
hinden (688/1289) sonra Osman Gazi
ve konuyla ilgili hikâyeler anlatır. Bu bö-
yakınlık gözlenir.
tarafından şehrin kadılığına ve kiliseden
l ü m ü , ilim ve hikmet sahibi kimselerin görüş ve fikirlerinden faydalanarak yazdığını belirtir. Bunun sonunda yer alan zeyil kısmı ise bilhassa on iki yıl hizmetinde b u l u n d u ğ u ve ö m r ü n ü n en verimli dönemini sohbet ve tavsiyelerini dinleyerek geçirdiği M a h m u d Paşa'nın görüşlerine ayırmıştır. Burada Fâtih
Sultan
M e h m e d ' i n şahsiyetiyle ilgili imalı ifadelere ve h ü k ü m d a r - t e b a a münasebetlerine dair fikirlere de yer verilmiştir. Dursun Bey, Fâtih Sultan M e h m e d devri askerî faaliyetlerinin anlatıldığı asıl metnin başına, II. Murad'ın tahtı oğluna devrettikten sonra yeniden tahta çıkması hadisesiyle II. Bayezid devrinin ilk yedi yılındaki askerî faaliyetlerin bir kısmını da eklemiştir. Tarihinde, "Müşâhede ettim ve bey-
Eserin b u g ü n beş nüshası bilinmektedir. Bunlardan Süleymaniye Kütüphanesi Ayasofya nüshası II. Bayezid'in mühr ü n ü taşıdığından o devirde yazıldığı bilinen nüshadır. Diğer nüshalardan üçü
çevrilen caminin imamlığına getirildi. Burada onun adına ilk cuma hutbesini okudu. Kaynaklara göre bu hutbe Osmanlılar'ın istiklâl alâmeti olarak okunan ilk hutbedir (Âşıkpaşazâde, s. 18).
Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi'nde-
Osman Gazi fethettiği yerleri beşe bö-
dir. Bu nüshaların yazılış ve istinsah ta-
lerek Bilecik'i kayınpederinin idaresine
rihlerini tesbite yarayacak herhangi bir
bırakmıştı (1302). Bunun üzerine Dursun
kayıt b u l u n m a m a k l a birlikte yazı, im-
Fakih Edebâli'nin yanında kaldı ve onun
lâ özellikleri ve kâğıt cinslerine bakıla-
vefatı üzerine m a k a m ı n a geçerek fetva
rak XV. yüzyıl sonlarında kopya edildik-
işlerini yürüttü. Ölüm tarihi
leri söylenebilir. Böylece Târîh-i
kesin bilgi b u l u n m a m a k l a birlikte bazı
Ebü'lFeth'm bu dört nüshası aynı dönemde yazıldığı için aralarında önemli sayılabilecek muhteva farklılıkları yoktur. Eserin beşinci nüshası ise İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi'nde bulunan çok dikkatsizce yazılmış m u a h h a r bir nüshadır.
hakkında
kaynaklar şeyhinin yerine geçtikten bir m ü d d e t sonra vefat ettiğini kaydeder. Kabri, Bilecik'te Şeyh Edebâli Zâviyesi içindeki türbededir. Türbede Şeyh Edebâli, Dursun Fakih ve Muhlis Baba'dan başka Edebâli'nin ahfadından bazı kimseler m e d f u n d u r (Öcal, s. 130). Dursun
üzerinde çeşitli ça-
Fakih'e b u n d a n başka iki t ü r b e - m a k a m
ler kullanarak birçok olayı bir görgü şa-
lışmalar yapılmıştır. Eser önce M e h m e d
daha isnat edilmektedir. Bunlardan biri
hidi olarak veren Dursun Bey'in eseri,
Arif Bey tarafından Târîh-i Osmânî
Karacahisar'da k ü ç ü k bir tepe üzerinde
ne'n-nâs tevâtür ile sabittir" gibi ifade-
Kemal Paşazâde'nin Tevârîh-i
Âl-i Osm a n ' ı n ı n Fâtih Sultan M e h m e d ' e ayrılan yedinci defteri için en önemli kaynak olmuştur. Târîh-i Ebü'l-Feth'in bir başka özelliği d e ülkelerin fizikî coğrafyası ile askerî ve iktisadî bakımdan önem taşıyan pek çok mevki hakkında bilgiler ihtiva etmesidir. Bazan kısa cümleler, bazan da uzun paragraflar halinde naklet-
Târîh-i Ebü'l-Feth
Encümeni Mecmuası nın ilâvesi olarak 1330 yılında yayımlanmıştır. Daha sonra A. Mertol Tulum, b ü t ü n nüshaları karşılaştırarak eserin tenkitli neşrini yapmış, sonuna da indeks ve lügatçe eklemiştir (İstanbul 1977). Ayrıca H. İnalcık ve R. Murphey eserin tıpkıbasımı ile birlikte özet halinde İngilizce tercümesini neşretmişlerdir (Chicago 1978).
(Ünver, s. 497), diğeri ise Söğüt'ün Küre köyü civarında başka bir tepe üzerindedir (Öcal, s. 129). Y û n u s Emre, Âşık Paşa ve Gülşehrî ile çağdaş olan Dursun Fakih ayrıca Osmanlı devrinin ilk şairlerindendir. Ona nisbet edilen t e k eser olarak tanınan
Gazavatnâme,
edebî özelliğinden ziya-
de dinî mahiyeti ve Eski Anadolu Türk
7 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
DURSUN FAKİH çesi'ne ait ilk örneklerden biri olması bakımından önemlidir. Sadettin Buluç'un bir tebliğle tanıtarak özetini verdiği Gazavatnâme'de (bk. bibi.), Hz. Peygamber'in başta Hz. Ali olmak üzere Hâlid b. Velîd ve diğer sahâbîlerle birlikte, puta t a p a n Benî Pinhân kabilesinin reisi Mukaffa'a karşı giriştiği savaşlar anlatılmaktadır. Eserde kısa bir m ü n â c â t ve na'ttan sonra asıl konuya girilir. Ayrıca diğer bazı müelliflerce m a n z u m ve mensur olarak işlenen ve halk arasında "Mukaffa' Cengi" adıyla da tanınan bir konuyu işleyen eserde olaylar. Benî Pinhân kabilesinden bir gencin babasının m ü s l ü m a n olduğu için kabile reisi Mukaffa' tarafından öldürülmesiyle başlar. Bu genç d u r u m u Hz. Peygamber'e bildirince Resûl-i Ekrem, Hz. Ali'ye yazdırdığı İslâm'a davet mektubuyla birlikte, o diyarları bildiğini ve Mukaffa'ı tanıdığını söyleyen Hâlid b. Velîd'i Benî Pinhân kabilesine gönderir. Hâlid m e k t u b u M u k a f f a ' a verir, o da o k u m a bilmediğinden kızı Hıttâm'ı çağırıp m e k t u b u okutur. Fakat Mukaffa'ın, inancından dönmeyeceğini ve bu uğurda mücadele edeceğini bildiren mektubuyla Medine'ye dönen Hâlid bu arada Hıttâm'a âşık olur. Bunun üzerine Hz. Peygamber, aralarında Hz. Ebû Bekir, Ömer, Osman ve Ali'nin de bulunduğu ashaptan 4000 kişiyle birlikte Benî Pinhân'a karşı sefere çıkar. Uzun mücadeleler sonunda Hıttâm m ü s l ü m a n olup Hâlid'le evlenir. Özellikle Hz. Ali etrafında cereyan eden çeşitli olağan üstü hadiseler karşısında daha fazla direnemeyen Mukaffa' da İslâmiyet'i kaoul eder ve kısa bir m ü d d e t sonra ölür. Muteber İslâmî kaynaklarda rastlanmayan olayların konu edildiği eser, diğer bazı gazavatnâmelerde olduğu gibi muhtemelen Anadolu'da müslüman Türk birliğinin sağlanması için gayret sarfedilen bir d ö n e m d e dinî heyecanı ve cihad ş u u r u n u pekiştirmek için yazılmış-
i i ^ ^ o k / .
* â^şiflvi w *
r ^ j t ^ . j l jj.j^'Sj. ^
,
. -
^
^tro^'ts/jj».
f ^ d c ^ j ? Oj? a"\> şj. ^ İ J & y j ı J
Dursun Fakih'in Gazauatrtâme adlı eserinin ilk iki sayfası
okij'.ÜİgV^JjJ t>V
(İÜ Ktp., TY, nr. 3 1 1 )
tır. Mesnevi tarzında ve aruzun "fâilâ-
DURUŞMA
t ü n fâilâtün fâilün" kalıbı ile nazmedilen
(bk. MÜRÂFAA).
yaklaşık 640 beyit hacmindeki eserin bug ü n e kadar biri Millet Kütüphanesi'nde (Ali Emîrî, Manzum, nr. 1222, vr. 79b-108a),
r
DUYU
biri İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi'nde (TY, nr. 311, vr. 60b-71a), diğeri de Konya'da Koyunoğlu Müzesi Kütüphanesi'nde (nr. 11.930) olmak üzere üç nüshası
^
'n
Canlılarda içten ve dıştan gelen uyarıları almayı m ü m k ü n kılan ruhî güç.
tesbit edilmiştir. Agâh Sırrı Levend, Millet Kütüphanesi'ndeki Gazavât-ı Resûlullah adını taşıyan nüshanın Dursun Fakih'e ait olduğunu belirtirken İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi'ndeki Gazavât-ı Kıssa-i Mukaüa' adlı bir başka nüshanın müellifinin bilinmediğini söylemekte, böylece ortaya iki ayrı eser çıkarmaktadır. Ancak yapılan karşılaştırm a sonucunda, bunların aslında Dursun Fakih'in Gazavatnâme'sinin epeyce değişikliğe uğramış farklı iki nüshası old u ğ u tesbit edilmiştir.
İslâm düşünce ve bilim tarihi boyunca teşekkül eden terminoloji içinde duyu his ve hâsse (çoğulu havâs) kelimeleriyle ifade edilmiş, bilgi problemiyle ilgili olarak duyu ve algı konuları his, havâs, havâss-ı hams, havâss-ı zâhire, havâss-ı bâtıne, havâss-ı selîme, el-kuvvetü'l-hassâse, el-kuwetü'l-müdrike, ennefsü'l-hayvâniyye ve esbâbü'l-ilm gibi başlıklar altında incelenmiştir. Bir duyu g ü c ü n ü n herhangi bir etkenle uyarılmasına ihsâs, buna bağlı olarak nesnenin zihindeki kavramına ma'rifet ve fehim,
Dursun Fakih, Gazavatnâme,
kabri - Söğüt / Bilecik
•X
.^J-^jfj-JÖj^Şj',
BİBLİYOGRAFYA:
Küre köyü yakınında Dursun Fakih'e isnat edilen m a k a m
•'
Millet Ktp., Ali
bağımsız bilgi haline gelmesine idrak
Emîrî, Manzum, nr. 1222; Âşıkpaşazâde, Târih, s.
denir. Duyu objeleri ve genel olarak du-
18-19, 199; Müneccimbaşı, Sahâifü'l-ahbâr,
III,
yulara konu olan şeyler için m a h s û s (ço-
s. 5; Mecdî, Şe-
ğulu mahsûsât) ve hissî (çoğulu hissiyyât)
2 7 4 ; Taşköprizâde, eş-Şekâ'ik,
kâik
Tercümesi,
s. 3 0 - 3 1 ; Neşrî,
Cihanrıümâ
(Unat), I, 108-109; Köprülü, İlk Mutasavvıflar, 235, 241; Levend, Türk Edebiyatı
s.
kavramları kullanılır.
Tarihi, I, 127;
İslâm düşünce tarihinde duyu mese-
A. Süheyl Ünver, " O s m a n l ı l a r ı n îlk İstiklâl H u t -
lesiyle ilgili olarak teşekkül eden litera-
b e s i n i O k u y a n D u r s u n F a k i h " , Tarih
Dergisi,
tin Buluç. " D u r s u n F a k i h ' i n
Gazavât-nâme-
öncelikle modern perspektife ihtiyaç gösterir. Çünkü İslâm Ortaçağı'nda mese-
1963, Ankara 1964, s. 11-22; Safa Öcal,
lenin ele alınış tarzı, modern anlayışla
Okunan
"Dursun F a k i h " , TDA, 1/6 (1980), s. 117-130;
Kamusu
t ü r ü n kapsam ve derinliğini kavramak
Bilimsel
si", X. Türk Dil Kurultayında
Bildiriler
Dünyası
11/12, İstanbul 1950, s. 495-497; Sâdet-
Ta'lâm,
IV, 3 0 2 0 ; Hasan Aksoy. " D u r -
sun Fakih", TDEA, II, 387.
paralellik taşıması yanında onun haber-
[—ı
cisi de olmuştur. Genel bir bakışla duyu-
İSİ H A S A N A K S O Y
ların ve d u y u m hadisesinin açıklanma-
8 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
DUYU pasif alıcı sıfatıyla söz konusudur. Belli
sında fizikî değişkenlerin rolünü hiçbir
laşmasına gidilmiştir. Ancak yine de du-
şekilde göz ardı etmediği görülen müs-
y u m sürecini açıklarken ruhî hadiseleri
bir h ü k m e ulaştıran aktif duyum hadi-
lüman düşünürler, duyu algısını nihaî
fizikî çerçevede ele alma eğiliminde olan
sesi için yanılma söz konusu olabilir (The
noktada ruhî güçlere bağlamışlardır. Aris-
materyalizme rağmen çok sayıda düşü-
Encyclopedia of Philosophy, VII, 415). Ruh
to'nun De Anima
nür, duyumlar ve idrak psikolojisinin te-
ve ruhî güçler konusunda m ü s l ü m a n fi-
meline ruhî ve zihnî açıklamaları yerleş-
lozoflara ilham veren Aristo'nun duyu-
(Kitâbun-Nefs) ve De Sensu et Sensato (el-His ve'l-mahsûs) adlı eserlerinin özel bir etkiye sahip olduğu bu açıklamalarda esasen nefis "tabii-organik cismin ilk kemali" olarak tanımlandığı için ruhî güçlerin bedene ait organlarla iş g ö r d ü ğ ü kabul edilmiş olmaktadır. Bu sebeple modern anlayışa uygun olarak duyu organları, sinirler ve beyin merkezleri duyumun açıklanmasında daima önemli olmuştur. Ayrıca duyuların sağladığı bilginin değeri ve arazlar şeklinde kavranan duyu verilerinin ontolojik ispatı gibi konuları ele alan kelâmcılar da konuya modern felsefede hâlâ tartışmaları süren yeni boyutlar kazandırmışlardır.
lara ait fikirlerinin izleri meselâ İbn Sî-
tirmiştir (EBr., XX, 222). Müslüman düşünürlerin yakından ta-
nâ psikolojisinde gözlenebilmektedir.
nıdığı antik felsefeye dair fikirler içinde
Aristo'daki pasif alıcı olarak yanılma-
Empedokles ve atomculara ait duyu te-
yan, ancak duyum süreci içinde belli bir
orileri, m a d d î duyulur nesnelerle duyu
d ö n ü ş ü m e uğrayarak yanlış hükümlere
organları arasındaki mekanik bir açık-
varan duyu anlayışı, modern felsefe ve
lama ile temellendirilmişti. Özellikle De-
psikolojide de problem teşkil etmeye de-
mokrit atomculuğunun duyulur nitelik-
vam etmiştir. Fizyolojik ve psikolojik araş-
lerin hâricî varlıklarını kabul
etmeyen
tırmalara göre duyu organı ve sinirlerin
görüşleri hem İslâm kelâmcılan hem de
duyu verilerini şartlandırması ve hatta
filozofları tarafından reddedildi. Bu ko-
oluşturması, hallüsinasyon ve illüzyonun
nuda m ü s l ü m a n düşünürlerin oldukça
birer zihnî hayalden ibaret oluşu, niha-
realist bir t u t u m takındığı görülür. Ke-
yet duyumda beyin fonksiyonlarının işe
lâmcılar için arazların ispatı meselesi-
karışması, duyu verilerinin objektif algı-
nin önemi inkâr edilemezdi; çünkü böy-
lanışı fikrini sarsmaktadır. Ayrıca duyu
Söz konusu tartışmaların tecrübî ve-
lece kendilerini Demokrit atomculuğun-
verilerinin kesin olmadığı, bütünü kuşat-
riler zeminindeki görünümü modern psi-
dan ayırmış olacaklardı. İbn Sînâ, Demok-
madığı da dikkate alındığında duyulara
koloji tarafından oluşturulmaktadır. Bu
rit'in bizzat adını zikrederek ona
ait
dayanılarak verilecek hükümlere sonu-
disiplin, duyum (sensation) hadisesini psi-
"mahsûs keyfiyetlerin hâricî varlıkları-
na kadar güvenilemeyeceği daha çok an-
kofizik bir fonksiyon olarak tanımlama
nın olmadığı şeklindeki görüşü reddet-
laşılmaktadır (a.g.e„ VII, 411-412). Bütün
eğilimindedir. Bu fonksiyon
psikolojik
miştir (De Anima, s. 62). İslâm kelâmcı-
bu tesbitler, Gazzâlî'nin duyuların ver-
(zihnî-ruhî) değişken ile fizikî değişken
ları da insanı her şeyin ölçüsü sayan so-
diği bilgiden kuşkulanmakta ne kadar
(uyarı yoğunluğu) arasındaki ilişkiyi ifa-
fistlerin (özellikle Protagoras), duyu tec-
haklı olduğunu göstermektedir. Ona gö-
de etmektedir. Ayrıca tecrübe ve hesap-
rübelerini algılayana göre izâfî addeden
re çıplak gözün bir dinar çapında algıla-
lamalar ışığında duyuların mutlak ve de-
görüşlerine hiç yakınlık duymadı. Çün-
dığı yıldızların arzdan da büyük oldu-
ğişken duyu eşikleriyle sınırlı olduğu üze-
kü onların yaygın kabulüne göre Sûfes-
ğu astronominin m a t e m a t i k delilleriy-
rinde önemle duran modern psikoloji,
tâiyye'ye ait yaklaşımlar temeli itibariy-
le bilinmektedir (el-Münkız
algı yanılmaları hususundaki dikkatiyle
le genelde bilginin, özelde de duyularla
lâl, s. 7-9).
de duyularla edinilen bilginin değeri ko-
sağlanan bilginin imkânsızlığına yol aç-
nusuna yeni bir bakış açısı getirmiştir.
maktaydı. Ancak hissî idraklerin kesin
Psikolojinin derinleştirmeye çalıştığı mo-
bilgi sağlamak için yeterli olamayacağı
dern renk teorileri, klasik arazlar mese-
hususunu da belirtmeden edememişler-
lesine kazandırılmış yeni bir çerçeve ola-
di (Sâbûnî, s. 56-57).
rak görülebilir. Duyu organlarının, alıcıların ve beyindeki duyu merkezlerinin anatomik ve fizyolojik yapısı psikolojik açıklamalarda tabiatıyla önemli sayılmaktadır (Hilgardv.dğr., s. 104-127). Modern felsefe çevrelerinde de duyunun t a m bir tanımı üzerinde anlaşmaya varılmış değildir. Öncelikle duyum hadisesinin fizikî mi ruhî mi olduğu hususu farklı görüşlere yol açmıştır. Bir grup d ü ş ü n ü r duyum sürecinin t a m a m e n ruhî (zihnî) olduğunu ileri sürerken aksi fikirde olanlar, duyulan şeylerin zihinden bağımsız var olabilen fizikî nitelikler olduğunu savunmaktadır. Bu tartışmaların oluşturabileceği muhtemel kavram
karışıklıklarını
önlemek
amacıyla
duyum sürecinin ruhî ve zihnî veçhesini ifade e t m e k üzere duyum, duyulan nitelikler için de duyu verileri (sense-data) terimi kullanılarak nisbî bir kavram uz-
Eflâtun'un, Devlet
(Kitâbü's-Siyâse) diyalogunda duyu tecrübelerinin yalnızca bir zan (opinion) ifade ettiğini, bilgi sağlamadığını, bilginin, değişen duyulur dünyanın duyular seviyesindeki tecrübesinden değil akılla edinilebileceğini ileri sürd ü ğ ü müslümanlarca biliniyordu. Bu sebeple Eflâtuncu etkilerin yoğunluğu nisbetinde çeşitli filozof ve mutasavvıfın düşüncelerinde "âlem-i mahsûs"un değişken verilerine karşılık aklî âlemin değişmez bilgi formları daha çok teveccühe mazhar olmuştur. Aristo'ya göre ise her duyunun belli bir objesi, özel bir duyulur nesnesi vardır. İşitmenin objesi ses, görmeninki renktir. Bütün nesnelerdeki hareket, şekil, hacim, sayı gibi ortak nitelikleri de ortak duyum algılar. Her duyu ile objesi arasında zorunlu bir bağ olduğu için duyuların yanılması imkânsızdır. Ancak duyu için bu yanılmazlık
mine'd-da-
İlk İslâm filozofu Kindî'ye göre duyu, nefsin duyu organlarından biri aracılığıyla nesnelerin formlarını algıladığı güçtür veya nefsin nesneleri algılayan gücüdür (Resâ'il,
s. 167). Duyulur nesnele-
rin devam, hareket, nicelik, nitelik, şiddet gibi yönlerden değişken olmasına bağlı olarak duyu idrakleri de değişkendir. Öte yandan duyu objeleri daima maddî veya maddî olana bağlı bir şeydir. Buna karşılık Kindî'nin "tabiat" dediği eşyanın gerçeklik ve aklî ilkeleri ancak aklın bilgi alanına girer. Zira bu temel varlıkları sadece, insan aklı denilen "yetkin nefsin güçleri" kuşatabilir (a.g.e., s. 106108). İslâm düşünce tarihinin yine erken dönem eserlerinden İhvân-ı Safâ'ya ait
Resâ'il'de
duyu hadisesinin
"fi'1-Hâs
ve'I-mahsûs" (algılayana ve algılanan nesnelere dair) başlığını taşıyan özel bir bölümde incelendiği görülmektedir. İhvân, duyulur nesnelerin cismanî olduğunu ve duyulara konu olan şeylerin cismanî arazlardan ibaret bulunduğunu öncelikle belirtir. Ancak buna karşılık duyuları algılayan güçler ruhanîdir. Duyular ve duyu
9 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
DUYU organları arasındaki ilişki onları özdeş sayacak kadar ileridir. Bunlarla ruhanî duyu güçleri duyum hadisesinin psikofizik karakterini yansıtırlar. İhvân-ı Safâ'nın getirdiği tarife göre duyu (his), doğrudan doğruya duyulur nesnenin uyarısıyla duyu organlarının mizacının değişmesidir. Duyum ise (ihsas) duyu güçlerinin duyu organlarının mizacındaki nitelik değişikliğini algılamasından ibarettir. Bu duyum sürecini tamamlayan aşama, duyu gücünün beyne ilettiği değişikliği veya modern deyimle uyarıyı muhayyilenin farkedip algılamasıdır. Çünkü muhayyile bu değişikliği normal durumla karşılaştırma melekesine sahiptir. İşitme olayında, tıpkı su dalgaları gibi iç içe geçmiş küreler şeklinde yayılan ses dalgalarının farkında olan İhvân, görme olayında da gözün anatomik yapısının ne kadar önemli olduğunun bilincinde görünmektedir. Genel olarak duyum, dış ortamdaki değişikliğin duyu organını uyarması ve bu uyarının organın normal mizacında oluşturduğu değişikliğin muhayyile tarafından değerlendirilip ruh tarafından algılanması şeklinde kavranmaktadır (Resâ'il, II, 401-409). Fârâbî, el-Cem c beyne ıe'yeyi'1-hakîmeyn'üe Aristo'nun, zihinde bilgilerin ancak duyular yardımıyla oluştuğu şeklindeki görüşünü hatırlatarak nefsin akıl gücüne kendisinde tecrübelerin birikmesiyle ulaştığını, buna göre de aklın tecrübelerden başka bir şey olmadığını belirtmektedir. Fârâbî'ye göre ilke olarak aklın duyudan bağımsız ve kendine mahsus hiçbir fiili yoktur. Şu var ki duyu varlığı olduğu gibi algıladığı halde akıl, tek tek nesnelerin ötesinde bir bütün olarak zıtlarıyla birlikte ve olduğundan başka türlü şekillerde de düşünebilir veya tasarlayabilir (s. 22-24). Ayrıca Fârâbî, varlığa ait kavramların teşekkülünde duyu gücünün aracı bir güç durumunda bulunduğunu, asıl soyutlama yapanın algı gücü olduğunu isabetle belirtir (et-Ta'tıkat, s. 3-4). İbn Sînâ'ya göre ise algı gücü dış ve iç olmak üzere ikiye ayrılır. Dış algı güçleri beş duyudur. İç algı güçleri ise ortak duyu (el-hissü'l-müşterek), tasavvur gücü (el-kuvvetü'l-musavvire/ elhayâl), tahayyül gücü (el-kuvvetu 1-mütehayyile / müfekkire Imütefekkirel), vehim gücü (el-kuvvetü'l-vehmiyye) ve hatırlama gücüdür (el-kuwetü'z-zâkire/ el-hâfıza). Duyu algısı sürecinde bu güçlerin ilk üçü doğrudan doğruya iş başındadır; daha sonraki güçlerse ilk üçünden faydalanan hayalî ve aklî algılara ilişkindir.
Dolayısıyla duyu verileri topyekün algı süreci içinde iç algı güçlerince değerlendirilmektedir (aş. bk.). Görüldüğü gibi İbn Sînâ Fârâbî'nin görüşünü destekler ve onu daha da netleştirir. Böylece filozoflar zihinde duyu verilerini değerlendirecek beş ayrı merkezin bulunduğunu, tikel olan duyu verilerinin iç duyu ve algı güçleri tarafından değerlendirildikten sonra tümel bilgi haline geldiğini savunurlar. Fakat kelâmcılar, objektif gerçekliği bulunmadığı gerekçesiyle iç duyu ve algı güçlerinin varlığını kabul etmezler; onlar algılama olayının aracısız zihnî bir işlem olduğunu, yani zihnin duyu verilerini doğrudan doğruya algılayıp onları değerlendirdiğini söylerler (Teftâzânî, s. 16). Kelâmcılar beş duyu, haber-i sâdık ve akıldan ibaret üç bilgi kaynağı kabul etmişler, ayrıca kesinlik bakımından yaptıkları bilgi tasnifinde beş duyu ile elde edilen bilgileri, "zarûriyyât" diye nitelendirdikleri altı bilgi çeşidinin ilki olarak göstermişlerdir (Bâkıllânî, et-Temhîd, s. 35 vd.; el-lnşâf, s. 14 vd.). Mutasavvıflara gelince, özellikle felsefenin etkisiyle bilgi problemine yeni bir boyut getirme amacından kaynaklanmış olacak ki onlar da beş dış duyuya karşılık, metafizik varlık alanında birer bilgi kaynağı olan akıl, kalp, ruh, sır ve hafî gibi terimlerle ifade edilen beş iç duyunun var olduğunu iddia ederlerse de kelâmcılar mutasavvıfların bu görüşlerini ilmî ve objektif bir ölçüsü bulunmadığı gerekçesiyle kabul etmemişlerdir. İslâm felsefesinde bilhassa İbn Sînâ'dan itibaren dış duyular, insan ve hayvandaki teşekkül sırasına göre şöyle tasnif edilmiştir: 1. Dokunma duyusu (hâssetü'l-lems). Bir hayvan veya insanın var olmasını sağlayan duyuların ilkidir. Bir canlı diğer duyulardan mahrum kalsa da varlığını sürdürebilir, fakat dokunma duyusunu yitiren canlı yaşayamaz. Çünkü öteki duyuların fonksiyonunu kaybetmesi durumunda dokunma duyusu bir ölçüde onları telâfi ettiği halde diğer duyular dokunma duyusunun kaybını telâfi edemez. Başta İbn Sînâ olmak üzere (De Anima, s. 67-68) İslâm düşünürleri, dokunma duyusunun diğerlerine göre hayatî bakımdan daha önemli olduğu üzerinde ehemmiyetle durmuşlardır. İlk ve Ortaçağ filozoflarının anlayışına göre dokunma duyusu deri ve sinirlere yayılmış vaziyette bulunur; dolayısıyla diğer duyulardan farklı olarak bunun özel bir organı yok-
tur. Duyum, sinirlerin, kendilerine temas eden ve kendi yoğunluklarından farklı yoğunlukta olan şeyleri algılaması, bu şeylerin farklı niteliğine uygun olarak değişikliğe uğraması ve etkilenmesi suretiyle gerçekleşir. Dokunma duyusu, duyulanlardaki farklı niteliklere göre dört veya daha çok duyudan meydana gelir. Bunlar soğukluk-sıcakiık, kuruluk-yaşlık, sertlik-yumuşaklık, kabalık-düzgünlük ve ağırlık-hafiflik gibi birbirine zıt özellikteki uyarıcıları algılayan ve vücudun değişik yerlerine dağılmış olan duyulardır. 2. Tatma duyusu (hâssetü'z-zevk). Dilin üzerine yayılmış sinirlerde bulunduğu kabul edilen bu duyu ile yiyecek ve içeceklerin tadı ve lezzeti algılanır. Tatma olayının nasıl gerçekleştiği hususunda farklı açıklamalar yapılmıştır. Bazıları tatmanın, dildeki ıslak cevherle tadılan şeydeki ıslak cevherin birbirine karışması sonucu olduğunu ileri sürerler. Diğer bazıları da tatmanın, ağızdan dile doğru giden damarlar vasıtasıyla dildeki yumuşatma ve parçalama sonucunda gerçekleştiğini söylerler. İbn Sînâ ve Gazzâlî'nin de benimsediği ortak görüşe göre dile temas eden besinler, dilde bulunan tükürük salgısıyla karışarak parçalanır, sonuçta tat ortaya çıkar ve dil üzerindeki sinirlere ulaşır, sinirler de bu tadı algılar. Bu duyunun ceninde doğum anında ortaya çıktığı kabul edilmektedir. Abdülkâhir el-Bağdâdî, bir kısım insanların tatma duyusunu dokunma duyusu içinde yer alan bir duyu olarak kabul ettiklerini söyler. Ayrıca Nazzâm'ın da cinsî zevkin idrak edildiği bir başka duyunun varlığını kabul ettiğini naklederek bu görüşü tenkit eder (Usûlü'd dîn, s. 10). İbn Sînâ, dokunma duyusu ile t a t m a duyusu arasında bir yakınlık görmüştür. Zira bu duyu da dokunma gibi çoğunlukla dilin tadılan nesneye temas etmesiyle faaliyet gösterir. Ancak dokunmada dokunan (deri) ve dokunulan nesne arasında sertlik-yumuşaklık gibi bir nitelik birliği bulunduğu halde tat almada böyle bir birlik yoktur; bu sebeple idrak, tat almayı sağlayacak özel bir organ sayesinde gerçekleşir (De Anima, s. 75). 3. Koklama duyusu (hâssetü'ş-şem). Bu duyu ile güzel ya da hoş olan ve olmayan çeşitli kokular algılanır. İslâmî kaynaklarda bu duyunun, beynin ön yüzünde yayılmış bulunan ve iki m e m e ucuna benzeyen bir çıkıntı içerisinde olduğu kabul edilir. Koku alma duyumunun na-
10 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
DUYU sil gerçekleştiği hususunda değişik görüşler ileri sürülmüştür. Bazıları, organların başının beyinde bulunduğunu ve böylece onun nefes yoluyla kokuları kendisine cezbettiğini kabul ederler. Bazıları ise koklamanın, koklanan şeyin buharı sebebiyle nefesteki hava titreşimleri vasıtasıyla vuku bulduğunu ileri sürerler. İbn Sînâ'ya göre bu duyu, nefes yoluyla içeriye alman hava vasıtasıyla kendisine iletilen kokuyu algılar. Bu koku, ya hava ile karışık olarak bulunan buharda veya kokulu cismin bir değişim e uğrayarak etkilediği havada bulunur. Gazzâlî daha ziyade ikinci görüşü tercih etmiş görünmektedir. Çünkü ona göre hava, kokuyu koklanan şeyden duyuya taşımaz; ateş ve soğuk birbirine temas ettiklerinde nasıl bir değişiklik meydana geliyorsa aynı şekilde hava ile kokunun teması sonucunda da bir mahiyet değişikliği ortaya çıkar (Me'âricü'lkuds, s. 33). Koklama duyusu hayvanlarda daha kuvvetlidir. 4. İşitme duyusu (fıâssetü's-sem'). Bu duyu ile bütün söz ve seslerin algılandığı kabul edilir. İşitme duyumunun mahiyeti konusunda da farklı görüşler mevcuttur. İbn Sînâ, bunu hava titreşimlerinin kulak boşluğunda meydana getirdiği hareketle açıklar. Gazzâlî de benzer bir görüşe sahiptir. Buna göre dışarıda şiddetli çarpma ve sıkışmalar sonucu oluşan basınçlı hava dalgası, kulak boşluğunda hareketsiz ve sıkışmış olarak duran havaya ulaşınca bu havayı kendisininkine benzer bir tarzda hareket ettirir. Kulak boşluğundaki havanın titreşmesi kulakta yayılmış olan sinirlere dokununca ses işitilmiş olur. Sesin, mahiyeti itibariyle bir tür cisim olduğunu ileri sürenler olmuştur. Bunlar, "her fail ve mef'ulün cisim olduğu" kaidesinden hareket ederler. Bu anlayış çerçevesinde ses kendisini duymamız, işitmemiz için faaliyette bulunur; mûsiki nağmeleri bizi harekete geçirir, mûsikisi olmayan sesler sıkıntı verir. Ses harekete geçer ve yumuşak dokulara çarpar, tıpkı duvara çarpan bir top gibi tekrar geriye döner.
Hâşim görme duyusu ile sadece cisimler ve renklerin, Ebû Ali el-Cübbâî ise cisimler, renkler ve tabiattaki her türlü değişmenin idrak edildiğini ileri sürmüşlerdir. Ehl-i sünnet kelâmcılarının, görme duyusunun var olan her şeyi algılayabileceği şeklindeki görüşleri rü'yetullah hakkındaki düşüncelerinden kaynaklanmaktadır. Zira onlar âhirette Allah'ın gözle görülebileceğini savunmuşlardır. Görme duyumunun nasıl meydana geldiği konusunda değişik görüşler ortaya atılmıştır. Eflâtuncular'a göre gözden bir ışık huzmesi çıkmakta ve görülen şeylerin içine yayılmaktadır. El bedenin dışında olan bir şeye nasıl dokunuyorsa göz de aynı şekilde görülen şeye temas ederek onun görüntüsünü algılamaktadır. Aristocular ise t a m tersi bir açıklama getirmiştir. Onlara göre görme olayı, ışınların gözden çıkıp görülen şeye teması ile değil görülen şeyin suretinin saydam bir aracı vasıtasıyla göze iletilmesiyle gerçekleşir. Gazzâlî ise orta bir yol tutarak bir mütekabiliyet teorisi öne sürmüştür. Ona göre renkli nesnelerden göze bir şey ulaştığı gibi gözden de renkli nesnelere ışınlar ulaşmaktadır. Fakat ışın, yansıtma özelliği olan nesnedeki sureti algılamak için yeni bir sûret meydana getirmektedir. Böylece görme hususi bir mütekabiliyet ve göz merceği vasıtasıyla meydana gelir. Göz merceğinde sûret hâsıl olunca o bunu gözün ortasındaki sinire ulaştırır. Bu sinirdeki ruh, durgun suya akseden şekil gibi latif bir cisimdir. Bu ruh aldığı sûreti beynin ön tarafında göze bitişik iki kanalın buluştuğu yere iletir. Burada ortak duyu vasıtasıyla iki sûret tek sûret hâlinde algılanır (Me'âricü'l-kuds, s. 34-35). Ancak konuyla ilgili asıl katkıların Gazzâlî öncesi dönemde İbn Sînâ tarafından yapıldığı belirtilmelidir. Anatomi konusunda büyük bir otorite oluşu, onun görm e psikolojisinde önemli başarılar kaydetmesini sağlamıştır. Görme olayının fizyolojik optik açısından matematik temellendirilişi ise İbn Sînâ'nın çağdaşı olan İbnü'l-Heysem tarafından mükemmelleştirilmiştir (Sayılı, s. 206, 228).
s. Görme duyusu (hâssetü'l-basar). Cisimlere ait renk, şekil ve miktar gibi nitelikleri algılayan bu duyu, güzellik ve çirkinlik gibi estetik değerleri de algılar. Kelâmcılar, görme duyusu ile bütün varlıkları algılamanın m ü m k ü n olduğunu kabul ederken bazı filozoflar, renkli cisimlerin görüntüleri dışında bir şeyin idrak olunmadığını, Mu'tezile'den Ebû
İşitme ve görme duyularından hangisinin daha önemli ve değerli olduğu meselesi tartışmalara konu olmuştur. Filozoflar, işitmenin görmeden önemli olduğunu, çünkü onunla karanlıkta ve aydınlıkta altı cihetten seslerin algılandığını, buna karşılık görme duyusu ile ancak karşı yönden ve güneş ışınları vasıtasıyla uyaranların algılanabildiğini be-
lirtirler. Kelâmcıların çoğunluğu ise görme duyusunun işitme duyusuna üstünlüğünü kabul eder; çünkü işitme yoluyla sadece sesler ve sözler idrak edilir, görme duyusu ile cisimler, renkler ve bütün görüntüler algılanır. Fahreddin erRâzî, Yûnus sûresinin 48. âyetini tefsir ederken İbn Kuteybe'nin bu âyete dayanarak işitme duyusunun görmeden daha üstün olduğunu kabul ettiğini nakleder. Râzî gerek bu görüşü gerekse aksini destekleyen delilleri ayrıntılı olarak zikreder. Belli şeyleri idrak eden bir duyu organının bunun dışında kalan şeyleri idrak edip etmemesinin imkânı da tartışılmıştır. Filozoflar ve Mu'tezile bunun m ü m k ü n olamayacağını ileri sürerken Ehl-i sünnet kelâmcıları algılamayı câiz görerek bu cevazı şu görüşe dayandırırlar: Algı olayı duyuların tesiri olmaksızın sırf Allah'ın yaratmasıyla gerçekleşir; böyle olunca teorik olarak bir duyu organının başka bir duyu organına ait duyumu sağlaması, meselâ gözün faaliyeti neticesinde seslerin işitilmesi gibi bir durumun yaratılması imkânsız değildir. Fakat fiilî olarak bunun mümkün olmayacağı hususunda görüş birliği vardır. İç algı güçlerinden ortak duyunun fonksiyonları, duyu algısının gerçekleşmesinde çok önemli bir rol oynar. Aristo'nun özel ve ayrı bir duyu değil de dış duyuların ortak tabiatı olarak tanımladığı bu güç (De Anima, 11, 7, 418a, 20-26; III, 1, 425a, 14-17; a.e. |trc. J. Tricotl, s.425-450), İbn Sînâ'nın kaleminde ayrıntılarıyla şekillenen felsefî İslâm psikolojisinde, beş duyunun ötesinde onlardan ayrı ve hatta onların ilkesi olan bir iç duyu olarak tanımlanmıştır. Bu duyu, beynin ön bölümünde yer alan özel bir organa sahiptir. İbn Sînâ'ya göre ortak duyu beş duyunun yöneticisi olup bunların ortak algı merkezidir. Duyu verileri orada toplanır, orada birleşir ve oradan ayrılarak dış duyu algısını yönlendirir. Ortak duyu, aynı zamanda duyu formlarını olduğu gibi saklayıp depolayan tasavvur gücü ile bu formları alıp işleyerek hayal formlarına dönüştüren mütehayyile gücünün işe karışmasıyla çağrışım, algı yanılması, hallüsinasyon, rüya gibi beş duyuyu aşan iç yaşantıların duyumlandığı güçtür. Ortak duyunun, hem duyu hem de hayal formlarının algılanmasına yönelik bu ekran özelliği sebebiyle İbn Sînâ bu gücü, Aristo'nun "hayal, tahayyül gücü" anlamında kullandığı "ban-
11 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
DUYU tasya" (phantasia) olarak da adlandırmış!
ayrıca bk. İDRAK).
rina r a ğ m e n ona bağlıdırlar. Hurma zi-
DÜALİZM
tır (De Anima, 41-44, 152-153, 163-165;
raatı yapılan bölgede su çok azdır.
(bk. SENEVİYYE).
XIX. yüzyıl öncesine ait bölge tarihiyle ilgili bilgiler çok sınırlıdır ve sadece mev-
Kur'ân-ı Kerîm'de, âhiret hayatı ile ilgili olarak sıkça zikredilen cennet nimet-
i
..
(^
ra hitap etmektedir (meselâ bk. el-Bakara 2 / 2 5 ; el-A'râf 7 / 5 0 ; İbrahim 14/16-17;
cut emirliklerin, aralarında kabile bağlarından
)
dolayı
yakınlık
bulunmasına
r a ğ m e n birbirleriyle devamlı şekilde ih-
Birleşik Arap Emirlikleri'ni oluşturan yedi emirlikten biri. ^
el-Kehf 18/31; el-Hac 22/19-22; Yâsîn 36/55-57). Ehl-i sünnet'in,
n
DUBEY
leriyle cehennem azabı özellikle duyula-
tilâflı oldukları bilinmektedir. Hurma ziraatı ve deve besiciliği yanında sığ olan denizlerde balıkçılık ve bilhassa inci av-
âhiretteki Dübey (Dubai) Basra körfezinin güney
cılığı ve ticareti yapılmıştır. O dönemler-
esas
kıyısında, Ebüzabî'nin (Abudabi) doğusun-
de Dübey'in doğusuna doğru sahil bo-
alındığında maddî ve ruhanî lezzet ve
da yer alır. Emirliğin yüzölçümü 3900
yunca ve Ebûzabî taraflarında hurma zi-
elemlerin her ikisinin de yaşanması ge-
k m 2 , nüfusu 266.000'i emirliğin mer-
raatı, bölgedeki ticarete yönelik en önem-
rekecektir. Bu d u r u m d a , dünyada insa-
kezi olan Dübey şehrinde olmak üzere
li faaliyet idi. Ayrıca bu sahillerde kor-
nın sahip olduğu duyuların âhirette de
501.000'dir (1991). Arap olan halkın ya-
sanlık çok yaygındı ve eski dönemlerden
varlıklarını devam ettireceği sonucuna
nında bölgeye göç ederek vatandaşlık
XIX. yüzyılın ortalarına kadar ahali özel-
ulaşılmaktadır.
hakkı almış İran, Hindistan ve Belücis-
likle bu yoldan geçimini sağlamıştı. Da-
yeniden dirilmenin ruh-beden bütünlüğ ü içinde gerçekleşeceği görüşü
t a n kökenli olanlar da vardır. Arap halk,
ha sonraları içerilerden kıyılara doğru
b u g ü n birer aile h ü k m ü n d e kalmış bir-
yayılan Suûdîler'in de bu faaliyete katıl-
"es-
çok kabileye mensuptur. Hâkim aile Ru-
dıkları, hatta korsanlığa şer'an cevaz ver-
"el-mütehay-
veyşid kabilesinin Âl-i Bû Felâse koluna
dikleri bilinmektedir. Nihayet halkın di-
BİBLİYOGRAFYA: et-Ta'rîfât,
"el-basar", " e l - h â f ı z a " , " e l - h i s -
sü'l-müşterek", "el-hayâl", " e z - z e v k " , semc",
"eş-şemm",
"el-lems",
y i l e " md.leri; Tehânevî, Keşşaf,
"el-hiss",
"el-
bağlıdır ve Sünnî'dir. 1912'den 1958'e
renmesine r a ğ m e n bölgeye h â k i m ol-
hissü'l-müşterek",
"el-hissiyyât",
kadar emîr olan Şeyh Saîd b. Mektûm'un
m a k isteyen İngilizlerle emîrler arasın-
"el-hissî",
" e l - m a h s û s " , " e l - i h s â s " md.leri; Cemil Salîbâ,
ö l ü m ü n d e n sonra yerine Şeyh Râşid b.
da imzalanan bir dizi anlaşma ile kor-
Saîd geçti. Birliği teşkil eden diğer emir-
sanlık yasaklanmıştır (1799). Lorimer'e
2 0 - 2 6 ; III, 1, 425», 1 4 - 2 7 ; a.e. (trc. ). Tricot),
liklerde olduğu gibi burada da sınırlar
göre Dübey bu tarihte Ebûzabî'ye bağlı
Paris 1947, s. 425-450; KindT, Resâ'il,
t a m mânası ile belirli değildir. Şârika ile
olarak görülmektedir. Dübey Valisi Mu-
aralarında bulunan havaalanı diğer bazı
h a m m e d b. Hezza' b. Za'l'in kız karde-
re'ye-
tesisler gibi ortak kullanılır; aynı şekil-
şiyle evlenen Kavâsim kabilesinden Şâ-
Kahire 1325/
de Dübey Limanı 'ndaki tesisler de bü-
rika Emîri Şeyh Sultan b. Sakr, 1825'ten
t ü n emirliklere hizmet verir. Dübey ile
sonraki yıllarda bölgede n ü f u z u n u art-
Ebûzabî emirlikleri arasında bulunan iç
tırdı. Dübey, 1833'te Âl-i Bû Felâse ka-
eTMu'cemil'T
Beyrut
felsefî,
1982,
md.; Aristoteles [Aristo], De Anima,
108, 167; Fârâbî, et-Ta clîkat, s.
3-4;
a.mlf.,
s. 106-
Haydarâbâd 1346, Haydarâbâd
Fusûsul-hikem,
1345, s. 11-13; a.mlf., el-Cem c
yi'l-hakîmeyn
"el-hiss" 11, 7, 418 a ,
[el-Mecmû'içinde),
beyne
1907, s. 22-24; Makdisî, el-Bed'
ue't-târîh,
2 7 ; II, 130-132; İhvân-ı Safâ, Resâ'il, 1376-77/1957, II, 396-417; Bâkıllânî,
I,
Beyrut
et-Temhîd
(Ebû Rîde), s. 35-38; a.mlf., el-İnşâf, s. 14 v d . ; İbn Sînâ, De Anima
(nşr. Fazlur R a h m a n ) , Lon-
bilesinden 800 kişinin M e k t û m b. Batî
dan geçerek sahilde biter. Şârika emir-
b. Süheyl başkanlığında Ebûzabî'yi ter-
liği ile Dübey arasındaki iç sınır ise Dey-
kederek Dübey'e geçmeleri ve kontrolü
üşû-
ra'nın kuzeydoğusunda sona erer. Üm-
ele geçirmeleri üzerine müstakil emirlik
Beyrut 1 4 0 1 / 1 9 8 1 , s. 8 - 1 1 ; Cüveynî,
müssukaym ve Cümeyre adlarındaki iki
oldu. Âl-i Bû Felâse'nin bağlı olduğu Be-
don 1970, s. 41-44, 5 9 - 1 9 4 ; a.mlf.,
en-Mecât,
Kahire 1357/1938, s. 158-163; Bağdâdî,
lud-dîn,
sınır Cebeliali ile Re'sü Ganâde arasın-
el-İrşâd ( M u h a m m e d ) , s. 173, 185; Gazzâlî, İh-
sahil kasabası ile sahilden 80 k m . içe-
nî Yâs kabilesi ile Kavâsim kabilesi ara-
Kahire, ts. (Matbaatü'l-Istikâme), s. 32-39; a.mlf..
ride Vâdîhatta'da bulunan ve onlardan
sında bu tarihlerde başlayan
(nşr. S ü l e y m a n D ü n y â ) , Kahire
biraz daha büyük olan Hacereyn, Dübey
Kahire 1967, III, 8; a.mlf.,
ya',
Mîzânul-'amel
Me'âricü'l-kuds,
1964, s. 202-203, 211, 2 1 3 ; a.mlf.,
emirliğinin topraklarından ayrı kalmala-
(nşr. M . M u h a m m e d Câbir), Ka-
mine'd-dalâl
bazan da Ebûzabî (Benî Yâs) tarafının desteğini alarak kendini daima kuvvetli
Mefâtîhu'l-ğayb,
tutmasını bilen Dübey, küçük bölge emir-
İstanbul 1307, IV, 849-850; a.mlf., en-Nefs ue'r-
rûh, Lahor 1388/1968, s. 76-77; Âmidî. el-Mübin, s. 103-106; İbnü'l-Arabî, el-Fütühât,
I, 205;
likleri olan A c m â n ve Ümmülkayveyn ile
{nşr. C. Kettûre), Beyrut 1978, s.
Büddul-'ârif
Teftâzânî,
de z a m a n z a m a n iş birliği içine girmiş-
Dübey
II, 9 0 - 1 0 1 ; IV, 211-212, 3 1 6 - 3 1 8 ; İbn Seb'în. o
52° 190 km.
54° .
j
Kahire
Şerhu'l-'Akâ'id,
tir. Balıkçılığa ve mal depolamaya uygun
R
olması dolayısıyla bölgede ticaret kısa A
N
1408/1988, s. 15-17; E. R. Hilgard v.dğr., Intro-
duction
New York 1979, s. 104-
to Psychology,
127; Abdülkerîm Osman.
ye
c
inde'l-müslimîn,
Armağanı,
İbn
Sînâ:
BASRA KÖRFEZİ
ed-Dirâsetü'n-nefsiy-
Kahire 1981, s. 2 8 8 - 3 0 8 ;
Doğumunun
Bininci
Yılı EBÛZA
Ankara 1984, s. 2 0 3 - 2 4 1 ; " S e n s a -
tion", EBr., XX, 222-224; "Sensa", The
Encyclo-
V
(nşr. Paul E d w a r d s ) , N e w
\v
York 1972, VII, 407-415; "Sensationalism", a.e.,
X
pedia
of Philosophy
VII, 415-418.
m İM
HAYATI H Ö K E L E K L İ
z a m a n d a gelişti. İktisadî hayatın gelişHür
3AHREYN
Aydın Sayılı, "İbn S î n â ' d a Işık, G ö r m e v e G ö k kuşağı",
Bu süre içinde bazan Şârika (Kavâsim),
(trc. Bekir T o p a l o ğ l u ) , A n k a r a 1979,
s. 56-57; Fahreddin er-Râzî.
233-274;
XX. yüzyılın başlarına kadar devam etti.
Mâtürîdiy-
hire, ts., s. 7-9; Nûreddin es-Sâbûnî,
ye Akaidi
el-Münkız
rekabet
SUUDİ
mesine bağlı olarak nüfusu artan Dübey bölgede güçlü bir emirlik halini aldı
RE'SÜLHAYME;
„
{/ ıstı ŞÂRİKAtf^ 0 1 FÜCEYRE 0 DÜBEY»
nin muvafakati olmadan başka bir ülke
} VT ışjgç.clanenvKSj T
JU A R A B İ S T AFT-A^
AL A
bi o da İngiltere ile bazı ticarî anlaşmalar imzaladı; 1892 yılında ise İngiltere'-
t
BUREYMÖ
BİRLEŞİK A R A P E M İ R L İ CLERİ
ve körfez boyundaki diğer emirlikler gi-
N
ile herhangi bir siyasî ilişkiye girmeyeceğini t a a h h ü t etti. İngiltere bu t ü r anlaşmalarla bölgeye nüfuz e t m e k ve idarî konularda hâlâ hissedilen Osmanlı var-
12 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
DÜBEY kımını yapabilen dünyanın en büyük havuzlama tesisleri, Râşid Limanı çevresinde de çok sayıda küçük sanayi tesisleri kuruldu. Mayıs 1980 tarihinde Dübey'in ticaret kapasitesini arttırmak gayesiyle Cebeliali'nin serbest ticarî bölge olması kararlaştırıldı. Nisan 1982'den itibaren Dübey ve Şârika'da g ü m r ü k vergileri % 3'ten % 1'e indirildi ve 1985 yılı başında da Cebeliali serbest bölgesi Oübey'den bir görünüş
lığına son vermek istiyordu. Ancak Osmanlı Devleti bölge ile temasını son dönemlere kadar canlı t u t m u ş t u r . 1873'ten itibaren Linçe Limanı üzerinden yapılan Hindistan ticareti, 1903'ten sonra buharlı gemilerin Dübey'e uğramasıyla buraya yöneldi ve körfezde Bahreyn ile birlikte Dübey Umanı da ö n e m kazanmaya başladı. 1904 yılı Şubatında Dübey'i ziyaret eden seyyah Burckhardt, % 5 olan liman vergisinin Dübey şeyhi tarafından kaldırıldığını ve b u n u n neticesinde ticaretin, dolayısıyla da şehrin çok geliştiğini kaydetmektedir. 1895-1920 yılları arasında Uman'da ortaya çıkan karışıklıklar sonucu Maskat Limanı ile iç kesimlerin temasının kesilmesi üzerine ihtiyaçların Dübey Limanı'ndan giderilmeye çalışılması da burayı biraz daha önemli bir seviyeye getirmiştir. 1922'de yapılan anlaşmalarla bölgede petrol arama hakları İngilizler'e bırakıldı; ancak 1961 yılına kadar yapılan sondajlardan olumlu sonuç alınamadı. Petrol ihracatına başlanması ve bölgenin aşırı bir zenginliğe kavuşması 1969'dan sonra gerçekleşmiştir. O z a m a n a kadar inci ve k u r u t u l m u ş balık satışı gibi dar bir çerçevede yürütülen milletlerarası ticaret, petrol gelirinin sağladığı imkânlarla gelişmiş ve bölgeyi Ortadoğu'nun ticaret merkezi haline getirmiştir. Dübey 2 Aralık 1971'de eski Ant-
laşmalı Emirlikler'den altısının burada toplanarak Birleşik Arap Emirlikleri devletini kurmalarından sonra daha hızlı gelişmeye başladı. Bugün serbest ticarî bölgeleri, antrepoları, bankaları, hava, kara ve deniz ulaşım imkânlarıyla Dübey, Uzakdoğu ile Ortadoğu ve Afrika'yı birbirine bağlayan ve dünya ticareti içinde önemli yere sahip olan milletlerarası bir ticaret merkezidir. Şehirde belediye meclisi, g ü m r ü k idare âmirliği, mahkemeler, tapu daireleri ve su işleri m ü d ü r l ü ğ ü önemli idarî kuruluşlar arasındadır. Körfez ülkelerinin çoğunda old u ğ u gibi Dübey'de de şehrin su ihtiyacı deniz suyunu arıtma tesislerinden (günlük 71 milyon litre kapasiteli) karşılanmaktadır. Petrolden elde edilen gelirler diğer sahalara kaydırılmış ve şehrin 30 k m . batısına Cebeliali Limanı (Mînâ Cebeliali) yapılarak civarı sanayi bölgesi haline getirilmiştir. Büyük tonajlı gemilerin yanaşabileceği derin su limanlarının inşa kararı 1976 yılında alindi; 1981 ortalarında 15 k m . uzunluğa varan rıhtımların açılışı yapıldı ve Dübey Limanı tesisleri sadece o yıl içinde 1091 gemiye hizmet verdi. Daha önce mevcut olan Râşid Limanı (MTnâ Râşid) ile Cebeliali, Birleşik Arap Emirlikleri'ndeki
t a m a m e n yabancıların yönetiminde faaliyete geçti. 1985 yılında, Uzakdoğu ve Ortadoğu ülkeleri arasında ticarî merkez olma durumu gittikçe gelişen Dübey kendine özel yeni bir havayolu şirketi kurdu. Kısa zam a n d a milletlerarası havayolu şirketleri arasına katılan Emirates adlı bu şirket, birçok d o ğ u ve batı merkezi arasında Türkiye'ye de uğrayan seferler yapmaktadır. Birleşik Arap Emirlikleri'nde henüz demiryolu bağlantısı bulunmayan Dübey'i civar merkezlere bağlayacak bir demiryolu projesi üzerinde durulmaktadır. BİBLİYOGRAFYA: (Târih), 11, 1079-1086,
Delttü'l-Haltc
Cemâleddin Zekeriyyâ Kasım,
Kahire 1966, s. 51,"55; M. Tom-
bî (1840-1914), The
kinson,
1171;
el-Halîcul-'Ara-
United
Arab
Emirates,
London
1975, s. 127 v d . ; M u h a m m a d M o r s y Abdullah,
The United
Arab
A Modern
Emirates:
History,
London 1978, s. 134 vd., 141, 2 3 2 ; P. Bonnenfant, La Peninsule
Arabique
d'Aujourd'hui,
ris 1982, H, 523-558; The Middle
Africa
Pa-
East and North
1988, London 1987, s. 8 3 8 - 8 4 0 vd.; R.
J. Said, " T h e 1938 R e f o r m M o v e m e n t in D u bai", el-Abhath,
XXIII, Beyrut 1970, s. 2 4 7 - 2 6 3 ;
İdris Bostan, "Basra K ö r f e z i n i n G ü n e y K e s i m i v e O s m a n l ı l a r (1876-1908)", (1989), s. 3 1 1 - 3 2 2 ;
pedia
of Mankind,
Osm.Ar.,
The lllustrated
IX
Eneyclo-
London 1978, V, 5 2 7 - 5 3 0 ;
P h e b e Marr, " D u b a y y " , El 2 (İng.), II, 6 1 8 - 6 1 9 ;
EBr. 2 (Mac.), XIII, 8 9 8 - 9 0 0 . E
altı önemli liman arasında en işlek olanlardır ve 1983 yılında Cebeliali Limanı'n-
MUSTAFA L . B I L G E
dan 10.030 adet konteyner mal ihracatı gerçekleştirilmiştir. Dübey'de sanayileşme hareketleri de başlamış olup özellikle petrol dolayısıyla ucuza mal edilen elektrik eneıjisine dayalı çimento, de-
Cümeyre Camii - Dübey / Birleşik Arab Emirlikleri
mir ve alüminyum sanayilerine yatırım yapılmıştır. 1979 yılı sonunda faaliyete geçen ve yılda 135.000 ton külçe alüminyum elde etmeyi planlayan Dubai Aluminium Co. (DUBAL) şirketinin 1983 yılındaki ihracatı (% 45'i Japonya'ya, % 24'ü İran'a) 609 milyon dirheme (166.000.000 dolar) ulaştı ve 1985'te planlanan mikDübey'de bugün m ü z e olarak kullanılan eski bir kalenin burcu
tarı da aşarak 150.677 tona çıktı. 1979 yılında tel ve kablo imalâtı için İngiliz B1CC firması ile ortak önemli bir yatırım yapıldı. 1983 yılında dev tankerlerin ba-
13 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
DÜBEYS b. SADAKA n
D Ü B E Y S b. S A D A K A (
y.j-îi*
)
Melikü'l-Arab Nûrü'd-devle Ebü'l-Eaz (Egar) Dübeys b. Seyfiddevle Sadaka el-Mezyedî el-Esedî (ö. 529/1135) Maceraperest bir Arap emîri.
j
zarları soyup tabutları çaldılar ve esir
fe aynı yıl burada Bâtınîler tarafından
aldıkları müslümanlara korkunç işken-
öldürüldü.
celer yaptılar. Halk bu olaylara sebep
tirmekle suçlanan Sultan Mesud bu it-
Bâtınîler'i
cinayete
azmet-
olduğu için Dübeys'i lanetliyordu. Aynı
h a m d a n kurtulmak için suçu Dübeys'e
yıl Aksungur el-Porsûkl, Dımaşk Atabe-
yükleyerek Bahtiyar adlı Ermeni asıl-
ği Tuğtegin ve H u m u s Emîri Kırhan ile
lı bir gulâmını onu öldürmekle görev-
birlikte Halep üzerine yürüyünce Dübeys
lendirdi. Bahtiyar, sultanın Merâga'daki
ve müttefikleri geri çekildiler.
otağının kapısında izin a l m a k için bekleyen Dübeys'e habersizce yaklaşıp onu
463'te (1071) doğdu. Babası Hille Emî-
Dübeys daha sonra Melik Tuğrul'u Bağ-
ri Seyfüddevle Sadaka b. Mezyed'in, Bü-
dat'ı istilâ ederek yeni bir Selçuklu dev-
katletti (14 Zilhicce 529/25 Eylül 1135).
leti kurmaya teşvik etti. Ancak sonuç ala-
Sultan Mesud, Dübeys'i Halife Müster-
par ile yaptığı ve öldürüldüğü savaşa ka-
mayınca Tuğrul ile birlikte Horasan'a gi-
şid'in intikamını a l m a k için öldürttüğü-
tıldı ve esir düştü (501/1108). Sultan Dü-
dip Sultan Mahmud'la Müsterşid-Billâh'ı
nü söyledi ve daha sonra onun kızıyla
beys'i Bağdat'a g ö t ü r d ü ve kendisine
kendi aleyhinde iş birliği yapmakla suç-
evlendi.
yük Selçuklu Hükümdarı Muhammed Ta-
bağlı kalacağına dair yemin ettirdikten
layarak Büyük Selçuklu Sultanı Sencer'e
Dübeys, köy ve şehirleri yağmalayıp
sonra serbest bıraktı; ancak Mezyedî
şikâyet etti. Sencer 522 (1128) yılında
hac yollarının güvenliğini ortadan kaldır-
ailesinin h ü k ü m s ü r d ü ğ ü Hille'ye dön-
Sultan M a h m u d ' u huzuruna çağırıp Dü-
makla beraber kaynaklar ondan cesur
mesine izin vermedi. M u h a m m e d Ta-
beys'in Hille'ye yerleşmesine izin verme-
ve cömert bir insan olarak bahsederler.
par'ın ölümünden sonra oğlu M a h m u d
sini istedi. Fakat Dübeys'in tutarsız dav-
Şair, edip ve âlimlerle kendisine sığınan-
devrinde (1118-1131) Hille'deki emirliğin
ranışları ve maceraperestliği yüzünden
ları himaye ederdi. Devrin m e ş h u r şair-
başına geçen Dübeys, Selçuklu şehzade-
bu iş gerçekleşmedi. Dübeys Bedeviler'-
lerinden Harîrî ondan övgüyle söz et-
leri arasındaki t a h t kavgalarından fay-
le birleşerek yağmacılığa başladı. Bu sı-
mektedir (Makâmât, s. 342). Bazı kaynak-
dalanarak hâkimiyet sahasını genişlet-
rada ölen Dımaşk Atabeği Böri'nin âzat-
lar Dübeys'in de güzel şiirler yazdığını
m e k için faaliyete geçti. Önce Muham-
lı kölesi ve Sarhad Valisi Gümüştegin'in
kaydeder. İbnü'l-Adîm
m e d Tapar'ın öteki oğlu M e s u d ' u kar-
karısı Dübeys'e haber gönderip evlen-
de onun iki beytine yer verir (s. 246-247).
deşi Sultan M a h m u d ' a karşı tahrik et-
m e teklifinde bulundu. Bu fırsatı kaçır-
ti. Yapılan savaşta Dübeys ile müttefi-
m a k istemeyen Dübeys süratle hareke-
ki Mesud yenildiler ve Mardin Artuklu
te geçti, ancak yolunu şaşırarak bir be-
Buğyetü't-taleb'-
BİBLİYOGRAFYA: ürfalı Papaz
Mateos
Vekayi-nâmesi
Grigor'un
(952-1136)
Zeyli (1136-1162)
ve
(nşr. ve trc.
Emîri Necmeddin İlgazi'ye sığındılar. Dü-
devî kabilesine sığındı. Durumdan haber-
H. D. A n d r e a s y a n ) , Ankara 1987, s. 268, 2 8 1 ;
beys daha sonra tekrar Sultan Mahmud'a
dar olan Böri onu yakalatıp huzuruna ge-
Harîrî, Makâmât,
itaat arzetti. Abbâsî Halifesi Müsterşid-
tirtti. Halife Müsterşid-Billâh, Böri'ye ha-
Billâh 512 yılı Receb ayında (Kasım 1118)
ber gönderip Dübeys'i kendi adamları-
Dübeys'e cübbe, fereciye, a m â m e , taç,
na teslim etmesini istedi. Musul Atabe-
326, 328, 330, 335, 366, 367, 3 9 6 ; İbnü'l-Cev-
kılıç, at göndererek biat etmesini ve ken-
ği İmâdüddin Zengî Dübeys'in Müster-
zî, el-Muntazam,
disine sığınan kardeşi Emîr Ebü'l-Hasan'ı
şid'e teslim edileceğini öğrenince Böri'-
50, 52-53; Ahbârü'd-devleti's-Selcükıyye
teslim etmesini istedi. Dübeys halifeye
ye m e k t u p yazıp onu kendisine verdiği
melü't-tevârîh
Beyrut, ts., s. 3 3 6 - 3 4 4 ; Müc-
ve'l-kışaş
(nşr. M u h a m m e d Ra-
m a z â n î ) , Tahran 1318 hş., s. 385, 4 1 4 - 4 1 5 ; İbnü'I-Kalânisî, Târîhu
IX, 199, 205, 2 0 7 ; X, 42, 4 4 -
197-198, 200, 2 2 1 - 2 2 5 ,
228-229,
biat etmeyi kabul etti, f a k a t kendisine
takdirde oğlu Sevinç ile emirlerini serbest bırakacağını, ayrıca 50.000 dinar
2 4 9 ; İbnü't-Tıktakâ, el-Fahrî,
uğurda ölmeyi tercih edeceğini bildirdi.
para vereceğini bildirdi. Böri bu teklifi
Zübdetü'n-Nuşra
515'te (1121) Arrân Meliki Şehzade I.
kabul etti ve Dübeys'i İmâdüddin Zen-
Hallikân, Vefeyât,
Tuğrul ile Gürcistan üzerine düzenlenen
gî'nin adamlarına teslim etti (8 Zilhic-
sefere katıldı. Yenilgiyle sonuçlanan bu
ce 525/ 1 Kasım 1131). İ m â d ü d d i n Zengî
Tağrîberdî, en-Nücümü'z-zâhire,
savaştan sonra kayınpederi İlgazi ile bir-
muhtemelen
dûşâh
likte Mardin'e döndü. Dübeys 517 (1123)
ona iyi davrandı. Dübeys daha
emriyle sonra
(Lu-
gal), s. 7 5 ; İbnü'l-Adîm, Zübdetü'l-haleb,
sığınan bir kişiyi teslim etmektense bu
Sultan Sencer'in
(Zekkâr), s. 323,
Dımaşk
a.mlf., Buğyetü'ttaleb,
s. 238-240,
II,
247-251; 246-247,
s. 3 0 2 ; Bündârî,
(Burslan), s. 1 1 7 - 1 1 8 ;
rîh, II, 361-365, 368-370, 6 2 6 - 6 2 7 ; M ü s t e v f î , Târîh-i Güzide,
Tahran 1364, s. 352, 3 5 8 ; İbn
Nahcivânî,
rîh-i Hulefâ'
V, 2 5 6 ; Hin-
Tecâribü's-selef
ue Vüzerâ-yi
îşân
der
Tevâ-
(nşr. A b b a s İk-
bâl), Tahran 1357 hş., s. 293, 2 9 5 - 2 9 6 ; C. E.
yılında Halife Müsterşid-Billâh ile mü-
İmâdüddin Zengî ile birlikte Halife Müs-
cadeleye girdi. Ancak halifenin ordusu-
terşid'e karşı yeni bir sefer tertip ettiy-
na yenilince Ca'ber Kalesi hâkimi Sâlim
se de m a ğ l û p oldu (Receb 526/Haziran
b. Mâlik'in yanına k a ç t . Burada iken Sâ-
1132). Tuğrul'un ö l ü m ü n d e n sonra Dü-
ofZangi
lim b. Mâlik'in aracılığıyla Urfa Kontu
beys ile bir grup emîr, M e s u d ' a karşı
s. 22-24, 33-35, 37, 41, 50; a.mlf., Dımaşk
Joscelin ve Kral II. Baudouin'e başvura-
birleştiler. Ancak Dübeys, aralarında Bâz-
rak Halep'i ele geçirmesi için yardım et-
dâr Yarınkuş ve mîrâhur Kızıl Sungur'un
İbn
II, 2 6 3 - 2 6 5 ; Ebü'l-Ferec, Tâ-
Bosvvorth, " T h e P o l i t i c a l a n d D y n a s t i c
His-
t o r y of t h e I r a n i a n W o r l d (A. D . 1000-1217)",
CHlr., V, 115, 123; Coşkun Alptekin, The
begliği
(Tog-Teginliler),
Selçuk-
Ankara 1984, II, bk.
Tarihi,
melerini istedi ve b u n u kabul ettikleri
da b u l u n d u ğ u emirlerin kendisini Halife
İndeks; Runciman, Haçlı
takdirde kendilerine tâbi olacağını bildir-
Müsterşid'e teslim etmelerinden korka-
149, 159; Işın Demirkent, Urfa Haçlı
di (İbnü'l-Adîm, Zübdetü'l-haleb,
II, 222
rak Sultan Mesud'a sığındı. Sultan onu,
Tarihi
vd.). Bunun üzerine Kral Baudouin 26 Şâ-
nüfuz ve otoritesini genişletmek iste-
ban 518'de (8 Ekim 1124) Halep önleri-
yen Abbâsî halifesine karşı kullanmak
Seferleri
Ankara
(1118-1146),
Ata-
İstanbul 1985, s. 89,
91 - 9 2 ; M e h m e t Altay Köymen, Büyük
lu İmparatorluğu
Reign
Erzurum 1978,
(421-541/1127-1146),
Tarihi, II, 142, Kontluğu
1987, s. 24, 54,
56-62, 84, 85, 88-89, 97-98, 107; A b d ü l k e r i m Özaydın, Sultan
çuklu
Tarihi
Muhammed
Tapar Devri
(498-511/1105-1118),
Sel-
Ankara
ne geldi. Dübeys ile Joscelin de, Tel Bâ-
üzere hizmetine aldı. Mesud 529 (1135)
1990, s. 47-48, 50-51; K. V. ZetterstĞen, " M ü s -
şir'den hareket ederek Baudouin'e ilti-
yılında Hemedan yakınlarında
cereyan
t e r ş i d " , İA, VIII, 8 3 5 ; Faruk Sümer,
hak ettiler. Haçlılar Halep'e saldırıp ağaç-
eden savaşta halifeyi m a ğ l û p
ederek
ları kestiler, türbeleri tahrip ettiler, me-
esir aldı ve Azerbaycan'a götürdü. Hali-
"Mesud",
a.e., VIII, 136-138; C. E. Bosvvorth, " M a z y a d " , £ / 2 ( l n g . ) , V I , 966.
m FFLFTL A B D Ü L K E R I M O Z A Y D I N
14 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
DÜĞÜN DÜBEYSÎ (bk. İBNÜ'd-DÜBEYSÎ).
^
DÜCÂNİYYE ( SJU-alI )
L
Medyeniyye tarikatının Meymûniyye şubesinin Şehâbeddin Seyyid Ahmed ed-Dücân'a (ö. 951 / 1544'ten sonra) nisbet edilen bir kolu (bk. MEDYENİYYE).
makamının
_l
DÜGÂH
(
L
)
Türk mûsikisinde bir perde ve birleşik makamın adı.
J
Dügâh Perdesi. Türk mûsikisinde bir nota olarak portenin, sol anahtarına göre alttan ikinci boşluğunun içine yazılan lâ notasının adıdır. Bir oktav (sekizli aralığı) tizindeki lâ notasına muhayyer dügâh perdesi, bir oktav pestindeki lâ notasına da kaba dügâh perdesi denir. Dügâh Makamı. Türk mûsikisinin eski makamlarındandır. Dizisi iki şekilde tarif edilebilir. 1. Yerinde sabâ makamı dizisine, yerinde zirgüleli hicaz makamı dizisinin pest tarafı ile durak perdesinin altından genişlemiş bir kısmının seyre zaman zaman karışarak mutlaka zirgüleli hicaz dizisiyle karar vermesi suretiyle meydana gelir. 2. Yerinde sabâ makamı dizisine, yegâh perdesindeki neveser makamı dizisinin bir kısmının zaman zaman katılıp sonunda mutlaka yegâhtaki neveser dizisinin güçlüsü olan dügâh perdesinde karar vermesiyle oluşur. Nota yazımında donanımına si koma bemolü ve re bakiye bemolü yazılır, gerekli değişiklikler ise eser içerisinde gösterilir. Makamın güçlüsü çârgâh perdesidir. Yegâhtaki neveser dizisinin beşinci derecesi veya yerindeki zirgüleli hicaz dizisinin karar perdesi olan dügâh perdesi, yerindeki sabâ dizisinin karar perdesi olduğundan önemli bir asma karar perdesidir. Durağı dügâh perdesi olup inici seyir takip eder. Bu makam dizilerinin şematik gösterilişi şöyledir.-
Dügâh makamında, sabâ makamında da olduğu gibi hicaz ve şehnaz perdeleri bazan biraz dik basılır. Ayrıca dizideki nîm hicaz perdesi de bu makam için bir iki koma kadar pest basılmaktadır. Bunun sebebi, makamın gerçek yapısının yukarıdaki tariflerden daha farklı oluşudur. Bu farklılık, müzikolog - bestekâr Rauf Yektâ Bey'in yaptığı tariflerde açıkça görülmektedir. Rauf Yektâ dügâh makamını, a) "Sabâ makamından sonra dügâh perdesinde segâh yapmak"; b) "Sabâ makamından sonra dik kürdî perdesine dokunmadan nîm zirgüle ve dik acem-aşiran gösterilerek dügâh perdesinde tam karar vermek"; c) "Segâh makamını dügâh perdesine nakletmek"; d) "Sabâ makamının başlangıç ve sonuna dügâhta segâh ve hüzzam nağmelerini ilâve etmek" ifadeleriyle dört ayrı şekilde tarif etmektedir. Bu durumda dügâh perdesinde segâh yapabilmek için çârgâh perdesine bir koma diyezi, aynı perdede hüzzam yapabilmek için ise hem çârgâha koma diyezi hem de nevâ perdesine üç komalık bir bemol getirmek gerekmektedir. Ancak bugün kullanılmakta olan Arel - Ezgi sisteminde bu perdeler bulunmadığından buradaki nîm hicaz perdesini bakiye diyezinden bir iki koma kadar pest basmak zarureti ortaya çıkmaktadır. Dügâh makamı yapısı gereği geniş bir seyir alanına sahip olduğundan ayrıca genişlemesine gerek yoktur. Dügâh makamına örnek olarak Neyzen Yûsuf Paşa'nın devr-i kebîr usulündeki peşrevi, Hacı Fâik Bey'in ağır hafif usulünde, "Tennâ dir nâ dir ten" terennümü ile başlayan kârı, Tab'î Mustafa Efendi'nin devr-i kebîr usulünde, "Berk-i gül ey gonca-fem sen gibi ter-dâmen
-Yerinde 2İrg!İle)i hicaz dizisi-
-Yerinde sabi makamı
-Yegâhta neveserdizisi-
midir" mısraı ile başlayan birinci bestesiyle Derviş Ali Şîruganî'nin evsat usulünde. "Yâ ilâhî, âsitânın hastaya dârüşşifâ" mısraı ile başlayan tevşîhi verilebilir. BİBLİYOGRAFYA: Ezgi, Türk Musikisi,
l, 196-197; İV, 253-254;
Özkan. TMNU, s. 3 4 7 - 3 5 2 ; Arel. Türk
si, s. 249-251.
ı—ı M
İSMAIL H A K K I Ö Z K A N
r
L
Musiki-
n DÜGUN
Evlenen çiftler için düğün yapılması insanlık tarihi kadar eskidir. Milletlere ve yörelere göre ayrıntılarda bazı farklılıklar olmakla birlikte hepsinin birleştiği nokta eğlenceye yönelik olmasıdır. İslâm'da Düğün. İslâm hukukunda, iki şahit huzurunda yapılması dışında nikâh akidleri için uyulması gerekli bir şekil şartı veya özel bir merasim mevcut değildir. Ancak evlenme gibi kişi ve toplum hayatında önemli yeri olan bir hadiseyi kutlama arzusu ve bu hukukî birleşmeyi herkese duyurarak onu gayri meşrû birleşmelerden ayırma gereği düğün denilen içtimaî vâkıayı doğurmuştur. Hz. Peygamber'in, "Nikâhı açıkça yapınız" (Müsned, IV, 5) meâlindeki hadisi bazı rivayetlerde, "ve nikâh sırasında def çalınız" (İbn Mâce, "Nikâh", 20; Tirmizî, "Nikâh", 6) ilâvesiyle tamamlanmaktadır. "Nikâhta helâl ile haram arasındaki ayırıcı işaret def ve sestir (müzik)" (İbn Mâce, "Nikâh", 20; Tirmizî, "Nikâh", 6; Nesâî, "Nikâh", 32) meâlindeki hadis ise aleniyetin düğünle sağlanmasının gereğini ortaya koymaktadır. İlk dönemlerden itibaren her toplum nikâh merasimlerini kendi dinî ve içtimaî yapısına uygun olarak gerçekleştirmiştir. İslâm dini de toplum hayatında yerine getirdiği fonksiyonları göz önünde bulundurarak düğüne hoşgörü ile bakmış, hatta meşrû sınırlar içinde onu teşvik etmiştir. Hz. Peygamber'in bütün evliliklerinde davetlilere ikramda bulunduğu bilinmektedir.
15 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
DÜĞÜN eğlencenin sınırları fıkıh âlimleri arasın-
Hadis kitaplarında bu ikramlar hakkın-
nün iki günden fazla sürmesini mekruh
da oldukça geniş bilgiler vardır (meselâ
görenlerin yanı sıra, Buhârî'nin "... yedi
da tartışma konusu olmuştur. Gerek dü-
bk. Buhârî, "Nikâh", 68-70).
gün velîme yapan..." şeklindeki bab baş-
ğünlerde gerekse diğer vesilelerle eğ-
Düğünler, yapıldığı topluma ve zama-
lığını ("Nikâh", 7) ve Medine'de yedi se-
lenceler tertip edilmesi ve şarkı söylen-
na göre büyük değişiklikler göstermek-
kiz g ü n süren velîmeler olduğu Übey b.
mesi hususunda ortaya çıkan ve daha
le birlikte kız ve erkek evinde icra edi-
Kâ'b'ın böyle bir velîmede bulunup dua
çok yasaklayıcı bir nitelik taşıyan ictihad-
len törenler, gelinin evliliğe hazırlanma-
ettiğine dair rivayetleri (Beyhakî, VII, 261)
larda, âlimlerin yaşadıkları dönemlerde-
sı, merasimle kocasının evine getirilme-
dikkate alarak d ü ğ ü n ü n iki günden faz-
ki aşırılıkların büyük etkisi olduğu mu-
si, davetlilere koca evinde yemek veril-
la devam etmesini câiz görenler de var-
hakkaktır.
mesi veya diğer ikramlarda bulunulma-
dır (Nevevî, IX, 216-218; Şevkânî, VI, 205-
sı bütün düğünlerin ortak özellikleri ara-
206; Azîmâbâdî, X, 210).
Sünnet d ü ğ ü n ü Hz. Peygamber döneminde bilinmemektedir. Nitekim fakih
sındadır. Araplar d ü ğ ü n dolayısıyla veri-
Aşırılığa kaçmamak ve İslâmiyet'in sos-
sahâbîlerden Osman b. Ebü'l-Âs, Asr-ı
len yemeğe "velîme" derler; ancak bu
yal hayatla ilgili olarak koyduğu esasla-
saâdet'te böyle bir uygulama bulunma-
kelimenin sadece d ü ğ ü n yemekleri için
ra uymak şartıyla d ü ğ ü n d e eğlenmek
dığı gerekçesiyle sünnet d ü ğ ü n ü için ya-
değil diğer merasimlerde verilen yemek-
meşrûdur. Hz. Peygamber'in düğünler-
pılan davete katılmamıştır ( Müsned , IV,
ler için de kullanıldığı anlaşılmaktadır.
de eğlenceye izin verdiğine veya bizzat
217). Bu rivayet aynı z a m a n d a söz ko-
İbn Tolun, konuyla ilgili eserinde (bk.
kendisinin böyle düğünlere katıldığına
nusu düğünlerin ashap döneminde or-
bibi.) Araplar arasında yaygın olan on
dair birçok rivayet vardır. Bir yakınını
taya çıkmaya başladığını göstermekte-
altı tür velîme hakkında bilgi vermekte-
d ü ğ ü n y a p m a d a n ensardan birisiyle ev-
dir. İbn Kudâme, genel esaslar çerçeve-
dir (ayrıca bk. Cevâd Ali, IV, 685). Hz. Pey-
lendirmek isteyen Hz. Âişe'ye düğün yap-
sinde bu tür bir düğüne katılmanın müs-
gamber'in evlenme hazırlığı yapan Ab-
masının daha iyi olacağını, zira ensarın
t e h a p olacağını söylemekte, Ebû Hanîfe, İmam Mâlik ve Şâfıî'nin de bu görüş-
durrahman b. Avf'a, "Bir koyunla da ol-
eğlenceden hoşlandığını söylemiş, hatta
sa ziyafet ver" (Buhârî, "Nikâh", 7, 54, 68)
bir rivayete göre Erneb adlı bir kadını
t e olduğunu belirtmektedir (el-Muğnt;
demesi ve kendisinin de evliliklerinde mi-
şarkı söylemek üzere göndermesini tav-
VIII, 116-117).
safirlerine yemek yedirmesinden anla-
siye etmiştir (İbn Hacer, el-Işâbe, IV, 226;
şılacağı gibi d ü ğ ü n yemeği
sünnettir.
krş. a.e„ IV, 320). Ayrıca Resûl-i Ekrem,
Hz. Peygamber'in, "ziyafet ver" şeklin-
Lisânü'l-'Arab,
genç kızların (câriye) def çalıp gazâ şiir-
k â h " , 4 7 ; Müsned,
deki emrinden hareketle bazı hukukçu-
leri okuduğu bir d ü ğ ü n e katılmış, şarkı
5, 2 1 7 ; Buhârî, " B ü y û c " , 1, " M e n â k ı b ü ' l - e n -
lar bu yemeğin vâcip olduğunu söyle-
söyleyen kızlardan birinin, "Aramızda ya-
mişlerse de hâkim görüş b u n u n vücûb
rın ne olacağını bilen peygamber var"
ifade etmediği yönündedir. Velîmenin
demesi üzerine böyle söylememesini ve
nikâh akdi sırasında, akidden sonra, zi-
daha önce söylediklerini tekrar etmesi-
f a f günü veya zifaftan sonra verileceği
ni istemiştir (Buhârî, "Nikâh", 48). Asha-
" E y m â n " , 2 2 ; Tirmizî, " N i k â h " , 6, 10, 22, " M e -
hususunda da farklı görüşler ileri sürül-
bın da eğlenceli düğünlere iştirak ettik-
n â k ı b " , 17; Nesâî, " N i k â h " , 32, 8 0 ; Beyhakî,
BIBLIYOGRAFYA: " v l m " md.; el-Muvattâ',
"Ni-
111, 165, 190, 205, 2 7 1 ; IV,
şâr", 3, " N i k â h " , 7, 48, 54, 56, 68-72, " E d e b " , 67, " D e ' â v â t " , 53, " M u s â k â t " , 13, " c l d e y n " , 25, "Şalât", 6 9 ; Müslim, " N i k â h " , 79, 80, 81, 96, 107, " İ d e y n " , 2 0 ; İbn Mâce, " N i k â h " , 20, 24, 2 5 ; Ebû Dâvûd, " N i k â h " , 29, " E t ' i m e " , 1, 3,
VII, 2 6 1 ; Mergînânî, el-Hi-
es-Sünenü'l-kübrâ,
müştür. Ancak bunu belirleyen esas fak-
leri bilinmektedir (meselâ bk. Nesâî, "Ni-
tör, bölgeden bölgeye değişen örf ve
kâh", 80). Sadece d ü ğ ü n vesilesiyle de-
âdetlerdir. Ayrıca velîmede gösteriş ve
İslâmiyye), IV, 8 0 ; İbn Kudâme, el-Muğm,
ğil başka münasebetlerle de belli sınır-
4 3 4 - 4 3 5 ; VIII, 104-110, 116-117; Nevevî, Şer-
israfın haram olduğu, herkesin kendi im-
lar içinde eğlenceye izin verildiği, Hz. Pey-
h u Müslim,
IX, 216-218, 2 3 3 - 2 3 4 ; İbn Hacer,
kânları çerçevesinde ikramda bulunma-
gamber'in, ashabın ve tâbiînin bu t ü r
Fethu'l-bârî
(Sa'd), XIX, 243-244, 287-288, 296;
sının gerektiği kabul edilmiştir.
eğlencelere fiilen katıldıkları konusunda
Düğüne davet edilen kişinin davete icabet etmesi vâciptir. Bunun farz-ı ayın veya farz-ı kifâye olduğunu
dâye
Ibaskı yeri v e tarihi yok| ( e l - M e k t e b e t ü ' l -
a.mlf., el-Işâbe,
kârî,
Kahire
IV, 226, 3 2 0 ; Aynî.
Müttakî el-Hindî, Kenzul- Cummâl,
Ancak daha sonraki dönemlerde meşrû
İbn Tolun, Faşşü'l-hauâtim
lâ'im
söyleyen
fî mâ
353;
XV,
kîle
212;
fi'l-oe-
(nşr. Nizâr Abâza), Dımaşk 1987, s. 39-
47, 6 0 ; el-Fetâua'l-Hindiyye,
âlimler de vardır. Hz. Peygamber'den,
Neylü'l-evtâr,
bu tür davete icabeti emreden çeşitli
dü'l-muhtâr,
V, 3 4 3 ; Şevkânî,
VI, 1 9 7 - 2 0 8 ;
İbn Âbidîn,
VI, 3 4 7 - 3 4 8 ; Azîmâbâdî,
Red-
'Aunü'l-
X, 209-210; Tecrid Tercemesi, VI, 344;
ma'büd,
hadisler nakledilmiştir (bk. Buhârî, "Ni-
cUmdetul-
1 3 9 2 / 1 9 7 2 , XVI, 329-330,
birçok rivayet mevcuttur (bk. EĞLENCE).
Vll,
VII, 2 5 1 - 2 5 2 ; XI, 3 0 2 - 3 0 3 ; Cevâd Ali, el-Mufaş-
kâh", 71; Müslim, "Nikâh", 96). Düğüne
şal, IV, 6 8 5 - 6 8 6 ; V, 6 9 - 7 3 ; Bekir Topaloğlu, Is-
icâbet gereği, bu t ü r törenlerin kişiler
lâmda
Kadın,
İstanbul 1965, s. 5 0 - 5 1 ; J a m e s
arasındaki sevgi bağlarını kuvvetlendir-
Robson, " M ü s l i m w e d d i n g feasts",
mesi hikmetine dayanmaktadır. "En kö-
Uniuersity
Oriental
Glasgouo
XVIII, Leiden 1961,
Society,
t ü yemek, fakirlerin bırakılıp zenginlerin davet edildiği düğün yemeğidir" meâ-
S
RAHMI YARAN
lindeki hadis (Buhârî, "Nikâh", 72; Müslim, "Nikâh", 107), düğüne sadece zenginlerin değil fakirlerin de çağırılması gerektiğini vurgulamaktadır. Hz. Peygamber'in, "Velîme ilk g ü n hak, ikinci g ü n mâruf, üçüncü g ü n ise riya ve gösteriştir" (İbn Mâce, "Nikâh", 25; Ebû Dâvûd, " E f ime", 3) hadisinden hareketle düğü-
Türkler'de Düğün. Türkler, İslâm dinini Züleyha'nın d ü ğ ü n alayını tasvir e d e n bir minyatür
{Oriental Miniatures, Taşkent 1 9 8 0 , resim 9 8 )
kabul ettikten sonra da korudukları eski d ü ğ ü n âdetlerini özellikle taşrada olm a k üzere bugün de sürdürmektedirler. Halen Anadolu ve Trakya'da çeşitli yörelere göre ayrıntıları değişen, fakat ana hatları genelde aynı olan d ü ğ ü n ço-
16 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
DÜĞÜN ğunlukla nikâhtan hemen sonra yapılır. Zamanı, geçim kaynakları tarıma dayalı bölgelerde genellikle ürünün kaldırıldığı ve işlerin az olduğu sonbahardır. Düğün, "okuyucu" denilen kadınlar tarafından götürülen ve davetiye yerine geçen sembolik anlamlardaki m u m , şeker ve buğday veya d ü ğ ü n hamamı için bir kalıp sabundan oluşan "okuntu" ile çağırılacak kişilere duyurulur. Dünür düşme, söz kesme ve nişan takma aşamalarından sonra düğüne bir hafta kala gelin kızın eşyası "çeyiz asma" veya "çeyiz yazma (yayma)" adıyla sergilenir. Salı günü gelin h a m a m a götürülür, burada kadınlar kendi aralarında yemek yer ve eğlenirler. Düğünün başladığı, imam ve davetli erkekler tarafından düğün evinin damına bayrak dikilmesiyle ilân edilir. Çarşamba günü çalgılı ve oyunlu eğlenceler başlar, aynı günün akşamı da kına gecesi düzenlenerek geline (bazı bölgelerde gelin ve damada) kına yakılır. Kına gecesinin çeşitli özel türküleri vardır ve bunların başlıcası, bazı yörelerde "gelin ağlatma" da denilen "baş övme" veya "gelin övme"dir. Ayrıca halk deyimiyle "başı bütün olan", yani başından ikinci bir nikâh geçmemiş, tek evliliğini sürdüren bir kadın, kına yakma sırasında gelin kıza "gelin okşama" denilen ve daha çok bazı nasihatları ihtiva eden türküler söyler. Perşembe gelin alma günüdür. Gelin alayı tarafından kız evinden alınan gelin çok defa süslü bir atla (son zamanlarda motorlu araçla) oğlan evine götürülür, eve girmeden önce üzerinden bozuk paralar saçılır; bazı yörelerde gelin, kayınpederinden ve kayınvalidesinden büyük hediyeler almadan içeri girmez. 0 akşam davetlilere d ü ğ ü n ziyafeti verilir, gerdeğe girinceye kadar duvağını açmayan gelin ise kendisini görmeye gelenlerin elini öper. Gündüz yakın arkadaşları tarafından h a m a m a götürülen ve törenle açıkta saç-sakal tıraşı olan d a m a t yatsı namazını yakın bir camide kılar, bu arada hocanın nasihatlarını dinler ve duasını aldıktan sonra eve döner; gelinin yanına girerken arkadaşları tarafından sırtının yumruklanması âdettir. Dam a t gerdek odasında iki rek'at namaz kıldıktan ve yüz görümlüğü denilen hediyesini taktıktan sonra gelinin duvağını açar. "Duvak günü" olan ertesi gün hısım akraba ve yakın dostlar gelinin evine gelirler ve kendi aralarında eğlenirler. Akşam yemek için topluca kız evine gidilir. Pazar günü kız evinden oğlan evi-
ne bir tepsi baklava gönderilir, pazartesi günü de damatla gelin el öpmek üzere kız evine giderler, böylece törenler sona erer. Osmanlı Saray Düğünleri (Sûr-ı Hümâyun). Saray düğünleri, şehzade evlilik ve sünnetleriyle sultanların (padişah kızı veya kız kardeşi) evlilikleri münasebetiyle yapılırdı. Daha önceki Türk - İslâm hükümdarları gibi Osmanlı padişahları da kızlarını veya hânedana mensup öteki sultanları kuruluş devrinde civar beyliklerin şehzadeleriyle, sonraları ise genellikle devlet erkânından biriyle, nâdiren de tanınmış ailelerin oğullarıyla evlendirirlerdi. Şehzadeler ise önceleri civar beyliklerin hanım sultanlarıyla, daha sonra da genellikle saraydaki câriyelerle evlendirilmişlerdir. Padişahlar şehzadeleri için kız isterken hediyelerle elçi gönderirler, arkasından da sarayın ileri gelen kadınları gelin adayını görmek için kız evine giderlerdi. Şehzadelikleri sırasında Orhan Gazi'nin Bizans prensesi Teodora, Yıldırım Bayezid'in Germiyanoğlu Süleyman Şah'ın kızı Devlet Hatun, II. Murad'ın İsfendiyaroğlu İbrâhim Bey'in kızı Hatice Hatun ve II. Mehmed'in Dulkadıroğlu Süleyman Bey'in kızı Sitti Hatun'la evlenmeleri münasebetiyle düzenlenen törenler başlangıç döneminin başlıca düğünleri olup bunların en ihtişamlısı Edirne'de yapılan Fâtih Sultan Mehmed'in düğünüdür. Klasik dönemde bazan sultanların evlilik ve şehzadelerin sünnet düğünleri bir arada yapılırdı. III. Murad'ın 1582'de düzenlediği, Osmanlı tarihinin en muhteşem düğünü olarak kabul edilen şenlikler, şehzadelerin sünnetleri ve Ayşe Sultan'ın evliliği münasebetiyle yapılmıştı. Aynı şekilde IV. Mehmed'in 1675'te Edirne'de yaptırdığı d ü ğ ü n de yine bu iki mutlu olay münasebetiyle düzenlenmişti. Klasik dönem sultan düğünlerinde törenin düzeninden ve idaresinden Dârüssaâde ağası sorumluydu ve törenlerin her aşamasında teşrifat kurallarına titizlikle uymak zorundaydı. Nişan ve nikâh genellikle ayrı günlerde yapılır, sultan gelinin düğün elbisesi çok zengin olurdu. Önceleri al renkli iken XIX. yüzyılda beyaza çevrilen gelinlik inci ve sırma işlemelerle kaplanır, süslemeleri pırlanta düğmeler ve murassa' tokalı kemerle tamamlanırdı. Padişah tarafından damatlığa seçilen kimsenin gelin sultan için gönderdiği ağırlıklar arasında mutlaka mihr-i müeccel, hepsi değerli taşlarla süslenmiş olmak şartıyla yüzük, kü-
pe, bilezik, ayna, nikâb, ayakkabı, mestpabuç, nalın ve elmaslı sorguç ile bunların yanı sıra tablalarla şeker, meyve ve tepsiler içinde çiçeklerle süslenmiş yapm a bahçeler ve ayrıca çeşitli boylarda nahU*ler bulunurdu. Malî durumu iyi olan damadın, başta padişahın başkadını ile kadın efendilerine, şehzadelere, öteki sultanlara ve Dârüssaâde ağasına da hediyeler göndermesi âdetti; bazan durumu iyi olmayan damada hazineden para yardımı yapıldığı olurdu. Nikâh sarayda kıyılır, sadrazam ve şeyhülislâmın kendilerine ayrılan yerlere oturmalarıyla tören başlardı. Dârüssaâde ağası gelin sultanın, yüksek rütbeli bir devlet adamı da damadın vekili olur, ikişer şahitle davetlilerin önünde nikâhı şeyhülislâm kıyardı. Daha sonra davetlilere ve divan üyelerine rütbelerine göre padişah, vâlide sultan ve d a m a t tarafından gönderilen hediyeler verilirdi. Böylece nikâh sona ererken sıra şenliğe ve "velîme" denilen ziyafete gelir, bu arada gelinin çeyizini götürecek olan alay yola çıkardı. Aslında dışarıdaki şenlikler sabahtan başlar, yemekten sonra kısa bir dinlenmenin ardından tekrar canlanır ve ikindiden sonra gösterilere geçilerek hava karardıktan sonra da devam edilirdi. Osmanlı saray düğünlerinde genellikle geçit törenleri, müzik eşliğinde danslar, seyirlik oyunlar, spor yarışmaları, donanma ve diğer gece eğlenceleriyle dramatik oyun gösterileri yapılırdı. Geçit törenlerinde nahiller, yapma bahçeler, şekerden maketler taşınır, arabalar üzerinde esnaf sanatını sergiler; müzikli eğlencelerde mehter ve klasik Türk müziği takımları fasıl icra eder; seyirlik oyunlarda cambaz, gürbaz, zorbaz, şemşîrbaz, hokkabaz, yılanbaz, curcunabaz, hayvan oynatıcı, tiryaki, tulumcu ve kuklacılar hünerlerini gösterir,- spor yarışmalarında matrak, cirit, binicilik, atıcılık, güreş ve koşu müsabakaları tertip edilir; donanma ve gece eğlencelerinde mahyalar asılır, havai fişekler atılır, dramatik oyunlarda ise konulu güldürüler, savaş oyunları ve taklitli sahne gösterileri yapılırdı. Genellikle perşembe günü düzenlenen ve önceleri Eski Saray'da veya Topkapı Sarayı'nda hazırlanan gelin alayı, XIX. yüzyılda Dolmabahçe, Çırağan yahut Yıldız saraylarında başlayıp damadın konağında sona ererdi. Alay günü sadrazam, vezirler ve öteki devlet ileri gelenleri sarayda toplanırlar, gelin sul-
17 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
DÜĞÜN tan hanedana mahsus kırmızı atlas cibinlik içinde iki çifte atlı araba ile, eğer sahildeki bir saraydan bir başka sahilsaraya gidecekse o zaman denizden saltanat kayıklanyla götürülürdü. Yeni sarayına veya konağına ulaşan gelini kapıda damat paşa karşılar, töre gereği sultan gelin bir süre arabadan inmemek için nazlanırdı; sonra sağ koltuğuna damat, sol koltuğuna kızlar ağası girerek inmesine yardım ederler ve halı serili yoldan haremine götürüp özel olarak hazırlanmış tahtına oturturlardı. Damadın konağında kadın ve erkeklere ayrı ayrı ziyafetler verilir, yatsıdan sonra davetliler dağılırdı. 111. Ahmed'in kızı Fatma Sultan'ın 16 Mayıs 1709 Perşembe günü yapılan gelin alayında teşrifat sırası şöyle idi: Çavuşbaşı, tezkireciler, nakîbüleşraf, İstanbul kadısı, kazaskerler, sağdıç paşalar, sadrazam, şeyhülislâm, Haremeyn müfettişi, muhasebecisi, mukâtaacısı ile ağababası, vâlide sultan ve damat paşa kethüdâsı, gelin sultan kethüdâsı, yanlarında iki büyük nahil taşıyan tersaneliler ortasında dergâh-ı âlî kapıcıbaşıları, teberdarlar kethüdâsı ve Dârüssaâde ağası kâtibi, kapıcılar ardında iki sıra üzerine üç dört nahil taşıyan tersaneliler, Eski Saray baltacıları, iki gümüş nahilin
arkasında tam donanımlı bir ata binmiş olarak elinde cildi ve kesesi mücevher işli bir mushaf taşıyan Eski Saray teberdarları kâtibi, yine tam donanımlı bir at üstünde Dârüssaâde ağası saraçbaşısı, kürklü kaftan giymiş halde Dârüssaâde ağası, yanında Eski Saray teberdarları, bunların önünde halka saçılmak üzere götürülen on kese akçeyi taşıyanlar, gümüş araba içinde gelin Fatma Sultan, yedek araba, tablhâne ve harem kadınlarının bindikleri araba. II. Mahmud'dan itibaren, özellikle Tanzimat'ın ilânından sonra öteki yeniliklere paralel olarak saray düğünlerinde de değişiklikler olmuştur. Törenlerin baş sorumlusu Dârüssaâde ağası önemini kaybetmiş, mehterin yerini saray bandosu almış ve geleneksel kırmızı gelin elbisesi de beyaz gelinliğe dönüşmüştür. BİBLİYOGRAFYA: T S M A , nr. E 367, 692, 962, 7004,
7029,
8 2 7 0 ; BA, Cevdet-Saray, nr. 212, 6 3 1 2 ; Tursun
Bey,
Târîh-i
(nşr.
Ebü'l-Feth
Mehmed
Arif), İstanbul 1330, s. 79, 8 0 ; Selânikî. (İpşirli), 1, 340 3 4 2 ; Evliya Çelebi,
Târih
Seyahatna-
me, 1, 6 1 2 ; A b d u r r a h m a n Abdi, Sûr-ı
Pür-sü-
Millet Ktp., Ali Emîrî, Tarih, nr.
rûr-ı Hümâyun,
343, vr. 3 b - 4 a b , 5 b , 15 a , 17 b ; H e z â r f e n , Telhîvr. 1 4 7 a b , 150 a , 157 a , 175 a , 1 7 6 ' -
sü'l-beyân,
178 b ; Nâbî, Vekâyi-i Hitân-ı
Şehzâdegân-ı
tan Mehmed-i
Efendi
Gazî
li-Nâbî
Sul-
(haz. A g â h
Sırrı L e v e n d ) , istanbul 1944, s. 39-40, 5 8 ; Lebîb, Surnâme,
İÜ Ktp., TY, nr. 6097, vr. 8 b -
10 a , 13», 1 7 b - 2 0 a ; Â k i f Bey, Teşrifâtnâme,
Sü-
leymaniye Ktp., Esad Efendi, nr. 2 1 0 8 ; John Covel, Diary,
British Museum, nr. 22.912, vr.
198 b , 200 a , 201», 205°, 216 b , 2 1 8 b ; Fr. MitXVI. yüzyılın ikinci yarısına ait minyatürlü bir eserde düğün
rowitz von Wratislaw, Merkuıürdige
schaftsreise
TSMK, Hazine, nr. 1344, vr. 47 b )
tasviri (Surnâme-t Hümâyun,
Leipzig
von
1786, s. 2 0 4 ;
ves of Francis London
North,
Wien
North,
nach
Gesand-
Konstantinopel,
Roger
Dudley
North,
North
The Li-
and
John
1826, s. 2 1 3 ; H a m m e r ,
GOR,
V, 451 vd.; Julie Pardoe, The City of the
and
Domestic
Manners
of the Turks
London 1837, II, 4 6 0 - 4 7 7 ; A. Vandal.
d'un
ambassadeur,
de Nointel,
m •
les uoyages
N
ö
-
i
hold
Lubenau,
!
ı ^ f l l a f â i d ^ y .
I.
S
L
J
E
-"ÜE-
Marquis des
Rein-
1912, II, 3 0 ;
Halit
ue Ötesi,
İstanbul 1940-
41, I, 189-190; II, 9 4 - 9 5 ; Konyalı, İstanbul
rayları,
-i: j j *
4 5
JifiSJ
• '-
olan keften ( - 20) itibaren kendinden
numaralanır. Türkiye'de b u n u n
daha küçük bir rakam kalıncaya kadar
harf devriminden sonra Batı'da olduğu
on iki çıkarılması suretiyle tesbit edilmiş-
gibi Romen rakamları almıştır. Ayrıca
yerini
tir. Buna göre kef harfinin bu sistem-
bazı kitapların bölüm başlıklarıyla parag-
deki karşılığı sekizdir (20-12 = 8). Sin
raflarını ayırmada ve tezkireler gibi an-
(o-) ile hinin ( £ ), bu işlem sonucunda
siklopedik eserlerde şahıs, yer ve mekân
j
7
asıl ebceddeki değerleri olan 60 ve 600'-
adlarının sıralanışında da ebced harfle-
c
8
den geriye sıfır kaldığı için bu sistemde
rinin kullanıldığı görülmektedir. Bunlar-
L
9
sayısal değerleri yoktur; ilk on harf ise
dan başka vak'anüvislerin çeşitli olayla-
asıl ebceddeki değerlere sahiptir. Üçün-
rın tarihlerini tesbit maksadıyla bunla-
10
cü sistemde harflere karşı gelen rakam-
rın ebced karşılıkları olan kelimeleri yaz-
d)
20
ları b u l m a k için bunların Arapça isimle-
dıkları, vakıf kayıtlarında da aynı usule
J
30
rinde yer alan harflerin asıl ebceddeki
başvurulduğu, devlet tarafından yaptı-
e
40 50 60
t—
ceği z a m a n bu kısım ebced harfleriyle
6
û
mi
rın başında eserden ayrı bilgiler verile-
ebceddeki rakamlardan on birinci harf
J
C ^
(j ^
birler (âhâd)
de ise harflerin sayı olarak değerleri, asıl
onlar (aserât)
sayı değerleri toplanmaktadır; meselâ
rılan bazı sayım ve tesbitlerde ortaya çı-
elif (
) için 1 ( I ) + 30 ( J ) + 80
kan rakamların değiştirilmesini önlemek
(
gibi (Dânî, et-Teysîr, s.
20-29). Kıraat ilminde hüccet kabul edilen ve Mücâhid'in
Kitâbus-Seb'a'sında
ğini belirtmekte, Enderâbî de (ö. 470/
İbn
1077), "Tâbiîlerden sonra g ü n ü m ü z e ka-
kıraatinin kaideleri yazılı hale getirile-
dar Basra'da halk kıraatte ona uymuş-
rek özellikle bu ilimde diğer altı i m a m l a
tur" demektedir. İbnü'l-Cezerî ise (ö.
birlikte meşhur olan Ebû Amr'ı, Yahyâ b.
833/1429) Şam'da V. (XI.) yüzyılın son-
Maîn hadiste sika* kabul ederken Ebû
larına kadar İbn Âmir'in kıraatinin okun-
Hâtim er-Râzî onun hakkında "lâ be'se
m a k t a olduğunu, Irak'tan gelip Şam'da
bih" (zararı yok, hadisi alınabilir) demek-
birkaç yıl ikamet eden Hibetullah b. Ah-
le yetinmiştir. Zehebî d e rivayet ettiği
med b. Tâvûs'un, imamı bulunduğu Eme-
hadislerin çok olmadığını ve Kütüb-i Sit-
viyye Camii'nde halkı Ebû A m r kıraati-
fe'de rivayeti bulunmadığını söylemiş-
ne yönlendirmesi
tir. İbn Hibbân'a göre bu rivayetlerinin
üzerine bu
çevrede
onun kıraatinin meşhur olduğunu, kendi asrında ise Şam, Hicaz, Yemen ve Mısır gibi bölgelerde yine Ebû Amr'ın kıraatinin yaygın olarak o k u n d u ğ u n u zikretmektedir. Bugün de Ebû Amr'ın kıraati bazı İslâm ülkelerinde bu işin uzmanlarının gayretiyle veya bazı öğretim kurumlarının
programları içinde diğer
m e ş h u r kıraatlerle birlikte okutulmaktaysa da Sudan, Nijerya ve bazı Orta Afrika ülkeleri istisna edilecek olursa yaygın bir tilâvet metodu olarak İslâm dünyasında varlığını koruyamamıştır. IX. (XV.) yüzyıla kadar geniş bir coğrafî alanda o k u n m a k t a olan bu kıraatin asırlar içinde yerini daha çok Âsim b. Behdele'nin Hafs rivayetine terketmesinin çeşitli sebepleri olmalıdır. Meselâ Mısır'da daha çok bu kıraatin Dûrî rivayeti okunmakt a iken Osmanlılar'ın bu ülkeye hâkimiyetinden sonra Âsım'ın Hafs rivayetinin yaygınlaşarak onun yerini aldığı bilinmektedir (Lebîb es-Saîd, s. 114).
sayısı elli kadardır. Talebelerinden Ebû Ubeyde et-Teymî onun g a r î b * kelimeleri, Kur'an'ı, şiiri, e y y â m ü ' l - A r a b * ı , Arap dili ve edebiyatını en iyi bilen kişilerden biri olduğunu söylemiş (bk. Câhiz, I, 321; İbn Hallikân, III, 136), İbn Kuteybe ise kıraatte üstat olmakla birlikte garîbde ve şiirde daha üstün olduğunu belirtmiştir. Ferezdak da onu övmüş, bir beytinde Ebû A m r ' ı buluncaya kadar "çok kapı çaldığını" zikretmiştir (bk. İbn Hibbân, VI, 347). Ebû Amr'ın Arap dili ve edebiyatındaki önemi, bu alandaki çalışmalarını Câhiliye dönemi üzerinde yoğunlaştırmasından ve derlediği b ü t ü n şiir ve haberleri bu dönemi idrak etmiş Araplar'a dayandırmasından kaynaklanmaktadır. Nitekim Asmaî, onun İslâmî d ö n e m e ait herhangi bir beyti delil olarak kullanmadığını söylemiştir (bk. İbnu 1-Kıftî, IV, 133). Ebû Ubeyde et-Teymî'nin rivayetine göre, dili fasih Araplar'dan derleyerek meyda-
İbn Mücâhid'in değerlendirmesine gö-
na getirdiği bir oda dolusu kitabını ken-
re Ebû A m r kıraatini icra ederken tekel-
dini tamamıyla ibadete verdiği bir dö-
lüften sakınmış, cevaz ölçülerini aşma-
n e m d e yakmıştır (bk. Câhiz, I, 321). Yap-
m a k şartıyla olabildiğince mübalağasız
tığının yanlış olduğunu anlayınca yeni-
ve sade (tahfif ile) okumuştur. Onun kı-
den ilme d ö n m ü ş , b u n d a n sonra tale-
raatinin bazı özellikleri şunlardır: 1. y
belerine bu bilgilerden ezberinde kalan-
«y
ve
zamirlerinin "hâ"ları, kendilerinden
ları aktarmaya çalışmıştır. Ebû
Ubey-
önce harekeli "vav", "fâ" ve "lâm" bulun-
de'hin bu rivayetinde geçen ve "kendini
d u ğ u n d a sâkin kılınır:
gibi.
ibadete verdi" anlamına gelen "tekarree"
vb.
kelimesini Brockelmann (GAL [Ar. 1, II, 129;
1
2. LSJ -^ '
' j i ^
' hjy
95
Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
EBÛ AMR b. ALÂ İA, IV, 11) ve Blachöre'in (E! 2 [İng.], I, 106) "kendini Kur'an kıraatine verdi" şeklinde anlamaları sehiv eseri olmalıdır. Bizzat
kendi
değerlendirmelerinden
U m u m i Kütüphanesi'ndedir (nr. 1321-d,
Hibbân, es-Şikât,
vr. 208a-223b). 6. Kitâbü!-Emşâl.
nahuiyyîne'l-Başriyyîn
Abdül-
mecîd Katâmiş'in belirttiğine göre Ahmed b. M u h a m m e d el-Meydânî (ö. 518/
VI, 345-347; SîrâfT, Ahbâru
n-
(nşr. M u h a m m e d İbrâ-
h i m el-Bennâ), Kahire 1 4 0 5 / 1 9 8 5 , s. 4 6 - 4 8 ; Ebû Bekir ez-Zübeydî,
ue'l-luğaviyyîn
Jabakâtü'n-nahuiyytn
(nşr. M u h a m m e d
Ebü'1-Fazl),
anlaşıldığına göre Ebû Amr'ın açık söz-
1124) Mecma cu'l-emşâl
lülüğü devlet adamlarına yakın olmasını
onun bu kitabından elli sekiz yerde na-
s. 140-141, 154, 157, 171, 192-194, 215, 228,
engellemiştir. Bir g ü n Halife Seffâh'ın
kilde bulunmuştur. 7. Kitâbü!-Kırâ
247, 4 0 5 ; D â n î , et-Teysîr(nşr.
amcası Süleyman b. Ali kendisine bir soru sormuş, ancak verdiği cevap onun hoşuna gitmemişti. Ebû A m r bu olay üzerine yazdığı beyitlerde melikler ö n ü n d e eğilmeye tenezzül
etmediğini,
onların
doğru konuşarak değil yalan söyleyerek m e m n u n edilebileceğini ifade etmiştir (bk. İbn Hallikân, 111, 138). Eserleri. Bir oda dolusu kitabını yaktığına dair rivayet doğru ise Ebû Amr'ın çok sayıda telifi b u l u n d u ğ u n u kabul etm e k gerekir. Corcî Zeydân onun yazılı bir şey bırakmadığını söylüyorsa da bu doğru değildir. Bilinen eserleri şunlardır:
1. Kitâbü
Mersûmii-Mushaf.
Kur'ân-ı
Kerîm'in resm-i hattı ile ilgilidir. Ebû A m r
Rüsûmü'l-Muşhafi'l-Kerîm adıyla ihtisar edilmiş olup bu muhtasarın yazma bir nüshası Süleymaniye Kütüphanesi'nde bulunmaktadır (Ayasofya, nr. 4814, 14 varak). 2. Şerhu Dîvâni! -Hırnık. Hırnık bint Bedr'e (ö. 50/ 670 |?J) ait divanın şerhidir (Brockelmann, GAL [Ar.], I, 165-166; Suppl., 1, 70). 3. Kitâbü!-Idğâmi'l-kebîr (eserin yazma nüshaları için bk. el-Fihrisü'ş-şâmil: mahtûtâtut-tecvîd, I, 5-7). 4. el-Vakf ve'l-ibtidâ\ Bir nüshası Zâhiriyye Kütüphanesi'nde b u l u n m a k t a d ı r (Mecmua, nr. 18 L, 128; bk. Ali Şevâh İshak, 1, 280). S. Takyîdul-emsile. Y a z m a bir nüshası Rabat ed-Dânî tarafından
adlı eserinde
'ât. Son iki eserin g ü n ü m ü z e ulaşıp ulaşmadığı bilinmemektedir (bk. İbnü'n-Nedîm, s. 171; Meydânî, I, 5; Sezgin, I, 17). İbnü'n-Nedîm, Ebû Amr'dan Kitâbü'nNevâdir adlı bir eserin rivayet edildiğini, İbn Şenebûz'ün (ö. 328/939) Kitâbü Mâ hâlefe'bnü Kesir Ebâ cAmr adında bir eseri olduğunu, Ebû Zeyd Saîd b. Evs el-Ensârî (ö. 215/830), İbn Mücâhid (ö. 324/936), Ebû Zühl ve Ahmed b. Zeyd el-Hulvânrnin Kitâbü Kırâ"ati Ebî cAmr adıyla ayrı ayrı eserler yazdıklarını zikretmekte (el-Fihrist, s. 141, 154, 157, 171, 215, 405), İbn Hallikân da Ebû Bekir esSûlî'nin (ö. 335/946) Ahbâru Ebî cAmr b. el- cAlâ3 adında bir eser telif ettiğini söylemektedir (Vefeyât, III, 477). Daha sonraki devirlerde de Ebû Amr'ın kıraatini konu alan pek çok çalışma yapılmış ve müstakil eserler yazılmıştır (bu eserlerden bazılarının yazma nüshaları için bk. el-Fihrisuş-şâmil: mahtûtâtul-kırâ'ât, I, 33, 91, 114, 115, 117, 190, 236, 285, 287, 437, 447; 11, 472, 494, 519, 526, 537, 623, 630, 644, 648, 656, 689). Câhiz, el-Beyârı
O. Pretzl), İstan-
bul 1930, s. 20-29, 31-32, 36-37, 47, 51-52; a.mlf.. Cami'u'l-beyân
fi'l-kırâ'âti's-seb'
(haz.
K e m a l Atik, d o k t o r a tezi, 1982), A ü İlahiyat Fakültesi, s. 4 0 ; Enderâbî, Kırâ' atul-kurrâ'
ma'rûftn
rut 1405/1985, s. 83-94; Meydânî,
Mecma'u'l-
(Ebü'1-Fazl), I, 5; İbnü'l-Bâziş,
emşâl
i'l-
(nşr. A h m e d Nusayyif ei-Cenâbî), Bey-
I, 9*2-94, 4 9 2 - 4 9 3 ;
İbnü'l-Enbârî,
el-İknâ', Nüzhetü'l-
(nşr. İ b r â h i m es-Sâmerrâî), Zerkâ 1405/
elibbâ'
1985, s. 3 0 - 3 5 ; İbnü'l-Kıftî, İnbâhur-ruuât, 131-139; Yâküt, Mu'cemul-üdebâ', 160; İbn Hallikân,
IV,
XI, 156
( A b d ü l h a m î d ) , III
Vefeyât
136-139, 4 7 7 ; Zehebî, A'lâmü'n-nübelâ', 4 0 7 - 4 1 0 ; a.mlf., Târthu'l-İslâm:
VI
sene
141-160
s. 6 8 3 - 6 8 7 ; a.mlf., Ma'rifetul-kurrâ',
I, 100
105; a.e., Millet Ktp., Ali Emîrî, nr. 2500, vr. 2 5 " 29»;
İbnü'l-Cezerî,
180; Süyûtî, el-Müzhir,
GAL, I, 9 7 ; Suppl,
I, 288
Gâyetü'n-nihâye,
292, 4 2 5 ; İbn Hacer, Tehzîbü't-Tehzîb,
XII, 178
II, 398 vd.; Brockelmann
I, 70, 158; II, 142; a.mlf..
GAL (Ar.), I, 165-166; II, 129-130; a.mlf., " E b û A m r " , İA, IV, 11; Sezgin, GAS, I, 17; Ö m e r Ferrûh, Târth.u'1-edeb,
II, 7 3 - 7 5 ; C. Zeydan,
I, 4 0 5 - 4 0 6 ; Lebîb es-Saîd,
Âdâb,
el-Muşhafü'l-müret-
tel, Kahire 1387/1967, s. 114, 233-236; Ali Şevâh İshak, Mu'cemü
Kertm,
muşannefâti'l-Kur'âni'l-
Riyad 1403/1983,' I, 203-204,' 2 8 0 ; Sa-
lâh M. el-Hıyemî, Fihrisü
tübi'z-Zâhiriyye:
'ulûmu
mahtûtâti
Dâri'l-KüDı-
l-Kur'âni'l-Kerîm,
maşk 1 4 0 3 / 1 9 8 3 , I, 104-107, 4 2 9 - 4 3 0 ; el-Fih-
risü'ş-şâmil:
mahtûtâtü't-tecutd,
A m m a n 1406/ Amman
1 4 0 7 / 1 9 8 7 , I, 33, 9 1 , " l l 4 , 115, 117, 190, 236,
ue't-tebytn,
Mücâhid, Kitâbü's-Seb'a
el-Fihrist,
1986, I, 5 - 7 ; a.e.: mahtûtâtü'l-kırâ'ât,
BİBLİYOGRAFYA: Kuteybe. el-Macâri/(Ukkâşe),
Kahire 1984, s. 3 5 - 4 0 ; İbnü'n-Nedîm,
I, 3 2 0 - 3 2 1 ; İbn s. 531, 5 9 9 ; İbn
(nşr. Şevki Dayf), Ka-
285, 287, 437, 4 4 7 ; II, 472, 494, 519, 526, 537, 623, 630, 644, 648, 656, 6 8 9 ; Abdülmecîd Katâmış,
el-Emşâlü'l-'Arabiyye,
Dımaşk
1408/
hire 1972, s. 80-85, 9 9 - 1 0 1 ; Ebü't-Tayyib A b -
1988, s. 4 5 - 4 7 ; R. Blachâre, " E b û ' A m r " ,
düivâhid b. Ali, Merâtibü'n-nahuiyytn
(İng.), I, 105-106.
(nşr. Mu-
h a m m e d Ebü'1-Fazl), Kahire 1954, s. 13-41; İbn
96
Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
m M
El 2
TAYYAR ALTIKULAÇ
EBÛ AMR el-HAFFÂF göre âriflerin en seçkin nitelikleri siyâ-
E B Û A M R ed-DÂNÎ (bk. DÂNİ).
L
E B Û A M R el-HAFFÂF
set, riyâzet, hirâset ve riâyet şeklinde J
Ebû Amr Ahmed b. Nasr b. İbrâhîm ei-Haffâf en-Nîsâbûrî (ö. 299/912)
lardan ilk ikisi zahirî, diğerleri ise bâtınî karakterdedir. "Nefsi t a n ı m a k ve
F
EBÛ A M R ed-DIMAŞKÎ
n
kontrol altında t u t m a k " mânasına gelen siyâset mânevî temizliğe, "nefse kar-
jj**- y} )
(
dört ana başlık altında toplanabilir. Bun-
^
Muhaddis.
şı çıkıp onunla mücadele e t m e k " anla-
(ö. 320/932)
mındaki riyâzet gerçeği kavramaya ve-
219'da (834) doğdu. "Ayakkabıcı" an-
J
sile olur. Siyâsetin sonucu kulluk gö-
lamına gelen Haffâf lakabını hangi se-
revlerine sadakatle bağlı kalmak, riyâ-
beple aldığı bilinmemektedir. Hadis tah-
Dımaşk'ta d o ğ u p yetişti. Kaynaklar-
zetin semeresi ilâhî hükümlere rızâ gös-
siline başlamadan evvel tasavvufla ilgi-
da d o ğ u m tarihi ve t a m adı hakkında
termektir. "Nefsi t a n ı m a k ve Allah'ın
lendi. Hadis öğrenmeye önce Nîşâbur'-
bilgi yoktur. Hayatının ilk dönemlerin-
lutfunu gönül âleminde görmek" anla-
daki âlimlerden ders alarak başladı. Da-
de dinî ilimlerle meşgul oldu, tefsir ve
mına gelen hirâsetin neticesi safvet ve
ha sonra Bağdat, Küfe, Medine, Mekke
hadis tahsil etti. Kelâm tartışmalarına
temaşadır. "Sır âlemindeki Allah'ın hu-
vb. ilim merkezlerine seyahatler yaptı;
katıldı, ruhların ve âlemin kıdemini sa-
k u k u n u gözetmek" mânasındaki riaye-
buralarda İshak b. Râhûye, A m r b. Zü-
vunan Tenâsühiyye ve Ezeliyye gibi fır-
tin sonucu ise m u h a b b e t ve heybettir
râre, Hüseyin b. Dahhâk, Ebû H e m m â m
kaların
(Sülemî, s. 177).
es-Sekûnî, A h m e d b. Menî' ve Ebû Kü-
İlk devir sûfîlerinden. L
görüşlerine
karşı
çıktı.
Hatta
onun bu konuda bir risâle kaleme aldı-
Ebû Amr'a göre mûcizeleri açıklamak,
reyb el-Hemdânî gibi âlimlerden fayda-
ğı rivayet edilir (Sülemî, s. 277; Şa'rânî, 1,
kerâmetleri ise gizlemek farzdır. Çünkü
landı. Kendisinden de İbnü'ş-Şarkî, Ebû
101).
müminler mûcizelere inanmak durumun-
Abdullah İbnü'l-Ahrem, M u h a m m e d b.
Ebû Amr, Z ü n n û n el-Mısrfnin mürid-
dadır. Halbuki kerâmetler onları fitneye
Ahmed ez-Zühlî, Ebû Saîd el-Hîrî vb. mu-
leriyle karşılaştıktan sonra tasavvufa yö-
düşürebilir. Gönülde hissedilen gelip ge-
haddisler hadis okudu. Akranı olan ünlü
neldi; Dımaşk'ın en m e ş h u r sûfîsi Ab-
çici şeylere "hâtır" (çoğulu "havâtır"), ka-
m u h a d d i s M u h a m m e d b. İshak es-Ser-
dullah b. Cellâ'ya intisap etti. Horasan'ın
lıcı şeylere "vatan" (çoğulu "vatanât") de-
râc, hâfızası onunki kadar kuvvetli bi-
ünlü sûfîlerinden Ebü'l-Hasan el-Bûşen-
nir. Hâtır sahibi iddiacıdır, vatan sahi-
rini görmediğini, ancak c e r h v e t a ' d î l *
cî ile de görüştü. Böylece Mısır, Şam ve
binin ise iddiası yoktur (Sülemî, s. 277,
açısından râvileri hakkında herhangi bir
Horasan'da gelişmekte olan tasavvufî
278).
düşünceyi t a n ı m a imkânı buldu.
kanaat belirtmeden hadisleri arka arka-
Dımaşkî kalp katılığının, kişinin kendi
ya okuyup geçtiğini söylemektedir. İbn
Tasavvufu, "en m ü k e m m e l varlığı (Al-
tedbirine güvenip Allah'tan koruma iste-
Huzeyme de onun hâfıza gücünden söz
lah'ı) m ü ş a h e d e edebilmek için m a d d î
memesinden kaynaklandığını söyler. Hal-
ederken Horasan'da bir benzerinin bu-
âlemi noksan olarak görmek, hatta ona
buki kul, anne kucağındaki bir bebek
lunmadığını belirtmiştir. Talebesi
hiç b a k m a m a k " şeklinde tarif eden (Sü-
gibi ilâhî muhafaza altında olduğunu hiç
Bekir es-Sıbgî ise hocasının 100.000 ha-
Ebû
lemî, s. 178) Ebû A m r ed-Dımaşkî, z ü h d
unutmamalıdır (Herevî, s. 392). "Bedenler,
disi müzakere edecek kapasiteye sahip
ve riyâzet konularının yanında velâyet,
onlardaki karanlık sebebiyle gizli iken
olduğundan
keşf, havâtır, kerâmet, safvet, mârifet,
ruhlar nurlarıyla parıldar, bedenin ka-
mektedir.
m u h a b b e t gibi meselelere de eğilmiştir.
ranlığına bakanın içi kararır, halbuki nur-
Ebû A m r el-Haffâf ülkesinde büyük
Dımaşkî, âyet ve hadislere tasavvufî yo-
ları seyredenler onlardaki nurlar nuru-
bir şöhrete sahipti. Halk ve idareciler ona
rumlar getiren ilk sofilerdendir. Kelâbâ-
n u n kaynağını görür" (Sülemî, s. 279);
çok değer verir, bu sebeple "zeynü'l-eş-
zî onun, Hz. Eyyûb'ün dilinden ifade edi-
"saflaşan ruhlar bedenleri de aydınlatır"
râf" diye anılırdı. Ebû Amr'a karşı bü-
len, "Başıma bir musibet geldi..." (el-En-
(Câmî, s. 157).
yük bir saygı duyan Saffârî emîri ve Ho-
bahsedildiğini
haber ver-
biyâ 2 1 / 8 3 ) meâlindeki âyeti, "Bu musi-
Ebû Amr'ın tasavvufla ilgili görüşleri
rasan hâkimi A m r b. Leys, yanlış bir uy-
bet bir ganimettir" şeklinde yorumlaya-
daha çok Ebü'l-Hayr ed-Deylemî ve Ebü'l-
gulamasını g ö r d ü ğ ü takdirde kendisini
rak belâyı n i m e t gibi g ö r d ü ğ ü n ü nak-
Kâsım eş-Şâmî yoluyla sûfî t a b a k a t ki-
uyarmasını ondan rica etmişti. Ebû A m r
leder (et-Taarruf, s. 144). Sülemî ise Ebû
taplarına intikal etmiştir.
el-Haffâf ibadete çok d ü ş k ü n d ü .
Amr'ın, "Hilâli görünce oruca başlayın,
BİBLİYOGRAFYA:
hilâli görünce iftar edin* ( Müsned, IV,
Müsned,
321; Nesâî, "Şıyâm", 8) meâlindeki hadi-
ğuş Devrinde
IV, 3 2 1 ; Kelâbâzî, et-Taarruf:
Tasavvuf
Hiç
ara vermeden otuz yıldan fazla oruç tutDo-
(trc. S ü l e y m a n Uludağ),
t u ğ u nakledilmektedir. Varlıklı bir kimse olan ve mirasçısı bulunmadığı için ser-
si, "İftar etmeniz Hak'tan uzaklaşmanı-
İstanbul 1979, s. 144, 147; Sülemî, Tabakât,
s.
vetini Allah rızâsı için dağıtan Ebû A m r
za, oruca başlamanız O'na yönelmenize
177, 178, 2 7 7 - 2 7 9 ; Ebû Nuaym, Hilye, X, 346-
299 yılı Şâban ayında (Nisan 912) vefat
3 4 7 ; Kuşeyrî, er-Risâle
etti.
sebep olmasın, yani iki haliniz eşit, huzurunuz sürekli olsun. Oruçlu haliniz if-
(Uludağ), s. 131, 292-
2 9 3 ; Hücvîrî, Keşful-mahcûb HereVî, Tabakât,
(Uludağ), s. 118;
s. 3 9 2 ; Zehebî, el-'lber,
tara, iftarınız oruçlu halinize benzesin"
İbn Tağrîberdî, en-Nücûmü'z-zâhire,
şeklinde yorumladığını kaydeder (Taba-
Şa'rânî, et-Tabakât,
kât, s. 278).
Tahran 1947, s. 156, 157; Münâvî,
Ebû Amr ed-Dımaşkî'nin tasavvufî hayatla ilgili önemli bir tasnifi vardır. Ona
111, 2 3 5 ;
1, 86, 101; Câmî,
II, 18-19; İbnü'I-İmâd, Şezerât, S
II, 10;
Nefehât,
el-Kevâkib,
II, 387.
BİBLİYOGRAFYA: İbnü'l-Cevzî, el-Muntazam,
Tezkiretü'l-huffâz, nübeliXIII,
A'lâmü'n-
5 6 0 - 5 6 3 ; İbn Kesîr, el-Bidâye,
117; Süyûtî, Tabakâtu
l-huffâz
2 8 6 ; İbnü'I-İmâd, Şezerât,
MUSTAFA B I L G I N
VI, 110; Zehebî,
II, 654-656; a.mlf.,
S
XI,
(Lecne), s. 285-
II, 231-232. A L I OSMAN ATEŞ
97 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
EBÛ AMR eş-SEYBÂNÎ E B Û A M R eş-ŞEYBÂNİ ^ ^gjli . Mili JU*^
)
Ebû Amr İshâk b. Mirâr eş-Şeybânî (ö. 213/828 [?]) Küfe dil mektebi âlimlerinin önde gelen simalarından biri.
^
Baba tarafından İran asıllı, anne tarafından NabatFdir. Kûfe'nin Remâde köyünde doğdu. Çocukluğu ve hayatının büyük bir kısmı Kûfe'de geçti. Şeybânî nisbesini almasının sebebi, Benî Şeybân ile olan ilişkisinden dolayıdır. Ancak bu ilişkinin ne olduğu hususunda ihtilâf vardır. Benî Şeybân'a mensup bir kişinin âzatlısı olmasından dolayı bu nisbe ile anıldığını söyleyenler bulunduğu gibi Halife Hârûnürreşîd'in Yezîd b. Mezyed eşŞeybânî'ye emanet edilmiş olan çocuklarına mürebbilik yaptığı için bu nisbeyi aldığını söyleyenler de vardır. Ancak Hârûnürreşîd ve oğullarından bahseden kaynaklarda Emîn ve Me'mûn'un hocaları arasında Ebû Amr'ın adı geçmediğinden bu yorum pek isabetli görülmemektedir. Herhalde Ebû Amr'ın bu nisbeyi almasının sebebi, bazı kaynaklarda da belirtildiği gibi Benî Şeybân'a komşu olması ve onların çocuklarının tahsil ve terbiyesiyle ilgilenmesidir. Nahiv ilmini Ebû Amr b. Alâ, şiire dair bilgileri de Mufaddal ed-Dabbî gibi Küfe mektebinin en tanınmış üstatlarından öğrenen Ebû Amr, Kûfe'ye gelip giden bedevîlerle münasebet kurmak ve aralarında yaşamak suretiyle şiir ve dile dair malzeme elde etti. Nitekim Sa'leb, Ebû Amr'ın topladığı malzemenin çokluğunu ifade etmek için, iki testi dolusu mürekkeple bâdiyeye gittiğini ve bunları bitirmeden dönmediğini söyler. Öyle anlaşılıyor ki topladığı malzemeden seçmeler yaparak bunlardan sağlam olanlarını rivayet ediyordu. Fazilet sahibi bir insan, a h b â r * , eyy â m ü ' l - A r a b * ve lügat sahalarında büyük bir âlim olan Ebû Amr, tesbit ve rivayetlerinin doğruluğu ile hem çağdaşları nezdinde haklı bir itibar kazanmış, hem de daha sonraki âlimlerce güvenilir bir kişi olarak kabul edilmiştir. Derlediği dil malzemesi ve şiirlerle "râviye" (büyük râvi) unvanını aldı ve hayatının ilk dönemlerinde Arap kabile şairlerinin şiirlerinden meydana gelen önemli mecmuasını telif etti. Yazdığı her cildini Küfe Mescidi Kütüphanesi'ne koyduğu, Kitâbü Eş câri'l-kabâ°il diye anılan ve gü-
nümüze kadar ulaşmayan bu büyük eser, her birine ayrı bir cilt (mishaf) tahsis ettiği seksenden fazla kabilenin şiirlerini ihtiva ediyordu. Daha sonra eski Arap şiirini tedvîn edenlerin büyük ölçüde faydalandığı bu şiirler, Câhiliye devriyle hicrî II. yüzyıl ortalarına kadarki dönemi kapsıyordu. Asmaî (ö. 216/831) gibi birçok Basralı âlime göre Ebû Amr, eski şiirlerde geçen tarihî hadiselerle ilgili imaların anlaşılması ve izahı hususunda, Ebû Ubeyde Ma'mer b. Müsennâ dışındaki çağdaşı âlim ve ediplerden daha ileri bir merhaledeydi. Ebû Amr, her ne kadar nebîz içtiğinden dolayı birtakım sahte şiirleri otantikmiş gibi rivayet etmekle itham edilmişse de kaynaklar onun dindar, güvenilir, duyduklarını tesbit ve rivayette dürüst davranan bir âlim ve râvi olduğu hususunda ittifak etmektedirler. Aslında Ebû Amr'ı bundan dolayı aşırı şekilde eleştirenler, son zamanlarda Arap şiirinin mevsukiyetini kabul etmeyip bunların ilk devir râvilerinin uydurması olduğunu söyleyenlerdir. Dil ve edebiyat malzemesi ihtiva eden kitaplarını az bularak, "İlmin bundan mı ibaret?" diye soran Yûnus b. Habîb'e, "Bunlar doğru ve güvenilir kitaplar olarak az değildir" diye cevap vermesi, bu hususa bilhassa dikkat ettiğini göstermektedir. Ayrıca Ahmed b. Hanbel gibi bir hadis âliminin onun meclislerine devam edip rivayet ettiği hadisleri titizlikle kaydetmesi de dindarlığını, rivayet sahasındaki güvenilirliğini ve aleyhinde söylenen şeylerin doğru olmadığını göstermektedir. Hârûnürreşîd'in hilâfeti zamanında Kûfe'den Bağdat'a gidip ömrünün sonuna kadar orada kalan ve Bağdat'ta Ahmed b. Hanbel, Ebû Ubeyd Kasım b. Sellâm gibi kişileri yetiştiren Ebû Amr'ın, 90-119 yıl gibi uzun bir ö m ü r sürdüğü hususunda kaynaklar ittifak halindedir. Muhtemelen 213 (828) yılında vefat etmiştir; 205 (820), 206 (821), 210 (825), 215 (830), 216 (831) yıllarında öldüğü de rivayet edilmektedir. Ebû Amr ile sık sık görüştüğünü belirten İbnü's-Sikkît, onun, vefatına kadar kendi eliyle yazı yazabildiğini ve 118 yaşında öldüğünü söylemektedir. Eserleri. Ebû Amr'ın günümüze ulaşan tek eseri Kitâbü'l-Cîm'd\r. Arap dilinin ilk sistematik sözlüğü olan bu eser Kitâbü'l-Hurûl ve Kitâbü'l-Luğât adlarıyla da anılır. Bir kısım tabakat kitaplarında ise bunların her biri ayrı eser olarak gösterilmektedir. Müellifin sade-
ce bu kitabı günümüze ulaştığı için bunların gerçekten bir kitabın değişik adları mı, yoksa her birinin ayrı bir kitap mı olduğu tesbit edilememektedir. Mevcut nüshada müellifin eserine hangi adı verdiği hususunda bilgi de bulunmamaktadır. Ayrıca Ebû Amr eş-Şeybânî'nin çağdaşları olan Nadr b. Şümeyl ile Ebû Amr Şemir b. Hamdeveyh el-Herevî'ye nisbet edilen Kitâbü'l-Cîm adlı eserlerin günümüze ulaşmaması sebebiyle bütün bu kitaplara bu adın niçin verildiğini tesbit etmek m ü m k ü n olmamaktadır. Onun, Kitâbü Eş câri'l-kabâ*H'indeki şiirlerin birçoğunu Kitâbü'l-Cîm'de malzeme olarak kullandığı anlaşılmaktadır. Muhtemelen Ebû Amr Kitâbü'l-Cîm ile, bu şiirlerdeki garîb kelimelerin bir sözlüğünü yapmak istemiştir. Esasen Küfe mektebi dilcilerinin âbidevî bir eseri olan Kitâbü'l-Cîm'in asıl değeri de muhtelif kabilelere ait bol miktarda şiir, şair ismi, kelime ve tabir ihtiva etmesidir. Eser böylece başka yerlerde nakledilen çeşitli şiirlerin tashihinde esas malzeme vazifesi de görmüştür.
Kitâbü'l-Cîm de kelimeler, " e l i f t e n "yâ"ya kadar ilk aslî harflerine göre yirmi sekiz bab halinde tertip edilmiştir. Buna göre Ebû Amr, Arapça'da kelimeleri aslî birinci harflerine göre tertip eden ilk âlimdir. Birinci harflerine göre sıralanan kelimeler ayrıca kendi aralarında alfabetik değildir. Dolayısıyla herhangi bir kelimeyi arayıp bulmak için aynı harfle başlayan bütün kelimelerin gözden geçirilmesi gerekmektedir. Kaynaklar, Ebû Amr'ın Kitâbü'1-Cîm"\ni rivayet etmek istemediği için herhangi bir kimsenin bu eseri ondan okumadığını kaydetmektedir. Ancak bunun sebebi, onun kitabını rivayet konusunda cimri davranması değil eserinin henüz son şeklini almamış olmasıdır. Esasen eserde bir mukaddimenin bulunmaması da bunu göstermektedir. Kitaplarını tamamladığı gün başkalarına gösterip okutan, hatta yazdığı Kitâbü Eş câh'l-kabâ'il'i Küfe Mescidi'ne vakfeden Ebû Amr'ın Kitâbü'l-Cîm'i rivayet konusunda cimri davranmış olması m ü m k ü n değildir. Yegâne nüshası Escurial Library'de bulunan Kitâbü'l-Cîm, İbrâhim el-Ebyârî (I, Kahire 1394/ 1974), Abdülalîm etTahâvî (II, Kahire 1395/1975) ve Abdülkerîm Azbâvî (III, Kahire 1395/1975) tarafından yayımlanmıştır. Fihrist cildini ise Muhammed ez-Zemitî, Muhammed Abdülazîz el-Kalmavî ile Abdülvehhâb İvedullah hazırlamışlardır (Kahire 1403/1983).
98 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
EBÛ ÂSİM en-NEBÎL Ebû A m r eş-Şeybânî'nin
günümüze
dolaşarak
ulaşmayan diğer eserleri şunlardır: Kic
tâbü
Eş âri!-kabâ'
vâdiri'l-kebîr
il,
devrinin
muhaddislerinden
Kitâbü'n-Ne-
(en önemli çalışmaların-
İbn Adî, Ebû Arûbe'nin hadisleri ve mu-
Kitâbü'1-İbil,
haddisleri iyi bildiğini, Harranlılar'ın müfMuhaddis.
Halkı!-inşân,
t ü s ü olduğunu söylemekte, Hâkim el-
Kitâbü'n-Nah-
Kebîr de onu g ö r d ü ğ ü muhaddislerin en
le (en-Nahl ue'l-'asel). Ayrıca şu eserler
güveniliri, hâfızası en iyi olanlarından bi-
Rebîülevvel 122'de (Şubat 740) doğdu.
hem ona hem de oğlu Amr'a nisbet edil-
ri, hadisten başka fıkıh ve kelâmı da iyi
Benî Şeybân'dan veya onların azatlıların-
Kitâ-
bilen bir âlim olarak tanıtmaktadır. İbn
dan olduğu rivayet edilmektedir. Aslen
Garibi!-Muşannef,
Asâkir onun ileri derecede bir Şiî oldu-
Basralı olup İsfahan'da yetişti ve orada
Kay-
ğ u n u ve Emevîler'in aleyhinde bulundu-
hadis tahsiline başlayarak İbn Ebû Zi'b,
naklarda bu kitapların muhtevaları ve
ğ u n u söylüyorsa da Zehebî bu iddianın
İbn Cüreyc, Evzâî, Süfyân es-Sevrî gibi
adları hakkında farklı rivayetler bulun-
haksız ve isabetsiz olduğunu belirtmek-
hocalardan ders aldı. Ali b. Medînî, İshak
maktadır.
tedir. Ancak Zehebî'ye dayanarak Ebû
b. Râhûye, A h m e d b. Hanbel, Buhârî vb.
Arûbe'yi Emevî taraftarı olarak gösteren
âlimler talebeleri arasında yer aldılar.
Kitâbü
Kitâbü
Ebû Asım ed-Dahhâk b. Mahled b. Müslim en-Nebîl eş-Şeybânî el-Basrî (ö. 212/828)
el-Kebîr vb. tanınmış muhaddisler rivayette bulundular.
râ", "vüstâ" ve "suğrâ" adlı üç nüshası bu-
Kitâbü'l-Hurûf,
( J - J I p ^ l t ^jt )
Adî, İbnü's-Sünnî, Ebü'ş-Şeyh, Hâkim
dan biri olduğu anlaşılan bu eserin "küblunduğu söylenmektedir),
E B Û Â S İ M en-NEBÎL
faydalandı. Kendisinden İbn Hibbân, İbn
Şerhi'l-Faşîh,
mektedir: Kitâbü
bul-Hayl,
Garibi!-hadîs,
Kitâbü
Kitâbü!-Luğât,
Kitâbü'n-Nevâdir.
BİBLİYOGRAFYA: Ebû A m r eş-Şeybânî, Kitâbü'l-Ctm
(nşr. İb-
r â h i m el-Ebyârî v.dğr.), Kahire 1 3 9 4 - 9 5 / 1 9 7 4 75, nâşirlerin mukaddimesi, I, 5 - 4 8 ; Ebû Bekir ez-Zübeydî,
uiyytrı
(nşr.
Tabakâtü'n-nahuiyyîn Muhammed
ue'l-luğa-
Ebü'l-Fazl),
Kahire
1973, s. 1 9 4 - 1 9 5 ; İbnü'n-Nedîm, el-Fihrist
(Te-
c e d d ü d ) , s. 7 4 - 7 5 ; a.e. (eş-Şüveymî), s. 308311; Hatîb, Târîhu Enbârî,
VI, 329-332; İbnü'l-
Bağdad,
Nüzhetü'l-elibbâ'
(nşr.
Muhammed
Ebü'1-Fazl), Kahire, ts. ( M a t b a a t ü ' l - M e d e n î ) , s. 9 3 - 9 6 ; Yâküt, Mu'cemul-üdebâ', İbnü'l-Kıftî, İnbâhü'r-ruvât,
VI, 7 7 - 8 4 ;
I, 256-264; İbn Hal-
likân, Vefeyât, I, 201-202; İbn Fazlullah el-Ömerî, Mesâlik,
VII, 7 - 8 ; Safedî, el-Vâfî, VIII, 425-
4 2 6 ; İbn Hacer, Tehzîbut-Tehzîb, Süyûtî, Buğyetul-uu'ât,
XII, 182-184;
I, 4 3 9 - 4 4 0 ;
mann, GAL, I, 119; Suppl.,
I, 179; Kehhâle,
II, 238; a.mlf.,
cemü'l-mü'ellifîn,
Brockel-
Beyrut 1 4 0 6 / 1 9 8 5 , s. 118; Sezgin. GAS, 121-123; Ö m e r Ferruh, Târîhu'l-edeb, C. Zeydân, Adâb,
Mu-
el-Müstedrek, VIII,
II, 175;
II, 4 1 2 - 4 1 3 ; Ziriklî, el-A'
lâm
(Fethullah), I, 2 9 6 ; A h m e d A b d ü l g a f û r A t t â r ,
Mukaddimetü
ş - Ş ı h â h , Beyrut 1 4 0 4 / 1 9 8 4 , s.
7 1 - 7 6 ; F. Krenkovv -
Nihad M. Çetin, " Ş e y b â -
n î , E b û A m r " , İA, XI, 4 5 0 - 4 5 3 ; G. Traupeau, " A b ü A m r a l - S h a y b â n i " , El 2 Suppl.
H
r
L
r
(tng.), s.
HULÛSI KILIÇ
E B Û A M R ez-ZECCÂCÎ (bk. ZECCÂCİ, Ebû Amr).
„
EBU ARUBE ( '^.jjs-y}
Muhaddis.
vayet etti. Hadis yanında dil ve edebiyat-
Ebû Arûbe el-Harrânî Zilhicce
318
(Ocak 931) tarihinde doksan altı yaşında vefat etti. Eserleri. 1. et-Tabakât.
Ashâb-ı kirâ-
m a dair olan bu eserden Müntekâ
Tabaka ti Ebî 'Arûbe adıyla yapılan muhtasarın ikinci cüzünden on iki varaklık bir kısım Dârü'l-kütübi'z-Zâhiriyye'de bulunmaktadır (Umumi, nr. 4553). Bazı kaynaklarda et-Târih adıyla geçen kitabının bu eser olduğu sanılmaktadır. z 2. el-Emşâlus-sâ'ire an Resûlillâh. Yazma bir nüshası Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi'nde mevcuttur (Koğuşlar, nr. 1096/21, vr. 212b-214a). 3. Hadîsü'l-Cezeriyyîn. Baş tarafından iki varağı eksik olan bir nüshası Dârü'l-kütübi'z-Zâhiriyye'de kayıtlıdır (Mecmua, nr. 110, vr. 35 a -52 b ). 4. Hadîs. Bir nüshası Dârü'l-kütübi'z-Zâhiriyye'de bulunmaktadır (Mecmûa, nr. 94, vr. 96a- 105a).
değerinde bir âlim görmediğini söyler. Ebû Âsim en-Nebîl hadis rivayet ederken eline kitap almaz ve ezberinden rivayette bulunurdu. Ezberindeki
rivayetlerin
miktarına temas eden Ebû Dâvûd et-Tayâlisî, bunların hepsinin sağlam
1000
kadar hadis olduğunu ifade etmektedir. Bazı rivayetleri Kütüb-i
Sitte'de yer al-
mıştır. Talebesi Buhârî onun ahlâkî üst ü n l ü ğ ü n ü belirtir ve gıybetin h a r a m old u ğ u n u öğrendiğinden beri kimseyi çekiştirmediğini kendisinden nakleder. Ebû Ya'lâ el-Halîlî de onun z ü h d ve takvâsı, ilmi ve hâfıza g ü c ü n ü n
mükemmelliği
hususunda herkesin görüş birliği ettiğini söyler. Bazı kaynaklarda ipek ticareti yaptığı
rîhu!-Cezîre
adlı
lar Bağdat'ta yaşadı ve 14 Zilhicce 212
eserleri de kaynaklarda zikredilmektedir.
(5 Mart 828) tarihinde burada veya Bas-
(Târîhu l-Cezîreteyn)
İbn Adî. el-Kâmil,
Fihrist,
ra'da vefat etti. 211, 213 ve 214 yılla-
I, 147; İbnü'n-Nedîm, el-
s. 2 8 6 ; Yâküt, Mu'cemul-büldân,
a.mlf.,
II,
'Ulemâ'ü'l-ha-
Tezkiretü'l-huffâz,
II,
774-
Keşfü'zII,
I, 124, 2 1 4 ; Ziriklî, el-
(Fethullah), II, 253; Kehhâle,
mü'ellifîn, tetrafe,
II, 2 7 7 ;
XIV,
I, 163, 2 8 0 ; İbnü'I-İmâd, Şezerât,
2 7 9 ; İzâhu'l-meknûn,
A'lâm
IV, 6 0 ; Kettânî,
Mu'cemul-
er-Risâletü'l-müs-
s. 5 5 ; Sezgin, GAS, I, 176; F. Rosen-
thal, " A b ü
eArüba",
£7 2 (Fr.), I, 109.
lır. 236'da (850-51) hadis tahsiline başladı. Cezîre, Dımaşk ve İrak gibi yerleri
dır. Talebelerinden Ömer b. Şebbe onun
kaydedilen Ebû Âsim en-Nebîl uzun yıl-
zunûn,
du. Sülemî ve Cezerî nisbeleriyle de anı-
b â n da s a d û k * terimlerini kullanmışlar-
Cezîreli âlimlerin biyografilerine dair Tâ-
7 7 5 ; Yâfiî, Mir'âtü'l-cenân,
222 (837) yılı civarında Harran'da doğ-
Yahyâ b. Maîn ve İclî Ebû Âsim hak-
el-Emâlîve
Ebû Arûbe'nin el-Evâ'il,
510-512;
J
la da ilgilendi.
kında sika*, İbn Sa'd fakih sika, İbn Hib-
dîs, II, 4 8 2 - 4 8 3 ; Zehebî, A'lâmun-nübelâ',
Ebû Arûbe Hüseyn b. Muhammed b. Mevdûd el-Harrânî (ö. 318/931) L
Hocası Cerîr b. Hâzim de ondan hadis ri-
yanlış anladığı görülmektedir.
2 3 6 ; İbn K u d â m e el-Makdisî,
)
J
F. Rosenthal'in de Zehebî'ye ait metni
BİBLİYOGRAFYA:
n
L
S
M . YAŞAR KANDEMİR
rında öldüğünü söyleyenler de vardır. Torunu İbn Ebû Âsim önemli eserler yazmış bir kadı ve hadis hâfızıdır. Uzun burnuyla tanınan Ebû Âsim enNebîl şakacı bir tabiata sahipti. "Attığını vuran; akıllı, asil ve ahlâklı kimse" anlamlarındaki Nebîl lakabının hocası İbn Cüreyc tarafından kendisine verildiği söylenir. Şu'be b. Haccâc talebelerine bir ay m ü d d e t l e rivayette bulunmayacağına dair yemin ettiğinde Ebû Âsım'ın onun yanına giderek hadis rivayetine devam etmesini talep ettiği, yeminine
99 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
EBÛ ÂSİM en-NEBÎL kefâret olmak üzere maharetli kölele-
görüşlerini ve eserlerini İsferâyin'e ilk
rinden birini âzat edeceğini
söylediği,
getiren odur ve bu eserleri Şâfiî'nin en
bu asil davranışın Şu'be'yi çok m e m n u n
m e ş h u r iki râvisi Rebî' b. Süleyman el-
ettiği ve bu sebeple kendisine Nebîl de-
Murâdî ve İsmâil b. Yahyâ el-Müzenîden
nildiği de nakledilir.
doğrudan rivayet etmesiyle meşhurdur.
Ebû Âsim, hadis ö ğ r e n m e k
isteyen
kimsenin pek değerli bir şeyi elde etmeye teşebbüs ettiğini, bu sebeple insanların en hayırlısı olması gerektiğini söylerdi. Onun bir hadis cüzü bulundu-
mış muhaddislerden Ebû Ali en-Nîsâbûrî, İbn Adî, Taberânî, Ebû Bekir el-İsmâilî, Gıtrîfî ve kendi oğlu Ebû Mus'ab Muh a m m e d bulunmaktadır.
yât, et-Jabakât
Beş defa haccettiği söylenen Ebû Avâne el-İsferâyînî Zilhicce 316'da (Ocak 929) İsferâyin'de vefat etti. Sonraları mezarı
(Ûmerî), I, 5 4 5 ; Buhârî, et-Tâ-
üzerine bir t ü r b e yapıldı ve burası hal-
IV, 3 3 6 ; a.mlf.,
rthu'l-kebîr,
et-Târthu'ş-şağir,
kın ziyaretgâhı haline geldi.
II, 324; İbn Kuteybe, e/-Ma c ârî/'(Ukkâşe), s. 520; İbn Ebû Hâtim,
el-Cerh
IV, 4 6 3 ;
ue't-ta'dîl,
Sem'ânî, el-Ensâb
(Bârûdî), V, 4 5 5 - 4 5 6 ; Yâküt,
Mu'cemul-üdebâXII,
15; İbnü'l-Kıftî, İnbâ-
hü'r-ruuât,
II, 9 1 ; Mizzî, Tehzîbü'l-Kemâl,
2 8 1 - 2 9 1 ; Zehebî, A c lâmü'n-nübelâ', 4 8 5 ; a.mlf., Tezkiretü'l-huffâz,
XIII,
IX, 4 8 0 -
I, 3 6 6 - 3 6 7 ; İbn
Hacer, Tehzîbü't-Tehzîb,
IV, 4 5 0 - 4 5 3 ; Kettânî,
er-Risâletü'l-müstetrafe,
s. 8 6 ; Bedrân, Tehzî-
bü
Târîhi Dımaşk,
VII, 2 7 - 2 9 ; Ch. Pellat, " A b ü
' A ş ı m a l - N a b ı l " , El 2 Suppl.
M . Y A Ş A R KANDEMİR
E B Û A V Â N E el-İSFERÂYİNÎ
(
n
Tanınmış hadis hâfızı.
si üzerine hadis tahsiline başladı. Hasan-ı
c
lara talebe olamadı. Katâde b. Diâme,
Avâne
adlarıyla da anılan eser, Şahîh-i
A m r b. Dînâr, Mansûr b. Mu'temir, Âsim
Müslim
üzerine düzenlenmiş bir müs-
ei-Ahvel ve A'meş gibi muhaddislerden
t a h r e c ' d i r . Kâtib Çelebi bu eseri Muh-
hadis rivayet ederek devrin ileri gelen
c
Ebî
Avâne,
Müstahrecü
taşarü'l-müsnedi'ş-şahîh
Müslim
muhaddisleri arasında yer aldı. Kendi-
(Keşfü'z-zunûn,
sinden Abdullah b. Mübârek, Ebû Dâvûd
c
alâ
hîh-i Müslim'deki
rivayetleri destekle-
lar koymuş, yer yer açıklamalar yapmış,
nedü
Ebî 'Avâne
adıyla yayımlanmıştır
(Haydarâbâd 1362/1943). Bazı bölümlec
rinin üzerindeki M u h t a ş a r u Ebî
Avâne
ibaresi (bk. Millet Ktp., Feyzullah Efendi,
230 (844-45) yılından sonra d o ğ d u ğ u
yan başka bir eseri bulunduğu kanaati-
nr. 508, 509), Ebû Avâne'nin bu adı taşırivayet edilmektedir. Aslen
Nîşâburlu-
Basrî ve İbn Sîrîn'i görmekle beraber on-
Ebî
Müsnedü
J
L
le uğraştığı için onun dükkânında tezgâhtarlık yaptı. Zayıf bir m u h a d d i s olan
'Avâne,
Ebî
meye çalışmıştır. Eserin bir bölümü Müs-
Ebû Avâne Ya'küb b. İshâk b. İbrâhîm el-İsferâyînî (ö. 316/929)
Yezîd b. Atâ el-Yeşkürî k u m a ş ticaretiy-
Şahîhu
rivayetlerde yapılan yanlışlıkları göster-
y} )
(22/642-43) esir edildiğinden Ebû Avâne köle olarak dünyaya geldi. Efendisi
duyduğunu görüp kendisine izin verme-
diği bu eserin bölümlerine kısa başlıkr
92 (710-11) yılında doğdu. Aslen Cür-
eş-Şa-
I, 556). Ebû Avâne, kendi isnadlarıyla ŞaS
J
b. el-Haccâc.
Müslim
hîhu'l-müsned,
Hadis hafızı.
L
a-
adıyla da zikretmektedir
(Fr.), s. 18.
Ebû Avâne Vaddâh b. Abdillâh el-Vâsıtî (ö. 176/792)
Yezîd b. Atâ, Ebû Avâne'nin hadise ilgi c
Eserleri. 1. el-Müsnedü'l-muhrec
lû kitabi
al^fc y\ )
cânlıdır. Ailesi Cürcân'ın fethi sırasında
VII, 2 9 5 ; Halîfe b. Hay-
İbn Sa'd, et-Tabakât,
( JaJJS
Ebû Avâne'nin talebeleri arasında tanın-
ğu kaydedilmektedir (Kettânî, s. 86). BİBLİYOGRAFYA:
E B Û A V Â N E el-VÂSITl
ni uyandırmıştır. Nitekim Hidîviyye Kü-
dur. İsferâyin'de oturan bir aileden gel-
tüphanesi'nde Muhtaşaru
diği için burada d o ğ d u ğ u düşünülebilir.
fi'l-hadîş
c
nınmış muhaddisler rivayette bulundular. Daha yaşlı olmasına r a ğ m e n Hişâm ed-Destüvâî de (ö. 153/770) ondan hadis rivayet etti. İlk zamanlar Vâsıt'ta yaşayan Ebû Avâne, herhalde hürriyetine kavuştuktan sonra Basra'ya giderek oraya yerleşti. Ebû Avâne'nin kölelikten â z a t edilmesi ilgi çekici bir şekilde olmuştur. Efendisinin d ü k k â n ı n d a b u l u n d u ğ u bir sırada içeri giren bir fakir Ebû Avâne'den 2 dirhem istedi. Parayı aldıktan sonra da
Avâne
kendisine bir iyilik edeceğini söyleyerek
adlı diğer bir eserinin daha
çıkıp gitti. Ardından şehrin ileri gelenle-
İlk tahsiline Kur'an okumayı öğrenmek-
mevcut olduğu kaydedilmektedir (Kays
rini dolaşarak Yezîd b. A t â ' n ı n kutlana-
le başladı. Ardından hadis ve fıkıh ilim-
Âl-i Kays, 11/2, s. 374).
cak bir iş yaptığını, âlim kölesi Ebû Avâ-
lerine yöneldi. Memleketindeki âlimler-
BİBLİYOGRAFYA:
ne'yi âzat ettiğini söyledi. Bu davranışı
den faydalandıktan sonra Horasan, İrak,
Ebû Avâne, Müsned,
Ebî
et-Tayâlisî, A b d u r r a h m a n b. Mehdî, Affân b. Müslim ve Saîd b. Mansûr gibi ta-
Haydarâbâd 1362/1943 —
berin asılsız olduğunu söyleyemeyen Ye-
Beyrut 1 4 0 1 / 1 9 8 1 , s. 4 9 0 ; İbn Hallikân,
zîd b. Atâ kölesini âzat e t m e k zorunda
Beyrut, ts. ( D â r ü ' i - M a ' r i f e ) ; Sehmî, Târthu
men'i dolaştı. Buralarda yıllarca kalarak
cân,
t a n ı n m ı ş âlimlerin derslerine devam etti; hadis ve fıkıh bilgisini geliştirdi. Kendilerinden hadis yazıp fıkıh
öğrendiği
Vefeyât, VI, 3 9 3 - 3 9 4 ; Zehebî, 779-780; Sübkî, Tabakât,
zunün,
nü'I-İmâd, Şezerât,
huffâz
vardır.
ra burada hadis okutmaya başladı. 292 (904-905) yılında Cürcân'da hadis rivayet ettiği bilinmektedir. İ m a m Şâfiî'nin
II, 2 7 4 ; Süyûtî,
5 4 4 ; Kettânî, er-Risâletü'l-müstetrafe, Ziriklî, et-A'lâm
Tabakâtü'lII, s. 2 7 ;
na geldiğini, Yezîd b. A t â ' d a n istediği yardımı göremeyen fakir bir hemşehrisinin ondan bu şekilde intikam aldığını kaydetmektedir. Yahyâ b. Maîn, Ebû Avâne'nin okuma-
XIII, 242; Kays ÂI-İ Kays,
yı bilmekle beraber yazı yazamadığını,
II/2, s. 3 7 4 ; Sezgin, GAS, I, 174;
Ramazan Şeşen, Fihrisü
mahtütâti
Mektebeti
İstanbul 1 4 0 6 / 1 9 8 6 , I, 2 0 9 - 2 1 1 ; J. A.
VVakin, " A b ü
kaldı. İbn Hibbân ise bu olayın bir hac mevsiminde Müzdelife d ö n ü ş ü meyda-
(Fethuüah), VIII, 196; Kehhâle,
Mu'cemü'l-mü'ellifîn,
Köprülü,
Keşfü'z-
(Ömer), s. 3 2 7 ; Hediyyetul-'ârifîn,
el-Jrâniyyûn,
Ebû Avâne İsferâyin'e döndükten son-
III, 4 8 7 - 4 8 8 ;
III,
I, 5 5 6 ; II, 1075, 1671, 1679, 1685; İb-
m e d b. Ezher, Ömer b. Şebbe, MuhamRâzî ve Ebû Hâtim er-Râzî gibi âlimler
A'lâmü'n-nübe-
lâ', XIV, 4 1 7 - 4 2 2 ; a.mlf., Tezkiretü'l-huffâz,
hocaları arasında Müslim b. Haccâc, Ahm e d b. Yahyâ ez-Zühlî, Ebû Zür'a er-
sebebiyle kendisini tebrike gelenlere ha-
Cür-
İran, Şam, Mısır, Mekke, Medine ve Ye-
cAwâna",
Elr., I, 260. S
MÜCTEBA U Ğ U R
rivayet ettiği hadisleri başkalarına yazdırıp ezberlediğini söylemektedir. Şu'be b. Haccâc, Affân b. Müslim ve A h m e d b. Hanbel'in belirttiklerine göre Ebû Avâne elindeki kitaplardan rivayet ettiğin-
100 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
EBÛ BEKİR de son derecede güvenilir olmakla be-
m e k zorunda olduğunu, f a k a t Allah'ın
mescid yaptılar. Daha sonra da Medine'-
raber ezberinden rivayet ettiği z a m a n
ona ve onun d u r u m u n d a k i çaresiz müs-
ye döndüler.
yanılırdı. Yahyâ b. Saîd el-Kattân, onun
lümanlara yakında bir çıkış yolu göste-
yazılı rivayetlerinin Şu'be b. Haccâc'ın ez-
receğini söyledi. Ebû Basîr düşmana tes-
Müsned,
bere rivayetlerinden daha sağlam oldu-
lim edilmemesini istediyse de Hz. Pey-
dî, el-Meğâzî,
ğ u n u belirtmiştir. Kendisinden faydala-
g a m b e r antlaşma esaslarına uymak zo-
III, 3 2 3 - 3 2 4 ; Taberî, Târîh
nılmasını tavsiye eden Şu'be b. Haccâc,
runda kaldı.
639; İbn Abdülber, el-İstî'âb,
Ebû Hüreyre'den naklettiği
BİBLİYOGRAFYA: IV, 3 3 1 ; Buhârî, "Şürût", 15; Vâkı-
er-Rauzü'l-ünüf,
II, 6 2 6 - 6 3 0 ; İbn Hişâm,
es-Sîre,
(Ebu 1-Fazl), II, 638IV, 20-22; Süheylî,
VI, 4 9 2 - 4 9 5 ; İbnü'l-Esîr, Üs-
hadislerin
Ebû Basîr ile iki muhafız Mekke'ye gi-
güvenilir olduğunu söylerdi. Hakkındaki
derken Zülhuleyfe'de yemek molası ver-
2 0 6 ; İbn Kesîr, el-Bidâye,
değerlendirmeler onun güvenilir bir mu-
dikleri bir sırada Ebû Basîr onlardan bi-
Fethu 1-bârî (Hatîb), V, 4 1 1 - 4 1 4 ; a.mlf., el-İşâ-
haddis olduğunu ortaya
rinin kılıcını ele geçirerek kılıç sahibini
Rivayetleri Kütüb-i
koymaktadır.
Sitte'de yer almak-
tadır.
öldürdü, öteki Medine'ye kaçıp canını
dü'l-ğâbe,
VI, 3 5 - 3 6 ; a.mlf., el-Kâmil,
be (Bicâvî), IV, 4 3 3 ; Koksal, İslâm dine), VI, 248-256.
Tarihi
İlli
M . YAŞAR KANDEMİR
kurtardı. Onun ardından Hz. Peygam-
Ebû Avâne Rebîülevvel 176'da (Tem-
ber'in yanına giden Ebû Basîr d u r u m u anlattı ve kendisini d ü ş m a n a teslim et-
rebîülâhirinde (ağustos) bir cumartesi gü-
m e k suretiyle onun verdiği sözü yerine
Oiji')
n ü vefat ettiği de rivayet edilmektedir.
getirdiğini, ancak kendisinin hem canını
Ebû Bekr Abdullah b. Ebî Kuhâfe Osmân b. Âmir el-Kureşî et-Teymî (ö. 13/634)
İbn Sa'd, et-Tabakât, Maîn, et-Târîh,
VII, 2 8 7 - 2 8 8 ; Yahyâ b.
II, 6 2 9 ; Buhârî,
et-Târîhu'l-ke-
ue't-ta'dil,
uyan birileri çıksa t a m bir savaş tahrikçisi !" dedi. Bu sözlerden tekrar Mekke-
IX, 4 0 - 4 1 ; İbn Hibbân, eş-Şı-
liler'e teslim edileceği mânasını çıkaran
Bağdâd,
s. 160; Ha-
XIII, 4 9 0 - 4 9 5 ; Zehebî, Tez-
Fil Vak'ası'ndan üç yıl kadar sonra Mek-
Mâtürîdiyye ile Eş'ariyye arasındaki görüş ayrılıkları hakkında
Başta Hudeybiye Antlaşması sırasın-
kir kaynaklarda adından çok Atîk laka-
yazdığı eseriyle tanınan Sünnî âlim
da antlaşma şartları gereğince Kureyş-
bıyla anılmıştır. "Güzel, soylu, eski, â z a t
(bk. er-RAVZATÜ'l - BEHİYYE).
liler'e teslim edilen Ebû Cendel olmak
edilmiş" gibi mânalara gelen bu lakabın
üzere Ebû Basîr'in başından geçenleri
ona annesi tarafından verildiği veya çok
haber alan müşriklerin elindeki
diğer
eskiden beri hayır yaptığı, yüzü ve ahlâ-
m ü s l ü m a n l a r Ebû Basîr'in yanına kaçtı-
kı güzel olduğu, yahut da soyunda ayıp-
lar. Sayıları yetmişi, bazı rivayetlere gö-
lanacak bir husus bulunmadığı için Atîk
re 300'ü bulunca yaptıkları çete savaş-
diye anıldığı rivayet edilmekle birlikte
larıyla Kureyşliler'e ait ticaret kervanla-
Hz. Peygamber'in, "Sen Allah'ın cehen-
rını soymaya ve kervancıları öldürmeye
n e m d e n âzat ettiği kimsesin" (Tirmizî,
başladılar.
"Menâkıb", 16) şeklindeki iltifatına maz-
VIII, 2 1 7 - 2 2 2 ; a.mlf.,
nübelâ',
Mîzânul-i'tidâl,
IV, 4 3 4 - 4 3 5 ; İbn Hacer, Tehzîbut-Tehzîb, 116-120.
XI,
r-ı
L#J
M . YAŞAR KANDEMİR
EBÛ AZBE
^
Ebû Azbe Hasen b. Abdilmuhsin (ö. 1172/1759'dan sonra)
EBÛ BASÎR
( JT^.
^
)
Ebû Basîr Utbe b. Esîd b. Câriye es-Sekafî (ö. 6 / 6 2 8 ) L
Ebû Basîr Kızıldeniz sahilindeki Sîfül-
İlk müslümanlardan, Hulefâ-yi Râşidîn'in birincisi.
ke'de doğdu. Annesi ÜmmüT-Hayr Selmâ
A'lâmun-
Sahâbî.
Adının Ubeyd olduğu da söylenir. Ku-
bahr'e kaçtı. Şahîh-i
^
n
Buhârî'de yer alan bu rivayetten farklı olarak Vâkıdî, Ebû Basîr'in ö l d ü r d ü ğ ü kişinin üzerinden çıkanların beşte birini almayı Hz. Peygamber'e teklif ettiğini, f a k a t Peygamber'in Kureyşliler'le yapılan antlaşmaya aykırı gördüğü bu teklifi kabul etmediğini, Ebû Basîr'e istediği yere gidebileceğini söylediğini, onun da Mekke-Şam yolu üzerinde bulunan Is'e gidip yerleştiğini kaydetmektedir.
Thuff âz, I, 2 3 6 - 2 3 7 ; a.mlf.,
kiretu
^
dakilere, "Ne y a m a n a d a m ! Eğer aklına
s. 4 6 4 ; İbn Ebû Hâtim, el-
kât, VII, 5 6 2 - 5 6 3 ; a.mlf., Meşâhîr, tîb, Târîhu
EBÛ BEKİR
dığını söyledi. Hz. Peygamber etrafın-
II, 210,
bîr, VIII, 181; a.mlf., et-Târîhu'ş-şağîr, 2 1 2 ; İclî, eş-Şikât,
F
h e m de dinini d ü ş m a n elinden kurtar-
BİBLİYOGRAFYA:
F
(Me-
m
muz 792) Basra'da vefat etti. Aynı yılın
Cerh
II, 205-
IV, 176; İbn Hacer,
Bunun
üzerine
Mekkeliier,
bint Sahr, Mekke döneminde Hz. Peygamber'in Erkam b. Ebü'l-Erkam'ın evinde bulunduğu sırada İslâmiyet'i kabul etti. Babası Ebû Kuhâfe, Mekke fethinden (8/630) hemen sonra oğlu Ebû Bekir'in aracılığıyla müslüman oldu. Anne ve babasının mensup olduğu Teym kabilesinin soyu Mürre b. Kâ'b'da Hz. Peygamber'in nesebiyle birleşir. Resûl-i Ekrem'den iki veya üç yaş k ü ç ü k olan Ebû Be-
kendilerinden İslâmiyet'i kabul edenle-
har olduktan sonra bu lakapla anılma-
rin Hudeybiye Antlaşması gereğince iade
ya başlandığı bilinmektedir. Câhiliye dö-
edilmesi şartından vazgeçtiklerini, Ebû
neminde AbdüT-Kâ'be olan adının müs-
reyş kabilesinden ve Benî Zühre'nin müt-
Basîr ve arkadaşlarının Medine'ye ka-
l ü m a n olduktan sonra Hz. Peygamber
tefiklerindendi. M ü s l ü m a n olduğu için
bul
Buna
tarafından Abdullah olarak değiştirildi-
Kureyşliler tarafından Mekke'de hapse-
karşılık ticaret kervanlarının soyulması-
ği rivayet edilir. Servetini Allah yolunda
dilmişti. Hudeybiye Antlaşması'ndan son-
na meydan verilmemesini istediler. Hz.
harcayıp eski elbiseler giydiği için "Zü'l-
ra Mekke'den kaçıp Medine'ye Hz. Pey-
Peygamber Ebû Basîr ve arkadaşlarına
hilâl" (
gamber'in yanma gitti. Bunun üzerine
Medine'ye gelmelerini emreden bir mek-
metli olduğu için "Evvâh" lakaplarıyla
müşrikler, Hudeybiye Antlaşması gere-
t u p gönderdi. Ancak m e k t u p oraya ulaş-
da anılmıştır. Ancak onun en m e ş h u r
ğince Ebû Basîr'in kendilerine iade edil-
tığında Ebû Basîr ölüm döşeğindeydi, az
lakabı Sıddîk'tir. "Çok samimi, çok sa-
mesi için Medine'ye iki muhafız gönder-
sonra da vefat etti. Ebû Cendel ve ar-
dık" anlamına gelen bu lakap kendisi-
diler. Hz. Peygamber Ebû Basîr'i çağı-
kadaşları Ebû Basîr'i bulundukları yer-
ne, mi'rac olayı başta olmak üzere gayb-
rarak kendisini Kureyşliler'e teslim et-
de defnettiler ve kabrinin yanına
la ilgili haberleri hiç tereddütsüz kabul
edilebileceklerini
bildirdiler.
bir
), çok şefkatli ve merha-
101 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
EBÛ BEKİR ettiği için bizzat Resûl-i Ekrem tarafın-
zûmî, Hâlid b. Saîd b. Âs, Ubeyde b. Hâ-
ce Hz. Ebû Bekir sadece Allah'ın hima-
dan verilmiş ve İslâm literatüründe bu-
ris, Habbâb b. Eret, Erkam b. Ebü'l-Er-
yesine sığındığını söyleyerek Mekke'de
nunla şöhret bulmuştur. Hz. Peygam-
k a m , Bilâl-i Habeşî, Suheyb-i R û m î gibi
oturmaya devam etti.
ber'in vefatından sonra onun devlet yö-
önemli kişiler bulunmaktadır. Hz. Ebû
Müslümanlar Medine'ye hicret etme-
netimi görevini üstlendiği için de "Ha-
Bekir, Mekke döneminde Kureyşli müş-
ye başlayınca Ebû Bekir de hicret için
lîfetü
riklerin ağır işkencelerine m â r u z kalan
Hz. Peygamber'den izin istedi. Resûlul-
müslüman
lah ona acele etmemesini, Allah'ın ken-
Resûlillâh"
unvanıyla
anılmıştır.
Bekir adlı bir çocuğu olmadığı halde ken-
kölelerle yabancılardan er-
disine Ebû Bekir künyesinin niçin veril-
kek, kadın, zayıf ve güçsüz pek çok kim-
disine bir arkadaş bulacağını söyleyince
diği konusunda kaynaklarda yeterli bil-
seyi efendilerine büyük paralar ödeye-
Hz. Peygamber ile birlikte hicret e t m e
gi yoktur.
rek satın alıp âzat etmiştir. Kurtardığı
şerefine nâil olacağını anlayarak hazırlık
Ebû Bekir'in çocukluğu, gençliği ve
bu sahâbîler arasında Bilâl-i Habeşî, an-
yapmaya başladı. Bu k o n u ş m a d a n dört
m ü s l ü m a n olmadan önceki hayatı hak-
nesi H a m â m e , Âmir b. Füheyre, Ubeys,
ay sonra Resûl-i Ekrem Kureyşliler ken-
kında kaynaklarda fazla bilgi bulunma-
Ümmü Ubeys, Ebû Fükeyhe, Zinnîre, Neh-
disini öldürmeye karar verince Ebû Be-
maktadır. Yalnız elbise ve k u m a ş tica-
diye ve Lübeyne sayılabilir. Onun serve-
kir'in evine gelerek Medine'ye hicret ede-
retiyle meşgul olduğu, İslâmiyet'i kabul
tini bu şekilde harcamasından rahatsız
ceklerini söyledi. O gece müşrikler tara-
ettiği sırada 40.000 dirhem kadar ser-
olan babası Ebû Kuhâfe, güçsüz ve za-
fından evi kuşatılan Hz. Peygamber yatağına Hz. Ali'yi yatırarak Ebû Bekir'le
mayesi bulunduğu, ticaret kervanlarıyla
yıf köleler yerine güçlü kuvvetli kimse-
Suriye ve Yemen'e seyahat ettiği bilin-
leri satın almasını tavsiye ettiği z a m a n
birlikte Sevr mağarasına doğru hareket
mektedir. Hz. Peygamber'in yirmi beş
babasına satın aldığı kölelerden fayda-
ettiler. Resûl-i Ekrem, kendilerini takip
yaşlarında iken katıldığı Suriye ticaret
lanmayı düşünmediğini, bu hareketiyle
eden müşriklerin mağaranın ağzına ka-
kervanında onun da bulunduğu rivayet
Allah'ın rızâsını kazanmayı
dar gelmesi üzerine korkuya kapılan Hz.
edilir.
söylemiştir. Taberî, onun Allah yolunda-
Ebû Bekir'i teselli ederek onların kendi-
ki bu fedakârlığı üzerine Leyi sûresinin
lerine zarar veremeyeceğini söyledi (Müs-
Ebû Bekir'in nasıl m ü s l ü m a n olduğu hususunda da kaynaklarda pek az bilgi bulunmaktadır. Genellikle Hz. Muhammed'in peygamber olduğunu haber alınca yanına gittiği ve kendisiyle görüştükten sonra İslâmiyet'i kabul ettiğine inanılır. Buna karşılık hemen bütün kaynaklarda Ebû Bekir'in İslâmiyet'i ilk kabul eden kişi olup olmadığı konusundaki çeşitli rivayetlere yer verilmiştir (Câhiz. s. 3-13). Hz. Peygamber'in onun üstünlüğ ü n d e n söz ederken kendisini herkesin yalanladığı bir sırada Ebû Bekir'in inandığını ve İslâmiyet için her şeyini feda ettiğini söylemesi (Buhârî, "Fezâ'ilü ashâbi'n-nebî", 5) onun ilk müslümanlardan olduğunu göstermektedir. Kaynak-
umduğunu
5-7. âyetlerinin nâzil olduğunu rivayet
lim, "Fezâ'ilu ş-şahâbe", 1). Daha sonra
eder (Câm/ c u7- beyân, XXX, 142). Hz. Pey-
nâzil olan ve Ebû Bekir'in bu üzüntüsü-
gamber'in Erkam b. Ebü'l-Erkam'ın evin-
nü dile getiren âyet-i kerîmede Resûl-i
de bulunduğu bir sırada Ebû Bekir'in
Ekrem'in onu, "Üzülme, Allah bizimledir"
ısrarı üzerine Mescid-i Harâm'a gidildi,
(et-Tevbe 9 / 4 0 ) diye teselli ettiği belir-
o esnada üzerine saldıran Utbe b. Rebîa
tilmektedir. Hz. Ebû Bekir bu özel du-
tarafından öldüresiye dövüldü. Kendine
r u m u sebebiyle Türk ve İran edebiyat-
gelince annesinden
Peygamber'in
larında "yâr-ı gar (mağara dostu, can yol-
bulunduğu Erkam'ın evine götürülme-
daşı) ifadesiyle anılmıştır. Mekke döne-
sini istedi. Resûlullah'ı sağ salim görün-
m i n d e Hz. Peygamber onunla Hz. Ömer
ce ağlayarak ona sarılıp ö p t ü ; sonra da
arasında kardeşlik bağı k u r m u ş t u (İbn
Hz.
kendisine yardım eden annesinin hida-
Sa'd, I, 238; III, 174, 175). Medine'de ise
yete ulaşması için Resûl-i Ekrem'in du-
evinde misafir olduğu Hârice b. Zeyd ile
asını niyaz etti. Hz. Peygamber onun bu
arasında kardeşlik bağı kuruldu. Hârice
samimi arzusu üzerine dua edince an-
b. Zeyd'in, servetini kendisiyle paylaş-
nesi m ü s l ü m a n oldu.
m a teklifini kabul etmeyip hicret eder-
larda, Suriye'ye yaptığı seyahatlerde ra-
Resûl-i Ekrem Mekke'ye gelen insan-
hip Bahîrâ, rahip Nestûrâ ve Yemen'de-
ları İslâmiyet'e davet ederken ensâb il-
ki Ezdli bilginle g ö r ü ş t ü ğ ü n e ve yine
mini iyi bilen Ebû Bekir onun yanında
Suriye'de g ö r d ü ğ ü bir rüya üzerine Hz.
bulunarak
Peygamber'in risâletine hemen iman et-
la kolayca dostluk kurmasında kendisi-
Hz. E b û Bekir a d ı n a d ü z e n l e n e n bir l e v h a -
meye hazır hale geldiğine dair menkıbe-
ne yardımcı olurdu. Hz. Peygamber'in
Ayasofya Camii / istanbul
vî rivayetler bulunmaktadır (Muhibbüddin
risâletinin beşinci yılında (615-616) Ku-
et-Taberî, I, 83-88; Koksal, III, 111-114).
çeşitli
kabile
mensuplarıy-
reyşliler'in müslümanlara işkenceyi art-
Mekke d ö n e m i n d e İslâmiyet'in yayıl-
tırması ve özellikle kendisinin yüksek
masında Hz. Ebû Bekir'in Kureyş'in ileri
sesle Kur'an okumasına engel olmaları
gelenlerinden biri olmasının büyük tesi-
üzerine dayısının oğlu Hâris b. Hâlid ile
ri vardır. Hz. Peygamber'in Mekkeliler'i
Habeşistan'a gitmek üzere Mekke'den
İslâmiyet'e gizlice davet ettiği sıralarda
ayrıldı. Yolda karşılaştığı dostu İbnü'd-
Kureyş'in ileri gelenlerinden birçok kim-
Düğunne Kureyşliler'le konuşarak dini-
olmuş-
ni kimseye açıklamaması şartıyla onun
tur. Bunlar arasında, başta aşere-i mü-
Mekke'de kalmasını sağladı. Ancak Ebû
se onun vasıtasıyla m ü s l ü m a n
beşşereden Hz. Osman, Talha b. Ubeydul-
Bekir gizlice ibadet etmeye ve Kur'an'ı
lah, Sa'd b. Ebû Vakkâs, Zübeyr b. Av-
sessiz okumaya uzun süre dayanamayıp
vâm, Abdurrahman b. Avf ve Ebû Ubeyde
Kureyşliler'le yaptığı anlaşmayı bozdu.
b. Cerrâh olmak üzere Osman b. Maz'ûn,
Bunun
Abdullah b. Mes'ûd, Ebü Seleme el-Mah-
kendisini himaye etmeyeceğini bildirin-
üzerine İbnü'd-Düğunne
artık
102 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
EBÛ BEKİR ken yanına
artakalan
m ü s l ü m a n olan yegâne sahâbî oldu (İbn
onun halife olmasını uygun görerek Mes-
5000 dirhemle Medine'de ticarete baş-
aldığı
paradan
Sa'd, V, 451). Hz. Ebû Bekir Huneyn Gaz-
cid-i Nebevî'de kendisine biat ettiler. Hz.
ladı. Fakat şehrin havası sağlığına iyi gel-
vesi ve Tâif Muhasarası 'na da katıldı.
Ebû Bekir, takip edeceği siyasetin ge-
medi ve sıtmaya tutuldu, oğlu Abdullah'a
Tebük Gazvesi'nde Resûlullah'ın kendi-
nel esaslarını ortaya koyan meşhur hut-
m e k t u p yazarak Mekke'de kalan ailesi-
sine verdiği en büyük sancağı taşıdı. Or-
besinde müslümanların en iyisi olmadı-
ni Medine'ye getirmesini istedi. Abdul-
dunun bu gazveye hazırlanması için bü-
ğı halde onlara başkan seçildiğini ifade
lah da kız kardeşleri Esma ve Âişe ile
t ü n servetini Resûl-i Ekrem'in emrine
ederek doğru hareket ederse kendisi-
annesi Ü m m ü Rûmân, Hz. Peygamber'in
tahsis etti. Hicretin 9. yılında (631) biz-
ne yardım etmelerini, yanlış davranırsa
hanımı Şevde ile kızları Fâtıma ve Üm-
zat hacca gitmeyen Hz. Peygamber onu
doğrultmalarını, Allah'a ve Resulü'ne ita-
m ü Külsûm ile birlikte Medine'ye hicret
300 sahâbî ile emîr-i hac tayin etti. Bir
at ettiği müddetçe müslümanların ken-
etti.
yıl sonra da Hz. Peygamber ile birlikte
disine itaat etmelerini istedi.
Hz. Ebû Bekir hicretten sonra Resûl-i
Vedâ haccına katıldı.
Hz. Ebû Bekir'in halife olduktan son-
Ekrem'in mescid yapılmasını uygun gör-
Hicretin 11. yılı Safer ayının son hafta-
raki ilk icraatı, Üsâme b. Zeyd'in kuman-
düğü arsayı satın alarak Medine'deki fa-
sında (Mayıs 632) rahatsızlanan Hz. Pey-
dasında sefere hazırlanan orduyu gön-
aliyetlerine başladı. Mekke döneminde
gamber ashabına yaptığı konuşmada, Al-
dermek olmuştur. Hz. Peygamber'in ve-
olduğu gibi, Medine döneminde katıldı-
lah Teâlâ'nın bir kulunu dünya ile kendi
f a t etmeden önce M û t e Savaşı'nda şe-
ğı seriyyeler ve 9. yılda (631) emîr-i hac
yanında olandan birini tercih etmekte
hid olanların intikamını almak üzere ha-
tayin edildiği günler dışında Hz. Peygam-
serbest bıraktığını, o kulun da Allah'ın
zırladığı ve Suriye'ye doğru göndermeyi
ber'in yanından hiç ayrılmadı. Kuman-
yanında olanı tercih ettiğini söylemesi
kararlaştırdığı ordu onun rahatsızlığı ve
danlığını Resûlullah'ın yaptığı b ü t ü n sa-
üzerine Hz. Ebû Bekir kastedilen kişi-
vefatı dolayısıyla yola çıkamamıştı. Din-
vaşlarda, Hudeybiye Antlaşması, Umre-
nin Resül-i Ekrem olduğunu anladı ve
den d ö n m e olaylarından (bk. RİDDE) çe-
tü'l-kazâ ve Vedâ haccında bulundu. Re-
ağlamaya başladı. Resûlullah onun sus-
kinen bazı sahâbîler mürtedlerin Medi-
sûl-i Ekrem Bedir Gazvesi'ne karar ver-
masını istedi ve Ebû Bekir'in kapısı dı-
ne'ye saldırabileceklerinden endişe et-
meden önce onunla istişare etti; Ebû
şında mescidin avlusuna açılan
bütün
tiklerini Ebû Bekir'e bildirerek Üsâme
Bekir, Resûlullah için kurulan kumandan-
kapıların kapatılmasını emretti. Bunun
kumandasındaki orduyu göndermeme-
lık karargâhında onun yanında yerini al-
sebebini açıklarken de İslâmiyet'e on-
sini rica ettiler. Diğer bazı sahâbîler de
dı. Bu gazvede müşriklerin safında bu-
dan daha faydalı kimseyi tanımadığı-
Üsâme'nin çok genç ve tecrübesiz, ayrı-
lunan oğlu Abdurrahman ile savaşması-
nı, insanlar arasında bir dost edinecek
ca azatlı bir kölenin oğlu olduğunu ileri
na Hz. Peygamber izin vermedi. Bedir'-
olsa onu tercih edeceğini söyledi. Na-
sürerek onu değiştirmesini teklif etti-
de alman esirlere nasıl davranılması ge-
maza çıkamayacak kadar hastalanınca
ler. Hz. Ebû Bekir b ü t ü n bu teklif ve iti-
rektiği konusunda Hz. Peygamber onun
namazı Ebû Bekir'in kıldırmasını istedi
razları reddedip 1 Rebîülâhir 11 (26 Ha-
görüşüne uydu. Hz. Ebû Bekir, Uhud'da
(Hz. Ebû Bekir'in kaç vakit namaz kıldırdı-
ziran 632) tarihinde Üsâme ordusuna ha-
savaş
ğı hakkındaki rivayetler için bk. Kettânî, I,
müslümanlar
aleyhine
gelişme
gösterdiği andan itibaren vücudunu Resûlullah'a siper eden ve yanından hiç ayrılmayan birkaç sahâbîden biridir. Hicretin 6. yılında (627) müslümanlar
Hudeybiye'de
Kureyşli
süvarilerle
146-147). Resûl-i Ekrem pazartesi g ü n ü kendini iyi hissederek sabah namazı için mescide gitti ve namaz kıldırmakta olan Ebû Bekir'in yanında namaza durdu. Hz. Pey-
karşılaştıkları z a m a n da Hz. Peygamber
gamber'in iyileşmesine b ü t ü n sahâbîler
yine onunla istişare etti. Barış görüş-
gibi çok sevinen Hz. Ebû Bekir namaz-
meleri esnasında, Kureyş elçisi Urve b.
dan sonra kendisini ziyaret ederek bir
Mes'ûd'un müslümanları hedef alan ve
süreden beri uğramadığı evine gitmek
onların Resûl-i Ekrem'i bırakıp kaçacak-
üzere izin aldı. Birkaç saat sonra Resû-
larını iddia eden hakaret dolu sözlerine
lullah'ın vefat ettiğini öğrendi. Onun hüc-
sert tepki gösterdi. Hudeybiye Antlaş-
re-i saâdetine girerek yüzünü açtı, alnı-
ması üzerine nâzil olan Feth sûresini en
nı öptü ve daha sonra mescide geçti.
iyi anlayanlardan biri olarak umre yapıl-
Başta Hz. Ömer olmak üzere şaşkınlık
Medine'ye d ö n m e kararını bir
içinde bulunan ve Hz. Peygamber'in ve-
türlü kabul edemeyen Hz. Ömer'i ikna
fatına inanmak istemeyen sahâbîleri ik-
etti. Hz. Peygamber 7. yılın Şâban ayın-
na eden meşhur konuşmasını yaptı.
madan
da (Aralık 628) Necid bölgesine gönder-
Ensarın Saklfetü Benî Sâide'de topla-
diği seriyyeye Ebû Bekir'i kumandan ta-
narak halife seçimi konusunu görüştü-
yin etti; o da Benî Kilâb ve Benî Fezâre
ğ ü n ü öğrenince Hz. Ömer'le birlikte ora-
kabilelerini yola getirerek Medine'ye dön-
ya giden Hz. Ebû Bekir, ensar ve muha-
dü (İbn Sa'd, II, 117-118). Mekke'nin fet-
cirlerden birer emîr seçilmesini isteyen
hinde İslâm ordusu şehre girdiği zaman
sahâbîlere bu görüşün doğru olmadığı-
doğruca babasının yanına gitti, onu Hz.
nı, İslâm birliğini sağlamak için tek lider
Peygamber'in huzuruna getirerek müs-
etrafında toplanmak gerektiğini söyle-
lüman olmasını sağladı. Böylece sağlı-
di. Aday olarak da Hz. Ömer'le Ebû Ubey-
ğında annesi, babası ve bütün çocukları
de b. Cerrâh'ı gösterdi. Fakat sahâbîler
Ebû B e k i r ' i n i s m i n i n g e ç t i ğ i , Aziz E f e n d i t a r a f ı n d a n nesih hatla vazılmış Ehl-i Bedr Risalesi'nin
ilk sayfası (Muhittin
Serin koleksiyonu)
103 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
EBÛ BEKİR
Ebû Bekir'in d e yer aldığı, h a t t a t Hulûsî E f e n d i ' n i n c e i î s ü l ü s h a t i a y a z d ı ğ ı a ş e r e - i m ü b e $ s e r e h a d i s i {Muhittin Serm koleksiyonu)
reket emrini verdi. Üsâme atlı, kendisi yaya olarak bir müddet yürüdükten sonra askerlere bir hitabede bulundu. Onlara Allah yolunda kâfirlerle savaşmayı, hainlik etmemeyi, sözünde durmayı, ganimet malına zarar vermemeyi, korkup çekinmemeyi, fesad çıkarmamayı,- emirlere karşı gelmemeyi, çocukları, kadınları ve yaşlı insanları öldürmemeyi, meyve veren ağaçları kesmemeyi, yemek ihtiyaçları dışında koyun, sığır ve develeri boğazlamamayı, manastırlara çekilmiş kimselere dokunmamayı, kendilerine ikram edilen yemekleri Allah'ın ismini anarak yemeyi tavsiye etti. Düşmanla savaş yapmayan bu ordu bazı âsi kabileleri yola getirerek Medine'ye döndü. Resûl-i Ekrem'in peygamberlik görevini tamamladıktan sonra hastalanması, peygamber olduğunu ileri süren bazı yalancılara cesaret vermişti. Onun vefatıyla birlikte bu hareketler isyana dönüştü. Kabilelerin bir kısmı da Resûlullah'ın vefatı üzerine namaz kılmakla beraber devlete artık zekât vermeyeceklerini ilân ettiler. Bu arada Arabistan'ın muhtelif yerlerinde yaşayan yeni müslüman olmuş bazı kabileler Medine ile irtibatlarını kestiler. Bunların bir kısmı yalancı peygamberlere tâbi olurken bazıları zekât vermeyeceklerini bildirdiler. Peygamber olduğunu iddia edenlerle savaşma konusunda bir ihtilâf bulunmamakla birlikte zekât vermek istemeyenlerle mücadele hususunda müslümanlar arasında farklı görüşler ortaya çıktı. Hz. Ömer, "Lâ ilâhe illallah" diyenlerle savaşmanın doğru olmayacağını söylerken bazıları o yıl zekât toplanmasından vazgeçilmesini teklif ettiler. Hangi sebeple olursa olsun irtidad edenlerle mü-
cadelede kararlı olan Hz. Ebû Bekir önce Medine'deki sahâbîlerin tereddütlerini giderdi. Namaz ile zekâtı birbirinden ayrı düşünmenin doğru olmayacağını, bunları ayrı birer ibadetmiş gibi görmek isteyenlerle savaşmanın şart olduğunu belirtti. Dinin tamamlandığını, onun bazı esaslarının terkedilmesine izin vermeyeceğini söyleyerek Hz. Ömer'den yardım istedi. Bu kararlı tavrıyla bütün tereddütleri gideren Hz. Ebû Bekir 11 yılı Cemâziyelevvel (veya Cemâziyelâhir) ayında (Ağustos -Eylüi 632), 100 kişilik bir süvari birliğinin başına geçerek Fezâre kabilesinin zekâtına el koyan ve Medine'ye saldırmak isteyen Hârice b. Hısn el-Fezârî'nin üzerine yürüdü. Kısa bir çarpışmadan sonra âsileri dağıttı. Birkaç gün bekledikten sonra Medine ve çevresindeki kabilelerden gelen yardımcı güçlerle birleşerek peygamberlik iddiasında bulunan Tuleyha b. Huveylid üzerine yürümeyi kararlaştırdı. Ancak Hz. Ömer ve Hz. Ali'nin ısrarları üzerine ordunun başına Hâlid b. Velîd'i getirerek Medine'ye döndü. Hâlid b. Velîd, irtidad hareketlerinin bastırılmasında ve bilhassa Tuleyha, Secah ve Müseylimetülkezzâb'ın ortadan kaldırılmasında büyük başarı kazandı. Böylece Arap yarımadası büyük bir fitneden kurtulmuş oldu. Yemen ve Hadramut'taki isyanlar Muhacir b. Ebû Ümeyye kumandasındaki ordu ile mahallî valilerin gayretleri sonucunda bastırıldı. Bahreyn ve Uman'daki isyanlar da aynı şekilde sona erdi. Hz. Ebû Bekir, İslâm dinini tebliğ etme konusunda Hz. Peygamber'in başlattığı stratejiyi devam ettirerek Sâsânîler'in elinde bulunan Fırat'ın aşağı taraflarındaki bölgelere ordu göndermeye karar verdi. Bekir b. Vâil kabilesinin önemli bir kolu olan Şeybânîler'in reisi Müsennâ b. Hârise'nin Medine'ye gelerek İranlılarla savaşmak üzere kabilesine kumandan tayin edilmesini istemesi üzerine Hâlid b. Velîd'i Sâsânîler'le yapılacak savaşa başkumandan tayin etti ve Müsennâ'ya destek vermesini istedi. Hâlid Basra körfezindeki önemli yerleşim merkezlerini fethetti. Daha sonra aldığı bir emirle Suriye cephesine geçti. Müslümanların Bizans İmparatorluğu ile askerî mücadelesi Hz. Peygamber zamanında yapılan Mûte Savaşı'yla başlamış, Tebük seferiyle devam etmişti. Bizanslılarla yapılan bu savaşların hedefi bölgenin güvenliğini sağlamak, orada yaşayanların uğradığı zulüm ve haksızlığa son vermekti. Hz. Ebû Bekir de bu amaçla 633 yılı sonbaharında her biri
3000 kişiden oluşan üç ayrı birliği Suriye'nin güney ve güneydoğu sınırlarına göndermeyi kararlaştırdı. Yezîd b. Ebû Süfyân ile Şürahbîl b. Hasene'yi TebükMaan istikametinde, Amr b. Âs'ı Eyle üzerinden sahil istikametinde yola çıkardı. Kısa bir müddet sonra orduların mevcudu 7500'e ulaştı. Başkumandanlığa önce Amr b. Âs, daha sonra da Ebû Ubeyde b. Cerrâh getirildi. Vâdilarabe, Filistin'deki Kaysâriye ve Gazze şehirleri fethedildi. Bu sırada halifeden emir alan Hâlid b. Velîd Dımaşk şehri yakınlarına ulaşıp Mercirâhit karargâhındaki Bizans askerlerini mağlûp etti (18 Safer 13/23 Nisan 634). Daha sonra Dımaşk'ın güneyine doğru ilerleyerek diğer kumandanlarla birleşti ve Busrâ şehrini fethetti. Bizans'a karşı Suriye'de yapılan Ecnâdeyn Savaşı (28 Cemâziyelevvel 13/30 Temmuz 634) sonunda Filistin'in kapıları müsiümanlara açılmış oldu. Hz. Ebû Bekir, başkumandanlığını Hâlid b. Velîd'in yaptığı Ecnâdeyn Savaşı'nın neticesini öğrendikten sonra 22 Cemâziyelâhir 13 (23 Ağustos 634) tarihinde altmış üç yaşında vefat etti. Hz. Ebû Bekir 13 yılı Cemâziyelâhir ayının başında (Ağustos 634) hastalanınca sahâbîlerle hilâfet meselesini istişare etti ve Hz. Ömer'i veliaht bırakmayı kararlaştırarak Hz. Osman'a bir ahidnâme yazdırdı. Kızı Âişe'ye, vefat edince maaşının geri kalan kısmını beytülmâle iade etmesini ve Hz. Peygamber'in kabrinin yanına defnedilmesini vasiyet etti. Cenazesinin eski elbiseleriyle kefenlenmesini, karısı Esmâ bint Umeys tarafından yıkanmasını ve oğlu Abdurrahman'ın ona yardım etmesini istedi. Cenaze namazını Hz. Ömer kıldırdı. Hz. Ömer, Hz. Osman, Talha b. Ubeydullah ve oğlu Abdurrahman tarafından kabre konuldu. Şahsiyeti ve İlmi. Hz. Ebû Bekir kaynaklarda orta boylu, zayıf yapılı, seyrek sakallı, keskin bakışlı, gür saçlı, sarıya çalan beyazlıkta güzel ve ince yüzlü olarak tasvir edilir. İlk evliliğini Kuteyle bint Abdüluzzâ adlı bir hanımla yaptı. Bu evlilikten oğlu Abdullah ile kızı Esmâ doğdu. Kuteyle İslâmiyet'i kabul etmeyince onu boşayıp Ü m m ü Rûmân ile evlendi. Ü m m ü R û m â n ' d a n Abdurrahman ile Âişe dünyaya geldi. Ü m m ü Rûmân vefat edince Esmâ bint Umeys ile evlendi ve bu hanımından Muhammed adını verdiği bir oğlu oldu. Vefatından birkaç ay sonra da diğer hanımı Habîbe bint Hârice'den Ü m m ü Külsûm adlı kızı dünyaya geldi.
104 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
EBÛ BEKİR .'----
Hz. P e y g a m b e r ' i n E b û B e k i r ' i , ' ü m m e t i m i ç i n d e ü m m e t i m e karsı e n m e r h a m e t l i kişi" d i y e ö v d ü ğ ü , H u l u s i E f e n d i t a r a f ı n d a n c e l î - s ü l ü s h a t l a y a z ı l m ı ş h a d î s - i ş e r i f i (Muhittin Serin koleksiyonu)
Hz. Ebû Bekir Resûl-i Ekrem'e en yakın sahâbî idi. Kızı Âişe ile Hz. Peygamber'in evlenmesine dair hicretten önce verilen karar onların dostluğunu daha da pekiştirdi. Mekke döneminde meydana gelen iki olay onun Kur'ân-ı Kerîm'e ve Resûl-i Ekrem'in peygamberliğine olan kuvvetli imanını ortaya koymaktadır. Bunlardan ilki Rûm süresiyle ilgilidir. Bizans ve Sâsânî devletleri arasında 611 yılında başlayıp 619 yılına kadar devam eden savaşlarda Sâsânîler üstünlük sağlayarak Suriye ve Filistin'i işgal etmişlerdi. Bizans'ın mağlûbiyeti üzerine Mekkeli müşrikler ateşperest İranlılar'ın tarafını tutmuşlar, onlar Ehl-i kitap olan Bizans'a üstün geldikleri gibi kendilerinin de müslümanlara üstün geleceklerini söylemeye başlamışlardı. Bunun üzerine Rûm sûresi nâzil olmuş ve Rumlar'ın bu yenilgiden sonra üç ile dokuz yıl içinde galip gelecekleri haber verilmişti (er-Rûm 30/1-4). Kur'an'ın gelecekle ilgili haberine inanan Hz. Ebû Bekir, Bizans'ın Sâsânîler'e on yıl içerisinde galip geleceğine dair Übey b. Halef ile 100 deve karşılığında iddiaya girmişti. Kur'ân-ı Kerîm'in bu mûcizesi Aralık 627 tarihinde meydana gelen Ninevâ Savaşı' nda gerçekleşti. Hz. Ebû Bekir de o sırada hayatta olmayan Übeyy'in mirasçılarından aldığı 100 deveyi Hz. Peygamber'in emri üzerine fakirlere dağıttı. Onun güçlü imanını gösteren diğer olay ise İsrâ mûcizesidir. Hz. Peygamber mi'racdan bahsedince bazı müşrikler Ebû Bekir'e gelerek arkadaşının geceleyin Mescid-i Aksâ'ya gittiğinden, orada namaz kılıp Mekke'ye geri döndüğünden bahsettiğini söylediler. Mantık dışı buldukları bu olayı Hz. Ebû Bekir'in kabul etmeyeceğini beklerken ondan, "Eğer bunu Muhammed söylüyorsa şüphesiz doğrudur" karşılığını aldılar. Hz. Ebû Bekir'in mi'rac olayını bu şekilde kabul etmesi üzerine Resûl-i Ekrem kendisine Sıddîk lakabını vermiştir.
Resûl-i Ekrem bütün işlerinde Ebû Bekir'e danıştığı için bazı kaynaklarda kendisinden "Peygamber'in veziri" diye söz edilmektedir (Kettânî, I, 95-98). Resûl-i Ekrem'in vahiy kâtiplerinden olan Hz. Ebû Bekir onun sırrını saklamayı çok iyi bilir, yanında pek edepli davranırdı. Medine'ye elçiler geldiğinde onlara Hz. Peygamber'i nasıl selâmlayacaklarını öğretir, huzurunda sükûnetle oturmalarını tenbih ederdi (a.g.e„ I, 119-120). Gördüğü rüyaları Resûl-i Ekrem'e anlatır, bazan Hz. Peygamber'in veya diğer sahâbîlerin rüyalarını onun huzurunda yorumlar, olaylar ve verilecek kararlar üzerinde değerlendirmeler yapardı (Buhârî, "Eymân ve'nııüzûr", 9, "TaVır", 28, 29, 30, 47). Resûl-i Ekrem'e en çok kimi sevdiği sorulunca önce Hz. Âişe'nin, sonra da Hz. Ebû Bekir'in adını zikreder, insanların genellikle kendilerine yapılan iyiliğe karşılık verdiklerini, Hz. Ebû Bekir'in yaptığı iyiliklerin karşılığını kıyamet gününde Allah Teâlâ'nın vereceğini söylerdi. Câhiliye döneminde Kureyş'in kan davaları ile diyetlerdeki ihtilâflarına bakmakla görevli olan Ebû Bekir beşerî münasebetleri düzenlemeyi iyi bilirdi. Güzel ahlâkı, doğruluğu ve dürüstlüğü ile tanındığı, kabilesi arasında sevilip sayılan ve güvenilen bir kişi olduğu için herkes bilgisinden faydalanır, önemli işlerde kendisine danışılırdı. Câhiliye devrinde putlara tapmamış, o dönemin her türlü kötülüğünden, şeref ve haysiyet kırıcı hallerinden uzak bir hayat yaşamıştı. İçki içmediği gibi içki içenin namusunu ve mürüvvetini kaybedeceğini söylerdi. Başta Kureyş olmak üzere Arap kabilelerinin tarihini çok iyi bilirdi ve en iyi ensâb âlimlerinden sayılırdı. Ahlâk ve mizaç itibariyle kendisine benzediği Hz. Peygamber ile İslâmiyet'ten önce çok yakın bir arkadaşlık ve dostluk kurmuştu. Onunla birlikte olduğu zamanlarda huzur duyar, Mekke'den ayrıldığında onu özler, döndüğünde ilk önce onu ziyaret ederdi. Kus b. Sâide'nin Ukâz'da yaptığı meşhur konuşmasını Hz. Peygamber'le birlikte dinlemiş, tek Allah'a inanmayı tavsiye edip bir peygamberin geleceğini haber veren bu konuşmadan sonra âdeta yeni peygamberin gelmesini hasretle beklemeye başlamıştı. Hz. Ebû Bekir Kur'ân-ı Kerîm'i, Resûl-i Ekrem'in söz ve hareketlerini en iyi ve en süratli şekilde anlama kabiliyetine sahipti. Kur'an'ı ezbere bilir ve çok duygulu bir şekilde okurdu (Kettânî, I, 126128). Nitekim imamlık yapacak kimselerin Kur'an'ı en iyi bilen ve en güzel okuyanlardan seçilmesini tavsiye eden Hz.
Peygamber, yerine namaz kıldırmakla sadece onu görevlendirmişti. Hilâfeti esnasında Kur'ân-ı Kerîm'i mushaf haline getirmek suretiyle İslâmiyet'e en büyük hizmeti yapmıştır. Mütevazi, yumuşak huylu, hassas, uysal ve hoşsohbet bir insan olan Hz. Ebû Bekir halifeliği sırasında daha da mütevazi olmaya çalıştı. Kendini beğenenlere çok kızardı. Fakirlere, zor durumda olanlara yardım eder, misafirlere ikramda bulunurdu. Hiddeti, cesareti ve atılganlığı hemen farkedilmezdi. Biat merasiminden sonraki hutbelerinden birinde öfkelendiği zaman kendisinden uzak durulmasını tavsiye etmişti. Her zaman vakarlı ve ağır başlıydı. Az konuşur, kumandan ve valilerine de az konuşmalarını tavsiye ederdi. Onun dürüstlüğü çok meşhurdu. Başkalarının hakkına titizlikle riayet ederdi. Hz. Ebû Bekir hadislerin rivayetine önem verir, Resûl-i Ekrem'den bizzat duymadığı bir hadisi rivayet eden sahâbîlerden bunu Resûlullah'ın söylediğine dair şahit getirmesini istediği olurdu (Zehebî, Tezkiretü'l-huffâz, I, 2). Onun Hz. Peygamber'in hadislerinden 500 kadarını bir kitapta toplattığı, fakat hadisleri toplayanın bazı yanlışlıklar yapmış olabileceği düşüncesiyle bunları imha ettiğine dair rivayeti Zehebî doğru bulmamaktadır (a.g.e., I, 5). Zehebî'nin, "Allah bilir ya bu haber sahih değildir" ifadesi Muhammed Hamîdullah tarafından Hz. Ebû Bekir'in sözü olarak nakledilmiş ve onun hadis rivayet etmeyi doğru bulmadığı şeklinde yanlış anlaşılmıştır ( Hemmâm İbn Munebbih'in Sahifesi, s. 38-39). Bu sözün Ebû Bekir'e ait olmadığı Kenzü'lc ummârüe açıkça görülmektedir (Müttakî el-Hindî, X, 285-286, hadis nr. 29.460). Hz. Ebû Bekir'in Resûl-i Ekrem'den 142 hadis rivayet etmesi, onun hadislerin rivayetine ve toplanmasına karşı olduğu iddiasını çürütmeye yeterlidir. Bu hadislerin altısı hem Buhârî hem Müslim'de, ayrıca on biri sadece BuhârFde, biri de Müslim'de yer almaktadır. Hz. Ebû Bekir'in rivayet ettiği 142 hadis, Ebû Bekir Ahmed b. Ali el-Mervezî tarafından Müsnedü Ebî Bekri'ş-Sıddîk adıyla bir araya getirilmiştir (nşr. Şuayb el-Arnaût, Beyrut 1390/1970, trc. Ahmed Davudoğlu, İstanbul 1981). Hz. Ebû Bekir'den hadis rivayet eden meşhur sahâbîler arasında oğulları Abdurrahman ve Muhammed, kızları Âişe ve Esmâ ile Hz. Ömer, Osman, Ali, Abdullah b. Ömer, Abdullah b. Abbas, Zeyd b. Sâbit, Ebû Hüreyre,
105 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
EBÛ BEKİR Abdullah b. A m r zikredilebilir. Hz. Ebû Bekir'in az hadis rivayet etmesini, onun hadis nakletme ihtiyacının fazlaca hissedilmediği, herkesin Hz. Peygamber'i çok canlı bir şekilde hatırladığı bir devirde yaşaması ve halifelik döneminin çok
lısı Şedîd'i, Medine'nin gece bekçiliğine de Abdullah b. Mes'ûd'u tayin etti. Hilâfeti döneminde devlet idaresinde büyük gelişmeler olmadığı için yeni müesseselere ihtiyaç duyulmamıştır.
kısa olmasıyla izah etmek m ü m k ü n d ü r .
Hz. Ebû Bekir'in kumandanlarına ve valilerine verdiği emirler İslâm'ın ve Kur'-
Hz. Ebû Bekir ile Ömer "şeyhayn" diye anılmış, Kur'an ve Sünneti çok iyi bildiği için Ebû Bekir'e "şeyhülislâm" un-
an'ın evrensel esaslarına dayanmaktadır. Bu emirlerin savaş hukuku ve gayri müslimlerin statüsüyle ilgili olanları
vanının verildiğini söyleyenler de olmuşt u r (Kettânî, III, 176-177). Bazı fakih sa-
dikkat çekicidir. Bu arada irtidad edenlerin üzerine gönderdiği b a ş k u m a n d a n
hâbîler, Hz. Ebû Bekir ile Ömer'in ittifak ettikleri hususları diğer sahâbîlerin görüşlerine tercih etmişlerdir. İkisi arasın-
Hâlid b. Velîd'e, d ü ş m a n a onların kullandıkları silâhlarla mukabele etmesini emretmesi, değişen savaş teknolojisine rağ-
da ihtilâf bulunduğu zaman Ebû Bekir'in g ö r ü ş ü n ü n tercih edildiğini belirten İbn
m e n İslâmiyet'in insan hayatını her şeyin üstünde t u t t u ğ u n u göstermesi ba-
Kayyim el-Cevziyye onun nassa muhalif, kaynağı zayıf hiçbir fetva ve hükmünün bulunmadığını, ayrıca hilâfetinin Hz.
kımından çok önemli bir husustur. Hz. Ömer'in teklifi üzerine müellefe-i kul û b * a zekât gelirlerinden pay vermeme-
Peygamber'in yönetimine t a m a m e n uygun olduğunu söyler (Tlâmü'l-muuakkı'în, IV, 119-120). Hz. Ebû Bekir'in İslâm h u k u k u n u n çeşitli konularına dair görüşleri M u h a m m e d Revvâs Kal'acî tarafından M e v s û ' a t ü fıkhî Ebî Bekri'şSıddîk adıyla müstakil bir eserde toplanmıştır (Dımaşk 1403/1983).
si, ganimetin beşte birinin taksiminde Peygamber yakınlarına eskiden olduğu gibi hisse ödememesi onun döneminin diğer önemli gelişmeleridir. Halife olduktan sonra eski mesleği olan ticaretle uğraşmasını uygun görmeyen Hz. Ömer ile Ebû Ubeyde b. Cerrâh kendisine maaş bağlanmasına ön ayak olmuşlardır. Hz. Ebû Bekir devlet işlerinde Resûl-i Ekrem'den intikal eden m ü h r ü , şahsî işlerinde ise "Ni'me'l-kâdiru Allah" (Kettânî, 1, 256) veya "Abdün zelîl li-rabbin celîl" (Nüveyrî, XIX, 144) ibaresini taşıyan m ü h r ü n ü kullanırdı.
Halife seçildikten altı ay kadar sonra evinde veya evinin yanında ilk defa beytülmâli kuran Hz. Ebû Bekir, buraya muhafız tayin edilmesini teklif edenlere de kilitli olduğu için korkuya gerek bulunmadığını söyledi. Esasen kendisi, ganim e t ve fey gelirlerini sahâbîler arasında eşit olarak hemen dağıttığı için beytülmâlin korunmasına fazla ihtiyaç yoktu. Nitekim vefat ettiği z a m a n Hz. Ömer bazı sahâbîlerle beytülmâle girdiğinde burada bir dirhemden başka bir şey bulamamıştır. İşlerinin çokluğu sebebiyle evini Medine'nin merkezine taşıdığında beytülmâle Ebû Ubeyde b. Cerrâh'ı, kazâ işlerine Hz. Ömer'i, kâtipliğine Zeyd b. Sâbit ile Hz. Osman'ı, hâcibliğine âzat-
İslâm tarihinde "halife" tabiri ilk defa Hz. Ebû Bekir hakkında kullanılmıştır. Resûl-i Ekrem'in halefi olması sebebiyle ashap tarafından kendisine verilen bu unvana itiraz. etmemiş, f a k a t "halîfetullah" unvanını uygun görmemiştir. Sünnî ulemâsı onun müslümanların en faziletlisi ve hilâfet m a k a m ı n a en uygun sahâbî olduğunda ittifak etmiştir. Buna karşılık Şiîler, Hz. Peygamber'in vefatından sonra Hz. Ali'nin halife olma-
sıyla ilgili ilâhî emir bulunduğunu, Ebû Bekir'in bu emre uymadığını ve Resûlullah'ın cenazesi daha ortada iken hilâfeti Hz. Ali'den gasbettiğini ileri sürmüşlerdir. Sünnî kaynakların ittifakla belirttiğine göre Hz. Ebû Bekir Resûl-i Ekrem'in cenazesiyle meşgul olurken ensarın e m î r seçmek üzere toplandığını öğrenip oraya gitmiş, tek bir halife etrafında birleşmek gerektiğini belirterek Hz. Ömer ile Ebû Ubeyde b. Cerrâh'ı aday göstermiş, f a k a t sahâbîler onun Resûlullah'a olan yakınlığını dikkate alarak kendisini halife seçip biat etmişlerdir. Hz. Ali'yi halifeliğe daha uygun gören Hâşimoğulları'ndan bir grup sadece bir gün gecikmeyle biat etmişlerdir. Hz. Ali'nin ise Fedek arazisi sebebiyle Hz. Ebû Bekir'e dargın olan hanımı Hz. Fâtıma'yı ü z m e m e k için onun vefatına kadar biat etmeyi ertelediği ve hilâfet meselesinin ç ö z ü m ü n ü n kendisi dışında cereyan ettiği için kırgınlık duyduğu ileri sürülmüştür. Gerçekten de Hz. Ali, Ebû Bekir'e halife olduktan altı ay sonra Hz. Fâtıma vefat edince biat etmiştir. Bununla beraber hiçbir z a m a n kendisinin halife olmasıyla ilgili bir nastan söz etmediği gibi Ebû Bekir'e biat ettikleri için sahâbeye gücendiğini ima bile etmemiştir. Esasen Hz. Ali'nin hilâfetine dair bir nas bulunsaydı başta kendisi olmak üzere diğer sahâbîler de bu konuda kesinlikle sessiz kalmazlardı. Öte yandan Şiîler'in, Hz. Ali'nin nassa r a ğ m e n Hz. Ebû Bekir'e biat etmesindeki çelişkiyi ortadan kaldırmak için onun takıyye* yaptığını veya İslâmiyet'in gelişmesine engel olm a m a k için biat e t m e k zorunda kaldığını söylemeleri de inandırıcı görünmemektedir. Sünnîler, Hz. Osman halife old u ğ u n d a İslâmiyet'in bir yandan Buhârâ'ya, öte yandan Kuzey Afrika'ya kadar ulaştığını, Hz. Ali'nin böyle bir düşünceye sahip olduğu takdirde özellikle Hz. Osman'a biat etmemesi gerektiğini söylemişlerdir. Hz. Ali'nin Hz. Ömer ve Osman'a biat etmesi ve çocuklarına onların adlarını vermesi de hilâfet konusunda hakkının yenildiği düşüncesine sahip olmadığına delil gösterilmiştir. Diğer taraftan Şiîler Hz. Ebû Bekir'i,
Ebû Bekir'in de medfun bulunduğu Mescid-i Nebevî'deki Kubbe-i Hadrâ'dan bir g ö r ü n ü ş Medine
Fedek arazisi konusunda Hz. Fâtıma'yı ü z d ü ğ ü , dinî konuları yeterince bilmediği, Hz. Ömer'i kendi yerine halife tayin ettiği gibi iddialarla tenkit etmişlerdir (tenkitler için bk. İbnü'l-Mutahhar el-Hillî, s. 132 vd., bu tenkitlere verilen cevaplar için bk. İbn Teymiyye, VIII, 226 vd.). Halbuki Ebû Bekir Fâtıma'yı şahsî kanaati sebebiyle üzmemiş, peygamberlerin miras
106 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
EBÛ BEKİR bırakmayacağını ifade eden hadise göre (Buhârî, "Humus", I, "Fezâ'ilü aşhâbi'nnebî", 12, "Meğâzî", 14, 38, "Nafakât", 3, "Ferâ'iz", 3, "İ'tisâm", 5; Müslim, "Cihâd", 49-52, 54, 56) hareket etmiştir. Onun dinî konuları yeterince bilmediği iddiası bazı uydurma rivayetlere ve zoraki yorumlara dayanmaktadır. Hz. Ebü Bekir, yıllarca Resûlullah ile birlikte bulunmuş bir kişi olarak ortaya çıkan meselelere ya şahsî bilgi ve ferâsetiyle veya ileri gelen sahâbîlerle istişare etmek suretiyle çözümler getirmiştir. Kendi yerine Hz. Ömer'i halife tayin etmesi de bu istişarelerin bir sonucudur. Esasen Hz. Ömer'in başarılı yönetimi bu tayinin ne kadar isabetli olduğunu göstermektedir. Hz. Ebû Bekir ile Hz. Ali sahâbîler arasında en güzel konuşan iki hatip olarak tanınır. Ebû Bekir'in çok tesirli konuşmaları fesahat ve belâgat bakımından olduğu kadar muhtevalarının güzelliğiyle de ünlüdür. Onun bazı özlü sözleri şöyledir: "Sana yol göstermek isteyenden durumunu gizleme, aksi takdirde kendini aldatırsın"; "Bir hayrı kaçırırsan onu yakalamaya çalış, ulaşınca da onu geç"; "Sabır imanın yarısı, yakîn ise tamamıdır"; "Ölüme karşı haris ol, sana hayat verilir". Hz. Ebü Bekir'in bir kitap haline
Hz. E b û B e k i r ' i n a d ı n ı n yer aldığı Şevki E f e n d i ' n i n s ü l ü s nesih hilyesi (İÜ Ktp., Demirbaş nr. 7/1)
getirilen vecize niteliğindeki sözleri bazı müellifler tarafından şerhedilmiştir. Bunlara örnek olarak Reşîdüddin Muh a m m e d b. Muhammed Vatvât'ın Tuhfetü'ş-sadîk ile'ş-şadîk miri kelâmi Ebî Bekri'ş-Sıddîk'ı (Süleymaniye Ktp., Bağdatlı Vehbi Efendi, nr. 657; Ayasofya, nr. 2854), Kastamonulu Mustafa b. Muhammed'in Şerh-i Şad [Mi'e) Kelime-i Ebû Bekr"\ (Süleymaniye Ktp., Esad Efendi, nr. 1351; Nuruosmaniye Ktp., nr. 3469) ve Cemâleddin el-Halvetî'nin aynı adlı eseri (İÜ Ktp., AY, nr. 411) zikredilebilir. Hz. Ebû Bekir'in, tanınmış edip ve hatiplerin sözlerini gençliğinden beri dikkatle dinlediği, okuduğu, birçoğunu ezberlediği, bunları sık sık tekrarladığı ve ezberindeki şiirleri çok güzel okuduğu bilinmektedir. Hz. Peygamber şairi Hassân b. Sâbit'e, Kureyş'in ensâbı konusunda ihtiyaç duyduğu bilgileri Ebû Bekir'den öğrenmesini tavsiye ederdi. Hz. Ebû Bekir'in şair olduğunu ileri sürenler de vardır. Hatta onun soyundan gelen Halvetî şeyhlerinden Mustafa el-Bekrî es-Sıddîkl'nin ceddinin sözlerinden bir divan derlediği de bilinmektedir (Kettânî, I, 284). Abdülhay es-Sâlimî'nin Eş'âru Ebî Bekri'ş - Sıddîk adlı eseri Süleymaniye Kütüphanesi'nde bulunmaktadır (Nafiz Paşa, nr. 443, vr. 32-52). Kaşîde-i Bürde'nin baş tarafında, "Kasîde-i Ebû Bekri's-Sıddîk radıyallâhü anh" başlığıyla yer alan bir sayfalık kaside (İstanbul 1326) Osmanlı medreselerinde talebelere okutulurdu. Ancak güvenilir kaynaklar Hz. Ebû Bekir'in şair olmadığını ve şiir söylemediğini belirtirler. Hz. Ebû Bekir'in soyundan gelenler Bekri ve Sıddîkî nisbeleriyle anılır. Muhammed Tevfik b. Ali el-Bekrî, bu aile mensuplarının şecere ve hal tercümeleri hakkında Kitâbü beyti'ş-Sıddîk (Kahire 1323), İbrâhim b. Emîr el-Ubeydî de c Umdetü't-tahkik fî beşâ'iri âli Sıddîk (Kahire 1307) adlı eserleri kaleme almışlardır. Tasavvufta "sıddîkıyyet" makamı Hz. Ebû Bekir'e nisbet edilir. Sülük usulü olarak zikr-i hafîyi benimseyen Nakşibendiyye tarikatı mensupları, Hz. Peygamber'in hicret esnasında Sevr mağarasında bulundukları sırada Hz. Ebû Bekir'e bu zikir tarzını öğrettiğine inanırlar. Hz. Ebû Bekir'e nisbet edilen ve Bekriyye veya Sıddîkıyye adıyla anılan tarikat bugünkü anlaşılan mânada bir tarikat olmayıp hafî zikir tarzını ifade eder. Bu zikir tarzı Bâyezîd-i Bistâmî'den sonra Hâcegâniyye-Nakşibendiyye
silsilesinde devam etmiştir. Nakşibendiyye'nin Hz. Ebû Bekir'e ulaşan bu silsilesine Bekri veya Sıddîkî silsile adı verilir. Bu tarikatın Hz. Ali'ye ulaşan iki ayrı Alevî silsilesi daha vardır. Hz. Ebû Bekir'in ashabın en faziletlisi olduğunu, hatta nasla halife tayin edildiğini ileri süren bir gruba Bekriyye denildiği bazı kaynaklarda yer almakla birlikte bu kullanılış yaygınlık kazanmamıştır. İslâmî Türk edebiyatının daha çok dinî-tasavvufî mahsullerinde Hz. Ebû Bekir'in şahsiyetiyle ilgili bazı motif ve imajlara rastlanmaktadır. Ayrıca az sayıda müstakil mensur eserde onun hayatı ve faziletleri konu edilmiştir. Hz. Ebû Bekir'in şahsiyeti etrafında meydana getirilen manzum eserlerin birinci grubunu hakkında yazılmış methiyeler, na'tler, hilyeler, ilâhi ve kasideler teşkil eder. İslâmî Türk edebiyatında Hz. Peygamber'in hayatından bahseden manzum ve mensur eserlerde de Resûl-i Ekrem'e olan yakınlığı sebebiyle ona genişçe yer verilmiştir. Bunların yanı sıra Hz. Peygamber'in mi'racmı işleyen mi'râciyyelerle hicretini anlatan hicretnâmelerde de Hz. Ebû Bekir'e özellikle yer verilmiştir. Literatür. Hz. Ebû Bekir'in hayatı bazı tabakat kitaplarıyla Hulefâ-yi Râşidîn ve aşere-i mübeşşere hakkında yazılan eserlerin baş tarafında yer almakla beraber ona dair pek çok müstakil eser kaleme alınmıştır. Bunların başlıcaları şunlardır: Hayseme b. Süleyman (ö. 343/ 954-55), Fezâ 3ilü'ş-Şıddîk Ebî Bekr (nşr. Ömer Abdüsselâm Tedmürî, Beyrut 1980); Muhammed b. Ali el-Uşârî, Fezâ'ilü Ebî Bekri's - Sıddîk (Dârü' 1 - kütübi' 1 - Mısriyye, Tarih, nr. 424), Ahmed b. İsmâil et-Tâlkânî, el-Burhânü'l-enver fî menâkıbi'ş-sıddîkî 1-ekber (Süleymaniye Ktp., Şehid Ali Paşa, nr. 539/3); İbn Belbân, Tuhfetü'ş-sıddîk fî fezâ*ili Ebî Bekri'ş-Şıddîk (nşr. Muhyiddin Mettû , Dımaşk 1988); Süyûtî, er-Ravzü'l-enîk fî faili'ş-Sıddîk (nşr. Âmir Ahmed Haydar, Beyrut 1990); Ömer Ebü'n-Nasr, Ebû Bekri'ş - Sıddîk (Beyrut 1934); Muhammed Hüseyin Heykel, eş-Sıddîk Ebû Bekr (Kahire 1979, 8. bs.); Yûnus İbrâhim es-Sâmerrâî, Ebû Bekri's-Sıddîk bikalemi cAlî b. Ebî Tâlib (Bağdat 1979); Abbas Mahmûd el-Akkâd, cAbkariyyetÜ'ş-Şıddîk (Hz. Ebû Bekir: Şahsiyeti ue Dehâsı adıyla Ali Özek tarafından tercüme edilmiştir, İstanbul 1968); Mahmûd Hakkı, Ebû Bekri's-Sıddîk Radıyallâhü anh'ın Hayatı ([baskı yeri yok| 1337); Muham107
Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
EBÛ BEKİR lışması yapmıştır (Câmiatü Ümmi'l-kurâ,
reyd, el-lştikâk,
Mekke 1403).
es-Sîretü'n-nebeviyye
Bunlardan başka çeşitli kaynaklarda Vâkıdî'nin Sîretü Ebî Bekr ve
vefâtühû adlı eseri, İbn Cerîr et-Taberî ve Ebü'lKâsım İbn Asâkir'in Fezâ'ilü Ebî Bekr adlı eserleri, Zehebî'nin Tevkıfu ehli'ttevfîk calâ menâkıbi'ş-Sıddîk'ı kaydedilmektedir. Allah lafzını, Muhammed adını, Ebû Bekir'in ve diğer üç halifenin isimlerini ihtiva eden Mehmed Tâhir Efendi tarafından terkip edilmiS levha (M, Serin koleksiyonu)
Hz. Ebû Bekir'in, ortak bazı halleri se-
l-hulefâ
4 5 2 ; Muhibbüddin et-Taberî,
er-Riyâzun-na1405/1984,
I, 17-268; İbn Abdülber, el-İstfâb
(Bicâvî), III,
ft menâkıbi'l-'aşere,
9 6 3 - 9 7 8 ; BeyhakI, el-İ ctikâd
selef ehli's-sünne
e a/â
mezhebi's-
Beyrut 1 4 0 4 /
ve'l-cemâ'a,
1984, s. 189-210; Ebû Bekir İbnü'I-Arabî, el(Hatîb), s. 4 1 - 5 2 ; Fahreddin er-Râzî,
'Auâşım
XXIII,
Mefâtîhu'l-ğayb,
186-192;
İbnü'l-Esîr,
III, 2 0 5 - 2 2 4 ; V, 150-151; Nüvey-
Üsdul-ğâbe,
XIX, 8 - 1 4 5 ; İbn Seyyidün-
rî, riihâyetü'l-ereb,
alındığı bazı çalışmalar da vardır: İbn
Dımaşk 1987, s. 143-148; İbn Teymiyye,
Ömer (Dâru 1-kütübi'l-Mısriyye, Teymûriyye, Mecmua, nr. 307/5); Süyûtf, İlkâmü'lhacer li-merı zekkâ sâbbe Ebî Bekr ve c Ömer (nşr. Mustafa Âşûr, Riyad 1409/ 1989); Hâmid b. Alî el-İmâdî ed-Dımaşkî, ed-Dürrü'l-müstetâb fî muvâfakâti c Ömer b. el-Hattâb ve Ebî Bekr ve cAlî Ebî Türâb (Nuruosmaniye Ktp., nr. 428, 575; Bağdat, Evkaf, Hadis, nr. 2952); Ahmed b. İsmâil et-Tâlkânf, Muhtâru ehûdîsi'ş-şâdıkı'ş-sadûk fî fezâ 3ili'ş-Sıddîk ve'l-Fârûk (Süleymaniye Ktp., Şehid Ali Paşa, nr. 539/5).
cü's-sünne
(nşr. İffet Visâl H a m z a ) ,
VIII, 3 1 - 3 4 ;
Müsned,
Minhâ-
(nşr. M . R e ş â d Sâlim), (baskı yeri
yok] 1 4 0 6 / 1 9 8 6 , VIII, 226 vd., 266-294, 364427, 4 6 9 - 4 8 8 ; İbnü'l-Mutahhar el-Hillî,
cü'l-kerâme
Minhâ-
Minhâcü's-sünne
(İbn Teymiyye,
içinde), Kahire 1 3 2 8 / 1 9 6 2 , s. 132-136; Zehebî, Tezkiretü'l-huffâz,
kâ
min
I, 2 - 5 ; a.mlf.,
Minhâci'l-i'tidâl
(nşr.
el-Münte-
Muhibbüddin
el-Hatîb), Dımaşk, ts., s. 5 4 3 - 5 6 2 ; İbn Kayyim ei-Cevziyye, / c l â m ü ' i - m u u a k k ı ' t n , IV, 119-120; İbn Hacer, ei-İşâbe (Bicâvî), IV, 169-175; a.mlf.,
Tehztbü't-Tehzîb,
V, 315-317; Aynî,
cümdetü'l-
Kahire 1 3 9 2 / 1 9 7 2 , XIII, 2 4 2 - 2 6 1 ; Süyûtî,
kân,
Hz. Ebû
Bekir
(trc. Lütfi D o ğ a n — İsmail Ez-
herli), Ankara 1957, s. 12-179; a.mlf.,
hacer
li-men
zekkâ
sâbbe
Ebî Bekr
İlkâmü'le
ue
Ömer
(nşr. M u s t a f a Aşûr), Riyâd, ts.; a.mlf.,
el-Hâuî
li'l-fetâuî,
Beyrut, ts., II, 4 4 - 5 4 ; M e c l i s i
rü'i-enuâr,
Beyrut 1403/1983, XXVIII, 175-312;
Şevkânî, Derrü's-sehâbe
BİBLİYOGRAFYA: VVensinck, el-Mu'cem,
(nşr.
Beyrut
dire
nâs, Minehu'l-midah
c
min hayâti'sSıddîk (Tunus 1982); Hüseyin Abdullah Bâselâme, Hilâfetti Ebî Bekri's-Sıddîk (Cidde 1403/1983); Muhammed Rızâ, Ebû Bekri'ş-Şıddîk evvelü'l-Hulefâ'i'r-Râşidîn (Beyrut 1403/ 1983); Seyyid Ahmed İbrâhim Hammür, Ebû Bekri's-Sıddîk ve hayâtü'd-devleti' 1-'Arabiyyeti'l-İslâmiyye îî-zılâli hilâfetih (Kahire 1984) ve Kazıyyetü men'i'z-zekât bi-menâtıkı'l-Medîrıe ve mukâvemetü's-Sıddîk mâni cîhâ fî fecri hilâfetih (Kahire 1989); Cemâl Abdülhâdî Muhammed Mes'ûd - Vefâ Muhammed Rif'at Cum'a, Ahtâ 3 yecibü en-tûşahhaha fi't-târîh: istihlâfü Ebî Bekri's-Sıddîk (Kahire 1406/ 1986); Ali Tantâvî, Ebû Bekri'şŞıddîk (Cidde 1406/1986); Muhammed Habîburrahman Khan Shervvani, Hazrat Abü Bakr (Delhi 1987); Abdurrahman eş-Şerkâvî, eş-Sıddîk evvelâ'1-hulefâ* (Mansûre [Kahirel 1987); Abduh Gâlib Ahmed îsâ, Sîretü'ş-sahâbî seyyidinâ Ebî Bekri's-Sıddîk (Beyrut 1987); Hâlid Baytâr, Ebû Bekri's-Sıddîk (Zerkâ [Ürdünl 1988); M u h a m m e d Hilmi Mahmûd, Ebû Bekri's-Sıddîk ve't-tecemmu Qu'l- cArabî(Kahire 1989); Kutub İbrâhim Muhammed, es-Siyâsetü'l-mâliyye li-Ebî Bekri's-Şıddîk (Kahire 1990); Ahmed Kemâl Şa't, eş-Şıddîk beyne's-sünne ve'ş-Şî'a (Kahire 1990). Ebû Bekir'in hilâfetini delillerle ispat etmek üzere yazılan risaleler arasından Muhammed el-Ardahânî'nin Risâle fî isbâti hilâfeti Ebî Bekri'sSıddîk bi'n-nüşûş'u (İÜ Ktp., AY, nr. 2615), adı bilinmeyen bir müellifin Mesâ*ilur-ruhbân ve'l-kışşîsîn fî hilâfeti Ebî Bekri's-Sıddîk'ı (TSMK, Revan Köşkü, nr. 1600) sayılabilir. Sâlim Ahmed Sellâme, el-Âyât ve'l-ehâdîsü'l-vâride fî şe'ni Ebî Bekri's-Sıddîk radıyallâhü carıh adıyla bir yüksek lisans ça-
ue ahbâru
Seyyid Aziz Bey), Beyrut 1 4 0 7 / 1 9 8 7 , s. 4 1 9 -
bebiyle Hulefâ-yi Râşidîn ile beraber ele Teymiyye, Risâle fî tafdîli Ebî Bekr ve
med Mecdûb, Meşâhid
s. 4 9 - 5 0 ; ibn Hibbân el-Büstî,
Bihâ-
(nşr. H ü s e y i n b. Ab-
d u l l a h el-Ömerî), Dımaşk 1 4 0 4 / 1 9 8 4 , s. 123-
I, 2 - 1 4 ; Buhârî, " C e n â ' i z " , 3, " H u m u s " , 1, " F e -
153; Muttaki el-Hindî, Kenzü'l-'ummâl,
z â ' i l ü a s h â b i ' n - n e b î " , 5-6, 12, " M e ğ â z î " , 14,
286 ( h a d i s nr. 29.460); M a h m û d Hakkı,
X, 285-
38, 66, " N a f a k â t " , 3, " E y m â n v e ' n - n ü z û r " , 9,
Bekri'ş-Şıddîk,
" B ü y û c " , 15, " F e r â ' i z " , 3, " T a ' b î r " , 28, 29, 30,
Rıza [Doğrul], İslâm
47, " H u d û d " , 31, " A h k â m " , 51, " M e n â k ı b ü ' l -
ret-i Ebû
Enşâr", 11, 45, "Libâs", 46, 50, 55, " F e z â ' i l u l -
yin Heykel, eş-Şıddîk
K u r ' â n " , 3, 4, "İhtişam", 5; Müslim, " F e z â ' i -
1964; A b b a s M a h m û d e l - A k k â d . Hz. Ebû
lü'ş-şahâbe",
kir: Şahsiyeti
1-13, " î m â n " , 32, " C i h â d " , 49-
Tarihi Sadr-ı
İslâm
Bekr, Kahire 1 3 8 3 /
Ebû
bul 1968; Zâfir el-Kâsımî. Nizâmul-hükm
şerî'a
16; Hemmâm
İbn
Münebbih'in
Sahifesi
(trc.
şâm,
es-Sîre,
373-374,
I, 2 4 9 - 2 5 3 ,
398-399,
259, 3 1 7 - 3 1 9 ;
480-493,
505-506,
II,
558-
559, 6 1 3 - 6 1 6 ; III, 95, 190, 2 9 9 - 3 1 9 ; IV, 364, 649-664,
ayrıca bk. İndeks;
İbn Sa'd, et-Ta-
ue't-târîh,
Be-
(trc. Ali Özek), İstan-
ue Dehası
90, 95, 97, 102-104; Tirmizî, " M e n â k ı b " ,
Talât Koçyiğit), Ankara 1967, s. 3 8 - 3 9 ; İbn Hi-
I: Haz-
Bekir, İstanbul 1 3 4 7 / 1 9 2 8 ; M. Hüse-
52,' 54, 56, " Z ü h d " , 75, " R ü ' y â " , 17, "Şalât", 14-
Ebû
İstanbul 1337, s. 13-37; Ö m e r
fi'ş-
Beyrut 1974, I, 117 vd., 121-
165; S. A t h a r Husain, The Glorious
Caliphate,
Lucknovv 1980, s. 5-46; Mustafa el-A'zamî, KütRiyad 1981, s. 3 4 - 3 6 ; M. Abdül-
tâbü'n-nebî,
hay M u h a m m e d , Şadrul-islâm
Ümeuiyye, Hadis,
ve'd-deuletul-
Beyrut 1983, s. 2 6 - 3 8 ; Ali Yardım,
İzmir 1984, I, 112; II, 18,19, 2 6 ; Abdül-
442-443,
473-
hüseyin Ş e r e f e d d i n el-Mûsevî, en-Haş
478, 4 9 1 - 4 9 2 ; II, 4 2 - 4 3 , 4 7 - 4 9 , 6 4 - 6 5 ,
117-
hâd, Kum 1404, s. 6-92; Cemâl Abdülhâdî - Ve-
bakât,
I, 2 2 6 - 2 3 9 ,
432-436,
ue'l-icti-
118, 150-151, 190-191, 216-228, 246-249, 266-
f â M u h a m m e d R i f ' a t Cum'a, Ahtâ 3
yecibü
271, 278-282, 290-298, 312-320, 335-340, 375-
tüsahhaha
Bekri'ş-Şıd-
fi't-târîh:
dîk,
hiz, el- cOşmâniyye
Bekri'ş-Şıddîk,
Hârûn),
Bağdad 1 3 7 4 / 1 9 5 5 , s. 3 - 2 7 9 (bk. İ n d e k s ) ; İbn
Ebî
Kahire 1 4 0 6 / 1 9 8 6 ; Ali e t - T a n t â v î ,
3 7 8 ; III, 169-213; V, 451, ayrıca bk. İndeks; Câ(nşr. A b d ü s s e l â m
istihlâfü
Cidde
1406/1986;
Mübârek, el-Hıtatü't-Tevfîkıyye,
Ali
Kahire
en Ebû Paşa
1987,
Kuteybe, ei-Ma arff(Ukkâşe), s. 167-178; a.mlf.,
el-İmâme
ve's-siyâse,
12-24; Belâzürî, Fütûh
Kahire
1378/1967,
I,
(Fayda), s. 13-16, 28-
36, 40-46, 118-167, 3 4 4 - 3 5 7 ; a.mlf., Ensâb,
I,
III, 4 1 7 - 4 2 3 ; A h m e d Zeki Safvet,
resâ'ili'l-'Arab,
Beyrut,
ts.
Cemheretü
(el-Mektebetü'l-
İlmiyye), I, 8 9 - 1 4 4 ; Tâhâ Hüseyin,
eş-Şeyhân,
63, 123, 128-130, 182-206, 250-271, 326-339,
Kahire, ts., s. 5 - 1 1 0 ; Koksal, İslâm
363-370, 376-384, 411-427, 447-453, 473-476,
ke), III, 111-114; Mûsâ Mûsevî, eş-Şî'a
5 1 1 - 5 3 5 , 5 4 0 - 5 9 2 ; A h m e d b. Ali
Müsnedü
Ebî
Bekri'ş-Şıddîk
el-Mervezî,
(nşr. Ş u a y b
el-
Arnaût), Dımaşk 1970, s. 5 4 6 - 5 5 7 ; Taberî, Câ-
mi'u'l-beyân
(Bulak), X, 9 5 - 9 6 ; XXI, 11 vd.;
XXVIII, 8 1 - 8 2 ; XXX, 142; a.mlf., Târîh
(Ebü'l-
Fazl), II, 314-318, 374-382, 446-448, 4 7 4 - 4 7 6 , 616-618,
634-644;
III, 21-22, 31-32,
98-99, 196-213, 219-228, 249-265,
82-85,
275-282,
2 9 8 - 4 3 6 , 4 4 4 - 4 4 8 , ayrıca bk. İndeks; İbn Dü-
Tarihi
(Mek-
ue't-taş-
hîh, |baskı yeri yok] 1408/1988, s. 35-50; Mahm û d Şûkrî el-Âlûsî,
'aşeriyye, el-Kettânî,
Muhtaşarü't-tuhfeti'l-İşnâ-
İstanbul 1989, s. 2 3 8 - 2 4 7 ; Abdülhay
et-Terâtîbü'l-idâriyye
tür.yer.; M u s t a f a Fayda, Halid
(Özel),
bin
I-III,
Velid, İstan-
bul 1990, s. 2 4 1 - 3 9 2 ; F. Buhl, " E b û B e k i r " , İA, IV, 12-14; W. M o n t g o m e r y Watt, " A b ü Bakr", £/ 2 (Fr.), I, 112-114.
108 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
m ISI
MUSTAFA F A Y D A
EBÛ BEKİR b. AYYÂŞ
r
EBÛ BEKİR b. A B D U L L A H el-AYDERÛS
n
Ebû Bekir bir görüşe göre, İ m a m Mâ-
r
E B Û B E K İ R b. A Y Y Â Ş
lik'in ilmî silsilesi arasında sayılan ve Me-
(J-^
dineli yedi fakih (fukahâ-i seb'a") diye yılıp sayılmaması bir yana, özellikle Medine'de ashaptan sonraki dönemin ilim ve fetva mercii k o n u m u n a gelen sayılı tabiîden biri olduğu hususunda
şüphe
y.J^.y})
Ebû Bekr Şu'be b. Ayyaş b. Sâlim el-Esedî el-Kûfî (ö. 193/809)
anılan âlimlerdendir. Bunlar arasında saAyderûsiyye tarikatının kurucusu, Aden'in en büyük velîsi ve mânevî koruyucusu kabul edilen Yemenli mutasavvıf (bk. AYDERÛS; AYDERÛSİYYE).
n
L
Yedi kıraat imamından Âsım'ın meşhur iki râvisinden biri.
J
yoktur. Nitekim Medine Valisi Ömer b.
r
Abdülazîz'in danışma meclisinde yer alan E B Û B E K İ R b. A B D U R R A H M A N ( j ^ J ^
j i j Z i j t
dan Vâsıl b. Hayyân'ın mevlâ'*sı olduğu
rahi-
için Esedî nisbesini alan Ebû Bekir, buğ-
bi (zahidi)" lakabı takılan Ebû Bekir'in
day ticareti yapması sebebiyle "Hannât"
ilmiyle amel eden, iç temizliği yanında
lakabıyla da anılmıştır.
kıldığı için kendisine
Medineli tâbiî, fakih ve muhaddis.
Kendisine dayanan bir rivayete göre 95 (713) yılında doğdu. EsedoğuIIarı'n-
Her g ü n oruç t u t t u ğ u ve çok n a m a z
)
Ebû Abdirrahmân Ebû Bekr b. Abdirrahmân b. Hâris b. Hişâm el-Mahzûmî (ö. 9 4 / 7 1 3 )
L
on fakihten biriydi.
"Kureyş'in
dış güzelliğine de ö n e m veren, emane-
Kıraat ilmini Âsım'dan öğrendi. Bu ko-
t e riayette çok titiz davranan bir kim-
nuda kendisi, Kur'an'ı beşer âyetlik bö-
se olduğu kaydedilmektedir. Sultanlar-
lümler halinde Âsım'dan öğrenip üç de-
la sık sık görüşen âlimlerin onlara ilim-
fa hatmettiğini, onun dışında hiç kimseden Kur'an ve kıraat dersi almadığını
Hz. Ömer'in halifeliği döneminde (634-
leriyle faydalı olacakları inancında olan
644) doğdu. Hem adının h e m künyesi-
Ebû Bekir'in devrindeki devlet adam-
söylemekte, yaklaşık üç yıl (başka bir ri-
nin Ebû Bekir, adının M u h a m m e d veya
larıyla yakınlık kurduğu
vayete göre yedi yıl) bu maksatla hoca-
bilinmektedir.
Mugîre, künyesinin Ebû A b d u r r a h m a n
Meselâ
Mervân
sının yanına gidip geldiğini anlatmakta-
olduğu şeklinde çeşitli rivayetler vardır.
kendisine çok saygı gösterip ikramda
dır. Âsim, Ebû Abdurrahman es-Sülemî'-
En kuvvetli ihtimal adının Ebû
bulunmuş, oğulları Velîd ve Süleyman'a
den öğrendiği kıraati Hafs b. Süleyman'a,
da aynı şekilde davranmalarını vasiyet
Zir b. Hubeyş'ten öğrendiği kıraati de
künyesinin Ebû A b d u r r a h m a n
Bekir, olması-
dır. M u h a m m e d ve Mugîre ise kardeşlerinin isimleridir. Ebû Bekir'in dedesi
Halife Abdülmelik
b.
Ebû Bekir'e okuttuğunu söylediğine gö-
etmiştir. Ömrünün
sonlarına
doğru
gözlerini
Hâris b. Hişâm, Kureyş'in kollarından Be-
kaybeden Ebû Bekir'in vefat tarihi ola-
nî M a h z û m ' a m e n s u p seçkin bir sahâbî
rak 9 3 (712) ve 95 (714) yıllarını veren-
olup Ebû Cehil'in a n n e bir kardeşidir.
ler varsa da kaynakların
çoğunluğuna
Babası Abdurrahman, Hz. Peygamber ha-
göre, içinde çok fakih ö l d ü ğ ü için "se-
yatta iken doğan ve Hz. Osman zama-
netü'l-fukahâ" denilen 9 4 (713) sene-
nında m u s h a f nüshalarının çoğaltılma-
sinde vefat etmiştir.
sıyla görevlendirilen heyetin içinde yer alan bir tâbiî, annesi ise Lüeyoğulları'ndan Fâhite bint Inebe'dir. Cemel Vak'a-
Bekir'in kıraat rivayetindeki senedi ÂsımZir b. Hubeyş-Abdullah b. Mes'ûd-Hz. Peygamber olarak ortaya çıkmaktadır. Onun Atâ b. Sâib ve Eşlem el-Minkirî'den de kıraat o k u d u ğ u rivayet edilmişse de Zehebî bu rivayetin senedini zayıf görmektedir (a.g.e„ I, 137-138). Ebû Be-
BİBLİYOGRAFYA:
kir hadis ilminde ise başta kıraat hoca-
İbn Sa'd, et-Tabakât, yâ b. Maîn, et-Târîh,
re (Zehebî, Ma' rifetü'l-kurrâ\ I, 92) Ebû
V, 207-209, 4 4 4 ; YahII, 6 9 5 ; Zübeyrî,
Nesebü.
sı Âsim olmak üzere Ebû İshak es-Sebîî, Humeyd et-TavîI, A'meş, H a b î b b.
sı'nda Hz. Ali'ye karşı savaşan orduya
Kureyş,
katılmak isteyen Ebû Bekir yaşı küçük
kât (Zekkâr), II, 6 1 1 ; A h m e d b. Hanbel,
el-'llel
Ebû Sâbit, Hişâm b. Urve gibi âlimler-
olduğu için askere alınmamıştır.
(Koçyiğit), I, 4 0 4 ; II, 141, 179, 3 5 0 ; Buhârî, et-
den rivayette bulundu. Kendisinden de
s. 3 0 3 - 3 0 4 ; Halîfe b. Hayyât, et-Taba-
IX, 9 ; a.mlf..
Târîhu'l-kebîr,
Hadis âlimleri yetiştiren bir aileye mensup olan Ebû Bekir iyi bir tahsil görmüş, hadis ve fıkıh alanında devrinin sayılı otoriteleri arasına girmiştir. Başta babası olmak üzere Hz. Âişe, Ü m m ü
Seleme,
et-Târîhu'ş-şağîr,
l, 226, 232, 2 3 5 ; İdî, es-Şikât, el-Ma'rife
ue't-târîh,
s. 4 9 2 ; Fesevî,
I, 233~, 352, 353, 401, 425-
426, 472, 558, 559, 693, 7 1 4 ; III, 4 3 5 ;
taraftan Yahyâ el-Uleymî, Ebû Yûsuf elA'şâ, Abdülhamid b. Sâlih el-Bürcümî,
V, 5 6 0 ; Ebû Nuaym,
Hilye, II, 187-188; İbn Hazm, Cemhere, Şîrâzî, Tabakâtü'l-fukahâs.
et-Tebyîn
(nşr. M . Nâif
fî ensâbi'l-Kureşiyyîn
Ne-
kişi ondan kıraat öğrendi. Ancak Ebû Bekir, ö l ü m ü n e yaklaşık yirmi yıl kala
dinlemiştir. Kendisinden de oğulları Ab-
feyât,
dullah, Abdülmelik, Ömer ve Seleme'nin
IV, 4 1 6 - 4 1 9 ; a.mlf., TezkiretüT-huffâz,
yanı sıra A m r b. Dînâr, Mücâhid b. Cebr,
6 4 ; Safedî, el-Vâfî,
Sitte'de
Bidâye,
A'lâmun-nübelâ 3
I, 2 8 2 - 2 8 3 ; Zehebî,
X, 2 3 5 - 2 3 6 ; İbn Kesîr. el
IX, 115-116; İbn Hacer,
zîb, XII, 3 0 - 3 2 .
I, 63
m L4J
Tehzîbü't-Teh
a h k â m l a ilgili olan Ebû Bekir'in sika* bir râvi sayıldığını kaydetmektedir.
kıraat okutmayı bırakıp bu ilme ait ihtilâfları (vecihler) rivayet etmekle meşgul oldu. Yahyâ b. Âdem de bunları yazıya geçirdi ve bu çalışma Âsim kıraatinin ya-
M . Ö Z G Ü ARAS
rivayetleri bulu-
nan, naklettiği hadislerin çoğu kazâ ve
Hafs ed-Dûrî ve kırâat-i seb'a imamlarından Kisâî başta olmak üzere pek çok
1/2, s. 1 9 4 - 1 9 5 ; İbn Hallikân, Ve-
e d - D ü l e y m î ) , Beyrut 1 4 0 8 / 1 9 8 8 , s. 3 5 9 ; vevî, Tehzîb,
lar, Kütüb-i
s. 145;
4 2 ; İbn Kudâme,
birçok seçkin sahâbî ve tabiîden hadis
çok âlim hadis rivayet etmiştir. Kaynak-
kir b. Ebû Şeybe vb. tanınmış muhaddisler hadis rivayet etmişlerdir. Diğer
5 9 1 ; İbn Hibbân, eş-Şikât,
b. Yâsir, Ebû Mes'ûd el-Bedri, Ebû Hü-
Ömer b. Abdülazîz, Şa'bî, Zührî gibi pek
et-Tayâlisî, A h m e d b. Hanbel, Ebû Be-
tuilah el-Kûcânî), Dımaşk 1980, I, 314, 406,
Ü m m ü Ma'kıl, Esmâ bint Umeys, A m m â r reyre, Mervân b. Hakem, Ebû Râfi' gibi
Ebû
Zür'a ed-Dımaşkî, Tarîh. (nşr. Şükrullah N i ' m e -
Abdullah b. Mübârek, Vekî', Ebû Dâvûd
E B Û B E K İ R b. A Y D O Ğ D U (bk. İBNÜ'l-CÜNDİ).
H
zılı kaynaklarından birini teşkil etti (Zehebî, A'lâmun-nübelâVIII,
505).
Ebû Bekir, devrinin yaygın anlayışına
J
göre çeşitli hocalardan ders a l m a k yeri-
109 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
EBÛ BEKİR b. AYYÂŞ ne kıraat ilmini sadece Âsım'dan öğren-
bilgisi ve üstün ahlâkı sebebiyle muhad-
mesi sebebiyle onun pek çok talebesi
disler onun rivayetlerine itibar etmişler,
arasında seçkin yerini aldı ve Kûfeliler'in
Müslim dışındaki Kütüb-i
Âsim kıraati konusunda en çok güven-
leri senedinde onun da yer aldığı hadis-
dikleri kişilerden biri oldu. Âsım'ın üvey
lere eserlerinde yer vermişlerdir.
oğlu Hafs'la birlikte bu kıraatin ebedîleştirilmesini sağladı. İbn Mücâhid'in (ö. 324/936) Kitâbü's-Seb
V s ı n d a n sonra
Kaynaklarda
Sitte müellif-
ibadete
E B Û B E K İ R el-BAYTÂR L
(bk. İBNÜ'l-MÜNZİR el-BAYTÂR).
F
EBÛ BEKİR b. B E H R Â M
düşkünlüğün-
den söz edilen ve kırk yıl süreyle her gün bir hatim (bir rivayete göre hayatı boyunca
( r ^
1
jiJ^.y} )
Ebû Bekir b. Behrâm ed-Dımaşkî (ö. 1102/1691)
kırâat-i seb'a imamlarının râvi sayısını
18.000 hatim) indirdiği kaydedilen Ebû
iki ile sınırlayarak telif edilen kaynak-
Bekir, sözünü esirgemeyen, gösteriş ve
larda (meselâ bk. İbnu 1-Bâziş, I, 55-148)
riyadan hoşlanmayan, sünnete bağlılığı
Âsım'ın iki râvisinden biri olarak Ebû
ve helâl-haram anlayışındaki titizliğiyle
Coğrafyacı Ebûbekir Efendi adıyla da
Bekir'in rivayeti esas alındı. Kur'ân-ı Ke-
tanınan bir kişiydi. Kaynaklarda bu ka-
bilinen müellif, bazı eserlerde yanlış ola-
r î m ' d e Hafs'a göre 520 yerde (İbnu 1-
rakterini ortaya koyan çeşitli olaylar an-
rak İbn Behrâm diye tanınan Ebû Bekir
Cezerî, 1, 254) farklı okuyuşu olan Ebû
latılır (bk. Zehebî, A'lâmun-nübelâ',
Abdullah b. M u h a m m e d b. Behrâm ed-
Bekir'e ve onun kıraattaki rivayetine ilk
498-500). Zehebî, onun kırk yıl süreyle
Dımaşkî'ye ait künye ile gösterilmekte-
dönemlerde
Hafs
her g ü n bir hatim indirdiğini bildiren ri-
dir. Hayatının ilk dönemleri
ve Âsım'ın diğer talebelerine nisbetle
vayeti değerlendirirken b u n u n gerçek-
bilgi yoktur. Kendisinden bahseden kay-
daha çok güvenildiği ileri sürülmüşse de
ten takdirle karşılanması gerektiğini an-
naklarda Şam'da d o ğ d u ğ u ve Türk asıllı
(İbn Mücâhid, s. 71) zaman geçtikçe onun
cak Hz. Peygamber'in tavsiyesine uyma-
olduğu belirtilmektedir. Tahsilini Şam'-
rivayeti yayılma şansını kaybetmiş, pek
nın daha önemli olduğunu
da t a m a m l a d ı . Muhtemelen Köprülüzâ-
çok kurrâ ve râvinin kıraat ve rivayetle-
Peygamber'in Abdullah b. Amr b. Âs'ı üç
de Fâzıl A h m e d Paşa'nın Şam beylerbe-
rinde olduğu gibi kitapların satırları ara-
g ü n d e n az bir süre içinde Kur'an'ı hat-
yiliği sırasında onun hizmetine girdi. Bu
sında kalmıştır (Ebü Bekir'le Hafs arasın-
m e t m e k t e n menettiğini ve, "Üç günden
sebeple Köprülüzâde'nin sadâret kayma-
daki farklı okuyuşları bir arada toplayan
az bir z a m a n içinde Kur'an'ı h a t m e d e n
kamlığı vazifesine getirildiği tarih olan
müstakil eserlere örnek olarak bk. Ebû Be-
ondan hiçbir şey anlamaz" dediğini ha-
1661'de İstanbul'da bulunduğu söylene-
kir Abdullah b. Mansûr el-Bâkıllânî, Risâ-
tırlatmıştır (A'lâmun-nübelâ',
VIII, 503;
bilir. Kendi ifadesine göre paşanın 1663
vr. 41 a ; ayrıca
Avusturya seferine de katılmıştır. Daha
bk. Buhârî, " F e z â ' i l u l - K u r ' â n " , 34; Ebû
sonra ilmiye sınıfına geçerek İzzetî Şeyh
Kûfeliler tarafından
le fî zikri'l-ihtilâf beyne şâhibey 'Aşım Ebî Bekr ue Hafs, Süleymaniye Ktp., Hamidiye, nr. 1457, vr. 19b-42a; TSMK, III. Ahmed, nr. 1177, vr. 225a-261b). Kıraat ilmindeki tartışılmazlığına karşılık E b û
Bekir'in
hadis
a.mlf., Ma'rifetü'l-kurrâ',
VIII,
kaydetmiş,
Dâvûd, "Şalât", 323; Tirmizî, "Kırâ 3 at", 13). Ebû Bekir b. Ayyâş h a l k u ' l - K u r ' â n * konusundaki
tartışmalara
da
girerek
rivayetindeki
Kur'an m a h l û k t u r diyenin kâfir, zındık
yeri hakkında değişik görüşler ileri sü-
ve Allah d ü ş m a n ı olduğunu söylemiştir.
Osmanlı coğrafyacısı.
hakkında
M e h m e d Efendi'den m ü l â z e m e t almış ve müderris olmuştur (1669). İstanbul'da yirmi yılı aşkın bir süre müderrislik yapmış, Süleymaniye müderrisi iken Şubat 1690'da Halep kadılığına getirilmiş, bir yıl kadar b u l u n d u ğ u Halep kadılığından
rülmüştür. Yahyâ b. Maîn onun sika* ol-
Kur'ân-ı Kerîm'in otuz cüze bölünmesiy-
d u ğ u n u söylerken A h m e d b. Hanbel ay-
le ilgili olarak Ecza 3 ü selâsîn
nı görüşe katılmakla birlikte z a m a n za-
eser telif ettiği kaydedilen (İbnü'n-Nedîm,
m a n yanıldığına dikkat çekmiş (el-'llel,
s. 39) Ebû Bekir, Cemâziyelevvel 193'te
XVII. yüzyıl Osmanlı coğrafyacılığının
II, 481), Yahyâ b. Saîd el-Kattân'ın ona
(Mart 809) Kûfe'de vefat etti. Bazı kay-
son temsilcisi olan Ebû Bekir b. Behrâm,
adıyla bir
azledildikten bir ay sonra vefat etmiştir (Cemâziyelâhir 1102/Mart 1691).
önem vermediğini kaydetmiştir. Bir baş-
naklarda vefat tarihi 194 (810) olarak
öncülüğünü Kâtib Çelebi'nin yaptığı Ba-
ka rivayette A h m e d b. Hanbel'in onun
da zikredilir.
tı kaynaklı coğrafya kitaplarının aktarıl-
için, "Çok hata yapardı, ancak yazdıkları sağlamdır" dediği zikredilmiştir (Zehebî,
A'lâmun-nübelâVIII, 497). Ebû Nuaym Fazl b. Dükeyn ise şeyhleri arasında Ebû Bekir'den daha çok hata yapan bir kimsenin bulunmadığını kaydetmiştir. Diğer t a r a f t a n Ebû Abdullah el-Muaytî'nin naklettiğine göre, bir g ü n Mekke'de m e ş h u r m u h a d d i s Süfyân b. Uyeyne ile Ebû Bekir'in birlikte oldukları sırada yanlarına gelen birisi Sülyân'a bir hadis sormuş, o da Ebû Bekir'i gösterip, "Bu şeyh dururken bana sorma" d e m e k suretiyle ona verdiği değeri ve duyduğu güveni ortaya koymuştur. Bu değişik değerlendirmelerden anlaşıldığına göre Ebû Bekir z a m a n z a m a n ve özellikle ileri yaşlarda (İbn Hibbân, VII, 669) yanılmaları ile dikkat çekmiş olsa da sağlam karakteri, geniş
masında muhtevalı çalışmalarıyla önem-
BİBLİYOGRAFYA: Buhârî, " F e z â ' i l u l - K u r ' â n " ,
3 4 ; a.mlf.. et-
IX, 14; Ebû Dâvûd. "Şalât", 3 2 3 ;
Târîhu'l-kebîr,
Tirmizî, " K ı r â ' a t " , 13; İbn Sa'd. el-Tabakât, 3 8 6 ; Yahyâ b. Maîn, et-Târîh,
VI,
II, 6 9 6 ; A h m e d
b. Hanbel, ei-'/fe! (Vasıyyullah), 1, 158-159, 347, 4 3 3 ; II, 52, 375, 4 8 1 ; İclî, eş-Şikât,
s. 4 9 2 ; İbn
Kuteybe, el-Ma'ârif(Ukkâşe),
s. 509, 530, 599;
İbn Mücâhid, Kitâbü's-Seb'a
fi'l-kırâ'ât
(nşr.
Şevki Dayf), Kahire 1972, s. 70-71, 9 4 - 9 5 ; elIX, 3 4 8 - 3 5 0 ; İbn Hibbân, eş-
Cerh
ue't-ta'dîl,
Şikat,
VII, 6 6 8 - 6 7 0 ; İbnü'n-Nedîm, el-Fihrist,
3 9 ; Ebû Nuaym. Hilye, Bâziş, el-lknâ c,
nübelâVIII,
VIII, 3 0 3 - 3 1 9 ;
I, 5 5 - 1 4 8 ; Zehebî,
495-508; a.mlf.,
s.
İbnü'l-
A clâmü'n-
c
Ma rifetü'l-kurrâ\
I, 92, 134-138; a.e., Millet Ktp., nr. 2500, vr. 39 b 41°; a.mlf,, Mîzânul-i'tidâl,
Tezkiretü'l-huffâz, Gâyetü'n-nihâye, Hacer,
İbnü'l-Cezerî,
I, 254, 325-327, 4 6 0 ;
Tehzîbü't-Tehzîb,
GAS, 1,10-11.
IV, 499-503; a.mlf.,
I, 2 6 5 - 2 6 6 ;
XII, 3 4 - 3 7 ;
İbn
Sezgin,
m
İlli
TAYYAR ALTIKULAÇ
li rol oynamış ve kendinden sonra gelenleri daha farklı eserler hazırlamaya sevketmiştir. Eserleri. 1. Ebû Bekir'in coğrafya çalışmalarının temelini, Citıannümâ'nin müellif müsveddelerine yaptığı müdahaleler teşkil etmektedir. Kâtib Çelebi'nin ilk telifini aksettiren nüshasında (Viyana, Nationalbibliothek, Mxt. 389) onun bahis ve başlık açtığı halde yazamadığı veya bir iki satırlık bilgi verdiği konuları kendi müşahedeleri ve devrine ait bilgilerle, f a k a t genelde çeşitli eserlerden nakiller yaparak t a m a m l a m a y a çalışmıştır. Kâtib Çelebi'nin ikinci telifine ait müellif müsveddesinde (TSMK, Revan Köşkü, nr. 1624) yaptığı ilâvelerse ilkine oranla daha az olup kolayca farkedilmekte-
110 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
EBÛ BEKİR b. BEHRÂM dır. Onun eklediği birtakım derkenarlar ve eserin sonundaki iki varaktan ibaret ilâveler asıl metinden sanılarak Cihann ü m â ' n ı n bu nüshadan yapılan kopyalarının pek çoğunda ve basma nüshasında tekrarlanmıştır. Ayrıca Ebû Bekir'in müsveddelerdeki haritaları da elden geçirdiği anlaşılmaktadır. 2. Ebû Bekir'in Cihannümâ üzerindeki bir başka çalışmasını, ikinci telif Cihannümâ'ya yaptığı zeyil teşkil eder. İsimsiz olan bu çalışmaya ait nüsha (London British Library, Or. nr. 1030), Rumeli dışındaki büt ü n Osmanlı ülkelerinin tarihî coğrafyası ile önemli kısmı Anadolu şehirlerine ait on beş haritayı içine alır. Yukarıda sözü edilen müdahalelerin geliştirilerek aktarılması ile meydana gelen bu zeyil, İbrâhim Müteferrikamın 1145'te (1732) neşrettiği Cihannümâ'ya ilâve ettiği kısımların da yegâne kaynağı olarak büyük bölümüyle basılmıştır. Müellifin aynı sahada parçalar halinde kalmış çalışmaları da bulunmaktadır. Dresden'deki nüshada (Londesbibliothek, nr. 370) kendisini "el-mütercim" olarak belirten Ebû Bekir, Atlas Maior tercümesiyle meşgul iken 1683'te Almanya ve Macaristan ahvalinin bir an önce hazırlanması emrini aldığını ifade etmektedir. Ayrıca Boğdan, Eflak, Besarabya ve Kırım'ın tasvirlerinin b u l u n d u ğ u ona ait bir başka çalışma da Viyana'dadır (Nationalbibliothek, H.O. 231). 3. Nusretü'l-İslâm ve's-sürûr fî tahrîri Atlas Mayor. Eser Coğrafyâ-yı Umûmî, Tercüme-i Coğrafya-yı Kebîr, Coğrafyâ-yı Kebîr, Tercüme-i Atlas Mayor ve Nusretü'l-İslâm ve'ssürûr fî tercümeÛAtlas Mayor gibi değişik isimlerle anılmaktadır. Ancak Ebû Bekir'in eserine verdiği ad başlıkta belirtilen şekildedir. Bu eser, baba oğul VVilhelm ve J o a n Blaeu'nun 1662'de basılan ve Atlas maior sive cosmographia Blaviana qua solum salum Coelum accuratissime describuntur adını taşıyan dünya coğrafyasının tercümesidir.
lâm memleketlerine ve özellikle Osman-
zalâ,
lı ülkelerine aittir. Nusretü'l-İslâm ayrıca Copernicus sisteminden ilk bahse-
Nationalbibliothek, nr. 389, tür.yer.; a.e., TSMK,
II, 33 vd.; Kâtib Çelebi, Cihânnümâ,
Wien
Revan Köşkü, nr. 1624/1, vr. 1», 2 a , 15", 104 a , 106 b , 152 b , 156'daki çıkmalar, 158 b -159 b ; a.mlf.,
den eserler arasında bulunmakla da dikkati çekmiştir (müellif müsveddelerinin beş cildi Kahire'de Hidîviyye Ktp., nr. 8890'-
s. 418, 422, 432, 445, 451, 6 3 0 ;
Cihânnümâ,
Şehrîzâde M e h m e d Said, Neupeydâ,
İÜ Ktp.,
TY, nr. 3291, vr. 5 b - 6 » , 7'. 80 a , 92"'», 9 3 b ; A t â Bey, Târih,
da ve saraya takdim için hazırlanmış olan iki cilt eksiğiyle mevcut dokuz ciltlik takı-
Codium hecae
mı TSMK, Bağdat Köşkü, nr. 325-333'tedir. Muhtelif nüshaları arasında dört ciltlik takımı da bulunmaktadır). 4. İhtisâr-ı
III, 3 2 5 ; H. L. Fleischer,
Manuscriptorum regiae
İndeks,
II, 4 3 4 - 4 3 6 ; a.mlf., KeşV, 6 4 1 ; Rieu, Catalogue,
111; Dağıstânî, Fihrist,
s. 2 4 0 - 2 4 1 ; Sicill-i
I, 1 7 4 - 1 7 5 ; Osmanlı
mânî,
Tahrîr-i Atlas Mayor. Bazı nüshalarında adı İhtisâr-ı Tercüme-i Atlas Mayor veya Muhtasar-ı Atlas Mayor şeklindedir. Ebû Bekir, yaptığı tercümeye ait nüshaların elinde kalmaması yüzünden devamlı olarak elinin altında bulundurup kullanabilmesi amacıyla Nusretü'l-İslâm'ı kısaltıp kendisi için bu eseri hazırladığını belirtir. Osmanlı ülkelerinin daha geniş olarak ele alındığı bu iki ciltlik eser çok t u t u l m u ş ve çoğaltılmış (bir nüshası TSMK, Revan Köşkü, nr. 1634'tedir), Arapça'ya da tercüme edilmiştir (Köprülü Ktp., Ahmed Paşa, nr. 176). S. C e velânü'l-efkâr fî avâlimi'l-aktâr. Diğer coğrafya çalışmalarını tamamlayıcı bir muhtevaya sahip olduğu müellifin ifadelerinden anlaşılan bu eserin şimdilik herhangi bir nüshasına rastlanmamıştır. 6. el-Fethu'r-rahmânî fî tarzı d-Devleti'l- Osmânî. II. Süleyman'ın emri üzerine 1689'da kaleme alınan eser, Osmanlı Devleti'nin genel d u r u m u ve teşkilâtı hakkındadır. Macaristan'da bulunan bir nüshası G. Hazai tarafından neşre hazırlanmaktadır.
Hediyyetü'l-'ârifîn,
Bibliot-
Leipzig 1831, s. 5 7 ;
Dresdensis,
Flügel, Handschriften,
fü'z-zunûn
Catalogus
Orientalium
s.
Os-
III, 3 1 5 ;
Müellifleri,
I, 2 4 4 ; Izâhu'l-meknün,
165; F. Taeschner, " A n k a r a B e i D e n
II,
Osma-
n i s c h e n G e o g r a p h e n D e s 17 Jhdts.", 60. Do-
ğum
Yılı Münasebetiyle
Zeki
Velidî
Togan'a
İstanbul 1950-55, s. 147-153; a.mlf..
Armağan,
"Zur G e s c h i c h t e d e s D j i h â n n u m â " , MSOS,
II/
29 ( 1 9 2 6 ) , s. 104-108, 111; a.mlf., "F. B a b i n g e r ; Die Geschichtsschreiber der
Osmanen
und ihre W e r k e , mit e i n e m A n h a n g : O s m a nische Z e i t r e c h u n g e n v o n J o a c h i m M a y r , L e i p z i g 1927", Byzantinish-Neuqrieche
Jahrbüc-
her, VII, Atina 1930, s. 4 9 2 - 4 9 3 ; a.mlf., " D a s H a u p t w e r k d e r g e o g r a p h i s c h e n Literatür d e r O s m a n e n , K â t i b Ç e l e b i ' s Cihânnümâ",
go
Mundi,
Türkçe
I, Berlin 1935, s. 4 5 - 4 6 ;
Yazmalar,
ImaKaratay,
I, 4 6 7 - 4 7 0 ; Babinger (Uçok).
s. 2 4 8 - 2 5 0 ; Adıvar, Osmanlı
Türklerinde
İlim
(Kazancıgil), s. 153-155, 170; Ramazan Şeşen v.dğr., Catalogue
rülü
of Manuscripts
in the Köp-
İstanbul 1986, II, 4 9 5 - 4 9 6 ; Fihri-
Library,
sü'l-mahtütâti't-Türkiyyeti'l-'Oşmâniyye: 1980
(nşr.
Dârü'l-Kütübi'l-kavmiyye),
1870Kahire
1987, I, 286, 3 3 0 ; IV ( 1 9 9 2 ) , s. 2 1 6 - 2 1 7 ; Fikret Sarıcaoğlu, " C i h â n n ü m â v e E b û b e k i r b. B e h râm
ed-Dımeşkî
Prof.Dr.
Bekir
—
İbrahim
Kütükoğlu'na
Müteferrika",
Armağan,
İstan-
bul 1991, s. 128-137, 141; Th. D. Goodrich, " T h e Earliest Ottoman, M a r i t i m e A t l a s - T h e W a l ters D e n i z Atlası", AO, XI ( 1 9 8 8 ) , s. 27 ve nr. 7; G. J. Halası -Kun, " T h e M a p of Ş e k l - i Y e n i F e l e m e n k M a a i n g i l i z in Ebü Bakir of Dimaşkı's T e r c ü m e - i A t l a s M a y o r " , a.e., XI ( 1 9 8 8 ) , s. 51-
BİBLİYOGRAFYA:
70; I. Dorogi — G. Hazai, " E b û B e k i r D ı m a ş k î ' -
Ebû Bekir b. Behrâm ed-Dımaşkî,
Cihânnü-
nin O s m a n l ı D e v l e t i n i n Tarihi, Y a p ı s ı v e D u -
mâ Zeyli, L o n d o n British Library, Or., nr. 1030,
rumuna A i t Eseri H a k k ı n d a " , TTK Bildiri
vr. 100 b ; a.mlf., Nusretü'l-İslâm
leri, XI, Ankara 1990, s. 76; Orhan Şaik Gökyay,
tahrîri
Atlas
Mayor,
ue's-sürûr
ft
T S M K , Bağdad Köşkü, nr.
Özet-
" C i h a n n ü m â " , DİA, VII, 541 -542.
325, I, vr. 1 b -2 b , 75»; nr. 330, VII, vr. 4 8 " ; a.mlf.,
İhtisâr-ı Tahrîr-i Atlas Mayor, TSMK, Revan Köşkü, nr. 1634, I, vr. l b - 2 B ; Şeyhî,
Vekâyiu'l-fu-
H
FIKRET SARıCAOĞLU
Hollanda elçisi Justinus Coljer, 1668'de Edirne'de bulunan IV. Mehmed'e bu eseri t a k d i m ettiğinde tercümesiyle önce Dîvân-ı H ü m â y u n tercümanlarından hekim A. Mavrocordato görevlendirilmiş ve kendisine yardımcı olarak Sakızlı bir Fransız Cizviti tayin edilmişti. Ancak bu görevin yerine getirilememesi üzerine daha sonra Köprülüzâde Fâzıl A h m e d Paşa'nın teklifi ve İV. Mehmed'in fermanı ile tercüme işi Mayıs 1675'te Ebû Bekir'e verilmiştir. Tercümesini 1685'te bitirerek altı cilt halinde saraya teslim eden müellifin "tahrir" olarak belirttiği, eserde tercümenin dışına çıkılan konular, İs-
Ebû Bekir b. Behrâm ed-Dımaskl'nin îiusretulİslâm ue's-sürûr fî tahrîri Atlas Mayor adlı eserinde Anadolu haritası (İÜ Ktp., TY,
'.,
^:
-
j
J '
T
'
V
R?
9
-
m
m
m
m ^ t e f e l s p »
nr. 6 6 0 9 , vr. 57>-58')
111
Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
EBÛ BEKİR ed-DÜKKÎ EBU BEKİR ed-DUKKI (bk. DÜKKÎ).
J
Seleme, Sâib b. Yezîd gibi ünlü kişiler-
dullah, babasının tarih ve megâzî konu-
den hadis rivayet etmiştir. Sahâbî olan
larına dair rivayetlerini ihtiva eden kitap-
dedesi A m r b. Hazm'dan babası vasıta-
larının kaybolduğunu belirtmiştir.
sıyla rivayet ettiği hadislerle dikkati çek-
Ebû Bekir b. Hazm'in 100 (718), 110 (728), 117 (735) veya 120 (738) yılların-
miş, kendisinden oğulları Abdullah ve E B Û B E K İ R b. E B Û Â S İ M
M u h a m m e d ile amcasının oğlu Muhammed b. A m m â r e , Abdurrahman el-Evzâî,
(bk. İBN EBÛ ÂSİM).
J
A m r b. Dînâr, İbn Şihâb ez-Zührî, Yahyâ b. Saîd el-Ensârî gibi muhaddisler rivayette bulunmuşlardır. Sahâbî A m m â r e
E B Û B E K İ R b. E B Û Ş E Y B E
da vefat ettiği kaydedilmektedir. Ancak 118 (736) yılına kadar kadılık görevine devam ettiğine göre 120 (738) yılında öld ü ğ ü n e dair olan rivayet ağırlık kazanmaktadır.
b. Hazm'in kızı Fâtıma ile evlenmiş, bu (bk. İBN EBÛ ŞEYBE, Ebû Bekir).
J
E B Û B E K İ R el-ENBÂRÎ
r L
r
Dârimî, " M u k a d d i m e " , 4 3 ; Buhârî, "''İlim",
lah dünyaya gelmiştir (bk. ABDULLAH b.
3 4 ; İbn Sa'd, et-Tabakât,
EBÛ BEKIR b. MUHAMMED).
V, 346, 348, 364, 368, 391, 4 0 0 ; a.e.:
Ebû Bekir b. Hazm Emevîler dönemin-
(bk. İBNÜ'l-ENBÂRÎ).
BIBLIYOGRAFYA:
evlilikten siyer ve megâzî müellifi Abdul-
temmim,
I, 4 9 7 - 4 9 8 , 500, 501
s. 1 2 4 - 1 2 7 ; Belâzürî, Fütûh
s. 6 3 ; Vekî', Ahbârul-kudât,
el-mü (Fayda)
1, 135-148, 159
de çeşitli idarî görevlerde bulunmuştur.
1 7 4 - 1 7 6 , 2 6 4 ; " İbn Ebû Hâtim, el-Cerh
Süleyman b. Abdülmelik onu Medine'ye
ta'dîl,
vali ve kadı olarak tayin etmiş (96/715),
tîb, Takyîdü'l-'ilm,
IX, 3 3 7 ; İbn Hibbân, Meşâhîr,
ue't
s. 76; Ha
Dımaşk 1949, s. 105-106
Zehebî, A'lâmün-nübelâV,
3 1 3 - 3 1 4 ; a.mlf.
E B Û B E K İ R el-ESAM
bu görevini II. Yezîd devrine kadar beş
(bk. ESAM, Ebû Bekir).
yıl s ü r d ü r m ü ş , II. Yezîd kendisini valilik-
XII, 3 8 - 4 0 ; a.mlf., Fethu'l-bârî,
ten almakla beraber kadılık görevi 118
174; Cehşiyârî, el-Vüzerâ'
(736) yılına kadar devam etmiştir. Daha
5 4 ; M a h m û d Yâsîn, " A b d u l l a h b. E b î B e k i r b
sonra çok kısa bir dönem için tekrar Me-
M u h a m m e d b. ' A m r b. H a z m el-Ensârî", Âdâ•
EBÛ BEKİR el-HADDÂD
dine valiliğine getirildiği rivayet edilmek(bk. HADDÂD, Ebû Bekir).
tedir. Belâzürî'nin onun Mekke kadılı-
L
el-'lber,
I, 117; İbn Hacer,
bü'r-râfideyn,
Tehztbü't-Tehztb Bulak 1300, I
ve'l-küttâb,
s. 53
VI, Musul 1975, s. 163-166; Ah-
m e d Zeki Safvet, Cemheretü
resâ'ili'l-'Arab,
Beyrut, ts. (el-Mektebetu 1-İlmiyye), s. 283-286.
ğı yaptığını söylemesi ise bir zühul ese-
r
mesi konusunda Ebû Bekir b. H a z m ' e gönderdiği
r
~1
E B Û B E K İ R el-HÂRİZMÎ
ünlü fermanında
EBÛ BEKİR İBNÜ'l-ARABİ
âlimlerin
ber'in hadislerini, sünnetlerini, bu ara-
r
E B Û B E K İ R er-RÂZÎ, A h m e d b. A l i
da teyzesi Amre bint Abdurrahman'ın ve Kasım b. M u h a m m e d b. Ebû Bekir
r
(bk. CESSÂS).
es-Sıddîk'ın rivayetlerini araştırıp yaz-
E B Û BEKİR b. HAZM
1
(bk. İBNÜ'l-ARABİ, Ebû Bekir).
ölüp gitmesiyle ilmin yok olmasından endişe ettiğini söyleyerek Hz. Peygam-
(bk. HARİZMİ. Ebû Bekir). L
SELMAN BAŞARAN
Ömer b. Abdülazîz, hadislerin derlen-
(bk. HALLÂL, Ebû Bekir).
L
S
ridir.
E B Û B E K İ R el-HALLÂL
masını istemiştir. Bunun üzerine Ebû
( |»>- y J l J*' )
Ebû Bekr b. Muhammed b. Amr b. Hazm el-Ensârî (ö. 120/738 [?])
Bekir'in harekete geçerek halifenin isE B Û B E K İ R cr-RÂZl, M u h a m m e d b. Zekeriyyâ
tediği rivayetleri derleyip kendisine gönderdiği belirtilmektedir. İbn Sa'd, onun Hz. Peygamber'e hizmet eden hür ve kö-
Muhaddis tâbiî, hadislerin toplanmasına yardımcı olan Medine valisi ve kadısı.
le b ü t ü n sahâbîlerin isimlerini ve hücre-i
(bk. RAZİ, Ebû Bekir).
saâdete dair bilgileri toplayıp halifeye
~ı
gönderdiğini kaydeder (et-Tabakât, I, 497498, 500). Kendisiyle halife arasında baş-
L
E B Û B E K İ R es-SÛLÎ (bk. SÛLİ, Ebû Bekir).
ka konularla ilgili olarak çeşitli yazışma120 (738) yılında seksen dört yaşla-
ların geçtiği anlaşılmaktadır. Ömer b. Ab-
rında vefat ettiği rivayeti dikkate alınır-
dülazîz onu hac emîri olarak da görev-
sa (Vekî', I, 143) 36 (656) yılı civarında
lendirmiştir.
d o ğ d u ğ u söylenebilir. Adı ile künyesinin
haddis, aynı z a m a n d a Medine'de kendi
naklarda ise künyesi Ebû
döneminin en iyi kadısı idi. İ m a m Mâlik,
şeklinde geçmektedir. Ensarın
E B Û B E K İ R eş-ŞÂFİÎ
Hazrec
Ebû Bekir'in ensardan Medine'de valilik
koluna m e n s u p olduğu için Hazrecî nis-
yapan t e k şahsiyet olduğunu belirttik-
besiyle de anılmaktadır. Yaşı k ü ç ü k ta-
ten sonra onun gibi m ü k e m m e l bir in-
biîlerden olan Ebû Bekir iyi bir öğrenim
san, başarılı bir vali ve kusursuz bir ka-
~ı
( ^ i ^ J i y .1 )
Ebû Bekir b. Hazm güvenilir bir mu-
aynı olduğu kaydedilmekte, bazı kayMuhammed
r
Ebû Bekr Muhammed b. Abdillâh b. İbrâhîm el-Bezzâz eş-Şâfiî el-Bağdâdî (ö. 354/965) Muhaddis ve fakih.
imkânı elde ederek Hz. Osman'ın oğlu
dı görmediğini söyler. Ebû Bekir oğlu
260 (873-74) yılında Dicle yakınların-
Ebân'dan fıkıh dersleri almış, teyzesi Am-
Abdullah ile çok ilgilenir, onu hadis sa-
daki Cebbül kasabasında doğdu. "Bez-
re bint A b d u r r a h m a n ile Ömer b. Abdü-
hasında ilerlemeye, hadisleri tenkit süz-
zaz" lakabını elbise ticareti yaptığı için
lazîz, A b d u r r a h m a n b. Avf'ın oğlu Ebû
gecinden geçirmeye teşvik ederdi. Ab-
aldığı rivayet edilir. On altı yaşında iken
112 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
EBÛ BEKİR et-TAMESTÂNÎ hadis öğrenmeye başladı. Mısır, Dımaşk,
BİBLİYOGRAFYA:
Cezîre gibi ilim merkezlerini dolaşarak
Hatîb. Târîhu
Ebû Kılâbe er-Rakâşî, M u h a m m e d
b.
Mesleme, Hâris b. Ebû Üsâme, İbn Ebü'dDünyâ, Ebû Müslim el-Keccî, Abdullah b. A h m e d b. Hanbel vb. meşhur hoca-
Salâh,
mektedir. Bunun sebebi Melâmî tavrı
Bağdâd,
V, 4 5 6 - 4 5 8 ; İbnü's-
Tabakâtu1-fukahâ'i'ş•
Sü-
Şâfi'iyye,
leymaniye Ktp., Hamidiye, nr. 537, vr. 2 5 b - 2 6 a ; Zehebî, Tezkiretü'l-huffâz,
A'lâmun-nübelâ 1',
III, 8 8 0 - 8 8 1 ; a.mlf..
XVI, 3 9 - 4 4 ; a.mlf.,
Düue-
Beyrut 1 4 0 5 / 1 9 8 5 , s. 196-197; Sa-
lul-islâm,
lardan ders aldı. Daha sonra Bağdat'a
fedî, e i Vâfî, (II, 3 4 7 ; İbn Kesîr, el-Bidâye,
XI,
yerleşerek hadis rivayet etmeye başladı.
2 6 0 ; İbn Tağrîberdî, en-liücûmü'z-zâhire,
III,
Büveyhîler burada ashabın faziletinden
3 4 3 ; Süyûtî, Tabakâtü'l-huffâz
bahsetmeyi yasaklayarak cami kapılarına onları kötüleyici ifadeler astırdıkları z a m a n Ebû Bekir eş-Şâfiî bu yasağa al-
(Lecne), s. 361;
II, 1214; İbnü'l-İmâd.
Keşfü'z-zunûn,
III, 16; Brockelmann, GAL Suppl, hâle, Mu'cemul-mü'
X, 194;
ellifîn,
II, 4 4 ; Kettânî,
tul-'ârifîn,
Şezerât,
I, 2 7 4 ; Keh-
Hediyye-
er-Risâletü'l-müs-
dırmayıp şehir camiinde talebelerine sa-
tetrafe, s. 92; Sezgin, GAS, I, 191; Dihlevî, Bus-
hâbenin faziletine dair dersler vermiş,
tânü'Tmuhaddisîn,
hadisler yazdırmıştır. Bu derslerinde ken-
s. 139-140. S
disinden Dârekutnî başta olmak üzere
SELMAN BAŞARAN
İbn Şâhîn, Ebû Abdullah İbn Mende, İbn Şâzân el-Bağdâdî ve Ebû İshak el-İsfe-
( ^ t - U J I J*
^
dikkate alınması gereken bir husustur. Tevhid kavramını "tevhid, tevhid eden ve tevhid edilen" şeklinde üçe ayırması da "enelhak" olarak ortaya çıkan ve daha sonraki asırlarda vahdet-i vücûdun temelini oluşturan tasavvufî tevhid anlayışına farklı bir yaklaşım biçiminde değerlendirilebilir. Ebû Bekir et-TamestânFye göre esas eğitim metodu sohbettir. Tamestânî, "sa-
için kalabalık talebe
"sohbet"
kökünden
geldiğine dikkat çekerek ashabın "sâbikün" (en önde gidenler) şeklinde nitelen-
)
dirilmesinin temel sebebini Hz. Peygam-
Ebû Bekr et-Tamestânî el-Fârisî (ö. 340/951)
disten âlî senedlerle sadece kendisi riva-
de k u r d u ğ u i m l â * meclislerinde onlara
!
E B Û B E K İ R et-TAMESTÂNÎ
râyînî gibi âlimler faydalanmıştır. Uzun
grupları etrafında toplanmış, Ebû Bekir
Bekir eş-Şiblî'nin Tamestânî'ye büyük saygı duyması da meşrebi konusunda
hâbe" kelimesinin F
yıllar yaşaması sebebiyle birçok muhadyette b u l u n d u ğ u
olabileceği gibi Hallâc'ın idamına sebebiyet veren o r t a m d a n çekinmesi de olabilir. Hallâc gibi coşkun bir süfî olan Ebû
berle sohbet etmiş olmalarıyla açıklar. Esas olan Allah ile sohbet edebilmektir;
L
İlk dönem sûfîlerinden.
J
bunu yapamayanlar öncelikle Allah ile sohbet edebilenlerle sohbet etmeli, on-
hadis rivayet etmiştir. Dârekutnî, devri-
İran'ın Tamestân şehrinde doğdu. İlk
nin muhaddisleri arasında ondan daha
tahsilini burada yaptıktan sonra tasav-
Sohbetin vazgeçilmez şartı hicrettir. Hic-
güvenilir bir kimse bulunmadığını ifade
vufa yöneldi. İran'ın birçok şehrini do-
ret nefsin arzularını öldürmek,
etmiş, Zehebî ise hadiste h ü c c e t * oldu-
laştı, karşılaştığı sûfîlerden istifade et-
eğitiminin önündeki engelleri kaldırmak,
ğ u n u belirtmiştir.
ti. Dönemin meşhur sûfîsi Ebû Bekir eş-
bâtıldan hakka, yanlıştan doğruya göç
Şiblîve Şîrazlı İbrâhim ed-Debbâğ'ın soh-
etmektir. Hicretin en önemli unsuru zühd
İlmî çalışmalarının yanı sıra ticaretle
lardan faydalanmalıdır (Sülemî, s. 473). gönül
de meşgul olduğu için muhtelif şehirle-
betlerine katıldı. Attâr'ın
Tezkiretü'l-ev-
ve riyâzet, az yemek, az uyumak, az ko-
re gidip gelen Ebû Bekir eş-Şâfiî Zilhic-
l i y d ' s ı n d a yanlışlıkla Ebû Bekir es-Say-
n u ş m a k ve yalnız yaşamaktır. Ashabın
ce 354'te (Aralık 965) B a ğ d a t ' t a vefat
dalânî olarak tanıtılan Tamestânî Nîşâ-
üstünlüğü, zâhirî planda Hz. Peygam-
etti ve A h m e d b. Hanbel'in mezarının
bur'da vefat etti. Kuzey İrak'ın Hîre şeh-
ber'in sohbetlerine katılmış olmaların-
yanına defnedildi.
rinde m e d f u n olduğuna dair bir rivayet
dan, bâtınî planda ise Allah'a hicret et-
de vardır (Kuşeyrî, s. 371).
melerinden ileri gelir (a.e., s. 473).
Eserleri. Ebû Bekir eş-Şafiî'nin günüm ü z e kadar gelen eserleri şunlardır: 1.
el-Fevâ 'id. Hocalarından âlî isnadla rivayet ettiği hadisleri ihtiva eden ve Zehebî tarafından on bir cüzden meydana geldiği belirtilen eserin yazma bir nüshası Zâhiriyye Kütüphanesi'nde bulunmaktadır (Mecmua, nr. 49/1, vr. l a - 143b). Talebesi Ebû Tâlib M u h a m m e d b. Gaylân tarafından rivayet edildiği için elĞaylâniyyât diye de meşhur olan eserin el-Fevâ "idü'l-müntehabeti'l- Qavac li ani'ş-şüyûhi'l-meşhûre bi'l-Gaylâniyyât adlı başka bir nüshası British Museum'dadır (Suppl., 135, Or. 3059; diğer nüshaları için bk. Sezgin, 1, 191). Zehebî'nin 10.000 hadis ihtiva ettiğini söylediği eserin dört râvili hadislerini Dârekutnî el-Ehâdisü'r-rubâ' :iyyât adıyla bir araya getirmiştir (Dâru 1-kütübi'zZâhiriyye, Mecmua, nr. 85/2). E. Müsnedü Mûsâ el-Kâzım b. Ca cfer b. Muhammed. Eserin yazma bir nüshası Dârü'l - kütübi' z - Zâhiriyye 'dedir (Mecmua, nr. 34/3).
Ebû Bekir et-Tamestânî, tasavvufun
Allah ile kul arasındaki en kesif hica-
kuruluş döneminde görüş ve tesbitleriy-
bın nefis olduğunu söyleyen ve nefsânî
le bu disipline önemli katkılarda bulunan
arzuların öldürülmesi konusuna ayrı bir
sûfîlerden biridir. Sohbet, hicret, nefis,
ö n e m veren Ebû Bekir, bu konunun ti-
ilim, zühd, tasavvuf, tarikat, riyâzet gibi
tizlikle takip edilmesi gerektiği kana-
terimlere getirdiği yorumlar tasavvufî
atindedir. Çünkü bazı nefsânî arzular
çevrelerde kabul g ö r m ü ş ve yaygınlık
sönerken başka arzular yeniden alevle-
kazanmıştır. Allah'a giden yolların insan-
nebilir. Ona göre ilim de böyledir; zira
ların sayısı kadar çok olduğunu söyle-
bir yandan cehaleti ortadan kaldırırken
yen ilk sûfî odur (Sülemî, s. 472). Ebû Be-
öte yandan nefsin arzularına alet olma-
kir bu tesbitiyle, bir yandan psikolojik
sıyla m â n e n küçülmeye ve çöküntüye
ve pedagojik bir gerçeğe işaret ederken
sebep olabilir. Bunun en belirgin teza-
öte yandan özellikle Hallâc-ı Mansûr'un
hürlerinden biri, nefis terbiyesini ger-
idamıyla birlikte ortaya çıkan olumsuz
çekleştiremeyen ilim adamlarının birta-
hedeflemişti.
kım te'villere başvurarak kendilerini sa-
Ona göre insanların en iyisi, kendi tut-
vunmaya kalkışmalarıdır. Tamestânî ay-
atmosferi
yumuşatmayı
t u ğ u yolu t e k doğru yol kabul etmeyen,
rıca zihinden geçen bir k ö t ü l ü ğ ü n kalp-
dolayısıyla kendi kusurlarını
te yarattığı huzursuzluğa bu k ö t ü l ü ğ ü n
görebilen
kimsedir (a.e., s. 472).
Nefehâtüiüns Tercümesi'nde (s. 238), Ebû Bekir'in sekr ve m u h a b b e t ağırlıklı bir tasavvufî anlayışı benimsediği söyleniyorsa da kendisinden nakledilen sözlerde bu husus pek görülme-
cezası olarak bakmış, bu cezayı da fikirde kalmayıp fiile dönüşmesi halinde verilecek daha ağır cezaya karşı bir uyarı olarak değerlendirmiştir. Sûfîler arasında tartışma konusu olan, kul ile Allah arasındaki mânevî yolun
113 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
EBÛ BEKİR et-TAMESTÂNÎ kuldan Allah'a doğru m u gittiği, yoksa
diye edildiği, melikin de ülkesine döner-
vayet etmiştir. Bunlardan sekizi Şahî-
Allah'tan kula doğru m u geldiği mese-
ken Tâif'te hastalandığı sırada kendisi-
lesine Ebû Bekir, "Yol O'nundur, b u n u n
ni tedavi eden meşhur Arap tabibi Hâris
hayn'da bulunmakta, ayrıca beşi yalnız Buhârî'de, biri Müslim'in eserinde yer almaktadır. Rivayetlerinin t a m a m ı Kütüb-i Sitte'nin diğer eserleriyle öteki hadis kitaplarında yer almış olup A h m e d b. Hanbel'in Miisned'indeki rivayetleriyle ilgili olarak Ebû Bekir b. Ali es-Somâlî Merviyyûtü'ş-şahâbî Ebî Bekre fî Müsrıedi'l-İmâm Ahmed adlı bir yüksek lisans tezi hazırlamıştır (Mekke Ümmülkurâ Üniversitesi, 1399/1979). Ebû Bekre'den oğulları Abdullah, Ubeydullah, Abdurrahman, Abdülazîz, Müslim, Merrâr ve torunu Bahr b. Merrâr ile Ebû Osman en-Nehdî, Hasan-ı Basrî, İbn Şîrîn ve daha başkaları rivayette bulunmuşlardır.
için O'nsuz O'na yol yoktur" tesbitiyle
b. Kelede'ye onu hediye ettiği bilinmek-
açıklık getirmiştir. Bu tesbitiyle de kişi-
tedir. Sümeyye, Hâris b. Kelede'nin kö-
nin kâmil insan olmasında kendi gayret
lesi Mesrûh ile evlendirilmiş ve bu evli-
ve çabasının rolü olmakla birlikte esas
likten Nüfey' dünyaya gelmiştir. Kaynak-
unsurun Allah'ın lutuf ve ihsanı olduğu-
ların birçoğunda Hâris b. Kelede'ye nis-
na işaret etmiştir.
bet edilmesi onun kölesi olması sebebiy"Ölüm
ledir. Ebû Bekre'nin m ü s l ü m a n olduk-
âhiretin kapısıdır ve oradan girmeden
tan sonra Hâris b. Kelede'ye nisbet edil-
Ebû Bekir et-Tamestânî'nin,
vuslat gerçekleşmez" sözü, sonraki yüz-
meyi reddetmesi de onun oğlu olmadı-
yıllarda Mevlânâ'da "şeb-i arûs" tabirin-
ğını göstermektedir (Zehebî, III, 6). Ziyâd
de ifadesini bulacak olan anlayışın te-
b. Ebîh Nüfey'in anne bir kardeşidir.
melini teşkil etmiştir. Nefsini öldürerek gerçeği bulan kişi, dünyada
Tâif Muhasarası'nda (8/630) müslü-
hayatının
manlara katılacak hürlerin serbest, kö-
sona ermesiyle gerçek sevgilisine kavu-
lelerin hür olacağı ilân edilince Tâif Ka-
şacaktır. Onun için Tamestânî, "Kalbin
Iesi'nden kaçıp gelen yirmi üç köleden
hayatı nefsin ölümündedir" demiştir (Sü-
biri de Nüfey' idi. Kaleden aşağıya bek-
Ebû Bekre, kardeşi Ziyâd b. Ebîh'in
lemî, s. 471,472).
re (veya bekere) denen bir kuyu çıkrığı
valiliği zamanında 51 (671) veya 52 (672)
Onun, "Tasavvuf bir harekettir, sükû-
ile indiği için Hz. Peygamber kendisine
yılında Basra'da vefat etti. Cenaze na-
nun olduğu yerde tasavvuf yoktur" şek-
"Ebû Bekre" diye iltifat etti ve o günden
mazını sahâbî Ebû Berze el-Eslemî kıl-
lindeki tarifi b ü t ü n tasavvuf klasiklerin-
sonra hep bu künye ile anıldı. Hz. Pey-
dırdı.
de yer almıştır.
gamber'in emriyle İslâmiyet'i Amr b. Saîd
BİBLİYOGRAFYA:
BİBLİYOGRAFYA:
b. Âs'tan öğrendi. Kız kardeşi Ezde'nin
Sülemî, Tabakât,
kocası olan ashâb-ı Suffe'den Utbe b.
bîr, VIII, 112-113; Vâkıdî, ei-Meğâzî,
(Uludağ), s.
Gazvân Hz. Ömer devrinde Basra'ya vali
İbn Hişâm, es-Sfre, IV, 4 8 5 ; İbn Sa'd, et-Taba-
Tezkiretü'l-eu-
tayin edilince Bahreyn'de bulunan Ebû
Hilye,
s. 4 7 1 - 4 7 4 ; Ebû Nuaym.
X, 3 8 2 ; Kuşeyrî, er-Risâle
133, 247, 371, 413, 4 1 8 ; A t t â r ,
(nşr. R. A. N i c h o l s o n ) , Leiden 1905-1907,
liyâ'
11, 2 5 7 ; Yâküt, Mu'cemul-büldân, nü'l-Mülakkın, Tabakâtu Câmî, Nefehât,
(V, 4 1 ; îbs. 353-354;
l-evliyâ',
s. 190; Lâmiî, Hefehât
mesi, s. 2 3 7 - 2 3 8 ; Şa'rânî, Tabakât, Münâvî, Kevâkib, 5 1 4 ; Arûsî,
Tercü-
I, 121-122;
II, 16-17; Herevî, Tabakât, m Mil
ta'dîl,
VIII, 489; İbn Abdülber, el-İstfâb,
tîb), s. 101, 2 3 7 - 2 3 8 ; İbnü'l-Cevzî, Telkihu
Ebû Bekre ve kardeşi Ziyâd b. Ebîh,
hûmi'Teşer
4 0 1 ; Yâküt, Mu'cemü'l-büldân, a.mlf., el-Kâmil,
belâIII,
n
Şu'be recm cezasından kurtuldu. Ebû
III, 4 4 3 ; Zehebî,
A'lâmurı-nü-
hire 1941, 1, 4 1 8 ; İbn Hacer, el-Işâbe, 572; a.mlf., Tehzîbü't-Tehzîb,
p a t edebilmek için yeterli sayıya (en az
" E b û B e k r e " , İA, IV, 14.
Beyrut Ka111, 571-
X, 469-470; Wen-
VIII, 2 7 5 ; M. Th. Houtsma, r-ı imi
dört kişi) ulaşamadıklarından had ceza-
A S R İ ÇUBUKÇU
sına çarptırıldılar. Bundan böyle şahitliklerinin kabul edilebilmesi için Mugîre hakkındaki bu iddiaları ile ilgili olarak
F
EBÛ BERZE
n
1
( °jy y )
tövbe etmeleri teklif edilince iki arka-
Ebû Berze Nadle b. Ubeyd b. el-Hâris el-Eslemî (ö. 6 5 / 6 8 5 [?])
daşı bu isteği yerine getirdiği halde Ebû Bekre tövbe teklifini kabul etmedi. Kardeşi Ziyâd'ın gerek bu olaydaki t u t u m u ,
Sahâbî.
sırasında Ebû Süfyân'ın oğluymuş gibi
EBÛ BEKRE ( îjS^JJ! )
Ebû Bekre Nüfey' b. Mesrûh es-Sekafî (ö. 5 1 / 6 7 1 [?]) L
III, 154; İb-
1986, VII, 2 9 - 3 0 ; Makrîzî, İmtâ'u'l-esmae,
gerekse Muâviye'nin hilâfet mücadelesi
r
fü-
V, 3 5 4 - 3 5 5 ; VI, 3 8 - 3 9 ;
5 - 1 0 ; Fâsî, el-'İkduş-semîn,
sinck. el-Mu'cem,
)
Akkoyunlular tarihine dair yazdığı Kitâb-ı Diyarbekriyye adlı eseriyle tanınan münşî ve tarihçi (bk. KİTÂB-ı DİYARBEKRİYYE).
nu 1-Esîr, Üsdü'l-ğâbe,
Bekre ile diğer iki kişi ise iddialarını is-
(IX./XV. yüzyıl)
jf
(Ha-
(nşr. Ali Hasan), Kahire 1975, s.
na yaptığını ileri sürdüler. Ancak Ziyâd'ın
E B Û BEKR-i T İ H R Â N Î
ue't-
III, 567-
5 6 9 ; Ebû Bekir İbnü'l-Arabî, el-'Auâşım
olayda g ö r d ü ğ ü şahsı t a m teşhis ede-
(bk. ZÜBEYDİ, Ebû Bekir).
(Ukkâ-
rada uzun süre kaldığı için Basrî nisbe-
MUSTAFA B I L G I N
EBÛ BEKİR ez-ZÜBEYDÎ
( J !>'
kât, VII, 15-16; İbn Kuteybe, el-Ma'ârif
iki kişiyle birlikte Mugîre b. Şu'be'nin zi-
1
III, 931-932;
siyle de anılır.
mediğini söylemesi üzerine Mugîre b. F
et-Târthu'l-ke-
şe), s. 2 8 8 - 2 8 9 ; İbn Ebû Hâtim, el-Cerh
Dı-
Hetâ'icul-efkâri'l-kudsiyye,
maşk, ts., 11, 8 - 9 .
s.
Bekre'yi yanına aldırdı. Ebû Bekre bu-
Buhârî, " M e g â z î " , 5 6 ; a.mlf.,
Sahâbî.
Hayatı hakkında fazla bilgi yoktur. Vâsıt yakınlarındaki Zendeverd şehrinden olan annesi Sümeyye'nin İran kisrâsı tarafından Yemen Meliki Ebü'l-Hayr'a he-
ona nisbet edilmeyi uygun görmesi se-
Künyesiyle m e ş h u r olduğu için h e m
bebiyle onunla bir daha konuşmadı. Oğul-
kendinin h e m babasının adı hususunda
larının kardeşi tarafından himaye edilip
ihtilâf edilmiştir. Adı Nadle iken Hz. Pey-
önemli mevkilere getirilmelerini de tas-
g a m b e r tarafından Abdullah olarak de-
vip etmedi. Cemel Vak'ası'nda Hz. Âişe
ğiştirildiği veya adının Hâlid olduğu söy-
taraftarı iken Hz. Peygamber'den duy-
lenmekte, babasının ise Amr, Âiz, Niyâr,
d u ğ u bir hadisi hatırlayarak geri çekildi
Nadle, Ubeyd veya Abdullah diye bilin-
ve tarafsız kalmayı tercih etti. Aynı ge-
diği kaydedilmektedir. Ahmed b. Hanbel,
rekçe ile Sıffîn Savaşı'na da katılmadı.
Yahyâ b. Maîn ve daha birçok âlime gö-
Kırk çocuğu olduğu nakledilen
Ebû
Bekre, Hz. Peygamber'den 132 hadis ri-
re ise adı ve soy şeceresi yukarıda gösterildiği şekildedir.
114 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
EBÛ CA' FER el-AHVEL Ebû Berze ilk m ü s l ü m a n l a r arasında
doğru çekti, o da arkasından yürüdü. Bu
b. Ebû Mûsâ el-Eş'arî'den hadis rivayet
sayılmaktadır. Hayber ve Mekke'nin fet-
davranışını ayıplayan bir Hâricî'ye Hz. Peygamber'in sohbetlerinde bizzat bu-
etmiştir. Ebü Bürde Kûfe'de yetişti. De-
lunduğunu, onunla birlikte savaşlara katıldığını, kendisinden hep kolaylık görd ü ğ ü n ü ve kendisinin de bu anlayışı be-
Ebû Rebâh gibi tabiîlerden hadis öğrendullah b. Mübârek, Süfyân b. Uyeyne Ebû
nimsediğini söyledi (Buhârî, " c Amel fi'şşalât", 11).
Faz] b. Dükeyn vb. muhaddisler rivayet-
düluzzâ b. Hatal'ı Hz. Peygamber'in iz-
Ebû Berze fakirlere, yetimlere ve kim-
t e bulundular. Kendisinden en fazla ri-
niyle onun ö l d ü r d ü ğ ü bilinmektedir. Hz.
sesiz kadınlara karşı son derece merhametli davranır, onlara sabah a k ş a m yem e k vermeye çalışırdı. Çok ibadet eder,
vayette bulunan öğrencisi Ebû Üsâme'-
gece namazlarına aile fertlerini de kaldırırdı.
âlimler onun güvenilir bir m u h a d d i s ol-
hi ile Huneyn Gazvesi'nde bulundu. Ayrıca yedi sekiz gazveye katıldı. Hz. Peygamber onunla Ebû Bekre arasında kardeşlik bağı (muâhât*) kurdu. Mekke fethedildiğinde ölüm cezasından kurtulmak için Kabe'nin örtüsü altına sığınan Ab-
Peygamber'in vefatından sonraki dönemlerde Basra'ya yerleşti. Horasan fetihlerine iştirak etti. SıffTn'de Hz. Ali tarafında yer aidi; onun Hâricîler'le yaptığı Nehrevan Savaşı'na ve Mühelleb b. Ebû Suf-
BİBLİYOGRAFYA:
re'nin Ezârika ile yaptığı savaşa katıldı.
Müsned,
di. Kendisinden de Süfyân es-Sevrî, AbÜsâme H a m m â d b. Üsâme, Ebû Nuaym
dir. Hadis münekkitlerinden Yahyâ
b.
Maîn ve Ebü'l-Hasan el-İclî, İbn Adî gibi d u ğ u n u söylemektedirler. Ancak A h m e d b. Hanbel, Ebû Hâtim e r - R â z î v e Nesâî
fiş-
rivayetlerine ö n e m vermemekte, özel-
VIII, 118;
likle t e k başına rivayet ettiği hadisler
IV, 4 1 9 - 4 2 6 ; Buhârî, " ' A m e l
I. Mervân ve Abdullah b. Zübeyr dönem-
şalât", 11; a.mlf., et-Târîhu'l-kebîr,
lerinde m ü s l ü m a n l a r arasında çıkan ih-
İbn Sa'd, et-Tabakat,
tilâflardan ve bu ihtilâfların yol açtığı
desinden başka Hasan-ı Basrî ve Atâ b.
IV, 2 9 8 - 3 0 0 ; VII, 9, 3 6 6 ;
Halîfe b. Hayyât, et-Tabakât
(Zekkâr), 1, 241,
441; İbn Ebû Hâtim, el-Cerh ue't-ta'dîl,
III, 355;
kabul görmemektedir. Kütüb-i
Sitte mü-
ellifleri ise onu s a d û k * bir râvi kabul
üzücü olaylardan son derece etkilendi.
VIII, 499; İbn Hibbân, eş-Şiİçât, III, 4 1 9 - 4 2 0 ; Ebû
ederek rivayetlerine eserlerinde yer ver-
Kendisi bu çekişmelerin dışında kaldığı
Nuaym, Hilye, II, 32-33; İbn Abdülber,
mişlerdir.
gibi çevresindekileri de uzak t u t m a y a
IV, 2 4 ; Hatîb, Târîhu
çalıştı. Bunca kargaşaya sebep oldukları
nü'l-Esîr, Üsdü'l-ğâbe,
için Kureyşliler'e karşı duyduğu kızgınlık-
Nevevî, Tehzîb,
Bağdad,
el-İstî'âb,
I, 182-183; İb-
V, 3 2 1 - 3 2 2 ; VI, 3 1 - 3 2 ;
II, 179; Zehebî,
A'lâmü'n-nüsene
t a n dolayı Allah katında m ü k â f a t alma-
III, 4 0 - 4 3 ; a.mlf., Târîhu'l-İslâm:
41-60, s. 3 3 1 - 3 3 3 ; İbn Hacer, el-İşâbe,
III, 556-
yı u m d u ğ u n u söylerdi. Hz. Hüseyin şehid
5 5 7 ; IV, 19; a.mlf., Tehzîbü't-Tehzîb,
X, 446-
edilip başı Yezîd b. Muâviye'ye getirildi-
4 4 7 ; Zürkânî, Şerhu'l-Meuâhib,
ğinde Ebû Berze orada bulunuyordu.
belâ",
VIII, 358.
ye d ö n e m i n d e (680-683) Basra'da veya
ÜHI
r
(ü-4-r;^'
ğ u gibi katıldığı savaşların birinde şehid
dır. Fakat Buhârî onun Abdülmelik b. Mervân'ın hilâfetine kadar (65/685) yaşadığına h ü k m e t m i ş t i r (bk. tbn Hacer,
Hz. Peygamber ve Hz. Ebû Bekir'den hadis nakletmiş, bunlardan on yedisi Kü-
tüb-i Sitte'de, ikisi hem Şahîh-i Buhârî h e m de Şahîh-i Müslim'de, ayrıca ikisi Buhârî'de, ikisi Müslim'de yer almıştır. Ahmed b. Hanbel'in el-Müsned'mde tekrarlarıyla birlikte kırk yedi hadisi bulunmaktadır. Kendisinden en çok rivayette bulunan oğlu Mugîre ile torunu Münye bint Ubeyd'den başka Ebû Osman enNehdî, Abdullah b. Büreyde, Hasan-ı Basrî, Abdullah b. Mutarrif gibi tâbiîler ona talebelik etmişlerdir.
L
ettiği Müsnedü
duğunu
söylerdi. Ahvaz'da
bir çeşit kırk
n
edilen bir cüzü Süleymaniye Kütüphan e s i n d e Kitâbü'l-Erba'îrı
ve
ğayruh
adlı bir m e c m u a içinde bulunmaktadır (Şehid Ali Paşa, nr. 541, vr. 136a-174b).
)
Kırk ayrı konuya ayrılmış olan eserde
(ö. 94/713)
farklılık arzeden- ondan fazla rivayeti zikredilmektedir. Tamamı sahih rivayetlerden meydana gelen Müsnedü
~ı
E B Û BİLÂL (bk. MİRDÂS b. UDEYYE).
r
Bü-
reyd'deki otuz yedi hadisin hem Şahîh-i
Buhârî'de
hem de Şahîh-i
Müslim'de
yer alması onun m u t e b e r bir metin olduğunu göstermektedir. Eser İsmail Babacan tarafından Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü'nde yüksek lisans tezi olarak incelenmiştir.
EBÛ BÜRDE, Âmir b. E b û Mûsâ
BİBLİYOGRAFYA :
(bk. EŞ'ARÎ, Ebû Bürde).
Yahyâ b. Maîn, et-Târîh, II, 5 6 ; Buhârî, et-Tâ-
rîhu 7 - k e b î r , II, 140; a.mlf., et-Târîhu'ş-şağîr, 9 0 ; İclî, eş-Şikât, F
E B Û B Ü R D E , Büreyd b . A b d u l l a h ~ (
JjJ Ju jt
tfJ^J
)
Ebû Bürde Büreyd b. Abdillâh b. Ebî Bürde b. Ebî Mûsâ el-Eş'arî el-Kûfî (ö. 140/757 [?]) ^
Muhaddis.
II,
s. 7 8 ; Ukaylî, e'd-Du cafâ\
1 5 7 - 1 6 0 ; İbn Ebû Hâtim, el-Cerh
I,
ue't-ta'dîl,
II, 4 2 6 ; İbn Hibbân, Meşâhîr,
s. 1 6 6 ; İbn Adî,
II, 4 9 5 - 4 9 6 ; Mizzî,
Tehzîbü'l-Kemâl,
el-Kâmil,
IV, 5 0 - 5 1 ; Zehebî, A clâmü'n-nübelâVI, 2 5 2 ; a.mlf., Mîzânul-i'tidâl,
Tehzîbü't-Tehzîb, Mîzân,
251-
I, 3 0 5 ; İbn Hacer,
I, 4 3 1 - 4 3 2 ; a.mlf.,
III, 2 6 3 ; a.mlf., Hedyus-sârî
4 1 2 ; Hazrecî, Hulâşatü
Llsânü'l(Hatîb), s.
Tezhîb, s. 47. M . YAŞAR KANDEMİR
Müsamahakâr bir insan olan Ebû Berze dinde kolaylık göstermenin esas ol-
Büreyd,
bazan bir hadisin -metinleri de az çok
r
Tehzîbü't-Tehzîb, X, 447).
rivayetleri bulunan Ebû Berze kırk altı
SELMAN BAŞARAN
Hâricîler'e bağlı Beyhesiyye kolunun kurucusu (bk. BEYHESİYYE).
Mefâze'de öldüğünü ileri sürenler de var-
Ebû Bürde'nin dedesinden, onun da babası Ebû Mûsâ el-Eş'arî'den rivayet
Ebû Beyhes Heysam b. Câbir
düşerek Horasan'da, Merv'de, Herat'ta, Nîşâbur'da, Sicistan'la Herat arasındaki
da vefat ettiği sanılmaktadır.
hadis olup Dârekutnî tarafından tertip
EBÛ BEYHES
60 (680) yılından önce yahut 64 (684) yılında vefat ettiğini söyleyenler bulundu-
el-A'lâm,
ı—ı
Ebû Berze'nin nerede ö l d ü ğ ü kesin olarak bilinmemektedir. Yezîd b. Muâvi-
Kahire 1329 —
Beyrut 1 3 9 3 / 1 9 7 3 , II, 3 1 4 ; Ziriklî,
Ebû Bürde'nin vefat tarihi kesin olarak bilinmemekte, 140 (757) yılı civarın-
Dedesi Ebû Bürde el-Eş'arî Küfe ka-
Hâricîler'le
dısıydı. Büyük dedesi ise m e ş h u r sahâbî
savaştığı günlerde devesinin yularını tu-
Ebû Mûsâ el-Eş'arFdir. Babası Abdullah
tarak n a m a z kılarken deve onu kıbleye
b. Ebû Bürde, dedesi Ebû Bürde Âmir
r
E B U C A F E R el-AHVEL (bk. ŞEYTÂNÜTTÂK).
115 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
EBÛ CA' FER el - KÂRI E B Û C A F E R el-KÂRÎ
(
)
Ebû Ca'fer Yezîd b. el-Ka'ka' el - Mahzûmî el - Medenî (ö. 130/747-48) On kıraat imamından biri, tâbiî.
^
Adının Fîrûz veya Cündeb olduğu ileri sürülmüşse de doğrusu Yezîd'dir. Abdullah b. Ayyâş'ın azatlısı olup Hz. Peygamber'in hanımlarından Ü m m ü Seleme'nin azatlısı olarak da zikredilmiştir. Bizzat kendisinden nakledildiğine göre küçük bir çocukken bir g ü n Ü m m ü Seieme'ye g ö t ü r ü l m ü ş , o da başını okşayarak kendisi için dua etmiştir (tbn Hallikân, V, 318319).
- Seb V s ı n dan sonra da okunmaya devam edilen Ebû Ca'fer'in kıraati, IV. (X.) yüzyılda on kıraat (bk. KIRAAT) konusunda tedvin edilen eserlerde yer almış, İbn Mihrân en-Nîsâbûrî (ö. 381/991) el-Ğâye ti'l-kırâ' âti'l- caşr ve Ebü'l-Alâ el-Hem e d â n î (ö. 569/ 1173) Gâyetü'l-ihtişâr ti'l-kırâ* âti'l-'aşr adlı eserlerinde on i m a m içinde ilk sırayı Ebû Ca'fer'e vermişlerdir.
Kıraat tahsilini Abdullah b. Ayyaş, Ab-
şunlardır: 1. H u r û f - ı m u k a t t a a ' y ı hafif
hid'in (ö. 324/936) Kitâbü's
Hz. Peygamber'in vefatından elli üç yıl sonra Medine'de Mescid-i Nebevî'de Kur'an dersleri vermeye başlayan ve ölüm ü n e kadar bu hizmeti s ü r d ü r d ü ğ ü için "Medine kıraat imamı" diye anılan Ebû Ca'fer, ramazan
dullah b. Abbas ve Ebû Hüreyre'den ya-
Ebû Ca'fer kıraatinin bazı özellikleri
ş â m ' ı n kıraatleriyle birlikte, İbn Mücâ-
aylarında
namazları-
nı kıraat mütehassısı imamların hemen okuyuşlarında
sekte ile okur. 2.
Harekeli bir harften
önce bulunduklarında cemi zamirlerindeki "mim"leri sıla ile (vasıl halinde kend i l e r i n d e n s o n r a "vav" t a k d i r e d e r e k ) o k u r :
. jU^e- — .i
— ,>
gibi. 3. j» ve
zamirlerini, kendilerinden önce fet-
halı "vav", "fâ" ve "lâm" b u l u n d u ğ u n d a "hâ"nın iskânıyla okur:
•
•
gi-
bi. 4. Bazı istisnaları olmakla birlikte sâkin hemzeleri, bir önceki harfin harekesine uygun bir m e d harfine ibdal eder: • Ojr^
-—
-—
Ojj^î
• Oj-'ji
•—
jj-yi
gibi. s. Tenvinden veya sâkin "nun"dan sonra izhar harflerinden "hâ" ( >•) veya "gayn" b u l u n d u ğ u n d a bazı istisnaları olsa da ihfâ yaparak okur: 'J^f- j » * j y l j , Vj; gibi. 6. y . Üj kelimesini y ^ j şeklinde okur.
arkasında
kılarak cehrî
pan Ebû Ca'fer, hadis alanında Abdul-
meydana
gelebilecek
düzelt-
Fazla hadis rivayet etmeyen Ebû Câ'-
lah b. Abbas, Ebû Hüreyre, Abdullah b.
mekle de görevli olmuş, Kâbe'de imam-
fer'i İbn Sa'd, Yahyâ b. Maîn ve Nesâî sika* olarak değerlendirmiş, İbn Hibbân
hataları
Ömer b. H a t t â b ve Mervân b. Hakem'-
lık yaptığında
den faydalandı, onlardan rivayette bu-
Ömer b. Hattâb'ın n a m a z kıldığı rivayet
onun biyografisine eş-Şikât'ında
lundu. Ebû Ca'fer'in Kur'an hocaları ara-
edilmiştir.
miştir. Mâlik b. Enes de ondan "sâlih ki-
sında Zeyd b. Sâbit'in adı zikredilmişse de Zehebî b u n u n doğru olmadığına işaret etmiştir (Ma crifetü'l-kurrâ\ i, 72). Kendisinden de kıraatinin meşhur iki râvisi İbn C e m m â z ve İbn Verdân, yedi kıraat i m a m ı n d a n Nâfi' b. Abdurrahman, Ebû A m r b. Alâ ve A b d u r r a h m a n b. Zeyd b. Eşlem gibi şahsiyetler kıraat öğrenirken 3
el-Muvatta adlı eserinde hadislerine yer vermemekle birlikte Mâlik b. Enes, ayrıca Abdülazîz ed-Derâverdî ve Abdülazîz b. Ebû Hâzim ondan hadis rivayet ettiler. Ebû Dâvûd es-Sönen'inde onun rivayetine yer vermiştir.
arkasında
Abdullah
b.
Ebû Ca'fer'in kıraatinin değerlendirilmesi konusunda farklı görüşler vardır. Bazı âlimler bu kıraati ş â z * olarak nitelendirirken bazıları mütevâtir olduğunu
şi" diye söz etmiş, Ebû Hâtim er-Râzî ise kendisinden rivayet ettiği hadislerin delil olarak kullanılabileceği (sâlihu'l-hadîs) görüşünü belirtmiştir.
ileri sürmüşlerdir. Zehebî bu iki görüşü
İbadete d ü ş k ü n l ü ğ ü ,
hayır
severliği
zikrettikten sonra ikisinin de doğru ol-
ve güzel Kur'an okuması ile bilinen Ebû
madığını söylemiş; Ebû Ca'fer'in kıraati-
Ca'fer, doksan yaşının ü s t ü n d e iken İb-
nin âdil ve sika kimseler tarafından nak-
nü'l-Cezerî'nin doğru olduğunu söyle-
ledilmiş olması, m u s h a f hattına ve Arap
diği bir rivayete göre 130 (747-48) yı-
diline uyması sebebiyle kabul gördüğü-
lında Medine'de vefat etti. Bu tarih 127,
nü zikretmiştir. Zehebî ayrıca
sahâbe
ve tâbiîn ileri gelenlerinin hayatta oldu-
128, 129, 131 ve 132 olarak da zikredilmiştir.
ğu bir d ö n e m d e Hz. Peygamber'in mes-
BİBLİYOGRAFYA:
cidinde Kur'an dersleri veren, okuyuşuSahih ve mütevâtir kıraatler için ön-
na kimsenin karşı çıkmadığı bir âlim ola-
görülen ve meşhur yedi imamın kıraatin-
rak onun kıraati için şâz terimini kullan-
de mevcut olduğu kabul edilen şartları
yer ver-
masının doğru olmayacağına dikkat çek3
taşıdığı görüşünden hareketle, diğer iki
miştir ( M a ' r i f e t u l - k u r r â , Millet Ktp., Ali
i m a m Ya'küb el-Hadramî ve Halef b. Hi-
Emîrî, nr. 2500, vr. 15a).
İbn Sa'd, et-Tabakât: İbn Kuteybe, el-Ma cârif
s. 151-
el-mütemmim,
152; Buhârî,' et-Târîhu'l-kebîr,
VIII, 3 5 3 - 3 5 4 ;
(Ukkâşe), s. 5 2 8 ; İbn
Mücâhid, Kitâbü's-Seb'a
(nşr. Şevkî Dayf), Ka-
hire 1972, S. 5 6 - 5 8 ; İbn Hibbân, eş-Şikât, 543-544;
İbn Mihrân, el-Ğâye
V,
fi'l-kıra'âti'l-
c
aşr (nşr. M u h a m m e d G ı y â s el-Cenbâz), Riyad
1 4 1 1 / 1 9 9 0 , s. 3 7 - 4 0 ; Ebü'l-Alâ el-Hemedânî,
Gâyetü'l-lhtisâr,
MÜ İlahiyat Fakültesi Ktp., nr.
72, vr. 2 » - 3 » ; İbn Hallikân, Vefeyât m î d ) , V, 3 1 8 - 3 1 9 ; Zehebî,
(Abdülha-
Ma'rifetul-kurrâ',
I, 72-76; a.e., Millet Ktp., Ali Emîrî, nr. 2500, vr. 14 a b , 15 a ; a.mlf., A clâmun-nübelâ\ 2 8 8 ; a.mlf., Târîhu'l-İslâm: 310-311;
İbnü'l-Cezerî,
sene
V, 287-
121-140,
Gayetü'n-nihâye,
3 8 2 - 3 8 4 ; a.mlf., Müncidul-mukri'în, 1350, s. 2 8 ; a.mlf., en-Neşr, Hacer, Tehzîbü't-Tehzîb, S
Ebû Ca'fer el-Kârî'nin kıraatini Hz. Pevgamber'e ulaştıran senedin seması
s. II,
Kahire
I, 178-179; İbn
XII, 58. TAYYAR ALTIKULAÇ
E B Û C A ' F E R el-KÂTİB L_
116 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
(bk. İ B N Ü ' d - D Â Y E ) .
J
EBÛ CEHİL F
EBÛ C A ' F E R el-MANSÛR ,
r
(bk. MANSÛR).
(bk. NEHHÂS).
( J ı P ^ y ^ y ' '
ke'nin girişlerini kontrol altına almışlardı. Resûl-i Ekrem'i kavminin gözünde küçük düşürmeye çalışan Ebû Cehil, bir defasında Hz. Peygamber Kâbe'de namaz kılarken üzerine deve leşi attırmıştı. Başka
_J
E B Û C A ' F E R en-NÜFEYLÎ
^
)
Hz. Muhammed'in ve İslâm'ın azılı düşmanlarından biri. L
J
Yaklaşık 570'te Mekke'de doğdu. Asıl
Ebû Ca'fer Abdullah b. Muhammed b. Alî en-Nüfeylî (ö. 234/848)
görüşmesini engellemek ve onları iman etmekten vazgeçirmek için aralarında iş bölümü yaparak (bk. el-Hicr 15/901 Mek-
)
Ebü'l-Hakem (Ebû Cehl) Amr b. Hişâm b. Mugîre el-Kureşî el-Mahzûmî (ö. 2 / 6 2 4 )
EBÛ CA'FER en-NEHHÂS
I F
(
,
n
EBÛ CEHİL
adı A m r olup Kureyş'in M a h z û m koluna mensuptur. Ebü'l-Hakem olan künyesi
bir g ü n de Safâ tepesinde b u l u n d u ğ u sırada Hz. Peygamber hakkında kötü söz söylemiş, bunu duyan Hamza, Kâbe civarında oturmakta olan Ebû Cehil'in yanına giderek onu başından yaralamıştı.
İslâmiyet'e düşmanlığı sebebiyle Hz. Pey-
Hz. Peygamber, İslâmiyet'in yayılma-
J
g a m b e r tarafından Ebû Cehil şeklinde
sına yardımı olur düşüncesiyle bazı nü-
değiştirilmiştir. Dârünnedve üyesi olan
fuzlu kişilerin m ü s l ü m a n
Kudâî ve Harrânî nisbeleriyle de anı-
Ebû Cehil, Resûl-i Ekrem'in davetine ba-
te ermeleri için Allah'a dua ederdi. İşte onun hidayete ermesini istediklerinden
Hadis hâfızı.
L
olup hidaye-
lır; hayatı hakkında fazla bilgi yoktur.
şından beri karşı çıkmış ve müslüman-
Züheyr b. Muâviye, Mâlik b. Enes, Abdul-
lar aleyhinde hazırlanan b ü t ü n komplo-
biri de Ebû Cehil idi. İlk müslümanlar-
lah b. Mübârek, Hüşeym b. Beşîr ve Süf-
larda yer almıştır. Velîd b. Mugîre ile Ebû
dan Habbâb b. Eret, Resûlullah'ın, İslâ-
yân b. Uyeyne gibi âlimlerden hadis ri-
Cehil, kendi kabilelerine m e n s u p olma-
miyet'i Ebû Cehil veya Ömer b. Hattâb
vayet etti. Kendisinden de Yahyâ b. Maîn,
yan birinin peygamberliğini hazmedeme-
ile kuvvetlendirmesi için dua ettiğini biz-
A h m e d b. Hanbel, Ebû Dâvûd es-Sicis-
dikleri için Hz. M u h a m m e d ' e inanmaya-
zat duyduğunu söyler.
tânî, Ebû Zür'a er-Râzî, Ebû Hâtim er-
caklarını açıkça söylemişlerdir.
Râzî, Zühlî ve daha başka muhaddisler
Hicretten birkaç yıl önce Benî Mah-
Ticarî nüfuz ve servetinden güç alan
zûm'un reisliğine getirilen Ebû Cehil, Hz.
rivayette bulundular.
Ebû Cehil hayatı boyunca İslâmiyet aley-
Peygamber'e ve müslümanlara her fır-
Rivayetleri Şahîh-i
hinde çalıştı, halkın m ü s l ü m a n olmasını
satta sözlü ve fiilî saldırıda bulunmuş,
Müslim dışında Kütüb-i Sitte'de yer alan Ebû Ca'fer enNüfeylî'nin değerli bir m u h a d d i s olduğ u n u birçok hadis otoritesi kabul etmiştir. A h m e d b. Hanbel, onun hâfıza gücünü a n l a t m a k için kendisini elinde kitapla rivayet ederken hiç görmediğini söylemiş, Nüfeylî'den pek çok hadis rivayet etmekle bilinen Ebû Dâvûd ise hâfızası ondan daha güçlü birine rastlamadığını belirtmiştir. Hadis hâfızı unvanını kolay kolay kimseye vermeyen Şâzekûnî'nin bu unvanı sadece ona lâyık gördüğü bilinmektedir. Tanınmış muhaddis İbn Vâre, Nüfeylî'yi dinin direkleri olarak gösterdiği devrinin dört âlimi arasında saymış, Ebû Hâtim er-Râzî ve Dârekutnî de onun sika* ve rivayetleri delil olarak kullanılan bir kimse olduğunu ifade etmişlerdir.
engelledi, m ü s l ü m a n olanları da inanç-
müslümanlara karşı başlatılan boykot-
larından vazgeçirmeye gayret etti. İslâ-
la onların Ebû Tâlib mahallesinde üç yıl
miyet'i kabul eden kişi t o p l u m d a itibarlı
boyunca tecrit edilmesine önderlik et-
biri ise ona saygınlığını yitireceğini söy-
miş, dışarıdan yapılmak istenen yardım-
leyerek, ticaretle uğraşıyorsa kendisini
lara da engel olmuştur.
iflas ettirmekle tehdit ederek, güçsüz ve
Medine'ye hicretine m â n i olmak için Dâ-
Resûlullah'ın
kimsesiz ise onu döverek İslâm'dan dön-
rünnedve'de yapılan toplantıda, onun her
dürmeye çalıştı. Ashaptan A m m â r b. Yâ-
kabileden seçilecek gençler tarafından
sir ile annesine, babasına ve daha bir-
öldürülmesini teklif eden ve hicret gecesi
çok m ü s l ü m a n a İslâmiyet'i kabul ettik-
evini muhasara altına alarak öldürülme-
leri için çok ağır işkenceler yaptı-, Am-
sini planlayan da yine Ebû CehıTdir.
mâr'ın annesi Sümeyye'yi şehid etti. Ebû Cehil, ilk müslümanlardan olan üvey kardeşi Ayyâş b. Ebû Rebîa'yı
aldatarak
hicret ettiği Medine'den tekrar Mekke'ye g ö t ü r d ü ve orada hapsedip Medine'ye dönmesine yıllarca engel oldu. Ebû Cehil Mekke'ye gelen yabancılara
Hz. Peygamber, hicrî 1. yılın Rebîülevvel ayında (Eylül 622) Hamza'yı Ebû Cehil'in başkanlığındaki büyük bir ticaret kervanına karşı sefere m e m u r etti. Sîfülbahr seriyyesi olarak bilinen bu seferden savaş yapılmadan dönüldü. Ebû Cehil, müşriklerin muharebe ih-
karşı son derece merhametsiz davra-
tiyaçlarının büyük bir kısmını bizzat kar-
Ebû Ca'fer en-Nüfeylî, doksan yaşının
nırdı. Bir defasında, malını s a t m a k için
şıladığı Bedir Savaşı'nda ensardan Afrâ'-
üzerinde iken Rebîülâhir 234'te (Kasım
Mekke'ye gelen Zübeyd kabilesine men-
nın oğulları Muâz ve Muavviz tarafından
848) vefat etti.
sup bir tüccarın malına d ü ş ü k fiyat biç-
öldürüldü. Bu iki kardeşin onu yarala-
ti. Başka müşteriler ondan korktukları
dıkları ve başının Abdullah b. Mes'ûd ta-
için daha fazla fiyat veremediler. Zor
rafından kesildiği de rivayet edilmekte-
d u r u m d a kalan tüccar Hz. Peygamber'e
dir. Ebû Cehil, katledilen diğer müşrik-
giderek d u r u m u n u anlattı ve onun sa-
lerle beraber Bedir'deki kör kuyulardan
yesinde malını değeriyle sattı. Ebû Ce-
birine atıldı. Hz. Peygamber'in bu üm-
hil bunu duyunca Hz. Peygamber'in evi-
metin firavunu olarak tavsif ettiği Ebû
BİBLİYOGRAFYA: Buhârî, et-Târîhu'l Hâtim. el-Cerh
el-Lübâb,
- kebîr,
ue't-ta cdîl,
V, 189; İbn Ebû
V, 159; İbnü'l-Esîr,
III, 3 2 0 ; Zehebî,
A'lâmun-nübelâ 7',
X, 6 3 4 - 6 3 7 ; a.mlf., Tezkiretü'l-huffâz, 4 4 1 ; İbn Hacer, Tehzîbut-Tehzîb, İbnü'l-İmâd. Şezerât,
II, 440VI,
16-18;
II, 8 0 - 8 1 .
ne gidip kendisiyle kavga etti. H
F
A L İ OSMAN KOÇKUZU
E B Û C A ' F E R ct-TÛSÎ (bk. TÛSÎ, Ebû Ca'fer).
^
Cehil
hakkında,
İslâmiyet
aleyhindeki
Kur'an âyetlerini yalanlayan, Resül-i
faaliyetleri, Resûl-i Ekrem'e ve ashabı-
Ekrem'in halkı İslâm'a davet etmesine
na yaptığı zulüm ve haksızlıklar sebe-
m â n i olan Ebû Cehil ile on bir müşrik
biyle pek çok âyet nâzil olmuştur (bk.
arkadaşı, halkın hac mevsiminde onunla
el-Enam 6 / 1 0 8 ; el-Hicr 1 5 / 9 0 ; el-Alak
117 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
EBÛ CEHİL 96/9-18). Müslümanlığı kabul eden an-
de Hz. Peygamber'e biat etti ve Medi-
dan indirmeyen biri olduğunu söylemiş
nesi Esmâ bint Muharribe 13 yılı civa-
ne'ye göç ederek oraya yerleşti. Huneyn Gazvesi'nde elde edilen ganimetleri Ci'râne mevkiinde korumakla görevlendi-
ve Ebû Cehm ile evlenmesinin uygun ol-
rında (634) vefat etmiş, Mekke'nin fethinden sonra m ü s l ü m a n olan oğlu İkrime ise meşhur bir vali ve k u m a n d a n olarak İslâm'a hizmet etmiştir. BİBLİYOGRAFYA: Buhârî, " M e g â z î " , 2, 7, 8, 10, 12; Vâkıdî, elI, 9, 29-30, 33, 35-39, 41-46, 64-67,
Megâzî,
70-71, ayrıca bk. İndeks; İbn Hişâm,
es-Sîre,
Kahire 1936, I, 273, 283, 315, 319, 320, 337, 342, 370, 379, 3 8 3 ; II, 6, 16, 28, 29, 32, 118, 125, 126, 131, 132, 269, 270, 274, 275, 287, 288, 292, 321, 368; İbn Sa'd. et-Tabakât, 203, 209, 2 2 7 ; İbn Habîb, el-Muhabber, 140, 160-161, 176; Belâzürî, Ensâb,
I, 202, s. 139-
I, 124-130,
133, 142, 158, 160, 2 0 8 ; Taberî, Târih
(Ebü'l-
Fazl), II, 323-325, 333-334, 370-372, 379, 402, 4 3 7 - 4 3 8 , 4 4 3 - 4 4 4 , ayrıca bk. İndeks; Halîmı, II, 90; İbn Hazm,
el-Minhâc,
Ceuâml'u's-sîre,
s. 53, 54, 66; İbnü'l-Esîr, el-Kâmil,
II, 56-63, 67,
69, 71-73, 83, 101, 102, 105, 106, 120, 129; İbn Kesîr, el-Bidâye,
Beyrut 1976, III, 59, 287,
2 8 8 ; Diyarbekrî, Târîhu'l-hamîs,
I, 3 5 6 ;
Tecrid
1, 191-193; IV, 2 2 6 ; X, 45, 83, 150-
Tercemesi,
151; XI, 2 2 0 ; Şâmî, Sübülü'l-hüdâ
ue'r-reşâd
fî sîreti
Abdülvâ-
hayri'l-'ibâd
(nşr. M u s t a f a
h i d v.dğr.), Kahire 1 3 9 5 - 1 4 1 1 / 1 9 7 9 - 1 9 9 0 ,
II,
5 5 1 - 5 5 3 ; IV, 77-80; Ebü'l-Hasan Ali en-Nedvî.
Glory
of iqbal
(trc. M . Asif Kidwai), Lucknow
1979, s. 181-186; a.mlf.. Rahmet
Peygamberi
(trc. A b d ü l k e r i m Özaydm), İstanbul 1992, s. 102, 112, 152, 153, 182, 188, 3 1 0 ; Hamîdullah, İs-
lâm Peygamberi,
I, 58, 104-105, 120, 171, 184,
237, 2 4 6 ; II, 8 7 0 ; a.mlf.. " H z .
Peygamber'in
B ü y ü k D ü ş m a n l a r ı n ı n P s i k o l o j i s i " (trc. İsmail Yakıt), EAÜİFD, lî, el-A c lâm Watt,
Hz.
Ayas -
sy. 6 (1986), s. 2 1 2 - 2 1 4 ; Zirik-
(Fethullah), V, 8 7 ; W. M o n t g o m e r y
Muhammed
Mekke'de
(trc.
Rami
A z m i Yüksel), Ankara 1986, s. 6, 96,
100, 125-127, 130, 142, 158, 185, 190; a.mlf., " A b ü D j a h l " , El 2 (İng.), I, 115; M u s t a f a Fayda,
Allah'ın
Kılıcı
Halid
bin
Velid, İstanbul 1990,
s. 4 6 - 5 7 ; Martin Lings, Hz. Muhammed'in
Ha-
(trc. Nazife Ş i ş m a n ) , İstanbul 1991, s. 89-
yatı
91, 98-99, 118, 131, 208, ayrıca bk. İndeks; F. Buhl, " E b û C e h i l " , İA, IV, 15. B
F
M E H M E T A L İ KAPAR
n
EBÛ CEHM ( ) Ebû Cehm Amir b. Huzeyfe b. Ganim el-Kureşî el-Adevî (ö. 7 0 / 6 9 0 [?])
^
Sahâbî.
rildi. Malların taksiminden önce ganimetten bazı şeyler almak isteyen Hâlid b. Bersâ ile aralarında çıkan kavgada onu yaraladı. Kısas isteyen Hâlid'e Hz. Peygamber diyet vererek gönlünü aldı. Böy-
Müsned,
VI, 2 3 2 ; Buhârî, "Şalât", 14; İbn Hi-
şâm. es-Sîre, III, 3 4 1 ; IV, 138; İbn Sa'd. et-JaI, 4 5 7 ; III, 7 8 ; V, 4 5 1 ; VIII, 13; Zübeyrî,
bakât,
Kureyş,
s. 369-370, 3 7 2 ; Câhiz, el-Be-
ue't-tebyîn,
I, 3 2 2 ; II, 3 2 3 ; III, 233; Tabe-
Nesebü yân
rî, Târih (Ebu 1-Fazl), II, 6 4 0 ; IV, 198, 359, 4 1 3 ; V, 6 7 ; ibn Abdürabbih, el-'İkdü'l-ferîd,
rafından nakledilmektedir ( Müsned, VI, 232). Ancak bunların aynı hadise olması ihtimali vardır. Ebû Cehm'in Hz. Peygam-
heylî, er-Rauzü'l-ünüf,
ber'e değerli k u m a ş t a n yapılmış iki ucu işlemeli bir ihram hediye ettiği bilinmek-
VII, 71-73; Ziriklî, el-A'lâm,
tedir. Resûl-i Ekrem n a m a z kılarken bu ihramın kendisini meşgul ettiğini söyleyerek onu Ebû Cehm'e göndermiş, he-
''
IV, 2 8 6 ; İbn Abdülber, el-İstî'âb,
dü'l-ğâbe,
Ebû Cehm Hz. Ömer devrinde itirazcı tabiatı sebebiyle halife tarafından uyarılmış, Hz. Osman'ı hilâfetten uzaklaştırmak isteyen âsileri ikna etmeye gelen Hz. Ali'nin yanında o da bulunmuştur. Hz. Osman'ı şehid eden isyancılar onun cenaze namazının kılınmasına ve Bakî' Mezarlığfna defnedilmesine karşı çıktıklarında Ebû Cehm halifenin namazını Allah ve Resulü'nün kıldığını, o haliyle defnedilmesinin uygun olacağını söylemiş, cenazeyi âsilerden kaçırarak üç kişiyle birlikte geceleyin Bakî' dışında bir yere g ö m m ü ş t ü r . Ebû Cehm Hz. Ali devrindeki olaylara karışmamıştır. Muâviye döneminde onunla yan yana oturup sohbet ettiği, sert mizacı ve kırıcı konuşmaları sebebiyle Muâviye taralından uyarıldığı rivayet edilmektedir. Ebû Cehm'in 120 yıldan fazla yaşadığı ve Kâbe'nin Abdullah b. Zübeyr devrinde yeniden inşasını (64/683) gördüğ ü belirtilmektedir. Bu d u r u m d a onun Muâviye devrinin sonlarına doğru 60'ta (680) vefat ettiği rivayetinden ziyade 70 (690) yılı civarında ö l d ü ğ ü n ü kabul etm e k uygun olacaktır.
Hz. Peygamber'in hakemlik yaptığı Kâ-
tığını söylerdi. Müşrik kadınları boşama-
be'nin tamiri olayında (605) güçlü kuv-
yı emreden âyet nâzil olunca (el-Müm-
vetli bir genç olarak çalıştığı kaynaklar-
tehine 60/10) Hz. Ömer'in boşadığı iki
da zikredilmektedir. Kureyş kabilesinin
kadından biriyle, o tarihlerde henüz müş-
ileri gelenlerinden biri olup adının Ubeyd
rik olan Ebû Cehm evlenmişti. Ashaptan
olduğu da rivayet edilmiştir. Nesep ilmi-
Fâtıma bint Kays, Ebû Cehm'in İslâmi-
ni, Araplar'ın m e ş h u r savaşlarını ve şiiri
yet'i kabul ettikten sonra kendisiyle ev-
iyi bilirdi.
lenmek istediğini belirterek bu konuda Hz. Peygamber'in
fikrini
sorduğunda
Resûl-i Ekrem onun sopasını omuzun-
VII, 282; İbnü'l-Esîr, Cls-
111, 5 3 6 ; VI, 57-58; a.mlf.,
263
(Bicâvî),
IV, 17; Sezgin,
'
F
el-Kâmil,
A'lâmun-nü-
II, 5 5 6 - 5 5 7 ; İbn Hacer, el-İşâbe
belâ',
I, 5 2 ;
IV, 3 2 - 3 3 ; Sü-
III, 53, 162, 3 3 0 ; IV, 4 5 ; Zehebî,
diyesinin iade edilmesine üzülmemesi için de ondan işlemesiz ihramını istemişti (Buhârî, "Şalât", 14).
zararlı olduğunu farkederek içkiyi bırak-
m ü s l ü m a n oldu. Aynı g ü n Safâ tepesin-
BİBLİYOGRAFYA:
le bir olayın onun zekât memurluğu yaptığı sırada cereyan ettiği de Hz. Âişe ta-
Ebû Cehm, daha Câhiliye devrinde iken
Ebû Cehm Mekke'nin fethedildiği g ü n
mayacağını ifade etmişti.
B
GAS,
ÂKİF KÖTEN
EBÛ CENDEL ( J-^-^'
)
el-As b. Süheyl b. Amr el - Âmirî el - Kureşî (ö. 1 8 / 6 3 9 [?]) ^
Sahâbî.
j
M ü s l ü m a n olduktan sonra Ebû Cendei künyesiyle m e ş h u r olmuştur. Kaynakların bir kısmında kardeşi Abdullah b. Süheyl ile karıştırılmış ve onunla ilgili bazı olaylar Ebû Cendere isnat edilmiştir. Ebû Cendel Bedir Gazvesi'nden (2/ 624) önce Mekke'de m ü s l ü m a n oldu. Bu sebeple babası tarafından hapsedilerek zincire vuruldu ve hicret etmesine izin verilmedi. Hudeybiye Antlaşması'nda (6/ 628) Mekkeliler'in temsilcisi olan babası Süheyl b. A m r ile Hz. Peygamber antlaşm a konularını g ö r ü ş ü p yazılı metni imzaya hazır hale getirdikleri sırada Mekke'de hapsedildiği yerden kaçan Ebû Cendel'in ayaklarındaki zincirleri sürüyerek geldiği görüldü. Bunun üzerine Süheyl Peygamber'den antlaşma gereğince oğlunun iadesini istedi. Hz. Peygamber antlaşmanın henüz imzalanmadığını ve Ebû Cendel'in onun dışında tutulması gerektiğini söylediyse de Süheyl bunu kabul etmedi ve oğlu iade edilmediği takdirde antlaşmayı imzalamayacağını söyledi. Hz. Peygamber onun kendi hatırı için antlaşma dışı tutulmasını istedi, f a k a t Süheyl bunu da kabul etmedi. Bu arada oğluna işkence etmeyeceğine dair söz verdiği halde onu sürükleyerek götürmeye başladı. Müslümanları derin üzüntüye sevkeden ve "Yevmü Ebî Cendel" diye anılacak olan bu olaya çok üzülen Resûl-i Ekrem Ebû Cendel'i teskin etmeye çalıştı ve Kureyşliler'le yaptığı antlaşmaya sadık kalacağına dair Allah adına söz verdiğini belirterek ona
118 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
EBÛ DÂVÛD es-SİCİSTÂNÎ sabır tavsiye etti; Cenâb-ı Hakk'ın ken-
çen kitabın başka bir nüshası olması
EBU CUHAYFE
di d u r u m u n d a olanlar için yakında bir
muhtemeldir. 2. Te'lîfün
(bk. VEHB el-HAYR).
çıkış yolu göstereceğini söyledi. Hudeybiye Antlaşmasfndan sonra müslüman olarak Medine'ye gelen, fakat Kureyşliler'in isteği üzerine iade edilen Ebû Basîr'in muhafızlardan birini öldürerek
r EBU
hapsedilmiş yetmiş kadar m ü s l ü m a n l a oraya kaçtı. Sîfülbahr'deki müslümanların ticaret kervanları için tehlikeli bir güç haline geldiğini gören Kureyşliler, m ü s l ü m a n olup Medine'ye gidenlerin
D Â V U D , Süleyman b. Necâh (
Kızıldeniz sahilindeki Sîfülbahr'e kaçtığını haber alan Ebû Cendel, kendisi gibi
ji
~ı
j l ş j . n l ^ j b ^jî )
Ebû Dâvûd Süieymân b. Necâh el - Kurtubî el - Ümevî (ö. 496/1103) Kıraat âlimi. L 413'te (1022) Kurtuba'da doğdu. Keh-
iadesini öngören m a d d e d e n vazgeçtiklerini, özellikle de Ebû Basîr ile Ebû Cendel ve arkadaşlarının Medine'ye kabul
yed-Billâh'ın âzatlısı olarak göstermiş-
edilebileceklerini Hz. Peygamber'e bildirdiler. Buna karşılık ticaret kervanlarının
emîrin mevlâsı olan babası değil kendi-
hâle ve Ahmed Atıyyetullah, babasını Endülüs Emîri Hişâm b. Hakem el-Müeylerse de eski kaynaklara göre adı geçen
vurulmasına meydan verilmemesini istediler. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem
sidir. Dâniye (Dania) ve Belensiye'de (Va-
Ebû Basîr ve arkadaşlarına bir m e k t u p göndererek Medine'ye gelmelerini emretti. M e k t u p Sîfülbahr'e ulaştıktan az sonra Ebû Basîr vefat etti. Onun ölümünden sonra oradaki müslümanların reisi d u r u m u n d a olan Ebû Cendel arkadaşlarıyla birlikte Medine'ye gitti.
hayatı hakkında yeterli bilgi yoktur.
lensiye) yaşadığı bilinen Ebû Kıraat ilmini Ebû A m r
fî uşûli'z-zabt alâ ciheti''1-ihtisar. Yazma bir nüshası Fas'tadır (Karaviyyin Ktp., nr. 830/2, 2 varak). 3. el-Beyânü'lcâmi c li-'ulûmi'l-Kur*ân. Kur'an ilimlerine dair 300 cüz hacminde bir eserdir. 4. et-Tebyîn li-hicâ*i't-tenzîl. Mushafların resm-i hattına dair altı ciltlik bir eserdir. S. el-î ctimâd fî uşûli'l-kırâ*e ve'd-diyâne {fî uşûli'l-Kur*ân oe'd-dîn). Hocası Ebû A m r ed-Dânî'nin incelemesinden geçtiği anlaşılan bu manzum eser 18.440 beyit ihtiva etmektedir. 6. eş-Şalâtü'l-vustâ. Bakara sûresinin 238. âyetinin tefsiri mahiyetinde bir ciltlik bir eserdir. Kaynaklarda adları geçen son dört eserin g ü n ü m ü z e ulaşıp ulaşmadığı bilinmemektedir. c
ve keyfiyyetihî
BİBLİYOGRAFYA:
Dâvûd'un
ed-Dânî'den
tahsil etti. Onun en önde gelen talebesi
İbn Hayr, Fehrese,
s. 4 2 8 ; İbn Beşküvâl, eş-
Şı/a, s. 2 0 3 - 2 0 4 ; Dabbî, s. 3 0 3 - 3 0 4 ;
168-170; a.mlf., Ma'rifetü'l-kurm, İbnü'l-Cezerî, Oâyetü'n-nihâye,
oldu ve eserlerini rivayet etti. Ayrıca îbn
vûdî, Tabakâtü'l-müfessirîn,
Abdülber en-Nemerî, İbn Dilhâs el-Uzrî,
mann, GAL
Ebû Abdullah İbn Sa'dûn el-Karavî, Ebü'l-
mü'l-mü'
Velîd el-Bâcî ve Ebû Şâkir el-Hatîb gibi
Mahtütâti
SuppL,
ellifîn,
1962, İ, 3 7 5 ; el-Kâmûsul-İslâmî,
dine'de kalan Ebû Cendel b ü t ü n gazve-
sir, hadis ve fıkıh ilimlerinde de yetiştir-
sü'ş-şâmil
lere iştirak etti. Mekke'nin fethedildiği
di. Yazısı güzel olduğu için Şahîh-i
1986, I, 5 4 ;
d a n Ebû Ubeyde b. Cerrâh tarafından Halife Ömer'in emriyle cezalandırıldığı ri-
İbn Beşküvâl'in sika* olarak değerlen-
del'in Dımaşk'ta Dırâr b. Hattâb adlı sahâbî ile beraber şarap içtiği ve içkinin h a r a m kılınmasından önce içenlerin sam i m i m ü s l ü m a n oldukları takdirde günahlarının bağışlanacağını bildiren âyeti (el-Mâide 5 / 9 3 ) kendi lehlerine yorumlamaya çalışması üzerine vali ve kuman-
vayet edilmiştir.
(mahtûtâtü't-tecuîd),
Fibrisü
II, 3 4 0 ; NüI, 2 1 7 ; el-FihriA m m a n 1406/
a.e. (resmü'l-meşâhif),
1406/1986, s. 16. [ T l IİSİ
r
Mu'ceDımaşk
Dâri'l-kütübi'z-Zâhiriyye,
veyhiz, Mu'cemü'l-müfessirîn,
Dımaşk'ın fethine katıldılar. Ebû Cen-
I, 316-317; Dâ-
I, 207-208; Brockel-
II, 3 4 9 ; Kehhâle,
hocalardan faydalanarak kendisini tef-
g ü n m ü s l ü m a n olan babasıyla birlikte
XIX, I, 4 5 0 - 4 5 1 ;
IV, 2 7 8 ; İzzet Hasan,
Hz. Peygamber'in vefatına kadar Me-
Buhârî'yi on, Şahîh-i Müslim'i de altı cilt halinde yazdı ve bu eserleri hocaları Ebü'l-Velîd el-Bâcî ile Ebü'l-Abbas elUzrî'ye defalarca okudu. Kendisinden kıraat ilminde faydalanan pek çok talebe arasında Ebû Abdullah İbn Saîd edDânî, Ebû Ali es-Sadefî, A h m e d b. Sahn û n el-Mürsî, Ebû Dâvûd Süleyman b. Yahyâ el-Kurtubî ve Feth b. Halef el-Belensî sayılabilir.
Buğyetü'l-mültemis,
Zehebî, A'lâmun-nübelâ',
Amman
ABDURRAHMAN Ç E T I N
E B Û D Â V Û D es-SİCİSTÂNÎ ( jjtLuPt-JI Jjta
)
Ebû Dâvûd Süieymân b. el-Eş'as b. İshâk es-Sicistânî el-Ezdî (ö. 275/889)
Kütûb-i Sitte'den biri olan es-Sünen'in müellifi, muhaddis.
J
dirdiği ve şahsî hayatı bakımından fazi-
202 (817-18) yılında Sicistan'da doğ-
Ebû Cendel bazı kaynaklara göre Ye-
let ve dindarlığına işaret ettiği Ebû Dâ-
du. 203'te (818-19) d o ğ d u ğ u n u söyle-
m â m e Savaşı'na (12/633) iştirak ede-
vûd. 16 Ramazan 4 9 6 ' d a (23 Haziran
yenler de vardır. Sicistan, bazılarının ile-
rek orada otuz sekiz yaşında vefat et-
1103) Belensiye'de vefat etti.
ri s ü r d ü ğ ü gibi Sicistâne diye de anılan
miş, bazılarına göre ise 18 (639) yılında Ürdün'de çıkan veba salgınında
baba-
sıyla birlikte ölmüştür.
Eserleri. Yirmi altı telif eseri bulundu-
ganistan arasındaki sınır bölgesidir. Aile-
rinden
si aslen Yemen'in Ezd kabilesinden ol-
kaynaklarda zikredilenler
BİBLİYOGRAFYA:
lardır: 1. et-Tenzîl
Buhârî, "Sulh", 6, "Şurût", 1, 15, " M e ğ â z î " ,
Müellifin
2 2 9 ; Vâkıdî, el-Meğâzî, Sa'd, et-Tabakât,
tt'âb,
yazma nüshasından biri Şam'da (Dârü'l-
el-Bidâye,
Beyrut
VIII, 3 3 - 3 4 ; İbn Hacer, el-İsâbe, VIII, 174-175.
VI, 54-
II, 2 0 4 - 2 0 6 ; Zehebî, A'/â-
192-193; İbn Kesîr,
III, 3 1 2 ; Fâsî, el-'lkduş-şemtn,
Fethu'l-bârî,
li-hicâ*i't-tenzîl
adlı eserinin muhtasarı olup bilinen iki
IV, 33-35; İbnü'l-Esîr, Üsdü'l-ğâbe,
mü'n-nübelâ1,
hicâ*i'l-meşâhif.
s. 228-
VII, 4 0 5 ; İbn Abdülber, el-ls-
5 6 ; a.mlf., el-Kâmil,
et-Tebyîn
îî
şun-
II, 6 0 7 - 6 0 9 , 6 3 0 ; İbn
35, " İ ' t i s â m " , 7; Ebû Yûsuf, el-Harâc,
1986,
IV, 3 4 ; a.mlf.,
Beyrut, ts., V, 260, 262-264, 2 6 7 ; [Tl MIL
A S R I ÇUBUKÇU
Basra'nın bir köyü olmayıp İran ile Af-
ğu bildirilen Ebû Dâvûd'un bu eserle-
kütübi'z-Zâhiriyye, nr. 5964, vr. 1-152, 184316), diğeri Fas'ta, (Karaviyyin Ktp., nr.
Siczî nisbeleriyle de anılır. Dedesinin adının Bişr veya Şeddâd olduğu, büyük dedesi İmrân'ın Sıffîn'de Hz. Ali'nin yanında yer aldığı ve bu savaşta ö l d ü ğ ü rivayet edilmektedir.
Te'lî-
Kurdukları vakıflar uzun yıllar devam
fi'1-Kut* ân
etmiş olan zengin bir aileden gelen Ebû
226/1, 81 varak) bulunmaktadır.
îürı fî ıesmi'1-hicâ* ı'l-vâkı'
d u ğ u için Ezdî ve "Sicistanlı" anlamında
adıyla Fas'ta aynı k ü t ü p h a n e d e kayıtlı
Dâvûd tahsiline Sicistan'da başladı. Ha-
bulunan (nr. 830/1, 40 varak) ve Ebû Dâ-
dis bilgisini artırmak maksadıyla on se-
vûd'a ait olduğu bildirilen eserin adı ge-
kiz yaşında seyahate çıkarak önce Bağ-
119 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
EBÛ DÂVÛD es-SİCİSTÂNÎ dat'a, daha sonra Basra'ya gitti ve orada uzun süre kaldı. En çok faydalandığı hocası kabul edilen Basralı hadis hâfızı Müslim b. İbrâhim el-Ezdî başta olmak üzere Tebûzekî, Ârim el-Basrî ve Ebü'l Velîd et-Tayâlisî gibi muhaddislerden hadis okudu. Daha sonra diğer önemli ilim merkezlerini dolaşmaya başladı. Çoğu Buhârî ve Müslim'in de hocası olan birçok âlimden istifade etti. Mekke'de Ka'nebî ve Süleyman b. Harb, 221'de (836) Kûfe'de Hasan b. Rebî' el-Becelî, Ahmed b. Yûnus el-Yerbûî, Halep'te Ebû Tevbe el-Halebî, Harran'da Ebû Ca'fer en-Nüfeylî, 222'de (837) Humus'ta Hayve b. Şüreyh b. Yezîd ve Yezîd b. Abdürabbih, Dımaşk'ta Hişâm b. Ammâr, Horasan'da İshak b. Râhûye, Belh'te Kuteybe b. Saîd, Mısır'da Ahmed b. Sâlih vb. hadis hâfızlarından, ayrıca Ali b. Medînî, Saîd b. Mansûr ve Yahyâ b. Maîn gibi tanınmış muhaddislerden hadis öğrendi. İbn Hacer el-Askalânî onun 300 kadar hocası olduğunu söylemektedir. Ebû Ali el-Gassânî, Ebû Dâvûd'un hocalarını Tesmiyetü şüyûhi Ebî Dâvûd Süleymân es-Sicistânî (Süleymaniye Ktp., Laleli, nr. 2089, vr. 74-98) adlı risâlesinde bir araya getirmiştir. Ebû Dâvûd, 230 (844-45) yılında doğan ve sonraları İbn Ebû Dâvûd adıyla tanınmış bir hadis hâfızı olan oğlu Abdullah'ı seyahatlerinin bir kısmında yanına alarak erken bir yaşta hadis öğrenmesini sağladı. Kardeşi Muhammed b. Eş'as da bu seyahatlerinde onlara arkadaşlık etti. Muhtelif zamanlarda gittiği Bağdat'ta Ahmed b. Hanbel'in ilim meclislerine uzunca bir süre devam ederek bazı önemli fıkıh ve usûl-i fıkıh konularını ondan öğrendi-, daha sonra bunları Mesâ" ilü'l - İmâm Ahmed b. Hanbel adıyla bir araya getirdi (aş. bk.). Ahmed b. Hanbel'in de ondan bir hadis rivayet ettiği, hatta es-Sünen'i inceleyip beğendiği söylenir. Eğer bu rivayet doğru ise Ebû Dâvûd es-Sünen'i kırk yaşına gelmeden kaleme almış demektir. Hocaları içinde en çok hadis toplayıp ezberleyen muhaddisin Yahyâ b. Maîn, hadislerin fıkhını en iyi anlayanın Ahmed b. Hanbel, hadislerdeki gizli kusurları (illet) en iyi bilenin Ali b. Medînî olduğunu söylerdi. Ebû Dâvûd tahsil hayatı boyunca muhtelif şehirlerde uzun süre kaldı; bu arada Tarsus'ta yirmi yıl ikamet etti. Memleketi olan Sicistan'a döndükten sonra da Herat'ta ve Bağdat'ta bulundu. Bağdat'ta iken Halife Mu'temid-Alellah'ın kardeşi Emîr Ebû Ahmed Muvaffak b.
Mütevekkil, Ebû Dâvûd'un evine giderek zenci hareketi yüzünden Basra'nın yakılıp yıkıldığını, halkının başka yerlere göç ettiğini, eğer Basra'ya gelip yerleşirse İslâm âleminin dört bir yanından ona gelecek talebeler sayesinde Basra'nın yeniden canlanacağını söyledi. Ebû Dâvûd emîrin bu ricası üzerine Basra'ya yerleşti. Zenci hareketi 868-883 yılları arasında devam ettiğine göre (İA, XIII, 521) Ebû Dâvûd'un ölümünden beş altı yıl kadar önce Basra'ya yerleştiği söylenebilir. Burada ve başka yerlerde kendisinden pek çok muhaddis faydalandı. Oğlu Abdullah başta olmak üzere Ebû îsâ et-Tirmizî, İbn Ebü'd-Dünyâ, bir rivayete göre Nesâî, Abdân el-Ahvâzî, Zekeriyyâ b. Yahyâ es-Sâcî, Ebû Bişr ed-Dûlâbî, Ebû Bekir el-Hallâl ve Ebû Avâne el-İsferâyînî gibi muhaddis ve âlimler ona talebelik ettiler. Basralı talebelerinden Muhammed b. Ahmed el-Lü'lüî ile Ebû Bekir İbn Dâse kendisinden es-Sünen'i rivayet edenlerin en tanınmışlardır. Ebû Dâvûd 16 Şevval 275'te (21 Şubat 889) Basra'da vefat etti ve Süfyân es-Sevrî'nin kabrinin yanına defnedildi. Hadisçiliği. Birçok hadis âliminin belirttiği gibi Ebû Dâvûd hadislerin zayıfını sağlamından ayırma, rivayetlerdeki ince kusurları tanıma ve hadis râvilerini tenkit etme hususlarında tanınmış bir âlimdir. Râvileri tenkit ederken kesin bilgi sahibi olmadığı kimseler hakkında görüş bildirmekten sakınırdı. Onların güvenilir olmadığına dair ileri sürülen genel ifadelere önem vermez, hangi sebeplerle cerh edildiklerinin açıkça söylenmesini isterdi. Hadis rivayetinde yetersiz ve liyakatsiz bulduğu kimselere karşı hiç müsamaha göstermez, yakını bile olsa tenkit etmekten çekinmezdi. Nitekim oğlu Abdullah hakkında bilinmeyen bir sebeple yalancı dediği ileri sürülmektedir (Zehebî, Mîzânü'l-i'tidâl, II, 433). Şahîh-i Buhârî'de iki rivayeti bulunan Ya'küb b. Humeyd b. Kâsib'in değersiz bir kişi olduğunu göstermek üzere onun rivayetlerinin yazılı olduğu kâğıtlarla kitaplarını kapladığı rivayet edilir (a.g.e., IV, 451). Bir hadisin senedinde kopukluk bulunmadığı ve râvilerinin zayıflığı hakkında fikir birliğine varılmadığı takdirde onu kitabına almakta mahzur görmeyen Ebû Dâvûd, hayatı boyunca yazdığı 500.000 hadis arasından bu özelliklere sahip 4800 rivayeti seçerek es-Sünen'e almıştır. Devrin hadis hâfızlarından İbrâhim b. Uvreme el-İsfahânî ile hadis hâfızı ve fakih Ebû Bekir b. Sadaka, hiç kimse
hakkında kullanmadıkları övgü ifadelerini Ebû Dâvûd için kullanmışlardır. Mûsâ b. Hârûn, onun hadis için yaratıldığını ve ondan daha faziletli birini görmediğini söylemiştir. Talebesi Ebû Bekir elHallâl de hocasından, devrinin önde gelen imamlarından biri ve hadislerin sağlamlık derecesini anlayıp kaynağına inme hususunda en yetkili otorite diye söz etmiştir. Hâkim en-Nisâbûrî'ye göre Ebû Dâvûd asrın hadis imamı idi. Muhammed b. Mahled'e göre de 100.000 hadisi rahatlıkla müzakere edebilirdi. Târîhu Herât müellifi İbn Yâsîn ise onu, en ince kusurlara varıncaya kadar rivayetleri çok iyi bilen büyük bir muhaddis ve son derece müttaki bir kimse olarak tanıtmıştır. İbn Hibbân'a göre Ebû Dâvûd fıkıh ve hadisteki bilgisi, hâfıza gücü ve takvâ bakımından en büyük âlimlerden biriydi. Ebû Abdullah İbn Mende, hadislerin sağlamını sakatından, doğrusunu yanlışından dört mu'naddisin ayırabildiğini söyleyerek sırasıyla Buhârî, Müslim, Ebû Dâvûd ve Nesâî'nin adını verirdi.
es-Sünen'i tasnif ettikten sonra İslâm dünyasında şöhreti artan Ebû Dâvûd, hadis ilmindeki otoritesi yanında fıkıh bilgisiyle de dikkati çekmiştir. Herhangi bir mezhebi taklit etmediği halde Ebû Ya'lâ el-Ferrâ (Tabakâtul-Hanâbile, I, 159), Ebû İshak eş-Şîrâzî ( Tabakâtü'lfukahâ', I, 171) ve Ebü'l-Yümn el-Uleymî (el-Menhecul-ahmed, I, 256-258) onu Ahmed b. Hanbel'in talebesi olan Hanbelî fukahası, Sübkî de ( Tabakât, 11, 293296) Şâfiî fukahası arasında saymışlardır. Ebû Dâvûd, Kur'ân-ı Kerîm'den sonra sünneti ön planda tutma konusunda Selefiyye'nin metodunu benimsemiştir. Hayat tarzı bakımından Hz. Peygamber'e benzetilen Ahmed b. Hanbel'i kendisine örnek aldığı ve zâhidâne bir hayat sürdüğü belirtilmektedir. İlmi her şeyin üstünde tuttuğu için -Buhârî'nin de yaptığı gibi- Emîr Ebû Ahmed el-Muvaffak b. Mütevekkil'in, kendi çocuklarına özel olarak es-Sünen'i okutması teklifini reddetmiş, onlar da diğer hadis talebeleriyle birlikte ayrı bir bölmede Ebû Dâvûd'un derslerine devam etmişlerdir. Ebû Dâvûd'un güzel sözleri vardır: "Baş olma sevdası gizli şehvettir". "Sözün hayırlısı kulağa izinsiz girendir". "Giyeceğe ve yiyeceğe değer vermeyen kimse vücudunu rahat ettirir". Pratik sonuçlara değer verdiği anlaşılan Ebû Dâvûd, esSünen'deki şu dört hadisin iyi bir müslüman olmak isteyen kişiye kâfi geleceğini söylerdi: "Ameller niyetlere göre de-
120
Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
EBÛ DÂVÛD et-TAYÂLİSÎ ğerlendirilir". "İnsanın kendini ilgilendir-
sorularına verdiği cevapları ihtiva eden
meyen işleri bırakması, onun iyi bir müs-
ve Âcurrî tarafından derlenen eser beş
l ü m a n olduğunu gösterir". "Kişi kendisi
cüzden meydana gelmektedir. İbn Ha-
için istediği şeyi kardeşi için de isteme-
cer'in Tehzîbü't-Tehzîb'de
dikçe iyi bir m ü m i n olamaz". "Helâl de
landığı bu eserin Köprülü Kütüphanesi'n-
bellidir h a r a m da. Ancak bunların ara-
deki üçüncü cüzü (nr. 292, 30 varak) Mu-
çok fayda-
sında (sakınılması gerekli), halkın çoğu-
h a m m e d Ali Kasım el-Ömerî tarafından
nun helâl mi haram mı olduğunu bilme-
yayımlanmıştır (Medine 1403). Dördüncü
diği şüpheli konular vardır".
ve beşinci cüzleri Bibliotheque Nationa-
Ebû Dâvûd'un bunlardan başka Nâsihul-Kur'ân ve mensûhuh, Delâ'ilü'n-nübüvve, et-Teferrüd fi's-sünen, Fezâ'ilü! - enşâr, Müsnedü Mâlik, ed-Du câ\ îbtidâ'üî-vahy, Ahbâru 1-havâric, Mâ teferrede bihî ehlü'l-emsârve el-Âdâbü'ş-şer ciyye adlı eserlerinin bulunduğu kaynaklarda zikredilmektedir.
Sahihinden za-
le'de bulunan (nr. 2085, 68 varak) eserin
yıfına kadar İslâm hukukuyla ilgili 4800
birinci ve ikinci cüzlerinin g ü n ü m ü z e ula-
eserler kaleme alınmış ve ilmî araştır-
hadisi topladığı, bunlardan ileri derece-
şıp ulaşmadığı bilinmemektedir, s. Risâ-
malar yapılmıştır. Ebü Ahmed el-Cellû-
de zayıf olanları belirtmeye özen göster-
letü Ebî Dâvûd
dî'nin (ö.302/914-15) Ahbâru
Eserleri. 1. es-Sünen*.
îî vasfi
y ü k rağbet görmüştür. Muhtelif şerhleKahire'de neşredil-
miş (1280), daha sonra da pek çok baskısı yapılmıştır. 2. el-Merâsîl*. S44 mürsel hadisi ihtiva eden ve sahasının ilk ve orijinal eseri olan kitap, bilindiği kadarıyla ilk defa Alî es-Sünnî et-Trablusî tarafından senedleri zikredilmeksizin neşredilmiş (Kahire 1310), daha sonra senedleriyle birlikte muhtelif baskıları yapılmıştır. 3. Mesâ'ilul-İmâm
Ahmed b. Hanbel. el-Mesâ'ilü'lletî halefe c aleyhe!-İmâm Ahmed b. Hanbel adıyla da bilinen eser, A h m e d b. Hanbel'e sorulan bazı soruların Ebû Dâvûd tarafından kaydedilen cevaplarından ibarettir. Fıkıh bablarına göre tertip edilen kit a p M u h a m m e d Behçet Beytâr tarafından neşre hazırlanmış ve Reşîd Rızâ'nın t a k d i m yazısıyla yayımlanmıştır (Kahire c 1353). 4. İcâbâtühû alâ su'âlâti Ebî c Ubeyd Muhammed b. cAlî b. QOsmân el-Âcurrî. Râvilerin cerh v e t a ' d ı l ' i n e dair talebesi Ebû Ubeyd el-Âcurrî'nin
Risâle îî vaşîi
te'lîfihîli-ki-
şûr. Brockelmann bu eserin Dımaşk'ta
BİBLİYOGRAFYA:
b u l u n d u ğ u n u söylemektedir ( GAL [Ar.|, III, 189). 9. Kitâbü!-Kader.
Günümüze
gelip gelmediği bilinmeyen eser, er-Red c
alâ
ehli! - kader ve er-Red
c
ale'l-ka-
deriyye adlarıyla da anılmaktadır.
Ebû Dâvûd, Sünen
(nşr. K e m â l Yûsuf el-Hût),
Beyrut 1 4 0 9 / 1 9 8 8 , naşirin mukaddimesi, I, 72 0 ; Hatîb, Târîhu
IX, 55-59; Şîrâzî, Ta-
Bağdâd,
bakâtü'l-fukahâ',
Tabakâtul-Hanâbi-
I, 1 7 1 ;
le, I, 1 5 9 ; Nevevî, Tehzîb, A'lâmun-nübelâXIII, nü'l-i'tidâl,
İl, 2 2 4 - 2 2 7 ; Zehebî,
203-221; a.mlf., Mîzâ-
II, 4 3 3 ; IV, 4 5 1 ; Sübkî, Tabakât,
2 9 3 - 2 9 6 ; İbn Hacer, Tehzîbut-Tehzîb, 173; Uleymî, el-Menhecü'l-ahmed yiddin A b d ü l h a m i d 'ala su'âlâti
Ebî 't
adli eserinin ücüncü cüzünün zahriyesiyle ilk iki sayfası
(Nuruosmaniye Ktp., nr. 292)
1004-1006,
1402,
(nşr. M. Muh-
— Âdil Nüveyhiz), Beyrut 1458;
'ı
GAL
Târihi Dı-
VI, 246-247; M. A b d u r r a h m a n el-Mübâ-
rekfûrî, Mukaddimetü
Po&ti
II, 1387,
Brockelmann,
(Ar.), III, 185-189; Bedrân, Tehzîbü
maşk,
Kahi-
Tuhfeti'TAhuezî,
re 1 3 8 6 / 1 9 6 7 , I, 352-353; Sezgin. GAS, 1, 149152, 1 6 5 ; Â g â Büzürg-i Tahrânf, ez-Zerî'a
teşânifi'ş-Şî'a, ....
.....
'-
veyhiz,
Mu'cemul-müfessirîn,
şen, Fihrisü "Ebû D â v û d iW>>.}>J
•
I, 2 1 5 ;
Kays
I I / l , s. 2 4 4 - 2 5 4 ; ŞeI, 1 5 7 ;
mahtûtâti't-tıbbi'l-islâmî, es-Sicistânî",
'Âlemü'l-kütüb,
V / 2 , Kahire 1984, s. 7 5 9 ; Vahid Çabuk. "Zenc",
İA, XIII, 521-522; J. Robson, " A b ü D â ' ü d
^MMiA'^fj^bjU^ç?
ilâ
Beyrut 1 4 0 3 / 1 9 8 3 , I, 3 1 6 ; Nü-
Âl-i Kays, el-Jrâniyyûn,
S'
II,
IV, 169-
1 4 0 3 / 1 9 8 3 , I, 256-258; Keşfü'z-zunûn, Ebû Dâvûd es-Sicistânî'r>in icâbâtühû
bazı
Ebî Dâvûd adlı bir eseri vardır (Âga Büzürg-i tâbi's-Sünen adıyla da anılan risâle, bir Tahranı, I, 316). Ü m m ü l k u r â Üniversitemüellifin kendi eserini tanıtıp benzersi'nde M u h a m m e d Sîrân Efendi el-Endoleriyle karşılaştırması ve o devirde pek nîsî'nin el-Metrükûn ve'l-mechûlûn ve â d e t olmayan bir usulü ortaya koyması merviyyâtühüm fî Süneni Ebî Dâvûd es-Sicistânî adıyla yaptığı yüksek libakımından ö n e m taşımaktadır. Eserin Dârü' 1 - kütübi' z - Zâhiriyye'deki yegâne sans tezi basılmıştır (Mekke 1396/1976). Takıyyüddin el-Mezâhirî en-Nedvî, Ebû nüshasını (Hadis, nr. 348, vr. 188a-191a) Dâvûd el-imâm el-hâfız. el-faklh adlı ilk defa Zâhid Kevserî (Kahire 1369), daaraştırmasında (Ayn 1978) Ebû Dâvûd'un ha sonra da Muhammed Lutfî es-Sabbâğ hayatını ve ilmî şahsiyetini incelemiştir. (Beyrut 1394, 1405) yayımlamışlardır. 6. Muavvad b. Bilâi el-Avfî, yine ÜmmülKitâbü'z-Zühd. Mağrib hattıyla yazılmış kurâ Üniversitesi'nde Ebû Dâvûd esbir nüshası Fas'ta Karaviyyin KütüphaneSicistânî ve eşeruhû fî 'ilmi!-hadîs si'nde bulunmaktadır (nr. 80/133). 7. Tesadlı bir yüksek lisans tezi hazırlamıştır miyetü ihve ellezîne rnviye canhümü'l(Mekke 1400/1980). M u h a m m e d Lutfî hadîs. Tesmiyetul-ihve min ehli'l-emes-Sabbâğ'ın da Ebû Dâvûd hayâtühû şâr adıyla da bilinen risâle Dârü'l-kütüve Sünenühû adlı bir çalışması bulunbi'z-Zâhiriyye'dedir (Mecmua, nr. 129, vr. c m a k t a d ı r (Beyrut 1405/ 1985). 216a-223b). 8. Kitâbü!-Ba ş ve'n-nüSünenihî.
diği bir eser olup İslâm dünyasında büri bulunan es-Sünen
ilâ ehli Mekke
Ebû Dâvûd hakkında müstakil
al-
Sidiistânî", El 2 (Fr.), I, 117.
S
- «
.,„.
,
,
.
-
-
P
M . Y A Ş A R KANDEMİR
E B Û D Â V Û D et-TAYÂLİSÎ (bk. TAYALİSİ).
121
Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
EBÛ DÂVÛDÎLER EBÛ DÂVÛDÎLER (bk. BÂNİCÛRÎLER).
F
EBÛ DÛCÂNE ( x;Uo
)
Ebû Dücâne Simâk b. Hareşe b. Levzân el-Ensârî (ö. 12/633) Cengâver sahâbî.
Ebû Dücâne Y e m â m e ' d e Müseylime-
kaynakların çoğunda
tülkezzâb'm katlinde Abdullah b. Zeyd
161'de (777-78)
öldüğü belirtilmektedir.
b. Asım ile beraber bulundu ve burada
Ebû Dülâme akîdesi ve ahlâkı bozuk,
şehid düştü. Hz. Ali'nin hilâfetine yetiş-
hiç çekinmeden dinî emirlerle alay ede-
tiği ve Sıffîn'de onun yanında bulundu-
bilen bir karaktere sahip olduğu için zın-
ğ u da rivayet edilmektedir. İbn Sa'd (ö.
dıklıkla itham edilmiştir. Bununla birlik-
230/845), kendi zamanında Medine ve
t e herkesin hoşlandığı zarif buluşlarıyla
B a ğ d a t ' t a Ebû Dücâne'nin torunlarının
nükteler yapan, hoşsohbet ve tatlı dilli
yaşadığını söylemektedir.
bir şairdi. Ebû Müslim-i Horasânî hak-
Ebû Dücâne çok güçlü ve cesur bir in-
kındaki mersiyesiyle m e ş h u r olan Ebû
sandı. Bununla gururlanır ve kendisine
Dülâme'nin saraydaki görevi nükte ve
mahsus bir eda ile yürürdü. Hz. Peygam-
fıkralarıyla halifeleri eğlendirmekti. Mevcut şiirleri onun müstehcen konuları da
Medineli olup Hazrec kabilesindendir.
ber'in onun bu tavrını beğenmediği an-
Nesep zincirinin Simâk b. Evs b. Hareşe
laşılmakta, f a k a t d ü ş m a n saflarına giri-
ele aldığını göstermekte ve bunları hali-
olduğu da rivayet edilmektedir. Hz. Pey-
şini gördükten sonra, "Allah bu yürüyüşü
fenin
g a m b e r onunla Utbe b. Gazvân arasın-
yalnız bu durumlarda sever" dediği bi-
çekinmediği
da kardeşlik bağı (muâhât*) kurmuştu.
linmektedir. Ebû Dücâne en çok iki ame-
Ferec el-İsfahânî'nin
Bedir, Uhud gazvelerine ve diğer gazve-
line güvendiğini söylerdi. Bunlardan biri
caize alabilmek için tatsız övgülerle di-
huzurunda
bile
tekrarlamaktan
kaydedilmektedir.
Ebü'l-
belirttiğine
göre
lere katıldı. Bu savaşlarda Kureyş'in ile-
kendini ilgilendirmeyen söze karışma-
lencilik etmekten çekinmezdi. Herkesi,
ri gelen silâhşörlerini öldürdü. Uhud Gaz-
ması, diğeri de kalbinde m ü s l ü m a n l a r a
hatta annesini ve kendisini bile hicvetti-
vesi'nin en çetin safhalarında Hz. Pey-
karşı kötü bir duygu
ği nakledilir.
gamber'in yanında bulundu. Zor durum-
Ebû Dücâne'nin hadis rivayet etmediği
da kalanların yardımına koştu. Müslü-
bilinmektedir.
manların büyük sıkıntılara d ü ş t ü ğ ü bu
beslememesiydi.
bu eserin g ü n ü m ü z e
BİBLİYOGRAFYA:
savaşta paniğe kapılmayıp Hz. Peygam-
Ebû Dülâme'nin bir divanından edilmekte (Keşfü'z-zunûn,
Vâkıdî, el-Meğâzî,
I, 9, 76, 83, 86, 148, 150,
söz
I, 771), ancak
gelip
gelmediği
bilinmemektedir. Rüşdî Ali Hasan, onun
ber'in etrafında toplanan otuz sahâbî-
152, 168, ayrıca bk. İndeks; İbn Hişâm, es-Sî-
çeşitli kaynaklarda dağınık halde bulu-
den ve ö l ü m biati yapan sekiz kişiden
re, II, 6-69, 82, 192; İbn Sa'd, et-Tabakât,
biri de Ebû Dücâne idi. Muhtemelen sa-
5 5 6 - 5 5 7 ; İbn Abdülber, el-İstfâb,
vaşın başında Hz. Peygamber elindeki
5 8 - 5 9 ; İbnü'l-Cevzî, Telkihu
nan şiirlerini toplayarak Dîvârtü Ebî Dülâme el-Esedî adıyla neşretmiştir (Beyrut 1404/1985).
kılıcı göstererek onu kendisinden kimin
III,
II, 8 3 - 8 4 ; IV,
fühûmi
ehli'l-eşeı"
(nşr. Ali H a s a n ) , Kahire 1975, s. 133; İbnü'lEsîr, Üsdul-ğâbe,
el-Kâmil,
herkes elini uzatarak kılıcı almak istedi.
vî, Tehzîb,
Fakat, "Bunun hakkını kim verir?" de-
belâ\ I, 2 4 3 - 2 4 5 ; İbn Kayyım el-Cevziyye, Zâ-
yince herkes elini geri çekti. Ebû Dücâne ise onun hakkının ne olduğunu sor-
BİBLİYOGRAFYA:
II, 4 5 1 - 4 5 2 ; VI, 95-96; a.mlf.,
a l m a k istediğini sordu. Bunun üzerine
II, 75, 152-153, 155, 174, 3 6 6 ; Neve-
dü'l-me'âd,
II, 2 2 7 - 2 2 8 ; Zehebî,
A'lâmun-nü-
Kahire 1950, II, 9 2 - 9 3 ; Safedî, el-
Vâfî, XV, 4 4 9 ; Makrîzî,
İmtâ'u'l-esmâKahire
Dîuânü
Ebî Dülâme
el-Esedî (nşr. R ü ş d î Ali
Hasan), Beyrut 1404/1985, naşirin mukaddimeII, 7 7 6 - 7 7 8 ; Ebü'l-Ferec el-İsfahânî, X, 2 3 5 - 2 7 3 ;
İbnü'n-Nedîm,
1941, I, 87, 91, 131, 138, 143, 156, 180, 183,
du. "Kırılıncaya kadar d ü ş m a n a çalmak"
d ü d ) , s. 184; Hatîb, Târîhu
4 5 0 ; İbn Hacer, el-İşâbe, IV, 58; Ziriklî,
4 9 3 ; Harîrî, Makâmât
cevabını alınca, "Onun hakkını ben veri-
(Fethullah), III, 138-139.
İLLI
rim yâ Resûlellah!" diyerek kılıcı aldı ve
el-A'lâm
m A S R I ÇUBUKÇU
na daldı. Bu olaydan sonra kendisine "iki kılıçlı" anlamında "zü's-seyfeyn" lakabı verildi. Bu gazvede Hz. Peygamber'in dişinin kırıldığı ve etrafının sarıldığı bir sırada Ebû Dücâne vücuduyla bir kal-
EBÛ D Ü l A M E
(
n
)
Ebû Dülâme Zend b. Cevn (ö. 161/777-78) Ünlü Arap mizah şairi.
kan gibi onu korudu. Kendisini öldürme-
(TecedVIII, 488-
Bağdâd,
(trc. Sabri Sevsevil), İs-
Mu'cemü'l-
XI, 165-168; İbn Hallikân, Vefeyât,
üdebâ',
3 2 0 - 3 2 7 ; Nüveyrî, Nihâyetü'l-ereb, F
el-Eğânî,
el-Fihrist
tanbul 1952, s. 5 5 4 - 5 5 5 ; Yâküt,
b u n d a n d u y d u ğ u sevinci dile getiren irticâlî şiirler söyleyerek d ü ş m a n safları-
ue'ş-şu carâ',
si, s. 3 - 2 7 ; İbn Kuteybe, eş-Şi'r
Zehebî, A'lâmun-nübelâ', Kesîr, el-Bidâye,
VII, 3 7 4 - 3 7 5 ;
X, 1 3 4 - 1 3 5 ;
I, 7 7 1 ; İbnü'I-İmâd, Şezerât, m e d Ben Cheneb, Abü
de la cour
des premiers
II,
IV, 3 6 - 4 7 ; İbn
Keşfü'z-zunûn,
IV, 185; Muham-
Dulâma, califes
poete
bouffon
abbasides,
Al-
ger 1922; A h m e d Ferîd Rifâî, ' A ş r ü ' l - M e ' m û n , Kahire 1 3 4 6 / 1 9 2 8 , II, 3 0 0 - 3 1 6 ; Brockelmann, G AL, I, 7 2 - 7 3 ; Suppi,
mul-mü'ellifîn,
I, 111; Kehhâle,
IV, 185; Şevkî Dayf,
Mu'ceTârîhu'l-
ye a n t içen Abdullah b. Humeyd'i karşı-
Kûfe'de fakir bir ailenin çocuğu olarak
layıp öldürdü. Hz. Peygamber ona, "Alla-
dünyaya geldi. Aslen Habeşistanlı olan
h ı m l Hareşe'nin oğlundan ben nasıl razı
babası Benî Esed'e mensup birinin azat-
isem sen de razı ol" diye dua etti.
hullah), III, 4 9 - 5 0 ; J. Horovitz, " E b û D ü l â m e " ,
lı kölesidir. Bazı kaynaklar şairin adını
İA, IV, 16; a.mlf., " A b ü D u l â m a " , El 2
Huneyn Gazvesi'nde Hz. Peygamber'in
yanlış olarak Zeyd veya Zebd şeklinde
etrafı Hevâzinli müşriklerle sarıldığında
yazmışlardır. Emevî Halifesi II. Mervân
onun yanında savaşanlardan biri yine
zamanında (744-750) tanınmaya başla-
Ebû Dücâne idi. Benî Nadîr Gazvesi'nde
yan Ebû Dülâme, şair olarak Abbâsî ha-
Ali b. Ebû Tâlib'e yardımla görevlendi-
lifelerinden Seffâh (750-754) ve bilhassa
rildi. Bu vazifesini hakkıyla ifa ettiği için
kendilerine nedimlik yaptığı Mansûr (754-
yalnız muhacirlere tahsis edilen ganimet
775) ve Mehdî (775-785) dönemlerinde
mallarından arkadaşı Sehl b. Huneyf ile
şöhrete kavuşmuştur. Bazı eserlerde Hâ-
kendisine de pay verildi. Tebük Gazve-
rûnürreşîd'in (786-809) saltanatının ilk
si'nde Hazrecliler'in bayrağını o taşıdı.
yıllarına ulaştığı kaydedilmekle birlikte
edeb,
III, 2 9 5 - 2 9 7 ; C. Zeydan, Adâb
(Dayf), II,
7 3 - 7 4 ; Sezgin, GAS, II, 4 7 0 - 4 7 1 ; Ö m e r Ferruh,
Târihu'l-edeb,
12
°'
F
II, 8 4 - 8 6 ; Ziriklî. el-A'lâm
S
(Fet(Fr.), I,
NECATI K A R A
EBÛ D Ü L E F CAMİİ Abbâsî Halifesi Mütevekkil-Alellah'ın (847-861) Ca'feriye şehrinde yaptırdığı, Ebû Dülef el-İclî'nin adıyla anılan cami (bk. ABBÂSÎLER [Sanat]).
122 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
EBÛ EYYÛB el-ENSÂRÎ 1
(839), diğer bir rivayete göre ise 226
E B Û D Ü L E F el-İCLÎ ( Jsyll
(840-41) yılında B a ğ d a t ' t a vefat etti.
t_ib Jjt )
Hz. Ali'ye karşı olan derin sevgisi ve
Ebû Dülef el-Kâsım b. Isâ b. İdrîs b. Ma'kıl el-lclî (ö. 2 2 5 / 8 3 9 [?])
^
ona bağlılığı dolayısıyla bazı kaynaklarda Ebû Dülef'in Şiî olduğu iddia edilmiş-
Dülefî hanedanının kurucusu, kumandan, musikişinas, şair ve müellif.
im -Biemrillâh'ın veziri, Hibetullah'ın kardeşi Ebû Abdullah Hüseyin b. Ali Bağd a t başkadısı idi. Hibetullah'ın oğlu Ali ise İbn Mâkûlâ adıyla bilinen âlimdir (bk. İBN M Â K Û L Â ; ayrıca bk. DÜLEFİLER). BİBLİYOGRAFYA :
se de bu doğru değildir (bk. Şâkir Mahmûd Abdülmün'im, s. 169-205). Mu'tezile mezhebine yakınlık duyduğu bilinen Ebû Dülef'in çok iyi şarkı söylediği ve ud
Belâzürî, Filtah Taberî, Târih
IX, 5 4 3 ; Mes'ûdî, Mürûcü'z-zeheb
çaldığı rivayet edilir. İlim adamlarını ve
el-Eğanî,
Arap asıllı İcl kabilesine mensuptur. Do-
şairleri himaye etmesi sebebiyle çevre-
şu'ara
ğ u m yeri ve tarihi ile hayatının ilk yılları
sinde değerli kişiler ve
hakkında fazla bilgi yoktur. Hüşeym b.
meydana gelen bir halka oluşmuştu.
Beşîr'den hadis rivayet ettiği, kendisinden de Asmaî'nin faydalandığı bilinmektedir. Hârûnürreşîd Ebû Dülef'i genç yaşta Cibâl bölgesine vali tayin etti; o da Kerec Kalesi'ni büyük bir şehir haline getirdi. Bundan dolayı şehre Kerecü Ebû Dülef adı verildi. Hârûnürreşîd'in ölümünden sonra oğulları Emîn ve Me'mûn arasındaki iktidar mücadelesinde
Emîn'in
saflarında ve İbn M â h â n kumandasındaki ordunun sağ kanadında yer aldı. îbn Mâhân'm öldürülmesi üzerine ordu dağılınca Ebû Dülef Hemedan tarafına çekildi. Me'mûn'un kumandanı Tâhir b. Hüseyin ona karşı bir harekette bulunmamakla beraber Me'mûn'a biat etmesini istedi. Fakat Ebû Dülef bu teklife yanaşmayarak tekrar Kerec'e yerleşti. Emîn'in 198'de (813) vefatına kadar M e ' m û n ' a biat etmedi. Ebû Dülef'in
şiirlerinden
hoşlanan M e ' m û n Rey'e gittiğinde kendisini yanına çağırdı. Kavminin ve ailesinin karşı koymasına r a ğ m e n halifenin davetini kabul eden Ebû Dülef korktuğ u n u n aksine M e ' m û n ' d a n iyi m u a m e l e gördü, gözdeleri arasında yer aldı ve tekrar Cibâl valiliğine tayin edildi.
Ebû Dülef'in Arap şiirinde de önemli bir yeri vardır. İbnü'n-Nedîm'in 100 varak olduğunu söylediği divanının bir kısmı muhtelif kaynaklarda dağınık şekilde g ü n ü m ü z e kadar gelmiştir. Sade bir dille yazdığı şiirleri yanında hiçbiri günüm ü z e ulaşmayan, avcılıkla askerî ve siyasî konuları işleyen eserleri de vardır. İbnü'n-Nedîm ve İbn Hallikân'ın naklettiklerine göre kaleme aldığı eserler şunlardır: Kitâbü'l-Büzât ve'ş-şayd, Kitâbü's-Silâh, Kitâbü'l - Cevârih ve'l-la cb bihâ, Kitâbü'n-Nüzeh ve Kitâbü Siyâseti!-mülûk. Ebû Dülef, hac kervanlarının istifadesi için Bağdat-Hicaz yolu üzerinde bir konaklama tesisi yaptırmıştır. Ölümünden sonra Sâmerrâ yakınlarında Halife Mütevekkil-Alellah tarafından inşa ettirilen cami de onun adını taşımaktadır. Tarihî kaynaklar, Ebû Dülef'in neslinden gelen ve İran'ın kuzeybatısında siyasî ve kültürel hayatta etkili olan birçok kişiyi zikretmektedir. Kendisi gibi şair olan kardeşi Ma'kıl Abbâsî kumandanlarındandır. Torunlarından şair Bekir b. Abdülazîz Dülefîler hânedanını ihyaya
466;
(Abdülha-
m î d ) , IV, 5-7, 62-63; Ebü'l-Ferec
Güney Irak'ta Hîre civarında yaşayan
sanatçılardan
(Fayda), s. 4 5 0 - 4 5 1 ,
(Ebü'1-Fazl), VIII, 391, 392, 6 5 9 ; el-İsfahânî.
VIII, 248-257; Merzübânî,
Mu'cemuş
(nşr. F. Krenkovv), Kahire 1354 — Bey
rut 1 4 0 2 / 1 9 8 2 , s. 3 3 4 ; İbnü'n-Nedîm,
rist ( T e c e d d ü d ) , s. 130; Hatîb, Târîhu XII, 4 1 6 - 4 2 3 ; Yâküt, Mu'cemul-büldân, IV, 4 4 6 ; İbnü'l-Esîr. el-Kâmil,
el-Fih Bağdad. II, 99
IV, 2 5 2 ; V, 143
2 1 8 ; İbn Hallikân, Vefeyât, II, 4 6 6 - 4 6 8 ; III, 236 2 4 2 ; Zehebî, A'lâmun-nübelâX, İbn Kesîr, el-Bidâye,
Şezerât,
563-564
X, 267, 2 9 4 ; İbnü'I-İmâd
V, 133; Ömer Ferruh, Târîhu'l•
edeb
II, 233-334; Sezgin, GAS (Ar.), II/4, s."241-243 Şâkir M a h m û d Abdülmün'im, " E b û D ü l e f elc İcIî,
'ilmî,
Mecelletul-Bahsi'l-
k â ' i d e n ve şâ'iren",
VI, M e k k e 1 4 0 3 / 1 9 8 3 , s. 169-205; K. V.
Zettersteen, "Kasım",
İA, VI, 3 7 8 - 3 7 9 ; J. E.
Bencheikh, " a l - K â s ı m b.
c
lsâ", El 2
(İng.), IV,
7 1 8 - 7 1 9 ; F. M. Donner, " A b ü D o l a f a l - ' E j l ı " ,
Elr., 1, 269-271.
m HM
A H M E T N E D I M SERİNSU
E B Û D Ü L E F el-YENBÛÎ (bk. MİS'AR b. MÜHELHİL).
F
E B Û E Y Y Û B el-ENSÂRÎ ( ^ j L a i V l SJJJİ y)
n
;
n
)
Ebû Eyyûb Hâlid b. Zeyd b. Küleyb el-Ensârî (ö. 4 9 / 6 6 9 )
^
Hicret sırasında Hz. Peygamber'i Medine'de evine misafir eden ve Türkiye'de "Eyüp Sultan" unvanıyla anılan sahâbî.
^
lundandır. Hicretten iki yıl kadar önce
geyi kontrol altına aldıktan sonra onla-
çalışmış, Halife Mu'tazıd-Billâh'a karşı gelmiş, yenilince İsfahan'a çekilerek 285'te (898) orada ölmüştür. Ebü'l-Kasım
rı m ü s l ü m a n olmak veya cizye vermek
Hibetullah b. Ali (ö. 430/1039) Halife Kâ-
m a n oldu ve ensardan İslâmiyet'i ilk ka-
Deylemîler üzerine sefer düzenleyen ve kalelerini tahrip eden Ebû Dülef, böl-
Hazrec kabilesinin Neccâroğulları kohanımı Ü m m ü Eyyûb ile birlikte müslü-
şartlarından birini kabule zorladı. Bu hizmetinden dolayı Halife M e ' m û n İsfahan ve Kazvin'i de onun vilâyetine dahil etti. Mu'tasım-Billâh döneminde de (833-842) sarayın gözdelerinden olan Ebû Dülef kısa bir süre Dımaşk valiliği yaptı ve Afşin'in k u m a n d a s ı altında Bâbek'e karşı düzenlenen sefere emrindeki gönüllülerle birlikte katıldı (222/836-37). Daha sonra Afşin Haydar b. Kâvûs onu bir suikastle öldürmek istediyse de başkadı A h m e d b. Ebû Duâd'ın müdahalesi sayesinde suikastten kurtuldu. Yaz mevsimini Cibâl'de, kış mevsimini Bağdat'ta m u h t e m e l e n halifenin sarayında geçirdiği bilinen Ebû Dülef 225
Sâmerrâ yakınında Ebü Dülef el-lclî adına inşa edilen caminin harabesi Irak
123 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
EBÛ EYYÛB el-ENSÂRÎ bul edenler arasında yer aldı. Nübüvvetin 13. yılında yapılan İkinci Akabe Biatı'nda bulundu (622). Hicretten sonra Resûl-i Ekrem onunla, ileri gelen sahâbîlerden Mus'ab b. Umeyr arasında kardeşlik bağı (muahât*) kurdu. Hz. Peygamber'le birlikte Bedir, Uhud, Hendek, Hayber, Mekke'nin fethi ve Huneyn başta olmak üzere bütün gazvelere katıldı. Savaşlarda ona zarar gelmemesi için yanından ayrılmaz, hatta bazı geceler çadırı etrafında nöbet tutardı. Vahiy kâtiplerinden olması sebebiyle Hz. Peygamber zamanında Kur'ân-ı Kerîm âyetlerinin bir araya getirilmesine hizmet etti. Ashap arasında ilmiyle de tanındığı için kendisine sorulan dinî konularda pek çok fetva verdi. Ebû Eyyûb Hz. Ebû Bekir devrindeki savaşlarla Hz. Ömer devrinde yapılan Suriye, Filistin ve Mısır seferlerine katıldı. Kıbrıs seferinde de bulundu (28/648-49). Medine âsilerin eline geçip Hz. Osman'ın namaz kıldırması engellenince (35/656) herkes tarafından sevilip sayıldığı için Hz. Ali'nin tavsiyesi üzerine bir müddet imamlık yaptı. Hz. Ali halifeliği döneminde Irak'a gittiğinde onu Medine'de yerine vekil bıraktı. Hâricîler'le ve Muâviye ile yapılan savaşlarda Hz. Ali'nin yanında yer aldı. Bu dönemde Basra valisi olan Abdullah b. Abbas Basra'ya gelen Ebû Eyyûb'a, "Senin vaktiyle Hz. Peygamber'e yaptığın gibi ben de bugün sana hizmet etmek istiyorum" diyerek konağını ona bıraktı. Giderken de kendisine 40.000 dirhem, yirmi köle ve değerli hediyeler vererek onu uğurladı (Zehebî, II, 410). Sağlıklı olan herkesin Allah yolunda savaşa katılması gerektiğine inanan Ebû Eyyûb el-Ensârî, "Kendi elinizle kendinizi tehlikeye atmayınız" (el-Bakara 2 / 195) meâlindeki âyette sözü edilen tehlikeyi savaşa gitmeyip işiyle gücüyle meşgul olmak şeklinde açıklardı. Bu sebeple ihtiyarlık döneminde bile her yıl bir savaşta bulunmaya gayret etti. Katıldığı seferlerin sonuncusu müslümanların ilk İstanbul kuşatması oldu. Onun bu kuşatmadan bir yıl sonra (49/669) gönderilen Yezîd b. Muâviye kumandasındaki takviye birliğin içinde bulunduğu da rivayet edilmektedir. Ebû Eyyûb, kuşatma devam ederken hastalanarak 49 (669) yılında vefat etti. Ancak 50 (670), 52 (672) veya 55 (675) yıllarında öldüğü de ileri sürülmüştür. Cenaze namazını Yezîd b. Muâviye kıldırdı. Vasiyeti üzerine bir askerî birlik tarafından surlara yakın bir yere götürülerek oraya defnedildi. Durumu öğrenen Bizans imparatoru-
nun kuşatma kalktıktan sonra onu kabrinden çıkarıp vahşi hayvanlara yedireceğini söylediği, fakat İslâm ordusu kumandanı tarafından gönderilen cevapta, böyle bir şey yapıldığı takdirde İslâm ülkesinde yaşayan hıristiyanların ve kiliselerin zarar göreceği bildirilince kabre dokunmayacaklarına dair teminat verdiği nakledilmektedir. Ebû Eyyûb'un kabrinin sonraları bir bina içine alındığı, kıtlık zamanında kabrini ziyarete gelen hıristiyanların onun hürmetine yağmur istediği ve asırlar boyunca bu kabrin itina ile korunduğu söylenmekte, bazı seyyahların verdiği bilgiler de bu rivayetleri doğrulamaktadır. Bu seyyahlardan Ali b. Ebû Bekir el-Herevî (ö. 611/1215), Ebû Eyyûb el-Ensârî'nin kabrini ziyaret ettiğini belirtmiştir {Ziyârât, vr. 51a). Fâtih Sultan Mehmed'in İstanbul'u fethinden sonra kabrin yerinin Akşemseddin tarafından keşf* yoluyla belirlendiğine dair Osmanlı tarih kaynaklarında geniş şekilde yer alan haberlerle bu bilgiler çelişmemektedir. Zira kabrin yeri korunmuş olmakla beraber İstanbul'un fethi sırasında sur dışında çok sayıda manastır, kilise, ayazma ve kutsal sayılan mezar bulunduğu için herhalde kabrin yeri kesin olarak bilinmemekteydi. Bir başka ihtimal de 1204 yılında Latinler'in İstanbul'u istilâsı esnasında şehir üç gün boyunca yağmalandığı ve hıristiyanlarca kutsal sayılan yerler yıkıldığı için Ebû Eyyûb'un kabrinin de tahrip edilmiş olmasıdır. Osmanlı padişahlarının tahta cülûsunda kılıç kuşanma merasimleri, şeyhülislâm ve bilhassa nakîbüleşrafın da bulunduğu bir törenle Ebû Eyyûb elEnsârî'nin türbesi önünde yapılırdı. Resûl-i Ekrem Medine'ye hicret edince Medineli müslümanların her biri onu evinde misafir etmek istedi. Ancak Hz. Peygamber, bir tercih yaparak onları gücendirmemek için devesinin çökeceği yere en yakın eve misafir olacağını söyledi. Kendisini taşıyan devenin önce bir yere çöktüğü, buradan hemen kalkıp biraz ileride tekrar çöktüğü görüldü. Resûlullah oraya en yakın olan ve dedesi Abdüimuttalib'in annesi tarafından kendisine yakınlığı da bulunan Ebû Eyyûb'un evine yerleşerek burada yedi ay misafir kaldı. Bundan dolayı Ebû Eyyûb "Mihmandâr-ı Nebî" unvanıyla anılır. Bu ev İslâmiyet'in öğretildiği bir mektep durumundaydı. Hz. Peygamber fakir muhacirlere burada yemek verir, kendisine sunulan hediyeleri fakirlere burada dağıtırdı. Ev sahiplerine her vesile ile dua eder, onların bolluğa kavuşmalarını, hu-
zur ve âfiyet içinde olmalarını dilerdi. Resûl-i Ekrem kendi evine taşındıktan sonra da zaman zaman Ebû Eyyûb'un evine misafir olurdu. Ebû Eyyûb haksızlıklara t a h a m m ü l edemez, doğru bildiğini söylemekten çekinmezdi. Cihad maksadıyla gittiği Mısır'da vali olan sahâbî Ukbe b. Âmir'in akşam namazını geç kıldırdığını görünce onu uyardı. Resûl-i Ekrem'in akşamı geç kıldığının zannedilmesine sebebiyet vererek halka kötü örnek olmamasını söyledi. Namazları müstehap olan vakitlerinde kıldırmayan Medine Valisi Mervân b. Hakem'e muhalefet eder, Resûlullah'a uyduğu takdirde kendisine uyacağını, aksi halde aleyhinde bulunacağını açıkça söylerdi. Bir gün Ebû Eyyûb'u Resûl-i Ekrem'in kabrine başını dayamış olduğu halde ağlarken gören Mervân bu hareketinin sünnete aykırı olduğunu söyleyince Ebû Eyyûb, "Ben bu mezar taşına değil Resûlullah'a geldim. Onun, 'din işlerini ehliyetli kimseler üstlendiği zaman kaygılanmayın; ancak ehil olmayanlar başa geçince ne kadar ağlasanız yeridir' dediğini duymuştum" diye cevap verdi ( Müsned , V, 422). Medine döneminden itibaren Hz. Peygamber'den hiç ayrılmadığı halde Ebû Eyyûb el-Ensârî'den sadece 150 hadis rivayet edilmesinin iki önemli sebebi vardır. Bunlardan biri hadis rivayetinde çok titiz olması, diğeri de ömrünün savaşlarda geçmesidir. Kendisinin bilmediği bir hadisi Ukbe b. Âmir'den bizzat rivayet etmek için Medine'den Mısır'a kadar gitmesi, söz konusu titizliğin eşsiz bir örneğini ortaya koymaktadır. Ondan hadis rivayet edenler arasında İbn Abbas, İbn Ömer, Berâ b. Âzib, Enes b. Mâlik, Câbir b. Semüre gibi sahâbîler ve Saîd b. Müseyyeb, Urve b. Zübeyr, Sâlim b. Abdullah, Atâ b. Yesâr gibi tâbiîler bulunmaktadır. Ebû Eyyûb'un rivayet ettiği hadislerden kırk tanesinin şair Bakî tarafından Türkçe'ye tercüme edildiği bilinmekle beraber bugüne kadar eserin herhangi bir nüshasına rastlanmamıştır (bk. BÂKİ). Nûreddin Ali b. Ahmed el-Karâfî el-Ensârî'nin (ö. 940/ 1533) Nefehûtü'l-'âhiri's-sâri bi-ehâdîsi Ebî Eyyûb el-Enşâri adlı eserinin nüshaları Süleymaniye (Ayasofya, nr. 942, 2102; Hafîd Efendi, nr. 44 ; Reîsülküttâb, nr. 276), Nuruosmaniye (nr. 940) ve Beyazıt Devlet (nr. 1077) kütüphanelerinde bulunmaktadır. Bu nüshalar 67-97 varak arasında değişmektedir. Şeyhülislâm Bâlîzâde Mustafa Efendi'nin Mecmû'u'l-hadîs bi-rivayeti Ebî
124 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
EBÛ FİRÂS el-HAMDÂNÎ Eyyûb
el-Enşâri adlı eseri ise Millet Kü-
tüphanesi'ndedir (Ali Emîrî, nr. 2447, 30 varak). Eserin Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi'ndeki nüshasının (III. Ahmed, nr. 568, 62 varak) adı Kitâb fîmâ revâhü Ebû Eyyûb el-Enşâri mine'l-hadîs'tir. Abdülvehhâb b. Mustafa eş-Şâmî'nin Kevkebü's - sâri bi-ehâdîşi seyyidinâ Ebî Eyyûb el-Enşâri adil eseri Süleymaniye Kütüphanesi'nde kayıtlıdır (Dârülmesnevî, nr. 161, vr. 84-109). Ebü'l-Mevâhib A h m e d b. îsâ er-Reşîdî er-Rıdvânî'nin Kütul-kulûb fî ehâdîşi Ebî .Eyy û b ' u Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi'nde (III. Ahmed, nr. 570, 77 varak), M u h a m m e d b. Mustafa ed-Desûkî'nin Fethu'l-meliki'l-bârî bi-şerhi ba'zi ehâdîşi Ebî Eyyûb el-Enşâri adlı eseri de Süleymaniye Kütüphanesi'nde (M. Ârif — M. Murad, nr. 5 / 1 , vr. 1-75, müellif hattı) bulunmaktadır.
Ebû Eyyûb-i Ensâri'den Mervî Hadislerin Şerhi ve Tercümesi adlı bir eseri vardır (Süleymaniye Ktp., Hasan Hüsnü Paşa, nr. 203, 273 varak). Ayrıca Ebû Eyyûb el-Ensârî'nin menkıbeleriyle türbesini ziyaret ederken uyulacak esasları Âdâbü'lmüsâfirîn adlı risâlesinde ele almıştır (bk. ABDULLAH EYYÛBÎ). M u h a m m e d Abdullah Veled Kerîm, Ebû Eyyûb el-Enşâri ve merviyyâtühû iî Müsnedi'l-İmâm Ahmed adıyla bir yüksek lisans çalışması yapmış (Ümmüikurâ Üniversitesi, Mekke 1400/1980), İsmail L. Çakan da Ebû Eyyûb'un rivayetlerinden derlediği kırk hadisi şerhederek Eyüb Sultan Hazretlerinden Kırk Hadis adıyla yayımlamıştır (İstanbul 1990). Ebû Eyyûb el-Ensârî'nin menâkıbı muhtelif eserlere konu olmuştur. Bunlardan bazıları şunlardır: 1. Abdülhafîz b. Osman et-Tâifî, Cilâ'ü'l-kulûb ve keşfü'l-kürûb bi - menâkıbi Ebî Eyyûb (İstanbul 1298). 2. Ahmed b. MuhReîsülkurrâ Abdullah Eyyübî'nin
yiddin en-Naîmî, Esne'ş-şevâhid fî zikri menâkıbi Ebî Eyyûb Hâlid (TSMK, III. Ahmed, nr. 580, 60 varak). 3. Abdullah b. Sâdık, Menâkıb-ı Ebû Eyyûb el-Ensârî. Bu Türkçe eserin yazma nüshası Süleymaniye Kütüphanesi'ndedir (Hacı Mahmûd Efendi, nr. 4692, 56 varak). BIBLIYOGRAFYA : VVensinck, el-Mu'cem,
VIII, 7 0 ; Müsned,
1 4 7 ; V, 4 1 6 , 4 1 7 , 4 2 2 ; Buhârî,
IV,
"Menâkıbul-
E B Û E Y Y Û B el-MÛRİYÂNÎ (bk. MÛRİYÂNİ).
E B Û FİRÂS el-HAMDÂNÎ
)
(
Ebû Firâs el-Hâris b. Saîd b. Hamdan el-Hamdânî et-Tağlibî (ö. 357/968)
E n s â r " , 89, " K a d e r " , 8 ; M ü s l i m . " İ m â r e " , 48,
H a m d â n î hanedanına mensup Arap şairi ve kumandanı.
" E ş r i b e " , 1 7 0 ; E b û Dâvûd. " Ş a l â t " , 6 ; Tirmi-
^
zî, " Z ü h d " , 39, "Tefsir", 3, " E t ' i m e " , 13; Ne-
el-Mu'cemü'I-ke-
sâî, " B e y ' a t " , 3 2 ; Taberânî,
es-Selefî), Bağ-
320 (932) yılında Menbic'de, bir baş-
d a d 1979, IV, 187, 189, 2 1 8 ; H â k i m , el-Müs-
ka rivayete göre ise Musul'da R u m asıl-
bîr (nşr. H a m d i A b d ü l m e c î d tedrek,
I, 9 0 ; ııı, 4 6 2 ; IV, 5 1 5 ; Heysemî, Mec-
ma'u'z-zeuâ'
id, IX, 3 2 3 ; İbn H i ş â m , es-Sîre, i,
lı bir câriyeden dünyaya geldi. Babası
152,
Ebü'l-Alâ Saîd, 323'te (935) Musul'u iş-
167, 175, 3 5 9 ; III, 315, 316, 354, 3 5 5 ; İbn Sa'd,
gale teşebbüs ettiği bir sırada yeğeni
144, 1 7 7 ; II, 100,
et-Tabakât,
140,
141, 144,
145,
I, 110, 1 1 6 ; III, 484, 4 8 5 ; İbn Ku-
teybe, el-Ma'ârif
(Sâvî), s. 1 1 9 ; Belâzürî, Fü-
tûh (Rıdvân), s. 19, 20, 1 5 9 ; a.mlf., Fütûh
(Fay-
el-'ikdül-
da), s. 5, 6, 2 2 0 ; İbn A b d ü r a b b i h ,
Nâsırüddevle Hasan b. Abdullah tarafından öldürülünce Ebû Firâs daha üç yaşında iken yetim kaldı. Annesiyle birlik-
ferîd, Kahire 1 3 8 4 / 1 9 6 5 , IV, 367-368; İbn Ab-
te Âmid (Diyarbakır), Meyyâfârikln (Sil-
d ü l b e r , el-İstî'âb,
van), Mardin, Rakka gibi şehirlerde on yıl
Ziyârât,
I, 4 0 3 - 4 0 4 ; Herevî,
Bursa Eski Eserler Haraççıoğlu Ktp., nr. 1095, a
vr. 5 1 ;
İbnü'l-Esîr.
a.mlf., el-Kâmil,
Üsdü'l-ğâbe,
II,
belâ\ II, 402-413; İbn Kesîr, el-Bidâye, 214;
İbn
94-96;
lamü'n-nü-
III, 4 5 9 ; Zehebî,
III, 198,
kardeşinin kocası olan Melik Seyfüddev-
(nşr.
le el-Hamdânî'nin himayesine girdi. Sa-
el-Mişbâhu'l-mudî
Hudeyde,
M u h a m m e d A z î m ü d d i n ) , Beyrut 1 4 0 5 / 1 9 8 5 , I, 88-89; İbn Hacer, Tehzîbü't-Tehzîb, a.mlf., el-işâbe
kadar dolaştıktan sonra Halep'e gitti. Orada, amcazadesi ve aynı z a m a n d a kız
III, 90-91;
(Bicâvî), II, 234-235; Tecrid Ter-
rayda başta Arap dil bilgini İbn Hâleveyh olmak üzere devrin meşhur âlimlerinden
cemesi,
I, 135-138; Enîsî, Menâkıb-ı
Akşem-
ders aldı. 336 (947-48) yılında daha on
seddln,
S ü l e y m a n i y e Ktp., Hacı M a h m û d Efen-
altı yaşında iken Seyfüddevle tarafından
di, nr. 4 6 6 6 , vr. l l b - 1 2 a ; S e m h û d î ,
uefa,
Vefâ'ul•
I, 181, 1 9 3 ; Hazrecî, Hulâsatü
100-101; Münâvî, Feyzü'l-kadîr,
Insânul-'uyûn,
Tezhîb,
s.
VI, 3 8 6 ; Halebî,
Beyrut 1320, II, 5 7 - 6 5 ; Evliya
Çelebi, Seyahatname,
İstanbul 1314, I; Safiyyur-
r a h m â n Mübârekfûrî, er-Rahlkul-mahtûm,
Bey-
rut 1 4 0 8 / 1 9 8 8 , s. 1 6 7 ; A h m e d b. Zeynî Dahlân, es-Sîretü'n-nebeuiyye
insânü'l-
(Halebî,
Menbic'e, ardından da Harran'a vali tayin edildi. Ebû Firâs'ın hayatı, Hamdânîler'in kuzeydeki komşuları Bizanslılarla ve Hamdânîler'e karşı sürekli isyan eden Suriyeli bedevî kabilelerle mücadele içinde
içinde), I, 3 2 9 ; M a h m û d Esad, İslâm Ta-
geçti. Z a m a n z a m a n Seyfüddevle'nin Bi-
rihi, İstanbul 1983, s. 375, ayrıca bk. İndeks;
zans'a ve isyancı kabilelere karşı yaptığı
'uyûn
Elmalılı,
Hak
Dini,
II,
Onver, İstanbul'da
701-704;
Sahabe
A.
Kabirleri,
Süheyl İstanbul
1953, s. 30-35; Alasonyalı Hacı C e m a l
Meşhur
Eyyûb
Sultan,
İstanbul 1 9 5 5 ; A h m e d
Ashâbı
ref Edib), İstanbul
önce
Bizanslı-
ların giriştiği harekât sırasında Menbic
Pey-
civarında esir d ü ş t ü . Önce Malatya yakınlarında Fırat nehri kıyısında bir Bi-
1384/1964,
Ali İhsan Yurt, Fâtih'in
Halep muhasarasından
(trc. Ali Genceli, nşr. Eş-
Nedvî — Saîd S â h i b Ensârî, Asr-ı Saadet:
gamberimizin
Öğüt,
seferlerde ona refakat etti. 351 'de (962)
İV, 2 6 8 - 2 8 5 ;
Hocası
Akşemseddin,
zans kalesi olan Harşana'ya, oradan da
İstanbul 1972, s. 62-67; M. M u s t a f a el-A'zamî,
İstanbul'a götürüldü. Receb 355'te (966)
Ebû Eyyûb el-Ensârî adına düzenlenmiş iki levha
Küttâbun-nebî,
Riyad 1 4 0 3 / 1 9 8 1 , s. 3 2 ; Hü-
yapılan esir mübadelesine kadar İstan-
(İÜ Ktp,, Ibnülemin, nr. 751-753; 679-740)
seyin Algül, İslâm
Tarihi, İstanbul 1986, I, 117,
bul'da kaldı. Onun ayrıca 348 (959) yı-
268, 3 0 7 , 311, 4 3 5 - 4 3 7 ; II, 4 3 1 ; III, 3 1 ; İsmail L. Ç a k a n , Eyüb
| ( ^ j k ( j j Uju y^jL-y^
i
Sultan
Hazretlerinden
Kırk Ha-
dis, İstanbul 1 9 9 0 ; M a r i u s Canard, " T a r i h v e E f s a n e y e G ö r e A r a p l a r ı n İ s t a n b u l Seferleri",
mektedir. Başından geçen her olayı şiir-
Enstitüsü
Dergisi,
II, İstanbul 1956, s.
le anlatan Ebû Firâs'ın bu olaydan hiç
217-222; Hasan Güleç, " P e y g a m b e r ' i n E v Sahi-
söz etmemesi bu rivayeti zayıflatmak-
b i E b û E y y u b H â l i d b. Z e y d e l - E n s â r î (R.A.)",
Diyanet 1
Lf-U ı — •
/,
fakat
daha sonra kaçarak kurtulduğu söylen-
İstanbul
jv^C^C'l
lında Bizanslılar'a esir d ü ş t ü ğ ü ,
Dergisi,
X I I / 5 , A n k a r a 1973, s. 259-
2 6 4 ; [C(. Huart], " E b û E y y û b " , İA, IV, 16-17; a . m l f . — E. Levi-Provençal — J. H. M o r d t m a n n . 2
" A b ü A y y ü b a l - A n ş â r i " , £7 (Fr.), I, 111-112. B
HÜSEYİN ALGÜL
tadır. Ebû
Firâs
memleketine
döndükten
sonra bu defa H u m u s ' a vali tayin edildi. Safer 356'da (Ocak 967) Seyfüddevle öiünce yerine oğlu Ebü'l-Meâlî Sa'düd125
Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
EBÛ FİRÂS el-HAMDÂNÎ devle Şerîf geçti. Fakat Ebü'l-Meâlî ile
Kaynaklarda şairin ö l ü m ü n d e n
önce
aralarında anlaşmazlık çıktı. Halep'i de
bizzat kendisi tarafından elden geçiril-
ele geçirmek maksadıyla isyan eden Ebû
diği kaydedilen divanını, vefatından kı-
EBÛ FÜKEYHE ( nf^y}
)
Ebû Fükeyhe Yesâr el-Ezdî
Firâs sonunda yenik d ü ş t ü . 2 Cemâziye-
sa bir süre sonra ve çoğu ondan nakle-
levvel 357'de (4 Nisan 968), başka bir ri-
dilen şerhlerle birlikte hocası İbn Hâle-
vayete göre de 8 Rebîülâhir 357'de (12
veyh derlemiştir. Bu divan ilk defa Bey-
Mart 968) Ebü'l-Meâlî
Sa'düddevle'nin
rut'ta basılmış (1873), Nahle Kalfât ta-
ordu kumandanlarından Kargaveyh (ve-
rafından şerhedilerek yapılan hatalı ve
Yemen'in Ezd kabilesine m e n s u p ol-
ya Kargûye) tarafından H u m u s civarında-
noksan neşirlerinden sonra (Beyrut 1900,
d u ğ u rivayet edilir. Adını Eflah diye zik-
ki Serîr dağında öldürüldü. Ebû Firâs büyük âlimlerin, meşhur şair ve kâtiplerin yaşadığı bir devirde, Seyfüddevle gibi ilim ve sanat hâmisi bir
(ö. 2/624'ten önce) İlk müslümanlardan.
L
J
1910) Sâmî ed-Dehhân eseri tahkik ede-
redenler de vardır. Mekke'de ilk müslü-
rek üç cilt halinde m ü k e m m e l bir bibli-
m a n olanlardan biri olan Ebû Fükeyhe,
yografya ile birlikte yayımlamıştır (Bey-
Kureyş'in ileri gelenlerinden Safvân b.
rut 1944).
Ümeyye'nin veya Abdüddâroğullan'nın kölesiydi.
emîrin saray muhitinde yetişmiştir. Şiir-
Ebû Firâs'ın hayatı ve edebî şahsiyeti
leri kolay anlaşılan bir şair ve özellikle
üzerinde müstakil birçok çalışma yapıl-
Kur'ân-ı Kerîm'de "müstaz'afûn" ola-
mıştır. Bunların başlıcalan şunlardır: Ali
rak nitelendirilen (en-Nisâ 4 / 7 5 ) ve Ku-
Seyfüddevle'ye yazdığı
mektuplarında
görüldüğü kadarıyla üslûp sahibi bir ne-
Cârim,
sir ustasıdır. Onun şiirinin tabii muhiti
1945); Muhsin el-Emîn, Ebû
Fârisü
Benî
Hamdan
(Kahire
Firâs el-
öncelikle Halep sarayıdır. İlk şiirleri, aile-
Hamdânî
sinin asaletini ve savaşlarda gösterdiği
el-Ken'ânî, Şâ'iriyyetü
başarıları görkemli bir şekilde anlattığı,
1947); A h m e d A h m e d el-Bedevî,
bizzat kendini ve hâmisi Seyfüddevle'yi
Benî Hamdân
ö v d ü ğ ü klasik türdeki kasidelerden iba-
rüh, Ebû
rettir. Bunlar arasında, bilhassa Ham-
(Beyrut 1373/1954); A h m e d Ebû Hakka,
dânî hânedanının tarihini hikâye eden
Ebû
ve Margoliouth tarafından sunî tarzda
Abdülcelîl Hasan Abdülmehdî, Ebû Fi-
Firâs
(Dımaşk 1945); Nu'mân Mâhir
Ebî Firâs (Bağdad Şâ'iru
(Kahire 1952); Ömer Fer-
Firâs
Fârisü
Benî
ei-Hamdânî
Hamdân
(Beyrut 1960);
şi cru-
bir destan (epope) olarak değerlendirilen
râs el-Hamdânî:
225 beyitlik "Râiyye"si ile Şam ekolünün
hû (Amman 1981); Muhammed Ârif Mah-
bir m e n s u b u olmasına r a ğ m e n bir de-
m û d Hüseyin,
receye kadar B a ğ d a t ekolünün de özel-
nî fî Râ 'iyyeti
Hayâtühû
ve
z
reyşli müşriklerce ağır işkencelere mâruz bırakılan Bilâl-i Habeşî, A m m â r b. Yâsir, Âmir b. Füheyre gibi kimsesiz, ezilmiş m ü s l ü m a n l a r grubuna dahildi. İbn Sa'd'ın kaydettiğine göre bunların Mekke'de yakınları bulunmadığı gibi koruyucuları da yoktu. Efendisi olan Abdüddâroğulları Ebû Fükeyhe'ye elbiselerini giydirir, ayaklarını zincirle bağlar, öğle sıcağında yüzü koyun kızgın kumlara yatırır, sırtına ağır taşlar koyarak dininden dönmesi için işkenceye tâbi tutarlardı. Uzun yıllar bu işkencelere katlanan Ebû
Anâşırü'1-ibdâ'i'l-fen-
Fükeyhe ölmek üzere iken Hz. Ebû Be-
Ebî Firâs (Kahire 1988).
kir tarafından satın alınarak â z a t edildi. Daha sonra Habeşistan'a hicret eden
liklerini yansıtan dostluk ve aşk temalı
Ayrıca muhtelif kasideleri W. Ahlvvardt,
bazı şiirleri zikredilebilir. Şair olarak ka-
Friedrich Rückert, Rudolf Dvorâk, Oskar
ikinci kafile ile birlikte o da Habeşis-
sidelerinde genellikle sade, samimi ve
Rescher gibi şarkiyatçılar tarafından Al-
tan'a gitti. Oradan dönen ilk kafilelerle
açık bir ifade kullanmıştır. Bu özelliğiy-
manca'ya tercüme edilmiştir.
de Medine'ye hicret etti.
le şiiri, Seyfüddevle'nin sarayında başlıca rakibi olan şair Mütenebbî'nin edebî sanatlarla örülü, incelikle işlenmiş şiir-
İslâm dininin yayılmasında büyük eme-
BİBLİYOGRAFYA: Ebû Firâs, Dîvân
(nşr. S â m î ed-Dehhân), Bey-
ği geçen Ebû Fükeyhe işkenceler yüzün-
rut 1944, naşirin mukaddimesi, 1, 17-25; Tenû-
den iyice yıprandığı için çok yaşamadı,
leri yanında pek sade kalmakla beraber
hî, liişvârü'Tmuhâdara
hicretin ilk senesinde Bedir Gazvesi'n-
üslûbu çağdaşı birçok şairinkinden fark-
cî), Kahire 1 3 9 1 - 9 3 / 1 9 7 1 - 7 3 , 1, 2 2 5 - 2 2 7 ; Seâ-
lı değildir. Kısa şiirleri, basit konuları ele
libî, Yetîmetü'd-dehr
alan ve fazla orijinalliği olmayan manzumelerdir. Büyük bir cesaretle Abbâsîler'i
(nşr. A b b û d
Kâmil,
Beyrut 1385-86/1965-66, VIII, 545, 574,
5 8 8 ; İbn Hallikân, Vefeyât,
bir örnek teşkil eder. Hikmetli sözlerle
Vâfî, XI, 261-265; İbn Tağrîberdî.
öğütler ihtiva eden beyitleri ayrıca zikre
zâhire,
XVI,
II, 5 8 - 6 4 ; Zehebî,
196-197; Safedî. el-
en-Nücümü'z-
IV, 19-20; Butrus el-Bustânî,
1939, s.
Brockelmann, GAL, I, 88-89; Suppl,
melikle sona erdi" demiştir.
a.mlf., " E b û Firâs", İA, IV, 17; Sezgin, GAS, II,
esareti sırasında kaleme aldığı ve onun
es-Sâbûnî, Şu'arâ'
ue deuâuîn,
â d e t a g ü n ü g ü n ü n e t u t u l m u ş hâtıraları
s. 203-205; Ömer Ferruh, Târîhu'l-edeb,
mahiyetindeki şiirlerinin önemli bir bö-
5 0 0 ; A'yanuş-Şfa,
l ü m ü n ü teşkil eden "Rûmiyyât'ından ge-
hûrî, el-Mûcez fiT-edebi'l-'Arabî
özlemi müessir ifadelerle dile getirir.
F
ı—ı LAL
islâm
A L İ YARDIM
EBÛ GÂNİM ( pSkjjt )
Bişr b. Ganim el-Horâsânî (ö. 2 0 0 / 8 1 5 [?])
II, 5 5 9 - 5 6 1 ; Şevki
VI, 7 0 7 - 7 1 2 ; Abdülvehhâb
sine, dostlarına ve hürriyete duyduğu
Tarihi (Mekke), III, 123.
I, 142-144;
Dayf, Târîhu'l-edeb,
lir. Bu şiirlerinde bir esirin vatanına, aile-
V, 5 1 7 ; VI, 2 4 8 ; İbn Ha-
III, 6 6 7 ; IV, 156; Koksal,
192-230;
rek, "Şiir bir melikle başladı, bir başka
4 8 0 - 4 8 3 ; C. Zeydân, Adâb,
nü'l-Esîr, üsdü'l-ğâbe, cer, el-lsâbe,
III, 2 4 8 ; IV, 123; İbn
III, 6 6 6 ; IV, 1 5 6 - 1 5 7 ; İb-
cem,
ue caş-
I, 336-337; Sâmî el-Keyyâlî, Seyfüddeule Halep
Abdülber, el-İstfâb,
Üdebâ'ul-
'Arab, Beyrut 1979, II, 363-376; Serkîs, Mu rü'l-Hamdâniyyîn,
İbn Sa'd, et-Tabakât,
VII, 6 8 - 7 1 ; İbnü'l-Esîr. el-
A'lâmü'n-nübelâ\
Ebû Firâs'ın asıl şöhreti, Bizans'taki
BİBLİYOGRAFYA:
h a m î d ) , Kahire 1 3 7 5 / 1 9 5 6 , 1, 4 8 - 1 0 3 ; İbnü'lCevzî, el-Muntazam,
hicvedip Ehl-i beyt'i ö v d ü ğ ü kasideleri,
bâd, İmruülkays ve Ebû Firâs'ı kastede-
den önce vefat etti.
(nşr. M. M u h y i d d i n Abdül-
siyasî olayları konu alan şiirlere güzel
değer. Belki de bu sebeple Sâhib b. Ab-
eş-Şâle-
Beyrut 1978, II, 495-
el-Müdevvene adlı eseriyle tanınan İbâzî fakihi.
IV, 3 0 7 - 3 6 5 ; Hannâ el-Fâ-
ve târlhih,
Bey-
rut 1985, II, 4 3 2 - 4 5 1 ; H. A. R. Gibb, " Â b ü F i râs a l - H a m d â n i " , £7 2 (İng.), I, 119-120. S
MUSTAFA K I L I Ç L I
Hayatı hakkında fazla bilgi yoktur. Horasan'da d o ğ u p b ü y ü d ü ğ ü ve II. (VIII.) yüzyılın sonu ile III. (IX.) yüzyılın başlarında yaşadığı bilinmektedir. Fuat Sezgin,
126
Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
EBÛ HAFS el-HADDÂD vefat tarihinin 200 (815) yılı civarında olduğunu kaydetmektedir (GAS, I, 586). On iki bölümden meydana gelen elMüdevvene'yi Horasan'da tamamladıktan sonra Ebû Ganim, Kuzey Afrika'nın büyük şehirlerinden, o dönemin İbâzıyye merkezi Tâhert'e doğru, şehrin kurucusu ve Rüstemîler'in İbâzıyye kolunun ikinci büyük imamı Abdülvehhâb b. Abdurrahman'a kitabını takdim etmek üzere yola çıktı. Bu yolculuk sırasında İbâzîler'in faaliyet merkezi olan Cebelinefûse'ye uğradı. Burada İbâzî şeyhi Ebû Hafs, Amrûs b. Feth'in yanında bir müddet kaldı. Ebû Hafs bu süre içinde elMüdevvene'den bir nüsha istinsah edip Mağrib İbâzî literatürüne katkıda bulundu. Bu eser el-Müdevvenetü'ş-şuğrâ olarak bilinmektedir. Ebû Ganim daha sonra Tâhert'e geçerek eserini Abdülvehhâb'a takdim etti. Ancak bu nüsha Rüstemî Kütüphanesi'nin tahrip olması sonucunda kaybolmuştur. Ebû Ganim eserindeki bilgileri, İbâzîler'in ileri gelen âlimleri Ebû Eflah, Hânim b. Mansûr ve özellikle Ebû Ubeyde Müslim et-Temîmî'den, onun talebeleri Abdullah b. Abdülazîz ile Ebü'l-Muarric Ömer b. Muhammed ve diğerleri vasıtasıyla elde etmiştir. Eserin diğer önemli bir özelliği de İbâzîler'den ilk hadis tedvîn eden Hânim b. Mansûr'dan Ebû Yezîd el-Kazvînî vasıtasıyla aldığı hadisleri kaydetmesidir. Bunun yanı sıra Kuzey Afrika'ya giderken Mısır İbâzîleri'nden duyduğu hadis ve rivayetleri nakletmiş, devrinin diğer İbâzî kaynaklarından da faydalanmıştır. Bu yönleriyle eser güvenilir bir İbâzî kaynağıdır. J. C. VVilkinson el-Müdevvene'nin, muhtemelen İmam Eflah b. Abdülvehhâb'm döneminden itibaren yapılan önemli ilâvelerle birlikte Rüstemî devri sonrasında Nükkârîler'in güç kazandığı zamana kadar tedricen tamamlandığını söylemektedir (İsi., LXII, 250). Abdullah b. Yezîd el-Fezârîye de atfedilen eser Berberi diline tercüme edilmiştir. Eserin bizzat Ebû Ganim tarafından yazılmış el-Müdevvenetü'ş-şuğrâ ve Ettafeyyiş (ö. 1332/1914) tarafından hazırlanmış el-Müdevvenetü '1 - kübrâ olmak üzere günümüze ulaşan iki ayrı tertibi vardır.
el-Müdevvenetü'ş-şuğrâ (I-II, 1404/ 1984) ve el-Müdevvenetü'l - kübrâ (l-II, 1404/1984) Uman'da Vizâretü't-türâsi'lkavmî ve's-sekâfe tarafından neşredilmiştir.
BİBLİYOGRAFYA: Şemmâhî,
Kitâbü's-Siyer,
2 2 8 ; Sâlimî, el-Lûm'a,
Kahire
Algiers
1301,
s.
1326, s. 184,
197-198; Sezgin, GAS, 1, 5 8 6 ; W. Schvvartz. Die
Anfange
der Ibaditerı
in tiordafrika,
Wiesba-
den 1983, s. 42, 4 4 ; Pierre Cuperly, " M u h a m m a d a t f a y y a s et sa Risâla Sâfiya f î b a ' d T a w â r î h ahi w â d î M i z â b " , İBLA, X X X V / 1 3 0 (1972), s. 2 6 5 ; M. îsâ Mûsâ, İbâdiyye",
"el-Bibliyucrâfiyâtü'l-
' A l e m ü ' l - k ü t ü b , V / l , Riyad 1984,
s. 8 7 ; J. C. VVilkinson, " I b â d i H a d ı t h : an Essay on N o r m a l i z a t i o n " , İsi., LXII (1985), s. 232, 233, 241, 2 4 8 - 2 5 1 ; T. Levvicki, " A b ü G h â n i m
al-
K h u r â s â n î " , El 2 (İng.), I, 120; a.mlf., " e l - I b â diyya", a.e., 111, 653; a.mlf., "Ebû Ğ â n i m e l - H o râsânî", UDMİ, I, 877-878.
m TTL SAFFET K Ö S E
F
EBÛ H A F S el-HADDÂD ( j l j s j l j ^ b - j>\ )
Ebû Hafs Amr b. Seleme el-Haddâd en-Nîsâbûrî (ö. 260/874) Melâmet ve fütüvvete dair fikirleriyle tanınan Nîşâburlu sûfî. Nîşâbur civarındaki Kurdâbâd köyünde doğdu ve burada yaşadı. Babasının adı çeşitli kaynaklarda Mesleme, Sâlim, Seleme (Seime) şeklinde kaydedilmiştir. Ûmmî olduğu ve Arapça bilmediği yolundaki rivayetlere bakılırsa Arap olmadığı ve öğrenim görmediği anlaşılır. Kendisinden ilk defa Hâkim en-Nîsâbûrî (ö. 405/1014) Târîhu Nîsâbûr adlı eserinde bahsetmiş, daha sonra Sülemî'nin Risâletü'l-Melâmetiyye ve Tabakâtü'şşûfiyye'si ile müteakip tabakat kitaplarında çoğu birbirinin aynı olan bilgiler verilmiştir. Mesleği dolayısıyla "Haddâd" (demirci) diye tanınmıştır. Ebû Hafs hacca giderken sekiz arkadaşıyla birlikte Bağdat'a uğramış, Cüneyd-i Bağdâdî ile görüşmüş ve burada bir yıl kalmıştır. Sülemî Risâletü'l-Melâmefiyye'sinde Ebû Hafs'ın özellikle fütüvvet* konusundaki fikirleriyle Bağdat sûfîlerini kendisine hayran bıraktığını belirtir ve kendisini melâmet* ehlinin temsilcilerinden sayar; aynı müellif Fütüvvet adlı risalesinde de onun fütüvvete dair görüşlerini aktarır. Tabakat kitaplarında Ebû Hafs'ın bir câriyeye âşık olması ve ona kavuşmak için verdiği çabalardan uzun uzun söz edilerek tasavvufa intisap etmesine bu olayın sebep olduğu belirtilir. Başka bir menkıbeye göre Ebû Hafs, âhiret azabının ağırlığından ve insanların bu azap karşısında duyacakları dehşetten bahseden Zümer sûresinin 47. âyetini dinlerken kendinden
geçerek elini ateşe sokmuş ve kızgın demiri çıkartmıştır. Bu olaydan sonra demirciliği bırakıp uzun yıllar nefsini terbiye etmek için çetin riyâzetlere başladı. Ancak bir süre sonra tekrar demirciliğe dönerek mesleğini gizlice sürdürdü ve kazancını fakirlere dağıttı. Zamanla ünü Nîşâbur sınırlarını aştı. Nitekim Bağdat'a gittiğinde Cüneyd-i Bağdâdî ve diğer ünlü sûfîler tarafından karşılanması bunu teyit etmektedir. Ebû Hafs, UbeyduIIah b. Mehdî, Ahmed b. Hadraveyh, Ebû Türâb en-Nahşebî gibi çağındaki büyük sûfîlerin sohbetinde bulundu. Sah b. Şücâ' ve Ebû Osman el-Hîrî gibi sûfîler onun tasavvuf anlayışını devam ettirmişlerdir. Fütüvvet konusu üzerinde ısrarla duran Ebû Hafs'a göre fütüvvet fedakârlık, cömertlik, diğerkâmlık, nefse hâkimiyet, tahammül ve faaliyet gibi unsurları ihtiva eder. "Fütüvvet lâf değil iş ve faaliyettir" sözü Bağdat sûfîleri tarafından çok beğenilmiş, fütüvveti "insaflı olmak fakat insaf beklememektir" şeklinde tarif etmesi Cüneyd-i Bağdâdî'nin çok hoşuna gitmiştir. Ebû Hafs kerem ve cömertliği fütüvvetin esası olarak görür, ayırım gözetmeden herkese iyilik yapılmasını, ancak yapılan iyiliklerin hiç yapılmamış gibi kabul edilmesini ve hatırlanmamasını ister. İnsanların acılarına ortak olmayı fütüvvetin gereği sayan Ebû Hafs kuvvetli bir Melâmetî eğilime sahiptir. Mümkün olduğu kadar tanınm a m a k gerektiğine inanır. Nefis hakkında oldukça karamsar olup ancak nefsini iyi tanıyan kimsenin taşkınlıktan korunabileceği görüşündedir. Nefsin hevâsına karşı gelmeyi kurtuluşun yolu olarak görür. Hz. Yûsuf bile, "Ben nefsimi temize çıkarmam" (Yûsuf 12/53) demişken, "İnsanoğlu nefsinden nasıl razı olur!" der. Bu yüzden semâdan hoşlanmaz. Rabbine ibadet eden insanın ihlâstan uzaklaşarak kendisini rab yerine koyabileceğinden endişe eder. Onun melâmet anlayışı diğer Melâmetîler'inkinden farklıdır. Melâmet ehli, insanın içinin dışından daha iyi olması lâzım geldiği görüşünde olduğu halde Ebû Hafs içle dış, özle söz arasında tam bir uygunluk bulunması gerektiğine inanır; dıştaki edep güzelliğini içteki hallerin güzelliğinin delili sayar-, bu sebeple dış görünüşe ve edebe büyük önem verir. Hatta tasavvufun edepten ibaret olduğunu düşünür. Ebû Hafs'a göre insan ibadet ve taatten zevk almalıdır. İki rek'at namaz kı-
127 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
EBÛ HAFS el-HADDÂD lan ârif namazını bitirmeden bunun hazzını içinde hisseder. Dünyada zevki olmayan bir amelin âhirette sevabı olmaz. Ebû Hafs'ın zühd anlayaşı da bu konuda sûffler arasında yaygın olan kanaatten farklıdır. Ona göre hakiki zâhid dünyayı ne över ne de kötüler. Dünya kendisine yönelince sevinmez, uzaklaşınca üzülmez. Dünya tasasını içinden atıp rahata kavuşan zâhid değildir. Gerçek zâhid dünya tasasını attıktan sonra âhiret için yorulan kişidir. Zühd elde avuçta değil kalpte bulunur. Her zaman Allah'a ihtiyaç duymak, sünnete bağlı kalmak ve helâl rızık yemek tasavvufun esasını teşkil eder. Kerâmetle desteklendiği halde bunun farkında olmayan kişi velîdir. İbn Ebû Hâtim, Ebû Hafs'ın rivayet ettiği hadislerin yazılabileceği, ancak delil olarak kullanılamayacağı kanaatindedir. BİBLİYOGRAYA: İbn Ebû Hâtim, el-Cerh
VI, 235,
ue't-ta'dîl,
236; Sülemî, Risâletul-Melâmetiyye
(nşr. F.bü'l-
Alâ Afîfî), Kahire 1364/1945, s. 86-120; a.mlf..
Tabakât,
s. 115-122; Ebû Nuaym, Hilye,
re 1932-38, X, 2 2 9 ; Hatîb, Târîhu 2 1 1 ; Hücvîrî, Keşfü'Tmahcüb vd.; Kuşeyrî, er-Risâle
Kahi-
Bağdâd,
XII,
(Uludağ), s. 224
(trc. Tahsin Yazıcı), İstan-
bul 1966, s. 61 vd.; Herevî, Tabakât
(nşr. Abdül-
hay H a b î b î ) , Kabil, ts., s. 9 5 - 1 0 2 ; A t t â r , TezkiLeiden 1905, I, 3 2 2 - 3 3 5 ; İbnü'l-
retü'l-evliya',
Cevzî, Sıfatü'ş-şafve,
Beyrut 1399/1979, IV, 118-
121; Zehebî, A'lâmun-nübelâ',
XII, 510; a.mlf.,
el-'İber, II, 31; İbn Tağrîberdî,
en-Hücûmuz-zâ-
hire, III, 41, 6 6 ; Câmî, îiefehât,
s. 57; Lâmiî, He-
fehât
Tercümesi,
nî, et-Tabakât,
Kevâkib,
İstanbul 1270, s. 111; Şa'râBulak 1276, I, 9 6 ; Münâvî, el-
I, 2 5 7 ; İbnü'l-İmâd, Şezerât,
(II, 9 9 ; M. Mole, Les Mystiques
musulmans,
ris 1965, s. 7 2 - 7 7 ; Schimmel, Mystical
sions
of İslam,
II, 150; Pa-
Dimen-
s. 8 6 - 8 7 ; J. Chabbi, " A b ü H a f s
H a d d â d " , Elr., I, 293-294. ı—ı K»
r
TAHSIN Y A Z I C I
E B Û H A F S el-HİNTÂTÎ
(
n
)
Ebû Hafs Ömer b. Yahyâ b. Muhammed el-Hintâtî (ö. 571/1175-76)
L
Muvahhidler Devleti'nin kurucularından.
J
Aslen Mağrib-i Aksâ'daki (Fas-Moritanya) büyük Berberî kabilelerinden biri olan Masmûde'nin Hintâte (İnt) koluna mensuptur. Muvahhidler'in önderi İbn Tûmert'in davetini kabul ederek bu hareketin "cemaat" ve "muhacirler" adlarıyla anılan ilk on kişisi arasına girdi (514/ 1120-21). Ebû Hafs'ın güçlü bir kabilenin
mensubu olarak Muvahhidler'in başlattığı harekete katılması, daha ilk merhalesinde bu harekete önemli bir askerî destek sağladı. Ebû Hafs tavizsiz politikasıyla temayüz etti. Bu tavrı kendisini, Muvahhidler'in gerçek kurucusu Abdülmü'min elKûmFnin (1130-1163) sağ kolu ve idarenin ondan sonraki ikinci adamı mevkiine yükseltti. Bu arada şûrâ heyetinin başkanlığını üstlendi. Hatta Abdülmü'min'den sonra halifeliğe onun getirilmesinin kararlaştırıldığı, ancak bu hakkından Abdülmü'min'in oğlu lehine feragat ettiği rivayet edilmektedir. Ebû Hafs, Abdülmü'min'in yakını olmasına rağmen İbn Tûmert'in koyduğu ilkelerden sapmalar olduğunu hissettiği zaman onu tenkit etmekten çekinmezdi. Abdülmü'min döneminde Murâbıtlar'a karşı düzenlenen birçok askerî sefere kumandanlık eden ve bu sayede bir kısım Murâbıt topraklarını Muvahhidler Devleti'nin sınırları içine katmış olan Ebû Hafs 526'da (1132) Celâve'yi aldı ve 538'de (1144) Fas'ın zaptıyla görevlendirildi. 539 (1145) yılında Abdülvâdîler'in, Benî Versifîn'in ve diğer bazı Berberî hânedanlarının itaat altına alınmasına katkıda bulundu. Bir yıl sonra da Bergavâta kabilesinin yurdunu ele geçirdi. Bu seferleri sırasında onun Murâbıtlar'a karşı son derece sert davrandığı görülür. Bunda, şeyhi İbn Tûmert'in Murâbıtlar'ı hedef alan, bu arada onları putperestlikle suçlayacak kadar ileri giden tenkitlerinin yanında kabilecilik anlayışının da rolü olmuştur. Abdülmü'min'in yerine önce oğlu Ebû Abdullah Muhammed'in, daha sonra da diğer oğlu Ebû Ya'küb Yûsuf'un veliaht tayin edilmesini teklif eden ve böylece Muvahhidler'in hânedanlığa dönüşmesini sağlayan kişi de rivayete göre Ebû Hafs'tır. Böylece Ebû Hafs, o zamana kadar taviz vermeden savunduğu şeyhi İbn Tûmert'in prensiplerinden birine aykırı hareket etmiş oluyordu. Zira şeyhine göre devletin bir aile tarafından değil şûrâ meclisinin seçeceği ehil kimseler tarafından idare edilmesi esastı. Ebû Hafs'ın devlet adamı ve kumandan olarak Abdülmü'min dönemindeki nüfuzu Ebû Ya'küb Yûsuf devrinde de devam etti. 564'te (1169) bir ordunun başında cihad için Endülüs'e geçti. Batalyevs'i (Badajoz) istilâ eden Portekizlileri buradan kovdu. Onun bu başarısı gerek Endülüs gerekse Kuzey Afrika'da büyük sevinç uyandırdı. Ardından Mu-
vahhid idaresine girmemekte direnen ve Doğu Endülüs'ün tamamını kontrolünde tutan İbn Merdenîş'in itaat altına alınması için yapılan seferlere katıldı. Daha sonra da Kastilyalılar'a karşı yürütülen cihad faaliyetlerine iştirak etti. Ebû Hafs, Muvahhidler'in yıkılışından sonra kurulan Hafsîler hânedanının da atasıdır. BİBLİYOGRAFYA : İbnü'l-Esîr, el-Kâmil,
X, 576, 579, 5 8 0 ; XI,
156, 3 1 1 ; İbn İzârî, el-Beyânü'Tmuğrib,
Tıt-
vân 1956, IV, 2 5 ; İbnü'l-Hatîb, el-İhâta,
I, 2 7 7 ;
İbn Haldun, el-'İber,
VI, 228, 3 0 5 ; M u h a m m e d
e l - B â c î el-Mes'ûdî,
el-Hulâşatun-Makiyye
ümerâ'i
ifrîkıyye,
lü'TMevşiyye
fî
Tunus 1283, s. 5 6 ; el-Hule-
fî
zikri'l-ahbâri'l-Merrâküşiyye
(nşr. S. Allûş), Rabat 1936, s. 7 9 ; Ebû Bekir b. Ali es-Sanhâcî, Ahbârü'l-Mehdî
bidâyetü
b. Tûmert
ve
Rabat 1971, s.
devleti'l-Muvahhldîn,
37, 50, 5 9 - 6 0 , 65, 67-68, 82, 8 4 - 8 5 , 8 8 ; R. Brunschvig, La Berberle
Hafsides,
occidentale
sous
les
Paris 1940, I, 13-16; M. Abdullah İnân,
'Aşrü'l-Murâbıtîn ve'l-Endelüs,
ve'TMuvahhidîn
fi'TMağrib
Kahire 1383-84/1964, I, 240, 257,
260, 265, 279; II, 11, 18, 22, 34-35, 39-40, 42, 44, 46, 48, ayrıca bk. İndeks; Ch. A. Julien, His•
toire de l'Afrique
du Nord
Tunisie -Algerie - Ma-
roc, Paris 1980, II, 100-101, 105-106, 112, 135; Rene Basset, "İbn T û m e r t " , İA, V / 2 , s. 8318 3 3 ; E. Levi-Provençal, " c A b d a l - M u ' m i n " ,
E! 2
(İng.), I, 78-79; a.mlf.. " A b û H a f ş ' U m a r b. Y a h y a a l - H i n t â t ı " , a.e., I, 121-122; J. F. P. Hopkins, " İ b n T ü m a r t " , a.e., III, 9 5 8 - 9 6 0 . H
F
MEHMET ÖZDEMİR
EBÛ H Â M İ D el-GIRNÂTÎ (
n
^ î )
Ebû Hâmid Muhammed b. Abdirrahmân (Abdirrahîm) b. Süleyman el-Mâzinî el-Gırnâtî (ö. 565/1169) ^
Endülüslü coğrafyacı ve seyyah.
^
473'te (1080-81) Gırnata'da (Granada) doğdu ve ilk öğrenimini burada yaptı. İlim tahsil etmek ve çeşitli ülkeleri gezip görmek maksadıyla Endülüs'ten Doğu'ya giden seyyahlara bir örnek teşkil eden Ebû Hâmid'in hayatına dair bilinenler, tabakat kitaplarından ziyade eserlerinde kendisi hakkında verdiği oldukça az sayılabilecek mâlumata dayanmaktadır. 508 (1114-15) yılında Mısır'a gitti ve bir m ü d d e t sonra Endülüs'e döndü. 1117'de bu defa Sicilya'ya gitmek üzere Endülüs'ten ayrıldı. Sardunya ve Sicilya adalarına uğradıktan sonra Mısır'ın İskenderiye şehrine ulaştı. Buradan Kahire'ye geçti; bu sırada Kahire'de bulunan ve kendisi gibi Endülüslü olan meşhur âlim Ebû Bekir et-Turtûşî'nin ders-
128 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
EBÛ HÂMİD el-GIRNÂTÎ lerine devam etti. 1122'de Dımaşk, Ba'-
sını istedi. Ancak bu isteğine cevap al-
lebek ve Tedmür'ü (Palmira) gezdi. 1123
m a d a n Musul'a gitti. 1161'de Musul'da
yılında Bağdat'a gitti. Burada iki Abbâsî
bulunuyordu. Meşhur bilgin Muînüddin
vezirinin, Avnüddin İbn Hübeyre ile (Yah-
Tuhfetü'lelbâb adlı eserini Musul'da t a m a m l a y ı p (Mart 1162) Halep'e geçti. Burada bir yıl kaldıktan sonra, anavatanları olduğu için bütün Endülüslülerin gönlünde müstesna bir yeri olan Dımaşk'a d ö n d ü ve Safer 565'te (Kasım 1169) burada vefat etti. Çok zeki ve mütevazi bir insandı.
yâ b. Muhammed eş-Şeybânî) oğlu Muhammed b. Yahyâ'nın m a d d î ve mânevî desteğini gördü; daha sonra Bağdat'tan ayrılarak Asya ve Doğu Avrupa istikametinde yeniden seyahate çıktı. 1130'da İran üzerinden Kafkasya ve Yukarı Volga bölgelerine ulaştı. 1135-1136 yıllarında Bulgar topraklarını ve Macar hakimiyetindeki Başkırt bölgesini dolaştı ve buradaki m ü s l ü m a n l a r a dinî bilgiler öğretti. Ardından Bağdat'a d ö n m e k için yola çıktı. Karadeniz ve Azak denizini geçerek Ukrayna'ya ulaştı. Derbend üzerinden Hârizm'e girdi. Buhara, Merv, Nîşâbur, İsfahan, Rey ve Basra'yı gezdi. Bağdat'a d ö n m e d e n önce hac farizasını yerine getirmek üzere Mekke ve Medine'ye gitti. Daha sonra kuzeye doğru Necid çölünü geçip güneyden Irak'a girdi. Bu sırada hâmisi Avnüddin İbn Hübeyre Irak'ın gerçek hâkimiydi. Bağdat'a dönd ü ğ ü n d e oldukça yaşlanmıştı ve Başkırdistan'da bıraktığı büyük oğlu Hâmid ile ailesini çok özlemişti. Onları görmek üzere hamisinden, Anadolu'dan geçmek için Selçuklu Sultanı I. Mesud'dan izin alma-
E b û H â m i d e l - C ı r n â t î ' n i n Tuhfetü'l-elbâb
adlı e s e r i n d e n
b i r s a y f a (Süleymaniye Ktp., Esad Efendi, nr. 3 1 4 8 , vr. 15 b)
U - ^ ^ 1 ' V b *Î
el-Erdebîlî'nin ricası üzerine
Eserleri. Ebû Hâmid gezip gördüğü yer-
U Ebû H â m i d İlij-ğU
el-Gımâtî'nin Tuhfetü'lelbâb
-
-
!
1
.»«tijK-»»/1"J-*>j*>
l u . f j s ^ " '
1
*
' ^ İ ı I
adlı
eserinin
ler hakkında iki eser kaleme almıştır. 1.
ilk sayfası
C el-Muğrib (el-Mu'rib) can ba'iı acâ'ibi'l-Mağhb. Nuhbetü'l-ezhân fî Cacâ'iz bi'l-büldân ve Acâ'ibü'l-mahlûkât adlarıyla da bilinen ve 1155'te t a m a m lanan eser Avnüddin İbn Hübeyre'ye t a k d i m edilmiştir. el-Muğrib, Endülüs'ün ilginç ve yazara göre üstün yanları hakkındaki açıklamaları, astronomi, astroloji ve tarihle ilgili bazı görüşleri, ayrıca müellifin gezdiği Orta Asya, Doğu Avrupa ve öteki bazı ülkelerin ilgi çekici yerleri, insanları, hayvanları hakkındaki şahsî müşahedelerini ve bu arada bazı efsanevî bilgileri ihtiva etmektedir. Eserde çok sayıda şiire de yer verilmiştir. Müellif, eserin çeşitli yerlerine serpiştirdiği bu şiirleri sırf metni güzelleştirmek ve daha cazip hale getirmek için değil ilmî beyanlarını veya faraziyelerini örneklendirmek ve desteklemek için de kullanmıştır. Bir eseri şiirlerle bezeme ve besleme, dilcilerin ve edebiyatçıların sıkça başvurdukları bir tarz olmakla beraber bu husus, Ebû Hâmid'e kadar Ortaçağ İslâm coğrafyacıları arasında pek görülmez. Bir başka açıdan bakıldığında bu şiir parçalarının, Câhiliye döneminden Abbâsîler'e kadar Araplar'ın kâinat, dünyanın şekli, yıldızlar ve bunların gerek sıcaklık soğukluk, yağış kuraklık, rüzgârlar gibi atmosfer olayları, gerekse insanın davranışları üzerindeki tesirleri hakkındaki inanç ve kanaatlerini tesbite yarayan çok önemli bir m a l z e m e yığını niteliğinde olduğu görülür. Madrid'de Real Academia de Historia Kütüphanesindeki yazma nüshası C. E. Dubler tarafından İspanyolca'ya kısmen tercüm e edilerek Arapça orijinaliyle birlikte yayımlanan (Ebü Hâmid el-Granadino y su relaciön de viaje por tierras eurasiâticas, Madrid 1953) eseri daha sonra da İngrid Bejarano yine İspanyolca tercümesiyle birlikte neşretmiştir ( al-Mu crib c an Ba cd zAyâ*ib al-Mağrib [Elogio de Algunas Maravillas del MagribJ, Madrid 1991). 2. Tuhfetü'l-elbâb ve nuhbetü'l-
(Süleymaniye Ktp., Esad Efendi, nr. 3 1 4 8 )
a c c â b Cicâb,
z
acâ'ib).
Dört b ö l ü m d e n
meydana gelen ve başta İstanbul kütüphaneleri olmak üzere (Süleymaniye Ktp., Ayasofya, nr. 3127; Esad Efendi, nr. 3148) dünyanın çeşitli kütüphanelerinde yazma nüshaları bulunan eser neşredilmiştir (Gabriel Ferrand, "Le Tuhfat alalbâb de Abü Hâmid al-Andalusı al-Garnâtı", JA, CCVII [1925], s. 1-148, 193-304). Ebû Hâmid'in bu iki eseri dışında başka bir kitap yazıp yazmadığı bilinmemekte, ona nisbet edilen bazı eserlerin ise başkalarına ait olduğu t a h m i n edilmektedir. Müellif sade bir üslûpla kaleme aldığı eserlerinde seyahatlerini masal gibi anlatmayı tercih etmiştir. Meselâ Mısır'da çok büyük bir yılan g ö r d ü ğ ü n ü , Bulgar topraklarında 4 metreden uzun bir devle karşılaştığını, Gırnata yakınındaki bir caminin avlusunda bulunan bir zeytin ağacının aynı g ü n içinde çiçek açıp ü r ü n verdiğini, Yemen'de yarısı insan, yarısı hayvan şeklinde bir kabilenin yaşadığını söyler. el-Muğrib'de
hayal-gerçek ka-
rışımı olaylara tarih sırasına bakılmadan yer verildiği halde Tuhfetü'l-elbâb
da-
ha ustaca düzenlenmiştir. Bununla beraber her iki eseri d e belirli bir sınıfa sokm a k güçtür. Çünkü bunlar ne bir seyah a t n â m e ne de bir coğrafya kitabı özelliğini taşımaktadır. Müellifin kitaplarında yer verdiği zoolojik gözlemleri ve Rusya'da yapılan ilk kayık sporuyla ilgili kayıtları çok önemlidir. Ancak araya uzun hikâyeler koyduğu için tarihçiler bu eserleri dikkatle değerlendirmemişlerdir. İspanyol şarkiyatçısı Cesar Dubler, Ebû Hâmid'i Herodot ile karşılaştırır ve her ikisinin de bilgi verme ve e ğ i t m e yolunu seçtiklerini ve kendi dönemlerinin folklor mirasını değerlendirdiklerini söyler. Onun daha sonraki dönemlerde yaşayan Arap kozmografyacıları üzerinde önemli
129 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
EBÛ HÂMİD el-GIRNÂT! tesirler bırakan bu iki eseri, XII. yüzyılda Endülüs'ten Doğu Avrupa'ya, Orta
lül
Asya'dan Arap yarımadasına kadar gezip g ö r d ü ğ ü yerler hakkında çoğu kendi şahsî müşahedelerine dayanan bilgiler ihtiva etmesi sebebiyle ayrı bir önem e sahiptir. BIBLIYOGRAFYA : Ebû
Hâmid
el-Gırnâtr,
Tuhfetu
i elbâb
ue
za, 13 Safer 130 (23 Ekim 747) tarihin-
Ji 1
de hiçbir mukavemetle karşılaşmadan
Ebû Hamza el-Muhtar b. Avf b. Süleyman el-Ezdî eş-Şârî el-Hâricî (ö. 130/748) Emevîler devrinde Mekke ve Medine'yi işgal eden Hâricî lideri.
Süleymaniye Ktp., A y a s o f y a ,
nuhbetü'Ta'câb,
Kendisine Medine yolu açılan Ebû Ham-
E B Û H A M Z A eş-ŞÂRÎ
şehre girdi (bazı kaynaklarda savaşın 23 Safer 130'da (2 Kasım 747] cereyan ettiği kaydedilmektedir IFığlalı, s. 931). Ebû Hamza Medine'de yaklaşık üç ay kaldı. Buradaki vaaz ve hutbelerinde MeJ
m a n olmaları gerektiğini anlattı ve geç-
nr. 3 1 2 7 ; Esad Efendi, nr. 3148; a.mlf., el-Muğ-
rib
'an
ba'zı
'acâ'ibi'TMağrib:
el-Granadino
y su relaciön
Ebü
de viaje por
Makkarî, Nefhu't-tîb
Basra'da doğdu. Hâricîler'in İbâzıyye
mişte herkesin Hz. Peygamber'e muha-
tierras
koluna mensuptur. Diğer Haricîler gibi
lefet ettiği d ö n e m d e onların atalarının
Ebû Hamza da mevcut idareye karşı bay-
Resûl-i Ekrem'i bağrına bastıklarını ha-
rak açmıştı. Her fırsatta Emevîler aley-
tırlattı.
bio-bib-
hinde faaliyet gösterir, bu sebeple de
geögrafos
cezaya çarptırılırdı. Fakat yine de her yıl
Bu gelişmeler üzerine Emevî Halifesi 11. Mervân, 130 yılı Cemâziyelevvel baş-
(nşr. M . M u h y i d d i n Ab-
d ü l h a m i d ) , Kahire 1949, III, 5 - 6 ;
Keşfü'z-zunûn,
II, 1127-1128; F. Pons Boigues, Ensayo
liogrâfico
Hâmid
(nşr. C. E. Dubler), Madrid 1953;
eurasiâticas
sobre
los historiadores
y
Madrid 1898, s. 2 2 9 - 2 3 0 ;
arabigoespanyoles,
Brockelmann. GAL, I, 6 2 8 - 6 2 9 ; Suppl., 8 7 8 ; A. G. Palencia,
I, 877-
Târîhu'l-fikri'TEndelüsî
hacca gider ve fikirlerini halka anlatmaya çalışırdı. Basra'daki İbâzî i m a m ı Ebû
(trc. H ü s e y i n M û n i s ) , Kahire 1955, s. 3 1 2 ; I
Ubeyde Müslim b. Ebû Kerîme et-Temî-
Krachkovsky,
el-'Ara
mî, Ebû Hamza'yı 128 (747) yılı hac mev-
bî (trc. S e l â h a d d i n O s m a n H â ş i m ) , Moskova
siminde halkı Emevî yönetimine karşı
Leningrad 1957, I, 2 9 5 - 2 9 8 ; Sarton,
tahrik e t m e k üzere Mekke'ye gönderdi.
Târîhu'l-edebi'l-coğrâft
tion, I I / l , s. 4 1 2 ; Ö m e r Ferruh. V, 3 9 0 - 3 9 8 ; G. Ferrand, Etudes
Introduc
Târîhu'l-edeb sur la
geograp
(nşr. F u a t Sezgin), Frank
hie arabo-lslamiçue en Oriente
y Occidente,
his
Kindî ile tanıştı. Abdullah onun sözlerinden çok etkilendi ve kendisini Hadra-
1987, s. 2 2 3 - 2 5 6 ; 1. B. Escanilla, Abü
al-Garnâti:
Estudio
«al-Mu'rib
'an ba'd
de su obra 'acâ'ib
Ebû Hamza Mekke'de Hadramut'un ileri gelenlerinden Abdullah b. Yahyâ el-
Barcelona
furt 1986, s. 1 - 2 6 0 ; J. Vernet, La cultura
panoarâbe
Hâmid
eosmogrâfica
al-Mağrib»
(dok-
mut'a davet etti. Ebû Hamza Basralı arkadaşı Bele b. Ukbe el-Ezdî ile beraber
t o r a tezi, 1987), tlniversidad de Barcelona, nr.
H a d r a m u t ' a gitti ve orada Abdullah b.
175; a.mlf., " L o s V e r s o s a d e s p o t a s e n la o b -
Yahyâ'ya halife olarak biat etti (129/746-
ra A l - M u ' r i b
47). Bu tarihten itibaren "tâlibü'l-hak"
can
ba'd 'acâ'ib
dineliler'in Hâricîler gibi Emevîler'e düş-
Al-Maghrib
d e E b ü H â m i d A l - G a r n â t î " , Sharq
al-Anda-
lus, sy. 8, Alicante 1991, s. 61-72; I. Hrbek, "Ein
lakabıyla meşhur olan Abdullah b. Yah-
larında (Ocak 748) Abdülmelik b. Atıyye es-Sa'dî kumandasındaki büyük bir orduyu Medine üzerine gönderdi. Ebû Hamza halifenin ordusunu Vâdilkurâ'da karşıladı. 15 Cemâziyelevvel 130 (21 Ocak 748) tarihinde cereyan eden savaşta Hâricîler'in büyük bir kısmı kılıçtan geçirilirken Ebû Hamza otuz yakınıyla Mekke'ye kaçmayı başardı. Abdülmelik b. Atıyye Medine'ye girince halkın Ebû Hamza'nın Mufaddal k u m a n d a s ı n d a bırakmış olduğu diğer Hâricfler'i de bertaraf ettiğini gördü. Daha sonra Mekke üzerine yürüyerek Ebû Hamza'yı ve çok sayıda taraftarını öldürttü. Ebû Hamza'nın başını kestirip II. Mervân'a gönderdi.
yâ, Ebû Hamza, Ebrehe b. Sabbâh ve Bele
Ebû Hamza dinî ilimlere vâkıf bir âlim,
V
b. Ukbe'yi yaklaşık 1000 kişilik bir kuv-
iyi bir hatip ve k u m a n d a n , intikam duy-
(1955), s. 2 0 5 - 2 3 0 ; Hüseyin Mûnis, " e l - C u ğ r â -
vetle Mekke'ye gönderdi. Ebû Hamza 7
fiyye ve'l-cuğrâfiyyûn fi'l-Endelüs: Mu'âsı-
gularıyla dolu bir insandı. Özellikle fu-
Zilhicce 129 (19 Ağustos 747) tarihinde
huş ve içkiye karşı sert tedbirlerin alın-
A r a b i s c h e r Bericht Ü b e r U n g a r n " (Abü H â m i d al-Andalusî
rü'l-İdrîsî",
al-Garnâtî,
Şahîfetü
1080-1170), AOH,
Ma'hedi'd-dirâsâti'l-İs-
Mekke'ye girdi. Burada o k u d u ğ u meş-
masını istiyordu. Bundan dolayı şahısla-
s. 2 7 - 8 3 ; F. el-Mansoury, " A b ü - H a m i d i T h e
hur hutbesinde Hâricîler'in halifeler hak-
rın nüfuz ve kimliğine b a k m a d a n içki
T w e l f t h C e n t u r y G r a n a d a n T r a v e l l e r " , Inter-
kındaki kanaatlerini bildirdi. O yılın hac
içenlere şer'î dayak cezasını uygulayan
1/5,
emîri olan Medine Valisi Abdülvâhid b.
Indiana 1988, s. 4 3 - 5 8 ; E. Levi - Provençal, " A b ü
Hz. Ömer'e hayrandı. Hicaz ve merkezî
Süleyman b. Abdülmelik, Ebû Hamza ile
Arabistan'da İbâzîlik onun vasıtasıyla ya-
görüşerek hac ibadeti boyunca olay çı-
yılmaya başlamıştır.
lâmiyye
fî Madrid,
national
of Islamic
sy. 11-12, Madrid 1963-64,
and
Arabic
Studies,
H â m i d a l - G h a r n â t î " , £ / 2 ( İ n g . ) , I, 122.
IHI
r L
r L
r L
r L
MEHMET ÖZDEMİR
karılmaması konusunda onunla anlaştıktan sonra Medine'ye döndü (Wellhausen, s. 83) ve buradan onların üzerine Emevî
E B Û H Â M İ D el-HÂRZENCÎ
^
(bk. BÜŞTİ).
J
E B Û H Â M İ D el-İSFERÂYÎNÎ (bk. İSFERÂYİNÎ, Ebû Hâmid).
E B Û H Â M İ D el-KUDSÎ (bk. İBN ZAHİRE).
E B Û H Â M İ D el-MERVEZÎ (bk. MERVEZİ, Ebû Hâmid).
^
ailesine mensup Abdülazîz b. Amr b. Os-
BIBLIYOGRAFYA: Halîfe b. Hayyât, et-Târîh, Riyad 1985, s. 3843 9 4 ; Câhiz, el-Beyân
II, 109-112;
ue't-tebyîn,
İbn Kuteybe, e/-Ma'âri/(Ukkâşe), s. 2 2 4 ; Tabe-
m a n kumandasında 8000 kişilik bir or-
rî, Târîh
du gönderdi. Ebû Hamza Mekke'yi kont-
395, 3 9 6 - 3 9 9 ; İbn Düreyd, el-İştikâk,
rol altına aldıktan sonra Bele b. Ukbe'yi
E b ü ' l - F e r e c el-İsfahânî,
burada bırakıp Medine'ye hareket etti. 9 Safer 130 (19 Ekim 747) Perşembe gü-
(Ebü'1-Fazl), VII, 348, 3 7 4 - 3 7 6 , 394-
el-Eğânî,
2 2 9 ; Şemmâhî, Kitâbü's-Siyer,
s. 3 8 0 ;
Beyrut 1986, IV, 297, 314-
nü Kudeyd yakınında Emevî kuvvetleriy-
315, 3 2 0 ; Fâsî, el-'İkduş-şemîn,
le karşılaştı. Medineliler'e, Emevîler aley-
İbn Fehd, Ğâyetü'l-meram,
hine başlattığı bu harekâtta kendisini
Fığlalı, İbâdiye'nin
desteklemeleri gerektiğini anlattı ve on-
227-
Kahire 1310, s.
88, 90, 9 8 - 1 0 1 ; İbn Hazm, Cemhere, İbnü'l-Esîr, el-Kâmil,
s. 4 9 8 ;
XXIII,
I, 153-159;
î, 2 8 6 - 2 9 6 ; E. Ruhi
Doğuşu
ue Görüşleri,
An-
kara 1983, s. 90-94, 115; J. VVellhausen, İsla-
miyetin
İlk
Deurinde
Dini-Siyasi
Muhalefet
lara iyilikle yaklaştı. Ancak atılan okla
Partileri
adamlarından
savaşa
8 7 ; Tadeusz Levvicki, " L e s I b â d i t e s dans l ' A r a -
girdi. Yapılan savaşta Emevîler m a ğ l û p
b i e d u S u d au M o y e n A g e " , FO, I (1959), s.
biri öldürülünce
oldu ve başta k u m a n d a n Abdülazîz olmak üzere pek çok kişi hayatını kaybetti.
(trc. Fikret Işıltan), Ankara 1989, s. 82-
5 - 9 ; Ch. Pellat, " a l - M u ö ı t â r b. c A w f a l - A z d ı " , £ / 2 ( l n g . ) , VII, 524-525.
130 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
m
.
lal
İRFAN A Y Ç A N
EBÛ HANÎFE EBÛ HANÎFE
(
y}
)
Ebû Hanîfe Nu'mân b. Sabit b. Zûtâ b. Mâh (ö. 150/767) Hanefî mezhebinin imamı, büyük müctehid. L
J
İslâm'da hukukî düşüncenin ve ictihad anlayışının gelişmesinde önemli payı olup daha çok Ebû Hanîfe veya İmâm-ı Âzam diye şöhret bulmuştur. Ebû Hanîfe onun künyesi olarak zikrediliyorsa da Hanîfe adında bir kızının, hatta oğlu Hammâd'dan başka çocuğunun bulunmadığı bilinmektedir. Bu şekilde anılması, Iraklılar arasında hanîfe denilen bir tür divit veya yazı hokkasını devamlı yanında taşıması veya hanıf kelimesinin sözlük anlamından hareketle haktan ve istikametten ayrılmayan bir kimse olmasıyla izah edilmiştir (İbn Hacer el-Heytemî, s. 32). Buna göre "Ebû Hanîfe "yi gerçek anlamda künye değil bir lakap ve sıfat olarak kabul etmek gerekir. Onun öncülüğünde başlayan ve talebelerinin gayretiyle gelişip yaygınlaşan Irak fıkıh ekolü de imamın bu künyesine nisbetle "Hanefî mezhebi" adını almıştır. "Büyük imam" anlamına gelen İmâm-ı Âzam sıfatının verilmesi de çağdaşları arasında seçkin bir yere sahip bulunması, hukukî düşünce ve ictihad metodunda belli bir çığır açması, döneminden itibaren birçok fakihin onun görüşleri ve metodu etrafında kümelenmiş olması gibi sebeplerle açıklanabilir. Hayatı ve Şahsiyeti. 80 (699) yılında Kûfe'de doğdu. Daha önce doğduğu yönündeki bazı iddialar hariç tutulursa (M. Zâhid Kevserî, Te'nîbul-Hatîb, s. 20, 21) Ebû Hanîfe'nin doğum tarihinde hemen hemen görüş birliği vardır (İbn Abdülber, s. 123). Torunları Ömer ve İsmâil'in belirttiklerine göre nesebi Nu'mân b. Sâbit b. Zûtâ b. Mâh'tır. Aslen Arap olmayan Ebû Hanîfe'nin dedelerinin Fars menşeli olduğu rivayet edilir. Memleketleri fethedildiği zaman kabilelerinin ileri gelenleri arasında kendilerine de eman verilmiş, onlara esir muamelesi yapılmamış ve Arap olmadıkları için, Bekir b. Vâil oğulları kabilesinin aşireti olan Teymullah b. Salebe oğullarının himayesine verilmişlerdir. Diğer bir rivayete göre ise dedesi Zûtâ köle olarak İran'dan getirilmiş, sonra da efendisi tarafından âzat edilmiştir. Bundan dolayı Ebû Hanîfe, Bekir b. Vâil oğulları veya Teymullah b.
Sa'lebe oğullarının mevlâsı (azatlısı) diye bilinmiş ve zaman zaman Teymî nisbesiyle de anılmıştır. Ebû Hanîfe'nin aslının Nesâ'dan, Enbâr'dan, Tirmiz'den geldiği veya babasının Fars, annesinin Hint menşeli olduğu (Muhammed Hamîdullah, s. 31) yahut Türk asıllı kabul edildiği rivayetleri de bulunmakla birlikte dedesi Zûtâ'nın, aslen Kâbil bölgesinde yaşayan Fârisoğullan'na mensup "merzübân" denilen bir uçbeyi olduğu rivayeti daha kuvvetli görünmektedir. Dedeleri Sâsânî Devleti'nde görev almış, valilik yapmış kimselerdir. Hatta Sâsânî Meliki Hürmüz'ün Ebû Hanîfe'nin dedesi olduğu da nakledilmiştir (İbn Hacer el-Heytemî, s. 21). Birçok farklı bölge ve ırklara mensubiyetinin rivayet edilmesi, babası Sâbit'in bütün bu anılan yerlerde bir müddet oturduktan sonra Kûfe'ye gelip yerleşmiş olmasıyla izah edilebileceği gibi, diğer büyük ve önemli şahsiyetlerde görüldüğü üzere, farklı ırk ve bölge mensuplarının Ebû Hanîfe'ye ayrı ayrı sahip çıkmasıyla da açıklanabilir. Ebû Hanîfe'nin dedelerinin ana yurdu olan bölgede Türkler de dahil birçok müslüman kavmin yaşamakta oluşu, onun aslen Türk olabileceği ihtimalini de akla getirmektedir. Torunu İsmâil'in bildirdiğine göre babası Sâbit Hz. Ali'yi ziyaret etmiş, o da kendisine ve zürriyetine duada bulunmuştur. Ebû Hanîfe'nin doğduğunda babasının hıristiyan olduğu, babasının hatta Ebû Hanîfe'nin sonradan müslüman ismi aldığı gibi bazı rivayetler (Hatîb, XIII, 324-325) hariç tutulursa kaynaklar, babası Sâbit'in hür ve müslüman olarak doğup büyüdüğü hususunda görüş birliği içindedir. Ebû Hanîfe hakkında döneminden itibaren, değişik görüşteki birçok âlim ve müellif tarafından lehte ve aleyhte çok şey söylenmiş ve yazılmıştır. Hayatı ve görüşleriyle ilgili olarak teşekkül eden bu zengin menkıbe ve rivayet birikimi içerisinde mezhep taassubunun ve diğer birçok âmilin yol açtığı birtakım aşırılıkların bulunması tabiidir. Nitekim özellikle menâkıb kitaplarında Ebû Hanîfe veya Nu'mân adında bir şahsın geleceği, ümmetin ışığı olacağı, dini ve sünneti ihya edeceği meâlinde bazı hadislere sened ve metinleriyle birlikte yer verilir. Ancak diğer mezhep imamları ve büyük âlimler hakkında rivayet edilen benzeri hadisler gibi bu tür haberlerin de uydurma olduğu açıktır. Ebû Hanîfe ticaretle uğraşan varlıklı bir ailenin çocuğudur. Kendisi de ilim
öğrenmeye başlamadan önce kumaş tüccarlığı yapmıştır. Kûfe'de Amr b. Hureys bölgesinde bir dükkânının bulunduğundan söz edilir (Hatîb, XIII, 325). İlim hayatına atılınca ticaret işini ortakları aracılığıyla sürdürdüğü, onun bu sıralarda öğrencilerine ve başkalarına yaptığı maddî yardımlardan anlaşılmaktadır. Hayatı maddî sıkıntıdan uzak olarak geçmiştir. Küçük yaşlarda Kur'an'ı ezberlediği sanılan Ebû Hanîfe, kıraat ilmini kırâat-ı seb'a âlimlerinden olan Âsim b. Behdele'den öğrenmiştir. Aslında Ebû Hanîfe'nin doğup büyüdüğü Küfe ile bölgenin ikinci büyük şehri olan Basra, diğer milletler ve eski medeniyetlerle irtibatı bulunan, yeni müslüman olanlara İslâm'ın ve Arapça'nın öğretildiği, siyasî faaliyetlerin yoğun olduğu önemli yerleşim birimleriydi. Aynı zamanda buralar birçok fakih, dilci, edip, şair ve filozofun da bulunduğu birer ilim merkeziydi. Böyle bir ortamda ticaretle uğraşan, parlak bir zekâya sahip Ebû Hanîfe'ye çevresindeki âlimler yakın ilgi gösterdiler ve onu ilme yönelttiler. Ebû Hanîfe de bu konuyla ilgili olarak Ebû Amr eşŞa'bTnin kendisini çağırıp, "Seni zeki, kabiliyetli ve hareketli bir genç olarak görüyorum. İlme ve âlimlerin meclislerine devam etmeyi ihmal etme" dediğini, bu konuşmanın kendisine tesir ettiğini, böylece ilim tahsiline yöneldiğini anlatır. Önce akaid ve cedel ilmini öğrenmeye başlayan, giderek bu ilimde belli bir mesafe alan Ebû Hanîfe, dönemindeki inkârcı ve bid'atçılarla münakaşa etmiş, farklı itikadî düşünceye sahip kimselerin ve mezheplerin bulunduğu Basra'ya zaman zaman yaptığı seyahatlerinde de bu tavrını sürdürmüştür. Ebû Hanîfe bu tür münakaşa ve münazaralarıyla, Hz. Peygamber'den sahâbeye ve sonraki nesillere intikal eden ve o dönem müslümanlarının çoğunluğunca da benimsenen itikadî esasları savunmayı gaye edinmiştir. Onun bu alandaki görüşleri, zamanla daha belirgin hale gelecek olan Ehl-i sünnet anlayışının şekillenmesine önemli ölçüde yardımcı olmuştur (aş. bk ). Ebû Hanîfe'yi akaid ve cedelden fıkıh sahasına yönelmeye sevkeden âmiller hakkında farklı rivayetler vardır (bk. M. Ebû Zehre, Eba Hanîfe, s. 22-24). Bu rivayetlerden birine göre, Ebû Hanîfe bir kadının boşanma ile ilgili olarak kendisine sorduğu bir soruya cevap verememiş, kadını fıkıh okutan Hammâd b. Ebû Süleyman'a göndermiş ve ondan alacağı cevabı kendisine bildirmesini rica etmiş-
131 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
EBÛ HANÎFE tir. Kadın Hammâd'dan aldığı cevabı nakledince de fıkıh konusunda yetişmesi gerektiğini düşünerek yirmi iki yaşlarında Hammâd b. Ebû Süleyman'ın derslerine devam etmeye başlamıştır. Ancak gerek bu rivayetin, gerekse Ebû Hanîfe'nin Kur'an, hadis, kelâm, nahiv gibi ilim dallarından ayrılıp fıkıh ilmine yönelişini konu edinen diğer nakillerin, Zehebînin de belirttiği gibi (A c lâmü'n-nübelâ\ VI, 396-398) ihtiyatla karşılanması gerekir. Çünkü o dönemde dinî ilimler ayrı disiplinler halinde ve belli başlıklar altında henüz yeterince teşekkül etmemiş olduğu gibi bu tür rivayetler, sonraki devirlerde iyice yaygınlaşan dinî ilimler arası üstünlük tartışmalarında fıkıh ilminin üstünlüğü iddiaları için de uygun bir zemin teşkil etmiş olabilir. Bu sebeple Ebü Hanîfe'nin dinî ilimleri bir bütün olarak düşündüğü ve dindeki fıkhı (usûlü'd-dîn) ahkâmdaki fıkıhtan daha faziletli gördüğü (el-Fıkhü'l-ebsat, s. 36) göz önünde bulundurulunca, hayatının belli devrelerinde belli ilim dallarıyla uğraştığını ileri sürmek pek isabetli görünmemektedir. Ancak Ebû Hanîfe'nin Hammâd'ın öğrencisi olduktan sonra amelî fıkıh alanında iyice derinleştiği ve ağırlıklı olarak bu alanda otorite olduğu söylenebilir. Devrinin seçkin âlimlerinin pek çoğu ile görüşme ve onlardan ilmî yönden faydalanma imkânı bulan Ebû Hanîfe'nin asıl hocası, döneminde Küfe re'y ekolünün üstadı kabul edilen Hammâd b. Ebû Süleyman'dır. Ebû Hanîfe, 102 (720) yılından itibaren hocasının vefatına kadar on sekiz yıl süreyle onun ders halkasına devam etmiş, en seçkin öğrencileri arasında yer almış, hocasının bulunmadığı zamanlarda ona vekâleten ders verecek seviyeye yükselmiştir. Hammâd'ın 120 (738) yılında ölümü üzerine, kırk yaşlarında iken arkadaşları ve öğrencilerin ısrarları üzerine hocasının yerine geçerek ders okutmaya başlamış, bu hocalığı bazı aralıklarla ölümüne kadar sürmüştür. Son derece vakarlı, mütevazi ve
üstün anlayış sahibi olan Ebû Hanîfe'nin derslerine o günkü İslâm ülkesinin her tarafından öğrenciler katılmış ve etrafında geniş bir ders halkası oluşmuştur. Yetiştirdiği öğrencilerin sayısının birkaç bini bulduğu, bunlardan kırkının ictihad edecek dereceye ulaştığı belirtilir (Bezzâzî, s. 218-246). Ebû Hanîfe'nin ilmi, hocası Hammâd'ın aracılığıyla İbrâhim en-Nehaî ve Ebû Amr eş-Şa'bfden, dolayısıyla Mesrûk b. Ecda', Kâdî Şüreyh, Esved b. Yezîd ve Alkame b. Kays'tan, bunların ilimleri de sahâbenin en âlimlerinden olan Hz. Ömer, Hz. Ali, Abdullah b. Mes'ûd ve Abdullah b. Abbas'tan gelmektedir. Esasen Ebû Hanîfe'nin ictihadlarında bu silsilenin büyük tesiri görülür. Onun Basra, Küfe ve Irak bölgesinin ileri gelen üstatlarının hadis ve fıkıh meclislerine zaman zaman iştirak ettiği, 100'e yakın tâbiîn âlimiyle görüşt ü ğ ü ve birçok kimseden hadis dinlediği rivayet edilir. Seyahatleri sırasında bizzat Atâ b. Ebû Rebâh, İkrime ve Nâfı'den hadis dinlemiş, onlar vasıtasıyla Mekke ve Medine ilmini, özellikle Hz. Ömer, Abdullah b. Abbas gibi fakih sahâbîlerin görüş ve fetvalarını öğrenme imkânı bulmuştur. Çeşitli vesilelerle Mâlik b. Enes, Süfyân b. Uyeyne, İmam Zeyd b. Ali, Muhammed el-Bâkır, Abdullah b. Hasan b. Hasan, Ca'fer es-Sâdık da dahil birçok âlimle görüşerek onlarla bilgi ve fikir alışverişinde bulunmuştur. Hatta Ebû Hanîfe, devrinin sapık fırka mensuplarının Câbir b. Yezîd el-Cu'fî gibi sahasında yetişkin olanlarıyla ve fikrî önderleriyle de görüşüp münazara etmiştir. Hac münasebetiyle gittiği Mekke'de döneminin seçkin ilim adamlarıyla karşılaşarak görüş ve fetvalarını onlarla tartışma imkânı bulmuştur. Bütün bu temasların, Ebû Hanîfe'nin bilgi birikimine ve fıkhî meselelere bakış açısına önemli ölçüde katkısının bulunduğu açıktır. Tabakat ve menâkıb müelliflerinin büyük çoğunluğu Ebû Hanîfe'yi tebeu'ttâbiînden sayar. Fakat onun bazı sahâbîlerle görüştüğünü ve onlardan hadis
İ m â m - ı A z a m Ebû H a n î f e ' n i n t ü r b e s i içindeki sandukası B a ğ d a t / Irak
rivayet ettiğini, dolayısıyla tâbiînden olması gerektiğini ileri sürenler de vardır. Bu iddia sahipleri Ebû Hanîfe'nin görüşt ü ğ ü on beş kadar sahâbînin adını vermekte ve bunların çoğundan nakilde bulunduğunu söylemektedirler. Onun zamanında sahâbîlerden Enes b. Mâlik, Abdullah b. Ebû Evfâ, Sehl b. Sa'd ve Ebü't-Tufeyl Âmir b. Vâsile'nin hayatta olduğunda görüş birliği vardır (Taşköprizâde, I, 645). Ancak Ebû Hanîfe'nin, farklı şehirlerde bulunan bu dört sahâbîden sadece Enes b. Mâlik'i Kûfe'ye geldiğinde küçük yaşta görmüş olabileceğini kabul etmek daha isabetli görünmektedir. Ebû Hanîfe'nin ilim tahsiline geç başlaması, bir hadisi ayrı ayrı sahâbîlerden dinlediğinin nakledilmesi, görüştüğü ileri sürülen sahâbîlerden pek çoğunun onun doğumundan önce vefat etmiş olması veya bulundukları beldeler açısından görüşmelerinin m ü m k ü n görülmemesi, talebelerinden Ebû Yûsuf, M u h a m m e d b. Hasan, Züfer b. Hüzeyl ve Abdullah b. Mübârek'in hocalarından bu yolda bir nakilde bulunmaması, onun tâbiînden olduğu şeklindeki iddiayı ciddi ölçüde zayıflatmaktadır. Ancak bazı âlimler, tâbiînden olmak için ashaptan birini sadece görmeyi yeterli sayarlar. Bu görüş ölçü alındığında Ebû Hanîfe'nin Enes b. Mâlik'i gördüğü kabul edilerek tâbiîndan sayılması m ü m k ü n d ü r . Onun tabiînin küçüklerinden, tebeu't-tâbiînin büyüklerinden olduğunu söyleyenler de her halde bu noktadan hareket etmektedirler. Ömrünün elli iki yılı EmeVîler, on sekiz yılı Abbâsîler döneminde geçen Ebû Hanîfe, Emevî Halifesi Abdülmelik b. Mervân'dan (685-705) başlayarak son halife II. Mervân zamanına (744-750) kadar geçen bütün olaylara, hilâfetin Emevîler'-
132
Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
EBÛ HANÎFE den Abbâsîler'e geçişine ve Abbasî hali-
sî hilâfetine karşı ayaklanmaları üzeri-
olarak Allah fazl ve kereminden onu be-
felerinden Ebü'l-Abbas es-Seffâh (750-
ne öldürülerek isyanların bastırılması ve
nim elimle size göndermiştir" derdi (Târî-
754) ile Ebû Ca'fer el-Mansûr (754-775)
140 (758) yılından beri hapiste olan ba-
hu Bağdâd, XIII, 360). Dış görünüşe önem
zamanında gelişen olaylara şahit oldu.
balan Abdullah'ın da aynı yıl hapiste öl-
verir, temiz giyinir ve çevresindekileri de
Ebû Hanîfe'nin Ehl-i beyt'e karşı kal-
mesine kadar sürmüş, f a k a t bu olaylar-
temiz
bî yakınlık ve bağlılık duyduğu ve Hz.
dan sonra Abbâsî hilâfetine karşı açık-
z ü h d ve takvâ sahibi olması ve tarikat
Ali evlâdını sevdiği kesindir. Bu sebeple
ça tavır almaya başlamıştır. Bu z a m a n a
silsilelerinde önemli bir yeri olan Ca'fer
Emevîler'in Ehl-i beyt'e karşı t u t u m u
kadar sadece derslerinde Abbâsîler'in
es-Sâdık'la ilmî görüşmelerde bulunma-
sertleşince Ebû Hanîfe onları açıkça ten-
bazı tutumlarını tenkit etmekte iken bu
sı, Ebû Hanîfe'nin hayatının son iki yı-
kit etmekten çekinmemiştir. Hatta onun,
olaylarda ihtilâlcileri desteklemek gerek-
lında tasavvufa yöneldiği ve bu dönemi
Zeyd b. Ali'nin 121 (739) yılında Emevî
tiğini açıkça söylemiş, hatta Mansûr'un
kastederek, "İki yıl olmasaydı
Halifesi Hişâm b. Abdülmelik'e karşı baş-
kumandanlarını ihtilâlcilere karşı savaş-
helâk olmuştu" dediği şeklinde bazı id-
giyinmeye teşvik ederdi.
Onun
Nu'mân
lattığı ayaklanmayı hem m a d d î olarak
m a k t a n vazgeçirmeye çalışmıştır. Bu-
diaların ileri sürülmesine zemin hazırla-
hem de fetvalarıyla m â n e n desteklediği
nun üzerine Halife Mansûr, Ebû Hanî-
mıştır. Ancak yaşadığı yılların z ü h d ve
nakledilmektedir. Bu ayaklanma 122'de
fe'nin kendisine bağlılığını da d e n e m e k
takvâ dönemi olduğu ve tasavvufun ay-
(740) Zeyd'in öldürülmesiyle sona er-
amacıyla yeni kurulan B a ğ d a t şehrinin
rı bir disiplin halinde henüz ortaya çık-
miş, daha sonra oğlu Yahyâ 125'te (743)
kadılığını ona teklif etmiştir. Bu teklifi
madığı düşünülünce bu iddianın doğru-
Horasan'da ayaklanmış ve o da öldürül-
kabul ettiğini ve görevinin çok kısa sür-
luğunu kabul etmek m ü m k ü n görünme-
m ü ş t ü r . Üst üste gelen bu olaylar âlim-
d ü ğ ü n ü söyleyenler varsa da daha sağ-
mektedir. İslâm âleminde tarikatlar or-
lerin Emevî hilâfetini açıktan tenkit et-
lam rivayetlere göre kadılığı kabul et-
taya çıkıp kurucuları büyük saygı gör-
melerine, dolayısıyla hilâfetin sarsılma-
memiş, b u n u n sonucu olarak Bağdat'ta
meye başlayınca bazı m e z h e p imamları
sına sebep olmuştur. Son halife II. Mer-
hapse atılmış, işkence edilmiş ve dövül-
ve büyük âlimler tarikat kurucuları ve-
vân, gönüllerini a l m a k ve yönetime kar-
m ü ş t ü r . Ebû Hanîfe 150 yılının Şâban
ya büyükleri gibi telakki edilmeye baş-
şı muhalefetlerini y u m u ş a t m a k için İrak
ayında (Eylül 767) B a ğ d a t ' t a vefat etti.
lanmıştır. Nitekim Sülemî ve Ebû Nuaym
Valisi İbn Hübeyre aracılığıyla birçok âli-
Zehirlenerek öldürüldüğü ve
m e memuriyetler teklif etmiştir. Bu ara-
cenazesinin çıktığı da söylenir (/A, IV, 25).
yazan mutasavvıflar onları
da Ebû Hanîfe'ye de Küfe kadılığı veya
Ancak olayların gelişmesi, cenaze nama-
almadıkları halde daha sonraları Hücvî-
beytülmâl eminliği teklif edilmiş, her tür-
zında
göz
rî, Attâr, Şa'rânî, Münâvî gibi mutasav-
lü baskıya r a ğ m e n kabul etmeyince de
ö n ü n e alınırsa, Ebû Hanîfe'nin hapisten
vıf yazarlar bu âlimleri velîler arasında
halifenin
hapisten
bizzat bulunması
gibi evliya tabakatına dair ilk eserleri kitaplarına
hapsedilmiş ve dövülmüştür. 130 (747-
çıktıktan bir süre sonra ö l d ü ğ ü şeklin-
zikrederler. Sûfî tabakatına dair ikinci
48) yılında cereyan eden bu olayda Ebû
deki rivayeti tercih e t m e k gerekir. Böy-
dönem eserlerinde Ebû Hanîfe'nin de bu-
Hanîfe'nin d u r u m u n u n ağırlaştığı, sağlı-
lece halife halk nazarında ağır bir töh-
lunması, ilmine, z ü h d ve takvâsına dair
ğının kötüye gittiği görülünce valiye ha-
m e t t e n zahiren de olsa kendini kurtar-
pek çok menkıbenin yer alması ve ken-
ber verilmiş, vali de arkadaşlarıyla isti-
mıştır. Cenazesi vasiyeti üzerine Hayzü-
disine nisbetle Âzamiyye tarikatından söz
şare etmesi için Ebû Hanîfe'ye z a m a n
rân Kabristanı'nın doğu tarafına defne-
edilmesi bu telakkinin sonucudur. Hal-
tanıyarak onu hapisten çıkarmıştır. Bu-
dildi. Daha sonra Şerefülmülk Ebû Sa'd
buki böyle bir tarikat hiçbir z a m a n te-
nun üzerine Ebû Hanîfe Mekke'ye git-
el-Müstevfî tarafından 459 (1067) yılın-
şekkül etmemiştir. Önce kelâmla, öm-
miş ve hilâfet Abbâsîler'e intikal edince-
da üzerine bir t ü r b e yaptırılıp çevresine
r ü n ü n son iki yılında ise fıkıhla ilgisi-
ye kadar orada kalmıştır. Bu arada Zeyd
de medrese inşa ettirilmiştir (Velîd el-
ni keserek tasavvufa intisap ettiği yo-
b. Ali'nin Tâlibü'l-Hak diye tanınan to-
A'zamî, s. 11). Kabri b u g ü n
Bağdat'ta
lundaki iddianın, sonraki asırlarda hal-
runu Abdullah b. Yahyâ, atalarının hak-
kendisine nisbetle Âzamiye diye anılan
kın tarikatlara güvenini arttırmak ama-
kını a r a m a k amacıyla Y e m e n ' d e ayak-
mahaldedir.
cıyla ortaya atıldığını söylemek mümkündür.
lanmış ve 11. Mervân'ın buraya gönderdiği ordu tarafından şehid edilmiştir (130/
Kaynaklar Ebû Hanîfe'nin kanaatkâr,
748). B ü t ü n bunlardan sonra Ebû Hanî-
cömert, güvenilir, âbid ve zâhid bir kişi
Ebû Hanîfe derin fıkıh bilgisinin yanı
fe, Hz. Ali evlâdının haklarını koruyaca-
olduğunda, b ü t ü n ticarî işlem ve beşerî
sıra, inandığını ve doğru bildiğini söyle-
ğını söyleyen Abbâsîler'in kuruluşundan
ilişkilerinde bu özelliklerinin açıkça gö-
m e k t e n ve onun mücadelesini vermek-
m e m n u n ve bu h â n e d a n d a n ümitvar ol-
r ü l d ü ğ ü n d e görüş birliği içindedir. Ka-
ten çekinmeyen güçlü bir ideal ve cesa-
d u ğ u için Kûfe'ye dönerek arkadaşla-
zancına haram ve şüpheli gelir karıştır-
rete de sahipti. Hayatı bu yönüyle de
rıyla birlikte Ebü'l-Abbas
m a m a y a özen gösterirdi. Bir defasında
mücadele içinde geçmiş, bu uğurda bir-
es-Seffâh'a
biat etmiş, f a k a t Irak'taki karışıklığın
ortağı Hafs b. A b d u r r a h m a n ' ı n
defolu
çok sıkıntı ve mahrumiyete katlanmış-
sürdüğünü görünce tekrar Mekke'ye git-
bir kumaşı yanlışlıkla normal fiyata sat-
tır. Gerek Emevîler gerekse Abbâsîler
miştir. Halife Mansûr z a m a n ı n d a orta-
ması üzerine o parti maldan alınan bü-
devrinde halife ve valilerin yaptığı zu-
lık yatışınca Kûfe'ye gelmiş ve eskisi gi-
t ü n parayı dağıttığı söylenir. Hatîb el-
lümlere açıkça karşı çıkmış, onların yan-
bi ders vermeye devam etmiştir.
BağdâdFnin anlattığına göre yıldan yıla
lış ve haksız tutumlarını tasvip etmiş ol-
kazancını hesap eder, onunla çevresin-
m a m a k ve halk nazarında onlara meş-
Ebû Hanîfe'nin Abbâsîler'e karşı nis-
deki ilim adamlarının ve öğrencilerin ih-
ruiyet k a z a n d ı r m a m a k için halifelerden
beten mutedil t u t u m u , Abdullah b. Ha-
tiyaçlarını karşılar ve onlara, "Bunu ihti-
gelen hediyelerin, yapılan görev teklifle-
san b. Hasan'ın iki oğlundan Muham-
yacınız olan yere sarfedin ve sadece Al-
rinin hiçbirini kabul etmemiş, işkenceye
m e d en-Nefsüzzekiyye'nin 145'te (762)
lah'a hamdedin. Çünkü bu verdiğim mal
ve hapse katlanmayı tercih etmiştir. Şüp-
Medine'de, İbrâhim'in de İrak'ta Abbâ-
gerçekte benim değildir; sizin nasibiniz
hesiz ki bu görev tekliflerinin reddi Ebû
133 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
EBÛ HANÎFE Hanîfe açısından böyle bir amaç taşırken iktidar açısından da Ebû Hanîfe'yi cezalandırma yönünde bir gerekçe teşkil ediyordu. Emevîler'in Irak valisi İbn Hübeyre'nin teklif ettiği beytülmâl eminliği görevini reddetmesi üzerine işkenceye mâruz kalınca, "Bana Vâsıt Mescidi'nin kapılarını saymayı teklif etse onu da yapmam" cevabını vererek Emevî iktidarına karşı tavrını açıkça ortaya koymuştur. Onun iktidarla en iyi ilişkisi Abbâsî Halifesi Mansûr dönemine rastlar. Bununla birlikte aynı tutumu Mansûr devrinde de sürdürmüş, onun haksız ve keyfî uygulamalarına alet olmaktan şiddetle kaçınmış ve halifeyi açıkça tenkit etmiştir. Bezzâzî'nin anlattığına göre Mansûr'un Musul halkı ile yaptığı anlaşmada Musul halkı, halifeye isyan ettikleri takdirde kanları ve mallarının helâl sayılmasını kabul etmişlerdi. Daha sonra Mansûr, isyan eden Musul halkını anlaşma gereği cezalandırmak istedi ve bu konuda çevresindeki âlimlerin görüşüne başvurdu. Bir kısmı halifeye, "Eğer onları affedersen af ehlinden olursun, eğer cezalandırırsan onlar bunu hak etmişlerdir" cevabını verirken Ebû Hanîfe kanaatini şöyle belirtmiştir: "Onlar mâlik olmadıkları bir şeyi sana şart koşmuşlar, sen de yetkin olmayan bir şeyi kabul etmişsin. Zira müslümanın kanı ancak üç şeyden biriyle helâl olur. Sen onlara karşı kılıç kullanırsan bu üç şeyin dışında helâl olmayan bir şeyi yapmış olursun. Şüphe yok ki riayet edilmesi gereken şartlar Allah'ın koştuğu şartlardır". Ebû Hanîfe halifeyi tenkit ettiği gibi devrindeki âlim ve kadıların verdiği yanlış hükümleri de tenkit etmiştir. Nitekim Küfe Kadısı İbn Ebû Leylâ'nın verdiği hükümleri Ebû Hanîfe'nin öğrencileriyle birlikte derste ve ilmî toplantılarda tartıştığı ve yanlış gördüklerini açıkça tenkit ettiği, bundan rahatsız olan İbn Ebû Leylâ'nın şikâyet ve talebi üzerine fetva vermesinin halife tarafından bir süre yasaklandığı söylenir. Ebû Yûsuf'un, Ebû Hanîfe ile İbn Ebû Leylâ arasındaki görüş ayrılıklarını konu alan İhtilâfü Ebî Hanîfe ve İbn Ebî Leylâ adıyla bir kitap yazmış olması da bu ihtilâfın boyutlarını göstermesi bakımından kayda değer bir olaydır. Hakikati aramada ve takip etmede son derece samimi olan Ebû Hanîfe başkalarının görüşlerine karşı hoşgörülü olmuş, kendi içtihadının doğruluğunda ısrar eden ve onu tartışmaya imkân vermeyen bir ta-
assup göstermemiştir. Derslerinde ve ilim meclislerinde herkese söz hakkı verir, aykırı görüşleri dinler, öğrencilerini kendi kanaatlerini benimsemeye zorlamazdı. Tartışma sonunda ulaştığı netice için de, "Bizim kanaatimiz ve ulaşabildiğimiz en güzel görüş budur. Bundan daha iyisini bulan olursa şüphe yok ki doğru olan onun görüşüdür" diyerek (Hatîb, XIII, 352) hem diğer görüşlere müsamaha ile bakar, hem de ilmî araştırmayı sürdürmeyi teşvik ederdi. Fıkhî kanaatlerine katılsın katılmasın çağdaşı olan âlimler Ebû Hanîfe'nin ilim, takvâ, cömertlik, edep, tevazu, cesaret gibi vasıflar bakımından eşine ender rastlanan bir İslâm âlimi olduğunu belirtirler. Eserleri. Ebû Hanîfe fıkhî meseleleri, geniş tabanlı ictihad şûrası sayılabilecek ders halkasında istişareye açıp çeşitli müzakerelerden sonra ortaya çıkan çözümleri talebelerine yazdırdığı için öğrencisi Muhammed b. Hasan'm kaleme aldığı zâhirü'r-rivâye* metinleri, ona isnat edilen ve Hanefîier'ce de kendisine ait olduğunda ittifak bulunan görüş ve ictihadları ihtiva eden sağlam kaynaklar olarak değerlendirilebilir. Bu usul sonucu ortaya çıkan fıkhî hükümlerden birbirine benzeyenler konu ve cinslerine göre "kitab'lara, bunlar da nevilerine göre "bab" ve "fasıl'Tara ayrıldı. el-Aşl (el-Mebsût), ez-Ziyâdât, el-Câmi cu'lkebîr, el-Câmi'u'ş-şağîr, es-Siyerü'lkebîr, es-Siyerü's-sağır adlarını taşıyan bu zâhirü'r-rivâye eserlerde Hanefî fıkhı tahâretten başlamak üzere ibadetler, münâkehat, muâmelât, hudûd, ukübat... miras şeklinde ayrı bölümler halinde tedvîn edilmiş oldu. Bu sebeple Hanefî fıkhının tedvininin Ebû Hanîfe ile başladığını söylemek mümkündür (İA, IV, 22). Ebû Hanîfe'ye doğrudan nisbet edilen eserler şunlardır: 1. el-Müsned'. Talebeleri tarafından Ebû Hanîfe'den rivayet edilen hadisleri, diğer bir ifadeyle Ebû Hanîfe'nin ictihadlarında delil olarak kullandığı hadisleri ihtiva eden bir eserdir. Rivayetlerin toplanmasında veya tasnifinde etkin rol oynayan şahısların adlarıyla anılan ve önemli bir kısmı basılmış olan yirmiyi aşkın Ebû Hanîfe müsnedi mevcuttur (Hindistan 1300; İstanbul 1309; Lahor 1312; Leknev 1318; Kahire 1327; Berlin 1929). 2. el-Fıkhü'lekber*. Akaide dair olup Ehl-i sünnetin görüşlerini özetlemiştir. Başta 1. Goldziher olmak üzere bazı şarkiyatçılar bu eserin Ebû Hanîfe'ye nisbetini sahih gör-
mezlerse de kitabın ona ait olduğunda İslâm âlimleri görüş birliği içindedir. Birçok şerhi bulunan eser, bazı Doğu ve Batı dillerine de tercüme edilerek defalarca basılmıştır (meselâ Delhi 1289; Kahire 1323; Haydarâbâd 1342; Lahor 1890). 3. elFıkhü'l-ebsat*. Akaidle ilgili olup oğlu Hammâd ile talebeleri Ebû Yûsuf ve Ebû Mutî' el-Belhî tarafından rivayet edilmiştir (Kahire 1307, 1324, 1368 İM. Zâhid Kevserî neşri]). 4. el- cÂlim ve'l-müte'allim*. Ehl-i sünnetin görüşlerini açıklayıp savunma amacıyla ve soru-cevap tarzında kaleme alınmış akaide dair bir risaledir (İstanbul, ts.; Haydarâbâd 1349; Kahire 1368 İM. Zâhid Kevserî neşri]). S. erRîsâle*. Ebû Hanîfe, Basra Kadısı Osman el-Bettî'ye hitaben yazdığı bu eserinde akaid konularında kendisine yöneltilen bazı itham ve iddialara cevap vermektedir (Kahire 1368 İM. Zâhid Kevserî neşri]). 6. el-Vaşıyye*. Akaid konularını kısaca ele alan bir risâledir (Kahire 1936). Son beş eserin ihtiva ettiği konular, Osmanlı âlimlerinden Beyâzîzâde Ahmed Efendi tarafından kelâm kitaplarının tertibine göre el-Uşûlü'l-münîfe* adıyla bir araya getirilmiş, yine aynı müellif tarafından İşârâtü'l-merâm* adıyla şerhedilmiştir. Ebû Hanîfe'ye nisbet edilen, oğluna ve bazı talebelerine hitaben yazılmış dinî, ilmî ve ahlâkî öğütleri içeren başka risâleler de vardır. 7. el-Kaşîdetü'n-Nu'mâniyye. Hz. Peygamber için yazdığı na't olup basılmıştır (Kahire 1282, 1299; İskenderiye 1288; İstanbul 1279, 1298, 1320). Kasidenin Halîl b. Yahyâ tarafından Sürûrü'l-kulûbi'l-irfârıiyye bi-tercemeti'1 -Kasîdeti'n -Nu'mâniyye adıyla yapılan Türkçe tercümesi (İstanbul 1268), İbrâhim b. Mehmed el-Yalvacî'nin satır arası tercümesi (el-Mecmuatul-kübrâ, İstanbul 1276) ve Muhammed A'zâm b. Muhammedyâr'm Rahme tur - rahman adlı Hintçe şerhi (Delhi 1897) bu arada zikredilebilir (bk. Brockelmann, GAL [Ar.], III, 244; Sezgin, GAS [Ar.], 1/3, 49). Bunların dışında kaynaklarda Ebû Hanîfe'ye nisbet edilen Mücâdele li-ehadl'd- dehriyyîn, ed-Davâbitü'ş-şelâşe, Risâle fi '1 - ferâ 'iz, Du'â'ü Ebî Hanîfe, Muhâtabetü Ebî Hanîfe ma'a Ca'fer b. Muhammed b. Ahmed er-Rızâ, Fetâvâ Ebî Hanîfe ve Muhammed b. Hasan eş-Şeybânî, el-Makşûd ü'ş-sarf, er-Red cale'l-Kaderiyye, Ma'rifetü'lmezâhib gibi çoğu akaid alanında birçok eserden söz edilmekte, Brockelmann ve Sezgin tarafından adı geçen eserlerin kütüphane kayıtları verilmekteyse de
134 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
EBÛ HANÎFE (GAL IAr.1, III, 237-245; GAS (Ar.j, 1/3, 37-50) bu eserlerin Ebü Hanîfe'ye aidiyetini ihtiyatla karşılamanın daha doğru olacağı muhakkaktır. Nitekim söz konusu kaynaklarda Ebû Hanîfe'ye nisbet edilen, R â m p û r ve Bengal'de nüshalarının b u l u n d u ğ u bildirilen Ma'riîetü'lmezâhib adlı eserin gerek üslûp ve yazım tekniği, bakımından, gerekse içerisinde daha sonraki dönemlerde teşekkül etmiş itikadî fırkaların zikredilmesi sebebiyle Ebû Hanîfe'ye ait olmadığı hususu büyük kuvvet kazanmıştır (bk. Abdülalîm, 1/ 1, s. 163-177).
tenkit edilmesi isabetli olmaz. Zira sa-
sürülen hadis azlığı iddiası, aslında delil
hâbeden itibaren İslâm âlimleri az veya
olarak kullandığı hadisin azlığı değil ri-
çok bu metodu kullanmışlardır. Ebû Ha-
vayet ettiği hadisin azlığı şeklinde anla-
nîfe'de göze çarpan farklılık kıyası belli
şılmalıdır. Çünkü fakihlerin çabası, ha-
bir sistem ve kurala bağlamak, onu sık-
disin h ü k m e delâleti ve delil olarak kul-
ça kullanmak ve henüz vuku b u l m a m ı ş
lanılabilme imkânı üzerinde yoğunlaş-
ibarettir.
maktadır. Bununla birlikte Ebû Hanîfe'-
Çünkü Irak bölgesinin özel şartları, mey-
nin isnadlı olarak rivayet ettiği hadisle-
dana gelen veya vukuu m u h t e m e l olay-
rin sayısı az değildir. Başta yirmiyi aşkın
hadiselere de uygulamaktan
lar karşısında susmayı ve çekimser dav-
Ebû Hanîfe müsnediyle Ebû Yûsuf ve
ranmayı değil olayları fıkhî h ü k m e bağ-
İmam Muhammed'in eserleri olmak üze-
layarak müslümanlara yol göstermeyi,
re musannefler ve diğer hadis mecmua-
halkın aşırı görüş ve çözümlere yönel-
larında Ebû Hanîfe'nin birçok rivayeti
mesini
mevcuttur. Muvaffak b. Ahmed el-Mekkî,
önlemeyi
gerekli
kılmaktaydı.
Fıkıh İlmindeki Yeri. Ebû Hanîfe, İlmî
Ancak onun kıyası nassa tercih ettiğine
Ebû Hanîfe'nin yarısı hocası Hammâd'-
müzakerelerin yanı sıra ticaretle de meş-
ve haber-i vâhidleri almadığına dair ile-
dan, yarısı da diğer şeyhlerden olmak
gul olması sebebiyle daima hayatın ve
ri sürülen iddialar doğru değildir (Zebî-
üzere 4000 hadis rivayet ettiğini belirtir
fıkhî problemlerin içinde bulunmuş, kar-
dî, I, 45). Ebû Hanîfe bir meselenin hük-
(Menâkıbi! Ebî Hanîfe, s. 84-85). Buna rağm e n Ebü Hanîfe'nin çoz az hadis bildiği veya hadisle amel etmediği gibi iddialar, çok defa mezhep taassubunun sevkettiği aşırılıktan ve karşı tavırdan, bazan da o konuda daha uygun ve kuvvetli başka bir delilin bulunması sebebiyle diğer mezheplerce benimsenen hadisleri delil almaması veya farklı yorumlaması ve zâhiren o hadisle amel e t m e m i ş gibi görünmesinden kaynaklanmaktadır. Yaptığı ictihadlar ve verdiği hükümler incelendiğinde bunların ahkâmla ilgili yüzlerce hadise uygun olduğu görülür. Ancak bazan bir konuda zâhiren birbiriyle çelişen iki ve daha fazla hadis mevcut olup Ebû Hanîfe bu hadislerden birini tercih ettiğinde verdiği h ü k ü m bir hadise uygunluk gösterirken başka bir hadise aykırı görünebilmektedir. Onun ders aldığı ve hadis naklettiği hocaları yanında, kendisinden ders alıp hadis rivayetinde bulunan Ebû Yûsuf, Muhamm e d b. Hasan, Abdürrezzâk es-San anî, Abdullah b. M ü b â r e k başta o l m a k üzere pek çok talebesi vardır. Ayrıca içlerinde Yahyâ b. Zekeriyyâ, Hafs b. Gıyâs, Hibbân b. Ali gibi hadislere hakkıyla vâkıf olan daha genç yaşta âlimler de bulunmaktadır. Ebü Yûsuf'un naklettiğine göre Ebû Hanîfe kendisine bir mesele sorulduğunda önce talebelerinin bu kon u d a bildikleri hadisleri ve sahâbî sözünü sorar, ardından kendi bildiği rivayetleri nakleder, meseleyi değişik yönleriyle ele alır, talebelerinin görüşlerini ayrı ayrı dinler, daha sonra da o meseleyi h ü k m e bağlardı. Sorulan konuda bir hadis ve sahâbî görüşü bulunmadığı takdirde kıyas yapar, kıyasın da m ü m k ü n olmadığı yerde istihsana giderdi. Onun ders verme usulüne göre soruların önce öğrencilerle tartışılması, o mesele hak-
şılaştığı meseleler veya kendisine yönel-
m ü n ü önce Kur'an'da aramış, nassın her
tilen sorularla ilgili olarak hayatı boyun-
türlü lafzî delâletini, u m u m - h u s u s , ıt-
ca sayısız ictihad yapmıştır. Ancak bun-
lak-takyid, nâsih-mensuh gibi lafızlar
metodunu
arası metodolojik ilişkiyi göz önünde bu-
açıklayan herhangi bir eser de bırakma-
lundurmuş, aksine bir delil ve gerekçe
mıştır. Bundan dolayı aleyhine bazı şey-
olmadığı sürece âyetlerin açık, genel ve
ler söylenmiş, çok kıyas yapmakla, kıya-
doğrudan ifadelerini esas almıştır. Eğer
sı nassa tercih etmekle suçlanmıştır. Ebû
Kur'an'da konuyla ilgili bir nas bulama-
ları yazmadığı
gibi ictihad
Hanîfe'nin, "Biz önce Allah'ın kitabında
mışsa Hz. Peygamber tarafından Yemen'e
olanı alırız. Onda bulamazsak Hz. Pey-
vali olarak gönderilen M u â z b. Cebel'in,
gamber'in sünnetine bakarız. Orada da
Kur'an'da bulamadığı bir meselenin hük-
bir şey bulamazsak ashabın ittifak etti-
m ü n ü sünnette arayacağını bildirmesiy-
ğini benimseriz, ihtilâf etmişlerse dile-
le ortaya çıkan ve Peygamber'in de tas-
diğimizin g ö r ü ş ü n ü alırız. Başkalarının
vibine mazhar olup bütün sahâbenin uy-
görüşlerini onlara tercih etmeyiz. Ancak
guladığı sıraya göre sünnete müracaat
Hasan-ı Basrî, İbrâhim en-Nehaî, Saîd
etmiştir. Esasen sünnetin delil olduğu
b. Müseyyeb gibi tâbiîn âlimlerine gelin-
ve delil olarak alınmasının önemi ve ge-
ce onların ictihadlarına bağlı kalmayız.
rekliliği Ebû Hanîfe'nin ictihad ve fetva-
Onlar gibi biz de ictihadda bulunuruz.
larında da açıkça görülür.
Aralarında m ü ş t e r e k illet bulununca bir h ü k m ü diğerine kıyas ederiz" sözünden ictihad metodu anlaşılmaktadır. Ebû Hanîfe'nin
ithamlara
mâruz
kalmasının,
aleyhine birçok şey söylenmesinin esas sebebi, onun kendisini tâbiînin fetvalarına bağlı hissetmeyip onlar gibi ictihad yapabilecek
seviyede olduğunu
söyle-
mesi, dönemindeki fakihlerin görüş ve fetvalarına gerektiğinde aykırı fetva vermesi ve çok ictihad etmiş olmasıdır.
Ebû Hanîfe'nin on küsür veya 150 yah u t yarısı hatalı 400 hadis bildiği gibi iddialar ileri sürülmüşse de (Hatîb, XIII, 416) çeşitli mezheplere m e n s u p tarafsız âlimler onun, hadis ilminde m e ş h u r olm u ş muhaddisler kadar mütehassıs değilse de ictihad şûrası şeklinde oluşturd u ğ u ilim meclisinde birçok hadis hafızının b u l u n d u ğ u n u , dolayısıyla fıkhî ictihadlarında hadisi ikinci aslî kaynak ve delil olarak gerektiği şekilde kullandı-
Ebû Hanîfe kıyas metodunu sıkça kul-
ğını ifade ederler. Nitekim Ebû Hanîfe'-
lanmıştır. Çünkü bulunduğu bölge kar-
nin ictihadlarında başvurduğu hadisle-
maşık birçok olayın meydana geldiği ve
ri tesbit, derleme ve inceleme amacıyla
ç ö z ü m ü n ü n arandığı bir yerdi. Fıkhî me-
birçok eser kaleme alınmıştır.
seleleri çeşitli yönleriyle ele alıp tartıştı-
arasında Tahâvî'nin Me câni'l-âsâr
ğı için farklı ihtimal ve durumlara göre fikir ve çözümler üretmiş, b u n u n sonucu olarak ehl-i hadîsin aksine bir tutumla, henüz vuku b u l m a m ı ş farazî meselelerin hükümlerini de içtihadına konu etmiştir. Ebû Hanîfe'nin
kıyasa sıkça
başvurduğu doğru ise de bu sebeple
Bunlar
ve Müşkilü'l-âşâr'ı, M u h a m m e d Murtazâ ez-Zebîdrnin 'Uküdü'l-cevâhiri'l-rrtünîie fî edilleti mezhebi!-İmâm Ebî Hanîîe'sı ve Zafer A h m e d et-Tehânevî'nin İ'lâ'ü's-sünen adlı on sekiz ciltlik eseri sayılabilir. Öte yandan Ebû Hanîfe için söylenen, hatta İ m a m Şâfiî için de ileri
135 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
EBÛ HANÎFE yetişemezdi (Muvaffak b. Ahmed el-Mek-
kında nas bulunup bulunmadığının araş-
zat i t h a m d a bulunanlara nasıl ictihad
tırılması demektir. Verdiği bazı hüküm-
ettiğini anlatarak veya böyle söyleyen-
kî, s. 179). Çünkü Ebû Hanîfe meseleler
lerin o konuda mevcut bir hadise aykırı
lerin iftirada b u l u n d u ğ u n u ileri sürerek
arasındaki açık veya gizli illetleri bulur, onları kolayca kavrardı. Ayrıca
reddetmiş, nas
bulunan
halkın
görünmesi ise bazan hadisin Ebû Hanî-
bu ithamları
fe'ye u l a ş m a m ı ş olmasıyla, çok defa da
yerde kıyasa ihtiyaç duyulmayacağını bil-
m u â m e l â t m ı da göz ö n ü n d e bulundu-
hadis Ebû Hanîfe'nin aradığı sıhhat şart-
dirmiştir. Ebû Hanîfe'nin bazı ictihadla-
rur, dinin temel ilke ve esaslarına aykırı
larını taşımadığı için onunla amel etmeyi
rı, onun kıyası, râvisi fakih olmayan ha-
olmadığı sürece bunları delil olarak alır-
uygun görmemesiyle izah edilebilir. Bu
ber-i vâhide tercih ettiğini, Kur'an'ın açık
dı. Ebû Hanîfe asla zorluk taraftarı de-
d u r u m yalnız Ebû Hanîfe'ye m a h s u s bir
ve özel hükümlerini (nas) ve genel ilke-
ğildi.
m e t o t olmayıp kendisine göre aradığı
lerini haber-i vâhidle nesh ve tahsis et-
Ebû Hanîfe'nin fıkhında şahsiyetinin,
sıhhat şartlarını taşımadığı için belli bir
mediğini, rivayet ettiği hadise aykırı dav-
içinde b u l u n d u ğ u d ö n e m ve şartların,
hadisi almayan pek çok müctehid var-
ranan râvinin hadisini delil almadığını
şahsî görüş ve temayüllerinin, re'y ve
dır. Ebû Hanîfe'nin yaşadığı dönemde ve
göstermekteyse de bunu Ebû Hanîfe'nin
ictihad anlayışının, ilmî muhitinin, ders
özellikle bulunduğu bölgede hadis uy-
genei bir m e t o d u olarak belirtmek yan-
aldığı ve g ö r ü ş t ü ğ ü âlimlerin belli bir
d u r m a işi yaygın hale gelince daha ihti-
lış olur. Çünkü aksini gösteren ictihad-
tesiri mevcuttur. Aynı tesir, onun görüş
yatlı davranarak haber-i vâhidleri alma-
larının sayısı da bir hayli fazladır. Onun
ve öğretisi etrafında sonradan oluşan
da bazı şartlar ileri s ü r m ü ş olması onun
kıyası hadise t a k d i m etmediği, aksine
Hanefî mezhebi için de söz konusudur.
ilmî ciddiyetinden kaynaklanmaktadır.
hadisi kıyasa t a k d i m ettiğine dair içti-
Ebû Hanîfe'nin fıkhında, dönemlerinde
hatlarında pek çok örnek bulmak müm-
Irak'taki re'y ekolünün temsilcisi duru-
kündür. Ebû Hanîfe haber-i vâhidleri
m u n d a olan İbrâhim en-Nehaî ve Ham-
delil almış, zayıf da olsa hadisi tercih
m â d b. Ebû Süleyman'ın derin izlerini
etmiş, ancak nas bulunmayan yerde kı-
b u l m a k m ü m k ü n d ü r . Ancak bu d u r u m ,
yasa gitmiştir. Ne var ki çok kıyas ya-
aralarında Şah Veliyyullah ed-Dihlevî'-
pan bir âlim olarak tanınmıştır. Üzerin-
nin de bulunduğu
de ashabın ittifak ettiği tek bir görüşün
I, 419) bir kısım âlimi, onun fıkhının İbrâ-
bulunmadığı yerlerde onların farklı gö-
him en-NehaFnin fıkhından farklı olma-
rüşlerinden kıyasa uygun olanını tercih
dığı kanaatine de sevketmiştir. İlk dö-
etmesi, bunun yanında tâbiîn dönemi de
nemlerinde hocası Hammâd'ın ve bu se-
Ebû Hanîfe'nin ilminin b ü t ü n hadisleri ihata etmediği de bir gerçektir. Ancak onun hadislerin nâsih ve mensuhunu çok iyi bildiği, Hz. Peygamber'in hayatını ve hadisleri öncelik-sonralık açısından inceleyerek özellikle son dönemde söylenen hadisleri esas aldığı belirtilir. Bu anlayış, hayatın değişmesi ve fıkhî hükümlerin bu değişikliğe belli ölçüde uyum sağlaması gerektiği fikrinin sonucudur. Ebû Hanîfe'nin, birbiriyle çatışan hadisleri uzlaştırmaya çalışmaktan çok nesih fikrini tercih etmesi de bu anlayışın ürünüdür. Fetva verdiği bir konuda görüşüne aykırı bir sahih hadis nakledildiğinde de tereddütsüz onu almış ve kendi içtihadından vazgeçmiştir. Ebû Hanîfe mürsel hadisleri de delil olarak kullanmıştır (Leknevî, er-Ref c ve't-tekmîl,
s. 23). Hatta sahabenin mürsellerini başkalarının müsnedlerinden üstün tutmuştur. Ebû Hanîfe â h a d hadisi Kur'an'ın genel ve zâhirî hükümleriyle, İslâm fıkhında yerleşik genel ilkelerle, kavlî veya fiilî m e ş h u r sünnetle, hatta bazan da sahâbe ve tâbiînden gelen ortak uygulama ile karşılaştırarak değerlendirir, arada çatışma olduğunda genelde daha kuvvetli g ö r d ü ğ ü ikinci grup delillerle amel ederdi. Geniş bir topluluğun önünde vuku bulması veya sık sık tekrarlanması sebebiyle çoğunluk tarafından bilinmesi, uygulanması ve rivayet edilmesi gereken bir konuda (umûmü'l-belvâ) vârid olan âhad haberi şâz bir görüş sayması da bu anlayışın sonucudur. Ancak bu metodolojisinin iyi kavranamadığı durumlarda hadisle amel etmediği veya kıyası hadisten öne aldığı gibi tenkitlere de m u h a t a p olmuştur. Ebû Hanîfe daha hayatta iken kıyası hadise t a k d i m etmekle suçlanmış, fakat kendisi ya biz-
(Hüccetullâhi'l-bâliğa,
dahil sonraki âlimlerin görüşleriyle ken-
beple İbrâhim en-Nehaî'nin çizgisini bü-
dini bağlı hissetmeksizin ictihad etme-
y ü k ölçüde k o r u m u ş olduğu doğrudur.
si, gerek sahâbe gerekse tâbiînin icmaı-
Ancak hocasının ölümünden sonraki otuz
nı, ayrıca sahâbî g ö r ü ş ü n ü delil olarak
yıl içinde hadis ve re'y ekollerinin birbi-
kullandığının göstergesidir. Bunların bu-
rine kısmen yaklaşması sebebiyle hadis
lunmadığı yerde kıyasa giden Ebû Ha-
ekolüyle ve hadisçilerle de ilişki kurmuş,
nîfe, eğer kıyas sonucu vardığı h ü k ü m
Mekke, Medine ve Ehl-i beyt fıkhından
genel olarak dinin ruhuna, genel pren-
faydalanmış, devrindeki birçok yetişkin
sip ve amaçlarına uygun düşmezse ilk
ilim adamıyla görüş alışverişinde bulun-
bakışta görülmeyen, ancak biraz düşün-
muştur. Böylece İslâm ü m m e t i n i n mev-
mekle bulunabilecek olan müessir illeti
cut fıkhî mirasını değişik kanallardan
kavrayarak ve daha kuvvetli bir delile
özümseme, farklı temayül ve bakış açı-
dayanarak istihsan metoduyla ictihad-
larını kendi şahsî birikim, m e t o t ve ka-
da bulunmuştur. Bu açıdan istihsanla
biliyetiyle mezcederek bunlardan bir sen-
elde edilen h ü k m ü almak, kıyasla varı-
teze varma imkânı bulmuştur.
lan h ü k ü m d e n daha kuvvetlisine dönm e k d e m e k olur. Zira kıyas ispat edici
Ebû Hanîfe'nin ticaret hayatının için-
değil ancak hükümleri ortaya çıkarıcı-
de bulunması, insanların problem ve ih-
dır. Halbuki istihsan yapılarak ulaşılan
tiyaçlarını yakından tanıması da ictihad-
h ü k m ü diğer şer'î deliller takviye etmek-
larının kabul ve uygulama şansını art-
te ve bu h ü k ü m kıyasa göre gerçeğe da-
tırmıştır. Öte yandan onun farklı kültür
ha yakın görünmektedir.
ve geleneklere sahip çeşitli grupların karm a bir halde yaşadığı İrak bölgesinde
Ebû Hanîfe'nin ictihad metodu, yetiş-
yetişmiş olması, Hicaz bölgesinde hâkim
tirdiği öğrencilerin bizzat yaptıkları icti-
geleneksel sosyal yapı ve anlayıştan da-
hadlardan da anlaşılır. Bunların içinde
ha az etkilenmesine, birçok konuda ör-
Ebû Yûsuf, Züfer b. Hüzeyl gibi kıyasta
f ü ve içtimaî vak'ayı esas alan farklı yo-
ileri bir dereceye ulaşanlar bulunmak-
rum ve ictihadlara sahip olmasına zemin
tadır. Talebelerinden M u h a m m e d b. Ha-
hazırlamıştır. Hanefî mezhebinin Arap-
san'ın naklettiğine göre Ebû Hanîfe'nin
lar dışındaki müslümanlar arasında yay-
öğrencileri
onunla
gınlık kazanmasının bir sebebi de bu ol-
tartışırlardı; f a k a t o, "Ben istihsan ya-
malıdır. Denilebilir ki Ebû Hanîfe, hoca-
pıyorum" deyince hiç kimse kendisine
ları ve önceki nesiller tarafından kendi-
yaptıkları
kıyasları
136 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
EBÛ HANÎFE sine intikal ettirilen fıkhî kuralları, gö-
ekole göre yazılan usul
kitaplarındaki
çüde sistemleştirdiği, yeni olay ve me-
rüşleri, âyet ve hadislerle ilgili yorumla-
metodolojik kural ve görüşlerin Ebû Ha-
selelerin fıkhî ç ö z ü m ü n e de i m k â n ve-
rı içinde bulunduğu
ortam, insanların
nîfe'ye ait oluşu her z a m a n kesinlik ta-
ren bir b ü t ü n l ü k kurmaya çalıştığı için
ihtiyacı ve dinin genel ilke ve amaçları
şımaz. Mezhep müdafaasına, mevcut ic-
dönemindeki fıkıh ilminin
açısından yeniden değerlendirme, sınırlı
tihadların izah ve sistemleştirilmesine
etkin bir rol oynamıştır. Ancak bu geli-
naslarla sınırsız olaylar, naklin h ü k m ü ile
dair bu kuralların bazı istisnalarının ola-
şimde, etrafındaki ders halkasını oluş-
aklın yorumu, hadisle re'y arasında mâ-
cağı da açıktır. Ebû Hanîfe, ictihad usu-
turan Ebü Yûsuf, İmam M u h a m m e d , Zü-
gelişiminde
kul bir âhenk kurma imkânını yakalamış-
lünün ve fıkhının dayandığı esasların ka-
fer gibi her biri bağımsız müctehid sa-
tır. Ebû Hanîfe'nin örf ve âdeti, Kur'an'ın
tı bir uygulayıcısı olmayıp meselenin ko-
yılabilecek vasıftaki seçkin arkadaş ve öğrencilerinin, h e m hocalarının sağlığın-
genel ilkelerini, k a m u yararını gözetme-
n u m ve mahiyetini, gerektiğinde farklı
si ve istihsanı sıkça kullanması bu gay-
yönlerini göz ö n ü n d e bulunduran farklı
daki h e m de onun vefatından sonraki
retin sonucudur. Ebû Hanîfe, ticarî mu-
fetvalar da vermiştir. Fıkhının kuralcı de-
fıkhî gayret ve faaliyetlerinin de önemli payı vardır.
ameleleri açıklık ve belirlilik, faizden uzak
ğil de meseleci tarzda doğması, Hanefî
olma, örf ve ihtiyaca uygunluk, dürüst-
mezhebinin hayata ve insanların ihtiyaç-
Ebû Hanîfe'nin fıkhî düşüncenin ge-
lük ve güven şeklinde dört temel üzeri-
larına uygun bir yapıda gelişmesiyle so-
lişmesine olan büyük katkısı, diğer mez-
ne o t u r t m u ş , ticarî hukukta olsun borç-
nuçlanmıştır. Öte yandan onun belli bir
hep imamları ve İslâm âlimlerince de de-
lar, aile ve k a m u h u k u k u n d a olsun şah-
delil ve anlayışın ü r ü n ü olarak ileri sür-
ğişik üslûplarda ifade edilmiştir. İ m a m
sî teşebbüs ve sorumluluğu, kişi hak ve
d ü ğ ü bir görüşün, ileriki devirlerde ya-
Şâfıî'nin, fıkıhla meşgul olan b ü t ü n âlim-
hürriyetlerini ilke edinmiştir. Onun, bu-
zılan Hanefî eserlerinde yeni naklî ve
lerin Ebû Hanîfe'ye teşekkür borçlu ol-
lûğa ermiş kızın veiisiz evlenebileceği,
aklî delillerle desteklendiği ve neticede
d u ğ u n u dile getiren meşhur sözü ("İnsanlar fıkıhta E b û Hanîfe'nin iyâlidir",
sefihin ve borçlunun ehliyetinin kısıtla-
Ebû Hanîfe'nin, b ü t ü n bu delil ve yo-
namayacağı, vakfın bağlayıcı olmayaca-
rumlar sonucu o görüşe sahip olduğu
İbn Abdülber, s. 136) onun fakihler nez-
ğı gibi fıkhî görüşleri bu anlayışının so-
şeklinde bir ifade kazandığı da söylene-
dindeki itibarını anlatmaya kâfidir.
nucudur.
bilir.
Ebû Hanîfe, kendi dönemine
kadar
Ebû Hanîfe, sahâbe ve tabiîn dönemin-
geçen sürede oluşan ve nasların yoru-
de İrak bölgesinde oluşan zengin ilmî
BIBLIYOGRAFYA: Ebû Hanîfe, el-Fıkhu'l-ebsat
(nşr. M . Z â h i d
Kevserî), Kahire 1 3 6 8 / 1 9 4 9 , s. 3 6 ; İbn Sa'd, VI, 3 6 8 - 3 6 9 ;
et-Tabakât,
Mes'ûdî,
Mürûcü'z-
m u mahiyetinde olan kuralları gerekti-
ve fikrî gelişmeyi hocaları ve g ö r ü ş t ü ğ ü
ğinde yeniden ifade etmiş, bazan da ku-
çeşitli âlimler vasıtasıyla yakından tanı-
ralı değiştirmek yerine ferdî ihtiyaç ve-
m a ve kavrama imkânı bulmuştur. Et-
ya zarureti giderebilmek için birtakım
rafında seçkin ve dirayetli öğrencilerin
ue aşhâbih
fıkhî çözüm ve çareler önermiştir. Ancak
oluşturduğu ders halkası da bir bakıma
râbâd 1 3 9 4 / 1 9 7 4 ; İbn Hazm, Mülahhaşu
zeheb,
VI, 2 1 3 ; İbnü'n-Nedîm, el-Fihrist
(Teced-
d ü d ) , s. 2 5 5 - 2 5 6 ; Pezdevî, Kenzü'l-uüşûl, Hüseyin b. Ali es-Saymerî, Ahbâru
I, 8 ;
Ebî
Hanîfe
(nşr. E b ü ' l - V e f â el-Efgânî), Hayda-
tâli'l-kıyâş
ue'r-re'y
ve'l-istihsân
ib-
ue't-taklîd
bulduğu bu çareler çok sınırlı bir alan-
önceki kuşaklardan devralınan bu zen-
da ve belli ölçüde uygulanmış olup hiç-
gin mirası, gelişen şartlara ve çoğalan
İhkâm
bir z a m a n ana kuralı işlemez kılacak ve
fıkhî meselelere paralel olarak yeniden
Hatîb, Târîhu
kanuna karşı hile teşkil edecek mahiyet-
değerlendirip sistemleştiren geniş ta-
352, 360, 368, 416, 4 2 1 - 4 2 2 ; İbn Abdülber, el-
t e değildir. Hanefi mezhebinin teşekkü-
banlı bir ictihad şûrası fonksiyonu gör-
Dımaşk 1960, s. 9, 13, 6 8 ; a.mlf.,
ue't-ta'lîl,
Kahire 1970, IV, 5 4 2 ;
fî usûli'l-ahkâm, Bağdâd,
İntikâKahire
XIII, 324-330, 333-334,
1350, s. 122-123, 136, 142-144;
Gazzâlî, el-Müstaşfâ,
I, 1 3 7 - 1 3 9 ; M u v a f f a k b.
lü sürecinde geliştirilip üretilen ve lite-
m ü ş t ü r . O dönemin fıkhî zenginliği ise
ratürde "hîle-i şer'iyye" olarak terimle-
genelde Ebû Hanîfe'ye değil bölgeye nis-
rut 1981;
şen (bk. HİYEL) hukukî çözümlerin bütü-
bet edilerek "Irak fıkhı" olarak anılır. İki
Salâh, 'Ulûmü'l-hadîs,
nüyle Ebû Hanîfe'ye isnat edilmesi doğ-
m e ş h u r öğrencisi Ebû Yûsuf ile İ m a m
s. 216, 2 1 7 ; İbn Hallikân, Vefeyât,
A h m e d el-Mekkî, Menâkıbü
Ebî
İbnü'l-Esîr, el-Kâmil,
Karâfî, Şerhu
s. 3 4 7 ; Nevevî,
Tenkihi'Tfuşûl
ru olmadığı gibi onun bu konuda müs-
M u h a m m e d ' i n yazdığı eserler sayesin-
takil bir kitap (Kitâbü'l-Hiyel)
yazdığı ri-
de ileriki nesillere aktarılma şansını bu-
vayeti de doğru değildir. Ebû Hanîfe'nin
lan bu fıkhın içinde Ebû Hanîfe'nin öğ-
nîfe ve şâhibeyh
fıkhının bâriz özelliklerinden biri de hu-
rencilerinin yanı sıra Osman el-Bettî, İbn
Hasan,
kukî objektifliği esas alması, k ö t ü kasıt
Şübrüme, İbn Ebû Leylâ gibi çağdaşı fa-
ve niyet araştırmasında,
sebep-sonuç
kihlerin görüşleri de yer alır. Ancak bu
bağlantısını k u r m a d a m â k u l bir sınırı
d ö n e m d e oluşan fıkhî birikim, h e m üs-
Bey-
Hanîfe,
X, 3 2 6 ; İbnü's-
Tehzîb,
II, 163-164; Kahire
fi'l-uşûl,
1306, s. 154, 2 0 2 ; Zehebî, A c l â m u n - n ü b e l â ' , VI, 3 9 4 - 4 0 2 ; a.mlf., Menâkıbü'l-Imâm
Ebî
Yûsuf
Ebî Ha-
ue Muhammed
liyyullah ed-Dihlevî, Hüccetullâhi'l-bâliğa, rut 1990, 1, 4 1 9 ; Şâtıbî, el-Muuâfakât, 136; a.mlf., el-İ'tişâm,
kıbü'l-imâmi'T
A'zam,
BeyIV, 135,
II, 118; Bezzâzî, Beyrut
1981;
Menâİbnü'l-
aşmamasıdır. Hükümlerin hukukî tara-
t a t olması h e m de görüşlerinin ağırlığı
Cezerî,
fını uhrevî hayata ilişkin dinî yönünden
sebebiyle ileriki asırlarda Ebû Hanîfe'-
Tehzîbut-Tehzîb,
ayrı m ü t a l a a ettiğinden, işin dinî ve vic-
nin adına nisbetle "Hanefî mezhebi" ola-
Süyûtî,
danî tarafı fertlere ait olmak üzere be-
rak anılmaya başlanmıştır. Irak fıkhının
şerî ilişkilerde objektif ölçüleri kullan-
m e z h e p olarak teşekkülünde ise bölge-
Hayrâtü'l-hisân,
mıştır. Bu m e t o d u gereği bazı fetvaları
sel ve tarihî şartların yanı sıra fıkhî me-
27, 32, 6 0 ; Taşköprizâde, Meuzûâtü'l-ulûm,
diğer h u k u k ekollerince, hatta öğrenci-
selelerin ve çözümlerinin sistemleştiri-
6 4 5 ; Beyâzîzâde A h m e d Efendi,
lerince tenkit edilmiştir.
lip belli bir kural ve metodolojiye kavuş-
Ebû Hanîfe'nin fıkhının dayandığı esaslar, sonraki nesillere m e n s u p Hanefî fakihleri tarafından, mevcut fetva ve ictihadlar göz önüne alınarak tesbit edilmeye çalışılmış olmakla birlikte Hanefî
t u r u l m u ş olmasının da önemli payı var-
b.
Kahire, ts., s. 7, 8, 11, 1 4 - 1 5 ; Şah Ve-
II, 3 4 2 ;
Gâyetun-nihâye,
İbn
Hacer,
IX, 167, 3 0 2 ; X, 4 0 1 ; XI, 91 ;
Tebyîzus-şahîfe
fî
menâkıbi'l-İmâm
Haydarâbâd 1334, s. 3, 6, 9-11, 14-
Ebî Hanîfe,
15, 25-28, 30, 3 3 ; İbn Hacer el-Heytemî, el-
râm min
Kahire 1304, s. 5-6, 21, 26-
'ibârâti'l-lmâm
I,
İşârâtüT-me-
(nşr. Y û s u f Abdürrez-
zâk), Kahire 1949, s. 22, 2 3 ; M u h a m m e d b. Yûsuf ed-Dımaşkl,
c
U k ü d ü ' T c ü m â n fî
menâkıbi
dır (bk. HANEFİ MEZHEBİ). Bu sebeple Ebû
Ebî Hanîfe
Hanîfe, devrindeki fıkhî birikimi ve dü-
nr. 7200, vr. 22», 23 a , 2 4 a ; Hüseyin e l - M ü d e r -
şünceyi parça parça fer'î meseleler ve
ris, Menâkıbü
çözümler g ö r ü n ü m ü n d e n çıkarıp belli öl-
en-Nu'mân,
Konya Yusuf A ğ a Ktp.,
Ebî Hanîfe,
T T K Ktp., vr. 1 0 " b ,
11', 16 b ( M u h a m m e d Tâvît et-Tancî n ü s h a s ı ) ;
137 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
EBÛ HANÎFE Zebîdî,
cUktıdû'l-ceuâhiri'l-münîfe
mezhebi'l-lmâm
Ebî
5-6, 4 5 ; Leknevî, er-Ref
fî
edilleti
İstanbul 1309, I,
Hanîfe,
ve't-tekmîl,
s. 23, 59;
li'l-es'
ileti'l-'aşe-
ilkeleri ortaya koymuş ve bunları güçlü
m a döneminde bulunan kelâm ilminin
delillerle savunmuştur. Çağdaşları ara-
ilk temsilcileri arasında yer aldığı belir-
sında Ca'd b. Dirhem, Cehm b. Safvân,
tilmektedir ki isabetli görünen de bu-
Vâsıl b. Atâ, A m r b. Ubeyd, Abdülkerîm
dur. Ebû Hanîfe'ye itikadî konulara iliş-
İs-
b. Acred, Zürâre b. A'yen ve Şeytânüt-
kin bazı risâlelerin nisbet edilmesi ve fı-
(Ar.),
t â k gibi değişik görüşleri savunan ilk
kıh sisteminde re'ye ve kıyasa başvu-
Te'nîbul-Ha-
kelâmcılar yer alır. Bunlardan özellikle
rup bir a n l a m d a akılcılığı benimsemesi
Cehm b. Safvân, A m r b. Ubeyd ve Şey-
onun kelâmî bir nosyona sahip olduğu-
Hukuku,
t â n ü t t â k ile yaptığı tartışmalar t a b a k a t
nun delilleridir. Hayatının belli bir dö-
Ankara 1954, s. 39, 4 0 ; C. Zeydân, Âdâb
(Dayf),
kitaplarında kısmen de olsa nakledilmiş-
neminden sonra fıkhî konularla fazlaca
11, 161;
Kahire
tir. Hâricîler'den Yezîd b. Ebân er-Reka-
1961, s. 451, 463, 467, 469, 4 7 1 ; M. Esad Kı-
meşgul olması, itikadî meselelerle ilgi-
şî, Şia'dan Hişâm b. Hakem, Mu'tezile'-
lenmeyi câiz görmemesinden değil aka-
den Dırâr b. A m r ve Ebü'l-Hüzeyl el-Al-
ide dair temel esaslara ilişkin görüşleri-
a.mlf.,
el-Ecuibetül-fâdila
Halep 1 3 8 4 / 1 9 6 4 , s. 4 7 ;
reti'l-kâmile,
Mah-
m û d Esad Seydişehrî, Târîh-i İlm-i Hukuk, tanbul 1331, s. 2 0 4 ; Brockelmann, GAL III, 2 3 5 - 2 4 5 ; M. Zâhid Kevserî,
tîb, Kahire 1361/1942, s. 16-18, 20, 21; a.mlf., Kahire 1365, s. 3 - 5 ; Sabri
en-Nüketü't-tarife, Şakir Ansay, Hukuk
Tarihinde
Mustafa
lıçer, İslâm
es-Sibâî,
Fıkhında
Re'y
İslâm es-Sünne,
Ankara
Taraftarları,
1963, s. 48, 4 9 ; M u h a m m e d Hamîdullah, İslâm-
da Deulet
İstanbul 1963, s. 3 1 ; M. Ab-
İdaresi,
durrahman el-Mübârekfûrî, Mukaddimetü
feti'l-Ahuezî,
Kahire
1386/1967,
I,
Tuh-
162-164,
lâf da Ebû Hanîfe'nin yaşadığı dönemi kısmen idrak eden önemli
âlimlerden
bazılarıdır.
ni ortaya koyduktan sonra bu alandaki çalışmalara fazla ihtiyaç duymamasından, ayrıca çözüm bekleyen fıkhî mese-
166, 1 6 9 - 1 7 0 ; Sezgin, G A S [Ar.), i / 3 , 3 1 - 5 0 ;
lelerin çokluğundan kaynaklanmış olma-
muştalahuh,
Ebû Hanîfe'nin kelâm m e t o d u n a kar-
Beyrut 1969, s. 210, 266, 347, 383, 384; Abdül-
şı takındığı tavırla ilgili olarak kaynaklar-
lıdır. Vefatından önce öğrencilerine yap-
kadir Şener, İslam
da yer alan farklı bilgileri üç grupta top-
tığı tavsiyeleri ihtiva eden
l a m a k m ü m k ü n d ü r : 1. Ebû Hanîfe ke-
ile er-Risûle'sinin
Subhî es-Sâlih, 'ülümü'l-hadîş
dan
Kıyas,
ue
Hukukunun
İstihsan,
Ankara 1974, s.
Istislah,
128, 129; M. Ebû Zehre,
fıkhiyye,
KaynaklarınTârîhu'l-mezâhibi'lHanî-
lâm ilmiyle uğraşmayı farz-ı kifâye ka-
ir olması kelâmî konularla ilgisini kes-
Medresetü'l-
bul etmiş, ilmî hayatına itikadî konular-
mediğini gösterir (İnâyetullah İblâğ, s.
Beyrut 1 4 0 4 / 1 9 8 3 ; Musta-
la ilgilenerek başlamış, Küfe ve Basra
21). Ebû Hanîfe'nin, ashabın itikadî ko-
gibi ilmî muhitlerde kendisini yetiştirip
nularda tartışmaya girmemesinden dola-
Kahire, ts., II, 175; a.mlf., Ebû
fe, Kahire 1976; Velîd el-A'zaml, Imâm
Ebî Hanîfe,
f a Uzunpostalcı, Ebû
Fıkhındaki
Hanîfe
Hayatı
ue
İslâm
Yeri (doktora tezi, 1986), SÜ Sosyal
seçkin bir kelâm âlimi olmuş ve hayatı
yı akaid meseleleriyle uğraşmayı terket-
ue Ha-
boyunca bu konudaki çalışmalarını sür-
tiğine dair rivayete gelince b u n u n sahih
( d o k t o r a tezi,
dürmüştür. Nitekim İmam Şâfiî, Ebû Ha-
olması uzak bir ihtimaldir. Zira
Bilimler Enstitüsü, s. 56-202; İsmail Hakkı Ünal,
İmam
Ebû
Hanîfe'nin
nefi Mezhebinin 1989), A Û
Hadis
Hadis
Sosyal
ei-Vaşjyye
itikadî meselelere da-
Metodu
Bilimler
Emîn, Duha'l-İslâm,
Anlayışı Enstitüsü;
Kahire, ts., II,
Ahmed
176-180,
182, 1 8 3 ; 111, 2 7 4 ; Abdülhalîm el-Cündî, Bata-
nîfe'yi kelâm ilminin kurucusu
olarak
z
ve'l-müte allim'üe
el- zÂlim
t a m a m e n aksi bir
kabul etmiş (Taşköprizâde, (l, 67), Bağdâ-
görüşü savunmuştur. Burada belirtildi-
dî onun fakihler içinde Ehl-i sünnet ke-
ğine göre Ebû Hanîfe ashap dönemin-
ts., s. 32, 3 3 ; Seyyid A f î f î , " e t - T e c d î d f i l - İ s -
iâmcılarının
belirtmiştir
deki şartların değiştiğini g ö r m ü ş , İslâm
lâm, e l - m ü c e d d i d û n fi'l-karni's-sânî el-hic-
dünyasında çeşitli siyasî ve fikrî geliş-
belli başlı akaid meseleleri üzerinde de-
(Usûlü d-dîn, s. 308). Daha sonra İbnü'sSübkî, M u h a m m e d Murtazâ ez-Zebîdî, Beyâzîzâde A h m e d Efendi gibi âlimler de bu görüşü benimsemiş, çağdaş yazarlardan M. Zâhid Kevserî, Ali Sâmî enNeşşâr ve İnâyetullah İblâğ aynı kanaati paylaşmışlardır. 2. Ebû Hanîfe önce kelâm ilmiyle ilgilenmiş, ancak daha sonra ashabın itikadî meselelerle meşgul olmadığını düşünerek amelî konularda halkın karşılaştığı problemlerin çözülmesini daha önemli g ö r m ü ş ve bir daha u ğ r a ş m a m a k üzere kelâm ilmini terkedip fıkha yönelmiştir (Muvaffak b. Ahmed el-Mekkî, s. 51-53; Ali Abdülfettâh el-Mağribî, s. 21). 3. Ebû Hanîfe, kelâmı öğrenilmesi câiz olmayan ilimlerden kabul edip başta oğlu H a m m â d olmak üzere öğrencilerine bu ilimle uğraşmayı yasaklamış, insanlara kelâmın kapısını aralayan A m r b. Ubeyd'in yanı sıra biri tenzihte, diğeri teşbihte olmak üzere iki aşırı ucu temsil eden Cehm b. Safvân ile Mukâtil b. Süleyman'a lânet okum u ş t u r (Kâdî Abdülcebbâr, s. 266; Temîmî, 1, 113).
ğişik görüşlere m e n s u p âlimlerle yaptı-
İlk iki görüş birbirine oldukça yakın-
ğı tartışmalarda İslâm ü m m e t i n i n ço-
dır. Her ikisinde de Ebû Hanîfe'nin iti-
ğ u n l u ğ u tarafından benimsenen itikadî
kadî tartışmalara girdiği ve henüz oluş-
lü'l-hûrriyye
ue't-tesâmuh
fi'l-lslâm,
rî, e l - İ m â m E b û H a n î f e " 1 ' M £ ' , K / l
Kahire,
(1939), s.
105, 106, 168, 368-371, 420; Abdülalîm, " M a ' r i f e t ü ' l - m e z â h i b " , Mecelle-i
'Ulûm-i
Islâmiyye,
1/1, Tahran 1960, s. 163-177; A b d ü l g a n î Ahm e d Nâcî, " E b û H a n î f e v e
hürriyetü'r-re3y",
ME, X L V I / 3 (1974), s. 3 2 3 - 3 2 8 ; M. Abdürreşîd en-Nu'mânî, " M e k â n e t ü E b î H a n î f e f i ' l - h a d î ş " ,
ed-Dîrâsâtü'l-İslâmiyye,
XXIV/1,
İslamâbâd
1989, s. 2 7 - 6 7 ; Halim Sabit Şibay, " E b û H a n î f e " , İA, IV, 2 0 - 2 8 ; R. Paret. "İstihsan", a.e., V / 2, s. 1 2 1 7 - 1 2 1 9 ; J. Schacht, " A b ü H a n i f a a l N u ' m â n " , El 2 (İng.), I, 123-124; U. F. A b d - A I lah, " A b ü H a n î f a " , Eir., 1, 295-301.
S
MUSTAFA UZUNPOSTALCI
Akaide Dair Görüşleri. HavârİC, Cehmiyye, Mu'tezile, Müşebbihe,
Kaderiy-
ye, Cebriyye, Mürcie ve Şia'nın birer itikadı m e z h e p olarak teşekkül
etmeye
başladığı bir d ö n e m d e yetişen Ebû Hanîfe, akaid ve kelâma dair görüşleriyle Ehl-i s ü n n e t akidesinin oluşmasına zemin hazırlayan âlimlerdendir. Özellikle Basra'da ilâhî sıfatlar, kader, mürtekib-i kebîre ve tekfir gibi ilk dönemin
ilki olduğunu
melerin meydana gelmesi sebebiyle iman esaslarının belirlenmesi için akaid konularının incelenmesini zaruri görmüştür. Ashap döneminde müslümanlar arasında akaide dair bir ihtilâf bulunmadığı halde hicrî I. yüzyılın sonlarından itibaren ortaya çıkan ihtilâflar neticesinde değişik görüş sahiplerinin
birbirini
tekfir edip öldürmeyi câiz görmesi, Ebû Hanîfe'ye göre itikadî esasların Kur'ân-ı Kerim'e ve sahih hadislere başvurularak kesin delillerle belirlenmesini zorunlu hale getirmiştir (el-'Âlim oe'l-müte cal-
lim, s. 11-12). Bu da onun kelâm ilmiyle uğraşmayı doğru bulmadığına ilişkin rivayetlerin sahih olma ihtimalini zayıflatmaktadır. Bu rivayetlerin doğru olabileceğini kabul eden âlimlere göre ise Ebû Hanîfe'nin meşgul olmayı uygun bulmadığı kelâm Kur'an ve S ü n n e t ' e dayanmayan, buna karşılık yabancı kültürlerden etkilenen veya hakkı değil bâtılı savunmayı hedef alan ve ne olursa olsun muarızın görüşlerinin m u t l a k a yanlış olduğunu
göstermeyi amaçlayan
itikadî
tartışmalardır. Sonuç olarak E b û Hanîfe m u t l a k m â n a d a kelâm ilmi aleyhinde
138 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
EBÛ HANÎFE bulunmamıştır (Taşköprizâde, II, 154-159; Beyâzîzâde, s. 35-46). Ebû Hanîfe'nin fıkhı, "kişinin dünya ve âhirette fayda veya zarar göreceği hususlara ilişkin hükümleri bilmesi" şeklinde tarif ederek bunlardan akaide dair hükümleri konu edinen ilme "el-fıkhü'lekber" adını vermesi onun, akaidi amelî hükümleri inceleyen fıkıhtan üstün tuttuğ u n u göstermektedir. Ebû Hanîfe, farklı itikadî telakkilerin çarpıştığı Küfe, Basra, B a ğ d a t ve Hicaz bölgelerini dolaşıp bu yörelerde savunulan görüşleri öğrendikten sonra Kur'an'ı ve Hz. Peygamber'e atfedilen hadisleri incelemek suretiyle İslâm akaidini asıl kaynaklarından belirlemeye çalışmıştır. Kendisiyle tartıştığı muarızı nasları kabul eden biriyse kesin naklî delil, nasları delil saymayan biriyse kesin aklî delil kullanmıştır (Ebü'l-Hayr, s. 134-135). Nitekim mülhidlerle yaptığı tartışmalarda aklî deliller kullandığı gibi muhaliflerini ikna etm e k için "ma'külâtı m a h s û s hale getiren" kıyaslar yapmış, bazan da esaslarına Kur'an'da işaret edilen ihtimalleri tartışma m e t o d u n a başvurmuştur. Akaidde daha çok Kur'an'ı esas alıp ond a n itikadî hükümler çıkarmış, hadisleri de bazan kullanmakla birlikte Kur'an'a aykırı h ü k ü m l e r ihtiva edenlerini uydurm a kabul ederek dikkate
almamıştır.
Zira ona göre Kur'an'a aykırı hükümler taşıyan hiçbir söz Hz. Peygamber'e ait olamaz (el-'Âlim ve'l-müte'allim,
s. 26-
27; Beyâzîzâde, s. 50-70; Ebü'l-Hayr, s. 200-204). Ebû Hanîfe'nin akaid alanında görüşlerinden faydalandığı kişilerin başında Hz. Ali gelir. Zira Ebû Hanîfe, kendisiyle savaşan muhaliflerine "isyankâr kardeşler" adını vermek suretiyle a d a m öld ü r m e gibi büyük bir günahı işleyenlerin dahi m ü m i n olduğuna hükmetmesinden ö t ü r ü Hz. Ali'yi itikadî problemlere çözüm getiren ilk âlim olarak görm ü ş ve onun bu m e t o d u n d a n önemli ölçüde faydalandığını açıklamıştır ( Risale, s. 69). Ehl-i beyt'e m e n s u p âlimlerden Zeyd b. Ali, M u h a m m e d el-Bâkır, Ca'fer es-Sâdık ve Abdullah b. Hasan b. Hasan ile g ö r ü ş ü p akaid konularında onlardan istifade
etmiş, ashaptan
Abdullah
b.
Mes'ûd, M u â z b. Cebel, tâbiînden Hasan-ı Basrî, Atâ b. Ebû Rebâh, Saîd b. Müseyyeb, Ömer b. Abdülazîz gibi âlimlerin görüşleri de onun itikadî düşüncelerine şekil vermiştir. Bunlardan başka Hüseyin b. Hâris ve Ebü'l-Kâsım el-Cedelî'den de faydalandığı nakledilir.
Ebû Hanîfe'nin itikadî görüşlerini, ta-
vân, Şeytânüttâk, Hişâm b. Hakem gi-
lebeleri Ebû Yûsuf, Ebû Mutî' el-Belhî
bi kelâmcıların aynı terimleri kullandık-
ve Ebû Mukâtil es-Semerkandî tarafın-
ları ve Ebû Hanîfe'nin de Cehm b. Saf-
dan yazılıp nakledilen el- cÂlim
vân ve Şeytânüttâk ile münazaralar yap-
ve'l-müte'allim, el-Fıkhü'1-ekbeı, el-Fıkhü'lebsat, er-Risâle, el-Vaşıyye adlı akaid risalelerinin yanı sıra t a b a k a t ve menâkıb kitaplarından tesbit e t m e k mümkündür. Bununla birlikte onun itikadî görüşlerini hatasız olarak belirlemek oldukça güçtür. Ebû Hanîfe'nin itikadî cephesini inceleyen müellifler, söz konusu kaynaklarda bazan aynı konuda kendisine farklı görüşler nisbet edilmesini, akaid risalelerinin bizzat kendisi tarafından yazılmayıp talebelerince kaleme alınması ve bu risâlelerde araz, cevher, zât, sıfat, mûcize, k e r â m e t gibi daha sonraki dönemlerde ortaya çıktığı kabul edilen terimlerin yer alması sebebiyle ona aidiyetlerinin tartışmalı olmasını, risalelerin bazı yazma nüshalarında değişik bilgilerin yer almasını ve dolayısıyla eserlerine sonradan bazı ilâvelerin yapılmış olma ihtimalini, onun itikadî görüşlerini belirlemeyi zorlaştıran âmiller arasında zikrederler. Her şeyden önce t a b a k a t ve menâkıb kitaplarında Ebû Hanîfe'yi övme ve yerme hususunda ifrat ve tefrite varan aşırı değerlendirmelerin yapıldığı, bu arada taraftarlarına göre onun Hz. Peygamber'in övgüsüne m a z h a r olan bir kişi, muhaliflerine göre ise tekfir edilmesi gereken zararlı bir bid'atçı olarak gösterildiği dikkati çekmektedir. Bu da söz konusu kaynaklardaki bilgilerin ihtiyatla karşılanmasını gerekli kılan bir husustur. Nit e k i m Ebü'l-Muzaffer el-İsferâyînî, Kaderiyye ve Râfiza'ya m e n s u p bazı kimselerin kendi bâtıl inançlarını terviç etm e k amacıyla onları Ebû Hanîfe'ye nisbet ettiklerini kaydetmiştir (et-Tebşîr, s. 185). Talebelerince ona atfedilen akaid risâlelerine bazı ilâveler yapılmış olmasına rağmen bunların ana hatlarıyla ona ait görüşleri ihtiva ettiği hususu ittifaka yakın bir kanaat halindedir. Ebû Hanîfe ile öğrencilerinin akaide dair görüşlerini naklettiğini belirten Ebû Ca'fer etTahâvî'nin c Aiode'sindeki görüşlerle söz konusu risâlelerdeki görüşlerin büyük çapta benzerlik arzetmesi de b u n u teyit etmektedir. İlgili risâlelerde yer alan araz, cevher, zât, sıfat, mûcize ve ker â m e t terimleri bunlara sonradan ilâve edilmiş olabileceği gibi Ebû Hanîfe'nin bunlardan bahsetmiş olması da uzak bir ihtimal değildir. Zira onun döneminde yaşayan Ca'd b. Dirhem, Cehm b. Saf-
tığı bilinmektedir. Ebû Hanîfe'nin itikadî görüşlerini şöylece özetlemek mümkündür: 1. Ulûhiyyet. B ü t ü n varlıklar Allah tarafından yoktan (lâ min şey') yaratılmıştır. Göklerin ve dünyanın şaşmaz bir düzene sahip olması, varlıkların bir halden başka bir hale dönüşmesi, çocuğun güzel bir e n d a m ile ana karnından çıkması, bilgili ve hikmet sahibi ulu bir yaratıcının mevcudiyetini gösteren apaçık delillerdir. Akıl, azgın dalgalar arasında seyreden bir geminin yetenekli bir kaptanı olmadan yoluna devam etmesini imkânsız g ö r d ü ğ ü gibi kâinatın da bilgili ve her şeye gücü yeten bir yaratıcısı olmadan var olup düzenli şekilde devam etmesini m u h a l görür (Beyâzîzâde, s. 7585). Her insan bunları düşünerek Allah'ın var olduğunu idrak edebilir. Bundan dolayı dinî bir davetle karşılaşmasa bile yetişkin ve akıllı her insan Allah'a inanmakla y ü k ü m l ü d ü r . Akıl y ü r ü t m e k suretiyle Allah'a isim ve sıfat nisbet edilem e z ; O sadece zâtına nisbet ettiği isim ve sıfatlarla nitelendirilebilir. O'nun ilim, irade, hayat, kudret, kelâm, sem', basar gibi zâtî; yaratma, rızık verme, diriltme, öldürme gibi fiilî sıfatları vardır. Sıfatları zâtından ayrılmaz. B ü t ü n isim ve sıfatları ezelî olup hiçbiri hâdis değildir. İlâhî fiiller ezelî olmakla birlikte bu fiillerle meydana gelenler (mef'ul) hâdistir. Allah araz ve cisim değildir, dengi ve benzeri yoktur (Beyâzîzâde, s. 90-127, 212219). Sayı itibariyle değil eşi ve benzeri b u l u n m a m a s ı itibariyle birdir. İlâhî zatın yanı sıra sıfatların hiçbiri de yaratıklara ve sıfatlarına benzemez. İhlâs sûresi bunu ifade etmektedir. Naslarda Allah'a atfedilen yed, nefs, vech, nüzul gibi sıfatların keyfiyeti bilinemez. Bunlar ne yaratıklara ait organ ve fiillere benzetilebilir, ne de i'tizâl ehlinin yaptığı gibi te'vil edilerek açıklanabilir. Zira "yed"i kudretle açıklamak örneğinde olduğu gibi bu sıfatları te'vil e t m e k onları ilâhî sıfat olmaktan çıkarır. Allah ihtiyaç duymaksızın göklerin ü s t ü n d e bulunan arşa istivâ etmiştir. Bir m e k â n d a bulunmaya m u h t a ç olmayan Allah zâtıyla değil ilmî ve ilâhî yardımıyla yaratıklarının yanındadır (Ebû Hanîfe, el-Vaşıyye, s. 73; Beyhakî, s. 540, 572; Beyâzîzâde, s. 186198). Allah dilediği şekilde ve keyfiyeti bizce bilinmeyen bir tarzda
müminler
139 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
EBÛ HANÎFE tarafından cennette görülecektir (Dâri-
el-Kamer 54/49, 52-53; Yûnus 10/34, 99)
ği dinlerin temel prensipleri tevhid esa-
mî, s. 15).
ve hadislerde (el-Muvatpa\ "Kader", 14;
sına dayalı t e k bir sistem oluşturmak-
Bazı kaynaklarda Ebû Hanîfe'nin Al-
Tirmizî, "îmân", 4) her şeyin yaratılmadan
la birlikte fer'î hükümleri (şeriat) farklı
lah'a mâhiyet atfettiğine dair rivayetler
önce yazıldığı ve meydana gelen şeyle-
olabilmiştir (Beyâzîzâde, s. 198-200, 311-
yer almışsa da bunların sahih olmadığı
rin bu yazıya göre gerçekleştiği açıkça
336). Allah'a inandığı halde son peygam-
kabul edilmiştir (Teftâzânî, Şerhu'l-Ma-
belirtilmiştir. Allah Teâlâ hayır ve şer
berin nübüvvetini benimsemeyen kimse
kâşıd, II, 50; krş. Makdisî, I, 84-85).
dahil vuku bulacak her şeyi ezelî ilmiyle
Allah'a da iman e t m e m i ş sayılır. Çünkü
bilmiş ve ilmine göre vasfederek levh-i
ona iman e t m e k Allah'ın emirlerinden
2. Halku'l-Kur'ân. Bu konuda Ebû Hanîfe'ye nisbet edilen görüşler farklı olup üç noktada toplanabilir, a) Kur'an'ın sadece Allah kelâmı olduğuna
inanmak
gerekir, m a h l û k olup olmadığı hususunu t a r t ı ş m a k câiz değildir (Temîmî, I, 175-176). b) Kur'an mahlûktur, zira Allah'ın dışındaki her şey yaratılmıştır. Nitekim yaratılmış bir şeye yemin e t m e k câiz olmadığından Kur'an'a yapılan yemin geçerli sayılmamıştır (Hatîb, XIII, 383-384; Ali Sâmî en-Neşşâr, s. 238). c)
m a h f û z a yazmıştır (Beyâzîzâde, s. 266-
biridir (en-Nisâ 4/65). Dolayısıyla Allah'a
279). Bununla beraber müminleri ima-
i m a n eden herkesin Hz. M u h a m m e d ' i n
na, kâfirleri de küfre zorlamamış, her-
nübüvvetini de kabul etmesi gerekir (Ebû
kese fiillerini iradeleriyle gerçekleştir-
Hanîfe, el-'Âlim ue'l-müte'allim,
m e imkânı tanımıştır. Zira Allah herke-
yâzîzâde, s. 318-336).
sin kaderini, kendi iradeleriyle gerçekleştirecekleri şekilde yazmıştır. Bundan dolayı kişi annesinden m ü m i n veya kâfir (saîd veya şakî) olarak d o ğ m a z ; mümin iken kâfir, kâfir iken m ü m i n olabilir (Zebîdî, II, 9).
s. 23; Be-
S. Âhiret. Kabir azabı haktır; zira Kur'ân-ı Kerîm'de b u n a işaret edilmiştir (etTevbe 9 / 1 0 1 ; et-Tûr 52/47). Kabir azabına inanmayanlar Cehmiyye mensuplarıdır. İnsanların ö l ü m d e n sonra diriltilmeleri ve amellerinin tartılması hak-
Kur'an Allah kelâmı olup m a h l û k değil-
Kulların fiillerini yaratan Allah'tır, kul
tır. Kıyamet alâmetlerinden kabul edi-
dir, f a k a t Kur'an'ı telaffuz edişimiz ve
ise fiil yapmayı diler ve onu icra eder.
len deccâlin çıkışı ile Hz. îsâ'nın nüzûlü,
onu yazışımız m a h l û k t u r (Ebü Hanîfe, el-
Eğer kul fiillerinin yaratıcısı olsaydı on-
ayrıca cennetle cehennemin ebedîliği ko-
Fıkhü'l-ekber, 179).
ları dilediği şekilde yapabilmesi ve her
nularında Ebû Hanîfe'ye farklı görüşler
dilediğini gerçekleştirebilmesi
nisbet edilir. Deccâlin çıkışı ve Hz. îsâ'-
s. 58; Beyâzîzâde, s. 175-
gerekir-
Kur'an'ın m a h l û k olduğu g ö r ü ş ü n ü ilk defa Ebû Hanîfe'nin ortaya attığını ileri süren ikinci rivayet ya onu k ö t ü l e m e k isteyenlerce uydurulmuştur veya eksiktir. Ebû Hanîfe belki de ilk defa Kur'an'ı telaffuz edişin m a h l û k olduğunu söylemiş, fakat muhalifleri bunu "Kur'an mahlûktur" şeklinde eksik olarak nakletmişlerdir. Eğer Ebû Hanîfe Kur'an'ın mahlûk olduğunu savunmuş olsaydı bazı görüşlerini eleştiren Buhârî'nin bu husust a da onu eleştirmesi gerekirdi. Halbuki Buhârî, halku'l-Kur'ân konusuna ayırdığı Halku ef câli'l- cibâd adlı eserinde Ebû Hanîfe'ye böyle bir görüş nisbet etmemiş, Eş'arî de Makâlât'ında Kur'an'ın m a h l û k olduğunu kabul edenler arasında Ebû Hanîfe'yi zikretmemiştir. Birinci
di. Fiillerini y a p m a gücü (istitâat) fiilden
nın nüzûlü el-Fıkhü'l-ekber'e
önce değil fiil anında kullara verilmiştir.
m a nüshaların bir kısmında yer alma-
Kul fiili yapma anından önce bu güce sa-
maktadır. Ebû Hanîfe'nin itikadî görüş-
lıdır. Zira ona göre gözün güneşe bak-
ka yok olması gerektiğine inandığı riva-
rivayetin ise halku'l-Kur'ân tartışması-
ması m ü m k ü n olmadığı gibi aklın da ka-
yet edilmektedir (Hatîb, XIII, 399-400;
der ve kulların fiilleri konusunu nihaî çö-
Vehbî Süleyman Gâvecî, s. 38-39). Ancak
z ü m e kavuşturması m ü m k ü n
değildir
Ebû Hanîfe, bu görüşü ortaya atan Cehm
(Beyâzîzâde, s. 150-165, 182-183, 243-254;
b. Safvân'ı tekfire kadar varan bir ten-
Ebü'l-Hayr, s. 170-178).
kide tâbi t u t t u ğ u n a göre b u n u n kendi-
na girmeyi uygun görmediği dönemdeki g ö r ü ş ü n ü yansıtmış olması muhtemeldir. Üçüncü rivayet Ebü Hanîfe'nin nihaî görüşü olmalıdır. Nitekim bazı kaynaklar, Ebû Yûsuf'un hocasıyla altı ay halku'l-Kur'ân konusunu tartıştığını ve sonunda onunla, "Kur'an Allah kelâmıdır, m a h l û k değildir, m a h l û k olduğun u söyleyen kâfirdir" görüşünde karar kıldıklarını kaydetmektedir (Hatîb, XIII, 383-384; Beyhakı, s. 321-322). Bu da Ebû
ait yaz-
hip bulunsaydı Allah'a m u h t a ç olmazdı-,
lerini yansıtan beş risâlesini bir araya
halbuki Kur'an'da kulların her an Allah'a
toplayıp yeniden düzenleyen Beyâzîzâ-
m u h t a ç oldukları bildirilmiştir (Fâtır 35/
de A h m e d Efendi'nin eserinde d e söz
15; Muhammed 47/38). İstitâat, fiilini
konusu kıyamet alâmetlerine yer veril-
gerçekleştirmesinden sonra da kula ve-
memiştir. Bu da deccâlin çıkışı ve Hz.
rilmiş olamaz; zira bu takdirde fiilin is-
îsâ'nın nüzûlü konusunun Ebû Hanîfe'-
titâatsız meydana gelmesi gerekir ki bu
nin
muhaldir. Kulda istitâat yaratmakla Al-
ihtimalini güçlendirmektedir. Akaid ri-
lah kulun fiilinin hâlikı, kul ise bu istitâ-
salelerinde belirtildiğine göre Ebû Hanî-
atı hayır veya şer yönünde kullanmakla
fe cennet ve cehennemin ebedî olduğu-
fiilin kâsibidir. B ü t ü n bu açıklamalara
nu kabul eder ( el-Vaşıyye, s. 75; el-Fık-
risâlelerine
sonradan ilâve edildiği
r a ğ m e n Ebû Hanîfe kader problemini
hü'l-ekber, s. 62). Diğer bazı kaynaklar-
hürriyet-zarûret çelişkisinden kurtara-
da ise cennet ile cehennemin ebedî ol-
rak çözemediğinin farkına varmış olma-
madığına ve yaratılan her şeyin mutla-
4. Nübüvvet. Nübüvvetin gerçekliği ilâhî bir ilhamla kavranabilir. Şöyle ki Allah, peygamberin ilâhî kaynağa dayan-
sine nisbet edilmesinin yanlış olduğunu söylemek m ü m k ü n d ü r . Şu var ki Ebû Hanîfe cennetin ebedîliğine delil getir-
dırarak verdiği bilgilerin doğruluğu hu-
diği halde cehennemin ebedîliğini ispat-
susunda insanların kalbinde bir k a n a a t
layan herhangi bir delil zikretmemiştir
ve bir itminan yaratır. Bununla birlikte
Hanîfe'nin halku'l-Kur'ân konusundaki g ö r ü ş ü n ü n bazı değişiklikler geçirdiğini
peygamberlerin gösterdikleri mûcizeler
gösterir.
k a m e r * mûcizesi ve mi'racı bu t ü r olay-
de haktır. Hz. Peygamber'in i n ş i k â k u ' l lardandır. Peygamberler şirkten, büyük
3. Kader. Kâinatta meydana gelen her
ve küçük günahlardan korunmuştur. An-
şey ilâhî takdir ve kazâya göre cereyan
cak k ü ç ü k hata (zelle) işlemeleri müm-
eder. Zira Kur'ân-ı Kerîm'de (meselâ bk.
kündür. B ü t ü n peygamberlerin getirdi-
(el-Fıkhü'l-ebsat, s. 52). İbn Kayyim'in Münzir b. Saîd'den yaptığı bir nakilde belirtildiğine göre Ebû Hanîfe ve mensupları, Âdem'in yaratıldığı cennetin dünya bahçelerinden biri olduğu kanaatini taşıyorlardı (Hâdi'l-ervah, s. 53-54). Buna karşılık el-Fıkhü'l-ebsat'ta cennet ile cehennemin elan yaratılmış bulun-
140 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
EBÛ HANÎFE d u ğ u belirtilmekte ve Allah'ın her şeyi
lıp oruç t u t a r ve diğer ilâhî buyrukları
t u m u n a aykırıdır. Bu d u r u m a göre tek-
yarattığını bildiren âyet (el-En'âm 6/102)
yerine getirir. Nitekim Kur'ân-ı Kerîm'-
fir ettiği kimse h ü k m ü apaçık olan bir
buna delil gösterilmektedir.
de kişiden önce i m a n etmesi, sonra da
esası inkâr etmiş olmalıdır. Ebû Hanî-
6. İman-Günah Meselesi. Ebû Hanîfe'-
iyi işler yapması istenmek suretiyle iman
fe'ye göre Hz. Peygamber'in ebeveyni kâ-
ye nisbet edilen görüşlere göre iman bil-
amelden ayrı t u t u l m u ş t u r (el-Mâide 5 /
fir olarak değil fıtrat* üzere ölmüştür.
gi, tasdik ve ikrar unsurlarından oluşur.
69; el-Mü'min 40/40). Hayız ve nifas ha-
Her ne kadar bazı kaynaklarda b u n u n
Bir insanda imanın gerçekleşmesi için
lindeki kadınlardan bazı farzların sâkıt
aksini ifade eden bir görüş kendisine
onun şüpheden arınmış kesin bilgiye sa-
olması da bunun delillerinden birini teş-
nisbet edilmişse de b u n u n bazı risâlele-
hip olmasının yanı sıra bu bilginin doğ-
kil eder.
ruluğunu kesin olarak tasdik etmesi ve
rindeki istinsah hatasından kaynaklan-
Ebû Hanîfe'ye göre g ü n a h
işlemek
dığı tesbit edilmiştir
m ü m i n i i m a n d a n çıkarmaz. Çünkü Kur'-
te'âllim,
rekir ( el- cÂlim ue'l-müte'allım,
an'da, zina eden ve a d a m öldürenlerden
257-258).
s. 11; İbn
(el-'Âlim
ue'l-mü-
s. 7; Vehbî Süleyman Gâvecî, s.
bu kararını sözlü olarak açıklaması geHazm, III, 227, 228; Ebü'l-Hayr, s. 183).
i m a n vasfı nefyedilmemiş
ue'l-
8. İmâmet. Devlet başkanının, mümin-
İman için bunların hiçbiri tek başına ye-
lerin bir araya gelip istişarede bulun-
201-202). Bununla birlikte Ebû Hanîfe'-
müte'allim, s. 27-28), zerre miktarı hayır işleyenlere b u n u n karşılığının verileceği bildirilmiştir. Hz. Ali de kendisiyle savaşanları m ü m i n olarak adlandırmıştır. Eğer g ü n a h işlemek m ü m i n i imandan çıkarmış olsaydı şirkten sonra günahların en büyüğü sayılan a d a m öldürm e fiilini işleyenleri Hz. Ali'nin kâfir kabul etmesi gerekirdi. Bu aynı z a m a n d a ashabın telakkisini de yansıtmaktadır (Ebü'l-Hayr, s. 190). Müminlerin günahları sebebiyle âhirette tâbi tutulacakları m u a m e l e ise Allah'a bırakılmalıdır; dilerse affeder, dilerse azaba uğratır. Buna göre sadece peygamberlerin ve naslarda haklarında açıklama bulunan kimselerin d o ğ r u d a n cennete gireceklerine hükmedilebilir (Ebû Hanîfe, el-'Alim ve'l-
nin, m ü m i n vasfını k a z a n m a k için mâri-
müte'allim,
f e t ve tasdiki yeterli görmesini ( el-'Âlim
hîd, s. 382-383). M ü m i n bir kimsenin kararlı bir ifade ile, "Ben gerçekten müm i n i m " demesi gerekir; zira i m a n şüph e kabul etmez. Hz. İbrâhim'in imanını bu şekilde ifade etmesi (el-Bakara 2 / 260) b u n u n bir delilidir.
terli değildir. Aksi halde kalben tasdik etmedikleri halde inandıklarını söyleyen münafıkların ve Hz. M u h a m m e d ' i n gerçek peygamber
olduğunu
bilmelerine
rağmen nübüvvetini tasdik etmeyen Ehl-i kitap'ın m ü m i n sayılması gerekir. Halbuki Kur'an'da gerçeği tasdik etmemekt e direnen münafıklarla Ehl-i kitap kâfir s t a t ü s ü n d e t u t u l m u ş t u r (el-Münâfıkün 6 3 / 1 ; el-Bakara 2 / 1 4 6 ; el-En'âm 6 / 20). Yine Kur'an'da, gerçeği dilleriyle ikrar etmelerinin
karşılığı olmak
üzere
Ehl-i kitap'tan bazılarının cennetle mükâfatlandınldığının
bildirilmesi
(el-Mâi-
de 5/85), dille ikrarın imanın unsurlarından biri olduğunu gösterir (Bezzâzî, II,
ve'l-müte'allim,
s. 31) dikkate alarak mâ-
rifet ve tasdiki aslî, ikrarı da tâli birer unsur olarak gördüğünü söylemek mümkündür. Zira ona göre dil ile ikrar dünyevî hükümlerin uygulanması için gereklidir. Baskı altında inandığının aksini ifade eden kimsenin m ü m i n kabul edilmesi d e b u n u göstermektedir. Ebû Hanîfe'nin bazı ifadelerinden anlaşıldığına göre [a.g.e„ s. 11, 17-18) kalben tasdik imanın aslî unsurunu teşkil ettiğinden i m a n d a a r t m a ve eksilme olmaz; dolayısıyla peygamberler ve melekler dahil bütün müminlerin imanı aynıdır veya birbirinin benzeridir. Onun, imanın artıp ekşiteceği telakkisini benimsediği
nakle-
diliyorsa d a bu rivayet i m a n hakkındaki u m u m i telakkisine aykırı düşmektedir. Çünkü i m a n d a a r t m a ve eksilme olabilmesi için amelin onun unsurlarından birini teşkil etmesi gerekir. Halbuki Ebû Hanîfe'ye göre amel imanın bir cüzü olmayıp dinî hayatta i m a n d a n sonra yer alan bir unsurdur. Kişi n a m a z kılıp oruç t u t t u ğ u n d a n dolayı Allah'a ve Peygamber'e inanmış değildir, aksine Allah'a ve Peygamber'e iman ettiği için n a m a z kı-
s. 18; M â t ü r î d î ,
(el-'Âllm
Kitâbü't-Tev-
7. Tekfir. Ebû Hanîfe'ye göre insanlar kendi beyanlarına, ibadet şekillerine ve dinî a l â m e t sayılan kıyafetlerine bakılarak tekfir edilebilirler (el-'Âlim ue'l-mü-
te'allim, s. 24). M ü m i n olduğunu söylemekle birlikte ilâhî sıfatları inkâr eden veya bunları yaratıkların sıfatlarına benzeten, kadere inanmayan, Kur'an'da açıkça belirtilen hükümleri kabul etmeyen, g ü n a h işlemeyi helâl sayan ve Kur'an'ın bir harfini bile inkâr eden kimse tekfir edilir. Ancak Kur'an'ı tefsir veya te'vil ederek hükümler çıkaran, yahut Hz. Peygamber'e nisbet edilen hadislere dayalı bazı itikadî hususları benimsemeyen kimse tekfir edilemez ( el-Fıkhü'l-ebsat, s. 37-38; Beyâzîzâde, s. 105-106, 149, 200, 278, 307). Bazı kaynaklarda, Ebû Hanîfe'nin Kur'an'ı farklı şekillerde te'vil eden muhaliflerini tekfir ettiği nakledilirse de (İbnü'l-Hümâm, s. 323-324) bu onun tekfir konusundaki m ü s a m a h a k â r tu-
maları yoluyla seçilmesi gerektiğini kabul eden Ebû Hanîfe'ye göre Hz. Ebû Bekir ve Ömer'den sonra Hz. Ali ashabın en faziletlisidir; muhalifleriyle olan anlaşmazlıklarında da haklıdır (Nevbahtî, s. 14). Hilâfete, idareyi zorla ellerine geçiren Emevî ve Abbâsîler'in değil ümmetin işlerini düzeltmek isteyen Ali evlâdı daha lâyıktır. Bu kanaatine bağlı olarak Ebû Hanîfe, İ m a m Zeyd'in ve Ehl-i beyt'e m e n s u p kişilerin mevcut idareye karşı giriştiği mücadeleleri meşrû kabul etmiş, hatta onlara destek vermiştir. Fakat buna dayanarak bazı Şiî yazarların iddia ettiği gibi (M. Rızâ el-Hakîmî, s. 347-348) Şîa'nın i m â m e t anlayışını benimsediğini söylemek m ü m k ü n değildir. Zira Ebû Hanîfe i m â m e t i nasla
Ehl-i
beyt'e verilmiş bir hak olarak görmemiş, sadece d ö n e m i n d e Ehl-i beyt'e m e n s u p olanları i m â m e t e diğerlerinden daha lâyık kabul etmiştir (İnâyetullah İblâğ, s. 190-191; M. Ebû Zehre, s. 160-165). Buna karşılık onun, ashabın faziletini fiilî bir d u r u m olan hilâfet sırasına göre değerlendirmek gerektiği ve zorla da olsa idareyi eline geçiren halifeye itaatin luzumlu olduğu kanaatini taşıdığı da nakledilmektedir. Ancak Ebû Hanîfe'nin Hz. Ali'ye ve evlâdına karşı bir temayülü bulund u ğ u sezilmekte ve idareyi zorla eline geçirenlere karşı direnen Ehl-i beyt mensuplarına destek verdiği herkesçe kabul edilmektedir. Kendi risâleleriyle hakkında bilgi veren kaynakların incelenmesinden anlaşıldığına göre İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe İslâm dünyasında meydana gelen siyasî, fikrî ve itikadî zümreleşmeler sonunda Kur'ân-ı Kerîm'e ve ona aykırı olmayan sahih hadislere dayanıp İslâm akaidini belirlemeye çalışan erken devir mütefekkirlerinin başında yer almıştır. Naklin yanında aklı ihmal etmemiş, itikadî meseleleri açıklamak için aklî kıyaslar yapmış, düşüncesini Kur'an, sahih ha-
141
Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
EBÛ HANÎFE dişler ve ashabın ileri gelenlerinin anlayışları şekillendirdiği için yabancı kültürlerin tesirinden uzak kalmıştır. İslâm akaidinin ana meseleleri etrafındaki görüşleri âlimler arasında büyük yankılar uyandırmış, bu görüşlerin büyük bir kısmı, başta Mâtürîdiyye olmak üzere Selefiyye ve Eşa'riyye âlimlerince benimsenerek geliştirilmiştir. Mülhidlere karşı Allah'ın varlığını ispatlamak için başvurulan ve esaslarına Kur'ân-ı Kerîm'de işaret edilen, daha sonra "ihtirâ"' ve "inâyet" diye adlandırılan aklî delilleri bilindiği kadarıyla ilk defa o kullanmış, âlemin "lâ min şey'"den yaratıldığını söylemiş, ayrıca Allah'a "şey'iyyet" izâfe ederek bir anlamda hâricî mevcudiyeti bulunduğuna yine ilk defa o temas etmiştir. Ebû Hanîfe, zât-sıfat ayırımı yaparak ilâhî sıfatlan muhtemelen ilk defa zâtî ve fiilî kısımlarına ayırıp hepsinin kadîm olduğunu savunmuş, böylece Cehmiyye ve Mu'tezile'nin sıfat anlayışını reddetmiştir. Bir taraftan haberi sıfatlara "bilâ keyf" iman edilmesi gerektiğini söylemek suretiyle Selefe öncülük etmiş, diğer taraftan bunların bir kısmını üstü kapalı, bir kısmını da açıkça te'vil ederek teşbih ve ta'tîl akîdesine alternatif bir görüş ortaya koymuştur. Ebû Hanîfe, halku'l-Kur'ân konusunda Cehmiyye ve Haşviyye arasında mûtedil bir görüşü savunarak daha sonra Ehl-i sünnet kelâmcılarınca yapılan lafzî ve nefsî kelâm ayırımına zemin hazırlamıştır. Kadere imanı gerekli görüp kulun iradesiyle fiil yapma gücüne sahip kılındığını kabul etmiş, insanın m ü m i n iken kâfir, kâfir iken mümin olabileceğini söyleyerek cebir anlayışından uzaklaşmış, imanı tasdik, mârifet ve ikrar unsurlarına dayandırmakla iman için mârifeti yeterli gören Cehmiyye'yi ve sadece ikrarı kâfi gören anlayışları reddetmiş, amelin imandan ayrı olduğunu ve dolayısıyla artıp eksilmeyeceğini ortaya koymakla da Selefiyye, Mu'tezile ve Havâric'e muhalefet etmiştir. Böylece akaidin ana meselelerinde mûtedil bir itikadî sistemin temellerini atarak çoğunluğun mensup olduğu Ehl-i sünnet mezhebinin oluşmasına öncülük yapmıştır. Nitekim imanın artıp eksilmesi, iman-İslâm ilişkisi, imanda istisna gibi önemsiz sayılabilecek bazı hususlar dışında Mâlik b. Enes, Şâfiî, Ahmed b. Hanbel onun görüşlerini paylaşmışlardır. Ebû Hanîfe'nin akaide dair görüşlerini Ebû Ca'fer et-Tahâvî daha çok Selef anlayışı çerçevesinde, Ebû Mansûr el-
Mâtürîdî ise kelâm statüsü içinde açıklayıp yaymışlardır. Daha sonra Mâtürîdfyi takip eden âlimlerce geliştirilen bu muhteva günümüze kadar taşınmış ve Mâtürîdiyye adıyla meşhur olmuştur. Osmanlı kazaskerlerinden Beyâzîzâde Ahmed Efendi, Ebû Hanîfe'nin akaid risalelerini önce el-Uşûlü'l-münîfe li'l-İmâm Ebî Hanîfe adlı eserde kelâmî tertibe göre düzenleyip bir araya getirmiş, ardından da îşârâtü'l-merâm min zibârâti'l-lmâm (Kahire 1949) adlı kitabıyla bunu şerhetmiştir. Ebû Hanîfe'nin itikadî cephesini İnâyetullah İblâğ el-lmâmü'l-a'zam Ebû Hanîfe el-mütekellim adlı eserinde, Muhammed Ebû Zehre Ebû Hanîfe adlı kitabının bir bölümünde, Ebü'l-Hayr Muhammed Eyyûb Ali de c Akidetü'l-îslâm ve'l-İmâm el-Mâtürîdî isimli çalışmasının yarısına yakın kısmında incelemiştir. İbnü's-Sübkî, Ebû Hanîfe ile Ebü'l-Hasan el-Eş'arî arasındaki ihtilâflar hakkında Manzûmetü'nnûniyye fi'l-'akâ'id (Kaside fil-ihtilâf beyne Ebî Hanîfe ue'l-Eş carî) adıyla bir risâle yazmış (Süleymaniye Ktp., Reîsülküttâb Mustafa Efendi, nr. 297), Ali el-Kârî Edilletü mutekadi Ebî Hanîfe fî hakkı ebeveyi'r-Resûl (Süleymaniye Ktp., Damad İbrâhim Paşa, nr. 298/4) adlı risâlesinde, Ebû Hanîfe'nin Hz. Peygamber'in ebeveyninin imanı konusundaki görüşlerini delillendirmiş, Debbağzâde Mehmed Efendi Risâle fî beyâni kavli Ebî Hanîfe (Süleymaniye Ktp,, Kılıç Ali Paşa, nr. 1040), Saçaklızâde Mehmed Risâle fî tavzîhi kavli Ebî Hanîfe (Millet Ktp., Ali Emîrî, nr. 938), Dârendeli Muhammed b. Ömer Risâle fî îzâhı kavli Ebî Hanîfe (Süleymaniye Ktp., Şehzade Mehmed, nr. 110/4) adlı risalelerinde iman konusundaki görüşlerine açıklık getirmeye çalışmışlardır. Ebû Hanîfe, imanın artıp eksilmeyeceği ve bütün müminlerin imanının benzer olduğu, bu sebeple de kişinin, "Ben inşallah müminim" değil, "Ben hakkıyla müminim" demesinin gerektiği tarzındaki görüşlerinden ötürü Selef akîdesine mensup hadis âlimlerince şiddetle eleştirilmiştir. Ayrıca bunlar, yalancı kabul edilen bazı râvilerin nakillerine dayanarak Ebû Hanîfe'nin İbn Ebû Leylâ, Süfyân es-Sevrî gibi âlimler tarafından iki defa küfürden tövbe etmeye davet edildiğine ve bid'atçı olduğu için görüşlerine itibar edilmeyeceğine ilişkin rivayetlere de eserlerinde yer vermişler, onu bazan Cehmiyye'ye, bazan da Mürcie'ye nisbet etmişlerdir.
Mevcut kaynaklara göre Ebû Hanîfe'yi tenkit edenlerin başında Buhârî gelmektedir. Buhârî el-Câmi'u'ş-şahîh'inin bab başlıklarında isim zikretmeden, "Kale ba'zu'n-nâs" (insanlardan biri şöyle dedi) ifadesini kullanarak Ebû Hanîfe'yi tenkit etmiş (Buhârî, "îmân", 36; Vehbî Süleyman Gâvecî, s. 203-265), diğer eserlerinde de onun İslâm dinine zarar veren Mürcie'ye mensup olduğuna ilişkin rivayetleri zikretmiştir (et-Târîhu'l-kebîr, VIII, 81; M. Rızâ el-Hakîmî, s. 343). Hadisçilerden İbn Hibbân, Ebû Hanîfe'nin aleyhindeki zayıf rivayetleri naklettikten sonra hakkında görülen rüyalara dayanıp onu akîdesi bozuk bir kişi olarak göstermeye çalışmıştır (Kitâbü l-Mecrûhîn, III, 63-72). Muhaddislerin Ebû Hanîfe'yi eleştirmesinde, nakil yanında akla da başvurmasının etkili olduğu kabul edilmektedir. Esasen bunların, yalancılıkla itham edilen râvilerin nakillerine dayanarak Ebû Hanîfe'yi kötülemeleri kendi metotlarına aykırıdır, rüyalara başvurmalarının ise hiçbir ilmî değeri yoktur. Zâhid Kevserî, bu rivayetlerin Ebû Hanîfe'ye muhalif olan ehl-i bid'at mensuplarının gayretiyle uydurulup yayıldığını kabul eder (et-Terhîb, s. 299-307). Mezhep tarihçilerinden Ebü'l-Hasan el-Eş'arî, Ebû Hanîfe'yi Mürcie'nin dokuzuncu fırkasının kurucusu olarak göstermiş (Makâlât, s. 138-139), Nevbahtî ve Ebû Hâtim er-Râzî de onu Mürcie'nin Amr b. Kays el-Mâsır'ın (el-Mâzır) öncülüğünü yaptığı Mâsıriyye (el-Mâzıriyye) fırkasına mensup biri olarak tanıtmışlardır (Fıraku'ş-Şfa, s. 7; Kitâbü'z-Zîne, s. 269). Âlimler arasında Ebû Hanîfe'nin Mürcie'ye nisbet edilişini, bu mezhebin mensuplarından Gassân el-Kûfî tarafından yapılan bir rivayete bağlayanlar bulunduğu gibi bunu Ebû Hanîfe'nin iman görüşüyle irtibatlandıranlar da vardır. İkinci gruba göre Ebû Hanîfe, günah işleyenlerin mümin olduğunu savunup akıbetlerini âhirete bırakması veya Allah'ın iradesine havale etmesi (ircâ) sebebiyle ilk defa Hâricîler'den Nâfi' b. Ezrak, daha sonra da Mu'tezile âlimleri tarafından mürciî olarak nitelendirilmiş, bu sebeple mezhep tarihçileri de bunlara uyarak onu Mürcie'den göstermişlerdir. Gerçi Ebû Hanîfe'nin akaid risalelerinde "ircâ" terimi, günah işleyenlerin akıbetini ilâhî iradeye havale etme anlamında kullanılmıştır ( el-'Âlim ue'l-müte'allim, s. 24). Ancak bunun mezhepler tarihi kaynaklarında tarifi yapılan ve iman eden kişiye günah işlemenin hiçbir zarar verme-
142 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
EBÛ HANÎFE eliğini temel görüş olarak benimseyen Mürcie ile bir ilgisi yoktur. Öyle olsaydı akidesini benimseyip nakleden öğrencileri de aynı görüşü savunurlardı. Halbuki onlar Mürcie'yi eleştirmişlerdir. Ebû Hanîfe'nin, günah işleyenlerin m ü m i n old u ğ u n a dair görüşünün Selefiyye de dahil olmak üzere b ü t ü n Ehl-i sünnet'çe benimsendiği dikkate alınırsa onun Mür-
c
alâ Dırâr ve Cehm ve Ebî Hanîfe ve Hafs îi'l-mahlûk'u ile (İbnü'n-Nedîm, s. 204) Şeyh Müfîd'in Risâle fi't-teşnî' c alâ Ebî Hanîfe'si de (A. Fâzıl el-Kâinî, s. 399) Ebü Hanîfe'yi eleştiren eserlerdendir.
Ebû Hanîfe, el-'Âlim
ve'l-müte'ailim
cie'ye nisbet edilişinin, mezheplerle ilgili
mın
kavramların o devirde henüz yerleşme-
3 3 ; a.mlf., el-Fıkhü'l-ebsat(a.e.
mesinden
5 4 ; a.mlf., el-Fıkhü'l-ekber
kaynaklandığı
ortaya
çıkar.
Esasen Ebû Hanîfe d ö n e m i n d e yeni teşekkül etmeye başlayan Ehl-i s ü n n e t
(nşr.
M . Z â h i d Kevserî, trc. M u s t a f a Ö z , imam-1 Azaiçinde), İstanbul
Eseri
6 4 ; a.mlf., er-Risâle a.mlf., el-Vaşıyye
1981, s. 11içinde), s. 37-
(a.e. içinde), s. 58-
(a.e. içinde), s.
67-69;
(a.e. içinde), s. 7 2 - 7 5 ; el-Mu-
" K a d e r " , 14; Buhârî, "îmân", 36; a.mlf.,
vatta',
mezhebi için bu ad henüz kullanılmadı-
et-Târîhu'T
ğından akaid meselelerinin her biriyle
şağlr, H, 43, 100, 2 3 0 ; Tirmizî, " î m â n " , 4 ; Dâri-
ilgili olarak Ehl-i sünnet âlimlerine fark-
mî, er-Red
lı isimlerin verildiği de bilinmektedir. Nit e k i m Mu'tezile âlimleri, ilâhî sıfatlara
VIII, 8 1 ; a.mlf.,
kebîr,
et-Târîhu'ş-
s. 15; Nevbahtî. Fıra-
'ale'l-Merîsî,
s. 7, 10, 14; Ebû Hâtim er-Râzî, Ki-
ku'ş-Şfa, tâbü'z-Zîne
(nşr. A b d u l l a h S e l l û m es-Sâmerrâî,
el-Ğulüv
ve'l-fıraku'l-Ğâliye
Bağdad
içinde),
ilişkin görüşlerinden dolayı Ehi-i sünnet
1982, s. 269; Ebû Bekir el-Âcurrî, eş-Şerî'a
âlimlerine Müşebbihe, kulların fiilleri ve
M. Hâmid
kadere dair görüşlerinden ö t ü r ü Mücbi-
Mâtürîdî, Kitâbü't-Teuhîd,
re veya Cebriyye adını vermişlerdir. Mâtürîdî de insanların irade hürriyeti ve fiil y a p m a gücü bulunmadığını savunan
Te'vîlât
el-Fıkı), Beyrut 1983, s.
hî irade ve kudrete havale edenlere Mür-
bü'l-Meerûhîn,
cie demektedir (Te'uüât, s. 98). Ebû Ha-
el-Fihrist
sünnet'e en yakın âlim olarak kabul eder
(el-Faşl, II, 265 ; III, 228). Şehristânî ise Ebû Hanîfe'nin, g ü n a h işlemenin mümine zarar vermediğini ve imanın yeterli olduğunu iddia eden Mürcie'den sayılmadığını belirtmiş, aksine g ü n a h işleyen kişinin Allah'ın azabından korkması gerektiğini savunduğundan onu Ehl-i sünnet Mürciesi'nden kabul etmiştir (elMilel, I, 141, 146). Ebû Hanîfe'nin Cehmiyye'den sayılması da isabetli değildir. Zira Müşebbihe ve Haşviyye'ye m e n s u p âlimlerin ilâhî sıfatlar konusunda tenzihi benimseyen herkesi Cehmiyye'ye nisbet ettiği bilinmektedir. Ayrıca Ebû Hanîfe'nin Cehmiyye'yi şiddetle tenkit ettiği sahih rivayetlerle sabittir (meselâ bk. İbn Hibbân, III, 15; Beyhakî, s. 321).
(Ritter), s. 36-39,
cAkide
(nşr. Arif Aytekin),
İstanbul, ts. ( S e h a Neşriyat), s. 3 7 - 5 5 ; Makdisî,
el-Bed'
ren İbn Hazm, onu Mürcie içinde Ehl-i
I, 8 4 - 8 5 ; İbn Hibbân, Kitâ-
ve't-tarîh,
III, 15, 6 3 - 7 2 ;
İbnü'n-Nedîm,
( T e c e d d ü d ) , s. 204, 2 2 4 ; Kâdî Abdül-
cebbâr, Fadlü'l-i'tizâl
ve
tabakâtü'l-Mu'tezile
(nşr. F u â d Seyyid), Tunus 1 3 4 3 / 1 9 7 4 , s. 250, 253, 2 6 6 ; Bağdâdî, üşûlü'd-dîn,
s. 258, 3 0 8 ;
Hüseyin b. Ali e s - S a y m e r î , Ahbâru
Ebî
Ebû Hanîfe hakkında naklettiği bilgilere güvenilemeyeceğini ispat e t m e k için
Te'nîbüî-Hatîb 'alâ mâ sâkahû îî tercemeti Ebî Hanîfe mine'l-ekâzîb adıyla bir eser yazmış, Abdurrahman b. Yahyâ el-Yemânî el-Muallimî Ta clîkâtü'ttenkîl bi-mâ fî Te'nîbi'l-Kevserî mine! -ebâtîl adlı kitabında Kevseri'ye cevap vermiş, Kevserî de buna et-Terhîb bi-nakdi't-Te'nîb adlı eseriyle karşılık vermiştir. Ebü'l-Hüzeyl el-Allâf'ın Kitâb
Hanî-
fe ve aşhâbih,
Beyrut 1976, s. 45-46, 8 3 ; İbn
Hazm, el-Faşl
(Umeyre), II, 2 6 5 ; III, 227, 2 2 8 ;
Beyhakî, el-Esmâ'
ve'ş-şıfât,
5 7 2 ; Hatîb, Târîhu
Bağdâd,
s. 321-322, 540,
4 1 5 ; İbn Abdülber, el-İntika,
1 6 4 - 1 6 5 ; N e s e f î , Tebşıratü'l-edille,
müdde'î
yâzîzâde A h m e d Efendi, fşârâtü'l-merâm
min
(nşr. Yûsuf A b d ü r r e z z â k ) , Kahi-
'İbârâti'l-İmâm
re 1949, s. 19-46, 50-150, 165-336; Zebîdî, İtII, 5, 6, 8, 9, 13, 14; Manastırlı
hâfü's-sâde,
İsmail Hakkı, Mevâhibü'r-rahmân
Ebî
Hanîfe
en-Hu'mân,
fî
menâkıbi'T
İstanbul 1310,
s. 7, 13-15, 92, 154, 173, 183, 2 0 1 - 2 0 2 ; İnâyetullah İblâğ, el-İmâmul-A'zam
Ebû
Hanîfe
el-
Kahire 1971, s. 21, 38-48, 139-163,
mütekellim,
166-185, 190-191; M. Ebû Zehre, Ebû
Hanîfe,
Kahire 1976, s. 21-24, 160-180; Ali Sâmî enNeşşâr, Neş'etü'l-fikri'l-felsefî
Ka-
fi'l-İslâm,
hire 1977, s. 2 2 7 - 2 4 1 ; S e m î r e Muhtâr el-Leysî, Beyrut
Cihâdü'ş-Şî'a,
1978, s. 2 1 7 - 2 1 8 ;
Zâhid Kevserî, Te'nîbul-Hatîb,
M.
Beyrut 1 4 0 1 /
1981, s. 12, 52-87, 107-109~, 125, 154-155, 176, 240; a.mlf., et-Terhîb bi-nakdi't-Te'nîb
(Te'nî-
içinde), s. 2 9 9 - 3 0 7 ; M. Watt,
bü'l-Hatîb Düşüncesinin
İslâm
Devri (trc. E. Ruhi Fığ-
Teşekkül
lalı), Ankara 1981, s. 148, 167, 169, 177, 2 3 3 ; Ebü'l-Hayr M. Eyyûb Ali. 'Akîdetü'l-İslâm
Imâm
Rızâ el-Hakîmî, Leule's-senetân
fiu'mân
ue'l-
Dakka 1983, s. 8 9 - 2 3 0 ; M.
el-Mâtürîdî,
le-heleke'n-
[baskı yeri yok), 1985, s. 260-261, 343,
347-348, 3 8 4 - 3 8 5 ; Ali A b d ü l f e t t â h el-Mağribî,
Imâmü
ehli's-sünne
ue'l-cemâ'a
Ebû
Mansûr
Kahire 1985, s. 2 0 - 2 2 ; A. Fâzıl el-
el-Mâtürîdî,
Kâinî, Mu'cemü
mü'ellifi'ş-Şî'a,
Kum
s. 3 9 9 ; Vehbî Süleyman Gâvecî, Ebû
1405,
Hanîfe
en-
Dımaşk 1 4 0 7 / 1 9 8 7 , s. 38-39, 203-
Hu 'mân,
2 6 5 ; A h m e d Emîn, Duha'l-İslâm,
Beyrut, ts.,
II, 178-180, 197-198; III, 3 2 1 - 3 2 2 ; Hüseynî Abdülmecîd Hâşim, el-İmâmul-Buhârî,
Kahire, ts.,
s. 1 9 2 - 1 9 3 ; Yusuf Ziya Yörükan, " İ s l â m A k a i t Sisteminde Gelişmeler v e İmam Ebû Hanîf e " , AÜİFD,
II-IV (1953), s. 75, 77, 78, 127, 129;
Halim Sabit Şibay, " E b û H a n î f e " , İA, IV, 25. S
Y U S U F ŞEVKİ Y A V U Z
Kayseri Râ-
(Kîlânî), I, 141, 146; M u v a f f a k b. A h m e d
el-Mekkî, Menâkıbü
min
İstanbul 1294, s. 129, 143; Be-
Kahire 1350, s.
şid Efendi Ktp., nr. 496, vr. 236=; Şehristânî, el-
Milel
Fir'aun,
XIII, 331, 3 7 6 - 4 0 0 ,
Beyrut 1 4 0 1 /
Ebî Hanîfe,
1981, s. 51-53; Sâbûnî, el-Bidâye,
s. 71, 85, 87,
8 9 ; İsferâyînî, et-Tebşîr (nşr. K e m a l Y û s u f Hüt),
Literatür. Hanefî mezhebinin
oluşum
ve gelişimiyle birlikte Ebû Hanîfe'nin hayatını anlatan, görüşlerinin tenkidini ihtiva eden veya yapılan tenkitlere cevap
Beyrut 1983, s. 183, 184, 185, 195; îsâ b. Sey-
veren birçok eser kaleme alınmış, bu
f e d d i n el-Hanefî, er-Red 'alâ
alanda geniş bir literatür meydana gel-
Ebî Bekir
el-Hatîb
Beyrut, ts. (Dâru 1-Kütübi'l-ilmiy-
el-Bağdâdî,
ye), s. 5 2 - 5 9 ; Zehebî, A'lâmun-nübelâ', 397, 4 0 0 ; a.mlf.,
efrâh,
ilâ
bilâdi'l-
Kahire, ts. ( M e k t e b e t ü Nehdati'l-Mısriy-
fi'l-'akâ'id,
mudıyye,
miştir. Kâtib Çelebi ile ( Keşfü'z-zunûn, II, 1836-1839) Fuat Sezgin (GAS |Ar.[, 1/3, s. 33-37) bu konuya dair otuz civarında eserin adını verirler. Son d ö n e m d e yapı-
Manzûmetü'n-nû-
lan çalışmalarla birlikte Ebû Hanîfe'yle
Süleymaniye Ktp., Reîsülküt-
ilgili 100'e yakın eserin kaleme alındı-
ye), s. 5 3 - 5 4 ; İbnü's-Sübkî,
niyye
VI,
I, 4 4 0 ; İbn
Mîzânü'l-i'tidâl,
Kayyim el-Cevziyye. Hâdl'l-eruâh
tâb, nr. 297, vr. 5 4 ' - 5 6 b ; Kureşî,
Zâhid Kevserî, Hatîb el-Bağdâdî'nin
Bağdad
(nşr. M . M ü s t e f î z ü r r a h m a n ) ,
ve dolayısıyla kulların b ü t ü n fiillerini ilâ-
nîfe'nin i m a n hakkındaki tarifini eleşti-
(nşr.
146-148;
s. 3 8 2 - 3 8 3 ; a.mlf.,
1983, s. 9 8 ; Eş'arî, Makâlât 63, 138-139; Tahâvî,
îmâni
Imâm
BIBLIYOGRAFYA:
Beş
298, vr. 3 3 ' ; a.mlf., Ferrul-'avn
I, 6 1 ; T e f t â z â n î , Şerhu
5 0 ; a.mlf., Şerhul-'Akâ'
el-Ceuâhirü'll-Makâşıd,
II,
id, İstanbul 1973, s.
157; Bezzâzî, Menâkıbü!-İmâmi'l-A'zam vaffak b . A h m e d el-Mekkî, Menâkıbü
(Mu-
Ebî
Hanî-
fe içinde), Beyrut 1 4 0 1 / 1 9 8 1 , II, 2 0 1 - 2 0 2 ; İbnü'l-Vezîr, îşârü'l-hak
'ale'I-halk,
Beyrut 1403/
1983, s. 4 0 4 ; İbnü'l-Hümâm, el-Müsâyere,
Ka-
ğı söylenebilir. Bunların başlıcaları şunlardır: A) Basılmış Olanlar. 1. Ebû Yûsuf, İh-
tilâfü Ebî Hanîfe
ve İbn Ebî Leylâ (nşr.
Ebü'l-Vefâ el-Efgânî, Kahire 1938). 2. İbn Ebû Şeybe, Rudûd
c
alâ Ebî Hanîfe
(nşr.
hire 1317, 323-324, 3 2 7 ; İbn Hacer e l - H e y t e -
M. Zâhid Kevserî, Kahire 1360). 3. Hüse-
mî, el-Hayrâtul-hisân,
yin b. Ali es-Saymerî, Ahbâru
Beyrut 1983, s.
100;
II, 67,
154-
Taşköprizâde,
Miftâhu's-sa'âde,
2 0 8 ; Temîmî,
et-Tabakâtü's-seniyye,
I, 113,
126-127, 147-148, 175-180; Ali el-Kârî, Edille-
tü mu'tekadi Resûl,
Ebî
Hanîfe
fî hakkı
ebeveyi'r-
Süleymaniye Ktp., Damad İbrâhim, nr.
nîfe ve aşhâbih
Ebî Ha-
(Haydarâbâd 1974; Bey-
rut 1976). 4. İbn Abdülber en-Nemerî, el-
İntikâ 3
fî
ti!-fukahâ"
fezâ'ili'ş-şelâseti'l-e'imme(Kahire 1350). S. Muvaffak
143 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
EBÛ HANÎFE b. Ahmed el-Mekkî el-Hârizmî, Menâkıbü Ebî Hanîfe (Haydarâbâd 1321, 1326; Beyrut 1981). 6. Tsâ b. Ebû Bekir b. Eyyûb, es-Sehmü'l-muşîb fi'r-red 'ale'lHatîb (Kahire 1932; diğer adı Kitâbü'r-Red 'alâ Ebî Bekr el-Hatîb el-Bağdâdî, Beyrut 1985). 7. Sıbt Îbnü'l-Cevzî, el-lnüşâr ve'ttercîh li-mezhebi'ş-şahîh (Kahire, ts.). 8. Zehebî, Menâkıbi! Ebî Hanîfe (nşr. M. Zâhid Kevserî — Ebü'l-Vefâ el-Efgânî, Kahire 1366). 9. Bezzâzî, Menâkıbü'lİmâmi'l-A'zam Ebî Hanîfe (Haydarâbâd 1321; Beyrut 1981; Türkçe tercümesi ; Muhammed b. Ömer el-Halebî, Terceme-i Menâkıb-ı İmâm-ı A'zam, Süleymaniye Ktp., Düğümlü Baba, nr. 523). 10. Süyûtî, Tebyîzü'ş-şahîfe fî menâlubi! İmâm Ebî Hanîfe (Haydarâbâd 1317, 1334). l l . Ş â m î , 'Uküdü'l-cümân fî menâkıbi Ebî Hanîfe en-Nu'mân (nşr. Muhammed Molla el-Efgânî, Mekke 1398-1399). 12. İbn Hacer el-Heytemî, el-Hayrâtü'lhisân fî menâkıbi! - İmâmı 1-A" zam Ebî Hanîfe en-Nu'mân (Kahire 1304, 1311, 1326; Beyrut 1983; Türkçe tercümesi: Manastırlı İsmâil Hakkı, Meuâhiburrahmân fî menâkıbi'n-Nu mân, İstanbul 1310). 13. Ali el-Kârî, Menâkıbü!-İmâmi'l-A'zam (Haydarâbâd 1332). 14. Muh a m m e d Murtazâ ez-Zebîdî, 'Uküdü!cevâhiri!-münîfe fî edilieti mezhebi!İmâm Ebî Hanîfe (İskenderiye 1290; İstanbul 1309). 1S. Nûreddin Mustafa b. M u h a m m e d Emîn el-Hüseynî, el-Metâlibü'l-münîfe fi'z-zebbi 'ani!-İmâm Ebî Hanîfe (Bağdad 1911, 1990). 16. M. Zâhid Kevserî, en-Nüketü't-tarîfe fi'ttehaddüs 'an rudûdi İbn Ebî Şeybe 'alâ Ebî Hanîfe (Kahire 1365); Akvemü'lmesâlik fî bahsi rivayeti Mâlik 'an Ebî Hanîfe (Kahire 1360); Te* nîbü'l - Hatîb 'alâ mâ sâkahû fî tercemeti Ebî Hanîfe mine'l-ekâzîb (Kahire 1942; Beyrut 1981). 17. Abdülevvel el-Kanpûrî, en-Nevâdirü'l -münîfe bi - menâkıbi! - İmâm Ebî Hanîfe (Kanpur 1310). 18. Muhammed Ali b. Gulâm Muhammed, el-Cevâhirü'l-erba'a (Farsça, Madras-Hindistan 1272). 19. Abdülkuddûs el-Kâdirî elBengalûrî, Tezkiretü'n-Nu'mân (Bengalur 1312). 20. Ahmed Reşid Paşa, İmâm-ı A'zamm Siyâsî Terceme-i Hâli (İstanbul 1328). 21. Şemseddin Sivâsî, Menâkıb-ı İmâm-ı A'zam (manzum, İstanbul 1291). 22. Zafer Ahmed et-Tehânevî, Ebû Hanîfe ve aşhâbühü'l-muhaddişûn (müellifin İ' lâ* ü's-sünen'i içinde |I. cild, III. cüz| Karaçi, ts.). B) Yazma Olanlar. 1. Abdullah b. Hüseyin en-Nâsihî, el-Muhtelef
beyne Ebî
Hanîfe ve'ş-Şâfi'î (Süleymaniye Ktp., Bağdatlı Vehbi Efendi, nr. 464). 2. Ebû İshak eş-Şîrâzî, el-Muhtasar fî ma'htelefe fîhi Ebû Hanîfe ve'ş-Şâfi'î (Süleymaniye Ktp., Bağdatlı Vehbi Efendi, nr. 507). 3. Ebü'l-Fazl Bekir b. Muhammed ez-Zerencerî, Menâkıbü Ebî Hanîfe (Süleymaniye Ktp., Kasîdecizâde, nr. 677). 4. Sadreddin Muvaffak b. M u h a m m e d elHâssî, el-İbâne fi'r-red 'alâ men şenne'a 'alâ Ebî Hanîfe (el-İbâne fi'z-zeb 'an mezhebi!-İmâm Ebî Hanîfe, Süleymaniye Ktp., Şehid Ali Paşa, nr. 1567). S. Şemsüleimme el-Kerderî, er-Red 'alâ men yü'ânidü Ebâ Hanîfe ve aşhâbeh (Süleymaniye Ktp., Şehid Ali Paşa, nr. 779; eserin diğer adları; el-Fevâ* idü'l-mühimme fı'z-zebbi 'an Ebî Hanîfe, er-Red ve'lintişâr li-EbîHanîfe imâmi fukahâ* il-emşâr, Sezgin, [Ar.], 1/3, s. 35). Gazzâlî'nin e i - M e n M i ' d e k i görüşlerine cevap mahiyetindedir. 6. Abdülazîz el-Buhârî, Risâle fî tahtı* eti! - İmâmi! - Gazzâlî Ebâ Hanîfe (Süleymaniye Ktp., İbrâhim Efendi, nr. 860). 7. Bâbertî, en-Nüketü'z-zarîfe fî tercîhi mezhebi Ebî Hanîfe (Süleymaniye Ktp., Esad Efendi, nr. 3613; diğer adı er-Risâletü'n-nadire li-mezhebi'lİmâmi'l-A'zam Ebî Hanîfe, Sezgin, [Ar.], 1/3, s. 35). 8. Ebü'l-Kasım Abdülalîm b. Ebû Kasım, Kalâ'idü 'uküdi'd-dürer ve'l-ikyân fî menâkıbi Ebî Hanîfe enNu'mân (Süleymaniye Ktp., Hamidiye, nr. 1176). 9. Ali el-Kârî, Risâle fi'r-red 'alâ men zeyyefe mezhebe Ebî Hanîfe (Süleymaniye Ktp., Âşir Efendi, nr. 409; Esad Efendi, nr. 1690). İmâmüT-Haremeyn elCüveynî'nin Hanefî mezhebine karşı tenkitlerine cevap olarak kaleme alınmıştır. 10. Şehâbeddin Ahmed b. Muhammed el-Hamevî, Tezhîbü'ş-şahîfe binuşreti!- İmâm Ebî Hanîfe (Süleymaniye Ktp., Esad Efendi, nr. 3631). 11. Ebû Ca'fer Ahmed b. Abdullah eş-Şirmâzî, Risâle fi'l-cevab 'an i 'tirâzâti! - muhalifin li-Ebî Hanîfe (Süleymaniye Ktp., Bağdatlı Vehbi Efendi, nr. 507). 12. Muh a m m e d b. Muhammed b. Bilâl, Risâle fî tercihi mâ zehebe iieyhi Ebû Hanîfe (Süleymaniye Ktp., Serez, nr. 329). 13. İbrâhim b. Hüseyin b. Ahmed Pîrîzâde, Risâle fî mezhebi!-imâm (Süleymaniye Ktp., Âşir Efendi, nr. 420). 14. Müstakimzâde Süleyman Sa'deddin b. Muhammed, Menâkıb-ı İmâm-ı A'zam (Süleymaniye Ktp., Esad Efendi, nr. 2420; Bağdatlı Vehbi Efendi, nr. 1248). 15. Ebü'l-Abbas Ahmed b. Salt el-Hımmânî, Faşl fî menâkıbi Ebî Hanîfe. Ebû Hanîfe'nin menâkıbına dair yazılan ilk eser olarak bi-
linir. 16. Atîk b. Dâvûd el-Yemânî, Kitâbü'l-Beyân ve'l-burhân fî cümelin min feza*ili!-İmâmi'1-A'zam. 17. Hatîb el-Bağdâdî, Menâkıbü!-İmâmi! A'zam. 18. Ebü'l-Kâsım Abdullah b. Muhammed es-Sa'dî, Fezâ'ilü Ebî Hanîfe. 19. Şemsüleimme el-Kerderî, el-Fevâ* idü'l-mühimme fi'z-zeb 'an Ebî Hanîfe (er-Red ue'l-intişâr li-Ebî Hanîfe imâmi fukahâ*i'l-emşâr). Gazzâlî'nin el-Menhûl'deki görüşlerine cevap mahiyetindedir. 20. Ebü'l-Hasan ed-Dîneveri, Menâkıbü Ebî Hanîfe ve aşhâbih. 21. Muh a m m e d b. Muhammed b. Naklb, Menâlubü'l-İmâm Ebî Hanîfe. 22. Ebü'lLeys Muharrem b. Muhammed ez-Zeylaî, Menâkıbü Ebî Hanîfe ve şâhıbeyh Ebî Yûsuf ve Muhammed b. Hasan. 23. Nûh b. Mustafa er-Rûmî, ed-Dürrü'l-munazzam fî menâkıbi!-İmâmi!-A'zam. 24. Abdülgafûr b. Hüseyin b. Ali el-Elmaî, Menâkıbü Ebî Hanîfe (son on eserin nüshaları için bk. GAL [Ar.], III, 235-237; GAS [Ar.], 1/3, s. 33-37). C) Son Dönemde Yapılan Çalışmalar. 1. Seyyid Afîfî, Hayâtü'l-İmâm Ebî Hanîfe (Kahire 1350). 2. Abdülhalîm el-Cündî, Ebû Hanîfe batalü'l-hürriyye ve't-tesâmüh fi!-İslâm (Kahire 1945). 3. M. Ebû Zehre, Ebû Hanîfe hayâtühû ve 'aşruhû-ârâ*ühû ve fıkhuh (Kahire 1947, 1965). Eser Osman Keskioğlu tarafından Ebû Hanîfe adıyla Türkçe'ye tercüme edilmiştir (Ankara 1962). 4. M. Yûsuf Mûsâ, Ebû Hanîfe ve! - kıyemü! - insâniyye (Kahire 1957). S. Muhammed Şiblî Nu'mânî, Sîret-i Nu 'mân. Urduca olan eser, M. Hadi Hussain tarafından imam Abu Hanifah Life and Work adıyla İngilizce'ye tercüme edilmiştir (New Delhi 1988). 6. Ömer b. İshak el-Hindî, el-Gurretü'lmünîfe fî tahkiki'l-İmâm Ebî Hanîfe (Beyrut 1986). 7. M. Rızâ el-Hakîmî, Levle 's - senetân le - heleke 'n - Nu'mân ([baskı yeri yok], 1985). 8. Habîb Ahmed Kîrânevî, Ebû Hanîfe ve aşhâbüh (Beyrut 1989). 9. Vehbî Süleyman Gâvecî, Ebû Hanîfe en-Nu'mân imâmü e*immeti'l-fukahâ* (Dımaşk 1987; Beyrut 1407). 10. İnâyetullah İblâğ, el-İmâmü!-A'zam Ebû Hanîfe el-mütekellim (Kahire 1987). 11. Mustafa eş-Şek'a, el-İmâmü!-A'zam Ebû Hanîfe en-Nu'mân (Kahire-Beyrut 1983). 12. Şâkir Zîb Feyyâz, Ebû Hanîfe beyne!-cerh ve't-ta'dîl (yüksek lisans tezi, 1976, Mekke Câmiatü Ümmilkurâ). 13. Hilmi Merttürkmen, Buhârî'nin Ebû Hanîfe'ye İtirazları (doktora tezi, 1976, Atatürk Üniversitesi İslâmî İlimler Fakültesi). 14. Adil Bebek, İslâm Akaidinde Ebû
144 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
EBÛ HAYSEME el-ENSÂRÎ Hanîfe
ve el-Fıkhü'l-ebsat
(yüksek li-
Hayatı
ve İslâm
Fıkhmdaki
ler Enstitüsü). 16. M a h m o o d Hüseyin Ali,
Hanîfe'nin
İslâm
gili Temel Görüşleri
Hukuku
dis Anlayışı Hadis
Hadis hâfızı, tâbiî.
ile İl-
Ebû Hanîfe'nin
ve Hanefî
Metodu
y'
)
Ebû Hasme Abdullah (Amir) b. Sâide b. Âmir el-Ensârî (ö. 4 1 / 6 6 1 [?]) J
Sahâbî.
L
(doktora tezi, 1988,
İÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü). 17. İsmail Hakkı Ünal, İmam
E B Û H A S M E el-ENSÂRÎ
Ebû Hasîn Osmân b. Asım b. Hasîn el-Esedî el-Kûfî (ö. 128/745-46)
Yeri (doktora tezi, 1986, SÜ Sosyal BilimEbû
r
( j r — j i ' )
tüsü). İS. Mustafa Uzunpostalcı, Ebû Ha-
nîfe'nin
n
EBU HASIN
sans tezi, 1984, MÜ Sosyal Bilimler Ensti-
Ha-
Câhiliye devri Arap şairlerinden Abîd
Medine'de yaşayan Evs kabilesinin Be-
b. Ebras'ın soyundan geldiği rivayet edi-
nî Hârise koluna m e n s u p olup künye-
Mezhebi'nin
lir. Kûfe'deki Esedoğulları'nın en önde
siyle tanınmaktadır. Hz. Peygamber ve-
(doktora tezi, 1989, AÜ
geleniydi. Câbir b. Semüre, Abdullah b.
f a t ettiği z a m a n henüz yedi sekiz yaş-
Abbas, Abdullah b. Zübeyr, Enes b. Mâ-
larında bir sahâbî olan oğlu da Sehl b.
Sosyal Bilimler Enstitüsü). Kaynaklarda Ebû Hanîfe ile ilgili ola-
lik ve Ebû Saîd el-Hudrî gibi sahâbîler-
Ebû Hasme diye anılır. Bazı kaynaklarda
rak yazıldığı bildirilen, ancak nüshaları-
den ve Mücâhid b. Cebr, Şa'bî gibi tabiî-
adının Ebû Hayseme diye zikredilmesi
na henüz rastlanmamış olan bazı eser-
lerden hadis, Yahyâ b. Vessâb'dan da
(İbn İshak, s. 304; İbn Hişâm, III, 65) doğ-
ler de şunlardır: Ebû Ca'fer et-Tahâvî,
arz* yoluyla kıraat tahsil etti. Kendisin-
ru değildir.
Menâkıbü
Ebü'l-Kâsım Mu-
den de Şu'be b. Haccâc, Süfyân es-Sev-
h a m m e d b. Hasan b. Ke's, Tuhfetü's-sul-
rî, Şerîk b. Abdullah, Ebû Avâne el-Vâsı-
Ebî Hanîfe;
Ebû Yahyâ
tî, Süfyân b. Uyeyne gibi âlimler hadis,
Menâkı-
A'meş ise kıraate dair çeşitli rivayetler-
bü Ebî Hanife-, Abdullah b. M u h a m m e d
de bulundu. Küfe'nin en güvenilir dört
es-Sebezmûnî, Keşfü'l-âsâri'ş-şerife
muhaddisinden
tân fî menâkıbi'n-Nucmân-,
Zekeriyyâ b. Yahyâ en-Nîsâbûrî,
menâkıbi
Ebî Hanîfe;
fî
Yûsuf b. A h m e d
el-Mekkî es-Saydelânî, Menâkıbü
Hanîfe;
Ebî
Zahîrüddin el-Mergînânî, Menâ-
kıbü Ebî Hanîfe;
M u h a m m e d b. Ahmed
fî
menâkıbi'n-Nu c
Dürerü'l Şeybe
ani'l-İmâm
Bustân
edilmesine
r a ğ m e n pek az rivayette bulundu. Rivayetleri Kütüb-i
Sitte'de yer almıştır. Elli
yıl süreyle Küfe mescidinde talebe okutan Ebû Hasîn sorulan bir meseleye cevap vermenin önemli ve güç bir iş oldu-
Şekâ'iku'n-nu'mân
ğ u n u söylerdi. Fazla araştırmadan cevap
mân;
Kureşî, c
- münîf e fi'r-red c
kabul
Cârul-
eş-Şuaybî, Menâkıbü'n-Nu'mân; lah ez-Zemahşerî,
biri
alâ İbn
Ebî Hanîfe
verenlere kızar ve, "Bu soru Hz. Ömer'e
Ebî
sorulsaydı Ehi-i Bedir'i istişareye çağı-
ve el-
fî menâkıbi'n-Nucmân
lif el-Ceuâhirü'l-mudıyye'de
ed-
(müel-
(I, 49-63] ikin-
rırdı" derdi.
Uhud Gazvesi öncesinde Hz. Peygamber, kendilerini Uhud'a kestirme yoldan ve düşmanla karşılaşmadan kimin götürebileceğini soruşturdu. Bu göreve tâlip olan Ebû Hasme İslâm askerlerini Hâriseoğulları'nın arazisinden geçirerek Uhud'a g ö t ü r d ü . İbn Ebû Hâtim'in bu kılavuzluk görevini Ebü Hasme'nin oğlu Sehl'in yaptığını ileri sürmesi, Sehl'in o sırada henüz çocuk yaşta olması sebebiyle doğru bulunmamıştır. Ebû Hasme Uhud'dan sonraki gazvelere de katılmış, Hayber'in fethinde süvari olması sebebiyle kendisine iki hisse verilmiştir. Hz. Peygamber, Ebû Hasme'nin mah-
Hz. Osman taraftarı olan Ebû Hasîn
ci eserin özetini vermektedir); Ebü'l-Ka-
yeteneğinden faydalanmış ve onu Hay-
onlara boyun eğmezdi. Son derece mü-
sım Abdülalîm b. Ebû Kasım, er-Ravza-
ber'e zekât takdiri için göndermiştir. Bir
tevazi bir hayat sürdü. Devlet adamla-
tü'l- câliyetü'l-münîfe
menâkıbi'l-
sahâbî onu, kendisine çok zekât takdir
rından birinin kendisine gönderdiği 2000
Şeyh Ebü Saîd, Me-
ettiği iddiasıyla Resûlullah'a şikâyet et-
dirhemi ihtiyacı olmasına r a ğ m e n kabul
miş, ancak Ebû Hasme'nin bu sahâbîye
etmedi. Vefatı sırasında baygınlık geçir-
geçimine yetecek ve hatta fakirlere da-
meye başlayınca, "Biz onlara zulmetme-
ğıtacak kadar mahsul bıraktığını söyle-
dik, f a k a t kendileri zalimdi" (Zuhruf 4 3 /
mesi üzerine Resûlullah kendisini haklı
76) meâlindeki âyeti okumaya başladı.
g ö r m ü ş t ü r (Dârekutnî, II, 135). Onun bu
Birkaç defa baygınlık geçirdiği halde bu
görevi ilk üç halife döneminde de devam
âyeti dilinden düşürmedi.
etmiştir.
İmâm
Ebî Hanîie;
nâkıb-ı
İmâm-ı A'zâm
(Farsça); Osman-
zâde Tâib A h m e d , Menâkıb-ı
A'zam
İmâm-ı
(Türkçe).
BİBLİYOGRAFYA: Hüseyin b. Ali es-Saymerî, Ahbâru
fe ue aşhâbih
Ebî
Hanî-
(nşr. E b ü ' l - V e f â el-Efgânî), Hay-
darâbâd 1974, naşirin önsözü, s. elif-yâ; Kure-
Ebû Hasme'nin, Muâviye devrinin ilk
de vefat etti. 127 (744-45) ve 132 (749-
(41/661) veya son yıllarında (60/680) ve-
Os-
50) yıllarında vefat ettiğine dair rivayet-
f a t ettiği söylenmektedir.
I, 95, 168; II, 117; Kehhâle,
ler de vardır. İbn Hibbân onu tebeu't-tâ-
I-III;
Keşfü'z-zunûn,
I, 8 4 2 ; II, 1287, 1680-1681, 1836-1839, 2 0 1 5 ;
manlı
el-Feuâ'idü'l-behiyye,
Müellifleri,
Mu'cemü'l-mü'ellifîn,
çekinir,
Ebû Hasîn 128 (745-46) yılında Kûfe'-
şî, el-Ceuâhirul-mudıyye, Leknevî,
baskısından
konusundaki
fakat
fî
Emevîler'in
sullerin miktarını takdir
tür.yer.;
I-XV, tür.yer.; Brockel-
BİBLİYOGRAFYA:
biînden kabul etmiştir.
mann, GAL (Ar.), III, 235-237; Sezgin, GAS (Ar.), 1/3, s. 3 3 - 3 7 ; Şiblî Nu'mânî, İmam
fah Life and
Abu
Work (trc. M . H a d i H u s s a i n ) , N e w
Delhi 1988, önsöz, s. IV-X; A h m e t Özel,
Fıkıh
Âlimleri,
92, 127, 135.
HaniHanefî
Ankara 1990, s. 12-13, 33, 65, ı—ı Kil
A L İ BARDAKOĞLU
İbn İshak, es-Sîre, s. 3 0 4 ; Vâkıdî,
BİBLİYOGRAFYA: İbn Sa'd, et-Tabakât,
Târihu'l-kebîr,
E B Û H A N Î F E ed-DÎNEVERÎ (bk. DÎNEVERÎ, Ebû Hanîfe).
n
VI, 160-161; İbn Hibbân, eş-
Cerh
ve't-ta'dîl,
Şikât,
VII; Zehebî, A'lâmun-nübelâVI,
173-174; F
VI, 321-322; Buhârî, et-
VI, 2 4 0 - 2 4 1 ; İbn Ebû Hâtim, el-
4 1 7 ; a.mlf., Târîhu'i
el-Meğâzî,
I, 2 1 9 ; İbn Hişâm, es-Sîre, III, 6 5 ; Taberî. Tâ-
İslâm:
İbnü'l-Cezerî,
sene
B
121-140,
Gâyetü'n-nihâye,
505-506; İbn Hacer, Tehzîbut-Tehzîb, 128; İbnü'l-İmâd, Şezerât,
412-
rih (Ebü'1-Fazl), II, 5 0 6 ; Dârekutnî,
s. 3 4 2 ; İbn Abdülber, el-İstî'âb,
Cemhere,
4 1 ; İbnü'l-Esîr, Üsdü'l-ğâbe, 6 8 ; İbn Hacer, el-İşâbe
I,
VII, 8 5 - 8 6 ; Abdülhay el-Kettânî,
I, 175.
İdâriyye
II,
III, 123, 2 5 3 ; VI,
s.
VII, 126-
es-Sünen,
Beyrut, ts. ( Â l e m ü ' l - k ü t ü b ) , II, 135; İbn Hazm,
(Bicâvî), III, 195-196;
et-Terâtîbü'l-
(Özel), II, 109, 159; Koksal, İslâm Ta-
rihi ( M e d i n e ) , III, 78-79.
A L İ OSMAN ATEŞ
S
İSMAIL L . Ç A K A N
145 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
EBÛ HÂSİM, Abdullah b. M u h a m m e d yeti (el-Milel, I, 150-151) doğru ise bu,
EBÛ HÂŞİM, A b d u l l a h b. M u h a m m e d ( J ^ t o J j
i-
s. 188).
Ebû Hüreyre'yi en çok hadis bilen ve
Resûl-i Ekrem'in yanından ayrılmaması
d a n itibaren İbn Abbas, İbn Ömer, Ebû
gelmektedir.
Saîd el-Hudrî ve Câbir b. Abdullah ile
kendisi kadar hadis rivayet etmedikle-
beraber Medine'de fetva istemek için
rini soranlara söylediği gibi muhacirler
kendisine yöneltilen sorulan
çarşıda ticaretle, ensar da malları ve
hayatının
Diğer sahâbîlerin
neden
sonuna kadar cevaplamaya devam et-
mülkleriyle meşgulken Ebû Hüreyre ehl-i
miştir. Abdullah
boşanma
Suffe'den biri olarak Resûlullah'ın yanın-
konusunda fetva isteyen birini o sırada
d a n ayrılmamış, diğer sahâbîlerin bu-
Hz. Âişe'nin yanında bulunan Ebû Hü-
lunmadığı meclislerde b u l u n m u ş , onla-
reyre ile İbn Abbas'a göndermiş, soru
n n duymadığı hadisleri duyup ezberle-
b. Zübeyr,
sahibi yanlanna gittiği z a m a n ibn Ab-
miş, ilmi yaymayı emredip onu gizleme-
bas meseleyi Ebû Hüreyre'nin hallet-
yi yasaklayan âyetler karşısında bildiği
mesini istemiş, daha sonra da onun fet-
hadisleri rivayet etmeye mecbur olduğu-
vasına katıldığını belirtmiştir (et-Muuat-
nu d ü ş ü n m ü ş t ü r (Buhârî, "el-Harş ve'l-
ta', "Talâk", 39). Ebû Hüreyre aralannda Hz. Ebü Bekir, M u â z b. Cebel, Enes b. Mâlik gibi b ü y ü k sahâbîlerin de bulund u ğ u orta derecede fetva veren on üç kişi arasında sayılmakta, bunlardan her birinin verdiği fetvalann k ü ç ü k bir cüz tutacak hacimde olduğu söylenmektedir (İbn Kayyim el-Cevziyye, I, 12). Onun fetvalannı Takıyyüddin es-Sübkî Fetûvâ Ebî Hüreyre adıyla bir araya getirmiştir.
müzâra'a", 21; Müslim, "Fezâ'ilüş-saha-
Hz. Peygamber zamanında yazı yazmayı bilmediği kesin olan Ebû Hüreyre'-
be", 159, 160). Resûlullah'a en yakın iki sahâbîden Hz. Ebû Bekir Mescid-i Nebevı'ye bir hayli uzak mesafede oturduğ u (Buhârî, "Cenâ 3 iz", 3), Hz. Ö m e r de mescide ancak g ü n aşın gelebildiği hald e Ebû Hüreyre'nin her z a m a n Resûl-i Ekrem'in yanında bulunması ona hadis öğreniminde büyük i m k â n sağlamıştır. İbn Ömer'in Ebû Hüreyre'ye hitaben, "Resûlullah'ın sohbetine en fazla
devam
edenimiz, onun hadislerini en iyi ezberleyenimiz sensin" demesi (Tirmizî, "Me-
162 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
EBÛ HÜREYRE fırsatı hemen değerlendirdiğini anlatmış-
rışmadığı, ayrıca rivayet ettiği hadisle-
tır. Bir başka g ü n duyduklarını ezberle-
rin çoğunun iki üç satır hacminde oldu-
yemediğinden yakınması üzerine Resû-
ğu dikkate alınırsa, onun gibi hadis ri-
lullah ona elbisesini yere yaymasını söy-
vayetine kabiliyetli bir kişinin bu kadar
lemiş, içine iki avucuyla bir şey atar gi-
hadisi ezberlemesi tabii görülür.
bi yaptıktan sonra toplattırmış, Ebû Hü-
Ebû Hüreyre'nin o güne kadar Hz. Pey-
reyre o günden sonra duyduklarını unut-
g a m b e r ' e sorulmayan bazı önemli ko-
mamıştır (Buhârî, " c İlim", 42). Ebû Hürey-
nuları sorup öğrendiği de bilinmektedir.
re, Zeyd b. Sâbit ve bir başka sahâbî
Kıyamet g ü n ü n d e şefaate önce kimin
Mescid-i Nebevî'de dua ve zikirle meş-
nâil olacağını sorduğu zaman Resûl-i Ek-
gulken yanlarına Hz. Peygamber'in ge-
rem kendisini takdir etmiş ve hadis öğ-
lip oturduğu, Zeyd ile diğer arkadaşının
renme aşkıyla bu soruyu ilk defa onun
dualarına ve Ebû Hüreyre'nin
soracağını t a h m i n ettiğini
hatırda
tutulan ilim isteğine âmin dediği, b u n u duyan
arkadaşlarının
aynı
temenniyi
reyre, ileride meydana gelecek bazı si-
kendileri için de istemeleri üzerine Re-
yasî karışıklıkları dahi sorma cesaretini
sûlullah'ın, "Devsli delikanlı sizden önce
göstermiş, f a k a t k ö t ü yöneticilere dair
davrandı" dediği nakledilmektedir (Ne-
olduğu anlaşılan bu hadisleri, "Söyledi-
sâî, es-SürıenÜl-kübrâ,
ğ i m takdirde başım gider" diyerek kim-
111, 440).
Ebû Hüreyre'nin kuvvetli bir hâfızaya sahip olduğu, Medine Valisi Mervân b.
seye anlatmamıştır ( Müsned, V, 139; Buhârî, " c İlim", 42).
Hakem'in yaptığı bir denemeyle de an-
Duyduğu hadisleri başkalarına öğret-
laşılmıştır. Mervân onun b ü t ü n rivayet-
meyi iş edinen Ebû Hüreyre her fırsat-
ve
lerini yazmak istediği zaman Ebû Hürey-
t a hadis rivayet etmeyi meslek haline
sülüs-nesih
re kendisine bir ayrıcalık tanımamış, fa-
getirmiştir. Sahâbîlerin bir araya gel-
E b û H ü r e y r e ' n i n r i v a y e t e t t i ğ i bir h a d i s i i h t i v a e d e n M e h m e d Şevki E f e n d i t a r a f ı n d a n h a z ı r l a n a n
belirtmiştir
(Buhârî, " i l i m " , 33, "Rikâk", 51). Ebû Hü-
k ı t a (TSMK, G ü z e l Yazılar, nr. 3 0 9 / 9 6 )
kat vali olması sıfatıyla daha sonra ken-
diği cuma günleri i m a m mescide girin-
disini huzuruna çağırıp sorduğu birçok
ceye kadar hadis rivayet etmesi (Hâkim,
hadisi perde arkasında saklanan kâtibi-
I, 108; III, 512), onun sahâbîler tarafın-
ne yazdırmış, bir yıl sonra bu hadisleri
dan hadis rivayetinde otorite kabul edil-
Ebû Hüreyre'ye sorduğunda onun hadisnâkıb", 46) bu gerçeği vurgulamaktadır.
leri aynen o k u d u ğ u n u tesbit
Aşere-i mübeşşereden Talha b. Ubey-
(Hâkim, 111, 510). Zehebî'nin de dediği gi-
etmiştir
dullah onun bu y ö n ü n ü takdirle karşıla-
bi herhangi bir hadiste yanıldığı bilinme-
mış, kendilerinin işle meşgul oldukları
mektedir. Ebû Hüreyre'nin güçlü bir hâ-
için Hz. Peygamber'in yanına ancak sa-
fızaya sahip olduğunu gösteren olaylar-
bah a k ş a m gelebildiklerini, Ebû Hürey-
dan biri de tâbiîn muhaddislerinden Mu-
re'nin ise her z a m a n Resûl-i Ekrem ile
h a m m e d b. Umâre b. A m r b. Hazm'in
beraber b u l u n d u ğ u n u , onların duyma-
tesbitidir. İleri gelen on kadar sahâbî-
dığı şeyleri Ebû Hüreyre'nin Allah'ın el-
nin yanında Ebû Hüreyre'nin hadis riva-
çisinden bizzat işittiği konusunda hiç-
yet ettiği bir g ü n bazı sahâbîler onun
bir şüpheye düşmediklerini belirtmiştir
naklettiği bir hadisi daha önce duyma-
(Tirmizî, "Menâkıb", 46). Hz. Ömer de ti-
dıklarını söyleyerek itiraz etmişler, fa-
caretle uğraşmasının bazı olayları duy-
kat aralarında yaptıkları müzakereden
masına engel teşkil ettiğini itiraf etmiş-
sonra hadisi hatırlamışlardır. Bu duru-
tir (Buhârî, "Büyû c ", 9). Ebû Eyyûb el-En-
m u n orada birkaç defa tekrarlandığını
sârî gibi önde gelen sahâbîler Ebû Hü-
gören M u h a m m e d b. Umâre, Ebû Hü-
reyre'den rivayette bulunmuşlar, Resü-
reyre'nin hâfızası en güçlü sahâbî oldu-
lullah'a o kadar yakın olmalarına rağmen
ğu sonucuna varmıştır (Buhârî, et-Târî-
bu sahâbîden hadis rivayet etmelerini
hu'l-kebîr,
yadırgayanlara hak vermemişlerdir.
hadisleri iyi ezberlemesinin sebeplerin-
Devamlı olarak Resûl-i Ekrem'in yanında bulunmasının kendisine sağladığı bazı mânevî imkânlardan söz eden Ebû Hüreyre bir defasında Hz. Peygamber'in, konuşmasını t a m a m l a y a n a kadar elbisesini yere yayıp sonra da toplayan kişinin, kendisinden d u y d u ğ u (veya orada söylediği) sözleri ezberleyeceğini belirtmesi üzerine (Buhârî, "ilim", 42, "Büyû c ", 1; Müslim, "Fezâ'ilü'ş-şahâbe", 159) bu
E b û H ü r e y r e ' n i n rivayet e t t i ğ i bir hadisi ihtiva e d e n v e $ e y h Hamdullah Efendi tarafından hazırlanan m u h a k k a k - r e y h a n ı l e v h a (M. Serin, Hattat Şeyh
Hamdullah,
İstanbul 1992, s. 184)
I, 186-187). Ebü Hüreyre'nin
den bir diğeri de onları yazmadığı için sık sık tekrarlamasıdır. Kendisinden daha çok hadis bilen sahâbînin Abdullah b. A m r b. Âs olduğunu, onun bu meziyetinin hadisleri yazmaktan ileri geldiğini söylemesi de bunu göstermektedir (Buhârî, " i l i m " , 39). Hz. Peygamber hayatta iken evlenmediği, dünya malı biriktirmeyi ve bazı imkânlara sahip olmayı hedeflemediği, siyasî olaylara hiç ka-
163 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
EBÛ HÜREYRE diğini göstermektedir. Çok hadis riva-
bî tanınmış da olsa, onu Resûlullah'tan
mesi (Zerkeşî, s. 77-115), bu tenkitlerin
yet ettiğini ileri sürenlere, rivayetin bir
duyan bir başka şahit getirmedikçe ka-
özellikle onu hedef almadığını göster-
dikkat ve duyduğunu ö ğ r e n m e mesele-
bul etmedikleri bilindiğine göre, onların
mektedir. Ayrıca tenkit konusu olan ha-
si olduğunu
bir tesbitini
Ebû Hüreyre'nin çok hadis rivayet et-
disleri Ebû Hüreyre tek başına rivayet
nakletmiş, sahâbîlerden birine Hz. Pey-
mesini engellemeye çalışmaları kendisi-
etmemiş, meselâ kediyi hapseden kadın-
hatırlatarak
gamber'in bir önceki gece yatsı nama-
ni yalancılıkla itham ettikleri anlamına
la ilgili hadisi İbn Ömer (Buhârî, "Bed'ü'l-
zında hangi sûreleri o k u d u ğ u n u sordu-
gelmez. Nitekim Hz. Ömer, Ebû Mûsâ el-
halk", 16, "Enbiyâ 5 ", 54), ölüye ağlama-
ğ u z a m a n cevap alamadığını, kendisinin
Eş'arTnin bir rivayetine de Ebû Saîd el-
nın onun azap edilmesine sebep olaca-
ise bunları bildiğini söylemiştir (Buhârî,
HudrTyi şahit olarak dinleyene kadar iti-
ğına dair rivayeti Hz. Ömer, İmrân b. Husayn ve İbn Ömer de (Buhârî, "Cenâ'iz",
"el-'Amel fi'ş-şalât", 18). Bir başka husus
bar etmemiştir. Hz. Ali de bizzat duyma-
da Ebû Hüreyre'nin Hz. Peygamber'den
dığı hadisleri rivayet eden sahâbîlerin,
32; Nesâî, "Cenâ'iz", 14, 15) rivayet etmiş-
sonra yaklaşık yarım asır kadar yaşamış
onları Resûl-i Ekrem'den duyduklarına
tir. Ebû
olmasıdır. Resûlullah'ın sağlığında onun
dair yemin
Hz.
ederken Hz. Âişe'nin, "Allah Ebû Hürey-
tarafından halledilen birçok problemin
Ömer'in daha sonra Ebû Hüreyre'yi ha-
re'ye m e r h a m e t etsin!" diye son derece
ç ö z ü m ü n ü vefatından sonra başvuranla-
dis rivayetinde t a m a m e n serbest bırak-
müşfik davranması (Zerkeşî, s. 107), onun
ra anlatmış, böylece rivayetleri daha çok
ması (İbn Kesîr, VIII, 106-107), onun şah-
Ebû Hüreyre'ye karşı menfi bir t u t u m
öğrenilip yayılma imkânı bulmuştur.
sına karşı özel bir tavır takınmadığını
içinde olmadığını göstermektedir. Sahâ-
Ebû Hüreyre'nin rivayet ettiği hadislerin 326'sı hem BuhârFde hem Müslim'de bulunmaktadır. Ayrıca doksan üç rivayeti sadece Buhârî'de, doksan sekizi de (veya 190'ı) sadece Müslim'de mevcuttur. Şahîh-i
Buhârî'deki
rivayetlerinin
t a m a m ı mükerrerleriyle birlikte 1011'dir. A h m e d b. Hanbel onun rivayetlerini
el-Müsned'de
toplamıştır (II, 228-541;
V, 114-115). Onun en güvenilir rivayet zincirinin hangisi olduğu hususunda değişik görüşler vardır. Bazı muhaddisler onun en m u t e b e r rivayetlerinin Zührî - Saîd b. Müseyyeb-Ebû Hüreyre, bazıları Ebü'zZinâd - A'rec - Ebû Hüreyre, bazıları da H a m m â d b. Zeyd - Eyyûb es-Sahtiyânî İbn Şîrîn - Ebû Hüreyre isnadıyla gelenler olduğunu kabul etmişlerdir. Kendisine Yöneltilen Tenkitler, a) Ashabın ve Bazı Tabiîlerin Tenkitleri. Ebû Hü-
etmelerini
istemiştir.
Hüreyre'nin
rivayetini
tashih
göstermektedir. Ayrıca Ömer'in Ebû Hü-
bîler, bildikleri hadisin aksine bir riva-
reyre'nin
ettiğine
yetle karşılaşıp onun râvisini tenkit et-
dair birçok delil vardır. Nitekim Hassân
tiklerinde bile o kimseyi yalancılıkla it-
b. Sâbit, Mescid-i Nebevî'de şiir okuma-
h a m etmeyi düşünmemişler, bazı ifade-
rivayetlerine
itimat
sını engellemek isteyen Hz. Ömer'e Re-
leriyle o râvinin yanılıp hata edebilece-
sûlullah devrinde mescidde şiir okudu-
ğini a n l a t m a k istemişlerdir.
ğunu söyleyip Ebû Hüreyre de bunu doğrulayınca Halife Ömer Ebû Hüreyre'nin şahitliğine itiraz etmemiştir (Müslim, "Fezâ'ilü ş-şahâbe", 151-152). Yine Hz. Ömer, cildine dövme yaptıran kadın hakkında sahâbîlerin bilgisine başvurduğu z a m a n Ebû Hüreyre'nin rivayet ettiği hadisi dinleyip kabul etmiştir (Buhârî, "Libâs", 87). Cehmiyye ve Mürcie taraftarı Bişr b. Gıyâs'ın Ebû Hüreyre aleyhindeki iddalarını reddeden Ebû Osman ed-DârimTnin söylediği gibi Halife Ömer'in Ebû Hüreyre'yi yönetici tayin etmesi, sonra da valilikte kalmasını ondan ısrarla istemesi kendisine güvendiğini göstermektedir
(er-Red cale'l-Merîsi, s. 132-135).
reyre'nin hadis rivayet etmesini en çok
Abdullah b. Ömer gibi son derece müttaki ve mutedil sahâbîlere karşı bile çok hadis rivayet etmesinden
dolayı ken-
dini savunmak zorunda kalan Ebû Hüreyre, İbn Ömer'in cenaze namazının kılınması ve defniyle ilgili bir rivayetinden dolayı, "Ya Ebû Hüreyre, Resûlullah'tan naklettiğin rivayetlere dikkat et!" diye kendisini uyarmasına üzülmüş, onu Hz. Âişe'nin yanına götürerek söz konusu rivayeti bu hadis otoritesine onaylatmıştır. Bunun üzerine İbn Ömer Ebû Hüreyre'yi, Hz. Peygamber ile en çok birlikte bulunan ve hadislerini en iyi ezberleyen sahâbî olarak takdir ve tezkiye etmiş (Müsned, II, 2-3; Tirmizî, "Menâkıb", 46), onun çok hadis rivayet et-
Hz. Ömer'in engellediği söylenir. Ancak
Ebû Hüreyre'nin çok hadis rivayet et-
Ömer sadece Ebû Hüreyre'nin değil bü-
mesine karşı çıkanlardan biri olan Hz.
mesini cesaretine, kendilerinin daha az
t ü n sahâbîlerin a h k â m l a ilgili olmayan
Âişe onu yanına çağırarak görmediği ve
rivayet etmelerini
hadisleri rivayet etmesine karşı çıkmış
duymadığı bazı rivayetlerin hesabını sor-
korkmalarına
(Abdürrezzâk es-San anî, XI, 262), böylece
m a k istemiş, Ebû Hüreyre de, "Anacı-
510). Abdullah b. Ömer, ö l ü n ü n arka-
Kur'an'ın ihmal edilmesine,
ğ ı m ! Ayna, sürme ve güzel koku gibi şey-
sından
ler beni oyalayıp da bu rivayetleri Resû-
nı söylediği z a m a n kendisine Ebû Hü-
ruhsat'la
ilgili rivayetlerin tembelliğe yol açması-
ise hata
bağlamıştır
ağlamanın
doğru
etmekten (Hâkim,
III,
olmayacağı-
na, anlaşılması güç bazı hadislerin zihin-
lullah'tan duymama engel olmadı" deyin-
reyre'nin ağlamaya cevaz veren bir ha-
leri karıştırmasına m â n i olmak istemiş-
ce Âişe, "Belki de öyledir" (Zehebî, A'lâ-
dis rivayet ettiği haber verilmiş, b u n u n
tir. Hz. Ömer'in, çok hadis rivayet et-
mü'n-nübelâII, 604-605) diyerek kendisine hak verdiğini ifade etmiştir. Hz. Âişe'nin Ebû Hüreyre'yi çok hadis rivayet etmesi sebebiyle ikaz etmesini onun aleyhinde y o r u m l a m a k doğru değildir. Zira Âişe, aralarında dört halifenin de bulunduğu bazı sahâbîleri rivayetlerindeki kusurlar sebebiyle eleştirmiştir. 1000'den fazla hadis rivayet eden yedi sahâbî arasında yer alan Abdullah b. Abbas'ın sekiz, Abdullah b. Ömer ile Ebû Hüreyre'nin on birer rivayetini tenkit et-
mekten vazgeçmediği takdirde Ebû Hüreyre'yi geldiği yere (Devs'e) göndermekle tehdit ettiği (Ebû Zür'a ed-Dımaşkı, I, 544), ona Halife Osman'ın da böyle bir haber gönderdiği söylenmektedir (Râmhürmüzî, s. 554). Bu iki halifenin, daha önce duymadıkları hadisleri rivayet eden b ü t ü n sahâbîlere karşı sert davrandığı, hatta Ebû Bekir ile Ömer'in, Hz. Peygamber'den bizzat duymadıkları bir hadisi nakleden sahâbînin rivayetini, bu sahâ-
üzerine kanaatinden hemen vazgeçmiştir (Müsned, II, 110). Yine İbn Ömer, avl a n m a k ve sürüyü k o r u m a k maksadıyla köpek beslenebileceğine dair hadisi okuyunca kendisine, Ebû Hüreyre'nin tarla beklemek için de köpek beslenebileceğini söylediği haber verilmiş, o da tarlaları bulunan Ebû Hüreyre'nin konuyu daha iyi bileceğini ifade e t m e k maksadıyla, "Ebû Hüreyre'nin tarlası var" demiştir (Müslim, "Müsâkât", 46, 58). Fakat Ebû Hüreyre'yi eleştirenler, Abdullah b.
Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
EBÛ HÜREYRE Hüreyre'yi
b) Şiîler'in Tenkidi. Daha sonraki asır-
Eş'arî, Ebû Mes'ûd el-Ensârî, Cerîr b. Ab-
tarlası olduğu için böyle bir hadisi uy-
Ömer'in bu sözleriyle, Ebû
larda Ebû Hüreyre'yi hedef alan iddia-
dullah el-Becelî, Mikdâd b. Esved gibi
durmakla itham ettiğini ileri sürmüş-
ların ilki, bilindiği
Mu'tezile
sahâbîlerle onlardan rivayette bulunan
lerdir. Ebû Hüreyre hakkında, "O ben-
âlimlerinden Nazzâm'a (ö. 231/845) da-
tâbiîlerin Ebû Hüreyre aleyhinde her-
den daha hayırlıdır, rivayet ettiklerini
yanmaktadır. Ancak çağdaşı İbn Kutey-
hangi bir şey söylememeleri, bu kişile-
de daha iyi bilir" diyen (İbn Hacer, el-Işâ-
be'nin "ahlâksız, gece g ü n d ü z içki içip
rin Ebü Hüreyre'de tenkit edilecek bir
be, VII, 438) ve sözü edilen hadisi daha sonra "tarla köpeği" ilâvesiyle bizzat rivayet eden (Müslim, "Müsâkât", 56-58, 61) İbn Ömer'in Ebû Hüreyre'yi itham ettiğini söylemek şaşırtıcıdır. Nitekim daha önce duymadıkları bir hadisi ilk defa Ebû Hüreyre'den duyan İbn Ömer gibi bazı sahâbîlerin, o sözün Resûlullah'a ait olduğunu anladıktan sonra Ebû Hüreyre'yi takdir etmeleri ashabın onu itham etmeyi düşünmediğini ortaya koymaktadır. Ayrıca bir kısmı sahâbî, geri kalanı tâbiî olmak üzere 800 kişinin Ebû Hüreyre'den rivayette bulunması onun yalancılıkla itham edilemeyeceğinin bir başka delilidir.
fuhuş
nitelendirdiği
t a r a f görmediklerini ortaya koymakta-
s.
Tâbiîn fakihlerinden İbrâhim en-Nehaî (ö. 96/714), kendi zamanında bazı âlimlerin fakih olmadığı gerekçesiyle Ebû Hüreyre'nin a h k â m a dair bir kısım rivayetlerini kabul etmediklerini ileri sürm ü ş , Nehaî'nin rivayetlerine ve görüşlerine büyük önem veren Ebû Hanîfe gibi âlimler de Ebû Hüreyre aleyhinde herhangi
bir şey söylememekle
beraber
onun sahih kıyasa aykırı rivayetlerini kabul e t m e k istememişlerdir. Bu iddiayı önemsemeyen Zehebî Ebû Hüreyre'nin kuvvetli hafızası, önemli şahsiyeti, güvenilir oluşu ve fıkıh bilgisi sebebiyle müslümanların onun rivayetlerini eskiden beri delil olarak kullandıklarını, Arapça'yı iyi bilmediği için z a m a n z a m a n hata yapan Nehaî'nin Ebû Hüreyre aleyhindeki bu g ö r ü ş ü n ü İslâm âlimlerinin ayıpladığını söylemekte ve İbn Abbas'ın fetva konusunda Ebû Hüreyre'ye verdic
ği değere dikkat çekmektedir (A lâmü'n-
nübelâII,
609; a.mlf.,
Mîzânü'l-i'tidâl,
I, 75). Ebü'l-Kâsım İbnAsâkir, Ebü'l-Fidâ İbn Kesîr gibi âlimler de İbrâhim enNehaî'nin iddasını ve Kûfeliler'in bu konudaki t u t u m u n u genel kanaate aykırı bulmuşlardır. Tanınmış Hanefî fakihi İbn H ü m â m ' ı n Ebû Hüreyre'yi fakih olarak kabul etmesi de (et-Tahrîr, III, 52-53) Nehaî'nin görüşünü b ü t ü n Hanefîler'in paylaşmadığını ortaya koymaktadır. Ayrıca bizzat İbrâhim en-Nehaî'nin A'meş-Ebû Sâlih es-Semmân tarikiyle Ebû Hüreyre'den hadis rivayet etmesi onu güvenilir b u l d u ğ u n u ve sadece kıyâs-ı celîye aykırı bazı rivayetlerini benimsemediğini göstermektedir.
yapan
kadarıyla
biri"
diye
17), Naz-
dır. Bütün bunlara rağmen Âyetullah Hu-
zâm'ın Ebû Hüreyre hakkındaki iddiala-
meynî'nin, Ebû Hüreyre'nin Muâviye gi-
rının ihtiyatla karşılanması gerekir. Şiî-
bi zalimlerin teşkilâtına girdiğini, onla-
ler'le bir kısım şarkiyatçıların ve onların
rın yararına hadisler uydurmak suretiy-
paralelindeki bazı çağdaş yazarların Ebû
le İslâm'a büyük zarar verdiğini ileri sür-
Hüreyre aleyhindeki görüşlerinin diğer
mesini a n l a m a k güçtür ( İslâm
{Te'vîlü
muhtelifi'l-hadîs,
dayanakları Şiî kelâmcısı Ebû Ca'fer elİskâfî (ö. 240/854),
Şiî-İmâmiyye'den
Fazl b. Şâzân (ö. 260/874) gibi müelliflerdir. Bunlar Halife Ömer'in Ebû Hüreyre'nin başına kamçıyla vurduğunu
ve
onu, "Senin Resûlullah'tan çok hadis rivayet ettiğini görüyorum ve yalancı olduğunu
sanıyorum, bir daha
yapma"
diye uyardığını, Ebû Hüreyre'nin Medine'de iken Dımaşk'ta bulunan Hz. Ali'ye lânet ettiğini, onun da bir konuşmasında, "Zamanımızda Resûlullah'a karşı en fazla yalan söyleyen Ebû Hüreyre edDevsî'dir" dediğini (Fazl b. Şâzân en-Nîsâbûrî, s. 60), Ebû Hüreyre'nin Hz. Ali ve yakınlarının aleyhinde hadis uydurduğunu ileri sürmüşlerdir. Hz. Ali ve ailesinin faziletine, Resûl-i Ekrem ile Hasan ve Hüseyin arasındaki sevginin büyüklüğüne dair hadis rivayet eden (Müslim, "Fezâ'ilü'ş-sahabe", 56-57; Hâkim, III, 167, 169), Hz. Hasan'ın Resûlullah'ın kabrinin yanına defnedilmesine razı olmayan Medine Valisi Mervân'a ağır sözler söyleyen (İbn Kesîr, VIII, 108) Ebû Hüreyre'nin Ali aleyhtarı olması elbette m ü m k ü n değildir. Hz. Ali'nin oğlu M u h a m m e d b. Hanefiyye'nin, ayrıca Zeynelâbidîn, Muhammed el-Bâkır, Ca'fer es-Sâdık gibi imamların, Ebû Eyyûb el-Ensârî başta olmak üzere Cemel, Sıffîn ve Nehrevan'da Hz. Ali'nin saflarında yer alan önemli kumandanların ve Şiî oldukları iddiasıyla b u g ü n k ü Şiî ansiklopedilerine alınan ilk devir muhaddislerinden bazılarının Ebû Hüreyre'den hadis rivayet etmeleri (Abdülmün'im Sâlih Ali el-İzzî, s. 177-208), ilk devir Şiîler'inin Ebû Hüreyre'yi sözüne güvenilir bir râvi olarak kabul ettiğini göstermektedir. Hz. Hasan ve Hüseyin ile onların neslinden gelenlerin, Hz. Ali'nin kardeşleri Akil ve Ca'fer ile Abdullah b. Abbas'ın soyunun, Ali taraftarı olarak bilinen ve Şiîlerce saygıyla anılan Câbir b. Abdullah, Ebû Saîd el-Hudrî, Ebû Zer el-Gıfârî, A m m â r b. Yâsir, Selmân-ı Fârisî, Huzeyfe b. Y e m â n , Ebû Mûsâ el-
Fıkhında Devlet, s. 179-180). Abdülhüseyin Şerefeddin el-Mûsevî'nin Ebû Hüreyre'yi karalamak maksadıyla yazdığı Ebû Hüreyre (Beyrut 1406/1986) adlı kitabı ise ilim adına ayrı bir talihsizliktir. c) Şarkiyatçılar ile Taraftarlarının Tenkitleri. Bazı şarkiyatçılarla onların görüşlerini benimseyen bir kısım çağdaş yazarlar "meçhul bir şahsiyet" olarak nitelendirdikleri Ebû
Hüreyre'yi,
sadece
karnını doyurmak için Hz. Peygamber'in peşine takılmış bir tufeyli saymışlar, rivayet ettiği hadisleri Resûl-i
Ekrem'e
karşı uydurulmuş birer yalan ve iftira diye göstermişlerdir. Sprenger, Ebû Hüreyre'nin dine hizmet maksadıyla hadis uydurduğunu söylemiş ( D M İ I , 418), Goldziher ise m u t e b e r hadis kitaplarında kendisine isnat edilen rivayetlerin çoğunun sonraları uydurulup ona izâfe edildiğini ileri s ü r m ü ş t ü r {İA, IV, 32). Bazı uydurma hadislerle, hiçbir ilmî değeri olmayan Vaşiyyetü'n
- nebî li - Ebî Hüreyre (Süleymaniye Ktp., Âşir Efendi, nr. 455, vr. 49-69; Reşîd Efendi, nr. 129, vr. 10-37) gibi risâlelerin ona izâfe edilmesi Ebû Hüreyre'nin güvenilirliğine halel getirmez. Caetani Annaii deli'islam adlı eserinde Buhârî'yi, Ebû Hüreyre'nin rivayetlerine el-Câmi'üs-şahîh'inde çok yer verdiği ve onu eleştirmediği için tenkit fikrinden yoksun olmakla itham ettikten sonra hayatı hakkında yeterli bilgi bulunmayan Ebû Hüreyre'nin "kelimenin t a m anlamıyla" yalancı olduğunu, rivayetlerine t a b i a t üstü unsurlar ve hayalî şeyler karıştırdığını, İncil'den cümleler alarak bunları Hz. Peygamber'e mal ettiğini, kendisine nisbet edilen hadisleri ya kendisinin veya kendisinden sonra gelen talebelerinin uydurduğunu, Hz. Peygamber'in yaşayışına dair en k ü ç ü k ayrıntıyı u n u t m a m ı ş g ö r ü n d ü ğ ü halde kendi adını bile bildirmediğini, müslüm a n âlimlerin de ondan geldiği söylenen bunca hadisi onun rivayet ettiğine insanları inandırmak için dünya malına
165 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
EBÛ HÜREYRE önem vermeyip Resûl-i Ekrem'den hiç
Hüreyre'yi ele alarak ( Eduâ 3 cale's-sün-
na gelecek fitnelerden, ehliyetsiz kişile-
ayrılmadığı şeklinde bir yalan icat etme-
neti'l-Muhammediyye, s. 194-225) Caetani'nin dediği gibi onu kimliği belirsiz, yalan söylemekten ve duymadığı şeyleri Hz. Peygamber'e isnat etmekten sakınmayan, Hz. Ömer ve Âişe gibi tanınmış sahâbîler tarafından rivayetleri kabul edilmeyen ve fıkıh bilmeyen bir sahâbî olarak tanıtmaktadır. Ebû Hüreyre'nin Resûlullah ile birlikte sadece bir yıl dokuz ay kaldığı iddiasını M a h m û d Ebû Reyye'den başka ileri süren hiç kimse yoktur ( Şeyhu'l-madîre, s. 63). Ebû Hüreyre'nin Hz. Peygamber'in yanında az kaldığı iddiası, onun bu kadar kısa zam a n d a binlerce hadisi rivayet etmesinin m ü m k ü n olmadığı ve Resûl-i Ekrem'den duymadıklarını d u y m u ş gibi gösterdiği (tedlîs) ithamlarına destek için ileri sürülmektedir. Hadisle ilgilenen herkesin bildiği gibi sahâbîler, Resûlullah'ın huzurunda bulunmadıkları z a m a n söylenmiş olan hadisleri Hz. Peygamber'den duyan diğer sahâbîlerden alıp rivayet etmişler, f a k a t o devirde kimse birbirinden şüphe etmediği, dolayısıyla isnad sistemi henüz başlamadığı için hadisi kimden duyduklarını belirtmeye gerek görmemişlerdir. Ebû Hüreyre de Resûlullah'tan bizzat duymadığı bazı hadisleri onları duyanlardan öğrenmiş ve ezberlemiştir. Böylece Hz. Ebû Bekir, Ömer, Fazl b. Abbas, Übey b. Kâ'b, Üsâme b. Zeyd ve Hz. Âişe gibi sahâbîlerin rivayetlerine de sahip olmuştur. Sahâbîlerin bu şekilde hadis rivayet etmesinin yalancılık olmadığını, dolayısıyla bunun tedlîsle bir ilgisi bulunmadığını, görüşlerine Mahmûd Ebû Reyye'nin çokça başvurduğu İbn Kuteybe de söylemektedir (Te'utlü muhtelefi'l-hadîs, s. 40). Ebû Hüreyre'nin Abdullah b. Amr'ı, Resûlullah't a n duyduklarını yazması sebebiyle kendisinden fazla hadis bilen sahâbî olarak tanıtmasını doğru bulmayan Ebû Reyye, Abdullah'ın hadis kitaplarındaki rivayetlerinin azlığını iddiasına gerekçe olarak ileri sürmekte ve onun b ü t ü n rivayetlerinin kitaplara geçmemesinin sebeplerini bilmez görünmektedir (bk. ABDULLAH b. AMR b. ÂS).
rin idareyi ele geçirmesinden Allah'a sı-
ye mecbur kaldıklarını söylemektedir [is-
lâm Tarihi, I, 120-134). Caetani'nin hakaret dolu bir üslûbu benimsemesi, Ebû Hüreyre'ye ve rivayetlerine değer verdikleri için Buhârî başta olmak üzere İslâm âlimlerini ağır bir dille suçlaması, şüphesiz onun İslâm'a karşı olan hissî tut u m u n u n Ebû Hüreyre'nin şahsında bir ifadesidir. Bu iddialar hadis kültüründen yoksun bazı kimseler tarafından da tekrarlanmıştır. Tabiat üstü unsurlar ihtiva eden rivayetlerin sadece Ebû Hüreyre'den kaynaklandığı vehmini uyandırarak onu yalancılıkla suçlamak, talebelerini de aynı şekilde hadis uydurmakla itham etmek, Ebû Hüreyre'nin İncil'den aldığı bilgileri Hz. Peygamber'e mal ettiğini söylemek ilmî değeri bulunmayan temelsiz iddialardır. Ebû Hüreyre'nin hadis öğrenmeye pek meraklı olduğu ve b u n u n için Hz. Peygamber'in yanından ayrılmadığı hususunda bizzat verdiği bilgileri m ü s l ü m a n âlimlerin yalanı saymak, böylece İslâm âlimlerini de yalancılıkla suçlamak ise aşırı derecede peşin h ü k ü m l ü olmanın bir göstergesidir. Caetani'nin Ebû Hüreyre hakkında ileri sürdüğü bu iddialar, hadis ve Peygamber aleyhtarı bazı kimseler tarafından Batılı ilim adamlarının keşfettiği gerçekler olarak kabul edilmiştir. Bunun Türkiye'deki örneklerinden biri edebiyat tarihçisi İsmail Habip Sevük'tür. İsmail Habip Avrupa
Edebiyatı
ve Biz (İstanbul
1940) adlı kitabında bu konuyu ele alm a k t a , Caetani'nin Hüseyin Cahit Yalçın tarafından tercüme edilip Arap harfleriyle yayımlanan
adı geçen
kitabında
Şiblî'yi Şeblî, Vehb'i Veheb, H e m m â m ' ı H ü m m â m , Dîneverî'yi Dinnûrî, Hafsa'yı Hıfısa, Hirre'yi Hürre, Suffe'yi Sıffe okuyacak kadar dinî kültürden yoksun old u ğ u halde tıpkı Caetani gibi Buhârî'yi gevşeklik, safdillik ve tenkit fikri bulunm a m a k l a , Ebû Hüreyre'yi de yalancılıkla i t h a m e t m e k t e ve ehl-i Suffe'den hiç birinin hadis rivayet etmediğini, onlardan sadece Ebû Hüreyre'nin buna cüret ettiğini söylemektedir (I, 230-234).
ğındığını söylerken bu ifadeyle Yezîd b. Muâviye'nin devrini kastettiği ve karışıklığa meydan verecek grupların adlarını dahi bildiği anlaşılmaktadır (Buhârî, "Fiten", 3; İbn Hacer, Fethu'l-bârî, I, 261 ; XIII, 11-13). Bütün bunlar, Ebû Hüreyre'nin fitnelerle ilgili bazı rivayetleri Hz. Peygamber'den tek başına duyduğunu göstermektedir. Ebû Hüreyre'nin Resûl-i Ekrem'den duyduğu her hadisi rivayet etmediğine dair sözünü Hasan-ı Basrî yorumlarken, "Eğer Kâbe'nin yıkılacağını veya yakılacağını söyleseydi
kimse
ona inanmazdı" diyerek bu kabil hadislerin mahiyeti hakkında fikir vermekte ve Ebû Hüreyre'nin onları rivayet etmem e k t e ne kadar haklı olduğunu ortaya koymaktadır (İbn Sa'd, IV, 331). Mahmûd Ebû Reyye, Ebû Hüreyre aley-
Şeyhu'l-madîre Ebû Hüreyre adını vermiştir. Ekşimiş sütle yapılan çorbaya "madîre" dendiği, bu çorbayı çok sevdiği için Ebû Hüreyre'nin "ŞeyhüT-madîre" diye anıldığı iddiası Ebû Mansûr es-Seâlibî'ye (ö. 429/ 1038) dayandırılmaktadır ( Şimârü'l-kulûb, s. 111-112). Seâlibî'nin bu rivayetinde Ebû Hüreyre'nin madîreyi çok sevdiği, yemeği Muâviye'nin sofrasında yiyip namazı Hz. Ali'nin arkasında kıldığı, bunun sebebini soranlara Muâviye'nin madîresinin daha yağlı, Ali'nin arkasında n a m a z kılmanın ise daha faziletli olduğ u n u söylediği sened kaygısı güdülmeden nakledilmektedir. Ebû Hüreyre'nin, Muâviye'nin sofrasında bulunduktan sonra Hz. Ali'nin arkasında n a m a z kılabilmesi için Ali ile Muâviye'nin aynı yerde olmaları gerekir. Onların sadece Sıffîn'de birbirine yakın bir m e k â n d a bulund u ğ u , Ebû Hüreyre'nin ise Sıffîn'e katılmadığı bilindiğine göre Ebû Reyye'nin, kitabının senaryosunu üzerine kurduğu olayın gerçekle bir ilgisi olmadığı ortadadır. Tâhâ Hüseyin de bu iddiayı çirkin bulmaktadır (bk. Zekeriyyâ Ali Yûsuf, s. 114-116). hinde yazdığı kitabına
Onun çok hadis öğrenmesinin sebebini açıklarken sadece karnını doyurmak-
Ebû Hüreyre'nin Asr-ı saâdet'ten son-
la iktifa edip Resûlullah'ın yanından ay-
Onu tenkit eden çağdaş Arap müel-
raki k ö t ü idarecilerle ilgili olarak duy-
rılmadığını söylemesini Ebû Reyye çir-
liflerinin önde geleni M a h m û d Ebû Rey-
d u ğ u bazı rivayetleri kastederek, "Resû-
kin bir şekilde saptırmış, bu sözü, Ebû
ye'dir. Edvâ 3
lullah'tan iki kap dolusu ilim ö ğ r e n d i m ;
Hüreyre'nin diğer sahâbîler gibi sevgi ve
bunlardan birini açıkladım, eğer diğe-
hidayet için değil sadece karnını doyur-
c
ale's-sünneti!-Muhammediyye (trc. Muharrem Tan, Muhammedi Sünnetin Aydınlatılması, İstanbul 1988) adlı kitabında hadis ve hadis ilmi etrafındaki tenkitlerini ortaya koyarken çok hadis rivayet ettiği için Ebû
rini de açıklasaydım boynum kesilirdi"
m a k için Hz. Peygamber'in yanında bu-
(Buhârî, " c İlim", 42) demesi de. aleyhin-
lunmasının açık itirafı olarak değerlen-
de değerlendirilmek istenmiştir. Halbu-
dirmiştir ( Edvâ 5
ki onun 60 (679) yılı başlarında meyda-
c
ale's-sünneti'l-Muhammediyye, s. 197). Ebû Hüreyre'nin mide-
166 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
EBÛ HÜREYRE sine d ü ş k ü n bir kişi olduğunu a n l a t m a k
adıyla bir kitap yazmış, b u n u n üzerine
a.mlf.. el-Kâmil,
için rivayet bakımından sağlam olmayan
el-Müs cadî ve kitâbühû Haddese Ebû Hüreyre kale (Tunus 1985) ve Muhsin b. Nefise elHadîs fî Haddese Ebû Hüreyre kale (Tunus 1988) adlı eserlerini telif etmişlerdir. Dâvûd Selman el-Ubeydî'nin de Ebû Hüreyre racülün lâ yensâ (Bağdad, ts.) adlı bir çalışması vardır. A l m a n asıllı m ü s l ü m a n Helga (Âmine) Hemgesberg, Frankfurt Üniversitesi'nde Abu Huraira, der Gefahrte des Propheten. Ein Beitrag zur geschîchte des frühen islam (1965), Ali Toksan Uludağ Üniversitesi'nde Hz. Ebû Hüreyre (r.a.) ve Hadis İlmindeki Yeri (1982) adlı doktora çalışmalarını tamamlamışlardır. Muhamm e d Seyyid M a h m û d ise Kahire Üniversitesi'nde Merviyyâtü Ebî Hüreyre f i Kütübi's-sitte ve mevkıfü'l - fükahâ 'i minhâ dirâseten ve tevşîkıyyeten adıyla bir yüksek lisans tezi hazırlamıştır (1990).
161,
bazı kitaplardan alıntılar yapan Ebû Reyye, Ebû Nuaym'in Hilyetü'1-evliya
ûa (1, 382) midenin insana verdiği zararlara dair Ebû Hüreyre'den naklettiği, "Yazıklar olsun şu k a m ı m a ; doyurduğumda beni sıkıştırır, aç bıraktığımda bana öfkelenir" sözünü onun oburluğuna delil olarak zikretmesi d e anlaşılır gibi değildir. Ebû Reyye ayrıca, Ebû Hüreyre'nin helâli haram, haramı helâl g ö s t e r m e m e k şartıyla çok hadis rivayet etmekte beis görmediğini ve bu kanaatini Hz. Peygamber'den rivayet ettiği bir hadise dayandırdığını söylemektedir. Hatta daha da ileri giderek uydurma olduğu açıkça belli olan, "Ben söylemesem bile Allah rızâsı için rivayet edilen bir hadisi ben söylemiş sayılırım" sözünü Hz. Peygamber'den rivayet ettiğini ileri s ü r ü p Ebû Hüreyre'yi suçlamaktadır ( Edvâ 3 cale's-
sünneti'l-Muhammediyye, s. 202). Birtakım asılsız sözleri Ebû Hüreyre'ye nisbet e t m e k ona yapılan en büyük haksızlıklardan biridir.
A h m e d et-Tavflî Mahmûd
el-Muuatta"Talâk", 3 1 ; Müsned,
39,
"Şıfatü'n-nebî",
II, 2-3, l İ O , 2 2 8 - 5 4 1 ; V, 114-115,
139; Buhârî, "'TUm", 33, 39, 42, " e l - c A m e l f i ' ş salât", 18, " C e n â ' i z " , 3, 32, " B ü y ü ' " , 1, 9, " e l -
Hakkında Yazılan Eserler. Ebû Hürey-
H a r s v e ' l - m ü z â r a ' a " , 21, " ' İ t k " , 7, " B e d ' ü ' l -
re'ye dair kaleme alınan müstakil eser-
h a l k " , 16, " E n b i y â 5 " , 54, " E t ' i m e " , 1, "Libâs",
ler, aleyhinde ve lehinde yazılanlar olmak
87, " R i k â k " , 17, 51, " E y m â n " , 33, "Fiten", 3,
üzere iki gruba ayrılabilir. Şiî müellif Ab-
"1'tişâm", 16; a.mlf., et-Târîhu'l-kebîr,
dülhüseyin b. Yûsuf Şerefeddin el-Mûsevî'nin Ebû Hüreyre
(Beyrut 1397/1977,
4. bs.) adlı kitabı ile M a h m û d Ebû Rey-
Hüreyre Edvâ 3 c ale's-sürıneti'lMuhammediyye (Kahire 1377/1957, s. 194-224) adlı kitabında Ebû Hüreyre'ye yöneltilen tenkitlere muhtelif çalışmalarla cevap verilmiştir. Bunlar arasında M u h a m m e d Muhamm e d es-Semâhî'nin Ebû Hüreyre fi'lmîzân'ı (Kahire 1378/1958), M u h a m m e d Accâc el-Hatîb'in Ebû Hüreyre: râviyetü'l-İslâm'ı (Kahire 1381/1962), Abdülm ü n ' i m Sâlih Ali el-İzzî'nin Akbâs min menâkıbi Ebî Hüreyre (Bağdat 1969) ile Difâ z can Ebî Hüreyre'si (Beyrut 1393/ 1973) ve A b d u r r a h m a n Abdullah ez-Zereî'nin Ebû Hüreyre ve aklâmü'l-hâkıdîn (Küveyt 1405/1984) adlı eseri sayılabilir. M u h a m m e d Ziyâürrahman elA'zamî de Ebû Hüreyre îî dav'i merviyyâtihî: dîrâse mukârene fî mî'e hadîs min merviyyâtihî (Kahire-Beyrut 1399/1979) adlı eserinde Ebû Hüreyre'nin rivayetlerinden çeşitli konulara dair 100 hadisin sahâbî olan diğer râvilerini, rivayetlerin farklarını ve hadislerin kaynaklarını göstermiştir. M a h m û d elMüs'adî Haddese Ebû Hüreyre kale ye'nin
Şeyhu'l-madîre
Ebû
(Kahire 1383/1963) ve özellikle
I, 186-
187; Dârimî, " M u k a d d i m e " , 27, 4 2 ;
Müslim,
" C u m ' a " , 61, "Müsâkât", 46, 48, 56-58, 61, "Eymân", 44, " F e z â ' i l ü ' ş - ş a h â b e " , 56-57, 151-152, 1 5 8 - 1 6 0 ; Ebû Dâvûd, " C i h â d " ,
112; Tirmizî,
" M e n â k ı b " , 46, 47, " S i y e r " , 20, " Z ü h d " , 4 8 ; Nesâî, " C e n â ' i z " , 14, 15, " C i h â d " , 4 1 ; a.mlf.,
es-Sünenü'l-kübrâ
(nşr. A b d ü l g a f f â r S ü l e y m a n
e l - B ü n d â r î — Seyyid
Kisrevî H a s a n ) ,
1 4 1 1 / 1 9 9 1 , III, 4 4 0 ; Vâkıdî, el-Meğâzî,
Beyrut II, 636,
ayrıca bk. İndeks; A b d ü r r e z z â k es-San'ânî, elXI, 262, 3 2 3 ; Bakî b. Mahled,
Muşannef, mâ li-külli
uâhidin
mine's-sahâbe
'Aded
mine'l-ha-
dîş (haz. İ b n H a z m , nşr. E k r e m Ziyâ el-Ömerî), Medine 1 4 0 4 / 1 9 8 4 , s. 7 9 ; Ebû Ubeyd, el-Em-
uâl, s. 2 5 0 ; İbn Sa'd, et-Tabakât,
II, 3 6 2 - 3 6 4 ;
III, 70; IV, 325-341; İbn Kuteybe,
el-Ma'ârif(Uk-
kâşe), s. 2 7 7 - 2 7 8 ; a.mlf., Te'vîlü
hadîş
muhtelifiT-
(nşr. M . Z ü h r î Neccâr), Kahire, ts. (Mek-
tebetüT-Külliyyâti'l-Ezheriyye), s. 17, 4 0 ; Belâzürî, Ensâb,
I, 136, 272, 383, 412, 420, 421,
428, 4 3 2 ; a.mlf., Fütûh 6 6 2 ; Vekî", Ahbâru
(Fayda), s. 118-120, I, 1 1 1 - 1 1 2 ; Dâri-
l-kudât,
mî, er-Red 'ale'l-Merlsî;
s. 132-135; Taberî, Tâ-
rih (Ebü'l-Fazl), IV, 112, 159, 305, 353, 3 8 9 ; V, 140, 239, ayrıca bk. İndeks; İbn Düreyd, els. 5 0 3 ; Fazl b. Şâzân en-Nîsâbûrî, el-
Iştikâk,
İzâh, Tahran 1363 hş., s. 60; Ebû Zür'a ed-Dımaşkî, Târîh (nşr. Ş ü k r u l l a h b. N i ' m e t u l l a h elKücânî), Dımaşk 1980, I, 5 4 4 ; Râmhürmüzî, el-
Muhaddişü'Tfâşıl
(nşr. M . Accâc el-Hatîb), (bas-
kı yeri yok] 1964, s. 5 5 4 - 5 5 5 ; Hâkim, el-Müs-
tedrek,
I, 108, 4 1 8 ; III, 167, 169, 5 0 6 - 5 1 4 ; IV,
160, 4 7 2 ; hammed
Seâlibî, Şimârü'l-kulûb
(nşr.
Ebü'1-Fazl İ b r â h i m ) , Kahire, ts. (Dâ-
r u l - M a â r i f ) , s. 1 1 1 - 1 1 2 ;
Ebû Nuaym,
I, 3 7 6 - 3 8 5 ; İbn Abdülber, el-lstfâb, 210;
Mu-
İbnü'l-Esîr,
Üsdü'l-ğâbe,
VI,
Hilye,
IV, 202-
Nevevî,
Tehzîb,
I,
2 7 0 ; İbn Kayyim el-Cevziyye, / ' l â m ü ' l - m u v a k I, 12, 3 4 ; İbn Ebü'l-Hadîd.
kı'în,
(nşr.
Muhammed
Hehcul-be-
Ebü'1-Fazl
İbrâhim),
Kahire 1 3 8 5 / 1 9 6 5 , IV, 6 7 - 6 9 ; Mizzî.
Tuhfetü'l-
lâğa
A b d ü s s a m e d Şe-
eşrâf bi-ma'rifetil-etrâfinşr.
refeddin), B o m b a y 1965, IX, 8-16, 2 9 2 - 5 0 5 ; X, 3 - 4 7 5 ; XI, 3 - 1 0 9 ; Zehebî,
A'lâmun-nübelâ',
II, 5 7 8 - 6 3 2 ; a.mlf.. Tezkiretü'l-huffâz, a.mlf., Mîzânü'l-i'tidâl
I, 3 2 - 3 7 ;
I, 7 5 ; İbn Kesîr, el-Bi-
dâye, VfH, 103-115; İbn Hudeyde, (nşr.
mudî
Muhammed
el-Mişbâhu'l-
Azîmüddin),
1985, I, 2 3 6 - 2 4 0 ; Zerkeşî, el-Icâbe
Beyrut
(nşr. Saîd
el-Efgânî), Beyrut 1 4 0 5 / 1 9 8 5 , s. 7 7 - 1 1 5 ; Heysemî. Mecma'uz-zeuâ*id,
I, 1 2 3 - 1 2 4 ; İbnü'l-
Cezerî, Ğâyetü'n-nihâye,
I, 370, 3 8 1 ; II, 3 8 2 ;
İbn Hacer, el-İşâbe (Bicâvî), III, 2 5 4 ; V, 4 2 5 ; VII, 425-445; a.mlf.. Tehzîbut-Tehzîb, a.mlf., Fethu'l-bârî
XII, 262-267;
(Hatîb), I, 2 6 1 ; XIII, 11-13;
İbn H ü m â m , et-Tahrîr (TeysTrü't-Tahrir
içinde).
Kahire 1351, III, 5 2 - 5 3 ; İbnüT-İmâd, Şezerât, 6 3 - 6 4 ; Şevkânî, Derrü's-sehâbe
karâbe
I,
fîmenâkıbi'l-
(nşr. Hüseyin b. Abdullah),
ve'ş-şahâbe
Dımaşk 1 4 0 4 / 1 9 8 4 , s. 4 3 8 - 4 4 0 , 6 6 9 ; Ali Fehmi Câbiç, Hüsnü's-sıhâbe
eş'âriş-şa-
fî şerhi
istanbul 1324, s. 1 6 6 - 1 6 8 ; L. Caetani, is-
hâbe,
Tarihi (trc. Hüseyin Cahit), istanbul 1924,
lâm
BİBLİYOGRAFYA:
II, 3 6 9 ; III, 21, 30, 59, 132,
176, 384, 464, 5 2 6 ;
I, 1 2 0 - 1 3 4 ; İsmail Habip Sevük, Avrupa M. Şâkir, el-Ba'işü'l-haşîş, s.
Edebi-
ue Biz, İstanbul 1940, I, 2 3 0 - 2 3 4 ; A h m e d
yatı
185-188;
Sââtî,
Kahire 1 3 7 7 / 1 9 5 8 ,
el-Fethu'r-rabbânî,
XXII,
4 0 5 - 4 1 5 ; M. M u h a m m e d Ebû Zehv,
el-Hadîş
Kahire
ve'l-muhaddişûn, Ahmed
1958, s.
Emîn, Fecrü'Tislâm,
153-172;
Beyrut
1969, s.
2 1 8 - 2 2 0 ; Zekeriyyâ Ali Yûsuf. Difâ'
'ani'l-ha-
Kahire 1972, s. 1 1 4 - 1 1 6 ;
dîsi'n-nebevî,
dülhüseyin Şerefüddin el-Mûsevî, Ebû
Âb-
Hürey-
re, Beyrut 1 3 9 7 / 1 9 7 7 ; M u s t a f a es-Sibâî, esSünne
ve mekânetühâ
Dı-
fi't-teşrfi'l-İslâmî,
m a ş k 1 3 9 8 / 1 9 7 8 , s. 2 9 1 - 3 6 2 ; M. Ziyâürrahman e l - A ' z a m î , Ebû
Hüreyre
fî dav'i
merviy-
Hire-Beyrut 1 3 9 9 / 1 9 7 9 ; M a h m û d Ebû
yâtih,
Reyye, Şeyhu'l-madîre
Ebû
Kahire,
Hüreyre,
ts. ( D â r ü ' l - M a â r i f ) ; a.mlf., Eduâ'
'ale's-sün-
Kahire 1 3 7 7 / 1 9 5 7
neti'l-Muhammediyye,
—
Beyrut, ts. ( M ü e s s e s e t ü ' l - Â l e m î ) , s. 1 9 4 - 2 2 5 ; Abdülmün'im Sâlih Ali el-İzzî, Difâ c
'an Ebî Hü-
reyre, Beyrut 1 4 0 2 / 1 9 8 1 ; Abdurrahman b. Yahyâ el-Muallimî, el-Enuârü'Tkâşife,
Beyrut 1403/
1983, s. 140-237; A b b a s e l - K u m m î ,
ue'l-elkâb,
man Abdullah e z - Z e r e î , Ebû Küveyt
mü'l-hâkıdîn, el-Hatîb, Ebü
Hüreyre:
Hüreyre
1405/1984;
aklâKahi-
Kışşatü'l-hücûm
Kahire 1989, s. 7 1 - 8 9 ; Humeynî,
'ale's-sünne, Fıkhında
Devlet
(trc. Hüseyin Hâtemî),
İstanbul, ts. (Düşünce Yayınları), s. M u s t a f a . M. el-A'zamî, İlk Devir
yatı
ue
M. Accâc
râviyetü'l-İslâm,
re 1 9 8 7 ; Ali A h m e d es-Sâlûs,
İslâm
el-Künâ
Beyrut 1983, I, 179-181; Abdurrah-
179-180;
Hadis
Edebi-
(trc. Hulusi Yavuz), İstanbul 1993, s. 35-
3 8 ; İbrâhim M. Kındîl, " E b û H ü r e y r e r â v i y e tü'l-lslâmi'l-evvel ve ekâzîbü'l-a'dâ5",
liyyetü
Külliyyeti'd-dirâsâti'l-İslâmiyye
'Arabiyye:
Câmi'atul-Ezher,
Havve!-
IV, Kahire 1986,
s. 3 0 3 - 3 4 7 ; M. R e ş î d Rızâ, "Bir
Misyoner'in
E b û H ü r e y r e H a k k ı n d a k i B a z ı İ d d i a l a r ı " (trc. M ü c t e b a Uğur), Diyanet
Dergisi,
XXVIII/2, An-
kara 1992, s. 15-36; Goldziher, " E b û H ü r e y re", İA, IV, 3 2 ; a.mlf., " E b û H ü r e y r e " , DMİ, I, 4 1 8 - 4 1 9 ; J. Robson, " A b ü H u r a y r a " , El 2 (Fr ), 1,132-133.
318-321;
r-ı İSİ)
M . YAŞAR KANDEMİR
167 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
EBÛ İDRÎS el-HAVlÂNÎ EBÛ İDRÎS el-HAVLÂNÎ ( ^ ^ ü - İ J ^ J i '
EBÛ İMRÂN el-FÂSÎ ( j-AÜl
)
Ebû İdrîs Âizullâh b. Abdillâh b. Amr el-Havlânî (ö. 80/699) j
8 (630) yılı sonlarında Dımaşk köylerinden Havlân'da doğdu. Dımaşk'ın fethinden sonra oraya yerleşen yüzlerce sahâbîden birçoğu ile görüşerek onlardan feyiz aldı. Hz. Ömer, Ebü'd-Derdâ, Ebü Zer el-Gıfârî, Ebû Mûsâ el-Eş'arî, Bilâl-i Habeşî, Ebû Hüreyre, Avf b. Mâlik, Ubâde b. Sâmit gibi sahâbîler kendilerinden hadis öğrendiği kimselerden birkaçıdır. Onun Muâz b. Cebel'den hadis işitip işitmediği konusu ise ihtilaflıdır. Kendisinden İbn Şihâb ez-Zührî, Mekhûl, Atâ elHorasânî, Seleme b. Dînâr, Yûnus b. Meysere gibi âlimler hadis tahsil ettiler. Ebû İdrîs, Muâviye'nin Şam kadısı sahâbî Fedâle b. Ubeyd öldükten sonra (53/ 673) onun yerine tayin edilmiş ve bu görevi, 1. Yezîd (680-683) ve Abdülmelik b. Mervân (685-705) devirlerinde de devam etmiştir. Abdülmelik b. Mervân döneminde vâizlik görevinde de bulunmuş, fakat bir müddet sonra bu görevinden alındığı için sadece kadılık yapmıştır. Vâizliği daha çok sevdiğini söyler ve, "Beni zevkle yaptığım işten azlettiler, isteksiz olarak üstlendiğim görevde bıraktılar" diye yakınırdı. Dımaşk Mescidi'nde Kur'an öğrenimiyle meşgul olan muhtelif gruplar bir secde âyetine gelince Ebû İdrîs'i yanlarına davet ederler ve secde âyetini ona okutarak arkasında secde ederlerdi. Güvenilir bir muhaddis, ilmi ile amel eden bir âlim, İslâm hukukunun inceliklerini bilen bir fakih ve kıraat ilmine vâkıf bir kişi olan Ebû İdrîs el-Havlânî Dımaşk'ta vefat etmiştir. Onun güzel iki sözü şöyledir: "İffetli olunuz. Erkekleri iffetli olmayan bir milletin kadınları iffetli olmaz". "Bakıp da düşünen, görüp de hayret eden kimseden daha değerlidir". BİBLİYOGRAFYA: İbn Sa'd, et-Tabakât,
VIII, 4 4 8 ; Buhârî, et-Tâ-
VII, 8 3 ; İbn Hibbân, Meşâhîr,
112; İbn Abdülber, el-İstfâb, Nuaym, Hilye,
ğâbe,
Üsdü'l-
Kahire 1282, III, 99; V, 134; Mizzî, Teh-
zîbii'l-Kemâl, huffâz,
s.
III, 152-153; Ebû
V, 1 2 2 - 1 2 9 ; İbnü'l-Esîr, XIV, 8 8 - 9 2 ; Zehebî,
Tezkiretü'l-
I, 5 6 - 5 7 ; a.mlf., A c lâmü'n-rıübelâ',
IV,
272-277; İbn Hacer, el-İşâbe, III, 57; a.mlf., Teh-
zîbü't-Tehzîb,
V, 8 5 - 8 7 ; İbnü'I-İmâd,
f, 8 8 ; Abdülkâdir Bedrân, Tehzîbü
maşk,
Şezerât,
Târîhi
Dı-
Beyrut 1 3 9 9 / 1 9 7 9 , VII, 206-208;~G. H.
A. Juynboll, " a l - K h a w l â n i " , E! B
2
)
Ebû İmrân Mûsâ b. îsâ b. Ebî Haccâc el-Gafecûmî (el-Fâsî) (ö. 430/1039)
Dımaşk kadısı, muhaddis tâbiî.
rîhu'l-kebîr,
1
(Fr ), IV, 1167. ALÎ YARDIM
I
Fıkıh, hadis, kelâm ve kıraat âlimi,
j
365 (976) veya 368 (979) yılında muhtemelen Fas'ta doğdu. Berberî kabilelerinden Gafecûm'a mensup Benî Ebû Hâc diye tanınan bir ailedendir. Tahsilini daha sonra taşındıkları Kayrevan'da yaptı. Burada Kâbisî'den fıkıh, Ebû Bekir ezZevîlî ve Ali b. Ahmed el-Levâtî es-Sûsî'den hadis okudu. Ardından arkadaşı Ebû Ömer İbn Abdülber'le birlikte Kurtuba'ya geçip Asîlî, Ebû Osman Saîd b. Nasr, Ahmed b. Kasım el-Ebzârî, Abdülvâris b. Süfyân'dan ders aldı. Daha sonra doğuya seyahat ederek Mısır'da Ebü'lHasan Abdülkerîm b. Ahmed, Mekke'de Ebû İshak UbeyduIIah b. Muhammed'den kıraat, Ebû Zer el-Herevî'den de hadis okudu. Bağdat'a gidip (399/1008) İbn Ebü'l-Fevâris, Ebü'l-Hasan Ali b. İbrâhim el-Müstemlî, Ebü'1-Fazl UbeyduIIah b. Abdurrahman ez-Zührî gibi hocalardan ders aldı. Buradaki hocaları içinde en meşhuru ve üzerinde en fazla tesir icra edeni Bâkıllânî'dir. Ebû İmrân Bâkıllanî'den fıkıh, usûl-i fıkıh ve kelâm okudu. Bâkıllânî ona, "Benim medresemde sen ve Abdülvehhâb (Kâdî) bir araya gelseydiniz Mâlik'in ilmi burada toplanmış olurdu. Sen onu ezberler, o da nazariyesini hallederdi. İmam Mâlik sizi görse memnun olurdu" diye iltifat etmiştir. Doğuda ne kadar kaldığı kesin olarak bilinmiyorsa da 402 (1011) yılında memleketine döndüğü anlaşılmaktadır. Daha sonra Kayrevan'a yerleşen Ebü İmrân burada kıraat, fıkıh, hadis ve kelâm okutmaya başladı. Kısa zamanda şöhreti bütün Mağrib'e yayıldı ve evinde verdiği derslere sadece Kayrevan'dan değil Endülüs ve Mağrib'in çeşitli bölgelerinden birçok talebe gelmeye başladı. Mağrib ilim muhitinde yayılan şöhreti sebebiyle çağdaşı meşhur hukukçu Ebû Bekir b. Abdurrahman ile arasına soğukluk girdiği nakledilmektedir. Talebeleri arasında Ebû Bekir Atîk es-Sûsî, Ebü'l-Kâsım es-Süyûrî, İbn Şeref el-Kayrevânî, Abdullah b. Reşîk, Ebü't-Tayyib Abdülmün'im el-Kindî, Ebû Hafs Ömer b. Sâlih, Ebû Saîd el-Kassâr, İbnü'l-Hazza', Ebû Hârûn Mûsâ b. Halef ve Veccâc (Vâcâc) b. Zellû el-Lamtî bulunmaktadır. Ölümünden birkaç yıl önce tekrar Mekke'ye giden Ebû İmrân el-Fâsî burada
Abdullah b. Ahmed el-Herevî ile karşılaştı ve onunla ilim alışverişinde bulundu. Kayrevan'a döndükten sonra 13 Ramazan 430 (8 Haziran 1039) tarihinde burada vefat etti. Cenaze namazına, Zîrî Emîri Muiz b. Bâdîs'in de içinde bulunduğu büyük bir kalabalık iştirak etti. Evine defnedilen Ebû İmrân'ın kabri kısa sürede bir ziyaretgâh haline geldi. Mâlikîfıkhının ve Ebü'l-Hasan el-Eş'arî kelâmının Mağrib'de yayılıp yerleşmesinde önemli rol oynayan Ebû İmrân elFâsî, fıkıh ve kelâm ilimlerinin yanı sıra hadis ilminde de önemli bir mevkiye sahiptir. Hadisçiler onu hâfız* olarak kabul eder ve müksirûn*dan sayarlar. Rivayet ettiği âlî hadislerin toplamı 100 varak hacmindeki bir eseri dolduracak bir yeküne ulaşmaktadır. Ayrıca Kur'ân-ı Kerîm'i kırâat-i seb'aya göre tilâvet edebilen bir kıraat üstadı olarak da tanınmaktadır. Öte yandan Ebû İmrân'ın Murâbıtlar'ın kuruluşunda da belirli bir rolü olmuştur. Lemtûne kabilesinin reisi Yahyâ b. İbrâhim, hac dönüşünde bir müddet Kayrevan'da kalarak Ebû İmrân'ın ders ve sohbetlerine devam etti. Daha sonra ondan, kabilesinde ders vermek ve irşadda bulunmak üzere bir hoca istedi. Ebû İmrân da uygun bir kimseyi görevlendirme işini talebesi Veccâc'a havale etti. Ebû İmrân'dan icâzet aldıktan sonra Sûs'ta Dârülmurâbıtîn adlı bir ilim merkezi kuran Veccâc, bu iş için talebeleri arasından Abdullah b. Yâsîn'i seçti. Abdullah'ın Lemtûne kabilesindeki öğretim ve irşad faaliyetleri Murâbıtlar'ın kuruluşunda en önemli âmili oluşturmuştur. Eserleri. Yaşadığı dönemde Endülüs ve Mağrib ilim hayatında önemli bir yer işgal eden ve birçok talebe yetiştiren Ebû İmrân el-FâsFnin eserleri hakkında kaynakların verdiği bilgiler yeterli ve açık değildir. Bir kısım fetvaları, Venşerîsî'nin el-Mi cYârü'l-Mu crib adlı eseriyle günümüze kadar gelmiştir (XIII, 370). Yine M i ' y d r ' d a Ebû İmrân'ın Kitâbü'd-Delâ 3il ve'l - ezdâd adlı bir eserinden daha söz edilmektedir (X, 144). Öte yandan, el-İhkâm li-mesâ'ili'1-ahkâm el-müstahrece min Kitâbi'd-Delâ'il ve'l-ezdâd adlı bir eserin Madrid Escurial Kütüphanesi'nde bulunan yazma nüshasının Ebû İmrân el-Fâsî adına kayıtlı olduğu belirtilmektedir ki (Brockelmann, II, 961) bu iki kitabın birbiriyle ilgisi araştırılmaya muhtaçtır. el-İhkâm'm bir başka nüshası da Rabat'ta el-Hizânetü'l-meiekiyye'de (nr. 1342-d. 1444) kayıtlıdır (El 2 SuppL ling.l, s. 27). Kaynaklarda Ebû İmrân'ın bir Fehrese'sinden ve tamamlan-
168 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
EBÛ İNÂN el-MERÎNÎ C
ale'l-Müdev-
tiyan asıllı bir câriye olan Şemsüdduhâ'-
Babasının ölümünden sonra bütün Me-
vene adlı bir eserinden de söz edilmek-
dır. Babası onun tahsiliyle yakından il-
rînî topraklarına hâkim olan Ebû İnân,
tedir. Kâdî İyâz Tertîbü'l-medârik'te
(1,
gilenerek devrin en meşhur bilginlerin-
t a h t kavgalarını fırsat bilerek Mağrib-i
56), Ebü İmrân'ın et-Te câlik"mden
de
den ders almasını sağladı. Böylece fıkıh,
Evsat'ta nüfuz kazanmaya çalışan Ab-
faydalandığını söylemekteyse de biyogra-
hadis, edebiyat, lügat ve nahiv gibi çe-
dülvâdîler'e karşı harekete geçti ve on-
fik bilgiler ihtiva ettiği anlaşılan söz ko-
şitli ilim dallarında geniş bilgi sahibi ol-
lardan Merînî topraklarını derhal terket-
nusu eserin Kitâbü't-Te câlîk
du ; Kur'ân-ı Kerîm'i ezberledi.
m a m ı ş Kitâbü't-Te'ûlîk
C
ale'l-Mü-
melerini istedi. 753'te (1352) hazırlıkla-
Ebû İnân kabiliyet ve cesareti sayesin-
rını tamamlayıp Tilimsân'a hareket etti.
d u ğ u bilinmemektedir (İdrîs, Annales de
de kısa zamanda temayüz edince babası
Yapılan savaşta m a ğ l û p olan Abdülvâdî
l'lrıstitut detudes orientales, s. 47-48). Bur-
Sultan Ebü'l-Hasan onu veliaht seçerek
Hükümdarı Sultan Ebû Saîd yakalanarak
zülî tarafından zikredilen (a.g.e., s. 48)
Tilimsân'a vali tayin etti. 748 Saferinde
idam edildi (11 Cemâziyelevvel 753/25
en-Nezâ'ir
(Mayıs 1347) ordusuyla İfrîkıye seferine
Haziran 1352). Ebû İnân 757-758 (1356-
devvene
mi, yoksa başka bir eser mi ol-
adlı eserinin de bir nüshası
mevcuttur (bk. Brockelmann, I, 661). BİBLİYOGRAFYA : Humeydî, Cezuetü'l-muktebis,
Kahire 1 3 8 6 /
ne dair gelen haberler üzerine 30 Re-
(nşr. M u h a m m e d Mâ-
XXIV, 253-255; Zehebî,
III, 2 8 4 - 2 8 6 ; İbn Ferhûn,
huffâz,
Nihâ-
İnân'a Merînî sultanı olarak biat edildi. Ebû İnân biat merasiminden sonra or-
ed-Dîbâcü'l-
dusu ve devlet erkânı ile başşehir Fas'a
Mefâhirü'l-
(nşr. E. Levi-Provençal), Rabat 1 3 5 2 /
Berber
bîülevvei 7 4 9 ' d a (28 Haziran 1348) Ebû
Tezkiretü'l-
s. 3 4 4 - 3 4 5 ; İbn Haldûn,
müzheb,
leym'e mensup âsi Arap kabileleriyle yaptığı savaşta m a ğ l û p olarak öldürüldüğü-
dür), Tunus 1978, III, 159-164; Nüveyrî,
yetü'l-ereb,
dırdı; b u n u n üzerine Portekiz kralı ba-
1,
IX, 6 1 8 - 6 1 9 ; A b d u r r a h m a n b. M u h a m m e d e d Debbâğ, Me'âlimü'l-îmân
1357) yıllarında Portekiz sahillerine sal-
Sultan Ebü'l-Hasan'ın Benî Hilâl ve Sü-
el-Kâmil,
1966, s. 3 3 8 ; Kâdî İyâz, Tertîbü'l-medârik, 5 6 ; II, 586-587, 7 0 2 - 7 0 6 ; İbnü'l-Esîr,
çıkarken yerine Ebü İnân'ı vekil bıraktı.
hareket etti. Ancak Fas'a varmadan ön-
el-Mi'yârü'l-Mu'rib
ce babasının hayatta olduğunu öğrendi.
(nşr. M u h a m m e d H a c c î v.dğr.), Beyrut 1401-
Bu d u r u m karşısında Merînîler yeni hü-
1 4 0 3 / 1 9 8 1 - 1 9 8 3 , X, 144; XIII, 3 7 0 ;
kümdarı t a n ı m a k t a n çekindiler ve Sul-
1934, S. 69, 7 0 ; Venşerîsî,
el-Hule-
I, 2 5 8 - 2 5 9 ; A h m e d b. Hâlid
lü's-sündüsiyye,
(nşr. Ca'fer e n - N â s ı r î —
tan Ebü'l-Hasan'a bağlı kalacaklarını bil-
M u h a m m e d en-Nâsırî), Dârülbeyzâ 1954, II, 5,
dirdiler. Yeğeni Mansûr, Ebû İnân'a kar-
6 ; Brockelmann, GAL Suppl.,
şı başlatılan m u h a l e f e t cephesini orga-
en-Nâsırî, el-lstikşâ
I, 660-661; II, 961 ;
Mahlûf, Şeceretü'n-nûr,
s. 106; Abdülhay el-
Kettânî, Fihrisü'l-fehâris,
I, 159; Chadli Bouya-
hia, La Vie litteraire
en lfriqya
sous
les
Zirides,
rış istemek zorunda kaldı. Aragon Krallığı'yla iyi ilişkiler kuran Ebû İnân, Hafsîler'in elinde bulunan Kostantîne'yi de (Konstantine) zaptedip sultan A h m e d b. Muhammed'i
esir aldı.
Kostantîne'de
b u l u n d u ğ u sırada gelen kabile reisleri itaat arzedip onu Tunus'u ele geçirmeye teşvik ettiler. Ancak Ebû İnân, askerlerin yurtlarından uzun süre ayrı kaldıklarını belirtip şikâyetçi olmaları üzerine başşehir Fas'a döndü. Bu dönemde Nasrîler'le ilişkiler, meşhur vezir Lisânüddin İbnü'l-Hatîb sayesinde çok iyi bir şekilde gelişti.
nize ederek amcasının üzerine yürüdü.
Ebû İnân 759 (1358) yılı kurban bay-
Tâze'de Ebü'l-Ecrâf vadisinde meydana
ramından sonra hastalandı. Yaklaşık iki
Tunis 1972, s. 67, 116; Abdülvehhâb b. Man-
gelen savaşta m a ğ l û p olan Mansûr Fâ-
hafta kadar yattıktan sonra 24 Zilhicce
sûr, A e l â m ü ' l - M a ğ r i b i ' l - ' A r a b î , Rabat 1979, II,
sülcedîde'ye sığındı. Ebû İnân onu ta-
759'da (27 Kasım 1358) Fas'ta veziri Ha-
kip ederek bir süre muhasara ettikten
san b. Ömer el-Fûdûdfnin tertiplediği
9 6 - 9 7 ; İ s m e t Abdüllatîf Dendeş,
râbıtîn
fî neşri'l-lslâm
fî ğarbi
Deurü'l-MuBey-
İfrîkıyyâ,
rut 1 4 0 8 / 1 9 8 8 , s. 6 0 ; H. R. idrîs, "Essai sur la
sonra ele geçirip öldürttü. Böylece Mağ-
bir komplo sonucu boğularak öldürüldü
diffusion d e l'ach'arisme en Ifriqya",
Cahiers
rib-i Aksâ ve Mağrib-i Evsat'ın büyük
ve Medînetülbeyzâ'da defnedildi. 28 Zil-
de Tunisie, sy. 2, Tunis 1953, s. 134-135; a.mlf.,
bir b ö l ü m ü kendi hâkimiyeti altına gir-
hicce (31 Kasım 1358) g ü n ü öldürüldüğü-
miş oldu.
ne dair rivayetler de vardır. Yerine oğlu
"Deux maitres de l'ecole juridique kairouan a i s e sous l e s Z i r i d e s b.
cAbd
(XI e
siecle): A b û B a k r
a l - R a h m a n et A b û
Annales
de
l'lrıstitut
cImrân
d'etudes
Öte yandan Tunus'taki Merînîler Sul-
Ebû Bekir es-Saîd geçti. Ebû İnân iffetli, cesur, cömert ve müt-
vam ettiler. Ebü'l-Hasan Tunus'tan ge-
taki bir insandı. İlim, edebiyat ve şiire
Külliyyeti'l-
milerle yola çıkıp maceralı bir yolculuk-
yakın ilgi duyar ve boş zamanlarında şi-
XXI, İskenderiye 1967, s. 50-51; Ch. Pel-
t a n sonra Merakeş'e vardı ve şehri zap-
irle meşgul olurdu. Orduya bizzat ku-
tetti. Bunun üzerine Ebû İnân babasına
m a n d a eden Ebû İnân z a m a n ı n d a Merî-
karşı harekete geçti ve Medgüsa'da ya-
nîler en iyi dönemlerini yaşadılar. Onun
pılan savaşta onu m a ğ l û p ederek Me-
Endülüs'te İslâm hâkimiyetini yeniden
l'Uniuersite
d'Alger,
XIII, A l g e r 1955, s. 4 2 - 6 0 ;
Muhtar el-Abbâdî,
"eş-Şafhatü'l-ûlâ
m i n t â r î h i ' l - M u r â b ı t î n " , Mecelletü lat, " A b ü
cImrân
a l - F â s î " , EI 2 Suppl. S
F
de
t a n Ebü'l-Hasan Ali'yi desteklemeye de-
Ahmed
Adâb,
al-Fâsî",
orientales
(İng.), s.
M U H A M M E D SÜVEYSÎ
E B Û İ N Â N el-MERÎNÎ
(
J i ^
o^-y}
n
)
Emîrü'l - mü'minîn Mütevekkil - Alellâh Ebû İnân Fâris b. Alî b. Osman el-Merînî (ö. 759/1358) Merînî hükümdarı (1348-1358).
rakeş'i ele geçirdi (751/1350). Cebelül-
kurabilecek nitelikte bir h ü k ü m d a r ol-
hintâte'ye sığınan
duğu
Ebü'l-Hasan
bura-
anlaşılmaktadır.
Ayrıca
Merînî-
da bir süre daha m u k a v e m e t ettikten
ler'den " E m î r ü ' l - m ü ' m i n î n " ve "Müte-
sonra bazı şartlar ileri sürerek t a h t t a n
vekkil - Alellah" gibi halifelere m a h s u s
feragat etti. Ebû İnân hâcibi Muham-
lakap ve unvanları kullanan ilk hüküm-
m e d b. Ebû Ömer'i gönderip babasının
dar olma özelliğine sahiptir. Ebû İnân,
isteklerini yerine getirdi ve rızasını al-
babası gibi imar faaliyetleriyle de ilgile-
dı. Sultan Ebü'l-Hasan 23
Rebîülâhir
nerek onun başlattığı eserleri t a m a m -
7 5 2 ' d e (19 Haziran 1351) vefat edince
ladığı gibi birçok şehirde mescid, med-
12 Rebîülevvei 729'da (14 Ocak 1329)
cenazesi önce Merakeş'te toprağa veril-
rese, zaviye, sebil ve h a m a m l a r yaptır-
Fâsülcedîde'de (Medînetülbeyzâ) doğdu.
di, daha sonra Fas'a götürülüp ataları-
mıştır. Kendisinin yaptırdığı Tâliatü Fâs
Babası Merînî hükümdarlarından Sultan
nın g ö m ü l ü olduğu Şâle'de (Chella) def-
adıyla m e ş h u r Bû İnâniyye Medresesi
Ebü'l-Hasan Ali b. Osman, annesi hıris-
nedildi.
âbidevî bir eserdir.
169 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
EBÛ İNÂN el-MERÎNÎ BİBLİYOGRAFYA: İbnü'l-Hatîb, el-İhâta,
II, 17-18, 20-21, 187,
195, 2 9 4 ; III, 13, 105, 117, 498, 530, 5 3 3 ; IV, 54, 66, 324, 330, 4 7 1 ; a.mlf.,
riyye
el-Lemhatü'l-bedBeyrut
fi'd-deuleti'n-Naşriyye,
1400/
1980, s. 6-7, 106-108, 117, 120; İbnü'l-Ahmer,
A'lâmü'l
mağrib
(nşr.
ve'l-Endelüs
Muham-
m e d Rıdvan e d - D â y e ) , Beyrut 1 4 0 7 / 1 9 8 7 , s. 6 9 - 7 0 ; İbn Haldûn, el-'İber,
Hulelü'l-meuşiyye
VII, 2 8 6 - 3 0 0 ; el-
fîzikri'l-ahbâri'TMerrâkü-
(nşr. Süheyl Zekkâr — Abdüikâdir Zimâ-
şiyye
me), Dârülbeyzâ 1 3 9 9 / 1 9 7 9 , s. 179, 187; Vezzân ez-Zeyyâtî, Vaşfü İfrîkıyye,
I, 225-226, 239,
282, 3 5 0 ; İbnü'l-Kâdî, Cezuetü'l-iktibâs,
Rabat
1973-74, II, 5 0 8 - 5 1 0 ; Ziriklî, el-A'lâm, 3 2 4 ; A b b a s b. İbrâhim, el-İ'lâm,
VI, 323-
I, 3 4 4 - 3 4 6 ;
Abdülvehhâb
b. Mansûr,
'ArabiRabat
1979, II, 9 7 - 1 0 2 ; İbrâhim Hare-
kât, el-Mağrib
'abre't-târîh,
A'lâmü'l-mağribi'iDârülbeyzâ 1 4 0 5 /
1984, II, 4 4 - 4 7 ; Ali Hâmid el-Mâcî,
fî 'ahdi's-Sultan
Ebî 'İnan
el-Merînî,
zâ 1986; R. Brunschvig, Târîhu
el-Mağrib Dârülbey-
İfrîkıyye
fi'l-
(trc. H a m m â d î es-Sâhilî), Beyrut
'ahdiT-Hafşî
1988, I, 197, 200-201, 206-209, 2 1 1 - 2 1 2 ; G. Yver, " H a f s î l e ı " ,
İA, 5 / 1 , s. 8 3 ; A l f r e d
Bel,
" T l e m s e ı ı " , a.e., 12/1, s. 395; G. Marçais, " ' A b d a l - W â d i d s " , El 2 (İng.), I, 93; a.mlf., " A b ü
c Inân
Fâris", a.e., 1, 129-130; H. R. ldris, " H a f ş i d s " ,
a.e.,
III, 68.
ı—ı IAI
ABDÜLKERIM ÖZAYDIN
EBÛ İSÂ el-İSFAHÂNÎ L
r L
r
n
(bk. İSFAHÂNÎ, Ebû îsâ).
EBÛ ÎSÂ ei-VERRÂK (bk. VERRÂK, Ebû îsâ).
EBÛ İ S H A K el-ENSÂRÎ (bk. SAFFÂR, Ebû İshak).
L
EBÛ İ S H A K el-FEZÂRÎ (bk. FEZÂRÎ, Ebû İshak).
~ı
J
EBÛ İ S H A K el-HARBÎ (bk. HARBÎ).
r
EBÛ İ S H A K el-İLBÎRÎ ( jyJVI
n
)
Ebû İshâk Îbrâhîm b. Mes'ûd b. Saîd et-Tücîbî el-İlbîrî (ö. 459/1067) Endülüslü şair ve fakih.
Doğum tarihi kesin olarak bilinmemekle birlikte 389 (999) yılında vefat eden İbn Ebû Zemenîn'den ders okuduğu ve hadis rivayet ettiğine göre IV. (X.) yüzyı-
lın sonlarında doğduğu söylenebilir. Aslen Gırnata'ya komşu İlbîre'den (Elvira) olup İbn Saîd el-MağribFye göre "bâ" kafiyeli meşhur kasidesi dikkate alınırsa Gırnata'ya 8 mil mesafedeki Hısnülukâb'dandır. Benî Tücîb kabilesine mensup olduğu için Tücîbî nisbesiyle de tanınır. Ebû İshak'ın yetiştiği ilim muhiti, hocaları, talebeleri hakkında kaynaklarda fazla bilgi yoktur. Hocaları arasında İbn Ebû Zemenîn'in, talebeleri arasında da Abdülvâhid b. îsâ b. Hemedânî, Ebü'lAbbas Ahmed b. Hişâm el-Kaysî, Ebû Hafs Ömer b. Halefin dışında başka bir isim zikredilmemektedir. Fıkıhla ilgili herhangi bir eserine rastlanmamıştır. Sadece hocası İbn Ebû Zemenîn'in fıkha dair eserlerini rivayet ettiği, Zîrî Sultanı Bâdîs b. Habbûs es-Sanhâcî zamanında Gırnata'da kadılık yapan Ali b. Muhammed b. Tevbe'nin kâtibi olarak görev yaptığı ve aynı zamanda ders verdiği bilinmektedir. Ebû İshak ayrıca hadisle de ilgilenmiştir. Ancak İlbîrî daha çok zühd konusunda yazdığı şiirlerle tanınmış olup divanı Escurial Libraıy'de kayıtlıdır (nr. 404). Bu divan ilk olarak E. Garcia Gomez tarafından İspanyolca bir mukaddime ve bazı taliklerle birlikte, daha sonra da Muhammed Rıdvân ed-Dâye tarafından tahkik edilerek neşredilmiş, 113 beyitlik "Tâiyye" kasidesini de Abdullah Kenûn yayımlamıştır (bk. bibi.). İlbîrî'nin yahudilerle ilgili şiirleri üzerinde özellikle durmak gerekir. Zîrî Sultanı Bâdîs b. Habbûs, yahudi veziri Samuel b. Nağrîle'nin ölümü üzerine oğlu Joseph'i (Yûsuf b. İsmail) vezir yapmış, Joseph de görevini kötüye kullanarak yahudileri bazı önemli mevkilere getirmiş ve onlara çeşitli menfaatler sağlamıştı. Bunun üzerine İlbîrî, bir yahudiyi vezirliğe getirdiği için sultana, buna rızâ gösterdiği için de halka sert tenkitler yöneltmiş, bu yüzden bir süre İlbîre'nin dışında Râbıtatülukâb'da ikamete mecbur edilmiştir. Fakat İlbîrî tavrını değiştirmeyerek bu konuda bir kaside söylemiştir. Genellikle bu kaside üzerine galeyana geldiği rivayet edilen halkın yahudiler aleyhinde bir kıyam başlattığı (30 Aralık 1066) ve çok sayıda yahudi ile adı geçen vezirin bu olaylarda öldürüldüğü kaydedilmektedir. Ancak İlbîrî'nin, Vezir Joseph'in siyasî niyet ve teşebbüslerinin yol açtığı bu olaylardaki rolü henüz tam aydınlanmış değildir. Söz konusu olaylardan bahseden Arap ve yahudi kaynakları Ebû İshak'tan ve şiirinden söz etmemektedir. Özellikle yahudi
kaynaklarının ondan bahsetmemesi dikkat çekicidir. Muhtemelen bu olaylarla Ebû İshak'ın söz konusu şiirini yazması aynı zamana rastladığı için ikisi arasında bir ilişki kurulmuştur. Ebû İshak el-İlbîrî 459 yılının sonlarında (1067) vefat etti. BİBLİYOGRAFYA: Ebû İshak el-İlbîrî, Dîuân Madrid 1944; a.e.
(nşr. E. G. G o m e z ) ,
(nşr. M . Rıdvân
Beyrut 1 3 9 6 / 1 9 7 6 ; İhsan Abbas,
ed-Dâye),
Târîhu'l-ede-
Beyrut 1985, 11, 1 3 5 - 1 3 9 ; Dabbî,
bi'l-Endelüsî,
s. 2 1 0 ; İbn Saîd e l - M a ğ -
BuğyetüT-mültemis, ribî, el-Muğrib,
s. 3 2 - 1 3 3 ; el-İstibşâr
fî
'acâ'i-
(nşr. Sa'd Zağlül A b d ü l h a m î d ) , Dâ-
bi'l-emşâr
rülbeyzâ 1985, s. 4 1 8 ; İbnü'l-Ebbâr, (nşr. A . Bel -
et-Tekmile
İbn Ebü Ş e n e b ) , Cezayir 1920, I,
136-137; İbnü'l-Hatîb, el-İhata,
I, 4 4 0 ; II, 155;
III, 5 1 7 ; IV, 82, 3 1 7 ; Makkarî, tiefhu't-tîb,
III,
4 9 1 ; IV, 86, 112, 113, 3 2 2 ; Brockelmann,
GAL
I, 4 7 9 - 4 8 0 ; E. G. Gomez, Un Alfaqui
Suppl., panolAbü
!shâq
" A b ü ishâk a l - I l b l r î " , El
islam
in History,
es-
de Eluira, Madrid 1944; a.mlf.. 2
(Fr.), I, 134; B. Lewis,
London
1973, s.
158-165;
Seyyid Mustafa Gâzî, " E b û İ s h â k e l - İ l b î r î ş â c i rü' z - z ü h d i ' 1 - E ı ı d e l ü s î f i ' 1 - k a r i l i ' 1 - h â m i s i ' 1 hicrî", Mecelletü
Külliyyeti'l-âdâb,
sy. 20, İsken-
deriye 1966, s. 75-99; Abdullah Kenûn, " T â ' i y y e t ü Ebî İshâk el-İlbîrî f i ' l - e i l m v e ' z - z ü h d " ,
MMİADm.,
II (1974), s. 21-33. H
F
M U H A M M E D SÜVEYSÎ
EBÛ İ S H A K el-İSFERÂYÎNÎ
n
(bk. İSFERÂYÎNÎ, Ebû İshak).
F
EBÛ İ S H A K el-MERVEZÎ
n
(bk. MERVEZÎ, Ebû İshak).
r
EBÛ İSHAK es-SÂBÎ (bk. SÂBÎ, Ebû İshak).
L
r
J
EBÛ İ S H A K es-SAFFÂR (bk. SAFFÂR, Ebû İshak).
EBÛ İ S H A K es-SEBÎÎ
n
Ebû İshâk Amr b. Abdillâh b. Zîyuhmid es-Sebıî (ö. 127/745) Kûfeli hadis ve kıraat âlimi, tâbiî. j
34 (654) yılında doğdu. 29 (649) veya 32 (652) yılında doğduğu da rivayet edilmektedir. Yemen'deki Hemdân kabilesine mensup Sebî' (Sebü') b. Sa'b'm soyundan geldiği için Sebîî ve Hemdânî, Kûfe'ye yerleştiği için de Kûfî nisbeleriyle
170 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
EBÛ KÂLÎCÂR anılır. Dedesinin adının Ali veya Ubeyd olduğu da söylenmektedir.
ayrıca pazartesi ve perşembe günlerini oruçlu geçirdiğini söylemiştir.
İbn Abbas, Berâ b. Âzib, Abdullah b. Amr b. Âs, Muâviye b. Ebû Süfyân gibi sahâbîlerden; Mesrûk b. Ecda', Dahhâk b. Kays, Amr b. Şürahbîl gibi tabiîlerden hadis rivayet etti. Esved b. Yezîd en-Nehaîden Kur'an öğrendi. Muhtelif hocalardan ilim öğrenmeye meraklıydı. Ali b. Medînî'nin belirttiğine göre 300 veya 400 hocadan faydalanmıştır. Bunların yetmiş sekseninden sadece kendisi rivayette bulunmuşsa da bu şahısların yer aldığı senedler ihtiyatla karşılanmıştır. Çok kimseden rivayet etmesi sebebiyle Ebû Hâtim er-Râzî onu Zührî'ye benzetmiştir. Kendisinden de hocalarından İbn Şîrîn, akranından Zührî ve Katâde b. Diâme, oğlu Yûnus ile torunları hadis hâfızı İsrâîl b. Yûnus ve Yûsuf b. İshak, ayrıca Mansûr b. Mu'temir, A'meş, İbn Ebû Zâide, Şu'be b. Haccâc ve Süfyân es-Sevrî gibi muhaddisler faydalanmışlardır. Huzurunda Kur'an'ı arz* yoluyla okuyan kıraat âlimi Hamza b. Habîb'in en yaşlı hocasıdır. Yahyâ b. Maîn'e göre onun en güvenilir râvileri Şu'be b. Haccâc ile Süfyân es-Sevrî'dir.
Ebû İshak 127 yılı Receb ayında (Nisan 745) vefat etti. 126 (744), 128 (746) veya 129 (747) tarihinde öldüğüne dair rivayetler doğru görünmemektedir.
Ebû İshak, kendisinden hadis rivayet ettiği hocası Hâris el-A'ver'in ölümünden sonra onun hanımı ile evlenmiş, kitapları da kendisine kalmıştır. Ahmed b. Hanbel, Yahyâ b. Maîn, Nesâî ve Ebû Hâtim er-Râzî, rivayetleri Kütüb-i Sitte'öe yer alan Ebû İshak'ın güvenilir bir râvi olduğunu belirtmişler; İbn Hibbân ile Tahâvî ise onun müdeilis (bk. MÜDELLES) olduğunu ileri sürmüşlerdir. Ali b. Medînî, o devrin hâfızası en güçlü altı muhaddisi arasında onun adını da zikretmiştir. Ebû İshak Muâviye devrinde yapılan Bizans seferinde bulunmuş, kendi ifadesine göre Ziyâd b. Ebîh'in valiliği döneminde altı yedi savaşa katılmıştır. Muâviye ona babasının aylığı olan 300 dirhemi ödemeye devam etmiş ve maaşı zamanla artarak 1000 dirhemi geçmiştir. Ömrünün son yıllarında hâfızası zayıflamış, gözleri görmez olmuştur. Tanınmış muhaddis Şa'bî'nin (ö. 103/721) Ebû İshak'a, "Sen benden hayırlısın" diye iltifat ettiği, onun da Şa'bî'nin kendisinden hem yaşlı hem daha hayırlı olduğunu söylediği rivayet edilmektedir. Kur'ân-ı Kerîm'i üç günde bir hatmettiği nakledilen Ebû İshak bir rivayete göre, gençlere gençliğin kıymetini bilmelerini tavsiye ederek kendisinin her gece 1000 âyet okuduğunu, h a r a m aylar*ın tamamını ve her ayın üç gününü,
Ebû İshak es-Sebîî'nin soyundan ünlü muhaddisler yetişmiştir. Oğlu Yûnus b. Ebû İshak küçük yaştaki tabiîlerden olup Enes b. Mâlik'ten hadis almış, Abdullah b. Mübârek, Yahyâ b. Saîd el-Kattân, Abdurrahman b. Mehdî gibi âlimlere hadis rivayet etmiştir. Yûnus'un iki oğlu İsrâîl ile îsâ babalarından daha güçlü birer hadis hafızıydılar. Ayrıca Ebû İshak'ın diğer oğlu İshak'tan torunu olan Yûsuf rivayetleri Kütüb-i Sitte'de yer alan bir muhaddistir. Hadis hafızı Ebû Muhammed Hasan b. Ahmed b. Sâlih es-Sebîfnin de (ö. 371/982) onun soyundan geldiği söylenmektedir (Zehebî, Târîhu'l-İslâm, s. 351-380, 494-497). BIBLIYOGRAFYA: İbn Sa'd, et-Tabakât,
VI, 313-315; Buhârî, et-
VI, 3 4 7 ; İbn Ebû Hâtim,
Târîhu'l-kebîr,
el-Cerh
ue't-ta 'dil, VI, 242-243; Hasan b. A h m e d b. Ya'küb el-Hemedânî, el-lklîl
ue ensâbi
Himyer
(nşr.
min
ahbâri
Yemen
Muhibbüddin
el-Ha-
tîb), Beyrut 1 4 0 7 / 1 9 8 7 , X, 6 4 ; Ebü'ş-Şeyh, 7a-
bakâtü'l-muhaddisîn
(nşr. A b d ü l -
bi-İşfahân
gafûr el-Belûşî), Beyrut 1407/1987, s. 336-338; Zehebî,
Tezkiretü'l-huffâz,
hu'l-İslâm:
I, 1 1 4 - 1 1 6 ; a.mlf.,
V, 3 9 2 - 4 0 1 ;
A' lâmü'n-nübelâ',
a.mlf., Târî-
sene 121-140, s. 190-194, 351-380,
4 9 4 - 4 9 7 ; İbn Hacer, Tehzîbü't-Tehzîb, 6 7 ; a.mlf., Tebşîrü'l-müntebih, nü'l-İmâd, Şezerât,
F
L F
L F
VIII, 63-
IV, 1487;
İb-
I, 174. S
üzerine hânedanın Fars kolunun başına geçti (415/1024), fakat amcası Kirman Emîri Ebü'l-Fevâris Kıvâmüddevle Türk askerlerinin desteğiyle Fars'ı ele geçirdi. Bir süre Fars'ı kaybeden Ebû Kâlîcâr, Kıvâmüddevle ile iki yıl mücadele ettikten sonra nihayet 417'de (1026) Fars'a tekrar hâkim oldu. Ancak diğer amcası Müşerrifüddevie'nin 416'da (1025) ölüm ü üzerine Büveyhîler'in İrak kolunun başına geçmesi için Abbâsî halifesi ve Türk askerlerince sağlanan desteği değerlendiremedi. Bununla beraber Aralık 1025'te bu kolun başına geçen amcası Celâiüddevle'nin iktidarının ilk on yedi ayında Bağdat'ta onun adına hutbe okundu. Ebû Kâlîcâr 1027'de Kirman'ı ele geçirmek için harekete geçtiyse de başarılı olamadı ve Ebü'l-Fevâris Kıvâmüddevle'ye yıllık 20.000 dinar haraç vermek şartıyla aralarında anlaşma sağlandı. Fakat ertesi yıl Kıvâmüddevle'nin ölüm ü üzerine Kirman'ı kolayca topraklarına kattı.
A L I OSMAN KOÇKUZU
EBÛ İSHAK eş-ŞÎRÂZÎ (bk. ŞİRÂZÎ, Ebû îshak).
EBÛ İSHAK ez-ZECCÂC (bk. ZECCÂC).
EBÛ KÂLÎCÂR
n
J n
J ^
) Emîrü'l - Ümerâ Muhyıddîn Ebû Kâlîcâr Merzübân b. Sultâniddevle b. Bahâiddevle (ö. 440/1048) Büveyhî hükümdarı (1044-1048).
^
Şevval 399'da (Mayıs-Haziran 1009) Basra'da doğdu. Henüz on iki yaşında iken babası Sultânüddevle tarafından Ahvaz valiliğine tayin edildi. Babasının ölümü
Ebû Kâlîcâr daha sonra Irak Büveyhî tahtını da ele geçirmek için seferber oldu. 419'da (1028) Basra'yı, ertesi yıl Vâsıt'ı topraklarına kattı. Ancak daha sonra Celâlüddevle ile yaptığı savaşta yenildi ve Ahvaz'a çekilerek Vâsıt'ı rakibine bırakmak zorunda kaldı. Celâlüddevle 421'de (1030) Batîha, Mezârve Basra'yı ele geçirdiyse de Ebû Kâlîcâr son iki şehri geri almayı başardı. 423 (1032) ve 428 (1036-37) yıllarında Celâlüddevle'ye karşı isyan eden Türk askerleri her iki isyanda da hutbeyi Ebû Kâlîcâr adına okutarak onu Bağdat'a davet ettiler. Ebû Kâlîcâr, Bars Doğan liderliğinde yapılan ikinci isyanı desteklemek için Irak'a bir ordu gönderdi. Bu ordu Vâsıt'ı ele geçirmekle beraber daha ileri gidemedi. Zira Celâlüddevle, Bağdat'ta zayıf bir Büveyhî emîrinin iş başında bulunmasını tercih eden mahallî emirlerin yardımıyla tahtına geri dönmeye ve hatta Vâsıt'ı tekrar ele geçirmeye muvaffak oldu. Bu mücadelelerden sonuç alamayan taraflar 428'de (1036-37) evlilik bağlarıyla da güçlendirilen dostluk ve saldırmazlık antlaşması imzaladılar. Ebû Kâlîcâr, 433 (1041-42) yılında çıkan karışıklıklar sebebiyle Uman'ı doğrudan kendi idaresine aldı. Aynı yıl Oğuzlar'ın Hemedan'a yaptıkları bir saldırıyı püskürttü. Kâkûyîler'den (Kâkeveyhîler) Alâüddevle'nin ölümünden sonra çıkan taht kavgalarından faydalanarak İsfahan'ı ele geçirmek istediyse de başarılı olamadı.
171
Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
EBÛ KÂLÎCÂR Mart
1044'te Celâlüddevle'nin
ölü-
m ü üzerine oğlu el-Melikü'l-Azîz'e bia t eden Türk askerlerini büyük paralar vererek kendi tarafına çekti ve Eylül
ve Kitâbü 11-Cebr
BİBLİYOGRAFYA:
ve'l - mukabele
adlı
(nşr. G. L e Strange —
eserinin de Ali b. A h m e d el-İmrânî el-
R. A. N i c h o l s o n ) , London 1921, s. 119, ayrıca
Mevsılî (ö. 344/955) tarafından şerhedil-
İbnü'l-Belhî, Fârsnâme
bk. İndeks; İbnü'l-Cevzî, el-Muntazam,
VIII, 21,
62-65, 96, 108, 119, 139; İbnü'l-Esîr,
el-Kâmil,
diği göz önüne alınırsa Ebû Kâmil'in bu
1044'te B a ğ d a t ' t a adına h u t b e okut-
IX, 323, 337-339, 346-347, 355, 359-360, 367-
iki zatın ölüm tarihleri arasındaki zaman
tu.
368, 374-376, 403, 406-409, 414, 423, 430-
diliminde yaşadığı kabul edilebilir.
Büveyhîler'e tâbi
olan
Annâzîler,
Mervânîler ve Mezyedîler de onu metbû tanıdılar. Böylece Büveyhî hâneda-
431, 453-455, 467-469, 495-496, 510-511, 516517, 524-531, 534, 536, 540, 5 4 7 - 5 4 8 ; Kirmânî, 'İkdü'l-'ulâ
(nşr. Ali Mu-
li'l-meukıfi'l-a"lâ
nınm başına geçen Ebû Kâlîcâr aynı yıl
h a m m e d Âmirî N â m ı ) , Tahran 1311, s. 6 9 ; Z e -
B a ğ d a t ' a girdi ve Abbâsî halifesinden
hebî, A'lâmü'n-nübeiâ',
Muhyiddin unvanını alarak emîrü'l-ümerâ oldu. Ebû Kâlîcâr daha sonraki dört yıl boyunca, süratle genişleyen Selçuklu gücü-
Târîh-i
XVII, 6 3 1 ;
Müstevfî,
(Nevâî), Tahran 1364, s. 424-
Cüzîde
Eserleri. Ebû Kâmil'den bahseden ilk kaynak İbnü'n-Nedîm'in el-Fihrist'\ olup ona Kitâbü'l-Felâh,
Felâh,
Kitâbü'l
425;" Mîrhând, Rauzatü'ş-şafâ',
IV, 172, 174-
Kitâbü'l-'Aşîr,
177; Hândmîr, Habîbü's-siyer,
Tahran
Cem c
s. 4 3 6 - 4 3 7 ; Mafızullah Kabir. The
Dyrıasty
of
Baghdad
1333,
Buıoayhid
(334/946-447/1055),
Kitâbü
- Cebr
Miftâhi'l-
ve'l -
Kitâbü't-Tayr,
ve't-tefrik,
mukabele, Kitâbü'l -
Kitâbü'l-Hata'eyn,
Kitâbü'l-Misâha
ve'l-herıdese
ve Ki-
Calcutta 1964, s. 98, 100-101, 104-106, 109-
tâbü'l -Kifâye adli eserleri nisbet etmek-
ne karşı topraklarını korumaya çalıştı.
113; H. Busse,
tedir. Bunlardan
Şîraz'ın etrafını surlarla çevirdi. 1044'te
Buy iden
Hemedan, 1045'te İsfahan Kâkûyîler'i
Chalif
im lraq
und
Grosskörıig:
Die
Beyrut 1969, s.
(945-1055),
9 8 vd., 110 vd., ayrıca bk. İndeks; Bosworth.
İslâm
Deuletleri
Tarihi, s. 119-120; a.mlf., " T h e
mukâbele herıdese
Kitâbü'l-Cebr
P o l i t i c a l a n d D y n a s t i c H i s t o r y of t h e I r a n i a n
ri bugüne ulaşmamıştır, l .
Bey'in adına o k u n m a k t a olan hutbeye
W o r l d (A. D. 1000-1217)", CHlr., VI, 3 9 - 4 0 , 58-
ve'l-mukabele.
güneybatısına karşı saldırıya geçen İbrâ-
59;
Harold
JRAS
Bowen,
"The
Last
Buwayhids",
(1929), s. 2 2 7 - 2 3 5 ; a.mlf., " A b ü
Kâlid-
jâr", El 2 (İng.), I, 131-132; A. D. H. Bivar -
ve'l-
dışındakilerin Arapça metinle-
Ebû Kâlîcâr'ı m e t b ü tanıyarak Tuğrul son verdiler. Ebû Kâlîcâr, aynı yıl Cibâl'in
ve'l-
ile Kitâbü'l-Misâha
Kitâbü'l-Cebr
Ebû Kâmil'in en önem-
li ve en ünlü eseri olup
Kitâbü'ş-Şâmil
S.
adıyla da bilinmektedir. Uzun zaman-
h i m Yinal'ın emrindeki Selçuklu kuvvet-
M. Stern, " T h e C o i n a g e of O m a n u n d e r A b û K â l î c â r t h e B u w a y h ı d " , Numismatic
dan beri Latince ve İbrânîce tercümeleri
lerine karşı koymak istediyse de salgın hastalık yüzünden nakil hayvanlarından
Chronic-
le, XVIII, seri 6, London 1958, s. 146-156; Henri
aracılığıyla tanınan eser, Ali b. A h m e d
Laoust, " L e s P r o g r e s du S u n n i s m e S o u s l e
el-İmrânî'den başka İstahrî (IV./X. yüz-
çoğunun telef olması sebebiyle planını
C a l i f a t d ' a l - Q a i m d e 422/1031 A
yıl), Ebü'l-Kâsım el-Kureşîve İbrâhim b.
gerçekleştiremedi. Fakat daha sonra Sel-
REİ, XXXVI (1968), s. 77, 79, 8 4 - 8 6 ; Cl. Huart,
çuklularla başedemeyeceğini anlayarak
" E b û K â l î c â r " , İA, IV, 3 2 - 3 3 ; Erdoğan Merçil,
4 3 9 ' d a (1047-48) Tuğrul Bey ile bir ba-
"Büveyhîler", DİA, VI, 497.
450/1058",
m ILLI A H M E T G Ü N E R
rış antlaşması imzaladı ve kızını Tuğrul Bey'e verip Selçuklular'la akrabalık kurdu. Bunun üzerine Tuğrul Bey İbrâ-
F
him Yinal'a, Büveyhî topraklarına bir as-
( J.IS
kerî harekete kalkışmaması talimatını doğusunda bozuldu. 1048'de Kavurd Bey kumandasındaki Selçuklu kuvvetleri Kir^
ve Kirman'da otoritesini yeniden kurm a k için harekete geçti; f a k a t hedefine ulaşamadan 4 Cemâziyelevvel 440'ta (15 Ekim 1048) Kirman'ın Cennâb mev-
hiçbiri
zamanımıza
ulaşmamıştır.
İbn
Haldûn bu eseri, Hârizmî'nin kitabından sonra cebir alanında yapılmış en güzel rinin en güzeli olarak da Kureşî'ninkini göstermektedir ( M u k a d d i m e , 111, 1129). Daha sonra İslâm matematikçileri ve Kâtib Çelebi de Ebû Kâmil'in bu kitabını Hâ-
Doğu'da ve Batı'da etkili olmuş İslâm matematikçisi.
rizmî'ninkinden sonra cebir sahasında ^
lisi Kavurd'un emrine girdi. Bunun üzerine Ebû Kâlîcâr, âsi valiyi cezalandırmak
dan da şerhedilmiştir; ancak bunların
çalışma olarak nitelendirmekte, şerhle-
)
Ebû Kâmil Şücâ' b. Eşlem b. Muhammed b. Şücâ' el-Hâsib el-Mısrî
verdi. Ancak bu barış imparatorluğun
m a n ' a saldırdı. Büveyhîler'in Kirman va-
n
EBÛ KÂMİL
Ömer es-Sûbînî (ö. 858/1454) tarafın-
yazılmış en önemli eserlerin başında zikretmişlerdir (İbnu 1-Mecdî,
Cebir alanında M u h a m m e d b. Mûsâ
Hâüiyyul-lü-
bâb, vr. 101b-102a; Keşfü'z-zunün, II, 1024).
el-Hârizmî'den sonra eserleri zamanı-
Kitâbü'l-Cebr
mıza ulaşan ilk matematikçi olup eski
lümden oluşmaktadır. Birinci b ö l ü m d e
İslâm cebir geleneğinin son temsilcisi-
temel cebirsel ifadeler ve işlemlerle basit
ve'l-mukâbele
üç bö-
dir. Hârizmî, Abdülhamîd b. Vâsi' b. Türk
(müfredat) ve katışık (mukterenat) denk-
ve Sind b. Ali gibi kendinden önceki İs-
lemler incelenmekte, dolayısıyla bu bö-
Ebû Kâlîcâr Şîraz'da iken Müeyyed-
lâm matematikçilerinin yanı sıra eski Yu-
l ü m yapı bakımından Hârizmî'nin eseri-
Fiddîn adlı bir Fâtımî dâîsinin etkisin-
nan matematiğinden, özellikle Heron ve
nin ilk bölümünü andırmaktadır. Ebû Kâ-
de kalarak bir kısım Deylemli askerlerle
Öklid'den
mil'in burada ele aldığı konulara getir-
birlikte İsmâilîliğe girmişti; f a k a t d ö r t
muhtemeldir.
kiinde vefat etti.
(Euclides) etkilenmiş
olması
diği en önemli yenilik, irrasyonel sayıla-
yıl sonra bu hareketin Abbâsî halifesiy-
İlk d ö n e m klasik kaynaklarında bilgi
rı m u k t e r e n a t denklemlerin kökleri ya-
le olan münasebetlerine zarar vereceği-
bulunmadığı için hayatı hakkında he-
nında katsayılarında da kullanmasıdır.
ni düşünerek söz konusu dâîyi toprak-
m e n hemen hiçbir şey bilinmemekte,
Eserin ikinci bölümünde cebirsel yöntem-
larından uzaklaştırdı.
yakın yıllara ait çalışmaların bazılarında
lerin geometrik problemlere
Ebû Kâlîcâr'ın vefatından sonra büyük
Ahmed b. Tolun zamanında (868-884) Ka-
ması
oğlu Hüsrev Fîrûz, el-Melikü'r-Rahîm la-
hire'de yaşadığı ve gemi inşaat mühen-
kullanılan geometri Hârizmrninki değil
kabıyla B a ğ d a t ' t a emîrü'l-ümerâ olur-
disi veya yapımcısı olarak, bazılarında
Öklid'inkidir. Üçüncü b ö l ü m d e ise mo-
ken diğer bir oğlu Ebû Mansûr Fülâd Sü-
ise bazı valilerin yanında m u h a s i p ola-
dern m a t e m a t i k t e "diofantik denklem-
t ü n da Büveyhîler'in Fars kolunun başı-
rak çalıştığı söylenmektedir. Ancak Hâ-
ler" adı verilen belirsiz denklemler ele
na geçti.
rizmî'den sonra geldiği (ö. 236/850 |?|)
alınmıştır. Matematik tarihçilerince ka-
gösterilmektedir. Ancak
172 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
uygulanburada
EBÛ KÂMİL bul edilen gene! görüş, Ebû Kâmil'in belirsiz denklemlerin çözümünde bağımsız olduğu şeklindedir. Eserin son kısımlarında bazı cebirsel problemler ele alınmakta ve sonlu dizilerin toplamıyla ilgili bazı kurallar incelenmektedir. Ayrıca bu kısımlarda Hârizmî'nin bugün mevcut olmayan başka bir eserinden de alıntılar yapılmıştır. Eserde HârizmFnin daha önce ortaya koyduğu cebir bilgileri tekrar ele alınmış, ayrıca bunlara yeni bilgiler eklenmiştir. Ebû Kâmil bu çalışmasında HârizmFnin eserinin yarısını kaplayan muâmelât, mesâha ve vesâyâ problemlerine yer vermemiş, bu tür konular için ayrı bir kitap telif etmiştir. Bu tut u m u "ile cebirin bağımsız bir alan olduğunu vurgulamak istediği söylenebilir. Bu konuda Ebû Kâmil cebir ilmine Hârizmî'den farklı bir şekilde yaklaşmaktadır. Ona göre cebir bilinmeyenin tesbitinde kullanılan bir yoldur ve muhtevası gereği diğer bilinmeyeni tesbit etm e yollarından farklıdır. Ayrıca cebir tarihinde ilk defa cebirin hesabı da ihtiva edecek şekilde genişletilebileceğini görmüştür. Hârizmî problemleri ve çözümlerini tek bir yolla sergilemiş, böylece cebir sürekli bir tekrar niteliği kazanmıştır. Ebû Kâmil ise cebirin mekanik bir işlem olmadığını, t a m tersine sürekli yaratıcılık gerektiren bir alan olduğunu vurgulamış ve daima ortaya koyduğu çözümlerle oynayarak genel sonuçlar vermeye çalışmıştır. Ayrıca bu eseriyle cebiri ve dayandığı ilkeleri Öklid geometrisi üzerine oturtarak sıkı mantık kurallarına bağlamış ve her türlü cebirsel ifadenin geometrik açıklamasını vermiştir. Yine Hârizmî'den farklı olarak irrasyonel sayıları geniş biçimde cebirsel denklemlere uygulamıştır. Bunlardan başka İslâm cebir tarihinde ilk defa x 2 'den büyük kuvvetleri kullanan matematikçi de Ebû Kâmil'dir. Kuvvetlerin toplamı kaidesinden hareketle cebirsel işlemlerde x 8 'e kadar olan kuvvetlere geniş bir şekilde yer vermiştir. Ancak cebirin cezir, mal ve adet, müfred gibi temel kavramlarında HârizmFyi takip etmiş, temel cebirsel ifade ve denklemlerin yanında karekök ile yapılan toplama ve çıkarma formüllerini de açık olarak vermiştir. Kitâbü'l-Cebf'm iki Arapça nüshası ile bir İbrânîce ve bir Latince tercümesi ele geçmiş olup (Sezgin, V, 281) Arapça nüshalarından sadece Beyazıt Devlet Kütüphanesi'ndeki nüsha (Kara Mustafa Paşa, nr. 379, 111 varak) tamdır ve Fuat Sezgin tarafından tıpkıbasım
olarak yayımlanmıştır (Frankfurt 1986). Meşhed'de Âsitân-ı Kuds Kütüphanesi'nde bulunan (Riyâza, nr. 98, 23 varak) diğer nüsha ise eksiktir. Mantualı Mordekhai Finzi'nin (ö. 1460 |?j) yaptığı İbrânîce tercüme, ilk önce J. VVeinberg tarafından Almanca (Die Algebra des Abu Kâmil Soğa ben Aslam, Münih 1935), daha sonra da Martin Levy tarafından İngilizce tercümesiyle birlikte yayımlanmıştır (The Algebra of Abü Kâmil, Madison 1966); ancak Arapça metne göre İbrânîce metin eksik görünmektedir. Latince tercüme ise aslı üç bölüm olan eserin sadece ilk iki bölümünü ihtiva etmektedir. Bu tercüme L. C. Karpinski tarafından incelenerek Almanca'ya tercüme edilmiş ve bir makale ile ilim âlemine tanıtılmıştır ("Algebra of Abü Kâmil Shoja c ben Aslam", Bibliotheca Mathemati• ca, XII, Leipzig 1911-1912, s. 40-55). 2. Kitâbut-Tarâ'if fi'l-hisâb. el-Fihrist'te zikredilmeyen kitap, belirsiz denklemlerle çözülebilen problemler konusunda zamanımıza ulaşan en eski Arapça eserdir. Bu tür problemlerle daha önce Diophantos (III. yüzyıl), Kustâ b. Lûki tarafından Şmâ catul-cebr adıyla Arapça'ya tercüme edilen Aritmetica adlı eserinde ilgilenmiştir. Ancak Diophantos büyük oranda, denklemlerin kökünü gerçekleyen rasyonel sayıları dikkate almıştır. Ebû Kâmil ise çözümü gerçekleyen bütün t a m sayıları incelemeye çalışmaktadır. Bilindiği kadarıyla Hintli matematikçi Âryabhat da (V. yüzyıl) belirsiz denklemleri ele almış ve çözümlerinde sürekli kesirleri esas tutan "kuttaka" (dağılma) yöntemini kullanmıştır. Daha sonra yine bir Hintli matematikçi olan Bhaskara, 1150 yılında kaleme aldığı Vijaganita adlı eserinde belirsiz denklemlerin tam sayılarla çözümünü geniş bir şekilde incelemiştir. Bununla birlikte Ebû Kâmil'in Hint yöntemlerini bilip bilmediği tartışmalıdır. Ancak onun Hintliler'i takip ederek problemlerinde bilinmeyen değerlerin yerine büyük oranda kuş kullandığı görülmektedir. Dolayısıyla Ebû Kâmil ile Hintli matematikçilerin problemleri arasında bir şekil benzerliği vardır; ayrıca et-Tarâ'if'm mevcut tek yazmasında görülen meçhul bir şârihin düştüğü notlardan hareketle Ebû Kâmil'in bu metotlardan haberdar olduğu da düşünülebilir. Ancak genel kanaat onun bu tür problemlerden haberdar olduğu, fakat çözümlerinde t a m a m e n bağımsız hareket ettiği şeklindedir. Ebû Kâmil'in incelediği problemlerin tamamı, iki denklem-
den oluşan birinci dereceden üç, dört ve beş bilinmeyenli bir denklem sistemine indirgenmektedir. Bu sebeple zikrettiği problemler, modern matematik diliyle ax + by-f- cz + - = 100 x + y + z + - = 100 şeklinde ifade edilebilir. Denklem sistemindeki x, y, z gibi bilinmeyen değerlerin karşılığı ise t a m sayı olmak zorundadır; çünkü bizzat kendisi denklemlerdeki bilinmeyen değerlerin yerine kuş, kılıç, kargı, adam, kadın ve çocuk gibi varlıkların konulabileceğini ifade etmektedir. Yine kendi ifadesinden bu tür problemlerin o dönemde yaygın olarak kullanıldığı, ancak denklemin çözümünde birden fazla yol mevcut olduğu halde bir tek çözümle yetinildiği anlaşılmaktadır. Ebû Kâmil'in bu tür problemlerin çözümünde takip ettiği genel yöntem t a m a m e n cebirseldir ve ayrıca son derece düzenli ve sistematik bir yola sahiptir. Denklemlerde bilinmeyen değerlerin lafzî sembolleri x = şey, y = dinar (altın para), z — fels (bakır para) ve dördüncü değer = hâtem olarak verilmekte ve bu dört tabir başka hiçbir anlamda kullanılmamaktadır. Sabit sayıya ise dirhem veya adet kelimeleriyle işaret edilir ve sayılar da kelimelerle gösterilir; cetveller ve eserin son sayfasında verilen rakamlar dışında Hint rakamları kullanılmaz. Leiden ve Paris'te iki nüshası bulunan (Sezgin, V, 281) Kitâbü't-Tarâ *if in ilk defa Mantualı Mordekhai Finzi tarafından İbrânîce'ye tercüme edildiği bilinmekteyse de (Münih, Bayerische Staatsbibliothek, hebr. nr. 225/4) G. Sacerdote, bu tercümenin doğrudan Arapça'dan değil İspanyolca'dan yapılmış olabileceğini belirtmiş, H. Suter de daha sonra bu görüşü doğrulamıştır. Buna göre eserin ilk önce İspanyolca'ya çevrilmiş olması gerekmektedir. Ayrıca Suter'e göre Paris Bibliothöque Nationale'de (nr. 7377A, 6) kayıtlı yazma da et-Tarâ'if'in Latince tercümesidir. Eserin Arapça metni Ahmed Selîm Saîdân tarafından yayımlanmıştır ("Kitâbü Tarâ'ifi'l-hisâb li-Ebî Kâmil", Târîhu cilmi'lcebr fi'l- câlemi'l- cArabî, Küveyt 1986, 1, 67-80). 3. Risâle fi'l - muhammes ve'lmu'aşşer. Dördüncü dereceden ve irrasyonel katsayılı ikinci dereceden katışık denklemlerin çözümlerini ihtiva eden bu kitapta cebirsel yöntemler geometrik problemlere uygulanmıştır. Dikkati çeken bir nokta, sabit sayının o güne kadar yapıldığı gibi "1" rakamı veya bir harf ile gösterilmeyip "10" rakamı ile
173 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
EBÛ KÂMİL gösterilmiş olmasıdır. İbrânîce'ye de ter-
bü'l- cAşîr
muhtevala-
re katıldığı bilinmektedir. Hicretin 8. yılı
cüme edilmiş olan eser (Münih, Bayerische
rı hakkında herhangi bir bilgi bulunma-
Şâban ayında (Kasım -Aralık 629) Benî Ga-
Staatsbibliothek, hebr. nr. 225/3), Suter
maktadır.
tafân'a gönderilen Hadıra Seriyyesi ile
tarafından Bibliotheque Nationale'de kayıtlı (Lat., nr. 7377A) Latince versiyonun-
adlı eserlerinin
Ebû Kâmil, yukarıda özetlenen cebri
aynı yıl ramazan ayında yapılan Batn-ı
ile Kerecî başta olmak üzere kendinden
İdam Seriyyesi'ne kumandanlık etti. Bu
dan Almanca'ya çevrilerek şerhedilmiştir
sonra gelen birçok İslâm matematikçi-
ikinci seriyyede kumandanın
("Das Buch der Selteneiten der Rechen-
sini etkilemiştir. Ortaçağ Avrupa mate-
b. Ebû Hadred olduğu da rivayet edilir.
kunst von A b ü Kâmil al-Mısrî", Bibliot-
matiğinin kurucusu kabul edilen Pizalı
Savaşlarda gösterdiği kahramanlıklar se-
heca Mathematica, XI, Leipzig 1910-1911, s. 100-120). G. Sacerdote ise eseri İtalyanca'ya tercüme edip incelemiştir (II Trattato del Perıtagono e del Decagono di Abü Kâmil Shogia ben Aslam ben Mohammad, Leipzig 1896). Sacerdote'nin işaret ettiği gibi Pizalı Leonardo, Practica geometriae adlı eserinde Ebû Kâmil'in b u çalışmasından faydalanmış ve bazı alıntılar yapmıştır. Ebû Kâmil'in klasik ve modern kaynaklarda zikredilen diğer eserleri de şöyle sıralanabilir: 1. Kitâbü'l-Cem"
ve'ttefrîk. Hesapta kullanılan dört işlem kurallarından bahseder. Dolayısıyla hisâbü'l-hindîden ziyade hisâbü'l-hevâîye ait olması gerekir. İbnü'n-Nedîm el-FihrisHnde Hârizmî'ye de benzer isimde bir eser nisbet eder; bunların her ikisi de zamanımıza ulaşmamıştır. Ancak bu isme karşılık olan Latince Liber augmenü et diminutionis adında bir kitapla aynı konuda iki d e İbrânîce çalışma mevcuttur. Bunlardan en az biri Hârizmî'nin veya Ebû Kâmil'in kitabının tercümesi olabilir. 2. Kitâbü'l-Hata'eyn. Bilinmeyenin tesbitinde çift yanlış yönteminin kullanımından bahsetmektedir. 3. Kemâlü'1-cebr ve temâmih ve'z-ziyâde iî uşülih. Kitâbü'l-Kâmil adıyla da bilinmektedir. Kâtib Çelebi'nin zikrettiği bu eser, Sâlih Zeki'ye göre Ebû Kâmil'in cebir üzerine kaleme aldığı ilk çalışmasıdır. Yine Sâlih Zeki'ye göre Ebû Kâmil bu kitabında zımnen Hârizmî'ye öncelik iddiasında bulunmaktadır. Taşköprizâde de MHtâhu's-sa câde'sinin "ilmü'lcebr ve'l-mukâbele" maddesinde, cebir sahasındaki "mebsut" eserlerin ikincisi olarak Kitâbü'l-Kâmil'i kaydetmektedir. 4. Kitâbü'l - Veşâyâ bi'l-cebr ve'lmukâbele. S. Kitâbü'l-Veşâyâ bi'l-cüzûr. Kâtib Çelebi tarafından zikredilen eserin Musul'da bir nüshası bulunmaktadır (Ali es-Sâiğ Özel Ktp., nr. 294/3). 6. Kitâbü'l-Misâha ve'l-hendese. Yer ölç ü m ü ve geometriyle ilgili bir eserdir. Fuat Sezgin'in Misâhatü'l-arazîn adıyla zikrettiği eserle (Tahran, Meclis-i Senâ Ktp., nr. 2672/6) aynı olmalıdır. Kitâbü'l-Felâh, Kitâbü Mütâhi'l-Felâh, Kitâbü't-Tayr, Kitâbü'l-Kifâye ve Kitâ-
Abdullah
Leonardo Fibonacci'nin (ö. 1240 [?]) Li-
bebiyle Hz. Peygamber'in takdirini ka-
ber abaci, Practica geometriae ve Liber quadratorum adlı kitapları ile Boncompagni tarafından Şeritti I ve Şeritti II adı altında yayımlanan yazılarından, Ebû Kâmil'in cebrinden derin biçimde etkilenmiş olduğu anlaşılmaktadır. Ebü Kâmil cebir ilmine Hârizmî'ye göre daha nazarî, Öklid'e göre ise daha amelî bir yaklaşım getirmiş, böylece uygulam a yönü ağır basan eski Bâbil-Hârizmî cebir geleneğiyle teorik Yunan cebir geleneği arasında bir sentez yaparak formel cebirin gelişmesine önemli katkılarda bulunmuştur.
zanıp duasını aldı. Gâbe Gazvesi'ndeki
Ebû Kâmil, Kitâbü'l-Cebr
(nşr.
ve'l-mukâbele
Fuat Sezgin), Frankfurt 1 9 8 6 ;
İbnü'n-Nedîm,
Beyrut, ts. (Daru 1-Marife), s. 392,
393, 3 9 4 ; İbnü'l-Mecdî, Hâuiyyü'l-lübâb,
Sü-
leymaniye Ktp., Esad Efendi, nr. 3168, vr. 101 b 102°; İbn Haldun, Mukaddime,
III, 1129; Taş-
Bâkıye,
Abu
Kamil,
mü'ellifîn,
I, 4 1 5 ; Sâlih Zeki, s. 4 3 - 4 4 ; Brockelmann,
of
L o n d o n 1966; a.mlf., " A b ü K â m i l
Shujâ", DSB,
I, 3 0 - 3 2 ; Kehhâle,
Mu'cemü'l-
I, 7 0 ; IV, 2 9 5 ; Sezgin, GAS, V, 277-
2 8 1 ; A h m e d Selîm Saîdân, Târîhu
C
ilmi'l-cebr
fi'l- 'âlemi'l- 'Arabî, Kuveyt 1986, İ, 46-59, 67-80, 8 1 - 8 2 ; Adil Anbuba, " L ' a l g e b r e a r a b e a u x I X e
of Arabic
Science,
başlayınca
Ebû
rulttu; üçüncüsünde Resûl-i Ekrem uyanarak kendisine, "Peygamberini
koru-
d u ğ u n için Allah da seni korusun" diye dua etti (Müslim, "Mesâcid", 311). Ebû Katâde'nin, Hz. Ömer'in emri üzemini bizzat ö l d ü r d ü ğ ü ve onun üzerindeki değerli zırhın kendisine
ganimet
olarak verildiği rivayet edilmektedir. Hz. Ali onu Mekke'ye vali tayin etti; daha sonra azlederek yerine amcası Abbas'ın
şı tavır alıp onu karşılamaması üzerine d u r u m u Ebû Katâde'ye şikâyet yollu söylediği zaman Ebû Katâde ensarı savunur t a r z d a k o n u ş m u ş ve Hz. Peygamber'in kendilerine, "Benden sonra insan kayırm a olaylarına şahit olacaksınız" dediğini belirtmiştir. Muâviye bu konu ile ilgili olarak Hz. Peygamber'in ne tavsiye ettiğini sormuş, Ebû Katâde'nin sabır tav-
X X X I I / l - 2 (1988), s.
XXXFV/l-2 (1990), s. 57-68.
yırması sebebiyle ensarın kendisine kar-
II/1, Halep 1978, s.
66-100; Melek Dosay, " E b û K â m i l Ş u c â ' m C e biri", DTCFD,
uyuklamaya
Katâde onu iki defa uyandırmadan doğ-
of the
e t X e siecles. A p e r ç u g e n e r a l " , Journal
History
üzerinde
oğlu Kusem'i getirdi. Muâviye b. Ebû Süf-
I, 3 9 0 ; M. Levey, The Algebra
GAL Suppl.,
Hz. Peygamber sabaha karşı bineğinin
yân Medine'ye gelişinde, yakınlarını ka-
Beyrut
İstanbul 1329, II, 2 5 3 - 2 5 5 ; Su-
ter, Die Mathematiker,
lim, "Cihâd", 132). Bir gazvede gece boyunca devam eden yolculuk sırasında
II, 1024, 1407-1408, 1469-
1 4 7 0 ; Hediyyetü7-'ârifîn,
Asâr-ı
hayırlısı Ebû Katâde'dir" demiştir (Müs-
1985, I,
köprizâde, Miftâhus-sa'âde, 6 9 ; Keşfü'z-zunûn,
lah onun hakkında, "Süvarilerimizin en
rine sefere katılarak Fars bölgesi hâki-
BİBLİYOGRAFYA:
el-Fihrist,
gayret ve başarısından dolayı Resûlul-
127-130;
m İM
CENGİZ AYDIN
siye ettiğini söylemesi üzerine o da ayni tavsiyede bulunmuştur.
Muâviye dev-
rinde Medine valisi olan Mervân, Hz. Peygamber'in ve ashabının savaş yaptıkları
F
EBÛ KATÂDE
(
^
)
ondan buralarda geçen olaylar hakkında bilgi almıştır.
Ebû Katâde el-Hâris b. Rib'î b. Beldeme el-Ensârî el-Hazrecî (ö. 5 4 / 6 7 4 )
Ebü Katâde Hz. Peygamber'den başka Muâz b. Cebel ve Hz. Ömer'den de rivayette
Hz. Peygamber'in süvarisi olarak tanınan cengâver sahâbî. L
yerleri Ebû Katâde ile birlikte dolaşarak
bulunmuştur.
Rivayet
ettiği
hadislerin sayısı 170 olup bunlardan on J
Adının Nu'mân, Amr, Avn ve Beldeme olduğu da nakledilir. Medineli olup Benî Selime kabilesindendir. Bedir Gazvesi'nde bulunduğuna dair rivayet zayıf görülmekle birlikte daha sonraki b ü t ü n gazvele-
biri Buhârî ve Müslim'in el-Câmi cu'şşahîh Terinde, ayrıca ikisi yalnız Buhârî'de, sekizi yalnız Müslim'de bulunmaktadır. Kendisinden Enes b. Mâlik ve Câbir b. Abdullah'tan başka Saîd b. Müseyyeb, Atâ b. Yesâr, oğulları Abdullah ve Sâbit, âzatlı kölesi Nâfi' b. Abbas ve daha başkaları hadis rivayet etmişlerdir.
174 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
EBÛ KEBÎR el-HÜZELÎ Rivayetleri toplu halde A h m e d b. Han-
tiyan ve yahudi bilginleriyle görüşerek
âlindeki âyetin nâzil olduğu rivayet edil-
bel'in Müsned'möe
mevcut (IV, 383; V,
dinleri hakkında bilgi alır, kabul edebi-
mektedir. Bazı rivayetlerde ise üvey an-
295-311) olup Abdullah Merhûl Sevâlime
leceği bir dinin arayışı içinde bulunur-
nesiyle evlenmek isteyenin oğlu değil
bu konuda Merviyyâtü
du. Nitekim Dımaşk'ta g ö r ü ş t ü ğ ü bir hı-
Ebû Kays'ın kendisi olduğu söylenmek-
ristiyan rahibin tavsiyesiyle Hz. İbrahim'in
tedir.
Ebî Katâde elEnsârî fî Müsnedi Ahmed b. Hanbel adıyla bir yüksek lisans tezi hazırlamıştır (Mekke Ümmülkurâ Üniversitesi, 1400/ 1980).
dini olan Hanîfliği benimsedi. Umre yap-
Cumahî'nin belirttiğine göre Ebû Kays
m a k için Mekke'ye gittiğinde kendisi gi-
Medine'nin ileri gelen şairlerinden biriy-
bi Hanîf dininden olan Zeyd b. A m r b.
di. Kendisinin ve kabilesinin yiğitliğini
Ashabın ileri gelenlerinden olan Ebû
Nüfeyl ile görüştü. Medine'de Hanîf di-
öven şiirlerinin yanında hikmetli şiirleri
Katâde 54 (674) yılında Medine'de ve-
nini en iyi o bildiği için kendisine "el-Ha-
de bulunmaktadır. Bir divanından söz
f a t etti. Onun 38'de (658) Kûfe'de öl-
nîf" denirdi. İbn Sa'd'ın naklettiği bir şi-
edilmemekle beraber bazı şiirleri çeşitli
d ü ğ ü ve cenaze namazını Hz. Ali'nin ye-
irinde, "Eğer rabbimiz isteseydi yahudi
eserler vasıtasıyla g ü n ü m ü z e kadar gel-
di tekbirle kıldırdığına dair rivayet zayıf
ve hıristiyan olurduk; fakat biz Hanîf ola-
miştir. Özellikle el-Mufaddaliyyât'ta
kabul edilmiştir. Vefatında yetmiş yaş-
rak yaratılmışız" demektedir. Mekke'de
mi üç beyti bulunmaktadır (s. 283-287).
larında olan Ebû Katâde'nin,
Resûlul-
yıllarca Kureyşliler'in arasında yaşayan
R. Blachöre ona nisbet edilen şiirlerin
lah'ın hakkındaki sağlık ve âfiyet duası
ve onlarla çok iyi anlaşan Ebû Kays, İbn
doğruluğundan şüphe etmekte, bunlar-
sebebiyle son derece dinç olduğu rivayet
İshak'ın rivayetine göre Mekke'de İslâ-
dan bazılarının bedevî mizacını aksettir-
edilmektedir.
miyet'in ilk döneminde Hz. Peygamber'e
mesine karşılık bir kısmının Mekke müş-
BİBLİYOGRAFYA: VVensinck, el-Mu'cem,
ned, kebîr,
VIII, 2 2 4 - 2 2 5 ;
IV, 3 8 3 ; V, 2 9 5 - 3 1 1 ; Buhârî, II, 2 5 8 - 2 5 9 ;
et-Târîhu'l-
Müslim, " M e s â c i d " ,
" C i h â d " , 132; Vâkıdî, el-Meğâzî,
Müs311,
I, 6, 290, 291,
ileri derecede düşmanlık edenlerden bi-
riklerini Hanîfliğe davet etmesini tutar-
riydi. Birinci Akabe Biatı'ndan sonra Me-
sız bulmaktadır ( Târîhu'l-edeb, s. 344).
dine'de
İslâmiyet yayılmaya
başladığı
274, 2 8 2 ; IV, 4 4 8 - 4 4 9 , 6 2 6 ; İbn Sa'd, et-Taba-
kât,
VI, 15; İbn Habîb, ei-Muhabber,
124, 2 8 2 ; Taberî. Târîh
s. 122,
(Ebü'İ-FazI), II, 495,
496, 498, 598, 600, 6 0 3 ; III, 34, 35, 40, 263, 278, 2 8 0 ; İbn Hazm, Cemhere, dülber, el-lstî câb,
VI, 250-251; a.mlf., el-Kâmil,
dü'l-ğâbe,
Zehebî. A'lâmun-nübelâ',
Târîhu'l-İslâm: 342;
s. 3 6 0 ; İbn Ab-
IV, 1 6 1 - 1 6 2 ; İbnü'l-Esîr, Üs-
İbn
sene
Hacer,
II, 4 4 9 - 4 5 6 ; a.mlf..
41-60, s. 153, 157, 340XII,
Tehzîbut-Tehzîb,
2 0 5 ; a.mlf.. el-İşâbe,
Gâyetü'l-meram,
II, 233;
204-
IV, 1 5 8 - 1 5 9 ; İbn Fehd,
s. 6 3 - 6 6 ; Hazrecî,
Hulâsatü
Tezhîb, s. 457-458. i—ı İM
BİBLİYOGRAFYA:
z a m a n Evs kabilesinin bu dine girmesine uzun süre engel oldu.
İbn İshak, es-Sîre, s. 125; Ebû Zeyd el-Kureşî, Cemhere
335, 3 4 1 ; II, 540-542, 5 4 4 - 5 4 6 , 777, 7 9 7 ; III, 1040, ayrıca bk. İndeks; İbn Hişâm, es-Sîre, III,
Hz. Peygamber Medine'ye hicret edince Ebü Kays onunla görüşerek davetinin
383-385;
Cumahî,
Ebü'l-Ferec el-İsfahânî, el-Eğânî,
XVII, 6 7 - 7 5 ; İbn Abdülber, el-İstfâb,
ra tekrar g ö r ü ş m e k dileğiyle yanından
160; Dabbî, el-Mufaddaliyyât
ayrılınca münafıkların reisi olarak bilinen Abdullah b. Übey b. Selûl ile karşılaştı ve ona İslâmiyet'in
güzelliğinden
II, 193; IV,
(nşr. A h m e d Mu-
h a m m e d Şâkir — A b d ü s s e l â m M . H â r û n ) , Kahire 1 3 8 3 / 1 9 6 3 , s. 2 8 3 - 2 8 7 ; İbnü'l-Esîr, ÜsVI, 2 5 5 - 2 5 8 ; a.mlf., el-Kâmil,
dü'l-ğâbe,
6 7 4 - 6 7 6 ; II, 9 8 ; İbn Hacer, el-İşâbe,
I, 665,
II, 4 9 1 ; III,
2 5 1 - 2 5 2 ; IV, 161-162; Abdürrahîm b. A h m e d
îer'den korkmakla suçlayarak tahrik et-
el-Abbâsî, Me'âhidut-tanşîş
mesi üzerine bir yıl süreyle İslâmiyet'i
n
dü. Öleceği sırada Hz. Peygamber'in kendisine haber gönderdiği ve kelime-i tev-
Hz. Peygamber ile görüşen Arap şairi.
Beyrut 1959,
söz etti. İbn Selûl'ün kendisini Hazrecli-
Resûlullah'ın yanına uğramadı. Hicretin
Ebû Kays Sayfî b. Âmir (Eslet) b. Cüşem el-Evsî (ö. 1 / 6 2 3 )
IV, 215,
226-227; Taberî. Târîh (Ebü'l-Fazl), II, 359, 4 0 6 ;
diğini söyledi. Bir süre düşündükten son-
M . Y A Ş A R KANDEMİR
)
İ,
Fuhüluş-şu'arâ',
esaslarını öğrendi ve bunları çok beğen-
kabul etmeyeceğini söyledi ve bir daha
EBÛ KAYS
(Fâûr), s. 3 0 5 - 3 0 7 ; İbn Hişâm,
I, 2 8 2 - 2 8 6 ; İbn Sa'd, et-Tabakât,
es-Sîre,
hidi söylediği takdirde ona âhirette şef a a t etmeyi vaad ettiği, onun da b u n u kabul ettiğine dair olan rivayetler zayıf-
(nşr. M . Muhyid-
din A b d ü l h a m î d ) , Beyrut 1367/1947, II, 25-28; BlachĞre, Târîhu'l-edeb, 2 8 7 ; Bedrân, Tehzîbü
1. yılının Zilkade ayında (Mayıs 623) ölF
yir-
s. 344; Sezgin. GAS, II,
Târîhi
Dımaşk,
B
r
VI, 356-
A S R I ÇUBUKÇU
E B Û K E B Î R el-HÜZELÎ ( J z y ^ j f
n
)
Ebû Kebîr Âmir (Uveymir) b. el-Huleys (Cemre) el-Hüzelî
tır. Bu sebeple onun İslâmiyet'i kabul edip etmediği kesin olarak belli değil-
Hüzeyl kabilesi şairlerinden.
^
dir. İbn İshak ise Ebû Kays'ın Mekke'ye kaçtığını ve Mekke fethine kadar orada
Milâdî VI. yüzyılın ikinci yarısı ile VII.
yaşadığını zikretmektedir. Onun Hz. Pey-
yüzyılın başlarında yaşamıştır. İslâmiyet'i
dullah olduğu da rivayet edilmektedir.
g a m b e r i öven ve Kureyşliler'i etrafında
kabul ettiği rivayet edilir. Hatta Resûlul-
Babasının lakabından dolayı Ebû Kays b.
toplanmaya davet eden bir kaside yaz-
lah'la g ö r ü ş t ü ğ ü ve ondan zinayı kendi-
Eslet diye de anılır. Daha sonra Medine'-
dığı kaydedilmekte, ancak bunu ne za-
sine helâl kılmasını istediği, Hz. Peygam-
ye göç eden Ebû Kays, Evs kabilesinin
m a n kaleme aldığı bilinmemektedir.
Mekke'de doğdu. Adının Hâris veya Ab-
ber'in, "Aynı şeyin senin ailene yapılmasına razı olur m u s u n ? " sorusuna karşı-
şairi ve hatibiydi. Bu kabilenin Hazrec
Ebû Kays'ın oğlu Ukbe m ü s l ü m a n ol-
kabilesiyle yıllarca süren savaşlarının bir
m u ş ve Kâdisiye Savaşı'nda şehid düş-
kısmında b u l u n d u ; bu savaşlar için ka-
müştür. Ebû Kays'ın ölümü üzerine öbür
nı söylediği, Resûl-i Ekrem'in de ona kendisi için istemediği bir şeyi kardeşi
lık Ebû Kebîrin buna razı olamayacağı-
sideler söyledi; hicretten beş yıl önce
oğlu Kays'ın Câhiliye âdetlerine göre üvey
yapılan savaşta da kabilesine kumandan-
annesi Kebşe (Kübeyşe) bint Ma'n (Dam-
lık etti. Cesur bir kimse olmakla beraber
re) ile evlenmek istediği, f a k a t Kebşe'-
savaşmaktan ve insan öldürmekten hoş-
nin bu d u r u m u Hz. Peygamber'e sorma-
Kaynaklarda, Ebû Kebîr'in meşhur şair
lanmazdı. İslâmiyet'ten önce putlara hiç
sı üzerine, "Babalarınızın evlendiği ka-
ve cengâver Teebbeta Şerran'ın dul an-
t a p m a d ı ğ ı nakledilir. Bu d ö n e m d e hıris-
dınlarla evlenmeyin" (en-Nisâ 4 / 2 2 ) me-
nesiyle evlendiği, Teebbeta'nin bu evliliğe
için de istememesini tavsiye ettiği kaydedilir (İbnü'l-Esîr, VI, 262).
175 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
EBÛ KEBÎR el-HÜZELÎ karşı çıkması üzerine Ebû Kebîr'in karısının teşvikiyle onu öldürmek istediği, f a k a t b u n u başaramadığı kaydedilmektedir. Ancak b u n u n t a m aksine Teebbeta'nın Ebû Kebîr'in annesiyle evlendiği de rivayet edilmektedir. Bazı araştırma-
zetmeleri sebebiyle İbn Ebû Kebşe der-
EBÛ KEBŞE
(
jj^
lerdi.
)
BİBLİYOGRAFYA:
Ebû Kebşe Süleym (ö. 13/634)
İbn Hişâm, es-Sîre, II, 122, 264, 334; İbn Sa'd.
Hz. Peygamber'in âzatlı kölesi.
^
larda ise her iki rivayetin de doğruluğu şüpheyle karşılanmakta, bu olayların yi-
Fars asıllı olup Mekke'nin veya Devs
ğitlik ve kahramanlıkla ilgili bazı şiirle-
kabilesinin Araplaşmış halkındandır. Adı-
rinin
nın Evs veya Seleme olduğu da rivayet
izahı için sonradan
tasarlandığı
öne sürülmektedir. Teebbeta Şerran'ın
edilir. Hz. Peygamber'in satın alıp hürri-
Ebû Kebîr'in yakın arkadaşı olduğuna
yetine kavuşturduğu otuz küsur köle-
dair rivayet de doğru değildir. Zira ka-
den biri olan Ebû Kebşe'nin nasıl köle
bileleri arasında sürekli bir mücadelenin
olduğu bilinmemektedir.
bulunması yanında Teebbeta'nın hicretten yaklaşık seksen yıl önce (540) ölmüş
Ebû Kebşe Medine'ye hicret edince, daha önce Resûl-i Ekrem'i
III, 49; İbn Hibbân, eş-Şikât,
et-Tabakât,
160; Ebû Nuaym, Hilye,
el-lstfâb,
II, 7 5 ; IV, 1 6 4 - 1 6 5 ; İbnü'l-Esîr, Üs-
dü'l-ğâbe,
II, 4 4 8 ; VI, 2 6 1 - 2 6 2 ; a.mlf., el-Kâ-
mil, II, 3 1 2 ; İbn Hacer, el-İşâbe, a.mlf., Tehzîbut-Tehzîb,
eetü'Tmehâfil
evinde birkaç g ü n misafir eden Medine
d a n da m ü m k ü n olmadığını göstermek-
eşrafından Külsûm b. Hidm'in evinde kal-
tedir.
dı. Hz. P e y g a m b e r l e birlikte Bedir ve
II, 75; IV, 165;
XII, 2 0 9 ; Âmirî, Beh-
ue buğyetü'1-emâsll
(nşr. M . Sul-
t a n e n - N e m n e k â n î ) , Kahire 1330-31, II, 150; M e h m e d Zihni, el-Hakâik, 135
'
F
İstanbul 1310-11, I, S
A L İ YARDIM
E B Û K I L Â B E el-CERMÎ ( c ^
Kubâ'daki
olması, bu arkadaşlığın z a m a n bakımın-
II, 159-
II, 20; İbn Abdülber.
1
^ J * '
~
)
Ebû Kılâbe Abdullah b. Zeyd b. Amr el-Cermî (ö. 104/722) Muhaddis ve fakih tâbiî.
Uhud başta olmak üzere b ü t ü n gazve-
j
Hüzeyl kabilesinden yüz otuz kadar
lere katıldı. İbn Hişâm'ın verdiği bilgiye
şair yetiştiği ve bunlardan önemli kırk
göre Bedir Gazvesi'nde müslümanların
Basra'da doğdu. Aslen Yemâme'de ya-
şairin en güçlülerinden birinin Ebû Ke-
sadece yetmiş devesi olduğundan Hz.
şayan Cermoğulları'ndandır. Hadis öğ-
bîr olduğu rivayet edilir. Bazı kaside ve
Hamza, Zeyd b. Hârise ve Ebû Kebşe ile
r e n m e k için Mekke, Medine, Şam gibi
el-Hamâse'-
Hz. Peygamber'in Habeş asıllı âzatlı kö-
ilim merkezlerini dolaştı. Sadece bir ha-
ve'ş-şu'cı-
lesi Enese (Üneyse) aynı deveye nöbetle-
disi öğrenebilmek maksadıyla Basra'dan
beyitleri Ebû T e m m â m ' m si, İbn Kuteybe'nin eş-Şi cr
ra3 sı gibi kaynaklarda yer almış, Sükke-
şe binmişlerdir (es-Sîre, II, 264).
Medine'ye seyahat ettiği
kaynaklarda
eş cûri 7 -
Hadis rivayet ettiğine dair kaynaklar-
adlı eserinde bir araya ge-
da herhangi bir kayda rastlanmayan Ebû
b. Cündeb, Abdullah b. Abbas, Abdullah
tirerek şerhetmiştir. Bayraktareviç tara-
Kebşe, Hz. Ömer'in halife seçildiği g ü n
b. Ömer, Enes b. Mâlik gibi sahâbîler-
rî de onun kasidelerini Şerhu
Hüzeliyyîn
zikredilmektedir. Ebû Hüreyre, Semüre
fından Fransızca tercümesi ve şerhiyle
(22 Cemâziyelâhir 13/23 Ağustos 634) ve-
den ve bazı tâbiîlerden hadis rivayet et-
birlikte neşredilen otuz sekiz beyitlik "Lâ-
f a t etmiştir. Ölüm tarihi 23 (643-44) ola-
ti. Kendisinden de Katâde b. Diâme, Sâ-
miyye"si (JA, CCI11 [1923], s. 59-115) ve di-
rak da zikredilmektedir.
vanındaki şiirler, daha sonra yayımlanan
Dîvânü'l-Hüzeliyyîn'de
Ashap arasında ayrıca Ebû Kebşe el-
bit b. Eşlem el-Bünânî, Yahyâ b. Ebû Kesîr, Eyyûb es-Sahtiyânî ve Âsim el-Ahvel gibi tâbiîler hadis öğrendiler. Rivayetle-
(II, 88-115) yer
Enmârî el-Mezhicî adlı bir kişi bulunmak-
almıştır (ayrıca bk. Abdülvehhâb es-Sâ-
ta olup onun Resûlullah ile Hz. Ebû Be-
bûnî, s. 59). Bayraktareviç, Ebû Kebîr'e
kir'den rivayette bulunduğu bilinmekte-
ait olmadığı halde ona izâfe edilen şiir-
dir (İbn Hacer, Tehzîbut-Tehzîb, XII, 209).
Elli yaşında iken kendisine Basra ka-
Journal
Enmârî'nin râvilerini Ebû Kebşe Süleym'in
dılığı teklif edilmişse de bu görevi ka-
(CCX1 (19271, s. 5-94), daha
râvileri gibi gösteren İbn Abdülberr'in
bul etmedi. Haccâc'ın bu konudaki ısra-
sonra da müstakil olarak yayımlamıştır
bu iki kişiyi birbirine karıştırdığı anlaşıl-
rından k u r t u l m a k için Yemâme'ye, da-
maktadır (el-lstfâb, II, 75). Tâbiîn muhad-
ha sonra da Dımaşk'taki Dâriyyâ'ya kaç-
disleri arasında da Ebû Kebşe künyesiy-
tı ve buraya yerleşti. Buna r a ğ m e n ka-
le bilinen iki kişi vardır. Bunlardan biri
dılığı kabul etmesi için yapılan aşırı ıs-
leri de divanıyia beraber önce
Asiatique'te (Paris 1927).
BİBLİYOGRAFYA: Dîvânü'l-Hüzeliyyîn
(nşr
D â r ü ' l - K ü t ü b ) , Ka-
hire 1948, II, 88-115; İbn Kuteybe, eş-Şfr
şu'arâII,
gibi sahâbîlerden hadis rivayet eden Ebû
(nşr. A b d ü s s e t t â r A h m e d Ferrâc),
Kebşe es-Selûlî diğeri de Ebû Mûsâ el-
İbnü'l-Mu'tez,
Kahire 1981, s. 186; Yâküt,
bâ5
Mu'cemul-üde-
(nşr. D. S. M a r g o l i o u t h ) , Kahire 1930, VI,
9 7 ; İbnü'l-Esîr, üsdü'l-ğâbe, cer, el-İşâbe
VI, 2 6 2 ; İbn Ha-
(Bicâvî), VII, 3 4 3 ; Abdülkâdir el-
Bağdâdî, Hizânetü'l-edeb Sezgin, CAS,
Ebü'd-Derdâ, Sevbân ve Abdullah b. Amr
Tabakâ-
561-565;
tuş-şu'arâ'
ve'ş-
(Bulak), III, 4 6 6 - 4 7 3 ;
II, 2 5 1 - 2 5 2 ; Abdülvehhâb es-Sâ-
Eş'arî'den rivayette bulunan Ebû Kebşe es-Sedûsî el-Basrî'dir. Bunların Ebû Kebşe Süleym ile bir ilgisi yoktur. Hz. Peygamber'in süt annesi Halîme'-
ri Kütüb-i
Sitte'de yer alan Ebû Kılâbe
çok hadis bilen sika* bir muhaddisti.
rar karşısında bu defa Halife Abdülmelik b. Mervân'dan yardım istemeye mecbur oldu ve ancak onun müdahalesi üzerine bu işten kurtulabildi. Kendisinin kadılığı en iyi yapacak kimselerden biri old u ğ u n u bilen talebesi Eyyûb es-Sahtiyânî, bu görevi kabul etmesi halinde insanlara âdil davranacağını ve böylece
nin kocası ile anne tarafından dedesi
daha fazla sevap kazanacağını hatırla-
olan ve kendisine çok benzediği rivayet
tınca Ebû Kılâbe, denize düşenin her an
al-
edilen Vehb b. A b d ü m e n â f ' ı n künyele-
için boğulma tehlikesiyle karşı karşıya
H u d a l ı " , JA, CCIII (1923), s. 59-115; a.mlf., " L e
ri de Ebû Kebşe idi. Kureyşli müşrikler
olduğunu söyleyerek görevin mânevî so-
Resûl-i Ekrem'e, bu kişilerle onun ara-
r u m l u l u ğ u n d a n korktuğunu ifade etti.
bûnî, Şu'arâ*
Beyrut 1978, s. 59-
ve devâvln,
6 0 ; Ziriklî, el-A'lâm
(Fethullah), III, 2 5 0 ; Fehim
Bajraktarevic, " L a L â m i y y a d ' A b ü K a b i r Diwân
d'Abü
Kabir al-Hudalı",
CCXI
a.e.,
(1927), s. 5 - 9 4 ; a.mlf., " E b û K e b î r " , İA, IV, 333 4 ; a.mlf., " A b ü K a b i r e l - H u d h a l i " , El I, 134-135.
2
(Fr ),
sında ilgi kurmaları veya putperest Arap-
Ebû Kılâbe vefatından önce gözlerini
m
.
lar'dan farklı bir inanışa sahip olan ve
kaybetti ve vücuduna felç geldi. Buna
ı®
IBRAHIM SARMıŞ
yıldıza tapan Ebû Kebşe el-Huzâî'ye ben-
r a ğ m e n halinden şikâyet etmeksizin Al-
176 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
EBÛ KUHÂFE lah'a h a m d eder, şükrettiği sürece dün-
Ebû Dâvûd onun rivayetlerinin araştı-
yanın insana zarar veremeyeceğini söy-
rıldıktan sonra kullanılabileceğini belirt-
lerdi. Hastalığı sırasında Halife Ömer b.
mekte, Dârekutnî ise s a d û k * olduğuna
Abdülazîz kendisini ziyarete gelmiş ve
işaret etmekle beraber ezberinden ha-
ona sabır tavsiye etmişti.
dis rivayet ettiği için çokça yanıldığını
Ebû Kılâbe 104 (722) yılında Dâriyyâ'-
söylemektedir. Nitekim onun
ezberin-
çevresinde sünnetin ve hadis ilimlerinin yerleşip yayılmasında önemli rolü oldu. 237 (851) yılında Fârâb'da hadis meclisleri kurarak dersler verdi. Şahîh-i Bu-
hârî'de on üç, Şahîh-i Müslim'de sekiz rivayeti bulunmaktadır.
kırk
da vefat etti. Bu tarihin 105, 106 ve 107
den 60.000 hadis rivayet ettiği kayde-
Ebû K u d â m e 241 yılının Rebîülevvel
olduğunu söyleyenler de vardır. Kitapla-
dilir. İbn Cerîr et-Taberî de hâfızası Ebû
ayında (Ağustos 855) Fârâb'da vefat etti
rının ö l ü m ü n d e n sonra talebesi Eyyûb
Kılâbe'den daha güçlü birini görmediği-
ve orada defnedildi.
es-Sahtiyânî'ye verilmesini vasiyet etti.
ni söyler. Titizliğiyle tanınan İbn Huzey-
BİBLİYOGRAFYA:
Talebesini ticaretle meşgul olmaya teş-
me'nin, hocası Ebû Kılâbe hakkındaki de-
vik eder ve zenginliğin Allah'ın lütfettiği
ğerlendirmelerinden onun m u h t e m e l e n
Târîhu'ş-şağir,
güzel şeylerden biri olduğunu söylerdi.
hayatinin sonlarına doğru hâfıza kaybı-
ue't'ta'dîl,
Bir g ü n Eyyûb'u kalitesiz h u r m a alırken
na uğradığı anlaşılmaktadır. Kendisiyle
gördü ve, "Cenâb-ı Hakk'ın kötü olan her
ilgili değerlendirmelerin farklı oluşu da
şeyden bereketi kaldırdığını bilmiyor mu-
b u n u göstermektedir. Çirkin yüzlü bir kimse olan Ebû Kılâ-
sun?" diye kendisini uyardı. Ebû Kılâbe'nin güzel sözlerinden biri ş u d u r : "Hz.
be hayırseverliği ve ibadete d ü ş k ü n l ü ğ ü
Peygamber'in sünnetinden bahsederken
ile tanınmıştır. Sadece İbn Hacer el-As-
biri çıkıp onu bırak da bize Kur'an'dan
kalânî onun â m â (darîr) olduğunu da kay-
söz et diyorsa bil ki o a d a m sapıtmışın
detmektedir.
biridir".
et-Târthu'l-kebîr,
VII, 183-185; Buhârî,
V, 9 2 ; İbn Kuteybe,
el-Ma'â-
s, 4 4 6 - 4 4 7 ; Ebû Nuaym, Hilye,
rif(Ukkâşe),
2 8 2 - 2 8 9 ; İbn Hazm, Cemhere,
s. 9 4 ; İbnü'l-Cevzî, Şifa-
Jabakâtü'l-fukahâ',
III, 238-239; Mizzî,
Tehzîbü'l-Kemâl,
XIV, 5 4 2 - 5 4 8 ; Zehebî, A c l â m ü ' n - n ü b e l â ' , IV, 4 6 8 - 4 7 5 ; a.mlf., Tezkiretü'l-huffâz,
Târîhu'l-İslâm:
sene
Kesîr, el-Bidâye,
Tehzîb, maşk,
I, 94; a.mlf.,
101-120, s. 2 9 5 - 2 9 8 ; İbn
IX, 2 3 1 ; İbn Hacer,
Tehzîbü't-
V, 2 2 4 - 2 2 6 ; İbn Tağrîberdî,
mü'z-zâhire,
I, 254; Bedrân, Tehzîbü
VII, 429-430.
İbnü'I-İmâd, Şezerât,
K a y s  l - i Kays, el-lrâniyyün,
fi
en-Nücü-
İbn Ebû Hâtim, el-Cerh 370; Hatîb, Târîhu Bağdâd,
A'lâmü'n-nübelâ', II, 6 6 3 - 6 6 4 ;
V, 369-
İbn Hacer,
Târihi Dı-
'
A L Î OSMAN ATEŞ
r
E B Û KILÂBE cr-REKÂŞİ
n
Sjîfiy} )
B
Ebû Kuhâfe Osmân b. Âmir b. Amr et-Teymî el-Kureşî (ö. 14/635) Hz. Ebû Bekir'in babası, sahâbî.
^
j
Câhiliye devrinde Kureyş'in ileri gelen-
VI,
lerinden biri olan Ebû Kuhâfe'nin hayatı
II,
ISMAIL L . Ç A K A N
.Z"*1^
n
Hadis hâfızı.
hakkında fazla bilgi yoktur. M ü s l ü m a n olmadan önceki döneminde oğlu Hz. Ebû Bekir'in b ü t ü n varlığını İslâmiyet uğrunda harcamasına razı olmuyordu. Onun, müslüman
jjÎ )
olmaları
sebebiyle
müşrik
efendileri tarafından işkenceye uğratı-
Ebû Kudâme UbeyduIIah b. Saîd b. Yahyâ el-Yeşkürî es-Serahsî (ö. 241/855)
lan köleleri satın alıp âzat etmesine karşı çıkıyor, zayıf ve güçsüz köleler yerine j
güçlüleri âzat etmesinin daha akıllıca bir iş olacağını, böylece kuvvet ve destek
Serahs'ta doğdu. Benî Yeşkür kabileHadis hâfızı.
n
Mîzânü'l-i'tidâl,
Tehzîbü't-Tehzîb,
EBÛ K U D Â M E es-SERAHSÎ
Ebû Kılâbe Abdülmelik b. Muhammed b. Abdillâh er-Rekâşî (ö. 276/890)
MÜCTEBA U Ğ U R
XIII, 1 7 7 - 1 7 9 ; a.mlf., Tezki-
4 1 9 - 4 2 1 ; IX, 2 7 7 - 2 7 9 ; İbnü'I-İmâd, Şezerât, 170
II, 9 9 ;
X, 425-427; Zehebî,
II, 5 8 0 ; a.mlf.,
retü'l-huffâz,
(
(
ue't-ta'dîl,
Hulâsa-
I I / l , s. 166-167.
EBÛ KUHÂFE ( ^ V )
dışına
m IHI
F
VII, 16-17; Hazrecî,
BİBLİYOGRAFYA:
s. 4 5 1 ; Şlrâzl,
I, 4 3 6 ; İbn Hacer,
Tehzîbü't-Tehzîb, s. 250;
Jaba-
Tezkiretü'l-
tü Tezhîb,
defnedilmiştir.
II,
el-Cerh
A zlâmü'n-nübelâ',
İl, 500, 5 0 1 ; a.mlf.,
F
Horasan'a veya Bâbü's-Selâme
Zehebî,
XI, 4 0 5 - 4 0 6 ; a.mlf., el-'İber,
bat 890) vefat etmiş ve Bağdat'ta Bâbü
İbn Sa'd, et-Tabakât,
I, 198;
kâtü'l-Hanâbile, huffâz,
V, 3 8 3 ; a.mlf., et-
II, 3 7 6 ; İbn Ebü Hâtim,
II/2, s. 3 1 7 ; İbn Ebûk Ya'lâ,
Ebû Kılâbe 2 7 6 yılı Şevval ayında (Şu-
BİBLİYOGRAFYA:
tü'ş-şafue,
Buhârî, et-Târîhu'l-kebîr,
kazanacağını söylüyordu.
sinin âzatlı kölesidir. Adından çok kün-
Torunu Esmâ bint Ebû Bekir'in anlat-
yesiyle meşhur olmuştur. İlk tahsilinden
tığına göre, Medine'ye hicret eden Hz.
190'da (806) Basra'da doğdu. Asıl kün-
sonra Nîşâbur'a giderek orada yerleşti.
Ebû Bekir'in b ü t ü n parasını yanına aldı-
yesi Ebû M u h a m m e d olduğu halde Ebû
Devrin tanınmış hadis âlimlerinden ders
ğını, çocuklarına ve ailesine bir şey bı-
Kılâbe diye tanındı. Babası ve dedesi de
alarak tahsilini t a m a m l a d ı ve diğer ilim
rakmadığını farkedince ona kızdı. Mek-
muhaddisti. Tahsile çok erken yaşlarda
merkezlerine bu maksatla pek çok se-
ke'nin fethi sırasında Hz. Peygamber Zû-
başlayarak Buhârî ve Müslim'in hocala-
yahat yaptı. Ders aldığı âlimler arasında
tüvâ denen yerde karargâhını k u r d u ğ u
rından olan babası M u h a m m e d b. Ab-
Süfyân b. Uyeyne, Yahyâ b. Saîd el-Kat-
z a m a n küçük kızı Kureybe'nin yardımıy-
dullah başta olmak üzere Yezîd b. Hâ-
tân, Abdurrahman b. Mehdî, Vekî' b. Cer-
la Ebû Kubeys dağına çıktı ve olup bi-
rûn, Ravh b. Ubâde, Ebû Dâvûd et-Tayâ-
râh ve Yezîd b. Hârûn gibi m e ş h u r mu-
tenleri oradan takip etti. Fetih g ü n ü Re-
lisî ve Ebû Âsim en-Nebîl gibi âlimlerden
haddisler yer alır. Kendisinden de Buhâ-
sûlullah Mescid-i Harâm'a girdiğinde Hz.
hadis öğrendi. "Basra muhaddisi" olarak
rî, Müslim, Nesâî, İbn Huzeyme, Ebû Zür'a
Ebû Bekir babasını onun huzuruna ge-
bilinen Ebû Kılâbe, sonraları Bağdat'a
er-Râzî, Ebû Hâtim er-Râzî vb. muhad-
tirdi. Hz. Peygamber, "Yaşlı babanı bu-
yerleşerek vefatına kadar burada hadis
disler rivayette bulunmuşlardır.
raya kadar yormayıp evinde bıraksaydm
rivayet etti. Kendisinden İbn Mâce, Ebû
S i k a * bir muhaddis olarak bilinen Ebû
onu biz ziyarete giderdik" deyip iltifat-
Bekir eş-Şâfıî, İbn Cerîr et-Taberî ve İbn
Kudâme
es-Serahsî, devrinde yapılan
ta b u l u n d u ; Ebû Kuhâfe'nin ö n ü n e diz
Huzeyme gibi muhaddisler rivayette bu-
kelâmî tartışmalarda sünneti ve hadis
çökerek g ö ğ s ü n ü okşadı ve m ü s l ü m a n
lundular.
ilimlerini savundu. Serahs, Nîşâbur ve
olmasını istedi; o da İslâmiyet'i kabul
177 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
EBÛ KUHÂFE etti. Hayatının bundan sonraki dönemi
ri m ü s n e d * diğeri m u s a n n e f * türünden
ise daha az bilinmektedir.
olmak üzere iki eser yazmış, ayrıca Mâ-
ne yakın olduğundan onun evini sık sık
İbn Kuteybe, Ebû Kuhâfe'nin müslü-
lik b. Enes, Süfyân es-Sevrî, Şu'be b. Hac-
taşa tutar veya başkalarına taşlatır, ka-
tepki gösterdi. Evi Hz. Peygamber'in evi-
m a n olduktan sonra Medine'ye gittiğini
câc ve Yahyâ b. Saîd gibi imamların ha-
pısı önüne her çeşit pisliği atmaktan çe-
ve ölünceye kadar orada kaldığını, İbn
dislerini de bir kitapta toplamışsa da bu
kinmezdi. Ebû Süfyân'm kız kardeşi olan
Sa'd ise Mekke'den hiç ayrılmadığını ve
eserlerin g ü n ü m ü z e ulaşıp ulaşmadığı
karısı Ü m m ü Cemîl de Resûl-i Ekrem'e
14 yılı Muharrem ayında (Mart 635) bu-
bilinmemektedir.
eziyet etmekte ondan geri kalmazdı. Ebû
rada vefat ettiğini söylemektedir. Dokle İbn Sa'd'ın rivayetinin gerçeğe daha
Leheb, Hâşimîler'in boykot edildiği dö-
BIBLIYOGRAFYA:
san yaşını aşkın bir â m â olması sebebiy-
Hatîb, Târîhu
el-Ensâb
Bağdâd,
II, 169-170; Sem'ânî,
(Bârûdî), IV, 5 6 4 - 5 6 5 ; Zehebî,
A'lâ-
XIV, 3 0 4 - 3 0 5 ; a.mlf., el-'İber, 1,
uygun olduğu söylenebilir. Kendisinden
mun-nübelâ',
bir yıl önce vefat eden Hz. Ebû Bekir'in
4 6 8 ; a.mlf., Tezkiretü'l-huffâz,
II, 7 6 6 - 7 6 7 ; Sa-
babası ona, güzelliği sebebiyle ateş gibi
XVII,
parladığı veya öfkelendiği zaman yanak-
d i r ( B S O A S , XLI1,
(nşr. A h m e d
ları kızardığı için "Ebû Leheb" (alev baba-
davranışı üzerine zor durumda kalan Hz. Peygamber kendisini himaye edecek birini a r a m a k üzere Tâif'e gitti.
fedî, el-Vâfî,
II, 3 0 9 - 3 1 0 ; İbn Tağrîberdî, en-
NücümÜz-zâhire,
III, 2 1 5 ; Süyûtî,
Jabakâtul-
larına bıraktı. Hz. Ebû Bekir ve Kurey-
huffâz
(Lecne), s. 3 2 4 ; Ziriklî, el-A'lâm
(Fethul-
be'den başka Ü m m ü Ferve adında bir
iah), VI, 7 3 ; Kays Âli Kays, el-Jrâniyyûn,
II, 348-
kız çocuğu daha vardı. Hadis kitapların-
S
da Ebû Kuhâfe ile ilgili olarak, Mekke'nin fethedildiği g ü n Hz. Peygamber'in
P
BIBLIYOGRAFYA: 111, 160, 322, 3 3 8 ; VI, 349,
350;
Ebû Dâvûd, " T e r e c c ü l " , 18; Nesâî, " Z î n e t " , 15,
re, II, 405, 4 8 8 ; İbn Sa'd, et-Tabakât,
V, 4 5 2 ;
(Ukkâşe), s. 167-168;
İbnü'I-Esîr, Üsdü'l-ğâbe
(Bennâ), III, 5 8 1 - 5 8 2 ;
251-252;
Nüveyrî,
Nihâyetü'l-ereb,
3 1 0 - 3 1 1 ; Safedî, hektü'l-himyân
Zeki), Kahire 1329, s. 199; Makrîzî,
esma
İmtâ'u'l-
(nşr. M u h a m m e d Şâkir), Kahire 1941, 1,
19; İbn Hacer, el-İşâbe, rî, Târîhu'l-hamîs,
^
Hz. Peygamber'in amcası ve en azılı düşmanlarından biri.
^
II, 8 2 4 ; İbn Hişâm, es-Sî-
İbn Kuteybe, el-Ma cârîf VI,
n
( ) Ebû Utbe (Ebû Leheb) Abdül'uzzâ b. Abdiimuttalib b. Hâşim (ö. 2 / 6 2 4 )
o l m a m a k kaydıyla uygun bir renge boyanmasını istediği kaydedilmektedir.
Müslim, " L i b â s " , 7 8 - 7 9 ; İbn Mâce, " L i b â s " , 3 3 ;
M E H M E T A L Î SÖNMEZ
EBÛ LEHEB
onun bembeyaz saç ve sakalının siyah
64; Vâkıdî, el-Meğâzî,
II, 4 6 0 - 4 6 1 ; Diyârbek-
II, 95.
Asıl künyesi Ebû Utbe olduğu halde
sı) demiştir. Mekke'nin ileri gelenleri arasında yer alan Ebû Leheb İslâmiyet'ten önce Re-
m İM
A S R I ÇUBUKÇU
sûl-i Ekrem'in dostuydu ve iki oğlu Utbe ile Uteybe'yi onun kızları Rukıyye ve
r
n
EBÛ KUREYŞ (cAi/^'
Ü m m ü Külsûm ile evlendirmişti. Ancak peygamber
)
Ebû Kureyş Muhammed b. Cum'a b. Halef el-Esam el-Kuhistânî (ö. 313/925)
olduktan sonra
kendisine
şiddetle karşı çıktı. Bu arada, Uzzâ putuna nezaret eden Eflah b. Nadr eş-Şeybânî ö l ü m ü sırasında kendisinden sonra Uzzâ'nın ihmal edilmesinden endişe
^
müşriklerin safında yer aldı. Ebû Tâlib'in ölümünden sonra Hâşimîler'in reisi olan Ebû Leheb, kabile içi dayanışmayı sağlama mecburiyetinden dolayı Hz. Peygamber aleyhinde yürütülen faaliyetlere karşı çıkarak onu himaye etti. Ancak bu d u r u m uzun sürmedi; Hz. Peygamber'in, ataları dahil gelmiş geçmiş bütün müşriklerin cehennemlik olduğ u n u söylemesine ve Lât, Menât, Uzzâ aleyhindeki konuşmalarına öfkelenip onu himaye etmekten vazgeçti. Uri Rubin, Hassân b. Sâbit'in bu olayla ilgili olarak söylediği bir şiirini delil gösterip Ebû Leheb'in Abdülmuttalib'in gerçek çocuğu olmadığını, annesinin Abdülmuttalib'den önce Lihyânlı biriyle evlendiğini ve onun bu evlilikten d o ğ d u ğ u n u ileri sürmekte-
mirasından hissesine düşen payı torun-
Müsned,
nemde ekonomik açıdan zor d u r u m d a kaldığını söyleyerek onlardan ayrıldı ve
Hadis hâfızı.
ettiğini söylemiş, Ebû Leheb de bu görevi kendisinin üstleneceğini belirterek
220 (835) yılı .civarında Kuhistan'da
onu teskin etmişti. Hz. Peygamber'in put-
doğdu. Tahsilini Rey, Küfe, Basra, Hicaz
larla mücadelesi sebebiyle onun aleyhin-
15). E b û
Leheb'in
bu
Ebû Leheb Hz. Peygamber'i her yerde takip ederek sözlerini yalanlamaya, onun bir sihirbaz ve yalancı olduğunu, kavmini birbirine d ü ş ü r d ü ğ ü n ü , sözlerine itibar edilmemesi gerektiğini söylemeye devam etti. Kendisinin ve karısının Resûl-i Ekrem'i rahatsız eden bu hareketleri üzerine Tebbet sûresi nâzil oldu (bk. TEBBET SÛRESI). Nüzûl sırası dikkate alındığında ilk defa bu âyetlerle bir müşrikin ismen zikredilerek karısıyla birlikte tehdit edildiği görülür. Sûrenin nâzil olması üzerine Ebû Leheb'in oğulları babalarının emriyle, evli bulundukları Hz. Peygamber'in iki kızını boşadılar.
ve Vâsıt'ta devrin ünlü hadis âlimlerin-
de en korkunç düşmanlarıyla iş birliği
den olan M u h a m m e d b. Humeyd er-Râ-
y a p m a k t a n çekinmedi. Resûl-i Ekrem,
zî, Ahmed b. Menî', Ebû Küreyb Muham-
ilâhî tebliğ görevinin ikinci devresinde,
Bedir Gazvesi'ne katılmayan Ebû Le-
med b. Alâ ve M u h a m m e d b. Müsennâ'-
"Bundan böyle en yakın akrabalarını ikaz
heb yerine Âs b. Hişâm'ı gönderdi. Be-
n m yanında yaptı.
et" (eş-Şuarâ 26/214) meâlindeki âyetin
dir'de müşriklerin bozguna
nâzil olması üzerine akrabalarını davet
öğrendikten birkaç gün sonra Mekke'-
sonra Kuhistan'a yerleşerek burada ha-
edip peygamber olarak
de öldü. Oğullan onun yakalandığı çiçek
dis okutmaya devam etti, rivayetleri Ho-
söyledi. Bunun üzerine Ebû Leheb küs-
(adese) hastalığının kendilerine bulaşma-
rasan bölgesinde yaygınlaştı. İbn Mah-
tahça bir konuşma yaparak onu, kendi-
sından korktukları için babalarını göme-
led el-Attâr, Ebû Hâmid İbnü'ş-Şarkî,
lerini atalarının dininden
Ebû Bekir eş-Şâfiî ve Ebû Ali en-Nîsâ-
çalışmakla suçladı. Bir başka gün de Hz.
Bir süre Bağdat'ta ders verdi. Daha
gönderildiğini
döndürmeye
bûrî gibi tanınmış muhaddisler ondan
Peygamber'in Safâ tepesinde topladığı
hadis rivayet ettiler.
kavmini İslâmiyet'e davet etmesine si-
Hafızası güçlü, güvenilir bir hadis hâfızı olduğu kabul edilen Ebû Kureyş, bi-
boş sözler için mi buraya çağırdın" diye
nirlenerek, "Yazıklar olsun! Bizi böyle
uğradığını
mediler, ancak bir m ü d d e t sonra ücretle tuttukları Sudanlılar'a defnettirdiler. Ebû Leheb'in kızı Dürre müslüman olarak Medine'ye hicret etmiş, oğulları Utbe ile Muattib Mekke'nin fethinden sonra İslâmiyet'i kabul etmişlerdir.
178
Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
EBÛ MAHZÛRE BİBLİYOGRAFYA : İbn Hişâm. es-Sîre, Kahire 1936, il, 57, 261, 3 0 1 ; İbn Sa'd, et-Tabakât, t e y b e , el-Ma"ârif
I, 93, 2 0 0 ; İbn Ku-
(Sâvî), s. 5 5 ; Belâzürî,
Ensâb,
I, 90, 94, 96, 118, 122, 130-131, 237, 4 0 1 ; Taberî, Târîh
(Ebü'1-Fazl), li, 282, 286, 319-320,
328, 336, 349, 430, 4 6 1 - 4 6 2 ; İbn Hazm, Ce-
vâmi'u's-sîre,
s. 52, 64; L. Caetani, İslâm Ta-
rihi (trc. Hüseyin Cahid), İstanbul 1924-27, II, 190, 192, 327-328; Elmalıll, Hak Dini, IX, 62576 2 6 8 ; Hamîdullah, islâm
I, 41, 53,
Peygamberi,
97-98, 122, 124-125, 160, 504; Ziriklî,
el-A'lâm
(Fethullah), III, 12; W. M o n t g o m e r y Watt, Hz.
Muhammed
Mekke'de
(trc. Rami A y a s — Az-
mi Yüksel), Ankara 1986, s. 26, 39, 46, 96, 128, 145, 148; a.mlf., " A b ü Lahab", El 137; Süleyman Ateş,
Yüce
2
(İng.), 1, 136-
Kur'ân'ın
Çağdaş
Tefsiri, İstanbul 1991, XI, 165-171; Uri Rubin, " A b ü L a h a b and sûra C X I " , BSOAS,
XLII (1979),
s. 13-28; J. Barth, " E b û L e h e b " , İA, IV, 34-35. B
F
n
( J j L a î f l iLJ Jj! )
Ebû Lübâbe Beşîr (Rifâa) b. Abdilmünzir el-Ensârî el-Evsî Sahâbî.
EBÛ MAHZÛRE ( "İj^JZZiA
)
Ebû Mahzûre Evs b. Mi'yer b. Levzân el-Cumahî (ö. 59/678-79) Mescid-i Harâm'ın müezzini, sahâbî. Kureyş'in Cumah koluna mensuptur. Ebû Mahzûre künyesiyle m e ş h u r olduğ u n d a n kendisinin ve babasının adında ihtilâf edilmiş, adının Selman, Semüre, Sümeyr veya Seleme, babasının adının Umeyr olduğu ileri sürülmüştür. Ebû Mahzûre Mekke'nin fethedildiği yıl Hz. Peygamber ile Ci'râne'de karşı-
M E H M E T A L İ KAPAR
E B Û L Ü B Â B E el-ENSÂRÎ
ber tarafından çözülünceye kadar altı (bazı rivayetlere göre yedi, sekiz, on veya on beş) gün yeyip içmeden direğe bağlı olarak kaldı. Sonraları bu direk "tevbe direği" (üstüvânetü't-tevbe) diye anıldı. Bazı rivayetlere göre ise Ebü Lübâbe ashaptan birkaç kişiyle birlikte Tebük Gazvesi'ne katılmadığı ve bu sebeple Hz. Peygamber tarafından azarlandığı için kendisini bu şekilde cezalandırmıştır. Affedildikten sonra Benî Kurayza'ya komşu olan m ü l k ü n ü n tamamını sadaka olarak vermek istediyse de Hz. Peygamber bunun ancak üçte birini tasadduk etmesine izin verdi. Mescid-i Dırâr'ın yapımına da yardımda bulundu; ancak bu konuda herhangi bir i t h a m a uğramadı.
j
Adının Ebû Lübâbe, Büşeyr, Râfi', Mervân olduğunu söyleyenler bulunduğu gibi Beşîr ve Rifâa'nın onun iki kardeşi old u ğ u n u ileri sürenler de vardır. Kızı Lübâbe, Zeyd b. Hattâb ile evlenmiştir. Ebû Lübâbe İkinci Akabe Biatı'nda bulundu ve Hz. Peygamber tarafından kabilesine temsilci tayin edildi. Bedir Gazvesi'ne katılmak üzere yola çıkmışken Ravhâ'dan geri çevrilerek Medine'ye emîr olarak gönderildi ve Bedir ganimetinden kendisine pay ayrıldı. Benî Kaynukâ' ve Sevîk gazvelerinde de Medine'de emîr olarak bırakıldı. Uhud Gazvesi'nden önce bir hurmalık yüzünden ensardan yetim bir çocukla aralarında anlaşmazlık çıktı. Hz. Peygamber Ebü Lübâbe lehine hükmettiyse de ondan hakkını çocuğa bağışlamasını rica etti. Ebû Lübâbe'nin bu ricayı kabul etmemesi Hz. Peygamber'i gücendirdi. Daha sonra Uhud Gazvesi'ne katıldı. Benî Kurayza muhasarasında onun eski müttefiki ve komşuları olan yahudiler Ebû Lübâbe'nin yanlarına gönderilmesini istediler ve kendisini bir kurtarıcı gibi karşıladılar. Ebû Lübâbe onlara Sa'd b. Muâz'm h ü k m ü n e boyun eğmelerini ve teslim olmalarını tavsiye etti. Bunun kılıçtan geçirilmek demek olduğunu anlatm a k için de eliyle boğazını işaret etti. Fak a t daha sonra pişman oldu ve bu davranışıyla Allah'a ve Resulü'ne ihanet ettiğini düşünerek Hz. Peygamber'in yanına u ğ r a m a d a n mescide gidip kendisini bir direğe bağlattı. Affedildiğine dair âyet nâzil oluncaya ve bizzat Hz. Peygam-
Ebû Lübâbe'nin vefat tarihi kesin ola-
laştıktan sonra m ü s l ü m a n oldu. O sıra-
rak bilinmemektedir. Hz. Osman'ın hilâfeti zamanında (644-656) veya onun şehid edilmesinden sonra, yahut Ali b. Ebû Tâlib'in hilâfeti yıllarında (656-661) öldüğü, hatta 50 (670) yılına kadar yaşadığı rivayet edilmektedir. Nesli oğullarından Sâib vasıtasıyla devam etmiş olup İbn Sa'd (ö. 230/845) kendi zamanında onun torunlarının bulunduğunu söylemektedir.
da Resûl-i Ekrem Tâif Muhasarası'ndan
On beş hadis rivayet eden Ebû Lübâ-
Ci'râne'ye dönüyordu. Namaz vakti gelince müezzin ezan okumaya başladı. Resûlullah'a karşı büyük bir kin ve düşmanlık besleyen Ebû Mahzûre ile Kureyşli on genç ezan sesini işitince bir yere gizlendiler ve alaylı bir şekilde müezzini taklit ederek yüksek sesle ezan okudular. İçlerinden birinin güzel sesli olduğunu farkeden Hz. Peygamber onları yanına ça-
be'den oğulları Sâib ve A b d u r r a h m a n
ğırttı ve kendilerine birer birer ezan okut-
ile Abdullah b. Ömer, onun oğlu Sâlim,
tu. En son okuyan Ebû Mahzûre'nin se-
m e v l â * s ı Nâfi', A b d u r r a h m a n b. Yezîd,
sini çok beğenerek ona ezanı öğretti;
Saîd b. Müseyyeb ve daha başkaları ri-
daha sonra namaz vakti gelince elini ba-
vayette bulunmuşlardır. Tevbe sûresi-
şına koyup alnını okşadı ve ezan oku-
nin 102, 117 ve 118. âyetleriyle Mâide
masını emretti. Ebû Mahzûre bu emri
sûresinin 41. ve Enfâl sûresinin 27. âye-
isteksiz bir şekilde yerine getirdikten
tinin nüzûl sebepleri arasında Ebû Lü-
sonra Hz. Peygamber ona bir miktar gü-
bâbe'nin de adı geçmektedir.
m ü ş para verdi ve kendisine dua etti. Gönlü İslâmiyet'e ısınan Ebû Mahzûre
BİBLİYOGRAFYA: el-Muuatta',
" N ü z û r " , 16, "İsti s zân", 31; Müs-
ned, I, 364, 411, 418", 422, 424; II, 9; III, 237, 430,
orada m ü s l ü m a n oldu ve Hz. Peygamber'den kendisini Mekke'deki Harem-i
452, 453, 5 0 2 ; VI, 142, 328, 3 2 9 ; Dârimî, " Z e -
ş e r i f e müezzin yapmasını istedi. Bu ar-
kât", 25, " N i k â h " , 14; Buhârî, " B e d ' u 1 - h a l k " ,
zusunu kabul eden Hz. Peygamber, Mek-
14, 15, " M e g â z î " , 12, 13; Müslim, "Selâm", 128, 130, 131, 132, 133, 134, 136; İbn Mâce, " İ k â m e " , 79, " N i k â h " , 12; Ebû Dâvûd, " V i t r " , 20, "Edeb", 162; Nesâî, "Curn'a", 2, "Şayd", 15; Vâkıdî, el-Meğâzî,
I, 101, 180-182; II, 505-509; III,
800, 896, 1047, 1072; İbn Hişâm, es-Sîre,
II,
444, 456, 612; III, 45, 49, 236-238; İbn Sa'd, et-
Tabakât,
II, 4 5 7 ; İbn Abdülber, el-İstî'âb,
IV,
168-170; Zemahşerî, el-Keşşâf (Kahire), II, 163164, 211, 216-217; İbnü'l-Esîr, el-Kâmil, 185; a.mlf., üsdü'l-ğâbe,
II, 137,
I, 237; II, 230-231; VI,
2 6 5 - 2 6 7 ; İbn Kesîr, el-Bidâye,
III, 260; IV, 120-
121; Makrîzî, İmtâ'u'l-esmâc
(nşr. M u h a m m e d
Şâkir), Kahire 1941, I, 37, 73, 105, 106, 244, 245, 4 8 1 - 4 8 2 ; İbn Hacer, el-İşâbe,
Fethu'l-bârî,
IV, 168; a.mlf.,
Beyrut 1985, VI, 2 6 8 ; Diyârbekrî,
ke Valisi A t t â b b. Esîd'e gitmesini ve yeni görevini ona bildirmesini söyledi. Ebû Mahzûre, Resûl-i Ekrem'in Mekke'den ayrılmasına kadar Kâbe'de Bilâl-i Habeşî ile birlikte ezan okudu. Resûlullah'ın okşadığı alnına düşen saçları hiç kestirmedi. 59 (678-79) yılında ölünceye kadar Mekke'de müezzinliğe devam etti. Kendisinden sonra Mescid-i Harâm müezzinliğini oğlu ve torunları yüzyıllarca devam ettirmişlerdir. Kureyş'in nesebini çok iyi bilen Ebû
İnsânul-'uyûn,
Mahzûre'den hanımı Ü m m ü Abdülmelik
(Medine), V, 339-
ve oğlu Abdülmelik ile Esved b. Yezîd
3 4 2 ; Muhammed eş-Şâzelî en-Neyfer, " e r - R a h -
en-Nehaî, Abdullah b. Muhayriz, İbn Ebû
Târîhu'I-hamîs,
I, 5 5 6 ; Halebî,
II, 6 6 4 ; Köksal, İslâm
Tarihi
me ve'l-mes'ûliyye
' i n d e E b î L ü b â b e " , ed-
Dirâsâtu
III/3, Islamâbâd 1968, s.
63
"81-
I-İslâmiyye,
H ISI
A S R İ ÇUBUKÇU
Müleyke ve daha başkaları hadis rivayet etmişlerdir. Hepsi de ezanı Hz. Peyg a m b e r ' d e n öğrenmesiyle ilgili olan se-
179 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
EBÛ MAHZÛRE kiz rivayeti A h m e d b. Hanbel'in Müsn e d ' i n d e bulunmaktadır (ili, 408-409; VI,
lâmcılarından sâlih bir kişi" diye söz ederek iman konusuna ilişkin bir g ö r ü ş ü n ü
401). Bu rivayetlerden biri Şahîh-i Müslim'de, diğerleri Kütüb-i Sitte'ye dahil
yazmış, Ebû Bekir el-Fûrekî de eserinde bir iki yerde görüşlerine t e m a s et-
dört Sünende
miştir. Bu kaynaklarda yer alan bilgilerden anlaşıldığı kadarıyla Ebû Mansûr elEyyûbî'ye göre aklî delilleri bilmeden
de yer almıştır.
BİBLİYOGRAFYA : Müsned,
III, 4 0 8 - 4 0 9 ; VI, 4 0 1 ; Müslim, " Ş a -
lât", 6 ; Ebû Dâvûd, "Şalât", 2 8 ; Nesâî, "Ezân", 3, 4, 5, 6, 15, 16; A b d ü r r e z z â k es-San'ânî, el-
Muşannef, Tabakât,
I, 457-459, 476, 4 8 2 ; İbn Sa'd, etV, 4 5 0 ; İbn Kuteybe, el-Ma'arif
s. 133; Yâküt, Mu'cemü'l-büldân, II, 85, 3 5 1 ; İbnü'I-Esîr, Üsdü'l-ğâbe, 2 7 8 - 2 7 9 ; Zehebî, A'lâmun-nübelâ', 119; İbn Hacer, el-İşâbe,
(Sâvî),
Tahran 1965, I, 177; VI, III, 117-
İslâm
M U R A T SARICIK
d u ğ u n a dikkat çekmiştir (el-Bakara 2 / 257 ; el-Münâfikün 63/4). Bu da Allah'ın m a d d î bir varlık olmadığının delillerin-
Tarihi ( M e d i n e ) , VIII, 514-516.
r
E B Û M A N S Û R el-EYYÛBÎ
n
( .jiji^ 1 jy^ y} ) Ebû Mansûr Muhammed b. Hasen b. Ebî Eyyûb el-Eyyûbî en-Nîsâbûrî (ö. 421/1030) Mütekaddimîn dönemi Eş'ariyye kelâmcısı.
^
delilleri bilmediği için de g ü n a h k â r değildir. Allah Teâlâ Kur'ân-ı Kerîm'de zâtını tanıtırken kendisinin "müminlerin dostu" olduğunu ifade etmiş, yaratıklardan söz ederken de onların cisim ol-
IV, 176; Koksal,
S
sadece naklî delillere dayanarak inanan kişinin (mukallid) imanı geçerlidir ve aklî
İbn Ebû Eyyûb diye de bilinir. Hayatı ve ilmî faaliyetleri hakkında fazla bilgi yoktur. Muhtemelen IV. (X.) yüzyılın ortalarından sonra Nîşâbur'da doğdu. Küçük yaşta ilim tahsiline başladı. İbn Fûrek'in öğrencisi oldu ve İslâm ilimlerini ondan öğrenerek tahsilini bitirdi. Üstün zekâsı ve gayreti yanında takvâsı ile de hocasının takdirini kazandı ve büyük kızıyla evlendi. Bu evlilikten, kaynaklarda yanlışlıkla İbn Fûrek'e atfedilen en-Nizâmı fî uşûli'd-dîn adlı eserin müellifi olan Ebû Bekir el-Fûrekî (Yavuz, s. 90) dünyaya geldi. Hayatını öğrenci yetiştirmek ve eser yazmakla geçiren Ebû Mansûr, Zilhicce 421 'de (Aralık 1030) Nîşâbur'da vefat etti ve Şâhinter Kabristanı'na defnedildi. İnkârcılara karşı kuvvetli deliller getirerek İslâm akaidini savunduğu için Ebû M a n s û r ' a "hüccetü'd-din" unvanı veril-
dendir. Arşa istivâ e t m e k "istilâ" mânasında değil "mutlak galip gelmek" anlamındadır. Çünkü istilâ, m u t l a k ve eksiksiz bir üstünlük anlamı taşımamaktadır. "Allah Âdem'i kendi sûretinde yarattı" anlamındaki hadis, Âdem'in dünyaya gönderilirken cennetteki şeklinin değiştirilmediğini ifade eder. Bir başka söyleyişle hadiste geçen "şekil" (suret) Allah'la değil Hz. Âdem'le ilgilidir. Zira şekil bir şekil vericiyi gerektirdiğinden Allah'ın şekilli olması imkânsızdır. Beyhakî'nin bir rivayetinden anlaşıldığına göre Ebû Mansûr, Kur'an'ın i'câzını sarfe* nazariyesiyle açıklayanların görüşüne temayül göstermiştir. Eserleri. Kaynaklarda Ebû Mansûr elEyyûbî'nin iki eseri zikredilmektedir. 1. Telhîşü'd-delâ'il. Ebü'l-Muzaffer el-İsferâyînî, mülhidleri reddeden başka bir kitap olmasa bile bu eserin kendi konusunda t e k başına yeterli sayılabilecek nitelikte olduğunu belirtir (et-Tebşîr; s. 194). 2. el-Mukni c. Ebü'l-Muîn en-Nesefî, adını kaydetmediği başka bir Eş'arî âliminin bolca iktibaslar yaptığını söylediği ( Tebşıratü'l-edllle, s. 333) bu eserin Eş'ariyye akaidini ihtiva ettiği ve Mâtürîdîler'e yönelik tenkitlere de yer verdiği anlaşılmaktadır.
Kal'acî), Beyrut 1405/1985, I, 1 5 - 1 6 ; a.mlf., el-
de çağdaşı olan Eş'arîler'den üstündü. Usul ilminde hocası İbn Fûrek'in meto-
el-Fûrekî, en-Nizamî
BİBLİYOGRAFYA: Beyhakî, Delâ'ilun-nübüvve
ve'ş-şıfât,
( LSA^11 y) ) Ebû Mansûr Muvaffak b. Ali el-Herevî Bilinen en eski Farsça tıp kitabının yazarı.
^
^
Hayatı hakkında yeterli bilgi yoktur. Nisbesinden Heratlı olduğu ve IV. (X.) yüzyılın ikinci yarısında yaşadığı t a h m i n edilmektedir. Kendisini büyük bir üne
- Ebniye can hakâ'iki'l-edviye adli eserinin mukaddimesinde yer alan "Hazret-i âlî mevlânâ ei-emîr el-müsedded el-müeyyed elmansûr" ibaresine bakarak kitabını Sâm â n î Emîri I. Mansûr'a (961-976) ithaf ettiği ileri sürülürse de "el-mansûr" ifadesinin isim olmayıp diğerleri gibi unvan olabileceği ihtimali dikkate alınarak bu d u r u m ihtiyatla karşılanmalıdır. kavuşturmuş olan Kitâbü'l
Ebû Mansûr'un çok seyahat ettiği ve bu arada Hindistan'a da gittiği anlaşılmaktadır. XIV. yüzyıldan itibaren tanınmaya başlayan kitabı nebâtî, hayvanî ve m a d e n î ilâçlar olmak üzere üç bölüme ayrılmıştır.
Müellif 466'sı
bitkilerden,
kırk dördü hayvanlardan ve yetmiş beşi minerallerden elde edilmiş toplam 585 ilâcın adını alfabetik sıra ile vererek terkip ve tesirlerini izah etmektedir. Tıbbî bilgiler yanında ayrıca sodyum ve potasyum karbonatların birbirlerinden ayırt edilişleri, arsenik, bakır oksit, silisik asit ve antimon, bakır, kurşun bileşiklerinin zehirleyici nitelikleri, y a n m a m ı ş kirecin kıl dökücü etkileri ve cerrahide kullanılması gibi kimyasal konular hakkında da bilgi vermiştir. Kitabın kaynakları arasında Srihârgavadatta, Bâhayıl, Jat a k gibi Hint; Hipokrat, Galen, Dioskorides, Aeginalı Paulus gibi Grek ve Ali b. Rabben et-Taberî, Huneyn b. İshak, Sâbit b. Kurre, Ebû Mâhir Mûsâ b. Yûsuf b. Seyyâr gibi İslâm bilginlerinin eserleri bulunmaktadır.
miştir. Hitabeti etkileyici olduğu kadar eserlerindeki üslûbun da ilgi çekici old u ğ u rivayet edilir. M u h a k e m e gücün-
Esmâ'
EBÛ MANSÛR el-HEREVÎ
(nşr. A b d ü l m u ' t î
s. 369, 370, 5 1 9 ; Ebû Bekir
fî uşûli'd-dîn,
Süleymaniye
Kitâbü'l-Ebniye'nin
ünlü şair ve söz-
lükçü Esedî-i Tûsî (ö. 465/1073) tarafından 447'de (1056) istinsah edilen ve Viyana Kaiserlich-Königlichen Hofbibliot-
d u n u benimseyip geliştirdi. Çok sayıdaki eserinin değişik medreselerde okut u l d u ğ u nakledilirse de ikisi dışında kay-
Ktp., A y a s o f y a , nr. 2378, vr. 4 3 b ; İsferâyînî, et-
naklarda bunların adları ve muhtevaları hakkında bilgi bulunamamıştır. Kendi-
h a m m e d es-Sarîfînî, Târîhu
sinden "üstat" olarak bahseden Ebû Bekir el-Beyhakî, onun tavsiyesi üzerine yazdığı el-Esmâ 3 ve'ş-şıfât adlı eserin-
M a h m û d î ) , K u m 1 4 0 3 / 1 3 6 2 h ş „ s. 137; Zehe-
tasar Latince çevirisini (Vienna 1830-1833),
bî, A'lâmun-nübelâ',
sonra da
de bazı görüşlerini nakletmiştir. Ebü'lMuîn en-Nesefî, ondan "ehl-i hadîsin ke-
Tebşıratü'l-
hek'te (A.F. 340) bulunan nüshasına da-
edille (Salame), s. 28, 333, 334; İbn Asâkir, Teb-
yanarak F. Romeo Seligmann, önce Li-
(Kevserî), s. 194; N e s e f î ,
Tebşîr yînü tehab
s. 2 4 9 ; İbrâhim b. Mu-
kezibi'l-müfterî, mine's-Siyâk
Nîsâbûr:
el-Mün-
(nşr. M u h a m m e d Kâzım elXVII, 5 7 3 ; Sübkî, Taba-
kât (Tanâhî), IV, 147; Yusuf Şevki Yavuz, Akaidinin
Üç Şahsiyeti, S
İslâm
İstanbul 1989, s. 90. Y U S U F ŞEVKI Y A V U Z
ber fundamentorum dici Abu Mansur
medici
macologiae
Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
Muwaffak
Liber fundamentorum (Vienna
me-
adıyla muh-
vindobonensis
Abu Mansûr
Heratensis
180
Codex
farmacologiae Muwaffak
sive bin Ali far-
1838) adı altında
EBÛ MANSÛR el-İCLÎ vetle görevlendirileceğini ve onların so-
Farsça metnini birlikte yayımladı. Kitap
ği şeklindeki rivayetini ihtiyatla karşıla-
daha sonra aynı m e t n e dayanılarak Ab-
malıdır. Zira onun yetişmesinde, Küfe'-
nuncusunun aynı z a m a n d a mehdî ola-
dulchalig Achundovv tarafından Die Phar-
deki aşırı Keysânî Şiîleri'nden Leylâ en-
cağını bildirmiştir. Peygamberliğin kesintisiz devam ettiğini, vahyin sürekli
makologischen
des
Abu
Nâitiyye'nin öğrencisi Meylâ'nın geniş öl-
bin Ali Harawi
baş-
çüde tesirleri b u l u n d u ğ u bilinmektedir.
olarak yenilendiğini iddia eden Ebû Man-
lığıyla Almanca'ya çevrildi (Halle 1893,
İclî'nin literatürde yer alan düşüncele-
sûr Hz. M u h a m m e d ' e sadece vahiy in-
Mansur
Grundsatze
Muwaffak
1968). Eserin son zamanlarda Ahmed-i
rinde İslâmî gelenek yanında yahudi, hı-
dirildiğini, te'vil ve açıklanmasının
Behmenyâr ve Hüseyin Mahbûbî-i Erde-
ristiyan ve gnostik felsefî birikime alı-
kendisine bırakıldığını ileri sürmüştür.
kânî tarafından da yeni bir neşri yapıl-
şılmışın dışında âşinâ olduğunun görül-
mıştır (Tahran 1346 hş./1967).
mesi, ayrıca Farsça bilmesi ü m m î olmabu
dığını ortaya koyar. Çağındaki aşırılar-
şöhretinin yanında ayrıca gerek üslûbu
dan Mugîre b. Saîd el-İclî'nin yakınları
gerekse dil sadeliği ve ifade güzelliği ba-
olan yedi kişi arasında adı geçmemekle
kımından Farsça nesrin en güzel örnek-
birlikte Mugîre'den
lerinden biri kabul edilir.
kuvvetle muhtemeldir. Ebû Mansûr, di-
Kitâbü'1-Ebniye,
tıp alanındaki
olması
nî görüşlerinden dolayı Emevîler'in İrak
BİBLİYOGRAFYA : Â g â Büzürg-i Tahram, ez-Zerfa
ilâ
Beyrut, ts., 11, 3 5 6 ; Flügel,
fl'ş-Şfa,
etkilenmiş
teşâni-
Handschrif
valisi Yûsuf b. Ömer es-Sekafî tarafından öldürülmüştür. Ali Sâmî en-Neşşâr ve
ten, 11, 5 3 4 - 5 3 6 ; Brovvne, LHP, 1, 11, 4 7 8 ; A.
Mustafa eş-Şîbî ölüm tarihini 121 (739),
Fonahn.
Zur
C. Cahen 123 (741) olarak gösteriyorlar-
Medizin,
Leipzig 1910, s. 80, nr. 2 2 4 - 2 2 6 ; Sto-
rey, Persian
La Langue
Quellenkunde
la prose persane,
persischen
11, 199-200; G. Lazard,
Literatüre, des plus
der
anciens
monuments
de
Paris 1963, s. 4 5 - 4 8 ; Sezgin,
GAS, 111, 187, 2 0 1 ; M. Minovi, Introduction
the
Tahran
Photostatic,
mann, Die
Medizin,
1344 h ş . / 1 9 6 6 ;
to Ull-
sa da bu konudaki kaynaklarda kesin bir tarih mevcut değildir. Öldürme olayının Yûsuf b. Ömer es-Sekafî'nin valilik yıllarında (738-745) vuku bulduğu muhakkaktır.
Ebû Mansûr'a göre Allah'ın yarattığı ilk insan "kelime" yani Hz. îsâ, ikincisi de Ali b. Ebû Tâlib'dir. Kaynaklar, onun mensuplarının herhangi bir hususu teyit e t m e k için "kelime"ye yemin ettiklerini kaydetmektedir. Ona göre cennet ve cehennem birer insandır. Cennet zamanın imamı, cehennem de düşmanıdır. Bir rivayete göre ise cennet dünya nimetleri ve zevki, cehennem de dünyanın sıkıntılarıdır. Haramları ve yasakları, Allah'ın sevilmesini istemediği kişilerin adları olarak te'vil eden Ebû Mansûr'a göre zina, içki, kumar, d o m u z eti, ölü hayvan ve kan gibi h a r a m kılınmış şeyler de m u b a h t ı r ; bunların her biri bazı düşmanlara delâlet etmektedir. Bu dü-
s. 2 6 6 - 2 6 7 ; C. L. Elgood, Câvîdan),
Ebû Mansûr, dinî hayatının ilk dönem-
Tahran 1352 hş./1974, s. 5 2 0 ; Sarton, Intro-
lerinde M u h a m m e d el-Bâkır'ın i m â m e t i
bulunanların yiyip içtikleri şeylerden ötü-
kendisine bıraktığını ileri sürerek imam-
rü vebale girmeyeceklerini ifade eden
lığını ilân etmişti. Ancak kaynaklar Bâ-
âyetlere (el-Mâide 5 / 5 , 93) dayandıran
Târîh-i
Pizişkî-yi
Jrân
(trc. Muhsin
ise
1, 678-679; Muhammed-i KazvTnî, " K a -
duction,
dîmterîn Kitâb der Z e b â n - i Fârsî-yi Hâliye",
Bîst Makale,
Tahran 1363 hş., 1, 6 5 - 6 8 ; Selim
A m m a r , Medecins
et midecine
Pa-
kır'ın Ebû Mansûr'u kesinlikle reddetti-
Ebü Mansûr cennet, cehennem ve ha-
I, 6 2 5 ; Mah-
ğini, Ca'fer es-Sâdık'la da ihtilâfa düş-
ramları t a m a m e n sembolik kavramlar
t ü ğ ü n ü ve Ca'fer'in kendisini üç defa la-
olarak görmüştür.
de TIslam,
ris 1984, s. 2 0 5 ; Safâ, Edebiyyât,
şüncesini, inanan ve iyi davranışlarda
mûd Necmâbâdî, Târîh-i Tıb derlrân
pes ez İs-
lâm, Tahran 1366 hş., s. 6 3 4 - 6 4 0 ; Seyyid Hüue İlim (trc. İlhan Kutluer), İs-
netlediğini bildirmektedir. Bu durum onu
tanbul 1989, s. 187; DMF, 1, 35, 194; L. Richter-
başka yollarla imâmetini açıklamaya sev-
belirttiğine göre Ebû Mansûr, taraftar-
Bernburg, " A b ü M a n ş ü r M o w a f f a q b. A l i H e -
ketmiştir.
larına mezheplerine katılmayanları bo-
seyin Nasr, İslâm
r a v ı " , Elr., I, 3 3 6 - 3 3 7 .
hemen
ittifakla
ğ a r a k öldürmelerini emretmiş ve mal-
iddia, kendisinin Allah'ın huzuruna yük-
larını gasbetmelerine izin vermiştir. Hat-
seldiği şeklindeki beyanıdır. Buna göre
ta İbn Ebû Ya'lâ'ya göre düşmanların-
Allah onu semaya çıkarmış, eliyle başını
dan kırk kişiyi öldürenin m u t l a k a cen-
okşamış ve sonra kendisine Süryânîce
nete gideceğini söylemiştir
( j ^ ^ j j - ^ y } )
(Ebû Amr el-Keşşî'ye göre Farsça, bk. Ri-
Hanâbile, I, 33). Muhaliflerini boğarak öl-
(ö. 123/ 741 [?])
câlü'l-Keşşî, s. 256) hitap ederek yeryü-
d ü r m e emrinden
züne dönmesini ve tebliğde bulunması-
"Hannâk" lakabı verilmiştir. Ebû Man-
S
F
Onun Şiî düşünceye getirdiği en aşırı
Kaynakların h e m e n
A L İ H A Y D A R BAYAT
n
E B Û M A N S Û R el-İCLÎ
Aşırı Şiî fırkalarından Mansûriyye'nin peygamberlik iddiasında bulunan kurucusu.
dolayı da
(Tabakâtü'lkendisine
nı emretmiştir. Nitekim Ebû Mansûr bu-
sûr'un terör niteliği taşıyan çeşitli ey-
J
na dayanarak, "Onlar gökten bir parça-
lemlerde bulunması ve bunları âdeta mü-
nın (kisf) d ü ş t ü ğ ü n ü görseler, birbiri üs-
esseseleştirmesi İslâm tarihinde dikkat
Kisf (gökten düşen kütle) ve Hannâk
t ü n e yığılmış bulutlardır derler" meâlin-
çekici bir olaydır.
(boğucu) lakaplarıyla anılmakta olup hak-
deki âyetin (et-Tûr 52/44) kendisinin yer-
kında yeterli bilgi yoktur. Mevcut riva-
yüzüne geri gelişine işaret ettiğini ileri
düşünceleriyle kendisinden sonra gelen
yetlerden Sevâdülkûfe yerlilerinden ol-
sürmüştür. Onun bu iddiası muhteme-
grup ve fırkalar üzerinde etkili olmuştur.
duğu anlaşılmaktadır. Ebû Halef el-Kum-
len, bir adım daha ileri giderek ortaya
Semaya yükseltilmesi ve Allah'la görüş-
m î ve Hasan b. Mûsâ en-Nevbahtî, onun
atacağı peygamberlik iddiasını destek-
mesi düşüncesi aşırı Sûfiyye'ye mi'râc-ı
Abdülkays kabilesinden olduğunu ileri
lemek gayesini güdüyordu. Nitekim imâ-
rûhî şeklinde aksetmiş, te'ville ilgili gö-
sürerlerse de nisbesine bakarak Arap
m e t terimini nübüvvete çevirerek Hz.
rüşleri İsmâiliyye ve Karmatîler üzerin-
asıllı olduğunu ve Benî İcl kabilesine
Ali, Hasan, Hüseyin, Zeynelâbidîn, Mu-
de müessir olmuştur. Vahyin sürekliliği
mensup bulunduğunu
daha
h a m m e d el-Bâkır ve kendisinin peygam-
ve peygamberliğin devamı konusundaki
Nevbahtî'nin,
berliğini ilân ettikten sonra oğulların-
fikirleri ise Bahâîler tarafından benim-
Ebû Mansûr'un o k u m a yazma bilmedi-
dan altısının kendisinden sonra nübüv-
senmiştir.
L
isabetli
söylemek
görünmektedir.
Ebû Mansûr, Şîa bünyesindeki
aşırı
181 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
EBÛ MANSÛR el-İCLÎ BİBLİYOGRAFYA: İbn Kuteybe, Te'uîlü
Bey-
muhtelifi'l-hadîs,
rut 1393/1972, s. 72-73; a.mlf.. el-Ma cârif {Uk-
s. 6 2 3 ; Nevbahtî, Fıraku'ş-Şfa,
kâşe),
1959, s. 59-60; Eş'arî, Makâlât İbn Abdürabbih,
I, 2 6 7 ;
el-'İkdul-ferîd,
Halef el-Kummî, Kitâbü" 1-Makâlât, s. 46-47, 6 6 ;
Bağdâdî,
a.mlf., el-Fark
Mezhepler
Necef
(Ritter), s. 9-10;
Usülu
Ebû
Tahran 1964, s. 3 3 1 ;
d-dîn,
(Kevserî), s. 138, 149; a.mlf..
Arasındaki
Farklar
(trc. E. Ruhi Fiğ-
lalı), İstanbul 1979, s. 202, 223, 224; İbn Hazm,
el-Faşl,
IV, 185; İsferâyînî, et-Tebşîr
(Kevserî),
s. 7 0 ; İbn Ebû Ya'lâ, Tabakâtü'l-Hanâbile,
I,
3 3 ; Şehristânî, el-Milel (Kîlânî), I, 178-179; a.e., Âtıf Efendi Ktp., nr. 1373, vr. 7 5 a ; Neşvân elHimyerî, el-Hûrü'T'în
(nşr. Kemâl Mustafa), Ka-
hire 1948, s. 169; İbnü'l-Cevzî,
Telbîsü
iblîs,
Kahire 1966, s. 95; Abdullah b. Hasan el-Irâkî,
el-Fıraku'l-müfterika
beyne
ehli'z-zeyğ
4 1 ; a.mlf.. Sapıklarla
Dinsizlerin
Çeşitli
(trc. Yaşar Kutluay), Ankara
hepleri
3 8 ; Cürcânî, Şerhu'l-Meuâkıf
el-Keşf
ue'z-
(nşr. Yaşar Kutluay), Ankara 1961, s.
zendeka
II, 4 8 4 ; Kalhâtî,
British Museum,
ve'l-beyân,
Mez-
1962, s.
2606, vr. 2 2 2 " ; Ebû A m r el-Keşşî,
Or.,
nr.
Ricâlü'l-Keş-
şî, Kerbelâ 1963, s. 2 5 6 ; Şeybî, eş-Şıla, II, 139141; Ali Sâmî en-Neşşâr,
sefî fi'l-islâm,
Neş'etü'l-fikri'l-fel-
Kahire 1977, II, 8 7 - 9 3 ; Abdullah
Sellûm es-Sâmerrâî, el-Gulüu
ue'l-fıraku'l-Gâ-
liyye
Bağdad
fi'l-hadâreti'l-İslâmiyye,
s. 97-99; B. Lewis, The Assassins,
1982,
London 1985,
s. 128; I. Friedlaender, " T h e H e t e r o d o x i e s of t h e Shiites in t h e P r e s e n t a t i o n of i b n H a z m " ,
JAOS,
XXVIII (1907), s. 34, 6 2 - 6 3 ; XXIX (1909),
s. 89, 90, 9 2 - 9 6 ; W. M. Watt. " S h i i s m U n d e r t h e U m a y y a d s " , JRAS
(1960), s. 168; Claude
Cahen, " P o i n t s d e v u e sur la r e v o l u t i o n ' A b -
107-108; ayrıca aş. bk.). Bazı kaynaklar onu astronomi ve astroloji alanında İslâm milletlerinin en âlimi, ayrıca İran'ın ve diğer milletlerin tarihini en iyi bilen biri olarak niteliyorsa da Ebû Ma'şer siyasî tarihten çok kültür tarihiyle ilgilenmiştir.
nin aleyhinde bulunan ve halkı da bu yönde kışkırtan Ebû Ma'şer, Kindî'nin zekice hazırladığı bir plan sonucunda matematikle ilgilenmeye başlamış, sonra da kendisini şöhrete kavuşturan astronomi ve astrolojiye merak sarmış, böylece Kindî onun eleştirilerine hedef olmaktan kurtulmuştur (İbnü'n-Nedîm, s. 386). Başka bir rivayete göre ise hacca gitmek üzere Horasan'dan ayrılan Ebû Ma'şer, Bağdat'ın yakınındaki Kerker'de Ali b. Yahyâ el-Müneccim'in kütüphanesini görünce astronomiye merak sarmış ve hacca gitmekten vazgeçerek Abbâsî Halifesi Mu'temid-Alellah'ın kardeşi ve ikinci veliahdı Muvaffak'm hizmetine girmiş, sonunda çağının en büyük astronomi ve astroloji âlimi olmuştur.
İlk ve Ortaçağ bilim ve düşüncesinde hâkim olan genel anlayışa göre ay üstü âlemi her bakımdan ay altı âlemini sürekli olarak etkilemektedir. Bu ilkeden hareket eden Ebû Ma'şer, astronominin müsbet verilerine dayanarak astrolojiyi temellendirmeye çalışmıştır. Ona göre zamanı belirleyen ve mevsimlerin meydana gelmesini sağlayan yıldızlar elbette ki her şahsın ahlâk, karakter ve psikolojik yapısı üzerinde de etkili olacaktır (el-Medhalü'l-kebîr, s. 33). Onun eserleri, Ortaçağ'dan modern çağın başlarına kadar astrolojiye inanan veya inanmayan herkes için başlıca kaynak olmuştur.
Latin dünyasının Albumasar ve Bizanslıların Apomasar adıyla tanıdıkları Ebû Ma'şer, Kindî'den başka Sind b. Ali ile Bettânî gibi o dönemin ünlü bilgin ve astronomlar! ile de yakın ilişki içindeydi. Hatta Sind b. Ali el-Medhalü'l-kebîr adlı eserini ona armağan olarak verdiği halde Ebü Ma'şer'in bunu kendisine mal ettiği yolunda bazı görüşler mevcuttur. İddiaya göre kırk yedi yaşından sonra astronomi öğrenen bir kimsenin bu hacimde ve böylesine önemli bir eser yazması kolay bir iş değildir (İbnü'l-Kıftî, s.
Saralı olduğu ve dolunay zamanında sarasının tuttuğu rivayet edilen Ebû Ma'şer 28 Ramazan 272'de (8 Mart 886) 100 yaşlarında Vâsıt'ta öldü. Eserleri. Ebû Ma'şer'in kaleme aldığı eserlerin listesi İbnü'n-Nedîm ve İbnü'lKıftî tarafından zikredilmekte, bunlardan birincisinde otuz beş, ikincisinde otuz sekiz eser ismi yer almaktadır. Ba-
b â s i d e " , RH, CCV1I (1963), s. 3 1 5 ; W. F. Tucker, " A b ü M a n s u r el-'Ijli and the M a n s u r i y y a : a S t u d y in M e d i e v a l T e r r o r i s m " , İsi., LIV (1977), s. 6 6 - 7 6 ; a.mlf., "Ebû M a n s û r e l - İ d î v e M a n s û r i y y e " (trc. E. Ruhi Fığlalı), Ankara
Üniver-
sitesi İlâhıyat
Enstitü-
sü Dergisi,
Fakültesi
L
İlimleri
sy. 5, Ankara 1982, s. 217-229. S
F
İslâm
Ebû Ma'şer el-Belhî'nin el-Medhalü'l-kebîr
ETHEM R U H I FIĞLALI
EBÛ M A N S Û R es-SEÂLİBÎ
n
(bk. SEÂLİBÎ, Ebû Mansûr).
JU A.
EBÛ M A ' Ş E R el-BELHÎ (
• ! . jf ! ^ ; i U'.|' Jj • • U *
|
J -tJ
i
j • | ^ ' . J !
-î
t • ^ i H
^ u ı ^ - j i t )
Ebû Ma'şer Ca'fer b. Muhammed b. Ömer el-Beihî (ö. 272/886)
^
'JCfVj^A,«vy^^l»:
i
]
. ^. I • r I.. .-> ! î. I I I I * _ x « r - H * - "f. h r - T - K t 'J^ttj^Aciju^ •i' -
F
adlı eserinin ilk iki sayfası (Süleymaniye Ktp., Yenicami. nr. 1193)
Vu'lyi j j J a
%
î>
IX. yüzyılın önde gelen müslüman astronom ve astrologlarından.
20 Safer 171 ( 1 0 Ağustos 787) tarihinde Belh'te doğdu ve ilk öğrenimini burada yaptı. Muhtemelen Me'mûn döneminde (813-833) Bağdat'a giderek kırk yedi yaşına kadar hadis ilmiyle meşgul oldu. Klasik kaynakların bildirdiğine göre aklî ilimlerle uğraşanları eleştiren, bu arada filozof Ya'küb b. İshak el-Kindî'-
I
j
182
Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
'JijiLs u i a i ^ j üı k i d ^ V ^ A ^ J uı,S^j\lJw: Jyi'j
v^
••
.
=
EBÛ MA'SER el-BELHÎ zı kimseler, onun geç yaşlarda astronomi ve astrolojiyle ilgilenmeye başlamasını sebep göstererek o yaştan sonra bu kadar çok ve mükemmel eser vermenin m ü m k ü n olmadığını, dolayısıyla eserlerinden bir kısmının intihal olduğunu ileri sürmüşlerdir. Bugün modern araştırmalar da bu iddiada gerçek payı bulunduğunu kabul etmektedir (eserlerin bir listesi ve bugüne ulaşanların yazma nüshaları için bk. Sezgin, VII, 141-151). 1. el-Medhalü'l-kebîr ilâ cilmi ahkâmı n-nücûm. Birçok nüshası bulunan eser sekiz "makale" halinde düzenlenmiştir. Bu makalelerde sırasıyla astrolojinin filozofik ve tarihî gerekçesi, sabit yıldızlarla burçların sayıları ve özellikleri, yedi gezegenin ve bilhassa güneşle ayin yeryüzüne olan etkileri, gezegenlerin astrolojik karakterleri ve burçlarla gökyüzünün diğer kısımlarına olan tesirleri, burçların birbirleriyle ve insanlarla olan ilişkileri, burçlarla iklimler arasındaki münasebet, gezegenlerin güçleri ve aralarındaki bağıntılar, astrolojiyle ilgili temel tarihî bilgiler konu edilmiştir. Johannes Hispalensis 1133 yılında kitabın tamamını, Hermannus Secundus ise 1140'ta eseri özet halinde Latince'ye çevirdiler. Bu ikinci çeviri 1485-1515 yılları arasında yedi defa basıldı. Kitap ayrıca XIII. yüzyılda İbrânîce'ye, XIV. yüzyılda Almanca ve İngilizce'ye çevrildi. Bu eserin hıristiyan dünyasında büyük bir etki yaptığı bilinmektedir. Kitapta yer alan astrolojinin ana hatlarının gelgit olayının bir açıklamasını içerdiği ve Ortaçağ Avrupası'nm denizlerin alçalıp yükselmesi kanunlarını bu eserden öğrendiği kabul edilmektedir. Ancak bu açıklamalarda gözlemlere dayanan gerçek bilgilerin yanında garip yorumlar da bulunmaktadır. Fuat Sezgin, eserin Süleymaniye Kütüphanesi'ndeki nüshasını (Cârullah Efendi, nr. 1508) tıpkıbasım olarak yayımlamıştır (Frankfurt 1405/1985). 2. el-Medhalü's-sağîr (Kitâbü Muhtaşari'l-Medhal). el-Medhalül-kebîrden sonra yazılan ve XII. yüzyılda Latince'ye çevrilen eser yedi fasıl üzerine tertip edilmiştir. Bunlar burçların mahiyeti ve işaretleri, gezegenlerin tek başlarına ve güneşe nisbetle konumları, gezegenlerin yirmi beş konumu, gezegenlerin güçleri ve iyilikleri, gezegenlerin karakterleri ve işaretleri, talih, gezegenlerin yükselişleri hakkındadır. 3. Kitâbü!-Kırânât (Kitâbü!Milel ve'd-düuet). Sekiz makale halinde düzenlenmiş olup 869 veya 883'ten sonra yazıldığı sanılmaktadır. İbnü'n-Nedîm, bu çalışmanın İbnü'l-Bâzyâr için kaleme
alındığını belirtir. Eser Johannes Hispalensis tarafından Latince'ye çevrilmiş ve 1489'da Augsburg'da, 1515'te de Venedik'te basılmıştır. 4. Kitâbü Tehâvîli sinil-'âlem (Kitâbü n-Nükât). Önceki kitabın özeti olan eser, ay veya gün olarak bir yılın astrolojik karakteriyle ilgili kısa bir çalışmadır. Johannes Hispalensis tarafından Latince'ye çevrilerek Augsburg'da 1488, 1489 ve 1495; Venedik'te 1488 ve 1506 yıllarında yayımlanmıştır, s. Kitâbü Tehâvîli sinil - mevâlîd. Dokuz makaleden oluşan eseri, Siczî el-Câmi'u'şŞâhî adlı çalışmasında özetlemiş ve bu özet Farsça'ya tercüme edilmiştir. Orijinal Arapça'sı Grekçe'ye de çevrilen kitabın ilk beş makalesi Grekçe'den Latince'ye tercüme edilmiş ve 1559'da Basel'de yayımlanmıştır. 6. Kitâbü Aşli'luşül. Bu eser Ebü'l-Anbes es-Saymerîye (ö. 899 (?I) atfedilmektedir. Yazma nüshaların birçoğunda (meselâ Süleymaniye Ktp., Hamidiye, nr. 829; British Museum, Or. 3540) SaymerFnin eseri olarak gösterilmekte, fakat Süleymaniye Kütüphanesi'ndeki risâlenin (Hamidiye, nr. 824), Ebû Ma'şer tarafından yazıldığı bilinen el-Aşl îî cilmi'n-nücüm ve Sırrü'l-esrâr başlıklarını taşıması risâlenin ona ait olduğu hususunda şüphe uyandırmaktadır. Eser birçok tanınmış âlimden aktarılan geniş bilgileri içerir, özellikle ikinci kısmı daha değerlidir. 7. Kitâbü!-Mevâlîdi'ş-sağır. İbnü'n-Nedîm'in iki makale ve on üç fasıldan oluştuğunu bildirmesi sebebiyle Kitâbü Ahkâmil-mevâlîd ile aynı eser olmadığı anlaşılmaktadır. Eser, Ebû Ma'şer el-Felekî olarak tanımlanan bir Yunan filozofuna ait Kitâbü!-M uhakkıki 1 - müdekkik el-Yûnanî el-îeylosûî eş-Şehîr bi-Ebî Ma'şer el-Felekî ile benzerlik gösterir. Bu dikkat çekici çalışma Kahire'de birçok defa basılmış ve J. M. Faddegon eser hakkında kısa bir tanıtma yazmıştır ("Notice sur u n petit traite d'astrologie attribue â Albumasar [Abu Ma'sar]", JA, sy. 213 [19281, s. 150-158). Kitabın ilk dört faslı değişik zamanlara ait büyü ve astroloji, sonraki beş fasıl Pisagor (Pythagoras) ve Petosiris'e atfedilen çeşitli tahminler, son dört fasıl da doğumlar hakkındadır; 12. fasıl erkeklerle, 13. fasıl kadınlarla ilgilidir. Brockelmann eseri Kitâbü Mevâlîdi'r-ricâl ve'n-nisâ3 adıyla vermektedir. Ona göre yirmi dört kısımdan oluşan eserin yarısı erkeklere, yarısı da kadınlara ayrılmıştır. 8. Müzâkerâtü Ebî Ma'şer fî esrâri 'ilmi'n-nücüm. Kitapta Ebû Ma'şer'in astroloji sırlarıyla ilgili görüşleri yer alır. Eseri bizzat Ebû Ma'-
şer değil öğrencisi Ebû Saîd Şâzân kaleme almıştır. Kitap, IX. yüzyılda Bağdat'ta revaçta olan uygulamalı astroloji hakkında geçerli bilgiler vermekte ve bu sebeple sık sık dönemin müslüman tarihçilerini zikretmektedir (D. M. Dunlop, "The Mudhâkarât fî Ilm an-Nujüm", Iran and İslam, ed. C. E. Bosworth (Edinburg 1971], s. 229-246). 9. Kitâbü's-Sihâm. Bu eser, insanlar tarafından kullanılan eşyaya hükmettiğine inanılan özel talihlere dairdir. Liber Albumazar de duodecim domibus astrorum adlı eser bu kitabın Latince çevirisi gibi görünüyor; De partibus et eorum causis'deki hiç değilse ilk risâlenin de bu eserden çevrilmiş olması m ü m k ü n d ü r . 10. Kitâbü Işbâti cilmi'n-nücüm. el-Medhalül-kebîrde bulunan Harrânîler'e ait teorileri ayrıntılı biçimde açıklayan bu çalışma, muhtemelen Ebü's-Sakr el-Kabîsî'nin, el-Medhal ilâ şmâ'ati ahkâmi'n-nüc û m ' u n giriş kısmında zikrettiği Ali b. îsâ el-Harrânî'nin Risâle îîibtâli şmâ'ati ahkâmi'n-nücûm una nazîre olarak yazılmıştır. 11. Kitâbü!-Ülûî. Ebû Ma'şer'in en önemli çalışmalarından birini teşkil eden bu eser kayıp olmakla birlikte Ebû Saîd es-Siczî tarafından yapılmış bir özeti mevcuttur. Bazı kaynaklarda Kitâbü!- Ülûî fî büyûti'l-'ibâdâtve Kitâbü'l-Edvâr ve'l-ülûf adlarıyla zikredilen eserin esas konusu astrolojidir. 12. Kitâbü't-Tabâ"i'i'l-kebîr. Zamanımıza ulaşmayan eserin beş bölümden oluştuğu İbnü'n-Nedim'den öğrenilmektedir (el-Fihrist, s. 387). 13. Kitâbü's-Sehmeyn ve a cmâri'l-mülûk ve'd-düvel. Hükümdarlarla devletlerin hayat ve talihleriyle ilgili olduğu bilinen kitap günümüze ulaşmamıştır. 14. Kitâbü Zâ 3ircât ve!-intiha"ât ve'l-memerrât. Hakkında herhangi bir bilgi bulunmayan eser astroloji tarihiyle ilgili olmalıdır. 15. Kitâbü İktirâni'n-nahseyn fî bürci's-Seratân. Adından, Yengeç burcu içinde Satürn ve Mars kavuşumunun zararlı etkilerinden bahsettiği anlaşılan bir eserdir. 16. Kitâbü's-Şuver ve'l-hükmi 'aleyhâ. Arapça'sı ele geçmemiştir; fakat De ascensionibus imaginum adlı kitabın bu eserin Latince tercümesi olduğu sanılmaktadır. 17. Z îcü'l-hezârât. Altmıştan fazla bölüm içerdiği bilinen eser 840-860 yılları arasında yazılmıştır. 18. Kitâbü'l Mizâcât. SiczFnin özetlediği Kitâbü Mizâcâti'l-kevâkib ile aynı eser olması muhtemel olup gezegenlerin birbirleriyle ilişkilerine dairdir. 19. Kitâbü'l-Envâ3. Yıldız takvimiyle ilgili olmalıdır. 20. Kitâbü'l-Mesâ'il. İbnü'n-Nedîm bu ese-
183 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
EBÛ MA'ŞER el-BELHÎ Kitâbü'l-Kâmil ile aynı eser olması muhtemeldir. 21. Kitâbü'l -Mevâlîdi'1 - kebîr. İbnü'n- Nedim'e göre Ebû Ma'şer bu eserini tamamlamamıştır (a.g.e„ s. 386). 22. Kitâbü'lKâmil (Kitâbü'l-Mesâ'II). İbnü'n-Nedîm'e göre müellif t a m a m l a y a m a d ı ğ ı bu eserine "el-Kâmil" veya "el-Mesâ'il" adını verecekti. İbnü'l-Kıftî ise bunu el-Kâmil ve'ş-şâmil adıyla zikretmektedir. 23. Kitâbü'l-Cemhere. İbnü'n-Nedîm, bu kitabın astroloji hakkında yaygın telakkilerin derlemesinden ibaret olduğunu söyler. Bu d u r u m d a eserin Kitâbü Aşli'luşûl'ün ikinci kısmının özgün şekli old u ğ u düşünülebilir. 24. Kitâbü Hey'eti'l-îelek ve'htilâfi tulû'ihî. İbnü'n-Nedîm'den eserin beş fasıl üzerine düzenlenmiş olduğu öğrenilmektedir. 25. Kitâbü Tefsiri!-merıâmât mine'n-nücüm. Adından, astrolojinin verilerine göre rüya tabiri yapan bir eser olduğu anlaşılmaktadır. 26. Kitâbü'1-Emtâr ve'r-riyâh ve tağayyüri'l- ehviye. Eserin ilk kısmı hava değişimleri, rüzgâr ve yağmurlarla ilgili olan meteorolojik astrolojiye, ikinci kısmı ise maddelerin değerleriyle ilgili olan paha astrolojisine dairdir. Bu kitaba, Ebû Ma'şer'in 5 Mart 8 3 2 ' d e Nîşâbur'da baktığı yıldız falının yorumu da eklenmiştir. 27. Kitâbü Tebâ'i'i'l-büld â n v e tevellüdi'r-riyâh. Ebû Ma'şer bu çalışmasında m u h t e m e l e n , dünyanın değişik bölgelerinin aynı gökyüzünün altında bulunmalarına r a ğ m e n neden aynı z a m a n d a farklı meteorolojik olaylara m â r u z kaldıkları konusunu astrolojik açıdan incelemiştir. 28. K i t â b ü ' l - M e y l fî tahvili sirıi'l-mevâlîd. Eserde aynı z a m a n d a d o ğ m u ş birçok canlı arasındaki farklar incelenmiş olmalıdır. 29. Kitâb fî büyûti'l- cibâdât. Sâbiîler'in garip gezegen mâbedlerini tanıtır. Kitâbü'l-Ülûi ile aynı eser olduğu sanılmaktadır. 30. Kitâbü İhtilâfı'z-zîcât. Bu çalışmanın bazı bölümleri, David Pingree tarafından The Thousands of Abü Ma'shar'da (bk. bibi.) ele alınmıştır. 31. Kitâbü Ahkâmi'lmevâlîd. Bu eserin Ebû Ma'şer tarafından iki defa yazıldığı anlaşılmaktadır. İkinci eser, el-Câmi cu'ş-Şahî'nin üçüncü kısmında Siczî tarafından özetlenmiştir. 32. Kitâbü Kırânâti'l-kevâkib fi'lc bürûci'l-isnâ aşer. Farsça'ya da çevrilmiş olan eserde burçların her biri içindeki gezegen tertiplerinin etkileşimleri z ele alınmıştır. 33. Kitâbü'l-İhtiyârât alâ menâzili'l-kamer. Ayın menzillerinden hareketle bir felâketi önlemek veya başarıyla sonuçlanması arzulanan bir teşebbüse girişmek için uygun zaman araştırmayı, geleceğin uğurlu veya uğursuz ri bir özet olarak tanımlar;
özelliğini tesbit etmeyi (ihtiyârât, heme-
E B Û M A ' Ş E R es-SİNDÎ
roloji) konu alan bu eserden başka İbnü'l-Kıftî bir de el-İhtiyârât adlı eserden söz etmektedir.
(
j U . j j
Bunların dışında kaynaklarda Ebû Ma'şer'in şu eserleri de zikredilmektedir:
Kitâbü'l-Kavâp' 'ale'l-heylâcât, Kitâbü Zîci'l - kırânât ve'l - ihtirâfât, Kitâc bü'l-Evkât, Kitâbü'l-Evkât alâ işnâ c aşeriyyeti'l-kevâkib (Kitâbü'l-Evkât ile aynı eser olması kuvvetle muhtemeldir), Kitâbü'l-Kedhudâ ve Kitâbü'l-Heylâc (İbnü'l-Kıftî bu iki eseri Kitâbü'l-Heylâc ve'l-kedhudâ şeklinde tek kitap olarak zikretmektedir).
^
Ayın konumuyla ilgili Flores de electionibus ve De electionibus lunae adlı Latince kitapların asıllarının da Ebû Ma'şer'e ait olduğu iieri sürülmektedir. Dârü'l-kütübi'l-Mısriyye'de onun adına kayıtlı Makale fi'l-a'dâdi'l-mütehâbbe ve havâşşihâ adlı beş varaklık risalede m e ş h u r Faslı mutasavvıf ve âlim İbnü'lBennâ'nın (ö. 721/1321) adından söz edilmesi, mevcut metnin ona aidiyetini imkânsız kılmakla birlikte b u n u n kendisine ait bir eserden alınmış parçanın yeniden kaleme alınmış bir versiyonu olması da muhtemeldir. Bu risâle Zeina Matar ve Oliver Kahl tarafından İngilizce'ye çevrilmiştir ("A Treatise on the
de Hâricî isyanlarını
Amicable Numbers buted to A b ü
220 and 284
Ma'shar
Attri-
al-Balkhı",
JSS,
XXIV/2 [19901, s. 233-243).
)
Ebû Ma'şer Necîh b. Abdirrahmân es-Sindî el-Medenî (ö. 170/787) Megâzî müellifi ve muhaddis. Menşei hakkında kaynaklarda çeşitli rivayetler zikredilir. Aslen Hindistanlı olduğu ve Sindî lakabını bu sebeple aldığı sanılmakta, Arapça'yı
iyi telaf-
fuz edemeyişi de buna bağlanmaktadır. Bir rivayete göre ise aslen Yemenlidir. Yezîd b. Mühelleb Y e m â m e ve Bahreyn'bastırdığı
sırada
esir alınmış, M a h z û m kabilesinden bir kadın veya Halife M a n s û r ' u n kızı kendisini satın alarak âzat etmiştir. Torunu Hüseyin b. M u h a m m e d ' i n bildirdiğine göre önceleri adı A b d u r r a h m a n
b.
Velîd b. Hilâl iken esir edilerek Medine'de satıldığı sırada onu Esedoğulları'ndan biri almış ve adını Necîh olarak değiştirmiştir. Daha sonra Ü m m ü Mûsâ b. Mehdî tarafından satın alınıp âzat edilmiş ve böylece mirası Hâşimoğulları'na kalmıştır. Öte yandan onun Hanzale b. Mâlik oğullarından olduğu da belirtilmektedir. Fakat ailesi Hâşimoğulları'nın âzatlısı olarak anılmayı kendi tercih etmiştir. Ayrıca aslen
soyuna Himyerli
bir aileden geldiği ve hicrî 100 (718) yılında ölen ve sahâbî olduğu rivayet edi-
BİBLİYOGRAFYA: (tıp-
len Ebû Ü m â m e b. Sehi b. Huneyf'i gör-
kıbasım nşr. Fuat Sezgin), Frankfurt 1405/1985,
d ü ğ ü de söylenir. Ebû Misher Ebû Ma'-
s. 33; İbnü'n-Nedîm, el-Fihrist, s. 386-387; Sâid
şer'in siyahî olduğunu iddia etmişse de
Ebü Ma'şer el-Belhî, el-Medhalü'l-kebîr
el-Endelüsî,
s. 6 5 - 6 6 ;
Tabakâtü'l-ümem,
nü'l-Kıftî, İhbârul-'ulema',
İb-
s. 1 0 6 - 1 0 8 ; Suter,
s. 2 8 - 3 0 ; a.mlf., " E b û M a ' -
Die Mathematiker,
şer", İA, IV, 3 6 ; Brockelmann, GAL, 1, 2 5 0 - 2 5 1 ;
Suppl.,
I, 3 9 4 - 3 9 6 ; J. Vernet, Problemas
liogrâficos
en
torno
Ma'shar
and
in the Tıoelfth Century, The Thousands a.mlf., Abü
uitatum,
of Abü
Ma'shar:
belirtmiştir. Başta Abbâsî Halifesi M e h d î
olmak
Barcelona
üzere ilmî yönden pek çok kişinin dik-
I, 5 6 8 - 5 6 9 ; R. Ler-
katini çeken Ebû Ma'şer'in o k u m a yaz-
a Albumasar,
1952; Sarton, Introduction, nay, Abü
bib-
oğlu M u h a m m e d beyaz ırktan geldiğini
Latin
Aristotelianism
Beirut 1962; D. Pingree,
Ma'shar,
London 1968;
De reuolutionibus
nati-
Leipzig 1968; a.mlf., " A b ü M a ' s h a r " ,
DSB, I, 32-39; a.mlf.. " A b ü M a ' s a r B a l k ı " , Elr., I, 3 3 7 - 3 4 0 ; Sezgin, GAS, V, 2 7 4 - 2 7 5 ; VI, 156-
m a bilmediği Yahyâ b. Maîn tarafından belirtilmektedir. Onun bu ilmî seviyesini, katıldığı meclislerde güçlü hâfızası sayesinde
elde ettiği
anlaşılmaktadır.
Nitekim önceleri basit bir terzi iken me-
157; VII, 139-151, 3 2 8 - 3 2 9 ; Ulmann, Die Na-
gâzî haberlerini nasıl ezberlediği oğluna
s. 3 1 6 - 3 2 5 ;
sorulduğu z a m a n oğlu M u h a m m e d , ba-
Julius Lippeit, " A b ü M a ' s a r ' s K i t â b a l - U l û f " ,
basının ilim tahsil ettiği hocasının mec-
tur
und
Geheimwissensehaften,
WZKM, IX (1895), s. 351-358; L. Thorndike. " A l b u m a s a r in S a d a n " , ISIS, sy. 4 5 (1954), s. 2232; H. Hermelink, " D a t i e r u n g d e s ' L i b e r introductorius'
von
Abumasar
(Kitâb
al-Kabir v o n A b ü M a ' s h a r ) " , Sudhoffo
al-Mudhal
Arehiu,
sy. 46, München 1962, s. 2 6 4 - 2 6 5 ; J. C. Vadet, "Uııe d e f e n c e d e l'astrologie dans le madhal d ' A b ü M a ' s a r a l - B a l h ı " , Annales
Islamologi-
ques, V, Cairo 1963, s". 130-180; J. M. Millâs, " A b ü M a ' s h a r a l - B a l k h ı " , El 2
(İng.), I, 139-
lislerine pek çok tâbiî katıldığını, bunların megâzî konularını kendi aralarında müzakere ederken onun bu
haberleri
ezberlediğini söylemiştir. Halife Mehdî
160 (776-77) yılında
Ebü Ma'şer'i Medine'den alıp Bağdat'a g ö t ü r m ü ş ve kendisine 1000 dinar vererek yanında bulunmasını ve çevresin-
0
MUAMMER DİZER
dekilere ilim öğretmesini istemiştir. Ha-
184 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
EBÛ MA'ŞER et-TABERÎ yatının son on yıiını B a ğ d a t ' t a geçiren
BİBLİYOGRAFYA :
Ebû Ma'şer, burada Abbâsî hanedanı-
İbn Sa'd, et-Tabakât,
nın ileri gelenlerinin teveccühünü
ka-
zanmıştır.
rezînî, Harran'da Ebü'l-Kâsım Ali b. MuV, 4 1 8 ; A h m e d b. Han-
h a m m e d ez-Zeydî, Mısır'da Ebü'l-Abbas
bel, el-'İlel (Koçyiğit), 1, 161; II, 118; Buhârî, et-
İbn Nefîs ve İsmâil b. A m r b. Râşid el-
VIII, 114; a.mlf., ed-Du'afâ'
Târîhu'l-kebîr,
yed), s. 119; a.mlf., et-Târîhu'ş-şağîr,
Hocaları arasında M u h a m m e d b. Kâ'b, Saîd b. Ebü Saîd el-Makbûrî, İbn Ömer'in azatlısı Nâfi', İbnü'l-Münkedir ve Hişâm
187;
Nesâî,
Du'afâ',
el-Cerh
VIII, 4 9 3 - 4 9 5 ; İbn Hibbân,
Kitâbü'l-
III, 160-161; Dârekutnî,
Mecrûhîn,
s. 2 4 2 ; Hatîb, Târîhu
dır. En m e ş h u r talebeleri ise oğlu Mu-
İbnü'l-Cevzî, ed-Du'afâ',
h a m m e d , Leys b. Sa'd, Süfyân es-Sevrî,
mul-büldân,
b. Mehdî,
Abdürrezzâk
III, 157; Yâküt,
142; Zehebî, el-'İber,
I, 2 5 8 - 2 5 9 ; a.mlf., Mîzâ-
6 9 4 - 6 9 5 ; a.mlf.. A'lâmun-nübelâ',
kazanmış,
Tabakâtü'l-huffâz
X, 4 1 9 - 4 2 2 ;
I, 2 7 8 ; Abdülhay 1, 3 5 - 3 6 ;
görülmüştür. Nitekim A h m e d b. Han-
4 8 9 ; Brockelmann, GAL Suppl., 292;
NüzheII,
Hediyyetul-'ârifîn,
I, 2 0 7 ; Ziriklî,
rivayetlerinde
bulunduğunu
ise
Nuaym
bizzat müellifi Sa'lebî'den rivayet etti. Kendisinden de Ebû Ali İbnüT-Arcâ', Ha-
M u h a m m e d b. Abdülbâki el-Ensârî, İbrâhim b. A h m e d es-Saymerî ve diğerle-
S
SELMAN BAŞARAN
ri ondan rivayette bulunmuşlardır. Kaynaklarda m u h a k k i k ve sika* bir
P
n
E B Û M A ' Ş E R et-TABERÎ ( L ^
Ebû
1
^
y
)
Dâvûd, Nesâî ve Tirmizî gibi muhaddisHanbel Ebû Ma'şer'den hadis naklet-
kıraat üstadı olarak anılan Ebü Ma'şer
Kıraat ve tefsir âlimi.
miş, Buhârî ve Müslim ise rivayetleri-
âlim olduğu bildirilen ve Mekkeliier'in et-Taberî, muhtemelen ilmî seyahatle-
Ebû Ma'şer Abdülkerim b. Abdissamed b. Muhammed et-Taberî el-Kattân (ö. 478/1085)
ler ise onu zayıf saymışlardır. A h m e d b.
rinden sonra yerleşip hayatının sonuna kadar yaşadığı Mekke'de vefat etti. Eserleri. 1. et-Telhîş ^
ne sahihlerinde yer vermemişlerdir. Abd u r r a h m a n b. Mehdî, Ebû Ma'şer'in ba-
hocası Zeydî'adlı tefsiri de
Nasr A h m e d b. Ömer el-Gâzî, Ebü Bekir
F.
Rosenthal, " A b ü M a ' s h a r " , £ 7 2 ( l n g . ) , I, 140.
disi hakkında övücü sözler söylemişler; İbnüT-Medînî, İbn Maîn, Buhârî,
sir olan Şifâ'ü'ş-şudûr'u den, el-Keşf ve'l-beyân
ve daha pek çok kimse kıraat okudu. Ebû
çelişkiler
Fazl b. Dükeyn ve Yezîd b. Hârûn ken-
ile M u h a m m e d b. Hasan en-
Nakkâş'ın (ö. 351/962) telif ettiği bir tef-
ve'l-
ifade etmiştir. Talebele-
rinden Hüşeym b. Beşîr, Ebû
hadis dinledi. A h m e d b. Hanbel'in el-
Müsned'i
et-Târîhu'l-'Arabî
ter, " E b û M a ' ş e r " , İA, IV, 3 6 ; J. Horovitz -
nulardaki
Nazîf, E b ü ' n - N u ' m â n Türâb b. Ömer, Ebü't-Tayyib et-Taberî gibi âlimlerden
Beyrut 1983, I, 162-163; H. Su-
Mustafa,
dan
itibar edilebileceğini belirtmiş, diğer ko-
Ebû Ali ei-Ahvâzî'den icâzet* yoluyla pek çok kıraat rivayet etti. Ebû Abdullah İbn
san b. Halef b. Belîme, Mansûr b. Hayr
mü'errihûn,
hadislere
at hocaları arasında yer almıştır. Ayrıca
I, 291-
söylemiş, özellikle M u h a m m e d b. Kâ'b'naklettiği tefsirle ilgili
Haddâd'dan kıraat okudu. Râgıb el-İsfahânî ve EbüT-Fazl er-Râzî de onun kıra-
GAS,
VIII, 3 2 8 - 3 2 9 ; Sezgin,
Şâkir
Süyûtî,
el-Hasenî,
tü'l-hauâtır,
bel onun megâzî konularını iyi bildiğini
VII, 435-
(Lecne), s. 106; İbnü'l-imâd,
tarihçi olarak İbn İshak'tan daha üstün
el-A'lâm,
II,
I, 2 3 4 - 2 3 5 ; İbn
i-huffâz,
Hacer, Tehzîbut-Tehzîb,
Şezerât,
s.
IV, 2 4 6 - 2 4 8 ; a.mlf., el-Muğnî,
nul-İ'tidâl,
4 4 0 ; a.mlf., Tezkiretu
âlimlerin güvenini
Mu'ce-
III, 2 6 7 ; İbnü'n-Nedîm, Fihrist,
âlimlerdir.
nusunda
ed-Du'afâ',
XIII, 4 2 7 - 4 3 1 ;
Bağdâd,
es-San'ânî, Saîd b. Mansûr ve Vâkıdî vb.
Ebû Ma'şer hadisten çok megâzî ko-
II, 159,
Ukaylî, ed-
IV, 3 0 8 - 3 0 9 ; İbn Ebü Hâtim,
ue't-ta'dîl,
b. Urve gibi muhaddisler yer almakta-
Abdurrahman
s. 2 4 2 ;
ed-Du'afâ\
(Zâ-
şemân.
fi'l - kırâ'
âti'ş-
1039'da (1629-30) istinsah edi-
len bir nüshası Berlin'de bulunmaktadır Hayatı hakkında kaynaklarda yeterli
(Staatsbibliothek, nr, 653, 81 varak). 2. Ki-
zan makbul, bazan m a k b u l olmayan ha-
bilgi
disler rivayet ettiğini, İbnü'i-Medînî ile
d o ğ d u ğ u için Taberî nisbesi ve p a m u k
ve garîb 1500 rivayet ve tariki ihtiva et-
bulunmamaktadır.
Taberistan'da
tâbü Sûkı'l- Zarûs.
Kıraate dair meşhur
Fellâs da M u h a m m e d b. Kays ve Mu-
ticareti yaptığı veya bu işle uğraşan bir
tiği kaydedilmekte olup Zehebî kitapta-
h a m m e d b. K â ' b ' d a n naklettiği hadis-
aileden geldiği için de Kattân lakabı ile
ki rivayet ve tariklerin 1500'ü bulacağı-
lerin sahih, Saîd el-Makbûrî, Hişâm b.
anıldığı söylenebilir.
nı sanmadığını söylemektedir (Ma'rife-
Urve ve İbnü'l-Münkedir'den rivayet ettiklerinin ise yazmaya bile değmeyecek derecede zayıf olduğunu söylemişlerdir.
İlim tahsili için pek çok seyahat yapan Ebû Ma'şer et-Taberî, Mekke'de
Ebû
Abdullah M u h a m m e d b. Hüseyin el-Kâ-
tul-kurrâ',
Millet Ktp., Ali Emîrî, nr. 2500,
vr. 152 b ; yazma nüshaları için bk. Brockelmann, GAL, I, 518). 3. el-Câmi z
îi'l-kı-
Tirmizî onun hâfıza yönüyle tenkide uğradığını bildirmiştir. . » > o > * t i V V'o»Ü'Ulçi^
Şerif II. Berekât'ın oğlu olup 9 Zilhicce 911'de (3 Mayıs 1506) doğdu. Sekiz yaşında iken babası tarafından Mısır'a Htj» '^/JAS ( i J
gönderildi. M e m l û k Sultanı Kansu Gavri
l>>( i / y j .
onu Hicaz ve Yenbû hâkimi olarak tanı-
'Jij
yıp babası ile m ü ş t e r e k emirlik y a p m a k üzere kendisine şeriflik beratı verdi. Yavuz Sultan Selim'in Mısır'ı fethinden sonra emirliklerini tasdik ettirmek ve itaatlerini bildirmek üzere Kahire'ye gitti. Bazı kaynaklara göre Yavuz Sultan Selim Kahire'de iken Mekke ve civarının zaptı için asker yollamayı d ü ş ü n m ü ş t ü . 0 sırada Kahire'de sürgünde bulunan eski
I>
Ebû N ü m e y ' i n Kanûnî Sultan Süleyman'a gönderdiği Türkçe mektubu ve imzası
^Oİİ^l^MjUjı
d"/
Ij/iV c t^v "ç* i 1» ı>' - .t/s
J
JjJ. ' " ^ " / ı ' ^ ' c l J t
' — j ^ i - ' i f j j s . çf ^ j i j j i j i ö ^ C f j ^ i c S ^ y j
(TSMA, nr. E. 1 1 . 7 0 1 / 4 2 )
204 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
1
h ' o C J i ^ ^ * ? '
& a
( / f a
EBÛ NÜVÂS onlarla yapılan savaşa katıldı. Burada
başladı. 9 veya 10 Muharrem 992'de (22
sarkması sebebiyle kendisine "uzun saç-
gösterdiği gayret sebebiyle Cidde güm-
veya 23 Ocak 1584) burada Vâdiiibâr'da
lı ve perçemli" anlamında Ebû Nüvâs den-
rük gelirlerinden aldığı pay artırıldı.
vefat etti; cenazesi Mekke'ye getirile-
miş veya Yemenli Hakemoğulları'ndan
rek Muallâ
olduğu için Yemen krallarından Zûnü-
1551'de Mısır emîr-i haccı Mahmûd
Kabristanı'nda
defnedildi.
vâs'a izâfeten bu künyeyi almıştır.
Paşa ile araları açıldı; onun şikayetiyle,
Vefatı sırasında yetmiş sekiz yaşında
o sırada Mısır beylerbeyi olan Semiz Ali
olan Ebû Nümey'in bazı risâleler ve şi-
Ebû Nüvâs küçük yaşta iken ailesi Bas-
Paşa tarafından oğlu Ahmed'le birlikte
irler kaleme aldığı, başarılı bir idareci
ra'ya yerleşti; altı yaşında babasının ölü-
görevden alınıp yerine Muhrimoğullarîn-
olduğu, Hicaz bölgesindeki halkın onun
m ü üzerine onu annesi büyüttü. İlk eği-
dan Zâir'in getirilmesine dair bir emir
idaresi altında rahat ve huzur içinde ya-
timi sırasında Ya'küb el-Hadramî'den
çıkartıldıysa da (1552) bu gerçekleşme-
şadığı devrin kaynaklarında belirtilmek-
Kur'an, annesinden Farsça öğrendi. Ay-
di. İstanbul'a gönderdiği raporlardan an-
tedir. Suudîler'in yönetimi ele geçirme-
rıca bazı şiirler de ezberledi. Şiire karşı
laşıldığına göre Ali Paşa, Cidde ve Mek-
lerine kadar kendisinden sonra gelen bü-
ilgisi ve kabiliyeti bu yaşlarda görülme-
ke'yi t a m olarak Osmanlı idaresi altına
tün Mekke emîrleri onun soyuna men-
ye başlanmıştır. Camilerdeki ilim ve ede-
alma, hatta buraya bir sancak beyi ta-
suptur.
biyat meclislerine devam etti; Ebû Ubey-
yin etme düşüncesindeydi (TSMA, nr. E
de Ma'mer b. Müsennâ'dan e y y â m ü ' l -
BİBLİYOGRAFYA:
5962/1-2). Fakat Osmanlı hükümet mer-
T S M A , nr. E 5962/1-2, 6 6 0 7 / 2 , 11701 / 4 2 ;
Arab'la, Ebû Zeyd el-Ensârîden de Arap-
kezinin bu fikri benimsemediği, Ebû Nü-
BA, MD, nr. 3, s. 504, hk. 1499; BA, MD, nr. 6,
ça'daki garîb kelimelerle ilgili dersler al-
mey ile oğlunun göreve devam etmesi-
s. 190, hk. 4 0 9 ; Mühimme
dı. Yanında çalıştığı bir attar vasıtasıyla
ni kararlaştırdığı anlaşılmaktadır (Müa
himme Defteri, TSMK, nr. K 888, vr. 249 ). Ebû Nümey, emirliği birlikte yürüttükleri oğlu Ahmed'in 1554'te vefatı üzerine onun yerine diğer oğlu Hasan'm tayini için İstanbul'a başvurdu. 22 Şevval 961 (20 Eylül 1554) tarihli beratla emirliğe getirilen oğlu Hasan'a yardımcı olmak üzere bir süre daha görev yaptı. İstanbul'a gönderdiği ve Türkçe olarak kaleme aldırdığı bir arzında, hac kafilelerinin güvenlik içinde hac farizasını yapıp geri döndüklerini, oğlu Hasan'ın Haremeyn muhafazası için büyük hizmetleri geçtiğini bildirmişti (TSMA, nr. E 11701/42). Ebû Nümey, 1557'de Medine'deki Osmanlı askerleri ve bunların kumandanı Pîrî ile aralarında anlaşmazlık çıkınca
T S M K , nr.
Defteri,
K 888, vr. 220", 2 2 9 a b , 231», 232 b , 249 a , 250 a , 252 a , 255 b , 2 6 0 " ; İbn İyâs,
Bedâ'i'u'z-zühûr,
V, 190; Kutbüddin Mekkî,
el-Berku'l-Yemânî
Riyad 1967, s. 24-26, 43,
fi'l-fethi'l-'Oşmânî,
45, 8 7 - 9 0 ; Feridun Bey, Münşeat,
l, 455, 500-
501, 6 1 3 - 6 1 4 ; Haydar Çelebi, Rûznâme
şeat
içinde), s. 4 9 1 ; Selânikî, Târih
(Mün-
(tpşirli), 1,
74, 106; Hoca Sâdeddin, Tâcü't-teuârîh,
II, 371-
3 7 2 ; Peçuylu İbrahim, Târih, I, 4 8 4 ; Hacı Âlî b.
gönderilen nâme ve emirlerde oğlu Hasan'la birlikte anılmaya devam etti. Oğluna gönderilen talimatların bir sûreti de ona yollanıyordu (BA, MD, nr. 6, s. 190, hk. 409). Bazı Osmanlı kaynaklarında Ebû Nümey'in adı. Koca Sinan Paşa'nın Yemen seferi sırasında hac için Mekke'ye
ra'dan ayrılışına sebep olarak Vâiibe'nin sanatına duyduğu hayranlık gösterilmekteyse de annesinin uygunsuz davranışları yüzünden çevreden uzaklaşmak istediği görüşü ağır basmaktadır. Ancak
(Ahbâru
24 b , 25 a , 4 3 a ; Seyyid A h m e d b. Zeynî,
tü'l-kelâm
fîbeyâni
Hulâsa-
ümerâ"i'l-Beledi'l-Harâm,
Kahire 1305, s. 4 9 - 5 5 ; Mir'âtü'l-Haremeyn, 75-76, 182; Uzunçarşılı, Mekke-i
dışı her şeyin mubah sayıldığı bir çevreye itilmesine sebep oldu. Bu arada Kû-
mil, " H i c r î O n u n c u - M i l a d î O n A l t ı n c ı A s ı r d a
fe'de meşhur şair Halef el-Ahmer ile ta-
Yurdumuzu
Dolaşan
Gazzî-Mekkî
neri Dergisi,
1972, s. 73-77; Ekrem
bu çevreden uzaklaşması, onun alkole bağımlı bir hayat sürmesine ve ahlâk
Kâ-
Emirleri,
Ankara
III,
Mükerreme
Arab
Seyyahlarından
Seyahatnamesi",
Tarih
Semi-
1/2, İstanbul 1937, s. 64-66, 78-
nışarak ondan faydalandı; 1000 adet urcûze ve kasideyi ezberlemek şartıyla
Di-
ondan icâzet aldı. Halef el-Ahmer'in tav-
y â r - ı A r a b A d l ı Eseri", 7 V ( y e n i seri), 1/3 (18)
siyesiyle fasih Arapça'yı kaynağından öğ-
8 0 ; S. Tansel, " S i l â h ş o r ' u n F e t i h n â m e - i (1961), s. 4 5 1 - 4 5 2 .
r-ı MIL
renmek üzere çöle gidip bir süre bedeviFERIDUN EMECEN
ler arasında kaldığı rivayet edilir. Kendi
n
yâliyye'nin de bulunduğu altmışı kadın
ifadesine göre aralarında Leylâ el-AhF
EBÛ NÜVÂS ( y }
)
Ebû Nüvâs el-Hasen b. Hâni' b. Abdilevvel el-Hakemî (ö. 198/813 [?]) Abbâsîler'in ilk döneminde Arap şiirine yeni bir üslûp getiren şair.
gelişiyle tekrar zikredilmektedir (1571). Selânikî, Sinan Paşa'nın kalabalık mai-
nınan bu şair onu Kûfe'ye götürdü. Bas-
nt), Süleymaniye Ktp., Hamidiye, nr. 886, vr. 9 a b,
Berkü'l-Yemânî
yet için İstanbul'a yolladı, fakat bir sooğluna bıraktığı anlaşılan Ebû Nümey,
öğrendi. Ahlâk dışı söz ve tavırlarıyla ta-
l-Yemâ-
Halîl, Telhtsü
kendi adamı Kutbüddin Mekkî'yi şikânuç alamadı. Bundan sonra bütün işleri
Kûfeli şair Vâlibe b. Hubâb ile tanışarak ondan şiir sanatıyla ilgili temel bilgileri
çok sayıda şairden şiir rivayet etmiştir. Ebû Nüvâs'ın üstün zekâsı ve mükemmel fizyonomisi Abbâsî sarayına girmesini kolaylaştırmış, Bağdat'a gittiği zaman Herseme b. A'yen onu Hârûnürreşîd'e takdim etmiş, hatta söylendiğine göre İshak el-Mevsılî de halifeye ondan bahsetmiştir (Brockelmann, II, 25). Hali-
139'da (756-57) Ahvaz'da doğdu. 130-
fe için yazdığı kaside üzerine ödüllendi-
yetiyle Mekke'ye gelişi üzerine Ebû Nü-
145 (747-762) yılları arasında doğduğu-
rilen şair, sarayda kazandığı mevkiini
mey'in korkuya kapıldığını, tertip ettir-
na dair farklı tarihler de verilmektedir.
unutarak Bağdat'taki meyhane ve ba-
diği ziyafete gitmediğini, buna kızan Si-
Babası Hâni ve annesi Cüllebân (Gülbân)
takhaneleri dolaşmaya başladı. Bunun
nan Paşa'nın sofrayı atlara çiğnettirip
Fars asıllıdır. Babası, Horasan Valisi Cerrah b. Abdullah el-Hakemî'nin azatlısı olduğu için kendisine Hakemî nisbesi verilmiştir. Asıl künyesi Ebû Ali olmakla birlikte Ebû Nüvâs diye tanınmıştır. Bu konuda farklı rivayetler mevcuttur. Bunlara göre, saçlarının omuzlarına kadar
üzerine Hârûnürreşîd ıslah maksadıyla
yağmalattığını, ancak daha sonra bu meselenin tatlıya bağlandığını yazmaktadır (Selânikî, 1, 74; Peçuylu İbrâhim, i, 484). Muhtemelen bu olaydan sonra Ebû Nümey idarî işlerden t a m a m e n çekilerek Yemen'de münzevi bir hayat sürmeye
onu bir süre hapsettirdi, olumlu sonuç alınca da kendisini bağışladı. Ancak Yemen'e mensubiyeti sebebiyle Kahtânîler'i övüp Adnânîler'i hicvedince tekrar hapse atıldı. Bu defa muhtemelen kendilerini övdüğü ve maddî desteklerini
205 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
EBÛ NÜVÂS gördüğü Bermekîler'in yardımıyla affedildi. Bermekî ailesinin görevden uzaklaştırılmasıyla Bağdat'tan ayrılarak Mısır'a gitti. Kendisini çok iyi karşılayan Mısır defterdarı Hasîb b. Abdülhamîd'e kasideler yazdı (DTuârt, s. 325, 331). Hârûnürreşîd'in ölümü üzerine oğlu Emîn (809-813) tahta geçince Bağdat'a dönen şair, hilâfet sarayını bir eğlence yerine dönüştüren bu hafifmeşrep ve zevkine düşkün halifenin yanında arzuladığı ortamı buldu. Ancak içkiye aşırı düşkünlüğü veya dine karşı saygısız bir beyti sebebiyle (El 2 (Fr.l, I, 148) Emîn de onu hapsettirdi.
müştür (Dîvân, s. 643). Şiirlerinin Arap tarihi kadar İran tarihinden de birtakım unsurlar ihtiva etmesine bakarak, Abbâsî dönemi kültür yapısında Fars kültürünün büyük payı da düşünülecek olursa, onun İran yanlısı bir Şuübî olduğunu iddia etmek zordur. Nitekim aşırı İran yanlısı olan Ebân b. Abdülhamîd el-Lâhikî'yi hicvetmesi de bu hususu teyit etmektedir. Abbâsî dönemi hayatını İslâm öncesi bedevî hayatına tercih edişi ve bu tercihin şiirinin şekil ve muhtevasını etkileyişi, sadece yaşadığı hayattan memnuniyetinin ifadesi olarak kabul edilmelidir.
Ebû Nüvâs'ın, dostu İsmâil b. Ebû Sehl b. Nevbaht'ın veya bir meyhanecinin evinde öldüğü kaydedilmektedir. Hapiste öldüğü, hatta Nevbaht ailesini hicvettiği için bunlar tarafından öldürüldüğüne dair rivayetler ise pek doğru görünmemektedir. Ölüm yılı hakkında 195-200 (810-815) arasında değişen tarihler verilmekteyse de Emîn'in vefatından (198/ 813) sonra ona yazdığı mersiye (Dîvân, s. 342) şairin bu tarihte hayatta olduğunu göstermektedir. Ayrıca Me'mûn döneminde de (813-833) saraya çağrılıp bu halifenin isteği üzerine veliahtını övdüğü bilinmektedir (Muhammed Rızâ elHakîmî, s. 200). Annesinden önce vefat eden Ebû Nüvâs Bağdat'ta Tellülyehûd denen tepeye defnedilmiştir.
Dil ve edebiyatın yanı sıra Kur'ân-ı Kerîm ve dinî ilimlerle de ilgilendiği bilinen şairin dinî inançları, alışkanlıklarının oluşturduğu ahlâkî yapısının etkisiyle olumsuz yönde gelişmiştir. Bu olumsuz gelişme felsefî bir temele dayanmayıp onun anladığı tarzdaki zevklerin din tarafından yasaklanmış olmasına bir tepki şeklinde tezahür etmektedir. Yaşadığı bayağı hayat tarzını dost ve yakınlarının tenkit etmesi onun üzerinde olumlu etki yapmamıştır. Hârûnürreşîd ve Emîn'in kendisini hapsetmeleri bile işe yaramamıştır. Esasen bu çeşit tenkit ve teşebbüslerin onun üzerinde bir etkisi olmayacağını ve ölene kadar böyle yaşamaya kararlı olduğunu kendisi de ifade etmiştir (El 2 |Fr.], I, 148). 190 (806) yılında hacca giden Ebû Nüvâs, yaşı ilerleyince filozof şair Maarri gibi zâhidâne şiirler söylemiştir (Dîvân, s. 587). Bu durumu dikkate alınarak onun inanç ve davranışlarında bazı iyileşmelerin görüldüğü ileri sürülmüşse de şairin alışkanlıklarından pek vazgeçmediği kaydedilmektedir.
Ebû Nüvâs tefsir, hadis, fıkıh ve kelâm gibi dinî ilimlerle de meşgul olmuş, tabii ilimler, felsefe ve tıbba da ilgi duymuştur. Câhiz, dili Ebû Nüvâs'tan daha iyi bilen bir kimseye rastlamadığını kaydetmiş (bk. Hatîb, VII, 437), Vezir İsmâil b. Nevbaht ise kitapları az olmakla birlikte ondan daha bilgilisini görmediğini söylemiştir (bk. Muhammed Rızâ el-Hakîmî, s. 193). Hiç evlenmeyen Ebû Nüvâs'ın şiirlerinde birçok kadının adı geçmektedir. Özellikle Basra'daki ilim meclislerine devam eden güzel câriye Cenân için yazdığı şiirlere Ebü'l-Ferec el-İsfahânî ayrı bir bölüm tahsis etmiştir (el-Eğânî; XVII, 2; bunların en meşhuru için bk. Dîvân, s. 53). İbnü'l-Mu'tez'e göre her türlü sapık ilişkide bulunan Ebû Nüvâs bunları örtbas etmek için şiirlerinde adları geçen kadınları paravan olarak kullanmıştır. Ehl-i beyt'e sempatiyle bakan şair, aynı zamanda Abbâsîler'in hilâfetini meşrû kabul etmiş ve Hârûnürreşîd'i, kendisini hapse attıktan sonra bile gönüllerde t a h t kuran bir hükümdar diye öv-
Esasen Ebû Nüvâs dini önemli bir mesele olarak görmemiştir. Annesinin durumuyla başlayıp gittikçe artan bunalımı onu içkiye ve kaba zevklere düşkün hale getirmiş, sonunda tam bir hedonist olarak başka şeyle ilgilenmeye ayıracak vakit bulamamıştır. Ebû Nüvâs müstehcen (mücûn) şiirlerine rağmen sanatında bir zirve ve zamanının İmruülkays'ı sayılmaktadır. Onu Beşşâr b. Bürd ile karşılaştıran Câhiz, Beşşâr'ın çok kolay şiir nazmedebilecek kabiliyette, Ebû Nüvâs'ın ise son derece lirik ve duygulu şiirler söyleyecek güçte yaratıldığını belirtmektedir. Ebû Nüvâs, başlangıçta yadırganmasına rağmen kasidenin iç yapısını istediği şekilde değiştiren ve bunu kabul ettiren bir şairdir. Şiirin klasik temala-
rının hepsini işlemiş olmakla birlikte daha ziyade şarap ve mücûn şairi sayılır. En güzel aşk şiirlerini terennüm eden bu şen şakrak şair, "talel" denilen eski yurt yıkıntılarına ağlama geleneğine şiirinde çok az yer vermiştir. Ayrıca sanatkâra realist olmayı ve hayatın gerçeklerini terennüm etmeyi tavsiye eder. Ebû Nüvâs'ta şiir hem kelimelerin seçimi hem de anlam yönünden büyük bir gelişme göstermiştir. İbn Reşîk el-Kayrevânî'ye göre de Ebû Nüvâs önceki şairlerin kullandığı üslûbu aşmış, belli lafızlara bağlı kalmamıştır. Bu sebeple şiirinde halk dilinden sözlere, bazı nâdir kelimelere ve çok sayıda Farsça tabire yer verdiği görülmektedir. Klasik üslûp ve kalıpları türün özelliği olarak bilhassa av şiirlerinde kullanmıştır. İnce bir duygu ve üstün zevke sahip olan şair zarif, net, anlaşılması kolay ve mûsikisi olan kelimeleri seçmekte çok başarılıdır. Methiyelerinde bile eski üslûptan kaçınmış olmasına rağmen (Şevki Dayf, Târîhu'l-edeb, III, 229) nahivciler yine de onun şiirleriyle istişhâd etmişlerdir. Usta ve titiz bir şair olan, bu sebeple de günde ancak bir iki beyit söyleyebilen Ebû Nüvâs'ın mükemmel şiirleri yanında sarhoşken ulu orta söylediği zayıf şiirleri de bulunmaktadır. Şarap şiirleri genel olarak sapık ilişkilere ve birtakım edep dışı konulara dair mücûnî beyitlerle karışıktır. Bu şiirlerinde mânevî ve ahlâkî değerleri önemsemez, hatta onlarla alay ederek fuhşu ve umursamazlığı özendirir. Kendisi gibi müstehcen şiirler söyleyen Ömer el-Verrâk, Hüseyin b. Dahhâk el-Hâlî, Vâlibe vb. şairlerle bu tür atışmaları özel bir divanda toplanmıştır. Şairin geçim kaynağını teşkil eden methiyeleri pek çoktur. Bunlar daha ziyade Abbâsî halife ve emirleriyle Bermekîler ve Mısır Defterdarı Hasîb için söylenmiştir. Keskin hicivleri yer yer alaycı ve iğneleyici olup eleştirdiği kimsenin şahsına ve onun değerlerine saldırılarla doludur. Az sayıdaki kısa mersiyeleri ise samimi ve etkileyicidir. Av şiirlerinde eski üslûp ve kalıpları tercih etmekle beraber m â n a ve lafız yönünden bazı yeniliklere yer vermiştir. Av, av eşyası ve çeşitli hayvanları tasvir ederken çokça kullandığı edebî sanatlarla da dikkat çekmektedir. Ebû Nüvâs bu hususta eski Arap şiirinin hayvan tasvirlerini örnek almıştır; ancak kendisinin de bu t ü r şiire bir özellik kazandır-
206 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
EBÛ NÜVÂS dığı görülmektedir (El 2 [Fr.|, I, 148; Dî-
Ebû Nüvâs'a nisbet edilen bir urcûze
Ebî Nüvâs
(Kahire 1988); Ömer Ferruh,
İbn Cinnî tarafından şerhedilmiş ve bu
Ebû Nüvâs:
şâ'iru
şerhi M u h a m m e d Behçet el-Eserî Tef-
Muhammed
el-Emîn
liklerinden biri, eski şiirin ve ilk İslâmî
sîru urcûzeti
lâh Abdülhâfız, es-Sihriyye
asırlara ait ürünlerin ana temaları hak-
miştir (Dımaşk 1966, 1979). Ayrıca Süley-
tut-tahavvül
kında fikir vermesidir. İlk defa bu divan-
m a n Sûdî'nin de H i m m e t z â d e imzasıyla
de Beşşâr b. Bürd ve Ebî Nüvâs
vân, s. 101-110). Ebû Nüvâs'ın divanının başlıca özel-
Ebî Nüvâs
adıyla neşret-
Hârûn
er-Reşîd
ve
(Beyrut 1988); Sa-
ve
bidâyâc
ti'ş-şi'ri'l-'Abbâsî
in-
(İsken-
da av şiirlerine ayrı bir bab tahsis edil-
Ebû Nüvâs'tan yaptığı Letâii-i
Ebû Nü-
deriye 1989) (ayrıca bk. bibi.; diğer bazı
miştir. Ayrıca hamriyyâta ait bab da da-
vâs adlı bir tercümesi vardır (İstanbul
çalışmalar ve Batı dillerindeki araştırma-
ha önceki eserlerde yer almamıştır. An-
1921).
lar için de bk. Sezgin, II, 544-550).
cak şiirleri kendisi hayatta iken derlenmediğinden
birçoğu
kaybolduğu
gibi
kendisine ait olmayan birçok hamriyy â t ve gılman gazeli de ona nisbet edilmiştir.
Behçet Abdülgafûr M u h a m m e d ' i n Dî-
vânü Ebî Nüvâs la
Bağdat
bi-rivâyeti's-Sûlî
Üniversitesi'nde
hazırladı-
ğı doktora tezi yayımlanmıştır (Bağdad 1980).
Ebû Nüvâs'ın şiirleri, biri anonim ol-
BIBLIYOGRAFYA: Ebû Nüvâs, Dîvân,
adıy-
be, eş-Şi'r
Kahire 1966, s. 7 7 0 ;
İbnü'l-Mu'tez, Tabakâtü'ş-şu'arâ'
(nşr. A b b a s
İkbal), London 1939, s. 93; Ebü'l-Ferec e l - İ s f a hânî. el-Eğânî,
Arap folklorunda efsanevî bir şahsi-
Beyrut 1962; İbn Kutey-
ve'ş-şu'arâ',
nî, Tefsîru
XVI, 4 8 - 1 5 1 ; XVII, 2 - 8 ; İbn Cin-
urcûzeti
Ebî
Nüvâs
(nşr.
Muham-
m e d B e h ç e t el-Eserî), Dımaşk 1 4 0 0 / 1 9 7 9 ; ay-
m a k üzere üç ana rivayetle g ü n ü m ü z e
yet haline gelen Ebû Nüvâs daha yaşa-
intikal etmiştir. Râvilerden Ebû
Bekir
dığı devirden itibaren müstakil eserlere
Târîhu
es-Sûlî, sahih görünmeyen hiçbir şiiri
konu olmuş, ilk olarak arkadaşı Ebû Hif-
el-Kayrevânî, el-'Umde
divana almamaya aşırı bir özen göster-
f â n Ahbâru
kazan), Beyrut 1 4 0 8 / 1 9 8 8 , II, 978-979, ayrıca
miş ve şiirleri alfabetik sıraya dizmiştir
tanbul'da Hekimoğlu Ali Paşa Kütüpha-
(El
2
Ebî Nüvâs'ı
yazmıştır. İs-
|Fr.|, I, 148; yazma nüshaları ve ba-
nesi'nde iken 1948'de Kahire'ye götürü-
sımları için bk. Sezgin, II, 546-550). Diğer
len bu eserin yazma nüshası açıklama-
râvi Hamza
el-İsfahânî'nin
rıca bk. nâşirin mukaddimesi, s. 5 2 - 7 1 ; Hatîb, VI, 16; VII, 4 3 6 - 4 5 7 ; İbn Reşîk
Bağdâd,
(nşr. M u h a m m e d Kar-
bk. tür.yer.; İbnü'l-Enbârî,
feyât, I, 2 4 0 - 2 4 3 ; İbn Manzûr, Ebû Nüvâs
konu ola-
lar, diğer bazı eserlerden yapılan bir ek
Şezerât,
ve girişle birlikte Abdüssettâr A h m e d
zânetü'l-edeb,
I, 3 4 5 - 3 4 7 ; Abdülkâdir el-Bağdâdî, HiI, 3 4 7 - 3 4 8 ; Abdülmüteâl
sûr, el-Fukahâ'
ve'l-i' tinâs fî mücûni
ise bu dikkat gösterilmemiş, ona nis-
Ferrâc tarafından neşredilmiştir (Kahire
bet edilen veya en azından ona ait ol-
1954). İbn M a n z û r ' u n aynı adı taşıyan
rihi Dımaşk,
d u ğ u şüpheli şiirlere d e yer verilmiştir.
eseri ise önce Muhammed Abdürresûl'ün
'Âşrul-Me'mûn,
İsfahânî, 13.000 beyitten oluşan 1500
şerhiyle basılmış (Kahire 1924), daha son-
bas M u s t a f a A m m â r , Ebû
Kahire 1927, III, 206-248; Ab-
1952) ve Ömer Ebü'n-Nasr tarafından
Ebû Nüvâs'ın Mühelhil b. Y e m û t el-Mu-
yayımlanmıştır ( Eba Nüvâs, Beyrut 1987).
dirâse
ve'n-nakd,
zarra tarafından tesbit edilen serikatıy-
Bugüne ulaşmayan aynı isimdeki bazı
Nüvâs
ve muhtârât,
la ilgili (bk. SERIKA) bir risâleyi de el-
eserler yanında (Sezgin, II, 544-545) Ebû
redilmiştir (Kahire 1957). Divanın ano-
Mahmûd ei-Akkâd, Ebû
mîl Saîd, Tetavvurü'l-hamriyyât
II, 31).
şi cri'l- cArabî mine'l - Câhiliyye neşirlerinden
Nüvâs
el-Hasan
b. Hâni
3
bazıları şunlardır; W. Ahlvvardt ("Ham-
Ebû Nüvâs
1947); A b d u r r a h m a n Sıdkî, Ebû
1277);
kışşatü hayâtih
(Bey-
lim Ulvân, el-Hareketü'n-nakdiyye
ca tercüme, Divân
le şi'ri
enne 1885); İskender Âsaf (Kahire 1898,
Ebî
Ebî Nüvâs
ve'l-belâği
(Dımaşk
Nüvâs:
(Kahire 1953); Kusay Sâ-
rut 1301/1884); A. von Kremer (Alman-
des Abu Nuıvâs, Vi-
îi'şilâ
(Kahire 1945); Muhsin el-Emîn,
riyyât" bölümü, Greifswald 1861, Kahire el-Mektebetü'l-vataniyye
Hârûn
hav-
îi't-türâsi'n-nakdî
(Kahire 1977, Kahire Üniver-
ni',
1932-33;
er-Reşîd
ve
Muham-
Kahire 1944; M u h a m m e d Nüvey-
Ebî Nüvâs,
Kahire 1953; A b b a s
Nüvâs
el-Hasan
Kahire 1954; C. Zeydân, Adâb
6 0 - 6 4 ; Ali A h m e d
Nüvâs,
Zübeydî, Zühdiyyâtü
Edebü'l-
Beyrut 1960, s. 191-195; Haydar Râmiz,
'Arab,
Rubâ'iyyâtü
Ebî
Nüvâs,
Beyrut 1965; Ebü'l-
Kasım M u h a m m e d — Abdullah Şerît,
Sezgin, GAS, II, 5 4 3 - 5 5 0 ; Nihad M. Çetin, ki Dayf, Târîhu'l-edeb,
Fen
ve mezâhibüh,
III, 2 2 0 - 2 3 7 ; a.mlf., elKahire 1976, s. 157-164;
Abdülvehhâb es-Sâbûnî, Şu carâ'
ve
devâvîn,
Beyrut 1978, s. 145-150; Brockelmann,
rîhu'l-'ulemâ'
m e d İbrâhim Celîl (Kahire 1933); A h m e d
vie (Paris 1979); Corc A b d û Ma'tûk, Ebû
Abdülmecîd
Nüuâs
(Beyrut 1981);
Abbas M a h m û d el-Akkâd (Kahire 1960,
M u h a m m e d en-Nüveyrî,
Beyrut 1962); Dârü Sâdır (Beyrut 1962);
sî cinde Ebî Nüvâs
eş-Şi'rü'l-his-
(Tunus 1982); Ahlâm
Fevzî Atavî (Beyrut 1971); E. VVagner (I,
ez-Zaîm, Ebû Nüvâs beyne'l- cabeş
Wiesbaden - Kahire 1958, II, Wiesbaden-
iğtirâb
Beyrut 1972, III, Stuttgart 1988); Gregor
Arabî Hasan Dervîş, Ebû Nüvâs:
Schoeler (I-IV, Beyrut 1982); Ali Fâûr (Bey-
yetul-hadâse
rut 1987).
Fârûk A h m e d el-Mîhî, el-Gazel
ve't-temerrüd fi'ş-şi cr
ve'l-
(Beyrut 1986); el-
kadıy-
(Kahire
GAL
(Ar.), II, 2 4 - 3 2 ; M u h a m m e d Rızâ el-Hakîmî, Târut 1983, s. 193-202; Mustafa eş-Şek'a,
fî Şi'rihi'l-hamrî
Eski
Şiiri, İstanbul 1973, s. 74, 76, 8 5 - 8 6 ; Şev-
Arap
sitesinde yapılmış doktora tezi); Monteil
1953);
eş-Şah-
Beyrut 1966, s. 2 1 9 - 2 2 7 ;
şiyyâtü'l-edebiyye,
Vincent, Abû-Nüwâs
(Kahire
Ebî
Kahire 1959; Mârûn Abbûd,
1905); Nebhânî(Kahire 1322-1323); Mah-
el-Gazzâlî
b. Hâ-
(Dayf), II,
m û d Kâmil Ferîd (Kahire 1932, 1964); Ah-
le vin, le vent, la
Ebû
a.mlf.,
Beyrut 1933; Abdülhalîm Abbas,
tafa A m m â r , Ebû Nüvâs:
verilmektedir (Hatîb, VI, 16; Brockelmann,
sayıdaki
şâ'iru
Nüvâs,
z
ue
Nüvâs:
1932; a.mlf.,
Beyrut
Ebû
şi ruh (Kahire 1929); Abdülhalîm Abbas,
çok
Ebû Nüvâs:
Beyrut
hî, Nefsiyyetü
Ebû Nüvâs (Kahire 1944, 1966, 1986); Ce-
Divanın
II, 158-166; a.mlf., Ebû
mış olup bazıları şunlardır: Abbas Mus-
ve
hayâtüh
Kahire 1932; Ö m e r Ferruh,
Nüvâs,
Nüvâs'la ilgili birçok yeni çalışma yapıl-
et-Taberî'ye
ihtimal
Ebî
Târîhu'l-edeb,
el-Emîn,
nim nüshasının ise İbrâhim b. A h m e d ait olabileceğine
vânü
med
hayâtüh
Nüvâs:
Kahire 1929; M a h m û d Kâmil Ferîd, Dî-
şi'ruh,
ra Şükrî M u h a m m e d A h m e d
m e d Mustafa Heddâre tarafından neş-
Tâ-
IV, 2 5 4 - 2 8 2 ; A h m e d Ferîd Rifâî,
ilgili birçok tarihî m â l u m a t toplamış ve
eklemiştir. Bu serikat Muham-
Man-
Ebî Nü-
vâs, Kahire 1 3 1 6 / 1 8 9 9 ; Bedrân, Tehzîbü
şiiri derlediği bu divanda Ebû Nüvâs'la
Eğânî'ye
(nşr.
Ö m e r E b ü ' n - N a s r ) , Beyrut 1987; İbnü'I-İmâd,
rak on bir baba ayrılan derlemesinde
(Bağdad
Nüzhetü'l-elibbâ',
Kahire 1 3 8 6 / 1 9 6 7 , s. 7 7 - 8 0 ; İbn Hallikân. Ve-
ve'ş-şu'arâ'
fi'l-'asri'l-'Abbâsî,
b. Hâni',
eş-Şi'r
Beyrut 1986,
s. 2 7 1 - 3 1 6 ; Halîl M e r d e m Bek, Ebû
Hasan
Bey-
'abre'l-'uşûri'l-muhtelife,
Nüvâs
el-
Dımaşk 1 4 0 6 / 1 9 8 6 ; A n d r a s
Hamori, " A b ü N u w â s " , Dictionary
of the
Middle
Ages, N e w York 1989, I, 2 7 - 2 8 ; Şâkir Fehhâm, "et-Ta'rîf
ve'n-nakd
MMLADm.,
L X V I / 2 (1991), s. 2 8 6 - 3 1 5 ; H. Rit-
dîvânü
Ebî
Nüvâs",
ter, " E b û N u v â s " , İA, IV, 4 1 - 4 3 ; E. VVagner, " A b ü N u v â s " , El 2 (Fr.), I, 147-149.
1987);
iî
şi'ri
B
N A S U H İ Ü N A L KARAARSLAN
207 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
EBÛ OSMAN el-HÎRÎ büyük sûfîlerden, fütüvvet ve m e l â m e t
E B Û O S M A N el-HÎRÎ ( ^
ö U î t y)
BİBLİYOGRAFYA:
hareketinin de temsilcilerindendir. Ko-
)
vulduğu halde Ebû Hafs'ın sohbetine ka-
Sülemî, Tabakât,
Hilye,
s. 170-175; Ebû Nuaym,
X, 2 4 4 vd.; Hatîb, Târîhu
99-102; Kuşeyrî, er-Risâle,
tılmakta ısrar etmesi, başına kül dökü-
(ö. 298/910)
lünce ateş dökülmedi diye şükretmesi,
Nîşâbur'da tasavvufun yayılmasına öncülük eden ve Melâmîlik konusundaki fikirleriyle tanınan sûfî.
kendisini yemeğe davet eden bir kişinin
retü'l-euliyâ
onu d e n e m e k için ü ç defa kapıdan geri
1991, s. 4 9 4 - 5 0 3 ; İbnü'l-Cevzî,
L
J
çevirmesi, Ebû Osman'ın fütüvvet ve me-
İndeks; Hücvirî, Keşfü'Tmahcûb İndeks; Herevî, Tabakât,
VI, 1 0 6 ; İbn Hallikân, Vefeyât,
kıbeleridir. Kuşeyrî kendi dönemindeki
Mülakkm,
mutasavvıfların, "Üç büyük sûfî var ki
Hefehât,
çağının tanınmış hadis âlimlerinden ders-
bunların dördüncüsü yoktur: Şam'da İb-
ler aldı. Kendi ifadesine göre küçük yaş-
nü'l-Cellâ, B a ğ d a t ' t a Cüneyd, Nîşâbur'-
fiyye
4 4 ; Ma'sûm Ali Şah, Tarâ'ik,
da Ebû Osman" dediklerini nakleder (er-
Risâle, s. 110). Cüneyd onun Hak Teâlâ
t a t m i n etmiyor, şeriatın gizli bazı ger-
hakkında sahip olduğu mârifete hayran
çekleri bulunduğunu düşünüyordu. Genç
kalmıştır. Birçok mutasavvıf Ebû Os-
yaşta, r e c â * fikrine ağırlık veren hem-
man'ın Nîşâbur'daki yeri ile Cüneyd'in
şehrisi tanınmış sûfî Yahyâ b. Muâz'la
Bağdat'taki yerinin aynı olduğunu ifade
(ö. 258/871) karşılaşması ona dinin mâ-
etmişti. Ebû Osman melâmetîlerin pren-
nevî hakikatlerini ö ğ r e n m e yolunu açtı.
sip olarak karşı oldukları semâı kabul
Bir süre Yahyâ b. Muâz'ın sohbet mec-
eder. Müridlerin semâ ile mânevî haller
lislerine devam etti. Daha sonra şöhre-
kazandıklarını, sıddîkların ise bu t ü r hal-
tini duyduğu Şah el-Kirmânî (ö. 270/883)
leri arttırdıklarını, istikameti esas alan
ile g ö r ü ş m e k ve sohbetlerine katılmak üzere Kirman'a gitti. Şah, müridlerini recâ esasına göre irşad eden Yahyâ'nın sohbetinde bulunduğu gerekçesiyle onu önce meclisine kabul e t m e d i ; f a k a t daha sonra ısrarlarına dayanamayarak sohbetlerine katılmasına izin verdi. Bir süre Şah el-Kirmânî'nin meclisine devam ettikten sonra onunla birlikte Ebû Hafs el-Haddâd'ı ziyaret etmek için Nîşâbur'a gitti. Üstadının rızasını alarak kendisini derinden etkileyen Ebû Hafs'ın meclisine devam etmeye başladı ve bir daha Kirman'a dönmedi. Ö l ü m ü n e kadar Nîşâbur'un
Hîre mahallesinde yaşadı-
ğı için "el-Hîrî" diye tanındı. Yahyâ b.
âriflerin ise gönüllerine gelen hiçbir şeyi Hakk'a tercih etmediklerini
I, 2 3 3 ; İbnü'l-İmâd,
II, 2 3 0 ; Ebü'I-Alâ A f î f î , el-Melâmetiyye
Boyutları,
ue Şû-
II, 164; Schimmel,
s. 57, 154; Abdülhüseyin
Zerrînkûb, C ü s t ü c û der
ran 1367 hş., s. 343-346.
Taşavvuf-i
İrân,
Tah-
r~ı BI6I
r
Şezerât,
Kahire 1945, s. 14, 15,
ve ehlü'l-fütüvue,
Tasavvufun
Câmî,
I, 8 6 ; Mü-
E R H A N YETİK
E B Û O S M A N el-MAĞRİBÎ ( ^ij**'*'
y)
)
Ebû Osmân Saîd b. Sellâm el-Mağribî (ö. 373/983) İlk dönem sûfîlerinden. L
J Kuzey Afrika'da Kayrevan'a bağlı Kir-
(Kuşeyrî, s. 648). Nefsi çok sıkı bir disiplin altında tut-
kint köyünde doğdu. 130 yıl kadar ya-
manın l ü z u m u n a inanan Ebû Osman el-
şadığı ve 373'te (983) vefat ettiği dik-
Hîrî çevresinde toplananlara zühd, fakr,
kate alınırsa (Attâr, s. 779) yaklaşık 243'-
sabır, tevazu ve m u t l a k rızâ halini tav-
t e (857) d o ğ d u ğ u söylenebilir. Kayrevâ-
siye ediyordu. Daima edepli ve saygılı ol-
nî nisbesiyie de anılır. Babasının adı kay-
mayı fakirler için esas (sened), zenginler
naklarda Sellâm, Selâm, Sâlim, Selmân,
için ziynet sayıyordu (Sülemî, s. 173). Al-
Selâme gibi farklı şekillerde kaydedilir.
lah onu hangi halde bulundurursa bu-
Tahsiline Mağrib'de başlayan, avcılık
lundursun rızâ gösteriyor ve kırk yıl hiç-
ve biniciliğe özel bir ilgi duyan Ebû Os-
bir şeyden şikâyetçi olmadığını söylü-
m a n daha sonra Kahire ve Dımaşk'a gi-
yordu (Kuşeyrî, s. 110).
derek Habîb el-Mısrî, Ebü'l-Hayr el-Ak-
Ebû Osman'ın müridlerine, "İbadet ediniz, ancak ibadetteki kusuru da görü-
gayreti ve Ebû Hafs'tan da şefkati öğ-
nüz" şeklindeki tavsiyesi, Hakk'ın mâ-
recâyı, Şah
s. 2 3 9 ;
Tabakâtü'l-euliyâ',
s. 8 6 ; Şa'rânî, et-Tabakât,
nâvî, el-Keuâkib,
ei-Vâfî,
XI, 1 1 5 ; İbnü'l-
belirtir
el-Kirmânî'den
Muâz'dan
el-Muntazam,
II, 3 6 9 ; Zehebî,
XIV, 62-66; Safedî,
A'lâmun-nübelâ',
XV, 2 0 0 ; İbn Kesîr, el-Bidâye,
t a n beri tasavvufî hakikatleri öğrenme-
(Uludağ), bk.
(trc. S ü l e y m a n U l u d a ğ ) , İstanbul
l â m e t ehlinden olduğunu gösteren men-
ye son derece meraklıydı. Zâhirî ilim onu
IX,
s. 2 4 0 ; A t t â r , Tezki-
mine burada başladı. Rey ve B a ğ d a t ' t a
230'da (844) Rey'de d o ğ d u . Öğreni-
Bağdâd,
s. 109, ayrıca bk.
Ebû Osmân Saîd b. Îsmâîl el-Hîrî
renen Ebû Osman el-Hîrî'yi Kuşeyrî, baş-
nevî huzurunda iken Hak'tan başka bir
langıçta ve gençlik yıllarında
şey görmemeyi tasavvuf
ta', İbnü's-Sâî ve Ebû Ali İbnü'l-Kâtib gibi ünlü sûfîlerin meclislerine katıldı. Bu şehirleri şeyhi Ebü'l-Hayr el-Akta' ile (ö. 342/953) birlikte gezmiş olması
anlayışlarına
da muhtemeldir. Çünkü aslen Mağribli
eden, sonra seyahati bırakıp ikameti ter-
esas alan İraklı sûfîlerce Mecûsîlik sayıl-
olan Ebü'l-Hayr da aynı yerlerde bulun-
cih eden sûfîlerden gösterir
mıştır. Çünkü bu d u r u m d a sâlik h e m
m u ş t u r (Sülemî, s. 370).
seyahat {er-Risâle,
sûfîlerinden
kendini ve ibadetini, hem de Hakk'ı göz
Attâr, Ebû Osman'ın yirmi yıl süreyle
Cüneyd-i Bağdâdî ile hadis ö ğ r e n m e k
ö n ü n d e tutacaktır; oysa hakiki tevhid-
çöllerde inziva hayatı yaşadığını, daha
üzere gittiği B a ğ d a t ' t a , İbnü'l-Cellâ ile
de sadece Hakk'ı g ö r m e k esastır. Afîfî,
sonra Hak'tan gelen hitap üzerine Kâbe
de Dımaşk'ta görüştü. Gençlik yılların-
Ebû Osman'ın nefis konusunda kötüm-
civarında yaşayan iyi insanlarla birlikte
da bir câriyeye âşık olmuş, f a k a t daha
ser bir görüşe sahip olmasında Mecûsî-
b u l u n m a k için Mekke'ye gittiğini kay-
sonra sakat ve kötü huylu bir kadının
liğin ve Hint kaynaklı inançların tesirin-
deder.
evlenme teklifini kabul edip on beş yıl
den bahsediyorsa da (el-Melâmetiyye, s.
onunla evli kalmış (İbnü'l-Cevzî, VI, 106),
15) bu iddia Zerrînkûb tarafından eleş-
bu kadının ö l ü m ü n d e n sonra Nîşâbur'-
tirilmiştir (Cüstücû der Taşavvuf-i İrân, s.
da üstadı Ebû Hafs'ın kızı Meryem ile
343).
s. 566). Çağının tanınmış
evlenmişti. Ebû Osman, Horasan ve Nîşâbur'da tasavvufun
yayılmasına
öncülük
eden
Ebû Osman Mekke'de yaşayan şeyhlerle tanışıp sekr* ve sahv konularında onlarla sohbet etti. Burada m â r u z kaldığı celâl* tecellîlerinin verdiği acıları ya-
Ebû Osman'ın A h m e d adındaki oğlu
şadı. Bu d ö n e m d e ona hâkim olan şey
da zühd ve dindarlığıyla m e ş h u r olmuş-
Allah korkusu olduğundan hiç yüzü gül-
tur.
memiş, her z a m a n hüzünlü ve kederli
208 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
EBÛ OSMAN el - MÂZİNÎ g ö r ü n m ü ş t ü r . Bu arada Mekke'de hâ-
Ebû Osman'ın tasavvuf anlayışı şer'î
(a.g.e., s. 481). "Kulluk, emredeni müşâ-
kimiyet kuran Şiîler kendisine eziyet
hükümlere ve kulluğun gereklerine uy-
hede ede ede emrine uymaktır" (Attâr, s.
ve iftira etmiş, onu baskı altında tut-
makla başlar, zor bir çile hayatı ile de-
783). Zikirden derin bir haz alan Ebû Os-
m u ş t u r (Hatîb, IX, 113). Mekke'den Şiî-
vam eder, ilâhî tecellîleri t e m a ş a haliyle
m a n bunda semâın etkili olduğunu söy-
ler tarafından sürülünce B a ğ d a t ' a gi-
zirveye ulaşır. Ona göre itikâf, insanın
ler (a.g.e„ s. 782; Şa'rânî, I, 122); Hakk'ın
den Ebû Osman burada bir yıl kaldı. Bir
organlarını dinî emirler çerçevesinde tut-
Hak'la kaim olduğu bir mertebeye ula-
süre
Nîşâ-
masından ibarettir. Takvâ dinin çizdiği
şanların kalbinde yanan iman
bur'a yerleşti. Kaynaklarda açıkça zik-
sınırlarda durmak, bu sınırın gerisinde
sâlike Hakk'ın nurunu giydirip ruhu gibi
redilmemekle beraber Mekke'den son-
k a l m a m a k veya onu aşmamaktır. Tak-
onun bedenini de aydınlatacağına ina-
ra gittiği yerlerden de ayrılmak zorun-
vâ Allah korkusundan doğar. Bu anlam-
nir (Sülemî, s. 483).
da bırakıldığını ima eden ifadeler mev-
daki takvâya başka herhangi bir şeyi
Attâr, Ebû Osman'ın tasavvufa dair
cuttur. Ebû Osman'ın Ali
tercih eden kimse takvânın hazzından
eserleri olduğunu söyler (Tezkiretü'l-eu-
Rey'de
oturduktan
sonra
el-Kawâl'e,
"Bizim kabz halimiz Hicaz'da idi, bura-
mahrum
da bast halindeyiz" demesinden Nîşâ-
m a k ve yasaklarına muhalefet etmemek
bur'da rahat bir hayat yaşadığı anlaşıl-
ise dinî vera'm özünü oluşturur (a.g.e.,
maktadır [a.g.e., (X, 112). Bununla beraber Nîşâbur'da iken de çok defa yalnızlığı tercih ettiğine, her z a m a n camiye gitmediğine bakılacak olursa (Zehebî, A'lâmun-nübelâXVI,
320) kalaba-
lıktan ve toplum hayatından fazla hoşlanmadığı anlaşılır. Nîşâbur'da vefat eden Ebû Osman'ın
kalır. Şeriatın emirlerine uy-
s. 481, 482). Her şeyin ancak zıddıyla bilineceğini söyleyen Ebû Osman, insanın
liyâ', s. 779). Kâtib Çelebi de onun Edebil's-sülük
görüşün-
dedir. Günahkâr kişi benlik iddiası taşıyandan daha iyidir; zira günahkâr sürek-
adlı Farsça bir eserini kay-
deder ( Keşfü'z-zunûn, I, 45; ayrıca bk. Sezgin, I, 665). BİBLİYOGRAFYA:
riyayı tanıyıp onu terketmeden ihlâsı t a m olarak gerçekleştiremeyeceği
ışığının
Sülemî, Tabakât,
cûb
s. 370, 4 7 9 - 4 8 3 ; Hatîb, Tâ-
IX, 112-113; Hücvîrî,
rîhu Bağdâd,
Keşfü'l-mah-
(Uludağ), s. 263, 297, 3 3 3 ; Kuşeyrî, er-Rİ-
sâle (Uludağ), s. 46, 68-69, 119-120, 134-135,
li olarak tövbe etmenin çarelerini arar-
194, 199, 228, 237, 271, 276, 288, 306-307,
ken öbürü iddiası etrafında bocalar du-
323, 345, 347, 365, 371, 400, 409, 445, 459,
rur. Ebû Osman havf ve recâ dengesine
460, 461, 466, 499, 5 1 6 ; Herevî, Tabakât. 2 4 2 - 2 4 3 ; Sem'ânî, el-Ensâb
cenaze namazı Eş'arî kelâm âlimi İbn
dikkat edilmesini ister. Ona göre ümidi
Fûrek tarafından kıldırılmış ve ünlü sûfî
V, 56, 3 5 2 ; Attâr, Tezkiretü'l-euliyâ'
esas alanlar tembelleşir; kuru temenni-
leyman
Ebü Osman el-Hîrî'nin kabrinin yanına
lerle avunan bir kimse nefsini gevşeklik
779-784, 7 9 1 - 7 9 2 ; İbnü'l-Cevzî,
defnedilmiştir (Hatîb, IX, 113).
kılıcıyla kesmiş olur; daima endişeli olan-
VII,
Uludağ), İstanbul
122-123;
Yâküt,
s.
(Bârûdî), IV, 5 7 3 ; (trc. Sü-
1991, s. 498,
734,
el-Muntazam, IV,
Mu'cemul-büldân,
420, 4 5 3 ; İbnü'l-Esîr, el-Kâmil,
IX, 3 7 ; a.mlf.,
Sülemî, Ebû Osman'ı z ü h d ve tasav-
lar ümitsizliğe düşer; ü m i t ile endişe
vufun önderi, hali yüce ve ferâseti isa-
arasında bir yolda yürüyenler kurtulur
bî, el-'İber,
betli bir sûfî olarak tanıtır ve, "Onun gi-
(a.g.e., s. 480, 483).
XVI, 3 2 0 - 3 2 1 ; İbn Kesîr, el-Bidâye,
XI, 3 0 2 ; İb-
nü'l-Mülakkın, Tabakâtu
s. 237-238,
bisi görülmemiştir" der. Attâr da kendisini parlak ifadelerle över. Hadis âlimi Ebû Süleyman el-Hattâbî onu ilham sahibi bir şahıs olarak görür. Ebû Osman'ın üstatları hakkında bilgi veren kaynaklar, Mansûr b. Halef el-Mağribî ve Ebû Kasım ei-Gürgânî gibi bazı mürid ve halifelerinin ismine işaret ederler (Kuşeyrî, s. 409; Ma'sûm Ali Şah, II, 538).
Başlangıçta
riyâzet ve
mücâhedeye
ö n e m veren ve gerçekten çok çileli bir hayat yaşayan Ebü Osman nefsin arzularına karşı çıkmanın gereğine inanır. Elini zengin yemeğine istekle kimsenin bir daha iflâh
uzatan
olmayacağını
Beyrut 1 4 0 0 / 1 9 8 0 , III, 69, 9 3 ; Zehe-
el-Lübâb,
II, 141; a.mlf.. A'
lamun-nübelâ',
1-euliyâ',
496, 5 0 6 ; İbn Tağrîberdî,
en-Nücûmü'z-zâhire
( P o p p e r ) , IV, 144; Lâmiî, Nefehât 139-140; Şa'rânî, et-Tabakât,
el-Keuâkib,
Tercümesi,
II, 3 5 - 3 6 ; Keşfü'z-zunûn,
nü'I-İmâd, Şezerât, sûm Ali Şah, Tarâ'ik,
GAS, I, 665.
s.
I, 122; Münâvî, I, 4 5 ; İb-
Beyrut 1966, III, 8 1 ; Ma'II, 538, 543, 5 4 9 ; Sezgin, r-ı FFLFFL MUSTAFA B I L G I N
söyler. Sûfîlikte çok makbul sayılan sefere çıkma halini de hevâ ve hevesi terk e t m e k şeklinde anlar. Nefsin hevâ ve
F
E B Û O S M A N el-MÂZİNÎ
n
B a ğ d a t ' a gitmeden önce selef tarzı
hevesini terketmeden keşf mertebesi-
bir itikadı benimseyen, istivâ* ve ci-
ne ulaşmak, mârifet sahibi olmak, ilâhî
het*le ilgili âyetleri te'vil etmeyi uygun
hakikatlere ve sırlara vâkıf olmak müm-
bulmayan Ebû Osman, B a ğ d a t ' t a ke-
k ü n değildir. Ebû Osman. İ m a m Şâfiî'-
lâm âlimlerinin tesirinde kalarak habe-
nin, "Biri beden, diğeri dinle ilgili olmak
rî sıfatları te'vil edip mecazi mânalar-
üzere iki ilim vardır" sözünde geçen be-
la açıklamaya başlamış, eski görüşleri-
den ilmiyle riyâzet ve mücâhedeyi, din
ni büyük hata olarak değerlendirmiş ve
ilmiyle de tasavvufî hakikat ve mârifet-
175'te (791) Basra'da doğdu. Bekir b.
Mekke'deki dostlarına yazdığı bir mek-
leri kastettiğini söyler (a.g.e., s. 480). Ona
Vâil kabilesinin Mâzin b. Şeybân koluna
t u p t a Bağdat'ta "yeniden m ü s l ü m a n ol-
göre hikmet hak olanı ifade etmektir. İl-
mensuptur. Basra okulunun önde gelen
d u ğ u n u " bildirmiştir (Kuşeyrî, s. 69). İn-
me'l-yakînden ayne'l-yakıne ihlâslı bir
simalarından
san bedenini "üzerinde ilâhî kudretin
amelle ulaşılır. Dinin emrettiği hususla-
devrinde (842-847) Bağdat'a gitti. Baba-
cereyan ettiği kalıp" (Hatîb, IX, 113) şek-
rı ciddi ve samimi bir şekilde yerine ge-
sı da bir nahiv ve kıraat âlimidir. Ebû
linde tarif ederek tasavvufun f e n â * an-
tirenler m ü ş â h e d e ve t e m a ş a makamı-
Ubeyde et-Teymî, Asmaî ve Ebû Zeyd
layışını dile getiren Ebû Osman, ilâhî
na ulaşırlar. "Kulluğu t a m olarak gerçek-
el-Ensârî'nin öğrencisi olup Sîbeveyhi'-
leştiren bir kimse gaybı t e m a ş a e t m e k
nin el-Kitûb'ım
takdir karşısında beşerî tedbirin fazla bir anlam ifade etmediği inancındadır (Sülemî, s. 482).
suretiyle ruhunu arındırır, o vakit ilâhî kudret onun her isteğine icabet eder"
(
j l ^ t
)
Ebû Osman Bekr b. Muhammed b. Habîb el-Mâzinî (ö. 249/863) Arap dili ve edebiyatı âlimi.
olup Halife
^
Vâsik-Biilâh
Ahfeş el-Evsat'tan ve
Ebû Ömer el-Cermî'den okudu. Kaynaklar, Ebû Osman'ın nahiv ve lügat konu-
209
Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
EBÛ OSMAN el-MÂZİNÎ sunda Basra âlimlerinin en meşhurların-
zinî ve mezâhîbuhû
d a n biri olduğunu zikretmekte, talebesi
(Bağdad 1969) adlı bir çalışma yapılmış-
m e t e t m e k t e olduğu Kûfe'den ayrıldı,
olan Müberred, Sîbeveyhi'den sonra nah-
tır.
Basra'ya yerleşti.
fi'ş-şarf
vi en iyi onun bildiğini söylemektedir. Câ-
BİBLİYOGRAFYA:
hiz'e göre de zamanının üç büyük na-
Ebü't-Tayyib el-Lugavî,
hivcisinden biridir. Güçlü bir diyalektiğe
yîn (nşr. M u h a m m e d Ebü'1-Fazl), Kahire 1375/ 1955, s. 7 7 - 8 0 ; Sîrâfî,
çok konuda Ahfeş el-Evsat'la tartışıp
Başriyyîn
yaptığını söyleyen Ebû Osman en-Nehdî Hz. Ömer, Hz. Ali, Abdullah b. Mes'ûd,
Ahbârü'n-nahuiyyîne'l-
Übey b. Kâ'b, Sa'd b. Ebû Vakkâs, Ebû
(nşr. M u h a m m e d İ b r â h i m el-Bennâ),
Kahire 1 4 0 5 / 1 9 8 5 , s. 8 5 - 9 5 ; Ebû Bekir ez-Zü-
Hüreyre, Abdullah b. Abbas ve Üsâme b.
beydî. Tabakâtü'n-nahuiyyîn
Zeyd gibi sahâbîlerden rivayette bulundu.
ue'l-luğauiyyîn
onu susturmuştur. Tabakat kitapların-
(nşr.
da onun yaptığı tartışmalardan çeşitli
1973, s. 8 7 - 9 3 ; İbnü'n-Nedîm, el-Fihrist
örnekler mevcuttur.
gel), s. 5 7 ; İbn Cinnî, el-Munşıf
Muhammed
Ebü'1-Fazl),
Kahire
1392/
B a ğ d a t ' t a sahâbî Cerîr b. Abdullah'ın
(Flü-
(nşr. İ b r â h i m
câriyenin, halifenin
huzurunda
Ümey-
ye b. Ebü's-Salt'ın şiirindeki bir kelimeyi okuyuşuna itiraz edilince, söz konusu kelimeyi Basra'nın en büyük âlimi
III, 3 1 3 - 3 4 3 ; Hatîb, Târîhu nü'l-Enbârî, med
m a n b. Tarhân, Eyyûb es-Sahtiyânî vb.
VII, 9 3 ; İb-
Bağdâd,
Nüzhetü'Telibbâ'
(nşr.
Muham-
Ebü'1-Fazl), Kahire 1 3 8 6 / 1 9 6 7 , s. 182-
187; Yâküt, Mü
İbnü'l-Esîr, el-Lübâb,
hü'r-ruuât,
âlimler hadis rivayet ettiler. Rivayetleri
Kütüb-i Sitte'de yer almış, Übey b. Kâ'b'-
VII, 107-128;
eemü'l-üdebâ',
derslerini takip etti. Kendisinden de Kat â d e b. Diâme, Humeyd et-Tavîl, Süley-
M u s t a f a - A b d u l l a h Emîn), Kahire 1379/1960,
Halife Vâsik - Billâh'la tanışması, bir
söyleyerek ika-
Selmân-ı Fârisî ile on iki yıl arkadaşlık Merâtibü'n-nahviy-
sahip olan Ebû Osman yaptığı tartışmalarda daima galip gelmiş, bu arada bir-
yerde duramayacağını
ve'n-nahv
dan rivayet ettiği hadisler Ahmed b. Han-
III, 145; İbnü'l-Kıftî, İrtbâ-
bel'in el-Müsned'in
I, 2 8 1 - 2 9 1 ; İbn Hallikân, Vefeyât, I,
de topluca bir araya
Ebû O s m a n el-Mâzinî'nin de aynı şe-
2 8 3 - 2 8 6 ; Abdülbâkı b. Abdülmecîd el-Yemânî,
getirilmiştir
kilde o k u d u ğ u n u söylemesi üzerine Sâ-
İşâretü't-ta'yîn
ue'l-luğa-
Medînî, Ebû Hâtim er-Râzî, Nesâî ve İbn
m e r r â ' d a saraya davet edilmesiyle baş-
viyyîn
(nşr. A b d ü l m e c î d Diyâb), Riyad 1 4 0 6 /
Hibbân gibi hadis otoriteleri onun güve-
lamış, aralarındaki m ü n a s e b e t zamanla gelişmiş ve Vâsik-Billâh Ebû Osman'a
1986, s. 6 1 - 6 2 ; Zehebî, A'lâmü'n-nübelâ', rizâde, Mevzaâtü'l-uiam, sîr, el-Bidâye,
tevekkil-Alellah zamanında da (847-861)
Mîzân,
devam eden Ebû Osman Basra'da ve-
hire,
I, 172-174; İbn Ke-
X, 3 5 2 - 3 5 3 ; İbn Hacer.
II, 5 7 ; İbn Tağrîberdî,
m e n s u p olan Ebû Osman bazı konularda Mürcie g ö r ü ş ü n ü benimsemiştir. Bu ilimlerde hocası keiâmcıların
imamla-
rından İbn Mîsem'dir. Ebû Osman el-Mâzinî nahivden ziya-
en-Nücûmuz-zâ-
4 6 6 ; Hânsârî, Rauzâtü'l-cennât,
nahuiyye,
I, 463II,
134-138;
I, 168; Sezgin,
IX, 75-76, 179-180; Şevki Dayf,
GAS,
el-Medârisü'n-
II, 2 9 3 - 2 9 4 ; Seyyid Hasan
es-Sadr, Te'sîsÜş-Şî ca, 71 - 7 2 ; A'yânü'ş-Şî'a,
uymayan şeyleri Kur'an'da bile olsa reddetmiştir. Eserleri. Birçok meselede Sîbeveyhi ve Halîl b. A h m e d ' e muhalefet eden Ebû
Tasrîf* tir. Bir sarf mukaddimesi
len Ebû Osman en-Nehdî 100 (718-19) yılında Basra'da vefat etti. 95 (714) veya 105'te (723) ö l d ü ğ ü de rivayet edilmektedir.
VI, 954-955.
Talebelerinden
Süleyman
b. Tarhân
III, 5 9 4 - 5 9 8 ; C. Zeydân.
vamlı oruç t u t t u ğ u n u , üzerine baygınlık
ı—ı fflffl H Ü S E Y İ N E L M A L I
gelinceye kadar n a m a z kıldığını söylemektedir. Ayrıca altmış defa hac ve umre yaptığı nakledilmektedir. Câhiliye dö-
F
n
EBÛ OSMAN en-NEHDÎ (
U 1 ^ . JJ! )
nemiyle ilgili, inanç tarihi
bakımından
önemli
hâtıralarıyla
sayılabilecek
bazı
şu sözü kaynaklarda zikredilir •. "130 yıl y a ş a d ı m ; bu z a m a n zarfında her şeyin
Ebû Osmân Abdurrahman b. Mil (Mül, Mel) b. Amr en-Nehdî (ö. 100/718-19) Muhaddis ve mücâhid tâbiî.
eskiyip değiştiğini g ö r d ü m ; fakat gönüldeki istek ve arzular hiçbir değişikliğe j
Osman el-Mâzinî'nin değişik konularda yazdığı eserleri içinde en önemlisi et-
M u h a d r a m û n ' d a n ve 130 yıl yaşadığı için de m u a m m e r û n * d a n kabul edi-
onun gece g ü n d ü z ibadet ettiğini, de-
birlikte ele alınan sarfı müstakil bir ilim Dilde kıyasa büyük önem vermiş, kıyasa
nilir bir râvi olduğunu söylemişlerdir.
Beyrut 1401 /1981, s.
I, 488; R. Sellheim, " a l - M â z i n î " , El 2 (İng.),
de sarfla ilgilenmiş, daha önce nahivle halinde tedvin eden ilk dilci olmuştur.
İbn Sa'd, Ali b.
Kahire 1968, s. 115-122; Ömer Fer-
ruh, Târîhu'l-edeb,
Âdâb,
Lisânü'l-
II, 3 2 9 ; Süyûtî, BuğyetÜl-uüât,
Brockelmann, GAL Suppl.,
İtikadî yönden İmâmiyye mezhebine
XII,
2 7 0 - 2 7 2 ; Safedî, el-Vâfl, X, 2 1 1 - 2 1 6 ; Taşköp-
m a a ş bağlamıştır. Sarayla irtibatı Mü-
f a t etti.
fî terâcimi'n-nühât
(V, 132-133).
uğramadı". BİBLİYOGRAFYA:
Câhiliye devrinde doğdu. Kudâa kabi-
V, 132-133; Süfyân es-Sevrî, Tef-
Müsned,
sîr, Beyrut 1 4 0 3 / 1 9 8 3 , s. 3 6 9 - 3 7 0 ; İbn Sa'd,
olan
lesinin Nehd koluna mensuptur. Ebû Hâ-
sarf-
t i m er-Râzî onun kavminin a r i f i oldu-
la ilgili dağınık meseleleri bir araya ge-
ğ u n u belirtmektedir. Hz. Peygamber ha-
tirmiştir. Esere İbn Cinnî'nin yaptığı ei-
yatta iken İslâmiyet'i kabul etmekle be-
II, 26; ibn Ebû Hâtim, el-Cerh ue't-ta'dîl,
Munşıf
raber kendisiyle görüşemedi.
284; Hatîb, Târîhu Bağdâd,
eser, Sîbeveyhi'nin el-Kitâb'ındaki
adlı şerh İbrâhim Mustafa ve
Abdullah Emîn tarafından neşredilmiştir (I-III, Kahire
Münzevi
yaşamayı sevdiği anlaşılan Ebû Osman
VII, 9 7 - 9 8 ; Buhârî,
et-Tabakât, ğîr,
188; Dûlâbî, el-Künâ
dülber, el-İstfâb, nî, el-Cem c
beyne
II, 4 2 7 - 4 2 9 ; İbnü'l-Kayserâ-
Ebû Osman'ın kaynaklarda zikredilen di-
vefatından sonra Medine'ye göç etti. Hz. Ömer devrinden itibaren İslâm fetihle-
219, 223, 5 9 1 ; a.mlf., Üsdü'l-ğâbe 4 9 7 - 4 9 8 ; Zehebî, A'lâmü'n-nübelâ',
İlelü'n-nahv,
Eliî ve'l-lâm, Kavâfî,
Tefsiru Kitâbi
Sîbevey-
rine katılarak Yermük, Kâdisiye, Celûlâ,
fîhi'l-'âmme,
Kitâbüî-
Tüster, Nihâvend, Azerbaycan ve Köprü
Kitâbü'l-'Arûz,
Kitâbü'l-
savaşlarında bulundu. Nihâvend Sava-
Kitâbü'd-Dîbâc
tâbi Sîbeveyhi,
îî cevâmi'i
Ki-
Kitâbü't-Ta'lîk.
Ebû Osman el-Mâzinî hakkında R. A. Ubeydî tarafından Ebû
c
Osmân
el-Mâ-
bâd 1323, s. 2 8 2 ; İbnü'l-Cevzî,
178; a.mlf., Tezkiretu
el-Bidâye,
l-huffâz,
9 8 - 9 9 ; a.mlf., Tehzîbü't-Tehzîb, tî, Tabakâtü'l-huffâz
di. Kerbelâ Vak'ası'ndan sonra (61/680)
Hulâşatü
210
Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
IV, 1751, 6 5 - 6 6 ; Yâ-
(Cubûrî), 1, 2 3 6 ; İbn Kesîr,
deledi. Bir ara ihtisablık görevini üstlenedildiği
III, 6 0 ; IV, (Bennâ), 111,
IX, 1 9 0 - 1 9 1 ; İbn Hacer, el-İşâbe, III,
şı'nı kazandıklarını Hz. Ömer'e o müj-
Resûlullah'ın t o r u n u n u n şehid
Şıfatü'ş-şafve,
III, 2 0 0 - 2 0 1 ; İbnü'l-Esîr, el-Kâmil,
f i î , Mir*âtü'l-cenân
Haydarâ-
ricâli'ş-Şahîhayn,
ğer eserleri şunlardır-, Kitâb c
V, 283-
X, 202-205; İbn Ab-
Hz. Ebû Bekir ile de görüşemedi. Onun
hi, Mâ yelhanü
(Sâvî), s.
Beyrut 1983,
ue'l-esmâ\
1373-1379/1954-1960).
Si'l-Kur"ân,
et-Târîhu'ş-şa-
I, 2 3 5 ; İbn Kuteybe, el-Ma'ârif
VI, 277; Süyû-
(Ömer), s. 2 5 ;
Hazrecî,
Tezhîb, s. 2 3 5 ; İbnü'l-İmâd,
Şezerât,
S
İSMAİL L . Ç A K A N
EBÛ RÂFİ'
r
BİBLİYOGRAFYA:
EBÛ Ö M E R ed-DÛRÎ (bk. DÛRÎ).
Taberî, Târîh (Ebü'1-Fazl), X, 86, 90, 91, 98 141; Ebû Ali et-Tenûhî, Câmi'u't-teuârîh
(nşr
D. S. Margoliouth), London 1921, I, 22, 29-30
r
35-36, 46, 117, 118, 127, 128, 192; Hatîb, Târ
E B Û Ö M E R el-KÂDİ ( ^ a ı ^ t
jji)
III, 4 0 1 - 4 0 5 ; İbnü'l-Esîr,
hu Bağdâd,
el-Kâmi
VIII, 213, 2 4 7 ; Zehebî, A'lâmü'rı-nübelâ',
XIV
555-557; Safedî. el-Vâfî, V, 245-246; İbn Kesîr
Ebû Ömer Muhammed b. Yûsuf b. Ya'küb el-Ezdî el-Bağdâdî (ö. 3 2 0 / 9 3 2 ) Mâlikî fakihi ve hadis âlimi.
XI, 171-172; İbn Tağrîberdî,
el-Bidâye, mü'z-zâhire,
en-Nücû
III, 2 3 5 ; L. Massignon, Opera
nora, Paris 1969, II, 178, 181; a.mlf. -
Mı
L. Gar
det. " a l - H a l l a d j " , E! 2 (İng.), III, 101; Ebü'I-Ha san en-Nübâhî, Târîhu
kudâti'l-Endelüs,
Beyrut
1400/1980, s. 36; İsâm Muhammed Şebârû, el-
Kadâ'
9 Receb 243'te (1 Kasım 857) Basra'da doğdu. Tanınmış m u h a d d i s ve fakih H a m m â d b. Zeyd'in torunlarındandır. Kaynaklarda yalnız Ebû Ö m e r künyesiyle zikredilir. M u h a m m e d b. Velîd el-Büsrî, M u h a m m e d b. İshak es-Sâgânî, Hasan b. Ebü'r-Rebî' el-Cürcânî, Zeyd b. Ahzem ve es-Sünen müellifi olan babası Yûsuf b. Ya'küb el-Kâdî'den hadis okudu. Dârekutnî, Kâdî Ebû Bekir el-Ebherî, Ebû Bekir İbnü'l-Mukrî el-İsfahânî, Ebü'I-Kâsım b. Habâbe, îsâ b. Vezîr gibi tanınmış birçok âlim kendisinden hadis dinledi. Halîfe Mu'tazıd-Billâh zamanında 284'te (897) Medînetülmansûr, Muktedir* Billâh zamanında da Ebû Hâzim el-Kâdî'nin ö l ü m ü üzerine 292'de (905) Kerh kadılığına tayin edildi. 296 (908909) yılında bu görevinden alındı. 301'de (913-14) vezir olan Ebü'l-Hasan Ali b. îsâ'nın halifeyi ikna etmesi üzerine eski görevine iade edildi. Şam bölgesi, Haremeyn, Y e m e n ve Sevâd bölgesinin bazı kısımlarında da kadılık yaptıktan sonra 3 1 7 ' d e (929) kâdılkudât oldu. 23 (veya 25) Ramazan 320'de (27 veya 29 Eylül 932) B a ğ d a t ' t a vefat etti. Kaynaklarda bir müsnedi olduğu kaydedilen Ebû Ömer, daha çok talebelerine verdiği dersler ve fetvaları ile şöhret bulmuştur. Hadis rivayetinde ve hükümlerinde hataya düşmediği nakledilmektedir. Bazı kaynaklarda Hallâc-ı Mansûr'un öldürülmesine dair fetvanın Ebû Ömer el-Kâdî tarafından verildiği belirtilmekt e (İbn Kesîr, XI, 172; Ef [İng.], III, 101; Suppl, s. 385), ancak Ebü'l-Hasan enN ü b â h î bu fetvanın Ebû Ömer'in amcasının oğluna ait olduğunu kaydetmektedir ( Târîhu kudâti'l-Endelüs,
s. 36).
Ebû Ömer bilgi, cömertlik ve sabır konusunda darbımesel olmuştur. Araplar arasında, güzel hasletlere sahip birinden bahsedilirken söylenen, "Sanki o Ebû Ömer ei-Kâdî'dir" sözü onun zekâ ve bilgisine, şiddetli öfkeye kapılan bir kişinin, "Ebû Ömer el-Kâdî olsam yine sabredemezdim" demesi de onun sabrına delâlet etmektedir.
ue'l-kudât
fi'l-İslâm,
Beyrut 1983, s. 267-
2 8 3 ; Ch. Pellat, "ibn Dirham", El 2 Suppl. s. 385-386.
r
[Tl IHI
(ing.),
SAFFET K O S E
E B Û Ö M E R ez-ZÂHİD
g a m b e r ona bir köle hediye etti. Umret ü ' l - k a z â ' y a gidilirken Resûlullah onu Evs b. Havelî ile birlikte önden amcası Abbas'a göndererek dul baldızı Meymûne ile kendisini evlendirmesini istedi. Bir görevi de Hz. Peygamber'in eşyasını kor u m a k olan Ebü Râfi', Vedâ haccında Mina d ö n ü ş ü Muhassab'da Resûlullah'ın çadırını kurdu. Resûl-i Ekrem vefatı yaklaştığı sırada bir gece yarısı ölülere mağfiret dilemek için Bakî' Mezarlığfna giderken yanına Ebû Râfi'i de aldı. Ebû Râfi' daha sonraki yıllarda İslâm ordusuyla birlikte Mısır'ın fethine katıldı. 35 (655) veya 40 (660) yılında Kûfe'de (veya Medine'de) vefat etti. Ardında Râfi', Hasan, UbeyduIIah, Mu'temir (Mu-
(bk. GULÂMU SA'LEB).
E B Û RÂFİ'
630). Ebû Râfi' Resûl-i Ekrem'e bir oğlu dünyaya geldiğini müjdeleyince Hz. Pey-
i
( ) Ebû Râfi' İbrâhîm (Eşlem) el-Kıbtî (ö. 4 0 / 6 6 0 [?]) Hz. Peygamber'in âzatlı kölesi. Ebû Râfi' künyesiyle meşhurdur. Adı t a m olarak bilinmemekte, ileri sürülen on kadar isim arasında en fazla İbrâhim ve Eslem'in geçtiği görülmektedir (İbn Hacer, el-İşâbe, IV, 67). Rüveyfi' ve Büreyh lakaplarıyla anılır. Aslen Mısır'ın yerlilerinden (Kıptî) olup Abbas b. Abdülmuttalib'in kölesiydi. Saîd b. Âs'ın kölesi olduğuna dair rivayet ise isabetli görülmemektedir. Mekke'de Bedir Gazvesi'nden önce Hz. Abbas'ın hanımı Ümmü'1-Fazl Lübâbe ile birlikte m ü s l ü m a n olmakla beraber köle olması sebebiyle hicret edememişti. Z e m z e m Kuyusu'nun yanında Bedir'de uğradıkları yenilgiyi anlatan Ebû Süfyân, gökle yer arasında duran yağız atlara binmiş ve beyazlar giyinmiş adamlar tarafından bozguna uğratıldıklarını söyledi. Ebû Râfi' onların melek olduğunu belirtince Ebû Leheb tarafından dövüldü ve onun elinden Ümmü'lFazl'ın müdahalesiyle kurtulabildi. Bedir'de esir alınan efendisi Abbas'ın kurtuluş fidyesini Medine'ye götürdü. Daha sonra Abbas onu Hz. Peygamber'e bağışladı. Ebû Râfi' Bedir'den sonra yapılan gazvelerin hepsinde Resûl-i Ekrem'in yanında bulundu. Hz. Peygamber, amcası Abbas'ın m ü s l ü m a n olduğu müjdesini alınca Ebû Râfi'i âzat etti ve câriyesi Selmâ ile evlendirdi. Ebû Râfi' Hayber seferine hanımı Selm â ile birlikte gitti. Selmâ daha sonra Hz. Peygamber'in oğlu İbrâhim'in doğum u n d a ebelik yaptı (Zilhicce 8 / N i s a n
gîre), Ali ve Selmâ adlı altı çocuk bıraktı. Zayıf yapılı bir kimse olan Ebû Râfi'in uzun yıllar Hz. Peygamber'in yakın çevresinde bulunması ve aile fertlerine hizm e t etmesi, onun ilim ve fazilette üstünlük kazanmasını sağlamıştır. Mekke'de bulunduğu yıllarda Zemzem Kuyusu'nun yanında ağaçtan su tasları oyardı. Medine'de de Hz. Peygamber'in hanımlarına bazı ev eşyaları yapmıştır. Ebû Râfi'in hadis rivayetinde önemli bir yeri vardır. Doğrudan Resûlullah'tan, ayrıca onun hanımları ile Hz. Ebû Bekir, Abdullah b. Mes'ûd ve Ebû Hüreyre'den altmış sekiz hadis rivayet etmiştir. Kütüb-i Sitte ile A h m e d b. Hanbel'in Müsned'i, Mâlik'in el-Muvatta'ı ve Dârimrnin es-Sünerimûe kırk üç rivayeti bul u n m a k t a olup bunların çoğu Hz. Peygamber'in yakın çevresinde g ö r d ü ğ ü olaylarla ilgilidir. Abdullah b. Abbas ondan Hz. Peygamber'in yaptıklarını sorar ve aldığı bilgileri yazardı. Kendisinden oğlu UbeyduIIah ile torunu Fazl b. UbeyduIIah, ayrıca Ebû Saîd el-Makbürî, Atâ b. Yesâr ve Şürahbîl b. Sa'd gibi âlimler rivayette bulunmuşlardır. BİBLİYOGRAFYA: VI, 8-10, 3 9 0 - 3 9 3 ; Müslim, " H a c " ,
Müsned,
3 4 2 ; Hâkim, el-Müstedrek,
III, 5 9 7 - 5 9 8 ; Hey-
semî, Mecma'u'z-zeuâ'id,
et-Tabakât,
VI, 8 8 - 8 9 ; İbn Sa'd,
II, 122, 204, 371; IV, 14, 73-75; İbn
Kuteybe, el-Ma'ârif
(Ukkâşe), s. 145-146; Taberî,
Târîh (Ebü'1-Fazl), II, 400, 461, 4 6 2 ; III, 13, 25, 95, 170; IV, 156; VI, 180; İbn Ebû Hâtim, el-Cerh II, 149; İbn Abdülber, el-İstî'âb,
ue't-ta'dîl,
IV, 6 8 ; İbnü'l-Esîr, Üsdü'l-ğâbe, VI, 106; Zehebî, A'lâmun-nübelâII, İbn Hacer, Tehzîbü't-Tehzîb,
el-İşâbe,
16-17;
XII, 9 2 - 9 3 ; a.mlf.,
I, 15; IV, 6 7 ; Hazrecî, Hulâşatü
hîb, s. 4 4 9 ; M u h a m m e d Hamîdullah, Hadis
I, 86;
I, 52, 9 3 - 9 4 ;
Tez-
Muhtasar
Tarihi (trc. Kemal Kuşçu), İstanbul 1967,
s. 3 7 ; VVensinck, el-Mu'cem, H
VIII, 79.
ABDULLAH AYDINLI
211 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
EBÛ RECÂ el-UTÂRİDÎ BİBLİYOGRAFYA:
E B Û R E C Â el-UTÂRİDÎ ( ^IkJI.Urj ^î
İbn Sa'd, et-Tabakât,
)
L_
VI, 4 1 0 ; İbn Kuteybe,
Târîhu'l-kebîr,
el-Ma'â-
rif (Ükkâşe), s. 4 2 7 - 4 2 8 ; İbn Ebû Hâtim. el-Cerh
Ebû Recâ' İmrân b. Teym el-Utâridî (ö. 105/723-24 [?])
ve't-ta'dtl,
VI, 3 0 3 ; Ebû Nu'aym, Hilye, II, 304-
3 0 9 ; İbn Abdülber, el-lstfâb, İbnü'l-Esîr, Üsdü'l-ğâbe,
Tâbiî.
VII, 138-140; Buhârî, et-
_l
Tezkiretu belâIV,
611 yılında doğdu. Adının Abdullah, babasının adının Milhân veya Abdullah olduğu da söylenir. Temîm kabilesinin Utâ-
I-huffâz,
III, 2 3 - 2 6 ; IV, 75;
IV, 2 7 9 - 2 8 1 ; Zehebî,
I, 6 6 ; a.mlf., A'
101-120, s. 287-289; İbnü'l-Cezerî, hâye,
lâmü'n-nü-
2 5 3 - 2 5 7 ; a.mlf., TârîhuT-islâm:
sene
Ğâyetü'n-ni-
I, 6 0 4 ; İbn Hacer, el-İşâbe, IV, 74; a.mlf.,
Tehzîbut-Tehzîb,
Vll\, 140. r r ı »I
RAŞİT K Ü Ç Ü K
rid koluna mensup olduğu için Utâridî ve Temîmî, ayrıca Basrî nisbeleriyle anılır. Mekke'nin fethinden sonra müslü-
F
E B Û R E Ş Î D en-NÎSÂBÛRÎ
man olmuş, Hz. Peygamber'in vefatının
( l i y i ^ r " -t-y j ; ' )
ardından Medine'ye gidip yerleşmiş ve
Ebû Reşîd Saîd b. Muhammed b. Hasen b. Hâtim en-Nîsâbûrî
rivayete göre Hz. Ebû Bekir'le görüşmüştür. Daha ziyade Hz. Ömer, Hz. Ali, İbn Abbas, İmrân b. Husayn ve Hz. Âişe gibi
^
n
Mu'tezile'nin Basra ekolüne mensup son temsilcilerinden biri.
sahâbîlerden hadis rivayet etmiş, Ebû Mûsâ el-Eş'arî'den Kur'ân-ı Kerîm'i öğrenip ezberlemiş, daha sonra da kendisinden yaşça küçük olan İbn Abbas'a arzetmiştir. Ebû Recâ'dan Ebü'l-Eşheb el-Utâridî arz* yoluyla kıraat öğrenmiş, Eyyûb es-Sahtiyânî, Saîd b. Ebû Arûbe, Cerîr b. Hâzim, Mehdî b. Meymûn gibi muhaddisler de hadis rivayet etmiştir. Rivayetleri Kütüb-i
Sitte'de bulunmak-
tadır. Kırk yıl imamlık yapmış olan, Kur'ân-ı Kerîm'i çok okumasıyla bilinen Ebû Recâ, m u h a d r a m û n * ve dolayısıyla tâbiîn neslinin önde gelen âlimlerinden ve güvenilir hadis râvilerinden biridir. Hasan-ı Basrî kendisine soru sormak üzere gelenleri Ebû Recâ'ya gönderirdi. Müslüman olmadan önceki yaşayışını anlatırken kumları toplayıp sütle karıştırarak put yaptıklarını, bazan beyaz bir taş dikip belli süre ona taptıklarını, yolda rastlayıp beğendikleri bir taşa ibadet ettiklerini, daha güzelini görünce eskisini bıraktıklarını söylerdi. Ayrıca yaylaklarda deve otlattığını, İslâmiyet'in yayılması üzerine Hz. Peygamber'den korkarak yerlerini terkettiklerini ve bu arada yalancı peygamber Müseylimetülkezzâb'a katıldıklarını, fakat kelime-i tevhidi kabul edenlere Resûlullah'ın hiçbir zarar vermediğini duyunca müslüman olduklarını anlatırdı. Ebû Recâ el-Utâridî'nin 105 (723-24) yılında vefat ettiğini belirtenler bulunduğu gibi bu tarihin 100 (718-19), 107 (725-26) veya 108 (726-27) olduğunu söyleyenler de vardır. M u a m m e r û n ' d a n sayılan Ebû Recâ'nın cenaze namazında Hasan-ı Basrî ile şair Ferezdak da hazır bulunmuşlardır.
Doğum yeri ve tarihi hakkında kesin bilgi yoktur. Ancak 383 (993) yılında Nîşâbur'da Bedîüzzaman el-Hemedânî ile Ebû Bekir el-Hârizmî arasında cereyan eden münazara meclisine katılanlardan biri olarak kendisinden "eş-şeyh el-mütekellim" diye söz edilmesi (Yâküt, II, 180) ve Nîsâbûrî nisbesiyle şöhret bulması dikkate alınırsa 360 (970) yılı civarında Nîşâbur'da doğduğu söylenebilir. Bağdat Mu'tezilesi'nin reislerinden Kâ'bî'nin tesirinde bulunan Nîşâbur'da yetişti ve ilmî hayatının ilk döneminde bu mektebin görüşlerini benimsedi. Kaynaklarda bu dönemdeki hocaları hakkında bilgi yoktur. Daha sonra Rey'e giderek devrin Basra Mu'tezile'sinin reisi olan Kâdî Abdülcebbâr'ın derslerine katıldı. Bir müddet sonra Bağdat Mu'tezilesi'nden ayrılarak Basra ekolüne intisap etti. Rey'de Vezir Sâhib b. Abbâd'ın huzurunda akdedilen ilim meclislerine iştirak etti. Hocası Kâdî Abdülcebbâr'a sorduğu sorularla dikkati çekti ve iltifatına mazhar olduğu hocası kendisine, öğrencileri arasındaki seçkinliğini belirtmek üzere "şeyh" unvanını verdi. Bir m ü d d e t hocasına yardımcı olduktan sonra Nîşâbur'a dönmek üzere Rey'den ayrıldı, seyahati sırasında bir süre Cürcân'da kaldı. Nîşâbur'a dönünce öğrenci yetiştirme faaliyetine giriştiyse de buranın, Sünnî bir hükümdar olan Gazneli Mahmud'un hâkimiyetine geçmesi üzerine Mu'tezile aleyhine bir ortam oluştu ve Sünnîler'den (veya Bağdat Mu'tezilesi'ne bağlı eski çevresinden) gördüğü baskılar yüzünden Rey'e dönmek zorunda kaldı. Kâdî Abdülcebbâr'ın telkinleriyle eserler telif etti ve öğretim faaliyetinde ona yardımcı
oldu. Hocasının ölümünden sonra onun yerine geçerek vefatına kadar yetiştirdiği öğrenciler ve yazdığı eserlerle Basra Mu'tezilesi'nin reisleri arasına girdi. Ölüm tarihi bilinmiyorsa da hocasından sonra öğretim faaliyetine uzun müddet devam ettiğine ilişkin bilgiler dikkate alındığı takdirde hicrî V. yüzyılın ortalarına doğru Rey'de vefat ettiği söylenebilir. Ebû Reşîd en-Nîsâbûrî hadis rivayet edenler arasında yer almışsa da bu alanda önemli bir şöhreti yoktur. Ayrıca Kur'an'ın i'câzı konusuyla ilgilenmiş ve bu sahada eser yazmıştır. Ancak onun asil ilgi alanı kelâm ilmidir. Bu alanda özellikle Mu'tezile'nin Bağdat ekolüne yönelttiği tenkitlerle meşhur olmuştur. Eserlerinde Ebû Bekir er-Râzî ve İbnü'r-Râvendî gibi mülhidlerin yanı sıra Küllâbiyye, Cebriyye, Müşebbihe, Havâric ve Eş'ariyye mezheplerini de eleştirmiştir. Görüşlerinde genellikle Ebû Hâşim el-Cübbâî ve Kâdî Abdülcebbâr'a uyan Ebû Reşîd'in dikkat çekici bazı görüşleri şöyledir; Cevher, yokluğu anında da cevherdir, yani ma'dûma varlık niteliği atfedilebilir. Arazlar devamlı (baki) olabilir. Âlemdeki bütün cisimlerin dört unsurdan (anâsır-ı erbaa) oluşması zaruri değildir. İlk bakışta çelişik gibi görünürse de hareketle sükûn ve lezzetle elem aynı cinstendir. Yer hareket halinde değil sükûn halindedir, yuvarlak değil düzdür (Ebû Reşîd en-Nîsâbûrî, el-Mesâ'il fi'l-hilâf, nâşirlerin girişi, s. 18-20). Allah'ın mevcûd, âlim, hay, mürîd, semî' ve basîr olduğunu bilmek onun kadir olduğunu ispat etmekle mümkün olabilir. Allah'ın kadir olduğunu ispat eden şey ise âlemdeki fiilleridir. Çünkü insan, bu âlemde iki varlıktan birinin düzenli ve sağlam bir fiil yapması halinde bu fiili gerçekleştiren varlığın onu yapamayana nisbetle bir üstünlüğe sahip olduğunu kabul ettiği gibi onun varlığından da şüphe etmez. Zira yokun (ma'dûm) hiçbir şeye gücü yetmeyeceği açıktır. Allah'ın kadir ve mevcûd olduğu bilinince hikmetli fiiller yapması ve değişik zamanlarda farklı nitelikler taşıyan türlü varlıklar yaratması ile istidlâl edilerek âlim, hay, mürîd, semî' ve basîr olduğu ispat edilir (Ebû Reşîd en-Nîsâbûrî, Fi't-Tevhîd, s. 327-328, 460-461,493-510). Ebû Reşîd en-Nîsâbûrî, Allah'ın varlığını âlemdeki düzenli ve hikmetli fiillere dayandırarak kudret sıfatını ön planda t u t m u ş ve diğer bütün sıfatları ona irca etmiştir. Özellikle tabiat felsefesi konularında görüşlerini benimsediği Ebû
212 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
EBÛ REYHÂNE Hâşim el-Cübbâî'yi bazan tenkit ederek
ve eksik kalan kısmının Kâdî Abdülceb-
Mekkeli olduğu ve bir Medineli'nin hima-
farklı görüşier ortaya koymuş, biigi prob-
bâr tarafından t a m a m l a n d ı ğ ı kabul edi-
yesine girdiği ileri sürülmektedir. Ebû
leminde kendine has fikirler ileri sür-
len eş-Şerh adlı esere yaptığı geniş ilâ-
Reyhâne Ehl-i Suffe'ye mensup olup Hz.
m ü ş t ü r . Ebû Reşîd, Bağdat Mu'tezilesi'-
velerden ibaret olup ilâhî sıfatlar ve ta-
Peygamber'in kölesi, kızı Reyhâne de
nin eleştirilmesi açısından önemli bir ke-
biat felsefesi konularını ihtiva eder. Ek-
onun câriyesiydi.
lâmcı olarak kabul edilir. Max Horten,
sik bir nüshası British Museum'da mev-
Bizzat anlattığına göre Ebû Reyhâne
onun tabiat felsefesiyle bilgi teorisine
cuttur (nr. 8613). Ebû Rîde tarafından,
Hz. Peygamberle beraber gittiği bir gaz-
ilişkin görüşlerini Die Philosophie
Ebû Reşîd en-Nîsâbûrî'nin
Dîvânü'l-uşûl görülerek yayımlanan (Kahire 1969) Fi't-Tevhîd adlı hacimli kitabın, yapılan araştırmalar sonunda Ziyâdât'm bir kısmından ibaret olduğu anlaşılmıştır (Ebû Reşîd enNîsâbûrî, el-Mesâ'il fi'l-hilâf, naşirlerin girişi, s. 8). 3. Î'câzul-Kur'ân. Eksik bir nüshası Tâif'te mevcuttur (Nüveyhiz, i, 209). 4. Kitâbü't-Tenbîh. Hâkim el-Cüşemî, Şerhu cUyûni'l-mesâ'il adlı eserinde Ebû Reşîd'in bu kitabından iktibaslarda bulunmuştur.
vede çok soğuk bir gecede konakladık-
adlı eseri olması m u h t e m e l
ları z a m a n Resûlullah kimin nöbet tut-
Abü
Raschîd
(Bonn
1910) v e
Die
des Er-
kenntnistheorie des Abü Raschîd (Bonn 1911) adlı araştırmalarında incelemiştir. Fuat Sezgin bu iki araştırmayı, Ebû Reşîd'e ait el-Mesâ'il fi'l-hilâf adlı eserin cevherler konusuna dair ilk kısmının aslı ile Arthur Biram tarafından yapılan Almanca tercümesini bir araya getirerek Studien Zur Philosophie des Abü Rasıd an-Nisâbüri adıyla yayımlamıştır (Frankfurt 1986). Eserleri. Ebû Reşîd en-Nîsâbûrî'nin bilinen eserleri şunlardır: 1. el-Mesâ'il
fi'lhilâf beyne'l-Başriyyîrı ve'l-Bağdâdiyyîn. Tabiat felsefesine ilişkin konularda Basra Mu'tezilesi ile Bağdat Mutezilesi arasındaki görüş ayrılıklarını inceleyen eser on dört kısımdan oluşmaktadır. Cevherler, arazlar, sesler, elemler ve lezzetler, oluşlar, te'lif, i'timad, yaş ve kuru cevherler, hayat, kudretler, bilgiler ve itikadlar, iradeler ve şehvet başlıkları altında incelenen ihtilâf konuları B a ğ d a t Mu'tezilesi adına genellikle Kâ'bî'nin, Basra Mu'tezilesi adına da Ebû Hâşim el-Cübbâî'nin görüşleri dikkate alınarak işlenir ve çok defa Kâ'bî'nin görüşleri tenkit edilerek Ebû Hâşim'in fikirleri savunulur. Kâ'bî'nin görüşleri verilirken onun eserlerinden olan el-Mesâ'ilü'l-vâride fi'l-'acz, Işlâhu galatı İbrıi'r-Râvendî ve el-Cedel ve âdâbü ehlih'ten de faydalanılmakla birlikte daha çok 'Uyûnü'I-mesâ'il adlı eserine istinat edilmiş ve kırk yerde bu kitaptan alıntılar yapılmıştır. Ebû Hâşim'in görüşlerinde ise el- cAskeriyyât, el-Câmi'u'l-kebîr ve el-Câmi'u'ş-şağir adlı kitaplarına atıflarda bulunulmuştur, elMesâ'il fi'l-hilâf'ın birinci kısmı Almanca tercümesiyle birlikte Arthur Biram tarafından yayımlanmış (Berlin 1902), ayrıca büyük bir kısmı, Max Horten'in eserin tamamını tahlil ettiği Die Philosophie des Abü Raschîd (Bonn 1910) adlı çalışması içinde t e r c ü m e edilmiştir. Eser Ma'n Ziyâde ve Rıdvân es-Seyyid tarafından tahkik edilerek neşredilmiştir (Beyrut 1979). A. Biram ve M. Horten'in adı geçen iki çalışmasının bir arada tıpkıbasımı da yapılmıştır (nşr. F. Sezgin, Frankfurt 1986). 2. Ziyâdâtü'ş-Şerh. İbn Hallâd'a ait olan
Ebû Reşîd en-Nîsâbûrî'nin kaynaklar-
m a k istediğini sordu. Ensardan biri bu görevi üstlenince Resûl-i Ekrem ona adını sordu ve kendisine dua etti. Bunun üzerine Hz. Peygamber'in duasını almak için Ebû Reyhâne de nöbet t u t m a k istediğini belirtti. Karanlıkta Ebû Reyhâne'yi göremeyen Resûl-i Ekrem adını sorarak ona da dua etti ve Allah yolunda nöbet t u t a n gözü cehennemin yakmayacağını söyledi ( Müsned, IV, 134-135; Buhârî, IV, 264). Sordukları bir soru üzerine güzel şeylere sahip olmayı arzu et-
da zikredilen diğer eserleri de şunlar-
menin kibirle ilgisi bulunmadığını
dır: et-Tezkire,
Peygamber'den öğrenen dört kişi ara-
el-Cüz', en-Nakz 'alâ ashâbi't-tabâ'f, Mesâ'ilü'l-hilâf beyne'l-Mu'tezile ve'l-Müşebbihe ve'lMücbire ve'l-Havâric ve'l-Mürci*e, Dîvânü'l-uşûl.
Hz.
sında onun da adı geçmektedir (Hatîb, s. 371). Ebû Reyhâne Hz. Ömer devrinde Dımaşk'ın fethine katıldı (14/635) ve Kudüs'e yerleşti. Ebû Dâvûd ve Nesâî'nin sünenlerinde rivayet edildiğine göre
BİBLİYOGRAFYA: Ebû Reşîd en-Nîsâbûrî, el-Mesâ'il
fi'l-hilâf
Kudüs'te (Iliyâ) halka vaaz edip kıssalar
(nşr. M a ' n
anlatırdı. Onun Mısır'a gittiği, Meyyâfâ-
Ziyâde — Rıdvân es-Seyyid), Beyrut 1979, s.
rikîn ve Askalân'daki sınır bölgesinde
beyne'l-Başriyyîrı
ue'I-Bağdâdiyyîn
317-319, 327-335, ayrıca bk. naşirlerin girişi, s.
mücâhid olarak b u l u n d u ğ u da rivayet
6 - 2 2 ; a.mlf., Fi't-Teuhîd
edilmektedir. Ebû Reyhâne'nin vefat ta-
(nşr. M . A. E b û Rîde),
Kahire 1969, s. 327-328, 460-461,
493-510,
515, ayrıca bk. nâşirin mukaddimesi, s. 7 ; Hâkim el-Cüşemî, Şerhu'l-'uyün
ve tabakâtü'l-Mu'tezile yid), Tunus
içinde, nşr. F u â d Sey-
1393/1974,
s. 3 8 2 - 3 8 3 ;
11, 180;
Mu'cemü'l-üdebâ',
Yâküt,
İbnü'l-Murtazâ,
s. 116; İbn Hacer, Lisâ-
Tabakâtü'l-Mu'tezile, nu l-Mîzân,
(Fazlü'l-i'tizâl
111, 4 2 ; Brockelmann, GAL
Suppl.,
I, 3 4 4 ; Sezgin, GAS, 1, 626-627; Nüveyhiz,
Mu-
1, 2 0 9 ; R. M. Frank, " A b ü
cemü'l-müfessirîn,
R a s h î d a l - N î s â b ü r i " , El 2 Suppl.
(İng ), s. 31-
3 2 ; W. Madelung, " A b ü R a s i d N î s â b ü r î " , ''
3 6 ?
'
S
Elr.,
Y U S U F ŞEVKI Y A V U Z
rihi belli değildir. Ebû Reyhâne'nin sadece beş rivayeti olup bunlar dört sünenle Ahmed b. Hanbel'in el-Müsned'inde
(IV, 133-135) yer
almaktadır. Kendisinden Ebû Ali Sümâm e b. Şüfey, Ebü'l-Husayn Heysem b. Şüfey, Mücâhid b. Cebr, Şehr b. Havşeb, ayrıca Şamlı ve Mısırlı muhaddisler rivayette bulunmuşlardır. İbadete aşırı derecede d ü ş k ü n olması ve zâhidâne bir hayat yaşamasıyla tanı-
F
nan Ebû Reyhâne'nin kerametlerine dair
EBÛ REYHÂNE (
kaynaklarda çeşitli menkıbeler anlatılır.
j y} )
BİBLİYOGRAFYA:
Ebû Reyhâne Şem'ûn b. Zeyd el-Ezdî L
Sahâbî.
Müsned,
J
4 2 5 ; Buhârî, et-Târîhu'l-kebîr,
el-Künâ
Babasının adını Yezîd olarak kaydedenler, hatta adının Abdullah b. Nadr olduğunu söyleyenler de
IV, 133-135; Ebû Dâvûd, " L i b â s " ,
8 ; Nesâî, " Z î n e t " , 2 0 ; İbn Sa'd, et-Tabakât,
bulunmakta-
dır. Ensârî ve Kureşî nisbeleriyle de anılan Ebû Reyhâne'nin bazı kaynaklarda
ue'l-esmâ',
Haydarâbâd 1322, s. 3 0 ;
İbn Ebû Hâtim, el-Cerh ve't-ta'dîl,
IV, 388; Ebû
Nuaym. Hilye, II, 28-29; İbn Abdülber. II, 162-163; IV, 7 1 ; Hatîb,
el-lstî'âb,
el-Esmâ*ü'l-mübhe-
me (nşr. İ z z e d d i n Ali es-Seyyid), Kahire 1 4 0 5 / 1984, s. 369-371; İbnü'l-Esîr. Clsdul-ğâbe
İşâbe, II, 156-157; IV, 73; a.mlf.,
sinden olduğu, Kureşî nisbesini Kureyş-
zîb, IV, 3 6 5 - 3 6 6 ; XI, 9 8 ; Bedrân, Tehzîbü
bebiyle aldığı, diğer bazı kaynaklarda ise
(Ben-
nâ), II, 5 2 9 - 5 3 0 ; III, 3 9 1 ; VI, 119; İbn Hacer, el-
aslen Medineli ve Benî Kurayza kabileliler'den birinin himayesine girmesi se-
VII,
IV, 2 6 4 ; Dûlâbî,
rîhi Dımaşk, Vİİİ, 1 2 0 .
Tehzîbü't-Teh-
VI, 342-343; VVensinck, rn İli
7a-
el-Mu'cem,
M . YAŞAR KANDEMİR
213 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
EBÛ REYYE kurallara dayanan muhaddislere bıraktıklarını ileri sürmekte, araştırmaları sırasında Hz. Peygamberin -Kur'an'ın yazılmasında olduğu gibi- hadislerin yazılması için kâtipler görevlendirmediği gerçeğini farkettiğini söylemektedir.
EBÛ REYYE (1889-1970) Mısırlı yazar.
t
İ S Aralık 1889'da Kahire'de doğdu. Asıl adı Mahmûd'dur. Hayatı hakkında fazla bilgi bulunmamakla beraber Ezher Üniversitesi'nde öğrenim gördüğü, Reşîd Rızâ'nin kurduğu Medresetü'dda've ve'l-irşâd adlı iki yıllık enstitüyü bitirdiği, daha sonra Kahire'deki bazı yabancı okullarda görev aldığı bilinmektedir. İslâmî muhitlerde fazla tanınmamakla beraber 194S yılında er-Risâle dergisinin 633. sayısında yayımladığı "eiHadîsü'l-Muhammedi" adlı makalesiyle dikkatleri üzerine çekti. Onun önce bu makalede, daha sonra Edvâ 3 cale's-sünnetî'l-Muhammediyye adlı eserinde ortaya koyduğu hadis ve sünnete dair şüpheci fikirleriyle genel olarak sahâbe, özellikle de Ebû Hüreyre hakkındaki ithamlarına karşı yazılan reddiyeler kendisini meşhur etti. İddiaları üzerinde onunla görüşmek ve kaynaklarını birlikte değerlendirmek isteyen ilim adamlarıyla bir araya gelmekten genellikle kaçındı. 1958'e kadar Kahire'ye komşu olan Mansûre'de oturan Ebû Reyye, bu tarihten ölümüne kadar (11 Aralık 1970) Nil boyundaki Cîze'de yaşadı. Şiî müellif Seyyid Murtazâ er-Rezâvî'nin belirttiğine göre Ebû Reyye yazılarında Ehl-i beyt'i savunmuş, Hams ve mi'e sahâbî muhtelik adlı kitabın (Bağdad 1968) müellifi İraklı Şiî âlim Murtazâ el-Askerî'nin Hz. Âişe aleyhinde kaleme aldığı Ehâdîşü ümmi'l - mü" minîn z Â'işe adlı eserine mukaddime yazmış, kendisinin İmam Şâfiî ve Ebû Hanîfe'den daha âlim olduğunu iddia ederek dört mezhepten hiçbirine mensup olmadığını söylemiştir. Ayrıca Ebû Hüreyre'nin birçok hadis uydurduğunu ileri sürmüş ve şarkiyatçıların Ehl-i sünnet kitaplarında buldukları hurafelere ve İsrâiliyat'a dayanarak İslâmiyet'i kötüledikleri konusunda Rezâvî gibi düşündüğünü belirtmiştir (Seyyid Murtazâ er-Rezâvı, s. 292, 295). Sünnetin çelişkili ifadeler taşıdığını, râviler tarafından tahrif edildiğini, sahih diye adlandırılan hadislerin, hatta hasen rivayetlerin son derece az olduğunu, esasen sahihlik denen şeyin râvilerin iddiasından ibaret bulunduğunu, gerçek âlimlerin bu önemli konu ile uğraşmayı, son derece katı ve değişmez
Ebû Reyye'nin hadislerin güvenilir bir şekilde zamanımıza gelmediği kanaatine, ileri sürdüğünün aksine araştırmaları sonucunda varmadığını ve bu araştırmalarını hadisler etrafında birtakım şüpheler uyandırmak maksadıyla yaptığını gösteren önemli deliller vardır. Bunlardan biri, herhangi bir konuda eserlerinden nakiller yaptığı bazı âlimlerin o konuda kendisi gibi düşündükleri kanaatini uyandırmaya çalışmasıdır. Meselâ Hz. Ömer'in İbn Mes'ûd, Ebü'd-Derdâ ve Ebû Mûsâ el-Ensârî'yi çok hadis rivayet etmeleri sebebiyle hapsettiği yolunda1 ki rivayeti, Edvâ 5 ale's-sünneti'1-Muhammedîyye'nin ilk baskılarında İbn Hazm'in el-îhkâm'mdan nakletmiş ve bu rivayeti İbn Hazm'in da kabul ettiğini gösteren ifadeler kullanmıştır. Kendisine yazılan reddiyelerde, İbn Hazm'in bu haberi naklettikten sonra onu ağır ifadelerle tenkit ettiği, Hz. Ömer'in böyle bir şey yapmadığını ispatladığı belirtilince kitabın daha sonraki baskılarında, bu asılsız rivayeti onu tenkit etmeye gerek görmeden nakleden Zehebîden alıp kaydetmiş ve İbn Hazm'dan hiç söz etmemiştir. Peşin hükümlü olduğunu gösteren hususlardan biri de yaptığı nakilleri kanaatini doğrulayacak şekilde tahrif ederek almasıdır. Ebû Hüreyre'nin yalancı olduğunu ispat etmeye çalışırken sahâbîlerin de bu kanaati taşıdığını göstermek amacıyla el-Bidâye ve'n-nihâyeden (İbn Kesîr, VIII, 109), "Zübeyr b.Avvâm onun hadislerini duyunca 'doğru söyledi, yalan söyledi' dedi" cümlesini almış, kitabın Türkçe tercümesinde bu ifade, "Zübeyr onun hadislerini duydukça 'doğru söylemiş, yalan söylemiş' derdi" şeklinde daha ithamkâr şekilde çevrilmiştir. Halbuki rivayetin devamından anlaşılacağı üzere Zübeyr b. Avvâm'a oğlu Urve, "Doğru söyledi, yalan söyledi" ifadesiyle neyi kastettiğini sormuş, Zübeyr de Ebû Hüreyre'nin bu rivayetleri Hz. Peygamber'den duyduğu hususunda hiçbir şüphesi bulunmamakla beraber rivayetlerin bir kısmını yerli yerinde ifade ettiğini, bir kısmını ise yerli yerinde ifade edemediğini söylemiştir. Burada kullanılan "kezebe" sözünün yalanla itham anlamı taşımadığı, "yanıldı, hata etti"
mânasında kullanıldığı açıktır. Ebû Reyye, Ye'cûc ve Me'cûc'e dair bir rivayeti sebebiyle İbn Kesîr'in Ebû Hüreyre'yi tenkit ettiğini ileri sürerken de aynı yolu takip etmiştir. İbn Kesîr, Ebû Hüreyre'nin Kâ'b el-Ahbâr ile bir arada fazla bulunması sebebiyle bu haberi ondan rivayet etmiş olabileceğini söylemiş, Ebû Reyye onun bu sözünü iktibasla yetinerek ( Eduâ 3 cale s-sünneti'l-Muhammediyye, s. 208) İbn Kesîr! Ebû Hüreyre aleyhine kullanmak istemiştir. Halbuki İbn Kesîr devamında, bu rivayeti Ebû Hüreyre'den duyan bazı râvilerin onun hadis olduğunu zannedip Hz. Peygamber'e nisbet ettiklerini belirtmiş {Tefsîrü'l-Kur'ân, V, 194) ve Ebû Hüreyre'yi savunmuştur. Ebû Reyye'nin bazan da nakilde bulunduğu metindeki en önemli kelimeyi atlamak suretiyle istediği sonucu çıkarmaya çalıştığı görülmektedir. Nitekim Hz. Ömer'in, Kâ'b el-Ahbâr'ı eski milletlerle ilgili haberleri (el-hadîs ani'l-evvel) rivayet etmekten menettiğine dair cümlesinden "ani'l-evvel" ifadesini çıkarmış, böylece Kâ'b'm Hz. Ömer tarafından hadis rivayet etmekten tamamen alıkonulduğunu ileri sürmüştür {Edvâ' cale's-sünneti'l-Muhammediyye, s. 165). Ebû Reyye'nin Kâ'b el-Ahbâr'ı, İslâmiyet'i içeriden yıkmak maksadıyla Hz. Ömer devrinde kurulan ve öncelikle halifeyi şehid eden gizli teşkilâtın ileri gelen bir üyesi olarak göstermesinin de (a.g.e., s. 147-149) bir dayanağı yoktur (bk. KÂ'B el-AHBÂR).
Şahîh-i Buhârî ve Şahîh-i Müslim'de yer alan güvenilir rivayetleri uydurma oldukları iddiasıyla kıyasıya tenkit ederken, kendisinin kullandığı kaynaklarda bile başkaları tarafından uydurulup Ebû Hüreyre'ye nisbet edildiği açıkça belirtilmiş olan rivayetleri, Emevîler! ve özellikle Muâviye'yi desteklemek için Ebû Hüreyre'nin uydurduğunu ileri sürmesi, onun bu konularda ön yargılı oluşunun bir başka delilidir (İbnü'l-Cevzî, II, 16-22; Süyûtî, I, 417-421; Edvâ' ca.le's-sünneti'lMuhammediyye, s. 215). Eserleri. 1. Edvâ' 'ale's - sünneti'! - Muhammediyye ev diîâ z cani'l -hadîs (Kahire 1958, 1969; Sûr-Lübnan 1963). Sahâbe, hadis ve hadis rivayeti, mevzû hadisler, hadislerde İsrâiliyat ve mesîhiyat, Ebû Hüreyre'nin durumu, hadislerin tedvîni, hadis ilimleri, hadislerin kısımları, tanınmış hadis kitaplarının musannifleri, haber-i vâhidler gibi konuların ele alındığı eserin genel özelliği, hadisler ve muhaddisler hakkında Ehl-i sünnet âlimlerinin kanaatlerinin aksine görüşler ile-
214 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
EBÛ RÎDE ri sürerek şüphe uyandırmak ve onlara
Reyye'nin ayrıca, bir kısmı yayımlanma-
çalışan Ebû Rîde 1936 yılında felsefe bö-
güveni sarsmaktır. İslâm âlimleri, Ebû
yan cAlî ve mâ lâkahu
lümüne asistan tayin edildi. 1937'de dok-
Reyye'nin bu kitabını tenkit maksadıyla çeşitli eserler kaleme almışlardır. Bunlar arasında A b d u r r a h m a n b. Yahyâ el-
el-Envârü'l-kâc şife limâ fî kitâbi Edvâ 5 ale's-sünneti'!-Muhammediyye mine'z-zelel ve'ttadlîl ve'l-mücâzefe (Kahire 1378/ 1958), Muhammed Abdürrezzâk Hamza'nın Zulümâtü Ebî Reyye emâme Edvâ'i'ssünneti'l-Muhammediyye (Kahire 1379/ 1959), M u h a m m e d Ebû Şehbe'nin Difâ c c ani's-sünne ve reddü şübehi'l-müsteşrikin ve küttâbi'l-mu'âşırîn (Kahire 1387/1967) adlı eserleri zikredilebilir. Ebû Reyye kitabını Mısır Kültür Bakanlığfnın isteği üzerine Kışşatü'l-hadîşi'lMuhammedî adıyla özetlemiş, fakat Ezher âlimlerinden M u h a m m e d Ebû Zehre'nin eserde İslâm dinine aykırı hususlar b u l u n d u ğ u n u belirtmesi üzerine basımı engellenmiştir (Seyyid Murtazâ erRezâvî, s. 306). Kitabın Muharrem Tan tarafından Muhammedi Sünnetin Aydınlatılması (1988) adıyla yapılan Türkçe tercümesinde müellifin fikrî silsilesine uyulmadığı, keyfî t a k d i m ve tehirler yapıldığı, h a t t a bir kısım yerlerin tercüm e edilmediği görülmektedir. 2. Şeyhu'lmadîre Ebû Hüreyre (Kahire, ts.). Bu eser, Şiî âlim Abdülhüseyin Şerefeddin el-Mûsevî'nin Ebû Hüreyre (Beyrut 1397/ 1977) adlı kitabının bir kopyasından ibarettir, Her iki yazarın da Ebû Hüreyre'ye dair doğru bilgi vermek yerine her fırsatta onu, Emevîler ve özellikle Muâviye lehinde hadis uyduran bir yalancı olduğunu ileri sürerek k ü ç ü k düşürmeyi hedef aldıkları görülmektedir. Ebû Reyye'nin yukarıda adı geçen kitabına yazılan reddiyelerde bu eserin muhtevası tenkit edilmekle beraber onun için müstakil reddiyeler de kaleme alınmıştır (bk. EBÜ HÜREYRE). 3. Dînullâhi vâhid calâ elsineti cemî ci'r-rusül (Kahire 1963, genişletilmiş 2. bs. 1970). Yayımlandığı z a m a n İslâmî çevrelerin tepkisine yol açan eserde, Ehl-i kitap diye adlandırılan yahudi ve hıristiyanların kâfir ve m ü ş r i k sayılmaması gerektiği, Yahudilik, Hıristiyanlık ve Müslümanlık ile diğer b ü t ü n dinlerin esasının bir olduğu görüşü savunulmaktadır. 4. Cemâlüddîn el-Efğânî (Kahire 1980). Efgânî'nin ıslahatçılığını ortaya koymak amacıyla kaleme alınmıştır. Müellifin, Efgânî hakkında Şayhatü Cemâliddîn el-Efğânî adlı bir eser daha yazdığı belirtilmektedir (Seyyid Murtazâ er-Rezâvî, s. 289). Ebû Muallimî el-Yemânî'nin
min aşhâbi Resûlillâh, es-Seyyid el-Bedevî, Hayâtü'l-kurâ, Resâ'ilü'r-Râfi'î a dil kitapları kaleme aldığı zikredilmektedir [a.g.e„ s. 289). BİBLİYOGRAFYA: M a h m û d Ebû Reyye, Edvâ'
' ale's - sünneti'I-
Beyrut, ts. (Müessesetü'l-A'le-
Muhammediyye,
m î İi'l-matbûât), s. 54, 147-149, 165, 194-224; İbnü'l-Cevzî,
el-Mevzü'ât
(nşr.
Abdurrahman
M u h a m m e d O s m a n ) , Medine 1386/1966, II, 162 2 ; İbn Kesîr, Tefsîrul-Kur'ân,
el-Bidâye,
V, 194; a.mlf.,
VIII, 109; Süyûtî, el-Le* Kahire,
fi'l-ehâdîşi'l-mevzua,
âli'l-maşnü'a ts.
(Mektebe-
tu t-Ticâriyyeti'l-kübrâ), I, 4 1 7 - 4 2 1 ; Zekeriyyâ Ali Yûsuf, Difâ'
' ani'l-hadîsi'n-nebevî,
Kahire
1972, s. 117-131; Seyyid Murtazâ
er-Rezâvî,
Ma a ricâli'l-fikr
Kahire 1394/1974,
fi'l-Kahire,
s. 288-307; Mustafa es-Sibâî, es-Sünne
kânetühâ
'an Ebî Hüreyre,
Abdurrahman
rü'l-kâşife
el-Muallimî,
ğı yaptı; burada başarılı çalışmalarıyla
el-Envâ-
'ale's-sünneti'l-
şarı olarak gönderildi. 1949'da Madrid'de kurulan el-Ma'hedü'l-Mısrî li'd-dirâsâti'l-İslâmiyye'nin ilk m ü d ü r ü oldu. Ka-
ve't-tadlîl
(trc. M e h m e t Görmez —
M e h m e t E m i n Özafşar), Ankara 1990; Ali Mepenseur
musulman
â l'heure
de
l ' c e c u m e n i s m e ; M a h m û d A b û R a y y a (18891970)",
kendini gösterdi. Tâhâ Hüseyin'in tavsiyesiyle İspanya'ya Mısır kültür müste-
ve'l-
mine'z-zelel
Şehbe, Hadis Müdafaası rad, " U n
Ebû Rîde 1946-1949 yılları arasında
1398/
Beyrut 1 4 0 2 / 1 9 8 1 ;
Edvâ*
b. Seyyâr en-Nazzâm ve ârâ'ühü'l-kelâmiyye el-felsefiyye başlıklı yüksek lisans tezini tamamladıktan sonra 1939'da doktora için tekrar Paris'e gitti. Ancak II. Dünya Savaşînın gerginlikleri orada kalmasına imkân vermedi. 1940'ta İsviçre'nin Basel şehrine geçti; Gazzâlî'nin Yunan kaynaklı felsefeye yönelttiği eleştirileri inceleyen doktora çalışmasını 194S yılında Almanca olarak burada t a m a m l a d ı .
Beyrut 1 4 0 3 / 1 9 8 3 ; M u h a m m e d Ebû
Muhammediyye mücâzefe,
b. Yahyâ
li• mâ fî kitâbi
ladığı İbrâhîm
mezun olduğu fakültede felsefe hocalı-
1978, s. 2 9 1 - 3 6 2 ; Abdülmün'im Sâlih Ali elİzzî, Difâ'
se de ertesi yıl ülkesine döndü. Mustafa Abdürrâzık'ın danışmanlığında hazır-
ve me-
Dımaşk
fi't-teşrî'i'l-İslâmî,
tora yapması için Fransa'ya gönderildiy-
Islamochristiana,
IV, Roma
1978,
s.
151-163; Sabahattin Yıldırım, " E b û R e y y e v e M u h a m m e d i Sünnetin Aydınlatılması",
Kitap
hire Üniversitesi'ndeki görevini sürdürürken 1957'de üniversite tarafından ilm î çalışmalarda b u l u n m a k üzere Libya'ya gönderildi. Bingazi
Üniversitesi'nin
felsefe b ö l ü m ü n ü kurdu; 1957-1962 yılları arasında bu b ö l ü m ü n
başkanlığını
sy. 54, İstanbul 1991, s. 5 6 - 5 9 ; Meh-
yaptı. Daha sonra Mısır'a dönen Ebû Rî-
m e t Emin Özafşar — M e h m e t Görmez, " E b u
de, İslâm felsefesi alanındaki çalışmala-
Dergisi,
R e y y e v e K i t a b ı Ü z e r i n e " , İslâmî
Araştırma-
lar, V / l , Ankara 1991, s. 63-72; Zekeriya Güler, " E b û R e y y e ' n i n A d v â ale's-sünne
viyye Sü
en-Nebe-
birlikte Aynişems Üniversitesi Edebiyat
A d l ı Eseri Ü z e r i n e Bir D e ğ e r l e n d i r m e " ,
Fakültesi'nde felsefe profesörü olarak
IV, Konya 1991,
çalışmaya başladı. 1963-1966 yıllarında
İlâhiyat
Fakültesi
Dergisi,
s. 187-201. S
rıyla tanınan A b d u r r a h m a n Bedevî ile
aynı fakültede idarî görevlerde bulun-
N Û R E D D İ N ITR — M . Y A Ş A R K A N D E M İ R
du. Ardından Küveyt Üniversitesi'ne gidip burada kurulmasına yardımcı olduğu felsefe bölümünde yirmi yılı aşkın bir
F
n
EBÛ RİDE
süre hocalık yaptı. Emekliye ayrılınca Mı-
( »-4 j j ; ' )
sır'ın Zekizik muhafazasına dönerek eği-
Muhammed Abdülhâdî Ebû Rîde
t i m faaliyetlerine devam eden Ebû Rî-
(1909-1991)
de, 10 Kasım 1991 tarihinde İsviçre'de katıldığı bir toplantı sırasında öldü.
İslâm felsefesi ve kelâmı hakkındaki çalışmalarıyla tanınan Mısırlı âlim. L
Ebû Rîde'nin yetişmesinde m ü s l ü m a n ve Batılı meşhur ilim adamlarının önemli J
rolü olmuştur. Üniversite yıllarında Mansûr Fehmî, Tantâvî Cevheri, Mustafa Ab-
23 Kasım 1909'da Sînâ yarımadasının
dürrâzık, AndrĞ Lalande, Paul
Eliezer
kuzeyinde bulunan Arîş'te doğdu. Ba-
Kraus gibi âlimlerden ders okumuş; Fran-
bası Şeyh İbrâhim Ebû Rîde, Şarkiye mu-
sa'da Emile Brehier, Etiânne Gilson, Louis
hafazasının Bilbîs merkezine bağlı Adli-
Massignon, Van den Bergh gibi ünlü ki-
ye kasabasındandır. Ebû R î d e Kur'ân-ı
şiler kendisine hocalık etmiştir. İyi dere-
Kerîm'i ezberledikten sonra ilkokula gir-
cede Almanca, İngilizce, Fransızca, Fars-
di. 1930'da orta öğrenimini t a m a m l a d ı ;
ça, İspanyolca, Latince ve Türkçe bilen
ardından Kahire'ye gidip Câmiatü Fuâ-
Ebû Rîde Grekçe ve İbrânîce'yi de anlı-
di'l-evvel Külliyyetü'l-âdâb
yordu. Bu özelliğiyle Arapça konuşulan
Kısmü'l-fel-
sefe'ye girdi. 1934'te buradan m e z u n
ülkelerde İslâm felsefesi ve kelâm araş-
oldu. Kısa bir süre üniversite idaresinde
tırmalarının ciddi m â n a d a
öncülüğünü
215 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
EBÛ RÎDE y u m u ' n a tebliğ olarak sunulan "el-Üm-
yapmıştır. Endonezya'dan Japonya'ya ka-
de objektif realiteye uygulanmak için
dar doğu ve batıdaki birçok ilim mer-
mevcuttur. Böylece gelişmekte olan il-
metüT-İslâmiyye: vahdetühâ ve vasa-
kezinde konferans, sempozyum vb. ilmî
min objektif verileriyle uygunluk sağ-
tıyyetühâ", el-Cem'iyyetü'l-felsefiyyetü'l-
faaliyetlere katildi; misafir profesör ola-
landığı gibi ilmin önüne yeni ufuklar da
Mısriyye'nin Haziran 1991'de Ezher Üni-
rak ders verdi.
açılmış olacaktır. Bilgi teorisi konusun-
versitesi Usûlüddin Fakültesi'nde düzen-
Ferdî hayatında tasavvuf ve zühd yo-
da, duyu ve akla dayalı kesbî bilgi ile le-
lediği kongreye sunulan "Hıtatün muk-
lunu benimseyen Ebû Rîde'nin araştır-
dünnî bilgi (vahiy, ilham, keşf gibi) ayırı-
teraha li-tecdîdi
malarına yön veren ana fikirler, onun
mına giden Ebû Rîde, sadece akla ve du-
yımlanmamış bir araştırma olan "Terbi-
kısmen Mu'tezilî yaklaşımları da benim-
yulara dayanılarak eşyanın gerçeğine ula-
yetü'l-'akl ve'l-hulk
seme eğiliminde olan Eş'arî kişiliğinden
şılamayacağını, nebevi hakikatlerle ta-
rîm" gibi çalışmalarından başka İslâm
neşet etmiştir. Çok sayıdaki makalesin-
savvufî ilhamların kılavuzluğunun gerek-
düşüncesi, medeniyeti ve kültürüyle il-
den, telif kitaplarından, tercüme ve tah-
li olduğunu vurgulamıştır.
c
ilmi'l-kelâm" ve yafi'l-Kur'âni'l-Ke-
gili birçok tebliği ve çeşitli gazetelerde yayımlanmış seri makaleleri bulunmak-
önsözlerden,
Allah'ın her şeyi yaratmış olması ve
tercüme ettiği eserlerde şarkiyatçıların
her şeye kadir bulunması m u t l a k an-
tadır.
fikirlerine d ü ş t ü ğ ü dipnotlarından onun
lamda bir cebir fikrine götürmez. Çün-
benimsediği ana fikirleri derlemek müm-
kü Kur'an'daki birçok ifadeden Allah'ın
kündür.
eşyada çeşitli tabiat, meleke, kudret ve
B) Tahkikleri. 1. Resâ'ilü'l-Kindî elfelseîiyye (I-II, Kahire 1950-1953). Süleymaniye Kütüphanesi'nde bulunan (Ayasofya, nr, 4832) Kindî'ye ait risalelerden, doğrudan felsefeyle ilgili olan on dört risâleyi I. cilt olarak bir arada yayımlayan Ebû Rîde m e t n e gerekli müdahalelerde bulunmuş, açıklayıcı dipnotlar koymuş, her risâleye yazdığı m u k a d d i m e d e o risâlenin mahiyet ve muhtevasıyla ilgili özet bilgi vermiştir. Ayrıca risâlelerin baş tarafına Kindî'nin felsefî sistemini içeren bir çalışma eklemiştir. Ebû Rîde'nin bu çalışması Kindi hakkında yapılan en kapsamlı ve en başarılı çalışma sayılır. M a h m u t Kaya bu on d ö r t risâleyi Türkçeye çevirerek Felsefî Risaleler adıyla yayımlamıştır (İstanbul 1994). Daha çok tabiat ilimleri alanına giren on bir risâleyi II. cilt olarak yayımlayan Ebû Rîde, I. ciltteki gibi m e t n e yaptığı gerekli müdahalelerle, dip notu ve mukaddimelerle okuyucunun metinlere daha kolay nüfuz etmesini sağlamıştır. 2. Ebû Reşîd en-Nîsâbûrî, Dîvânü'l-uşûl (Kahire 1969). 3. İbnü'l-Heysem, Makale 'an-Şemerâti'l-hikme (Kahire 1991). 4. Bâkıllânî, et-Temhîd (Kahire 1366/ 1947, Muhammed Mahmûd el-Hudayrî ile birlikte).
kik çalışmalarına yazdığı
Temel yaklaşımı, aklın diliyle vahyin dilini t e k bir alanda uzlaştırma gayesine yönelik olan Ebû Rîde'ye göre aklın mantığı ile vahyin mantığı arasında bir iç barış vardır. Nitekim vahiy aklı muhatap a l m a k t a ; imanın sağlamlaşması, akidelerin savunulması ve dine ait müphem kalmış fikirlerin açıklanması da akıl-
kuvvetler yarattığı anlaşılmaktadır; insan da d ü ş ü n m e melekesini, seçme gücünü ve y a p m a kuvvetini haiz bir fıtrata sahip kılınmıştır. Fıtrat ve tabiata dayalı güçler ilâhî tedbirin kapsamı dışında değildir; zira onlar bu tedbir sayesinde mevcuttur. Ebû Rîde, ahlâk ve siyasetin Kur'an'ın ilkeleriyle
la m ü m k ü n olmaktadır.
temellendirilmesi
gerektiği
düşüncesindedir. Gerek eski Yunan ahEbû Rîde İslâm'ın kendisiyle, İslâm
lâkının iffet, şecaat, hikmet ve adalet-
hakkında ileri sürülen ve onun özüne uy-
ten oluşan dört temel fazilet sistemi,
gunluğu yeterince ispatlanmamış olan
gerekse sevgi motifini esas alan hıristi-
fikirleri İslâm'la özdeşleştirmenin yanlış
yan ahlâkı, b ü t ü n bu değerleri kuşatan
olduğu görüşündedir. Dolayısıyla İslâm'ın
İslâm'ın ortaya koyduğu zengin muhteva-
kendisini, İslâm kültürü ile gayri İslâmî
lı nazarî ve amelî ahlâk anlayışı yanında
kültürden ayırt e t m e k gerekir. Ebû Rî-
sönük kalır. Öte yandan siyaset hayatı
de, m ü s l ü m a n düşünürlerin kendilerin-
da Kur'an'ın ö n g ö r d ü ğ ü eşitlik, adalet
den önceki kültürlerden etkilendiklerini
ve şûra ilkelerine dayanmalıdır. Kur'an'ın
inkâr e t m e m e k l e birlikte tevarüs edilen
toplum ve siyaset hayatını düzenleyen
birikimin İslâm'a has bir kültür pota-
ilkeleri
sında eritilerek yepyeni bir şekil aldığı-
müslümanların
nı ve müslümanların malı haline geldi-
yararına olacak evrensel ölçülere ulaşı-
ğini savunmuştur. Zira İslâm devleti çe-
lacaktır. Çünkü hak ve adaletin kaynağı
şitli kültür, ilim, din ve felsefelere sa-
ilâhîdir ve b ü t ü n insanlar içindir.
hip
toplulukları
bünyesinde
barındır-
maktaydı; m ü s l ü m a n l a r da bu kesimlerle tabii olarak ilişki kurmuşlardır. Felsefî düşünce, İslâm'ın kendisiyle onun coğrafyasında yer alan öteki kültür unsurlarının çatışma ve uzlaşmasının bir sonucudur. Ancak Ebû Rîde, dış etkiler konusunun abartılarak
müslümanların
her şeyi dışarıdan aldıkları, kendilerine has hiçbir şeyi başaramadıkları şeklindeki yaklaşıma şiddetle karşı çıkmıştır. Ona göre Kur'ân-ı Kerîm, ilimlerin ve felsefî düşüncenin alanına giren her şey hakkında işaretler sunmaktadır. Kur'an metnini tarihî kıssalardan ibaret görmek veya bu metnin tarihî olduğunu ileri sür-
hayata
geçirildiğinde değil b ü t ü n
yalnızca insanlığın
Eserleri. A) Telif Eserleri. 1. Min Şüyûhi'l-Mu'tezile İbrâhîm b. S e y y a r enNazzâm ve ârâ'ühü'l-kelâmiyye elfelsefiyye (Kahire 1946, 1989). Müellif, kitabın ilk neşrinden sonra geçen kırk üç yıl içinde yapılan yeni araştırmaları, yayımlanan eserleri dikkate alarak çalışmasını gözden geçirmiş ve kitabını geliştirerek ikinci baskısını yapmıştır. 2. el'İlm vei-ma'rife (Kahire, ts.). İslâm düşüncesinin temel meseleleriyle ilgili kavram ve tariflerin yer aldığı makalelerden oluşan bir eserdir. 3. M a z m û n ü ' l Kur'âni'l-Kerîm fî kadâya'l-îmân ve'nnübüvve ve'l-ahlâk ve'l-kevn (Küveyt 1992).
m e k yanlıştır. Genel kavram ve hüküm-
Ebû Rîde'nin, Ağustos 1988'de Ce-
ler ihtiva eden Kur'an metni her devir-
zayir'de XXII. İslâm Düşüncesi Sempoz-
C) Tercümeleri. 1. Târîhu'1-felsefe fi'ltslâm (Beyrut 1981). Hollandalı şarkiyatçı T. J. de Boer'e ait eserin geniş dipnotlarla bir tercümesidir. Kitabın günümüze kadar beş baskısı yapılmıştır. 2. Mezhebü'z-zerre 'inde'l-müslimîn (Kahire 1946). Salomon Pinâs'in İslâm bilim ve düşüncesinde atom fikrinin kaynakları üzerine bir araştırmasının tercümesidir. 3. el-Hadâretü'l-İslâmiyye îi'l-karni'rrâbi c el-hicrî (Kahire 1957). Adam Mez'in İslâm bilim ve medeniyeti üzerine yazdığı eserin tercümesi olup g ü n ü m ü z e kadar üç baskısı yapılmıştır. 4. Târîhu'ddüveli'l -'Arabiyye min zuhûri'l - İslâm ilâ nihâyeti'd-devleti'1-Ümeviyye (Ka-
216 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
EBÛ RİGÂL ken, "Onun mezarını Ebû Rigâl'in meza-
hire 1958). J. VVellhausen'dan tercümedir.
med b. Hanbel'in eserlerinde yer almak-
S. Vichetü'l-İslâm,
nazaruhû
ta, diğer güvenilir kaynaklarda başka bir
rı gibi lânet ve nefretle taşlayın" demiş-
kâti'l-hadîse
âlemi'1-İslâmî
(Ka-
rivayeti bulunmamaktadır. Kendisinden
tir. Bu sözler, onun mezarının öiümün-
hire, ts.). H. A. R. Gibb, L. Massignon ve
Sile b. Eşyem, İbn Şîrîn ve Humeyd b. Hi-
den 150 yıl sonra hâlâ taşlandığını gös-
diğer bazı şarkiyatçıların İslâm dünya-
lâl rivayette bulunmuşlardır.
termektedir. Ebû Rigâl'in kendi kabile-
fi'1
fi'l-hare-
arasın-
lerine m e n s u p olmasından dolayı Sakîf-
na dayanan makalelerinin tercümesin-
da adı geçen Ebû Rifâa 4 4 (664) yılın-
liler'in utanç duydukları Hassân b. Sâ-
den ibarettir.
da A b d u r r a h m a n b. Semüre kumanda-
bit'in bir şiirinden anlaşılmaktadır (İA,
sındaki orduya katılarak Sicistan'a git-
VIII, 446).
sında yeni ortaya çıkan olayların yorumu-
BİBLİYOGRAFYA: M. Abdülhâdî Ebû Rîde, " e l - Ü m m e t ü ' I - İ s l â -
miyye: vahdetühâ ve vasatıyyetühâ" (1988 de Cezayir'de düzenlenen XXII. İslâm Düşüncesi Sempozyumu'na tebliğ olarak sunulmuştur); a.mlf., " H ı t a t ü n m u k t e r a h a l i - t e c d î d i
'ilmi'l-
kelâm" (1991'de Ezher Üniversitesi Usûlüddin Fakültesi'nde düzenlenen kongreye tebliğ
Basra'ya yerleşen sahâbîler
ti.
fi'l-
Islâm (trc. M. Abdülhâdî Ebû Rîde), Beyrut 1981, mütercimin notları (maddenin yazımın-
da, müellifin hocası ve yakın dostu olan Ebû Rîde ile sohbetleri sırasında hayatı ve düşünceleri hakkında tuttuğu özel notlardan da faydalanılmıştır). r—ı IFFLU
FAYSAL B E D I R A V N
Kâbil
kuşattığı
faa maksadı güden başka bir rivayete göre Ebû Rigâl, Sâlih peygamber tara-
nin Beyhak'ta olduğunu söyleyenler de
fından zekât t o p l a m a k üzere Mekke'ye
vardır.
gönderilmiş, ancak Mekke halkına yaptığı zulüm ve haksızlıklar yüzünden Sa-
BİBLİYOGRAFYA: V, 8 0 ; Müslim, " C u m ' a " , 60; Ne-
kîf (Kasî b. Münebbih) tarafından öldürül-
sâî, "Zînet", 122; İbn Sa'd, et-Tabakât, VII, 68-
müştür. Kötü niyetle uydurulduğu söy-
Müsned,
7 0 ; Buhârî, et-Târîhu'l-kebîr,
el-Künâ
ue'l-esmâ',
II, 151; Dûlâbî,
Haydarâbâd 1322 — Bey-
rut 1 4 0 2 / 1 9 8 3 , s. 2 9 ; İbn Ebû Hâtim,
ue't-ta'dîl,
el-Cerh
II, 4 4 0 ; İbn Abdülber, el-Istî'âb,
6 7 ; İbnü'l-Esîr, Üsdü'l-ğâbe
IV,
(Bennâ), I, 255-
2 5 6 ; VI, 110-111; Zehebî,
A'lâmü'n-nübelâ',
III, 1 4 - 1 5 ; İbn Hacer, el-İşâbe,
IV, 7 0 ; a.mlf.,
r
Adının Abdullah b. Hâris b. Esed, ba-
j )
(ö. 570 [?])
^
X, 97). Diğer bir rivayette ise Ebû
Rigâl'in
Semûd kavmine m e n s u p olduğu, onladerilen Hz. Sâlih'e inanmadıkları için Allah tarafından helâk edildikleri, Ebû Rigâl'in o sırada Mekke'de Allah'ın hare-
EBU RİGÂL ( J^
Sahâbî.
lenen bazı rivayetlerde Sakîf ile Ebû Rigâl aynı kişi olarak gösterilmektedir (İA,
rın kendilerine peygamber olarak gön-
XII, 96. A L I OSMAN KOÇKUZU
Ebû Rifâa Temîm b. Esîd b. Adî el-Adevî (ö. 4 4 / 6 6 4 )
müda-
ri tarafından şehid edildi. Onun kabri-
E B Û RÎFÂA ( at 1 4 , )
İbn Kuteybe ve Mes'ûdî gibi bazı ta-
ne çıktı ve bu sırada d ü ş m a n askerle-
Tehzîbü't-Tehzîb,
L
Kalesi'ni
rihçilerin kaydettiği, Sakîfliler'i
olarak sunulmuştur); Kindî, Resâ'il (nşr. M. Abdülhâdî Ebû Rîde), Kahire 1950-53, nâşirin girişi, I, 1 - 8 0 ; T. J. De Boer, Târîhu'l-felsefe
Ordunun
günlerde bir askerî birlikle gece keşfi-
Kâbe'yi yıkmak üzere çıktığı sefer sırasında Ebrehe'ye kılavuzluk eden Tâifli.
m i n d e bulunduğu için söz konusu felâketten kurtulduğu, ancak
Mekke'den
ayrıldıktan kısa bir süre sonra onun da öldüğü ifade edilmektedir (Taberî, Târîh, I, 231-232). Hz. Peygamber, Tebük Gazvesi sırasında Hicr'den geçerken asha-
ba adinin Esed, Üseyd veya Nüzeyr ol-
bına S e m û d kavminin başına gelen bu
d u ğ u da zikredilmektedir. Benî Adî ka-
Kaynaklarda hayatı hakkında bilgi bu-
felâketi anlatmış ve onlara buradan su
bilesinden olup Mudarî nisbesiyle de anı-
lunmamaktadır. Adı, nesebi ve menşei-
almamalarını emretmiştir {Tecrid Terce-
mesi, IX, 135).
lan Ebû Rifâa'nın hangi tarihte müslü-
ne dair farklı rivayetler vardır. Hatta ba-
m a n olduğu bilinmemekle beraber Hz.
zı araştırmacılar tarafından efsanevî bir
Peygamber'den İslâmiyet hakkında ilk
kişi olarak gösterilmektedir (iA, IV, 44;
bilgileri almasıyla ilgili olay dikkat çeki-
El 2 |İng.j, 1, 144). Bir rivayete göre, Ebre-
cidir. Bizzat anlattığına göre bir g ü n Re-
he Kâbe'yi y ı k m a k için çıktığı sefer es-
sûlullah minberde konuşurken Mescid-i
nasında Tâif'e varınca Sakîf kabilesinin
Nebevî'ye giren Ebû Rifâa Resûl-i Ek-
ileri gelenleri, reisleri Mes'ûd b. Muattib
rem'e hitaben, "Dini hakkında hiçbir şey
ile beraber kendisini karşılayarak emri-
mi'u'l-beyân,
bilmeyen garip bir a d a m geldi-, dinini
ne â m â d e olduklarını, Lât Mâbedi'ne do-
zeheb
sorup ö ğ r e n m e k istiyor" dedi. Hz. Pey-
kunmadığı takdirde erzak ve rehber ve-
mü'l-büldân,
g a m b e r konuşmasını keserek minber-
receklerini söylediler. Ebrehe'nin bu tek-
den indi ve Ebû Rifâa'nın yanına gele-
lifi kabul etmesi üzerine Ebû Rigâl'i reh-
27, I, 3 4 0 - 3 4 1 ; Cevâd Ali, el-Mufaşşal,
rek ona İslâmiyet hakkında bilgi verdi.
ber olarak görevlendirdiler. Ebû Rigâl on-
Hamîdullah, İslâm
Sonra tekrar minbere çıktı ve konuşma-
ları Mekke yakınlarındaki M u g a m m e s ' e
Bu rivayetler daha sonra birbirine karıştırılmış ve farklı şekiller almıştır. BİBLİYOGRAFYA: " r ğ l " m d . ; İbn Hişâm,
Tâcul-'arüs,
I, 149; Ezrakî, Ahbâru
es-Sîre,
(Melhas), I, 142-
Mekke
143; İbn Kuteybe, el-Ma'ârif,
s. 9 1 ; Taberî, Tâ-
rîh (Ebü'1-Fazl), I, 230-232; II, 132; a.mlf., CâXXX, 194; Mes'ûdî,
Mürücü'z-
( A b d ü l h a m î d ) , II, 7 8 - 7 9 ; Yâküt,
4 4 3 ; Tecrid
Mu'ce-
V, 161; İbnü'l-Esîr. el-Kâmil,
Tercemesi,
I,
IX, 135; L. Caetani, İs-
lâm Tarihi (trc. Hüseyin Cahid), İstanbul 1924I, 5 1 3 ;
I, 518-519; Sey-
Peygamberi,
yid Abdülazîz Sâlim, Târîhu'l-'Arab
kable'l-İs-
lâm, İskenderiye, ts. (Dâru Lübnan), s. 140; Nâ-
sını t a m a m l a d ı (Müslim, "Cum'a", 60).
kadar g ö t ü r d ü ve burada aniden öldü.
diye Hüsnî Sakr, et-Tâ'if
Ebû Rifâa, Bakara sûresini Hz. Peygam-
Araplar onun ö l ü m ü n ü ilâhî gazabın bir
şadri'l-İslâm,
ber'den öğrendikten sonra onu bir da-
tezahürü olarak yorumladılar ve bu ta-
ha unutmadığını söyler, gece boyunca
rihten itibaren bir hain nazarıyla baktık-
n a m a z kıldığı halde hiç yorgunluk his-
ları Ebû Rigâl'in mezarını taşlamayı ge-
Buhl, " M u g a m m e s " , a.e., VIII, 4 4 6 ; H. Lammens,
setmediğini belirtirdi.
lenek haline getirdiler. Emevîler devri-
" S a k î f " , a.e., X, 9 7 - 9 8 ; S. A. Bonebakker, " A b ü
Ebû Rifâa hakkında yukarıda zikredi-
nin meşhur şairlerinden Cerîr b. Atıy-
len rivayet sadece Müslim, Nesâî ve Ah-
ye (ö. 110/728 l?l) Ferezdak'ı hicveder-
Çağatay, İslâm
fi'l-'asri'l-câhilî
ue
Cidde 1 4 0 1 / 1 9 8 1 , s. 3 4 ; N e ş e t
ue
Cahiliye
Çağı, Ankara 1982, s. 23, 110; Ziriklî,
Öncesi
Arap
Tarihi
el-A'lâm
(Fethullah), V, 198; "Ebû Rigâl", İA, IV, 44; Fr.
Righâl", El 2 (İng.), I, 144-145. B
A H M E T LÜTFİ K A Z A N C I
217 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
EBÛ
RÜHM
F
EBÛ R Ü H M
^
( p*) y )
E B U SA I D B A H A D I R H A N (ö. 736/1335)
kir, Ebû Mûsâ el-Medînî ve Ebü'l-Ferec
Ebû Rühm Külsûm b. Husayn b. Hâlid (Utbe) el-Gıfârî ^
Nâsır es-Selâmî, Abdüikerîm b. Muhamm e d es-Sem'ânî, Ebü'l-Kâsım İbn Asâİbnü'l-Cevzî gibi tanınmış âlimler rivayette bulundular.
Sahâbî.
İlhanlı hükümdarı (1317-1335).
j
J
Talebesi Horasanlı m e ş h u r âlim Abdüikerîm es-Sem'ânî, kendisinden gü-
8 Zilkade 704'te (2 Haziran 1305) Ûcân'-
Hicretten sonra m ü s l ü m a n oldu. Bedir
venilir hadis hâfızı diye söz ettiği hocası
da doğdu. Uygur menşeli atabeği Emîr
Gazvesi'nde bulunamadı. Uhud, Hayber
Şahîh-i Müslim'i ezbere bildiğini ve talebelerine i m l â * ettiği hadisleri ezbere yazdırdığını belirtmekte, hac maksadıyla gittiği Mekke'de ve Medine'de kalabalık talebe gruplarına hadis yazdırırken kendisinin de orada b u l u n d u ğ u n u ve bu sırada ona müstemlî*lik ettiğini söylemektedir. Sem'ânî, hocasının kendisinden hadis yazdığını da zikretmektedir.
Sevinç'in nezaretinde 1313 yılında Ho-
ve Tebük gazvelerine katıldı. Bey'atürrıdvân'da da bulundu. Uhud
Gazvesi'nde
boğazından aldığı, Hz. Peygamber'in tükürüğü ile iyileşen bir ok yarası sebebiyle "boğazından yaralanmış" anlamına gelen "Menhûr" lakabıyla anıldı. Hz. Peygamber onu umretü'l-kazâ* ve Mekke'nin fethi sırasında Medine'de kendi yerine vekil bıraktı.
hakkında bilgi verirken onun
rasan valiliğine tayin edildi. Babası 01caytu Han'ın ö l ü m ü üzerine (1316) Emîr Sevinç tarafından başşehir Sultâniye'ye götürülerek h ü k ü m d a r ilân edildi (717/ 1317). Tahta çıktığında çocuk yaşta olması sebebiyle devlet bir süre Atabeg Sevinç tarafından yönetildi. Olcaytu Han devrinden beri devlet işleri eşit yetkilere sahip iki vezir tarafın-
Mensup olduğu Gıfâr kabilesinin Te-
Ebû Sa'd, on birinci hac yolculuğun-
dan yürütülüyordu. Alâü'd-dünyâ ve'd-
b ü k Gazvesi'ne büyük çapta katılmasını
dan dönerken 540 yılı Rebîülevvel ayın-
dîn lakabıyla anılan Ebû Saîd t a h t a çık-
sağlayan Ebû Rühm'ün vefat tarihi bilin-
da (Eylül 1145) Nihâvend'de vefat etti.
tığı z a m a n meşhur tarihçi Reşîdüddin
memektedir.
Cenazesi İsfahan'a götürülerek
orada
defnedildi.
BİBLİYOGRAFYA:
Fazlullah ile Tâceddin Ali Şah vezirlik görevinde idiler. Ancak bir süre sonra sul-
el-Edebü'l-müf-
Ebû Sa'd el-Bağdâdî, Selef âlimleri-
tanı etkisi altına alan Tâceddin Ali, Re-
red, Kahire 1388, II, 2 2 1 - 2 2 2 ; İbn Sa'd, et-Ta-
nin yolunda ve sünnete uygun tarzda
ş î d ü d d i n ! bertaraf ederek (1318) gücü-
yaşamaya gayret eden, insanlara iyilik
nü arttırdı ve devletin tek veziri oldu. As-
Müsned, bakât,
IV, 349-350; Buhârî,
IV, 2 4 4 - 2 4 5 ; Belâzürî, Ensâb,
Hibbân, Sahih,
1, 350; İbn
Beyrut 1407/1987, IX, 189-190;
Taberî, Târîh (Ebul-Fazl), III, 138; İbn İshak, es-
etmeyi seven, resmiyetten
hoşlanma-
kerî işlerse Melikü'l-ümerâ Emîr Çoban
Sîre, IX, 3 4 9 - 3 5 0 ; İbn Abdülber, el-lstfâb,
yan, mütevazi, güzel ahlâklı ve mütta-
b. Melikin elindeydi. Moğollar'ın Suldus
IV,
6 9 ; İbnü'l-Esîr, Üsdü'l-ğâbe
(Bennâ), IV, 4 9 3 ;
VI, 117; İbn Hacer, el-İşâbe,
IV, 7 0 - 7 1 ; Koksal,
İslâm
Tarihi
(Medine),'III, S
166; VIII, 190; IX,
M E H M E T A L İ SÖNMEZ
boyuna mensup olan Emîr Çoban'ın ataları Cengiz Han ve oğullarına sadakatle
mıştı. Bu zat, Selçuklu Sultanı Melik-
hizmet etmişlerdi.
şah'ın torunu Mes'ûd b. M u h a m m e d Tapar'ı
r
EBÛ S A ' D cl-BAĞDÂDÎ ( ^JİJliJI -üua JJİ )
Ebû Sa'd Ahmed b. Muhammed b. Ahmed el-Bağdâdî (ö. 540/1145) Hadis hâfızı.
L
J
doğdu. Vaazları ile m e ş h u r olan ve İbnü'l-Bağdadî diye tanınan babası Muh a m m e d B a ğ d a t ' t a n gelip buraya yerleşmiş bir âlimdi. İlk tahsilini İsfahan'da yaptı. Babasından başka şehrin ilegelen
muhaddislerinden
ziyarete
Ebû
Sa'd'ın
Ebü'l-Kâ-
san'ı istilâ ederek onun nâibi Yasavul'u
di. Sultan Mes'ûd onun vasıtasıyla Ebû
öldürttü (1317), ertesi yıl da Mâzende-
Sa'd'a 500 dinar gönderdiyse de o bu
ran'ı işgal etti. Bunun üzerine Celâyirli-
bir
ler'in atası Emîr Hüseyin kumandasın-
özelliği de Abdüikerîm es-Sem'ânî, İbn
da gönderilen İlhanlı kuvvetleri Yasâ-
Asâkir ve Ebû Mûsâ el-Medînî gibi âlim-
vur'u geri çekilmeye mecbur etti. Bu ara-
lere hocalık yapmış olan ablası Fâtıma
da
masıydı. BİBLİYOGRAFYA : İbnü'l-Cevzî, el-Muntazam, nü'l-Esîr, el-Kâmil, 1
nübelâ ',
A'lâmun-
Tezkiretü'l-huf-
fâz, IV, 1 2 8 4 - 1 2 8 6 ; a.mlf., Düuelü'l-İslâm
hire 1974, II, 5 7 ; Safedî, el-Vâfî, VII, 3 2 5 ; İbn
b. İbrâhim ve daha başka âlimlerden fay-
XII, 2 2 0 ; İ b n ü ' l - İ m â d , ŞezefTl IHI
K E M A L SANDIKÇI
E B Û S A Î D , Eflah b. A b d ü l v e h h â b (
j j gül JLx_ı
)
diği hadis âlimi ve zâhid Ebû Nasr ez-
(ö. 258/872)
Zeynebî'nin cenazesiyle karşılaştı. Budullah Mâlik el-Bâniyâsî gibi âlimlerden
Kuzey Afrika'da h ü k ü m süren Rüstemîler hânedanının hükümdarlarından
hadis rivayet etti. Kendisinden de İbn
(bk. RÜSTEMİLER).
rada Âsim b. Hasan el-Âsımî, Ebû Ab-
(nşr.
Fehîm M. Şeltût — M u h a m m e d İbrâhim), Ka-
rât, IV, 125.
de (479/1086), talebesi olmayı çok iste-
X, 116-117; İb-
XI, 107; Zehebî,
XX, 119-123; a.mlf.,
Kesîr, el-Bidâye,
gittiğin-
M e m l û k Sultanı
bint el-Bağdâdî gibi vaazlarıyla ünlü ol-
Mende, İbn Mâce el-Ebherî, Süleyman dalandı. On altı yaşına gelince tahsili-
Ebû Said Bahadır Han'ın gençliğini fırsat bilen Çağatay Prensi Yasâvur Hora-
maddî sıkıntı içinde olduğunu haber ver-
sım İbn Mende, kardeşi Ebû A m r İbn
ni ilerletmek üzere B a ğ d a t ' a
gittiğinde
parayı kabul etmedi. Ebû Sa'd'ın
Safer 4 6 3 ' t e (Kasım 1070) İsfahan'da
ri
ki bir âlimdi. B a ğ d a t ' t a b u l u n d u ğ u sırada bir tanıdığından 10 dinar borç al-
H
Ebû Said Bahadır Han adına 723 (13231 yılında Bağdat'ta basılmış altın sikke (İstanbul Arkeoloji Müzesi, Teşhir, nr. 2250)
218
Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
el-Melikü'n-Nâsır
EBÛ SAÎD el-BERDAÎ M u h a m m e d ' i n sevkettiği kuvvetler Do-
tanın haremine girmekle itham edilme-
BİBLİYOGRAFYA:
ğu Anadolu bölgesindeki bazı yerleri yağmaladığı gibi Altın Orda Hükümdarı Özbek Han da 1319 yılında Derbend'i ge-
si üzerine Ebû Said, Emîr Çoban'ın büt ü n akrabalarının yakalandıkları yerde hemen idam edilmelerini emretti. Bu du-
Aksarâyî, Müsâmeretü'l-ahbâr,
Abdullah b. Ali el-Kâşânî, Târîh-i Olcaytu,
çerek Şirvan'a girmiş, ancak Emîr Çoban kumandasındaki İlhanlı kuvvetleriyle Kür
rum karşısında Emîr Çoban, İlhanlı Devleti'nin düşmanı olan Çağatay Hanlığı'na
tü'l-Muhtaşar
nehri kıyısında yaptığı savaştan sonra Deşt-i Kıpçak'a geri d ö n m ü ş t ü . Emîr Çoban'ın bu sefer sırasında kaçan Moğol
sığınacağı yerde İlhanlı hakimiyetindeki Herat Emîri Gıyâseddin'e sığınınca Ebû Said'in emriyle 1327 yılında idam edildi;
t e v f î , Târîh-i Güzide
beylerini şiddetle cezalandırması üzerine Kurumşi ve İrencin Noyan liderliğin-
Ebû Said Han bu şekilde vesayet altında yaşamaktan kurtulmuş oldu.
tûta, er-Rihle,
Beyrut, ts., s. 2 2 7 - 2 3 1 ; İbn Ke-
sîr, el-Bidâye,
XIV, 93, 133, 135, 140, 173-174;
deki bir g r u p Moğol beyi onu ortadan kaldırmaya karar verdiler; Ebû Said'den Emîr Çoban'ı öldürtmesini veya kendile-
Bu tarihten itibaren daha rahat ve ba-
rine teslim etmesini istediler. Fakat sult a n onların bu isteklerini reddederek Emîr Çoban'ın yanında yer aldı. Kendisinin de katıldığı Miâne yakınlarındaki savaşta âsiler bozguna uğratıldı (20 Haziran 1319); bu savaşta gösterdiği kahramanlık sebebiyle sultana "Bahadır" unvanı verildi. Emîr Çoban savaştan sonra diğer muhaliflerini de bertaraf ederek ülkede m u t l a k bir otorite kurdu. M e m l û k Devleti ile yıllardan beri devam eden mücadeleye son veren antlaşm a da bu d ö n e m d e imzalanarak (1323) eski düşmanlık dostluğa dönüştürüldü. Altın Orda ve Çağatay hanlarından gelen tehlikeler bertaraf edildi ve böylece d o ğ u d a Gazne şehrine, kuzeyde Terek nehrine kadar uzanan topraklarda huzur ve güven sağlandı. Emîr Çoban'ın büyük oğlu Timurtaş Bey'in genel vali olarak bulunduğu Anadolu'da da İlhanlı hâkimiyeti daha güçlü hale getirildi. Nitekim daha önce dört beş t ü m e n Moğol askerinin mevcut old u ğ u Anadolu'da Timurtaş zamanında dokuz t ü m e n l i k bir Moğol askerî gücü vardı. Yıkılan Anadolu Selçuklu Devleti'nin yerine kurulan Türkmen beylikleri üzerindeki İlhanlı hâkimiyetini sağlamakla görevlendirilen Timurtaş, Anadolu'da bağımsız bir devlet k u r m a k için isyan etmişse de Emîr Çoban oğlunu ikna ederek sultanın huzuruna çıkartmış, bağışlanmasını sağlayıp tekrar eski görevine
ğımsız hareket eden Ebû Said Bahadır Han 13 Rebîülâhir 736'da (30 Kasım 1335)
s. 3 2 1 - 3 2 7 ; Tah-
ran 1969, s. 145-149; Ebü'l-Fidâ, Târîh, IV, 8384, 92-93, 99, 101-102; İbnüî-Verdî,
Tetimme-
(nşr. A h m e d Ri-
fî ahbâri'l-beşer
fat el-Bedrâvî), Beyrut 1389/1970, II, 444; Müs(Nevâî), s. 607, 609, 611-
6 1 2 ; a.mlf., hiüzhetü'l-kulûb
(Strange), s. 147,
282, 2 8 6 ; Safedî, el-Vâfî, X, 3 2 2 - 3 2 3 ; İbn Bat-
Ahmedî. İskendernâme
(nşr. İsmail Ünver), An-
kara 1983, vr. 63 b , 6 4 ° ; Enverî,
Düstûrnâme
(Medhal), s. 16; Zeki V e l i d î T o g a n , Umumi
Türk
Giriş, İstanbul 1946, s. 220-221; a.mlf.,
Tarihine
"Moğollar
Devrinde
Anadolu'nun
İktisadî
Karabağ'da öldü; cenazesi Sultâniye'ye götürülerek kendisi için yaptırmış olduğu türbede defnedildi. Sultanın, Dilşad
V a z i y e t i " , THTM, I (1931), s. 37-42; Spuler. İran
Hatun ile evlenerek kendisini ihmal etmesine içerleyen B a ğ d a t Hatun tarafın-
İmparatorluğu
s. 3 6 2 - 3 6 8 ; W. Barthold, "İlhanlılar D e v r i n d e
dan zehirlendiği söylenmektedir (İbn Bat-
Malî Vaziyet",
tûta, s. 2 3 0 ) .
a.mlf., "Ebû S a ' î d " , İA, IV, 4 5 - 4 6 ; Faruk Sü-
İlhanlı Devleti'nin son büyük hükümdarı olarak kabul edilen Ebû Said Bahadır Han şair, mûsikişinas ve aynı zamanda hattattı. İlim adamlarını ve edipleri himaye etmiş, bu sebeple şairler tarafından adına kasideler yazılmış ve eserler telif edilmiştir. Zamanında İran ve Azerbaycan'da birçok eser meydana getirilmiştir. Ebû Said bu yönüyle Azerbaycan ve Anadolu halkının gönlünü kazanmış, hatta ismi Azerbaycan'da d ö r t âdil sultandan biri olarak anılmıştır. Ayrıca babası Olcaytu Han zamanında devletin âdeta resmî mezhebi haline gelen Şiîliği terkederek Sünnîliği seçmiş, İslâmiyet'in yayılması için samimiyetle çalışmış, içki, k u m a r ve f u h u ş u yasaklamıştır. Vâris bırakmadan ö l ü m ü hânedan mensupları arasında kavgalara, devletin parçalanmasına ve yerini mahallî hânedanların
s. 135-141; M u s t a f a
Moğolları, Orda
Hanlığinın
Kuruluş
Kafalı,
ue Yükseliş
Altın
Deuirle-
ri, İstanbul 1976, s. 76; Rene Grousset,
Bozkır
(trc. Reşat Üzmen), İstanbul 1988,
THİTM, I (1931), s.
135-159;
mer, " A n a d o l u ' d a M o ğ o l l a r " , Selçuklu
tırmaları
Dergisi,
I, Ankara
Araş-
1969, s. 2 1 - 1 4 0 ;
Sheila S. Blair, " T h e C o i n s of t h e L a t e r I l k h a nids: A T y p o l o g i c a l Analysis", JESHO,
XXVI/3
(1983), s. 295-317; Stephen Albüm, " S t u d i e s in I l k h a n i d H i s t o r y a n d N u m i s m a t i c s , I. A te I l k h a n i d H o a r d
(743/1342)",
SİR,
La-
XIII/1
(1984), s. 57-60; P. Jackson, " A b ü S a ' ı d " , Elr., 1, 3 7 4 - 3 7 7 ; Enver
Konukçu, " B a ğ d a t H a t u n " ,
DİA, IV, 444.
|—ı İSİ
F
ABDÜLKADİR YUVALI
E B Û S A Î D el-BERDAÎ
(
^
- ^ y } )
Ebû Saîd Ahmed b. Hüseyn el-Üsrûşenî el-Berdaî (ö. 317/930) Hanefî fakihi.
^
Kaynaklarda hayatı hakkında yeterli bilgi yoktur. Azerbaycan'ın Berdea (Ber-
almasına sebep olmuştur.
zea) şehrinde doğdu. İsmâil b. H a m m â d
Şair A h m e d î Ebû Said Han hakkında, "Bû Saîd Şah ki ulu sultandı / Adı diller-
dığına dair bilgilerden hareketle 111. (IX.)
b. Ebû Hanîfe'den (ö. 212/827) ders al-
de Bahâdır Handı" der ( İskendernâme, vr. 63b) ve bu hanın zamanındaki aşk ma-
yüzyılın başında d o ğ d u ğ u
söylenebilir.
ceralarına işaret ederek İlhanlı Devleti'nin kadın yüzünden yıkıldığını söyler.
k â k er-Râzî, Ebû Sehl Mûsâ b. Nasr er-
Diğer hocaları arasında Ebû Ali ed-DekRâzî ve Ebü'l-Hasan Ali b. Mûsâ b. Nasr
iade ettirmişti. Ancak bir süre sonra Ebû Said Bahadır Han'ın, Emîr Çoban'ın kızı Bağdat Hatun'u kocası Şeyh Hasan b. Emîr Hüseyin'den boşatarak onunla evlenmesi Emîr Çoban ile aralarının açılmasına yol açtı. Güç dur u m d a kalan Çoban, Çağatay şehzadelerinden Tarmaşirin'in Horasan'a hücumunu bahane ederek sultandan Horasan'a sefer için izin istedi ve ayrıca bu fırsattan faydalanarak kendisine muhalif olan emîrleri de kontrol altına aldı. Fakat Çoban'ın oğullarından Dımaşk Hoca'nın sul-
Ebû Said Bahadır Han adına 719 (1319) yılında Bağdat'ta basılmış g ü m ü ş sikke (İstanbul Arkeoloji Müzesi. Teşhir, nr. 2 2 4 4 )
219 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
EBÛ SAÎD el-BERDAÎ er-Râzî gibi âlimler vardır. Kendisi de
( ^^^
b. A h m e d et-Taberî ve Ebû Tâhir MuDebbâs gibi büyük âlimler yetiştirdi. Çok titiz bir âlim olan Berdaî, nakledildiğine el-Câmi'u'l-kebîri-
ni 300-400 defa okuduğu halde talâk ve köle âzadı üzerine yapılan yeminlerle ilgili bir meseleyi anlayamamış, Berdea'-
. ; ^jî J
L
Tekke âdabını tesbit eden ve düzenlediği semâ meclislerinde okuduğu âşıkane rubâîlerle tanınan Horasanlı mutasavvıf.
sarkarak çile çıkardığı (çille-i ma'kûse), Kur'an okuduğu ve bu d u r u m d a namaz kıldığı (salât-ı maklube) rivayet edilir. Daha sonra tekrar Serahs'a giden Ebû Saîd bu çileli hayata Ebü'l-Fazl'ın yanında da devam etti. Ardından şeyhin tavsiyesine uyup Nîşâbur'a gitti. Burada İmâ-
J
da kendisine cevap verebilecek bir kimse bulamayınca da Bağdat'a kadar gitmişti. Daha sonra bazı fıkıh kaynaklarında ona atfen
"el-mes'eletü'l-Berda-
iyye" adıyla zikredilecek olan bu meselede kendisine t a t m i n k â r bir cevap veren Ebû Hâzim el-Kâdî'nin yanında dört yıl kadar kalarak ondan ders aldı. Berdaî, çıktığı hac yolculuğu sırasında Bağdat'tan
geçerken Dâvûd
ez-Zâhirî
ile fıkhî bir mesele üzerinde tartışarak ona karşı üstünlük sağladı. Zâhirîler'in hâkim olduklarını gördüğü Bağdat'a yerleşmeye karar vererek Hanefî mezhebinin güçlenmesi için uzun süre yoğun gayretler sarfetti ve çeşitli dersler okuttu. Devrinde Hanefî mezhebinin
İrak'taki
otoritelerinden biri haline gelen Berdaî'nin çeşitli görüşleri Hanefî fıkıh ve usûl-i fıkıh kitaplarında nakledilmiştir (meselâ bk. Serahsî, VII, 139; XII, 139; İbn Abdüşşekûr, II, 185-186). Ebû Saîd, hac için gittiği Mekke'de Kâbe'yi basıp birçok hacıyı katleden Karmatîler tarafından 10 Zilhicce 317 (14 Ocak 930) tarihinde öldürüldü. Akaidde Mu'tezile mezhebini benimseyen Berdaî'nin ilm-i hilafla ilgili Me-
sâ'ilü'l-hilâîadlı bir eseri vardır (Tunus Zeytûne Ktp., nr. eski 2302, yeni 1619). Bu eser, onun diğer mezheplerin görüşlerine d e vâkıf olduğunu göstermektedir. BİBLİYOGRAFYA: İbnü'n-Nedîm, el-Fihrist, Ali es-Saymerî, Ahbâru
s. 2 9 3 ; Hüseyin b.
Ebî Hanîfe
ve
ashâbih,
Haydarâbâd 1 3 9 4 / 1 9 7 4 , s. 159-160; Hatîb, Tâ-
rîhu
Bağdâd,
XIf
IV, 9 9 - 1 0 0 ; Şîrâzî,
Tabakâtü'l-
s. 147; Serahsî, el-Mebsut,
fukahâ',
c
139; Zehebî, el- İber,
VII, 139;
I, 4 7 4 - 4 7 5 ; Safedî,
el-Vâfî, IV, 3 3 3 - 3 3 4 ; Yâfiî, Mir'âtü'l-cenân bûrî), II, 2 7 4 ; Kureşî,
I, 163-166; II, 6 1 8 ; III, 5 2 2 ; Fâsî,
mîn,
III, 3 3 - 3 5 ;
Mu'tezile, zâhire,
(Cu-
el-Cevâhirul-mudıyye, el-'İkdü'ş-şe-
İbnü'l-Murtazâ,
s. 101; İbn Tağrîberdî,
111, 226; Taşköprizâde,
Tabakâtü'len-îiücûmü'zMiftâhus-sa'âde,
II, 2 5 8 - 2 6 0 ; T e m î m î , et-Tabakâtü's-seniyye, 3 4 1 - 3 4 2 ; İbn Abdüşşekûr,
II, 185-186; Leknevî, el-Fevâ'idil'l-behiyye, 19-21, 2 1 6 ; Brockelmann, GAL Suppl, Ziriklî, el-A'lâm
I,
Müsellemü'ş-şübût, s. 1, 2 9 3 ;
(Fethuilah), I, 114-115; Sezgin,
GAS, I, 4 3 9 ; A h m e t Özel, Hanefî Ankara 1990, s. 30, 32.
m LÜL
Fıkıh
Âlimleri,
CENGIZ KALLEK
ayaklarından
asarak, bazan da bir kuyuya baş aşağı
Ebû Saîd Fazlullâh b. Ebi'i-Hayr Ahmed b. Muhammed el-Meyhenî (ö. 440/1049)
h a m m e d b. M u h a m m e d b. Süfyân ed-
göre Şeybânî'nin
bazan bir ağaca kendini
E B Û SAÎD-i E B Ü ' 1 - H A Y R
Ebü'l-Hasan el-Kerhî, Ebû A m r A h m e d
mü'l-Haremeyn el-Cüveynî, Ebü'l-Kâsım el-Kuşeyrî gibi âlim ve mutasavvıflarla
1 Muharrem 357 (7 Aralık 967) tarihinde Horasan'da Serahs ile Ebîverd arasın-
tanıştı. Daha önce Serahs'ta Ebü'l -Fazl'-
da bulunan Havran bölgesinde Meyhene (Mehne) kasabasında doğdu. Babası
Saîd, Nîşâbur'da ünlü sûfî Ebû Abdur-
Ebü'l-Hayr A h m e d sûfîlerin dostu olan ve semâ meclislerine devam eden bir attardı. Çocukluğunu Meyhene'de geçi-
Bazı rivayetlere göre irşad faaliyetine başlamadan Meyhene'ye dönerek bura-
ren Ebû Saîd babasıyla birlikte gittiği semâ meclislerinde tasavvufu tanıdı. Mutasavvıf şair Ebü'l-Kâsım Bişr-i Yâsîn'in derslerine devam edip dil ve edebiyat ilimlerinde ondan faydalandı, şiir ve tasavvuf anlayışından da etkilendi. Ondan öğrendiği şiirleri çeşitli sohbet meclislerinde okudu ve bu şiirler onun için ilham kaynağı oldu. Bir rivayete göre 30.000 beyit ezberlemişti. Ebû Saîd fıkıh, tefsir ve hadis bilgisini ilerletmek için Merv'e gitti. Burada Şâfiî fıkıh âlimi Ebû Abdullah Muhammed b. Ahmed el-Hazrî'nin (Husrî, ö. 373/ 983 |?|) vefatından sonra beş yıl Ebû Bekir Abdullah b. A h m e d el-Kaffâl el-MervezFnin derslerine devam etti. Daha sonra Serahs'a giderek Ebû Ali Zâhir b. Ahmed'den tefsir, fıkıh usulü ve hadis dersleri aldı. Burada dönemin ünlü sûfîlerinden Lokmân-ı Serahsî ile tanıştı. Lokmân onu Ebû Nasr es-Serrâc'ın müridlerinden Şeyh Ebü'l-Fazl M u h a m m e d b. Hasan es-Serahsî ile tanıştırdı. Ebü'l-Hayr, kendisine zikir telkin eden bu şeyhten ciddi surette etkilendi, tavsiyesine uyup Meyhene'ye döndü. Yedi yıl riyâzet hayatı yaşadı, t a h a m m ü l edilmesi zor çileler çıkardıktan sonra tekrar Serahs'a döndü. Şeyh Ebü'l-Fazl burada onu da-
dan hırka giyip giymediği bilinmeyen Ebû r a h m a n es-Sülemî'den hırka giydi.
da çileli hayatına devam etti. Ebîverd ile Serahs arasında yedi yıl inzivaya çekildi, bu süre içinde ot ve yaprak yiyerek yaşadı. Bu arada şeyhi Ebü'l-Fazl vef a t ettiğinden Âmül'e gidip Ebü'l-Abbas A h m e d b. M u h a m m e d el-Kassâb'a intisap etti; ikinci hırkayı da ondan giydi. Bu zatın vefatı üzerine Meyhene'ye döndü. Geceleri uyumuyor, namaz kılıyor, zikirle meşgul oluyor, gündüzleri hep oruç tutuyor, hiç dinlenmiyor, d a i m a kıbleye yönelmiş bir halde bulunmaya çalışıyor, haramlardan sakınıyor, güzel şeylere bakmıyor, sürekli teslimiyet gösteriyor, en azla yetiniyor, vaktini mescidde ve tekkede geçiriyor, kötü yerler olduğuna inandığı için çarşı pazara uğramıyor ve kimsenin kusurunu görmüyordu. Bu çeşit on sekiz esası başarıyla uyguladığı için nefsinden fâni olduğuna kanaat getirdikten sonra halkı irşada başladı. Nîşâbur ve Meyhene'deki tekkesinde çevresinde çok sayıda mürid toplandı. Ebû Saîd tekkede bazan sabahlara kadar semâ ve raks ediyor, nara atıyor, âşıkane şiirler ve ilâhiler okuyup coşuyor, sohbetine katılanları galeyana getiriyordu. Sık sık düzenlenen davetlerde ve ziyafet sofralarında coşkulu semâlar yapılıyordu. Üzerinde para taşımamayı, ser-
ha da çetin çilelere tâbi t u t u p bir süre sonra Meyhene'ye gönderdi. Ebû Saîd
vet edinmemeyi ve hiçbir şey biriktirmemeyi âdet edinen Ebû Saîd'in semâ meclislerini hizmetçisi Hasan-ı Müeddeb dü-
Meyhene'de cami ve tuvaletlerin temizliğiyle uğraşıyor, her n a m a z öncesi guslediyor, sürekli susuyor, y a m a ü s t ü n e
zenliyordu. Bu meclislerde yapılan masraflar emîr ve zenginlerin bağışlarıyla,
yama yapıldığı için ağırlaşan bir çuha giyiyor, yirmi otuz g ü n k a l m a k üzere sahralara çıkıyor, buralarda inzivaya çekiliyor, derin düşüncelere dalıyordu. Ne kadar şiddetli riyâzetlere ve çetin çilelere girdiğini a n l a t m a k için, Bâbil Kuyusu'nda baş aşağı asılarak çile çıkardıkları rivayet edilen Hârût ve M â r û t gibi
bazan da borç para ile karşılanırdı. Ebû Saîd, ö l ü m ü n d e n kısa süre önce Gazne'deki Vezir Nizâmülmülk'ten borçlarını ödemesini rica etmiş ve bu dileği yerine getirilmişti. Ebû Saîd'in tasavvuf silsilesi Ebü'1-Fazl, Ebû Nasr es-Serrâc ve Ebû M u h a m m e d Mürtaiş vasıtasıyla Cüneyd-i Bağdâdî'ye ulaşır. Fakat Ebû Saîd, Bâyezîd-i Bis-
220 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
EBÛ SAÎD-İ EBÜ'l-HAYR t â m î ve Hallâc-ı Mansûr tarzı bir tasav-
hale getirmiş, hasımları ona hak vermek
adlı müridi burada bir tekke kurarak ir-
vuf anlayışına sahipti. Onlar gibi şathi-
zorunda kalmışlar, bu olaydan sonra hiç
şad faaliyetine devam etmiştir. Bir baş-
ye*ler söylemiş, vecde geldiği
kimse Nîşâbur'da sûfîler aleyhinde bu-
ka müridi olan Ebû Amr-ı Beşkânî de (ö.
gönlünden geçenleri serbestçe ifade et-
lunmaya cesaret edememişti.
472/1080) şeyhinin görüşlerini Nesâ ya-
mekten çekinmemiştir. Semâ meclisle-
de başlangıçta ondan şüphelenmiş, fa-
rindeki hali de daha sonra bu geleneği
kat daha sonra kendisini yakından tanı-
Eserleri. Sağlığında müridleri tarafın-
devam ettiren Mevlânâ'nm haline ben-
yınca itirazdan vazgeçmişti. Buna rağ-
dan sözlerinin tesbit edilmesini bile is-
zer. Bu meclislerde, sohbet toplantıla-
men
büyük
temeyen Ebû Saîd'in sonradan ayrıntılı
rında ve vaazlarda söylediği sözler ve
sûfîlerin isimlerini kaydettiği halde Ebû
bir şekilde hal tercümesini yazan torun-
o k u d u ğ u âşıkane şiirlerle çevresindeki-
Saîd'in adını anmamıştır. Çağdaşı Hüc-
ları, onun "Havrâ" adlı bir rubâîsi dışın-
leri derinden etkileyen Ebû Saîd'in şöh-
vîrî Ebû Saîd'in büyük bir sûfî olduğunu
da [Esrârü't-teuhîd,
ret ve n ü f u z u o kadar çok yayıldı ki ye-
belirtmiş ve önemine dikkat çekmiştir.
rinin olmadığını kaydederler. Buna rağ-
zaman
er-Risâle' sinde çağındaki
Kuşeyrî
kınındaki Beşkân'da yaymıştır.
s. 218) başka ese-
re attığı karpuz k a b u ğ u bile teberrüken
Sübkî ise İbn Hazm ve Zehebî'nin onu
m e n kütüphanelerde (meselâ bk. Süley-
alınıyor ve yirmi dinara müşteri bulabi-
kötülemelerine itibar edilmemesini söy-
maniye Ktp., Nafiz Paşa, nr. 484, vr. 4a-
liyordu. Komşularından birçoğu onun mâ-
leyerek Ebû Saîd'i yolu doğru, inancı sağ-
10b) yetmişi aşkın rubâîsini ihtiva eden
nevî tesirinde kalarak içkiyi ve benzeri
lam bir âlim ve sûfî olarak tanıtır (Taba-
el yazmaları vardır. Bunların büyük bir
kötü alışkanlıkları bırakmışlardı. Çağda-
kât, V, 307-308).
Sühanân-ı Manzûm-i Ebû Sa cîd-i Ebü'lHayr adıyla basılmıştır (Tahran 1334 hş.) Ancak bu rubâîler Ebû Saîd'in değil çoğu kendisinden sonra yaşamış olan Abdullah-ı Ensârî, Senâî, Attâr, Ömer Hayyâm, Fahreddîn-i İrâki gibi şairlerin şiirleridir. Ayrıca Aynülkudât el-Hemedânî'nin Ebû Saîd'e atfettiği Meşâbîh adlı eser de onun değildir. Ebû Saîd'in "Havrâ" adlı rubâîsi M u h a m m e d el-Mağribî, Şah Ni'metullah Velî ve adı bilinmeyen diğer bir kişinin şerhleriyle birlikte basılmıştır. Bunlardan başka Abdullah b. M a h m û d eş-Şâşî tarafından yapılan bir şerh daha vardır (bk. Süleymaniye Ktp., Mahmud Paşa, nr. 278/8). Bu rubâî dışında Ebû Saîd'in, sûfîlerin Tanrı'ya doğru mânevî yolculuklarında uğradıkları kırk konaktan söz eden Çihil Makam adlı bir risâlesi vardır. Bu risâle de Ali Hemedânî'ye atfedilmek istenmiştir. Ancak İstanbul kütüphanelerinde mevcut yazm a nüshalarındaki ifadeler bu risâlenin Ebü Saîd'e ait olduğunu göstermektedir. Nüshalar arasındaki büyük farklar da Ebû Saîd'in söylediklerinin ayrı kişiler tarafından tesbit edilmesinden d o ğ m u ş olmalıdır. Çihil Makam'a ait bu metinleri Tahsin Yazıcı yayımlamıştır (İstanbul 1959). Risâle ayrıca, M. Dâmâdî tarafından Makâmât-ı Erba'îrı adıyla neşredilmiştir (Ma'ârif-i Islâmî\l2 April 1971], s. 5862; Ebû Saîd'in İbn Sînâ'ya ve İbn Sînâ'nın ona yazdığı mektuplar için bk. Süleymaniye Ktp., Pertev Paşa, nr. 617, vr. 179-188).
şı İbn Hazm'in anlattığına göre (el-Faşl, IV, 188) ü n ü Endülüs'e kadar ulaşmıştı. Tekke âdâbının ilk defa Ebû Saîd ta-
b ö l ü m ü Saîd-i Nefîsî tarafından
Bazı kaynaklarda İbn Sînâ ile mektuplaştığı, hatta kendisiyle g ö r ü ş t ü ğ ü , baş başa yaptıkları uzun
bir
görüşmeden
rafından tesbit edildiği kabul edilir. Onun
sonra İbn Sînâ'nın, "Benim bildiklerimi
tasavvufta kendine has bir yol açtığını,
o görüyor"; Ebû Saîd'in de, "Benim gör-
tekke inşa ettiğini, g ü n d e iki defa sofra
düklerimi o biliyor" dedikleri, böylece
k u r d u ğ u n u söyleyen Kazvînî, b ü t ü n ta-
hakikate akılla da keşf* ile de ulaşılabi-
savvufî â d â b ı n Ebû Saîd'e nisbet edildi-
leceğini belirttikleri rivayet edilir (Saîd-i
ğini söyler (Âsârü'l-bilâd, s. 361). Yine ta-
Nefîsî, s. 11; Abdülhüseyin Zerrînkûb, s.
savvufî fikir ve hisleri çoğu Farsça olan
62). Ebû Saîd, çetin bir riyâzet ve aşırı
şiirlerle, özellikle rubâîlerle ilk defa o ifa-
ibadetten sonra, her ikisini de terketme-
de etmiş, Senâî, Ferîdüddîn-i Attâr ve
si dışında, diğer davranışları ile Mevlâ-
Mevlânâ bu yolda onun peşinden gitmiş-
nâ'ya çok benzemektedir. Nitekim o da
lerdir (Saîd-i Nefîsî, s. 36). Ebû Saîd'in
Mevlânâ gibi semâı çok sevmekte ve bu
tekke âdâbı ve şiir anlayışı daha sonra-
amaçla sık sık toplantılar tertip ettir-
ki sûfîlerin önemli bir kısmı üzerinde ge-
mekteydi.
niş ölçüde tesirli olmuştur. Tasavvuf ta-
Ebû Saîd 4 Şaban 440 (12 Ocak 1049)
rihinde yedi sultandan biri olarak ün ya-
C u m a gecesi d o ğ d u ğ u yer olan Meyhe-
pan Ebû Saîd'in (diğerleri İmam Ali Rızâ,
ne'de seksen iki yaşında vefat etti. Saîd-i
Bâyezîd-i Bistâmı, İbrâhim b. Edhem, Cü-
Nefîsî, biri İran'da Türbet-i Haydar'm
neyd-i Bağdâdî, Mahmûd-ı Gaznevî, Sel-
12 k m . güneyinde, diğeri b u g ü n Türk-
çuklu Hükümdarı Sencer'dir) dost ve hay-
menistan'ın Merv şehrinin güneybatısın-
ranları kadar d ü ş m a n ve muhalifleri de
da olmak üzere Meyhene adlı iki yer bu-
vardır. Onu bazıları sıddîk, bazıları da
l u n d u ğ u n u ve Ebû Saîd'in kabrinin bu-
zındık olarak görür. Rindce yaşaması,
rada hâlâ varlığını koruduğunu, Türbet-i
Mevlânâ ve Yûnus Emre gibi b ü t ü n din-
Haydarî civarındaki Mihene köyünde de
lere bir gözle bakılmasını telkin etmesi,
onun adına bir türbenin yapılmış oldu-
bazı rivayetlere göre, "Mescid ve med-
ğ u n u söyler ( Süharıân-ı Marızûm-i
reseler yerle bir olmadıkça, küfürle iman arasındaki fark kalkmadıkça dervişlerin görevleri
tamamlanmış
olmayacaktır"
(bk. Saîd-i Nefîsî, s. 6; Goldziher, el- cAkî-
de oe'ş-şerî'a, s. 171) demesi zındık oluşuna delil sayılmıştır. Ebû Saîd ayrıca gençlerle semâ yapmak, Kur'an ve hadis yerine şiir ve ilâhi okumakla da suçlanmıştır. Kerrâmîler, Şiîler ve
Hanefîler
onun aleyhinde bulunmuşlar, hatta kendisini Gazneli Sultan M a h m û d ' a
şikâ-
yet etmişler, sultan da Nîşâbur âlimlerinden bu iddiaların doğru olup olmadığını araştırmalarını istemişti. Ebû Saîd onları ikna ederek muhaliflerini etkisiz
Ebû Sa'td-i Ebü'l-Hayr, s. 4). Şeyhin Nîşâbur'daki tekkesi 5 4 9 ' d a (1154) Oğuzlar'm Horasan'ı almalarına kadar varlığını korudu. Ebû Tâhir Saîd (ö. 479/1086), Ebü'lVefâ Muzaffer, Ebü'l-A'lâ Nâsır (ö. 491/ 1098), Ebû Ali Mutahhar ve Ebü'l-Beka Mufaddal (ö. 492/1099) adlarında beş oğlu olan Ebû Saîd'in soyundan bir böl ü m ü Horasan'ın Oğuzlar tarafından ele geçirilişi sırasında öldürüldü, kılıçtan kurtulan diğerleri de çeşitli yerlere dağıldılar. Daha sonra bunların içinden birçok şeyh ve âlim yetişti (Saîd-i Nefîsî, s. 2235). Ebû Saîd'in görüşlerini yayması için Şirvan'a gönderdiği Ebû Nasr-ı Şirvânî
Ebû Saîd-i Ebül-Hayr'ın hal tercümesine dair torunları tarafından iki menâk ı b n â m e yazılmıştır. Bunlardan ilki, Muh a m m e d b. Ebû Ravh Lutfullah b. Ebû Saîd b. Ebû Tâhir b. Ebü'l-Hayr'm (ö. 541/1147) Hâlât
ü Sühanân-ı Şeyh Ebû Sa cîd adlı eseri olup ilk defa V. Jukovski tarafından Petersburg'da (1899), ikinci
221 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
EBÛ SAÎD-i EBU'l-HAYR defa İrec Efşâr tarafından
Tahran'da
leyiş haliyle birlikte olan bekayı en yüce
(bk. HÂDÎMÎ, Ebû Saîd).
b. Münevver b. Ebû Saîd'in (ö. 574-588/ 1178-1192 arası) Esrârü't-tevhîd fî makâmâti'ş-Şeyh Ebî Sa zîd adlı menâkıbnâmesidir. Bu eseri de önce Jukovski (Petersburg i 899), daha sonra Ahmed-i Behmenyâr (Tahran 1313 hş.) ve üçüncü olarak da Zebîhullah Safâ (Tahran 1332 hş.) neşretmiştir. İkinci eser Arapça ve Fransızca'ya da çevrilmiştir (bk. ESRÂRü'tTEVHÎD).
nış haliyle birlikte bulunan fenâ ile bek-
E B Û S A Î D el-HÂDİMÎ
(1331 hş.) basılmıştır. İkincisi Muhammed
hal sayar. Ona göre fenânın alâmeti kişinin dünyaya ve âhirete yönelik zevkle-
r
E B Û S A Î D el-HARRÂZ ( jlr*^
y}
1
)
yükselişini şu veciz sözüyle özetlemiş-
Ebû Saîd Ahmed b. îsâ el-Harrâz
tir; "Nice zaman 0'nu aradım, fakat ken-
(ö. 2 7 7 / 8 9 0 [?])
L
Fenâ ve beka nazariyesinin kurucusu olarak bilinen mutasavvıf.
dimi b u l d u m ; şimdi ise kendimi arıyorum, f a k a t O'nu buluyorum" (Câmî, s. J
Bağdat'ta doğdu. Serî es-Sakatî, Bişr
BİBLİYOGRAFYA :
rinin, hatta bütünüyle beşerî benliğinin yok olmasıdır. Bu bakımdan kendi ruhî
74). Harrâz'a göre Allah zuhur edince kul yok olur, kul yok olunca Allah zuhur eder. Mâverâünnehir sûfîleri, "Kişi ben-
ü
el-Hâfî ve M u h a m m e d b. Mansûr et-Tû-
liğinden k u r t u l m a d a n O'nu
bulamaz";
(nşr. Irec Efşâr),
sî gibi sûfîlerin öğrencisi oldu. Z ü n n û n
Iraklı sûfîler ise, "Kişi O'nu
bulmadan
Tahran 1331 hş.; M u h a m m e d b. Münevver b.
el-Mısrî ve Cüneyd-i Bağdâdî gibi ünlü
benliğinden kurtulamaz" derlerdi. Ebû
Ebû Saîd, Esrârü't-teuhîd
sûfîlerle sohbet etti. Bağdatlı ve Kûfeli
Ali Siyâh'a göre her iki görüş de aynı
sûfîlerden faydalandı. G ü n ü m ü z e ulaş-
anlama gelmekle beraber içlerinde Har-
mayan Kitâbü's-Sır
râz'ın da b u l u n d u ğ u lraklılar'ın görüşü
M u h a m m e d b. Ebû Ravh Lutfullah, Hâlât
Sühanân-ı
Şeyh.
Ebû
Sa'îd fî
makâmâti'ş-Şeyh
(nşr. Z e b î h u l l a h Safâ), Tahran 1332
Ebî Sa'îd
hş.; İbn Hazm, el-Faşl, IV, 188; Hücvîrî,
Keşfü'l-
(nşr. A h m e d R a b b â n î ) , Lahor
mahcûb
el-Hemedânî,
rüşlerinden dolayı B a ğ d a t ' t a tenkitlere
daha uygundur (Câmî, a.y.). Kul, Hakk'ı
(nşr. A. Useyrân), Tahran 1341 hş.,
uğrayınca Buhara'ya, oradan da Mekke'-
h e m ilim h e m mârifetle bulursa da mâ-
ye giderek bir süre bu şehirde ikamet
rifet yolu daha üstündür.
1977, s. 1 7 1 - 1 7 2 ; Aynülkudât
Temhîdât
1387/
adlı risâlesindeki gö-
s. 155, 211, 275, 3 5 0 ; Câmî, Nefehât, Lâmiî, Nefehât
s. 3 0 0 ;
s. 3 3 9 - 3 4 8 ;
Tercümesi,
Baklî,
ettikten sonra Mısır'a geçti. "Allah'la be-
Harrâz tevhid konusundaki işaretle-
(nşr. N i c h o l s o n ) , Leiden 1905, 1, 135,
nim a r a m d a perde yoktur" şeklindeki
riyle Cüneyd-i Bağdâdî'ye, Allah-kul iliş-
179; II, 59, 135, 184, 205-207, 268, 3 2 2 - 3 3 7 ;
sözü tepkiyle karşılandığından Mısır'ı da
(nşr. ve trc. V. E. Berthels), Le-
kisine dair görüşleriyle de Hallâc-ı Man-
terketmek zorunda kaldı (Herevî, s. 183).
sûr'a tesir etmiştir. Nitekim Cüneyd, "Al-
Daha sonra Basra'ya gitti. Kuşeyrî'ye
lah, Harrâz'ın sahip olduğu halin haki-
s. 44, 582; Attâr,
Şerh-i Şathiyyât, euliyâ* Nûru
ulûm
Tezkiretü'l•
ningrad 1929, s. 1 5 5 - 2 2 4 ; Bâharzî,
Eurâdü'l-
Tahran 1340 hş., s. 84, 177, 206, 209,
ahbâb,
213, 221, 256, 266; Kazvînî, Aşârü'l-bilâd,
Bey-
rut, ts. (Dâru Sâdır), s. 3 6 0 - 3 6 1 ; Zehebî.
A'lâ-
XVII, 6 2 2 ; Müstevfî, Târîh-i Gü-
mü'rı-nübelâ', zide
(Nevâî), s. 7 8 4 ; Sübkî,
Kahire
Tabakât,
göre 277'de (890), Sülemî'ye göre 279'-
katini bizden istemiş olsaydı mahvolur-
da (892), Câmî'ye göre 286'da (899) ve-
duk" diyerek onun mânevi makamının
f a t etti.
yüceliğine olan hayranlığını ifade etmiş-
Ebû Abdurrahman es-Sülemî, Harrâz'ı,
tir. Ebû Saîd el-Harrâz'ın, "Allah'ı zıtla-
Habtbü's-
"Sûfîlerin önderi ve en fazla saygı göre-
rı bir araya getirerek tanıdım" sözünü
II, 6 8 ;
nidir" diye tanıtır ( Tabakât, s. 228). Ta-
Muhyiddin İbnü'l-Arabî kendi tasavvuf
Browne, LHP, I, 371, 416, 437; II, 116-117, 157,
savvufun bütün meseleleri hakkında sağ-
anlayışına göre yorumlamış ve bu yorum
lam bilgilere ve derin tecrübelere sahip
tenkitlere yol açmıştır (bk. Şeyh-i Mekkî,
olan Harrâz, kaynaklara göre "fenâ ve
S. 46, 159-162).
1950, IV, 10; V, 3 0 7 - 3 0 8 ; İbn Tağrîberdî, enV, 4 6 ; Hândmîr,
Nücûmü'z-zahire,
siyer, II, 310, 4 4 4 ; Münâvî, el-Keuâkib, 246, 2 6 1 - 2 6 9 ; Gulâm Server,
Hazînetü'l-aşfiyâ,
Naval Kishore 1312, s. 135; Goldziher, Le
Dogme
(trc. Felix Arin), Paris 1920,
et la loi de 1'islam
(trc. M . Yû-
beka ilmi" hakkında ilk konuşan sûfîdir.
Harrâz şer'î hükümlere titizlikle bağlı
suf M û s â v.dğr.), Kahire 1959, s. 171; R. A. Nic-
Bu noktaya işaret eden Hücvîrî (Keşfü'l-
kalmanın gereğine inanırdı. "Zâhire ay-
s. 143; a.mlf., el-'Akide holson, Studies
ue'ş-şerfa
in Islamic
med
Cambridge
Mysticism,
1921, s. 1 - 7 6 ; a.mlf., İslâm
Sufileri
(trc. Meh-
D a ğ v.dğr.), Ankara 1976, s. 76; Saîd-i
mahcûb, s. 363), Harrâz'a bağlanıp onun
kırı düşen her gizli ilim (ilm-i bâtın) bâtıl-
yolundan giden ve bu sebeple Harrâzi-
dır" sözü, kendisinden sonraki sûfîlerin
Ebü'l-
yân (Harrâziyye) adını alan bir sûfî züm-
dillerinden düşürmedikleri bir vecize ol-
Hayr, Tahran 1334 hş.', s. 4, 6, 11, 22-35, 3 6 ;
resinin varlığından bahseder. Harrâz'a
muştur. Bununla birlikte, "Mukarreb olan-
H. Ritter, Das Meer der Seele, Leiden 1955, bk.
göre "fenâ" insanın kulluk görevini ifa
ların günahı ebrârın sevabıdır"; "Arifle-
etmesi, f a k a t b u n u görmemesidir. "Be-
rin riyası müridlerin itilâsından daha iyi-
Nefîsî, Sühanân-ı
Manzûm-i
Ebû Sa'îd-i
Fihrist; a.mlf., " A b ü S a c î d b. A b i ' l - K h a y r " ,
El
2
(Fr.), I, 150-151; Safâ, Edebiyyât,
I, 604; II, 974-
9 8 1 ; Nebhânî, Kerâmâtü'l-euliyâ',
II, 2 3 5 ; R.
ka" ise kulun ilâhî tecellilerle bâki olma-
dir" gibi ifadelerle ortaya koyduğu gö-
orden
sıdır. Bu m a k a m d a k i kul Allah'a o kadar
rüşleri dolayısıyla tenkit edilmiştir. Har-
Persiens, Wiesbaden 1965-76, I, 6, 8; II, tür.yer.;
yaklaşır ki kendini unutur. Ona, "Nere-
Şâfiî-yi Kedkenî, " H â n e d â n - ı Ebû Sa c îd-i Ebü'l-
râz hadis dinlemiş ve rivayet etmiş ol-
den geliyorsun, nereye gidiyorsun?" şek-
makla beraber güvenilir bir hadisçi sa-
linde sorular sorulsa hep "Allah" diye ce-
yılmamıştır.
Gramlich,
Die
H a y r " , Nâme-l
Schiitischen
Mînouî,
Dertuisch
Tahran 1350 hş./1971;
J. S. Trimingham, The Sufi Orders
in İslam, Ox-
ford 1971, s. 53, 166, 182; Schimmel,
Dimensions
Mystical
of İslam, s. 88, 116, 211, 235, 241-
244, 4 3 3 ; C. E. Bosvvorth, En Early Persian
Shaykh
Ebu Sa'id
of May hana,
s. 6 ; Abdûlhüseyin Zerrînkûb, Cüst
Tasauuuf-i
ü cû
der
İrân, Tahran 1367 hş., s. 6 1 - 6 4 ; C.
H. Yûsufî, " ' Â r i f î e z H o r â s â n " , Mecelle-i
nişkede-i
Sufi
T o r o n t o 1984,
Dânişgâh-i
Meşhed,
Da-
sy. 5, M e ş h e d
1348 hş., s. 135-191; Terry Graham, " A b u Sa'id
vap verir.
siz ve büyük bir sûfî olduğunu belirttik-
(Kitâb as-Sıdg: The Book of Truthfulness, London 1937). Eseri Abdülhalim Mahmûd da neşretmiştir (Kahire 1964). 2. Kitâbü'lFerâğ. Tasavvuf psikolojisi bakımından önemli olan eser P. Nvvyia tarafından tahlil edilmiştir (bk. Exegese coranique, s. 231-310). Harrâz'ın Kitâbü'l-Hakâ'ik, Kitâbü'l-Keşf ve'l-beyân, Kitâbü'şŞıfât, Kitâbü Mi c yâri't-tasavvuf adlı
ten sonra hiç kimsenin tevhid konusunu ondan daha iyi bilmediğini, tasavvuf yolunda hızlı gittiği için kendisine kimsenin yetişemediğini ifade eder ve, "Keşke biraz aksak olsaydı!" diyerek beka ve
19; G. Böwering, " A b ü S a ' i d F a z l a l l a h b. A b i ' l -
fenâ konusunda aşırılığa kaçtığını ima
K a y r " , Elr., I, 3 7 7 - 3 7 8 .
eder ( Tabakât, s. 171). Harrâz fenâ ko-
LAL
TAHSIN Y A Z I C I
Bu risâlesi
A. J. Arberry tarafından yayımlanmıştır
A b e ' l - K h a y r " , Sufi, sy. 17, London 1993, s. 14m
Eserleri. 1. Kitâbü'ş-Şıdk.
Hâce Abdullah-ı Herevî, Harrâz'ın eş-
nusunu tevhidle beraber d ü ş ü n ü r ; uya-
222 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
EBÛ SAÎD el-HUDRÎ Kütüphanesi'nde
Ekrem ona, istemekten sakınanı Allah'ın
yaygın ve sahih rivayet Ebû Saîd'den nak-
bulunmaktadır (Sezgin, i, 646). Bazı risâ-
iffetli kılacağını, halktan bir şey bekle-
ledilmiştir. Kendisinden hadis öğrenen-
leleri de Kasım es-Sâmirâî tarafından
meden elinde olanla yetineni zengin ede-
lerden bazıları ezberledikleri
Resâ'il fi't-taşavvuî mıştır (Bağdad 1967).
ceğini, sabretmek isteyene de sabır ve-
y a z m a k isteyince buna izin vermemiş,
receğini söyledi. O günden sonra Ebû
hadislerin Kur'an haline getirilmemesi-
risaleleri Kastamonu
adıyla yayımlan-
hadisleri
BİBLİYOGRAFYA :
Saîd kimseden bir şey talep etmedi. Hz.
ni söyleyerek onları ezberlemelerini tav-
Serrâc, el-Lüma',
P e y g a m b e r l e birlikte ilk defa Hendek
siye etmiştir. Ebû Saîd, Resûl-i Ekrem'-
Gazvesi'ne, daha sonra on iki gazveye
den başka Hz. Ebû Bekir ve Ömer gibi
bk. İndeks; Sülemî, Taba-
kât, s. 2 2 8 ; Ebû Nuaym, Hilye, Târîhu
Bağdâd,
X, 2 4 6 ; Hatîb,
IV, 2 7 6 ; Kuşeyrî, er-Risâle,
3 8 ; a.e. ( U l u d a ğ ) , s. 1 5 0 ; Hücvîrî,
s
katıldı. Bey'atürrıdvân'da b u l u n d u ; Re-
önde gelen sahâbîierden hadis rivayet
Keşfü'l-mah
sûl-i Ekrem'e biat eden sahâbîler ara-
etmiş, kendisinden de Abdullah b. Ömer,
cûb ((ukovski), s. 180, 311; a.e. (Uludağ), s. 246 3 6 3 ; Herevî, Tabakât,
s. 159-184; Sem'ânî, el
V, 6 5 ; İbn Asâkir, Târîhu
Ensâb,
bî), II, 110-122; Attâr, 4 0 vd,; a.e.
Dımaşk
Tezkiretu
(trc. S ü l e y m a n
(Şihâ-
I-euliyâ',
1985, s. 4 7 7 - 4 8 3 ; İbnü'l-Cevzî, Şıfatû'ş• II, 4 3 5 ; Baklî, Şerh-i Şathiyyât, nü'l-Arabî, el-Fütûhât,
şûş
şafue,
s. 179-185; İb-
lİl, 174, 2 0 0 ; a.mlf., Fu-
( A f î f î ) , s. 30, 7 7 ; İbn Teymiyye,
Mecmû'u
IV, 2 2 0 ; Zehebî, A'lâmun-nübelâ',
fetâuâ,
s.
U l u d a ğ ) , İstanbul
XIII
4 2 1 ; Safedî, el-Vâfî, VII, 2 7 5 ; İbnü'l-Mülakkm s. 4 0 ; Câmî, Nefehât,
Tabakâtü'l-euliyâ',
7 6 ; Şa'rânî, et-Jabakât, Mekkî, el-Cânibü'Tğarbî
şeyh
Muhyiddîn
du lexique
lu Abdurrahman'ı Cennetü'l-Bakî'a gö-
karısı Zeyneb bint Kâ'b b. Ucre ile Ebû
türerek ö l d ü ğ ü z a m a n gömülmeyi iste-
Seleme b. Abdurrahman, İbn Ömer'in
diği uzak bir köşeyi gösterdi; üzerine
âzatlısı Nâfi', Saîd b. Müseyyeb, Atâ b.
türbe
yas
Yesâr, Saîd b. Cübeyr ve Hasan-ı Basrî
yapılmamasını,
arkasından
tutulmamasını vasiyet etti. 74 (693-94)
gibi tanınmış tâbiîler rivayette bulun-
yılında Medine'de vefat etti ve istediği
muşlardır. Ebû Saîd el-Hudrî talebeleri-
yere g ö m ü l d ü . 63 (682-83), 64 (683-84)
ni, "Merhaba Resûlullah'ın bize vasiyet ettiği kimseler!" diyerek karşılar, Hz.
el-Keuâ
rivayetler isabetli değildir. Diğer bazı sa-
Peygamber'in, İslâmiyet'i öğrenmek üze-
müşkilâti'ş
hâbîler gibi Ebû Saîd el-Hudrî'nin de İs-
re dünyanın dört bir yanından insanla-
Tahran 1 3 6 4 hş./
1405, s. 46, 159-162; L. Massignon, Essai
les origines
hâbîler, oğulları Âmir ve Abdurrahman,
II, 192; Şeyh-
fî halli
İbn 'Arabî,
Câbir b. Abdullah, Enes b. Mâlik gibi sa-
Ebû Saîd, vefatından bir süre önce oğ-
ve 65 (684-85) yıllarında ö l d ü ğ ü n e dair
I, 9 2 ; Münâvî,
kib, I, 1 9 0 ; İbnü'l-İmâd, Şezerât,
s. 73
sında ilk sırada yer aldı.
technique
sur
de la mysti-
tanbul'da Kariye Camii yakınında bir ma-
rın geleceğini haber verdiğini ve ashaba
kam-kabri bulunmaktadır.
onlara iyi davranmalarını tavsiye ettiği-
İstanbul'un
Paris 1954, s. 3 0 0 ; Sezgin,
kuşatılması sırasında şehid d ü ş t ü ğ ü ve
ni söylerdi (Tirmizî, " c İlim", 4).
GAS, I, 6 4 6 ; a.mlf., " H a r r â z " , İA, V / l , s. 3 0 0 ;
buradaki türbede medfun olduğuna dair
S. Paul Nvvyia, Exegese
çeşitli eserlerde kaydedilen bilginin ise
Ebû Saîd'in, Bakî b. Mahled'in el-Müsned'inde mükerrerleriyle birlikte 1170, Ahmed b. Hanbel'in el-Müsned'inde 955, Sahîhayn'da 111 rivayeti bulunmaktadır. Bunlardan kırk üçü Şahîh-i Buhârî ile Şahîh-i Müslim'de, on altısı sadece Buhârî'nin, elli ikisi de sadece Müslim'in el-Câmi'u'ş-şahîh'inde yer almaktadır. Onun rivayetleri, Hz. Peygamber ve ashap dönemine açıklık getiren söz ve yorumlar ihtiva etmesi bakımından dikkat çekicidir. Ebû Mûsâ el-Eş'arî, Halife Ömer'in kapısını üç defa çalıp cevap alamayınca geri dönmüş, niçin öyle yaptığını soran halifeye Hz. Peygamber'in böyle dediğini söylemişti. Kendisinin Resûl-i Ekrem'den böyle bir şey duymadığını belirten Hz. Ömer ondan iddiasının ispatını isteyince Ebû Mûsâ şahit olarak genç sahâbî Ebû Saîd el-Hudrî'yi göstermişti. Muâviye b. Hakem'in bayram hutbesini bayram namazından önceye almasına karşı çıkan Ebû Saîd bunun sünnete uymadığını hatırlatmıştı. Aynı şekilde Dımaşk'ta Muâviye'nin huzuruna çıkarak beğenmediği tavırlarını tenkit etmiş, Hz. Peygamber'in, doğruyu bilenin onu söylemekten geri durmaması hususundaki buyruğu üzerine bu uyarıyı yaptığını belirtmişti.
que
musulmane,
mystique,
coranique
II, 3 8 ; Ali Hasan A b d e ' l -
Kader, The Life Personality
sauuufun
langage
Beyrut 1970, s. 231-310; Kehhâle,
Mu'cemü'l-mü'ellifîn, Cunayd,
et
London
Boyutları,
and
Writings
of al-
(Ünver, s. 23-24; İst.A, IX, 4857-4858) gerçekle ilgisi yoktur.
1976, s. 4 1 ; Schimmel, Ta-
Genç sahâbîlerin en fakihi olarak bili-
s. 5 8 ; W. Madelung, " a l -
nen Ebû Saîd el-Hudrî "imam" ve "Medi-
K h a r r â z " , £ 7 2 ( İ n g . ) , IV, 1083-1084. B
ne müftüsü" lakaplarıyla anılmış, pek çok
MEHMET DEMIRCI
içtihadı ve fetvası kaynaklarda yer almıştır. Rivayet ettiği 1170 hadisle, 1000'den fazla hadis rivayet eden yedi sahâbî ara-
EBU SAİD el-HUDRI ( ^Jj-t^JI JUt~ı yl
sına girmiştir. Hz. Peygamber'in, hadislerin yazılmasını yasaklamasıyla ilgili en
)
Ebû Saîd Sa'd b. Mâlik b. Sinân el-Hudrî (ö. 74/693-94)
L
Çok hadis rivayet eden yedi sahâbîden biri.
Ebû Saîd e l - H u d r î ' n i n t ü r b e s i ve hayatı hakkında bazı bilgiler ihtiva e d e n inşa kitabesi - Edirnekapı / i s t a n b u l
Medine'nin Hazrec kabilesinden olup daha çok künyesiyle tanınır. Hudrî nisbesini dedelerinden
Hudre'ye nisbetle
almıştır. Annesi Üneyse bint Ebû Harise, Adî b. Neccâr oğullarından olup Resûl-i Ekrem'e biat eden hanımlardandır. Meşhur sahâbî Katâde b. Nu'mân onun anne bir kardeşidir. Ebû Saîd, Uhud
>
Gazvesi'ne katılmak için Hz. Peygamber'in huzuruna çıktığı z a m a n on üç yaşındaydı. Babası Mâlik, gelişmiş olduğunu söyleyerek onun savaşa katılmasını
.Kî-
istemesine r a ğ m e n Hz. Peygamber bu-
Ebû Saîd'in kendisinden ö ğ ü t isteyen
na izin vermedi. Mâlik bu gazvede aile-
birine şunları söylediği rivayet edilir; "Al-
sine bir gelir bırakmadan şehid düşün-
î v
v
yF
lah'tan kork, çünkü her işin başı Allah
ce annesi Ebû Saîd'i yardım talep etmek
korkusudur. Cihada sarıl, çünkü cihad
üzere Hz. Peygamber'e gönderdi. Resûl-i
İslâm'ın ruhbaniyeti, dünya zevk ve lez-
223 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
EBÛ SAÎD el-HUDRÎ zetlerine kapılmama hissidir. Allah'ı zik-
ve zekâtını Hz. Ömer'e götürdü. Ancak
Bey ile oğlu Abdüllatif arasındaki müca-
retmeye ve Kur'an okumaya devam et ki seni gökte melekler, yerde insanlar
devlet, zekâtları kabul etmeye ihtiyaç
deleden faydalanarak Argun Türkmen-
duymayacak kadar zengin olduğu için
leri'nden aldığı destekle Uluğ Bey'in di-
halife ona zekâtını bizzat dağıtmasını
ğer oğlu Abdülaziz'in idaresindeki Se-
arasında yaşatacak olan budur. Doğruyu söyle, b u n u n dışında da s ü k û t u tercih et. Bunları yaparsan şeytanı yenersin".
m e r k a n t şehrini ele geçirme teşebbü-
söyledi. Ebû Saîd el-Makbürî Hz. Ömer, Hz. Ali,
sünde bulundu. Uluğ Bey oğlu Abdüllatif
M u h a m m e d Sabrân Efendi el-Ende-
Ebû Hüreyre, Ebû Saîd el-Hudrî, Abdul-
ile yaptığı savaşı keserek Semerkant'ın
nûsî, Mekke Ü m m ü l k u r â Üniversitesi'n-
lah b. Selâm, Üsâme b. Zeyd ve Ukbe b.
imdadına koştu ve Ebû Said Semerkant
de Merviyyâtuş
Âmir el-Cühenî gibi sahâbîlerden hadis
kuşatmasını
rivayet etmiş, kendisinden de başta oğ-
m e k mecburiyetinde kaldı. Şehrin kur-
lu muhaddis Saîd b. Ebû Saîd olmak üze-
tarılmasından sonra da Uluğ Bey ile oğ-
- şahâbiyyi'l - celîl Ebî Sa cîd el-Hudrî fî Müsrıedi'l-İmâm Ahmed b. Hanbel adlı bir doktora çalışması yapmıştır (Mekke 1401/1981). BİBLİYOGRAFYA: Tirmizî, " c İ l i m " , 4 ; İbn Hibbân, Meşâhtr,
lu Abdüllatif arasındaki mücadele de-
Amr, Sabit b. Kays el-Gıfârî gibi tâbiîn
vam etti ve Semerkant yakınlarında ba-
muhaddisleri hadis almışlardır. İbn Sa'd
ba-oğul arasında cereyan eden savaşta Uluğ Bey mağlûp olarak oğluna esir düş-
tinde sika* olarak kabul ederken Yah-
tü. Uluğ Bey'in yargılanması ve oğlunun
(nşr. Yûsuf el-Uş), Dımaşk 1974, s.
yâ b. Maîn ve A h m e d b. Hanbel olumsuz
bilgisi
bir yanı olmadığını söylemekle yetinmiş-
mücadelesini daha da şiddetlendirdi. Bu
lerdir. Hayatının son dört yılında -muh-
karışıklıktan faydalanıp Semerkant'tan
I, 180; İbnü'l-Kayserânî, e/-Cem c
Tezkiretü'l-evliyâ',
Bağbeyne
Beyrut 1405, I, 158-159; İb-
nü'l-Esîr, Üsdü'l-ğâbe,
II, 365; VI, 142; Zehebî,
I, 4 4 ; a.mlf..
A'lâmü'n-nü-
III, 168-172; Safedî, el-Vâfî, XV, 148; İbn
Kesîr, el-Bidâye,
IV, 3 - 4 ; İbn Hacer,
el-İşâbe,
II, 3 5 ; III, 8 5 - 8 6 ; a.mlf., Tehzîbü't-Tehzîb, 4 7 9 - 4 8 0 ; Abdülvehhâb Abdüllatîf,
III,
el-Muhtaşar,
Kahire 1 3 8 6 / 1 9 6 6 , s. 1 1 4 - 1 1 5 ; Süheyl Ünver,
İstanbul'da
re torunu Abdullah b. Saîd, A m r b. Ebû
ve Ebû Zür'a er-Râzî onu hadis rivaye-
ricâli's-Şahîhayn,
be'lâ',
Sahâbe
istanbul 1953, s.
Kabirleri,
temelen yaşlılığı sebebiyle-
4 8 5 7 - 4 8 5 8 ; Fâtih
Câmileri
rivayetleri
birbirine karıştırdığı ileri sürülen
Ebü
Buhârî' de iki, Ebû Dâvûd'un es-Sünen'inde de bir rivayeti yer almıştır. Ebû Saîd 100 (718-19) yılında Medi-
d ü ğ ü n ü söylemektedir. Tahâvî ise oğlu Saîd b. Ebû Saîd'in vefat ettiği 125 (743) yılını yanlışlıkla onun ölüm tarihi olarak
E B Û SAİD el-MAKBÜRÎ
zikretmiştir.
Muhadramûndan kabul edilen Medineli muhaddis.
L
İbn Sa'd, et-Tabakât,
rîhu'l-kebîr,
V, 85-86; Buhârî, et-Tâ-
Vli, 234-235; ibn Kuteybe, el-Ma'â-
Babasının adı ve soyu hakkında bildevrinde kabir kazmakla görevlendiril-
VII, 166; İbn Hibbân. eş-Şikât, V, 340; İbn
ta'dîl,
Abdülber, el-İstî'âb,
ğâbe
gi yoktur. Makbürî nisbesini, Hz. Ömer
IV, 9 3 ; İbnü'l-Esîr,
(Bennâ), VI, 143; Zehebî,
Üsdü'l-
Tezkiretü'l-huffâz,
I, 116-117; İbn Hacer, el-İşâbe, İH, 3 1 9 ; a.mlf.,
Tehzîbü't-Tehzîb, Mucem,
VIII, 4 5 3 - 4 5 4 ; VVensinck, el-
VIII, 234. |—ı lifti A Ü O S M A N K O Ç K U Z U
mesi veya evinin Bakî' Kabristanı'na ya-
Ümmü
nucu öldürülmesi üzerine şehrin daruga ve kadısı Ebû Said'e biat etti. Ebû Said ikinci defa Semerkant üzerine yürüdüyse de yenildi ve kuzeydeki bozkırlara kaçıp canını kurtardı. Siriderya havzasındaki Yesi şehrini kendisine merkez yaparak Semerkant'ı elinde bulunduran Sultan Abdullah'a karşı mücadelesini sürdürdü. Üzerine gönderilen kuvvetleri bazan siyasî manevralarla, bazan
rin başında bizzat Yesi şehrine yürümesi üzerine Özbek Hanı Ebü'l-Hayr'dan yardım istemek zorunda kaldı. Ebû Said ve Ebü'l-Hayr'ın
lerini ele geçirdi; daha sonra aynı yılın Haziran ayında Semerkant yakınlarındaki Şiraz köyü civarında Sultan Abdul-
EBÛ SAİD MİRZA HAN
ce Timurlular'm başşehri Şâhruhoğulla-
(ö. 873/1469)
mesi için sahibiyle 40.000 dirheme anlaşan Ebû Saîd, bu meblağın büyük bir taksitler
halinde
L
Timurlu hükümdarı (1451-1469).
_1
ödedikten sonra geri kalanı bir defada ö d e m e k istediyse de sahibi bunu kabul
1424'te doğdu. Babası Timur'un to-
etmedi. Ebû Saîd'in konuyu Hz. Ömer'e
runu M u h a m m e d b. Mîrân Şah'tır. Ço-
intikal ettirmesi üzerine sahibinin ka-
cukluk ve gençlik yılları, babasının ölüm
bul etmediği bedel beytülmâle alınarak
döşeğinde iken kendisini e m a n e t ettiği
Ebû Saîd âzat edildi ve Ü m m ü Şerîk'e
Uluğ Bey'in yanında Semerkant'ta geç-
de parasını ister bir defada ister taksit-
ti. Kısa sürede ilmî, idarî ve askerî konu-
ler halinde beytülmâlden alabileceği bil-
larda Uluğ Bey'in takdirini kazandı.
dirildi.
kuvvetleri
ler ve Ebû Said'i t a h t a çıkardılar. BöyleF
Şerîk'in kölesi iken âzat edil-
kısmını m u h t e m e l e n
müşterek
1451 yılında Taşkent ve Hocend şehir-
lah'ı m a ğ l û p ederek Semerkant'a girdi-
kın olması sebebiyle aldığı söylenmekte, Medenî nisbesiyle de anılmaktadır.
yakalanarak
t a n Abdullah'ın daha büyük kuvvetle-
rif (Ukkâşe), s. 443; İbn Ebû Hâtim, el-Cerh ve't-
J
emriyle
da savaş hileleriyle geri püskürttü. Sul-
BİBLİYOGRAFYA :
Ebû Saîd Keysân (b. Saîd ?) el-Makbürî (ö. 100/718-19)
kaçan ve Buhara'ya gelen Ebû Said Sult a n Abdüllatif'in
rada Sultan Abdüllatif'in bir suikast so-
rivayeti bulunmamaktadır. Şahîh-i
ne'de vefat etmiştir. İbn Sa'd onun Ve-
RAŞİT K Ü Ç Ü K
saltanat
fından söylenmişse de kaynaklarda fazla
lîd b. Abdülmelik devrinde (705-715) ölH
öldürülmesi
ölüm cezasına çarptırıldı. Ancak bu sı-
(haz. Fâtih Müftü-
lüğü), istanbul 1991, s. 143, 334, 353.
dahilinde
Saîd'in çok hadis naklettiği Vâkıdî tara-
2 3 - 2 4 ; a.mlf., " E b û S a î d e l - H u d r î " , l'st.A, IX,
P
çekil-
I, 3 6 9 - 3 7 1 ; İbn Abdül-
36-38, ayrıca bk. İndeks; a.mlf., Târîhu
dâd,
bozkırlara
IV, 8 9 ; Hatîb el-Bağdâdî, Takyî-
11; Ebû Nu'aym, Hilye, ber, el-İstî'âb,
dü'l-'ilm
s.
kaldırıp
Ebû Said, daha Uluğ Bey'in sarayında
Ebû Saîd, devlet hazinesinden herke-
iken hükümdarlık m a k a m ı n ı ele geçir-
se yardım edildiği yıllarda zengin oldu
meyi tasarlıyordu. Nitekim 1449'da Uluğ
Ebû Said Mirza Han'ı tasvir e d e n bir r e s i m (TA, XIV, 278)
224 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
EBÛ SAÎD es-SÎRÂFÎ rı'ndan Mîrânşahoğulları'nın
hâkimiye-
tine geçmiş oldu.
lan ve XV. yüzyılın ikinci yarısındaki di-
feyiz almış, daha sonra irşad göreviyle
ğer Timurlu hükümdarları gibi şeriat hü-
gittiği Tebriz'e yerleşmişti. Şeyh Sun'ul-
Ebû Said Mirza Han ülkesine yönelik
kümlerine sıkı sıkıya bağlı olan Ebû Said
lah'ın gelişinden kısa bir m ü d d e t sonra
tehlikeleri önledi. Çağatay hanlarından
Han, Taşkent'ten saltanat merkezine da-
şehri işgal eden Safevî Hükümdarı Şah
İsen Buka Han Siriderya nehrini geçe-
vet ettiği Nakşibendî şeyhi Hoca Ubey-
İsmâil, Tebriz'in üçte ikisi Sünnî olan hal-
rek Mâverâünnehir'e girdiyse de Timur-
dullah Ahrâr'ın etkisi altındaydı. Nite-
kını Şiî mezhebini kabule zorladı. Bu du-
lu kuvvetleri karşısında geri çekilmek
kim şeyhinin isteği üzerine Semerkant,
rumdan rahatsız olan Şeyh Sun'ullah Bit-
mecburiyetinde kaldı. Bu olaydan sonra
Buhara ve Herat şehirlerinde gayri şer'î
lis'e göç etti. Ancak dostlarının ısrarı üze-
Ebû Said, Çağatayoğulları arasındaki iç
olan ticaret (tamga) vergisini kaldırttı.
rine bir süre sonra Tebriz'e geri d ö n d ü
mücadeleden faydalanmasını bildi ve bu
Ayrıca meyve ağaçlarından vergi alınma-
ve şehrin yakınındaki Kûzegerân kasa-
sayede d o ğ u d a n gelen tehlikeleri kolay-
sını da yasakladı. Tarımla ve çiftçilerle
basına yerleşti. Ebû Saîd 920'de (1514)
ca önledi. Ebû Said, düşmanı İsen Buka'-
yakından ilgilenerek sulu tarımı teşvik
burada dünyaya geldi.
ya karşı saltanat iddiasında bulunan ağa-
etti ve bu konularda u z m a n olan veziri
Gençliğinde iyi bir öğrenim gören Ebû
beyi Yûnus Han'ı destekledi ve Çağatay
Kutbüddin Simnânî'yi sulama sistemini
Saîd, Mîr Gıyâseddin Mansûr'un hizmeti-
Hanlığı topraklarının iki kardeş arasın-
organize etmek ve yaygınlaştırmakla gö-
ne girdi. 0 sırada Tebriz'in idaresini elin-
da paylaşılmasından sonra Çağatayoğul-
revlendirdi. Herat'ın kuzeyinde Cûy-i Sul-
de tutan Şah Tahmasb da Şah İsmâil gi-
ları kendisi için tehlike olmaktan çıktı.
t â n î denilen kanalla Meşhed yakınların-
bi Şiî olmayan halk üzerindeki baskıları-
Ebû Said için doğuda ikinci tehlike olan
daki Gülistan Bendi'ni de o yaptırmış-
nı arttırınca Ebü Saîd amcası Azîz ile bir-
hânedanın diğer koluna m e n s u p Hüse-
tır. Onun zamanında Timurlular Mâverâ-
likte o devirde İran'da yaşayan birçok
yin Baykara onun karşısında tutunama-
ünnehir, Türkistan, Kâbülistan (Kabil), Zâ-
Sünnî âlim ve edibin yaptığı gibi Osmanlı
dı ve Özbek Hanı Ebü'l-Hayr'a sığındı. Bu
bülistan (bugünkü Afganistan), Horasan
topraklarına sığınmak üzere Tebriz'den
suretle Timurlu Devleti'nin en güçlü tem-
ve Mâzenderan'da hâkimiyet kurmuşlar-
ayrılmak isterken yakalanıp hapse atıl-
silcisi olan Semerkant hâkimi Ebû Said,
dır. Bâbürlü İmparatorluğu'nun kurucu-
dı ve b ü t ü n mallarına el konuldu. Daha
hânedanın diğer kollarına ve bilhassa
su M u h a m m e d Bâbür Ebû Said'in toru-
sonra
Şâhruh koluna m e n s u p şehzadeleri gö-
nudur.
kurtularak amcasıyla beraber Erdebil'e
revlerinden alarak yerlerine
Mîrânşah
Bu sırada Yakındoğu'da iki Türkmen beyi arasındaki mücadelede Karakoyun-
Nizâmeddîn
Şâmî, Zafernâme
(trc.
Necati
9 5 5 ' t e (1548) Azerbaycan'ı ikinci defa
rânî, Kitâb-ı Diyarbekriyye
fetheden Kanûnî Sultan Süleyman'a sı-
(nşr. Necati Lugal —
Faruk Sümer), Ankara 1964, II, 289-353; Devletşah, Tezkire (trc. Necati Lugal), İstanbul 1977,
Hasan karşısında m a ğ l û p olmuş ve ha-
IV, 548-550, 5 5 4 ; Bâbür, Vekâyı
yatını kaybetmişti. Cihan Şah'ın oğlu Ha-
6 7 ; W. Barthold, Clluğ Bey ve Zamanı
Ebû Said'den yardım istedi, bunu fırsat
(Arat), I, 60-
hiroğlu Akdes Nimet), İstanbul 1930, s. 135-
yılında hacca gitti. Ebû Saîd İstanbul'da
141; Zeki Velidî Togan, Umumi
vefat etti ve Şeyh Vefa Camii Kabrista-
Türk
Tarihine
Giriş, İstanbul 1946, s. 3 5 4 - 3 5 6 ; Faruk Sümer. Karakoyunlular,
R. Roemer, " T h e S u c c e s s o r o f T i m ü r " ,
şahoğulları'nın toprağı olarak gösteri-
VI, 111-118; R. Grousset, Bozkır
Ankara 1967, I, 1 0 4 - 1 0 6 ; H.
CHIr.,
h u m Şeyh Ebû Saîd bu fenâ m ü l k ü n d e n ayrılınca halka çok vefa gösterdiğinden
m e n ) , İstanbul 1980, s. 4 2 8 - 4 3 1 ; İsmail Aka,
Vefa Meydanı onun malı oldu" anlamı-
"Timurlular
Han / Timur
Devleti",
Doğuştan
Günümüze
Büyük
2 6 1 ; a.mlf., " T i m u r ' u n Ö l ü m ü n d e n S o n r a D o -
Karabağ üzerine yürüdü. Uzun Hasan'ın
ğu Anadolu, A z e r b a y c a n v e Irak-ı
İslâm
Tarihi,
İstanbul 1988, IX, 257-
TKA, XXII/1-2
Meşhur mutasavvıf Ebû Saîd-i Ebü'lHayr'a (ö. 440/1048-49) nisbetle "Sânî" lakabını alan Ebû Saîd aklî ve naklî ilim-
İA, IV, 4 7 - 4 9 ; J. Aubin, " A b ü S a ' i d b. M u h a m m e d b. M i r â n s h â h b. T ı m ü r " , El 2 (İng.), I,
larını k e s m e k suretiyle Ebû Said'in kuv-
İ 47 -148.
vetlerini perişan etti. Sonuçta Ebû Sa-
m
Ifflll
ABDÜLKADİR YUVALI
E B Û SAİD-i S Â N Î ( ^ij
intikamını a l m a k isteyen Şâhruh'un to-
n
)
Ebû Saîd b. eş-Şeyh Sun'illâh-i Kûzegerânî (ö. 980/1572)
runu Y â d g â r M u h a m m e d tarafından öldürüldü (22 Receb 8 7 3 / 5 Şubat İ469). Ebû Said'in ö l ü m ü n d e n sonra geride bı^
Nakşibendî şeyhi ve tefsir âlimi.
rakları üzerinde m u t l a k bir otorite kuİmparatorluğu'nu yeniden kurma düşüncesi de gerçekleşmedi.
lerde de geniş bilgi sahibi bir âlimdir. Atâî onun Beyzâvî tefsirini tercüme ettiğini, kendisinin bu eseri gördüğünü, ay-
F
dı ve babaannesi Gevher Şad Hatun'un
ramadı. Bu sebeple Ebû Said'in Timurlu
ğ u n u kaydeder (Zeyl-i Şekâik, s. 208).
(1984), s. 4 9 - 6 4 ; A. S. Beveridge, " E b û S a ' î d " ,
de Hâkimiyet Mücadeleleri",
hükümdarı
raktığı on bir oğlundan hiçbiri ülke top-
na gelen Farsça bir kıtanın yazılı oldu-
Acem'-
coğrafî avantajı iyi kullanarak iaşe yol-
id'in kuvvetleri dağıldı, kendisi esir alın-
nedildi. Atâî hazîrenin kitâbesinde, "Mer-
(trc. R e ş a t Üz-
ğu Atilla / Cengiz
Said, doğrudan Uzun Hasan'ın yaylağı
etmedi. Ancak Akkoyunlu
n ı n d a kendisi için yaptırılan türbeye def-
imparatorlu-
Azerbaycan'a doğru hareket eden Ebû
yapmış olduğu barış tekliflerini kabul
Halep'te devlet hizmetine alınarak kendisine 15 akçe m a a ş bağlandı. 971 (1563)
bilen Ebû Said eski dostu Uzun Hasan'a
lam taşıyordu. 1468 yılı Şubat ayında
ğınarak onunla birlikte İstanbul'a geldi.
(trc. Ta-
savaş açtı. Timur'un vasiyetinde Mîrânlen Azerbaycan Ebû Said için ayrı bir an-
seyn-i Erdebîlî'nin hizmetinde bulundu.
Lugal), Ankara 1987, s. 2 0 1 ; Ebû Bekr-i Tih-
lu Cihan Şah Akkoyunlu Hükümdarı Uzun
san Ali babasının intikamını a l m a k için
hapisten
gitti ve orada iki yıla yakın Molla Hü-
BİBLİYOGRAFYA :
koluna m e n s u p kimseleri getirdi.
dostlarının yardımıyla
rıca müfessirler hakkında bir eseri daha olduğunu söyler. BİBLİYOGRAFYA: Atâî, Zeyl-i Şekâik,
nûn,
s. 2 0 7 - 2 0 8 ;
Keşfü'z-zu-
II, 1107; M u h a m m e d Ali Terbiyet,
mendân-ı
Âzerbâycân,
26; Rızâzâde Şafak, Târîh-i Edebiyyât-ı ran 1337 hş,, s. 354.
Aslen Horasanlı olan babası Şeyh Sun'ul-
Dâniş-
Tahran 1314 hş., s. 25[—ı İLLI
irân, Tah-
MÜRSEL ÖZTÜRK
lah, Herat'ta büyük mutasavvıf ve şair Abdurrahman-ı Câmî (ö. 898/1492) ile
Kaynaklarda âdil, merhametli, azimli,
beraber m e ş h u r Nakşibendî şeyhlerin-
kabiliyetli bir h ü k ü m d a r olarak tanıtı-
den Ubeydullah Ahrâr'dan (ö. 895/1490)
F
E B Û S A Î D es-SÎRAFÎ
n
(bk. SÎRÂFÎ, Ebû Saîd).
225 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
EBÛ SAÎD es-SÜKKERÎ
r
li çalışmalarının müsveddelerinden fay-
E B Û SAÎD es-SÜKKERÎ (bk. SÜKKERÎ).
r
E B Û S Â L İ H el-MISRÎ
hadis öğrendi. Ebû Hüreyre'ye daha çok
müşkülünü halletmek için kendisine baş-
talebelik etmesi sebebiyle ondan hadis
vurduğunu söylemektedir. Ayrıca hoca-
rivayet edenlerin doğru m u yalan mı söy-
sından Hilyetü'l
lediklerini iyi bilirdi. Kendisinden oğul-
- evliya*,
Müsnedü'tve ken-
ları Süheyl, Sâlih ve Abdullah ile A'meş,
di eserleri başta olmak üzere birçok ki-
Abdullah b. Dînâr, Zührî ve Yahyâ b. Saîd
Tayâlisî,
(bk. ABDULLAH b. SÂLİH el-MISRİ).
rî, Abdullah b. Ömer gibi sahâbîlerden
dalanarak yazmaya başladığını ve her
Mu'cemü't-Taberârıî
t a p o k u d u ğ u n u belirtmektedir. Abdül-
el-Ensârî gibi muhaddisler rivayette bu-
E B Û S Â L İ H el-MÜEZZİN
kerîm es-Sem'ânî, Ebû Sâlih'in devrin
lundular.
( j i ^ J I ^JL* ^jî )
yıldızı olduğunu söyler ve huzuruna say-
Ebû Sâlih Ahmed b. Abdilmelik b. Alî el-Müezzin en-Nîsâbûrî (ö. 470/1078)
gıyla varılmasını tavsiye ederdi. İbnü'l-
ri olan ve rivayetlerine Kütüb-i
Müzekkî diye tanınan akranı ve hemşeh-
de yer verilen Ebû Sâlih'i Ahmed b. Han-
risi muhaddis M u h a m m e d b. Yahyâ, Ebû
bel, Yahyâ b. Maîn, Ebû Zür'a er-Râzî
Hadis hâfızı.
Sâlih yaşadığı sürece Nîşâbur'da kimse-
ve Ebû Hâtim er-Râzî gibi hadis otori-
nin hadis uydurmaya cesaret edemeye-
teleri sika* olarak değerlendirmişlerdir.
J
3 8 8 ' d e (998) doğdu. Dokuz yaşında iken Kur'an'ı ezberledi. On bir yaşında hadis öğrenmeye başladı. İlk hocası Ebû Nuaym el-İsferâyînî'dir. Memleketindeki muhaddislerden faydalandıktan sonra hadis tahsili için İsfahan, Bağdat, Dımaşk, Mekke, Rey ve Cürcân gibi ilim merkezlerini dolaştı. Buralarda
Hâkim
en-Nîsâbûrî, Ebû Ali ed-Dekkâk,
Ebû
Abdurrahman es-Sülemî, Ebû Nuaym elİsfahânî ve Ebû Zer el-Herevî gibi âlimlerden faydalandı. Ebû Ali ed-Dekkâk'ı tanıdıktan sonra zühd hayatına ilgisi arttı. Ardından Abdülkerîm el-Kuşeyrî ve ileri gelen bazı sûfî âlimlerle görüştü. Tahsilini t a m a m l a d ı k t a n sonra Beyhakıyye Medresesi'nde hocalık yapmaya
Tarih, fıkıh ve tefsir ilimlerinde de kendini yetiştirmiş olan Ebû Sâlih el-Müez-
Eserleri. 1. Târîhu Merv. En önemli çalışmalarından biri olup Sem'ânî bu eserin müsveddelerinin kendisinde bulund u ğ u n u söylemiştir. 2. Elf hadîs can elf şeyh. Her hocasından bir hadis almak suretiyle meydana getirdiği 1000 hadis ihtiva eden eserin orijinal bir çalışma old u ğ u anlaşılmaktadır. Ayrıca el-Erba cînât adlı bir kitabıyla hocaları hakkında yazdığı bir eseri daha b u l u n d u ğ u belirtilmekte, f a k a t bu çalışmalarının günüm ü z e gelip gelmediği bilinmemektedir.
m a n ' d a n her söz edilişinde yüksek ses-
Hatîb, Târîhu
IV, 2 6 7 - 2 6 8 ; Abdül-
Bağdâd,
mine's-Siyâk (nşr. Muhammed Kâzım el-Mahmûdî), Kum 1403, s. 132-134; İbnü'l-Cevzî, elMuntazam,
Târîhu
cemul-üdebâ',
4 1 9 - 4 2 2 ; a.mlf., Tezkiretü'l-huffâz, 1164; Yâfiî, Mir*âtü'l-cenân,
bakâtü'ş-Şâfi'iyye, dî, en-Nücûmü'z-zâhire,
Şezerât,
r
tığı camide bir g ü n i m a m ı n gecikmesi üzerine mihraba geçtiğini, f a k a t duygulanıp ağladığı için namazı güçlükle tamamlayabildiğini anlatır. BİBLİYOGRAFYA: İbn Sa'd, et-Tabakât,
Ma'âr'ıf
görüşen Hatîb el-Bağdâdî, onun güveL
İbn Kuteybe, el-
(Ukkâşe), s. 478; İbn Ebû Hâtim, el-Cerh III, 4 5 0 - 4 5 1 ; Ebû Zür'a ed-Dımaşkî,
I, 4 7 9 ; Mizzî, Tehzîbü'l-Kemâl, Zehebî, A'lâmun-nübelâ',
rîhu'l-Islâm:
sene
Tezkiretü'l-huffâz,
VIII, 5 1 3 - 5 1 7 ;
V, 3 6 - 3 7 ; a.mlf., Tâ-
101-120, s. 2 9 0 - 2 9 1 ; a.mlf., I, 8 9 ; İbn Hacer,
Tehzîb, III, 2 1 9 - 2 2 0 ; Hazrecî, Hulâşatü
Tehzîbü'tTezhîb,
XVIII, S
III, 1162-
II, 4 0 8 - 4 0 9 ; İbn Tağrîber-
F
TALAT SAKALLI
E B Û SÂLİM en-NASÎBÎ
V, 106; İbnü'I-İmâd,
III, 3 3 5 ; İzâhu' 1-meknûn,
I, 119.
E B Û S Â L İ H es-SEMMÂN
n
1
( ;.'•'^ f»"— y} )
Kemâlüddîn Ebû Sâlim Muhammed b. Talha b. Muhammed el-Ceffâr en-Nasîbî (en-Nasîbînî) (ö. 652/1254)
n
)
Ebû Sâlih Zekvân b. Abdillâh et-Teymî (ö. 101/719-20)
d a t ' a ikinci defa gittiğinde kendisiyle
V, 3 0 1 - 3 0 2 ; Buhârî, et-
III, 2 6 0 - 2 6 1 ;
Târîhu'l-kebîr,
III, 9 9 ; İsnevî, Ta-
( jUJI £İU
Ebû Sâlih 434 (1042-43) yılında Bağ-
Hadis hâfızı, tâbiî.
rinden hadis yazdıklarını belirtmiştir. Ebû Sâlih'i yakından tanıyan talebesi Abdül-
Hz. Ömer devrinde (634-644) doğdu.
gâfir el-Fârisî, hocasının her konuda ken-
Gatafanoğulları'ndan Cüveyriye bint Ah-
dine has üslûbu bulunduğunu, hadis der-
mes'in (Hâris) m e v l â ' s ı idi. Kûfe'ye zey-
lemede, o k u t m a d a emsalinden farklı ol-
tinyağı ve tereyağı g ö t ü r ü p sattığı için
duğunu, kendisini hadis öğrenmeye onun
"Zeyyât" ve " S e m m â n " lakaplarıyla anıl-
teşvik ettiğini, Kitâbü's-Siyak
li-Târi-
dı. Sa'd b. Ebû Vakkâs, Âişe, Ebû Hürey-
adlı eserini onun tarihle ilgi-
re, Abdullah b. Abbâs, Ebû Saîd el-Hud-
hi Nîsâbûr
leyen A'meş, hocasının çok hassas bir yapıya sahip olduğunu, müezzinlik yap-
İSMAIL L . Ç A K A N
b. Tâhir eş-Şehhâmî gibi âlimler kendisine talebelik ettiler.
nilir bir m u h a d d i s olduğunu ve birbirle-
el-müntehab
III, 2 2 4 - 2 2 6 ; Zehebî, A'lâmun-nübelâ',
kâtları fakirlere dağıtırdı.
üzere Ebû Abdullah el-Furâvî, Abdülm ü n ' i m b. Abdülkerîm el-Kuşeyrî, Zâhir
Nîsâbûr,
VIII, 314; Yâküt, Mu'
halka vaaz eder, zenginlerden aldığı zeBir fıkıh âlimi olan ve İbnü'l-Müezzin diye tanınan oğlu İsmâil başta olmak
le ağlardı. Kendisinden 1000 hadis din-
Târîh (nşr. Şükrullah Ni'metullah), Dımaşk 1980,
senin kütüphanesinde özellikle muhad-
geceleri
lunan Ebû Sâlih, bu olaylardan ve Hz. Os-
ue't-ta'dîl,
BİBLİYOGRAFYA: g â f i r el-Fârisî,
hizmetlerini yönetirdi. Ayrıca
Hz. Osman'ın isyancılar tarafından şehid edilmesiyle ilgili olayların içinde bu-
"el-Müezzin" diye şöhret buldu. Medre-
ğıt ve m ü r e k k e p masraflarını karşılama
etti.
zin 7 Ramazan 470'te (24 Mart 1078) vef a t etti.
ret a l m a d a n yıllarca ezan o k u d u ğ u için
faza eder, vakıf adına muhaddislerin kâ-
Sitte'-
Ebû Sâlih es-Semmân Medine'de vefat
ceğini söylerdi.
başladı. Bu medresenin minaresinde üc-
dislere vakfedilmiş olan eserleri muha-
Medine'nin ileri gelen âlimlerinden bi-
L
Şâfiî fakihi ve cefr âlimi.
J
582 (1186-87) yılında Nusaybin'in köylerinden Ömeriye'de doğdu. İbn Talha diye de anılır; ayrıca Kureşî ve Adevî nisbeleriyle de bilinir. İlk öğreniminden sonra fıkıh okudu ve diğer ilimlerle meşgul oldu. Tahsilini ilerletmek için Nîşâbur'a gitti, orada Müeyyed b. M u h a m m e d etTûsTden ve Zeyneb eş-Şa'riyye'den hadis okudu. Kendisinden M u h a m m e d b. Yûsuf Gencî, İbn Fûtî, Mecdüddin İbnü'lA d î m ve A b d ü l m ü ' m i n ed-Dimyâtî riva-
226
Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
EBÛ SEHL b. NEVBAHT yette bulundular. Busrâ, Halep ve Nu-
Saîd adına telif edilen eser dört bölüm-
saybin'de kadılık, Dımaşk'ta hatiplik yap-
den meydana gelmektedir. Ahlâk kural-
maniye, nr. 1060), Köprülü (nr. 926) ve Mil-
tı. Şâfiî fıkhında, usul ve hilâf ilimlerin-
larına, saltanat ve yönetime, dinî esas-
let (Ali Emîrî, nr. 2429) kütüphanelerin-
de seçkin bir yeri vardı.
lara dair bazı bilgileri ihtiva eden kitap
de çeşitli yazmaları mevcut olup Hindis-
Kahire'de yayımlanmıştır
tan'da el-Ceîrü'l-câmi c
Dımaşk'ta
Emîniyye
Medresesi'nde
ders o k u t t u ğ u sırada Şam Eyyûbî Hükümdarı el-Melikü'n-Nâsır Yûsuf tarafından istemediği halde vezirliğe tayin edildi (648/1250). Ancak bu görevi iki gün devam etti, hükümdara m e k t u p yazıp görevden affını istedi. H ü k ü m d a r ve devlet adamlarıyla yakın münasebet kurmadı. B ü t ü n mal varlığını halka dağıttı. Daha sonra tasavvuf yolunu seçti ve halktan büsbütün uzaklaşarak kimsenin bilmediği bir yerde yaşamaya ve cefr ilmiyle uğraşmaya başladı. Harflerden bir daire meydana getirerek bu harflerden ve üzerindeki işaretlerden anlamlar çıkarıyor, gaipten bazı şeyler keşfettiğini söylüyordu. Yâfiî'nin kaydına göre Ebû Sâlim, vezirliği terkedip z ü h d ü tercih ettiğini dile getiren, kendisi hakkında söylenmiş bir m a n z u m e n i n ikinci mısraının on bir harften oluşan son iki kelimesinden (
) ölüm tarihini çıkarmış
ve t a h m i n ettiği gibi on bir g ü n sonra da ölmüştür. Ebû Sâlim cefr ilmiyle uğraşan belli başlı kişilerden biridir. Cefr konusunda birçok kitap yazmakla beraber daha sonra bu işten vazgeçtiği rivayet edilmektedir. 6 5 1 ' d e (1254) hac görevini ifa edip Dımaşk'a dönen Ebû Sâlim, burada kı-
er-Risâletü'l-Kuşeyriyye'y\ okuttuktan sonra Halep'e gitti ve 27 Receb 652 (12 Eylül 1254) tarihinde orada vefat etti. sa bir süre
Eserleri. 1. el-'İkdü'l-ferid
liki's-Sa'îd.
li'l-MeEyyûbî Hükümdarı Melik
(1283,
1306,
1310). 2. Nefâ 'isü'1 -'anâsır
li -mecâlisi'1-Meliki'n-Nâsır. Kâtib Çelebi, el'İkdü'l-ferid için zikrettiği muhtevayı bu eser için de benzer ifadelerle tekrarlamaktadır ( Keşfü'z-zunûn, II, 1965; ayrıca bk. Brockelmann, GAL, I, 607; Suppl., I, 839). 3. Metâlibü's-sûl fî menâkıbi âli'rResûl. On iki imamın menâkıbından bahseder. Süleymaniye (Zühdü Bey, nr. 87; Yenicami, nr. 899) ve Beyazıt (Veliyyüddin Efendi, nr. 2648) kütüphanelerinde çeşitli nüshaları bulunan eser Tahran (1287, Sıbt İbnu 1-Cevzî'nin Tezkiretu l-havas adlı eseriyle), Leknev (1302) ve Necef'te (1381) basılmıştır. 4. Miftâhu'lfelâh fî i Qtikâdi ehli'ş-şalâh. Tasavvuf konusunda telif edilmiş olup bir nüshası Süleymaniye Kütüphanesi'nde bulunmaktadır (Ayasofya, nr. 2361/ 1, vr. l b 36b). S. Zübdetü'l-makâl fî fezâ'ili'laşhâb ve'l-âl. Eserin Süleymaniye Kütüphanesi'nde bir nüshası mevcuttur (Damad İbrâhim, nr. 303, 128 varak). Ebü Sâlim'in ayrıca İnâsü'l-hikem min enfâsi'l-Hakem (Brockelmann, GAL Suppl., I, 839), Tahşîlü'l-merâm îî tafzîli'ş-salât cale'ş-şıyâm ile (Brockelmann, GAL, I, 607) Zübdetü'l-muşannefât fi'l-esmâ 3 ve'ş-şıfât adlı eserlerinden de söz edilmektedir. Cefr Konusundaki Eserleri. 1. ed-Dürrü'l-munazzam fi's-sırri'l-a czam. Cefre dair geniş bilgiler veren ve Ceîru İbn Talha, Miftâhu'l - cefr diye de tanınan eserin Süleymaniye (Esad Efendi, nr. 1984;
Ayasofya, nr. 517; Lâleli, nr. 1532; Süley-
ve'n-nûrü'ssâtı c adıyla basılmıştır (ts.). Bu eser Keşfü'z-zunûn'da (I, 592) el-Ceîrü'l-câmi c ve'n-nürül-lâmi' 1, Hediyyetü'l- Cârifîn'de (11, 125) el-Cefrü'l-câmı' ve misbâhu'n-nûriî-lâmf şeklinde kaydedilmektedir. 2. Risâle îi'l-ceîr. Bir nüshası Süleymaniye Kütüphanesi'ndedir (Lâleli, nr. 3663/3). BİBLİYOGRAFYA : Zehebî, A'lâmun-nübelâ', a.mlf., el-'İber,
Ebû Şâme, ez-Zeyl
'ale'r-Rauzateyn,
Yâfiî, Mir'âtü'l-cenân,
VIII, 6 3 ;
İsnevî,
II, 5 0 3 - 5 0 4 ;
V, 2 1 3 ;
İbn
Tabakâ-
Makrîzî, Kitâbü's-Sülûk
VII, 3 3 ;
188;
Haldûn, el-
de), 1/1, s. 3 9 6 ; İbn Tağrîberdî,
zâhire,
s.
IV, 1 2 8 - 1 2 9 ; Sübkî, 7a-
bakâtü'ş-Şâfi'iyye, tü'ş-Şâfi'iyye, 'İber,
XXIII, 2 9 3 - 2 9 4 ;
III, 2 6 9 ; Safedî, el-Vâfî, III, 176;
(Ziyâ-
en-Hücûmü'zI, 360,
Keşfü'z-zunûn,
592,
734; II, 954, 1152, 1714, 1760, 1965; İbnü'lİmâd, Şezerât,
İ'lâmü'n-nübelâ'
V, 2 5 9 - 2 6 0 ; Râgıb
bi-târîhi
et-Tabbâh,
Halebi'ş-şehbâ,
leb 1 3 4 2 / 1 9 2 3 , IV, 4 3 7 - 4 3 8 ; Serkîs,
Ha-
Mu'cem,
I, 69, 147-148; Brockelmann, GAL, I, 6 0 7 - 6 0 8 ;
Suppl.,
I, 8 3 8 - 8 3 9 ;
Hediyyetü'l-'ârifîn, rânî, Zeylü
II, 4 9 9 ;
îzâhu'l-meknûn,
II, 125; Â g â Büzürg-i Tah-
Keşfi'z-zunûn,
Tahran 1 3 8 7 / 1 9 6 7 ,
s. 91; Kehhâle, Mu'cemÜl-mü'ellifîn,
X, 104-
105; Abdülazîz Tabâtabâî, " İ b n T a l h a " , IV, 144-145.
L*İ
F
ALİ ÖNGÜL
E B Û S E H L el-MESÎHÎ (bk. MESİHİ, E b û Sehl).
L r
DMBİ,
r—ı
n
J
„ E B U S E H L b. N E V B A H T
(
y y
y} )
Abbâsîler'in ilk döneminde yaşayan astronom ve astrolog.
Astronomi, astroloji, edebiyat, kelâm JUÇ.-1; _
ve siyaset gibi birçok alanda şöhret kazanmış olup Şiî olan ünlü Nevbaht ailesinin önde gelenlerindendir. Bu ailenin Ebû Sâlim en-Nasîbî'nin
ît-,-.
Zübdetulmakâl fî fezâ'ili'laşhâb ue'l-âl adlı eserinin unvan sayfası ile ikinci sayfası (Süleymaniye Ktp., Damad İbrâhim Paşa, nr. 3 0 3 , vr. 1 ' 2")
kurucusunun Şâhnâme'de
adı geçen Gû-
derz'in oğlu Gîv olduğu söylenirse de adı bilinen ilk ferdi Hakîm (Fârisî) unvanıyla anılan, Halife Mansûr'un başmüneccimi ve m u h t e m e l e n Fî Serâ'iri
nücûm
ahkâmı
n-
adlı eserin (Nuruosmaniye Ktp.,
nr. 2 9 5 1 / 7 ; Süleymaniye Ktp., Ayasofya, nr. 2684/2) yazarı olan Nevbaht veya Neybaht'tır. Ebû Sehl'in asıl adının Hurşîdmâh (Harşâdmâh) Taymâzâ (Tîmâz) M â b â d â r Hus-
227 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
EBÛ SEHL b. NEVBAHT revâ Behşâd olması, özellikle bu ismin Nevbaht'ın ihtidâ etmesinden önce, muh-
(^
temelen Abbâsî hilâfetinin başlangıcınni akla getirmektedir. Kaynaklarda kendisine Ebû Sehl künyesinin Mansûr tarafından verildiği belirtilir. Bu künyenin yıllarda yaygın şekilde kullanıldığı, büyük kısmı bu aileden gelmeyen pek çok kişinin bu künye ile m e ş h u r olduğu bilinmektedir. Mansûr'un hilâfetinin (754-775) sonuna doğru ö l d ü ğ ü sanılan babasının yerine başmüneccim olan Ebû Sehl, halifenin yakın adamlarından biri haline gelerek onunla birlikte 775 yılında hacca gitti. M a n s û r ' u n halefleri Mehdî-Billâh (775785) ve Hâdî-İlelhak (785-786) dönemlerinde saraydaki görevinin ne olduğu bilinmemekle birlikte Hârûnürreşîd zamanında (786-809) Hizânetü'l-hikme'de Pehlevîce'den ve diğer dillerden Arapça'ya tercüme yapmakla görevlendirilenler arasında onun adına da rastlanmaktadır. Hârûnürreşîd'in hilâfetinde sağ olduğu bilinen Ebû Sehl'in ne zaman öldüğü belli değildir. Her ne kadar kaynaklarda belirtilmiyorsa da hilâfet sarayındaki müneccimlik görevini ölünceye kadar sürd ü r d ü ğ ü düşünülebilir. Eserleri. İbnü'n-Nedîm, Ebû Sehl'in çoğu b u g ü n mevcut olmayan yedi kitabının adını vermektedir. Fuat Sezgin ise on bir risâle ve kitabını sayar (GAS, VII, 114). Bunlardan en çok bilineni Kitâbü'lYehbutân (Nehmutân) ü'l-mevâlîd olup bunun dışındaki başlıca kitapları da şunlardır: Delâletti'1-kevâkib (Tahran Meclis Ktp., nr. 6452'de bir kısmı var), Kitâbü'l-Müntehabât (Nasîrüddîn-i Tûsî'nin Seftnetü'l-ahkâm adlı kitabına kaynak olan en önemli eseri), Kitâbü't-Teşbih ve'ttemsîl, Kitâbü Tahvili sini'l-mevâlîd, Kitâbü'l - Fe* li'n-nücümî. BIBLIYOGRAFYA: İbnü'n-Nedîm, el-Fihrist
( T e c e d d ü d ) , s. 225,
299-301; İbnü'l-Kıftî, İhbârul-'ulemâ', 2 6 7 ; A b b a s İkbal, Hânedân-ı
s. 266-
Neubahtî,
Tah-
ran 1933; Sezgin, GAS, VI, 60, 108; VII, 100101, 114; Ullmann, Die îlatur
senschaften,
s. 3 0 3 ;
Seyyid
und Hasan
Geheimwises-Sadr,
Te'sîsü'ş-Şfa,
Beyrut 1401/1981, s. 363-364;
A'yânü'ş-Şî'a,
VIII, 4 1 0 - 4 1 2 ; D. Pingree, " A s -
y. j ^ J ^
ji
y} )
ne" adı verilmekte, o devirde Medine'de en çok hadis bilen iki kişiden birinin Ur-
Ebû Seleme (Abdullah) b. Abdirrahmân b. Avf el-Kureşî ez-Zührî (ö. 94/712-13)
da veya biraz önce d o ğ m u ş olabileceği-
bilhassa o devirde ve o devri takip eden
yedincisi tartışmalı olup ileri sürülen üç isimden biri de Ebû Seleme'dir. Medineli bu on âlime "fukahâ-i ehl-i Medî-
EBÛ SELEME b. A B D U R R A H M A N b. A V F
güneş ve ay kelimelerini içermesi, baba
Hadis hâfızı, Medineli yedi tabiîn fakihinden biri.
ve b. Zübeyr, diğerinin de Ebû Seleme olduğu söylenmektedir. Mâlik b. Enes onun bir ilim adamı, Ebû Zür'a er-Râzî
J
güvenilir bir m u h a d d i s olduğunu kaydederler. Zührî dört büyük "ilim denizi"
22 (642-43) yılı civarında Medine'de doğdu. Bazı nesep âlimleri adının Abdul-
gördüğünü söyleyerek fukahâ-i seb'adan Saîd b. Müseyyeb, Urve b. Zübeyr ve UbeyduIIah b. Abdullah b. Utbe ile Ebû
L
lah olduğunu belirtmekte, alfabetik sıralanmış kaynakların bir kısmında biyografisi "Abdullah" maddesinde yer almak-
Seleme'nin adını sayar. Ebû Seleme'nin İbn Abbas ile sik sık tartışarak çeşitli
tadır. Adını İsmâil, hatta Ebû Seleme şeklinde kaydedenler varsa da Ebû Se-
konularda onunla ihtilâfa d ü ş t ü ğ ü ve bu t u t u m u sebebiyle İbn Abbas'tan gerektiği şekilde faydalanamadığı söylen-
leme'nin onun künyesi olduğu anlaşılm a k t a , ancak Ebû Seleme b. Abdurrahm a n diye tanınmaktadır. Kendisi on yaşında iken aşere-i mübeşşere*den olan babası A b d u r r a h m a n b. Avf vefat etti. Annesi Tümâdır, hıristiyan Kelb kabilesinin reisi Asbağ b. Amr'ın kızı olup sahabedendir. Hz. Peygamber, Kelb kabilesine gönderdiği seriyyeye Abdurrahm a n b. Avf'ı k u m a n d a n tayin ederek (bk. DÛMETÜLCENDEL) ona kabile reisinin kızıyla evlenmesini tavsiye etmiş ve bu evlilikten Ebû Seleme dünyaya gelmiştir. Ebû Seleme'yi Hz. Ebû Bekir'in kızı Ümm ü Külsûm emzirdiği için Hz. Âişe onun süt teyzesi olmuş, bu sebeple Ebû Selem e Âişe'nin ilminden kolayca faydalanm a imkânı bulmuştur. Hz. Osman, Üsâm e b. Zeyd, Abdullah b. Selâm, Ebû Eyyûb el-Ensârî, Ü m m ü Seleme, Ü m m ü Süleym, Ebû Hüreyre, Mugîre b. Şu'be kendilerinden faydalandığı sahâbîlerden bazılarıdır. Urve b. Zübeyr ve Atâ b. Yesâr gibi tabiîlerden hadis rivayet etmiş olup küçük yaşta iken babası öldüğünden on-
LIV (1963), s. 2 4 0 ; a.mlf., " A b ü Sahi b.
N a w b a k t " , Elr., I, 3 6 9 ; L. Massignon,
"Nev-
baht", İA, IX, 2 1 9 ; a.mlf., " N e v b a h t î " , a.e., IX, 2 2 0 ; a.mlf., " N a w b a k h t " , El 2 (İng.), VII, 1043B
CENGIZ AYDIN
fazlaca güvendiğini gösteren başka rivayetler de vardır. Nitekim Şa'bî'den nakledildiğine göre Ebû Seleme Kûfe'ye gittiğinde Şa'bî onu ziyaret ederek Medine'nin en âlim zatının kim olduğunu sormuş, o da kendini ima etmiştir. BIBLIYOGRAFYA: İbn Sa'd, et-Tabakât,
et-Târthu'l-kebîr,
V, 1 5 5 - 1 5 7 ;
V, 130; İbn Kuteybe,
r/f (Ukkâşe), s. 237-238; Vekî', Ahbâru I, 116-118; Nevevî, Tehzîb, bî, A'lâmun-nübelâ',
rîhu'l-İslâm:
sene
IV, 2 8 7 - 2 9 2 ; a.mlf., Tâ(nşr. Ö m e r A b d ü s -
81-100
a.mlf., Tezkiretü'l-huffâz,
Bidâye,
I, 63; İbn Kesîr, el-
IX, 116; İbn Hacer, el-İşâbe (Bicâvî), VII,
453-454; a.mlf., Tehzîbü't-Tehzîb, Hazrecî, Hulâsatü
Tezhîb,
Şihâbî, Muhtasaru
Târîhi Dımaşk,
XIII, 7 - 1 0 . "
F
'
XII, 115-118;
s. 4 5 1 ; Sükeyne eş-
" m IHI
Dımaşk 1989,
MÜCTEBA U Ğ U R
E B Û S E L E M E el-HALLÂL
Urve gibi tanınmış âlimler hadis öğrenmişlerdir. Saîd b. Âs 49 (669) yılında Me-
Abbâsîler'in ilk veziri.
13) yılında Medine'de vefat etti. Bu tarih 93 (711-12), hatta 104 (722-23) olarak da zikredilmiştir.
n
( JÜlaJI ÂJL y\ ) Ebû Seleme Hafs b. Süieymân el-Hallâl el-Hemdânî (ö. 132/750)
revde kaldı. Daha sonra da yerine kardeşi Mus'ab getirildi. Ebû Seleme 94 (712-
l-kudât,
seİâm Tedmürî), Beyrut 1411/1990, s. 522-523;
dan yaptığı rivayetler m ü r s e l * sayılmış-
dine valisi olunca onu kadı olarak görevlendirdi ve 54 (674) yılında valilikten azledilinceye kadar Ebû Seleme bu gö-
Buhârî,
el-Ma'â-
II, 2 4 0 - 2 4 1 ; Zehe-
tır. Kendisinden oğlu Ömer ile Şa'bî, Ömer b. Abdülazîz, Nâfi', Zührî, Yahyâ b. Saîd el-Ensârî, Yahyâ b. Ebû Kesîr, Hişâm b.
İslâm tarihinde vezir unvanını alan ilk kişidir. Bazı kaynaklara göre Kûfe'de bir mahalleye adını veren Sebî' kabilesinin, diğer kaynaklara göre Hâris b. Kâ'b kabilesinin İran asıllı m e v l â * s ı idi. Kılıç kını veya sirke imal ederek sattığı, yahut bunları yapanlarla g ö r ü ş t ü ğ ü için kendisine "Hallâl" denilmiştir. Abbâsî ihtilâl
t o r n o m y a n d A s t r o l o g y in I n d i a a n d in Iran",
ISIS,
mektedir. Hz. Âişe b u n d a n dolayı onu kınamıştır. Ebû Seleme'nin kendisine
Tâbiînin ikinci tabakasında yer alan
hareketinin önde gelen şahsiyetlerinden
Ebû Seleme, çok hadis bilen güvenilir
biridir. Zengin olan Ebû Seleme serveti-
bir m u h a d d i s ve pek çok fetvası bulu-
ni ihtilâl hareketini desteklemek için har-
nan tanınmış bir fıkıh âlimidir. "Fukahâ-i
camıştır. Meşhur Abbâsî dâîsi Bükeyr b.
seb'a" diye bilinen Medineli yedi fakihin
Mâhân, 127 (744-45) yılında ölümünden
228 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
EBÛ SEVR önce akrabası Ebû Seleme'yi İ m a m İbrâhim b. M u h a m m e d ' e tavsiye etmiş,
na olan sevgisini açıkça dile getiriyordu ve idare de onun elindeydi. Üç dört ay
atlarından bir yıl evvel Medine'ye hicret etti. Kureyş kabilesinden Medine'ye ilk
İ m a m İbrâhim de onu geniş yetkilerle aynı yıl Horasan'a yollamıştır. Ebû Müslim'in Horasan'a gönderilmesine kadar
boyunca b ü t ü n yetkilerini kullanarak ülkeyi idare etti. Halife Ebü'l-Abbas, henüz hiçbir kuvvete sahip olmadığı için Ebû
hicret eden kişi olan Ebû Seleme'yi Hz. Peygamber Uşeyre Gazvesi'ne çıkarken Medine'de yerine vekil bıraktı. Ebû Se-
ihtilâl hareketini organize eden Ebû Seleme gittiği her yerde Hâşimî liderlerin-
Seleme'ye karşı bir harekete girişemiyordu. Horasan ordusu üzerinde büyük
leme Bedir ve Uhud gazvelerine katıldı ve Uhud Gazvesi'nde yaralandı. Bir ay
den yakın ilgi görmüştür.
nüfuzu olan Ebû Müslim'in yardımını temin için kardeşi Ebû Ca'fer el-Mansûr'u ona yolladı. Ebû Müslim de gönderdiği
kadar tedavi gördükten sonra Benî Esed üzerine sevkedilen otuz beş kişilik Katan Seferi'ne (Seriyyetü'l-Katan) k u m a n d a et-
adamlarıyla Receb 132 (Şubat 750) tarihinde Ebû Seleme'yi Enbâr'da öldürte-
ti. Medine'ye d ö n d ü ğ ü z a m a n Uhud'da aldığı yaranın nüksetmesi sonucu vefat
rek Ebü'1-Abbas'ı büyük bir gaileden kurtardı. Başka bir rivayette ise Ebû Müslim'in Ebü'l-Abbas es-Seffâh'a mek-
etti, gözlerini Hz. Peygamber kapattı. Ölüm ü n d e n sonra da hanımı Ü m m ü Seleme'yi nikâhı altına aldı.
Emevî hânedanına son veren ihtilâl ordusunda yer alan Ebû Seleme Kûfe'ye vali tayin edildi. Ancak Emevîler Abbâsî kuvvetleriyle çarpışmaya devam ettikleri ve o r t a m henüz uygun olmadığı için faaliyetlerini gizlice sürdürüyordu. Muharrem 132 (Eylül 749) tarihinde Hasan ve Humeyd b. Kahtabe kardeşlerin kumandasındaki Abbâsî ordusu Kûfe'yi
t u p yazıp Ebû Seleme'yi öldürtmesini istediği, ancak halifenin, onun Abbâsî aile-
ele geçirince Ebû Seleme saklandığı yerden çıktı. Şehre giren Hâşimî emîrler ta-
sine büyük yardımları olduğunu söyleyerek böyle bir harekete tevessül edemeyeceğini bildirdiği ifade edilmektedir.
rafından "vezîr-i Âl-i M u h a m m e d " unvanıyla, henüz belirlenmemiş olan Abbâsî halifesinin vezirliğine getirildi ve ihtilâlin yönetimini eline aldı. Kaynakların belirttiğine göre Ebû Seleme İ m a m İbrâhim'in maiyetinde çalışmasına r a ğ m e n Hz. Ali evlâdını tutuyor ve hilâfette daha çok onların hakkı old u ğ u n u düşünüyordu. Hatta Ali evlâdından üç kişiyle mektuplaşıp halifeliği onlara teklif etmişti. Bunlar Abdullah Mahd b. Hasan, Ömer Eşref b. Zeynelâbidîn ve Ca'fer es-Sâdık'ti; ancak hiçbiri bu teklifi kabul etmedi. Abbâsî ailesi mensupları ihtilâl ordusundan bir ay sonra Kûfe'ye geldikleri z a m a n Ebû Seleme ve Hz. Ali evlâdı taraftarları onları iyi karşılamadılar. Ebû Seleme Abbâsî ailesinin kaldığı yeri bir süre Horasanlılardan sakladı; zira Vâsıt henüz zaptedilmediği için ortaya çıkmaya gerek olmadığını söylüyordu. Fak a t Ebû Müslim'in güvenilir adamlarından Ebü'l-Cehm b. Atıyye bir tesadüf eseri Abbâsî ailesinin kaldığı yeri buldu ve hemen Hammâm-A'yen'deki Horasan ileri gelenlerine durumu bildirdi. Bunlardan on iki kişi Kûfe'ye gelerek Ebü'l-Abbas
Abbâsî ihtilâlinin başarıya ulaşmasında büyük rolü olan Ebû Seleme kültürlü, cömert ve kabiliyetli bir vezirdi. BİBLİYOGRAFYA: Belâzürî, Ensâbü'l-eşrâf,
vezirlikte bırakmak istiyor veya muhtemelen buna zorlanıyordu. Ancak Ali evlâdını açıkça desteklemesi ve bu t u t u m u n u sürdürmesi buna engel oluyordu.
Âşir
Efendi
IV, 278; Vâkıdî, el-Meğâzî,
Müsned, Tabakât,
III, 2 3 9 - 2 4 2 ; VIII, 8 7 ; İbn Abdülber,
el-lstfâb,
II, 3 3 8 - 3 3 9 ; İbnü'l-Esîr,
berî, Târîh
( d e G o e j e ) , II, 1916, 1949; III, 5 - 7 , Kahire
ve'l-küttâb,
Mes'ûdî, Mürûcü'z-zeheb
1938, s.
84-89;
(Meynard), VI, 133;
a.e. (Abdülhamîd)" iîl, 2 8 4 - 2 8 5 ; Ebû Ali Bel'a-
S
E B Û S E L E M E et-TEBÛZEKÎ
I
(bk. TEBÛZEKÎ).
r
E B Û S E V B Â N el-MÜRCİÎ ( u s ^ v ^ 1 cMyy}
1867-74* IV, 333 vd., 346 vd.; İbnü't-Tıktakâ, el 197; Zehebî, A'lâmun-nübelâ', Sourdel, Le Vizirat Abbaside, 73; J. Wellhausen, Arap
VII, 7 - 8 ; D Damas 1959, I, 65
Devleti
(trc
ve Sükûtu
Fikret Işıltan), Ankara 1963, s. 244, 257-259; M A. Shaban, Islamic
History, Cambridge 1971-76
I, 182, 185-188; II, 1 - 3 ; a.mlf., The Abbâsid
Günümüze
r
Teşkilâtında
Devleti'nin
Dîvânlar:
İlk
( j y y } )
Dönemi
132-232/750-847
(doktora tezi, 1993), İSAM Ktp., nr. 24.366, s. 52; S. Moscati, " A b ü S a l a m a a l - K h a l l â l " , El 2 (Fr.),
B
HAKKI DURSUN YILDIZ
y)
)
Mezhep kurucusu büyük fıkıh ve hadis âlimi.
D o ğ u m yeri ve yılı hakkında bilgi yoksa da b ü t ü n kaynaklarda Bağdat'ta ye-
İbn Kâni'den nakledilen rivayet, h e m e n h e m e n b ü t ü n kaynaklarda ölüm tarihi olarak zikredilen 240 (854) yılı ile birlik-
Ebû Seleme Abdullah b. Abdilesed b. Hilâl el-Kureşî el-Mahzûmî (ö. 4 / 6 2 5 ) İslâm'a ilk giren ve Medine'ye ilk hicret eden sahâbîlerden biri.
L_
tişip orada tahsil gördüğü kaydedilmektedir. Yetmiş yaşında vefat ettiğine dair
EBÛ SELEME el-MAHZÛMİ ( ^JLr*^
)
Ebû Abdillâh İbrâhîm b. Hâlid b. Ebi'l-Yemân el-Kelbî el-Bağdâdî (ö. 2 4 0 / 8 5 4 )
Büyük
I, 153; R. W. Bulliet, " A b ü Salama", Elr., I, 382-
~1
EBÛ SEVR
Re
Tarihi, İstanbul 1986, III, 26, 33-39, 59
M e h m e t Aykaç, Abbâsî
,
(bk. MÜRCİE).
L
Cambridge 1979, s. 153, 155, 161-167
" A b b a s î l e r D e v r i " , Doğuştan
n
Mürcie'ye bağlı Sevbâniyye kolunun kurucusu
Fahrî, s. 154-156; İbn Hallikân, Vefeyât, II, 195
r
SELÂHATTİN POLAT
F
mî, Târih-i Taberî (Fr. trc. H. Z o t e n b e r g ) , Paris
İdarî
A'lâmü'n-
I, 150-153; İbn Hacer, el-İşâbe, II, 335.
Ktp.,
16, 20-22, 24, 27, 28, 58, 60, 6 2 ; Cehşiyâri, el-
İslâm
Üsdü'l-ğâbe
(Bennâ), III, 294-296; VI, 152; Zehebî,
el-Ahbâ-
3 3 6 ; Ya'kübî, Târîh, II, 314, 345, 349, 3 5 2 ; Ta-
volution,
I, 7, 340-
3 4 6 ; İbn Hişâm, es-Sîre, II, 4 6 8 ; İbn Sa'd, et-
(nşr. W . Guirgass), Leiden 1888, s.
rü't-tıvâl
es-Seffâh'a biat ettiler. Ebû Seleme de bu oldubittiyi kabul etmek zorunda kaldı. Cuma g ü n ü Küfe Camii'nde Abbâsî hânedanı adına halktan biat alan (132/749) yeni halife Ebü'l-Abbâs Ebû Seleme'yi
BİBLİYOGRAFYA:
nübelâ',
nr. 597-598, vr. 3 0 1 b - 3 0 3 a ; Dfneverî,
Vüzerâ'
Ebû Seleme'den rivayet edilen iki hadis A h m e d b. Hanbel'in el-Müsned'inde yer almaktadır (IV, 278).
te değerlendirildiğinde 170'te (786) Bağd a t ' t a d o ğ d u ğ u söylenebilir. İbn HalliJ
kân vefat tarihini 246 (860) olarak kaydetmiştir.
du. Daha sonra Ebû Seleme'den uzaklaşmak için ikametgâhını Hâşimiye'ye nakletti. Aralarındaki güvensizlik gittik-
Hz. Peygamber'in süt kardeşi ve halası Berre bint Abdülmuttalib'in oğludur. Hanımı Ü m m ü Seleme ile birlikte
Fıkıhta mutlak müctehid olan Ebû Sevr hadiste de hâfızlık derecesine ulaşmıştır. Nesâî, Hatîb el-Bağdâdî gibi hadis
çe artıyordu. Ebû Seleme Hz. Ali evlâdı-
önce Habeşistan'a, sonra da Akabe bi-
tenkitçileri onun hadiste "sika-me'mûn"
Ebü'l-Abbas Kûfeliler'e güvenmediği için karargâhını Hammâm-A'yen'de kur-
229
Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
EBÛ SEVR olduğunu söylemiş, Nevevî de sika olduğ u n d a ittifak b u l u n d u ğ u n u kaydetmiştir. Süfyân b. Uyeyne, Vekî' b. Cerrâh, A b d u r r a h m a n b. Mehdî gibi meşhur hadisçilerden hadis dinlemiş; Müslim, Ebû Dâvûd, Tirmizî, İbn Mâce, Ebû Hâtim erRâzî gibi birçok meşhur m u h a d d i s de kendisinden rivayette bulunmuştur. Fıkıh ilmini önceleri Muhammed b. Hasan eş-Şeybânî'den, Şâfiî B a ğ d a t ' a gel-
îi'l-hkh adlı bir eserinden bahsetmektedir ( el-Fihrist, s. 265). Ancak zamanımıza kadar gelen herhangi bir eseri bilinmemektedir. Mukayeseli fıkıh kitaplarında, tefsirlerde ve hadis şerhlerinde dağınık olarak yer alan fıkhî görüşleri, Sa'dî Hüseyin Ali Cebr tarafından hazırlanan bir yüksek lisans çalışmasına konu edilmiş ve bu çalışma Fıkhü'l-tmâm Ebî Sevr adıyla neşredilmiştir (Beyrut 1403/1983).
dikten sonra da ondan öğrendi. Böyle-
İbnü'n-Nedîm, el-Fihrist
( T e c e d d ü d ) , s. 2 6 5 ;
fıkhı ile "ehl-i hadis" olarak bilinen Hi-
Hatîb, Târîhu
cazlılar'ın fıkhını kendisinde birleştirmiş
II, 200-20l"; İbn Hallikân, Vefeyât,
oldu. Fakat onda Şâfiî'nin tesiri daha
bî, Tezkiretü'l-huffâz,
ağır basar. Ebü Sevr, re'yi t a m a m e n terketmemekle birlikte hadis ekolüne men-
Bağdâd,
345; Sübkî, Tabakât cer, Tehzîbü't-Tehzîb,
Şezerât,
ez-Zâhirî, A h m e d
m e d el-Hudarî, Târîhu't-teşri'
dî, Ca'fer b. M u h a m m e d el-Hayyât bunlardandır.
V, 344-
(Ömer), s. 2 2 3 ;
İbnü'I-İmâd,
II, 9 3 - 9 4 ; Sezgin, GAS, I, 4 9 1 ; Muham-
i'l-İslâmî,
Hukuk
Tarihi, İstanbul 1975, s. 9 9 ; Mu-
onun kadîm mezhebinin (eski görüşleri-
târihi'I-fıkhi'l-islâmî,
hûn, Abdülhay İbnü'I-İmâd gibi pek çok biyografi yazarı, Ebû Sevr'in müctehidierden
olduğunu
müstakil
ve
kendine
Medine'ye
gönderildiği de söylenmektedir (İbn Sa'd, VII, 102; İbn Hacer, IV, 108). Ebû Sufre
mı tekrar Debâ'ya dönerken Ebû Sufre'nin de aralarında bulunduğu başka bir
m
IHI
grup Basra'ya yerleşti. Ebû Sufre'nin Hz. Ebû Bekir ve Ömer'-
M U H S I N KOÇAK
le görüşmeler yaptığı, çocuklarıyla Hz.
malarına sebep olmuştur. Ancak onun-
Nedîm, Kâdî İyâz, Burhâneddin İbn Fer-
Ebû Bekir'e teslim edilmek üzere Huzeyfe b. Y e m â n tarafından
Beyrut 1 4 0 3 / 1 9 8 3 , s. 5 1 - 1 0 1 ; F. K e m ,
El 2 (İng.), I, 155.
dirmek daha doğru olur. Nitekim İbnü'n-
bülûğa ermemiş bir çocuk olduğu, Hz.
serbest bıraktı. Kabile halkının bir kıs-
"Ebû Sevr", İA, IV, 49; J. Schacht, " A b ü T h a w r " ,
la Şâfiî arasındaki münasebeti bir tale-
ne'ye, bir kısmı da başka yerlere gönderildi. O sıralarda Ebû Sufre'nin henüz
Ebî
Tâceddin es-Sübkî gibi bazı Şâfiîler'in
be-hoca münasebeti olarak değerlen-
bir ordu gönderdi. Müslümanlarla sava-
fî
nin) râvilerinden oluşu, İbn Hallikân ve Ebû Sevr'i kendi mezheplerinden say-
de katıldı. Halife Ebû Bekir onların üze-
Medine 1397/1977, II, 17-
18; Sa'dî Hüseyin Ali Cebr, Fıkhü'l-İmâm
Şeur,
edenlerin arasına Ebû Sufre'nin kabilesi
yeniden İslâmiyet'e dönünce halife onu
h a m m e d b. Hasan el-Hacvî, el-Fikrü's-sâmî
Şâfiî'nin önde gelen talebelerinden ve
Kahi-
re 1390/1970, s. 186-187; Hayreddin Karaman,
İslâm
sonra
savaşta öldü. Kalanların bir kısmı Medi-
I, 1 1 8 - 1 1 9 ; Süyûtî, Ta-
sında da çok talebesi olmuştur. Dâvûd el-Bağdâ-
Hz. Peygamber'in vefatından
zekât vermeyi kabul etmeyerek irtidad
şa giren kabile mensuplarının çoğu bu
{Tanâhî), II, 7 4 - 8 0 ; İbn Ha-
bakâtü'T
b. Yahyâ
ri sürenler de vardır (aş. bk ).
I, 2 6 ; Zehe-
II, 5 1 2 - 5 1 3 ; a.mlf., Mîzâ-
sup müctehidierden sayılır. Fıkıh saha-
huffâz
nına geldiğini söylemektedir. Onun Asr-ı saâdet'te küçük bir çocuk olduğunu ile-
Tehzîb,
VI, 65-69; Nevevî,
I, 2 9 - 3 0 ; Safedî, el-Vâfî,
nul-i'tidâl,
nı, on çocuğuyla birlikte Hz. Ömer'in (bazı rivayetlere göre ise Hz. Ebû Bekir'in) ya-
rine İkrime b. Ebû Cehil kumandasında
BİBLİYOGRAFYA:
ce "ehl-i re'y" olarak bilinen Iraklılar'ın
sözü edilen heyetin içinde bulunmadığı-
F
EBÛ SUFRE ( 5>- y
n
)
Ebû Sufre Zâlim b. Serrâk b. Subh el-Ezdî el-Atekî Tanınmış emîr ve Horasan Valisi Mühelleb'in babası, sahâbî.
m a h s u s bir mezhebi b u l u n d u ğ u n u açık-
Ömer'in huzuruna çıktığı z a m a n , daha sonra Basra'yı Hâricîler'e karşı koruyacak ve Horasan valiliği yapacak olan en küçük oğlu Mühelleb'i halifenin beğendiği ve, "Bu senin çocuklarının önderidir" dediği kaydedilmektedir. Basra'da vefat eden ve cenaze namazı Hz. Ali tarafından kıldırılan Ebû Suf-
ça ifade etmişlerdir. Râfiî ve Nevevî gi-
Uman'la Bahreyn arasındaki Debâ'da
bi m e ş h u r Şâfiî âlimleri de bu kanaatte
yaşayan Ezdliler'dendir. Adının Kâtı', ba-
BİBLİYOGRAFYA:
olup onun müstakil görüşlerinin mez-
basının adının Sârik olduğu da söylen-
Vâkıdî, Kitâbü'r-Ridde
hep içerisinde bir farklı görüş şeklinde
mektedir. Atekî nisbesini Ezd'in bir ko-
rî), s. 55-57, 59, 2 0 1 ; İbn Kuteybe,
değerlendirilemeyeceğini belirtmişlerdir.
lu olan Atîk'ten almıştır. Bazı Şiî kaynak-
(Ukkâşe), s. 3 9 9 ; İbn Hazm, Cemhere,
Ebû Sevr mezhebinin esas olarak Şâfiî
ları onun aslen İranlı olduğunu kayde-
mezhebine yakın olduğu söylenebilirse
der. Kabilesi İslâmiyet'i kabul ettiği za-
de bu husus ikisinin aynı m e z h e p oldu-
m a n Medine'ye gönderilen heyet içinde
ğâbe,
111, 1 0 3 ; IV, 3 7 9 ; VI, 1 7 4 ; İbn Hacer, el-
ğu anlamına gelmez. Ondan ulemânın ço-
o da vardı. Ebû Sufre uzun boyu, iri cüs-
İşâbe,
IV, 108-109; A b b a s el-Kummî,
ğunluğuna muhalif ve şâz kabilinden ba-
sesi, güzel yüzü, fasih konuşması ve sarı
ve'l-elkâb,
zı ictihadî görüşler de nakledilmiştir (me-
renkli uzun elbisesiyle Resül-i Ekrem'in
selâ bk. Sübkî, II, 77-80; Muhammed el-
dikkatini çekti; biat e t m e k üzere yanı-
Hudarî, s. 187).
na geldiğinde kendisiyle ilgilendi ve adı-
Diğer birçok m e z h e p gibi Ebû Sevr
nı, sarı renkli elbisesinden dolayı "Ebû
mezhebi de fazla taraftar bulamamış ve
Sufre" olarak değiştirdi. Bir rivayete gö-
uzun
Bunun-
re ise on sekiz oğlu ve Sufre adında bir
la birlikte IV. (X.) yüzyılın sonlarına ka-
kızı olduğunu söylemesi üzerine Hz. Pey-
dar Azerbaycan ve Ermeniye bölgesin-
gamber ona bu künyeyi verdi. Kendileri
de çok sayıda müntesibinin bulunduğu
gibi Ezdli olan Huzeyfe b. Yemân'ı, baş-
nakledilir.
ka bir rivayete göre hemşehrileri Huzey-
zaman
yaşayamamıştır.
Ebû Sevr'in fıkha, sünıheti müdafaaya, İ m a m Mâlik ve Şâfiî'nin ihtilâfları ile Kur'an a h k â m ı n a dair kitaplar yazdığı rivayet edilir. İbnü'n-Nedîm,
el-Mebsût
fe b. Mihsan'ı (Yâküt, II, 435) onlarla birlikte zekât âmili olarak gönderdi. İbn Abdülber, Ebû Sufre'nin Hz. Peygamber zamanında m ü s l ü m a n olmakla beraber
re'nin ölüm tarihi bilinmemektedir.
3 6 8 ; İbn Sa'd, et-Tabakât, Abdülber, el-İstî'âb,
mü'l-büldân,
el-Ma'ârif s. 367-
VII, 1 0 1 - 1 0 2 ;
IV, 109-110; Yâküt,
İbn
Mu'ce-
II, 4 3 5 - 4 3 6 ; İbnü'l-Esîr,
üsdü'lel-Kürıâ
Beyrut 1983, s. 9 7 - 9 9 ; Reckendorf,
" E z d " , İA, IV, 430.
F
(nşr. Yahyâ e l - C e b û -
m IHI
RAŞİT K Ü Ç Ü K
EBÛ SÜFYÂN
(
n
)
Ebû Süfyân Sahr b. Harb b. Ümeyye (ö. 31/651-52) Kureyş kabilesinin reislerinden, sahâbî.
L
J
Hicretten elli yedi yıl önce (m. 565) Mekke'de doğdu. Bedir Gazvesi'nde öldürülen oğlu Hanzale'den dolayı Ebû Hanzale künyesiyle de anılır. Annesi, Hz. Pey-
230 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
EBÛ SÜFYÂN gamber'in hanımı Meymûne'nin halası olan Safiyye bint Hazn el-Hilâliyye, babası Kureyş kabilesi ileri gelenlerinden Harb b. Ümeyye'dir. Çocukluğu Mekke'de refah içinde geçti. Hz. Peygamber'in amcası Abbas onun en samimi çocukluk arkadaşıydı. Ebû Süfyân babası gibi ticaretle meşgul oldu. Okuma yazma bilen çok az sayıdaki Mekkeli'den biriydi. Kısa sürede kendini kabul ettirerek görüşüne başvurulan, sözüne güvenilen, kabilesinin ticaret işlerini yöneten bir Kureyş büyüğü durumuna geldi. Resûlullah'ın peygamberliğini ilân etmesinden sonra Kureyş ileri gelenleri ğibi o da İslâm'a cephe aldı. Onun bu tavrında, Ümeyye ailesiyle Hz. Peygamber'in mensup olduğu Benî Hâşim arasında öteden beri devam edegelen rekabet ve düşmanlığın önemli rolü vardır. İslâmiyet'in Mekke'de hızla yayılması ve Hamza ile Ömer'in müslüman olmaları Kureyş kabilesini endişeye sevkedince, yeğenini davasından vazgeçirmek üzere Ebû Tâlib'e gönderilen heyetlerde ve Dârünnedve'de toplanıp Hz. Muhammed'in öldürülmesine karar veren müşrikler arasında Ebü Süfyân da yer aldı. Fakat hicret öncesinde Hz. Peygamber'e ve müslümanlara fiilî olarak eziyet edenler arasında bulunmadı. Hz. Muhamed'in gençlik yıllarında onun Mekke'de sahip olduğu siyasî nüfuz, etkili bir görevde veya makamda bulunmasından değil Ümeyye'nin zenginlik ve nüfuzuyla kendi şahsî kabiliyetinden kaynaklanıyordu. Hicretten iki yıl sonra Ebû Süfyân'ın riyâsetinde Suriye'den gelmekte olan bir ticaret kervanı Hz. Peygamber'in emriyle müslümanlar tarafından ele geçirilmek istendi. Bunu haber alan Ebû Süfyân kervanın yolunu değiştirerek müslümanların takibinden kurtuldu ve Mekke'ye ulaştı. Fakat bu olay, Kureyş'in lideri Ebû Cehil'in tahrikleriyle Bedir Savaşı'na sebep oldu. Ebû Cehil'in bu savaşta ödürülmesi üzerine Ebû Süfyân Mekke müşriklerinin reisi oldu. Kureyş, Bedir mağlûbiyetinin intikamını bir an önce alma görevini ona verdi ve bu savaşa sebep olan Suriye kervanındaki malları müslümanlara karşı yapılacak savaşın masraflarına tahsis etti. Bedir'in intikamını almadıkça yıkanmayacağına yemin eden Ebû Süfyân, hicretin 3. yılı Şevval ayı ortalarında (Mart 625) cereyan eden Uhud Savaşı'na müşrik ordusunun kumandanı olarak katıl-
dı. Karısı Hind bint Utbe de diğer Kureyş kadınlarıyla birlikte def çalarak orduyu savaşa teşvik ediyordu. Bu savaşta müşrikler, parlak bir zafer elde edememekle beraber Hz. Peygamber'in amcası Hamza'nın Vahşî tarafından şehid edilmesi sebebiyle bir ölçüde intikam duygularını tatmin etmiş oluyorlardı. Hind de aynı intikam duygusuyla Hz. Hamza'nın ciğerini çıkarıp ağzında çiğnemişti. Ebû Süfyân Hendek Gazvesi'nde de Kureyş'in kumandanlığını yaptı. Onun bu liderlik görevinin Mekke'nin fethine kadar sürdüğü, müslümanlara karşı yapılan hareketlerde en üst seviyede rol aldığı görülmektedir.
rarlarıyla Hz. Peygamber'in huzuruna çıktı ve İslâmiyet'i kabul etmek zorunda kaldı. Hz. Peygamber de fetih günü Mekke'de Ebû Süfyân'ın evine sığınanlara eman verileceğini bildirerek onu taltif etti. Ebû Süfyân'ın bunu Mekkeiiler'e bizzat duyurması herkesten önce karısı Hind'in sert tepkisine yol açtı.
Hz. Peygamber'in, Bizans İmparatoru Herakleios'u İslâm'a davet etmek üzere Dihye b. Halîfe el-Kelbî'yi Suriye'ye gönderdiği günlerde (Muharrem 7/Mayıs 628) Ebû Süfyân da otuz kişilik bir ticaret kafilesiyle birlikte Suriye'ye gitmişti. Herakleios Kudüs'te (bazı rivayetlere göre Humus'ta) iken Resûlullah'ın mektubunu alınca onun kavmine mensup biriyle görüşmek istediğini söyledi. O sırada Gazze'de bulunan Ebû Süfyân ve kafiledeki arkadaşları imparatorun isteği üzerine Kudüs'e getirildiler. Soyunun Resûl-i Ekrem'e yakınlığı sebebiyle Ebû Süfyân ile görüşmeyi tercih eden Herakleios ona Hz. Peygamber'in soyu, ahlâkı, Müslümanlığı kabul edenlerin sosyal durumu, sayılarının çoğalıp çoğalmadığı, müslüman olduktan sonra dinden dönenlerin bulunup bulunmadığına dair, ayrıca neleri emrettiği, onunla yaptıkları savaşlarda kimin galip geldiği gibi hususlarda çeşitli sorular sordu. Ebû Süfyân'ın, ona gerçek dışı bilgiler vermeyi arzu ettiği halde yalan söylediğinin duyulmasından korktuğu için doğru cevaplar vermek zorunda kaldığı rivayet edilir (ayrıca bk. HE-
dan olan Ebû Süfyân'a 100 deve ile kırk
RAKLEIOS).
Mekkeliler'in Benî Bekr'e yardım ederek müslümanlarla yaptıkları anlaşmayı bozmaları üzerine Hz. Peygamber de müttefiki Huzâa kabilesine yardım vaad etti. Bu durum Kureyşliler'i telâşa düşürdü; reisleri Ebû Süfyân'ı Medine'ye göndererek anlaşmayı yenilemek istediler. Fakat Ebû Süfyân, Medine'de Hz. Peygamber'in hanımı olan kızı Ü m m ü Habîbe dahil hiç kimseden ilgi görmedi. Bu durum onun Kureyşliler nezdindeki itibarının sarsılmasına yol açtı. Mekke'yi fethetmek üzere harekete geçen İslâm ordusu Mekke yakınında Cuhfe'de karargâh kurunca Ebû Süfyân çocukluk arkadaşı Abbas b. Abdülmuttalib'in ıs-
Ebû Süfyân'ın
müslüman
olduktan
sonra katıldığı Huneyn Gazvesi'nin ilk safhasında
müslüman
öncü
birlikleri-
nin yenilmesine sevinmesi (İbn Hişâm, II, 443) İslâmiyet'i henüz gönülden kabul etmediğini göstermektedir. Hz. Peygamber, bu savaşta elde edilen ganimeti paylaştırırken müellefe-i kulûb*ukıyye g ü m ü ş verdi. Oğulları Yezîd ile Muâviye de bu gruptan kabul edilerek kendilerine 100'er deve verildi. Bir şehir devletinin başkanlığından normal bir vatandaş durumuna düşen Ebû Süfyân'a ve oğullarına gösterilen bu ilgi onları çok m e m n u n etti. Ebû Süfyân Tâif Muhasarası'na da katıldı ve bu sırada bir gözünü kaybetti. 9. (630) yılda Necranlılar'la yapılan anlaşmanın şahitleri arasında yer alan Ebû Süfyân, Belâzüri'ye göre şartsız teslim olan Cüreş şehrine vali tayin edildi (Fütûh, s. 84); Hz. Ebû Bekir döneminde ise Necran âmilliğinde de bulundu (a.e., s. 150). Hz. Peygamber'in vefatı sırasında Ebû Süfyân Mekke'de bulunuyordu. İbn İshak'a göre Resûl-i Ekrem onu Mekke yakınlarındaki Kudeyd'de bulunan Menât putunu yıkmakla görevlendirmişti. Hz. Ebû Bekir'in halife olmasına karşı çıkan Ebü Süfyân daha sonra ona biat etti. Yetmiş yaşlarında iken Suriye'nin fethine gönderilen orduya katıldı. Yermük Savaşı'nda oğlu Yezîd'in idaresinde askerleri cesaretlendirmek için gayret sarfetti. Taberî onun gözünü bu savaşta kaybettiğini söylemektedir (Târîh, 1, 2101). ZehebTye göre ise gözlerinden birini Tâif Muhasarası'nda, diğerini de Yermük'te kaybetmiştir (A c lâmü'n-rıübelâ', II, 106). Ebû Süfyân 31'de (651-52) Medine'de vefat etti. Onun 30 (650-51), 32 (65253) ve 34 (654-55) yıllarında öldüğünü söyleyenler de vardır. Hz. Peygamber'in kâtipleri arasında yer aldığı söylenen Ebû Süfyân (M. Mustafa el-A'zamî, s. 39) Resûl-i Ekrem'den bazı hadisler rivayet etmiştir (bk. Wensinck, el-Mu ccem, VIII, 105). Kendisinden, Herakleios ile yaptığı konuşmayı rivayet eden İbn Abbas'tan başka oğlu Muâvi-
231
Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
EBÛ SÜFYÂN ye ve Kays b. Ebû Hâzim'in de rivayette
(
Sünnî kaynaklan Ebû Süfyân'ın İslâ-
L
n a m a z kılmaktan derin haz duyan Ebû
Hz. Peygamber'in amcasının oğlu, şair sahâbî.
ği ve öldüğü z a m a n kendisi için ağlan-
ha ziyade Şiî müellifler b u n u n aksini id-
madığını, lâedriyye* mezhebini benim-
)
Süfyân ö l ü m ü n d e n üç g ü n önce kabrini
m ü s l ü m a n olduğunu belirttiği halde dadia ederler. Hatta onun bir m ü n a f ı k ve
çok benzeyen beş kişiden biri olan ve
Ebû Süfyân el-Mugîre b. Hâris b. Abdilmuttalib el-Hâşimî (ö. 2 0 / 6 4 1 )
miyet'i kabul ettikten sonra samimi bir
zındık olduğunu, Hz. Peygamber'e inan-
Akrabaları arasında Hz. Peygamber'e
E B Û S Ü F Y Â N el-HÂŞİMÎ
b u l u n d u ğ u bilinmektedir.
kazıp hazırladı. Müslüman olduktan sonra hiçbir g ü n a h a bulaşmadığını söyledimamasını vasiyet ettiği rivayet edilir. BİBLİYOGRAFYA:
sediğini ileri sürenler de vardır (Ali Sâmî
Mekke'de doğdu. Bir rivayete göre adı
en-Neşşâr, I, 198). Süleyman Essop Dan-
Ebû Süfyân olup Mugîre onun kardeşi-
" C i h â d " , 76, 78-80; İbn Hişâm, es-Sîre, III, 51;
gor, Ebû Süfyân hakkında bilgi veren
dir. Resûl-i Ekrem'in süt kardeşi olup
IV, 400-401, 4 4 6 ; İbn Sa'd, et-Tabakât,
bazı tarihçilerin ona karşı düşmanca dav-
Halîme tarafından emzirilmiş, yaşıt ol-
randıklarını ve objektif bilgi vermedik-
maları sebebiyle çocukluk ve gençlik yıl-
kow), Kahire 1354, s. 317, 3 6 8 ; İbn Abdülber,
lerini söyler (el- cİlm, s. 60). Ebû Süfyân'ın
ları birlikte geçmiştir. Resûlullah pey-
el-İstî'âb,
ilerlemiş yaşına r a ğ m e n Suriye'deki fe-
gamberliğini ilân edinceye kadar
ue, i, 519-521; İbnü'l-Esîr, Üsdü'l-ğâbe,
VI, 144-
tihlere katılması, Yermük'te m ü s l ü m a n
çok seven Ebû Süfyân, bu tarihten iti-
147; İbn Seyyidünnâs, Minehu'l-mideh
(nşr. İf-
onu
Buhârî, " C i h â d " , 52, 61, 97, 167;
Müslim, IV, 49-
54; Cumahî, Fuhûlü'ş-şu'arâ',
I, 233, 247-250;
Merzübânî, Mu'cemuş-şu'arâ'
(nşr. F. Kren-
IV, 8 3 - 8 5 ; İbnü'l-Cevzî,
fet Visâl
Şıfatü'ş-şaf-
Hamza), Dımaşk 1987, s. 3 0 3 - 3 0 7 ;
askerleri cesaretlendirmesi onun aley-
baren yirmi yıl süreyle Hz. Peygamber'e
hindeki iddiaların kasıtlı olduğunu gös-
d ü ş m a n olmuştur. Hem onun h e m de
termeye yeterlidir. Ayrıca Sünnî kaynak-
müslümanların aleyhinde hicviyeler söy-
13; Sezgin, GAS, II, 2 7 5 ; Ziriklî, el-A'lâm
larının, İslâmiyet'i gönülden benimseme-
ledi. Bu sebeple Hz. Peygamber tarafın-
hullah), VII, 276.
yen bir kişinin daha sonra samimi bir
dan görüldüğü yerde öldürülmeye mah-
müslüman
k û m edildi. Mekke'nin fethinden kısa
olduğunu
kaydetmeleri
de
m ü m k ü n görünmemektedir.
bir süre önce Resûlullah'ın halası Âtike'Buhârî,
likte Medine'ye doğru yola çıkarak Eb-
bk. İndeks;
v â ' d a Hz. Peygamber'le karşılaştılar ve
İbn Hişâm, es-Slre, I, 147, 264, 295, 4 1 7 ; II, 50,
m ü s l ü m a n olmak istediklerini bildirdi-
VIII,
el-Mu'cem,
105;
" B e d ' ü ' l - v a h y " , 6; Vâkıdî, el-Meğâzî,
60, 67, 75-77, 93-94, 214, 215, 395-397, 400, 4 0 2 - 4 0 3 , 443, 492-493, ayrıca bk. İndeks; İbn Sa'd, et-Tabakât,
VIII, 44, 99, 2 3 6 ; Zübeyrî, ne-
sebebiyle kendilerine kırgın olan Resûl-i Ekrem onlara yüz vermedi. Fakat hanı-
s. 60, 71, 72, ayrıca bk. İndeks; İbn Kuteybe, el-
mı Ü m m ü Seleme, kardeşi Abdullah b.
s. 121-122; Câhiz,
s. 342, 575, 5 8 6 ; Belâzürî,
(Ukkâşe),
İV/I, s. 1 vd.; a.mlf., Fütûh
Ensâb,
(Fayda), s.
84, 150, ayrıca bk. İndeks; Taberî, Târîh
(de
Ebû Ümeyye ile Ebû Süfyân'ı huzuruna
M . YAŞAR KANDEMİR
E B Û S Ü L E Y M A N ed-DÂRÂNÎ
r
E B Û S Ü L E Y M A N el-MANTIKİ
E B Û S Ü L E Y M A N et-TÂÎ
kabul etmesi için Resûlullah'a ricada bulundu. İyi bir şair olan Ebû Süfyân, yap-
Cemhere,
tıklarına pişman olduğunu Hz. Peygam-
II, 183-184; İb-
ber'in merhametini celbedecek şekilde
(
dile getirdi. Resûl-i Ekrem'in onları ba-
Sahâbî.
III, 12-13; İbn Hudey-
de, el-Mişbâhu'l-mudiy
(nşr. M . Azîmüddin),
A'lâ-
ğışlaması üzerine de m ü s l ü m a n oldu-
Târîhu'l-İs-
lar. Ebû Süfyân hayatının b u n d a n son-
368-370;
raki döneminde b ü t ü n varlığıyla Hz. Pey-
Beyrut 1 4 0 5 / 1 9 8 5 , I, 108-109; Zehebî, 11, 105-107; a.mlf.,
mun-nübelâ*, lâm:
s.
'Ahdü'l-hulefâ'i'r-râşidîrı,
İbn Hacer, el-İşâbe,
bü't-Tehzîb,
II, 178-180; a.mlf., Tehzî-
IV, 4 1 1 - 4 1 2 ; L. Caetani, İslâm Ta-
rihi (trc. Hüseyin Cahid), İstanbul 1924-27, VII, 43, 103; Yahyâ M u h a m m e d el-Hârisî, Ebû
yân
b. Harb
fi'l-Câhiliyye
1973; Ali Sâmî e n - N e ş ş â r ,
sefî f i'l-İslâm,
SüfCîzân
üe'l-İslâm,
Neş'etü'l-fikri'l-fel-
Kahire 1977, I, 198; II, 3 1 ; Mu-
h a m m e d Hıdır Hüseyin, Nakzu
kitâb
fi'ş-şi'ri'l-
~1
( b k . D Â V Û D et-TÂÎ).
L
1533, 1633, 1827, 2 1 0 1 ; İbn Hazm, nü'l-Esîr, Clsdul-ğâbe,
^
(bk. SİCİSTÂNÎ, E b û S ü l e y m a n ) .
G o e j e ) , I, 1345 vd., 1364, 1418, 1437 vd., 1458, s. 2 7 4 ; İbn Abdülber, el-lstî'âb,
n
(bk. D Â R Â N İ ) .
miyet'e ve müslümanlara karşı tavırları
el-'Oşmârıiyye
Ma'ârif
F
(Fet-
m IHI
ler. Yakın akrabası oldukları halde İslâ-
(nşr. A b d ü s s e l â m M. Hârûn), Kahire 1374/1955,
sebi! Kureyş,
I, 2 0 2 - 2 0 5 ; İbn Ha-
cer, el-İşâbe (Bicâvî), VII, 179-181; ayrıca bk. IV,
nin oğlu Abdullah b. Ebû Ümeyye ile bir-
BİBLİYOGRAFYA: VVensinck,
Z e h e b î, A'lâmun-nübelâ',
EBÛ ŞAH
)
Hayatının ilk dönemleri hakkında bilgi yoktur. 570 yılı civarında Güney Ara-
g a m b e r ' e bağlandı. Mekke'nin fethin-
bistan'dan Habeşliler'i çıkarmaya çalı-
den başka Huneyn Gazvesi ve Tâif Muha-
şan Seyf b. Zûyezen'e yardım etmek üze-
sarasında bulundu. Huneyn Gazvesi'nde Hz. Peygamber'in
etrafında
kimsenin
kalmadığı bir sırada Ebû Süfyân Resûlullah'ın katırının yularına yapışarak ya-
re Sâsânî Hükümdarı Hüsrev Nûşirevân tarafından gönderilen süvariler arasında onun da bulunduğu ve o tarihten sonra Y e m e n ' e yerleştiği rivayet edilmek-
nından ayrılmadı. Hz. Peygamber bun-
tedir. Yemânî nisbesi yanında bazı kay-
1977 (Dâru Hassan), s. 1 5 1 - 1 5 3 ; Bedrân, Teh-
dan dolayı kendisine dua etti. Resûl-i
naklarda Kelbî nisbesiyle de anılması,
Beyrut 1379/1979, VI, 390-
Ekrem vefat ettiğinde Ebû Süfyân söy-
Kelb kabilesine m e n s u p birinin himaye-
lediği mersiyelerle ü z ü n t ü s ü n ü dile ge-
sine girdiği için olmalıdır. Ebû Şah Mek-
câhilî
(nşr. Ali Rızâ et-Tunûsî), (baskı yeri yok]
zîbü
Târîhi Dımaşk,
409;
M. M u s t a f a
el-A'zamî,
Küttâbü'n-nebî,
Riyad 1401 /1981, s. 3 9 ; M u s t a f a Fayda, İslâ-
miyet'in
Güney
Arabistan'a
Yayılışı,
Ankara
1982, s. 30, 6 4 ; A b b â s el-Kummî, el-Künâ
ue'l-
tirdi.
ke'nin fethinde (8/630) bulunmuştur.
Ebû Süfyân 20 (641) yılında Medine'-
Ebû Şah'ın İslâm tarihinde ilk defa ta-
Mek-
de vefat etti. 15 (636) yılında öldüğü de
nınmasına Hz. Peygamber'in yaptığı bir
ke 1986, I, 1 9 7 - 1 9 8 ; Süleyman Essop Dangor,
rivayet edilmektedir. Cenaze namazını
konuşma vesile olmuştur. Câhiliye döne-
" A b ü S ü f y â n ; S t u d y of t h e S o u r c e s " ,
Hz. Ömer kıldırdı. Hac sırasında onu tıraş
m i n d e Leysoğullan'ndan bir kişi bir Hu-
eden berberin başındaki bir siğili kes-
zâalı'yı öldürmüş, kan davası g ü d e n Hu-
mesinin ö l ü m ü n e yol açtığı söylenmek-
zâalılar da Mekke fethinin ertesi g ü n ü
tedir.
Leysoğullan'ndan birini
elkâb,
Beyrut 1403/1983, I, 88-93; Muhammed
Câsim el-Meşhedânî, Meuâridü'TBelâzürî,
el-'İlm,
IX, Westville 1 4 0 9 / 1 9 8 9 , s. 5 4 - 6 0 ; W. M o n t g o m e r y W a t t , " A b ü S ü f y â n b. H a r b " , El 2 1,155-156.
(İng.),
m MIL
İRFAN A Y Ç A N
232 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
öldürmüşlerdi.
EBÛ ŞÂME el-MAKDİSÎ c
ale'r-Rauzateyn,
s. 222-226). Cemâziye-
Bunu duyan Hz. Peygamber hemen olay
Şâme, İbrâzul-me'ânî,
yerine giderek bir k o n u ş m a yaptı ve Al-
ruh eş-Şâtıbî'nin meşhur yedi kıraatle
lâhir 662'de (Nisan 1264) Dârü'l-hadîsi'l-
lah Teâlâ'nın Ashâbü'l-fîl'i Mekke'ye sok-
ilgili Hırzü'l-emânî
adli kasidesini ez-
Eşrefiyye şeyhliğine tayin edildi. Zama-
madığını, oraya birkaç saatliğine girme
berledi; 616'da (1219) hocası Ebü'l-Ha-
nın kâdılkudâtı ile seçkin bir topluluğun
fırsatını sadece resulüne verdiğini, Mek-
san es-SehâvFden çeşitli
rivayetleriyle
dinleyici olarak hazır bulunduğu bu med-
ke'de olay çıkarmanın yasak olduğunu,
kıraat öğrenimini t a m a m l a d ı . Bu hoca-
resedeki ilk dersi ona büyük itibar sağ-
yakını öldürülen bir kimsenin öldüren-
sından ayrıca tefsir, Arapça ve diğer pek
ladı. Hayatının m u h t e m e l e n son yılların-
den diyet alabileceğini veya onun hak-
çok konuda faydalandı. Ebü'l-Kisım Ah-
da Eşrefiyye Türbesi şeyhliğinde de bu-
kında kısas isteyebileceğini söyledi. Ka-
m e d b. Abdullah el-Attâr ve Ebü'l-Be-
lunan Ebû Şâme'nin bizzat kendi ifade-
labalığın arasında bulunan Ebû Şah Hz.
rekât Dâvûd b. Ahmed b. Mülâib'den Şa-
lerinden, Emîniyye ve Hüsâmiyye med-
Peygamber'e, "Yâ Resûlallah, bu konuş-
reseleriyle de ilişkisi bulunduğu anlaşıl-
II, 238). Olayın kayda değer bir yanı da
hîh-i Buhârî'yi, Hanbelî şeyhi Muvaffakuddin Abdullah b. Ahmed'den İmam Şafiî'nin el-Müsrıed'ini, Ebû Mansûr Fahreddin İbn Asâkir'den Ebû Bekir el-Beyhakî'nin Delâ'ilü'n-nübüvve'sinin büyük bir kısmını ve diğer bazı kitapları dinledi. Otuz yaşından sonra hadis ilmine duyduğu özel ilgi sebebiyle Kerîme bint Abdülvehhâb ve Ebü İshak İbrâhim b. Ebû Tâhir el-Huşûî'den aldığı derslerle bu ilimde ilerlemeye çalıştı. Ebû A m r Osman b. Salâh, İbn Asâkir ve İzzeddin b. Abdüsselâm'dan fıkıh dersleri aldı, bu alanda ictihad derecesine ulaştı.
Ebû Şah'ın yazılı bir kültüre sahip olan
621 (1224) ve 622 (1225) yıllarında
İran ve Yemen'den gelmiş olması, ayrı-
mayı benim için yazar mısınız?" diye seslendi. Resûl-i Ekrem de, "Bunları Ebû Şah için yazın" buyurdu. İbn Hacer bu olayın ve konuşmanın Mekke'nin fethinden önce cereyan ettiğini ileri sürmektedir (Fethu'l-bârî, X, 166). Ebû Şah olayı, hadislerin Hz. Peygamber'in emriyle yazılması konusu (kitâbet*) açısından önemlidir. Nitekim A h m e d b. Hanbel'in oğlu Abdullah, hadislerin yazılabileceğini en iyi belirten vesikanın bu hadis olduğunu söylemektedir (Müsned,
s. 8) Kasım b. Fîr-
maktaysa da (a.g.e., s. 231) bu ilişkinin zamanı ve mahiyeti hakkında bir şey söylemek m ü m k ü n değildir. Bizzat kendisinin belirttiğine göre bir köşeye çekilip tek başına y a ş a m a k t a n hoşlanan, "zenginlerin kapısında ayağının izi bulunmayan" ve m a k a m elde etm e k için yarışanlar arasında yer almayan (a.g.e., s. 43) Ebû Şâme'nin ö l ü m ü n e şu olay sebep oldu: Muhtemelen bir mesele hakkında ileri s ü r d ü ğ ü görüş üzerine 27 Cemâziyelâhir 6 6 5 ' t e (25 Mart 1267) iki kişi fetva istemek bahanesiyle evine geldiler ve kendisini feci şekilde
hac maksadıyla Mekke'ye, iki yıl sonra
dövdüler. Ebû Şâme, ilgili mercilere baş-
ca hadisi yine bir Yemenli olan Ebû Hü-
da ziyaret için Kudüs'e seyahat eden Ebû
vurarak saldırganlar hakkında şikâyetçi
reyre'nin rivayet etmesidir.
Şâme, 628 yılı Rebîülâhir ayı sonlarında
olmasını ve hakkını aramasını tavsiye
Ebû Şah'ın ne z a m a n vefat ettiği bilinmemektedir. BİBLİYOGRAFYA:
(Mart 1231 başlan) ilmî gaye ile Mısır'a
edenlere m a n z u m olarak verdiği cevap-
gitti. Kahire, Dimyat, İskenderiye şehir-
ta işini Allah'a havale ettiğini, O'nun her
lerini dolaşarak Ebü'l-Kâsım îsâ b. Ab-
hususta herkese yeteceğini ifade etti.
İbn
Bu olayın üzerinden henüz üç ay geçme-
ta", 7, "Diyât", 8 ; Müslim, " H a c " , 447, 4 4 8 ; Ha-
Şeddâd Yûsuf b. Râfi' gibi âlimlerden
den 19 Ramazan 665'te (13 Haziran 1267)
tîb e l - B a ğ d â d î , Takyîdü'l-'ilm
faydalandı-, 7 Rebîülevvel 629'da (2 Ocak
vefat etti ve ertesi gün Bâbülferâdis Me-
1232) Şam'a döndü. Kendi ifadesine gö-
zarlığı'na defnedildi. Brockelmann, Ebû
Müsned,
II, 2 3 8 ; Buhârî,
"cİlim",
39, " L u k a -
(nşr. Y û s u f Uş),
Dımaşk 1974, s. 86; İbnü'l-Esîr.
Üsdü'l-ğâbe,
II, 5 0 1 ; VI, 162; İbn Hacer, el-İşâbe, a.mlf., Fethu'l-bârî
IV, 100;
(Sa'd), X, 166; R. Paret,
" S e y f b. Z î Y e z e n " , İA, X, 532.
B
r
ABDULLAH AYDINLI
E B Û Ş Â M E el-MAKDİSÎ ( ^Ml-ÜtJI S-sUÜi ^Jjt )
n
Ebü'l-Kâsım (Ebû Muhammed) Şihâbüddîn Abdurrahmân b. İsmâîl b. İbrâhîm el-Makdisî (ö. 665/1267) Kıraat âlimi, Şâfiî fakihi ve tarihçi.
23 Rebîülâhir 599'da (9 Ocak 1203) Dı-
dülazîz el-İskenderânî, Bahâeddin
re ö m r ü n ü n büyük bir kısmını ve mesâ-
Şâme'nin bir cinayetten dolayı şüpheyi
isinin çoğunu şer'î ve edebî ilimleri öğ-
celbetmesi üzerine galeyana gelen halk
renmeye verdikten sonra tarihle meş-
tarafından ö l d ü r ü l d ü ğ ü n ü söylemektey-
gul olmaya başladı; "ilmin farz ve sün-
se de (İA, IV, 51) bu bilginin herhangi bir
netini" bu şekilde tahsil etmiş olacağını
dayanağına rastlanmamıştır. Ansiklope-
düşünüyordu (Kitâbü'r-Rauzateyn,
dinin ikinci baskısında bu iddiaya yer ve-
Mısır seyahatinden
sonra
I, 2).
hayatının
sonuna kadar Dımaşk'ta yaşayan Ebû
rilmemesi de temelsiz olduğunu göstermektedir.
Şâme, olgunluk çağını öğretimle ve çe-
Çeşitli ilimler üzerindeki ihtisası se-
şitli dallarda eser yazmakla geçirdi; bu
bebiyle "zülfünün" olarak nitelendirilen
arada şiirle de meşgul oldu. Âdiliyye
ve hadis alanında hâfız unvanını kazan-
Medresesi'nde uzun yıllar çeşitli dersler
mış olan Ebû Ş â m e ihtilâflı konularda
okuttu. Onun bu medrese ile asgari 634
görüş belirtmekten hoşlanır, daha sağ-
(1236-37) yılında başlayan hocalık ilişki-
lam delillere dayandığında
si 654'e (1256) kadar devam etmiş olup
görüşüne aykırı da olsa kendi içtihadına
mezhebinin
m a ş k ' t a doğdu. Büyük dedeleri Kudüs'-
bu ilişkinin Rükniyye Medresesi'nde ders
göre fetva vermeyi tercih ederdi. Onun
ten Şam'a göç etmiş olan bir ailenin ikin-
vermeye başladığı 12 Muharrem 660 (7
ilmî ve ahlâkî şahsiyeti hakkında b ü t ü n
ci oğludur. Sol kaşının üzerindeki büyük-
Aralık 1261) tarihine kadar sürmüş olma-
kaynaklar ittifak halinde iken Mûsâ b.
çe bir ben sebebiyle "benli" anlamına ge-
sı da muhtemeldir (Ebû Şâme, el-Mürşi-
M u h a m m e d el-Yûnînî (ö. 726/1326), il-
len Ebû Ş â m e lakabıyla m e ş h u r oldu.
dü'l-uecîz, nâşirin girişi, s. 19-21). Rükniyye Medresesi'ndeki derslerine ziraat işleriyle meşgul olmak üzere bir süre ara verdiği için kınanan Ebû Şâme, ziraatın en güzel rızık kapısı olduğunu belirten 108 beyitlik bir kaside yazdı (ez-Zeyl
m î otoritesini kabul etmekle birlikte onu
Henüz k ü ç ü k bir çocukken ilim öğrenmeye büyük hevesi olan Ebû Şâme on yaşını t a m a m l a m a d a n Kur'ân-ı Kerîm'i ezberledi. Daha sonra kıraat tahsiline başlayarak bulûğ çağına girmeden (Ebû
âlimlerin değerini takdir e t m e m e k ve onlara dil uzatmakla suçlamış, bu yüz-
(Zeylü Mir'âti'z-zamân, II, 367). Yûnînî'nin bu değerlendirmesinde, Hanbelî şeyhlerin-
den kınandığını ileri s ü r m ü ş t ü r
233 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
EBÛ ŞÂME el-MAKDİSÎ den olan babası Muhammed b. Ahmed el-Yûnînî'nin mi'racla ilgili bir risalesine Ebû Şâme'nin reddiye olarak yazdığı elC Vâzıhu'l - celî fi'r-red ale'l-Hanbelî adlı eserinin etkisi olmalıdır. Muhammed b. Ahmed el-Yûnînî'nin biyografisini yazarken, "Birçok melik ve emîre yaklaşmış, bu sayede müreffeh bir hac yat sürmüştür" ( e z - Z e y l ale'r-Ravzateyn, s. 207) gibi ifadeler kullanmasının da Yûnînî ailesinin onun hakkında hissî değerlendirmelerde bulunmasına sebep olduğu anlaşılmaktadır. Eserleri. Kıraat, tefsir, hadis, fıkıh, dil ve tarih gibi değişik konularda elliye yakın eseri bulunan Ebû Şâme'nin başlıca eserleri şunlardır: 1. İbrûzü'l-me'ûnî min Hırzi'1 -emûnî fi'1-kırâ'âti's-seb". Kasım b. Fîrruh eş-Şâtıbî'nin (ö. 590/ 1194) Hırzü'l-emânî fi'l-kırâ 3âti's-seb c adlı "lâmî" kasidesinin şerhidir. Müellif şerhi önce çok geniş tutmuş, daha sonra "ömrün kısa olduğu ve yapılacak başka işlerin de bulunduğu" gerekçesiyle ihtisar yolunu seçmiştir. Ebû Şâme, henüz bulûğ çağına girmeden ezberlediğini söylediği bu kasideyi hocası Ebü'l-Hasan es-Sehâvî'den birkaç defa, o da bizzat Şâtıbî'den birçok kere okumuş, şerhin hacim olarak küçüklüğüne bakıp ihmal edilmemesi gerektiğini söylemiştir (İbrâzü'l-me'âni; s. 8). Çeşitli kütüphanelerde yazma nüshaları bulunan ve ayrıca basılmış olan (Kahire 1349) eser İbrâhim Atve İvaz'ın tahkikiyle yeniden neşredilmiştir (Kahire 1402/1981). Eserin müellifi tarafından yapılan muhtasarının bir nüshası, Musul'da Molla Zeker Kütüphanesi'nde Muhtaşaru İbrâzi'lme zânî min Hırzi'1-emânî ve vechi'ttehânî adıyla kayıtlıdır (nr. 18/2, 233 varak). 2. el-Mürşidü'l-vecîz* ilâ culûm tete calleku bi '1 - Kitâbi '1 - cAzîz. Esas olarak Kur'an'ın yedi harf üzere nâzil olduğunu bildiren hadisin açıklamalarını ihtiva eden, bu vesile ile Kur'an ilimlerine dair bazı konuların da incelendiği eser Tayyar Altıkulaç'm (Beyrut 1395/ 1975; Ankara 1406/1986) ve Velîd Müsâid etTabatabâî'nin (Küveyt 1414/1993) tahkikleriyle neşredilmiştir. 3. Kitâbü'l-Besmele. 27 Ramazan 645'te (25 Ocak 1248) tamamlanan ve Dımaşk'ta el-Mektebetü'l-Umûmiyye ile (nr. 52/415) Dârü'lkütübi'z-Zâhiriyye'de (nr. 2352, 121 varak) birer yazma nüshası bulunan eserin müellifi tarafından yapılmış muhtasarının yazma nüshaları Nuruosmaniye (nr. 738, vr. 492-504), Vatikan (nr. 1384/5), Dublin Chester Beatty (nr. 3307/10, vr.
öVi1 ^ T f ^ J ^ J . '
W
% Ebû Şâme e l - M a k d i s i ' n i n el-Mürşidü'l-ueclz adlı e s e r i n i n u n v a n sayfası (Süleymaniye Ktp., Lâleli, nr. 3 6 2 5 )
387-408; 3502/2, vr. 67-91) ve Mekke Ümmülkurâ Üniversitesi Merkezü'l-bahsi'l - ilmî (nr. 579/5) kütüphanelerinde mevcuttur. 4. Tetimmetü'l-beyân limâ eşkele min müteşâbihi'l - Kur' ân. Manzum olan bu eserin, müellifin ez-Zeyl c ale'r-Ravzateyn'de (s. 40) kendi biyografisinden söz ederken henüz tamamlayamadığını belirttiği çalışmaları arasında saydığı Müşkilâtü'l- âyât adlı eserle aynı risâle olması muhtemeldir. Yazma bir nüshası Dârü'l-kütübi'z-Zâhiriyye'de bulunmaktadır (nr. 344, vr. 1-70). 5. Nûrü'l-mesrâ fî tefsiri âyeti'1 -İsrâ'. Dublin Chester Beatty (nr. 3307, 408 varak) ve Mekke Ümmülkurâ Üniversitesi Merkezü'l-bahsiT-ilmî (nr. 579/5) kütüphanelerinde birer yazma nüshası bulunan eser, Ali Hüseyin el-Bevvâb'ın tahkikiyle neşredilmiştir (Riyad 1406/1986). 6. Kitâbü'r-Ravzateyn* fî ahbâri'd-devleteyn. Haçlı seferleriyle ilgili en önemli kaynaklardan biri olup esas itibariyle Nûreddin Mahmûd Zengî () 146-1174) ve Selâhaddîn-i Eyyûbî (1169-1193) dönemlerine ayrılmış olmakla beraber Zengî ve Eyyûbî hanedanlarının diğer bazı hükümdarlarıyla Selçuklular hakkında da bilgi veren eser iki cilt halinde neşredilmiş (Kahire 1287-1288, 1292), ayrıca ilk cildi Muhammed Hilmî Muhammed'in tahkikiyle iki cüz olarak yeniden basılmıştır (Kahire 1956-1962). Kitabın bizzat müellifi tarafından yapılan ve bazı kaynaklarda Muhtaşarü'r-Ravzateyn adıyla zikredilen muhtasarını ise Ahmed el-Beysûmî tahkik ederek c Uyûnü'r-Ravzateyn fî ahbâri'd-devleteyn adıyla iki cilt halinde yayımlamıştır (Dımaşk 1991-
1992). 7. ez-Zeyl 'ale'r-Ravzateyn. Terâcimü ricâli'l-karneyni's-sâdis ve'ssâbi c adıyla da bilinen ve bir önceki kitabın zeyli olan eser, 590-665 (11941267) yılları olaylarını ihtiva etmekte olup Muhammed Zâhid Kevserî'nin tahkikiyle neşredilmiştir (Kahire 1947; Beyrut 1974). 8. el-Kevâkibü'd-dürriyye fi'ssîreti'n-nebeviyye. Yazma bir nüshası Mektebetü'l - Haremi' 1 - Mekkî'dedir (nr. c 126), 9. el-M.uhakk.ak min ilmi'l-usûl fîmâ yete'alleku bi-ef câli'r-Resûl. Ahmed el-Küveytî tarafından tahkik edilerek yayımlanmıştır (Amman 1989). 10. elBâ'is calâ inkâri'l-bida c ve'l-havâdis. Eserde önce sünnete bağlı olmanın lüzumuna dair âyet ve hadisler zikredilmiş, daha sonra bid'atla sünnet arasındaki fark belirtilerek bilhassa ibadet hayatında yaygın hale gelmiş olan bid'atlardan sakınılması gerektiği üzerinde durulmuştur. Muhtelif baskıları bulunan eser (Kahire 1310, 1374, 1398; Hindistan 1314; Mekke 1401) son olarak Meşhûr Hasan Selmân'ın tahkikiyle neşredilmiştir (Riyad 1410/1990). 11. Davul-kameri's sârî ilâ ma crifeti rü'yeti'l-bârî. Ahmed Abdurrahman eş-Şerîf'in tahkikiyle neşredilmiştir (Kahire 1985). 12. el-Vâzıhu'lc celî fi'r-red ale'l-Hanbelî. Hanbelî âlimlerinden Muhammed b. Ahmed elYûnînî'nin (ö. 658/1260) mi'racla ilgili risâlesine reddiye olarak yazılmıştır. Eserin bir nüshası Dublin Chester Beatty Kütüphanesi'nde mevcuttur (nr. 3307). 13. Muhtaşaru Târihi Dımaşk. Ebû Şâme, Ebü'l-Kâsım İbn Asâkir'in (ö. 571/ 1176) Târîhu Medîneti Dımaşk adlı eserini biri beş cilt, diğeri on beş cilt olmak üzere iki defa ihtisar etmiştir. On beş ciltlik muhtasarın bazı cüzleri Princeton Üniversitesi'nde (Mecmûatü Yehûda, nr. 430), Berlin Staatsbibiiothek'te (nr. 9782) ve Paris Bibliotheque Nationale'de (nr. 2317) bulunmaktadır. 14. MüfredâtulkurrâBir nüshası Taşkent'te Ma'hedü'd-dirâsâti'ş-şarkıyye Kütüphanesi'ndedir (nr. 5798). 15. Şerhu'r-Râ'iyye. Kasım b. Fîrruh eş-Şâtıbî'nin (ö. 590/1194) c Akîletü etrâbi'l-kaşâ'id fî esne'l-makâşıd adlı "râî" kasidesinin şerhi olup yazma bir nüshası Dârü'l-kütübi'l-Mısriyye'de mevcuttur (nr. 493). 16. el-Makâşıdü's-seniyye fî şerhi'l-Kasâ'idi'nnebevi yye. Ebû Muhammed Abdullah b. Yahyâ eş-Şakrâtîsî'nin (ö. 466/1073) el-Kasîdetü'ş-Şakrâtîsiyye adlı kasidesiyle Ali b. Muhammed es-Sehâvî'nin (ö. 643/ 1245) el-Kaşâ'idü'n-nebeviyye (el-Kaşa'idü's-seb cu's-Sehâuiyye)
234 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
adıy-
EBÛ SÜCÂ' el-İSFAHÂNÎ la bilinen yedi kasidesinin şerhidir. Bun-
el-Makâşıdii's-senîyye'nin
bir nüshası
Dârü'l-kütübi'l-Mısriyye'de
(Şi'ru t-Teymür, nr. 412, 199 varak), Şer-
hül-Kaşâ'îdi'n-nebevîyye'rim vî îî medhî'n-nebî
Safâ, Edebiyyât,
Pişâhengân-i
J
kaşâ'idi's-Sehâ-
da bilgi yoktur. Kendisinden söz eden
adıyla Paris Bibliot-
tezkirelerden, Ebû Abdullah Ca'fer b.
höque Nationale'de (nr. 3142) bulunmak-
M u h a m m e d er-Rûdekî'nin (ö. 329/940-
tadır (Ebü Şâme'nin diğer eserleri için bk.
41) son, Firdevsî'nin (ö. 411/1020 |?|)
Brockelmann, GAL, 1, 386-387; Suppl., 1, 550-
ilk dönemlerinde yaşadığı
551; Ebû Şâme, el-Bâ'iş calâ inkâri'l-bida
tadır. Âîerînnâme
ue'l-havâdis, nâşirin girişi, s. 16-25; a.mlf.,
yaşında iken kaleme almaya başladığı-
el-Mürşidü'l-vecîz, nâşirin girişi, s. 29-33;
na göre 3 0 0 ' d e (912-13) d o ğ d u ğ u söy-
Selâhaddin el-Müneccid, s. 100-103).
lenebilir. Nisbesinden Belhli olduğu an-
of Persian
m i M u h a m m e d ) , nâşirin girişi, I, 3-57, ayrıca
rinden biri olan Buhara'ya gitti. Ora-
e
s. 37-
ale'r-Rauzateyn,
Literatüre,
s. 19; Dihhudâ, Luğatnâme,
Lon-
Leiden-Köln 1981, II, 5 4 0 - 5 4 6 ; G. La-
zard. "Abü Shakür Balöıî", E! 2 Suppl. (İng.), s. 35; a.mlf.. "Abü Sakür Balkı", Elr., I, 382; J. Matlnf, "Âfaıîn-nâma", a.e., I, 480-481. B
F
R I Z A KURTULUŞ
n
E B Û Ş Ü C Â ' el-İSFAHÂNÎ ( ^ ı ^ c ^ y ı ^^
)
Ahmed b. Hüseyn (Hasen) b. Ahmed el-Abbâdânî (ö. 500/1107'den sonra)
laşılan Ebû Şekûr bu şehirden ayrılıp devrin önemli ilim ve kültür merkezle-
bk. 1, 2 ; a.mlf., ez-Zeyl
Literatüre,
anlaşılmak-
adlı eserini otuz üç
(nşr. M . Hil-
Ebû Şâme, Kitâbü'r-Rauzateyn
Persian
don 1967, s. 36, 195; G. Morrison - J. Baldick,
History
Künyesi dışında adı ve hayatı hakkın-
BİBLİYOGRAFYA:
Fârsî, Tahran 1351, bk. Fih-
Fârsî, V, 94; Rypka, HİL, s. 144;
A. J. Arberry. Classlcal
L
Mecma'u'l-fuu Neşr, I, 21;
I, 4 0 3 - 4 0 8 ; M. Debîr-i Siyâkl.
Şi'r-i
rist; Ferheng-i
Sâmânîler devrinde yaşayan İranlı şair.
bir nüs-
Seb ci
hası da Şerhu
II, 2 1 ; Hidâyet,
I, 138; Nefîsî, Târîh-i Nazm
şahâ',
(IV./X. yüzyıl)
s. 39) ese-
ri olmalıdır.
A v f î , Lübâb,
( ^S^JJ5^^;' )
lüm, müellifin ilk telifi olduğunu söylediği (ez-Zeyl 'ale'r-Rauzateyn,
BİBLİYOGRAFYA:
EBÛ ŞEKÛR-i BELHÎ
lardan SehâvFye ait kasidelerle ilgili bö-
^
Şâfiî fakihi.
da kendisini himaye eden S â m â n î hü-
Aslen İsfahanlı olup 434 (1042-43) yı-
kümdarlarına yazdığı kasidelerden al-
lında Basra'da doğdu. Tahsil hayatıyla
174, 176, 177, 179, 186, 189, 195, 199, 204,
dığı câizelerle hayatını sürdürdü. 333'-
ilgili herhangi bir bilgi yoktur. Basra'da
207, 209, 216, 222-226, 230, 231, 2 4 0 ; a.mlf.,
t e (944-45) yazmaya başlayıp
kırk yılı aşkın bir süre Şâfiî fıkhı okuttu.
45, 90, 91, 1 2 1 , " l 3 7 , 139, 142-145, 149, 151, 152, 160, 161, 163, 164, 167, 170, 172, 173,
İbrâzü'l-me'ânî
min
Hırzi'l-emânî
fi'l-kırâ'â-
336'da üç-
Bazı kaynaklarda kendisine atfedilen "el-
te ikisi hacminde olduğu rivayet edilen
Kâdî" unvanına bakılırsa bir süre kadılık
ue'l-hauâdiş (nşr. Meşhur Hasan Selmân), Ri-
Âferînnâme
adlı eserini Sâmânî hüküm-
yaptığı anlaşılmaktadır. Bir rivayete gö-
yad 1 4 1 0 / 1 9 9 0 , nâşirin girişi, s. 7 - 2 6 ; a.mlf.,
darlarından
Ebû
5
ti's-seb (nşr. İbrâhim Atve ivaz), Kahire 1402/ 1981, s. 8 ; a.mlf., el-Bâ'iş
'alâ
inkâri'l-bida'
(947-48) tamamladığı, Şâhnâme'rim
b.
re 500 (1107) yılında hayatta olan Ebû
Nasr'a (943-954) sundu. Ebû Şekûr'un
Şücâ'ın ne z a m a n vefat ettiği kesin ola-
T a b a t a b â î ) , Küveyt 1 4 1 4 / 1 9 9 3 , nâşirin girişi,
hangi tarihte vefat ettiği bilinmemek-
rak bilinmemektedir. Bazı yeni kaynak-
s. 19-92; a.mlf., el-Muhakkak
tedir.
larda 533-593 (1139-1197) yılları ara-
el-Mürşidü'l-ueetz (nşr. Tayyar Altikulaç), nâşirin girişi, s. 15-33; a.e. (nşr. Velîd Müsâid et-
fîmâ yete'alleku
min
bi ef'âli'r-Resûl
'ilmi'l-usûl (nşr. A h m e d
Muhammed
Nûh
Ebû Şekûr-i Belhî'den g ü n ü m ü z e söz-
sında yaşadığı (Serkîs, I, 318) veya 593'te
h a m m e d b. Hüseyin b. Abdüllatîf'in girişi, s. 11 -
lüklerde, antoloji ve diğer bazı eserler-
(1197) öldüğü (Brockelmann, GAL Suppl.,
2 8 ; Birzâlî, Meşyehatü
de rastlanan altmış kadar lirik şiirle
1, 676; Kehhâle, I, 199) kaydedilmekteyse
muhtemelen Âferînnâme'ye
de bu bilgiler, Ebû Şücâ'ın kendi ifade-
el-Küveytî), Amman 1409/1989, Ahmed b. Mukâdi'l-kudât
İbn Ce-
mâ'a (nşr. Muvaffak b. Abdullah), Beyrut 1408/ 1988, I, 3 0 0 - 3 0 5 ; Zehebî,
Ma'rifetü'l-kurrâ',
II, 6 7 3 - 6 7 4 ; a.mlf., Tezkiretu 1461;
Kütübî,
Sübkî, Tabakât,
yit gelmiştir. Bunlara, Ali b. Hafs-i İsfa-
sine dayanarak Sübkî tarafından d o ğ u m
II,
269-271;
hânî (XIII. yüzyıl) tarafından
Tuhfetüî-
tarihi olarak verilen ( Tabakât, VI, 15) 4 3 4
Feuâtü'l-Vefeyât,
VIII, 1 6 5 - 1 6 8 ; İsnevî,
Haydarâbâd
ti'z-zamân,
IV, 1460-
Tabakâ-
II, 118-119; Yûnînî, Zeylü
tü'ş-Şâfi'iyye,
1375/1955,
İbnü'l-Cezerî, Gâyetü'n-nihâye,
Mir'âII, 3 6 7 ;
I, 365-366; Ab-
dülkadİr b. M u h a m m e d en-Nuaymî. ed-Dâris
târîhi'l-medâris
fî
(nşr. Ca'fer el-Hasenî), Kahire
Selâhaddin
çok şerh ve hâşiye yazılmıştır. Takıyyüd-
Mücemü'l-mü*er-
İran edebiyatında İslâm öncesi hikmet
din İbn Daklku'l-Îd, Takıyyüddin el-Hıs-
ve
nî, İbn Kasım el-Gazzî, Hatîb eş-Şirbînî,
1398/1978,
'ulûmu
s.
mahtütâl-Kur'âni'T
resmü'l-mesâ-
ât, I, 2 2 2 - 2 3 3 ; a.e.:
temsilcilerin-
den sayılır. Mînûçihrî-yi Damgânî onu
İbn Kasım el-Abbâdî gibi meşhur âlim-
Rûdekî ve Şehîd-i Belhî gibi
lerin şerhleriyle İbn Kasım el-Gazzî'nin
üstatlar
şerhine Bâcûrî'nin, Hatîb eş-Şirbînî'nin
hazec
şerhine de Büceyrimî'nin yazdığı haşi-
mahtütâ-
ve h a f î f vezninde iki mesnevi daha yaz-
yeler en önemlileridir. Ayrıca gerek met-
t-tef-
dığı anlaşılmaktadır. G. Lazard, eser-
ni gerekse bazı şerh ve hâşiyeleri çeşitli
mahtûtâtü'
mahtûtâtü't-tefsîr
edebiyatının
len beyitlerinden Ebû Şekûr'un
1406/1986, s. 38; I, 1 0 2 ; a.e.:
özdeyiş
arasında zikreder. G ü n ü m ü z e kadar ge-
hif (nşr. el-Mecmûu'l-melikî li-buhûsi'l-hadâ-
ue
'ulû-
müh, I, 257; Louis Pouzet, "Abü Sama (5996 6 5 / 1203-1268) et la societe damascaine de son temps", BEO, XXXVII-XXXVIII (1988), s. 115126; Hilmy Ahmad, "Abü Shâma", El 2 (İng.), I, B
el-Ga-
adlarıyla da bilinen eser
mel kaynaklarından biri olan esere pek
II, 2 4 4 - 2 4 6 ; el-Fihrisü'ş-Şâmil:
sir, III, 7 2 0 ; a.e.:
ti'l-îhtişâr
alır. Bu bakımdan Ebû Şekûr-i Belhî,
Kerîm, Dımaşk 1403-1404/1983-84, I, 288-290;
kırâ'
ye
b u g ü n e kadar
et-Takrîb
Bağdad 1978, s. 201;
ti Dâri'l-Kütübi'z-Zâhirlyye:
tü'i
rindeki Âferînnâme'nin
Ğâyetü'l-ihtişârveya
dir. Şâfiî fıkıh literatürünün muteber te-
Beyrut
a.e.: mahtûtâtü't-teeuîd,
fi'l-fıkh,
de edilen özdeyişler, hikmetli sözler yer
mahtûtati
1 0 0 - 1 0 3 ; Salâh M. el-Hıyemî, Fihrisü
reti'l-İslâmiyye), Amman
Eserleri. 1. el-Muhtasar*.
e t m e k gerekir. Aruzun m ü t e k â r i b bah-
Mek-
el-Müneccid,
rihîne'd-Dımaşkıyyîn,
den zikredilen yaklaşık 175 beyti de ilâve
(1042-43) yılı ile uyuşmamaktadır.
Şâfiî fıkhını özetleyen k ü ç ü k bir risale-
I, 5 5 0 - 5 5 1 ; a.mlf., " E b û Ş â m e " , İA, IV,
fi'l-Muşul,
adlı eserde müellifi belirtilme-
lerini açıklayan fıkralar, beyitlerle ifa-
5 1 ; Sâlim Abdürrezzâk, Fihrisü
tebeti'l-'âmme
mülûk
gelen parçaları içinde ahlâkî düşünce-
1988, I, 2 3 - 2 4 ; Brockelmann, GAL, I, 3 8 6 - 3 8 7 ;
Suppl.,
ait 140 be-
l-huffâz,
TAYYAR ALTIKULAÇ
lerinden b u g ü n e ulaşan parçaları Fran-
Batı dillerine de tercüme edilen eser
sızca çevirileriyle birlikte Les
defalarca basılmıştır (bk. Brockelmann,
poetes
persans
Premîers
adlı kitabında vermiş-
GAL, I, 492-493; Suppl., I, 676-677). 2. Şer-
tir (Tahran-Paris 1964, I, 94-113; II, 78-
hu'l-lknâc.
127; ayrıca bk. Dihhudâ, 11, 540-546).
fıkıh eseri olan el-İknâ'ın
Mâverdî'ye ait muhtasar bir şerhidir. Mev-
235 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
EBÛ ŞÜCÂ' el-İSFAHÂNÎ cut kaynaklarda her ikisinin de günümüze gelip gelmediğine dair bilgiye rastlanmamıştır. BİBLİYOGRAFYA: Yâküt. Mücemü'ibüldârı,
bakât, fi'iyye,
II, 2 5 ; Keşfü'z-zunûn,
Serkîs, Mücem,
iding,
IV, 74; SübkT, Ta-
VI, 15; İbn Kâdî Şühbe,
Tabakâtü'ş-ŞâI, 140; U, 1625;
I, 318; Th. W. Juynboll, Handle-
Leiden 1930, s. 3 7 4 - 3 7 5 ; Brockelmann.
GAL, I, 4 9 2 - 4 9 3 ; Suppl., Mücemü'Tmü"ellifîn,
I, 6 7 6 - 6 7 7 ; Kehhâle, I, 199; G. C. Anavrati,
" T e x t e s a r a b e s a n c i e n s e d i t e s e n E g y p t e au c o u r s d e s a n n e e s 1955 e t 1956", MIDEO,
III
(1956), s. 275; "Ebû Şucâ", İA, IV, 52; J. Schacht, " A b ü S h u d j â ' " , El 2 (İng.), I, 150-151; H. Halm, " A b ü S o j â ' E s f a h â n î " , Elr., I, 385. İSİ
r
MUHSİN KOÇAK
E B Û Ş Ü C Â ' er-RÛZRÂVERÎ
n
(bk. RÛZRÂVERÎ).
L
Luğat-i Fürs'ünde, Şems-i Kays'ın el-Mu'cem fî me'âyîri eş câri'l- cAcem'inde, Hamdullah MüstevfFnin Nüzhetü'l-kulûb'unda ve Rızâ Kulı Han'ın Mecma cu'l-fuşa3 h â adlı eserinde nakledilen beyit ve şiir parçalarından ibarettir. Devletşah ona bir Târîh-i Âl-i Selçûk atfederse de şimdiye kadar böyle bir esere rastlanmamıştır. Nizâmî-i Arûzî'nin Çehâr Makale adlı eserinin ikinci b ö l ü m ü n e benzeyen, yani h e m şairleri hem d e onlarla ilgili fıkraları nakleden Menâkıbü'ş-şu'arâ' ile Melikşah'ın av partilerini anlatan Şikârnâme adlı eserleri de günümüze ulaşmamıştır. Bugün elde bulunan Tenzîrüîvezîri'ı-zîriî-hınzîr adlı t e k eseri, Vezir NasîrüT - Mülk'ü yeren şiirlerini içine alan Arapça k ü ç ü k bir risâledir. Eserin on bir sayfası Tahran Meclis Kütüphanesi'nde bulunmaktadır (nr. 633). mevcut şiirleri Esedî-i Tûsî'nin
BİBLİYOGRAFYA:
EBÛ TAĞLİB
Esedl-i Tûsî, Luğat-ı
(bk. GAZANFER).
fî, Lübâb
EBÛ TÂHIR-i HÂTÛN! ( J y ^ j * ^ ^
Fürs, Tahran 1336 hş.,
s. 4 7 - 4 8 ; Râvendî, Râhatü'ş-şudûr,
N
s. 131; A v -
(nşr. Saîd Nefîsî), Tahran 1335, s. VI-
VII, XIV-XV, 583, 585, 619, 6 2 6 ; Şems-i Kays,
el-Mücem
fî me'âyîri
eş câri'l- cAcem
Kazvînî, Âşârü'l-bilâd,
Büyük Selçuklular döneminde yaşayan İran asıllı şair ve devlet adamı.
letşah, Tezkire,
a'lâm,
Ferheng-i
Hayatı hakkında yeterli bilgi yoktur. Melikşah'ın oğlu Gıyâseddin M u h a m m e d Tapar'ın (1105-1117) hizmetine girdi. Sul-
Leiden 1849, s. 259; Dev-
s. 29, 58, 64, 7 6 ;
Kimûsü'l-
I, 7 3 1 ; Bedîüzzaman Firûzanfer.
Sühan
Tahran 1308/1929, II, 163-165;
ü Sühanuerân,
Fârsî, V, 4 7 2 ; Nefîsî, Târîh-i Nazm
Cerrâh arasında kardeşlik bağı (muâhât*) kurdu. Ebû Talha Bedir Gazvesi'ne katıldı. Uhud Gazvezi'nde deriden kalkanı ile vücudunu Hz. Peygamber'e siper etti ve d ü ş m a n kuvvetlerinin üzerine ok yağdırdı. Onun okçuluğunu takdir eden Resûl-i Ekrem, oradan terkeşi dolu geçen mücahidlere oklarını Ebû Talha'nın önüne boşaltmalarını emretmişti. Hz. Peygamber, o n u n attığı okların isabet ettiği hedefi g ö r m e k için her ayağa kalktığında Ebû Talha, "Yâ Resûlallah, ne olur kendini gösterme! Bir uğursuz d ü ş m a n okunun sana isabet etmesinden korkarım. İşte g ö ğ s ü m senin göğsüne siperdir" diye yalvarıyordu bü'l-enşâr",
(Buhârî,
"Menâkı-
18).
u
Daha sonra yapılan gazvelerin hepsinde bulunan Ebû Talha Huneyn Gazvesi'nde yirmi müşrik öldürdü. Medine'de aynı z a m a n d a kabir k a z m a işiyle tanındığından
Hz. Peygamber'in
kabrini
ki halifeyi seçmekle görevlendirdiği şû-
nî", Elr., I, 387.
râ mensuplarının, işlerini bitirinceye ka-
ı—ı İLLI
MÜRSEL ÖZTÜRK
dar kimse tarafından rahatsız edilmemesi görevini ona verdi. Hz. Peygam-
E B Û T Â H İ R es-SİLEFÎ
vaffakuddevle lakaplarıyla da anılan Ebû
(bk. SİLEFİ).
ber'in vefatından sonraki tarihlerde Dım a ş k ' a gidip orada yaşadığı ileri sürülmektedir.
Tâhir'in, İran'ın Sâve şehrinde bir kütüphanesi b u l u n d u ğ u n d a n hareketle (Kazvînî, s. 259) Sâveli olduğu da ileri sürül-
E B Û T A L H A el-ENSÂRİ
müştür.
( ^ j L ^ - ? ! «eLLa y}
Sultan Gıyâseddin M u h a m m e d , veziri ve diğer memurları arasında bir değişiklik yaptığında Ebû Tâhir yeni gelen mes-
n
Ebû Talha Zeyd b. Sehl b. el-Esved el-Ensârî (ö. 34/654-55) L
Mâlik'ten gelen rivayete göre Tevbe sûresini okurken 41. âyete gelince, "Rab-
Sahâbî.
Câhiliye devrinde Medine'de
doğdu.
Hazrec kabilesinin Neccâroğulları soyundan geldiği için Hazrecî ve Neccârî nis-
hapsedip mallarına el koyduysa da bir süre sonra serbest bırakıldı. Ebû Tâhir-i HâtûnFnin vefat tarihi belli değildir. An-
basıdır. Müslüman olmasına Enes b. Mâ-
beleriyle anılır. Enes b. Mâlik'in üvey balik'in annesi Ü m m ü Süleym sebep oldu. Kocası Mâlik'in hicretten önce
Ebû Talha çoğunluğun kanaatine göre 34 (654-55) yılında vefat etti. 32 (652) yılında, hatta Hz. Peygamber'den sonra kırk yıl daha yaşayıp 51'de (671) öldüğ ü n ü kabul edenler de vardır. Enes b.
)
tin parasını usulsüz harcadığını ve zimmetine para geçirdiğini ileri sürerek onu
532 (1134-1137) yılları arasında öldüğü anlaşılmaktadır.
Hz. Peygamber Medine'ye hicret edince onunla muhacirlerden Ebû Ubeyde b.
5 5 7 ; Dj. Khaleghi - Motlagh, " A b ü T â h e r K â t ü -
Hâtünî nisbesi verildi. Kemâleddin ve Mu-
cak çeşitli kaynaklardaki kayıtlardan 529-
büvvetin 12. yılında (621) yapılan Birinci Akabe Biatı'nda kabilesini temsil etti.
de o kazdı. Hz. Ömer kendinden sonra-
I, 8 7 - 8 8 ; Dihhudâ, Luğatnâme,
becisi (müstevfi) olduğu için kendisine
Burada da hicivlerini devam ettirdiği için geri çağırıldı. Hicvettiği kişilerden biri olan müstevfî Muhtassü'l-Mülk, devle-
Bu evlilikten Abdullah ile Ebû Umeyr adlı çocukları dünyaya geldi. Ebû Talha nü-
II, 556-
Neşr,
tanın hanımı Gevher Hatun'un muhase-
lektaşlarıyla geçinemeyip onları hicvettiğinden Cürcân'a sürüldü (504/1110).
m a n oldu ve Ü m m ü Süleym ile evlendi.
(nşr. Mü-
derris Rezavî), Tahran 1335 hş., s. 91-92, 2 1 5 ;
)
ledi. Bunun üzerine Ebû Talha müslü-
ölümü
üzerine Ebû Talha ona evlenme teklif etti. Ü m m ü Süleym, m ü s l ü m a n olmamasının bu evliliğe engel teşkil ettiğini, İs-
Eserleri. Ebû Tâhir-i HâtûnFnin diva-
lâmiyet'i kabul ettiği takdirde mehir al-
nı g ü n ü m ü z e kadar gelmemiştir. Bugün
maksızın kendisiyle evlenebileceğini söy-
bimiz bizi ihtiyar da olsak genç de olsak savaşa gitmeye çağırıyor" diyerek o günlerde Rumlar'a karşı yapılan bir deniz seferine katılmışsa da karaya çıkmadan gemide vefat etmiş, etrafta kara görülmediği için yedi gün süreyle defnedilmemiş, ancak cesedinde herhangi bir bozulma meydana gelmemiştir. Diğer taraftan onun Medine'de vefat ettiği ve cenaze namazını Hz. Osman'ın kıldırdığı söylendiği gibi Dımaşk'ta öldüğü de ileri sürülmüştür. Ebû Talha ashap arasında
cesareti,
yiğitliği ve bilhassa gür sesiyle tanınır-
236
Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
EBÛ TÂLİB Sa'd, I, 153) yeğenini de ısrarlı talebi üze-
dı. Bu sebeple Resûlullah, "Ebû Talha'-
BIBLIYOGRAFYA :
nın asker içinde sesi bir grup insandan daha iyidir" demiştir ( Müsned, III, 261). "100 kişiden, hatta 1000 kişiden daha
VVensinck, el-Mu ccem,
iyidir" dediği de rivayet edilmektedir (Hâkim, III, 352). Hz. Peygamber Ebû Talha'yı çok sever, kendi annesinin Medineli olması sebebiyle ona dayı diye iltifat ederdi (Hâkim, III, 351). Z a m a n z a m a n
VIII, 9 1 ; Müsned,
2 6 1 ; IV, 2 8 - 3 0 ; Buhârî. " M e n â k ı b " , 25, " M e n â k ı b ü ' l - e n s â r " , 18, " V e k â l e " , 15, " V e ş â y â " , 10; Hâkim, el-Müstedrek,
III, 3 5 1 - 3 5 4 ; Vâkıdî, el-
I, 163, 242-243, 264-265, 2 9 6 ; II, 721;
Meğâzî,
İbn Sa'd. et-Tabakât,
Târîhu'l-kebîr,
III, 5 0 4 - 5 0 7 ; Buhârî, et-
III, 3 8 1 ; Ebû Zür'a ed-Dımaşkî,
Târîh (nşr. Şükrullah b. Ni'metullah el-Kücânî), Dımaşk 1980, I, 476, 5 6 2 ; Taberî, Tarih ( E b u 1-
Fazl), II, 619; III, 124, 181, 213; IV, 192, 229,
onun evine gider, Ü m m ü Süleym'in hazırladığı yemeği yer ve orada öğle uy-
230-231, 308; İbn Ebü Hâtim, el-Cerh
kusuna yatardı. Bir gün Ebû Talha Enes'i göndererek Hz. Peygamber'i yemeğe davet etmişti. Ehl-i Suffe ile mescidde otu-
ber, el-lstî'âb,
ran Resûlullah, Enes daha birşey söylem e d e n yemeğe davet edildiğini anlamış
III,
111, 5 6 4 ; İbn Hazm, Cemhere,
ve't-ta'dîl,
s. 3 4 7 ; İbn Abdül-
I, 5 4 9 - 5 5 1 ; IV, 1 1 3 - 1 1 5 ; Hatîb,
el-Esmâ"ü'l-mübheme
(nşr. İzzeddin Ali es-
Seyyid), Kahire 1405/1984, s. 398-400, 436, 4 3 7 ; İbn Beşküvâl,
Ğauâmizü'l-esmâ*i'l-müb-
heme (nşr. İzzeddin Ali — Muhammed Kemâleddin), Beyrut 1 4 0 7 / 1 9 8 7 , I, 1 5 4 - 1 5 5 ; İbnü'l-
ve yanındaki yetmiş (veya seksen) sahâbîyi alarak davete gitmişti. Bunun üzerine Ebû Talha telaşlanmış, f a k a t Üm-
Cevzî, Şıfatü'ş-şafue,
m ü Süleym Resûlullah varken telâşlanmanın yersiz olduğunu söyleyerek onu teskin etmişti. Resûl-i Ekrem yemeğin bereketlenmesi için dua ettikten sonra sahâbîleri onar kişilik gruplar halinde sofraya oturtmuş, hepsi de karnını doy u r m u ş t u (Buhârî, "Menâkıb", 25). Hz. Peygamber hac görevini ifa ettiği sırada tıraş olmuş, başının sağ tarafından kesilen saçları halka birer ikişer dağıtırken sol tarafından kesilenleri Ebû Talha'ya vermiş, karısı Ü m m ü Süleym de bu saçların bir kısmını saklamıştı.
4 2 5 - 4 2 8 ; İbn Hacer, el-İşâbe, I, 566-567; a.mlf.,
Medineli müslümanlar arasında en çok h u r m a bahçesine sahip olan Ebû Talha, Mescid-i Nebevî'nin karşısında bulunan ve içindeki tatlı suyu Hz. Peygamber tarafından beğenilen Beyruhâ adlı bahçesini çok severdi. "Sevdiğiniz şeylerden Allah yolunda harcamadıkça en üstün sevabı kazanamazsınız" (Âl-i İmrân 3 / 9 2 ) meâlindeki âyet nâzil olunca Hz. Peygamber'in yanına giderek bu bahçeyi Allah rızası için dilediği şekilde kullanmasını istedi. Onun bu davranışını takdir eden Resûl-i Ekrem'in bahçeyi akrabalarına vermesinin daha uygun olacağını söylemesi üzerine de onu Übey b. Kâ'b ve Hassân b. Sâbit gibi amcazadelerine ve yakın akrabalarına bağışladı (Buhârî, "Vekâle", 15, "Veşâyâ", 10). Ebû Talha'dan rivayet edilen hadislerin sayısı bazı kaynaklarda 92, bazılarında yirmi küsur olarak verilmekte, Ahm e d b. Hanbel'in el-Müsned'inde yirmi beş rivayeti yer almaktadır. Bunlardan üçü Şahîh-i Buhârî'de, üçü de Şahîh-i Müslim'dedir. Kendisinden üvey oğlu Enes b. Mâlik ile Abdullah b. Abbâs, Zeyd b. Hâlid ve oğlu Ebû İshak Abdullah ve daha başkaları rivayette bulunmuşlardır.
I, 477-480; İbnü'l-Esîr, üs-
II, 289-290; VI, 181-182; Mizzî, Tehzî-
dü'l-ğâbe, bü'l-Kemâl,
X, 75-77; Zehebî,
II, 27-34; a.mlf., Târîhu'l-İslâm:
A'lâmun-nübelâ", 11-40, s.
sene
III, 414-415; Hazrecî,
Hulâşatü
Tezhîb, s. 128; Şevkânî, Derrü'ş-sahâbe
fî me-
Tehzîbü't-Tehzîb, nâkıbi'l-karâbeti
ve'ş-şahâbe
(nşr. H ü s e y i n b.
Abdullah el-Ömerî), Dımaşk 1404/1984, s. 394395, 525-526, 6 4 2 ; Bedrân, Tehzîbü
maşk,
VI, 6 - 1 2 .
M F
Târîhi Dı-
m M . YAŞAR KANDEMİR
EBÛ TÂLIB
(
N
y} )
Ebû Tâlib Abdümenâf b. Abdilmuttalib b. Hâşim el-Kureşî el-Hâşimî (ö. 619 m.) Hz. Peygamber'in amcası.
j
S35 yılında doğdu. Annesi Fâtıma bint A m r b. Âiz el-Mahzûmiyye'dir. Hz. Peygamber'in babası Abdullah ile amcası Zübeyr'in öz kardeşidir. Babası Abdülmuttalib ö l ü m ü n d e n önce, sekiz yaşında olan torunu Muhammed'in bakımını ve himayesini kendisine vasiyet etmişti. Kâbe hizmetlerinden olan hacılara su ve yiyecek temini vazifeleri babasından miras kalmışsa da malî d u r u m u bozulduğu ve fakir düştüğ ü için bu görevleri Abbas b. Abdülmuttalib'e devretmişti. Hâşimoğulları'nın reisliği ise ö l ü m ü n e kadar uhdesinde kaldı. Nitekim Mekke'de onun o t u r d u ğ u mahalleye Şi'bü Ebî Tâlib denirdi. Ebû Tâlib Kureyş içinde önde gelen, sözü dinlenen, saygı duyulan bir kimse olup himayesini üstlendiği yeğeni Muhammed'in üzerine titrer, onu çok sever, uğurlu old u ğ u n a inanır ve iyi yetişmesi için elinden geleni yapardı (İbn Sa'd, I, 119-120). Hatta seyahatlerinde bile yanından ayırmazdı. Nitekim onu himayesine aldığı ilk yıllarda bir kafile ile birlikte ticaret amacıyla Suriye'ye gitmeye karar verdiği z a m a n henüz on iki yaşlarında olan (İbn
rine yanına almıştı. Kaynakların ittifakla verdikleri bilgilere göre, ticaret kervanı Suriye topraklarındaki Busrâ'da konaklayınca rahip Bahîrâ Ebû Tâlib'e, yeğeninin gönderileceği İncil'de vaad edilen peyg a m b e r olduğunu, çocuğu iyi koruması gerektiğini söylemiş, bunun üzerine Ebû Tâlib Şam'a gitmekten vazgeçip süratle Mekke'ye d ö n m ü ş t ü (bk. BAHÎRÂ). Bi'setten sonra Ebû Tâlib, yeğeni Muh a m m e d ile kendi oğlu Ali'nin gizlice nam a z kıldıklarını öğrenince, atalarının dinini bırakamayacağını söylemekle beraber yeğenini ö m r ü n ü n sonuna kadar sav u n u p koruyacağını belirtmişti. Nitekim Hz. Peygamber Mekkeliler'i açıkça İslâm dinine çağırmaya başladığı ve putları terketmelerini istediği z a m a n ona muhalefet eden ve M u h a m m e d ' i kendilerine teslim etmesini isteyen müşriklere karşı d u r m u ş , Hz. Peygamber'i onlara kesinlikle teslim etmeyeceğini söylemişti. Hatta Kureyş müşrikleri Resûl-i Ekrem'e ve m ü s l ü m a n l a r a düşmanlıklarını arttırınca Hâşim ve Muttalib oğullarını yardıma çağırmış, kardeşi Ebû Leheb dışındaki yakınları, kendilerine karşı girişilen boykot hareketine rağmen Ebû Tâlib mahallesinde onun etrafında toplanmışlar ve orada uzun bir süre sıkıntı içinde y a ş a m a k zorunda kalmışlardı. Hz. Peygamber'i ve müslümanları himaye konusunda son derece cesur davranan Ebû Tâlib, Resül-i Ekrem'in İslâmiyet'i kabul etmesi yolundaki ısrarlı tekliflerini hep cevapsız bırakmıştı. Hatta ölümünden önce, Hz. Peygamber hiç değilse son nefesinde kelime-i şehâdet getirerek şefaata nâil olmasını rica etmişti. Ebû Tâlib ise müşriklerin, ölüm korkusundan dolayı m ü s l ü m a n olduğunu ileri sürerek kendisiyle alay edebileceklerini söyleyerek onlara karşı küçük d ü ş m e k istemediğini belirtmiş ve Resûl-i Ekrem'in teklifine olumlu cevap vermemişti. Ebû Tâlib'in m ü s l ü m a n veya müşrik olarak öldüğü hususu tartışmalıdır. Anlaşıldığına göre yeğenini en zor şartlarda savunmasına rağmen Arap kabile reislerinin gururları ve atalarının yoluna bağlı olma zaafları yüzünden İslâmiyet'i kabul ettiğini açıkça söyleme cesaretini gösterememiştir. Muhtelif hadis ve tefsir kaynakları, "Sen sevdiğini hidayete erdiremezsin, bilakis Allah dilediğine hidayet verir" (el-Kasas 28/56) meâlindeki âyetle, "Ne Peygamber'in ne de müminlerin akrabaları bile olsa müşrikler için af dilemeleri uygun olmaz" (et-Tevbe 9 / 1 1 3 ) meâlindeki âyetin bu hadise
237
Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
EBÛ TÂLİB üzerine nâzil olduğunu kaydederler (Müs-
BIBLIYOGRAFYA:
ned, II, 434, 441; Buhârî, "Menâlpbü'lenşâr", 40; Tirmizî, "Tefsir", 28; Taberî, Tefsîr, XI, 30-31 ; XX, 58-59). Şîa ise Ehl-i beyt'ten geldiğini söyledikleri rivayetlere dayanarak Ebû Tâlib'in ölüm döşeğinde müslüman olduğunu ileri sürmüştür (meselâ bk. İbn Hacer, VII, 236-237; Şâmî, II, 565-570; Ali Nemâzî, s. 435; Abbas elKummî, I, 110). Şiî âlimlerinin Ebû Tâlib'in m ü m i n olarak öldüğüne dair yazdıkları otuzdan fazla kitabın adları ve müellifleri, Şeyh Müfîd'in îmânü Ebî Tâlib adlı eserinin (Kum 1412/1991) t a k d i m yazısında zikredilmektedir. Şemseddin Ebû c Ali el-Mûsevî'nin el-Hücce ale'z-zâhib ilâ tekfiri Ebî Tâlib'i (nşr. Muhammed Bahrülulûm, Necef 1965), Şâfiî fakihi Berzencî'nin Buğyetü't-tâlib li-îmâni Ebî Tâlib adlı eserini ihtisar eden A h m e d b. Zeynî Dahlân'ın Esne'l-metâlib fî necâti Ebî Tâlib'i (Kahire 1305), Mirza Muh a m m e d Hüseyin b. Ali Rızâ er-Rabbânî'nin Makşadü't-tâlib fî îmâni âbâ'i'nnebî (s.a.) ve 'ammihî Ebî Tâlib'i (Bombay 1311), Ca'fer b. M u h a m m e d en-Necefî'nin Mevâhibü'l-vâhib fî fezâ'ili Ebî Tâlib'i (Necef 1341) bu eserler arasındadır (ayrıca bk. FETRET). Seyyid Muhammed Ali Şerefeddin el-Âmilî, Ebû Tâlib'in hayatı ve hakkındaki menkıbevî rivayetleri ihtiva eden Şeyhu'l - Ebtah adlı bir eser yazmıştır (Beyrut 1987).
VVensinck, el-MÜcem, 434, 4 4 1 ;
Buhârî,
nev'e göç etmiş bir Âzerî Türkü'dür. Ebû VIII, 128; Müsned,
"Menâkıbû'l-enşâr",
Tirmizî, " T e f s î r " , 2 8 ;
II, 40;
Nesâî, " C e n â ' i z " ,
102;
İbn İshak, es-Sîre, s. 47, 53 v d „ 118, 126, 129-
Ebû Tâlib'in, Hz. Peygamber'in çok se-
vd.; İbn Hişâm, es-Sîre, I, 179-180,
(1189/ 1775) Leknev'e döndü. Avaz nâibi
182-183,
247, 264-269, 272-282, 333-334, 3 5 2 - 3 5 3 ; II, 371-372, 377-380, 4 1 7 - 4 1 8 ; İbn Sa'd, et-Taba-
kât, I, 118-119 vd., 129-130, 153, 202, 208, 211;
nev'deki İngiliz temsilciliğinde çalıştıktan sonra 1202'de (1787) Kalküta'ya git-
1198 vd.; a.mlf., Câmi'u'l-beyân
(Bulak), XI,
30-31; XX, 5 8 - 5 9 ; İbn Şehrâşûb, Menâkıbü
Âli
Ebî Tâlib, N e c e f 1 3 7 6 / 1 9 5 6 , I, 34 vd., 52 vd., 6 1 ; İbnü'l-Esîr, el-Kâmil,
Beyrut 1 3 8 5 / 1 9 5 6 , II,
305, 3 0 7 ; 111, 47 vd.; a.mlf., Tefsiru
hardson ile beş yıl süren Avrupa seyahatine çıktı. Seyahat sonrası yerleştiği
IV, 158; VI, 2 5 5 - 2 5 6 ; İbn Hacer, el-İşâbe
hayri'l-'ibâd
(Bicâ-
(nşr. M u s t a f a Abdül-
(nşr. S a î d A h m e d
MakA'râbî
v.dğr.), Rabat 1 3 9 8 - 1 4 0 0 / 1 9 7 8 - 8 0 , III, 73-75; Âlûsî, Rûhu'Tme^ânî, fat
XI, 3 3 - 3 4 ; İbrâhim Ri-
Paşa, Mir*âtü'l-Haremeyn,
II, 6 2 - 7 0 ; Ali
med
Tâlib,
494 İranlı şairin biyografisini ihtiva eden bir tezkiredir. Tezkire yazımında uyulma-
en-Necefî,
Tahran
el-Gadîr
fi'l-Kitâb
1366, VII, 3 3 0 - 4 0 9 ; VIII,
dime ile başlayan eser, şairlerin alfabetik
The Li-
ve kronolojik sıra ile anlatıldığı yirmi se-
(trc. M . T. B. B u d a y ü n i ) , La-
kiz bölüme (hadîka) ayrılmıştır. Eserin so-
hore, ts., I, 156-160, 2 1 9 - 2 2 2 ; W. M o n t g o m e r y
nunda 160 şairin sadece isimlerini ve şiir-
fe of the Prophet Watt, Muhammad
at Mecca,
Nabi:
Oxford 1953, s.
33, 36, 110, 119 v d „ 137; a.mlf., " A b û T â l i b " ,
lerinden birkaç beyti ihtiva eden bir zeyil-
El 2 (İng.), I, 152-153; Sezgin, GAS, II, 2 7 3 - 2 7 5 ;
le müellifin çağdaşı yirmi üç şairin yer
Cevâd Ali, el-Mufaşşal,
IX, 6 9 7 - 7 0 1 ; A b b a s el-
aldığı bir h â t i m e bulunmaktadır. Müel-
Necef 1389/1969,
lif bu tezkiresini kaleme alırken Ali Ku-
Kummî, el-Künâ'
ue'l-elkâb,
I, 108-111; Ali Nemâzî, Müstedrekü
Sefîneti'l-
bihâr, Tahran 1984, s. 435; Koksal, İslâm
Tarihi
V, 5 vd., 51 vd.; Abdülhamîd Mahmûd el-Meslût, "Ebû T â l i b b. 'Abdilmuttalib", ME, XX/1 (1948),
LVIII (1403/ 1983), s. 772-785;' F. Buhl, "Ebû T â lib", İA, IV, 52; Ali Refiî, " Â l - i Ebî Tâlib", I, 5 5 2 - 5 5 3 .
[Tl BFFIL
DMBİ,
E T H E M R U H İ FIĞLALI
Mekkeli şairlerden sayılan Ebû Tâlib'in E B Û TÂLİB b. A B D Ü S S E M Î '
bazı beyitleriyle i s t i ş h â d * edilmesi (Sez-
Şeyhi'l-Ebâtih adıyla yayımlanmıştır (Necef 1356). Onun doksan dört beyitten meydana gelen "Lâmiyye" kasidesini, Hz. Peygamber'i Kureyşliler'e karşı k o r u m a k maksadıyla söylediği kaydedilmektedir. Tam a m ı İbn Hişâm tarafından es-Sîre'ye alınmış olan (1, 272-280) kasideyi Ali Fehmi Câbiç Tılbetü't-tâlib fî şerhi Lâmiyyeti Ebî Tâlib adıyla şerhetmiştir (İstanbul 1327). Bazı beyitlerinin sonradan uydurulduğu belirtilen bu kaside (Cumahî, I, 244), şairin "Dâliyye" adlı bir başka kasidesiyle birlikte H. Ritter tarafından Almanca'ya tercüme edilmiştir.
- efkâr. Müellifin yirmi beş
sı gereken kurallar hakkında bir mukad-
fî şerhi
3 - 2 9 ; Şiblî en-Nu'mânî, Sirat-un
miştir.
med el-Mihzemî (ö. 255/869) tarafından
1. Hulâşatü'l
yıl boyunca malzemesini topladığı eser,
İstanbul 1327; Abdülhüseyin Ah-
el-Emînî
ue's-Sünne,
Eserleri. Kitaplarını Farsça yazan Ebû Tâlib Han'ın başlıca eserleri şunlardır;
Lâmiyye-
Fehmi Câbiç, TıIbetü't-tâlib
ti Ebî
Leknev'de öldü.
ue'r-re-
vâhid), Kahire 1 4 0 7 / 1 9 8 6 , II, 5 6 3 - 5 7 0 ; karî, Ezhârü'r-riyâz
Şirketi Bengal ordusu kumandanı D. Ric-
l-Kur'ân,
vî), VII, 2 3 5 - 2 4 4 ; Şâmî, Sübülü'l-hüdâ
şâd fîsîreti
ti. Burada Hâfız-ı Şîrâzî'nin divanını yayımladı (1791). 1798'de Doğu Hindistan
II,
37, 61 vd., 64 vd., 90; İbn Kesîr, el-Bidâye,
M e v â k ı f ü ' ş - ş i c r i y y e l i - E b î T â l i b " , MMLADm.,
termektedir. Ebû Hiffân Abdullah b. Ah-
Muhtârüddevle tarafından maliye mem u r l u ğ u n a tayin edildi. Bir süre Lek-
I, 233, 2 4 4 - 2 4 5 ; Ta-
ve iki kızı (Ümmü Hânî, Cümâne) olmuş-
gin, II, 273) onun iyi bir şair olduğunu gös-
sonra
berî, Târîh (de Goeje), I, 1123 vd., 1173-1185,
Cumahî. Fuhûluş-şüarâ',
s. 8 2 - 8 6 ; X X / 4 , s. 3 6 4 - 3 6 9 ; A h m e d Kütî, " e l -
fer'i de Abbas b. Abdülmüttalib yetiştir-
sarayında geçirdi. Avaz'da (Oudh) Âsafüddevle'nin t a h t a çıkmasından
tıma'dan dört oğlu (Tâlib, Akil, Ca'fer, Ali) tur. Ali b. Ebû Tâlib'i Resûl-i Ekrem, Ca'-
Mürşidâbâd'da
Bengal vali yardımcısı Muzaffer Ceng'in
130, 133, 135, 136, 139, 141 v d „ 145 vd., 148
(Mekke), II, 79-81; III, 94 vd.; IV, 13 vd., 62 vd.;
vip saydığı bir müslüman olan hanımı Fâ-
Tâlib çocukluk yıllarını
L
r
derlenen şiirleri Dîvânü
L
r
(bk. İBN ABDÜSSEMÎ').
E B Û TÂLİB el-BEZZÂZ (bk. İBN GAYLÂN).
E B Û TÂLİB H A N ( Jİ>. LJUS )
n
Ebû Tâlib b. Hâcî Muhammed Beg-i Tebrîzî-i İsfahânî (ö. 1220/1805) ^
Hindistan'da yetişen İranlı tezkire yazarı.
j
1166'da (1752-53) Leknev'de doğdu. Aslen Tebrizli olan babası Hacı Muhamm e d Beg (6. 1180/1766), Kaçarlar'dan Nâdir Şah zamanında İsfahan'dan Lek-
lı Hân-ı Vâlih'in Riyâzü'ş-şu'arâ',
Mîr Hulâşatü'l-bedf adlı eserlerinden geniş ölçüde faydalanmıştır. Eserin müellif nüshasından istinsah edilen ve müellif tarafından gözden geçirilen bir nüshası Indian Office Küt ü p h a n e s i ' n d e (nr. 696) bulunmaktadır (diğer nüshaları için bk. Storey, 1/2, s. 878). 2. Lübbü's-siyer ü Cihânnümâ. 1208'de (1793-94) yazılmış m u h t a s a r bir İslâm tarihi olan eser Âsafüddevle'ye ithaf edilmiştir (yazma nüshaları için bk. Storey, 1/ 1, s. 145). 3. Mesîr-i Talibi fî Bilâd-i Efrencî. Müellifin Avrupa seyahati sırasında tuttuğu notlardan ve hâtıralarından meydana gelen eseri oğlu Mirza Hüseyin Ali yayımlamıştır (Kalküta 1229/1812). D. Macfarlane tarafından muhtasar olarak da neşredilen eseri (Kalküta 1827, 1836), C. Stevvart The Travels in Europe and Asia adıyla İngilizce'ye tercüme etmiştir (London 1810, 1814). Mesîr-i Tâlibî'nin iki Fransızca tercümesinden ilkini G. Jansen Farsça aslıyla İngilizce tercümesini karşılaştırarak yapmış (Paris 1811), ikincisini de Ch. Malu İngilizce'sinden çevirmiştir (Paris 1819). Eserin Almanca çevirisi ise Fransızca tercümesinden yapılmıştır (Vienna 1813). 4. Şemseddin Dihlevî'nin
238 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
EBÛ TÂLİB el-MEKKÎ ağır suçlama, ömrünün sonuna doğru va-
Âsafüddevle dönemi-
râî gibi muhaddislerden hadis rivayet
ni (1775-1797) anlatan ve İngiliz yöneti-
etti. Basra'da Sâlimiyye fırkasının kuru-
az ederken saçmaladığı, hatta bir konuş-
mini savunan eser, W. Holey tarafından
cusu Ebü'l-Hasan İbn Sâlim ile (ö. 350/
masında, "Yaratıklar için yaratıcıdan da-
History of Asaf-al-Dawla adıyla İngilizce'ye tercüme edilmiştir (Allahâbâd 1888). 5. Mi'râcut-tevhîd. Astronomiyle ilgili bir risaledir.
961) tanıştı (Kütü'l-kulûb,
II, 192, 294).
ha zararlı bir şey yoktur" dediği yolun-
Onun kelâm ve tevhid konusundaki gö-
daki iddiadır (a.e., III, 89). Bu cümlenin,
Tafzîhu'l-gafilin.
BİBLİYOGRAFYA: J. Til Zenker, Bibliotheca
Manuscripts, Catalogue
I, 3 7 8 - 3 7 9 ;
of the Persian
Leipzig
Orientalis,
1846, i, 127; Rieu, Catalogue
of the
Persian
111, 8 9 5 - 8 9 6 ;
Ethe, s. 357-
Manuscripts,
3 5 8 ; M. Ali Terbiyet, Dânişmendân-ı
Azerbay-
can, Tahran 1314 hş., s. 2 4 3 - 2 4 4 ; A h m e d Gül-
çîn-i
Meânî, Târîh-i Tezkirehâ-yi
Fârisî,
1348 hş., 1, 5 6 5 - 5 7 5 ; A. Hayyampûr,
Sühanuerân,
Tahran
Ferheng-i
Tebriz 1340 hş., s. 19; H. M. El-
liot, The History of india, 300; Storey, Persian
Lahore 1976, VIII, 298-
Literatüre,
I / l , s. 144-146,
7 0 4 ; 1/2, s. 8 7 8 - 8 7 9 ; C. Collin Davies,
"Abü
T â l i b K h â n " , El 2 (İng.), I, 153; M. Baqir, " A b ü T â l e b K h a n " , Elr., I, 389-390. B
F
A D N A N KARAİSMAİLOĞLU
E B Û TÂLİB KELÎM-İ K Â Ş Â N İ
n
(bk. KELÎM-i KÂŞÂNİ). L F
_J
E B Û TÂLİB el-MEKKÎ
n
( j U l vJU-ji')
L
"Kula en zararlı olan şey Allah'ı yeterince
den sonra Basra'ya gitti (İbnü'l-Cevzî,
tanıyamamasıdır" (Kütü'l-kulûb,
VII, 189). Hayatının son yıllarını Bağdat'-
tarzındaki cümlenin tahrif edilmiş şekli
ta vâizlik yaparak geçirdi. 6 Cemâziyelâ-
olabileceği
hir 386'da (26 Haziran 996) vefat edince
da vardır. Bağdâdî'nin verdiği bilgiye gö-
buradaki Mâlikî Mezarlığînda toprağa
re Mekkî'nin vaazlarında tehlikeli sözler
üzerinde
duranlar
sarfetmesi halkın kendisini
İbn Sâlim, ünlü sûfî Sehl et-Tüsterî'nin görüşlerine bağlı idi. Ebû Tâlib da-
ten vazgeçmesine yol açmış, o da daha
ha çok naslara bağlı bulunan, ancak tasavvufî temayüllere de sahip bir kelâm
dinlemek-
sonra vaaz etmemiştir. Takıyyüddin İbn Teymiyye, Ebû Tâlib el-Mekkî'nin Allah'ın sıfatları konusun-
fırkası olan Sâlimiyye çerçevesinde tasavvufî ve kelâmî görüşler ortaya koydu. İbnü'l-Cellâ ve Ahmed b. Dahhâk ez-
daki sözlerini tenkit eden âlimlerin onun
Zâhid gibi sûfîlerin sohbetinde de bulunan Ebû Tâlib'i Zebîdî bir tarikat kurucusu olarak gösterir ve şeyhinin Ebû Saîd b. el-A'râbî olduğunu söyler Cİkd, s. 85).
de katıldığını ifade eder (Mecmû'u fetâ-
Çok perhizkâr ve çileli bir hayat yaşayan Ebû Tâlib'in bir süre helâl bitkilerden başka bir şey yemediği için cildinin renk değiştirdiği rivayet edilir (İbn Hallikân, IV, 303).
cih edilebileceğini önemle vurgular (a.e.,
Gerek Sehl et-Tüsterî'nin, gerekse ona
nin kendisini A h m e d b. Hanbel ile çağ-
ları dikkate alınırsa Mekkî'nin de bu mezhebe m e n s u p olduğu
söylenebilir.
Mâlikîler'in mezarlığına g ö m ü l m ü ş olması da bu görüşü destekler mahiyettedir. J
ihtimali
II, 159)
verildi (İbn Hallikân, IV, 303).
bağlı bulunan Sâlimîler'in Mâlikî olduk-
Ebû Tâlib Muhammed b. Alî b. Atıyye el-Mekkî el-Acemî (ö. 386/996)
Kütü'l-kulûb adlı eseriyle tanınan mutasavvıf.
rüşlerini benimsedi. İbn Sâlim'in ölümün-
Süyûtî de Şavnü'l-mantık
ve'l-kelâm'-
da (s. 132) onu Mâlikî âlimi sayar. Ancak
hulûl*cü bir görüşe sahip olduğunu söylediklerini bildirerek kendisi de bu tenki-
oâ, V, 483-490). Başka bir yerde ise Mekkî'yi över ve mârifet, zühd, ibadet ve sünnete tâbi olma konusunda Gazzâlî'ye terX, 360, 551-552; a.mlf.,
BuğyetüT-mürtâd,
s. 115). Mekkî'nin, Haris ei-Muhâsibî gibi tasavvufa hadis ve kelâm konularını dahil ettiğini ifade eden İbn Teymiyye'-
(Mecmû'u fetâuâ, XII, 169, 281, 409). el-Münkız adlı eserinde (s. 62) Mekkî'den faydalandığını söyleyen Gazzâlî, onun ameli imandan sayan g ö r ü ş ü n ü İhyâ'da tenkit etmiştir (I, 116-118).
daş göstermesi ise gariptir
Eserleri. Ebû Tâlib el-Mekkî'nin
en
Hayatı hakkında kaynaklarda fazla bil-
bazı konularda bu mezhebe aykırı hü-
önemli ve g ü n ü m ü z e kadar gelen tek
gi yoktur. Aslen İran'ın batısındaki Cebel
kümler benimsemesine ve belli bir mez-
eseri, tasavvufun doğuş dönemi hakkın-
bölgesinden olup Mekke'de uzun süre
hebin taklit edilmesini bid'at sayması-
da bilgiler veren, zühd ve ibadet konu-
kaldığı ve burada yetiştiği için Mekkî nis-
na bakılarak (Kütü'l-kulûb,
larını genişçe işleyen
besini aldı. Acemî diye de tanındığına
onu serbest görüşlere sahip bir muta-
(Kahire 1310). Bizzat kendisi M enâsikü'l-
göre Arap olmadığı anlaşılmaktadır.
savvıf olarak değerlendirmek de müm-
hac ve Müsnedü'l - elif adlı iki eserinden daha söz eder ( Kütü'l-kulûb, I, 133; II, 231). Kaynaklar onun ayrıca tevhid konusunda eserleri bulunduğunu bildirirlerse de bunların adlarını vermezler (Hatîb, III, 89). Zehebî, Mekkî'nin kırk hadis konusunda bir eseri olduğunu söyler (A'lâmunnübelâ', XVI, 536). Hediyyetü'l- Cârifîn'de de (II, 55) Müşkilü i crâbi'l-Kur'ân adlı bir eseri kaydedilmiştir. Bunların yanı sıra el-Beyânü'ş-şâfî adlı bir kitabı daha vardır (İA, VII, 643). Ona nisbet edilen (Brockelmann, GAL Suppl., I, 360) c İlmü'l-kulûb'u yayımlayan (Kahire 1964) Abdülkâdir A h m e d Atâ eserin Mekkî'ye ait olduğunu iddia ederse de İbrâhim Medkûr ve Abdülhamîd A b d ü l m ü n ' i m gibi müellifler bu eserin Mekkî'ye ait olmadığı görüşündedirler.
I, 132; II, 324)
Gazzâlî ve Abdülkâdir-i Geylânî üze-
kündür. Ebû Tâlib'in en dikkate değer
rinde önemli tesirleri olan Ebû Tâlib el-
yanlarından biri, tasavvuf taraftarlarıy-
Mekkî hakkında Ebû Nasr es-Serrâc, Ke-
la şeriat taraftarları arasında ciddi ay-
lâbâzî, Ebû Abdurrahman es-Sülemî, Ebû
rılıklar b u l u n d u ğ u bir d ö n e m d e bu iki
Nuaym el-İsfahânî, Kuşeyrî, Hücvîrî vb.
z ü m r e arasında bir köprü kurma teşeb-
sûfî t a b a k a t müellifleri bilgi vermezler.
büsünde bulunanların ilki olmasıdır.
Buna karşılık gerek İbn Hallikân ve Sa-
Eserine zayıf ve uydurma hadisler al-
fedî gibi genel mahiyette biyografik bil-
dığı ileri sürülerek hadis âlimlerince ten-
gi veren müellifler, gerekse İbn Kesîr ve
kit edilen Ebû Tâlib el-Mekkî, itikadî ko-
İbnü'I-İmâd gibi tarihçiler az da olsa ona
nulardaki görüşlerinden dolayı da ten-
dair bilgi vermeyi ihmal etmemişlerdir.
kide uğramıştır. Semâı m u b a h saydığı
Öğrenimine Mekke'de başlayan ve bu-
için fakihler tarafından kusurlu bulun-
rada hadis tahsil eden Ebû Tâlib çeşitli
m u ş ve görüşleri reddedilmiştir (İbnü'l-
beldeleri dolaştı, gittiği yerlerde tanınmış âlimlerden faydalandı, oralarda vaazlar verdi ve ders okuttu. M u h a m m e d b. Hasan el-Âcurrî, Ali b. A h m e d el-Masîsî ve M u h a m m e d b. A h m e d el-Cerce-
Cevzî, VII, 189; Gazzâlî, İhya,
II, 269). HaKütü'l-kulûb'da Allah'ın sıfatları konusunda kabul edilmez görüşler ileri s ü r d ü ğ ü n ü söyler (Târîhu Bağdâd, III, 89). Fakat hakkındaki en tîb el-Bağdâdî, onun
Kütü'l-kulûb*dur
239 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
EBÛ TÂLİB el-MEKKÎ BİBLİYOGRAFYA: Ebû Tâlib el-Mekkî, Kütü'l-kulûb,
Kahire 1310,
I, 132, 133; II, 159, 192, 231, 294, 3 2 4 ; Hatîb,
Târîhu
III, 8 9 ; Gazzâlî, İhyâ\ I, 116-
Bağdâd,
te ve Arap kabilelerinden topladığı kuv-
sire yerleriyle donatmıştır. Kendi adını
vetlerle isyanı bastırıp Mağrâvî'yi idam
taşıyan bir medrese yaptırmış,
ettirdi (719/1319-20).
burayı daha ziyade kendisine methiye
ancak
Ebû Tâşfîn dönemi daha çok Hafsîler'-
yazan şairlerin hizmetine tahsis etmiş-
el-Ensâb,
le mücadele içinde geçti. Tahta çıktığı
tir. Ayrıca Cezayir'i surlarla çevirmiş ve
Haydarâbâd 1401, XII, 417; İbnü'l-Cevzî, el-Mun-
tarihlerde Hafsîler, özellikle Konstantin'-
Cezayir
de (Constantine) meydana gelen olaylar
eserlerinden günümüze sadece Tilimsân'-
ve iç karışıklıklar yüzünden sarsıntı ge-
daki büyük sarnıç intikal edebilmiştir.
118; II, 2 6 9 ; a.mlf., el-Münkız
mine'd-dalâl,
Beyrut 1408/1987, s. 61, 62; Sem'ânî, VII, 189; İbnü'l-Esîr, el-Kâmil,
tazam,
İbn Hallikân, Vefeyât,
IX, 128;
Kum 1394, IV, 3 0 3 ; İbn
Atâullah el-İskenderî, Letâ'ifü'l-minen,
Kahire
Camii'ni
genişletmiştir.
Buğyetü'l-mürtâd
çiriyordu. Topraklarını Hafsîler aleyhine
(baskı yeri yok|, 1408/1988, s. 115, 449; a.mlf..
genişletmek isteyen Ebû Tâşfîn bu olay-
u fetâoâ, V, 4 8 3 - 4 9 0 ; X, 360, 551-552;
ları fırsat bilerek harekete geçti ve Haf-
riyye fi'd-deuleti'n-Naşriyye,
sîler'in Y a ğ m u r a s a n z a m a n ı n d a (1236-
s. 9 6 ; Yahyâ b. Haldûn, Buğyetü'r-ruuuâd,
1322, s. 6 8 ; İbn Teymiyye,
Mecmu
XII, 169, 281, 4 0 9 ; Zehebî, XVI, 5 3 6 ; a.mlf., el-Vber,
A'lâmü'n-nübelâ
II, 170; a.mlf., Mîzâ-
III, 655; Safedî, el-VâfHnşr.
nul-i'tidâl,
Sven De-
deri'ng), Wiesbaden 1974, IV, 116; Yâfi'î, II, 4 3 0 ; İbn Kesîr, el-Bidâye,
tü'l-cenân,
Mir'â-
1971, V, 3 0 0 ; İbn Tağrîberdî,
Lisânüddin İbnü'I-Hatîb,
nin ilk safhası Abdülvâdîler'in zaferiyle
âşâruh,
sonuçlandı (729/1328-29).
veyhiz, Mu'cemü
Ebû
Hammû
IV, 115; Abdülhamîd Hâciyât,
Mûsâ
m î en-Neşşâr), Kahire 1980 — Beyrut, ts. (Dâ-
yetlerini daha sonraki yıllarda da sür-
h a m m e d b. A m r , Tiiimsân
dürdü. Belirli merkezlerde
hâ fîsiyâse
rü'l-Kütübi'l-ilmiyye), s. 132; İbnü'I-İmâd, Şezerât, III, 1 2 0 ; Zebîdî, 'İkd,
GAL Suppl.,
s. 8 5 ; Brockelmann,
I, 3 6 0 ; Hediyyetü'l-'ârifîn,
II, 5 5 ;
Ziriklî, el-A' lâm,
VI, 2 7 4 ; L. Massignon,
sur
du
les origines
mystigue
musulmane,
Essai
ordugâhlar
kurdu. Bunların en önemlisi S û m â m vadisindeki ordugâh olup 3200 süvari bu-
la
rada bekletiliyordu. Ebû Tâşfîn'in Tu-
Paris 1954, s. 2 6 4 - 2 7 0 ;
nus'u istilâ etmesi üzerine Hafsîler, Fas
lexique
technique
de
İbn A b b â d er-Rundî, er-Resâ'ilü's-suğrâ
(nşr.
Paul Nwyia S. I.), Beyrut 1957, s. 22, 57, 58, 107; Abdülhamîd Abdülmün'im, Ebû
Tâlib el-
Sultani Ebû Saîd el-Merînî'den kaybet-
Cezâ'iri'l-'âm,
c
abre'l-'uşûr
ue hadâreti'l-Cezâ"
s. 123-131; G. Marçais, " c A b d a l - W â d i d s " ,
S
F
MEHMET ÖZDEMİR
EBÛ TÂŞFÎN ıı
tikleri toprakların geri alınması hususunda yardım istediler. Ancak Ebû Tâş-
( j î ^ y} )
hire 1978, II, 4 8 8 ; Bilâl Saklan,
geri verilmesi isteğini reddetti. Hafsîler
Ebû Tâşfîn Abdurrahmân b. Ebî Hammû Mûsâ b. Yûsuf b. Abdirrahmân b. Yağmurasan ez-Zeyyânî (ö. 795/1393)
Tasauuufî
Açısından
Hadislerin
Değeri
Hadis
Kütü'l-kulûb'Metodolojisi
( d o k t o r a tezi, 1989), S Ü Ilâ-
bu taleplerini daha sonra Ebû Saîd'in
hiyat Fakültesi, s. 5 - 2 3 ; Tahsin Yazıcı, " M e k k î " ,
yerine geçen oğlu Ebü'l-Hasan'a da ilet-
İA, VII, 643-644.
tiler. Ebü'l-Hasan hazırladığı bir donan-
nn lal
B I L Â L SAKLAN
EBÛ TÂŞFÎNI
n
( j^-'t'jjî ) Ebû Tâşfîn Abdurrahmân b. Ebî Hammû Mûsâ b. Ebî Saîd Osmân b. Yağmurasan ez-Zeyyânî (ö. 737/1337) Abdülvâdîler Devleti hükümdarı (1318-1337).
L
J
N
Abdülvâdîler Devleti hükümdarı (1389-1393).
mayı derhal Mağrib-i Evsat sahillerine gönderdiği gibi 735'te (1334-35) kendi-
F
El 2
(İng.), I, 9 3 ; A. Bel, " A b ü T â s h u f i n I", a.e., I,
fîn, Ebû Saîd'in zaptedilen toprakların
daki
deuru-
ir, Cezayir 1984,
ş-şûfî (yüksek lisans te-
ue menhecühü
Târîhu'T
Beyrut 1400/1980, II, 160; Mu-
zi, Kahire 1972), s. 20-37; Sezgin, G 4 S ( A r . ) , Ka-
Mekkî
ue
Beyrut 1400/
a'lâmi'l-Cezâ'ir,
1980, s. 5 6 ; A b d u r r a h m a n el-Cîlânî,
Ebû Tâşfîn Hafsîler aleyhindeki faali-
ue'l-kelâm
H ayâtuhû
ez-Zeyyânî:
Cezayir 1 3 9 4 / 1 9 7 4 , s. 17-19; Âdil Nü-
(nşr. Ali Sâ-
Süyûtî, Şaunü'l-mantık
Ce-
'İber, VII, 104-114; İbnü'I-İmâd, Şezerât, VI, 115; Ziriklî, el-A clâm,
Beyrut s. 121;
el-Lemhâtü'l-BedBeyrut 1400/1980,
zayir 1 3 2 1 / 1 9 0 3 , I, 132-134; İbn Haldûn, el-
Abdülvâdîler arasındaki bu
en-Nücûmü'z-zâ-
mücadele-
BİBLİYOGRAFYA:
Beyrut
1967, XI, 319; İbn Hacer, Lisânü'l-mîzân,
hire, Kahire 1933, IV, 175; Câmî, Nefehât,
1283) işgal ettikleri Tilimsân'ı ve Bicâye'yi a l m a k üzere seferber oldu. Hafsîler'le
Onun
si de harekete geçti; Nedrûme ve diğer bazı şehirleri ele geçirdi. Merînî donan-
752'de (1351) Nedroma'da d o ğ d u ve
ması da Oran, Cezayir ve Tenes'i zap-
gençliğini burada geçirdi. Sultan Ebû Sâ-
tetti. Ebü'l-Hasan Mansûre'ye kadar ge-
bit'in (1348-1352) Merînîler karşısında tu-
lip burada ordugâh kurdu. Merînî kuv-
t u n a m a y a r a k Tunus'a kaçması üzerine,
vetleri iki yıllık bir k u ş a t m a d a n sonra
Merînî Sultanı Ebû İnân tarafından zâ-
Tilimsân'a girdiler (30 Ramazan
737/2
hid bir insan olan dedesi Ebû Ya'küb ile
Mayıs 1337). Ebû Tâşfîn sarayını müda-
birlikte Fas'a gönderildi ve burada ken-
faa ederken Ebü'l-Hasan'ın oğlu Abdur-
dilerine çok iyi muamele edildi. Ebû Tâş-
rahman'ın emriyle öldürüldü. Üç oğlu ve
fîn, babası II. Ebû H a m m û ' n u n Tilim-
692'de (1293) doğdu. Henüz yirmi beş
devlet adamlarından birçoğu da bu sa-
sân'a dönerek Abdülvâdîler'in başına geç-
yaşında iken babası 1. Ebû H a m m û ' y u
v u n m a sırasında öldürüldüler. Ebû Tâş-
mesi üzerine Fas'tan Tilimsân'a d ö n d ü
öldürterek 23 Cemâziyelevvel 718 (23
fîn'den sonra Abdülvâdîler Devleti geçi-
(760/1359) ve veliaht tayin edildi. Ancak
Temmuz 1318) tarihinde b a ş k u m a n d a n
ci bir süre istiklâlini kaybederek Merînî-
Ebû Tâşfîn tahtın normal şekilde boşal-
Mûsâ b. Ali'nin desteğiyle t a h t a çıktı ve
ler'e tâbi bir hale geldi.
masını beklemeyip babasını ve kardeşlerini Oran şehrinde hapsettirerek hü-
t a h t üzerinde hak iddia edebilecek bü-
Abdülvâdî sultanları içinde ülkesini en
t ü n yakınlarını Endülüs'e sürdü. Devlet
çok imar eden Ebû Tâşfîn olmuştur. Ha-
idaresi, Katalon asıllı azatlısı ve aynı za-
yatı boyunca fakirlik ve cehaletle müca-
Ebû H a m m û bir süre sonra hapisten kur-
kümdarlığını ilân etti (1388). Babası II.
dele etmiş, onun d ö n e m i n d e ilim ve sa-
tulup Tilimsân'a döndü, oğlu ile görüşüp
Ebû Tâşfîn hükümdarlığının ilk zaman-
nat, tarım ve ticaret büyük bir gelişme
t a h t t a n feragat ettiğini bildirerek hac-
m a n d a veziri olan Hilâl'in eline geçti.
ca gitmek için izin istedi ve Ebû Tâşfîn'in
larında M u h a m m e d b. Yûsuf el-Mağrâ-
göstermiştir. Ebû Tâşfîn zamanında Ti-
vî'nin isyanıyla u ğ r a ş m a k zorunda kal-
limsân'da yaşayan âlim ve edipler ara-
dı. Mağrâve ve Tûcîn kabilelerinin katıl-
sında Ebü'l-Abbas A h m e d b. Ebû Bekir
masıyla daha da güçlenen âsi Muham-
ile Mâlikî fakihi M u h a m m e d b. Yahyâ b.
le kandırıp Bicâye'de karaya çıktı ve Ti-
med b. Yûsuf, Vânşerîs dağı ve civarında-
Ali en-Neccâr çok meşhurdu. Ebû Tâşfîn
limsân'a dönerek tahtı tekrar ele geçirdi
ki bölgeyi ele geçirdi. Ebû Tâşfîn Zenâ-
Tilimsân'ı saraylar, güzel bahçeler ve me-
(790/1388). Bu gelişmeler üzerine Fas'a
verdiği bir gemiyle yola çıktı. Fakat yolda gemideki muhafızları çeşitli vaadler-
240
Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
EBÛ TEMMÂM Ebü'l-Vefâ b. Seleme'nin yanına uğra-
iltica eden Ebû Tâşfîn, Merînîler'den sağ-
lerinde Tay kabilesine m e n s u p olmakla
ladığı kuwetlerle Tilimsân üzerine yü-
ö v ü n m ü ş ve methettiği kimselerin ço-
mış, kış yüzünden orada bir süre ikamet
rüdü. Gîrân'da meydana gelen savaşta
ğ u n u bu kabileden seçmiştir.
etmek zorunda kaldığından Ebü'l-Vefâ'-
babası II. Ebû H a m m û yenildi ve öldü-
Fakir bir ailenin çocuğu olan şair ba-
nın zengin kütüphanesinde beş şiir mec-
rüldü. Böylece Ebû Tâşffn tahtı tekrar
basıyla birlikte Ş a m ' a göç ederek oraya yerleşti. Burada bir dokumacının ya-
lisi şaire büyük şöhret kazandıran el-
ele geçirdi (1 Zilhicce 791/21 Kasım 1389). Ebû Tâşfîn Merînîler'in himayesinde tahta çıktığı için onlara tâbi olarak adına hutbe okuttu ve para bastırdı. 17 Receb 795 (29 Mayıs 1393) tarihinde ölen Ebû Tâşfîn'in kabri Brosselard tarafından Tilimsân'daki eski bir hisar mezarlığında tesbit edilmiştir. Ebû Tâşfîn son derece ihtiraslı, gaddar ve sefih bir insandı. Hatalarını u n u t t u r m a k için güzel sanatları ve edebiyatı teşvik ve himaye etmiştir. Mevlid kandilleri babasının
zamanında
olduğu gibi onun d ö n e m i n d e de büyük törenlerle kutlanmıştır. İbnü'l-Furât, Târîh, Beyrut 1936-42, IX, 3 5 4 ; selard, Memoire
VI, 3 4 3 - 3 4 4 ; M. C. Bros-
Epigraphlque
sur les tombeaux,
des Emirs
et Beni
historique Zeiyan,
Pa-
ris 1876, s. 73; A h m e d b. Hâlid en-Nâsırî, el-İs-
tikşâ
(nşr. Ca'fer e n - N â s ı r î — M u h a m m e d en-
Nâsırî), Dârülbeyzâ 1954-56, IV, 7 6 ; Ziriklî, elIV, 115-116; Abdülhamîd Hâciyât,
A'lâm, Hammû
Mûsâ
ezZeyyânî:
hayâtühû
ue
Ebû
âsâruh,
Cezayir 1394/1974, s. 1 4 4 - 1 5 5 ; Âdil Nüveyhiz,
Mu'cemü
a'lâmi'l-Cezâ'ir,
Beyrut 1400/1980,
s. 57; A b d u r r a h m a n el-Cîlânî,
ri'l-'âm,
Beyrut 1 4 0 0 / 1 9 8 0 , II, 188-189; Mu-
h a m m e d b. A m r , Tilimsân
ruhâ
Târîhu'l-Cezâ'i-
fî siyâse
c
abre'l-'uşûr;
ue hadâreti'l-Cezâ*ir,
deuCezayir
1984, s. 199-203; A. Bel, " E b û T â ş f î n " , İA, IV, 5 4 ; a.mlf., " A b ü T â ş h u f î n II", El 2 (İng.), I, 155; G. Marçais, " c A b d a l - W â d i d s " , a.e„ I, 93. S
r
MEHMET ÖZDEMİR
E B Û TEMMÂM
n
( ) Ebû Temmâm Habîb b. Evs b. Hâris et-Tâî (ö. 231/846)
L
Meşhur Arap şairi ve hamâse müellifi.
Seyahati çok seven Ebû T e m m â m , çeşitli bölgelerde görev yapan devlet büyükleriyle görüşüp onlara kasideler tak-
yılında gittiği Mısır'da bir taraftan Fust a t ' t a A m r b. Âs Camii'nde sakalık yaparken diğer taraftan edip ve şairlerin
t e çıkmıştır. Vâsik-Billâh'ın halifeliğinin
meclislerine katıldı ve sanatını daha da geliştirdi. Yazdığı şiirler sanat çevrele-
yât'ın kâtibi Hasan b. Vehb'in delâletiy-
rinde takdir görünce kısa z a m a n d a şöhrete kavuştu.
yin edilen şair, bu görevde iken oğlunun
dim e t m e k üzere birkaç defa seyaha(842-847) ikinci yılında Musul'a giden ve Vezir M u h a m m e d b. Abdülmelik b. Zeyle şehre posta âmiri (sâhibü'l-berîd) tarivayetine göre 231'de (846), diğer riva-
Şam'da
yetlere göre ise 228 (842-43), 229 (843-
başlamış olan Ebû T e m m â m , ilk kasidesini Mısır'da asayiş ve vergi işlerini yürüten Ayyâş b. Lehîa'ya sunmuştur. Kindfnin el-Vülât ve'l-kudâfında onun 211-214 (826-829) yıllarında söylediği bazı beyitler bulunmaktadır. 214'te (829) Suriye'ye dönen şairin Vezir Hasan b. Sehl hakkında söylediği bir kasidesinden yirmi altı yaşında Bağdat'ı da ziyaret ettiği anlaşılmaktadır. Bağdat'ta fazla kalm a d a n Musul'a döndü. Ayrıca çağdaşı olan şair Buhtürî'nin kendisini Humus'ta ziyaret ettiği ve bazı şiirlerini düzeltmesi için ona verdiği bilinmektedir.
44) veya 232 (846-47) yılında vefat etti.
Halife Me'mûn, 830-833 yıllarında yaptığı Bizans seferinden dönünce Ebû Temmâm'ın Şam'da okuduğu bir kasideyi pek beğenmemiş, Mu'tasım-Billâh zamanında şair daha fazla itibar kazanmasına r a ğ m e n bu h ü k ü m d a r da onu ilk dinlediğinde sesini çirkin bulmuştur. A m m û riye'nin fethinden sonra Ebû T e m m â m Sâmerrâ'da kendisini tekrar ziyaret etm e k istediği z a m a n sesinin çirkin oldu-
_J
Hamâse'dir.
gidip Dîkülcin ve Utbe b. Abdüikerîm etTâî gibi şairlerden faydalandı. 208 (823)
Şiir söylemeye m u h t e m e l e n
BİBLİYOGRAFYA: İbnü'l-İmâd, Şezerât,
nında çalışırken bir yandan da ders halkalarına devam etti ve bu sırada şiirle ilgilenmeye başladı. Daha sonra Humus'a
muası telif etmiştir. Bunlardan en önem-
ğ u n u hatırlayarak onu kabul etmemiş, ancak yanında güzel sesli bir râvisi olduğu söylenince huzuruna getirtmiştir. Ebû
Ölümü üzerine Hasan b. Vehb ve Muhamm e d b. Abdülmelik b. Zeyyât birer mersiye yazmışlardır. İbn Hallikân Musul'da onun kabrini g ö r d ü ğ ü n ü söylemekted i r ( V e f e y â t , II, 17).
Ebû T e m m â m biraz kekeme olmakla birlikte fasih konuşurdu; ayrıca hazırcevap ve n ü k t e d a n olup kuvvetli bir hafızaya sahipti. Ayni z a m a n d a eser veren pek az şairden biridir. Bu sebeple İbnü'lEnbârî, edip ve nahivcileri konu alan Nüzhetü'l-elibba adlı eserinde şair olarak sadece ona yer vermiştir. Dört tabakaya ayrılan Arap şairlerinden dördüncü tabakaya m e n s u p olanların (müvelledûn veya muhdesûn) şiirleriyle istişhâd edilmesi pek uygun görülmemekle beraber Zemahşerî, müvelledûn şairlerinin ikinci tabakasının önderi kabul edilen Ebû T e m m â m ' ı n şiirlerini eski şairlerin şiirleriyle aynı ayarda kabul ederek bir beytini tefsirinde (el-Keşşâf, I, 170) şâhid olarak kullanmıştır.
Ebû
T e m m â m Arapça'ya tercüme edilen yabancı kültür ürünlerinden de faydala-
T e m m â m b u n d a n sonra B a ğ d a t ve Sâmerrâ'da büyük şöhret kazanmıştır.
liteyi ifadeden çok muhtevada aramış-
re 190 (805-806) yılında Taberiye gölünün
Ebû Temmâm daha sonra Horasan Va-
tır. Bundan dolayı şiirlerinde mantıkî do-
kuzeybatısında Havran bölgesinin Cey-
lisi Abdullah b. Tâhir'in yanına gitti; vali onu birçok edip ve şairle birlikte karşı-
kuya ve ince kinayelere en fazla yer ve-
Kendisinden nakledilen bir rivayete gö-
dûr kasabası köylerinden Câsim'de doğdu. Bu sebeple Havrânî, Ceydûrî, Câsimî nisbeleriyle de anılır. Ayrıca 172 (788), 182 (798), 191 (807), 192 (808) yıllarında d o ğ d u ğ u n a dair rivayetler de vardır. Babasının Tedus (Theodose) adında bir hıristiyan olduğu söylenmektedir. Ebû Temm â m bu adı sonradan Evs'e çevirmiş ve kendisinin Tay kabilesinden olduğunu ileri sürmüştür. Bazıları bu durumunu hiciv konusu yapmışsa da Ebü T e m m â m şiir-
ladı. Ebû T e m m â m kendisine kasidesini s u n d u ğ u z a m a n şairin üzerine 1000 dinar saçtı. Ancak Ebû T e m m â m ' ı n böy-
narak sanat g ü c ü n ü geliştirmiş, orijina-
ren şairlerdendir. Belki de sanattaki lirizmi yakalamak için cinas, m u t a b a k a t ve istiareye gereğinden çok yer veriyordu. Bazıları bu d u r u m u eleştirmiştir. Bu
le bir câizeden ve valinin kendisine karşı aşın ilgisinden sıkıldığı rivayet edilir
sebeple Ebû T e m m â m ' ı takdir edenler-
(A'yânü'ş-Şfa, IV, 467-471). Şair Horasan'da kaldığı sürece birçok kâtip, kum a n d a n ve devlet büyüğüne, ayrıca dönüş yolu üzerinde bulunan bazı valilere kasideler yazmış, bu arada Hemedan'da
ayrılıkları vardır. Meselâ gelenekçiler onu,
le tenkit edenler arasında derin görüş bediî sanatlara l ü z u m u n d a n fazla yer vererek eski Arap şiir üslûbunun dışına çıkmakla suçlamışlar, yenilikçiler ise eski m a z m u n l a r d a n kurtulup şiire yeni kav-
241 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
EBÛ TEMMÂM ramlar kazandırdığını ileri sürerek ken-
kendisine kızıp bir m ü d d e t
dilerine örnek almışlardır.
kabul etmeyen İbn Ebû Duâd'a yazdığı
Ebû T e m m â m ' ı n şiirlerini eleştiren ilk müellif İbnüT-Mu'tez'dir (ö. 296/908). Daha sonra onu takdir edenlerden biri olan Ebû Bekir es-Sûlî (ö. 335/946) Ah-
bâru Ebî Temmâm
adlı eserini kaleme
almış, Hasan b. Bişr el-Âmidî ise (ö. 371/ 981) el-Muvâzene'de
şiir sanatındaki
şiirdir.
nı üzerine çeşitli dönemlerde on bir kadar şerh yazılmıştır. Bunların en önemlileri Ebû Bekir es-Sûlî, Ebü Mansûr el-
Ebû T e m m â m ' ı n kasideleri içinde yer alan gazellerinden başka bazı gazelleri
Ezherî, Hasan b. Bişr el-Âmidî, EbüTAlâ el-Maarrî, Hatîb et-Tebrîzî ve İb-
de mevcuttur; fakat bunlar diğerleri kadar güzel değildir. Ayrıca zühde dair şi-
nü'l-Müstevfî tarafından kaleme alınan şerhlerdir. Hatîb et-Tebrîzî'nin şerhi, M u h a m m e d Abduh Azzâm tarafın-
huzuruna
irleri ve bazı hicviyeleri varsa da bunlar da fazla başarılı kabul edilmemektedir.
yerini Buhtürî ile mukayese etmiştir. Ya-
Ebû Temmâm'ın şiirlerinde İslâmî kav-
şadığı d ö n e m d e n g ü n ü m ü z e kadar ede-
ramlara çokça rastlanır. Kasidelerine ba-
biyat kitaplarında önemli bir yer işgal
karak onun bir cihad ve kahramanlık şa-
eden Ebû T e m m â m Arap edebiyatı ala-
iri olduğu söylenebilir. Cihadla ilgili şi-
nındaki çalışmaların birçoğuna konu ol-
irlerinde cihadın faziletlerini
anlatmış,
muş, hayatı, sanatı ve eserleri hakkında
Bedir, Hendek, Huneyn gazveleri ve Mek-
çeşitli araştırmalar yapılmıştır (M. Abdül-
ke'nin fethi gibi ilk savaşlara telmihte
mün'im Hafâcî, el-Buhûşü'l-edebiyye,
s.
76-81).
bulunmuştur. Muhtemelen Kur'an'ı ezberlemiş olan Ebû T e m m â m ' ı n Kur'ân-ı
Abbâsî devrinin en ünlü şairlerinden
Kerîm ve hadislerden büyük ölçüde et-
olan Ebû Temmâm'dan büyük ölçüde et-
kilendiği görülmektedir. Cihadı anlatır-
kilenen Mütenebbî ve EbüT-Alâ el-Ma-
ken birçok âyetten iktibaslar yapmıştır.
arrî gibi şairlerin şöhretine rağmen onun
Onun Kur'an'dan yaptığı iktibaslarla dar-
sanatına karşı gösterilen ilgi daha son-
bımesel haline gelen şiirlerinin çokluğu-
ra da devam etmiştir. Beşşâr b. Bürd
na dikkat çeken Necîb M u h a m m e d el-
ile başlayıp Müslim b. Velîd Te gelişen,
Behbîtî ( Ebû Temmâm et-Tâ'î, s. 67), Ebû
nazmın ileri derecede bediî sanatlar üze-
Temmâm kadar Kur'an'dan etkilenen bir
rine kurulması hususu Ebû T e m m â m ile
başka şair tanımadığını söylemiştir. İs-
zirveye ulaşmıştır (İbnul-Mu'tez, Taba-
lâm h u k u k u n u n muhtelif konularına da
kâtüş-şu'ara, s. 235). Ancak bu d u r u m edebî tartışmalara yol açmış, Ebû Temm â m garîb lafızları, tasvirleri ve bediî sanatları çok kullandığı için şiiri bozmakla itham edilmiştir. Halbuki tarih, kelâm, felsefe ve mantık gibi ilimlere vâkıf olan şair, bunları şiirlerinde ustaca kullanması sebebiyle şiir sanatına yeni bir boyut kazandırmıştır. Ebû T e m m â m kasidelerinde birtakım tarihî olaylara, meselâ Ammûriye'nin fethi, Bâbek'in ve Afşin'in idamı gibi konulara yer vermiş, övdüğü kimselerin kabilelerini ve onlarla ilgili olayları anlatmış, cömertlik ve kahramanlık gibi hasletleri dile getirmiştir. Hikemî şiirleri darbımesel haline gelmekle beraber felsefenin etkisinde kalması bazan şiirlerinin zor anlaşılmasına sebep olmuştur.
t e m a s eden Ebû T e m m â m ' ı n şiirlerinde İslâmî temaların çokça görülmesi, bazı kaynaklarda onun inanç ve dinî duygularının zayıflığıyla ilgili rivayetlerin doğru olmadığını ortaya koymaktadır. Eserleri. 1. Dîvân.
Ebû Temmâm'ın di-
vanı ilk defa Ebû Bekir es-Sûlî tarafından toplanarak harf sırasına konmuş, daha sonra Ali b. Hamza el-İsfahânî eseri bablara göre tasnif etmiştir. Divan Bombay'da (1856), Kahire'de (1292, 1299, 1941, 1942, 1957), Beyrut'ta (1889) ve Dımaşk'ta (1967) yayımlanmış, bazı beyitleri R. P. Devvhurst tarafından İngilizce'ye terc ü m e edilmiştir. Ebû T e m m â m ' ı n diva-
Ebû T e m m â m ' ı n en başarılı şiirleri kasi-
.
i " — " *
İ b n ü ' n - N e d î m , el-
(Şüveymî), s. 78, 321-324, 332,
İbn Abdülber, el-İntikâ', ^
ue'l-
(nşr. M u h a m m e d Ebü'1-Fazl), Kahire
'İkdü'l-ferîd,
, t.
VIII, 2 6 2 ; Ebû
Bekir ez-Zübeydî, Jabakâtü'n-nahviyyîn
Brockelmann,
GAL,
I,
I, 166-167; Yağmûrî, Nürü'l-kabes Wiesbaden
Sellheim),
1964,
II,
105-106; (nşr.
s.'314-316;
Sezgin, GAS, VIII, 8 1 - 8 7 ; IX, 7 0 - 7 2 ; Ömer Ferruh, Târîhu'l-edeb,
II, 2 2 8 - 2 3 0 ; R. Sellheim, el-
Emşâlul-'Arabiyyetü'l-kadîme
(trc. R a m a z a n
Abdüttevvâb), Beyrut 1404/1984, s. 85-155; M. Bouyges, " e n - N e c a m v e ' l - b e h â = i m . . . " ,
hasıyla ilgili olarak verdiği numara da 12555] el-Garîbul-muşannef nüshasına aittir \GAL Suppl, I, 167; Sezgin, VIII, 82]). 4. el-Ğanem. Ebû Ubeyd'in böyle bir eserine rast-
betin doğru olmadığı hususunda ayrıntılı bilgi vermektedir (el-Hutab oe'l-meuâ'iz, nâşirin mukaddimesi, s. 64-71). An-
lanmamıştır (Ramazan Abdüttevvâb, Ebû Ubeyd'in el-Hutab ve'l-meuâ'iz ile [s. 64] el-Ğarîbü'l-muşannef'me |s. 58] yazdığı mukaddimelerde bu hususta biigi vermek-
rafından Ebû Ubeyd'e nisbet edilerek Luğati'l-kabâ 3ili'l-varide fi'l-Kur'âni'l-Kerîm adıyla neşredilmiştir (Küveyt 1985). 7. M d halefe fîhi'l- câmmetü lu-
tedir). S. Fa cale ve ef cale. Brockelmann eserin Dârü'l-kütübi'l-Mısriyye'de bir
ğate'l- cArab. Brockelmann (GAL Suppl, I, 167), İbn Manzûr'dan naklen (Lisânü'l'Arab, V, 396) Ebû Ubeyd'e bu adla bir eser isnat etmekteyse de onun böyle bir eseri b u l u n m a m a k t a , Ezherî el-Garîbü'l-musannef'te aynı adı taşıyan bir babın yer aldığına işaret etmektedir (Tehzîbul-luğa, VIII, 262). 8. en-Ne'am ve'lbehâ'im ve'l-vahş ve's-sibâ c ve't-tayr ve'l-hevâm ve haşarâtü'l- arz. Yanlışlıkla İbn Kuteybe'ye nisbet edilen bu eser de el -Garibü'l-muşannef 'in bir babı olup M. Bouyges tarafından neşredilmiştir (DİA, VI, 313, 314). Ramazan Abdüttevvâb bu hususta da ayrıntılı bilgi vermektedir (el-Hutab ue'l-meuâ ciz, nâşirin
nüshasının b u l u n d u ğ u n u söylemekteyse de (GAL Suppl., I, 167) kaynaklarda Ebû Ubeyd'in bu adı taşıyan bir eserinden söz edilmemektedir (Sezgin, IX, 70). 6. el-Luğat elletî nezele bihe'l-Kur'ân. Abdülazîz b. Ahmed ed-Dîrînî'nin (ö. 694/ 1295) et-Teysîr fî "ulûmi't-tefsîr adlı eserinin kenarında basılan (Kahire 1310)
Fîmâ verede fi'l-Kur'ân min luğati'lkabâ 5il adlı bir risâle için, nâşirin bu risâlenin Ebü'l-Kâsım b. Sellâm'a ait old u ğ u n u zannettiğini söylemesi eserin Ebû Ubeyd'e nisbet edilmesine sebep olmuştur. Ramazan Abdüttevvâb bu nis-
cak eser, Abdülhamîd es-Seyyid Tilb ta-
III (1908), s. 186 vd.; Hans Gottschalk,
MFOB, "Abü
' U b a i d a l - Q â s i m b. Sallâm, S t u d i e zur Geschichte d e r arabischen B i o g r a p h i e " , İsi., XXIII (1936), s. 245-289; a.mlf., " A b ü ' U b a y d a l - K â s ı m b. S a l l â m " , El 2 (İng.), I, 157; Gerard Lecomte, " L e P r o b l e m e D ' A b ü ' U b a y d r e f l e x i o n s sur l e s « e r r e u r s » q u e lui attribue i b n Q u t a y ba", Arabica,
XII, Leiden 1965, s. 140-174; Wil-
f e r d Madelung, " E a r l y Sünnî D o c t r i n e
Con-
c e r n i n g F a i t h as R e f l e c t e d in t h e K i t â b a l î m â n of A b ü
St.l,
' U b a y d a l - Q â s i m b.
Sallâm",
XXXII (1970), s. 2 3 3 - 2 5 4 ; İhsan en-Nas,
" K i t â b ü ' n - N e s e b l i - E b î ' U b e y d e l - K â s ı m b. S e l l â m " , MMLADm.,
LXVIII/1 (1993), s. 3 - 5 8 ;
Hamed el-Câsir, "Kitâbü'n-Neseb li-Ebî 'Ubeyd f î m a t b û ' a m u h a r r e f e " , a.e., s. 9 5 - 1 1 1 ; Muhammed Hasan Âli Yâsîn, " K i t â b ü ' ş - Ş e c e r v e ' n nebât v e K i t â b ü ' n - N a h l : l i - E b î ' U b e y d
el-
K â s ı m b. Sellâm", MMİlr", XXXV/3 (1404/ 1984), s. 89-141; a.mlf., " K i t â b ü ' s - S e h â b v e ' l - m a t a r v e K i t â b ü ' l - E z m i n e v e ' r - r i y â h " , a.e., XXXVI/ 4 ( 1 4 0 5 / 1 9 8 5 ) ; M u h a m m e d Hüseyin Âli Yâsîn, " B â b ü ' l - e z d â d : li-Ebî \Jbeyd e l - K â s ı m b. Sell â m " , a.e., XXXVIII/4 (1408/1987), s. 2 5 7 - 2 9 6 ; Jaakko H â m e e n - A n t t i l a ,
"Lexical ibdâl
(Abü
'Ubayd and his al-Garîb al-Musannaf)", SO, LXXI (1993), s. 48-49. ı—ı
246 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
BIL
ZÜLFİKAR TÜCCAR
EBÛ UBEYD el-BEKRÎ EBU U B E Y D el-BEKRJ ( JjZJI
)
Abdullah b. Abdilazîz Muhammed b. Eyyûb b. Amr el-Bekrî el-Endelüsî (ö. 487/1094) Endülüslü meşhur coğrafyacı ve edip.
L
dışında
halarda birçok eser telif etmiştir. Günü-
meşhur birçok âlimden ders aldı. Ancak
Bekri, Kurtuba'da ve Kurtuba
m ü z e ulaşan eserleri şunlardır: 1. M u c -
hocalarından
cem me'sta'cem min esmâ'i'l-bilâcl ve'1-mevâiı' 1 (mevâkf). Bir coğrafya ansiklopedisidir. Müellif bu eserini, gerek Câhiliye şiirinde gerekse Kur'an'da ve hadis edebiyatında zikredilen Arap yarımadasına ait birçok yerin tarih ve coğrafyası hakkında bilgi vermek, imlâ ve telaffuzunda zamanla meydana gelen yanlışları düzeltmek maksadıyla kaleme almıştır. Eserin mukaddimesinde Arap yarımadasının sınırları, Hicaz, Tihâm e ve Yemen gibi bölgeleri, muhtelif kabileleri ve bu kabilelerden kaynaklanan göç hareketleri hakkında önemli bilgiler verilmektedir. Bekrî, daha önce sadece kamuslarda kullanılmış olan alfabetik sistemi bilindiği kadarıyla ilk defa bir coğrafya kitabında uygulamıştır. Avrupa'da alfabetik sistemle yazılmış ilk coğrafya ansiklopedisi beş asır sonra yani XVI. yüzyılda kaleme alınmıştır. Müellif, 784 babdan oluşan bu eserinde coğrafya başta olmak üzere edebiyat, tarih, sîret, hadis, fıkıh ve nesep alanlarında yazılmış pek çok eserden faydalanmıştır. Gerek kaynaklarının zenginliği gerekse verilen bilgilerin doğruluğu bu eseri, R. Dozy'nin de dediği gibi emsalleri arasında çok seçkin bir k o n u m a ge-
sadece
birkaç
tanesinin
adı bilinmektedir. Bunlardan biri, "tarihçilerin sultanı" olarak
nitelendirilen
İbn Hayyân olup öğrencisinden övgüyle söz eder. Bilhassa Endülüs tarihi hakkında İbn Hayyân'dan geniş ölçüde faydalandığı anlaşılan Ebû Ubeyd, dönemin önde gelen âlimlerinden İbn Abdülber
Doğum tarihi t a m olarak bilinmemek-
en-Nemerî el-Kurtubî'den fıkıh ve ha-
tedir. Her ne kadar P. Gayangos kesin
dis okuyup icâzet aldı. Meriye'de (Alme-
tarih vererek onun 432 (1040) yılında
ria) bulunduğu sırada ise bir taraftan
d o ğ d u ğ u n u söylüyorsa da bu doğru de-
Emîr Mu'tasım
ğildir. Çünkü Ebû Ubeyd 487'de (1094)
ve desteğine m a z h a r olurken diğer ta-
b. Sumâdıh'm
himaye
vefat ettiğinde seksen yaşının üzerin-
raftan İbnü'd-Delâî diye tanınan Endü-
deydi. Ayrıca onun 443 (1051) yılında
lüslü meşhur coğrafyacı Ebü'l-Abbas Ah-
Kurtuba'ya (Cordoba) ilk gelişinde otuz
m e d b. Ömer el-Uzrî ile görüşerek coğ-
yaşını geçmiş olduğu t a h m i n edilmek-
rafya bilgisini arttırdı.
tedir. Ebû Ubeyd'in d o ğ u m yeri hakkın-
Ebû Ubeyd el-Bekrî, aşırı derecede kitap toplama ve o k u m a meraklısı bir kimse olarak da t e m a y ü z etmiştir. Kaynaklar, onun çok sayıda kitap toplayıp o k u d u ğ u n u ve bunları bez kılıflar içinde sakladığını belirtmektedir. Her ne kadar fıkıh ve hadiste icâzet almış, şiir, edebiyat ve hatta botanikle ilgilenmişse de coğrafyaya daha fazla z a m a n ayırmıştır. Kendisinden önceki ve sonraki birçok coğrafyacıdan farklı olarak seyahat e t m e m i ş ve Endülüs dışına çıkmamıştır. Bununla beraber eserlerindeki coğrafî m â l u m a t son derece zengin, ayrıntılı ve doğrudur.
da da ihtilâf vardır. Ancak son araştırmalar onun Kurtuba'da değil İşbîliye'nin (Sevilla) batısında yer alan Şeltîş'te (Saltes) d o ğ m u ş olduğunu ortaya koymuştur. Bekir b. Vâil'in soyundan geldiği için Bekri nisbesiyle meşhur olan Ebû Ubeyd'in Endülüs'e yerleşen ataları ilimleri ve idarecilikleriyle temayüz etmişlerdi. Büyük dedesi Eyyûb b. A m r el-Bekrî önce mezâlim
mahkemesi
başkanlığı
yapmış,
daha sonra Âmirîler d ö n e m i n d e Velbe (Huelva) ve Şeltîş'e vali tayin edilmiştir. Ondan sonra bu görevi kardeşi Ebû Zeyd M u h a m m e d üstlenmiştir. Ebû Ubeyd'in
Bekrî, Endülüs'te daha sonra meşhur
babası İzzüddevle Abdülazîz ise Endü-
olacak birçok kimseye hocalık yapmış-
lüs Emevî idaresinin son yıllarında orta-
tır. Bunlar arasında, edebiyat ve kita-
ya çıkan karışıklıklardan istifade ede-
bet alanlarında temayüz eden ve bir sü-
rek 403'te (1012) bağımsızlığını ilân et-
re vezirlik de yapan Ebû Bekir Muham-
miştir. 443 (1051) yılına kadar bağım-
m e d b. Abdülmelik el-Lahmî, Ebû Tâlib
sızlığını m u h a f a z a eden İzzüddevle, bu
Abdülcebbâr b. Asbağ el-Kureşî, Sa'd
tarihte
b. A h m e d b. Abdülber ve kendi adını ve
mülûkü't-tavâifin
en
güçlüsü
olan Abbâdîler'in Velbe'yi istilâ etme-
künyesini taşıyan bir torunu sayılabilir.
leri, Şeltîş'i d e 10.000 miskal altın kar-
Ebû Ubeyd, zekâsı ve ilmî kapasitesi
şılığında satın almaları üzerine, arala-
sayesinde Endülüs'ün meşhur ulemâsı
rında Ebû Ubeyd'in de b u l u n d u ğ u aile
arasına girmiştir. Abbâdîler'in son emî-
fertlerini alarak Kurtuba'ya gitmiş ve
ri M u ' t e m i d b. Abbâd'ın, Tuleytula'nın
Cehverîler'den Ebü'l-Velîd M u h a m m e d
(Toledo) istilâsından sonra Kastilya Kral-
b. Cehver'in himayesinde oraya yerleş-
lığı'nın artan baskılarına karşı Endülüs'e
miştir.
yardım etmesi için Murâbıt Hükümdarı
Ebû Ubeyd Şeltîş'te başladığı tahsil hayatına, başta Endülüs'ün
Kurtuba olmak üzere
çeşitli
ilim
merkezlerinde
V^İ^JıCj-Lte
—Jİ
îJj^'^o
'UVcsi-Jy ıVçu
J
Yûsuf b. Tâşfîn'e gönderdiği elçilik heten d ö n d ü k t e n sonra bir süre İşbîliye'de oturan Bekrî, Murâbıtlar'ın Kurtuba'-
lûkü't-tavâif arasındaki ihtilâf ve sa-
yı yeniden Endülüs'ün idarî merkezi ha-
vaşların
line getirmelerinin ardından buraya yer-
siyasî istikrar-
^sö'^jtj^aj
yetinde Bekrî de yer alıyordu. Merakeş'-
devam etti. Bu sırada Endülüs'te müsebep olduğu
Ebû Ubeyd ei-Bekrî'nin Faşlü'l-makai fî şerhi Kitâbi'l-EmS â l adlı e s e r i n i n ilk sayfası (Süleymaniye Ktp., Lâleli, nr. 1795)
sızlığa r a ğ m e n ilmî ve kültürel hayatta
leşti ve 487 Şevvalinde (Ekim 1094) ve-
son derece hareketli bir d ö n e m yaşan-
f a t etti.
maktaydı. Zengin bir aileye m e n s u p ol-
Eserleri. Ebû Ubeyd el-Bekrî coğraf-
d u ğ u için kendisini sadece ilme veren
ya, dil ve edebiyat, din, botanik vb. sa-
247 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
EBÛ UBEYD el-BEKRÎ tirmiştir. M u c c e m önce F. VVüstenfeld
tasar Fransızca tercümesini neşretmişti
ların da yazma nüshalarına henüz rast-
(Das geographische
(Notices et extrais des MSS de la BN, XII,
lanmamıştır.
Wörterbuch,
Göttin-
gen, Paris 1876-1877), daha sonra da Mus-
Paris 1831, s. 437-664). A. Kunik ve V. Ro-
tafa es-Sekkâ (Mücem
me'sta'cem, I-IV,
sen, Bibliothöque Nationale'deki frag-
Kahire 1945-1951) tarafından neşredilmiş-
m a n d a n (nr. 5905) Ruslar ve Slavlar'la il-
tir. 2. el-Mesâlik
gili kısımları çıkarıp yayımlamışlardır (Iz-
ve'l-memâlik.
İçinde-
BİBLİYOGRAFYA:
me'sta ccem
Bekrî, Mücem
(nşr.
Mustafa
es-Sekkâ), Kahire 1945-51, I-IV; ayrıca bk. naşirin mukaddimesi, I, s. B - Ş ;
lik ve'Tmemâlik
a.mlf., el-Mesâ-
(nşr. A. P. v a n L e e u w e n — A.
ki geniş mâlumat sebebiyle eser bir dün-
uestiya al-Bekri i drugikh avtorou o Rusi
ya coğrafyası (kozmografi) kitabı niteli-
Ferre), Tunus 1992, I-II; ayrıca bk. nâşirlerin
i Slauyanakh,
mukaddimesi, I, 5-45; ibn Hazm, Cemhere,
ğindedir. Müellif eserine âlemin yaratı-
r a h m a n Ali el-Haccî, Paris (Bibliotheque
lışıyla başlamakta ve kendi yaşadığı dö-
Nationale, nr. 5905), Fas (Mektebetü câ-
Petersburg 1878). Abdur-
n e m e kadar gelmektedir. Bu çerçevede
mii'l-Karaviyyîn, nr. L80/390) ve Rabat
söz konusu ettiği her ülkeyi geniş bir
Tunus, ts., s. 218-219; İbn Bes-
lâ'idü'l-'ikyân,
s â m eş-Şenterînî, ez-Zahîre
(el-Hizânetu 1-âmme li'l-kütüb ve'l-vesâik,
2 3 4 ; İbn Hayr, Fehrese,
nr. 488) nüshalarını kullanarak el-Mesâ-
küvâl, eş-Şıla,
ları, yolları, nehirleri, iklim durumları ve
lik'in
kelerin etnik ve dinî yapılarına, halklarının örf ve âdetlerine, hükümdarlarına ve tarihlerinde cereyan eden büyük olaylara dair çok önemli bilgiler vermekte, hatta z a m a n zaman belgeler sunmaktadır. Bekrî'nin bu eseri aynı z a m a n d a siyasî ve sosyal tarih, mezhepler tarihi, arkeoloji, etnografya alanlarında değerli bilgiler ihtiva etmektedir. Bu bilgilerin mahiyeti ve sunuluş şekli, müellifin sahip olduğu m â l u m a t zenginliğini ve ifade g ü c ü n ü göstermektedir. Ayrıca müellifin daha o z a m a n dünyanın yuvarlaklığından söz etmesi özellikle dikkat çekicidir. Ebû Ubeyd el-Mesâlik'i
telif eder-
ken farklı sahalara ait çok sayıda kaynaktan istifade etmiştir. Yirminin üzerinde olan bu kaynakların en önemlileri
Mürûcü'z-zeheb,
arasında Mes'ûdî'nin Taberî'nin Târîh,
Ma'âriî,
İbn Kuteybe'nin el-
el-Mesâlik
İbn Hurdâzbih'in
ve'l-memâlik,
İbn Rüste'nin
ku'n-neîîse, el-Eğânî,
el-A clâ-
Ebü'l-Ferec el-İsfahânî'nin hocası İbnü'd-Delâî'nin Ter-
şî cu'l-ahbâr,
M u h a m m e d b. Yûsuf el-
Varrâk'ın el-Mesâlik
ve'l-memâlik
ad-
Endülüs ve Avrupa ile ilgili bölüm-
lerini Coğrâîiyyetü'l-Endelüs
ve Avrub-
bâ min Kitâbi'l - Mesâlik
ve'l-memâlik
adi altında neşretmiştir (Beyrut
1387/
1968). Abdullah Yûsuf el-Guneym de önce Cezîretii'l- cArab
mâlik
ve'l-mesâlik
min
Kitâbî'l-Me-
(Küveyt 1977) adıyla
Coğrâfiy-
Arap yarımadası, daha sonra
yetü Mışr min Kitâbi'l-Memâlik mesâlik
ve'l-
(Küveyt 1980) adıyla Mısır'la ilgili
kısımları yayımlamıştır. Nihayet eserin g ü n ü m ü z e ulaşan kısımlarının b ü t ü n ü , on nüshası esas alınarak A. P. van Leeuwen ve A. Ferre tarafından neşredilmiş-
Kitâbü't-Tenbîh
tir (I-II, Tunus 1992). 3. c
alâ
ağlâü
Ebî 'Alî îî Emâlîhi.
fin, B a ğ d a t ' t a n
Kurtuba'ya
Müelli-
göç eden
meşhur âlim Ebû Ali el-Kâlî'nin el-Emâ(bk. ei-EMÂLî) hatalarını düzeltti-
lî'deki
ği bu eser el-Emâlî'nin
ikinci baskısı-
nın (I-IV, Kahire 1344/1926) son cildi olarak neşredilmiştir. 4. Simtü'l-Le'âlî
şerhi
Emâli'l-Kâlî.
îî
Ebû Ali el-KIlî'nin
dil ve edebiyata dair el-Emâlî
adlı ese-
fî mehâsini
ehli'I-
Ceztre (nşr. i h s a n A b b a s ) , Tunus 1981, II/1, s.
şekilde ele almakta, bu ülkelerin sınırşehirleri hakkındaki bilgiler yanında ül-
Ka-
hire 1977, s. 3 2 1 ; Feth b. Hâkân el-Kaysî, Ka-
Kahire 1967, s. 346, nr.
Buğyetü'Tmültemis, 930;
s. 3 3 0 - 3 3 2 ; İbn Beş-
Kahire 1966, s. 2 8 7 - 2 8 8 ; Dabbî,
İbnü'l-Ebbâr,
el-Hulletü's-siyerâ'
(nşr.
H ü s e y i n M û n i s ) , Kahire 1963, I, 180 vd.; İbn Ebû
Usaybia,
e
üyûnü'l-erıbâKahire
1299-
1300, II, 5 2 ; İbn Saîd el-Mağribl, el-Muğrib, 347-348; İbn İzârî, el-Beyânü'l-muğrib, Süyûtî, Buğyetu'l-uüât,
s. 2 8 5 ; R. Dozy, Rec-
Leiden 1849, I, 2 8 8 ; P. Boigues, En-
herches, sayo
I,
III, 299;
bio - bibliogrâfico
y geögrafos
sobre
los
historiadores Madrid 1898,
arabiyo-espaholes,
s. 160-161, nr. 125; J. A. Bolufer, La
de la Peninsula
iberica
Georafia
en los escritoret
âra-
bes, Granada 1921, s. 45-46; R. Blachere, Extraprincipaux
its des
geographes
Paris
arabes,
1932, s. 183, 2 5 5 ; Brockelmann. GAL, I, 6 2 7 ; I, 166, 202, 8 7 5 - 8 7 6 ; A. G. Palencia,
Suppl.,
Târîhu'l-fikri'l-Endelüsî
(trc. H ü s e y i n M û n i s ) ,
Kahire 1955, s. 3 0 9 ; I. Krachkovsky,
edebi'l-coğrâfiyyi'l-'Arabî(trc.
Târîhu'l-
S e l â h a d d i n Os-
m a n H â ş i m ) , Kahire 1963, I, 2 7 4 - 2 7 8 ; Hüseyin Mûnis, el-Coğrâfiyye
ue'l-coğrâfiyyûn
fi'l-En-
delüs, Madrid 1967, s. 108 vd.; İbrâhim A h m e d el-Adevî, " C o ğ r â f i y y ü T - M a ğ r i b i T - ' A r a b î " , Hav-
liyyâtü
Külliyyeti
Kahire 1969-
Dâri'l-'ülüm,
70, s. 87-104; J. Vernet, " A l - B a k r î , A b ü ' U b a y d ' A b d a l l â h ibn
DSB,
=Abd
a l - ' A z i z ibn M u h a m m a d " ,
I, 4 1 3 - 4 1 4 ; Seyyid Abdülazîz Sâlim, Târî-
hu'l-Mağrib
fi'l-'asri'T
islâmî,
s. 2 5 - 2 6 ; M u h a m m e d
dâd,
İskenderiye 1982,
Kürd Ali,
Künûzü'l-ec-
Dımaşk 1 4 0 4 / 1 9 8 4 , s. 2 5 2 - 2 5 5 ; A h m e d
R. A h m e d . er-Rihle
ve'r-rahhâlâtü'l-müslimûn,
rinin şerhidir (nşr. Abdülazîz el-Meyme-
Cidde, ts., s. 145-159; BSOAS,
nî, I-II, Kahire 1354), S. Faşlü'l-makâl
612; XXXII (1969), s. 226; Rudolf Sellheim, "Faşl
şerhi
Kitâbi'l-Emşâl.
fî
Ebû Ubeyd Ka-
XXII (1959), s.
a l - M a q â l f i Sarh K i t â b l i - A b ı ' U b a i d a l - B a k rî a l - A u n a b ı " , Oriens,
XIII-XIV (1961), s. 4 6 9 ;
lı eseri ve yahudi asıllı İbrâhim b. Ya'küb
sım b. Sellâm'ın atasözlerini ihtiva eden
et-TurtûşFnin adı t a m olarak tesbit edi-
Kitâbü'l-Emşâl
şerhidir
A n d a l u s a n d E u r o p e " , IC, XLIİI/4 (1969), s.
lemeyen
(nşr. İhsan Abbas — Abdülmecid Âbidîn,
3 0 8 - 3 0 9 ; M u h a m m e d A h m e d EbüT-Fazl, " E b û
seyahatnâmesi
zikredilebilir.
Müellifin ayrıca Endülüs'le ilgili olarak verdiği bilgilerde Kurtuba'daki resmî belgelerden faydalandığı
el-Mesâlik'in
anlaşılmaktadır.
kaç cilt olduğu t a m ola-
rak bilinmemektedir. Eserin g ü n ü m ü z e ulaşan parçalarının büyük bir kısmı neşredilmiştir. British Museum'da (nr. 9577) Kuzey Afrika ile ilgili bir bölüm, MacGuckin de Slane tarafından
îî zikri
bilâdî
Description
el-Muğrib
İfrîkıyye
ve'l-Mağrib:
de l'Airique
septentriona-
adlı eserinin
cUbeyd
Hartum 1958; Beyrut 1971).
zikredilen dil ve edebiyat alanındaki eser-
şu'arâ",
İştikaka'1-esmâ 3,
li'Arabiyy e, Şılatü'l-mefşûl ebyâti'1 -ğarîbii-Musanneî, ve't-tehzîb
fî durûbi
Khan. " T h e
Geography
of
XXI, İsken-
Külliyyeti'l-Adâb,
deriye 1982-83, s. 133-162; A n d r e Ferre, " L e s sources
du
Kitâb
al-masâlik
wa'l-mamâ-
l i k d ' A b û ' U b a y d a l - B a k r î " , IBİA,
XLIX/158
li-tabakâti'ş-
(1986), s. 1 8 5 - 2 1 4 ; Abdülvâhid
Zünûn
Şifâ'ü
"Dirâse f î mevâridi Ebî
el-Bekrî
' ali-
fî şerhi et-Tedrîb ahvâli'1-hurûb.
İbn Beşküvâl, Bekrî'nin Hz. Muhammed'in
al-
el- Bekrî v e ' l - B e k r i y y û n f î V e l b e v e
Şeltîş", Mecelletü
Ebû Ubeyd el-Bekrî'nin kaynaklarda leri de şunlardır: el-İhşâ 3
M. A. M u ' i d
cUbeyd
Tâhâ,
târihi İ f r î k ı y y e v e ' l - M a ğ r i b " , Mecelletü
sât Endelüsiyye,
c an
Dirâ-
sy. 3, Tunus 1989, s. 22-40;
A. Cour - A. Adnan, " B e k r î " , İA, II, 4 5 8 - 4 5 9 ; E. Levi-Provençal, " A b û (İng.), I, 155-157.
'Ubayd
al-Bakrî",
El 2
ı-ı
peygamberlik alâmetlerine dair bir ki-
le (Algiers 1857, 1910) başlığı altında ya-
t a p yazdığını belirtmekte, ancak ese-
yımlanmış ve Fransızca'ya da tercüme
rin adını kaydetmemektedir. Ayrıca İbn
edilmiştir ( J A 1858-1859; Algiers 1910).
Hayr'ın ifadesine göre Bekrî botanikle
Quatremöre, daha önce aynı kısmın muh-
ilgili olarak Kitâbü'n-Nebât
İSİ
EBÛ U B E Y D el-CÛZCÂNÎ
adıyla bir
eser daha kaleme almıştır. Fakat bun-
MEHMET ÖZDEMİR
^
(bk. ABDÜLVÂHİD el-CÛZCÂNÎ). L
248 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
J
EBÛ UBEYDE b. CERRAH BİBLİYOGRAFYA:
EBÛ U B E Y D el-KÂDÎ ( jjl )
Kindî, el-Vülât
ue'l-kudât
5 2 3 - 5 3 1 ; Hatîb, Târîhu zî, el-Muntazam,
bü'l-esmâ*, nübelâ',
Şâfiî müctehidi.
VI, 2 3 8 - 2 3 9 ;
Tabakâtuş-Şâfi'iyye,
Ebû Ubeyd, fıkıhta hocası Ebû Sevr'in usulünü benimsemiş ve onun mezhebine uygun fetvalar vermiştir. A s h â b ü ' l v ü c û h 'tan olan Ebû Ubeyd'in çeşitli fetvaları, Şâfiî mezhebinin temel kaynaklav e er-Ravza
baş-
ta olmak üzere çeşitli eserlerde kaydedilmiştir. Ebû Ubeyd kıyası çok kullanmakla meşhur olup Şâfiî mezhebinde kabul edilen görüşlere aykırı bazı ictihadlarda da bulunmuştur (bk. Sübkî, III, 448-455; Nevevî, 1/2, s. 259). Ahmed b. Mikdâm el-İclî, Yûsuf b. Mûsâ el-Kattân, Hasan b. Arafe el-Abdî, Hasan b. Muhammed ez-Za'ferânî, Hüseyin b. Ebû Zeyd ed-Debbâğ, Yahyâ b. Muhammed el-Bezzâz, Ebü's-Seken Zekeriyyâ b. Yahyâ et-Tâî, Serî es-Sakatî gibi âlimlerden hadis rivayet etmiş, kendisinden de Ebû Ömer İbn Hayyüye, İbnü'l-Mukrî el-İsfahânî, Ebû Hafs İbn Şâhin, Ebû Bişr edDûlâbî, Ebû Ca'fer et-Tahâvî, Ebü'l-Hasan İbnü'l-Cerrâh rivayette bulunmuşlardır. Nesâî, güvenilir bir râvi olan Ebû Ubeyd'den rivayette bulunarak es -Sünen 'inde hadislerini tahrîc etmiş, Dârekutnî de üstün şahsiyetli ve fazilet sahibi bir kimse olduğunu söylemiştir.
zîbü't-Tehzîb, muhâdara, tuş-Şâfi'iyye,
A'lâmunIII, 446-
iyye, I, 3 9 7 - 3 9 8 ;
XI, 1 6 7 ; İbn Kâdî Ş ü h b e . I, 96-97; İbn Hacer, Teh-
VII, 3 0 3 - 3 0 4 ; Süyûtî, I, 3 1 2 ; II, 1 4 5 ; Hüseynî, s. 53-54; İ b n ü ' I - İ m â d ,
II, 281 -282.
F
Nevevî. Tehzî-
XIV, 536-538; Sübkî, Tabakât,
4 5 5 ; İsnevî, Tabakâtuş-Şâfi'
237'de (851 -52) Bağdat'ta doğdu. İbn Harbûye (Harbeveyh) diye de tanınır. Ebû Sevr ve Dâvûd ez-Zâhirî'den ders aldı. Kur'an, hadis, fıkıh, hilâf ve meânî ilimlerinde tahsilini ilerletti. Bir süre Vâsıt kadılığı yaptıktan sonra Mısır kadılığına tayin edildi (293/906). Büyük bir kısmı Abbâsî Halifesi Muktedir-Billâh'ın hilâfeti ve Ebû Mansûr Tekîn'in Mısır valiliği dönemine rastlamak üzere toplam on sekiz yıl altı ay süren bu görevinden kendi isteğiyle ayrıldı (31 1/924), Görev süresi boyunca başta Ebû Mansûr Tekîn olmak üzere valiler ona karşı büyük saygı gösterdiler. Kaynaklarda son derece vakarlı, âdil, takvâ sahibi bir kişi ve valilerin bizzat ziyarette bulundukları en son kadı olduğu kaydedilmektedir. İstifasından sonra Bağdat'a döndü. Vefatına kadar hadis rivayetinde bulundu ve kurduğu ders halkalarıyla talebe yetiştirdi. 17 Safer 319 (11 Mart 931) tarihinde Bağdat'ta vefat etti ve evine defnedildi.
XI, 3 9 5 - 3 9 8 ;
s. 1 1 9 ; İbnü'l-Cev-
1/2, s. 258-259; Zehebî,
İbn Kesîr, el-Bidâye,
r ı n d a n el-Mühezzeb
Bağdâd,
Şîrâzî, Tabakâtü'l-fukahâ*,
Ebû Ubeyd Alî b. el-Hüseyn b. Harb el-Kâdî el-Bağdâdî (ö. 319/931)
(Guest), s. 4 8 1 ,
m SU
Hüsnü'lJabakâ• Şezerât,
A L Î OSMAN ATEŞ
EBÛ U B E Y D es-SEKAFÎ ( J ^ ^
n
y} )
Ebû Ubeyd b. Mes'ûd b. Amr es-Sekafî (ö. 13/634) L_
Hz. Ömer devri kumandanlarından.
ordu karşı yakaya geçtikten sonra köprüyü yıktırdı. İki ordu arasında şiddetli bir çarpışma başladı. Müslüman süvariler fillerden ürken atlarına hâkim olamadılar. Savaş meydanının darlığı ve köprünün yıkılmış olması gibi sebeplerle manevra imkânı kalmayınca çarpışma müslümanların aleyhine gelişti. Bunun üzerine Ebû Ubeyd filleri bertaraf etmekten başka çare kalmadığını düşündü ve yaya olarak üzerlerine hücum etti. Ancak bu da sonuç vermedi; hortumunu keserek devirdiği bir filin altında şehid oldu. Müslümanların çoğu da hayatlarını kaybettiler. Köprü Muharebesi (13/ 634) diye bilinen bu olay İslâm kuvvetlerinin bu cephede ilk yenilgisidir. BİBLİYOGRAFYA: Belâzürî, Fütûhu'l-büldân
(trc. Zâkir Kadiri
Ugan), İstanbul 1955-56, II, 20-23; Y a ' k ü b î , Tâ-
_ı
Muhtâr es-Sekafî'nin babasıdır. Hz. Peygamber zamanında müslüman olduğu rivayet edilen Ebû Ubeyd, Hz. Ömer'in hilâfetinin ilk günlerinde tarih sahnesinde görülmektedir. Hz. Ebû Bekir'in hilâfetinin sonlarında Irak'a gönderilen İslâm ordusu, güçlü Sâsânî kuvvetleri karşısında takviye gücü beklemekteydi. Onun vefatından sonra Hz. Ömer Medine Mescidi'nde biatları kabul ederken müslümanları Irak cephesindeki mücahidlere yardıma çağırdı. Medine halkının çekingen davrandığı bu davete dördüncü gün ilk icabet eden Ebû Ubeyd oldu ve 1000 kişilik gönüllüler birliğinin kumandanlığına getirildi. Hz. Ömer tarafından teçhiz edilen bu takviye birliği asıl kuvvetlere Nemârık'ta katıldı. Ebû Ubeyd, Câbân ve Merdânşah kumandasındaki Sâsânî ordusuna karşı ilk zaferini burada kazandı ve bu iki kumandanı esir aldı. Kesker yakınlarında bir diğer Sâsânî birliğini yenerek hazinelerini ele geçirdi. Dağılan düşman kuvvetlerinin peşine düştü ve meşhur İranlı kumandanlar Rüstem ve Boran'ın gönderdikleri yeni birlikleri Sakatiye'de hezimete uğratarak bol miktarda ganimet elde etti. Gönderdiği birlikler vasıtasıyla civar bölgeleri itaat altına aldı. Hîre yakınlarında Câlînûs kuvvetlerini de mağlûp etmesi üzerine Rüstem bu orduyu yeni kuvvetler ve birkaç fille takviye ederek tekrar Ebû Ubeyd üzerine gönderdi. Ordusunu Fırat nehri üzerindeki bir köprüden (Ebû Ubeyd Köprüsü) düşmanın bulunduğu tarafa geçirmeye karar veren ve bu kararı benimsemeyen arkadaşlarını korkaklıkla suçlayan Ebü Ubeyd,
rîh, II, 1 4 2 ; Taberî, Târîh
( E b u 1-Fazl), IV, 60-
6 9 ; M e s ' û d î , Mürücü'z-zeheb
( A b d ü l h a m î d ) , II,
315-316; İbnü'l-Esîr, el-Kâmil,
II, 416, 432-439;
a.mlf., Üsdü'l-ğâbe
(Bennâ), VI, 2 0 5 ; İbn Hacer,
el-İşâbe, IV, 130-131; İbn Abdülber, el-lstfâb, 1 2 4 - 1 2 5 ; A h m e d Zeynî,
IV,
el-Fütûhâtul-İslâmiy-
ye, Kahire 1968, I, 76-78. [Tl Mil A S R I Ç U B U K Ç U F
EBÛ U B E Y D E b. C F R R Â H
n
( ^Lr?^ Cf. y} ) Ebû Ubeyde Amir b. Abdillâh b. el-Cerrâh el-Fihrî el-Kureşî (ö. 18/639) Aşere-i mübeşşereden olan kumandan sahâbî.
^
Hicretten kırk yıl önce Mekke'de doğdu (583). Türkiye'de yayımlanan bazı ansiklopedilerdeki 571'de Kudüs'te doğduğuna dair kayıt gerçeğe uymamaktadır. Hz. Peygamber'in onuncu dedesi olan Fihr'de Resûlullah ile soyları birleşir. Benî Hâris kabilesinden olan Ebû Ubeyde, Câhiliye devrinde Mekke'de okuma yazma bilen birkaç kişiden biri olduğu için Kureyşliler kendisine değer verirdi. Ebû Ubeyde, Hz. Peygamber'in İslâm'a davete başladığı ve henüz Dârülerkam'a girmediği günlerde Hz. Ebû Bekir vasıtasıyla müslüman oldu. İslâmiyet'in yayılması için büyük çaba gösterdi ve bu sebeple Kureyşliler'in ağır baskılarına mâruz kaldı. İşkenceler dayanılmaz hale gelince 616 yılında yapılan İkinci Habeşistan Hicreti'ne katıldı. Ancak bir müddet sonra Mekke'ye döndü. Daha sonra Medine'ye hicret etti. Hz. Peygamber onunla Sa'd b. Muâz arasında kardeşlik bağı (muâhât*) kurdu. Muhammed b. Mesleme veya Ebû Talha el-Ensârî ile kardeş yapıldığı da söylenmektedir.
249 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
EBÛ UBEYDE b. CERRAH Ebû Ubeyde Medine döneminde İslâmiyet'in tebliğ edilmesinde ve idarî işlerde önemli görevler aldı. Hz. Peygamber'in sancak vererek gönderdiği ilk seriyyeye Hz. Hamza'nın kumanda ettiği bilinmekle beraber bu görevin Ebû Ubeyde'ye verildiği de rivayet edilmiştir. Hz. Peygamberle birlikte bütün gazvelere iştirak etti. Bedir Gazvesi'nde düşman saflarında bulunan babasını, özellikle kendisine hücum etmesi üzerine öldürmek zorunda kaldığı ve babaları, oğulları, kardeşleri veya akrabaları da olsa müminlerin kâfirleri dost edinemeyeceğini belirten âyetin (el-Mücâdile 58/22) bundan dolayı nâzil olduğu rivayet edilmektedir (Taberânî, I, 154-155), Babasını Bedir'de değil Uhud Gazvesi'nde öldürdüğüne dair Hâzin'in râvi adı vermeden naklettiği rivayete ( Lübâbü't-te'üîl, VI, 213) itibar edilmediği anlaşılmaktadır. Diğer taraftan siyer kitaplarında Bedir ve Uhud gazvelerinde öldürülen müşrikler arasında babasının adı geçmemektedir. Ebû Ubeyde Uhud Gazvesi'nde de yiğitlik gösterdi. İslâm ordusu dağıldığı zaman Resûlullah'ın etrafından ayrılmayan on dört kişi arasında o da vardı. İkinci Zülkassa (6/627) ve Sîfülbahr (Habat) (8/629) seferlerine kumandan tayin edildi. Zâtüsselâsil Seriyyesi'nde arkadan gönderilen yardımcı kuvvetlere de Ebû Ubeyde kumanda etti (8/629). Aynı yıl Mekke fethinde Hz. Peygamber'in önünde şehre girdi. Beytülmâlde görev yaptı; Hudeybiye Antlaşması başta ol-
Ebü U b e y d e b. C e r r â h ' ı n kendi adıyla anılan köydeki cam i n i n içinde b u l u n a n sandukası - Ü r d ü n
t
mak üzere bazı vesikalara şahit olarak adı yazıldı. Medine'ye gelen Yemenliler'e İslâmiyet'i öğretmek üzere görevlendirildi. Hz. Peygamber'le din konusunda tartışan ve hıristiyan kalıp cizye vermeyi kabul eden Necranlılar, cizye tahsili için güvenilir birinin kendileriyle gönderilmesini istedikleri zaman Resûl-i Ekrem, "Her ümmetin bir emini vardır; bu ümmetin emini de Ebû Ubeyde b. Cerrâh'tır" diyerek onu Necran'a gönderdi. Ondan sonra "Emînü'l-ümme" lakabıyla anılan Ebû Ubeyde bu bölgedeki insanlara İslâmiyet'i de öğretti. Müzeyne, Hüzeyl ve Kinâne kabilelerinin vergilerini toplama görevi de ona verildi. Hz. Peygamber'in vefatı üzerine aralarında Ebü Bekir ve Ömer'in de bulunduğu bazı sahâbîler Ebû Ubeyde'ye halife olarak biat etmek istediler. Fakat Ebû Ubeyde, bu göreve Hz. Ebû Bekir'in lâyık olduğunu söyleyerek teklifi kabul etmedi. Hz. Ebû Bekir devrinde ilk zamanlar devletin maliye işlerini yürüttü. Daha sonra Suriye bölgesine gönderilen ordulardan birine kumandan tayin edildi. Hz. Ömer tarafından Hâlid b. Velîd'in yerine bu bölgedeki orduların başkumandanlığına getirildi. Bu dönemde Dımaşk, Humus, Hama, Lazkiye, Halep, Antakya ve Kudüs başta olmak üzere Suriye bölgesindeki birçok şehrin fethi gerçekleştirildi. Gönderdiği birlikler Urfa ve Maraş'a kadar ilerlediler. Daha sonra Ebû Ubeyde fethedilen yerleri Hz. Ömer'in valisi olarak hayatının sonuna kadar idare etti. Ebû Ubeyde, "tâûnu Amvâs" diye meşhur olan ve birçok sahâbînin ölümüne yol açan vebaya yakalanarak Beysân'a bağlı Amtâ köyünde vefat etti ve oraya defnedildi. O yöredeki Fihl'de öldüğü de söylenir. Bugün kabri Vâdilürdün'de Gürülbilevne bölgesindeki Ebû Ubeyde köyünde bulunmaktadır. 1366 (1946-47) yılında Kral Abdullah tarafından kabrinin yanına bir mescid yapılarak mezar mescidin içine alınmış, 1374'te (195455) Kral Hüseyin zamanında mescid genişletilerek yeniden inşa edilmiştir. Daha önce I. Baybars tarafından da 675 (1277) yılında bu kabir üzerine bir kubbe yaptırıldığı bilinmektedir (Gavânime, s, 76-77). Şam'da Câmiu'l-Cerrâh'ta bulunan bir kabir ona nisbet edilirse de bu doğru değildir. Hanımı Hind bint Câbir'den Yezîd ve Umeyr adlarında iki oğlu olduysa da nesli devam etmemiştir. Uzunca boylu, zayıf yapılı, seyrek sakallı olan Ebû Ubeyde, Uhud Gazvesi'n-
de Hz. Peygamber'in yüzüne batan miğfer parçasını dişleriyle çıkarırken iki ön dişi çıkmıştı. Hz. Peygamber mütevazi, zühd ve hayâ sahibi olan Ebû Ubeyde'yi çok sever, ahlâk ve şahsiyetini takdir ederdi. Hz. Âişe'nin rivayetine göre Ebû Bekir ve Ömer'den sonra Resûl-i Ekrem'in en çok sevdiği kişi Ebû Ubeyde idi (Tirmizî, "Menâkıb", 14). Resûlullah'ın cennetle müjdelediği Ebû Ubeyde'nin bir özelliği de Mekkeliler'in usulüne uygun şekilde kabir kazmasıydı. Kendisini Hz. Ömer de sevip takdir ederdi. Amvâs'ta veba salgını baş gösterdiğini duyduğu zaman Ebû Ubeyde'nin bu salgından kurtulması ve kendisinden sonraya kalması halinde onu devlet başkanı olarak vasiyet etmek istediğini söylemiş, bir Mecûsî tarafından hançerlendiğinde yerine bir devlet başkanı bırakmasını isteyenlere de sağ olsaydı yerine Ebû Ubeyde'yi bırakacağını ifade etmişti. Kur'ân-ı Kerîm'i ezberleyen sahâbîlerden biri olan Ebû Ubeyde, hayatı savaşlarda geçtiği için Hz. Peygamber'den sadece on beş hadis rivayet etmiştir. Bunlardan on ikisi Ahmed b. Hanbel'in elMüsned'inde bulunmaktadır (I, 195-196). Kendisinden İrbâd b. Sâriye, Câbir b. Abdullah, Ebû Ümâme el-Bâhilî, Semüre b. Cündeb gibi sahâbîler rivayette bulunmuşlardır. BİBLİYOGRAFYA : VVensinck, el-Mücem,
VIII, 1 8 3 ; Müsned,
I,
195-196; Buhârî, " F e z â ' i l ü a ş h â b i ' n - n e b î " , 21; Müslim,
" F e z â ' i l ü ş - ş a h â b e " , 53-55;
" M e n â k ı b " , 14; Vâkıdî, el-Meğâzî,
Tirmizî,
bk. İndeks;
İbn H i ş â m , es-Sîre, bk. İndeks; İbn Sa'd, et-Ta-
bakât,
el-Ma'ârif\Uk-
III, 409-415; İbn Kuteybe,
kâşe), s. 247-248; Belâzürî, Ensâb, a.mlf., Fütüh
I, bk. İndeks;
(Fayda), bk. İndeks; Y a ' k ü b î , Tâ-
rîh., II, 114, 1 3 3 ; Taberî. Târîh (Ebü'l-Fazl), bk. İndeks; Taberânî, el-MÜcemü'l-kebîr
(nşr. Hain-
di A b d ü l m e c î d es-Selefi), B a ğ d a d 1 4 0 5 / 1 9 8 5 , I, 1 5 4 - 1 5 5 ; E b ü N u a y m , Hilye, Abdülber, el-istfâb,
ğâbe,
I, 100-102; İbn
III, 2-4; İbnü'l-Esîr,
III, 128-130; a.mlf.. el-Kâmil,
Üsdü'l-
bk. İndeks;
M u h i b b ü d d i n et-Taberî, e r - R i y â z ü ' n - n a z i r e fî
menâkıbi'l-'aşere,
Beyrut 1 4 0 5 / 1 9 8 4 , IV, 345-
3 5 9 ; Hâzin, Lübâbü't-te'uîl
(Mecmû'a
mine't-
tefâsîr içinde), İstanbul 1324 — Beyrut, ts. (Dâru İhyai't-türâsi' 1 -Arabî), VI, 2 1 3 ; Zehebî, A'lâ-
mü'n-nübelâ',
I, 5-23; İbn Hacer, el-İşâbe,
252-254; F. McGravv Donner, The Early
Conçuests,
New dersey 1981, s. 114-119, 129-
et-Târîhu's-siyâ-
1 5 2 ; Y û s u f Dervîş G a v â n i m e ,
sî li-şarkı'i
II,
Islamic
Ürdün
fi'T'asri'TMemlûkî,
el-Me-
mâliki'Tbahriyye,
A m m a n 1982, s. 76-77; Bes-
s â m el-Aselî, Ebû
'Ubeyde
b. el-Cerrâh,
Beyrut
1991; H. L a m m e n s , "Le 'triumvirat' A b o û Bakr, ' O r n a t et A b o û O b a i d a " , MFOB
(1910), s. 113-
1 4 4 ; K. V. Z e t t e r s t e e n , " E b û U b e y d e " , İA, IV, 57-58; H. A. R. Gibb, " A b ü ' U b a y d a b. al-Djarr â h " , E/ 2 (Fr.), I, 163.
250 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
m İSİ
AHMET ONKAL
EBÛ VÂKİ D el - LEYSÎ EBU UBEYDE et-TEYMI
L
(bk. MA'MER b. MÜSENNÂ).
r
EBU UBEYDULLAH el-MERZÜBÂNÎ (bk. MERZÜBÂNİ).
J
EBÛ ÜMÂME «U y.' Ebû Ümâme Sudey b. Aclân b. Vehb el-Bâhilî (ö. 86/705) Sahâbî.
_J
600 yılı başlarında doğdu. Bâhile kabilesine mensup olan Ebû Ümâme'nin İslâmiyet'i ne zaman kabul ettiği belli değildir. Uhud Gazvesi'ne katıldığına dair olan rivayet zayıf görülmekle beraber Hudeybiye Antlaşmasîndan önce müslüman olduğu ve bu antlaşmada hazır bulunduğu bilinmektedir. Hz. Peygamber'le birlikte muhtelif gazvelere katıldı. Bu gazvelerin üçünde şehid olması için dua etmesini Resûl-i Ekrem'den ısrarla istedi. Fakat Resûlullah her defasında kendisine selâmet ve ganimet temennisinde bulundu. Hz. Peygamber onu irşad maksadıyla kendi kabilesi Bâhile'ye gönderdi. Kavminin önceleri ona ilgi göstermediği, hatta yiyecek vermeyip aç bıraktığı, ancak mânevî bir gıda ile doyurulduğunu görmeleri üzerine İslâmiyet'i kabul ettikleri rivayet edilmektedir (Hâkim, III, 641-642; Heysemî, IX, 387). Ebü Ümâme Vedâ haccında Hz. Peygamber'in yanında yer aldı. Resûlullah'ın vefatından sonra Mısır'a gittiyse de bir müddet sonra Humus'a yerleşti. Sıffîn Savaşı'nda Hz. Ali tarafında yer aldı. Hz. Peygamber'den başka Ömer, Osman, Ali, Muâz b. Cebel, Ebû Ubeyde b. Cerrâh, Ubâde b. Sâmit ve başka sahâbîlerden 250 hadis rivayet etmiş olan Ebû Ümâme'nin rivayetlerinin çoğu Ahmed b. Hanbel'in eJ-Müsned'inde (V, 248-270) v e Kütüb-i
Sitte'üe
y e r a l m ı ş t ı r (bk. Wen-
sinck, VIII, 123-124). Hadisi duyduğu gibi rivayet edebilmek için titizlik gösterir, bir hadisi Hz. Peygamber'den yalnız bir defa duymakla onu rivayet etmeyeceğini söylerdi ( Müsned, V, 250). Tâbiîn neslinden Mekhûl eş-Şâmî, Hâlid b. Ma'dân, Ebû İdrîs el-Havlânî, Recâ b. Hayve gibi âlimler ve Suriyeli muhaddisler kendisinden rivayette bulunmuşlardır. Ebû Ümâme 86 (705) yılında 106 yaşında iken Humus'ta vefat etti. 81 (700),
82 (701), hatta 91'de (710) öldüğü de ileri sürülmüştür. İbn Hibbân'ın 86 yılında yetmiş bir yaşında öldüğünü söylemesi yanlışlık eseri olmalıdır. Tehzîbü Târihi Dımaşk'ta da doksan bir yaşında öldüğü belirtilmektedir. Vefatı konusundaki bu ihtilâflara rağmen onun Humus'ta en son vefat eden sahâbî olduğu kabul edilmektedir. Hz. Peygamber'in, "Sen bendensin, ben de senden" diyerek iltifat ettiği söylenen (İbn Hacer, el-İşâbe, III, 421) Ebû Ümâme gösterişi sevmez, bazı kerametlerinin ortaya çıkması onu rahatsız ederdi. Mescidde secdeye kapanıp ağlayan birini, bunu evinde yapması gerektiğini söyleyerek uyarmıştı. Cömert bir insan olan Ebû Ümâme eline geçen her şeyi muhtaçlara dağıtır, hiçbir fakiri geri çevirmezdi. BİBLİYOGRAFYA: VVensinck, el-Mucem,
VIII, 123-124;
V, 2 4 8 - 2 7 0 ; H â k i m , el-Müstedrek, İbn Sa'd, et-Tabakât,
Târthu'l-kebîr, Ma'ârif
N,
III, 4 5 4 ; İbn H i b b â n , Meşâhîr,
İbnü'l-Cevzî, Şıfatü'ş-şafve,
Üsdü'l-ğâbe,
İli, 16;'VI, 16-17; a.mlf.,
bî, A'lâmun-nübelâIII,
rîhu'l-islâm:
el-Cerh s. 5 0 ;
I, 7 3 3 - 7 3 6 ; a.mlf.,
II, 4 0 5 ; IV, 4 7 7 ; Nevevî, Tehzîb,
el-Kâmil,
II, 1 7 6 ; Zehe-
3 5 9 - 3 6 3 ; a.mlf., Tâ-
sene
81-100, s. 2 2 6 - 2 3 0 ; Heyse-
m î , Mecma'uz-zeuâ'id,
IX, 3 8 6 - 3 8 7 ; İbn Ha-
cer, Tehzîbü't-Tehzîb,
IV, 4 2 0 - 4 2 1 ; a.mlf., el-
İşâbe
(Bicâvî), III, 4 2 0 - 4 2 1 ; İ b n ü ' I - İ m â d , Şeze-
rât, I, 9 6 ; B e d r â n , Tehzîbü 419-424.
r
"m İÜ]
Ebû Üseyd'in boyu çok kısa, gür saçı ile sakalı bembeyazdı. Bıyığını iyice kısalttığı, parmağına altın yüzük taktığı ve bu yüzüğün vefatı sırasında parmağından çıkarıldığı rivayet edilmiştir (İbn Sa'd, III, 558). Bedir Gazvesi'nden bahsederken, "Eğer görebilseydim (gözlerim açılıp şu anda sizinle Bedirde olsaydık) yardıma gelen meleklerin ortaya çıktığı vadiyi size gösterirdim" derdi.
Müsned,
İbn Kuteybe, el-
(Sâvî), s. 1 3 4 ; İbn E b û H â t i m ,
ue't-ta'dîl,
Ebû Üseyd'in 40 (660-61) yılında vefat ettiği söylenmekte, Zehebî de bu görüşü benimsemektedir. Ancak onun 30 (650-51), 60 (679-80) veya 65 (684-85) yılında yetmiş beş, yetmiş sekiz veya seksen yaşında vefat ettiği de ileri sürülmektedir. 60 yılında öldüğü doğru ise ehl-i Bedir'den en son vefat eden odur.
BİBLİYOGRAFYA:
III, 6 4 1 - 6 4 2 ;
VII, 4 1 1 - 4 1 2 ; B u h â r î , et-
326-321-,
beple müslümanlar arasındaki kargaşayı kendisine göstermediği için Allah'a hamdederdi.
Târihi
Dımaşk,
VI,
Müsned,
H â k i m , el-Müstedrek,
İstfâb,
III, 3 7 1 - 3 7 2 ; İbnü'l-Esîr,
üsdü'l-ğâbe, lâmü'n-nübe-
lâII,
538-540; a.mlf., Târîhu'l-İslâm:
40, s. 6 5 5 - 6 5 7 ; İbn Hacer, el-İşâbe, a.mlf., Tehzîbü't-Tehzîb,
lâsatü
r L
III, 3 4 4 ; (Fethul-
r—i
.
ıHı
İSMAIL L . Ç A K A N
EBÛ VÂlL (bk. ŞAKİK b. SELEME).
EBÛ V Â K I D el-LEYSÎ
Ebû Üseyd Mâlik b. Rebîa b. el-Beden es-Sâidî (ö. 40/660-61 [?])
sene 11-
X, 15-16; Hazrecî, Hu-
Tezhîb, s. 3 6 7 ; Ziriklî, el-A'lâm
lah), V, 261.
K E M A L SANDIKÇI
(
^
H
^ j y } )
Ebû Vâkıd el-Hâris b. Avf el-Leysî (ö. 68/687-88)
J
Medineli olup Hazrec kabilesine mensuptur. Başta Bedir olmak üzere bütün gazvelere katıldı. Mekke fethinde Benî Sâide'nin sancaktarlığmı yaptı. Ebû Üseyd'in Hz. Peygamber'den rivayet ettiği hadislerden yirmi sekizi Bakı" b. Mahled'in el-Müsned' inde (Zehebî, A'lâmunnübelâ\ II, 539), on dördü Ahmed b. Hanbel'in el-Müsned'inde bulunmaktadır (III, 496-498). Kendisinden oğullan Münzir, Hamza ve Zübeyr ile ashaptan Enes b. Mâlik, Sehl b. Sa'd, tâbiînden Ebû Seleme b. Abdurrahman, Abbas b. Sehl b. Sa'd ve Abdülmelik b. Saîd b. Süveyd gibi muhaddisler rivayette bulundular. Hz. Osman'ın şehid edilmesinden (36/656) bir süre önce gözlerini kaybetti. Bu se-
429;
III, 5 1 5 ; İbn A b d ü l b e r , el-
V, 23-24; VI, 13-14; Zehebî, A 1
EBÛ Ü S E Y D ( J-J jjt )
Sahâbî.
et-Tabakât,
III, 4 9 6 - 4 9 8 ; İbn Sa'd,
III, 5 5 7 - 5 5 8 ; Buhârî, et-Târthu'l-kebîr,'VI,
Sahâbî. Adının Avf b. Mâlik, Hâris b. Mâlik veya Avf b. Hâris olduğu da zikredilmiştir. Hayatı hakkında fazla bilgi bulunmamakta, Medineli sahâbîlerden sayılmaktadır. İslâmiyet'in ilk yıllarında veya Mekke'nin fethedildiği yıl (8/629-30) müslüman olduğuna dair farklı iki rivayet vardır. Ebû Vâkıd'm Huneyn Gazvesi'nden (8/ 630) söz ederken o günlerde hidayete yeni kavuştuğunu belirtmesi (İbn Hacer, el-İşâbe, IV, 216) ikinci görüşü doğrulamakta, buna göre Bedir Gazvesi'nde bulunduğuna dair rivayetin zayıf olduğu anlaşılmaktadır. Ebü Vâkıd Huneyn'de olduğu gibi Mekke'nin fethinde de Kinâ-
251 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
EBÛ VÂKID el-LEYSÎ ne kabilesinin sancaktarı idi. Hz. Ömer devrinde Suriye fetihlerine katıldı. Yerm ü k Savaşı'nda (15/636) bulundu. Hayatının son yılını Mekke'de geçiren Ebû Vâkıd el-Leysî 68 (687-88) yılında burada vefat etti ve Muhâcirûn Mezarlığı'na gömüldü. 65'te (684-85) öldüğü ve o sırada altmış beş, yetmiş, yetmiş beş veya seksen beş yaşında olduğu da rivayet edilmektedir. Hz. Peygamber'den başka Hz. Ebû Bekir, Ömer ve Esmâ bint Ebû Bekir'den hadis rivayet etti. Kendisinden de oğulları Abdülmelik ve Vâkıd ile Atâ b. Yesâr, Saîd b. Müseyyeb, Urve b. Zübeyr, Süleyman b. Yesâr, UbeyduIIah b. Abdullah b. Utbe gibi tâbiîler rivayette bulundular. Yirmi dört hadisten ibaret olan rivayetleri Kütüb-i Sitte'de yer almış olup bunlardan on yedisi Ahmed b. Hanbel'in Müsned'indedir (V, 217-219). BİBLİYOGRAFYA: VVensinck, el-Mucem,
ğâzî,
VIII, 2 8 9 ; Vâkıdî, el-Me-
III, 8 2 0 , 890-891, 8 9 6 , 9 9 0 ; Müsned,
V,
217-219; İbn Ebû H â t i m , el-Cerh ve't-ta'dîl,
III,
82-83; İbn A b d ü l b e r . el-İstî'âb, İbnü'l-Cevzî, Telkîhu
fühûml
IV, 2 1 5 - 2 1 6 ;
ehli'l-eşer
(nşr. Ali
üsdü'l-
Hasan), Kahire 1975, s. 3 6 7 ; İbnü'l-Esîr,
ğâbe,
I, 4 0 9 ; VI, 3 2 5 - 3 2 6 ; Zehebî,
nübelâII,
5 7 4 - 5 7 6 ; İbn Hacer,
A'lâmun-
Tehzîbü't-Teh-
zîb, XII, 2 7 0 - 2 7 1 ; a.mlf., el-İşâbe, IV, 2 1 6 ; Hazrecî, Hulâşatü
Tezhîb, s. 4 6 2 . S
F
EBÛ Y A ' K Ü B el-MUVAHHİDÎ (bk. YÛSUF b. ABDÜLMÜ'MİN).
L
r
A S R I ÇUBUKÇU
EBÛ Y A ' K Ü B en-NEHRECÛRÎ ( lİO*^
1
n
h
Ona göre kişinin Allah hakkındaki bilgisi arttıkça hayreti de artar. Allah'ı en iyi bilen, O'nun huzurunda en fazla hayrete düşendir. Bir kimse tevhid yoluna taklitle koyulursa mârifetten uzak kalır. Kötü zandan sakınmak, insanların bize karşı kötü zan beslemesine yol açacak davranışlardan kaçınmamız anlamına gelir. Şükrü eda edilen nimet son bulmaz, nankörlük edilen nimet ise devam etmez. Amellerin en faziletlisi ilme uygun olanıdır. Dünya bir deniz, âhiret onun sahilidir; bu sahile ulaşmak ancak takvâ gemisiyle mümkün olur. Allah'a götüren yol hakkında sorulan bir soruya, "Cahillerden sakın, âlimlerle dost ol, ilme sarıl, zikre devam et. Böyle yaparsan yol ehli olursun" cevabını vermiştir. BİBLİYOGRAFYA: Serrâc, el-Lüma', Kelâbâzî, et-Ta'arruf, S ü l e m î , Tabakât,
s. 79, 102, 103, 256, 2 7 1 ; Kahire 1 3 8 8 / 1 9 6 9 , s. 4 3 ;
s. 3 7 9 ; E b û N u a y m , Hilye,
2 0 6 ; Kuşeyrî, er-Risâle,
Ebû Ya'küb İshâk b. Muhammed en-Nehrecûrî (ö. 330/941) L_
Nehrecûrî'nin yakın* kavramı hakkındaki görüşleri dikkat çekicidir. Ona göre kul yakînin hakikatine tam olarak ulaştığında onun nazarında belâlar nimet, rahatlık ise musibet halini alır. Gözlerin gördüğüne ilim, kalplerin gördüğüne ise yakın denir. Kul kısmete razı olursa yakini kemale erer. Arştan arza kadar bütün sebeplerle ilgiyi kesmedikçe, yani gerçek sebebin Allah olduğunu idrak etmedikçe yaklne ulaşılamaz. Her şeyde tek müessir Allah'tır. Yakîndeki artışın sonu yoktur; kişinin dindeki anlayış ve derinliği arttığı nisbette yakini de artar. Yakîn, gayb halindeki imanın âdeta müşahedeye dönüşmesidir.
J
V ' } )
İlk devir sûfîlerinden.
bebiyle çağdaşı Hallâc'ın görüşlerini reddetmiştir.
4 5 ; Hücvîrî, Keşfü'l-mahcüb Herevî, Tabakât,
liyâ',
(Uludağ), s. 2 5 3 ;
s. 3 4 1 ; A t t â r ,
Tezkiretü'l-eu-
II, 8 0 ; Y â k ü t . Mu'cemü'l-büidân,
V, 3 1 9 ;
Safedî, el-Vâfî, VIII, 4 2 3 ; Lâmiî, Nefehât
J
Basra ile Abadan arasında bulunan Nehrecûr'da doğdu. Cüneyd-i Bağdâdî ve Amr b. Osman el-Mekkî gibi tanınmış süfîlerle arkadaşlık etti. Ebû Ya'küb es-Sûsî'nin öğrencisi oldu. Uzun yıllar Mekke'de yaşadı ve orada vefat etti. Kelâbâzî onu eser sahibi sûfîler arasında sayarsa da kaynaklarda herhangi bir eserine rastlanmamaktadır. Nehrecûrî'ye göre âbid Allah'a endişe ile ibadet eder, ârif ise O'na özlemle yaklaşır. Allah'ı bilen O'ndan gafı! olmaz. Mânevî hallerin en faziletlisi şeriat ilmine uygun olanıdır. Nitekim bu düşüncesi se-
mesi, s. 1 8 0 ; Şa'rânî, et-Tabakât, vî, el-Keuâkib,
Tercü-
I, 1 1 1 ; Münâ-
II, 2 2 ; İ b n ü ' I - İ m â d , Şezerât,
3 2 5 ; M a ' s û m Ali Sah, Tarâ'ik,
S F
X,
Kahire 1 3 8 6 / 1 9 6 6 , s.
II,
11, 98.
MEHMET DEMIRCI
EBÛ Y A ' K Ü B es-SİCİSTÂNÎ ( ^tL^şs—Jİ ^ )
n
Ebû Ya'küb İshâk b. Ahmed es-Sicistânî (ö. 393/1003 [?]) Ünlü İsmâilî dâî ve âlimlerinden.
^
Sicistânî nisbesinin kısaltılmışı olan Siczî diye de bilindiği gibi Bendâne lakabıyla da anılır. Horasan'ın güneyindeki Sicistan bölgesinde Fars kökenli bir
aileden gelmektedir. Meşhur İran kahramanı Rüstem'in soyundan olduğu rivayeti yanında dedesinin Küfe'den Sicistan'a gidip yerleştiği de nakledilir. Fatımî Halifesi Muiz-Lidînillâh zamanında (953-975) Buhara bölgesinde dâî olan Sicistânî'nin doğum ve ölüm tarihleri kesin olarak bilinmemektedir. Ancak İsmâiliyye davasına karşı olanlar tarafından Türkistan'da öldürüldüğü muhakkaktır. Abdülkâhir el-Bağdâdî, Mâverâünnehir Dâîsi Muhammed b. Ahmed en-Nesefî (en-Nahşebî) ve Ebû Ya'küb es-Sicistânî'nin sapıklıkları yüzünden katledildiklerini belirtir (el-Fark, s. 283). Nesefî'nin 331'de (942-43) öldürüldüğü bilinmektedir. Çağdaş araştırmacılardan bazıları, Bağdâdî'nin bu ifadesine dayanarak Nesefî gibi Sicistânî'nin de 331'de öldürüldüğünü ileri sürmüşlerse de (Mustafa Gâlib, s. 173; Hasan İbrâhim Hasan, s. 472) bu görüş isabetli değildir. Zira Ebû Ya'küb es-Sicistânî, Kitâbü'l-İftihar adlı eserinin dokuzuncu babı olan "Ma'rifetü'I-kıyâme"de (s. 82) Hz. Peygamber'in vefatının üzerinden 350 küsur yıl geçtiğini belirtmekte, dolayısıyla adı geçen eserin 361 (971) yılından sonra yazıldığı ortaya çıkmaktadır. Buna yakın bir ifade de aynı eserin on üçüncü babı olan "el-Vudû' ve't-tahâre"de (s. 111) geçer. Ayrıca el-Mevâzîn
ve el-Mebde 3
ve'l-
me'âd adlı risalelerinde, 386 (996) yılında Fâtımî halifesi olan Hâkim -Biemrillâh'tan söz ederken onun asrının imamı olduğu şeklindeki ifadesinden, kendisinin belirtilen tarihte hayatta olduğu sonucu çıkmaktadır. Öte yandan Reşîdüddin Fazlullah'ın, Sicistânî'yi Gazneli Mahmûd'un hâkimiyetini kabul eden Saffâri hanedanından Halef b. Ahmed'in 393 (1003) yılında katlettirdiğini belirten ifadesinden hareket eden İsmail K. Poonavvala, onun 386-393 (996-1003) yılları arasında öldürüldüğü görüşünü ileri sürer ( E s s a y s on Islamic Ciuilization, s. 275). IV. (X.) yüzyıl, İsmâilî düşüncesinin en meşhur ve en büyük şahsiyetlerinin yetiştiği dönem olup Ebû Ya'küb es-Sicistânî bu şahsiyetlerin en ön sıralarında yer alır. Onun adı Muhammed b. Ahmed en-Nesefî, Ebû Hâtim er-Râzî, Hamîdüddin el-Kirmânî gibi büyük dâîlerle beraber anılır. Muiz - Lidînillâh devrinde Buhara bölgesinin sorumlu dâîsi iken hocası Nesefî'nin öldürülmesi üzerine muhtemelen Horasan'la beraber Rey'deki İsmâilîler'in de ilmî liderliğini üstlenmiştir.
252 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
EBÛ YA'LÂ el-FERRÂ Sicistânînin genel olarak İslâm düşüncesine, özellikle de İsmâilî düşüncesine olan katkılarını tam anlamıyla tesbit edebilmek için çok sayıdaki eserinin neşredilmesi gerekmektedir. Mevcut bilgilere göre İsmâilî çevreye Yeni Eflâtuncu felsefenin sokulması genellikle hocası Nesefî'ye atfedilir. Nesefî, Yeni Eflâtunculuğu el-Mahşûl adlı eseriyle İsmâilî akidesine uyguladığı zaman çok sert tepkilerle karşılaşmış ve ciddi tartışmaların ortaya çıkmasına sebep olmuştu. Çağdaşı ve Rey başdâîsi olan Ebû Hâtim er-Râzî, el-Mahşûl'deki hataları düzeltmek için el-Islâh adını verdiği eserini yazınca Ebû Ya'küb da en-Nuşra adlı kitabıyla hocasını destekleyip Râzî'yi eleştirdi. Daha sonra talebesi Hamîdüddin el-Kirmânî, er-Riyâi fi'l-hükm beyne'ş-şeyhayrı adını verdiği eserinde önceki üç kitap arasında bir denge kurmaya çalıştı. Bu bakımdan Nesefî'nin elMahşûl'ünün uzun ömürlü olmamasına karşılık Ebû Ya'küb'un eserleri, İsmâilîler arasında Yeni Eflâtuncu geleneğin tekrar ortaya konması hususunda en değerli kaynak özelliğini kazandı. İsmâilîler'in varlıkla ilgili hiyerarşik izah tarzlarının Sicistânî tarafından ortaya konulduğu söylenebilir. Eserlerindeki hâkim unsur İsmâilî itikadının doğruluğunu ispatlamaktan ibarettir. Bunu yapabilmek için gerektiğinde sûre başlarındaki harfleri, âyetlerdeki çeşitli kelimeleri, namaz, oruç, zekât ve benzeri kavramları geniş bir te'vil anlayışıyla açıklama yoluna girmiştir. Öyle anlaşılıyor ki İsmâilî doktrininin özelliklerinden olan ve günümüze kadar gelen ilk bâtınî te'villerin önemli bir kısmı Ebû Ya'küb esSicistânî tarafından yapılmıştır. Çalışmaları onu, İsmâilî teolojisinin ve İslâm felsefesi bünyesindeki Yeni Eflâtunculuk akımının önemli bir şahsiyeti haline getirmiştir. Allah'ın, mahiyeti itibariyle hiçbir şekilde bilinemez ve vasıflandırılamaz tek mutlak varlık olduğu (Kitâbü'l-iftihar, s. 25) görüşünü benimseyen Ebû Ya'küb'a göre yaratma, tamamen zaman dışında gerçekleşen ve ebedî olan "ibda"', ruhun yaratılması gibi zaman dışında, fakat zamanla ilgisi bulunan "inbiâs" ve tamamen zaman içinde gerçekleşip fizik âleme gelmeye vesile olan "tekvin" olmak üzere üç seviyede cereyan eder. Onun düşüncesinde idrak edilen hakikat, ilki Yeni Eflâtunculuktan alınan Allah, akıl, nefis, tabiat ve daha aşağı unsurları ihtiva eden, ikincisi de bu birin-
ciyle iç içe girmiş, özellikle İsmâilî kaynaklı kurallar olmak üzere iki safhada düzenlenmiştir. İkinci safha bir yandan Cebrail, Mîkâil ve İsrâfil'in lakapları olan Ced, Feth ve Hayal (bu konuda geniş bilgi için bk. Kitâbü'l-iftihar, s. 43-46) gibi mânevî unsurlar, diğer taraftan şeriat sahibi peygamberler ve imamlar olmak üzere iki asla dayanır. İnsanlar ancak peygamberlerden elde ettikleri gerçekler sayesinde kurtuluşa erebilirler. Kurtuluşa ulaştıran gerçek bilgi ve insanların bu bilgiyi idrak eden ruhî muhtevası ebedîdir. Eserleri. Ebû Ya'küb es-Sicistânî birkaçı Farsça, çoğu Arapça olan birçok eser kaleme almıştır. Bîrûnî, Bağdâdî, Nâsır-ı Hüsrev ve Muhammed b. Hasan ed-Deylemî gibi müellifler onun kitaplarından bahsetmişlerdir. Günümüze ulaşan ve çoğu İsmâilî akîdesiyle ilgili olan kitaplarının bazıları şunlardır.- 1. İsbâtü'n-nübüvve
(Kitâbü
İsbâti'n-nübû'ât).
Beşe-
rin ulaşabileceği en yüksek mertebe olarak ele alman nübüvvetin ispatından sonra imametin gerekliliğini konu edinen eser, Ârif Tâmir tarafından Kahire ve Kampala'da bulunan iki nüshası esas alınarak neşredilmiştir (Beyrut 1982). 2. Risâletü
tuhfeti'l-müstecîbîn.
Allah'ın
isimlerinden olan bârî' ile emir, kelime, sâbık, tâlî, heyûlâ, nefis, arş, kader gibi konulardan bahseden bu risâleyi de Ârif Tâmir yayımlamıştır (el-Meşrık, sy. 2, s. 138-146). 3. el-Mevâzîn. Allah'ın bilinmesi, tevhid, teşbih ve ta'tîlin nefyi, akıl, nâtık, esas, imam, hüccet ve dâî gibi mezhebi kavramların ele alındığı on dokuz bölüm ihtiva eder (Ivanow, Ismaili Literatüre, s. 27-28). 4. el-Yenâbf. Allah, akıl, nefis, eflâk, cennet, cehennem ve melekler gibi kırk ruhanî meseleyi konu edinen bu eser Mustafa Gâlib tarafından neşredilmiş (Beyrut 1965), Henry E. Corbin tarafından Fransızca'ya çevrilerek Trilogie ismaelienne adıyla yayımlanmıştır (Paris/Tahran 1961). S. Keşfü'lmahcûb. Muhtemelen aslı Arapça iken Farsça'ya çevrilen bu eseri Henry Corbin, Tahran'da Seyyid Nasrullah Tekavî Kütüphanesi'nde bulunan en eski nüshasına dayanarak dipnotlar, yorumlar ve indeks ilâvesiyle neşretmiştir (Tahran 1949). 6. Kitâbü'l - İftihâr. Tevhid, risâlet, vesâyet, imâmet, kıyâmet, dirilme, sevap, ceza, namaz, oruç, zekât ve hac gibi on yedi konuyu ele alıp işleyen bu eser Mustafa Gllib tarafından yayımlanmıştır (Beyrut, ts ). 7. el-Mebde* ve'l-me câd. Üç bölümden oluşan akai-
de dair bir risâledir. 8. Süllemü'n-necât. Kur'an'daki itikadî konuları işleyen eserin son kısmı eksiktir (son iki eser için bk. lvanow,
Ismaili
Literatüre,
s . 28, 2 9 ) .
9. el-Mekâlîd. Allah'ın varlığı, O'nun hiçbir şeye benzemediği, ezel, sâbık, nefis, kelime, heyûlâ, tenzil, te'vil, Rûhulkudüs, âlem, varlık, tabiat, zaman, felek, nefh, kıyamet gibi yetmiş konuyu ve kavramı ele alıp işleyen hacimli bir eser olup bir nüshası Hindistan'ın Sûret şehrinde Hamdânî koleksiyonu içinde bulunmaktadır (geniş bir tanıtımı için bk. Poonawala, Essays
on
Islamic
Cioilization,
s. 275-
283; Ebû Ya'küb'un eserlerinin geniş bir listesi için bk. Ivanow, Ismaili Literatüre, s. 27-31; Poonawala, Biobibliography of lsmâ cili
Literatüre,
s. 8 5 - 9 0 ) .
BIBLIYOGRAFYA : E b û Y a ' k ü b es-Sicistânî, Risâletü
müstecîbîn
tuhfeti'l-
(nşr. Ârif Tâmir, el-Meşnk
içinde),
sy. 2, Beyrut 1967, s. 138-146; ayrıca bk. nâşirin m u k a d d i m e s i , a.e., s. 136-137; a.mlf., Ki-
tâbü
İşbâti'n-nübü'ât
(nşr. Ârif Tâmir), Beyrut
1982, nâşirin m u k a d d i m e s i ; a.mlf.,
Keşfü'l-mah-
cûb (nşr. H . Corbin), T a h r a n 1988, nâşirin muk a d d i m e s i , s. 5-25; a.mlf., Kitâbü'l-iftihâr
(nşr.
M u s t a f a Gâlib), Beyrut, ts. ( D â r ü ' l - E n d e l ü s ) , s. 25, 43-46, 82, 1 1 1 ; Bîrûnî, Tahkiku
Hind, Fark
mâ
li'i-
Beyrut 1 4 0 3 / 1 9 8 3 , s. 4 8 ; B a ğ d â d î , el( A b d ü l h a m î d ) , s. 2 8 3 ; Deylemî,
bü'l-Bâtıniyye,
Mezhe-
s. 43, 48-53; İsmâil b. Abdür-
resûl el-Uceynî, Fehresetü'l-kütüb
ue'r-resâ'il
(nşr. Ali Naki Münzevî), Tahran 1344 h ş . / 1 9 6 6 , s. 140-144; W. Ivanovv, A Guide
ratüre,
Literatüre, man
to Ismaili
LiteIsmaili
L o n d o n 1933, s. 33-35; a.mlf.,
T a h r a n 1963, s. 27-30; A b d u r r a h -
Bedevî,
Mezâhibü'l-İslâmiyyîn,
Beyrut
1973, II, 193-196; i s m a i l K. Poonavvala, Sijistani a n d his Kitab a l - M a q â l i d " ,
on Islamic
Ciuilization,
"Al-
Essays
Leiden 1976, s. 274-
2 8 3 ; a.mlf., Biobibliography
of Ismaiü
Litera-
türe (ed. T. Joseph), California 1977, s. 82-90; M u s t a f a Gâlib,
Târîhüd-da'veti'l-lsmâ'îliyye,
Beyrut 1979, s. 173-174; H a s a n İ b r â h i m Hasan, Târîhu
d-deuleti'l-Fâtımlyye,
s. 4 7 2 - 4 7 4 ; Safâ, Edebiyyât, " A b ü Y a ' k ü b a l - S i d j z î " , El VValker, " A b ü Y a ^ ü b
(İng.), I, 1 6 0 ; P. E.
S e j e s t â n I " , Elr., I, 396-
S
F
L
Kahire 1981,
I, 2 5 3 ; S. M. S t e m , 2
A V N İ İLHAN
EBÛ Y A ' L Â el-FERRÂ (P1 ) Ebû Ya'lâ Muhammed b. el-Hüseyn b. Muhammed b. Halef el-Ferrâ' (ö. 458/1066) Tanınmış Hanbelî hukukçusu, kelâm âlimi, muhaddis ve müfessir.
J
27 (veya 28) Muharrem 380 (26 veya 27 Nisan 990) tarihinde Bağdat'ta doğdu. Babası Hanefî mezhebine mensup fakih ve muhaddis, anne tarafından de-
253 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
EBÛ YA'LÂ el-FERRÂ desi Ebü'l-Kâsım İbn Hanîfâ muhaddis, ağabeyi Ebû Hâzim de Mu'tezile mezhebine meyyal bir muhaddisti. Küçük yaşta hadis okumaya başladı. Başta dedesi İbn Hanîfâ, Hâkim en-Nîsâbûrî ve İbn Ebü'l-Fevâris olmak üzere Ebü'l-Kâsım es-Saydelânî, Ümmü'l-Feth Emetü'sSelâm el-Bağdâdiyye, Ebü'l-Kâsım İbn Habbâbe, Ebû Abdullah İbnü'l-Bağdâdî, Ebü'l-Hasan Ali b. Ma'rüf el-Bezzâz, Ebü'l-Hasan es-Sükkerî, Ebü'l-Hasan Ali b. Ahmed el-Hammâmî gibi birçok muhaddisten hadis dinledi. Ayrıca ilim tahsili için gittiği Mekke, Dımaşk ve Halep'te Ebû Nasr es-Siczî ve Abdurrahman b. Ebû Nasr gibi hadisçilerden dersler aldı. Hanbelî fıkhına temayülü, on yaşında iken babasını kaybetmesiyle başladı. İbn Müfriha adlı bir âlimden Hırakl'nin elMuhtasar'ından bazı bölümler okuyan Ebû Ya'lâ, hocasının yönlendirmesiyle meşhur Hanbelî hukukçusu İbn Hâmid'den fıkıh dersleri alarak bu mezhebi benimsedi. 402'de (1012) çıktığı hac yolculuğu sırasında kendisini vekil bırakan hocası İbn Hâmid'in ölümünden sonra (5. 403/1012) onun meclisinde öğretime ve fetva vermeye başladı. 414 (1024) yılında hacca gitti. Dönüşünde yine ders vermeyi sürdürdü; aynı zamanda fıkıh, usûl-i fıkıh, kelâm, ilm-i hilâf, tefsir gibi çeşitli ilim dallarında eserler telif etti. Zamanla hadis alanında da uzmanlaşan Ebû Ya'lâ, cuma namazından sonra Mansûr Camii'nde Ahmed b. Hanbel'in oğlu Abdullah'ın minberinde hadis dersleri verir, devlet adamları ve meşhur âlimlerin de katıldığı ders halkasında büyük bir izdiham olurdu. Birçok rivayeti bulunan Ebû Ya'lâ, Hatîb el-Bağdâdî'ye göre sika* bir râviydi. Safedî ise hadis metin ve senedlerindeki illetler hususunda mahareti bulunmadığını, usul ve fürû meselelerinde delil olarak birçok vâhî* hadis kullandığını belirtmektedir (el-Vâfî, ili, 8). Zehebî'nin kanaati de bu yöndedir (Ac lâmun-nübelâ', XVIII, 90). Hadis alanındaki görüşleri Ebü'l-Ferec İbnü'l-Cevzî'nin Saydü'l-hâtır'ı, Ebü'lFidâ İbn Kesîr'in el-Bâ'işul-hasis'i, Süyûtî'nin Tedrîbur-râvî'si gibi çeşitli eserlerde iktibas edilmiştir. Yetiştirdiği talebeler arasında, hadis sahasında oğullan Ebü'l-Kâsım UbeyduIIah ve Tabakâtü'l-Hanâbile müellifi Ebü'l-Hüseyin Muhammed ile Hatîb elBağdâdî, Hibetullah b. Abdülvâris eş-ŞÎrâzî, Ebü'1-Fazl İbn Hayrûn, Ebü'l-Hasan
İbn Rıdvân, Ali b. Muhammed ed-Dâmegânî, Muhammed b. Ahmed eş-Şâşî; fıkıh sahasında ise Ebü'l-Vefâ İbn Akîl, Kelvezânî, İbnü'l-Bennâ el-Bağdâdî, Ebû Muhammed Rızkullah b. Abdülvehhâb et-Temîmî gibi birçok âlim vardır. Ebû Ya'lâ, 421 (1030) veya 422 (1031) yılında Kâdılkudât Ebû Abdullah İbn Mâkûiâ'nın yanında şahitlik (noterlik) yapması yönündeki ilk teklifi reddetti. Ancak 428'den (1037) sonra ısrarla tekrarlanan ikinci teklifi geri çeviremedi. KâimBiemrillâh, İbn Mâkûlâ'nın ölümü üzerine (447/1055) boşalan Dârülhilâfe ve Harim kadılığı görevini son derece güven ve saygı duyduğu Ebû Ya'lâ'ya teklif etti. Önce olumsuz cevap veren Ebû Ya'lâ, ısrarlar üzerine tören alaylarına, sultanı karşılama merasimlerine katılmamak, saraya çıkmamak, sorumlusu olduğu Nehrülmuallâ ve Bâbülezc'deki kaza merkezlerine de ayda birer gün gitmek şartıyla bu görevi kabul etti. Aslında Harim kadılığına Ebü't-Tayyib et-Taberî gibi değerli bir âlimin adaylığı söz konusu iken Kâim-Biemrillâh Ebû Ya'lâ'yı tercih etti. Ardından Harim kadılığına Harran ve Hulvân kadılığı da eklendi. Daha sonra Bâbülezc'e Cîlî'yi tayin eden Ebû Ya'lâ, onun bazı hatalarını görünce kendisini azlederek nikâh ve borç akidleriyle ilgili davalara bakmak üzere talebesi Ebû Ali Ya'küb'u görevlendirdi. Buradaki akarla ilgili davalar için Ebû Abdullah İbnü'l-Bakkâl'ı, Dârülhilâfe ve Nehrulmuallâ'ya ise Ebü'l-Hasan es-Sîbî'yi nâib tayin etti. Bütün bu görevleri ömrünün sonuna kadar sürdüren Ebû Ya'lâ ilmî ehliyeti, sağlam şahsiyeti ve titiz hizmet anlayışıyla halifenin sürekli artan güven ve iltifatına mazhar oldu. 19 Ramazan 458 (14 Ağustos 1066) tarihinde vefat eden Ebû Ya'lâ'nın cenaze namazını Mansûr Camii'nde oğlu Ebü'lKâsım UbeyduIIah kıldırdı ve cenazesi Bâbü Harb Mezarlığı'nda Ahmed b. Hanbel'in kabrinin yakınına defnedildi. Hanbelî fıkhında otorite olan Ebû Ya'lâ, mezhep taassubuna kapılmayarak gerektiğinde mezhep imamının görüşlerine aykırı bazı ictihadlarda bulunan bir âlimdir. Ahmed b. Hanbel'in ictihad metodunu (usul) benimsemiş olması, fürû ile ilgili meselelerde bulduğu farklı delilleri değerlendirerek müstakil ictihadlar yapmaktan onu alıkoymamıştır. Özellikle Şâfiîler başta olmak üzere zaman zaman diğer mezhep mensuplarının görüşlerine itibar ettiği de olmuş-
tur. Ebû Ya'lâ, İbn Akîl, İbn Kayyim ve Takıyyüddin İbn Teymiyye gibi mezhep âlimleri tarafından mutlak müctehid olarak vasıflandırılmıştır. Onun yolunda giden İbn Akîl, Kelvezânî ve Şerîf Ebû Ca'fer gibi talebeleri o dönemde kapanmaya başladığına inanılan ictihad kapısının mutlak olarak açılması gerektiğini savunma cesaretini göstermişlerdir. Ebû Ya'lâ ayrıca tefsir ve kırâat-i aşereyi de iyi bilirdi. Ebü'l-Ferec İbnü'l-Cevz î ' n i n Zâdü'l-mesîr
fî
c
ilmi't-tefsîr'\
gi-
bi bazı eserlerde özellikle ahkâm âyetleriyle ilgili olmak üzere Ebû Ya'lâ'nın tefsirlerinden birçok alıntı bulunmaktadır. Tefsir sahasındaki eserlerinin en önemli özelliği, iyi bir hukukçu ve kelâm âlimi olmasının da etkisiyle akaid ve ahkâm âyetlerinin tefsirine büyük önem vermesidir. Ayrıca İsrâiliyat'tan uzak durmaya ve zâhiren çelişkili gibi görünen âyetleri telif etmeye çalışması da diğer özellikleri arasındadır (tefsir sahasındaki bazı görüşleri için bk. M. A. Ebû Fâris , s. 109-129). Kâim-Biemrillâh'ın kadılık teklifini kabul etmeden önce ileri sürdüğü şartlardan da anlaşılacağı gibi şahsiyetli bir âlim olan Ebû Ya'lâ ilmi yanında zühd ve takvâsıyla da şöhret bulmuştur (bu husustaki menkıbeleriyle ilgili olarak bk. İbn Ebû Ya'lâ, II, 222-230). Zalim devlet adamlarının meclislerinde bulunmaz, idarecilerin hediyelerini kabul etmez, dünyalığa fazla önem vermezdi. Emir bi'l-ma'rüf ve nehiy ani'l-münkerden geri kalmayan Ebû Ya'lâ ilmiyle amel etmeye büyük gayret gösterir, bid'atlarla mücadele ederdi. Emevî hânedanını devirerek iktidara gelen ve Endülüs Emevîleri'yle ilişkileri hiç de iyi olmayan Abbâsîler'in idaresi altında yaşamasına rağmen Tebıfetü Mu'âviye adlı bir eser yazacak kadar ilmî cesaret gösterebilmiş olması da ayrıca zikre değer bir vasfıdır. Talebelerine sadece ilmiyle değil zühd ve takvâsıyla da örnek olmuştur. Biri Şâfiî, diğeri Hanefî mezhebine mensup İbn Mâkûlâ ve Dâmegânî gibi kadılar, doğru sözlülüğünden emin oldukları Ebû Ya'lâ'nın kendi yanlarında şahitlik yapması için ısrar etmiş, hatta tekliflerini geri çevirmemesi için itibar sahibi aracılardan yardım talebinde bulunmuşlardır. Eserleri. Fıkıh, usûl-i fıkıh, ilm-i hilâf, tevhid, tefsir gibi çeşitli ilim dallarında altmış civarında eser kaleme aldığı belirtilen Ebû Ya'lâ'nın günümüze ulaşan eserleri şunlardır: 1. el-Ahkâmü's-sul-
254
Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
EBÛ YA'LÂ el-FERRÂ tâniyye*. Devletin esas teşkilât ve idaresiyle ilgili fıkhî ahkâmı bir araya toplayan bu kitap en meşhur eseri olup Muhammed Hâmid el-Fıkı tarafından neşredilmiş (Kahire 1357/ 1938), daha sonra da bu neşrin çeşitli ofset baskıları yapılmıştır (meselâ Beyrut 1983). 2. et-Ta clîku'l-kebîr
fi'l-mesâ'
iliî-hilâfiyye
bey-
neî-e'imme. İlm-i hilafla ilgili bir eserdir. Ele aldığı meselelerde önce Ahmed b. Hanbel ve talebelerinin ictihadlarıyla diğer mezheplerden paralel görüşleri ortaya koyduktan sonra muhalif fikirlere geçmektedir. Daha sonra ayrıntılı bir şekilde sunduğu Hanbelîler'in delilleriyle kısmen aktardığı muhaliflerinin delilleri arasında karşılaştırma yaparak genellikle kendi mezhebine ait olanları savunmaktadır. On bir cilt olduğu kaydedilen eserin İstanbul'da Millet Kütüphanesi'nde (Feyzullah Efendi, nr. 695) ve Kahire'de Dârü'l-kütübi'l-Mısriyye'de (Fıkhü'lHanbelî, nr. 140) hac ve alışveriş konularını ihtiva eden IV. cildinin birer nüshası ile Câmiatü'd-düveli'1-Arabiyye Ma'hedü'l-mahtûtât'ta (İhtilâfu 1-fukahâ, nr. 18) bunun bir kopyası mevcuttur. 3. Kitâbü'l
-Rivâyeteyn
ve'l-vecheyn.
Fü-
rû-i fıkıh, usûl-i fıkıh ve akaid olmak üzere üç cüzden oluşmaktadır. Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi'nde (Kİ. Ahmed, nr. 1121) bir nüshası bulunan eserin fürû-i fıkıhla ilgili kısmı, Abdüikerîm b. Muhammed el-Lâhim tarafından
el-Mesâ'ilü'l-fıkhiyye
bi'l-Rivâyeteyn
min
ve'l-vecheyn
Kitâ-
adıyla
üç
cilt halinde neşredilmiştir (Riyad 1985). Yirmi altı bölümden oluşan bu cüzde çeşitli fıkhî meselelere dair Ahmed b. Hanbel'den gelen farklı rivayetler değerlendirilmektedir. Müellif, derlediği bu rivayetlerin sıhhat derecesini ve ilgili görüşlerin İbn Hanbel'e ait olup olmadıklarını tartışmakta, bunlar arasında Kur'an ve Sünnet'ten tesbit ettiği çeşitli delillere uyan görüşleri tercih etmektedir. Eserin usûl-i fıkıhla ilgili bölümü de aynı kişi t a r a f ı n d a n el-Mesâ'ilü'l-uşûliyye Kitâbi'r
- Rivâyeteyn
min
ve'l-vecheyn
adıy-
la yayımlanmıştır (Riyad 1985). 4. el-Câmi cüs-sağır. Hanbelî fıkhıyla ilgili bir eser olup Küveyt'te Vizâretü'l-evkâf'ta bir n ü s h a s ı vardır. S. Şerhu
Hıraki.
Hırakî'nin el-Muhtaşar
Muhtaşari'ladlı fık-
ha dair eserinin şerhi olup tamamı altmış dört bölümden meydana gelmektedir. el-Muhtasar'm önemli şerhlerinden biri olan eserin Dımaşk Dârü'l-kütübi'z-Zâhiriyye'de iki ciltlik bir nüshası-
nın il. (nr. 57) ve üç ciltlik bir başka nüshasının 111. cildinin (nr. 58) yazmaları mev-
Ebû Ya'lâ'nin kaynaklarda adı geçen diğer bazı eserleri de şunlardır: Ahkâ-
c u t t u r . 6. el- cUdde*
mü'l-Kur"
fî uşûli'l-fıkh.
Han-
belî usûl-i fıkhına dair temel kaynaklardan biri olup aynı zamanda bugüne ulaşan ilk Hanbelî fıkıh usulü kitabı sayılmaktadır. Eser Ahmed Ali el-Mübârekî tarafından neşredilmiştir (l-lll, Beyrut 1980; I-V, Riyad 1414/1993, 3. bs.). Müellif eserini M u h t a s a r ü ' l - ' U d d e adıyla ihtisar etmiş, ancak bu eser günümüze
fî
u l a ş m a m ı ş t ı r . 7. el-Kifâye
er-Red
îî
uşûli'l-fıkh.
ân,
îiâhu'l-beyân,
hurûfi'l-mu ccem
lûdi'l-küîîâr
fi'n-nâr, c
mezheb,
Uyûnü'l
hiyel,
el-Kelâm
ve'l-kat"alâ
- mesâ"
baba
îbtâlü'l-
Şürûtu
el-Kelâm
mukaddimât
fî
uşûli'd-diyânât,
aleî-Eş cariyye,
Kerrâmiyye, alâ
c
er-Red
aleî-
C
er-Red z
eh-
îi'l-istivâEr-
c
er-Red
fi'l-
il,
Şerhu'l-Mühezzeb,
li'z-zimme,
hu-
el-Mücerred
aleî-Bâpniyye,
İbni'l-Lebbân,
İbtâlü't-
te'vîlât li - ahbâri's -sıîât, Muhtasara Beş ciltlik bir eserdir. Dârü'l-kütübi'lIbtâli't-te'vîlât, İsbâtü imâmeti'l-huMısriyye'de (Usûlü'l-fıkh, nr. 365) IV. cilleîâ'i'lerbaba, er-Risâle ilâ imâmı 1dinin yazma bir nüshası ile Câmiatü'dAhmed, Mukaddime îi'ldüveli' 1 - Arabiyye Ma'hedü' 1 - mahtûtât'- vakt, Fezâ'ilü edeb, Kitâbü't-Tıb, Kitâbü'l-Libâs, etta (Usûlü'l-fıkh, nr. 90) bunun bir kopTevekkül, Zemmü'l-ğmâTafzîlü'lyası bulunmaktadır. Bu cilt, " Kitâbü' rc îakr ale'l-ğmâ3 (eserlerinin bir listesi Rehn" ile başlayıp "Kitâbü'l-Müsâkât" ile için bk. Ebû Fâris, s. 245-248). sona eren on bir bölümden oluşmaktadır. Müellif bu eserini Muhtaşarü'l -KiBIBLIYOGRAFYA: îâye adıyla ihtisar etmişse de bu muhE b û Ya'lâ el-Ferrâ, el-Ahkâmü's-sultâniyye tasar günümüze ulaşmamıştır. 8. el-Emr (nşr. M u h a m m e d H â m i d el-Fıki), Beyrut 1 4 0 3 / bi'l-ma crûf
ve'n-nehy
'ani'l-münker.
Yirmi dokuz fasıldan ibaret olup Dımaşk Dârü'l-kütübi'z-Zâhiriyye'de kayıtlı mecmuanın (nr. 42) 96-125 varakları arasında bir nüshası mevcuttur. 9. Mesâ'ilüiîmân. İman meseleleriyle ilgili dokuz soruya verilen cevaplardan oluşmaktadır. Dârü'l-kütübi'z-Zâhiriyye'de kayıtlı mecmuanın (nr. 42) 63-95 varakları arasında bir nüshası bulunan eser Mes'ûd b. Abdülazîz el-Halef tarafından tahkik edilerek yayımlanmıştır (Riyad 1410/1990). 10. Muhtaşarü'l
- Mu"
temed
fî
usûli'd-
dîn. Kelâm ilmine dair olup kendisine nisbet edilen el-Mu'temed adlı eserin muhtasarıdır. Eserde, "Babam İmam Ebû Ya'lâ son olarak bu görüşü tercih etti" tarzında bazı ifadelerin yer alması, onun Ebû Ya'lâ el-Ferrâ'ya aidiyetini şüpheli hale getirmekte ve Ebû Ya'lâ es-Sagîr olarak da tanınan (Abdülkadİr Bedrân, s. 210) oğlu Ebû Hâzim el-Ferrâ'ya ait olması ihtimalini akla getirmektedir. Ancak eserin Ebû Ya'lâ el-Ferrâ tarafından telif edildiği hususunda ittifak vardır. Ayrıca bu tür ifadeleri, eserin Ebû Hâzim tarafından istinsah edilmiş olması ile açıklamak da mümkündür. Uzunca bir mukaddime ile on babdan oluşan ve Dârü'l-kütübi'z-Zâhiriyye'de (Tevhîd, nr. 45) yazma bir nüshası bulunan eseri Vedî' Zeydân Haddâd el-Mu'temed fî uşûli'd-dîn adıyla neşretmiştir (Beyrut 1972, 1974). 11. Kitâbü'l -Müîredât. Diğer kaynaklarda adı geçmeyen eserin bir nüshası Brockelmann tarafından zikredilmektedir (GAL Suppl., I, 686).
1983, nâşirin m u k a d d i m e s i , s. 11-18; a.mlf., el-
Mesâ'ilu
ifıkhiyye
ve'l-vecheyn
min
Kitabi'r-Rivâyeteyn
(nşr. A b d ü i k e r î m b. M u h a m m e d
el-Lâhim), Riyad 1 4 0 5 / 1 9 8 5 , nâşirin mukaddimesi, I, 5-30; a.mlf., el-MÜtemed
fî
uşûli'd-
dîn (nşr. V e d î ' Z e y d â n H a d d â d ) , Beyrut 1974, Târîhu
nâşirin İngilizce girişi, s. 13-28; Hatîb,
Bağdâd,
Tabakâtü'l-Ha-
II, 2 5 6 ; İbn E b û Ya'lâ,
nâbile,
II, 193-230; S e m ' â n î , el-Ensâb,
İbn Asâkir, Târîhu
Dımaşk,
IX, 2 4 6 ;
XV, 259-260; İb-
nü'I-Cevzî,
Zâdü'l-mesîr,
Muntazam,
VIII, 343-344; IX, 4 ; İbnü'l-Esîr, el-
Lübâb,
a.mlf., el-
tür.yer,;
II, 4 1 3 - 4 1 4 ; a.mlf., el-Kâmil,
Teymiyye, MecmÜatü'r-resâ'il,
X, 5 2 ; İbn
Kahire
I, 4 4 5 ; Zehebî, A c lâmü'n-nübelâ', 9 2 ; İbn Fazlullah el-Ömerî, Mesâlik, 2 7 0 ; İbn Kayyım el-Cevziyye, İ c
kı'în,
IV, 2 1 2 ; Safedî, el-Vâfî,
Tabakât,
VI, 267-
lâmü'1-muvakIII, 7-8; Sübkî,
VI, 123, 1 6 3 ; İbn Kesîr, el-Bidâye,
4 6 0 ; XII, 9 4 - 9 5 ; Ali b. S ü l e y m a n
el-İnsâf
1323,
XVIII, 89-
fî ma'rifeti'r-racih
IX,
el-Merdâvî,
mine'l-hilaf
(nşr.
M u h a m m e d H â m i d el-Fıkl), Beyrut 1 3 7 8 / 1 9 5 8 ,
el-Menhecü'l-ah-
XII, 46, 48, 259-260; Uleymî,
med
(nşr. M . M u h y i d d i n A b d ü l h a m î d ) , Beyrut
1 4 0 3 / 1 9 8 3 , II, 128-142; Keşfü'z-zunûn,
I, 19,
564, 5 7 1 ; 11, 1416, 1421, 1433, 1498,
1593,
1668, 1 7 3 2 ; A b d ü l k a d İ r B e d r â n , el-Medhal
mezhebi'i-İmâm
Ahmed
b.
Hanbel,
ilâ
Dımaşk
1919, s. 40-41, 210, 216, 2 3 1 , 2 4 1 ; Brockelm a n n , GAL, I, 5 0 2 ; Suppl.,
I, 3 1 1 , 6 8 6 ; Sezgin,
GAS, I, 5 1 3 ; M ü n e c c i d , Mücem,
IV, 3 8 ; V, 3 8 ;
a.mlf., Fihrisü'imahtûtâti'T'Arabiyye
fî mek-
tebeti Ferrûc Selâtyân, de
İbrâhim
nüşiret
Beyrut 1965, s. 8 1 ; Âyi-
el-KütübÜl-'Arabiyye'lletî
Nasîr,
fî Mısr beyne
'âmey
1926-1940,
Kahi-
re 1980, s. 5 7 ; M. A b d ü l k a d İ r E b û Fâris, el-Ki-
dî Ebû
Ya'lâ
el-Ferrâ'
mü's-sultâniyye,
ve kitabühû
Beyrut
el-Ahkâ-
1403/1983;
lah es-Sübey'î, ed-Dürrü'l-münaddad
kütübi
mezhebi'l-İmâm
Ahmed
Abdul-
fî
esmâ'i
(nşr.
Câsim
ed-Devserî), Beyrut 1 4 1 0 / 1 9 9 0 , s. 19-20; G. Lecomte, " A b û Y a ' l â i b n a l - F a r r â 3 , K i t â b alMu'tamad
f î u s û l a l - d î n " , Arabica,
XXII/1,
Leiden 1976, s. 9 3 ; H. Laoust, " i b n a l - F a r r â ° " ,
El
2
(İng.), III, 765-766.
m İH
CENGIZ KALLEK
255 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
EBÛ YA'LÂ el-FERRÂ • KELÂM. Ebû Ya'lâ el-Ferrâ, Selefiyye'ye mensup olmasına rağmen bazı konular dışında kelâmî terim ve metotları kullanarak akaid esaslarını inceleyen âlimlerin başında yer almıştır. Hadis, fıkıh ve tefsir ilimlerinin yanı sıra kelâmî konularla ilgilenerek bu alanda yazdığı eserlerle Selefiyye'nin belli başlı temsilcileri arasına girmiştir. Ehl-i sünnet kelâm mekteplerinin teşekkül edip yaygınlaştığı ve tesirini icra ettiği bir dönemde yetişen Ebû Ya'lâ, akaidi Hanbelî âlimi İbn Hâmid'den okuduğu için başlangıçta onun etkisinde kaldı. Delil getirme ve karşı delilleri eleştirme usullerini öğreten cedel ilmine dair yazdığı eserlerle de meşhur oldu. Kaderiyye, Mürcie, Sâlimiyye gibi mezheplerin görüşlerini nakledip eleştirmiş, özellikle Sâlimiyye hakkında verdiği bilgilerle mezhepler tarihi alanında da dikkat çeken bir âlim olmuştur. Onun Mu'tezile'ye ait usûl-i hamse*yi Ehl-i sünnet esaslarına göre yorumlaması da ilginçtir. Ona göre tevhid Allah'ın ezelî sıfatlarla nitelenen yegâne varlık olması, adalet Allah'ın mülkünde dilediği gibi tasarruf etmesi, va'd ve vaîd Allah'ın va'dinden dönmemesi, el-menzile beyne' 1-menzileteyn fiilde kulun kâsib, Allah'ın hâlik olması, emir bi'l-ma'rûf nehiy ani'l-münker ise sapıklara ait görüşleri ortaya koyup dini iptal etmek isteyenlerce öne sürülen delillerin çürütülmesi demektir (el-Mu'temed, s. 209-221). Ebû Ya'lâ'nın, Eş'arî kelâmcılarından İbn Fûrek'in haberi sıfatların te'vilini ihtiva eden Müşkilü'l-hadîs adlı eserine karşı yazdığı İbtâlut-te'vîlât
li-ahbâri'ş-şıîât
adlı
reddiyesi (İbn Teymiyye, Mecmû cu Fetâvâ, VI, 54) devrin halifesi Kadir-Billâh tarafından beğenilmiş, ancak eserinde zayıf veya uydurma hadislere, bazan da İsrâiliyat türünden rivayetlere dayanarak Allah'ı insanlara benzettiği iddiasıyla kendi mezhebine mensup âlimlerce eleştirilmiştir. Bunun üzerine halifenin dârülhilâfede düzenlediği ilmî meclislerde Eş'arî âlimlerinin de katıldığı bazı tartışmalar yapılmış ve sonunda Vezir Ali b. Mesleme'nin gayretiyle her iki tarafın ortak bir görüşe varması sağlanmıştır (Zehebî, XVIII, 90). Ebû Ya'lâ el-Ferrâ'nın itikadî görüşlerini, günümüze ulaşan el-Mu'temed (veya Muhtaşarul-Mu'temed) fî usûii'ddîn ve Mesû'ilü'l-îmân adlı eserleriyle oğlu İbn Ebû Ya'lâ'nın bunlardan özetleyerek yaptığı nakillerden, ayrıca Ta-
kıyyüddin İbn Teymiyye'nin iktibaslarından tesbit etmek mümkündür. Ebû Ya'lâ'nın kelâmî görüşleri şöylece özetlenebilir: 1. Bilgi Problemi. Bilgi kaynakları duyular, aklın zaruri ilkeleri, nazar ve istidlâl ile mütevâtir haberden oluşur. Akıl zaruri bilgilerin bir kısmını bilme yeteneğidir; nazar ve istidlal, zaruri olarak bilinemeyen ve duyularla algılanamayan hususların bilgisine ulaştıran akıl yürütme tarzıdır. Kurallarına uyularak gerçekleştirilen nazar ve istidlâl ile doğru bilgiler üretilir. Zira Kur'ân-ı Kerîm'de bir taraftan insanlardan nazar ve istidlalde bulunmaları istenmiş (el-A'râf 7 / 185; elGâşiye 88/17-20), diğer taraftan nazarı terkedip başkalarını taklit edenler kötülenmiştir (el-Bakara 2/170; Lokmân 31/ 21). Eğer nazar ve istidlâl ile doğru bilgiye ulaşmak mümkün olmasaydı yazının yazarına, binanın da yapanına delâlet etmemesi gerekirdi. Bununla birlikte insanın dinî bakımdan sorumlu tutulabilmesi için akıl yürütme gücüne sahip kılınması yeterli değildir, peygamberin davetine de muhatap olması gerekir. Çünkü Kur'ân-ı Kerîm'de, insanların ileri sürecekleri bir mazeretleri kalmaması için peygamber gönderildiği belirtilmek suretiyle (en-Nisâ 4/165; el-İsrâ 17/15) peygamberin davetine muhatap olmayanların meşrû mazeret sahibi olduklarına ve dolayısıyla mâzur görülebileceklerine işaret edilmiştir. İnsanlar hakikatleri kitap, sünnet, icmâ, kıyas ve akıl yoluyla idrak edebilirler (el-Mu'temed, s. 19-26, 31, 101-102). 2. Ulûhiyyet. Allah'ın varlığına ilişkin bilgi zaruri değil nazarî ve iktisâbîdir. İnsanların büyük çoğunluğu evrendeki varlıkların değişkenlik, sonradan oluş gibi özelliklerini göz önünde tutarak yaratılmış olduklarını ve her yaratılanın da bir yaratıcısı bulunması gerektiğini idrak etmek suretiyle Allah'ın varlığına ulaşabilir. Âlimler ise varlıkları kadîm, araz ve cevherlerden müteşekkil hâdis varlıklar şeklinde ayrıntılı tahlillere tâbi tutarak Allah'ın varlığına istidlalde bulunurlar ( a.g.e., s. 29-40; İbn Teymiyye, Der'ü te'aruz, I, 104; VII, 442-443; VIII, 348). Tek ve benzersiz bir varlık olduğundan hakkında kemiyet ve keyfiyet düşünülemeyen Allah'ın sıfatları zâtî, mânevî, fiilî ve haberi gruplarına ayrılır. İlâhî sıfatların hepsi kadîmdir. Henüz hiçbir mahlûk yok iken de Allah mütekellim, hâlik vb. sıfatlarla muttasıftı. Allah zâtıyla bâkî olup
O'na ayrıca beka sıfatını nisbet etmek gerekli değildir. Sıfât-ı ma'neviyyeyi ispat etmek ahval*i de ispat etmeyi gerektirir. Buna göre Allah'ın kadir ve âlim oluşu zâtında mevcut kudret ve ilim hallerinden dolayıdır. Yaratma fiiliyle (tekvin) yaratılan şey (mükevven) birbirinden ayrı kavramlar değildir. İlâhî sıfatlar hakkında "nasıl" sorusu sorulamayacağı gibi fiilleri hakkında da "niçin" diye sorulamaz. Bundan dolayı sıfatların keyfiyeti bilinemez; Allah'ın fiilleri herhangi bir illete bağlı olmayıp tamamen iradîdir. Naslara göre Allah zâtıyla âlemin içinde değil fevkindedir. Akıl da O'nun yaratıkların fevkinde olduğuna hükmeder. Naslarda yer alan ve Allah'a cihet, eyniyet (mekân), istivâ, nüzûl, mecî, ayn, kadem, ısbâ' gibi kavramlar nisbet eden sıfatları aynen benimsemek gerekir. Bu nasları zâhirî mânalarının dışında bir mâna ile te'vil etmek câiz olmadığı gibi zâhirî mânadan hareket ederek Allah'ı yaratıklara benzetmek de mümkün değildir. Haberi sıfatları te'vil etmemek teşbih ve tecsîmi gerektirmez. Zira bunları Allah'a nisbet eden naslardır. Bunları olduğu gibi nakleden ve Allah'ı insanlara benzemekten tenzih eden âlimlerin Müşebbihe ve Mücessime'den sayılması haksızlıktır. Naslarda Allah'a atfedilmesi yasaklanmamış olmak şartıyla uygun anlamlar taşıyan isimleri Allah'a vermek câizdir (el-Mu'temed, s. 35-57; İbn Ebû Ya'lâ, II, 208-212, 226; İbn Teymiyye, Der'ü te 'aruz, II, 74-75; V, 35, 409-410; VI, 207209; VII, 131-132; VIII, 54-56; IX, 395). Allah'ın dünya ve âhirette hem gözlerle hem de rüyada görülmesi mümkündür. Âhirette ise müminlerce görüleceğine inanmak farzdır. Hz. Peygamber mi'racda dünya gözü ile Allah'ı görmüştür. İbn Teymiyye, Ebû Ya'lâ'nın önce tekvin ile mükevveni aynı saydığı halde daha sonra fikir değiştirerek onları ayrı şeyler olarak kabul ettiğini nakleder (a.g.e., II, 264). Kulların hayır-şer, iman-küfür, hidâyet-dalâlet türünden bütün fiillerini yaratan Allah'tır. Kur'ân-ı Kerîm'de insanların, Allah'ın yarattığı şerden yine Allah'a sığınmaya davet edilmesi bunun açık delilidir (el-Felak 113/2). Buna bağlı olarak Allah'ın saptırması, insanları zorla inkâr ve dalâlete sevketmesi demek olmayıp onlarda inkâr ve isyan etme gücünü yaratması demektir. Ecel dahil insanların başına gelecek olan her şey takdire bağlıdır (el-Mu'temed, s. 8285, 129-134, 148-149).
256 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
EBÛ YA'LÂ el-FERRÂ 3. Nübüvvet ve Ahiret. Allah'ın insanlara peygamber göndermesi ve gönderdiği peygamberlerin doğruluğunu mûcize ile teyit etmesi aklen mümkündür. Bu konuda yahudi, hıristiyan ve müslüman milletlerce Hz. Mûsâ, Hz. îsâ ve Hz. Muhammed'in mûcize gösterdiklerine ilişkin nakledilen haberlerin yalan olması ihtimal dahilinde değildir. Bundan başka akıllı ve bilgili insanların uyarılması, cahil kimselerin de öğretilmesi peygamberlerin gönderilmesiyle gerçekleşebilir. Peygamberler ilâhî buyrukları insanlara tebliğ etme hususunda hataya düşmezler, fakat şahsî hayatlarında hata edebilirler. Nitekim Kur'an'da da bunu teyit eden deliller vardır (Tâhâ 20/121 ; el-Feth 4 8 / 2 ; a.g.e„ s. 153, 247; İbn Teymiyye, Der'ü te'âruz, IX, 52). Kabir azabı veya nimeti, ölen insanın ruhunun bedenine iade edilmesiyle gerçekleşir. Hesap sırasında insanların amelleri bir terazide tartılacak ve ilân edilecektir. Değerlendirilmeye alınacak iyilikleri bulunmadığından kâfirlerin hesaba çekilmelerine gerek görülmeyecektir. Âhirette müminlere sürekli nimet vermek veya kâfirleri sürekli azaba tâbi tutmak Allah'a vâcip değildir. Müminlerin çocukları babalarıyla birlikte cennete, kâfirlerin çocukları da babalarıyla birlikte cehenneme girecektir. Zira Kur'an'da bu hususa işaret edilmiştir (etTûr 52/21; el-Mu'temed, s. 83, 110-120, 175-179; İbn Teymiyye, Der'ü te'âruz, VIII, 435,492). Dünyanın dışında bir âhiret âleminin olmadığı inancına dayanan tenâsüh telakkisi âhiret hayatı ve diriliş inancıyla bağdaşmaz. Zira tenâsüh akidesine göre insan ruh ve bedenden müteşekkil bir varlıktır. Bir cisim olan ruh bedenin canlılık taşıyan bütün unsurlarına yayılmıştır. Ruh cevher ve araz olmadığı gibi hayattan da ibaret değildir. Zira hayat insanı canlı kılan bir arazdır. Bu sebeple insanın canlılığını sağlayan ruh değil hayattır. Kur'an'da ruhtan nefis diye söz edilmiş ve Allah'ın ölüm anında ruhları (enfüs) kabzettiği belirtilirken (ez-Zümer 39/42) ikisi birleştirilmiştir. Kur'an'da, Allah yolunda öldürülenlerin gerçekten ölmediklerinin ve Allah katında rızıklandırıldıklarının bildirilmesi (Âl-i İmrân 3 / 169), ruhun ölümden sonra yok olmayıp varlığını sürdürdüğünü gösteren bir delildir. Zira âyetin anlatmak istediği husus şudur: "Allah yolunda öldürülenlerin ruhlarını ölmüş zannetmeyin, zira onlar cennettedir" (el-Mu'temed, s. 95-96).
4. İman-Küfür. Sözlükte "kalbin bir şeyi bilerek tasdik etmesi" mânasına gelen iman, ıstılahta bâtınî ve zâhirî taatlerin bütününe verilen isimdir. Buna göre tasdikin unsurları ikrar ve ameldir. Kişinin tam bir mümin olabilmesi için kalbin tasdikinden başka bütün ibadetleri yerine getirip yasakların tamamından kaçınması gerekir. Namaz dışındaki vecîbeleri yerine getirmeyen kişi mümin olmakla birlikte fâsıktır. İslâm kelime-i şehâdeti kalben inanarak söylemek, iman ise taat ve ibadetlerin tamamını ifa etmektir. Bundan dolayı her mümin müslimdir, fakat her müslim mümin değildir (a.g.e., s. 188-190; Ebû Fâris, s. 193-194). Günah işlemek mümini imandan çıkarmamakla birlikte azaba müstahak olmasını gerektirir (el-Mu'temed, s. 122). Allah'ı cisimlere benzetmek, sıfatlarının hâdis olduğunu söylemek, açık bir nasla haram kılınan ve haram oluşu hususunda ittifak edilen bir şeyi helâl telakki etmek küfürdür. Bundan başka Kaderiyye, Mu'tezile, Cehmiyye, Lafzıyye, ayrıca Hz. Osman'ı ve Hz. Ali'yi tekfir eden Hâricîler'le ashabı tekfir eden veya onları fâsık kabul edip cehennem azabına müstahak olduklarını söyleyen Şiîler tekfir edilir. Kendilerine peygamber daveti ulaşmayan kâfirler mâzur görülür (a.g.e., s. 160, 267, 271). 5. İmâmet. Müslümanların kendilerine bir halife tayin etmeleri aklen değil naklen gereklidir. Halife ehlü'l-hal ve'lakd*in yapacağı seçimle belirlenir. Şia'nın "gâib imam" görüşü hiçbir temele dayanmaz. Zira imam, hakkı yerine getirip bâtıl görüşlerle mücadele etmek, müslümanlan düşmanlara karşı korumak, mazlumun hakkını zalimden almak, helâl ve haram olan şeyleri açıklamak gibi hususları gerçekleştirmek için tayin edilir. Gâib imamın bunları yapması ise imkânsızdır. Gâib imam görüşü Şia'nın, herkesin dinini imamdan öğrenmesi gerektiğine dair görüşüyle de çelişir. Peygamberler kulluk vazifeleriyle ilgili konularda bazan hata yaptıkları halde imamların mâsum olmaları mümkün değildir. Hz. Ali ile muhalifleri arasında meydana gelen olayları tartışma konusu yapmamak ve gruplardan herhangi birinin haklılık veya haksızlığına hükmetmemek gerekir (a.g.e„ s. 222-223, 231232, 247, 258-259). Ebû Ya'lâ el-Ferrâ âlemin hudûsü, Allah'ın varlığı ve nübüvvet konularında Selefin nasçı tutumundan uzaklaşıp ke-
lâmcıların metodunu benimsemiş, Mu'tezile, Eş'ariyye ve Felâsife'ye ait bazı görüşleri aklî delillere dayanarak eleştiren bir kelâm âlimi görünümü kazanmıştır. Nitekim İbn Teymiyye kelâm problemlerini tahlil ederken onu daima Bâkıllânî ve İmâmü'l-Haremeyn el-Cüveynî gibi kelâmcılar arasında zikretmiştir (meselâ bk. Der'ü
te'âruz,
I, 103, 303). İlâ-
hî sıfatlar konusunda ahval teorisini de benimseyen Ebû Ya'lâ, haberi sıfatlara ilişkin görüşlerinden dolayı Selefi ve Eş'arî âlimlerce şiddetle eleştirilmiştir. Ebû Bekir İbnü'l-Arabî, Ebû Ya'lâ'nın özellikle sıfatlara ilişkin olarak bazı dinî metinleri anlayacak seviyede bulunmadığını ifade eder (el-'Avâşım, s. 283, 306). İbn Teymiyye, bir taraftan İbnü'l-Arabi'nin Ebû Ya'lâ'ya nisbet ettiği teşbihe götüren bazı görüşlerin asılsız olduğunu ve bu görüşü rivayet eden kişinin bilinmediğini kaydederek İbnü'l-Arabî'ye karşı onu savunmuş, diğer taraftan da haberi sıfatlar ve kader konusunda birçok uydurma rivayete dayandığı, ayrıca kelâmcıların tabiat felsefesini benimsediği için o n u eleştirmiştir (Der'ü
te'âruz,
V, 237-238; VIII, 417). Hanbelî âlimlerinden Ebü Muhammed et-Temîmî de Ebû Ya'lâ'nın haberi sıfatlar konusunda mezheplerine asla temizlenemeyecek bir leke sürdüğünü söylemiştir (Safedî, III, 8). Yine aynı mezhebe mensup olan Ebü'lFerec İbnü'l-Cevzî, Ebû Ya'lâ'nın Ibtûlü't-te'vîlât adlı eserinde teşbihe düştüğünü ileri sürerek bu görüşün mezheplerine mal edilemeyeceğini göstermek
amacıyla
Def'u
şübheti't-teşbih
adlı bir eser yazmıştır. İbnü'l-Cevzî'ye göre Ahmed b. Hanbel bazı haberi sıfatları te'vil ettiği halde Ebû Ya'lâ onların hepsini zâhirî mânada anlamakla imamın mezhebinden sapmıştır (Def'u şübheti't-teşbîh, s. 24-25). İzzeddin İbnü'lEsîr de İbnü'l-Cevzî'nin bu görüşüne katılmıştır (el-Kâmil, X, 52).
Ebû Ya'lâ el-Ferrâ'nın, haberi sıfatlar konusunda Selefin "bilâkeyf" ilkesine itibar etmemesini ve bu tür sıfatları ısrarla zâhirî mânada anlamaya çalışmasını Selefiyye'nin genel tutumuyla bağdaştırmak m ü m k ü n değildir. Bununla birlikte Vezir Ali b. Mesleme'nin gayreti neticesinde Eş'arî âlimleriyle vardığı anlaşma üzerine bu husustaki görüşlerini yumuşattığı düşünülebilir. Nitekim bu yumuşamanın tesiri öğrencisi Ebü'l-Vefa İbn Akîl'de açıkça görülmektedir. Ebû Ya'lâ'nın Ehl-i sünnet dışında kalan itikadî mezheplerin çoğunu tekfir etmesi
257 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
EBÛ YA'LÂ el-FERRÂ de âlimlerin bu konudaki müsamahakâr tavrıyla bağdaşmamaktadır. Onun, peygamberlerin bazı kulluk görevlerinde hataya düşebileceklerini kabul etmesine karşılık ashap arasında meydana gelen anlaşmazlıklarda hiçbirinin hatasına hükmedilemeyeceğini ileri sürmesi tutarlı görünmemekte ve bu tutarsızlığın, Şîa'nın aşırılığına karşı ashabı savunma gayretinden kaynaklandığı kabul edilmektedir. BİBLİYOGRAFYA: E b û Ya'lâ el-Ferrâ, el-Mü
temed
fî
uşûli'd-
dîn (nşr. Vedî' Z e y d â n H a d d â d ) , Beyrut 1974, s. 19-26, 29-31, 34-44, 49-62, 70, 73, 82-86, 95-96,
101-102, 110-129,
132-134,
148-153,
160, 175-179, 186-190, 208-223, 231-232, 247,
Jabakâtul-
258-259, 2 6 7 , 2 7 1 ; İbn E b û Ya'lâ,
Hanâbile,
II, 208-212, 2 2 6 ; E b û Bekir İbnü'l-
Arabî, el-'Auâşım nü'l-Cevzî, Def'u
(Tâlibî), s. 283, 285, 3 0 6 ; İb-
şübheti't-teşbîh,
Dımaşk 1345,
s. 5-9, 14, 22-25, 32, 42-44, 47, 54-55, 61-71, 75-76; İbnü'l-Esîr, el-Kâmil, ye, Mecmû'u
ruzi'l-'akl
fetâvâ, ue'n-nakl
X, 5 2 ; İbn Teymiy-
VI, 5 4 ; a.mlf., Der'ü
te'â-
(nşr. M . R e ş â d Sâlim), Ri-
yad 1 3 9 9 / 1 9 7 9 , I, 16, 103-104, 303, 3 4 7 - 3 4 8 ; II, 74-75, 244-245, 2 6 4 ; III, 72, 246, 3 2 3 , 3 8 1 ; V, 35, 45, 237-238, 4 0 9 - 4 1 0 ; VI, 5 4 , 2 0 7 - 2 0 9 ; VII, 34-35, 131-132, 4 4 2 - 4 4 3 ; VIII, 54-56, 348,
A'lâmun-
4 1 7 , 4 3 5 , 4 9 2 ; IX, 52, 3 9 5 ; Zehebî,
nübelâ',
XVIII, 90-91; Safedî, el-Vâfî, III, 8 ; İb-
n ü ' l - İ m â d , Şezerât,
III, 3 0 7 ; M. A b d ü l k a d İ r E b û
Fâris, el-Kâdî
Ya'lâ
Ebû
el-Ferrâ'
hû el-Ahkâmü's-sultâniyye,
ue
kitâbü-
Beyrut 1 4 0 3 / 1 9 8 3 ,
s. 129, 193-194, 2 5 1 ; A b d ü l k a d İ r B e d r â n , el-
Medhal
ilâ
mezhebi'l-İmâm
Ahmed
b.
Han-
b. Harb gibi muhaddislere talebe oldu. Buhârî ve Müslim gibi âlimlere yetiştiği halde onlardan rivayette bulunmamasını eksiklik sayanlara, bir önceki tabakaya mensup muhaddislere talebelik ettiği belirtilerek bunun bir kusur sayılamayacağı ifade edilmiştir. Kendisine de Nesâî, İbn Hibbân, Ebü'l-Feth el-Ezdî, Taberânî, Ebû Bekir Ahmed el-İsmâilî, İbn Adî, İbnü's-Sünnî ve Ebü'ş-Şeyh gibi muhaddisler talebe oldular.
Yumuşak huylu, sabırlı ve edep sahibi bir kimse olarak anılan Ebû Ya'lâ'nın hadis rivayetinde hiçbir maddî menfaat gözetmediği özellikle belirtilmektedir. İbn Adî, hiçbir müsnedi üstad huzurunda dinlemediği halde Ebû Ya'lâ'nın el-Müsned"mi sadece Allah rızâsı için hadis okutması sebebiyle dinlediğini söylemektedir. İbn Adî'nin onu tedlîs* yapmakla suçlaması doğru bulunmamış, fakat yalancı bir râvi sayılan Ali b. Muhammed ez-Zührî'nin kendisinden asılsız haberler rivayet etmesi sebebiyle eleştirilmiştir. Buna karşılık Ebû Ya'lâ'nın eserlerinde hadis diye uydurulmuş rivayetler bulunmadığı, başkasının ona asılsız rivayetler isnat etmesinden de sorumlu olmadığı ifade edilmiştir. Ebû Abdullah İbn Mende'nin babası İshak b. Muhammed'in, devrin âlimlerinin Ebû Ya'lâ'nın güvenilir ve sağlam bir muhaddis olduğunda fikir birliğine varması sebebiyle kendisinden hadis okumak üzere yanına geldiğini söylemesi onun çağdaşları arasındaki itibarını göstermektedir. Yaşadığı dönemde mezhepler arasındaki görüş ayrılıkları zaman zaman çekişmelere kadar varmış, fakat Ebû Ya'lâ bu tür olaylara karışmamıştır. Bazı mezheplerin aleyhinde ondan nakledilen görüşler ise doğru değildir.
İbn Hibbân, Dârekutnî, Hâkim, Zehebî onun güvenilir bir âlim olduğunu söylemektedirler. Fıkıh ilmini İmam Ebû Yûsuf'un talebelerinden öğrendi ve Ebû Hanîfe'nin görüşlerini benimsedi. Hanefî fıkhıyla bir hayli meşgul olduğu anlaşılmaktadır. Nitekim Ebû Ali en-Nîsâbûrî, eğer Bişr b. Velîd el-Kindî'den Ebû Yûsuf'un kitaplarını okumakla zaman kaybetmeseydi onun Basra'da Süleyman b. Harb ve Ebü'l-Velîd et-Tayâlisî gibi büyük muhaddislerin seviyesine çıkabileceğini söylemektedir. Nesâî'den beş yaş büyük olan Ebû Ya'lâ'nın ona nisbetle daha kıdemli hocalara talebelik ettiği bilinmektedir. Ebû Ya'lâ el-Mevsılî, 14 Cemâziyelevvel 307 (12 Ekim 919) Salı günü Musul'da vefat etti ve orada gömüldü. Şehir halkı dükkânlarını kapatarak onun cenazesine katıldı.
bel, Beyrut, ts. ( D â r ü İhyâi't-türâsi'l-Arabî), s. 210,231.
m I®
F
Y U S U F ŞEVKİ Y A V U Z
EBÛ Y A ' L Â el-MEVSILÎ ( ji-yJI
n
Ebû Ya'lâ e l - M e v s ı l î ' n i n el-Müsned
adlı e s e r i n i n zahriyesiyle ilk sayfası
(Süleymaniye
Ktp.,
Şehid
Alı
Paşa, nr.
564)
ji' )
Ebû Ya'lâ Ahmed b. Alî b. el-Müsennâ et-Temîmî el-Mevsılî (ö. 307/919)
1
s -***
it'» .
Hî
Hadis âlimi. l
r"- -
r-
3 Şevval 210'da (17 Ocak 826) Musul'da doğdu. Babası Ali b. Müsennâ muhaddis, dayısı Muhammed b. Ahmed b. Ebü'l-Müsennâ hadis hafızıydı. Kur'an öğreniminden sonra babasının ve dayısının yakın ilgisi sebebiyle tanınmış âlimlerle görüştü. Çok erken sayılabilecek bir yaşta hadis tahsili için ilim muhitlerini dolaşmaya başladı. Henüz on beş yaşında iken önce Bağdat'a, daha sonra Basra, Abadan, Ahvaz gibi şehirlere gitti. Bu sırada Ebû Zür'a er-Râzî ile arkadaş oldu. Ahmed b. Hanbel'le birlikte Ali b. Ca'd'dan hadis rivayet etti. Yahyâ b. Maîn, Ali b. Medînî, Osman b. Ebû Şeybe, Halîfe b. Hayyât, Ebû Hayseme Züheyr
/"t-i
î
1
va^-^Jr-^A'-Jf-
-f t -«A
X
_
-
i
-
-
.
;
—
.
T'C["
^Jv^J-^-lr-^ l^Z-jft^ltJh
~ -\jj\ y u ı ^ î ) Ebü'l-Âliye Rufey' b. Mihrân er-Riyâhî el-Basrî (ö. 90/709) ^
Tefsir, hadis ue kıraat âlimi, tâbiî.
Câhiliye devrinde doğduğu ve Hz. Ebû Bekir'in hilâfeti yıllarında müslüman olduğu kaynaklarda zikredilmektedir. Riyâhî nisbesini, kendisini satın alıp bir müddet sonra âzat eden Riyâhoğulları'ndan bir kadının kölesi olması sebebiyle aldığı anlaşılmaktadır. Tahsil hayatına, köle olduğu yıllarda Basra'da Kur'an okumayı ve yazı yazmayı öğrenerek başladı. Bu öğrenimini ailesinden (veya efendisinden) habersiz olarak sürdürdüğünü, üzerinde hiçbir mürekkep lekesi görülmediğini söyler; buna göre müslüman olduğunu başlangıçta çevresinden gizlediği ileri sürülebilir. Daha sonra ashaptan nakledilen rivayet ve hadisleri öğrenmeye çalışan Ebü'l-Âliye, onları tanımak ve bu rivayetleri bizzat kendi ağızlarından işitmek için Dımaşk'a ve Medine'ye gitti. Ali b. Ebû Tâlib, Übey b. Kâ'b, Ebû Zer elGıfârî, Abdullah b. Mes'ûd, Âişe, Zeyd b. Sâbit, Abdullah b. Abbas, Ebü Mûsâ elEş'arî gibi ashabın ileri gelenlerinden hadis öğrendi; Hz. Ebû Bekir'le de görüştü. Kıraati de arz* yoluyla Übey b. Kâ'b, Zeyd b. Sâbit ve Abdullah b. Abbas'tan öğrenen Ebü'l-Âliye, bir rivayete göre Kur'an'ın tamamını Hz. Ömer'e üç defa okumuştur. Ancak Zehebî bu rivayeti "sahih ve garîb" olarak nitelendirdikten sonra rivayette yer alan "kara'tü alâ Ömer" (Ömer'e okudum) ibaresinin bir başka rivayette "kara'tü alâ ahdi Ömer" (Ömer devrinde okudum) şeklinde yer aldığını belirtir ve Hz. Ömer'in Ebü'l-Âliye'ye bu kadar zaman ayırmasının mümkün olmadığını, esasen onun Kur'an'ın tamamını cemedenler arasında yer almadığını söyler (Ma" rifetü'l-kurrâ', vr. 1 l a ).
ye söz etmiştir. Zehebî de İbn Ebû Dâvûd'un "Kur'an'ı en iyi bilen" ifadesiyle Kur'an'ın tefsirini kastettiğini ileri sürmüştür (a.g.e., vr. ll a ). İbn Hibbân, İmam Şâfiî'nin onun hakkındaki görüşünün menfi olduğunu kaydetmekte, diğer bazı kaynaklarda da Şâfiî'nin, "Ebü'l-Âliye'nin hadisi asılsızdır" dediği zikredilmektedir. Ancak gerek İbn Adî gerekse Zehebî (Mîzânü'l-Ctidâl, II, 54), mürsel hadisleri delil kabul etmeyen Şâfiî'nin bu sözünün Ebü'l-Âliye tarafından mürsel olarak rivayet edilen, namazda sesli olarak gülmekle ilgili bir hadis hakkında söylenmiş bulunduğunu, dolayısıyla Ebü'lÂliye'nin rivayet ettiği bütün hadisleri kapsamadığını söylemişlerdir. İbn Abbas, Basra valisi iken ilmî kişiliğine değer verdiği Ebü'l-Âliye'yi meclisinde yanına oturtur, âzatlı bir köleye yapılan bu muameleyi yadırgayanlara da ilmin insanın şerefine şeref kattığını ve baş köşeye oturma hakkı kazandıracağını söylerdi. Ebü'l-Âliye'nin altmış defa haccettiği (İbn Kuteybe, s. 454), Mâverâünnehir'de ilk ezan okuyan kişi olduğu ve bu arada Sıffîn Savaşı'na katıldığı, ancak taraflardan birinin tekbir ve tehlillerine diğer tarafın da aynı şeyleri söyleyerek cevap verdiğini görünce savaş alanını terkedip oradan uzaklaştığı kaynaklarda verilen bilgiler arasındadır. Ebü'l-Âliye er-Riyâhî 90 yılının Şevval ayında (Ağustos 709) vefat etmiş olup bu tarih 93 (712), 106 (724) ve 111 (729) olarak da zikredilmektedir.
Dâvûd b. Ebû Hind, İbn Şîrîn, Rebî' b. Enes ve Hâlid b. Mihrân el-Hazzâ gibi tanınmış muhaddislerin kendisinden hadis rivayet ettiği Ebü'l-Âliye'den Şuayb b. Habhâb, Rebî' b. Enes, A'meş ve başkaları ilm-i kırâat öğrendi. Kırâat-i seb'a* imamlarından Ebû Amr b. Alâ'nın da ondan faydalandığı rivayet edilir.
Hz. Osman ve Hz. Ali'nin hilâfeti yıllarında müslümanlar arasında meydana gelen ihtilâflardan büyük ölçüde etkilendiği anlaşılan Ebü'l-Âliye'nin Hâricîler'e karşı çok sert bir tavır takındığı görülmektedir. Kendisinden nakledilen, "Allah'ın bana verdiği iki nimetten, yani İslâm hidayetiyle beni bir Hâricî (Harûrî) yapmamasından hangisinin daha üstün olduğunu doğrusu bilemiyorum" sözü onun bu konudaki tutumunu açıkça ortaya koymaktadır. Ebü'l-Âliye, başlangıçta her gün bir hatim indirmeye çalışırken Medine'ye gidip ashabın bu konudaki uygulamalarını gördükten sonra haftada bir hatim indirmeye devam etmiş ve hayatta iken bütün mal varlığını vakfetmiştir.
İbn Maîn, Ebü Zür'a ve Ebü Hâtim gibi cerh ve ta'dîl otoritelerinin sika* olarak değerlendirdikleri Ebü'l-Âliye'nin rivayetleri Kütüb-i Sitte'de yer almış, İbn Ebû Dâvûd kendisinden, "Sahâbîlerden sonra Kur'an'ı en iyi bilen kimse" di-
Dâvûdî onun bir tefsir yazdığını zikreder. Ancak bundan maksadın, bazı Kur'an âyetlerinin tefsiriyle ilgili olarak Übey b. Kâ'b'dan naklettiğine ve daha sonraki tefsir ve hadis kaynaklarında kısmen yer aldığına işaret edilen (M. Hüseyin ez-Ze-
hebî, 1, 115) rivayetlerin tamamı olduğu anlaşılmaktadır. BİBLİYOGRAFYA: İbn Sa'd. et-Tabakât,
VII, 112-117;
Buhârî,
et-Târîhu'l-kebîr,
III, 3 2 6 - 3 2 7 ; İbn Kuteybe, el-
Ma cârif(X}kkâşe),
s. 4 5 4 ; İbn H i b b â n ,
IV, 2 3 9 ; İbn Adî, el-Kâmil,
eş-Şikât,
III, 1 0 2 2 - 1 0 3 0 ; E b û
N u a y m , Hilye,
II, 2 1 7 - 2 2 4 ; İbn Teymiyye, Mec-
mü'u
VII, 22, 6 7 ; Zehebî,
fetâuâ,
nübelâ',
A'lâmun-
Ma'rifetü'l-kur-
IV, 2 0 7 - 2 1 3 ; a.mlf..
râ', Millet Ktp., Ali E m î r î , nr. 2 5 0 0 , vr. 1 0 b - l l b ; a.mlf., Mîzânü'l-i'tidâl,
Gâyetü'n-nihâye, zîbut-Tehzîb,
II, 5 4 ;
III, 2 8 4 - 2 8 6 ;
tü'l-müfessirîn,
İbnü'l-Cezerî,
I, 2 8 4 - 2 8 5 ; İbn Hacer, Teh-
hebî, et-Tefsîr
ue'l-müfessirün,
Kahire
1961-62, I, 1 1 5 ; Ali S â m î en-Neşşâr,
fikri'l-felsefî
fi'l-İslâm, S
P
Tabakâ-
Dâvûdî,
I, 172-173; M. Hüseyin ez-Ze-
Kahire
1381 /
Neş'etü'l-
1978, III, 116-
ABDULLAH AYDEMIR
EBÜ'I-ANBES es-SAYMERÎ ( j^-^îi ^^««li )
^
Ebü'l-Anbes Muhammed b. İshâk b. İbrâhîm es-Saymerî (ö. 275/888) ^
Hiciv şairi, edip ve astrolog.
^
213 yılı Ramazan ayında (Kasım 828) Kûfe'de doğdu. İyi bir tahsil gördükten sonra Basra'nın bir nahiyesi olan Saymere'ye kadı tayin edildi. Bu sebeple Saymerî nisbesiyle anılır. Devrinin birçok şairini hicvetmesiyle tanındı. Şiir kabiliyeti sayesinde Abbâsî Halifesi MütevekkilAlellah'ın (847-861) nedimi olarak sarayda kaldı. Bu arada Mütevekkil'in müneccimliğini de yaptı. Daha sonra halife olan Mu'temid-Alellah'ın (870-892) himayesini gördü. Mütevekkil ile Mu'temid arasındaki dönemde onun yine sarayda kalmış olması muhtemeldir. Sarayda pek çok kişiyi hicvettiği için başta vezirler olmak üzere birçok kimse kendisinden çekinirdi. Asıl şöhretini Mütevekkil'in huzurunda Buhtürî'yi hicvetmekle sağladı. Bunun üzerine Mütevekkil kendisini 1000 dirhemle mükâfatlandırdı. Muhtemelen bu sebeple sarayla Buhtürî'nin arası açıldı. Ebü'l-Anbes Bağdat'ta öldü ve doğduğu yer olan Kûfe'de defnedildi. Ebü'l-Anbes sarayda anlattığı eğlendirici hikâyeler, ustaca taklitleri ve şiirleriyle dikkatleri üzerine çekmesini bildi. Davranışlarını halifenin fikirlerine ve duygularına göre ayarlar, bunu yaparken de çok defa açık saçık ifadeler kullanarak çeşitli tipleri tasvir ederdi. Kaynakların ifadesinden anlaşıldığına göre Saymerî bu konuda kendisini tamamen serbest kabul etmiş ve bu arada Kitâbü'l-Kavvâd adında bir de eser yazmıştır. Şiirlerinin pek azı günümüze kadar
292 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
EBÜ'l -ÂS gelebilmiştir. Bunlar arasında Buhtürî, Ahmed b. Müdebbir, Tabbâh el-Mu'temid hakkındaki hicviyeleri, Mütevekkil ile Mu'temid'in veziri ve Mu'tez-Billâh'ın kâtibi olan Hasan b. Mahled hakkındaki methiyeleri sayılabilir. Bir şiiri de hikmetli sözle ilgilidir. Charles Pellat onun edebî üslûbunda Câhiz'in tesirinin görüldüğünü söyler. Bosvvorth ise başkalarının çalışmalarını kendine mal etmiş olabileceğini ileri sürer. Eserleri. Ebü'l-Anbes'in ilm-i nücûm, matematik, arazi ölçümü, kelâm, edebiyat ve mûsiki sahalarında kırk altı kitap ve risâle yazdığı kaynaklarda zikredilir. Ancak bunlardan sadece ilm-i nücûma dair şu eserleri günümüze gelebilmiştir: Kitâb
fi'l-hisâbi'n-nücûmî,
li'l-uşûl mihâ
Kitâbü
ti havâssi'n-nücûm ve
Aş-
ve
ahkâmi'l-mevâlîd,
ahkâKitâbü'z-
3
Zîc, Kitâbü Feza ili' z- zerk (bu eserlerin yazma nüshaları için bk. Sezgin, V, 262; VII, 152-153). Saymerî'nin muhtelif kaynaklarda zikredilen eserlerinden otuz kadarının mizaha dair olduğu söylenmektedir (bu eserlerin bir listesi için bk. Pellat, s. 134136; Muhammed Bakır Alvân, XXVI, 40-44). BİBLİYOGRAFYA: Ebü'l-Ferec
el-İsfahânî,
el-Eğânî,
5 2 ; İ b n ü ' n - N e d î m , el-Fihrist, tîb, Târîhu
üdebâ', uât,
Bağdâd,
XXI,
s. 665, 6 7 2 ; Ha-
Mu'cemü'l-
I, 2 3 8 ; Y â k ü t ,
İnbâhü'r-ru-
XVIII, 8-14; İbnü'l-Kıftî,
III, 2 4 4 - 2 4 6 ; Safedî, el-Vâfî, II,
İbn Tağrîberdî, en-Nücûmü'z-zâhire III, 7 4 ; Keşfü'z-zunûn,
hematiker,
191-193; (Popper),
I, 1 0 7 ; Suter, Die Mat-
s. 30-31; B r o c k e l m a n n , GAL
I, 3 9 6 ; îzâhu'l-meknûn,
39-
Suppl.,
I, 29, 72, 91, 211, 278,
431, 4 7 3 ; İl, 264, 296, 3 0 2 , 312, 454, 473, 5 5 8 ;
Hediyyetü7-'ârifîn,
II, 18, 1 9 ; Sezgin, GAS, V,
2 6 2 ; VII, 1 5 2 - 1 5 3 ; U l l m a n n , Die Natur
heimıvissenschaften, Târîhu'l-edeb,
und Ge-
s. 325-326; Ö m e r Ferruh,
II, 3 2 6 - 3 2 8 ; Ch. Pellat, " U n C u -
dedesi Temmâm, Halife Hârûnürreşîd devrinde (786-809) Kuzey Afrika'da idarî ve askerî görevlerde bulunmuş, bazı olaylara karışmış ve gönderildiği Bağdat'ta hapiste ölmüştür. Babası ise daha ziyade ilimle meşgul olmuştur. Kendisi de gençlik yıllarından itibaren ilmi tercih etmiş, Kuzey Afrika'nın önde gelen âlimlerinden Sahnûn'un talebeleri olan Yahyâ b. Ömer el-Endelüsî, îsâ b. Miskîn, Himâs b. Mervân ve İbnü'l-Haddâd elMağribî gibi fakihlerden ders almıştır. Ebü'l-Abbas Temmâm ve Ebû Ca'fer Temîm adlı iki oğlu ile birlikte İbn Ebû Zeyd, Ebü'l-Hasan b. Ziyâd, Hasan b. Saîd el-Harrât, Hasan b. Mes'ûd, Muhammed b. Hâris el-Huşenî kendisine talebelik etmişlerdir. Ebü'I-Arab, Fâtımîler'in Tunus'a gelmesi (296/909) ve Ağlebîler'in onlarla mücadelesi sırasında cereyan eden olaylara şahit oldu ve oğluyla birlikte bu esnada bir müddet hapsedildi. Daha sonra Hâricî reisi Ebû Yezîd en-Nükkârî'nin Fâtımîler'e karşı ayaklanması (332/943) ve Kayrevan'ı ele geçirip Fâtımî Halifesi Kaim-Biemrillâh'ın sığındığı Mehdiye'yi muhasarası sırasında ulemânın Ebû Yezîd'in tarafında yer almasında önemli rol oynadı. Mürebbilik ve müstensihlik yaptığı bilinen ve 3500'den fazla kitap istinsah ettiği söylenen Ebü'I-Arab, 23 Receb veya 22 Zilkade 333'te (11 Mart veya 6 Temmuz 945) Kayrevan'da vefat etti. Bâbü Selem'deki kabri halk tarafından yıllarca ziyaret edildi. Onun dürüst, cömert ve güvenilir bir kimse olduğu rivayet edilir. İlme aşırı derecede düşkün olduğu ve ayrıca şiir yazdığı söylenir.
başka Kuzey Afrikalı zâhidlerin hal tercümesine dair c Ubbâdü İfrîkıyye ile Kitâbü'd-Du'afâ*,
( T â r î h u ifrîkıyye),
mîm,
Mevtü'l- z
lik,
Fezâ*ilü
" A b u ' l - ' A n b a s a l - S a y m a r i " , E/ 2 Suppl
(İng.),
s. 16-17; M u h a m m e d Bâkır Alvân, " E b ü ' l - c A n b e s M u h a m m e d b. İ s h â k e ş - Ş a y m e r î " , el-Eb-
hâs, XXVI, Kahire (1973-77), s. 3 4 - 4 9 ; D. Pingree, " A b u ' l - ' A n b a s a l - S a y m a r i " , Elr., I, 259. S
F
RECEP U S L U
n
EBÜ'l-ARAB ( y/Jljjl ) Ebü'I-Arab Muhammed b. Ahmed b. Temîm et-Temîmî (ö. 333/945)
^
Mâlikî fakihi, muhaddis ve tarihçi.
^
250-260 (864-874) yılları arasında Kayrevan'da doğdu. Bu sebeple Mağribî ve Kayrevânî nisbeleriyle de anılır. Köklü bir aileye mensup olan Ebü'l-Arab'ın büyük
c
ulemâ*i
İfrîkıy-
ye. Mâlikî fakihleri ve hadis âlimlerinin hal tercümelerine dair olan eseri bitiremeden öldüğü ve eserin talebesi Muhammed b. Hâris el-Huşenî tarafından tamamlandığı rivayet edilir. Tabakât ilk defa Muhammed Ben Şeneb tarafından yayımlanmış (Cezayir 1332/1914) ve Classes des savants de rifriqîya adıyla Fransızca'ya tercüme edilmiştir (Paris 1920). Eseri daha sonra Ali eş-Şâbbî ve Naîm Hasan el-Yâfî neşretmişlerdir (Tunus 1968). 2. Kitâbü'l-Mihan. Ashap ve tâbiîn ile diğer İslâm büyüklerinin hayatlarından bahseden eser Yahyâ el-Cübûrî (Beyrut 1403/1983) ve Ömer Süleyman el-Ukaylî (Riyad 1404/1984) tarafından yayımlanmıştır. Ebü'l-Arab'ın bunlardan
Te-
Fezâ'ilü
Mâ-
Sahnûn,
ve
Kitâbü't-Tahâve
c
azâbi'l-kabr,
Tabakâtü
Kitâb
zikfi'ş-
ehli'l-Kayrevân
(Sez-
gin, I, 357) adlı eserleri olduğu zikredilmektedir. BİBLİYOGRAFYA : Ebü'I-Arab, Tabakâtü
"ulemâ'i
İfrîkıyye
(nşr.
M u h a m m e d B e n Şeneb), Beyrut, ts. (Dârü'l-Ki-
Riyâzü'n-
t â b i ' l - L ü b n â n î ) ; E b û Bekir el-Mâlikî,
nüfûs
(nşr. Beşîr el-Bekkûş — M u h a m m e d el-
A r û s î el-Matvî), Beyrut 1 4 0 1 - 1 4 0 3 / 1 9 8 1 - 8 3 , I,
Tertîbü'l-medânk,
1 4 ; II, 3 0 6 - 3 1 2 ; Kâdî İyâz,
İbn İzârî, el-Beyânü'Tmuğrib,
II, 3 3 4 - 3 3 6 ;
89-92; A b d u r r a h m a n
b. M u h a m m e d
b â ğ — İbn Nâcî, Me'âlimü'l-îmân
I,
ed-Deb-
(nşr. M u h a m -
m e d M â d û r ) , T u n u s 1978, III, 4 2 - 4 7 ; Zehebî,
Tezkiretü'l-huffâz, mü'n-nübelâ',
III, 8 8 9 - 8 9 0 ;
a.mlf.,
1 9 9 ; Süyûtî, Tabakâtü'l-huffâz
Keşfü'z-zunûn, retü'n-nûr,
II, 198-
(Lecne), s. 3 6 4 ;
I, 2 8 2 ; II, 1 1 2 2 ; M a h l û f , Şece-
I, 8 3 ; B r o c k e l m a n n , GAL Suppl.,
2 2 8 ; îzâhu'l-meknûn,
tü'l-'ârifîn,
A clâ-
XV, 3 9 4 - 3 9 5 ; Safedî, el-Vâfî, II,
3 9 ; İbn F e r h û n , ed-Dîbâcü'l-müzheb,
II, 3 7 ; Ziriklî, el-A'lâm,
I,
Hediyye-
I, 2 1 3 ; II, 3 2 9 ;
hâle, Mu'cemul-mü'ellifîn,
VI, 2 0 0 ; Keh-
VIII, 2 4 3 ; Sezgin,
GAS, I, 3 5 6 - 3 5 7 ; H a s a n Ali D ü b b â ,
"Felsefe-
t ü ' l - i b t i l â fî K i t â b i ' l - M i h e n l i - E b î ' l - ' A r a b etTemîmî",
et-Terbiyye,
Katar
1993,
XXII/104,
s. 187-192; R. Basset, " E b û Y e z î d " , İA, IV, 585 9 ; G. Yver, " K a y r a v a n " , a.e., VI, 4 6 9 ; G. Levi Della Vida, " T e m î m b. M u r r " , a.e., X I I / 1 , s. 1521 5 5 ; R. Brunschvig, " T u n u s " , a.e„ X I I / 2 , s. 6 1 ; Ch. Pellat, " A b u ' l - ' A r a b " , E / 2 (İng.), I, 106.
S
F
A L I ÖNGÜL
EBÜ'1-ÂS UII^I )
n
Ebü'l-As b. er-Rebî' b. Abdiluzzâ el-Kureşî (ö. 12/634)
Eserleri. Kaynaklarda çok eser yazdığı belirtilen Ebü'l-Arab'ın başlıca eserleri ş u n l a r d ı r : 1. Tabakâtü
Mâlik,
Kitâbü'1-Cenâ*iz
ri'l-mevt şalâtve
hadîsi Menâkıbü
ulemâ*,
re ve'l-vuzu,
r i e u x a m u s e u r B a g d â d i e n A b ü ' l - ' A n b a s asS a y m a r î " , SO, XVII (1968), s. 133-137; a.mlf.,
Senedü
Târîh
^
Hz. Peygamber'in damadı.
^
Künyesiyle meşhur olup adının Lakît olduğu görüşü ağırlık kazanmakta, ayrıca onun için Hüşeym, Mihşem (Müheşşim), Yâsim (Yâsir), Kasım (Mükassim) adları zikredilmektedir. Babasının adı Rebîa olarak da kaydedilir. "Bathâ'nın aslan yavrusu" anlamında Cervü'l-Bathâ lakabıyla anılırdı. Annesi Hz. Hatice'nin kız kardeşi Hâle bint Huveylid'dir. Kureyş'in zengin ve kendisine güvenilen tâcirlerindendi. İslâmiyet'ten önce Hz. Peygamber'in en büyük kızı Zeyneb'le evlendi. Daha sonra karısı müslüman olduğu halde Ebü'l-Âs İslâmiyet'i kabul etmedi. Müşrikler ona, Zeyneb'i boşadığı takdirde kendisini dilediği kızla evlendir-
293 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
EBÜ'l -ÂS meyi vaad ettikleri halde buna razı olmadı. Bedir Gazvesi'nde müşriklerin safında yer aldı ve esir düştü. Zeyneb, bir miktar malla beraber evlendikleri zaman annesinin kendisine taktığı gerdanlığı fidye olarak gönderdiyse de bunu görünce hüzünlenen Hz. Peygamber gerdanlığın Zeyneb'e iade edilmesini ve Ebü'lÂs'm serbest bırakılmasını söyledi; ancak ondan da kızını Medine'ye göndermesini istedi. Ebü'l-Âs, karısını çok sevmesine rağmen sözünde durarak Zeyneb'i Medine'ye gönderdi. Onun bu davranışından memnun kalan Resûlullah, "Bana doğru söyledi ve sözünü tuttu" diye kendisini takdir etti (ayrıca bk. ZEYNEB). Ebü'l-Âs, hicretin 6. yılında müşriklerin kendisine emanet ettiği ticaret mallarıyla birlikte Suriye'den dönerken başlarında Zeyd b. Hârise'nin bulunduğu bir seriyye ile, bazı rivayetlere göre Ebû Basîr ve Ebû Cendel'in maiyetindeki müslümanlarla karşılaştı. Hz. Peygamber'in, Zeyd b. Hârise kumandasındaki seriyyeyi Ebü'l-Âs'ı yakalamak üzere gönderdiği ve bu seferin Is Seferi diye anıldığı da nakledilmektedir. Müslümanlar kervanı ele geçirmekle beraber Ebü'l-Âs'ı ellerinden kaçırdılar. Onun geceleyin Zeyneb'in yanına gitmesi, başka bir rivayete göre ise ona haber göndererek kendisini himayesine almasını rica etmesi, Zeyneb'in de bunu kabul etmesi üzerine Resûl-i Ekrem kervanı ele geçiren savaşçılara haber göndererek elde ettikleri ganimet kendilerine ait olmakla beraber onu Ebü'lÂs'a geri verdikleri takdirde memnun kalacağını bildirdi. Bunun üzerine kervandaki malların tamamı Ebü'l-Âs'a iade edildi. Bu olay bazı rivayetlerde farklı şekilde anlatılmaktadır. Buna göre, Ebü'lÂs'ın ticaret kervanıyla Medine'ye yaklaştığını haber alan bazı müslümanlar kervanı basarak Ebü'l-Âs'ı öldürmeyi ve mallarına el koymayı düşündüler. Bunu öğrenen Zeyneb, babasına ve müslümanlara Ebü'l-Âs'ı himayesine aldığını söyleyerek teşebbüslerine engel oldu. Bunun üzerine EbüT-Âs'ın yanma silâhsız olarak giden müslümanlar, ona Hz. Peygamber'in hem baba tarafından yakını hem de damadı olduğunu hatırlatarak İslâmiyet'i kabul etmesini ve kervanda bulunan malları müslümanlara vermesini istediler. Bunun emanete hıyanet olacağını söyleyen Ebü'l-Âs teklifi kabul etmedi. Mekke'ye varınca malları teslim ederek müslüman olduğunu açıkladı ve daha sonra Medine'ye hicret etti. Hz. Peygam-
ber de altı yıllık bir aradan sonra ona karısını iade etti (Muharrem 7/Mayıs 628). Ebü'l-Âs'ın yeni bir nikâh ve mehirle veya geçerli sayılan eski nikâhla karısına kavuştuğu hususunda farklı rivayetler vardır. Zehebî, onun Hudeybiye Antlaşm a s ı n d a n (6/627) beş ay önce müslüman olduğunu söylemektedir. İbn Sa'd, Ebü'l-Âs'ın Hz. Peygamberle birlikte hiçbir gazveye katılmadığını kaydeder. Belâzürî'nin nakline göre Mekke'nin fethinden sonra oraya yerleşti. Onun Hz. Ali ile beraber Yemen'e gittiği ve orada bir müddet görevli kaldığı nakledilir. Ayrıca Mekke'ye geri dönmenin hicret sevabını kaybettireceği dikkate alınarak Mekke'ye yerleştiğine dair rivayetin güvenilir olmadığı ileri sürülebilir. Herhangi bir hadis rivayet etmemiş olan Ebü'l-Âs Zilhicce 12'de (Şubat 634) vefat etti. 11 yılında (632-33) öldüğüne dair görüş zayıftır. Ebü'l-Âs ile Zeyneb'in Ali ve Ümâme adlarında iki çocukları dünyaya gelmiş olup bunlardan Ali küçük yaşta ölmüş, Ümâme ise Hz. Fâtıma'nın vefatından sonra Hz. Ali ile evlenmiştir.
BİBLİYOGRAFYA: Vâkıdî, el-Meğâzî,
bk. İndeks; İbn H i ş â m , es-
Stre, IV, 6 5 1 - 6 6 0 ; İbn Sa'd, et-Tabakât, VIII, 30-33; Belâzürî, Ensâb,
II, 8 7 ;
t 3 9 7 - 4 0 0 ; Tabe-
rî, Târîh,
II, 4 6 7 - 4 7 2 ; M e r z ü b â n î ,
şüarâ',
Beyrut 1982, s. 3 3 2 ; H â k i m ,
Müeemü'şel-Müs-
tedrek,
III, 6 3 8 - 6 3 9 ; IV, 4 5 ; İbn A b d ü l b e r , el-
lstfâb,
IV, 125-129; İbnü'l-Esîr,
VI, 185-186; a.mlf., el-Kâmil,
Üsdü'l-ğâbe,
II, 133-135; Ne-
vevî, Tehzîb, II, 2 4 8 - 2 4 9 ; Zehebî, A c I â m ü ' n - n ü -
belâ',
I, 3 3 0 - 3 3 4 ; Fâsî, el-Vkdü'ş-şemîn,
1 1 0 ; VIII, 61-62; İbn Hacer, el-İşâbe, 123;
Hamîdullah,
2 5 3 ; Koksal, İslâm
İslâm
Peygamberi,
I, 251-
Tarihi ( M e d i n e ) , VI, 60-64.
S
F
VII,
IV, 121-
TALAT SAKALLÎ
EBÜ'l-ATÂHİYE ( ijttjJI jı] )
n
Ebû İshâk Ismâîl b. el-Kasım b. Süveyd (ö. 210/825 [?]) ^
Abbâsî devri şairlerinden.
130'da (748) Kûfe'de veya Küfe'nin batısındaki Aynüttemr'de doğdu. Ataları Aneze kabilesinin mevlâ*ları idi. "Çılgın" anlamına gelen Ebü'l-Atâhiye lakabını niçin aldığı bilinmemektedir. Kûfe'de yetişen ve orada çömlekçilik yaparak hayatını zorlukla kazanan Ebü'lAtâhiye, buna rağmen eğlenceye çok düşkün olup kendisi gibi içki ve eğlenceye meraklı kimselerle bir arada bulunurdu. Şiirleri sayesinde ünü yayılmaya
başlayınca halife sarayında ilim, kültür ve sanat adamları arasına girme ümidiyle Muhammed el-Mehdî döneminde (775785) Bağdat'a gitti. Bir şair olarak orada kendini gösteremediği için bir müddet küçük Hîre kasabasına çekildi ve burada yazdığı şiirlerle adını duyurmayı başardı. Nitekim Mehdî onu Bağdat'a davet ederek kendisine yakın ilgi gösterdi. Mehdî'nin sarayında Utbe adlı bir câriyeye gönül veren Ebü'l-Atâhiye ona pek çok aşk şiiri yazdı. Utbe'den karşılık görmesi bir yana bu davranışı sebebiyle Mehdî tarafından hapse atıldı. Bu olaydan sonra hayata küsen şair kelâm ilminin çeşitli problemleriyle ilgilenmeye başladı; ardından zahirilerin hayatını incelemeye koyuldu; nihayet kendine has bir zühd ve takvâ anlayışına ulaştı. Ebü'lAtâhiye'nin ve şiirinin en belirgin özelliği zühd ve takvâya olan meylidir. Bazıları onun bu halinin samimi, bazıları ise sahte olduğunu ileri sürmektedir. Onun hayatında ve şiirlerinde her iki görüşü de haklı çıkaracak delilleri bulmak mümkündür. Vefat tarihi hakkında farklı rivayetler bulunan Ebü'l-Atâhiye oğlu Muhammed'e nisbet edilen bir rivayete göre 210'da (825), başka rivayetlere göre ise 211 (826) veya 213'te (828) ölmüş ve Bağdat'ta defnedilmiştir. Ebü'l-Atâhiye'nin şiiri başlıca iki kısma ayrılarak incelenebilir. Bunların en önemli kısmı "zühdiyyât" denilen dinî şiirleridir. İkinci kısım methiyeler, çeşitli vesilelerle yazılmış zarif ve nükteli manzumeler, hicviyeler, mersiyeler, irticâlen söylenmiş şiirler, öğütler ve hikmetlerden meydana gelmektedir. Zühde dair şiirlerinde vaaz ve nasihat ön planda olup bunlarda dünyadan, onun değişken ve fâni oluşundan, ölümden ve âhiret hayatından bahseder. Ahlâk ve hikmeti konu alan şiirlerinde hayat ve insan hakkındaki görüşlerini ortaya koyar. Onun zühde dair şiirleri koyu bir karamsarlık taşımasına rağmen insan ruhu üzerinde çok etkilidir. Üslûbu akıcı ve anlaşılması kolaydır. Onun düşüncelerinin, yaşadığı dönemin dünyaya, zevke ve eğlenceye ağırlık veren hayat anlayışına karşı bir tepki mahiyetinde olduğu ileri sürülmektedir. Şiirlerinin ilham kaynağı okuduğu kitaplar, kendi hayat tecrübeleri, ölüm ve fânilik hakkındaki düşünceleridir. Kendisinden önce zühd konusunda şiir yazanlara göre daha çok ve daha uzun yazmıştır. Ebü'lAtâhiye zühdün felsefesini yapmış, insanları zühd hayatına ve takvâya özen-
294
Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
EBÜ'I-A'VER dirmeye çalışmıştır. Geçimini sağlama mecburiyetinden dolayı filolojiye ve eski şairlerin şiirlerine dair olan derslere ve ilmî toplantılara katılacak zamanı bulamaması, onun şiirlerinde görülen alışılmışın dışında bir tarz, üslûp ve ifade yeniliğinin başlıca âmili olarak görülebilir. Beşşâr b. Bürd gibi doğuştan şiire kabiliyeti vardı. Şiirlerinde rahat ve tabii bir üslûbu tercih etmesi, yapmacık ifade ve zorlama sanat gösterilerinden uzak kalması, sade bir dil kullanması ve nihayet halkın hislerini onların anlayabileceği şekilde dile getirmesi Ebü'l-Atâhiye'yi devrinde haklı bir şöhrete ulaştırmıştır. Ayrıca çağdaşı büyük mûsikişinas İbrâhim el-Mevsılî tarafından şiirlerinin bestelenmesi de onun için bir şans olmuştur. Ebü'l-Atâhiye'nin bütün şiirleri günümüze kadar ulaşmamıştır. Zühde dair şiirleri İbn Abdülber en-Nemerî tarafından toplanmış, diğerleri ise edebiyatla ilgili eski kitaplarda dağınık halde kalmıştır. Luvîs Şeyho bu şiirleri toplayarak el-Envârü'z-zâhiye
fî
dîvâni
Ebi'l-'Atâhı-
ye adıyla neşretmiştir (Beyrut 1886). Bu neşir daha sonra bazı ilâve ve düzeltmelerle Beyrut'ta defalarca basılmıştır (1887, 1888, 1909, 1914). Yine Luvîs Şeyho onun bir kısım şiirlerini toplayarak Mecmû'a
min
dîh
ve'r-rişâ
emsâl
şi'ri
Ebi'l-'Atâhiye ve'l-hicv
(Ebü'l-'Atâhiye:
fi'l-me-
ve'l-vaşî müntehabât
ve'lşi'riy-
m î d e l - U k d e , Ebü'l-'Atâhiye:
şâ'irü'z-
(I-II, Riyad 1405/1985); Abdülmün'im Muhammed Yûsuf, Ebü'lzühd
ve'l-hikme
c
Atâhiye:
şâ'irü'z-zühd
ve'l-hikme
Ebü'l-'Atâhiye:
hayâtühû
ve
ağrâzu-
(Beyrut 1411/1991); Abdullah Ahmed eş-Şebbât, Ebü'l-'Atâhiye (Demmâm, ts.). hü'ş-şi'riyye
BİBLİYOGRAFYA: İbn Kuteybe, eş-Şi'r 795;
İbnü'l-Mu'tez,
ue'ş-şu'arâII,
791-
Tabakâtü'ş-şu'arâ'
(nşr.
A b d ü s s e t t â r A h m e d Ferrâc), Kahire 1 3 7 5 / 1 9 5 6 ,
s. 1 8 1 ; Hatîb, Târîhu
Bağdâd,
(Teceddüd),
VI, 2 5 0 - 2 6 0 ; İbn
Hallikân, Vefeyât, I, 219-226; Zehebî,
nübelâ\ Mesâlik,
II, 25-26; A h m e d Ferîd Ri-
'AşrüT-Me'mûn,
Kahire
361-373; Serkis, Mücem,
GAL, I, 76-78; Suppl., Âdâb
el-Ömerî,
XIV, 2 7 1 ; Safedî, el-Vâfî, IX, 185-190;
İbnu 1-lmâd, Şezerât, fâî,
A'lâmun-
X, 195-198; İbn Fazlullah
1346/1928,
I, 119-120; C. Z e y d â n ,
(Dayf), II, 65-68; Sezgin, GAS, II, 534-535;
A b d ü l v e h h â b e s - S â b û n î , Şu'arâ'
ue
edeb, II, 190-195; A'yânuş-Şî'a, Ziriklî, el-A'lâm
III, 3 9 3 - 4 0 0 ;
(Fethullah), 1, 3 2 1 ; Necîb Mu-
h a m m e d ei-Behbitî, Târîhu'ş-şi'ri'l-'Arabî, Dâğır, Meşâdlrü'd-dirâsâtlT-edebiyye,
t a r a f ı n d a n Der
Dîvân
des
Beyrut
2 3 7 - 2 5 3 ; H a n n â el-Fâhûrî, el-MÜcez
bi'l-'Arabî
ue târîhih,
Beyrut 1985, II, 3 1 4 - 3 2 6 ;
Ebü'T'Atâ-
M a h m û d Ferec A b d ü l h a m î d el-Ukde,
hlye:
şâ'irü'z-zühd
1985,
ue'l-hlkme,
I-II; A b d ü l m ü n ' i m
Ebü'l-'Atâhiye:
Riyad
şâ'irü'z-zûhd
hayâtühû
Yûsuf,
ue'l-hlkme,
ue ağrâzuhü'
1411/1991;
"The
Religious
Glasgouı
Reverend Beliefs
üniuersity
1405/
Muhammed
hire 1 9 8 6 ; A h m e d M u h a m m e d Aliyyân,
'Atâhiye:
III,
fi'l-ede-
Oriental
Ebü'l-
ş-şi' riyye, Bey-
James
of
Ka-
D.
Martin,
Abu'l-Atâhiya",
Society
Transac-
tions, XXI, Hertford 1967, s. 56-67; a.mlf., " T h e Accord-
i n g t o t h e Z u h d î y â t " , a.e„ XXIII (1972), s. 112 8 ; M . A. A. el-Kafrawy - J . D. L a t h a m , "Perspective of A b u a l - ' A t â h i y a " , IQ, V1I/3-4 (1973), s. 160-176; İhsan A b b a s , " T e r c e m e t ü 'Atâhiye m i n Buğyeti't-taleb
Ebi'l-
lİbniT-Adîm",
X V / 7 , A m m a n 1988, s. 40-91; J. Oest-
rup. " E b ü ' l - A t â h i y e " , İA, IV, 7 4 ; A. G u i l l a u m e , " A b u ' l - ' A t â h i y a " , £ 7 2 ( İ n g . ) , I, 107-108.
S
F
EROL AYYILDIZ
EBÜ'l-A'VER
n
zühd
Ebü'l-'Atâhiye:
îi'ş-şi'rıl-'Arabî
eş-şâ'i-
1962); Abdüllatîf Şerâre, ye:
şâ'îrü'z-zühd
Ebü'l-'Atâhive'l-hubbi'l-hâ'ib
(Beyrut 1962); Mahmûd Ferec Abdülha-
(Nâci), s. 4 0 7 ; İbn Sa'd,
II, 6 6 ; Halîfe b. Hayyât,
!
Emevî devlet adamı ve kumandanı.
et-Tabakât
et-Târîhu'ş-şa-
ğir, I, 9 8 ; Ebû Zür'a, Târîh, D ı m a ş k 1980, I, 184; (Ebü'l-Fazl), III, 4 3 8 , 4 4 2 ,
12, 41, 54, 71, 98, 105, 2 7 4 ; İbn E b û
el-Cerh Sikât,
,
ue't-ta'dîl, II, 2 9 0 , 2 9 4 ;
VI, 2 3 4 ;
443,
İbn
1 0 9 ; a.mlf., el-Kâmil,
eş-
Cemhere,
s.
Hazm,
2 6 4 ; İbnü'l-Esîr, Üsdü'l-ğâbe,
Hayatının ilk dönemi hakkında fazla bilgi yoktur. Babası Uhud Savaşı'nda Kureyşliler'in safında yer alan bir müşrik, annesi ise bir hıristiyandı. Ebü'l-A'ver
Hâtim,
İbn H i b b â n ,
Beyrut 1957, IV,
II, 3 4 7 ; III, 95, 144, 145,
146, 158, 163, 168, 1 7 8 ; İbn Kesîr,
râ'ıdü'z-
(Beyrut 1957,
İbnü'l-Kelbî, Cemhere
et-Tabakât,
4 4 4 , 6 0 5 ; İV* 2 4 1 , 3 6 6 , 4 2 1 , 568-571, 5 7 4 ; V,
rü'l- âlemî
Ânûtî,
Sahâbîlerin hayatına dair kaynaklarda yer almakla beraber Ebü'l-A'ver'in sahâbîliği kesin değildir. Rivayet ettiği pek az hadis de mürsel* sayılmaktadır. Kendisinden Kays b. Ebû Hâzim, Ebû Abdurrahman el-Hubulî ve Amr el-Bikâlî hadis nakletmişlerdir.
Taberî, Târîh
(jü^j*' ) Ebü'l-A'ver Amr b. Süfyân b. Abdişşems es-Sülemî (ö. 65/685 [?])
c
me
Askerî kabiliyeti ve idarecilik vasıflarıyla tanınan Ebü'l-A'ver, hayatının en verimli yıllarını Muâviye'ye yardım için harcamış ve Muâviye devrinin sonlarına doğru aktif siyasî hayattan çekilmiştir.
(Zekkâr), I, 1 1 8 ; II, 7 8 8 ; B u h â r î ,
Ebü'l-Atâhiye hakkında yapılan çalışmalardan bazıları şunlardır: Abdülmü-
(Kahire 1939); Ahmed Berânik, Ebü'l-'Atâhiye (Kahire 1947); Üsâ-
Suriye'ye gönderilen İslâm ordusunda yer aldı ve gözünün birini kaybedince "Ebü'l-A'ver" lakabıyla meşhur oldu. Bilhassa Yermük Savaşı'nda ve Suriye bölgesindeki diğer seferlerde önemli görevler üstlendi. Başkumandan Ebû Ubeyde b. Cerrâh'ın görev verdiği on kumandandan biri de o idi. 23 (643-44) yılında Bizans'a karşı düzenlenen seferde bir birliğe kumanda etti ve Ammûriye'ye kadar ilerledi. Daha sonra Ürdün'deki Taberiye'yi fethetti ve ilk Kıbrıs seferine katıldı. Bir müddet sonra da Muâviye'ye bağlı olarak Ürdün'ün idaresine memur edildi, bölgenin vergi işlerini düzenledi. Ebü'l-A'ver'in bu görevi Hz. Osman'ın şehid edilmesine kadar devam etti. Bu tarihten sonra da Muâviye'nin en yakın adamları arasında yer aldı. Özellikle Sıffîn Savaşı'ndaki faaliyetleri ve Hakem Vak'ası'nda Muâviye lehine yaptığı şahitlik sebebiyle Hz. Ali'nin buğzettiği üç dört kişiden biri oldu. Ebü'l-A'ver, Amr b. Âs'ın Muâviye adına Mısır'ı ele geçirmek için çıktığı sefere de katıldı (38/658).
BİBLİYOGRAFYA:
Abü'l-'Atâ-
hija adıyla Almanca'ya tercüme edilmiştir (Stuttgart 1928).
t e â l e s - S a î d î , Ebü'l-'Atâhiye:
Es'ad
1983, I, 141-142; Şevki Dayf, Târîhu'l-edeb,
Dirâsât,
adlı
Bey-
rut, ts. (Dârü'l-Fikr), s. 3 8 6 - 4 0 2 ; Y û s u f
v a n ı n Şerhu
Ebi'l-'Atâhiye
deuâuîn, Târîhu'l-
Beyrut 1978, s. 158-160; Ö m e r Ferruh,
rut
II,
I, 3 2 3 ; Brockelmann,
R e l i g i o u s B e l i e f s of A b u ' l - A t â h i y a
Dîvâni
el-Eğânî,
s. 2 2 7 - 2 3 4 ; Ebü'l-Ferec el-İsfahânî, IV, 3 - 1 1 8 ; İ b n ü ' n - N e d î m , el-Fihrist
ye) adı altında yayımlamıştır (Beyrut 1927, 1931, 1950). Ayrıca divanı da Şam Dârü'lkütübi'z-Zâhiriyye'deki İbn Abdülber nüshası ile Tubingen nüshası esas alınarak Şükrî Faysal tarafından Ebü'l-'Atâhiye: eş'âruhû ve ahbâruhû adıyla yeniden neşredilmiştir (Dımaşk 1384/1965). Divanının Dârü Sâdır tarafından yapılan bir baskısı da vardır (Beyrut 1961). Bu dibir şerhi mevcuttur (Beyrut 1969, 1985). Ebü'l-Atâhiye'nin zühdiyyâtı 1909 Beyrut baskısı esas alınarak Oskar Rescher
(Ka-
hire 1986); Ahmed Muhammed Aliyyân,
Hendek Gazvesi'nde Süleym kabilesi askerlerinin başında bulunuyordu. Onun bu savaştan sonra müslüman olduğu rivayet edilmektedir.
el-Bidâye,
VII, 26, 55, 182, 239, 2 7 2 , 2 8 1 , 2 9 5 ; İbn Hacer, el-İşâbe,
Beyrut
1940,
II, 5 3 3 ;
H.
Lam-
m e n s , " A b u ' l - A c w a r " , El 2 (İng.), 1, 108. H
İRFAN A Y Ç A N
295
Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
EBÜ'l-AYNÂ temelen bu konuda ilk kitabın yazarı olmasıdır. Ayrıca Ahmed b. Hasîb hakkında da bir kitap kaleme almıştır. İbnü'l-
EBÜ'l-AYNÂ
(
)
Ebû Abdillâh Muhammed b. el-Kâsım b. Hallâd b. Yâsir el-Hâşimî (ö. 283/896) !
Arap şairi.
191 (807) yılında Ahvaz'da doğdu. Aslen Yemâmeli bir aileden olup Benî Hanîfe kabilesine mensuptur. Dedesi Hallâd, Abbâsî Halifesi Mansûr'un âzatlı kölelerindendir. Ebü'l-Aynâ'nın Hâşimî nisbesi buradan kaynaklanmaktadır. Ebü'l Aynâ lakabını ise kendisine hocası Ebû Zeyd el-Ensârî vermiştir. Rivayete göre hocasına "ayn" kelimesinin küçültme isminin nasıl yapılacağını sormuş, o da, "Uyeyn şeklinde olacak ey Ebü'l-Aynâ" cevabını vermiş ve şair o günden sonra bu lakapla anılmıştır. Tahsilini Basra'da yaptı; burada Ebû Ubeyde Ma'mer b. Müsennâ, Asmaî, Ebû Zeyd el-Ensârî, Muhammed b. UbeyduIIah el-Utbî gibi meşhur âlimlerden ders aldı ve Ebû Âsim en-Nebîl'den rivayetlerde bulundu. Talebeleri arasında Ebû Abdullah el-Hakîmî, Ebû Bekir es-Sûlî, Ahmed b. Kâmil ve İbn Necîh gibi âlimler vardır. Ebü'lAynâ daha sonra Bağdat'a gidip oraya yerleşti. Bu yolculuğu sırasında Sâmerrâ'da bir hastalığa yakalanarak gözlerini kaybetti.
Ahbârü'l-hamkâ
Cevzî'nin,
minde Kureyş kabilesinin ileri gelenlerinden biriydi. Hz. Peygamber İslâmiyet'i açıktan tebliğ etmeye başladığı zaman onu bu davadan vazgeçirmesi için amcası Ebû Tâlib'e başvuran Kureyşliler arasında o da vardı. Ancak onu önemli kılan hadise, Kureyş kabilesinin müslümanlara karşı ilân ettiği boykot sırasında akrabalık bağları sebebiyle tavrını müslümanlardan yana koymasıdır. Ebü'l-Bahterî ile bazı Kureyşliler, kendilerine hiçbir yiyecek verilmeyen müslümanlara önce yiyecek götürdüler; sonra da müslümanlarla görüşmeyi ve onlara yardım ulaştırmayı yasaklayan boykot metnini Kâbe'nin duvarından indirerek Kureyş'in baskısını kırdılar.
ve'l-mu-
ğaffelîrı adlı eserini yazarken bu kitabı örnek aldığı anlaşılmaktadır. Ebü'l-Aynâ hadis ilmiyle de meşgul olmuştur; fakat bu konudaki bilgisinin dil bilimleri alanındaki kadar güçlü ve güvenilir olmadığı kabul edilir. Çok az sayıda müsned hadis rivayet eden Ebü'l-Aynâ'nin rivayetlerinin çoğunu ahbâr, nevâdir ve çeşitli hikâyeler teşkil etmektedir. Enver Alyân Ebû Süveylim, Ebü'l- cAynâ
3
Muhammed
dirâse
ve
ve şi crihî
tevsik
b. el-Kâsım
b.
Hallâd:
îî hayâtihî
ve
nesrihî
ve rıevâdirihî
ve
ahbârihî
ve
merviyyâühî adıyla bir çalışma yapmıştır (Amman 1990).
Hz. Peygamber'in hicret etmesini engellemek için tedbirler almak üzere Kureyşliler'in Dârünnedve'de yaptığı toplantıya da katılan Ebü'l-Bahterî Bedir Savaşı'nda müşrik ordusunun erzak ihtiyacını karşıladı. Onun İslâmiyet aleyhindeki gayretlerine rağmen Hz. Peygamber boykot hadisesindeki iyiliğini dikkate alarak öldürülmemesini emretti. Savaş esnasında Ebü'l-Bahterî ile karşılaşan Mücezzir b. Ziyâd el-Belevî adlı sahâbî, Hz. Peygamber'in bu emrini ona hatırlatarak teslim olmasını istedi. Ebü'l-Bahterî, arkadaşı Cünâde b. Müleyha'ya da eman verilmesi halinde teslim olacağını söyledi; fakat Mücezzir onun bu isteğini kabul etmedi. Bunun üzerine Ebü'l-Bahterî, yaşama hırsı uğruna arkadaşını ölüme terkettiği için Kureyşli kadınların kendisini ayıplayacaklarından endişe ederek savaşmaya devam etti ve öldürüldü.
BİBLİYOGRAFYA: İ b n ü ' l - M u ' t e z , Tabakâtü'ş-şu'arâ'
(nşr. Ab-
d ü s s e t t â r A h m e d Ferrâc), Kahire s. 4 1 4 - 4 1 5 ;
1375/1956,
Mu'cemuş-şu'arâ*
Merzübânî,
(nşr. F. Krenkow), Kahire 1354 — Beyrut 1 4 0 2 / 1982, s. 4 4 8 ; İ b n ü ' n - N e d î m , el-Fihrist
(Teced-
d ü d ) , s. 138-139; E b û İshak el-Husrî,
Zehrü'l-
âdâb
(nşr. Ali M u h a m m e d
el-Bicâvî),
1969, I, 278-286; Hatîb, Târîhu Bağdâd, 1 7 9 ; İbnü'l-Cevzî, el-Muntazam, Y â k ü t , Mu 'cemul-üdebâ', Hallikân, el-Vefeyât,
'İber
(nşr.
Kahire III, 170-
XII, 3 5 2 - 3 5 8 ;
XVIII, 2 8 6 - 3 0 6 ; İbn
IV, 3 4 3 - 3 4 8 ; Zehebî, el-
Selâhaddin
el-Müneccid),
1966, II, 2 9 ; a.mlf., Mîzânu a.mlf., A'lâmun-nübelâ\
l-i'tidâl,
Küveyt IV, 1 2 ;
XIII, 3 0 8 - 3 0 9 ; Safe-
dî, el-Vâfî, IV, 3 4 1 - 3 4 4 ; a.mlf.,
Nektü'l-himyân
(nşr. A h m e d Zekî Bek), Kahire 1 3 2 9 / 1 9 1 1 , s.
Hazırcevap, fasih ve beliğ olmasının yanında çok zeki, ahbâr*ı iyi bilen, hoşsohbet bir kişi olan Ebü'l-Aynâ halifelerin ve ileri gelen devlet büyüklerinin meclislerine katıldı, Abbâsî Halifesi Mütevekkil'e (847-861) nedimlik yaptı. Halife ile olan sohbet ve konuşmalarının bir kısmı daha sonra edebiyat ve tabakat kitaplarında yer almıştır. Hâfız olduğu için birçok soruya Kur'an âyetleriyle cevap verdiği, ayrıca sözünü hiç kimseden esirgemediği söylenir. Oğlundan nakledilen bir rivayete göre 10 Cemâziyeiâhir 283 (25 Temmuz 896) tarihinde Basra'da vefat etmiştir.
2 6 5 - 2 7 0 ; İbn Hacer, Lisânü'l-Mîzân,
Ebü'l-Aynâ'nın günümüze intikal eden az sayıdaki şiirleri başarılı kabul edilmektedir. Hicivlerinde ağır bir dil kullanmış olup Ebû Ali el-Basîr ve Ebû Hiffân ile karşılıklı hicivleri vardır. Kaynaklarda 30 varaklık bir divanı olduğu zikredilmektedir. Ebü'l-Aynâ'nın ahbâr ve menkıbelerini İbn Ebû Tâhir Ahbâru Ebi'l- cAynâ3 adıyla bir araya getirmiştir. Onun ilginç bir yönü de ahmak ve dalgınların söz ve davranışlarıyla ilgili söylentileri toplaması dolayısıyla muh-
Ebü'l-Bahterî el-As b. Hişâm b. el-Hâris (6.2/624)
346; Brockelmann,
GAL
Suppl.,
V, 344I,
248-249;
a.mlf., " E b ü ' l - A y n â " , İA, IV, 7 5 ; a.mlf., " A b u ' l c
A y n â ° " , El 2 (İng.), I, 1 0 8 ; Sezgin, GAS, II, 519-
5 2 0 ; Ö m e r Ferruh, Târîhu'l-edeb,
II, 3 3 8 - 3 4 0 ;
M a h m û d en-Nevâdî, " E b ü ' l - c A y n â ' e d - D a r î r " , BİBLİYOGRAFYA:
ME, XXII (1950), s. 5 2 0 - 5 2 5 , 622-627.'
İbn Hişâm, es-Sîre, I, 264, 295, 3 5 4 ; İbn Sa'd, S
et-Tabakât,
HÜSEYIN ELMALI
II, 18, 2 3 ; Zübeyrî, îlesebü
s. 2 1 3 - 2 1 4 ; İbn H a b î b , el-Muhabber,
'
F
İbn Kuteybe, el-Ma'ârif
EBÜ'l-AZÂİM
n
(bk. M U H A M M E D MÂZİ).
^
EBÜ '1 - BAHTERÎ, As b. H i ş â m ( ^U* ^ ^ U S l
tjJSıJl
berî, Târîh
n
s. 1 5 4 ; Ta-
(Ebü'1-Fazl), Beyrut 1 9 6 0 , II, 3 2 3 ,
3 3 6 , 3 4 2 , 3 7 0 , 4 3 7 , 4 5 0 - 4 5 1 ; İbn H a z m , Cem-
here, s. 1 1 7 ; İbnü'l-Esîr, el-Kâmil,
II, 42, 60-
61, 71, 83, 8 9 ; İbn Kesîr, el-Bidâye,
III, 85, 88,
96, 165, 175, 176, ayrıca bk. İ n d e k s ; Ziriklî, elA c / â m (Fethullah), III, 247.
JJI )
Mekkeliler'in müslümanlar aleyhindeki boykotunu kıran Kureyşli müşriklerden.
(Ukkâşe).
Kureyş, s. 1 6 2 ;
rrı
.
İlmi İRFAN A Y Ç A N
F
EBÜ'l-BAHTERÎ, Saîd b. Fîrûz
n
( J J j ^ O? LS,rM y ) Ebü'l-Bahterî Saîd b. Fîrûz et-Tâî (ö. 82/701 [?]) ^
Bazı kaynaklarda adı Hâşim olarak da geçen babası ile annesi Ervâ bint Hâris'in soyu Kusay'da Hz. Peygamber'in soyu ile birleşir. Ebü'l-Bahterî Câhiliye döne-
L
Kûfeli fakih ve muhaddis tabiî.
_ı
Aslen Arap olmayıp Tay kabilesinin mevâlî* sindendir. Kûfe'de yaşadığı için Kûfî nisbesiyle ve İbn Ebû İmrân diye de anılır. Ebû Berze el-Eslemî, İbn Ab-
296 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
EBÜ'I-BAHTERÎ, Vehb b. Vehb bas, İbn Ömer, Ebû Saîd el-Hudrî gibi sahâbîlerden hadis rivayet etti. Kendisinden de Amr b. Mürre, Atâ b. Sâib, Habîb b. Ebû Sâbit, Yezîd b. Ebû Ziyâd gibi tâbiîler rivayette bulundular. Ebû Berze, Hz. Ömer, Ali, Huzeyfe b. Yemân, Selmân ve İbn Mes'ûd gibi sahâbîlerden duyduğu bazı hadisleri bizzat Hz. Peygamber'den duymuş gibi rivayet etmesi sebebiyle bazı âlimlerce tenkit edildi. İbn Sa'd onun hocalarından bizzat duyduğu rivayetleri hasen, böyle olmayanları ise zayıf saymaktadır. Yahyâ b. Maîn, Ebû Hâtim er-Râzî, Ebü Zür'a er-Râzî ve daha başkaları onu güvenilir bir âlim olarak kabul etmiş, rivayetleri
Kütüb-i
Sitte'de
yer
almıştır.
Kûfe'nin ileri gelen fakihlerinden hadis hâfızı Habîb b. Ebû Sâbit, bir defasında Ebü'l-Bahterî ve tanınmış hadis hâfızı, mukrî ve müfessir Saîd b. Cübeyr ile bir araya gelip sohbet ettiklerinden söz ederken içlerinde en âlim olanın ve fıkhı en iyi bilenin Ebü'l-Bahterî olduğunu söylemiştir. Ebü'l-Bahterî, Halife Abdülmelik b. Mervân'ın Küfe valisi Haccâc'a karşı isyan eden İbnü'l-Eş'as'ı destekleyen âlim, kurrâ ve zâhidlerin önde gelenlerinden biriydi. Kurrânın onu kendilerine kumandan yapmak istemeleri üzerine bu görevi Araplar'dan birine vermenin daha isabetli olacağını söyleyerek teklifi kabul etmedi. İbn Sîrîn'in belirttiğine göre yakın arkadaşları ona bir emîr gibi saygı gösterirlerdi. Haccâc'a karşı yapılan Deyrülcemâcim Savaşı'nda 82 (701) yılında öldürüldü. Onun yine İbnü'l-Eş'as'la birlikte Bağdat yakınlarındaki Düceyl'de 83 (702) yılında öldürüldüğünü söyleyenler de vardır. Ebü'l-Bahterî bir ağıt duyunca hemen ağlayacak kadar yufka yürekli ve son derece mütevazi bir kimseydi. "İçlerinde en âlimi olduğum kimselerin arasında bulunmaktansa benden daha âlim kimselerle beraber olmayı tercih ederim" derdi. BİBLİYOGRAFYA: İbn Sa'd, et-Tabakât, Hayyât, et-Tabakât
Târîhu'l-kebîr, Cerh ye,
VI, 2 9 2 - 2 9 3 ; Halîfe b.
(Zekkâr), I, 3 5 0 ; Buhârî, et-
iİl, 5 0 6 - 5 0 7 ; İbn E b û H â t i m , el-
ue't-ta'dîl, IV, 3 7 9 - 3 8 6 ;
IV, 5 4 - 5 5 ; E b û N u a y m , HilZehebî, A c
lâmü'n-nübeiâ',
IV, 2 7 9 - 2 8 0 ; a.mlf., Târîhu'l-İslâm:
sene
100, s. 2 3 1 ; İbn Hacer, Tehzîbut-Tehzîb, 72-73; İ b n ü ' I - İ m â d , Şezerât, A
c
81IV,
I, 9 2 ; Ziriklî, el-
lâm (Fethullah), III, 99". H
O S M A N ESKİCİOĞLU
EBÜ'I-BAHTERÎ. Vehb b. V e h b
(
Ji
^
y) )
Ebü'l-Bahterî Vehb b. Vehb b. Kesîr el-Kadî el-Kureşî (ö. 200/815-16)
L
Hadis uydurmakla tanınan kâdılkudât.
J
Medine'de doğup yetişti. "Böbürlenerek yürüyen kimse" anlamına gelen Ebü'lBahterî lakabını niçin aldığı bilinmemektedir. Baba tarafından soyu Hz. Peygamber ile Kusay'da birleşir. Annesi Abde bint Ali, Akil b. Ebû Tâlib'in torunu olup sonraları Ca'fer es-Sâdık'la evlenmiştir. Tahsil hayatı hakkında fazla bilgi bulunmamakla birlikte üvey babasından faydalandığı söylenmektedir. Ayrıca Medine'de Hişâm b. Urve, Ubeydullah b. ömer b. Hafs ve İbn Cüreyc gibi âlimlerden hadis ve fıkıh öğrendi. Hârûnürreşîd devrinde (786-809) Bağdat'a giderek oraya yerleşti. Halife onu Bağdat'ın doğusundaki Askerülmehdî'ye kadı tayin etti. Hatîb el-Bağdâdî'nin söylediğine göre Ebû Yûsuf'un vefatı üzerine (182/798) bir müddet kâdılkudâtlık yaptı. Medine kadısı Bekkâr b. Abdullah b. Mus'ab'ın (ö. 195/810-11) ölümünden sonra da Medine kadılığına getirildi. Şehrin güvenliğini sağlama ve namaz kıldırma görevleri de kendisine verildi. Bu vazifeden azledildikten sonra tekrar Bağdat'a döndü ve yetmiş yaşını geçmiş olduğu halde 200 (815-16) yılında ölünceye kadar orada yaşadı. Kendisinden Rebî' b. Sa'leb, Müseyyeb b. Vâzıh, Recâ b. Sehl ve başkaları rivayette bulundular. Ebü'l-Bahterî tarih ve ensâb* sahalarında tanınmış bir âlimdi. İtibarlı bir kadı ve hem baba hem anne tarafından Resûl-i Ekrem'in soyundan gelen bir kimse olmasına rağmen hadis uydurmuştur. Muhammed el-Mehdî (775-785) ve Hârûnürreşîd devirlerinde onların hoşuna gidecek konuları hayalî senedlerle Hz. Peygamber'e mal etmeye çalıştığı rivayet edilmektedir. Kadılığı sırasında bir gün Hârûnürreşîd'in yanına gittiğinde onun güvercin uçurmakla meşgul olduğunu görmüş, Hz. Âişe'ye varan bir senedle Resûlullah'ın da güvercin uçurduğunu rivayet etmişti. Kendisini ileri yaşlarda gördüğünü belirten Yahyâ b. Maîn, onun evine kapanıp sabaha kadar hadis uyduran "kötü bir yalancı" olduğunu söylemiş, Ahmed b. Hanbel râvile-
ri ağır ifadelerle tenkit etmekten titizlikle kaçındığı halde Ebü'l-Bahterî hakkında "yalancı" (kezzâb) ve "insanların en yalancısı" ifadelerini kullanmıştır. Osman b. Ebû Şeybe, onun kıyamet günü kabrinden bir deccâl olarak kalkacağını söylerdi. Buhârî, bir râvinin hiçbir rivayetinin kesinlikle alınmaması gerektiğini belirtmek için nâdiren kullandığı "seketû anh" (hakkında söyleyecek söz bulamadılar) ifadesini onun hakkında da kullanmış, Ebû Zür'a er-Râzî talebesi İbn Ebû Hâtim'e, "Ebü'l-Bahterî'nin hiçbir rivayetini aklında tutma" diye tenbih etmiştir. Fellâs, Ebû İshak el-Cûzcânî ve Ebû Dâvûd onun yalan söylediğini, Nesâî kötü bir yalancı ve metrûk bir râvi olduğunu ifade etmiş, Ukaylî hiçbir doğru rivayetine rastlamadığını, onun vasıtasıyla gelen bütün haberlerin asılsız olduğunu söylemiştir. İbn Adî, Ebü'l-Bahterî'nin bir hayli rivayetini zikrettikten sonra, "Bütün bunlar asılsızdır, Ebü'l-Bahterî de hadis uyduran yalancılardan biridir" demiştir. Şiî âlimleri de onu yalancı kabul etmektedirler (el-Hûî, XIX, 211-214). Cömert bir insan olan Ebü'l-Bahterî ihtiyaç sahiplerine yardım etmekten hoşlanırdı. Kendisinden yardım istendiği zaman "lâ ilâhe illallah" diyerek sevincini belirtirdi. Onun övülmekten hoşlandığını bilen şairler kendisi hakkında methiyeler yazmışlardır. İbnü'n-Nedîm Ebü'l-Bahterî'nin şu eserlerini zikretmektedir; Kitâbü Şıfati'n-Nebî, tâbü'l bi
Kitâbü
Fezâ'ili'l-erışâr,
Ki-
Kitâbü
Nese-
-Fezâ'ili'i-kebîr,
vüldi
îsmâ
dîs,
"il,
Kitâbü
Tasm
ve
Ce-
Kitâbü'r-Râyât.
BİBLİYOGRAFYA : İbn Sa'd, et-Tabakât,
VII, 3 3 2 ; Yahyâ b. Maîn,
et-Târîh, II, 6 3 7 ; B u h â r î , et-Târîhül-kebîr, 1 7 0 ; a.mlf., et-Târîhüş-şağîr, teybe, el-Ma'ârif
DÜafâ',
VIII,
II, 3 2 0 ; İbn Ku-
(Ukkâşe), s. 5 1 6 ; Ukaylî, ed-
el-Cerh
IV, 3 2 4 - 3 2 5 ; İbn E b û H â t i m ,
oe't-ta'dîl,
IX, 25-26; İbn Adî, el-Kâmil,
2526-2529;
İbnü'n-Nedîm,
mî), s. 4 5 2 - 4 5 3 ;
Hatîb,
el-Fihrist
Târîhu
VII,
(Şüvey-
Bağdâd,
XIII,
4 8 1 - 4 8 7 ; XIV, 2 4 3 ; İbnü'l-Cevzî,
ed-DÜafâ\
III, 1 8 9 ; Y â k ü t , Müeemü'l-üdebâ',
XIX, 2 6 0 ;
İbn Hallikân, Vefeyât,
mü'n-nübeiâ', i'tidâl,
VI, 3 7 - 4 2 ; Zehebî,
A'lâ-
Mîzânü'l-
IX, 3 7 4 - 3 7 5 ; a.mlf.,
IV, 353-354; Yâfiî, Mir'âtü'l-cenân,
Hay-
d a r â b â d 1334-39, I, 4 6 5 - 4 6 6 ; E b ü ' l - K â s ı m elM û s e v î el-Hûî, Mücemü
ricâli'l-hadîs,
Beyrut
1 4 0 9 / 1 9 8 9 , XIX, 2 1 1 - 2 1 4 ; Sezgin, G 4 S , I, 2 6 7 ; Şâkir M u s t a f a , et-Târîhu'l-'Arabî
rihûn,
ue'l-mü'er-
Beyrut 1983, I, 181-182; VVilliam G. Mill-
ward, " a l - Y a ' q û b î ' s sources a n d the question s h î ' a p a r t i a l i t y " , Abr- nahrain, 72, s. 50-51.
XII, Leiden 1971 -
m İM
M . YAŞAK KANDEMİR
297 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
EBÜ'l - BEKA el - KEFEVÎ EBÜ'1-BEKÂ cl-KEFEVİ ( y )
1
(ö. 1095/1684)
el-Külliyyât adlı eseriyle tanınan Osmanlı âlimi.
^
Hayatı hakkında fazla bilgi yoktur. Aslen Kırımlıdır. Kefe müftüsü Şerif Mûsâ Efendi'nin oğlu olup 1028'de (1619) bu şehirde doğdu. Asıl adı Eyüp'tür. Tahsilini Kefe'de tamamladı ve uzun süre burada müftülük yaptıktan sonra davet üzerine İstanbul'a gitti. Sadrazam Derviş Mehmed Paşa'nın saygı gösterip ikramda bulunduğu Kefevî'nin İstanbul'a gidiş tarihi onun sadrazamlık yıllarına (1653-1655) rastlamış olmalıdır. Önce Birgi, ardından da Filibe kadılığına gönderildi. Filibe'deki görevi sırasında yapılan bir şikâyet üzerine IV. Mehmed tarafından Kefe'de ikamete mecbur edildi. Kırım Hanı 1. Selim Giray'ın aracılığı ile affedilen Ebü'l-Beka önce İstanbul yakınındaki İstinye'ye, oradan da İstanbul'a geldi. Bir süre sonra burada vefat etti ve Eyüp Sultan Türbesi yanına defnedildi. Tuhfetü'ş-şâhân adlı eserinin Süleymaniye Kütüphanesi'ndeki bir nüshasının (Şâzelî, nr. 152) baş tarafında yer alan biyografisinde ölüm tarihi 1095 (1684) olarak verilmiş olup Sicill-i Osmânî'de (I, 449) aynı yılın Safer (Şubat) ayında vefat ettiği kaydedilmektedir. Diğer bazı kaynaklarda ise bu tarih 1094 (1683) olarak geçmektedir. Eserleri. 1. el-Külliyyât. KüllİYyâtü Ebi'l-Bekâ3 ismiyle de tanınan ve Merzifonlu Kara Mustafa Paşa'ya ithaf edilen eser, başta Kur'an ve hadis olmak üzere İslâmî ilimlerde kullanılan terimleri açıklamak üzere kalem.e alınmış bir sözlüktür. Ebü'l-Bekâ'nın eserine bu adı vermesinin sebebi, herhalde kelimelerin izahına özellikle fasıl başlarında "kül" ( J * ) kelimesiyle başlamış olmasıdır. Otuz bir fasıldan meydana gelen eserin yirmi dokuz faslında -köklerine bakılmaksızınilk harfleri aynı olan kelimeler, daha sonraki harfleri arasında alfabetik bir sıra takip edilmeden kaydedilip açıklanmaktadır. Sadece elif faslındaki kelimeler, baştan birinci ve ikinci harflerine göre "eliften "yâ"ya kadar ayrıca kendi arasında fasıllara ayrılmıştır. Açıklamalar sırasında kelimelerin gramer, felsefe, mantık, fıkıh, hadis, tefsir, kelâm gibi ilimlerde ifade ettiği mânalar üzerinde durulmuş, bunların eş anlamlılarıyla oian mâna ve kullanım farklarına işaret edil-
miştir. Ayrıca çeşitli mezheplerin anlase de bu eserlerin ona aidiyeti kesin olayışları tartışılarak muhaliflere cevaplar rak tesbit edilememiştir. verilmiş ve tercihler yapılmıştır. Her fasBİBLİYOGRAFYA : lın sonunda "Elfâzun Kur'âniyye" başlıE b ü ' l - B e k â el-Kefevî, el-Külliyyât (nşr. Adn â n D e r v î ş — M u h a m m e d el-Mısrî), D ı m a ş k ğı altında, yine köklerine bakılmaksızın 1981-82, İ-V, ayrıca naşirlerin m u k a d d i m e s i , 1, Kur'ân-ı Kerîm'de mevcut kelimeler geç1-11; V, 5 1 5 - 5 2 8 ; Sicill-i Osmânî, I, 4 4 9 ; Ostikleri şekilleriyle (mâzi, muzâri, emir, ism-i manlı Müellifleri, 1, 2 3 0 ; Serkîs, Mu"cem, 1, 293fâil, cemi, tesniye vb.) ele alınıp mânaları 2 9 4 ; B r o c k e l m a n n , GAL, II, 6 0 3 - 6 0 4 ; Suppl., II, açıklanmıştır. Kitabın sonunda "Faslun 6 7 3 - 6 7 4 ; îzâhu'l-meknûn, I, 2 5 1 ; II, 3 8 0 ; Hediyyetul-'ârifîn, I, 2 2 9 ; Kehhâle, Mu'cemulfi'l-müteferrikât" başlığı altında gramer, mü'ellifîn, III, 3 1 ; a.mlf., el-Müstedrek, Beyrut edebiyat, sözlük ve diğer İslâmî ilimler1 4 0 6 / 1 9 8 6 , s. 1 4 6 ; Ö z e ğ e , Katalog, IV, 1 8 8 3 ; le ilgili birçok açıklamaya yer verilmişC. Z e y d â n , Adâb, II, 3 4 8 ; Ziriklî, el-A'lâm (Fettir. Devrine göre mükemmel bir terim hullah), II, 3 8 ; M a h m û d M u h a m m e d et-Tanâve kavram sözlüğü kabul edilen eser hî, el-Medhal ilâ târîhi neşri't-türâsi'l-'Arabî, Kahire 1 4 0 5 / 1 9 8 4 , s. 1 5 5 ; Ö m e r Ferruh, Me'âilk defa 1253'te (1837) Bulak'ta basıllimu l-edebi'l-'Arabî, Beyrut 1986, II, 761-769; mış, daha sonra yine Bulak'ta (1255, A h m e d eş-Şerkâvî İkbal, Mu ccemü'l-me'âcim, 1281), ayrıca İstanbul (1278, 1286) ve Beyrut 1 4 0 7 / 1 9 8 7 , s. 4 9 - 5 0 ; TA, XIV, 2 8 8 . Tahran'da (1284, 1286) çeşitli baskılaS HULÛSİ KILIÇ rı yapılmıştır. Adnân Dervîş ile Muhammed el-Mısrî eseri el-Külliyyât adıyla r n tenkitli olarak neşretmişlerdir (I-V, DıEBÜ'1-BEKÂ er-RUNDl maşk 1975-1976; 1981-1982); daha son( ,12JI Ji' ) ra bu neşir tek cilt halinde de basılmışEbü'l-Bekâ' Sâlih b. Yezîd (Şerîf) tır (Beyrut 1412/1992, 1413/1993). Ebü'lb. Sâlih er-Rundî Bekâ eserinin mukaddimesinde (I, 4), "es(ö. 684/1285) lâfın eserlerinde bulduklarını bu kitapDaha çok "Risâü'l-Endelüs" adlı ta topladığım" ifade etmekle beraber bu mersiyesiyle tanınan eserlerin adını belirtmemekte, ancak Endülüslü edip ve şair. ^ açıklamalar sırasında faydalandığı kaynakları sık sık zikretmektedir. Adnân 601 Muharreminde (Eylül 1204) RunDervîş ile Muhammed el-Mısrî'nin neşde'de (Ronda) doğdu. Berberi kabilelerinde konu, kelime, âyet, hadis ve şiir rinden Nefze'ye mensuptur. İbnü'z-Züfihristleri yanında yer alan kitap fihrisbeyr es-Sekafî, İbn Abdülmelik ve Lisâtinden, Ebü'l-Bekâ'nın başta meşhur söznüddin İbnü'l-Hatîb gibi ilk müellifler lükler olmak üzere hadis, tefsir, fıkıh, ketarafından Ebü't-Tayyib künyesiyle anılâm, akaid, gramer ve belâgata dair 180 lır. Makkarî (ö. 1041/1631) Ezhârü'r-ricivarında eserden faydalandığı anlaşılyâz adlı eserinde (1, 47) onu bu künye ile, maktadır (el-Külliyyât, V, 515-528). M. Ha- Nefhu't-tib'de i s e (IV, 4 8 6 ) E b ü ' l - B e k â lil Ç i ç e k , Ebü'l-Bekâ
liyât'mda
Tefsir
el-Kefevî'nin v e Kur'an
Kül-
İlimleri
adıy-
la bir doktora tezi hazırlamıştır (Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 1992). 2. Tuhfetü'ş-şâhân. Türkçe bir ilmihal kitabı olup namaz ve oruç gibi ibadetler yanında akaid, ef'âl-i mükellefin, helâl ve haramlar, ahlâk ve âdâb, alışveriş, evlenme, ehl-i zimme, cihad, elfâz-ı küfür, hükümdarlara tavsiyeler gibi konulara yer verilmiştir. Eserin çeşitli baskıları vardır (İstanbul 1258, 1301; Bulak 1264). 3. el- cUdde
c
inde
külli
şidde.
Muham-
med b. Saîd el-Büsîrî'nin (ö. 695/1296 |?]) Kaşîdetü'l-bürde* adlı meşhur eserinin Arapça şerhi olup çeşitli yazma nüshaları bulunmaktadır (meselâ bk. Süleymaniye Ktp., Kılıç Ali Paşa, nr. 811/2; İÜ Ktp., AY, nr. 2426). Osmanlı
Müelliflerinde
B e k â ' y a Hâşiye-i
Vaz'iyye
(1, 2 3 0 ) E b ü ' l ve
el-İkdü'l-
ferid adlı iki risâle daha nisbet edilmiş-
künyesiyle zikreder. Doğu İslâm dünyasında XI. (XVII.) yüzyıldan itibaren, muhtemelen meşhur Endülüs mersiyesiyle birlikte yaygınlık kazanan bu künyesiyle tanınmıştır. İlk bilgileri babasından alan Ebü'l-Bekâ daha sonra Ebü'l-Hasan edDebbâc, İbnü'l-Fahhâr, Ebü'l-Hüseyin İbn Katrâl, Ebü'l-Hasan İbn Zerkün, Ebü'lKâsım İbnü'l-Ced'den ders okudu. Ayrıca Gırnata, Sebte (Ceuta), Mâleka ve Merakeş gibi şehirleri gezerek oralardaki ilim adamları ile tanıştı, bazılarının derslerine devam etti. Nitekim İbnü'z-Zübeyr, Mâleka'daki kısa hocalığı esnasında Ebü'l-Bekâ'nın kendi derslerine düzenli şekilde devam ettiğini belirtmektedir (Şılatü'ş-Şıla, II, 529). Başta ez-Zeyl ve't-tekmile sahibi İbn Abdülmelik elMerrâküşî olmak üzere birçok âlim kendisinden ders almıştır. Hayatından bahseden kaynakların hemen hepsinde hayır sever ve dindar bir
298 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
EBÜ'l - BEKA el-UKBERÎ kişi olarak anılan Ebü'l-Bekâ'nın Nasrî hükümdarları ile münasebeti oldukça iyi idi. Ölüm, doğum, bayram vb. vesilelerle onlara kasideler yazmıştır. Nitekim Ravzatul-üns'ü Nasrîler'in kurucusu Gâlib-Billâh I. Muhammed'e ithaf etmişt i r . E b ü ' l - B e k a el-Vâfî
fî
nazmi'l-kavâ-
fî adlı eserinde yer yer Nasrîler (Benî Ahmer) sarayı, karşılaştığı veya mektuplaştığı vezirler, fakihler ve ediplerle bazı kasidelerine nazîre yazanlar hakkında bilgi verdiği gibi babası, oğlu ve eşi hakkında yazdığı mersiyeler münasebetiyle aile bağlarına dair bilgiler de vermektedir. Kaynaklar, 684 (1285) yılında vefat eden Ebü'l-Bekâ'nın mezar taşına yazılmasını vasiyet ettiği iki beyitlik şiirini kaydetmekle birlikte (İbnü'l-Hatîb, III, 375) öldüğü yer hakkında bilgi vermemektedir. Ebü'l-Bekâ methiye, gazel ve mersiyeleriyle meşhur olmuştur. Kaynaklarda şiirlerinin bir divan halinde toplandığı kaydediliyorsa da sadece Endülüs mersiyesiyle şiirlerinden bazı parçalar ve elVâfî
fî nazmi'l-kavâfî
adlı eserinde şâ-
hid* olarak zikrettiği irili ufaklı elli şiiri günümüze kadar gelebilmiştir. Eserleri. 1. "Risâü'l-Endelüs" ("el-Kasîdetü'n-nûniyye fî risâi'l-Endelüs"). Endülüs'ün büyük bir bölümünün müslümanların elinden çıkıp hıristiyanların hâkimiyeti altına girmesi münasebetiyle yazılmış bir mersiyedir. Endülüs'te ölümlerinden sonra çeşitli kişiler için yazılan mersiyeler yanında savaşlarda harap olan veya düşman eline geçen şehirlere ve yıkılan hânedanlara da mersiyeler söylenmiştir. Nitekim daha önce İbnü'l-Lebbâne'nin (ö. 507/ 1113) İşbîliye mersiyesi, İbn Abdûn'un (ö. 529/1134) Eftasîler için yazdığı mersiye ve İbnü'l-Ebbâr'ın (ö. 658/1260) Belensiye mersiyesi bu türün örnekleri arasında sayılabilir. Endülüs mersiyesi, 665 (1267) yılında Nasrî Hükümdarı I. Muhammed'in birçok şehir ve kaleyi Kastilya Kralı X. Alfons'a terketmesi üzerine kaleme alınmıştır (İbn Ebû Zer, s. 112). Makkarî, Ebü'l-Bekâ'nın ölümünden sonraki yıllarda düşman eline geçen Gırnata, Besta (Baza) ve diğer bazı şehirlerin de bu mersiyede anılır olduğunu, ancak şiire yapılan bu ilâvelerin hemen farkedildiğini belirtir (Nefhu'ttîb, IV, 488). Şehâbeddin el-Hafâcî Reyhânetul-elibbâ adlı eserinde (1, 370374) mersiyeyi yanlış olarak Yahyâ elKurtubî'ye (İbn Sa'dûn) isnat eder. Kırk üç beyitten meydana gelen bu şiiri (metni için bk. İbn Ebû Zer, s. 112-114; Mak-
karî,
IV, 487-488; a.mlf., EzhâI, 47-50) muhtevası bakımından üç bölüme ayırmak mümkündür: Her şeyin bir sonunun olduğunu, en güçlü devletlerin bile yıkıldığını, bundan ibret alınması gerektiğini ifade eden 1-12. beyitler; Endülüs şehirlerinin düşman eline geçmesini ve Endülüs müslümanlarının başına gelen musibetleri tasvir eden 13 - 27. beyitler; cihada davet eden, özellikle Kuzey Afrika'da hüküm süren Merînîler'den yardım isteyen ve Endülüs müslümanlarının başına gelen kanlı trajedinin umumi bir tasvirine yer veren 28-43. beyitler. Yazıldığı günden beri önemini koruyan bu mersiye, özellikle İslâm ülkelerinin sömürgeci Batılı devletleri tarafından işgal edilmesi üzerine tekrar yaygınlık kazanarak edebiyat kitaplarına alınmış, Fransızlar'ın Emeviyye Camii'ni yakmaları üzerine meşhur şair Ahmed Şevki buna nazîre olarak bir mersiye yazmıştır (Butrus el-Bustânî, III, 292). Şam Birinci Türk Sultânîsi ikinci müdürü Mehmed Nizâmeddin'in 1913'te manzum olarak Türkçe'ye çevirdiği mersiye (Konrapa, s. 165-169), Bekir Topaloğlu ve Hayrettin Karaman tarafından da nesir halinde tercüme edilmiş (Arap Dili ue Edebiyatından Tercümeler, İstanbul 1967, s. 87-89), ayrıca Sezai Karakoç tarafından manzum olarak günümüz Türk-
delüs, s. 452-486), Nebîl Edîb Rahhâl da eser üzerinde Beyrut Amerikan Üniversitesi'nde bir profesörlük tezi hazırlamış ve edisyon kritiğini yapmıştır ( Mevkıfü
Nefhu't-tîb,
rü'r-riyâz,
ç e s i ' n e u y a r l a n m ı ş t ı r ( İ s l â m ı n Şiir
Anıtla-
İstanbul 1985, s. 83-90). M. Gran-
rından,
f e r t d e L a g r a n g e Anthologie
arabe
ris 1828), Graf von Schack Araber
Poesie
Kurıst
der
cilien
(Berlin 1865), Juan Valera
y arte
de
los
in
Arabes
Spanien
en
(Pa-
und
und
Espana
SiPoesıa
y
Sci-
lia (Madrid 1867-1871) adlı eserlerine bu mersiyeyi almışlar, A. R. Nykl de eksik ve hatalı bir tercümesine Hispono-Arabic Poetry
and
its
Relations
with
the
Old
(Baltimore 1946) adlı eserinde yer vermiştir (Ahmed Benhamouda, s. 193; Ebied-Young, LV1/1, 3031; bu son makalede mersiyenin yeni bir İngilizce tercümesi yapılmıştır). 2. el-Vâfî fî nazmi'l-kavâfî. Edebî tenkide dair olan ve dört cüzden meydana gelen eser şiirin önemi, şairlerin tabakaları, şiir yazımı, âdâbı, çeşitleri, şiirde bedî' ve belâgat sanatları, şiirin kusurları, aruz ve kafiye gibi konularla müellifin bazı şiirlerini ihtiva etmektedir. Ebü'l-Bekâ bu eserinde aruz bahirlerine bazı ilâvelerde de bulunmuştur {DİA, V, 485). Ca'fer Mâcid eser hakkında bir makale yazmış (bk. bibi.; eserin muhtevası için bk. M. Rıdvân ed-Dâye, Târîhu'n-nakdi'I-edebî fi'l-EnProvençal
Troubadours
mü'ellifin kemâ
Endelüsiyyin
yettazıhu
nakdi'ş-şl zr
min
fî Kitabi'l-Vâfî
fî
nazmi'l-
1966). 3. Ravzatü'l-üns ve nüzhetü'n-nefs. Genel kültüre dair olup 1. Muhammed'e ithaf edilmiştir (Rabat Umumi Kütüphanesi, Kettâniyye, nr. 1730). 4. Urcûze fi'l-ferâ'iz (yazmaları için bk. Brockelmann, GAL Suppl., I, 860). kavâfî,
Ayrıca kaynaklarda Ebü'l-Bekâ'nın Makâmât adlı eseriyle "Hadîsü Cibril" üzerine bir şerhinden söz edilmektedir. BİBLİYOGRAFYA: İbnü'z-Zübeyr, Şılatü'ş-Şıla lik,
ez-Zeyl
ve'ş-Şıla
(İbn
ve't-tekmile
Abdülme-
li-Kitâbeyi'l-Mevşûl
(nşr. M u h a m m e d b . Şerife], içinde),
el-İhâta,
R a b a t 1984, II, 5 2 8 - 5 2 9 ; İbnü'l-Hatîb,
ez-Zahîretü's-seniy-
III, 3 6 0 - 3 7 5 ; İbn E b û Zer,
ye fî târîhi'd-devleti'l-Merîniyye,
Rabat
s. 112-114; Himyerî, er-Ravzü'l-mi'târ, M a k k a r î , Nefhu't-tîb,
hârur-riyâz
IV, 4 8 6 - 4 9 0 ; a.mlf., Ez-
(nşr. M u s t a f a es-Sekkâ v.dğr.), Ka-
Reyhânetü'l-
hire 1 3 5 8 / 1 9 3 9 , I, 4 7 5 0 ; Hafâcî,
elibbâ,
1972, s. 2 6 9 ;
I, 3 7 0 - 3 7 4 ; M u h a m m e d F e h m î ,
Edebiyyât-ı
Arabiyye,
5 5 6 ; Ahmed
Târîh-i
İstanbul 1 9 1 9 , s. 535-
Benhamouda, "Al W â f â fî n a z m
a l - k a w â f ı , d ' A b u ' l - B a k â ' b. S a r î f a l - R u n d ı " ,
Melanges
Gaudefroy
- Demembynes,
Le Caire
1935-45, s. 189-195; Brockelmann, GAL
Suppl.,
1, 8 6 0 ; II, 9 2 5 ; Ö m e r Ferruh, Târîhu'l-edeb,
VI,
Târîhu'l-fikri'l-Ende-
2 8 6 - 2 9 1 ; A. G. Palencia,
liisf (trc. H ü s e y i n M û n i s ) , Kahire 1955, s. 1311 3 2 ; A b b a s b. İ b r â h i m , el-İ'lâm,
VII, 3 5 5 - 3 5 9 ;
A b d ü l a z î z Atîk, el-Edebul-'Arabî
fi'l-Endelüs,
Beyrut 1 3 9 6 / 1 9 7 6 , s. 3 1 9 - 3 2 8 ; B u t r u s el-Bust â n î , üdebâ'ul-'Arab,
Beyrut
1979, III, 2 9 2 ;
M. Rıdvân ed-Dâye, Târîhu'rı-nakdi'l-edebî
Endelüs,
fi'l-
Beyrut 1 4 0 1 / 1 9 8 1 , s. 4 4 9 - 4 8 7 ; a.mlf.,
Ebü'l-Bekâ
er-Rundî:
şa'iru
Beyrut 1 4 0 6 / 1 9 8 6 ; İhsân A b b a s ,
di'l-edebî'inde'l-'Arab,
Târîhu'n-nak-
Beyrut 1 4 0 4 / 1 9 8 3 , s.
5 3 8 - 5 3 9 ; Ziriklî, el-A' lâm Abdullah
resa'i'TEndelüs,
(Fethullah), III, 1 9 8 ;
M. ez-Zeyyât, Rişâ'ü'l-müdün
şi'ri'l-Endelüsî,
fi'ş-
Bingazi 1990, s. 363-381, 746-
750; Abdullah Kenûn, " E b ü ' l - B e k â
er-Rundî
v e k i t â b ü h û e l - V â f î fî n a z m i ' l - k a v â f î " , Re-
vista, V I / 1 -2, Madrid 1 9 5 8 , s. 2 0 5 - 2 2 0 ; Zekai Konrapa, " E n d ü l ü s M e r s i y e s i - N i z â m ı Tercümesi ve E n d ü l ü s Tarihine Kısa Bir
İstanbul
Yüksek
İslâm
Enstitüsü
Bakış",
Dergisi,
sy.
2, İstanbul 1964, s. 165-184; Câ'fer Mâcid, "Kit a b ü ' l - V â f î fî n a z m i ' l - k a v â f î " ,
câmi'ati't-Tûnisiyye,
VI, T u n u s
Hauliyyâtü'l1969, s. 171-
2 0 1 ; R. Y. Ebied - M. J. L. Y o u n g , " A b u ' l - B a q â al-Rundı and His Elegy on M ü s l i m
Spain",
MW, LVI/1 (1976), s. 29-34; Nihad M. Çetin, "Bah i r " , DİA, IV, 4 8 5 .
m M
r
ABDÜLKERÎM HALÎFE
EBÜ'l-BEKÂ el-UKBERİ
L
(bk. UKBERİ).
^ J
299
Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
EBÜ' l-BEREKÂT el -BAĞDÂDÎ F
EBÜ'I-BEREKÂT el-BAĞDÂDÎ ( jjlaiJI OIS^JI y} )
n
Ebü'l-Berekât Evhadüzzamân Hibetullâh (b.) Alî b. Melkâ el-Bağdâdî (ö. 547/1152 [?]) Meşşâî felsefeye karşı yönelttiği önemli tenkitleriyle tanınan filozof ve tabip.
^
İbn Melkâ (İbn Melkân) künyesi ve Evhadüzzaman lakabıyla da tanınır. Eski ve yeni kaynaklarda tam adı Hibetullâh b. Melkâ, Hibetullâh Ali b. Melkâ ve Hibetullâh b. Ali b. Melkâ şeklinde farklı olarak geçmektedir. İbn Ebû Usaybia tarafından Beledî nisbesiyle de anılmış ve Beled'de doğduğu belirtilmiştir. Modern araştırmacılar buranın Yukarı Musul'da, Dicle kıyısında Şehrâbâd adıyla da bilinen eski bir kasaba olduğunu söylüyorlarsa da (El 2 |Fr.j, I, 114; Mevsüatü'l- hadârâti'
l- İslâmiyye,
I, 42 ; Elr., I, 266)
bunu ihtiyatla karşılamak gerekir. Zira o dönemde Kerec, Necef, Merverrûz gibi daha başka şehirlerin de Beled adıyla anıldığı ve buralarda yaşayan önemli kişilere Beledî nisbesinin verildiği bilinmektedir
(Yâküt,
Mücemü'l-büldân,
I,
481-482). Ebü'l-Berekât'ın doğum ve ölüm tarihleri de tartışmalıdır. Bu sebeple İbnü'l-Kıftî onun VI. (XII.) yüzyılın ortalarında öldüğünü belirtmekle yetinir. Filozofa en yakın biyografi yazarlarından Zahîrüddin el-Beyhakî, Ebü'l-Berekât'ın doksan "güneş yılı" yaşadığını, Selçuklu Sultanı Mesud'un ölümüyle onun ölümü arasında garip bir ilişki kurarak (aş. bk.) ikisinin aynı günde (1 Receb 547/ 2 Ekim 1152) vefat ettiğini belirtir. Buna göre filozof 460 (1068) yılı civarında doğmuş olmalıdır. Halbuki kaynakların çoğunda seksen yıl yaşadığı ifade edilmektedir. 489'da (1096) Kitâbü't-Telhîşi'n-Nizâmı'yi, eserin müellifi ve kendisinin Bağdat'taki ilk tıp hocası olan Ebü'l-Hasan Saîd b. Hibetullah'tan okuduğuna göre (İbn Ebü Usaybia, s. 343) büyük ihtimalle 470 (1077) yılından önce doğmuştur. Ebü'l-Berekât çeşitli kaynaklarda Evhadüzzaman, Seyyidülhükemâ, Feylesûfülevân gibi unvanlarla anılmasına, hakkında "Aristo seviyesinde bir düşünür, büyük bir tabip, tedavide çok başarılı" gibi ifadeler kullanılmasına rağmen hayatına dair bilgiler son derece yetersizdir. Bu bilgilerden anlaşıldığı kadarıyla yahudi bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmiş, Bağdat'ta yetişmiş, iyi bir tabip, filozof ve psikolog olarak ün yapmış, çeşitli hükümdarların ve emir-
lerin hizmetinde bulunmuş, gerek sarayda gerekse halk nezdinde büyük itibar görmüş, özellikle gururlu ve biraz da bencil olması yüzünden zaman zaman başı derde girmiş, ileri yaşlarda müslüman olmuştur. Ebü'l-Berekât'm hocaları hakkında da fazla bilgi yoktur. Daha çok kendi kendini yetiştirdiği anlaşılmaktadır. Nitekim İbn Ebû Usaybia'nın, "İlme çok düşkündü ve bu hususta yüksek bir kabiliyete sahipti" şeklindeki ifadesi de ( cUyûnü'l-enbâs. 374) bunu teyit eder mahiyettedir. Esasen kendisinin Kitâbü'lc
Mu teber
fi'l-hikme
adlı b a ş
eserinin
mukaddimesinde, felsefî ilimlerle meşgul olmaya başlayınca eski filozofların eserleri üzerine yazılmış pek çok yorum ve şerh okuduğunu, ancak yetersiz olmaları sebebiyle bunlardan fazlaca faydalanamadığını, sonunda doğrudan kaynaklara yönelerek tahsilini geliştirdiğini, notlar tuttuğunu belirten ifadeleri, onun kendi çabalarıyla yetiştiğini ve bağımsız bir düşünür olduğunu göstermektedir. Kaynaklarda hocalarından sadece Ebü'l-Hasan Saîd b. Hibetullah'm ismine yer verilmiştir. İbn Ebû Usaybia ve Şehrezûrî'nin naklettiği bir rivayete göre, yahudilerden öğrenci kabul etmemeyi prensip edinen Ebü'l-Hasan bütün ısrarlarına rağmen Ebü'l-Berekât! derslerine almamış, o da hocanın derslerini gizlice takip etmiştir. Bir ara hocanın Galen'le ilgili bir sorusuna öğrencilerden hiçbiri cevap veremeyince bunu fırsat bilen Ebü'l-Berekât soruyu mükemmel bir şekilde cevaplandırmış, böylece bir yıl kadar süren bekleyişten sonra Ebü'l-Hasan'ın takdirini kazanarak seçkin bir öğrencisi olmuştur. Aristo ile hocası Eflâtun arasındaki bir olaya dair menkıbe mahiyetindeki bir rivayeti hatırlatan bu bilgide gerçeklik payı varsa, Ebü'l-Berekât 495'te (1102) vefat eden Ebü'l-Hasan'dan uzun süre okumuş olmalıdır. İyi bir tabip olarak yetişen Ebü'l-Berekât, Selçuklu Sultanı Gıyâseddin Muhammed Tapar'ın hizmetinde iken telif ettiği astronomiyle ilgili bir kitabı sultana ithaf etmiş, ancak söylendiğine göre eserde onu yeterince övmediği için bir süre hapsedilmiştir. Muhammed Tapar'ın vefatından (511/1118) sonra yerine geçen oğlu Mahmud'un hizmetine girmiştir. İbnü'l-Kıftî'ye göre. Sultan Mahmud'un çok sevdiği eşi Hatun'a uyguladığı tedavinin sonuç vermemesi ve Hatun'un ölmesi (524/1130) üzerine sultanın büyük bir sarsıntı geçirdiğini gören
Ebü'l-Berekât, başarısızlığı yüzünden cezalandırılacağını düşünerek bu tehlikeyi atlatmak için müslüman olmuştur (İhbârü'l-'ulemâ', s. 226-227). İhtidâsiyla ilgili diğer bir rivayete göre ise Bağdat'ta hizmetinde bulunduğu Halife Müsterşid-Biilâh'ın Sultan Mesud tarafından mağlûp edilmesi üzerine (529/1134) tevkif edilince müslüman olmuştur (Beyhakî, s. 151-152). İbnü'l-Kıftî ve Ebü'l-Ferec (İbnü'l-İbrî) gibi bazı tarihçiler, bu ihtidaya İbn Eflah'ın Ebü'l-Berekât! yeren bir hicviyesinin sebep gösterildiğini de bel i r t m i ş l e r d i r (İhbârü'l-'ulemâ',
rîhu
muhtasarı
d-düvel,
s. 225; Tâs. 210).
Ancak
aynı hicviye Yâküt tarafından, Ebü'l-Berekât'la arası iyi olmayan Emînüddevle İbnü't-Tiimîz'e nisbet edilmiştir (aş. bk.). Diğer bazı kaynaklara göre ise Ebü'l-Berekât halifenin huzuruna girdiğinde kâdılkudât dışında herkes ayağa kalkmış; kadının, kendisi yahudi olduğu için ayağa kalkmadığını düşünen Ebü'l-Berekât halifeye hitaben, "Eğer kadı, kendisinin dininden olmadığımı düşünerek ayağa kalkan şu topluluğa katılmadıysa bilsin ki onun beni bu şekilde küçük düşürmesine izin veremem" diyerek İslâmiyet'i kabul ettiğini açıklamıştır. Ebü'l-Berekât'm ihtidâsıyla ilgili bu rivayetler, hayatını kurtarmak yahut itibarını korumak gibi şahsiyetiyle bağdaşmayan sebeplere dayandığı için ihtiyatla karşılanmalıdır. Zira bu tür olaylar, onun gibi büyük bir ilim ve fikir adamının din değiştirme gibi son derece ciddi bir konuda vereceği karara esas teşkil edemez. Nitekim Ebü'l-Berekâfın müslüman olması eski dindaşlarının şiddetli tepki ve hakaretlerine yol açmış, belki de bunun üzerine filozof, "Allah yahudilere lânet etsin" ifadesini kullanmak zorunda kalmıştır (İbn Ebû Usaybia, s. 376). Müslüman olduktan sonra Halife Müktefî-Liemrillâh'a (1136-1160) hizmet eden Ebü'l-Berekât onun teklifiyle Makale li'l-'akl adlı risâlesini yazdı. Bu risâlede konuyla ilgili âyet ve hadislere geniş ölçüde yer vermesi onun İslâmî kaynak ve literatüre vukufunun, ayrıca Kur'an ve Sünnet'e olan derin saygısının açık bir delili sayılmalıdır. Ebü'l-Berekât'm, bir ara Zengîler'in hükümdarı 1. Seyfeddin Gazi'yi tedavi etmek için Musul'a gittiği ve hükümdarın ölümü üzerine Bağdat'a döndüğü bilinmektedir. Beyhakî, cüzzama yakalanan filozofun kendi kendini tedavi ettiğini söyler (Tetimme, s. 150). Kaynaklarda bazı hastalıklar için yeni tedavi usulleri geliştirdiği, ruh hastalarına uygula-
300 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
EBÜ' l-BEREKÂT el -BAĞDÂDÎ dığı psikoterapi niteliğindeki yöntemden başarılı sonuçlar aldığı bildirilmektedir (İbnü'l-Kıftî, s. 225; İbn Ebû Usaybia, s. 374-375). Hayatının sonlarına doğru gözlerini kaybetmiş ve bu yüzden eserlerini öğrencilerine yazdırmıştır. İbn Ebû Usaybia, EbüT-Berekât'ın Halife Müstencid-Billâh'ın hizmetinde bulunduğunu bildirir CUyünü'l-enbâs. 374). Bu bilgi muhtemelen Yâküt'un Mu'cemü'l-üdeba adlı eserinden (XIX, 277-278) bir isim yanlışlığı düzeltilerek alınmıştır. Zira bu son kaynakta adı geçen halife Müstencid değil Müstazî-Biemrillâh'tır. Yâküt, İbnü't-Tilmîz künyesiyle tanınan hıristiyan fizikçi Hibetullâh b. Sâid ile Ebü'l Berekât'm Müstazî-Biemrillâh'ın hizmetinde bulunduklarını, ancak birbirleriyle hiç anlaşamadıklarını ifade ettikten sonra Ebü'l-Berekât'ın hasmını halifenin gözünden düşürmek için bir komplo hazırladığını, fakat halifenin bunun farkına vardığını, çok güvendiği İbnü't-Tilmîz'e Ebü'l-Berekât'ı idam ettirip malına ve kitaplarına el koyma izni verdiğini, ancak İbnü't-Tilmîz'in büyük bir âlicenaplık göstererek onu bağışladığını ve sadece ağır bir hicviye yazarak yermekle yetindiğini bildirir. Bu bilgi doğru olmakla birlikte söz konusu halife Müstazî değildir. Çünkü İbnü't-Tilmîz Müstazî'nin halifeliğinden önce vefat etmiştir. Beyhakî'nin verdiği bilgiye göre ağır bir hastalığa yakalanan Selçuklu Sultanı Mesud, kendisini tedavi etmesi için Ebü'lBerekât'ı Bağdat'tan Hemedan'a getirtmiş, tedavide başarılı olamayan Ebü'lBerekât bunun hayatına mal olacağından korkmuş ve bu korku yüzünden âniden ölmüş, birkaç saat sonra da sultan vefat etmiştir (547/1152). Ebü'l-Berekât'ın tabutu bir hac kafiiesiyle birlikte Bağdat'a taşınarak burada defnedilmiştir. Ancak onun ölüm tarihi hakkında çeşitli kaynaklarda 570 (1174-75) yılma kadar varan farklı bilgiler bulunmaktadır (bk. A. Muhammed et-Tayyib, Meukıfü Ebi'l-Berekât,
s. 25).
İbnü'l-Kıftî'nin kaydettiğine göre bilhassa müslüman olduktan sonra rahat bir hayat yaşayan Ebü'l-Berekât büyük bir tabip, ilim ve fikir adamı olarak geniş bir ilgiye mazhar olmuştur ( İhbârü'lc ulemâs. 225). Öğrencileri arasında İbn Fadlân diye tanınan, fıkıh, usul ve hadis âlimi Yahyâ b. Ali b. Fazl-, ünlü filozof Abdüilatîf el-Bağdâdî'nin babası olan, hadis, fıkıh, kıraat ve aklî ilimlerde meşhur Yûsuf b. Muhammed b. Ali el-Bağdâdî; İbnü'n-Nakkâş diye bilinen tıp, di! ve hadis âlimi Mühezzebüddin Ali b. îsâ
b. Hibetullâh; İbnü'd-Dehhân diye anılan, dil ilimleri ve tefsire dair birçok eser sahibi ve ünlü bir nahiv âlimi olan Saîd b. Mübârek b. Ali'nin isimleri geçmekte v e Kitâbü!-Mu cteber'i
oluşturan
not-
ların bu öğrenciler tarafından tutulduğu bildirilmektedir (I, 4; İbn Ebû Usaybia, s. 375). Öğrencilerinden İshak b. İbrâhim'e
de
Şerhu
Sifri'l-Câmi ca
adlı
Ahd-i Atîk'in "Vâiz" kitabı tefsirini dikte etmiştir (EJd., VIII, 461). M e t o d u . Ebü'l-Berekât, felsefe alanındaki temel eseri sayılan Kitâbül-Mu'teberde felsefe yazarlarını, eski felsefî sistemleri yeterince bilmedikleri gerekçesiyle eleştirmekte ve onların eserlerinden yola çıkarak gerçeği bulmanın imkânsız olduğuna işaret etmektedir (I, 4). Ona göre bir araştırmacı için gerçeğin bir büyük veya küçük tarafından ifade edilmesi önemli değildir; önemli olan gerçeğin kendisidir. Ebü'l-Berekât buna bir ilke olarak titizlikle uyduğunu belirtir [a.g.e., 1, 4). İlimlerde gelişme kısır çekişmelerle değil dayanışma ruhu ile ve dürüst tartışmalarla elde edilir. Bu sebeple, "Hatadan dönmek bir fazilet, gerçeği bulmak ise daha başka bir fazilettir" (a.g.e., II, 87). Ebü'l-Berekât, bu temel fikirleri dolayısıyla düşünce tarihinde ün yapmış kişilerin otoritesine sığınmaktan ve onların fikirlerini dogmatik kalıplar olarak almaktan titizlikle kaçınmıştır. Esasen baş eserine Kitâbü'lMu c teber adını vermesi de bu metodu ima etmek içindir. Pines'e göre bu isim esere, "şahsî tefekkürden oluşan kitap" anlamını ifade etmek üzere verilmiştir
(Studies
in Philosophy,
s. 128). N i t e k i m
müellif de geleneksel görüşleri aktarmaktan ziyade şahsî teemmülleriyle muteber olduğuna inandığı, zihninde doğruluğunu netleştirdiği bilgileri, tam ve kesin fikirleri eserine yansıttığına işaret e d e r (Kitâbü'l-Mu
teber, 1,4). D ü ş ü n ü r , İbn
Sînâ geleneğine uyup Kitâbü'l-Mu cteber'i mantık, fizik ve metafizik şeklinde üç bölüm halinde tertip ederek geleneğin şeklî yönüne bağlı kalmışsa da muhteva yönünden ve problematik açıdan Meşşâî felsefeye ciddi eleştiriler yöneltmiş, bu felsefenin aklî spekülasyonları hâkim kılan metodunu sarsarak apriorik ve aksiyomatik bilgiye, yani bilgide apaçıklık ve kesinlik ilkelerine öncelik vermiştir. Bu bakımdan onun Meşşâî felsefeye yönelttiği tenkitlerin, sırf felsefî ölçüler içinde değerlendirildiğinde, Gazzâlî'ninkilerden daha güçlü ve tutarlı olduğu söylenebilir. Ayrıca Ebü'lBerekât, Gazzâlî gibi sadece filozofların
tutarsızlıklarını ortaya koymak için yola çıkmış değildir. Ele aldığı problemlerde ve eleştirdiği konularda kendi görüşlerini ve tezlerini de ortaya koymuş, kendi ifadesine göre bu görüşler eskilerin bazı fikirleriyle uyuşmuş, bazılarıyla da çelişmiştir (a.g.e., II, 68-69). İlke olarak düşünür, aklıselim sahibi bütün insanlarca benimsenen yalın ve apaçık bilgiyi filozofların karmaşık fikirlerine tercih eder (a.g.e„ II, 68-69). Ebü'l-Berekât, İbn Sînâ psikolojisinde yer alan vehim gücüne de bir bilgi vasıtası olarak büyük değer verir. Meşşâîler'in bu gücü sadece duyu alanında geçerli saymalarına karşılık Ebü'l-Berekât, aklin kesin yargılarıyla çelişmediği sürece, vehim gücünün akledilir varlıklar alanındaki apaçık bir tasavvurunun da geçerli sayılması gerektiğini savunur. Nitekim Meşşâîler'ce de kabul edildiği üzere zihin geometrik çizgilerin varlığını farzettiği gibi sonsuz boşluğu da tasavvur edebilir; üstelik bu ikinci tasavvur akil tarafından reddedilir türden de değildir (a.g.e., II, 86-87). Vehim gücüne duyulan bu güven, bu yolla elde edilen bilgilerin aklıselim sahiplerince doğru kabul edilmiş olması gerçeğine dayanır. Bu şekilde çok daha sonra Descartes'ın "le bon sens'ı gibi Ebü'l-Berekât'ın umumi efkâra beslediği bu güven de hakikatin keşfini sıradan insanlardan esirgeyen peripatetik tavra karşı bir reaksiyon olarak değerlendirilebilir (bk. Pines, Nouuelles
etudes
sur Awhad
al-Za-
mân, s. 17, dipnot 3). Ebü'l-Berekât, halkın düşünce ve inançlarından farklı bir görüş olsun diye fikirler üretilmesine karşı çıkmıştır. Kendisi, sırf halktan ayrı bir yanı olduğunu göstermek için bâtıl düşüncelerle halka muhalefet etmeyi amaç edinmediğini belirtir ve, "Muhalefet ediniz, şöhret bulursunuz" sözünün güzel bir söz olmadığını, aksine, "Doğruda birleşiniz; yanlışta ayrılınız" ilkesine değer vermek gerektiğini ifade eder (Kitâbü'l-Mü
teber, III, 161).
Ebü'l-Berekât felsefî eserlerden fazlaca faydalanmadığını, ulaştığı düşünce seviyesini daha ziyade şahsî tefekkür ve teemmüllerine borçlu olduğunu açıklarken niyeti felsefî geleneği küçümsemek değildir; ancak filozof, öz saflığı ile geleneği yeniden kurmak ve onu doğru olan şekline döndürmek gayesini gütmüştür (Corbin, s. 248). Nitekim zaman zaman "eskiler"in, yani Eflâtun ve Aristo ile diğer bazı Grek filozoflarının, ayrıca Fârâbî ve İbn Sînâ gibi Meşşâîler'le bilhassa Yahyâ en-Nahvî ve Ebû Bekir
301 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
EBÜ' l-BEREKÂT el -BAĞDÂDÎ er-Râzî'nin fikirlerinden faydalanmıştır. Kitâbü'l-Mu cteber, sistematik bakımdan İbn Sînâ'nın eş-Şiiâ' adlı eseri örnek alınarak yazılmıştır. Hatta gramerin alanına giren "lafız" konusunun mantıktan çıkarılması gerektiğini düşündüğü halde geleneğe uyarak eserin mantık bölümünde bu konuya geniş yer vermek durumunda kalmıştır. Fakat eski filozofların kitaplarını okumakla yetinmeyip "varlık kitabı" (sahîfetü'I-vücûd) veya hakikatin asıl kaynağı olarak gördüğü, "varlık nüshası" (nüshatü'l-vücûd) dediği nesneler dünyasını da incelediğini s ö y l e r (Kitâbü'l-Mu
teber, 1, 3 ; 11, 75). Ni-
tekim maddeyle birleşen sûretin cevherliği hususunda İbn Sînâ'yı tenkit ederken varlık kitabına dayanmıştır. Filozof burada, geleneksel felsefenin kabullerini temel doğrular sayarak varlığı bunlara göre açıklamak yerine, varlığın kendisini temel alıp varlık üzerinde zihin yorarak gelenekleşmiş felsefî kabulleri buna göre değerlendirmek gerektiğini düşünür. Ancak onun varlık kitabına bakışı bir ölçüde tasavvufî-İşrâkî bir üslûp taşımaktadır. Filozofa göre varlık, içinde hata bulunmayan bir kitaptır; Allah'ın varlık hakkındaki ilmi ise "ümmü'l-kitâb" sayılmıştır. Varlık kitabını yazan Allah'tır ve bu kitabı okumak, "basîret sahipleri" için herhangi bir filozoftan (zü'lbasar) nakledilen kitapları okuyup incelemekten daha kolay ve daha faydalıdır. Ebü'l-Berekât, bu açıdan vahyi ve tasavvufî keşfi en güvenilir bilgi kaynakları olarak görmüş, peygamberlerle velîlerin mazhar olduğu bilgileri "doğruları ile faydalı, yanlışları ile zararlı olan" âlimlerin bilgilerinden üstün tutmuştur (a.g.e., 11, 436-438).
Henri Corbin, Ebü'l-Berekât'ın felsefe geleneğini ikinci plana iterek varlık kitabını ve şahsî teemmülleriyle bu kitaptan yani tabiattan edindiği bilgileri ön plana çıkarmasını "uzlaşmasız bir personalizm" olarak nitelendirmiştir (Histoire de la philosophie
islamiçue,
s. 249);
aynı sebeple birçok araştırmacı onu hiçbir ekole bağlı olmayan bir filozof saymıştır. Kültür tarihçisi İbnü'l-Kıftî ise Fârâbî ve İbn Sînâ'nın Aristo felsefesine olan bağlılıklarını ve bu filozofla uyuşma halinde olduklarını hatırlattıktan sonra haklı olarak, "Keşke Kitâbü'l-Mu1 teber müellifinin yaptığı gibi Aristo'yu tenkit etmeyi düşünselerdi ve Aristo'daki yanlışlardan kurtulsalardı, fakat kaderi önlemenin imkânı yok ki!" diyerek hayıflan ı r (İhbârul-'ulemâ',
s. 39). E b ü ' l - B e r e -
kât'm tenkitçi metodunu takdir eden-
lerden biri de aydın bir devlet adamı olan Rey Hükümdarı Alâüddevle'dir. Alâüddevle, İbn Sînâ hayranı olan Ömer Hayyâm'a Ebü'l-Berekât'ın İbn Sînâ'ya yönelttiği tenkitler hakkındaki görüşünü sormuş, ünlü şairin, Ebü'l-Berekât'ı İbn Sînâ'yı anlamaktan bile âciz olduğunu söyleyerek suçlaması üzerine, bu ağır ve üstelik mesnetsiz tenkide canı sıkılan hükümdar şairi çok ağır ifadelerle paylamıştır (Beyhakî, s. 110-111). Felsefesi. 1. M a n t ı k . E b ü ' l - B e r e k â t m a n -
tıkta Meşşâî geleneğe önemli ölçüde bağlı kalmıştır. Nitekim Kitâbü'1-Mu cteber'in mantık bölümü sistematik bakımdan bu gelenekle tamamen uyum halindedir. Filozofun Meşşâîler'e katılmadığı noktalardan biri "lafızlar"ın mantıkla ilgisine dairdir. İslâm mantıkçıları "tasavvurât" ve "tasdîkât" olarak ikiye ayırdıkları mantık bahislerinin ilki olan tasavvurâtta terim (lafız) konusunu tartışırlar ve buna Aristo'nun Organon'undakinden çok daha geniş yer verirler. Sadece Ebü'l-Berekât, lafzın bir gramer meselesi olduğunu hatırlatarak müslüman mantıkçıların bu konuya ağırlık vermelerini yadırgamıştır. Zira bunun mantıkla olan ilişkisi doğrudan değil dolaylıdır. Bu bakımdan, "Mantığın konusu kavramlara delâleti yönünden lafızlardır" şeklindeki geleneksel anlayış isabetsiz olup onun asıl konusu kavramlardır (Kitâbul-Mu cteber,
I, 6 ) .
Ebü'l-Berekât, Meşşâî geleneğe bağlı kalarak ilimleri nazarî ve amelî diye ikiye ayırmakla birlikte nazarî ilimleri kendi içinde çeşitli ayırımlara tâbi tutar. Varlık, dış dünyadaki nesneler ve bunların zihne yansıyan kavramlarından ibaret olduğuna göre ilimler de öncelikle fizik ve metafizik olmak üzere ikiye ayrılır. İkinci şıktaki ilimlerin bir kısmı tamamen zihnî (mantık, aritmetik, geometri), bir kısmı da zihnin dışındaki varlıklarla ilişkisi bulunan yani bir ölçüde tecrübeyle karışık olan ilimlerdir. Ebü'l-Berekât astronomiyi bu kısma örnek gösterir. Çünkü bu ilim açıklamalarında geometri ve aritmetik dillerini kullanır (a.g.e„ I, 225-226). Ebü'l-Berekât Eflâtuncu bir anlayışla, insanın kasıtlı ve amaçlı olarak bilgiler edinebilmesi için bu yönde bir bilme isteğinin uyanması, böyle bir istek için de mutlaka daha önce bilmek istenilen şey hakkında bir ön bilgisinin bulunması gerektiğini ısrarla söyler (a.g.e., I, 40-43, 60). Ancak bu ön bilgi, doğru bilgiye ulaşmaktan çok öğrenme iradesini hareke-
te geçirir. Bütün bilgiler ya "evvelî" veya "iktisabî"dir. Evvelî bilgiler duyu, zihin, akıl gibi vasıtalarla edinilen bilgiler; iktisabî bilgilerse başka bazı bilgi ve hükümlere başvurularak yani tarifler yardımıyla ulaşılan bilgilerdir. Ebü'l-Berekât, tarifin çeşitleri konusunda Aristo geleneğinden bir ölçüde uzaklaşmıştır. Aristo tarifi hakikî, lafzî ve resmî olarak üçe ayırmış, İslâm mantıkçılarının çoğu da muhtemelen İskenderiye okulundan faydalanıp bunlardan her birini tam ve nâkıs diye ikiye taksim etmişlerdir. Ebü'l-Berekât ise farklı bir yaklaşımla tarif çeşitlerini bilginin değeri açısından had, resm ve temsil şeklinde sıralamıştır. Had, bilinmek istenen şeyi özüne ait (zatî) nitelikleriyle tanıtan tariftir. Resmde zâtî yerine gelip geçici (arızî) nitelikler bulunur. Buna göre insanı "düşünen canlı" diye tanıtan tarif had, "okuyup yazan canlı" diye tanıtan tarif resmdir. Hadler Aristo mantığına, resmler ise Galen'e dayanır. Ebü'l-Berekât, tarif çeşitlerine kendisinin kattığı yeni bir unsur olan temsili (analoji), "Bir şeyi benzerleriyle, bir tümeli tikelleri ve fertleriyle, bir soyut aklî kavramı somut ve duyulur nesnelerle tanıtmaktadır" şeklinde açıklar (a.g.e., l, 48). Temsil, epistemolojik değeri bakımından diğer ikisinden sonra gelirse de özellikle öğretimde son derece faydalı bir metottur. Zira temsil, henüz anlamları yeterince kavramaya yatkınlık kazanmamış zihinler için, bilinen nesnelere benzetmeler yapma yoluyla bilinmeyenleri tanıma imkânı sağlayan, ayrıca öğretmenlerin de işlerini kolaylaştıran bir metottur (a.g.e., I, 46-48). İbn Sînâ, bir şeyi özüne ait nitelikleriyle tarif etmenin güçlüğü konusunda Aristo gibi düşünür. Zira böyle bir tarife ulaşabilmek için o şeyi cins ve faslına ilişkin bütün özellikleriyle tanımak gerekir. Bu ise beşer için birçok bakımdan güçlükler arzeder. Ebü'l-Berekât bu güçlükleri kabul etmekle birlikte bunların tarife engel teşkil etmeyeceği kanaatindedir. Çünkü bir nesneyi tarif etmek için onun mahiyetini her yönden kavramak gerekmez. Bir nesnenin birçok niteliği bulunmakla birlikte biz bunların bir kısmını bilir, bir kısmını da bilmezsek bu bilmediklerimiz bildiklerimize zarar vermez ve bu bilgilerimizle hem nesnelere isimler veririz hem de onları tarif edebiliriz (a.g.e„ I, 64-67). İbn Sînâ ve diğer bazı müslüman man-' takçılar, esasen İskenderiyeli Aristo şârihlerinin ihdas ettikleri çeşitli mantık konuları yanında bazı şartlı önermeleri
302 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
EBÜ' l-BEREKÂT el -BAĞDÂDÎ de Aristo'ya nisbet etmişler, onun bu konulara dair ayrıntılı görüşleri bulunduğu, ancak kaynaklarının kendilerine kadar ulaşmadığı şeklindeki Yunanlı şârihlerden gelen kanaati sürdürmüşlerdir. İlk defa Ebü'l-Berekât, Aristo'nun kitaplarında -ya ilimlere faydasının fazla olmaması dolayısıyla veya yüklemli önermeler bilindikten sonra şartlı önermelerin kendiliğinden kavranılacağı düşünüldüğü için- şartlı önermelere yer verilmediğini belirterek tarihî bir hatayı düzeltmiştir. Ebü'l-Berekât ayrıca Aristo'nun şartlı önermeler konusunda müstakil bir eser yazdığı, ancak bu eserin Arapça'ya çevrilmediği yolundaki iddiayı da haklı olarak asılsız bir tahmin diye reddeder. Eğer Aristo lüzum görseydi müstakil bir eser yazmak yerine bu konuyu mantığa dair olan Kitâbü'l-'İbâre'sinde işlerdi; zira bu müstakil bir esere konu olacak kadar önemli bir mesele d e ğ i l d i r (a.g.e.,
I, 155).
2. Tabiat Felsefesi. Ebü'l-Berekât, cismin en kapsamlı ve en temel niteliğinin hareket (değişim) olduğu şeklindeki Aristocu görüşü benimser; hareketin türleri konusunda da Meşşâîler'i takip eder. Ancak Ebü'l-Berekât, Aristo'nun hareketi "kuvve halinde olanın ilk kemali, yani imkânın fiil haline ilk geçişi" şeklinde tarif eden ifadesini zaman kavramını tarifin dışında tuttuğu için yetersiz bulmuştur (a.g.e., II, 27-30; krş. Aristote, 1065b, 5-30). Ona göre herhangi bir değişikliğe hareket denilebilmesi için bunun zamanda gerçekleşmesi gerekir. Bu sebeple hareket, bütün insanlarca gerçekliği açık seçik kavranabilen zaman kavramı yardımıyla tarif edilmelidir (Kitâbü'l-Mu'teber, II, 29-30, 40). İbn Sînâ fiziğinde, temeli Yahyâ enNahvî'ye dayanan bir anlayışla bir cismin hareketi, hareket ettirici güçten başka bir de adına "meyil" denilen bir âmile bağlanmıştır. Modern fizikteki çekim gücü yerine kullanılan meyil, İbn Sînâ'ya göre hareket ettirici gücün cismi etkilemesine vasıta olan bir hareket sebebidir. Ebü'l-Berekât'm da benimsediği bu anlayışa göre, gerek hareket gerekse sükûn halindeki cisimlerin bünyesinde bulunan ve ağır cisimlerin aşağıya, hafif cisimlerin yukarıya doğru hareketini sağlayan meyle "tabii meyil" (dinamik), hâricî bir gücün tesiriyle cisimde beliren meyle de "kasrî meyil" (mekanik) denir. Meselâ yukarı doğru fırlatılan cisimde kasrî meyil vardır. Ebü'l-Berekât'a göre cismin yukarıya fırlatıldığı andan itibaren hareket ettiren kuvvete
en yakın olduğu noktada kasrî meyil en güçlü düzeydedir. Cisim harekete başladığı noktadan uzaklaştıkça bu meyil zayıfladığı için hareket de yavaşlar. Kasrî meylin bu azalması nisbetinde tabii meyil artar ve son noktada kasrî meyle galebe çalarak onun tesir gücünü önler; böylece cismin tabii mekânına doğru geri dönmesini sağlar. İbn Sînâ'nın aksine Ebü'l-Berekât kasrî meylin kendi kendini tükettiğini, yani zorunlu hareketin süresi içinde kaybolup gittiğini kabul etmiştir. Bu suretle tamamen Ebü'lBerekât'a ait olan teoriye göre cisimlerin hareketindeki hızlanma (dinamikteki ivme) iki sebebe bağlıdır. İlk olarak cismin tabii hareketinin (meselâ ağır cismin aşağıya doğru düşmesinin) başlangıcında hâlâ kasrî meylin etkisi bulunduğundan hareket de yavaştır; ancak giderek kasrî meylin zayıflaması ve tabii meylin güçlenmesiyle hareket ivme kazanır. İkinci olarak tabii mekânının dışında iken serbest bırakılan, böylece kendi tabii mekânına (meselâ yukarıdan aşağıya) doğru harekete geçen bir cisimde tabii meyiller sürekli yenilenerek cisme ivme kazandırır (a.g.e„ II, 101). Ebü'l-Berekâtîn bu peşpeşe yenilenen meyiller ve bunların harekette doğurduğu ivme teorisi, Aristo fiziğinden modern fiziğe bir geçiş işareti olarak değerlendirilmektedir. Zira bu teoriyle ilk defa olmak üzere Aristo fiziğine dayanan ve, "Sabit bir güç sabit hareket doğurur" şeklinde formüle edilen eski dinamik kanunu sarsılmıştır. Kitâbü'l-Mu'teberin konuyla ilgili pasajları, Newton tarafından kurulan modern dinamiğin, "Sürekli bir güç ivme kazanan bir hareket doğurur" şeklindeki kanununu içine almaktadır (El 2 İFr.l, I, 115). Ebü'l-Berekât'ın Aristo fiziğindeki mekân teorisine yönelttiği tenkitlerden biri mekânın tarifiyle ilgilidir. Meşşâî felsefede mekân, "Kuşatan cismin iç yüzeyi ile kuşatılanın dış yüzeyi arasından ibarettir" şeklinde tarif edilir. Yani Meşşâî felsefede mekân metafizik bir kavram olup kuşatan cismin iç yüzeyi ile kuşatılan cismin dış yüzeyi arasında vehmî ve hayalî bir şeydir. Ebül-Berekât'a göre boşluğun (halâ*) imkânsızlığı esasına dayanan bu tarifte mekânın iki boyutlu bir nicelikten ibaret olması gerekir; dolayısıyla da yanlıştır. Çünkü kelimenin sözlük anlamından da anlaşıldığı üzere mekân bir varlığın içinde olduğu, işgal ettiği yerdir; yalnızca yüzey değil yüzeylerin kuşattığı, dolabilen ve boşalabilen hacimdir. Başka bir ifadeyle me-
kân boyu, eni ve derinliği olan uzaydır. Böylece üç boyutluluk cisim için olduğu gibi mekân için de geçerlidir (Kitâbü'lMü
teber, II, 44).
Ebü'l-Berekât'a göre fizikî gerçekliği bakımından mekânın genellikle cisimlerle dolu olduğu görülse bile Aristo'nun iddiasının aksine bu bir zorunluluk değildir. Zira üç boyutlu boş uzay kavramı aklen doluluk kavramından önce gelir; yani insan zihni apriori olarak bu dolup boşalmaya elverişli yerin, ontolojik bakımdan onu dolduran ve boşaltandan önce bulunduğunu düşünür ve buradan boşluğun varlığı fikrine ulaşır. Ebü'l-Berekât mekânın yani uzayın sonluluğu hususunda da Meşşâî anlayışı reddeder. Meşşâîler "ilk felek" yahut "en yüksek felek" adını verdikleri ve bütün cisimler âlemini kuşattığını düşündükleri feleğin ötesinde doluluk da (melâ'*) boşluk da bulunmadığını, dolayısıyla âlemin sonlu ve sınırlı olduğunu kabul etmişlerdir. Ebü'l-Berekât, onların bunu ispat için öne sürdükleri delilleri inceleyerek hiçbirinin geçerli olmadığını ortaya koymaya çalışır. Onun yorumuna göre insan zihni, uzaya fırlatılan ve cisimler âleminin son sınırı denilen ilk feleğin kuşatıcı yüzeyine kadar ulaştığı kabul edilen bir okun bu limiti de aşarak hareketine devam etmesini önleyecek hiçbir engel bulunmadığını farzedebilir. Bu faraziyeyi çürütecek aklî delil yoktur. Bununla birlikte filozof, uzayın sonluluğunu savunanların hiçbir ciddi delilleri bulunmaması yanında sonsuzluk fikrinde olanların da kesin delilden yoksun olduklarını kabul etmektedir (a.g.e., II, 87). Gerek Aristo gerekse daha sonraki Meşşâîler zamanı kısaca "hareketin ölçüsü" diye tarif etmişler, hareket ve mekân gibi fizik olaylarla kopmaz ilişkisi bulunduğu düşüncesiyle onu da fiziğin konusu olarak ele almışlardır. Buna karşılık Ebü'l-Berekât zamanın bir yönden fiziği, diğer yönden psikolojiyi ilgilendirdiğini düşünerek bu kavramı Kitâbü'lMu'teber'in hem fizik hem de metafizik bölümlerinde incelemiştir. Filozof, Meşşâîler'in, "Hareketin olmadığı durumda zaman da olmaz" şeklindeki görüşlerini reddeder. Çünkü ona göre insanda zaman şuuru hareket şuurundan önce gelir. Bu sebeple Meşşâîler'in, "Hareket şuuru bulunmayan insanda zaman şuuru da bulunmaz" tarzındaki hükümlerini tersine çevirerek zaman şuuruna sahip olmayanın hare-
303 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
EBÜ' l-BEREKÂT el -BAĞDÂDÎ ket şuurundan da yoksun bulunacağını kabul eder. Çünkü hareketi kavrayabilmek için öncelik ve sonralık fikrine sahip olmak gerekir. Bu iki kavram ise birer zaman boyutunu ifade eder. Ebü'lBerekât, Aristocular'm kendi görüşlerini ispatlamak için Ashâb-ı Kehf'in durumlarını delil olarak kullanmalarını hayretle karşılar. Çünkü bu topluluğun uyurken uzun zaman yaşadığını farkedememesi, Aristocular'm iddia ettiklerinin tam tersine uyku halinde hareketsiz olduğu için zamanı yaşamadığını değil zaman gerçeğinin şuurunda olmadığını gösterir. Nitekim onlar uykudayken kendi varlıklarının ve diğer bütün realitenin de şuurunda değillerdi. Gerçekte şuur halinde olan her insan bütün hareketlerin durduğunu görse bile zamanın varlığından, sürüp gittiğinden asla şüphe etmez (a.g.e„ II, 77). Ayrıca İbn Sînâ'nın zamanı cismin bir arazı olarak görmesi de saçmadır. Zira araz, konusunun dışında varlığını sürdüremez. Halbuki insan zihni zamanı cisimde veya varlıkta değil varlığı zamanda düşünür (a.g.e,, II, 74). Öte yandan zamanın objektif bir gerçekliği bulunmadığı, sadece zihnin bir tasarlaması olduğu da söylenemez. Çünkü zihnin, dış dünyada karşılığı bulunmayan bir fikir icat etmesi imkânsızdır (a.g.e., II, 76). Ebü'l-Berekât insanin kendi zatı, varlık ve zaman hakkındaki bilgilerinin, zihnin hiçbir tecrübî ve mantıkî çıkarıma başvurmaksızın doğrudan doğruya fıtrî olarak kavradığı kesin ve apaçık bilgiler olduğu görüşünde ısrar eder. Filozofun tamamen orijinal olan bu düşüncesi Bergson'un sezgiciliğini hatırlatmaktadır. Ebü'l-Berekât'a göre bir yönüyle varlık açık seçik kavranan bir gerçekliktir. Kendi zatını düşünen insan kendisinin "var olduğunu" anlar (bunu daha önce İbn Sînâ da belirtmişti) ve bu suretle kendi yapıp etmelerinin şuuruna varır; ayrıca mutlak zamanın bilgisine sahip olması sayesinde de dünün, bugünün ve yarınının şuuruna ulaşır (a.g.e., III, 63). Bu şekilde zamanı hem zihnî hem de ontolojik bir gerçeklik olarak gören filozof, Meşşâîler'in iddiasının aksine zamanı varlığın değil varlığı zamanın ölçüsü saymanın daha doğru olacağını, çünkü hareket gibi sükûnun da zamanda vuku bulduğunu belirtmiştir (a.g.e., III, 39). Ancak buradaki "ölçü" (miktar) kelimesinden zamanın bir araz olduğu anlamı çıkarılmamalıdır. Çünkü arazlar var veya yok olabilen nitelikler olduğu halde zaman hakiki bir varlığa sahiptir. Zihin var-
lığın yokluğu gibi zamanın yokluğunu da tasavvur edemez (a.g.e., III, 40). Ebü'l-Berekât'ın zamanla ilgili önemli tartışma konularından biri de zamanın sonlu olup olmadığı problemidir. Aristo hareketi ve hareketin ölçüsü olan zamanı yalnız oluş ve bozuluşa tâbi olan varlıklar için geçerli saymıştır. İbn Sînâ ise tabii cismin, özü gereği değil fakat hareketli olduğu için zamana bağlı bulunduğunu, sabit varlıklarınsa zaman dışı olduklarını belirtmiş-, bunların sürekliliğini Yeni Eflâtuncu felsefeden de faydalanarak dehr ve sermed terimleriyle ifade etmiştir. Ebü'l-Berekât böyle bir ayırımı ciddiyetten uzak bulmaktadır. Zira dehr ve sermed, içinde hareketin bulunmadığı "devamlı beka" olduğuna göre "sonsuz süre" yahut "sonu gelmeyen zaman" demektir. Şu halde dehr ve sermed de esas itibariyle zamandan başka bir şey değildir. Bu durumda, "Yaratıcıyı zamandan soyutlayanlar O'nun dehr ve sermedde mevcut olduğunu, hatta O'nun varlığının dehr ve sermed olduğunu söyleyerek zamanın lafzını değiştirmişlerse de mânasını değiştirememişlerdir" (a.g.e., III, 41). Ebü'l-Berekât'ın Meşşâîlik'le birlikte Yeni Eflâtunculuğu da hedef alan bu tenkidi kendisini şu radikal sonuca götürmüştür: İnsan zihni hiçbir varlığı, ne yaratıcının ne de herhangi bir yaratılmışın varlığını süre ve zamandan soyutlanmış olarak düşünemez" (a.g.e., III, 40-41). Filozofun bu görüşü, Bertrand Russell'ın zamanı şeylerin objektif süresi olarak gören düşüncesiyle aynı anlamda kabul edilmektedir (Ülken, s. 225). 3. Psikoloji. Ebü'l-Berekât psikolojide önemli ölçüde İbn Sînâ'yı takip etmiştir. İbn Sînâ gibi o da geleneğe uyarak nefis konusunu "Tabîiyyât" bölümünde incelemiş, Eflâtun'un nebâtî, hayvanî ve nâtık nefis tasnifini benimsemiştir. Ancak onun geleneksel psikolojiye karşı önemli itirazları da vardır. Öncelikle Ebü'l-Berekât, Aristo'nun nefsi bedenin bir fonksiyonu gibi değerlendiren tarifiyle Eflâtun'un nefsi "bedeni hareket ettiren basit bir cevher" şeklinde tarifini yetersiz bulur. Zira bu tarifler nefsi "ben"den bağımsız, onun dışında sırf maddî veya sırf soyut bir nesne gibi göstermektedir. Buna karşılık basit ve saf insan zihni "ben"i ve "nefs"i iki ayrı gerçeklik olarak tanımaz; aksine bu iki kavramı daima birbirinin yerine kullanır, yani "ben"i bölünmez bir bütün olarak kavrar. Ebü'lBerekât'ın kendi tarifine göre nefis bedene hulûl eden bir güç olup maddî de-
ğildir; bu güç bedende ve bedeni kullanarak çeşitli davranış ve hareketleri üretir. Bu hareketleri belirleyici ve ayırt edici bir bilgi ve şuurla, yani iradeli olarak tesbit edilen zamanlarda ve yönlerde (şekillerde) gerçekleştirmesi nefsin tabiattan farklı olduğunu gösterir. Zira tabiatta hareket tek düze, tek yönlü ve zorunludur. Nihayet insan, ferdî ve türüne ait özellikleri nefsi sayesinde kazanır ve devam ettirir. Ebü'l-Berekât, nefsi daha iyi tanıma imkânına kavuşan kimsenin onu cisim olmaktan tamamen uzak bulacağını belirterek İbn Sînâ gibi o da bütün bedenî şartlardan soyutlanmış olarak farzedilen bir insanın yine de "ben"in şuurunda olacağını, şu halde asıl "ben"in nefis olduğunu ifade e d e r (Kitâbü
l-Mu'teber,
II, 303-306).
Ebü'l-Berekât'ın geleneksel psikolojiye karşı çok önemli itirazlarından biri havâss-ı bâtıne ile ilgilidir. Aristo, dış duyulardan ayrı olarak ortak duyu, tahayyül ve hatırlamadan ibaret üç iç duyu olduğunu belirtmiş, İbn Sînâ ise bunlara musavvire (hayal) ve vehim gücünü eklemiştir (bk. DUYU). Ebü'l-Berekât haklı olarak, Meşşâîler'in nefse nisbet ettikleri idrak güçlerini daha az veya daha çok değil de üç veya beşle sınırlamalarının hiçbir geçerli sebebi olmadığını belirtir. Çünkü eğer nefsin her bir idraki için ayrı bir güç tahsis etmeye kalkarsak yüzlerce güç bulmamız gerekir. Aynı şekilde İbn Sînâ'nın sadece dokunma duyusunu dört çeşit kabul ederek dış duyuların sayısını sekize çıkarması da yanlıştır. Zira sıcak-soğuk, sert-yumuşak gibi maddî keyfiyetlerin her biri için ayrı bir dokunma duyusu düşünmek gerekseydi renkler için de ayrı ayrı görme duyuları kabul etmek icap ederdi. Şu halde İbn Sînâ'nın tasnifi tüketici olmaktan ve dolayısıyla ilmîlikten uzaktır (a.g.e., II, 210-211). Esasen Meşşâîler'in nefis için çeşitli idrak güçleri tasarlamalarının sebebi, "Birden ancak bir çıkar" şeklindeki meşhur önermenin doğruluğuna inanmış olmalarından kaynaklanmaktadır. Aslında metafizik ve kozmolojik problemlerle ilgili olan bu önerme (aş. bk.), bir tek güç olan nefsin birçok idrake doğrudan ulaşamayacağı, şu halde her cins veya türdeki idrakler için ayrı güçler bulunması gerektiği şeklinde yorumlanmıştır. Fakat aynı mantıkla düşünülecek olursa her idrak için ayrı bir güç bulunduğu da tartışmasız kabul edilebilir. Bu sebeple filozof, "Birden ancak bir çıkar" önermesini, çürütmek için üzerinde durmaya değmeyecek kadar anlamsız bul-
304 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
EBÜ' l-BEREKÂT el -BAĞDÂDÎ muştur (a.g.e„ II, 214, 315). Sonuç olarak ona göre nefsin çeşitli güçleri yoktur; tek, tam ve bölünmez bir gerçeklik olan nefis ve onun "idrak aletleri" vardır. Süje-obje arasındaki farklı ilişkilerin duyulara ait idrakin şiddetini etkileyeceğini belirten Ebü'l-Berekât bu bakımdan farklı idrak derecelerinden söz etmiştir. Meselâ uzun süreye yayılmış bir acı, aynı sayıda fakat çok az bir zamana sıkışan acı kadar hissedilmez. Güneşin hareketi hakkındaki bilgimiz ise hissî değil aklî bir şuurun sonucudur. Şu halde daha sonra Leibnitz'in de belirttiği gibi (bk. A. Muhammed et-Tayyib, s. 267-268) her seviyedeki şuur hallerinde daima aktif olan nefistir; duyuların şu veya bu sebeple fonksiyonlarını eksik icra ettiği, dolayısıyla şuurun zayıf olduğu durumlarda da nefsin idrak faaliyeti devam eder. Nefis bu faaliyetini sürdürürken farklı güçlere bölünmeden, dış idrak aletlerini kullanarak idrakin konusuyla doğrudan ilişki kurar. Bu ilişkide çeşitli güçlerin devreye girdiği iddiası nefsin birliği, basitliği yahut "ben"in bölünmezliği ilkesiyle çelişir. Nitekim kişi kendisinde gören, düşünen, hatırlayan, arzulayan... gücün bizzat kendisi olduğunu, kendi özünün ve varlığının hiçbir bölünme kabul etmeden bütün fiillerinde bir ve aynı olduğunu kesin bir şuurla bilir [Kitâbü l-Mu cteber, II, 318). Ebü'l-Berekât, İbn Sînâ'nın beynin belli merkezlerinde belli idrak güçleri bulunduğu şeklindeki görüşünü de aynı sebeplerle reddetmiş ve nefsin bu merkezlerle ilişkisinin duyu organlarıyla olduğu gibi bir alet ilişkisi olduğunu savunmuşt u r ( a.g.e., II, 333, 354).
Meşşâîler, duyulur nesnelerle soyut varlıkların idrakini birbirinden ayırarak birincileri nefsin, ikincileri ise aklın idrak ettiğini öne sürmüşler, bu suretle nefis ve aklı iki bağımsız gerçeklik olarak düşünmüşlerdir. Ancak Ebü'l-Berekât yine "ben"in bölünmezliği ilkesinden yola çıkarak bu ayırımı kabul etmemiş, aynı şekilde geleneksel psikolojik akıllar tasnifini de gereksiz ve yanlış bulmuştur. Filozof, nefsin bilgi faaliyetlerinin çokluğu ve çeşitliliğinin psikolojik yönden insanın çok ve çeşitli bilgi güçlerine, farklı akıllara sahip olmasını gerektirmeyeceği görüşünde ısrar etmiştir (a.g.e., II, 404, 407-410, 416). Ebü'l-Berekât, Meşşâîler'in insan aklının işleyişini "faal akıl" dedikleri metafizik kaynağa bağlamalarını da gerçek dışı sayar. Esasen tecrübe de bu teorinin tutarsız-
lığını ispatlamaktadır. Nitekim insanın öğretmeni genellikle yine insandır. Önde gelen âlimlerse bildiklerinin çoğunu varlık kitabından yani dış dünyadan öğrenirler. Ebü'l-Berekât, İbn Sînâ'nın iki farklı görüşünden Aristo çizgisinde olanını tercih ederek nefsin bedenle birlikte var olduğunu benimser. Fakat İbn Sînâ'nın nefislerin bir tek tür oluşturduğu şeklindeki görüşüne katılmaz; bu yöndeki görüşünü de yine İbn Sînâ'nın, "Basit mahiyetler bir cins veya tür oluşturmaz" diye ifade ettiği prensibe dayandırır (a.g.e„ II, 386). Özellikle Fârâbî'de görülen ve bedenin ölümüyle birlikte cahil nefislerin de öleceği, bilgili nefislerin ise ölümsüzlüğe ereceği şeklindeki görüşü gerekçeleriyle reddeden filozofa göre ruhun bir bedenden diğerine geçeceği, yahut semavî ruhlara karışacağı tarzındaki iddiaların da geçerliliği yoktur. Kelâmcılar gibi Ebü'l-Berekât da insanların ancak beden ve nefsin birlikte yaşamasını tasavvur edebildiklerini, bedensiz nefsin bekâsını aklen mümkün görmediklerini belirterek yeniden dirilmenin bedenle birlikte olacağını ifade eder (a.g.e„ II, 442-443). 4. Metafizik. Ebü'l-Berekât, Kitâbü'l Mu'teber'in "İlâhiyyât" bölümünün giriş kısmında öncelikle kendi epistemolojisini ve bu bakımdan Meşşâî felsefeden ayrıldığı başlıca noktaları ortaya koyar. Ona göre idrak olayı ve bilginin meydana gelmesi süje ile obje arasındaki ilişki sonucu gerçekleşir. Fakat herhangi bir nesneyi objektif bir gerçeklik (ayn vücüdiyye) olarak bilmekle onu nitelikleri, durum ve ilişkileriyle bilmek arasında fark vardır. Bunlardan ilki nesnelerin doğrudan varlığıyla, diğeri ise zihinde onlara yüklenen formlarla alâkalı bilgidir. Bundan başka üçüncü bir bilgi türü daha vardır ki bu da bilgilerimizin dille ifadesi olan lafızlar ve kinayeler hakkındaki bilgidir. Şu halde Fârâbî'de olduğu gibi Ebü'l-Berekât da bilginin tasnifini şöyle yapmaktadır; Maddî varlıkların bilgisi (ilmü'l-a'yâni'l-vücûdiyye), kavram bilgisi (ilmü's-suveri'z-zihniyye), kavramların dille ifadesi ki filozof buna "lafızlar bilgisi" (ilmü'l-elfâz ve'I-kinâyât) adını vermektedir. Günümüzde bu üçüncü bilgi türü dil felsefesinin alanına girmektedir. A'yân-ı vücûdiyye, çeşitli niteliklerin kendilerine yüklendiği ilk ve öz varlıklardır. Zihnin a'yân-ı vücûdiyyeye yüklediği formlar yani kavramlar cevherlere
nisbetle arazlar gibidir. Ancak her ne kadar bunlar zihnî ve izâfî sûretler ise de dış dünyada varlığı bulunmayan ve sadece zihnin var saydığı sözde varlıklar olmayıp gerçek varlığa sahiptirler. Zira prensip olarak varlığa yüklenen sıfatların kendileri de vardır (Kitâbü t-Mu Qteber, III, 3, 63). Filozofa göre varlık idrakten önce gelir; yani var olan şey idrak edildiği sırada var olduğu gibi idrakten önce ve sonra da vardır. Bazı şeylerin insanların bir kısmı veya tamamı tarafından idrak edilemeyişi onların yokluğunu göstermez. Çünkü "idrak varlığın şartı değil, varlık idrakin şartıdır"; yani olmayan şey idrak edilemez,- fakat idrak edilemeyen şey var olabilir. Bununla birlikte filozof, konseptüalist bir yaklaşımla zihnî varlıkların (kavramlar ve formlar) idrak edenler tarafından farklı şekillerde algılandığını belirtmiştir. Meselâ bir kimsenin zihnindeki Zeyd tasavvuru, algıladığı form ve niteliklere göre diğerinin tasavvurundan farklıdır ve bu kimse Zeyd'i gerçek Zeyd olarak değil zihnindeki Zeyd olarak tanımlar (a.g.e., III, 20-21). Öyle görülüyor ki Ebü'l-Berekât "vücûd" ile "mevcûd" kavramlarını farklı anlamlarda kullanmış, zihnin bütün dış tecrübelerden önce açık seçik kavradığı mutlak varlığa vücûd, duyularla idrak edilen hâricî varlığa da mevcûd adını vermiştir (bk. Pines, Studies in Philosophy, s. 149). Duyulur varlıkların genellikle en kolay idrak edilebilir olmalarına karşılık aklî varlıklar bu bakımdan farklılık gösterir. Varlık olarak varlığın idraki hem çok kolay hem de çok zordur. İbn Sînâ, Sühreverdî ve Descartes gibi Ebü'l-Berekât da kişinin varlığı, kendi "ben'i (nefs, zat) hakkındaki şuurundan hareketle kavrayabileceğini düşünmüştür. Buna göre kendi zatı üzerinde düşünen insan kendisinin var olduğunu kavrar-, bu suretle varlığın gerçekliğini de apaçık kavramış olur. Burada metafizik bilginin üç safhalı olduğu görülmektedir: Süje kendi zatını bilir; böylece kendisinin var olduğunu kavrar; buradan da genel olarak varlığın var olduğu bilgisine ulaşır. Bu şekilde Ebü'l-Berekât'ın felsefesinde, metafiziğin temel problemi olan varlığın kavranmasında "ben" yahut "kişinin kendisi hakkındaki şuuru" hareket noktası olarak alınmıştır. Çünkü insanın kendisi hakkındaki bilgisi bütün diğer bilgilerden önce gelir (Kitâbü'l-Mu'teber, II, 306). Bununla birlikte bir şeyin varlığını (inniyyet) kavramakla mahiyetini kavramak arasında fark vardır. Varlığın ma-
305 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
EBÜ' l-BEREKÂT el -BAĞDÂDÎ hiyetini kavramanın güçlüğü zihnin varlığa ait form, nitelik ve ilişkileri bütünüyle kuşatma zorluğundan ileri gelir (a.g.e., III, 62-63). Ebü'l-Berekât, Eflâtun'da olduğu gibi kavramların bir doğrudan doğruya delâlet ettikleri asıl anlamları, bir de herhangi bir varlıkla ilişkisine veya bir varlığı nitelemesine göre izâfî anlamları olduğunu belirtir. Buna göre meselâ "beyaz" kavramı kendiliğinde gerçek olan bir varlığı, beyaz rengin kendisini yahut beyaz idesini, bir de "beyaz cisim" ifadesinde olduğu gibi başka varlığın niteliğini gösterir. Bu açıdan bakıldığında her varlığa birçok özellik verdiği halde kendisi hiçbir varlığa nitelik olmayan tek varlık vâcibü'l-vücûddur. İbn Sînâ gibi Ebü'l-Berekât da m ü m k ü n varlıklarda vücûdun mahiyete bir nitelik olarak eklendiğini (zâit), vâcip varlıkta ise mahiyet ile vücûdun özdeş olduğunu savunur. Bundan dolayı gerçekte O'ndan başka varlık da yoktur ve öteki şeyler O'na nisbetle, O'nunla birlikte ve o ilke izâfetle varlık kazanmıştır. Filozof bu şekildeki izahın bir tür tevhid olduğunu ifade eder. Zira Tanrı dışındaki şeyler mevcudiyetlerini Tanrı'nın varlığından aldıkları için araz ve mecazi varlık sayılırlar (a.g.e„ III, 64-66). Bu suretle Ebü'l-Berekât, açık olarak belirtmemekle birlikte vahdet-i vücûd felsefesine ulaşmış bulunmaktadır (bk. Pines, Studies in Philosophy,
s. 160).
Filozof varlığın vâcip, mümkün ve mümteni' şeklinde üçe ayrıldığı hususunda büyük ölçüde İbn Sînâ'nın görüşlerini tekrar eder. Buna göre m ü m k ü n varlıklar arasındaki sebepler zinciri bir vehimden ibarettir; dolayısıyla mümkün varlığın mevcudiyeti kendisinden ziyade ilk sebebin varlığını ispatlar (Kitâbü'l-Mü teber, III, 24). Şu halde düşünür kozmolojik delilin kesinliğinden emindir. Öte yandan Ebü'l-Berekât, Tanrı'nın hem varlığını hem de sıfatlarını ontolojik delille ispat etmeye çalışmıştır. Zira tabiattaki mükemmel nizam, kendi fiillerini bizzat ve gayeli olarak gerçekleştiren, iradeli ve şuurlu bir fâilin eseri olmalıdır. Âlemdeki mükemmel işleyiş, düzenli sebepsonuç ilişkisi O'nun yönetiminin yetkinliğinden kaynaklanmaktadır. Bütün varlıkların ilk ilkesi ilk varlık olduğu gibi bütün bilgilerin ilk ilkesi de O'nun ilmidir. Şu halde insandaki bilgi, ilk ilkenin ilim sıfatının bir delilidir ve mevcudat için tamlık, yetkinlik, değerlilik, güzellik, iyilik ve şeref sayılan diğer bütün müs-
bet sıfatlar için de aynı düşünce geçerlidir. Buna karşılık yokluğun illeti bulunmadığı için o ilk ilkeye nisbet edilemez ve meselâ, "Varlık Tanrı'nın varlığına, insandaki bilgi O'nun ilmine delâlet ettiği gibi cehalet de O'nun cahilliğine delildir" denemez. Yokluk ve eksiklik ifade eden bu tür nitelikler açısından Tanrı ancak selbî sıfatlarla nitelendirilebilir (a.g.e„ III, 106-107). Ebü'l-Berekât, Ehl-i sünnet kelâmcıları ve özellikle GazzâlFden faydalanarak Tanrı'yı bütün sıfatlardan soyutlayıp sadece kendi kendisinin şuurunda saf akıl veya kozmik ilke sayan Aristo felsefesi (Aristote, 1072b, 15-30) yanında, Tanrı'nın sıfatlarını ilim sıfatına irca eden ve bu sıfatı da küllileri bilmekle sınırlayan İbn Sînâ felsefesini de (İbn Sînâ, en-Necât, s. 595-597; a.mlf., el-İşârât, III, 295-299) reddetmiştir. Filozofa göre Aristo'nun iddiasının aksine Tanrı'nın yarattıklarını bilmesi kendisi için bir eksiklik sayılmaz. Çünkü Allah bir şeyi bilmekle yetkinlik kazanmayıp yetkin olduğu için bilmektedir. Öte yandan varlık kavramı bir bakıma yalnız zatı değil bunun yanında fiilleri ve sıfat sayılan halleri de içerir; dolayısıyla sıfatlar varlığın dışında olmayıp onun zatında, onunla birlikte ve onun için vardır. Hareketsiz ateş, ışıksız güneş, açışız üçgen düşünülemeyeceği gibi sıfatsız Tanrı da düşünülemez; ayrıca Tanrı'nın üstünde bir güç bulunmadığı için sıfatların O'na sonradan izâfe edildiği de söylenemez. Sonuç olarak sıfatların kabulü Tanrı'da çokluk olduğu fikrine götürmez (Kitâbü'l-Mu'teber, III, 100-102). EbÜT-Berekât, Allah'ın değişen ve çoğalan şeyleri bilmesinin O'nun zâtında değişme ve çoğalmaya yol açacağı şeklindeki iddiaları da reddetmiştir. Zira bu tür bilgilerin Allah ile münasebeti bir zât-mahiyet münasebeti olmayıp O'nun birliğine halel getirmeyen izâfî münasebettir (a.g.e., III, 75-80, 214). Esasen filozof Meşşâî felsefedeki cüz'î-küllî ayırımını da itibarî saymakta, bilgiye konu olan bir nesnenin küllî veya cüz'î olmanın ötesinde doğrudan doğruya "varlık" olduğunu belirtmektedir. Buna göre küllîlik ve cüz'îlik, zihnî formların dıştaki varlıklarla münasebeti dolayısıyla zihinde ârız olan itibarî fikirlerdir (a.g.e„ II, 410). Bu sebeple küllîyi idrak eden cüz'îyi de idrak ediyor demektir. Çünkü küllî denilen şey zatı ve özü itibariyle cüz'îdir. Bir nesneyi küllî veya cüz'î yapan unsurlar onun ilişkileri ve görelikleridir (a.g.e„ III, 86).
Filozofun küllî-cüz'î konusundaki fikirleri yanında ayrıca zihnî kavramları gerçek varlık gibi düşünen ve meselâ beyaz cisimden başka bir de zihnimizin bu cisimle münasebet kurdurduğu soyut bir gerçeklik olarak beyaz renk şeklinde tümel bir varlık fikri yahut idesi bulunduğunu, zihindeki her fikrin veya formun dış dünyada bir gerçekliği olduğunu belirten açıklamaları da dikkate alınırsa onun nominalizmle realizm arasında tereddüt ettiği düşünülebilir. Ancak Tanrı'nın ilminin cüz'îlere de şâmil olduğu hususunda hiçbir şüphe taşımadığı kesindir. Çünkü filozofa göre bunun aksine bir görüş Allah'ın yetkinliğini, hem küllileri hem de cüz'îleri idrak edebilen insanın yetkinliğinden daha aşağı mertebeye düşürür. Ayrıca Allah'ın cüz'îleri bilmesi, sanıldığının aksine O'nun zâtının gayri maddî olduğu fikrini de ihlâl etmez. Nitekim insan nefsi de cüz'îleri bilmekle cismanîliğe dönüşüyor değildir (a.g.e„ III, 84). Bu arada filozof, Tanrı'nın cisimleri bilmesinin cisimleşmesi veya cisimlere hulûl etmesi suretiyle olduğu şeklindeki antropomorfist ve hulûlcü görüşleri de reddetmiştir. Ebü'l-Berekât'ın sıfatlarla ilgili görüşlerinde Eş'arîler'in, özellikle Cüveynî ve Gazzâlî'nin etkileri olduğu düşünülmektedir (Pines, Studies in Philosophy, s. 168). Nitekim filozofun varlık kavramını zatla birlikte fiiller ve sıfatlara da genellemesi Eş'arîler'in Allah'ın isimlerini zât, sıfatlar ve fiillere göre taksim etmelerini hatırlatmaktadır (Cüveynî, s. 144). Ayrıca Eş'arîler gibi Ebü'l-Berekât da sıfatları ispatta "gaibi şâhide kıyaslama" metodunu kullanmıştır. Nihayet sıfatları "zâtiyye" ve "meâniyye" diye iki kısma ayırması da kelâmî metodu hatırlatır. Bununla birlikte Eş'arîler'in sıfatları "zâta zâit" saymalarına karşılık (a.g.e., s. 94) Ebü'l-Berekât'ın, Tanrı'nın zâtı gibi sıfatları ve fiillerinin de O'nun varlığından ayrı düşünülebilen realiteler sayılamayacağını açıklıkla ifade etmiş olması, ayrıca ilk ilkenin ilim ve irade sıfatlarının iki zâtî nitelik sayılabileceği gibi iki farklı nisbete indirgenebilen bir tek sıfat da sayılabileceğini belirtmesi önemli yeniliklerdir. Âlemin yoktan yaratılması meselesinde filozofun görüşü açık olmamakla birlikte zamanı varlığın ölçüsü ve başlangıçsız sayması (yk. bk.), onun kıdem fikrine mütemayil olduğu kanaatini vermektedir. Nitekim hiçbir insan zihninin, "Âlem yaratılmadan önce zaman yoktu"
306 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
EBÜ' l-BEREKÂT el -BAĞDÂDÎ (kelâmcıların görüşü) tarzındaki bir hükm ü kabul edemeyeceğini belirtmesi (Kitâbü'l-Mu'teber, III, 42), "Zihinler fıtratları itibariyle zaman ve mekânın kadîm olduğundan şüphe etmez; bunların yokluğunu tasavvur edemez" şeklindeki ifadesi (a.g.e., III, 48) bu kanaati destekler mahiyettedir. Âlemin kıdemi ve yoktan yaratma problemini çözmek için İslâm filozoflarının Yeni Eflâtunculuğun etkisiyle geliştirdikleri sudûr teorisine Ebü'l-Berekât'ın yönelttiği tenkitler büyük ölçüde Gazzâlî'nin görüşlerini andırır. Ayrıca filozof, dogmatizme karşı genel tavrının bir sonucu olarak bu filozofların hiçbir aklî ve ilmî temele dayanmayan bu teoriyi vahiy gibi itiraz kabul etmeyen, üzerinde düşünmeye bile gerek görülmeyen bir nas saydıklarına işaret etmiş ve alaylı bir ifadeyle bu görüşün ciddiyetten uzak olduğunu belirtmiştir. Esasen realitede varlığın çeşitliliği, "Birden ancak bir çıkar" görüşüne dayanan, ortaya konduğu şekliyle tek yönlü ve tek türden olan varlıkların birbirinden doğuş zinciri anlamındaki sudûr teorisini imkânsız kılar (a.g.e., III, 151-152, 158). Bu düşünceye göre doğuş sürecindeki her üst varlık bir alttaki varlığın gerçek ve zorunlu fâili ve illetidir. Ebü'l-Berekât ise kelâmcılarla birlikte Allah'ı bizzat fail, mutlak ve yegâne hakiki illet, tabii sebepleri ise itibarî illet ve ilâhî kudretin yansıtıcısı saymakla tabii olaylarda mutlak determinizmi reddetmiştir (a.g.e„ III, 153, 162163). Ancak filozofun kazâ ve kader tartışması dolayısıyla ileri sürdüğü tabii ve iradî olaylar ayırımı ile tesadüf ve şans görüşü yukarıdaki fikirleriyle çelişmektedir. Ebü'l-Berekât, kazâ ve kader konusunda Meşşâî filozoflarla Mu'tezile ve Ehl-i sünnet'in görüşlerini mükemmel bir şekilde özetledikten sonra konuyu diğerlerinden farklı olarak bilgivarlık yahut süje-obje ilişkisi açısından ele almıştır. Buna göre Tanrı, filozofların iddialarının aksine varlık sahnesindeki bütün ayrıntılardan haberdardır. Şu anlamda ki 0 şu anda olanlarla şimdiye kadar olmuşları bilir; şimdiden sonra vücuda gelecek şeyler veya vuku bulacak olaylar ise Tanrı'nın bilgisi kusurlu ve sınırlı olduğu için değil, fakat bunlar henüz bizâtihi imkân alanına girmediği için ilâhî bilginin konusu olamaz. Yani daha önce Cehm b. Safvân ve Hişâm b. Hakem gibi kelâmcıların da belirttiği gibi Tanrı'nın ilmi ma'dûma taalluk et-
mez. Bu imkânsızlık, bilen (Tanrı) açısından olmayıp bilgiye konu olan (varlık veya olay) açısındandır. Şu halde Tanrı'nın bilgisi aynı anda sonsuz ayrıntıları kuşatmaz. Zira sonsuzlukla kuşatma birbiriyle çelişir. Ayrıca sonsuz ayrıntıların müstakbel tarafında olanlarının şu anda var olması muhaldir ve Tanrı'nın bilgisine muhal nisbet edilemez. Ancak filozof burada, her zaman ve her mekânda bir tek ve değişmez kanuna göre cereyan eden tabii varlık ve olaylarla iradî olayları birbirinden ayırmakta ve bunlardan ilkinin, ister sonlu ister sonsuz olsun, ilâhî bilginin kapsamına girdiğini, kazâ ve kaderin sadece bunları kapsadığını ifade etmektedir (a.g.e., III, 187188). Ebü'l-Berekât'ın dikkate değer bir görüşü de şans ve tesadüfle ilgilidir. Filozof buna, bir kimsenin yürürken aksi yönden gelen bir akreple karşılaşmasını örnek verir. Bu karşılaşmada, birinin diğerine zarar vermesi sonucunu doğuracak bir hızla yürümeleri, bu iki ayrı varlığın tabiat veya iradelerinin bir neticesi değildir. Onların dışında bu sonucu amaçlamış biri de yoktur. Ebü'l-Berekât, gerek tabii determinasyona gerekse iradeye bağlanmasını doğru bulmadığı bu tür tesadüfi olayların ilâhî kazâ ve kaderle tayin edildiği görüşünü de kesin olarak reddeder (a.g.e., III, 188-189). S. Pines, benzer bir tesadüf teorisinin daha önce Boethius tarafından ileri sürüldüğünü belirtmekte, ancak Ebü'l-Berekât'ın bu kişiden etkilenmediğini de sözlerine eklemektedir. Ayrıca bu teori üstü kapalı bir şekilde Plotinus tarafından da ortaya atılmıştır (DSB, I, 27). Hilmi Ziya Ülken ise Ebü'l-Berekât'ın bu tesadüf teorisini, modern felsefedeki probabilizmin "kelâmcı veya metafizikçi ceddi" saymaktadır. Bu yüzyılın bazı fizikçilerinin savunduğu bu teoriye göre bilgilerimizin daima yaklaşık bir değeri vardır. Bu durum araştırma aletlerinin eksikliğinden gelmez; aksine aletlerimize ne kadar sarihlik verirsek ihtimal de o kadar artar (İslâm Felsefesi, s. 225). Ebü'lBerekât da gerek dış olayların akışı içindeki değişmeler, gerekse insanın algılarındaki farklılıklar yüzünden ihtimalî sebeplerin aralıksız devam ettiğini öne sürerek bunların kazâ ve kaderin dışında kaldığını belirtir. Bu arada filozof problemi ahlâkî bakımdan da ele almakta, insanın yükümlülük ve sorumluluğuna konu olan davranışlara dikkat çekerek Allah'ın bu davranışlardan haberi olma-
dığını ileri sürmek kadar bunları kazâ ve kaderle O'nun belirlediğini söylemenin de ceza ve sevap fikriyle çeliştiğine dikkat çekmektedir {Kitâbü'l-Mu'teber, III, 192). Daha da ilginç olanı şudur ki, filozof böyle bir indeterminist anlayışın insanın önüne bir imkânlar ve seçenekler alanı açtığına, ona sebepler ve sonuçlar zinciri içinde kendi iradesinin de gerçekleştirici veya önleyici bir sebep olduğu şuuru verdiğine işaret ederek bu sayede insanın işini yaparken ne istediğini düşünme, hürriyetini ve tecrübesini en güzel şekilde kullanma imkânı elde edebileceğini belirtmektedir (a.g.e., III, 195). Tesirleri. Ebü'l-Berekât'ın tenkitleri, en önemli hedefi olan İbn Sînâ'nın otoritesini yıkmaya yetmemişse de başta Takıyyüddin İbn Teymiyye olmak üzere Sühreverdî el-Maktûl, Fahreddin er-Râzî, Nasîrüddîn-i Tûsî, Muhammed b. Mahmûd eş-Şehrezûrî, Adudüddin el-Tcî, Seyyid Şerif el-Cürcânî, Celâleddin ed-Devvânî, Sadreddîn-i Şîrâzî gibi birçok müslüman düşünürün geniş ölçüde ilgilerini çekmiştir. Ebü'l-Berekât'a karşı en ciddi tepki ise İşrâkî filozof Sühreverdî'den gelmiştir. Bu filozof, Ebü'l-Berekât'ın yaratma meselesini incelerken Allah'ta sabit ve ezelî irade yanında hâdis ve yenilenen iradeler de bulunduğu şeklindeki görüşünü eleştirirken onu felsefî görüşleri anlamamak, filozofların delillerini kavrayamamak, ayrıca hem Yahudiliğe hem de İslâm dinine muhalefet etmekle suçlamış, temel meseleler hakkındaki görüşlerinin gerek burhana gerekse tevhid akîdesine aykırı olduğunu İleri s ü r m ü ş t ü r (el-Meşân
ve'l-mutârahât,
s. 435-438). Ayrıca yine bir İşrâkî filozof olan Sadreddîn-i Şîrâzî de Ebü'l-Berekât'ı şeyhin (İbn Sînâ) fikirlerini anlamadan tenkit edenler arasında göstermiştir (elHikmetul-müte'âliye,
III, 225). B u n u n l a
birlikte Sühreverdî de dahil olmak üzere birçok düşünür Ebü'l-Berekât'ın bu tenkitlerinden faydalanmıştır. Nitekim İbn Teymiyye, filozofun görüşlerine bütünüyle katılmasa da Meşşâîliğe karşı yönelttiği tenkitlerden övgüyle söz etmiş, yer yer Kitâbü'l-Mu'teber'den alıntılar yapmış (meselâ bk. Der'ü te'âruz, II, 164-172; IX, 402-434) ve onu İbn Sînâ ile birlikte önde gelen mantıkçılardan saymıştır (a.g.e„ III, 323). İbn Teymiyye'ye göre Sühreverdî'nin iddiasının aksine Ebü'l-Berekât Meşşâî geleneği taklit etmekten kurtulmayı başarabilmiş, aklî tefekkür yolunu seçmiş, nübüvvet nuruy-
307 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
EBÜ' l-BEREKÂT el -BAĞDÂDÎ la aydınlanmış ve bu sayede Meşşâîler'e göre daha isabetli görüşlere ulaşabilmiş bir düşünürdür. İbn Teymiyye Tanrı'nın cüz'îleri bilmesi, Tanrı'nın sıfatları ve fiilleri, ilâhî iradenin hâdislerle ilişkisi, olayların sebepleri gibi meselelerde Ebü'l-Berekât'ın Meşşâî geleneğe yönelttiği tenkitleri ve bu hususlarla ilgili kendi görüşlerini takdirle anmakta, onun bu başarısını Bağdat'ta sünnet ve hadis âlimleri arasında yetişmiş olmasına bağlamaktadır (Minhâcü's-sünne, 1, 348, 354; a . m l f . , er-Red
c
ale'l-mantıkıyyîn,
s.
336,
463). Fahreddin er-Râzî'nin de zaman, mekân, hareket gibi konularda, psikoloji ve ilâhiyyâtın çeşitli meseleleriyle ilgili görüşlerinde Ebü'l-Berekât'tan faydalandığı anlaşılmaktadır. Nitekim Şehrezûrî de Râzî'nin hükemâya karşı yönelttiği tenkitlerin çoğunu yahudi asıllı düşünür Ebü'l-Berekât'tan aldığını ifade etmiştir (bk. Süleyman Nedvî, III, 239). E s e r l e r i . 1. Kitâbü'1-Mu c
teber
ti'1-hik-
me. Ebü'l-Berekât'ın, kendi felsefesini bütün yönleriyle ortaya koyan temel eseridir. Muhtevası bakımından Aristoculuğa ve Aristocu-Yeni Eflâtuncu İslâm felsefesine karşı geniş kapsamlı tenkitleriyle İslâmî kültür atmosferinde telif edilmiş en dikkate değer eserlerden biri olmakla birlikte tertip itibariyle geleneksel sisteme uygun olarak üç kitap halinde telif edilmiştir. Birinci kitap mantık, ikincisi tabiat ve psikoloji, üçüncüsü de ilâhiyyât bölümlerini kapsamaktadır. Ancak filozof özellikle psikoloji ve zamanla ilgili bazı problemlerde Meşşâî gelenekten önemli ölçüde ayrıldığı için bu problemlere dair konuların bir kısmını tabiat, bir kısmını da ilâhiyyât bölümünde incelemiştir. Kitâbü!-Mu" teberim telif tarihi belli değildir. Bununla birlikte eserin uzun bir hazırlık dönemine dayandığı, müellifin bu dönemde yaptığı geniş kapsamlı çalışma ve incelemeleri sırasında tuttuğu ve öğrencilerine tutturduğu notları daha sonra muhtemelen, aydın bir devlet adamı olup kendisine de büyük bir sempati duyan Rey Hükümdarı Alâüddevie'nin teşvikiyle kitap haline getirmiştir. Öte yandan aklın mahiyetine dair risalesinden farklı olarak bu kitabında hiçbir âyet ve hadis bulunmaması, buna karşılık "yüce nefsler"in özellikleriyle ilgili olarak Hz. Süleyman'a isnat edilen bazı sözleri ihtiva etmesi (II, 437), ayrıca her üç bölümün başında da İslâm telif geleneğinin aksine hamd, salâtü selâm ve dua cümlele-
rinin yer almaması gibi hususlar, müellifin eseri müslüman olmadan önce tamamladığı kanaatini vermektedir. Ancak Pines, bu delillerin böyle bir sonucu vermek için yeterli olmadığı görüşün-
bir
d e d i r (Nouuelles
nûs'tan tercüme edilen Kitâbü't-Teşrîh'in özetidir. İbn Ebû Usaybia, eserin çok veciz bir ibare ile yazılmış olduğunu
Ğtudes,
s. 8).
Ebü'l-Be-
rekât hakkında bilgi veren bütün klasik kaynaklar eserden övgüyle söz etmektedir. Meselâ İbnü'l-Kıftî eseri "bu devirde kendi konusunda yazılmış kitapların en güzeli" (lhbârü'l- culemâ', s. 224), İbn Ebû Usaybia "müellifin en değerli ve en tanınmış eseri" CUyûnü'l-enbâ", s. 376), Ebü'l-Ferec İbnüT-İbrî de "ibaresi fasih, bu alandaki görüşleri sahih"
( T â r î h u muhtaşari'd-düuel,
s.
210)
ifadeleriyle tanıtırlar. Kitâbü'l-Mu cteber'in altısı İstanbul kütüphanelerinde olmak üzere çoğu farklı ciltleri ihtiva eden sekiz yazma nüshası tesbit edilmiştir (Brockelmann, GAL, I, 602; Suppl., I, 831). İlâhiyyât kısmının özet bir tercümesi M. Şerefettin Yaltkaya tarafından yayımlanan eser (DİFM, 11930], 1V/XVII, 25-41; 11931-1932], V/XVIII, 1-15; XIX, 116; XX, 1-16; XXI, 1-16; XXII, 14-26), Şerefettin Yaltkaya ve Süleyman Nedvî'nin katkılarıyla Haydarâbâd'da Dâiretü'l-maârifi'I-Osmâniyye tarafından neşredilmiştir (1357-1358). 2. Şahîhu edilleti'rınakl
fî
mâhiyyetiî-'akl.
Makale
îi'l-
c
akl adıyla da bilinen eser, akıl hakkındaki âyet ve hadislerle bunların yorumları, İslâmî kaynaklarda akıl anlamında kullanılan diğer kavramlar, aklın cevher veya araz olduğu konusundaki tartışmalar, akıl-akledilen, bilgi-bilinen ilişkisi, akılla ilgili çeşitli tasnifler, akıl ve rubûbiyyet âlemi gibi kelâmî ve felsefî konuları ihtiva eder. Eserin bilinen tek nüshasının (Leipzig Ktp., AY, nr. 882/1) sonunda Safer 552'de (Mart 1157) tamamlandığına dair kayıt vardır. Çeşitli k a y n a k l a r d a Risâle
yetih,
Risâle
fi'l-'akl
ve
mâhiy-
îî mâhiyyeti!- cakl,
Risâ-
le ti'l- cakl gibi adlarla da anılan eser Ahmed Muhammed et-Tayyib tarafından "Un Traitâ d'Abü'I-Barakât al-Bağdâdl" başlığı altında müellifin hayatı, felsefesi ve eserlerine dair kısa bir tanıtma yazısıyla birlikte yayımlanmıştır (Annales tslamologiques, Kahire 1980, XI, 127147). 3. Risâle
îi'l-kazâ'
Muhammed et-Tayyib, rekât,
ve'l Mevkıfü
s . 3 4 ) . 4 . Kitâbü'n-Neîs.
- kader
(A.
Ebi'l-BeEflâtun'a
göre insanı kötülüklere sevkeden psikolojik sebepler ve nefsin güçleri gibi konuları ele alan eser, Kitâbü'l-Mu cteber'in psikolojiyle ilgili bölümüyle büyük
benzerlik
Risâle
arzeder.
fi'n-neîs
adını taşıyan bir nüshası, Kahire'de Câmiatü'd-düveli'!-Arabiyye'ye bağlı yazmalar bölümünde bulunmaktadır (a.g.e., s . 3 4 ) . S. İhtişâru
Kitâbi't-Teşrih.
b e l i r t i r ('üyûnü'l-enbâs.
Câlî-
Kitâ-
376). 6.
bü'l-Akrâbâzîn. Farmakolojiyle ilgili bir eserdir (a.g.e., s. 376; A. Dietrich, s. 228). 7 . Kitâbü
Siyâseti!-beden
ti'ş-şarâb
ve
(a.g.e.,
ve
menâfi"ih
madârrih
s . 3 7 6 ; Hediyyetü'l-'ârifîn,
8 . Havâşî.
îazîle-
ve
İbn Sînâ'nın
II, 5 0 5 ) .
el-Kânûn
îi't-
pbb'inin birinci kitabı üzerine haşiyelerden oluşur (EJd, VIII, 461). 9. Emînü'l-erti'l-ma câcîn
vâh
505). 1 0 . Risâle
kibi
leylen
(Hediyyetü'l-'ârifîn, îî sebebi
ve hafâ 3ihâ
11,
zuhûri'l-kevânehâren.
Yıldız-
ların geceleyin görünmesi, gündüzleri gözden kaybolmasının sebeplerine dair Muhammed Tapar tarafından sorulan bir soruya cevap olarak yazılmıştır. Eser bazı kaynaklarda yanlışlıkla İbn Sînâ'ya nisbet edilmektedir. Bilinen tek nüshası Berlin Kütüphanesi'nde bulunmakta olup (nr. 5671; Brockelmann, GAL, I, 602; EJd., VIII, 461; Suter, s. 123; Sarton, s. 382) E. Wiedemann tarafından Almanca'ya çevrilmiştir (El 2 ]Fr.], I, 111; Elr., I, 267). 11. Şerhu Sifrii-câmi'a. Ahd-i Atîk'in "Vâiz" kitabının şerhidir. Eserin şerh kısmı İbrânî harfleriyle Arapça, metin kısmı ise İbrânîce yazılmıştır. Ayrıca müellifin varlık, oluş, kazâ ve kader gibi felsefî konulardaki görüşlerini de ihtiva eden eserin bir nüshası Oxford'daki Bodleian Kütüphanesi'nde kayıtlıdır (İbrânîce Yazmalar, nr. 131). Poznanski eserden bazı parçaları yayımlamıştır (Zeitschrift für Hebrarische Bibliographie IBerlin 1913], XII, 33-36). EbüT-Berekât'a İbrânîce grameri üzerine yazılmış Arapça bir eser daha nisbet edilir. Ancak Leningrad Kütüphanesi'nde bir nüshası bulunan bu eserin otantik olup olmadığı şüphelidir (EJd., VIII, 461). BİBLİYOGRAFYA: Ebü'l-Berekât
ber fi'l-hikme
el-Bağdâdî,
Kitâbü'l-Müte-
(nşr. Şerefettin Yaltkaya — Sü-
l e y m a n N e d v î ) , H a y d a r â b â d 1357-58, 1-111; ayrıca bk. nâşir S ü l e y m a n Nedvî, " M a k a l e " , III, 2 3 0 - 2 5 2 ; a.mlf., Sahîhu
mâhiyyeti'l-'akl
a.e.,
edilleti'n-nakl
fî
(nşr. A h m a d al-Tayyib,
Alsl.
XI 11980] içinde), s. 127-147; A r i s t o t e [Aristo], L a Metaphysique
(trc. J. Tricot), Paris
1065», 5-30, 1 0 7 2 b , 15-30; İbn Sînâ,
1981,
en-Necât
(nşr. M . Takı D â n i ş p e j û h ) , T a h r a n 1 3 6 4 hş., s. 5 9 5 - 5 9 7 ; a.mlf., el-İşârât, Kahire 1985, III, 295299;
308 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
Cüveynî,
el-İrşâd
(Muhammed),
s.
94-
EBÜ'd-DAHDAH 1 4 4 ; Beyhakî, Tetimme,
s. 110-111,
150-153;
S ü h r e v e r d î e l - M a k t û l , el-Meşâri'
ve'l-mutâra-
hât (Opera
içinde, nşr.
Metaphysica
et Mystica
r
ne ekmeği veya yemeği yaktığı zaman lânet etmemesi için ayda 2-3 dirhem fazla verirdi. Hayatı boyunca kimseyle çekişmediğini, kimseyi rahatsız etmediğini söylerdi. Nefsinin arzularına ve hoş şeylere düşkün olanları hiç sevmezdi. Domuzlarla bir arada olmayı bu gibilerle beraber bulunmaya tercih ettiğini söylediği nakledilir.
EBÜ'1 - BEREKÂT en-NESEFİ (bk. NESEFİ, Ebü'l-Berekât).
H . Corbin), İstanbul 1945, s. 4 3 5 - 4 3 8 ; Y â k ü t ,
Mu'cemul-üdebâ',
XIX, 2 7 7 - 2 7 8 ; a.mlf.. Mu -
cemul-büldân,
I, 4 8 1 - 4 8 2 ;
bârü'l-'ulemâ', bia,
c
İh-
İbnü'l-Kıftî,
r
s. 39, 2 2 4 - 2 2 7 ; İbn E b ü Usay-
ü y û n ü ' l - e n b â B e y r u t , ts. (Dâru
Mek-
EBÜ'l-BEŞER ( ^ J i ' )
tebeti'l-Hayât), s. 3 4 3 , 3 7 4 - 3 7 6 ; İbn Hallikân,
İslâmi kaynaklarda
Vefeyât, VI, 74-75; Ebü'l-Ferec [İbnü'l-İbrî], Târîhu muhtaşari'd-düvel
"insanlığın atası" a n l a m ı n d a
[baskı yeri ve yılı yok),
H z . Â d e m ' e verilen u n v a n
s. 2 0 7 , 2 0 9 , 2 1 0 ; M u h a m m e d b. M a h m û d esŞehrezürî, Nüzhetü'l-ervâh
(trc. M a k s û d Ali Teb-
rîzî), T a h r a n 1 3 6 5 hş., s. 4 0 9 - 4 1 0 ; İbn Teymiyye, Der'ü Reşâd
te'âruzi'l-'akl
Sâlim), Riyad
ve'n-nakl
(nşr.
L
M.
1 3 9 9 - 1 4 0 3 / 1 9 7 9 - 8 3 , 11,
r
159, 164-172; III, 302, 323-324; IV, 2 6 ; VI, 2 4 8 ; IX, 4 0 0 - 4 3 4 ; a.mlf., Minhâcü's-sünne
(nşr. M .
R e ş â d Sâlim), Riyad 1 4 0 6 / 1 9 8 6 ,
I, 3 4 8 - 3 5 4 ;
a.mlf., er-Red 'ale'l-mantıkıyyîn,
Lahor 1 3 9 6 /
el-Hikme-
IX, 244-246; Sadreddîn-i Şîrâzî,
tü'l-müte'âliye, Histoire
K u m 1 3 6 8 , III, 2 2 5 ; L. Leclerc,
de la medecine
arabe,
Paris 1 8 7 6
R a b a t 1980, II, 29-31; Suter, Die
ker,
II,
B r o c k e l m a n n , GAL, I, 6 0 2 ; Suppl., riklî, el-A'lâm,
505-506;
L
II/
r
I , s. 3 8 2 ; Sezgin, GAS, VIII, 2 1 5 ; H. Corbin, His-
islamique,
Arabica,
s. 3 3 8 ; S. Pines, Nouvelles
al-Zaman
dî, Memoire
etudes
Abu'l-Barakât
de la Sociâte
sur
al-Baghdâ-
des Etudes
Juives,
Paris 1 9 5 5 ; a.mlf., " E t u d e s s u r A w h a d a l - Z a m a n A b u ' l - B a r a k â t a l - B a g h d â d ı " , Revue
Etudes
Juives,
CIII, Paris 1938, s. 4 - 6 4 ; CIV
kât al-Baghdâdı's-Poetics and Metaphysics",
Studies
in Philosophy
"Abu'l-Barakat
(Scripta
Hierosolymi-
1960, s. 1 2 0 - 1 9 8 ;
al-Bağdadi,
a.mlf.,
Hibat
Allah",
DSB, I, 26-28; a.mlf., " A b u ' l - B a r a k â t " , El 2 (Fr.), el-Felsefetü'l-ahlâ-
I, 111-115; Nâcî et-Tikrîtî,
kıyyetü'l-Eflâtûniyye
'inde
müfekkiri'l-İslâm,
Beyrut 1 4 0 2 / 1 9 8 2 , s. 3 3 6 - 3 4 2 ; Hilmi Ziya Ülk e n , İslâm
Felsefesi,
İstanbul 1983, s. 2 2 0 - 2 2 7 ;
Ali S â m î en-Neşşâr, Menâhicü'l-bahs
fekkiri'l-İslâm, 'Arabi
'inde
Tetavvürü'l-mantıkı'l-
(trc. M u h a m m e d M e h r â n ) , Kahire 1985,
s. 3 8 3 - 3 8 7 ; S. Hüseyin Nasr, İslâm'da
Medeniyet
Bilim
ve
(trc. N a b i Avcı v.dğr.), istanbul 1991,
s. 310-311; M u h a m m e d Celâl Şeref, Allah
'âlem
mü-
Beyrut 1 4 0 4 / 1 9 8 4 , s. 36, 45,
63, 67, 1 0 4 ; N. Rescher,
ue'l-insân
fi'l-fikri'l-İslâmî,
ve'l-
Beyrut, ts.
( D â r u n - N e h d a t i ' 1 -Arabiyye), s. 295-313, 423436; Ahmed
Muhammed
Ebi'l-Berekât
el-Bağdâdî
şâ'iyye
Meukıfü
et-Tayyib,
mine'l-felsefeti'l-meş-
(doktora tezi, ts.), Câmiatü'l-Ezher,
Kül-
liyyetü üsûli'd-dîn Ktp., nr. 8 6 1 ; a.mlf., " U n Traite d ' A b u ' l - B a r a k â t
al-Bağdâdî
sur
l'intel-
lect", Alsl., XVI (1980), s. 127-131; M . Ali E b û Reyyân, " N a k d ü E b i ' l - B e r e k â t l i - f e l s e f e t i İ b n S î n â " , Mecelletü
Külliyyeti'l-âdâb,
deriye 1 9 5 8 , s. 17-48; a.mlf.,
XII, İsken-
"Ebü'l-Berekât
el - B a ğ d â d î " ,
Mevsû'atü
ye, I, A m m a n
1979, s. 4 2 - 4 5 ; " H i b a t
A b ü a l - B a r a k â t " , EJd.,
'l - hadârâti'l
266-268.
- İslâmiyAllah,
VIII, 4 6 1 - 4 6 2 ; W. Ma-
delung, " A b u ' l - B a r a k â t
al-Bağdâdî",
Elr., I,
m IHI
ta'dîl,
4 2 - 4 3 ; İbn Adî, el-Kâmil,
EBÜ'l-CEVZA
L
Basralı zâhid tâbiî.
MUSTAFA Ç A Ğ R I C I
Halîfe
el-Ma'ârif
I I , ' 1 6 - 1 7 ; İbn Kuteybe,
II, 3 0 4 - 3 0 5 ; İbn H i b b â n ,
n
Hilye, Kemâl, lâ',
eş-Şikât,
I, 4 0 2 ; E b û
III, 78-82; S e m ' â n î , ei-Ertsâb,
İbnü'l-Esîr, el-Kâmil,
IV,
Nuaym.
Tehzîbü'l-
A'lâmun-nübe-
IV, 3 7 1 - 3 7 2 ; a.mlf., Târîhu'l-İslâm:
81-100, s. 2 3 2 ; İbn Hacer, Tehzîbü't-Tehzîb, 383-384.
ve't-
VI, 76-77;
IV, 4 7 7 ; Mizzî,
III, 3 9 2 - 3 9 3 ; Zehebî,
sene I,
r-ı LLFFL K E M A L SANDIKÇI
J
r
EBÜ'l-CÜYÛŞ
des
(1938), s. 1-34; a.mlf., " S t u d i e s i n A b u ' l - B a r a -
t a n i VI), J e r u s a l e m
(bk. ZEYDİYYE).
Ebü'l-Cevzâ' Evs b. Abdillâh (Hâlid) er-Rabaî (ö. 83/702)
G ö t t i n g e n 1966, s. 2 2 8 - 2 3 0 ; U l l m a n n , Die Me-
Aıvhad
hu'l-kebîr,
VII, 2 2 3 - 2 2 4 ;
II, 4 8 8 ; B u h â r î , et-Târî-
(Ukkâşe), s. 4 6 9 ; İbn E b û H â t i m , el-Cerh
)
Paris 1964,
s. 2 4 7 - 2 5 1 ; A. Dietrich, Medicinalia
dizin,
İbn Sa'd, et-Tabakât, b. Hayyât, et-Tabakât,
I, 8 3 1 ; Zi-
IX, 6 3 ; S a r t o n , Introduction,
toire de la philosophie
BİBLİYOGRAFYA:
Zeydiyye'ye bağlı Cârûdiyye kolunun kurucusu
—
Mathemati-
s. 1 2 3 ; Hediyyetul-'ârifîn,
EBÜ'l-CARÛD ( •îjuMji' ) Ebü'l-Cârûd Ziyâd b. Münzir el-Hemedânî (ö. 150/767 [?])
1976, s. 3 3 6 , 4 6 3 ; İbn Fazlullah el-Ömerî, Me-
sâlik,
Abdullah b. Zübeyr'in Küfe valisi Abdurrahman b. Muhammed b. Eş'as'ın yanında Haccâc'a karşı çarpışırken 83 (702) yılında Deyrülcemâcim'de öldü. Vefat tarihi 82 (701) olarak da zikredilmektedir.
(bk. ÂDEM).
Ezd kabilesinin kollarından Rebîa'ya mensup olup hayatı hakkında fazla bilgi yoktur. Hz. Âişe, Abdullah b. Abbas, Ebû Hüreyre, Abdullah b. Amr b. Âs ve Safvân b. Assâl el-Murâdî'den hadis rivayet etmiştir. Buhârî'nin senedini zayıf gördüğü bir habere göre Ebü'l-Cevzâ Hz. Âişe ve İbn Abbas'a on iki yıl komşuluk ettiğini, Kur'ân-ı Kerîm'deki her âyet hakkında İbn Abbas'tan bilgi edindiğini belirtmekte, öğrenmek istediği konuları bir adamı vasıtasıyla her zaman Hz. Âişe'den sorup öğrendiğini söylemektedir. Kendisinden Katâde b. Diâme, Büdeyl b. Meysere, Amr b. Mâlik en-Nükrî ve Ebü'l-Eşheb el-Utâridî gibi muhaddisler rivayette bulunmuş, Ebû Zür'a erRâzî ile Ebû Hâtim er-Râzî onun sika* bir râvi olduğunu belirtmişlerdir. Rivayetlerinin Kütüb-i Sitte'Ğe yer alması da bunu göstermektedir. İbadete düşkünlüğü ve zâhidâne hayatıyla tanınan Ebü'l-Cevzâ'nin temizlik konusunda çok titiz olduğu, helâya giderken ayrı bir elbise giydiği, namazı başka bir elbiseyle kıldığı rivayet edilir. Hiçbir şeye lânet etmez, lânet edilen şeyleri de yemezdi. Bu sebeple hizmetçisi-
(
y
^
~1
)
(ö. 722/1322) Endülüs'te Gırnata'da hüküm süren Nasrîler hanedanının hükümdarlarından (bk. NASRÎLER). r
EBÜ'd-DAHDÂH (
yI )
Ebü'd-Dahdâh el-Ensârî Sahâbî. Adının Ebü'd-Dahdâha b. Dahdâha olduğu da söylenmektedir. Ensarın himayesinde yaşamasına rağmen onlar tarafından da iyice tanınmayan Ebü'd-Dahdâh hakkında fazla bilgi yoktur. Abdullah b. Mes'üd'un anlattığına göre, "Verdiğinin kat kat fazlasını kendisine ödemesi için Allah'a güzel bir borç vermek isteyen kimse yok m u ? " (el-Bakara 2 / 245) meâlindeki âyet nâzil olunca Ebü'dDahdâh Hz. Peygamber'in yanına giderek, "Yâ Resûlallah! Allah bizden borç mu istiyor?" diye sordu. Evet cevabını alınca Hz. Peygamber'in elini tuttu ve
309 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
EBÜ'd-DAHDÂH sevabını sadece Allah'tan bekleyerek içindeki 600 hurma ağacı ile birlikte bahçesini Allah'a borç olarak verdiğini bildirdi. Ardından da bahçesine giderek orada bulunan ailesine bahçeyi Allah'a borç olarak verdiğini söyledi ve bahçeden çıkmalarını istedi. Bu hadise üzerine Hz. Peygamber, "Ebü'd-Dahdah için cennette nice hurma ağaçları saçak atıyor" dedi. Ebü'd-Dahdâh'ın bu hurma bahçesini, Hz. Peygamber'in kendisinden borç istemesi üzerine veya daha başka sebeplerle Allah yoluna adadığı da rivayet edilmektedir (Şevkânî, s. 422423). Ebü'd-Dahdâh'ın ne zaman vefat ettiği bilinmemektedir. Ölümü üzerine Hz. Peygamber onun soyu ve vârisleri hakkında bilgi toplamak üzere ensardan Âsim b. Adî'yi görevlendirdi. Ebü'd-Dahdâh'ın soyu hakkında fazla bilgi edinilemeyince mirası kız kardeşinin oğlu Ebû Lübâbe el-Ensârî'ye verildi. Uhud Gazvesi'nde Hz. Peygamber'in şehid edildiği haberi üzerine Ebü'd-Dahdâh'ın müslümanlara, "Muhammed öldüyse Allah diridir, ölmez" diyerek cesaret verdiği, fakat savaşın ilerleyen dakikalarında Hâlid b. Velîd'in onu şehid ettiği de kaydedilmektedir. Kudâa kabilesinin Belî kolundan olan Ebü'd-Dahdah veya Ebü'd-Dahdâha Sâbit b. Dahdâh ile Ebü'd-Dahdâh el-Ensârî arasında, bahçelerini Allah yolunda hibe ederek Hz. Peygamber'in duasını almaları, ensarın himayesinde yaşamaları, Resûl-i Ekrem hayatta iken vefat etmeleri ve mirasçıları bulunmaması gibi hususlarda benzerlik olduğu görülmektedir. Hadislerde Ebü'd-Dahdâh, Ebü'dDahdâha veya İbnü'd-Dahdâh künyeleriyle zikredilen bu iki sahâbî, ashap hakkındaki tabakat kitaplarında iki ayrı şahısmış gibi gösterilmekteyse de aynı kişi oldukları veya künye benzerliği sebebiyle birbirine karıştırıldıkları hatıra gelmektedir.
BİBLİYOGRAFYA:
Müsned,
III, 1 4 6 ; V, 90, 95, 9 9 ; Dârimî. "Fe-
r â ' i z " , 27, 3 8 ; M ü s l i m , " C e n â ' i z " , 8 9 ; E b û Dâv û d , " C e n â ' i z " , 4 4 ; Nesâî, " C e n â ' i z " , 9 5 ; Vâkıdî, el-Meğâzt,
el-İstfâb,
II, 2 8 1 ; III, 5 0 5 ; İbn A b d ü l b e r ,
IV, 6 1 ; İbnü'l-Esîr, üsdü'l-ğâbe,
2 6 7 ; VI, 96-97; Kurtubî, el-CâmÜ,
1988, III, 155-156; İbn Hacer, el-İşâbe, IV, 5 9 ; Şevkânî, Derrü's-sehâbe, Koksal, İslâm
I, 1 9 1 ;
s. 4 2 2 - 4 2 3 ;
Tarihi ( M e d i n e ) , III, 173-174.
S
F
I,
Beyrut 1 4 0 8 /
RAŞİT K Ü Ç Ü K
EBÜ'd-DERDÂ (.tajjll JJ! )
n
Ebü'd-Derdâ' Uveymir b. Kays b. Zeyd el-Hazrecî (ö. 32/652 [?]) Dımaşk kadılığı ve Kur'an muallimliği yapan sahâbî. Künyesiyle meşhur olup adının Âmir, lakabının Uveymir, babasının adının Zeyd veya Âmir, dedesinin adının ise Kays olduğu da söylenmiştir. Bedir Gazvesi sırasında ve ensardan en son kişi olarak müslüman olduğu rivayet edilmektedir. İslâmiyet'i kabul etmesine vesile olan arkadaşı Abdullah b. Revâha İslâmî şahsiyetinin meydana gelmesine de yardımcı olmuştur. Hz. Peygamber onunla Selman -ı Fârisî, başka bir rivayete göre de Avf b. Mâlik arasında kardeşlik bağı (muâhât") kurmuştur. Ebü'd-Derdâ önceleri ticaretle meşgul olduğunu, İslâmiyet'i kabul ettikten sonra ticaretle ibadeti bir arada yürütemeyeceğini anlayınca ibadeti seçtiğini anlatır. Uhud Gazvesi'nde yiğitlik gösterdiği nakledilmekle beraber onun bu gazveye katılmadığını söyleyenler de vardır. Daha sonraki birçok gazvede bulunmuş, Hz. Peygamber hayatta iken Kur'ân-ı Kerîm'i ezberleyerek tamamını ona okumuştur. Hz. Ebû Bekir'in hilâfetinin son zamanlarında başlayan Yermük Savaşı'nda ordu kadısı (kâdılcünd) olarak bulundu ve bu görev İslâm tarihinde ilk defa onun-
la başlamış oldu. Hz. Ömer ve Hz. Osman devirlerinde de bu görevi zaman zaman üstlendiği anlaşılmaktadır. Bedir Gazvesi'ne katılmadığı halde Hz. Ömer onu Bedrî kabul ederek kendisine maaş bağladı. Hz. Ömer'in hilâfeti döneminde Medine'de diğer bazı sahâbîlerle birlikte kadılık yaptı. Suriye'ye gitmek için izin isteyince Hz. Ömer orada âmillik yapmasını teklif ettiyse de bu görevi kabul etmedi ve Hz. Peygamber'in sünnetini yaymak, halka namaz kıldırmak istediğini söyledi. Halifenin iznini alarak Dımaşk'a gitti. Başka bir rivayete göre ise Suriye Valisi Yezîd b. Ebû Süfyân'ın halifeden Kur'an ve fıkıh muallimi istemesi üzerine Hz. Ömer onu iki kişiyle birlikte Suriye'ye gönderdi. Valinin bu talebiyle onun Suriye'ye gitme arzusunun aynı tarihe tesadüf etmiş olması da mümkündür. Ebü'd-Derdâ'nın aralarında bulunduğu üç kişilik muallimler heyeti önce Humus'a gidip orada bir süre görev yaptı. Daha sonra Dımaşk'a geçen Ebü'd-Derdâ, Muâviye'nin Suriye valiliği sırasında Hz. Ömer'in emriyle Dımaşk kadılığına tayin edildi ve Dımaşk'm ilk kadısı oldu. Hz. Ömer Dımaşk'a gittiğinde onu evinde ziyaret etti ve zâhidâne bir hayat sürdüğünü gördü. Ebü'd-Derdâ, hem Hz. Ömer hem Hz. Osman devirlerinde Kur'an öğretimiyle de meşgul oldu. Pek çok kişi ondan kıraat dersi aldı. Muâviye'nin Suriye valiliği sırasında diğer bazı sahâbîlerle birlikte Kıbrıs'ın fethine katıldığı da bilinmektedir. Ebü'd-Derdâ 32 (652) yılında, bazı rivayetlere göre ise 31'de (651) Dımaşk'ta vefat etti ve Bâbüssagîr Kabristanı'na defnedildi. 1938 yılında Muâviye b. Ebû Süfyân'ın kabrinin 20 m. güneybatısında biri kendisine, diğeri karısı Ümmü'd-Derdâ'ya ait iki mezar taşı bulunmuştur. Kûfî hatla yazılı olan ve günümüzde el-Methafü'l-vatanfde korunan bu taşların IV. (X.) veya V. (XI.) yüzyılda dikildiği sanılmaktadır. Ebü'd-Derdâ'nın diğer bazı sahâbîler gibi İstanbul'da Eyüp'te ve Üsküdar'da iki makam-kabri bulunmaktadır (lst.A, IX, 4 8 5 4 ) . Ebü'd-Derdâ'nın biri sahâbî olan büyük Ümmü'd-Derdâ, diğeri tâbiî olan küçük Ümmü'd-Derdâ adlı iki hanımı vardı. Ebü'd-Derdâ ölünce Muâviye küçük Ümmü'd-Derdâ ile evlenmek istedi; Kur'an kıraatindeki üstünlüğü ile tanınan bu hanım valinin teklifini kabul etmedi. Ebü'd-Derdâ'nın Bilâl ve Yezîd ad-
310 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
EBÜ'l-ESVED ed-DÜELÎ lı iki oğlu ile Derdâ ve Nesîbe adlı iki kızı olmuş, bunlardan Bilâl Emevîler döneminde Dımaşk kadılığı yapmıştır. Daima âhiret hesabını ve Allah rızâsını gözeten Ebü'd-Derdâ çevresinde olup bitenlere ibret gözüyle bakardı. Müslüman olduğu sıralarda karısını ihmal edecek kadar ibadete düşkündü. Selmân-ı Fârisî, İslâmiyet'in bu kadarına izin vermediğini söyleyerek onun bu konudaki aşırılığına engel oldu. Ebü'd-Derdâ'nın ibadeti daha çok tefekkür ve ibret alma tarzındaydı. Hz. Peygamber'in onun hakkında "ümmetimin en âbidi ve en müttakisi" (İbn Manzûr, XX, 13), "bu ümmetin hakîmi" (Muttaki el-Hindî, XI, 718) gibi takdirkâr ifadeler kullandığı rivayet edilmektedir. Dünya malına değer vermeyen Ebü'd-Derdâ, kızı Derdâ'yı onunla evlenmek isteyen Yezîd b. Muâviye'ye vermemiş, fakir bir müslümanla evlendirmişti. Bildiklerini söylemekten çekinmezdi. Halkı iyilik etmeye, âhireti düşünmeye, yetimleri gözetmeye, köle âzat etmeye, Allah'ı zikretmeye, mütevazi ve dünyaya karşı tok gözlü olmaya, zulümden kaçınmaya teşvik ederdi. İnsanın bildiklerini uygulaması gerektiğini söyler, ilme ve dini yaşamaya çok önem verirdi. Ebü'd-Derdâ tefsir, fıkıh, hadis ve kıraat sahalarında ashabın ileri gelenlerindendi. Yıllarca titizlikle yürüttüğü kadılık görevi sırasında bir hüküm verdikten sonra davalıları geri çağırtıp onları tekrar dinlediği olurdu. Onun bu titizliği hadis rivayetinde de görülür. Ebü'dDerdâ'dan hadis öğrenmek üzere çeşitli ülkelerden gelen hadis talebelerine rivayette bulunduktan sonra herhangi bir yanlışlık yapmış olabileceğini düşünerek, "Hadis bunun gibidir veya buna benzer şekildedir" der, böylece meydana gelebilecek muhtemel hataların sorumluluğundan kaçınmak isterdi. Hz. Ömer'in, aralarında Ebü'd-Derdâ'nın da bulunduğu birkaç sahâbîyi fazla hadis rivayet etmekten veya Medine dışına çıkmaktan menettiği söylenmektedir (İbn Sa'd, II, 336). Onun rivayet ettiği hadislerin sayısı 179 olup Enes b. Mâlik, Abdullah b. Amr b. Âs, Abdullah b. Abbas gibi sahâbllerle karısı Ümmü'd-Derdâ, oğlu Bilâl, Cübeyr b. Nüfeyr, Ebû İdrîs el-Havlânî, Saîd b. Müseyyeb, Atâ b. Yesâr gibi tabiîler kendisinden hadis rivayet edenler arasında yer almaktadır. Önemli bir yönü de Kur'an muallimliği olan Ebü'd-Derdâ "Dımaşk mukrîi" di-
ye anılırdı. Sabah namazından sonra talebelerini okutmaya başlardı. Anlatıldığına göre talebeleri onar kişilik gruplara ayırır, her grubun başına bir öğretici tayin ederdi. Öğreticiler talebeleri çalıştırırken kendisi de mihrapta oturur veya halkalar arasında dolaşarak çalışmaları takip eder, belli bir seviyeye ulaşan öğrenciler kıraatlerini ona arzederlerdi. Bu usulü ilk defa onun başlattığı söylenmektedir. Ebü'd-Derdâ'nın kıraat halkaları bazan 1600 kişiye kadar ulaşırdı. Ondan arz* yoluyla Kur'an öğrenenler arasında hanımı küçük Ümmü'd-Derdâ, Atıyye b. Kays el-Kilâbî, Hâlid b. Ma'dân ve Ba'lebek Kadısı Süveyd b. Abdülazîz bulunmaktadır. Meşhur yedi kıraat imamından İbn Âmir de ondan Kur'an dersi almıştır. Ebü'd-Derdâ'nın güzel sözlerinden bazıları şunlardır: "Kul Allah'a ibadetle meşgul olunca Allah onu sever, mahlûkatına da sevdirir". "İmanın zirvesi başa gelene sabır, kadere rıza, samimi bir tevekkül ve Allah'a boyun eğmektir". "Bir saat tefekkür, bütün bir gece nâfile ibadet etmekten hayırlıdır". "Bilmeyene bir kere, bilip de yapmayana yedi kere yazıklar olsun". BIBLIYOGRAFYA: Müsned,
V, 194-199; VI, 4 4 0 - 4 5 2 ; i b n Sa'd,
et-Tabakât,
II, 3 3 6 ; VII, 391-393; B u h â r î , et-
Târîhu'l-kebîr,
el-Ma'â-
VII, 76-77; İbn Kuteybe,
rif (Sâvî), s. 116; İbn E b û H â t i m , el-Cerh ta'dîl,
VII, 26-28; E b û N u a y m , Hilye,
2 2 7 ; H â k i m , el-Müstedrek, ber, el-İstfâb, zî, Telkîhu
ue't-
I, 208-
III, 3 3 6 ; İbn Abdül-
III, 15-18; IV, 59-61; İbnü'l-Cev-
fühûmi
ehli'1-eşer
(nşr. Ali H a s a n ) ,
Kahire 1975, s. 143, 238, 3 6 4 ; İbnü'l-Esîr, üs-
dü'l-ğâbe,
IV, 318-320; VI, 97-98; a.mlf., el-
Kâmil,
II, 4 1 1 ; III, 1 2 9 ; İbn M a n z û r ,
Muhtaşaru
Târîhi
Dımaşk,
Tehzîbü'l-
Kemâl,
XX,
10-43; Mizzî,
VIII, 175-177; Zehebî,
Tezkiretü'l-huf-
!
EBÜ1-ESVED ed-DÜELÎ ( JjjJI ) Ebü'l-Esved Zâlim b. Amr b. Süfyân b. Cendel ed-Düelî (ö. 69/688)
^
Kur'ân-ı Kerîm'e hareke sistemini getiren ve Arap nahvinin ilk esaslarını tesbit eden âlim, şair.
Kaynaklarda adı Osman, Amr b. Zâlim, Uveymir b. Zuveylim; Kinâneoğulları'nın Düil kabilesinden gelen nisbesi Dîlî veya Dûlî şeklinde de geçer. Anne tarafından Abdüddâr kabilesine mensuptur; atalarının ismi farklı tertiplerde zikredilir. Doğum tarihi bilinmemekte, seksen beş yaşlarında vefat ettiği yolundaki bir rivayete göre İslâmiyet'in ortaya çıkışından birkaç yıl önce doğduğu kabul edilmektedir. Yaşça birçok sahâbîden büyük olmasına rağmen Hz. Peygamber'i göremediği için tâbiînden sayılır. İbn Şâhin ve Abdürrezzâk es-San'ânî onu ashap arasında zikretmişlerse de İbnü'l-Esîr bunun rivayet karışıklığından kaynaklanan bir yanılgı olduğunu belirtmiştir. Ebü'l-Esved önceleri kendi kabilesini terkedip Hüzeylîler içinde, daha sonra da hanımının kabilesi olan Kuşeyroğulları arasında yaşadı ve Hz. Ömer zamanında Basra'ya göç etti. Bu dönemde Basra'da herhangi bir görev alıp almadığı bilinmemektedir. Hz. Ali'nin halifeliği sırasında Basra Valisi Abdullah b. Abbas tarafından Basra kadılığına ve ayrıca Hâriciler üzerine gönderilen ordunun kumandanlığına getirildi; İbn Abbas'ın istifasından sonra da kısa bir süre Basra'ya vali oldu. Medâinî'ye göre 69 (688) yılında burada çıkan bir salgın hastalık sırasında öldü.
fâz, I, 24-25; a.mlf., A c l â m ü ' n - n ü b e l â ' , II, 3353 5 3 ; a.mlf., Târîhu'l-İslâm: 404;
İbnü'l-Cezerî,
sene 11-40, s. 398-
Gâyetü'n-nihâye,
I, 606-
6 0 7 ; İbn Hacer, el-İşâbe, III, 45-46; IV, 5 9 ; Mutt a k i el-Hindî, Kenzul-'ummâl, 550-553; 367;
Şevkânî,
XI, 7 1 8 ; XIII,
Mecma'u'z-zevâ'id,
Heysemî,
Derrü's-sehâbe,
6 7 7 ; A. Süheyl Ünver, İstanbul'da
s.
IX, 453-454,
Sahâbe
Ka-
birleri, İstanbul 1953, s. 2 5 ; F a h r e d d i n A t a r , İslâm
Adliye
Teşkilâtı,
A n k a r a 1979, s. 18-19,
60, 123, 160, 1 8 0 ; Ali S â m î en-Neşşâr,
tü'l-fikri'l-felsefî
fi'l-İslâm,
Neş'e-
Kahire 1987, III, 290-
2 9 2 ; A h m e d Fâiz el-Hımsî, " e l - = U z a m â 5 ü ' l - l e z î n e d ü f i n û f î D ı m a ş k e v m â t û f î h â " , XXXV,
el-Hauliyyâtü
'l - eşeriyyetü
'l -'Arabiyyetü
's-Sû-
riyye, D ı m a ş k 1985, s. 2 9 2 ; M. Th. H o u t s m a , " E b ü l d e r d â " , İA, A/, 7 5 ; Süheyl Ünver, " E b u elD e r d â " , İsLA, IX, 4 8 5 4 ; A. Jeffery, " A b u ' l - D a r d â " , El 2 (İng.), 1, 113-114. S
ABDULLAH AYDINLI
Koyu bir Ali taraftarı olması sebebiyle Şîa'nın tabiîn arasındaki önemli simalarından sayılan Ebü'l-Esved, Cemel ve Sıffîn savaşlarında Hz. Ali'nin yanında yer almış, Cemel Vak'ası'nda Hz. Âişe, Talha b. UbeyduIIah ve Zübeyr b. Avvâm ile yapılan müzakerelerde önemli görevler üstlenmiştir. Bizzat kendisinden nakledilen rivayetlere göre nahiv bilgisini de Hz. Ali'den almıştır. Bazı kaynaklar, Abdullah b. Abbas'ın Basra valiliğinden istifa etmesine Ebü'l-Esved'in onunla ilgili bir yolsuzluğu halifeye ihbar etmesini sebep gösterirlerse de olay aslında İbn Abbas ile Ebü'l-Esved arasında geçen bir tartışmanın Hz. Ali muhaliflerince istismar edilmesinden ibarettir (bk.
311 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
EBÜ'l-ESVED ed-DÜELÎ ABDULLAH b. ABBAS). Ebü'l-ESVed, Hz.
terilen harekeleri örnek aldı ve Abdül-
de zikredilen konu başlıklarıyla ilgili na-
Ali'nin şehid edilmesinin (40/661) ardın-
kays kabilesinden seçtiği bir kâtibe, ken-
hiv terimlerini Ebü'l-Esved'in
dan ona olan aşırı sevgisi sebebiyle ol-
disi Kur'an okurken fetha, kesre ve zam-
kullanmadığı veya bunların onun yaşa-
dukça horlandı. Her ne kadar sonraları
melerin telaffuzu esnasında ağzının al-
dığı devirde teşekkül edip etmediği tar-
Muâviye kendisine yakınlık göstermişse
dığı şekle göre harflerin üstüne, altına
tışması ayrı bir husus, bu terimlerin de-
de Ebü'l-Esved buna karşılık vermediği
ve ö n ü n e birer, bunların tenvinli halleri
lâlet ettiği konuların ele alınıp kuralları-
gibi Hz. Ali'ye ve evlâdına haksızlık eden
için de ikişer nokta koydurdu. "Naktü'l-
nın ilk defa tesbit ve vazedilmiş olması
kimseler olarak g ö r d ü ğ ü Emevîler'e kar-
mushaf" denilen bu işlemin, Hz. Peygam-
ayrı bir husustur. Bu terimlerin başlan-
şı nefretini h e m e n her fırsatta belli et-
ber z a m a n ı n d a veya bir rivayete göre
gıç d ö n e m i n d e k o n u l m u ş olamayacağı
miştir. Ancak onun bu duygularını, da-
Câhiliye devrinde başlatılmış olan, birbi-
iddiasıyla, Ebü'l-Esved'in
ha sonra ortaya çıkan ve ilk üç halifeyi
rine benzeyen harflerin farklı biçimler-
den ders g ö r m ü ş büyük nahiv âlimle-
de içine alan Şiî nefretiyle karıştırmamak
de noktalanması işlemiyle (i'câm, rakş)
rince rivayet edilen haberlerin tamamı-
gerekir. Nitekim Kur'an'ı Hz. Ali'den öğ-
karıştırılmaması için de hareke görevi
nın yakıştırma ve asılsız sayılması açık
renmesine rağmen Hz. Ömer, Hz. Osman,
yapan bu yeni noktalar kırmızı mürek-
bir yanılgı olduğu gibi bu t u t u m , en mu-
Abdullah b. Abbas, Abdullah b. Mes'ûd,
keple konuldu; daha sonra bunlar, bu-
teber klasik eserleri bazı yerde itimada
kullanıp
öğrencilerin-
Muâz b. Cebel, Ebü Zer el-Gıfârî, Zübeyr
g ü n k ü hafif meyilli yatay çizgiler haline
şayan görürken bazı yerde uydurma ha-
b. Avvâm, Übey b. Kâ'b, Ebû Mûsâ el-
getirildi (geniş bilgi İçin bk. ARAP [Yazı];
ber kaynağı gibi değerlendirme çelişki-
Eş'arî ve İmrân b. Husayn gibi kişilerden
KIRAAT; MUSHAF). Ebü'l-Esved, biyogra-
sini de ortaya koymaktadır.
de kıraate dair rivayetlerde b u l u n m u ş ,
fisine yer veren en eski kaynaklarda na-
ayrıca onlardan hadis nakletmiştir.
hivle ilgili ilk çalışmaları yapan (fâil, mef'û-
Yahyâ b. Maîn, Ebü'l-Hasan el-İclî ve
lün bih, muzaf, ref', nasb, cer ve cezm harf-
sika*
leri vb.) dilci olarak tanıtılmakta (meselâ
kabul edilen Ebü'l-Esved, Arap grameri
bk. Cumahî, I, 12; İclî, s. 238; İbn Kutey-
ve edebiyatı üzerinde geniş bilgi sahibi,
be, II, 729), aynı bilgi daha sonraki kay-
kelimelerin
bilen
naklarda da tekrarlanmaktadır (meselâ
ve fasih k o n u ş a n bir âlim, aynı zaman-
bk. Zehebî, IV, 82). Bu kaynakların bazı-
İbn Sa'd gibi âlimler tarafından
taşıdıkları
anlamları
da zarif bir edip ve şairdi. Onun bu va-
larında onun bu işe eğilmesine sebep
sıfları taşıması ve özellikle Kur'an'ın yan-
teşkil eden olaylarla ilgili rivayetlerden
lış o k u n m a s ı karşısında hassasiyet gös-
de söz edilmektedir.
Ebü'l-Esved aynı z a m a n d a Arapça'daki garîb ve nâdir kelimeler üzerinde geniş bilgisi olan bir şairdi. Bir divan teşkil eden şiirleri
(Dîvânü
Ebi'l-Esued
|nşr.
Muhammed Hasan Âl-i Yâsîn], Beyrut 1974) uzun kasidelerden ziyade onar beyti aşmayan m u k a t t a a l a r tarzındadır. Muhtevalarına bakıldığında onun şiirlerinin sanat için yazılmadığı ve o devir şairlerinin işlediği konuları ele aldığı görülür. Bunlar fahr, risâ', kahramanlığı ve şecaati
termesi, farklı rivayetlere göre Hz. Ömer
övme, ilmi yüceltme, sabrı tavsiye, doğ-
ile Hz. Ali veya daha kuvvetli bir ihtimal-
C. Brockelmann, Ahmed Emîn, H. Rec-
le Basra Valisi Ziyâd b. Ebîh t a r a f ı n d a n
kendorf, J. W. Fück ve Ali Ekber Dihhu-
ruluk ve kardeşliği, özellikle de gayret
m u s h a f yazısında kelimelerin hatasız te-
dâ gibi bazı araştırmacılar yukarıdaki bil-
ve çalışmayı teşvik gibi konulardır. Ebü'l-
laffuz edilebilmesi için bir sistem geliş-
gileri "efsane" olarak nitelendirmekte,
Esved'in Asmaî, Ebû A m r b. Alâ, Sükke-
tirmekle görevlendirilmesine vesile oldu.
Arap gramerinin birden bire terimleriyle
rî ve Sa'leb tarafından t o p l a n a n şiirle-
Ç ü n k ü hâfız sahâbîlerin z a m a n l a azal-
birlikte ve gelişmiş biçimde ortaya çık-
ması, hâfızası zayıflayanların bazı keli-
mış olamayacağını ileri sürmektedirler.
[İng.], I, 107) asırlar boyunca şiir münek-
meleri yanlış hatırlaması ve işitme yo-
Şüphesiz ki Ebü'1-Esved'in gerek naktü'l-
kitleri, edipler ve lügat âlimlerince in-
luyla ö ğ r e t i m e her z a m a n i m k â n bulu-
mushafa gerekse nahve dair ortaya koy-
celenmeye değer b u l u n m u ş , İbn Cinnî
n a m a m a s ı gibi sebeplerin yanında fetih-
d u ğ u kurallar ve getirdiği yenilikler he-
onun divanını istinsah edip hocası Ebû
ler sonucunda sayısı artan başka ırkla-
men yaygınlaşmamıştır (DİA, III, 279). An-
Ali el-Fârisî'den de nakillerde buluna-
ra m e n s u p müslümanların, h a t t a yerli
cak onun bu önemli hizmetini inkâr ede-
rak şiirlerini şerhetmiştir. Aynı şekilde
Araplar'ın çeşitli dil hataları (lahn) yap-
rek nahiv tarihini, bu alanda kitap yaz-
başta Hüzelî şairleri olmak üzere bazı
maları âyetlerin yanlış okunması tehli-
mış olması m u h t e m e l Abdullah b. Ebû
m e ş h u r şairlerin divanlarına şerh yazan
kesini d o ğ u r m u ş t u . Bunun için tedbir
İshak el-Hadramî (ö. 117/735) devrin-
Sükkerî de Ebü'l-Esved'in şiirlerine şerh-
d ü ş ü n ü l ü r k e n Ebü'l-Esved'in akla gelen
den itibaren başlatmak, b ü t ü n ana kay-
ler yazmıştır. Öyle anlaşılıyor ki şiirleri-
ilk isim olmasında, Süryânî kökenli keli-
nakları ve güvenilir râvileri inkâr e t m e k
ne gösterilen bu ilgi, onların sanat de-
melerin geçtiği âyetlerin tefsirinde es-
anlamına geleceği gibi Ebü'l-Esved ve
ğerinden ziyade dil ve lügat bakımından
kiden beri ona danışılması (meselâ bk.
öğrencilerinin s ü r d ü r d ü ğ ü dil dersleri-
ilk İslâmî devri temsil etmeleri sebebiy-
Ebü Hayyân, II, 300), şiir yarışmalarında
nin, bu konuda m u h t e m e l e n Abdullah
ledir. Çünkü Ebü'l-Esved şiirlerinde Arap-
en güzel şiirin tayininde çıkan ihtilâfla-
b. Ebû İshak tarafından yazılmış olan
çalaşmış ve dile sonradan girmiş keli-
rın halli için Hz. Ali ve Abdullah b. Abbas
kitapla îsâ b. Ömer es-Sekafî'nin (ö. 149/
gibi sahâbîlerin onun h ü k m ü n e
itibar
766) el-Câmi'
v e el-Kâmil'inin
ortaya
ri, Fück'ün görüşlerinin aksine (bk. El 2
meleri kullanmadığı gibi İslâm medeniyetinin gelişme d ö n e m i n d e Arap şiirine tesir eden yabancı üsjûp ve kullanışlar-
etmeleri (Hulvânî, s. 99) ve nihayet asha-
çıkışına zemin hazırladığı da dikkate alın-
bın ileri gelenlerinden Kur'an kıraatine
m a m ı ş olacaktır. Ebü'l-Esved tarafın-
dan, lafza dayalı sunî sanatların tesirin-
dair bilgileri rivayet etmiş olması da rol
dan ortaya bir nahiv kitabı k o n m a m ı ş
den de uzak kalmıştır. Dolayısıyla şiirle-
oynamıştır.
olmakla birlikte sözü edilen derslerde
ri nahiv, lügat ve kıraat kitaplarında şâ-
bazı kaidelerin ve terimlerin vazedildi-
hid ve delil olarak zikredilebilecek ma-
ğinde ş ü p h e yoktur. Kaldı ki rivayetler-
hiyette g ö r ü l m ü ş t ü r .
Ebü'l-Esved çalışmaları sırasında, Süryânî ve İbrânî yazılarında noktalarla gös-
312
Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
EBÜ'I-FAZL el-ALLÂMÎ BİBLİYOGRAFYA: Ebü'l-Esved ed-Düelî, Dîuân
(nşr. M . H a s a n
Âl-i Yâsîn), Beyrut 1974, nâşirin m u k a d d i m e s i , s. 5-22; İbn Sa'd, et-Tabakât, mahî, Fuhûluş-şüarâ',
V, 4 6 ; VII, 9 9 ; Cu-
1, 12; Câhiz,
el-Buhalâ'
(nşr. T â h â el-Hâcirî), Kahire 1981, s. 15, 153, 1 8 7 ; İclî, eş-Şikât,
Şi'r
ue'ş-şüarâ',
s. 2 3 8 ; İbn Kuteybe. eş-
Târîh
II, 7 2 9 - 7 3 0 ; Taberî,
(Ebü'1-Fazl), IV, 461-466; İbn Abdürabbih, el-'lk-
dü'l-ferîd,
II, 4 9 0 ; IV, 346, 3 5 4 ; VI, 185, 1 9 6 ;
Merâtibun-nahuiyyîn
E b ü ' t - T a y y i b el-Lugavî, (nşr.
Muhammed
Ebül-Fazl),
Kahire
1375/
el-Eğânî,
1955, s. 6-12; Ebü'l-Ferec el-İsfahânî,
Ahbâ-
XII, 2 9 7 - 3 3 4 ; XVI, 3 7 6 ; XX, 3 7 0 ; Sîrâfî,
rü'n-nahuiuyîne'l-Başriyyîn
(nşr. M u h a m m e d
İbrâhim el-Bennâ), Kahire 1 4 0 5 / 1 9 8 5 , s. 33-43;
Tabakâtü'n-nahviyyîn
E b û Bekir ez-Zübeydî,
oe'l-luğauiyyîn
(nşr. M u h a m m e d
Ebü'1-Fazl),
el-Flhrist
Kahire 1954, s. 21-26; İbnü'n-Nedîm, (Şüveymî), s. 189-195; Dânî, el-Muhkem
ti'l-meşâhif
fî nak-
(nşr. İzzet H a s a n ) , D ı m a ş k
1379/
Nüzhe-
1960, s. 43-47, 58, 2 1 0 ; İbnü'l-Enbârî,
tüT-elibbâ"
(nşr. M u h a m m e d Ebü'1-Fazl), Ka-
Mücemü'l-
hire 1 3 8 6 / 1 9 6 7 , s. 4 - 1 1 ; Y â k ü t ,
üdebâ', ğâbe
üsdü'l-
XII, 34-38; XIV, 4 2 ; İbnü'l-Esîr, ( B e n n â ) , III, 1 0 3 ; İbnü'l-Kıftî,
ruuât,
I, 4 - 2 4 ; İbn Hallikân, Vefeyât,
2 1 9 ; E b û Hayyân el-Endelüsî,
İnbâhü'rII, 216-
el-Bahrü'l-mu-
hît, Kahire 1 4 0 3 / 1 9 8 3 , II, 3 0 0 ; Zehebî, mun-nübelâ', a'şâ,
IV, 81-86; Kalkaşendî,
III, 151 v d . ; İbnüî-Cezerî,
A'lâ-
Subhül-
Gâyetü'n-nihâ-
ye, 1, 3 4 5 - 3 4 6 ; İbn Hacer, el-Işâbe, II, 241-242; Tâcü'l-'arüs, sü'ş-Şî'a
VII, 316-317; Hasan es-Sadr, Te'sî(nşr. Seyyid
es-Sadr), Tahran, ts.,
s. 40-65; A h m e d E m î n , Duha'l-İslâm,
Beyrut
1 3 5 3 / 1 9 3 5 , II, 2 8 5 - 2 8 8 ; B r o c k e l m a n n , GAL, I, 42, 9 6 ; Suppl.,
nahulyye,
I, 7 2 ; Şevki Dayf,
Kahire
es-Sâbûnî, Şu'arâ'
1968, s.
13;
ue deuâuîn,
el-Medârisü'nAbdülvehhâb Beyrut 1978,
s. 89-91; M u h a m m e d Hayr el-Halvânî, el-Mu-
faşşal
fî târîhi'n-nahui'l-'Arabî,
1979, s. 9 3 - 1 3 2 ; Ö m e r Ferruh, I, 3 4 8 - 3 5 0 ; M u h a m m e d
hu'l-'ulemâ'
Beyrut 1 3 9 9 /
Târîhu'l-edeb,
Rızâ el-Hakîmî, Târî-
'abre'l-'uşûri'l-muhtelife,
rut 1 4 0 3 / 1 9 8 3 , s. 310-320; D i h h u d â ,
nâme,
Bey-
Luğat-
T a h r a n 1 3 4 6 hş., II, 370-372; Recken-
dorf, " E b ü ' l - E s v e d " , OM/, I, 3 0 7 - 3 0 8 ; a.mlf., " E b ü l ' E s v e d " , İA, IV, 75-76; İlse Lichtenstâdt e r - [Nihad M. Çetin], " N a h i v " , İA, IX, 35, 363 7 ; J . W. Fück, " A b u ' l - A s w a d a l - D u ' a l ı " ,
El 2
(İng ), I, 106-107; N i h a d M. Çetin, " A r a p " , DİA, III, 2 7 9 .
m 1411 TEVFİK R Ü Ş T Ü TOPUZOĞLU
r
EBÜ'1-FAZL el-ALLÂMÎ ( J^aÜI )
1593) şehrin ileri gelen âlimi olarak şöhret kazanmış ve çok sayıda talebe yetiştirmiştir. Ağabeyi Ebü'l-Feyz de (Feyzî-i Hindî) Ekber Şah devrinin meliküşşuarâsı idi. İlk tahsiline Arapça öğrenmekle başlayan Ebü'l-Fazl, beş yaşma gelince okuyup yazabilecek bir seviyeye ulaştı. Babası ona naklî ve aklî ilimlerin her dalında mükemmel bir eğitim sağladı. Bu da kendisine olayları ve fikirleri tenkitçi bir gözle değerlendirme imkânı verdi. Önceleri saraya intisap etmek istemiyordu, fakat ağabeyi Ebü'l-Feyz'in teşvik ve desteğiyle 1574'te saraya girdi. Âyetü'l-kürsî'nin tefsirini yaparak Ekber Şah'a takdim etti. Bu çalışması hem hükümdar hem de ulemâ nezdinde itibar kazanmasını sağladı. Daha sonra hükümdarın Bihâr ve Bengal'de kazandığı bir zafer münasebetiyle Fetih sûresinin tefsirini de Agra'da bulunduğu sırada Ekber Şah'a takdim etti. Hükümdarın huzurunda yapılan münazaralara katıldı ve üstün bir zekâya sahip olduğunu ispat etti. Sadece kendisi değil ağabeyi ve babası da Ekber Şah'ın dinî düşüncelerinin gelişmesinde önemli, fakat bazılarının iddiasına göre zararlı etkilerde bulunmuşlardır. Ebü'l-Fazl el-Allâmî, Ekber Şah ile dostluğunu gün geçtikçe pekiştirdi. Bâbürlü hükümdarı onun fikirlerine çok ilgi duymuş, hatta bazı kabul edilemeyecek akıl dışı hareketlere de kalkışmıştı. Ebü'l-Fazl ise hükümdarın kabul edilmesi imkânsız davranışlarına Allah'a yakınlık ve ibadet vasfını verdiği gibi kaleme aldığı kaside ve methiyeleriyle onu göklere çıkarmıştı. Bu yüzden Fetihpûr Sikri'de 1575'te bir divanhâne inşa ettirildi ve gerçekte hiçbir ilgisi olmadığı halde bu binaya ibadethane adı verildi. Ebü'l-Fazl, 1585'te Ekber Şah'ın askerî teşkilâtta belirlediği 1000 kişilik mansaba sahip oldu. 1592'de hükümdar
n
Ebü'1-Fazl b. Mübârek en-Nâgavrî el-AUâmî (ö. 1011/1602)
L
Ekber Şah devrinin önde gelen âlim, şair ve devlet adamı.
J
6 Muharrem 958'de (14 Ocak 1551) Agra'da doğdu. Ailesi Arap asıllı olup Yemen'den Sind'e, daha sonra da Hindistan'a göç ederek Racastan'daki Nagor'a yerleşmişti. Babası Şeyh Mübârek (ö.
Ebü'l-Fazl el-Allâmî'nin bir tasviri (Bayur, II, resim 38)
nezdindeki nüfuzunun artışına paralel olarak bu sayı 2500'e çıkarıldı. Ekber Şah bu nedimini babası Hümâyun'un tahtgâhı Delhi'ye, Şah Kulu Han Mahremin yanında ikinci valiliğe tayin etti. Şehzade Selim fikirlerinden dolayı Ebü'l-Fazl el-Allâmî'yi sevmiyor, her vesile ile düşmanlığını belli ediyordu. Tarihçi Abdülkadİr el-Bedâûnî de kendisine gösterdikleri himaye ve yardımlarını minnetle zikretmesine rağmen Şeyh Mübârek, Ebü'l-Feyz ve Ebü'l-Fazl el-Allâmî'yi Ekber Şah'ın dine olan bağlılığını sarsmalarından dolayı şiddetle tenkit eder. Hatta öğrencisi ve yakın dostu olduğu Ebü'lFazl! "dünyayı ateşe veren adam" şeklinde nitelendirir. Ebü'l-Fazl el-Allâmî, daha sonra Dekken'deki karışıklıkların bastırılması ve Bâbürlü nüfuzunun tekrar iadesiyle görevlendirildi. Bu aslında, Ekber Şah nezdinde Ebü'l-Fazl'ın şöhretini gölgelemeye yönelik bir hareketti. Ebü'l-Fazl Dekken âsilerini beklenmeyen bir şekilde bertaraf ederek başta Şehzade Selim olmak üzere saraydaki rakipleri karşısında üstünlük sağladı. Burhânpûr şehri yakınlarındaki Asîrgarh Kalesi'nin Bâbürlü hâkimiyetine alınışında yine Ebü'lFazl'ın ve Şeyh Abdurrahman Efdal Han'ın büyük yararlıkları görüldü ( 1 5 9 9 ) . 4 Rebîülevvel 1011'de (22 Ağustos 1602) bir suikast sonucu öldürülen Ebü'1-Fazlln başı kesilerek Şehzade Selim'e gönderildi. Ekber Şah katil haberini öğrenince çok üzüldü, oğlunu hadisedeki rolü sebebiyle hiç affetmedi. Fakat Şehzade Selim bu cinayetten hiç pişmanlık duymadı; hatta, "Ebü'l-Fazl Allah'a inanmayanların başı, babamın ulu adının kötülenmesine sebep olan insandır" diyerek kendini savundu. Ebü'l-Fazl Gvalior civarındaki Antri'de toprağa verildi. Kabri bakımsız ve harap bir haldedir. Allâmî ailesinden Abdurrahman Efdal Han'ın, 1613'te ölümüne kadar Bihâr'da valilik yaptığı bilinmektedir. Ebü'l-Fazl el-Allâmî İslâm dünyasının muhafazakâr dinî liderlerini eleştirdi ve onları kısır görüşlü olmak ve hoşgörüsüz davranmakla itham etti. Ekber Şah'ın "dîn-i ilâhî" (tevhîd-i ilâhî) adını verdiği yeni dinin oluşumunda önemli rol oynadı. Ekber Şah'ın bu konudaki düşüncelerini Ebü'l-Fazl ifade ediyordu. Hint ve Çin filozoflarının, Brahmanlar'ın, Budistler'in, Mecûsîler'in ve papazların görüşlerinden etkilendi. Dinî konulardaki görüşleri kâfir ve zındık olarak suçlanmasına sebep oldu. Bazıları onu Hindû, ba-
313 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
EBÜ'l-FAZL el-ALLÂMÎ zıları Mecûsî, bazıları da özgür bir düşü-
ilâhî kaynağı üzerinde d u r u l m a k t a , sa-
s a m e d b. Efdal M u h a m m e d et-Temîmî
nür veya ateist olarak tanıtırlar. Abdül-
ray ve hazine hakkında bilgi verilmek-
tarafından toplanmış ve daha sonra Mü-
kâdir el-Bedâünî ondan "müctehid-i dîn
t e ; ikinci b ö l ü m d e askerî sistem; üçün-
ü mezheb-i nev" olarak söz eder. Ebü'l-
cü b ö l ü m d e sivil idare, mahallî ve mer-
FazI dîn-i ilâhînin ve Ekber Şah'ın ateşli
kezî vergi sistemi; dördüncü
bir savunucusuydu. Öyle ki h ü k ü m d a r ı n
Hindistan'ın coğrafî ve etnografik yapı-
bazı anormal hareketlerini Allah'a yakın
sı, Hint felsefesi ve sosyal yapı hakkın-
kâtebât-ı cAllâmî Ebü'1-Fazl adıyla yayımlanmıştır (Nawal Kishore 1280). Mektuplarından bir b ö l ü m ü de Ruka cât-ı c Ebü'l-Fazl Allâmî başlığıyla 1238'de (1822) Kalküta'da, İnşâ'-i Ebü'1-Fazl c Allâmî başlığıyla 1872'de Kanpûr'da neşredilmiştir. Yine A b d ü s s a m e d tarafından derlenen Her Sih Defter-i Ebü'lFazl da basılmıştır (Delhi 1262).
bölümde
olmakla açıklıyor, onu ilâhî bir görevi ifa
da bilgi verilmekte; son bölümde ise ba-
e t m e k üzere gönderilmiş bir h ü k ü m d a r
zı m e ş h u r simalarla Hint evliyalarına ve
şeklinde t a k d i m ediyordu; h ü k ü m d a r ı n
Ekber Şah'ın sözleriyle öğretilerine yer
h e m dinî h e m de dünyevî yetkilerle mü-
verilmektedir. Ebü'l-Fazl eseri yazarken
cehhez o l d u ğ u n u söylüyordu.
arşiv belgelerinden ve imparatorluk ka-
Ekber Şah'ın 1575'te yaptırdığı divan-
yıtlarından faydalandığı gibi Racpût kay-
ortaya
nakları ve şifahî rivayetlerden de istifa-
koyması açısından iyi bir fırsat teşkil et-
de etmiştir. XVI. yüzyıl Hint t o p l u m u n u
hâne, Ebü'l-Fazl'm
kabiliyetini
ti. Burada Hindû filozofları, Zerdüşt li-
pek çok yönüyle tanıtan ve o döneme ışık
derleri ve Cizvit papazlarıyla görüşerek
t u t a n Ekbernâme,
onları etkilemeye ve dîn-i ilâhîyi tanıt-
kımından da m ü k e m m e l bir eser kabul
düzenleniş biçimi ba-
maya çalışırken kendisi de onların fikir-
edilmektedir. Ekbernâme
lerinden etkilendi. Ebü'l-Fazl
toplumu
yüzyıllarda yazılan birçok esere kaynak
askerler, bilginler, s a n a t k â r ve tüccar-
teşkil etmiştir. Mevlevî Hüseyin Bilgra-
lar, çiftçiler ve işçiler o l m a k üzere dört
mî'nin Sevânih-i
sınıfa ayırıyordu. B ü t ü n insanların kardeş olduğunu, m ü s l ü m a n l a r l a Hindûlar arasında temel bir kültür birliğinin bul u n d u ğ u n u ve dinî farklılıkların toplum u n homojen yapısını bozmaması gerektiğini ileri sürer ve herkesle barış halinde yaşamayı tavsiye ederdi. Eserleri. Ebü'1-Fazl el-Allâmî
devlet
adamlığı, k u m a n d a n l ı ğ ı ve ilâhiyatçılığı kadar eserleriyle de tanınmıştır. 1. Ekber-
nâme. Bâbürlüler döneminin en önemli kaynaklarından ve resmî tarih yazıcılığının en güzel örneklerinden biri olan bu Farsça eser, Ekber Şah'a ithaf ve takdim edilmek üzere kaleme alınmıştır. Ebü'l Fazl, 998 (1590) yılında yazmaya başladığı eser üzerindeki çalışmalarına öldür ü l d ü ğ ü sırada devam ediyordu. Ekbernâme üç kitap halinde düzenlenmiştir. Birinci kitap, Ekber Şah'ın kehanetleriyle Hint-Grek astrolojik teorileri üzerine kurulmuştur. Bu b ö l ü m d e Hz. Âdem'den Ekber Şah'a kadar tarihte önemli rol oynamış meşhur simalardan bahsedilmekt e ve özellikle onun babası H ü m â y u n hakkında geniş bilgi verilmektedir. Daha sonra Ekber Şah'ın t a h t a çıktığı 1556'dan 1572 yılına kadar meydana gelen olaylar kronolojik sırayla anlatılmaktadır. İkinci kitap yine kronolojik sıra dahilinde 1572-1602 yılları olaylarını ihtiva etmektedir. Üçüncü kitap "Âyîn-i Ekberî" adıyla m e ş h u r olup z a m a n z a m a n müstakil bir eser gibi değerlendirilmektedir. Bu kitap, Ekber Şah dönemindeki Hindistan kıtasının ayrıntılı tasvirini içerm e k t e ve beş b ö l ü m d e n oluşmaktadır. Birinci b ö l ü m d e h ü k ü m d a r ı n kudretinin
daha sonraki
Ekber'i, M u h a m m e d ve Hocazâde Velî Sirhindî'nin İkbâlnâme-i Cihângîrısinde Ekber Şah z a m a n ı n a ait bilgiler Ebü'l-Fazl'ın bu eserinden nakledilmiş veya özetlenmiştir. Dünyanın çeşitli kütüphanelerinde y a z m a nüshaları bulunan (Storey, 1/ 1, s. 544-546) Ekbernâme üç cilt halinde yayımlanmıştır (Leknev 1867; Calcutta 1873-1887; Cawnpore-Leknev 1881-1883). Eser önce özet olarak (London 1821), ardından bölümler halinde (I-II, London 1831-1834) tercüme edildiği gibi t a m a m ı H. Beveridge tarafından İngilizce'ye çevrilmiştir (Calcutta 18971921; New Delhi 1973, 1979, 1985, 1987). İnâyetullah b. M u h i b Ali esere Tekmile-i Ekbernâme adıyla 1605 yılına kadar gelen bir zeyil yazmıştır (Calcutta 18731887). Eserin üçüncü kitabını teşkil eden Âyîn-i Ekberî'nin muhtelif kütüphanelerde müstakil nüshaları bulunmaktadır (Storey, l / l , s. 549-550). Bu eserin ilk defa sadece I ve III. ciltleri 1855'te Delhi'de neşredilmiş, daha sonra üç cildinin birkaç baskısı yapılmıştır (Calcutta 18671877; Leknev 1869, 1882, 1893). Ayrıca bazı bölümleri Mevlevî M. Sıddîkî tarafından İntihâb-ı Âyîn-i Ekberî adıyla yayımlanmıştır (Allahâbâd 1931). Âyîn-i Ekberî önce üç cilt halinde F. Gladvvin (Calcutta 1783-1786), ardından ilk cildi H. Blochmann, II ve III. ciltleri de H. S. Jarrett tarafından (Calcutta 1868-1894; Delhi 1927-1949, 1989) İngilizce'ye çevrilmiştir. 2. Mükâtebât-ı (Mektübât-ı) c Allâmî Ebü'l-Fazl. Ebü'l-Fazl'ın çeşitli h ü k ü m d a r ve devlet adamlarına gönderdiği m e k t u p l a r 1606'da yeğeni AbdüsHâfız'ın Nei cu't-tâlibîn
Bunlardan başka Ebü'l-Fazl'ın kaynaklarda Risâle-i
Münâcât ve Câmı \ı'lluğât adlı iki eserinden söz edilmektedir [The Â-in-i Akbari [trc. Blochmannl, I, LIV). Ayrıca hükümdarın emriyle İncil'i ve Demîrî'nin Hayâtü'l-hayevân'mı Arapça'dan Farsça'ya çevirmiş, Târîh-i Elfî adlı eserin telifinde ve Mahabharata'nin tercümesinde görev almış, bazı Sanskritçe metinleri Farsça'ya t e r c ü m e etmiştir. Hüseyin Vâiz-i Kâşifî'nin Kelîle ve Dimne 'nin tercümesi olan Envâr-ı Süheylî adlı eserine cİyâr-ı Dâniş adıyla bir nazîre yazmıştır. BİBLİYOGRAFYA : Ebü'l-Fazl
el-Allâmî, Akbamâma
(trc.
A-in-i Akbari
(trc. H . B l o c h m a n n ) , Delhi 1989,
I, s. XXV-L1X, 1-10; C. d e Vaux, Les
l'histoıre
H.
The
Beveridge), 1411, New Delhi 1 9 8 7 ; a.mlf.,
et la philosophie
Souverains
politique,
s. 319-330; a.mlf., Les Penseurs
Paris 1921,
de l'Islam,
Pa-
ris 1984, I, 319-330; A b d ü l h a y el-Hasenî, Nüz-
hetü'l-havâtır,
V, 25-27; Bayur, Hindistan
rihi, II, 558-559; I. Kratchkovsky, bi'l-coğrafiyyi'l- cArabi(trc.
Ta-
Târihu'l-ede-
Selâhaddin Osman
H â ş i m ) , Kahire 1965, II, 536-539; N. A. Sıddıqi, " S h a i k h A b u ' 1 - F a z l " , Historians
India
1 4 1 ; U. N. Day, Some
dian
of
Medieval
(ed. M . H a s a n ) , New Delhi 1968, s. 123-
History,
rey, Persian
Aspects
of Medieval
Literatüre,
Alavi, Socio-Religious
F / l , s. 541-551; A z r a
Outlook
of Abul
Fazl,
Delhi 1 9 8 3 ; M d . G h o l a m Rasul, The Origin
Development
In-
New Delhi 1971, s. 185-197; Sto-
of Müslim
Historiography,
and
Rajsha-
hi 1 4 0 4 / 1 9 8 4 , s. 95-98; S a f â , Edebiyyât,
V/3,
s. 1697-1703; W . H. M o r e l a n d - A. Y. Ali, " A k bar's L a n d R e v e n u e System as D e s c r i b e d i n t h e A i n - i A k b a r i " , JRAS
(1918), s. 1 - 4 2 ; A. S.
Beveridge, " T h e S o u r c e s of t h e A k b a r n â m a " ,
JASB,
new seri XIV (1918), s. 4 6 9 - 4 7 1 ; a.mlf.,
"Ebü'1-Fadl", İA, IV, 76-77; H. Beveridge, "Feyz i Ş e y h " , a.e., 592-593; E. F. VVellesz, " A n A k barnâmah
Manuscript",
Burlington
Magasi-
ne, sy. 80-81, L o n d o n 1942, s. 135-141; W . S. Agravvala, " F i g u r e s of L a n d R e v e n u e i n t h e A i n - i A k b a r î " , Jadu-Nath
Sarkar
Commemo-
rate, II, Delhi 1958, s. 14-19; S. C. Welch Jr., " T h e P a i n t i n g s of B a s a v a n " , Lalitkala,
X , Del-
hi 1961, s. 7-17; 1. M u h a m m e d Khan, " A b u alF a d l as H i s t o r i a n a n d H a g i o g r a p h e r " ,
JPHS,
II (1963), s. 15-39; Nurul H a s a n , " A b u ' 1 - F a d l ' A l l â m î " , El 2
(İng.), I, 117-118; R. M . E a t o n ,
" A b u l - F a z l ' A l l â m î " , Elr., I, 287-289.
314 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
S
ENVER KONUKÇU
EBÜ'I-FEREC el-HATÎB F
n
EBÜ'l-FAZL el-HEMEDÂNÎ ( ^ l ^ î l J^iîl y )
( dO!/ J ^ J K ' ) Ebü'l-Fazl Abdurrahmân b. Ahmed b. el-Hasen b. Bündâr er-Râzî el-İclî (ö. 454/1062)
Ebü'l-Fazl Sâlih b. Ahmed b. Muhammed el-Hemedânî (ö. 384/994) Hadis hâfızı.
L
J
303'te (915) Hemedan köylerinden Kûmülâbâd'da (Kümelâz) doğdu. Bu sebeple Kümülâbâdî (Kûmelâzî), ayrıca Temîm kabilesinden meşhur tâbiî Ahnef b. Kays'ın soyuna mensup olduğu için Temîmî ve Ahnefî nisbeleriyle de anılır. Öğrenimine bir hadis âlimi olan babasından ders alarak başladı. Daha sonra Bağdat'a giderek mukrî Ahmed b. Muhammed b. Evs ile İbn Ebü Hâtim er-Râzî, Kasım b. İbrâhim el-Kantarî, Ali b. Muhammed b. Mihruye el-Kazvînî gibi muhaddislerden hadis okudu. Tahsilini tamamladıktan sonra Hemedan'a yerleşti ve orada hadis dersleri vermeye başladı. Un değirmenini satarak elde ettiği parayı muhaddislerin hokka ve mürekkep ihtiyaçlarına sarfetti. Bir ara Cürcân'a, ardından da Bağdat'a giderek hadis okuttu. Kendisinden Hemedanlı hadis hâfızı Hamd b. Ömer ezZeccâc, Bağdatlı hadis hâfızı İbn Ebü'lFevâris ve Nihâvendli muhaddis Ahmed b. Hüseyin b. Zenbîl gibi şahsiyetler hadis rivayet ettiler. 21 Şâban 384'te (30 Eylül 994) Hemedan'da vefat eden Ebü'l-Fazl'ın kabri zamanla ziyaretgâh haline geldi. Ebü'l-Fazl, hadislerin tarik* ierini iyi bilmesiyle ünlü güvenilir bir muhaddis, aynı zamanda doğru bildiğini söylemekten çekinmeyen, takvâ sahibi ve Yâküt'un belirttiğine göre kerâmetleriyle tanınan bir âlimdi. Kaynaklarda Ebü'l-Fazl'ın pek çok eser yazdığı kaydedilmekteyse de bunlardan sadece Hemedanlı âlimlerin biyografisine dair Tabakâtü Hemedân (Tabakâtü c ulemâ'i ehli Hemedân) ile Sünnetü'lhadîş adlı eserleri zikredilmektedir. BİBLİYOGRAFYA: S e h m î , Târîhu
Cürcân,
s. 2 3 4 ; Hatîb, Târîhu nî, el-Ensâb,
dân,
Beyrut
Bağdâd,
Mu'cemü'l-bül-
X, 5 0 3 ; Yâküt,
hebî, Tezkiretü'l-huffâz,
mü'n-nübelâXVI,
müstetrafe,
III, 1 2 0 ; Ze-
III, 9 8 5 ; a.mlf.,
518-519; a.mlf.,
II, 1 6 4 ; İbnü'I-İmâd, Şezerât,
diyyetü'l-'ârifîn,
1404/1981,
IX, 3 3 1 ; Sem'â-
IV, 4 9 5 ; İbnü'l-Esîr, el-Lübâb,
1, 139.
A'lâ-
el-'İber,
III, 109, 1 1 0 ; He-
I, 4 2 2 ; Kettânî,
er-Risâletü'l-
r—ı LÂL
lanlara verdiği cevaplar melikin hoşuna gittiği için ona ikramda bulundu ve bazı hediyelerle onu taltif etmek istedi, fakat Ebü'l-Fazl kabul etmedi.
EBÜ'l-FAZL er-RÂZÎ
MÜCTEBA U Ğ U R
L
Kıraat ve hadis âlimi.
J
Aslen Reyli olup 371'de (981) Mekke'de doğdu. Büyük dedesine nisbetle İbn Bündâr diye de anılmaktadır. Öğrenimine Mekke'de başlayarak babasından ve Ahmed b. Firâs el-Abbâsî, Ali b. Ca'fer esSîrevânî gibi âlimlerden hadis dinledi. On üç yaşında iken tahsilini ilerletmek üzere hayatı boyunca sürdüreceği ilmî seyahatlerine başladı. Rey'de Ca'fer b. Fennâkî, Nîşâbur'da Ebû Abdurrahman es-Sülemî, Bağdat'ta Ebü'l-Hasan er-Rifâ', Dımaşk'ta Abdülvehhâb el-Kilâbî, İsfahan'da Ebû Abdullah İbn Mende'den hadis dersleri aldı. Mısır'da tanıdığı Ebû Müslim el-Kâtib'den hadis rivayet etti. Basra, Küfe, Harran, Tüster, Ruha, Fesâ, Humus, Remle, Tûs, Nesâ ve Cürcân'ı dolaştı. Meşhur yedi imamdan İbn Âmir'in kıraatini Dımaşk'ta Ali b. Dâvûd ed-Dârânî'den, Ebû Amr b. Alâ'nın kıraatini İbn Mücâhid'in talebesi Ebû Abdullah el-Mücâhidî'den öğrendi (Zehebî, Ma'rifetul-kurrâvr. 146a). Ebü'l-Hasan el-Hammâmî, Ebü'lFerec en-Nehrevânî, Ebû Ahmed el-Farazî ve Tâhir b. Galbûn gibi âlimlerden de bu ilimde faydalandı. Kendisinden Muhammed b. Abdülvehhâb ed-Dekkâk, Hüseyin b. Abdülmelik el-Hallâl ve Ebû Sehi b. Sa'dûye gibi şahsiyetler hadis rivayet ettiler; Ebü'l-Kâsım el-Hüzelî, Ebû Ali el-Haddâd, Ebû Ma'şer et-Taberî ve başkaları çeşitli rivayetleriyle kıraat okudular. Ebû Saîd Nasr b. Muhammed eşŞîrâzî de Kâlûn'un rivayeti için ondan bir hatim indirdi (a.g.e„ vr. 146a). Hadis ilminde ve diğer bütün rivayetlerinde sika* kabul edilen, nahiv ilminde de kendini iyi yetiştiren Ebü'l-Fazl er-Râzî zühd ve takvâ sahibi, kanaat ehli, mütevazi bir âlimdi. Seyahatlerini tek başına yapar, zamanının çoğunu Kur'an okutmak ve hadis rivayet etmekle geçirirdi. Gittiği yerlerde mâmur semtler yerine sıradan bir mescidde barınmayı tercih eder, bilinip tanınmak istemezdi; bulunduğu yer öğrenilince de merasimden hiç hoşlanmadığı için oradan uzaklaşırdı. Kimseden hediye kabul etmeyen, gönderilenleri de dağıtan Ebü'l-Fazl, Kirman'a gittiğinde casusluk suçlamasıyla melikin huzuruna çıkarıldıysa da soru-
Ebü'l-Fazl Cemâziyelevvel 454'te (Mayıs 1062) Nîşâbur'un Evşir beldesinde vefat etti. Eserleri. Pek çok eseri olduğu kaydedilen Ebü'l-Fazl er-Râzî'nin Hurûfü cAbdillâh b. cÂmiı el-Yahşubî eş-Şâmî ve'l-ihtilâfü beyne aşhâbih adlı kitabının yazma nüshaları Berlin Devlet (nr. 631, vr. 65-82) ve Vatikan (nr. 582/3, vr. 116-119) kütüphanelerinde bulunmaktadır. Kaynaklarda adları zikredilen diğer eserleri ise şunlardır-. Câmi cu'l-vukuf, el-Levâmih, Fezâ'ilü'l-Kur'ân, Kitâb fi't-tecvîd. BİBLİYOGRAFYA: Zehebî, A'lâmun-nübelâXVIII, a.mlf., Ma'rifetul-kurrâ',
135-138;
I, 4 1 7 - 4 1 9 ; a.e., Mil-
let Ktp., Ali Emîrî, nr. 2 5 0 0 , vr. 1 4 6 a b ; İbnü'lCezerî,
Ğâyetü'n-nihâye,
I, 3 6 1 - 3 6 3 ;
en-hieşr, I, 2 1 2 ; İbn Tağrîberdî, zâhire,
V, 7 1 ; Süyûtî, Buğyetü'l-vu'ât,
Keşfü'z-zunûn, GAL Suppl., tâtü'l-kım
II, 1277, 1 5 6 7 ;
II, 7 5 ;
Brockelmann,
I, 7 2 1 ; el-Fihrisü'ş-şâmil
(mahtû-
ât), A m m a n 1987, I, 80-81. fi
F
L
r
a.mlf.,
en-Mücûmü'z-
A L İ TURGUT
EBÜ'l-FAZL er-RİYÂŞİ
~
(bk. RİYÂŞÎ).
J
EBÜ'I-FEREC el-HATÎB ( Lj—Ia^îl ^ )
'
Ebü'l-Ferec Hibetullâh Muhammed b. Abdilkadir b. Sâlih el-Hatîb ed-Dımaşkı (ö. 1311/1893) Tefsir, fıkıh ve nahiv âlimi. 1244 (1828) yılında Şam'da doğdu. Tahsil hayatına muhitindeki bazı âlimlerden ve daha çok babasından ders alarak başladı. Kaynaklarda Hicaz ve Mısır âlimlerinden de faydalandığı ve bunlardan icazetler aldığı belirtilmektedir. Henüz babası hayatta iken okutmaya başladığı derslerini onun vefatından sonra da Nûriyye Medresesi'nde ve Emeviyye Camii'nde sürdürdü. Bu derslerden pek çok talebe istifade etti. Devlet adamları ve halk kendisine derin saygı duyar, dinî sorularının halli için ona başvururlardı. Fıkıhta Şâfiî mezhebine mensup olmakla birlikte fetva için gelenlere Hanbelî fakihlerinin görüşleriyle de cevap verirdi. Ebü'l-Ferec Safer 1311'de (Ağus-
315
Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
EBÜ'I-FEREC el-HATÎB
Ebü'l-Ferec el-Hatîb'in kendi el yazısıyla bir ferâğ kaydı
o-*'i
(Ziriklî,
el-A'lâm, VI, 213]
ha kuvvetli bir ihtimal olarak görmekte-
sohbetlerine
dirler. Dedesi M u h a m m e d b. A h m e d ' i n
arasında Ebû İshak es-Sâbî, Kâdî et-Te-
devam
ederlerdi.
Bunlar
Sâmerrâ'nın t a n ı n m ı ş şahsiyetleri ara-
nûhî, Vezîr el-Mühellebî, Ali b. Hârûn el-
sında yer alması, babasının
Müneccim ve Ebû Saîd es-Sîrâfî gibi ki-
Bağdat'ta
ikamet etmesi, amcası Hasan b. Muham-
şileri saymak m ü m k ü n d ü r .
med'in Abbâsî Halifesi Mütevekkil-Alel-
tahsil arkadaşı olan Hasan b. Muham-
Bağdat'ta
lah z a m a n ı n d a önde gelen kâtiplerden
m e d el-Mühellebî, Büveyhî Emîri Muiz-
sayılması ikinci görüşü desteklemekte-
züddevle'ye vezir olunca Ebü'l-Ferec onun
dir (Muhammed Hayr, X V / 1, s. 260-261).
nedimi oldu. Mühellebî, on üç yıl devam
Meşhur olduğu İsfahânî nisbesi, Emevî
eden vezirliği süresince Ebü'l-Ferec'i ya-
ailesine m e n s u p dedelerinin Abbâsîler'in
nından ayırmadı; kendisine maddî ve mâ-
tos 1893) Şam'da vefat etti ve Dahdâh
z u l m ü n d e n kurtulmak için bir süre İsfa-
nevî her türlü yardımda bulundu. Ebü'l-
Kabristam'na defnedildi.
han'da i k a m e t etmeleri dolayısıyla aile-
Ferec'in, Halep Emîri Seyfüddevle el-
nin bu nisbe ile anılmasından kaynak-
H a m d â n î ve Büveyhî Veziri Sâhib b. Ab-
lanmış olmalıdır {a.g.e., s. 261). Esasen
bâd ile de gıyabî alâkası vardı. Nitekim
Eserleri. Henüz hiçbiri neşredilmeyen ve vârislerine intikal eden özel kütüphanesinde bulunan eserlerinin bazıları şunlardır: et-Terızîl ve esrârü't-te'vil
(en
önemli eseri olup otuz ciltlik bir tefsirdir);
el-Füyûiâtü'l-hisân
fî
neşâ'ihiî-vil-
dân (dört ciltlik bu eserin bir fıkıh ve ah-
Ebü'l-Ferec'in aldığı mûsiki ve şiir kül-
el-Eğânî'yi
t ü r ü de onun Bağdat'ın aristokrat aile-
ye göndermiş, Seyfüddevle de kendisi-
lerinden birine mensup olduğunu göster-
ne 1000 dinar vermiştir. Sâhib b. A b b â d
mektedir.
durumu öğrenince Seyfüddevle'nin Ebü'l-
İlk öğreniminin ardından şiir ve mûsi-
lâk kitabı olduğu anlaşılmaktadır); Rîsâ-
ki k ü l t ü r ü n ü aile m u h i t i n d e edindikten
le îî va'îdi
sonra Kûfe'ye gitti. Burada Mutayye b.
hırmânii-vereşetî'd-dı'âf
(Ref'uî-'adl
ue'i-inşâf
bi-hırmâni'l-ue-
Eyyûb, M u h a m m e d b. Ca'fer el-Kattât,
Müsnedi'l-
Hüseyin b. Tayyib eş-Şücâî, M u h a m m e d
c
reseti'd-dı âf)\ Muhtaşaru İmâm
Ahmed;
c
Asâkir;
alâ
îbrı
b. Hüseyin el-Kindî, A h m e d b. îsâ el-İclî
Dımaşk;
gibi âlimlerden hadis ve tarih okudu, ay-
Târîhi
Risâle fî faili ziyârâti c
Hâşiye
Muhtaşaru
rıca lügat ilmini öğrendi. Daha sonra dön-
Katri'n-nedâ.
d ü ğ ü Bağdat'ta İbn Düreyd, Ebû Bekir
BİBLİYOGRAFYA: fzâhül-meknûn,
I,
Hediyyetü'l-'âri-
120;
fîn, II, 3 9 3 ; Ziriklî, el-A'lâm
(Fethullah), VI, 212-
el-Enbârî, Ebû Bekir es-Sûlî, Ebû Abdullah M u h a m m e d b. Abbas el-Yezîdî, Ah-
2 1 3 ; Kehhâle, Müeemüi-mü'eM/m,
VIII, 5 8 ;
feş el-Asgar, Niftaveyh, Ca'fer b. Kudâ-
X, 183; M u h a m m e d Cemil es-Sattî,
Terâcimü
me, İbn Cerîr et-Taberî gibi âlimlerden
D ı m a ş k 1 3 6 7 / 1 9 4 8 , s. 48-49;
gramer, lügat, edebiyat, şiir, ensâb, ah-
a'yâni Zeki
Dımaşk, Mücâhid,
el-A'lâmü'ş-şarkıyye,
Kahire
1 3 6 9 / 1 9 5 0 , II, 6 8 ; M u h a m m e d Mutî' el-Hâfız -
bâr, tarih, megâzî, tefsir, hadis, mûsiki,
Dımaşk
eyyâmü'l-Arab, tıp, baytarlık ve n ü c û m
1 4 0 6 / 1 9 8 6 , I, 111-112; M u h a m m e d Abdülla-
dersleri aldı. Eserinde yer alan bazı bil-
Nizâr E b â z a , Târîhu t î f Sâlih
el-Ferfûr, A'lâmü
1 4 0 8 / 1 9 8 7 , s. 2 9 2 .
F
'ulemâ'i
r—ı LAİ
Dımaşk, Dımaşk,
Dımaşk
TAYYAR ALTIKULAÇ
EBÜ'I-FEREC İBNÜ'l-İBRİ
~
gilerden İsfahânî'nin Basra, Küfe, Rakka, Antakya gibi yerlere de seyahatlerde b u l u n d u ğ u anlaşılmaktadır. Öğrenimini t a m a m l a d ı k t a n sonra ders vermeye başlayan Ebü'l-Ferec kısa za-
(bk. İBNÜ'1-İBRİ).
L
J
m a n d a m e ş h u r olunca her t a r a f t a n talebeler ve ilim meraklıları derslerine ka-
F
E B Ü ' I - F E R E C el-İSFAHÂNÎ
(
~
)
el-Eğânî adlı eseriyle tanınan Arap tarihçisi ve edibi.
L
Endelüsî, şair ve edip Ali b. Dînâr ve Ebû Ali Muhassin et-Tenûhî onun
doğduğunu
meşhur
talebeleri arasında yer alır. Bunlardan son ikisi aynı zamanda kendisinden eser-
J
tırmacıların çoğu İsfahânî nisbesinden sürmektedir; bazıları ise
dılar. Muhaddislerden Dârekutnî, Ebû İsEbû Zekeriyyâ Yahyâ b. Mâlik b. Âiz el-
284 (897) yılında doğdu. Çağdaş araşhareketle İsfahan'da
t ı l m a k için Bağdat'a akın etmeye başlah a k et-Taberî, Ali b. A h m e d er-Rezzâz,
Ebü'l-Ferec Alî b. el-Hüseyn b. Muhammed b. Ahmed el-Kureşî el-İsfahânî (ö. 356/967)
ileri
el-Eğânî'de
ailesi hakkında verdiği bilgileri dikkate alarak B a ğ d a t ' t a d o ğ m u ş olmasını da-
yazıp bitirince Seyfüddevle'-
lerini rivayet izni almıştır. Ali b. Dînâr,
el-Eğânî'nin t a m a m ı n ı Ebü'l-Ferec'den o k u d u ğ u n u övünerek nakletmektedir. Ebü'l-Ferec'in edebiyat ve dil konusundaki bilgisinin derinliği, tarih ve ahbarla ilgili m â l u m a t ı n m zenginliği, ayrıca hoşsohbet ve n ü k t e d a n olması sebebiyle devrinin tanınmış âlim ve edipleri onun
Ferec'in hakkını yediğini, eserin verilen paranın birkaç katına lâyık olduğunu söylemiştir. Son Emevî halifesi Mervân Tn soyundan geldiği için Endülüs Emevîleri ile gizli irtibat halinde olan Ebü'l-Ferec'in yazdığı eserleri onlara da gönderdiği ve kendilerinden yardım g ö r d ü ğ ü , hatta bazı eserlerinin Doğu'da t a n ı n m a d a n önce E n d ü l ü s ' t e tanındığı rivayet edilmektedir. Makkarî, Endülüs Emevî Halifesi II. Hakem el-Müstansır-Billâh'ın Ebü'I-Ferec'e 1000 dinar gönderdiğini kaydeder (Nefhu't-tîb, I, 386; III, 72). Aynı z a m a n d a şair olan Ebü'l-Ferec'in el-Eğânî'ye aldığı şiirlerle ilgili edebî tenkitlerin değeri bu vasfından dolayıdır. Ancak onun şöhreti tarihçiliğinden ve özellikle el-Eğânî adlı eserinden kaynaklanmaktadır. Ebü'l-Ferec'in hayvanlara karşı da özel bir ilgisi olduğu, beslediği kedi, horoz ve koyunun ölmesi münasebetiyle yazdığı mersiyelerden anlaşılmaktadır. Ebü'l-Ferec'in Şiî olduğu rivayet edilmekteyse de çağdaşları
İbnü'n-Nedîm
ile Ebû Nuaym el-İsfahânî, ayrıca kendisinden hadis rivayet eden Dârekutnî, Ali er-Rezzâz ve İbn D û m â gibi âlimler bu hususta herhangi bir şey söylemedikleri gibi b u g ü n e ulaşan eserlerinde Şiîliğini gösterecek bir bilgiye de rastlanmamaktadır. Bu rivayet, Hatîb el-Bağd a d î n i n Ebü'l-Ferec hakkında kullandığı "rivayeti çok olan" mânasındaki "müt) kelimesinin ( Târîhu Bağdâd, XI, 398-399) daha sonra yanlışlıkla "Şiî taraftarı" anlamındaki "müteşeyyiîn" ( ) şeklinde o k u n m a s ı n d a n (İbn
tesiîn" (
Hallikân, III, 307) kaynaklanmış olmalıdır (Muhammed Hayr, X V / 1, s. 279).
316 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
EBÜ'I-FEREC el-İSFAHÂNÎ Ebü'l-Ferec'in
içki içtiği, mûsiki
ile
yetleri, çok defa mevkileriyle
bağdaş-
meşguliyetinden dolayı şarkıcı câriye ve
mayacak şekilde olumsuz yönleriyle ve
kölelerle arkadaşlık ettiği nakledilir. Öm-
mübalağalı bir üslûpla anlatması, aynı
r ü n ü n sonlarında aklî dengesi bozulan
olayı değişik yerlerde, değişik ifadelerle
ve felç geçiren Ebü'l-Ferec 14 Zilhicce
ve başka başka kişilere nisbet etmesi,
356 (20 Kasım 967) tarihinde B a ğ d a t ' t a
aynı şiiri değişik şairlere m a l etmesi gi-
öldü.
bi hususlar onun titiz bir araştırmacı ol-
Eserleri. Ebü'l-Ferec'in ensâb, ahbâr,
madığını, eserini tarihe ve tarihî olay-
şiir ve şairler, meyhaneler, mûsiki, şar-
lara ışık t u t m a k için yazmadığını, giriş
kıcılar vb. konularda otuz civarında eser
kısmında
yazdığı kaydedilmekte, bunlardan yal-
maksadının okuyucuyu eğlendirmek ol-
nız d ö r d ü n ü n g ü n ü m ü z e ulaştığı bilin-
duğunu göstermektedir. Bu sebeple eser
mektedir. 1. el-Eğânî.
tarihî bir kaynak olarak ihtiyatla kulla-
Müellifinden da-
kendisinin
de belirttiği
gibi
j»
fi
Ebü'l-Ferec
I
i
/İV C
Î
el-isfahânî'nin
el-Eğânî adlı eserinden minyatürlü
,- —•. »/.».it
1
^ L'
bir sayfa
t
(Millet Ktp-, Feyzullah Efendi, nr. 1565, vr. 1"]
ha çok m e ş h u r olan bu eser, Emevî dev-
nılmalıdır. Bununla birlikte el-Eğânî
şiir,
hire 1323/1905), Guidi'nin hazırladığı fih-
rinde ve Abbâsîler'in ilk dönemlerinde
edebî tenkit, Arap mûsikisinin tarihî ge-
rist kısmını da üç cilt olarak bu yeni bas-
yaşayan şarkıcı ve bestekârlarla bunla-
lişimi ve ihtiva ettiği diğer edebî malze-
kıya göre düzenleyip ilâve etmiştir. Da-
rın şarkı ve bestelerini konu edinmiştir.
m e bakımından İbn H a l d û n ' u n da be-
ha sonra Dârü'l-kütübi'l-Mısriyye bir ko-
Ebü'l-Ferec şarkının güftesi, bestesi ve
lirttiği gibi "hiçbir edebiyatçının vazge-
misyon kurarak el-Eğânî''nin
bestekârı hakkında bilgi verirken şiirin
çemeyeceği bir şaheserdir". Nitekim bü-
neşrine başlamış, ancak on altı cilt çıka-
vezni, garîb kelimeleri, şairin ve beste-
yük bir edip olan Vezir Sâhib b. Abbâd,
rabilmiştir (Kahire 1927-1970). Diğer cilt-
kârın hayatı, şarkının kimin için beste-
bir yere giderken develerle taşıttığı kü-
leri ise el-Hey'etüT-Mısriyyetü'l-âmme
lendiği, hangi şarkıcılar tarafından okun-
tüphanesini el-Eğânî'yi
t e m i n ettikten
tarafından yayımlanarak eser yine yirmi
d u ğ u gibi hususlara da t e m a s eder. Bu
sonra beraberinde g ö t ü r m e k t e n vazgeç-
d ö r t cilt halinde t a m a m l a n m ı ş t ı r (1970-
bilgileri verirken z a m a n ı n a kadar gelen
m i ş ve el-Eğânî 1 nin kendisini bunlar-
1974). Dârü ihyâi't-türâsi'l-Arabî bu bas-
yazılı belgelerle d ö n e m i n d e y a ş a m a k t a
dan m ü s t a ğ n i kıldığını ifade
kıyı ofset olarak tekrarlamıştır (Beyrut).
belli başlı
etmiştir.
olan kişilerin ve bizzat kendisinin şahit
Dünyanın
olduğu olaylardan istifade eder. Ebü'l-
y a z m a nüshaları bulunan el-Eğânî
kütüphanelerinde ilk
yeni bir
Bunlardan başka eserin Abdullah Alâyîlî — A h m e d Ebû Sa'd — Mûsâ Süleyman
Ferec'in bazı kitaplardan söz etmesi, dev-
defa Bulak'ta yirmi cilt halinde basılmış-
(I-XXV, Beyrut 1955-1964); Abdüssettâr
rinde g ö r d ü ğ ü birçok olayı anlatması,
tır (1285). Daha sonra Rudolf E. Brünnovv,
A h m e d Ferrâc (1-XXV, Beyrut 1955-1964);
döneminin â d e t ve görenekleri hakkın-
Bulak baskısına esas olan n ü s h a d a bu-
İbrâhim el-Ebyârî (I-XXXI, Kahire 1389-
el-Eğânî büyük bir ö n e m taşımaktadır. Nitekim yazıldığı günden zamanımıza kadar başta İbn Haldûn o l m a k üzere birçok âlim tarafından takdir edilmiştir. Ancak Ebü'lFerec'in rivayet m e t o d u n u (isnad zinciri) kullanmakla birlikte râvilerinin çoğunun m e t r û k ve yalancılıkla itham edilen kişiler (kezzâb) olması, naklettiği haberleri değerlendirmemesi, hakkında bilgi verdiği dönemleri ve özellikle tarihî şahsi-
lunmayıp diğer bazı yazmalardan istifa-
1399/1969-1979); M e m d u h Hakki (1-XXV,
de ile topladığı malzemeyi bir cilt halin-
Beyrut 1983); Abdülemîr Alî M ü h e n n â
de neşretmiş (Leiden 1306/ 1888); I. Gu-
Semîr Yûsuf Câbir (I-XXV, Beyrut 1407/
da bilgi vermesi bakımından
Cedâvilü Kitâbi'l-Eğânî adıyla eserin bir fihristini hazırlamıştır (Paris 1318/1900). Üç cilt olarak Arapça'ya t e r c ü m e edilen bu fihristlerin ilâvesiyle Bulak baskısı yirmi dört ciltte t a m a m l a n m ı ş t ı r . Tunuslu elHâc M a h m û d es-Sâsî el-Eğânî'yi yirmi bir cilt halinde yeniden yayımlamış (Kaidi de aynı baskıyı esas alarak
a J s ç î f r ' â i j ^ ^ o & ^ ' b S ^
Ebü'l-Ferec
î V i
el-isfahânl'nin
el-Eğânî adlı eserinin 19.cüzünün - ^ 5 1 i j k j S 'pjİŞ-
j^ŞMii
ti&Şi
^ğjdj-,
ilk v e s o n sayfalan (Millet Ktp., Feyzullah Efendi,
-
1986) tarafından yapılan baskıları da vardır. el-Eğânî'nin
g ü n ü m ü z e kadar on-
dan fazla muhtasarı yapılmıştır, bunların başlıcaları şunlardır: İbnü'l-Vezîr elMağribî (ö. 418/1027); Müsebbihî; İbn Nâkıyâ; İbn Vâsıl el-Hamevî, Tecrîdü'lEğânî min zikri'1-meşâliş ve'l-meşânî (nşr. Tâhâ Hüseyin — İbrâhim el-Ebyârî, l-VIl, Kahire 1955-1959); İbn Manzûr, Muhtârü'l-Eğânî fi'l-ahbâr ve't-tehânî (nşr. M. Züheyr Şâvîş, I-XII, Beyrut 1383/1964; İbrahim el-Ebyârî v.dğr., Kahire 1965); Hüseyin b. Candar, Muhtaşaru'1-Eğânî; Abdülkâdir b. Abdurrahm a n el-Fâsî, İdrâkü'l-emânî min Kitâbi'l-Eğânî; Anton es-Sâlihânî (ö. 1941), Rennâtü'l-meşâlis ve'l-meşânî fî rivâyâti'l-Eğânî (Beyrut 1888, 2. bs. 1923); Şeyh M u h a m m e d el-Hudarî (ö. 1345/ 1927), Mühezzebü'l - Eğânî (I-IX, Kahire 1925-1926); Â h m e d Kemal Zeki, Muhtârât min Kitâbi'l-Eğânî (Kahire 1961); Halil Hindevî, Muhtârâtü'l-Eğânî (I-V, Beyrut 1967); İhsan en-Nassî, İhtiyârât min Kitâbi'l-Eğânî (1-VI, Beyrut 19791985). Abdülemîr Ali M ü h e n n â , el-Eğânî'de kadınlarla ilgili olarak verilen bil-
nr. 1565)
317 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.) '? t, .
EBÜ'I-FEREC el-İSFAHÂNÎ gileri Ahbâıü'n-nisa îî Kitâbi'l-Eğânî (Beyrut 1409/1988); Dâvûd Sellûm ile Nûrî Hammûdî el-Kaysî eserdeki kişileri Şahşiyyâtü Kitâbi'l-Eğânî (Bağdad 1402/1982); Kemal en-Necmî el-Eğânî'de şarkıcı ve câriyelere dair anlatılanları Yevmiyyâtü'l-muğannîn ve'l-cevârî (Kahire 1986) adıyla yayımlamıştır. el-Eğânî ile ilgili olarak yapılan diğer bazı çalışmalar da şunlardır: M. Abdülcevâd el-Asmaî, Ebü'l-Ferec el-İşîahânî ve Kitâbühü'l-Eğânî (Kahire 1951); Ahmed el-Hazîrî, Ricâlü's-siyâse ve'şşi'r min hilâli Kitâbi'l - Eğânî (Tunus 1982); Abdülmuîn el-Mülevvahî, Fihrisü mevâd ve terâcim ve a'lâmi Kitâbi'lEğânî (Dımaşk 1984); Habeşî Seyyid Nasr, Nakdül-haberi'l-edebî fî Kitâbi'l-Eğânî (Kahire 1985); Hasan Muhsin, Mu'cemü'l-elfâzi'l-müfessere fî Kitâbi'l-Eğânî (Küveyt 1987); Reşîde Abdülhamîd elLekânî, Elfâzü'l-efime ve'l-eşribe îî Kitâbi'l-Eğânî (İskenderiye 1991).
BİBLİYOGRAFYA: Ebü'l-Ferec el-İsfahânî, el-Eğânî,
(bk. İBN HİNDÛ).
Makâtilü't-Jâlibiy-
mukaddimesi, I, 1-59; a.mlf.,
yîn (nşr. Seyyid A h m e d Sakr), Kahire 1949 — Beyrut, ts. (Dârü'l-Ma'rife), nâşirin mukaddimesi, s. a-ş; İbnü'n-Nedîm, el-Fihrist
(Şüveymî),
s. 507-509; Seâlibî, Yetîmetü'd-dehr, 1 3 2 ; Hatîb, Târîhu
Bağdâd,
k ü t , MÜcemü'l-üdebâ',
XI, 3 9 8 - 4 0 0 ; Yâ-
XIII, 94-136; XIX, 2 5 1 ;
Inbâhü'r-ruuât,
İbnü'l-Kıftî,
II, 251-253;
Hallikân, Vefeyât, III, 307-309; Zehebî,
nübelâ', zân, din.
A'lâmun-
IV, 221-222; M a k k a r î , Nefhu't-tîb,
İslâmda
( dûUr^
I, 3 8 6 ;
Târih
ue
Müverrihler,
H. George Farmer, A History
İstanbul
ofArabian
Music, GAL,
fî târîhi'l-'ulûmi'
Islâmiyye,
1-'Arabiyye
Dımaşk
Ebü'l-
1 3 9 0 / 1 9 7 0 , s. 289-296; M e m d u h Hakkı,
Ferec
el-İşfahânî
fi'l-Eğânî,
Beyrut 1 9 7 1 ; İz-
z e d d i n İsmâil, eîMeşâdirü'l-edebiyye
ğauiyye,
ve'l-lu-
Beyrut 1976, s. 189-198; Ö m e r edBeyrut, ts.
(Dâru ş-Şarki'l-Arabî), s. 115-119; B u t r u s elBustânî, üdebâ'ü'l-'Arab,
Beyrut 1979, II, 411-
4 1 8 ; Şefik Cebrî, Ebü'l-Ferec
el-İşfahânî,
hire 1 9 8 0 ; Ö m e r Ferruh, Târîhu'l-edeb, 4 9 5 ; Ali M u h a m m e d
Ka-
II, 490-
Haşâdü'l-kü-
el-Umeyr,
tüb, Cidde 1402, s. 14-32; Dâvûd Sellûm - Nûrî H a m m û d î el-Kaysî, Şahşiyyâtü
Kitâbi'TEğâ-
nî, B a ğ d a d 1 4 0 2 / 1 9 8 2 ; Y û s u f Es'ad Dâgır, Meşâdirü'd-dirâsâti'Tedebiyye,
Beyrut
199-202; Z e y d â n , Adâb,
Şî'a,
D ı m a ş k 1 4 0 4 / 1 9 8 4 , s. 152-156;
Ma'al-Mektebe,
el-A'lâm
s. 1 4 8 - 1 5 1 ; Ziriklî,
en-Heşrü'l-
(Fethullah), IV, 2 7 8 ; Zekî M ü b â r e k ,
Beyrut, ts., I, 288-302; D â v û d Sellûm, Di-
râsâtü
Kitâbi'l-Eğânî
ve menhecü
mü'ellifih,
Beyrut 1 9 8 5 ; H a n n â el-Fâhûrî, el-Mûcez
edebi'l-'Arabî
ve târîhih,
1 3 4 ; a.mlf., Târîhül-edebi'l-'Arabî, et-Trablusî, Nazratün
'inde'l-'Arab,
185-189; Velîd
fi'l-
Beyrut 1985, II, 119Beyrut, ts.
(el-Matbaatu 1 -Bûlisiyye), s. 745-747;
te'lîf
I,
VIII, 198-201; M u h a m m e d K ü r d Ali, Kü-
nûzü'l-ecdâd,
fennî,
1983,
A'yânü'ş-
I, 591-593;
târîhiyye
fî
Emced
hareketi't-
Dârülbeyzâ 1 4 0 6 / 1 9 8 6 , s.
es-Seyfü'l-Yemânî
el-A'zamî,
fi nahri'l-isfahânî,
M a n s û r e 1 4 0 8 / 1 9 8 8 ; Nezîr
M u h a m m e d M e k t e b î , Ceuletün
fî
âfâki'TEğa-
nî, Beyrut 1 4 1 0 / 1 9 9 0 ; Y û s u f Nevfel, el-Mektebetü'l-'Arabiyye,
Kahire 1991, s. 383-387; Leon
Zolondek, " T h e S o u r c e s of t h e K i t â b a l - A ğ â n i " , Arabica,
V I I I / 3 , Leiden 1961, s. 2 9 4 - 3 0 8 ;
Seyyid H â m i d en-Nessâc, " e l - E ğ â n î fî rihletihi't-tavîle",
Mecelletü'l-Faysal,
VIII,
Riyad
1978, s. 15-24; M u h a m m e d Hayr eş-Şeyh Mûsâ, " E b ü ' l - F e r e c
'Âlemü'l-fikr,
el-İsfahânî",
X V / 1 , Küveyt 1984, s. 259-292; Hilary Kilpatrick, " W o m e n as p o e t s a n d chattels. A b ü ' l - F a r a ğ al-Işbahâni's-al-lmâ'
di Studi
Arabi,
Quaderni
al-sawa'ir",
IX, R o m a
1991, s.
161-167;
a.mlf., " C o n t e x t a n d t h e E n h a n c e m e n t of t h e M e a n i n g of A h b â r i n t h e K i t â b
Arabica,
al-Ağâni",
X X X V I l î / 3 , Leiden 1991, s. 351-368;
M. Nallino, " A b u ' l - F a r a d i
al-Işbahâni",
El 2
( İ n g . ) , I, 1 1 8 ; K. A b u Deeb, " A b u ' l - F a r a j Eşfah â n i " , a.e., I, 282-283; a.mlf., " a l - A ğ â n î " , Elr., 1,606-607.
m L4J
H
J
ue'l-
Frankfurt 1 4 0 4 / 1 9 8 4 , s. 147-158;
İzzet Hasan, el-Mektebetü'l-'Arabiyye,
j
)
Hanbelî fıkıh âlimi.
I, 225-226; a.mlf., " E b ü l f e -
rec", l'A, IV, 7 7 ; Sezgin, GAS, I, 378-382; a.mlf.,
Muhâdarât
n
Ebü'l-Ferec Abdülvâhid b. Muhammed b. Alî eş-Şîrâzî el-Makdisî ed-Dımaşkı (ö. 486/1094)
I, 337-338;
L o n d o n 1929, s. 164-165; B r o c k e l m a n n .
J
(bk. RÛNİ).
EBÜ'I-FEREC eş-ŞÎRÂZÎ
I, 129-130; M. Şemsed-
1339-42, s. 77-80; Serkîs, Mücem,
I, 152-153; Suppl.,
L
EBÜ'l-FEREC-i RÛNÎ
İbn
Lisânü'l-Mî-
XVI, 201-203; İbn Hacer,
III, 7 2 ; Keşfü'z-zunûn,
r
III, 127-
D e k k â k , Meşâdirü't-türâşi'l-'Arabî,
2. Mekâtilü't-Tâlibiyyîn. Ca'fer b. Ebû Tâlib'in şehâdetinden (629) Muktedir-Billâh devrine (908-932) kadar Ehl-i beyt'ten şehid edilenlerin hal tercümelerini, öldürülme sebeplerini, kimler tarafından nerede ve nasıl katledildiklerini anlatan bir eserdir. İlk defa Tahran'da (1307), daha sonra Bombay (1311, Fahreddin enNecefî'nin el-Müntahab fi'l-Merâşî ue'lhutab'mm kenarında) ve Necef'te (1353) basılmıştır. Teknik hatalarla dolu olan birbirinin tekrarı mahiyetindeki bu baskılardan sonra Seyyid Ahmed Sakr eserin tenkitli neşrini gerçekleştirmiştir (Kahire 1949; 2. bs., Beyrut, ts.). 3. el-İmâ'ü'şşevâ'ir. Şair câriyeleri konu alan bu eser Nûrî Hammûdî el-Kaysî ve Yûnus Ahmed es-Sâmerrâî'nin tahkikiyle neşredilmiştir (Beyrut 1404/1984). Ancak nâşirler eserden bazı müstehcen ibareleri çıkardıklarını ifade etmektedirler. Kitap ayrıca Celîl el-Atıyye tarafından da yayımlanmıştır (Beyrut 1405/1985). 4. Kitâbü Edebil-ğurebâ\ Gurbette gurbetle ilgili olarak şiir söyleyenlerin şiirlerini ihtiva eden bu eseri Selâhaddin el-Müneccid yayımlamıştır (Beyrut 1972) (diğer eserlerinin bir listesi için bk. Mekâtilü't-Tâlibiyyîn [nşr. Seyyid Ahmed Sakr), nâşirin mukaddimesi, s. t-h). Ebü'l-Ferec'in Ebû Temmâm, Ebû Nüvâs ve Buhtürî'nin divanlarını tertip ettiği söyleniyorsa da bu divanları tertip eden Ebü'l-Ferec değil Ali b. Hamza el-İsfahânî'dir (ö. 375/98586). Aynı nisbeyi taşımaları sebebiyle iki İsfahânî karıştırılmış olmalıdır (bk. Yâküt, XIX, 251).
EBÜ'I-FEREC el-KÂTİB
naşirlerin
HULÛSI KILIÇ
Aslen Şîrazlı olup Harran'da doğdu. İdareci ve ilim ehli bir sülâleye mensuptur; soyu meşhur sahâbî Sa'd b. Ubâde'ye ulaşmaktadır. Kaynaklarda Sa'dî, Ubâdî, Hazrecî gibi nisbelerle anılması da bundan dolayı olmalıdır. Bağdat'ta Kâdî Ebû Ya'lâ el-Ferrâ'nın derslerine uzun yıllar devam edip ondan fıkıh okudu ve hocasının kitaplarını istinsah etti. Daha sonra Suriye'ye giderek bir süre Beytülmakdis'te ikamet etti. Ardından da Dımaşk'a yerleşti. Orada Ebû Hasan İbnü's-Simsâr, Abdürrezzâk b. Fazl el-Kelâî ve Ebû Osman es-Sâbûnî'den hadis dinledi; vaazlar verdi ve aralarında ŞerefüT-İslâm lakabıyla tanınan oğlu Abdülvehhâb'ın da bulunduğu birçok talebe yetiştirdi. Hükümdarların meclislerinde Eş'arîler'le fikrî tartışmalarda bulundu. Şam ve çevresinde Hanbelî mezhebini yaydı. 28 Zilhicce 486 (19 Ocak 1094) tarihinde Dımaşk'ta vefat etti ve Bâbüssaglr Kabristanfna defnedildi. Kabri meşhur bir ziyaretgâh olup yanı başında İbn Receb el-Hanbelî'nin (ö. 795/1393) mezarı bulunmaktadır. Suriye Selçuklu Sultanı Tutuş'un çok saygı gösterdiği Ebü'l-Ferec eş-Şîrâzî sünnete son derece bağlı, âbid, zâhid ve keramet ehli bir kişiydi. Bazı fıkhî konularda kendine has görüşleri vardır (bk. İbn Receb, 1, 72-73). Aynı zamanda güçlü bir hatip olan Ebü'l-Ferec'in kendisinden sonra birçok âlimin yetiştiği nesli bu muhitte "İbnü'l-Hanbelî sülâlesi" diye tanınmıştır. Kaynaklarda adları geçen eserleri şunlardır: Hanbelî fıkhına dair el-îzâh, elMübhic, el-Müntehab; akaid ve kelâma dair et-Tebşıra fî uşûli'd-dîn; tefsire dair Kitâbü'l-Cevâhir (otuz cilt).
318 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
EBÜ'I-FETH el-EZDÎ BİBLİYOGRAFYA: İbn E b û Ya'lâ, Tabakâtü'l-Hanâbile,
Beyrut,
ts., 11, 248-249; Zehebî, A'lâmun-nübelâ\ 51-53; a.mlf., Tezkiretü'l-huffâz, fiî, Mir'âtü'l-cenân, Receb, ez-Zeyl
XIX,
III, 1 1 9 9 ; Yâ-
Beyrut 1984, III, 1 4 2 ; İbn
'alâ
Tabakâti'THanâbile,
Bey-
rut, ts., I, 68-73; A b d ü l k a d İ r b. M u h a m m e d enNuaymî, ed-Dâris
fî târîhi'l-medâris
(nşr. Ca'-
fer el-Hasenî), Kahire 1988, II, 65-66; Uleymî,
el-ünsü'l-celîl
bi-târîhi'l-Kuds
ue'l-Halîl,
(nşr. M . M u h y i d d i n A b d ü l h a m î d veyhiz), Beyrut vûdî,
1403/1983,
Tabakâtü'l-müfessirîn,
hu'l-meknûn,
— Â d i l Nü-
II, 190-194;
Dâ-
I, 360-362;
îzâ-
I, 1 5 5 ; II, 2 8 7 , 4 2 5 ; A b d u l l a h b.
Ali es-Sübey'î, ed-Dürrü'l-münaddad
kütübi
Am-
el-Menheeül-ahmed
m a n 1973, I, 2 9 7 ; a.mlf.,
mezhebi!-imâm
Ahmed
fîesmâ'i (nşr.
Câsim
ed-Devserî), Beyrut 1 4 1 0 / 1 9 9 0 , s. 2 2 ; T. Bianquis — S. Atassi - K h a t t a b , " L u t t e s d ' i n f l u e n c e â l'interieur d u S u n n i s m e D a m a s c a i n 400 e t 5 5 0 d e l ' H e g i r e " , BEO, 368-369.
r-ı lal
F
entre
X X X (1978), s.
ORHAN ÇEKER
EBÜ'I-FETH ed-DEYLEMÎ
(
^
n
y} )
Nâsır-Lidînillâh Ebü'l-Feth Nasır b. el-Hüseyn b. Muhammed el-Hasenî (ö. 444/1052) Yemen'de ilk kurulan Zeydî İmamları Devleti'nin son lideri ve Zeydiyye'nin otuz altıncı imamı (1039-1052).
Begavî ve daha birçok hocadan hadis aldı. Kendisinden de Ebû Nuaym el-İsfahânî, Ebû İshak İbrâhim b. Ömer elBermekî gibi hadisçiler rivayette bulundular.
bağlı kuvvetler arasında savaşlar oldu. Ali b. Muhammed es-Suleyhî'nin 439 (1047) yılında Cebelimesâr'ı işgali ve Yemen'de süratli bir istilâ hareketine girişmesi üzerine Ebü'l-Feth ed-Deylemî, mensuplarıyla birlikte çeşitli beldelere sığınmak zorunda kaldı; o günlerde Yemen'de devam eden kıtlığın da tesiriyle taraftarlarının birçoğunu kaybetti. Ardından Necdülcâh denilen yerde Ali b. Muhammed es-Suleyhî'ye yenildi ve 70 taraftarıyla birlikte öldürüldü. Mezarı Ans'a bağlı Efîk köyündedir. Onun neslinden gelenler Yemen'de daha sonraki dönemlerde Benü'd-Deylemî adıyla meşhur olmuşlardır. Eserlerinden müfessir ve fakih olduğu anlaşılan Ebü'l-Feth ed-Deylemî'nin kaynaklarda adı geçen eserleri şunlardır; el-Burhân fî tefsîri garibi!-Kur'ân, el-'Ahdü'l-ekîd îî tefsîri! - Kur' âni! mecîd, Mesâ'ilü'ş-ŞerSi el-Kösım b. el- cAbbâs (bu eserlerin yazma nüshaları için bk. Abdullah Muhammed Habeşî, s. 587; Ahmed b. Muhammed eş-Şâmî, I, 263), er-Risâletü!-mübhice îi'r-reddi c alâ îirkati'd- dalâli'l - müteleclice, elMa 'ârif. BİBLİYOGRAFYA: Keşfü'z-zunûn, Gâyetü'l-emânî
Musul âlimlerinin önemsemedikleri ve hatta hafife aldıkları Ebü'l-Feth, zayıf râviler hakkında yazdığı eserinde müsamahasız davrandığı ve birçok muhaddisin güvenilir kabul ettiği pek çok kişiyi hiçbir delile dayanmaksızın zayıf saydığı için tenkit edilmiştir.
II, 1 7 2 4 ; Yahyâ b. Hüseyin,
fî ahbâri
l-kutni'l-Yemânî
(nşr.
S a î d A b d ü l f e t t â h  ş û r — M . M u s t a f a Ziyâde), Kahire 1 3 8 8 / 1 9 6 8 , s. 246-247, 2 5 0 ; Brockel-
Kaynaklarda gerek kendisinin gerekse baba ve dedelerinin adları hakkında değişik tesbitler yapılmıştır. Hz. Hasan'ın soyundan gelen bir aileye mensup olduğu bilinmektedir. Hazar denizinin güneybatısında Deylemliler arasında da'vet*te bulunduğu için Deyleml nisbesiyle anılmaktadır. 429 (1038) yılından sonra Yemen'e geldi ve Kuzey Yemen'de imamlığını ilân ederek halkı kendisine biat etmeye çağırdı. Pek çok kabilenin bu davete uyarak biat etmesiyle askerî gücü arttı. Zâhir Hemdân bölgesinde Zîbîn yakınındaki Zafâr kasabasında inşa ettirdiği kaleye yerleşti. 437'de (1045) Sa'de şehrini zaptederek buradaki Benî Havlân kabilesini kılıçtan geçirdi. Aynı yıl San'a'yı zaptetti. Ertesi yıl İmam Hüseyin el-Mehdfnin kardeşi ve bir Zeydî fırkasının lideri olan Ca'fer b. Kasım el-İyânîden biat aldı. Bir müddet sonra Ca'fer, Hemdân'ın reisi Yahyâ b. Ebü Hâşid ile birlikte isyan ederek Ebü'l-Feth ed-Deylemî'nin adamlarını San'a'dan sürdüler ve hutbelerden adını çıkardılar. Bu sırada Acîb ve Esâfıt kalelerini ele geçirmek için Ca'fer ile Ebü'l-Feth ed-Deylemî'ye
m a n n , GAL Suppl.,
I, 6 9 8 ; Ziriklî, el-A'lâm,
Yemen,
VIII,
Târîhu'T
309-310; Hasan S ü l e y m a n M a h m û d ,
Kahire 1 3 7 6 / 1 9 5 7 , s. 194-195; Keh-
hâle, Mücemü'l-mü'ellifîn,
XIII, 69-70; Ah-
m e d M a h m û d Subhi, ez-Zeydiyye,
Kahire 1 4 0 4 /
1984, s. 5 9 0 ; A h m e d b. M u h a m m e d eş-Şâmî,
Târîhu'l-Yemeni'I-fikrî
fi'l-'asri'l-'Abbâsî,
rut 1 4 0 7 / 1 9 8 7 , I, 2 6 3 ; A b d u l l a h
Bey-
Muhammed
el-Habeşî, Meşâdirü'l-fikri'l-islâmî
fî zilli'l-İslâm
(baskı
yeri ve yılı yok] (Dârü'l-Fikri'l-Arabî), s. 1251 2 6 ; R. S t r o t h m a n n , " N â s ı r " , İA, IX, 9 4 ; a.mlf., "Zeydiye", a.e., XIII, 5 5 0 ; W. M a d e l u n g , " A b u ' l F a t h a l - D a y l a m ı " , El 2 Suppl. S
F
(İng.), s. 22. M . ZEKI DUMAN
EBÜ'I-FETH el-EZDÎ ( çtfiy )
n
Ebü'l-Feth Muhammed b. Hüseyn b. Ahmed el-Ezdî el-Mevsılî (ö. 374/985) ^
Ebü'l-Feth el-Ezdî Şevval 374'te (Mart 985) Musul'da vefat etti. Bu tarih 367 (977-78) ve 369 (979-80) olarak da zikredilmektedir.
fi'l-Yemen,
Beyrut 1 4 0 8 / 1 9 8 8 , s. 586-587; İ s â m ü d d i n Abd u r r a û f el-Fıkl, el-Yemen
Ebû Bekir el-Berkânî'nin zayıf bir râvi kabul ettiği Ebü'l-Feth, Büveyhî emirlerinden Rüknüddevle (947-976) için, "Cebrail Hz. Peygamber'e bu emîrin sûretine girerek vahiy getirirdi" anlamında bir hadis uydurmakla ve bunun karşılığında emîrin iltifat ve ikramına nâil olmakla itham edilmiştir. Hatîb el-Bağdâdî'nin naklettiği bu hadis uydurma olayını Sem'ânî ve İbnü'l-Cevzî ondan aynen aktarmakta, İbn Hacer el-Askalânî ise bu hadiseyi bir başka Muhammed b. Hüseyin el-Ezdî'nin biyografisinde (Lisânü'lMîzân, V, 140) zikretmektedir. Ancak ZehebFnin hiçbir eserinde bunu nakletmemesi iddiayı doğru bulmadığı kanaatini uyandırmaktadır. Hatîb el-Bağdâdî, Ebü'l-Feth'in rivayetleri arasında garîb ve münker hadisler bulunduğunu söylemekte, münker rivayetlerine bir misal veren Zehebî ise onu ileri derecede zayıf bulanların haklı olmadığını ifade etmektedir.
Hadis hâfızı.
j
Musul'da doğup Bağdat'ta yaşadı. Yetişme çağında Ebû Ya'lâ el-Mevsılî, İbn Cerîr et-Taberî, Ebû Arûbe el-Harrânî, İbnü'l-Bâgandî, Ebü'l-Kâsım el-
Eserleri. 1. Tesmiyetü men vâîeka ismühû isme ebîhi mine'ş-şahâbe ve'ttâbi'în ve men ba'dehüm mine'l-muhaddişîn. Bâsim Faysal Ahmed el-Cevâbire, risâlenin Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi'ndeki nüshasına (III. Ahmed, nr. 624/ 17, vr. 226a-228a) dayanarak eseri Men vâîeka ismühû isme ebîh adıyla ve müellifin Men vâîeka ismühû künyete ebîh adlı risâlesiyle birlikte yayımlamıştır (Küveyt 1408/ 1988). 2. Men vâîeka ismühû künyete ebîh. Müellifin birinci eseriyle birlikte neşredilmiştir (Küveyt 1408/1988). 3. Kitâbü! - M a h z u n fî 'ilmi!-hadîs. Kendilerinden sadece bir kişinin hadis rivayet ettiği 269 sahâbîyi alfabetik olarak sıraladığı ve bunlardan seksen ikisinin rivayetlerini de zikrettiği eserin bir nüshası Topkapı Sarayı Mü-
319 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
EBÜ'l-FETH el-EZDÎ zesi Kütüphanesi'nde bulunmaktadır (111.
Melikü'l-Mansûr M u h a m m e d ' l e birlikte
Ahmed, nr. 624/20, vr. 206b-219b). Ali Vas-
tekrar Hama'ya döndü. Babası el-Me-
Rebîülâhir712 (30 Ağustos 1312) tarihin-
fi Kurt eser üzerinde yüksek lisans tezi
likü'l-Efdal Ali 683'ten (1284-85) itiba-
de el-Melikü's-Sâlih lakabıyla Hama me-
çalışması yapmıştır (MÜ Sosyal Bilimler
ren Hama'da idarî görev aldı. On iki yaş-
liki oldu. 1320'de Sultan M u h a m m e d ile
Enstitüsü, 1987). 4. İsmü külli
sahâbiy-
larında iken amcazadesi el-Melikü'l-Mu-
birlikte hacca gittiler, d ö n ü ş t e el-Meli-
emren ve neh-
zaffer Mahmûd'la beraber Haçlılar'a kar-
kü'n-Nâsır M u h a m m e d ona sultan un-
mine't-tâbi'în
şı düzenlenen birçok sefere ve bu ara-
vanını ve el-Melikü'l-Müeyyed
yü-
da Merkab Kalesi'nin fethine, daha son-
verdi, b ü t ü n saltanat alâmetlerini taşımasına müsaade etti (17 Muharrem 720/
c
yîn revâ
an Resûlillâh
yen ve men
ba'dehû
ve ğayrihim vâfiku
mimmen
ismühû
lâ eba lehû
min
luklarını daha da sağlamlaştırdı ve 25
lakabını
nekaleti'l-hadîs
ra da Trablusşam'ın ve diğer sahil şehir-
Eserin birer nüs-
lerinin Haçlılar'dan geri alınması için dü-
28 Şubat 1320). Sultan M u h a m m e d onun
hası Topkapı Sarayı Müzesi (III. Ahmed,
zenlenen seferlere katıldı. 691'de (1292)
ilmine, edep ve faziletine hayrandı. Bun-
nr. 2969/5, vr. 525a-532b) ve Süleyma-
Fırat kıyılarına h â k i m bir mevkide bulu-
dan dolayı b ü t ü n emîrlerin ve devlet er-
niye (Lâleli, nr. 3729/8, vr. 73b-92a) kü-
nan Kal'atü'r-Rûm'u z a p t e t m e k üzere
kânının ona saygılı davranmalarını is-
Ehâdîş
gönderilen orduda görev aldı ve büyük
terdi.
cemî zi'l-emşâr.
min
tüphanelerinde
müntekât.
mevcuttur,
s.
Garîbü'l-hadîse dair olan bu
kahramanlıklar gösterdi. 698 (1298-99)
çalışmanın bir nüshası Zâhiriyye Kütüp-
yılında Memlûk Sultanı Lâçin'in Sîs'te hü-
sonra da tevazudan uzaklaşmadı ve hal-
k ü m süren Ermeni Krallığı'na karşı ter-
kın ihtiyaçlarıyla yakından ilgilendi. Bir
hanesi'ndedir (Mecmua, nr. 79, vr. 112a-
fîhi mevâ ziz
115b). 6. Kitâb
ve
hikem.
Bir nüshası Zâhiriyye K ü t ü p h a n e s i ' n d e a
b u l u n m a k t a d ı r (Mecmua, nr. 18, vr. 176 a
193 ). Ayrıca Fevâ'id
fi'l-hadîş,
Zehebî'nin
tiplediği sefere iştirak etti.
Babasının
Ebü'l-Fidâ
sultan
unvanını
aldıktan
kısmı b u g ü n bile ayakta olan saray, ca-
ölümünden sonra el-Melikü'l-Muzaffer'in
mi ve medreseler yaptırdı.
yardımcısı oldu ve ordudaki rütbesi yük-
Câmiu'l-hayyât
seltildi. Daha sonra Moğollar'la yapılan
eseridir. Suriye ve Mısır'daki emîr ve me-
savaşlara
liklerin birbirleriyle sürekli mücadele ve
katıldı. Bu arada
Esîrüddin
Hama'daki
(Câmiu'd-dehşet)
onun
büyük bir cilt olduğunu söylediği el-Cerh
A b d u r r a h m a n el-Ebherî ve Kâdılkudât
rekabet içinde oldukları bir
ve't-ta zdîl
İbn Vâsıl gibi birçok hocadan ders aldı.
Hama'yı
adlı eserleri-
Fıkıh, tefsir, felsefe, mantık, tıp, bota-
idare etmesi, onun kabiliyetli ve maha-
nin bulunduğu kaynaklarda zikredilmek-
nik, tarih, coğrafya ve nahiv gibi çeşitli
retli bir devlet a d a m ı olduğunu göster-
tedir.
ilim dallarında bilgi sahibi oldu. Çok er-
mektedir. Ayrıca âlim, edip ve şairleri
ken tarihlerden itibaren devrinde mey-
korumuştur.
hadîs
fi'd-du zafâ 3
min
ve Şerhu'ş-Şihâb
ricâli'l-
BİBLİYOGRAFYA: Hatîb, Târîhu
II, 243-244; Sem'â-
el-Mun-
dı. Ayrıca şiir yazdı ve zamanındaki ede-
Ebü'l-Fidâ 23 Muharrem 7 3 2 ' d e (26
el-Bidâ-
bî gelişmelere rehberlik etti. el-Melikü'l-
Ekim 1331) H a m a ' d a vefat etti ve da-
347-350;
a.mlf.,
Muzaffer'in 698'de (1298-99) ansızın ölü-
ha önce kendisi için yaptırdığı t ü r b e d e
m ü üzerine H a m a ' n i n yönetimi Eyyûbî
defnedildi. Ö l ü m ü sadece ilim sahipleri-
Esîr, el-Kâmil,
Lisânü'l-Mî-
ailesinin elinden çıktı ve Emîr Karasun-
ni değil aynı z a m a n d a onun âdil yöneti-
II, 5 0 ; İb-
gur buraya nâib tayin edildi. Ancak Ebü'l-
XVI,
Tezkiretü'l-huffâz,
9 6 8 ; a.mlf., Mîzânü'l-i'tidâl,
IX, 4 0 ; İbn Hacer,
n ü ' l - İ m â d , Şezerât,
III,
III, 5 2 3 ;
zân, V, 139-140; Hediyyetul-'ârifîn,
967-
İbnü'l-
III, 8 4 ; B r o c k e l m a n n ,
GAL
I, 2 8 0 ; Sezgin, GAS, I, 199-200; Kehhâ-
le, Mu'cemul-mü'ellifîn,
A'lâm
dana gelen olayları kaydetmeye başla-
I, 198-199; İbnü'l-Cevzî,
ye, XI, 3 0 3 ; Zehebî. A'lâmun-nübelâ',
Suppl.,
dönemde
uğramaksızın
(Atâ), XIV, 308-309; İbn Kesîr,
nî, el-Erısâb,
tazam
Bağdâd,
hiçbir saldırıya
IX, 2 3 2 ; Ziriklî, el-
(Fethullah), VI, 98.
Fidâ bir m ü d d e t sonra Kerek'te bulunduğu sırada Memlûk Sultanı el-Melikü'nNâsır M u h a m m e d b. Kalavun ile görüşerek onun güvenini kazandı ve kendisini
S
İSMAIL L . Ç A K A N
Hama'ya nâib tayin ettirdi (8 Cemâziyelevvel 7 1 0 / 3 Ekim 1310). el-Melikü'n-Nâ-
F
n
EBÜ'l-FİDÂ
(
sır M u h a m m e d ile sık sık g ö r ü ş ü p dost-
)
Ebü'l-Fidâ' el-Melikü'l-Müeyyed İmâdüddîn Îsmâîl b. Alî b. Mahmûd el-Eyyûbî (ö. 732/1331) Eyyûbî hânedanına mensup melik, tarihçi ve coğrafyacı.
672 yılı Cemâziyelevvelinde (Kasım 1273) Dımaşk'ta
doğdu.
Selâhaddîn-i
Eyyû-
bî'nin yeğeni H a m a hâkimi Takıyyüddin Ömer'in ahfadmdandır. Ailesi Moğol istilâsı sırasında Hama'dan Dımaşk'a kaçmıştı. Moğollar'm 680'de (1281) Hum u s yakınlarında m a ğ l û p olması üzerine ailesi, şehrin hâkimi olan amcası el-
Ebü'l - Fidâ'nın Hama'daki türbesinin XIX. yüzyıl sonlarındaki durumunu gösteren bir f o t o ğ r a f (İÜ Ktp.. Albüm, nr. 90.567)
mi altında müreffeh ve huzurlu bir hayat yaşayan Hama halkını da m a t e m e b o ğ m u ş t u r . Zamanla harap olan türbesi 1925'te t a m i r ettirilmiştir. Eserleri. 1. el-Muhtaşar* fî târîhi'1- beşer {el-Muhtaşar fî ahbâri'l-beşer, Târîhu Ebi'l-Fidâ). Yaratılıştan 729 (1329) yılına kadar gelen u m u m i bir tarih olup ilk defa 1286'da (1870) İstanbul'da iki cilt (dört cüz) halinde yayımlanmıştır. 2. Takvîmü'l-büldân*. VIII. (XIV.) yüzyılda coğrafya alanında yazılmış en değerli kitaplardan biri olup ilk defa 1840'ta J. T. Reinaud ve M. G. de Slane tarafından Paris'te yayımlanmıştır. 3. Nazmü'l-Hâvi'ş-şağîr. Necmeddin A b d ü l g a f f â r elKazvînî'nin el-Hâvi'ş-sağır adlı eserinin m a n z u m şeklidir (Süleymaniye Ktp., Esad Efendi, nr. 3678/20). 4. Şerhu'1-Kâfiye. Cemâleddin İbnü'l-Hâcib'in nahve dair el-Kâfiye adlı eserine yazmış olduğu şerhtir (Kastamonu İl Halk Kütüphanesi, nr. 2892). Bunlardan başka kaynaklarda adları geçen diğer eserleri de şunlardır; Kitâbü'l -Mevâzîn, et-Tibrü'1 - mesbûk
320 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
EBÜ'I-GÂDİYE fî târihi'l-mülûk, el-Künnâş I, 184; Keşfü'z-zunûn, II, 1465).
(Kütübî,
BİBLİYOGRAFYA: Kütübî, Fevâtü'l-Vefeyât,
I, 183-188; Safedî,
el-Vafî, IX, 173-178; İbn Kesîr, el-Bidâye, 158; İbn Hacer, ed-Dürerü'l-kâmine, İbn Tağrîberdî, en-Nüeûmü'z-zahire, 2 9 3 ; Keşfü'z-zunûn,
IX, 292-
II, 1 4 6 5 ; İbnü'I-İmâd, Şe-
zerât, VI, 98-99; Şevkânî, el-Bedrü't-tâli',
I, 150-
1 5 1 ; M. Ş e m s e d d i n [Günaltay], islâmda
ue Müuerrihler,
XIV,
I, 371-373;
Târih
İstanbul 1339-42, s. 203-220;
Sarton, Introduetion,
111/1, s. 793-799; Brockel-
m a n n , GAL, II, 55-57; Suppl,
II, 4 4 ; Ziriklî, el-
A'lâm,
I, 3 1 7 ; B. Lewis - P. M. Holt, The His-
torians
of the Middle
Easl
London 1962, s. 296-
2 9 7 , 2 9 9 , 301-302, 3 2 6 , 4 0 9 ; F. R o s e n t h a l , A
History
of the Müslim
Historiography,
müfessirîn, Rihle
X, 92; A h m e d R a m a z a n A h m e d , er-
ue'r-rehhâletü'l-müslimûn,
C i d d e , ts., s.
197-207; D. P. Little, An Introduetion
luk
Leiden
Mücemü'l-
1968, s. 55, 78, 91, 146; Nüveyhiz,
Historiography,
Wiesbaden
4 7 ; Carra d e Vaux, Les Penseurs
to Mam-
1970, s. 42-
de ['İslâm,
Pa-
ris 1984, I, 139-146; A h m e d Ateş, " K a s t a m o n u Genel Kitaplığında B u l u n a n Bazı M ü h i m A r a p ç a v e F a r s ç a Y a z m a l a r " , Oriens, V (1952), 2 8 - 4 6 ; M u h a m m e d Kâmil Ayyâd, " E b ü ' l - F i d â e l - m e l i k ü ' l - ' a l l â m e " , MMLADm.,
şitli hediyeler ve hil'at gönderdi. Bunun üzerine pek çok kimse Ebü'l-Fütûh'tan ayrıldı ve Hâkim -Biemrillâh'a bağlandı. Ebü'l-Fütûh ise Cerrâhîler'den ve Türk emirlerinden Yârûh Tegin'den Mekke'ye dönme konusunda yardım istedi. Onların yardımıyla aynı yıl içinde gizlice Vâdilkurâ'ya kadar geldi. Emirliği Ebü'tTayyib'den alarak durumu Fâtımî halifesine bildirdi, Fâtımî halifesi de bunu kabul etmek zorunda kaldı. Bundan sonra Ebü'l-Fütûh hutbeyi Fâtımî halifesi adına okuttu ve ölünceye kadar Mekke emirliğine devam etti. Ancak halife, Ebü'lFütüh'a yardım eden Müferric b. Dağfel'i bir hile ile öldürttü (404/1013). EbüT-Fütûh'un ölümünden sonra oğlu Şükür Mekke emîri oldu. Yirmi üç yıl emirlik yapan Şükür'ün erkek evlâdı olmadığından Mûsevî ailesinin emirliği onunla sona erdi (453/ 1061). Emirlik aynı sülâleden Benî Füleyte (Felîte) denilen Hâşimîler (Havâşim) ailesine geçti.
L (1979), s.
BİBLİYOGRAFYA:
46-74; B r o c k e l m a n n , " E b ü l f i d â " , İA, IV, 7 8 ; H. A. R. Gibb, " A b u ' l - F i d â " , E!
2
(İng.), I, 118-119;
J . Vernet, " A b u ' l - F i d â " , DSB, I, 28-29. S
Fâsî, el-'lkdü'ş-şemîn,
Ğâyetü'l-merim,
ABDÜLKERIM ÖZAYDIN
EBÜ'I-FÜTÛH el-MÛSEVÎ
n
kâtühe'l-hâriciyye:
301-487
ue'alâ-
h„ Riyad 1401 /
1981, s. 39-61; Uzunçarşılı, Mekke-i
Mükerre-
A n k a r a 1984, s. 4, 7 0 ; Mu.Fs.,
2 3 4 - 2 3 6 ; A. J . VVensinck -
C. E.
II,
Bosvvorth,
" M a k k a " , El 2 (İng.), VI, 148-149.
( J y ^ jy^N y} ) Hasen b. Ca'fer b. Muhammed el-Mûsevî el-Hasenî (ö. 430/1039)
B
r
C A H İ D BALTACI
EBÜ'I-GÂDİYE
n
( SjjUJI y\ )
Mekke emîri
Ebü'l-Gidiye Yesâr b. Sebu' el-Cühenî (ö. 83/702'den sonra)
(994-1039).
L
el-A'lâm,
II, 2 0 0 ; A h m e d Ö m e r ez-Zeylaî, Mekke
me Emirleri, r
IV, 69-80; İbn Fehd,
I, 4 8 3 - 4 9 4 ; Ziriklî,
J
Mekke'de emirlik yapan şeriflerden Hz. Hasan evlâdından Mûsâ b. Abdullah'tan dolayı Mûsevî nisbesini almıştır. Bu aileye mensup emirlerin ilki Mûsâ b. Abdullah, sonuncusu da Ebü'l-Fütüh'un oğlu Şükür'dür. Kardeşi îsâ b. Ca'fer'in 384'te (994) ölümü üzerine Mekke emîri olan Ebü'l Fütûh cesur, idealist ve şair ruhlu bir kimseydi. 381 (991) yılından itibaren kardeşine emirlikte yardımcı olmuş, bu sırada büyük nüfuz kazanmış, Abbâsî ve Fâtımî halifelerine çeşitli yazılar yazmıştı. Ebü'l-Fütûh 402'de (1011) Mekke'de müstakil emirliğini ilân etti ve adına para bastırdı. Daha sonra Filistin'in merkezi Remle'ye giderek Râşid-Billâh lakabıyla bu defa halifeliğini ilân etti. Buna karşılık Fâtımî Halifesi Hâkim-Biemrillâh 403 (1012) yılında Ebü'l-Fütüh'un amcazadesi Ebü't-Tayyib'i Haremeyn valiliğine tayin etti ve 50.000 dinarla çe-
^
Sahâbî.
j
Ebü'l-Gâdiye künyesiyle tanınan iki sahâbîden birinin nisbesi Cühenî, diğerininki Müzenî'dir. Bazıları bunların aynı kişi olduğunu ileri sürmüşlerse de bu görüş taraftar bulmamıştır. Ebü'l-Gâdiye el-Cühenî'nin adının Müslim olduğu da söylenmektedir. Hayatı hakkında fazla bilgi bulunmadığı gibi ne zaman müslüman olduğu da belli değildir. Akabe'de Resûlullah'a biat ettikten sonra orada kendisinden dinlediği bir konuşmaya dair rivayetin ( Müsned, IV, 76; V, 689), Vedâ haccında irad edilip canlara ve mallara kastetmeyi yasaklayan hutbenin bir bölümü olması düşündürücüdür. Ayrıca Akabe Biatı'na katılan sahabe arasında onun adı geçmemektedir. Ebü'l-Gâdiye'nin namaza geç geldiği bir gün Hz. Peygamber'in bunun sebebini sorduğu,
bir çocuğunun doğduğunu söylemesi üzerine çocuğu getirtip başını okşadığı ve ona Sa'd adını koyduğuna dair rivayetle (MüttakI el-Hindî, X I I I , 617) kendisinin Hz. Peygamber zamanında küçük bir çocuk olduğuna dair rivayeti (İbnü'l-Esîr, VI, 237) bağdaştırmak da m ü m k ü n görünmemektedir. Ebü'I-Gâdiye'nin üç kişiyle birlikte Medine'ye hicret ettiği ( Müsned, IV, 76) ve Hudeybiye Antlaşması'nda bulunduğu da söylenmektedir. Hz. Osman taraftarı olduğu anlaşılan Ebü'I-Gâdiye'nin, Küfe valiliğinden azledilen Ammâr b. Yâsir'in Hz. Osman aleyhinde konuşmasını duyup ona kin beslediği, Sıffîn Savaşı'nda bir fırsatını bularak Ammâr'ı öldürdüğü rivayet edilmektedir. Canlara ve mallara kastetmeyi yasaklayan hadisi rivayet eden bir kimsenin, Ammâr'ı öldürenin cehennemlik olduğuna ( Müsned, IV, 198) ve onu âsi bir topluluğun öldüreceğine (Buhârî, "Şalât", 63; Müslim, "Fiten", 70, 72, 73) dair rivayetlere rağmen bu işi yapmasını ve Ammâr'ı nasıl öldürdüğünü çekinmeden anlatmasını İbnü'l-Esîr ve diğer bazı müellifler hayretle karşılamışlardır. Ebü'l-Gâdiye Resûlullah'ın vefatından sonra Suriye'de yaşamış, hayatının sonlarına doğru da Vâsıt'a göç etmiştir. Onun ok atıcılığındaki mahareti, Muâviye devrinde Bizanslılarla yapılan bir deniz savaşında çok işe yaramıştır. Düşman donanmasından fırlatılan neft yağına bulanmış ateşli paçavraların İslâm ordusunda büyük kayıplara yol açması üzerine Ebü'l-Gidiye bunları fırlatan askeri okla öldürmüş, ateş Bizans gemisine düşünce yangın çıkmış ve gemide bulunan 300 Bizans askeri ölmüştür. Bu olaydan sonra, "Ebü'I-Gâdiye'nin oku 300 askeri öldürdü" sözü meşhur olmuştur. Ebü'I-Gâdiye'nin ölüm tarihi kesin olarak belli değildir. 83 (702) yılında Haccâc tarafından kurulan Vâsıt şehrine göç etmesi ve Haccâc ile bazı temaslarda bulunması dikkate alınarak 83'ten sonra öldüğü söylenebilir. Kendisinden oğlu Sa'd, Hâlid b. Ma'dân, Külsûm b. Cebr ve bazı Suriyeliler rivayette bulunmuşlardır. BİBLİYOGRAFYA: Müsned,
IV, 76, 198; V, 6 8 9 ; Buhârî, "Şalât",
6 3 ; M ü s l i m , "Fiten", 70, 72, 7 3 ; İbn Sa'd, et-Ta-
bakât,
III, 261-262; İbn Kuteybe,
el-Ma'ârif(Uk-
kâşe), s. 2 5 7 ; İbnü'l-Esîr. üsdü'l-ğâbe VI, 237-238; a.mlf., el-Kâmil,
A'lâmun-nübelâ',
(Bennâ),
III, 3 1 0 ; Zehebî,
II, 544-545; İbn Hacer, el-Işâ-
be (Bicâvî), VII, 311-313; M ü t t a k I el-Hindî, Kenzü'l-'ummâl,
XIII, 6 1 7 .
rj-ı YIOL K E M A L SANDIKÇI
321 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
EBÜ'l-HACCÂC el-BELEVÎ E B Ü ' l - H A C C Â C el-BELEVÎ {
JiT)
Ebü'l-Haccâc Yûsuf b. Muhammed b. Abdillâh el-Belevî el-Mâlekı el-İşbîlî (ö. 604/1208) Endülüslü edip ve şair.
J
İbnü'ş-Şeyh diye de bilinir. Aslen İşbîliyeli olup Mâleka'da doğdu (527/1133). Ebû Muhammed Kasım b. Dahmân, Ebû Zeyd es-Süheylî ve Ebû İshak İbn Karkül gibi hocalardan öğrenim gördü. 560 (1165) yılında hacca giderken uğradığı Bicâye'de İbnü'l-Harrât el-Ezdrden ders aldı. Hocasını el-Ahkâmü'ş-şer ciyye adlı eserini yazması için teşvik etti ve bu konuda kendisiyle görüş alışverişinde bulundu. Daha sonra gittiği İskenderiye'de bir süre kalarak Ebû Tâhir Ahmed b. Muhammed es-Silefî, Ebü'l-Abbas esSarakustî ve Ebû Muhammed ed-Dîbâcl'den hadis dersleri aldı, bir müddet burada hatiplik yaptıktan sonra Mekke'ye geçti. Mekke'de de bazı hocalardan ders aldı. Bir süre Suriye'de de bulunduğu anlaşılan Ebü'l-Haccâc memleketine dönerken İskenderiye'de ve birkaç ay kadar da Bicâye'de kalarak İbnü'lHarrât'tan adı geçen eserini okudu. Mâleka'ya dönünce camilerde hatiplik yaptı ve çeşitli konularda ders verdi. Talebeleri arasında Ebû Muhammed İbn Havtallah ile kardeşi Ebû Süleyman İbn Havtallatı, Ebü'r-Rebî" el-Kelâî, Ebû Ali erRundî ve Ebû Muhammed el-Kurtubî gibi âlimler bulunmaktadır. Muvahhidî Hükümdarı Ya'küb el-Mansûr ile birlikte Mağrib'de, Selâhaddîn-i Etyyûbî ile de Suriye'de savaşlara katılan Ebü'l-Haccâc çok dindar, tasavvufî düşünceye yatkın, çalışkan ve iyilik sever bir kişiydi. Kendi kazancıyla Mâleka'da yirmi beş cami yaptırmış, elliden fazla su kuyusu açtırmıştır. 604 Ramazanında (Nisan 1208) Mâleka'da vefat etti. Eserleri. 1. Kitâbü Elit bâ' li'l-elibbâ*. Ölümünden sonra oğlu Abdürrahîm'in okuması için yazdığı bu eser, dönemine göre geniş bir genel kültür ansiklopedisi mahiyetinde olup kırk beyitlik bir kasidede geçen garîb kelimeler esas alınarak tertip edilmiştir. Söz konusu kelimeler "elif" ve "bâ" ile başladığı için eserine bu adı vermiştir. Garîb kelimelerin esas alınmasına rağmen eser sadece bir garîb kelimeler lügati değildir. Kitapta ayrıca kalb* metoduyla bunlardan türetilen kelimeler ve karşıtları üzerinde durulmuş; Kur'ân-ı Kerîm, hadis, şiir ve di-
ğer edebî bilgilerden de faydalanılarak dinî, edebî, tarihî ve dille ilgili konularla bitkiler, hayvanlar, matematik vb. alanlarda değişik meselelere yer verilmiştir. Çeşitli kütüphanelerde birçok yazması bulunan (Brockelmann, GAL Suppl, I, 543 544) eser iki cilt halinde basılmıştır (Kahire 1287). Z. Tekmîlü'l-ebyât ve tetmîmul - hikâyât. Kısaca et-Tekmîl diye de bilinir. Ebü'l-Haccâc, Kitâbü Elif bâ* smdaki bazı konulan dostu ve aynı zamanda hocası olan Ebû Muhammed Abdülvehhâb el-Kaysî ile tartışarak daha da olgunlaştırmış ve onlan bir araya getirmek suretiyle bu eserini telif etmiştir. Ancak kitabın günümüze ulaşıp ulaşmadığı bilinmemektedir. Ebü'l-Haccâc aynca hocalannın hayatına dair Fihrist adlı bir eserinden de söz etmektedir ( Kitâbü ElifbaI, 166). BİBLİYOGRAFYA: Ebü'l-Haccâc el-Belevî, Kitâbü
Elif bâ',
hire 1 2 8 7 , l-İI; M ü n z i r î . et-Tekmile, n ü ' l - E b b â r , et-Tekmile
(nşr. F. C o d e r a ) , M a d r i d
1887-89, II, 7 3 7 - 7 3 8 ; İ b n u z - Z ü b e y r ,
Şıla
Ka-
II, 1 4 7 ; İb-
Şılatuş-
(nşr. E . Levi-Provençal), R a b a t İ 9 3 7 , s.
2 1 7 - 2 2 0 ; Zehebî, A'lâmun-nübelâ',
raat ilminde istifade eden talebelerindendir. Hadisle de meşgul olup bu ilimde sika* olarak değerlendirilen ve bazı kaynaklarda bir rivayetine yer verilen (bk. Hatîb, XIII, 16; Zehebî, Târîhu'l-İslâm, vr. 64a) EbüT-Hâris, kıraat ilmindeki hocalanndan Yahyâ b. Mübârek el-YezîdTden hadis rivayet etmiş, kendisinden de Muhammed b. Yahyâ el-Kisâî ve Seleme b. Âsim rivayette bulunmuşlardır. İbn Mücâhid'in (ö. 324/936) Kitâbü'sSeb V s ı n d a Kisâî kıraatinin râvileri arasında yer verdiği Ebü'l-Hâris'in, özellikle hicrî V. yüzyıldan itibaren kırâat-i seb'a imamlannın râvilerini iki ile sınırlayan kıraat kitaplannda (meselâ bk. Mekkî b. Ebû Tâlib, s. 175-194; Dânî, s. 3) KisâFnin iki râvisinden biri olarak tercih edilmesinin sebebi, herhalde onun bu ilimdeki üstünlüğü, özellikle Kisâî kıraatini icrada üstat sayılması ve buna bağlı olarak, Ebû Amr ed-Dânî'nin de belirttiği gibi {et-Teysîr, s. 3), bu kıraatle ilgili rivayetinin güvenle ve yaygın bir şekilde okunm u ş olmasıdır. BİBLİYOGRAFYA :
XXI, 2 4 3 ;
E b û Ca'fer A h m e d b. Ali el-Belevî, Şebet
(nşr.
İbn M ü c â h i d , Kitâbü's-Seb'a
fi'l-kırâ'ât
(nşr.
A b d u l l a h el-Amrânî), Beyrut 1 4 0 3 / 1 9 8 3 , s. 1 5 ;
Şevki Dayf), Kahire 1972, s. 9 8 ; İ b n ü ' n - N e d î m .
M a k k a r î . Nefhu't-tîb,
el-Fihrist,
1 5 0 ; Serkîs. Mu
I, 1 5 1 ; Keşfü'z-zunûn,
GAL, I, 3 7 8 ; SuppL,
I, 5 4 3 - 5 4 4 ; A. G. Palencia.
Târîhu'l-fikri'l-Endelüsî Kahire
1955,
rnü'ellifin,
1,
cem, I, 299-300; Brockelmann.
s.
179;
(trc. H ü s e y i n M û n i s ) , Kehhâle.
Mu'cemü'tc
XIII, 3 3 0 ; Ziriklî. el-A lâm
lah), VIII, 247-248; Ö m e r Ferruh.
(Fethul-
Târihul-edeb,
Tebsıra
s. 3 2 ; M e k k î b. E b û Tâlib.
fıt-kırâ'âti's-seb'
(nşr.
G a v s en-Nedvî), B o m b a y 1 4 0 2 / 1 9 8 2 , s. 175194, 210-211; Dânî. et-Teysîr (nşr. O t t o Pretzl), İstanbul 1 9 3 0 , s. 3 ; H a t î b , T â r î h u Bağdâd, 1 6 ; İbnü'l-Bâziş, el-İknâI,
hu'l-İslâm,
H
HALİT Z E V A L S I Z
T S M K , III. A h m e d , nr. 2 9 1 7 / 7 , vr.
EBÜ'l-HÂRİS
(
J
)
^
Kıraat-i seb'a imamlarından Kisâî'nin meşhur iki râvisinden biri.
HU r
L
II, 3 4 ;
İbnü'l-
II, 9 5 . İTİ
n
EbüT-Hâris el-Leys b. Hâlid el-Bağdâdî (ö. 240/854)
1, 2 1 1 ; İb-
Gâyetü'n-nihâye,
nü'l-Cezerî, i m â d , Şezerât,
r
XIII,
1 4 0 ; Zehebî. Târi-
6 3 b - 6 4 a ; a.mlf., Ma'rifetul-kurra, '
Kitâbü't-
Muhammed
TAYYAR ALTIKULAÇ
EBÜ'l-HASAN el-ÂMİRÎ
n
(bk. ÂMİRİ, Ebü'l-Hasan).
EBÜ'l-HASAN el-ASKERÎ
^
(bk. ALİ el-HÂDÎ). Hayatı hakkında yeterli bilgi yoktur. Bazı kaynaklarda Mervezî nisbesiyle de anıldığı zikredilmiştir. Ancak Ebû Amr ed-Dânî bunun doğru olmadığını, bu nisbe ile aynı adı taşıyan kimsenin Mâlik b. Enes'in talebelerinden biri olduğunu ve Ebû Bekir künyesiyle anıldığını söylemiştir (Zehebî, Ma'rifetul-kurrâ*, I, 211). Kıraat ilmini arz* yoluyla kırâat-i seb'a* imamlanndan olan Ali b. Hamza el-Kisâı'den öğrendi ve onun önde gelen talebeleri arasında yer aldı. Aynca Hamza b. Kasım el-Ahvel ve Yahyâ b. Mübârek el-YezîdTden de faydalanarak rivayette bulundu. Seleme b. Âsim, Muhammed b. Yahyâ el-Kisâî, FadI b. Şâzân ve Ya'küb b. Ahmed et-Türkmânî kendisinden kı-
r
EBÜ'l-HASAN el-BÛŞENCÎ
^
(bk. BÛŞENCt Ebü'l-Hasan).
EBÜ'l-HASAN CİLVE
(
)
Ebü'l-Hasen b. Mîrzâ Muhammed et-Tabâtabâî el-İsfahânî (ö. 1314/1897) L
İranlı filozof ve şair.
1238'de (1823) Hindistan'ın Gucerât bölgesinde bulunan Ahmedâbâd'da doğdu. Babası Seyyid Mirza Muhammed, Ahmedâbâd'a gelmeden önce yerleştiği
322 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
EBÜ'I-HASAN es-SÂİĞ Haydarâbâd'da emîrin kızıyla evlenmiş, ancak kendisini çekemeyenlerin iftirasına uğrayınca Haydarâbâd'dan ayrılmak zorunda kalmıştı. Ahmedâbâd'a giderek orada ticaretle uğraşmaya başlayan Mirza Muhammed daha sonra Bombay'a geçti; 1246'da (1830) akrabalarının isteği üzerine İsfahan'a yerleşti. Ebü'l-Hasan on dört yaşında iken babasını kaybetti. Nâme-i Dânişveıân-ı Nâşııî adlı eserde yayımlanmak üzere yazdığı biyografisine göre, ataları arasında Mirza Refîuddîn-i Nâînî (ö. 1082/ 1671) gibi âlim ve fâzıl kişilerin bulunduğunu öğrenmesi, amcası Micmer'in şair oluşu, babasının Mazhar takma adıyla şiirler yazması ilim ve şiire karşı büyük bir ilgi duymasına sebep oldu ve Kâsegerân Medresesi'nde öğrenime başladı. Çeşitli ilimlere karşı doğuştan yeteneğe sahip olması onu aklî ilimler, ilâhiyat, matematik ve metafiziğe yöneltti. Birçok edip, şair ve seçkin ulemânın sohbetlerinde bulundu. Bu sıralarda ilim meclislerinde şiir söylemeye başladı. Şiirlerinde kullandığı Cilve mahlasından dolayı Mirza Cilve lakabıyla tanındı. İsfahan'daki öğrenimini tamamladıktan sonra 1857'de Tahran'a gitti. Ev kiralayacak kadar parası olmadığından kendisine tahsis edilen Dârüşşifâ Medresesi'nin bir odasında eğitim ve öğretimin dışında başka hiçbir şeyle uğraşmayıp münzevi bir hayat yaşadı. Bu arada mason locasına girdi. Cilve'nin ziyaretçi olarak kabul ettiği kişiler arasında Kaçar hanedanından Nasîrüddin Şah ve Edvvard G. Brovvne da vardı. Ebü'l-Hasan Cilve vefat edince Şiî muhaddis Şeyh Sadük İbn Bâbeveyh el-Kummî'nin türbesinin yanında defnedildi. Ebü'l-Hasan Cilve, orijinal bir eser meydana getirmenin güç olacağı, hatta mümkün olamayacağı düşüncesiyle daha ziyade eski âlimlerin felsefî eserlerine şerh ve hâşiyeler yazmış, bu çalışmalarıyla İslâm felsefesinin, özellikle İşrâkî hikmetin üstatlarından biri olmuştur. Daha çok Molla Sadrâ diye tanınan İranlı filozof Sadreddîn-i Şîrâzî'nin (ö. 1050/1640) elHikmetü'l-müte z âliye îî esîâri'l-erba ca'sına ve diğer eserlerine hâşiyeler yazan, İbn Sînâ'nın kitaplarını da inceleyerek bu iki filozofun eserleri üzerine dersler veren Ebü'l-Hasan'ın yetiştirdiği talebeler arasında Tarâ'iku'l-hakâ'ik müellifi Ma'sûm Ali Şah ve Seyyid Hâşim Uşkûrî sayılabilir.
Eserleri. 1. İsbâtü'l-harekâti'l-cevheriyye. Molla Sadrâ'nın Şerhu'l - Hidâyeti! • eşîriyye (Tahran 1313 hş.) adlı eserinin hâşiyesi olup adı geçen kitabın kenarında basılmıştır. 2. Dîvân (Tahran, ts.). Ebü'l-Hasan şiir yazmakta fayda görmediğini söylemesine rağmen hiçbir zaman şiirden vazgeçmemiş ve bir divan oluşturacak kadar şiir yazmıştır. 3. Rabtü'l-hadîs bi'l-kadîm (Tahran 1313 hş.). Muhsin el-Emîn, bu kitabın Molla Sadrâ'nın adını vermediği bir eserinin şerhi olduğunu belirtmiştir (A'yânü'ş-Şfa, II, 338). BİBLİYOGRAFYA: Tebriz!, Reyhânetül-edeb,
heng-i
Fârsî,
Hâl-i Ricâl-i Şfa,
1, 4 1 9 - 4 2 0 ; Fer-
İrân, Tahran 1371 h ş . ;
A'yânuş-
II, 3 3 7 - 3 3 8 ; A g â Büzürg-i Tahrânî,
muş-Şfa,
A'lâ-
Meşhed 1404, I, 42-43; DMF, 1, 7 4 5 ;
D i h h u d â , Luğatnâme,
X, 8 4 ; H. Algar, " A b u ' l -
H a s a n D i i l w a " , El 2 Suppl.
(İng.), s. 23-24.
S
F
Şerh-i
V, 4 3 1 ; M e h d i B â m d â d .
R I Z A KURTULUŞ
EBÜ'I-HASAN el-CÜRCÂNÎ
n
(bk. CÜRCÂN!, Ebü'l-Hasan).
r L
r L
r L
r L
EBÜ'I-HASAN el-EŞ'ARÎ (bk. EŞ'ARÎ, Ebü'l-Hasaıı).
EBÜ'I-HASAN el-HADDÂD
~1
(bk. İDRÎS b. ABDÜLKERÎM).
EBÜ'I-HASAN el-HULVANİ (bk. HULVÂNÎ, Ebü'l-Hasan).
EBÜ'I-HASAN er-RUMMÂNÎ (bk. RUMMÂNİ).
EBÜ'I-HASAN es-SÂİĞ ( jJUJI j-^JI
)
Ebü'l-Hasen Alî b. Muhammed b. Sehl es-Sâiğ ed-Dîneverî (ö. 330/941 [?]) L
İlk devir sûfîlerinden.
el-Karâfî gibi tanınmış sûfîlerin üstadı oldu. Müridlerinden Ebü'l-Hasan el-Mağribî onu şeyhlerin en heybetlisi olarak tanıtır. 330 (941) veya 331'de (942) Mısır'da vefat etti. Sülemî, Ebü'I-Hasan'm sofilikten çok zühd ve takvâyı esas aldığını söyler. Ona göre dünya kaygılarından kurtulmanın yolu âhiret kaygısı taşımaktır. İnsan nefsinin arzularına karşı çok dikkatli olmalıdır; zira nefsini sevme kendini mahvetmeye sebep olur. Mürid dünyayı iki kere terketmelidir. Önce dünya nimetlerinden ve zevklerinden yüz çevirmeli, bunun sonucunda dünyayı terkeden kişi olarak tanınıp bu yüzden saygı görmeye başlayınca halini gizleyerek dünyaya yönelmeli ve dünya ehli arasına girmelidir. Çünkü dünyayı terkeden biri olarak tanınmak dünyaya yönelmekten daha büyük günahtır. Hakkın dostlarından dert ve belâ eksik olmaz. Sevenler sevgililerine duydukları özlem ateşi içinde cennetliklerin cennette aldıkları zevkten daha fazla haz alırlar. Mârifet daima Allah'ın lutfunu görmektir. Ona göre sûfînin zaman zaman yaşadığı haller şimşek parıltısı gibi geçicidir. Mârifet sahibi sûfî her şeyde iyiliği görmeli, kendisine verilen nimetlerin şükrünü eda etmekten âciz olduğunu idrak etmeli, kendini kudret ve kuvvet sahibi görmekten kaçınmalıdır. Ebü'l-Hasan es-Sâiğ tevhid konusunda görünmeyeni (Allah) görünene (âlem) kıyas etmenin yanlış olduğu kanaatindedir. Çünkü görünen yani eşi ve benzeri bulunan bir şey, sıfatları görülmeyen ve eşsiz olan bir varlığa benzetilemez. Ebü'l-Hasan'ın, "Mürid kimdir ve özellikleri nelerdir?" sorusuna cevap olarak Tevbe süresinin, "Yeryüzü genişliğine rağmen onlara dar gelmiş, vicdanları kendilerini sıktıkça sıkmıştı. Nihayet Allah'ın azabından yine O'na sığınmaktan başka çare olmadığını anlamışlardı" meâlindeki 118. âyetini okuduğu nakledilir. BİBLİYOGRAFYA: Sülemî, Tabakât, Cevzî, Şıfatuş-şafue,
Hayatı hakkında yeterli bilgi yoktur. Aslen Dîneverli olup hayatının belli bir döneminden sonra Mısır'a giderek oraya yerleşti. Ebû Ca'fer es-Saydalânî'nin sohbetinde bulundu. Ebû Osman el-Mağribî, Ebû Bekir ed-Dükkî ve Ebü'l-Hasan
s. 312-315; E b û Nuaym, Hil-
ye, X , 3 5 3 ; Kuşeyrî, er-Risâle,
I, 1 7 6 ; İbnü'l-
IV, 7 9 ; a.mlf.,
zam, VI, 3 2 8 ; İbn Kesîr, el-Bidâye, revî, Tabakât,
kâtu
l- euliyâ',
s. 4 0 3 ; İ b n ü ' l - M ü l a k k ı n , s. 1 5 9 ; C â m î , Nefehât,
Şa'rânî, et-Tabakât, vî, el-Keuâkib, 3 3 0 vd.
el-Munta-
XI, 2 0 4 ; He-
Tabas. 1 6 2 ;
Kahire 1945, 1, 1 0 2 ; Münâ-
II, 4 0 ; İbnü'1-lmâd, Şezerât,
II,
r-ı M
ERHAN YETIK
323 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
EBÜ'l-HATTÂB el-ESEDÎ Hattâb, Abbâsî Halifesi Ebû Ca'fer elMansûr'un Trablus âmili Amr b. Süveyd el-MurâdFyi görevinden uzaklaştırdı. Onu Trablus'ta kalmak veya ayrılmak konusunda serbest bıraktıysa da Amr beytülmâlin anahtarlarını teslim ederek ayrılmayı tercih etti. Böylece Ebü'l-Hattâb imam seçildiği yıl Trablus'a hâkim olmayı başardı.
EBÜ'l-HATTÂB el-ESEDÎ ( ^o-V/^lüiJI ^ ) Ebü'l-Hattâb Muhammed b. Ebî Zeyneb el-Esedî (ö. 143/760) Şîa'nm aşırı gruplarından Hattâbiyye'nin kurucusu (bk. HATTÂBÎYYE).
F
EBÜ'l-HATTÂB el-KELVEZÂNÎ (bk. KELVEZÂNÎ).
F
EBÜ'l-HATTÂB el-MEÂFİRÎ ( jTjiUJI jjt )
n
Ebü'l-Hattâb Abdüla'lâ b. es-Semh el-Meâfirî el-Himyerî (ö. 144/761) Trablusgarp'ta Cebelinefûse bölgesindeki İbâzîler'in seçtikleri ilk imam. Aslen Yemenli olup Basra'da Ebû Ubeyde Müslim b. Ebû Kerîme'den İbâzıyye mezhebinin esaslarını öğrenen, bu bilgileri Kuzey Afrika'ya taşıyan ve "hameletüT-ilm" diye adlandırılan beş kişiden biridir (diğerleri Abdurrahman b. Rüstem, Âsim b. Cemîl es-Sidrâtî, Ebû Dâvûd enNefzâvî ve İsmâil b. Derrâr el-Gadâmisî'dir). Basra'da beş yıl kadar kalıp tahsillerini tamamladıktan sonra hocalarının talimatına uyarak devlet kurmak amacıyla Kuzey Afrika'ya geçen bu kişilerle birlikte Trablus'a giden Ebü'l-Hattâb, mezhep mensuplarının durumuyla yakından ilgilenmeye ve önde gelen cemaat reisleriyle istişarelerde bulunmaya başladı. Önceki yıllarda Ukbe b. Nâfi'in torunlarından İlyâs b. Habîb tarafından Trablus'ta öldürülen İbâzî ileri gelenlerinden Abdullah b. Mes'ûd et-Tücîbî'nin intikamını almak için bir isyan hareketi başlatıp İlyâs'ın Trablus valiliğinden azlini sağlayan, fakat son derece dikkatli davranan mezhep mensupları işlerini yürütecek bir imam seçmek istiyorlardı. Trablus şehrinin batısındaki Sayyâd mevkiinde bir arazi ihtilâfı dolayısıyla toplanıyormuş gibi görünen İbâzîler Allah'ın kitabı, resulünün sünneti ve selefin sîretine uygun şekilde hükmetmek üzere Ebü'l-Hattâb el-Meâfirî'ye biat ettiler (140/757). Bir müddet sonra Trablus'a baskın yapan Ebü'l-Hattâb kuvvetleri, hükmün ancak Allah'a ait olduğunu ve sadece Ebü'l-Hattâb'a itaat edeceklerini ilân ederek şehre dağıldılar. Ebü'l-
Bu dönemde Habîb b. Abdurrahman Kayrevan'da hâkimiyetini sürdürmekte iken Sufriyye mezhebine mensup olan Berberi Verfecûme kabilesi reisi Âsim el-Verfecûmî, bir isyan hareketiyle Habîb'i öldürüp Kayrevan ve civarına hâkim oldu (Muharrem 140/Haziran 757). Verfecûme mensuplarının halka kötü davranmaları, ahalinin canına, malına ve namusuna kastetmeleri üzerine halk İbâzî imâmetinden yardım istedi. Bunun üzerine Ebü'l-Hattâb, Abdurrahman b. Rüstem ve Âsim es-Sidrâtî'yi yanına alarak 6000 kişilik bir kuvvetle yola çıktı. Yol üzerinde bulunan Kabis'i ele geçirdi, buraya bir âmil tayin ederek Kayrevan'a doğru ilerledi. Şehrin yakınlarında Abdülmelik el-Verfecûmî'nin kumandasındaki kuvvetlerle karşılaştı. Ahalinin şehir içinde isyan çıkarmasından da faydalanan Ebü'l-Hattâb kısa zamanda düşmanlarını mağlûp etti, Abdülmelik'le birlikte adamlarının birçoğu öldürüldü. Teslim olanlar da kılıçtan geçirildi. Böylece Kayrevan Ebü'l-Hattâb kuvvetleri tarafından tamamen ele geçirildi (Safer 141 /Haziran 758). Âsim es-Sidrâtî bu savaşta yediği bir yemekten zehirlenerek öldü. Ebü'l-Hattâb, diğer arkadaşı Abdurrahman b. Rüstem'i Kayrevan'a âmil tayin ederek Trablus'a döndü. Böylece kısa zamanda Trablus'tan Kayrevan'a kadar hüküm süren güçlü bir İbâzî imâmeti ortaya çıkmış oldu. Aynı yıl Halife Mansûr tarafından Mısır valiliğine tayin edilen Muhammed b. Eş'as elHuzâî, İfrîkıye'de asayişi yeniden sağlamak için Avvâm b. Abdülazîz el-Becelî kumandasındaki bir orduyu bölgeye şevketti. Ebü'l-Hattâb bu orduya karşı Verdâse'ye kadar gitti. Halife kuvvetlerinin ilerlemesine engel olmak için Mâlik b. Sehrân el-Hevvâri kumandasında gönderdiği öncü kuvvetler Abbâsî ordusunu Sürt civarında mağlûp etti. Bundan sonra Mısır'dan Ebü'l-Ahvas Ömer elİclî kumandasında ikinci bir ordu gönderildiyse de bu ordu da bizzat Ebü'lHattâb tarafından Mağmedâs mevkiinde bozguna uğratıldı (142/759). Ebü'lHattâb birçok ganimet alarak Trablus'a
döndü. Kendisinin ve mensuplarının asıl gayesi, nüfuz alanını genişletmek isteyen Abbâsî halifesine engel olmak, memleketleri olan İfrîkıye'nin idaresini başkasına kaptırmamaktı. Halife Mansûr, İfrîkıye'deki bu başarısız harekâttan sonra bizzat Mısır Valisi İbnü'l-Eş'as'tan bu meseleyi halletmesini istedi. Bunun üzerine İbnü'l-Eş'as 40.000 kişilik bir ordu ile İfrîkıye'ye yöneldi. Durumdan haberdar olan Ebü'lHattâb da 200.000 kişiye yakın bir ordu ile Trablus'tan çıkarak Tavurga'nın güneybatısında bulunan Verdâse'ye gidip karargâhını kurdu. Fakat İbnü'l-Eş'as'ın, doğuya gittiği zannını veren bir taktik uygulaması Ebü'l-Hattâb kuvvetlerinin dağılmasına sebep oldu. İbnü'l-Eş'as sıkı bir yürüyüşle Trablus'a ulaştı. Ebü'lHattâb da onu durdurmak için süratle yakındaki kabileleri topladı. İki taraf Tavurga'da karşılaştı. Cereyan eden şiddetli savaş sonunda Ebü'l-Hattâb mağlûp oldu, kendisi ve taraftarlarının çoğu öldürüldü (Safer 144/Mayıs 761). Trablus'u zapteden halife ordusu iki ay sonra Kayrevan'a da hâkim oldu. Bu suretle İfrîkıye'de kurulan ilk İbâzî imâmeti yaklaşık dört yıl devam edebildi. BİBLİYOGRAFYA: İbn A b d ü l h a k e m , Fütûhu
Mışr (Âmir), s. 224-
2 2 5 ; İbn S e l l â m el-İbâzî, el-İslâm
min
uicheti
nazari
İbâzıyye
ue
târîhuh
(nşr. R. S h w a r t z —
Sâlim b. Ya'küb), Beyrut 1 4 0 5 / 1 9 8 5 , s. 139-143; E b û Zekeriyyâ Yahyâ b. E b û Bekir, Kitâbü's -
Sîre (nşr. A b d u r r a h m a n Eyyûb), T u n u s 1 4 0 5 / el-Beyânü'i-muğrib,
1985, s. 61-75; İbn İzârî,
Kitâbü's-Siyer
1, 70-71; Ş e m m â h î ,
(nşr. Ah-
m e d b . S u û d es-Seyyâbî), Maskat 1 4 0 7 / 1 9 8 7 , I, 113-121; Selâvî, el-lstikşâ,
Kahire 1312, 1,
Târîhu'l-fethi'l-
56-57; Tâhir A h m e d ez-Zâvî,
'ArabîfîLibyâ,
Beyrut 1972, s. 176-"l79; R i f a t
Fevzi A b d ü l m u t t a l i b , el-Hilâfe
Mağribi'l-'Arabî,
ue'l-Hauâric
fi'i-
1393/1973,
s. 137-
1 5 5 ; Ali Y a h y â M u a m m e r , el-İbâzıyye
fi'l-Ce-
zâ'ir,
Kahire
Kahire 1 3 9 9 / 1 9 7 9 ,
Lakbâl,
s. 3 7 4 - 3 7 5 ;
el-Mağribü'l-İslâmî,
Cezayir
Mûsâ
1981,
165-166; E t h e m Ruhi Fığlalı, ibadiyye'nin
ğuşu
ue Görüşleri,
s.
Do-
A n k a r a 1983, s. 99-100; A.
De Motylinski, " E b ü l h a t t â b " , İA, IV, 83-84.
B
F
MUSTAFA Ö Z
EBÜ'l-HATTÂR (
j
^
J
n
)
Hüsâm b. Dırâr el-Kelbî (ö. 130/747) Emevîler'in Endülüs valisi.
j
Vali Bele b. Bişr el-Kuşeyrî'nin ölümünden (124/742) sonra Endülüs'te karışıklıkların başlaması ve yeni vali Sa'lebe b. Selâme el-Âmilî'nin bunu körük-
324 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
EBÜ'I-HAYR HAN lemesi üzerine İfrîkıye Valisi Hanzale b. Safvân el-Kelbî Ebü'l-Hattâr'ı barışı sağlamak için Endülüs'e vali tayin etti (743). Ebü'l-Hattâr'ın ilk icraatı, eski valiyi ve diğer bazı kumandanları Afrika'ya göndermek suretiyle Endülüs'ten uzaklaştırmak oldu. Kurtuba'da biriken Suriyeli askerleri Endülüs'ün çeşitli bölgelerine yerleştirdi. Dımaşklılar! İlbîre'ye (Elvira), Hımslılar! İşbîliye (Sevilla) ve Leble'ye (Niebla), Kınnesrînliler'i Ceyyân'a (Jaen), Ürdünlüler! Reyye (Rayyo) bölgesinde Erşizûne (Archiduna) ve Mâleka'ya (Malağa), Filistinliler'i Şezüne'ye (Sidonia), Mısırlılar! da Garbü'l-Endelüs (Algarve) ve Tüdmîr'e (Teodomiro) yerleştirdi. Yönetime iyi başlayan Ebü'l-Hattâr, bir süre sonra kendi cemaatinden olan Yemenliler! koruyup diğer kabilelere haksızlık edince Kays kabilesi mensupları Kmnesrînliler'in lideri Sumeyl b. Hâtim el-KilâbFnin çevresinde toplanmaya başladılar. Sumeyl b. Hâtim, yapılan haksızlıkları dile getirmek üzere Ebü'l-Hattâr'ın huzuruna çıktıysa da hakarete uğradı. Bunun üzerine Ebü'l-Hattâr'a karşı hem kendi kabilesinin hem de Yemenli Lahm ve Cüzâm kabilelerinin desteğini sağladı. Bunu haber alan Ebü'l-Hattâr Sumeyl üzerine yürüdü ve Şezûne'de yaptığı savaşı kaybedip esir düştü (Receb 127/Nisan 745). Bazı tarihçiler, iki müslüman grup arasında cereyan eden bu savaşı Cemel ve Sıffîn savaşlarıyla mukayese ederler. Ebü'l-Hattâr'ın yerine Sevâbe b. Selâme el-Cüzâmî kendisini Endülüs valisi ilân etti. Ancak çok geçmeden Abdurrahman b. Naîm el-Kelbî ve adamları tarafından hapisten kurtarılan Ebü'l-Hattâr valiliği tekrar ele geçirmek üzere siyasî ve askerî faaliyetlere girişti. Bir ordu ile Kurtuba üzerine yürüyen Ebü'l-Hattâr Sevâbe ve Sumeyl karşısında mağlûp oldu. Sevâbe'nin ölümünden sonra dört ay boş kalan Endülüs valiliğine Yûsuf b. Abdurrahman el-Fihrî getirildi. Yûsuf elFihrî ile arası açılan İbn Hureys el-Cüzâmî ona karşı Ebü'l-Hattâr'a iş birliği teklif etti. Ebü'l-Hattâr teklifi kabul ederek harekete geçti ve iki ordu Kurtuba yakınlarında Şekünde'de (Secunda) karşılaştı (130/747). Çok sayıda müslümanm öldüğü bu kanlı savaş Yûsuf elFihrî'nin zaferiyle sona erdi. Ebü'l-Hattâr ve müttefiki İbn Hureys el-Cüzâmî yakalanarak idam edildiler.
BİBLİYOGRAFYA: Ahbâr Kâmil,
Mecmü'a,
s. 57-61; İbnü'l-Esîr, el-
V, 272-273, 337-339, 4 9 1 - 4 9 2 ; İbn kâ-
fi, el-Beyânü'Tmuğrib, el-'İber, mi',
II, 33-37; İbn H a l d u n ,
ed-Dau'ü'l-lâ-
IV, 119-120; Sehâvî,
II, 2 1 ; M a k k a r î , Nefhu't-tîb,
t
237-238;
III, 22-26; H u m e y d î , Cezuetul-muktebis,
Kahi-
re 1 3 8 6 / 1 9 6 6 , s. 200-201; E. Levi - Provençal,
Histoire
de L'Espagrıe
musulmane,
Paris 1950,
I, 7, 48-50, 3 5 9 ; III, 5 1 ; a.mlf., " A b u ' l - K h a t t â r " ,
El
2
(İng.), I, 134-135; Ziriklî, el-A'lâm,
Chejne, Müslim fî, Târîhu'l-'Arab
Spain,
fi'l-Endelüs,
s. 280-286; Doğuştan
lâm
V, 1 8 7 ;
s. 13, 112; Hâlid ed-DûBingazi
Günümüze
1980,
Büyük
İs-
Tarihi, İstanbul 1987, IV, 92-102; M u h a m -
m e d Ya'lâvî, " T e r â c i m ü E n d e l ü s i y y e
münte-
k â t m i n K i t â b i ' l - M u k a f f a ' l i ' l - M a k r î z î " , Me-
celletü
Dirâsât
Endelüsiyye,
I, T u n u s
1988, s. 79-81; A. Huici M i r a n d a ,
1408/
"al-Husâm
b. D i r â r " , £ / 2 ( l n g . ) , III, 601-602. S
r
A L İ AKTAN
EBÜ'I-HAYR H A N
n
(ö. 872/1468) Özbek hükümdarı (1429-1468). 1412'de doğdu. Moğol Hükümdarı Cuci Han'ın en küçük oğlu Şeybân'ın (Şîbân) neslinden İbrâhim'in torunu ve Devlet Şeyh'in oğludur. Önce diğer Şeybânî prensleri gibi aynı aileden Cumaduk Han'ın hizmetinde bulundu. Cumaduk Han bir isyan sırasında öldürülünce Ebü'lHayr da esir düştü. Daha sonra serbest bırakılan belli başlı Özbek kabileleri ve Mangıt ulusu reisi Vakkâs Biy tarafından desteklenen Ebü'l-Hayr, 1429'da Bati Sibirya'da Tura (Tara) şehrinde han ilân edildi. Tura 1446'ya kadar onun başşehri veya yazlık merkezi olarak kaldı. Ebü'l-Hayr, Tura vilâyetinde hâkimiyet kurmuş olan Cuci sülâlesinden Mahmudek Hoca'yı bertaraf ederek Deşt-i Kıpçak'ın büyük bir bölümünü hâkimiyeti altına aldı ve kısa sürede bütün Şeybânî ulusu üzerinde otorite tesis etti. Ebü'l-Hayr, Moğol istilâsından sonra Cuci'nin torunlarına intikal etmesi gerektiğine inandığı Hârizm'in batısıyla başşehir Gürgenç'i 834 (1430-31) kışında zaptedip yağmaladı. Fakat çok geçmeden aşırı sıcaklar ve veba yüzünden Hârizm'den ayrıldı. Gürgenç'te bulunduğu sırada meşhur Kübreviyye şeyhi Kemâleddîn-i Hârizmî Keşîü'1-hüdû adlı Türkçe eserini ona ithaf ve takdim etti. Ebü'lHayr, aynı yıl Astarhan hükümdarları Mahmud Han ile Ahmed Han'ı da mağlûp ederek Ordu-Bâzâr şehrini aldı. 839'da (1435-36) Hârizm'i ikinci defa işgal ederek yağmaladı. Sultan Şâhruh Mir-
za'nın ölümünden (850/1447) biraz önce Siriderya'nın aşağı ve orta taraflarını ele geçirdi. Mâverâünnehir ile Deşt-i Kıpçak arasında önemli ticaret merkezleri olan Sığnak (bugünkü Sunak Kurgan harabeleri), Arkuk, Suzak, Akkurgan ve Özkent kalelerini zaptetti. Özbeklerin sağlam bir şekilde buralara yerleşmesi, daha sonraki tarihleri için parlak sonuçlara yol açan bir olay sayılır. Sığnak bu tarihten sonra Ebü'l-Hayr'ın başşehri olmuş ve Timurlular'la Özbekler arasında sınır teşkil etmiştir. Ancak Ebü'l-Hayr bu bölgenin güneyinde sürekli bir başarı sağlayamadı; hatta o civardaki Yesi şehri bile Timur'un ahfadının elinde kaldı. Şâhruh Mirza'nın ölümünden sonra yerine geçen, Mâverâünnehir ve Türkistan'a hâkim olan oğlu Uluğ Bey, rakibi Gıyâseddin Baysungur'un oğlu Alâüddevle'ye karşı Horasan bölgesini korumak için Amuderya'nın güneyine çekildiği sırada Timurlular arasındaki bu mücadeleden faydalanan Ebü'l-Hayr beraberindeki kuvvetlerle Semerkant! kuşatmış, fakat şehri ele geçiremeden geri dönmüştü. Uluğ Bey'in ölümü üzerine (853/1449) Timurlular arasında başlayan taht kavgaları esnasında tahtta hak iddia eden Ebû Said Mirza, Uluğ Bey'in oğlu Abdullah Mirza'ya karşı isyan edip Yesi'yi aldı ve Ebü'l-Hayr'dan yardım istedi. Ebû Said Mirza, meşhur Nakşibendî şeyhi Ubeydullah Ahrâr'ın tavsiyesiyle Ebü'l-Hayr'ın karargâhına kadar geldi ve onun yardımı sayesinde Semerkant yakınlarındaki savaşta Abdullah Mirza'nın kuvvetlerini mağlûp etti, Abdullah savaş meydanında öldürüldü. Böylece Ebû Said Mirza Semerkant hükümdarı oldu. Ebû Said'in Özbekler'in yardımıyla iktidarı ele geçirmesi, Ebü'l-Hayr Han'ın Türkistan'ın iç işlerine müdahale etmesine ve Uluğ Bey'in kızı Râbia Sultan Begüm ile evlenerek durumunu güçlendirmesine yol açtı. Fakat Ebü'l-Hayr idaresindeki Özbeklerin ikbal devri uzun sürmedi; 861 (1457) yılında Kalmuklar'ın sert saldırılarıyla karşılaştılar. Uz Tâmur Tayşî'nin kumandasındaki Kalmuklar Çû vadisinden girip Deşt-i Kıpçak'ı işgal ettiler-, yapılan savaşı kaybeden Ebü'l-Hayr Sığnak'a çekilmek zorunda kaldı. Kalmuklar bütün Özbek ülkesini tahrip edip yağmaladılar. 870'te (1465-66) Altın Orda hânedanına mensup iki prens Ebü'l-Hayr'a tâbi bir toplulukla Moğolistan'a kaçtı. Daha sonraki yıllarda Ebü'l-Hayr'ın eski gö-
325
Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
EBÜ'l-HAYR HAN çebe tebaası da Kâşgar ve Yedisu civarında bu prenslere katılarak Kazaklar adıyla yeni bir kabile federasyonu oluşturdular. 872 (1468) yılında Timurlu Şehzadesi Hüseyin Baykara, Ebû Said Mirza'ya karşı yardım istemek üzere Ebü'l-Hayr'ın ordugâhına geldi. Ebü'l-Hayr yardımcı kuvvetler göndereceği sırada ağır bir hastalığa (maraz-ı felç) yakalandı ve ordu yola çıkmadan vefat etti. Onun kış mevsiminde büyük bir ordu ile Moğollar'a karşı çıktığı bir sefer sırasında Akkışlak'ta (muhtemelen bugünkü Almatı) öldüğüne veya âsi akrabaları tarafından öldürüldüğüne dair rivayetler de vardır. Kurduğu devlet ölümünden sonra bir süre karışıklık içinde kalmış ve Özbekler dağılmışlardır. Ancak XVI. yüzyılın başında torunu ve Şah Budak'ın oğlu Şeybânî Han (Muhammed), Özbekler'in büyük bir kısmını etrafında toplayıp Mâverâünnehir'i ele geçirdi. BİBLİYOGRAFYA: H. H. H o w o r t h , History
of the Morıgols,
Lon-
d o n 1876-1927, I I / 2 , s. 686-691; Baymirza Hayit, Türkistan:
Rusya
İle Çin Arasında
(trc. Ab-
d ü l k â d i r Sadak), İstanbul 1975, s. 7-8; Mustaf a Kafalı, Altın
Yükseliş
Devirleri,
Grousset, Bozkır
giz
Han / Timur
Orda
Hanlığının
Kuruluş
ve
İstanbul 1976, s. 34-35; R.
İmparatorluğu
Atilla/Cen-
(trc. R e ş a t Ü z m e n ) ,
İstanbul
1980, s. 4 4 3 ; A. Zeki Velidî Togan,
Bugünkü
Türkili
İstanbul
Türkistan
ve
Yakın
Tarihi,
1981, s. 36-38; W . B a r t h o l d , " E b ü l h a y r " ,
İA,
IV, 8 4 - 8 5 ; a.mlf., " A b u ' l - K h a y r " , El 2 (İng.), I, 1 3 5 ; H a n s R. R o o m e r , " T i m u r l u l a r " , İA, X I I / 1 , s. 3 5 4 - 3 5 7 ; Y. Bregel, " A b u ' l - K a y r
Elr., I, 331-332.
F
Khan",
İTİ
Ifflll
MUSTAFA B U D A K
E B Ü ' l - H A Y R el-İŞBÎLÎ (
n
J ^ V ' ^ j i ' )
Ebü'l-Hayr eş-Şeccâr el-İşbîlî (V./XI. yüzyıl) ^
Kitâbü'l-Filâha adlı eseriyle tanınan Endülüslü âlim.
Endülüs'ün İşbîliye (Sevilla) şehrinde doğdu. Bağ bahçe işleri ve ağaç dikim ve bakımıyla uğraşan bir kişi olduğu için kendisine "Şeccâr" lakabı verilmiştir. Doğ u m ve ölüm tarihleri bilinmemektedir. VI. (XII.) yüzyılın sonlarına doğru yaşadığı bilinen, İbnü'l-Avvâm diye meşhur İşbîliyeli botanikçi Ebû Zekeriyyâ Yahyâ b. Muhammed b. Ahmed b. Avvâm elİşbîlînin kendisinden alıntı yapmış olması ondan daha önceki bir tarihte yaşadığını göstermektedir. Muhtemelen V. (XI.) yüzyılda yaşayan İbn Vâfid el-Lahmî, İbn Bessâl, İbn Haccâc el-İşbîlî ve Tignerî gibi ziraatçılarla çağdaştır.
Yazma nüshaları Bibliothâque Nationale'de (nr. 4764, vr. 64-161), Tunus'ta Zeytûne Kütüphanesi'nde ve Kuzey Afrika'daki bazı önemli kütüphanelerde bulunan Kitâbü'l-Filâha'nm ana bölümleri şunlardır; a) Ağaç dikimiyle ilgili genel düşünceler. Uygun aylar; ayın (mehtap) ağaç dikimi üzerindeki etkisi; ağaçların dikilme ve meyve verme zamanı; ağaçların yaşı; âfetler; hava, ateş, su ve canlıların ağaca verdiği zararlar; zeytin, incir ve hurma ağaçlarının özel bakımı hakkında bilgiler, b) Asıl ağaç dikimi ve ekimi. Ağaçlar, fındık gibi bodur ağaç ve çalılar; tane, tohum; daldırma (çubuk); budama; aşılama; meyve ve sebze konservesi yapımı; sebze yetiştirme; kokulu bitkiler, çiçekler; keten ve pamuk; muz ve şeker kamışı, c) Kümes hayvanları. Çiftlik hayvanları ve güvercinler; bal arıları ve vahşi hayvanlar; zararlı hayvanlar (sürüngenler, kemiriciler, böcekler), d) Meteorolojik ve astrolojik tahminlerle ilgili genel bilgi ve deneyler.
tabîb fî maarif eti'n-nebât adlı eserin de büyük ihtimalle Ebü'l-Hayr el-İşbîlî'ye ait olduğunu belirtmekte ve bunu gösteren bilgiler kaydetmektedir (bk. bibi.).
Ebü'l-Hayr eserini telif ederken şahsî tecrübelerinden, bağ, bahçe, park ve tarlalarla İşbîliye'nin Şeref denilen ormanlarında yaptığı gözlemlerden ve Ebû Hanîfe ed-Dîneverî'nin (ö. 282/895) Kitâbü'h-Nebât'inin İbn Uhtü Ganim tarafından yapılan altmış bölümlük şerhi, İbn Vahşiyye'nin el-Filâha tü'n-Nabaüyye'si ile İbn Vâfid, İbn Bessâl ve İbn Haccâc'ın kitaplarından ve bu eserlerde kullanılmış olan Aristo gibi klasik yazarların görüşlerinden faydalanmıştır. Eser bütünüyle teknik tarım biliminin deneylere dayalı bir ürünü olmakla birlikte genel ziraî literatür yanında işin folklorik yanını ve bâtıl inançları, muska ibareleriyle tılsım tariflerini vermeyi de ihmal etmemiştir. Birçok ilmî makalede çeşitli parçaları yayımlanmış olan eserin tamamı henüz basılmamıştır. 1358 (1939) yılında Fas'ta neşredilen bir Kitâbü'lFilâha Ebü'l-Hayr'a izâfe edilmişse de (nşr. Kâdî Sîdî et-Tihâmî) bu eser ona ait değildir (geniş bilgi için bk. Vailicrosa, AlAndalus, XİX, 129-142; El 2 |İng.j, I, 136).
r
Ebü'l-Hayr el-İşbîlî'nin Muhtasar fî ilmi'n-nücûm ve'l-filâha adını taşıyan diğer bir eseri, 19 Zilkade 953 (11 Ocak 1547) tarihinde Yûsuf b. Sa'dullah b. Bektut Feyzî tarafından Türkçe'ye tercüme edilmiştir. Tercümenin 985 Zilkadesinde (Ocak 1578) istinsah edilen bir nüshası Süleymaniye Kütüphanesi'nde bulunmaktadır (Ayasofya, nr. 2707/2, vr. 65b-98b). Muhammed el-Arabî, neşre hazırladığını haber verdiği c Umdetutc
BİBLİYOGRAFYA: İbn Haccâc el-İşbîlî, el-Muknı Salâh
Cerrâr — Câsir E b û
fi'l-filâha
Safiyye),
(nşr.
Amman
1 4 0 2 / 1 9 8 2 , nâşirin m u k a d d i m e s i , s. Ş-C, D ; Ullmann, Die Natur
und
Geheimıoissenschaften,
s. 4 4 6 - 4 4 7 ; J . M. Millâs Vailicrosa, " S o b r e b i b liografıa
dalus,
agronomica
XIX, Madrid
"Aportaciones
Al-An-
hisparoârabe",
1954, s. 129-142; a.mlf.,
para
el
estudio
de
la
obra
agronomica de ibn Hayyây y de Abü'l-Jayr",
a.e., X X (1955), s. 87-105; M u h a m m e d el-Arabî el-Hattâbî, " E b ü ' l - H a y r el-İşbîlî v e K i t â b ü c
U m d e t i ' t - t a b î b fî m a c r i f e t i ' n - n e b â t " ,
demiyye,
"Abu'l-Khayr
r
el-'Aka-
IV, Rabat 1989, s. 3 3 - 3 9 ; H. Per6s, al-Işhbîlî",
El 2
(İng.), I, 135-
S
CEVAT İZGİ
EBÜ'l-HEYCÂ (bk. ABDULLAH b. HAMDÂN).
L
EBÜ '1 - HEYSEM (bk. MÂLİK b. TEYYİHÂN).
L
EBÜ'1-HÜDÂ es-SAYYÂDÎ (bk. SAYYÂDÎ).
H
J
EBÜ'l-HÜSEYİN el-BASRÎ ( tSr*^1
)
Ebü'l-Hüseyn Muhammed b. Alî b. Tayyib el-Basrî (ö. 436/1044)
el-Mu'temed adlı eseriyle tanınan Mu'tezile kelâmcısı ve fıkıh âlimi,
j
Basra'da doğdu. Kaynaklardaki kısıtlı bilgilerden hayatının büyük bir kısmını Bağdat'ta geçirdiği, tahsilini bu şehirde tamamlayıp öğretim ve ilmî faaliyetlerini genellikle burada yürüttüğü anlaşılmaktadır. Klasik kaynaklarda, Basra Mu'tezile ekolünün meşhur âlimi Kâdî Abdülcebbâr'ın önde gelen talebelerinden olduğu, hadis otoritelerince fazla tanınmayan Tâhir b. Lebüe'den de bir süre hadis okuduğu kaydedilir. Öğrendiği hadislerden sadece birini rivayet ettiği bilinen EbüT-Hüseyin, Zehebî ve İbn Hacer el-Askalânî gibi hadis otoriteleri tarafından rivayete ehil görülmemiştir (Mîzânü'li'tidâl, 111, 654; Lisânü'l-Mîzân, V, 298). Ebü'l-Hüseyin el-Basrî'nin biyografisini veren kaynaklarda rastlanmayan, an-
326 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
EBÜ'I-HÜSEYİN el-BASRÎ cak bazı yeni araştırmacıların, İbn Ebû
Suppl.
|İng l, s. 25). Biyografik kaynak-
fından yapılmış ikinci bir neşri daha bu-
Usaybia'nm aynı künye ve nisbe ile kay-
larda ise bu etkinin daha ziyade usûl-i
dettiği ('üyûnü'l-enbâs.
fıkıh sahasına m ü n h a s ı r kaldığı belir-
(Beyrut 1983). el-Mu'temed'in icmâ b ö l ü m ü Marie Bernand tarafından Fransızca'ya t e r c ü m e edilmiştir (bk. bibi ). 2. Ziyâdâtü'l-Mu'temed. Müellifin el-Mu'temed'e zeyil olarak kaleme aldığı, emir, nehiy ve neshe dair bazı meseleleri ihtiva eden bu risâle, Süleymaniye Kütüphanesi'ndeki nüshası (Lâleli, nr. 788) esas alınarak M. Hamîdullah tarafından el-Mü temed'in içinde neşredilmiştir (II, 991-1028). 3. Kitâbü'1-Kıyâsış-şer'i. Edille-i erba'adan kıyası inceleyen bir risâle olup el-Mutem e d ' d e n önce yazıldığı, bu eserin çeşitli yerlerinde risâleye yapılan atıflard a n anlaşılmaktadır. M. Hamîdullah, bu eseri de aynı k ü t ü p h a n e d e bulunan nüshasına dayanarak el-Mu'temed'in içinde yayımlamıştır (II, 1029-1050). 4. Şerhu'l-'Umed. Müellifin, hocası KâdîAbdülcebbâr'ın usûl-i fıkha dair g ü n ü m ü ze ulaşmayan el-'Umed adlı eserine yazdığı şerhtir. Eserin Vatikan Kütüphanesi'nde (nr. 1100) bulunan başı ve sonu eksik nüshası icmâ, kıyas ve ictihad bölümlerini k a p s a m a k t a olup A b d ü l h a m î d b. Ali Ebû Züneyd tarafından neşredilmiştir (I-II, Medine 1410). S. Şerhu's-Semâ'i'ttabî'î. Bu eserin, Aristo'nun P/? y,si co'sının ( F i z i k a ) İshak b. Huneyn'e ait esSemâ'u't-tabî'î adıyla bilinen Arapça tercümesi üzerinde Yahyâ b. Adî ve İbn ü ' s - S e m h tarafından gerçekleştirilen şerhlere, Ebü'l-Hüseyin'in eklediği bazı notlardan teşekkül etmiş yeni bir Fizika
324) bir bilgi-
ne ait Şerhu's-Semâ'ı't-
tabî'i
adlı ese-
tilir. Ç a ğ d a ş araştırmacılar, kelâmla il-
rin ilk ve son sayfalarında bulunan bazı
gili hiçbir eseri g ü n ü m ü z e intikal etme-
kayıtlara dayanarak verdikleri bilgiye gö-
m i ş olan Ebü'l-Hüseyin'in bu alanda-
re Ebü'l-Hüseyin, İslâm dünyasında da-
ki görüşlerini genellikle talebesi Mah-
ha çok Aristo'dan yaptığı t e r c ü m e ve
m û d el-Melâhimî'nin el-Fâ'ik
şerhlerle tanınan Yahyâ b. A d î ' n i n öğrencisi olmuş, ünlü hıristiyan filozofu İbn ü ' s - S e m h ' t e n de felsefe, m a t e m a t i k , astronomi ve kimya o k u m u ş t u r (Stern, XVI, 33, 37-39; El 2 Suppl.
[İng.], s, 25).
Özellikle kelâm ve usûl-i fıkıh sahasında t e m a y ü z ettiği kaydedilen Ebü'l-Hüse-
îî uşûli'd-dîn, Fahreddin er-Râzî'nin Nihâyetü'l-'ukül fî dirâyetî'l - usûl ve VIII. (XIV.) yüzyıl Zeydî müelliflerinden Kasım el-Mahallînin Ta'lîk calâ Şerhi'l-îmâm el-meşhûr bi-Mânkdîm adlı eserlerinden özetleyerek aktarmaktadırlar (bk. Elr., I, 322-324).
yin'in Basra Mu'tezilesi'nin önemli bir
Ebü'l-Hüseyin Mu'tezile'ye ait taba-
temsilcisi olduğu halde ilmî faaliyetlerini
k a t kitaplarında, hocası Kâdî Abdülceb-
daha çok Bağdat'ta y ü r ü t t ü ğ ü , bu arada
bâr'ın da m e n s u p olduğu ve büyük ölçü-
birçok talebe yetiştirip asırlar boyu fay-
de Ebû Ali el-Cübbâî ile Ebû Hâşim el-
dalanılabilecek nitelikte eserler verdiği
CübbâFnin görüşlerinin etkisinde kalan
bilinmektedir. Her ne kadar onu "kâdî"
Basra Mu'tezilesi kelâmcıları
olarak niteleyenler varsa da
sayılır. Bununla birlikte onun z a m a n za-
herhangi
arasında
bir resmî görev alıp almadığı konusun-
m a n bu ekolün ve hocalarının görüşleri-
da kaynaklarda açık bilgi bulunmamak-
ne aykırı fikirler ileri s ü r d ü ğ ü ve felse-
tadır. Ebü'l-Hüseyin el-Basrî 5 Rebîülâ-
feye fazla dalmış olduğu ifade edilmek-
hir 436'da (30 Ekim 1044) Bağdat'ta ve-
tedir. Nitekim Şehristânî de onu bir ke-
f a t etti. Cenaze namazı d ö n e m i n Hanefî
lâmcı değil bir filozof olarak kabul et-
kadısı Hüseyin b. Ali es-Saymerî tara-
mektedir (el-Milel, I, 85). Ebü'l-Hüseyin'in,
fından kıldırılarak bu şehirdeki Şünûzi-
Kâdî Abdülcebbâr
ye Mezarlığı'na defnedildi.
muttali olduğu
kanalıyla
fikirlerine
Ebû Hâşim el-Cübbâî'-
Kâtib Çelebi, Ebü'l-Hüseyin'in f ü r û d a
ye ait ahval teorisiyle m a ' d û m u n şey'iy-
Şâfiî mezhebini benimsediğini kaydeder-
yeti, cevher ve k e r a m e t gibi pek çok
se d e ( Keşfü'z-zunûn , II, 1732) Hanefî ta-
meselede m ü t e k a d d i m î n ulemâsının gö-
bakat kitapları genellikle onu kendi ekol-
rüşlerine katılmadığı {Elr., I, 322-323), bu
lerine m e n s u p bir âlim olarak tanıtmak-
yüzden de özellikle Behâşime tarafın-
tadır (meselâ bk. Kureşî, III, 261). Ancak
d a n tenkide tâbi t u t u l d u ğ u bilinmekte-
telif ettiği eserler göz ö n ü n d e bulundu-
dir (İbnü'l-Murtazâ, s. 119). Allah'ın sıfat-
rulduğunda Ebü'l-Hüseyin'i belli bir mez-
ları k o n u s u n d a ise kelâmcılarca kullanı-
lunmaktadır
hebin m e n s u b u olarak kabul e t m e k ye-
lan hal (ahval) ve m â n a (meânî) terimle-
rine müstakil bir müctehid saymanın da-
rini kabul etmeyen Ebü'l-Hüseyin sıfat
ha isabetli olduğu görünür. Usül-i fıkıh
yerine h ü k ü m (ahkâm) tabirini tercih et-
E b ü ' l - H ü s e y i n e l - B a s r l ' n i n Şerhu's-Sema ci't-tabft
sahasında mütekellimîn m e t o d u n a göre
mektedir (Elr., l, 323). Ona göre Allah'ın
Fizika
yazılmış en önemli eserlerden biri kabul
işitmesi ve görmesi bilmesiyle eş anlam-
telif etmiş oiması
lıdır (El 2 Suppl. [İng.], s. 25). Ebü'l-Hüse-
onun bu alanda ulaştığı ilmî seviyeyi gös-
yin, insan fiilleri konusunda da bir mak-
termektedir. Kaynaklarda, M a h m û d b.
dûra iki kadirin tesirini kabul e t m e k su-
edilen el-Mu'temed'i
M u h a m m e d el-Melâhimî ve Ebû Ali Mu-
retiyle ekolünün görüşlerinden ayrılmak-
h a m m e d b. A h m e d b. Velîd el-Kerhî gi-
tadır (Elr., I, 324).
bi bazı talebeleri tarafından sonraki ne-
Eserleri. Usûl-i fıkıh ve kelâm sahasın-
sillere aktarıldığı bildirilen kelâma dair
da birçok eser telif eden Ebü'l-Hüse-
görüşlerinin d a h a çok İmâmiyye ve Zey-
yin el-Basrî'nin g ü n ü m ü z e ulaşan eser-
diyye üzerinde etkili olduğu
leri şunlardır: 1. el-Mu'temed* fî uşûli'l-îıkh. Mütekellimîn m e t o d u n a göre yazılmış usûl-i fıkıh kitaplarının ilk ve en önemli örneklerinden biridir. İlk defa A h m e d Bekîr ve Hasan Hanefî'nin katkılarıyla M u h a m m e d Hamîdullah tarafından iki cilt halinde yayımlanan (Dımaşk 1385/ 1965) eserin ilmî neşir esaslarına fazla riayet edilmeden Halîl Meys tara-
kaydedil-
mektedir. İbnü'l-Murtazâ, Ebü'l-Hüseyin'in bazı Ehl-i s ü n n e t kelâmcılarını da etkilediğini belirtir ve bu hususta Fahreddin er-Râzî'yi örnek göstererek bu ünlü âlimin kelâmî görüşlerindeki incelikleri Ebü'l-Hüseyin'in kelâmla ilgili eserlerinden istifade etmiş olmasına lar {Tabakâtü'l-Mütezile,
bağ-
s. 119; krş. El 2
adlı
ş e r h i n i n ilk sayfası (Leiden Üniversitesi Ktp., nr. 583)
JV***»
# mı' -
327 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
EBÜ'l-HÜSEYİN el-BASRÎ şerhi olduğu kabul edilmektedir. Klasik kaynaklarca Ebü'l-Hüseyin el-Basrî'ye nisbet edilmeyen, ancak Brockelmann (GAL, I, 600) ve Fuat Sezgin (bk. GAS, I, 627) gibi müelliflerin haber verdiği bu şerhin bir nüshasının Leiden Üniversitesi Kütüphanesi'nde (nr. 583) bulunduğu tesbit edilmiştir. Konuyla ilgili bir makalesinde bu nüshayı tanıtan S. M. Stern, İbnü's-Semh ile Ebü'l-Hüseyin arasında hoca-talebe münasebeti bulunduğunu da düşünmekte, bu görüşünü adı geçen nüshanın ilk ve son sayfasında yer alan bazı notlarla delillendirmeye çalışmaktadır (JRAS, XVI, 37-38). D. Gimaret ise bu tesbiti şüphe ile karşılar (Elr., 1, 324). 6. Kitâbü'l-îmâme. Kâtib Çelebi'nin kaydettiği bu eserin (Keşfü'z-zunûn, II, 1398), Ebü'l-Hüseyin'in günümüze ulaşmayan Şerhu'l - uşûli'l - hamse adlı kitabından bir bölüm olabileceği ve bir nüshasının Viyana Millî Kütüphanesi'nde (Glaser, nr. 114) bulunduğu kaydedilmektedir (El 2 Suppl. [İng.J, s. 25). Müellifin, çağdaşı Şerîf el-Murtazâ'nın aynı konuyla ilgili Kitâbü'ş-Şâfî fi'l-imâme adlı eserine yazdığı belirtilen Nakzü'ş-Şâfî fi'l-imâme (İbnü'l-Murtazâ, s. 119) adlı reddiyenin de bu eser olması muhtemeldir.
125) adlı eserlerinin bulunduğu kaydedilmektedir. Ebü'l-Hüseyin el-Basrî ve el-Mu ctemed'in icmâ bölümü, Marie Bernand'm hazırladığı L'Accord unanime de la communaute comme fondement des status legaux de l'lslam d'apres Abü'lHusayn al-Başri (Paris 1970) adlı doktora tezine konu teşkil etmiştir (bk. Sourdei, XL, 210-211). BİBLİYOGRAFYA: Ebü'l-Hüseyin
fî
usûli'l-fıkh
v.dğr.), D ı m a ş k
Ebü'l-Hüseyin'in bunlardan başka, ünlü dilci Hain b. Ahmed'in Kitâbü'l- cAyn C c adlı eserine Fâ'itü'l- ayrı alâ Kitabi'1c Ayrı adıyla bir şerh ( Hedlyyetü'l-'ârifîn, II, 69), Şerîf el-Murtazâ'nın gaybet* konusuyla ilgili Kitâbü'l-Mukrıf adlı eserine bir reddiye (El 2 Suppl. [İng.], s. 25; İbnü'l-Murtazâ bu eseri Nakzü'l-Mukanna' fi'l-ğaybe şeklinde kaydeder, bk. Tabakâtü'l-Mu'tezile, s. 119) yazdığı, ayrıca el-İnüşâr fi'r-red calâ İbni'r-Râvendî (Kehhâle, XI, 20) ve Şerhu'l-Uşûli'l hamse (İbn Hallikân, IV, 271; Safedî, IV,
Muhammed
Hamîdullah
1384-85/1964-65,
girişi, II, 7-24; Hatîb, Târîhu
naşirlerin
Bağdâd,
III, 1 0 0 ;
H â k i m el-Cüşemî, Şerhu'l-'uyûn
zâl
ve tabakâtü'7-Mu'tezile
(Fazlü'l-i'ti-
içinde, nşr.
Fuâd
Seyyid), T u n u s 1 3 9 3 / 1 9 7 4 , s. 3 8 7 ; Şehristânî,
el-Milel (Vekîl), I, 8 5 ; İbnü'l-Kıftî, mâ*
İhbârul-'ule-
(Lippert), s. 2 9 3 - 2 9 4 ; İbn E b ü
'Uyûnü'l-enbâ*,
Usaybia,
Vefeyât,
s. 3 2 4 ; İbn Hallikân,
IV, 2 7 1 ; Zehebî, A' lâmu
n-nübelâ',
5 8 8 ; a.mlf., Mîzânul-i'tidâl,
XVII, 587-
111, 654-655; a.mlf.,
el-'İber, II, 2 7 3 ; Safedî, el-Vâfî, IV, 1 2 5 ; İbn Kesîr, el-Bidâye,XII,
53-54; Kureşî,
el-Ceuâhirü'l-
mudıyye,
III, 2 6 1 ; İ b n ü ' l - M u r t a z â ,
Tabakâtü'l-
Mu'tezile,
s. 118-119; İbn Hacer,
Lisânü'l-MÎ-
zân,
V, 2 9 8 ; Keşfü'z-zunûn,
I, 4 1 3 ; II, 1200,
1272, 1398, 1732; İbnü'I-İmâd, Şezerât,
Hediyyetul-'ârifîn,
III, 2 5 9 ;
GAL,
II, 6 9 ; B r o c k e l m a n n ,
I, 6 0 0 ; Suppl.,
I, 8 2 9 ; Sezgin, GAS, I, 6 2 7 ; Zi-
riklî, el-A'lâm,
VII, 1 6 1 ; Kehhâle,
mü*ellifîn,
Ebü'l-Hüseyin el-Basrî'nin kaynaklarda zikredilen diğer eserleri de şunlardır: I. Taşaffuhu'l-edille fî uşûli'd-dîn (Faşthu'l-edille). Kaynaklardaki bilgilerden, ilk dönem Mu'tezile eserlerinin tenkidî bir değerlendirmesini ihtiva eden hacimli bir çalışma olduğu anlaşılan (Zehebî, A c lâmun-nübelâ', XVII, 588; Keşfü'z-zunûn, I, 413; II, 1272) bu eserden, müellifin talebesi Mahmûd b. Muhammed elMelâhimî'nin bazı iktibaslarda bulunduğu kaydedilmektedir (Elr., I, 322; El 2 Suppl. |İng.|, s. 25). 2. Kitâbü Ğureri'l-edille (Müşkilâtü'l-ğurer). Kelâma dair olan bu esere ( Keşfü'z-zunûn, II, 1200) İbn Ebü'iHadîd'in bir şerh yazdığı belirtilmektedir (El 2 Suppl. [İng.l, s. 25; krş. El 2 |İng.|, III, 685).
Kitâbü'l-Mu'temed
el-Basrî,
(nşr.
unanime
de la communaute
des statuts Husayn
Mu'cemü'lL'Accord
XI, 2 0 ; M a r i e B e r n a n d ,
legaux
al-Başri,
lâf, İslâm
Hukuk
comme
de l'lslam
fondement
d'apres
Abu'l-
Paris 1 9 7 0 ; A b d ü l v e h h â b Hal-
Felsefesi:
İlmü
usûli'l-fıkh
(trc. H ü s e y i n Atay), A n k a r a 1973, m ü t e r c i m i n girişi, s. 83-87; A b d u l l a h M u s t a f a
el-Fethu'l-mübîn
el-Merâgî,
fi tabakâti'l-uşûliyyîn,
Bey-
rut 1394,1, 2 3 7 ; A b d ü l v e h h â b İ b r â h i m E b û Süi e y m â n , el-Fikrul-uşûlî,
C i d d e 1 4 0 4 / 1 9 8 4 , s.
2 2 4 - 2 2 5 ; S. M . Stern, " i b n a l - S a m h " ,
JRAS,
XVI (1956), s. 3 1 - 4 4 ; Tayyib Okiç, " D ı m a ş k ' t a ki Fransız E n s t i t ü s ü n ü n S o n İslâmî Neşriyatı", AÜİFD,
XIV (1966), s. 2 8 3 - 2 8 8 ; D. Sourdel,
" B u l l e t i n C r i t i q u e " , REİ, XL (1972), s. 210-211; L. Veccia Vaglieri, " i b n A b i ' l - H a d î d " , El 2 (İng.), III, 6 8 5 ; D. G i m a r e t , " A b u ' l - H o s a y n al-Başrî",
Elr., I, 322-324; W . M a d e l u n g , " A b u ' l - H u s a y n al-Başrî", El 2 Suppl.
(İng.), s. 25-26.
S
F
AHMET AKGÜNDÜZ
EBÜ'l-HÜSEYİN en-NÛRÎ
^
( jr-^ 1 ) Ebü'l-Hüseyn Ahmed b. Muhammed el-Bağdâdî en-Nûrî (ö. 295/908) Nûriyye adıyla bilinen tasavvufî bir akımın öncüsü. Bağdat'ta doğdu. Babası Horasan'ın Bağ veya Bağşûr şehrinden olduğu için İbn Bagavî olarak da tanınır. Bağdat tasavvuf ekolünün en büyük temsilcilerin-
dendir. Künyesi bazı kaynaklarda (Hücvîrî [Jukovski], s. 164) Ebü'l-Hasan olarak zikredilir. Nûrî nisbesini almasını Nûr adlı bir köyde doğduğu şeklinde açıklayanlar olduğu gibi nur yüzlü olmasına bağlayanlar da vardır. Bazı sûfîler ise nur üzerinde bir nazariye kurduğu için bu nisbeyi aldığını söylerler. Nitekim onun, "Ben nuru müşahede ettiğim zaman sürekli ona bakar, bir müddet sonra ben de nur olurum" (Baklî, Meşrebü'leruâh, s. 312) sözü, bu ikinci görüşün daha doğru olabileceği izlenimini uyandırmaktadır. Ebü'l-Hüseyin ilk dinî bilgileri aldıktan ve medrese ilimlerini tahsil ettikten sonra tasavvufa ilgi duymaya başladı; Bağdat'ta meşhur mutasavvıf Serî esSakatî'nin sohbetlerine devam etti. Tasavvuf terbiyesini Cüneyd-i Bağdâdî ile birlikte Serînin yanında tamamladı. Ahmed b. Hadraveyh'in sohbetine katıldı. Muhammed b. Ali el-Kassâb ve Ahmed b. Ebü'l-Havârî gibi sûfflerden istifade eden, daha sonra İbn Cellâ, Ebû Bekir el-Kettânî, Ebû Saîd b. Arabî, Ca'fer elHuldî, Ebû Ali er-Rûzbârî, Ebû Bekir elVâsıtî gibi birçok mutasavvıfın yetişmesinde etkili olan Ebü'l-Hüseyin'in Mısır'a gidip Zünnûn el-Mısrî ile görüştüğü de rivayet edilmektedir. Nûrî bir taraftan tasavvufun inceliklerini kavramak için Serî'nin sohbetlerine devam ederken diğer taraftan geçimini temin etmeye çalışıyordu. Ferîdüddin Attâr'ın anlattığına göre Nûrî sabah evden çıktığında yanına aldığı ekmeği sokakta karşılaştığı bir fakire verir, camiye girip birkaç saat ibadet ettikten sonra öğle üzeri dükkânına gidip çalışırdı. Bu şekilde aslında gizlice oruç tuttuğu halde ailesi onun dükkânda, çarşı halkı ise evde yemek yediğini zannederdi (Tezkiretü'l-euliyâ', II, 46). "Vecd ruhta meydana gelen bir kıvılcımdır, dille anlatılmaz" diyen Nûrî, hayatının son günlerinde sokakta birinin okuduğu, "Seni seve seve öyle bir noktaya ulaştım ki akıllılar bu menzile vardıklarında hayrete düşmüşlerdir" anlamındaki beyti duyunca vecde geldi. Kamışları yeni kesilmiş olan bahçede dönüp dururken ayaklarının altı yarıldı ve bir müddet sonra vefat etti. Son anlarında, "Allah'ı an" diyen dostlarına, "Zaten O'na dönmüyor muyuz?" diye karşılık verdiği; yakın dostu olan Cüneyd'in, "Onun ölümünden sonra artık sıdktan bahseden kalmadı, çünkü çağın sıddîkî o idi" dediği nakledilir.
328 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
EBÜ'l-HÜSEYİN en-NÛRÎ Hücvîrî, Ebü'l-Hüseyin'in
mârifetin, lüb ise tevhidin kaynağıdır. Nûrî kalpleri günahkârların, itaatkârla-
görüşlerini
yanında 111. (IX.) yüzyılda çok tartışılan
m ü c â h e d e ve riyazete devam, nefsin arzularına karşı m ü s a m a h a y ı terk, insanlara m ü d â h e n e e t m e m e k şeklinde özet-
kelâmî konularda da orijinal görüşlere sahiptir. Ona göre teşbihle ilgili fikirler dışında Allah'a işaret eden her fikir tev-
ler. Ebü'l-Hüseyin de Cüneyd gibi sahv*ı esas alan bir tasavvufî hayatı gerçekleş-
hid sınırları içindedir. "Allah'ın delili nedir?" sorusuna, "Yine Allah'tır" diye ce-
tirmeye çalışmış, sohbeti uzlete tercih etmiştir. Üzerinde özellikle durduğu husus îsâr* ve fedakârlıktır. îsâra dayan-
vap veren Nuri'ye göre Hz. Peygamber dünyada Allah'ı görmemiştir. Peygamberlerin işlediği küçük hatalar ise (zelle)
mayan sohbet ve arkadaşlıkların doğru olmadığını söylemiş, m a d d î - m â n e v î bü-
onların ruhlarında ortaya çıkmıştır.
bedenlerinde
Kur'ân-ı Kerîm'de yer alan kalple ilgili b ü t ü n tesbitleri ele alarak değişik tasniflerle konuyu daha anlaşılır hale ge-
t ü n n i m e t ve imkânlarda kişinin arkadaşını kendisine tercih etmesi gerektiğini vurgulamıştır. Onun bir olayda idama
Attâr'ın ifadesiyle "tasavvufta müctehid ve m e z h e p sahibi" olan Ebü'l-Hüse-
tirmiştir. Ona göre bir kalbin selim olabilmesi için şüphe, hevâ-heves, riya-gös-
m a h k û m edilen arkadaşlarıyla birlikte infaz mahallinde önce kendisinin idam
yin en-Nûrî'nin bazı g ö r ü ş ve tesbitlerinden dolayı t o p l u m d a n tepki g ö r d ü ğ ü de olmuştur. Nûrî, tasavvufun en tar-
teriş, mâsivâ sevgisi gibi olumsuz niteliklerden arınmış olması gerekir. Arifin gönlünde bulunan dört ateşten korku
edilmesini ısrarla istemesi, bu görüşün ü n en d i k k a t çekici örneklerinden biridir. îsârı esas alan tasavvuf anlayışını
tışmalı alanlarından biri olan şathiye* niteliğindeki sözlerin ilk temsilcilerinden
ateşi günahın tatlı gelen tarafını, sevgi ateşi itaatin zor gelen y ö n ü n ü , m â r i f e t
biridir. Hatîb el-Bağdâdî'ye göre Nûrî, tasavvuf dilinin inceliklerini kullanma konusunda Iraklılar'ın en m e ş h u r u d u r .
ateşi m a d d î bağlılıkları, şevk ateşi ise rehaveti yakar ve kişiyi sevgiliye ulaştırır. Kalpte bulunan üç nurdan m â r i f e t
Baklî ise onu âriflerin dayanağı, şatah ehlinin kılıcı, vecd sahiplerinin reisi olarak vasıflandırmış, "Ben Allah'a âşığım"; "Kurb bu'ddur" gibi sözlerini şerhetmiştir {Şerh-i Şathiyyât, s. 165-177). Ebû Nasr es-Serrâc şathiye konusunu işlerken Nûrî'yi ayrı bir başlık altında incelemiştir (el-Lüma c, s. 492). Ondan nakledilen ilginç şathiyelerden birine göre ezan okuyan müezzine, "Allah belânı versin", havlayan köpeğe ise "lebbeyk" demiş, kendisini hayret ve dehşetle seyredenlere konuyu şöyle açıklamıştı•. "Müezzin Allahu ekber derken bile koyu bir gaflet içindeydi; köpeğin sesini duyunca ise şu âyeti h a t ı r l a d ı m " Y e r d e ve gökte bulunan her şey Allah'ı teşbih eder" (et-Tegâbün 6 4 / 1).
güneş gibidir, hevâ ve hevesi örter; akıl ay gibidir, şehveti örter; ilim yıldız gibidir, cehaleti örter. Gönüllere rahmet yağmazsa orada gösteriş, kuru iddia ve münafıklık boy gösterir. Haram yemek, helâli t e r k e t m e k ve zulme niyet e t m e k ise kalbe sıkıntı yağmurlarının y a ğ m a s ı n a sebep olur.
benimseyen akıma Nûriyye denilmiştir. Tasavvuf tarihinde "Allah sevgisi" yerine "Allah aşkı" tabirini ilk defa kullanan Ebü'l-Hüseyin en-NûrTdir. Baklî onun, "Ben Allah'a âşığım, O da bana" ifadesinin ne a n l a m a geldiğini soranlara, "Müminler Allah'ı, Allah da müminleri sever" âyetini (ei-Mâide 5 / 5 4 ) okuyarak cevap verdiğini söyler. Ebü'l-Hüseyin, diğer mutasavvıflar gibi tasavvufî çevrelerdeki şekilciliğe dikkat çekmiştir. "Tasavvuf bilgi ve şekil değil ahlâktan ibarettir"; "Sûfî semâ eden, ancak bununla beraber dinin emir ve yasaklarına uyan kimsedir" şeklindeki tarifleri; "Dervişlerin giydiği yamalı hırka incileri örterdi, şimdi ise mezbelelikteki leş örtüsü haline geldi" tarzındaki tesbiti; "Zamanımızda iki aziz varlık vardır •. İlmiyle a m e l eden âlim, hakikati anlatan ârif"; "Başını Hz. Peygamber'in yoluna koymayana İslâm'ın yolu açılmaz" gibi
değil
rın ve âriflerin kalpleri diye üçe ayırır. Âyetlerdeki işaretlerden hareketle kalbin yedi özelliği olduğunu söyleyerek bunları şöyle sıralar; Leyyin, tevessü', şifa, hidâyet, sekîne, t u m a ' n î n e ve tenvir. Ebü'l-Hüseyin bu küçük risâlesinde,
Ebü'l-Hüseyin en-Nûrî işâri tefsir hareketinin de ilk temsilcilerindendir. Sülemî Hcıkö. J ikıı't-tefsîr adlı eserinde otuzdan fazla yerde onun tefsir ve yorumlarına başvurmuştur. Buna göre Nûrî, "Allah onlardan, onlar da Allah'tan razıdırlar" (el-Beyyine 9 8 / 8 ) âyetinde söz konusu edilen kulun Allah'tan râzı olmasını O ' n u n hükümlerini sevinçle karşılaması şeklinde tarif etmiştir. Ayrıca gafleti "ruhun Hak dışındaki bir şeyle sük û n bulması", fitneyi ise "kişinin Allah'-
teşhisleri bu konuyla ilgili endişe ve titizliklerini yansıtmaktadır.
III. (IX.) yüzyılda yaşamış olup eseri g ü n ü m ü z e ulaşan ender sûfîlerden biri de Ebü'l-Hüseyin en-Nûrî'dir. Makâmûtü'l-kulûb adlı risâlesinde Nûrî Kur'ân-ı
Tasavvuf düşüncesine getirdiği yeni
Kerîm'de geçen "kalp" kelimesi ve bu-
Kelâbâzî, Nûrî'nin eser sahibi sûfîler-
yorumlar sebebiyle "gönüller sultanı, sûfîlerin parlak ayı" gibi lakaplarla anılan Nuri'yi, ü s t ü n bir ferâset sahibi olması dolayısıyla Cüneyd "kalplerin casusu" ola-
nunla yakın anlamlara gelen üç terim (sadr, fuâd, lüb) üzerinde durmuştur. Ona göre sadr İslâm'ın, kalp imanın, f u â d
den o l d u ğ u n u söylemesine r a ğ m e n Ma-
rak nitelendirmiştir (Attâr, II, 46). Nûrî'nin tasavvuf terimlerinin oluşması ve gelişmesinde önemli katkıları olmuştur. Onun tasavvufî eserlerde yer alan tasavvuf, sûfî, îsâr ve aşk tariflerinin yanı sıra tövbe, yakîn, m ü ş â h e d e , ubûdiyyet, rubûbiyyet, vecd, semâ, işaret, edeb, ilham, terk, şevk, hüzün, kurb, bu'd, fakd, havf, rızâ, ferâset, muhabbet, sohbet gibi birçok tasavvuf terimi hakkındaki tarifleri dikkat çekicidir. Ebü'l-Hüseyin, tasavvuf düşüncesine yeni bir u f u k kazandıran bu terimlerin
J,]
Ebü'l-Hüseyin en-Nûrî'nin
Makâmâtü'lkulûb
adlı
risalesinin iç k a p a ğ ı (Beyrut 1968)
t a n başka bir şeyle meşguliyeti" olarak tanımlamıştır.
kâmâtü'l-kulûb tasavvufî kaynaklarda zikredilmez. Bu risâle Kasım Sâmerrâî (Bağdad 1969), Paul Nvvyia ("Textes mystiques inedits D ' A b u ' l - H u s a y n al-Nuri", Melarıges de l'ürıiuersite Sairıt Joseph, Beyrut 1968, XL, 115-154, P. Nwyia bu tenkitli neşrin sonuna, eserin "Şerhu kelâmi Ebi'l-Hüseyin" adlı beş sayfalık bir şerhini de ilâve etmiştir. Bu risâlenin şârihi belli değilse de Muhyiddin İbnü'l-Arabî ve İbn Fârız'ın görüşlerine temas edildiğine göre VII. [XIII. 1 yüzyıldan sonra yazılmış olmalıdır) ve A h m e t Subhi Furat (bk. bibi.) tarafından neşredilmiştir. Bu neşirlerde risâlenin Süleymaniye Kütüphanesi'ndeki nüshaları esas alınmıştır.
329
Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
EBÜ'I-HÜSEYİN en-NÛRÎ Cüneyd-i Bağdâdî başta olmak üzere bazı dostlarıyla mektuplaştığı bilinen Ebü'l-Hüseyin en-Nûrî'nin bir şiirini Kelâbâzî kaydeder (et-Ta'arruf, s. 204). BİBLİYOGRAFYA: A h m e t Subhi Furat, " A b u ' l - H u s e y n a n - N ü -
İTED,
ri v e M a k â m â t a l - K u l ü b a d l ı risâlesi",
VII/1-2, İstanbul 1978, s. 339-355; İbnü'l-Esîr,
el-Lübâb,
III, 2 4 3 ; Serrâc, el-Lümas.
46, 63,
68, 85, 87, 103, 4 3 0 , 4 9 2 ; Kelâbâzî, et-Tasar-
ruf, s. 59, 136, 2 0 4 ; Sülemî, Tabakât, E b û N u a y m , Hilye,
dâd,
s. 1 6 4 ;
X, 2 4 9 ; Hatîb, Târîhu
V, 130-136; Kuşeyrî, er-Risâle
s. 152; Hücvîrî, Keşfü'l-mahcûb
Bağ-
(Uludağ),
(Uludağ), s.
1 3 2 ; a.e. (Jukovski), s. 164, 2 3 6 ; Herevî, Taba-
kât, s. 190-195; A t t â r , Tezkiretü'l-euliyâ',
Lei-
den 1907, II, 4 6 ; İbnü'l-Cevzî, Şıfatuş-şafue, 5 3 9 ; a.mlf., el-Muntazam,
Şathlyyât,
s. 165-177; a.mlf., Meşrebu
s. 3 1 2 ; Zehebî, A'lâmun-nübelâIX, Kesîr, el-Bidâye,
bakâtü'l-euliyâ", Lâmiî, Hefehât
Keuâkib,
II,
VI, 7 7 ; Baklî, Şerh-i
l-eruâh, 1 5 6 ; İbn
XI, 1 0 6 ; İ b n ü ' l - M ü l a k k m , 7as. 6 2 ; C â m î , Nefehât,
Tercümesi,
s. 7 8 ;
s. 1 3 8 ; M ü n â v î , el-
I, 1 9 4 ; Sezgin, GAS, I, 6 5 0 ; A n n e m a r i e
S c h i m m e l , " A b o ' l - H o s a y n a n - N ü r î Q e b l a of t h e Lights", Sufi, sy. 5, L o n d o n 1992, s. 14-16; a.mlf., " a l - N ü r i " , f / 2 (İng.), VIII, 139-140.
H
MUSTAFA K A R A
F
EBÜ'I-HÜSEYİN el-VERRÂK
^
(bk.VERRÂK, Ebü'l-Hüseyin).
ı—
EBÜ'l-HÜZEYL el-ALLÂF ( liîUI JjJl^l )
n
—1
Ebü'l-Hüzeyl Muhammed b. el-Hüzeyl b. Abdillâh el-Allâf el-Abdî el-Basrî (ö. 235/849-50 [?]) ^
Basra ekolünün kurucusu Mu'tezilî âlim.
Tercih edilen görüşe göre 135 (752) yılı civarında Basra'da doğdu. Hayatı hakkında fazla bilgi yoktur. Hayvan yemi satmakla uğraştığı veya bu işi yapanların bulunduğu mahallede oturduğu için "Allat" diye tanınır. Abdî künyesinin, İran'ın güney bölgesinde yaşadığı bilinen Abdülkays kabilesinin mevâlîsinden Fars asıllı biri olduğuna işaret ettiği kabul edilir. Hayatının büyük bir kısmını geçirdiği Basra'da Vâsıl b. Atâ'nm öğrencisi Osman b. Hâlid et-Tavîl'den tahsil gördü. Bişr b. Saîd ve Ebû Osman ez-Za'ferânî de hocaları arasında zikredilir. On beş yaşında iken Basra'daki ilmî tartışmalara katıldı ve bu vesile ile Dırâr b. Amr gibi bazı ileri gelen Mu'tezile âlimlerinden faydalandı-, daha sonra da onların bazı görüşlerini eleştirdi. Kız kardeşiyle evlendiği Amr b. Ubeyd'in pek çok risâ-
lesine muttali olup onlardan istifade etti. Arapça'ya tercüme edilen felsefe kitaplarını okudu ve bu alanda da kendini yetiştirdi. Yahudi, hıristiyan ve Mecûsî dinlerine mensup pek çok kimseyle başarılı münazaralar yaparak bir kısmının müslüman olmasına vesile oldu. Allah'ın sınırlı bir varlık olmadığını ispatlamak amacıyla Şiî âlimlerinden Hişâm b. Hakem ile Mekke'de tartışmalarda bulundu. Uzun süre Bağdat'ta kalan Ebü'lHüzeyl, burada Hârûnürreşîd'in ünlü veziri Yahyâ b. Hâlid el-Bermekî'nin, daha sonra da Halife Me'mûn'un huzurunda akdedilen ilim meclislerinde birçok âlimle tanıştı. Bunlarla yaptığı tartışmalar sonunda Me'mûn nezdinde itibar kazandı. Bu arada Beytülhikme'nin reisi Sehl b. Hârûn ile dostluk kurdu. Daha sonra Sâmerrâ'ya gitti ve hayatının geri kalan kısmını orada geçirdi. 100 yıla yaklaşan ömrünün son dönemlerinde gözlerini kaybetmesine rağmen zihnî fonksiyonlarını yitirmedi. Kaynaklarda farklı tarihler verilmekle birlikte tercih edilen görüşe göre 235 (849-50) yılında Sâmerrâ'da vefat etti ; cenaze namazı, Vezir İbn Ebû Duâd tarafından imâmet meselesinde sempati duyduğu Şîa mezhebine uygun olarak kıldırıldı. Ebü'l-Hüzeyl, Vâsıl b. Atâ ve Amr b. Ubeyd'den sonra Mu'tezile'nin itikadî mezhep haline gelmesinde oldukça önemli rol oynayan bir âlim ve düşünürdür. Yetiştirdiği öğrenciler Mu'tezile'nin gelişmesine ve güçlenmesine katkıda bulundular. Yeğeni Nazzâm, Ebû Ya'küb eş-Şahhâm, Ali el-Esvârî, Ebû Bekir elEsam, Sümâme b. Eşres, Ca'fer b. Mübeşşir ve Ca'fer b. Harb onun öğrencilerinden bazılarıdır. Cedel ilminin kurucusu kabul edilen Allâf kelâm ilminde önemli bir mevkiye sahiptir. Cedel ilmindeki muvaffakiyetinde ve yaptığı münazaralarda başarılı olmasında Arap dilini iyi bilmesinin payı büyüktür. Aynı zamanda Arap edipleri arasında zikredilen Ebü'lHüzeyl'in münazaralarda eski Arap şiirleriyle istişhâd ettiği belirtilir. Ebü'lHüzeyl hadis rivayetleriyle de dikkati çekmesine rağmen İbn Kuteybe, onun rivayetlerine ehl-i bid'attan olduğu gerekçesiyle güvenilemeyeceğini ileri sürer. Ebü'l-Hüzeyl el-Allâf tabiat felsefesi, ilâhî sıfatlar, nübüvvet, âhiret ve insanın fiilleri gibi temel kelâm konuları üzerinde durmuş, bu konulara dair çeşitli eserler yazmıştır. Eserleri günümüze ulaşmadığından görüşlerinin bir kısmını Ebü'lHasan el-Eş'arî, Abdülkâhir el-Bağdâdî
ve Şehristânî gibi Sünnî müelliflerin tenkitlerinin yanı sıra Ebü'l-Hüseyin Hayyât ve Kâdî Abdülcebbâr gibi Mu'tezilî âiimlerce yapılan nakillerden öğrenmek mümkündür. Onun görüşleri şöylece özetlenebilir: 1. Bilgi Problemi. Duyuların dışında insanın bilgi kaynağı önce akıl, sonra da doğru haberdir. Duyular ve aklın bedîhî ilkeleriyle elde edilen bilgiler zarûrî, istidlâl yoluyla elde edilenler ise iktisabîdir. Haberin doğru bilgi ifade edebilmesi için aralarında cennet ehlinden (âsi olmayan müminlerden) en az birinin bulunduğu yirmi kişi tarafından nakledilmesi gerekir. Tevâtür derecesine ulaşsa bile kâfirler ve fâsıklarca nakledilen haberler delil olarak kullanılamaz. 2. Tabiat Felsefesi. Fizik âlem atomlardan (cüz' lâ-yetecezzâ) oluşur ve sürekli değişikliğe uğrar. Maddenin bölünemeyen en küçük parçaları olan atomlar boyutsuz cevher (geometrik nokta) olup bunlar birbiriyle bitişerek cisimleri meydana getirirler. Kendi kendilerine hareket ve sükûn kabiliyeti bulunmayan cevherlerde bu özellikleri yaratan Allah'tır. Cevherler arasındaki ilişkiler kendiliğinden gerçekleşmediği gibi zorunlu da değildir. İlâhî irade taalluk etmediği takdirde ateş pamuğu yakmaz (Ali Sâmî enNeşşâr, I, 481). Cevherlerin birleşmesiyle oluş (kevn), ayrılmasıyla da bozuluş (fesad) vuku bulur. Atomlar sonlu, sınırlı ve dolayısıyla hâdis olduğuna göre âlem de sonlu, sınırlı ve hâdistir. 3. Ulûhiyyet. Her insan Allah'ın varlığına ilişkin zarûrî bilgilere doğuştan sahiptir. Temyiz çağına giren çocuklar dahi herhangi bir öğrenim görmeden ve naklî bilgilere ihtiyaç duymadan Allah'ın varlığına inanmakla yükümlüdürler. İlâhî sıfatlar O'nun zâtının aynıdır. Allah hayatla hay, ilimle âlim, kudretle kadirdir; fakat hayat, ilim ve kudret O'nun zâtından ibaret olup sıfatlarıyla zâtı arasında gayriyet söz konusu değildir. Bununla birlikte hayat, ilim ve kudret zâtın üç tezahürünü teşkil eder. Naslarda Allah'a atfedilen vech, azamet, kibriyâ gibi kavramlar "zât" mânasına, yed "nimet", ayn ise "ilim" anlamına gelir. Sıfatlar, Allah'ın zıtlarıyla nitelendirilebileceği zâtî, nitelendirilemeyeceği fiilî sıfatlar olmak üzere iki grupta toplanır. Allah sonsuz bir varlık olan zâtını bildiğinden ilmi de sonsuzdur. Ancak mahiyetleri itibariyle sonlu ve sınırlı olduklarından yaratıkları hakkındaki ilmi ve kud-
330 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
EBÜ'l-HÜZEYL el-ALLÂF reti de sınırlıdır. Allah herhangi bir ma-
gerekirdi, halbuki âhiret sorumluluk ye-
Mu'tezile adına bir yenilik getirmemiş-
halde bulunmayan irade sıfatı ile mürîd-
ri değildir.
tir. Zira Kâdî Abdülcebbâr'ın da belirttiği gibi (Şerhu l-üşali'l-hamse,
dir. Bir şeyi yaratmayı dilemesi onu ya-
Nefis, ruh ve hayat farklı m â n a l a r ih-
ratması olup bu bir m a h a l d e bulunma-
tiva eden kavramlardır. Hayat bir arazdır. Uyuyan insanda hayat vardır, f a k a t
zâtın aynı olan bir ilimle âlim o l m a k ile
ruh ve nefis ondan ayrılmıştır. Nitekim Kur'an'da da bu hususa işaret edilir (ezZümer 39/42).
değişikliğinin ötesinde bir f a r k yoktur.
yan "ol" (kün) emriyle gerçekleşir. Şu halde ilâhî kelâm, bir mahalle ihtiyaç duymayan ve duyan olmak üzere iki kısma ayrılır. Yaratmayı gerçekleştiren
"kün"
s. 183),
z â t t a n dolayı âlim o l m a k arasında lafız Ebü'l -Hüzeyl'in ilim, kudret ve hayat sıfatlarını ilâhî zâtın üç t e z a h ü r ü olarak
kelâmı bir mahalle m u h t a ç olmayıp ya-
İman b ü t ü n ilâhî buyruklara uymak-
görmesi, teslîs akîdesine ve Yeni Eflâ-
ratma ile aynıdır ve yaratılmamıştır. Bu-
tan ibarettir. Büyük g ü n a h l a r d a n kaçı-
tuncu anlayışa benzetilerek reddedilmiş-
nun dışında kalan emir, nehiy ve haber
nanların küçük günahları, hakedilmiş bir
tir. Kadîm varlıkların çokluğu (taaddüd-i
türündeki kelâm mahalle m u h t a ç olup
netice olarak değil ilâhî lutuf olarak af-
kudemâ) tehlikesinden k o r u n m a k ama-
m a h l û k t u r ve levh-i m a h f û z d a yazılmış-
fedilir. Bu sebeple k ü ç ü k günahlar hak-
cıyla sıfatları nefyeden Ebü'l - Hüzeyl'in
tır (Eş'arî, s. 663; Abdurrahman Bedevî, I,
kında vaîd bulunabilir. N a m a z ve oruç
çeşitli unsurlardan oluşan bir ilâhî zât
gibi farzları t e r k e t m e k fısktır (a.g.e., s.
anlayışından kurtulamadığı kabul edilir.
i62-168). Kullarına zulmetmeye gücü yetmekle birlikte bunu fiilen yapması mu-
267, 272). Allah'ı yaratıklarına benzeten-
Hiçbir m a h a l d e olmayan bir irade sıfa-
haldir; insanlar için faydalı olanı (aslah)
ler, ilâhî hükümleri zulümle niteleyenler,
tı g ö r ü ş ü ona ait orijinal fikirlerdendir.
terketmesi câiz değildir. Çünkü Allah kul-
ilâhî haberleri yalanlayanlar ve müslü-
Kendisine nisbet edilen m â s u m velî fik-
larını nimetlerinden faydalanmaları için
manların üzerinde icmâ ettiği bir husu-
ri Şîa'daki imâm-ı m a ' s û m inancına ya-
yaratmıştır. İnsanlardaki bilgi ve idrak
su reddedenler tekfir edilir (Abdurrahman
kın bir anlayış olarak değerlendirilmiş-
yeteneğini yaratan Allah olduğu gibi ih-
Bedevî, I, 174).
tir. Ebü'1-Hüzeyl'in görüşlerini benimse-
tiyarî fiillerinin
gerçekleşmesi
için lü-
zumlu olan irade ve kudreti fiilden önce kendilerine veren de O'dur.
Buna
göre z u l ü m d e n münezzeh olan Allah'ın kulların fiillerini yaratması söz konusu değildir. B ü t ü n insanların belirli bir eceli vardır. Buna göre m a k t u l de kendi eceliyle ölür, eğer öldürülmeseydi yine aynı anda ölmesi m u h a k k a k t ı (Eş'arî, s. 257).
Yeryüzü, g ü n a h işlemekten k o r u n m u ş (masum) olan velîlerden hiçbir
zaman
yenlere Hüzeyliyye veya Hüzeliyye adı verilmiştir.
mahrum kalmaz. Mütevâtir haberden ön-
Ebü'l-Hüzeyl el-Allâf'ın fikirlerini Ebü'l-
ce bu velîlerin söylediklerine itibar edi-
Hasan el-Eş'arî, Abdülkâhir el-Bağdâdî
lir. Hz. Ali Hz. O s m a n ' d a n daha faziletli-
ve Şehristânî gibi Sünnî âlimlerin yanı sı-
dir. Hz. Ali ile onun karşısında yer alan
ra İbnü'r-Râvendî ve bazı Mu'tezilî âlim-
Âişe, Talha b. UbeyduIIah ve Zübeyr b.
ler de eleştirmiştir. Öğrencilerinden Ca'-
Avvâm'dan bir grup hatalı olmakla bir-
fer b. Harb'in Tevbîhu
likte hiçbirinden teberrî edilemez (Eş'arî, s. 455-457; Şehristânî, I, 53).
4. Nübüvvet. Hz. M u h a m m e d ' i n en bü-
Ebü'l-Hüzeyl el-Allâf, t e r c ü m e faali-
yük mûcizesi olan Kur'ân-ı Kerîm'in muh-
yetleri neticesinde oluşan felsefî kültür-
tevası birbiriyle çelişmeyen doğru bilgi-
den de faydalanmış ve atomcu bir tabi-
lerden oluşmuştur. Eğer âyetler çelişki-
at felsefesi geliştirerek âlemin kıdemi
li olsaydı Hz. Peygamber'in nübüvvetini
fikrine karşı hâdis oluşuna ilişkin delil-
yalanlamak ve onu fikren m a ğ l û p etmek
ler ortaya koyabilen ilk İslâm d ü ş ü n ü r ü
amacıyla her çareye başvuran Mekkeli
mevkiini kazanmıştır. Atomcu nazariye-
müşrikler Kur'an'a da bu açıdan itiraz
yi Yunan felsefesinden almakla birlikte
eder ve böylece emellerine ulaşırlardı.
ona İslâmî bir muhteva
kazandırmayı
Ebi'l-Hüzeylve el-Mesâ'il fi'n-na c /m'i, Bişr b. Mu'temir'in er-Red calâ Ebi'l-Hüzeyl'i, Hi0 ş â m b. A m r el-Fuvatî'nin Kitâb alâ Ebi'l-Hüzeyl fi'n-na cim'i, Ebû Ali elCübbâTnin Kitâb îi'r-red calâ Ebi'l-Hüzey1 fi'l-mahlûk'u ve îsâ b. Sabîh elMurdâr'm (el-Mirdâr) Fedâ'ihu Ebi'l-Hüzeyl'i onu tenkit etmek için yazılmış olan eserlerdendir. Eserleri. Altmıştan fazla eser yazdığı kaydedilen (İbnü'n-Nedîm, s. 204) Ebü'l-
Onun nübüvveti Tevrat'ta müjdelenmiş-
başarmış ve atomculuğa, mekanizme da-
Hüzeyl el-Allâf'ın g ü n ü m ü z e ulaşan hiç-
tir. Bugün ellerde dolaşan Kitâb-ı Mukad-
yanan materyalist anlayıştan daha tu-
bir kitabı bilinmemektedir. Bazı kaynak-
des'in bu hususu zikretmemesi tahrife
tarlı bir yorum getirmiştir. Allâf'ın bu
larda,
u ğ r a m ı ş bulunmasındandır. Zira Kur'an
konudaki görüşleri daha sonra Nazzâm,
bu gerçeği haber vermektedir (İbnü'l-
İbn Keysân, Esam, Hişâm b. Hakem, İbn
Murtazâ, s. 45; Cemîl Salîbâ, XXI/3-4, s.
Hazm gibi bazı kelâmcıların dışında Mu'-
108-109).
tezilî, Sünnî ve Şiî hemen hemen b ü t ü n
5. Ahiret ve Sem'iyyât Konulan. İnsan-
kelâmcılarca benimsenmiştir. Ebü'l-Hü-
sorumluluklarını
zeyl, kendi fizik sistemiyle âhiret haya-
yerine getirmelerini sağlayacak olan fiil
tının dâimî bir sükûna kavuşacağına iliş-
lar dünya
hayatında,
Münâzaratü Ebi'l-Hüzeyl ve mecnûni'd-deyr adını taşıyan bir risâ-
FP^İr^U
y a p m a irade ve gücüne sahip kılınma-
kin görüşü arasında da irtibat k u r m u ş ,
larına karşılık âhirette böyle bir güce
başlangıcı olan her hareketin sona ere-
el-Ailâf'a
ihtiyaç
âhiret
ceğini d ü ş ü n m ü ş t ü r ; ancak Cehm b. Saf-
nisbet edilen
imtihan yeri değil m ü k â f a t ve ceza ye-
vân'a yaklaşan bu görüşünden dolayı çe-
duymayacaklardır.
Zira
Ebü'l-Hüzeyl
Münâzaratü Ebi'l-Hüzeyl
dolayı cennetlikler cen-
şitli âlimlerce eleştirilmiştir. İlâhî sıfat-
nette, cehennemlikler de cehennemde
ları zâtın aynı kabul eden Muattıla ile
hareketsiz kalacak ve d â i m î bir s ü k û n
bunları zâtın ötesinde bir m â n a olarak
içinde bulunacaklardır
(Eş'arî, s. 475).
ispat etmeye çalışan Sıfâtiyye arasında
(British
ihtiyarî fiiller
mutavassıt bir sıfat teorisi geliştirmeye
Library,
çalışmışsa da ortaya koyduğu görüşler
nr. Or. 3 9 9 1 / 3 ,
ridir. B u n d a n
Eğer
insanlar
cennette
yapacak olsalardı sorumlu
tutulmaları
—-r^rî
ue
mecnûni'ddeyr a d l ı
'fciVljeıi»!'^,!;,! V .'İt a
• ı
,
risâlenin ilk s a y f a s ı
vr. 2 9 9 )
331 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
EBÜ'I-HÜZEYL el-ALLÂF le ona nisbet edilerek nüshaları zikredilmektedir (meselâ bk. Sezgin, 1, 618; risâlenin bir nüshası için bk. İSAM Ktp., nr. 24374). Ancak bu risâlede, cedel ilminin kurucuları arasında yer alan ve kelâm tarihinde başarılı bir münazaracı olarak bilinen Ebü'l-Hüzeyl'in, mevhum bir Şiî âlimle Hz. Ali'nin imâmetini tartışırken yenilgiye uğramış olarak gösterilmesi onun apokrif bir eser olması ihtimalini kuvvetlendirmektedir. Ebü'l-Hüzeyl'e nisbet edilen eserleri üç gruba ayırmak mümkündür. A) Kelâm problemleriyle ilgili olanlar: el-Uşûlü'l-hamse, Şıfatullâh bi!- zadl ve nefyü! - kabîh, Kitâb fî şıîati! - ğadab ve'r-niâ mine'llâh celle şenâ'üh, Kitâbü's-Sahat ve'rnzâ, Kitâbü'l-İnşân mâ-hüve, Kitâbü Tesbîti! - a z râz, Kitâbü'l-Cevâhir ve!-a zrâi, Kitâbü's -Sem c ve'l-başar, Kitâbü'l-Va zd ve'l-va zîd, Mesâ'il fi'lharekât ve ğayrihâ, Kitâbü'l-Hücce, Kitâbü'l-lstitâ ca, Kitâbü'l-Harekât, Kic tâb fî halkı'ş-şey" ani'ş-şey", Kitâbü't-Tefehhüm ve harekâtı ehli'l-cenne, Kitâbü'l-Havi ve'ş-şeîâ za ve cazâbi'l-kabr, Kitâbü zAlâmâti şıdkı'r-Resûl. B) Kelâmcılara karşı yazdığı reddiyeler: Kitâb calâ men kale bi - ta czîbi î etîâl, Kitâb zalâ Ebî Şemr îi'l-ircâ", Kiz tâbü'l-Mahlûk alâ Hafs el-Ferd, Kitâbü'r-Red Cale'l-Ğaylâniyye îi'l-ircâ', Kitâb zalâ Dırâr ve Cehm ve Ebî Hanîfe ve Hafs fi'l-mahlûk, Kitâb zalâ z Hafs el-Ferd fî fe ale ve yeî zalü, Kitâb Zale'n-Nazzâm îî tecvizi! - kudreti Zale'z-zulm, Kitâb Zale'n-Nazzâm îî halkı'ş-şey", Kitâb Cale'n-Nazzâm fi'linsân, Kitâbü'z-Zaîer zalâ İbrâhim, Kitâbü'r-Red Zale'l-Kaderiyye ve!-Mücbire, Kitâb calâ aşhâbi'l- hadîs fi' t -teşZ bih, Kitâbü't-Tevlîd ale'n-Nazzâm, z Kitâb alâ Dırâr, Kitâbü'l-lmâme zale'lz Hişâm, Kitâbü'l-Had alâ İbrâhîm. C) Gayri müslimlere karşı yazdığı reddiyeler: Kitâbü Mîlâs, Kitâb Zale'l-Mecûs, Kitâb c ale'l-yehûd, Kitâb Zale's-Sûîesz tâ'iyye, Kitâbü! - Hücce ale'l-mülhidîn, Kitâb zale'n-naşârâ, Kitâb zalâ z c Ammâr en-Naşrânî fi'r-red ale'nz naşârâ, Kitâbü'r-Red alâ ehli'l-edZ yân, Kitâb ale'ş-Seneviyye. Ebü'l-Hüzeyl el-Allâf'ın hayatı ve görüşlerine dair müstakil çalışmalar yapılmıştır. Ali Mustafa el-GurâbFnin Ebü'lHüzeyl el- zAllâf (Kahire 1949) ve müsteşrik Richard M. Frank'ın The Metaphysics of Created Being According to Abu'l-
Hudayl al-Allaf (Leiden-İstanbul 1966) adlı eserleri bunlar arasında zikredilebilir. BIBLIYOGRAFYA : Münâzaratü
Ebi'l-Hüzeyl
ue
mecnûni'd-deyr,
İSAM Ktp., nr. 2 4 3 7 4 ; Câhiz, el-Beyân
ue't-
tebyîn,
(nşr.
1, 78, 104, 1 5 0 ; a.mlf., el-Buhalâ'
T â h â el-Hâcirî), Kahire 1981, s. 6 4 , " l 3 5 , 2 8 5 , 2 8 7 , 3 3 0 , 331-332; İbn Kuteybe,
'üyünül-ah-
bâr, II, 2 0 4 ; III, 1 3 8 ; a.mlf., Te'uîlü
muhtelifiî-
hadîş
(nşr. M . Z ü h r î en-Neccâr), Beyrut 1 3 9 3 /
1973, s. 43-44; Hayyât, el-İntişâr, 59, 9 0 , 1 0 9 ; Kâ'bî, Bâbü
"Makâlâti'l-lslâmiyyîn" kâtü'l-Mu'tezile
s. 15-21, 56,
zikri'l-Mu'tezile (Fazlü'l-i'tizâl
min ve taba-
içinde, nşr. F u â d Seyyid), Tu-
MakâlâHRit-
n u s 1 3 9 3 / 1 9 7 4 , s. 69-70; Eş'arî,
ter), s. 2 5 7 , 2 6 7 , 2 7 2 , 455-457, 4 7 5 , 6 6 2 - 6 6 3 ; M a l a t î , et-Tenbth
ue'r-red,
el-Bed'
I, 4 2 ; II, 1 2 1 ; V, 143; İbnü'n-
ue't-târîh,
N e d î m , el-Fihrist,
s. 38-41; Makdisî,
s. 185, 203-204, 2 1 4 ;
Şerhu'l-üşüli'l-hamse,
Abdülcebbâr,
5 4 4 ; a.mlf., Fazlü'l-i'tizâl
ue
Kâdî
s.
183,
tabakâtü'l-Mu'te-
zile (nşr. F u â d Seyyid), T u n u s 1 3 9 3 / 1 9 7 4 , s. Müteşâbihü'l-
164-165, 251, 2 5 4 - 2 6 3 ; a.mlf.,
Kur'ân
(nşr. A d n a n M . Zerzûr), Kahire 1969,
s. 131-132, 165, 321, 3 7 9 ; Bağdâdî, el-Fark (Abd ü l h a m î d ) , s. 121-130; Şerîf e l - M u r t a z â , Emâ-
li'l-Murtazâ,
Kum
1403 hş., I, 124-126;
İbn
H a z m . el-Faşl, I, 12; II, 266, 294, 306, 347, 3843 8 5 ; Hatîb, Târîhu
Bağdâd,
111, 3 6 7 - 3 7 0 ; Şeh-
ristânî, el-Milel (Vekîl), I, 49-53; Safedî,
himyân
Nektü'l-
(nşr. A h m e d Zeki Bek), Kahire 1 3 2 9 /
Tabakâtü'l-Müte-
1911, s. 2 7 8 ; İbnü'l-Murtazâ,
zile, s. 44-49; Brockelmann, GAL Suppl.,
I, 3 3 8 ;
Sezgin, GAS, I, 6 1 8 ; Ali S â m î en-Neşşâr,
Neş'e-
tul-fikri!-felsefî
fi'l-İslâm,
Kahire 1977, I, 443-
4 8 3 ; R. M. Frank, The Metaphysics
of
Being
al- 'Allâf. A
According
Philosophical
to Abû'l-Hudhayl
Study
of the Earliest
Created
Kalâm,
Ne-
derland 1 9 6 6 ; a.mlf., " T h e D i v i n e A t t r i b u t e s a c c o r d i n g t o t h e T e a c h i n g of A b u ' l - H u d h a y l a l - ' A l l â f " , Le Museon,
L X X X I I / 3 - 4 (1969), s.
451-506; J . R. T. M. Peters, God's
Created
Spe-
ech, Leiden 1976, s. 113, 128-130, 2 2 6 , 251252;
Abdurrahman
miyyîn,
Mezâhibü'l-Islâ-
Bedevî,
Beyrut 1979, I, 121-197; Cemîl Salî-
b â , " E b ü ' l - H ü z e y l e l - c A l l â f " , MMİADm.,
XXI/
3-4 (1946), s. 107-117; X X I / 5 - 6 (1946), s. 2052 1 7 ; J . Van Ess, " A b u ' l - H u d h a y l i n C o n t a c t : T h e G e n e s i s of a n A n e c d o t e " , Islamic
Theo-
logy and
of Ge-
Philosophy:
orge F. Hourani
Studies
in Honor
(ed. M i c h a e l E. M a r m u r a ) , Al-
bany 1984, s. 13-30, 280-285; Carra d e Vaux,
İA,
"Ebülhüzeyl",
IV, 8 5 - 8 6 ;
" A b u ' l - H u d h a y l a l - ' A l l â f " , El2 1 2 9 ; J . van
al-cAlIâf",
m M
^
Nyberg,
(İng.), 1, 127-
Ess, " A b u ' l - H o d a y l
Elr., I, 3 1 8 - 3 2 2 .
F
H. S.
METIN YURDAGÜR
EBÜ'I-KÂSEM ( r l2!l y\ )
n
Hz. Peygamber'in künyesi.
^
Araplar arasında, ilk doğan çocuğa nisbetle künye alma ve bu künye ile anılma âdeti eskiden beri mevcuttur (bk. KÜNYE). Resûl-i Ekrem de Hz. Hatice'den olan ilk
oğlu Kâsım'a nisbetle Ebü'l-Kâsım künyesini almıştır. Ayrıca Hz. Peygamber, "Ben yalnız taksim ediciyim, veren ise Allah'tır" (Buhârî, "ilim", 13; Müslim, "Zekât", 100); "Ben Ebü'l-Kâsım'ım, aranızda paylaştırırım" (Müslim, "Âdâb", 5) meâlindeki hadislerinde, kasm kökünden gelen kasım (taksim eden, bölüştüren kimse) kelimesinin sözlük anlamına da telmihte bulunmuştur. Hz. Peygamber'in künyesinin başkaları tarafından kullanılması hususunda farklı görüşler ileri sürülmüştür. Çocuğuna Muhammed adını koymak isteyen bir kişiye Resûl-i Ekrem adının alınabileceğini, ancak künyesinin kullanılamayacağını söylemiştir. Hz. Peygamber'in çarşıda veya Bakî' Mezarlığı'nda bulunduğu bir sırada ashaptan biri diğerine, "Yâ EbeT-Kâsım!" diye seslenince Resûlullah dönüp ona baktı. Sahâbî, "Yâ Resûlallah! Ben sana değil falana seslenmiştim" deyince Hz. Peygamber ona künyesinin değil adının kullanılmasını tavsiye etti (Buhârî, "Büyûc", 49; Müslim, "Âdâb", 1). Bu hadisleri dikkate alan İmam Şâfiî, Resûl-i Ekrem'in adıyla birlikte künyesinin (Ebü'l-Kâsım Muhammed) herhangi bir kişi tarafından kullanılmasının doğru olmadığını belirtmiştir. Zâhirîler de aynı görüşü benimsemişler, hatta bazıları çocuğa Kasım adının verilmemesi gerektiğini ileri sürmüşlerdir. Bu yasağın sonradan kaldırıldığını veya bunun sadece Hz. Peygamber'in hayatında geçerli olduğunu söyleyenler ise Hz. Ali'nin, "Yâ Resûlallah! Senden sonra doğacak çocuğuma senin adını ve künyeni vermemi uygun görür müsün?" sorusuna Resûl-i Ekrem'in, "Evet" diye cevap vermesini göz önüne almışlardır. Nitekim Hz. Ali'nin oğlu Muhammed b. Hanefiyye ile Muhammed b. Ebû Bekir ve Muhammed b. Talha b. Ubeydullah'ın künyeleri Ebü'lKâsım'dır. İmam Mâlik başta olmak üzere birçok âlim de bu görüştedir. İbn Cerîr et-Taberî ise hadisin neshedilmediğini, söz konusu yasağın haram değil bir edep ve nezaket meselesi olduğunu söylemektedir. Hz. Peygamber'e Ebü'l-Kâsım künyesi yanında, babasının da künyesi olduğu söylenen Ebü'l-Kuşem, yoksullara yardım edip onlarla yakından ilgilendiği için EbüT-erâmil ve Ebü'l-mü'minîn künyelerinin de verildiği kaynaklarda zikredilmektedir. Diğer taraftan Hz. Peygamber'in Mâriye'den olan oğlu İbrâhim do-
332 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
EBÜ'I - KÂSIM el-IRÂKÎ ğunca Cebrâil'in kendisine, "es-Selâmü aleyke yâ Ebâ İbrâhîm!" diye hitap ettiği rivayet edilmiştir. BİBLİYOGRAFYA: B u h â r î , " c İ l i m " , 13, " B ü y û c " , 44, 49,
"Me-
n â k ı b " , 2 0 ; M ü s l i m , " Z e k â t " , 100, " Â d â b " , 1, 5 ; Müsned,
I, 9 5 ; İbn H i ş â m , es-Sîre, I, 190Sa'd, et-Tabakât,
191, 4 7 8 ; İbn
I,
133, 4 4 7 ; İbn Kuteybe, el-Ma'ârif 1 4 1 ; Belâzürî, Ensâb,
tikâk,
106-107,
(Ukkâşe), s.
1, 9 1 ; İbn Düreyd, el-lş-
s. 3 9 ; İbnü'l-Cevzî, el-Vefâ, 1, 105-106;
Makrîzî, İmtâ'ül-esmâ3
(nşr. M a h m û d Şâkir),
Kahire 1941, 1, 3 ; İbn Hacer, Fethu'l-bârî tîb), VI, 6 4 7 - 6 4 8 ; X , 587-589; Tecrid
si, I, 1 0 4 ; İbnü'd-Deyba', Hadâ' metali'u't-esrâr
(Ha-
Terceme-
iku'l-enuâr
ue
(nşr. A b d u l l a h İ b r â h i m el-En-
sârî), Katar, ts., II, 961-962; Diyarbekrî, Târî-
hu'l-hamîs,
I, 2 0 7 ; Koksal, İslâm
Tarihi
(Mek-
ke), İstanbul 1981, s. 14-16; " E b ü l k a s ı m " , İA, S
F
MUSTAFA F A Y D A
EBÜ'I-KÂSIM el-BELHÎ
n
(bk. KÂ'BÎ).
r
..
. -
EBU'1-KASIM el-IRÂKI
(
~ı
)
Ebü'l-Kâsım Muhammed b. Ahmed el-Irâkî es-Simâvî İslâm dünyasının Câbir b. Hayyân ve Ebû Bekir er-Râzî'den sonra yetiştirdiği en büyük kimyacılardan. Klasik kaynaklarda hayatı hakkında bilgi yoktur. Bazı eserlerinde adı Ahmed b. Muhammed şeklinde geçer; nisbesinden Iraklı olduğu anlaşılmaktadır. Yeni kaynaklarda XII. veya XIII. yüzyılda yaşadığı söylenmekte, ölüm tarihi Kehhâle tarafından 580 (1184-85) yılı civarı olarak gösterilmektedir. Ebü'l-Kâsım aynı zamanda Hüsrev Şah es-Simâvî ad ve nisbesiyle de tanınmakta, ancak bu adın c U y û n ü ' l - h a k â ' i k başlığını taşıyan eserinin çeşitli yazma nüshalarında Hüsrev Şah (Süleymaniye Ktp., Karaçelebizâde, nr. 252, vr. 7b), Harûr Şah (Süleymaniye Ktp., Cârullah Efendi, nr. 1549, vr. 3a), Hazûr Şah (Süleymaniye Ktp., Hacı Mehmed Efendi, nr. 3082, vr. 3a), Hazzûr Şah (Süleymaniye Ktp., Hafid Efendi, nr. 201, vr. 2 b ) ve Hayrûz Şah (İÜ Ktp., AY, nr. 6271) gibi farklı şekillerde yazıldığı görülmektedir. Bunlardan Karaçelebizâde'deki 923 tarihli nüshanın, müellif hattının veya ondan aktarılan nüshanın özelliklerini taşıdığı kabul edilmektedir. Buna göre istinsah hatalarından kay-
naklandığı anlaşılan bu farklılıklar bir yana bırakılırsa söz konusu adın Hüsrev Şah olduğu söylenebilir. İkinci nisbesi ise yine eserlerinin yazma nüshalarında Sîmâvî, Simâvî ve Simânevî olmak üzere üç ayrı şekilde geçmektedir. Bu durum, söz konusu nisbenin onun doğum yerinden çok mesleğiyle ilgili olduğunu ve belki de aslında "Simyâî" iken istinsah hatası sonucu "Simâvî" veya diğer şekillere dönüştürüldüğünü düşündürmektedir. ' U y û n ü ' l - h a k a ' i k ' m British Museum'daki nüshasının (nr. 1337/2) baş tarafında Sultan I. Baybars'ın (1260-1277) oğlu Berke Han'ın ve veziri Bahâeddin'in adları geçmektedir. E. J. Holmyard buradan hareketle onun XIII. yüzyılda yaşadığını söylemektedir. Öyle anlaşılıyor ki Ebü'l-Kâsım uzun seyahatlerden sonra ömrünün önemli bir kısmını Mısır'da geçirmiş ve eserlerinin çoğunu orada kaleme almıştır. Hayatının on yedi yılını kimya öğrenimine veren Ebü'l-Kâsım, bu alandaki çalışmalarında yeni bir yöntem geliştirmiş değildir. Aslında eskiden beri anlatılagelen simyaya ilişkin hurafeleri reddetmekle birlikte değersiz madenleri ateşte eriterek altın ve gümüşe dönüştürmenin m ü m k ü n olacağına inanıyordu. Yaptığı bir deneyde kurşun eriyiğinden bir miktar gümüş elde edince bu kanaate sahip olmuş, fakat bir filizin içinde başka madenlerin de bulunacağını hesaba katmamıştı. Ona göre altın, gümüş, bakır, demir, kurşun ve kalay ayni türden madenlerdi ve aralarındaki fark sadece sıcaklık, soğukluk, kuruluk ve yaşlığa dayanan niteliklerden kaynaklanıyordu. O halde kimyasal işlem sonucu bu nitelikleri değiştirerek bir madeni diğerine dönüştürmek mümkündü [el'İlmü'l-mükteseb, s. 7-8). Bu madenler arasında altının her zaman değerli bir madde olarak kabul edilmesinin sebebi, diğerlerine göre nitelik açısından daha mutedil olmasıydı ve öteki madenleri altına çevirmek için uygulanacak yöntem, onları ateşte eritip gerektiği kadar iksir ilâve etmek suretiyle normal kıvama gelmelerini sağlamaktan ibaretti (a.e., s. 9). İksirin eritilen madene olan etkisini ise ilâcın hastaya yaptığı etki ile mukayese eder ve bunun olumlu sonuçlarının istisnaî durumlar bir yana kesin olduğunu söyler (a.e., s. 18-19). Ebü'l-Kâsım çalışmalarında Câbir b. Hayyân ve Ebû Bekir er-Râzî gibi ünlü-
lerin eserlerinden faydalanmış, ancak maddenin kimyasal özelliklerini araştırmayı gaye edinen Râzî'den çok Câbir'in öğretilerine sadık kalarak fizikî niteliklerle ilgilenmeyi ve bunları sembollerle açıklamayı tercih etmiştir. Bu bakımdan eserleri büyük ölçüde Câbir kimyasının bir özeti sayılabilir. Bununla birlikte onun çalışmaları hiçbir zaman Câbir'in fikirlerinin yalın bir tekrarı olmamış, daima kendi deney ve gözlemlerini yansıtmıştır. Ayrıca simyaya ait eserlerin kaleme alınış tarzlarını ve bunlarda geçen bazı sembolik terimlerin ne anlama geldiğini de izah eder. Böylece simya alanındaki eserlerin kolay anlaşılmasına yardımcı olmak ister; fakat son tahlilde sembollerin metafizik birer anlamı bulunduğuna dikkat çekerek bu konuda daha ileri gidilmemesini tavsiye eder. Ebü'l-Kâsım, İslâm dünyasında simya alanındaki çalışmaların durakladığı bir dönemde yazdığı eserlerle bu geleneği devam ettirmesi bakımından önemli bir şahsiyettir. Eserleri. 1. el-'İlmü'l-mükteseb fî zirâ'ati'z-zeheb. Elli sayfadan oluşan ve eski kimya geleneğini yansıtan kitap muhteva bakımından iki kısma ayrılabilir. Birinci kısım iksir teorisiyle altın, gümüş, bakir, demir, kalay ve kurşunun transmutasyonunu konu almaktadır. İkinci kısımda ise çeşitli milletlerden filozof, bilgin ve şairlerin simya ile ilgili sözlerine ve şiirlerine yer verilmiştir. Holmyard'a göre eserin teorik yönü çok güçlü olup sağlam bir mantık dokusuyla işlenmiştir; fakat pratik yönü eksik ve çok defa yetersiz kalmaktadır. Holmyard tarafından İngilizce tercümesiyle birlikte yayımlanan (Paris 1923) kitabın en tanınmış şerhi Aydemir el-Cildekî'nin (ö. 762/1360-61) Nihâyetü't-taleb adlı eseridir ve Bombay'da yayımlanmıştır (1307). 2. 'Uyûnü'l-hakâ'ik ve îzâhu't-tarâ*ik. Eserin British Museum'daki (nr. 1337/2) nüshasının mukaddimesinde Memlûk Sultanı Baybars'ın oğlu Berke Han'ın ve veziri Bahâeddin'in adları geçmektedir. Otuz bölümden oluşan eser klasik bir simya kitabıdır. Süleymaniye Kütüphanesi'nde bulunan nüshasının (Halet Efendi, nr. 201) 1202'de (1787-88) Öküzlimanı'nda Muhammed Said Efendi'nin sahilhânesinde istinsah edilmiş olması, XVIII. yüzyılın sonlarında Osmanlılar'da simyaya olan ilginin devam ettiğini göstermektedir. 3. el-Kenzü'l-efhar ve's-sır-
333 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
EBÜ'l-KASIM el-IRÂKÎ rü'l-a czam
fî tasrifi!-
haceri'l-müker-
rem. Dârü'l-kütübiT-Mısriyye'de (Tabîiy-
rât ve'l-makalât fü'z-zunûn,
yât, nr. 168, 19 varak) bulunan kitap, iksir
fî 'ilmi's-sîmiyâ'
(Keş-
(bk. MECRİTİ).
BİBLİYOGRAFYA:
teorisiyle daha çok yukarıda sözü edilen
Ebü'l-Kâsım
fî zirâ'ati'z-zeheb:
Book
arsenik, bakır oksit ve zaçyağının (sül-
quired
the
fürik asit, vitriol) sembollerini açıklamak-
(nşr. ve trc. E. 1. H o l m y a r d ) , Paris 1923, s. 7-8,
tadır. Ayrıca eserde Muhyiddin İbnü'llegorik hikâyelerin izahı da yer almıştır. 4 .el- Ekâlim ü's- seb'a
sûm
bi'ş-şarı ca.
fi 1 - cilmi 1-mev-
Y a z m a nüshaları Biri-
tish M u s e u m (Ek nr. 25/724) ve Gotha'da (nr. 1261/1) bulunan eser, yine Câbir geleneğinin bir devamı şeklinde simya-
Concerning
of Knoıvledge Cultiuation
9, 15, 18-19; Keşfü'z-zunûn, J.
Ruska
56), E r l a n g e n
Ac-
of
1 9 2 6 ; Serkîs. Mu'cem,
Kehhâle, Mu'cemul-mü'ellifîn,
I, 9 0 9 ;
Hakkında çok az bilgi vardır. 1 Cemâ-
VIII, 2 9 2 ; Sar-
ziyelevvel 4 2 7 (2 Mart 1036) tarihinde
t o n , Introduction,
I I / 2 , s. 1045-1046;
a.mlf.,
ISIS, VII (1925), s. 124-128; Sezgin, GAS, İV, 45, 46, 50, 57, 62, 69, 70, 2 5 2 , 3 5 2 ; Seyyid Hüseyin Nasr, İslâm'da
Bilim
ue Medeniyet
(trc.
E. J . H o l m y a r d , " A b u ' l - Q â s i m a l - ' I r â q i " ,
bi'r-remel
(el-Mektebetü'l-belediyye bı' 1 -
Ebü'l-Kâsım'ın
fî zer'i'z-zeheb,
vâni Şüzûri'z-zeheb
zikredi-
Zübde-
Şerhu
tûm bi'ş-şûr ve!-ittisal
(iksir hakkında),
bi-"ayni!
en-Necât
-hayât ve el-lşâ-
hur lügat âlimi Türkistanlı Cevherî'nin bir talebesinin
oğlu olarak
tanıtmak-
Holmyard's Ausgabe
öğrencisinin oğlu veya torunu şeklinde
M u k t a s a b " , İslam,
des K i t â b a l - İ l m
al-
XV (1926), s. 103-105; Fâ-
h û d ü h û fi'l-kimyâ
5
v e m e n h e c ü h û fî kitâ-
b i h : e l - ' T l m ü ' l - m ü k t e s e b " , MMMA X X X I / 2 (1987), s. 393-411.
(Küveyt),
Sİ
göstermesi de (Elr., I, 365) herhalde bu m u s h a f ı gören R. Ettinghausen ve D. S. Rice'm
görüşlerine bağlı
kalmasından
kaynaklanmaktadır. Yine Duda'ya göre
r—ı CEVAT ÎZGİ
Cevherî N î ş â b u r ' d a
iken
Ebü'l-Kâsım
Saîd'in babası veya dedesi olan öğrenci-
ta-
ed-Dürrü'l-mek-
nan m u s h a f ı n sonunda kendisini, meş-
tadır. D. D u d a ' n m onu Cevherî'nin bir
(İbn Erfa're's'in |ö.
593/1197) Dîuânü Şüzûri'z-zeheb'mm mamlanmamış şerhi),
Dî-
nesih hatla yazdığı ve halen Londra'da British Library de (nr. Add 7214) bulu-
VIII (1926), s. 4 0 3 - 4 2 6 ; J . R u s k a , " Z u E. J .
zıl Halîl İ b r â h i m , " E b ü ' l - K â s ı m e l - l r â k l cü-
len diğer eserleri de şunlardır:
tü't-taleb
ISIS,
c
kaynaklarda
V. (XI.) yüzyılda yaşayan İranlı hattat.
^
I, 6 6 5 ;
B r o c k e l m a n n , GAL, I, 6 5 4 - 6 5 5 ; Suppl.,
N a b i Avcı v.dğr.), istanbul 1991, s. 281-285;
İskenderiyye, Hurûf, nr. 6).
ı*-12" j ; ' )
y.
(
1
(Beitrâge, 67, S i t z u n g s b e r , 17-36,
bollerin ne a n l a m taşıdıkları gibi konu-
Şıfatü'l-'amel
EBÜ'l-KÂSIM SAÎD b. İBRÂHİM
1811;
Alchemistische
da gizliliğe uymanın gerekliliği ve semları ihtiva etmektedir. S.
F
Gold
II, 1186,
— E. VViedemann,
Decknamen
J
el-'İlmul-mükteseb
el-Irâkî,
yedi m a d e n başta olmak üzere sülfür,
Arabî'nin çalışmalarında geçen bazı al-
E B Ü ' l - K Â S I M el-MECRÎTÎ
II, 1 1 8 6 ) .
F
E B Ü ' l - K A S I M İBN A B B Â D
n
si İbrâhim b. Sâlih Verrâk, onun
hu'l-luğa (bk. İBN ABBÂD, Ebü'l-Kâsım).
Şıhâ-
adlı lügat kitabını tamamla-
mıştır. Ayrıca Cevherî'nin yazısıyla
bir
asır önce yaşayan ünlü Arap hattatı İbn Mukle'nin (ö. 328/940) yazısının birbirine çok yakın oluşunu göz ö n ü n d e bulunduran yukarıdaki iki araştırmacı, Ebü'lKâsım Saîd'in de Nîşâburlu
olduğunu
d ü ş ü n e r e k yazısının Doğu İran'da gelişen yazı karakterini taşıdığını ileri sürm ü ş t ü r . Ancak İbn Mukle'nin
bugüne
k a d a r herhangi bir yazısı ele geçmediği gibi Ebü'l-Kâsım'ın yaşadığı
çağda
aklâm-ı sittenin gelişmesinde ikinci büyük üstat olarak bilinen İbnü'l-Bevvâb'ın (ö. 413/1022) üslûbu hâkimdi. Bu sebeple Ebü'l-Kâsım Saîd'in yazısının bu ikinci üstadın nesih üslûbuna daha yakın olması icap eder. Nitekim The
Our'ân,
A British Library
neşre-
Exhibition'öa
dilen S â f f â t süresi bu görüşü doğrulamaktadır. Bu m u s h a f ı n yazısı güzel olm a m a k l a beraber o devir neshine ışık t u t m a s ı bakımından çok önemlidir. Tezhibi Ebû Mansûr Nâcî b. Abdullah taraf ı n d a n yapılmıştır. BİBLİYOGRAFYA: Ebü'l-Kâsım Saîd b. ibrâhim'in nesih hattıyla bir Kur'an sayfası
M a r t i n Lings — Yasin H. Safadi, The A British
Library
Exhibition,
Qur'ân,
L o n d o n 1976, s.
46, nr. 54, rs. 5 4 ; R. E t t i n g h a u s e n , " M a n u s c r i p t I l l u m i n a t i o n " , A Suruey
of Persian Art (ed. A. U.
Pope), Tahran 1977, V, 1 9 4 6 ; D. D u d a , " A b u ' l Q â s e m S a ' i d " , Elr., I, 3 6 5 .
(Lings-Safadi, s. 4 3 , rs. 5 4 )
334 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
B
A L I ALPARSLAN
EBÜ'I-KELÂM ÂZÂD
r
BİBLİYOGRAFYA:
EBÜ'l-KÂSIM-ı TÛSÎ TÜRBESİ
A. Gabriel, Monuments
L
Selçuklu emirlerinden Ebü'l-Kâsım b. Ali et-Tûsî'nin Tokat'ta bulunan türbesi.
Üzerinde Dânişmend ve Selçuklu eserlerinin yer aldığı, Tokat'ın en eski caddesi olarak bilinen Sulusokak'ın yukarı kesimindedir. Kayseri'deki Hacı Kılıç Camii ve Medresesi'nin banisi, 1. Alâeddin Keykubad'ın veziri Ebü'l-Kâsım-ı Tûsî tarafından henüz kendisi hayatta iken 631 (1234) yılında yaptırılmıştır. Halk arasında Ali Tûsî Türbesi adıyla anılmakla beraber bu ismin türbede yatan şahsın babasına ait olduğu kitâbeden açıkça anlaşılmaktadır. Türbe kare planlı olup gövdesi yarı hizadan itibaren sekizgen bir yüksek kubbe kasnağına dönüşmüştür. İç mekânı örten tromplu kubbe, dışarıdan piramit biçimi bir külahla kapatılmışsa da bugün yıkık olan bu külâhın yerinde kiremit örtülü bir çatı bulunmaktadır. Duvarlar tuğladan örülmüş ve kirli sarı kalın bir sıva ile kaplanmıştır. Ön yüzünde türbenin en dikkat çekici kısmını oluşturan iki pencere mevcuttur. Pencere açıklıkları, zemin hizasından başlayan ve iki mislinden fazla yükseklikte olan birer dikdörtgen nişin alt yarısında yer almakta, üstlerinde de sivri kemerli birer yüksek alınlık bulunmaktadır. İçeri doğru üç seviyeli olan nişlerin üst pervazları ile alınlık kemerleri arasında, kirli sarı zemin üzerine fîrüze çini mozaikle iki âyet yazılmıştır. Nişlerin diğer kısımları ile alınlıkların içi fîrüze, lâcivert ve mor çini mozaikle yapılmış birbirini kesen altıgenlerden mürekkep geometrik desenlerle süslenmiştir. Pencere nişlerinin üzerinde, dar bir saçaklıkla korunan ince uzun ve iki satirli kitabe yer almaktadır. Türbenin güneydoğu köşesine geç devirlerde, duvar oyulmak suretiyle kemerli ve içbükey nişli kitâbesiz bir çeşme yapılmıştır.
Ebü'l-KasımTûsî Türbesi Tokat
Turcs d'Anatolie,
Pa-
ris 1934, II, 101-102; O k t a y A s l a n a p a . Türk Sa-
natı,
İstanbul 1973, II, 1 3 3 ; Ersal Yavi,
İstanbul 1986, s. 50.
Tokat,
|T| BIL A R A A L T U N
EBÜ'I-KÂSIM ez-ZECCÂCÎ (bk. ZECCÂCÎ).
F
EBÜ'I-KÂSIM ez-ZEHRÂVÎ (bk. ZEHRÂVÎ).
F
^
EBÜ'I-KELÂM Â Z Â D ( jj)T fîtfll
j
n
)
(1888-1958) Hindistanlı gazeteci-yazar, ilim ve siyaset adamı.
^
Mekke'de doğdu. Asıl adı Muhyiddin Ahmed'dir. Bâbür Şah zamanında Afganistan'dan Hindistan'a göç eden bir aileye mensup âlim bir zat olan babası Mevlânâ Hayreddin, büyük Hint ayaklanması (1857) sırasında Hindistan'dan ayrılıp Mekke'ye yerleşmişti. Tahsiline burada başlayan Ebü'l-Kelâm Âzâd, ailesiyle birlikte Hindistan'a döndükten sonra (1899) çevredeki en iyi hocalardan değişik ilimler tahsil etti. Yirmi yirmi beş yaşlarında tamamlanabilen medrese tahsilini on altı yaşında tamamladı; daha sonra babasının düzenlediği özel bir grupla birlikte felsefe, matematik ve mantık okudu. Bildiği Arapça, Farsça ve Türkçe'nin yanı sıra Seyyid Ahmed Han'ın modernist eğilimlerinden etkilenerek İngilizce öğrenmeye karar verdi. Kısa süre içinde bu dili de öğrendi. Özellikle tarih ve felsefe üzerinde derinleşmeye çalıştığı bu dönemde şiddetli bir fikrî bunalım geçirdi. Birkaç yıl süren bu bunalım sonunda bütün geleneksel kanaatleri reddederek düşünce sistemini yeni baştan kurmaya karar verdi. Ebü'l-Kelâm Âzâd'ın bu fikrî değişimi yaşadığı yıllarda Hindistan siyasî çalkantılar içerisinde bulunuyordu. Hindistan genel valisi Lord Curson'un Bengal'i iki bölgeye ayıran idarî uygulaması (1905) özellikle Hindular arasında büyük bir tepkiyle karşılanmıştı. Âzâd bu gelişmeler üzerine Hint ihtilâlcileriyle temasa geçerek siyasetle ilgilenmeye başladı ve Hindistan'ın bağımsızlığı için çalışan gizli örgütlere girdi. 1904'te daha on altı yaşında iken Lisârıü'ş-şıdk adlı bir gazete çıkardı. Bu sıralarda Şiblî en-Nu'-
mânFnin dikkatini çekti. Onun reisi olduğu Nedvetü'l-ulemâ'nın yayın organı en-Nedve'nin editörlüğünü yaptı (19051906). Daha sonra Amritsar'a giderek Mevlânâ Muhammed İnşâullah'ın gazetesi el-Vekîl'in editörlüğünü üstlendi ve bu gazetede özellikle Osmanlılar! savunan yazılar yazdı. 1908'de İrak, Mısır, Suriye, Anadolu ve Fransa'yı içine alan bir seyahate çıktı. Buralarda tanıştığı Arap ve Türk aydınları ile görüş alış verişinde bulundu. Bilhassa Mısır ve Türkiye'de Jön Türk hareketinin önde gelen bazı üyeleriyle dostluk kurdu ve onlarla ilgisini uzun süre devam ettirdi. Âzâd hâtıratında, bu seyahatin siyasî görüşleri üzerinde derin etkiler yaptığını ve artık Hindistan müslümanlarının ülkenin bağımsızlığı için çalışacak yeni bir siyasî hareket başlatmalarının gerekliliğine daha çok inandığını söyler ( India Wins Freedom, s. 7, 8). Âzâd Haziran 1912 tarihinde, bağımsızlık yolunda yapılacak ilk işin kamuoyu oluşturmak olduğu düşüncesiyle haftalık el-Hilâl, adlı bir gazete çıkarmaya başladı. el-Hilâl bir yandan İslâm'ın aslî kaynaklarına dayanan ihyacılığı savunurken öte yandan da panislâmizmin en etkili seslerinden biri oldu. Özellikle Balkan Savaşı sırasında (1912-1913) sürekli olarak Osmanlılar! destekledi ve Osmanlı Devleti'ne yardım için çeşitli faaliyetler düzenledi. el-Hilâl'in kısa zamanda büyük ilgi görmesi ve halk üzerinde etkili olması İngiliz-Hindistan hükümetini endişelendirdi. 1915'te kapatılan el-Hilâl'in yerine aynı yılın Kasım ayında elBelâğ adlı yeni bir gazete yayımlamaya başladı. I. Dünya Savaşı'nın devam ettiği yıllarda Ebü'l-Kelâm Âzâd'ın siyasî faaliyetlerini durdurmak isteyen hükümet onu önce sürgüne gönderdi, daha sonra da tutukladı. 1 Ocak 1920'ye kadar hapiste kalan Ebü'l-Kelâm serbest kalır kalmaz Hin-
Ebü'l-Kelâm Âzâd
335 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
EBÜ'I-KELÂM ÂZÂD distan hilâfet hareketine katılarak Ben-
vekâlettir ve bu vekâleti m u t l a k a bir in-
tiği eseri Abdürrezzâk Melihâbâdî kale-
gal Bölgesi Hilâfet Kongresi'nin başkanı
sanın temsil etmesi gerekmez. En güç-
m e almıştır (Kalküta 1959; Delhi 1965). 6.
ve hilâfet hareketinin en önemli nazari-
lü m ü s l ü m a n devlet tabii olarak hilâfeti
yecisi oldu. Gandhi ile birlikte başlatılan
de üstlenmiş demektir. Dolayısıyla hilâ-
Destân-ı Kerbelâ (Karaçi 1956). Bu risâle Abdullah Gürel tarafından Türkçe'ye çevrilerek Hz. Hüseyin: Bir Uyarı Bir Sembol (İstanbul 1982, 1984, 1985) adlı kitabın içinde yayımlanmıştır (s. 29-60).
pasif direniş eylemleri sebebiyle tekrar
fet hâlâ Türk devletinin
t u t u k l a n d ı (Aralık 1921) ve iki yıl hapse
Hilâfeti ilga kararı ise sadece bir hâne-
uhdesindedir.
m a h k û m edildi. Yargılanması sırasında
d a n d a n bu vekâletin alınmasıdır. Âzâd
yaptığı, kendisine büyük bir saygınlık
buna bağlı olarak Türkiye Cumhuriyeti
kazandıran savunma Hindistan siyasî li-
devlet başkanlarının halife olarak kabul
teratürünün
edilmesini de teklif etmiştir. Bağımsız
en
önemli
örneklerinden
biridir. Ömer Rıza Doğrul tarafından Hin-
Hindistan Cumhuriyeti ile Türkiye ara-
distan'da İstiklâl Mücadeleleri (istanbul 1340h./1342r.) adıyla Türkçe'ye çevrilen bu savunma, daha sonra kısmen sadeleştirilerek değişik adlarla [Hindistan'da İstiklâl Mücadelesi, İstanbul 1964; Ölümsüz Müdafaa, İstanbul 1970; Hindistan'da İngiliz Zulmüne Karşı Savunma, İstanbul 1982) yayımlanmış, ayrıca Abdürrezzâk el-Melîhî tarafından Şevretü'l-Hindi's-siyâsiyye adıyla Arapça'ya çevrilmiştir (Kahire 1341).
sındaki ilişkilerin geliştirilmesine çalışmış ve ilk Hindistan-Türkiye kültür anlaşmasına Hindistan hükümeti adına imza koymuştur. Eserleri. 1. Tercümânü'l-Kur'ân.
Kur'-
ân-ı Kerîm'in Nûr sûresine kadar Urduca t e r c ü m e ve tefsirini ihtiva eder (l-II, Lahor-Delhi 1931-1936, 1945). Eserin Fâtiha süresiyle ilgili b ö l ü m ü n ü Orhan Bekim Türkçe'ye çevirmiştir [Fatiha Tefsiri, İstanbul 1984). Seyyid Abdüllatif tarafın-
Hindistan'ın bağımsızlığı için müslü-
d a n İngilizce'ye tercüme edilen eserin
manlarla Hindûlarln İngilizler'e karşı bir-
(I-II, Bombay 1962-1967, III, Haydarâbâd
likte mücadele vermeleri gerektiğini sa-
1978) özet halinde yapılmış İngilizce ter-
vunan Ebü'l-Kelâm Âzâd, 1923 yılında
cümeleri de vardır (Ashfaque Husain, The
Hindistan Kongre Partisi'nin başkanı ol-
Quintessence of islam, Bombay 1960; Syed Abdüllatif, Basic Concepts of the Qur'an, Hyderabad 1958). Ebü'l-Kelâm Âzâd, "elBeyân f î makâsıdi'l-Kur'ân" adıyla geniş bir tefsir daha y a z m a k istemişse de b u n u gerçekleştirememiştir. 2. Gubâr-ı Hâtır. 1942-1945 yıllarında tutuklu iken kaleme aldığı hâtıralarıyla dostlarına yazdığı Urduca yirmi dört m e k t u b u ihtiva eder (New Delhi 1967). 3. Mes'ele-i Hilâfet aur Cezîretü'l-'Arab (Kalküta 1920; tıpkıbasımı Delhi 1961). Hindistan hilâfet hareketinin teorik temeli olma niteliğini taşıyan bu eserinde müellif hilâfet müessesesinin bir tarihçesini verir; mevcut şartlar içerisinde Osmanlı halifesinin desteklenmesini ve onun siyasî ve dinî otoritesine karşı yapılacak büt ü n müdahalelere müslümanların karşı çıkmaları gerektiğini savunur. Urduca olan eser Mirza Abdülkadİr Beg tarafından Khilafat and Jaziratul Arab adıyla İngilizce'ye t e r c ü m e edilmiştir (Bombay 1920). 4. India Wins Freedom (Bombay 1959). Hindistan'ın bağımsızlığıyla ilgili hâtıralarını ihtiva eden bu eseri Hümâyun Kebîr'e dikte etmiştir. Kitabın, o tarihlerde henüz hayatta olan kişilerle ilgili olduğu için Âzâd'ın ö l ü m ü n d e n otuz yıl sonra yayımlanmasını istediği bölümünü de ihtiva eden ikinci baskısı 1988'de yapılmıştır (New Delhi). S. Â z â d ki Kahani Hud Âzâd ki Zebânî. Âzâd'ın Urduca biyografisidir. Kendisinin dikte et-
du. 1940'ta ikinci defa partinin başkanlığına seçildi ve 1946'ya kadar bu görevde kaldı. Ancak bu sürenin üç yılı (19421945) yine hapishanede geçti. 1947'de Hindistan'ın bağımsızlığına giden yolda Kongre Partisi adına İngilizlerle yapılan birçok müzakereye katıldı. Hindistan'ın bölünmesine şiddetle karşı çıkan Âzâd, ayrı bir Pakistan devleti kurulması fikrini m ü s l ü m a n l a r ı n Hindistan'ın tamam ı n d a n vazgeçmesi olarak görüyordu. Âzâd, 1947'de kurulan ilk bağımsız Hindistan h ü k ü m e t i n d e Eğitim bakanı oldu ve ö l ü m ü n e kadar (22 Şubat 1958) bu görevde kaldı. Mezarı Yeni Delhi'dedir. Ebü'l-Kelâm Âzâd, panislâmist fikirleri ve Hindistan'ın bağımsızlığı için verdiği mücadele ile son d ö n e m İslâm ve Hindistan tarihinin en önemli simaları arasında yer alır. Kullandığı "Âzâd" lakabı, onun düşünce planında ulaştığı merhaleyi ifade etmesinin yanı sıra m a z l u m milletlerin hürriyet mücadelelerine bakışını da yansıtmaktadır. Osmanlı Devleti'ni ve hilâfetini cesaretle destekleyen Âzâd, Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşunu da hararetle alkışlayanların arasında yer aldı. Hilâfetin ilga edilmesini, 1922'den beri Türkiye'de görülen iki başlılığın sona ermesi olarak değerlendirir. Ona göre halifenin siyasî ve dinî otoritesi bir b ü t ü n d ü r ve hıristiyan dünyasındaki papalığa benzemez. Hilâfet bir
Ebü'l-Kelâm Âzâd'ın diğer bazı eserleri de şunlardır: Aşhâb-ı
Kehf (Delhi, ke Efsâne (Delhi, ts.), c A z î m Şahşiyyât (Lahor, ts.), el-Bîrûnî aur Coğrâfiye-i 'Âlem (New Delhi 1980), ed-Dîn ve's-siyâse (Bijnor, ts.), el-Harb fi'lKur'ân (Lahor 1922), Hazret-i Yûsuf (Delhi, ts.), İ clân-ı Hak (Kalküta 1319), Câmi'u'ş-şevâhid îî duhûli ğayri'lmüslim fi'l-mesâcid (Delhi 1960), Makâm-ı Cemâleddin el-Efğânî (1948), Zülkarneyn (Lahor, ts.), Resûl-i Rahmet: Sîret-i Tayyibe (2. baskı, Lahor 1981). Müellifin ayrıca birçoğu çeşitli dillere terc ü m e edilmiş dinî, siyasî ve tarihî konularla ilgili 100'e yakın risâle ve makalesi b u l u n m a k t a d ı r (eserlerinin bir listesi için bk. DMBİ, I, 314). ts.), Âzâd
BİBLİYOGRAFYA: A b u l K a l a m A z a d , India
Wins Freedom,
Delhi 1 9 8 8 ; M . Desai, Maulana
New
Abul
Kalam
Azad,
Agra
1946;
Humayun
Abul
Kalam
Azad,
Bombay 1959; Abid
Meulana
Bedar,
1 9 6 8 ; Müslim
kistan
Ebul
esbaden
Kelam
Self-Statement
1857-1968
Râmpûr
in India
and Pa-
1970, s. 16-17; A b d ü l h a y el-Hasenî, VIII, 15-21; Enver el-Cündî,
Terâcimul-â'lâmi'l-müSşırîn ners
Raza
Azad,
(nşr. Aziz A h m e d v.dğr.), Wi-
Nüzhetü7-hauâtır, İslâmî,
Maulana
Kabir,
fi'l-'âlemi'l-
Kahire 1970, s. 21-25; P. Hardy, Part-
in
Freedom
and
True
Muslims,
1971, s. 20-30; A b d ü l m ü n ' i m e n - N e m r ,
Kelâm
Azâd,
Lund
Ebü'l-
Kahire 1973, I-II; M u s h i r u l Haq,
" M a u l a n a A b u l Kalam A z a d : A Revolutionary A l i m " , Maulana
Azad
18 ,h Dealth
Lucknow 1976; M o h a m m a d volutionary Maulana",
Freedom
Mouement
Anniuersary,
Habib, " T h e Re-
Muslims
and
India's
(ed. B. K.-S. Akluvalia),
New Delhi 1985, s. 69-101; R a h a t Nabi Khan, "Courants modernes de la pensee islamique dans
le
L'İslam
sous - c o n t i n e n t
la philosophie
indo-pakistanais",
et les sciences,
Paris
Pan-Islamizm,
1986, s. 104-128; A z m i Özcan,
İstanbul 1992, s. 186, 207, 2 2 4 , 2 3 2 , 2 3 6 , 2 4 3 ;
el-Hilâl,
Kalküta 1912-14, m u h t e l i f sayılar; J .
M. S. Baljon, " A M o d e r n U r d u Tafsir", Wf, H / 2 (1953), s. 95-107; Hafeez Malik. " A b u l K a l a m A z a d ' s T h e o r y of N a t i o n a l i s m " , MW,
LI1I/1
(1963), s. 3 3 - 4 0 ; Bashir A. Dabla, " M ü s l i m Political T h o u g h t in t h e Colonial I n d i a ; A Comp a r a t i v e S t u d y of Sir S y e d A h m e d K h a n M a u l a n a A b u l K a l a m A z a d " , islam
Age,
And
Modern
XVIII/2-3, New Delhi 1987, s. 1 3 3 - 1 5 3 ;
Gulâm
Resul Mihr, " Â z â d " , ÜDMİ,
1, 99-104;
H â d î Â l i m z â d e , " Â z â d E b ü ' l - K e l â m " , DMBİ, 3 0 6 - 3 1 5 ; I. H e n d e r s o n
Azad, An intellectual Delhi 1989.
336 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
Douglas, Abul
and Religious
I,
Kalam Biography,
m I®
A Z M İ OZCAN
EBÜ'l-MÜEYYED-İ BELHÎ
F
EBÜ'l - LEYS es-SEMERKANDÎ
""
(bk. SEMERKANDÎ. Ebü'l-Leys).
r
EBÜ'l-MEÂLÎ, M u h a m m e d b. UbeyduIIah ( "üılj-i. j j J U I JJÎ )
n
(V./XI. yüzyıl) Dinler ve mezhepler tarihiyle ilgili en eski Farsça eser olan Beyân ü'l- edyâtı 'ın müellifi İranlı yazar (bk. BEYÂNÜ'l-EDYÂN).
r L
r
EBÜ'l-MEÂLİ NASRULLAH-ı MÜNŞİ (bk. NASRULLAH-ı ŞÎBÂZİ).
EBÜ'l-MEHÂSİN el-FÂSÎ ( ^uıı ^ ) Ebü'l-Mehâsin Yûsuf b. Muhammed b. Yûsuf e!-Fihrî el-Fâsî (ö. 1013/1604) Mutasavvıf.
19 Rebîülevvel 937'de (10 Kasım 1530) Kasrülkebîr'de (Aicâzarquivir) doğdu. Doğ u m yılı 938 olarak da kaydedilir. Kuzey Afrika fâtihi Ukbe b. Nâfi' el-Fihrî'nin soyundan gelen ve Endülüs şehirlerinden Mâleka'nın (Malağa) tanınmış ailelerinden olan Beni'l-Cedd'e mensuptur. Ailesi IX. (XV.) yüzyılın sonlarına doğru Fas'a göç etti ve buraya nisbetle anıldı. Ticaretle uğraşan babası Muhammed b. Yûsuf daha sonra Kasrülkebîr'e yerleşti. İlk tahsilini burada yapan Ebü'l-Mehâsin, Abdurrahman b. Muhammed elHabbâz el-Kasrî'den Kur'an, fıkıh ve nahiv okudu. Genç yaşta devrin büyük velîlerinden Şâzeliyye şeyhi Abdurrahman elMeczûb'a intisap etti. Tahsilini tamamlamak için biri 960'tan (1553) önce, diğeri 962'de (1555) olmak üzere iki defa Fas'a gitti. Aralarında İbn Celâl etTilimsânî, Abdurrahman b. İbrâhim edDükkâlî ve Ahmed el-Mencûr'un da bulunduğu birçok hocadan ders aldı. Daha sonra Kasrülkebîr'e döndü ve ders vermeye başladı. Kısa sürede şöhrete kavuştu. Şeyhi Abdurrahman el-Meczûb onu takdir eder ve kendisine "çağının Gazzâlî'si" derdi. Abdurrahman elMeczûb vefat edince (Zilhicce 976/Mayıs 1569) Şeyh Abdullah b. Hüseyin elMegârî onun yerine geçti. Altı ay sonra
BİBLİYOGRAFYA:
Megarî'nin ölümüyle de hilâfet Ebü'l-
Muhibbi,
Mehâsin'e kaldı. Ebü'l-Mehâsin, 986 (1578) yılında Portekizliler'e karşı yapılan meşhur Vâdilmehâzin Savaşı'na katılarak yararlılıklar gösterdi (Selâvî, V, 80, 82). 988'de (1580) Fas'a göç etti; burada bir cami yaptırdı (1004/1595) ve ez-Zâviyetü'l-Fâsiyye diye anılan zâviyesini kurdu. Bundan bir yıl önce Tıtvân'da müridleri için kurdurduğu zâviye muhtemelen bu şehirdeki ilk zâviyedir (Muhammed Dâvûd, 1/2, s. 307). Geniş bir mürid ve talebe halkasına sahip olan Ebü'l-Mehâsin Karaviyyin Medresesi'nde Kütü'l-kulûb, İhyâ'ü c ulûmi'd-dîn, eş-Şerîsiyye fî âdâbi'ssülûk gibi eserleri okuttu (Hasan es-Sâih, s. 374). Talebeleri arasında, daha sonra önemli bir âlim olan oğlu Muhammed el-Arabî başta olmak üzere İbrâhim esSayyâd, şeyhi Meczûb'un oğlu Muhammed es-Seb', Ebü'l-Abbas Ahmed Şakrûn el-Fahhâr, Abdülvehhâb el-Humeydî ve Ebü'l-Abbas Ahmed b. Abdurrahman et-Tilimsânî et-Tîcânî sayılabilir.
Kâdîrî,
Kitâbul-İs•
Tıtvân,
Tıtvân 1 3 7 9 / 1 9 5 9 , 1/2,
s. 3 0 7 , 3 1 0 ; " l / 3 , s. 318, 319, 3 3 5 ; L. Rinn, Ma-
rabouts
et Khouan,
b. İ b r â h i m , el-İ'lâm, rekât, el-Mağrib
Alger 1884, s. 2 3 2 ; A b b a s X, 3 9 8 - 4 1 8 ; İ b r â h i m Ha-
'abre't-târîh,
Dârülbeyzâ 1 4 0 5 /
1984, II, 3 2 0 ; a.mlf., es-Siyâse
ve'l-mücteme'a
fi'l- "asri's-Sa cdî, Dârülbeyzâ 1 4 0 8 / 1 9 8 7 , s. 348, 361-363; A. L. d e P r e m a r e , Sîdî
mân
el-Mejdûb,
'Abd-er-Rah-
Paris 1985, s. 132-136,
141,
156, 184-189, 193-194, ayrıca bk. İndeks; Has a n es-Sâih, el-Hadâretü'l-lslâmiyye
fi'l-Mağ-
rib, Dârülbeyzâ 1 4 0 6 / 1 9 8 6 , s. 3 7 4 ; E. Levi-Provençal. " A b u ' l - M a h â s i n " , El 2 (İng.), I, 138-139; Ch. Pellat, " a l - F â s î " , El 2 (İng.), Suppl, 3
°3'
S
s. 302-
AHMET Ö Z E L
EBÜ'l-MEHÂSİN el-HÜSEYNÎ
n
(bk. HÜSEYNİ, Ebü'l-Mehâsin). r
EBÜ'l-MEHÂSİN İBN TAĞRÎBERDÎ (bk. İBN TAĞRİBERDİ).
EBÜ'l-MU'TEMİR
n
(bk. SÜLEYMAN b. TARHAN).
r
Ebü'l-Mehâsin el-Fâsî'nin biyografisiyle ilgili birçok eser kaleme alınmış olup oğlu Muhammed e!-Arabî el-Fâsî'nin Mir'âtü'l-mehâsin min ahbâri'ş-Şeyh Ebi'l-Mehâsin, diğer oğlu Ahmed b. Yûsuf el-FâsFnin el-Minehu'ş-şafiyye fi'lesânîdi'l-Yûsufiyye, torununun oğlu Muhammed Mehdî b. Ahmed b. Ali b. Yûsuf el-Fâsî'nin el-Cevâhirü'ş-şafiyye mine'l-mehâsini'l-Yûsufiyye ve Ravzatü'l-mehâsini'z-zehiyye bi-me 3âşiri'ş-Şeyh Ebi'l-Mehâsini'l-behiyye, yine torununun oğlu Abdurrahman b. Abdülkâdir b. Ali b. Yûsuf el-Fâsî'nin İbtihâcü'l-kulûb bi - haberiş- Şeyh Ebi'lMehâsin ve şeyhihi'l-Meczûb, Muhammed b. Tayyib el-Kâdirî'nin Feridetü'ddürri'ş-şafî fî vaşfi'l-cemâli' 1-Yûsufî, Süleyman b. Muhammed el-Hasenî'nin c İnâyetü ûli'l-mecd bi-zikri Âli'l-Fâsî lbni'1-Mecd adlı eserleri bunlar arasında zikredilebilir.
İV, 5 0 7 ;
1, 119-120; Selâvî,
tikşâ, V, 78~ 80, 82, 1 9 3 ; VI, 1 1 0 ; M u h a m m e d Dâvûd, Târîhu
Ebü'l-Mehâsin 18 Rebîülevvel 1013 (14 Ağustos 1604) tarihinde Fas'ta vefat etti. Bâbülfütûh semtinde bulunan türbesi meşhur bir ziyaretgâhtır. Fas bağımsızlık hareketi liderlerinden devlet ve fikir adamı Allâl el-Fâsî'nin (ö. 1974) atalarından olan Ebü'l-Mehâsin, kaynaklarda tasavvufî hakikat ve işaretler konusunda derin bilgi sahibi, zamanın kutbu ve bininci yılın müceddidi olarak nitelendirilir.
Hulâşatü'l-eşer,
Neşrü'l-mesânî,
L
EBÜ'l-MUZAFFER es-SEMÂNÎ
^
(bk. SEM'ÂNÎ, Ebü'l-Muzaffer).
EBÜ'l-MÜEYYED-i BELHÎ (
-vS^1 J * '
)
(IV./X. yüzyıl) İslâmî dönem İran edebiyatının ilk müelliflerinden biri. Hayatı hakkında bilgi yoktur. Bazı kaynaklardaki (Târîh-i Sîstân, s. 35; Belamı, s. 40) kayıtlardan IV. (X.) yüzyılın ilk veya ikinci yarısında yaşadığı anlaşılmaktadır. Eserleri. Ebü'l-Müeyyed'in eserleri hakkında da kaynaklarda pek az bilgi vardır. Sadece adları günümüze kadar gelebilen bu eserler şunlardır; l. Şâhnâme-i Büzürg. Şâhnâme-i Mü'eyyedî veya Şâhnâme-i Bü'l-Mü'eyyed adlarıyla da anılan bu eserinden dolayı Müeyyed-i Belhî ilk şehnâme yazanlar arasında yer almaktadır. Dakîkî'nin manzum şehnamesine kaynaklık eden eserin yalnız küçük bir parçası günümüze kadar gelmişc tir. 2. Acâ'ibü'l-büldân. Acâ'ibü'l-ber ve'l-bahr adıyla da bilinen eser coğrafya ile ilgilidir. Kara ve denizlerdeki olağan üstü varlık ve olayları anlatan kitap
Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
EBÜ'I-MÜEYYED-İ BELHÎ Sâmânîler'den Nûh b. Mansûr'a (976-997) ithaf edilmiştir. 3. Yûsuf u Züleyhâ. İran edebiyatında bu konuda yazılan ilk mesnevidir. 4. Kitâb-ı Gerşâsb. Bu eser de Esedî-i TûsFnin (ö. 465/1073) Geışâsbnâme 'sinin kaynağını oluşturmuştur. BİBLİYOGRAFYA: Târîh-i
Sîstân
(nşr. M e l i k ü ' ş - ş u a r â
Bahâr).
Tahran" 1 3 1 4 hş., s. 13-14, 16-17, 35-37; Keyk â v û s b. İskender, Kâbus-nâme
(nşr. R. Levy),
L o n d o n 1951, s. 6 ; İbn İsfendiyâr, Târîh-i
beristân
1945, s. 18; Avfî, Lübâb
(nşr. Saîd-i Nefîsî), Tah-
Mecma'u'l-fu-
ran 1 3 3 5 hş., s. 2 6 4 ; Hidâyet,
şaha,
T a h r a n 1295, 1, 8 1 ; B a h â r ,
Tahran 1321 h ş „ II, 8, 18-24; S a f â ,
der
T a h r a n 1 3 2 4 h ş . / 1 9 4 5 , s. 91-94; Rypka,
îrân
(trc. î s â Ş i h â b î ) , Tah-
ran 1354, s. 243, 246, 2 5 0 , 268, 2 7 5 , 3 1 7 ; G. Lazard, " A b u ' l - M u ' a y y e d - i B e l h î " ,
Jan
Rypka,
BİBLİYOGRAFYA:
Edebiyyât,
HIL, s. 150, 152-154, 165, 179, 461, 6 3 3 ; a.mlf., Târîh-i Edebiyyât-ı
Ebü'n-Nadr et-Tûsî 13 Şâban 344 (2 Aralık 955) tarihinde Tûs'ta vefat etti.
Sebkşinâsl,
I, 401-403, 611-612; a.mlf., Hamâse-serâyî
îrân,
7a-
(nşr. A b b a s İkbal), Tahran 1 3 2 4 h ş . /
vanın yanı sıra hadis ilmine dair eserlerini kaleme almak için yeterli zamanı nasıl bulduğu sorulduğunda gecenin üçte birini kitap yazmakla, üçte birini Kur'an okumakla, üçte birini de uyumakla geçirdiğini söylemiştir. Onun en belirgin özelliği zühd ve takvâ sahibi olmasıdır. Yıllarca nâfile oruç tutmuş, kendi yiyeceğinden fazlasını yoksullara dağıtmış ve insanları iyiliğe yöneltip kötülüklerden sakındırmaya gayret etmiştir.
Yâdnâme-i
İbnü'l-Cevzî, el-Muntazam, Esîr, el-Lübâb,
nübelâ',
VI, 3 7 9 ;
II, 288-289; Zehebî,
İbnü'l-
A'lâmun-
XV, 4 9 0 - 4 9 2 ; a.mlf., Tezkiretu
i-huf-
fâz, III, 893-894; Safedî, el-Vâfî, I, 2 1 0 ; İbn Kesîr, el-Bidâye,
Tabakâtü'l-huf-
XI, 2 2 9 ; Süyûtî,
fâz {Lecne), s. 3 6 6 ; İbnü'l-İmâd, Şezerât, II, 368.
Prag 1967, s. 95-101; a.mlf., "Abu'l-
S
M . A L İ SÖNMEZ
M o ' a y y a d B a l k ı " , Elr., I, 3 4 0 ; DMF, I, 28. B
ORHAN BILGIN
F
EBÜ'n-NECM el-İCLÎ ( J M
F
E B Ü ' n - N A D R et-TÛSl
(
L
)
Hadis hâfızı, fakih.
^ J
250 (864) yılı civarında doğdu. Aslen Taberânlıdır; Tûs'ta yaşayıp orada öldüğü için Tûsî nisbesiyle anılmıştır. İrak, Suriye, Mısır ve Hicaz gibi pek çok ilim ve kültür beldesini dolaşarak devrin tanınmış muhaddislerinden Osman b. Saîd edDârimî, Hâris b. Ebû Üsâme el-Bağdâdî, Cehdamî, Ahmed b. Seleme en-Nîsâbûrî, Ebû Ali el-Kabbânîve bilhassa Muhammed b. Nasr el-Mervezî'den faydalandı. Güvenilir bir muhaddis olarak kabul edilen Ebü'n-Nadr, sahip olduğu geniş hadis kültürüyle çalışmalarını Şahîh-i Müslim üzerinde yoğunlaştırmıştır. Müstahrec* türünden olan ve günümüze ulaşıp ulaşmadığı bilinmeyen kitabını talebelerinden Hâkim en-Nîsâbûrî rivayet etmiştir. Hadis alanındaki hizmetlerinin ve Tûs kadılığının yanı sıra öncelikle Şâfiî mezhebini Horasan bölgesinde canlı tutmaya çalışmış ve orada ilmine başvurulan bir kişi olmuştur. Doksan yılı aşan ömrünün yaklaşık üçte ikisini fetva vererek ve hadis çalışmaları ile değerlendirdiği anlaşılmaktadır. Fetvalarından hiçbirinin tenkit edilmemiş olması, geniş ve sağlam bir fıkıh kültürüne sahip olduğunu göstermektedir. Bu kadar fet-
r?-^')
Ebü'n-Necm el-Fazl (el-Mufaddal) b. Kudâme er-Râciz el-lclî (ö. 125/743'ten önce)
n
Ebü'n-Nadr Muhammed b. Muhammed b. Yûsuf et-Tûsî (ö. 344/955)
n
Recez bahrinde yazdığı şiirleriyle tanınan Arap şairi.
^
Basra ve Küfe civarında yaşayan Benî İcl kabilesine mensuptur. Emevîler devrinde yaşadığı bilinen İclî'den Muâviye'nin (661-680) sitayişle bahsettiğine bakılırsa o sırada yetişkin bir şair olduğu söylenebilir. Ebü'n-Necm şöhretinin zirvesine Hişâm b. Abdülmelik (724-743) zamanında ulaşmış ve Hişâm'ın halifeliğinin son yıllarında yetmiş yaşlarında vefat etmiştir. Ebü'n-Necm, İslâmî devrin önde gelen recez şairlerinden olup bu şairlerin birinci tabakasında yer alır. Coşkulu bir şiir okuyuşu olduğu rivayet edilir. Edebiyat tenkitçileri onun da içinde bulunduğu dört recez şairi arasında (kendi kabilesinden Ağleb el-İclî, Benî Temîm'den Accâc ve oğlu Ru'be) tasvir konusunda en yüksek dereceyi ona verirler ve irticâlen şiir söyleyebildiği için ondan övgüyle söz ederler. Geleneksel kabile rekabeti sebebiyle aralarında düşmanlık bulunan iki şairden Ru'be'nin Ebü'n-Necm'i görünce ayağa kalktığı ve onun Araplar'ın en güzel recez söyleyen şairi olduğunu belirttiği, Ebü'n-Necm meşhur "Lâmiyye" kasidesini okuyup bitirince de, "İşte recez budur" diye takdirini ifade ettiği kaydedilir (İsfahânî, X, 151). Ebü'nNecm şöhretini, Emevî halifelerinden Ab-
dülmelik b. Mervân ve Hişâm b. Abdülmelik ile Abdülmelik b. Bişr ve Haccâc gibi yöneticiler için yazdığı recez bahrindeki methiyelerine borçludur. Râviler onun irticâlen şiir söylemedeki başarısından ittifakla söz ederken bazı kelimeleri isabetsiz kullandığı için Asmaî tarafından tenkit edildiğini de belirtirler. Şiirlerinin muhtevasını daha çok, bedevî Araplar'ın hayatında önemli yeri olan eşyalarla yarış atı ve deve gibi hayvanların tasviri teşkil eder. Ebü'n-Necm'in Ebû Saîd es-Sükkerî ve İbnü's-Sikkît tarafından derlenen divanı günümüze ulaşmamakla birlikte çeşitli kaynaklarda yer alan şiirleri Alâeddin Âgâ tarafından bir araya getirilip zor kısımları şerhedilerek Dîvânü Ebi'nNecm el-'lclîadıyla yayımlanmıştır (Riyad 1981). "Ümmü'r-recez" diye adlandırılan kasidesi de meçhul bir müellife ait şerhiyle birlikte Beyazıt Devlet Kütüphanesi'ndeki yazma nüshası (nr. 5758) esas alınarak Abdülazîz el-Meymenî (efTarâ'iful-edebiyye, Kahire 1937, s. 55-71) ve eksik bir şekilde Muhammed Behçet el-Eserî (MMİADm., VIII, 1928, s. 472-479) tarafından neşredilmiştir. Jaakko Hâmeen-Anttila, derlediği yeni şiirleri de ilâve ederek divanı yeniden yayımlamaya başlamıştır (Dîwân of Abun-Nağm: Materials for the Study of Rağaz Poetry I., Helsinki 1993). Ömer Ahmed Halîl Hasan Ebü'n-Necm el- cİch: ahbâruhû ve eş'âruh adlı bir doktora çalışması yapmış, çeşitli kaynaklarda dağınık halde bulunan şiirlerini toplayarak açıklamış ve bir makale ile de bu çalışmasını tanıtmıştır (bk.bibl.). BİBLİYOGRAFYA: E b ü ' n - N e c m er-Râciz, Dîuân
(nşr. A l â e d d i n
Fuhûlü'ş-şua-
Âgâ), Riyad 1401 / 1 9 8 1 ; Cumahî,
râ', II, 737, 745, 7 5 3 ; İbn Kuteybe, eş-Şi'r şüara
ve'ş-
(nşr. M ü f î d K a m î h a ) , Beyrut 1985, s.
4 0 0 - 4 0 4 ; Ebü'l-Ferec el-İsfahânî, el-Eğânî, 150-161; M e r z ü b â n î , Mücemuş-şüarâ'
X, (nşr.
F. Krenkow), Kahire 1354 — Beyrut 1 4 0 2 / 1 9 8 2 , s. 310-311; A b d ü l k a d İ r el-Bağdâdî.
Hizânetü'l-
edeb, I, 103-106; A b d ü r r a h î m b. A h m e d el-Abbâsî, Me'âhidü't-tenşîş
(nşr. M . M u h y i d d i n Ab-
d ü l h a m î d ) , Kahire 1 3 6 7 / 1 9 4 7 , s. 1 9 ; BlachSre, Târîhu'l-edeb,
s. 6 1 7 ; Sezgin. GAS, II, 371-
3 7 2 ; Cl. H u a r t , Arap
Edebiyatı
ue Arap
Dilinde
63-64; Ö m e r Ferruh, Târîhu'l-edeb, Şevki Dayf, Târîhu'l-edeb, İskenderiye, ts.
1, 682-685;
II, 3 9 7 - 3 9 9 ;
es-Seyyid el-Cevherî, Fennü'r-recez
'Abbâsî;
islâm
(trc. C e m a l Sezgin), A n k a r a 1971, s. Recâ
fi'l-'aşri'l-
(Münşeâtü'l-Maârif),
s. 52, 75-80; Ö m e r A h m e d Halîl Hasan, " E b ü ' n N e c m el-İclî: a h b â r u h û ve e ş c â r u h " ,
yâtü
fer i'l-âdâbi'l-'Arabiyye,
Hauliy-
IV, Beyrut 1989,
s. 3 1 3 - 3 1 6 ; Ch. Pellat, " A b u ' l - N a d i m " , (İng.), I, 142.
338 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
[Tl İSI
El 2
A H M E T TURAN A R S L A N
EBÜ's-SALÂH el-HALEBÎ EBÜ's-SAÂDÂT L F
(bk. İBNÜ'ş-ŞECERİ).
J n
EBÜ's-SÂC
(
)
Ebü's-Sâc Dîvdâd b. Yûsuf Dîvdest (ö. 266/879)
L
Abbasîler devri Türk kumandanlarından, Azerbaycan'da hüküm süren Sâcoğulları hânedanının kurucusu.
J
Üşrûsene menşeli olup Halife Me'mûn devrinde Ahmed b. Ebû Hâlid'in 207 (82223) yılında bu bölgeyi fethetmesi üzerine Irak'a getirilerek yeni kurulmakta olan Türk birlikleri arasına alındı. Türk asıllı olduğu kabul edilen Ebü's-Sâc, ilk askerî faaliyetlerine Afşin'in (Haydar b. Kâvûs) maiyetinde katıldı. Bâbek isyanını bastırmakla görevlendirilen Afşin'in emrinde küçük bir birlik kumandanı olan Ebü's-Sâc, Bâbek'in merkezi Bez düşüp Bâbek kaçınca 400-500 kişilik bir kuvvetle onu takibe memur edildi ve bir baskın sonunda Bâbek'in annesini, karısını ve diğer yakınlarını ele geçirdi. Yirmi yıldan beri İslâm devletinin başına çeşitli gaileler açan Bâbek Ermeniler tarafından teslim alındıktan sonra Ebü's-Sâc vasıtasıyla Berzend'de Afşin'e teslim edildi (10 Şevval 222/15 Eylül 837). Halife Mu'tasım - Billâh devrinde 839 yılında Taberistan'da isyan eden Mâzyâr b. Kârin'in isyanını bastırmak üzere sevkedilen Ebü's-Sâc, isyanın bastırılmasından sonra bu defa Mengü Çûr'un Azerbaycan'daki ayaklanmasını bastırmakla görevlendirildi, ancak burada başarılı olamadı. Ebü's-Sâc, bir taraftan Afşin'e olan yakınlığı, diğer taraftan Mengü Çûr karşısındaki başarısızlığı sebebiyle uzun süre önemli bir göreve getirilmemiştir. Ancak Abbâsî Halifesi Mütevekkil-Alellah (Ca'fer b. Muhammed) tarafından 242 (85657) yılında Tarîkimekke valiliğine tayin edilerek Irak ile Mekke arasındaki hac yolunu bedevî Arap kabilelerine karşı korumakla görevlendirildi. Uzun süre bu vazifede kalan Ebü's-Sâc, bu sırada âsi Muhammed b. Sâlih el-HasanTnin Medine yakınlarındaki Süveyka'da bulunan karargâhını da tahrip etti. Mu'tez-Billâh ile Müstaîn-Billâh arasındaki hilâfet mü-
cadelesinde Müstaîn'i tutan Ebü's-Sâc, 249'da (863) Halife Müstaîn tarafından Kınnesrîn bölgesinde Tenûh kabilesi mensupları arasında çıkan bir isyanı bastırmak üzere Kuzey Suriye'ye gönderildi. 27 Nisan 865 tarihinde Bağdat'a çağrıldı ve şehre girişinde bizzat Halife Müstaîn tarafından karşılanarak kendisine hil'at giydirildi. Daha sonra iktidar mücadelelerine katılarak Mu'tezz'in kuvvetlerini 865 yılının Temmuz ve Eylül aylarında yapılan iki çarpışmada mağlûp etti. Müstaîn ile Mu'tez arasındaki iktidar mücadelesi 25 Ocak 866'da Müstaîn'in hilâfetten çekilmesiyle son bulunca Mu'tezz'in Ebü's-Sâc'ı cezalandırması beklenirken Ebü's-Sâc Küfe ve çevresinin idaresine memur edildi, ancak buradaki görevi fazla uzun sürmedi. Daha sonra Türk askerlerine karşı Medâin'i savunmak üzere görevlendirildi. Cercerâyâ'da onları iki defa mağlûp ettiyse de şehre girmelerine engel olamadı. 252 Muharreminde (Şubat 866) Bağdat'a döndü ve Halife Müstaîn'in adamı Muhammed b. Abdullah b. Tâhir tarafından Sevâd bölgesinin idaresine memur edildi. Ancak İsmâil b. Yûsuf el-Alevî'nin Mekke'de çıkardığı isyan sebebiyle Ebü's-Sâc tekrar Tarîkimekke valiliğine tayin edildi ve isyanı bastırarak Mekke'de sükûneti sağladı.
ları müsadere edildi. Ancak onun Ya'küb'un saflarında faal rol oynadığına dair bilgi yoktur. Ya'küb b. Leys'in 879'da ölümünden sonra kardeşi Amr b. Leys Halife Mu'temid ile barışınca Ebü'sSâc Bağdat'a dönmek için izin aldı ve Saffârîler'in karargâhını terketti. Fakat Bağdat'a varmadan Rebîülâhir 266'da (Kasım - Aralık 879) Cündişâpûr'da vefat etti. Ebü's-Sâc idarî ve askerî alanda İslâm devletinin hizmetinde kırk yıl kadar çalışmıştır. Bağdat'taki bir grup askerî birliğe ona nisbetle el-Ecnâdü's-Sâciyye denilmekteydi. Temelleri Ebü's-Sâc tarafından atılan ve 892-929 yılları arasında Azerbaycan'da hüküm süren Sâcoğulları hânedanı da adını ondan almıştır. BİBLİYOGRAFYA: Ya'kübî, Târîh, 11, 4 7 7 , 4 9 7 , 5 0 7 ; Taberî, Tâ-
rîh (de Goeje), IH, 1222, 1228, 1276, 1436, 1559, 1594, 1599, 1616, 1624,
1656, 1685,
1896, 1 9 3 7 ; Ebü'l-Ferec el-İsfahânî,
tâlibiyyîrı
(nşr. Seyyid A h m e d es-Sakr), Beyrut,
ts., s. 600-601, 609, 6 2 5 - 6 2 7 ; İbn Havkal, Şû-
retul-arz,
Mu'cemü'Tbüldân,
s. 5 0 6 ; Y â k ü t .
III, 2 8 6 ; İbnü'l-Esîr, el-Kâmil,
VII, 85, 151, 152,
157, 168, 276, 2 9 0 , 3 3 3 ; İbn Hallikân,
Vefeyât,
II, 2 5 0 - 2 5 1 ; VI, 4 1 5 ; Z a m b a u r , Manuel,
s. 1 7 9 ;
W. M a d e l u n g , " T h e M i n ö r D y n a s t i e s of N o r t h e r n I r a n " , CHIr., IV, 2 2 8 ; a.mlf., " B a n ü S â j " ,
Elr., III, 718-719; M. Defremery, " M e m o i r e s u r l a f a m i l l e d e s S a d j i d e s " , JA, seri: 4, IX (1847), s. 4 0 9 - 4 4 6 ; X (1848), s. 3 9 6 - 4 3 6 ; Hakkı Durs u n Yıldız, " A z e r b a y c a n ' d a H ü k ü m
Ebü's-Sâc Rebîülevvel 254'te (Mart 868) Diyârımudar, Kınnesrîn ve Avâsım bölgelerinin valiliğine getirildi. İslâm devletinin Bizans'a karşı yaptığı gazâların merkezi durumunda olan bu askerî bölgedeki faaliyetleri hakkında kaynaklarda bilgi yoktur. Mu'temid-Alellah halife olunca Diyârımudar, Diyârırebîa ve Cündikınnesrîn'de onun adına biat almakla görevlendirilmesinden, valiliğinin 870 yılına kadar devam ettiği anlaşılmaktadır. Nitekim aynı yıl Basra bölgesinde patlak veren ve kısa sürede etrafa yayılan Zencî isyanının bastırılmasında birlik kumandanı olarak görev almıştır. 261'de (87475) Ahvaz valiliğine getirilen Ebü's-Sâc, üvey kardeşi Abdurrahman'ın Zencîler tarafından mağlûp edilerek öldürülmesi üzerine Askerimükrem'e çekilince Zencîler Ahvaz'a girdi. Bunun üzerine valilikten azledildi. Ebü's-Sâc, azlinden kısa bir süre sonra Fars ve civarını ele geçirerek Bağdat'a doğru ilerlemekte olan Ya'küb b. Leys es-Saffâr'ın hizmetine girdi. Bu yüzden halifenin nâibi Muvaffak tarafından mal-
1888,
Mekâtilü't-
Sürmüş
Bir T ü r k H a n e d a n ı : S â c O ğ u l l a r ı I, E b u ' s - S â c D î v d â d b. Y u s u f D î v d e s t " , TD, sy. 3 0 (1976), s. 109-118; Cl. H u a r t , " S â c î l e r " , İA, X , 16. S
F
HAKKI DURSUN YILDIZ
n
E B Ü ' s - S A I Â H el-HALEBÎ ( L5Jtd! ^StcJI ) Ebü's-Salâh Takıyyüddîn b. Necmiddîn b. Ubeydillâh el-Halebî (ö. 447/1055) Şîa'nın İsnâaşeriyye âlimlerinden.
Doğum tarihi hakkında farklı rivayetler bulunmakla birlikte muhtemelen 374 (984-85) yılında Halep'te doğdu. Tahsil amacıyla birçok defa İrak'a giderek İsnâaşeriyye'nin
ünlü âlimlerinden
Ebû
Ca'fer et-Tûsî, Ebû Ya'lâ ed-Deylemî ve Şerîf el-Murtazâ'dan
öğrenim
gördü.
Daha sonra Şerîf el-Murtazâ'nm Halep bölgesi halifesi oldu. Burada yürüttüğü öğretim faaliyetleri sonunda İbnü'l-Berrâc, İbn Ebû Kâmil et-Tarablusî, Reyhân b. Abdullah el-Habeşî, Abdurrahman b. Ahmed en-Nîsâbûrî, Muhammed b. Ali
339 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
EBÜ's-SALÂH el-HALEBÎ el-Kerâcikî gibi birçok öğrenci yetiştirdi ve bütün bu faaliyetleriyle İsnâaşeriyye'nin meşhur âlimleri arasına girdi. 447 (1055) yılında çıktığı hac yolculuğundan dönerken Halep'te veya Kudüs yakınlarındaki Remle'de öldü. Kelâm, fıkıh ve hadis âlimi olarak tanınan Ebü's-Salâh, Allah'ın sıfatları ve rü'yetullah gibi ilâhiyyât konularında tamamen Mu'tezile'nin görüşlerini benimsemiştir. Bazı kelâmî görüşleri şöyledir: Zâtının ötesinde Allah'ın sıfatları yoktur. Allah'ın kadir, âlim ve mürîd olduğu fiilleriyle ispat edilebilir. Bir fiil meydana getirmesi kadir, fiilini sağlam halde yapması âlim, onu değişik alternatiflerden birine göre gerçekleştirmesi de mürîd olduğunu gösterir. Fiilinin delâlet etmediği ilâve bir niteliğin Allah'a atfedilmesi mâkul değildir. Mütekellim olan Allah'ın konuşması fiilinden ibarettir (Takrtbü'l- ma 'ârif, s. 48-51, 66). İnsanlar hatadan ve günahtan korunmuş olmadıkları için kendilerine rehberlik edecek mâsum önderlerin gönderilmesi ilâhî lutuf ve hikmetin gereğidir; bu önderler de peygamberlerle imamlardır. Hz. Peygamber'den sonra rehberlik görevini, Allah'la irtibat noktasında peygamberlerden farkı bulunmayan ve nasla belirlenen Hz. Ali ile onun soyundan gelen imamlar yürütmüştür. Bütün imamlar peygamberler gibi mâsum, verdikleri hükümlerde yanılmayan olağan üstü kişilerdir. Şeriat onların yaptığı açıklamalar dışında herhangi bir yolla anlaşılıp uygulanamaz. On iki imamdan herhangi birini tanımayan veya peygamberlerin taşıdığı niteliklere sahip olduklarını kabul etmeyen kimseler mümin değildir (a.g.e., s. 95, 100, 117, 119). Ebü'sSalâh, bazı âyet ve hadislere dayanarak Ali ile evlâdının nas yoluyla imam tayin edildiğini, bunlara aykırı düşen hadislerin ise uydurma olduğunu ileri sürer (a.g.e., s. 123, 124, 127, 144, 146). Ebü's-Salâh el-Halebî'nin, nübüvvetle aynı kategoride gördüğü ve Hz. Ali ile onun soyundan gelen on bir imama tahsis ettiği imâmet nazariyesini, özellikle bu nazariyeyi benimsemeyen büyük müslüman çoğunluğunu ve ikinci halife Hz. Ömer'i tekfir edişini İslâm'la bağdaştırmak m ü m k ü n değildir. Ebü's-Salâh'ın delil olarak ileri sürdüğü âyetlerin konu ile bir ilgisi yoktur. Sahih görülebilecek bazı hadislerden de kendisi tarafından çıkarılan sonuçları elde etmek ilmî açıdan m ü m k ü n görülmemektedir (bk. İMÂMET).
Eserleri. Daha çok fıkıh ve kelâma dair olan eserlerinden sadece üçünün günümüze kadar geldiği bilinmektedir. 1. Takrîbüi-ma'ârif. İsnâaşeriyye'nin önemli kaynaklarından biri olarak kabul edilen eser Allah'ın birliği ve sıfatları (et-tevhîd ve'l-adl), nübüvvet, imâmet, ilk üç halife ile ilgili tenkitler ve "sâhibüzzamân'a ilişkin konulardan oluşmaktadır. Kitap, ilk üç halife ve onları tasvip eden ashap çoğunluğu hakkında İsnâaşeriyye'nin görüşlerini yansıtması bakımından dikkat çekicidir. Eser Rızâ ei-Östâzî tarafından tahkik edilerek yayımlanmıştır (Kum 1363 hş./ 1404 h.). 2. el-Burhân 'alâ sübûti'l-îmân. Kelâma dair küçük bir risâle olup yazma nüshaları mevcuttur (Tafcribü'l-ma'ârif, nâşirin girişi, s. 23). 3. elKâfî. Muhammed Bâkır Meclisî'ye ait Bihârü'l-envdr'ın fıkıh kaynakiarındandır (Kum 1362 hş./1403 h.). Bunların dışında Şîa kaynaklarında zikredilen, ancak günümüze ulaşıp ulaşmadığı bilinmeyen bazı eserleri de vardır (a.g.e., nâşirin girişi, s. 18-20). BİBLİYOGRAFYA: Ebü's-Salâh el-Halebî, Takrtbü'l-masarif
(nşr.
Rızâ el-Ostâzî), K u m 1363 hş., s. 48-51, 66, 95, 100, 117, 119, 123, 124, 127, 144, 146, 160, ayrıca nâşirin girişi, s. 3-26; İbn Hacer. Lisâ-
nü'l-Mîzân,
Emelü'Tâmil
II, 7 1 ; H ü r el-Âmilî,
(nşr. A h m e d el-Hüseynî), B a ğ d a d 1385, II, 46, 120, 1 4 9 ; A b b a s el-Kumrm,
Sefînetü'l-bihâr,
Beyrut, ts. ( D â r ü ' l - M u r t a z â ) , II, 4 2 ;
Şf a, III, 634-635.
F
m LÜL
A cyânü'ş-
Y U S U F ŞEVKİ Y A V U Z
EBÜ's-SALT ed-DÂNÎ ( ^ U l CİJI )
n
Ebü's-Salt Ümeyye b. Abdil'azîz b. Ebi's-Salt ed-Dânî el-İşbîlî el-Endelüsî (ö. 529/1134)
L
düğünden bahseder (Studies in Medieoal Arabic Medicine, s. 54). Yirmi yaşında iken maddî imkânlar ve ilim yönünden kendi ülkesine göre daha iyi durumda olan Mısır'a gitmek niyetiyle İşbîliye'den yola çıkmışsa da ancak 489 (1096) yılının kurban bayramı günü annesiyle birlikte İskenderiye'ye vardığını İbn Hallikân kaydetmektedir (Vefeyât, I, 246). Önce İskenderiye'de bir süre kalarak bilgilerini geliştirmeye çalışan Ebü's-Salt, daha sonra Halife Âmir-Biahkâmillâh devrinde (1101-1130) Kahire'ye giderek oraya yerleşti. Vezir Efdal b. Bedr el-Cemâlî'nin yakın dostlarından olan hazinedar Tâcülmeâlî Muhtar onu himayesine aldı. Bir süre kendisine tıp ve astronomi alanlarında başarılı hizmetler veren Ebü'sSalt'ı Efdal b. Bedr'e tanıtarak zamanının kâtiplerinden üstün olduğu hususunda âlimlerin ittifak ettiklerini söyledi. Ebü's-Salt böylece Efdal b. Bedr'in kâtibi olduysa da bir müddet sonra Tâcülmeâiî'nin gözden düşmesi ve hapsedilmesi üzerine eski kâtip Ebü'l-Hasan Ali b. Ca'fer b. Nûn'un gayretleriyle o da görevinden alındı ve Kahire'deki büyük sarayın bitişiğinde bulunan Hizânetü'lbünûd'da hapsedildi. Üç yıl kadar sonra 111 l'de serbest bırakılınca tekrar İskenderiye'ye döndü; ardından da Mehdiye (Tunus) Emîri Ebû Tâhir Yahyâ b. Temîm'in yanına gitmek üzere 506 (1112) yılında Mısır'dan ayrıldı.
Endülüslü filozof, şair, müzisyen, tabip, tarihçi, astrolog ve mühendis.
J
460 (1068) yılında Endülüs'ün doğusundaki Dâniye'de (Denia) doğdu. İlk tahsilini memleketinde Dâniye Kadısı Ebü'lVelîd el-Vakkâşfden yaptıktan sonra İşbîliye'ye (Sevilla) gitti; orada birçok âlimden edebiyat, felsefe, tıp, matematik, geometri, fizik, astronomi, botanik ve mûsiki dersleri aldı. Ebü's-Salt'ı İspanya'nın en muteber tabiplerinden biri olarak tanıtan M. Meyerhof, onun tıp bilgini İbn Zühr'ün (ö. 525/ 1131) akrabası, kabiliyetli bir şair, müzisyen ve matematikçi olmakla kalmayıp Ahmed el-Gâfikî gibi bir tabiat âliminin yanında görül-
İyi bir tabip ve filozofun tabiat ve matematik ilimlerine, özellikle astroloji ve mûsiki gibi yan disiplinlere muhtaç olduğunu söyleyen Ebü's-Salt Mısır'da iken Galen ve Hipokrat'ın eserlerini inceledi ve tesbit ettiği bazı karmaşık problemlere dikkat çekti. Bunları çözümleyecek bir âlim bulamadığından dolayı daha sonra yazdığı er-Risâletü' 1-Mısriyye adlı eserinde (s. 31-32) Mısırlılar'ı eleştirdi. Astronomiyle uğraşmış ve bu konuda eser yazmış olan Ebü's-Sait'in, Makkarî'nin naklettiği bir şiirinde (Nefhu't-tîb, I, 498; II, 110) Kahire dışında Karâfe yakınlarındaki bir vadide bulunan rasathaneyi tanıtıp övmesi dikkate alınırsa rasat işiyle de yakından ilgilendiği söylenebilir. Kaynaklardan onun Mısır'da çok sayıda öğrenci yetiştirdiği anlaşılmaktadır. Yâküt el-Hamevî'nin bildirdiğine göre Süleyman b. Feyyâz el-İskenderânî ve astrolog Ebû Abdullah eş-Şâmî onun öğrencileri idiler ( Mücemü'l-üdebâ\ VII, 67-68, 69). Ebü's-Salt 506'da (1112) Sanhâcîler'in başşehri Mehdiye'ye gittiğinde Emîr Ebû
340 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
EBÜ's - SALT ed-DÂNÎ Tâhir Yahyâ b. Temîm tarafından karşılandı ve kendisine iyi bir mevki verildi. Bu sebeple Mehdiye'ye yerleşti ve burada kaleme aldığı
er-Risâletü'l-Mısriy-
ye adlı eserini Emîr Ebû Tâhir'e takdim etti. Daha sonra Sanhâcîler tarafından, 510 (1116) yılı civarında Mısır'a Fâtımî Halifesi Âmir-Biahkâmillâh'a elçi olarak gönderildi (İbn Saîd el-Mağribî, el-Muğ-
rib, I, 257; Makkarî, II, 105). Ebü's-Salt'm Sanhâcîler nezdindeki hayatını bilmeyen İbn Ebû Usaybia (II, 53) onun Mısır'dan ayrıldıktan sonra Endülüs'e d ö n d ü ğ ü n ü zannetmiştir. Fakat Ebü's-Sait'in Mısır'a elçi olarak gönderildiği tarihi ve İskenderiye'de ikinci defa hapsedilmesine sebep olan olayı tesbit eden de yalnız İbn Ebû Usaybia olmuştur. Onun anlattığına göre Ebü's-Salt Efdal b. Bedr'e, masraflarını karşılaması halinde İskenderiye Limanı'na yakın bir yerde batan bakır yüklü bir gemiyi çıkarabileceğini söylemiş ve kendi bulduğu özel bir teknikle gemiyi kurtarmaya
koyulmuştu.
Batık gemiden daha büyük bir gemi yaparak gerekli makinelerle donatmış, sarkıttığı ibrişim halatlarla gemiyi su yüzüne çıkarmaya çalışmıştı. Ancak son anda halatların kopması üzerine gemi tekrar sulara gömülünce Ebü's-Salt vezir tarafından hapsedilmişti
Cüyûnü'l-en-
bâ', II, 53). Ebü's-Salt ikinci defa geldiği Mısır'da resmî görevini tamamladıktan sonra belki de Vezir Efdal'ın ilgisini çekmek, mühendislikteki başarısını göstererek yeniden onun dostluğunu kazanmak ümidiyle giriştiği bu iş sonunda yine hapse düşünce bu defa bir kütüphaneye kapatıldığından birtakım şiirleri başta olmak üzere bazı eserlerini kaleme alma fırsatını bulmuştur. Yâküt el-Hamevî onun Aristo'ya nisbet edilen kütüphanede hapsedildiğini kaydeder
(Mu'cemü'l-üdebâ',
VII, 67-68). Bir müddet hapiste kaldıktan sonra Mısırlı dostlarının aracılığı ile serbest bırakıldı. Hapisten kurtulması için çalışanlardan biri de dostu olduğu anlaşılan İbnü's-Sayrafî idi (İbn Ebû Usaybia, II, 53-54). Muhtemelen bir kasidesinin yazılış tarihi olan 1120 yılı sonlarında (İmâdüddin el-İsfahânî, IV/1, s. 227) veya Efdal b. Bedr'in şehid edildiği 1121 yılı Ramazanından önce serbest bırakılan Ebü's-Salt Mehdiye'ye döndü. Ömrünün sonuna kadar orada yaşadı. 1 Muharrem 529 (22 Ekim 1134) tarihinde vefat etti ve Mehdiye yakınındaki Münestîr'de defnedildi.
Sanhâcîler'in son üç emîri tarafından itibar gördüğü için onların hizmetinde çalışan Ebü's-Salt her üç emîri de şiirleriyle övmüştür. Kendisini ilk kabul eden Ebû Tâhir Yahyâ el-Murtazâ'ya, daha sonra oğlu Ali'ye ve torunu Hasan'a edebiyat, felsefe, güzel sanatlar, astronomi, sosyal ve riyâzî ilimler ve mühendislik alanlarında başarılı hizmetlerde bulundu. Mehdiye'de Sanhâcîler'e ait bir tersane ile kimya meraklısı Ebû Tâhir Yahyâ tarafından kurulmuş bir kimya mühendishânesinin bulunduğu bilinmektedir (İbn İzâri, I, 303, 305). Buna göre Ebü's-Sait'in özellikle bu iki kurumda çalışmış olması kuvvetle muhtemeldir. Ebü's-Salt'ın çok iyi mûsiki bildiği, güzel ud çaldığı ve lirik şiirler yazan ince ruhlu bir şair olduğu kaynaklarda özellikle belirtilmektedir (İbn Ebû Usaybia, II, 52-53). Ayrıca mûsiki alanında eserler kaleme almış, birçok anonim Kuzey Afrika şiirini bestelemiştir; bu bestelerin yüzyıllar boyu yaşadığı haber verilmektedir (İbn Saîd el-Mağribî, el-Muğrib, I, 257; Makkarî, II, 106; L. Leclerc, II, 74). Çağdaş yazar H. G. Farmer, Ebü's-Salt'ın besteci olarak Kuzey Afrika mûsikisi üzerinde küçümsenemeyecek bir etkisinin bulunduğunu tesbit etmiştir (A History of Arabian Music, s. 222). Eserleri, i. el- cAmel bi'l-usturlâb. Astronomi aletlerinden usturlap ve kullanılışı hakkında doksan babdan oluşan bir eserdir. Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi (III. Ahmed, nr. 3482/4, vr. 52b-93b), Süleymaniye Kütüphanesi (Esad Efendi, nr. 2021; Lâleli, nr. 2726/4), İstanbul Belediyesi Atatürk Kitaplığı (Muallim Cevdet, nr. K 537) ve Bağdat'ta el-Methafü'l-Irâkî (nr. 1248), Dublin'de Chester Beatty'de (nr. 3183) yazma nüshaları vardır (diğer nüshaları için bk. Brockelmann, GAL, I, 641; Suppl, I, 889). Kıftî ayrıca onun usturlap hakkında bir şiirini nakleder (İhbâru ulema , s. 58). 2. el-Edviyetü'l-müfrede. İlâçlara dair bir eser olup insan vücudunun organlarına göre düzenlenmiştir. Bu eserin aslını bulamayan L. Leclerc ve M. Meyerhof gibi Batılı bilim tarihçileri, onun kaybolduğunu sanarak daha sonra aynı konuda bir eser kaleme alan İbnü'l-Baytâr'ın kitabında yirmiden fazla yerde Ebü's-Salt'tan nakiller yapıldığını tesbit etmişlerse de (Histoire de la medicine Arabe, II, 74; Studies in Medieval Arabic Medicine, s. 16) bunun eserin gerçek değerini takdire yetmediğini itiraf etmişlerdir. XII. Yüz-
yılda Batı'da müsbet ilmin yükselişinin temelinde, müslümanların ilmî eserlerinin Latince'ye tercüme edilerek fikrî zenginliklerinin hıristiyan dünyasına aktarılmasının bulunduğunu kabul eden M. Meyerhof, "Tıp bu konuda en önde gelir; fakat İspanya yarımadası eczacılığı kifayetsiz bir şekilde tercüme edilmiştir. Bunlardan biri de Ebü's-Salt Ümeyye'nin eseri olmuştur" der ( Studies in Medieval Arabic Medicine, s. 38-39). Eserin başlıca nüshaları Manisa İl Halk Kütüphanesi'nde (nr. 1815/1, 1-49 varak; bk. Ateş, s. 31; Şeşen, s. 123-124), Rabat'ta el-Hizânetü'l-âmme li'l-kütüb ve'lvesâik'te (Mecmua, nr. 281 K; bk. Ziriklî, II, 23) bulunmaktadır (diğer nüshaları için bk. Brockelmann, GAL, I, 641; Suppl., I, 889). el-Edviyetü'l-müfrede, XIII. yüzyılda meşhur fizikçi Arnold de Vilanova tarafından Latince'ye, XIV. yüzyılda Yehûda b. Salamon Nathan tarafından İbrânîce'ye çevrilmiştir (E! 2 [İng.J, I, 149). İkinci tercümenin bilinen tek nüshası Oxford'da bulunmaktadır (M. Meyerhof, Studies in Medieval Arabic Medicine, s. 39). Doğu'da ve Batı'da aynı konudaki birçok ünlü kitaba kaynak olduğu tesbit edilen bu eser münasebetiyle XII. yüzyıl İspanya müslümanlarında eczacılık ve nebatat tarihinin Ebü's-Salt'tan itibaren başlatılması gerektiği ileri sürülmektedir (a.g.e., s. 16). 3. el-İntişûr li-Huneyn b. İshâk calâ cAlî b. Rıdvân fî reddihî li-Mesâ'ili Huneyn. Mısırlı meşhur tabip Ebü'l-Hasan Ali b. Rıdvân'ın (ö. 453/1061), Huneyn b. İshak'ın (ö. 260/ 873) el-Mesâ'il fî uşûli't-üb adlı eserine yaptığı tenkitlere karşı yazılmıştır. Eserin adı el-Vâfî bi'l-vefeyât'ta (IX, 403) el-İntişâr fî uşûli't-üb; Vefeyâtü'layân (I, 247), Mir'âtü'l-cenân (III, 253), Keşfü'z-zunûn (I, 173) ve Süllemü'lvüşûl'de (vr. 56a) el-İntişâr fi'r-red calâ c Alî b. Rıdvân fî reddihî calâ Huneyn b. İshâk fî Mesâ 'ilih olarak geçmektedir. L. Leclerc, eserin bir nüshasının Escurial Library'de bulunduğunu kaydetmektedir (Histoire de la medicine Arabe, II, 75). 4. Takvîmü'z-zihn fi'l-manük. Aristo mantığına dair küçük bir risâledir. Yazma nüshası Escurial Library'de mevcut olan eser (Brockelmann, GAL, I, 641), İspanyolca çevirisiyle birlikte A. G. Palencia tarafından yayımlanmıştır (Madrid 1915). S. el-Vecîz fî cilmi'1-hey'e. Efdal b. Bedr için hapishanede iken yazdığı bu eser kullanışlı bir astronomi el kitabıdır. Eser kendisine takdim edilince Efdal kitabı astrologu Ebû Abdullah
341 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
EBÜ'S-SALT ed-DÂNÎ el-HalebTye göstermiş, o da, "Bu kitaptan öğrenciler faydalanamaz, astronomi bilgisi olup bunu görmeyen de mahrum sayılır" demiştir (İbn Hallikân, I, 247; Yâfiî, III, 253-254). Escurial Library'de mevcut astronomiyle ilgili bir kitapta bulunan bazı kısımların (Brockelmann, GAL, I, 641) bu eserden alınmış olması muhtemeldir. 6. el-lktişâr fi'l-hendese. Bu eserin adını kaydeden İbn Haldûn Öklid geometrisinin bir özeti olduğunu belirtir (Mukaddime, III, 1131-1132); ayrıca eseri Batlamyus'un ei-Mecisfi"sinin özetleri arasında da zikreder (a.g.e., III, 1135). İbn Ebû Usaybia CUyûnü'l-enbâII, 62) ve Kâtib Çelebi (Keşfü'z-zunûn, I, 147; Süllemü'l-vüşûl, vr. 56a) bu eseri Kitâb fi'lHendese adıyla zikretmişlerdir. 7. Dîvânü'r-resâ'il. Tabiat felsefesi kapsamında kendisine sorulan astronomi, matematik, kozmografya ve fizik konularındaki altı soruya verdiği cevapları ihtiva eder. Escurial Library'de (nr. 643/2) bir nüshası vardır (Suter, nr. 272; El 2 (İng.), I, 149 \Mesâ'il adıyla]). 8. er-Risâletü'lMışriyye. Mehdiye'ye gidince daha önce Mısır'da gördüğü insanlarla tabiat ve kültür varlıkları hakkında yazdığı bu eseri Emîr Ebû Tâhir Yahyâ'ya ithaf etmiştir. Son derece önemli bilgiler ihtiva eden kitapta Mısır ve Nil coğrafyası, iklimi, Mısır'da Firavunlar devrinden İslâm'a kadar yaşayan halkların sosyolojik yapıları, dünya görüşleri, ahlâk ve inançları, piramitler, heykeller, Mısır'ın eski ve yeni başşehirleri, ilk ve Helenistik dönem filozof ve bilginleri, Mısır'da görüştüğü tabipler, astrologlar, meşhur edipler, şairler ve diğer aydınlar hakkında mâlumat verir ve onların şiirlerinden örnekler kaydeder. Bilim tarihine ışık tutan eser bugün de coğrafyacı, tarihçi, arkeolog, sosyolog, filozof, tabip, astrolog ve edebiyatçıların başvurduğu önemli bir kaynak kabul edilmektedir. Kitaptan alıntı yapan pek çok yazar arasında Yâküt el-Hamevî, İmâdüddin Kâtib el-İsfahânî, Kıftî, İbn Ebû Usaybia, Es'ad b. Memmâtî, İbn Tağrîberdî, Makkarî, Makrîzî, Ca'fer b. Sa'leb el-Üdfüvî ve Süyûtî gibi âlimler yer almaktadır. Abdüsselâm Hârûn eseri, Kahire'de bulduğu yazmaları (Dâru 1-kütüb, Edeb, nr. 601; Tarih, nr. 354) esas alarak Nevâdirü'l-mahtûtât içinde yayımlamıştır (Kahire 1370/1951, 1392/ 1972). Ebü's-Salt'ın ayrıca, Kuzey Afrika'da devlet kuran Sanhâce kabilesiyle ilgili olarak tarihî, sosyolojik, filolojik ve folklorik bilgiler ihtiva eden ed-Dîbâce fî mefâhiri Sanhâce ile cAmelü'ş-şafî-
hati'l-câmi za adlı eserlerinin bulunduğu kaynaklarda zikredilmektedir. 9. Risâle fi'l-mûsikî. Aslı kayıp olmakla birlikte İbrânîce'ye yapılmış anonim bir tercümesi Bibliotheque Nationale'in İbrânîce yazmalar kısmında bulunmaktadır (nr. 1036). G. Sarton'a göre eser ayrıca Villanovalı Arnaldo tarafından Simplicia adıyla Latince'ye çevrilmiştir (Introduction, 11/1, s. 230; geniş bilgi için bk. Farmer, s. 221-222). 10. ez-Zeyl calâ Târîhi'lKayrevân. İbn Rakîk'ın (ö. 417 / 1026'dan sonra) Kayrevan tarihine dair eserinin zeylidir. Son Sanhâcî emîri Hasan için kaleme alınan eser İbn Rakîk'ın bıraktığı yerden devam etmekte ve olayları Sicilya Kralı Roger'in Ahâsî adasına saldırıp Emîr Hasan tarafından hezimete uğratıldığı 517 (1123) yılına kadar getirdikten sonra bu deniz savaşını anlatarak sona ermektedir (İbn İzârî, 1, 309; Ticânî, s. 125). Ebü's-Salt bu eseriyle tarihçiler arasında da önemli bir yer kazanmıştır. Onun bu kitabından İbn İzârî el-Beyânü'l-Muğrib'inde, Ticânî er-Rihle'sinde ve Lisânüddin İbnü'l-Hatîb el-lhâta'sında alıntılarda bulunmuştur. 11. Hadîkatü'l-edeb. İbn Ebû Usaybia'nın bu adla zikrettiği eser Cciyûnul-enbâ', II, 62), Ebü's-Salt'ın kendi zamanında yaşayan Arap şairleri hakkında bilgi verip şiirlerinden derlemeler yaptığı bir çalışmadır. Kitap, Ebû Mansûr es-Seâlibfnin (ö. 429/1038) Yetîmetü'd- dehr'i üslûbunda ve onun bir zeyli gibi telif edilmiştir. Çeşitli kaynaklarda el-Hadîka fî muhtâri eş câri'l-muhdesîn, el-Hadıka fî muhtârin min eş'âri'l-muhdesîn, elHadîka fî şu'arâ'i Endelüs ve Kitâbü'l-Hadîka fî şu carâ 3i'l-'aşr adlarıyla zikredilen eserden pek çok müellif faydalanmış ve alıntı yapmıştır. 12. elMülehu'l-'aşriyye min şu'arâ'i ehli'l-Endelüs ve't-târi'îne 'aleyhâ. Endülüslü olan ve Endülüs'e uğrayan Arap şairleri hakkında bilgi verip onlardan şiirler nakleden bir eserdir (İbn Ebû Usaybia, II, 62; Hediyyetü'l- 'ârifîn, I, 228). 13. Dîvân. Ebü's-Salt'ın bütün şiirlerini topladığı divanın aslı kayıptır; ancak İmâdüddin el-İsfahânî ve Ticânî gibi müelliflerin ondan yaptıkları nakiller mevcuttur. Bu şiirler toplanarak Dîvânü'l-Hakîm Ümeyye b. cAbdil zazîz ed-Dânî adıyla yayımlanmıştır (Tunus 1979). 14. Kitâb fi'l-me'âni'l-muhtelife li-lafzati nokta. Arapça'daki "nokta" kelimesinin çeşitli sözlük anlamları hakkında yazılmış olan eserin bir nüshası Leiden Üniversitesi Kütüphanesi'nde bulunmaktadır (nr. 1024).
BİBLİYOGRAFYA: Ebü's-Salt
(el-Kitâb,
er-Risâletü'l-Mışriyye
ed-Dânî,
I I I / 4 - 5 içinde), Kahire 1947, s! 575-
581, 758-764; a.e. (nşr. A b d ü s s e l â m Hârûn, Ne-
vâdirü'l-mahtûtât
içinde), Kahire
1392/1972;
İ m â d ü d d i n el-İsfahânî, Harîdetü'l-kaşr
ve cerî-
detü 7- 'aşr (nşr. Ö m e r ed-Desûkı — Ali AbdülaMu'ce-
zîm), Kahire, ts., [ V / l , s. 223-347; Y â k ü t ,
mü'l-üdebâVII, 'ulemâ', min
el-Muktedab
s. 57-58; İbnü'l-Ebbâr,
Kitâbi
İhbârü'l-
52-70; İbnü'l-Kıftî,
Tuhfeti'l-kadim
(nşr. İ b r â h i m el-
Ebyârî), Kahire 1 4 0 2 / 1 9 8 2 , s. 56-60; İbn E b û c
Usaybia,
U y û n ü ' l - e n b â K a h i r e 1299/1882,
II, 52-62; İbn Hallikân, Vefeyât, I, 243-247; İbn Saîd el-Mağribî, el-Muğrib,
I, 2 5 6 - 2 5 7 ; a.mlf.,
Tuhfetü'l-müberrizîn
Rıdvân
(nşr.
ed-Dâye),
D ı m a ş k 1987, s. 63-65; M u h a m m e d b. Mahm û d eş-Şehrezûri, Nüzhetü'l-eruâh
tü'l-efrâh
ue
1 3 9 6 / 1 9 7 6 , II, 5 7 ; İbn İzârî,
el-Beyânü'l-muğ-
rib, I, 3 0 3 , 3 0 5 , 3 0 9 , 3 1 2 ; Y â f i î , nân,
rauza-
(nşr. S. H u r ş î d A h m e d ) , H a y d a r â b â d
Mir'âtü'l-ce-
III, 253-254; Ticânî, er-Rihle, T u n u s 1981,
s. 1 2 5 ; Safedî, el-Vâfî, d û n , Mukaddime,
IX, 4 0 2 - 4 0 6 ; İbn Hal-
III, 1131-1132, 1 1 3 5 ; Makrî-
zî, el-Hıtat, 1, 4 0 8 , 423-424, 4 6 2 - 4 6 3 ; Makkarî, Nefhu't-tîb,
I, 4 9 6 - 4 9 9 ; II, 105-110; K â t i b
Çelebi, Süllemü'l-vûsûl,
S ü l e y m a n i y e Ktp., Şe-
hid Ali Paşa, nr. 1887, vr. 5 6 a ; Keşfü'z-zunûn,
I,
51, 147, 173, 305, 469, 646, 772, 111, 845, 891, 8 9 4 ; II, 1103, 1472, 2 0 0 4 ; L. Leclerc, Histoire
la medicine
Arabe,
II, 74-75; Suter, Die
Mathematiker,
B r o c k e l m a n n , GAL, I, 6 4 1 ; Suppl.,
hu'l-meknûn, Islâm,
nr. 2 7 2 ; I, 8 8 9 ; Îzâ-
II, 111; Hediyyetü'l-'ârifîn,
Ziriklî, el-A'lâm,
I, 228;
Zuhrü'l-
II, 2 3 ; A h m e d E m î n ,
GAS,
Kahire 1966, II, 195-196; Sezgin,
II, 4 4 1 ; Ullmann, Die Medizin, m e r , A History
Century,
of Arabian
s. 3 7 6 ; H. G. Far-
Music
to the XIII th
L o n d o n 1973, s. 221-222; S a r t o n , In-
troduction,
I I / 1 , s. 2 3 0 ; Şeşen, Fihrisü
tûtâti't-tıbbi'l-İslâmî, Tûkân,
de
Paris 1 8 7 6 — R a b a t 1980,
Türâsü'l-'Arabi'l-'ilmî
ve'l-felek,
mah-
s. 123-124; Kadri Hâfiz
fi'r-riyâziyyât
N a b l u s 1963, s. 337-339; M . Meyer-
hof, " V I I - M e d i a e v a l J e w i s h P y s i c i a n s i n t h e N e a r E a s t : F r o m A r a b i c S o u r c e s " , Studies
Medieval
Arabic
Medicine:
Theory
and
in
Practi-
ce, L o n d o n 1984, s. 4 4 3 ; a.mlf., " I X - M a i m o n i d e s A g a i n s t G a l e n o n P h i l o s o p h y a n d Cosm o g o n y " , a.e., s. 5 4 ; a.mlf., " X - E s q u i s s e d'hist o i r e d e l a p h a r m a c o l o g i e et b o t a n i q u e c h e z l e s m u s u l m a n s d ' E s p a g n e " , a.e., s. 16, 38-39; A h m e t Ateş, " e l - M a h t û t â t i ' l - = A r a b i y y e fî m e k tebâti'l-Anadol: M a h t û t â t m i n Mektebeti Man i s a e l - ' u m û m i y y e " , ' " M M M A (Kahire), IV (1958), s. 3 1 ; S. M. Stern, " A b u ' l - Ş a l t U m a y y a " , (ing.), i, 149.
F
G
C E M İ L
E! 2
A K P I N A R
EBÜ's-SERÂYÂ eş-ŞEYBÂNÎ ( ^ L ü ! U^JI J J ! )
n
Ebü's-Serâyâ es-Serî b. Mansûr eş-Şeybânî (ö. 200/815) ^
Abbâsîler'e karşı ayaklanan bir Şiî maceraperest.
j
Hayatının ilk dönemleri hakkında yeterli bilgi yoktur; yol kesip eşkıyalık yaptığı rivayet edilir. Onun Şeybânîler'e (Benî Şeybân) mensup olduğu anlaşılmaktadır (Taberî, VIII, 528). Topladığı birkaç ki-
342 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
EBÜ'ş-SEYH şiyle el-Cezîre'de Benî Temîm'den bazılarını öldürüp mallarını aldı; takibe uğrayınca da gizlenip izini kaybettirdi. Bir müddet Suriye'de eşkıyalık yaptıktan sonra İrmîniye'ye gidip orada Yezîd b. Mezyed eş-Şeybânî'ye katıldı ve onunla beraber Hürremîler'e karşı savaştı. Emîn ile Me'mûn arasındaki mücadelede Emîn'in tarafını tuttu ve Emîn'in öncü kuvvetlerine kumanda etti. Ancak daha sonra Me'mûn'u destekleyen Hersem e b. A'yen Ebü's-Serâyâ'yı kendi tarafına çekti. Bu arada el-Cezîre'deki Benî Şeybân'dan 2000 süvari ve piyade onun etrafında toplandı. Artık kendisine "emîr" diye hitap ediliyordu. Emîn ile Me'mûn arasındaki mücadele 25 Muharrem 198'de (25 Eylül 813) Emîn'in öldürülmesiyle sona erince Herseme askerlerin sayısında azaltma yoluna gitti. Bu arada Ebü's-Serâyâ ve adamlarının iaşesinde de güçlük çıkarınca Ebü's-Serâyâ önce hacca gitmek için izin istedi, sonra da isyan etti. Önce Aynüttemr'i, ardından da Dakükâ ve Enbâr'ı zaptedip yağmaladı. Buradan Rakka'ya yöneldi. Kaysîler'e karşı savaşan Tavk b. Mâlik et-Tağlibî'ye rastlayınca ona yardım etti ve dört ay kadar yanında kaldıktan sonra Rakka'ya gitti. Orada karşılaştığı Ali evlâdından Ebû Abdullah İbn Tabâtabâ ile beraber Kûfeliler'in daveti üzerine Kûfe'ye giderek birlikte şehre hâkim oldular. İbn Tabâtabâ onun desteğiyle 10 Cemâziyelâhir 199'da (26 Ocak 815) Kûfe'de halifeliğini ilân etti.
iyice sağlamlaştırdı ve Kûfe'de adına para bastırdı ; Basra, Vâsıt ve nahiyelerine asker gönderdi. Ali evlâdından bazı kimseleri Basra, Mekke, Yemen, Fars ve Ahvaz'a nâib olarak tayin etti. Kendisi de Basra üzerine yürüyüp şehri ele geçirdi. Bu arada yine Ali evlâdından Muhammed b. Süleyman'ı Medâin'e gönderip Bağdat üzerine yürümesini emretti. Bunun üzerine Hasan b. Sehl isyanı bastırmak için, daha önce İrak valiliğinden alarak Horasan'a göndermek suretiyle gücendirdiği Herseme b. A'yen'e başvurmak zorunda kaldı. Herseme Ebü's-Serâyâ'yı Kûfe'de muhasara etti. Ebü's-Serâyâ, yanındaki 800 süvari ve kendisine halef tayin ettiği Muhammed b. Muhammed b. Zeyd ile beraber 16 Muharrem 200 (26 Ağustos 815) tarihinde Kûfe'den ayrıldı; Kâdisiye - Vâsıt yoluyla Sûs'a varıp orada konakladı. Ancak kendisini takip eden kuvvetler tarafından sonunda Celûlâ'da yakalanarak Nehrevan'da bulunan Hasan b. Sehl'e teslim edildi. Hasan b. Sehl de boynunu vurdurdu (10 Rebîülevvel 200/ 18 Ekim 815). BİBLİYOGRAFYA: Ya'kübî,
Târîh,
Gönderdiği ordunun yenildiğini haber alan Hasan b. Sehl, Ebü's-Serâyâ'ya karşı bu defa 4000 süvari ile Abdûs b. Muhammed b. Ebû Hâlid el-Merverrûzî'yi gönderdi. Ebü's-Serâyâ, Abdûs'ü Bağdat ile Küfe arasındaki Câmi mevkiinde karşılayıp mağlûp etti (17 Receb 199/3 Mart 815). Bu başarıları üzerine mevkiini
528-535;
el-İsfahânî, Mekâtilü't-tâlibiyyîn
Ebü'l-Ferec (nşr.
Seyyid
A h m e d es-Sakr), Beyrut, ts. (Dârü'l-Ma'rife), s. 521-522;
İbnü'l-Esîr,
İbn Kesîr, el-Bidâye,
el-'İber,
el-Kâmil,
VI,
212-217;
IX, 2 4 4 - 2 4 5 ; İbn H a l d u n ,
III, 2 4 2 - 2 4 4 ; Ziriklî, el-A'lâm,
1 3 0 ; el-Kâmûsü'l-İslâmî,
III, 129-
III, 2 9 8 ; K. V. Zet-
t e r s t e e n , " E m î n " , İA, IV, 258-259; Fikret Işılt a n , " M e ' m û n " , a.e., VII, 6 9 4 ; M. Ş a h â b e d d i n
a.e., X , 519-520; H. A. R.
T e k i n d a ğ , "Serî",
Ebü's-Serâyâ'nin bu başarılarından telâşa kapılan Irak ve Arabistan Valisi Hasan b. Sehl, Züheyr b. Müseyyeb edDabbî kumandasında Kûfe'ye 10.000 kişilik bir ordu gönderdi. İbn Tabâtabâ ile Ebü's-Serâyâ bu orduyu Küfe dışında Karyeişâhî mevkiinde karşılayıp mağlûp ettiler ve ağırlıklarını yağmaladılar (199/ 815). Ancak ertesi günü 1 Receb 199 (15 Şubat 815) sabahı İbn Tabâtabâ âniden öldü. Onun Ebü's-Serâyâ tarafından zehirlendiği de söylenmektedir (Taberî, Vlll, 529). Ebü's-Serâyâ İbn Tabâtabâ'nın yerine Hz. Hüseyin neslinden Muhammed b. Muhammed b. Zeyd'i halife ilân etti ve idareyi tamamen kendi eline aldı.
Târîh
II, 5 3 9 - 5 4 3 ; Taberî,
(Ebü'l-Fazl), VIU, 4 8 8 ,
Gibb, " A b u ' l - S a r â y â a l - S h a y b â n i " , E! 2 (İng.), I, 149-150.
F
L
F
L
F
[571 M
ALİONGÜL
E B Ü ' s - S Ü R Û R el-BEKRÎ
n
(bk. BEKRİ, Ebü's-Sürür).
EBÜ'ş-ŞA'SÂ
n
(bk. CÂBİR b. ZEYD).
EBÜ'ş-ŞEYH (
n
^JÎ )
da daha çok Ebü'ş-Şeyh b. Hayyân diye zikredilir ve dedesine nisbetle Hayyânî nisbesiyle de anılır. Babası, dayısı ve anne tarafından dedesi muhaddis olan Ebü'ş-Şeyh bir ilim muhitinde yetişti. Babası onu küçük yaşta ilim meclislerine götürdü ve on yaşlarında hadis dinlemeye başladı. İlk hocası, İsfahan'ın âlim ve zâhidlerinden olan dedesi Mahmûd b. Ferec'dir. Ayrıca İbn Ebû Âsim, Ebû Bekir el-Bezzâr, Taberânî gibi âlimlerden ve o devrin en önemli ilim merkezlerinden biri olan İsfahan'a gelen âlim ve muhaddislerden dersler aldıktan sonra yirmi beş yaşlarında iken ilim yolculuğuna çıktı. Bağdat, Basra, Küfe, Musul, Cezîre ve Hicaz bölgelerinde Ca'fer b. Muhammed elFiryâbî, Ebû Halîfe el-Cumahî, Ebû Ya'lâ el-Mevsılî, Ebû Arûbe el-Harrânî ve Ebü'lKâsım el-Begavî gibi ünlü âlimlerden hadis dinledi ve yazdı. Ebû Hâmid Ahmed b. Muhammed el-Huzâî'den öğrendiği kıraat ilmini muhaddis Ebû Tâhir Muhammed b. Ahmed b. Muhammed el-İsfahânî'ye öğretti. Bu arada Ebû Abdullah İbn Mende, Ahmed b. Abdurrahman eş-Şîrâzî, İbn Merdûye, Ebû Sa'd el-Mâlînî ve Ebû Nuaym el-İsfahânî gibi pek çok âlime de hocalık etti. İbn Merdûye, Ebü'ş-Şeyh'ten çok eser vermiş güvenilir bir âlim, Ebû Nuaym el-İsfahânî, Hatîb el-Bağdâdî ve Abdülkerim es-Sem'ânî sağlam ve güvenilir bir hadis hâfızı diye söz etmektedirler. Rivayetlerin senedlerine ve râvilerin durumlarına dair verdiği bazı bilgiler onun hadis konusundaki geniş kültürünü ortaya koymaktadır. Erken yaşta hadis rivayetine başlayıp uzun yıllar yaşaması ona âlî* isnad sahibi olma özelliğini kazandırmış, bu sebeple hadis talebeleri rivayetlerini duyabilmek için uzak yerlerden gelip kendisinden faydalanmışlardır. cAvâlî hadîsi Ebi'ş-Şeyh adlı eseri Ebü'ş-Şeyh'in bu yönünü ortaya koymaktadır. Nitekim Tabakâtü'l-muhaddisîn adlı eserinde onun dört râvi ile Hz. Peygamber'e ulaşan rivayetleri bulunmaktadır.
j
İcâzet yoluyla rivayete taraftar olmayan ve uzun ömrünü devamlı olarak okumak, okutmak ve yazmakla geçiren Ebü'şŞeyh, 369 yılı Muharrem ayı sonlarında (Ağustos 979) İsfahan'da vefat etti.
274'te (887) İsfahan'da doğdu. "Yaşlı kimse" anlamındaki Ebü'ş-Şeyh lakabı ona muhtemelen doksan yılı aşan ömrü sebebiyle verilmiştir. İslâmî kaynaklar-
Ebü'ş-Şeyh tefsir, hadis, ahkâm ve tarih ilimlerinde irili ufaklı elli kadar eser kaleme almıştır. Bir kısmı günümüze kadar ulaşan eserlerinden daha sonraki müellifler istifade etmişler ve bun-
Ebû Muhammed Abdullah b. Muhammed b. Ca'fer b. Hayyân el-Ensârî el-İsfahânî (ö. 369/979) ^
Hadis hâfızı ve tarihçi.
343 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
EBÜ'Ş-ŞEYH lara atıflarda bulunmuşlardır. Zehebî, onun ilmiyle âmil ve sünnete son derece bağlı bir âlim olduğunu, eserlerinin çoğunu gördüğünü, fakat bu eserlerde birçok zayıf hadisin bulunduğunu söylemektedir. Geniş hadis kültürüne rağmen kitaplarına aldığı rivayetleri titizlikle seçmemesi eserlerine olan güveni azaltmıştır. Eserleri. 1. Tabakâtü'l-muhaddisîn bi-İşbahân ve'l-vâridîne 'aleyhâ. Târîhu İşbahân diye de bilinen eser, İsfahan'a gelen on beş sahâbî ve tâbiî ile İsfahan'ın fethinden müellifin yaşadığı zamana kadar burada yetişen, bu şehre uğrayan ve burada vefat eden muhaddis, âlim, kadı ve valileri on bir tabaka halinde tanıtmakta, ayrıca İsfahan'ın özellikleri, tarihi ve fethi hakkında bilgi vermektedir. Daha önce yazılmış bazı İsfahan tarihlerinin günümüze kadar gelmemesi ve Ebü'ş-Şeyh'in talebesi Ebû Nuaym el-İsfahânî'nin Zikrü ahbâri İşbahân' ı yazarken ondan büyük ölçüde faydalanması eserin önemini arttırmaktadır. Bilgilerin senedleriyle birlikte verildiği eser, Abdülgafûr Abdülhak Hüseyin el-Belûşî'nin tahkikiyle dört cilt halinde neşredilmiş (Beyrut 1407-1412/ 1987-1992), ayrıca Abdülgaffâr Süleyman el-Bündârî ve Seyyid Kisrevî Hasan tarafından da yayımlanmıştır (Beyrut 1409/ 1989). Bu sonuncu neşrin dayandığı nüshanın, BelûşFnin esas aldığı nüshalarda bulunmayan bazı isimleri de ihtiva ettiği görülmektedir. 2. Kitâbü'l-Emşâl îi'lhadîşi'n-nebevî. 373 rivayeti ihtiva eden eseri Abdülalî Abdülhamîd Hâmid rivayetlerini değerlendirmek suretiyle yayımlamıştır (Bombay 1408/1987, 2. bs.). 3. Ahlâkün-nebî* ve âdâbüh. Ebü'l-Fazl Abdullah Muhammed Sıddîk el-Gumârı (Kahire 1378/1958), Ahmed Muhammed Mürsî (Kahire 1392/ 1972) ve Seyyid elCümeylî (Beyrut 1406/1986) tarafından neşredilmiştir. 4. Kitâbü'l-'Azame. Allah'ın azameti ve melekût âleminin akılları durduran hallerine dair hadis ve haberleri ihtiva eden eseri Rızâullah b. Muhammed İdrîs el-Mübârekfûrî yayımlamıştır (Riyad 1408/1988). S. et-Tevbîh ve't-tenbîh. Ahlâkî konularla ilgili hadislerin bulunduğu eseri Ebü'l-Eşbâl Hasan b. Emîn b. Mendûh (Kahire 1408) ve Mecdî Seyyid İbrâhim neşretmişlerdir (Bulak 1409/1988). 6. Kitâbü'n-Nevâdir ve'n-nüteî. Ashap ve tâbiînin sözlerini ihtiva eden eserin Almanya'da bir nüshası bulunmaktadır (Sezgin, 1, 201). 7. Zikrü'l-akrân ve rivâyâtühüm 'an
ba'zıhim ba 'zan. Birbirinin yaşıtı râvilerle yaşça büyüklerin küçüklerden yaptıkları rivayetlere dair olan eserin nüshaları Dârü'l-kütübi'l-Mısriyye'de (Mustalah, nr. 221, 27 varak) ve Dârü'l-kütübi'z-Zâhiriyye'de (Mecmua, nr. 53, 6 varak) bulunmaktadır. 8. c Avâlî hadîsi Ebi'şŞeyh. Dârü'l-kütübi'l-Mısriyye'de bir nüshası kayıtlı olan eserin (Hadis, nr. 1559, vr. 10-14) birinci ve ikinci cüzleri Dârü'lkütübi'z-Zâhiriyye'dedir (Mecmua, nr. 93, vr. 21-37). 9. Cüz' îîhi ehâdîşi Ebî Muhammed 'Abdillâh b. Muhammed b. Ca'fer b. Hayyân. İbn Merdûye'nin Ebü'ş-Şeyh'ten derlediği rivayetlerden 140'ını ihtiva eden eser Bedr b. Abdullah el-Bedr tarafından yayımlanmıştır (Riyad 1414/1993). Ebü'ş-Şeyh'e ait diğer hadis mecmualarının bazı bölümleri Dârü'l-kütübi'z-Zâhiriyye'de bulunmaktadır (Mecmua, nr. 8, vr. 61-68, nr. 33, vr. 65-72, nr. 53/3, vr. 9-26, nr. 93, vr. 21-37). 10. el-Fevâ'id. Fevâ'idü'l-İşbahâniyyîn diye de anılan eserin bir bölümü Dârü'l-kütübi'z-Zâhiriyye'de mevcuttur (nr. 547, Mecmua, nr. 38, Hadis, nr. 357, vr. 57-65). 11. Teîsîr (Tefsîru Ebi'şŞeyh). Müellifin büyük dedesinin adı olan Hayyân, imlâ benzerliğinden dolayı bazan Hibbân şeklinde kaydedildiğinden, hem kendisi hem de bu eseri kaynakların bir kısmında çağdaşı İbn Hibbân (ö. 354/965) ve Tefsir adlı eseriyle karıştırılmıştır (bk. Keşfü'z-zunûn, I, 437, 441 ve ondan naklen Bilmen, II, 211-212). 12. Sevâbüî-a'mâl. Zehebî, eş-Şevâb li-a'mâli'z-zekiyye adıyla da anılan bu eserin beş cilt olduğunu söylemektedir. Son iki eserin günümüze ulaşıp ulaşmadığı bilinmemektedir. Ebü'ş-Şeyh'in kaynaklarda adları zikredilen diğer eserleri de şunlardır-, esSünne, es-Sünen (Zehebî'nin belirttiğine göre bu eser birkaç ciltten ibarettir; aşağıda zikredilen kitaplardan bazılarının bu hacimli eserin bölümleri olduğu hatıra gelmektedir), Kitâbü't-Tahâre, Kitâbü'lEzân, Kitâbü'd-Dahâyâ ve'l-'akîka, en-Nikâh, Kitâbü'l-Emvâl, Kitâbü'lKat' ve's-sirka, Şürûtü'z-zimme, el'ftk ve'l-müdebber ve'l-mükâteb, Kitâbü'l-'îdeyn, el-Ferâ'iz ve'l-veşâyâ, el-Mevâkît, el-Müsnedü'l-müntehab 'ale'l - ebvâb el-müstahrec min kitâbi Müslim b. Haccâc, Hutabü'nnebî, el-Edeb, el-İcâze, el-Emşâr (Kitâbü'l-Büldân), el-Birr ve'ş-sıla, Birrü'l-vâlideyn, et-Târîh. 'ale's-sinîn, Delâ'ilü'n-nübüvve, el-Müskir, es-Sivâk, Kitâbü's-Sîre, el-Fiten, Fezâ'ilü'l-
Kur'ân, Fevâ'idü'l-'lrâkıyyîn, el-Mu'cem (hocalarına dair), en-Nâsih ve'lmensüh mine'l - hadîs. BİBLİYOGRAFYA :
Tabakâtü'l-muhaddisîn
Ebü'ş-Şeyh,
bahân
bi-İş-
(nşr. A b d ü l g a f û r ei-Belûşî), Beyrut 1 4 0 8 /
1988, I-II, ayrıca bk. nâşirin m u k a d d i m e s i , I, 631 2 4 ; E b û N u a y m el-İsfahânî, Zikru
bahân hebî,
Tezkiretu
l-huffâz,
A c lâmü'n-nübelâ',
İş-
bi't-teubîh,
III, 9 4 5 - 9 4 7 ;
a.mlf.,
XVI, 276-280; İbnü'I-Ceze-
rî, Gâyetü'n-nihâye,
I, 4 4 7 ; Sehâvî,
el-İ'lân
Beyrut 1 3 9 9 / 1 9 7 9 , s. 1 2 2 ; Dâvû-
dî, Tabakâtü'l-müfessirîn,
nûn,
ahbâri
(nşr. Dedering), Leiden 1934, II, 9 0 ; Ze-
I, 3 2 1 ;
Keşfü'z-zu-
I, 4 3 7 , 4 4 1 ; II, 1406, 1407, 1 4 3 9 ; İbnü'l-
İ m â d , Şezerât, 2 1 0 ; Suppl.,
III, 6 9 ; Brockelmann, GAL, I, 209I, 3 4 7 ; Hediyyetü'l-'ârifîn,
Kehhâle, Mücemu
I-mü'ellifîn,
t â n î , er-Risâletü'l-müstetrafe,
I, 4 4 7 ;
VI, 1 1 4 ; Kets. 38, 46, 47, 48,
49, 51, 53, 57, 76, 80, 140; Sezgin, GAS, I, 2002 0 1 ; Bilmen, Tefsir Tarihi,
II, 211-212; Ziriklî,
el-A c lâm (Fethullah), IV, 1 2 0 ; Nasrullah Pürcevâdî, " K a d î m t e r î n - i T â r î h - i İ s f a h â n " ,
tieşr-i
Dâniş,
a.mlf.,
I X / 6 , Tahran
1989, s. 36-39;
" Ç â p - i D î g e r - i K i t â b - ı E b i ' ş - Ş e y h " , a.e., X / 1 (1990), s. 48-49.
m M
F
A L İ YARDIM
n
EBÜ't-TAMAHÂN el-KAYNÎ
(
)
Ebü't-Tamahân Hanzala b. eş-Şarkî el-Kaynî Câhiliye devrinde ve İslâmî dönemde yaşayan Arap şairi.
^
Kudâa kabilesinin Dımaşkln güneydoğusundaki bölgede yaşayan Benî Kayn kolundandır. Kaynaklarda Hz. Peygamber'in amcası Zübeyr b. Abdülmuttalib'in yaşıtı olduğu, Câhiliye döneminde Mekke'ye gelerek Zübeyr'in evinde uzun müddet misafir kaldığı ve ona nedimlik yaptığı kaydedilir. Bir ara Tay kabilesinin Benî Cedîle koluna mücâvir olarak ikamet ederken bu kabile ile Benî Gavs arasında çıkan bir savaşa katılan Ebü'tTamahân esir düştü ve Büceyr b. Evs b. Hârise et-Tâî tarafından satın alındı. O sırada yanında Büceyr'i konu alan bir kasidesi bulunuyordu. Bu kasidesini okuyunca Büceyr kendisini âzat etti. Ebü'tTamahân bu sebeple onu öven birkaç kaside daha söyledi. Ebü'l-Ferec el-İsfahânî'nin bildirdiğine göre bir cinayet işleyen Ebü't-Tamahân, sorgulanmak üzere çağrılınca ülkesinden kaçarak Benî Fezâre'nin Benî Şemh koluna mensup Mâlik b. Sa'd'a sığındı. Mâlik onu himayesine alarak kendisine bir ev verdi-, şair ölünceye kadar Mâlik'in yanında kaldı. Bilinmeyen bir tarihte İslâmiyet'i kabul eden, fakat Hz.
344 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
EBÜ't-TAWİB et-TABERÎ Peygamber'i göremeyen Ebü't-Tamahân'ın klasik kaynaklarda ölüm tarihi hakkında bilgi verilmeden 200 yıl gibi uzun bir ömür sürdüğü belirtilirken (Ebû Hâtim es-Sicistânî, s. 57; İbn Hacer, 1, 382) bazı çağdaş kaynaklarda 30 (650) yılı civarında öldüğü kaydedilir (El 2 Suppl. Iİng.1, s. 37; Sezgin, II, 282). Ancak kaynağı bilinmeyen bu rivayet, uzun ömürlü olduğuna dair klasik kaynaklarda yer alan bilgiyle çelişmektedir (Muhammed Nâyif ed-Düleymî, s. 153-154). Câhiliye döneminde ve sonrasında ahlâkı bozuk, canını tehlikeye atmaktan çekinmeyen, yağmacı ve hırsız bir kişi olduğu rivayet edilen Ebü't-Tamahân doğuştan şiir söyleme yeteneğine sahip, ifadesi düzgün ve fasih bir şairdir. Şiirlerinde çöl hayatının etkisi görülür. Kendisinin bir divanı olduğu rivayet edilmişse de bu eseri günümüze kadar gelmemiştir. Edebî eserlerde yer alan şiirlerinin sayısı da azdır. Genellikle medih ve kahramanlık temalarını işlemiş olup hikmetle ilgili bazı şiirlerine de rastlanır. BİBLİYOGRAFYA: E b û H â t i m es-Sicistânî, el-Mu'ammerûn
ve'T
veşâyâ,
Kahire 1 3 2 3 / 1 9 0 5 , s. 5 7 ; İbn Kuteybe,
eş-Şi'r
ve'ş-şu'ara
, s. 3 4 8 - 3 4 9 ; Ebü'l-Ferec
el-İsfahânî, el-Eğânî,
XIII, 3-16; Âmidî, el-Mu te-
lif, s. 1 4 9 ; İbn Hacer, el-İşâbe,
1, 3 8 1 - 3 8 2 ; Ab-
d ü l k â d i r e l - B a ğ d â d î , Hizânetü'l-edeb,
VIII, 92-
9 6 ; Sezgin, GAS, II, 2 8 2 ; Ö m e r Ferruh,
edeb, I, 315-317; Abdülhalîm Hifnî,
Târîhu'l-
Şi'rus-Se'â-
lîk, Kahire 1987, s. 1 2 5 ; Y a h y â el-Cübûrî, Kaşâ'idü
Câhiliyye
nâdire,
Beyrut 1 4 0 8 / 1 9 8 8 , s.
209-222; M u h a m m e d Nâyif ed-Düleymî, "Ebü'tT a m a h â n el-Kaynî: h a y â t ü h û ve m â
tebkâ
m i n ş î ' r i h " , el-Meurid,
1988,
XVII/3, Bağdad
s. 153-173; A. Fishcher, " K a y n " , İA, VI, 4 6 6 ; " A b u ' l - T a m a h â n a l - K a y m " , El 2 Suppl. S
'
F
37
'
S
(İng.),
NECATI K A R A
EBÜ't-TAYYİB el-LUGAVÎ ( ,j;_j«JJ! L-JJI y\ )
n
Ebü't-Tayyib Abdülvâhid b. Alî el-Halebî (ö. 351/962) Lügat ve nahiv âlimi. L
J
Abbâsî halifesi Mu'tazıd-Billâh zamanında (892-902) Askerimükrem'de doğdu. İlk öğrenimini burada yaptı ve Ebû Hilâl el-Askerî ile birlikte onun dayısı Ebû Ahmed Hasan b. Abdullah el-Askerî'den ders aldı. Daha sonra Bağdat'a gitti. Ebû Ali el-Kâlî ve İbn Hâleveyh ile beraber Gulâm Sa'leb diye tanınan Ebû Ömer ezZâhid'in ve ayrıca Ebû Bekir es-Sûlî'nin derslerine devam etti. Bu iki hocanın yanında uzun süre kalarak dil, edebiyat ve
özellikle lügat konularında kendini yetiştirdi. Bir müddet sonra Seyfüddevle el-HamdânTnin himayesinde Fârâbî, Ebû Ali elFârisî, İbn Cinnî, Küşâcim, İbn Nübâte el-Hatîb, Ebü't-Tayyib el-Mütenebbî, Serî er-Raffâ gibi kendi alanlarında tanınmış şahsiyetlerin bir araya geldiği önemli bir ilim merkezi olan Halep'e yerleşti. Burada lügat ilmi alanındaki bilgisiyle temayüz etti ve "Lugavî" nisbesiyle tanındı. Bağdat'taki ders arkadaşı İbn Hâleveyh ile aralarında rekabet bulunan Ebü't-Tayyib, dostu Mütenebbî ile İbn Hâleveyh arasındaki tartışmalarda İbn Cinnî ile birlikte Mütenebbî'yi destekledi. Ebü'l-Alâ el-Maanfnin Risûletü'lğufrân'ınm yazılmasına vesile olan İbnü'l-Kârih'ten başka herhangi bir talebesi bilinmemektedir. Ebü't-Tayyib, Halep'in Bizanslılar tarafından zaptedildiği 22 Zilkade 351 (22 Aralık 962) tarihinde babası ile birlikte şehid edilmiş ve bu sırada eserlerinin çoğu kaybolmuştur. Eserleri. 1. Merâtibü'n-nahviyyîn. Ebû Bekir ez-Zübeydî'nin (ö. 379/989) Tabakâtü'n-nahviyyîn ve'l-luğaviyyîn (Kahire 1954) adlı eseriyle birlikte, sonradan Yâküt el-Hamevî, Kıftî ve Süyûtî tarafından kaleme alınan dil ve edebiyat âlimleri hakkındaki eserlerin en önemli kaynağıdır. Müellif bu kitabında nahiv ilminin doğuşunu ve Ebü'l-Esved ed-Düelî'den başlayarak Basra ve Küfe mekteplerinin önemli simalarını tanıtır. Âlimlerin hayatına ait ayrıntılardan ziyade genel olarak ilmî kabiliyet ve dereceleri, hoca-talebe ilişkileri, hangi konuda mütehassıs oldukları, rivayet bakımından güven durumları ve önemli eserleri hakkında özlü bilgiler vermektedir. Eserin sonunda, Medine ve Mekke'de yetişen birkaç dilciden söz ederek Bağdat'ın bu konudaki durumuyla ilgili kısa bir değerlendirme yapmaktadır. Altmış nahivci hakkında bilgi veren eser Muhammed Ebü'l-Fazl İbrâhim tarafından neşredilmiştir (Kahire 1375/ 1955, 1974). 2. Kitâbü'l-îbdâl. Şekil bakımından birbirine yakın olan, köklerinde mevcut tek harften ibaret farklılığın anlam değişikliğine yol açmadığı kelimeleri ihtiva eden bir sözlüktür. İbnü's-Sikkît'in Kitâbü'l-Kalb ve'1-ibdâl adlı eserinden sonra sahasında en hacimli kitap olup İzzeddin et-Tenûhî tarafından iki cilt halinde yayımlanmıştır (Dımaşk 1379-1380/ 1960-1961). 3. Şecerü'd-dür. Kelimelerin zincirleme olarak birbirleriyle izah edildiği "müdâhal",
"mütedâhal" veya "müselsel" denilen türde bir sözlüktür. Eserde her kelime "seçer" adı verilen bir ana bölümde ele alınarak arka arkaya yüz kelimeyle, diğer farklı anlamları ise "fer'" denilen çeşitli alt başlıklarda zincirleme onar kelimeyle açıklanmaktadır. Eseri Muhammed Abdülcevâd neşretmiştir (Kahire 1957, 1968, 1985). 4. Kitâbü'l-Ezdâd fî kelâmi'l- zArab. Karşıt anlamlı kelimelere dair olup İzzet Hasan tarafından iki cilt halinde yayımlanmıştır (Dımaşk 1963). S. el-ltbâ c fi'l-luğa. Sözü tekit ve takviye için çok defa önceki kelimenin ilk harfinin değiştirilmesiyle elde edilen aynı vezin ve kafiyede iki kelimenin peşpeşe kullanılması (ikileme, tekrar) ile ilgilidir. Eseri İzzeddin et-Tenûhî neşretmiştir (Dımaşk 1961). 6. el-Müşennâ fi'l-luğa. Tesniye (ikil) kalıbındaki kelimelere dair olan bu eser de İzzeddin et-Tenûhî tarafından yayımlanmıştır (Dımaşk 1960). Kaynaklarda Ebü't-Tayyib'in Kitâbü'lFirâk (Kitâbü l-Furük) adlı bir eserinden de söz edilmekte, yazdığı bazı şiirler ise pek güçlü sayılmamaktadır. BİBLİYOGRAFYA: Ebü't-Tayyib el-Lugavî, Kitâbü'l-İbdâl
(nşr.
İ z z e d d i n et-Tenûhî), D ı m a ş k 1 3 7 9 / 1 9 6 0 , naşi-
Şecerü'd-dür
rin m u k a d d i m e s i , I, 5-71; a.mlf., (nşr. M u h a m m e d
nâşirin
A b d ü l c e v â d ) , Kahire
mukaddimesi,
bü'n-nahviyyîn
1968,
s. 18-24; a.mlf.,
(nşr. M u h a m m e d
Merâti-
Ebü'l-Fazl),
Kahire 1 3 7 5 / 1 9 5 5 , nâşirin m u k a d d i m e s i , s. 37 ; E b ü ' l - A l â el-Maarrî, Risâietü'l-ğufrân
(nşr.
Âişe A b d u r r a h m a n ) , Kahire 1 3 9 7 / 1 9 7 7 , s. 5505 5 2 ; Süyûtî, Buğyetul-uu'ât,
zunûn,
1 9 0 ; îzâhu'l-meknûn,
'ârifîn,
II, 1 2 0 ;
Keşfü'z-
II, 1 6 5 0 ; B r o c k e l m a n n , GAL Suppl., II, 40, 4 0 6 ;
1 , 6 3 3 ; Ziriklî, el-A'lâm,
le, Mu'cemü'l-muellifîn, r u h , Târîhu'l-edeb,
I,
Hediyyetü'l-
IV, 3 2 5 ; Kehhâ-
VI, 2 1 0 ; Ö m e r Fer-
Ma'a'l-Mekte-
II, 4 5 5 - 4 5 7 ;
be, s. 1 7 3 - 1 7 4 ; A b d ü l b â k î b. A b d ü l m e c î d elişâretut-ta'yîn
Yemânî,
ve'l-luğaviyyîn yad
fî
terâcimi'n-nühât
(nşr. A b d ü l m e c î d
Diyâb), Ri-
1 4 0 6 / 1 9 8 6 , s. 197-198; İzzeddin et-Te-
nûhî, "Ebü't-Tayyib
MMİADm.,
el-Lugavî
el-Halebî",
XXIX (1954), s. 175-183; MIDEO,
III
(1956), s. 1 9 5 ; M. W. Mirza, " K i t â b a l - İ b d â l " , 1C, X X X V I / 3
(1962), s. 2 2 8 - 2 2 9 ; J a a k k o
Hâ-
m e e n - A n t t i l a , " L e x i c a l î b d â l (Abü't-Tayyib alL u g a h a w î a n d h i s K i t â b al-İbdâl)", S O , LXXI (1993), s. 69-73; G. Troupeau, a l - L u g h a v î " , El 2 Suppl. S
F
"Abu'l-Tayyib
(İng.), s. 37-38. M . REŞIT Ö Z B A L I K Ç I
EBÜ't-TAYYİB el-MÜTENEBBÎ
n
(bk. MÜTENEBBİ).
F
EBÜ't-TAYYİB et-TABERÎ
n
(bk. TABERÎ, Ebü't-Tayyib).
345 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
EBÜ't-TUFEYL EBÜ't-TUFEYL ( JjiUI y\ ) Ebü't-Tufeyl Âmir b. Vâsile b. Abdillâh el-Leysî (ö. 100/718-19) ^
En son vefat eden sahâbî.
^
Uhud Gazvesi'nin cereyan ettiği yıl doğdu (3/625). Bazı kaynaklarda adının Amr olduğu zikredilmekteyse de doğrusu Âmir'dir. Benî Kinâne'ye mensup olduğu için Kinânî nisbesiyle de anılır. Hz. Peygamber'den başka dört halifeden, ayrıca Muâz b. Cebel, Huzeyfe b. Yemân, Abdullah b. Mes'ûd ve İbn Abbas gibi sahâbîlerden rivayette bulunmuştur. Kendisinden de Katâde b. Diâme, Zührî, Amr b. Dînâr gibi tâbiîler hadis rivayet etmişlerdir. Hayatının sekiz yılını Hz. Peygamber devrinde geçirdiğini söylemiş, Resûl-i Ekrem'i vedâ haccında Kâbe'yi tavaf ederken gördüğünü bizzat belirtmiştir (Müslim, "Hac", 257). Hz. Ali'ye yakınlığı ile bilinen Ebü't-Tufeyl yaptığı savaşlarda onun yanında yer almış, Hz. Ali'nin vefatından sonra Mekke'ye giderek hayatının sonuna kadar orada kalmıştır. Anlaşıldığına göre Muâviye döneminde bir görevle onun yanına gitmiş, huzurda bulunan bazı kimselerin Hz. Ali ile yaptıkları savaşlarda Ebü't-Tufeyl'in kendilerine kılıcı ve diliyle çok zarar verdiğini hatırlatmaları üzerine her birine hakettiği cevabı vermiştir. Muâviye kendisine Hz. Ali'ye duyduğu özlemin derecesini sormuş, o da, "Hz. Mûsâ'nın annesi Mûsâ'yı Nil'e bıraktıktan sonra onu nasıl özlediyse ben de o haldeyim, belki ondan da çok hasret çekiyorum" demiştir. Hz. Hüseyin'in kanını yerde bırakm a m a k için Emevîler'e karşı açılan savaşlarda Muhtâr es-Sekafî ile ön planda yer almıştır. Onun öldürülmesinin (67/ 687) ardından tarih sahnesinde görülmediği, ancak daha sonra İbnü'l-Eş'as'la birlikte yine Emevîler'e karşı harekete geçtiği söylenmektedir. Ömer b. Abdülazîz devrine kadar yaşayan Ebü't-Tufeyl 100 (718-19) yılında Mekke'de vefat etti ; böylece bütün ashap arasında en son vefat eden sahâbî olarak tanındı. Bu tarih 102, 104, 107, 108,110 olarak da zikredilmiştir. Ebü't-Tufeyl'in Kütüb-i Sitte'nin her birinde rivayetleri bulunmakta, on beş rivayeti de Ahmed b. Hanbel'in Müsned'inde yer almaktadır. Hz. Peygamber'in sekiz (veya yirmi beş) kadar hadisini ve söylendiğine göre Hz. Ali'nin çe-
şitli söz ve haberlerini rivayet etmiştir. Şairlik yanı da bulunan Ebü't-Tufeyl'in şiirlerinden elli beyit el-Eğânî'de (XV, 148-156), İbnü'l-Eş'as'la beraber öldürülen oğlu Tufeyl için söylediği bir mersiye de muhtelif kitaplarda bulunmaktadır. Hz. Ali'ye yakınlığı sebebiyle "Şiî" diye de anılan Ebü't-Tufeyl, Hz. Ali'yi daha çok sevmekle beraber Hz. Ebû Bekir ve Ömer'in faziletini de kabul etmiş, Hz. Osman'ın şehâdetinden duyduğu üzüntüyü dile getirmiş ve Hz. Ali taraftarlığı sebebiyle Hâricîler'in düşmanlığını kazanmıştır. Şiî muhaddis Abdülazîz b. Yahyâ elCelûdî (ö. 332/944'ten sonra) Ebü't-Tufeyl'in hayatına dair Ahbâru Ebî't-Tufeyl adıyla bir eser yazmış, Tayyib Aşşâş et-Tûnisî de Havliyyâtü'l - Câmi cati't-Tûnisiyye'öe (sy. 10, Tunus 1973) onun hayatını ve şiirlerini incelemiştir. BİBLİYOGRAFYA: VVensinck, el-Mücem,
VIII, 1 3 4 ; Müsned,
V,
4 5 3 - 4 5 6 ; M ü s l i m , " H a c " , 2 5 7 ; Buhârî, et-Târî•
hu'l-kebîr,
VI, 4 4 6 - 4 4 7 ; Hatîb, Târîhu
I, 198-199; İbn Kuteybe, el-Ma'ârif
Bağdâd, (Ukkâşe),
s. 3 4 1 - 3 4 2 ; Ebü'l-Ferec el-İsfahânî, XV, 147-156; İbn H a z m , Cemhere, nü'l-Esîr, Üsdü'l-ğâbe,
III, 145-146; VI, 179-
1 8 1 ; Zehebî, A'lâmü'n-nübelâ', Fâsî, el-Vkdü'ş-şemîn,
Tehzîbü't-Tehzîb,
el-Eğânt,
s. 1 8 3 ; İbIII, 4 6 7 - 4 7 0 ;
V, 87-88; İbn
Hacer,
V, 82-83; a.mlf., el-İşâbe,
1 1 3 ; A b d ü l k a d İ r el-Bağdâdî,
IV,
Hizânetü'l-edeb
(Bulak), II, 91-93; IV, 40-44; E b ü ' l - K â s ı m elMûsevî el-Hûî, Mücemü
ricâli'l-hadîs,
Beyrut
1 4 0 3 / 1 9 8 3 , X , 4 2 ; Sezgin, GAS, II, 4 1 2 ; Seyyid Hasan es-Sadr, Te'sîsuş-Şî'a,
Beyrut 1981,
s. 1 8 6 ; A b b a s b. B e k k â r ed-Dabbî, Ahbâru
uâfidtn fe 'alâ
mine'r-ricâl Müâuiye
min
ehli'l-Başra
b. Ebî Süfyân
l-
ue'l-Kü-
(nşr. S ü k e y n e
eş-Şihâbî), Beyrut 1 4 0 4 / 1 9 8 4 , s. 25-28. B
F
A L İ OSMAN KOÇKUZU
EBÜ'1-VAKT
n
( ^ J * ' ) Ebü'l-Vakt Sedîdüddîn Abdülevvel b. îsâ b. Şu'ayb es-Siczî (ö. 553/1158)
Sahîh-i Buhârî râvilerinden. L
J
Zilkade 458'de (Ekim 1066) Herat'a iki mil uzaklıktaki Mâlîn köyünde doğdu. Bu sebeple Herevî ve Mâlînî, aslen Sicistanlı olmasından dolayı da Siczî nisbeleriyle anılır. Babası muhaddis ve zâhid Ebû Abdullah îsâ b. Şuayb ona Muhammed adını koymuş, fakat Şeyhülislâm Abdullah el-Ensârî bu adı Abdülevvel diye değiştirdiği gibi, "Sûfî zamanı değerlendiren ve gelecek kaygısı taşıma-
yan kişidir (ibnü'l-vakt)" diyerek kendisine Ebü'l-Vakt künyesini vermiştir. Daha sonra yirmi yıl boyunca Abdullah elEnsârî'nin sohbetinde bulunan Ebü'lVakt onun en kıymetli müridi olmuştur. Babası hadis meclislerine giderken oğlunu da sırtına alıp götürürdü. Henüz yedi yaşında iken Abdurrahman b. Muhammed ed-DâvûdFden Şahîh-i Buhârî ile DârimFnin es-Sünen'ini ve Abd b. Humeyd'in el-Müntehab'ını dinlemek için Herat'tan bir günlük mesafedeki Bûşenc'e babasıyla birlikte yaya olarak gidip geldiler. Başta Abdullah el-Ensârî olmak üzere Bîbâ bint Abdüssamed, Külâr diye tanınan Abdurrahman b. Muhammed b. Afîf, Ebû Âmir Mahmûd b. Kasım el-Ezdî gibi Heratlı hocalardan hadis okudu. Yedi yaşında hadis tahsiline başladığı ve hayatı boyunca hadis rivayet ettiği için bazı hadislerin âlî* isnadına sahip oldu. Bu sebeple şöhreti yayıldı ve rivayet ettiği hadisleri ondan dinlemek üzere çeşitli ülkelerden pek çok talebe gelerek kendisinden faydalandı. Tanınmış talebeleri arasında Ebü'lKâsım İbn Asâkir, Abdürrahim b. Abdüikerîm es-Sem'ânî, Ebü'l-Ferec İbnü'lCevzî, Yûsuf b. Ahmed eş-Şîrâzî, Hüseyin b. Mübârek ez-Zebîdî gibi âlimler yer alır. Irak ve Hûzistan'ı dolaşarak Herat, Bûşenc, Mâlîn, Kirman, İsfahan, Hemedan, Fars ve Bağdat gibi ilim merkezlerinde verdiği hadis derslerini binlerce talebe yanında tanınmış âlimler ve devlet adamları da dinlemiştir. Bu derslerde Şahîh-i Buhârî başta olmak üzere Abd b. Humeyd'in el-Müsnedü'l-kebîr'ini (veya el-Müntehab min Müsnedi c Abd b. Humeyd'ı), DârimTnin es-Sünen"ıni ve daha başka kitapları ve cüzleri rivayet etti. Nizâmiye Medresesi'nde verdiği derslerde meşhur Arap dil âlimi İbnü'l-Haşşâb da bulunmuştur. 552 (1157) yılında hacca gitmeye karar verdi. Hazırlığını yaparak şevval ayında Bağdat'a gitti. Ancak Vezir Ebü'l-Muzaffer İbn Hübeyre'nin sarayında, kalabalık halkla birlikte vezirin de takip ettiği Şahîh-i Buhârî rivayetini tamamlayamadığı için o yıl hacca gidemedi (İbnü'l-Esîr, XI, 239). Bir yıl boyunca Bağdat'ta kaldı ve rivayet ettiği bütün eserleri talebelerine okuttu. Ertesi yıl tekrar hacca gitmeye niyetlendiyse de 6 Zilkade 553'te (29 Kasım 1158) Bağdat'ta vefat etti. Ölümü sırasında talebelerinden birinin ısrarla, "Son sözü kelime-i tevhid olan kimse cennete girer" meâlindeki hadisini okuması üzerine Ebü'l-Vakt, "Keş-
346 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
EBÜ'l-VEFÂ el-BAĞDÂDÎ ke kavmim rabbimin beni bağışladığını ve ikram edilen kulları arasına aldığını bilseydi" (Yâsîn 36/26-27) meâlindeki âyetleri okuyarak ruhunu teslim etti. Cenaze namazını Abdülkâdir-i Geylânî kıldırdı. Ebü'l-Vakt'ın asıl şöhreti, Şahîh-i Buhârî'nin güvenilir râvilerinden biri olmasından kaynaklanmaktadır. Rivayet ettiği Şahîh-i Buhârî nüshasını Zilkade 465'te (Temmuz 1073) hocası Dâvûdî'den (ö. 467/1075), Dâvûdî Hamevî'den (Serahsî, ö. 381/991-92), Hamevî de Buhârî'nin talebesi Firebrî'den (ö. 320/932) almıştır. Ali b. Muhammed el-Yûnînî'nin (ö. 701/1301), bugün elde bulunan matbu Şahîh-i Buhârî nüshasını düzenlerken dayandığı dört önemli nüshadan biri, ( b>) rumuzuyla gösterdiği Ebü'l-Vakt'in nüshasidir (bk. el-CÂMİU's-SAHÎH). BİBLİYOGRAFYA: S e m ' â n î , et-Tahbîr,
el-Muntazam,
I, 6 1 1 - 6 1 2 ; İbnü'l-Cevzî,
182-183; İbnü'l-Esîr, el-Kâ-
X,
mil, XI, 2 3 9 ; a.mlf., el-Lübâb, Mâ
Temessü
ileyhi
İmâmi'l-Buhârî mîd),
II, 1 0 5 ; Nevevî,
hâcetü'l-kârî
li-Şahîhi'l-
(nşr. Ali H a s a n Ali A b d ü l h a -
Beyrut, ts. (Dârü'l-Kütübi'l-ilmiyye),
62-63; İbn Hallikân, Vefeyât, Rüşeyd, İfâdetü'n-naşîh
s.
III, 2 2 6 - 2 2 7 ; İbn
(nşr. M u h a m m e d Ha-
b î b b . H o c a ) , T u n u s , ts., s. 1 1 9 - 1 2 4 ; Zehebî,
A'lâmü'n-nübelâIX, a.mlf., Düvelü'l-İslâm
3 8 9 - 3 9 0 ; XX, 3 0 3 - 3 1 1 ; (nşr. F e h î m M . Ş e l t û t —
M . M . İ b r â h i m ) , Kahire 1974, II, 7 0 ; A h m e d b. A y b e k ed-Dimyâtî, el-Müstefâd
hi Bağdâd
min Zeyli Târî-
(nşr. M. M e v l û d Halef), Beyrut 1 4 0 6 /
1986, s. 2 7 7 - 2 7 9 ; Yâfiî, Mir'âtul-cenân,
III,
3 0 4 ; İbn Kesîr, el-Bidâye,
XII, 2 3 8 ; İbn Tağrî-
berdî, en-Nücûmü'z-zâhire,V,
3 2 8 ; Kastallânî,
İrşâdü's-sârî, Şezerât,
r
L
F
Kahire, ts., I, 39-40; İbnü'1-lmâd,
IV, 166.
m EİI
K E M A L SANDIKÇI
EBÜ'l-VEFÂ el-BAĞDÂDl (bk. İBN AKİL, Ebü'l-Vefâ).
EBÜ'1-VEFÂ el-BAĞDÂDl ( ^jljill ^t )
n
j n
Ebü'l-Vefâ' Tâcü'l-ârifîn Seyyid Muhammed b. Muhammed Arîz el-Bağdâdî (ö. 501/1107)
•.
Anadolu'daki bazı sosyal-dinî hareketlerde önemli rol oynayan Vefâiyye tarikatının kurucusu.
j
417 (1026) yılında Irak'ın Kûsan bölgesinde doğdu. Hakkındaki bilgiler, döneminin veya sonrasının belli birkaç kaynağındaki sınırlı kayıtlardan ibarettir. Ebü'l-Vefâ'ya dair asıl kaynak, Şehâbeddin Ahmed el-Vâsıtî'nin 773'te (1371) kaleme aldığı Tezkiretü'l-müttakîn ve
tebşıratü'l-muktediri adlı Arapça menâkıbnâmedir (Bibliotheque Nationale de Paris, de Slane, Ar., nr. 2036). Menkıbelerle karışık bir biyografi niteliğindeki bu eserin Menâkıb-ı Tâcü'l-ârifîn Seyyid Ebü'l-Vefâ adını taşıyan, mütercimi meçhul Türkçe çevirilerinin yazma nüshalarına oldukça sık rastlanması (meselâ bk. Süleymaniye Ktp., Hâlet Efendi, nr. 2427; İÜ Ktp., TY, nr. 1560) onun Anadolu'da iyi tanındığını gösterir. Menâkibnâmeye göre adı Muhammed b. Muhammed Arîz olan Ebü'l-Vefâ Kürt asıllı olduğu sanılan bir ailenin çocuğudur. Tahsilinin önemli bir kısmını Bağdat'ta yaptıktan sonra Buhara'ya gitmiş, dinî ilimleri öğrenerek tekrar Bağdat'a dönmüş, burada Ebû Muhammed eş-Şünbükî'ye intisap etmiştir. Uzun süre hizmetinde bulunduğu şeyhi, kendisine karşı gösterdiği vefa ve sadakatinden dolayı ona "Ebü'l-Vefâ" künyesini vermiştir. Menâkıbnâmede ayrıca onun İmam Zeynelâbidin soyundan bir seyyid olduğu da kaydedilir (vr. lb-8b, 85b-88b). Ebü'l-Vefâ, Ebü Muhammed eş-Şünbükfnin vefatından sonra onun yerine geçti ve hemen her tabakadan pek çok sayıda mürid edindi. Bu durumun Abbâsî Halifesi Kâim-Biemrillâh'ı (1031-1075) endişeye sevkettiği ve halifenin, bir seyyid olması dolayısıyla Ebü'l-Vefâ'nın ileride hilâfet makamına göz dikebileceğini düşündüğü rivayet edilir. Menâkibnâmeye göre halife bu endişeden kurtulmak için şeyhi sapıklıkla suçlayarak bir ulemâ heyeti huzurunda yargılatıp ölüm e m a h k û m ettirmeyi tasarlamış, fakat plan istenildiği gibi sonuçlanmamış, şeyh ulemâ önünde kendisine yöneltilen sorulara başarılı cevaplar vererek onları mahcup etmiştir (Şehâbeddin Ahmed el-Vâsıtî, vr. 45b). Menâkıbnâmede anlatılan bazı olaylar, Ebü'l-Vefâ'nın Ehl-i sünnet ilkelerine pek uymayan bazı davranışlara sahip bulunduğunu göstermektedir. Eserdeki parçalardan birinde, halifenin şeyhe bir mektupla birlikte bir şarap kadehi gönderdiği; mektupta, kadın-erkek bir arada yaptığı âyinlerde şarap sunmak için kullanılmak üzere bu kadehin gönderildiğinin yazıldığı hikâye edilir {a.g.e., vr. 46b-47a). Benzer bir olayın Ahmed Yesevî için de söz konusu olduğu bilinmektedir (Köprülü, s. 23). Müridlerinin büyük bir çoğunluğunun konar göçer Türkmenlerden oluştuğu anlaşılan Ebü'l-Vefâ'nın bu tür âyinler yaptığından şüphe etmemek gerekir. Ona nisbet edilen Vefâiy-
ye tarikatının XIII. yüzyıl Anadolu'sundaki en güçlü temsilcisi olan ve Babaî isyanı diye bilinen büyük sosyal ayaklanmayı gerçekleştiren (1240) Baba İlyas'ın da bu tür âyinler yaptığını bizzat torunu Elvan Çelebi nakletmektedir (Menâkıbü'
l-kudsiyye,
s. 22-23).
Ebü'l-Vefâ'nın gerçekten Kürt asıllı olduğunu kabul etmek biraz güçtür. Çünkü menâkıbnâmede onun en ileri gelen halifelerinin hemen tamamının Boğa b. Batu, Muhammed et-Türkmânî, Turhan, Tekin vb. tipik Türk isimleri taşıdığı veya onların Türkmen olduklarını gösteren nisbeleri bulunduğu görülmektedir. Ayrıca o çağın Arap müelliflerinin, bölgenin yerli halkı olan Kürtler'in göçebe bir hayat tarzı sürmeleri dolayısıyla, Türkmen zümreleri gibi oraya gelen bütün öteki konar göçer toplulukları da "Kürd" kelimesiyle niteledikleri bilinmektedir. Buna göre Ebü'l-Vefâ'nın bir Kürt şeyhi olması muhtemel bulunmakla beraber Türkmen şeyhi olması ihtimali daha güçlü gibi görünmektedir. Şa'rânTnin, zamanında çok büyük bir şöhret sahibi olduğunu kaydettiği (et-Tabakât, 1, 107) Ebü'l-Vefâ ömrünün büyük bir kısmını Bağdat'ta geçirmiş, bundan dolayı Bağdâdî nisbesini almış ve 20 Rebîülevvel 501'de (9 Aralık 1107) burada vefat etmiştir. Harîrîzâde'nin onun ölüm tarihini 495 (1101) olarak göstermesi yanlıştır. Ebü'l-Vefâ'nın biri fıkha dair er-Risâle, diğeri tasavvufla ilgili Hulâşatü't-tevhîd fî kavâ c idi't-tasavvuf adlı iki eseri olduğu rivayet edilmektedir. Vefâiyye tarikatının Irak ve Suriye Türkmenleri'nin yanı sıra Anadolu'daki Türkmenler arasında da oldukça yaygın olması sebebiyle Ebü'l-Vefâ'nın tesiri Anadolu'ya kadar uzanmıştır (bk. VEFÂİYYE). XIII. yüzyıl başlarındaki büyük Türkmen şeyhlerinden olup adı Bektaşî geleneğine de karışan meşhur Dede Garkın'ın da bir Yesevî şeyhi olması muhtemel bulunduğu gibi bir Vefâî şeyhi olması daha büyük bir ihtimal gibi görünmektedir. Nitekim XIV. yüzyıl başlarında Osmanlı Devleti'nin teşekkülü sırasında, bu devletin arazisinde yerleşmeye gelen ve ilk Osmanlı hükümdarlarıyla yakın ilişkiler kuran Geyikli Baba gibi Rum abdallarının da Ebü'l-Vefâ kültüne bağlı bulunduklarını ilk Osmanlı vekâyi'nâmeleri kaydetmektedir (meselâ bk. Âşıkpaşazâde, s. 46). Ayrıca Ebü'l-Vefâ menâkıbnâmesinin Türkçe çevirisinden, Osman Gazi'nin kayınpederi Şeyh Edebâ-
347 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi : Dûmetülcendel-Elbise Ankara : TDV, 1994. 10. c. (16, 559 s.)
EBÜ'l-VEFÂ el-BAĞDÂDÎ ii'nin de Vefâiyye tarikatına mensup olduğu anlaşılmaktadır. Bu ise Vefâiyye tarikatının Osmanlı Devleti'nin kuruluşundaki rolünü vurgulamak bakımından önemlidir. BIBLIYOGRAFYA : Şehâbeddin
müttakîn
Ahmed
Tezkiretü'l-
el-Vâsıtr,
ue tebşıratü'Tmuktedtn,
BibIiotheque
Nationale d e Paris, d e Slane, Ar., nr. 2 0 3 6 ; Elvan
Çelebi,
Menâkıbü!-kudsiyye, Târih,
Âşıkpaşazâde,
Şekâ'ik,
s.
s. 12; Şa'rânI, et-Tabakât,
Kahire 1390,
I, 1 0 7 ; Gazzî, ei-Keuâkibü's-sâ'ire,
Tibyân,
rîrîzâde,
Haremeyn, uıflar
1, 1 2 7 ; Ha-
111, vr. 2 2 P - 2 2 5 » ;
Mir'âtü'l-
III, 134-136; Köprülü, İlk
Mutasau-
(Ankara
Abdülbâki
22-23;
s. 4 6 ; T a ş k ö p r i z â d e , eş-
1966), s. 23, 38, 177-178, 1 9 3 ;
Gölpınarlı,
Yunus
Emre
ue
Tasau-
uuf, İstanbul 1961, s. 46-49; TCYK, s. 552-553; A h m e t Y a ş a r Ocak, La reuolte
de Baba
ou la formation
de THeterodoxie
en Anatolie
XIII e
au
S
F
siecle,
Ankara
1989, s.
AHMET YAŞAR OCAK
EBÜ'I-VEFÂ el-BÛZCÂNÎ (
.
Y
Resul
musulmane
Y
n
)
Ebü'l-Vefâ' Muhammed b. Muhammed b. Yahyâ el-Bûzcânî (ö. 388/998) ^
Trigonometri ilminin kurucusu.
^
İslâm matematik ve astronomi âlimlerinin önde gelenlerinden olup "mühendis" ve "hâsib" lakaplarıyla da tanınır; hayatı hakkında fazla bilgi yoktur. Horasan'da Herat'la Nîşâbur arasında yer alan Bûzcân kasabasında (bugünkü Türbet-i Câm) 1 Ramazan 328'de (10 Haziran 940) doğdu ve 388'de (998) Bağdat'ta öldü; bazı kaynaklarda ölüm tarihi 387 (997) olarak geçmektedir. Matematik alanında temel bilgileri amcası Ebû Amr el-Mugâzilî ve dayısı Ebû Abdullah Muhammed b. Anbese'den öğrendi. Daha sonra Bağdat'a giderek devrin tanınmış âlimlerinin yanında tahsilini tamamladı ve Bağdat'ta ders vermeye, matematik ve astronomi alanında araştırmalar yapmaya başladı. Özellikle rasatlarının çoğunu burada Büveyhî emirlerinden İzzüddevle Bahtiyâr b. Muizzüddevle döneminde gerçekleştirdi. Bu konuda görüşlerinden faydalanmak için Bîrûnî ile mektuplaşıyordu; bu sırada BîrûnFnin Hârizm'de, Ebül-Vefâ'nın Bağdat'ta gözledikleri birküs olayının rasat sonuçlarını karşılaştırmışlardı. Ayrıca Bîrûnî bazı eserlerinde onun rasatlarından söz etmiştir. Ebü'l-Vefâ'nm, çağdaşı olan Ebû Ali el-Hubûbî ile de mektuplaştığı ve Hubûbî'nin üçgenlerin alanını bulma konusunda ondan bazı formüller istediği bilinmektedir. İbn Hallikân'a göre
Ebü'l-Vefâ meşhur bir matematikçidir (hâsib) ve ayrıca geometri ilminde de özellikle kirişlerle ilgili yeni ve benzeri görülmemiş buluşların sahibidir. Kemâleddin İbn Yûnus da onu geometriyi en iyi bilen âlimler arasında gösterir. Trigonometrinin Regiomontanus (ö. 1476) tarafından kurulduğu hakkındaki yaygın kanaatin doğru olmadığı artık anlaşılmış bulunmaktadır. Her ne kadar trigonometriyle ilk defa Me'mûn devri âlimlerinden Habeş el-Hâsib el-Mervezî ilgilenmişse de bu konuyu sistematik bir ilim dalı haline getiren Ebü'l-Vefâ'dır. Bu husustaki çalışmaları arasında trigonometri teoremlerinin ilk ispatlarını vermiş, "zil" adı altında tanjantı, "kutr-ı zil" adıyla sekantı tarif etmiş ve trigonometrik fonksiyonların yayın fonksiyonu olarak 15 dakikalık adımlarla hassas cetvellerini gerçekleştirmiştir. Kendisinden önce bu alanda çalışan Mervezî'nin cetvelleri, tanjant ve kotanjantı yayın fonksiyonu halinde vermediği gibi Ebü'lVefâ'nınkiler kadar sıhhatli de değildir. Ebü'l-Vefâ, (3 olmak üzere sin (°